Browsing by Author "Ersoy, Alparslan"
Now showing 1 - 20 of 123
- Results Per Page
- Sort Options
Item Ability to perform daily life activities and learning needs of patients with kidney transplantation(Oxford University, 2018-05) Pehlivan, Seda; Vatansever, Nursel; Arslan, İlknur; Yıldız, Abdulmecit; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Fakültesi/Hemşirelik Bölümü.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Organ Nakli Bölümü.; 0000-0002-0710-0923; ABG-1164-2020; AAH-5054-2021; AAI-9108-2021Item Adiponectin, leptin, nitric oxide, and C-reactive protein levels in kidney transplant recipients: Comparison with the hemodialysis and chronic renal failure(Taylor & Francis, 2016-08-20) Ocak, Nihal; Dirican, Melahat; Ersoy, Alparslan; Sarandöl, Emre; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-0710-0923; 0000-0002-2593-7196; AAH-5054-2021; ABE-1716-2020; 23989248600; 6601919847; 35612977100; 55943324800Background: Cardiovascular disease (CVD) is the leading cause of mortality and morbidity in patients with chronic kidney disease (CKD) including kidney transplant recipients (KTR). Secondary lipid metabolism disorders, endothelial dysfunction, and inflammation enhance the risk of CVD development in these patients. The aim of the present study was to investigate the lipid profile, adiponectin, leptin, nitric oxide (NO), and high sensitivity C-reactive protein (hs-CRP) levels in KTR and to compare these parameters with those of the patients with chronic renal failure (CRF), hemodialysis (HD) patients, and healthy controls.Methods: Serum adiponectin and leptin levels were measured by radioimmunoassay; hs-CRP was determined immunoturbidimetrically. Determination of NO was based on the Griess reaction.Results: Compared with the control group, serum NO and adiponectin levels were significantly higher in the KTR, CRF, and HD groups; hs-CRP levels were significantly higher in the KTR and HD groups; leptin levels were significantly higher in the KTR. In addition, serum NO level was significantly higher in the KTR compared to CRF cases. Adiponectin correlated positively with high density lipoprotein-cholesterol in the control and patient groups. A positive correlation was observed between hs-CRP and NO in the KTR and the patients with CRF. Serum adiponectin levels were inversely correlated with hs-CRP and leptin in the HD group.Conclusion: KTR suffer from inflammation and accompanying changes in levels of adipocytokines and NO which contribute to the increased risk of CVD in these patients.Item Ağır egzersiz sonrası gelişen rabdomiyolize bağlı akut böbrek yetmezliği olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2014-04-28) Ayar, Yavuz; Ulutaş, Firdevs; Sayılar, Emel Işıktaş; Yavuz, Mahmut; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Nefroloji Bilim Dalı.Rabdomiyoliz kas hasarı sonrası oluşan bir tablodur. Travmatik ve travmatik olmayan sebepler bu klinik tabloyu oluşturmaktadır. Özellikle hipovolemi ve asidoz akut böbrek hasarına zemin hazırlamaktadır. Olgumuzda ağır egzersiz sonrası kas enzimleri artan [kreatinin fosfokinaz (CPK), laktat dehidrogenaz (LDH) ve aspartat aminotransferaz (AST) gibi] ve dehidrate kalan bir hastada gelişen rabdomiyolize bağlı akut renal yetmezlik sunulmuştur. Doğru tanı ve renal replasman tedavisi ile hastada olumlu yanıt gözlenmiştir.Item Analysis of liver function test abnormalities in kidney transplant recipients: 7 year experience(Professional Medical Publications, 2016-09-25) Dizdar, Oğuzhan Sıtkı; Coşkun, Banu Demet Özel; Ersoy, Alparslan; Aksoy, Savaş; Yıldız, Abdülmecit; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Nefroloji Bilim Dalı.; 0000-0002-0710-0923; J-1232-2013; AAH-5054-2021; 35612977100; 57192690937; 56256977500Objective: Immunosuppressive drugs, antimicrobial agents and infectious complications may cause liver function test abnormalities (LFTA) in kidney transplant recipients (KTR). The objectives of this study were to identify the outcome of (LFTA). To identify the risk factors affecting development and severity of hepatotoxicity in KTR. Methods: We retrospectively evaluated the medical records of KTR. Hepatotoxicity attacks were defined as impairment in liver function tests that was responsive to drug dose reduction or discontinuation, or treatment of specific causes such as infectious complications. Results: One hundred-fifty-six episodes of hepatotoxicity occurred in 107 patients in 281 KTR, with an incidence of 38%. Patients with hepatotoxicity episodes had a high total mortality rate, higher incidence of positive pre-transplant cytomegalovirus (CMV) IgM test, higher creatinine values during the first month post-transplant, underwent additional acute rejection episodes, and received fewer cyclosporin A based ID. Only positive CMV IgM testing was identified as a significant independent risk factor for hepatotoxicity in our multiple analysis. Mycophenolatemofetil (MMF) related hepatotoxicity was the most common cause of drug related LFTA. Conclusions: Patients with LFTA can have significant complications. Pre-transplant positive CMV IgM tests predispose transplant recipients to the development of LFTA during the post-transplant period. MMF can be a serious hepatotoxic drug.Item Anemia due to losartan in hypertensive renal transplant recipients without posttransplant erythrocytosis(Elsevier Science, 2005-06) Ersoy, Alparslan; Kahvecioğlu, Serdar; Ersoy, Cihangir; Çift, Ali; Dilek, Kamil; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-0710-0923; AAH-5054-2021; AAH-7103-2019Losartan is a safe, effective long-term treatment for hypertension or posttransplant erythrocytosis (PTE) in renal transplant recipients. There were only a few studies in patients without PTE and their results were different. Starting from week 6 and continuing to the week 12 we observed a decrease in hemoglobin (Hb) and hematocrit (Hct) levels in patients without PTE. Anemia developed in 42.8% of the patients, and Hb levels increased after the withdrawal of losartan treatment. There was a significant decrease in Hct levels beginning from week 3 when compared with the control group. Our study suggests that losartan therapy can decrease Hb beyond its antihypertensive efficacy. Based on the capacity of losartan to decrease Hb and Hct, this drug should be carefully used in patients with preexistent anemia or low Hb levels.Item Anjiyotensin II reseptör antagonisti losartanın hipertansif hemodiyaliz olgularında ambulatuar kan basıncı üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2002-07-22) Ersoy, Alparslan; Ersoy, Canan; Dilek, Kamil; Usta, Mehmet; Güllülü, Mustafa; Yavuz, Mahmut; Yurtkuran, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji Bilim Dalı.Bu çalışmada, 28 hipertansif hemodiyaliz olgusunda anjiyotensin reseptör antagonisti losartanın ambulatuar kan basıncı (AKB) üzerine etkisi araştırıldı. Olgular 2 gruba ayrıldılar. Losartan grubundaki 17 olgu 16 hafta boyunca 50-100 mg/gün losartan tedavisi aldı. Kontrol grubundaki 11 olgu ise herhangi bir tedavi almadı. Tüm olgularda hemen tedavi öncesi ve sonrası prediyaliz 24 saatlik AKB takibi yapıldı. Losartan grubunda 24 saatlik, gün boyu ve gece boyu sistolik kan basıncı (SKB) ve diyastolik kan basıncı (DKB) değerlerindeki tedavi sonrası değişiklikler tedavi öncesi ile karşılaştırıldığında, gün boyu SKB dışındakiler anlamlı olarak azaldı. Fakat kontrol grubu ile karşılaştırıldığında sadece gece boyu ortalama SKB ve DKB’ndaki değişiklikler arasında fark vardı (sırasıyla -%6 ± 9’a karşılık %1 ± 4 ve -%8 ± 12’ye karşılık %1 ± 7, p>0.05). Tedavi sonrası losartan grubunda SKB’nı 140 ile 160 mmHg arasında okuma oranı (%20), kontrol grubundan (%70) daha düşüktü. Losartan grubundaki iki olgunun diurnal varyasyonu düzeldi. Losartan grubunda gece boyu SKB’nı >140 mmHg ve 24 saatlik ve gece boyu DKB’nı >90 mmHg okuma yüzdeleri anlamlı azaldı. Losartan tedavisi olgular tarafından iyi tolere edildi. Sonuç olarak, hipertansif hemodiyaliz olgularında losartanın kan basıncını ve basınç yükünü azalttığı ve daha iyi gece boyu kan basıncı kontrolü sağladığı kanaatine vardık.Item Anjiyotensin reseptör antagonisti alan evre 1 hipertansif diyabetik nefropatili hastalarda karvedilol tedavisinin etkinliğinin anjiyotensin konverting enzim inhibitörleriyle karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2007) Güler, Müge Erek; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Nefroloji Bilim Dalı.Günümüzde diyabetik nefropati tedavisinde; etkinliği kanıtlanmış anjiyotensin reseptör blokerleri (ARB) ve anjiyotensin konverting enzim inhibitörleri (ACEİ) yaygın olarak kullanılmaktadır. Son çalışmalar ise karvedilol gibi üçüncü jenerasyon beta blokerlerin diyabetik hastalarda kullanımının ilave avantajlar sağlayabileceğini düşündürmektedir. Karvedilolün esansiyel hipertansif hastalarda antiproteinürik etkinliği bilinmesine karşın, diyabetik nefropatili (DN) hastalarda bu konuyla ilgili araştırma yapılmamıştır. Çalışmamız, tip 2 diyabetes mellituslu (DM), mikroalbuminürisi (MA) ve evre 1 hipertansiyonu (HT) olan hastalarda; nefroprotektif ve antihipertansif etkinliği kanıtlanmış ARB (losartan) tedavisinin, ACEİ (silazapril) ve karvedilol ile kombinasyonunun başta kan basıncı (KB) olmak üzere, proteinüri ve metabolik parametreler üzerine aditif etkilerini kısa dönemde değerlendirmek ve karşılaştırmak üzere planlandı. Çalışmaya, tip 2 diyabetik, evre 1 hipertansif (sistolik KB: 140–159 mmHg, diyastolik KB: 90–99 mmHg) ve 30–300 mg/gün albuminürisi olan 56 hasta alındı. Hastalardan yalnızca 30 tanesi çalışmayı tamamlayabildi. Tüm hastalar tedavi ve randomizasyon öncesi 2 hafta süreyle diyet ve yaşam tarzı değişiklikleriyle izleme alındı. 2 haftalık izlem süresinden sonra tüm hastalara losartan 50 mg/gün tek doz olarak başlandı. 6 hafta kadar bu tedaviyi alan hastalar, 6. haftanın sonunda 3 gruba randomize edildi. Birinci gruptaki hastalarda (Grup 1)-(n=10); losartan dozu 100 mg/gün’e artırıldı. İkinci gruptaki hastalara (Grup 2)-(n=10) losartan 50 mg/gün tedavisine ilave olarak karvedilol 25 mg/gün tedavisi başlandı. Üçüncü grupta (Grup 3)-(n=10) losartan 50 mg/gün tedavisine ilave olarak silazapril 5 mg/gün tedavisi başlandı. Randomizasyon sonrası hastalar 6 hafta izleme alındı. 6. haftanın sonunda çalışma sonlandırıldı. Araştırmamızda her üç grupta da losartan 50 mg verilen dönemde ve randomizasyon sonrası tedavi döneminde sistolik kan basıncı (SKB) ve diyastolik kan basıncı (DKB) değerlerindeki düşüşler istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). Tedavi sonrası en fazla SKB ve DKB düşüşleri grup 3’te (SKB: 16,5± 7,4; DKB: 10,5±2,8), en az düşme de grup 1’de (SKB: 9±6,1; DKB: 3±4,8) gözlendi. Her üç grupta randomizasyon sonrası dönemde, losartan 50 mg verilen dönemden farklı olarak MA’de anlamlı düşüşler saptandı (p<0,05). Gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,15). Kreatinin klirensinin her üç grupta da randomizasyon sonrası tedavi döneminde anlamlı olarak yükseldiği gözlendi (p<0,05). Losartan 50 mg verilen dönemde ve ilaçsız izlem periyodunda böyle bir etki saptanmadı. Vücut kitle indeksi (VKI), açlık kan şekeri (AKŞ) ve glikozile hemoglobin (A1c) düzeylerinde yüksek doz losartan alan grupta anlamlı düşüş saptanırken, diğer gruplarda farklılık gözlenmedi. Bu farklılık; yüksek doz losartan alan grupta diyete uyum ve kilo kontrolünün, diğer gruplara göre daha başarılı olmasına bağlandı. Gruplar arasında tedavi ile diğer metabolik parametrelerde anlamlı fark saptanmadı. Bulgularımız karvedilolün; tip 2 diyabete bağlı nefropatide, etkinliği kanıtlanmış olan ARB tedavisi ile kombine edilebileceğini göstermiştir. Bu kombinasyonun, DN tedavisinde kullanılan diğer kombinasyon tedavilerine (yüksek doz ARB ve ARB+ACEİ) göre etkinlik ve yan etki açısından farklı olmadığı belirlenmiştir.Item Anti-proteinuric effect of angiotension II receptor antagonist losartan in cases with glomerular lesions(Dustri, 2001-03) Usta, Mehmet; Dilek, Kamil; Yavuz, Mahmut; Ersoy, Alparslan; Güllülü, Mustafa; Yurtkuran, Mustafa Abbas; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-0710-0923; AAH-5054-2021; 7005030712; 56005080200; 7006244754; 35612977100; 6602684544; 7003389525Item Arterial dysfunction in early autosomal dominant polycystic kidney disease independent of fibroblast growth factor 23(Iranian Soc Nephrolgy, 2014-11) Yıldız, Abdülmecit; Karaaǧaç, Kemal; Doğan, İbrahim; Gül, Bülent Cuma; Ersoy, Alparslan; Asiltaş, Burak; Ermurat, Selime; Doğan, Selda; Oruç, Ayşegül; Sağ, Saim; Ocakoĝlu, Gökhan; Aktaş, Nimet; Güllülü, Sümeyye; Güllülü, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.; 0000-0003-2589-8585; 0000-0002-0710-0923; 0000-0001-8404-8252; 0000-0003-2467-9356; HLG-6346-2023; I-7575-2015; AAH-5054-2021; AAH-4002-2021; ABE-4424-2022; AAW-9185-2020; A-7063-2018; 23988796000; 35612977100; 55858507600; 55371331300; 57197017096; 56399188100; 55134803100; 15832295800; 57204660708; 6602684544Introduction. Recent studies report reduced vascular compliance and elevated levels of fibroblast growth factor 23 (FGF23) in patients with autosomal dominant polycystic kidney disease (ADPKD) and preserved kidney function. In the present study, we investigated the relationship between vascular compliance and FGF23 in patients in early phases of ADPKD. Materials and Methods. We studied 54 ADPKD patients with preserved kidney function and 24 healthy individuals. All participants underwent noninvasive pulse wave analysis in order to determine large arterial elasticity index (LAEI) and small arterial elasticity index (SAEI) using a modified Windkessel model. Levels of FGF23 in addition to several cardiovascular risk factors were evaluated. Linear regression analyses were performed to determine independent correlates of LAEI, SAEI, and FGF23. Results. In the ADPKD group, 33 patients were hypertensive and the remaining patients were normotensive. Serum FGF23 levels of both ADPKD groups were significantly higher than that in the controls. Both hypertensive and normotensive ADPKD patients had lower LAEI and SAEI levels compared to the controls. There was no significant correlation between vascular compliance parameters and FGF23 levels. Having ADPKD was independently associated with increased FGF23 levels and decreased SAEI. Conclusions. Fibroblast growth factor 23 was found substantially elevated and arterial compliance was found significantly decreased in early ADPKD patients regardless of hypertension. However, there was no significant correlation between FGF23 levels and arterial function parameters. Additional studies are required to determine possible mechanisms of these disturbances and cardiovascular effects of FGF23 in ADPKD patients.Item Arterial elasticity measurement in renal transplant recipients(Elsevier Science Inc, 2007-07) Yıldız, Abdülmecit; Fazlıoğlu, Murat; Ersoy, Alparslan; Güllülü, Mustafa; Güllülü, Sümeyye; Yurtkuran, Mustafa Abbas; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-0710-0923; AAH-5054-2021; 56256977500; 23988764000; 35612977100; 6602684544; 57204660708; 7003389525Arterial distensibility is reduced in chronic kidney disease (CKD) and after kidney transplantation. Pulse counter analysis provides an assessment of compliance or elasticity of the large conduit arteries (C1) and small arteries (C2). Decreased compliance has been shown to be predictive of primary coronary events in CKD patients. The aim of the present study was to compare elasticity measurements in hemodialysis (HD) patients, renal transplant recipients (RTR), and healthy subjects whose coronary angiographies were without lesion. Twenty-three RTRs, 18 HD patients, and 20 healthy subjects were included in the study. Pulse wave analysis was used to determine large and small vessel compliances. The C1 and C2 levels were significantly lower in HD patients compared with recipients and healthy subjects. Recipients showed lower C2 level compared with healthy subjects. There was no difference in C1 and C2 measurements between recipients receiving tacrolimus versus cyclosporine. Transplantation improves large and to some extend small artery elasticities in CKD patients.Item Aspergillosis osteomyelitis and joint infection in a renal transplant recipient(Elsevier Science, 2007-06-16) Ersoy, Alparslan; Akdağ, İbrahim; Akalın, Halis; Sarısözen, Bartu; Ener, Beyza; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-4803-8206; 0000-0002-0710-0923; AAU-8952-2020; AAG-8523-2021; ABI-7283-2020; AAH-5054-2021; 35612977100; 8342488100; 57207553671; 55890736200; 15053025300Invasive Aspergillosis occurs in almost every human organ, most commonly in the lungs. Bone involvement classically has been considered exceedingly rare for both immunocompromised and immunocompetent hosts, however, there are limited data in transplant recipients. We report an unusual case of osteomyelitis and joint infection of the ankle caused by Aspergillus fumigatus in a renal transplant recipient.Item Aspergillus fumigatus spondylodiskitis in renal transplant patient: Voriconazole experience(Başkent Üniversitesi, 2011-08) Ersoy, Alparslan; Dizdar, Oğuzhan Sıtkı; Koç, Ayşegül Oruç; Akalın, Halis; Ener, Beyza; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0002-0710-0923; 0000-0002-4803-8206; AAH-5054-2021; AAU-8952-2020; AAG-8523-2021; 35612977100; 55202193000; 57196914958; 57207553671; 15053025300The incidence of invasive aspergillosis has increased after solid organ transplant. However, aspergillus osteomyelitis in vertebrae is rare. We report a case of aspergillus spondylodiskitis after pulmonary aspergillosis in a renal transplant recipient. He was treated by antifungal therapy and surgical intervention. The transplantist should be alert for a diagnosis of aspergillus spondylodiskitis in recipients who developed back pain after aspergillosis infection in other sites.Item Aspergillus pneumonia in renal transplant recipients at a medical center in Turkey(Elsevier, 2004-11) Usta, Mehmet; Kahveci̇oğlu, Serdar; Akdağ, İbrahim; Güllülü, Mustafa; Özdemir, Bülent; Ener, Beyza; Ersoy, Alparslan; Çırak, Y.; Dilek, Kamil; Yavuz, Mahmut; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi.; 0000-0002-8886-7703; 0000-0002-4803-8206; 0000-0002-0710-0923; AAG-8523-2021; AAH-5054-2021; 7005030712; 55956719500; 8342488100; 6602684544; 7004168959; 15053025300; 35612977100; 57070235800; 56005080200; 7006244754Pulmonary aspergillosis is a devastating disease. Early diagnosis allowing early treatment may improve the prognosis. However, this goal remains difficult to achieve. When the diagnosis is confirmed, it is often already too late. Despite antifungal treatment, the mortality rate is high. Patients with immunosuppression show a high mortality rate. We present five patients of ages ranging between 34 and 43 years who displayed aspergillus pneumonia between 1991 and 2000. All patients received cyclosporine, azathioprine, and prednisone for maintenance immunosuppressive therapy. Their ages ranged from 34 to 43 years with the onset of infection between 1 to 25 months posttransplant. In all cases, the infection was localized to the lungs. Standard methods of fungal culture and identification were used. No coinfections with tuberculosis or other fungi or bacteria were, identified. Three cases were successfully treated but two patients showed deterioration despite appropriate therapy and died. Among patients with solid organ transplantation, lung, liver, and renal transplant patients are at the highest risk of developing aspergillus lung infections. A high degree of awareness and efforts for early diagnosis and therapy may improve the poor prognosis.Item The association between cardiac valvular calcification and fetuin-A levels in kidney transplant recipients(Springer, 2019-06-18) Koca, Nizameddin; Şensoy, Barış; Kırhan, Emine; Ersoy, Alparslan; Güllülü, Sümeyye; Ersoy, Canan; Dirican, Melahat; Sarandöl, Emre; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.; 0000-0002-0710-0923; 0000-0002-2593-7196; AAH-5054-2021; JGR-6552-2023; AAH-8861-2021; ESK-6562-2022; ABE-1716-2020; 35612977100; 57204660708; 6701485882; 6601919847; 55943324800Objectives Low fetuin-A levels in hemodialysis patients can be associated with development of vascular and valvular calcifications. The mechanisms underlying vascular and valvular calcifications are multifactorial. There are a few studies showing the relationship between low fetuin-A levels and valvular calcification after kidney transplantation. We aimed to evaluate the association between serum fetuin-A levels and valvular calcification in kidney transplant recipients. Methods The cardiac valvular calcification was assessed by echocardiography in 56 recipients. Patients were divided into two groups as those with (n = 11) and without (n = 45) aortic and/or mitral valve calcification. The extent of valvular calcification was visually assessed according to the standard visual score method: moderately (multiple larger spots) and heavily calcified (extensive thickening and calcification) of all cusps. Serum fetuin-A levels were measured. Results The demographic features of both groups were comparable. There was no significant difference between regular physical exercise (63.6% vs. 55.6%), obesity (18.2% vs. 17.8%), abdominal obesity (54.5% vs. 46.7%), smoking (0% vs. 13.3%), hypertension (63.6% vs. 68.9%), left ventricular hypertrophy (45.5% vs. 33.3%) and diabetes mellitus (9.1% vs. 20%) ratios in groups with or without valvular calcification, respectively (p > 0.05). Fetuin-A levels of both groups did not differ. Fetuin-A levels positively correlated with serum creatinine (r 0.326, p = 0.014), and negatively correlated with estimated glomerular filtration rate (r - 0.297, p = 0.026). Conclusions We could not find a relationship between serum fetuin-A levels and valvular calcification in kidney recipients. In this population, further studies are needed to assess the role of serum fetuin-A in valvular calcification.Publication Association between resistance to cinacalcet and parathyroid gland hyperplasia in kidney transplant recipients with persistent hypercalcemia(Avicenna Organ Transplant Center, 2020-01-01) ORUÇ, AYŞEGÜL; Ersoy, Alparslan; ERSOY, ALPARSLAN; Yıldız, Abdülmecid; Gül, Özen Öz; ÖZ GÜL, ÖZEN; Kocaeli, Ayşen Akkurt; Erturk, E.; ERTÜRK, ELİF; Ersoy, C.; ERSOY, CANAN; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-0342-9692; JQI-3400-2023; AAI-1005-2021; JFB-3910-2023; AAH-4002-2021; KFR-7347-2024Background: Persistent hypercalcemia and hyperparathyroidism after successful kidney transplantation can be detrimental in some recipients and should be ameliorated.Objective: To point out the concerns regarding resistance to cinacalcet in kidney transplant recipients with persistent hypercalcemia.Methods: 14 renal transplant recipients who received cinacalcet treatment because of persistent hypercalcemia were included in the study. Serum creatinine, estimated glomerular filtration rate (eGFR), calcium, phosphorus, and intact parathyroid hormone (PTH) levels at the baseline and throughout the treatment, and ultrasonography and parathyroid scintigraphy findings were recorded.Results: Cinacalcet treatment was initiated after a mean +/- SD of 20.7 +/- 19.7 months of transplantation and maintained for 16.9 +/- 7.9 months. Serum calcium levels were significantly decreased with the cinacalcet treatment. There were no significant changes in serum creatinine, eGFR, phosphorus, and PTH levels. In all participants, serum calcium levels were increased from 9.8 +/- 0.6 to 11.1 +/- 0.6 mg/dL (p<0.001) within 1 month of cessation of cinacalcet. 7 recipients with adenoma-like hyperplastic glands underwent parathyroidectomy (PTx) due to failure with cinacalcet.Conclusion: Cinacalcet may be an appropriate treatment for a group of recipients with hypercalcemia without adenoma-like hyperplastic glands or who had a contraindication for surgery. Recipients with enlarged parathyroid gland may resist to cinacalcet-induced decrease in serum PTH, although the concomitant hypercalcemia may be corrected.Item Bk virus enfeksiyonlu böbrek nakli alıcılarında azathiopürin tedavisinin etkinliğinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2018) Yavuz, Arda; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.BK virüs (BKV) böbrek nakilli hastalarda sık karşılaşılan bir patojendir. Potent immünsüpresyon hastalarda enfeksiyon sıklığında artış ile ilişkilidir. BKV enfeksiyonlu hastalarda başarısı kanıtlanmış tek tedavi yaklaşımı immünsüpresyonun azaltılmasıdır. Bu çalışmada; canlı ve kadaverik vericiden böbrek nakli yapılan ve BKV viremisi saptandıktan sonra mikofenolatın, azathioprine (AZA) ile değiştirildiği hastalarda tedavinin etkinliğinin ve yan etki profilinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Ocak 2010 - Mart 2018 tarihleri arasında böbrek nakli yapılan 25 hastanın (11 kadın, 14 erkek; ortanca yaş 45 yıl) verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Alıcı ve vericilerin demografik özellikleri, alıcının diyaliz ve nakil bilgileri, eşlik eden hastalıklar, CMV enfeksiyonu öyküsü, immünsüpresif tedavi, BKV bilgileri ve nakil sonrası döneme ait laboratuvar test sonuçları medikal kayıtlardan elde edildi. Nakil sonrası 1. ay düzeylerle karşılaştırıldığında, AZA geçişi sırasında ölçülen ortalama serum kreatinin düzeyleri anlamlı daha yüksek ve tahmini glomerüler filtrasyon hızı (GFH) değerleri anlamlı daha düşüktü. AZA geçişinde ölçülen serum kreatinin düzeyleri, AZA sonrası 1., 3., 6., 9., 12. ve 18.aylarda ölçülen ortalama kreatinin düzeylerinden farklı değildi. AZA geçişisonrası 1. ve 6. aylardaki medyan GFH değerleri, ilaç değişimi sırasında ölçülen GFH değerlerine göre anlamlı arttı. AZA geçişi sırasında ölçülen hemoglobin, lenfosit, sodyum, ürik asit ve albümin düzeyleri nakil sonrası 1. ay düzeylerine göre anlamlı daha yüksekti. AZA geçişi sırasında ölçülen ALT ve nötrofil düzeyleri, nakil sonrası 1. ay düzeyine göre anlamlı daha düşüktü. AZA geçişi sırasında ölçülen düzeyler ile karşılaştırıldığı zaman, 3. ayda hemoglobin, 6. ayda AST ve ALT, 3. ve 12. ayda albümin ile 1. ve 12. aylarda lökosit düzeyleri anlamlı azaldı. İlaç değişikliği sırasında ölçülen düzeylere göre, AZA sonrası 12. ayda trigliserid düzeyleri anlamlı artış gösterdi. iii Sonuç olarak BKV enfeksiyonu gelişen böbrek alıcılarında, mikofenolat tedavisi yerine AZA başlanması, kısa dönemde önemli bir yan etki yapmadan GFH değerlerini anlamlı arttırdı. Graft sağkalım sonuçlarımız benzer çalışma sonuçları ile uyumlu bulundu. Böbrek naklinde ilk kullanılan ajanlardan olan AZA, BKV nefropatisi gelişmesi durumunda etkin bir tedavi seçeneği olarak düşünülmelidir.Item Böbrek nakilli hastalarda geleneksel ve geleneksel olmayan kardiyovasküler risk faktörlerinin fetuın-A ile ilişkisinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2011) Koca, Nizameddin; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Böbrek nakli (BN) alıcılarında ölüme en çok kardiyovasküler (KV) hastalıklar sebep olmaktadır. BN sonrasında görülen KV hastalıkların patofizyolojisinde vasküler kalsifikasyon (VK) önemli yer tutmaktadır. VK'a giden endotel disfonksiyonu ile başlayan süreçte inflamasyon belirteçleri ile ilişkili geleneksel olmayan risk faktörlerinin önemli rolü olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda BN sonrası KV mortaliteye neden olan geleneksel ve geleneksel olmayan risk faktörlerini, VK'un belirleyicilerinden biri olan serum fetuin-A düzeyi ile KV risk faktörleri arasındaki korelasyonu transplant ve sağlıklı popülasyonda karşılaştırdık. Ayrıca BN alıcılarında normal ve düşük fetuin-A düzeylerinin diğer risk faktörlerini nasıl etkilediğini inceledik.Çalışmaya 62 BN alıcısı ve 27 sağlıklı erişkin dâhil edildi. Katılımcılardan anamnestik bilgiler alındı. Tam bir fizik muayene ve antropometrik ölçümler yapıldı. Laboratuvar tetkikleri için kan alınarak serumları ayrıldıktan sonra uygun saklama koşullarında saklandı. BN alıcılarına ayrıca ekokardiyografik inceleme, arteriyel sertlik (AS) ve kemik mineral dansitesi ölçümleri yapıldı.Transplant grubunun yaş ortalaması 37.8 ± 1.39 yıl, sağlıklı kontrollerin yaş ortalaması 37.7 ± 1.9 yıl idi. Grupların cinsiyet dağılımı, yaş ortalaması, sigara kullanımı, ailede hipertansiyon (HT), diyabet (DM), koroner arter hastalığı (KAH) ve obezite varlığı benzerdi. Transplant grubunda sağlıklı kontrollere göre HT, DM'lu kişi sayısı daha fazla, sistolik ve diyastolik kan basıncı (SKB ve DKB) ölçümleri daha yüksekti. Bel/ kalça oranı daha fazla olmasına rağmen vücut kitle indeksleri (BMI) benzerdi. Transplant grubunun böbrek fonksiyonları normal laboratuvar sınırında olmasına rağmen sağlıklı kontrollere göre daha bozuktu. Trigliserid düzeyi anlamlı yüksek olan BN alıcılarında diğer lipid parametreleri sağlıklı grupla benzerdi. Serum fetuin-A ve hsCRP düzeyi transplantlarda kontrol grubundan anlamlı yüksekti.Fetuin-A düzeyi normal olan BN alıcılarının yaş ortalaması 37.9 ± 1.8 yıl, düşük olanların yaş ortalaması 37.7 ± 2.1 yıl idi. Grupların cinsiyet dağılımları, yaş ortalamaları, SKB, DKB ölçümleri, bel/ kalça oranları, diyaliz ve nakil süreleri, donör özellikleri, sigara kullanan, HT, DM, KAH olan ve aile hikayesi olan birey sayıları benzerdi. Grupların kullandıkları immünsupresif, antihipertansif kombinasyonları, kalsiyum metabolizmasına etkili ilaçlar ve statin kullanım oranları benzerdi. Böbrek fonksiyonları, lipid ve kalsiyum metabolizması tetkikleri arasında fark yoktu. PTH düzeyleri, fetuin-A düzeyi normal olan grupta anlamlı yüksekti. İnflamasyon ve oksidatif stress belirteçlerinin serum düzeyleri farklı değildi. Büyük ve küçük damar elastikiyet indeksleri ve sol ventrikül hipertrofisi oranları benzerdi.Transplant grubunda serum fetuin-A düzeyi ile kreatinin düzeyi arasında pozitif korelasyon mevcuttu (p<0.05, r=0.312). Sağlıklı kontrollerde serum fetuin-A düzeyi yaş (p<0.05, r= 0.393), açlık kan şekeri (p<0.05, r=0.4) ve HDL düzeyi ile (p<0.01, r=0.549) ilişkili bulundu.BN ile değişen ve devam eden KV risk faktörlerini değerlendirdiğimiz, patofizyolojideki yeri nedeni ile serum fetuin-A düzeyi ile ilişkisini irdelediğimiz bu çalışmamızda BN sonrasında birçok KV risk faktörünün düzeldiğini ancak subklinik inflamasyon belirteçlerinin hâlâ sağlıklı popülasyondan yüksek düzeylerde olduğunu gözlemledik. Serum fetuin-A düzeyi ile inflamasyon ve oksidatif stres belirteçleri ve AS parametreleri arasında bir ilişki olmadığını saptadık. KV hastalık fizyopatolojisinde önemli yeri olan geleneksel olmayan risk faktörlerinin geniş hasta ve sağlıklı kontroller arasında karşılaştırılması altta yatan iltihabi sürecin anlaşılmasını sağlayarak BN sonrası sağ kalım süresinin artışına katkıda bulunabilir.Item Böbrek nakli alıcı adaylarında diyaliz tipinin tüberkülin deri testi üzerine etkisinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2013-01-25) Ersoy, Alparslan; Yıldız, Abdülmecit; Yılmaz, Nihal; Gül, Bülent; Pesen, Ercan; Aktaş, Nimet; Koç, Ayşegül; Işıktaş, Emel; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı.Tüberkülin deri testi (PPD), tüberküloz (TB) insidensinin belirlenmesinde değerli bir yöntemdir. Ancak, diyaliz hastalarında hücresel immü nitenin bozulması PPD’nin tanısal değerini azaltmaktadır. Bu retrospektif çalışmada böbrek nakli adayı prediyaliz veya diyaliz hastalarında nakil öncesi PPD yanıtının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Toplam 116 ardışık alıcı adayı çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara nakil öncesi PPD testi Mantoux yöntemi ile yapıldı. Hastaların yaş ortalaması 35 idi. Kadın/erkek dağılımı 72/44 idi. 25 (%22) hasta prediyaliz iken, 62 (%53) hastaya hemodiyaliz (HD) ve 29 (%25) hastaya periton diyalizi (PD) uygulanmaktaydı. 33 (%53) HD, 12 (%40) PD ve 14 (%36) prediyaliz olmak üzere 59 (%50) hastada PPD anerjikti. Endürasyon çapı tüm gruplarda ortalama 6 mm olarak bulundu. Farklı diyaliz moda liteleri kullanan hastalar ve preemptif grup arasında anerji ve endurasyon oranları arasında bir fark saptanmadı. Sonuç olarak çalışmamızın bulgularına göre diyaliz tipi PPD yanıtını etkilememektedir. Bu hastalarda yüksek insidense sahip TB, nakil öncesi daha duyarlı ve özgül testlerle araştırılmalıdır.Item Böbrek nakli alıcılarında aterosklerotik kalp - damar hastalıkları ile ilişkili belirteçlerin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012) Kaçan, Selen Baloğlu; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Böbrek nakli (BN) olan hastalarda en önemli morbidite ve mortalite nedeni hızlanmış ateroskleroz oluşumuna bağlı gelişen kardiyovasküler hastalık (KVH)' lardır. BN yapılan hastalarda klasik risk faktörleri (yaş, cinsiyet, obezite, sigara, diyabet, sedanter yaşam, hipertansiyon) ile artmış KVH riski tam olarak açıklanamamaktadır. İnflamasyon, oksidatif stres, antioksidan savunmada azalma gibi çeşitli mekanizmalar da bu hasta grubundaki hızlanmış ateroskleroz ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Son çalışmalar plazma sistatin C düzeylerinin tayini, koroner kalp hastalıkları ve sekonder kardiyovasküler olaylar açısından risk ve prognoz değerlendirmesinde kullanışlı bir belirteç olabileceğini göstermektedir.Bu çalışmaya, BN süresi en az 6 ay olan 62 hasta ve 50 sağlıklı kontrol alındı. Kontrollerde hiçbirinde bilinen KVH öyküsü yoktu. Tüm olguların serum lipid profili, glukoz, üre ve kreatinin seviyeleri ve kan basınçları ölçüldü. Bunun yanı sıra aterosklerotik süreçte çeşitli etki mekanizmaları ile rol oynadığı düşünülen yüksek duyarlılıklı-C reaktif protein (hsCRP), homosistein, ileri glikasyon son ürünleri (AGEs), paraoksonaz 1 (PON1), arilesteraz, sistatin C gibi çeşitli parametreler de ölçüldü.Çalışmamızda bel çevresi, bel/kalça oranı, kan basınçları, trigliserid düzeyleri transplant grubunda yüksek bulundu. Diğer lipid parametreleri benzerdi. Özellikle el bileği çevresi, VKİ'leri benzer olmasına karşın transplant grubunda daha yüksekti. Beklendiği gibi transplant grubunda böbrek fonksiyonları sağlıklılara göre anlamlı olarak düşüktü. Geleneksel olmayan yeni kardiyovasküler risk faktörleri de (hsCRP, homosistein, AGEs, sistatin C) transplant grubunda anlamlı daha yüksekti. PON ve aril esteraz düzeylerinde düşüklük mevcuttu. Sağlıklı bireylerde Sistatin C ile bel ve el bileği çevresi, ürik asid, trigliserid, sigara kullanımı ve homosistein ile pozitif korelasyon vardı. Kontrol grubunda HDL kolesterol (HDL-kol) ile negatif korelasyon saptandı. Transplant grubunda ise sadece HDL-kol ile sistatin C arasında negatif korelasyon mevcuttu. Çalışmamız sistatin C'nın transplant alıcılarında kardiyovasküler bir risk faktörü olarak kullanılamayacağını düşündürmüştür.Item Böbrek nakli alıcılarında bir yıllık CMV enfeksiyonu deneyimi(Uludağ Üniversitesi, 2015-07-29) Oruç, Ayşegül; Bayındır, Murat; Akan, Mustafa; Sönmez, Aykut; Ayar, Yavuz; Yıldız, Abdülmecit; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nefroloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.Böbrek nakli son dönem böbrek yetmezliğinin en seçkin tedavisidir. Kullanılan immunsupresif tedavinin en önemli yan etkilerinden biri fırsatçı enfeksiyon riskinde artıştır. CMV, böbrek nakli alıcılarında en sık görülen viral enfeksiyon etkenidir. Çalışmamızda 2014 yılı içinde CMV enfeksiyonu tedavisi uygulanmış böbrek nakli alıcılarının özelliklerini araştırdık. Bu çalışmaya, 2014 yılı içerisinde merkezimizde PCR yöntemi ile CMV-DNA pozitifliği saptanmış ve hastaneye yatırılarak gansiklovir tedavisi uygulanmış 21 (yaş ortalaması 44.4±13.9 yıl, 8 kadın, 13 erkek,14 canlı, 7 kadaverik vericili) böbrek nakli alıcısı dahil edildi. Hastaların tıbbi bilgileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların CMV-DNA kopya sayıları ortalama 26255,19±55501,75 kopya/mL’ydi ve ortalama nakil süreleri 34,1±53,7 aydı. CMV hastalığı oranı daha yüksekti (%66.7’ye karşılık %33.3). Halsizlik, ateş, öksürük-balgam, pnömoni, ishal, transaminaz yüksekliği görülen şikayet ve klinik bulgulardı. Ortalama gansiklovir kullanım süresi 20.24±6.2 gündü. Tedavi ile hastaların %76’sında CMV-DNA negatifleşti. Hastaların 5’i eks oldu, 5’inde graft kaybı gelişerek hemodiyaiz tedavisine geri döndü. Sonuçta, proflaksi ve preemptif (önceden) tedavi yaklaşımları ile CMV enfeksiyonu sıklığı azalsa da halen böbrek nakli alıcılarında önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Proflaksi uygulanan alıcılarda geç dönemde CMV enfeksiyonu riski devam ettiğinden takiplerde dikkat edilmelidir.