T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ TARĠH ANABĠLĠM DALI TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ TARĠHĠ BĠLĠM DALI CUMHURĠYETĠN ĠLK YILLARINDA SALGIN HASTALIKLARLA MÜCADELE: SITMA, TRAHOM, FRENGĠ VE VEREM (1923-1950) (YÜKSEK LĠSANS TEZĠ) GĠZEM DAġPUNAR BURSA- 2020 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ TARĠH ANABĠLĠM DALI TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ TARĠHĠ BĠLĠM DALI CUMHURĠYETĠN ĠLK YILLARINDA SALGIN HASTALIKLARLA MÜCADELE: SITMA, TRAHOM, FRENGĠ VE VEREM (1923-1950) (YÜKSEK LĠSANS TEZĠ) GĠZEM DAġPUNAR ORCID: 0000-0003-4911-3893 DanıĢman: Prof. Dr. SAĠME YÜCEER BURSA- 2020 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı: Gizem DAġPUNAR Üniversite: Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı: Tarih Anabilim Dalı Bilim Dalı: Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Tezin Niteliği: Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı: ix+181 Mezuniyet Tarihi: 20.08.2020 Tez DanıĢmanı: Prof. Dr. Saime YÜCEER CUMHURĠYETĠN ĠLK YILLARINDA SALGIN HASTALIKLARLA MÜCADELE: SITMA, TRAHOM, FRENGĠ VE VEREM (1923-1950) Ulus devletlerin kurulmaya baĢlamasıyla birlikte halk sağlığını korumaya yönelik ça- lıĢmalar devletlerin yerine getirmesi gereken önemli vazifelerden biri olarak görülmüĢtür. Halk sağlığını koruma çalıĢmaları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nde salgın ve bulaĢıcı has- talıklarla mücadele sürecine yansımıĢ ve salgın hastalıklar üzerinden ĢekillenmiĢtir. Bu tez çalıĢmasında 1923-1950 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni meĢgul eden sal- gın ve bulaĢıcı hastalıklardan sıtma, trahom, frengi ve verem ele alınmıĢ ve hastalıklarla mücadelenin, halk sağlık politikalarını nasıl Ģekillendirdiği üzerine değerlendirmeler ya- pılmıĢtır. Tez çalıĢmasında Osmanlı Devleti‟nden Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ne miras kalan sağlık teĢkilatı, halk sağlığı çalıĢmaları, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri tarihsel süreç içerisinde incelenmiĢ ve tarihsel bir bütünlük içinde verilmeye çalıĢılmıĢtır. Osmanlı Devleti‟nin sağlık sisteminde meydana gelen değiĢimler ve bu değiĢimlerin hangi ihtiyaç- lardan doğduğu değerlendirilmiĢ ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin 1923-1950 yılları arasında halk sağlığını korumaya yönelik yapmıĢ olduğu çalıĢmalar, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin geliĢtirilmesine yönelik yapılan kanunlaĢtırma faaliyetleri ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin hastalıklarla mücadele sürecini hangi amaçlar doğrultu- i sunda Ģekillendirdiği incelenmiĢtir. Toplumsal afet olarak değerlendirilen salgın ve bulaĢıcı hastalıklardan sıtma, trahom, frengi ve veremin tarih sahnesine çıkıĢı, bulaĢma yolları ve hastalığın Türkiye‟de yoğun olarak görüldüğü yerler araĢtırılmıĢtır. Ayrıca hastalıkların salgın haline gelmesine yardımcı olan yaĢam Ģartları, sosyo-ekonomik durum, kültür ve eğitim seviyeleri gibi unsurlar incelenerek salgınların etkilediği toplum profili değerlendi- rilmeye çalıĢılmıĢtır. Sıtma, trahom, frengi ve verem hastalıklarının tedavi yöntemleri, has- talıkların epidemiyolojik karakterleri, halkın hıfzıssıhha seviyesini yükseltmek için yapılan propaganda faaliyetleri ve ülkenin sahip olduğu iktisadi, sosyal, kültürel ve demografik yapının mücadele sürecine etkisi arĢiv kaynakları ve meclis tutanakları dikkate alınarak analiz edilmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Salgın, Halk Sağlığı, Sıtma, Frengi, Verem, Trahom ii ABSTRACT Name and Surname: Gizem DAġPUNAR University: Bursa Uludağ University Institution: Institution of Social Science Field: History Branch: History of Turkish Republic Degree Awarded: Master Page Number: ix+181 Degree Date:20.08.2020 Supervisor: Prof. Dr. Saime YÜCEER FIGHTING AGAINST DISEASE IN THE EARLY REPUBLICAN: MALARIA, TRACHOMA, SYPHILIS AND TUBERCULOSIS (1923-1950) With the establishment of nation states, efforts to protect public health have been re- garded as one of the important duties that states must fulfill. The studies to protect public health is reflected in the process of the Republic of Turkey in the fight against epidemics and contagious diseases and it has been shaped over epidemics. In this thesis, epidemics and infectious diseases like malaria, trachoma, syphilis and tuberculosis were handed by the Republic of Turkey between 1923 and 1950 and the fight against these diseases have been made on how to shape the evaluation of public health policies. In the thesis consists health care organizations, public health studies, preventive and curative health services which were inherited from Ottoman Empire to the Republic of Turkey are examined in historical process and are tried to be given in a historical integrity. The changes in the health system of the Ottoman Empire and why these changes were needed were evaluated and the Republic of Turkey's efforts to be made for the protection of public health between the years 1923-1950 are examined enactment activities for the devel- opment of preventive and curative health services and for what purposes the Republic of Turkey shaped the process which aims to fight diseases. Appearing on the stage of history, iii the ways of infection and the common locations where epidemic diseases in Turkey of epi- demics and infectious diseases like malaria, trachoma, syphilis and tuberculosis which were seen as a social disaster were examined. Furthermore, the society profile affected by epi- demics were tried to evaluate by exploring living conditions, socio-economic status, culture and education levels which help diseases become epidemics. Treatment methods of malar- ia, trachoma, syphilis and tuberculosis diseases, epidemiological characteristics of diseases, propaganda activities to raise the level of public health and the effects of the country's eco- nomic, social, cultural and demographic structure on the process of struggle were analyzed by taking into account the archive sources and the minutes of the assembly. Keywords: Epidemic, Malaria, Public Health, Syphilis, Tuberculosis, Trachoma iv ÖNSÖZ Ġnsanoğlu tarih boyunca birçok sosyal afetle karĢı karĢıya kalmıĢ ve en zorlu mücade- leleri sosyal afetlerin belki de en tehlikelisi olan salgın ve bulaĢıcı hastalıklara karĢı vermiĢ- tir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de kurulduğu andan itibaren salgın ve bulaĢıcı hastalıklar- la mücadele etmiĢ ve salgın hastalıkları toplum ve devlet geleceğine tehdit olmaktan çıkar- mak için ciddi sağlık çalıĢmaları yapmıĢtır. Bu tez çalıĢmasında, 1923-1950 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin sağlık çalıĢmalarının gündemini en çok meĢgul eden, bi- rey ve toplum yaĢantısında ciddi boyutta ekonomik, kültürel ve sosyal değiĢimler meydana getiren salgın hastalıklardan sıtma, trahom, frengi ve verem hastalığını ele aldım. ÇalıĢma- da amacım, belirttiğim hastalıklarla mücadele sürecinin, devletin halk sağlığı politikalarına nasıl yansıdığını ve devletin salgınlarla mücadele sürecini hangi amaçlar doğrultusunda Ģekillendirdiğini arĢiv kaynakları doğrultusunda değerlendirmektir. “Cumhuriyetin Ġlk Yıl- larında Salgın Hastalıklarla Mücadele: Sıtma, Trahom, Frengi ve Verem (1923-1950)” baĢ- lıklı yüksek lisans tezimde aktarılan bilgilerin büyük bir kısmı BaĢkanlık Cumhuriyet ArĢi- vi, Meclis Tutanakları, Resmi Gazete, Kanunlar Dergisi, süreli yayınlara ve çalıĢtığım dö- neme ve konuya kaynaklık eden araĢtırma eserlerine dayanmaktadır. Tez çalıĢmam boyunca her türlü bilgi ve birikimini benimle paylaĢan, karĢılaĢtığım zorluklar karĢısında anlayıĢıyla bana yol gösteren ve sürecin verimli geçmesi için her türlü imkânı bana sunan değerli hocam ve danıĢmanın Prof. Dr. Saime YÜCEER‟e en içten duy- gularımla teĢekkürlerimi sunarım. Sosyal tarih alanına kazandırmıĢ olduğu çalıĢmalarından çokça yararlandığım, çalıĢmamda nasıl bir yol izlemem gerektiği noktasında bana yardımcı olan ve sorularıma anlayıĢla cevap veren değerli hocam Doç. Dr. Ġsmail YAġAYAN- LAR‟a, destek ve katkılarından dolayı teĢekkür ederim. Tez çalıĢmam süresince maddi manevi desteklerini benden esirgemeyen, her zaman yanımda olan, beni zorluklar karĢısın- da cesaretlendiren aileme ve arkadaĢım Salih ÖZALP‟e teĢekkürlerimi sunarım. Aydın / 2020 v ĠÇĠNDEKĠLER ÖZET................................................................................................................................. i ABSTRACT .................................................................................................................... iii ÖNSÖZ ............................................................................................................................. v ĠÇĠNDEKĠLER ............................................................................................................... vi TABLOLAR LĠSTESĠ .................................................................................................. viii KISALTMALAR ............................................................................................................ ix GĠRĠġ ............................................................................................................................... 1 BĠRĠNCĠ BÖLÜM OSMANLI DEVLETĠ’NDEN TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ DEVLETĠ’NE SAĞLIK TEġKĠLATI 1. OSMANLI DEVLETĠ’NDE SAĞLIK TEġKĠLATININ TARĠHSEL GELĠġĠMĠ ... 7 1.1.Osmanlı Devleti‟nde Koruyucu Sağlık Önlemleri ................................................... 10 1.2. Sağlık TeĢkilatında Osmanlı Hastaneleri ............................................................... 16 2. 1923-1950 YILARINDA SAĞLIK SĠSTEMĠNDE KURUMSALLAġMA ............. 20 2.1. Sağlık Politikaları ve KanunlaĢtırma Faaliyetleri ................................................... 23 2.2. Koruyucu ve Tedavi Edici Sağlık Hizmetleri ......................................................... 34 ĠKĠNCĠ BÖLÜM TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ DEVLETĠ’NDE SALGIN VE BULAġICI HASTALIKLAR 1. FRENGĠ SALGINI .................................................................................................... 49 1.1 Frengi Salgının BulaĢma Mekanizması ................................................................... 51 1.2. Frengi Salgının Görüldüğü Yerler .......................................................................... 54 2. SITMA SALGINI....................................................................................................... 59 2.1. Sıtma Salgınının BulaĢma Mekanizması ................................................................ 62 2.2. Sıtma Salgının Görüldüğü Yerler ........................................................................... 65 3. TRAHOM SALGINI ................................................................................................. 68 vi 3.1. Trahom Salgının BulaĢma Mekanizması ................................................................ 70 3.2. Trahom Salgının Görüldüğü Yerler ........................................................................ 74 4. VEREM SALGINI ..................................................................................................... 77 4.1. Verem Salgının BulaĢma Mekanizması .................................................................. 79 4.2. Verem Salgının Görüldüğü Yerler ......................................................................... 82 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SALGIN VE BULAġICI HASTALIKLARLA SAVAġ 1.FRENGĠ SALGINIYLA SAVAġ ....................................................................................... 85 1.1.Frengi Tedavisi ve Mücadele Yöntemleri ............................................................... 86 1.2. Frengi Mücadele TeĢkilatı ve Yerel Örgütlenme .................................................... 95 1.3. Frengi Salgınına KarĢı Ġlaç Tedavisi ve Temini...................................................... 98 2.SITMA SALGINIYLA SAVAġ .................................................................................102 2.1. Sıtma Tedavisi ve Mücadele Yöntemleri ...............................................................103 2.2. Sıtma Mücadele TeĢkilatı ve Yerel Örgütlenme ....................................................112 2.3. Sıtma Salgınına KarĢı Ġlaç Tedavisi ve Temini ......................................................117 3.TRAHOM SALGINIYLA SAVAġ ...........................................................................122 3.1. Trahom Tedavisi ve Mücadele Yöntemleri ...........................................................123 3.2. Trahom Mücadele TeĢkilatı ve Yerel Örgütlenme .................................................128 4.VEREM SALGINIYLA SAVAġ ...............................................................................134 4.1. Verem Tedavisi ve Mücadele Yöntemleri .............................................................135 4.2. Verem Mücadele TeĢkilatı ve Yerel Örgütlenme...................................................140 SONUÇ ..........................................................................................................................149 KAYNAKÇA .................................................................................................................153 EKLER ..........................................................................................................................172 vii TABLOLAR LĠSTESĠ Tablo 1: 1926-1930 Yılları Arasında Mevcut Doktor Sayısı _______________________ 25 Tablo 2: 1926-1930 Yılları Arasında Mevcut HemĢire Sayısı ______________________ 28 Tablo 3: 1926-1930 Yılları Arasında Mevcut Ebe Sayısı _________________________ 30 Tablo 4: 1930 Senesi Ġtibari Ġle Hastane, Dispanser ve Yatak Adedi ________________ 35 Tablo 5: 1924-1930 Yılları Arasında Muayene ve Tedavi Evleri Mesaisi ____________ 37 Tablo 6: Etimesgut Numune Hastanesi Mesaisi ________________________________ 38 Tablo 7: 1926-1930 Yılları Arasında Mevcut Eczacı Sayısı _______________________ 42 Tablo 8: Dispanserlerin Frengi Tedavi Mesaisi _________________________________ 88 Tablo 9: 1925- 1932 Yılları Arasında Frengi Mücadele TeĢkilat Mesaisi _____________ 94 Tablo 10: 1925-1932 Yılları Arasında Vilayetlere Gönderilen Ġlaçlar _______________ 99 Tablo 11: 1925-1932 Seroloji Muayenesi ____________________________________ 101 Tablo 12: 1925-1932 Yılları Arasında Yapılan Kanallar Kurtulan Bataklıklar ________ 107 Tablo 13: 1924-1932 Yılları Arasında Ücretsiz Dağıtılan Kinin Miktarı ____________ 118 Tablo 14: Ziraat Bankası Tarafından Dağıtılan Kinin Miktarı_____________________ 119 Tablo 15: Heybeliada Sanatoryumu 1924-1932 Yılları Arasındaki Mesaisi __________ 142 Tablo 16: 1924-1932 Yılları Arasında Verem Mücadele Mesaisi __________________ 143 viii KISALTMALAR A.Ü Ankara Üniversitesi a.g.e Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale a.g.t. Adı geçen tez Bkz. Bakınız BCA BaĢkanlık Cumhuriyet ArĢivi C. Cilt çev. Çeviren CHP Cumhuriyet Halk Partisi CTAD Cumhuriyet Tarihi AraĢtırmaları Dergisi ÇTTAD ÇağdaĢ Türkiye Tarihi AraĢtırmaları Dergisi Dr. Doktor DP Demokrat Parti ed. Editör s. Sayfa ss. Sayfadan sayfaya S Sayı No. Numara ODTÜ Orta Doğu Teknik Üniversitesi OTAM Osmanlı Tarihi AraĢtırma ve Uygulama Merkezi TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi T.C. Türkiye Cumhuriyeti TDVĠA Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm Ansiklopedisi ix GĠRĠġ Pozitif bilimlerin geliĢmesi, dinde reformların yaĢanması, sanayileĢmenin toplum alıĢkanlıklarını değiĢtirmesi ve ulus devletlerin kurulması halk sağlığını koruma çalıĢmala- rının hızlanmasına zemin hazırlamıĢtır. Ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte kendi meĢru- luğunu her alanda olduğu gibi sağlık alanında da pekiĢtirmek isteyen devletler, sağlık ça- lıĢmalarını devlet vazifesi olarak görmüĢler ve kendi güçlerini sağlık çalıĢmaları üzerinden halka kanıtlamaya çalıĢmıĢlardır. Bu tezin konusunu oluĢturan salgın ve bulaĢıcı hastalıklar, ulus devletlerin sağlık ala- nında söz sahibi olmasını hızlandırmıĢtır. Ulus devletler, gücünü sınırları içinde yaĢayan vatandaĢlara dayandırdığından dolayı kısa sürede büyük kitleleri ortadan kaldıran salgın ve bulaĢıcı hastalıklar, devletleri bireyden önce toplum sağlığını korumaya yönelik önlemler almaya itmiĢtir. XX. yüzyılda kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de uzun yıllar süren savaĢlarda kaybettiği nüfusun yerini doldurmak ve nüfusun niteliğini artırmak için halk sağlığını korumaya yönelik salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele etmiĢtir. “Cumhuriye- tin Ġlk Yıllarında Salgın Hastalıklarla Mücadele: Sıtma, Trahom, Frengi ve Verem (1923- 1950)”, isimli bu tez çalıĢması sadece salgın ve bulaĢıcı hastalıkları ve tedavi yöntemlerini değil hastalıkların toplum yaĢantısında ve devletin sağlık politikalarında meydana getirdiği değiĢimleri ve geliĢmeleri de incelemiĢtir. Tez çalıĢmasında, dönem olarak 1923-1950 yılları belirlenmiĢtir. Yeni kurulan Tür- kiye Cumhuriyeti Devleti‟nin birey ve toplum sağlığını koruma görevini devlet vazifesi olarak görmesi ve bu doğrultuda modern bir sağlık anlayıĢının kurulması Cumhuriyet dö- neminin ilk yıllarında yapılan sağlık çalıĢmalarını Ģekillendirdiği için yıl olarak 1923-1950 arası seçilmiĢtir. Bugünkü sağlık sisteminin temellerinin bahsi geçen yıllarda atılması da ayrıca bu tarih aralığının seçilmesinde etkili olmuĢtur. Cumhuriyet döneminde devlet, birçok salgın ve bulaĢıcı hastalıkla uğraĢmasına rağ- men bazı salgın hastalıklar devletin sağlık politikalarında ayrı bir yer tutmuĢtur. Bu tez ça- lıĢmasında, arĢiv kaynakları ve literatürdeki araĢtırmaların incelenmesi sonucu dört salgın 1 ve bulaĢıcı hastalık belirlenmiĢtir. Bunlar; sıtma, trahom, frengi ve verem olarak kararlaĢtı- rılmıĢtır. Cumhuriyetin ilanından sonra topyekûn kalkınma sürecinde belirlenen sağlık programında salgın ve bulaĢıcı hastalıklar ilk sırayı almıĢ ve Cumhuriyet kadrosu salgın hastalıklardan dört başlı bir ejderha benzetmesi yaptığı sıtma, trahom, frengi ve veremle mücadeleyi baĢlatmanın Cumhuriyetin geleceği için en önemli sorumluluk olduğu vurgu- sunu sık sık yenilemiĢtir. Ayrıca sıtma, trahom, frengi ve verem hastalıkları ile mücadele, devletin nüfus politikası ve ekonomik kalkınma programı ile iç içe geçtiğinden bu hastalık- lar basit bir sağlık problemi olarak görülmemiĢ, topyekûn kalkınmanın önündeki en büyük sosyal engellerden sayılmıĢlardır. Salgın ve bulaĢıcı hastalıklar üzerinden sağlık alanına dâhil olan devlet, kurduğu Cumhuriyeti ve Cumhuriyet devrimlerini koruyacak nesilleri tehdit eden hastalıklara karĢı tüm devlet daireleri ve vatandaĢlarıyla topyekûn mücadeleyi amaçlamıĢtır. Salgın ve bula- Ģıcı hastalıklar üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin 1923-1950 yılları arasındaki sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve demografik incelemelerin yapıldığı bu çalıĢma üç bö- lümden oluĢmuĢtur. Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Sağlık Teşkilatlanması baĢlıklı birinci bölümde Osmanlı‟dan Cumhuriyet dönemine sağlık alanında yapılan çalıĢmalar, hıfzıssıhha alanında meydana gelen değiĢimler, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetle- rinde yaĢanan geliĢmeler tarihsel bütünlük içinde değerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklar baĢlıklı ikinci bö- lümde tez aĢamasının baĢında belirlenen ve Cumhuriyet döneminde devlet ve toplum için ciddi hasarlar yaratan sıtma, trahom, frengi ve verem hastalıklarının tarih sahnesine çıkıĢı, hastalıkların bulaĢma yolları ve Türkiye coğrafyası üzerinde yayıldığı noktalar incelenmiĢ- tir. Coğrafi incelemeler yapılırken hastalığın neden belli noktalarda kümelendiği sorusun- dan hareketle hastalıkların yoğun görüldüğü noktalarda ikamet eden halkın yaĢam Ģartları, sağlık bilgisi, gelir kaynakları ve eğitim durumları hakkında analizler yapılmaya çalıĢmıĢtır. Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklarla Savaş baĢlıklı üçüncü bölümde ilk olarak belirlenen sıtma, trahom, frengi ve verem hastalıkların tedavi yöntemleri, tedavi yöntemlerinde mey- 2 dana gelen tıbbi geliĢmeler incelenmiĢtir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin hastalıklarla mücadele sürecini nasıl yönettiği, nüfusu korumaya yönelik yapılan adımların baĢarılı olup olmadığı, hastalıklara karĢı toplumu bilgilendirmek için yapılan propaganda faaliyetleri, ulusal ve yerel mücadele teĢkilatlarının çalıĢmaları arĢiv kaynakları dâhilinde değerlendi- rilmiĢ ve devletin salgın hastalıkların önlenmesi, nüfusun iyileĢtirilmesi için yaptığı halk sağlığını korumaya yönelik çalıĢmalar incelenmiĢtir. Tezin Amacı Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin mücadele ettiği salgın ve bulaĢıcı hastalıkları ko- nu alan bu tez çalıĢması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin salgın hastalıklarla mücadele sürecinde uyguladığı politikaların alt metnini tüm boyutlarıyla değerlendirmeyi, 1923-1950 yılları arasında büyük tahribat yaratan hastalıklardan sıtma, trahom, frengi ve verem hasta- lıklarının bulaĢma yollarıyla tedavi yöntemlerini incelemeyi ve istatistiksel verilere ulaĢ- mayı, hastalıkların etkilediği veya etkilemediği kitlenin yaĢam Ģartlarını, eğitim seviyeleri- ni, temizlik bilgilerini, gelir düzeylerini değerlendirmeyi, mücadele sürecinde ulusal ve yerel makamların icraatlarını incelemeyi ve devletin mücadele sürecini hangi amaçlar doğ- rultusunda yönlendirdiğini ve salgın hastalıkların devletin sağlık politikalarında meydana getirdiği değiĢimleri değerlendirmeyi amaçlamıĢtır. Tezin Soruları Salgın hastalıklar üzerinden toplum yaĢantısının ve devlet iĢleyiĢinin ele alındığı bu tez çalıĢmasında aĢağıdaki sorulara cevap aranmıĢtır:  Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin 1923-1950 yılları arasında toplum sağlığını korumaya yönelik almıĢ aldığı önlemler nelerdir?  Salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele halk sağlığı politikalarına nasıl yan- sımıĢtır?  Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hangi amaçlar doğrultusunda salgın hastalıklar mücadele sürecini yürütmüĢtür?  Devletin sunduğu sağlık hizmetleri ve sosyal yardımlar nelerdir? 3  Toplum sağlığını korumaya yönelik alınan önlemler ve yardımlar kalıcı çö- zümler üretebilmiĢ midir?  Salgın hastalıklarla mücadele sürecinde yapılan çalıĢmalar ve uygulanan poli- tikalar, merkezileĢmiĢ bir sağlık teĢkilatı inĢa edebilmiĢ midir?  Sıtma, trahom, frengi, verem salgınlarının yayılım alanları nerelerdir ve hasta- lıkların etkilediği kitlenin yaĢayıĢ profili nasıldır?  Bölgesel farklılıklar hastalıkların ve yaĢam Ģartları hastalıkların ortaya çıkıĢını nasıl etkilemiĢtir?  Devletin halk sağlığını korumak için yapmıĢ olduğu çalıĢmalar, propaganda faaliyetleri toplumun zihniyetinde nasıl değiĢimler yapmıĢtır? Yöntem Tez çalıĢmasında temel kaynak olarak yararlanılan BaĢkanlık Cumhuriyet ArĢivi‟nde salgın hastalıklar ve sağlık çalıĢmalarıyla alakalı olan belgeler incelenmiĢ ve belgelerin sağladığı bilgiler ıĢığında bölüm baĢlıkları oluĢturulmuĢtur. ArĢiv kaynaklarının sunmuĢ olduğu bilgiler; milletvekillerinin meclis tutanaklarında yer alan düĢünceleri, bakıĢ açıları ve sorunlara sunmuĢ oldukları çözümlerle desteklenmiĢtir. Meclis tutanakları özellikle dö- nemin zihniyetinin değerlendirilmesinde önemli veriler sunmuĢtur. Yine dönemin zihniyeti, düĢünce yapısı üzerine fikir edinmeyi sağlayan süreli yayınlardan yararlanılmıĢ ve salgın hastalıklarla mücadele sürecinde yapılan çalıĢmalarla devletin halktan, halkın devletten beklediği tutum ve tavır incelenerek değerlendirmeler yapılmaya çalıĢılmıĢtır. 4 ArĢiv Kaynakları Bu tez çalıĢmasının 1923-1950 yılları arasını kapsamasından dolayı temel kaynak olarak BaĢkanlık Cumhuriyet ArĢivi‟ndeki konuyla ilgili belgelerden yararlanılmıĢtır. Ça- lıĢma kapsamında incelenen kanunlar, yönetmelikler, genelgeler için baĢvurulan kaynaklar, Resmi Gazete ve Kanunlar Dergisi olmuĢtur. Yine Cumhuriyet tarihi çalıĢmalarının vazge- çilmez kaynaklarından olan meclis tutanakları da bu tez kapsamında kullanılmıĢtır. Türki- ye‟nin her noktasından gelip vekili olduğu Ģehir ahalisini temsil eden milletvekillerinin, salgınlar ve sağlık alanında yapılan çalıĢmalar hakkında kendi memleketlerinden bilgi ver- meleri ve yapılan çalıĢmaların Türkiye‟nin her noktasına ulaĢıp ulaĢmadığı, yöre halkının bu çalıĢmalardan yararlanıp yaralanmadığına dair bilgilerin olması, tutanakların bu tez ça- lıĢmasına kapsamlı ve faydalı bilgiler sunmasını sağlamıĢtır. Ayrıca farklı bakıĢ açılarını göstermesi ve dönemin nabzını değerlendirmeye yardımcı olması açısından Milli Kütüpha- ne (Mülga), Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı‟nda yer alan süreli yayınlar- dan yararlanılmıĢ ve gerekli yerlerde alıntılar yapılmıĢtır. 5 BĠRĠNCĠ BÖLÜM OSMANLI DEVLETĠ’NDEN TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ DEVLETĠ’NE SAĞLIK TEġKĠLATI ÇalıĢmanın bu bölümünde Osmanlı Devleti‟nden Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ne miras kalan sağlık teĢkilatı, halk sağlığı çalıĢmaları, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmet- leri tarihsel süreç ve dönemin konjonktürel çerçevesi içerisinde analiz edilmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nde XVIII. yüzyılda baĢlayan topyekûn modernleĢme çabası sağlık alanında da kendisini göstermiĢ ve Osmanlı Devleti‟nin sağlık teĢkilatında çağın Ģartlarına ulaĢabilmesi için ciddi ve sistematik bir süreç izlemesi gerekmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nin içinde bulundu- ğu koĢullar dâhilinde yapılan çalıĢmalar ve bunların sağlık sisteminde meydana getirdiği dönüĢümler Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ne kadar tarihsel süreç içerisinde ele alınmıĢtır. Birinci baĢlık altında Osmanlı Devleti’nin sağlık sisteminde meydana gelen değişimler ne- lerdir?, Osmanlı Devleti’nin sağlık politikasındaki değişimler hangi ihtiyaçlardan doğmuş- tur?, Osmanlı Devleti’nde koruyucu sağlık hizmetleri nasıl bir gelişim seyri izlemiştir? so- rularına cevap aranmıĢtır. Birinci bölümün ikinci baĢlığında ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nde sağlık alanın- da meydana gelen köklü değiĢikliklerle kanunlaĢtırma faaliyetleri değerlendirilmiĢtir. Tez konusunun 1923-1950 yıllarını kapsamasından dolayı Cumhuriyet dönemi sağlık teĢkilatı, sağlık politikaları ve sağlık hizmetleri daha kapsamlı Ģekilde ele alınmıĢtır. Bu doğrultuda ikinci baĢlıkta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1923- 1950 yılları arasında toplumun sağ- lığına yönelik yapmış olduğu müdahaleler nelerdir?, Devletin sunduğu sağlık hizmetleri nelerdir?, Devlet sağlık sorunlarına kalıcı çözümler üretebilmiş midir?, Halk sağlığına yönelik yapılan çalışmalar merkezileşmiş bir sağlık teşkilatı inşa etmiş midir?, Koruyucu sağlık hizmetlerini geliştirmek için yapılan çalışmalar nelerdir? soruları cevaplanmak is- tenmiĢtir. Böylece Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Sağlık Teşkilatı adlı birinci bölümde sağlık teĢkilatının geçirmiĢ olduğu süreç, dönemin sağlık politikaları- nın ve çalıĢmalarının altında yatan nedenler, sağlık modernleĢmesini tetikleyen unsurlar ve 6 koruyucu sağlık hizmetlerine yönelik giriĢimler bütün boyutlarıyla ele alınmaya çalıĢılmıĢ- tır. 1. OSMANLI DEVLETĠ’NDE SAĞLIK TEġKĠLATININ TARĠHSEL GELĠ- ġĠMĠ Tarih sahnesinde altı yüzyıllık bir dönemi kapsayan Osmanlı Devleti‟nde sağlık teĢki- latlanması adına yapılan ciddi çalıĢmalar XIX. yüzyılda meydana gelmiĢtir. XIX. yüzyıl ile beraber devlet, sağlık çalıĢmalarını merkezileĢtirmek ve sağlık hizmetlerini merkezden taĢ- raya ulaĢtırabilmek adına bir takım çalıĢmalara imza atmıĢtır. Fakat uzun yıllar süren savaĢ- lar, ekonomik ve siyasi bunalımlar, mali kaynakların savunmaya ayrılması sağlık alanında köklü değiĢikliklerin yapılmasına izin vermemiĢtir. Özellikle XVII. yüzyıl sonrası devletin uyguladığı istikrarsız politikalar ve Sanayi Devrimi sonrası oluĢan emperyalist dünyada devleti pazar durumuna düĢüren antlaĢmalar, azalan ülke ekonomisinin saray ve çevresine harcanmasına neden olmuĢ, merkez dıĢında kalan bölgeler ve halk kendi kaderiyle baĢ baĢa bırakılmıĢtır. XIX. yüzyıla gelindiğinde ise, devletin modernleĢme çabaları sağlık alanında da kendini göstermeye baĢlamıĢtır. Osmanlı Devleti‟nin XIX. yüzyıla kadar sağlık alanındaki resmi kurumu doğrudan padiĢah ve sarayın sağlık iĢlerinden sorumlu tutulan hekimbaşılık olup, kurum devlet sınır- 1 ları içerisinde sağlık iĢlerinin idaresinden sorumlu en yetkili müessese olmuĢtur. Hekimba- Ģılar, ilmiye sınıfına mensup olmakla birlikte, tıp eğitimine sahip kiĢiler arasından seçilmiĢ- lerdir. Ancak devletin diğer alanlarında görülen usulsüzlükler hekimbaĢılık kurumunda da 2 görülmüĢ ve bu makam zamanla deneyimsiz kiĢilerin eline geçmiĢtir. HekimbaĢılık diğer bir adıyla Reisü’l-Etibbalık; sağlık personelinin tayinlerinden, sağlık iĢlerinin idaresinden 3 4 sorumlu tutulmuĢtur. Sağlık hizmetleri sunan bimarhaneler , darüĢĢifalar ve ileride kurula- 1 Nil Sarı, “HekimbaĢı”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1998, C. 17, ss. 161-164. HekimbaĢılığın yetkilerini ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Nusret H. FiĢek, Halk Sağlığına Giriş, Ankara: Hacettepe Üniversi- tesi Dünya Sağlık Örgütü Hizmet AraĢtırma ve GeliĢtirme Yayını No. 2, 1983. 2 Sarı, a.g.m., ss. 161-163. 3 Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, Ankara: Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, 1973, s. 18. 4 Bimarhanelerin tarihçesi hakkında detaylı bilgi için bkz. Arslan Terzioğlu, “Bîmâristan”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1992, C. 6, ss. 163-178. 7 5 cak olan Tıbhâne-i Âmire kurumu da hekimbaĢılık bünyesinde idare edilmiĢtir. Sağlık iĢle- rinden sorumlu birincil kaynak hekimbaĢılık olsa da halka sağlık hizmetleri götüren mües- 6 seseler İslam ülkelerinin toplum ve kültür hayatında önemli rol oynayan vakıflar olmuĢ- 7 tur. Böylece sağlık hizmetleri hekimbaĢılık kurumu ve vakıflar aracılığıyla sürdürülmüĢ- tür. Sağlık sistemindeki bu ikilik, hizmetlerin tek merkezden yürütülmesini engellemiĢtir. BaĢlayan modernizasyon çalıĢmalarıyla halk sağlığına yönelik giriĢimler sonucunda he- kimbaĢılık kurumunun yetersiz kalacağı düĢüncesi daha kapsamlı bir sağlık idaresi ihtiya- cını ortaya çıkarmıĢtır. Neticede 1850‟de hekimbaĢılık kurumu kaldırılmıĢ ve kurum Serta- biplik adıyla doğrudan saray halkının sağlık iĢlerinden sorumlu bir memuriyet haline geti- 8 rilmiĢtir. Devletin ülke nüfusunu kontrol etmek istemesi ve her alanda olduğu gibi sağlık uygu- lamalarında da gücü merkezileĢtirmeye yönelmesi hekimbaĢılığın tasfiyesini kısmen zorun- lu kılmıĢtır. Bu açıklamalardan da anlaĢıldığı üzere Osmanlı Devleti sağlık teĢkilatı XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar saray ve çevresiyle sınırlı kalmıĢtır. Bunun dıĢında bozulan ülke yönetimine paralel olarak zamanla kötüye giden vakıfların saray dıĢında kalan halka sağlık hizmetlerini nasıl ulaĢtırdığı ve sunulan sağlık hizmetlerinin ne kadar kaliteli olduğu ise tartıĢmalı bir durumdur. Osmanlı Devleti‟nde modernleĢme çalıĢmalarının ilk olarak askeri alanda baĢlaması, sağlık alanında da kendisini göstermiĢtir. XVIII. yüzyılda baĢlayan ve gücü merkezde top- lama düĢüncesiyle hareket eden II. Mahmud, sağlık alanında ikilikleri ortadan kaldırmaya ve sağlık çalıĢmalarına bir düzen getirmeye çalıĢmıĢtır. Bu amaçla 1827 yılında HekimbaĢı 9 Behçet Efendi tarafından Tıbhane-i Âmire açılmıĢ ve kurumun, yeni ordu Âsakir-i Mansu- 5 Ġsmail YaĢayanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi”, Osman- lı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, s. 4. 6 Hacı Mehmet Günay, “Vakıf”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2012, C. 42, ss. 475-479. 7Sağlık hizmetlerinde vakıfların yeterli olup olmadığı noktasındaki görüĢleri ve açıklamaları için bkz. YaĢa- yanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi” , s. 4. 8 Ġsmail AğırbaĢ, Yasemin Akbulut, Ömer Rıfkı Önder, “Atatürk Dönemi Sağlık Politikası”, Ankara Üniversi- tesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 48, 2011, s. 736. 9 Nil Sarı, “Behçet Mustafa Efendi”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1992, C. 5, s. 345. 8 10 re-i Muhammediye‟nin doktor ve sağlık personeli ihtiyacını karĢılaması hedeflenmiĢtir. Devlet, sağlık hizmetlerindeki geri kalmıĢlığını 1827 yılında Tıbhane-i Âmire‟nin açılma- sıyla beraber telafi etmeye çalıĢmıĢtır. Tıbhane-i Âmire‟nin açılmasını takip eden yıllarda devlet, halk sağlığına yönelik yapılan çalıĢmalarla sağlık modernizasyonunu gerçekleĢtir- mek istemiĢtir. Tıbhane-i Amire‟nin açılmasını takip eden yıllarda uzun yıllar süren savaĢ- larda cerrahlara duyulan ihtiyacın artmasıyla da Cerrahhâne-i Âmire kurulmuĢ ve bu sağlık kurumlarının daha iyi faaliyet gösterebilmesi için iki kurum, 1839 yılında birleĢtirilerek 11 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane adıyla anılmaya baĢlanmıĢtır. Kurumun baĢına Avusturyalı hekim Karl Ambros Bernard getirilmiĢ ve 1844 yılında vefatına kadar Mekteb-i Tıbbiye-i 12 ġahane‟de modern tıp eğitiminin verilmesine öncülük etmiĢtir. Osmanlı‟da sağlık alanında modernleĢmenin ilk adımları olarak görülen bu askeri sağlık kurumlarından sonra tıp eğitimine olan ilgi ve ihtiyacın artmasıyla birlikte 1867 yı- 13 lında sivil hekimler yetiĢtirecek olan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye açılmıĢtır. Bu kurumda 14 eğitim dilinin Türkçe olmasına karar verilmiĢtir. Mekteb-i Tıbbiye‟nin kurulmasıyla birlikte sağlık çalıĢmaları Tıbbiye Nezareti teĢek- 15 külünde merkezileĢmeye baĢlamıĢtır. Mekteb-i Tıbbiye Nezareti olarak anılan örgütün vücuda gelmesi, devletin sağlık çalıĢmalarını tek elde yürütmek istemesinin bir sonucu o l- 16 muĢtur. BaĢlangıçta nezaretin idaresinden hekimbaĢı sorumlu tutulmuĢ fakat zamanla 17 hekimbaĢının elinden yetkiler alınmıĢtır. Çünkü hekimbaĢının sağlık alanındaki merkezi- leĢme ve modernleĢme çalıĢmalarını denetleyebilecek donanımdan geri kalması, kurumun zamanla iĢlevini kaybetmesine yol açmıĢtır. Osmanlı Devleti özellikle XIX. yüzyılda yara- 10 Meliha Özpekcan, Türkiye Cumhuriyeti’nde Sağlık Politikası (1923-1933), (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılap Tarihi Enstitüsü, 1999, s. 25. 11 Mehmet Cemil Uğurlu, “14 Mart Tıp Bayramı‟nın DüĢündürdükleri”, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, C. 50, S. 1, 1997, s. 1. 12 Semavi Eyice, “Bernard, Karl Ambros”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1992, C. 5, s. 520. 13YaĢayanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi”, s. 5. 14Esin Kâhya, AyĢegül D. Erdemir, Osmanlıdan Cumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları, Ankara: Türkiye Di- yanet Vakfı Yayınları, 2000, s. 263. 15Fatih Tetik, Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Dönemi Kamu Sağlığı Politikası (1839-1876), (YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü, 2007, s. 17. 16 Tetik, a.g.t., s. 18. 17 Kâhya, Erdemir, a.g.e., s. 256. 9 tılan geri kalmıĢ ve hasta devlet algısını hem uluslararası kamuoyunda hem de kendi vatan- daĢlarının zihinlerinde yok etmek için sağlık alanında kalkınma mücadelesine giriĢmiĢtir. 1.1.Osmanlı Devleti’nde Koruyucu Sağlık Önlemleri Mali yetersizlik ve devletin politikalarında öncelikli olarak askeri ve siyasi kalkınma- ya yer verilmesi, sağlık hizmetlerinin ve tıp eğitiminin sistematik bir Ģekilde ilerlemesini engellemiĢtir. Özellikle sağlık çalıĢmalarının ve hizmetlerinin kıĢla ve cephe çerçevesi içinde kalması, toplum sağlığına yönelik çalıĢmaları ikinci plana atmıĢtır. Fakat büyük kit- leleri çok kısa sürede ortadan kaldıran ve zaman zaman tekrardan yüzeye çıkan salgın ve bulaĢıcı hastalıklar, devleti halkın sağlığına yönelik koruyucu önlemler almaya itmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nin koruyucu sağlık hizmetleri noktasında attığı ilk adım karantina uygu- laması olmuĢtur. Devlet, karantina sistemini uygulayarak memleketi dıĢarıdan gelebilecek 18 salgınlara karĢı korumayı amaçlamıĢtır. Karantina terimi, yolcuların gözetim altında tutulması demek olan Ġtalyanca quaran- 19 tena kelimesinden gelmiĢtir. Karantina uygulaması ilk olarak 1831 yılında kolera salgını- 20 nın baĢkent Ġstanbul‟a ulaĢması ile baĢlamıĢtır. Ġlk uygulama sürecinde bazı aksaklıklar dönemin padiĢahı II. Mahmud‟u konu hakkında hassas davranmaya itmiĢtir. Hem karantina sisteminin aslı bozulmadan uygulanabilmesi hem de Ġslam esaslarına uygun olarak sürecin yürütülebilmesi için 1838 yılında Hariciye Nezareti altında bulunan Sıhhiye Nezareti‟ne 21 bağlı Ģekilde Meclis-i Tahaffuz‟un (Karantina Meclisi) kurulması kararlaĢtırılmıĢtır. Ka- rantina uygulamasını ecnebi icadı olarak gören halkın tepkilerini en aza indirmek için II. 18Nuran Yıldırım, “Tanzimat‟tan Cumhuriyet‟e Koruyucu Sağlık Uygulamaları”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 1985, C. 5, s. 1320. Gülden Sarıyıldız, “Karantina Mecli- si‟nin KuruluĢu ve Faaliyetleri”, Ankara, Belleten, C. LVIII, S. 222, ss. 329- 376. 19Gülden Sarıyıldız, “Karantina”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2001, C. 24, s. 463. 20 Ġsmail YaĢayanlar, Sinop, Samsun ve Trabzon’da Kolera Salgınları, Karantina Teşkilatı ve Kamu Sağlığı Hizmetleri (1876- 1914), (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü- sü, 2015, s. 123. 21 Sarıyıldız, “Karantina Meclisi‟nin KuruluĢu ve Faaliyetleri”, s. 335. 10 Mahmud, ġeyhülislam Mekkizade Asım Efendi‟den uygulamanın Ģeriata ters düĢmediğine 22 dair fetva almıĢtır. Halkın sağlık uygulamalarına yönelik yetersiz bilgiye sahip olması ve Batı‟dan gelen uygulamaların önyargıyla karĢılanması karantina uygulamasının ciddi engellerle karĢılaĢ- masına neden olmuĢtur. Jeopolitik konumu gereği geçiĢ güzergâhı üzerinde bulunan Os- manlı coğrafyası, halk sağlığına yönelik çalıĢmaların bir an önce kurumsallaĢmasını gerek- tirmiĢtir. Bu noktada salgın hastalıklar, ülke içinde karantinaya yönelik çalıĢmaları hızlan- dırmıĢ ve halk sağlığına yönelik çalıĢmaların bir an önce uygulanması için tetikleyici bir unsur olmuĢtur. Ayrıca 1866 yılında Ġstanbul‟da toplanan Uluslararası Sağlık Konferansı, Osmanlı Devleti‟nin koruyucu sağlık hizmetlerini geliĢtirmesini ve karantina iĢlemlerini 23 modernize etmesini sağlamıĢtır. Bu kongreyi toplanmaya iten en önemli unsur ise 1865 yılında ortaya çıkan kolera salgını ve salgının çıkıĢ yeri olarak düĢünülen Osmanlı toprağı 24 Hicaz‟ı ele geçirme isteği olmuĢtur. Karantina idaresinin iĢlevselliğini arttırmak, geçiĢ güzergâhında olan Osmanlı toprak- larını salgın ve bulaĢıcı hastalıklardan özellikle koleradan korumak için kordon sistemi uy- gulanmıĢtır. Kordon uygulaması, salgın hastalıkların bulunduğu ülkeden, bölgeden veya mahalleden baĢka ülkeye, bölgeye veya mahalleye ulaĢmasını engellemek için Dâhiliye, Hariciye ve Sıhhiye nezaretleri ve güvenlik güçlerinin iĢbirliğiyle geçiĢin bir süre durdu- 25 rulmasını ifade etmektedir. Kordon uygulaması sayesinde salgın ve bulaĢıcı hastalıkların bulunduğu noktalar iĢaretlenerek karantina meclisinin çalıĢma sahasının sınırları çizilmiĢtir. Kordona alınan bölgelerde temizlik çalıĢmaları yapılmıĢ ve devlet tarafından bölgenin yi- 26 yecek ve içecek ihtiyaçları karĢılanmıĢtır. Böylece devlet, kordon uygulamasıyla salgın- ların hızlı Ģekilde yayılmasını engellemek ve hastalıkları dar alanda tutarak yok etmek is- 22 YaĢayanlar, Sinop, Samsun ve Trabzon’da Kolera Salgınları, Karantina Teşkilatı ve Kamu Sağlığı Hizmet- leri (1876- 1914), s. 125. 23 Yıldırım, a.g.m., s. 1324. 24 Pelin Böke, “Ġzmir Karantina TeĢkilatının KuruluĢu ve Faaliyetleri (1840-1900)”, ÇTTAD, C. 8, S. 18-19, 2009, s. 139. 25YaĢayanlar, Sinop, Samsun ve Trabzon’da Kolera Salgınları, Karantina Teşkilatı ve Kamu Sağlığı Hizmet- leri, s. 164. 26Mesut Ayar, Osmanlı Devleti’nde Kolera Salgını: İstanbul Örneği, Ġstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, Ġstanbul, 2005, s. 247. 11 temiĢtir. Ġlerleyen dönemlerde salgınların artması ihtimaline karĢı güvenlik güçlerinin ye- tersiz kalacağı düĢüncesiyle salgın alanlarında sadece dezenfeksiyon yapılması düĢünülmüĢ ve kordon süresi vakaların ciddiyetine göre nezaret tarafından kararlaĢtırılmıĢtır. Sağlık alanında kurumsallaĢma, belediyecilik faaliyetlerinin de geliĢmesini hızlan- dırmıĢtır. Özellikle modern anlamda belediyelerin kurulması, salgınlarla mücadele progra- mında topyekûn ve sağlıklı adımların atılmasını sağlamıĢtır. Hastalıklar karĢısında kiĢisel bakım kadar kent temizliğinin önemi de belediyelerin üzerine düĢen görevleri ciddileĢtir- miĢtir. Özellikle kamu yararı için kanalizasyon sisteminin inĢa edilmesi, temiz su temininin sağlanması, sokakların çöplerden arındırılması belediyelerin önemli görevleri arasında yer 27 almıĢ ve kentlerin hıfzıssıhha durumu açısından belediye çalıĢmaları önem arz etmiĢtir. Belediyecilik faaliyetlerini takiben genel sağlık iĢlerinde disiplini sağlamak adına 1 Aralık 1869 tarihinde İdare-i Tıbbiye-i Mülkiye Nizamnamesi çıkarılmıĢ, düzenleme ile sivil sağlık hizmetleri için Nezaret-i Umûr-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umumiye İdare- 28 si kurulmuĢ ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nezareti’ne bağlanmıĢtır. Bu idareye yardımcı olacak Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye adında komisyon oluĢturulmuĢtur. Komisyonun görevi usulsüz çalıĢan hekim ve eczacıları belirlemek, bu kiĢilerin sebep olduğu ölümleri yargıya taĢımak, salgın hastalıkları önlemek, hastalıklarla ilgili rapor hazırlamak, vilayetlere atanan sağlık personelinin görev yetkilerini bildirmek gibi son derece önem arz eden iĢleri yerine 29 getirmek olarak belirtilmiĢtir. Yukarıda belirtilen görevler doğrultusunda komisyonun, Osmanlı sağlık teĢkilatı içinde ana mekanizmayı temsil ettiğini söylemek güç değildir. Komisyonun çalıĢmaları doğrultusunda sağlık sisteminin bir program dâhilinde sis- tematikleĢtirilmesi hedeflenmiĢ ve sağlık hizmetleri ayrım yapılmaksızın tüm halka ulaĢt ı- rılmaya çalıĢılmıĢtır. Kara ve deniz sınırlarındaki karantinadan Meclis-i Tahaffuz daha son- 27 Belediyeciliğin kurumsallaĢma süreci detaylı bilgi için bkz. Abdullah Ġslamoğlu, Osmanlı Devleti’nde Mo- dern Belediye’nin Hukuksal Açıdan Kurumsallaşması, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012. Kamu sağlığına yönelik ilk eğitim 1839 yılında Mekteb-i Tıbbi- ye‟ de Hıfzıssıhha dersinin verilmesiyle baĢlamıĢtır. Bkz. YaĢayanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi” s. 7. 28YaĢayanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi”, s. 8. Nizam- namenin maddeleri ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Erdem Aydın, “19. Yüzyılda Osmanlı Sağlık TeĢkilatlan- ması”, Ankara, OTAM Dergisi, S. 15, 2004, ss. 185-207. 29YaĢayanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi”, s. 8. 12 raki adıyla Meclis-i Umur-ı Sıhhiye sorumlu tutulurken ülke içindeki salgınlardan, bölgeler arası haberleĢmeden ve bölgelerin sağlık durumundan Dâhiliye Nezareti‟ne bağlı olarak 30 çalıĢan Meclis-i Sıhhiye-i Umumiye sorumlu tutulmuĢtur. Nuran Yıldırım, Meclis-i Sıhhi- ye-i Umumiye‟nin kurulmasını Meclis-i Tahaffuz‟un halk sağlığı çalıĢmalarında yetersiz kalmasına bağlamıĢ ve toplum sağlığına yönelik daha kapsamlı çalıĢmaların yapılması için 31 Meclis-i Sıhhiye-i Umumiye‟nin kurulduğunu belirtmiĢtir. Halk sağlığını doğrudan etkileyecek kimselerin sağlık personelleri olması devletin, nizamnamelerle sağlık personellerini de denetime tabi tutmasını, sağlık iĢini icra edenlerin belli ölçütlere bağlanmasını gerektirmiĢtir. Bu amaçla sağlık iĢlerinde denetimi arttırmak adına genel sağlığa yönelik çıkarılan ilk nizamname eczacıları ilgilendiren 22 Recep 1227 (1860) tarihli Beledi İspençiyarlık Sanatının İcrasına Dair Nizamnamesi olmuĢ, ardından 32 hekimleri ilgilendiren Tababet-i Belediye İcrasına Dair Nizamnamesi yayınlanmıĢtır. Yayınlanan nizamnamelerle sağlık personellerinin tıp alanında ihtisas yapması en önemli ölçüt olup Mekteb-i Tıbbiye‟den ve yabancı tıp okullarından mezun olmayanların hekimlik 33 yapmasına izin verilmemiĢtir. Hekim olma yeterlilik düzeyinin, akademi seviyesine çıka- rılması çağ dıĢı uygulamaların son bulmasını ve sağlıkla ilgili makamların tıp eğitimi almıĢ kiĢiler tarafından doldurulmasını yasal bir düzenlemeyle sağlamıĢtır. Tüm bu mekanizmanın düzenli ve sorunsuz iĢleyebilmesi için devletin, sınırları için- de bulunan her noktaya ulaĢması son derece kritik bir önem arz etmiĢtir. Yapılan uzun sa- vaĢlar sonucunda XIX. yüzyılda Osmanlı sınırlarının daralmıĢ olmasına rağmen devletin meĢgul olduğu hâkimiyet sahası, sağlık çalıĢmalarının merkezden taĢraya akıĢında büyük sorumlulukları beraberinde getirmiĢtir. Nizamnamelerin sadece baĢkent ve çevresini değil tüm Osmanlı vilayetlerini kapsayacak Ģekilde düzenlenmesi istenmiĢtir. Bu amaca uygun olarak 1871 yılında memleket tabibleri adıyla ülke sınırları içinde ulaĢılabilecek her nokta- ya hekim atanması hedeflenmiĢtir. Memleket tabiblerinin, belediye tarafından belirlenen 30 YaĢayanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi”, s. 9. 31 Yıldırım, a.g.m., s. 1320. 32 YaĢayanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi”, ss. 6-7. 33 Yıldırım, a.g.m., s. 1321. 13 noktalara giderek burada ayrım yapmaksızın tüm kiĢilere sağlık hizmetlerini ulaĢtırması ve 34 gerekli durumlarda parasız tedavi vermesi kararlaĢtırılmıĢtır. 1893 yılına gelindiğinde devlet, salgın hastalıklarla daha sistemli bir çalıĢma yürüte- bilmek adına baĢarılı sonuçlar vereceğini düĢündüğü Tebhirhâneleri; Ġstanbul‟da Üsküdar Açıktürbe‟de, Tophâne Pazarkapısı‟nda ve GedikpaĢa‟da olmak üzere üç bölgede açmıĢ- 35 tır. Koruyucu sağlık hizmetleri noktasında salgınların kontrol altına alınması sadece ka- rantina uygulaması ile mümkün olmadığından halka hijyen eğitiminin verilmesi de önem 36 arz etmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nin halk sağlığına yönelik ciddi çalıĢmaları XIX. yüzyılda yaptığı düĢünülürse halkın sağlık, tıp ve hijyen noktasında ne kadar bilgili olduğu tartıĢma- lıdır. Dezenfeksiyon evleri denilen Tebhirhânelerin görevleri arasında doğrudan halkın eği- tilmesi yer almasa da yaptıkları uygulamalarla halkı kısmen ve dolaylı Ģekilde hijyen ve salgınlarla mücadele noktasında bilgilendirmiĢlerdir. Tebhirhâneler, kiĢilerin eĢyalarını ve bulundukları mekânları yüksek ısılarla temizleyerek bakterilerin üremelerini engellemeye 37 çalıĢmıĢtır. Böylece salgın ve bulaĢıcı hastalıklardan kaynaklı kayıpların azaltılması amaçlanmıĢtır. ÇalıĢmanın konusu olan salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele, Osmanlı‟nın sağlık politikaların Ģekillenmesinde tetikleyici bir etkiye sahip olmuĢtur. Nitekim Osmanlı‟nın savaĢları kaybetmesi ve kaybedilen topraklardan Anadolu‟ya yapılan göçler, devletin coğ- rafi konum gereği Asya ve Avrupa arasında köprü vazifesi görmesi, önemli ve iĢlek liman- ların varlığı, Osmanlı halkını dıĢarıdan gelebilecek tehditlere yani salgın ve bulaĢıcı hasta- lıklara karĢı korumasız bırakmıĢtır. Halkın, salgınlar karĢısındaki bilgisiz ve korumasızlığı, Osmanlı sağlık hizmetlerinin yetersizliği büyük kitlelerin salgınlarla karĢı karĢıya kalmasına sebep olmuĢtur. Doğal ola- rak nüfusun azalması, ordu devlet anlayıĢına sahip olan Osmanlı Devleti‟ni endiĢelendirmiĢ 34Erdem Aydın, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi”, Ankara: Toplum ve Hekim, C. 12, S. 80, 1997, s. 21. Memleket tabiplerinin görev ve çalıĢma Ģartları için bkz. FiĢek, a.g.e. , s. 158. 35 Yıldırım, a.g.m., s. 1325. 36 YaĢayanlar, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Koleranın Etkisi”, s. 5. 37 Yıldırım, a.g.m., ss. 1324-1325. 14 ve devletin büyük kayıplar karĢısında sağlık politikasında modernleĢmeye ve sağlık hizmet- lerinde yapılanmaya gitmesine neden olmuĢtur. Osmanlı devlet mekanizmasının en önemli ayaklarından birini askeriyenin teĢkil etmesi özellikle nüfusun yüksek tutulmasını gerek- tirmiĢtir. Fatih Tetik, nüfus ve halk sağlığı arasında paralellik kurmuĢtur. Tetik‟e göre Os- manlı‟nın askeri-zirai yapısı nüfusun korunmasını ve arttırılmasını gerekli kılmıĢ; iĢ gücü ve askeri güç açısından erkek nüfusa duyulan ihtiyaç, devleti halk sağlığına yönelik hizmet- 38 leri geliĢtirmeye ve koruyucu sağlık çalıĢmalarını arttırmaya yönlendirmiĢtir. Salgın hastalıklara karĢı geliĢtirilen koruyucu sağlık hizmetleri, devletin aĢı üretimine dair çalıĢmaları düzenlemesiyle de yeni bir boyut kazanmıĢtır. 15 Mayıs 1872 tarihinde 39 Marco PaĢa baĢkanlığında bir heyet toplanmıĢ, Aşı Enspektörlüğü‟nü kurmuĢ ve baĢına 40 Dr. Hüseyin Remzi Bey‟i getirmiĢtir. 1890 yılına gelindiğinde dıĢarıdan aĢı ithal etmek yerine ülkede aĢı üretilmesi, salgınlara karĢı hızlı müdahale edilmesi ve sağlık personelleri- nin salgınlarla mücadele programına daha aktif katılması için ilk olarak Ġstanbul‟da aĢı ev- 41 leri denilen Telkihhâneler açılmıĢtır. Yapılan tüm bu çalıĢmalar, devletin salgın ve bulaĢı- cı hastalıkları ne kadar önemsediğinin birer kanıtıdır. Yalnız, halkın bilgisizlikten kaynaklı salgınlara karĢı geliĢtirdiği batıl inançlar, hekimlerin hastalara hızlı Ģekilde müdahale etme- 42 sine ve bireylerin aĢılanmasına mani olmuĢtur. AĢılara karĢı oluĢturulan önyargıların or- tadan kaldırılması için basının kamuoyunda yarattığı güçten yararlanılmaya çalıĢılmıĢtır. Gazetelerde aĢı olmanın faydalı bir durum olduğuna dair yazılar basılmıĢ, muhtar ve imam- 43 lar aracılığıyla halk bilgilendirilmiĢtir. Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaĢılacağı üzeri salgın hastalıklar Osmanlı Devleti‟nin sağlık hizmetlerindeki yetersizliğini fark etmesine ve sağlık politikasında deği- Ģikliklere gitmesine vesile olmuĢtur. Hastalıklardan kaynaklı kayıpların ordu mevcudiyetini etkilemesi, tarıma dayalı iĢ gücünü azaltması ve bu duruma bağlı olarak ekonominin felce 38 Tetik, a.g.t., s. 50. 39 Yıldırım, a.g.m., s. 1334. 40 Burhan Akgün, “ Hüseyin Remzi”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2016, C. 1, ss. 571-572. 41 Haldun Eroğlu, Güven Dinç, Fatma ġimĢek, “Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda Telkîh-i Cüderi”, Milli Folklor Dergisi, S. 101, 2014, s. 199. 42 Tetik, a.g.t., ss. 50-51. 43 a.yer. 15 uğraması ihtimalleri devleti, sağlık çalıĢmalarını kendi vazifesi olarak görmesini sağlamıĢ- tır. Devletin sağlık çalıĢmalarını kendi vazifesi olarak görmesi ve sağlık hizmetlerindeki kurumsallaĢma tam olarak 1914 yılında Dâhiliye Nezareti‟ne bağlı Sıhhiye Müdüriyet-i 44 Umumiyesi’nin kurulmasıyla olmuĢtur. Böylece XIX. yüzyılda baĢlayan sağlık alanında modernleĢme çalıĢmalarıyla devlet, sağlık uygulamalarında gücü merkezde toplamaya ça- lıĢmıĢ ve sağlık hizmetlerinin kısmen ilkel ve basit boyuttan daha teorik ve profesyonel boyutlara ulaĢmasını sağlamıĢtır. Ayrıca devletlerin bloklaĢmaya baĢladığı dönemde salgınlardan kaynaklı nüfus azlığı 45 ve ırki zayıflık düĢüncesi devleti tereddi korkusuyla karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Böylece Osmanlı Devleti‟ni XIX. yüzyılda sağlık çalıĢmalarında sorumluluk almaya iten sebepler- den biri de salgın hastalıkların yarattığı kayıplar ve tereddi endiĢesi olmuĢtur. Her ne kadar duyulan endiĢeyi gidermek için çalıĢmalar yapılsa da Osmanlı Devleti sağlık alanında ciddi bir kalkınma programı yürütememiĢtir. Sistematik çalıĢmaların hedeflendiği süreç içerisin- de Osmanlı‟nın askeri ve siyasi buhranlarla karĢı karĢıya kalması ne bir sağlık politikasının oluĢmasına ne de sağlık hizmetlerinin yaygınlaĢmasına izin vermiĢtir. Yapılan çalıĢmalar kısa vadede yarar sağlamasına rağmen sağlık sorunları kökten çözülememiĢtir. 1.2. Sağlık TeĢkilatında Osmanlı Hastaneleri Osmanlı Devleti‟nde sağlık teĢkilatının geliĢmesi ve sağlık hizmetlerinin halka ulaĢtı- rılması için halk sağlığına yönelik birtakım çalıĢmaların yapılması ve ülke genelinde sağlık altyapısının kurulması gerekmiĢtir. Sağlık hizmetlerinin halka ulaĢtırılmasında en önemli yapılar hastaneler olmuĢtur. Hastaneleri sadece sağlık hizmetlerinin sunulduğu yerler olarak düĢünmek yanlıĢ bir değerlendirmedir. Özellikle devlet, taĢradaki hâkimiyetinin sarsılma- sından sonra kaybettiği itibarını, vatandaĢlara sunduğu hizmetlerle tekrardan kazanmak istemiĢtir. Böylece devlet, halkın bağıĢları ve kısmen de kendi giriĢimiyle hastaneler inĢa ederek hem sağlık hizmetlerini halka ulaĢtırmaya hem de Osmanlı vatandaĢlarının aidiyet 44Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, s. 22. 45Yücel Yanıkdağ, “Psikopatlar, Frengililer, Veremliler ve Mâderzâd Caniler: Osmanlı‟dan Cumhuriyet Tür- kiye‟sine Dejenerasyon Korkusu”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, s. 54. 16 duygusunu pekiĢtirmeye çalıĢmıĢtır. Ayrıca devlet, hastaneler inĢa ederek tıbbi müdahalele- rin yapılacağı mekân sınırlarını da çizmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nde modern hastanelerin kurulması sağlık çalıĢmalarındaki geliĢme- leri takiben XIX. yüzyılda artmıĢtır. ModernleĢme hareketlerinin askeri alanda baĢlamasın- 46 dan dolayı öncelikle askeri hastaneler inĢa edilmiĢtir. Kurulan askeri hastanelerle modern ordunun hem sağlık personeli ihtiyacı karĢılanmak hem de sağlıklı asker yetiĢtirilmek is- tenmiĢtir. Çünkü devletin temel dayanaklarından olan asker ve vergi ihtiyacını sağlıklı er- 47 kek nüfus karĢılamıĢtır. Aynı zamanda yeni kurulan ordunun iĢlevselliğini arttırmak kıs- men sağlık kurumlarının çalıĢmalarına bağlı kalmıĢtır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti‟nin 48 ilk askeri hastanesi 1793 yılında kurulan Tophane-i Amire Hastanesi olmuĢtur. Daha son- ra III. Selim döneminde Nizam-ı Cedid Ordusu‟nun sağlık ihtiyaçlarını karĢılamak amacıy- la 1799 yılında Levent Hastanesi Çiftliği kurulmuĢ; fakat bu hastane de 1808 yılında yeni- 49 çeriler tarafından yakılmıĢtır. III. Selim‟den sonra baĢa geçen II. Mahmud‟un devleti merkezileĢtirme, gücü tek elde toplama gayreti her alanda olduğu gibi hastanelerin inĢasın- da da kendini göstermiĢ ve onun padiĢahlığı döneminde askeri hastanelerin kurulması hız- landırılmıĢtır. Bu dönemde Taksim Topçu Hastanesi (1809), Maltepe Askeri Hastanesi (1828), Humbaracı Hastanesi (1835), Ġstanbul Deniz Hastanesi (1838) ve fazlası inĢa edil- 50 miĢtir. Osmanlı Devleti‟nin askeri hastaneler dıĢında faaliyet gösteren diğer kurumları ise si- vil hastaneler olmuĢtur. Sağlık çalıĢmalarının halka ulaĢtırılmasında en önemli görevleri sivil hastaneler üstlenmiĢtir. Tanzimat öncesi sivil hastane denilebilecek kurumlar vakıflar, darüĢĢifalar, bimarhaneler olmuĢ ve halka sağlık hizmetleri bu kurumlar sayesinde ulaĢtı- rılmaya çalıĢılmıĢtır. Devlet yönetiminde meydana gelen çözülmeler, vakıfların ve darüĢĢi- faların sağlık hizmetlerindeki iĢlevselliğini yitirmesine neden olmuĢtur. Tanzimat sonrası 46 Kâhya, Erdemir, a.g.e. s. 232. 47 Burcu Kurt, “Osmanlı Doğu Sınırında Kamu Sağlığı ve Siyaset: 19. Yüzyıl Bağdad‟ında Hastaneler”, Os- manlı‟dan Cumhuriyet Türkiye‟sine Dejenerasyon Korkusu”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, s. 147. 48 Kurt, a.g.e., s. 150. 49 Yıldırım Yavuz, “BatılılaĢma Döneminde Osmanlı Sağlık KuruluĢları”, Ankara, ODTÜ Mühendislik Fa- kültesi Dergisi, S. 8:2, 1988, s. 123. 50 Kâhya, Erdemir, a.g.e. s. 232- 233. 17 bu kurumların yerini daha donanımlı hastaneler almaya baĢlamıĢtır. Bu doğrultuda Bezm-i 51 Âlem Valide Sultan Gureba-yı Müslimin Hastanesi inĢa edilmiĢtir. 1845 yılında inĢa edi- len bu hastane 200 yataklı geniĢ bir hacme sahip olup kimsesizlerin, fukaraların sağlık hiz- 52 metlerinin görülmesi için I. Abdülmecid‟in validesi Bezmiâlem tarafından yaptırılmıĢtır. Yine sivil hastane denilebilecek ġiĢli Etfal (Çocuk) Hastanesi 1899 yılında II. Abdülha- 53 mid‟in isteğiyle hizmete geçirilmiĢtir. Bu hastaneleri takiben 1910 yılında 80 yataklı Cer- 54 rahpaĢa Hastanesi inĢa edilmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nin askeri hastaneler dıĢında meydana getirdiği sivil hastaneler daha çok bölge halkının ileri gelenlerinin yardımları ve bağıĢlarıy- la kurulmuĢtur. Örneğin Bağdad‟da kurulması planlanan Gureba Hastanesi ahalinin bağıĢla- 55 rı ve emniyet sandığından alınan 50.000 lira borçla inĢa edilmiĢtir. Askeri ve sivil hastanelerin dıĢında halka sağlık hizmetleri götüren diğer kurumlar ise gayrimüslim ve misyoner hastaneleri olmuĢtur. Birçok unsuru bünyesinde barındıran Os- manlı Devleti özellikle XVIII. ve XIX. yüzyılda büyük devletlerin tepkisini üzerine çek- memek için gayrimüslim halka sık sık ayrıcalıklar tanımıĢ ve onları birçok alanda serbest bırakmıĢtır. Gayrimüslimlerin haklarını korumak bahanesiyle Osmanlı siyasetine karıĢmak isteyen büyük devletler, Osmanlı‟nın içinde bulunduğu buhrandan yararlanarak gayrimüs- limleri Müslümanların üstünde konumlandırmaya çalıĢmıĢtır. Büyük devletler tarafından gayrimüslimlere sağlanan maddi yardımlar gayrimüslim unsurların birçok hizmet alanında söz sahibi olmasına neden olmuĢtur. Ayrıca Avrupalı devletler, Osmanlı topraklarında ya- 56 Ģayan gayrimüslimleri kullanarak Osmanlı topraklarına sağlık kurumları kurmuĢlardır. Osmanlı‟nın içinde bulunduğu dönem gereği sağlık alanında çalıĢmalara imza atamaması Osmanlı topraklarını ele geçirme gayesi güden büyük güçlere aradığı fırsatı vermiĢtir. Bü- yük güçler Osmanlı'‟nın bıraktığı boĢluğu doldurmak ve yöre halkının sempatisini kazan- mak için kendileri için stratejik önemi olan noktalara sağlık hizmetleri götürmüĢlerdir. Öyle 51 Yavuz, a.g.m., s. 126. 52 Asaf Ataseven, “ Gureba Hastahanesi”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, C. 14, 1996, s. 202. 53 Kâhya, Erdemir, a.g.e, s. 248. 54 a.yer 55 Kurt, a.g.e., ss. 156-157. 56 Tetik, a.g.t., s. 77. 18 ki Ġngilizler, en önemli sömürgesi olan Hindistan‟a giden yolları denetlemek amacıyla Os- 57 manlı toprağı Bağdad‟da 1913 yılında hastane inĢa etmiĢlerdir. Büyük devletlerin bu giriĢimleri, Osmanlı Devleti‟nin sağlık çalıĢmalarına yönelme- sini hızlandırmıĢtır. Çünkü bu sağlık merkezleri sadece sağlık hizmetlerinin verildiği yer olarak kalmamıĢ, büyük devletlerin adeta Osmanlı topraklarındaki haber mekanizması o l- muĢlardır. Ayrıca gayrimüslim ve misyoner sağlık merkezleri karĢılıksız sağlık hizmetleri sunduklarından dolayı bulundukları yerde yöre halkının Osmanlı idaresine karĢı besledikle- ri aidiyetin sarsılmasına neden olmuĢ ve Osmanlı çevre-merkez bütünleĢmesini engellemiĢ- 58 tir. Devletin hizmet götüremediği yerlere misyonerlerin sağlık hizmeti götürmesi doğal olarak halkın gözünde devlet itibarının sorgulanmasına neden olmuĢ olabilir. Sonuç olarak Osmanlı Devleti halk sağlığının bir parçası olan hastaneleri, XIX. yüz- yılın geliĢmelerini takiben arttırmaya baĢlamıĢtır. Hastaneler vasıtasıyla devlet, gücünü halka kanıtlamaya çalıĢmıĢtır. Osmanlı‟da II. Abdülhamid‟e kadar hastanelerin genel olarak Ġstanbul‟da inĢa edilmesi sağlık hizmetlerinin taĢraya ulaĢmasını geciktirmiĢtir. Geç olmak- la birlikte II. Abdülhamid‟le birlikte taĢrada hemen hemen her Ģehirde açılmaya baĢlayan gureba hastaneleri halk sağlığını korumaya yönelik çalıĢmaların hızlanmasını ve sağlık alt- yapısının oluĢmasını sağlamıĢtır. Devletin yetersiz kaldığı yerlerde halka sağlık hizmetleri- ni gayrimüslim ve misyoner sağlık merkezleri ulaĢtırmıĢtır. Bu kurumlar ise sağlık hizmet- lerinin dıĢında Osmanlı topraklarında yıkıcı ve bölücü faaliyetlerde bulunarak hizmet sun- dukları yerlerde halkın Osmanlı Devleti‟nin meĢruluğundan Ģüphe duymasına neden olmuĢ- lardır. Bağdad‟da mevcut hastane sayısının yetersiz olmasını fırsata çeviren Musevi cemaat, bulundukları bölgelerde hastane inĢa ederek gücüne güç katmak isteyen gayrimüslim unsur- 59 lara birer örnek niteliğindedir. 57 Kurt, a.g.e., ss. 161-165. 58 Tetik, a.g.t., ss. 77-78. 59 Kurt, a.g.e., ss. 165-167. 19 2. 1923-1950 YILARINDA SAĞLIK SĠSTEMĠNDE KURUMSALLAġMA Türkiye Cumhuriyeti Devleti sağlık yapılanmasına daha Milli Mücadelenin devam et- tiği yıllarda baĢlamıĢtır. Türkiye Büyük Millet Meclisi‟nin açılmasından kısa bir süre sonra 2 Mayıs 1920 tarihinde 3 Sayılı Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Sureti İntihabına Dair Kanun ile on bir zattan oluĢan Ġcra Vekiller Heyeti kurulmuĢ ve hükümet içinde ilk 60 kez ayrı bir bakanlık olarak Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti yer almıĢtır. Sağlık hizmetlerinin bakanlık düzeyinde örgütlenmesi meclis içinde bazı açıklamaların yapılması- nı gerektirmiĢ bunun üzerine Meclis reisi, Kastamonu vekili Yusuf Kemal Bey‟den meclise izahat vermesini rica etmiĢtir. Yusuf Kemal Bey yaptığı açıklamada “memleketin ilk işinin sıhhat olduğu, sıhhatin olmadığı yerde dâhili ve harbiye işlerinin hiçbir anlam ifade etme- yeceğini, Türklüğü bitiren hastalıklara karşı koyulmadıkça halkın refaha ulaşmasının zor olduğunu ve Sıhhiye Vekâleti’nin aldığı kararlara hiçbir makamın itiraz edemeyeceğini” 61 dile getirmiĢtir. Ayrı bir vekâletin oluĢturulmasını gereksiz bulan vekiller, Dâhiliye Vekâleti içinde bir sağlık komisyonunun eskiden olduğu gibi devam etmesini istemiĢlerdir. Ancak askerlerin ve cephe gerisindeki sivil halkın sağlık hizmetlerindeki yetersizlikten kaynaklı yaĢadıkları periĢan hâl, devleti acilen ayrı bir sağlık örgütünün kurulmasına yön- lendirmiĢtir. Sözlerinde Türklük meselesine de değinen Yusuf Kemal Bey, ırkı zayıflık düĢüncesini de gözler önüne sermiĢtir. Kurulan yeni bakanlığın baĢına geçen ilk kiĢi kurtuluĢ mücadelesine fiilen katılan 62 Abdülhak Adnan Bey ( Adıvar) olmuĢtur. Ankara Vilayet Konağı‟nın küçük bir odasında çalıĢmalara baĢlayan vekâlet, merkez ve taĢra teĢkilatı Ģeklinde örgütlenmiĢtir. Merkez ör- gütte Hıfzıssıhha Dairesi, Sicil Dairesi, Muhasebe ve Evrak Kalemi; taĢrada Sağlık Müdür- lükleri, Hükümet, Belediye, Karantina Tabiplikleri ile küçük Sıhhiye Memurlukları muha- faza edilip, Meclis-i Sıhhi-ı Âli kaldırılmıĢ ve Daül Kelp, Telkihhâne, Bakteriyoloji kurul- 63 muĢtur. Merkez ve taĢra Ģeklinde örgütlenmeye gidilmesi tüm zorluklar karĢısında bile çalıĢmaların bütüncül Ģekilde yürütüleceğinin kanıtıdır. Mali yetersizlikler ve bütçenin büyük bir kısmının savunmaya ayrılması ilk etapta vekâletin uzun vadeli çalıĢmalar yapma- 60 TBMM Resmi Gazetesi, 07. 02. 1337, No. 1, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 1. 61 TBMM Zabıt Ceridesi, 01.05.1336, I. Devre, C. 1, BirleĢim 8, ss. 164-165. 62 Orhan F. Köprülü, “Abdülhak Adnan Adıvar”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, C. 1, 1988, s. 375. 63 Sağlık Hizmetlerinde 50.Yıl, s. 31. 20 sını engellemiĢ ve sorun odaklı çalıĢma planları oluĢturulmuĢtur. Mecliste yapılan uzun bütçe tartıĢmalarından sonra 27 ġubat 1921 tarihli meclis toplantısında Vekâlete, bütçe ola- 64 rak 613.141 lira verilmiĢtir. Adnan Bey‟in, Sıhhiye ve Muavenet-i Ġçtimaiye vekilliği on ay kadar sürmüĢ daha sonra yerine 10 Mart 1921 tarihinde Dr. Refik Bey (Saydam) getirilmiĢtir. Kendisi aynı za- manda IX. Ordu MüfettiĢliği Karargâhı‟nda Sağlık Dairesi BaĢkan Yardımcısı olarak görev 65 almıĢtır. Saydam, Milli KurtuluĢ Mücadelesine bu defa sağlık alanında uzun yıllar sıhhiye vekilliği yaparak devam etmiĢtir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin köklü bir sağlık teĢkilatı kurması Refik Saydam‟ın vekilliğe gelmesiyle olmuĢtur. Yıllardır ihmal edilen ve kendi haline bırakılan sağlık teĢkilatı onun döneminde nitelik ve nicelik bakımından donatılmaya çalıĢılmıĢtır. Sağlık hizmetlerine en büyük ihtiyaç; siyasi, askeri ve ekonomik çıkmazların, yoğun göç hareketlerinin, kıtlık ve savaĢların olduğu zamanlarda hissedilmiĢtir. Bu yüzden vekâle- tin sadece sağlık iĢleriyle ilgilendiğini düĢünmek yanlıĢ bir değerlendirme olur. Kurulan vekâletin bir de Muavenet-i Ġçtimaiye kısmı bulunmaktadır. Kastamonu vekili Yusuf Ke- mal (TengirĢenk)Bey bu zamana kadar böyle bir müessesenin oluĢturulmamasını Ġslam dini açısından da kusur olarak görmüĢ ve 1 Mayıs 1920 tarihinde mecliste yaptığı konuĢmasında sözlerine Ģu Ģekilde devam etmiĢtir: “…Yetim çocuklar sokaklarda sürünüyor. Gidiniz bakınız; camii şeriflerde zavallı çocuklar muhacir namı altında oturuyor. Beyler! Onlar bizim için ölen kahramanlarımızın aileleridir. Bunlara edeceğimiz muavenet, muaveneti içtimaiyeden başka bir şey değildir. Bunların işlerini Dâhiliye Nezareti görüyor. Dâhiliye Nezaretinin içerisinde acaba hangi- sinin vazifesini teşkil ediyor? Dâhiliye Nezareti dâhiliye umurunda, Dâhiliye Nezareti me- 64 TBMM Zabıt Ceridesi, 27.02.1337, I. Devre, C. 8, BirleĢim 158, s. 502. Aynı yıl içerisinde Milli Savunma Bakanlığına ( Müdafaa-i Milliye Vekâleti) verilen bütçe 27.576.039 lira olarak belirtilmiĢtir. Görüldüğü üzere bütçenin büyük bir kısmının savunmaya ayrılması ilk zamanlarda sağlık çalıĢmalarında büyük atılımların yapılmasına izin vermemiĢtir. Diğer vekâletlere verilen bütçe için bkz. Gürkan Tekin, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’nden Sağlık Bakanlığı’na (1920-2000), (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Türk Ġnkılap Tarihi Enstitüsü, 2011, s. 31. 65 Mustafa Metin AltıntaĢ, Refik Saydam’ın Hayatı ve Kişiliği”, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008, s. 42. 21 murini vazifelerini yalnız emniyetin temininden ibaret zannediyor. Hâlbuki onların vazifesi içerisinde hele bu zavallıların dertlerine çaresaz olmak da vardır. Sonra yine biliyoruz ki; bütün dertlerimiz bizim siyasi teşkilâtımızın noksanından değil, içtimai teşkilâtımızın asrı hazıra muvafık olamamasından ve bizi kuvvetlendirecek bir surette bulunmamasındandır. Bunu düşünmek, bunu mükemmel bir hale koymak, bundaki kusurları refetmek her Osman- lıya vaciptir, farzdır. Bu da sıhhiye işlerinin yanında bulunur. Bir münasebet bulunmuş, 66 sıhhiyenin yanına muaveneti içtimaiye konulmuş…” Yusuf Bey‟in konuĢmasından da anlaĢıldığı üzere halka sunulacak sosyal yardımlar Sıhhiye Vekâletinin vazifesi olarak görülmüĢtür. Ayrıca, devletin temel sorununun çağın gerisinde kalan sağlık ve sosyal yardım örgütlenmesi olduğunun altı bir kez daha çizilmiĢ- tir. Devlet istikbalinin kurtarıcısı olarak görülen Vekâlet, olağanüstü dönemlerde en önemli görevlerin merkezi olmuĢtur. Yine devletin önemli sorunlarından biri olan göç ve göçmen sorununun da Sıhhiye Vekâletine geçmesi vekâletin üzerine düĢen görevleri arttırmıĢ ve soluksuz çalıĢmayı beraberinde getirmiĢtir. Yusuf Kemal Bey, sözlerinde eleĢtiriye de yer vererek Dâhiliye Vekâletinin tek görevinin emniyet olmadığını iç sorunlarla da alakadar olması gerektiğini vurgulamıĢ ve asıl sorunun siyasi noksanlıktan değil mevcut teĢkilatın sağlam olmamasından kaynaklandığını belirtmiĢtir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sıhhat ve Muavenet-i Ġçtimaiye Vekâletini kurarak modern ve bağımsız Ģekilde çalıĢabilecek bir sağlık teĢkilatı vücuda getirmeyi amaçlamıĢ- tır. Her ne kadar ayrı bir vekâlet kurulsa da tam bağımsız sağlık çalıĢmaları 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan AntlaĢması‟nın imzalanmasıyla yapılmaya baĢlanmıĢtır. Osmanlı Dönemi‟nde karantina uygulamasının bir parçası olarak sahiller ve Anadolu‟ya giriĢ çıkıĢ- larda sıhhat kontrolü, çoğunluğun yabancılardan oluĢtuğu ve Meclis-i Sıhhiye-i Umumi- ye‟ye bağlı Beynelmüttefikin Sıhhiye Kontrol İdaresi tarafından yapılmaktaydı. Lozan ile beraber bu imtiyazlı idare kaldırılmıĢ yerine Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğü kurulmuĢ- 66 TBMM Zabıt Ceridesi, 01.05.1336, I. Devre, C. 1, BirleĢim 8, s. 165. 22 67 tur. Böylece sağlık iĢlerinin tek sorumlusu olarak Sıhhiye Vekâleti görülmüĢ ve devletin ihtiyaçlarına cevap verecek çalıĢmalara bağımsız olarak imza atması istenmiĢtir. 2.1. Sağlık Politikaları ve KanunlaĢtırma Faaliyetleri Cumhuriyet tarihinin 1923-1950 yılları arasında yapılan sağlık çalıĢmalarını kapsayan araĢtırmanın bu bölümünde, belirtilen dönem içinde uygulanmıĢ sağlık politikaları ve ba- kanlığı döneminde ciddi çalıĢmalara ve yasal düzenlemelere imza atmıĢ bakanların çalıĢma programları incelenmiĢtir. 1923-1950 yılları arasında üç ayrı dönem bakanlık yapan Refik 68 Saydam ile birlikte toplamda dokuz bakan görev yapmıĢtır. Bunlar: 1. Dr. Adnan Adıvar ( 03.05.1920 - 10.03.1921) 2. Dr. Refik Saydam ( 10.03.1921 - 20.12.1921) 3. Dr. Rıza Nur ( 24.12.1921 - 27.10.1923) 4. Dr. Refik Saydam ( 30.10.1923 - 21.11.1924) 5. Dr. Mazhar Germen ( 22.11.1924 - 03.03.1925) 6. Dr. Refik Saydam ( 04.03.1925 - 25.10.1937) 7. Dr. Hulusi AlataĢ ( 25.10.1937 - 18.01.1945) 8. Dr. Sadi Konuk ( 18.01.1945 - 05.08.1946) 9. Dr. Behçet Uz ( 07.08.1946 - 10.06.1948) 10. Dr. Kemalî Bayazıt ( 10.06.1948 - 22.05.1950) 11. Prof. Dr. N. ReĢat Belger ( 22.05.1950 - 19.09.1950) Yukarıda açıklandığı gibi sağlık bakanlığını ilk icra eden devlet adamı Abdülhak Adnan Adıvar olmuĢtur. Kendi sağlık bakanlığının, Milli Mücadele sürecine denk gelmesi ve sağ- lık iĢlerinin ilk defa vekâlet boyutunda örgütlenmesinden kaynaklı bürokratik yetersizlikler ciddi çalıĢmaların yapılmasını engellemiĢtir. Adıvar, 2 Mart 1921 tarihinde TBMM‟nin ikinci baĢkanı olarak görevlendirilince yerine 10 Mart 1921 tarihinde sağlık hizmetlerinin temelini atan ve sağlık çalıĢmalarının alt yapısını inĢa eden Dr. Refik Saydam getirilmiĢ- 67Tekin, a.g.t., s. 23-24. 68Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı, Sağlık Bakanları ve Görev Dönemleri, https://www.saglik.gov.tr/TR,11490/bakanlarimiz.html 23 69 tir. Dr. Refik Saydam, asıl çalıĢmalarını uzun süre sağlık bakanı olarak kaldığı 1925-1937 yılları arasında ara vermeksizin gerçekleĢtirmiĢtir. Dr. Refik Bey, yapmıĢ olduğu çalıĢmaları gerçekçi amaçlara bağlamıĢ ve var olan so- runlara çözüm sunabilecek çalıĢmalara imza atmıĢtır. Bugün mevcut sağlık sisteminin ku- rucusu olarak görülen Refik Saydam, sağlık personellerini ilgilendiren yasal düzenlemeleri hayata geçirmiĢ, koruyucu ve tedavi edici sağlık kuruluĢlarının yaygınlaĢtırılması için prog- ramlar hazırlamıĢtır. Saydam‟ın vekilliği dönemi sağlık çalıĢmalarında istenilen amaçların çok iyi analiz edildiği dönem olmuĢtur. Saydam, bakanlığı döneminde devletin gerçekleĢ- 70 tirmek istediği temel ihtiyaçlar hazırlanan program dâhilinde Ģu Ģekilde belirtilmiĢtir;  Devletin sağlık örgütünü geniĢletmek,  Doktor sayısını artırmak ve sağlık personeli yetiĢtirmek,  Numune hastaneleri açmak,  Ebe yetiĢtirmek, doğum ve çocuk bakımevi açmak,  Verem, sıtma, frengi ve trahom gibi salgınlarla mücadele etmek,  Sağlık-sosyal örgütlenmeyi köylere kadar götürmek,  Sağlık-sosyal yasalarını yapmak,  T.C. Merkez Hıfzıssıhha müessesesini kurmak,  Hıfzıssıhha Mektebini açmak, Sağlık hizmetlerinin ana kemiğini oluĢturan hususun sağlık personeli olması Say- dam‟ı, sağlık personeli ihtiyacını karĢılamaya yönelik düzenlemeler yapmaya itmiĢtir. Sağ- lık personeli yetersizliği daha Adnan Adıvar döneminde fark edilmiĢ fakat bakanlığının savaĢ yıllarına denk gelmesinden kaynaklı sağlık personeli yetiĢtirmek ve personellerin durumunu iyileĢtirmek için icraata geçilememiĢtir. Adıvar, 27 ġubat 1921 tarihinde meclis- te yaptığı konuĢmasında 290 hekime ihtiyaç varken sadece 180 hekimin olduğundan ve çalıĢmaların bu imkânsızlık içinde yürütülmeye çalıĢıldığından bahsetmiĢtir.71 Sağlık hiz- metlerinin teĢkilatlanması için uzun bir liste mevcut iken personelin azlığı, çalıĢmaların az 69 AltıntaĢ, a.g.t., s. 72. 70 Cumhuriyetin İlk 15 Yılında Sağlık Hizmetleri, 3. Baskı, Ġstanbul: Bayrak Yayıncılık, 2010, s. 334. 71 TBMM Zabıt Ceridesi, 27.02.1337, I. Devre, .C. 8, BirleĢim 158, s. 500. 24 sayıda sağlık personelinin omuzlarına yüklenmesine neden olmuĢtur. Bu veriler 1923 yılı- 72 na gelindiğinde 344‟e, 1925 yılında 728‟e ulaĢmıĢ ve artarak devam etmiĢtir. 1930 yılına kadar hekimlerin mevcudiyetini gösteren tablo aĢağıda verilmiĢtir; 73 Tablo 1: 1926-1930 Yılları Arasında Mevcut Doktor Sayısı Yıllar Devlete ait Özele ait Belediyelere Toplam ait 1926 625 178 163 966 1927 589 184 286 1059 1928 563 203 312 1078 1929 597 200 293 1090 1930 676 196 310 1182 Modern sağlık teĢkilatının kurulmasındaki en önemli görev doktorlara düĢtüğünden dolayı devlet, sağlık personellerinin özellikle doktorların hem nicelik hem nitelik açıdan yeterli olmasına önem vermiĢtir. Bu amaç doğrultusunda doktorların sayısı tıp eğitimine 74 önem verilmesinin sonucunda 1950 yılında 6.895‟e yükselmiĢtir. Refik Saydam dönemi her açıdan sağlık sisteminin teĢkilatlandığı ve yasal düzenle- melerin yapıldığı bir süreç olmuĢtur. Acil ve önemli görülen ihtiyaçlar doğrultusunda yasal 75 düzenlemeler yapılmıĢ ve sırasıyla Ģu kanunlar yürürlüğe konulmuĢtur:  1921 yılı 90 sayılı Frenginin Men ve Tahdidi Sirayeti Hakkında Kanun  1923 yılı 369 sayılı Etibbanın Hizmeti Mecburesi Hakkında Kanun  1924 yılı 500 sayılı Rüsumu Sıhhiye Kanunu  1926 yılı 767 sayılı Türk Kodeksi Hakkında Kanun 72 Umut Karabulut, “Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Sağlık Hizmetlerine Toplu Bir BakıĢ: Dr. Refik Saydam‟ın Sağlık Bakanlığı ve Hizmetleri (1925-1937)”, ÇTTAD, S. VI/15, 2007, s. 153. 73 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 74 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 321. 75 AltıntaĢ, a.g.t, s. 95, Ege, Rıdvan Ege, Atatürk ve Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri, 2. Baskı, Ankara: Türk Hava Kurumu Basımevi, 1999, ss. 12- 40. 25  1926 yılı 831 sayılı Sular Hakkında Kanun  1926 yılı 839 sayılı Sıtma Mücadelesi Kanunu  1927 yılı 964 sayılı Eczacılar ve Eczahaneler Hakkında Kanun  1928 yılı 1219 sayılı Tababet ve ġuabatı Sanatlarının Tarzı Ġcrasına Dair Kanun  1930 yılı 3959 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi TeĢkila- tına Dair Kanun  1930 yılı Umumî Hıfzıssıhha Kanunu  1935 yılı 2767 sayılı Sıtma ve Frengi Ġlaçları Ġçin Kanun  1936 yılı 3017 sayılı Sıhhat ve Ġçtimaî Muavenet Vekâleti TeĢkilat ve Memurin Ka- nunu  1936 yılı 3039 sayılı Çeltik Ekimi Kanunu  1949 yılı 5368 sayılı Verem SavaĢı Hakkında Kanun Çıkarılan kanunlarla sağlık personelinin hakları düzeltilmeye, sağlık teĢkilatını oluĢturan unsurlar düzene sokulmaya ve salgınlarla mücadele süreci disipline edilmeye çalıĢılmıĢtır. 1920 yılında Sıhhiye ve Muavenet-i Ġçtimaiye Vekâleti kurulurken aslında sağlık teĢkilatın- da bir kurumsallaĢmaya gidileceğinin ipucu verilmiĢtir. Milli Mücadelenin 1923 yılında Lozan AntlaĢması‟yla taçlandırılmasından sonra asıl mücadele devletin kalkındırılması için verilmiĢtir. Özellikle sağlık ve eğitime ayrı bir önem verilmiĢ ve her vatandaĢın sağlık ve eğitim hakkından yararlanması için ciddi çalıĢma programları hazırlanmıĢtır. Sağlık çalıĢma programlarının amaçlarını Gazi Mustafa Kemal PaĢa 1 Mart 1921 tarihinde meclis açılıĢın- da yaptığı konuĢmasında Ģu sözleri ile belirtmiĢtir: “… Efendiler milletimizi asayişi tam halinde yaşatmak nuhbei amalimiz olduğu gibi onun sıhhatine itina etmek ve vasaiti mevcudemiz nispetinde âlâmı içtimaiyesine çaresaz olmak da Hükümetimizin cümlei vazaifindendir… “… Sıhhiye ve muaveneti içtimaiye hususatında takib ettiğimiz gaye şudur: Milletimi- zin sıhhatinin muhafaza ve takviyesi, vefiyatın tenkisi, nüfusun tezyidi, emrazı içtimaiye ve sâriyenin gayrimüessir bir hale ifrağı, bu suretle efradı milletin dinç ve sâye kabiliyettar bir halde sahihülbeden olarak yetiştirilmesi... Bu yurtları düşman elinde kalan millettaşla- 26 rımıza muavenet ve ilmî bir tarzda iskâna ehemmiyeti mahsusa verilmektedir. Bu bapta lâzım gelen tetkikat yapılmakta ve bu gayeleri temin edecek programlar tertib olunmakta- 76 dır.” Gazi Mustafa Kemal, bu sözleriyle sağlık alanında yapılacak çalıĢmaların çerçevesini çizmiĢ ve beklentilerinden sağlık bakanlarını haberdar etmiĢtir. Önemli olan nüfusu arttır- mak, salgınlarla mücadelede koruyucu sağlık önlemleri alarak nüfusun dinç ve kabiliyetli olmasını sağlamaktır. Saydam, bu amaçları gerçekleĢtirebileceği yasal düzenlemeleri adım adım uygulamıĢ ve özellikle koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri noktasında bölgesel değil ulusal bir kalkınma programı hazırlamıĢtır. Ulusal kalkınma için öncelikle sağlık ku- ruluĢlarına ve sağlık personeline ihtiyacın farkında olan Saydam, yetersiz hekim sayısına yönelik ilk yasal adımı 08 Kasım 1923 tarihinde 369 Sayılı Etibbanın Hizmeti Mecburesi 77 Hakkında Kanunu ile atmıĢtır. Altı maddeden oluĢan bu kanunun birinci maddesinde 1339 ve anı mütaakıp neşetli olupta tatbikat müddetini ikmal eden etibbanın iki sene mecburi hizmet yapması gerektiği, ikinci madde de ise elyevm ve 1339 senesinden itibaren Tıp fakültesine girecek olan öğren- cinin hükümetin belirttiği yerlerde üç sene görev yapmayı kabul etmesi durumunda mecca- 78 ni ve leylî ikmali tahsilleri ve masrafı hükümetçe karĢılanacağı belirtilmiĢtir. Ülkede sağlık personeli azlığı ve var olan personelin de taĢraya gitmek konusunda tereddüt yaĢaması böy- le bir kanunu gerekli kılmıĢtır. Rıza Nur 26 Ekim 1922 tarihinde meclise sunduğu tasarıda “mevcut 135 kazanın bu- gün 24 tanesinde hükümet tabibinin mevcut olduğunu” belirterek hekimlere zorunlu hizme- 79 tin getirilmesinin gerekliliğinden bahsetmiĢtir. Ġlk iki maddeye uymayan hekimlerin ise beĢ yıl “icrayi sanattan” uzaklaĢtırılmasına karar verilmiĢtir. Bir yıl sonra 13 Mart 1924 tarihinde meclise zorunlu hizmetle alakalı olarak kanun tasarı sunulmuĢ ve kabul edilmiĢtir. 438 sayılı bu kanunla 08 Kasım 1923 tarihinde çıkarılan 369 sayılı kanuna 7 madde eklen- miĢtir. Eklemeler yapılan bu kanuna göre sivil doktorların son yıl stajlarını Gülhane seriri- 76 TBMM Zabıt Ceridesi, 01.03.1338, I. Devre, C. 18, BirleĢim 1, ss. 3-4. 77 TBMM Kanunlar Dergisi, C. 2, Kabul Tarihi, 08.11.1339. 78 TBMM Zabıt Ceridesi, 24.10.1339, II. Devre, C. 3, BirleĢim 41, s. 31. 79 TBMM Zabıt Ceridesi, 24.10.1339, II. Devre, C. 3, BirleĢim 41, s. 31. 27 yatında veya İstanbul'da mümasili olan ve Müdafaa-i Milliye vekâletince tensip edilen di- ğer müessesatı sıhhiyede yapmaları kararlaĢtırılmıĢ ve bu görevi ifa edenlerin hizmet-i mak- sureye tabi tutulmayacağı ve yurt dıĢında eğitim alan doktorların da kanuna uymak zorunda 80 olduğu belirtilmiĢtir. Zorunlu hizmet yasası gereği doktorlar merkezi yerlerde yığılmak yerine taĢrada birçok noktaya gönderilmiĢtir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin yapılandırmak istediği sağlık sistemi için daha fazla hekime ihtiyaç vardı. Daha fazla hekim için tıp eğitimi verebilecek okulların inĢa edilmesi gerekiyordu. Bakanlık hekim ihtiyacını karĢılamak için 1924 yılında 200 kiĢilik İstanbul 81 Tıp Talebe Yurdu‟nu açmıĢ; yurdun açılması ise tıp eğitimine olan rağbeti arttırmıĢtır. 1924-1932 yılları arasında öğrenci yurduna 620 öğrenci girmiĢ ve bunlardan sadece 121‟i 82 tabip olarak yetiĢtirilmiĢtir. Yine sağlık personeli adına hemĢire mevcudiyetini artırmak 83 için 21 ġubat 1925 tarihinde Kızılay Hemşire Okulu açılmıĢtır. 1930 yılına kadar hemĢire sayısında gelinen nokta aĢağıdaki tabloda gösterilmiĢtir; 84 Tablo 2: 1926-1930 Yılları Arasında Mevcut HemĢire Sayısı Yıllar Devlete ait Özele ait Belediyelere Toplam ait 1926 0 0 0 0 1927 54 74 2 130 1928 56 68 6 130 1929 66 87 11 164 1930 73 114 15 302 80 TBMM Zabıt Ceridesi, 13.03.1340, II. Devre, C. 7, BirleĢim 11, s. 385. 81 Sağlık Hizmetlerinde 50.Yıl, s. 593. 82 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 83 Ege, a.g.e., s. 20. 84 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 28 85 1950 yılında mevcut hemĢire sayısı 737‟e yükselmiĢtir. Böylece Cumhuriyetin ilk yıllarında oluĢturulan sağlık mevzuatında önemli yer tutan sağlık personeli yetiĢtirme amacı adım adım gerçekleĢtirilmiĢtir. Erken Cumhuriyet döneminde önem arz eden diğer bir konu nüfusun artırılmasına yönelik çalıĢmalar olmuĢtur. Uzun yıllar süren savaĢlarda erkek nüfusun azalması, anne- çocuk ölümlerinin fazla olması devleti nüfusu artırmaya yönelik politikalar uygulamaya davet etmiĢtir. Nüfusun artırılmasında devlete en büyük yardımı sağlayacak kurum Sağlık Bakanlığı olmuĢtur. Bu amaçla harekete geçen Sağlık Bakanlığı, anne-çocuk ölümlerini azaltmak için ilk önce ebelere yönelik çalıĢmaları planlamıĢtır. Çünkü Cumhuriyete kadar ebelik, akademik eğitimden daha çok usta-çırak iliĢki ile sürdürülmüĢ ve gerekli tıbbi ko- Ģullar sağlanamamıĢtır. Osmanlı Devleti‟nde ebelik kursları ilk olarak 1892 yılında Sirkeci Demirkapı‟da sa- ray içinde bulunan okulun bahçesinde açılmıĢ, kurslarda 1895 yılından itibaren Dr. Besim Ömer ders vermeye baĢlamıĢtır. Bu kurslara katılmak için ise 30 yaĢından küçük olma, 86 Türkçe anlayıp konuĢabilme Ģartı getirilmiĢtir. 1909 yılında Mülkiye ve Askeri Tıp Mek- tepleri birleĢtirilince onlardan boĢalan yere ilk Ebe Mektebi ve Kadın Hastalıkları Kliniği açılmıĢ, Cumhuriyetten sonra kurum yine Dr. Besim Ömer tarafından çalıĢmalar yaparak ortaokul mezunu kızlara iki yıl süren eğitimler vermeye devam etmiĢtir. Cumhuriyetin ilanından sonra eğitimini almıĢ ebelerin yetiĢtirilmesi için 1924 yılında Ġstanbul ġiĢli Devlet Hastanesi bünyesinde 50 kiĢilik bir Ebe Yurdu açılmıĢ, mezun olanlar 87 iki yıl zorunlu hizmete tabi tutulmuĢlardır. 1924- 1931 yılları arasında 149 tane ebe yetiĢ- tiren kurum ebe sayılarının artmasıyla geçici süreliğine Bakanlık tarafından kapattırılmıĢ- 88 tır. Sağlık personeline yönelik yapılan çalıĢmalar sonucu ebe sayısında gelinen nokta aĢa- ğıdaki tabloda gösterilmiĢtir; 85 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 324. 86 Sağlık Hizmetlerinde 50.Yıl, s. 307. 87 Sağlık Hizmetlerinde 50.Yıl, s. 307. 88 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 29 89 Tablo 3: 1926-1930 Yılları Arasında Mevcut Ebe Sayısı Yıllar Devlete ait Özele ait Belediyelere Toplam ait 1926 0 0 163 163 1927 6 20 321 347 1928 4 80 293 377 1929 8 73 316 397 1930 34 76 290 400 Sağlık personeline duyulan ihtiyaç 1-3 Eylül 1925 tarihleri arasında Ankara‟da yapı- lan I. Milli Türk Tıp Kongresi‟nin de gündemini oluĢturmuĢ ve bu ihtiyaca yönelik yönlen- 90 dirici ve cesaret verici konuĢmalar yapılmıĢtır. Belirlenen Misak-i Tıbbi esaslarına göre Türk hekiminin Ģehir hayatına kapılmayarak kasabalara, köylere yayılmasının altı bir kez daha çizilmiĢ ve hekimlerin; köylünün sağlıklı, üretken yetiĢmesine yardımcı olmasının önemi bir kez daha vurgulanmıĢtır. Ayrıca nüfusun nicelik açısından arttırılmasının, nitelik açısından iyileĢtirilmesinin ve ırk sağlığını korumaya yönelik önlemlerin alınmasının üze- 91 rinde durulmuĢtur. Saydam‟ın bakanlığı döneminde yedi Milli Türk Tıp Kongresi yapılmıĢtır. Her tıp kongresinin gündemini o dönemin sağlık sorunları oluĢturmuĢ ve bu sorunlara ülkenin bir- çok yerinden gelerek katılım gösteren sağlık personelleri çözümler üretmiĢtir. Yapılan bu tıp kongreleri sayesinde sağlık hizmetlerindeki sorunlar iyileĢtirilmeye, eksikler giderilme- ye çalıĢılmıĢtır. Bu tezin konusu olan salgın hastalıklarla mücadele programı yapılan kong- reler sayesinde hazırlanmıĢ ve salgın hastalıklarla nasıl mücadele edilmesi gerektiği nokta- sında sağlık personelleri birbiri ile iletiĢim kurma imkânı elde etmiĢtir. Gündemi, salgın 89 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 90Ayten Arıkan, Milli Tıp Kongreleri (1923-1968) ve Türkiye Sağlık Politikalarına Etkileri, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2005, s. 10. 91 Arıkan, a.g.t., ss. 11-13. 30 hastalıklarla mücadele olan kongrelerin oluĢturdukları çalıĢma programları ise salgın hasta- lıklarla mücadele baĢlığı altında detaylı Ģekilde incelenmiĢtir. 11 Nisan 1928 tarihine gelindiğinde sağlık hizmetlerinin daha sistematik hale getiril- mesi için 1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunu çıkarıl- 92 mıĢtır. Bu kanunla sağlık personelleri hakkında yasal düzenlemeler yapılmıĢ, sağlık per- sonelinin yetki ve sorumlulukları açıklanmıĢtır. Kanun 6 fasıl, 82 maddeden oluĢmaktadır. Kanun; hekimleri, diĢçileri, ebeleri ve hemĢireleri belli Ģartlara bağlamıĢtır. Hekimlere, Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde tababet icra ve herhangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için Türkiye Darülfünunu Tıp Fakültesinden diploma sahibi olmak ve Türk bu- 93 lunmak şartı getirilmiĢtir. Maddede yer alan Türk bulunmaktan kasıt ırki bir söylem ol- mamıĢtır. Kastedilen husus doktorun Türkiye Cumhuriyeti vatandaĢı olmasıdır. Diplomala- rın onaylanma yetkisi sadece Sağlık Bakanlığına verilmiĢ, hekimlerin klinik açmaları belli ölçütlere bağlanmıĢtır. Böylece, sağlıkla ilgili her iĢin tek muhatabı Sağlık Bakanlığı o l- muĢtur. Sıhhat ve Muavenet-i Ġçtimaiye Vekâletinin vazifelerini düzenleyen, sağlık teĢkilatı- nın yetki ve görevlerini detaylı Ģekilde açıklayan Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti Teş- 94 kilatı ve Memurin Kanunu ise 9 Haziran 1936 tarihinde mecliste kabul edilmiĢtir. Kanun, vekâletin örgüt yapısını ĢemalaĢtırmıĢ ve memur seçilme Ģartlarını, tayin sürelerini açıkla- 95 mıĢtır. Bu zamana kadar çıkarılan kanunların en kapsamlısıdır. Sağlık personelini ilgilen- diren tüm hususlar, sağlık kurum ve kuruluĢların üzerine düĢen sorumluluklar detaylı Ģekil- de izah edilmiĢtir. Böylece Refik Saydam, Osmanlı Devleti‟nden alınan sağlık mirasının kurumsallaĢmasında en önemli isim olmuĢtur. Onun vekilliği döneminde Osmanlı Devle- ti‟yle baĢlattığı sağlık hizmetlerinde çağı yakalama çabası sistematik çalıĢmalar sayesinde gerçekleĢtirilmiĢ, modern bir sağlık müessesesi kurulmuĢtur. Dr. Refik Saydam sonrasında onun gibi sağlık teĢkilatı adına kapsamlı çalıĢmalar yapan sağlık bakanı ise Dr. Behçet Uz olmuĢtur. 92 TBMM Resmi Gazete, 14.04.1928, No. 863, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 6. 93 TBMM Zabıt Ceridesi, 29. 03. 1928, III. Devre, C. 3, BirleĢim 54, s. 63. 94 TBMM Resmi Gazete, 23.06.1936, No. 3337, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 16. 95 Sağlık TeĢkilatı Örgütlenmesi detaylı bilgi için bkz. Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, ss. 40-67. 31 96 Behçet Uz, 16 Ocak 1893 tarihinde Denizli‟de dünyaya gelmiĢ bir Türk hekimidir. Ġki kere sağlık bakanlığı yapmıĢ olan Behçet Uz, uzun süre bakanlık vazifesini yürüteme- miĢtir. Ġlk sağlık bakanlığını 07.08.1946-10.06.1948 tarihleri arasında Recep Peker ve Ha- san Saka hükümetlerinde yapmıĢ, daha sonra CHP‟den istifa edip DP‟ye üye olmuĢ ve üçüncü Adnan Menderes Hükümetinde 17.05.1954-09.12.1955 tarihleri arasında ikinci kez 97 sağlık bakanlığı yapmıĢtır. Dr. Behçet Uz‟un sağlık bakanlığını özel kılan ayrıntı, Cum- huriyet tarihinin ilk sağlık planının onun çalıĢmalarıyla hazırlanmıĢ olmasıdır. Birinci On Yıllık Milli Sağlık Planı ile Behçet Uz, sağlık teĢkilatının halen köylere ulaĢamamasından ve sağlık hizmetleri alt yapısının tüm bölgelerde inĢa edilememesinden yola çıkarak devle- 98 tin on yıllık süre içinde bu sorunları çözebileceği bir plan hazırlamıĢtır. Bakanlığı döne- minde yapılmıĢ olunan IX. Milli Türk Tıp Kongresi‟nde de (21- 23 Ekim 1946) köy sağlığı üzerinde hassasiyetle durmuĢtur. 22 Ekim 1946 tarihli Vakit gazetesinde yayınlanan ko- nuĢmasında köy ve köylülerin sağlıklı olmasının önemi belirterek sözlerine Ģu Ģekilde de- vam etmiĢtir; “…Köy sağlığının yurt ve yurtdaşlarımız için ne kadar ehemmiyetli olduğu hepimizce bellidir. Kırk bin, köyümüzü nüfusumuzun yüzde 75’ni ilgilendiren bu hayatı konunun do- kuzuncu kongrede ele alınması tesadüfi bir olay değildir. Köy kalkınmasının "Köy sağlığı ile ne kadar yakın ilgisi olduğunu hepiniz bilirsiniz. Bunu takdir eden Cumhuriyet hükûmet- leri "Köy enstitülerini kurarak, bir taraftan köy kültürünü yükseltmeğe karar vermiş, diğer taraftan ''Köy sağlık memuru yetiştirilerek köylerin sağlığını temin yolunu tutmuştur. Köy enstitüleri ve köy okulları, köylerin kültürünü, içtimai ve iktisadi hayatını ve milli sağlığını 99 yükseltmekte mühim rolleri olan değeri büyük kurumlarımızdandır.” Nüfusun büyük bir kısmını oluĢturan ve tarım ülkesi olan bir ülkede köy sağlığının iyileĢtirilmemesi, ülke nüfusunun ve ekonomisinin felce uğraması demektir. Behçet Uz bu ifadeleriyle hem sağlık çalıĢmalarının odaklanması gereken noktayı belirtmekte hem de 96 Rahmi Dirican, “ Dr. Behçet Uz (1893-1986) ve Ulusal Sağlık Planı”, Ankara: Toplum ve Hekim, C. 16, S. 6, 2001, s. 465. 97 Dirican, a.g.m., s. 465. 98 Aydın, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi” s. 31. 99 Vakit Gazetesi, 22 Ekim 1946, s. 7. 32 kamuoyunu köy kalkınmasının sağlanmaması durumunda oluĢabilecek ihtimaller hakkında bilgilendirmektedir. Köylünün sağlıklı ve üretken olması için yine Milli Sağlık Planı kap- samında her kırk köye bir tane sağlık merkezi açılması, bu sağlık merkezinde iki doktor, bir 100 ebe, bir sağlık memuru ve bir ziyaretçi hemĢire bulunması kararlaĢtırılmıĢtır. Behçet Uz‟un yapmaya çalıĢtığı kendinden önce uzun yıllar sağlık bakanlığı yapmıĢ Dr. Refik Saydam gibi koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerini merkezden taĢraya ulaĢ- tırmak ve sağlık sistemindeki alt yapı eksikliklerini gidermek olmuĢtur. Behçet Uz, Saydam dönemi çalıĢmalarından farklı olarak sağlık planı dâhilinde bir Sağlık Bankası‟nın kurulma- sını hedeflemiĢtir. Bankanın kuruluĢ amacı ise sağlık personelinin ücretlerini buradan karĢı- lamak aynı zamanda sağlık hekimlerini ve çocuklarını sigortalamak Ģeklinde belirtilmiĢ- 101 tir. Fakat plan, gerekli mali kaynak sağlanamamasından dolayı uygulamaya konulama- mıĢtır. Ata Soyer, planın uygulanamamasını Behçet Uz‟un, Saydam gibi güçlü siyasi deste- ğinin olmamasına ve iktisadi ve siyasi durumların pazar güçlerinden yana değiĢmesine bağ- 102 lamıĢtır. Dr. Refik Saydam, bakanlığı zamanında özellikle koruyucu sağlık hizmetlerine yöne- lik çalıĢmalar yapmıĢtır. Çünkü ülke nüfusunun hastalıklar ve savaĢlar sonucunda azalması; var olan nüfusun korunmasını, hastalıklı bireylerin iyileĢtirilmesini ve sağlıklı bireylerin yetiĢtirilmesini zorunlu kılmıĢtır. Saydam, sağlık teĢkilatının alt yapısını oluĢturmuĢ, mer- kezden taĢraya bir sağlık ağı kurmaya çalıĢmıĢtır. Fakat II. Dünya SavaĢı‟nın patlak verme- si, mali kaynakların ülke güvenliğine ayrılması ve siyasi çatıĢmaların ülke geleceğini kaygı- landırmasından dolayı Saydam‟dan sonra gelen sağlık bakanları ciddi çalıĢmalarda bulu- namamıĢlardır. Bu yüzden Saydam‟ın oluĢturmuĢ olduğu sağlık teĢkilatı onun bırakmıĢ olduğu yerden çok ilerilere gidememiĢtir. Yine de sorunlara çözümler üretmek, sağlık hiz- metlerini çağa uygun hale getirmek için bakanlıklar Milli Türk Tıp Kongrelerini düzenle- 103 meye devam etmiĢlerdir. Saydam‟dan sonra ciddi bir çalıĢma ve program ortaya koymak 100 BCA. 030. 10. 00. 14. 80.13. Tekin, a.g.t., s. 77. 101 Sağlık Bankasının iĢlevi hakkında detaylı bilgi için bkz. Dirican, a.g.m., ss. 466-467. Behzat Ġlhan, “Birinci On Yıllık Sağlık Planı”, Ulus Gazetesi, 18.12.1946, s. 4. 102 Ata Soyer, “Türkiye‟nin Ġktisadi ve Sosyal Tarihi Bağlamında BaĢlangıcından 1960‟a Kadar Sağlık Hiz- metleri ve Sağlık Bakanlığı”, Ankara: Toplum ve Hekim, C. 16, S. 6, 2001, s. 428. 103 Arıkan, a.g.t., s. 7 33 isteyen kiĢi ise Behçet Uz olmuĢtur. Onun çalıĢmaları daha çok tedavi edici sağlık hizmet- lerine ve ulusal sağlık teĢkilatı kurulmasına yönelik olmuĢtur. Milli Sağlık Planı ile hedef- lediği sağlık mekanizmasını hükümet ve halka tanıtmıĢtır. Fakat dönem, Uz‟un bu planı uygulamasına izin vermemiĢtir. Sonuç olarak, sağlık teĢkilatının kurumsallaĢması, alt yapısının oluĢturulması ve sağ- lık hizmetlerinin ülke geneline yayılması Cumhuriyetin ilk kırk yılına denk gelmektedir. Her ne kadar sağlık teĢkilatı dönemin siyasi, askeri ve ekonomik Ģartlarından dolayı isteni- len hızda ilerleyemese de sağlık çalıĢmaları sürdürülmüĢ, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri geliĢtirilmeye çalıĢılmıĢtır. 2.2. Koruyucu ve Tedavi Edici Sağlık Hizmetleri Cumhuriyet dönemi sağlık sorunlarının en baĢında gelen ve devleti son derece meĢ- gul eden salgın ve bulaĢıcı hastalıklar, koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaĢtırılması ve yapılandırılmasını hızlandırmıĢtır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin geliĢmesi için öncelikle yurdun her noktasına sağlık hizmetlerinin götürülmesi gerekmiĢtir. Uzun yıllar modern tıbbın nimetlerinden yararlanamayan halkın, hastalıklar karĢısında savunmasız kalmasını önlemek için Dr. Refik Saydam, Hükümet Tabiblikleri adı verilen kurumları kurmuĢtur. Hükümet tabiblikleri, Osmanlı Devleti‟ndeki Memleket Tabibliklerinin daha sistemli hale getirilmesiyle oluĢturulmuĢtur. Hükümet tabibleri, sağlık müdürlerine bağlı Ģekilde il ve ilçelerde bulunarak koruyucu ve halk sağlığına yönelik hizmetleri idare etmiĢ, doğum-ölüm 104 kayıtlarını tutmuĢ, serbest çalıĢan sağlık personellerini denetlemiĢtir. Dönemin zor Ģartları altında halka sağlık hizmetlerini sunmak için çalıĢan hükümet tabiplerinin ulaĢamadığı noktalar olmuĢ ve ulaĢımı sağlayacak yolların olmaması, ekono- mik yetersizlikler her köye hükümet tabibinin ulaĢmasını zorlaĢtırmıĢtır. Bakanlık bu du- ruma çözüm olarak Seyyar Tabiblik denilen teĢkilatı meydana getirmiĢtir. Seyyar tabiblik teĢkilatı uğradıkları köylerde halk sağlığına yönelik tedavilerde bulunmuĢlar, köylüye sağ- 104 Aydın, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi”, s. 22. 34 lık eğitimi vermiĢlerdir. Tedavi parasız yapılmıĢ ve her ay sonunda yapılan incelemeler 105 raporlaĢtırılarak bakanlığa sunulmuĢtur. Devletin uğraĢtığı sorunlar arasında sadece hekimlerin yetersizliği değil hastane ye- tersizliği de büyük sorunlar yaratmıĢtır. Her ne kadar hekim sayısı artırılmıĢ olsa da var olan hastanelerin donanımsız ve az olması sağlık hizmetlerinin kökleĢmesini engellemiĢtir. Cumhuriyetin ilanından sonra ülkede mevcut hastane sayılarına bakıldığında 1923 yılında 950 yataklı 3 devlet hastanesi, 635 yataklı 6 belediye hastanesi, 2.450 yataklı 45 özel idare hastanesi ve 2.402 yataklı 32 yabancı hastanesi olmak üzere toplamda 86 hastane bulun- 106 maktaydı. 1930 yılına gelindiğinde ise hastane mevcudiyeti aĢağıdaki tabloda gösterilen sayılara ulaĢmıĢtır; 107 Tablo 4: 1930 Senesi Ġtibari Ġle Hastane, Dispanser ve Yatak Adedi Adet Yatak adedi Devlete ait Hastane 26 2.485 Dispanser 202 893 Özel idarelere ait Hastane 69 3.150 Dispanser 56 312 Belediyelere ait Hastane 23 2.157 Dispanser 34 133 Vakıflara ait Hastane 1 250 Dispanser 0 0 ġahıslara ait Hastane 37 605 Dispanser 0 0 Yabancılara ait Hastane 15 878 Dispanser 4 0 Cemaatlere ait Hastane 5 1.450 105 Aydın, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi”, s. 25. 106 Sağlık Hizmetlerinde 50.Yıl, s. 250. 107 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 35 Dispanser 0 0 ġirketlere ait Hastane 3 88 Dispanser 9 75 Toplam Hastane 179 11.063 Dispanser 305 1.413 Genel toplam Hastane-Dispanser 484 12.476 Devletlerin, sosyal devlet kimliği kazanmasını halka sunulan sağlık, eğitim, sosyal yardım ve benzeri birçok faaliyetin niteliği ve niceliği belirlemiĢtir. Sosyal devletler, uygu- ladıkları politikalarla fırsat eĢitliğinin sağlanmasına ve temel sağlık ve eğitim hakkının her vatandaĢa ulaĢmasına önem vermiĢlerdir. Sağlık çalıĢmalarını bu prensipler doğrultusunda Ģekillendiren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hastanelerin yaygınlaĢması, sağlık ve sosyal yardım hizmetlerinden hiçbir vatandaĢın mahrum kalmaması ve devletin beklediği hastane kapsamını örneklendirmesi için 1924 yılında ilk olarak Ankara, Diyarbakır, Erzurum ve Sivas daha sonra 1936 yılında da HaydarpaĢa numune hastanelerini sağlık teĢkilatına ka- 108 zandırmıĢtır. Ankara Numune Hastanesi 250 yatakla, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır‟daki 109 hastaneler ise 150 yatakla halka hizmet vermiĢtir. Numune hastaneleri sağlık personelinin ve sağlık ekipmanlarının tam donanımlı o l- 110 duğu, kapasitesi 150-500 arasında değiĢen sağlık kuruluĢlarıdır. Hastanelerin kurulduğu yerlerden de anlaĢıldığı üzere merkezi yerler seçilmiĢtir. Halkın sağlık hizmetlerinden ko- lay ve sorunsuz yararlanabilmesi için numune hastanelerinin kurulmasını takiben bakanlık 111 150 adet Muayene ve Tedavi Evleri açılmasını kararlaĢtırmıĢtır. Muayene ve tedavi evleri, salgın hastalıklarla mücadele sürecinde kırsal yerleĢimler- de koruyucu sağlık hizmetlerini halka sunan kurumlar olmuĢlardır. Vilayet merkezlerinde 108Sağlık Hizmetlerinde 50.Yıl, s. 250. Numune Hastaneleri sayısal verileri ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Cumhuriyetin İlk 15 Yılında Sağlık Hizmetleri, ss. 344-345. 109 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 110 AltıntaĢ, a.g.t., s. 105. 111 Soyer, a.g.m., s. 418. 36 kurulan hastanelere halkın ulaĢma zorluğu göz önüne alınarak hizmete açılan muayene ve tedavi evleri acil ihtiyacı olan hastaların yatırılarak tedavi gördüğü ve genellikle ayaktan tedavinin yapıldığı, tıbbi malzemelerle donatılmıĢ ve hükümet tabiplerine bağlı sağlık kuru- 112 luĢlarıdır. Muayene ve tedavi evlerinin yıllara göre mesaisi aĢağıdaki tablada gösterilmiĢ- tir; 113 Tablo 5: 1924-1930 Yılları Arasında Muayene ve Tedavi Evleri Mesaisi Muayene ve Tedavi Yatırılarak tedavi Ayakta tedavi Evi adedi 1924 150 1.203 24.800 1925 150 3.690 170.672 1926 150 1.270 249.293 1927 150 998 285.727 1928 150 662 213.663 1929 150 577 205.072 1930 150 2.532 344.017 1931 150 320 192.235 1932 150 419 179.614 Bakanlığın muayene ve tedavi evi açamadığı yerlerde özel idareler ile belediyeler benzer kuruluĢların açılması için faaliyette bulunmuĢtur. Böylece 1933 yılına gelindiğinde 114 muayene ve tedavi evlerinin sayısı 240‟a yükselmiĢtir. Kırsal bölgelere sağlık hizmetleri- 112 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 113 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 114 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 37 nin götürülmesinde bir diğer önemli kurum 1930 yılında Ankara‟da kurulmuĢ olan Etimes- gut Numune Dispanseri olmuĢtur. Dispanser kendinden sonra kurulacak olan sağlık ünitele- rine yol göstermiĢ ve kurulacak hastanelerin donanım açısından yeterliliklerini belirtmiĢ- 115 tir. Muayene ve tedavi evlerinden farklı olarak dispanserde halka kapsamlı tedavi edici sağlık hizmetleri de sunulmuĢtur. Erdem Aydın, Etimesgut Dispanserini koruyucu ve tedavi 116 edici sağlık hizmetlerinin birlikte yürütüldüğü ilk hizmet ünitesi olarak değerlendirmiĢtir. Genelde ayakta tedavi uygulayan ve onun dıĢında 10 yatağı bulunan dispanserin ilk baĢhe- 117 kimi Dr. Cudi Erentürk olmuĢ ve daha sonra baĢhekimliğe Cemalettin Or getirilmiĢtir. Dispanserin görevleri arasında sıtma, frengi, trahom gibi salgın hastalıklarla mücadele yer 118 almıĢ ve aynı zamanda sağlık eğitimleri de verilmiĢtir. 119 Tablo 6: Etimesgut Numune Hastanesi Mesaisi Yatırılarak Ayakta Tedavi Doğum Ġstirahat Tedavi 1931 53 1.208 0 0 1932 64 1.544 23 243 Cumhuriyetin ilk yıllarında devleti son derece meĢgul eden sıtma, frengi, trahom ve verem gibi salgın hastalıkların varlığı koruyucu sağlık merkezlerinin açılmasını, halkın salgınlar karĢısında bilgilendirilmesini gerekli kılmıĢtır. Bu doğrultuda 1921 yılında fren- giyle mücadele için 90 Sayılı Frenginin Men ve Tahdidi Sirayeti Hakkında Kanun çıkarıl- 120 mıĢtır. Bir diğer hastalık olan sıtma ile mücadele için 1926 yılında mecliste 839 Sayılı 121 Sıtma Mücadelesi Kanunu kabul edilmiĢtir. Sıtmanın bataklık bölgelerde artıĢından kay- naklı devlet bu noktalarda yapılan pirinç üretimini kontrol altına almak istemiĢtir. 1936 yılında 3039 Sayılı Çeltik Ekimi Kanunu ile devlet çeltik üretimini sıhhi hükümler doğrul- 115 Aydın, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi”, s. 27. 116 Aydın, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi”, s. 28. 117 Aydın, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi” s. 29. 118 Dispanserin tarihi ve görevleri hakkında detaylı bilgi için bkz. Aydın, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi”, ss. 27- 30. 119 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 120 TBMM Resmi Gazetesi, 07.03.1337, No. 5, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 1. 121 TBMM Resmi Gazetesi, 29.05.1926, No. 384, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 4. 38 122 tusunda düzenlemiĢtir. Bu kanunların detaylı incelemesi ikinci ve üçüncü bölümlerde yapılmıĢtır. Koruyucu ve tedavi edici hekimliğin geliĢtirilmesine yönelik 24 Mayıs 1928 tarihinde 1267 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hıfzıssıhha Müessesesi Hakkında Kanunu çıkarılmıĢ- 123 124 tır. Müessesenin amaçları ikinci maddede Ģu Ģekilde sıralanmıĢtır:  Halk sağlığına yönelik her türlü fenni incelemeleri yapmak,  Bakanlıkça lüzumlu görülen sıhhi ve fenni meseleleri analiz etmek,  Bakanlıkça lüzumlu görülen aĢı ve serumları hazırlamak,  Resmi daireler ve belediyelerden fenni meseleler üzerine yapılan talep ve müracaat- lar hakkında görüĢlerini bildirmek,  Enstitü bünyesinde bir Hıfzıssıhha Okulu açmak, Hıfzıssıhha Okulu bu kanunla kararlaĢtırılmıĢ olmasına rağmen 1936 yılında açılmıĢ ve ilk 125 müdürü Dr.Ralph K. Collins olmuĢtur. Kurumda sağlık personellerine, halk sağlığına 126 yönelik kurslar verilmiĢ, konferanslar düzenlenmiĢtir. Okulun açılıĢ konuĢmasında Refik Saydam doktorların görevlerini sıhhati haleldar edecek mazarratların vukua gelmemesine gayret ve mevcud mazarratları bertaraf etmek ve neticelerini islâh eylemek, çalışma kuvve- tini arttırmak ve hayat uzunluğunu temin etmek olarak sıralamıĢ ve doktorların üzerine dü- Ģen hayati vazifeyi 3 Mart 1936 tarihli Ulus gazetesinde yayınlanan konuĢmasında Ģu cüm- lelerle ile dile getirmiĢtir: “… Tabibin vazifesi yalnız tedavi ettiği hastalıklar noktai nazarından değil, gelmesi muh- temel hastalıkları bertaraf edecek bir mücadeleci gibi telâkki olunur. Bundan dolayı ailele- rin mahrem müşaviri, bilumum sıhhî meselelerde onların en yakın akrabasından biri olur. Tabib hastalıkların bertaraf edilmesinde oynadığı rolden daha ziyade, sıhhatte olanların bu hallerini muhafaza etmesi için sarf edeceği etmekle, koruyucu tıp ve içtimaî hıfzıssıhha sa- 122 TBMM Resmi Gazetesi, 23.06.1936, No. 3337, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 16. 123 TBMM Resmi Gazetesi, 27.05.1930, No. 899, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 6. 124 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1928, III. Devre, C. 4, BirleĢim 73, s. 78. 125 Necati Dedeoğlu, “Hıfzıssıhha Okulu: Tarihçesi, Önemi”, Ankara: Toplum ve Hekim, C. 16, S. 6, 2001, s. 468. 126 a.yer 39 hasına girer, bu noktadan itibarendir ki Türk devletinin, Türkiye Cumhuriyetinin millet, hayat ve sıhhati hakkındaki kanunlarının icaplarını yapmak mecburiyeti maddiye ve mane- 127 viyesi altında kalır…”. Bakanlığın hassasiyetle üzerinde durduğu mesele, Saydam‟ın konuĢmasından da an- laĢıldığı üzere sağlıklı ve üretken nesiller yetiĢtirmek olmuĢtur. Cumhuriyetin, muasır me- deniyetler seviyesine ulaĢması, toplumun her alanda geliĢmesi için sağlıklı insan gücüne olan gereksinim koruyucu sağlık hizmetlerinin ve koruyucu hekimliğin geliĢmesini sağla- 128 mıĢtır. Müessese; 1931 yılında ağız yoluyla uygulanan BCG , 1933 yılında kuduz, 1934 yılında ise çiçek aĢısını üretmiĢ, 1932 yılında dıĢarıdan serum ithalini durdurmuĢ ve 1935 yılında ise Farmakoloji ġubesi‟ni kurarak yerli ve yabancı ilaçların kontrolünü ele almıĢ- 129 tır. Ġlaç üretimine geçilmesi aynı zamanda dıĢa duyulan ilaç bağımlılığını azaltmıĢ ve ens- 130 titünün kurulmasıyla beraber Türk ilaç sanayisi geliĢmeye baĢlamıĢtır. Ġlaç sanayisinde dıĢa bağımlılığın azaltılması için çalıĢmalar yapan Türkiye Cumhuri- yeti Devleti‟nin bu noktada önem verdiği bir diğer husus eczane ve eczacıların durumu olmuĢtur. Cumhuriyet döneminden önce Osmanlı Devleti‟nde eczanelerin kurulması XVIII. yüzyılında baĢlamıĢ ve Kırım SavaĢı‟ndan sonra Ġstanbul‟a gelen yabancı hekimlerin etki- siyle eczanelerin sayıları yükselmiĢtir. Eczane piyasası daha çok gayrimüslimlerin elinde kalmıĢ ve 1900‟li yıllarda Ġstanbul‟da eczane sayısı 200 iken bunun sadece 10 tanesi Türk- 131 ler tarafından hizmete açılmıĢtır. Osmanlı Devleti‟nde akademik anlamda eczacılık eği- timi Mekteb-i Tıbbiye‟de eczacılık sınıfının açılmasıyla baĢlamıĢtır. Sınıf, 1909 yılında 132 Eczane Mektebi adını alarak eğitim vermeye devam etmiĢtir. 1909-1916 yılları arasında 133 mektebin baĢkanlığını Server Hilmi Bey yapmıĢtır. 127 Ulus Gazetesi, 03.11.1936, s. 5. 128 BCG aĢısı tıp literatüründe “tüberküloz aĢısı” olarak da bilinmektedir. Verem tedavisinde kullanılan aĢı ilk olarak 1923 yılında Paris‟te uygulanmıĢtır. 129 Dr. Refik Saydam 1881-1942 Ölümünün 40. Yılı Anısına, Ankara: Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayınları, 1982. s. 58. 130 Ege, a.g.e., ss. 35-36. 131 Turhan Baytop, “Eczacılık”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1994, C. 10, s. 387. 132 Ayten AltıntaĢ, “ Eczacı Sınıfı‟ndan Eczacı Mektebi‟ne”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı, ed. Emre Dölen, Ġstanbul: Marmara Üniversitesi, 1998, s. 1. 133 Ayten AltıntaĢ, a.g.m, s. 9. 40 Cumhuriyet döneminde koruyucu sağlık hizmetlerinin sorunsuz ilerleyebilmesi için eczacıların ve eczanelerin denetime tabi tutulması gerekmiĢtir. Sağlık sektöründe disiplinin sağlanması için eczane ve eczacılara yönelik ilk adım 1926 yılında çıkarılan 767 Sayılı Türk Kodeksi Hakkında Kanun ile atılmıĢ ve Türk ilaç sanayisinin düzenlenmesi ve hazır- 134 lanması için Bakanlığa bağlı kodeks komisyonu kurulmuĢtur. Eczacılık alanında en kap- samlı yasal düzenleme 1927 yılında 964 Sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun 135 çıkarılmasıyla olmuĢtur. Kanunun çıkarılma amacını Dr. Refik Bey Ģu sözleriyle açıkla- mıĢtır: “Bugün müzakeresine başlanılan kanun bundan altmış sekiz, yetmiş sene evvel ya- pılmış olan bir nizamnamenin yerine kaim olacaktır. Türkiye'de yeni sistemde tababet tah- sili başladıktan kırk beş sene sonra yalnız İstanbul, o vaktin tabiriyle, bilâdı selaseye ait olmak üzere ispençiyarî nizamnamesi yapılmış ve o günden bugüne kadar o nizamnamenin üzerine hiç bir madde ilâve edilmemiştir. Yetmiş seneden beri tıp sahasında, eczacılık ve 136 ilim sahasında vücuda gelen terekkiyattan hiç birisi bunun üzerine konulmamıştır…” Böylece Refik Bey eczacı ve eczane sektörünün çağa uygun hale getirilmesinin gerekliliğinden bahsetmiĢtir. Kanunla eczane açma “Tıp Fakültesi eczacı mektebinden diplomalı olmak ve Türk bulunmak ve memleket dâhilinde açılmasına müsaade edilmiĢ olan eczanelerden birinde iki 137 sene müddetle çalıĢmıĢ olmak” Ģartına bağlanmıĢtır. Yine bir mahallede eczane açılabil- mesi mahallenin nüfusuna bağlanmıĢ ve nüfusu 15 binden az olan köy ve kasabalarda bir eczane, 10 binden fazla olan mahallelerde her 10 bin nüfus için bir eczane açılmasına izin 138 verilmiĢtir. 964 sayılı kanunu takiben 984 Sayılı Ecza Ticarethaneleriyle Sanat ve Ziraat İşlerin- de Kullanılan Zehirli ve Müessir Kimyevi Maddelerin Satıldığı Dükkânlara Mahsus Kanu- 134 TBMM Resmi Gazetesi, 17. 03. 1926, No. 324, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 4. 135 TBMM Resmi Gazetesi, 06. 02. 1927, No. 558, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 5. 136 TBMM Zabıt Ceridesi, 20. 01. 1927, II. Devre, C. 28, BirleĢim 27, s. 392. 137 TBMM Zabıt Ceridesi, 20. 01. 1927, II. Devre, C. 28, BirleĢim 27, s. 381. 138 TBMM Zabıt Ceridesi, 20. 01. 1927, II. Devre, C. 28, BirleĢim 27, s. 383. 41 139 nu çıkarılmıĢtır. Çıkarılan kanunla eczane açma izni Sıhhiye ve Muavenet-i Ġçtimaiye Vekâletine bırakılmıĢtır. Eczacı olmayanların eczane açabilmesi eczacı diplomasına sahip 140 kiĢinin müdür gösterilme Ģartına bağlanmıĢtır. Eczane ve eczacılık adına atılan tüm bu adımlar XX. yüzyılda hem sağlık sektöründe çağı yakalamak hem de koruyucu sağlık hiz- metlerinde bütüncül bir mekanizma ortaya çıkarabilmek adına yapılmıĢ sistematik çalıĢma- lardır. Yıllara göre eczacıların durumu aĢağıdaki tabloda gösterilmiĢtir; 141 Tablo 7: 1926-1930 Yılları Arasında Mevcut Eczacı Sayısı Yıllar Devlete ait Özele ait Belediyelere ait Toplam 1926 17 29 66 122 1927 20 43 73 136 1928 24 57 47 128 1929 24 56 51 131 1930 25 54 48 127 1950 yılına gelindiğinde Bakanlığa ait eczane sayısı 68‟e toplam eczacı sayısı ise 142 980‟e ulaĢmıĢtır. Koruyucu sağlık hizmetlerine yönelik uzun yıllar devam eden çalıĢma- lar sonucunda 10 Nisan 1930 tarihinde 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile en kap- 143 samlı sağlık kanunu hazırlanmıĢtır. Saydam‟a göre umumî sıhhati korumak için tanzim 144 edilen kanunların son kademesini teĢkil etmiĢtir. Tamamen millet ihtiyaçları ve sorunları göz önüne alınarak hazırlanan kanun hiç bir ecnebî kanunundan aynen iktibas edilmemiş ve sağlık iĢlerinin bir kez daha devletin umumî hizmet ve mecburiyetlerinden olduğu esasını 145 belirtmiĢtir. Kanun, sağlık hizmetlerinin ıslah edilmesi gerektiğini ve salgın hastalıklarla 139 TBMM Resmi Gazetesi, 12. 03. 1927, No. 574, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 5. 140 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 02. 1927, II. Devre, C. 27, BirleĢim 38, s. 124. 141 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 142 BCA. 030. 01. 00. 77. 483. 6. Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 323. 143 TBMM Resmi Gazetesi, 06.05.1930, No. 1489, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 8. 144 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1930, III. Devre, C. 18, BirleĢim 48, s. 63. 145 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1930, III. Devre, C. 18, BirleĢim 48, s. 64. 42 mücadelenin önemini bir kez daha vurgulamıĢtır. Bakanlığın doğrudan sorumlu olduğu 146 iĢler üçüncü maddede sıralanmıĢtır.  Doğumu artırmak ve kolaylaĢtırmak, ölümleri azaltmak,  Annelerin doğumdan önce ve sonra sıhhatlerini korumak,  Memleketteki bulaĢıcı ve salgın hastalıklarla mücadele etmek,  Tababet ve Ģubeleri sanatlarının icrasına gözetmek,  Gıdalar ile ilâçları ve bütün zehirli müessir ve uyuĢturucu maddelerle yalnız hay- vanlar için serumlar ve aĢılar hariç olmak üzere her nevi serum ve aĢıları incelemek,  Çocukluk ve gençlik sağlığına yönelik çocuk sıhhat ve bünyesinin koruması ve ge- liĢmesinden sorumlu kuruluĢları teftiĢ etmek,  Okul sağlığına yönelik düzenlemeler,  ÇalıĢma ve meslekleri sağlığına yönelik çalıĢmalar yapmak,  Maden suları ve Ģifalı suları teftiĢ etmek,  Sağlık müesseseleri ve bakteriyoloji laboratuvarlarının açılıĢ ve idaresini yürütmek,  Mesleki öğretim kurumlarını açmak ve denetlemek,  Akıl ve ruh hastalarına, sakatlığı olanlara yurt ve müesseseler açmak ve idare et- mek,  Göçmenlerin sağlık iĢlerini yürütmek,  Hapishanelerin sağlıkla ilgili iĢlerini yürütmek,  Tıbbi istatistikleri düzenlemek,  Sağlıkla ilgili neĢriyatları ve fikirleri takip etmek,  UlaĢtırma hizmetlerinin sağlık iĢlerini idare etmek, Bu maddelerle bakanlığın sorumlu olduğu görevlerin ayrıntılarına son derece önem veril- miĢ ve sağlık personelinin takip edeceği sağlık mevzuatı kapsamlı Ģekilde belirtilmiĢtir. Böylece, bakanlık uzun yıllar devam eden giriĢimler sonucunda baĢarılı bir iĢe imza atmıĢ- tır. 146 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1930, III. Devre, C. 18, BirleĢim 48, s. 68. 43 Cumhuriyet dönemi sağlık teĢkilatının kurumsallaĢmasında ve koruyucu sağlık hiz- metlerinin sunulmasında önemli yer tutan bir diğer kurum Kızılay olmuĢtur. Kızılay, özel- likle salgın hastalıklarla mücadele sürecinde ilaçların temini noktasında devlete en büyük yardımı sağlamıĢtır. Kızılay‟ın kuruluĢ serüveni Cumhuriyet döneminden çok öncelere gitmektedir. Avrupa‟nın önde gelen devletlerinden Ġsviçre, Belçika, Hollanda, Ġtalya, Ġs- panya, Ġsveç, Norveç 26-29 Ekim 1863 tarihinde Cenevre‟de toplandıkları kongrede bazı kararlar almıĢlar ve aldıkları kararlar doğrultusunda 22 Ağustos 1864 tarihinde Cenevre 147 SözleĢmesini imzalamıĢlardır. Bu sözleĢmeyle Milletlerarası Kızılhaç Komitesi kurul- 148 muĢtur. Osmanlı Devleti bu sözleĢmeyi 5 Temmuz 1865 tarihinde imzalamıĢtır. Komite- nin görevleri savaĢta yaralanan askerlere ırk, din, dil ayrımı yapmaksızın yardım etmek ve 149 yaralıların tüm haklarını korumak olarak belirtilmiĢtir. Osmanlı Devleti bu amaçlar doğrultusunda kendi cemiyetini kurma hazırlıklarına baĢ- lamıĢtır. 1867 yılında Ġsviçre‟de toplanan Uluslararası Kızılhaç Sıhhiye Konferansına, Os- manlı adına Dr. Abdullah Bey katılmıĢ ve ülkeye döndükten sonra cemiyet hazırlıklarını baĢlatmıĢtır. Serdâr-ı Ekrem Ömer PaĢa‟nın yardımıyla Tıbbiye Nazırı Marko PaĢa ve Dr. Kırımlı Aziz Bey‟in de katılımıyla 66 üyeden oluĢan bir heyetin çalıĢmalarıyla Mecrûhîn-i 150 Asâkir-i Osmâniyye’ye Muâvenet adıyla cemiyet meydana getirilmiĢtir. Fakat cemiyet hiçbir faaliyet göstermeden dağılmıĢtır. Özellikle uzun yıllar süren savaĢlarda askerlere yardım eli uzatacak bir kurumun olmaması devleti tekrardan harekete geçirmiĢtir. Kızılhaç ile yapılan uzun görüĢmeler ve tartıĢmalardan sonra 14 Nisan 1877 tarihinde 151 Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti kurulmuĢtur. Cemiyet, Balkan SavaĢları‟nda, Trablus- garp SavaĢı‟nda ve I. Dünya SavaĢı‟nda aktif rol oynamıĢtır. Milli Mücadele sürecinde Anadolu hareketini destekleyen cemiyetin adı, 29 Kasım 1922 tarihinde Ġcra Vekilleri kara- 147 Mesut Çapa, Kızılay (Hilal-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), 2. Baskı, Ankara: Rıhtım Yayınevi, 2010, s. 10. 148 a.yer 149 M. Metin AltıntaĢ, a.g.t., s. 151. 150 Çapa, a.g.e., s. 11. 151 Ayhan Vergili, Türkiye’de Modern Tıbbın Kurumsallaşması ve Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011, s. 309. Kızıl- haç simgesinin Ġslam dinine uygun olmaması üzerine 1876 yılında Marco PaĢa baĢkanlığında yapılan toplan- tıda cemiyetin simgesi Ġslam dinine uygun olacak Ģekilde hilal olarak kararlaĢtırılmıĢtır. Detaylı bilgi için bkz. Çapa, a.g.e., s. 12. 44 152 rıyla Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti olarak değiĢtirilmiĢtir. Cemiyetin merkezi 13 Eylül 1925 tarihinde Ġstanbul‟dan Ankara‟ya taĢınmıĢ ve Kızılay, Cumhuriyetin sıhhi mücadele- 153 sinde yararlılığı görülen öncü kurumlardan biri olmuĢtur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk cemiyetin mübadillerin sıhhi ve ilbas ve iskân umuruna ve memleketin afatı içtimaiye ve arziyesine yaptığı kıymetli yardımları her zaman takdir etmiĢ ve ileride iyi iĢler yapacak olan cemiyetin üye sayısının memleketin rüştü içtimaisi ile mütenasip bir dereceye varma- 154 sını temenni etmiĢtir . 1935 yılında cemiyetin adı dildeki sadeleĢtirme hareketlerinden etkilenerek Atatürk 155 tarafından Türkiye Kızılay Cemiyeti adını almıĢtır. Salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla müca- dele sürecinde Sağlık Bakanlığı ile organize Ģekilde çalıĢan cemiyet özellikle ilaçların ya- pımı noktasında devletten imtiyazlar almıĢtır. 1935 yılında sıtma ve frengi ilaçlarının ya- 156 pılması ve ithaliyle ilgili faaliyetler sadece Kızılay‟a verilmiĢtir. 1941 yılına gelindiğinde ise 4119 sayılı Kızılay Cemiyeti ve harp ve âfet vukuunda onunla birlikte çalışmak üzere hükümetin müsaadesiyle gelecek bu türlü sıhhi ve insani yardım heyetleri namına vürut 157 edecek olan eşyanın gümrük vergisinden muafiyetine dair kanun çıkarılmıĢtır. Bu kanun ile Kızılay‟ın çalıĢmaları hızlandırılmaya ve kolaylaĢtırılmaya çalıĢılmıĢtır. Bakanlığın 1923-1950 yılları arasında halkın sağlığını korumak üzerine yapmıĢ oldu- ğu kanunlaĢtırma faaliyetleri ve halka sağlık hizmetlerinin rahat ulaĢabilmesi ve halk sağlı- ğının iyileĢtirilmesi için hizmete açılan sağlık kurum ve kuruluĢlarının yanında halkın hıf- zıssıhha konusunda bilinçlendirilmesi de ayrı bir önem arz etmiĢtir. Bakanlık sağlık bilgisi- nin yeterli seviyeye ulaĢması için propaganda faaliyetlerine de son derece önem vermiĢtir. 1924 yılında Ġstanbul‟da 1926 yılında Ankara‟da Hıfzıssıhha Müzeleri hizmete açılmıĢ ve 158 müzelerde salgın ve bulaĢıcı hastalıklara ait levhalar sergilenmiĢtir. Müzede yer alan levhalar, modeller, salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla ilgili tablolar Sağlık Bakanlığı‟nın çalıĢ- 152 Vergili, a.g.t., s. 315. 153 M. Metin AltıntaĢ, a.g.t., s. 156. 154 TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 11. 1926, II. Devre, C. 27, BirleĢim 1, s. 4 155 Seçil Karal Aygün, Murat Uluğtekin, Hilal-ı Ahmer’den Kızılay’a II, Ankara: Türk Hava Kurumu Bası- mevi, 2001, s. 282. 156 AltıntaĢ, a.g.t., s. 159. 157 TBMM Resmi Gazetesi, 25.09.1941, No. 4921, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 22. 158 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 45 malarıyla fotoğraflanarak Sıhhi Müze Atlası adıyla kitap haline getirilmiĢ ve 1.000 kopya 159 dağıtılmıĢtır. Müzelerin dıĢında broĢürlerden afiĢlerden yararlanılmıĢ özellikle Amerika‟da sıhhi filmlerin baĢarılı sonuçlar vermesi üzerine Bakanlık, çeĢitli konularla alakalı 13 farklı film getirtmiĢ ve her vilayetin Sıhhat Müdürlüklerine bu filmleri göndermiĢtir. Yine bölgelerin sıhhi ve içtimai durumları göstermesi için bakanlığın teĢvikiyle 19 vilayete ait Sıhhi ve Ġç- 160 timai Coğrafya kitapları neĢredilmiĢtir. Ayrıca Bakanlık, ilkokuldan baĢlayan sağlık eği- timlerine önem vermiĢ, belirli zamanlarda ilk ve ortaokullarda hıfzıssıhha ve çocuk bakım 161 usullerinin eğitimi için zorunluluk koymuĢtur. Sonuç olarak, Cumhuriyet dönemi sağlık politikalarının temeli Osmanlı döneminde atılmaya baĢlamıĢtır. Osmanlı Devleti dünyada meydana gelen sağlık çalıĢmalarını yakın- dan takip etmiĢ ancak devletin çöküĢ dönemine girmesi, ekonomik, siyasi ve askeri buna- lımlar giriĢilen sağlık iĢlerinin tamamlanmasını ve sistematik Ģekilde yürütülmesine izin vermemiĢtir. Cumhuriyetin ilanıyla Osmanlı‟nın yarım bırakmak zorunda kaldığı hedefler gerçekleĢtirilmek istenmiĢ ve çalıĢmalar bu hedefler çerçevesinde yürütülmüĢtür. Tüm ek- sikliklere rağmen Cumhuriyetin ilanıyla sıhhat alanında ciddi geliĢmeler yaĢanmıĢ, özellik- le koruyucu sağlık hizmetlerinin seviyesi üst düzeylere ulaĢtırılmıĢtır. Devlet, ilk etapta salgın hastalıkları gidermeye ve nüfusu artırmaya yönelik düzenlemeler yapmıĢtır. Bu yüz- den ilk geliĢim ve yenileĢme, koruyucu sağlık hizmetleri alanında olmuĢtur. Sorunlara bu- lunan çözümler doğrultusunda hastalıklarda azalma olmuĢ ve devlet bu defa da tedavi edici sağlık hizmetlerindeki eksiklikleri ortadan kaldırmak için çalıĢmıĢtır. Salgın ve bulaĢıcı hastalıkların azaltılması noktasında ilk çalıĢmalar çevre koĢullarının iyileĢtirilmesiyle baĢ- lamıĢtır. Belediyeciliğin geliĢmesiyle çevre koĢulları kısmen onarılmıĢtır. Lağım toplanma alanının Ģehir merkezinden uzaklaĢtırılması, genel ve özel suyollarının inĢaatı sonucu temiz su elde etme imkânının kolaylaĢması belediyenin önemli görevleri arasında olmuĢ ve bu 159 Ayhan Vergili, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Halk Sağlığı Propagandası Amacıyla Yayımlanan Bir Kitap: Sıhhi Müze Atlası”, Tıp ve Kültür Tarihi Araştırmaları, ed. Hüsrev Hatemi, Aykut Kazancıgil, Ġstanbul: Derin Tarih, 2015, s. 79. BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 160 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. Detaylı bilgi için bkz. Osman GümüĢçü, “Milli Mücadele Dönemi Türki- ye Coğrafyası Ġçin Bilinmeyen Bir Kaynak: “Türkiye‟nin Sıhhi-i Ġçtimai Coğrafyası””, Ankara: Atatürk Araş- tırma Merkezi Dergisi, S. 45, C. XV, 1999. 161 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11 46 koĢullar sağlandıktan sonra salgınlarla mücadele daha kolay bir hâl almıĢtır. Ortak kullanım alanı olan, umuma açık lokanta, kahve, gazino, tiyatro gibi insanların toplandığı yerlerin 162 temizliği de yine belediyenin sıhhi görevleri arasında yer almıĢtır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni muasır medeniyetler seviyesine ulaĢtıracak olan gü- cün sürekli bir dinamizm içinde olan genç nesiller olması sebebiyle Mustafa Kemal, birey- lerin sağlığı üzerinde özenle durmuĢ ve sağlık iĢlerini devletin önemli vazifelerinden say- mıĢtır. Bir konuĢmasında yer verdiği “memleketin sıhhi şartlarına ve milletin sıhhatine za- rar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umu- mi Devlet hizmetlerindendir” açıklaması Gazi Mustafa Kemal‟in sağlıklı nesillerin yetiĢti- 163 rilmesine verdiğini önemi göstermektedir. Tüm bu açıklamalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin sağlık yaklaĢımının hangi iht i- yaçlardan doğduğunu göstermiĢtir. Gerçekçi ve bilimsel değerlendirmeler ile sağlık sorun- ları ve devletin acil ihtiyaçları belirlenmiĢtir. Hazırlanan kapsamlı programlar ile sağlık teĢkilatının hem nicel hem de nitel açıdan kalkınması sağlanmıĢtır. Sadece askeri ve siyasi kalkınmanın tek baĢına bir ülkeyi ileriye taĢıyamayacağının farkında olan Türkiye Cumhu- riyeti Devleti, sağlık ve sosyal yardım alanlarının da modernleĢtirilmesinin bütünsel bir kalkınma sağlayacağına inanmıĢtır. Cumhuriyet döneminde sağlık alanında yapılan yasal düzenlemeler bu düĢüncenin bir kanıtı olmuĢtur. 162 Ġslamoğlu, a.g.t., s. 157. 163 Karabulut, a.g.m., s. 186 47 ĠKĠNCĠ BÖLÜM: TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ DEVLETĠ’NDE SALGIN VE BULAġICI HASTALIKLAR Bu bölümünde 1923-1950 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni son dere- ce meĢgul eden ve sağlık çalıĢmalarının gündemini oluĢturan salgın ve bulaĢıcı hastalıkla- 164 ra değinilmiĢtir. 1923-1950 yılları arasında devleti uğraĢtıran birçok salgın hastalık bu- lunmakla beraber, çalıĢmanın nitelik açısından daha verimli olabilmesi ve konuların derin- lemesine incelenebilmesi için hastalıklardan önemli görülen dört tanesi seçilmiĢtir. Hasta- lıklar; “frengi”, “trahom”, “verem” ve “sıtma” olarak belirlenmiĢtir. Bu dört salgın ve bula- Ģıcı hastalığın seçilmesindeki temel faktör, hastalıkların devlet için ciddi problemler yarat- 165 ması ve belirlenen hastalıklarla ilgili literatürdeki çalıĢmaların yetersiz olmasıdır. Bu kapsamda, devletin hastalıklara yönelik hazırlamıĢ olduğu kanunlar, yönet- melikler incelenmiĢ ve arĢivden elde edilen belgeler doğrultusunda ortaya bir çalıĢma konulmaya çalıĢılmıĢtır. Bu bölümde belirlenen dört salgın ve bulaĢıcı hastalığın tarihi, bulaĢma yolları ve hastalığın yayıldığı coğrafya incelenmiĢtir.. Bölüm sonunda;  Cumhuriyet dönemini en çok uğraştıran salgın ve bulaşıcı hastalıklar nelerdir?,  Frengi, trahom, verem ve sıtma salgınlarının yayılmasını tetikleyen unsurlar nel- erdir?,  Frengi, trahom, verem ve sıtma salgınlarının bulaşma mekanizması nasıldır?,  Bu hastalıkların yayılma alanları nerelerdir ve hastalıklardan etkilenen kitlenin profili nasıldır? sorularına cevap verilmeye çalıĢılmıĢtır. 164 Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, s. 76. 165 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 02. 1340, II. Devre, C. 6, BirleĢim 106, s. 124. 48 1. FRENGĠ SALGINI BulaĢıcı hastalıklar, insanlardan ve hayvanlardan insana geçebilen enfeksiyon hasta- 166 lıklarıdır. Tarihte ne kadar geçmiĢe gidilirse gidilsin insanoğlu her zaman hastalıklarla karĢı karĢıya kalmıĢ ve mücadele etmiĢtir. Birçok hastalığın bulaĢıcı özelliğe sahip olma- sından dolayı kısa sürede hastalıklar salgın halini almıĢ ve tüm coğrafyaları kasıp kavur- muĢtur. Hastalıkların yaratmıĢ olduğu tahribat sadece sağlık sisteminde değil ülkelerin eko- nomik ve demografik sistemlerinde de sorunlar yaratmıĢ ve devletleri ciddi problemlerle karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Cumhuriyet döneminde de ciddi problemlere neden olan salgınlar, devleti koruyucu sağlık hizmetlerini geliĢtirmeye ve bu hizmetleri ülke sınırları içerisinde en ücra köĢeye kadar ulaĢtırmaya yönlendirmiĢtir. Salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele kapsamında Cumhuriyet dönemini oldukça meĢgul eden salgınlardan biri de frengi hastalığı olmuĢtur. Osmanlı Devleti‟nde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni de fazlasıyla meĢ- gul eden zührevi hastalıklardan frengi, genel olarak cinsel yollarla bulaĢan salgın ve bulaĢı- 167 cı bir hastalıktır. Devletlerin gelecek nesillerini tehlikeye atan bu hastalığın, dünyaya nereden yayıldığı noktasında farklı görüĢler bulunmaktadır. Hastalığın en yaygın bulaĢma yolunun cinsel münasebetler olmasından kaynaklı milletler, frengiyi ayıplamıĢ ve hastalığı diğer milletlerin üzerine atma yoluna gitmiĢtir. Ġtalyanlar hastalığı “Fransız hastalığı”, Fransızlar “Napoliten hastalığı” olarak adlandırmıĢ, Ġspanyollar ve Portekizler, hastalığın 168 menĢei hakkında birbirlerini suçlamıĢlardır. Frenginin kökeni hakkında genel kabul gö- ren görüĢ ise hastalığın 1493 yılında Amerika‟dan Avrupa‟ya dönen gemicilerle Avrupa 169 Kıtası‟na ulaĢtığıdır. Uzun yıllar Avrupa kıtasını etkisi altına alan hastalık kısa sürede buradan yayılarak Asya kıtasına ulaĢmıĢtır. 166 Ekrem Kadri Unat, Bulaşıcı Hastalıklarla Savaş ve İslam Dini, Ġstanbul: Ġlim Yayma Cemiyeti NeĢriyatı, 1975, No. 10, s. 13. 167 Abdülkadir Gül, “XIX. Yüzyılda Erzincan Kazasında Salgın Hastalıklar ( Kolera, Frengi, Çiçek ve Kıza- mık)”, Ankara, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitü Dergisi, S. 41, 2009, s. 256. 168 Murat Arpacı, “Hastalık, Ulus ve Felaket: Türkiye‟de Frengi ile Mücadele ( 1920-1950)”, Ankara, Toplum ve Bilim, S. 130, 2014, s. 63. 169 Andrew Nikiforuk, Mahşerin Dördüncü Atlısı Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklar Tarihi, çev. Selahattin Erkan- lı, Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 2007, s. 122. 49 Hastalıktan duyulan endiĢe yıllar geçse de azalmamıĢtır. XVIII. yüzyılda Avrupa‟da 170 Voltaire frengiyi insanlığın ortak düşmanı olarak adlandırırken, XX. yüzyılda Bolu veki- 171 li Fuad Bey memlekette yapmakta olduğu tahribat tüylerimizi ürpertecek şekilde diyerek hastalığın tehlike boyutunu gözler önüne sermiĢtir. Hastalığın bu kadar hızlı Ģekilde tüm dünyayı etkisi altına almasının en önemli sebeplerinden biri yapılan savaĢlar olmuĢtur. Sa- vaĢlarda büyük kitlelerin hareket etmesi hastalığın ulaĢtığı noktaları da geniĢletmiĢtir. Özel- likle askerlerin savaĢtığı yerlerde frengiyi kapması veya hastalığı memleketinden savaĢtığı yerlere götürmesi frenginin ciddi bir salgın halini almasına neden olmuĢtur. Ayrıca hastalı- ğın en çok askerler arasında görülmesi devletleri bir savunma tehdidiyle karĢı karĢıya bı- rakmıĢtır. Askerler arasında yoğun olarak görülen frengi, ordu mevcudiyetini tehdit etmekle beraber askerlik mesleğinin gereklerinin yapılmasını engellemiĢ ve ordunun güç potansiye- lini kötü anlamda etkilemiĢtir. Ancak Avrupa‟da frengiye yakalanan askerlerden yararlan- ma yoluna gidilmiĢ ve kısa sürede askerlik yapamayacak hale gelen frengili askerler savaĢ- 172 larda düĢman ordusunun saf dıĢı bırakılması için silah gibi kullanılmıĢlardır. SavaĢlar sonucu birçok kadının eĢini kaybetmesi, çocukların yetim kalması, psikolo- jik bunalımlar ve en önemlisi ekonomik çıkmazlar insanları fuhuĢ mekânlarına itmiĢ ve frenginin kontrol edilemez Ģeklinde yaygınlaĢmasına neden olmuĢtur. Sağlık çalıĢmalarının devletin vazifesi olarak görülmeye baĢlamasıyla birlikte frenginin yaratmıĢ olduğu tehlike fark edilmiĢtir. ModernleĢmeyle birlikte toplumsal alana dâhil olmak, halk sağlığını koru- mak devletlerin vazifesi olarak algılanmıĢ ve ulus devlet kimliği kazanma yolunda gerçek- 173 leĢtirilmesi gereken bir adım olarak görülmüĢtür. Frenginin kontrol altına alınması ve tehdidin ortadan kaldırılması için hazırlanan planlarda da temel düĢünce olarak devletin halk sağlığına dâhil olmak istemesi yer almıĢtır. Böylece devlet, hem kendi gücünü cisim- leĢtirmek hem de halk sağlığını kontrol altına almak istemiĢtir. Nitekim frenginin merkezi 170 Nikiforuk, a.g.e., s. 121. 171 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 33. 172 Detaylı bilgi için bkz. Nikiforuk, a.g.e., ss. 142-143. 173Ceren Gülser Ġlikan Rasimoğlu, “Ġki Dünya SavaĢı Arası Dönemde Türkiye‟de Nüfus ve Halk Sağlığı Tar- tıĢmalarının Değerlendirilmesi”, Mersin, Mersin Üniversitesi Lokman Hekim Dergisi, S. 3, C. 4, 2014, s. 16- 17. 50 olarak görülen fuhuĢ yerlerinin denetim altına alınmak istenmesi bu düĢüncenin bir sonucu 174 olmuĢtur. 1.1 Frengi Salgının BulaĢma Mekanizması Zührevi bir hastalık olan frengi genellikle cinsel yollarla bulaĢmakla beraber frengi 175 yaralarına temasla da bulaĢabilen salgın ve bulaĢıcı bir hastalıktır. Hastalığın en önemli 176 belirtisi vücudun farklı noktalarında ortaya çıkan yaralardır. Hastalık ilk ortaya çıktığı vakitlerde insanlar bu hastalığın sadece cinsel yollarla bulaĢtığını düĢünmüĢlerdir. Bu yüz- den fuhuĢ mekânlarına gitmedikçe ve frengili insanlarla münasebet yaĢamadıkça hastalığın kendilerine bulaĢmayacağına inanmıĢlardır. Ġlerleyen yıllarda yapılan araĢtırmalar sonu- cunda hastalığın frengili insanlara ait kiĢisel eĢyaların kullanılmasıyla da bulaĢabileceği öğrenilmiĢtir. 177 Ortak eĢya kullanımı sonrası bulaĢan frengiye ise masum frengi adı verilmiĢtir. Kendi halinde bir insanın da dolaylı Ģekilde hastalığa yakalanabilmesi toplumun, hastalığa karĢı geliĢtirmiĢ olduğu eleĢtirileri kısmen değiĢtirmiĢtir. Öncesinde hastalığın fuhuĢ mekânları ve kadınlarla özdeĢleĢtirilmesinden dolayı frengili insanlar zayıf irade ve nefse sahip olmakla suçlanmıĢlardır. Ancak, masum frengi düĢünceleri değiĢtirmiĢ ve hastalığın yarattığı tehdit daha net görülmüĢtür. 1920 yılında Dr. Abidin Bey mecliste frenginin bütün ensale intikal edebilen büyük bir felâket ve hastalık olduğunu ifade ederek mebusların has- talığın sadece zinayla bulaĢtığı noktasındaki görüĢlerini değiĢtirmek ve masum frengiye 178 yakalananların varlığından haberdar etmek istemiĢtir. 174 Zehra Betül Atasoy, “Erken Cumhuriyet Ġstanbul‟unda Frengi ve FuhuĢun Mekânsal Yansımaları”, Os- manlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, s. 215. 175Ġnci Hot, Sıhhiye Mecmuası’na Göre Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele (1913-1996), (YayınlanmamıĢ Dok- tora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Deontoloji ve Tıp Anabilim Dalı, 2001, s. 73. 176Fatma Bulut, “Osmanlı‟dan Cumhuriyet‟e Tehlikeli Bir Miras: „Frengi‟ ” Tarih Okulu Dergisi, S. III. 2009, ss. 119-123. 177 Bulut, a.g.m., s. 112. 178 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 36. 51 Osmanlı döneminde frengiyle mücadele kapsamında 1889-1902 yılları arasında Al- 179 manya‟dan getirilen hekim Ernest von Düring Anadolu‟da daha çok masum frenginin görüldüğünü savunmuĢtur. 1918 yılında verdiği bir konferansta bir köyde yaptığı inceleme- lerde yüz kırk çocuktan yüzden fazlasının frengili olduğunu ifade etmiĢ ve çocukların has- 180 talığa ortak kullanılan ibrik sonucu yakalandığını aktarmıĢtır. Osmanlı topraklarına II. 181 Bayezid döneminde Ġspanya‟dan sürülen Yahudilerle birlikte gelen frenginin Osmanlı için ciddi boyutta tehlike oluĢturması 1853 Kırım SavaĢı ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Sava- 182 Ģı‟ndan sonra Osmanlı topraklarına doğru baĢlayan göç hareketiyle olmuĢtur. Bir görüĢe göre de Kırım SavaĢı‟nda Osmanlı askerlerinin Fransız ve Ġtalyan askerlerle aynı safta yer 183 almasından dolayı hastalık Fransızlardan Osmanlı askerlerine geçmiĢtir. Osmanlı döne- minde cinsel yollarla bulaĢan frengi, sadece hastalığı değil aynı zamanda hastalığın Avrupa 184 menĢeili olduğunu da ifade etmek için de kullanılmıĢtır. SavaĢtan sonra askerlerin memleketlerine dönmesi hastalığın geniĢ bir sahaya yayıl- masına neden olmuĢtur. Özellikle köy yerlerinde nüfusun geniĢ aile tipinde örgütlenmesi, ortak eĢyaların kullanımı ve köylerde koruyucu sağlık hizmetlerinin yetersiz oluĢu frengi sayısını fazlasıyla arttırmıĢtır. Öyle ki hekim Düring aldığı notlarında 1844-1890 yılları arasında Suriye, Fırat, Dicle havzası dıĢında nüfusun 12 milyondan 7 milyona düĢtüğünü belirtmiĢ ve nüfusun azalmasını savaĢlar dıĢında halkın frengiye yakalanmasına bağlamıĢ- 185 tır. Düring‟in bu sayıları hangi kaynaklara dayalı söylediği bilinmemekle beraber sayıla- rın abartılmıĢ olması da ihtimaller dâhilindedir. Ancak bu notlar Osmanlı Devleti‟nin ciddi bir frengi sorunu ile karĢı karĢıya kaldığını göstermesi açısından önemlidir 179Ramazan Çalık, Muzaffer Tepekaya, “Birinci Dünya SavaĢında Anadolu‟daki Salgın Hastalıklar ve Erme- niler”, Konya, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 16, 2006, s. 212. 180 Arpacı, a.g.m., s. 64. 181 Bulut, a.g.m., s. 111. 182M. Ġnanç Özekmekçi, “Modern Devlet ve Tıp: II. Abdülhamit Döneminde Frengi Ġle Mücadele”, Kadın Araştırmaları Dergisi, S. 10, 2012/1, s. 86. 183 Mehmet Evsile, “Cumhuriyet Dönemi‟nde Sağlık Hizmetleri (1923-1950)”, Kesit Akademi Dergisi, S. 13, 2018, s. 15. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 39. 184 Kyle. E. Evered, Emine Ö. Evered, “Syphilis and Prostitution In The Socio- Medical Geographies of Tur- key‟s Early Republican Provinces” Health & Place, S. 18, 2012, s. 531. 185 Evsile, a.g.m., s. 15. 52 186 Osmanlı Devleti‟nin “Ġllet-i Ġfrenciye” veya “Maraz-ı Efrenci” olarak adlandırdığı frengi; köyden kente göç ve mevsimlik iĢçi hareketleriyle de yayılma fırsatı bulmuĢtur. Örneğin, Adana‟ya pamuk toplamak için gelen mevsimlik iĢçiler beraberinde frengiyi de 187 getirerek yöre halkına hastalığı bulaĢtırmıĢlardır. KiĢinin hastalığa yakalandığını daha çok yaralar ortaya çıktıktan sonra anlaması ya da hastalığın bulaĢma Ģeklinden dolayı kiĢi- nin kendini saklamak istemesi hastalığın hızla yayılmasına neden olmuĢtur. Tedaviye geç baĢlanması da hastalığın risk boyutunu arttırmıĢtır. Nitekim hastalar etiketlenmekten kork- tukları için resmî bir tabip yerine gayri tabibe müracaat etmiĢler ve bu süreç hastanın taki- 188 bini zorlaĢtırmıĢ ve hastalığın tedavisini engellemiĢtir. Frenginin diğer hastalıklardan farklı olarak nesilden nesile aktarılabilmesi gelecek nesillerin sağlık niteliğini de tehlikeye 189 düĢürmüĢtür. Meclis tutanakları incelendiğinde de hastalığın en çok gelecek nesilleri etkilemesinden bahsedilmiĢ ve frengi, sıhhatı umumiyeyi kemiren ve bütün ensale intikâl 190 edebilen büyük bir tohumu inkırazı olarak görülmüĢtür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti frenginin uzun vadede toplum ve ülke nüfusu için ya- ratmıĢ olduğu felaketler çok erken yıllarda fark edilmiĢtir. Frengi tahribatı daha Cumhuri- yetin ilanından önce 5 ġubat 1921 tarihinde çıkarılan 90 Sayılı Frenginin Men ve Tahdidi 191 Sirayeti Hakkında Kanun ile önlenmeye çalıĢılmıĢtır. Milli KurtuluĢ Mücadelesinden sonra devletin uğraĢtığı temel sorunların baĢında yer alan nüfus problemi hastalıkların bir an önce engellenmesini ve halkın hastalıklardan arındırılmasını gerektirmiĢtir. Uzun yıllar süren savaĢlarda nüfus kaybının yaĢanması, cepheden dönen askerlerin sakat olması ve frengi, verem ve trahom salgınlarına yakalanması doğal olarak gelecek neslin nüfus niteli- 192 ğini tehlikeye düĢürmüĢtür. Ayrıca frenginin diğer hastalıklardan farklı olarak nesilden nesile geçebilmesi, gelecek kuĢakların ruhsal ve bedensel geliĢimlerini olumsuz anlamda etkileyebileceğinden salgın hastalıklara yönelik ilk önlem frengi salgınına karĢı alınmıĢtır. 186 Bulut, a.g.m., s. 111. 187 Özekmekçi, a.g.m., s. 88. 188 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 37. 189 Eminalp Malkoç, “Erken Cumhuriyet Döneminde KucaklaĢmayı Unutturan Hastalık Frengiyle Mücadele”, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 79. 190 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 36. 191 TBMM Resmi Gazetesi, 07. 03. 1337, No. 3, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 1. 192 Rasimoğlu, a.g.m., s. 16-17. 53 Hastalığın gelecek kuĢaklara aktarılması durumunda oluĢabilecek olumsuzluklar üze- rine Lazistan mebusu Dr. Abidin Bey, 26 Aralık 1920 tarihinde mecliste frengili insanların birlikteliğinden doğan çocukların kör veya alil olarak dünyaya geldiği üzerine bir konuĢma 193 yapmıĢtır. Hastalığın taĢımıĢ olduğu bu risk gelecek nesillerin sağlığını kontrol altına alınmasını gerektirmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nde de hastalığın fu- huĢ mekânlarında yayıldığı ve hastalığın kadınlar tarafından bulaĢtığı genel kabul gören görüĢ olmuĢtur. Hastalığın salgın haline gelmesinin en önemli sebebi askerden dönen er- 194 kekler iken frengiyi yayan ana unsur kadınlar olarak tasvir edilmiĢtir. Kastamonu mebu- su Dr. Suat Bey, fuhuĢ yapan bir kadının hastalığı altı erkeğe bulaĢtırdığını belirterek fuh- 195 Ģun önüne geçilmesi gerektiğini dile getirmesi bu düĢünceye kanıt olmuĢtur. Yine 1920 yılında evli bir adamın eĢine tamamıyla sadakat edeceğine dair söz vermesine rağmen diğer kadınlarla cinsel münasebet yaĢamasından dolayı frengiye yakalandığı söylenerek hastalı- 196 ğın kadınlar aracılığıyla erkeklere bulaĢtığının altı bir kez daha çizilmiĢtir. Sonuç olarak cinsel yollarla bulaĢan frengi sadece hastalığa yakalan kiĢiyi etkileme- miĢ, hastayla temasta bulunan kiĢileri ve aynı zamanda hastanın doğacak çocuklarının da sağlıklarını tehlikeye atmıĢtır. Ġlk olarak hastalığın yayılmasına sebep olan mekânların de- netlenmesine ve fuhuĢ yapan kadınların sağlık kontrollerinin disiplinli Ģekilde yapılmasına karar verilmiĢtir. Daha sonra hastalığın gelecek nesilleri tehlikeye atmaması için tarama heyetleri arttırılmıĢ ve frengili olan hastalar tedaviye erkenden alınmaya çalıĢılmıĢtır. 1.2. Frengi Salgının Görüldüğü Yerler Amerika kökenli frengi hastalığı kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına almıĢ ve dev- letleri salgınla mücadele noktasında vazife almaya itmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nde Kırım SavaĢı ile yoğun Ģekilde baĢlayan frengi salgını ordudan dönen askerlerle Osmanlı coğraf- 193TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 36. 194 Evered, “Syphilis and Prostitution In The Socio- Medical Geographies of Turkey‟s Early Republican Pro- vinces” s. 531. 195TBMM Zabıt Ceridesi, 13. 05. 1336, I. D evre, C. 1, BirleĢim 15, s. 299. 196 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 35. 54 yasının birçok noktasına dağılmıĢtır. Karadeniz‟de iĢlek limana sahip olan Kastamonu, has- 197 talığın adeta merkezi haline gelmiĢtir. Öyle ki, frengi salgınını önlemek ve tedavisini sağlamak için Kastamonu‟ da Frengi ve Gureba Hastanesi açılmıĢ ve bunu takiben 1888 yılında Kastamonu kazası Safranbolu‟da da Frengi ve Gureba Hastanesi inĢa 198 tir. Almanya‟dan getirilen hekim Düring, Kastamonu‟daki frengi mücadelesinin baĢına getirilmiĢ ve yaptığı incelemelerde vilayet nüfusunun %70-80‟nin salgına yakalandığını 199 belirtmiĢtir. Yine hastalığın yoğun olarak görüldüğü yerlerden biri olan Erzurum‟da 1886 yılında askeri hastanede yatan hastaların yarısının frengili olduğu ve bir an önce önlemlerin 200 alınması gerektiği belirtilmiĢtir. Zührevi bir hastalık olan frenginin genel olarak yayıldığı merkezler umumhaneler (genelevler) olmuĢtur. FuhĢun en yaygın olduğu Ġstanbul‟da; Üsküdar ve Beyoğlu‟nda umumhane sayısı çok olmakla birlikte burada Türk, Rus, Leh gibi farklı etnik kökenden 201 insanlar çalıĢtırılmıĢtır. Umumhanelerin kümelendiği yerlerin aynı zamanda frenginin çok sık görüldüğü yerler olmasından ve frenginin büyük ölçüde cinsel yollarla bulaĢmasın- dan dolayı umumhanelerin çıkarılan nizamnamelerle denetlenmesi zorunluluk halini almıĢ- tır. Osmanlı döneminde hastalığa karĢı sistematik bir çalıĢmanın yürütülememesi ve ko- ruyucu sağlık önlemlerinin geliĢmemesinden kaynaklı frengi hızlı Ģekilde farklı vilayetlere yayılmıĢtır. 1887 yılında Saruhan‟da 1893 yılında Aydın‟da frengi hızla artmıĢ, bu bölge- lerde hastane kurulmak istenmesine rağmen maddi kaynakların yetersizliğinden dolayı her- 202 hangi bir giriĢim olmamıĢtır. Frenginin yoğun Ģekilde arttığı XIX. yüzyılda vakaların en çok görüldüğü yerler 1886-1887 yıllarında Kastamonu, Sinop Erzurum, Erzincan, Bayburt, Saruhan, Aydın, Trabzon, Bitlis, MaraĢ, Hakkâri, Safranbolu; 1893 yılında Konya, Ġzmir, Gazze, Safranbolu, Kastamonu; 1895 yılında Anadolu vilayetlerinin çoğu, Erzurum, Kas- 197 Evsile, a.g.m., s. 15. 198 Esin Kâhya, “Sağlık KuruluĢlarımıza Bir Örnek: Safranbolu‟da Frengi Hastanesi”, IX. Türk Tarih Kongre- si, C. 3, 1981, s. 1293-1294. 199 Çalık, Tepekaya, a.g.m., s. 212. 200 Rüya Kılıç, “Türkiye‟de Frengi‟nin Tarihi”, Kebikeç Dergisi, S. 38, 2014, s. 293. 201 Kemal Yakut, Aydın Yetkin, “II. MeĢrutiyet Dönemi‟nde Toplumsal Ahlak Bunalımı: FuhuĢ Meselesi”, Kebikeç Dergisi, S.11, 2011, s. 276. 202 Kılıç, a.g.m., s. 294. 55 tamonu, MaraĢ; 1898 yılında Kudüs, Kastamonu, Aydın, Konya Selanik; 1899-1900 yılla- rında Kastamonu, Düzce, Çorum, Trabzon, Aydın, Konya, Erzurum, Bağdat, Sivas; 1901- 1902 yıllarında Adana, Bolu, Kütahya, Biga, Ahlât, Ankara; 1904 yılında ise Adana, Huda- 203 vendigar, Trabzon, Amasya, Ġzmir, Ahlât, Sivas olmuĢtur. Osmanlı Devleti‟nin baĢlattığı fakat içinde bulunduğu zorlu dönem itibarıyla baĢarılı Ģekilde yürütemediği salgın hastalıklarla mücadele süreci, Cumhuriyet dönemine gelindi- ğinde halledilmesi gereken sağlık sorunlarının baĢında gelmiĢtir. Frengi salgını da bir an önce yok edilmesi gereken hastalıklar arasında yerini almıĢtır. 26 Aralık 1920 tarihinde Bolu mebusu Dr. Fuat Bey mecliste yaptığı konuĢmasında "Frengi mukaddema yalnız Kas- tamonu'ya ve Bolu'ya münhasır gibi addediliyordu. Balkan harbini mütaakip ve bahusus harbi umumide maatteessüf frengi memleketimizin her tarafında vâsi bir surette intişar 204 etmiştir.” diyerek hastalığın geniĢ bir sahaya yayıldığını aktarmıĢtır. Yine aynı konuĢma- sında Fuad Bey, “Eskişehir'de emrazı zühreviye hastanesinde, ciheti mülkiyeye ait olanda bunların yüzde otuzu frengili ve bunların frengilileri Bolu, Kastamonu ve diğer memlekete ait olan- lardır. Sonra ciheti askeriyeye gittim tetkikatta bulundum. Onlarda da yüz yirmi mevcuttan 45 i frengilidir Bunlar maalesef frengiyi yeni almışlardır. Almış oldukları yerleri tetkik et- tim. Kütahya cepheleridir Efendiler; Kütahya'ya gittim, sıhhiye müfettişi ile görüştüm. Sıh- hiye müdürünün tutmuş olduğu kayıtla sabittir ki; üç bin frengili defterinde mukayyettir ve bunlar efendiler tetkikat, taharriyat neticesi çıkmış şeyler değildir. Kendileri suveri müna- sibe ile sıhhiye müdüriyetine müracaat etmişler, muayene için ve askerlik için, muayenede 205 meydana çıkmıştır.” diyerek Kütahya‟da 3.000 frengili hastanın olduğu belirtmiĢtir. Kü- tahya mebusu ise hastalığın cinsel yollarla bulaĢtığı ve dinin esaslarına göre yaĢamayıp zina yapanların baĢına geldiği düĢüncesine sahip olduğundan mebus çıktığı memleketi Kütah- 206 ya‟da 3.000 frengili olduğunu kabul etmek istememiĢ ve söylenenleri abartılı bulmuĢtur. 203 Gül, a.g.m., s. 258-259. Malkoç, “Erken Cumhuriyet Döneminde KucaklaĢmayı Unutturan Hastalık Fren- giyle Mücadele”, s. 78. 204 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 35. 205 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 35. 206 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 35. 56 Yine 1920 yılında Erzurum mebusu Nusret Bey, yapmıĢ olduğu bir gezide Çaycuma, Tefenni ve PerĢembe nahiyelerinde çok sayıda frengili olduğunu bizzat görmüĢ, hastalığın bu noktalarda kümelenmesini Sivastopol‟dan gelen frenginin ilk Kastamonu vilayetinde 207 görülmesine bağlamıĢ ve bu noktalarda frengi istasyonlarının kurulmasını teklif etmiĢtir. 1924 yılında ise Refik Saydam, frenginin Kuzey sahillerinde %3,5 oranında olduğunu an- 208 cak hastalığın gizli tutulmasından dolayı oranın daha fazla olabileceğini söylemiĢtir. 1927 yılına gelindiğinde Sıhhiye ve Muaveneti Ġçtimaiye Vekâleti bütçe tartıĢmala- rında söz alan Refik Saydam frenginin en çok görüldüğü yerleri Sivas Merkez kazası ile 209 civarındaki Hafik kazası ve Bursa vilâyetinin Orhaneli kazası olarak sıralamıĢtır. 1928 yılında Karadeniz sahilinde Ordu mıntıkasından itibaren Şarka doğru sahil mıntıkasında 210 frengiyle mücadele baĢlamıĢtır. 1935 yılına gelindiğinde frengi mücadelesi ile ilgili ista- tistiksel bilgiler verilmiĢ ve mücadele edilen mıntıkalar yıllara göre Ģu Ģekilde sıralanmıĢ- 211 tır;  Ġlk olarak Sivas, Yıldızeli, Hafik, ġarkıĢla kazaları  1926 yılında Orhaneli ve Bursa‟nın bir kaç köyü  1928 yılında Ordu ve Fatsa  1929 yılında ÇarĢamba ve Düzce  1930 yılında Çaycuma Refik Saydam bu yerler dıĢında da frengiye rastlanan yerler olduğunu ancak bu yerlere vekâlet, idare-i hususiye ve belediye, en çoğu vekâletten olmak üzere, mücadele tahsisatın- 212 dan yardım edilmekte olduğunu belirtmiĢtir. 1939 yılında Antalya mebusu Dr. Münir Soykam, memleketin her yerinde tarama ya- 213 pılmasına rağmen hastalığın tehlike olmaktan çıkmadığını belirtmiĢtir. Sağlık bakanı 207 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 39. 208 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 02. 1340, II. Devre, C. 6, BirleĢim 106, s. 126. 209 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1927, II. Devre, C. 31, BirleĢim 50, s. 73. 210 TBMM Zabıt Ceridesi, 22. 04. 1928, II. Devre, C. 3, BirleĢim 64, s. 200. 211 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 241. 212 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 241. 213 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 16, s. 230. 57 Hulusi AktaĢ ise vaziyetin gerekli olduğu yerlerde mücadele heyetlerinin kurulduğunun altını çizmiĢ, ReĢadiye-Yıldızeli de bulunan heyetlerin görevini tamamlayıp Erbaa kazasına 214 geçtiğini ve TavĢancıl ve Domaniç nahiyelerine gönderildiğini aktarmıĢtır. Ayrıca müca- delenin açılmasına gerek görülmeyen yerlerde frengili hastaların hükümet tabiplerinin kont- rolünde olduğu söylenmiĢtir. 1941 yılına gelindiğinde Bingöl mebusu mücadelenin iyi yürütülmediğini belirterek EskiĢehir, Sakarya ve Malatya‟da frengi sayısının arttığını söylemiĢ, sözlerine karĢılık sağ- lık bakanı Hulusi AlataĢ ise söylentilerle iĢ yapılmadığını hâlihazırda Zonguldak, Devrek, Ereğli, Çaycuma, Safranbolu, Ayancık ve daha birçok yerde frengi mücadelesinin sürdü- 215 rüldüğünü ifade etmiĢtir. Bu geliĢmeleri takiben 1942 yılında Sivas mebusu Abdurrah- man Naci Demirağ, 1941 yılında Sivas‟ta yaptığı incelemelerde Divrik‟te frenginin arttığını bildirmiĢ ancak sağlık bakanlığı hastalığın %1 civarında seyretmesinden dolayı Divrik‟e herhangi bir mücadele heyetinin gönderilmesini gerekli görmemiĢtir. Israrlar üzerine müca- dele heyetlerinin uygun olduğu bir zamanda Divrik‟e gönderileceğini ve tarama yapılacağı- 216 nı belirtmiĢtir. Mecliste frengi üzerine yapılan uzun tartıĢmalarda mebuslar, frenginin Türkiye gene- line yayıldığına dair birçok istatistiksel veriler vermiĢ ancak sağlık bakanlığı tarafından veriler söylenti olarak karĢılanmıĢ ve yapılan taramalar sonucunda verilen sayılara ulaĢıl- madığı görülmüĢtür. Frenginin memlekette çok fazla görüldüğüne dair haberler dahi yayın- lanmıĢtır. Öyle ki Marko PaĢa gazetesinin 9 Aralık 1946 tarihli nüshasında “ĠĢte Bütün He- saplar Meydanda” baĢlıklı yazıda Besni ilçesinde 7.000 frengili olduğu yazılmıĢ, buna kar- Ģılık Malatya milletvekili Dr. Cafer Özelçi vilayet genelinde bile bu sayının çok altında frengili hasta olduğunu belirterek gazete hakkında gerekli iĢlemlerin yapılıp yapılmayaca- 217 ğına dair BaĢbakanlık‟tan yanıt beklemiĢtir. Frengi hastalığının ortaya çıkıĢı ve salgın 214 TBMM Zabıt Ceridesi, 24.05.1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 16, s. 232. 215 TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 05. 1941, VI. Devre, C. 18, BirleĢim 57, ss. 202-204. 216 TBMM Zabıt Ceridesi, 26.05.1942, VI. Devre, C. 25, BirleĢim 63, s. 300.301. 217 BCA. 030. 10. 00. 8. 50. 26. 58 halini alması bölgelerin sosyo-kültürel seviyelerinden de etkilendiğinden hastalık her yerde 218 aynı endiĢe verici tablolar ve senaryolar oluĢturmamıĢtır. 1946 yılında sağlık Bakanı Behçet Uz, frenginin Ģiddetli olduğu altı bölgede mücade- lenin devam ettiğini ve 1925-1945 yılları arasında 2 milyondan fazla yurttaĢın tarandığını 219 ve 104.000 frengi hastasından 82.000 hastanın iyileĢtirildiğini ifade etmiĢtir. 1950 yılın- da ise sağlık bakanı Ekrem Hayri Üstündağ, 64 nahiye ve 173 köyde frengi mücadelesinin 220 verilmeye devam ettiğinden bahsetmiĢtir. Böylece frengi, adım adım devlet ve toplum için tehlikeli olmaktan çıkarılmıĢtır. 2. SITMA SALGINI Sıtma, tarih boyunca insanoğlunu fazlasıyla uğraĢtıran ve yarattığı tahribatıyla müca- deleyi oldukça zorlaĢtıran bir salgın hastalık olmuĢtur. Sıtma hastalığı anofel adı verilen 221 diĢi sivrisineklerin insan vücuduna plazmodium parazitini bırakmasıyla ortaya çıkmıĢtır. Plazmodium parazitini bulan kiĢi 1880 yılında Cezayir‟de bir sıtmalının kanını mikroskopla muayene eden Laveran adlı Fransız bir hekim olmuĢ ve Ġngiliz hekim Manson ise hastalı- 222 ğın sivrisineklerden bulaĢtığını söylemiĢtir. Tarihi milattan önceye kadar dayanan sıtma- nın tüm dünyaya nereden yayıldığı noktasında kabul gören genel görüĢ Afrika olmuĢtur. Afrika‟da yağmur ormanlarının yok edilerek tarım alanına çevrilmesi sıtma taĢıyıcısı ano- 223 fellerin üremeleri ve yaĢamaları için uygun ortamları hazırlamıĢtır Eski medeniyetlerin yerleĢtikleri Anadolu coğrafyası asırlar boyu sıtmanın görüldüğü ve sıtmadan kaynaklı ölümlerin yaĢandığı yerlerden biri olmuĢtur. Milattan önce yaĢamıĢ olan tıbbın babası Hippocrates, Anadolu coğrafyasında sıtmanın görüldüğünden ve bunun 218 Evered, “Syphilis and Prostitution In The Socio- Medical Geographies of Turkey‟s Early Republican Pro- vinces” s. 534. 219 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 572. 220 TBMM Zabıt Ceridesi, 13. 11. 1950, IX. Devre, C. 2, BirleĢim 5, s. 47. 221 Hot, a.g.t., s. 34. 222 Hamdi Dilevurgun, Sıtma, Ġstanbul: Milli Eğitim Basımevi, Milli Eğitim Bakanlığı Köy Kitaplığı 2, 1948, s. 9. 223 Nikiforuk, a.g.e., s. 37. 59 224 bataklıklarla iliĢkili olduğundan asırlar önce bahsetmiĢtir. Özellikle Akdeniz havzası has- talığın görülmesi için gerekli iklim Ģartlarını sağlamıĢtır. Akdeniz havzasına sahip olan 225 Osmanlı Devleti de uzun yıllar sıtma ile iç içe yaĢamak durumunda kalmıĢtır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıtma salgınını, Cumhuriyet döneminin en önemli salgın 226 hastalığı olarak görmüĢ ve hastalık mecliste birçok tartıĢmanın çıkıĢ noktası olmuĢtur. Osmanlı Devleti salgınların yarattığı felaketler silsilesini XX. yüzyılda Balkan SavaĢları ve I. Dünya SavaĢı‟nda askerlerin iĢ göremez hale gelmesiyle bizzat yaĢamıĢ ve sıtmanın nü- 227 fus politikalarında meydana getirdiği etkiler üzerine ciddi endiĢeler ortaya çıkmıĢtır. Öy- le ki gazeteci Ahmet Emin (Yalman), I Dünya SavaĢı‟nda geçirilen dört yıllık süreçte hasta- lıkların ordu üzerindeki yıkımlarını gösteren istatistiksel verileri paylaĢarak endiĢe verici 228 tabloyu gözler önüne sermiĢtir. SavaĢlar sonrası Anadolu‟ya baĢlayan yoğun göç hareketleriyle beraber sıtma hem 229 Anadolu‟da hem de Avrupa‟da geniĢ bir coğrafyayı istila etmiĢtir. Sosyal hareketliliğin yoğun olduğu I. Dünya SavaĢı yıllarında cephede sıtmaya maruz kalan Ġngilizler memleket- 230 lerine bu hastalığı götürerek sıtmanın salgın halini almasına neden olmuĢlardır. 1926 yılında mecliste yapılan açıklamalarda I. Dünya SavaĢı sırasında sıtmaya yakalananların sayısı 451.803 iken ölenlerin sayısı 23.359 olarak belirtilmiĢ ve hastalıktan kaynaklı % 13,1 231 ölümün % 5‟inin sıtmadan kaynaklandığı ifade edilmiĢtir. Bu istatistiksel veriler göster- mektedir ki sıtma, devlet ve toplum için acı sonuçlar doğuran salgın ve bulaĢıcı bir hastalık olmuĢtur. 224 Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, a.g.e., s. 101. 225 Chris Gratien, “ Toprakla Oynayan Mezarını Kazar: Osmanlı‟da Sıtma ve Medeniyet”, çev. Ġsmail YaĢa- yanlar, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 42. 226 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 02. 1340, II. Devre, C. 6, BirleĢim 110, s. 304. 227 Kyle T. Evered, Emine E. Evered, “ Governing population, Public Health and Malaria In The Early Tur- kish Republic”, Journal of Historical Geograph, S. 37, 2011, s. 475. 228 Evered, “ Governing population, Public Health and Malaria In The Early Turkish Republic”, s. 475. 229 Evered, “Governing population, Public Health and Malaria In The Early Turkish Republic”, s. 476. Fatih Tuğluoğlu, “Türkiye‟de Sıtma Mücadelesi (1924-1950)”, Türkiye Paratizol Dergisi, S. 32/4, 2008, s. 354. 230 Gratien, “ Toprakla Oynayan Mezarını Kazar: Osmanlı‟da Sıtma ve Medeniyet”, çev. Ġsmail YaĢayanlar, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 43. 231 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 17. 60 I. Dünya SavaĢı‟ndan sonraki süreç düĢünüldüğünde nüfusa duyulan ihtiyaç hastalık- ların devletler tarafından tehlikeli bir düĢman olarak görülmesine neden olmuĢtur. Çünkü Osmanlı Devleti gibi askeri-zirai yapıya sahip devletlerde nüfus, devletin en önemli ayağını temsil etmiĢtir. Öyle ki nüfus az veya nüfusun niteliği düĢük ise bu durumdan doğrudan etkilenen iktisadi yapı olmuĢtur. Verimli tarım toprakların olması o toprağı iĢleyecek insan gücü olmadıktan sonra hiçbir anlam ifade etmemiĢtir. Özellikle sanayileĢmeyle birlikte insan bedeninin üretim gücü haline gelmesi insanları, yönetimin nesneleri haline getirmiĢ- 232 tir. Foucault, bu durumu yani bedenin politik bir sorunsal haline getirilmesini biyopoliti- ka kavramıyla açıklamıĢtır. Ġnsan bedenine duyulan ihtiyacın artmasıyla birlikte insan be- denini etkileyecek tüm koĢullara yönelik ciddi denetim getirilmiĢ ve devlet, halk sağlığı 233 uygulamalarını geliĢtirmeye yönelik adımlar atmıĢtır. Bedenin politikalarla denetlenme 234 çabası doğal olarak biyopolitikleĢen iktidarları biyoiktidar durumuna getirmiĢtir. Yine devlet savunması için gerekli olan askeri güce ihtiyaç da iktidarların bedene müdahalelerini artmıĢtır. Sonuç olarak bizzat insan bedeninin kendisi siyasal, askeri, toplumsal iliĢkilerin 235 odağında yer almıĢtır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nüfusu tehlikeye düĢürecek her tür tehdidin ortadan kaldırılması için gerekli sağlık programını 1920 yılında Sıhhat ve Ġçtimaiye Muavenet Ba- kanlığı‟nın kurulmasıyla hazırlamıĢtır. Sıtmanın Türkiye için büyük yıkımlara neden oldu- ğu Mustafa Kemal PaĢa tarafından mecliste ifade edilmiĢ ve sıtma Sıhhiye ve Nafia‟nın acil 236 ilgilenmesi gereken önemli iĢlerinden biri olarak görülmüĢtür. Yine sıtmanın büyük bir tehlike oluĢturduğu Ali Fethi Bey‟in 1923 yılında mecliste yaptığı açıklamalarda dile get i- rilmiĢtir. Ali Fethi Bey, en önemli içtimai dert olarak sıtmayı görmüĢ ve derdin devası için 237 ciddi paraların gerektiğinden bahsetmiĢtir. 1945 yılına gelindiğinde dahi sıtmaya dair düĢünceler değiĢmemiĢtir. Gaziantep mebusu Dr. M. Canbulat, sıtmanın yeryüzünde asır- 232 Altuğ Koç, “Michel Foucault‟nun “Biyopolitika” Kavramının Teorik Çerçevesi” Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi”, S. 2 (2), 2018, s. 201. 233 Koç, a.g.m., s. 205. 234 Koç, a.g.m., s. 207. 235 Murat Arpacı, “Foucault, Biyopolitika ve Biyotarih: Tarihsel ÇalıĢma Alanları Olarak Tıp, Beden, Nüfus” Vira- Verita E-Dergisi, S. 3, 2016/1, s. 95. 236 TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 03. 1339, I. Devre, C. 28, BirleĢim 1, s. 7. 237 TBMM Zabıt Ceridesi, 05. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 14, s. 427. 61 lardan beri felâketlerin ve ıstırapların en büyüğünü yarattığını, Avrupa, Amerika ve As- ya'da uzun yıllar mücadele edilmesine rağmen tam bir baĢarının sağlanamadığını vurgula- 238 mıĢtır. Ayrıca salgın ve bulaĢıcı hastalıkların yarattığı yıkımın nüfus meselesi olarak görül- mesi mecliste Ali Fethi Bey‟in Ģu sözleri ile daha netlik kazanmıĢtır: “…Efendiler! Memleketimizde nüfus meselesinin ne dereceye kadar mühim ve âtimiz için ne kadar haizi ehemmiyet bir mesele olduğunu hükümetimiz takdir etmiştir ve bunun için yegâne çare sıtmaya, çocuk vefiyatına karşı mücadele etmektir. Bunun için Fuat Paşa Hazretlerinin arzu ettiği gibi hükümet yalnız kendi vesaiti ile mücadele edemeyecek olursa, ki edemeyeceği aşikârdır, Himayei Etfal Cemiyetinden Hilâli Ahmerden, Türk Ocakların ve diğer teşkilâtı hususiyenin vatan- perane olan mesaisinden istifade etmeyi düşünecek ve onların mesaisine muavenet etmeyi kendisine 239 bir fariza addedecektir…” Nüfus meselesinde en önemli hastalığın sıtma olarak görülmesi, sıtmanın yarattığı tahribatı göstermesi açısından son derece önemli bir açıklama olmuĢtur. 2.1. Sıtma Salgınının BulaĢma Mekanizması Ġnsanların doğaya hâkim olmak istemesi ve elindekilerle yetinmeyip daha fazlasına göz dikmesi birçok salgının ortaya çıkıĢını tetiklemiĢtir. Nitekim ormanların yok edilerek tarım ve yerleĢim alanlarına çevrilmesi doğanın dengesini bozmuĢ ve sıtmanın ortaya çık- masına neden olmuĢtur. Anofel adı verilen sineklerin bağırsaklarında taĢıdıkları parazitleri insan vücuduna bırakmasıyla ortaya çıkan sıtma, ani ölümlerden daha çok insanları yavaĢ 240 yavaĢ etkisiz hale getirerek güçsüz bırakmıĢtır. Ancak sıtmanın ortaya çıkması için bazı koĢulların sağlanması gerekmiĢtir. Özellikle coğrafya, sıcaklık, yağıĢ, nem ve toprağın ya- 241 pısı hastalık için uygun olduğunda o bölgede sıtma görülme ihtimali oldukça artmıĢtır. Sıtmaya neden olan sivrisineklerin üreyebilmesi için gerekli olan en önemli unsur sıcaklık ve yağmur olmuĢtur. Aylık sıcaklık ortalamasının 16°C‟yi geçtiği tropikal bölgeler sivrisi- 238 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 03. 1945, VII. Devre, C. 15, BirleĢim 31, s. 157. 239 TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 11. 1340, II. Devre, C. 10, BirleĢim 13, s. 406. 240 Nikiforuk, a.g.e., s. 34. 241Ali Tanoğlu, “Türkiye‟de Büyük Su ĠĢlerinin Bugünkü Durumu ve Türkiye‟nin Su Davası”, Türk Coğrafya Dergisi, S. 3-4, 1943, s. 306. 62 242 neklerin üremeleri için uygun ortamı hazırlamıĢtır. Sıtmayla iklim arasında iliĢki Osman- lı halkı tarafından da bilinmekte olup bu durum vahamet-i hava terimiyle ifade edilmiĢ- 243 tir. Osmanlı halkı, dağ havasını bataklık ve ekilmemiĢ arazilerinden daha sağlıklı buldu- 244 ğu için sıtma artıĢının yaĢandığı mevsimlerde yaylalara çıkmıĢlardır. Sivrisineklerin üre- yebilmesi için sıcaklık haricinde yağmura bağlı olarak ortaya çıkan küçük su birikintileri ve 245 bataklıklar da gerekmiĢtir. Örneğin 1921 yılında Konya Ovası‟nda BeyĢehir gölünün suyu kullanılarak açılan kanallarda sel felaketinden dolayı oluĢan hasarların, su birikintileri oluĢturduğu ve bu birikintilerin ova civarındaki köylere hastalık getirip, havayı bozduğu 246 aktarılmıĢ ve Bakanlık çalıĢmaya davet edilmiĢtir. 1922 yılında yine Konya vilayetinin Ereğli kazasında pek çok bataklığın olduğu ve halkın çoğunluğunun sıtmaya yakalandığı 247 belirtilmiĢtir. Türkiye‟nin topografik özelliği itibariyle sulak bir araziye sahip olması ve iklim ola- rak ılıman kuĢakta yer alması sıtma hastalığını uzun yıllar Türkiye coğrafyasında misafir etmiĢtir. 28 Nisan 1921 tarihinde mecliste açıklama yapan eski sağlık bakanı Adnan Adı- var, memlekette asıl meselenin frengi değil sıtma olduğunu vurgulamıĢ, hastalığın çukur ve 248 bataklıklar mevcudundan dolayı Karadeniz‟de % 75 oranında seyrettiğini izah etmiĢtir. YağıĢ açısından ilkbahar ve yaz yağmurlarının bol olduğu yerlerde sıtmanın ortaya çıkma 249 olasılığı artıĢ göstermiĢtir. Sıcak havalarda yayılımı artan sivrisinekler, sıtmanın yoğun- laĢtığı yerlerde insanların evlere kapanmasına neden olmuĢtur. Adnan Bey, Karadeniz‟de insanların sıtma mevsiminde geceleri dıĢarı çıkamadığını evlerinde zangır zangır titredikle- 250 rini söyleyerek sıtma tablosunu göstermek istemiĢtir. 242 a.yer. 243 Gratien, “ Toprakla Oynayan Mezarını Kazar: Osmanlı‟da Sıtma ve Medeniyet”, çev. Ġsmail YaĢayanlar, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 43. 244 a.yer. 245 Sevilay Özer, “II. Dünya SavaĢı Yıllarında Anadolu‟da Sıtma”, Tarihsel Süreçte Anadolu’da Sıtma, ed. ġükran Köse, Çağrı Büke, Fevzi Çakmak, Eren Akçiçek, Ankara: Gece Kitaplığı, 2017, s. 465. 246 TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 12. 1337, I. Devre, C. 14, BirleĢim 120, s. 421 247 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 02. 1338, I. Devre, C. 17, BirleĢim 165, s. 124. 248 TBMM Zabıt Ceridesi, 28. 04. 1337, I. Devre, C. 10, BirleĢim 26, s. 143. 249 Tanoğlu, a.g.m., s. 306-307. 250 TBMM Zabıt Ceridesi, 28. 04. 1337, I. Devre, C. 10, BirleĢim 26, s. 143. 63 Sıtmanın yayılmasına sebebiyet veren bataklıkların kurutulması sıtmayla mücadele noktasında atılan ilk adımlardan olmuĢtur. 13 Mart 1924 tarihinde 442 Sayılı Köy Kanunu ile sivrisineklerin yayılmasını sağlayan köy dâhilindeki su birikintilerinin kurutulması ka- 251 rarlaĢtırılmıĢtır. Ülke nüfusunun büyük bir kısmının kırsalda yaĢaması ve ülke ekonomi- sinin tarıma dayanması böyle bir adımın atılmasını gerektirmiĢtir. Tarımla uğraĢan nüfusun sıtmayla boğuĢmak durumunda olması iktisadi açıdan da istenen bir durum olmamıĢtır. Sıtma parazitinin insan vücuduna girdikten sonra karaciğerde üreyip kana karıĢması 252 ortalama 7 ila 30 gün arasında değiĢmektedir. Kuluçka dönemi bittikten sonra yani para- zit kana karıĢtığı andan itibaren kiĢide üĢüme, titreme ardından ateĢ, halsizlik, iĢtahsızlık 253 gibi belirtiler görülmeye baĢlamaktadır. Ġlerleyen zamanlarda sıtmalı insanlarda vücudun zayıflaması dıĢında sıtma parazitin alyuvarlara saldırması sonucu kansızlık ve daha sonra kan deposu olan dalağa saldırmasıyla dalakta ĢiĢme gibi tipik sıtma belirtileri görülmekte- 254 dir. 1924 yılında Dr. Fuat Bey sıtmayla ilgili meclise sunduğu teklifte hastalığın belirtile- rini Ģu Ģekilde açıklamıĢtır: “…Bilhassa pek sessiz sedasız sinsi sinsi ve üzerine nazarı dikkat ve ihtimamı celbetmemek, maksadı hamanesini serbestçe mufaffakiyete iysal eylemek gayesi ile günün bazı saatlerinde yaptığı nöbetlerle mevcudiyetini hissettiren sıtmanın yanında büyük talâkki edilen hastalıklar pek küçük kalır. O, kendine mahsus sinsiliği ile hemen hepimizle yüz göz olmuştur. Yaptığı nöbete karşı istimal edilecek silâh pek kat'î olmasına rağmen yutulan bir kaç kişinin kompirimesinin temadi ettirilmeme- si, kinini karşısında görür görmez vücudun ücra köşelerine çekilerek müsait zaman beklemesi yü- zünden hastalığın geçtiğine hüküm etmemiş, binaenaleyh tedaviyi yarım bırakmamış, kaç kişi bulu- nabilir? Sıtma en riyakâr düşmanlardan daha riyakârdir. İlâcı: Kinine karşı boyun eğer, vücutta gizlenir. Kendini göstermez. Eğer miktarı tabiide ilâca devam edilmezse cibilliyetini göstermekte hiç gecikmez. Kolera, veba gibi hastalıklar gürültülü adeta mertçe savlet eylediklerinden yakaladık- larını yere vurmakta gecikmediklerinden bunlara karşı yapılan tedavir de gürültü olur. Hükümet alâkadar olur. Halk alakadar olur, telaş başlar, Binaenaleyh bu hastalıklara kolaylıkla galebe edi- lir. Hâlbuki kolera ve vebanın yaptığı tahribat sıtmanın yanında zikre bile değmez derecededir. 251 TBMM Resmi Gazetesi, 07. 04. 1924, No. 68, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 2. 252 Recep Akdur, Sıtma, T.C. Sağlık Bakanlığı Sıtma Savaş Daire Başkanlığı, Ankara, 2001, s. 3. 253 Detaylı bilgi için bkz. Akdur, a.g.e., ss. 3-5. Tuğluoğlu, a.g.m., ss. 352-353. 254 Dilevurgun, a.g.e., s. 18. 64 Sıtma, memleketimizin her tarafını istilâ eylemiştir. Her sene binlerce kişiyi tam iş zamanında atale- te mahkûm eder. Günün üç dört saatine kendi nöbetine hasr ettirir, inlettirir, öldürür, evler yıkar, 255 köyler söndürür…” Cumhuriyet döneminin en büyük korkusu insanlığa bu ıstırabı çektiren sıtma olmuĢtur. Ġnsanı güçsüz bırakıp iĢ yapamaz hale getiren sıtma, mücadelenin acil ola- rak yapılması gereken en önemli hastalık olmuĢtur. Yayıldığı sahanın geniĢ olması da has- talıktan etkilenen kitleyi çoğaltarak sıtmayla mücadele sürecini zorlaĢtırmıĢtır. Orman alanlarının yok edilmesiyle birlikte insanlar, temiz havadan mahrum kalmıĢ ve aynı zamanda yağmur sularını toprağa çekecek ağaçların azlığı, yeryüzünde birikintile- rin oluĢmasına neden olmuĢtur. Ağaçların yok edilmesiyle alakalı Aksaray mebusu Besim Atalay Bey Ģu konuĢmayı yapmıĢtır: “Arkadaşlar, bugün hepimiz biliyoruz ki ormanlarda pek ziyade tahribat vardır. Ne- reye giderseniz gidiniz ormanlar günden güne azalıyor. Günden güne çekiliyor. Zavallı Anadolu'nun ortası dertli bir baş gibi çırçıplak kalmıştır. Yalnız kenarlarda kalan beş on ağaç ki, onlar da bugün yolsuz kat'iyattan, memurların müsamahasından, kereste tüccarla- rının mütegallibeden olmasından, hülâsa pek çok esbaptan dolayı tahribata maruzdur. Or- manların tahribatı yüzünden Anadolu'nun havası bozuluyor, rutubeti kuruyor. Buna muka- bil hastalık, sıtma tezayüt ediyor. Bunun sebebi Anadolu'daki ormanların kat'iyatında gayri 256 fennî hususatın tatbik edilmesidir…” Bu sözlerle birlikte sıtmanın sadece doğal unsur- lardan kaynaklı çoğalmadığı, beĢeri unsurların da hastalığın yayılımına sebebiyet verdiği anlaĢılmıĢtır. 2.2. Sıtma Salgının Görüldüğü Yerler Çevresel faktörlerden oldukça etkilenen sıtma, kendine uygun mekânları bulduktan sonra çok hızlı bir Ģekilde yayılma fırsatı bulan küresel bazda ciddi kayıplar oluĢturmuĢ salgın ve bulaĢıcı bir hastalıktır. Sıtmaya neden olan parazitlerin yaĢamın belli bir kısmını 257 sivrisineklerin bağırsaklarında geçirmek zorunda olmaları doğal olarak bu parazitlerin 255 TBMM Zabıt Ceridesi, 15. 11. 1340, II. Devre, C. 10, BirleĢim 7, s. 247. 256 TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 12. 1340, II. Devre, C. 10, BirleĢim 14, s. 422. 257 Akdur, a.g.e., s. 2. 65 insan vücuduna sivrisinekler (anofel) aracılığıyla taĢınmasına neden olmuĢtur. Bu doğrultu- da sıtmayla mücadele sürecinde izlenen ilk yol sivrisineklerin barınmalarına neden olan ortamların yok edilmesiyle baĢlamıĢtır. 1917 yılında Karadeniz ÇarĢamba‟da yapılan taramalarda yirmi üç köyde yaĢayan 258 945 hanenin 10 sene içinde 709 haneye indiği bildirilmiĢtir. Yine 3. Ordu mıntıkasında yapılan taramalarda Ordu livasında 5.972 kiĢiden 2.992‟sinde, Giresun‟da 2.556 kiĢiden 486‟sında, Samsun‟da 7.560 kiĢiden 5.326 kiĢide sıtma parazite rastlanmıĢ ve I. Dünya Sa- 259 vaĢı‟nda sıtmaya yakalanan 451.803 kiĢiden 23.359 kiĢi vefat etmiĢtir. Karadeniz kıyı Ģeridinde hastalığın yoğun olarak görülmesi fiziki Ģartların sıtma için elveriĢli olmasından kaynaklanmıĢtır. Sıtmanın görüldüğü Karadeniz kıyı Ģeridi aynı zamanda tarım için bere- ketli ve verimli topraklara ev sahipliği yapmıĢtır. Sıtmanın Karadeniz‟deki varlığı bölgenin hem demografik hem de iktisadi yapısının niteliğini tehlikeye düĢürmüĢtür. Sıtmayla mücadeleye erken yıllarda baĢlayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilk olarak sıtmanın hangi coğrafyalarda yayıldığını bulmakla sürece baĢlamıĢtır. 1924 yılında Refik Saydam salgın hastalıkların durumuyla alakalı meclisi bilgilendirirken sıtmanın memleketin her mıntıkasında görülmediğini bazı mıntıkalarda sıtmanın dıĢardan geldiğini, bazı mıntıka- 260 larda ise sıtmanın yerli ve esaslı olarak görüldüğünü belirtmiĢtir. Türkiye‟de hastalığın yayıldığı alanlar daha çok sıcaklığın ve nemin yüksek olduğu sulak araziler olmuĢtur. Türkiye‟de nehirlerin birçok araziyi sulaması sivrisinekler için do- ğal alanları oluĢturmuĢtur. 1926 yılının 26 Nisan‟ın da yapılan açıklamalarda sıtmanın yayı- lımı ile ilgili Ģu ifadeler kullanılmıĢtır: “… Sıtma memleketimizin büyük bir kısmında yerleşmiştir. Bu yerler Türkiye'nin en güzel, en kıymetli, en çok mahsul veren ve en çok nüfuslu yerleridir. Sahillerimizdeki irili ufaklı bütün nehir ve ırmakların mansapları ve mesîrleri umumiyetle sıtmalıdır! Buralarda yapılan tetkikatta sıtmanın büyük bir şiddet ve vüs'atta hüküm sürdüğü ve hatta bazı yerlerde halkım yüzde doksanının 258 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 17. 259 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 17. 260 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 02. 1340, II. Devre, C. 6, BirleĢim 106, s. 125. 66 261 sıtmalı olduğu tebeyyün etmiştir…” Türkiye coğrafyasında sıtmanın Ģiddetli görülmesi ve mücadelenin çok eskilere dayanması bu coğrafyanın üç tarafının denizlerle çevrili olması ve bereketli delta ovalarına sahip olmasından kaynaklanmıĢtır. Sıcaklık ve nem koĢulunun sağlanmadığı yerlerde de sıtma kendini göstermiĢtir. Ör- neğin 1925 yılında kara kıĢıyla bilinen Erzurum‟da Karasu Nehri‟nin durgun suyunun ulaĢ- tığı yerlerde ıslah yapılmaması sonucu oluĢan bataklıklar, sıtmanın Erzurum halkında gö- 262 rülmesine neden olmuĢtur. 1927 yılında salgınlarla mücadele noktasında meclise açıklamalarda bulunan sağlık bakanı Refik Saydam sıtma mücadelesinin beĢ merkez mıntıka Ankara, Adana, Aydın, Konya ve Bursa‟da iki tali mıntıka Samsun ve Kocaeli‟nde toplamda yedi mıntıkada faali- 263 yetlere devam ettiğini bildirmiĢtir. Bu illere ek olarak sıtma mıntıkalarına dâhil olup araĢtırmaların yapılmadığı Samsun, Terme, ÇarĢamba ve Kocaeli‟nde de 1928 yılında ça- 264 lıĢmaların baĢladığı belirtilmiĢtir. 1930 yılında mıntıka sayısı artırılarak faaliyetlere Ada- na, Aydın, Ankara, Bursa, Balıkesir, Kocaeli, Konya, Antalya ve Manisa illerinde devam 265 edilmiĢtir. 1931 yılında sıtma mücadelesinin on bir mıntıkada devam ettiği toplam nüfu- sun % 21,4‟ün sıtma mücadelesi kapsamına girdiği Refik Saydam tarafından ifade edilmiĢ- 266 tir. 1935 senesinde 88 kazada, bazı kazalarm hepsi, bazılarının yalnız bir kaç köyü ile nahiyelerini almak suretile iki milyon dörd yüz on altı bin kişinin sıtma mücadelesinde yer 267 aldığı ve nüfusun % 15‟lik kısmını içerdiği dile getirilmiĢtir. 1939 yılında Samsun‟a giden bir mebus bir okul ziyareti sırasında öğrencilerin çoğu- nun sıtma olduğunu görmüĢ ve öğretmenle yaptığı konuĢma sonucu ÇarĢamba kazasında % 268 70- 80 sıtmalı hastanın olduğunu söylemiĢtir. 1941 yılında ise Bergama, Menderesler, Gediz çayı, cenupta Köyceğiz mıntıkasında, Antalya’da, Seyhan ve Ceyhan vadilerinde, 261 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 17. 262 TBMM Zabıt Ceridesi, 10. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 74, s. 329. 263 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1927, II. Devre, C, 31, BirleĢim 50, s. 73. 264 TBMM Zabıt Ceridesi, 22. 04. 1928, III. Devre, C. 3, BirleĢim 64, s. 200. 265 TBMM Zabıt Ceridesi, 18. 05. 1930, III. Devre, C. 19, BirleĢim 60, s. 102. 266 TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 07. 1931, IV. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 140. 267 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 240. 268 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 16, s. 226. 67 keza Dicle mıntıkasında Diyarbakır, Silvan havalisinde, şimalde Bafra ve Çarşamba gibi birçok mıntıkalarda mevcut olan bataklıklar sıtma tehlikesinin arttığı yerler olarak görül- 269 müĢtür. Yine 1941 yılında Yozgat Yeniköy‟de Delice Irmağı‟nın ayaklarının taĢması ve 270 kıĢın karların erimesi ile oluĢan bataklıkların sıtmaya neden olduğundan bahsedilmiĢtir. 1943 yılında CHP grubunun yaptığı toplantıda milletvekillerinin tatilde dolaĢtıkları yerlerde sıtmanın çoğaldığı görülmüĢ ve Sıhhiye Bakanlığının belirtilen yerlerde inceleme- 271 lerde bulunması rica edilmiĢtir. 1944 yılında sıtma mücadelesine Urfa ve Mardin dâhil 272 edilerek mücadele sahası geniĢletilmiĢtir. 1950 yılına gelindiğinde ise hastalığın yoğun görüldüğü yerlerden biri olan Adana‟da sıtmanın azaldığı ve hastanenin kapatıldığı Bakan- 273 lık tarafından açıklanmıĢtır. 3. TRAHOM SALGINI Türkiye Cumhuriyeti Devleti, uzun yıllar süren Milli Mücadele sürecinden sonra dev- letin kalkındırılması için gerekli olan her tür çalıĢmanın bir an önce yapılması gerektiğine inanmaktaydı. Devletlerin kalkındırılmasında devleti yönetenlerin ihtiyaç duyduğu en önemli unsuru ise sağlıklı ve nitelikli insan gücü oluĢturmaktadır. Sağlıklı insan gücünün oluĢturulabilmesi için her Ģeyden önce insanlara sunulan sağlık hizmetlerinin yeterli ve geliĢmiĢ olması gerekmektedir. Uygun sağlık koĢulları sağlandıktan sonra devletin ikinci önemli görevi salgın ve bulaĢıcı hastalıkları toplum için sorun olmaktan çıkarmaktır. Türki- ye Büyük Millet Meclisi‟nde yapılan tartıĢmalarda salgın ve bulaĢıcı hastalıklar devletin geleceği için tehdit olarak görülmüĢ ve bu doğrultuda sistematik çalıĢmalar yapılmıĢtır. Önemli salgın ve bulaĢıcı hastalıklardan biri olan ve görme duyusunda kalıcı hasarlar bırakan trahom hastalığı da Türkiye Büyük Millet Meclisi‟nin gündemini fazlasıyla meĢgul etmiĢtir. Trahom; frengi, verem ve sıtmayla beraber Cumhuriyet dönemini meĢgul eden 269 TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 05. 1941, VI. Devre, C. 18, BirleĢim 57, s. 194. 270 TBMM Zabıt Ceridesi, 28. 11. 1941, VI. Devre, C. 21, BirleĢim 9, s. 71. 271 BCA. 030. 10. 00. 177. 124. 4. 272 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1944, VII. Devre, C. 10, BirleĢim 60, s. 221. 273 TBMM Zabıt Ceridesi, 23. 02. 1950, VIII. Devre, C. 24, BirleĢim 54, s. 1083. 68 274 dört başlı bir ejderha olarak adlandırılmıĢtır. Trahom, göz kapağının iç bölgesinde kır- mızı kabarcıkların çıkması sonucu gözün iĢlevini yapamamasına neden olan salgın ve bula- 275 Ģıcı bir hastalıktır. 1923 yılında Kırkkilise mebusu Fuad Bey hastalığın mühim ve feci bir hastalık olduğundan ve Amerika‟nın trahomlu muhacirleri ülke içine sokmayıp ciddi ön- 276 lemler aldığından bahsetmiĢ ve Sağlık Bakanlığı‟nı da ciddi önlemler almaya çağırmıĢtır. Birçok salgın hastalık gibi trahom da geri kalmıĢlığın bir kanıtı olduğundan Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti hastalığı Anadolu‟ya nerden geldiği noktasında çalıĢmalar yapmıĢ, trahomun tüm dünyaya Mısır‟dan yayıldığı noktasında birleĢilmiĢ ve trahom aynı zamanda 277 Mısır hastalığı olarak da adlandırılmıĢtır. Trahomun Osmanlı topraklarına ilk olarak Ya- vuz Sultan Selim döneminde Mısır Seferi‟nden Anadolu‟ya dönen askerler aracılığıyla ve 278 daha sonra Anadolu‟ya gelen Mehmet Ali PaĢa‟nın askerleriyle girdiği düĢünülmektedir. Tarih boyunca meydana gelen savaĢlar, geride hem askeri hem sosyal birçok hasar meyda- na getirmiĢtir. Toplumlar savaĢların yıkımlarını ortadan kaldırmak için mücadele verirken aynı zamanda salgın ve bulaĢıcı hastalıkların neden olduğu acıları da yüklenmek zorunda kalmıĢlardır. Salgın ve bulaĢıcı bir hastalık olan trahomun da toplumda yarattığı yıkımlar I. Dünya SavaĢ‟ından sonra Mısır‟dan ayrılan askerlerin memleketlerine dönmesiyle geniĢ bir 279 bölgeye yayılmıĢtır. Terhis edilen trahomlu askerlere; trahomun yoğun olduğu bölgelerde yapılan geçiĢler ve bu bölgelere yapılan göçler eklenince hastalık kontrol edilemez ölçüde 280 yayılmaya baĢlamıĢtır. 1939 yılında Erzincan mebusu Abdülhak Fırat, Erzincan‟da tra- hom vakalarının artmasını bölgede bulunan 4. Ordu mıntıkasından Yemen‟e gönderilen 274 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 02. 1340, II. Devre, C. 6, BirleĢim 110, s. 304. 275 Yavuz Haykır, Uğur Canpolat, “Ġkinci Milli Türk Tıp Kongresi‟nde Sunulan “Türkiye Trahom Coğrafya- sı” Raporu”, Tarih Yolunda Bir Ömür Ergün Öz Akçora Armağanı, ed. Ahmet Aksın, Yavuz Haykır, Filiz Yıldırım, C. 2., Ġstanbul: Mikyas Yayınevi, 2019, s. 192. 276 TBMM Zabıt Ceridesi, 08. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 15, s. 458. 277 Yücel Yanıkdağ, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 71. Sevilay Özer, “Türkiye‟de Trahomla Mücadele (1925-1945)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 24, 2014, s. 122. 278 Vefik Hüsnü, İkinci Milli Türk Tıp Kongresi Türkiye Trahom Coğrafyası, Kader Matbaası, Ankara, 1927, s. 20. 279 Sadet Altay, “Cumhuriyet‟in Ġlk On BeĢ Yılında Gaziantep‟te Trahom ve Mücadele Faaliyetleri”, Tarihi- mizden Günümüze Ayıntap- Gaziantep, ed. Ahmet Gündüz, Murat Çelikdemir, Selim Osrak, Murat Dağ, S. 23, Ankara: Gaziantep BüyükĢehir Belediyesi Kültür Yayınları, 2018, s. 1010. 280 Yanıkdağ, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, Top- lumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 72. 69 askerlerin geri gelmesine ve I. Dünya SavaĢı‟nda Mısır‟da esir tutulan askerlerin memleket- 281 lerine dönmesine bağlamıĢtır. Trahomun, Avrupa‟ya ulaĢması da yine savaĢlar ve göçler aracılığıyla olmuĢtur. Av- rupa‟nın Doğu‟nun zenginliklerine ulaĢmak ve Ġslam‟ın yayılmasını engellemek için hazır- ladığı Haçlı Seferleri, Napolyon‟un imparatorluk hevesiyle yola çıktığı Mısır Seferi ve Ġn- giltere‟nin sömürge telaĢıyla ele geçirmek istediği Mısır, Avrupa‟ya bu hastalığı hediye 282 etmiĢtir. Nitekim hastalıkların kısa sürelerde salgın halini alması savaĢlar, göçler ve sos- yal hareketliliklerle olmuĢtur. Bu hareketlilikler; kötü çevre koĢulları ve kiĢisel hijyen eği- timinin yetersizliğiyle birleĢince hastalıkların daha ağır Ģekilde etki etmesine zemin hazır- lamıĢlardır. Özellikle hijyen bilgisinin yetersizliği, hastalığın yayılımını etkileyen en önem- li unsur olmuĢtur. 1943 yılında Hulusi AlataĢ, trahomun engellemesinin şahıs bilgisi, aile bilgisi, köyün, kasabanın temizliği, mesken temizliği ile sıkı alâkası olduğunu belirtmiĢ ve trahom mücadelesinin sadece hekim iĢi olmadığını mücadelenin bakım ve temizlikle paralel 283 yürütülmesi gerektiğini ifade etmiĢtir. Bu engeller dıĢında savaĢlarda bütçenin büyük bir kısmının savunmaya ayrılması da sağlık hizmetlerinin geliĢmesini bir süre sekteye uğratmıĢ ve karĢılaĢılan salgınların tedavisi için gerekli bütçeler ayrılamamıĢtır. 3.1. Trahom Salgının BulaĢma Mekanizması Trahom, göz kapağı altında meydana gelen kabarcıklar sonucu oluĢan salgın ve bula- 284 Ģıcı bir hastalıktır. Göz hastalığı trahoma neden olan chlamydia trachomatis adlı mikro- 285 organizmadır. Vefik Hüsnü Bey, II. Milli Türk Tıp Kongresi‟ne sunduğu “Trahom Coğ- rafyası” raporunda trahomun her ırkta görüldüğünü ancak ırkların sahip olduğu hıfzıssıhha 281 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 16, s. 236. 282 Sadet Altay, “BulaĢıcı ve Müzmin Bir Sosyal Afet: Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Trahom Hastalığı ve Mücadele ÇalıĢmaları ( 1924-1938)”, Hacettepe Üniversitesi CTAD, S. 23, 2016, s. 167. 283 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1943, VII. Devre, C. 2, BirleĢim 27, s. 211. 284Haykır, Canpolat, a.g.m., s. 191. 285 Altay, “Cumhuriyet‟in Ġlk On BeĢ Yılında Gaziantep‟te Trahom ve Mücadele Faaliyetleri”, s. 1009. 70 durumu ve temizlik alıĢkanlıklarının trahomun yayılımını doğrudan etkilediğini yine cinsi- 286 yet fark etmeksizin kadın-erkek herkesin hastalığa yakalanabileceğini belirtmiĢtir. Sulanma, gözde yabancı madde ve yanma hissi, trahomun ilk belirtileri olmakla bera- ber hastalığın ilk belirtilerine dayalı teĢhis konulması zor olduğundan çoğu zaman erken 287 tedavi aĢaması yakalanamamıĢtır. Trahomlu kiĢi, erken tedavi edilmediğinde gözün ta- mamını ele geçiren hastalık, kirpiklerin ters dönüp göze batmasıyla kötü ve rahatsız edici 288 bir hal almıĢtır. Trahomda erken teĢhis imkânının sağlanması için doktorlara göz Ģikâye- tiyle gelen hastalara tıbbi incelemeler yapmak dıĢında trahomlu kiĢilerle yaĢayıp yaĢamadı- ğı, trahomlu kiĢilerle yakın olup olmadığı, okulda trahomlu arkadaĢlar edinip edinmediği 289 gibi sorular sorulması ve göz Ģikâyetlerinin anlamlandırılması tavsiye edilmiĢtir. Trahomun hızlı Ģekilde yayılmasına ortak eĢya kullanımı ve karasinekler neden ol- 290 maktadır. Ortak eĢya kullanımı sonucu oluĢabilecek tabloyu Rıza Nur, 8 Eylül 1923 tari- hinde Darüleytam bütçe tartıĢmaları sırasında yaptığı konuĢmasında Ģu örnekle açıklanmıĢ- tır; “…Meselâ bir havluya iki çocuk yüzünü siliyor. Gözü hastalıklı bir çocuk yüzünü sildikten sonra sağlam gözlü bir çocuk da yüzünü silerek hastalanıyor. Meselâ darüleytamları tesellüm etti- ğimiz vakitte evvelce sekiz bin yetim varken bize üç bin yetim teslim edilmiştir. Bize teslim edilen bu üç bin çocuğun içerisinde - pek fecidir - sekiz yüz kadarı trahom hastalığı denilen vahîm bir göz 291 hastalığına mübtelâdır ki bu hastalık gözü tahribeder…” Ayrıca sağlık bakanı Rıza Nur, Darüleytam depolarında çamaĢırların yığın yığın dur- duğunu ve çocukların iyi beslenemediğini ifade ederek eski Darüleytam yönetimini eleĢtir- miĢ ve çocukların trahoma yakalanmasını eski yönetimin keyfi davranıĢlarına bağlamıĢ- 292 tır. Yine Kırkkilise mebusu Fuad Bey, memleketin en büyük millî felâketi olarak çocuk 286 Hüsnü, a.g.e., ss. 20- 26. 287 A. Cuenod, R. Natal, Trahom, çev. Murat Rami Aydın, Ġstanbul: Devlet Basımevi, 1938, s. 85. 288 Haykır, Canpolat, a.g.m., s. 192. 289 Cuenod, Natal, a.g.e., ss. 85-86. 290 Nuri Fehmi Ayberk, İnsanı Kör Eden Hastalıklardan Trahom Halk Kitabı, Ġstanbul: Kader Matbaası, 1930, ss. 11-13. 291 TBMM Zabıt Ceridesi, 08. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 15, s. 453. 292 TBMM Zabıt Ceridesi, 08. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 15, s. 453. 71 ölümlerini ve mebusların kayıtsızlığını görmüĢ ve Darüleytam‟da bulunan çocukların yalı- 293 nayak ve üstlerine giyecek hiçbir Ģey olmadan yaĢadıklarını ifade etmiĢtir. Açıklamalar- dan da anlaĢılacağı üzere hastalık, kiĢisel temizliğin sağlanamadığı durumlarda özellikle ebeveynlere bağlı olan ve kiĢisel temizlik noktasında eğitimsiz kalan küçük çocuklarda 294 görülmüĢtür. Sinsi bir hastalık olan trahom insan vücuduna girdiği ilk anda herhangi bir belirti göstermemektedir. Hastalığın erken teĢhis edilememesi ve uzun bir tedavi süreci istemesi hastalıkla mücadeleyi daha hassas bir noktaya getirmiĢtir. Hastalığın ortaya çıkan ilk belir- 295 tileri; gözde sulanma, ıĢığa duyarlılık gibi basit denilebilecek tepkilerdir. Hastalar bu belirtilerden Ģikâyetçi olmadıkları için hastalığın belirtileri, ilerleyen zamanlarda rahatsız edici Ģekilde artmaya baĢlamaktadır. Özellikle batma hissinin artması, kanlanma ve sulan- ma belirtileriyle hastalığın tehlike boyutu artmakta ve son olarak gözde çıkan yaralar göz 296 kapaklarını kalınlaĢtırmakta ve körlüğe kadar giden hasarlar bırakmaktadır. Trahomun hızlı Ģekilde yayılmasına gözde sulanmayla beraber ortaya çıkan çapak ve hasta göze temas eden karasinekler neden olmuĢtur. Öyle ki kiĢinin hasta olan göze değir- diği elle sağlam göze dokunması veya gözlerini sildiği havlunun baĢkaları tarafından kulla- nılması özellikle hastalığın köy yerlerinde artıĢına neden olmuĢtur. Yine karasinekler hasta göze dokunup baĢka insanların vücutlarına konduğunda hastalığa neden olan mikroorga- 297 298 nizmayı taĢımıĢlardır. Hastalığın özellikle yaz aylarında artması karasineklerin yaz mevsiminde artıĢ göstermesiyle açıklanmaktadır. Taramalarda yaz aylarında trahom Ģüphe- siyle hastaneye baĢvuranların sayısının arttığı ve bu artıĢa yaz aylarında çoğalan sineklerin 293 TBMM Zabıt Ceridesi, 08. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 15, s. 458. 294 Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, IV. Trahom Semineri, ed. Mahmut IĢık, Trahom SavaĢı Müdürlüğü Yayınlarından No. 348, Ankara: Gürsoy Basımevi, 1967, s. 44. 295 Cuenod, Natal, a.g.e., s. 31. 296 Özer, a.g.m., s. 124. 297 Yanıkdağ, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, Top- lumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 71. 298 Hot, a.g.t., s. 14. 72 neden olduğu açıklanmıĢ ancak Ģüphelerin trahom değil göz nezlesi olan oftalmi olduğu 299 belirtilmiĢtir. Trahom hastalığının salgın halini almasında birçok unsurun etkisi olmuĢtur. Ġklim ko- Ģulları özellikle güneĢ ıĢınlarının açısı, fırtına, kum, susuzluk hastalığın yoğun seyretmesine yol açmıĢtır. Yapılan araĢtırmalar, su temininin kolay olduğu yerlerde trahom seyrinin azaldığını göstermiĢtir. Yine ana unsur olmamakla birlikte iyi beslenmemiĢ çocuklarda has- 300 talığın daha ağır ilerlediği ve tedavinin daha zorlu geçtiği görülmüĢtür. Trahomla mücadeleden baĢarılı sonuç alınabilmesi için tıbbi tedavilerin uygulanma- sın dıĢında halkın hijyen, kültür, sosyal ve ekonomik seviyelerinin yükseltilmesi gerekmiĢ- tir. Halka hijyen eğitiminin verilmemesi, ekonomik durumlarının iyileĢtirilmemesi, halkın 301 eğitim seviyesinin artırılmaması trahom mücadelesinin baĢarıya ulaĢmasını engellemiĢtir. Hastalığın özellikle Güney Doğu ve Doğu Anadolu‟da görülmesinin nedeni yukarıda bah- sedilen faktörlerin hepsinin bu bölgelerde mevcut olmasından kaynaklanmıĢtır. Türkiye‟de sayıları 40 bine ulaĢan köylerin yol, su, okul gibi hizmetlerden mahrum 302 olmasından dolayı trahom, kendi haline bırakılmıĢ bölgelerde asırlarca barınmıĢtır. Dr. Fehmi Ayberk‟e göre trahomu uzaklaĢtırmak için fakir ve eğitimsiz insanlara su ve sabun teminin sağlanması, temizlik eğitimin verilmesi, özellikle hastalığın yayılmasına sebebiyet 303 veren çocuklara ve ailelerine trahomun yaptığı kötülüklerin anlatılması gerekmiĢtir. Tra- homla mücadele sürecinde bu hususların yerine getirilmesi Ģehirlerde kolay iken kırsal böl- gelerde güçlükle sağlandığından köylerde trahom mücadelesi uzun yıllar devam etmek du- rumunda kalmıĢtır. Belirtilen hususların yerine getirilmesi için geliĢmiĢ bir belediyecilik hizmetinin sağ- lanması ve halkın yaĢam standartlarının seviyece yükseltilmesi gerekmiĢtir. Hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet ilk dönemlerinde tıbbi müdahaleler dıĢında sosyo- ekonomik durumun iyileĢtirilmesine ve eğitim seviyesinin yükseltilmesine dair çalıĢmalar 299 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1945, VII. Devre, C. 20, BirleĢim 19, s. 458. 300 Mahmut IĢık, Konjonktiva- Kornea Hastalıkları Trahom ve Türkiye’de Trahom İle Mücadele, s. 23. 301 IV. Trahom Semineri, s. 29. 302 Yanıkdağ, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, s. 71. 303 IV. Trahom Semineri, s. 33. 73 ikinci planda bırakılmıĢtır. Nitekim 1920‟li yıllarda hangi istatistik verilere göre yapıldığı 304 bilinmemekle birlikte 3 milyon trahomlu hastanın olduğu düĢünülmektedir. Cumhuriyet döneminde trahomla mücadelede daha çok tedavi edici ve koruyucu sağlık hizmetlerine ağırlık verilmesi ve yaĢam Ģartlarının istenilen düzeye getirilememesi 1960‟lı yıllarda hala 305 Türkiye‟de 2 milyona yakın insanın trahom pençesinde yaĢamasına neden olmuĢtur. 3.2. Trahom Salgının Görüldüğü Yerler Dünyaya Mısır‟dan yayıldığı kabul edilen trahom hastalığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni konumu itibarıyla erken yıllarda etkisi altına almıĢtır. Türkiye‟nin sahip olduğu jeopolitik konum gereği geçiĢ güzergâhında olması ve birçok devletle kara sınırı bulunması devleti salgın ve bulaĢıcı hastalıklar gibi tehditlerle doğrudan karĢı karĢıya bırakmıĢtır. XVII. yüzyılda Osmanlı topraklarına giriĢ yapan trahom I. Dünya SavaĢı‟nın gerçekleĢtiği senelerde askerlerin hareket halinde olmasından dolayı geniĢ bir sahaya yayılmıĢtır. Hasta- lığın özellikle hijyenin olmadığı veya yetersiz kaldığı bölgelerde yoğunlaĢması Osmanlı Devleti‟nin uzun yıllar kendi halinde bıraktığı Doğu ve Güneydoğu Bölgesi‟ni ele geçir- miĢtir. Nitekim trahomla ilgili ilk ciddi çalıĢmaya Cumhuriyet döneminde baĢlanmıĢ ve 1924 yılında Refik Saydam, göz uzmanı Vefik Hüsnü Bey‟i araĢtırma yapması için Güney- 306 doğu Anadolu Bölgesi‟ne göndermiĢtir. Yapılan araĢtırmalarla trahomun ülkenin Güney vilayetlerini istila ettiği görülmüĢ ve 307 salgının önünün alınması için uzun zamana ve masrafa ihtiyaç olduğu vurgulanmıĢtır. Öyle ki 1925 yılında Dr. Mazhar Bey, Hasan Mansur kazasında % 75 trahomlu olduğundan ve kazada Körler Çarşısı, Körler Mahallesi diye anılan yerlerin varlığından bahsetmiĢ ve trahomun hem hasta insanların üzerine hem de beĢeriyet üzerine ağır yükler eklediğinden 304 Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, s. 130. 305 IV. Trahom Semineri, s. 30. 306 Altay, “Cumhuriyet‟in Ġlk On BeĢ Yılında Gaziantep‟te Trahom ve Mücadele Faaliyetleri”, s. 1011. 307 TBMM Zabıt Ceridesi, 31. 01. 1341, II. Devre, C. 13, BirleĢim 43, s. 262. 74 308 Ģikâyetçi olmuĢtur. Ayrıca Mazhar Bey, mücadelenin Malatya, Antep ve Adana gibi tra- 309 homun yoğun olarak görüldüğü güney illerinde de yoğunlaĢmasını istemiĢtir. 11-13 Ekim 1927 tarihinde düzenlenen II. Milli Türk Tıp Kongresi‟nin gündemini trahom oluĢturmuĢ ve Vefik Hüsnü Bey‟in sunduğu Trahomun Coğrafyası tüm yönleriyle 310 değerlendirilmiĢtir. Vefik Hüsnü Bey‟in sunduğu raporla Türkiye‟yi dört mıntıkaya ayırmıĢ ve trahomun Türkiye‟nin güneyinde özellikle Adıyaman, Gaziantep, Urfa, Adana 311 gibi sıcak ve Mısır ve Suriye ile yakınlığı bulunan yerlerde yoğunlaĢtığını belirtmiĢtir. 11 Nisan 1927 tarihinde mecliste Sıhhiye ve Muavenet-i Ġçtimaiye Vekâlet‟inin bütçesi tartıĢı- lırken söz alan Dr. Refik Bey trahomun, Güneyde Behisni, Hasan Mansur kazalarıyla Do- ğuya doğru yayıldığını bildirmiĢ ve bu bölgelerde hastalığın yoğun olarak görüldüğünü 312 söylemiĢtir. Bakanlık, Milli Türk Tıp Kongresi toplanmadan önce hastalığın yoğun ola- rak görüldüğü yerleri zaten tespit etmiĢtir. Bakanlık, büyük olasılıkla Vefik Hüsnü Bey‟in kongreye sunduğu raporla trahomla mücadele noktasında nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini Türkiye‟nin dört bir yanından gelen sağlık personeli ile kararlaĢtırmak istemiĢtir. Yine 22 Nisan 1928 tarihinde Refik Saydam, hastalığın yoğun olarak görüldüğü yer- 313 leri Besni ve Hısnımansur ( Adıyaman) olarak belirtmiĢtir. Ayrıca trahomlu hasta sayısı- nın Adıyaman‟da fazla olması Adıyaman‟ın “körler memleketi” olarak anılmasına neden 314 olmuĢ ve mücadele bu noktalarda yoğunlaĢmıĢtır. 1933 yılında Dr. Refik Bey Adana, Gaziantep, Behisni, Kilis, Adıyaman, Malatya, Urfa, Siverek ve MaraĢ‟ta trahom mücade- 315 lesinin topyekûn yürütüldüğünü açıklamıĢtır. 25 Mayıs 1935 tarihine gelindiğinde Refik Saydam mecliste yaptığı konuĢmada 1923-1935 yılları arasında trahomla mücadelenin Adana, Gaziantep, Malatya, Urfa, MaraĢ 308 TBMM Zabıt Ceridesi, 09. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 73, s. 294. 309 TBMM Zabıt Ceridesi, 09. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 73, s. 294. 310 Arıkan, a.g.t., s. 21-22. 311 Hüsnü, a.g.e., ss. 28-30. Altay, “Cumhuriyet‟in Ġlk On BeĢ Yılında Gaziantep‟te Trahom ve Mücadele Faaliyetleri”, s. 1011. 312 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1927, II. Devre, C. 31, BirleĢim 50, s. 73. 313 TBMM Zabıt Ceridesi, 22. 04. 1928, III. Devre, C. 3, BirleĢim 64, s. 200. 314 M Metin AltıntaĢ, a.g.t., s. 117. 315 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 05. 1933, IV. Devre, C. 15, BirleĢim 52, ss. 127- 128. 75 316 ve Nizib kasabası ve civarında yürütüldüğünü aktarmıĢtır. Bu açıklamalara karĢılık 1939 yılında hastalığın sadece güneyde görülmediği, Erzincan‟da da trahomlu hastaların olduğu Erzincan mebusu Abdülhak Fırat tarafından ifade edilmiĢ ve sağlık bakanı Hulusi Ala- 317 taĢ‟tan Erzincan‟da tarama yapması istenmiĢtir. 1941 yılında Seyhan mebusu Sinan Tekelioğlu, Adana vilayetinin Yenice köyünde trahomun % 98 oranında görüldüğünü aktarmıĢ, Mersin- Tarsus arasındaki demiryollarının kesiĢtiği noktada bulunan Yenice‟de yaĢayan insanların köyden geçen insanlara hastalığı bulaĢtırdığından ve Yenice‟ye okumak için civardaki on köyden gelen öğrencilerin hastalığı 318 civar köylere taĢıdığından bahsetmiĢtir. 1945 yılında Türkiye‟de Erzurum‟dan Mersin‟e kadar insanların trahomdan mustarip 319 olduğu belirtilmiĢtir. 1945 yılında hastalığın mücadelesi için daha geniĢ bir saha mücade- le kapsamı içine alınmıĢtır. Sivas mebusu Abdurrahman Naci Demirağ, Divriği‟de bir öğ- retmenden aldığı bilgi ile öğrencilerin % 30‟nun trahomlu olduğunu meclise bildirmiĢ ve 320 bakanlığı çalıĢmaya davet etmiĢtir. Bakan Hulusi AlataĢ, bu sözler üzerine açıklama yapmıĢ ve 1945 yılında kadro sayısının artmasıyla beraber Antakya, Birecik, Elbistan, Ko- zan, İslâhiye, Mersin, İskenderun, Midyat, Adana, Diyarbakır, Kilis, Malatya, Urfa, Adı- yaman, Gaziantep, Nizip, Seyhan'da açılacak hastaneler ve dispanserlerle mücadelenin ge- 321 niĢletileceğini dile getirmiĢtir. 1950 yılında Erzurum mebusu, Doğu‟nun kalkınması için sağlık çalıĢmalarına ağırlık verilmesi gerektiğini ve Pasinler Ovası‟nda trahomun hala kü- 322 çük çocukların gözlerini kör ettiğini ifade etmiĢtir. Trahomun yarattığı tehlikeler bakanlığın yapmıĢ olduğu çalıĢmalarla bertaraf edilme- ye çalıĢılmıĢtır. Ancak mücadelede istenen sonuç alınamamıĢtır. MaraĢ mebusu Dr. Kamil 323 Ġdil, bu durumu trahomla mücadele kadroların boĢ kalmasına bağlamıĢtır. Yine Gazian- 316 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 242. 317 TBMM Zabıt Ceridesi, 24.05.1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 16, s. 236. 318 TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 05. 1941, VI. Devre, C. 18, BirleĢim 57, ss. 195- 196. 319 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 05. 1945, VII. Devre, C. 17, BirleĢim 63, s. 416. 320 TBMM Zabıt Ceridesi, 26.05.1945, VI. Devre, C. 25, BirleĢim 63, s. 300. 321 TBMM Zabıt Ceridesi, 26.05.1945, VI. Devre, C. 25, BirleĢim 63, s. 301. 322 TBMM Zabıt Ceridesi, 23. 02. 1950, VIII. Dönem, C. 24, BirleĢim 54, s. 1079. 323 TBMM Zabıt Ceridesi, 26.12.1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 550-551. 76 tep mebusu Dr. Muzaffer Canbolat tarafından 3 milyon nüfusun yaĢadığı on iki ilde trahom 324 mücadelesi verildiği ve bu illerde insanların % 60‟nın trahomlu olduğu ifade edilmiĢtir. Bazı bölgelerde hastalığın seyri azalma gösterirken bazı bölgelerde hastalık artıĢ göstermiĢ- tir. Örneğin Siirt mebusu Ali Rıza Esen, Siirt‟te trahom vaka sayısının azaldığından ve bö l- gede artık kör insanın bulunmadığından bahsetmiĢ ve sözleri mecliste alkıĢla karĢılanmıĢ- 325 tır. Siirt‟te trahomda azalma olurken 1952 yılına gelindiğinde trahom mücadelesi hastalı- 326 ğın yoğun görüldüğü Tunceli, Bingöl, Erzurum, Van, MuĢ ve Kilis‟te devam etmiĢtir. 4. VEREM SALGINI Verem, mycrobacterium tuberculosis mikrobunun akciğerlere yapıĢmasıyla kiĢinin solunum zorluğu çekmesine neden olan ve tedavi edilmediği takdirde ölümle sonuçlanan 327 salgın ve bulaĢıcı bir hastalıktır. Verem hastalığının insanlara yaĢattığı acılar tarihin çok erken dönemlerine dayanmaktadır. Yapılan arkeolojik kazılarda Neolitik dönemde yaĢamıĢ 328 bir insanın omurga iskeletinde veremin bıraktığı izlere rastlanılmıĢtır. Kötü yaĢam koĢul- larının etkisiyle daha fazla yayılma gösteren hastalık, küçük büyük demeden her yaĢ gru- bundan insanı güçsüz bırakmıĢtır. Veremin ciddi sorunlar yaratması üzerine veremle ilgili araĢtırmalar yoğunlaĢmıĢtır. Nitekim 1865 yılında Jeon Antoine Villemin hastalığın bulaĢı- 329 cı olduğunu açıklamıĢtır. Devam eden çalıĢmalarla 1882 yılında Robert Koch izole or- 330 tamda tüberküloz basilini üretmiĢtir. Tedaviye yönelik çalıĢmalar hızlansa da hastalığın dünya üzerinde yarattığı kayıplar devam etmiĢtir. Öyle ki Türkiye‟de Milli Mücadele döneminden sonra 13 milyonluk nüfu- 324 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 563. 325 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 567. 326 TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 09. 1952, IX. Devre, C. 17, BirleĢim 1, s. 6. 327 Mehmet Karayaman, “Ġzmir Verem Mücadele Cemiyeti Tarafından Yayınlanan Sıhhi Cidâl- Sıhhat Dergi- si”, Türkiye Klinikleri Journal of Medical Ethics, S. 18 (3), 2010, s. 141. 328 Hot, a.g.t., s. 98. 329 a.yer. 330 Ceren Gülser Ġlikan Rasimoğlu, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 50. 77 331 sun 1 milyonunun veremli olduğu kayıtlara geçmiĢtir. Bu sebeple salgınlar, nüfus dava- sının en ciddi tehdidi olarak görülmüĢtür. Harpler yüzünden zayiata uğrayan nüfus, savaĢla- rın yarattığı sefalet sonucu artıĢ gösteren salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla bir kez daha kayıp- 332 lar yaĢamıĢtır. Uzun yıllar süren savaĢlarda ölümlerin fazla olması ve geride kalanların ise fiziksel ve psikolojik açıdan çökmesi devletin kalkınma planları için tehlike oluĢturmuĢ- tur. Yeni kurulan devletin parlak bir gelecek inĢa edebilmesi için sağlıklı ve nitelikli insan gücü yetiĢtirmesi gerekmiĢtir. Nitelikli ve sağlıklı insana duyulan ihtiyaç, eğitim ve sağlık sisteminde modern programların hazırlanmasını hızlandırmıĢtır. Donanımlı bireyin bilgisini paylaĢabilmesi kiĢinin fiziksel ve ruhsal sağlığının sağlam olmasından geçmiĢtir. Bu husus- ta eğitimle donanımlı hale gelen birey sağlıklı olduğu sürece topluma faydalı olabilmiĢtir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin kalkınma çalıĢmalarına eğitim ve sağlık alanında baĢla- ması bu düĢüncenin birer örneği olmuĢtur. Vereme neden olan virüsünün bazı insanlarda ağır tesirleri olurken bazı insanlara etki etmemesi üzerine hastalığı tetikleyen unsurlar bilim insanları tarafından detaylı Ģekilde araĢtırılmıĢtır. Sonuç olarak hastalığa yakalananların genelinin yaĢam Ģartları iyi olmayan ve beslenmesini iyi Ģekilde karĢılayamayan insanlar arasında olduğu görülmüĢtür. Avru- pa‟da Sanayi Devrimi‟yle beraber kiĢinin besin ihtiyaçlarını karĢılayamayan ücretler ve kalabalık nüfusların dar alanlara sıkıĢması sonucu ortaya çıkan kötü barınma koĢulları has- 333 talığa yakalananların sayısını arttırmıĢtır. Cumhuriyet döneminde veremli hasta sayısının fazla olmasının sebebi de kötü yaĢam koĢulları olmuĢtur. Yıllarca savaĢ alanlarında yaĢanan periĢan hal kiĢiye duygusal çöküĢler yaĢatmıĢ ve sonrasında harap olmuĢ topraklardan ve- rim alınamaması kiĢiyi geçim sıkıntısına düĢürmüĢtür. Sefaletin olduğu yerde barınma imkânı bulan verem, Gazi Mustafa Kemal PaĢa tarafından da tahripkâr emrazın başlıcası 334 olarak adlandırılmıĢtır 331 Fatih Tuğluoğlu, “Cumhuriyetin Ġlk Döneminde Verem Mücadelesi ve Propaganda Faaliyetleri”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, S.13-14, 2008, s. 2. 332 TBMM Zabıt Ceridesi, 05. 09. 1336, I. Devre, C. 3, BirleĢim 59, s. 557. 333 Nikiforuk, a.g.e., s. 169. 334 TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 03. 1339, I. Devre, C. 28, BirleĢim 1, s. 7. 78 Osmanlı Devleti‟nin I. Dünya SavaĢı‟ndan sonra içinde bulunduğu ekonomik ve siya- si bunalımlarla yine II. Dünya SavaĢı‟na girmediği halde yaĢanan sıkıntılar verem hastalı- 335 ğının salgın haline geldiği yıllar olmuĢtur. Sağlık bakanı Kemal Bayazıt da II. Dünya SavaĢı sırasında yaĢanan iktisadi sarsıntılara maruz kalan memleketimizde veremin büyük zararlı tepkiler yaptığı şüphesizdir diyerek hastalığın toplumda ciddi sorunlar meydana 336 getirmekte olduğundan bahsetmiĢtir. Hastalığın yaratmıĢ olduğu tehlikeye karĢı ilk mü- cadele Osmanlı döneminde 1918 yılında Veremle Mücadele Cemiyeti‟nin kurulmasıyla Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise 1923 yılında Behçet Uz‟un giriĢimiyle kurulan Ġz- 337 mir Veremle Mücadele Cemiyet-i Hayriyesi‟nin faaliyete geçmesiyle baĢlamıĢtır. 4.1. Verem Salgının BulaĢma Mekanizması Tıp dilinde basil olarak geçen verem bakterisi, bu bakteriyi taĢıyan insanların tükürü- 338 ğünden, balgamından veya dıĢkısından baĢka insanlara geçmektedir. Balgamlarında ba- sil bulunan ve açık veremli denilen hastalar, veremin bulaĢmasında en önemli unsur olmuĢ- lardır. Basil taĢıdığından habersiz olarak sosyal hayata dâhil olan açık veremlilerin, 1940‟lı 339 yıllarda tahminen 100.000 civarında olduğu belirtilmiĢtir. Yiyeceklerden bulaĢabildiği gibi genel olarak hava yoluyla bulaĢan verem bakterisi insanların akciğerlerine yerleĢerek kiĢinin solunum zorluğu yaĢamasına neden olmak dıĢın- 340 da iĢtahsızlık, kilo kaybı, yüksek ateĢ gibi tipik belirtiler göstermektedir. Veremin bu belirtileri dıĢında kötü yaĢam koĢullarıyla birleĢmesi hastalığın kiĢide yarattığı fiziksel ve psikolojik çöküĢü arttırmaktadır. 1946 yılında Seyhan mebusu Makbule Dıblan yaptığı ve- rem taramasında vatandaşların büyük bir kısmının esefle verem hastalığına müptelâ oldu- ğunu belirterek, hastalığa yakalanan kimselerin bol ve kuvvetli gıda alması gerektiğinin 335 Ahmet CoĢkun Tekin, “ 1939-1950 Yılları Arasında Türkiye‟de Veremle Mücadele Faaliyet “, Journal of Universal History Studies, S. 1, C. 1, 2018, s. 3 336 BCA. 030. 01. 00. 77. 482. 6. 337 Mahmut Gürgan, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Ġzmir Veremle Mücadele Cemiyeti‟nin Propaganda Faali- yetleri”, İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi, C. XXVII, S. 2, 2012, s. 140. 338 Hot, a.g.t., s. 100. 339 Tevfik Sağlam, Verem Savaşı, Ankara: Ġyi YaĢama Serisi 4, Maarif Matbaası, 1944, ss. 5-6. 340 Sağlam, a.g.e. ss. 16-17. 79 341 öneminden bahsetmiĢtir. YaĢam koĢulları ve beslenme imkânı ne kadar kötü ise hastalı- ğın tedavisi de o ölçüde zorlaĢmıĢtır. SavaĢtan yeni çıkmıĢ ve yeni kurulmuĢ bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin veremden uzak kalmasını sağlayacak koĢullar maalesef sağlana- mamıĢtır. Ancak veremle mücadele sürecine erken bir tarihte 1923 yılında baĢlanmıĢtır. 342 Marazı içtimai olarak görülen verem salgınından en çok etkilenen çocuklar ve 15- 343 25 yaĢ aralığında yer alan genç ve çalıĢma potansiyeline sahip grup olmuĢtur. 1939 yılın- da mecliste bir mebus, hastalığın daha çok çocuklarda görüldüğünü belirtmiĢ ve çocukların hastalığı onlarla çok yakın temasta bulunan kiĢilerden veya öğretmenlerden aldığını sa- 344 vunmuĢtur. Makbule Dıblan da veremin asıl büyük savletini, hücumunu daha ziyade 345 gençler üzerine yaptığını vurgulamıĢtır. Geleceğin teslim edildiği genç nüfusun salgınlar- la etkisiz hale gelmesi Cumhuriyet devrimlerini de tehlikeye sokmuĢtur. Konya mebusu ġevki Uludağ ise Ģu sözleri ile gençler arasında veremin yoğun olduğunu doğrulamıĢtır; “…Çocuklar mekteblerde hasta oluyorlar, sıhhatlerine, sınıfların iyi havalandırılmasına kâfi derecede itina edilmiyor. Şimdi Maarif bakanlığı, mekteblerde sıhhate karşı daha ziyade ehemmiyet versin ve daha ziyade dikkatli davransın, her çocuğun ayrı ayrı sıhhat dosyası teşkil olunsun. Mekteblerde birçok çocuklar, mektebe tahsis olunan doktor raporundan ziyade, hariçteki mesalâ bir belediye tabibinden aldıkları raporu göstermekle beden terbiyesinden istisnaya tâbi tutulurlar. Hâlbuki bunlardan birçokları, tam bir teşhis koymaktan mahrumdurlar. Diğer taraftan Kültür bakanlığının elinde doktorları vardır. Binaenaleyh çocukları, natamam bir muayene ile be- den terbiyesinden istisna ettirecek bir raporu nazarı itibare alması doğru değildir. Öyle talebeler bilirim ki, daima öksürürler ve etraflarına verem basilini yayarlar. Yine öyle talebeler bilirim ki tüberküloz muayesine hiç tâbi tutulmamışlardır. Boğazında vıjitasyon olup olmadığı muayene edil- 346 memiştir. Nihayet veremlidir…” Hastalığın bulaĢıcı olmasından kaynaklı büyük grupların oluĢtuğu okullar ve yatak- haneler, öğrenciler için tehlike oluĢturmuĢtur. Küçük sınıflarda öğrenci sayısının fazla ol- 341 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 568. 342 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 02. 1340, II. Devre, C. 6, BirleĢim 106, s. 124. 343 Tuğluoğlu, “Cumhuriyetin Ġlk Döneminde Verem Mücadelesi ve Propaganda Faaliyetleri”, s. 6. 344 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 17, s. 249. 345 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 568. 346 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 8, BirleĢim 29, s. 256. 80 ması verem mikrobu taĢıyan kiĢinin bu hastalığı diğer öğrencilere bulaĢtırmasına zemin hazırlamıĢtır. Bu bulaĢma ağını durdurabilmek için Maarif Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı‟yla beraber çalıĢmalar yapmıĢtır. Sosyal hareketliliğin ve temasın fazla olduğu sınıflarda öğ- rencilere yönelik denetim getirilmiĢtir. Nitekim veremli öğrenciler diğer öğrencilerden ayrı- 347 larak tedavi olması için uzmanlara gönderilmiĢtir. Böylece hastalığın yayılmasına neden olan kiĢiler sağlıklı gruptan izole edilerek verem artıĢ hızı engellenmeye çalıĢılmıĢtır. Verem belirtileri ortaya çıktıktan sonra bile insanların belirtileri vereme bağlamaması erken tedavi ihtimalini engellemiĢtir. Tedaviye erken baĢlanmadığı gibi veremle yıllarca mücadele edilmesine rağmen hastalık devlet ve toplum için sorun olmaktan çıkamamıĢtır. 1938 yılında Ġstanbul‟da veremin salgın halinde olduğu ve her yıl birçok insanın hayatına 348 sonlandırdığı ifade edilmiĢtir. Yapılan mücadelelere rağmen hastalığın artarak devam etmesi göstermektedir ki verem sadece basit bir hastalık olmamıĢtır. Verem çok daha fazla zaman ve maliyet isteyen içtimai ve ekonomik yaşama hastalığıdır, geçim hastalığıdır, isti- 349 rahat hastalığıdır. Geçim sıkıntısı yaĢayan halkın iyi beslenmesini sağlayacak paranın 350 olmaması hastalığın yıllar geçse de devam etmesine neden olmuĢtur. Kütahya mebusu Dr. Ahmet Gürsoy hastalığı en doğru Ģekilde ve özetle Ģu sözlerle açıklamıĢtır: “…Verem âfeti sefalet zemini üzerinde neşvünema bulur. Memleketteki hayat paha- lılığı ve bunun doğurduğu sefalet bu hastalığın günden güne artmasını intaç etmektedir...” Sonuç olarak veremle mücadele edebilmek için geliĢmiĢ bir sağlık hizmeti, dalgalanmaların bulunmadığı bir ekonomi ve iĢsizliğin olmadığı bir sosyal hayat gerekmiĢtir. Ayrıca Türki- ye‟de en ciddi salgın hastalıklardan biri olarak görülen verem ile mücadele için verem sağ- lık hizmetlerinin kurulması ve sayısının artırılması ayrı bir önem arz etmiĢtir. 347 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 8, BirleĢim 29, s. 261. 348 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1938, V. Devre, C. 25, BirleĢim 65, s. 163. 349 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1945, VII. Devre, C. 20, BirleĢim 19, s. 460. 350 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1948, VIII. Devre, C. 11, BirleĢim 51, s. 125. 81 4.2. Verem Salgının Görüldüğü Yerler Verem sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni değil tüm dünyayı etkisi altına alan küresel bazda salgın ve bulaĢıcı bir hastalık olmuĢtur. 1800 yılların baĢında Avrupa‟da ve- reme yakalanan insan sayısının % 70 olduğu belirtilmiĢ ve yakalananlar arasında ölenlerin 351 ise daha çok kötü yaĢam koĢulları nedeniyle göçmen ve iĢsizlerden olduğu görülmüĢtür. XX. yüzyılda Osmanlı Devleti‟nde 1,2 milyonluk Ġstanbul nüfusunun 92.942‟si, 200 binlik 352 Ġzmir nüfusunun ise 2.800‟ü veremden vefat etmiĢtir. 1908-1909 yılları arasında Ġstan- bul‟da veremden ölenlerin sayısı yaĢam Ģartlarının kötü olduğu Fatih ve Samatya‟da sayıca 353 fazla olmuĢtur. II. Dünya SavaĢı‟na girmediği halde savaĢın yarattığı tüm sıkıntıları çe- ken Türkiye‟de ise 1945 yılında yirmi beĢ il merkezini kapsayan 2.084.000 nüfusta verem- 354 den ölen kiĢi sayısı 5.462 kiĢi olarak kayıtlara geçmiĢtir. 355 Türkler veremi ince hastalık veya teverrüm gibi isimlerle adlandırsa da hastalığın yarattığı tahribat tüm Türkiye sınırları içerisinde aynı ölçüde hissedilmiĢtir. En batıdan en doğuya en kuzeyden en güneye verem tüm Türkiye coğrafyasını etkilemiĢtir. 1931 yılında Ġzmir ve Ġstanbul‟da dıĢarıdan gelen vatandaĢlarla beraber hastalığın yoğunlaĢtığı belirtil- 356 miĢtir. 1932 yılında Refik Saydam, hastalığın köylerden ziyade büyük Ģehirlerde küme- 357 lendiğini belirterek mücadelenin merkezi yerlerde baĢladığını açıklamıĢtır. Hastalıkların köylerden ziyade Ģehirlerde toplanmasının en önemli sebebi köyden kente göç sonucu olu- Ģan kötü hayat Ģartları, geçim sıkıntısı, çok emek karĢılığı alınan az para, insanları güçlü ve sağlıklı bir beden ve psikolojiden mahrum bırakmıĢtır. 1940 nüfus sayımı dikkate alınarak 1942 yılında yirmi beĢ il bazında yapılan istatis- tiksel verilerde hastalığın en çok Ġstanbul, Ġzmir, Ankara ve Bursa‟da olduğu görülmüĢ- 358 tür. Bu iller dıĢında veremin görüldüğü yirmi bir il ise Adana, Afyon, Antalya, Aydın, 351 Nikiforuk, a.g.e., s. 168. 352 Ceren Gülser Ġlikan, Tuberculosis, Medicine and Politics: Public Health In The Early Republican Turkey, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul: Boğaziçi Üniversitesi, 2006, s. 85. 353 Ġlikan, Rasimoğlu, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, s. 51. 354 Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, s. 127. 355 Tuğluoğlu, “Cumhuriyetin Ġlk Döneminde Verem Mücadelesi ve Propaganda Faaliyetleri”, s. 2. 356 TBMM Zabıt Ceridesi, 15. 07. 1931, IV. Devre, C. 3, BirleĢim 28, s. 110. 357 TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 05. 1932, VI. Devre, C. 8, BirleĢim 48, s. 155. 358 BCA. 030. 01. 00. 77. 482. 6. 82 Balıkesir, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, EskiĢehir, Gaziantep, Ġçel, Is- 359 parta, Kırklareli, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Samsun ve Tekirdağ olmuĢtur. 1944 yılında hastalığın Trabzon, Adana ve Rize illerinde yoğunlaĢtığı 360 361 miĢ, yine aynı sene içerisinde EskiĢehir‟de verem sayısının arttığı ifade edilmiĢtir. Has- talığın Ġstanbul ve ülkenin batısında artıĢ göstermesiyle veremle mücadele çalıĢmaları bu noktalarda yoğunlaĢmıĢtır. Milletvekilleri mücadelenin kapsamına Doğu Bölgesi‟nin de 362 alınmasını ve müesseselerin Doğu‟ya kaydırılmasını talep etmiĢlerdir. Rize milletvekili Fahri KurtuluĢ bir doktor olarak memleketinde yaptığı incelemelerde veremin % 25 üstüne 363 çıktığı ve burada bir an önce sanatoryum kurulması gerektiğini vurgulamıĢtır. Seyhan milletvekili Makbule Dıblan ise veremle mücadeleye ayrılan bütçenin arttırılması gerekt i- 364 ğini ve Türkiye'de Rize gibi birçok yerin olduğunu ifade etmiĢtir. Nitekim 1948 yılında sağlık bakanı Behçet Uz veremin yurdun her tarafında görüldüğünü, Rize, Kütahya, Gire- sun, Trabzon ve çok olmamakla beraber Ordu ve Erzurum‟da verem tedavisinin yapıldığını 365 aktarmıĢtır. 1949 yılında ağır çalıĢma koĢullarından kaynaklı Zonguldak‟ta maden iĢçilerinde ve Karabük‟te demir fabrikasında çalıĢan iĢçilerde veremin görülme oranı artmıĢ ve bakanlık- 366 tan bu noktalarda sanatoryum açması istenmiĢtir. Tüm bu süreç hastalığın maddi ve ma- nevi sıkıntılardan beslenerek Türkiye‟nin her coğrafyasına yayıldığını göstermiĢtir. 359 BCA. 030. 01. 00. 77. 482. 6. 360 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1944, VII. Devre, C. 10, BirleĢim 60, s. 237. 361 TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 05. 1944, VII. Devre, C. 10, BirleĢim 63, s. 362. 362 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 16, s. 226. 363 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 560. 364 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 569. 365 TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 04. 1948, VIII. Devre, C. 11, BirleĢim 48, s. 52. 366 TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 02. 1949, VIII. Devre, C. 16, BirleĢim 54, s. 951. 83 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SALGIN VE BULAġICI HASTALIKLARLA SAVAġ Toplum sağlığını tehdit eden salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele Cumhuri- yet‟in ilanından önce baĢlamıĢ ve sonrasında hız kesmeden devam etmiĢtir. Toplumu hasta- lıklardan korumak ve daha iyi bir sağlık hizmeti sunabilmek için devletlerin hem koruyucu sağlık hizmetlerini geliĢtirmesi hem de iyi bir mücadele programı hazırlaması gerekmiĢtir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele sürecinde çıkıĢ noktası nüfus politikalarını gerçekleĢtirmek ve koruyucu sağlık hizmetlerini modernleĢtir- mek olmuĢtur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin en önem verdiği konulardan olan nüfus davası salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele sürecinin ciddiye alınmasını sağlamıĢtır. 1923 ve 1950 yılları arasında hükümetlerin hazırladığı sağlık programları ve sağlık hizmet- leri frengi, trahom, verem ve sıtma salgın ve bulaĢıcı hastalıkları etrafında ĢekillenmiĢtir. ÇalıĢmanın üçüncü bölümünde sıtma, frengi, trahom ve verem hastalıklarıyla nasıl bir mücadele sürecinin izlendiği değerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu doğrultuda üçüncü bö- lümde Ģu sorulara cevap verilmeye çalıĢılmıĢtır:  Frengi, trahom, sıtma ve verem hastalıklarının tedavi yöntemleri nelerdir?  Türkiye Cumhuriyeti Devleti frengi, sıtma verem ve trahom hastalıklarla mücadele sürecini hangi amaçlar doğrultusunda şekillendirmiştir?  Frengi, trahom, sıtma ve verem salgınlarına karşı nasıl bir mücadele programı ha- zırlanmıştır?  Frengi, trahom, sıtma ve verem salgınlarına karşı ulusal ve yerel çalışmalar neler- dir?  Salgınlara karşı ilaç üretimi ve temini noktasında yapılan çalışmalar nelerdir? 84 1. FRENGĠ SALGINIYLA SAVAġ 1923-1950 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin topyekûn kalkınma plan- ları içinde sağlık çalıĢmaları öncelik teĢkil etmiĢtir. Nüfusun uzun savaĢlar sonucu kayıp vermesi, kalanların salgın ve bulaĢıcı hastalıklardan bitap düĢmesi sağlık hizmetlerinin yaygınlaĢtırılmasını ve sağlık politikalarının sistematik Ģekilde uygulanmasını gerektirmiĢ. Frengi gibi salgın ve bulaĢıcı hastalıklar sadece hasta kiĢiyi değil hasta kiĢinin gelecek ne- sillerini de tehlikeye düĢürmüĢ ve hastalıklı bireylerin dünyaya gelmesine zemin hazırla- mıĢtır. Bu doğrultuda frengiyle mücadele basit bir salgın hastalık mücadelesi değil nüfusun niteliğini iyileĢtirmeye yönelik kapsamlı bir çalıĢma olmuĢtur. Frenginin genel olarak cinsel yollarla bulaĢması, mücadele sürecinde ilk olarak fuhuĢ mekânlarına odaklanılmasına neden olmuĢtur. Bu doğrultuda fuhuĢ mekânlarının kontrolü için Beyoğlu Altıncı Dairesi görevlendirilmiĢ ve komisyon kurularak frengiyle mücadele 367 çalıĢmalarına baĢlanmıĢtır. 1879 yılına gelindiğinde Emraz-ı Zühreviye Nizamnamesi çıkarılarak fuhuĢ mekânları denetime alınmıĢ, buralarda çalıĢan kadınların sağlık kontrolle- rinin düzenli olarak yapılması kararlaĢtırılmıĢ ve bu doğrultuda Nisa Hastanesi açılmıĢ- 368 tır. Daha sonra 1889-1902 yılları arasında frengi mücadelesi için Almanya‟dan getirilen Düring, yaptığı incelemelerde Kastamonu ve civarında frengi hastalarının fazla olduğunu tespit edince mücadele, 1897 yılında Kastamonu Vilayeti ve Bolu Sancağı Frengi Mücadele 369 Teşkilatı Nizamnamesi’nin çıkarılması ile Kastamonu ve Bolu‟da baĢlamıĢtır. Osmanlı döneminde frengi mücadelesiyle ilgili en kapsamlı nizamname 1915 yılında çıkarılan Emraz-ı Zühreviyenin Men-i Sirayeti Hakkında Nizamname olmuĢtur. Bu nizam- namesiyle frengi mücadelesi için özel teĢkilatların kurulması, muayene denetimlerinin sıkı 370 yapılması ve belirtilen Ģartlara uymayanların ise cezalandırılması kararlaĢtırılmıĢtır. Ya- pılan bu düzenlemelerle Osmanlı Devleti frengiyi kontrol altına almak istemiĢ ve 1921 yı- 367 Arpacı, a.g.m., s. 63. 368 Yıldırım, a.g.m., s. 1329. 369Ahmet Özdinç, “ Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Frengi: 1916-1925 Yılları Arası Salnamelerde Bolu Sancağı Örneği”, Bolu, Abant Tıp Dergisi, S. 1, C. 9, 2020, s. 11. 370Mehmet Temel, “Birinci Dünya SavaĢı ve Mütareke Yıllarında Türkiye‟deki BulaĢıcı ve Zührevi Hastalık- lara KarĢı Alınan Önlemler”, İlmi Araştırmalar Dergisi, S. 6, 1998, s. 237. 85 lında 90 Sayılı Frenginin Men ve Tahdidi Sirayeti Hakkında Kanun çıkarılıncaya frengi mücadelesi bu nizamnameyle yürütülmüĢtür. 1.1.Frengi Tedavisi ve Mücadele Yöntemleri Frenginin cinsel yollarla bulaĢması hastalığın tedavi sürecini oldukça zorlaĢtırmıĢtır. Ġnsanlar frengiye yakalandıklarında hastalıklarını gizlemiĢler ve tıbbi olmayan tedavi yön- temlerini denemiĢlerdir. Eski zamanlarda cüzzam, uyuz gibi cilt hastalıklarında cıvanın 371 kullanılması frengi yaralarına da cıvanın iyi geleceği düĢüncesini doğurmuĢtur. Türki- ye‟de de frengi hastaları, frengiden dolayı toplumdan dıĢlanmamak ve var olan statülerini lekelememek adına ateĢe verilen cıva buharını soluyarak frengi hastalığından kurtulmaya 372 çalıĢmıĢlardır. Tehlikeli sonuçlar doğuran cıva tedavisi 1921 yılında 90 Sayılı Frenginin Men ve Tahdidi Sirayeti Hakkında Kanun çıkarıldıktan sonra yerini tıbbi tedavi yöntemle- 373 rine bırakmıĢtır. 90 sayılı kanun ile;  Frengi hastalarının müessesatı sıhhiye-i resmiyede ve etıbba-yı resmiye tarafından ücretsiz tedavi edilmesi,  Hastalığa bilerek sebebiyet veren kiĢilerin altı aydan iki seneye kadar hapis cezası veya 100 liradan 500 liraya kadar para cezası verilip bunun zarara uğrayan kiĢiye verilmesi,  Tedaviye gitmeyen hastaların doktoru tarafından hükümet tabibine yoksa belediye tabibine bildirilmesi,  Hekim olmayanların frengili hastaları tedavi etmesi durumunda iki aydan iki yıla varan hapis cezası veya 50 liradan 100 liraya varan para cezaları alması kararlaĢtı- 374 rılmıĢtır. Frengiyle mücadelenin ilk adımı olan bu kanundan sonra 1925 yılında Sağlık Bakan- lığı tarafından toplanılması kararlaĢtırılan Frengi Komisyonu kararları doğrultusunda 23 Haziran 1925 yılında Frengi Tedavi Talimatnamesi çıkarılmıĢtır. Talimatnameyle hastalı- 371 Nikiforuk, a.g.e., s. 132. 372 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 373 TBMM Resmi Gazetesi, 07. 03. 1337, No. 5, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 1. 374 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, ss. 34- 35. 86 375 ğın tedavi yöntemleri belirlenmiĢ ve ilaç kullanımına standart ölçüler getirilmiĢtir. Hasta- lığın muayene kısmı özellikle milletvekilleri arasında tartıĢmalara neden olmuĢtur. 90 sayılı kanunun görüĢüldüğü dönemde mecliste Yozgat mebusu muayenenin sadece erkeklere ve seyyibelere yapılmasını istemiĢ, Malatya mebusu ise âtiyi berbat edecek frenginin yok 376 edilmesi için kızların da muayeneye tabi tutulması gerektiğini belirtmiĢtir. Operatör Emin Bey ise kızların tedavisi hakkında Ģu sözleri dile getirmiĢtir: “…Efendiler bu mesele uzun boylu gürültüleri mucip olmuştur. Bugün hiç bir baki- renin aksamı mesturesi muayene edilmez. Muayene edilecek kısım gayet mahduttur. Buna dair kati emir verilmiştir. Boynundaki bezlere bakılacak, bir de doktor ağzını açtırarak 377 boğazına bakacak, bir de dirseklere bakacak. Mesele bundan ibarettir...” Bu açıklama- dan da anlaĢıldığı üzere frengiyle mücadele sürecinde tıbbi yetersizlikler dıĢında sahip olu- nan zihniyet yapısıyla da savaĢılmıĢtır. Özellikle ülkede kadın doktorların eksikliği fazla- sıyla hissedilmiĢtir. Frengi Tedavi Talimatnamesinin çıkarıldığı 1925 senesinde ayrıca frengi tarama he- yetleri kurulmuĢ ve hastalığın yoğun olarak görüldüğü yerlere mücadele heyetleri gönderi- 378 lerek frengi mücadele teĢkilatları inĢa edilmiĢtir. Ġlk olarak Sivas Merkez kazasıyla Hafik kazası ve Bursa‟nın Orhaneli kazasında mücadele teĢkilatları kurulmuĢtur. Sivas‟ta 40.000 kiĢiye yapılan taramalarda 1.300 kiĢi, Orhaneli‟de ise tarama yapılan 31.000 kiĢiden 2.489 379 kiĢi frengili bulunmuĢtur. 1927 yılında frengiyle mücadele için ciddi çalıĢmalar bekleyen bakanlık, frengi sava- 380 Ģına 87.500 lira bütçe ayırmıĢtır. 1927 yılına gelindiğinde hastalığın bulaĢma yolundan kaynaklı duyulan çekinceyi en aza indirmek amacıyla Ġzmir ve Ankara‟da hastaların gizli 375 BCA. 490.01.1464.6.1. 376 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, s. 40. 377 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122, ss. 44- 45. 378 Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, s. 92. 379 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1927, II. Devre, C. 31, BirleĢim 50, s. 73. 380 BCA. 490. 10. 00. 1464. 3. 2. 87 bir Ģekilde baĢvurup tedavi olabileceği Deri ve Tenasül Hastalıkları Tedavi Evi adıyla dis- 381 panserler kurulmuĢ ve bu dispanserlerin sayısı 1973 yılında on altıya ulaĢmıĢtır. Yine hasta mahremiyetine saygı çerçevesi içerisinde Ġstanbul Vilayeti ve belediye teĢkilatına ait olmak üzere Ġstanbul‟da iki tane dispanser açılmıĢtır. 1931 yılında hastalığın 382 yoğun görüldüğü ve ulaĢım müsait olduğu Çaycuma‟da bir dispanser inĢa edilmiĢtir. Dispanserlerin bazı yıllara ait mesaisi aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir: 383 Tablo 8: Dispanserlerin Frengi Tedavi Mesaisi Yıllar Ankara Ġzmir Çaycuma 1930 526 0 0 1931 279 499 1.510 1932 324 950 1.868 Frengiyle mücadele sürecinde kapsamlı araĢtırmaların yapılıp mücadele sürecinin da- ha sistematik yürütülmesi 17- 19 Eylül 1929 tarihinde Ankara TBMM‟de toplanan III. Milli 384 Türk Tıp Kongresi ile olmuĢtur. Kongrenin temel konusu frengi olmuĢ, uzman doktorlar tarafından hazırlanan raporlar bu kongrede tartıĢılmıĢtır. Kongrede frengi sorunu tedavi yerleri(seririyat), laboratuvarlar ve tedavi baĢlığı altında incelenmiĢtir. Frengi seririyatıyla ilgili raporu Hulusi Behçet, Hasan ReĢat, Fahreddin Kerim; tedavi raporunu Dr. Talat Bey; 385 laboratuvar raporunu ise Osman ġerafeddin ve Ahmet ġükrü Beyler kongreye sunmuĢtur. Böylece sunulan raporlar sayesinde frengiyle mücadele sürecinde daha sağlam adımlar atılmıĢtır. 1930 yılına gelindiğinde Cumhuriyetin en kapsamlı sağlık kanunu olarak kabul edilen 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıkarılmıĢtır. Kanunun birinci maddesinde halkın salgın hastalıklardan korunması, gelecek nesillerin sağlıklı yetiĢmesi ve halkı tıbbi ve sos- 381 Süleyman Tekir, “ Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiye‟de BulaĢıcı Hastalıklarla Mücadele (1923- 1930)”, Erzurum, TAED, S. 65, 2019, s. 411. Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, s. 93. 382 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 383 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 384 Arıkan, a.g.t., s. 27. 385 Akşam Gazetesi, 18 Eylül 1929, No. 3927, s. 1. 88 386 yal yardım açısından Ģereflendirmesi devletin hizmeti olarak görülmüĢtür. Sağlık iĢleri- nin devlet teminatına bırakılması halk sağlığına yönelik çalıĢmaların hızlanacağının bir kanıtı olmuĢtur. Halkı salgın hastalıklardan korumak devletin en önemli vazifelerinden biri sayılmıĢ ve 1930 senesi salgın hastalıklarla mücadeleye ayrılan bütçenin arttırıldığı bir yıl olmuĢtur. Frengi bütçesine 1928 yılında 130.000 lira, 1929 yılında 266.000 lira ayrılırken 387 1930 yılında 288.800 lira ayrılmıĢtır. 1593 sayılı kanunla zührevi hastalıklarla mücadelede örgütlenmenin iyi olması, teda- vi ve teĢhiste kabul edilen usullerin uygulanmasında standardı sağlamak adına beĢinci fasıl Zührevi Hastalıklarla Mücadeleye, üçüncü bap ise Umumi Kadınlar Hakkında Ahkâma ayrılmıĢtır. Zührevi hastalıklarla mücadele sürecinde frengi dıĢında bel soğukluğu ve yu- muĢak Ģankr de kapsam içine alınmıĢtır. 388 Kanunun birinci maddesinde vücudun herhangi bir yerinde frengi, bel soğukluğu 389 ve yumuĢak Ģankr belirtisi gören kiĢilerin tedavisi zorunlu hale getirilmiĢ ve çocukların tedavisi için ebeveynlere veya onlara bakan kimselere sorumluluklar verilmiĢtir. Zührevi hastalıkların parasız olarak tedavi edileceği belirtilmiĢ, hastalıklı olduğu kesin olan birinin hastalığı çevresine bulaĢtırması durumunda zorla tedaviye alınacağı ifade edilmiĢtir. Zühre- vi hastalıklardan birine yakalandığı doktor tarafından hasta kiĢiye söylendiği halde hasta kiĢi hastalığı baĢka birine bulaĢtırırsa hakkında cezai iĢlem yapılacağı ve hastalığın baĢlan- gıcından altı aya kadar zaman aĢımına tabi olacağı belirtilmiĢtir. Ayrıca tedaviye gelmeyen hastaların tespit edilip mıntıka Sıhhat ve Ġçtimai Muavenet Müdürlüğüne bildirilmesi ve 390 gerekirse zorla tedaviye alınması kararlaĢtırılmıĢtır. Frengi tedavi süreci bakanlık tarafından hassasiyetle üzerinde durulan bir konu o l- muĢtur. Hastalığın salgın haline gelmesi yapılan çalıĢmalarla engellenmeye çalıĢılmıĢtır. Özellikle tedaviyi aksatan kiĢilere karĢı ciddi yaptırımlar uygulanmıĢtır. 1938 senesinde 386 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1930, 3. Devre, C. 18, BirleĢim 48, s. 68. 387 BCA. 490. 10. 00. 1464. 3. 2. 388 https://www.sagligim.gov.tr/ Bel soğukluğu (gonore), frengi gibi büyük ölçüde cinsel yollarla bulaĢan ve nesilden nesile geçebilen bir zührevi hastalıktır. 389 https://www.drfehmitabak.com/YumuĢak Ģankr veya Ģankroid cinsel yollarla bulaĢan ve üreme organların- da görülen zührevi hastalıklardan biridir. 390 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 04. 1930, 3. Devre, C. 18, BirleĢim 49, ss. 90-91 89 frengi tedavisine gitmeyen 313 doğumlu Halil Fuad üç gün hapis cezasına mahkûm edilmiĢ ancak Adli Tıp ĠĢleri Meclisinin raporuna ve Vilayet Ġdare Heyetinin mazbatasına göre has- talığının derecesi af icap ettirecek düzeyde olduğundan TeĢkilatı Esasiye Kanun‟un 42. 391 maddesi uyarınca affı onanmıĢtır. Yine 1593 sayılı kanunun yedinci fasıl 122. maddesinde evlenecek kadın ve erkekle- rin evlenmeden önce muayene edilmesi gerektiği belirtilmiĢ, frengi, bel soğukluğu ve yu- muşak şankr ve cüzama ve bir marazı akliye sahip olan kiĢilerin evliliği yasaklanmıĢ ve hastalığı atlattığına dair rapor alıncaya kadar evlilik müessesinden uzak 392 dır. Evlilik müessesesi, yeni nesillerin sağlıklı olmasını sağlamak, hastalıklı biyolojiyi ve ırsi bozukluğu en az seviyeye indirmek için denetime tabi tutulmuĢtur. Milli gücü, sağlıklı ve sayıca üstün nüfusların oluĢturduğu XX. yüzyılda salgın hastalıkların pençesinde olan halk hem Osmanlı hem Cumhuriyet için Türklük unsurunu yok eden bir felaket olarak gö- 393 rülmüĢtür. 1593 sayılı bu kanunun 122. maddesi uyarınca 17 Ağustos 1931 tarihinde 11682 sayı- lı kararnameyle Evlenme Muayenesi Hakkında Nizamname çıkarılmıĢtır. Kararnameyle kimlerin evlenebileceği, evlilik öncesi muayenenin nasıl yapılacağı hükümlere bağlanmıĢ- tır. 15 maddeden oluĢan bu kararnameyle devletin tüm sağlık daireleri ve müesseselerinde evlenme muayenesinin ücretsiz olarak yapılması belirtilmiĢ ve hususi tabip ve hükümet tabibi dıĢında kiĢiler tarafından verilen sağlık raporlarının mahalli hükümet tabibi tarafın- 394 dan kontrol edilip onaylanmadığı sürece geçersiz sayılması kararlaĢtırılmıĢtır. Umumi Hıfzıssıhha Kanun‟un 123. ve 124. maddelerinde geçen frengi, bel soğuklu- ğu, yumuĢak Ģankr, akıl hastalığı ve verem hastalıklarından birine ait belirtileri gösteren kiĢilerin tedavi edilmesi yasallaĢtırılmıĢtır. 6. maddede erkekler ve kadınlarda muayenenin nasıl yapılması gerektiği yöntemleriyle birlikte belirtilmiĢtir. 4. maddeye göre erkeklerin 391 BCA. 030. 18. 01. 02. 82. 11. 13. 392 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 04. 1930, 3. Devre, C. 18, BirleĢim 49, s. 92. 393 Yanıkdağ, “Psikopatlar, Frengililer, Veremliler ve Mâderzâd Caniler: Osmanlı‟dan Cumhuriyet Türki- ye‟sine Dejenerasyon Korkusu”, s. 54. 394 TBMM Resmi Gazetesi, 21. 09. 1931, No. 1904, Kararname No. 11682. Malkoç, “Erken Cumhuriyet Dö- neminde KucaklaĢmayı Unutturan Hastalık Frengiyle Mücadele”, s. 79. 90 muayenesinde yanak, dudak derileri, dil, dilin altı, damak ve gırtlak, gözle muayene edilme Ģartıyla göğüs bölgesi ve cilt, koltuk altı, kasık ve dirsekler, diz arkaları ve son olarak cinsel 395 bölgede incelemeler yapılıp muayenenin tamamlanması istenmiĢtir. Kadınlarda muayene sürecinin hassasiyetle yürütülmesi için muayene yöntemleri sınırlı tutulmuĢtur. Öyle ki kadınlarda erkeklerde olduğu gibi vücudun tamamını kapsayacak yöntemler yerine sadece ağız muayenesi ve bakirelerde buna ek olarak dirsek boğumlarının muayenesi yeterli gö- rülmüĢ ve kadınların muayene sırasında ailesinden bir ferdi yanında bulundurabilecekleri belirtilmiĢtir. Ancak bu muayenelerinin Ģüpheli kaldığı durumlarda erkek ve kadınlarda kan 396 tahlilinin alınması gerekli görülmüĢtür. Frenginin teĢhisi için kan tahlillerinin yapılamadığı yerlerde hastalardan kanın ahzı ve serumunun tefriki ile pipetlere çekildikten sonra numunelerin tahlillerin yapılabildiği ku- rumlara gönderilmesi istenmiĢ ancak numuneler belirtilen Ģekilde alınmadığı, serumların az ve kirli gönderildiği ve muayene kâğıtları doldurulmadığı için müesseseler frengi tespitleri- nin baĢarılı Ģekilde yapılmadığından Ģikâyetçi olmuĢlardır. ġikâyetler sonucunda bakanlık 1931 senesinde tamim yayınlayarak numunelerin nasıl alınması gerektiğini tekrardan izah 397 etmiĢtir. Frengiyi engellemek adına alınan bir diğer önlem ise fuhuĢ mekânlarıyla umumi ka- dınlara(fahiĢeler) yönelik çalıĢmalar olmuĢtur. FuhuĢ yapan kadınlara yönelik tedbirler ilk olarak Osmanlı döneminde 1915 yılında çıkarılan Emraz-ı Zühreviyenin Men-i Sirayeti Hakkında Nizamname ile alınmıĢtır. Nizamnamenin 63. maddesinde zührevi hastalıklara yakalanan insanların hastaneye cebren sevk olunacağı, yabancı ise sınır dıĢı edileceği belir- tilmiĢtir. Yalnız 1929 senesinde halen yürürlükte olan bu nizamnameye rağmen tedaviye gelmeyen hastaların cebren sevkleri için Ġstanbul Emrazı Zühreviye TeĢkilatı tarafından polise bildirilen vakalar reddedilmiĢ ve Ceza Kanununa göre kimsenin cebren bir yere alı- namayacağı belirtilmiĢtir. Sağlık Bakanlığı zührevi hastalıkların takipsiz kaldığında tehlike- li boyutlara ulaĢacağını açıklayarak Adalet Bakanlığı‟ndan konuyla alakadar olmasını iste- 395 TBMM Resmi Gazetesi, 21. 09. 1931, No. 1904, Kararname No. 11682, s. 861. 396 TBMM Resmi Gazetesi, 21. 09. 1931, No. 1904, Kararname No. 11682, ss. 861- 862. 397TBMM Resmi Gazetesi, 07. 03. 1931, No. 1741, ss. 281- 282. Detaylı bilgi için bkz. BCA. 490.01.1464.6.1. 91 miĢtir. Adalet Bakanlığı da kamu yararına fuhuĢla iliĢkili olanların zorla tedaviye alınması 398 noktasında keyfiyetin olmayacağını ifade etmiĢtir. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde sürecin sorunsuz ilerlemesi için zührevi hastalık- lara yönelik kapsamlı yasal düzenlemeler yapılmıĢtır. 1932 yılında zührevi hastalıklar ve fuhuĢla mücadele için toplanan komisyon raporuna göre, memleket nüfusunun çoğunluğu- nun ilkokul mezunu olması, cahil amele, iĢçi ve köylülerin zührevi hastalıkların sonuçlarını bilmedikleri için zührevi hastalıkların feci akıbetlerine uğradıkları ve bu yüzden devletin kamu yararına bu felaketin önüne geçmesi için önemli tedbirler alması gerektiği belirtilmiĢ- tir. Bu tedbirler arasında belirli yerlerde umumi evlerin açılması ve umumi kadınların dene- tim altına alınması zorunlu görülmüĢtür. BaĢka ülkelerde umumhanelerin kapatılması sonu- cu fuhĢun sokağa taĢtığı ve bu durumun ahlaki ve asayiĢ açısından zararlara neden olduğu belirtilmiĢtir. Samsun‟da bir dönem umumhanelerin kapatılmasıyla beĢ yılda görülmeyen frengi sayısının altı ayda görüldüğü teyit edilmiĢtir. Aynı Ģekilde Kars, Bursa, EskiĢehir, Kastamonu, UĢak, Bafra, Sivas, Erbaa, Zonguldak, Salihli, Ereğli, Mersin, Sinop, Bartın, 399 Konya, Çorum aynı Ģikâyetlerin alındığı yerlerden olmuĢtur. Hazırlanan bu rapor doğrultusunda 12 Kasım 1933 tarihinde Umumi Hıfzıssıhha Ka- nunun 128. maddesi uyarınca 15264 sayılı Fuhuş ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Has- 400 talıklarla Mücadele Nizamnamesi çıkarılmıĢtır. Bu nizamname ile fuhuĢ mekânları ve umumi kadınların tedavisi yasal hükümlere bağlanmıĢtır. Zührevi hastalıklarla ve fuhuĢla mücadele komisyonları kurulmuĢ, merkezden uzak ve zührevi hastalıkların çok yoğun görülmediği yerlerde hükümet tabipleri görevlendiril- miĢtir. Komisyonların kurulması ve hükümet tabiplerinin görevlendirilmesinin amacı züh- revi hastalıkların yayılmasını engellemek, fuhuĢ ve zührevi hastalıkların engellenmesine dair kanun ve nizamnamelerin uygulanıp uygulanmadığı denetlemek olarak belirtilmiĢtir. 398 BCA. 030. 10. 177. 220. 11. 399 BCA. 030. 10. 177. 221. 5. 400 TBMM Resmi Gazetesi, 23. 11. 1933, No. 2560, Kararname No. 15264, ss. 3237- 3247. 92 1933 senesine gelindiğinde vilayetlerde hükümet tabipleri tarafından 63.109 kadın ve 401 55.418 erkek olmak üzere toplamda 118.527 kiĢinin tedavi edildiği açıklanmıĢtır. Umumi kadınların kendilerini mutlaka haftada iki kez resmi veya hususi bir doktora muayene ettirmesi ve sonucun kimliklerine iĢaretlenmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Umumi kadın- larda Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 129. maddesinde belirtilen hastalıklardan birine rast- lanılması durumda san'atlarının icrasından menedilerek frengi olanlarının tedavi altına alınması gerektiği belirtilmiĢtir. Ayrıca her türlü tedaviye rağmen kanlarında halen hastalık bulunan veya tedaviye gelmeme konusunda ısrarlı olan umumi kadınların fuhuĢ iĢinden kati 402 suretle men edilmeleri sağlanmıĢtır. Tüm geliĢmelere sonucu 1935 yılına gelindiğinde sağlık bakanı Refik Saydam bu zamana kadar frengi mücadelesinde kat edilmiĢ yolları açıklamıĢtır. 1934 yılının sonunda yapılan istatistiklerde toplam 213.716 frengilinin olduğu ve bunlardan 21.372 kiĢinin tedavi edildiği 37.975 kiĢinin ise ölüm ve baĢka sebeplerden dolayı tedaviden ayrıldığı aktarılmıĢ- tır. 1935 senesinde ise frengili hasta sayısı 154.369 olarak belirtilmiĢ ve bu sayının memle- ket nüfusunun % 0,9‟ una karĢılık geldiği belirtilmiĢtir. Ancak Sağlık Bakanlığı‟nın bilme- diği veya kendini özel bir doktora tedavi ettiren ve hasta olduğunun farkında olmayan in- 403 sanlarla beraber bu verinin % 2‟ ye kadar çıkabileceği kabul edilmiĢtir. Mücadele teĢkilatlarının frenginin % 5 ila % 7 oranında görüldüğü yerlerde açıldığı ve bu doğrultuda 1925 yılında Sivas, Yıldızeli, Hafik, SarkıĢla kazalarında; 1926 yılında Orhaneli ve Bursa‟nın birkaç köyünde; 1928 yılında Ordu ve Fatsa‟da; 1929 yılında Çar- Ģamba ve Düzce‟de; 1930 yılında Çaycuma‟da mücadele teĢkilatları kurulduğu ifade edil- 404 miĢtir. 1927 yılında Sivas Frengi Mücadele TeĢkilatında, 36.366 erkek ve 38.909 kadın toplamda 75.275 kiĢi tedavi edilmiĢ, 1928 yılında ise 6.581 erkek ve 8.839 kadının toplam- 401 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 402 TBMM Resmi Gazetesi, 23. 11. 1933, No. 2560, Kararname No. 15264, s. 3240. 403 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 241. 404 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 241. 93 da 15.420 kiĢinin muayene edildiği ve 1928 yılı içerisinde 1.908 kiĢinin yatarak, 172 kiĢi- 405 nin ise seroloji muayenesiyle tedavi edildiği belirtilmiĢtir. 1929 yılında Dâhiliye bakanının Sivas ve Kayseri‟ ye yaptığı seyahatte hazırladığı ra- porun Sağlık Bakanlığı‟nı ilgilendiren kısmına Dr. Refik Bey tarafından verilen cevapta Sivas‟ta 100.000 kiĢinin tarandığı, bunlardan 4.000 kiĢinin frengiye yakalandığı ve tedavi 406 altına alındığı söylenmiĢtir. Hastalığın yoğun olarak görüldüğü yerlerde kurulan frengi teĢkilatı bir uzman doktor idaresinde birçok doktor, küçük sıhhat memurları, bir seroloji laboratuvarı ve laboratuvar Ģefinden oluĢturulmuĢ ve personeller frengi teĢhis ve tedavi usullerini öğrenmesi için kurs- 407 lara tabi tutulmuĢtur. 1932 yılına kadar frengi teĢkilatlarının gerçekleĢtirdikleri muayene ve sonuçları aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir: 408 Tablo 9: 1925- 1932 Yılları Arasında Frengi Mücadele TeĢkilat Mesaisi Yerler Genel Muayene Tedavi Altına Alınan Frengi Adedi Sivas 175.347 6.261 Ordu-Fatsa 134.639 5.096 ÇarĢamba 39.546 4.230 Düzce 73.578 4.460 Orhaneli 42.437 1.427 Balıkesir 238.822 4.387 Toplam 704.386 25.861 1939 yılında frengi teĢkilat mücadelesine Kütahya‟nın TavĢancıl ve Domaniç nahiye- leri dahil ederek mücadele sahası geniĢletilmiĢtir. 1942 yılına gelindiğinde Sağlık Bakanı Hulusi AlataĢ mücadele heyetlerinde 19.778 frengilinin olduğunu ve tedavi edilenler çıka- 405 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 406 BCA. 030. 010. 177. 220. 8. 407 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 408 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 94 409 rıldıktan sonra bu sayının 16. 292 kiĢiye düĢtüğünü ifade etmiĢtir. 1946 yılında Sağlık Bakanı Behçet Uz frenginin Ģiddetli olduğu altı bölgede mücadelenin devam ettiğini ve 1925-1945 yılları arasında 2 milyondan fazla yurttaĢın tarandığını ve 104. 000 frengi hasta- sından 82.000 hastanın iyileĢtirildiğini belirtmiĢtir. Ayrıca 1946 yılının ilk on ayında 2.203 frengilinin tedavisinin bittiği ve 9.000 hastanın tedavisine devam edildiği; zührevi hastalık- lar ve dispanserlerde 3.273, hükümet tabipliklerinde ise 1.112 frengilinin tedavi edildiği 410 açıklanmıĢtır. 1.2. Frengi Mücadele TeĢkilatı ve Yerel Örgütlenme Frengi mücadelesinin sorunsuz ilerleyebilmesi ve keyfiyetlerin ortadan kaldırılması için frenginin yoğun olarak görüldüğü yerlerde frengi mücadele teĢkilatlarının kurulması gerekmiĢtir. 1921 yılında 90 sayılı kanunun çıkarılmasıyla baĢlayan frengi mücadelesi 1925 yılında mücadele teĢkilatlarının kurulmasıyla hız kesmeden devam etmiĢtir. TeĢkilatlar ara- cılığıyla salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele sürecine devletin her makamı dâhil edil- miĢ ve toplumu ilgilendiren sorunlar iĢbirliği içinde çözülmeye çalıĢmıĢtır. Zührevi hastalıklarla mücadele sürecinin sorunsuz ilerlemesi ve görev dağılımlarının sorunsuz yapılması için zührevi hastalıklarla mücadele komisyonları kurulmuĢtur. Amacı zührevi hastalıkları engellemek olan bu komisyonların kurulabilmesi için belediye ve polis teĢkilatının olması Ģartı getirilmiĢ ve birden fazla kazası bulunan vilayetlerin her bir kaza- sında komisyon açmak imkânsız olduğu için vilayet makamının uygun bulması durumunda 411 birkaç komisyonun açılabileceği kararlaĢtırılmıĢtır. ĠnĢa edilen bu komisyonlar kendi içinde idare, sıhhat ve icra iĢleri olmak kaydı ile üç kısma ayrılmıĢtır. Ġdare kısmı Vilayet Sıhhat ve Ġçtimai Muavenet Müdürü baĢkanlığında polis Ģefi, belediye hekimi ve zührevi hastalıklar hekiminin toplanması; kazalarda ise idare heyetinin hükümet hekimi baĢkanlığında mahallenin en büyük polis amiri ve zührevi hasta- lıklar hekiminin toplanmasıyla oluĢturulması kararlaĢtırılmıĢtır. Sıhhat kısmı hekim, hasta bakıcı, kâtip ve hademeden oluĢturulmuĢ, hekimlerin çok olduğu yerde bir baĢhekimliğin 409 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 05. 1942, VI. Devre, C. 25, BirleĢim 63, s. 300. 410 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 572. 411 TBMM Resmi Gazetesi, 23. 11. 1933, No. 2560, s. 3237, Kararname No. 15264, 2. ve 3. Madde. 95 kurulması istenmiĢtir. Kazalarda bu heyet hükümet hekimleri veya belediye hekimlerine verilmiĢtir. Ġcra kısmı ise umumi kadın ve evlerin tespit edilmesi, gizli umumi kadın ve evlerinin araĢtırılması, hasta olan umumi kadınların tedaviye getirilmesi için bölgenin en yüksek polis amiri, ahlak zabıtası memuru, sivil polis, kâtip ve dosya memurlarından oluĢ- 412 turulmuĢtur. Komisyonun oluĢturulamadığı yerlerde merkeze en yakın komisyona bağlı olmak Ģar- tıyla kaymakam baĢkanlığında resmi ve özel tabiplerden oluĢan bir yardımcı heyet kurul- 413 muĢtur. Böylece zührevi hastalıklarla mücadele sürecinde yapılan taramalar sayesinde devletin her noktasına sağlık hizmetleri ulaĢtırılabilmiĢtir. Komisyonların kurulmasıyla birlikte devletin her vilayetine her kasaba ve köyüne frengi tarama heyetleri gönderilmiĢtir. Öyle ki 1930 yılında ücret ve masrafları Sağlık Bakanlığı‟nın zührevi hastalıklara ayırdığı bütçeden karĢılanmak kaydıyla Zonguldak vilayetinin bazı kaza ve nahiyelerinde frengi mücadelesi için memur istihdam edilmiĢ ve Sivas‟tan sonra Zonguldak ve civarında da mü- 414 cadele teĢkilatı vücuda getirilmiĢtir. Yine merkezden uzak bucak ve köylerde frengi mücadelesinin aksamadan devam edebilmesi için tali mücadele istasyonları kurulmuĢ, büyük Ģehirlerde dispanserler inĢa edi- 415 lerek hastalıkla savaĢ sahası geniĢletilmiĢtir. Tedavi istasyonlarının kurulması köy bölge- lerinde hasat zamanı frengi tedavisinde meydana gelebilecek aksaklıkları engellemek ama- 416 cıyla 1945 yılında kurulmaya baĢlanmıĢtır. Devlet tarafından inĢa edilen frengi mücadele teĢkilatı tek baĢına frenginin men edil- mesi için yeterli olmamıĢtır. Toplumun frengi hastalığına dair farkındalığının oluĢması ve bireylerin frengiden korunması için sağlık eğitiminin verilmesi Ģart görülmüĢtür. Çünkü Cumhuriyet döneminde frenginin tekrardan ortaya çıkmasını engellemek için devlet dıĢında bireylerin de tedbir alması önemsenmiĢtir. Halkın sağlık bilgisi devletin hazırlamıĢ olduğu 412 TBMM Resmi Gazetesi, 23. 11. 1933, No. 2560, s. 3238, Kararname No. 15264, 5, 6, 7 ve 8. Madde. 413 TBMM Resmi Gazetesi, 23. 11. 1933, No. 2560, s. 3238, Kararname No. 15264, 12. Madde. 414 BCA. 030.18. 01. 02. 10. 23. 2. 415 Ulus Gazetesi, 29. 10. 1948, “25 Yıllık Cumhuriyet Devrinde Sağlık ve Sosyal Yardım ÇalıĢmalarımız”, s. 18. 416 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 94. 96 propaganda çalıĢmalarla yükseltilmeye ve iyileĢtirilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu doğrultuda fren- giyle alakalı Avrupa ve Amerika‟dan getirilen sağlık filmleri köy ve kasabalarda izletilmiĢ, “Frengiden Kork” afiĢleri halkevlerine, gümrüklere ve okullara dağıtılmıĢ ve “Zührevi Hastalıklar Müptelalarına Nasihatler ve Tavsiyeler” adlı broĢür doktorların muayene ettik- 417 leri hastalara vermesi için basılmıĢtır. Frengili hastaların zührevi hastalıklar hakkında eğitilmelerine önem veren bakanlık aynı zamanda yaptığı sağlık propagandalarının sonuçlarını takip etmek ve yapılan çalıĢma- ların faydalı olup olmadığını görmek istemiĢtir. Hatta bu noktada keyfi hareketlerden duy- duğu Ģikâyeti dile getirmiĢtir. Doktorlar tarafından hastalara verilmek mecburiyetinde olu- nan “Zührevi Hastalıklar Müptelalarına Nasihatler ve Tavsiyeler” broĢürlerinin ne kadarı- nın dağıtıldığı, bakanlığın belirlediği hedeflere ulaĢılıp ulaĢılmadığı ve yeniden ne kadar broĢüre ihtiyaç olunduğunun belirtilmemesi ve frengi tedavisini bitirmeyen hastaların Sıh- hat ve Ġçtimai Muavenet Müdürlüklerine bildirilmemesi üzerine bakanlık genelge yayınla- 418 mıĢtır. Halkın sağlık bilgisini artırmak için radyolardan da yararlanılmıĢtır. Özellikle köy ve kasaba gibi küçük yerleĢimlerde insanların frengiye yakalandıklarını öğrendiklerinde top- lum tarafından ayıplanacakları korkusuyla hareket edip tedavi olmak istememeleri veya doktor olmayan kiĢiler tarafından yanlıĢ Ģekilde muayene edilmeleri hastalığının yayılımını hızlandırmıĢtır. Frengili hastaların ahlaki açıdan dıĢlanacakları korkusu bakanlığın mahre- miyet üzerinde hassasiyetle durmasını sağlamıĢ ve frengi hastalarının korkularını kısmen dindirebilecek genelge 1932 yılında yayınlanmıĢtır. Genelgeye göre bazı memurların hasta mahremiyetine saygı göstermedikleri ifade edilmiĢ ve kurallara uymayan memurların bu 419 Ģekilde devam ederse meslekten uzaklaĢtırılacaklarının altı bir kez daha çizilmiĢtir. Hulusi Behçet, 1935 yılında radyo konuĢmasında ayıplanma korkusu içinde olan has- taların sağlık bilgisi yetersizliğinden kaynaklı yanlıĢ inanıĢlara sahip olduğunu belirtmiĢ ve yanlıĢ bilgilerin tedavi sürecini olumsuz etkilediğini, tedaviye gelmeyen insanlardan doğan 417 Cumhuriyetin İlk 15 Yılında Sağlık Hizmetleri, ss. 357- 359. 418 TBMM Resmi Gazetesi, 11. 11. 1933, No. 2549, ss. 3211- 3212. 419 TBMM Resmi Gazetesi, 23. 08. 1932, No. 2182, s. 1820. 97 420 çocukların cılız, ahmak ve ruhi açıdan yozlaĢmıĢ olduğunu vurgulamıĢtır. Sahip olunan bu yanlıĢ bilgi ve inanıĢların yok edilmesi için de sağlık eğitimi Ģart görülmüĢtür. Hulusi Behçet sağlık eğitiminin ilkokul sıralarında baĢlanmasını ve bireylerin cinsel münasebetler sonucunda karĢılaĢacakları maddi, manevi ve toplumsal tehlikelere karĢı bilgilendirilmesini 421 tavsiye etmiĢtir. Tüm bu hıfzıssıhha faaliyetleriyle devlet frengiyle mücadele sürecinde bireylerin de sorumluluk almasını istemiĢ ve bireylerin koruyucu sağlık eğitimi almasını sağlayarak ile- ride tekrar etmesi muhtemel frengi salgınlarına karĢı tedbirlerin ilk elden alınmasını ve yan- lıĢ uygulamaların son bulmasını temenni etmiĢtir. 1.3. Frengi Salgınına KarĢı Ġlaç Tedavisi ve Temini Zührevi hastalık olan frenginin tedavi sürecinde kullanılacak ilaçlarla alakalı ilk rapor 1925 yılında toplanan frengi komisyonu tarafından hazırlanmıĢtır. Komisyonun raporuna göre kullanılması kararlaĢtırılan ilaçlar neosalvarsan, cıva Ģırıngaları ve bizmut Ģırıngaları 422 olmuĢtur. Sarı renkte ince toz Ģeklinde olup havasız ampullerde bulunan neosalvarsan, frenginin yok edilmesi ve hızlı tedavisi için öncelikli ilaç olarak görülmüĢ ve ilacın ithalin- 423 de gümrük vergisinin alınmaması 1921 yılında meclise teklif edilmiĢtir. 1924 yılında ilacın ucuz satılması ve fakir halkın da bu ilacı tedarik edilmesi için neosalvarsanın gümrük 424 resminden muaf tutulması kararlaĢtırılmıĢtır. Neosalvarsan dıĢında kullanılan bir diğer ilaç ise cıva olmuĢtur. Zeytinyağı veya akıĢkan vazelin dahilindeki % 10 nispetinde karıĢımdan ibaret olan beyaz renkli koyu kı- vamlı akıĢkan bir ilaç olup ampul veya ĢiĢelerde muhafaza edilmiĢtir. Cıva Ģırıngaları vü- cudun uzun kaslarının yer aldığı adalei iliviye yani kalçaya uygulanmıĢtır. Cıva Ģırıngalar 420 Nuray Demirci, Çağatay Üstün, “”Prof. Dr. Hulusi Behçet‟in (1889- 1948) Frengi Hakkındaki Bir Radyo KonuĢması” Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Lokman Hekim Dergisi, S. 3(1), 2013, s. 58. 421 Demirci, Üstün, a.g.m., s. 59. 422 BCA. 490.01.1464.6.1. 423 TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 01. 1337, I. Devre, C. 7, BirleĢim 127, s. 112. 424 TBMM Zabıt Ceridesi, 14. 02. 1340, II. Devre, C. 5, BirleĢim 102, s. 850. 98 kalça bölgesinin birkaç kısmına batırılmıĢtır. Yöntemin uygulamasında doktorlardan cıva- 425 nın kana karıĢmasını engellemek için dikkatli olmaları istenmiĢtir. Cıva aynı zamanda frenginin tedavisinde kullanılan eski bir usûl olmuĢtur. Ġnsanlar cıva buharına maruz kalmak veya cıvayı yaralara temas ettirmek yoluyla hastalıktan kur- tulmaya çalıĢmıĢlardır. Cumhuriyet dönemiyle beraber cıva, tıbbi bir takım iĢlemler geçire- rek frengi tedavisinde kullanılan tıbbi bir ilaç haline getirilmiĢtir. Mecliste bazı vilayetlerde cıva uygulamasının halen devam ettiği sözlerine karĢılık Dr. Refik Saydam, cıva kullanımı- nın tıbbi bir uygulama olduğunu belirtmiĢ ve cıvanın neosalvarsanla beraber frengi tedavi 426 yöntemi olarak kullanıldığını ifade etmiĢtir. Böylece cıva kullanımına karĢı duyulan ve eski dönemlerden kalma korkular giderilmeye çalıĢılmıĢtır. Bizmut Ģırıngaları ise tedavi sürecinde cıva Ģırıngaları gibi kullanılmıĢtır. Cıvadan daha acısız olmakla beraber cıva gibi 427 haftada bir kere değil iki kez uygulanmıĢtır. Frengi mıntıkalarına gönderilen ve frengi tedavisinde kullanılan ilaçların yıllara göre miktarları aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir: 428 Tablo 10: 1925-1932 Yılları Arasında Vilayetlere Gönderilen Ġlaçlar Yıllar Neosalvarsan Bizmut Mürekkebi Cıva Mürekkebi (KarıĢım halinde) (KarıĢım halinde) Kilo Gram Kilo Gram Kilo Gram 1924 18 938 0 0 0 0 1925 51 516 0 0 129 0 1926 1 497 109 335 117 550 1927 24 412 37 020 140 670 1928 24 317 36 510 82 150 425 BCA. 490.01.1464.6.1. 426 TBMM Zabıt Ceridesi, 18. 03. 1340, II. Devre, C. 7/1, BirleĢim 15, s. 677. 427 BCA. 490. 01. 00. 1464. 6. 1. 428 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 99 1929 22 916 74 970 89 350 1930 54 258 111 750 126 250 1931 51 0 121 650 145 875 1932 78 671 57 870 371 450 Frengi tedavisinde neosalvarsanın kullanımı daha fazla tercih edilmiĢtir. Hem kulla- nımın daha kolay olmasını sağlamıĢ hem de daha acısız ve hızlı sonuçların alınmasına yar- dımcı olmuĢtur. 1925 yılında Kastamonu mebusunun frengiyle mücadele noktasında Kas- tamonu‟ da ne yapıldığı sorusuna karĢılık Dr. Refik Bey, 1923 yılında vilayete 25 kilo neo- salvarsan, malzeme ve mücadele için 15.000 lira, kadro verilen memurlar için 15.000 lira ve kendi emirlerine de 9.400 liranın gönderildiğini söylemiĢtir. Ayrıca 44.315 kiĢinin teda- 429 vi edildiğini de belirtmiĢtir. 1930 yılında frengi tedavisi için yurtdıĢından değeri 95.000 430 lira olan 100 kilo neosalvarsan alınmıĢ ve mücadele teĢkilatlarına gönderilmiĢtir. Aynı yıl içinde vilayetlere 63 kilo neosalvarsan, 45 kilo bizmojenol, 45 kilo cıva kremi ve 25 kilo iyot mürekkebâtı gönderildiği ifade edilmiĢtir. Yine 1930 yılında Sivas‟ta 4.012 kiĢinin tedaviye alındığı 385 frengilinin tedavilerinin tamamlandığı, Orhaneli‟nde 1.060 kiĢinin tedavi edildiği 262 frengilinin iyileĢtiği belirtilmiĢtir. Bu mıntıkalara ek olarak Fatsa‟da 3.792 kiĢi, ÇarĢamba‟da 1.376, Düzce‟de 2.366 kiĢinin tedavi edildiği bildirilmiĢ ve top- 431 lamda 9.878 kiĢinin tedavi kapsamına alındığı açıklanmıĢtır. Frengi mücadelesinin sürdürüldüğü Çanakkale için 1930 yılında adı belirtilmemiĢ bir 432 frengi ilacı yurtdıĢından satın alınmıĢtır. Yine Adana‟da frengi mücadelesi için 2.000 433 liralık adı belirtilmemiĢ bir frengi ilacı getirtilmiĢtir. Ġstanbul hastane ve Emrazı Efrenci- 434 ye Dispanserleri için de 32.000 lira değerinde frengi ilaçları satın alınmıĢtır. Ġsimleri be- lirtilmemiĢ bu ilaçların neosalvarsan olma ihtimali yüksektir. Çünkü genel tabloya bakıldı- 429 TBMM Zabıt Ceridesi, 09. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 73, s. 305. 430 BCA. 030. 18. 01. 02. 8. 9. 2. 431 TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 07. 1931, VI. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 139. 432 BCA. 030. 18. 01. 02. 14. 68. 10. 433 BCA. 030. 18. 01. 02. 14. 68. 19. 434 BCA. 030. 18. 01. 02. 15. 74. 1. 100 ğında yurtdıĢından getirilen frengi ilaçlarının büyük bir kısmını neosalvarsan oluĢturmuĢ- tur. 435 1931 yılında tedariki zorunlu olan 50 kilo neosalvarsan ve miktarı belirtilmemiĢ 436 bizmojenol ilacı yurtdıĢından satın alınmıĢtır. 1934 yılına gelindiğinde Bakanlığın frengi 437 mücadele mıntıkalarına 150 kilo neosalvarsan dağıtıldığı bildirilmiĢtir. Yine frengi mü- cadele teĢkilatı kapsamında serum çalıĢmaları yapılmıĢ teĢkilat bünyesinde seroloji muaye- ne yapılmıĢtır. Frengi teĢkilatlarında yapılan seroloji muayenesi aĢağıdaki tabloda gösteril- miĢtir; 438 Tablo 11: 1925-1932 Seroloji Muayenesi Yerler Seroloji Muayenesi Sivas 74.433 Ordu 19.103 ÇarĢamba 14.172 Düzce 29.096 Orhaneli 11.457 Balıkesir 1.015 Toplam 149.276 Salgın hastalıklar mücadele sürecinde özellikle yurtdıĢından temin edilen ilaçların düzeninin sağlaması, karaborsacılığın engellemesi ve halkın ilaçları daha ucuz ve kolay tedarik edebilmesi adına 1935 yılında 2767 Sayılı Sıtma ve Frengi İlaçları İçin Kanun ka- 439 bul edilmiĢtir. Kanuna göre sıtma ve frengi ilaçlarının yurtdıĢında satın alınması ve yurt içinde yapılması veya yaptırılması Türkiye Kızılay Cemiyeti‟nin kontrolüne bırakılmıĢ ve 440 Bakanlıkla ortaklaĢa çalıĢmaları sağlanmıĢtır. Kızılay tekeline bırakılan frengi ilaçlarının arasına 1946 yılında bakanlık tarafından pallicid komprime ilacının eklenmesi kararlaĢtı- 435 BCA. 030. 18. 01. 02. 19. 24. 4. 436 BCA. 030. 18. 01. 02. 19. 24. 3. 437 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 3, BirleĢim 29, s. 241. 438 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 439 TBMM Resmi Gazetesi, 15. 06. 1935, No. 3029, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 15. 440 TBMM Zabıt Ceridesi, 07. 06. 1935, V. Devre, C. 4, BirleĢim 35, s. 73. 101 441 rılmıĢtır. 1947 yılında yine Kızılay frengi ilaçları listesine bismuth subsalicylate winth- 442 rop, neoarsphenamine wintrop ve neoarsphenamie abbot ilaçları eklenmiĢtir. 443 444 445 1948 yılında glyvarsenyl amp, syntharsen amp ve neokarsivan amp ilaçları da Kızılay frengi ilaçları listesine alınmıĢtır. 1950 yılında bu listeye neo-mesarca ilacı da ilave 446 edilmiĢtir. Ġlerleyen yıllarda Kızılay tekeline bırakılan frengi ilaçları listesine yenileri eklenerek ilaç sayıları arttırılmıĢtır. Frengiyle mücadele sürecinde zaman geçtikçe uygula- nan ilaç tedavileri çeĢitlilik kazanmıĢ ve frengiyi salgın ve bulaĢıcı hastalıktan çıkarmak için ciddi ilaç takviyeleri yapılmıĢtır. Bu sürecin tek olumsuz tarafı ilaçların yoğun olarak yurtdıĢından temin edilmesi olmuĢtur. Her ne kadar ilaç üretimi Hıfzıssıhha Müessesesinin kurulmasıyla ciddi atılımlar yapmıĢ olsa da frengi ilaçları temini noktasında yurtdıĢına bağ- lılık artarak devam etmiĢtir. 2. SITMA SALGINIYLA SAVAġ Halk sağlığının korunması nüfusun az olduğu ülkelerde üzerinde hassasiyetle durulan bir konu olmuĢtur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, savaĢ yıllarında ve sonrasında nüfusun artırılmasına yönelik bir politika izlediği için salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla erken yıllarda mücadeleye baĢlamıĢtır. Toplum sağlığı, devletin kalkındırılmasında gerekli olan dinamiz- mi sağlayacağından öncelik toplumun sağlığını iyileĢtirmek ve niteliksel artıĢını sağlamak olmuĢtur. Sıtma hastalığının doğal ve beĢeri faktörler sonucu verem, trahom ve frengiye göre daha hızlı yayılması kısa sürede büyük kitlelerin sıtmaya yakalanmasına neden olmuĢtur. Hastalıktan etkilenen kitlenin çevresel faktörlerden kaynaklı tarım bölgelerinde yoğunlaĢ- ması sıtmayı basit bir sağlık problemi olmaktan çıkarmıĢtır. Milli gelirini tarımdan elden eden bir ülkenin tarımla uğraĢan köylüsünün sıtma olması aynı zamanda iktisadi yapının 441 BCA. 030. 18. 01. 02. 109. 80. 19. 442 BCA. 030. 18. 01. 02. 113. 36. 12. 443 BCA. 030. 18. 01. 02. 116. 19. 12. 444 BCA. 030. 18. 01. 02. 116. 31. 2. 445 BCA. 030. 18. 01. 02. 117. 74. 11. 446 BCA. 030. 18. 01. 02. 122. 28. 1. 102 temellerini de sarsmıĢtır. Bu yüzden sıtma mücadelesinde Sağlık Bakanlığı gösterdiği has- sasiyet ve alakayı diğer devlet teĢkilatlarından beklemiĢ ve iĢbirliği için sık sık tamimler yayınlamıĢtır. Topyekûn bir sıtma mücadelesi tüm devlet teĢkilatlarının ve halkın mücadeleye ka- tılmasıyla gerçekleĢeceğinden çıkarılan kanunlarda devlet daireleriyle halka sorumluluklar verilmiĢtir. Osmanlı döneminde baĢlayan sıtma mücadelesinin Cumhuriyet döneminde de- vam etmesi ve baĢarılı sonuçlar vermesi devlet daireleri ve halk dayanıĢmasının bir sonucu olmuĢtur. Cumhuriyet döneminde sosyal bir afet olarak görülen sıtmadan korunmak ve sıt- mayı yok etmek milli menfaatlerin baĢında gelmiĢtir. Çünkü sıtmadan arınmıĢ bir halk; toplumsal, iktisadi, askeri ve siyasi bir gücü simgelemiĢtir. 2.1. Sıtma Tedavisi ve Mücadele Yöntemleri Bir insanın sıtmalı olup olmadığı bazı tıbbi yöntemlerle anlaĢılmaktadır. Sıtma teda- visinde kiĢinin kan tahlilleri ve dalak ölçümleri alınarak sıtma paraziti taĢıyıp taĢımadığı tespit edilmiĢtir. Kanlarında sıtma paraziti taĢıyan ve dalaklarında büyüme görülen kiĢiler sıtma tedavisine alınmıĢ ve tedavilerinin devlet tarafından ücretsiz olarak yapılması karar- 447 laĢtırılmıĢtır. Osmanlı Devleti‟nin sıtmaya yönelik yürüttüğü çalıĢmaların yanında hasta- lığa yönelik tıbbi olmayan yöntemler kullanılmıĢtır. Ġnsanlar hastalığı kendilerinden uzak 448 tutmak için tütsü yakma ve tuzlu suya girme gibi yöntemlere baĢvurmuĢlardır. Cumhuri- yet döneminde gelindiğinde sıtma tanısı konulan insanların tedavilerinde uygulanan ilk yöntem, kiĢinin vücudunda yer alan sıtma parazitini yok etmek olmuĢtur. Paraziti yok et- mek için sıtmaya karĢı en etkili silah olarak kabul edilen, kinin ilacı kullanılmıĢtır. Ġnsan vücudundaki sıtma parazitleri kinin sayesinde yok edildiği için sıtma taĢıyıcısı sivrisinekle- 449 rin hastalığı yayma olasılığı da azalmıĢtır. 447 Recep Akdur, Sıtma Eğitim Notları, T.C. Sağlık Bakanlığı Sıtma Savaş Daire Başkanlığı, Ankara, 1997, s. 27 ve 29, Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 105. 448 Eminalp Malkoç, “Erken Cumhuriyet Döneminde Sıtma Mücadelesinin Alt Yapısı ( 1923-1927)”, Osman- lı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, s. 191. 449 Özer, “II. Dünya SavaĢı Yıllarında Anadolu‟da Sıtma”, s. 464. 103 Refik Saydam tarafından devletin en büyük sosyal afeti olarak görülen sıtma, 1-3 Ey- lül 1925 tarihleri arasında yapılan I. Milli Türk Tıp Kongresi‟nin de gündemini oluĢturmuĢ- tur. Ġlk olarak sıtmanın Türkiye‟de hangi coğrafyalarda görüldüğü Dr. Abdülkadir Lütfi ve 450 Dr. Ahmet Fikri tarafından kongreye sunulmuĢtur. Kongrede sıtma üzerine yapılan kap- samlı tartıĢmalar sonucu halkın en çok sıtmadan mustarip olduğu görülmüĢ ve 1925 yılın- dan sonra sıtmayla mücadelede yasal adımlar atılarak mücadelenin esasları ortaya konul- muĢtur. Ayrıca kongreye sunulan raporlar, sıtmayla mücadeleye Türkiye coğrafyasının bi- linmesiyle baĢlanacağını göstermiĢ ve coğrafi zorlukların üzerinden gelmenin hastalığı 451 kontrol etmek için gerekli olduğu belirtilmiĢtir. Devletin sıtma mücadelesindeki kanunlaĢtırma hareketleri ilk olarak 1926 yılında baĢlamıĢtır. Devletin temel sağlık sorunlarından biri olarak görülen sıtmaya karĢı mücadele edebilmek için her Ģeyden önce koruyucu sağlık hizmetleri noktasında iyi eğitim almıĢ dok- torlara ihtiyaç duyulmuĢtur. Doktorların sıtma salgını hakkında uzmanlaĢması sıtmaya karĢı 452 alınacak tedbirlerin baĢında gelmiĢtir. Bu düĢünce ile hareket eden Sağlık Bakanlığı, 1926 yılında 826 Sayılı Etibbanın Sıtma Enstitülerinde Staj Mecburiyetleri Hakkında Ka- nununu çıkararak 1927 yılında ve sonrasında Tıp Fakültesi‟nden mezun olan doktorların bir senelik stajlarını yaptıktan sonra bakanlığın uygun gördüğü yerlerde üç aylık sıtma stajı 453 yapmaları kararlaĢtırılmıĢtır. 1926 yılında 839 sayılı kanuna göre staj zorunluluğu getirilen sağlık personellerinin sıtma mücadelesi için gerekli olan bilgilerle donatılması ve sıtma salgınına yönelik çalıĢma- ların yapılması için Almanya‟dan getirilen Dr. Martini‟nin önerisiyle 1928 yılında Ada- na‟da Sıtma Enstitüsü açılmıĢ ve burada her yıl altı ay süren sıtma eğitim kursları verilmiĢ- 454 455 tir. 1928- 1947 yılları arasında bu hizmet içi kurslara 933 personel katılmıĢtır. Sıtma mücadelesinde küresel geliĢmeler de yakından takip edilmiĢ ve uluslararası dü- zenlenen konferanslara doktorlar gönderilmiĢtir. 1930 yılında Cezayir‟de toplanacak olan 450 Arıkan, a.g.t., s. 17. 451 Evered, “ Governing population, Public Health and Malaria In The Early Turkish Republic”, s. 477. 452 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 26. 453 TBMM Resmi Gazetesi, 05. 05. 1926, No. 364, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 4. 454 Hot, a.g.t, s. 43. 455 Erdem Aydın, Türkiye’de Sıtma Savaşı, Ankara: Türk Tabipler Birliği, 1998, s. 20. 104 456 II. Uluslararası Sıtma Kongresine Dr. Hüsamettin Bey gönderilmiĢ ve kendisi Sıtma 457 Kongresinin daimi komitasına üye olarak seçilmiĢtir. 1932 yılında sıtma mücadelesinde uygulanan yöntemleri ve geliĢmeleri öğrenmek için Milletler Cemiyeti tarafında Paris‟te açılacak olan sıtma kursuna Antalya sıtma reisi Dr. Seyfettin Bey ve Konya sıtma reisi Dr. 458 Cevdet Bey gönderilmiĢ ve yurtdıĢında açılan bu kurslara farklı zamanlarda doktorlar 459 gönderilmeye devam edilmiĢtir. Devam eden yıllarda sıtma mücadelesinde yaĢanan ge- 460 liĢmelerin takip edilmesi için yurtdıĢına Türk doktorların gönderilmesi sürdürülmüĢtür. KiĢilerde bedensel ve ruhsal etkileri olan sıtmaya karĢı Cumhuriyetin erken yıllarında baĢlayan mücadele 1926 yılında 839 Sayılı Sıtma Mücadelesi Kanununun çıkarılmasıyla 461 devam etmiĢtir. Yirmi bir maddeden oluĢan kanuna göre bakanlığın sıtma mıntıkası ilan ettiği yerlerde heyetlerin kurulması, enstitü, laboratuvar, hastane ve dispanser açılması ve küçük sağlık memurlarına eğitim verilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Ayrıca köylülere, amelelere, Ģehir ve kasabalardaki fakir kimselere ve sıtma mücadelesinin yapıldığı mıntıkalarda lüzum 462 görülen kiĢilere ücretsiz olarak kinin dağıtılması sağlanmıĢtır. Hastaların vücudundaki sıtma parazitini yok etmek için yapılan mücadele aynı za- manda sivrisineklerin üremelerine neden olan bataklıklar için de yapılmıĢtır. Aslında batak- lıklarla ilgili düzenlemeler Cumhuriyetten önce Osmanlı döneminde baĢlamıĢtır. XIX. yüz- yılda Osmanlı, bataklıkları halk sağlığının sağlanması noktasında engel olarak gördüğünden Nafia Nezareti bataklıkları kurutmak için çalıĢmalara baĢlamıĢ ve bir bataklık haritası ha- 463 zırlamıĢtır. Ayrıca Osmanlı Devleti‟nin, çeltik üretimiyle sıtma arasındaki paralelliği fark etmesi üzerine pirinç üretimi ile ilgili hastalığın seyrini değiĢtirecek düzenlemeler yapılma- sı için adımlar atılmıĢtır. Pirincin durgun sularda yetiĢtirilmesi ve sıtmaya neden olan sivri- sineklerin durgun suları sevmesi, devleti 1910 yılında pirinç ziraatına yönelik önlemler al- 456 BCA. 030. 18. 01. 02. 10. 24. 6. 457 BCA. 030. 18. 00. 229. 540. 6. 458 BCA. 030. 18. 01. 02. 28. 38. 13. 459 BCA. 030. 18. 01. 02. 34. 18. 3. 460 Detaylı bilgi için bkz. BCA. 030. 18. 01. 02. 55. 45. 13/ BCA. 030. 18. 01. 02. 80. 95. 9. / BCA. 030. 18. 01. 02. 84. 65. 20/ BCA. 030. 18. 01. 02. 84. 82. 1. 461 TBMM Resmi Gazetesi, 29. 05. 1926, No. 384, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 4. 462 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 218. 463 Gratien, “ Toprakla Oynayan Mezarını Kazar: Osmanlı‟da Sıtma ve Medeniyet”, çev. Ġsmail YaĢayanlar, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, s. 45. 105 464 maya itmiĢtir. Ayrıca 1910 yılında Osmanlı topraklarında bulunan bataklıkları ortadan kaldırmak amacıyla vilayet sıhhiye müfettiĢleri, nafıa müdürleri ve mühendislerden oluĢan komisyonların kurulması kararlaĢtırılmıĢ ancak bütçe olmadığı için planlar hayata geçirile- 465 memiĢtir. Kurutma çalıĢmaları maliyetli olduğundan devlet, farklı bir yaklaĢım izlemiĢ, bataklık alanlarında kırsal dönüĢümü sağlamak adına bireyleri bu konuda teĢvik etmiĢ ve Arazi Kanunnamesi‟nin mevat olarak ayırdığı topraklar böylece geliĢtirilmesi için büyük 466 toprak sahiplerinin ellerine bırakılmıĢtır. Anadolu, bereketli sularla beslenen bir coğraf- ya olduğu için bataklık sorunu Cumhuriyet döneminde de üzerinde ciddi tartıĢmaların ya- Ģandığı bir konu olmuĢtur. 839 sayılı kanunla köy, kasaba ve Ģehir sınırları dâhilinde bulunan ve buralarda ika- met eden insanlara zarar verebileceği tespit edilen su birikintilerine neden olmak, kanunla yasaklanmıĢtır. Ayrıca lağım veya genel su kanalları olmayan yerlerde bulaĢık ve tuvalet atıklarının üstü kapalı çukurlara dökülmesi mecburi görülmüĢ, pis suların bu çukurdan ayrı bir yere dökülmesine müsaade edilmemiĢtir. Yine gübrelerin ve atıkların hane sağlığını 467 tehlikeye düĢürecek Ģekilde avlu içinde muhafaza edilmesi de yasaklanmıĢtır. Hükümet, sıtma kanunun çıkarılmasından iki yıl önce köy yerlerindeki bataklıkların temizlenmesi için zaten yasal adımlar atmıĢtır. 1924 yılında 442 Sayılı Köy Kanunu ile köy yerlerindeki bataklıklara yönelik hükümler getirilmiĢ ve köylülere sıtmayla mücadelede sorumluluklar verilmiĢtir. Nüfusun büyük bir kısmının köylerde toplanması ve iktisadi ya- pının gücünü tarımdan alması merkezden uzak köy yerlerinde sıtma mücadelesinin daha ciddiye alınmasına neden olmuĢtur. Kanunla köy sınırları içerisinde yer alan bataklıkların kurutulması ve su birikintisi oluĢmasını engellemek için kanalların inĢa edilmesi köylünün 464 Chris Gratien, “Pilavdan Dönen Ġmparatorluk: Meclis-i Mebusan‟da Sıtma ve Çeltik TartıĢmaları”, çev. Burcu Kurt, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, ss. 98- 99. 465 Erol Karcı, “II. MeĢrutiyet Döneminde Osmanlı Hükümetlerinin Sıtma Ġle Mücadelesi (1908- 1914)”, Tarihsel Süreçte Anadolu’da Sıtma ed. ġükran Köse, Çağrı Büke, Fevzi Çakmak, Eren Akçiçek, Ankara: Gece Kitaplığı, 2017, s. 288. 466 Gratien, “ Toprakla Oynayan Mezarını Kazar: Osmanlı‟da Sıtma ve Medeniyet”, s. 47. 467 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, ss. 218- 219. 106 468 mecburi görevleri arasında sayılmıĢtır. Bakanlığın bataklıklara yönelik yapmıĢ olduğu mücadele aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir. 469 Tablo 12: 1925-1932 Yılları Arasında Yapılan Kanallar Kurtulan Bataklıklar Yıllar Açılan Kanalların Uzunluğu Kurutulan Bataklıklar metre metre 1925 0 40.000 1926 0 182.400 1927 11.763 910.559 1928 23.254 11.065.898 1929 21.701 8.243.136 1930 138.295 25.058.916 1931 92.309 19.616.809 1932 90.779 78.727.960 Tablodan da anlaĢıldığı üzere sıtma mücadelesinde en önemli verilen husus sıtma ta- Ģıyıcısı sivrisineklerin barınma yerleri olan bataklıkların kurutulması olmuĢtur. Bu sayılara küçük sai ile yapılan çalıĢmalar, nehir kenarlarını ıslahı, çukurların ıslahı dahil edilmemiĢ- tir. Yine 1930 yılında çıkarılan Hıfzıssıhha Kanunu‟nun üçüncü faslı sıtmaya ayrılmıĢ ve 470 sıtmanın görüldüğü yerlerde bakanlığa ihbarda bulunulması zorunlu tutulmuĢtur. Batak- lıklara yönelik hükümler, 1936 yılında çıkarılan 3039 Sayılı Çeltik Ekimi Kanunu’nda da 471 yer almıĢtır. Kanuna göre çeltik ekimi yapılacak vilayetlerde valinin, kazalarda ise kay- makamın çeltik komisyonları kurması kararlaĢtırılmıĢ ve bu komisyonlarda sıtma mücadele baĢkanı veya hekiminin bulundurulması, bunların olmadığı kazalarda ise hükümet tabibiyle çeltikle uğraĢan kimsenin bulundurulması Ģartı getirilmiĢtir. Ayrıca çeltik yapılacak arazi- nin köylerde 50, kazalarda 500, vilayetlerde ise 1.000 metre uzaklıkta olması gerektiği be- 468TBMM Resmi Gazetesi, 07. 04. 1924, No. 68, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 2. 469 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 470 TBMM Resmi Gazetesi, 06. 05. 1930, No. 1489, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 8. 471 TBMM Resmi Gazetesi, 23. 06. 1936, No. 3337, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 16. 107 lirtilmiĢtir. Ancak en kurak mevsimde dahi kurumayıp sıtmaya sebebiyet veren bataklıklara yakın olan köy, kaza ve vilayetlerde belirtilen bu mesafelerin artırılması ve bu arazilerde 472 çeltik yapılacaksa uygun uzaklığın alınması gerekmiĢtir. Pirinç üretimi ve bataklıklara yönelik aynı uygulamalar Cumhuriyet‟ten önce Osmanlı yöneticilerinin üzerinde hassasi- yetle üzerinde durduğu bir konu olmuĢtur. Mebusan Meclisi‟nde yapılan tartıĢmalarda pi- rinç üretimine yönelik düzenlemeleri savunan mebuslar, üretime getirilen düzenlemelerin sıtmayı engelleneceğini savunmuĢ, önde gelen pirinç üreticileriyle toprak zenginleri ise kendi çıkarlarını ön planda tutarak pirinç ziraatında en az kısıtlamayı öngören açıklamalar- 473 da bulunmuĢlardır. Mecliste pirinç üretimine yönelik ortak bir tavır alınamamasına rağ- men Osmanlı Devleti‟nin sıtma mücadelesinde durgun sulara ve pirinç ekimine odaklanma- sı bilimsel adımların atılmasına yönelik bilinçli bir tablonun varlığını göstermiĢtir. Sulak alanları çok olan Türkiye‟de sıtmanın yayılmasına sebebiyet veren en önemli unsur çıkan kanunlar ve arĢiv belgelerinden de anlaĢıldığı üzere bataklıklar olmuĢtur. Vila- yetlerden gelen Ģikâyetler hep bataklıklardan duyulan rahatsızlıklar üzerine yazılmıĢtır. 1936 yılının ilkbahar ve yaz aylarında Türkiye‟de normal Ģartlar dıĢında bir yağmur mev- simi yaĢanması nehirlerin taĢmasına ve sivrisinekler için gerekli su birikintileriyle bataklık- ların oluĢmasına neden olmuĢtur. Bataklıklar hava sıcaklığıyla birleĢince bataklıkların bu- lunduğu noktalarda sıtma vakalarında artıĢ meydana gelmiĢtir. Öyle ki 1935 yılı Mart ve Ekim ayları arasında Samsun‟da 33.970 kiĢi sıtmalı iken bu sayı 1936 yılında 49.588 kiĢiye ulaĢmıĢtır. Sıtmalı hasta sayısı Manisa‟da 1935 Haziran ve Ekim ayları arasında 33.874 kiĢiden 1936 yılında 53.748‟e, Aydın‟da 1935 Ocak ve Ekim ayları arasında 45.957 kiĢiden 1936 yılında 63.702‟e, Seyhan‟da 1935 Mayıs ve Eylül ayları arasında 83.303 kiĢiden 1936 474 yılında 124.851‟e yükselmiĢtir. 1940 yılı ilkbaharında yine bol yağıĢtan kaynaklı YeĢilırmak ve Kelkit sularının taĢ- ması sonucu Kazavo ve Niksar ovalarında bataklıklar oluĢmuĢ ve Kazavo mıntıkasında 56 kiĢi vefat etmiĢtir. Ayrıca sıtma vakasının artması sonucu halkın harman kaldıramayacak ve 475 depremden zarar görmüĢ evlerini onaramayacak halde bulundukları da belirtilmiĢtir. 1941 472 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 06. 1936, V. Devre, C. 12, BirleĢim 78, ss. 196- 203. 473 Gratien, “Pilavdan Dönen Ġmparatorluk: Meclis-i Mebusan‟da Sıtma ve Çeltik TartıĢmaları”, s. 102. 474 BCA. 030. 10. 00. 177. 221. 13. 475 BCA. 030. 10. 00. 177. 223. 8. 108 yılında Kırıkkale‟de askeri fabrikalarda çalıĢan amele ve iĢçilerin sıtmaya yakalanması so- nucu Ġsmet Ġnönü‟nün emriyle fabrika etrafındaki bataklıkların kurutulması iĢin incelemeler 476 baĢlamıĢtır. Ciddi maddi harcamalar isteyen bataklık ve su birikintilerinde sivrisineklerin yok edilmesi için farklı yöntemler kullanılmıĢtır. Sivrisineklerin yaĢamasını engellemek adına ilk zamanlar bataklık arazilerin yakınlarına okaliptüs ağaçlarının ekilmesi gibi daha basit 477 yöntemler tercih edilmiĢtir. Doğal çözümler dıĢında bataklıkların arındırılması ve kuru- tulması için kimyasal yöntemler de uygulanmıĢtır. Arsenat kalsiyum karıĢımıyla elde edilen ve Paris Yeşili olarak adlandırılan madde, sıtma yaptığı düĢünülen bataklıklara eğitim almıĢ 478 kiĢiler tarafında karıĢtırılmıĢtır. Bunun dıĢında sivrisinek sürfelerini ortadan kaldırmak 479 için büyük bataklıklara bahar aylarında mazot yaz aylarında ise benzin dökülmüĢtür. 14 480 ġubat 1941 tarihinde Sağlık Bakanlığı senelik ihtiyaç olarak 300 ton mazot ve yine aynı 481 yılın 1 Kasım‟ında sivrisineklerle mücadele için 200 ton mazot satın alınmıĢtır. II. Dünya SavaĢının yarattığı ekonomik bulanımlar, mazotun temin edilmesinde de sorunlara neden olmuĢtur. 1943 yılında CHP grubu, tatil zamanı dolaĢtıkları yerlerde sıtma ilacı ve mazot 482 tedarikinde güçlüklerin yaĢandığını bakanlığa bildirmiĢtir. Sivrisineklerle mücadelede kullanılan bu zorlu yöntemlerden sonra 1945 sonrası siv- 483 risineklerle mücadelede yeni yöntem olan D.D.T kullanılmaya baĢlanmıĢtır. D.D.T. hal- ka “yoket” adıyla sunulmuĢ ve D.D.T. uygulamasında kamu kurum ve kuruluĢlarından dev- 484 lete destek çıkması istenmiĢtir. D.D.T. kullanımından sonra sıtmaya yakalanan insan 476 BCA. 030.10. 00. 177. 223. 11. 477 Günver GüneĢ, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Aydın‟da Sıtma Hastalığı ve Sıtma Ġle Mücadele”, Tarihsel Süreçte Anadolu’da Sıtma ed. ġükran Köse, Çağrı Büke, Fevzi Çakmak, Eren Akçiçek, Ankara: Gece Kitap- lığı, 2017, ss. 543-544. 478 Süleyman Tekir, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Türkiye‟de Sıtma Ġle Mücadele Faaliyetleri”, Tarihsel Sü- reçte Anadolu’da Sıtma ed. ġükran Köse, Çağrı Büke, Fevzi Çakmak, Eren Akçiçek, Ankara: Gece Kitaplığı, 2017, s. 407. 479 Hot, a.g.m., s. 48. 480 BCA. 030. 18. 01. 02. 94. 12. 7 481 BCA. 030. 18. 01. 02. 96. 89. 8. 482 BCA. 030. 10. 00. 177. 224. 4. 483 Beyaz tozdan oluĢan ve böcekleri öldürmede etkili olan bir kimyasal madde olan bu ilaç, sinekleri etkisiz hale getirerek sıtma oranını azaltmaya ciddi ölçüde yardımcı olmuĢtur. Detaylı bilgi için bkz. Dilevurgun, Sıtma, s. 31. 484 Erdem Aydın, Türkiye’de Sıtma Savaşı, s. 31. 109 485 sayısında her yıl %12,5 oranında azalma görülmüĢtür. 1948 yılında 64 saf D.D.T, 1949 yılında 95 ton D.D.T.‟nin sıtma bölgelerinde kullanıldığı dönemin Sağlık Bakanı Kemali 486 Bayazıt tarafından açıklanmıĢtır. 1925 yılından sonra sıtma mücadelesinde olumlu ilerlemeler gösteren Türkiye Cum- huriyeti Devleti, II. Dünya SavaĢı‟nın patlak verdiği yıllarda savaĢa girmediği halde savaĢın yarattığı tüm toplumsal ve iktisadi sorunlarla boğuĢmuĢ ve sıtmayla ilgili çalıĢmalarda sis- temsel sorunlar yaĢamıĢtır. SavaĢtan kaynaklı bütçe ve insan gücünün seferberliğe harcan- ması hem eleman ve ulaĢım eksikliği yaĢanmasına hem de yüksek fiyat artıĢlarının alım 487 gücünü engellemesine neden olmuĢtur. 1940 yılında sıtmalı hasta oranı %11‟lere düĢ- müĢken seferberlikten kaynaklı yaĢanan nüfus hareketi ve sıtma tedavisi için gerekli ilaçla- 488 rın alınamaması üzerine 1945 yılında bu oran % 32‟ye kadar yükselmiĢtir. Olumsuzluklardan kaynaklı sıtma mücadelesinin sekteye uğraması üzerine bakanlık, savaĢın yarattığı olağanüstü duruma uygun olacak Ģekilde 26 Mart 1945 tarihinde 4707 489 Sayılı Sıtma ile Olağanüstü Savaş Yapılmasına Dair Kanunu çıkarmıĢtır. Dönemin Sağ- lık Bakanı Sadi Konuk kanunun, sıtmanın yurtta yarattığı tahribatı devlet ve millet eliyle 490 ortaklaĢa yok etme amacıyla çıkarıldığını belirtmiĢtir. Ayrıca Türkiye‟nin son üç yılda iklim değiĢikliği yaĢayıp yağmur dönemine girmiĢ olmasından kaynaklı önceden çıkarılan kanunların noksanlıklarının giderilmesi gerekmiĢ ve olağanüstü mücadeleye baĢlanmıĢtır. Konuk, kanununa “olağanüstü” denilmesini ise Ģu sözleri ile açıklamıĢtır: “…Bu kanun, fevkalâde hareket ve hâdiselerin mecmaı olarak muhayyiril ukul vekayi ve hâdisat peşinde dolaşmakta değildir. Arz ettiğim sebeplerle şahlanan ve inzibat küvetimizin üstüne çıkan bu haşarıyı inzibat altına almak teşebbüsünden ibarettir. Onun içindir ki, ismine olağanüstü dedik. Bu olağanüstü tâbirinden kasdimiz, misallerle izah etti- ğimiz tasarıdaki şeklin haricinde hiç bir muhayyel gaye takip etmeyerek, şimdiye kadar yapmakta olduğumuz işi, birle görüyorsak, dörde çıkarmak ve onla yaptığımız işi yüzle yapmak emeline matuftur ve şimdiye kadar yapamadıklarımıza da bugün yapma imkânını 485 Hot, a.g.t., s. 49, 486 TBMM Zabıt Ceridesi, 23. 02. 1950, VIII. Devre, C. 24, BirleĢim 54, s. 1082. 487 Yavuz Abadan “Sıtma Ġle SavaĢ” Cumhuriyet Gazetesi, 6 Nisan 1945, s. 1 ve 3. 488 Sağlık Çalışmalarında 50 Yıl, s. 105. 489 TBMM Resmi Gazetesi, 28. 03. 1945, No. 5967, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 27. 490 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 03. 1945, VII. Devre, C. 15, BirleĢim 31, s. 160. 110 vermektir. Bu fevkalâdelikleri derpiş etmeseydik yüksek huzurunuzdan fevkalâde tahsisat 491 için de bir miktar isteyemezdik. Binaenaleyh, fevkalâdeden kastimiz budur...” Konuk‟un sözlerinden de anlaĢıldığı üzere bakanlığın sıtma savaĢına öncesinde olduğundan daha fazla önem vereceği vurgulanmıĢtır. Konuk, toplum için korkutucu, ırk yıkıcı, öldürücü görülen bu doğal afeti basit bir hastalık haline getirmek için herkese sorumluluklar düĢtüğünü belir- terek sözlerine devam etmiĢtir. Kanunla sıtma bölgelerinde resmi ve özel idarelere görevler verilmiĢ, sıtma ilaçlarının ücretli verilip verilemeyeceği durumlar bakanlığın inisiyatifine bırakılmıĢ ve ilaçların stok- 492 lanması, yurt dıĢına gönderilmesi kesinlikle yasaklanmıĢtır. Kanunun uygulama aĢama- sında denetimin iyi yapılacağı, kimseye müsamaha tanınmayacağı, iĢini iyi yapanların ise 493 ödüllendirileceği vurgulanmıĢtır. Yine 1945 yılı içeresinde devlet, sıtma mücadelesinde istenilen baĢarıya ulaĢılması için çeltik ekimine yönelik Çeltik Ekimi İşlerinin Kontrolü Hakkında Tamim yayımlamıĢtır. Genelgede sıtma mücadelesinin baĢarılı olması için çeltik ekimlerinin ve arazilerinin çok daha sıkı takip edilmesi gerektiği belirtilmiĢtir. Ayrıca büyük sermayedarların halk sağlığı- nı düĢünmeksiniz çeltik arazilerini köy yerleĢimlerine yakın tuttukları ve kendi çıkarları için halkın sağlığını yok ettikleri vurgulanmıĢ ve çıkarılan kanunlara uymanın her Ģeyden 494 önce milli sağlığın korunması için gerekli olduğu ifade edilmiĢtir. 4707 Sayılı Sıtma ile Olağanüstü Savaş Yapılmasına Dair Kanunu’nun çıkarılmasın- dan sonra 1945 yılında bakanlar kurulu kararıyla olağanüstü sıtma mücadelesinin; Afyon, Amasya, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çoruh, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Elazığ, EskiĢehir, Gaziantep, Giresun, Hatay, Ġçel, Isparta, Ġstanbul, Ġzmir, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kırklareli, KırĢehir, Kocae- li, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, MaraĢ, Mardin, Muğla, Niğde, Ordu, Rize, Samsun, Seyhan, Siirt, Sinop, Sivas, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Urfa, Yozgat ve Zonguldak illerinde 495 yapılacağı belirtilmiĢtir. 491 TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 03. 1945, VII. Devre, C. 15, BirleĢim 31, s. 161. 492 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 03. 1945, VII. Devre, C. 15, BirleĢim 34, ss. 191- 194. 493 Hıfzı Veldet, “ Sıtma SavaĢı ve Kanun Sorunu”, Cumhuriyet Gazetesi, 26 Mart 1945, s. 2. 494 TBMM Resmi Gazetesi, 02. 04. 1945, No. 5971, s. 8457. 495 TBMM Resmi Gazetesi, 04. 04. 1945, No. 5973, Karar No. 3/2324. 111 1946 yılına gelindiğinde 839 sayılı Sıtma Kanunu kaldırılmıĢ yerine dönemin Ģartla- 496 rına uygun olarak 4871 sayılı Sıtma Savaşı Kanunu çıkarılmıĢtır. Kanunla sıtma mücade- lesi kapsamına alınan yerlerde gerekli görüldüğünde enstitü, laboratuvar, hastane ve gezici kurullar açılması bakanlığın yetkisinde bırakılmıĢ ve mücadelede devlet ve halka düĢen ödevler detaylı Ģekilde belirtilmiĢtir. Sıtma bölgesinde bulunan insanların sıtma kurullarının yaptığı genel muayene gelmesi ve ailesini de getirmesi bireyden istenen esas ödev olmuĢ- 497 tur. 2.2. Sıtma Mücadele TeĢkilatı ve Yerel Örgütlenme Cumhuriyet döneminde merkezden taĢraya kadar topyekûn bir sıtma mücadelesi için sıtma tedavisinin uygulanmasını sağlayacak örgüt ve teĢkilatların gerekli olan her noktada kurulması gerekmiĢtir. Sıtma teĢkilatının kurulması 1926 yılında çıkarılan 839 sayılı Sıtma Kanunuyla yürürlüğe girmesiyle olmuĢtur. Kanunun birinci maddesinde sıtma mıntıkası olarak ilan edilen bölgelerde bakanlığın takdir görmesi durumunda enstitü, dispanser ve 498 heyetlerin açılması kararlaĢtırılmıĢtır. Sıtma bölgesinde bulunan tüm devlet teĢkilatının mücadeleye ortak olması ve yardım etmesi istenmiĢtir. Köy yerlerinde insanların ve ekinlerin sıtmadan olumsuz etkilenmemesi için köy ce- maatine sorumluluklar verilmiĢtir. Köy, kasaba ve Ģehirlerde küçük saî -basit angarya- ile izalesi mümkün olduğu anlaĢılan su birikintilerinin imha edilmesinden 15 ve 65 yaĢ arası erkekler sorumlu tutulmuĢtur. Köy yerlerinde ihtiyar meclisleri, kasaba ve Ģehirlerde bele- diyeler iĢin nakden veya bedenen yapılmasını kararlaĢtıran örgütler olmakla beraber bir 499 kiĢinin bir yılda maksimum beĢ gün küçük saîde yer alması gerektiği belirtilmiĢtir. Bir- kaç vilayeti içine alan bataklıkların küçük saî kapsamına alınmadığı Dr. Mazhar Bey tara- fından izah edilmiĢ, sağlık bakanı Refik Saydam ise açıklamayı onaylayarak geniĢ bataklık- 500 ların kapsam dıĢında olduğunu belirtmiĢtir. 496 TBMM Resmi Gazetesi, 21. 02. 1946, No. 6268, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 28. 497 TBMM Zabıt Ceridesi, 12. 02. 1946, VII. Devre, C. 22, BirleĢim 37, ss. 154- 170. 498 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 218. 499 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 219. 500 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 219. 112 Küçük saî veya bölgedeki özel idarelerinin imha edemediği bataklıkların bakanlıkça veya araziden yararlanan iĢletmelerce ıslah edilmesi kararı alınmıĢtır. Köy, kasaba ve Ģehir sınırları içerisinde çeĢme ayaklarında su birikintisi oluĢmasını engelleyecek ve suyun aka- rak gitmesini sağlayacak kanalların yapılmasından da ihtiyar meclisleriyle belediyeler so- 501 rumlu tutulmuĢtur. 1926 yılında bu kanunla bakanlık muhtemelen özel kurumların ve bireylerin sorumluluk almasını sağlayarak hem sürecin sorunsuz ilerlemesini hem de devle- tin üzerine düĢen maddi manevi yükün kısmen azaltılması istemiĢtir. 1926 yılında Refik Saydam, sıtma haritası dâhilinde yer alan büyük bataklıkların kurutulma iĢleminin 200 mil- yondan fazla tutacağını belirterek en azından küçük bataklıkların ahali ve özel idareler tara- fından kurutulmasının sağlık bütçesi için de gerekli olduğunu ifade ederek bu düĢünceyi 502 desteklemiĢtir. Ayrıca sıtma mıntıkasında imha edilmesi uzun zaman alan bataklıkların üç kilometre dâhilindeki arazilerde yaĢayan köylülerin, mesken ve bahçeleri devlet tarafından temin edilmek kaydıyla baĢka yere nakledilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Sıtma bölgesinde yaĢayanların yer değiĢtirmeye tabi tutulması 839 sayılı kanunun çıkarılmasından öncede uygulanmıĢtır. Mübadele ile Drama‟dan getirilerek Söke‟ye yerleĢtirilen göçmenler, 1924 yılında sıtmanın 503 Söke‟de yoğun görülmesi üzerine Balıkesir‟e gönderilmiĢtir. Tüm bu uygulamalara rağmen mücadele sürecinde dönem dönem maddi yetersizlik- lerden dolayı aksaklıklar yaĢanmıĢtır. 1930 yılında Fevzi PaĢa‟nın Iğdır‟da yaptığı tahkikat üzerine Sağlık Bakanı Refik Bey, Iğdır‟da sıtma mücadele tesisi kurulsa bile bütçe yetersiz- liği, mesafenin uzak oluĢu, ahalinin çok olmaması nedeniyle istenen sonuçları alınamaya- 504 cağını belirterek Iğdır‟ın mücadele kapsamına alınmayacağını açıklamıĢtır. 1933 yılına gelindiğinde sıtma mücadelesi kapsamında 24 vilayet ve sıtmanın yoğun görüldüğü Ankara, EskiĢehir, Konya, Seyhan, Antalya, Aydın, Manisa, Bursa, Kocaeli, Ġstanbul ve Samsun‟da toplamda 11 adet sıtma mücadele heyeti teĢkil edilmiĢtir. Heyetler, uzman doktor idaresinde olmakla beraber her birinin baĢında mücadele doktoru bulanan Ģubeler oluĢturulmuĢ ve merkez idarede ise mücadele laboratuvarı açılmıĢtır. Sıtma vakala- 501 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 226. 502 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91, s. 227. 503 BCA. 272. 00. 11. 20. 99. 29. 504 BCA. 030. 10. 177.220.17. 113 rının yoğun görüldüğü yerlerde ağır hastalar için 5-10 yataklı sıtma dispanserleri ve Ada- na‟da 20 yataklı Sıtma Hastanesi açılmıĢtır. Bu heyetlerin görevi Nisan ve Kasım aylarında yılda iki kere muayene etmek, sivrisineklerle mücadele etmek olarak belirlenmiĢtir. Tüm mıntıka dâhilinde 90 tabip, 313 küçük sıhhat memuru ve sıtma mücadelesini kolaylaĢtırmak 505 için otomobiller hizmet vermiĢtir. Önceleri kapalı arabalar kullanılmasına rağmen sıtma mücadelesinde bu arabalardan istenilen Ģekilde yararlanılmaması ve fiyatının daha uygun olması üzerine kapalı arabalar 506 yerine açık arabalar tercih edilmiĢ ancak daha sonra açık arabaların az üretilmesinden 507 kaynaklı fiyatlarının artması ile tekrardan kapalı arabalar kullanılmaya baĢlamıĢtır. Sıtma mücadelesinde yaĢanan olumlu geliĢmelerin yanında süreci olumsuz anlamda etkileyecek durumlarda yaĢanmıĢtır. 1936 yılında Ordu‟nun Fatsa kazasının mücadele teĢ- kilatına alınması istense de bütçenin mevcut teĢkilata zor yettiği ve askere giden Fatsa hü- kümet tabibi yerine bir doktorun tayin edilemeyeceği hatta doktorun daha gerekli görüldü- ğü kazalara bile mali sıkıntılardan dolayı bir doktor tayin edilemediği söylenmiĢtir. Bu du- 508 rumda Fatsa için yapılan tek Ģey 5 kilo parasız 60 kilo paralı kinin göndermek olmuĢtur. Sıtma mücadelesinde yaĢanan bütçe yetersizliğinden dolayı bakanlığa bildirilen Ģikâyetler üzerine gerekli çalıĢmaların yapılamadığı yukarıda belirtilmiĢtir. Oysaki salgın ve bulaĢıcı hastalıklar arasında en fazla bütçenin ayrıldığı hastalık sıtma olmuĢtur. 1927 yılında sıtmaya ayrılan bütçe 480.000 lira iken bu sayı her yıl artarak 1930 yılında 916.317 liraya ulaĢmıĢtır. 1931 yılından bütçe 771.870 liraya düĢmesine rağmen en fazla bütçenin ayrıldığı hastalık sıtma olmaya devam etmiĢ ve 1933 yılında tekrardan artıĢ yaĢanarak bütçe 509 926.056 lira olarak belirlenmiĢtir. Türk milletine en fazla hasarı bırakan hastalığın sıtma olması ve tıbbi açıdan sıtma parazitiyle mücadele edilmesinin yanında bataklık ve sivrisi- neklerle de mücadelenin sürdürülmesi sıtma salgınına ayrılan bütçenin fazla olmasına ne- den olmuĢtur. 505 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 506 BCA. 030. 18. 01. 02. 31. 65. 14. 507 BCA. 030. 18. 01. 02. 88. 74. 5. 508 BCA. 030.10. 177. 221. 11. 509 BCA. 490. 01. 00. 1464. 3. 2. 114 1941 yılında Nazilli Bez Fabrikası‟nda sıtmalı çalıĢan sayısının artması üzerine Ay- dın Sıtma Mücadele Reisliği incelemelerde bulunmak için fabrika gelmiĢtir. Aydın Sıtma Reisi ve mühendis Necati Suar incelemeler sonucunda bölgede sürfe (kurtçuk) ve sivrisi- neklerin üremeleri için uygun ortamların olduğunu belirtmiĢ ve ıslahı kolay olan bataklıkla- rın fabrika tarafından, kasaba dâhilindeki ufak tefek iĢlerin mahalli idare tarafından yapıl- ması istenmiĢtir. Dereköy, Mergen, Mastavra, Kestel, Kuyucak çaylarıyla Menderes‟in yağmurlarla beraber yataklarından taĢtığı ve çok fazla bataklık mevcuda getirdiği ve bu bataklıkların ne fabrika ne de Nazilli Belediyesi tarafından ıslah edilemeyeceği Nafia Vekâletine bildirilmiĢtir. Vekâlet ise seferberlikten kaynaklı mevcut elemanların yetersiz olduğunu ve paranın bulunmadığını bildirerek uygun zamanın gelmesi gerektiğini belirt- 510 miĢtir. II. Dünya SavaĢı‟nın yarattığı mali ve siyasi krizler yaĢanırken Sağlık Bakanlığı bir genelge yayınlayarak devlet teĢkilatının sıtma mücadelesine daha çok önem vermesini is- temiĢtir. Ġlaç ve mühimmat temininde yaĢanan sıkıntıların yanında teĢkilattan kaynaklı sı- kıntıların yaĢanması istenmemiĢtir. Genelgeyle sürfe ve sivrisineklere barınma ortamını sağlayan bataklıkların, su birikintilerinin imhası için her türlü çalıĢma; ihtiyar meclisine, 511 belediyeye, gerekli idarelere ve halka bırakılmıĢtır. 1945 yılında Sıtma ile Olağanüstü SavaĢ Yapılması Kanunu‟yla 839 sayılı kanun uy- gulamada kalmakla beraber, merkez ve taĢra sıtma örgütlerinin geniĢletilmesi amaçlanmıĢ ve sıtma yaydığı anlaĢılan noktalarda resmi ve özel idareler, gerçek ve tüzel kiĢiler tarafın- 512 dan gerekli iĢlemlerin anında yapılması esas görevlerden sayılmıĢtır. Aynı sene içinde Bakanlık bir genelge yayınlamıĢ ve milli sağlığı kurtaracak sıtma mücadelesinde en iyi so- nuçların valilerin gösterecekleri hassasiyetle elde edileceğine ve sıtma mücadelesi için tek görevli adresin Sağlık Bakanlığı olmadığına değinilerek küçük su birikintilerinin kaldırıl- 513 masında valilikten alaka beklenmiĢtir. Bu doğrultuda sıtma ile mücadele sürecinde has- 510 BCA. 030. 10. 177. 223. 12. 511 TBMM Resmi Gazetesi, 30. 03. 1930, No. 5368, ss. 4777- 4778. 512 TBMM Resmi Gazetesi, 02. 04. 1945, No. 5967, s. 8438. 513 TBMM Resmi Gazetesi, 02. 04. 1945, No. 5971, ss. 8457- 8458. 115 sasiyet gösteren Diyarbakır, Konya, Kütahya, Aydın, Balıkesir, Bolu, EskiĢehir, MaraĢ, 514 Antep valilerine baĢarılarından dolayı takdirname verilmiĢtir. 1946 yılında çıkarılan 4871 sayılı kanunla 839 sayılı ilk sıtma kanunu aynı özellikleri göstermiĢtir. Öyle ki yerel idarelerin görevleri pekiĢtirilmiĢ, sivrisinek ve bataklıklara karĢı mücadelede mahalli idarelere ödevler verilmiĢ ve insanlar gerekli durumlarda göçe tabi 515 tutulmuĢtur. Çıkarılan kanunlar, yönetmelikler ve genelgelerle milli sağlığın korunması ve halk sağlığının her yere ulaĢtırılması için sorunsuz bir mücadele programı ortaya konul- maya çalıĢılmıĢtır. Sıtma salgını mücadelesinde diğer salgın hastalıklarda olduğu gibi mü- cadelenin tek sorumlusu olarak Sağlık Bakanlığı görülmemiĢ, milli menfaatler doğrultu- sunda iĢbirliğiyle hareket edilmesi mücadele sürecinde istenen temel gaye olmuĢtur. Özel- likle taĢrada yer alan devlet dairelerinin sıtma mücadelesinde devleti doğru Ģekilde temsil etmesi, özel idarelerin kendi menfaatlerini halkın sağlığının önünde tutmaması sık sık tek- rarlanmıĢ ve mücadelenin hassasiyetle yürütülmesi halinde sıtmanın tehlikeli boyuttan çı- kacağı belirtilmiĢtir. Devlet, sıtma ile mücadeleyi bir yönetim ve nüfus meselesi olarak al- 516 gıladığından mücadele sürecinde her türlü çalıĢmanın en yakın takipçisi olmuĢtur. 1947 yılında bakanlığın hazırladığı salgın hastalıklarla mücadele raporunda 1947 yılı dâhilinde 53 ilde, 13.285 köyde, 250 doktor ve 1.277 savaĢ memuruyla sıtma mücadelesi- 517 nin yapıldığı ve koruyucu sağlık önlemlerinin alındığını bildirilmiĢtir. 1944 yılında 1.924.202 muayene edilirken bu sayıĢ 1945 yılında 4.662.043 kiĢiye yükselmiĢtir. Olağa- nüstü sıtma kanunun çıkarılmasıyla sıtma mücadelesinde topyekûn bir mücadele baĢlaması yukarıda bahsedilen verilerden anlaĢılmaktadır. BaĢarıya ulaĢmıĢ bir mücadele için sıtma mücadele teĢkilatlarının gerekli görülen her yerde açılması, açılan teĢkilatlarının ilaç, mühimmat ve personel açısından donatılması önemli yer tutmuĢtur. 1940 yılına kadar baĢarılı bir süreç izleyen Türkiye, sıtma oranını %11‟e düĢürmüĢken II. Dünya SavaĢı geriliminin yarattığı ciddi aksaklıklardan kaynaklı 1946 yıllarında muayene edilenlerde % 20 oranında sıtma görülürken bu oran 1950‟li yıl- 514 BCA. 030. 18. 01. 02. 122. 29. 1. 515 TBMM Zabıt Ceridesi, 15. 02. 1946, VII. Devre, C. 22, BirleĢim 37, ss. 155- 162. 516 Evered, “ Governing population, Public Health and Malaria In The Early Turkish Republic”, s. 481. 517 BCA. 030. 10. 00. 178. 228. 10. 116 518 larda % 0,8‟e kadar düĢmüĢtür. 1950 yılında sıtma mücadelesinin 54 il, 301 ilçe ve 11.447 köyde yürütüldüğü toplamda ise 9.316.676 vatandaĢın kontrol altında olduğu Ba- 519 kanlık tarafından açıklanmıĢtır. Ġstatistiksel verilerde görülen bu baĢarı merkez ve taĢra sıtma örgütlerinin hassas ve disiplinli çalıĢmalarıyla olmuĢtur. Bakanlıkça belirlenen politikaları ve programları uygulayan, küresel geliĢmeleri ya- kından takip eden, vatandaĢları düzenli olarak muayene eden, sıtmaya neden olan unsurları ortadan kaldıran merkez ve taĢra sıtma örgütleri, aynı zamanda sıtmaya yönelik propaganda 520 faaliyetleri de düzenlemiĢlerdir. Sıtma mıntıkalarında sivrisineklerle alakalı sıhhi filmler- le kiĢisel ve kamusal temizliğin önemini anlatan filmler halka ulaĢtırılmıĢtır. Halkın kolay- lıkla görebileceği yerlere sıtmayla alakalı “Sıtma Yalnız Sivrisinekten Geçebilen Bir Hasta- 521 lıktır”, “Karasinek Sağlık DüĢmanıdır” gibi afiĢler asılmıĢtır. 2.3. Sıtma Salgınına KarĢı Ġlaç Tedavisi ve Temini II. Dünya SavaĢı‟na kadar sıtma hastalarının tedavisinde son derece etkili olan kinin komprimeleri kullanılmıĢtır. Amerika coğrafyasına özgü kınakına ağacının kabuklarından elde edilen kinin, hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından sıtma teda- 522 visinde kullanılmak üzere ithal edilmiĢtir. Osmanlı Devleti‟ne kınakınanın 18. yüzyılda getirildiğine dair bilgiler bulunmakla beraber Bursalı Ali MünĢi, 1732 yılında Kınakına 523 Risalesini yazarak kınakınayı tanıtmıĢtır. Sıtmanın Anadolu‟yu periĢan etmesi üzerine Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde kininin devlet eliyle, parasız olarak dağıtılmasına yöne- lik yasal düzenlemeler yapılmıĢtır. Osmanlı Devleti, 1913 yılında yayınlanan Sıtmalı Ma- hallerde Fukara Ahaliye ve Zürrâya Meccanen Kinin Tevzii Hakkında Nizamnâme ile kini- nin fakirlere ve köylülere parasız olarak dağıtılması sağlamıĢ ve dağıtım için her sene vila- 524 yetlere kinin gönderilmesi kararı almıĢtır. Kinin ilacının dağıtım aĢamasını organize et- 518 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 105. 519 TBMM Zabıt Ceridesi, 23. 02. 1950. VIII. Devre, C. 24, BirleĢim 54, s. 1082. 520 Erdem Aydın, Türkiye’de Sıtma Savaşı, s. 17-18. 521 Cumhuriyetin İlk 15 Yılında Sağlık Hizmetleri, ss. 357-358. 522 Özer, “II. Dünya SavaĢı Yıllarında Anadolu‟da Sıtma”, s. 464. 523 Sert, Dölen, a.g.m., s. 69. 524 Karcı, a.g.m., s. 293. 117 mek için de bir takım geliĢmeler yaĢanmıĢtır. 1917 yılında çıkarılan nizamnameyle kininin Ziraat Bankası ve bankanın teĢkilatının bulunduğu yerlere gönderilmesi ve toptan satıĢının Ziraat Bankası tarafından yapması kararlaĢtırılmıĢtır. Banka ve Ģubesinin olmadığı yerlerde 525 bu görev valilere verilmiĢ ve kinin satıĢında usulsüzlükler engellenmeye çalıĢılmıĢtır. Yine aynı sene içerinde Kinin Tedariki ve Füruhtu Hakkında Kanun çıkarılarak kininin 526 halka sorunsuz ve ucuz ulaĢtırılması istenmiĢtir. Cumhuriyet döneminde de kinin tedarikine ve dağıtımına gereken önem gösterilmiĢ- tir. 26 Nisan 1926 yılında 827 Sayılı Kinin Tedariki ve Füruhatı Hakkında 4 Nisan 1333 Tarihli Kanunun 4. Maddesinin Tadiline Dair Kanun ile 1917‟de çıkarılan kanun uygulan- maya devam etmiĢtir. 4. maddede değiĢiklik yapılarak kininden elde edilen kazancın bir sonraki seneye aktarılmasına ve bu kazancın kinin alımında kullanılmasına karar verilmiĢ- 527 528 tir. 1930 yılında elde edilen 107.569 lira 50 kuruş 1931 yılına, 1935 yılında 92.894 529 530 lira 7 kuruş 1936 yılına, 1936 yılında 113.219 lira 35 kuruş 1937 yılının bütçesine aktarılmıĢtır. 1926 Sıtma Kanunu‟yla kininin köylülere, fakirlere, sıtma tedavisinde lüzumlu görü- len kiĢilere ücretsiz olarak dağıtılması kararlaĢtırılmıĢtır. Sıtma mıntıkası haricinde bulunan sıtmalı halka ücretsiz kinin hükümet tabipleri ve küçük sıhhat memurları tarafından dağı- tılmıĢtır. AĢağıdaki tabloda dağıtılan ücretsiz kinin miktarı gösterilmiĢtir; 531 Tablo 13: 1924-1932 Yılları Arasında Ücretsiz Dağıtılan Kinin Miktarı Seneler Kilo 1924 1.448 1925 1.283 1926 2.478 525 Sert, Dölen, a.g.m., ss. 75- 76. 526 Sert, Dölen, a.g.m., s. 78. 527 TBMM Resmi Gazetesi, 05. 05. 1926, No. 364, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 4. 528 TBMM Resmi Gazetesi, 31. 05. 1931, No. 1810, Karar No. 1811, s. 501. 529 TBMM Resmi Gazetesi, 15. 06. 1936, No.3330, Karar No. 3019, s. 6643. 530 TBMM Zabıt Ceridesi, 05. 06. 1937, No. 3623, Karar No. 3197, s. 8242. 531 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 118 1927 1.650 1928 1.264 1929 420 1930 722 1931 860 1932 622 Yıllara göre kinin miktarında görülen azalma, kininin yurtdıĢından getirilmesi ve te- darikinin zor olması ayrıca muhtemelen sıtma tedavisinde farklı sıtma ilaçlarının kullanıl- maya baĢlamasından kaynaklanmıĢtır. Ücretsiz dağıtılan kinin dıĢında Ziraat Bankası tara- fından satılan kinin miktarı aĢağıdaki tabloda gösterilmiĢtir; 532 Tablo 14: Ziraat Bankası Tarafından Dağıtılan Kinin Miktarı Yıllar Kilo 1924 874 1925 929 1926 1.326 1927 1.140 1928 686 1929 1.480 1930 1.127 1931 1.526 1932 1.805 1924 yılında bakanlar kurulu kararıyla Hollanda‟dan 5.000 kilo, 1925 yılında ordu ih- 533 tiyacı için de Almanya‟dan 2.000 kilo kinin getirilmiĢtir. Yine yurtdıĢından 1930 yılında 532 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 533 Tekir, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Türkiye‟de Sıtma Ġle Mücadele Faaliyetleri”, s. 405. 119 534 150.000 lira değerinde kinin satın alınması kararlaĢtırılmıĢtır. Aynı yıl içerisinde Kızılay için gerekli olan 9.900 sterlin değerindeki 3.000 kilo toz kinin Almanya‟dan satın alınmıĢ- 535 tır. 1931 yılında ordu için gerekli olan 1 ton kinin, Almanya‟nın uluslararası Ģöhrete sahip 536 olan Bohringer fabrikasından temin edilmiĢtir. Kütahya için gerekli olan 500 liralık ki- 537 nin, bedeli Kütahya Vilayeti Ġdare-i Hususiye‟den karĢılanmak kaydıyla satın alınmıĢtır. 1933 yılında Jandarma Genel Komutanlığının ihtiyacı olan 300 kilo kininin 100 kilosu ta- 538 kassız, 200 kilosu ise Kızılay tarafından takasla satın alınmıĢtır. Yine 1933 yılında gerek- li olan 6.000 kilo kinin, en uygun fiyatı teklif eden Manniheim de Zimmer fabrikasından 539 getirtilmiĢtir. 1935 yılında sıtma ve frengi ilaçlarının yurtdıĢından getirtilmesi, ülke içinde yapılma- sı ve yaptırılması Kızılay Cemiyeti tekeline bırakılmıĢ ve Kızılay haricinde baĢka kurumla- ra veya Ģahıslara gelen ilaçların gümrükten sokulması yasaklanmıĢtır. Ġlaç sektöründe so- rumluluğun Bakanlık onayınca Kızılay‟ a bırakılmasıyla sıtma ilaçları Kızılay eliyle ülke içine sokulmuĢtur. 1935 yılında Kızılay tekeline bırakılan ülkenin senelik ihtiyacı 25-30 kilo kininin, bedelinin yarısının kriling yoluyla geriye kalan 250- 400 bin lirasının ise Hol- landa Takas Ofisi‟nde Ģimdiye kadar birikmiĢ % 30 disponibilitelerle Hollanda Kinin fabri- 540 kasından alınması kararlaĢtırılmıĢtır. 1940 yılında ülkenin kinin ihtiyacını karĢılayabil- 541 mesi için 1 milyon lira kredi verilmiĢtir. Yurt dıĢından ilaç temin etmenin yanında ülke içinde de gerekli yerlere bakanlık emriyle kinin takviyesi yapılmıĢtır. 1936 yılında yağan fazla yağmurun sıtmayı arttırması ile Samsun mıntıkasına 575 kilo, Manisa‟ya 828 kilo, Aydın‟a 544 kilo, Seyhan‟a 1487 kilo kinin dağıtılmıĢ bunlara ek olarak Samsun‟a 4.977, Manisa‟ya 3.332, Aydın‟a 470, Sey- 542 han‟a 11. 272 kinin Ģırıngası gönderilmiĢtir. 1940 yılında ise yağmurun fazla yağması 534 BCA. 030. 18. 01. 02. 10. 22. 4. 535 BCA. 030. 18. 01. 02. 11. 39. 1. 536 BCA. 030. 18. 01. 02. 24. 71. 4. 537 BCA. 030. 18. 01. 02. 19. 29. 6. 538 BCA. 030. 18. 01. 02. 35. 29. 14. 539 BCA. 030. 18. 01. 02. 47. 60. 4 540 BCA. 030. 18. 01. 02. 56. 57. 11. 541 BCA. 030. 18. 01. 02. 92. 92. 1. 542 BCA. 030. 18. 00. 177. 221. 3. 120 sonucu Ġzmir‟de sıtma vakalarının artması üzerine Ġzmir‟e 40 kilo ücretsiz 35 kilo da devlet 543 kinini gönderilmiĢtir. 2767 sayılı kanunla Kızılay tekeline bırakılan sıtma ilaçlarına 1935 yılında sülfat dö 544 kinin, tannat dö kinin, valeryanat dö kinin eklenmiĢtir. 1945 yılında mepacrine met- hasulphonate b.p.amp, mepacrine hydrochloride b.p. tablet, pamaquine b.p. tablet, quino- 545 pamaquine tablet, pamaquine compound tablet adlarında ilaçlar ilave edilmiĢtir. 1945 yılından itibaren yurtdıĢından farklı sıtma ilaçları getirilmiĢ ve getirilen ilaçlar Kızılay‟ın 546 tekeline bırakılmıĢtır. II. Dünya SavaĢı‟nda kininin kolay tedarik edilememesi veya piyasaya pahalı sürül- mesinden kaynaklı bakanlık muhtemelen alternatif ilaçları denemek istemiĢtir. Öyle ki ki- nin ilacına zor ulaĢılmasından kaynaklı 1945 yılından sonra sıtma tedavisinde atebrin kul- 547 lanılmaya baĢlanmıĢtır. ArĢiv kaynaklarından da anlaĢıldığı üzere 1940‟lı yıllardan sonra atebrin alımı artmıĢ- tır. 1942 yılında Almanya‟dan 450.000 değerinde 2.250 kilo atebrine karĢılık Türkiye de Almanya‟ya gerçekleĢtirilecek afyon satıĢı için kontenjanın artırılmasını talep 548 tir. 1943 yılında Almanya‟dan 861. 111 lira değerinde 3.000 kilo atebrin alınırken karĢılı- 549 ğında tonu 34.500 Türk lirası olan aynı değerde afyon verilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Sıtma ilaçlarının temini de frengi ilaçlarında olduğu gibi yurtdıĢından sağlanmıĢ ve zaman zaman farklı ilaçlar ile sıtma tedavisi yapılmaya çalıĢılmıĢtır. 543 BCA. 030. 10. 00. 177. 223. 6. 544 BCA. 030. 18. 01. 02. 57. 69.13. 545 BCA. 030. 18. 01. 02. 108. 44. 6. 546 Detaylı bilgi için bkz. BCA. 030. 18. 01. 02. 112. 74. 1. / BCA. 030. 18. 01. 02. 116. 19. 12. /BCA. 030. 18. 01. 02. 120. 77. 20. / BCA. 030. 18. 01. 02. 121. 111. 13. / BCA. 030. 18. 01. 02. 123. 77. 10. 547 Duman, a.g.m., s. 1235. 548 BCA. 030. 18. 01. 02. 99. 73. 11. 549 BCA. 030. 18. 01. 02. 101. 28. 1. 121 3. TRAHOM SALGINIYLA SAVAġ Göz hastalığı olan trahoma yönelik çalıĢmalar ilk olarak Osmanlı döneminde baĢla- mıĢ fakat göz doktorunun yetersiz olması, trahomun görüldüğü yerlerin Ġstanbul‟dan uzakta bulunması ve bunun sonucu olarak hastalıkların tanınmaması baĢarılı bir trahom mücadele- 550 si yürütülmesini engellemiĢtir. Ancak tıbbi açıdan Osmanlı döneminde de trahom salgı- nına yönelik bir farkındalığın olduğu görülmüĢ ve hastalık hijyen ve sefalet ile iliĢkilendi- 551 rilmiĢtir. Osmanlı‟nın sistematik Ģekilde yürütemediği trahom mücadelesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında medeniyete ulaĢmanın adımlarından sayıldığı için Osmanlı‟nın yarım bıraktığı yerden devam ettirilmiĢtir. Cumhuriyetle beraber Sağlık Bakanlığı‟nın kurulması ve kanun- laĢtırma faaliyetleriyle beraber salgın ve bulaĢıcı hastalıklara yönelik giriĢimlerin olması trahom mücadelesini sistematikleĢtirmiĢtir. Trahomu sosyal bir tehdit olmaktan çıkarmak için her türlü çalıĢmaları yapan Türkiye Cumhuriyeti Devleti baĢka salgın ve bulaĢıcı hastalıkların varlığından kaynaklı trahoma gereken bütçeyi ilk zamanlarda ayıramamıĢtır. Hastaların tedavisi için gerekli olan hastane- lerin, dispanserlerin ve diğer savaĢ örgütlerinin kurulması için gerekli olan bütçe 1925 yı- lından sonra verilmeye baĢlanmıĢtır. Trahom için yeterli bütçenin verilmesinden sonra ba- kanlık gerekli görülen yerlerde savaĢ örgütleri açmaya ve toplumu trahomdan korumak için 552 tedbirler almaya baĢlamıĢtır. 1923-1950 yılları arasında aĢağıda da görüldüğü gibi trahom hastalığında yaĢanan dü- ĢüĢ bakanlığın yaptığı çalıĢmaların istenen sonucu verdiği ve baĢarılı bir mücadele progra- mı izlediğinin kanıtı olmuĢtur. Trahom mücadelesinde de diğer hastalıklarda olduğu gibi sadece sağlık mücadelesi verilmemiĢtir. Salgın hastalıklarla mücadele topyekûn bir kalkın- ma mücadelesini içermiĢtir. 550 Yanıkdağ, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, ss. 72- 73. 551 Yanıkdağ, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, s. 73. 552 TBMM Zabıt Ceridesi, 31. 01. 1341, II. Devre, C. 13, BirleĢim 43, s. 262. 122 3.1. Trahom Tedavisi ve Mücadele Yöntemleri 11-13 Ekim 1927 tarihinde düzenlenen II. Milli Türk Tıp Kongresi‟nde Vefik Hüsnü Bey‟in sunduğu Trahomun Coğrafyası raporu Türkiye‟nin her köy ve kasabasında farklı 553 rakamlar dâhilinde trahomlu insanın olduğunu göstermiĢtir. Trahomlu bu insanların te- davisinde farklı yöntemler kullanılmakla beraber tıbbi yöntemlerin kullanılması Cumhuri- yetin ilanından sonra olmuĢtur. Osmanlı döneminde insanlar, yalancı hekimlere baĢvurarak 554 sigara külü, niĢasta, incir yaprağı ile muayene edilmeye çalıĢılmıĢtır. Ayrıca insanlar soğuk boyanın içerisinde sekiz tane ak Ģekeri suyla eriterek karıĢım haline getirmiĢler ve 555 bunu gözlerine damlatmıĢlardır. Uzun yıllar trahomun tedavisine yönelik birçok yöntem denenmesine rağmen istenen sonuçlar alınamamıĢtır. Trahom tedavisinde genel olarak trahoma neden olan virüsleri yok etmek için sulfamidler ve mikroorganizmanın metabolizmasını bozmak için antibiyotikler 556 kullanılmıĢtır. Trahom; ırk, cinsiyet, bünye sağlamlığı fark etmeksizin herkeste görülmüĢ ve iklim Ģartları, yükselti, sulak araziler, rutubet gibi etkenlerden dolaylı olarak etkilemiĢtir. Soğuk yerlerde hastalığa az rastlanırken, sıcak ve sulak arazilerde trahom vaka sayısı artıĢ 557 göstermiĢtir. Trahom tedavisinde hastalığın yayılımını azaltacağından ilk olarak hastalı- ğın tetikleyici unsurlarına yönelik mücadele baĢlatılmıĢtır. Trahom tedavi sürecinde uygulanan ilk adım hasta kiĢinin çevresindeki kiĢilerden izole edilerek tedavi altına alınması olmuĢtur. Nitekim 1923 yılında Darüleytam bütçesi mecliste tartıĢılırken Kırkkilise mebusu Fuad Bey‟in Darüleytam‟da trahomlu çocuklarla sağlıklı çocukların bir arada ders gördüğü sözlerine karĢılık Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur, 558 tüm trahomlu çocukların Beykoz Darüleytamına aktarıldığını ifade etmiĢtir. Yine trahom mücadelesinin verildiği yerlerde trahomlu öğrenciler için okullar açılmıĢ ve burada okuyan 559 çocuklar düzenli olarak muayene edilmiĢtir. Trahomun ciddi bir sosyal rahatsızlık olması 553 Hüsnü, a.g.e, s. 19. 554 Yanıkdağ, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, s. 73. 555 Hot, a.g.t., s. 15. 556 IĢık, a.g.e., ss. 66-68. 557 Hüsnü, a.g.e., ss. 20- 26. 558 TBMM Zabıt Ceridesi, 08. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 15, ss. 458- 459. 559 IĢık, a.g.e., s. 29. 123 Amerika‟yı da önlemler almaya itmiĢ ve ülkesine gelen göçmenlerden trahomlu olanlarını 560 kabul etmemiĢtir. Türkiye‟de trahom mücadelesi birçok aksaklıklara rağmen baĢlamıĢ ve mücadelede olumlu sonuçlar almıĢtır. Cumhuriyet döneminde aynı zamanda frengi, sıtma, verem gibi salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele edilmesi var olan bütçenin parçalanmasına neden olmuĢtur. Bunun dıĢında trahomu tedavi edebilecek doktorların azlığı da trahomla mücade- le sürecini zorlaĢtırmıĢtır. 1925 yılında Dr. Refik Bey, trahom mücadelesinde mevcut du- rum içerisinde 10-20 adet göz doktoruna ihtiyaç olduğu halde Türkiye dâhilinde 20 tane 561 göz doktorunun bile olmadığını ifade etmiĢtir. 1924 yılında trahomla mücadele için ayrılan bütçenin 10.000 lira olmasından kaynak- 562 lı istenen trahom teĢkilatları kurulamıĢtır. 1925 yılına gelindiğinde trahom mücadelesine 120.000 lira ayrılmasıyla beraber güney bölgelerinde trahom teĢkilatları kurulmaya baĢla- 563 mıĢtır. 1925 yılında hastalığın görüldüğü ve Körler Memleketi adıyla literatüre geçen Adıyaman‟da 20 yataklı bir hastane ve 10‟ar yataklı iki tane dispanser açılmıĢ ve hastane- 564 nin baĢına Dr. KâĢif Ömer atanmıĢtır. 1927 yılında sağlık bütçesindeki eksiklikten kay- naklı Adıyaman‟da bulunan dispanserler kapatılmıĢ ve 1928 yılında bu dispanserler tekrar- 565 dan iade edilmiĢtir. Adıyaman trahom hastanesini takiben Malatya merkezine 10 yataklı trahom dispanse- 566 ri açılmıĢtır. Adıyaman trahom hastanesinde bir uzman baĢtabip, bir asistan doktor, üç sıhhiye memuru, bir eczacı, iki hasta bakıcı ve Malatya dispanserine ise bir uzman doktor 567 ile iki sıhhiye memuru tayin edilmiĢtir. 1925 yılında Adıyaman‟da teĢkilatın kurulmasıyla beraber trahom tarama heyetleri bölgede incelemelere baĢlamıĢtır. 1925 yılının Temmuz ve Aralık ayları arasında Adıyaman hastanesinde 5.485 kiĢi muayene edilmiĢ bunlardan 850 560 TBMM Zabıt Ceridesi, 08. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 15, s. 458. 561 TBMM Zabıt Ceridesi, 09. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 73, s. 296. 562 TBMM Zabıt Ceridesi, 18. 03. 1340, II. Devre, C. 7/1, BirleĢim 15, s. 686. 563 TBMM Zabıt Ceridesi, 31. 01. 1341, II. Devre, C. 13, BirleĢim 43, s. 267. 564 Hamdi Doğan, “Cumhuriyet Döneminde Adıyaman ve Besni‟de Trahom”, Türkiye Aile Hekimliği Dergisi, C. 20, S. 2, 2016, s. 481. 565 TBMM Zabıt Ceridesi, 22. 04. 1928, III. Devre, C. 3, BirleĢim 64, s. 200. 566 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 567 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 124 568 kiĢisi trahom tedavisine alınmıĢtır. Yine aynı süreler içerisinde Adıyaman‟da 7.373 kiĢi ayakta tedavi görmüĢ, 226 kiĢi ameliyat olmuĢ, hastaneye 114 kiĢi yatırılmıĢ ve 97‟si iyile- 569 Ģerek hastaneden gönderilmiĢtir. Trahomun kümelendiği güney bölgelerinde hastanenin, doktorun olmadığı yerlerde de taramaların yapılabilmesi için seyyar ekipler kurulmuĢ ve bu ekipler kendi mıntıkalarına bağlı köyleri incelemekle beraber gerekli görülen kiĢileri Adıyaman trahom hastanesindeki 570 uzman doktora bildirmekle görevlendirilmiĢlerdir. Seyyar trahom teĢkilatları ise 46 köy- 571 de 4.527 kiĢi muayene etmiĢ ve 302 kiĢiyi tedaviye almıĢlardır. Malatya trahom dispanse- rinde Temmuz ve Aralık ayları içerisinde 2.375 kiĢi tedavi edilmiĢ ve 833 kiĢi trahomlu 572 bulunmuĢtur. Dispansere 248 hasta yatırılmıĢ ve 208 hasta ameliyat edilmiĢtir. Osmanlı döneminde güney vilayetlerinin ve burada yaĢayan insanların kaderleriyle baĢ baĢa bırakılması, ekonomik geri kalmıĢlık ve eğitimsizlik trahom gibi salgın ve bulaĢıcı hastalıklarının hızlı Ģekilde halkı pençesi altına almasına neden olmuĢtur. CerrahpaĢa Has- tanesi‟nde çalıĢan Doktor Hayri Hakkı hastalığın hayat Ģartları kötü olan ailelerde daha fazla görüldüğü, hayat Ģartları iyi olan ailelerde ve onların gelecek nesillerinde ise traho- 573 mun sorun olmaktan çıktığını ifade etmiĢtir. Bunun dıĢında çevre temizliği ve kiĢilerin 574 eğitim durumları da hastalığın yayılmasında önemli etkiye sahip olmuĢtur. 1926 yılına gelindiğinde trahom mücadelesine bütçe olarak 50.000 lira ayrılmıĢ ancak 575 daha sonra az bulunduğu için bütçeye 12.000 lira eklenmiĢtir. 1927 yılında mecliste sal- gın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele süreciyle ilgili açıklamalar yapan Sağlık Bakanı Dr. Refik Bey 1926 yılında bütçe dâhilinde Güneyde Besni, Adıyaman kazasıyla Ģarka doğru oluĢturulan mıntıka içerisinde 19.442 kiĢinin tedavi edildiği ve 6.275 kiĢinin trahomlu bu- 568 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 569 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 570 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 131. Detaylı bilgi içim bkz. BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. Seyyar sıhhiye teĢkilatı beĢ seyyar sıhhiye memurundan oluĢmaktadır. 571 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 572 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 573 Özer, “Türkiye‟de Trahomla Mücadele (1925-1945)”, s. 126. 574 Ġnci Hot, “Gaziantep‟te Trahomla Mücadele”, Türkiye Klinikleri Tıp Etiği, Hukuku, Tarihi Dergisi, S. 22(1), 2014, s. 21. 575 Altay, “BulaĢıcı ve Müzmin Bir Sosyal Afet: Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Trahom Hastalığı ve Mücadele ÇalıĢmaları ( 1924-1938)”, s. 182. Bkz. BCA. 030. 18. 01. 01. 20. 45. 3. 125 lunduğu, yatarak ve ayakta tedavi gören hasta sayısının ise 5.811 kiĢiye ulaĢtığı belirtmiĢ- 576 tir. Sağlık Bakanlığı‟nın 1930 yılında yayınladığı beĢ yıllık faaliyet raporunda 1926 yı- lında Adıyaman merkezde 1.179 kiĢi, 48 kazada yapılan taramalarda 851 kiĢi trahomlu bu- lunmuĢ ve hastaneye 378 kiĢi yatırılmıĢtır. 3.059 kiĢi ayakta tedavi ve pansuman olurken, 685 kiĢi ameliyat edilmiĢtir. Malatya dispanserinde ise 3369 kiĢiden 1.971‟i trahomlu bu- 577 lunmuĢ ve 205 kiĢi yatarak tedavi alırken 301 trahomlu ameliyat olmuĢtur. 1927 senesinde Adıyaman merkezde 639 ve köylerde 411 kiĢi daha tedaviye alınmıĢ, müracaat eden hastaların 2.566‟sında trahoma rastlanmıĢ, dispansere ise 118 hasta yatırıl- 578 mıĢ, 116‟sı ameliyat edilmiĢtir. 1925-1927 yılları arasında yapılan disiplinli mücadeleye rağmen istenilen sonuçlar alınamamıĢtır. Özellikle bütçenin yetersiz oluĢu ve sağlık perso- nellerinin azlığı süreci olumsuz etkilemiĢtir. 1927 yılında mücadele emraz masrafı 145.000 579 belirlenmiĢ ve sadece 30.000 lirası trahomla mücadeleye tahsis edilmiĢtir. 1927 yılında trahoma ayrılan tahsisatın az olmasının sebebi muhtemelen 145.000 liradan hariç olarak sıtma mücadelesine 400.000 lira ayrılmasından kaynaklanmıĢtır. Trahom hastalığının mü- cadeleye rağmen güneyde hız kesmeden devam etmesi ve bakanlığın mücadele örgütlerini 580 artırmak istemesi üzerine 1928 yılında trahoma 50.000 lira bütçe ayrılmıĢtır. 1928 yılına gelindiğinde Adıyaman‟da 1.455 trahomlu hasta daha tespit edilmiĢ ve 48 köyde yapılan taramalarda 5.687 kiĢi trahomlu çıkmıĢtır. Adıyaman hastanesinde ayakta tedavi ve pansuman sayısı 1.942, yatarak tedavi edilen 207 ve ameliyat edilen ise 384 kiĢi olmuĢtur. Diğer bir mücadele mıntıkası olan Malatya dispanserinde baĢvuran 6.084 kiĢiden 576 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1927, II. Devre, C. 31, BirleĢim 50, s. 73. Trahomlu 6. 275 kiĢinin yüzdelik oranı %32‟ye denk gelmektedir. Bu oran hastalığın yoğun olarak devletin güney bölgesinde görüldüğünü bir kez daha doğrulamaktadır. 577 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 578 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 579 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1927, II. Devre, C. 31, BirleĢim 50, s. 75. Bkz. Altay, “BulaĢıcı ve Müzmin Bir Sosyal Afet: Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Trahom Hastalığı ve Mücadele ÇalıĢmaları ( 1924-1938)”, s. 183. 580TBMM Zabıt Ceridesi, 22. 04. 1928, III. Devre, C. 3, BirleĢim 64, s. 200. Bkz. Altay, “BulaĢıcı ve Müzmin Bir Sosyal Afet: Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Trahom Hastalığı ve Mücadele ÇalıĢmaları ( 1924-1938)”, s. 183. 126 2.483 kiĢide trahom bulunmuĢtur. Böylece Malatya‟da mevcut trahom sayısı 7.853 kiĢiye 581 ulaĢmıĢtır. Dispanserde 96 kiĢi yatırılarak tedavi olurken 173 kiĢi de ameliyat olmuĢtur. 1929 yılında Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde sıhhi durumlar hakkında izahatta bulu- nan Dr. Refik Bey trahom mücadelesinde sıtma gibi geniĢ bir sahada savaĢın yürütülemedi- ği bunun ise bütçe eksikliğinden kaynaklandığının altına bir kez daha çizerek 1929 yılı içe- risinde Malatya ve Gaziantep‟te dispanser ve hastane açmak kaydıyla mücadelenin derinle- 582 Ģeceğinin haberini vermiĢtir. 1928 senesinin sonunda Kilis kazasında bir poliklinikle 583 Besni‟de bir dispanser açılmıĢtır. Dispansere baĢvuran 4.806 kiĢiden 2.756 kiĢi trahomlu 584 çıkmıĢ ve tedaviye alınmıĢtır. 1929 yılında Adıyaman hastanesine gelen 240 kiĢiden 192 trahomlu ameliyat edilmek üzeri hastaneye yatırılmıĢ ve 231 kiĢi taburcu edilmiĢtir. Mıntıkada seyyar mücadele heyet- leri de dâhil vaka sayısı 6.462 kiĢiye yükselmiĢ ve 83 kiĢi dispanserde ameliyata alınmıĢtır. Malatya dispanserinde 9.426 kiĢi ayakta, 156 kiĢi yatarak tedavi edilmiĢ ve 141 kiĢi ameli- 585 yat olmuĢtur. 1929 yılında sıtma mücadelesinde olduğu gibi trahomda da iyi bir mücadele sonucu 586 almak için trahom bütçesi 92.000 lira olarak kararlaĢtırılmıĢtır. Bütçenin arttırılmasından sonra trahom mücadelesini yasal süreçlere bağlamak adına adımlar atılmıĢtır. 1930 Umumi Hıfzıssıhha Kanunu‟nda 99. ve 102. maddelerde trahom mücadelesine yer verilmiĢtir. Ka- nuna göre trahomun çoğunlukta olduğu yerlerde mücadele teĢkilatları açılması ve burada 587 hastaların parasız olarak tedavi edilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Ulus kimliğini yeni kazanmıĢ bir milletin sosyal devlet olma yolunda attığı adımlar özellikle sağlık alanında halka ücret- siz sağlık hizmetlerinin götürülmesiyle adım adım gerçekleĢtirilmiĢtir. 581 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 582 Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 12 Mart 1929, s. 1. 583 Altay, “BulaĢıcı ve Müzmin Bir Sosyal Afet: Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Trahom Hastalığı ve Mücadele ÇalıĢmaları ( 1924-1938)”, s. 183. 584 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 585 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 586 BCA. 490. 01. 00. 1464. 3. 2. 587 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1931, III. Devre, C. 18, BirleĢim 48, s. 68. 127 Hastalığın görüldüğü yerlerin anında bakanlığa bildirilmesi istenmiĢ ve trahom mü- cadele mıntıkalarında tarama heyetlerinin herkesi muayene edip trahomlu olanların hasta- neye alınması kararlaĢtırılmıĢtır. Hastalığın yayılmasını önlemek ve kiĢiyi hızlı bir tedavi sürecine almak için hasta kiĢinin izolasyonu önemli görülmüĢ ve bu doğrultuda 102. madde ayrı bir önem taĢımıĢtır. 102. maddeye göre hastalığın bulaĢıcı evresinde olan ve bulaĢıcı devresi devam ettiği sürece trahomlu kiĢi fabrika, okul, imalathane, özel ve devlet kurumla- rından uzaklaĢtırılmıĢ ve trahoma yakalanan çocukların eğitimi için Sağlık ve Milli Eğitim 588 Bakanlığı gereken tedbirleri iĢbirliği ile almaya karar vermiĢtir. ĠĢ yerlerinden uzaklaĢtı- rılan insanların geçimlerini nasıl sağladığı ve devletin bu noktada sosyal yardımlar ile tra- homlulara yardımcı olup olmadığı tartıĢmalı bir durumdur. Ġlk olarak Umumi Hıfzıssıhha Kanunu‟yla mücadele süreci yasallaĢan trahom salgını için ikinci adım 1932 yılında Trahom Mücadele Talimatnamesi‟nin çıkarılmasıyla atılmıĢ- tır. Talimatnameye göre hastalığın yoğun olarak görüldüğü yerlerde dispanserler ve bu dis- panserlere bağlı en az 10 en fazla 50 yataklı olmak üzere hastanelerin açılması, köylere 589 tedaviyi götürmesi için de seyyar mücadele heyetlerinin kurulması kararlaĢtırılmıĢtır. Hastalığın parasız olarak tedavi edildiğinin altı bir kez daha çizilmiĢ ve doktorların özel hasta tedavisi için muayenehane açması ve seyyar tabiplerin hastalardan para almaları ve 590 parayla ilaç satmaları her Ģekilde yasaklanmıĢtır. 3.2. Trahom Mücadele TeĢkilatı ve Yerel Örgütlenme Türkiye Cumhuriyeti Devleti trahomla mücadelesine 1925 yılında baĢlamıĢ ve 1930 yılına kadar hastalığın yoğun olarak görüldüğü yerlerde dispanserler ve hastaneler açarak ve hastalara tedavi ve ilaçları parasız ulaĢtırarak trahomla mücadele sürecini baĢarıya ulaĢ- tırmak istemiĢtir. Her ne kadar sağlık hizmetleri hastalığın yoğun olarak görüldüğü yerlere ulaĢtırılmaya çalıĢılsa da trahom mücadelesi sadece tedavi süreciyle sınırlı kalmamıĢtır. Halkın geliĢmiĢlik seviyesinin artması ve sağlık hizmetlerinin baĢarılı sonuçlar alması için 588 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1931, III. Devre, C. 18, BirleĢim 48, s. 68. 589 TBMM Resmi Gazetesi, 07. 01. 1932, No. 1996, s. 1125. 590 TBMM Resmi Gazetesi, 07. 01. 1932, No. 1996, s. 1128. 128 halkın sağlık eğitimine tabi tutulması Ģart görülmüĢtür. Ayrıca tüm trahom teĢkilatlarının disiplinli çalıĢabilmesi adına bir takım adımların atılması gerekmiĢtir. 1930 yılında Umumi Hıfzıssıhha Kanunu‟yla beraber trahom mücadelesi yasallaĢmıĢ ve 1932 yılında çıkarılan Trahom Mücadele Talimatnamesi‟yle de trahom teĢkilatlarının nasıl çalıĢtığı, tedavinin nasıl yapılması gerektiği net Ģekilde belirtilmiĢtir. Trahom dispan- ser ve hastanelerin bulundukları yerlerin merkezi bir konumunda yer alması, sürecin kolay ilerlemesi için hastane ve muayenenin aynı bina içinde inĢa edilmesi tercih edilmiĢtir. Has- tane veya dispansere giden kiĢilerden trahomlu olanların tedavi defterine yazılması ve ken- dilerine trahom tedavi kartının verilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Dispanser doktorları dispanse- rin bulunduğu yerde, halkın ücretsiz muayene edilmesinden ve tedaviye gelmeyen hastala- 591 rın mahalli hükümete isimlerinin verilip tedaviye çağrılmasından sorumlu tutulmuĢlardır. 1930 yılından sonra mücadelenin ciddiyetle ele alınması bazı adımların atılmasını ge- rekmiĢtir. 1930 yılına gelindiğinde tüm trahom teĢkilatlarını idare etmek ve trahom sürecini 592 düzenlemek adına Gaziantep‟te Trahom Reisliği kurulmuĢtur. Aynı sene içerisinde tra- hom mücadelesi için ayrılan bütçe 1925 yılından sonra en yüksek zammı alarak 100.000 lira olarak kararlaĢtırılmıĢ ve böylece 1927- 1930 yılları arasında trahom mücadelesine ay- 593 rılan bütçe toplamda 266.500 lira ulaĢmıĢtır. 1930 yılı yukarıda da ifade edildiği gibi trahomla mücadelede atılımların yapıldığı bir yıl olmuĢtur. Gaziantep Trahom Reisliği‟nden sonra 1929 bütçesine ayrılan ödenekle Ada- 594 na‟da bir dispanser ve 40 yataklı bir trahom hastanesi açılmıĢtır. Böylece 1930 yılı sonu- 595 na kadar mevcut mücadele teĢkilatı Ģunlar olmuĢtur;  Adıyaman‟da 20 yataklı trahom hastanesi ve seyyar trahom teĢkilatı,  Gaziantep‟te 10 yataklı dispanser ve seyyar trahom teĢkilatı, 596  Kilis‟te 10 yataklı trahom dispanseri,  Besni‟de 10 yataklı trahom dispanseri, 591 TBMM Resmi Gazetesi, 07. 01. 1932, No. 1996, s. 1126. 592 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. 593 BCA. 490. 10. 00. 1464. 3. 2. 594 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 9 595 BCA. 490. 10. 00. 1464. 3. 2. 596 BCA. 030. 18. 01. 02. 12. 47. 2. Dispanser tabip maaĢının yanlıĢla 250 lira teklif edildiği anlaĢılmıĢ ve 300 liraya yükseltilmiĢtir. 129  Malatya‟da 10 yataklı trahom dispanser,  Adana‟da 40 yataklı hastane ve dispanser, 1930 yılı içerisinde en fazla müracaat 43.299 kiĢi ile Gaziantep‟te yapılmıĢken, ayak- ta tedavi 152. 823 kiĢiyle en fazla Adıyaman‟da, yatarak tedavi 227 kiĢiyle en fazla Adıya- man‟da, 792 kiĢiyle en fazla göz ameliyatı Gaziantep mücadele mıntıkasında gerçekleĢmiĢ- 597 tir. 1930 yılında mücadele kapsamının geniĢlemesinden sonra 1931 yılında mücadeleye 598 ayrılan bütçe düĢürülmüĢ ve mücadele için 79.150 lira ayrılmıĢtır. Gaziantep trahom mücadelesinden önce %70‟in altına düĢmeyen trahomlu hasta sayı- sı, kurulan merkez teĢkilat ve köylere tedaviyi götüren seyyar teĢkilat sayesinde azalmıĢtır. Seyyar teĢkilat bir kamyonetten oluĢmakla beraber adeta ufak bir hastane gibi teçhizat ve 599 malzemeyle donatılmıĢtır. Gaziantep Trahom Reisliği 1932 yılının baĢında Adana‟ya taĢınmıĢ fakat mücadelenin doğuya doğru gitmesinden kaynaklı 1932 sonunda reislik tek- 600 rardan Gaziantep‟e nakledilmiĢtir. 1932 yılında trahom mücadele sahasını geniĢletmek amacıyla 1931 yılı bütçesine 601 43.785 lira zam yapılarak 122.935 lira tahsis edilmiĢtir. 1932 yılı bütçesiyle Urfa‟da 15 yataklı hastane ve bir dispanser, MaraĢ ile Siverek‟te 10 yataklı hastane ve dispanser, Gazi- antep, Besni, Kilis, Malatya, Urfa ve Siverek‟te seyyar teĢkilatlar açılması kararlaĢtırılmıĢ 602 ve yatak sayısı 150‟ye ulaĢmıĢtır. Ayrıca Urfa, MaraĢ, Siverek‟te açılacak olan hastane için gerekli olan 7.500 liralık ilaç ve tıbbi malzemeyle 3.750 liralık cerrah aletinin acele 603 olarak yurt dıĢından satın alınması kararlaĢtırılmıĢtır. 1935 yılında Antep‟te mücadele 604 teĢkilatı geniĢletilerek Nizip‟te 10 yataklı hastane ve dispanser faaliyete geçirilmiĢtir. Bu- 597 BCA. 490. 10. 00. 1464. 3. 2. 598 BCA. 490. 10. 00. 1464. 3. 2. 599 Cumhuriyet Gazetesi, 27 Ağustos 1936, s. 4. 600 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 601 BCA. 490. 10. 00. 1464. 3. 2. 602 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. BCA. 030. 18. 01. 02. 33. 7. 11. TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 05. 1933, IV. Devre, C. 15, BirleĢim 52, ss. 127- 128. 603 BCA. 030. 18. 01. 02. 35. 28. 19. 604 Altay, “Cumhuriyet‟in Ġlk On BeĢ Yılında Gaziantep‟te Trahom ve Mücadele Faaliyetleri”, s. 1026. 130 rada çalıĢacak olan sağlık personeli ve hizmetlilerine ait üç aylık kadronun 1934 yılı bütçe- 605 sinden karĢılanması onaylanmıĢtır. Arap memleketleri ve Mısır‟dan geldiği bilinen trahomla mücadele daha çok Doğu ve Güney bölgelerde görülmesine rağmen hastalık Türkiye‟nin birçok noktasına sirayet etmiĢ- tir. Büyük savaĢların insanları bir yerde baĢka yere nakletmesi ve göçler hastalığın yayılı- mını arttırmıĢtır. 1935 yılında mecliste salgın hastalıkla mücadele sürecini değerlendiren Dr. Refik Saydam, trahom oranının Aydın‟da % 4.2, Söke‟de % 3.2, Nazilli‟de % 2.2, Ba- lıkesir‟de % 1.3, Bursa‟da % 2.2, MustafakemalpaĢa‟da % 0.9, Ġnegöl‟de %1.2, Denizli‟de % 0.1,Ġçel‟de % 4.2, AkĢehir‟de % 4.1, Diyarbakır‟da % 6.6, Çermik‟te % 20, Osmani- ye‟de % 14, Ġzmir‟de % 1.04, Anadolu bir kısmıyla Çorum vilayetinin bazı kasaba ve köy- 606 lerinde miktarın % 2-3 olduğunu açıklamıĢtır. 1941 yılında mecliste açıklama yapan sağlık bakanı Hulusi AlataĢ 1941 yılı dâhil top- lamda 180 yataklı 13 trahom hastanesi, 25 dispanser ve 36 köy tedavi eviyle trahom müca- 607 delesinin devam ettiğini belirtmiĢtir. Behçet Uz yaptığı konuĢmasında 1946 yılında 3 milyon insanın yaĢadığı on iki ilde trahom mücadelesinin devam ettiğini, 1946 yılının ilk 10 ayı içerisinde 63.000 kiĢiden 28.000 kiĢinin trahomlu olduğunu, 5.000.000 ilaçlama, 7.000 göz ameliyatı yapıldığını ve baĢlangıçta % 3 olan körlük oranının % 1‟e düĢtüğünü 608 ifade etmiĢtir. Ġsmet Ġnönü 1946 yılında yaptığı yurt gezilerinde trahom konusuna ayrı bir önem vermiĢ ve gelinen noktayla ilgili hususları Sağlık Bakanı Behçet Uz‟dan istemiĢtir. Uz, tra- hom mücadelesinin 3 milyon nüfusu kapsadığı ve bu nüfusun % 50‟nın trahomlu olduğunu belirtmiĢtir. Trahom savaĢı baĢkanlık merkezlerinin Adana ve Diyarbakır olmak üzere ikiye ayrıldığını, toplamda 16 hastanenin 225 yatakla hizmet ettiğini, 33 dispanser ile 35 köy tedavi evinin faaliyette bulunduğunu açıklamıĢtır. Trahom savaĢ kurullarında çalıĢan perso- nellerle ilgili olarak 49 doktor kadrosundan sadece 24 tanesinin, 19 hemĢire kadrosundan sadece 13 tanesinin ve 127 sağlık memuru kadrosundan sadece 60 tanesinin vazifede oldu- 605 BCA. 030. 18. 01. 02. 51. 9. 7. 606 TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 3935, V. Devre, C. 8, BirleĢim 29, s. 242. 607 TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 05. 1941, VI. Devre, C. 18, BirleĢim 57, s. 198. 608 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, s. 572. 131 ğunu belirterek personel açısından yetersizliğin devam ettiğini söylemiĢtir. Körlüğün % 2-3 oranından % 1‟lere indiği ve yeni keĢfedilen sülfanilamid ilacının ücretsiz olarak verildiğini belirtmiĢ ve mücadelenin baĢarılı olması için koruyucu tedbirlerin öneminden bahsetmiĢ- 609 tir. 1950 yılında trahom bölgesinin 2.301.769 kiĢiyi kapsadığı, 100.000‟den fazlasının muayene edildiği, 10 ay içerisinde 7.996.141 ilaç kullanıldığı ve 9.362 trahomlu hastanın 610 ameliyat edildiği mecliste sağlık bakanı Kemali Bayazıt tarafından açıklanmıĢtır. Trahomla mücadele sürecinde trahomlu olanları bulmak ve tedavi etmek için halkın temizliği öğrenmesi, temiz su temininin sağlaması ve bulaĢıcılığı artıran karasineklerle mü- 611 cadele edilmesi önemli yer tutmuĢtur. Nuri Fehmi Ayberk, IV. Trahom Semineri‟nde yaptığı konuĢmasında her Ģeyden önce hastalığı ortaya çıkaran unsurlarla mücadele edilme- si gerektiğini, asıl zorluğun köy yerlerinde yaĢandığını belirtmiĢ ve trahom mücadelesinin köy halkının sağlık ve sosyal yaĢam Ģartları ıslah edilmediği sürece baĢarılı olamayacağını 612 ifade etmiĢtir. Köylerde yolların düzeltilmesi, köylere su getirilmesi, köylerde okul, karakol, hamam ve dispanserlerin açılması, esnaf ve iĢçilerin yılda bir kez muayeneye alınması, öğretmenle- re trahom dersinin verilmesi, propaganda iĢinin ciddi Ģekilde yürütülmesi mücadelenin ba- 613 Ģarılı olması için yapılması gereken en önemli çalıĢmalar olarak görülmüĢtür. Diğer sal- gın ve bulaĢıcı hastalıklarda olduğu gibi trahomda da halkı bilinçlendirmek, hastalıktan korumak için sağlık bakanlığı propaganda mücadelesine giriĢmiĢtir. 1933 yılında trahom- dan korunmak için halka nasihatler veren kitaplar neĢredilmiĢtir. Karasineğin gözün düĢ- manı olduğu, kirli ellerin yüze değdirilmemesi, ellerle yüzün sürekli su ve sabunla yıkan- 609 BCA. 030. 10. 00. 177. 224. 9. 610 TBMM Zabıt Ceridesi, 23. 02. 1950, VIII. Devre, C. 24, BirleĢim 54, s. 1083. 611 IV. Trahom Semineri, s.15. 612 IV. Trahom Semineri, s. 33. 613 IV. Trahom Semineri, s. 34. Detaylı bilgi için bkz. Yanıkdağ, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, ss.74-75. 132 ması ve körlükten kaçınmak için tedaviye erken gidilmesi gerektiğine yönelik öğütler ve- 614 rilmiĢtir. Trahom bölgelerinde halkın eğitilmesi ve yıkımları büyük olan bu sosyal afetten in- sanların korunabilmesi için 1945 yılında Halkevleri ve Halkodaları BaĢkanlığına genelge gönderilmiĢtir. Halkodaları ve halkevlerinden halka trahomdan korunma çareleri, temizlik ve temizlenme kurallarıyla ilgili pratik bilgi sağlayacak türde broĢürlerin neĢredilmesi is- 615 tenmiĢtir. Trahom mücadelesinde baĢarıya ulaĢmak için ülke içinde yapılan çalıĢmaların yanın- da yurtdıĢında yapılacak olan uluslararası konferanslar da takip edilmiĢtir. 1935 yılında Dr. Nuri Ayberk‟in trahomun yoğun olarak görüldüğü Filistin, Mısır ve Tunus‟ta incelemelerde 616 bulunması için siyasal pasaportla 1.200 liralık dövizin verilmesi kararı alınmıĢtır. 1936 yılında masrafların çok olmasından dolayı Dr. Ayberk‟e 400 liralık daha dövizin gönderil- 617 mesi onanmıĢtır. Yine Türkiye‟deki çalıĢmaları değerlendirmesi, körlerin eğitim ve ko- runmaları hakkında rapor hazırlaması için BirleĢmiĢ Milletler MüĢavirinden Sir Clutha 618 Mackensie davet edilmiĢ ve belirtilen konular hakkında rapor hazırlamıĢtır. 1923-1950 yılları arasında baĢlangıçta % 70‟lere varan trahomlu vaka sayısı 1945‟te 619 % 50‟ye 1950 ve sonrasında % 25‟lerin altına düĢmüĢtür. Trahom vakalarında düĢüĢ olmakla beraber istenilen sonuçlar alınamamıĢtır. Bütçe ve personel yetersizliğinden baĢka halkın cehaleti, fakirliği, iptidai düşüncesi nedeniyle içinde yaĢadığı koĢullar ve batıl inanç- 620 lar trahomun kökten çözümünü engellemiĢtir. Trahomun tamamen çözülmesi için bölge- ler arasındaki ekonomik ve sosyal farkın azaltılması, taĢra bölgelerine geliĢmiĢ belediyeci- 614Gözleri Kör Eden Trahom Hastalığı Hakkında Halka Nasihatler, Ankara: Sıhhat ve Ġçtimai Muavenet Vekâleti Yayınlarından No. 33, 1933, ss. 9-12. Bkz, Cumhuriyetin İlk 15 Yılında Sağlık Hizmetleri, ss. 357- 361. 615 BCA. 490. 01. 00. 5. 26. 22. 616 BCA. 030. 18. 01. 02. 60. 97. 19. 617 BCA. 030. 18. 01. 02. 62. 11. 2. 618 IĢık, a.g.e., s. 37. 619 BCA. 030. 10. 00. 177. 224. 9. Bkz. Sağlık Çalışmalarında 50 Yıl, ss. 132-133. Altay, “Cumhuriyet‟in Ġlk On BeĢ Yılında Gaziantep‟te Trahom ve Mücadele Faaliyetleri”, s. 1018. 620 BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 17. 133 lik anlayıĢının götürülmesi ve bu bölgelerde halka temizlik için gerekli olan su ve sabun gibi temizlik malzemelerinin ulaĢtırılması gerekmiĢtir. 4.VEREM SALGINIYLA SAVAġ Verem salgını ile mücadele diğer hastalıklardan farklı olarak devletin kalkınması yo- lunda atılan adımlar arasında ayrı bir yere sahip olmuĢtur. Salgın ve bulaĢıcı bir hastalık olmanın dıĢında verem, devletlerin sosyo-ekonomik durumlarını gösteren bir ölçüt vazifesi görmüĢtür. Uzun yıllar yapılan savaĢlar, savaĢ yüzünden fiziksel ve psikolojik olarak çök- müĢ askerler ve geçimini sağlayacak güçten yoksun bir halk, veremin çoğalması için yeterli olan ortamları maalesef sağlamıĢtır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin veremle mücadelesi sadece sağlık so- runu olarak görülmemiĢ, devlet; ekonomik ve toplumsal kalkınma için Türkiye toprakları üzerinden hastalığı silmeyi amaçlamıĢtır. Veremin yok edilmesi için her Ģeyden önce dev- letten, toplumun geçim sıkıntısını çözmesi ve kiĢilerin yaĢam standartlarını yükseltmesi beklenmiĢtir. Ekonomik yetersizliklerden en çok etkilenen ve kötü yaĢam koĢulları içinde kendine uygun barınma ortamı bulan verem mücadelesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin meĢruiyetini ispatlama yolunda atılması gereken bir adım olarak yer almıĢtır. Uzun yıllar süren savaĢlar neticesinde zaten ekonomik, sağlık, eğitim ve sosyal anlamda yetersizliklerin ve imkânsızlıkların içinde boğuĢmak durumunda kalan devlet, veremin yarattığı tahribatı fazlasıyla hissetmiĢ ve mücadele süreci zorluklar içerisinde geçmiĢtir. Veremin kargaĢa anlarından beslenmesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin kritik ve buhran anlarında hastalığı kontrol altına almasını zorlaĢtırmıĢtır. Öyle ki II. Dünya Sava- Ģı‟nın yarattığı olumsuzluklar hastalığın tekrardan Türkiye coğrafyasında patlak vermesine neden olmuĢ ve devlet verem çalıĢmalarına daha fazla hassasiyet göstermeye baĢlamıĢtır. 134 4.1. Verem Tedavisi ve Mücadele Yöntemleri Halk sağlığını tehdit eden ve yaĢ farkı gözetmeksizin herkesi etkileyen verem, dünya tarihi ve devletleri için ciddi bir sorun oluĢturmuĢtur. Hastalığın tedavisine yönelik kapsam- lı tıbbi geliĢmeler XIX. yüzyılda yaĢanmıĢtır. Robert Koch 1882 yılında tüberküloz basilini izole ortamda inceleyebildiğini ve üretebildiğini duyurmuĢ ve bu geliĢmeyi takiben 1890 yılında Berlin‟de toplanan X. Uluslararası Tıp Kongresi‟nde tüberkülini tüm dünyaya ta- 621 nıtmıĢtır. Koch‟un Paratouidine adını verdiği tüberküline, Alman hekimleri, Koch‟un 622 baĢarısı adına Cohin, Türkler ise lenfa, Lenfa-i Koh ve Deva-yı Koh adını vermiĢlerdir. Avrupa‟yı etkisi altına alan verem, Osmanlı Devleti‟ni de etkisi altına almıĢ hatta II. Mahmud, Abdülmecid ve II. Abdülhamid‟in annesi verem illetinin karĢısında yenik düĢ- 623 müĢlerdir. Osmanlı Devleti‟nin XIX. yüzyılda içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal bunalımlar veremin yayılması için gerekli koĢulları sağlamıĢtır. Öyle ki uzun yıllar yaĢanan savaĢlar ve kaybedilen topraklardan Anadolu‟ya doğru baĢlayan göç hareketleri Osmanlı Devleti‟ni sosyoekonomik sorunlarla karĢı karĢıya kalmasına neden olmuĢtur. Göç eden halkı Anadolu‟da karĢılayacak güçlü bir ekonominin olmaması göç edenlerin beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karĢılanmasında sıkıntısı çekmesine neden olmuĢtur. Ġnsanları yavaĢ yavaĢ etkisiz hale getiren ve ince hastalık adıyla da bilinen verem Osmanlı Devleti‟nin askeri-zirai yapısını da tehdit etmiĢtir. Osmanlı‟nın XIX. yüzyılda içinde bulunduğu durum veremin yayılması için gerekli koĢulları sağlamıĢ ve veremden kaynaklı kayıplar, devletlerin bloklaĢmaya baĢladığı dönemde Osmanlı Devleti için sarsıcı senaryoların oluĢmasına neden olmuĢtur. Osmanlı Devleti sadece askeri gücünü sağlamlaĢ- tırmak için değil aynı zamanda üretimi sürdürebilmek ve vergi akıĢını sorunsuz sağlaya- 624 bilmek adına salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadeleye önem vermiĢtir. Osmanlı Devleti‟nde veremle mücadeleye yönelik ilk örgütlenme 1918 yılında Verem İle Mücadele Osmanlı Cemiyeti’nin kurulmasıyla baĢlamıĢ ve baĢına Dr. Besim Ömer geti- 621 Nuran Yıldırım, “Tüberkülinin KeĢfi ve Ġstanbul‟daki Yankıları”, Tarih ve Toplum, S. 133, 1995, s. 12. Bkz. Ġlikan Rasimoğlu, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, s. 50. 622 Yıldırım, “Tüberkülinin KeĢfi ve Ġstanbul‟daki Yankıları”, s. 12. 623 Y. Ġzzettin BarıĢ, “Çağlar Boyu Tüberküloz”, 21. Yüzyılda Tüberküloz Sempozyumu ve II. Tüberküloz Laboratuvar Tanı Yöntemleri Kursu, Samsun, 2003, s. 6. 624 Ġlikan Rasimoğlu, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, s. 50. 135 625 rilmiĢtir. Cemiyet, kendi imkânlarıyla çalıĢmalarını finanse edecek kaynaklar ararken bir yandan da verem hastalığından nasıl korunması gerektiğine yönelik insanları bilinçlendir- 626 meye çalıĢmıĢtır. Ġstanbul‟un iĢgalinden sonra kapanan cemiyetin faaliyetlerine 1923 yılında Ġzmir‟de Dr. Behçet Uz tarafından açılan İzmir Veremle Mücadele Cemiyeti Hayri- 627 yesi‟yle devam edilmiĢtir. Veremle mücadele sürecine gönüllü katılan yardımseverler aracılığıyla Cumhuriyetin ilanından önce 14 Nisan 1923 tarihinde kurulan cemiyet Osmanlı 628 Devleti‟nden sonra verem mücadelesini devam ettiren ilk dernek olmuĢtur. Ġzmir‟den sonra aynı sene içinde Balıkesir‟de, 1927 yılında ise Ġstanbul‟da Veremle Mücadele Cemi- 629 yeti açılmıĢtır. Kuvvetten düĢme, öksürük, kan tükürme ve ateĢ gibi belirtileri olan verem tedavisin- de ağır hastaların tedavisi için verem hastaneleri, hafif hastaların tedavisi için ise sanator- yumlar inĢa edilmiĢtir. Verem hastaları için uygulanan en önemli tedavi yöntemi açık hava tedavisi olmuĢtur. Açık hava, vücudun direncini artırdığı ve kiĢinin kendisini dinç hisset- mesini sağladığı için hastanın durumuna göre açık hava kürleri uygulanmıĢtır. Bu yöntem ile veremli kiĢinin günde üç dört kere birkaç saat süren rüzgâr kürleri sayesinde akciğerle- 630 rinde bulunan verem basilini, balgamla vücut dıĢına atması amaçlanmıĢtır. Diğer salgın ve bulaĢıcı hastalıklar arasında erken teĢhisinde zorluk yaĢanan verem, Sıhhiye ve Ġçtimai Muavenet Vekâletinin kurulmasından sonra sağlık kalkınmasına baĢla- yan Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nde Refik Saydam‟ın bakanlığa gelmesiyle beraber sal- gınlara mücadele kapsamına alınmıĢtır. 1 Mart 1923 tarihinde meclis açılıĢ konuĢmasını yapan Mustafa Kemal Atatürk, verem hastalığını tahribat yapan hastalıkların baĢında gör- 631 müĢ ve veremle mücadelenin gerekli olduğunun altını çizmiĢtir. 625 Nuran Yıldırım, “Ġstanbul‟da Sağlık Hayatı”, Antik Çağdan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi, C. 4, ed. CoĢkun Yılmaz, Ġstanbul: Mas Matbaacılık, 2015, s. 112. 626 a.yer. 627 Ġlikan Rasimoğlu, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, s. 51. 628 Gürgan, a.g.m., s. 141. 629 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 112. 630 Sağlam, a.g.e. s. 25. 631 TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 03. 1339, I. Devre, C. 28, BirleĢim 1, s. 7. 136 Uzun savaĢlar sonucunda yıpranan Türk milleti, savaĢın yarattığı sefalet ve fakirlik içinde bu kez de verem salgınıyla savaĢmak durumunda kalmıĢtır. Aydın mebusu Dr. Maz- har Bey, 9 Mart 1925 tarihinde mecliste yaptığı konuĢmasında Ģu sözleri söylemiĢtir: “…Memleketin şurasında burasında temas ettiğiniz doktorlardan sorunuz. Görecek- siniz ki, muayene ettikleri hastaların kısmı azamini, hattâ yakından tanıdıkları arkadaşları- nın göğüslerine kulaklarını koyup dinlemekten hazer eder bir hale gelmişlerdir. Verem bu kadar tevessü etmektedir. Fakat bu aynı zamanda hadisâttan tevellüt eden sefaletin icaba- tıdır. Bununla mücadele ederken yalnız hekimin bakması ve ilâç vermesi kâfi değildir. Tabiî hayatı umumiye üzerinde icrayı tesir edecek bazı tedabiri de ittihaz etmek lâzım 632 lir”. Mazhar Bey‟in sözlerinden de anlaĢılmaktadır ki sefalet verem hastalığının ortaya çıkmasında temel unsur olmuĢ ve hastalığın ağır geçirilmesine zemin hazırlamıĢtır. 1923 yılında Ġzmir Veremle Mücadele Cemiyeti Hayriyesi‟nin kurulmasıyla baĢlayan verem mücadelesi uzun yıllar gönüllü ve yardımsever insanların çabasıyla devam etmiĢ- 633 tir. Devleti uğraĢtıran birçok hastalığın olmasından kaynaklı verem hastalığına gereken bütçe ayrılamamıĢ ve II. Dünya SavaĢı‟nın bittiği yıllarda devlet verem mücadelesinde daha aktif rol almaya çalıĢmıĢtır. Veremle mücadele için 1927- 1928 yıllarında bütçe ayrılma- 634 mıĢken 1929 yılında 53.000, 1930 yılında 45.000 lira ayrılmıĢtır. Verem mücadelesine bütçe ayrılmasından sonra 1930 yılında Umumi Hıfzıssıhha Kanunun çıkarılmasıyla salgın ve bulaĢıcı hastalıklar arasında verem salgınıyla da mücade- 635 le edileceği ilk kez zikredilmiĢ ve verem mücadelesi yasallaĢmaya baĢlamıĢtır. Kanunun altıncı faslı veremle mücadele sürecine ayrılmıĢ ve 113-121. maddelerde vereme karĢı veri- lecek mücadelenin nasıl yapılması gerektiği açıklanmıĢtır. Kanuna göre verem hastalığının pençesinde olan veremlilerle veremden hayatını kay- betmiĢ insanların adreslerinin tabipler tarafından sıhhiye dairelerine ihbar edilmesi kararlaĢ- tırılmıĢ ve hastanelerde, doğum evlerinde, hapishanelerde, resmi ve özel kurumlarda görü- 632 TBMM Zabıt Ceridesi, 09. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 73, s. 293. 633 Tuğluoğlu, “Cumhuriyetin Ġlk Döneminde Verem Mücadelesi ve Propaganda Faaliyetleri”, s. 12. 634 BCA. 490. 01. 00. 1464. 3. 2. 635 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 137 len verem ve verem kaynaklı ölümlerin de müdürler tarafından 24 saat içinde bildirilmesi, askeri teĢkilatlarda ise askeri tabip ve komutanlıklar tarafından gerekli makamların haber- dar edilmesi istenmiĢtir. Dispanserlerin olduğu yerlerde verem hastalarının doğrudan heki- me bildirilmesi ve belediye veya hükümet tabibi tarafından talep edilmesi durumunda has- taların adresleri ve eĢyalarının ücretsiz olarak temizlenmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Çevresindeki insanları tehdit edecek Ģekilde veremden mustarip olan hastaların, hastaneler ve diğer kuru- luĢlarda izole edilmesi kararı alınmıĢ ve bu kararı uygulama yetkisi bakanlığa bırakılmıĢ- 636 tır. Veremli kiĢilerin özellikle toplumda izole edilmesine önem verilmiĢ, verem mücade- lesinde veremli kiĢinin tedavi edilmesinin yanı sıra asıl önemli nokta veremli kiĢinin baĢka- larını hasta etmesini önlemek olmuĢtur. Nitekim Umumi Hıfzıssıhha kanununda veremli kiĢinin nikâhının altı ay ertelenmesi, iyileĢme olmazsa sürenin bir kez daha altı ay uzatıl- ması ve bu süre zarfında tabiplerin her iki haftada bir veremliyi tedavi edip mevcut durum- 637 larının rapor edilmesi mecbur tutulmuĢtur. 1931 yılında yayınlanan Evlenme Muayenesi Nizamnamesine göre evlenmek isteyen- lerin ilk önce muayeneye tabi tutulması kararlaĢtırılmıĢtır. Verem Ģüphesinin görülmesi durumunda tabibin, Ģüpheli kiĢinin balgamını inceleyerek tanı koyması istenmiĢ ve balga- mında koh basili bulunan veya ileri derecede verem hastalığı görülen kiĢilerin evlenmesi 638 yasaklanmıĢtır. Veremle mücadele noktasında bir diğer geliĢme 1948 yılında 5237 sayılı Belediye 639 Gelirleri Kanunu’nun çıkarılmasıyla yaĢanmıĢtır. Kanuna göre eğlence mekânlarından elde edilen gelirin % 10‟nun belediye sınırları içinde yer alan Verem SavaĢ Derneğine ve- 640 rilmesi yoksa fakir veremlilerin hizmetine harcanması kararlaĢtırılmıĢtır. Maddenin tartı- Ģıldığı sırada mecliste söz alan Bursa mebusu Dr. Talat Simer, devletin bu zamana kadar memleketin diğer felâket, âfet getiren dâvaları kadar muazzam, onlar kadar muhrik ve on- 636 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1930, III. Devre, C. 18, BirleĢme 48, ss. 76-78. 637 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1930, III. Devre, C. 18, BirleĢme 48, s. 80. 638 TBMM Resmi Gazetesi, 21. 09. 1931, No. 1904, Karar No. 11.682. BCA. 030. 18. 01. 02. 23. 62. 4. 639 TBMM Resmi Gazetesi, 09. 07. 1948, No. 6953, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 30. 640 TBMM Zabıt Ceridesi, 30. 06. 1948, VIII. Devre, C. 12, BirleĢim 78, s. 34. 138 lar kadar acı sıtma, frengi, trahom kadar zehirleyici görülen verem hastalığı için bir müca- dele ortaya koyamadığının altını çizmiĢ ve verem davasının ihmal edildiğini vurgulamıĢ- 641 tır. Cumhuriyetin ilanını takip eden on yıllık süre içerisinde Sağlık Bakanlığı‟nın yaptığı iĢlerde verem mücadelesi diğer salgın hastalıkların aksine gereken iyileĢmeleri göstereme- miĢtir. Verem hastalığı, salgın ve sosyal hastalıklar arasında en zor ve güç mücadeleyi ge- rektiren hastalık olmasına rağmen hastalıkla mücadelenin milli bir sorun olarak ele alınması 642 1949 yılında 5368 Sayılı Verem Savaşı Hakkında Kanunu‟nun çıkarılmasıyla olmuĢtur. 7 maddeden oluĢan kanunla verem mücadele teĢkilatlarının kurulması, gerekli görü- len yerlerde sanatoryum, prevantoryum, dispanser veya pavyon açılması ve bu müesseseler için gerekli olan teçhizat, röntgen makinesi ve taĢıtların alınması Sağlık Bakanlığı‟nın yet- kilerine bırakılmıĢtır. Ayrıca özel idareler, verem dernekleri veya belediyeler tarafından kurulan sanatoryum, prevantoryum, hastane ve dispanserlerin faaliyetlerini devam ettire- bilmek adına bakanlığın yardımcı olabileceği ve gerekli durumlarda personel gönderebile- 643 ceği taahhüt edilmiĢtir. Verem mücadelesinin milli bir sorun olarak ele alınması Ġzmir, Ġstanbul, Samsun ve Denizli‟de kurulan verem derneklerinin birliğiyle 1948 yılında Ġstanbul‟da kurulan Türkiye 644 Ulusal Verem Savaş Derneği‟nin çabalarıyla olmuĢtur. Derneğin baĢına verem üzerine yaptığı çalıĢmalarıyla bilinen Tevfik Sağlam getirilmiĢ ve 1963 yılına kadar görevinin ba- 645 Ģında kalmıĢtır. Verem mücadelesinde yaptığı çalıĢmalarla bilinen dernek 1950 yılında 646 kamuya yararlı dernekler arasına alınmıĢtır. Tüm dünyada büyük insan gruplarının yok olmasına neden olan verem hastalığının tedavisi noktasında Robert Koch‟un çalıĢmalarından sonra en önemli çalıĢmayı Fransız bilim adamı Calmette gerçekleĢtirmiĢ ve insan vücuduna zarar vermeyen ama verem basili- 641 TBMM Zabıt Ceridesi, 30. 06. 1948, VIII. Devre, C. 12, BirleĢim 78, s. 529. 642 TBMM Resmi Gazetesi, 15. 04. 1949, No. 7183, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 31. 643 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1949, VIII. Devre, C. 18, BirleĢim 68, s. 254. 644 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 112. 645 Hot, a.g.t., s. 108. 646 BCA. 030. 18. 01. 02. 121. 107. 2. 139 647 ni etkisiz hale getiren bir mikrobu BCG adıyla aĢı haline getirmiĢtir. Calmette ve Guerin tarafından geliĢtirilen bu aĢı 1923 yılında Fransa‟da yeni doğan çocuklarda uygulanmaya 648 baĢlamıĢtır. Türkiye‟de BCG aĢısı Ġstanbul Bakteriyolojihane müdürü Refik Güran‟ın 649 çalıĢmalarıyla 1931 yılında ağız yoluyla küçük çocuklara uygulanmıĢtır. 1931 yılında Avrupa‟dan mikrop suşlarını Türkiye‟ye getirmek ve Dr. Calmette tarafından hazırlanan BCG aĢısı hakkında gerekli bilgileri alması için Ankara Bakteriyoloji Müdürü Dr. Mustafa 650 Hilmi Bey, Paris‟e gönderilmiĢtir. BCG aĢısının verem mücadelesinde önemli bir yere sahip olması üzerine Ankara‟da Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü‟nde BCG aĢısı için pavyon inĢa ettirilmiĢtir. BCG aĢısı 1950 yılının sonuna kadar sadece Ankara, Ġstanbul, Ġzmir, Bursa, Kayseri ve Adana‟da uygulan- mıĢken 1951 yılından itibaren Samsun, Amasya, Çorum, Tokat, Yozgat, Sivas, KırĢehir, Konya, Niğde, Ġçel, Bolu ve Zonguldak illeri de aĢının uygulanacağı yerler arasına alınmıĢ- tır. 1950 yılında 57.570 kiĢiye BCG aĢısı uygulanmıĢ iken bu sayı 1951 yılının ilk beĢ ayı 651 içerisinde 90.564 kiĢiye yükselmiĢtir. 4.2. Verem Mücadele TeĢkilatı ve Yerel Örgütlenme BaĢarılı bir verem mücadelesi gerçekleĢtirebilmek için ihtiyaçları karĢılayacak ve sü- recin organize edilmesini sağlayacak mücadele teĢkilatlarının vücuda getirilmesi gerekmiĢ- tir. Verem mücadele teĢkilatları gönüllülük esasıyla çalıĢan derneklerin çalıĢmalarıyla yürü- tülmüĢ ve inĢa edilen sanatoryum, prevantoryum ve pavyonlar verem tedavisinin yapıldığı sağlık kuruluĢları olarak hizmete açılmıĢtır. Verem hastalarının sağlıklı insanlardan izole edilmesi ve tedavilerinin sağlanması için kurulan sanatoryumlar genellikle dağlık bölgeler- 652 de ve temiz havanın olduğu yerlerde kurulmuĢlardır. Sanatoryumların ilki Osmanlı dö- 647 Tuğluoğlu, “Cumhuriyetin Ġlk Döneminde Verem Mücadelesi ve Propaganda Faaliyetleri”, s. 3. 648 a.yer. 649 Ġlikan Rasimoğlu, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, s. 57. 650 BCA. 030. 18. 01. 02. 19. 27. 15. 651 BCA. 030. 01. 00. 77. 483. 3. 652 Sağlam, a.g.e., s. 33. 140 neminde 1902 yılında Burgaz Adası‟nda ve 1906 yılında ġiĢli‟de yer alan Hamidiye Etfal 653 Hastanesi‟nde çocuklar için açılmıĢtır. Cumhuriyet döneminde verem tedavisine yönelik 50 yataklı ilk özel sanatoryum Bü- yükada‟da Dr. Musa Kazım tarafından veremle mücadeleye kazandırılmıĢtır. Daha sonra Burgaz Adası‟nda Dr. Medeni tarafından 30 yataklı, Dr. Ġhsan tarafından Yakacık‟ta75 ya- 654 taklı verem sanatoryumları inĢa edilmiĢtir. 1924 yılında Büyükada‟dan sonra bakanlık tarafından Heybeliada Sanatoryumu açılmıĢtır. 50 yataklı sanatoryumun 25 yatağı ücretli 655 25 yatağı ücretsiz hizmet vermiĢtir. 1930 yılında kuruma tıbbi incelemelerin yapılabil- 656 mesi için laboratuvar eklenmiĢtir. Verem sanatoryumlarının kuruluĢ misyonları veremi ilerlemiĢ hastalardan önce veremin baĢlangıcında olan hastaları tedavi etmek ve topluma 657 geri kazandırmak olarak belirtilmiĢtir. 1930 yılında Heybeliada Sanatoryumuna 35 yatak- 658 lı pavyon ilave edilmiĢ, 1932 yılında yapılan eklemelerle sanatoryumun yatak sayısı 659 130‟a çıkarılmıĢtır. Kurumun baĢhemĢiresi 1932 yılında sözleĢmesinin yenilenmesiyle 660 tekrardan Alman Anna Haace olmuĢtur. Verem tedavisinde doktorlardan daha çok hemĢi- re istihdamında ciddi sıkıntılar yaĢanmıĢ, verem konusunda ihtisas yapmıĢ hemĢirelerin yetiĢtirilmesi için Ġstanbul Verem Mücadelesi, hemĢire okulları açarak hemĢire ihtiyacını 661 karĢılamaya çalıĢmıĢtır. 653 Ġlikan Rasimoğlu, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, s. 51. 654 Sağlam, a.g.e., s. 35. 655 TBMM Zabıt Ceridesi, 18. 03. 1340, II. Devre, C. 7/1, BirleĢim 15, s. 706. 656 Ġlikan Rasimoğlu, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, s. 56. 657 TBMM Zabıt Ceridesi, 09. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 73, s. 293. 658 BCA. 030. 18. 01. 02. 14. 62. 15. Bu arĢiv belgesinde eklenecek yatak sayısı 36 olarak verilmiĢ ancak 1933 sayılı ve bakanlık tarafından hazırlanan 10 senelik sıhhat iĢleriyle ilgili raporda bu sayı 35 olarak belir- tildiği için bu çalıĢmada sayı 35 olarak kabul edilmiĢtir. 659 BCA, 030. 10. 00. 176. 218. 11. 660 BCA. 030. 18. 01. 02. 26. 12. 16. 661 Sağlam, a.g.e., s. 38. 141 662 Tablo 15: Heybeliada Sanatoryumu 1924-1932 Yılları Arasındaki Mesaisi Yıllar Yatırılarak Ayakta Teda- Laboratuvar Röntgen Tedavi vi 1924 17 0 0 0 1925 132 12 747 0 1926 122 0 1.911 0 1927 95 0 1.405 0 1928 94 0 1.457 0 1929 128 0 1.437 198 1930 136 0 1.643 1.546 1931 195 0 3.074 1.750 1932 191 0 2.588 1.642 Toplam 1.110 12 14.262 5.136 1947 yılında Heybeliada Sanatoryumuna 260 yataklı bir pavyon eklenerek yatak sayı- 663 sı 520‟ye çıkarılmıĢtır. Heybeliada Sanatoryumundan baĢka Ġstanbul‟da bulunan HaydarpaĢa Emraz-ı Sâriye Hastanesi‟nde 50 yatak, Ġzmir Emraz-ı Sâriye Hastanesi‟nde 25 yatak verem hastalarına tahsis edilmiĢtir. 1932 yılına gelindiğinde Ġstanbul Emraz-ı Sâriye Hastanesi‟nde yatak sa- 664 yısı 75‟e çıkarılmıĢtır. AĢağıdaki tabloda verem hastaları için hastanelerde ayrılan verem koğuĢlarının mesaisi gösterilmiĢtir; 662 BCA, 030. 10. 00. 176. 218. 11. 663 BCA. 030. 10. 00. 14. 80. 18. 664 BCA, 030. 10. 00. 176. 218. 11. 142 665 Tablo 16: 1924-1932 Yılları Arasında Verem Mücadele Mesaisi HaydarpaĢa Emraz-ı Sâriye Ġzmir Emraz-ı Sâriye Yatarak Tedavi Laboratuvar Yatarak Tedavi Laboratuvar ve Röntgen ve Röntgen 1924 303 0 489 0 1925 493 0 366 0 1926 400 0 324 0 1927 527 0 329 0 1928 434 2.717 383 1.671 1929 412 2.257 425 4.283 1930 317 3.028 587 7.623 1931 370 3.693 702 7.274 1932 446 3.287 857 6.548 Toplam 3.648 14.982 4.462 27.399 Türkiye‟de yer alan sanatoryumların azlığı, yatak sıkıntısının yetersizliği veremle mücadele sürecini zorlaĢtırmıĢtır. 1938 yılında sağlık bakanı Hulusi AlataĢ veremin tesirli bir hastalık olduğunu ve asıl sıkıntının veremli hastaların sağlıklı insanlardan ayrılmasını sağlayacak yeterli yatağın olmamasından kaynaklandığını belirtmiĢtir. Türkiye‟de 100.000 nüfusa düĢen yatak oranı 2,6 iken bu sayı Yunanistan‟da 38, Bulgaristan‟da 17, Yugoslav- 666 ya‟da 18‟e ulaĢmıĢtır. Yatak sayısında artıĢ sağlayarak verem tedavisini hızlandırmak isteyen bakanlık, CerrahpaĢa Hastanesi‟nde verem hastalarına ayrılan 65 yatağa ek olarak 665 BCA, 030. 10. 00. 176. 218. 11. 666 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1938, V. Devre, C. 25, BirleĢim 65, s. 167. 143 1947 yılında 200 yataklı, HaydarpaĢa Numune Hastanesi‟ne 100 yataklı pavyon, Ġzmir Em- 667 raz-ı Sâriye Hastanesi‟ne 25 yatak daha ilave edilmiĢtir. Yatak adedinin mevcut veremli hasta sayısına yetersiz kalmasının temel nedeni ve- reme ayrılan bütçenin yetersiz olmasından kaynaklanmıĢtır. 1931 yılında verem için 32.200, 1932 yılında 27.000, 1933 yılında 25.000, 1934 yılında 39.500 lira bütçe ayrılmıĢ ve toplamda 1931-1934 yılları arasında vereme ayrılan bütçe 123.700 lira olmuĢtur. Aynı 668 yıllar arasında trahoma 522.234, frengiye ise 765.377 lira bütçe tahsis edilmiĢtir. Diğer salgın hastalıkların yanında vereme verilen bu düĢük bütçeler gerekli kurumların inĢasını engellemiĢtir. Özellikle hastalığın tedavisinde tek baĢına tıbbi yöntemlerin yeterli olmama- sı, iyi beslenme, barınma Ģartı ve iyi çalıĢma koĢullarının sağlanması da hastalığın tedavi sürecini doğrudan etkilemiĢ ancak Türkiye‟de yaĢam Ģartlarının yeni yeni iyileĢtirildiği bir dönemde yukarıda belirtilen koĢullar nedeniyle artan verem sayısına yeterli yatak sayısı ayrılamamıĢtır. Gıdasızlık ve mesleki zorluklardan kaynaklı 1940 yılında polis memurları arasında verem vakalarının artması ve sanatoryumlarda yeterli yatağın bulunmaması üzerine Bakan- lık, Ġstanbul Polis Okulu‟na 15 yataklı bir prevantoryum inĢa ederek verem hastalığının 669 ilerlemesini önlemeye çalıĢmıĢtır. Verem salgınına karĢı gerçekleĢtirilen mücadelede sanatoryumlardan sonra önemli yeri dispanserler tutmuĢtur. Verem hastalarının sanatoryumda yatmak için sıra beklemesi ve sanatoryumların daha çok merkezi yerlere kurulması verem sağlık hizmetlerinden herke- sin yararlanmasını engellemiĢtir. Bu noktada doğabilecek mağduriyetleri engellemek, ve- remin yayılmasının önüne geçmek ve daha fazla insana ulaĢılmasını sağlamak için dispan- serler inĢa edilmeye baĢlanmıĢtır. Veremle mücadeleye kazandırılan ilk dispanser 1923 yılında Ġstanbul Ġl Özel Ġdaresi 670 tarafından açılan dispanser olmuĢtur. Diğer bir dispanser Ġstanbul Verem Cemiyeti‟ne ait 671 ve propaganda faaliyetlerinden elde edilen gelirlerle Ġstanbul Eyüp‟te kurulmuĢtur. Ġki 667 BCA. 030. 10. 00. 14. 80. 18. 668 BCA. 490. 01. 00. 1464. 3. 2. 669 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 12. 1945, VII. Devre, C. 20, BirleĢim 12, s. 39. 670 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, s. 113. 671 Verem Savaş Dernekleri ve Dispanserler, Ġstanbul: Kader Basımevi, 1954, s. 9. 144 odalı küçük çalıĢma ortamında bir laboratuvar inĢa edilmiĢ ve hastalara verem teĢhisinin konulması için çalıĢmalar baĢlamıĢtır. Dispanserin zor imkânlar dâhilinde çalıĢması ve ge- lirlerin fazla olmamasından kaynaklı röntgen makinesi alınamamıĢ, röntgenler Gureba Has- tanesi ve Heybeliada Sanatoryum‟da çekilmiĢtir. HemĢire ihtiyacı üzerine bakanlık tarafın- dan Heybeliada‟dan bir hemĢire staj kapsamında dispansere gönderilmiĢ ve ev ziyaretlerine imkân yaratılmıĢtır. 1931 senesinde halkın yardımlarıyla büyük bir arsa alınarak dispanser inĢa edilmiĢ ve 1941 yılında röntgen makinesi alınarak dispanserin imkânları iyileĢtirilmiĢ- 672 tir. Dispanserlerin açılmasıyla veremli hastaların bulunması, toplumdan izole edilmesi ve tedaviye alınması hız kazanmıĢtır. Dispanserlerin kurulmasındaki amaç hastaların erken teĢhisini sağlamak, veremli hastaların yaĢam Ģartlarında düzeltmelere gitmesi için tavsiye- lerde bulunmak ve hastanın çevresindekileri veremden korumak için uygulaması gereken 673 usulleri anlatmak olarak belirtilmiĢtir. Bu amaçları gerçekleĢtirmek ve veremle mücadele sürecini daha geniĢ sahaya yaymak için 1930 yılında Bakanlık tarafından Ankara ve Bur- sa‟da iki yeni dispanser açılmıĢ, röntgen, pnömotoraks cihazlarının gelmesiyle dispanserle- 674 rin hasta mevcudiyeti artmıĢtır. 1930 yılı içerisinde Ankara verem dispanserine 777 kiĢi baĢvurmuĢ, 82 laboratuvar incelemesi yapılmıĢ ve 73 aile ziyaret edilmiĢtir. Bursa‟da ise 1.713 kiĢi dispansere baĢvu- ruda bulunurken 425 laboratuvar incelemesi yapılmıĢ ve 23 aileye ziyaret gerçekleĢmiĢ- 675 tir. 1931 yılı içerisinde Bursa‟da 3.015 kiĢi, Ankara‟da 1.284 kiĢi toplamda 4.299 kiĢi dispanserlere baĢvurmuĢtur. Aynı yıl içerisinde Bursa‟da laboratuvar incelemesi 894, An- 676 kara‟da 877 olarak belirtilmiĢtir. 1944 yılına gelindiğinde dispanser listesine Adana ve 677 Rize Verem Dispanserleri de eklenmiĢtir. Verem derneklerinin faaliyetleri ile beraber var olan dispanser sayısı artırılmıĢ, 1930‟da 3 dispanser mevcut iken bu sayı 1951 yılında 41‟e, 678 yatak sayısı ise 2.349‟a ulaĢtırılmıĢtır. 672 a.yer. 673 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. Verem SavaĢ Dernekleri ve Dispanserleri, ss. 7-9. 674 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 675 BCA. 490. 01. 00. 1464. 3. 2. 676 BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 677 TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 12. 1945, VII. Devre, C. 20, BirleĢim 12, s. 85. 678 Nihat Zaloğlu, “Türkiye‟de Verem SavaĢının GeçmiĢi ve OluĢu”, Klimik Dergisi, S. 1, C. 2, 1989, s. 45. 145 1930 yılında Sağlık Bakanlığının verem mücadele mesaisine bakıldığında; masrafları sağlık bakanlığı tarafından karĢılan 50 yataklı Heybeliada Sanatoryumda 136 kiĢi, Haydar- paĢa Emraz-i Sâriye Hastanesi‟nin 75 yataklı verem koğuĢunda ise 176 kiĢi yatarak tedavi olmuĢtur. Diğer devlet dairelerinin verem mücadele mesaisine bakıldığında; vakıf ve bele- diyelere ait hastanelerde verem mücadelesi için ayrılan 95 yataklı koğuĢlarda 777 kiĢi yata- rak, 496 kiĢi ayakta tedavi edilmiĢtir. Cemaatlere, cemiyetlere, Ģahıslara ait verem mücade- le mesaisine bakıldığında; azınlık ve Ģahıslara ait kuruluĢlarda 616, verem cemiyetlerine ait 679 Ġzmir ve Ġstanbul dispanserlerinde 701 kiĢi ayaktan tedavi edilmiĢtir. Sağlık Bakanlığı‟nın katkıları ve teĢvikiyle verem dispanserlerin sayısının artırılması veremle mücadele sürecinde üzerinde hassasiyetle durulan bir konu olmuĢtur. Mecliste mesleği doktorluk olan mebuslardan Dr. Makbule Dıblan, dispanserlerin sadece bir tedavi müessesi olmadığını kültür verici, koruyucu müesseseler olarak dispanserlerin birçok vazi- fesi olduğunun altını çizmiĢtir. Ayrıca sanatoryumlarda sadece veremli kiĢilerin tedavisinin yapıldığını ve 500 yataklı bir sanatoryumun yılda 1.500 kiĢinin ihtiyacı zor karĢılanırken, dispanserle ayda 1.000 kiĢinin ihtiyaçlarının çok rahat karĢılanacağını belirtmiĢ ve dispan- 680 ser sayılarının artırılmasını talep etmiĢtir. 1946 yılında verem mücadelelerini değerlendiren sağlık bakanı Behçet Uz, verem mücadele dispanserleri tarafından muayene edilen 37.000 kiĢiden 2.053‟nün veremli bu- lunduğu aktarmıĢtır. Veremliler, hastalığının durumuna göre sanatoryum ve hastaneye gön- derilmiĢ veya dispanser ve evlerinde tedaviye baĢlatılmıĢtır. Yine 1946 yılının ilk dokuz ayı içerisinde Heybeliada Sanatoryumu, HaydarpaĢa ve Ġzmir Emraz-ı Sâriye Hastanelerinde ve CerrahpaĢa Hastanesi‟nde 3.481 veremli yatarak tedaviye alınmıĢ, 1.357 tanesi iyileĢmiĢ, 460‟ı müesseseden ayrılmıĢ ve 280‟i vefat etmiĢtir. Uz aynı zamanda verem mücadele teĢ- kilatlarının azlığından bahsetmiĢ, Türkiye‟de 10.000 kiĢiye düĢen yatak sayısı 0,25 iken bu sayının Ġngiltere‟de 5,41, Yunanistan‟da 3,39 olduğunu belirtmiĢtir. Yatak sayısının az o l- masına rağmen 1941 yılında dünya istatistiklerine göre 100.000 nüfusta Londra‟da 52, 679 BCA. 490. 01. 00. 1464. 3. 2. 680 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, ss. 568- 569. 146 Madrid‟de 105, Paris‟te 215 kiĢi vereme yakalanmıĢken Ankara‟da 44, Ġstanbul‟da 195, 681 Ġzmir‟de 64 kiĢi veremli bulunmuĢtur. 1947 yılında bakanlık tarafından sağlık müesseselerin mevcut durumu ve ilerleyen yıllarda inĢa edilmesi planlanmıĢ verem müesseseleri hakkında rapor hazırlanmıĢtır. Bu rapora göre Kastamonu‟da tadilatta olan Verem Hastanesi‟nin 250 yatak sayısıyla hizmete açılması, Ankara‟da yapımı 1,5 milyon tutan 200 yataklı Verem Hastanesi, Trabzon Numu- ne Hastanesi açıldığında eski hastanede 60 yataklı Verem Hastanesi ve illerdeki hastanelere röntgen ve pnömotoraks cihazlarıyla beraber 5 verem yatağı ayrılması (toplamda 150) ka- rarlaĢtırılmıĢtır. Böylece sanatoryum ve hastanelerde 1946 yılı itibarıyla 750 olan yatak sayısına 1947 raporu dâhilinde planlanan 950 yatağın eklenmesiyle verem mücadelesine 682 toplamda 1.710 yatak kazandırılması amaçlanmıĢtır. Verem mücadelesinin sadece kurulan sağlık kurumlarıyla baĢarıya ulaĢma imkânı olmadığından propaganda faaliyetlerine de önem verilmiĢtir. Özellikle kurulan cemiyetler propaganda faaliyetleri noktasında halka daha rahat ulaĢabilecek mücadele teĢkilatları ol- muĢtur. Refik Saydam propaganda faaliyetleri noktasında hastalığın yoğun görüldüğü bü- yükĢehirlerde veremden korunmak ve hıfzıssıhha konularında halkı bilgilendirmek için broĢürlerin dağıtıldığını ve okullarda veremden nasıl korunması gerektiğine yönelik eğitim- 683 lerin verildiğini açıklamıĢtır. Cumhuriyet döneminde veremle mücadele propagandası yapmaya baĢlayan ilk kurum Ġzmir Verem Mücadele Cemiyet-i Hayriyesi olmuĢtur. Ġzmir‟de sürekli konferans düzenle- yerek, halkı verem konusunda bilgilendirecek neĢriyatlar yapılmıĢtır. Cemiyet propaganda faaliyetlerini daha büyük bir kesime ulaĢtırmak için 1923 yılının Aralık ayında Sıhhi Cidal adıyla aylık dergi çıkarmaya baĢlamıĢ ve dergi 1929 yılında Sıhhat adıyla yayınlanmaya 684 devam etmiĢtir. Dergide veremden nasıl korunmak gerektiği, kiĢisel temizlik, beslenme düzeni gibi vereme ve halk sağlığına yönelik makaleler yazılmıĢ ve veremin yayılmasına 681 TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24, ss. 572-573. 682 BCA. 030. 10. 00. 14. 80. 18. 683 TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 05. 1932, IV. Devre, C. 8, BirleĢim 48, s. 155. 684 Karayaman, a.g.m., s. 142. 147 neden olan balgamların yerlere atılmaması gerektiği noktasında belediyeyle ortak çalıĢıl- 685 mıĢ, belediye çeĢitli noktalara tükürük hokkaları yerleĢtirmiĢtir. Ġzmir‟den sonra 1927 yılında veremle mücadele teĢkilatına eklenen Ġstanbul Veremle Mücadele Cemiyeti de propaganda faaliyetlerinde Ġzmir gibi baĢarılı süreç izlemiĢtir. Ce- miyet, 1929 yılında Tevfik Ġsmail editörlüğünde Yaşamak Yolu adıyla bir dergi çıkarmaya 686 baĢlamıĢtır. Sıhhi Cidal Dergisi gibi YaĢamak Yolu Dergisi de veremden korunmak için gerekli beslenme ve barınma koĢullarını anlatan yazılar yazmıĢ, pratik bilgi verici afiĢler ve broĢürler halkın kolay ulaĢabileceği yerlerde sergilenmiĢtir. Propaganda faaliyetlerinde Halkevlerinde fazlasıyla yararlanılmıĢtır. Öyle ki YaĢamak Yolu Dergisi, Halkevlerine üc- 687 retsiz olarak gönderilmiĢ ve bu dergilerin halka ulaĢtırılması istenmiĢtir. Verem mücadelesi; sıtma, frengi ve trahom mücadelesinden farklı olarak daha çok gönüllü ve hayırsever insanların çabaları ile yürütülmüĢtür. II. Dünya SavaĢı‟ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kötü yaĢam Ģartlarından dolayı tekrardan artıĢ gösteren ve- rem vakalarını minimum düzeye indirmek için çıkarmıĢ olduğu kanunlarla, verem mücade- lesine dahil olmuĢ ve cemiyetler ile dayanıĢma içinde verem mücadele sürecini yürütmüĢ- tür. 685 Karayaman, a.g.m., s. 143. 686 Ġlikan, Tuberculosis, Medicine and Politics: Public Health In The Early Republican Turkey, s. 130. 687 BCA. 490. 01. 00. 1358. 510. 2. 148 SONUÇ 1923- 1950 yılları arasında toplum sağlığını tehdit eden ve Türkiye Cumhuriyeti Dev- leti‟nin sağlık sorunlarının en baĢında yer alan sıtma, trahom, frengi ve verem hastalıkları- nın konu alındığı bu tez çalıĢmasında bahsi edilen hastalıklarla yapılan mücadele süreci, salgın hastalıkların Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin halk sağlığı politikalarına yansımaları ve devletin hangi amaçlar doğrultusunda mücadele sürecini yürüttüğü değerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır. Öncelikle Osmanlı Devleti‟nden Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ne sağlık örgütlenme- si ve sağlık çalıĢmaları tarihsel bütünlük içinde incelenmiĢ ve iki dönemin sağlık sistemin- de meydana gelen değiĢim ve geliĢimler araĢtırılmıĢtır. Osmanlı Devleti‟nin sağlık alanında gerçekleĢtirdiği çalıĢmalarla XX. yüzyılın bloklaĢan dünyasında nüfusun niceliksel artıĢını sağlayarak askeri-zirai yapısını korumayı amaçladığı ve bu doğrultuda nüfusun korunması için koruyucu sağlık politikalarının uygulanmasına ve koruyucu sağlık hizmetlerinin geniĢ- letilmesine yardımcı olabilecek adımlar attığı tespit edilmiĢtir. Osmanlı Devleti her ne ka- dar sağlık çalıĢmalarında yenilik fikrine açık ve istekli olsa da yapılan sağlık çalıĢmalarında sistematik bir yol izlenememiĢ ve yapılan çalıĢmalar tüm coğrafyayı ve vatandaĢları kapsa- yacak Ģekilde yürütülememiĢtir. XX. yüzyılda kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise sağlık çalıĢmalarını devlet va- zifesi olarak görmüĢ ve hem sağlık çalıĢmaları üzerinden kendi meĢruluğunu kanıtlamaya hem de nüfusun niteliğini ve niceliğini artırarak topyekûn kalkınmayı gerçekleĢtirmeye çalıĢmıĢtır. Ayrıca sağlık hizmetlerinden tüm vatandaĢların yararlanması ve merkezden taĢraya bir sağlık teĢkilatı oluĢturulması amaçlanmıĢtır. Ülkenin tüm bölgelerini içine ala- cak Ģekilde bir sağlık teĢkilatı oluĢturulmak istenmesi sağlık personeline yönelik kanunların çıkarılmasını zorunlu hale getirmiĢtir. Sağlık personeli yetersizliğinin farkında olan devlet, çıkarılan kanunlarla hem ülkenin sağlık personeli ihtiyacı karĢılamaya çalıĢmıĢ hem de sağ- lık personellerinin haklarını yasal güvence altına almıĢtır. Sağlık personeline yönelik dü- zenlemeleri takiben koruyucu sağlık hizmetlerinde kökten düzenlemeler yapılmıĢ, Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin sağlık ve sosyal ilerlemesinin önünde en büyük engellerden olan salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadeleye giriĢilmiĢtir. 149 Birçok salgın hastalıkla mücadele eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni en çok uğraĢ- tıran salgın hastalıkların neler olduğu sorusundan hareketle yapılan araĢtırmalar sonucu devletin sıtma, frengi, trahom ve verem salgınlarını en büyük sosyal tehdit olarak kabul ettiği anlaĢılmıĢtır. Cumhuriyet döneminin en önemli meĢguliyetlerinden olan bu dört hastalığın tarihsel süreci incelenmiĢ ve Frengi, trahom, verem ve sıtma salgınlarının yayılmasını tetikleyen unsurlar nelerdir?, Frengi, trahom, verem ve sıtma salgınlarının nasıl bir bulaşma meka- nizması vardır?, Bu hastalıkların yayılma alanları nerelerdir ve hastalıklardan etkilenen kitlenin profili nasıldır? sorularına cevap aranmıĢtır. Sıtma, frengi, trahom ve verem salgınlarının bulaĢma yolları, yayıldığı coğrafi nokta- lar, yaĢam Ģartlarının, gelir düzeylerinin, eğitim seviyelerinin, aile yapılarının hastalıklar üzerindeki etkisi araĢtırılmıĢ ve yapılan incelemelerde hastalıkların yayılmasında mikrop ve parazitler kadar kötü yaĢam Ģartlarının, büyük emek karĢılığında alınan düĢük maaĢların, eğitim ve temizlik bilgisi yetersizliğinin, hastalıkların yayılımını hızlandıran en önemli hu- suslar olduğu görülmüĢtür. Öyle ki trahom hastalığının Güney Anadolu Bölgesi‟nde çok fazla görülmesinin sebebi baĢta halkın eğitim seviyesinin düĢük olması, kiĢisel hijyen nok- tasında bilgisizlikten kaynaklanmıĢtır. Trahom bölgesine giden memurlarda ve çocukların- da hastalığın çok nadir görülmesi bu ifadeyi desteklemektedir. Yine aynı Ģekilde verem hastalığı geçim sıkıntısı çeken, iyi koĢullarda barınma ve beslenme ihtiyaçlarını karĢılaya- mayan insanlarda yoğun olarak görülmüĢtür. Tüm bu olumsuzlukların yanında köylere ulaĢımın olmaması, belediyeciliğin yeni ku- rumsallaĢmaya baĢlaması ve bu yüzden su temini ve çevre temizliğine yönelik aksaklıkların varlığı salgın hastalıkların yayılımını arttırdığı görülmüĢtür. Belediyeciliğin geliĢmediği yerlerde özellikle bataklıkların varlığı, kanalizasyon sisteminin kurulmaması, yaĢam yerle- rinin çöplerden arındırılmaması gibi olumsuzluklar, sıtma, trahom ve verem gibi salgınlar için barınma ortamı oluĢturmuĢ ve yöre halkının hastalıkların pençesine düĢtüğü görülmüĢ- tür. Böylece hastalıkların ortaya çıkmasına tıbbi açıdan parazitler, bakteriler veya virüsler neden olsa da eğitim durumu, gelir düzeyi, belediyecilik anlayıĢı, sosyo-ekonomik durum 150 ile kiĢi ve çevre temizliği anlayıĢında sahip olunan yetersizlik hastalıkların salgın haline gelmesinde en etkili unsurlardan olmuĢtur. Bu yüzden sıtma, verem, frengi ve trahom mü- cadelesi, Türkiye Cumhuriyeti tarafından sadece sağlık problemi olarak görülmemiĢ aynı zamanda ülkede bayındırlık çalıĢmalarının yapılması, eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve gelir düzeylerinin yükseltilerek yaĢam Ģartlarının iyileĢtirilmesi salgın hastalıklarla mücade- le sürecinde ele alınması gereken diğer sorunlar olarak görülmüĢtür. Salgın hastalıkların nedenleri, coğrafi yayılımları incelendikten sonra Türkiye Cum- huriyeti Devleti frengi, sıtma verem ve trahom hastalıklarla mücadele sürecini hangi amaç- lar doğrultusunda şekillendirmiştir?, Frengi, trahom, sıtma ve verem salgınlarına karşı nasıl bir mücadele programı hazırlanmıştır?, Frengi, trahom, sıtma ve verem salgınlarına karşı ulusal ve yerel çalışmalar nelerdir? soruları yanıtlanmaya çalıĢılmıĢtır. Devletin bahsi geçen salgın hastalıklara karĢı gerçekleĢtirdiği mücadelenin altında ya- tan sebepler incelenmiĢ ve devletin birey sağlığından önce toplum sağlığını korumaya çalı- Ģarak sağlıklı nüfus yaratma amacını gerçekleĢtirmek istediği görülmüĢtür. 1923-1950 yılla- rı arasında salgınlarla mücadele sürecine birçok rol atfedilmiĢtir. Salgınlarla mücadele her Ģeyden önce nüfus olgusu üzerinden ĢekillenmiĢtir. Ayrıca ırki zayıflık düĢüncesi yeni ku- rulan devleti tereddi korkusu ile karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Meclis tutanakları incelendiğinde devletin salgınlarla mücadele sürecinde nüfusun arttırılmasına ve bu artıĢın niteliksel açıdan donanımlı olmasına önem verildiği görülmüĢtür. Devletin salgın hastalıklarla mücadele süreci, nüfus olgusu kapsamında öncelikli olarak halk sağlığı politikalarının ve koruyucu sağlık hizmetlerinin geliĢmesi için tetikleyici bir unsur olmuĢtur. Nüfusu artırmaya ve sağ- lıklı, üretken bir nüfus oluĢturmaya yönelik strateji izleyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti gelecek nesillerin ve devletin varlığını da koruma altına almak istemiĢtir. Frengi hastalığı- nın gelecek nesilleri tehlikeye düĢürmesi, veremin genç yaĢlı demeden herkesi etkisi altına alması, trahomun insanları kör ederek erkek nüfusu askerlik görevinden muaf bırakması ve sıtmanın insanları güçten düĢürmesi ülkeyi nüfus açısından olduğu kadar ekonomik ve as- keri açıdan da tehlikeye düĢürmüĢtür. Yine meclis tutanaklarında ve arĢiv kaynaklarında yapılan incelemeler sonucu bu dört hastalığın pençesinde olan insanların ülke ekonomisine 151 katkıda bulunamamasının devleti ekonomik sorunlarla da yüzleĢtirmek zorunda bıraktığı vurgusu sık sık yapılmıĢtır. Sıtma, trahom, frengi ve verem hastalıkları ile mücadele sürecinde Türkiye Cumhuri- yeti Devleti‟nin sadece Sağlık Bakanlığı‟na değil tüm ulusal ve yerel idarelere, bireylere görevler verdiği görülmüĢ ve herkesin mücadele sürecinde sorumluluk alması istenmiĢtir. Öyle ki Halkevlerinin salgın hastalıklardan korunmaya yönelik broĢürler hazırlayıp yayın- lar yapması, Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak sağlık eğitimlerinin verilmesine dair propa- ganda faaliyetleri ve mücadele için teĢkilatların, sağlık merkezlerinin kurulması, mücadele sürecinde dayanıĢmanın kanıtı olmuĢtur. Sıtmaya neden olan bataklıkların kurutulması için yöre halkına küçük saî ifadesi ile yükümlülüklerin verilmesi de bireylerin mücadele süre- cinde aktif rol almasını ve salgın hastalıklarla mücadelenin bir millet mücadelesi olduğunu fark etmelerini sağlamıĢtır. Yine salgınlarla mücadele sürecinde hastalıklara karĢı oluĢturu- lan yanılgılar giderilmeye çalıĢılmıĢtır. Toplumun frengiyi sadece umumi kadınlar ve umumhanelerle iliĢkilendiren yanlıĢ inanıĢı hastalıkla mücadele sürecinde propaganda faa- liyetlerinin gerekliliğine olan inancı arttırmıĢtır. Ayrıca frengi hastalığına yakalanan kadın- ların muayenesine yönelik mecliste yapılan hararetli tartıĢmalar, sağlık teĢkilatında modern- leĢme ve millileĢme çalıĢmalarının yanında sahip olunan zihniyet yapısının değiĢmesi için de mücadele edildiğini göstermiĢtir. Son olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele sü- recinde kurum ve kuruluĢlarıyla herkesin sürece dâhil olmasını istemekle beraber temel sorumluluğu üstüne almıĢ ve halk sağlığını korumayı kendi vazifesi olarak kabul etmiĢtir. Halk sağlığını koruma görevi de ilk olarak salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadeleyi ge- rekli kılmıĢtır. Böylece salgın ve bulaĢıcı hastalıklar, devletin halk sağlığı ve koruyucu sağ- lık politikalarının oluĢmasında ve sağlık kurum ve kuruluĢlarının kurulmasında tetikleyici unsur olmuĢtur. Ayrıca devlet, salgınlarla mücadele sürecinde hem Türk ırkını zayıflıklar- dan arındırmaya çalıĢmıĢ hem de salgın ve bulaĢıcı hastalıklarla mücadele programını me- deniyete ulaĢmak için bir propaganda aracı olarak kullanmıĢtır. 152 KAYNAKÇA ArĢiv Kaynakları BaĢkanlık Cumhuriyet ArĢivi: BCA. 030. 18. 01. 02. 121. 107. 2. BCA. 030. 10. 00. 8. 50. 26. BCA. 030. 10. 00. 177. 124. 4. BCA. 030. 01. 00. 77. 482. 6. BCA. 490.01. 00. 1464. 6. 1. BCA. 030. 18. 01. 02. 82. 11. 13. BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 11. BCA. 030. 10. 00. 177. 221. 5. BCA. 030. 18. 01. 02. 19. 27. 15. BCA. 030. 010. 00. 177. 220. 8. BCA. 030.18. 01. 02. 10. 23. 2. BCA. 030. 18. 01. 02. 8. 9. 2. BCA. 030. 18. 01. 02. 14. 68. 10. BCA. 030. 18. 01. 02. 14. 68. 19. BCA. 030. 18. 01. 02. 15. 74. 1. BCA. 030. 18. 01. 02. 26. 12. 16. BCA. 030. 18. 01. 02. 19. 24. 4. BCA. 030. 18. 01. 02. 14. 62. 15. BCA. 030. 18. 01. 02. 19. 24. 3. BCA. 030. 18. 01. 02. 109. 80. 19. 153 BCA. 030. 18. 01. 02. 113. 36. 12. BCA. 030. 18. 01. 02. 116. 19. 12. BCA. 030. 18. 01. 02. 116. 31. 2. BCA. 030. 18. 01. 02. 117. 74. 11. BCA. 030. 18. 01. 02. 122. 28. 1. BCA. 030. 18. 01. 02. 10. 24. 6. BCA. 030. 18. 00. 229. 540. 6. BCA. 030. 18. 01. 02. 28. 38. 13. BCA. 030. 18. 01. 02. 34. 18. 3. BCA. 030. 18. 01. 02. 55. 45. 13. BCA. 030. 18. 01. 02. 80. 95. 9. BCA. 030. 18. 01. 02. 84. 65. 20. BCA. 030. 18. 01. 02. 84. 82. 1. BCA. 030. 10. 00. 177. 221. 13. BCA. 030. 10. 00. 177. 223. 8. BCA. 030.10. 00. 177. 223. 11. BCA. 030. 18. 01. 02. 94. 12. 7 BCA. 030. 18. 01. 02. 96. 89. 8. BCA. 030. 10. 00. 177. 224. 4. BCA. 272. 00. 11. 20. 99. 29. BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 17. BCA. 030. 01. 00. 77. 483. 6. BCA. 030. 10. 00. 176. 218. 11. 154 BCA. 030. 18. 01. 02. 31. 65. 14. BCA. 030. 18. 01. 02. 88. 74. 5. BCA. 030. 10. 00. 177. 221. 11. BCA. 490. 01. 00. 1464. 3. 2. BCA. 030. 10. 00. 177. 223. 12. BCA. 030. 18. 01. 02. 122. 29. 1. BCA. 030. 10. 00. 178. 228. 10. BCA. 030. 18. 01. 02. 10. 22. 4. BCA. 030. 18. 01. 02. 11. 39. 1. BCA. 030. 18. 01. 02. 24. 71. 4. BCA. 030. 18. 01. 02. 19. 29. 6. BCA. 030. 18. 01. 02. 35. 29. 14. BCA. 030. 18. 01. 02. 47. 60. 4 BCA. 030. 18. 01. 02. 56. 57. 11. BCA. 030. 18. 01. 02. 92. 92. 1. BCA. 030. 18. 00. 177. 221. 3. BCA. 030. 10. 00. 177. 223. 6. BCA. 030. 18. 01. 02. 57. 69.13. BCA. 030. 18. 01. 02. 108. 44. 6. BCA. 030. 18. 01. 02. 112. 74. 1. BCA. 030. 18. 01. 02. 120. 77. 20. BCA. 030. 18. 01. 02. 121. 111. 13. BCA. 030. 18. 01. 02. 123. 77. 10. 155 BCA. 030. 18. 01. 02. 99. 73. 11. BCA. 030. 18. 01. 02. 101. 28. 1. BCA. 030. 18. 01. 01. 20. 45. 3. BCA. 030. 18. 01. 02. 12. 47. 2. BCA. 030. 18. 01. 02. 33. 7. 11. BCA. 030. 18. 01. 02. 35. 28. 19. BCA. 030. 18. 01. 02. 51. 9. 7. BCA. 490. 01. 00. 1358. 510. 2. BCA. 030. 10. 00. 14. 80. 18. BCA. 490. 01. 00. 5. 26. 22. BCA. 030. 18. 01. 02. 60. 97. 19. BCA. 030. 18. 01. 02. 62. 11. 2. BCA. 030. 10. 00. 177. 224. 9. BCA. 030. 10. 00. 14. 80.13. BCA. 030. 10. 00. 177. 220. 18. TBMM ArĢivi: TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 05. 1336, I. Devre, C. 1, BirleĢim 8. TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 12. 1945, VII. Devre, C. 20, BirleĢim 12. TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 02. 1337, I. Devre, C. 8, BirleĢim 158. TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 03. 1338, I. Devre, C. 18, BirleĢim 1. TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 10. 1339, II. Devre, C. 3, BirleĢim 41. TBMM Zabıt Ceridesi, 13. 03. 1340, II. Devre, C. 7, BirleĢim 11. 156 TBMM Zabıt Ceridesi, 29. 03. 1928, III. Devre, C. 3, BirleĢim 54 TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1928, III. Devre, C. 4, BirleĢim 73. TBMM Zabıt Ceridesi, 20. 01. 1927, II. Devre, C. 28, BirleĢim 27. TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 11. 1926, II. Devre, C. 27, BirleĢim 1. TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 02. 1340, II. Devre, C. 6, BirleĢim 106. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122. TBMM Zabıt Ceridesi, 13. 05. 1336, I. D evre, C. 1, BirleĢim 15. TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1927, II. Devre, C. 31, BirleĢim 50. TBMM Zabıt Ceridesi, 22. 04. 1928, II. Devre, C. 3, BirleĢim 64. TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1935, V. Devre, C. 3, BirleĢim 29. TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 16. TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 05. 1941, VI. Devre, C. 18, BirleĢim 57. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 05. 1942, VI. Devre, C. 25, BirleĢim 63. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1946, VIII. Devre, C. 3, BirleĢim 24. TBMM Zabıt Ceridesi, 13. 11. 1950, IX. Devre, C. 2, BirleĢim 5. TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 02. 1340, II. Devre, C. 6, BirleĢim 110. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1926, II. Devre, C. 24, BirleĢim 91. TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 03. 1339, I. Devre, C. 28, BirleĢim 1. TBMM Zabıt Ceridesi, 05. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 14. TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 03. 1945, VII. Devre, C. 15, BirleĢim 31. TBMM Zabıt Ceridesi, 27. 11. 1340, II. Devre, C. 10, BirleĢim 13. TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 12. 1337, I. Devre, C. 14, BirleĢim 120. TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 02. 1338, I. Devre, C. 17, BirleĢim 165. 157 TBMM Zabıt Ceridesi, 28. 04. 1337, I. Devre, C. 10, BirleĢim 26. TBMM Zabıt Ceridesi, 15. 11. 1340, II. Devre, C. 10, BirleĢim 7. TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 12. 1340, II. Devre, C. 10, BirleĢim 14. TBMM Zabıt Ceridesi, 10. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 74. TBMM Zabıt Ceridesi, 18. 05. 1930, III. Devre, C. 19, BirleĢim 60. TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 07. 1931, IV. Devre, C. 3, BirleĢim 29. TBMM Zabıt Ceridesi, 28. 11. 1941, VI. Devre, C. 21, BirleĢim 9. TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1944, VII. Devre, C. 10, BirleĢim 60. TBMM Zabıt Ceridesi, 08. 09. 1339, II. Devre, C. 1, BirleĢim 15. TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1943, VII. Devre, C. 2, BirleĢim 27. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1945, VII. Devre, C. 20, BirleĢim 19. TBMM Zabıt Ceridesi, 31. 01. 1341, II. Devre, C. 13, BirleĢim 43. TBMM Zabıt Ceridesi, 09. 03. 1341, II. Devre, C. 15, BirleĢim 73. TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 05. 1933, IV. Devre, C. 15, BirleĢim 52. TBMM Zabıt Ceridesi, 23. 02. 1950, VIII. Dönem, C. 24, BirleĢim 54. TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 09. 1952, IX. Devre, C. 17, BirleĢim 1. TBMM Zabıt Ceridesi, 05. 09. 1336, I. Devre, C. 3, BirleĢim 59. TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 05. 1939, VI. Devre, C. 2, BirleĢim 17. TBMM Zabıt Ceridesi, 24. 05. 1938, V. Devre, C. 25, BirleĢim 65. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 12. 1945, VII. Devre, C. 20, BirleĢim 19. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 04. 1948, VIII. Devre, C. 11, BirleĢim 51. TBMM Zabıt Ceridesi, 15. 07. 1931, IV. Devre, C. 3, BirleĢim 28. TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 05. 1932, VI. Devre, C. 8, BirleĢim 48. 158 TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 04. 1949, VIII. Devre, C. 18, BirleĢim 68, TBMM Zabıt Ceridesi, 16. 04. 1948, VIII. Devre, C. 11, BirleĢim 48. TBMM Zabıt Ceridesi, 25. 12. 1336, I. Devre, C. 7, BirleĢim 122. TBMM Zabıt Ceridesi, 17. 04. 1930, 3. Devre, C. 18, BirleĢim 48. TBMM Zabıt Ceridesi, 19. 04. 1930, 3. Devre, C. 18, BirleĢim 49. TBMM Zabıt Ceridesi, 01. 01. 1337, I. Devre, C. 7, BirleĢim 127. TBMM Zabıt Ceridesi, 14. 02. 1340, II. Devre, C. 5, BirleĢim 102. TBMM Zabıt Ceridesi, 18. 03. 1340, II. Devre, C. 7/1, BirleĢim 15. TBMM Zabıt Ceridesi, 07. 06. 1935, V. Devre, C. 4, BirleĢim 35. TBMM Zabıt Ceridesi, 11. 06. 1936, V. Devre, C. 12, BirleĢim 78. TBMM Zabıt Ceridesi, 26. 03. 1945, VII. Devre, C. 15, BirleĢim 34, TBMM Zabıt Ceridesi, 12. 02. 1946, VII. Devre, C. 22, BirleĢim 37. TBMM Zabıt Ceridesi, 30. 06. 1948, VIII. Devre, C. 12, BirleĢim 78. Resmi Gazete: TBMM Resmi Gazetesi, 15. 04. 1949, No. 7183, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 31. TBMM Resmi Gazetesi, 07. 02. 1337, No. 1, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 1. TBMM Resmi Gazete, 14.04.1928, No. 863, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 6. TBMM Resmi Gazetesi, 07.03.1337, No. 5, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 1. TBMM Resmi Gazetesi, 05. 05. 1926, No. 364, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 4. TBMM Resmi Gazetesi, 27.05.1930, No. 899, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 6. TBMM Resmi Gazetesi, 17. 03. 1926, No. 324, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 4. TBMM Resmi Gazetesi, 06. 02. 1927, No. 558, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 5. 159 TBMM Resmi Gazetesi, 12. 03. 1927, No. 574, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 5. TBMM Resmi Gazetesi, 25.09.1941, No. 4921, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 22. TBMM Resmi Gazetesi, 07. 03. 1337, No. 3, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 1 TBMM Resmi Gazetesi, 07. 04. 1924, No. 68, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 2. TBMM Resmi Gazetesi, 15. 06. 1935, No. 3029, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 15. TBMM Resmi Gazetesi, 29. 05. 1926, No. 384, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 4. TBMM Resmi Gazetesi, 06. 05. 1930, No. 1489, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 8. TBMM Resmi Gazetesi, 23. 06. 1936, No. 3337, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 16. TBMM Resmi Gazetesi, 28. 03. 1945, No. 5967, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 27. TBMM Resmi Gazetesi, 21. 02. 1946, No. 6268, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 28. TBMM Resmi Gazetesi, 09. 07. 1948, No. 6953, TBMM Kanunlar Dergisi, C. 30. TBMM Resmi Gazetesi, 21. 09. 1931, No. 1904, Kararname No. 11682. TBMM Resmi Gazetesi, 23. 11. 1933, No. 2560, Kararname No. 15264. TBMM Resmi Gazetesi, 31. 05. 1931, No. 1810, Karar No. 1811. TBMM Resmi Gazetesi, 15. 06. 1936, No. 3330, Karar No. 3019. TBMM Resmi Gazetesi, 04. 04. 1945, No. 5973, Karar No. 3/2324. TBMM Resmi Gazetesi, 07. 03. 1931, No. 1741. TBMM Resmi Gazetesi, 11. 11. 1933, No. 2549. TBMM Resmi Gazetesi, 23. 08. 1932, No. 2182. TBMM Resmi Gazetesi, 02. 04. 1945, No. 5971. TBMM Resmi Gazetesi, 30. 03. 1930, No. 5368. TBMM Resmi Gazetesi, 02. 04. 1945, No. 5967. TBMM Resmi Gazetesi, 07. 01. 1932, No. 1996. 160 Süreli Yayınlar: Vakit Ulus AkĢam Cumhuriyet Hâkimiyet-i Milliye Tetkik Eserler: AĞIRBAġ Ġsmail, AKBULUT Yasemin, ÖNDER Ömer Rıfkı, “ Atatürk Dönemi Sağlık Politikası”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 48, 2011, ss. 733-748. AKDUR Recep, Sıtma Eğitim Notları, T.C. Sağlık Bakanlığı Sıtma SavaĢ Daire BaĢkanlığı, Ankara, 1997. AKDUR, Recep, Sıtma, T.C. Sağlık Bakanlığı Sıtma SavaĢ Daire BaĢkanlığı, Ankara, 2001. AKGÜN Burhan, “Mustafa Remzi”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2016, C. 1, ss. 571-572. ALTAY Sadet, “Cumhuriyet‟in Ġlk On BeĢ Yılında Gaziantep‟te Trahom ve Mücadele Faa- liyetleri”, Tarihimizden Günümüze Ayıntap- Gaziantep, ed. Ahmet Gündüz, Murat Çelikdemir, Selim Osrak, Murat Dağ, S. 23, Ankara: Gaziantep BüyükĢehir Beledi- yesi Kültür Yayınları, 2018, ss. 1009-1042. 161 ALTAY Sadet, “BulaĢıcı ve Müzmin Bir Sosyal Afet: Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Tra- hom Hastalığı ve Mücadele ÇalıĢmaları ( 1924-1938)”, Hacettepe Üniversitesi CTAD, S. 23, 2016, ss. 167-211. ALTINTAġ Mustafa Metin, Refik Saydam’ın Hayatı ve Kişiliği, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008. ALTINTAġ Ayten, “ Eczacı Sınıfı‟ndan Eczacı Mektebi‟ne”, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantı- sı, ed. Emre Dölen, Ġstanbul: Marmara Üniversitesi, 1998, ss. 1-23. ARIKAN Ayten, Milli Tıp Kongreleri (1923-1968) ve Türkiye Sağlık Politikalarına Etkile- ri, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2005. ARPACI Murat, “Hastalık, Ulus ve Felaket: Türkiye‟de Frengi ile Mücadele ( 1920- 1950)”, Ankara, Toplum ve Bilim, S. 130, 2014, ss. 59-86. ARPACI Murat, “Foucault, Biyopolitika ve Biyotarih: Tarihsel ÇalıĢma Alanları Olarak Tıp, Beden, Nüfus” Vira- Verita E-Dergisi, S. 3, 2016/1, ss. 80-98. AYAR Mesut, Osmanlı Devleti’nde Kolera Salgını: İstanbul Örneği, Ġstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, Ġstanbul, 2005. AYBERK Nuri Fehmi, İnsanı Kör Eden Hastalıklardan Trahom Halk Kitabı, Ġstanbul: Kader Matbaası, 1930. AYDIN, Erdem, “19. Yüzyılda Osmanlı Sağlık TeĢkilatlanması”, Ankara, OTAM Dergisi, S. 15, 2004, ss. 185-207. AYDIN Erdem, Türkiye’de Sıtma Savaşı, Ankara: Türk Tabipler Birliği, 1998. AYDIN Erdem, “Türkiye‟de TaĢra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tari- hi”, Ankara: Toplum ve Hekim, C. 12, S. 80, 1997, ss. 21-44. 162 AYGÜN Seçil Karal, Murat Uluğtekin, Hilal-ı Ahmer’den Kızılay’a II, Ankara: Türk Hava Kurumu Basımevi, 2001. ATASEVEN Asaf, “ Gureba Hastahanesi”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, C. 14, 1996, ss. 202-204. ATASOY Zehra Betül, “Erken Cumhuriyet Ġstanbul‟unda Frengi ve FuhuĢun Mekânsal Yansımaları”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, ss. 215- 231. BARIġ Y. Ġzzettin, “Çağlar Boyu Tüberküloz”, 21. Yüzyılda Tüberküloz Sempozyumu ve II. Tüberküloz Laboratuvar Tanı Yöntemleri Kursu, Samsun, 2003, ss. 1-7. BAYTOP Turhan “Eczacılık”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1994, C. 10, ss. 386-388. BÖKE Pelin, “Ġzmir Karantina TeĢkilatının KuruluĢu ve Faaliyetleri (1840-1900)”, ÇTTAD, C. 8, S. 18-19, 2009, ss. 137-159. BULUT Fatma, “Osmanlı‟dan Cumhuriyet‟e Tehlikeli Bir Miras: “ Frengi”” Tarih Okulu Dergisi, S. III. 2009, ss. 109-123. ÇALIK Ramazan, TEPEKAYA Muzaffer, “Birinci Dünya SavaĢında Anadolu‟daki Salgın Hastalıklar ve Ermeniler”, Konya, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Der- gisi, S. 16, 2006, ss. 205-228. ÇAPA Mesut, Kızılay (Hilal-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), 2. Baskı, Ankara: Rıhtım Yayınevi, 2010. ----------------------------- Cumhuriyetin İlk 15 Yılında Sağlık Hizmetleri, 3. Baskı, Ġstanbul: Bayrak Yayıncılık, 2010 CUENOD A, NATAL R, Trahom, çev. Murat Rami Aydın, Ġstanbul: Devlet Basımevi, 1938. 163 ------------------------------- Dr. Refik Saydam 1881-1942 Ölümünün 40. Yılı Anısına, Anka- ra: Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayınları, 1982. DEDEOĞLU Necati, “Hıfzıssıhha Okulu: Tarihçesi, Önemi”, Ankara: Toplum ve Hekim, C. 16, S. 6, 2001, ss. 468-469. DEMĠRCĠ Nuray, ÜSTÜN Çağatay, “Prof. Dr. Hulusi Behçet‟in (1889- 1948) Frengi Hak- kındaki Bir Radyo KonuĢması” Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Lokman Hekim Dergisi, S. 3(1), 2013, ss. 53-61. DĠLEVURGUN Hamdi, Sıtma, Ġstanbul: Milli Eğitim Basımevi, Milli Eğitim Bakanlığı Köy Kitaplığı 2, 1948. DĠRĠCAN Rahmi, “ Dr. Behçet Uz (1893-1986) ve Ulusal Sağlık Planı”, Ankara: Toplum ve Hekim, C. 16, S. 6, 2001, ss. 465-467. DOĞAN Hamdi, “Cumhuriyet Döneminde Adıyaman ve Besni‟de Trahom”, Türkiye Aile Hekimliği Dergisi, C. 20, S. 2, 2016, ss. 461-489. EGE Rıdvan, Atatürk ve Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri, 2. Baskı, Ankara: Türk Hava Kurumu Basımevi, 1999. EROĞLU Haldun, DĠNÇ Güven, ġĠMġEK Fatma, “Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda Telkîh-i Cüderi”, Milli Folklor Dergisi, S. 101, 2014, ss. 193-208. EYĠCE Semavi, “Bernard, Karl Ambros”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1992, C. 5, s. 520, ss. 520-521. EVERED Kyle T., Emine E. Evered, “ Governing population, Public Health and Malaria In The Early Turkish Republic”, Journal of Historical Geograph, S. 37, 2011, ss. 470- 482. EVERED, Kyle. E., Emine Ö. Evered, “Syphilis and Prostitution In The Socio- Medical Geographies of Turkey‟s Early Republican Provinces” Health & Place, S. 18, 2012, ss. 528-535. 164 EVSĠLE Mehmet, “Cumhuriyet Dönemi‟nde Sağlık Hizmetleri (1923-1950)”, Kesit Aka- demi Dergisi, S. 13, 2018, ss. 1-19. FĠġEK Nusret H. Halk Sağlığına Giriş, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Dünya Sağlık Ör- gütü Hizmet AraĢtırma ve GeliĢtirme Yayını No. 2, 1983. ---------------------------- Gözleri Kör Eden Trahom Hastalığı Hakkında Halka Nasihatler, Ankara: Sıhhat ve Ġçtimai Muavenet Vekâleti Yayınlarından No. 33, 1933 GRATIEN Chris, “ Toprakla Oynayan Mezarını Kazar: Osmanlı‟da Sıtma ve Medeniyet”, çev. Ġsmail YaĢayanlar, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, ss. 42-48. GRATIEN Chris, “Pilavdan Dönen Ġmparatorluk: Meclis-i Mebusan‟da Sıtma ve Çeltik TartıĢmaları”, çev. Burcu Kurt, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayın- ları, 2017, ss. 97-117. GÜL Abdülkadir, “XIX. Yüzyılda Erzincan Kazasında Salgın Hastalıklar ( Kolera, Frengi, Çiçek ve Kızamık)”, Ankara, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitü Dergisi, S. 41, 2009, ss. 239-270. GÜRGAN Mahmut, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Ġzmir Veremle Mücadele Cemiyeti‟nin Propaganda Faaliyetleri”, İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi, C. XXVII, S. 2, 2012, ss. 139-144. GÜMÜġÇÜ Osman, “Milli Mücadele Dönemi Türkiye Coğrafyası Ġçin Bilinmeyen Bir Kaynak: “Türkiye‟nin Sıhhi-i Ġçtimai Coğrafyası””, Ankara: Atatürk Araştırma Mer- kezi Dergisi, S. 45, C. XV, 1999, ss. 939-968. GÜNAY Hacı Mehmet, “Vakıf”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2012, C. 42, ss. 475- 479, ss. 475-479. GÜNEġ Günver, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Aydın‟da Sıtma Hastalığı ve Sıtma Ġle Mü- cadele”, Tarihsel Süreçte Anadolu’da Sıtma ed. ġükran Köse, Çağrı Büke, Fevzi Çakmak, Eren Akçiçek, Ankara: Gece Kitaplığı, 2017, ss. 535-560. 165 HAYKIR Yavuz, CANPOLAT Uğur, “Ġkinci Milli Türk Tıp Kongresi‟nde Sunulan “Tür- kiye Trahom Coğrafyası” Raporu”, Tarih Yolunda Bir Ömür Ergün Öz Akçora Ar- mağanı, ed. Ahmet Aksın, Yavuz Haykır, Filiz Yıldırım, C. 2, Ġstanbul: Mikyas Ya- yınevi, 2019, ss. 191-232. HOT Ġnci, Sıhhiye Mecmuası’na Göre Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele (1913-1996), (ya- yınlanmamıĢ doktora tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Deontoloji ve Tıp Anabilim Dalı, 2001. HOT Ġnci, “Gaziantep‟te Trahomla Mücadele”, Türkiye Klinikleri Tıp Etiği, Hukuku, Tarihi Dergisi, S. 22(1), 2014, ss. 22-28. HÜSNÜ Vefik, İkinci Milli Türk Tıp Kongresi Türkiye Trahom Coğrafyası, Kader Matba- ası, Ankara, 1927. IġIK Mahmut, Konjonktiva- Kornea Hastalıkları Trahom ve Türkiye’de Trahom İle Müca- dele. ĠLĠKAN Ceren Gülser, Tuberculosis, Medicine and Politics: Public Health In The Early Republican Turkey, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul: Boğaziçi Üni- versitesi, 2006. ĠSLAMOĞLU Abdullah, Osmanlı Devleti’nde Modern Belediye’nin Hukuksal Açıdan Ku- rumsallaşması, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012. KAHYA Esin, ERDEMĠR AyĢegül D., Osmanlıdan Cumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2000. KÂHYA Esin, “Sağlık KuruluĢlarımıza Bir Örnek: Safranbolu‟da Frengi Hastanesi”, IX. Türk Tarih Kongresi, C. 3, 1981, ss. 256-274. KARABULUT Umut, “Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Sağlık Hizmetlerine Toplu Bir BakıĢ: Dr. Refik Saydam‟ın Sağlık Bakanlığı ve Hizmetleri (1925-1937)”, ÇTTAD, S. VI/15, 2007, s. 151-160. 166 KARAYAMAN Mehmet, “Ġzmir Verem Mücadele Cemiyeti Tarafından Yayınlanan Sıhhi Cidâl- Sıhhat Dergisi”, Türkiye Klinikleri Journal of Medical Ethics, S. 18 (3), 2010, ss. 140-152. KARCI Erol, “II. MeĢrutiyet Döneminde Osmanlı Hükümetlerinin Sıtma Ġle Mücadelesi (1908- 1914)”, Tarihsel Süreçte Anadolu’da Sıtma ed. ġükran Köse, Çağrı Büke, Fevzi Çakmak, Eren Akçiçek, Ankara: Gece Kitaplığı, 2017, ss. 283- 304. KILIÇ Rüya, “Türkiye‟de Frengi‟nin Tarihi”, Kebikeç Dergisi, S. 38, 2014, ss. 291- 306. KOÇ Altuğ, “Michel Foucault‟nun “Biyopolitika” Kavramının Teorik Çerçevesi” Ulusla- rarası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi”, S. 2 (2), 2018, ss.193-218. KÖPRÜLÜ Orhan F., “Abdülhak Adnan Adıvar”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, C. 1, 1988, s. 375. KURT Burcu, “Osmanlı Doğu Sınırında Kamu Sağlığı ve Siyaset: 19. Yüzyıl Bağdad‟ında Hastaneler”, Osmanlı‟dan Cumhuriyet Türkiye‟sine Dejenerasyon Korkusu”, Osman- lı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Bur- cu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, ss. 143-168. MALKOÇ Eminalp, “Erken Cumhuriyet Döneminde Sıtma Mücadelesinin Alt Yapısı ( 1923-1927)”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, ss. 170- 192. MALKOÇ Eminalp, “Erken Cumhuriyet Döneminde KucaklaĢmayı Unutturan Hastalık Frengiyle Mücadele”, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, ss. 77-85. NIKIFORUK Andrew, Mahşerin Dördüncü Atlısı Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklar Tarihi, çev. Selahattin Erkanlı, Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 2007. ÖZDĠNÇ Ahmet, “Cumhuriyet‟in Ġlk Yıllarında Frengi: 1916-1925 Yılları Arası Salname- lerde Bolu Sancağı Örneği”, Bolu, Abant Tıp Dergisi, S. 1, C. 9, 2020, ss. 8-19. 167 ÖZER Sevilay, “II. Dünya SavaĢı Yıllarında Anadolu‟da Sıtma”, Tarihsel Süreçte Anado- lu’da Sıtma, ed. ġükran Köse, Çağrı Büke, Fevzi Çakmak, Eren Akçiçek, Ankara: Gece Kitaplığı, 2017, ss. 463- 490. ÖZER Sevilay, “Türkiye‟de Trahomla Mücadele (1925-1945)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 24, 2014, ss. 121-152. ÖZEKMEKÇĠ M. Ġnanç, “Modern Devlet ve Tıp: II. Abdülhamit Döneminde Frengi Ġle Mücadele”, Kadın Araştırmaları Dergisi, S. 10, 2012/1, ss. 83- 101. ÖZPEKCAN Meliha, Türkiye Cumhuriyeti’nde Sağlık Politikası (1923-1933), (Yayınlan- mamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılap Tari- hi Enstitüsü, 1999. RASĠMOĞLU Ceren Gülser Ġlikan, “Ġki Dünya SavaĢı Arası Dönemde Türkiye‟de Nüfus ve Halk Sağlığı TartıĢmalarının Değerlendirilmesi”, Mersin, Mersin Üniversitesi Lokman Hekim Dergisi, S. 3, C. 4, 2014, ss. 16-21. RASĠMOĞLU Ceren Gülser Ġlikan, “Verem Ġyi Olur Bir Hastalıktır”: Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Verem Mücadelesi ve Siyaset”, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, ss. 50-60. --------------------------- Sağlık Hizmetlerinde 50. Yıl, Ankara: Sağlık ve Sosyal Yardım Ba- kanlığı, 1973. SAĞLAM Tevfik, Verem Savaşı, Ankara: Ġyi YaĢama Serisi 4, Maarif Matbaası, 1944. SARI Nil, “Tıp”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2012, C. 41, ss. 101-111. SARI Nil, “Behçet Mustafa Efendi”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1992, C. 5, s. 345. SARI Nil, “HekimbaĢı”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1998, C. 17, ss. 161-164. SARIYILDIZ Gülden, “Karantina Meclisi‟nin KuruluĢu ve Faaliyetleri”, Ankara, Belleten, C. LVIII, S. 222, ss. 329- 376. SARIYILDIZ Gülden, “Karantina”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2001, C. 24, ss. 463-465. 168 SOYER Ata, “Türkiye‟nin Ġktisadi ve Sosyal Tarihi Bağlamında BaĢlangıcından 1960‟a Kadar Sağlık Hizmetleri ve Sağlık Bakanlığı”, Ankara: Toplum ve Hekim, C. 16, S. 6, 2001, ss. 413-429. TANOĞLU Ali, “Türkiye‟de Büyük Su ĠĢlerinin Bugünkü Durumu ve Türkiye‟nin Su Da- vası”, Türk Coğrafya Dergisi, S. 3-4, 1943, ss. 287-308. TEKĠR Süleyman, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Türkiye‟de Sıtma Ġle Mücadele Faaliyetle- ri”, Tarihsel Süreçte Anadolu’da Sıtma ed. ġükran Köse, Çağrı Büke, Fevzi Çakmak, Eren Akçiçek, Ankara: Gece Kitaplığı, 2017, ss. 397-420. TEKĠR Süleyman, “ Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiye‟de BulaĢıcı Hastalıklarla Mücade- le (1923- 1930)”, Erzurum, TAED, S. 65, 2019, ss. 407-430 TEKĠN Gürkan, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’nden Sağlık Bakanlığı’na (1920- 2000), (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Türk Ġnkılap Ta- rihi Enstitüsü, 2011. TEKĠN Ahmet CoĢkun, “ 1939-1950 Yılları Arasında Türkiye‟de Veremle Mücadele Faa- liyet “, Journal of Universal History Studies, S. 1, C. 1, 2018, ss. 1-21. TERZĠOĞLU Arslan, “Bîmâristan”, TDVİA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1992, C. 6, ss. 163-178 TETĠK Fatih, Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Dönemi Kamu Sağlığı Politikası (1839-1876), (YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢ- tırmaları Enstitüsü, 2007. TUĞLUOĞLU Fatih, “Türkiye‟de Sıtma Mücadelesi (1924-1950)”, Türkiye Paratizol Dergisi, S. 32/4, 2008, ss. 351-359. TUĞLUOĞLU Fatih, “Cumhuriyetin Ġlk Döneminde Verem Mücadelesi ve Propaganda Faaliyetleri”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, S.13-14, 2008, ss. 1-26. UĞURLU Mehmet Cemil, “14 Mart Tıp Bayramı‟nın DüĢündürdükleri”, Ankara Üniversi- tesi Tıp Fakültesi Mecmuası, C. 50, S. 1, 1997, ss. 1-5. 169 ÜNAT Ekrem Kadri, Bulaşıcı Hastalıklarla Savaş ve İslam Dini, Ġstanbul: Ġlim Yayma Cemiyeti NeĢriyatı, 1975, No. 10. VERGĠLĠ Ayhan, Türkiye’de Modern Tıbbın Kurumsallaşması ve Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011. VERGĠLĠ Ayhan, “Cumhuriyetin Ġlk Yıllarında Halk Sağlığı Propagandası Amacıyla Ya- yımlanan Bir Kitap: Sıhhi Müze Atlası”, Tıp ve Kültür Tarihi Araştırmaları, ed. Hüs- rev Hatemi, Aykut Kazancıgil, Ġstanbul: Derin Tarih, 2015, ss. 77-95. -----------------------------, Verem Savaş Dernekleri ve Dispanserler, Ġstanbul: Kader Bası- mevi, 1954. YAKUT Kemal, YETKĠN Aydın, “II. MeĢrutiyet Dönemi‟nde Toplumsal Ahlak Bunalımı: FuhuĢ Meselesi”, Kebikeç Dergisi, S.11, 2011, ss. 21-54. YAġAYANLAR Ġsmail, “Osmanlı Devleti‟nde Kamu Sağlığının KurumsallaĢmasında Ko- leranın Etkisi”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017, ss. 2-24. YAġAYANLAR Ġsmail, Sinop, Samsun ve Trabzon’da Kolera Salgınları, Karantina Teşki- latı ve Kamu Sağlığı Hizmetleri (1876- 1914), (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015. YANIKDAĞ Yücel, “Psikopatlar, Frengililer, Veremliler ve Mâderzâd Caniler: Osman- lı‟dan Cumhuriyet Türkiye‟sine Dejenerasyon Korkusu”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, ed. Ġsmail YaĢayanlar, Burcu Kurt, Ġstanbul: Ta- rih Vakfı Yurt Yayınları, ss. 47-70. YANIKDAĞ Yücel, “Hijyenik Modernlik: Son Dönem Osmanlı ve Erken Cumhuriyette Trahom Coğrafyası”, Toplumsal Tarih, S. 296, 2018, ss. 70-76. YAVUZ Yıldırım, “BatılılaĢma Döneminde Osmanlı Sağlık KuruluĢları”, Ankara, ODTÜ Mühendislik Fakültesi Dergisi, S. 8:2, 1988, ss. 123-142. 170 YILDIRIM Nuran, “Tanzimat‟tan Cumhuriyet‟e Koruyucu Sağlık Uygulamaları”, Tanzi- mat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 1985, C. 5, ss. 1320-1338. YILDIRIM Nuran, “Tüberkülinin KeĢfi ve Ġstanbul‟daki Yankıları”, Tarih ve Toplum, S. 133, 1995, ss. 12-20. YILDIRIM Nuran, “Ġstanbul‟da Sağlık Hayatı”, Antik Çağdan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi, C. 4, ed. CoĢkun Yılmaz, Ġstanbul: Mas Matbaacılık, 2015, ss. 92- 137. ZALOĞLU Nihat, “Türkiye‟de Verem SavaĢının GeçmiĢi ve OluĢu”, Klimik Dergisi, S. 1, C. 2, 1989, ss. 45- 47. -------------------------------- IV. Trahom Semineri, ed. Mahmut IĢık, Trahom SavaĢı Müdür- lüğü Yayınlarından No. 348, Ankara: Gürsoy Basımevi, 1967 https://www.saglik.gov.tr/TR,11490/bakanlarimiz.html https://www.sagligim.gov.tr/ https://www.drfehmitabak.com/ 171 EKLER Ek 1: Frengi Tedavisine Gitmeyen Hasta Hakkında Hüküm Kaynak: BCA. 030. 18. 01. 02. 82. 11. 13. 172 Ek 2: Trahom SavaĢ Kurullarını Gösteren Harita Kaynak: BCA. 030. 10. 00. 177. 224. 9. 173 Ek 3: 1949-1951 Yılları Arasında Açılması Planlanan Verem SavaĢ Kurumları Kaynak: BCA. 030. 01. 00. 77. 482. 6. 174 Ek 4: 1942 Yılında Türkiye’de Veremden Ölümlerin Gösterildiği 25 ġehir Kaynak: BCA. 030. 01. 00. 77. 482. 6. 175 Ek 5: Halkevleri Aracılığı Ġle Yapılan Propaganda Faaliyetleri Kaynak: BCA. 490. 01. 00. 1358. 510. 2. 176 Ek 6: Trahomun En Fazla Görüldüğü Adıyaman’a Dair Gazete Haberi Kaynak: AkĢam Gazetesi ( 22.06.1930) 177 Ek 7: Sıtma Hastalığına Yakalanan Bir Çocuğun Görüntüsü Kaynak: Sıhhi Müze Atlası, 1927, s. 2. 178 Ek 8: Berberde Aynı Usturanın Kullanılması Sonucu BulaĢan Frengi Kaynak: Sıhhi Müze Atlası, 1927, s. 13. 179 Ek 9: CHP Grubunun Sıtmaya Dair Gözlemleri Kaynak: BCA. 030. 10. 00. 177. 124. 4. 180 Ek 10: Halkevlerinin Frengi ve Trahom Hakkında Propaganda Faaliyetlerine Desteği Kaynak: 490. 01. 00. 5. 26. 22. 181