2009 Cilt 7 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/6255
Browse
Browsing by Department "Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 5 of 5
- Results Per Page
- Sort Options
Item Çocuklarda pH monitörizasyonu ile gastroözofageal reflü hastalığının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Erdemir, Gülin; Özgür, Taner; Canıtez, Yakup; Kayık, Bülent; Özboyacı, Ali; Özkan, Tanju B.; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Alerji Bilim DalıGiriş: Gastroözofageal Reşü (GÖR), semptomatik olur, yaşam kalitesini etkiler ve morbiditeye neden olursa Gastroözofageal Reşü Hastalığı (GÖRH) olarak tanımlanır. Bu çalışmanın amacı, GÖRH’nı düşündüren yakınmalarla başvuran hastaların, demografik özelliklerini, 24 saatlik pH monitörizasyonu ile GÖR saptanma oranını belirlemek ve değişik ilaç seçenekleriyle tedaviye yanıtlarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2008-Eylül 2009 tarihleri arasında GÖRH düşündüren yakınmalarla başvuran ve pH monitorizasyonu yapılan hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Başvuru yakınmaları, 24 saatlik pH monitörizasyonunda GÖR saptanma oranları, eşlik eden hastalık durumu ailenin eğitim düzeyi, uygulanan tedavi seçenekleri ve tedaviye yanıt oranları değerlendirildi. Bulgular: Doksan iki hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan olguların 37’si (%40,2) kız, 55’i (%59,8) erkek ve ortalama yaşları 4,42±4,33 (1 ay-18 yaş) idi. Başvuruda en sık görülen yakınmalar öksürük (%49,5), kusma (%47,3) ve karın ağrısı (%22) olarak bulundu. Yirmidört saatlik pH monitörizasyonu sonuçlarına göre 21 olguda (%22,8) GÖR saptandı. pH monitörizasyonu ile GÖR saptanan olgularda en sık yakınmalar, öksürük (n:15, %33,4), kusma (n:11, %25,6), karın ağrısı (n:5, %22,3) olarak saptandı. Öksürük yakınması olan hastalarda, diğer yakınmaları olan olgulara göre GÖR saptanma oranı anlamlı olarak daha fazla bulundu (p=0,041). Eşlik eden ek hastalık olarak 12 (%13,1) hastada kronik nörolojik hastalık, 12 (%13,1) hastada immün yetmezlik ve 12 (%13,1) hastada bronşial hiperreaktivite veya astım vardı. Hastaların %57,7’si anti-reşü tedaviden yarar gördü. Tedavi seçenekleri arasında (PPI+prokinetik+yüzey ajanı, PPI+prokinetik, H2RB+yüzey ajanı, PPI+yüzey ajanı, H2RB+prokinetik, sadece prokinetik ve sadece PPI), tedaviye yanıt oranları açısından anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,068). Sonuç: GÖRH’nın tanı ve tedavi yöntemleri üzerinde henüz tam bir görüş birliği yoktur. Bu çalışmada, tedavi seçenekleri, eşlik eden hastalık durumu ve ailenin eğitim düzeyine göre tedavi yanıtlarında fark saptanmadı. Yakınmalar göz önüne alındığında, 24 saatlik pH monitörizasyonu ile GÖR saptanma oranları incelendiğinde sadece öksürük şikayeti olan hastalarda anlamlı oranda daha yüksek oranda GÖR saptandı.Item Çocuklarda plevral ampiyem tedavisi sonrası uzun süreli izlemde akciğer fonksiyonları(Uludağ Üniversitesi, 2009) Kırkpınar, Ayhan; Canıtez, Yakup; Çelebi, Solmaz; Sapan, Nihat; Hacımustafaoğlu, Mustafa; Gürpınar, Arif; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Alerji Bilim DalıGiriş: Çocukluk çağında ampiyem tedavisi sonrası uzun süreli izlemde akciğer fonksiyonlarının değerlendirilmesi ile ilgili çalışmalar az sayıdadır. Bu çalışmada ampiyemli çocuklarda antibiyotik (AB) veya antibiyotik + tüp torakostomi (TT) veya AB+TT+fibrinolitik (FT) tedavileri sonrası geç dönem solunum fonksiyon testleri sonuçlarının araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Ampiyem nedeniyle 1-13 yaşlarında tedavi edilmiş 45 olgu çalışmaya alındı. Hastaların yaş, cinsiyet, başlangıç ve izlem süresince saptanan klinik bulguları, radyoloji ve laboratuvar sonuçları, uygulanan tedaviler (AB veya AB+TT veya AB+TT+FT) incelendi. İzlem süreleri sonunda solunum fonksiyon testleri yapı larak değerlendirildi. Bulgular: Olguların ortalama yaşları ilk başvuruda 6,3±3,3 yaş (1-13 yaş), izlem süresi sonunda ortalama 9,3±3,4 yaş (4-17 yaş), ortalama izlem süreleri 30,4±13,5 ay (6-54 ay) olarak bulundu. İlk başvurularında ampiyemli olguların 14’ü (%31,1) akut eksudatif evre (Evre 1), 19’u (%42,2) fibropürülan evre (Evre 2) ve 12’si (%26,7) kronik organize evre (Evre 3) olarak sınışandırılmıştı. Yirmi bir (%46,7) olgu AB, 8 (%17,8) olgu AB+TT ve 16 (%35,5) olgu da AB+TT+FT tedavisi almıştı. İzlem süresinde akciğer grafilerinde 3. ayda 15 (%33,3), 6. ayda 3 (%6,6) olguda patolojik bulgu bulundu, 12. ayda tamamı normaldi. Yirmibeş olguya solunum fonksiyon testleri yapılabildi. Bu olguların ortalama izlem süreleri 32,7±11,9 ay idi. Yirmibeş olgunun 3’ünde (%12) minimal restriktif bulgular saptandı, bu 3 olgunun izlem süreleri daha kısa idi (8,3±3,3 ay). Solunum fonksiyon testleri yapılan 25 olgudan 6’sı (%24) Evre 1, 12’si (%48) Evre 2, 7’si (%28) Evre 3 ampiyem olarak sınışandırılmıştı ve 12 olgu (%48) AB, 4 olgu (%16) AB+TT, 9 olgu (%36) AB+TT+FT tedavisi almıştı. Evrelere ve tedavi yöntemlerine göre olguların VC, FVC, FEV1/FVC, FEV1, FEF25-75% ve PEF değerleri ortalamaları karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılıklar bulunmadı (p>0,05). Sonuç: Çocuklarda ampiyem tedavisi sonrası izlem süresinde 3.- 6. aylar arasında akciğer grafilerinde belirgin düzelmenin gözlendiği ve geç dönemde solunum fonksiyon testlerinin genel olarak normal sınırlar içinde olduğu belirlendi. Sonuçlarımız çocuklarda ampiyem tedavisi sonrası uzun dönemde akciğer fonksiyonlarında belirgin bir bozulma gelişmediğini düşündürmektedir.Item Çocukluk çağı Hodgkin dışı lenfomalarında tanısal özellikler(Uludağ Üniversitesi, 2009) Sevinir, Betül; Demirkaya, Metin; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Onkolojisi Bilim DalıGiriş: Bu çalışmanın amacı merkezimizde tedavi edilen 18 yaşından küçük Hodgkin dışı lenfomalı (HDL) hastaların ilk başvurudaki özelliklerini tanımlayarak tanısal önemi olan verileri belirlemektir. Gereç ve Yöntem: HDL tanısı alan çocukların kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Yaş ve cinsiyet, tümör yerleşimi, ilk başvuru yakınmaları, semptomların süresi, histopatolojik alt grubu, hastalığın evresi ve bazı laboratuvar değerleri kaydedildi. Bulgular: HDL tanısı alan 118 hastada ortalama yaş 8,2±3,9 yıl (median 8,6 yıl) bulundu. Çocukların %31,3’ü beş yaşından küçük ve %12,7’si ilk üç yaşta idi. Erkek/kız oranı 4,3 idi. Hastalığın evresi olguların %4,2’sinde evre 2, %78’inde evre 3 ve %17,8’inde evre 4 olarak belirlendi. HDL’li çocukların %39’unda abdominal kitle ve %24,6’sında mediastinal kitle mevcuttu. Periferik lenf düğümlerinden başlayan HDL %14,4; nazofarenks, Waldeyer halkası ve tonsillerde yerleşim %11,9; orbita, paranazal sinüsler ve yüz kemiklerinde yerleşim ise %5,1 bulundu. Diğer tümörler paravertebral bölgede ve santral sinir sisteminde yerleşmekte idi (%5,1). Yakınmaların süresi iki gün ile 52 hafta arasında değişmekte olup, ortalama süre 6,3±7,8 hafta bulundu. HDL’li çocuklarda en sık yakınma lenfadenopati ve ailenin farkedebildiği şişlik veya kitle bulunması idi (%57). Hastaların %40’ında karın şişliği, %33’ünde nefes darlığı ve %29’unda öksürük yakınması vardı. Ateş, kilo kaybı, iştahsızlık ve halsizlik gibi genel belirtiler ortalama %43 olguda mevcuttu. HDL tanısında tümör yükünü gösteren LDH yüksekliği hastaların %60’ında gözlendi. Sonuç: Çocuklarda HDL’lerin sıklığı, klinik ve histopatolojik özellikleri bölgesel farklılıklar gösterir. Veriler merkezimize gelen hastaların %95,8’inin ileri evrede tanı aldığını ve beş yaşından önce abdominal, büyük çocuklarda ise mediastinal ve nodal hastalık bulgularının fazla olduğunu göstermektedir. Olguların %85’inde iki aydan kısa süren yakınmalar mevcuttur.Item İnatçı epilepsili çocuklarda ek tedavi olarak topiramat etkinliğinin ve yan etkilerinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Özdemir, Özlem; Okan, Mehmet; Beyazıt, Aysun N.; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Nörolojisi Bilim DalıGiriş: Bu çalışmada çocukluk çağında dirençli epileptik vakalarda ek ilaç olarak topiramat tedavisinin etkinliğinin ve yan etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya alınan 166 hasta (67 kız, 99 erkek) topiramat etkinliği ve yan etkiler açısından retrospektif olarak incelendi. Hastaların 82’si (%49,4) parsiyel, 8’i (%4,8) generalize, 6’sı (%3,8) sekonder generalize, 24’ü (%14,5) myoklonik epilepsi tanısı alırken, 34 hasta (%27,7) epileptik sendrom sınıfında yer aldı. Topiramat dozu 0,5 mg/kg/g dozunda başlanarak ortalama 9 mg/kg/g’e çıkıldı. Hastalar her kontrol sırasında nöbet sıklığı, süresi ve yan etkiler açısından değerlendirildi. ‹lacın etkinliği iyi (tam, >%75), kısmi (%25-75) ve kötü (%0-25) şeklinde sınışandırıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan 166 hastanın 85’inde (%51,2) iyi, 39’unda (%23,5) kısmi ve 42’sinde (%25,5) kötü yanıt elde edildi. Topiramat tedavisi ile parsiyel epilepsili hastaların 45’inde (%54,9) iyi, 22’sinde (%26,8) kısmi, 15’inde (%18,3) kötü yanıt, generalize epilepsili hastaların ise tümünde (n=8) iyi yanıt alınırken myoklonik epilepsili hastaların 10’unda (%41,7) iyi, 4’ünde (%16,7) kısmi ve 10’unda (%41,7) kötü yanıt elde edildi. Genel olarak topiramat tedavisi parsiyel epilepsili hastalarda generalize ve myoklonik epilepsiye göre daha etkin bulundu (p=0,008, p=0,024). Topiramata bağlı yan etki 33 hastada (%19,9) saptandı. En sık görülen yan etki somnolans (n=9, %5,4) idi. Topiramat tedavisi 33 hastada (%19,9) yanıt alınamaması, 4 hastada (%2,4) ciddi yan etkinin görülmesi, 3 hastada (%1,8) nöbet artışı ve 2 hastada da (%1,2) uzun süreli nöbetsiz izlem nedeniyle sonlandırıldı. Sonuç: Topiramatın inatçı epileptik vakalarda ek tedavi olarak etkinliğinin yüksek, ciddi yan etkilerinin olmaması nedeniyle güvenilir olduğu görülmüştür. ‹natçı epilepsilerde ek tedavi olarak tercih edilebileceği, ancak ilacın kendine özgü yan etkileri açısından yakın takip edilmesi gerektiği düşünüldü.Item Periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit, servikal adenit sendromu (PFAPA sendromu)(Uludağ Üniversitesi, 2009) Zengin, Aysel; Kılıç, Sara Şebnem; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk İmmünoloji Bilim DalıPFAPA sendromu etyolojisi bilinmeyen, ani başlayan yüksek ateş, aftöz stomatit, farenjit ve servikal lenfadenopati atakları ile seyreden ve tekrarlayıcı özellik gösteren bir hastalıktır. Genellikle beş yaşından küçüklerde ve erkeklerde daha sık görülen bu sendrom selim seyirlidir. Uzun dönemde sekel gelişmez. Klinik tablo oldukça iyi tanımlanmasına karşın hastalığa özgü laboratuvar bulgularının olmaması tanıyı güçleştirmektedir. Tedavide steroid ve bazı vakalarda tonsillektomi uygulanmaktadır.