2011 Cilt 9 Sayı 3

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 8 of 8
  • ItemOpen Access
    Yenidoğanda yaygın tutulum gösteren Grup B streptokok enfeksiyonu: Olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-06-03) Öztekin, Osman; Kalay, Salih; Tezel, Gönül; Barsal, Ebru; Akçakuş, Mustafa; Oygür, Nihal
    Giriş: Yenidoğan periyodunda Grup B streptokok kaynaklı sepsis ve diğer enfeksiyonlar hayatın erken döneminde (erken başlangıçlı sepsis) ve geç döneminde (geç başlangıçlı sepsis) görülür. Olgu Sunumu: Yenidoğan hastada sepsis, menenjit, ventrikülit, osteomiyelit ve abse gelişimi ile giden multifokal grup B streptokok infeksiyonu olgusu sunulmuştur. Ventrikülit sıklıkla grup B streptokokkal menenjit sonrası gelişen bir komplikasyondur. Tartışma: Multifokal grup B streptokok infeksiyonu nadir görülür ve tedaviye dirençli ya da hidrosefali gelişen hastalarda grup B streptokokkal ventrikülitten şüphelenilmelidir.
  • ItemOpen Access
    Neonatal nonketotik hiperglisinemi: İki olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-05-05) Çelik, Yalçın; Gülaşı, Selvi; Atıcı, Aytuğ; Kömür, Mustafa; Turhan, Ali Haydar; Bolat, Ergün
    Giriş: Nonketotik hiperglisinemi glisin yıkımında meydana gelen bir bozukluk sonucunda gelişen otozomal resesif geçişli doğumsal bir metabolizma hastalığıdır. Olgu 1: Üç günlük kız bebek morarmasının fark edilmesi üzerine bir devlet hastanesinin acil servisine götürülmüş ve yeniden canlandırma işlemlerinin uygulanmasının ardından hastaneye yatırılmıştı. Yedinci günde mekanik ventilasyon ihtiyacı devam eden bebek hastanemize sevk edildi. Doğum sırasında herhangi bir sorunu olmayan bebek, doğumdan sonra emmemişti. Soy geçmişinde anne ve baba arasında dördüncü derece akrabalık vardı. Bebek hipotonik ve letarjikti, yenidoğan refleksleri alınamıyordu. Hastanın uzun süren hıçkırıkları ve myoklonik konvülziyonları vardı. Tam kan sayımı, biyokimyasal incelemeleri, tandem mass ve idrar organik asit incelemesi normaldi. Kraniyal magnetik rezonans görüntülemede korpus kallosumda incelme saptandı. Elektroensefalografide baskılanma- boşalma görünümü izlendi. BOS glisin düzeyinin plazma glisin düzeyine oranı 0,32 idi. Bu bulgularla hastaya neonatal nonketotik hiperglisinemi tanısı kondu ve dekstrometorfan ve sodyum benzoat tedavisi başlandı. Olgu 2: Bir devlet hastanesinde doğan erkek bebek, doğumdan sonra emmemesi ve morarması üzerine yenidoğan yoğunbakım ünitesine yatırılmıştı. İkinci gününde myoklonik konvülziyonları gözlenmiş ve hastanemize sevk edilmişti. Soygeçmişinde anne ve baba arasında üçüncü derece akrabalık vardı. Bebek hipotonik ve letarjikti, yenidoğan refleksleri alınamıyordu. Tam kan sayımı, biyokimyasal incelemeleri, tandem mass ve idrar organik asit incelemesi normaldi. Kraniyal magnetik rezonans görüntülemede korpus kallosum ince görünümdeydi. Kraniyal magnetik rezonans spektroskopide 3,56 ppm de glisin piki saptandı. BOS glisin düzeyinin plazma glisin düzeyine oranı 0,21 idi. Bu bulgularla hastaya neonatal nonketotik hiperglisinemi tanısı kondu ve dekstrometorfan ve sodyum benzoat tedavisi başlandı. Tartışma: Her iki olgumuzda da olduğu gibi yenidoğan döneminde açıklanamayan hipotoni, konvülziyon, letarji, koma durumunda neonatal nonketotik hiperglisinemi akla gelmelidir.
  • ItemOpen Access
    Çocuklarda ağır hipertansiyona yaklaşım
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-10-14) Paksu, Mehmet Şükrü; Kalkan, Gökhan
    Hipertansif kriz olarak da adlandırılan ciddi hipertansiyon (HT) kan basıncının akut olarak uç organ hasarına neden olabilecek düzeyde yükselmesidir. Çocukluk çağında sık olmamakla birlikte potansiyel olarak yaşamı tehdit edici medikal bir acildir. Hipertansif kriz klasik olarak santral sinir sistemi (SSS), kalp, göz ve böbrek gibi uç organ tutulumun olup olmamasına göre hipertansif öncelikli durum ve hipertansif acil olmak üzere ikiye ayrılır. Kan basıncında hedef organ hasarının eşlik etmediği akut ciddi yükselme hipertansif öncelikli durum (aciliyet), hedef organ hasarı veya ciddi semptomların eşlik ettiği akut ciddi yükselme ise hipertansif acil olarak tanımlanır.
  • ItemOpen Access
    Hemolitik transfüzyon reaksiyonları
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-08-18) Azık, Fatih Mehmet; Bozkaya, İkbal Ok; Özkasap, Serdar
    Ölümcül hemolitik transfüzyon reaksiyonu prevalansı yaklaşık olarak ünite başına 1:200000`dir. Kan ürünü alırken ya da yirmidört saat içinde ortaya çıkan hemolitik transfüzyon reaksiyonu genellikle uygunsuz eritrosit süspansiyonu ve nadiren yüksek volümlü plazma transfüzyonu sonrasında oluşur. Gecikmiş hemolitik transfüzyon reaksiyonu verici eritrositlerindeki antijenlere karşı ikincil immun yanıta bağlıdır. İnkomplet kompleman aktivitasyon sonucu C3b ile kaplı eritrositlerin makrofajlarca fagositozu ya da Ig G kaplı eritrositlerin direkt hücre hücre etkileşimi ile doğal öldürücü hücrelerce yıkılması gibi farklı mekanizmalar intra ya da ekstra vasküler yıkıma yol açar. Hemolitik transfüzyon reaksiyonları klinik sonuçları değişik patolojik yolakların çalışmasıyla olur. Anafilatoksin formasyonu, sitokinlerin salınımı, kinin sistemi, intrinsik koagülasyon kaskadı ve fibrinolizis aktivasyonu sonucu sistemik inflamatuar yanıt meydana gelir. Mikrosirkülasyonda bozulma sonucunda hipotansiyon, dissemine intravasküler koagülasyon, yaygın kanama, renal yetmezlik ve şok tablosu ortaya çıkar. Bu derlemede hemolitik transfüzyon reaksiyonu semptomları geliştiğinde yapılması gereken laboratuvar çalışmaları, tedavi yaklaşımı ve önlemek için neler yapılabileceği vurgulanmıştır.
  • ItemOpen Access
    Osteogenezis imperfektalı hastalarda bifosfonatların etkinliği
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-09-19) Eren, Erdal; Sincar, Şahin; Çakır, Esra Deniz Papatya; Sağlam, Halil; Tarım, Ömer; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    Giriş: Osteogenezis imperfekta (Oİ) kollagen sentez yeteneğindeki defekt sonucu kemik kırılganlığında artışla sonuçlanan genetik bir hastalıktır. Çocuklardaki Oİ tedavisinde bifosfonatlar uzun süredir kullanılmaktadır. Bu yazıda Oİ ile izlenen olguların özellikleri ve bifosfonat tedavisine yanıt değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde izlenen Oİ’lı 21 olgunun dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi, klinik tiplendirme yapıldı. Yaş, cinsiyet, oksolojik veriler ve kemik mineral yoğunluğu (KMY) değerlendirildi, alendronat ve pamidronat tedavilerinin etkinliği kıyaslandı. Tedavi öncesi ve sonrası kırık sayıları değerlendirildi. Bulgular: Olguların 12’si erkek (%57,1), 9’u kız (%42,9), ortanca yaş 5,64 yıl idi. Sillence sınıflamasına göre 10 olgu Tip I, 9 olgu Tip III, 2 olgu Tip IV idi. Tanı 10 olguda tekrarlayan kırıklar, 5 olguda patolojik tek kırık, 2 olguda doğumda alt ekstremitelerde kırıklar, 2 olguda mavi sklera ve kırık öyküsü, 1 olguda annede Oİ varlığı ile mavi sklera ve KMY düşüklüğü, 1 olguda kemik deformiteleri, aile öyküsü ve mavi sklera ile konuldu. Pamidronat 13 olguda, alendronat ise 8 olguda kullanıldı. Bazal DEXA z skoru -4,00 iken, 12 aylık tedavi sonrasında -2,80 idi (p<0,001). Alendronat ve pamidronat alan iki grupta DEXA z-skorundaki artış açısından anlamlı fark yoktu. Bir yıllık bifosfonat tedavisi sonrasında boy SDS -2,55’den -1,74’e (p=0,433), ağırlık SDS ise -1,79’dan -0,51’e yükseldi (p=0,042). Tedaviden önce ortalama kırık sayısı 2,14/yıl iken, tedaviden sonra 0,62/yıl olarak saptandı (p<0,001). Sonuç: Üç aylık pamidronat veya günlük alendronat tedavisinin Oİ’li hastalarda etkili ve güvenli bir tedavi yöntemi olduğu, klinik semptomları ve kırık sıklığını azalttığı, önemli yan etki olmadan KMY’nu artırdığı saptanmıştır. Ancak tedavinin ne kadar süreceği ve bifosfonatların olası kronik dönem yan etkileri hala tartışılmaktadır.
  • ItemOpen Access
    Manisa Moris Şinasi Çocuk Hastanesi’ne 2007-2010 yılları arasında kene yapışması şikayeti ile başvuran olguların araştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-11-25) İnceboz, Tonay; Demirel, Mete; Över, Leyla
    Giriş: Bu çalışmanın amacı; Manisa Moris Şinasi Çocuk Hastanesi’ne kene ve kene yapışması yakınması ile gelen hastalarda kene tür tayinlerinin yapılması, yıllara, aylara göre dağılımının araştırılması ve olgulara ait özelliklerin saptanması hakkında bilgi edinmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada; Manisa Moris Şinasi Çocuk Hastanesi’ne 08.01.2007- 31.12.2010 tarihleri arasında kene yapışması yakınması ile başvuran 0-16 yaş grubu olgular hem hem retrospektif, hem de prospektif olarak araştırılmıştır. Manisa Moris Şinasi Çocuk Hastanesi’ne başvuran farklı bölümlerden 433 kişiye ulaşılmıştır. Tüm olguların fizik muayeneleri yapılmıştır. Örnekler alkol ve gliserinli solüsyon içinde tüpte saklanmıştır. Bütün örnekler mikroskopta incelenmiştir. Olguların demografik özellikleri, kene yapışmasına bağlı bulguları, kene ile bulaşan hastalıkları düşündürebilecek verilerin yanında, çıkarılan kenelerin türleri ve diğer özellikleri ile ilgili olarak yerleşim alanlarındaki kene faunası araştırıldı. Bulgular: Manisa Moris Şinasi Çocuk Hastanesi’ne kene yapışması yakınması ile 433 olgu başvurmuştur. Bu olguların 182 (%42)’si kız, 251 (%58)’si erkektir. Kene yapışması olduğu şüpheli 433 olgudan 285 (%65,8)’sinde çeşitli ektoparazitler mikroskopta incelenmiştir. İnsanı en sık Hyalomma soyuna ait kenelerin yapıştığı (%54) ve bunların en sık nimf evresinde oldukları görülmüştür. Kene yapışması şüphesi ile gelen 433 olgunun 68'i 0-1 yaş arası (%15,7), 207 si 2-5 yaş arası (%47,8), 124'ü 6-10 yaş arası (%28,6), 34'ü 11-16 yaş arası (%7,9)’dır. Olgular bütün yıllarda en sık olarak Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında saptanmıştır. Olgularda kene yapışmasına bağlı sistemik bulgular saptanmamış olup Kırım Kongo Kanamalı Ateş hastalığı da gelişmemiştir. Sonuç: Çocuklar kene yapışması ve kene kaynaklı hastalıklar açısından risk altındadır ve bu nedenle özellikle yaz aylarında dikkatli olunmalıdır.
  • ItemOpen Access
    Tekrarlayan febril konvülziyonlu çocuklarda serum selenyum düzeylerinin değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-11-02) Berk, Erhan; Kaya, Ali; Deveci, Köksal; Güven, Ahmet Sami; Demir, Mevlüt; Güneş, Hatice; Gültekin, Asım; İçağasıoğlu, Füsun Dilara
    Giriş: Febril konvülziyon (FK), altı ay beş yaş arası çocuklarda merkezi sinir sistemi (MSS) enfeksiyonu, elektrolit dengesizliği, MSS’ni doğrudan etkileyen hastalıklar ve afebril konvülziyon öyküsü olmaksızın nörolojik olarak sağlıklı çocuklarda görülen ateşle birlikte ortaya çıkan konvülziyonlar olarak tanımlanmıştır. Çalışmamızda tekrarlayan FK geçiren hastalardaki serum selenyum düzeylerini belirleyerek, tekrarlayan FK ile ilişkisini tespit etmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Tekrarlayan febril konvülziyon tanısı konan 61 çocuk olgu çalışmaya alındı. Aynı tarihler arasında pediatri polikliniğine rutin takip için başvuran ateş ve konvülziyon öyküsü olmayan 54 sağlıklı çocuk kontrol gurubu olarak seçildi. Çalışma ve kontrol grubundaki hastaların serumlarında atomik absorbsiyon spektrometri cihazında hidrür oluşturma yöntemi ile serum selenyum düzeyleri ölçüldü. Bulgular: Tekrarlayan FK olgularında ortalama serum selenyum düzeyi 67,10±8,87 μg/L, kontrol grubunda 81,99±13,13 μg/L olarak saptandı. Serum selenyum düzeyinin tekrarlayan FK olgularında kontrol olgularına göre daha düşük olması istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). Sonuç: Tekrarlayan FK’lu olgularda serum selenyum düzeylerinin düşük bulunması, bu eksikliğin nöbetleri başlatabileceğini veya nöbetlerin tekrarlamasına neden olabileceğini düşündürmektedir. Ancak daha ileri araştırmalara ihtiyaç vardır.
  • ItemOpen Access
    Kabızlık nedeniyle hastaneye başvuran çocukların özellikleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-11-17) Savaşer, Sevim; Kurt, Ayşe Sonay; Mutlu, Birsen; Filiz, Gülseven; Aydoğar, Nurhayat
    Giriş: Bu çalışmanın amacı kabızlık sorunu yaşayan çocukların sosyo-demografik özelliklerini, ailelere göre kabızlık nedenlerini ve ailelerin konstipasyon sorununu çözmek için yaptıkları uygulamaları belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışma evrenini 1 Haziran 2009-30 Haziran 2010 tarihleri arasında İstanbul ilindeki bir üniversite hastanesinin çocuk cerrahisi polikliniğinden fonksiyonel kabızlık sorunu tanısı ile izlenen 1-16 yaş arasındaki çocuklar oluşturdu. Belirtilen tarihlerde çalışmaya katılmayı kabul eden 146 çocuk ve ailesi örnekleme alındı. Tanımlayıcı-kesitsel olarak gerçekleştirilen çalışmanın verileri soru formu ile elde edildi ve bilgisayar ortamında uygun istatistiksel analizler ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya katılan çocukların yaklaşık yarısı 1-3 yaş grubunda ve kız idi. Annelerin ifadelerine göre yaklaşık yarısı çocuklarının bir yaşından önce katı gıdaya geçiş döneminde kabızlık sorununun başladığı, tüm çocukların çoğunluğunun karın ağrısı, karında şişkinlik, dışkı tutma, dışkılama sırasında korku endişe duyma, sert/ağrılı dışkılama, dışkı hacminde artış ve rektumda fekal tıkaç sorunlarını yaşadığı, yaş gruplarına göre farklılık göstermekle birlikte çocuklarına en çok zeytinyağı ve meyve suyu içirdikleri saptandı. Tüm yaş grubunda ailelerin çocuklarının kabızlık sorunundan benzer oranlarda etkilendiği, kardeş ilişkilerinin etkilenmediği belirlendi. Sonuç: Kabızlık için risk faktörleri 4 yaşından küçük olma, 6 aydan önce ek/katı gıdaya başlama, okula başlama, aile bireylerinde kabızlık yakınmasının olması ve dışkı yaparken korku, endişe yaşama, yaşanan korku nedeniyle dışkı tutmaya bağlı karın ağrısı, karında şişkinlik, sert ve ağrılı dışkılama gibi yakınmaların ortaya çıkması olarak belirlendi.