T. C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI TEFSĠR BĠLĠM DALI KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI Yüksek Lisans Tezi Ġbrahim YILDIZ BURSA – 2014 T. C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI TEFSĠR BĠLĠM DALI KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI Yüksek Lisans Tezi Ġbrahim YILDIZ DANIġMAN Prof. Dr. Abdurrahman ÇETĠN BURSA – 2014 TEZ ONAY SAYFASI T. C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Temel Ġslam Bilimleri Anabilim Dalı, Tefsir Bilim Dalı‟nda 701223030 numaralı Ġbrahim YILDIZ‟ın hazırladığı “Kur‟ân‟da Sebîlüllah Kavramı” konulu Yüksek Lisans Ça- lıĢması ile ilgili tez savunma sınavı, …...../......../ 2014 günü ……..…… - …………….. saatleri arasında yapılmıĢ, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin / çalıĢ- masının ……………….. (baĢarılı/baĢarısız) olduğuna ……….............................. (oybirliği / oy çokluğu) ile karar verilmiĢtir. Üye (Tez DanıĢmanı ve Sınav Komisyonu Üye BaĢkanı) Akademik Unvanı, Adı Soyadı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üniversitesi Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi ......./......./ 2014 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Ġbrahim YILDIZ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel Ġslam Bilimleri Bilim Dalı : Tefsir Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : XIV + 207 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 2014 Tez DanıĢmanı : Prof. Dr. Abdurrahman ÇETĠN KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI Kur‟ân-ı Kerîm‟de yüz yetmiĢ altı defa geçen sebîl kelimesi “yol”, sebîlüllah ise “Al- lah‟ın yolu” manasına gelmektedir. Yollar, insanları gitmek istedikleri yerlere ulaĢtıran vasıta- lardır. Buradan hareketle hedefe ulaĢtıran faaliyetlerin tümüne yol (sebîl) adı verilmiĢtir. Ula- Ģılması gereken hedef, Allah‟ın rızası olunca ona götüren tüm vasıtalara da “sebîlüllah” denil- miĢtir. Sebîlüllah kavramı farz, nafile ve diğer amelleri ihlâs ile yapmak suretiyle Allah‟a yak- laĢmak ve O‟nun rızasını kazanmak amacıyla yapılan tüm eylemleri ifade etmek için kullanıl- mıĢtır. Tez bir giriĢ ve üç bölümden oluĢmaktadır. GiriĢ bölümünde araĢtırmanın konusu ve önemi; araĢtırmanın yöntemi ve sınırları kısaca açıklanmıĢtır. Tezin birinci bölümünde sebîl kelimesi ve sebîlüllah kavramının anlam alanları ince- lenmiĢtir. Kelimelerin bağlama göre değiĢik manalara geldiği vurgulanarak, sebîl kelimesinin Kur‟ân‟daki anlam çeĢitliliği ve eĢ anlamlı kelimeler, kullanıldıkları âyetler bağlamında açık- lanmıĢtır. Ġkinci bölümde, Kur‟ân-ı Kerîm‟de kullanılan sebîlüllah kavramı ile benzer ve zıt mana iliĢkisi bulunan diğer kavram ve terkipler, ilgili âyetler ve âlimlerin yorumları ıĢığında aktarıl- mıĢtır. Bunun yanında sebîlüllah kavramının amellere bakan yönünü tespit edebilmek amacıyla kavramın birlikte kullanıldığı fiiller kısaca tanıtılmıĢtır. Üçüncü bölümde ise Allah yolunda olmanın imanî ve amelî yönden bir mihenk taĢı olu- Ģu ve sebîlüllahın amellere yansıması araĢtırılmıĢtır. Fakat bu baĢlık altındaki konular geniĢ kapsamlı oldukları için sadece sebîlüllaha bakan yönleri ele alınmıĢtır. ÇalıĢmanın devamında ise Allah yolunu takip edenleri bekleyen mükâfatlar ve Allah yolunu engellemeye çalıĢanları bekleyen cezalar âyetler ıĢığında incelenmiĢtir. Anahtar Sözcükler: sebîl sebîlüllah yol cihad hicret Ģehâdet sırât tarîk VI ABSTRACT Name and Surname : Ġbrahim YILDIZ University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Basic Islamic Sciences Branch : Commentary of the Qur‟an Degree Awarded : Master of Arts Page Number : XIV + 207 Degree Date : …. / …. / 2014 Supervisor (s) : Prof. Dr. Abdurrahman ÇETĠN “SEBÎLULLAH” CONSEPT ĠN THE QURAN The word “Sebîl” is mentioned 176 times in the Quran. It means “way”; hence the word “Sebîlullah" means “the way of Allah”. The ways are the means taking people wherever they want to go. Thus, “Sebîl” is called as all of the activities leading to the goal. The ultimate goal to be achieved is gaining the pleasure of Allah. Thus, “Sebîlullah” is used for all means leading to Allah. “Sebîlullah" concept has been used to refer to all actions performed for approaching Allah and gaining his pleasure through all good deeds and conducts with sincerity (Ihlas) whether they are obligatory (fard), or traditions of Prophet Muhammad (pbuh) (Sunnah), or Optional (Nafile). This study is composed of four sections: introduction and three main chapters. In the Intro- duction Chapter, importance of the topic of study, method of study and its limitations are explained briefly. In the First Chapter, semantic comprehensives of consepts of sebîl and sebîlullah were stu- died. Emphasizing different meaning depending on the context of words, meaning varieties and synonyms in the Qur‟an of sebîl word that is used in the context of Quranic verses are described. In the Second Chapter, sebîlullah concept mentioned in the Quran and its other concepts and compositions that are smilar and opposite meanings relationship are presented under the rele- vant quran verses and the opinions of Islamic scholars. As well as, different words that are mentio- ned with sebîl word or its smilar words, in order to determine the side facing worships, were expla- ined briefly. In the Third Chapter, it was studied that being on the way of Allah is a touchstone from fa- ith and religious practices and being a reflection the religious practices of sebîlullah. However, in our study, because of a wide range of topics under this heading, we only discussed on sebîlullah meaning. At the end of the study, Rewards awaiting those who follow the way of Allah and pu- nishments awaiting those who prevent (mankind) from the path of Allah were presented with the Quran verses. KEYWORDS sebîl sebîlüllah way cihad hicret Ģehâdet sırât tarîk VII ÖNSÖZ Kur‟ân-ı Kerîm, insanlara en doğru yolu göstermek için Allah Teâlâ tarafından peygamberi Hz. Muhammed (sav) vasıtasıyla gönderilmiĢ ilâhî bir kitaptır. Bu kitabın asıl hedefi insanların iki cihanda mutlu ve huzurlu bir Ģekilde yaĢamasıdır. Bunun için Kur‟ân, insanlığa rehber olacak ahlâkî, hukukî, içtimaî vb. ilkeleri ortaya koymuĢtur. Ġnsana var oluĢ sebebini ve Rabbinin rızasına eriĢme yollarını öğreten Kur‟ân-ı Kerîm, kendisinde hiçbir Ģüphe ve çeliĢki bulunmayan, müttakîler için hidâyet kaynağı, nâzil olduğu andan itibaren tüm zamanlara hitap eden ve her devirde insanlara yol gösteren ilahî bir nurdur. Fakat onun bu iĢlevini gerçekleĢtirebilmesi için muhatapları tarafından anlaĢılması ve ya- Ģanması gerekmektedir. Bu sebeple o, baĢta Hz. Peygamber ve sahâbîler olmak üzere her asırda âlimler tarafından tefsir edilmiĢtir. Günümüzde de Kur‟ân-ı Kerîm‟i anlama ve ya- Ģama gayretleri büyük bir özveri ile devam etmektedir. Yaptığımız bu çalıĢmanın da huzur-u ilâhîde kabul edilen gayretlerden sayılmasını ümit ediyoruz. Müslümanların yegâne hedefi Allah‟ın rızasına nâil olmaktır. Bunun gerçeklemesi için de O‟nun gösterdiği yoldan gitmeleri ve o yoldan asla çıkmamaları gerekmektedir. Allah‟ın rızasına ulaĢtıran bu yollar, Kur‟ân‟da sebîlüllah kavramı ile ifade edilmektedir. Kur‟ân‟da sebîl kelimesi toplam yüz yetmiĢ altı yerde geçmektedir. Bunlardan alt- mıĢ dokuzunda Allah lafzı ile birlikte (sebîlüllah); yirmi ikisinde ise çeĢitli zamirlerle bir- likte (sebîlihî, sebîlünâ, sebîlî) fakat aynı manayı ifade edecek Ģekilde kullanılmıĢtır. Sebîl kelimesinin bu kadar çok tekrarlanması, onun Kur‟ân‟daki odak kelimelerden biri olduğu- nun delillerindendir. Kur‟ân-ı Kerîm‟in daha iyi anlaĢılması bakımından bu tür odak keli- melerin araĢtırılması çok önemlidir. Ancak tespitlerimize göre sebîl kelimesi veya sebîlül- lah kavramı daha önce çalıĢılmamıĢtır. Bu sebeple, hocalarımızın yönlendirmelerini de dikkate alarak, bu kavramı araĢtırmamıza konu olarak seçtik. Bu seçimde, sebîlüllah kav- ramının birçok kelime ve kavram ile doğrudan ya da dolaylı iliĢkisinde merkezî bir ko- numda yer alması da etkili olmuĢtur. VIII ÇalıĢmamız bir giriĢ ve üç bölümden meydana gelmektedir. GiriĢte araĢtırmanın konusu, amacı, yöntemi ve kaynakları üzerinde durulmuĢtur. Birinci bölümde sebîlüllah kavramının anlam alanı, ikinci bölümde Kur‟ân‟da sebîlüllah kavramı, üçüncü bölümde ise Allah yolunda olmanın ne manaya geldiği ayrıntılı olarak incelenmeye çalıĢılmıĢtır. Bu çalıĢmamda değerli katkılarını esirgemeyip bana yol gösteren kıymetli hocam Prof. Dr. Abdurrahman ÇETĠN‟e, üzerimde karĢılığını ödeyemeyeceğim kadar hakkı bulu- nan hocam Ġbrahim CÜCÜK‟e, manevî desteklerini unutamayacağım Mustafa IġIK‟a, her türlü yardımı esirgemeyen dostlarım Yrd. Doç. Dr. Ayhan HIRA ve Necmettin AZAK‟a Ģükranlarımı arz ediyorum. Ġbrahim YILDIZ Bursa 2014 IX ĠÇĠNDEKĠLER TEZ ONAY SAYFASI ____________________________________________________________ V ÖZET ___________________________________________________________________________ VI ÖNSÖZ _______________________________________________________________________ VIII ĠÇĠNDEKĠLER ___________________________________________________________________ X KISALTMALAR ________________________________________________________________ XIV GĠRĠġ ____________________________________________________________________________ 1 1. ARAġTIRMANIN KONUSU ve ÖNEMĠ _______________________________________ 1 2. ARAġTIRMANIN AMACI __________________________________________________ 2 3. ARAġTIRMANIN YÖNTEMĠ ve KAYNAKLARI _______________________________ 2 BĠRĠNCĠ BÖLÜM SEBÎLÜLLAH KAVRAMININ ANLAM ALANI 1. SEBÎLÜLLAH KAVRAMINI OLUġTURAN KELĠMELER ____________________________ 7 1.1. Sebîl Kelimesi ___________________________________________________________ 7 1.1.1. Sözlük ve Terim Anlamı ________________________________________________ 7 1.1.2. S-B-L Kökünden Türeyen Diğer Kelimeler ________________________________ 10 1.1.2.1. Bir ġeyin Yayılıp GeliĢmesi, BollaĢması ve Uzaması ____________________ 11 1.1.2.2. Bir ġeyin Yukarıdan AĢağıya DüĢmesi, Ġnmesi, Bırakılması _______________ 13 1.1.2.3. Sebîl Kelimesinin Farklı Kullanımlarına Örnekler _______________________ 14 1.1.3. Kur‟ân‟da Sebîl Kelimesinin Anlam ÇeĢitliliği _____________________________ 15 1.1.3.1. Allah‟a Ġtaat Yolunda / Uğrunda _____________________________________ 15 1.1.3.2. Yeterlilik, Güç ve Ġmkân Bulabilmek _________________________________ 16 1.1.3.3. ÇıkıĢ, Çare, Çözüm Yolu ___________________________________________ 17 1.1.3.4. Âdet, GidiĢât ____________________________________________________ 17 1.1.3.5. Sebep, Bahane ___________________________________________________ 18 1.1.3.6. Din ____________________________________________________________ 19 1.1.3.7. Yol ____________________________________________________________ 20 1.1.3.8. Delil ___________________________________________________________ 22 1.1.3.9. Ceza, Azarlama, DüĢmanlık ________________________________________ 23 1.1.3.10. Günah, Sorumluluk ______________________________________________ 23 1.1.3.11. Millet (Ġnanç) __________________________________________________ 24 1.1.3.12. Bağ, Bağlantı, ĠliĢki ______________________________________________ 25 1.1.3.13. Ġtaat __________________________________________________________ 25 1.1.3.14. Hidayet, KurtuluĢ _______________________________________________ 26 1.1.3.15. Hidayet Yolu ___________________________________________________ 27 1.1.3.16. Menfez, Geçit, GeçiĢ Yolu ________________________________________ 27 1.1.4. Kur‟ân‟da Sebîl Kelimesinin EĢ Anlamlıları _______________________________ 28 1.1.4.1. Tarîk ( ) ______________________________________________________ 28 1.1.4.2. Sırât ( ) ______________________________________________________ 29 1.1.4.3. ġir„a ve Minhâc ( / ) ________________________________________ 31 X 1.1.4.4. Millet ( ) _______________________________________________________ 33 1.1.4.5. Necd ( ) _______________________________________________________ 34 1.1.4.6. Sünnet ( ) _____________________________________________________ 35 1.1.4.7. Rî„ ( ) _________________________________________________________ 36 1.2. Sebîlüllah Terkibinin Ġkinci Kelimesi Olan Allah Lafza-ı Celâli ___________________ 37 2. SEBÎLÜLLAH KAVRAMI _______________________________________________________ 41 2.1. Sözlük ve Terim Anlamı __________________________________________________ 41 2.2. Sebîlüllah Kavramının Anlamına Dair GörüĢler ________________________________ 42 2.2.1. Dil Âlimlerinin GörüĢleri ______________________________________________ 42 2.2.2. Müfessirlerin GörüĢleri ________________________________________________ 43 2.2.3. Muhaddislerin GörüĢleri _______________________________________________ 48 2.3. Tevbe Sûresinin 60. Âyetinde Geçen “Fî sebîlillah” Terkibinin Mana ve Kapsamı _____ 52 2.3.1. Müfessirlerin GörüĢleri ________________________________________________ 53 2.3.2. Ġslâm Hukukçularının GörüĢleri _________________________________________ 62 2.3.2.1. Hanefî Mezhebinin GörüĢleri _______________________________________ 62 2.3.2.2. Mâlikî Mezhebinin GörüĢleri _______________________________________ 64 2.3.2.3. ġâfiî Mezhebinin GörüĢleri _________________________________________ 65 2.3.2.4. Hanbelî Mezhebinin GörüĢleri ______________________________________ 65 2.3.2.5. Mezheplerin GörüĢlerine Toplu Bir BakıĢ _____________________________ 66 2.3.2.6. Son Dönem Âlimlerinin GörüĢleri ___________________________________ 67 ĠKĠNCĠ BÖLÜM KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI 1. KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI ĠLE BENZER ANLAM ĠFADE EDEN TERKĠPLER _ 75 1.1. Sebîlü Rabbike __________________________________________________________ 75 1.2. Sebîlü‟l-Mü‟minîn _______________________________________________________ 76 1.3. Sebîlü Men Enâbe Ġleyye __________________________________________________ 78 1.4. Sebîlü‟r-RüĢd / ReĢâd ____________________________________________________ 79 1.5. Sevâ‟ü‟s-Sebîl __________________________________________________________ 82 1.6. Kasdü‟s-Sebîl ___________________________________________________________ 83 1.7. Sübülü‟s-Selâm _________________________________________________________ 85 1.8. Zamirlere Muzâf Olan Sebîl Kelimesi ________________________________________ 86 1.9. es-Sırâtu‟l-Müstakîm _____________________________________________________ 87 1.10. Sırât Kelimesinin Diğer Kullanımları _______________________________________ 89 1.11. et-Tarîku‟l-Müstakîm ____________________________________________________ 90 1.12. Hüdallâh ______________________________________________________________ 91 2. KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI ĠLE ZIT ANLAM ĠFADE EDEN TERKĠPLER ____ 94 2.1. Sebîlü‟t-Tâğût __________________________________________________________ 94 2.2. Sebîlü‟l-Mücrimîn _______________________________________________________ 96 2.3. Sebîlü‟l-Müfsidîn ________________________________________________________ 97 XI 2.4. Sebîlüllezîne Lâ Ya„Lemûn ________________________________________________ 98 2.5. Sebîlü‟l-Ğayy ___________________________________________________________ 99 2.6. Sırâtu‟l-Cehîm _________________________________________________________ 100 2.7. Tarîku Cehennem _______________________________________________________ 102 3. KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI ĠLE BĠRLĠKTE KULLANILAN FĠĠLLER _______ 103 3.1. Câhede ( ََد Fiili _____________________________________________________ 104 ( َجاهََ 3.2. Kâtele ( ََل َت َقا ) Fiili _______________________________________________________ 105 3.3. Hâcera ( َهاَجََر ) Fiili ______________________________________________________ 106 3.4. Enfeka ( ََق Fiili ______________________________________________________ 107 ( اَنَْف 3.5. Ehsara ( اَْحَصََر ) Fiili ______________________________________________________ 108 3.6. Ġttehaze ( ََاِتََّخذ ) Fiili _____________________________________________________ 109 3.7. Ġttebe„a ( ََاِتََّبع ) Fiili ______________________________________________________ 110 3.8. Hedâ (ََهٰدى ) Fiili _______________________________________________________ 111 3.9. Esâbe (ََب Fiili _______________________________________________________ 113 (اََصا 3.10. Enfera ( اَنَْفََر ) Fiili ______________________________________________________ 114 3.11. Eziye ( ) Fiili ________________________________________________________ 115 3.12. De„â ( ) Fiili ______________________________________________________ 116 3.13. Darabe ( ) Fiili _____________________________________________________ 116 3.14. Sadde ( ََّد Fiili ______________________________________________________ 116 ( َص 3.15. Beğâ ( َبَغي ) Fiili _______________________________________________________ 118 3.16. Dalle ( ََّل Fiili _______________________________________________________ 119 ( َض ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ALLAH YOLUNDA OLMA 1. SEBÎLÜLLAH KAVRAMININ AYIRT EDĠCĠ BĠR MĠHENK TAġI OLMASI _____________ 123 1.1. Sebîlüllah‟ın Ġman Edenler ile Ġnkârcıları Ayırt Etmesi _________________________ 124 1.2. Sebîlüllah‟ın Ġman Edenler ile Münafıkları Ayırt Etmesi ________________________ 127 1.3. Sebîlüllah‟ın Müminler Arasındaki Derece Farkını Ortaya Çıkarması ______________ 128 2. SEBÎLÜLLAH‟IN DAVRANIġLARA YANSIMASI __________________________________ 132 2.1. Davet ________________________________________________________________ 132 2.2. Cihad ________________________________________________________________ 136 2.3. Kıtâl _________________________________________________________________ 143 2.4. Ġnfâk _________________________________________________________________ 147 2.5. Hicret ________________________________________________________________ 154 2.6. Sebîlüllah Uğrunda Feda Edilenler _________________________________________ 160 3. SEBÎLÜLLAH‟I TAKĠP EDENLERĠ BEKLEYEN MÜKÂFATLAR _____________________ 163 3.1. Allah‟ın Sevgisi ________________________________________________________ 163 3.2. Bol ve Güzel Bir Rızık ___________________________________________________ 165 XII 3.3. Meleklerin Duası _______________________________________________________ 166 3.4. Mağfiret ve Rahmet _____________________________________________________ 167 3.5. Büyük Bir Ecir / Mükâfat ________________________________________________ 170 3.6. Korku ve Üzüntünün Olmaması ___________________________________________ 172 3.7. Cennet _______________________________________________________________ 173 4. SEBÎLÜLLAH‟I ENGELLEME ÇABASI ___________________________________________ 176 4.1. Engelleme ÇeĢitleri _____________________________________________________ 176 4.1.1. Eğri ve ÇeliĢkili Gösterme ____________________________________________ 176 4.1.2. Bâtılı Süslü Gösterme Yoluyla Ġnsanları Kandırma _________________________ 178 4.1.3. Gerçekleri Gizleme __________________________________________________ 179 4.1.4. Maddî Ġmkânları Kullanma ___________________________________________ 181 4.1.5. Güç Kullanma ve Tehdit Etme _________________________________________ 182 4.1.6. Yalan Yere Yemin Etme ______________________________________________ 183 4.2. Engellemenin Sonuçları __________________________________________________ 183 4.2.1. Dünya Rezilliği _____________________________________________________ 183 4.2.2. Mallarının Heba Olması ______________________________________________ 184 4.2.3. Sapıklığa DüĢme ____________________________________________________ 185 4.2.4. Helallerin Haram Kılınması ___________________________________________ 186 4.2.5. Allah'ın Ġlminin Her ġeyi KuĢatması ____________________________________ 186 4.2.6. Allah‟ın Laneti _____________________________________________________ 187 4.2.7. Amellerin BoĢa Çıkması _____________________________________________ 188 4.2.8. BağıĢlanmama ____________________________________________________ 189 4.2.9. Kötü Âkıbet _______________________________________________________ 190 4.2.10. Cehennem Azabı __________________________________________________ 190 SONUÇ ________________________________________________________________________ 193 KAYNAKÇA ___________________________________________________________________ 197 ÖZGEÇMĠġ _____________________________________________________________________ 207 XIII KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.g.md. : Adı geçen madde (as) : Aleyhisselâm a.y. : Aynı yer AÜĠF : Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi b. : Bin (oğlu) bkz: : Bakınız çev. : Çeviren c. : Cilt CÜĠF : Cumhuriyet Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi DEÜĠF : Dokuz Eylül Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi DĠA Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm Ansiklopedisi DĠB : Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı EAÜĠF Erzurum Atatürk Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Hz. : Hazreti örn. : Örnek örn. bkz: : Örnek olarak bakınız s. : Sayfa sy. : Sayı sad. : SadeleĢtiren SÜĠF Sakarya Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi (sav) : Sallallâhü aleyhi ve sellem ġamil ĠA : ġamil Ġslâm Ansiklopedisi tah. : Tahkîk eden ty. : Basım tarihi yok ter. : Tercüme eden vb. : Ve benzeri vs. : Ve sâire (ra) : Radıyallâhü anh (r.anhümâ) : Radıyallâhü anhümâ yy. : Basım yeri yok XIV GĠRĠġ 1. ARAġTIRMANIN KONUSU ve ÖNEMĠ Ġnsan ve yol, birbirinden ayrılmaz bir ikilidir. Ġnsanoğlu, yaratılıĢından kıyamete kadar sürecek olan dünya serüveni boyunca gerek zamanda, gerekse mekânda yolculuk etmek zorundadır. Doğum ile baĢlayan zaman yolculuğu önüne geçilemeyen bir hızla ölü- me doğru ilerlemektedir. “Onlar, başlarına bir musibet gelince, „biz şüphesiz (her şeyimiz- 1 le) Allah‟a aidiz ve şüphesiz O‟na döneceğiz‟ derler” âyeti, dünya hayatının Allah‟tan gelip yine Allah‟a uzanan bir dönüĢ yolu olduğunu hatırlatmaktadır. Gündelik konuĢma- larda ölenlerin ardından kullanılan “âhirete yolcu ettik” tabiri, ölümün bir son olmayıp yolculuğun devam ettiğini anlatmaktadır. Mekânda yolculuk ise rızık merkezli olarak can- lıların mecbur olduğu bir eylem olarak karĢımıza çıkmaktadır. Kur‟ân‟da sebîl, sırât, tarîk ve sünen gibi yol manasına gelen kelimelerin önemli bir yekûn tutması, onu okuyan her insanın zihninde hayat boyu süren bir yol ve yolculuk 2 düĢüncesini çağrıĢtırmaktadır. Ölüm kaçınılmaz bir gerçek olduğundan dolayı , insan bu dünyada bir misafir gibidir. Hz. Peygamber “Benim dünya rahatlığı ile işim yok. Ben, 3 dünyada bir ağacın altında gölgelenip sonra oradan ayrılıp giden bir yolcu gibiyim .” buyurarak bu gerçeği hatırlatmaktadır. Bu geçici dünya hayatında Müslümanların tek bir hedefi olmalıdır: Allah‟ın rızasını kazanabilmek… Bu hedefe ulaĢmanın yegâne yolu, Rabbimizin tüm insanlığa gönderdiği Peygamberinin ve O‟nun getirdiği vahyin gösterdi- ği kutlu yoldur. Kur‟ân-ı Kerîm‟de bu yola “sebîlüllah” denilmektedir. Her müminin en önemli meselesi, Hz. Peygamberin “Allah‟ım! Senden beni doğru yola iletmeni ve o yol- 1 Bakara, 2/156. 2 Bkz: Âl-i Ġmrân, 3/185; Enbiyâ, 21/35; Ankebût, 29/57. 3 Tirmizî, “Zühd”, 44; Ġbn Mâce, “Zühd”, 3. 1 4 da başarılı kılmanı niyâz ederim” diye dua ettiği sebîlüllahı bulmak ve bulduktan sonra da sapmadan dosdoğru yürümektir. Doğru yola iletmek Ģüphesiz ki Allah Teâlâ‟ya aittir. Bu bağlamda insana düĢen gö- rev ise, Allah‟ın yolunda olmayı içtenlikle istemek, doğru yolu bulduğunda ise hedefe atı- 5 lan ok gibi dümdüz gitmek ve bu yoldan çıkmamak için bütün gayretini sarf etmektir. 6 “Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz” âyeti, insanoğ- lunun kendi isteğinin ve gayretinin önemini vurgulamaktadır. Bu açıdan tez konusu olarak seçtiğimiz sebîlüllah kavramı insan, dünya hayatı ve imtihan olgusuyla doğrudan iliĢkili olması; öte yandan Kur‟ân-ı Kerîm‟de birçok önemli amel ile birlikte kullanılması hasebiy- le büyük bir önem arz etmektedir. 2. ARAġTIRMANIN AMACI Kur‟ân-ı Kerîm‟de insandan beklenen tavır ve duruĢ iman edip dosdoğru yolda iler- lemesi, bu yolu asla terk etmemesi ve sonuçta Allah‟ın rızasını kazanmasıdır. Tüm bu sü- reç sebîlüllah kavramının etrafında Ģekillenmektedir. Buradan hareketle araĢtırmamızın temel amacının, hayatın tümünü kapsayan sebîlüllah kavramının Kur‟ân‟daki anlamını ortaya çıkarmak, bu yolun özelliklerini ve yolun sonunda insanları nelerin beklediğini gü- cümüz nispetinde ortaya koymak olduğunu söyleyebiliriz. Bu sonuca ulaĢabilmek için öncelikle sebîl kelimesinin ve sebîlüllah kavramının sözlük manalarının araĢtırılarak semantik incelemesinin yapılması, kavramın Kur‟ân ve hadislerdeki kullanımlarının ve doğru anlamlarının tespit edilmesi hedeflenmektedir. Konuyla ilgili Kur‟ân-ı Kerîm‟in temel bakıĢ açısını tespit etmek, söz konusu âyet- leri âlimlerin yorumları ıĢığında inceleyerek bir sonuca ulaĢmak amaçlanmaktadır. 3. ARAġTIRMANIN YÖNTEMĠ ve KAYNAKLARI Kur‟ân-ı Kerîm‟i daha iyi anlama çabaları önceki asırlarda olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir. Bu amaçla geliĢtirilen metotlardan biri konulu tefsir metodudur. Bu metodun ortaya çıkıĢ zamanı olan 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın baĢlarının, hemen 4 Müslim, “Zikir”, 78. 5 Hûd, 11/112. 6 Ankebût, 29/69. 2 hemen bütün sosyal ve tabii bilimlerde ihtisaslaĢmanın yaygınlaĢtığı dönem olması dikkat çekicidir. Bilindiği üzere ihtisaslaĢma döneminin en önemli özelliklerinden biri, herhangi bir konuyu genel hatlarıyla bilmenin ötesinde, konunun en ince teferruatına varıncaya ka- dar tüm birimlerine inerek incelemektir. Bunu yaparken de analiz ve sentezler yapıp iĢleni- len konuyu tamamen kavramak ve tümevarım metodu ile de belirli neticelere ulaĢmaktır. ĠĢte bu nedenle, asrın insanına çağının diliyle hitap edebilmek için, Kur‟ân araĢtırmaları da 7 bu alana yönelmiĢtir. Bu metotta kelime ve ifadeler, odak veya anahtar kavramlar, bir dilin temel yapı taĢları olup kültür, medeniyet ve düĢünce sistemleri açısından çok önemlidir. Çünkü on- lar, topyekûn bir dünya görüĢünün ve kâinat tasavvurunun, ayrıca bir zihniyetin özlü ifa- 8 desidir. Bu açıdan herhangi bir metni anlama ve yorumlamada kelime ve ifadelerin b i- linmesi ve anlaĢılması önemlidir. Kutsal metinlerin ve dinî nassların anlaĢılması ve yorumlanması sürecinde ise, ke- lime ve ifadelerin anlaĢılması diğer metinlere göre daha büyük önem arz etmektedir. Zira kutsal metinlerin gönderildiği insanlara vermek istediği görüĢ, insana, hayata, varlık ve evrene bakıĢı, kelime ve ifade formları, kavram kalıpları içerisinde takdim edilmiĢtir. BaĢ- ka bir ifadeyle ilahî hitap insanlara kelime, kavram ve ifade örgüsü içinde sunulmuĢtur. Kelimeler, semantik açıdan en küçük anlamlı birimler olup, ifade ve cümlelerin temel yapı taĢlarını oluĢtururlar. Kavramlar ise nesnelerin, dıĢ dünyaya ait varlıkların, objelerin zihin- lerdeki tasarımları olup, içerdikleri anlamlarla örgülü birer mana kozasını çağrıĢtırırlar. Bu sebeple Kur‟ân‟ın dünya görüĢünü, insan, toplum, hayat, varlık, eĢya ve evrene bakıĢını doğru biçimde anlamak, yorumlamak ve kavramak, yukarıda sözü edilen mana kozalarını, 9 kelime ve kavram yapısını, onların Kur‟ân‟daki kullanılıĢ biçimlerini bilmekten geçer. AraĢtırmamızda semantik inceleme metodu kullanılmıĢ ve öncelikle “ / s-b-l” kökünden türeyen kelimelerin ve konumuzla ilgili diğer kelimelerin semantik incelemeleri yapılmıĢtır. Bunun için ulaĢabildiğimiz en eski Arapça sözlüklere müracaat edilmiĢtir. Ke- limelerin sözlük anlamlarını ortaya çıkarmak için Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî‟nin (175/791) Kitâbu‟l-„ayn, Ezherî‟nin (370/980) Tehzîbü‟l-luga, Cevherî‟nin (400/1009‟dan 7 ġahin Güven, “Günümüz Tefsir ÇalıĢmalarında Yeni Bir Yöntem: Konulu Tefsir Metodu”, Tarihten Gü- nümüze Kur‟an‟a YaklaĢımlar, Ġlim Yayma Vakfı Kur‟an ve Tefsir Akademisi, Ġstanbul 2010, s. 446. 8 Hasan Yılmaz, Semantik Analiz Yönteminin Kur‟ân‟a Uygulanması, Kurav Yayınları, Bursa 2007, s. 131. 9 Yılmaz, a.g.e., s. 11. 3 önce) es-Sıhâh, Râğıb Ġsfahânî‟nin (502/1108) el-Müfredât, ZemahĢerî‟nin (538/1143) Esâsü‟l-belâga, Ġbn Manzûr‟un (711/1311) Lisânü‟l-Arab, Zebîdî‟nin (1205/1791) Tâcu‟l- „arûs adlı eserlerine; terim anlamları için ise Cürcânî‟nin (816/1413) et-Ta„rîfât, Ebü‟l- Bekâ‟nın (1095/1684) el-Külliyât ve Tehânevî‟nin (1158/1745) Mevsû„atü keşşâfi ıstı- lâhâti‟l-fünûn ve‟l-„ulûm adlı eserlerine baĢvurulmuĢtur. Takip edilen diğer bir metot ise literatür tarama metodudur. ÇalıĢmamız Kur‟ân ek- senli olduğu için temel kaynağımız Kur‟ân-ı Kerîm‟dir. Ġlgili âyetlerin tefsirleri için Ta- berî‟nin (310/922) Câmi„u‟l-beyân‟ı, Ġbn Ebû Hâtim‟in (327/938) Tefsîrü‟l-Kur‟âni‟l- „azîm‟i, ZemahĢerî‟nin (538/1143) el-Keşşâf‟ı, Fahreddîn er-Râzî‟nin (606/1209) et- Tefsîru‟l-kebîr‟i, Kurtubî‟nin (671/1272) el-Câmi„ li ahkâmi‟l-Kur‟ân‟ı, Beyzâvî‟nin (685/1286) Envârü‟t-tenzîl‟i, Nesefî‟nin (710/1310) Medâriku‟t-tenzîl‟i, Ġbn Kesîr‟in (774/1372) Tefsîru‟l-Kur‟âni‟l-„azîm‟i, ġevkânî‟nin (1250/1834) Fethu‟l-Kadîr‟i, Bur- sevî‟nin Rûhu‟l-beyân fî tefsîri‟l-Kur‟ân‟ı, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır‟ın (1942) Hak Dini Kur‟ân Dili adlı tefsirleri baĢta olmak üzere, mümkün olduğunca fazla tefsirler- den faydalanılmaya çalıĢılmıĢtır. Konularla ilgili Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm Ansiklope- disi (DĠA) maddelerinden yararlanılmaya özen gösterilmiĢtir. ÇalıĢmamızın temel kaynak- larından birini oluĢturan hadisler için Kütüb-i Sitte diye adlandırılan temel hadis külliyatı- na baĢvurulmuĢtur. Ayrıca çalıĢmamızda geçen konularla ilgili yazılmıĢ kitap, tez ve ma- kalelerden mümkün olduğunca yararlanma yoluna gidilmiĢtir. Âyetlerin Türkçe mealleri için genellikle Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı‟nın yayımladığı meâl kullanılmıĢtır. Asılları Arapça ve Farsça olan kelimelerin, isimlerin ve eserlerin ya- zımında -baĢka belirleyici bir kural yoksa- Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm Ansiklopedisi (DĠA) imlâ kaideleri esas alınmıĢtır. Dipnot kullanımında yararlanılan kaynaklar ilk geçtiği yerde tam künyesi ile sonraki yerlerde ise uygun biçimde kısaltılarak verilmiĢ olup ayrıca çalıĢmanın sonuna kaynakça eklenmiĢtir. ÇalıĢmamız giriĢ ve üç bölümden oluĢmakta olup sonuç ve kaynakça ile tamam- lanmaktadır. GiriĢ bölümünde konunun daha iyi anlaĢılmasını sağlayacak ön bilgi mahiyetinde tanıtıcı açıklamalara yer verilmiĢtir. Birinci bölümde sebîl kelimesi ve sebîlüllah kavramının anlam alanları incelenmiĢ- tir. Sebîlüllah kavramını oluĢturan iki kelimeden ilki olan sebîl kelimesinin köken itibari 4 ile ilgili olduğu kelime grubu ve bu gruptaki kelimeler ile iliĢkisi temel sözlük kaynakları- na müracaat edilerek ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Kelimelerin bağlama göre değiĢik ma- nalar aldıkları vurgulanarak, sebîl kelimesinin Kur‟ân‟daki anlam çeĢitliliği (vücûh) ve eĢ anlamlıları (nezâir) kullanıldıkları âyetler bağlamında açıklanmıĢtır. Sebîlüllah kavramını oluĢturan kelimelerden ikincisi olan Allah lafza-ı celâli hakkında bilgi sunulmuĢtur. De- vamında sebîlüllah kavramı hakkında dil âlimlerinin, müfessirlerin ve muhaddislerin gö- rüĢleri, âyet ve hadisler çerçevesinde aktarılmaya gayret edilmiĢtir. Tevbe sûresinin 60. âyetinde geçen ve zekât verilecek sekiz sınıftan biri olarak sayılan “fî sebîlillah” grubu hakkında mütekaddimîn ve müteahhirîn dönemi müfessir ve Ġslâm hukukçularının görüĢle- ri ile birlikte son asırdaki âlimlerin görüĢleri ve ilgili konudaki mana geniĢlemesinin ne- denleri ayrıntılı olarak incelenmiĢtir. Ġkinci bölümde, Kur‟ân-ı Kerîm‟de sebîlüllah kavramının anlam çerçevesini ortaya çıkarabilmek için kavram ile benzer ve zıt mana iliĢkisi bulunan diğer kavram ve terkipler, ilgili âyetler ve müfessirlerin yorumları ıĢığında aktarılmaya gayret edilmiĢtir. Ayrıca sebîlüllah kavramının eylemlere bakan yönünü tespit edebilmek amacıyla birlikte kullanıl- dığı fiiller kısaca tanıtılmıĢtır. Üçüncü bölümde ise Allah yolunda olmanın imanî ve amelî yönden bir mihenk taĢı oluĢu ve sebîlüllahın davranıĢlara yansıması incelenmiĢtir. Fakat bu baĢlık altındaki konu- lar çok geniĢ çaplı oldukları için kısa bir giriĢten sonra sebîlüllaha bakan yönleri ele alın- mıĢtır. Devamında Allah yolunu takip edenleri bekleyen mükâfatlar ve Allah yolunu engel- lemeye çalıĢanları bekleyen cezalar âyetler ıĢığında incelenmiĢtir. Sonuç bölümünde araĢtırmamız ile ulaĢtığımız neticelerin bir özetini yaptıktan son- ra çalıĢmamızın baĢından sonuna kadar istifade ettiğimiz tüm kaynaklar ayrıntılı künyeleri ile birlikte kaynakça bölümünde belirtilmiĢtir. 5 BĠRĠNCĠ BÖLÜM SEBÎLÜLLAH KAVRAMININ ANLAM ALANI 6 1. SEBÎLÜLLAH KAVRAMINI OLUġTURAN KELĠMELER 1.1. SEBÎL KELĠMESĠ 1.1.1. Sözlük ve Terim Anlamı “Sebîl / ل َ kelimesi, “s-b-l / ” kökünden türemiş olup yol, açık ve büyük ”َسبِي 10 11 12 yol , kolaylıkla ulaşılabilen yol, yolun ortası veya çokça kullanılan bölümü manala- rına gelen bir isimdir. Sebîl, yol olarak kullanılan yerlerden gidilip gelinmesi alıĢkanlık 13 haline gelmiĢ olanına yani sıkça kullanılan çeĢidine verilen isimdir. Bu kökten türeyen kelimelerin çoğunluğu bir Ģeyin yayılıp geliĢmesi, bollaĢması ve uzaması manalarını içe- 14 rir. Yol da uzayıp gittiği ve yeryüzünün bir yerini diğer bir yerine bağlayacak şekilde 15 uzandığı için sebîl diye isimlendirilmiştir. Sebîl kelimesi hem müzekker, hem de mü- 16 17 ennes olarak kullanılır. Hicaz ahalisinin lügati olan müennes kullanım, Temim ahali- 18 19 sinin lügati olan müzekker kullanımdan daha yaygındır. Ezherî‟ye (370/980) göre 10 Ġbn Manzûr, Cemâleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisânü‟l-„Arab, I-XV, Dâru Sâdır, Beyrut, ty., XI, 319; Mütercim Âsım Efendi, el-Okyânûsü‟l-basît fî tercümeti‟l-Kâmûsi‟l-Muhît, I-III, Matbaatü‟l- Osmaniye, Ġstanbul 1305, III, 240. 11 Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Ya„kub, Besâ‟iru zevi‟t-temyîz fî letâ‟ifi‟l-kitâbi‟l-„azîz, I-VI, tah. Muham- med Ali en-Neccâr, Mektebetü‟l-Ġlmiyye, Kahire 1992, III, 185. 12 Râğıb Ġsfahânî, el-Müfredât fî garîbi‟l-Kur‟ân, tah. Muhammed Seyyid Keylânî, Dârü‟l-Ma„rife, Bey- rut, ty., s. 223. 13 Ebü‟l-Bekâ, Eyyüb b. Musa el-Kefevî, el-Külliyât, tah. Adnan DerviĢ - Muhammed el-Mısrî, Müessese- tü‟r-Risâle, 3. baskı, Beyrut 1998, s. 513. 14 Ġbn Fâris, Ebu Hüseyn Ahmed b. Fâris, Mu„cemü mekâyîsi‟l-luga, I-VI, tah. Abdüsselam Muhammed Hârun, Dârü‟l-Fikr, yy., 1979, III, 130. 15 Cebel, Muhammed Hasan Hasan, el-Mu„cemu‟l-iĢtikâkî el-mu‟essale li-elfâzi‟l-Kur‟ân, I-IV, Mektebe- tu‟l-Âdâb, Kâhire 2010, II, 953. 16 Ferâhîdî, Halîl b. Ahmed, Kitâbu‟l-„ayn müretteben „alâ hurûfi‟l-mu„cem, I-IV, tah. Abdulhamid Hen- dâvî, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2003, II, 214. 17 Örn: ﴾... َاتََّبَعٖنى ََوَمِن َاَنَا َ ة ََبٖصيَر َعََلٰى َِلىَاللِّٰه َا ََسٖبيٖلىَاَْدُعوا َٰهِذٖه De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana“ ﴿َقُْل uyanlar bilerek Allah‟a çağırırız ...” Yûsuf, 12/108. 18 Örn. ﴾...ََّتِخُذوُهَسََٖبيًلا ِّىََي ْلَغ َّتِخُذوُهََسٖبيًلاََواِْنََيَرْواََسٖبيَلَا ُّرْشِدََلاََي Doğru yolu görseler onu yol ...“ ﴿... َواِْنََيَرْواََسٖبيَلَال edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu yol edinirler...” A„râf, 7/146. 19 Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 320; Âsım Efendi, a.g.e., III, 240. 7 20 kelimenin çoğulu “sübül / ل َ olarak gelir ”ُسُب ve Kur‟ân‟da sadece bu çoğul kullanılmış- 21 tır. Feyyûmî‟ye (770/1368) göre ise bu kelime müzekker kullanımın çoğulu olup müen- 22 nes kullanımın çoğulu “sübûl / ل َ .şeklinde gelmektedir ”ُسُبو Sebîl kelimesi, Kur‟ân-ı Kerîm‟de tüm tekil ve çoğul biçimleriyle beraber toplam yüz yetmiş altı yerde geçmektedir. Allah lafzı ile birlikte (sebîlüllah) altmış dokuz kez, aynı manayı ifade edecek şekilde çeşitli zamirlerle birlikte (sebîlihî, sebîlünâ, sebîlî) yirmi iki kez geçmektedir. Yolcu manasındaki “ibnü‟s-sebîl” şeklinde beş defa; sevâe, rüşd, reşâd ve kasd kelimeleri ile “dosdoğru yol” manası oluşturacak şekilde on bir defa; çeşitli kelimeler ile sebîlüllahın dışında kalan küfür yollarını ifade etmek üzere altı defa kullanıl- 23 mıştır. Bunların dışında tekil biçimde elli dört, çoğul olarak dokuz defa kullanılmıştır. Kelimenin bu kadar çok tekrarlanması, onun Kur‟ân‟daki anahtar kelimelerden biri olduğunun delillerindendir. Ġslâm düĢüncesi ve Kur‟ân semantiği üzerine yaptığı çalıĢma- larla tanınan Japon Ģarkiyatçı Toshihiko Izutsu (1993), yol anlamına gelen sebîl ve sırât kelimelerinin, Kur‟ân‟a özgü dinî mananın biçimlenmesinde açık bir rol oynadıklarını ve dikkatsiz bir okuyucunun bile Kur‟ân‟nın başından sonuna kadar bu fikirle dolu olduğunu görebileceğini belirterek konu ile alakalı olarak şu izahı yapmaktadır: “Çok açıktır ki sırât veya onun eş anlamlısı olan sebîl, odak bir kelimedir. Her biri kendine özgü bir mana taşı- yan ve Kur‟ân‟ın düşünce sistemine katkıda bulunan büyük bir kelimeler ailesinin başkanı durumundadır. Bu alanın anahtar kelimeleri başlıca üç grupta toplanabilir: 1) Yolun niteli- ğine ait manalar taşıyan kelimeler. Kur‟ân-ı Kerîm bu meseleye yolun düz (müstakîm ve seviyy, vs.) yahut eğri („ivec, mu‟avvec vs.) oluşu noktasından bakar. 2) İnsanın iradesini yahut doğru yola sevk edilip edilmediğini gösteren kelimeler. (hüdâ, ihtidâ, reşâd vs). 3) 24 Doğru yoldan ayrılmayı bildiren kelimeler. (dalâl, ğavâye, teyhe vs.)” Allah Teâlâ, düz veya eğri yolların bulunduğunu ve insanın iradesinin hangisine tabi olması gerektiğini vahiy ile bildirmiştir. Buna göre kişi, ömür boyu ilerleyeceği hidayet ya da dalâlet yolu- 20 Ezherî, Ebû Mansur Muhammed b. Ahmed, Tehzîbü‟l-luga, I-XV, tah. Heyet, Dârü‟l-Mısriyye, Kahire, ty., XII, 436. 21 Örn. bkz: Mâide, 5/16; En„âm, 6/153; Nahl, 16/15, 69; Ġbrâhîm, 14/12. 22 Feyyûmî, Ahmed b. Muhammed, el-Misbâhu‟l-münîr, Mektebetü Lübnan, Beyrut 1987, s. 101. 23 Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, el-Mu„cemü‟l müfehres li elfâzi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Çağrı Yayınları, Ġstanbul 1987, s. 341-344. 24 Toshihiko Izutsu, Kur‟ân‟da Allah ve Ġnsan, çev. Süleyman AteĢ, Yeni Ufuklar, Ġstanbul, ty. s. 39-40. 8 nu kendi iradesi ile seçmektedir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de tüm bu süreç yol kelimesinin etra- fında anlatılmaktadır. Ġnsan, hayatını sürdürmesi ve geçimini sağlaması için gitmesi gereken yerlere yol- lar aracılığıyla ulaşmaktadır. Bundan mülhem olarak hedefe ulaĢtıran ve maksuda erdiren faaliyetlerin tümüne sebîl (yol) adı verilmiĢtir. Ebû Hayyân el-Endelûsî (745/1344), sebîl kelimesinin bu özelliğini “insanı arzu ettiği Ģeylere ulaĢtıran vasıtalar hakkında kullanılır” 25 diyerek vurgulamaktadır. Ġsmail Hakkı Bursevî (1137/1724), sebîl kelimesini “eğer genel olarak kullanılırsa itaat yollarının hepsini kapsar, fakat mutlak olarak söylenirse cihada has 26 kılınır” Ģeklinde açıklamıĢtır. Mütercim Âsım Efendi (1235/1819) ise Ģu tanımı yapmak- tadır: “Lisân-ı Ģer„ide mütedâvil sebîl-i ilâhî, mutlakan tekarrüb-ü ilallâh Ģerefine muvassıl 27 olan mezheb ve mesleğe ve ekserî gazâ ve cihada ıtlâk olunur.” Bu manadaki kullanıĢa Ankebût sûresinin 69. âyeti örnek verilebilir: َِّنَاللَّٰهَلََمَعَالُْمْحِسٖنينَََ﴾ َّنُهْمَُسُبَلَناََوا ﴿ َوالَّٖذيَنََجاَهُدواَٖفيَناَلََنْهِدَي “Bizim uğrumuzda cihad edenleri biz elbette yollarımıza iletiriz. Muhakkak ki Al- lah, iyilik edenlerle beraberdir.” Allah Teâlâ‟nın ileteceğini haber verdiği yollar, O‟nun rızasına, dolayısıyla da cen- 28 nete götüren ameller ve hayır yollarıdır. Âyette “yollarımıza” Ģeklinde çoğul halin kulla- 29 nılması, -Kur‟ân‟da sıkça ifade edildiği gibi- Allah‟ı bilip tanımaya (marifet) götüren 30 birçok yol bulunduğu gerçeğine iĢaret etmektedir. “Allah rızası için” ve “Allah‟ın uğrunda” manalarını içeren sebîlüllah kavramı, ba- zen çok kullanımdan dolayı kısaltılarak sadece sebîl kelimesi ile karĢılanmıĢtır. Bu yüzden “es-sebîl /ََُل َّسِبي ,dendiğinde “Allah‟ın yolunda, Allah rızası için vakfedilen, ücretsiz olan ” اَل 25 Endelûsî, Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf, el-Bahru‟l-muhît, I-VIII, tah. Adil Ahmed Abdulmevcud – Ali Muhammed, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1993, II, 73. 26 Bursevî, Ġsmail Hakkı, Rûhu‟l-beyân fî tefsîri‟l-Kur‟ân, I-X, Matbaa-i Osmâniyye, Ġstanbul 1330, III, 454. 27 “ġeriat dilinde geçerli olan ilâhî yol (sebîlüllah), kesinlikle Allah‟ın rızasını kazanmaya götüren mezheb (tutulan yol), meslek (yapılan iĢ) ve çoğunlukla da savaĢ ve cihad için kullanılır.” Âsım Efendi, a.g.e., III, 240; Girîdî, Sırrı PaĢa, Sırr-ı Ġnsân, Dersaadet 1312, s. 59. 28 ZemahĢerî, Ebu‟l-Kâsım Mahmud b. Ömer, el-KeĢĢâf „an hakâ‟ikı gavâmizi‟t-tenzîl ve „uyûni‟l-ekâvîl fi vücûhi‟t-te‟vîl, tah. Halîl Me‟mûn ġeyha, Dârü‟l-Ma„rife, Beyrut 2005, s. 824. 29 Râzî, Fahreddîn Muhammed b. Ömer, Mefâtîhu‟l-gayb (et-Tefsîru‟l-kebîr), I-XXXII, Dârü‟l-Fikr, Beyrut 1981, XXVI, 95. 30 Muhammed Esed, Kur‟ân Mesajı, Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak - Ahmet Ertürk, ĠĢaret Yayınları, 5. basım, Ġstanbul 2002, s. 818. 9 meccanen” manaları kastedilmiĢ olmaktadır. Bu kullanıma “ََِّسبِيل َُب ال ,(ücretsiz okul) ”َمْكَت َِل“ َُِب الَسبِي .ücret almayan kâtip) kullanımları örnek verilebilir)31 ”َكات “Cins isimler mutlak olarak zikredilirse yalnızca hak olanı ifade eder” kuralı gereği Kur‟ân‟da mutlak olarak kullanılan sebîl kelimeleri “Allah‟ın yolu, hak yol, dosdoğru yol” anlamlarına gelmekte- 32 dir. Örneğin Zuhrûf sûresinin 37. âyetindeki sebîl kelimesi “doğru ve hak yol olan İslâm dini” manasındadır: ََن ﴾ َّسِبيِلََوَيْحَسُبوَنَاَنَُّهْمَُمْهَتُدو َنُهْمََعِنَال ُّدو ﴿ َواِنَُّهْمَلََيُص “Şüphesiz bunlar (şeytanlar) onları hak yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda 33 olduklarını sanırlar.” Sebîl kelimesi, kendisi ile hayır veya Ģer herhangi bir hedefe ulaĢılan vasıtaların 34 tümü hakkında hassaten de Allah‟ın rızasını kazanmak amacıyla, O‟nun yolunda yapılan mal ve can fedakârlığını, cihadı, yol kenarlarında kuyu açmayı, boĢ arazilere yolcuların 35 konaklanması için hanlar bina etmek gibi davranıĢları, hibeleri ve bağıĢları ifade etmek için kullanılmaktadır. Ayrıca sebîl kelimesi buradan hareketle mecaz olarak diğer insanla- rın faydasına vakfedilen müesseseler için de kullanılır olmuĢtur. Özellikle bizim kültürü- müzde sebîl denildiğinde, karĢılık beklemeden hayır için dağıtılan içme suyu veya büyük Ģehirlerin iĢlek caddeleri üzerinde ve genellikle camilere bitiĢik olarak yapılmıĢ içme suyu 36 dağıtılan taĢ yapı veya çeĢmeler anlaĢılmaktadır. 1.1.2. S-B-L Kökünden Türeyen Diğer Kelimeler “ / s-b-l” kökünden türeyen kelimelerin genel olarak iki temel anlamı vardır. Bunların ilki, bir şeyin kesintisiz olarak sürmesi, yayılıp gelişmesi, bollaşması ve uzaması; 37 ikincisi ise bir şeyin yukarıdan aşağıya doğru inmesi, düşmesi veya bırakılmasıdır. Her iki gruptaki kelimelerde de ortak olarak bolluk, bereket ve kolaylık manaları hemen göze 31 Reinhart Dozy, Tekmiletü‟l-me„âcimi‟l-„Arabiyye, I-X, çev. Muhammed Selîm Nu„aymî, Dârü‟r-ReĢîd, Bağdat 1980, VI, 29. 32 Ġsfahânî, a.g.e., s. 223. 33 Ayrıca bkz: Furkân, 25/17; Ankebût, 29/38; Ahzâb, 33/4. 34 Ġsfahânî, a.g.e., s. 223. 35 Dozy, a.g.e.,VI, 30. 36 Nur Urfalıoğlu, “Sebil”, DĠA, XXXVI, Ġstanbul 2009, s. 249. 37 Ġbn Fâris, a.g.e., III, 129. 10 çarpmaktadır. Çünkü herhangi bir şeyin aşağıya doğru inişinde veya düşüşünde bir kolay- 38 lık olduğu gibi, bir şeyin yayılıp genişlemesinde ve uzamasında da bolluk manası vardır. “ / s-b-l” kökünden türeyen kelimelerin temel mana gruplarına göre kullanım örnekleri şöyledir: 1.1.2.1. Bir Şeyin Yayılıp Gelişmesi, Bollaşması ve Uzaması “ / s-b-l” kökünün ism-i fâili olan “sâbil / ِل َ yolcu, bir yola giren ve o yolda ”ساب yolculuk eden kiĢi için kullanılmakta olup çoğulu “sâbile / 39” olarak gelmektedir. 40 Aynı zamanda “sâbile / ” ihtiyaçlarını karĢılamak amacıyla yollarda gelip giden 41 yolcu kafilelerine denir ki onun da çoğulu “sevâbil / ل َ .olarak gelmektedir ”َسوابِ “ 42” tamlaması “girilmiĢ ve tutulmuĢ yol” manasındadır. Aynı kökten gelen “sebel / َ ل kelimesi göz damarlarının örümcek ağına benzer bir Ģekil alarak gözde meydana ”سََبََ 43 getirdiği perdeleme sonucu oluĢan hastalığa verilen bir isimdir. Bu anlamda “iĢlek ve birçok yolun bir araya gelmesiyle oluĢan modern sistem / yol” anlayıĢına da atıfta bulu- 44 nuluyor olabilir. Kelimedeki bolluk manasından hareketle “ ” Ģeklindeki 45 kullanım “yolu kullanan kafileler çoğaldı, yani yol iĢlek oldu” demektir. Aynı Ģekilde َ ل “ َ ق َمْسُبو tamlaması “iĢlek yol” için kullanıldığı gibi ”46 َطِري “çokça izlenilen yöntem” ma- 47 nasında da kullanılmaktadır. Bolluk ifadesi “bir malı Allah yolunda vakfedip bol bol harcamak” manasına gelen “sebbele / ََل َّب َس 48” fiilinde açıkça görülmektedir. “ ” “bir ürün, hayır yollarında ve 38 Ayrıntılı bilgi için bkz: Ramazan Ege, “Tarîk, Sebîl, Sırât ve ġir„a Kelimelerinin Arap Dili Açısı n- dan Mukayeseli Anlamları ve Kur‟ân-ı Kerîm‟de KullanılıĢları”, DEÜĠF Dergisi, Ġzmir 2004, sy. 19, s. 21-59. 39 Ġsfahânî, a.g.e., s. 223. 40 Ġbn Fâris, a.g.e., III, 130. 41 Ferâhîdî, a.g.e., II, 214; Ezherî, a.g.e., XII, 438, Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 320. 42 Ġsfahânî, a.g.e., s. 223. 43 Cevherî, Ġsmâil b. Hammâd, es-Sıhâh (Tâcu‟l-luga ve Sıhâhu‟l-Arabiyye), tah. Ahmed Abdulgafûr Attâr, I-VII, Dârü‟l-Ġlm li‟l-melâyîn, Beyrut 1990, IV, 1724; Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 322. 44 Ege, “a.g.m.”, s. 37. 45 Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 320. 46 Ege, “a.g.m.”, s. 36. 47 Ferâhîdî, a.g.e., II, 214. 48 Ferâhîdî, a.y. 11 49 iyilik çeĢitlerinde sarf edildi, bol bol verildi” demektir. Hz. Peygamber, Hayber‟deki hurma bahçesi hakkında soru soran Hz. Ömer‟e: “ِّبْلََثَمَرَتَها -Onun aslını [Al) ”اْحِبْسَأَْصَلَهاََوَس 50 lah için] hapset ve [gelirini] tasadduk et) buyurmuĢlardır. Yani “bahçeyi Allah için vak- fedip ürününü vakfettiğin kiĢilere harca” demektir. KiĢi, herhangi bir malı vakfettiği zaman “َََّشْيء َّبلََ ال -denilir ki sanki o malı her ”َس 51 kesin ulaĢabileceği iĢlek bir yol kılmıĢ gibidir. Hollandalı Ģarkiyatçı Reinhart Dozy‟e (1883) göre “sebbele / َََّبل .fiili, “bir Ģeyi meccanen, bedava vermek” manasındadır ”سََ Örneğin “ ًََّجانا ََم َالَْماَء َّبَل cümlesi “(susayanlara) suyu bedava verdi”, demektir. Ama ”َس çok kullanımdan dolayı “meccânen / ًََّجانا َالَْماءََ“ kelimesi söylenmez ve kısaca ”مََ َّبَل ”َس 52 denilir. Müslüman dil âlimlerine göre ise bu kullanım, yukarıda da açıkladığımız gibi َاللّٰهَِ“ َّشْيءََ ٖفىََسٖبيِل َال َّبَل ,bir Ģeyi Allah rızası için bol bol verdi) manası içermekte olup) ”َس “Allah‟ın rızasına ulaĢmak maksadıyla karĢılık beklemeden verme” manası öne plana 53 çıkmaktadır. َّزْرُعَ“ ََل اَل ”ekin baĢak bağladı, baĢaklandı“ ”54 اَْسَبلََ / َسْنَب demektir ki baĢak olgunla- Ģıp geliĢtiği için bu kelime kullanılmıĢ olabilir. “ َََّدْمع -çok gözyaĢı döktü, gözyaĢ“ ” أَْسَبلََ ال 55 ları birbiri ardınca aktı”, demektir. َلْيهَِ “ أَْسَبلََ َع 56 ” mecazen “aleyhinde çok söz söyledi” 57 manasında kullanılmaktadır. َ َن “ فُلا .ise “filan çokça sövüp saydı”, demektir ” َسَبلََ 58 Bu kullanımların hepsinde bolluk ve çoğalma manaları açıkça görülmektedir. 49 Feyyûmî, a.g.e., s. 101. 50 Nesâî, “Ahbâs”, 3; Ġbn Mâce, “Sadakât”, 4. 51 Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 320. 52 Dozy, a.g.e.,VI, 27. 53 Ferâhîdî, a.g.e., II, 214; Feyyûmî, a.g.e., s. 101; Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 320. 54 Cevherî, a.g.e., IV, 1723. 55 Cevherî, a.y.; Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 321; Vankulu, Muhammed b. Mustafa, Tercüme-i Sıhâh-ı Cevherî - [Lügât-i Vankulu], I-II, Dârü‟t-Tıbâati‟l-ma„mûra, Kostantiniye (Ġstanbul) 1217, II, 299. 56 ZemahĢerî, Ebu‟l-Kâsım Mahmud b. Ömer, Esâsü‟l-Belâga, I-II, tah. Muhammed Bâsil, Dârü‟l-Kütübi‟l- ilmiyye, Beyrut 1998, I, 436. 57 Âsım Efendi, a.g.e., III, 240. 58 ġertûnî, Said el-Hûrî, Akrabü‟l-mevârid, I-III, Mektebetü Âyetullâhi‟l-„Uzmâ el-MaraĢî, Kum 1403, I, 492. 12 1.1.2.2. Bir Şeyin Yukarıdan Aşağıya Düşmesi, İnmesi, Bırakılması Bu mana grubuna en güzel örnek “esbele / ََأْسَبل” fiilidir. Mesela “ َََالماء َالرجُل ” أْسَبَل 59 (adam suyu döktü) ََها “ ;(at, kuyruğunu aĢağı saldı) ” اَلَْفَرُسَأَْسَبَلََذنَْبهَُ “ ; ْلَمْرأَُةَأَْسَبَلْتََذْيَل -ka) ” اَ 60 61 dın eteğini aĢağı saldı) .elbisesini aĢağı saldı), demektir) ” أَْسَبلََ إَِزاَرَُه “ ; KiĢi elbisesini uzun tutup yerlerde sürüklediğinde “ َُه ََل فُلا َنَثَِياَب أَْسَب 62 ” denilir. Bir hadis-i Ģerîfte, bu fiilden türetilen “müsbil / ل َ ُمْسِب 63 ” kelimesi yürürken kibrinden dolayı “elbisesini yerlerde sürük- 64 leyen kiĢi” manasında kullanılmıĢtır. Benzer Ģekilde “ ل َ َ ل ِمْسَبا -âdeti vechiyle her za“ ” َرُج 65 man elbisesini yerlerde sürükleyen adam” demektir. “Sebel / ل َ kelimesi de Ģu hadis-i ”َسبََ Ģerifte “topuktan aĢağı sarkıtılmıĢ elbise” manasında kullanılmıĢtır: “Kim kibirden dolayı 66 67 elbisesini (yerde) sürüklerse Allah ona kıyamet günü bakmaz.” Ayrıca burun, sövüp 68 69 70 71 saymak, baĢak, yağmur, sağanak yağan yağmur, buluttan dökülen ama yeryüzüne 72 ulaĢmamıĢ, havada akmaya devam eden yağmura da “sebel / ََُسَبل” denilmektedir. Yağmur, hem yukarıdan aĢağıya doğru inmesi, hem de kendisinde bolluk ve bere- ket barındırması sebebiyle “esbele / ََل ْلَمَطَُر “ fiili ile kullanılmıĢtır. Örneğin ” أْسَب َا ” أَْسَبَل 73 “yağmur iri ve yoğun olarak yağdı” demektir. ZemahĢerî, yağmurun yoğunluğundan do- 59 Feyyûmî, a.g.e., s. 101. 60 Ferâhîdî, a.g.e., II, 214; Ezherî, a.g.e., XII, 437. 61 Cevherî, a.g.e., IV, 1723. 62 Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 321. 63 Ezherî, a.g.e., XII, 437; Ġbnü‟l-Esîr, Mecdüddin el-Mübârek b. Esîrüddîn, en-Nihâye fî garîbi‟l-hadîs ve‟l-eser, I-V, tah. Tâhir Ahmed ez-Zâvî - Mahmûd Muhammed et-Tanâhî, Mektebetü‟l-Ġslâmiyye, yy., 1963, II, 339; Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 321. 64 “Üç kişi vardır ki Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz; Onlar: “Elbiselerini sürüyerek yürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve malına yalan yeminle revaç verip satmaya çalışandır.” Müslim, “Ġman”, 171; Ebu Dâvûd, “Libâs”, 25; Nesâî, “Büyû”, 5. 65 Ferâhîdî, a.g.e., II, 214. 66 Ġbn Mâce, “Libâs”, 6; Ġbnü‟l-Esîr, a.g.e., II, 339. 67 Fîrûzâbâdî, Muhammed b.Yakub, el-Kâmûsü‟l-muhît, tah. Muhammed Na„im, Müessesetü‟r-Risâle, 8. baskı, Beyrut 2005, s. 1012. 68 Fîrûzâbâdî, a.y. 69 Cevherî, a.g.e., IV, 1723. 70 Ferâhîdî, a.g.e., II, 214; Ezherî, a.g.e., XII, 437; Cevherî, a.g.e., IV, 1723. 71 Ġbn Fâris, a.g.e., III, 130; Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 321. 72 Cevherî, a.g.e., IV, 1723; Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 321. 73 Cevherî, a.g.e., IV, 1723. 13 layı sanki araya bir perde inmiĢ gibi göz gözü görmemesi durumunun, mecazen bu kelime 74 ile ifade edildiğini kaydetmektedir. “Süble / َُسَُْبَلة ” kelimesi ise “geniĢ alana yağan kuv- 75 vetli sağanak yağmur”, demektir. “Sebele / َُسَََبَلة ” kelimesi “bıyık, bıyıkların iki tarafının 76 burnun tam altındaki birleĢme yeri”, demektir. Bıyığın bu kelime ile ifade edilmesinin 77 nedeni aĢağıya doğru inen durumlarıdır. Aynı kökten türeyen bu kelimelerdeki bırakılma, düĢme ve inme manaları açıkça görülmektedir. 1.1.2.3. Sebîl Kelimesinin Farklı Kullanımlarına Örnekler Sebîl kelimesi, yukarıdaki temel kullanımlarına ek olarak şu şekillerde de kullanıl- maktadır: َِل “ ;(Mesela, örneğin, söz gelimi, söz gelişi, söz temsili, örnek olarak) ” َعلَيََسِبيِلَالِْمَثا “ ” (açıklayıcı olarak, açıklama kabilinden); “ ” (deneyerek, deneme yolu ile, deneme mahiyetinde); “ ” (şakadan, şaka olarak); “َََِضاَقْتَبِه َُل ُّسُب -önündeki problemleri çözme konusunda aciz kaldı, çıkmaza girdi, çıkar yol bula) ”ال madı); “ ” (bunu yaptığım için beni kimse ayıplayamaz, bunu yapmakta 78 79 gayet de haklıyım); ;(önlem olarak, ihtiyaten) ” َعَليََسِبيِلَاْلِاْحِتيََاطَِ “ “ ” (birinin 80 yolunu kapatmak, yolunu kesmek); -ayrıntılı olarak, etraflıca, tereffua) ” َعَليََسِبيِلَالَْحْصرَِ “ 81 tıyla); “ 82” (ölmek, vefat etmek); “ ” (birinin tuttuğu 83 yolu tutmak, birinin yolunu izlemek); “ ” (bu işi yapmanın yolu yok); ََل“ َّسبِي ََدَلَُهَال َّه َُه “ ,(ona yardım etti) ” َم َليََسِبيَل hürriyetine kavuĢturdu, serbest) ” أَْطَلَقَاَْوََخلَّيَاَْوَأََْخ 74 ZemahĢerî, Esâsü‟l-Belâga, I, 435. 75 Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 321. 76 Ferâhîdî, a.g.e., II.214; Ġbn Manzûr, a.y. 77 Ġsfahânî, a.g.e., s. 223. 78 Serdar Mutçalı, Arapça – Türkçe Sözlük, Dağarcık Yayınları, Ġstanbul 1995, s. 376. 79 Mutçalı, a.g.e., s. 203. 80 Mutçalı, a.g.e., s. 561. 81 Mutçalı, a.g.e., s. 173. 82 Ġbrâhîm Mustafa ve diğerleri, el-Mu„cemü‟l-vasît, Çağrı Yayınları, Ġstanbul 1992, s. 875. 83 Ġbrâhîm Mustafa ve diğerleri, a.g.e., s. 957. 14 bıraktı) manasında olup özellikle gözaltına alındıktan sonra salıvermeyi ifade etmekte kul- 84 lanılmaktadır. 1.1.3. Kur‟ân‟da Sebîl Kelimesinin Anlam ÇeĢitliliği Kur‟ân-ı Kerîm‟de bir kelimenin farklı âyetlerde farklı anlamlarda kullanılmasına 85 “vücûh” denilmektedir. Arapça‟da kelimeler, karinelerin iĢaret ettiği bağlamda kullanıl- makta ve içerdikleri manalar da bu bağlama göre farklılaĢmaktadır. Bu itibarla sebîl kelimesi sözlükte temel anlamı itibariyle yol manasına gelmekle beraber, Kur‟ân‟da geçtiği bağlama göre değiĢik anlamlar almaktadır. Örneğin Mukâtil b. Süleyman (150/767), el-Vücûh ve‟n- nezâir fi‟l-Kur‟âni‟l-Azîm adlı eserinde on dört farklı manada; Ġbnü‟l-Cevzî (597/1200), Nüzhetü‟1-a„yüni‟n-nevâzir fî „ilmi‟l-vücûh ve‟n-nezâ‟ir adlı eserinde on bir farklı manada; Dâmegânî (478/1085), Kâmûsu‟l-Kur‟ân adlı eserinde on dört farklı manada kullanıldığını kaydetmiĢlerdir. Bu üç kitapta bulunan manalar birleĢtirilip toplam on altı baĢlık halinde Ģöyle sıralanabilir: 1.1.3.1. Allah’a İtaat Yolunda / Uğrunda Sebîl kelimesi Allah lafzı ile birlikte kullanıldığında Allah‟a itaat yolunda / uğrunda 86 manalarını ihtiva etmektedir. Örnek olarak Bakara sûresinin 195. âyeti verilebilir: َْنِفُقواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاَتُْلُقواَبِاَْيٖديُكْمَاِلَىَالتَّْهلَُكةَََِ...َ﴾ ﴿ََوا “Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın …” Bu âyet, Allah‟a itaat ettiğinizi göstermek için O‟nun uğrunda mallarınızdan infâk edin 87 manasına gelmektedir. Yine Nisâ sûresinin 76. âyetinde müminler Ģöyle tarif edilmiĢtir: َّطاُغوتَََِ...َ﴾ َِهََوالَّٖذيَنََكَفُرواَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَال َالَّٖذيَنَاَٰمُنواَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَاللّٰ ﴿ “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler de tâğût yolunda savaşır- lar...” Yani iman edenler, Allah‟ın emirlerine itaat uğrunda savaĢırlar, demektir. 84 Ahmed Muhtar Ömer, Mu„cemü‟l-lugati‟l-Arabiyyeti‟l-mu„âsıra, I-IV, Âlemü‟l-kütüb, Kahire 2008, II, 1031. 85 Abdurrahman Çetin, Kur‟ân Ġlimleri ve Kur‟ân-ı Kerîm Tarihi, Dergâh Yayınları, 2. baskı, Ġstanbul 2012, s. 344. 86 Mehmet Okuyan, Kur‟ân‟da Vücûh ve Nezâir -Çokanlamlı Kavramlar, Kelimeler ve Edatlar-, Etüt Yayınları, Samsun 2001, s. 223. 87 Mukâtil b. Süleymân el-Ezdî, Kitâbu tefsîri‟l-hamsi mi‟e „âye mine‟l-Kur‟ân, tah. Isalah Goldfeld, Dârü‟l-MeĢrik, ġifâ Amr (Filistin) 1980, s. 52. 15 ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََوَيْبُغوَنَهاَِعَوًجاََوُهْمَبِاْلاِٰخَرِةَُهْمََكاِفُرونََ ﴾ ﴿ اَلَّٖذيَنََيُص “Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen 88 kimselerdir. Hem de onlar âhireti inkâr edenlerin ta kendileridir.” Kurtubî, yukarıdaki âyette geçen sebîl kelimesini “iman ve itaat” ile tefsir etmekte 89 ve “Allah‟a iman ve itaatten alıkoyma” manası vermektedir. Sebîl kelimesinin Allah lafza-ı celâli ile birlikte (sebîlüllah) “Allah‟a itaat yo- lunda / uğrunda” manasına gelen bu kullanımı Kur‟ân-ı Kerîm‟in pek çok yerinde geç- 90 mektedir. 1.1.3.2. Yeterlilik, Güç ve İmkân Bulabilmek Hac ibadeti ile ilgili olan Âl-i Ġmrân sûresinin 97. âyeti Ģöyledir: ْلَبْيِتََمِنَاْسَتَطاَعَاَِلْيِهََسٖبيًلا ...﴾ ُّجَا َّناِسَِح َ﴿َ...ََولِلِّٰهََعَلىَال “... Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah‟ın insanlar üzerinde bir hakkıdır...” Bu âyetteki sebîl kelimesi “güç yetirmek ve imkân bulmak” manalarına gelmekte- 91 dir. Hz. Peygamber, buradaki sebîl kelimesinin ne olduğunu soran bir sahabîye “binit ve 92 azıktır” diye cevap vermiĢtir. Fahreddîn Râzî, âyetteki sebîl kelimesini Ģöyle açıklamak- tadır: “Bir Ģeye yol bulabilmek, o Ģeye ulaĢmaya imkân bulabilmek demektir. KiĢinin hac- ca imkân bulabilmesinin ölçüsü de beden sağlığının iyi olması, yolculuğu esnasında her- hangi bir nedenle ölüm korkusunun bulunmaması, bütün borçlarını ödeyip yolculuk gider- lerini karĢılamaya yetecek kadar paraya sahip olması ve bakmakla yükümlü olduğu kiĢilere (ailesine) hac yolcuğu süresince yetecek kadar para bırakabilmesidir. Aksi halde hacca 93 imkânı olmadığı (yol bulamadığı) için hac ona farz olmaz.” 88 Hûd, 11/19. 89 Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, el-Câmi„ li-ahkâmi‟l-Kur‟ân, tah. Abdullah et-Türkî, I- XXIV, Müessesetü‟r-Risâle, Beyrut 2006, XI, 92. 90 Âyetler hakkındaki açıklamalar için bkz: Mukâtil b. Süleyman el-Ezdî, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir fi‟l- Kur‟âni‟l-Azîm, tah. Hatim Salih ed-Dâmin, Merkezu Cum„ati‟l-Mâcid, 1. baskı, Bağdat 2006, s. 192; Ġbnü‟l-Cevzî, Ebü‟l-Ferec Cemâluddin, Nüzhetü‟l-a„yüni‟n-nevâzir fî „ilmi‟l-vücûh ve‟n-nezâ‟ir, tah. Muhammed Abdulkerîm er-Râzi, Müessesetü‟r-Risâle, 3. baskı, Beyrut 1987, s. 364. 91 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 192; Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 365. 92 Tirmizî, “Tefsîru‟l Kur‟ân”, 4; Ġbn Mâce, “Menâsik”, 6. 93 Fahreddîn Râzî, a.g.e.,VIII, 168; Ayrıca bkz: Komisyon (Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, Ġbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin GümüĢ), Kur‟ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, I-V, DĠB Yayınları, 2. baskı, Ankara 2006, I, 639. 16 1.1.3.3. Çıkış, Çare, Çözüm Yolu Allah Teâlâ, Hz. Peygamber‟in ve Ġslâmiyet‟in azılı düĢmanlarından olan Velîd b. Mugîre ve onun arkadaĢlarının içine düĢtükleri sapıklıktan çıkıp iman etmeye bir yol bu- lamayacaklarını Ģu âyette haber vermektedir: َ﴿َاُْنُظَْرََكْيَفََضَرُبواَلََكَاْلاَْمَثاَلََفَضلُّواََفَلاََيْسَتٖطيُعوَنََسٖبيًلاَ﴾َ 94 “Bak, senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık onlar (çıkış ) yolu 95 bulamazlar.” Ayrıca Abese sûresinin 20. âyetinde geçen sebîl kelimesine de “çıkıĢ” manası ve- rilmiĢtir: َّسَرهََُ﴾ َّسٖبيَلََي َُّمَال ﴿ ث 96 “Sonra ona (doğum anında ana rahminden çıkış ) yolu(nu) kolaylaştırdı.” 1.1.3.4. Âdet, Gidişât Cahiliye Araplarının eskiden beri uyguladıkları üvey anneleri ile evlenme âdeti, Nisâ sûresinin 22. âyetiyle yasaklanmıĢ ve Ģöyle kötülenmiĢtir: َِّلاََماََقْدََسَلَفَاِنَُّهََكاَنََفاِحَشًةََوَمْقًتاََوَساَءََسٖبيلًَاَ﴾ ِّنَساِءَا َنَكَحَاَٰباُؤُكْمَِمَنَال ﴿ وَََلاََتْنِكُحواََماَ “Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çün- 97 kü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bir yoldur.” Araplar cahiliye devrinde babalarından kalan mallara mirasçı oldukları gibi dul ka- lan üvey annelerine de mirasçı olurlardı. Baba ölünce büyük oğlu cübbesini çıkarıp üvey annesinin üzerine atarak ona sahip olduğunu ilân eder ve onunla evlenirdi. Bu uygulama 98 yaygın bir cahiliye geleneği olduğundan diğer evlilik yasaklarından ayrı olarak özel bir 94 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 192; Taberî, a.g.e., XIV, 613-614; Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhe- tü‟l-a„yün, s. 365. 95 Ġsrâ 17/48; Ayrıca bkz: Furkân, 25/9. 96 Mukâtil b. Süleymân el-Ezdî, et-Tefsîrü‟l-kebîr -Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, I-IV, tah. Abdullah Mahmûd ġehhâte, Merkezu tahkîki‟t-türâs, yy., 1988, IV, 592; Fahreddîn Râzî, a.g.e., XXXI, 61; Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 187. 97 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 192; Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 365. 98 Bu âyetten sonraki âyetlerde evlenilmesi haram olan diğer kadınlar sayılmaktadır. Bkz: Nisâ, 4/23-24. 17 99 vurgu ile -taraflar isteseler bile- kayıtsız ve Ģartsız yasaklanmıĢtır. Âyetteki sebîl kelimesi bu âdeti ifade etmek için kullanılmıĢtır. Aynı Ģekilde Ġsrâ sûresinin 32. âyetinde cahiliye döneminde çok yaygın olan zina âdeti yerilmiĢ ve yasaklanmıĢtır: ِّزنٰىَاِنَُّهََكاَنََفاِحَشًةََوَساَءََسٖبيًلاَ﴾ ﴿ َوَلاَتْقَرُبواَال 100 “Zinaya yaklaşmayın. Gerçekten o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur (âdettir.)” 1.1.3.5. Sebep, Bahane Nisâ sûresinin 34. âyetinde, aile içi geçimsizliklerin çözümünde erkeklerin takip etmek zorunda oldukları sıra açıklandıktan sonra Ģöyle buyrulmaktadır: َّنََسٖبيًلاَ...﴾ َاَطْعَنُكْمََفَلاََتْبُغواََعَلْيهَِ ﴿ ... َفِاْنَ 101 “... Eğer size itaat ederlerse aleyhlerine başka bir yol (bahane, sebep ) ara- mayın ...” 102 Bu âyet ile emredilen, itaat ettikten sonra onları üzmek veya dövmek için aleyh- lerine bir bahane, sebep, kusur aranmaması ve onların affedilmeleridir. Ömer Nasuhî Bilmen (1971), bu âyeti Ģöyle tefsir etmektedir: “EĢleriniz öyle bir muameleden sonra size itaat ederlerse artık kınamak ve eziyet vermek için onların aleyhle- rinde bir yol aramayınız. Artık vaktiyle olan kötü hâli, hiç olmamıĢ gibi telâkki ediniz. Çünkü günahtan tövbe eden hiç günah iĢlememiĢ gibi olur. Cenâb-ı Hak Ģanının yüceliğine rağmen sizleri tövbe edince affettiği gibi siz de eĢleriniz size itaat ettikleri takdirde onları 103 affetmeli değil misiniz?” 99 Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, I-VIII, sad. Ġsmail Karaçam ve diğerleri, Azim Dağıtım, Ġstanbul, ty., II, 535. 100 Benzer kullanımlar için bkz: Furkân, 25/34, 42, 44; Ankebût, 29/12. 101 Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 365; Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 187. 102 Mahallî, Celâleddin – Süyûtî, Celâleddin, Tefsîru‟l-Celâleyn, Dârü‟l-Ma„rife, Beyrut, ty., s. 106. 103 Ömer Nasûhî Bilmen, Kur‟ân-ı Kerîm‟in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, I-VIII, Ġpek Yayınları, Ġstan- bul, ty., II, 51. 18 1.1.3.6. Din Allah Teâlâ, Nisâ sûresinin 115. âyetinde, insanları Ģöyle uyarmaktadır: َّنَمَ َّتِبْعََغْيَرََسٖبيِلَالُْمْؤِمٖنيَنَنَُولِّٖهََماَتَََولّٰىََونُْصِلٖهََجَه ْلُهٰدىََوَي َّيَنَلَُهَا َّرُسوَلَِمْنََبْعِدََماََتَب َ﴿ََوَمْنَُيَشاِقِقَال َْتََمٖصيًراَ﴾ ََوَساَء “Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Elçi‟ye karşı gelir ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!” Âyette geçen sebîl kelimesine “müminlerin din olarak takip ettikleri yollar” anlamı 104 verilmiĢtir. Burada yoldan maksat Resûlullah‟ın yolu olan Ġslâm dinidir. Müminler bu yolu takip ettikleri için ve ettikleri sürece doğru yoldadırlar; onun yoluna karĢı çıkanlar ise -bu manada- müminlerin yoluna da karĢı çıkmıĢ olmaktadırlar. Müminlerin yolundan ay- rılma eylemi, cehennemle cezalandırıldığına göre burada yoldan maksadın “din ve dini 105 oluĢturan inanç, hükümler ve davranıĢlar” olduğu anlaĢılmaktadır.” Allah Teâlâ, Hz. Peygambere müĢriklere karĢı Ģu gerçeği ilan etmesini emretmiĢtir: ََن ﴾ ََناََوَمِنَاتََّبَعٖنىََوُسْبَحاَنَاللِّٰهََوَماََانَاَِمَنَالَُْمْشِرٖكي ﴿َقُْلَٰهِذٖهََسٖبيٖلىَاَْدُعواَاِلَىَاللِّٰهََعلٰىََبٖصيَر ةَا 106 “De ki: “İşte bu benim yolumdur (dinimdir ). Ben ve bana uyanlar, bilerek Al- 107 lah‟a çağırırız. Allah‟ın şanı yücedir. Ben, Allah‟a ortak koşanlardan değilim.” Râzî, bu âyet hakkında Ģunları kaydetmektedir: “Müfessirler Ģöyle demiĢlerdir: „Ey Muhammed, onlara de ki: Kendisine çağırdığım bu davet, üzerinde olduğum bu yol, kendi sünnetim ve kendi yolumdur.‟ Bu âyette din, yol olarak isimlendirilmiĢtir. Çünkü din, se- vaba götüren bir yoldur. Bil ki, sebîl kelimesi sözlükte yol manasınadır. Araplar, inançları 108 insanın üzerinde yürüyüp cennete gideceği yola benzetmiĢlerdir.” Kurtubî ise âyetteki sebîl kelimesini Ģöyle tefsir etmektedir: “Ey Muhammed de ki: „Bu, benim yolum, sünne- tim ve minhâcımdır.‟ Davetim ve dinim diye de tefsir edilmiĢtir fakat bunların manaları 109 birdir.” Ebû Abdurrahmân el-Hîrî (430/1039'dan sonra), diğer âlimlerden farklı olarak 104 Mahallî – Süyûtî, a.g.e., s. 123. 105 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 145. 106 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 192; Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 365. 107 Yûsuf, 12/108. 108 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XVIII, 229. 109 Kurtubî, a.g.e., XI, 469. 19 bu âyetteki sebîl kelimesine “mesele” anlamı verir ki o zaman âyetin manası Ģöyle olur: 110 “İşte bu, benim meselemdir, derdimdir.” ġu âyetlerde de sebîl kelimesinin din manasındaki kullanımı vardır: َنْكُفُرَ ِّرقُواََبيََْنَاللِّٰهََوُرُسِلٖهََويُقولُوَنَنُْؤِمُنَبَِبْع ضََو َِّنَالَّٖذيَنََيْكُفُروَنَبِاللِّٰهََوُرُسِلٖهََوُيٖريُدوَنَاَْنَُيَف َ﴿َا َاْنََيتَِّخُذواََبْيَنَٰذلَِكََسٖبيًلاَ﴾ بَِبْع ضََوُيٖريُدوَنَ “Allah‟a ve peygamberlerine inanmayanlar, Allah‟ı tanıyıp peygamberleri tanıma- yarak aralarında ayırım yapmak isteyenler, „Peygamberlerin kimine inanırız, kimine inanmayız‟ diyerek küfür ile iman arasında bir yol tutmak (yeni, uyduruk bir din oluştur- 111 mak) isteyenler.” َِة ...﴾ ِّبَكَبِاْلِحْكَمِةََوالَْمْوِعَظِةَالَْحَسَن ﴿ اُْدُعَاِلٰىََسٖبيِلََر 112 “Rabbinin yoluna (yani dinine)hikmetle ve güzel öğütle çağır ...” 113 Kur‟ân‟da sebîl kelimesinin din manasında kullanıldığı pek çok âyet vardır. 1.1.3.7. Yol Kur‟ân‟daki birçok sebîl kelimesi, gerçek manası olan “maddî yol” anlamında kullanılmıĢtır. Özellikle Allah Teâlâ‟nın yeryüzünü insanların yaĢamasına uygun olarak yarattığını bildiren âyetlerde geçen çoğul Ģekildeki “sübül /ُسبُل” kelimeleri gerçek yolları 114 ifade etmektedir. Sebîl kelimesinin yol manasında kullanılıĢına Nisâ sûresinin 98. âye- ti örnek verilebilir. ġöyle ki; Hz. Peygamber ve ashabı, hicret izni verilince Allah‟ın rıza- sı uğruna her Ģeylerini geride bırakarak Medine‟ye göç ettiler. Medine‟de yepyeni bir toplum ve devlet oluĢturdular. O andan itibaren küfrün ve Ģirkin hâkim bulunduğu yer- lerde yaĢayan ve gerçekten çaresiz, güçsüz ve bilgisiz olanlar dıĢında tüm Müslümanlar 115 hicret ile mükellef kılındı. Bir önceki 97. âyette göç imkânları olduğu halde imanlarını 110 Hîrî, Ebû Abdirrahmân Ġsmail b. Ahmed, Vücûhü‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, tah. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî, Dârü‟s-Sekâ, ġam 1996, s. 173. 111 Nisâ, 4/150. 112 Nahl, 16/125. 113 Örn. bkz: Bakara, 2/217, 273; Nisâ, 4/44, 160. 114 Örn. bkz: Nahl, 16/15; Tâhâ, 20/53; Enbiyâ, 21/31; Zuhruf, 43/10; Nûh, 71/20. 115 “Kendilerine zulmederlerken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” 20 kurtarmaya, Ġslâm devletine maddî ve manevî destek olmaya koĢmayıp, evini, yurdunu, eĢini ve malını tercih edenlerin ve çaresizlik bahanesiyle durumu idare edenlerin âhirette karĢılaĢacakları akıbet bildirilmiĢtir. 98. âyette ise bu durumda olanlardan bazılarını is- tisnâ edilerek Ģöyle buyrulmuĢtur: ْلِولَْدانَََِلاََيْسَتٖطيُعوَنَٖحيَلًةََوَلاََيْهَتُدوَنََسٖبيًلا ﴾ ِّنَساِءََوا ِّرَجاِلََوال َِّلاَالُْمْسَتْضَعٖفيَنَِمَنَال ﴿َا “Yalnız hiçbir çareye gücü yetmeyen ve hicret için yol bulamayan (yani Medine‟ye 116 giden yolları bilemeyen ) gerçekten zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnâ.” Bunlar fakirliklerinden, acziyetlerinden, hicret yolunu bilememelerinden, tutsak olmalarından, hasta veya sakat olmalarından dolayı müĢriklerin elinden kurtulmaya güç yetiremeyen zayıf ve çaresiz Müslümanlardır. ġayet kurtulabilseler ve Medine‟ye giden yolu bilseler muhakkak ki hicret için yola düĢeceklerdi. Allah, hiçbir kimseyi gücünün 117 yetmediği bir Ģeyle yükümlü tutmadığı için bu kiĢileri bağıĢlayacağını bildirmektedir. Ġbn Kesîr, buradaki sebîl kelimesinin yol anlamındaki gerçek manasıyla kullanıldığını tâbiînin önde gelen müfessirlerinden olan Mücahid (103/721), Ġkrime (105/723) ve Süddî 118 (127/745)‟den nakletmektedir. Hz. Mûsâ, Mısır‟dan kaçıp Medyen‟e gitmek istediğinde yolu bilmediği için Rab- bine Ģöyle dua etmiĢti: َّسٖبيلَِ ﴾ ٖبّىَاَْنََيْهِدَيٖنىََسَواَءَال ﴿ ... َقاَلََعٰسىََر 119 120 “... Umarım, Rabbim beni doğru yola (yani Medyen yoluna ) iletir, dedi.” Allah Teâlâ, insanoğlunun yeryüzünde hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan ih- tiyaçlarını -bu ihtiyaçlardan biri de ulaĢım için kullandığı yollardır- onun hizmetine sun- muĢtur. Konuyla ilgili olarak Tâhâ sûresinin 53. âyetinde Ģöyle buyrulmaktadır: derler. Melekler, “Allah‟ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gide- cekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.” 116 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 193. 117 Bkz: Bakara, 2/233, 286. 118 Ġbn Kesîr, Ebü‟l-Fidâ‟ Ġsmail b. Ömer, Tefsîru‟l-Kur‟âni‟l-„Azîm, I-VIII, tah. Sâmi b. Muhammed es- Selâme, Dâru Tayyibe, 2. baskı, Riyad 1999, II, 390. 119 Begavî, Ebu Muhammed Hüseyn el-Ferrâ, Me„âlimü‟t-tenzîl, I-VIII, tah. Heyet, Dâru Tayyibe, Riyad 1409, VI, 199. 120 Kasas, 28/22. 21 َّسَماِءََماًءََفاَْخَرْجَناَبِٖهَاََْزَواًجاَِمْنَ ْنَزَلَِمَنَال ﴿َاَلَّٖذىََجَعَلََلُكُمَاْلاَْرَضََمْهًداََوَسَلَكَلَُكْمَٖفيَهاَُسُبًلاََوَا نََبا تََشتّٰىَ﴾َ “Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten yağmur 121 indirendir. Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık.” 1.1.3.8. Delil Allah Teâlâ, Nisa sûresinin 141. âyetinde münafıkların çeĢitli özelliklerini Ģöyle haber vermektedir: َٖصي بََقالُواَ َن َّبُصوَنَبُِكْمََفِاْنََكاَنَلَُكْمََفْت حَِمَنَاللِّٰهََقالُواَاَلَْمََنُكْنََمَعُكْمََواِْنََكاَنَلِْلَكافَِٖريَنَ ﴿َاَلَّٖذيَنََيَتَر ْلِقٰيَمِةََوَلْنََيْجَعَلَاللُّٰهَلِْلَكاِفٖريَنََعَلىَ َْوَمَا اَلَْمََنْسَتْحِوْذََعَلْيُكْمََونَْمَنْعُكْمَِمَنَالُْمْؤِمٖنيَنََفاللُّٰهََيْحُكُمََبْيَنُكْمََي الُْمْؤِمٖنيَنََسٖبيًلاَ﴾َ “Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer Allah tarafından size bir zafer nasip olursa: „Biz de sizinle beraber değil miydik?‟ derler. Şayet inkârcıların zaferden bir payı olursa (bu defa da onlara): „Size üstünlük sağlayarak sizi müminlerden korumadık mı?‟ derler. Allah, kıyamet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, müminlerin aleyhine inkârcı- lara hiçbir yol vermeyecektir.” Dünyadaki bu çekiĢmenin asıl hükmü âhirette verilecektir. Ġnkârcılar o zaman gel- 122 diğinde Müslümanların aleyhine hiçbir yol (delil) bulamayacaklardır. ġu âyette de sebîl kelimesi delil anlamında kullanılmıĢtır: ََلَاللُّٰهَلَُكْمََعَلْيِهْمََسٖبيًلاَ﴾ َّسَلَمََفَماََجَع َِلْيُكُمَال ﴿... َفِاِنَاْعَتَزلُوكُْمََفَلْمَُيَقاتِلُوكُْمََواَلَْقْواَا “... Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Al- 123 124 lah, onlara saldırmak için size bir yol (delil ) vermemiştir.” 121 Kur‟ân‟da sebîl kelimesinin gerçek manası olan yol anlamında kullanıldığı diğer örnekler için bkz: Hicr, 15/76; Nahl, 16/15; Enbiyâ, 21/31; Zuhruf, 43/10; Nûh, 71/20. 122 Kurtubî, a.g.e., VII, 187; Nesefî, Abdullah b. Ahmed, Tefsîru‟n-Nesefî (Medârikü't-tenzîl ve hakâ‟i- ku't-te‟vîl), I-IV, Eda NeĢriyat, Ġstanbul 1993, I, 262; Ġbn Kesîr, a.g.e., II, 436. 123 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 193; Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 366. 124 Nisâ, 4/90. 22 1.1.3.9. Ceza, Azarlama, Düşmanlık Allah Teâlâ, ġûrâ sûresinin 41 ve 42. âyetlerinde Ģöyle buyurmaktadır: َّناَسََوَيْبُغوَنَِفيَ َّسِبيُلََعَلىَالَِّذيَنََيْظِلُموَنَال ﴿ََولََمْنَانَتَصَرََبْعَدَظُْلِمِهََفأُْولَِئَكََماََعَلْيِهْمَِمْنََسِبي لَإِنََّماَال َ مَ﴾ ِّقَأُْولَِئَكَلَُهْمََعَذا بَأَلِي ْلَح اْلأَْرِضَبَِغْيِرَا “Zulme uğradıktan sonra, kendini savunup hakkını alan kimseye bir yol yoktur. Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler içindir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır.” 125 126 Bu iki âyetteki sebîl kelimelerine “düĢmanlık, azarlama ve ceza ” anlamları verilmiĢtir. Allah Teâlâ, zulmü ve haksızlığı bertaraf etmenin meĢru olduğunu, zulme uğrayan kimsenin, zalimden nefs-i müdafaa kabilinden intikamını alması durumunda cezaya müstahak olmayacağını haber vermiĢtir. Daha sonra ceza ve muâhezenin ancak insanlara zulmetmeye ilk baĢlayanların veya denklik prensibini gözetmeksizin intikam almakta haddi aĢanların, haksız yere insanlara ve onların mallarına tecavüz edenlerin, insanlara zulmedenlerin baĢına geleceğini ve bu zalimler için elem verici bir azap oldu- ğunu beyan buyurmuĢtur. 1.1.3.10. Günah, Sorumluluk Allah Teâlâ, Tevbe sûresinin 90-93. âyetlerinde cihaddan geri kalanların durumla- rını bildirmektedir. Bedevîlerden bazıları Resûlullah‟a gelip cihada çıkmamak için izin istemişler, bir kısmı ise hiç bir mazeret bildirmeden yerlerinde oturup kalmışlardır. Fakat cihaddan geri kalanlar arasında zayıf ve hasta Müslümanlar olduğu gibi cihada çıkmak için yeterli malları ve binek hayvanları olmadığı için gözyaşı döke döke geride kalanlar da var- dı. Âyetlerde mazeretlerinden dolayı cihada iştirak edemeyen bu kişilerin günaha girme- dikleri ve asıl günaha girenlerin zengin oldukları halde cihaddan geri kalanlar olduğu şöyle beyan edilmiştir: َنَكََوُهْمَاَْغِنَياءََُ ...﴾ َّسٖبيُلََعَلىَالَّٖذيَنََيْسَتاِْذَنُو َ ل… اِنََّماَال ﴿ ... َماََعَلىَالُْمْحِسٖنيَنَِمْنََسٖبي 125 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 193; Dâmegânî, Hüseyin b. Muhammed, el-Vücûh ve‟n- nezâ‟ir (Kâmûsu‟l-Kur‟ân), tah. Abdülhamîd „Ali, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut, ty., s. 261. 126 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 982. 23 127 128 “... İyilik edenlerin aleyhine bir yol (günah, sorumluluk ) yoktur … Yol (günah, 129 sorumluluk) ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir...” Aynı şekilde Âl-i İmrân sûresinin 75. âyetinde geçen sebîl kelimesi de “günah” an- lamındadır: َ لَ ...﴾ ٖيَّنََسٖبي ُِّم َلْيَسََعَلْيَناَِفىَاْلا َ﴿... َقالُواَ “... Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize yol (vebal, sorumluluk, günah) yoktur, dediler ...” Bu âyette bazı Yahudi din adamlarının, Yahudilerin kendi dinlerinden olmayan- lara karĢı yapacakları haksızlıklardan dolayı sorumlu olmayacakları yorumu kınanmak- tadır. Bu anlayıĢın bir uzantısı olarak Ehl-i Kitap‟tan bir kesimin, kutsal bir kitapları bulunmadığı gerekçesiyle Araplar‟ı hafife alıp haklı bir gerekçe olmaksızın mallarını yiyebilecekleri ve bu yüzden de hiçbir günahlarının olmayacağı iddiasında bulundukla- 130 rına iĢaret edilmektedir. 1.1.3.11. Millet (İnanç) 131 Mukâtil b. Süleyman ve Ġbnü‟l-Cevzî , Yûsuf sûresinin 108. âyetinde geçen, َِلىَاللِّٰهََعلٰىََبٖصيَر ةَاَنَاََوَمِنَاتََّبَعٖنىَ...﴾ ﴿ َقُْلَٰهِذٖهََسٖبيٖلىَاَْدُعواَا “De ki: bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah‟a çağırırız ...” sebîl kelimesine “millet” manası verip kitaplarında bu baĢlığın altında ele almıĢlardır. Ancak tefsir kitaplarında yaptığımız araĢtırmada bu âyetteki sebîl kelimesine daha çok “din” ma- nasının verildiğini gördüğümüzden âyeti, yukarıdaki din maddesi içerisinde incelemeyi uygun gördük. 127 Dâmegânî, a.g.e., s. 260; ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 445; Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 364-366; Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 321; Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 187. 128 Tevbe, 9/91. 129 Tevbe, 9/93. 130 Komisyon, Kur‟ân Yolu, I, 607. 131 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 194; Ġbnü‟l-Cevzî, Nüzhetü‟l-a„yün, s. 366 24 1.1.3.12. Bağ, Bağlantı, İlişki Allah Teâlâ, göklerin parçalanacağı ve meleklerin bölük bölük ineceği dehĢetli bir kıyamet sahnesinde zalimlerin piĢmanlıklarını Ģöyle bildirmektedir: َّرُسوِلََسٖبيًلاَ ﴾ ُّضَالظَّالُِمََعلٰىََيَدْيِهََيُقوُلََياَلَْيَتِنىَاتََّخْذُتََمَعَال ﴿ََوَيْوَمََيَع “O gün zalim kimse ellerini ısıracak ve şöyle diyecek: Eyvah! Keşke peygamber ile 132 birlikte bir yol tutsaydım!” İbn Manzûr (711/1311) ve Fîrûzâbâdî (817/1415), buradaki sebîl kelimesine “bağ, 133 iliĢki ve bağlantı” manalarını vermiĢlerdir. Yani o zâlimler, “keĢke Peygamber ile iliĢ- kimi, bağımı sıkı tutsaydım da beni saptıran Ģu falancayı dost edinmeseydim” diyecekler- dir. Muhammed Esed (1992), bu âyet ile ilgili Ģu yorumu yapmaktadır: “Âyette geçen “resûl” ve “zalim” (haksızlık yapan / haksızlığı kendisine yol edinen) terimleri, Allah‟ın bütün resûllerini ve onlara bilinçli olarak karĢı çıkan herkesi ifade etmek üzere cins ya da tür belirtici anlamda kullanılmaktadır. Benzer Ģekilde, sonraki âyette geçen “falanca” tabiri 134 de, kiĢinin yoldan çıkmasına vesile olan kiĢi yahut kiĢileĢtirilmiĢ güçleri dile getiren 135 genel bir ifadedir.” Âyette belirtilen “yol tutma” tabiri de bu üç grup arasındaki iliĢkiyi göstermek için kullanılmıĢtır. 1.1.3.13. İtaat 136 Allah Teâlâ, Müzzemmil sûresinde müĢriklere dünyada iken peygambere iman edip kendilerini kurtarmalarını öğütleyip, onları kıyametin ve cehennemin dehĢetli sahnele- ri ile korkuttuktan sonra devamında Ģöyle buyurmaktadır: ِّبٖهََسٖبيًلاَ﴾ َّتَخَذَاِلٰىََر َِّنَٰهِذٖهََتْذِكَر ةََفَمْنََشاَءَا ﴿َا 137 “İşte bu bir öğüttür, artık dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.” 132 Furkân, 25/27. 133 Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 321; Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 185. 134 “Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim.” Furkân, 25/28. 135 Esed, a.g.e., s. 731. 136 Bkz: Müzzemmil, 73/11-18. 137 Müzzemmil, 73/19; Ayrıca bkz: Ġnsân, 76/29. 25 Bu âyetteki sebîl kelimesine müfessirler “iman ve amel yoluyla itaat” manasını 138 vermiĢlerdir. Aynı Ģekilde Furkân sûresinin 57. âyetinde geçen sebîl kelimesi de söz konusu manaya gelmektedir: ِّبٖهََسٖبيًلاَ﴾َ َِّلاََمْنََشاَءَاَْنََيتَِّخَذَاِلٰىََر ﴿َقُْلََماَاَْسَپلُُكْمََعَلَْيِهَِمْنََاْج رَا “De ki: Ben buna karşılık sizden, dileyen kimsenin Rabbine giden (iman ve amel yo- 139 luyla itaat ) yolu(nu) tutmasından başka herhangi bir ücret istemiyorum.” 1.1.3.14. Hidayet, Kurtuluş Allah Teâlâ, ġûrâ sûresinin 46. âyetinde inkârcıların cehennemde ateĢe sokulurken çektikleri azabı, hissettikleri derin piĢmanlığı ve orada Allah‟tan baĢka bir dost ve yardım- cının olmayacağını haber verdikten sonra Ģöyle buyurmaktadır: َ لَ﴾ َلُهَِمْنََسٖبي ﴿... َوَمنَُيْضِلِلَاللُّٰهََفَماَ 140 141 “... Allah kimi (hidayetten) saptırırsa artık onun (hidayete / hakka götürecek) hiçbir yolu yoktur.” 142 Allah Teâlâ, Nisâ sûresinin 88. ve 143. âyetlerinde münafıkların içinde bulun- dukları psikolojik hallerini, onların müminlerden ayrılan bariz özelliklerini ve müminler hakkındaki kötü emellerini haber vermiĢtir. Her iki âyetin de son kısmında ise artık onların Ġslâm‟ı kabul etmeyeceklerini, hidayetleri konusunda da Müslümanların elinden hiçbir Ģey gelemeyeceğini bildirmiĢ ve Ģöyle buyurmuĢtur: َلُهََسٖبيًلا ﴾ ﴿َ... َوَمْنَُيْضِلِلَاللُّٰهََفَلْنََتِجَدَ 143 “... Allah kimi şaşırtırsa artık ona bir yol (hidayet / kurtuluş ) bulamazsın.” 138 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 193; Taberî, a.g.e., XXIII, 393; Dâmegânî, a.g.e., s. 230; ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 1153. 139 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 750; Beyzâvî, Kâdî Nâsıruddîn Abdullah b. Ömer, Envârü‟t-tenzîl ve esrârü‟t- te‟vîl, I-II, Dersaâdet Yayınları, Ġstanbul, ty., II, 145. 140 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 193; Dâmegânî, a.g.e., s. 229. 141 Mahallî - Süyûtî, a.g.e., s. 645. 142 “Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah, onları yaptıkları işlerden dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür. Allah‟ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın.” Nisa, 4/88; “Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (müminlere) ne de şunlara (inkârcılara) bağlanırlar. Allah, ki- mi saptırırsa ona asla bir çıkar yol bulamazsın.” Nisa, 4/143. 143 Beyzâvî, a.g.e., I, 229. 26 1.1.3.15. Hidayet Yolu 144 Allah Teâlâ, insanoğlunu imtihan için yaratmıĢ, sonu cennet ve cehennem ile biten yolları tanıtmıĢ ve insanları diledikleri yolu takip etmeleri konusunda serbest bı- rakmıĢtır. Bu gerçek Ġnsân sûresinin 3. âyetinde Ģöyle açıklanmaktadır: َِّماََكُفوًرا ﴾ َِّماََشاِكًراََوا َّسٖبيَلَا ﴿ اِنَّاََهَدْيَناُهَال “Biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder isterse nankör olur.” Bu âyetteki sebîl kelimesi, insanın bir ömür boyu üzerinde yürümesi gereken 145 146 “resûllerin gösterdiği hidayet yolu ” olarak tefsir edilmiĢtir. Mukâtil b. Süleyman, Mâide sûresinin 60. ve 77. âyetlerinde geçen َ﴾َََِّسٖبيل ”tamlamasını da “hidayet yolu ﴿ َسَواِءَال 147 olarak anlamlandırmıştır. 1.1.3.16. Menfez, Geçit, Geçiş Yolu Fîrûzâbâdî, Hz. Mûsâ ile yanındaki gencin azık olarak sakladıkları balığın canlanıp denize doğru yol almasının haber verildiği Kehf sûresinin 61. âyetinde geçen sebîl kelime- 148 sine “geçit, geçiĢ yolu” anlamlarını vermiĢtir. َّماََبَلَغاََمْجَمَعََبْيِنِهَماَنَِسَیاَُحوَتُهَماََفاتََّخَذََسٖبيَلُهَِفىَاْلَبْحِرََسَرًباَ﴾ ﴿ َفَل “Onlar iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. (Balık) denizde bir 149 akıntıya doğru (bir menfez, geçit bulup) kendi yolunu tuttu.” 144 Mülk, 67/2. 145 Mahallî – Süyûtî, a.g.e., s. 781. 146 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 193; Dâmegânî, a.g.e., s. 229; Nesefî, a.g.e., IV, 1327; Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 187. 147 Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 193. 148 Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 187. 149 Aynı mana için bkz: Kehf, 18/63. 27 1.1.4. Kur‟ân‟da Sebîl Kelimesinin EĢ Anlamlıları 1.1.4.1. Tarîk ( ) 150 Arap dilinde yol anlamında kullanılan birinci derecedeki kelime olan “tarîk / الطريق 151” ayakla vurulan (gezilen) yol demek olup Lisanü‟l-Arab‟ta, eĢ anlamlısı olarak 152 sebîl kelimesi verilmektedir. Genel olarak bakıldığında tarîk, Allah‟a da, cennete de, cehenneme de götüren ma- nevî yol; normal günlük dilde ise dar, geniĢ, asfalt, patika gibi her türlü yol anlamına ge- 153 lir. Bu anlamından müsteâr olarak kullanılan “tarîkat / ” kelimesi, “insanın, -övülen veya yerilen - herhangi bir davranıĢı, iĢ yaparken tuttuğu her türlü yol, gidiĢat, sîret, kiĢilik, 154 tutulan ve takip edilen metot” manasına gelmektedir. Tâhâ sûresinin 63. âyetinde geçen; َاْنَُيْخِرَجاكُْمَِمْنَاَْرِضُكْمَبِِسْحِرِهَماََوَيْذَهَباَبَِطٖريَقِتُكُمَاَْلُمْثلٰى ﴾ ﴿ َقالُواَاِْنَٰهَذاِنَلََساِحَراِنَُيٖريَداِنَ “Dediler ki: Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu yok etmek istemektedirler.” tarikat keli- 155 mesi bu manada kullanılmıĢtır. Ebü‟l-Bekâ (1095/1684), hepsi de yol anlamına gelen tarîk, sebîl ve sırât kelimele- rinin arasındaki farkı Ģöyle açıklamaktadır: Tarîk, olağan veya olağandıĢı olarak gece yol- cusunun (yolcunun) yol olarak kullandığı her yere denilir. Sebîl ise, tarîk adı verilen bu yollardan gidilip gelinmesi alıĢkanlık haline gelmiĢ olanına yani sıkça kullanılan çeĢidine verilen isimdir. Sırâta gelince kendisinde eğrilik ve kıvrım olmayan düz, eğimsiz, dosdoğru 156 yollara (sebîllere) verilen isimdir. 157 Kur‟ân-ı Kerîm‟de tarîk kelimesi “َََّنم ََجَه (cehennem yolu) َطٖريَق ve “َُمْسَتٖقيم ”َطٖريق 158 (dosdoğru yol) şeklinde kullanılmıştır. Kelimenin çoğulu olan “tarâik / ” ise Cin 150 Ege, “a.g.m.”, s. 21-59. 151 Ġsfahânî, a.g.e., s. 303. 152 Ġbn Manzûr, a.g.e., X, 220. 153 Ali Ünal, Kur‟ân‟da Temel Kavramlar, IĢık Akademi Yayınları, Ġzmir 2012, s. 109. 154 Ġsfahânî, a.g.e., s. 303. 155 Aynı mana için bkz: Tâhâ, 20/104. 156 Ebü‟l-Bekâ, Eyyüb b. Musa el-Kefevî, el-Külliyât, tah. Adnan DerviĢ - Muhammed el-Mısrî, Müessese- tü‟r-Risâle, 3. baskı, Beyrut 1998, s. 513. 157 Nisâ, 4/169. 28 159 160 sûresinin 11. âyetinde “yollar”; Mü‟minûn sûresinin 17. âyetinde ise “göğün tabakala- rı” anlamlarında kullanılmıştır. Kelimenin “târik / ” olarak gelen ism-i faili “bir yola giren kişi, yolcu” anlamlarına gelmekle beraber yaygın olarak “gece gelen kişi” manasında 161 kullanılmaktadır. Gece gelen kişiye böyle denilmesinin nedeni kapıyı çalmaya ihtiyaç duymasıdır ki bunda “ ” kelimesinin kök anlamlarından birinin “kapıyı çaldı” olması- nın etkisi vardır. Ayrıca ışığı çok kuvvetli bir yıldıza da “Târik” ismi verilmiş ve Allah 162 Teâlâ, Kur‟ân‟da bu yıldıza yemin etmiştir. 1.1.4.2. Sırât ( ) Eğriliği bulunmayan, engebesiz, dosdoğru, açık yol manalarına gelen “sırât / ” kelimesi aslında “s-r-t / ” kökünden gelmektedir. Fakat “ط / ta” harfinin kalın olması nedeniyle oluşan söylenişteki zorluğu gidermek amacıyla “س / sîn” harfi “ص / sâd” 163 harfine dönüştürülmüştür. İbn Fâris (395/1004), kelimenin bu kökten geldiğini söy- leyen görüşünün doğru olduğunu ifade ederek kelimenin manasının “ayrılış ve gidişte gözden kaybolma” olduğunu kaydetmektedir. Buna göre “s-r-t / ” fiilinin temel an- lamı “yutmak veya çiğnemeden yutmaktır” ki yemek yutulduğunda kaybolduğu için böyle ifade edilmiştir. GeniĢ ve dümdüz yollarda gidenler uzaklaĢıp gözden kaybolduk- 164 larından dolayı, mecazen yola da “yutan” anlamında “sırât” denilmektedir. Araplar, istiâre yoluyla bu kelimeyi doğru veya yanlıĢ tüm iĢ, davranıĢ ve sözler için kullanmak- tadırlar. Eğer bir iĢ veya söz doğru ise sırât kelimesi “müstakîm”, yanlıĢ ise “i„vicâc” 165 sıfatları ile kullanılmaktadır. Kur‟ân‟da sırât kelimesi otuz üç yerde “müstakîm” kelimesi ile, dört yerde sevâe ve seviyy kelimeleri ile, sekiz yerde ise değişik şekillerde olmak üzere toplam kırk beş yerde 158 Ahkâf, 46/30. 159 “Doğrusu içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar tutmuşuz.” 160 “And olsun ki, üzerinizde yedi tabaka (veya yol, ya da sistem) yarattık. Ve biz yarattığımızdan habersiz değilizdir.” 161 Ġsfahânî, a.g.e., s. 303. 162 Bkz: Târık, 86/1-3. 163 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 29; Farklı bir açıklama için bkz: Yazır, a.g.e., I, 121. 164 Ġbn Fâris, a.g.e., III, 152; ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 29; Ġbn Manzûr, a.g.e., VII, 313. 165 Taberî, a.g.e., I, 171. 29 166 geçmekte ve bu yerlerde hakikî ve mecazî olmak üzere başlıca iki temel anlamda kulla- nılmaktadır. Hakiki manada yol olarak kullanıma şu âyetler örnek verilebilir: ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََمْنَاَٰمَنَبِٖهََوَتْبُغونََهاَِعَوًجاََواْذكُُرواَاِْذَكُْنُتْمَ ِّلَِصَرا طَتُوِعُدوَنََوَتُص ﴿ََوَلاََتْقُعُدواَبُِك ْلُمْفِسٖديَنَ﴾ ُكْمََواْنُظُرواََكْيَفََكاَنََعاِقَبُةَا َقٖليًلاََفَكثََّر “Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini araya- rak öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki, 167 bozguncuların sonu nasıl olmuştur!” ﴿َِمْنَُدوِنَاللِّٰهََفاْهُدوُهْمَاِلٰىَِصَراِطَالَْجٖحيِمَ﴾َ “Allah‟tan başka (taptıklarını); artık onları cehennemin yoluna yöneltip götü- 168 rün.” ِّصَراَطََفاَنّٰىَُيْبِصُرونَََ﴾ َاْعُيِنِهْمََفاْسَتَبُقواَال َلْوَنََشاُءَلََطَمسََْناََعلٰىَ ﴿ََو “Ve eğer dileseydik gözlerini büsbütün mahvederdik de yola koşar dururlardı. Artık 169 nereden görebilecekler?” Sırât kelimesi, Kur‟ân‟ın birçok yerinde mecazen “manevî yol” anlamında din ke- 170 limesinin yerine kullanılmıştır. Örneğin, ََمَ﴾ ِّصَراَطَالُْمْسَتٖقي َناَال َ﴿ اِْھِد 171 “Bizi doğru yola ilet.” âyetinde sırât kelimesi “dosdoğru dine, İslâm dinine ulaş- tır”, demektir. Aynı şekilde A„râf sûresinin 153. âyetinde “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur.” buyrulmaktadır. İlgili âyetler incelendiğinde sırât kelimesinin müstakîm ve seviyy kelimeleri ile kul- 172 lanıldığı yerlerde İslâm dinini ifade ettiği görülmektedir. 166 Abdulbâkî, a.g.e., s. 407. 167 A„râf, 7/86. 168 Sâffât, 37/23. 169 Yâsîn, 36/66. 170 Mukâtil b. Süleyman el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir, s. 118. 171 Fâtiha, 1/6. 172 Örn. bkz: Bakara, 2/142; Meryem, 19/43. 30 1.1.4.3. Şir‘a ve Minhâc 173 ( ) “Şir„a / ” kelimesi, “yolu açık ve belli hale getirmek, yol açmak, kanun koy- 174 mak, bir işe başlamak” anlamlarına gelen “ş-r-a„ / ” kökünden türemiştir. Sözlükte “kendisi aracılığıyla kolayca suya ulaşılan yol, insan ve hayvanların içtiği, suyu kesilme- 175 176 yen ırmak, herhangi bir su kaynağından su içmek veya almak için girilen yol, açık ve 177 178 belli yol, yolun başı, başlangıç noktası” gibi manalara gelmektedir. İnsanlar o yolu kullanarak hem kendi hem de hayvanlarının susuzluklarını giderirler. Su yolu herkesin gidip gelmek zorunda olduğu bir yol olması hasebiyle ana yollara ve caddelere “şâri„ / 179” denilmiştir. “Şerîa„ / ve meşrea„ / ” kelimeleri aynı anlamı ifade etmele- 180 rine karşın ıstılahta “din konusunda takip edilen yol; İslâm‟a ait dinî, ahlâkî ve hukukî 181 hükümlerin bütünü” olarak kullanılan şeriat kelimesi yaygınlaşmıştır. Şeriat ile su yolu benzetmesindeki incelik şudur: “Kaynağın sağlamlığı ve güzelliği itibariyle Hakk‟a götü- ren yola veya inananları inandıkları kaynağa götürdüğü için ilahî yola mecazen şeriat de- 182 nilmiştir. Ebüssuûd Efendi (982/1574), bu âyetin tefsirinde su yolu ile şeriat ilişkisini şöyle açıklamaktadır: “Şir„a ve şeriat, suya giden yol demektir. Su, nasıl fâni hayatın sebe- bi ise din de ebedî hayatın kurtuluş sebebidir. Dolayısıyla kurtuluşa erdiren bir yol olması 183 hasebiyle böyle bir benzetme yapılmıştır.” Çünkü gerçekten doğrulukla suyun olduğu 184 yola giren kişi hem su ihtiyacını giderir, hem de kirlerinden temizlenmiş olur. 173 Bu iki kelime yakın anlamları ifade ettiklerinden ve Kur‟ân‟da birlikte kullanıldığı için tek baĢlık altında açıklamayı uygun gördük. 174 Cevherî, a.g.e., III, 1236; Ġsfahânî, a.g.e., s. 258. 175 Ġbn Manzûr, a.g.e., VIII, 175. 176 Yazır, a.g.e., III, 254. 177 Ġsfahânî, a.g.e., s. 258. 178 Ebü‟l-Bekâ, a.g.e., s. 524. 179 Cevherî, a.g.e., III, 1236; Ezherî, a.g.e., I, 426. 180 Cürcânî, Seyyid ġerif (Ali b. Muhammed), Mu„cemü‟t-ta„rîfât, tah. Muhammed Sıddîk MinĢâvî, Dârü‟l- Fazîle, Kahire 2004, s. 109. 181 Talip Türcan, “ġeriat”, DĠA, XXXVIII, Ġstanbul 2010, s. 571. 182 Ġsmail ÇalıĢkan, “Ġbn RüĢd‟de Din Kavramının Muadilleri Olarak ġeriat ve Millet Kavramları”, Doğu- Batı ĠliĢkisinin Entelektüel Boyutu - Ġbn RüĢd‟ü Yeniden DüĢünmek, CÜĠF, Sivas 2009, c.1, s. 119-120. 183 Ebüssuûd, Mehmed b. Mehmed el-Ġmadî, ĠrĢâdü‟l-„akli‟s-selîm ilâ mezâya‟l-Kitabi‟l-Kerîm, I-V, tah. Abdulkâdir Ahmed „Atâ, Mektebetü‟r-Riyâdi‟l-hadîse, Riyâd, ty., II, 69. 184 Halebî, Semîn Ahmed b. Yûsuf, „Umdetü‟l-huffâz fî tefsîri eĢrefi‟l-elfâz, tah. Muhammed Bâsıl, I-IV, Âlemü‟l-kütüb, Beyrut 1996, II, 262. 31 “Minhâc / ” kelimesi “açık olmak, açıklamak” manalarındaki “n-h-c / ” kö- 185 künden türetilmiş olup “açık ve geniş yol” anlamında kullanılmaktadır. Kur‟ân‟da şir„a ve minhâc kelimeleri sadece birer defa ve şu âyette kullanılmıştır: ٍّلََجَعْلَناَِمْنُكْمَِشْرَعًةََوِمْنَهاًجاَ...َ﴾ َ﴿... لُِك 186 “… Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk …” Ezherî, şir„a ve minhâc kelimelerinin anlam bakımından birbirine yakın olduğunu söyledikten sonra şir„anın yolun başı, minhâcın ise devamlı ve kalıcı bir yol olduğunu 187 belirterek aralarındaki ince mana farkına işaret etmektedir. Ayrıca İbn Abbas‟tan (ra) gelen bir rivayete göre, şeriat / şir„a Kur‟ân‟nın getirdiği, minhâc ise sünnetin getirdiği 188 hükümlerdir. Son dönem müfessirlerinden Hamdi Yazır, ilgili âyeti tefsir ederken şu açıklamayı yapmaktadır: “Şir„a, zamanların ve zeminlerin, ahvâlin (durumların) değişmesiyle değişe- bilen dinin fürûu (dalları); minhâc da daima sabit, açık ve devamlı olan dinin asıllarıdır ki, şir„a bunun şubeleri ve çeşitleri demektir. Her milletin mensub olduğu peygambere indiri- len özel hükümler birer şir„a; Allah‟a, peygamberlere, âhirete iman gibi bunların hepsinin 189 müşterek ve birlik oldukları asıllar da minhâcdır.” Buna göre din, esasa ilişkin inanç, usûl ve prensipler; şeriat, her peygamberin kendi devrinde bu usûle dayalı olarak ortaya koyduğu amelî kurallar ve tatbikatın adı olurken; minhâc, ilk insandan bu yana Allah‟ın dininde değişmeden gelen iman esasları- 190 dır. Başka bir ifade ile minhâc, Allah‟a, Peygamber‟e ve âhirete iman gibi dinin açık, sabit, sürekli, zamana, mekâna ve ahvâle göre değişmeyen esaslarını; şir„a (şeriat) ise zamana, mekâna ve ahvale göre değişebilen ayrıntılarını oluşturur. Bununla birlikte her ikisinin de aynı anlama geldiğini ve âyette birinin diğerini pekiştirmek maksadıyla zikre- 191 dildiğini kabul edenler de vardır. 185 Ġbn Manzûr, a.g.e., II, 383. 186 Mâide, 5/48. 187 Ezherî, a.g.e., XII, 434. 188 Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 209; Ebü‟l-Bekâ, a.g.e., s. 524. 189 Yazır, a.g.e., III, 255. 190 Ġsmail Karagöz, “ġeriat”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DĠB Yayınları, Ankara 2010, s. 618. 191 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 286. 32 1.1.4.4. Millet ( ) Zemahşerî, “millet / ” kelimesinin esas manasını “gidilen, tutulan, takip edilen 192 193 yol”, Ebû İshâk ez-Zeccâc (311/923) ise “gidişât ve yol” olarak kaydetmiştir ki bu yol eğri veya doğru olabilir. Buradan hareketle insanın hayatta tuttuğu yola mecazen millet; din de tutulan bir yol olduğu için ona da millet denilmiştir. Din-şeriat bağlamında millet kelimesi şöyle açıklanmaktadır: “Millet vahiyle gelmiş olsa da insan tarafından doğru ka- bul edilerek hayat haline getirilmiş ilkeler ve umdeler bütünüdür ki bu bir hayat yoludur, mecazen de onları kabul eden insanlar topluluğudur. Millet kelimesini bir anlayış ve zihni- yet biçimi olarak algılamak mümkündür. Buradaki ana tema, hayatın somut şeklidir… Se- mantik olarak şeriat ile yakın alakasına rağmen millet kavramında insanî boyut ne kadar 194 fazla ise şeriatta Allah‟a o kadar atıf vardır.” Hamdi Yazır, millet kelimesi hakkında şu açıklamayı yapmaktadır: “ġehristânî‟nin (548/1153) el-Milel ve‟n-nihal‟indeki beyanına göre din, Ģeriat, millet denilen Ģeyler hadd-i zatında hep aynı Ģeylerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her biri bir baĢka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır. Ġtikat ve iman bakımından din, amel ve tatbikat bakımından Ģeriat, sosyal bakımdan yani sosyal realite bakımından millet deni- lir. Gerçekte itikad edilen ne ise amel edilen de odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen Ģey de odur. ġu halde millet, bir cemiyetin etrafında top- landığı ve üzerinde yürüdüğü diğer bir deyiĢle, ictimaî duygu ve telakkilerinin tabi olduğu ve kitlesinin bağlı bulunduğu hâkim ilkeler ve takib edilen gidiĢattır, sülûk edilen yoldur. Bu yolun hak olanı, hak olmayanı, eğri olanı, doğru olanı vardır. Fakat yolun hak olanı 195 güzel sonuca, hak olmayanı hüsrana ve kötü akıbete götürür.” Millet ve şeriat kelimeleri ile din kelimesinin kullanım açısından aralarındaki fark, din kelimesi Allah‟a izafe edilirken, millet ve şeriat kelimeleri sadece peygamberlere ve 196 ümmetlere izafe edilmesidir. 192 ZemahĢerî, Esâsü‟l-Belâga, II, 228. 193 Zeccâc, Ebû Ġshâk Ġbrâhîm b. es-Serî, Me„âni‟l-Kur‟ân ve i„râbuhû, tah. Abdulcelîl Abdüh ġebelî, I-V, Alemü‟l-kütüb, Beyrut 1988, I, 202. 194 ÇalıĢkan, “a.g.m.”, s. 118-120. 195 Yazır, a.g.e., I, 399-400. 196 Tehânevî, Muhammed A„lâ b. Ali, Mevsû„atü keĢĢâfi ıstılâhâti‟l-fünûn ve‟l-„ulûm, I-II, tah. Ali Dahrûc ve diğerleri, Mektebetü Lübnan, Lübnan 1996, I, 1018; Necefî, Alî Ekber b. Mahmûd, et-Tuhfetü‟n- nizâmiyye fi‟l-furûki‟l-ıstılâhiyye, Haydarâbad 1312, s. 100. 33 197 Kur‟ân-ı Kerîm‟de millet kelimesi toplam on beş yerde geçmektedir. Bunların bi- 198 rinde Hz. İbrâhîm, İshâk ve Ya„kûb peygamberlere nispet edilmek suretiyle, yedisinde 199 ise “millet-i İbrâhîm” şeklinde ve İslâm dini kastedilerek hak din manasında kullanılmış- tır. Yedi âyette ise bu kelime ile Hıristiyanların, Yahudilerin ve müşriklerin bâtıl dinleri 200 kast edilmiştir. 1.1.4.5. Necd ( ) Necd kelimesi “tepe, tümsek yer, yüksek tepelerdeki yol veya yukarıya doğru giden 201 yol” anlamına gelmektedir. Allah Teâlâ, Beled sûresinin 10. âyetinde insaoğluna verdiği nimetleri hatırlatırken; َّنْجَدْيِنَ﴾ ﴿ َوَهَدْيَناُهَال “Biz ona (insana) iki yol gösterdik” buyurmaktadır. Bu iki yoldan maksat, inançta hak ve bâtıl, sözde doğru ve yalan, fiilde ise güzel ve çirkin yollara iĢaret eden 202 bir meseldir. Taberî, âyetteki iki yolun hayır ve Ģer yolları olduğunu belirterek, delil olarak Ģu hadîsi nakletmektedir: َّنْجَدْيِنَ{َقال:َُذكرَلناَأنَنبّيَاللهَصلىَاللهَعليهَوسلمَكانَيقول:َ سمعتَالحسنَيقولَ}ََوَهَدْيناُهَال َنْجِدَ َّبَإلََْيُكْمَِمْنَ ِّرَأَح َّش َنْجَدَال ِّر،ََفَماََجَعَلَ َّش َّنْجَداِن:َنَْجُدَالَخْيِر،ََونَْجُدَال َّناُسَإنََّماَُهَماَال ُّيهاَال "َياَأ الَخْيِرَ" “Hasan‟ın şöyle dediğini işittim: „Biz, ona iki de yol gösterdik‟ âyeti hakkında Al- lah Resûlü‟nün şöyle buyurduğu bize anlatıldı: Ey insanlar! Bu iki yol, hayır ve şer yolu- 203 dur. Şer yolu size hayır yolundan daha sevimli kılınmamıştır.” 197 Abdulbâkî, a.g.e., s. 676. 198 “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub‟un dinine uydum ...” Yûsuf, 12/38. 199 “Kendini bilmeyenden başka İbrahim‟in dininden kim yüz çevirir?” Bakara, 2/130; Ayrıca bkz: Bakara, 2/135; Âl-i Ġmrân, 3/95; Nisâ, 4/125; En„âm, 6/161; Nahl, 16/123; Hac, 22/78. 200 “Sen onların dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar.” Baka- ra, 2/120; Ayrıca bkz: A„râf, 7/88, 89; Yûsuf, 12/37; Ġbrâhîm, 14/13; Kehf, 18/20; Sâd 38/7. 201 Yazır, a.g.e., IX, 223. 202 Ġsfahânî, a.g.e., s. 472. 203 Taberî, a.g.e., XXIV, 415-417; Ayrıca bkz: ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 1204; Kurtubî, a.g.e., XXII, 296; Ġbn Kesîr, a.g.e., VIII, 408. 34 Fahreddîn Râzî, dil âlimlerine göre “necd” kelimesinin “yüksekteki yol” manasına geldiğini söyledikten sonra bu kelime hakkında Ģu açıklamayı yapmaktadır: “Buna göre, bakan kiĢiler için yüksek yerdeki bir yol nasıl açık bir Ģekilde görünüyorsa, Allah‟ın delil- leri de akıl için aynı Ģekilde açıktır. Bundan dolayı da yüksekteki yollara benzetilmiĢtir. Bu 204 manayı, hemen hemen bütün müfessirler benimsemektedir.” Müfessirler, Beled sûresindeki bu âyet ile Ġnsân sûresindeki; َِّماََكُفوًراَ﴾ََ َِّماََشاِكًراََوا َّسٖبيَلَا ﴿َاِنَّاََهَدْيَناُهَال 205 “Gerçekten biz, insana yolu gösterdik; o ya şükredici, ya da nankör inkârcı olur” âyetini birlikte ele almıĢlar ve birbirlerini tefsir ettiklerini vurgulamıĢlardır. Nitekim “Ġnsân sûresi 3. âyeti ile Beled sûresinin 10. âyeti arasında sıkı bir bağlantı söz konusudur: Bu 206 mücmel, diğeri mufassal; bu müfesser, diğeri müfessir sayılabilir.” Ģeklindeki yorum ile söz konusu bağlantı dile getirilmiĢtir. Allah Teâlâ, bu âyetin öncesinde “Biz ona (insana) iki göz, bir dil ve iki dudak ver- 207 medik mi?” buyurmaktadır. Ġki gözden kasıt, çevresine bakıp gerçeğin iĢaretlerini göre- cek ve yanlıĢ ile doğru arasındaki farkı anlayabilmesi; dil ve dudaklardan kasıt, sadece konuĢan organlar değil bu organların arkasındaki düĢünme ve anlama yeteneğidir. Bu or- ganlar, insanın hissettiğini dile getirmek için birer araçtır. Yani, bu âyetler “biz insana sa- dece akıl ve düĢünme yeteneği vererek kendi kendine yol bulsun diye bırakmadık. Ayrıca yol da gösterdik. DüĢünerek ve anlayarak dilediğini seçmesi için ona iyilik ve kötülük, 208 doğruluk ve sapıklıktan oluĢan iki yol açıkladık.” diye yorumlanabilir. 1.1.4.6. Sünnet ( ) Sünnet kelimesi, “bir şeyi âdet olarak ihdas etmek, uzatmak, keskinleştirmek, akıt- mak, dökmek” gibi manalara gelen “s-n-n / ” kökünden gelmekte olup, çoğulu “sünen / olarak kullanılmaktadır. Sözlükte sünnet kelimesine, “tavsif edilmek kaydıyla iyi veya ”ُسن َن 209 kötü gidişat, tarikat (yol), izlenen yol, hayat tarzı, örnek alınan uygulama, örf ve gele- 204 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XXXI, 184. 205 Ġnsân, 76/3. 206 Celal Yıldırım, Ġlmin IĢığında Asrın Kur‟ân Tefsiri, I-XIV, Anadolu Yayınları, Ġzmir 1986, XIII, 6808. 207 Beled, 90/8-9. 208 Mevdûdî, Ebu‟l A„lâ, Tefhîmu‟l-Kur‟ân, Kur‟ân‟ın Anlamı ve Tefsiri, trc. Muhammed Han Kayanî ve diğerleri, I-VII, Ġnsan Yayınları, 2. baskı, Ġstanbul 1991, VII, 125-126. 209 Cevherî, a.g.e., V, 2138. 35 210 nek ” gibi manalar verilmiştir. Râzî‟nin belirttiğine göre sünnet kelimesi tekrar edilen ve tekrar edilebilir olan davranışları ifade ettiği gibi, süreklilik, düzenlilik ve standartlılık da 211 ifade eder. Bu karakteri en bariz şekliyle “senenu‟t-tarîk” kullanımında görüyoruz. Bu ifadenin anlamı genellikle “dümdüz uzanan yol” olarak karşılanmaktadır ki “sünnet”in de 212 “dümdüz uzanan yol” anlamında kullanılması buradan kaynaklanmaktadır. 213 Kur‟ân‟da sünnet kelimesi ikisi çoğul olmak üzere on altı yerde geçmektedir. Bunların çoğunda Allah‟a izafet ile “sünnetullah” şeklinde, bir kısmında ise geçmiş kavim- lerin takip ettiği yollar ve başlarından geçen ibretlik olaylar manasındadır. Örnek olarak İsra sûresinin 77. âyetini verebiliriz: َّنِتَناََتْحٖويًلاَ﴾َ َّنَةََمْنََقْدََاْرَسْلَناََقْبَلَكَِمْنَُرُسِلَناََوَلاََتِجُدَلُِس ﴿َُس “Elçilerimizden senden önce gönderdiklerimiz için de (izlediğimiz) yol buydu; Bi- zim (çizdiğimiz) yolda bir değişme göremezsin.” 1.1.4.7. Rî‘ ( ) Sözlükte “rî„ / ” kelimesi hem “dağ, tepe, yerden yüksek mekân” hem de “yol, 214 girilen veya girilmeyen yol” manalarına gelmektedir. Katâde, Dahhâk, Kelbî, Mukâtil, 215 Süddî ve bir kavle göre İbn Abbas, bu kelimeye “yol” manası verirlerken Zeccâc, buna 216 “dağların arasındaki yol” manasını da eklemiştir. Kurtubî ise bu iki mananın da sözlük 217 kitaplarında bilinen manalar olduğunu belirtmektedir. Şuarâ sûresinin 128. âyetinde Hz. Hûd, kavminden iman etmek isteyenlere veya iman etmiş müminlere engel olmak için inkârcıların yaptıklarını şöyle kınamaktadır: ِّلَٖري عَاَٰيًةََتْعَبثُونَََ﴾ ﴿ اََتْبُنوَنَبُِك “Siz her yola / yüksek yere bir alâmet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?” 210 Murteza Bedir, “Sünnet”, DĠA, XXXVIII, Ġstanbul 2010, s. 150. 211 Ezherî, a.g.e., XII, 300. 212 Bu kökten gelen kelimelerin çeĢitli türevlerinin yüze yakın kullanılıĢı hakkında bkz: Ömer Özsoy, Sünne- tullah - Bir Kur‟ân Ġfadesinin KavramlaĢması, Fecr Yayınevi, 2. baskı, Ankara 1999, s. 48-54. 213 Abdulbâkî, a.g.e., s. 367. 214 Cevherî, a.g.e., III, 1224; Ġbn Manzûr, a.g.e., VIII, 139. 215 Kurtubî, a.g.e., XVI, 55. 216 Zeccâc, a.g.e., IV, 96. 217 Kurtubî, a.g.e., XVI, 55. 36 1.2. SEBÎLÜLLAH TERKĠBĠNĠN ĠKĠNCĠ KELĠMESĠ OLAN ALLAH LAFZA-I CELÂLĠ Allah, kâinatı yaratan ve idare eden yüce varlıktır. Kur‟ân‟a göre Allah, yalnız üs- tün bir varlık değil, aynı zamanda var denmeğe layık tek gerçek varlıktır ve kâinatta kendi- 218 sine denk olabilecek hiçbir Ģey yoktur. Varlık dünyasının merkezinde Allah vardır. Al- 219 lah kelimesi, Kur‟ân düĢünce sisteminde en yüksek odak kelimedir. Derece ve önem bakımından ondan üstün bir kelime yoktur. Kur‟ân düĢünce sistemi, esas olarak merkezin- de Allah olan bir sistemdir. Onun için bu sistemde, Allah fikri her Ģeye hâkimdir ve bütün anahtar terimlerin sistematik yapısı üzerinde derin tesir gösterir. Ġnsan, Kur‟ân düĢüncesini hangi bakımdan incelemek istese, her Ģeyden önce bu düĢüncenin semantik yapısı hakkın- 220 da bir fikir sahibi olmalıdır. Ġnsanoğlu, kendisini ve tüm kâinatı yaratan Allah‟ı tanımak, O‟na ibadet etmek ve peygamberler aracılığıyla gösterilen doğru yola tâbi olmakla yükümlüdür. Zaten insan bu inanca meyilli olarak yaratılmıĢtır. Allah Teâlâ, bu hakikati Rûm sûresinin 30. âyetinde haber vermektedir: ِّيُمَ ْلَق ّٖديُنَا َّناَسََعَلْيَهاََلاََتْبٖديَلَلَِخْلِقَاللِّٰهَٰذلِكَََال ّٖديِنََحٖنيًفاَِفْطَرَتَاللِّٰهَالَّٖتىََفَطَرَال ﴿ََفاَِقْمََوْجَهَكَلِل َّناِسََلاََيْعَلُمونَََ﴾َ َّنَاَْكَثَرَال َولِٰك “O halde sen yüzünü Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah‟ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah‟ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Hz. Peygamber de konuyu Ģöyle açıklamıĢtır: َِِه" ِّجَسان ِّصَرانِِهََأْوَُيَم ِّوَدانِِهَأَْوَُيَن ْلِفْطَرِةََفأََبَواُهَُيَه ُُّلََمْولُو دَُيولَُدََعَلىَا َ"ك “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne ve babası onu Hıristi- 221 yan, Yahudi veya Mecusi yapar.” Bu açıdan tüm peygamberlerin tebliğindeki iman esas- ları hiç değiĢmemiĢ ve onlar insanları fıtraten meyyal oldukları tevhîdî imana ve Allah‟a kulluğa davet etmiĢlerdir. 218 Izutsu, a.g.e., s. 82. 219 Kur‟ân‟da Allah ismi 2.697 kez geçmektedir. Bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 40-75. 220 Izutsu, a.g.e., s. 107. 221 Buhârî, “Cenâiz”, 92; Ebû Dâvûd, “Sünne”, 17; Tirmizî, “Kader”, 5. 37 Ġslâm‟ın ilk muhatapları olan Araplar, ataları Hz. Ġsmâil‟den beri Allah ismini bili- yor ve tapmıĢ oldukları putların yanında her Ģeyi yaratan Allah‟a inanıyorlardı. Ġslâm dave- tinin baĢlangıcından itibaren müĢriklerin Allah ile ilgili itirazlarından O‟nu bilip tanıdıkları anlaĢılmaktadır. MüĢrikler, Allah‟ın varlığı ve yüceliği hakkında itirazda bulunmamıĢ, di- ğer bazı sıfatlarına karĢı çıkmıĢlardır. Örneğin ilk yaratıcının, yağmuru yağdıranın ve gü- 222 223 neĢi, ayı emrine boyun eğdirenin Allah olduğuna inanırlarken; yeniden diriltilmeye ve 224 özellikle de vahye itiraz etmiĢlerdir. Allah ismi, yaratıcıya ait esmâ-ı hüsnânın en hususi olanıdır. Rubûbiyette ve ulûhiyette Ģirki reddeden yegâne isimdir. Bunun için “lâ ilâhe illallah” cümlesi tevhidi ifade ederken, “lâ ilâhe illerrahmân” veya “lâ ilâhe illerrezzâk” ifadeleri ile tevhid sa- 225 hih olmamaktadır. Gerek özel isim olarak, gerekse Ģahıs ismi olarak Allah Teâlâ‟dan baĢka hiçbir ilâh Allah diye anılmamıĢtır. “... Sen O‟nun bir adaşı olduğunu biliyor 226 musun?” âyeti de bu hakikati bildirmektedir. Bu sebepten dolayı Allah lafzının gerek Arap dilinde gerekse diğer Müslümanların dillerinde herhangi bir tesniye veya çoğul Ģekli oluĢmamıĢtır. Allah ismini tanrı kelimesi ile karĢılamak isteyenlere Hamdi Yazır, Ģu delillerle karĢı çıkmaktadır: “Hâlbuki tanrı adı böyle değildir, mabud ve ilâh gibidir. Hak olmayan mabudlara da tanrı denilir. Fakat bu bir cins ismidir. Allah‟a Ģirk koĢanlar birçok tanrılara taparlardı. Falancaların tanrıları Ģöyle, falancalarınki Ģöyledir denilir. Demek ki “tanrı” cins ismi, “Allah” özel isminin eĢ anlamlısı değildir, daha genel anlamlıdır. Bundan do- 227 layı “Allah” ismi “tanrı” adı ile terceme olunamaz.” Böyle olsaydı kelime-i tevhidin tercümesi “Allah‟tan baĢka ilah yoktur” olması gerekirken “Ġlahtan baĢka ilah yoktur” olurdu ki bunun da ne kadar boĢ ve manasız bir söz olduğu aĢikârdır. Bu yüzden mana- sındaki birlik ve özel isim olması nedeniyle Allah lafzı ne tanrı kelimesiyle ne de bir baĢka kelimeyle tercüme edilemez. Allah isminin etimolojisi üzerinde Ġslâm âlimleri ve Arap dili uzmanları tarafın- 222 Bkz: Ankebût, 29/61-63; Lokmân, 31/25; Zümer, 39/38, Zuhruf, 43/9, 87. 223 Bkz: Mü‟minûn, 23/81-82; Yâsîn, 36/77-78; Sâffât, 37/16. 224 Bkz: En„âm, 6/91. 225 Beyzâvî, a.g.e., I, 7. 226 Meryem, 19/65. 227 Yazır, a.g.e., I, 44. 38 dan farklı görüĢler ileri sürülmüĢtür. Kelimenin herhangi bir kökten türemiĢ olmayıp, sözlük manası taĢımadığı ve gerçek mâbudun özel adını teĢkil ettiği yahut sözlükte bir anlamı olsa bile gerçek mâbuda ad olunca bu anlamı kaybettiği çoğunluk tarafından be- nimsenmektedir. Bunun yanı sıra Allah isminin çeĢitli köklerden türemiĢ olabileceğini söyleyen- 228 ler de vardır. Bunların görüĢleri Ģöyle özetlenebilir: a) Ġlâh kelimesinden türemiĢ olup baĢına harf-i ta„rif getirilmiĢ, bir taraftan el-ilâh Ģeklinde dildeki yerini almıĢken diğer taraftan kullanım sırasında dile kolaylık sağlamak maksadıyla asıl kelimenin hemzesi kaldırılmıĢ, lamlar birleĢtirilmiĢ (idgâm) ve azamet ifade eden kalın bir ses verilerek Allah tarzında okunmuĢtur. Ġlâh kelimesi ise “kulluk etmek” manasındaki elehe-ye‟lehu veya “hayret ve ĢaĢkınlık içinde kalmak, gönülden bağlanıp sığınmak” anlamındaki elihe-ye‟lehu ve velihe-yevlehu kökünden ism-i mef„ul manasında bir mastar olup “tapınılan, yüceliğinin karĢısında hayrete düĢülen, gönülden bağlanılıp sığınılan” manalarını ifade eder. Ancak ilâh, hak mâbud için olduğu gibi bâtıl tanrılar için de kullanılmıĢtır. b) “Gizlenmek, duyu idrakinin fevkinde olmak” anlamındaki lâhe-yelîhu kökünden leyh-lâh kelimesinden türemiĢ olup “duyu idrakinin ötesinde bu- lunan” demektir. Lâh kelimesinin baĢına harf-i ta„rif getirilerek lamlar birleĢtirilmiĢ ve Allah kelimesi elde edilmiĢtir. c) Daha çok yabancı yazarların gösterdiği bir temayüle göre Allah lafzı, Câhiliye Arapları‟nın putlarından olan el-Lât veya Ârâmîce elâhâ ke- 229 limelerinden alınmıĢtır. Hamdi Yazır, Allah isminin baĢka dillerden alınmıĢ olduğu iddiasını Ģöyle red- detmektedir: “Hz. Muhammed‟in peygamberliği asrında bütün Arapların bu özel ismi tanıdığı bilinmektedir. Kur‟ân-ı Kerîm de bize bunu anlatıyor: “Andolsun onlara: „Gök- 230 leri ve yeri kim yarattı?‟ diye sorsan, elbette „Allah‟ derler...” Bundan dolayı Ģimdi bizde olduğu gibi o zamanda bu ismin, Arap diline özgü olduğundan Ģüphe yoktur. Sonra bunun Hz. Ġsmâil zamanından beri geçerli olduğu da bilinmektedir. Bu itibarla da Arapça 231 olduğu Ģüphesizdir. 228 Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir‟de yaklaĢık otuz görüĢün olduğunu kaydetmektedir. Bkz: Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, II, 12. 229 Bekir Topaloğlu, “Allah”, DĠA, II, Ġstanbul 1989, s. 471. 230 Zümer, 39/38. 231 Yazır, a.g.e., I, 45. 39 Allah kelimesinin etimolojisi hakkında ileri sürülen iddialar baĢta Kur‟ân-ı Kerîm olmak üzere Ġslâm literatürünün sunduğu Allah anlayıĢı karĢısında fazla bir önem taĢımaz. Ġslâm bilginleri bu kelimenin tarifini, aynı anlama gelen bazı kelime farklılıklarıyla Ģu Ģe- kilde yapmıĢlardır: “Allah, varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan zâtın adı- dır.” Tarifteki “varlığı zorunlu olan” kaydı, Allah‟ın yokluğunun düĢünülemeyeceğini, var olmak için baĢka bir varlığın desteğine muhtaç olmadığını ve dolaylı olarak O‟nun kâinatın yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu; “bütün övgülere lâyık bulunan” kaydı ise yetkinlik ve aĢkınlık ifade eden isim ve sıfatlarla nitelendiğini anlatmaktadır. Allah kelimesi Ġslâmî naslarda bu tarifin özetlediği bir kavram haline gelmiĢ, gerçek mabudun ve tek yaratanın 232 özel ismi olmuĢtur. 232 Topaloğlu, “a.g.md.”, DĠA, II, 471. 40 2. SEBÎLÜLLAH KAVRAMI 2.1. SÖZLÜK VE TERĠM ANLAMI Kur‟ân‟ın, Ġslâm‟a özgü bir medeniyet ve dünya görüĢü oluĢturmak için kullandığı anahtar kavramlardan biri de sebîlüllahtır. Sebîlüllah kavramını oluĢturan sebîl ve Allah kelimelerinin sözlük manaları yukarıdaki bölümlerde ayrıntılı olarak açıklanmıĢtır. Bu iki kelime bir araya gelip bir terkip oluĢturunca “Allah‟ın yolu” manasına gelmektedir. Tabii ki sebîl kelimesi, bu terkibe girince hakikî manadaki yol anlamından çıkmakta ve mecazî bir anlam ifade etmektedir. Ġnsanların ayak basıp üzerinde yürüdükleri yol nasıl onları bir hedefe götürüyorsa sebîlüllah da insanları itikat ve amelde Allah‟ın rızasına götürmektedir. Bu açıdan sebîlüllah farz, nafile ve diğer amelleri yapmak suretiyle Allah‟a yaklaĢmayı ve O‟nun rızasını kazanmayı hedefleyen tüm eylemlerin bir adı olmaktadır. Çünkü Allah‟ın yolu, O‟nun emrettiği iyilik çeĢitlerinden her Ģeyi içeren ve vahiy aracılığıyla insanlığa sunulan bir hidayet yoludur. Sebîlüllah terkibi, dünya ve âhiret hayatında insanlara yararlı olan, insanlığın iyi yönde geliĢmesini sağlayan bütün hayırlı iĢleri ihtiva etmektedir. Kur‟ân ve sünnet, bu terkiple insanları daha yüce ve olumlu bir sosyal düzen kurmaya yöneltir. Nitekim bu terkibin yer aldığı âyetlerde Allah yolunda infâk, hicret ve savaĢın emredilmesi, yapılan 233 bu tespiti doğrular mahiyettedir. Bu bakımdan sebîlüllah kavramı, Ġslam terminoloji- sinde halkın maslahatı ve toplumun mutluluğu amacıyla geçici dünya kazançları arzu- lanmaksızın yapılan her ameli içermektedir. Örneğin kiĢi, geçici dünya menfaati ummak- sızın sırf Allah rızası için muhtaçlara yardım ederse bu sebîlüllahtır. Bu açıdan “Allah yolunda” kavramı Ġslam‟a özgü, maddî menfaat ve isteklerden uzak, sırf Allah rızası için olan iĢler için kullanılmaktadır. Genel olarak sebîlüllah kavramı, tüm insanlığın kurtuluĢu adına Allah‟ın yoluna, dinine, Kur‟ân-ı Kerîm‟in ihtiva ettiği ve Allah Resûlü‟nün bizzat tatbik ederek gösterdiği imanî, ahlâkî, insanî, terbiyevî ve ictimaî alanlardaki öğretilerine daveti kapsamaktadır. 234 Kısaca sebîlüllaha davet, Ġslâm‟ın bizzat kendisine davettir. Süleyman Uludağ‟ın güzel ifadeleriyle; Kur‟ân‟da sebîlüllah ismi verilen bu yol Allah‟a, yaratılandan Yaratanına ve kuldan Mevlâsına giden manevî bir yoldur. Bu yol 233 Fahreddin Yıldız, “Allah Yolunda Ġnfak”, Altınoluk Dergisi, Aralık 2000, sy. 178, s. 15. 234 Bkz: En‟âm, 6/151-153; Nahl, 16/125. 41 kulluk, ibadet ve ahlak yoludur. Bir kurtuluĢ yolu olduğu kadar da kemale erme ve faziletle donanma yoludur. Daha önemlisi bu yol âhiret yoludur, hakka dönme ve ona erme yoludur, 235 ebedî mutluluk yoludur. 2.2. SEBÎLÜLLAH KAVRAMININ ANLAMINA DAĠR GÖRÜġLER Kur‟ân-ı Kerîm‟de sebîlüllah kavramı toplam altmıĢ dokuz defa; aynı manayı ifade edecek Ģekilde zamirlerle birlikte de (sebîlihî, sebîlünâ, sebîlî) yirmi iki defa kullanılmıĢ- 236 tır. Ayrıca üç yerde sebîlüllah ile aynı anlama gelen ve sebîl kelimesinin hazfedildiği (fillâh / َِِفىَاللّٰه 237) Ģeklinde kullanılmıĢtır. Sebîlüllah kavramının âyet ve hadislerde ifade ettiği anlamlar hakkında baĢta dil âlimleri, müfessirler ve muhaddisler olmak üzere birçok ilim adamı yaĢadıkları asrın Ģartla- rını da göz önüne alarak çeĢitli görüĢler ileri sürmüĢlerdir. 2.2.1. Dil Âlimlerinin GörüĢleri Sebîlüllah kavramına sözlüklerde temel olarak “Allah‟ın yolu” manası verileceği açıktır. Fakat bu kavramın Kur‟ân-ı Kerîm‟de mecâzî olarak kullanılmasını göz önüne alan dil âlimleri genel olarak “Allah Teâlâ‟nın iyilik namına kullarından istediği ameller ve bu amellere götüren araçlar” manasını vermiĢlerdir. Aynı zamanda değiĢik âyetlerde aldığı özel manaları da bu tanıma eklemiĢlerdir. Buna göre bazı dil âlimlerinin sebîlüllah kavra- mına yaptıkları tanımlamalar Ģöyledir: Allah Teâlâ‟nın rızasının kastedildiği ve içinde iyilik barındıran her yol sebîlüllah 238 kapsamına dâhildir. Sebîlüllah, Allah‟ın insanları çağırdığı hidayet yoludur. Allah Teâlâ‟nın iyilik ola- rak istediği yolların hepsi sebîlüllahın kapsamına girmektedir. Örneğin bir kiĢi bir arazinin 235 Süleyman Uludağ, “Risâlet/Peygamberlik”, Zuhur Dergisi, Eylül 2013, sy. 16, s. 15-16. 236 Abdulbâkî, a.g.e., s. 341-344. 237 Örn: “... َّقَِجَهاِدَٖه ََح َِفىَاللِّٰه ,Allah (yolunda/uğrunda) gerektiği şekilde, hakkıyla cihâd edin ...” Hac“ ”َوَجاِهُدوا َِه …“ ;22/78 َّناِسََكَعَذاِبَاللّٰ ,Ama Allah uğrunda / yolunda bir ezaya uğratılınca …“ ”…فَِاَذاَاُوِذَىَِفىَاللِّٰهََجَعَلَِفْتَنَةَال insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah‟ın azabı gibi tutar…” Ankebût, 29/10; “ََوالَّٖذيَنََهاَجُرواَِفىَالَلِّٰه .Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince…” Nahl, 16/41“ ” ِمْنََبْعِدََماَُظلُِموا 238 Ezherî, a.g.e., XII, 436. 42 ürününü vakfetse ve onları yolda kalmıĢa, fakirlere, mücahidlere ve benzer durumda olan- 239 lara sarf etse yaptığı bu iĢ sebîlüllah kapsamında kabul edilir. Sebîlüllah, kendisine çağrılan hidayet yoludur. Bu yüzden cihad ve Allah Teâlâ‟nın 240 hayır namına emrettiği her Ģey Allah‟ın yoludur. Sebîlüllah, çoğunlukla cihad hakkında kullanılmaktadır. Çünkü cihad, din uğruna 241 savaĢılan yoldur. Sebîlüllah cihad, hac, ilim tahsil etmek ve Allah‟ın hayır olarak yapılmasını istediği 242 her Ģeydir. Fakat çoğunlukla cihad için kullanılır. Sebîlüllah, Allah Teâlâ‟nın hayır olarak yapılmasının emrettiği her Ģeydir. Ġslâm di- 243 ni veya Kur‟ân‟dır. Görüldüğü gibi dil âlimleri bu kavrama genel ve özel olarak bakarak tanım yapmıĢlardır. Genel olarak bakıldığında Allah Teâlâ‟nın rızasına götüren tüm hayırlı ameller sebîlüllah kapsamına alınırken özel olarak da cihad, hac ve ilim tahsil etmek vurgulanmıĢtır. 2.2.2. Müfessirlerin GörüĢleri Müfessirlerin sebîlüllah kavramı hakkındaki görüĢleri bu kavramın değiĢik fiiller ile kullanıldığı bazı âyetleri nasıl tefsir ettiklerine bakılarak açıklanacaktır. Fakat zekâtın verileceği yerleri zikreden Tevbe sûresinin 60. âyetindeki fî sebîlillah grubu ile ilgili yo- rumlar ayrı bir baĢlık altında inceleneceği için burada yer verilmeyecektır. Allah Teâlâ, Bakara sûresinin 154. âyetinde kendi yolunda Ģehit olanların durumu- nu Ģöyle haber vermektedir: ََن ﴾ ﴿ََوَلاََتُقولُواَلَِمْنَُيْقَتُلَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاَْمَوا تََبْلَاََْحَيا ءََولِٰكْنََلاََتْشُعُرو “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bu- nu bilemezsiniz.” 239 Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 319-320. 240 Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, s. 1012. 241 Zebîdî, Ebü‟l-Feyz Muhammed Murtezâ, Tâcu‟l-„arûs min cevâhiri‟l-Kâmûs, I-XL, tah. Heyet, Türâ- sü‟l-Arabî, Kuveyt 1994, XXIX, 161. 242 ġertûnî, a.g.e., I, 493. 243 Ömer, a.g.e., II, 1031. 43 Âyetteki “Allah‟ın yolu” terkibine bazı müfessirler “Allah‟a itaat ve Allah‟ın dini- 244 ni/kelimesini yüceltme uğrunda” manası vermiĢlerdir. Bursevî, âyetin genel manasına uygun olarak “sebîlüllah cihaddır, çünkü Allah‟ın sevabına ve rahmetine ulaĢmanın yolu- 245 dur” diyerek tefsir etmiĢtir. Allah Teâlâ, Bakara sûresinin 190. âyetinde Müslümanca savaĢmanın ölçülerini vermekte ve Ģöyle emretmektedir: ََنَ﴾َ ُّبَالُْمْعَتٖدي َِّنَاللَّٰهََلاَُيِح َنُكْمََوَلاََتْعَتُدواَا َ﴿ََوَقاتِلُواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَالَّٖذيَنَُيَقاتِلُو “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çün- kü Allah aşırı gidenleri sevmez.” Bazı müfessirler, âyette geçen sebîlüllahı “Allah‟a varmanın ve rızasına ermenin yolu olan Allah‟ın dini, Allah‟ın emirlerine itaat etme ve O‟nun rızasını talep etme yolun- 246 da, Allah‟ın dinini / kelimesini yüceltme uğrunda” diye tefsir etmiĢlerdir. Râzî de bu 247 manayı tercih ederek Ģu hadîs-i Ģerîfi delil göstermiĢtir: روىَأبوَموسىَأنَالنبـيَصلىَاللهَعليهَوسلمَسئلَعمنَيقاتلَفيَسبيلَالله،َفقال:َ"َهوَمنَقاتلَ لتكونَكلمةَاللهَهيَالعليا،َولاَيقاتلَرياءَولاَسمعةَ" “Ebû Musa, Peygamber‟e (sav) Allah yolunda savaşanın kim olduğu sorulduğunda, şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah yolunda olan kişi, Allah‟ın kelimesinin en yüce ve en 248 yüksek olması için savaşan; gösteriş ve kahraman sayılmak için savaşmayan kimsedir.” Son dönem ġiî müfessirlerden olan Tabâtabâî (1981), savaĢın Allah yolunda ola- bilmesi için hedefinin dini egemen kılmak ve tevhîd mesajını tüm insanlara ulaĢtırmak 244 Ġbn Ebû Hâtim, Abdurrahmân b. Muhammed, Tefsîrü‟l-Kur‟âni‟l-„azîm müsneden „ani‟r-Resûl ve‟s- sahâbe ve‟t-tâbi„în, I-X, tah. Es„ad Muhammed Tayyib, Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, Mekke-Riyad 1997, II, 262, 330, 459; Süyûtî, Ebü‟l-Fazl Celalüddin Abdurrahmân b. Ebî Bekr, ed-Dürrü‟l-mensûr fi‟t-tefsîri bi‟l-me‟sûr, I-XVII, tah. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Merkezü Hicr, Kahire 2003, II, 69; Âlûsî, ġihâbuddîn Mahmûd b. Abdillâh, Rûhu‟l-me„ânî fî tefsîri‟l-Kur‟âni‟l-„azîm ve‟s-seb„i‟l- mesâni, I-XXX, Dâru Ġhyâ‟i‟t-türâsi‟l-Arabî, Beyrut, ty., II, 20; ġevkânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ali, Fethu‟l-kadîr el-câmi„ beyne fenneyi‟r-rivâye ve‟d-dirâye min „ilmi‟t-tefsîr, I-V, tah. Abdulkâdir Umeyre, Dârü‟l-Vefâ, yy., 1994, I, 299. 245 Bursevî, a.g.e., I, 258. 246 Sa„lebî, Ebû Ġshâk Ahmed b. Muhammed, el-KeĢf ve‟l-Beyân, I-X, tah. Ebû Muhammed b. ÂĢûr, Dâru Ġhyâ‟i‟t-türâsi‟l-Arabî, Beyrut 2002, II, 87; ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 116; Beyzâvî, a.g.e., II, 108; Nesefî, a.g.e., I, 102; Ebüssuûd, a.g.e., I, 320; Bursevî, a.g.e., I, 305. 247 Fahreddîn Râzî, a.g.e., V,138. 248 Buhârî, “Cihâd”, 15; Müslim, “Ġmâre”, 149; Nesâî,” Cihâd”, 21; Ġbn Mâce, “Cihâd”, 13; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 15. 44 olması gerektiği belirterek ancak böyle bir savaĢın sırf Allah rızası için yapılan bir ibadet 249 niteliğini kazanabileceğini kaydetmektedir. Allah yolunda savaĢın emredildiği Bakara sûresinin 244. âyetinde Müslümanlara Ģöyle buyrulmaktadır: َّنَاللَّٰهََسٖمي عََعٖلي مَ﴾ ﴿ َوَقاتِلُواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََواْعَلُمواَاَ “Öyleyse Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.” Âyetteki savaĢın ne adına yapılacağını belirleyen sebîlüllaha “Allah‟ın dinini yü- 250 251 252 celtme yolunda”, “Allah‟ın insanları hidayet ettiği dini (kullarına vazettiği Ģeriatı ), 253 “Allah‟a itaat uğrunda” manaları verilmiĢtir. Tefsîru‟l-menâr‟da Ģöyle bir açıklama kay- dedilmiĢtir: “Sebîlüllah, Müslümanların haklarının ellerinden alınmaması ve dinlerini açık- ça yaĢamaktan engel olunmamaları için Allah‟ın kelimesinin yüceltilmesi, dinin ve dine davetinin güven altına alınması yoludur. Bu tanım dinî açısından savaĢtan (kıtâl /َُل -da (الِْقَتا 254 ha kapsamlıdır.” Bir baĢka âyetin tefsirinde ise “sebîlüllah itikad ve amelde Allah‟ın 255 rızasına ve sevabına ulaĢtıran yoldur” tanımı yapılmaktadır. 256 Hamdi Yazır, Bakara sûresinin 261. âyetini tefsir ederken sebîlüllahın “Allah yolu ve dini” olduğunu belirterek, Allah yolunda cihadın, dinin güvenli ve dindarların baskıdan korunması için yapılması gereken hareketlerin en önemlisi olduğundan dolayı, fî sebîlillah 257 deyiminin, Ģeriatta daha çok cihad anlamında örf haline geldiğini kaydetmiĢtir. Allah Teâlâ, Bakara sûresinin 195. âyetinde Ģöyle buyurmaktadır: ََنَ﴾ ُّبَالُْمحَِْسٖني َِّنَاللَّٰهَُيِح َْنِفُقواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاَتُْلُقواَبِاَْيٖديُكْمَاِلَىَالتَّْهلَُكِةََواَْحِسُنواَا ﴿ََوا “(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” 249 Tabâtabâî, Muhammed Hüseyin, el-Mîzân fî tefsîri‟l-Kur‟ân, I-XXII, Müessesetü‟l-Alemî, Beyrut 1997, II, 61. 250 Mahallî – Süyûtî, a.g.e., s. 53; Bursevî, a.g.e., I, 378. 251 Taberî, a.g.e., IV, 426. 252 Taberî, a.g.e., XI, 527. 253 Begavî, a.g.e., I, 294. 254 ReĢîd Rızâ, a.g.e., II, 461. 255 ReĢîd Rızâ, a.g.e., X, 579. 256 “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” 257 Yazır, a.g.e., II, 192. 45 Kur‟ân-ı Kerîm‟i baĢtan sona kadar tefsir eden ilk müfessir olan Mukâtil b. Sü- leymân, bu âyeti “Allah‟a itaat ettiğinizi göstermek için O‟nun uğrunda mallarınızdan 258 infâk edin manasındadır” diyerek tefsir etmiĢtir. Buradaki sebîlüllah terkibi hakkında bazı müfessirlerin yorumları ise Ģöyledir: “Sebîlüllah ile cihad ve tüm hayırlı iĢler kaste- 259 dilmiĢtir. Fakat mutlak söylendiğinde cihad için kullanılmaktadır.” “Sebîlüllah, Allah‟ın 260 dini ve Ģeriatıdır.” “Allah yolunda demek, Allah‟ın dini ve O‟na itaat uğrunda demek- 261 tir.” “Allah‟ın rızası uğruna tasadduk edin. Bu cihad ve diğer tüm hayır konuları anla- 262 263 mında genel bir ifadedir.” “Sebîlüllah cihaddır.” “Sebîlüllah hayır, iyilik ve hakkın 264 müdafaası yoludur.” Bursevî, sebîlüllahın anlam sınırlarını geniĢleten Ģu açıklamayı yapmaktadır: “Sebîlüllah Allah‟ın sevabına ve rahmetine götüren dinidir. Allah‟ın, dinini ikame etme ve aziz kılma konusunda infâk olarak emrettiği her Ģey bu âyetin kapsamına girer. Hac ve umre yapmak, inkârcılarla cihad etmek, sıla-ı rahim, fakir ve miskinleri destekleme aile ve evlatların hukukuna riayet veya bunların dıĢında kiĢiyi Allah‟a yaklaĢtıran her 265 Ģey buna dâhildir.” Cemâlüddîn el-Kâsımî (1914), bu âyetin Allah‟a itaat ve yaklaĢma yollarında malı infâk etmeyi emrettiğini ve düĢmanla savaĢan Ġslâm ordusuna malî destek olmanın 266 da Allah yolunda infâkın en önemli bölümlerinden olduğunu kaydetmektedir.” Kur‟ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir adlı eserde Bursevî‟nin yukarıda aktarılan kapsamlı sebîlüllah yorumu daha da geniĢletilerek Ģu açıklamalar kaydedilmiĢtir: “Âyet, insanın sahip olduğu maddî imkânlardan Allah‟ın hoĢnutluğunu ve âhiret mutlu- luğunu kazandıracak hayır yollarına harcamada bulunmasını , Kur‟ânî kavramla infâkta bulunmasını emretmektedir. Müslüman âlimlerce ve Ġslâm medeniyeti tarihinde, böyle bir niyete dayanması Ģartıyla ülkenin savunulması, hac hizmetleri, yoksulların destek- 258 Mukâtil b. Süleymân, Kitâbu tefsîri‟l-hamsi mi‟e âye mine‟l-Kur‟ân, s. 52. 259 Begavî, a.g.e., I, 215. 260 Endelûsî, a.g.e., II, 73. 261 Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te‟vîlâtü Ehli‟s-sünne, tah. Mecdi Ba Sellum, I-X, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2005, II, 64. 262 Nesefî, a.g.e., I, 103. 263 ġevkânî, a.g.e., I, 349. 264 ReĢîd Rızâ, Muhammed, Tefsîrü‟l-Kur‟âni‟l-Hakîm, I-XII, Dârü‟l-Menâr, Kahire 1947, II, 213. 265 Bursevî, a.g.e., I, 308. 266 Kâsımî, Muhammed Cemâleddin, Mehâsinü‟t-te‟vîl (Tefsîru‟l-Kâsımî), I-XVII, tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Dâru Ġhyâi‟l-kütübi‟l-Arabiyyeti, yy., 1957, II, 479. 46 lenmesi; okul, cami, yol, köprü, çeĢme, bakımevleri gibi toplumsal hizmet ve hayır müesseselerinin kurulması ve güçlendirilmesi, hatta tabiatın korunup geliĢtirilmesine kadar çok çeĢitli hizmetler için yapılan her türlü harcama Allah yolunda harcama sa- 267 yılmıĢtır.” Allah yolundan alıkoyma hakkındaki bir âyette Ģöyle buyrulmaktadır: َِه ...﴾َ ٌّدََعْنََسِبيِلَاللِّٰهََوكُْف رَبِٖهََوالَْمْسِجِدَالَْحَراِمََواِْخَراُجَاَْهِلٖهَِمْنُهََاَْكَبُرَِعْنَدَاللّٰ ﴿...َقُْلَقَِتا لَٖفيِهََكِبي رََوَص “… Allah‟ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram‟ın ziyareti- 268 ne engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır…” Âyetteki müĢrikler tarafından engellenmek istenen sebîlüllahın ne olduğu konusun- da müfessirlerden Ġbnü‟l-Cevzî, Ġbn Abbas ve Süddî‟den rivayet edilen görüĢe uygun ola- rak “buradaki sebîlüllahtan kasıt hac ibadetidir, çünkü müĢrikler Resûlullah‟ı Mekke‟den 269 alıkoymuĢlardı” diye açıklamıĢtır. Mükâtil b. Süleyman‟a göre müĢriklerin insanları 270 dine girmekten engellemeleri nedeniyle âyetteki sebîlüllahtan maksat Ġslâm dinidir. Bazı 271 müfessirler âyetteki sebîlüllahı Mescid-i Haram olarak, bazıları ise sebîlüllahın genel manası olan “Allah‟ın rızasına ulaĢtıran dini Ġslâm veya Allah‟ın rızasına ulaĢtıran her 272 Ģey” olarak tefsir etmiĢlerdir. ََجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاُولِٰئَكََيْرُجوَنََرْحَمَتَاللِّٰهََواللُّٰهََغُفو رََرٖحي مَ﴾ َِّنَالَّٖذيَنَاَٰمُنواََوالَّٖذيَنََهاَجُرواََو ﴿َا “Şüphesiz inananlar ve Allah yolunda hicret edip savaşanlar; kesinlikle bunlar, 273 Allah‟ın rahmetini umarlar. Allah, gerçekten bağışlayıcı ve merhamet sahibidir.” Yukarıdaki âyette hicret ve cihad amelleri ile birlikte kullanılan sebîlüllah “Allah‟ın 274 yolunda, Allah‟a itaat uğrunda” Ģeklinde tefsir edilmiĢtir. 267 Komisyon, Kur‟ân Yolu, I, 302. 268 Bakara, 2/217. 269 Ġbnü‟l-Cevzî, Ebü‟l-Ferec Cemâlüddin, Zâdü‟l-mesîr fî „ilmi‟t-tefsîr, I-IX, Mektebetü‟l-Ġslâmî, Beyrut 1984, I, 238. 270 Mukâtil b. Süleymân, et-Tefsîrü‟l-kebîr, I, 186. 271 Nesefî, a.g.e., I, 112; ġevkânî, a.g.e., I, 384; Kâsımî, a.g.e., II, 541. 272 Ebüssuûd, a.g.e., I, 338; Âlûsî, a.g.e., II, 109; ReĢîd Rızâ, a.g.e., II, 316. 273 Bakara, 2/218. 274 Taberî, a.g.e., III, 667; Sa„lebî, a.g.e., II, 141; Ġbnü‟l-Cevzî, Zâdü‟l-mesîr, I, 239. 47 2.2.3. Muhaddislerin GörüĢleri Bu bölümde, temel hadis kaynaklarına Ģerh yazan muhaddislerin hadis-i Ģerîflerde geçen sebîlüllah kavramı hakkında serdettikleri görüĢlere yer verilmiĢtir. Müslim Ģârihi Muhammed Emin el-Herarî, "َاْغُزواَبِاْسِمَاللَِّهََفَقاتِلُواَِفيََسِبيِلَاللَِّهََتَعالَىَ،ََوَقاتِلُواََمْنََكَفَرَبِاللَِّهَ،َلَِتْغُزواََولاََتْغلَُواََولاََتْغُدُرواََولاَ تَُمثِّلُواََولاََتْقُتلُواََولِيًداَ" “Allah yolunda besmele ile gaza edin, Allah‟ı inkâr edenlerle çarpışın. Gaza edin, ama ganimete hıyanette bulunmayın, haksızlık edip zarar vermeyin, ölülerin burnunu, ku- 275 lağını kesmeyin, çocuk öldürmeyin!” hadîsinde geçen sebîlüllahı “ganimet elde etme, kavmiyetçilik uğruna veya cesaret gösterisi için değil de sırf Allah‟ın dinini / kelimesini 276 yüceltme uğrunda” manası vermiĢtir. Tîbî (743/1343) Mişkâtü‟l-mesâbîh adlı esere yazdığı Ģerhinde Kâdı Ġyâz‟ın (544/1149) “sebîlüllah, hayır çeĢitlerinin hepsini içine alan genel bir ifadedir veya onunla cihad kast edilmiĢtir denildi, fakat birinci görüĢ daha doğru ve daha açıktır” Ģeklindeki 277 görüĢünü nakletmektedir. Muhammed Abdürraûf el-Münâvî (1301/1621) Süyûtî‟nin (911/1505) el-Câmi„u‟s- sagîr kitabını Ģerhettiği Feyzü‟l-kadîr şerhu‟l-Câmi„i‟s-sağîr‟adlı eserinde, " جاهدواَالمشركينَبأموالكمَوأنفسكمَوألسنتكم" 278 “Müşriklere karşı mal, can ve lisanınızla cihad edin.” hadisini Ģerh ederken, ki- Ģinin tüm iĢlerinde kendini Allah‟ın emirlerine tâbi kılması durumunda fî sebîlillah cihad etmiĢ olacağını belirtmektedir. Fakat bu kavramın mutlak söylendiğinde kesinlikle inkârcı- 279 lara karĢı yapılan cihad kast edildiğini de ilave etmektedir. 275 Müslim, “Cihâd”, 3; Tirmizî, “Siyer”, 48, Ebû Dâvût, “Cihâd”, 90. 276 Herarî, Muhammed Emin el-„Alevî, el-Kevkebu‟l-vehhâc ve‟l-ravzu‟l-behhâc fî ġerhi Sahîhi Müslim, I-XXVI, Dârü‟l-Minhac - Dâru Tavki‟n-necât, Beyrut 2009, XIX, 92. 277 Tîbî, ġeredüddin Hüseyn b. Abdillâh, ġerhu‟t-Tîbî „alâ MiĢkâti‟l-mesâbîh, I-XIII, tah. Abdulhamîd Hindâvî, Mektebetü Nezzâr Mustafa el-Bâz, Mekke-Riyad 1997, V, 1541. 278 Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 5, 38, “Fiten”, 13; Nesâî, “Zekât”, 49. 279 Münâvî, Muhammed Abdürraûf b. Tâcilârifîn, Feyzü‟l-kadîr Ģerhu‟l-Câmi„i‟s-sagîr, I-VI, Dârü‟l- Ma„rife, 2. baskı, Beyrut 1972, III, 344. 48 280 Emîr es-San„ânî (1182/1768) Bulûğu‟l-merâm‟ı Ģerh ettiği eseri Sübülü‟s-selâm fî şerhi Bulûgi‟l-merâm‟da, َأْوََغاِر مَ،َأََْوََغا زَِفيََسِبيِلَ َأْوََرُج لَاْشَتَراَهاَبَِمالِِهَ،َ ٍّيَإِلاَلَِخْمَس ةَ:َلَِعاِم لََعَلْيَهاَ،َ َّصَدَقُةَلَِغِن ُّلَال "َلاََتِح َِّيَ" ِّدقََََعَلْيِهَِمْنَهاَ،ََفأَْهَدىَِمْنَهاَلَِغِن َأْوَِمْسِكي نَتُُص اللَِّهَ،َ “Resûlullah (sav) buyurdular ki: Sadaka şu beş kişi dışında zengine helâl değildir: Sadakayı toplamak için çalışan, sadaka malını kendi parasıyla satın alan, borçlanan, Allah yolunda gazveye çıkan, komşusu fakir olan kimse. Şöyle ki: Bu fakire sadaka verilir, o da 281 bundan zengin komşusuna hediyede bulunur.” hadisinde geçen sebîlüllahı “gâzilerdir ki zengin de olsalar kendilerini Allah‟ın yoluna adadıkları ve bu yolda gayret sarf ettikleri için onlara zekât malından verilir” Ģeklinde yorumlamıĢtır. Daha sonra da zengin olsalar bile kadılık, fetva makamı ve ilim öğretme gibi Müslümanların genelini ilgilendiren mas- lahatları ikâme eden kiĢileri de sebîlüllaha dâhil etmektedir. Ayrıca ġâfiî müçtehidi Ebû Ubeyd el-Kâdî‟nin (319/931) dünyevî kamu maslahatlarını gerçekleĢtirenleri de bu gruba 282 soktuğunu nakletmektedir. Ayrıca San„ânî; "َروىَأبوَموسىَأنَالنبـيَصلىَاللهَعليهَوسلمَسئلَعمنَيقاتلَفيَسبيلَالله،َفقال:َهوَمنَقاتلَ لتكونَكلمةَاللهَهيَالعليا،َولاَيقاتلَرياءَولاَسمعةَ" “Ebû Musa, Peygamber‟e (sav) Allah yolunda savaşanın kim olduğu sorulduğun- da, şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah yolunda olan kişi, Allah‟ın kelimesinin en yüce ve en yüksek olması için savaşan; gösteriş ve kahraman sayılmak için savaşmayan k im- 283 sedir.” hadisinde geçen sebîlüllahı Ģöyle yorumlamıĢtır: “Bu hadis, Allah yolunda ya- pılan savaĢın mükâfatının, i„lâ-yi kelimetullah (Allah‟ın kelimesini / dinini yüce kıl- 284 mak) niyetiyle savaĢan mücahidlere verileceğine bir delildir. Ayrıca hadisin mefhûm-u 280 Ġbn Hacer el-Askalânî‟nin ahkâm hadislerini ihtiva eden eseridir. 281 Ebû Dâvûd, “Zekât”, 24; Ġbn Mâce, “Zekât”, 27. 282 Emîr es-San„ânî, Ebû Ġbrâhîm Ġzzeddin, Sübülü‟s-selâm fî Ģerhi Bulûği‟l-merâm, Dâru Ġbn Hazm, Bey- rut 2009, s. 398. 283 Buhârî, “Cihâd”, 15; Müslim, “Ġmâre”, 149; Nesâî,” Cihâd”, 21; Ġbn Mâce, “Cihâd”, 13; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 15. 284 “Sözlükte “yükseltmek, yüceltmek” anlamındaki i„lâ masdarıyla “Allah‟ın sözü” mânasındaki kelime- tullâhtan oluĢan bu terkipte yer alan kelimetullahın, tevhid inancının esasını teĢkil eden “lâ ilâhe illallah” (Allah‟tan baĢka tanrı yoktur) sözünü ve daha genel olarak Allah‟ın insanlığa gönderdiği son dini ifade et- 49 muhalifinden bu niyette olmayan kiĢinin Allah yolunda olmadığı manası da çıkmakta- dır.” Emîr es-San„ânî, bu ifadelerinden sonra “eğer bir kiĢi niyetine kelimetullahı yü- celtmenin yanı sıra baĢka bir Ģey, örneğin ganimet elde etmek niyeti de eklerse o kiĢi yine de Allah yolunda savaĢmıĢ sayılır mı?” sorusuna cevap aramaktadır. Sonuç olarak da asıl niyetin Allah rızası olması durumunda ilave dünyevî kazançların bu niyeti boz- 285 mayacağını kaydetmektedir. Hanefî âlimi Ġbn Melek (821/1418‟den sonra) Ebû Hureyre‟den (ra) rivayet edilen; "َمنَاحتبسَفرساًَفيَسبيلَاللَّهَإيماناًَباللهَوتصديقاًَبوعدهَفإنَشبعهَوريهَوروثهَوبولهَفيَميزانهَيومَ القيامةَ" “Her kim Allah‟a inandığı için ve vaadini tasdik ederek Allah yolunda cihad etmek niyetiyle bir at bağlarsa, şüphesiz o atın yediği yemler, içtiği sular, atın dışkısı ve idrarı 286 kıyamet gününde o şahsın mizanında (sevâb) olacaktır, buyurdu.” hadisini Ģerh ederken sebîlüllahın hakikatte kendisiyle Allah‟ın rızasının talep edildiği her Ģey olduğunu, fakat 287 mutlak olarak söylendiğinde cihadın kastedildiğini belirtmiĢtir. 288 Ebû Abs‟dan (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) Ģöyle buyurdu: "َماَاغبرتَقدماَعبدَفيَسبيلَاللهَفتمسهَالنارَ" “Kimin ayakları Allah yolunda tozlanırsa, Allah Teâlâ o ayakları cehennem ateşine 289 haram kılar.” Ġbn Melek, bu hadiste geçen sebîlüllahı “Allah‟ın rızasını isteme yolunda” Ģeklinde açıklayarak bu tabirin ilim talep etme, cemaatle namaza katılma ve benzeri yolları 290 da içine aldığını söylemektedir. tiği kabul edilmektedir. Bu durumda i„lâ-yi kelimetullah tabiri, Allah‟ın dininin ve tevhid inancının yücel- tilip yaygınlaĢtırılması yolunda gösterilen gayret ve faaliyetleri kapsamakta, cihâd ve savaĢ kelimeleriyle birlikte Kur‟ân-ı Kerîm‟de sıkça zikredilen “fîsebîlillâh” (Allah yolunda) kavramıyla yakından ilgili bu- lunmaktadır.” Metin Yurdagür, “Ġ„lâ-yi Kelimetullah”, DĠA, XXII, Ġstanbul 2000, s. 62. 285 Emîr es-San„ânî, a.g.e., s. 800. 286 Buhârî,” Cihâd”, 45. 287 Ġbn Melek, Izzeddin Abdullatîf b. Abdilazîz, Mebâriki‟l-ezhâr fî Ģerhi MeĢârikı‟l-envâr, Ahmed Kâmil Efendi Matbaası, Ġstanbul 1338, s. 26. 288 Ebû Abs Abdurrahmân b. Cebr el-Ensârî (ö. 34/654), Evs kabilesinin Benî Hârise kolundandır. 289 Buhârî, “Cihâd”, 16; Nesâî, “Cihâd”, 9; Tirmizî, “Fedâilü‟l-cihâd”, 7. 290 Ġbn Melek, a.g.e., s. 34. 50 Hindistanlı hadis âlimi Mübârekpûrî (1934) Tuhfetü‟l-ehvezî isimli Tirmizî Ģer- hinde, "َعينانَلاَتمسهماَالنار،َعينَبكتَمنَخشيةَالله،َوعينَباتتَتحرسَفىَسبيلَاللهَ" “İki göz vardır ki cehennem ateşi onlara dokunmaz; biri Allah korkusundan ağla- 291 yan göz, diğeri ise Allah yolunda nöbet bekleyen gözdür” hadisinin yorumunda Allah yolu kavramının mücahidlerin ibadetteki mertebeleri olduğunu söyledikten sonra hac, ilim 292 talebi, cihad veya ibadet anlamlarını da kaydetmektedir. Ayrıca Mübârekpûrî, "َمنَصامَيوماًَفيَسبيلَاللهَبعدَاللهَوجههَعنَالنارَسبعينَخريفاًََ"َ “Kim Allah yolunda oruç tutarsa, Allah onun yüzünü (vücudunu) yetmiş yıl cehen- 293 nem ateşinden uzaklaştırır.” hadisinde geçen sebîlüllah hakkında âlimlerin görüĢlerini ise Ģöyle sıralamaktadır: “Ġbnü‟l Cevzî, sebîlüllah mutlak olarak zikredilirse onunla cihad kastedilir demiĢtir. Kurtubî, sebîlüllah Allah‟a itaat yoludur diyerek burada oruç tutandan kastın Allah‟ın rızasını arayan olduğunu söylemektedir. Hâfız Ġbn Hacer el-Askalânî (852/1449) sebîlüllahın manasının bundan daha kapsamlı olması muhtemeldir demiĢtir. Ġbn Dakîk (702/1302) ise sebîlüllah ile kastedilenin itaatin her türlüsü olmasının ihtimal dâhi- 294 linde olduğunu söylemiĢtir.” Sahîh-i Buhârî‟nin muhtasarı olan et-Tecrîdü‟s-sarîh‟in tahrîcini yapan Mustafa Dîb el-Buğâ, yukarıdaki hadiste geçen sebîlüllaha “cihad için yola çıkıldığında” veya “yalnızca Allah‟ın rızası kastedilerek” Ģeklinde iki çeĢit mana verilebi- 295 leceğini kaydetmiĢtir. Ġbnü‟l-Esîr (606/1210) garîbü‟l-hadîs alanında yazdığı en-Nihâye adlı eserinde sebîlüllahı Ģöyle açıklamaktadır: “Sebîlüllah, farzların ve çeĢitli nafilelerin eda edilmesi suretiyle Allah Teâlâ‟ya yakınlaĢma amacıyla yapılan ihlâslı amellerin tümünü içeren ge- nel bir isimlendirmedir. Mutlak olarak söylendiğinde büyük bir çoğunlukla cihad hakkında 296 kullanılır. Hatta çok kullanımdan dolayı sadece o kastediliyor gibidir.” 291 Tirmizî, “Fedâilü‟l-cihâd”, 12. 292 Mübârekpûrî, Ebü‟l-„Ulâ Muhammed, Tuhfetü‟l-ahvezî, tah. Râ‟id Sabrî b. Ebi „Alfe, Beytü‟l-Efkari‟d- devliyye, Amman, ty., s. 1465. 293 Buhârî, “Cihâd”, 36; Müslim, “Sıyâm”, 167; Tirmizî, “Fedâilü‟l-cihâd”, 3; Nesâî, “Savm”, 44. 294 Mübârekpûrî, a.g.e., s. 1458. 295 Zebîdî, Ebü‟l-Abbâs Ahmed b. Ahmed, Muhtasaru Sahîhi‟l-Buhârî - et-Tecrîdü‟s-sarîh, tah. Mustafa Dîb el-Buğâ, Dârü‟l-Ulûmi‟l-insâniyye, DımaĢk 1988, s. 392. 296 Ġbnü‟l-Esîr, a.g.e., II, 339. 51 Hadis Ansiklopedisi - Kütüb-i Sitte müellifi Ġbrahim Canan (2009) hadislerde geçen sebîlüllah kavramı hakkında Ģunları kaydetmektedir: “Gerçek cihad Allah rızası için yapılan cihaddır. Bu sebeple konu ile ilgili hadislerin metninde “Allah yolunda” kaydı açık Ģekilde ifade edilmiĢtir. Sebîlüllah kavramının geçtiği hadislerin bazı vecih- lerinde “Allah yolunda” dendikten sonra bir ara cümlesi ile “ َ ِفى َ ُيَجاِهُد َ َبَِمْن َاَْعلَُم َواللُّه ِلهَِ -Allah, kimin kendi yolunda cihad ettiğini iyi bilir) diye bu kayıt kuvvetlendiri) ” َسبِي lir. Öyleyse sırf ganimet, Ģeref, rütbe, terfi etmek, istilâ etmek, sömürge kurmak gibi maksatlarla yapılan savaĢ cihad olmadığı gibi, meĢru gayelerle açılmıĢ bir savaĢ bile 297 olsa, savaĢan asker niyetini ferdî olarak hâlis yapmazsa o da Ģehâdeti elde edemez.” Ayrıca Canan, hadis-i Ģeriflerde geçen “Allah yolunda tabiriyle” her seferinde düĢman karĢısında silahlı cihad yapanı anlamanın hatalı olduğunu hatırlatmaktadır. Çünkü Resûlullah‟ın hadislerinde cihadın tarifi yapılırken daha umumî manalara da yer veril- miĢ, kiĢinin kendi nefsiyle yaptığı mücâdele de cihad mefhumuna dâhil edilmiĢtir. Öyle ise Allah rızasını güden her gayret bir nevi cihaddır. Bu sebeple Ģârihler ilim yaparak, ibadet ederek, haccederek ve savaĢarak uyanık geçirilen bütün gecelerin fî sebîlillaha 298 dâhil olduğunu belirtmektedirler. 2.3. TEVBE SÛRESĠNĠN 60. ÂYETĠNDE GEÇEN “FÎ SEBÎLĠLLAH” TERKĠBĠNĠN MANA VE KAPSAMI Kur‟ân-ı Kerîm‟de zekâtın verileceği yerler, Tevbe sûresinin 60. âyetinde Ģöyle açıklanmıĢtır: ََوالَْغاِرٖميَنََوٖفىََسٖبيِلَ ِّرَقاِبَ َّصَدَقاُتَلِْلُفَقَراِءََواْلَمَساٖكيِنََواْلَعاِمٖليَنََعَلْيَهاََواْلُمَؤلََّفِةَُقلُوُبُهْمََوِفىَال َ﴿َاِنََّماَال َ مَ﴾َ ََعٖلي مََحٖكي َّسٖبيِلََفٖريَضًةَِمَنَاللِّٰهََواللُّٰهَ اللِّٰهََواْبِنََال “Sadakalar, ancak fakirler, miskinler, zekât toplama görevlileri, kalpleri İslâmi- yet‟e ısındırılmak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolundakiler ve yolda kalmışlar içindir. Allah tarafından kesin olarak böyle farz kılındı. Allah, her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” 297 Ġbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi - Kütüb-i Sitte, I-XVIII, Akçağ Yayınevi, Ġstanbul, ty., III, 496. 298 Canan, a.g.e., III, 503. 52 Âyet-i kerîmede “fî sebîlillah” adı verilen bir grubun olması ve bu gruba malî yardım yapılmasının emredilmesi, gerek müfessirler gerekse fakihler tarafından konunun ayrıntılı bir biçimde incelenmiĢ olması, fî sebîlillah kapsamına giren konular hakkında özellikle son asırlarda yapılan tartıĢmalar, bu âyeti ayrı bir baĢlık altında incelememize neden olmuĢtur. Allah Teâlâ‟nın “Allah yolunda” diye isimlendirdiği bu grubun kimler olduğu hak- kında müfessirler ve fakihler farklı görüĢler serdedilmiĢlerdir. Bu görüĢleri aktarmaya geçmeden önce söz konusu görüĢ ayrılığının nedenleri üzerinde Yûsuf el-Kardâvî‟nin yap- tığı açıklamayı özetle aktarmayı uygun görmekteyiz. Kardâvî, konu hakkındaki görüĢünü, Ġbnü‟l-Esîr‟in yukarıda da kaydedilen 299 sebîlüllah kavramına yaptığı tanım üzerine bina etmiĢtir. Bu tanım iki bölümden oluĢ- maktadır: a) Birinci bölüm sözlükte kelimenin temel anlamı olan Allah‟a yaklaĢmak amacıyla iĢlenen her türlü sâlih ameli içine almaktadır. Böylece tanım kiĢisel veya top- lumsal olsun bütün sâlih amelleri kapsamaktadır. b) Sebîlüllah, mutlak olarak kullanıldı- ğında anlaĢılan manası cihaddır. Bu manayı alması çokça kullanıldığından dolayıdır. Sebîlüllah kavramının genel ve özel iki yönünün bulunması, zekâtın sarf yeri olan fî sebîlillahtan maksadın ne olduğu konusunda âlimlerin görüĢ ayrılığına düĢmelerine ne- 300 den olmuĢtur. Bu kısa giriĢten sonra fî sebîlillah hakkında müfessirlerin ve fakihlerin görüĢlerine geçebiliriz: 2.3.1. Müfessirlerin GörüĢleri Kur‟ân‟ı baĢtan sona kadar tefsir eden ilk müfessir olarak kabul edilen Mukâtil b. Süleymân‟a göre fî sebîlillah “cihad” demektir. Bu müfessire göre savaĢtaki mücahidlere 301 verilecek olan zekât miktarı savaĢanların ihtiyacı kadardır. 299 “Sebîlüllah, farzların ve çeşitli nafilelerin eda edilmesi suretiyle Allah Teâlâ‟ya yakınlaşma amacıyla yapılan ihlâslı amellerin tümünü içeren genel bir isimlendirmedir. Genel olarak söylendiğinde büyük bir çoğunlukla cihâd hakkında kullanılır. Hatta çok kullanımdan dolayı sadece o kastediliyor gibidir.” Ġb- nü‟l-Esîr, a.g.e., II, 339. 300 Yûsuf el-Kardâvî, Fıkhu‟z-zekât, I-II, Müessesetü‟r-Risâle, 2. baskı, Beyrut 1973, II, 635-636. 301 Mukâtil b. Süleymân, et-Tefsîrü‟l-kebîr, II, 174; Ayrıca Mukâtil b. Süleymân, diğer bir eserinde mescit inĢası, ölü kefenlenmesi ve hac için zekât verilemeyeceği görüĢünü de kaydetmektedir. Bkz: Mukâtil b. Süleymân, Kitâbu tefsîri‟l-hamsi mi‟e âye mine‟l-Kur‟ân, s. 48. 53 Taberî, fî sebîlillahın Allah‟ın dinine, yoluna ve kullarına vazettiği Ģeriatına yardım amacıyla Allah‟ın düĢmanlarına karĢı yapılan savaĢ olduğunu kaydettikten sonra “onlar 302 Allah yolunda savaĢanlardır” görüĢünü aktarmaktadır. Zeccâc, fî sebîlillahı savaĢan mücahidler olarak tefsir ederek, onların zekâttan pay- 303 larının olduğunu kaydetmektedir. Ġbn Ebû Hatîm, fî sebîlillah grubunun çeĢitli nedenlerden dolayı gazadan geri kalan mücahidler olduğunu belirterek bu kiĢilere gazaya katılmaları için zekâttan pay verilebile- 304 ceğini belirtmektedir. Ġmam Mâtürîdî (333/944), fî sebîlillahın mücahidler olduğu rivayetini aktardıktan sonra Allah‟a itaat etme gayretinde olan herkesin ve tüm iyilik çeĢitlerinin / yollarının bu 305 kavramın kapsamına girdiğini kaydetmektedir. Begavî (516/1122), fî sebîlillah ile kastedilenin mücahidler olduğunu ve bu zekât payı ile zengin bile olsalar onların gıda, giyim, silah, taĢıt ihtiyaçlarının karĢılanacağını söylemektedir. Ayrıca ilim ehlinin çoğunluğunun hac için zekâttan bir payın ayrılmayacağı 306 görüĢünde olduğunu da kaydetmektedir. ZemahĢerî‟ye göre fî sebîlillah “savaĢtan geri kalan fakir mücahidler ile hacdan geri 307 kalan fakir hacılardır. Ebû Bekir Ġbnü‟l-Arabî (543/1148), Ġmam Mâlik‟in “buradaki fî sebîlillahın gazve olduğu hakkında, Ahmed b. Hanbel (241/855) ve Ġshâk Ġbn Râhûye (238/853)‟nin onun hac olduğunu tercih etmelerinden baĢka hiçbir muhalif görüĢ bilmiyorum” dediğini aktar- dıktan sonra zekât verilecek olan mücahidlerin fakir olup olmaması tartıĢmasına girmekte- dir. Cumhur ulemanın mücahidin fakir olması durumunda ona zekât verilebileceğinde hemfikir olduğunu belirttikten sonra “mücahid zengin olursa zekâttan pay verilmez” diyen Hanefîlere itiraz etmektedir. Bu görüĢü, âyetin lafzında olmayan bir ilave getirdiği (fakir 302 Taberî, a.g.e., XI, 527-528. 303 Zeccâc, a.g.e., II, 456. 304 Ġbn Ebû Hatîm, a.g.e., VI, 1825. 305 Mâtürîdî, a.g.e., V, 410. 306 Begavî, a.g.e., IV, 65. 307 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 438. 54 olma), bunun da nesh sayılacağı ve Kur‟ân‟ın ancak Kur‟ân veya mütevatir hadis ile nesh 308 edilebileceği gerekçeleri ile reddetmiĢtir. Fahreddîn Râzî, sebîlüllahı tarif ederken önce müfessirlerin bu tabir ile mücahidleri kastettiklerini söylemektedir. Sonra kendi görüĢünü Kaffâl‟ın (365/976) görüĢüne dayandı- rarak Ģöyle ifade etmektedir: “Bilin ki Allah yolunda tabirinin zahiri manası, onun sadece mücahidlere hasredilmesini gerektirmez. Bundan dolayı Kaffâl, tefsirinde bazı fakihlerin ölü kefenleme, surlar inĢa etme ve mescitleri onarma gibi hayır iĢlerine zekât mallarının harcanabileceğini söylediklerini nakletmiĢtir. Çünkü âyetteki Allah yolunda tabiri böyle 309 olan her Ģey hakkında kullanılan umumî bir ifadedir.” Kurtubî, fî sebîlillah ile kastedilenlerin gaziler ile sınır boylarındaki murâbıtlar olduğunu ve bunlara zengin veya fakir olsun savaĢlarda yapacakları harcamalar için zekâttan bir pay verileceğini belirterek âlimlerin çoğunluğunun görüĢünün bu yönde ol- 310 duğunu kaydetmektedir Hâzin (725/1324), Lübâbü‟t-te‟vîl adlı tefsirinde fî sebîlillah payının Allah yolunda sarf edilecek nafaka olduğunu ve bununla Allah yolunda savaĢan gazilerin kastedildiğini söylemiĢtir. Cumhûr ulemaya göre, gaziler savaĢa çıkmak istedikleri zaman gerekli olan nafaka, elbise ve silâhları temin edebilmeleri için kendilerine zekât verilebilir. Hâzin, daha sonra hac için de zekâttan pay ayrılacağını söyleyen âlimlerin görüĢlerini aktarır. Bazı ulemanın sebîl kelimesinin genel manasını dikkate alarak bu payın sadece gazilere hasredi- lemeyeceğini ve hayır namına yapılan tüm iĢlerin fî sebîlillaha gireceğine dair olan görüĢ- lerinin cumhûr ulemanın icmâsına aykırı olduğunu beyan ile ilk aktardığı görüĢün doğru 311 olan görüĢ olduğunu belirtmektedir. Ebû Hayyân el-Endelûsî, fî sebîlillah ile fakir olan mücahidlerin kastedildiğini söyledikten sonra cumhurun zengin de olsalar savaĢta harcamak üzere mücahidlere zekât verilebileceği görüĢünü aktarmaktadır. Daha sonra mücahid ve hacılara bu pay- dan vermek için fakirliğin Ģart koĢulamayacağını söylemektedir. Bu görüĢüne âyette 308 Ġbnü‟l-Arabî, Ebû Bekir Muhammed b. Abdillâh, Ahkâmu‟l-Kur‟ân, I-IV, tah. Muhammed Abdulkâdir „Atâ, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2003, II, 533. 309 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XVI, 115. 310 Kurtubî, a.g.e., X, 274. 311 Hâzin, Ebü‟l-Hasen Alî b. Muhammed, Lübâbü‟t-te‟vîl fî me„âni‟t-tenzîl, I-IV, Dârü‟l-Kütübi‟l- Arabiyyeti‟l-kübrâ, Mısır 1328, II, 254. 55 fakirler grubundan sonra ayrıca fî sebîlillah grubunun sayılmasının gereksiz olacağını 312 delil olarak göstermektedir. Ayıntâbî Mehmed Efendi (1111/1699), Kur‟ân-ı Kerîm‟in ilk matbu Türkçe tef- siri olan Tercüme-i Tefsîr-i Tibyân‟da fî sebîlillah payı ile gazaya çıkan mücahidlere - zengin de olsalar- nafaka, kıyafet, silah ve harp levazımatı alınarak yardım edilebilece- 313 ğini kaydetmektedir. Ġsmail Hakkı Bursevî, fî sebîlillah hakkında Hanefî âlimlerinden Ġmam-ı Muham- med‟in (189/805) maddî sebeplerden dolayı hac yolculuğundan geri dönmek zorunda kalan hacılar olduğu; Ġmam-ı Ebû Yûsuf‟un (182/798) nafaka, binek veya bunlardan baĢka ihti- yaçlarından dolayı Ġslâm ordusuna katılamayan fakir mücahidler olduğu görüĢlerini aktar- maktadır. Ayrıca bu mücahidler, geçimlerini kazanabilecek güç ve sıhhatte olsalar bile kazanma çabalarının onları Allah‟ın yolundan alıkoyacağından dolayı zekâttan pay alabile- 314 cekleri görüĢünü nakletmektedir. Murtazâ Zebîdî, İhyâ‟ü „ulûmi‟d-dîn Ģerhinde, âyette geçen fî sebîlillah ile müca- hidlerin veya cihad için infâk etmenin kastedilmesinin mümkün olduğunu belirttikten sonra sebîl kelimesinin mana geniĢliğine dikkat çekerek fî sebîlillahın iyilik cinsinden olan -hatta hayvanlara ve ağaçlara su vermek gibi- amme menfaatinin gerektirdiği iĢleri de kapsayabi- 315 leceğine vurgu yapmıĢtır. ġevkânî, sebîlüllahın gaziler ve sınır boylarında bekleyen murâbıtlar olduğu görü- Ģünün âlimlerin çoğunluğuna ait olduğunu zikrettikten sonra, Ġbn Ömer‟in (ra) bu kelime- nin hacıları ve umrecileri anlattığını söylediğini ve Ġmam Ahmed ile Ġshak‟ın sebîlüllah 316 tabirinin hacıları da kapsadığı görüĢünde olduklarını kaydetmektedir. Cemâlüddin el-Kâsımî (1914), ilgili âyetin tefsirine Ģöyle diyerek baĢlamaktadır: “Allah Teâlâ, fî sebîlillah buyruğuyla cihada yardımı zikretmiĢtir. Bu pay cihad gönüllü- lerine sarf edilir ve bu paydan onlara binit ve silah satın alınır.” Devamında yukarıda fî sebîlillah hakkındaki Kaffâl ve Ġbnü‟l-Esîr‟in sözlerini naklettikten sonra “Tâc” kitabında 312 Endelûsî, a.g.e., V, 61-62; Ayrıca Endelüsî, konunun devamında Ġbn Atıyye‟nin (541/1147) bu paydan mescit yapımı ve mushaf alımı gibi iĢlerin karĢılanamayacağını görüĢünde olduğunu aktarmaktadır. 313 Ayıntâbî Mehmed Efendi, Tercüme-i Tefsîr-i Tibyân, I-IV, Matbaa-ı Osmâniyye, Ġstanbul 1307, II, 186. 314 Bursevî, a.g.e., III, 454. 315 Zebîdî, Ebü‟l-Feyz Muhammed Murtezâ, Ġthâfü‟s-sâdeti‟l-müttakîn bi-Ģerhi Ġhyâ‟i „ulûmi‟d-dîn, I-X, Müessesetü‟t-Târîhi‟l-Arabî, Beyrut 1994, IV, 151. 316 ġevkânî, a.g.e., II, 532. 56 geçen “Allah‟ın rızasını amaçlayan ve iyilik olan her Ģey sebîlüllahın kapsamına dâhil- 317 dir” tanımını aktarır. Kendi görüĢünü cihad ve savaĢ levazımatı yönünde açıklayan el- Kâsımî, sonrasında fî sebîlillahın anlam alanını geniĢleten görüĢlere yer vermesi ve onla- ra itiraz etmemesi nedeniyle bu görüĢleri de desteklediğini veya en azından önemsediğini ima etmektedir. ÇağdaĢ Ġslâm düĢüncesinin öncülerinden olan Mısırlı Muhammed ReĢîd Rızâ (1935) el-Menâr adlı eserinde âyetteki sebîlüllahtan maksadın tek tek fertlerin değil, dini 318 ve devleti ayakta tutan Müslümanların genel maslahatları olduğunu ifade etmektedir. Sonrasında âyette sıralanan zekâtın sarf yerlerini “Ģahıslar” ve “maslahatlar” olarak ikiye ayırmaktadır: “Bunlardan birincisi mülk edinme bildiren “lâm” edatı ile gelen ve temlik ile zekât olarak verilen mala sahip olan âmiller, fakirler, miskinler, müellefe-i kulûb, borçlular ve yolculardan oluĢan “Ģahıslar” grubudur. Temliğin gerekmediği ikinci grup sarf yerleri ise “fî” edatı ile gelen ve “genel içtimaî ve devlete ait maslahatlar”ı içeren gruptur ki köleler ve fî sebîlillah bu gruba dâhildir… Âyette geçen fî sebîlillah payı dinin ve devletin sorumluluğunda bulunan genel Ģer„î maslahatları içine almaktadır. Bunların en birincisi ve en önemlisi ise savaĢa hazırlık olarak silah alımı, askerlerin iaĢelerini ka r- Ģılamak, nakil araçları ve harp levazımatını temin etmektir… Hâlihazırda fî sebîlillah payının sarf edilmesi gereken en mühim yerlerden biri de inkârcıların dinlerini yaymak için yaptıkları gibi malî açıdan yeterli derecede desteklenen organize kuruluĢlar oluĢtu- rup Ġslâm davetçileri yetiĢtirmek ve onları inkârcıların memleketlerine tebliğ için gön- 319 dermektir.” ReĢîd Rızâ, haccın fî sebîlillahın kapsamına girip girmediği konusunda âyetteki sebîlüllahtan maksadın tek tek fertlerin değil, dini ve devleti ayakta tutan Müslümanların genel maslahatları olduğunu ve bu yüzden fertlerin yapacağı hac ibadetinin fîsebîlillâha dâhil olamayacağını belirtmektedir. Haccın fakirlere değil sadece maddî gücü yeten zen- ginlere farz olduğunu, ayrıca bu ibadetin devletin dinî maslahatlarından olmayıp Ģartlar gerçekleĢtiğinde namaz ve oruç gibi farz-ı ayn olan bir ibadet olduğuna dikkat çekmekte- dir. Fakat daha önemli harcama yerlerinin olmaması Ģartıyla haccın ümmet tarafından eda edilebilmesi için gerekli olan hac yollarının güvenliğinin sağlanması, su ve yiyeceğin te- 317 Kâsımî, a.g.e., VIII, 3181. 318 ReĢîd Rızâ, a.g.e., X, 585. 319 ReĢîd Rızâ, a.g.e., X, 587. 57 mini, sağlık Ģartlarının uygun hale getirilmesi gibi masrafların fî sebîlillah payından sağ- 320 lanmasının caiz olduğunu da eklemektedir” Hamdi Yazır, konu üzerinde ayrıntılı bir Ģekilde durmakta ve öncelikle Ġbnü‟l- Esîr‟in tanımında da vurgulanan detaya özel olarak değinerek fî sebîlillahı genel ve özel olarak ikiye ayırmaktadır. Fîsebîlillâh kaydının en geniĢ manası ile ele alındığında Allah‟ın rızasını gözetmenin tüm sadakaların özünde bulunması gereken bir mahiyet olduğuna vur- 321 gu yapmaktadır. Âyette geçen diğer gruplara verilen sadakalarda da aslında “fîsebîlillâh” mânâsının olduğuna dikkat çektikten sonra, özellikle bunların arasında bir de “fî sebîlillah” diye ayrı bir grubun bulunması nedeniyle bunun genel anlamda “fîsebîlillâh” kavramı için- de ele alınamayacağını ifade etmektedir. Yazır, açıklamalarına Ģöyle devam etmektedir: “Diğer harcama yerlerine verilen sadakalar dahi fîsebîlillâh olduğu halde, bu harcama yeri- ne verilen sadaka “iki kere fîsebîlillâh” demektir. Binaenaleyh burada fî sebîlillahtan mak- sat özel bir manayı vurgulamak olduğu açıktır. Ve bu mana, evvela cihad, ikinci olarak hac ve üçüncü olarak da ilim tahsili için yolculuk etmek Ģeklinde ele alınabilir… Önceki genel bir anlam, ikincisi özel bir anlam ifade eder. Önceki mana ile her ibadet, her hayır, her sa- daka fîsebîlillâhtır, yani Allah‟ın rızası yolundadır. Ġkinci mana ile her sadaka fî sebîlillah değildir, fî sebîlillah sadaka, bir özel harcama Ģeklidir ki, bilhassa î„lâ-yi kelimetullah (Al- lah‟ın kelimesini yükseltme) yolunda olanlara verilen sadakadır. Bu farkın belli olmasın- dan dolayıdır ki, bütün tefsir bilginleri ve önde gelen fıkıh âlimleri fîsebîlillâh payından 322 asıl kastedilenlerin mücahidler olduğunda görüĢ birliği içindedirler.” Hamdi Yazır, ayrıca fî sebîlillah payının ölülerin kefenlenip defnedilmesi, kaleler ve kıĢlalar yapılması, camilerin yapımı ve onarımı gibi hayır çeĢitlerinin hepsine Ģamil olmayacağını belirterek bu görüĢüne “Zekât, zenginlerden ancak üç taifeye verilebilir: Al- lah yolunda bulunanlar, yolda kalmış yolcular, zengin bir kimse ki, fakir olan komşusuna 323 zekât verilir de bu maldan kendisine hediye edilir veya davet edilir.” hadisini delil gös- termektedir. Hadis-i Ģerifteki fîsebîlillâh ifadesinin her çeĢit hayratı içine alacak Ģekilde genel bir manasının olma ihtimalinin bulunmadığını belirtip ilgili âyetin tefsirinde de bu- 320 ReĢîd Rızâ, a.g.e., X, 585. 321 Fakirler, yoksullar, köleler, müellefe-i kulûb, yolcular ve borçlular. 322 Yazır, a.g.e., IV, 371-373. 323 Ebû Dâvûd, “Zekât”, 24. 58 nun göz ardı edilerek, her çeĢit hayır için geçerli bir ifadeymiĢ gibi anlaĢılmasının doğru 324 olmayacağını ifade etmiĢtir. Ayrıca “Onlara karşı kuvvet hazırlayın ...” âyeti kapsamın- da mücahidlerin savaĢta ihtiyaç duydukları her türlü levazımat ve mühimmadın tedarik edilmesinin fîsebîlillâh harcamaları kapsamına gireceğini belirtmiĢtir. Ayrıca bu payın mü- cahidlerin bizzat Ģahıslarına değil de komutanlığın emrine verilmek suretiyle ihtiyacın kar- 325 Ģılanmasının ictihada bağlı bir konu olduğunu da kaydetmektedir. Görüldüğü gibi Hamdi Yazır, fî sebîlillahın kapsamının devletin veya toplumun maslahatlarını ilgilendiren tüm hayırları içine alacak Ģekilde geniĢletilmesine karĢı çıkmıĢ ve onu savaĢan mücahidler ve onların harp ihtiyaçları olarak sınırlandırmıĢtır. Bu bir ba- kıma merhumun yaĢadığı dönemdeki Mısırlı âlimlerin konuyu geniĢleten fetvalarına karĢı bir cevap niteliğindedir. Seyyid Kutub (1966), fî sebîlillah kavramı hakkında, Allah‟ın kelimesinin ve dininin hâkimiyetini yeryüzünde gerçekleĢtirmek için toplumun maslahatına olan her Ģeyi kapsamına alan, kuĢatan geniĢ bir kapı olduğunu ifade ederek çok genel bir tanım- 326 lama yapmıĢtır. Ebu‟l A„lâ Mevdûdî (1979), fî sebîlillahın Allah‟ı hoĢnut eden tüm iyi amelleri kapsayan çok genel bir terim olduğundan dolayı bazı fakihlerin, zekâtın bu payının her türlü iyi iĢ için kullanabileceği görüĢünde olduklarını kaydettikten sonra Ģu açıklamayı yapmaktadır: “Fakat gerçek Ģu ki burada “Allah yolunda” terimi cihad anlamındadır. Ön- ceki âlimler de bu görüĢtedirler. O halde zekât payı, yapılan askerî seferlerin giderlerini karĢılamakta veya askerlerin kiĢisel ihtiyaçlarını karĢılamada baĢkalarının yardımına muh- taç olup olmaması göz önüne alınmaksızın cihad için gerekli olan silah, teçhizat, ulaĢım araçları ve diğer ihtiyaçlara harcanabilir. Aynı Ģekilde, tüm zaman ve enerjilerini cihad için sarf edenlere geçici bir süre için veya sürekli bir maddî yardım yapılabilir.” Mevdûdî, ön- ceki âlimlerin genellikle cihad yerine kıtâl ve eĢ anlamlısı olan gazveyi kullandıklarından dolayı “fî sebîlillah” tabiri ile ilgili bir anlam kaymasının oluĢtuğunu belirterek bu kulla- nımın yaygınlaĢması nedeniyle zekâtın sadece kıtâl için harcanabileceği sonucunun ortaya çıktığını belirtmiĢtir. Fakat ona göre “Allah yolunda cihad” Allah yolunda savaĢmaktan 324 Enfâl, 8/60. 325 Yazır, a.g.e., IV, 374. 326 Seyyid Kutub, Fî Zılâli‟l-Kur‟ân, Dârü‟Ģ-ġurûk, I-VI, 32. baskı, Kahire 2003, III, 1670. 59 çok daha geniĢ olup, Allah‟ın kelimesinin yüceltilmesi ve Ġslâm için harcanan tüm çabaları 327 içeren bir terim olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Mevdûdî, âlimlerin bu terimi amme- nin refahı manasında değil, Allah‟ın dinini ayakta tutmak, Ġslâm‟ı yaymak ve Ġslâm devle- tini savunmak için yapılan her türlü çalıĢmalar olarak kabul ettiklerini söyleyerek sebîlül- lahın manasını savaĢın dıĢında dini ayakta tutma, yayma ve savunma faaliyetlerini de içine 328 alacak Ģekilde geniĢleten görüĢü benimsemiĢtir. Muhammed Esed, fî sebîlillah kavramının Ġslâm‟ın yayılıp insanlara ulaĢması baĢta olmak üzere, doğru ve maruf amaçlarla yapılan her türlü harcamayı, savaĢta ve barıĢta hak 329 uğruna giriĢilen her türlü çabayı içine aldığını belirtmektedir. Muhammed Ġzzet Derveze (1984), et-Tefsîru‟l-hadîs adlı eserinde, birçok görüĢe göre “Allah yolunda olanlar”ın savaĢ anlamında cihad ve onun sebepleri olduğunu ifade ettikten sonra, genel bir iyilik içeren ve Ġslâm‟a güç kazandıran her Ģeyin -örneğin ölülerin kefenlenmesi, kale ve köprülerin yapılması, mescitlerin bina edilmesi- bu tabirin kapsamı- na girdiğini söyleyenleri de olduğunu belirtmektedir. Derveze‟ye göre “Allah yolunda” 330 tabiri, onun yollarından sadece biri olan savaĢ anlamındaki cihaddan daha kapsamlıdır. Muhammed Hicâzî, sebîlüllâhın Müslümanların dinlerini ve devletlerini ayakta tutmak amacıyla yapılacak hayırlı iĢler -mesela iĢsize iĢ, hastaya ilaç bulmak, cahile eğitim, özellikle din eğitimi vermek- olduğunu ve bu iĢler için zekât verilebileceğini 331 söylemektedir. Kur‟ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir‟de, “Allah yolunda (çalıĢanlar) Ģeklinde tercü- me edilen fîsebîlillâh ifadesiyle, fakihlerin çoğunluğuna göre Allah yolunda bilfiil savaĢan- lar yani sıcak harbe katılanların kastedildiği ifade edilmiĢtir. Devamında bu paydan fakirlik ve teçhizat yetersizliği sebebiyle savaĢa katılamayanların mı yoksa zengin olsun fakir ol- sun bütün gazilerin mi yararlanabileceği hususunda görüĢ ayrılığının bulunduğunu, Hanefî mezhebinin bu konuda ilk görüĢü benimsediğini aktarılmıĢtır. Bazı âlimlerin bu fasıldan, hac ve umre yapacaklara, öğrenim görenlere zekât verilebileceği, hatta cami, okul, hastane 327 Mevdûdî, Tefhîmu‟l-Kur‟ân, II, 244. 328 Mevdûdî, Ebu‟l A„lâ, Meseleler ve Çözümleri, çev. Yusuf Karaca, Risale Yayınları, 5. baskı, Ġstanbul 1990, II, 104. 329 Esed, a.g.e., s. 366. 330 Derveze, Muhammed Ġzzet, et-Tefsîru‟l-hadîs, I-X, Dârü‟l-Ġhyâi‟l-kütübi‟l-Arabî, Kahire 1383, IX, 474- 475. 331 Hicâzî, Muhammed Mahmûd, et-Tefsîru‟l-vâdıh, I-XXX, Dârü‟t-Tefsîr, Kahire 1980, X, 69. 60 yapımı gibi iĢleri üstlenmiĢ hayır kurumlarına ödenek ayrılabileceği görüĢünde oldukları ifade edilmiĢtir. Ayrıca günümüz Ġslâm âlimlerinin birçoğunun âyetteki bu ifadeyi Ġslâm‟ın 332 ve Müslümanların yararına olan her türlü faaliyet Ģeklinde anladıkları kasdedilmiĢtir. Buraya kadar çeĢitli dönemlerde yaĢamıĢ müfessirlerin fî sebîlillah hakkındaki gö- rüĢleri aktarılmıĢtır. Bunlar özetlenecek olursa Ģunlar söylenebilir: Sebîlüllahın biri dar biri de geniĢ iki manaya delâlet etmesi temel olarak iki farklı görüĢün ortaya çıkmasına neden olmuĢtur. Asr-ı saadetten bu yana “sebîlüllah” denince akla ilk önce cihad gelmiĢtir. Bunda sebîlüllah kavramının Kur‟ân-ı Kerîm ve hadislerde cihad ile olan sıkı iliĢkisinin payı bü- yüktür. Örneğin zengin olduğu halde zekât alabilecek sınıfların zikredildiği hadisin diğer 333 bazı rivayetlerinde yer alan “gâzin fî sebîlillah” ifadesi, klasik Ġslâm âlimlerinin kahir ekseriyetinin bu kavramı harbe katılanlar Ģeklinde yorumlamasının arkasında yatan en te- 334 mel gerekçe olarak gözükmektedir. Aynı zamanda “Allah yolunda” tabirinin ilk dönem- lerde genel olarak “Allah yolunda savaĢanlar” Ģeklinde anlaĢılması âyetlerin ifade tarzın- dan daha çok Ġslâm‟ın yayılıĢ dönemindeki sosyopolitik Ģartlarla ve uluslararası iliĢkilerle 335 alakalıdır. O dönemlerde cihadın en etkili yolunun, sıcak savaĢlar olması nedeniyle mü- cahidlere ve savaĢ harcamalarına fî sebîlillah payından harcanabileceği konusunda tüm müfessirler görüĢ birliği içindedirler. KuĢkusuz bir toplumun muteber, meĢru ve güzel iĢler yapabilmesi, öncelikle onun var olmasına ve varlığını devam ettirebilmesine bağlıdır. Toplumların varlık arenasında boy gösterebilmeleri de onların sağlam ve güçlü bir askerî gücünün olmasıyla mümkündür. Ancak Ģurası da bir gerçektir ki, savaĢ sürekli tekrarlanan bir olay olmadığı için, sulhun hâkim olduğu dönemlerde zekâtın bu faslı, caydırıcı bir askerî güç için gerekli olan sa- 336 vunma harcamalarını finanse etmeyi ifade edecektir. Bazı müfessirler gerek sebîlüllahın genel manasını, gerekse bazı hadis-i Ģerifleri göz önüne alarak fî sebîlillah grubuna hacıları, ilim tahsil eden talebeleri, Ġslâm‟ı yaymak ve yaĢatmak için yapılan çalıĢmaları velhâsıl hayrın tüm çeĢitlerini katmıĢlardır. Özellikle 332 Komisyon, Kur‟ân Yolu, III, 26. 333 “Resûlullah (sav) buyurdular ki: Sadaka şu beş kişi dışında zengine helâl değildir: 1. Allah yolunda gaz- veye çıkan 2. Sadakayı toplamak için çalışan 3. Borçlanan 4. Sadaka malını kendi parasıyla satın alan 5. Komşusu fakir olan kimse. Şöyle ki: Bu fakire sadaka verilir, o da bundan zengin komşusuna hediyede bulunur.” Ebû Dâvûd, “Zekât”, 24; Ġbn Mâce, “Zekât”, 27. 334 Emrullah Dumlu, “Kamu Harcamaları Açısından Zekât”, EAÜĠF Dergisi, Erzurum 2011, sy. 36 s. 242-243. 335 Komisyon, Ġlmihal, I-II, DĠB Yayınları, Ġstanbul 2002, I, 486. 336 Dumlu, “a.g.m.”, s. 243. 61 son dönem müfessirleri, yaĢadıkları asrın bir gereği olarak ilim ve tebliğe önem verilmesi ve bu konudaki maddî ihtiyaçların da fî sebîlillah payından karĢılanması gerektiği üzerinde durmuĢlardır. Ġlk asırlarda konunun sadece gazveye hasredilmesinin o dönemde cihad ke- limesi yerine gazve kelimesinin kullanılmasına bağlayarak cihadın çok daha kapsamlı bir mana ifade ettiğini ve günümüzde bu mana ile fî sebîlillah âyetini tefsir etmek gerektiğini vurgulamıĢlardır. Bu açıdan günümüz müfessirlerinin fî sebîlillah hakkındaki görüĢleri, cihadın tüm mana alanını kapsayacak Ģekilde geniĢlemiĢtir. Görülen odur ki her bir müfes- sir fî sebîlillah kavramını kendi yaĢadığı zaman diliminin etkisinde kalarak tefsir etmiĢtir. Bu yüzden ilk dönemde Ġslâmî tebliğin önündeki engeller savaĢarak kaldırılırken, geliĢen teknoloji ve iletiĢim vasıtaları nedeniyle günümüzde Ġslâmî tebliğin Ģekli değiĢerek ilmî ve fikrî alana kaymıĢ olması fî sebîlillahın kapsam alanının bu yönde geniĢletilmesine neden olmuĢtur. Fakat fî sebîlillahın sıcak savaĢı ve savaĢan mücahidleri içine alan ilk manası yukarıda aktarılan görüĢlerden de anlaĢıldığı üzere tüm müfessirlerin ilk tercihi olmuĢ ve ilgili âyetin tefsirine ilk olarak bu manayı vererek baĢlamıĢlardır. 2.3.2. Ġslâm Hukukçularının GörüĢleri Fî sebîlillah konusunda fıkhî mezheplerin ve fakihlerin görüĢleri de sebîlüllahın ge- nel ve özel manasına göre ĢekillenmiĢtir. Ayrıca fî sebîlillah grubuna zengin kiĢilerin dâhil olup olamayacağı da görüĢ farklılıklarına neden olmuĢtur. AĢağıda önce mezheplerin son- rasında ise son dönem âlimlerinin görüĢleri incelelenecektir. 2.3.2.1. Hanefî Mezhebinin Görüşleri Ebû Yûsuf‟a göre fî sebîlillah grubu cihaddan geri kalan mücahidlerdir. Çünkü fî sebîlillah sözünün mutlak kullanıldığında anlaĢılan manası budur. Ġmam Muhammed‟e göre ise fî sebîlillah ile fakir hacılar kastedilmiĢtir. Çünkü Resûl-i Ekrem, Allah yoluna tahsis edilen bir deveyle hacıların taĢınmasını emretmiĢtir. Bunda da Allah‟ın emirlerine ve 337 taatine sarılma, Allah‟ın düĢmanı olan nefse karĢı mücâhede vardır. Ayrıca Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc‟da, Müslümanlara ait yolların yapım ve onarım çalıĢmaları için zekât ma- 338 lından harcama yapılabileceğini söylemektedir. 337 Mevsılî, Ebü‟l-Fazl Abdullâh b. Mahmûd, el-Ġhtiyâr li-ta„lîli‟l-Muhtâr, Mektebetü Pâmuk, Ġstanbul 1989, s. 119. 338 Ebû Yûsuf, Yâkub b. Ġbrâhîm, Kitâbu‟l-Harâc, Dârü‟l-Ma„rife, Beyrut 1979, s. 80. 62 Hanefî mezhebinin önde gelen fakihlerinden biri olan Kâsânî (587/1191), fî sebîlil- lah kavramı için oldukça geniĢ bir çerçeve çizerek onun her türlü iyiliği içerdiği, Allah‟a itaat ve hayır yolunda çalıĢan ve muhtaç olan herkesin bu kavramın kapsamına girdiğini 339 belirtmektedir. Fakat Kâsânî, kavramı oldukça geniĢ bir içerikte ele alan bu yaklaĢımın- dan sonra hem fakirlik Ģartını ileri sürmek, hem de mensup olduğu mezhebin zekât huku- kundaki temel hareket noktalarından birisi olan Ģahsa temlik kıstasını esas almak suretiyle 340 bu geniĢ bakıĢ açısını daraltmıĢtır. Dolayısıyla da zekâtın mescit inĢası, yol ve köprü 341 yapımı, ölülerin kefenlenmesi gibi hayır yollarına sarfının caiz olmadığını söylemiĢtir. Ġbn Nüceym (970/1563), el-Bahrü‟r-râ‟ik adlı eserinde yukarıdaki görüĢlere ilave- ten Fetevây-ı Zahîriyye‟de fî sebîlillahın ilim tahsil edenler olduğunu görüĢünün kaydedil- diğini ve sadece bu görüĢün tercih edildiğini, ayrıca tüm görüĢlerde fakirlik Ģartının geçerli 342 olduğunu belirtmektedir. Ġbn Âbidîn (1252/1836) ise, âyetin nüzulü zamanında söz ko- nusu ilim tabakasının mevcut olmadığından yola çıkarak bu yorumu kabul etmeyenlerin 343 olduğunu kaydetmektedir. Molla Hüsrev (885/1480), fakirlik Ģartını ileri süren Hanefî mezhebine karĢı çıkarak “bu Ģart fî sebîlillahı baĢlı baĢına bir sınıf olmaktan çıkararak fakir ve miskinler sınıfına dâhil etmekte olduğundan ayrıca zikredilmesine ne gerek vardır?” sorusunu yöneltenlere “Bunlar fakirler sınıfına girdikleri halde ayrıca zikredilmeleri, (sâlih amellerden) geri kal- 344 maları nedeniyle ziyadesiyle muhtaç olmalarından dolayıdır.” diyerek cevap vermiĢtir. Mehmed Zihnî Efendi (1913), Nimet-i İslâm adlı kitabında fî sebîlillah payının na- fakasının veya bineğinin helâki nedeniyle yolda kalmıĢ olan gazi veya hacılara ait olduğu- nu kaydetmektedir. Bu bilginin dipnotunda fî sebîlillahın “gurabâ olan talebe-i ulûma ve fukarâ bulunan hamele-i Kur‟ân‟a dahi Ģâmildir” demiĢtir. Ayrıca Tahtâvî‟den (1231/1816) 339 Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes„ûd, Bedâ‟i„u‟s-sanâ‟i„ fî tertîbi‟Ģ-Ģerâ‟i„, I-X, tah. Ali Muhammed Mu„avvez, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2003, II, 471. 340 Dumlu, “a.g.m.”, s. 241. 341 Kâsânî, a.g.e., II, 456. 342 Ġbn Nüceym, Zeynüddin b. Ġbrâhîm, el-Bahrü‟r-râ‟ik Ģerhu Kenzü‟d-dekâ‟ik, I-IX, tah. ġeyh Zeke- riyyâ Umeyrât, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1997, II, 422. 343 Ġbn Âbidîn, Muhammed Emîn b. Ömer, Reddü‟l-muhtâr „ale‟d-Dürri‟l-muhtâr, I-XIII, tah. Âdil Ah- med Abdülmevcûd, Ali Muhammed Muavvez, Dâru Alemi‟l-kütüb, Riyad 2003, III, 289. 344 Molla Hüsrev, Dürerü‟l-hükkâm fî Ģerhi Gureri‟l-ahkâm, I-II, Mîr Muhammed Kütübhâne, Ârambağ Karaçi 1308, I, 189. 63 345 naklen zengin bile olsa ilim talebesinin zekât almasının caiz olduğunu çünkü kendini 346 ilme hasrettiğinde kazanç sağlamaktan aciz kalacağını nakletmektedir. Görüldüğü üzere Hanefî âlimleri, fî sebîlillahtan maksadın ne olduğu konusunda ih- tilaf etmiĢ olsalar bile ihtiyaç ve fakirliğin Ģart olduğu konusunda ittifak etmiĢlerdir. Ayrıca zekât malının mutlaka Ģahsa temlik edilmesinin gerekliliği üzerinde de ittifak ettikleri için Ģahsa temlik olmayan konularda -örneğin mescit inĢası, ölü kefenlenmesi, köprü yapımı 347 gibi- zekât vermeyi caiz görmemiĢlerdir. 2.3.2.2. Mâlikî Mezhebinin Görüşleri Mâlikî mezhebi âlimlerinden Ebû Bekr Ġbnu‟l-Arabî (543/1148), Ahkâmu‟l-Kur‟ân adlı tefsirinde Ġmam Mâlik‟ten (179/795) konu hakkında Ģunları nakletmektedir: “Allah‟ın yolları çoktur. Ancak buradaki fî sebîlillahın gazve olduğu hakkında, Ahmed ve Ġshâk‟ın onun hac olduğunu tercih etmelerinden baĢka hiçbir muhalif görüĢ bilmiyorum.” Deva- mında Muhammed b. Abdilhakem‟in “zekâtın bu paya ayrılan kısmı mücahidlerin binit, silah, harp aletlerinden ve düĢmanı Müslümanların bölgesinden uzak tutmak için muhtaç oldukları her Ģeye harcanır. Çünkü bunların hepsi savaĢın ve galip gelmenin yollarıdır” 348 görüĢünü aktarmaktadır. Zürkânî (1099/1688), Muhtasaru Seydî Halîl‟e yazdığı Ģerhte fî sebîlillah hakkında Ģunları kaydetmektedir: “SavaĢta mücahide gerekli olan aletler için fî sebîlillah payından zekât verilir. Bu harcamaya düĢmanları hakkında Müslümanların maslahatına yarayabile- 349 cek bilgileri getiren casuslar da dâhildir.” Kardâvî, Mâlikîlerin fî sebîlillah hakkındaki görüĢlerini Ģöyle özetlemektedir: a. Mâlikîler, fî sebîlillah mefhumunun cihad ve cihad manasındaki Ģeylerle ilgili ol- duğu konusunda hemfikirdirler. b. Mücahidlere zengin de olsalar fî sebîlillah payından verileceği görüĢündedirler. 345 Bkz: Tahtâvî, Ahmed b. Muhammed, HâĢiyetü‟t-Tahtâvî „alâ Merâkı‟l-felâh, Eda NeĢriyat, Ġstanbul 1991, s. 592. 346 Mehmed Zihnî Efendi, Nimet-i Ġslâm, ġirket-i Mürettibiye Matbaası, Ġstanbul 1322, Kitâbü‟z-zekât, s. 35. 347 Haskefî, Alâüddîn Muhammed b. Alî, ed-Dürrü‟l-muhtâr Ģerhu Tenvîri‟l-ebsâr, tah. Abdülmün„im Halil Ġbrâhîm, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2002, s. 137. 348 Ġbnü‟l-Arabî, a.g.e., II, 533. 349 Zürkânî, Abdülbâkî b. Yûsuf, ġerhu‟z-Zürkânî „alâ Muhtasarı Seydî Halîl, I-VIII, tah. Muhammed Ali Beyzûn, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2002, II, 318. 64 c. Mâlikîlerin çoğunluğu cihadda kullanılmak üzere silah ve at alımı ile kale surları ve savaĢ gemisi yapımı gibi yerlere zekâttan sarf etmenin caiz olduğunu söylemektedirler. d. Mâlikîler, fî sebîlillah payında temlik Ģartı aramazlar ve zekatın mücahidin Ģah- 350 sından ziyade cihadın maslahatı yolunda harcanması gerektiğini söylemektedirler. 2.3.2.3. Şâfiî Mezhebinin Görüşleri Ġmam ġâfiî (204/820), el-Ümm adlı kitabında fakir olsun, zengin olsun mücahidlere fî sebîlillah payından zekât verileceğini, mücahidler dıĢında müĢrikleri (düĢmanı) mücahid- 351 lerden uzaklaĢtıracak olan kiĢiler hariç baĢkasına ise verilemeyeceğini kaydetmektedir. Ġmam-ı Nevevî (676/1277), Ravdatü‟t-tâlibîn adlı eserinde fî sebîlillah grubunun devletten maaĢ almayan gönüllü mücahidler olduğunu ve gönüllü askerlere ganimetten bir pay verilmediği gibi ücretli askerlere de zekâttan bir pay verilemeyeceğini ifade et- 352 mektedir. ġâfiî mezhebi âlimleri, fî sebîlillahın cihada ve devletten maaĢ almayan gönüllü mücahidlere mahsus olduğuna, zengin de olsalar cihad etmelerine yardımcı olacak miktar- da zekât almalarının ve bu paydan silah ve savaĢ levazımatı alınmasının caiz olduğuna hükmetmiĢlerdir. Ayrıca savaĢtan dönene kadar kendilerinin ve aile fertlerinin nafaka, elbi- 353 se vb. gibi zaruri ihtiyaçlarının bu paydan karĢılanabileceği görüĢündedir. 2.3.2.4. Hanbelî Mezhebinin Görüşleri Hanbelîlerin fî sebîlillah hakkındaki görüĢleri aynen ġâfiîlerin görüĢleri gibidir. Kı- saca Ģöyle özetlenebilir: Fî sebîlillahtan maksat, devletten maaĢ almayan veya aldıkları ma- aĢları kendilerine yetmeyen mücahidlerdir. Onlara zengin de olsalar bu paydan verilebilir. Hanbelîlere göre sınır boylarında nöbet tutmak da cihadın kapsamına girmektedir. Kendile- rine zekât verilen ancak savaĢa katılmayanlardan verilen Ģeyler geri alınır. Fî sebîlillah pa- 354 yı ile savaĢ araçları, at, savaĢ gemisi vs. alınması da caizdir. 350 Kardâvî, a.g.e., II, 639. 351 ġâfiî, Muhammed b. Ġdrîs, el-Ümm, thk. Hassân Abdülmennân, Beytü‟l-efkâri‟d-devliyye, Amman, ty., s. 283. 352 Nevevî, Ebû Zekeriyâ Yahyâ b. ġeref, Ravzatü‟t-tâlibîn, Dâru Ġbn Hazm, Beyrut 2002, s. 319. 353 Kardâvî, a.g.e., II, 640-641. 354 Kardâvî, a.g.e., II, 641-642. 65 Hanbelî âlimlerinden Ġbn Kudâme (620/1223), el-Muğnî adlı eserinde zekât âye- tindeki “ََّما edatının “zikredileni isbât, dıĢındakileri nefy etmek” için kullanılması ”اِن nedeniyle zekâtın, âyetin zikrettiği yerlerin dıĢında -örneğin mescit, köprü veya su ka- nallarının yapımı, yolların tamiri, ölü kefenleme vb.- kullanılmasının caiz olmadığını 355 kaydetmektedir. Kardâvî‟nin Fıkhu‟z-zekât‟ında aktardığı üzere fî sebîlillahtan maksadın hac ol- ması konusunda Ġmam Ahmed b. Hanbel‟den (241/855) iki farklı rivayet gelmektedir. Birincisi hac, sebîlüllahın kapsamına dâhildir ve fakir Müslümana zekâttan hacca gide- bilmesi için bir pay verilir. Ġkinci rivayet ise cumhurun görüĢüne uygun olarak hac için zekât malından verilmeyeceğini söyleyen görüĢtür. Ġbn Kudâme, konu hakkında Ģöyle demektedir: “Bu ikinci görüĢ doğrudur. Çünkü sebîlüllah mutlak kullanıldığında cihad anlaĢılır. Kur‟ân‟da nerede sebîlüllah zikredilmiĢse orada cihad kastedilmiĢtir. Ancak az bir yerde baĢka manalara gelmektedir. Zekât âyetinin de bu Ģekilde anlamlandırılması 356 gereklidir.” 2.3.2.5. Mezheplerin Görüşlerine Toplu Bir Bakış Yukarıda görüĢleri aktarılan dört mezhep, fî sebîlillah konusunda Ģu üç madde üze- rinde ittifak etmiĢtir: a. Tüm mezheplere göre cihad kesinlikle fî sebîlillah kapsamına dâhildir. Hanefîler mücahidin fakir olmasını, ġâfiîler ve Hanbelîler ise gönüllü olarak savaĢa katılmasını Ģart koĢmuĢlardır. b. Zekâttan mücahidin Ģahsına harcama yapılabileceği hususunda görüĢ birliği vardır. Fakat cihadın maslahatları ve araçları için sarf etme konusunda ihtilaf mevcut- tur. Hanefîler dıĢındaki mezhepler bu gibi konularda harcamaya cevaz vermiĢlerdir. c. ÇeĢitli sosyal ve hayır iĢleri için zekât malından harcamak caiz değildir. Baraj, mescit, köprü yapımı, ölüleri kefenlemek gibi... Bu gibi iĢlerin zekâtın kapsamı haricinde bırakılması Hanefîlere göre temlik Ģartının gerçekleĢmemesi; diğer mezheplere göre ise 357 âyette sayılan sekiz sınıfın içine girmemeleridir. 355 Ġbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddin, el-Muğni, I-II, tah. Râid Sabrî b. Ebi Alfe, Beytü‟l- Efkâri‟d-devliyye, Lübnan 2004, I, 528. 356 Kardâvî, a.g.e., II, 642. 357 Kardâvî, a.g.e., II, 643-644. 66 2.3.2.6. Son Dönem Âlimlerinin Görüşleri Hindistan âlimlerinden Sıddîk Hasan Han (1307/1890), er-Ravzatü‟n-nediyye adlı eserinde sebîlüllahın Allah‟ın rızasına götüren yol olduğunu, cihadın ise Allah‟ın rızasına götüren yolların en önemlisi olması ile birlikte fî sebîlillah payının sadece ona tahsis edil- diğine dair bir delilin olmadığını ifade etmektedir. Bu açıdan o, zekâtın bu payının Allah‟ın rızasına götüren her türlü yola sarf edilmesinin gerektiği ve lügavî açıdan âyetin manası da bu olduğu görüĢündedir. Sıddîk Hasan Han, fî sebîlillah payından sadece fakir mücahidlere pay verilmesi gerektiği hakkındaki görüĢü, sahabenin her yıl beytülmâlden “atâ” adı veri- len bir tahsisatlarının olduğunu ve hiçbirinin buna karĢı çıkmadığını söyleyerek kabul et- memektedir. Ayrıca âlimlerin önemine vurgu yaparak Müslümanların dinî maslahatlarını 358 korudukları için onların da fî sebîlillah payından alabileceklerini belirtmiĢtir. Mısır müftüsü ve Ezher ġeyhi olan Mahmûd ġeltût (1963), zekâtın sarf yerlerini ReĢîd Rıza‟nın el-Menâr tefsirinde yaptığı gibi “Ģahıslar” ve “maslahatlar” diye iki gruba ayırmıĢ ve fî sebîlillahı maslahatlar grubundan sayarak Ģöyle demiĢtir: “Fî sebîlillah her- hangi bir Ģahsın mülkiyetinde bulunmayan ve faydası sadece bir Ģahsa has kılınmayan ge- nel maslahatlardır. Onun mülkü Allah‟a, menfaati ise Allah‟ın kullarına aittir. Bunların en önde geleni ümmeti saldırılardan koruyan ve Ģerefini muhafaza eden harp hazırlıklarıdır.” ġeltût, bu hazırlıkların neler olduğunu saydıktan sonra Ġslâm dininin üstün özelliklerini tüm dünyaya anlatacak değerli âlimler ve hafızlar yetiĢtirmeyi de fî sebîlillah payından har- 359 canma yapılması gereken önemli faaliyetlerden saymaktadır. ġeltût, fî sebîlillah payının Allah rızası için olan her türlü hayır ve hasenatı içine 360 aldığını söylemektedir. Bu görüĢüne uygun olarak da cami yapımı hakkında sorulan “zekât malından mescit inĢa veya tamir edilir mi?” sorusuna özetle Ģöyle fetva vermiĢtir. “Eğer bir köyde yapılmak istenen veya tamiri gereken mescit, o köyün tek mescidi olup ihtiyacı karĢılamıyorsa zekât malından yeni bir mescit yapımı ve mevcut olanın geniĢle- tilmesi için masraf yapılabilir. Bu zekâtın sarf yerlerinden olan fî sebîlillah payına girer. Çünkü fî sebîlillah payı kiĢisel mülk olmayıp umuma ait olan mescit, hastane, okul ya- pımı gibi maslahatları da kapsamaktadır. Bu konu, âlimler arasında ihtilaflı olup benim 358 Sıddîk Hasan Han el-Kannevcî, er-Ravzatü‟n-nediyye Ģerhu‟d-Düreri‟l-behiyye, Bulak 1296, s. 135. 359 Mahmûd ġeltût, el-Ġslâm: Akîde ve ġerîa„, Dârü‟Ģ-ġurûk, 8. baskı, Kahire 2001, s. 105. 360 Mahmûd ġeltût, el-Fetâvâ, dirâse li-müĢkilâti‟l-müslimi‟l-mu„âsır fî hayâtihi‟l-yevmiyyeti‟l-„âmm, Dârü‟Ģ-ġurûk, 8. baskı, Kahire 2004, s. 102. 67 karar kıldığım ve tercih ettiğim bu fetva, Ġmam Râzî‟nin aktardığı Kaffâl‟ın görüĢüne göredir. Yalnız bu fetvanın geçerli olması için o yerleĢim yerinde mescidin olmaması veya ihtiyacı karĢılamaması gerekmektedir. Aksi halde mescitten baĢka yerlere harcan- 361 ması daha uygundur.” Bu konuyu ayrıntılı ve derinlemesine inceleyen Yûsuf el-Kardavî, fî sebîlillahın kapsamı hakkında mezheplerin ve çağdaĢ âlimlerin görüĢleri serdettikten sonra Kur‟ân-ı Kerîm‟de fî sebîlillah terkibinin geçtiği yerleri incelemiĢ ve haklı olarak cihad manasını tercih etmiĢtir. Ġlaveten cihadın yalnız askerî savaĢa mahsus olmadığını, fikrî, terbiyevî, 362 ictimâî ve siyasî çeĢitlerinin bulunduğunu hadislere dayanarak açıklamıĢ ve cihadın kapsamını geniĢ tutan bir görüĢü tercih etmiĢtir. Bu tercihin nedenini de özetle Ģöyle açıklamıĢtır: Dört mezhebin âlimleri Ģu iki delile dayanarak fî sebîlillah kavramının kapsamını dar tutmuĢlardır: a. Bunlardan birincisi Hanefîlerin dayandığı gerekçe olan temliktir. Onlar, “temlik sa- dece Ģahıslara yapılabileceği için hayır kurumlarına zekât verilemez” demiĢlerdir. Kardâvî, buna cevaben, “âyette (fî) edatı ile geçen sarf yerleri için temlik Ģartı yoktur, bunun içindir ki zekât parası ile köle azadına fetva verilmiĢtir” diyerek karĢı çıkmıĢtır. Ayrıca “devlet baĢkanına zekâtı vermekle temlik yerine gelmiĢ olmaktadır” diye de ilave etmiĢtir. b. Ġkincisi, âyette geçen (innemâ) edatının hasr ve ispat için olması sebebiyle bu sekiz sınıfın dıĢındaki yerlere zekât vermek caiz olmayacağı görüĢüdür. Kardâvî buna cevaben fî sebîlillah kavramının kapsamını tartıĢmaya açmaktadır. Bu kavram cumhurun dediği gibi sadece cihad ve savaĢ mıdır, yoksa lafzın manasından anlaĢıldığı üzere her türden iyiliği içine almakta mıdır? Bu sorunun cevabını bulmak için infâk âyetlerinde geçen sebîlüllah kavramlarını inceleyen Kardâvî, iki sonuca ulaĢmaktadır. Birinci sonuç, özellikle bazı 363 infâk âyetlerinde geçen bu kavramın özel manası olan savaĢı ifade etmeyip hayır, taat ve iyilik yollarının tümünü içine alan genel manada olduğudur. Ġkinci sonuç ise sebîlül- lahın bu âyetlerde Allah‟ın emrine uyarak düĢmanları ile savaĢmak ve Allah‟ın sözünü üstün kılmak için infâk etmek manasında olduğudur. Bu mana ise doğrudan değil âyetin 361 ġeltût, el-Fetâvâ, s. 111. 362 Örn. “Müşriklere karşı mal, can ve lisanınızla cihâd edin.” Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 5, 38, “Fiten”, 13; Nesâî, “Zekât”, 49. 363 Bkz: Bakara, 2/261-262; Tevbe, 9/34. 68 siyakından anlaĢılmaktadır. Örneğin savaĢmayı emreden âyetten sonra gelen “Allah yo- 364 lunda infâk edin ...” emri böyledir. Buradaki fî sebîlillahın manası Ġslâm‟a yardımcı olup Allah‟ın düĢmanlarına karĢı O‟nun sözünü üstün kılmak için yapılan infâktır. Bura- dan da fî sebîlillahın en önde gelen manasının savaĢ olmakla beraber sadece savaĢa has- redilemeyeceği anlaĢılmaktadır. Kardâvî, âyetteki fî sebîlillahın kesinlikle cihad olduğu ve fakat cihadın sadece si- lahla değil kalem ve dil ile de yapılabileceğini vurgulamaktadır. Askerî, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda Allah‟ın sözünün en üstün gelmesi için yapılacak her türlü faaliyetin cihad kapsamında olduğunu belirtmektedir. Sonuç olarak Kardâvî, fî sebîlillahın kapsamı- na silahla cihad eden mücahidlerin yanı sıra, her türlü araçları kullanarak kalpleri ve akılla- 365 rı Ġslâm öğretileri ile doldurmaya çalıĢan mücahidleri de dâhil etmiĢtir. Muhammed Hamîdullah (2002), fî sebîlillah kavramının Ġslâm‟ın her yoldan ve her çeĢit savunma ve hayrının sağlanması için gerekli olan iĢ ve fiillere iĢaret ettiğini söyleye- rek onu çok geniĢ bir çerçeveye oturtmuĢtur. Ona göre bu kavram, dul kadınlar ve yetimler lehine ödemelerde bulunmayı, eğitim kurumlarına ve öğrencilere yardım yapmayı, hasta- nelere ve camilere tahsisat ayrılmasını, ordunun alet, edevat, teçhizat ve sair masraflarını karĢılamayı, ülkenin müdafaası için bir takım askerî sâbit tesisler kurma masraflarına ka- 366 tılmayı vs. harcamaları içine almaktadır. Abdülkerîm Zeydan (2014), fî sebîlillahı geniĢ bir incelemeye tabi tutup tüm müfessirlerin ve fukahanın bu grubun savaĢan gaziler olduğu konusunda ittifak ettiğini beyan ettikten sonra kavramın tüm mücahidleri de içine alacak Ģekilde geniĢletilmesi yönünde tercihte bulunmuĢtur. SavaĢan mücahidler tüm mücahidlerin en önde gelenleri olmasına rağmen cihadın sadece bu konuya hasredilmesinin gerekmediğini, malları ve dilleriyle mücadele edenlerin de Allah yolunda cihad ettiklerini kaydederek görüĢüne 367 “Müşrikler ile mallarınız, canlarınız ve dilleriniz ile cihad ediniz.” hadis-i Ģerifini 368 delil göstermiĢtir. 364 Bakara, 2/195. 365 Kardâvî, a.g.e., II, 650-659. 366 Muhammed Hamîdullah, Ġslâm Peygamberi (Hayatı ve Faaliyeti), I-II, çev. Salih Tuğ, Ġrfan Yayıncılık, 5. baskı, Ġstanbul 1990, II, 978. 367 Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 5, 38, “Fiten”, 13; Nesâî, “Zekât”, 49. 368 Abdülkerîm Zeydân, el-Mufassal fî Ahkâmi‟l-mer‟eti ve‟l-beyti‟l-müslim, I-XI, Müessesetü‟r-Risale, 1. baskı, Beyrut 1993, I, 440. 69 Abdullah Nâsıh Ulvan, Ahkâmu‟z-zekât adlı eserinde dört mezhebin konu hakkın- daki görüĢlerini aktardıktan sonra sebîlüllah kavramının anlam alanının geniĢletilmesinin bir zorunluluk olduğunu belirterek sebebini Ģöyle izah etmiĢtir: “GeçmiĢ ulemamız fî sebîlillahı gazilerin ve sınır nöbetçilerinin binek, silah ve gemi gibi harp levazımatı ile teçhiz edilmeleri konusuna hasretmiĢlerdir. Bizler ise bu gruba, günümüz Ģartlarında akıl ve kalplerin Ġslâm‟ı tanımaları ve öğrenmeleri, onların Ġslâm‟a davet edilmeleri alanında savaĢan mücahidleri de ilave ediyoruz. Çünkü onlar dilleri ve kalemleriyle Ġslâm inancını ve Ģeriatını müdafaa eden mücahidler ve sınır nöbetçileridir.” Ulvan bu görüĢüyle Kardâvî‟nin fî sebîlillahın kapsamına silahlı mücahidlerin yanı sıra, her türlü araçları kullanarak kalpleri ve akılları Ġslâm öğretileri ile doldurmaya çalıĢan mücahidleri de dâhil 369 ettiği görüĢünü desteklemektedir. Hayrettin Karaman, İslâm‟ın Işığında Günümüz Meseleleri adlı eserinde konuyu açıklarken mezheplerin ve bazı âlimlerin görüĢlerini özetle aktardıktan sonra Yûsuf el- Kardâvî‟nin görüĢünü destekler mahiyette bir tavır ortaya koyarak Ģunları kaydetmek- tedir: “Buna göre hedefi Ġslâm‟ın hâkimiyet ve ihyâsı, Ġslâm yurdunun muhâfazası ve kurtarılması, Ġslâm‟a yönelen her nevi tehlikenin önlenmesi olan askerî, fikrî, siyasî, iktisadî, mücâdele ve faaliyetler “Allah yolunda”dır; bu faaliyetlerin zekât bütçesinde 370 payı vardır.” Yunus Vehbi Yavuz, İslâm‟da Zekât Müessesesi adlı kitabında konuyu geniĢ bir biçimde ele aldıktan sonra âyette geçen fî sebîlillah sınıfı hakkında “yalnız Ģunlardır veya bunlar değildir” Ģeklinde mütalâa yürütmenin yüzde yüz isabet kaydeden bir görüĢ ol- maktan uzak olacağını belirtmektedir. Yavuz‟a göre, ulemanın bu sınıfa verdiği hususî manaları (mücahidler, hacılar gibi) da göz önünde bulundurmakla beraber, Allah yolunda sınıfı yalnız bunlardan ibaret değildir. Âyette bu sınıfın mutlak olarak zikredilmesinden dolayı, Allah yolunda sınıfının tayini konusunda âyetin beyanından ileri gitmeyerek onu geniĢ manası ile mütalâa etmek daha isabetlidir. Bu yüzden Allah yolunda sınıfına, Allah yolunda olan her Ģey girmelidir diyen Yavuz, günümüzde milletler ve kültürler arası sa- vaĢların daha ziyade fikir harbi Ģeklinde olduğuna özel bir vurgu yaparak bu harbin mal- zemelerinin de basın, radyo, ilmî tesisler ve milli savunma sahaları olduğunu belirtmek- 369 Abdullah Nâsıh Ulvan, Ahkâmü‟z-zekât „alâ dav‟i‟l-mezâhibi‟l-erbe„a, Dârü‟s-Selâm, Kâhire 1986, s. 66. 370 Hayrettin Karaman, Ġslâm‟ın IĢığında Günümüz Meseleleri, I-III, Yeni ġafak Yayınları, Ġstanbul 1996, I, 191. 70 tedir. Günümüz Ģartlarına uygun olarak Allah yolunda yapılacak en büyük hizmetlerden birinin, gece-gündüz durmadan çalıĢarak Ġslâm‟ın özünü meydana çıkarmak ve diğer bütün sistemlerden daha üstün olduğunu ortaya koymak olduğunu söyleyen Yavuz‟a göre Allah yolunda en büyük cihad, Ġslâm‟ın her sahadaki görüĢlerini pratik hale getirip istifa- 371 deye sunmaktır. Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı‟nın yayınladığı ilmihalde, fîsebîlüllahın genel ve özel manalarını açıklandıktan sonra verilen bilgiler, konu hakkındaki tartıĢmaları çok güzel bir biçimde özetlemektedir: “Allah yolunda tabirinin, zekât gelirinden Allah yolunda cihad için de bir pay ayrılması gerektiğini bildirdiği açıktır. Ancak cihad kavramının Ġslâm kültüründe geniĢ bir anlam yelpazesine sahip olması sebebiyle, âyetin bu ifadesinin kimleri ve ne tür faaliyetleri kapsadığı hususu Ġslâm bilginleri arasında geniĢ tartıĢmalara konu olmuĢtur. “Allah yolunda” tabirinin ilk planda “Allah yolunda savaĢanlar (gaziler)” Ģeklinde anlaĢılmıĢ olması, âyetin ifade tarzından ziyade Ġslâm‟ın yayılıĢ dönemindeki sosyopolitik Ģartlarla ve uluslararası iliĢkilerle ilgili olmalıdır. O dönemde cihadın en yaygın ve etkili yolu akınlar ve sıcak savaĢlar olduğundan fakihler de din ve vatan yo- lunda savaĢanlara zekât gelirinden pay ayrılmasını elzem görmüĢler, bu yorum âdeta bü- tün fakihlerce benimsenmiĢtir. Bazı fakihler bu paydan hac ve umre yapanlara, ilim tahsil edenlere zekât verilebileceğini, hatta cami, okul, hastane yapımı gibi iĢleri üstlenmiĢ her türlü hayır kurumuna da bu paydan ödenek ayrılabileceğini söylerler. Çağımızda bazı âlimler “Allah yolunda” tabirine geniĢ bir anlam yükleyerek Müslümanların yararına olan her türlü faaliyeti bu kapsamda görmektedir. Onlara göre günümüzde bütçe gelirle- rinden büyük bir kısmın ülkelerin savunma giderlerine ayrılmakta olduğu bilinmektedir. Ġslâm dini, tebliği, yani kendisini duyurmayı ve tanıtmayı hem kendisine inananlara bir borç olarak yüklemiĢ, hem de bunu toplumun baĢta gelen görevlerinden saymıĢtır. Ayrıca Müslümanların dıĢ saldırı ve tehlikelere karĢı korunması da devletin görevlerindendir. Öyle ise zekât gelirlerinden bir payın Ġslâm‟ın tebliğine ve ülke savunma giderlerine ay- 372 rılması yerindedir.” Zekât ibadeti ile ilgili olarak günümüzde karĢılaĢılan sorunlara çözümler bulmak amacıyla tertip edilen 1. Çağdaş Zekât Sorunları Kongresi‟nde, fî sebîlillah konusunda Ģu kararlar alınmıĢtır: “Zekâtta fî sebîlillah payı ile fakihlerin karar verdikleri Ģekilde dinin 371 Yunus Vehbi Yavuz, Ġslam‟da Zekât Müessesesi, Çağrı Yayınları, 4. baskı, Ġstanbul 1980, s. 446-449. 372 Komisyon, Ġlmihal, I, 486-487. 71 korunması ve Allah'ın kelamının yüceltilmesini de içine alan geniĢ manası ile cihad kast edilmiĢtir. GeniĢ manadaki bu cihad kavramı, savaĢ da dâhil olmak üzere Ġslâm‟a daveti, Ģeriatı uygulamayı, hasımların Ġslâm hakkındaki Ģüphelerini def etmeyi içermektedir. Bu açıdan cihad sadece askerî alana hasredilemez. Cihadın bu genel manası ile zekâttaki fî sebîlillah payı aĢağıdaki alanları da kapsamaktadır: a. ÇeĢitli memleketlerdeki Müslümanların düĢmanlarına karĢı koyabilmeleri ve Ġslâm‟ın bayrağını yükseltebilmeleri için giriĢtikleri askerî cihad hareketlerini finanse etmek. b. Ġslâm‟ın hakim olmadığı yerlerde Ġslâm‟ı çağdaĢ usûllerle müdafaa ederek tebliğ yapan sağlam karakterli Müslümanların oluĢturdukları davet merkezlerini finanse etmek. c. Müslümanların azınlık olarak yaĢadıkları memleketlerde onların gayri müslim top- 373 lumda asimile olmalarını engellemek amacıyla yapılan çalıĢmaları finanse etmek.” Buraya kadar çeĢitli dönemlerde yaĢamıĢ farklı mezheplere mensup fakihlerin fî sebîlillah hakkındaki görüĢleri aktarılmıĢtır. Görüldüğü üzere meseledeki ihtilaf noktası “sebîlüllah kavramı sözlük manasına mı, yoksa Ģer‟î manasına mı hamledilmelidir?” soru- suna verilen cevap üzerindedir. Kavramı sözlük manasına hamledenler lafızdaki geniĢliğe uygun olarak sebîlüllahın kapsamını geniĢletmiĢlerdir. Özetle fî sebîlillahın savaĢan müca- hidleri kapsadığı görüĢü tüm âlimlerce kabul görmüĢtür. Sadece bu mücahidlerin fakir olup olmamaları ve devletten maaĢ alıp almamaları konusunda ihtilaf edilmiĢtir. Ġkinci görüĢ olarak da Ġbn Abbas ve Ġbn Ömer‟den gelen rivayete dayanan fî sebîlillahın hacılar olduğu görüĢü hâkimdir. Fakat cumhur ulema yukarıda açıkladığımız çeĢitli delillere dayanarak bu grubu fî sebîlillah kapsamına dâhil etmemektedir. Özellikle son dönemdeki bazı âlimler, gerek sebîl kelimesinin, gerekse cihad kav- ramının kapsamındaki geniĢliği göz önüne alarak her türlü harp malzemelerinin alımını, ilim tahsil edenlere yapılacak yardımları, Ġslâm‟ı yayma ve yaĢatma adına yapılan faaliyet- lerin tümünü ve son olarak da en geniĢ biçimiyle tüm hayır ve hasenat yollarını fî sebîlilla- hın kapsamına dâhil etmiĢlerdir. Bu görüĢün son asırlarda öne çıkmasının en önemli nedeni Ġslâm toplumunun Batılıların ezici gücü karĢısında çaresiz kalmasıdır. Bu duruma bir çare arayan zamanın âlimleri çıkıĢ yolu olarak eğitim-öğretime önem verilmesi yoluyla toplu- mun hurafelerden kurtularak gerçek dine sarılmalarını ön görmüĢlerdir. Bu açıdan Ġslâm‟ın öğrenilmesini, yaĢanmasını ve tebliğini zamanlarının en büyük cihadı saymıĢlardır. Bunun 373 Gufeylî, Abdullah b. Mansur, Nevâzilü`z-zekât, Bank al-Bilad -Dârü‟l-Meymân, Riyâd 2008, s. 442-443. 72 bir sonucu olarak da fî sebîlillah payının cihad kapsamına giren eğitim-öğretim ve tebliğ faaliyetleri ile toplumda dinî hayatı canlandıran her türlü organizasyonlara ayrılması fikri revaç bulmuĢ görülmektedir. Sonuç olarak fî sebîlillah payı eğer Ġslâm toplumlarında fiilî bir savaĢ durumu varsa mutlaka orada savaĢan mücahidlere, savaĢ malzemeleri alımına ve savaĢ mağduru olan sivil Müslümanlara aktarılmalıdır. Fakat Ġslâm toplumlarında barıĢ ortamı hâkim- se, fî sebîlillah payından diğer cihad yollarına aktarılmasında bir sakınca bulunmamak- tadır. Ayrıca günümüz devlet yapısında savunma iĢleri ile ilgili bakanlık düzeyinde örgütlenildiği ve maliyeden yüklü miktarda bütçe ayrıldığı göz önünde bulunduruldu- ğunda -savaĢ hali müstesna- fî sebîlillah payının cihadın diğer kısımlarına verilmesi daha uygundur. Bu payın kapsamını tüm hayır iĢleri Ģeklinde geniĢletmek ise âyette sayılan di- ğer yedi sınıfı da içine alan bir durum arz edeceği için uygun değildir. Eğer öyle olsay- dı “zekât, Allah yolunda olan tüm hayırlara harcanır” denilmesi kâfi olurdu. Ayrıca âyete hasr edatı ile baĢlanılması ve zekât sarf yerlerinin tek tek zikredilmesi de bunu desteklemektedir. Bu gibi yerlere zekât dıĢındaki diğer sadaka türlerinin sarfı daha uy- gun düĢmektedir. 73 ĠKĠNCĠ BÖLÜM KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI 74 1. KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI ĠLE BENZER ANLAM ĠFADE EDEN TERKĠPLER 1.1. SEBÎLÜ RABBĠKE “Rabbinin yolu” anlamına gelen bu terkip Nahl sûresinin 125. âyetinde Ģu Ģekilde geçmektedir: َاْعَلُمَبَِمْنَ َّبَكَُهَوَ َِّنََر ْلَُهْمَبِالَّٖتىَِهَىََاْحَسُنَا ْلِحْكَمِةََوالَْمْوِعَظِةَالَْحَسَنِةََوَجاِد ِّبَكَبِا ﴿َاُْدُعَاِلٰىََسٖبيِلََر ََنَ﴾ َاْعَلُمَبِاْلُمْهَتٖدي َّلََعْنََسٖبيِلٖهََوُهَوَ َض “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en gü- zel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” 374 Müfessirler, bu âyetteki “sebîl-ü Rabbike” terkibini “Ġslâm dini ve Ģeriatı” olarak tefsir etmiĢlerdir. Âyette, çağrının Allah‟ın yoluna yapılması emredilmiĢtir. Bu da, herhangi bir Müslüman âlimin veya önderin kendine, kendi kurduğu yola çağırma hakkına sahip olmadığını göstermektedir. Çünkü hak yol, Allah‟ın yoludur; diğer yollar Müslümanları bölünmelere, ayrıĢmaya ve çatıĢmaya götürür. Bu hakikati Allah Teâlâ Ģöyle ifade et- mektedir: َّٰصیُكْمَبِٖهَلََعلَُّكْمَ َّرَقَبُِكْمََعْنََسٖبيِلٖهَٰذلُِكْمََو ُّسُبَلََفَتَف َّنَٰهَذاَِصَراٖطىَُمْسَتٖقيًماََفاتَِّبُعوُهََوَلاََتتَِّبُعواَال َ﴿ََواَ َتتَُّقونَََ﴾ “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira 375 o yollar sizi Allah‟ın yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye Allah size bunları emretti.” 374 Taberî, a.g.e., XIV, 400; Mâtürîdî, a.g.e., VI, 594; ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 558; Kurtubî, a.g.e., XI, 461; ġevkânî, a.g.e., III, 281. 75 Aynı terkibin çoğul Ģekli Nahl sûresinin 69. âyetinde Ģu Ģekilde kullanılmıĢtır: ِّبِكَُذلًُلاَ...﴾ََ ِّلَالثََّمَراِتََفاْسلُٖكىَُسُبَلََر َّمَكُٖلىَِمْنَُك َ﴿َثُ “Sonra meyvelerin hepsinden ye ve Rabbinin kolay kıldığı (yaylım) yollarına git ...” Bu âyetteki “Rabbinin yolları” arının bal yapmak için çiçekten çiçeğe gittiği yaylım yolları manasında gerçek anlamıyla kullanılmıĢtır. 1.2. SEBÎLÜ‟L-MÜ‟MĠNÎN “Müminlerin yolu” anlamına gelen bu terkip, Nisâ sûresinin 115. âyetinde Ģöyle geçmektedir: َّنَمَ َلُهَالُْهٰدىََوَيتَِّبْعََغْيَرََسٖبيِلَالُْمْؤِمٖنيَنَنَُولِّٖهََماََتَولّٰىََونُْصِلٖهََجَه َّيَنَ َّرُسوَلَِمْنََبْعِدََماََتَب َ﴿ََوَمْنَُيَشاِقِقَال َوَساَءْتََمٖصيًراَ﴾َ “Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çı- kar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.” 376 Bu ve bundan önceki on âyet, müfessirlerin ittifakıyla Ģu olay üzerine nâzil olmuĢ- tur: Tu‟me b. Übeyrik, komĢusu Katâde‟nin zırhını çalmıĢ ve onu götürüp bir Yahudi‟nin yanına emanet olarak bırakmıĢtı. Katâde, zırhını Tu‟me‟nin çalmıĢ olduğunu tahmin ederek onu sıkıĢtırmıĢ fakat Tu‟me çalmadığına dâir yeminler etmiĢti. Katâde, aramalarının sonunda zırhını Yahudi‟nin yanında bulunca, bu zırhı kendisine Tu‟me‟nin getirip emanet bıraktığını söylemiĢ ve bu iddiasına da bir grub Yahudi Ģehadette bulunmuĢtu. Tu‟me‟nin kabilesi olan Benî Zafer‟den bir grup Resûlullah‟a gelerek; Tu‟me‟nin suçsuz olduğunu, bu iddia yüzün- den kabilelerinin mahcup bir halde kalacağını söyleyip, Yahudi‟nin aleyhinde hüküm veril- mesini istemiĢlerdi. Resûlullah da bunların ifadelerine ve zırhın da Yahudi‟nin yanında bu- lunmasına bakarak onun suçlu olduğuna dair bir kanaate varır gibi olmuĢtu. Bunun üzerine âyet-i kerîmeler nazil olmuĢtur. Tu‟me ise suçu ortaya çıkıp kendisine had cezası verilince irtidat ederek Medine‟yi ve Müslümanları terk edip Mekke‟ye kaçmıĢ ve sonrasında hırsızlık 377 için girdiği bir binanın duvarının altında kalarak helak olmuĢtur. 375 En„âm 6/153. 376 Yazır, a.g.e., III, 78. 377 Taberî, a.g.e., VII, 462. 76 Âyet-i kerîmede müminlerin yolundan ayrılmanın peygambere karĢı çıkmak ile birlikte zikredilmesi bu yolun önemini açıkça ortaya koymaktadır. Hak ve hakikat ortaya çıkınca bunu kabul etmeyen ve direnen kiĢiler Resûlullah‟a ve dolayısıyla Allah‟a kar- 378 Ģı direnmiĢ, baĢkaldırmıĢ, müminlerin yolundan baĢka bir yola girmiĢ olmaktadırlar. Bu ise cehenneme girme cezasını gerektirecek kadar ağır bir günah, sapkın bir inanıĢ ve davranıĢ biçimidir. Ancak bu inanıĢ ve davranıĢın cezayı gerektirebilmesi için kiĢiye Ġslâm‟ın tebliğ edilmesinden sonra onun da Ġslâm‟ı öğrenme ve üzerinde akıl yorma, de- lilleri değerlendirme ve onun hak din olduğuna kanaat getirme imkân ve fırsatına sahip 379 bulunması gerekmektedir. Hamdi Yazır, müminlerin yolunun Allah‟a, Resûlullah‟a ve ulu‟l-emre itaat yolu olduğunu ifade ettikten sonra bu yoldan baĢkasına uymanın tevhid yolundan çıkmak ol- duğunu beyan etmiĢtir. Ayrıca Hz. Peygambere karĢı çıkmanın, müminlerin yolundan ayrılmak olacağı açık olduğu halde bunun ayrıca açıklanmasının dikkate Ģayan olduğunu 380 belirtmektedir. Bazı âlimler sebîlü‟l-mü‟minîn‟e uymanın emredildiği bu âyeti icma-ı ümmete 381 uymanın farziyetine bir delil olarak kabul etmiĢlerdir. Âyette müminlerin yolundan baĢka bir yol izleyenlerin ağır bir Ģekilde eleĢtirilmiĢ olması icmâa delâlet Ģeklinde yo- rumlanmıĢsa da, Gazzâlî (505/1111) bunların hiçbirinin icmâın meĢruiyetini açıkça ifade etmediğini, Nisâ sûresinin 115. âyeti kısmen kuvvetli bir delâlete sahip sayılabilirse de onun da icmâ anlamı için sevk edildiği kanaatinde olmadığını ifade etmektedir. Gazzâlî dıĢında daha birçok usûlcü tarafından gerek bu âyetin gerekse diğer âyetlerin icmâ için delil gösterilmesine itirazlarda bulunulmuĢtur. Ġmam ġâfiî, er-Risâle‟sinde icmâın daya- nakları konusunu özel olarak ele aldığı ve burada herhangi bir Kur‟ân âyetini delil gös- termediği halde, özellikle ġâfiî âlimlerinin usûl eserlerinde, onun bu konuda Nisâ sûresi- 382 nin 115. âyetiyle istidlâl ettiğine dair bir menkıbe yaygınlık kazanmıĢtır. 378 “Her kim de Allah‟a ve Resûlüne karşı gelirse bilsin ki Allah‟ın cezası şiddetlidir” Enfâl 8/13; “Kim pey- gambere itaat ederse, Allah‟a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi gön- dermedik.” Nisâ, 4/80; Ayrıca bkz: Nisa, 4/14; Tevbe, 9/63; Ahzâb, 33/36; HaĢr, 59/4; Cin, 72/23. 379 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 145. 380 Yazır, a.g.e., III, 83. 381 Kurtubî, a.g.e., VII, 131; Bu görüĢe itirazlar için bkz: Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 146. 382 Ġbrahim Kâfi Dönmez, “Ġcmâ”, DĠA, XXI, Ġstanbul 2000, s. 421. 77 Müminlerin yolundan ayrılma eylemi cehennemle cezalandırıldığına göre buradaki yoldan maksadın “din ve dini oluĢturan inanç, hükümler ve davranıĢlar” olduğu anlaĢıl- maktadır. Bu manada dine dâhil olmayan kültür, bilim ve teknoloji alanlarında mümin fert- lerin ve grupların farklı yollar, yöntemler, renkler edinmeleri, meselâ ilmî buluĢlar yapma- ları, yeni teknolojiler oluĢturmaları, dil, kıyafet, görgü kuralları, günlük yaĢayıĢ biçimi 383 edinmeleri “müminlerin yolundan ayrılmak” anlamına gelmeyecektir. Süleyman AteĢ, tefsirinde konuya Ģu açıklamayı getirmektedir: “Âyetin kastı, bile bile çoğunluğun yolundan ayrılıp kötü yola sapmak, gizli iĢler çevirmektir. Yoksa insan, samimi içtihadıyla, hakkında nas bulunmayan bir meseleye karĢı çıkmakla günahkâr ol- maz. Önemli olan kiĢinin samimiyetidir. Günah olan, bile bile haksızlığa sapmak, doğru 384 yoldan ayrılmak, hakkı bildiği halde bâtılın yanında yer almak, bâtılı savunmaktır.” 1.3. SEBÎLÜ MEN ENÂBE ĠLEYYE Lokmân sûresinde bir evlada verilebilecek en güzel ve faydalı öğütleri sıralayan Lokmân (as), ilk olarak Allah Teâlâ‟ya Ģirk koĢmamayı öğütlemiĢtir. Allah Teâlâ, âyetin devamında bizzat kendi ifadeleri ile çocuğun anne-babaya iyilik ve itaat etmesini emret- miĢtir. Eğer anne-baba, mümin çocuklarına Ģirk koĢmayı emredip bu konuda ısrar ederlerse evladın ne yapılması gerektiğini de 15. âyette açıklamıĢtır: ُّدْنَياََمْعُروًفاََواتَِّبْعَ ﴿ََواِْنََجاَهَداَكََعلٰىَاَْنَتُْشِرَكَٖبىََماَلَْيَسَلََكَبِٖهَِعْل مََفَلاَُتِطْعُهَماََوَصاِحْبُهَماَِفىَال ََنَ﴾َ َِّبُئُكْمَبَِماَكُْنُتْمََتْعَملُو َّیََمْرِجُعُكْمََفاُن َّمَاِلَ ََّیَُث َسٖبيَلََمْنََانَاَبَاِل “Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için se- ninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” Âyet-i kerîme, Allah hakkının bütün hakların önünde olduğunu, ana babanın ço- cuklarını bu hakkı ihlâl etmeye yani Ģirke veya Allah‟ın açıkça yasakladığı baĢka iĢler yapmaya zorladıklarında kesinlikle onların bu baskısına boyun eğilmemesi gerektiğini belirtmektedir. Bununla beraber onların meĢrû ve mâkul olan dünyevî isteklerinin - örneğin yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarını karĢılamak, hastalandıklarında bakmak, 383 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 147. 384 Süleyman AteĢ, Kur‟ân-ı Kerîm Tefsiri, Milliyet Yayınları, I-VI, yy., 1995, II, 682. 78 vefatlarında defnetmek gibi- yerine getirilmesi gerektiği de vurgulanmaktadır. Zemah- Ģerî, uyulması gereken yolu “bu konuda o ikisinin yoluna değil, senin dinindeki mümin- 385 lerin yoluna tâbi ol” Ģeklinde açıklamıĢtır. Taberî, “onlara cisminle, bedeninle sahip çık. Onların hakkı, senin bedenin üzerindedir. Fakat aklınla da Peygamber‟in yoluna uy, çünkü babanın senin bedenini eğitip büyütmesi gibi, Peygamber de senin aklını eğitip 386 büyütmektedir” demektedir. Kurtubî ise “bana yönelenlerin yolu” ile peygamberlerin 387 ve salihlerin yolunun kastedildiğini kaydetmektedir. Bu âyetlerin Müslüman olan evladını Ġslâm dininden döndürmek isteyen ve bu yüz- den üç gün hiçbir Ģey yemeyen Hamne binti Ebî Süfyan ve oğlu Sa‟d b. Ebî Vakkas (ra) hakkında nazil olduğu ve “bana yönelenlerin yolu” ile Hz. Peygamberin davetini kabul 388 eden Ebû Bekir‟in (ra) kastedildiği rivayet edilmiĢtir. 1.4. SEBÎLÜ‟R-RÜġD / REġÂD 389 Sözlükte “doğru, doğruluk, hidâyet, sapıklığın zıddı” gibi manalara gelen rüĢd ve reĢâd kelimeleri sebîl ile birleĢince “doğru / dosdoğru / hak yol” anlamlarına gelmek- tedir. Ġsfahânî, reĢâd kelimesinin rüĢd kelimesinden daha özel ve dar bir anlam ifade etti- ğini belirterek Ģöyle açıklar: “RüĢd hem dünyevî hem de uhrevî iĢlerle ilgili yani her tür- lü doğruluk için kullanılabilir. ReĢâdın anlamı ise daha özeldir ve yalnız uhrevî iĢler hakkında kullanılır. Aynı kökten türetilen reĢîd ve râĢid kelimeleri ise her iki iĢler için de 390 kullanılmaktadır. Râzî, rüĢd kelimesini “istikâmet, dinde istikamet üzere olma”; reĢâd kelimesini “sapmanın ve azgınlığın zıddı”; sebîlü‟r-rüĢd terkibini “hidayet, hak dinin 391 yolu ve ilim ile amelde doğruluk”; sebîlü‟r-reĢâd terkibini ise “mükâfatın, hayrın ve 392 bunlara götüren her Ģeyin yolu” diye tefsir etmiĢtir. Bilmen ise, reĢâd kelimesinin cehâlete, azgınlığa, sapıklığa muhalif olan Ģey, kuvvetli akıl sahibi olmak manasına gel- 393 diğini kaydetmiĢtir. 385 ZemahĢerî, a.y. 386 Taberî, a.g.e., XXV, 148. 387 Kurtubî, a.g.e., XVI, 476. 388 Kurtubî, a.g.e., XVI, 475; Beyzâvî, a.g.e., II, 228. 389 Ġbn Manzûr, a.g.e., III, 175; Fîrûzâbâdî, Besâ‟ir, III, 75. 390 Ġsfahânî, a.g.e., s. 196; Kelimelerin âyetlerdeki kullanımları için bkz: Hûd, 11/97; Hucurât, 49/7. 391 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XV, 5. 392 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XXVII, 69. 393 Bilmen, a.g.e., VII, 31. 79 Bu terkiplerin zıddı olan sebîlü‟l-ğayy ise sapıklık yolu manasında olup A„râf sûre- sinin 146. âyetinde, zıt anlamlı bu iki terkip Ģöyle kullanılmıĢtır: َّلَاَٰي ةََلاَُيْؤِمُنواَبَِهاََواِْنََيَرْواَ ِّقََواِْنََيَرْواَكُ ْلَح َّبُروَنَِفىَاْلاَْرِضَبَِغْيِرَا ﴿ََساَْصِرُفََعْنَاَٰياتَِىَالَّٖذيَنََيَتَك َّذُبواَبِاَٰياتَِناََوَكانُواََعْنَهاَ َّتِخُذوُهََسٖبيًلاَٰذلَِكَبِاََنَُّهْمََك ِّىََي ُّرْشِدََلاََيتَِّخُذوُهََسٖبيًلاََواِْنََيَرْواََسٖبيَلَالَْغ َسٖبيَلَال َغاِفٖلينَََ﴾ “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların âyetlerimizi yalanla- maları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.” Kur‟ân‟ın birçok yerinde olduğu gibi burada da kibir ve inadı yüzünden doğru yolu seçmekten imtina edip azgınlık yolunda ısrar eden kiĢi ve toplumların hidayetten yoksun bırakılmalarının ilâhî bir kanun olduğu vurgulanmıĢtır… Ġlk âyetteki doğruluk yolu (sebîlü‟r-rüĢd), Kur‟ân‟da sık sık iman ve sâlih amel kavramlarıyla özetlenen bü- tün iyilik ve güzellikleri; azgınlık yolu (sebîlü‟l-ğayy) ise, baĢta inkârcılık, putperestlik ve münafıklık olmak üzere, bütün dalâlet, fesad ve Ģer çeĢitlerini kapsamaktadır. Buna göre fıtratları yozlaĢmamıĢ kiĢiler ve toplumlar, bazı yanılgılar içinde olsalar bile, inanç ve yaĢayıĢta doğru yolun ne olduğu kendilerine anlatıldığında, kibre kapılıp inat- laĢmadan, anlatılanlar üzerinde düĢünür taĢınır, gerçeği kabul ederler. Buna mukabil ilkel duyguları, tutkuları ve çıkarları basiretlerini, vicdanlarının sesini bastırmıĢ olanlar ise kör bir inkâr ve ret psikolojisiyle doğrulara ve iyilere karĢı çıkar, bu gerçekleri ken- dilerine bildiren Allah‟ın âyetlerini ve yaptıklarının karĢılığını bulacakları âhiret hak- 394 kındaki haberleri yalanlayıp inkâr ederler. Kur‟ân‟da “sebîlü‟r-reĢâd” terkibi, Firavun‟un huzurunda Hz. Mûsâ‟yı savunan mümin adamın anlatıldığı Mü‟min sûresinin 29 ve 38. âyetlerinde iki defa geçmektedir. Bunların ilki, mümin adamın ikazı ve hakkı korkusuzca savunması karĢısında bocalayan Firavun‟un sözüdür: َّرَشادََِ﴾ َِّلاََسٖبيَلَال َِّلاََماَاَٰرىََوَماََاْهٖديُكْمَا ﴿... َقاَلَِفْرَعْوُنََماَاُٖريُكْمَا 394 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 590. 80 “... Firavun, „Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak doğru yola 395 götürüyorum‟ dedi.” Firavun bu sözü ile Ģunu demek istemiĢtir: “Ey insanlar, ben kendim için uygun ve doğru olduğuna inandığım görüĢümün sizin için de uygun olduğunu söylüyorum. Ben, kendi görüĢümden baĢkasını söylemiyorum ve Mûsâ‟nın öldürülmesini emrederek sizleri ancak doğru yola çağırıyorum. Eğer sizler onu öldürmezseniz o sizin dininizi değiĢtirecek ve yer- yüzünde fesat çıkaracaktır”. Bunu üzerine mümin adam, asıl doğrunun Hz. Mûsâ‟nın getir- diği vahiy olduğunu haykırırcasına geçmiĢ kavimlerin baĢlarına gelen azapları, kıyamet 396 gününü, daha önce gelen ve bildikleri Yûsuf (as) peygamberi de hatırlatarak asıl doğru yolun Firavun‟un değil, kendisinin gösterdiği yol olduğunu söylemektedir: َّرَشادََِ﴾ َّتِبُعوِنَاَْهِدكُْمََسٖبيَلَال ﴿ َوَقاَلَالَّٖذىَاَٰمَنََياََقْوِمَا 397 “O inanan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim.” Bu doğru yoldan maksat, dünyanın gelip geçici menfaatlerini aĢıp ebedîlik yurdu 398 olan âhiret kurtuluĢuna götüren yoldur. Ġnsanın bu yolu kararlılıkla takip edebilmesi için âhirette kendisini bekleyen ebedîlik yurdunun bulunduğunu ve dünyada yapacağı her türlü davranıĢın karĢılığının tam olarak verileceğini bilmesi gerektiği için bu âyetin devamında Allah, mümin kulun dilinden Ģöyle buyurmuĢtur: “Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Âhiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir. Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mümin olarak sâlih bir amel 399 işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.” Firavun‟un ve mümin kulun sözlerini içeren her iki âyette de görüleceği üzere her- kesin kendine göre doğruları ve bunların üzerine bina ettikleri bir hayat anlayıĢları vardır. Önemli olan Allah ve elçilerinin “bak dediği yerden” bakarak gerçek doğruları görebilmek ve onlara teslim olabilmektir. Bu açıdan her ne kadar Firavun kendi gösterdiği yolun „reĢîd‟ olduğunu iddia ediyorsa da Kur‟ân bunun zıddını yani reĢîd olmadığı ifade etmek- tedir. “Andolsun, biz Mûsâ‟yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun‟a ve onun ileri gelen adamlarına gönderdik. Onlar ise Firavun‟un emrine uydular. Hâlbuki Firavun‟un 395 Mü‟min, 40/29. 396 Mü‟min, 40/30-35. 397 Mü‟min, 40/38. 398 Komisyon, Kur‟ân Yolu, IV, 662. 399 Mü‟min, 40/39-40. 81 emri doğru değildi. (د َ ”(...400 َوَماَاَْمُرَِفْرَعْوَنَبَِرٖشي Yani, Firavun‟un yaptığı iĢler, yönetimi, dav- ranıĢları, inancı, kısaca, hiçbir Ģeyi reĢîd değildi. Bilgisizlikten, ya da tümüyle yanlıĢ bir bilgiden kaynaklanmaktaydı. Yine, Kur‟ân‟ın ifadesiyle, Firavun, hevasına (arzularına, zanlarına, kuruntularına, vehimlerine) uymuĢ ve zan ve kuruntularından oluĢan bir bilgi üzerinde sapmıĢtır. Allah‟ın vahyine değil de, kendi zannına uyan insanlar sapan insanlar- 401 dır ve böylelerinin yaptıkları iĢler, düĢünceleri, davranıĢları da çoğu zaman reĢîd olamaz. 1.5. SEVÂÜ‟S-SEBÎL Dengeye delâleti açısından sebîl kelimesine izafe edilen sevâ kelimesi “doğru, or- 402 ta, muadil, denk” demektir. Herhangi bir Ģeyin ortası o Ģeyin en uyumlu ve en dengeli yeri demektir. Sevâü‟s-sebîl terkibi, “orta yol, doğru yol, yolun dosdoğru olanı” demek olup Kur‟ânî bir terim olarak da “hedefe ulaĢtıran en kısa yol” anlamında kullanılmıĢtır. Bu terkip, Kur‟ân‟da altı yerde geçmektedir. Bunlardan birinde ulaĢtırmak, yol göster- 403 404 mek, diğerlerinde ise sapmak fiili ile kullanılmıĢtır. Hz. Mûsâ‟nın Mısır‟dan kaçtığı zaman kendini Medyen‟e ulaĢtıracak olan doğru yolu göstermesi için Allah Teâlâ‟ya dua ettiğini bildiren, َِلَ﴾ َّسٖبي َاْنََيْهِدَيٖنىََسَواَءَال ٖبّىَ َّجَهَتِْلَقاَءََمْدَيَنََقاَلََعٰسىََر ََّماََتَو ﴿ََول “(Şehirden çıkıp) Medyen'e doğru yöneldiğinde, "Umarım Rabbim beni doğru yola 405 iletir" dedi” âyette geçen sebîl kelimesi gerçek manası olan yol anlamındadır. 406 Diğer âyetlerde ise Ġslâm dini kastedilerek “hak yol, orta yol, dosdoğru yol, apa- 407 çık yol, yolun ortası” anlamlarına gelmektedir. Bu terkip müfessirlerce Allah‟a itaat yo- 408 409 410 411 lu, hidâyet yolunun ortası, yolun ortası, dümdüz yol, Allah‟ın Ģeriat olarak gön- 412 derdiği dosdoğru yol Ģeklinde tefsir edilmiĢtir. 400 Hûd, 11/97. 401 Ünal, a.g.e., s. 117. 402 Ġsfahânî, a.g.e., s. 252. 403 Kasas, 28/22. 404 Bakara, 2/108; Mâide, 5/12, 60, 77; Mümtehine, 60/1. 405 Kasas, 28/22. 406 Bkz: Bakara, 2/108; Mâide, 5/12, 60, 77; Mümtehine, 60/1. 407 Taberî, a.g.e., II, 416 / VIII, 585; Ġsfahânî, a.g.e., s. 778; Mahallî – Süyûtî, a.g.e., s. 22. 408 Kurtubî, a.g.e., II, 312. 82 1.6. KASDÜ‟S-SEBÎL Allah Teâlâ, Nahl sûresinde insanların hizmetine verdiği hayvanların faydalarından bahsettikten sonra Ģöyle buyurmaktadır: ََنَ﴾َ َلَهٰدیُكْمََاْجَمٖعي َّسٖبيِلََوِمْنَهاََجائ ِرََولَْوََشاَءَ َ﴿ََوَعَلىَاللِّٰهََقْصُدَال “Doğru yolu göstermek Allah‟a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, hepi- 413 nizi doğru yola iletirdi” İbn Kesîr, Allah‟ın hissî yollarla insanları sevindirip mutlu eden hayvanları zikret- tikten sonra, dinî ve manevî yollara iĢaret buyurduğunu ve Kur‟ân‟da bu tarz hissî iĢlerden 414 415 faydalı dinî, manevî iĢlere geçiĢlerin çokça yapıldığını vurgulamaktadır. Âyetteki sebîl kelimesi cins isim olarak kullanılmıĢtır. Kûfe dil mektebinin ileri gelenlerinden lügat, nahiv, Ģiir, edebiyat, Kur‟ân ve hadis âlimi Sa„leb eĢ-ġeybânî (291/904), bu âyet-i kerîmeyi “Müslümanlara doğru yolu göstermek Allah‟a aittir. Yolla- rın doğru olanlarının yanında eğri olanları da vardır” Ģeklinde tefsir etmiĢtir. Ona göre bu âyetteki “sebîl / َّسبِيل kelimesi bizzat tek bir yolu (yani hak yolunu) kastetmeyip cins ”ال isim olarak kullanılmıĢtır. Bu mana, “yolun eğri olanları da vardır” buyrulmak suretiyle 416 teyit edilmiĢtir. Arap dili ve edebiyatı, tefsir ve nesep âlimi Ebû Ubeyde Ma„mer b. Müsennâ (210/825) ise “burada sebîl kelimesi lâfzen tekil olmasına rağmen manen çoğuldur. Yollar- 417 dan eğri olanlar da vardır, demektir” Ģeklinde açıklamıĢtır. Taberî‟ye göre kasdü‟s-sebîl, kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru yoldur. Yol- ların eğri ve çeĢit çeĢit olanları, doğru yoldan sapan Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer küfür dinleri olup hepsi Ģeytanın yollarıdır. Katâde‟ye göre Allah‟a ait olan Ģey; helalin, haramın, 409 Mâtürîdî, a.g.e., I, 534. 410 Fahreddîn Râzî, a.g.e., III, 255. 411 Hasan Basri Çantay, Kur‟ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, I-III, Risale Yayınları, Ġstanbul 1993, I, 42. 412 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XI. 190. 413 Nahl, 16/9. 414 Örn. bkz: Bakara, 2/197; „raf, 7/26. 415 Ġbn Kesîr, a.g.e., IV, 560. 416 Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 320. 417 Ebû Ubeyde Ma‟mer b. Müsennâ, Mecâzü‟l-Kur‟ân, tah. M. Fuâd Sezgin, I-II, Mektebetü‟l-Hancî, Ka- hire 1988, I, 357. 83 418 itaatin ve isyanın ne olduğunu açıklamak ve doğru yolu göstermektir. Râzî, “kasd” keli- mesini, “ ” tamlamasının, “kiĢiyi maksadına, gayesine ulaĢtıracak olan yol” manasında olduğunu belirterek açıklamıĢtır. Yani amaca ulaĢtıran yol dosdoğru, eğriliği bulunmayan yol olup, insanı sağa sola saptırmadan doğrudan amacına (Allah‟ın rızasına) 419 götürmelidir. Esed‟e göre “doğru yol” kavramıyla kastedilen husus, manevî ve ahlâkî 420 421 hedeflerin tayin edilmesidir. Bu âyet, insanların her türlü mazereti ortadan kalksın ve apaçık âyetleri görerek karar versinler diye tüm yolların gösterildiğini ve insanın dünyada 422 baĢıboĢ bırakılmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü Yaratan, yarattığının amacını belirleme hakkına sahiptir. Bir amaç uğruna yarattığı insanı, o amaca ulaĢtıracak yolu tayin 423 etme hakkı da yalnız Allah‟a aittir. Mevdûdî, tefsirinde Ģu soruyu sorar ve cevabını araĢtırır: “Burada Ģöyle bir soru ak- la gelebilir: “Allah insanlara doğru yolu göstermeyi üzerine aldığı halde, neden bütün in- sanları doğuĢtan hidayete erdirmiyor?” Allah‟ın, diğer hayvanlarda olduğu gibi, insanı da doğuĢtan bir içgüdü ile yaratabileceği ve bilinçli bir düĢünme, öğrenme ve imtihan süre- cinden geçmeden ona doğru yolu seçme yetkisi verebileceği mümkündü. Fakat bu O‟nun, doğru yolu veya bâtıl yollardan birini seçip ona uyma, özgürlük, güç ve yetisine sahip bir varlık yaratma dileğine karĢıt bir durum olurdu. Bu nedenle insan farklı bilgi araçlarına, bilinçli düĢünme, dileme ve karar verme güçlerine sahip kılınmıĢ ve ona kendisindeki güç- lerin tümünü ve tüm çevresindekileri kullanma yetkisi verilmiĢtir. Bunun yanı sıra Allah insana ve çevresindeki her Ģeye onun doğru yolu bulmasına veya sapıtmasına neden olacak değiĢken etkenler yerleĢtirmiĢtir. Eğer Allah, insanı doğuĢtan doğru yolu bulmuĢ olarak yaratsaydı, tüm bunlar anlamını kaybederdi ve insan sadece kendisine verilen özgürlüğün doğru kullanılması ile varılabilecek geliĢmeleri hiçbir zaman eleyemezdi. Bu nedenle Al- lah, insanlığın hidayeti -doğru yolu- bulabilmesi için risaleti, yani peygamberliği seçmiĢtir 424 ve insanı peygamberi kabul veya reddetme konusunda serbest bırakmıĢtır.” 418 Taberî, a.g.e., XIV, 177-178. 419 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XIX, 236. 420 Esed, a.g.e., s. 529. 421 “Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Al- lah‟a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Nisâ, 4/165. 422 “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” Kıyâme, 75/36. 423 Mustafa Ġslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur‟ân Gerekçeli Meal-Tefsir, I-II, DüĢün Yayınları, 2. baskı, Ġstan- bul 2008, I, 499. 424 Mevdûdî, Tefhîmu‟l-Kur‟ân, III, 14. 84 Nahl sûresinin baĢından itibaren insanlara lütfedilen nimetler sıralanarak devamın- da “doğru yola iletmek Allah‟a aittir” buyrulması, risâlet, hidayet ve bilgilendirmenin in- sana verilen en değerli nimetlerden olduğunun bir delilidir. Celal Yıldırım, insanın aklı ve zekâsı ile dinlerin belirlediği ve tanımladığı doğru yolu yalnız baĢına bulmasının çok zor, hatta çoğu kimse ve toplumlar için mümkün olmadığını belirttikten sonra doğru yolu bil- dirmenin Allah‟a; o yolda yürümenin ise insana ait olduğu kaydetmektedir. Allah‟ın pey- gamber gönderilmesinin ve kutsal kitap indirilmesinin sebîlüllahı tanımlayıp göstermeğe yönelik bir lütuf olduğunu, insanın sadece kendi aklıyla hayatın amaç ve hikmetini bütü- nüyle bulup kavrayamayacağını belirten Yıldırım, çok isabetli bir tespit ile insanın aklına bağlı kalıp seçeceği yolun en az insan kadar kusurlu olacağını vurgulamaktadır. Bu açıdan mükemmel yolu göstermenin ve yolun kurallarını koymanın yine mükemmel kudret sahibi 425 Allah‟a ait olacağını belirtmektedir. 1.7. SÜBÜLÜ‟S-SELÂM Yollar anlamındaki “sübül” ile esenlik, kurtuluĢ, maddî ve mânevî her türlü zarardan, kötülüklerden ve korkudan uzak kalma, dünyevî musibetlerden ve âhiret azabından kurtul- 426 ma manalarına gelen “selâm” kelimelerinden oluĢan bu terkip “kurtuluĢ, selâmet ve esen- lik yolları” anlamına gelmekte olup Mâide sûresinin 16. âyetinde Ģöyle geçmektedir: ََوَيْهٖديِهْمَاِلٰىَ ُّنوِرَبِِاْذنِٖهَ ُّظلَُماِتَاِلَىَال َّسَلاِمََوُيْخِرُجُهْمَِمَنَال َنُهَُسُبَلَال َّتَبَعَِرْضَوا ﴿ََيْهٖدىَبِِهَاللُّٰهََمِنَا ِصَرا طَُمْسَتٖقي مَ﴾ “Allah, onunla (Kur‟ân ile) rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” Taberî, sübülü‟s-selâm terkibini Ģöyle izah etmektedir: “Selâm, Allah‟ın güzel isim- lerinden olduğu için “Allah‟ın yolları” demektir ki bu yollar da Allah Teâlâ‟nın kullarını çağırıp onlara Ģeriat kıldığı, bunun için peygamberlerini yolladığı din olan Ġslâm‟dır. Ġslâm‟a girmedikleri müddetçe ne Yahudilerin, ne Hıristiyanların, ne de Mecûsilerin hiçbir 427 ameli kabul edilmeyecektir.” 425 Yıldırım, a.g.e., VI, 3275. 426 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 237. 427 Taberî, a.g.e., VIII, 265. 85 ZemahĢerî, sübülü‟s-selâm terkibini “Allah‟ın azabından kurtaracak ve selâmete 428 ulaĢtıracak olan yollarıdır”; Kurtubî ise “Allah, razı olduğu kullarını selamet yollarına yani, her türlü afetten korunmuĢ, her türlü korkudan emin kılınmıĢ selâmet yurdu olan cen- 429 nete götüren esenlik yollarına iletir” Ģeklinde tefsir etmiĢtir. Sübülü‟s-selâm terkibinde sebîl kelimesinin çoğul olarak gelmesine rağmen de- vamında bu yolları takip eden kiĢilerin karanlıklardan aydınlığa çıkarılacağı ve tekil ola- rak gelen dosdoğru bir yola (sırât-ı müstakîm) iletilecekleri haber verilmektedir. Buradan Ģunu anlıyoruz ki Ġslâm dini cennete uzanan bir sırâttır. Bu sırât öyle geniĢ, düz bir ana caddedir ki kendisi birçok Ģeritten oluĢmuĢtur. ĠĢte bu Ģeritlerin her biri sübülü‟s- selâmdır. Namaz, oruç, zekât, cihad, takvâ, ahlaklı olmak vs. hepsi müminleri cennete ulaĢtıran yollardır. Ankebût sûresinin 69. âyetinde de Allah Teâlâ, kendi uğrunda müca- dele edenleri cennetin yollarına sokacağını ve bu yolları onlara kolaylaĢtıracağını Ģöyle haber vermektedir: َِّنَاللَّٰهَلََمَعَالُْمْحِسٖنينَََ﴾ َّنُهْمَُسُبَلَناََوا ﴿ََوالَّٖذيَنََجاَهُدواَٖفيَناَلََنْهِدَي “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah, ihsan edenlerle beraberdir.” 1.8. ZAMĠRLERE MUZÂF OLAN SEBÎL KELĠMESĠ Kur‟ân‟daki zamirlere muzâf olan sebîl kelimelerini Ģöyle gruplandırabiliriz. Üç yerde “sebîlî / َسٖبيٖلى 430 431 / benim yolum”; on üç yerde “sebîlihî / َسٖبيِله / O‟nun yolu”; iki 432 433 yerde “sebîlike /ََسٖبيِلَك / senin yolun”; bir yerde “sebîlenâ / َسٖبيَلَنا / bizim yolumuz”; 434 bir yerde “sebîlehum / ََْسٖبيَلُهم / onların yolu”; iki yerde ise çoğul Ģekilde “sübülenâ / ُسُبلََنا 435 / yollarımız” Ģeklinde geçmektedir. Bu kullanımlardan “benim yolum, O‟nun yolu ve 428 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 283. 429 Kurtubî, a.g.e., VII, 386. 430 Âl-i Ġmrân, 3/195; Yûsuf, 12/108; Mümtehine, 60/1. 431 Mâide, 5/35; En„âm, 6/117, 153; Tevbe, 9/9, 24; Ġbrâhîm, 14/30; Nahl, 16/125; Kehf, 18/61, 63; Zümer, 39/8; Necm, 53/30; Saf, 61/4; Kalem, 68/7. 432 Yûnus, 10/88; Mü‟min, 40/7. 433 Ankebût, 29/12. 434 Tevbe, 9/5. 435 Ġbrâhîm, 14/12; Ankebût, 29/69. 86 senin yolun” kullanımları hep “Allah‟ın yolu / ” manalarına, diğerleri ise âyetlerde- ki bağlamına göre değiĢik anlamlara gelmektedir. 1.9. es-SIRÂTU‟L-MÜSTAKÎM 436 Kur‟ân‟da otuz üç yerde geçen bu terkip “hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulun- mayan, dümdüz, apaçık, hak ve dosdoğru yol” manasına gelmektedir. Burada yol kelime- sinin dosdoğru diye nitelendirilmesi onun “hedefe ulaĢtıran en kısa yol” anlamına geldiğini 437 gösterir. Ġsfahânî, istikamet kelimesinin düz, doğru bir çizgi gibi olan yol hakkında kul- lanıldığını belirttikten sonra hak ve hakikât yoluna sırât-ı müstakîm isminin verildiğini 438 ifade etmiĢtir. Ġnsanın müstakîm olmasının ise dosdoğru, açık ve belli olan bu yola sıkı- 439 ca sarılması ve ondan ayrılmaması demek olduğunu belirtmektedir. Ġstikamet kelimesinin geçtiği âyetlerin anlamlarından hareketle genel bir tanım ya- pılacak olursa, dinî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat sürme, her türlü aĢırılıktan sakın- ma, Allah‟a itaat edip, Hz. Peygamber‟in sünnetine uyma, söz ve fiilde uyum, nefsin meĢru isteklerini makul karĢılama, Allah‟ın birliğini tebliğ ve adâleti tesis etme, her insanın kendi yaptığından sorumlu olacağı bilinci içinde âhirete döneceği günü hatırlama ve Ģeytanın 440 kötülüklerinden sakınma olarak ifade edilebilir. Taberî, sırât-ı müstakîm terkibinin “eğriliği bulunmayan açık bir yol” manasına geldiğinde müfessirlerin ittifak ettiğini söyledikten sonra “Kur‟ân‟ın Tercümanları” diye adlandırdığı sahabe ve tâbiînden, bu terkib ile “Allah‟ın kitabı, Ġslâm dini, Kur‟ân, Resûlul- lah (sav) ve kendisinden sonra halife olan iki sahabesi”nin kasdedildiğine dair rivayetleri 441 aktarmıĢtır. ZemahĢerî, bu terkipten murâdın “Hak yol ve Ġslâm dini” olduğunu kaydet- 442 mektedir. Râzî ise âyetlerde geçen sırât-ı müstakimi, “insanın, Allah‟tan baĢka her Ģey- den yüz çevirmiĢ; bütün kalbi, fikri ve zikriyle Allah‟a yönelmiĢ olmasıdır” diye tarif et- 443 miĢtir. Kelimelerin etimolojisinden hareketle yapılacak en özlü tanım “aĢırılığa kaçma- yan doğru yol” Ģeklindedir. Âlimler, kiĢinin her durumda ve her zaman sırât-ı müstakîm 436 Abdulbâkî, a.g.e., s. 407. 437 Hülya Alper, “Sırât-ı Müstakîm”, DĠA, XXXVII, Ġstanbul 2009, s. 119. 438 Bkz: Fussilet, 41/6, 30; Hûd, 11/112. 439 Ġsfahânî, a.g.e., s. 418. 440 Remzi Kaya, Kur‟ân‟da Ġstikâmet, Emin Yayınları, Bursa 2005, s. 22. 441 Taberî, a.g.e., I, 172. 442 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 29. 443 Fahreddîn Râzî, a.g.e., I, 259. 87 çizgisinden sapmadan yaĢamasının güçlüğünü dikkate almıĢ ve bu sebeple olabildiğince 444 istikamet sahibi olmayı tavsiye etmiĢtir. Müminlerin ulaĢmak için her namazda dua ettikleri sırât-ı müstakîm, َّضالّٖينَََ﴾ َاْنَعْمَتََعَلْيِهْمََغْيِرَالَْمْغُضوِبََعَلْيِهْمََوَلاَال ﴿َِصَراَطَالَّٖذيَنَ “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapıkların 445 (yoluna) değil” Ģeklinde açıklanmıĢtır. Ayrıca burada bahsedilen kendilerine nimet veri- lenlerin kimler olduğu da Nisâ sûresinin 69. âyetinde Ģöyle açıklanmıĢtır: َّصالِٖحيَنَ ُّشَهَداِءََوال ّٖديٖقيَنََوال ِّص ّيَنََوال ٖ َّنِب َّرُسوَلََفاُولِٰئَكََمَعَالَّٖذيَنََانَْعَمَاللُّٰهََعَلْيِهْمَِمَنَال ﴿ََوَمْنَُيِطِعَاللَّٰهََوال َوَحُسَنَاُولِٰئَكََرٖفيًقاَ﴾ “Kim Allah‟a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah‟ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” ġûra sûresinin 53. âyetinde ise bu yolun, َّسٰمَواِتََوَماَِفىَاْلاَْرضََِ...﴾َ َلُهََماَِفىَال ﴿َِصَراِطَاللِّٰهَالَّٖذىَ “Göklerde ve yerde olan her şeyin kendisine ait olduğu Allah‟ın yolu …” olduğu haber verilmiĢtir. Dolayısıyla bir Müslüman için dünyadan cennete uzanan en kısa, düz, eğilip bükülmeden, yalpalamadan gidilecek yol olan sırât-ı müstakim, Hz. Âdem‟den bu güne kadar vahiy araçlığı ile bizlere bildirilen ve peygamberlerin, sâlihlerin, Ģehitlerin ve iyi insanların takip ettiği Ġslâm yoludur. Sırât-ı müstakîm için “Allah ve insan arasındaki en kısa ve en kestirme yol veya hayat macerasının adı” Ģeklinde bir yaklaĢımda da bulunulabilir. Bu macera bir yönüyle inanç esaslarıyla donatılmıĢ olması bakımından mânevî, diğer yönüyle, bu inançların dıĢa yansıması, yani bireyin insan, çevre ve Allah ile olan iliĢkilerini düzenlemesi açısından pratik bir hayat tarzını ifade etmektedir. Böylece sırât-ı müstakîm, yalnız gönül iliĢkisine dayanan, mistik bir görüntü değil, aynı zamanda her iki manayı da bünyesinde barındıran 444 Alper, “a.g.md.”, DĠA, XXXVII. 119. 445 Fâtiha, 1/7. 88 bir yapı olmaktadır. Sonuç olarak sırât-ı müstakîm, mücerret olarak insanın önüne konul- 446 muĢ ve onu hedefe kılavuzlayan bir yol veya sistem olmaktadır. 447 Allah Teâlâ, sırât-ı müstakîmin içerdiği ameller ve davranıĢları açıkladıktan son- ra bu emir ve yasaklara riayet etmenin Allah‟ın dosdoğru yolu olduğunu, baĢka yollara sapmadan bu yolda yürümenin gerektiğini Ģöyle haber vermiĢtir: ّٰصیُكْمَبِٖهَلََعلَُّكْمَ َّرَقَبُِكْمََعْنََسٖبيِلٖهَٰذلُِكْمََو ُّسُبَلََفَتَف َّتِبُعواَال َّنَٰهَذاَِصَراٖطىَمَُْسَتٖقيًماََفاتَِّبُعوُهََوَلاََت َا ﴿ََو َّتُقوَنَ﴾ َت “İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O‟nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız 448 diye emretti.” Buna göre müminler için sırât-ı müstakîm, Ġslâm dıĢı her türlü inançtan, Kur‟ân ve 449 sünnete aykırı davranıĢlardan uzak durarak hayatını sürdürme idealini ifade etmektedir. 1.10. SIRÂT KELĠMESĠNĠN DĠĞER KULLANIMLARI Sırât kelimesinin sebîlüllah anlamı verecek Ģekilde Kur‟ân‟daki değiĢik kullanımla- rı ise Ģöyledir: َّذكَُّرونَََ﴾ َّصْلَناَاْلاَٰياِتَلَِقْو مََي ِّبَكَُمْسَتٖقيًماََقْدََف ﴿ َوٰهَذاَِصَراُطََر “Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için 450 âyetleri ayrı ayrı açıkladık.” ْلَحٖميدَ﴾ ْلََعٖزيَِزَا ِّبِهْمَاِلٰىَِصَراِطَا ُّنوِرَبِِاْذِنََر َّناَسَِمَنَالظُّلَُماِتَاِلَىَال ﴿َالَٰرَِكَتا بََانَْزلَْناُهَاِلَْيَكَلُِتْخِرَجَال 446 Ġrfan BaĢkurt, Kur‟ân Açısından Din Eğitiminde Adalet, Ölçü, Denge, -Sırât-ı Müstakîm-, ĠĢaret Yayınları, Ġstanbul 2000, s. 30. 447 “(Ey Muhammed!) De ki: Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O‟na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah‟ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu em- retti ki aklınızı kullanasınız. Rüştüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Öl- çüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah‟a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.” En„âm, 6/151-152. 448 En„âm, 6/153. 449 Alper, “a.g.md.”, DĠA, XXXVII, 120. 450 En„âm, 6/126. 89 “Elif Lâm Râ. Bu bir Kitap‟tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O 451 güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” ِٖنّىََقْدََجاَءٖنىَِمَنَالِْعْلِمََماَلَْمََياْتَِكََفاتَِّبْعٖنىَاَْهِدَكَِصَراًطاََسِويًّا ﴾ ﴿ََياََاَبِتَا “Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, 452 seni dümdüz bir yola ulaştırayım.” َّسٰمَواِتََوَماَِفىَاْلاَْرِضَاََلاَاَِلىَاللِّٰهََتٖصيُرَاْلاُُموَُرَ﴾ ﴿ ِصَراِطَاللِّٰهَالَّٖذىَلَُهََماَِفىَال O Allah‟ın yoluna ki, göklerde ne var, yerde ne varsa hep O‟nundur. Dikkat edin! 453 Bütün işler döner (sonunda) Allah‟a varır.” 1.11. et-TARÎKU‟L-MÜSTAKÎM Kur‟ân‟da tarîk ve müstakîm kelimelerinin birlikte kullanıldığı tek âyet Ahkâf sûre- sinin 30. âyetidir: ِّقََواِلٰىََطٖري قَ ِّدًقاَلَِماََبْيَنََيَدْيِهََيْهٖدىَاِلَىَاْلَح ﴿ََقالُواََياََقْوَمَناَاِنَّاََسِمْعَناَِكَتاًباَاُنِْزَلَِمْنََبْعِدَُموٰسىَُمَص َ مَ﴾ ُمْسَتٖقي “Dediler ki: Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ‟dan sonra indirilen, kendinden önce- ki kitapları doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.” Hz. Peygambere gelerek Kur‟ân‟ı dinleyip Müslüman olan cin kafilesinin durumu- nun anlatıldığı bu âyette Kur‟ân‟ın cinler tarafından nasıl vasıflandırıldığını görmekteyiz. Cinlerin sözlerinden onların Tevrat‟ı bildikleri ve ona iman ettikleri anlaşılmaktadır. Kendi milletlerine döndüklerinde Kur‟ân‟dan “önceki kitapları doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola ileten bir kitap” olarak bahsetmeleri onların iman ve ilim olarak eriştikleri düzeyi gös- termesi açısından önemlidir. Taberî, âyetteki hak kelimesini “doğruya ulaştırıcı ve Allah‟ın rızası”, tarîk-i müs- takîm tamlamasını ise “hiçbir eğriliğin olmadığı dosdoğru yoldur ki o da İslâm‟dır” diye- 454 455 rek açıklamıĢtır. Kurtubî, “hak din ve Allah‟ın sağlam dini” olarak; Ġbn Kesîr, “inanç 451 Ġbrâhîm, 14/1; Aynı terkibin geçtiği diğer âyetler için bkz: Hac, 22/24; Sebe‟, 34/6. 452 Meryem, 19/43; Benzer terkiblerin geçtiği diğer âyetler için bkz: Mülk, 67/22, Tâhâ, 20/135; Sâd, 38/22. 453 ġûrâ, 42/53. 454 Taberî, a.g.e., XXI, 182. 455 Kurtubî, a.g.e., XIX, 229. 90 456 bakımından hakka ve ameller bakımından dosdoğru yola ileten bir kitap” olarak, 457 Beyzâvî ise akâid ve Ģeriât olarak tefsir etmektedir. Hamdi Yazır, bu konuda Ģunları kaydetmektedir: “Bu kitap, önündekini, yani Tev- rat‟ı yahut bütün geçmiĢ ilâhî kitapları tasdik ediyor. Hakka, yani esas itibarıyla sahih iti- kada ve doğru bir yola, teferruat itibarıyla da doğruca Allah‟ın rızasına erdirecek amelî ve 458 Ģer‟î hükümlere iletiyor.” 1.12. HÜDALLÂH Hidâyet, “bir kiĢiye nazik bir Ģekilde yol göstermek, rehberlik yapmak” anlamlarına 459 gelmektedir. Allah Teâlâ, yol göstericinin ve hidâyet edicinin sadece Kendisi olduğunu ََلَ﴾ َّسٖبي ﴿ اِنَّاََهَدْيَناُهَال 460 “Muhakkak ki insanoğluna yolu gösteren Biziz” ve َ﴾َِّنََعَلْيَناَلَْلُهٰدى ﴿َا 461 “Doğru yolu göstermek sadece Biz‟e aittir” buyurarak beyan etmektedir. Âyetlerde “hasr” denen vurgulu ifade tercih edilmekte ve Yüce Allah‟ın dıĢında hiçbir varlığın doğru yolu gösteremeyeceğine dikkat çekilmektedir. Doğru yol, sınırlarını ve esaslarını Yüce Allah‟ın belirlediği yoldur. Ġnsanları hakikate götüren yolu göstermek, hakkı ve doğruyu ortaya koymak, peygamberler göndermek, kitap indirmek ve deliller ileri sürmek Yüce 462 Allah‟a ait birer hakikattir. Allah Teâlâ bu alana hiç kimseyi sokmamakta, hidâyete er- dirme konusunda görevleri sadece doğru yolu göstermek olan peygamberlerini bile devre 463 dıĢı bırakmaktadır. 464 Kur‟ân-ı Kerîm‟de beĢ yerde geçen hüdallah terkibi, “Allah‟ın yolu” manasında tefsir edilmiĢtir. Allah Teâlâ, En„âm sûresinin 71. âyetinde Ģöyle buyurmaktadır: 456 Ġbn Kesîr, a.g.e., VII, 303. 457 Beyzâvî, a.g.e., II, 398. 458 Yazır, a.g.e., VII, 119. 459 Ġsfahânî, a.g.e., s. 538. 460 Ġnsân, 76/3. 461 Leyl, 92/12. 462 Mehmet Okuyan, Kısa Sûrelerin Tefsiri, I-IV, DüĢün Yayınları, Ġstanbul 2012, III, 328. 463 Örn. bkz: Bakara, 2/272; Kasas, 28/56; ġûra, 42/52. 464 Bkz: Bakara, 2/120; Âl-i Ġmrân, 3/73; En„âm, 6/71, 88; Zümer, 39/23. 91 ُّدََعلٰىاَْعَقابَِناََبْعَدَاِْذََهٰدیَناَاللُّٰهََكالَِّذىَاْسَتْهَوْتُهَ ُّرنَاََونَُر ﴿َقُْلََانَْدُعوَِمْنَُدوِنَاللِّٰهَمََاََلاََيْنَفُعَناََوَلاََيُض َِّنَُهَدىَاللِّٰهَُهَوَالُْهدَٰىََواُِمْرَناَلُِنْسِلَمَ َنُهَاِلَىَالُْهَدىَائِْتَناَقُْلَا َاْصَحا بََيْدُعو َّشَياٖطيُنَِفىَاْلاَْرِضََحْيَراَنََلُهَ ال ِّبَالَْعالَٖمينَََ﴾ لَِر “De ki: Allah‟ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapa- lım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: “Bize gel!” diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkârcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah‟ın hidayeti doğru yolun ta ken- disidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir.” Bu âyette Müslümanlar, kendilerini eski bâtıl dinlerine döndürmeye çalışan müşrik- lerin kötü emellerine karşı uyarılmaktadır. Nitekim müşrikler kendi akraba ve dostları olan Müslümanları İslâm‟dan dönmeleri için ikna etmeye çalışmışlar; hatta giderek onlara bu yönde şiddetli baskılar uygulamışlardır… Bu âyette, güzel bir teĢbihle, Müslümanları inkâr ve irtidada çağıran müĢrikler, insanların aklını çelip yolunu ĢaĢırtan Ģeytanlara; onların bu çağrısına aldananların durumu, Ģeytanların veya cinlerin aldatması ya da büyüsüyle aklî dengesi bozulduğu için yolunu kaybedip ne yapacağını bilemez bir halde ortalıkta ĢaĢkın kalan kimsenin durumuna; Allah‟ın insanları hak dine ve imana davet etmesi de bir kimse- yi gerçek dostlarının doğru yola çağırmasına benzetilmiĢtir. Âyette “... Allah‟ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım?...” ifadesinden putlar kaste- dilmiĢtir. Bununla birlikte âyetin maksadı göz önüne alındığında burada her dönemdeki Müslümanların, gerek sapık inançlı ve kötü fikirli insanlar, gerekse akılları karıĢtırıp zihin- leri bulandıran çevreler, kurumlar tarafından gelebilecek ve kendilerini dinlerinden döndü- recek veya dinlerinin gereklerini yerine getirmekten alıkoyacak olan bütün menfi teĢebbüs- lere karĢı bir uyarı olduğunda kuĢku yoktur. Böyle durumlarda Müslüman, “... Allah‟ın hidayeti, doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin rabbine teslim olmamız emredilmiştir” 465 demeyi bilmelidir. Taberî, bu âyetin tefsirinde Mücahid‟den “hüdâ”nın açık yol manasına geldiği riva- yetini aktararak müĢrikler ile müminler arasındaki diyaloğu Ģöyle tasvir eder: “Bizim yo- lumuza uyun da biz de sizin hatalarınızı / günahlarınızı yüklenelim. Zaten biz doğru yol üzereyiz” derler. Onlara de ki: ĠĢler sizin zannettiğiniz gibi değildir. Allah Teâlâ bize gös- terdiği ve açıkladığı kendi yolu; bize Ģeriat kıldığı ve açıkladığı dini ve sımsıkı sarılmamız 465 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 427. 92 konusunda bize emrettiği yolumuz var ya iĢte o, Ģüphesiz en doğru ve güvenilir yoldur. Yoksa hiçbir zarar veya fayda vermeyen putlara tapmak değil. Bizler asla hakkı terk edip 466 bâtıla tâbi olmayacağız.” Abdullah b. Abbas (r.anhümâ) diyor ki: “Bu âyet-i kerîme, putları ve onlara davet edenler ile Allah‟a davet edenleri tasvir eden bir örnektir. Allah‟ı inkâr eden kimse, yolunu kaybeden bir ĢaĢkına benzetilmekte ve bu kimseyi bir taraftan kötüler, uçuruma götüren bir yola davet etmekte, diğer taraftan ise daha önceki arkadaĢları onu doğru yola çağırmakta- dır. O kiĢi kendisini uçuruma davet edene uyarsa helak olup gidecek, doğru yola çağırana uyarsa sağ salim menziline varacaktır. Allah‟ı bırakıp da bu ilahlara ibadet edenlerin du- rumu böyledir. Ölünceye kadar kendisinin doğru bir yolda olduğunu zannederler. Ölüm 467 gelince ise, piĢmanlık ve helak ile karĢı karĢıya kalırlar.” Râzî, bu âyetin nüzul sebebi olarak Ģu rivayeti nakletmektedir: “Bu âyet, Ebu Bekir 468 Sıddîk‟in oğlu Abdurrahman -Müslüman olmadan önce - hakkında inmiĢtir. O babasını küfre çağırıyor babası ise onu cahiliye yolundan hidayet yoluna, küfür karanlığından iman 469 nuruna dönmek suretiyle imana davet ediyordu.” ZemahĢerî, hüdallâh terkibini “dosdoğru yol, hüdâ diye isimlendirilmiĢ ve Ġslâm yolundan sapmak Ģeytanın adımlarını takip etmeye benzetilmiĢtir” diyerek açıklamıĢ- 470 471 tır. Kalem sûresinin 7. âyetinde hidâyet ile Allah yolundan sapmanın bir birinin zıd- 472 dı olarak kullanılması da bu yorumu desteklemektedir. Ayrıca bu terkip “Ġslâm dini”, 473 474 “Allah‟ın kullarından razı olduğu din”, “Allah‟ın hidâyetinin tecellisi olan Ġslâm” diye de tefsir edilmiĢtir. 466 Taberî, a.g.e., IX, 332-333. 467 Taberî, a.g.e., IX, 329-330. 468 “Abdurrahman b. Ebû Bekir (ra), Hudeybiye AntlaĢması sırasında veya daha yaygın bir rivayete göre Mekke‟nin fethinden önce müslüman olmuĢtur.” Mustafa Fayda, “Abdurrahman b. Ebû Bekir es-Sıddîk”, DĠA, I, Ġstanbul 1988, 159. 469 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XIII, 32. 470 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 333. 471 َبِالُْمْهَتٖدينََ“ َاَْعَلُم ََوُهَو ََسٖبيلِٖه َّلََعْن ََض َبَِمنَْ َاَْعَلُم َّبَكَُهَو ََر َِّن Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapan kimseyi daha iyi / ا bilir ve O, doğru yol üzere bulunanları da daha iyi bilir.” 472 Mahallî – Süyûtî, a.g.e., s. 173. 473 ġevkânî, a.g.e., IV, 406. 474 Beyzâvî, a.g.e., I, 307. 93 2. KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI ĠLE ZIT ANLAM ĠFADE EDEN TERKĠPLER 2.1. SEBÎLÜ‟T-TÂĞÛT Allah Teâlâ, Nisâ sûresinin 76. âyetinde Ģöyle buyurmaktadır: َّشْيَطاِنَ َّطاُغوِتََفَقاتِلُواَاَْولَِياَءَال َالَّٖذيَنَاَٰمُنواَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوالَّٖذيَنََكَفُرواَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَال َ﴿ َّشْيَطاِنََكاَنََضٖعيًفاَ﴾َ َِّنََكْيَدَال ا “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” Âyette insanlar iman ve amel bakımından ikiye ayrılmıĢ, Allah‟a iman edenlerin Allah yolunda, inkâr edenlerin ise tâğût yolunda savaĢacakları bildirilmiĢ olduğundan, Al- lah‟ın yolunun karĢısına konan tâğûtun yolunun iyice bilinmesi gerekmektedir. Sözlükte “haddi aĢmak, çok azgınlık göstermek ve isyanda ve itaatsizlikte sınırı aĢmak” manalarına 475 gelen “ tağâ / طغي ” fiilinden türeyen tâğût, “her türlü haddi aĢanı ve Allah dıĢındaki tüm 476 ibadet edilenleri, tapılanları” ifade eder. Tâğût hakkında söylenecek en doğru görüĢün “Allah‟a karĢı azgınlaĢan ve Allah‟ın dıĢında kendisine tapınılan Ģeydir” diyen görüĢ olduğunu söyleyen Taberî‟ye göre tâğûtun kendisine tapanları zorlaması veya insanların kendi istekleri ile ona tapmıĢ olmaları sonucu değiĢtirmez. Bu nedenle, kendisine tapılan bu varlık Ģeytan, heykel, put yahut baĢka her- 477 hangi bir Ģey de olabilir. Tâğûtun neler veya kimler olabileceği hakkında Taberî de bir- 478 çok rivayet mevcuttur. Râzî, bu görüĢleri Ģöyle özetlemiĢtir: “Müfessirler tâğût hakkında beĢ görüĢ zikretmiĢlerdir: ġeytan, kâhin, sihirbaz, putlar ve cinler ile insanların azgınları veya azan, haddi aĢan her Ģeydir.”479 Beyzâvî bu görüĢlere Allah‟a ibadete engel olanları da 480 ilave etmiĢtir. Âyetin sınıflandırıcı özelliğinden hareketle, yaptığı tüm iĢlerde Allah Teâlâ‟nın rızasını gözetmeyen herkesin, sanki tâğûtun yolunda olduğuna delâlet ettiği anla- 475 Ġsfahânî, a.g.e., s. 305. 476 Zeccâc, a.g.e., II, 78. 477 Taberî, a.g.e., IV, 558. 478 Taberî, a.g.e., IV, 555-558. 479 Râzî, a.g.e., VII, 17. 480 Beyzâvî, a.g.e., I, 135. 94 Ģılmaktadır. Çünkü Allah, bu ayırımı zikredince -savaĢ ya Allah ya da tâğûtun yolunda 481 olur- Allah‟tan baĢka her Ģeyin, tâğût olması gerekmektedir. Yazır, tâğût hakkında zikredilen bu görüĢlerin eĢ anlamlı değilseler bile pek yakın veya birbirini gerektiren Ģeyler olarak kullanıldıklarına da iĢaret ettikten sonra tâğûtun açık veya gizli, görünür veya görünmez olabileceğini belirtir. Ġlaveten putlar hakkında Ģöyle der: “Putlar ikinci derecede tâğûtlardır. Bakılırsa akıl sahibi olmayan putların ve dikili taĢ- ların tâğûtlardan bile sayılmaması gerekirdi. Çünkü bunların kendileri Allah‟a karĢı bir azgınlığa sahip olamazlar ve azgınlığa rıza gösteremezler. Fakat red de edemezler. Bu se- beple nihayet bir azgınlık sebebi olabilirler. Bu sebebi de azgınlar bulurlar. Putlar, aslında erkek veya diĢi tâğûtların hayalleri ve azgınların azmanlarıdır. Gizli veya açık azgınlar, bunlarla kendi azgınlıklarını ileri sürerler. Bu yönüyle putlar, asıl tâğût değil, tâğûtların 482 temsilcileridirler… Çok önemli nükteye iĢaret edilerek “…kim tâğûtu inkâr ederse...” buyurulmuĢ da diğerlerini inkâr Ģart koĢulmamıĢtır. Demek ki tevhidin Ģartı Allah‟tan baĢ- kalarını inkâr etmek değil, Allah‟tan baĢkalarından ilâhlık vasfını kaldırmak ve bu arada tâğûtları inkâr etmek, yani onları hiç tanımamak, diğerlerinin de ilâhlık altındaki derecele- rine göre haklarını tanımaktır. Çünkü hak Allah‟ındır. Nihayet Ģunu da kesinlikle ifade ediyor ki, Allah‟ın birliğine inanan bir mümin olmak için, Allah‟a imandan önce küfre tevbe etmek Ģarttır. Ve bu tevbenin Ģartı da tâğûtları asla tanımamaya kesin karar vermek- tir. Bu durumda, “… kim tâğûtu inkâr eder de Allah‟a iman ederse ...” ifadesi, “Allah‟tan 483 baĢka hiçbir ilâh yoktur” kelime-i tevhidinin bir tefsiri demektir. Allah‟a isyan eden, O‟nun dinini engellemeye çalıĢan ve insanları O‟nun yolundan saptırmak isteyen her Ģey tâğût diye isimlendirildiğine göre tâğûtun yolu Allah‟ın yolunun zıddı hükmünde olmaktadır. Bu yüzden Allah‟ın yolunun dıĢındaki her yol tagûtun / Ģeyta- nın yolu diye anılmaktadır. Ġbni Mes„ud (ra), konuyla ilgili olarak Ģunu naklediyor: "َعنَعبدَاللهَبنَمسعودَقال:َخطَلناَرسولَاللهَ-صلىَاللهَعليهَوسلم-َخطًّاَثمَقال:َهذاَسبيلَ الله،َثمَخطَخطوطاًَعنَيمينهَوعنَشماله،َثمَقال:َهذهَسبلَعلىَكلَسبيلَمنهاَشيطانَيدعوَإليه،َ ثمَقرأَ:َوأنَهذاَصراطيَمستقيماًَفاتبعوهَولاَتتبعواَالسبلَ..." 481 Râzî, a.g.e., X, 189. 482 Bakara, 2/256. 483 Yazır, a.g.e., II, 171-172. 95 “Hz. Peygamber bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve ‟bu Allah‟ın yoludur‟dedi. Daha sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizerek „bunlar ise diğer yollardır ki her birinin üzerinde yanlışa davet eden birtakım şeytanlar vardır‟ buyurdu. Arkasından da şu 484 âyeti okudu: “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O'nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakına- 485 sınız diye emretti.” Buna göre Allah‟ın kulları için Ģeriat kıldığı ve takip etmeleri için açıkladığı düm- düz yol sebîlüllahtır. Bu yola karĢı çıkıp engellemeye çalıĢanların eğri yolları ise tâğûtun / 486 Ģeytanın yoludur. Sonuç olarak Allah‟ın indirdiği hükümlere alternatif olarak hükümler koyan, otorite olarak görülen ve Allah‟a ibadeti engelleyen her varlık tâğûttur. Bunun insan ve put gibi somut ya da Ģeytan, ideoloji veya bunların dıĢında herhangi soyut bir Ģey olması fark et- 487 mez. Kur‟ân-ı Kerîm‟e göre insanlar ya Allah‟ın gösterdiği yoldan gidip yüce değerler 488 uğrunda savaĢan “iyilerden” ya da tâğûtun yolundan gidip bu değerlere karĢı savaĢan “kötülerden” olacaklardır. Allah Teâlâ, bunların dıĢında kalan tarafsızları ise anmaya dâhi 489 değer bulmamıĢtır. 2.2. SEBÎLÜ‟L-MÜCRĠMÎN En„âm sûresinin baĢından itibaren inkârcıların Ġslâm‟a, Peygamber‟e ve diğer 490 müminlere karĢı olan tavır ve tutumları ortaya konulmaktadır. Daha sonra inkârcıların küçük görüp aĢağılamaya çalıĢtıkları müminlerin durumları açıklanmakta ve onların sa- mimi duaları, tevbe ediĢleri övülmektedir. Allah Teâlâ, devamla 55. âyette Ģöyle buyur- maktadır: 484 En„âm, 6/153. 485 Dârimî, “Mukaddime”, 23; Ġbn Mâce, “Mukaddime”, 1. 486 Hasan Eyyûb‟un Ģeytanı “Allah‟a karşı isyan eden, O‟nun dinini engellemeye çalışan ve O‟nun yolundan sapan/saptıran her şey/kişi şeytan kelimesi ile isimlendirilmiştir.” Ģeklinde tanımlaması ve bir bakıma Al- lah lafza-ı celâli‟nin mukabili/zıddı olduğunu belirtmesi dikkat çekicidir. Hasan Eyyûb, el-Cihâd ve‟l- fidâ‟iyyeti fi‟l-Ġslâm, Dârü‟n-Nedveti‟l-cedîde, Beyrut 1983, s. 68. 487 “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katın- dan bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadın- lar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” Nisâ, 4/75. 488 “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” Nisâ, 4/76. 489 Ġslâmoğlu, a.g.e. I, 166. 490 Bkz: En„âm, 6/4-7, 25-26, 50. 96 ِّصُلَالآَياِتََولَِتْسَتِبيَنََسِبيُلَالُْمْجِرِمينَََ﴾َ ﴿ََوَكَذلَِكَنََُف 491 “Günahkârların yolu iyice belli olsun diye âyetleri böyle açıklıyoruz.” Kurtubî, “eğer günahkârların yolu açıkça ortaya çıkacak olursa, buna bağlı olarak 492 müminlerin yolu da açıkça ortaya çıkar” diyerek konuya açıklık getirmiĢtir. Allah Teâlâ, zıtlıkların özelliklerini ortaya koymak suretiyle müminlere doğru yolu tanıtmıĢtır. Gü- nahkârların yolu açık seçik ortaya konduktan sonra artık onun dıĢında kalan ve buna muha- lif olan her yol müminlerin yoludur. Ġki kısımdan birinin söz konusu edilmesi ikincisine de delâlet etmektedir. Zira iki zıttan birinin özelliğinin açıklanması, zımnen ikinci kısmın özelliğini de göstermektedir. Buna göre günahkârların yolu açıklık kazanırsa aynı Ģekilde 493 hak ve iman ehlinin yolu da açıklık kazanmıĢ olur. Âyette müminlerin yolunun değil de mücrimlerin yolunun iyice belli olması için yapılan açıklamaların hikmetini Kur‟ânî metoda bağlayan Seyyid Kutub‟a göre bu metot, sâlih müminlerin yolunun açıkça ortaya konulmasının yanı sıra sapıkların yolunun da açık- ça belli olmasını amaçlamaktadır. Çünkü küfrün, kötülüğün ve günahkârların yolunun açıkça belli olması, imanın, hayrın ve iyiliğin netleĢmesi ve müminlerin yolunun açık seçik 494 belli olması için bir gerekliliktir.” 2.3. SEBÎLÜ‟L-MÜFSĠDÎN Allah Teâlâ, „raf sûresinin 137-141. âyetlerinde, Ġsrâiloğulları‟na verdiği ni- metleri sıralamakta ve ezilen, hor görülen bir kavim iken onları Firavun ve ordusundan kurtardığını, doğuya ve batıya varis kıldığını bildirmektedir. Bu nimetlere karĢılık onlar Ģükredecekleri yerde puta tapan bir halk görüp bu putlara benzer tanrılar istediklerinde Hz. Mûsâ onlara nasihat etmiĢ, Allah‟ın yüceliğini ve onlara verdiği nimetleri hatırlat- mıĢtır. 142. âyette ise Hz. Mûsâ, Tûr Dağı‟na giderken kardeĢi Hz. Hârûn‟a Ģöyle de- miĢtir: 491 Buradaki sebîl kelimesini fethalı olarak okuyan kıraatlere göre âyetin manası Ģöyle olmaktadır: “Böylece sen, suçluların yolunu iyice belli edip ortaya koyasın diye âyetleri açıklıyoruz.” Abdurrahman Çetin, Kı- raatların Tefsire Etkisi, Ensar Yayınları, Ġstanbul 2012, s. 163. 492 Kurtubî, a.g.e, VIII, 396. 493 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XIII, 7. 494 Kutub, a.g.e., II, 1105. 97 ََنَ﴾ َّتِبْعََسٖبيَلَالُْمْفِسٖدي ﴿… َوَقاَلَُموٰسىَلِاَٖخيِهَٰهُروَنَاْخلُْفٖنىَٖفىََقْوٖمىََواَْصِلْحََوَلاََت “… Mûsâ, kardeşi Hârûn‟a, „Kavmim arasında benim yerime geç ve yapıcı ol. Sa- kın bozguncuların yoluna uyma‟ dedi.” Taberî, bu âyeti “yeryüzünde Rablerine isyan etmek suretiyle fesat çıkaranların ve Rablerine isyan konusunda günahkârlara destek olanların yoluna sakın uyma, Rablerine 495 itaatkâr olanların yoluna uy” Ģeklinde yorumlamaktadır. Kurtubî ise “âsilerin yoluna 496 uyma ki zalimlere yardımcı olmayasın” diye eklemektedir. Hz. Mûsâ‟nın kastettiği bozguncular, Allah‟tan baĢka tanrılar isteyen, gönülleri putperestliğe meyleden fâsıklardır. Bu kiĢiler tavır ve isteklerinde ısrarcı olmuĢlarsa da Mûsâ (as) onlara fırsat vermemiĢtir. KardeĢini yerine bırakırken de onu bu kiĢilere karĢı uyarmıĢ ve Ġsrailoğulları‟nın içinden ıslah edilmesi gerekenleri ıslah etmesini ve fesada çağıran kimselere ise uymamasını tavsiye etmiĢtir. Yukarıdaki âyetten peygamberlerin ve müminlerin yolunun karĢısında fâsıkların ve bozguncuların yolunun olduğunu anlaĢılmak- tadır. Ġnsanoğlu, dünya hayatında bu iki yoldan birini tercih etmek zorundadır. Çünkü üçüncü bir yol olmadığını Allah Teâlâ Ģöyle haber vermektedir: “Ve ona (kötülüğün ve 497 iyiliğin) iki yolunu da göstermedik mi?”; “Gerçekten biz, insana yol gösterdik; o ya şük- 498 redici, ya da nankör inkârcı olur.” 2.4. SEBÎLÜLLEZÎNE L YA„LEMÛN Allah Teâlâ, Yûnus sûresinin 89. âyetinde bildirildiğine göre Hz. Mûsâ ve Hârun‟un yaptıkları duaya icâbet ederek onlara Ģöyle vahyetmiĢtir: ِّنََسٖبيَلَالَّٖذيَنََلاََيْعَلُموَنَ﴾َ َّتِبَعا ﴿ََقاَلََقْدَاُٖجيَبْتََدْعَوُتُكَماََفاْسَتٖقيَماََوَلاَت “Allah da, „her ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse dürüst olmakta devam edin ve sakın bilmeyenlerin yolunda gitmeyin‟ dedi.” Taberî, bilmeyenlerin yolunu Ģöyle açıklamaktadır: “Allah Teâlâ Ģöyle buyurmuĢ- tur: Vaadimin hakikatini bilmeyenlerin yoluna uymayın. Azabımın hemen gelmesini isti- 495 Taberî, a.g.e., X, 416. 496 Kurtubî, a.g.e., IX, 323. 497 Beled, 90/10. 498 Ġnsân, 76/3. 98 yorsunuz. Benim vaadimde asla bir değiĢme olmaz ve benim Firavun ve kavmi hakkındaki 499 vaadim gerçekleĢecek ve azapları gelecektir.” Râzî ise bu âyeti “duâ edildiğinde, duanın hemen kabul edileceğini sananların yolu- na uymayın. Çünkü Allah Teâlâ çoğu kez, insanın istediği Ģey hususundaki duasını kabul eder. Ama bu kabul ediĢi, takdir ettiği bir vakte bırakır. Acele etmek, cahillerin iĢidir” Ģek- 500 linde açıklamıĢtır. Beyzâvî “Allah‟ın vaadine güvenmeyen ve aceleyle hemen sonuç 501 almak isteyen cahiller gibi olmayın” yorumunu yapmıĢtır. Bu âyet, bilgi ile hak yol arasında bir iliĢki kurmakta ve sadece gerçek bilgiye sahip olanın yolundan gidileceğini haber vermektedir. Bu bilgi de Allah tarafından Peygamberle- rine gönderilen vahiydir. Selîm akıl bu vahiy ile buluĢunca hak ve hakikatin yolu ortaya çıkmıĢ olur. Allah, bu gerçeği Ģöyle haber vermektedir: “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab‟ı, hikmeti ve daha önce bilmediğiniz birçok şeyi öğreten bir peygamber gön- 502 derdik.” 2.5. SEBÎLÜ‟L-ĞAYY Allah Teâlâ, Hz. Mûsâ ile Tûr Dağı‟nda konuĢup Tevrat‟ı almasını, içindekilere sıkı sıkı sarılmasını ve kavmini de bu konuda uyarmasını emrettikten sonra Ģöyle bu- yurmuĢtur: َّلَاَٰي ةََلاَُيْؤِمُنواَبَِهاََواِْنََيَرْواَ ُك ِّقََواِْنََيَرْواَ َّبُروَنَِفىَاْلاَْرِضَبَِغْيِرَالَْح ﴿ََساَْصِرُفََعْنَاَٰياتَِىَالَّٖذيَنََيَتَك َّذُبواَبِاَٰياتَِناََوَكانُواََعْنَهاَ َّتِخُذوُهََسٖبيًلاَٰذلَِكَبِاَنَُّهْمََك ِّىََي ُّرْشِدََلاََيتَِّخُذوُهََسٖبيًلاََواِْنََيَرْواََسٖبيَلَالَْغ َسٖبيَلَال َغاِفٖليَنَ﴾ “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanla- 503 maları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.” 499 Taberî, a.g.e., XII, 273. 500 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XVII, 159. 501 Beyzâvî, a.g.e., I, 445. 502 Bakara, 2/151. 503 A„râf, 7/146. 99 504 Taberî buradaki “ğayy” kelimesini “sapıklık, dalâlet ve bâtıl”, Ġbn Kesîr ise 505 “dalâlet ve helâk” olarak açıklamıĢtır. Râzî, âyetteki iki zıt terkipten sebîlü‟r-rüĢdü “hi- dayet, hak dinin yolu ve ilim ile amelde doğruluk”, sebîlü‟l-ğayyı ise “hak yolun zıddı” 506 diye tefsir etmektedir. Kurtubî, sebîlü‟l-ğayya uymayı “küfrü din olarak benimseme ve 507 kabul etme” olarak açıklamıĢtır. YanlıĢ yolların temel özelliği, Allah‟a dayanmaması ve bu yollarda gidenlerin dün- ya ve âhirette sıkıntıya düĢmüĢ olmalarıdır. Kur‟ân‟da “sebîlü‟l-ğayy” (eğri yol, yanlıĢ yol) tabiri ile ifade edilen bu yanlıĢ yola girenler, kendi sübjektif yargılarını tek ölçü olarak görmeleri, kiĢisel yargı ve değerlerini vahyin üzerinde tutmaları, akıl ve düĢüncelerini kul- lanmayıĢları ve olaylardan ibret almamaları bu yollara gitmelerine sebep olmaktadır. Dün- ya servetleri ve makamlarının sürekli kalacağı düĢüncesinden hareketle, kendi gittikleri yolların doğru olduğunu savunan bu insanların yanlıĢ yola girmelerinin sebebi âyete göre inkâr, kibir ve cehalettir. Müfessirler inkâr sebebi olarak baĢkalarını küçük görmeyi de söz konusu maddelere ilave etmiĢlerdir… Buna göre âyette iĢaret edilen “sebîlü‟r-rüĢd” (doğru yol) Allah‟ın istediği istikâmeti, “sebîlü‟l-ğayy” (eğri yol) ise Ģeytanın temsil ettiği sata- 508 nizmi ifade etmektedir. 2.6. SIRÂTU‟L-CEHÎM Sırâtu‟l-cehîm terkibi cehennem yolu anlamına gelmekte olup, Saffât sûresinde Ģöyle geçmektedir: ْلَج۪حيِمََوِقُفوُهْمَ َُدوَنََِمْنَُدوِنَاللِّٰهََفاْهُدوُهْمَاِلٰىَِصَراِطَا َاْزَواَجُهْمََوَماََكانُواََيْعُب ﴿َاُْحُشُرواَالَّ۪ذيَنََظَلُمواََو اِنَُّهْمََمْسُؤلُونَََ﴾ “Allah, meleklerine emrederek zalimleri, onların eşlerini (aynı yoldaki arkadaşla- rını) ve Allah‟tan başka tapmış oldukları putlarını toplayın. Onlara cehennemin yolunu 509 gösterin. Onları tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekilecekler!” 504 Taberî, a.g.e., X, 444; Aynı manalar için bkz: Fahreddîn Râzî, a.g.e., VII, 16. 505 Ġbn Kesîr, a.g.e., III, 475. 506 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XV, 5. 507 Kurtubî, a.g.e., IX, 331. 508 Kaya, a.g.e., s. 161-162. 509 Saffât, 37/22-24. 100 Âyette geçen sırât kelimesi gerçek manasında kullanılmıĢ olup “yol” demektir. Me- lekler o günahkârlara cehenneme giden yolu gösterecekler, onlar da nasıl dünyada iken inatla küfür yolunu takip etti iseler orada da mecburen cehennem yolunu takip edecekler- dir. Allah Teâlâ, bu ve bundan önceki âyetlerde dünyada iken risâleti, mucizeleri ve yeni- den diriltilmeyi inkâr edenlerin âhirette karĢılaĢacakları kötü durumu hatırlatarak o günün iyiler ile kötülerin arasını ayırma günü olduğunu belirtmektedir. Zâlimler mahĢer gününde yalnız olarak değil eĢleri ve taptıkları Ģeyler ile birlikte toplanacaklardır. Hepsi beraber cehennemin yoluna sokulacaklar ve yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Âyetteki “eĢler” diye çevrilen “ezvâc” kelimesi aynı zamanda benzer, eĢit ve denk manalarına da gelmekte- dir. Taberî, bu kelimeye Hz. Ömer ve Ġbn Abbas‟ın “kendileri gibi olan benzerleriyle” diye tefsir ettiklerini aktarmaktadır. Ayrıca “Allah‟ı inkârda ve baĢka ilahlara tapınmada kendi- 510 lerini izleyen taraftarları” açıklamasını da eklemiĢtir. Kurtubî ise zâlimleri “müĢrikler” olarak tefsir ederek âyeti “müĢrikleri ve onlara bu konuda taraftar olanları (Ģirk hususunda onlar gibi olanları) toplayın” Ģeklinde yorumlamakta ve delil olarak da Lokmân sûresinin 511 512 13. âyetini vermektedir. Yazır, “eĢleriyle, yani dengi dengine, puta tapanı puta tapan- la, yıldıza tapanı yıldıza tapanla yahut zulmedenlerin erkeğini, diĢisini, Ģeytanlardan olan 513 arkadaĢlarıyla” Ģeklinde açıklamıĢtır. Kur‟ân Yolu tefsirinde bu âyet Ģöyle yorumlanmıĢtır: “EĢ (karı / koca) anlamındaki zevc kelimesinin çoğulu olan ezvâc, “bir kiĢi veya grupla aynı inancı, eylemi paylaĢan, diğerlerine uyan, onların yolundan, peĢinden giden” anlamına da gelir. Bu bağlamda ise özellikle putperest önderlerin peĢine takılıp onların uydusu olan, onların sapkın inançlarını ve kötü iĢlerini paylaĢan taklitçi kesim için kullanılmıĢtır; Ģeytanların kıĢkırtmasına uyan inkârcıları veya kocalarının yolunu izleyen kadınları ifade ettiği de söylenmiĢtir. Kısaca Râzî‟nin Vâkıdî‟ye (207/823) atfen belirttiği gibi burada, zalimlerden maksat, inkârcıların liderleri, “ezvâc”dan maksat da onların buyruğuna girip uydusu olanlardır; bu uydu kesimi, 514 diğerlerinin eĢleri de baĢka insanlar da olabilir.” 510 Taberî, a.g.e., XIX, 519. 511 “Muhakkak şirk büyük bir zulümdür.” 512 Kurtubî, a.g.e., XVIII, 23. 513 Yazır, a.g.e., VI, 436. 514 Komisyon, Kur‟ân Yolu, IV, 466. 101 2.7. TARÎKU CEHENNEM Nisâ sûresinin 169. âyetinde geçen “cehennem yolu” anlamındaki bu terkip inkârcı- ların takındıkları tavır ve tuttukları yol hakkında kullanılmıĢtır: َّنَمََخالِِديَنَِفيَهاَأََبًداَوَكاَنََذلَِكَعَََلىَاللِّهََيِسيًراَ﴾َ َطِريَقََجَه ََّ ﴿َإِلا “(Allah onları) ancak içinde ebedi kalacakları cehennemin yoluna iletir. Bu ise Al- lah‟a çok kolaydır.” Allah Teâlâ, bu âyetin öncesinde inkârcıların ve Allah‟ın yolunu engellemek is- teyenlerin içine düĢtükleri sapıklığı ve insanlara zulmeden bu inkârcıları asla bağıĢla- 515 yacağını ve doğru yola iletmeyeceğini haber vermiĢtir. Ġnkârcılar ise kendileri küfrün bataklığına battıkları yetmezmiĢ gibi baĢkalarını da aynı yola sürüklemekten çekinme- miĢlerdir. Allah‟ın yoluna türlü türlü engeller koyarak sapıklığın en son raddesine ulaĢmıĢlardır. Allah Teâlâ, iĢte bu inkârcıları ne bağıĢlayacak ne de doğru yola hidayet edecektir. Çünkü onlar kendi tercihlerini küfür ve isyan için kullanmıĢlardır. Bu yüzden Allah Teâlâ onları sadece cehennem yoluna ileteceğini ve orada ebedî olarak kalacakla- rını bildirmiĢtir. Mâtürîdî, tefsirinde âyete Ģöyle bir yorum getirmektedir: “Ancak cehennem yoluna iletir” âyetiyle ilgili tevil ehlinin Ģu sözü de ihtimal dâhilindedir: „Allah onları (inkârcıları) Ġslâm yoluna iletmez, ancak küfür ve Ģirk yoluna iletir. Bu iki yol da dünyadan cehenneme 516 uzanan iki yoldur; Ġslâm ise cennete giden yoldur.” Süleyman AteĢ, inkârcıların durumunu Ģöyle açıklamaktadır: “O inkâr edip hak- sızlık yapanları Allah bağıĢlayacak değildir. Allah‟ın bağıĢlaması için onların, Hakk‟ın çağrısına uyup Allah‟a yönelmeleri gerekir. Onlar dosdoğru yoldan saptıktan sonra Al- lah, onları zorla yola getirecek değildir. Çünkü Allah, peygamberi aracılığı ile onları yola çağırmaktadır. Fakat onlar, Peygamberin gösterdiği yoldan sapmıĢ, eğri, çıkmaz yollara düĢmüĢlerdir. Yalnız peygamberin gösterdiği yol cennete gider. Onun dıĢındaki yollar hep cehenneme çıkar. Öyleyse peygamberin yolundan ayrılanlar, cehennem yo- 517 lundadırlar.” 515 Kurtubî bu inkârcıları “Yahudiler” olarak tefsir etmiĢtir. Bkz: Kurtubî, a.g.e., VII, 228. 516 Mâtürîdî, a.g.e., III, 423. 517 AteĢ, Kur‟ân-ı Kerîm Tefsiri, II, 720. 102 3. KUR‟ÂN‟DA SEBÎLÜLLAH KAVRAMI ĠLE BĠRLĠKTE KULLANILAN FĠĠLLER Sebîlüllah kavramı, Allah‟ın rızasını ve hoĢnutluğunu kazanmak amacıyla mal ve canla yapılan her türlü mücadele, çaba, iyilik, taat ve hayır yollarını kapsayan genel bir ifadedir. Kelime anlamı itibariyle geniĢ bir içeriğe sahip olan sebîlüllah kavramı, Kur‟ân-ı Kerîm‟de bağlam itibariyle hem bu geniĢ anlamını muhafaza eden, hem de daralmasına yol açan bir takım fiillerden sonra kullanılmıĢtır. Bu kullanım Ģekillerinin bilinmesi kavramın kapsamının anlaĢılmasına katkı sağlayacağı için ilgili fiiller kısaca tanıtılacaktır. Bu fiillerden ilki öldürmek, öldürülmek, savaĢmak gibi nispeten dar kapsamlı ve 518 özel bir manayı ifade eden katl ve kıtâl köklerinin türevi olan fiil grubudur (kıtâl fî sebîlillah). Ġkincisi bir yerden baĢka bir yere göç etmek gibi yine dar bir anlamı ifade 519 eden hicret kökünün türevi olan fiil grubudur (hicret fî sebîlillah). Üçüncüsü her türlü 520 harcamayı ifade eden oldukça geniĢ kapsamlı infâk kökünün türevi olan fiil grubudur (infâk fî sebîlillah). Dördüncüsü ise hem mal hem de canla her türlü çabayı ifade eden 521 cehd, cihad kökünün türevi olan fiil grubudur (cihâd fî sebîlillah). En fazla kullanılan bu dört fiil grubunun dıĢında fî sebîlillah kavramı özel anlamlı diğer bazı fiillerle birlikte de kullanılmıĢtır. Fî sebîlillah Ģeklinin birlikte kullanıldığı fiiller ve âyetlerdeki siyâk ve sibâk dik- kate alındığında, bu kavramın Kur‟ân‟da hem geniĢ hem de dar bir içerikte kullanıldığı anlaĢılmaktadır. Nitekim bahse konu kavram, maruf ve makul tüm hayır, taat, iyi lik ve erdem yollarını ifade eden oldukça geniĢ bir anlam yelpazesinde kullanıldığı gibi, sa- 522 vaĢmak gibi dar anlamda askerî nitelikli bir çabayı ifade etmek için de kullanılmıĢtır. Bu kısımda genel bir bakıĢ açısı ile fiillerin sözlük manaları, sebîlüllah ile birlikte Kur‟ân‟daki kullanım Ģekilleri ve sıklığı konusunda kısaca bilgi verilecektir. Ayrıca varsa konunun genel olarak âhirete bakan yönü vurgulanacaktır. 518 Bkz: Bakara, 2/154, 190, 244, 246; Âl-i Ġmrân, 3/13, 157, 169; Nisâ, 4/74, 75, 76, 84; Tevbe, 9/111; Müzzemmil, 73/20. 519 Bkz: Bakara, 2/218; Nisâ, 4/89, 100; Enfâl, 8/72, 74; Tevbe, 9/20; Hac, 22/58; Nûr, 24/22. 520 Bkz: Bakara, 2/195, 261, 262; Enfâl, 8/60; Tevbe, 9/34; Hadîd, 57/10. 521 Bkz: Bakara, 2/217; Nisâ, 4/95; Mâide, 5/54; Enfâl, 8/72, 74; Tevbe, 9/19, 20, 81; Saf, 61/11. 522 Dumlu, “a.g.m.”, s. 238. 103 3.1. CÂHEDE (ََََجاَهد ) FĠĠLĠ 523 Câhede fiili sözlükte “çabalamak, gayret sarf etmek, güç ve takat harcamak, 524 düĢmanla savaĢmak ” manalarına gelmektedir. Cihad, sebîlüllah kavramı ile birlikte kul- lanıldığında “Allah rızası için düĢmana karĢı savunma yaparken bütün takatini, gücünü, kuvvetini veya mecâlini sarf etmek” manasına gelmekte olup, görünürdeki açık düĢmana, 525 Ģeytana ve nefse karĢı mücâhede olmak üzere üç çeĢittir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de câhede fiili “َ ََواَنُْفِسِهْم َبِاَْمَوالِِهْم mallarınız ve canlarınızla / َجاَهُدوا cihad ediniz” kalıbıyla kullanıldığı tüm yerlerde sebîlüllah kavramı ile birlikte kullanıldığı 526 manaya gelmektedir. Hatta bu fiil, sebîlüllah kavramı ile özdeĢleĢmiĢ olup birçok yerde tek baĢına kullanıldığında dahi “Allah yolunda gayret sarf etmek” manasına gelmekte- 527 dir. Fiil az da olsa sözlük manası olan “herhangi bir iĢte gayret etmek, çabalamak” ma- 528 nasında da kullanılmıĢtır. Câhede fiili, Kur‟ân-ı Kerîm‟de aynı manayı ifade etmek üzere sebîlüllah kavramı ile birlikte on beĢ, sebîlüllah kavramı olmaksızın sekiz, isim olarak (cihad) dört, cihad eden 529 manasında (mücahid) ise dört yerde geçmektedir. Hac sûresinin 78. âyetinde geçen ََِالله َوَجاِهُدوا فِى (Allah‟ın uğrunda, yolunda cihad edin) ifadesindeki “fillah” kullanımına verilen “Allah uğrunda, yolunda” manası 530 ile fî sebîlillah terkibinin farklı bir söyleniĢi gibidir. Aynı Ģekilde Ankebût sûresinin 69. âyetinde geçen “َجاَهُدواَٖفيَنا / bizim yolumuzda cihad edin” terkibi de fî sebîlillah ma- nasındadır. 523 Ömer, a.g.e., I, 410. 524 Murtezâ Zebîdî, Tâcu‟l-„arûs, VII, 537. 525 Ġsfahânî, a.g.e., s. 101. 526 “Allah‟a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi bilendir.” Tevbe, 9/44; Ayrıca bkz: Tevbe, 9/88; Hucurât, 49/15. 527 “Bunlardan sonra inanıp hicret edenler ve sizinle beraber (Allah yolunda) savaşanlar ise, işte onlar siz- dendir…” Enfâl, 8/75; Ayrıca bkz: Âl-i Ġmrân, 3/142; Ankebût, 29/6. 528 “Biz, insana, ana babasına iyilik etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme...” Ankebût, 29/8; Ayrıca bkz: Lokmân, 31/15. 529 Abdulbâkî, a.g.e., s. 182-183. 530 Benzer kullanımlar için bkz: Nahl, 16/41; Ankebut, 29/10. 104 531 Allah Teâlâ, kendi yolunda mal ve can ile cihad eden mümin kullarına kurtuluĢ, ba- 532 533 534 ğıĢlanma ve bol rızık, üstün mertebeler, hayır adına ne varsa hepsini vâdetmektedir. 3.2. KÂTELE ( َََقاَتل ) FĠĠLĠ “Kâtele / ََل fiili sözlükte “savaĢmak, mücadele etmek, direnmek, lanet etmek” gibi ”َقاَت 535 manalara gelmektedir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de sebîlüllah kavramı ile birlikte “Allah yolunda savaĢmak” manasında on altı defa, meçhul biçimi ile “Allah yolunda öldürülenler, Ģehîd olanlar” manasında dokuz defa kullanılmıĢtır. Âyetlerde Allah yolunda savaĢanlara Allah‟ın 536 537 538 539 yardımı, Allah‟ın sevgisi, amellerinin zâyi edilmemesi, günahlarının örtülmesi, 540 541 542 güzel bir rızık, büyük bir ecir ve cennet vâdedilmiĢtir. Eğer bir Müslüman Allah yo- 543 lunda savaĢırken öldürülürse peygamberler ile birlikte anılan Ģehâdet mertebesine eriĢmiĢ 544 545 ve bağıĢlanma, rahmet ve bizim bilemediğimiz bir hayat ile müjdelenmiĢ olmaktadır. 531 “Ey iman edenler! Allah‟a karşı gelmekten sakının, O‟na yaklaşmaya vesile arayın ve O‟nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” Mâide, 5/35; Ayrıca bkz: Tevbe, 9/88. 532 “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım eden- ler var ya; işte onlar gerçek mü'minlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.” Enfâl, 8/74. 533 “İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” Tevbe, 9/20. 534 “Fakat peygamber ve beraberindeki müminler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bütün hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Tevbe, 9/88. 535 Ġbrâhîm Mustafa ve diğerleri, a.g.e., s. 715. 536 “Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışı- yordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yar- dımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.” Âl-i Ġmrân, 3/13. 537 “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” Saf, 61/4. 538 “… Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır.” Mu- hammed, 47/4. 539 “… Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim ...” Âl-i Ġmrân, 3/195. 540 “Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Hac, 22/58. 541 “O hâlde, dünya hayatını âhiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yo- lunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” Nisâ, 4/74. 542 “Şüphesiz Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır…” Tevbe, 9/111; Ayrıca bkz: Âl-i Ġmrân, 3/195; Saf, 61/10-13. 543 “Kim Allah‟a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah‟ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” Nisâ, 4/69. 544 “Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah‟ın bağışlaması ve rahmeti onların topla- dıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır. ” Âl-i Ġmrân, 3/157. 545 “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.” Bakara, 2/154; Ayrıca bkz: Âl-i Ġmrân, 3/169. 105 Allah yolunda savaĢ inananların sınandığı, müminler ile münafıkların ayırt edileceği, gizle- nen niyetlerin ortaya döküleceği büyük bir imtihandır. Önceden kararlı gibi duran niceleri 546 savaĢın gelip çattığını görünce gersin geriye dönüvermiĢler ve imtihanı kaybetmiĢlerdir. 547 Ayakları sabit kalıp, Ģeytanın dostlarıyla savaĢarak dünya hayatını âhiret hayatı karĢılığı 548 feda edenler ise baĢarılı olmuĢlardır. 3.3. HÂCERA ( َهاَجََر ) FĠĠLĠ Hâcera fiili sözlükte “ayrılmak, ikinci için birinciyi terk etmek, bir yerden baĢka 549 bir yere gitmek, göç etmek, bırakmak” anlamlarına gelmektedir. Ġsfahânî, hicreti “bir kiĢinin baĢka bir kiĢiden veya bir Ģeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaĢ- 550 ması, onu terk etmesi” Ģeklinde açıklamıĢtır. Hâcera fiili Kur‟ân-ı Kerîm‟de dördün- 551 552 de cihad eyleminden önce olmak üzere toplam sekiz yerde sebîlüllah kavramı ile birlikte kullanılmıĢtır. Mekke‟nin fethine kadar olan süre içinde Allah yolunda hicret Müslüman olma id- diasında bulunanlar hakkında bir ölçü olarak kabul edilmiĢ, mazeretsiz hicret etmeyen kiĢi- 553 lerin asla dost edinilmemesi gerektiği özellikle vurgulanmıĢtır. Söz konusu âyette ifade edildiğine göre dinin emir ve yasaklarının uygulanamadığı bir mekânda mazeretsiz olarak durmak ve buna bağlı olarak Hz. Peygamber‟in yeni kurduğu Ġslâm devletini takviye edip güçlendirmemek kiĢinin kendisine yaptığı bir zulüm olarak değerlendirilmekte ve cezası cehennem olmaktadır. Âhirette bu gibi kiĢilere “… Allah'ın arzı geniş değil miydi, oraya 554 hicret etseydiniz ya!..” diye hesap sorulacaktır. Çünkü Allah yolunda hicret eden kiĢi 546 Bakara, 2/246; Âl-i Ġmrân, 3/167. 547 Nisâ, 4/76. 548 Nisâ, 4/74. 549 Râzî, Muhammed b. Ebû Bekr, Muhtâru‟s-Sıhâh, tah. Mustafa Dîb el-Buğâ, el-Yemâme, DımaĢk 1987, s. 436. 550 Ġsfahânî, a.g.e., s. 536. 551 Bakara, 2/218; Enfâl, 8/72, 74; Tevbe, 9/20. 552 Diğerleri: Nisâ, 4/89, 100; Hac, 22/58; Nûr, 24/22. 553 “… Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin ...” Nisâ, 4/89. 554 Nisâ, 4/97. 106 555 dünyada dinini rahatça yaĢayabileceği birçok mekân bulacağı gibi âhirette de Allah‟ın 556 rızasına ulaĢacak, günahları örtülecek ve cennetle ödüllendirilecektir. 3.4. ENFEKA ( ََق FĠĠLĠ ( اَنْفََ 557 Enfeka sözlükte “harcamak, sarf etmek, tüketmek, bitirmek, fakirleĢmek” ma- nalarına gelmektedir. Bu kelime, sebîlüllah kavramı ile birlikte “Allah‟ın rızasına uygun bir biçimde ve O‟nun istediği yerlere dünyada vermek suretiyle âhirette biriktirmek” gibi yepyeni bir manaya bürünmüĢtür. Kur‟ân-ı Kerîm‟de bu yeni mana o derece kuvvetlidir ki sebîlüllah kavramı ile birlikte geçmediği yerlerde bile çoğunlukla Allah yolunda har- 558 cama manasına gelmektedir. 559 Enfeka fiili sebîlüllah kavramı ile birlikte yedi âyette geçmektedir. Allah Teâlâ, 560 Müslümanları infâk etmeye teĢvik etmekte, infâktan kaçınarak kendi elleriyle kendile- 561 rini tehlikeye atmamalarını ve haksız yollardan malı biriktirip infâk etmeyen haham ve 562 rahiplere benzememelerini emretmektedir. Allah yolunda her ne infâk edilirse edilsin, 563 o asla zâyi edilmeyecek ve muhakkak karĢılığı verilecektir. Bereket kavramı infâk kavramının ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, yo- 564 lunda infâk edilen “bir”i, “yedi yüz” yapmaktadır. Fakat bu bereketin bir kuralı vardır 555 “Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de.” Nisâ, 4/100; Ayrıca bkz: Nahl, 16/41. 556 “… Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır.” Âl-i Ġmrân, 3/195. 557 Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, s. 926. 558 “Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden (Allah yolunda) harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendile- ridir.” Bakara, 2/254; Ayrıca bkz: Bakara, 2/267, 270; Nisâ, 4/39; Sebe‟, 34/39; Yâsîn, 36/47. 559 Abdulbâkî, a.g.e., s. 715-716. 560 “Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz?...” Hadîd, 57/10; Ayrıca bkz: Muhammed, 47/38. 561 “Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” Bakara, 2/195. 562 “Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah‟ın yolundan alıkoyuyorlar…” Tevbe, 9/34. 563 “… Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez” Enfâl, 8/60. 564 “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” Bakara, 2/261. 107 ki o da yapılan iyiliği karĢı tarafın baĢına kakmamak ve gönül incitmemektir. Allah yo- lunda ihlasla malı vermenin mükâfatı ise ancak Allah katındadır ve veren kiĢi âhirette 565 asla üzülmeyecek ve korku duymayacaktır. 3.5. EHSARA ( ََََصر FĠĠLĠ ( ََاْح Müslümanlardan bir kısmı kendilerini Allah yoluna adamıĢlardır. Allah Teâlâ, bu durumda olanları Bakara sûresinin 273. âyetinde bizlere Ģöyle tanıtmaktadır: َاْغِنَياَءَِمَنَ ََجاِهُلَ ْل ﴿َلِْلُفَقَراِءَالَّٖذيَنَاُْحِصُرواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََلاََيْسَتٖطيُعوَنََضْرًباَِفىَاْلاَْرِضََيْحَسُبُهُمَا َ مَ﴾ َّنَاللَّٰهَبِٖهََعٖلي ُتْنِفُقواَِمْنََخْي رََفِا ِْلَحاًفاََوَماَ َّناَسَا ُّفِفََتْعِرفُُهْمَبِٖسيٰمیُهْمََلاََيْسَپلُوَنَال التََّع “Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yer- yüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden bir şey de isteyemezler. Ne türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir.” Âyette yer alan ihsâr kelimesi, “hasara / ” kökünden türemiĢ olup sözlükte “da- raltmak, kuĢatmak, yolculuğa ve istediği bir Ģeye ulaĢmaya mani olmak, alıkoymak, bir 566 yere kapanıp kalmak, kendini soyutlamak” manalarına gelmektedir. Râzî, fiile “insanı yolculuğundan alıkoyacak hastalık, yaĢlılık, düĢman, erzağın bitmesi ve buna benzer du- 567 rumların meydana gelmesi” manalarını vermektedir. Kelimenin Kur‟ân‟daki manaları 568 569 570 ise korkunun kalbi sarması, kuĢatmak, alıkoymak ve iffet (kiĢinin kendini günah- 571 lardan alıkoyması) Ģeklindedir. Bu övülmüĢ kiĢiler “kendilerini dünyalık ticarete değil, cihada hasretmiĢ muhacirle- 572 rin fakir olanlarıdır” Ģeklinde de açıklanmıĢtır. Zira asr-ı saadette Allah‟ın Resûlüyle beraber cihad etmek için kendisini bu yola adamıĢ olan kimselere Ģiddetle ihtiyaç duyul- 565 “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden başa kakmayan ve gönül incitmeyenle- rin, Rab'leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” Bakara, 2/262. 566 Ġbn Manzûr, a.g.e., IV, 193. 567 Fahreddîn Râzî, a.g.e., VII, 85. 568 Nisâ, 4/90. 569 Tevbe, 9/5; Ġsra, 17/8. 570 Bakara, 2/196. 571 Âl-i Ġmrân, 3/39. 572 Taberî, a.g.e., V, 24; ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, 152. 108 maktaydı. Bu yüzden âyette övülen bu sahabîler cihad için ihtiyaç hissedildiğinde hazır 573 olarak beklemekteydiler. Sadakaların kimlere verileceğini bildiren bu âyet “Ashab-ı Suffe” adı verilen fakir muhâcirler hakkında nazil olmuĢtur. Bunlar Allah rızası için hicret edip evlerinden ve iĢle- rinden uzak düĢmüĢlerdi. Medine‟de ne kalacak yerleri, ne de kazanç getirecek bir meslek- leri vardı. Bunlar Kur‟ân öğrenir, Hz. Peygamber‟in konuĢmalarını dinler, genellikle oruç tutarlar, vakitlerini ibadetle ve Ġslâmiyet‟i öğrenmekle geçirirlerdi. Tabiiki âyetin bunlar hakkında nâzil olması hükmün umuma ait olmasını engellememektedir. Allah rızası için cihad eden, düĢmana karĢı nöbet bekleyen, Allah rızası için medreselerde dirsek çürüten veya Allah rızası için halka hizmet uğruna kendini vakfeden ve bu durumda malı, mülkü olmayan, geçimini kazanmaya vakit bulamayan veya vakit bulduğu halde gücü yetmeyen, yoksul ve fakir Müslümanlar, nerede ve ne zaman yaĢamıĢ olursa olsunlar bu âyetin kap- samı içine girmektedir. Din uğrunda her türlü sıkıntıya katlanmak ve iffetini koruyup dini 574 yaymaya hizmet etmek, icabında cihaddır ve bu kiĢiler Allah‟ın yolunda olanlardır. Esed, Allah yoluna kendilerini hasredenleri “kendilerini tamamen iman yolunda ça- lıĢmaya -imanı yaymak, tebliğ etmek veya bedenen ve fikren savunmak Ģeklinde- verenlere veya zamanlarını Allah‟ın mesajında yüceltilmiĢ olan ilim tedrisine, insanoğlunun iyiliği için uğraĢmaya ve benzeri ulvî hedeflere adayanlara yahut da bu hedefler uğrunda çabalar- ken Ģahsî veya maddî sıkıntılara dûçâr olan ve bu sebeple kendilerini koruyamayacak du- 575 rumda bulunanlardır, diyerek açıklamıĢtır. 3.6. ĠTTEHAZE ( ََذ FĠĠLĠ ( َاِتََّخ Ġttehaze fiili, sözlükte “almak, elde etmek, edinmek, kabul etmek, sahiplenmek, itibar 576 etmek, saymak, hazırlamak, galip gelmek, esir almak” manalarına gelmektedir. Kur‟ân‟da sebîl kelimesi ile birlikte “yol edinmek, yol tutmak” anlamında dokuz kez kullanılmıĢtır. Arzu edilen sonuca ulaĢmak için takip edilmesi gereken kaideler ve usûller bütünü demek olan sebîl tutulması, sahiplenilmesi ve izlenmesi gereken bir süreçtir. Bu açıdan gerek Rabbe 573 Fahreddîn Râzî, a.g.e., VII, 86. 574 Yazır, a.g.e., II, 227. 575 Esed, a.g.e., s. 83. 576 Ġbrâhîm Mustafa ve diğerleri, a.g.e., s. 8. 109 577 578 giden yolu gösteren ve zalimlerin uymadıklarına piĢman oldukları peygamberlerin yolu, 579 gerekse inkârcıların sapık yolları birer sebîldir ve insanların uydukları hayat prensiplerini içermektedir. Kur‟ân-ı Kerîm, sonu cennete uzanan rüĢd (doğruluk) yolu ile cehenneme uza- 580 nan ğayy (sapıklık) yolunun prensiplerini açıkça ortaya koymuĢtur. Bu iki yolun arasında - 581 yani iman ile küfrün arasında - üçüncü bir orta veya karma yol bulunmamakta olup böyle 582 bir yol / din icat edip ona uymaya çalıĢanların gerçekte kâfir oldukları ve onları alçaltıcı 583 bir azabın beklediği hatırlatılmaktadır. Çünkü sapıklık açısından dinin esaslarından bir 584 kısmını inkâr eden ile tümünü inkâr eden arasında bir fark yoktur. 3.7. ĠTTEBE„A ( ََاَِتََّبع ) FĠĠLĠ Ġttebe„a fiili sözlükte “izlemek, izinden gitmek, tâbi olmak, peĢi sıra gitmek, bir Ģe- 585 586 ye uymak ve uymanın gereğini yapmak, birilerinin yaptığını taklit etmek, birinin tut- 587 tuğu yolu tutmak ve onu örnek kabul etmek ” manalarına gelmektedir. Kur‟ân-ı Ke- 588 rîm‟de sebîl kelimesi ile birlikte yedi defa kullanılmıĢtır. Bunların beĢinde Allah‟ın yo- 589 lunun dıĢındakilere uymayı, iki yerde ise Allah‟ın yoluna uymayı ifade etmektedir. Bir yola, metoda veya inanca sadece söz ile bağlı olduğunu belirtmek yetersiz görül- müĢ olup yolun gerektirdiği davranıĢların yapılması samimiyetin bir göstergesi olarak kabul edilmiĢtir. Nitekim Taberî, bu bakıĢ açısıyla ittebe„a fiilini “seleke / ” fiili ile açıklayarak 577 “De ki: Ben buna karşılık sizden dileyen kimsenin, Rabbine giden yolu tutmasından başka herhangi bir ücret istemiyorum.” Furkân, 25/57; Ayrıca bkz: Müzzemmil, 73/19. 578 “O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!” Furkân, 25/27. 579 “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.” „raf, 7/146. 580 „raf, 7/146; Nahl, 16/9. 581 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, s. 268. 582 Kurtubî, a.g.e., VII, 205. 583 “Şüphesiz, Allah‟ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah‟a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz” diyenler ve böylece bu ikisi- nin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten inkârcılardır. Biz de inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” Nisâ, 4/150-151. 584 Beyzâvî, a.g.e., I, 245. 585 Ġbn Manzûr, a.g.e., V, 417. 586 Cevherî, a.g.e., II, 1190. 587 Murtezâ Zebîdî, Tâcu‟l-„arûs, XX, 380. 588 Nisâ, 4/115; En„âm, 6/153; A„râf, 7/142; Yûnus, 10/89; Ankebût, 29/12. 589 Lokmân, 31/15; Mü‟min, 40/7. 110 tâbi olmanın, bir yola uymak ve yolu kendisi için bir program kabul edip izlemeye devam 590 etmek, yolun gerektirdiği davranıĢları sergilemek olduğunu belirtmektedir. ReĢîd Rızâ, fesatçılara tâbi olmayı, iĢlerinde onlara ortak ve yardımcı olmak, dostane iliĢkiler kurmak ve 591 haramları iĢlerken onlara engel olmayıp yanlarında bulunmak Ģeklinde açıklamıĢtır. Tâbi olmanın, tâbi olunanın istediği amel ve davranıĢları yapmak olduğu Ankebût sûresinin 12. âyetinde açıkça vurgulanmaktadır: ﴿ََوَقاَلَالَّٖذيَنََكَفُرواَلَِلَّٖذيَنَاَٰمُنواَاتَِّبُعواََسٖبيَلَناََولَْنْحِمْلََخَطاَياكُْمََوَماَُهْمَبَِحاِمٖليَنَِمْنََخَطاَياُهْمَِمْنََشْی ءَ اِنَُّهْمَلََكاِذُبوَنَ﴾ “İnkâr edenler iman edenlere, „Yolumuza uyun da sizin günahlarınızı yüklenelim‟ derler. Hâlbuki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır.” 592 593 594 Buna göre Müslümanların Ģeytanın, bozguncuların, bilmeyen cahillerin, 595 mü‟minlerin dıĢındakilerin yollarını terk etmeleri, buna karĢın Allah‟ın ve O‟na yöne- 596 lenlerin yoluna tâbi olmaları gerekmektedir ki Allah‟ın rızasına kavuĢabilsinler ve me- 597 leklerin mağfiret duasına dâhil olabilsinler. 3.8. HED (َََهٰدى ) FĠĠLĠ Hedâ fiili sözlükte “yol göstermek, rehberlik etmek, göstermek, tanıtmak, açıkla- 598 mak” manalarına gelmekte olup Kur‟ân‟da sebîl kelimesi ile birlikte on iki yerde kulla- 590 Taberî, a.g.e., VII, 484; IX, 669. 591 ReĢîd Rızâ, a.g.e., IX, s. 121. 592 “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çün- kü o sizin için apaçık bir düşmandır.” Bakara, 2/168. 593 “… Mûsâ, kardeşi Hârûn‟a, “Kavmim arasında benim yerime geç ve yapıcı ol. Sakın bozguncuların yoluna uyma” dedi.” A„râf, 7/142. 594 “Allah da, "Her ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse dürüst olmakta devam edin ve sakın bilmeyenlerin yolunda gitmeyin" dedi.” Yûnus, 10/89. 595 “Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü'minlerin yolun- dan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeri- dir” Nisâ, 4/115. 596 “… Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır …” Lokmân, 31/15. 597 “Arş‟ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O‟na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.” Mü‟min, 40/7. 598 Cevherî, a.g.e., VI, 2533. 111 599 nılmıĢtır. Sebîl kelimesi tüm bu yerlerde hak ve doğru yol anlamına gelmektedir. Allah 600 Teâlâ, insanlara doğru yolu göstermeyi üzerine aldığını belirterek kendinden baĢka yol 601 gösterme iddiasında bulunanlara da dikkatimizi çekmiĢtir. Doğru yolu göstermenin ilahlığın temel vasıflarından olduğu gerçeği Ģu âyette vur- gulanmaktadır: ِّيِهْمَِعْجًلاََجَسًداَلَُهَُخَوا رَاَلَْمََيَرْواََانَُّهََلاَُيَكَلُِّمُهْمََوَلاََيْهٖديِهْمََسٖبيًلاَ ﴿ََواتََّخَذََقْوُمَُموٰسىَِمْنََبْعِدٖهَِمْنَُحِل اِتََّخُذوُهََوَكانُواََظالِٖمينَََ﴾ “Musa‟nın arkasından kavmi, süs takılarından böğüren bir buzağı heykeli edinmiş- lerdi. O buzağının kendilerine bir söz söylemediğini ve bir yol gösteremediğini görmemiş- 602 ler miydi? Fakat yine de onu tanrı edindiler ve zalimlerden oldular.” 603 Kendisinin de bir ilâh olduğunu iddia eden Firavun‟un emrindekilere doğru yolu 604 gösterme iddiasında yalan söylediği ve gösterdiği yolun sadece kendi çıkarları açısından 605 doğru olduğu gerçeği mümin bir kulun ağzından haber verilmektedir. Bir kul, Allah‟a, dolayısıyla ebedî mutluluğa götüren yollara girmek istiyorsa bu uğurda gayret sarf etmesi gerekmektedir. Ankebût sûresinin 69. âyetinde bu hususu Ģöyle açıklamaktadır: َِّنَاللَّٰهَلََمَعَالُْمْحِسٖنينَ﴾ َّنُهْمَُسُبَلَناََوا ﴿ َوالَّٖذيَنََجاَهُدواَٖفيَناَلَََنْهِدَي “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, iyilik yapanlarla beraberdir.” Ayrıca Allah Teâlâ, Ġnsân sûresinin 3. âyetinde, َِّماََكُفوًراَ﴾ َِّماََشاِكًراََوإ َّسِبيَلَإ ﴿َإِنَّاَهَََدْيَناُهَال 599 Abdulbâkî, a.g.e., s. 732. 600 “Doğru yolu göstermek Allah‟a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletir- di.” Nahl, 16/9. 601 A„râf, 7/148; Mü‟min, 40/29. 602 A„râf, 7/148. 603 “(Firavun) Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.”Nâziât, 79/24. 604 “Andolsun, biz Mûsâ‟yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun‟a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun‟un emrine uydular. Hâlbuki Firavun‟un emri doğru de- ğildi.” Hûd, 11/96-97. 605 Bkz: Mü‟min, 40/28-45. 112 “Gerçekten biz, insana doğru yolu gösterdik; o ister şükredici, ister nankör inkârcı olur.” buyurmak suretiyle vahiy aracılığı ile insanlara doğru yolu gösterdikten sonra seçim konusunda onları serbest bırakmıĢtır. Fakat iyiliğe ulaĢmak hususunda gayret eden kulları için kendi rızasına ulaĢtıran yolları kolaylaĢtıracağını ve bu yolların zorluklarına karĢı on- lara yardım edeceğini de müjdelemiĢtir. 3.9. ESÂBE ( ََاَصاَب ) FĠĠLĠ “Esâbe / ََب fiili “istediğine ulaĢtı, aradığını buldu, ok hedefine isabet etti, ona ”اََصا 606 doğru gitti” demektir. Ayrıca “baĢa gelmek” manasında hayır ve Ģer ile ilgili olarak da kullanılmaktadır. Bu kökten gelen “savâb / َصَوا” kelimesinin “doğru, iyi, dürüst” manası ile “musibet / ة َ kelimesinin “felaket, kaza, talihsizlik” manalarına gelmesi kelimenin ”ُمٖصيَب 607 bu özelliği ile ilgilidir. Sebîlüllah kavramı ile birlikte kullanıldığı her iki âyette de Allah yolundaki mümin- lerin baĢlarına gelen musibetleri ifade etmektedir: َاْنََيَتَخلَُّفواََعْنََرُسوِلَاللِّٰهََوَلاََيْرَغُبواََبِاَْنُفِسِهْمََعْنَ ْلَمٖديَنِةََوَمْنََحْولَُهْمَِمَنَاْلاَْعَراِبَ ﴿َمََاََكاَنَلِاَْهِلَا َّفاَرََوَلاَ َوَلاَنََص بََوَلاََمْخَمَص ةَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاََيَطؤََُنََمْوِطًئاََيٖغيُظَالُْك نَْفِسٖهَٰذلَِكَبِاَنَُّهْمََلاَُيٖصيُبُهْمََظَماَ َِّنَاللَّٰهََلاَُيٖضيُعََاْجَرَالُْمْحِسٖنيَنَ﴾َ ُكِتَبَلَُهْمَبِٖهََعَم لََصال ِحَا َِّلاَ ٍّوََنْيًلاَا َيَنالُوَنَِمْنََعُد “Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah'ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yo- lunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, inkârcıları öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki kar- şılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapan- 608 ların mükâfatını elbette zayi etmez.” 606 Ġsfahânî, a.g.e., s. 287. 607 “Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musîbet gelirse “Biz tedbirimizi önceden almış- tık” derler ve sevinerek dönüp giderler...” Tevbe, 9/50. 608 Tevbe 9/120. 113 َاَصاَبُهْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَماََضعَُُفواََوَماَاْسَتَكانُواَ ُّيوَنََكٖثي رََفَماََوَهُنواَلَِماَ ِّب ٍّىََقاَتَلََمَعُهَِر َِّيْنَِمْنََنِب َ﴿ََوَكا َّصابِٖريَنَ﴾ ُّبَال َواللُّٰهَُيِح “Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bun- lar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. 609 Allah, sabredenleri sever.” 3.10. ENFERA ( َْنَفََر FĠĠLĠ ( ا 610 Enfera fiili, “bırakıp gitmek, bir mekândan baĢka bir mekâna doğru ayrılmak, meydana gelen bir hadiseden dolayı bir yerden bir yere hızlıca intikal etmek, yer değiĢtir- 611 mek ” manalarına gelmektedir. Yazır, “enfera” fiilini ve aynı kökten türetilen diğer kelimeleri Ģöyle açıklamakta- dır: “Nefr” lügat anlamıyla heyecan verici bir emirden dolayı fırlayıp ileri çıkmaktır. Ür- küp kaçmak demek olan “nüfur” da bu kökten gelmektedir. Fakat “nüfur” yalnızca kaçıp kurtulmak için olumsuz anlamda kullanıldığı halde “nefr” düĢmana karĢı gaza için fırlayıp çıkmak anlamında kullanılır. Böyle evlerinden çıkıp bir yere toplanan cemaate “nefir”, onlardan her birine de “nefer” denilir. Önderin insanları cihada teĢvik etmesine de “istin- 612 far” adı verilir ki, dilimizde buna „seferberlik emri‟ denilmektedir. Kur‟ân‟da sebîlüllah ile birlikte Tevbe sûresinin 38. âyetinde bir defa kullanılmıĢtır: ُّدنَْياَ ََِلىَاْلاَْرِضَاََرٖضيُتْمَبِالَْحٰيوِةَال َلُكْمَاَِذاَٖقيَلََلُكُمَاْنِفُرواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاثَّاَقْلُتْمَا ﴿ََياَاَيَُّهاَالَّٖذيَنَاَٰمُنواََماَ َِّلاََقٖلي لَ﴾ ُّدْنَياَِفىَاْلاِٰخَرِةَا ْلَحٰيوِةَال ِمَنَاْلاِٰخَرِةََفَماََمَتاُعَا “Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa âhirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” Taberî‟ye göre âyette geçen “انِْفُرواَٖفىََسٖبيِلَاللّٰه” ifadesi “Allah yolunda savaĢ için ev- 613 lerinizden çıkın” demektir. 609 Âl-i Ġmrân, 3/146. 610 Taberî, a.g.e., XI, 458. 611 Kurtubî, a.g.e., X, 206; ġevkânî, a.g.e., II, 516. 612 Yazır, a.g.e., IV, 344. 613 Taberî, a.g.e., XI, 458. 114 Bu âyet ile Allah yolunda savaĢa çağırılan Müslümanların bırakın orduya katılma- maları, hazırlık safhasında iĢleri ağırdan almaları bile Allah Teâlâ tarafından kınanmıĢtır. Yapılan bu davranıĢın dünyayı âhirete tercih etmek olduğunu, böyle yapmakla Allah‟a hiçbir zarar verilemeyeceğini, bilakis karĢılığının çok acı bir azap olacağı vurgulanmıĢtır. Ayrıca savaĢa sırf Allah rızası için çıkılması gerektiği ve dünya menfaati için kolaya talip olmanın münafıklık alâmeti olduğu anlaĢılmaktadır. 3.11. EZĠYE ( ) FĠĠLĠ “ Eziye / ” fiili, “bir canlının bedenine, ruhuna veya elindeki maddî imkânlara 614 yönelik dünyevî veya uhrevî zarar vermek” demektir. KiĢiyi sıkıntıya sokan, hayatın normal akıĢını engelleyen durumlardan, bedenî veya ruhî iĢkencelere varıncaya kadar az veya çok her Ģey eziyet kapsamına girmektedir. Eziye fiili, sebîlüllah kavramı ile birlikte Âl-i Ġmrân sûresinin 195. âyetinde bir kez kullanılmıĢtır: َٖنّىََلاَاُٖضيُعََعَمَلََعاِم لَِمْنُكْمَِمْنََذَك رَاَْوَاُْنثٰىََبْعُضُكْمَِمْنََبْع ضََفالَّٖذيَنََهاَجُرواَ ُّبُهْمَا ﴿ََفاْسَتَجاَبَلَُهْمََر َّنا تََتْجٖرىَِمْنَ َّنُهْمََج ِّيَپاتِِهْمََوَلاُْدخََِل َّنََعْنُهْمََس ِّفَر َواُْخِرُجواَِمْنَِدَياِرِهْمََواُوُذواَٖفىََسٖبيٖلىََوَقاَتلُواََوقُِتلُواََلاَُك َُنَالثََّواِبَ﴾ َتْحِتَهاَاْلاَنَْهاُرََثَواًباَِمْنَِعْنِدَاللِّٰهََواللُّٰهَِعْنَدُهَُحْس “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: "Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun ki günah- larını elbette örteceğim ...” Ankebût sûresinin 10. âyetinde geçen “ َِه ifadesindeki “fillâh” kullanımı ” اُوِذَىَفِىَاللّٰ “fî sebîlillah” kullanımının verdiği manayı vermektedir: َّناِسََكَعَذاِبَاللِّٰهَ...﴾ َّناَبِاللِّٰهََفاََِذاَاُوِذَىَِفىَاللِّٰهََجَعَلَِفْتَنَةَال َّناِسََمْنََيُقوُلَاَٰم ﴿ََوِمَنَال “İnsanlardan öyleleri vardır ki, “Allah‟a inandık” derler. Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah‟ın azabı gibi tutarlar ...” 614 Ġsfahânî, a.g.e., s. 15. 115 3.12. DE„ ( ) FĠĠLĠ Sözlükte “belli bir hedefi gerçekleĢtirmek için talep etmek, çağırmak, istemek, seslenmek, 615 ziyafete çağırmak, propaganda yapmak” gibi anlamlara gelen “de„â / ” fiili, sebîl kelimesi ile birlikte Nahl sûresi 125. âyetinde bir kez kullanılmıĢtır. Bu âyette Allah‟ın yoluna hangi usûller ile davet edileceğini açıklanmıĢtır: ِّبَكَبِالِْحْكَمِةََوالَْمْوِعَظِةَالَْحَسَنِةََوَجاِدلُْهْمَبِالَّٖتىَِهَىََاْحَسُنَ...﴾ َ﴿َاُْدُعَاِلٰىََسٖبيِلََر “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla tartışmanı en güzel bir 616 şekilde sürdür ...” 3.13. DARABE ( ) FĠĠLĠ “Darabe / ” fiili, “fî /َٖفى ” harf-i cerri ile birlikte kullanıldığında “yeryüzünde bir yerden bir yere gitmek, gezinmek, dolaĢmak, yolculuğa çıkmak, seyahat etmek, sefere 617 çıkmak” manalarına gelmektedir. Sebîlüllah kavramı ile birlikte Nisâ sûresi 94. âyetinde “Allah yolunda yürümek, adım atmak, savaĢa çıkmak” manasında bir kez kullanılmıĢtır. َّيُنواَ...﴾ ُّيَهاَالَّٖذيَنَاَٰمُنواَاَِذاََضَرْبُتْمَٖفىََسٖبيلََِاللِّٰهََفَتَب ﴿ َياَاَ “Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın...” 3.14. SADDE ( ََّد FĠĠLĠ ( َص Sadde fiili sözlükte “yüz çevirdi, uzak durdu, terk etti, uzaklaĢtırdı, alıkoydu, engel- 618 ledi, men etti” manalarına gelmektedir. Görüldüğü üzere sadde fiili hem uzak durdu, yüz 619 620 çevirdi manalarında lâzım (geçiĢsiz), hem de uzaklaĢtırdı, engelledi manalarında mü- 621 teaddi (geçiĢli) olarak kullanılmaktadır. Bazı durumlarda her iki kullanım da cümlenin 615 Ġbn Manzûr, a.g.e., XIV, 257. 616 Nahl, 16/ 125. 617 Mutçalı, a.g.e., s.502. 618 Ġbn Manzûr, a.g.e., 245. 619 Örn. bkz: Nisâ, 4/61. 620 Örn. bkz: Kasas, 28/87; Fetih, 48/25. 621 Ebü‟l-Bekâ, a.g.e., s. 28-29. 116 geliĢine uygundur ve mana için yoruma gerek duyulmaktadır. Örneğin Nisâ sûresinin 160. âyeti böyledir: ِّدِهْمََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََكٖثيرًَاَ﴾ ِّيَبا تَاُِحلَّْتَلَُهْمََوبَِص َّرْمَناََعَلْيِهْمََط ﴿ََفِبُظْل مَِمَنَالَّٖذيَنََهاُدواََح Esed, âyete Ģu manayı vermektedir: “Böylece, o zaman, Yahudi itikadına mensup olanlar tarafından işlenen zulümden dolayı, (daha önce) tattırdığımız hayatın bazı nimetle- rinden onları yoksun bıraktık; (böyle yaptık), çünkü Allah yolundan her an sapmaktaydı- lar.” Ayrıca bu manayı tercih nedenini de Ģöyle izah etmektedir: “Sadde fiili (saptı) hem geçiĢsiz hem de geçiĢli olabileceği gibi ondan türetilen “sadd” ismi için de aynı Ģey geçer- lidir. Birinci durumda cümle, “Allah yolundan sıkça saptıkları için”; ikinci durumda ise, 622 “[diğer] birçoğunu Allah yolundan saptırdıkları için” Ģeklinde okunur.” Kur‟ân‟da “sadde” fiili kırk iki kez geçmekte olup, bunların yirmi beĢi sebîlüllah 623 kavramı ile birlikte kullanılmıĢtır. Bu fiilin sebîlüllah ile birlikte bu kadar çok kullanıl- 624 625 ması gerek Ģeytanın gerekse inkârcıların Allah‟ın yoluna engel koymak için var güçle- riyle çabaladıklarının bir delilidir. 626 Allah Teâlâ, müminlere sadece doğru yolu tarif edip ona hidayet etmekle kal- 627 mamıĢ aynı zamanda girdikleri bu doğru yoldan çıkmamaları için uyarılarda bulunmuĢ- 628 tur. Bu açıdan Kur‟ân‟da doğru yolu engellemek isteyenler ve kullandıkları -yol kesip 629 630 631 tehdit etmek, hak yolu eğri ve çeliĢkili göstermek, maddî imkânlarını kullanmak, 622 Esed, Kur‟ân‟da Ġsrailoğulları‟nın inatçı tabiatlarının sıkça vurgulanması -ve Eski Ahid‟de bu mealdeki birçok delil- karĢısında fiilin geçiĢsiz biçimini tercih etmiĢtir. Bkz: Esed, a.g.e., s. 177. 623 Abdulbâkî, a.g.e., s. 403. 624 “Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağ- larından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”A„râf, 7/16-17. 625 “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcaya- caklardır.” Enfâl, 8/36; Ayrıca bkz: Ra„d, 13/33. 626 En„âm, 6/151-153. 627 Ġnsân, 76/3. 628 Bkz: Ehl-i Kitâb: Âl-i Ġmrân, 3/99; ġeytan: Ankebût, 29/38; Ġnkârcılar: Nisâ, 4/167; Münafıklar: Münâ- fikûn, 63/2. 629 “Bir de, tehdit ederek Allah‟ın yolundan O'na iman edenleri çevirmek, Allah‟ın yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Ba- kın, bozguncuların sonu nasıl oldu?” A„râf, 7/86. 630 “Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir. Hem de onlar âhireti inkâr edenlerin ta kendileridir.” Hûd, 11/19. 631 “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcaya- caklardır.” Enfâl, 8/36. 117 632 633 yapılan kötü fiilleri güzel göstermek, gerçek bilgi yerine zanna uymak ve yeminler 634 etmek gibi- yöntemler açık açık belirtilmiĢtir. 3.15. BEĞ ( َبغََي ) FĠĠLĠ Beğâ fiili sözlükte “nasıl olduğuna bakmak, istemek, arzulamak, beklemek, haddi 635 aĢmak” manalarına gelmektedir. Sebîlüllah kavramı ile birlikte sekiz âyette geçmekte- 636 dir. Bu âyetlerin beĢinde “Allah‟ın yolundan alıkoymak” manasındaki “َِه ”صّدََعْنََسٖبيِلَاللّٰ kalıbından sonra gelerek “eğri, yamuk, çarpık” anlamlarına gelen “ „ıvec / ََِعو ” kelimesi ile birlikte “eğri ve çeliĢkili göstermek” manasında kullanılmıĢtır. Örneğin „raf sûresinin 45. âyetinde beğâ fiili bu anlamındadır: ََنَ﴾َ ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََوَيْبُغوَنَهاَِعَوًجاََوُهْمَبِاْلاِٰخَرِةََكاِفُرو َالَّٖذيَنََيُص َ﴿ “Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar âhireti de inkâr edenlerdir.” Kur‟ân-ı Kerîm, Allah‟ın yolunu yamuk göstermek suretiyle insanların o yola 637 638 tabi olmasına engel olmaya çalıĢanların Ehl-i Kitâb mensupları, inkârcılar, zalim- 639 640 ler ve müminler ile peygamberlerin aralarını ayırmaya çalıĢan müĢrikler olduğunu haber vermektedir. Bu amaç için gayret eden inkârcıların özellikleri arasında dünyayı 641 çok sevip onu âhirete tercih etmeleri, Allah yolundan alıkoyma ve onu eğri gösterme 632 “… Böylece Firavun‟a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı…” Mü‟min, 40/37; Ay- rıca bkz: Ankebût, 29/38. 633 “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.” Zuh- ruf, 43/37. 634 “Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah‟ın dininden alıkoydular…” Mücâdele, 58/16; Ayrıca bkz: Münâfikûn, 63/2. 635 Ġbn Manzûr, a.g.e., XIV, 75. 636 Âl-i Ġmrân, 3/99; Nisâ, 4/34; „raf, 7/45, 86; Hûd, 11/19; Ġbrâhim, 14/3; Ġsrâ, 17/42, 110. 637 “De ki: “Ey kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah‟ın yolunu eğri ve çelişkili gösterme- ğe yeltenerek inananları Allah‟ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” Âl-i Ġmrân, 3/99. 638 “Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar âhireti de inkâr edenlerdir.” „raf, 7/45. 639 “… Biliniz ki, Allah‟ın lâneti zalimler üzerinedir. Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir…” Hûd, 11/18-19. 640 „raf, 7/86. 641 “Dünya hayatını âhirete tercih edenler, (insanları) Allah yolundan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.” Ġbrâhîm, 14/3. 118 642 643 günahını bile bile iĢlemeleri, âhirette elîm bir azaba düçar olmaları sayılabilir. Özellikle „raf sûresinin 44 ve 45. âyetlerinde azap gördükleri haber verilen cehennem- liklerin Allah yolundan alıkoyma ve bu dosdoğru yolu eğri göstermeye kalkıĢma suçları- nın özellikle zikredilmesi, ayrıca bunu yapanların “zalimler” diye nitelendirilmesi olduk- ça önemlidir. Bu bilgiler bize, ilâhî dine, onun öğretilerine, kutsal değerlerine, kurumlarına ve bağlılarına karĢı kin ve düĢmanlık besleyen; duruma göre yalan, iftira, hakaret, hile, tehdit, fiziksel Ģiddet ve baskı gibi haksız ve zalimce yöntemlere baĢvurarak insanların Ġslâm‟ı ve onun ilkelerini benimsemelerine engel olan; bedenî, ilmî, malî, sosyal ve siyasî gücünü hak dine karĢı kullanıp onunla ilgili Ģüpheler uyandırmaya, onu zaafa düĢürmeye, zararlı gös- termeye kalkıĢan “zalimler”in, lânete uğramayı yani Allah‟ın rahmet ve inâyetinden büsbü- 644 tün mahrum kalmayı gerektiren bir suç iĢlediklerini göstermektedir. Sebîlüllahı eğri göstermeye çalıĢmanın çok çeĢitli yolları vardır. Âyetlerdeki vurgu, çapraĢık ve dolambaçlı göstermenin her türünü kapsamaktadır. Örneğin Yahudi- ler ve Hıristiyanlar, kitaplarında Hz. Muhammed‟in geleceğine, peygamberliğine ve Ģahsiyetine dair âyetler bulunduğu, onun peygamber olduğunu bildikleri halde bu ge r- çeği ve Kur‟ân-ı Kerîm‟i inkâr etmek, bu konuda insanların kalplerine Ģüphe düĢürmek ve müminleri Ġslâmiyet‟ten soğutmaya çalıĢmak suretiyle sebîlüllahı eğri göstermeye 645 çalıĢmıĢlardır. 3.16. DALLE ( ََّل FĠĠLĠ ( َض Dalle fiili sözlükte “kaybolmak, kaybetmek, düĢürmek, sapmak, yanılmak, yoldan çıkmak, helak olup gitmek” manalarına, if„âl babı olan “edalle” fiili ise “saptırmak, ya- 646 nıltmak, yoldan çıkarmak” anlamlarına gelmektedir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de sebîl veya 642 “De ki: “Ey kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah‟ın yolunu eğri ve çelişkili gösterme- ğe yeltenerek inananları Allah‟ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”Âl-i Ġmrân, 3/99. 643 “Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize va'dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va'det- tiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah‟ın lâneti zalimlere!” diye seslenir. Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göster- mek isteyenlerdir. Onlar âhireti de inkâr edenlerdir.” „raf, 7/44-45. 644 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 530. 645 Komisyon, Kur‟ân Yolu, I, 641. 646 Taberî, a.g.e., II, 415; Ġbn Fâris, a.g.e., III, 356; Ġbn Manzûr, a.g.e., XI, 390. 119 sebîlüllah kavramları ile birlikte “hak yoldan sapmak” manasında on dört; “hak yoldan 647 saptırmak” manasında ise on defa kullanılmıĢtır. Sebîlüllahtan sapanların neden saptık- larının bilinmesi aynı hataya düĢülmemesi açısından son derece önemlidir. Çünkü Allah 648 Teâlâ, kendi yolundan sapanları çok iyi bilmekte ve onlara âhiret günü karĢılaĢacakları 649 elîm ve Ģiddetli bir azabı haber vermektedir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de bu sapma nedenleri Ģöyle açıklamıĢtır: 650 a. Allah‟tan baĢkasına ibadet etmek. 651b. Peygamber ile alay etmek. c. 652Nankörlük ederek imanı küfre tercih etmek. 653 d. Dinde aĢırıya gitmek. e. Vahyin peyderpey iniĢine itiraz edip toplu inmesini isteyerek vahyin nüzul Ģek- 654 lini beğenmemek. 655f. Nefsin arzularını ilâh edinmek. g. 656Müslümanları bırakıp inkârcıları kendine dost ve sırdaĢ edinmek. 647 Abdulbâkî, a.g.e., s. 421. 648 “… Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” Nahl, 16/125; Ayrıca bkz: Necm, 53/30; Kalem, 68/7. 649 “Allah‟ın yolundan saptırmak için O‟na ortaklar koştular. De ki: “Bir süre daha faydalanın. Çünkü varı- şınız ateşedir.” Ġbrâhîm, 14/30; Ayrıca bkz: Hac, 22/9; Furkân, 25/42; Lokmân, 31/6; Sâd, 38/26; Zümer, 39/8. 650 “Rabbinin, onları ve Allah‟ı bırakıp da taptıkları şeyleri bir araya getireceği ve (taptıklarına), “Siz mi saptırdınız benim şu kullarımı, yoksa onlar kendileri mi yoldan saptılar” diyeceği günü hatırla.” Furkân, 25/17. 651 “Onlar seni görünce ancak eğlenceye alırlar. “Allah‟ın peygamber olarak gönderdiği adam bu mu? Biz, ilâhlarımıza sımsıkı sarılmasaydık neredeyse bizi ilâhlarımızdan uzaklaştıracaktı” (derler.) Onlar yakın- da azabı gördükleri zaman, yolca kimin daha sapık olduğunu görecekler. ” Furkân, 25/41-42. 652 “… Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.” Bakara, 2/108; Ayrıca bkz: Mâide, 5/12. 653 “De ki: Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın.” Mâide, 5/77. 654 “İnkâr edenler, “Kur‟ân ona bir defada toptan indirilseydi ya!" dediler. Biz, Kur‟ân‟la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk. Onlar sana hiçbir misal getir- mezler ki (buna karşılık) sana gerçeği ve en güzel açıklamayı getirmiş olmayalım. Yüzüstü cehenneme sü- rüklenecek olanlar var ya; işte onlar konumları itibariyle daha kötü, tuttukları yol itibariyle daha sapık- tırlar.” Furkân, 25/32-34. 655 “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onla- rın çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gi- bidirler, belki yolca onlardan daha da sapıktırlar.” Furkân, 25/43-44. 656 “Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin… Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.” Mümtehine, 60/1. 120 Sebîlüllahtan kendileri saptıkları yetmezmiĢ gibi Müslümanları da saptırmak iste- yenler her zaman bulunmuĢtur. Bu kiĢilerin inananları saptırmak için kullandıkları yollar da Ģunlardır: 657 a. Allah‟a ortaklar koĢmak. 658 b. Bilgisizce ve kibirlenerek Allah hakkında tartıĢma açmak. 659c. Zann ile karar verip yalan söyleyen çoğunluğa uymak. 660d. Eğlenceli, asılsız, faydasız ve yaldızlı sözler kullanmak. 661 e. Kendine güvenerek itaat edenleri hak yoldan saptırmak. 662 f. Kötülüğü emreden nefsin hevâ ve heveslerine uymak. 657 “İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O‟na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O‟na yalvardığını unutur ve Allah‟ın yolundan saptırmak için O‟na eşler koşar... ” Zümer, 39/8; Ayrıca bkz: Ġbrâhîm, 14/30. 658 “İnsanlardan öylesi de vardır ki, bir ilmi, bir yol göstericisi, aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde kibirle- nerek insanları Allah‟ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir re- zillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabını tattıracağız.” Hac, 22/8-9. 659 “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” En„âm, 6/116. 660 “İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlen- celik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır. ” Lokmân, 31/6. 661 “Yine şöyle diyecekler: Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptır- dılar.” Ahzâb, 33/67. 662 “Ona dedik ki: Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah‟ın yolundan saptırır. Allah‟ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.” Sâd, 38/26. 121 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ALLAH YOLUNDA OLMA 122 1. SEBÎLÜLLAH KAVRAMININ AYIRT EDĠCĠ BĠR MĠHENK TAġI OLMASI Kur‟ân-ı Kerîm, insanları inanç bakımından üçe ayırarak inanılması farz olan temel hükümlerine tereddütsüz inanıp tasdik edenleri mümin; Hz. Peygamberi ve onun Allah‟tan getirdiği kesinlikle sabit olan bilgileri yalanlayan, tevatür yoluyla bize ulaĢmıĢ bulunan 663 hükümlerden birini ya da bir kaçını inkâr edenleri kâfir, kalben inanmadığı halde inkârı- nı saklayıp dili ve davranıĢlarıyla inanmıĢ görünenleri de münafık olarak nitelendirmiĢtir. Bu üç grup arasındaki sınırların Kur‟ân-ı Kerîm‟in daha ilk sayfalarında gayet açık ve net 664 bir biçimde ortaya konulması konunun önemine iĢaret etmektedir. Mümin ile kâfir; mümin ile münafık arasındaki itikadî ve amelî farklılıkları her yö- nüyle ortaya koyan Kur‟ân-ı Kerîm‟in bir adı da hak ile bâtılı, doğru ile yanlıĢı birbirinden 665 ayıran manasına gelen “Furkân”dır. Bu yüzden nasıl ki sarraflar altının kaç ayar olduğu- nu anlayabilmek için mihenk taĢına baĢvuruyorlarsa Müslümanlar da inanç ve amellerin 666 doğruluğunu tespit etmek için Kur‟ân‟a ve onun tefsiri mesabesinde olan sünnete baĢ- vurmalıdır. Çünkü Peygamberimiz: َّسْكُتْمَبِِهَماَِكَتاَبََاللَِّهَ َّنََرُسوَلَاللَِّهَصلىَاللهَعليهَوسلمََقاَلََتَرْكُتَِفيُكْمَأَْمَرْيِنَلَْنََتِضلُّواََماََتَم َأ َ" ِّيِهَ" َنِب َّنَةَ َوُس “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: 667 Onlar Allah‟ın Kitab‟ı ve Resûlü‟nün sünnetidir.” hadisi ile bizlere en sağlam mihenk taĢlarını göstermiĢtir. 663 Fikret Karaman, “Kâfir”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DĠB Yayınları, Ankara 2010, s. 357. 664 Bkz: Bakara, 2/1-20. 665 Furkân, 25/1. 666 Nisâ, 4/59. 667 Muvatta, “Kader”, 3. 123 Kur‟ân ve hadislerdeki sebîlüllah kavramı söz konusu farklılıkları ortaya çıkaran temel kavramlardandır. GidiĢat, tavır ve hayat tarzı demek olan „sebîl‟e yani kiĢinin tut- tuğu, izlediği yola bakıldığında onun inanç açısından hangi grupta olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla sebîlüllah kavramı, insanları sınıflandırabileceğimiz bir ölçüyü ifade etmektedir. Bu kavram, Allah‟ın yolu manasına geldiğine göre kiĢinin bu yola uy- gun amel etmesi onun mümin olduğuna, aksi davranıĢlar sergilemesi ise fâsık, inkârcı veya münafık olduğuna delâlet etmektedir. Bu yüzden münafıkların gizli emeller içeren hal ve hareketleri bile Kur‟ân‟ı ve sünneti kendine rehber edinmiĢ ferasetli bir müminin 668 gözünden kaçmamaktadır. Sebîlüllah kavramı, özellikle inkârcıları ve münafıkları iman edenlerden ayırt etmesi ve müminler arasındaki derece farkını ortaya çıkarması bakımından önemli bir mihenk taĢı- dır. Burada önemine binaen söz konusu üç durum hakkında bilgi verilecektir. 1.1. SEBÎLÜLLAH‟IN ĠMAN EDENLER ĠLE ĠNKÂRCILARI AYIRT ETMESĠ Ġman, küfrün tam zıddı bir durumu ifade ettiği için bu iki kavramın ortak bir nokta- da buluĢmaları asla söz konusu olamaz. Ġnsan, hem mümin hem de inkârcı olamayacağın- dan imanın sınırlarını geçip küfre düĢmemesi için bu iki kavram arasındaki farkları çok iyi bilmesi gerekir. Ġnsanlık tarihi iman ve küfür etrafında toplanan insanların mücadeleleri ile doludur. Allah Teâlâ, bu durumu Ģu âyetiyle bizlere haber vermektedir: َ ةَ...﴾ ﴿ََقْدََكاَنَلَُكْمَاَٰي ةَٖفىَِفَئَتْيِنَالَْتَقَتاَِفَئ ةَتَُقاتُِلَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََواُْخٰرىََكاِفَر “Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk 669 Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi …” Âyete göre cihad söz konusu olduğu zaman kiĢinin bulunduğu yer, onun inanç ba- kımından safını belli etmektedir. Nisâ sûresinin 76. âyetinde bu durum daha açık ifade edilmektedir: َّشْيَطاِنَ َالَّٖذيَنَاَٰمُنواَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَاللَِّٰهََوالَّٖذيَنََكَفُرواَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَالطَّاُغوِتََفَقاتِلُواَاَْولَِياَءَال َ﴿َ َّشْيَطاِنََكاَنََضٖعيًفاَ﴾ َِّنََكْيَدَال ا 668 Muhammed, 47/30. 669 Âl-i Ġmrân, 3/13. 124 “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” Allah‟ın dıĢında kendisine tapınılan ve Allah‟a karĢı azgınlaĢan her Ģey tâğût kav- 670 ramının kapsamı içine girdiğine göre ortada iki grup insan bulunmaktadır. Allah‟ın yo- lundan gidenler ve tâğûtun yolundan gidenler… Sebîlüllahın mihenk taĢı olması iĢte tam bu noktadadır. Ġnsanın dili ile iman ettiğini iddia etmesi onu görünüĢte Müslüman yapabi- lir. Ama uğrunda mücadele ettiği idealler, takip ettiği hayat tarzı imanî açıdan sahip olduğu asıl konumunu ortaya çıkarmaktadır. Müslüman bir kiĢinin tâğûtun yollarından gitmesi ve bu uğurda mücadele etmesi nasıl mümkün değilse bir inkârcının da Allah yolunda O‟nun rızasını kazanmak için savaĢması mümkün değildir. Bu noktada Ģu hadis-i Ģerif, konuyu bir adım daha ileri taĢımakta ve ihlâsı devreye sokmaktadır: “A„râbî‟nin biri Resûlullah‟a (sav) gelerek: „Kimisi şöhret için, kimisi övsün diye, kimisi de ganimet elde etmek için savaşıyor. (Bu konuda ne dersin?) deyince, Resûlul- lah: „Yalnızca Allah‟ın Kelimesi üstün olsun diye savaşan kimsenin mücâhedesi Allah yo- 671 lundadır‟ diye cevap vermiştir.” Hadisten anlaĢılacağı üzere kiĢinin sadece müminler safında savaĢması da onun uhrevî açıdan Allah yolunda olduğunun bir delili olamamakta- 672 dır. Allah katında kiĢinin niyeti ve buna bağlı amelleri asıl belirleyici unsur olduğundan asıl Allah‟ın yolunda olanların Allah‟ın kelimesinin / hükmünün / dininin üstün olması için mücadele edenler olduğu vurgulanmıĢtır. Sebîlüllah uğrunda canları ve malları ile cihad etmek müminlerin en önde gelen va- sıflarındandır. Çünkü Allah Teâlâ, müminleri bize Ģöyle tanıtmaktadır: َِسِهْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَ َُّمَلَْمََيْرَتاُبواََوَجاَهُدواَبِاَْمَوالِِهْمََواَْنُف ْلُمْؤِمُنوَنَالَّٖذيَنَاَٰمُنواَبِاللِّٰهََوَرُسولِٖهَث ﴿َاِنََّماَا ََنَ﴾ َّصاِدقُو اُولِٰئَكَُهُمَال “Müminler ancak, Allah‟a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Al- lah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta ken- 673 dileridir.” 670 Taberî, a.g.e., IV, 558. 671 Ebû Dâvud, “Cihâd”, 24. 672 “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” Müslim, “Birr”, 33; Ġbn Mâce, “Zühd”, 9. 673 Hucurât, 49/15. 125 Allah Teâlâ, müminlerden din uğrunda mücadele etmelerini emretmektedir. Eğer bu emri yerine getirmeyip dinlerinden dönerlerse Allah, onların yerlerine baĢka bir toplu- luk getireceğini haber vererek Ģöyle buyurmaktadır: ُّبونَُهَاَِذلَّ ةََعَلىَ ُّبُهْمََوُيِح ْاتِىَاللُّٰهَبَِقْو مَُيِح َُكْمََعْنَٖديِنٖهََفَسْوَفََي َّدَِمْن َايَُّهاَالَّٖذيَنَاَٰمُنواََمْنََيْرَت ﴿ََياَ َلْوَمَةََلائ ِمَٰذلَِكََفْضلََُاللِّٰهَُيْؤٖتيِهََمْنَ َّز ةََعَلىَالَْكاِفٖريَنَُيَجاِهُدوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاََيَخافُوَنَ َاِع الُْمْؤِمٖنيَنَ َ مَ﴾ َيَشاُءََوالَلُّٰهََواِس عََعٖلي “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah‟ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah‟ın bir lütfudur. Onu 674 dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” Bu âyet-i kerîmede Allah‟ın sevdiği hakiki Müslümanların bir özelliğinin de Allah yolunda cihad etmek olduğu haber verilmektedir. Sebîlüllah uğrunda mücadele etmek nasıl ki Müslümanların ayırt edici bir özelliği ise Allah yolundan engellemek, ona set çekmek, onu eğri göstermek de inkârcıların ayırt edici bir özelliğidir. ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََوَيْبُغونََهاَِعَوًجاََوُهْمَبِاْلاِٰخَرِةَُهْمََكاِفُرونَََ﴾ َالَّٖذيَنََيُص ﴿ “Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen 675 kimselerdir. Hem de onlar âhireti inkâr edenlerin ta kendileridir.” Ġnkârcılar sadece dilleri ile Allah‟ın yolunun eğri ve yanlıĢ bir yol olduğunu iddia edip ondan alıkoymakla kalmazlar iĢi daha da ileri bir noktaya taĢırlar: ََنَ َُّمَُيْغَلُبو َِهْمََحْسَرًةَث َّمََتُكوُنََعَلَْي ََسُيْنِفُقونََهاَثُ ُّدواََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََف َاْمَوالَُهْمَلَِيُص َِّنَالَّٖذيَنََكَفُرواَُيْنِفُقوَنَ ﴿َا َّنَمَُيْحَشُرونَََ﴾ َوالَّٖذيَنََكَفُرواَاِلٰىََجَه “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenil- 676 giye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.” 674 Mâide, 5/54. 675 Hûd, 11/19. 126 Âyetin en dikkat çekici yönü inkârcıların Allah‟ın yolundan engelleme mücadele- sinde ölünceye / kıyamete kadar mallarını harcayacaklarının bizlere haber verilmesidir. Gerek geçmiĢte, gerekse günümüzde inkârcıların Ġslâm dinine karĢı verdikleri mücadele- ler apaçık ortadadır. Tüm Ġslâm âleminde yürütülen misyonerlik faaliyetlerini finanse etmek ve özellikle görsel medya aracılığı ile Allah‟ın yolunu eğri göstermek için inkârcı- ların ayırdıkları bütçeler her geçen gün artmaktadır. Ama âyet-i kerîmedeki mucize kabîlinden haber verilen yürek acısı ve yenilgi her zaman onların kaderleri olmuĢtur. Buna ilaveten Allah yolundan alıkoyanların kendi inançları açısından iyi niyetle yaptıkla- rı tüm amellerinin boĢa gideceği ve âhirette hüsrana uğrayanlardan olacakları da haber verilmektedir. Fakat iman edip sâlih amel iĢleyen, Hz. Muhammed‟e (sav) indirilene iman edip Allah‟ın yolundan gidenlere gelince onların günahları örtülecek ve halleri dü- zeltilecektir. Bu iki gruba yapılan farklı uygulamanın nedeni ise kiĢilerin iman, bâtıl ve 677 sebîlüllah karĢısında takındıkları tavırlardır. 1.2. SEBÎLÜLLAH‟IN ĠMAN EDENLER ĠLE MÜNAFIKLARI AYIRT ETMESĠ Allah yolunda hicret, Müslümanlar ile münafıkları ayırt eden bir mihenk taĢıdır. Ni- tekim Nisâ sûresinin 89. âyetinde Ģöyle buyurulmaktadır: ََنََسَواًءََفَلاََتتَِّخُذواَِمْنُهْمَاَْولَِياَءََحتّٰىَُيَهاِجُرواَٖفىََسٖبيِلَاللّٰهََِ...﴾ ُّدواَلَْوََتْكُفَُروَنََكَماََكَفُرواََفَتُكونُو ﴿ََو “Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olası- nız. Bu sebeple, Allah yolunda hicret edinceye kadar onları dost edinmeyin ...” Allah Teâlâ, asr-ı saadette Müslüman olduklarını iddia eden bazı münafıkların sa- mimiyetlerini ispat etmeleri için hicreti ve Müslüman topluluğa katılmalarını Ģart koĢmuĢ- tur. Bu Ģartı yerine getirmeleri onların inkârcılardan ayırt edilmelerine sebep olacaktır. O devirde sebîlüllah uğrunda hicret, kiĢinin iman ikrarındaki samimiyet derecesini ortaya koyan bir mihenk taĢıdır. Allah Teâlâ, insanların inançlarının apaçık bir Ģekilde ortaya çıkması için savaĢı ve musibetleri de bir araç kılmıĢtır. Nitekim Âl-i Ġmrân sûresinin 166-167. âyetleri Allah yo- 676 Enfâl, 8/36. 677 Bkz: Muhammed, 47/1-3. 127 lunda savaĢmanın iman edenler ile münafıkları ayırt etmede bir ölçü olduğunu Ģöyle haber vermektedir: ْلَجْمَعاِنََفِبِاْذِنَاللِّٰهََولَِيْعَلَمَالُْمْؤِمٖنيَنََولَِيْعَلَمَالَّٖذيَنََناَفُقواََوٖقيَلَلَُهمَْ ْلَتَقىَا ﴿ََوَماَاََصاَبُكْمََيْوَمَا َاْقَرُبَِمْنُهْمَ ََتَعالَْواََقاتِلُواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََاِوَاْدَفُعواََقالُواَلَْوََنْعَلُمَِقَتاًلاََلاتََّبْعَناكُْمَُهْمَلِْلُكْفِرََيْوَمِئ ذَ َاْعَلُمَبَِماََيْكُتُمونَ﴾ لِْلٖايَماِنََيُقولُوَنَبِاَْفَواِهِهْمََماََلْيَسَٖفىَقُلُوبِِهْمََواللُّٰهَ “İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah‟ın izniyledir. Bu da müminleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara (münafık- lara), “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin” denildi de onlar, “Eğer sa- vaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.” Münafıklar, savaĢmamak için türlü bahaneler ileri sürüp yalanlar söylemekle birlik- 678 679 te Müslümanların yüreklerine korku salmak ve Ģehit olanlar hakkında da “… eğer 680 onlar bizim yanımızda kalsalardı ne ölürlerdi ve ne de öldürürlerdi …” demek suretiyle fitne çıkarmak istemekteydiler. Bu açıdan münafıkların sebîlüllah uğrundaki savaĢ karĢı- sında takındıkları bu tavırlar onların ayırt edici özelliklerindendir. Müminler ise bu durum karĢısında Ģöyle dua etmektedirler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı 681 sağlam bastır ve şu inkârcı kavme karşı bize yardım et.” 1.3. SEBÎLÜLLAH‟IN MÜMĠNLER ARASINDAKĠ DERECE FARKINI ORTAYA ÇIKARMASI Allah Teâlâ, gerek dünyada gerekse âhirette müminler arasında derece farkı oldu- ğunu Ģu âyetiyle bildirmiĢtir: ََنَ﴾ َّماََيْعَملُو ُّبَكَبَِغاِف لََع َّماََعِملُواََوَماََر ٍّلََدَرَجا تَِم ﴿ َولُِك 678 Tevbe, 9/49; Ahzâb, 33/13. 679 Âl-i Ġmrân, 3/173. 680 Âl-i Ġmrân, 3/156. 681 Bakara, 2/250; Ayrıca bkz: Âl-i Ġmrân, 3/147. 128 “Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından haber- 682 siz değildir.” Az amel ile çok amele; ihlaslı amel ile ihlassız amele aynı muameleyi yapmak ve aynı mükâfatı vermek Allah Teâlâ‟nın adaletine aykırıdır. Kur‟ân-ı Kerîm, müminler ara- sındaki derece farklılıklarını oluĢturan bu konuları bizlere açıklamaktadır ki sebîlüllah uğ- runa verilen mücadele, bu konuların baĢında gelmektedir. Allah yolunda cihada çağrılıp canları ve mallarıyla koĢanlar ile yerlerinde oturup kalanlar asla bir olmazlar. Bu konuda Allah Teâlâ Ģöyle buyurmaktadır: َْمَ َّضَرِرََوالُْمَجاِهُدوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَبِاَْمَوالِِه ْلَقاِعُدوَنَِمَنَاْلُمْؤِمٖنيَنََغْيُرَاُولِىَال ﴿ََلاََيْسَتِوىَا َّضَلَ ْلُحْسنٰىََوَف ًّلاََوَعَدَاللُّٰهَا َّضَلَاللُّٰهَالُْمَجاِهٖديَنَبِاَْمَوالِِهْمََوَانُْفِسِهْمََعَلىَالَْقاِعٖديَنََدَرَجةًَََوكُ َواَنُْفِسِهْمََف اللُّٰهَالُْمَجاِهٖديَنََعَلىَالَْقاِعٖديَنََاْجًراََعٖظيًماَ﴾ “Müminlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olamaz. Allah, mallarıyla, canlarıyla savaşanları, derece itibariyle oturanlardan çok üstün kıldı. (Gerçi) Allah hepsine de cenneti vâdet- miştir. (Fakat) Allah, savaşanlara oturanların üstünde daha büyük bir ecir vermiş- 683 tir.” Cennet, iman ile ölen her mümine verilecek bir mükâfat olmakla birlikte onun da 684 çeĢitli dereceleri vardır. Yukarıdaki âyette görüleceği gibi sebîlüllah uğrundaki mücade- le, mümine cennet dereceleri bahĢeden amellerin baĢında gelmektedir. Çünkü sebîlüllahın en üst derecesi Allah yolunda savaĢmaktır ve Müslümanın bu uğurda vereceği can, Rabbi uğrunda feda edebileceği en değerli varlığıdır. Bu fedakârlığın karĢılığı ise Allah‟ın rızası 685 ve cennettir. Bazı ameller insanlar katında çok değerli, saygın ve övgüye layıktır. Ama Müslü- manların ameller hakkındaki bakıĢ açısı ve mihenk taĢı Kur‟ân-ı Kerîm olduğuna göre hangi amellerin Allah katında daha değerli, saygın olduğunu tespit etmek için ona danıĢıl- malıdır: 682 En„âm, 6/132. 683 Nisâ, 4/95. 684 Tevbe, 9/72; Yûnus, 10/9; Furkân, 25/15; Secde, 32/19; Saf, 61/12. 685 Âl-i Ġmrân, 3/169-170, 195; Hac, 22/58. 129 ْلَحَراِمََكَمْنَاَٰمَنَبِاللِّٰهََوالَْيْوِمَاْلاِٰخِرَوَََجاَهَدَٖفىََسٖبيِلَ ِّجََوِعَماَرَةَالَْمْسِجِدَا ﴿َاََجَعْلُتْمَِسَقاَيَةَالَْحا َّظالِٖميَناَلَّٖذيَنَاَٰمُنواََوَهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَ اللِّٰهََلاََيْسَتُوَنَِعْنَدَاللِّٰهََواللُّٰهََلاََيْهِدىَالَْقْوَمَال بِاَْمَوالِِهْمََوَانُْفِسِهْمَاَْعَظُمََدَرَجًةَِعْنَدَاللِّٰهََواُولِٰئَكَُهُمَالَْفائَُِزونَََ﴾ “Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram‟ın bakım ve onarımını, Allah‟a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) ile bir mi tuttu- nuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez. İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebele- 686 ri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” 687 Cahiliye devrinde Mescid-i Haram ile ilgili görevlere aĢırı derecede önem veril- mekteydi. Bu görevleri yapan aileler KureyĢ kabilesi içinde, KureyĢ kabilesi de diğer Araplar içinde üstün addedilmekteydi. Fakat bu iĢler faydalı olmalarının yanında daha çok övgü ve gösteriĢ yönü ağır basan amellerdir. Bu nedenle Ġslâm dini açısından sebîlüllah ile ilgili amellere nazaran çok daha değersizdirler. Hamdi Yazır, imaret ve su dağıtma iĢinin -isterse o iĢ Mescid-i Haram‟da yapıl- sın- iman edip Allah yolunda cihad edenlerin yaptığı hizmetlere benzetilmesinin müm- kün olamayacağını belirterek Ģunları kaydetmektedir: “Bir kere iman etmeden yapılan sakalık ve imar iĢleri Allah katında iman olmadığı için bir hiçtir. Ġmanla yapıldığı takdir- de bile -gerçi hacılara su vermek ve bizzat Kâbe‟ye hizmet etmek, Allah katında sevabı olan faziletli amellerdendir- Allah yolunda cihad eden müminlerin iman, amel ve cihadı- na eĢdeğer olamazlar. MüĢriklerin yaptığı gibi, imansız sakalık ve imaret hizmetini, iman ve cihada üstün tutmak veya eĢit saymak Ģöyle dursun, imanla beraber sakalık dahi ci- hadla bir tutulamaz. Böyle bir benzetme bile büyük bir haksızlık ve zulüm olur… BaĢka- ları sakalık ve imaret de dâhil olduğu halde diğer olgunluk ve faziletlerin hepsini elde etmiĢ olsalar bile, bu mücahidlerin, sırf mücahid oldukları için, Allah katındaki rütbe ve 688 dereceleri yine de hepsinden üstündür.” Yukarıdaki âyetin devamında sebîlüllah uğ- runda yapılan hicret ve cihadın karĢılığının Rabbin rızası, rahmeti ve ebedî kalınacak 689 olan cennet olduğu bildirilmiĢtir. 686 Tevbe, 9/19-20. 687 Bunlar sikâye hac mevsiminde hacılara su dağıtma; rifâde hacılara yemek verme; imâre, hicâbe ve sidâne ise Kâbe‟nin bakım ve korunması vazifeleridir. 688 Yazır, a.g.e., IV, 295-296. 689 Tevbe, 9/21-22. 130 Sebîlüllah uğrunda yapılan cihad, infâk gibi amellerin diğer amellere üstün olmala- rının yanında yapılıĢ zamanlarına göre kendi içlerinde de derece farklılıkları vardır. Bu konuda Allah Teâlâ Ģöyle buyurmaktadır: َّسٰمَواِتََواْلاَْرِضََلاَيََْسَتٖوىَِمْنُكْمََمْنَاَْنَفَقَِمْنََقْبِلَ ََّلاَتُْنِفُقواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََولِلِّٰهَٖميَراُثَال ﴿ََوَماَلَُكْمَا ًّلاََوَعَدَاللُّٰهَالَُْحْسٰنىََواللُّٰهَبَِماَ ْنَفُقواَِمْنََبْعُدََوَقاَتلُواََوكُ الَْفْتِحََوَقاَتَلَاُولِٰئَكَاَْعَظُمََدَرَجًةَِمَنَالَّٖذيَنََا َ رَ﴾ َتْعَملُوَنََخٖبي “Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah‟ındır. İçinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce harcayanlar ve sava- şanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) vâdetmiştir. 690 Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Bu âyette ve yukarıda değindiğimiz Nisâ sûresinin 95. âyetinde geçtiğine göre cen- net müminlerin hepsine vâdedilmiĢtir. Ama Mekke‟nin fethinden önce yani sıkıntıların hat safhada olduğu, insanların sırf Allah rızası için hicret ve cihad ettikleri dönemde yapılan ameller elbette sonra yapılan amellerden daha üstün olacaktır. Aslında bu prensip, her dö- nemde zafere ulaĢılmasından önce ve/veya sonra Allah yolunda gayret gösteren bütün 691 müminlerin nisbî üstünlükleri için geçerlidir. Müslümanlar zayıf bir konumdayken, ezi- lip hor görülürken yapılan ameller ve çekilen sıkıntılar ile dinin hâkim olup menfaatlerin bollaĢtığı zamanki ameller Allah katında asla eĢit olmayacaktır. Bu sebepledir ki ashab 692 içinde de Bedir SavaĢı‟na katılanlar övülerek üstün görülmüĢlerdir. Allah Teâlâ, gerçek müminlerin özellikleri olarak baĢta iman edip hicret etmeyi, Allah yolunda canları ve mallarıyla cihad etmeyi ve muhacirleri barındırıp onlara yardım 693 etmeyi saymaktadır. 690 Hadîd, 57/10. 691 Esed, a.g.e., s. 1112. 692 “Cebrâil (as) Resûlullah‟a (sav) gelerek: „İçinizdeki Bedir ehlini ne addediyorsunuz?‟ diye sordu. Resûlullah: „Müslümanların en faziletlisi!‟ buyurdu. Cebrail: „Biz de Bedir‟e katılan melekleri öyle (en faziletlimiz) biliyoruz!‟ dedi.” Buhârî, “Megazi”, 11. 693 Enfâl, 8/74; Hucurât, 49/15. 131 2. SEBÎLÜLLAH‟IN DAVRANIġLARA YANSIMASI Allah yolunda olmanın davranıĢlara yansımasını ilgili âyetler ıĢığı altında davet, ci- had, kıtal, infâk, hicret ve sebîlüllah uğrunda feda edilenler baĢlıkları altında toplamak mümkündür. 2.1. DAVET Ġslâm dinini yayma ve Müslümanları dinî görevlerini yerine getirmeye çağırma anlamına gelen davet kelimesi, sözlükte “belli bir hedefi gerçekleĢtirmek için talep et- 694 mek, çağırmak, istemek, seslenmek, ziyafete çağırmak, propaganda yapmak” gibi an- lamlara gelmektedir. Istılahta ise davet, daha ziyade Ġslâm‟a ve Allah‟a izafesiyle Ġslâm dinini insanlara anlatarak benimsetmek ve tatbikini sağlamaktır. Bu açıdan Ġslâm‟ın 695 Ģümûlüne girip dünya ve âhireti ilgilendiren her durumda davet geçerlidir. Davet keli- mesinin Ġslâm‟a ve Ġslâm esaslarının uygulanmasına çağrı anlamına gelen bu manası, onun Ġslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını sağlamayı hedef alan bir faa- liyet olduğunu, dolayısıyla hem gayri müslimlere hem de Müslümanlara yönelik olabile- ceğini göstermektedir. 696 Kur‟ân-ı Kerîm‟de din konusunda insanların zorlanamayacağı, hak ile bâtılın birbirlerinden kesin olarak ayrıldığı için artık iman edip etmemenin insanların kendi ira- 697 delerine bağlı olduğu net bir Ģekilde ifade edilmiĢtir. Ayrıca Hz. Peygamberin dâî, beĢîr, nezîr gibi sıfatlarla nitelendirilmiĢ olması ve onun görevinin davet esasına dayan- 698 dığının özellikle vurgulanmıĢ olması onu takip eden tüm Müslümanlara bir görev yük- lemektedir. Bu görev, her mümin bulunduğu sosyal durum ve ilmî düzeye göre davet ile yükümlü olmasıdır. KiĢi ilk olarak dini öğrenme ve yaĢama adına kendini dine davet ile ikinci olarak da ailesini ve akrabalarını dinin emirlerine uymaya davet ile sorumludur. Bir Müslümanın aile ve akrabalarını daveti ile bir peygamberin kavmini daveti arasındaki tek fark peygamberin 694 Ġbn Manzûr, a.g.e., XIV, 257. 695 Ahmet Önkal, Rasûlüllah‟ın Ġslâma Davet Metodu, Esra Yayınları, 7. baskı, Konya 1992, s. 18. 696 Bakara, 2/256. 697 Kehf, 18/29. 698 “Öyleyse Allah‟a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah‟a karşı gelmekten sakının. Şayet yüz çevirir- seniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.” Mâide 5/92; Ayrıca bkz: Âl-i Ġmrân 3/20; Ra„d 13/40. 132 insanları Allah‟ın indirdiği yepyeni bir Ģeriata çağırması; Müslümanların ise insanları pey- gamberinin davetine çağırmasıdır. Dolayısıyla bir peygamberin tebliğden vazgeçmesi nasıl caiz olmazsa bir Müslümanın da davetten vazgeçmesi öyle caiz olmaz. Üçüncü olarak kiĢi eğer âlim ise etrafındaki tüm insanları, yönetici ise emri altındaki tebaasını davet ile so- rumludur. Hz. Peygamber, bu üç durumda da tebliğini eksiksiz yapmak suretiyle herkese en güzel örnek olmuĢtur. Müslümanlar her türlü pozisyonlarında Peygamberimiz ile dave- 699 tin bu sorumluluğunu paylaĢmaktadırlar. Kur‟ân-ı Kerîm‟de davetin sebîlüllah kavramı ile birlikte kullanıldığı tek âyet, Nahl sûresi 125. âyetidir: َّبَكَُهَوَاَْعَلُمَبَِمْنَ َِّنََر ْلَحَسَنِةََوَجاِدلُْهْمَبِالَّٖتىَِهَىََاْحَسُنَا َِّبَكَبِالِْحْكَمِةََوالَْمْوِعَظِةَا َ﴿َاُْدُعَاِلٰىََسٖبيِلََر َّلََعْنََسٖبيِلٖهََوُهَوَاَْعَلُمَبِاْلُمْهَتٖدينََ.﴾ َض “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en gü- zel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” Ayrıca Yûsuf sûresinin 108 âyetinde geçen “َِاَْدُعواَاِلَىَاللّٰه” (Allah‟a çağırıyorum) ifa- desi anlam bakımından fî sebîlillah kavramını çağrıĢtırmaktadır. Zira, ﴿َقُْلَٰهِذٖهََسٖبيٖلىَاَْدُعواَاِلَىَاللِّٰهََعلٰىََبٖصيَر ةَاَنَاََوَمِنَاتََّبَعٖنىََوُسْبَحاَنََاللِّٰهََوَماَاَنَاَِمَنَاَْلُمْشِرٖكينَََ﴾ “De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah‟a çağırırız. Al- lah‟ın şanı yücedir. Ben, Allah‟a ortak koşanlardan değilim.” Ģeklindeki âyette söz konusu ifadenin öncesinde “ََسٖبيٖلى -Bu benim yolumdur) denilmesi bu manayı kuvvetlendir) ”ٰهِذٖه mektedir. Ayrıca Allah‟a yapılan çağrının “O‟nun uyulmasını emrettiği yollarına yapılmıĢ- çağrı” olduğu açıktır. Bu âyetler, insanların neye ve nasıl davet edilmeleri gerektiği konusunu ve sebîlül- laha yapılan bu davet faaliyetlerinin istenen sonucu vermesi için, gösterilen usûlün doğru bir Ģekilde tatbik edilmesi gerekliliğini gayet açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Çünkü 699 Bûtî, Said Ramazan, Fıkhu‟s-siyre -Peygamberimiz (s.a.v.)‟in Uygulamasıyla Ġslâm-, çev. Ali Nar - Orhan Aktepe, Gonca Yayınevi, 4. baskı, Ġstanbul 1987, s. 103-105. 133 kullanılan metot hatalı ve uzaklaĢtırıcı ise sadece davanın yüceliği baĢarı için yeterli ol- 700 mamaktadır. Bu bakımdan davette metot, davetin ayrılmaz bir parçasıdır. Hz. Peygamber‟in risâlet süresi boyunca en yakınında bulunanlardan baĢlayarak sonunda bütün Arap yarımadasını kapsayan davet faaliyetinde ulaĢtığı büyük baĢarı, onun uyguladığı davet metotlarının son derece tutarlı, mâkul, mantıkî, sistemli, gerçekçi, 701 olayların geliĢimine uygun ve baĢarıya götürücü metotlar olduğunu göstermektedir. Yûsuf sûresinin 108. âyetini tefsir eden Hamdi Yazır, Hz. Peygamber‟in kendi yoluna çağırırken kullandığı metodu Ģöyle açıklamaktadır: “Bu âyet gösteriyor ki, dine davet ancak bu Ģartlarla caiz ve verimli olur. Yani müĢrikler gibi körü körüne ve birtakım bâtıl ve bozuk maksatlar uğruna veya kendi nefsanî hevesleri uğruna değil; basiret üzere, ne dediğini bilerek, ihlas ve samimiyetle, edep, nezahet ve hikmet çerçevesinde ve ancak Allah rızası gözetilerek Allah‟a davet edilmelidir. Yoksa din ve dindarlık sırf bir gurur- 702 dan, kof bir iddiadan ibaret kalır. Nahl sûresinin yukarıda zikredilen 125. âyetindeki “Rabbinin yoluna hikmetle ve tatlı dille, güzel öğütlerle davet et, onlarla en güzel şekilde mücadele et...” ilâhî emri, bu noktayı daha ayrıntılı olarak açıklamıĢtır. Bu âyette muhatap belirtilmeyip (mef‟ulün haz- 703 fedilmesi) ifadenin mutlak bırakılması, sebîlüllaha davetin genelliğine bir delil olup Kur‟ân‟ın tek bir zümreyi değil, bütün insanları hidayete erdirmek için gönderilmiĢ bir kitap olduğunu ve davetinin tüm insanları kapsadığını ifade etmektedir. Ayrıca âyet, farklı seviyelerdeki insanlara yönelik olarak özelde Ġslâm davetinin, genelde ilmî ve fikrî tartıĢ- 704 maların, eğitim ve öğretimin baĢlıca yöntemlerini özetlemektedir. Taberî, âyette hikmet ile kastedilenin Allah‟ın kitabı ve Resûlullah‟ın sünneti oldu- ğunu, güzel öğüt ile kastedilenin ise Allah‟ın kitabında beyan ettiği deliller ve ibret alınma- sı gereken hadiseler olduğunu söylemiĢtir. Buna göre âyetin manası: “Ey Muhammed, sen Rabbinin yoluna Allah‟ın kitabı, Resûlü‟nün sünnetiyle ve Allah‟ın beyan ettiği delil ve 705 öğütlerle davet et” Ģeklinde olmaktadır. 700 Ahmed Önkal, “Davet”, ġamil Ġslâm Ansiklopedisi, ġamil Yayınevi, Ġstanbul 1990, I, 372. 701 Çağrıcı, “Da„vet”, DĠA, IX, Ġstanbul 1994, s. 17. 702 Yazır, a.g.e., V, 104. 703 Âlûsî, a.g.e., XIV, 254. 704 Komisyon, Kur‟ân Yolu, III, 453. 705 Taberî, a.g.e., XIV, 400. 134 Râzî, herhangi bir görüĢ ve inanca davetin mutlaka sağlam bir delile (hüccete) dayanması gerektiğini belirterek konuyu Ģöyle izah etmektedir: “Bu deliller üç kısımda incelenir: a. TartıĢmasız doğru bilgi ve kesin inanç sağlayan kesin delil. Âyette hikmet ile kastedilen bu delildir ki bütün bilgi derecelerinin en kıymetlisi budur. b) Güzel öğüt ile kesin bilgiye değil, zannî iĢaretlere ve ikna gücüne dayalı deliller kasdedilmiĢtir. c) Bir gerçeği kanıtlamaktan çok rakibi susturup tartıĢmadan çekilmesini sağlayan deli l- 706 lerdir ki buna da cedel adı verilmektedir.” Sebîlüllaha çağrı ve irĢadla ilgili bu âyette birbiri arkasına zikredilen yönlendirme- lerin her üçü de aslında birbirini tamamlayarak anlam birliği içerisinde bir bütünü oluĢtur- maktadır. Bu birliğin üzerinde odaklaĢtığı kelime hikmettir. Hikmet kavramı, âyetin baĢ kısmında zikredilerek önemi vurgulanmıĢ, devam eden kısımdaki yönlendirmeler ona atfe- dilmiĢtir. Çünkü hikmete davet, muhatapların farklı inanç kesimlerinden olabileceği düĢü- nülse bile, mev‟iza-yı hasene ve en güzel yolla mücadelenin de ruhunu ve özünü oluĢtur- maktadır. Bütün güzellikler ve hasenatlar hikmet kavramının içinde mündemiç olup, ondan 707 ayrı düĢünülebilecek Ģeyler değildir. Sebîlüllaha davetin baĢarıya ulaĢabilmesi için davetin prensiplerinin yanında davet- çilerin Ģahısları ile ilgili prensipler de çok büyük önem arz etmektedir. Ġbrahim Cücük, bu 708 prensipleri âyet ve hadislere dayandırarak Ģöyle özetlemektedir: a) Davetçinin davasına 709 710 inanması, b) Davetçinin davet ettiği davayı bütün incelikleriyle bilmesi, c) Davetçinin 711 davet ettiği hususları bizzat kendisinin yaĢaması, d) Davetçinin davetinde sabır ve sebat 712 713 göstermesi, e) Davetçinin çevresine karĢı merhametli olması, f) Davetçinin tevazu 706 Râzî, a.g.e., XX, 140. 707 Talip ÖzdeĢ, “Ġslâm‟ın Ferdî ve Sosyal Hayata TaĢınmasında Hikmet‟in Esas Alınması”, Ġslâmî AraĢ- tırmalar, Ankara 2001, c. XIV, sy. 2, s. 310. 708 Ġbrahim Cücük, Ayet ve Hadislerle Peygamberimiz; YaĢayıĢı, Ahlakı, Prensipleri, 2. baskı, Ġstanbul 1999, s. 421-424. 709 “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri; Allah‟a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler...” Bakara, 2/285. 710 “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” Bakara, 2/151. 711 “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” Hûd, 11/112; Ayrıca bkz: Bakara, 2/44; 712 “(Ey Muhammed!) O hâlde, yüksek azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret. Onlar için acele etme ...” Ahkâf, 46/35. 713 “Allah‟ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah‟tan bağışlama dile …” Âl-i Ġmrân, 3/159. 135 714 715 sahibi olması, g) Davetçinin davetini sırf Allah rızası için yapması. 716 Hz. Peygamber, sebîlüllaha davet uğrunda nice sıkıntılara göğüs germiĢtir. Resûlullah‟ın davette bu sıkıntılar ile karĢılaĢmasının hikmetlerinden biri de, her asırda omuzlarına davetin sorumluğu yüklenen Müslümanların, davet yolundaki çile ve sıkıntıları gözlerinde büyütmemeleridir. ġayet Hz. Peygamber (sav) davasında gayretsiz veya meĢak- katsiz olarak baĢarıya ulaĢsaydı, elbette ashabı ve onlardan sonra gelen Müslümanlar da davetlerinde rahatlığı ve kolaylığı seçmeyi arzu ederler ve din uğruna bu kadar sıkıntıyı ve musibetleri ağır ve tahammül edilemez kabul ederlerdi. Ama durum böyle olduğu için hiç- bir Müslüman, Peygamberinin tattığı acıyı tatma ve yürüdüğü yolda beraberce yürümeyi 717 göze alma konusunda herhangi bir tereddüt yaĢamamaktadır. 2.2. CĠHAD Sözlükte “güç, kuvvet ve gayret sarf etmek, bir iĢi baĢarmak için elinden gelen 718 bütün imkânları kullanmak” manasındaki “cehd” kökünden türeyen cihad, Cürcânî‟nin 719 çok özlü bir ifadesi ile “hak dine davettir.” Cihad, Ġslâmî literatürde “dinî emirleri öğ- renip ona göre yaĢamak ve baĢkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırma- ya çalıĢmak, Ġslâm‟ı tebliğ, nefse ve dıĢ düĢmanlara karĢı mücadele vermek” Ģeklindeki genel ve kapsamlı anlamının yanında, fıkıhta daha çok Müslüman olmayanlarla savaĢ, 720 tasavvufta ise nefs-i emmâreyi yenme çabası için kullanılmıĢtır. Cihad kavramı, Kur‟ân-ı Kerîm‟de ve hadislerde Allah yolunda savaĢmak anla- mını ifade ettiği gibi dini öğrenmeyi, dinin emir ve yasaklarına uymayı, haram ve günah- lara karĢı nefis ile mücadele etmeyi, Ġslâm‟ın bilinmesi, tanınması, yaĢanması ve yüce l- 714 “Şüphesiz ki, Allah bana sizin tevazu göstermenizi bildirdi. Tâ kî, kimse kimseye karşı böbürlenmesin, kimse kimseye tecavüzde bulunmasın”, Müslim, “Cennet”, 64; Ġbn Mâce, “Zühd”, 16. 715 “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah‟a ait- tir.” ġuarâ, 26/109; Ayrıca bkz: ġuarâ, 26/127, 145, 164, 180. 716 “Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah‟a ortak koşanlara aldırış etme. Şüphesiz biz, Allah ile beraber başka ilâh edinen alaycılara karşı sana yeteriz. İlerde bilecekler. Şüphesiz biz, Allah ile beraber başka ilâh edinen alaycılara karşı sana yeteriz. İlerde bilecekler. Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” Hicr, 15/94-99. 717 Bûtî, a.g.e., s. 140-141. 718 Cevherî, a.g.e., II, 461; Ġsfahânî, a.g.e., s. 101; Fîrûzâbâdî, Kâmus, s. 275. 719 Cürcânî, a.g.e., s. 80. 720 Ahmet Özel, “Cihad”, DĠA, VII, Ġstanbul 1993, s. 527. 136 721 mesi için çalıĢmayı da ifade etmektedir. Ayrıca cihad kavramı, Mekke döneminde Ġslâm‟ın tebliğ edilmesi ve dinin emir ve yasaklarının yerine getirilmesi anlamında kulla- nılmıĢ; Medine döneminde ise fiili savaĢların yapılmaya baĢlanması ile “kıtâl / savaĢ” an- 722 lamını da içermeye baĢlamıĢtır. Cihad, Kur‟ân-ı Kerîm‟de isim olarak dört, bundan türeyen fiil Ģeklinde yirmi dört yerde geçmektedir. Bu âyetlerin yarıya yakını olan on beĢ tanesinde cihad ve sebîlüllah kavramları birlikte kullanılmıĢtır. Ayrıca “Allah yolunda cihad eden” anlamındaki “müca- 723 hid” kelimesi ise dört âyette zikredilmiĢtir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de cihad âyetlerinin birçoğunda “sebîlüllah” kaydının olması çok mühimdir. Ġslâm nazarında, Ģahsî menfaatler arzulanmaksızın, toplumun fayda ve mutlulu- ğu için yapılan her iĢ Allah yolundadır. Bu yüzden Allah yolunda terimi, yalnız Ġslâm‟a mahsus, maddî menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umularak yapılan davranıĢlar 724 için kullanılmaktadır. Cihadı, en ileri noktasındaki savaĢ manasında ele alırsak, “Allah 725 yolunda cihad” Allah‟ın adının en üstün ve yüce olması niyet edilerek yapılan savaĢtır. Çünkü Ġslâm‟da cihad hedefsiz, gayesiz bir savaĢ değildir. Cihada ruh kazandıran da bu husustur. Yoksa Müslümanlardan baĢkaları da savaĢırlar, kendi din ve ideolojilerini yay- maya gayret ederler hatta bu uğurda hayatlarını verirler. Fakat onların bu mücadeleleri 726 Allah yolunda olmadığından Allah katında değer ifade eden bir durum değildir. 727 Cihadın, tüm ameller gibi fî sebîlillah / Allah rızası için yapılması gerekliliğini ifade eden Hamîdullah‟a göre, Batılı araĢtırmacıların “cihad mukaddes savaĢtır” iddiaları ve cihadın anlam ve mahiyetiyle ilgili olarak gerçeği yansıtmayan görüĢleri yanında cihadı 721 Mustansır Mîr, cihad ile savaĢ arasındaki iliĢki hakkında Ģunları kaydetmektedir: “Cihad, ister müspet (hayrı teĢvik etmek gibi), ister menfi (Ģerri defetmek gibi); ister sosyal eylem biçiminde, isterse Ģahsî gay- ret biçiminde; ister ekonomik masraf, isterse fizikî mücadele tarzında olsun; ve isterse dıĢarıdaki düĢmana isterse içerideki düĢmana (yani nefs-i emmare‟ye) karĢı yapılsın Allah yolunda yapılan her türlü davranıĢı içine alır. Dolayısıyla, savaĢ cihad‟ın bir biçimini teĢkil etse de ve cihad hakkındaki âyetler esasen savaĢ- maya yönelik olsa da (Enfâl, 8/74, 75; Tevbe, 9/44 gibi) cihadı savaĢa indirgemek yanlıĢlık ve haksızlık olur. Cihadın kapsamlı mahiyeti, Ankebût, 29/69 gibi âyetlerde beyan edilmektedir: “Ama Biz de (Bizim yolumuzda) cihad edenleri Biz elbetteki yollarımıza iletiriz.” Mîr, Kur‟ânî Terimler ve Kavramlar Söz- lüğü, Ġnkılab Yayınları, Ġstanbul 1996, s. 43. 722 Ġsmail Karagöz, “Cihâd”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DĠB Yayınları, Ankara 2010, s. 99-100. 723 Abdulbâkî, a.g.e., s. 182-183. 724 ġamil ĠA, “Cihad”, ġamil Ġslâm Ansiklopedisi, I-VI, ġamil Yayınevi, Ġstanbul 1990, I, 311 725 Kurtubî, a.g.e., IV, 219. 726 ġadi Eren, Allah Yolunda Cihad, Moralite Yayınları, Ġstanbul 2007, s. 40. 727 “De ki, şüphesiz benim namazım da ibadetlerim de hayatım da ölümüm de âlemlerin rabbi Allah içindir.” En„am, 6/162. 137 “mukaddes savaĢ” (holy war, guerre sainte) Ģeklinde tercüme etmeleri de doğru değildir. Çünkü cihad bir mücadele, maĢerî (kollektif) bir gayreti ifade eder ki, bu da dil ile para ile diğer barıĢçı vasıtalarla olduğu gibi hayatı feda etmekle de olur. Cihad, her zaman savaĢ anlamını ifade etmediği gibi pratikte savaĢın mukaddes sayılması da hayat anlayıĢından kaynaklanmaktadır. Müslüman, ibadeti bile gösteriĢ veya maddî menfaat maksadıyla yapar da Allah‟ın rızasını gözetmezse dince makbul sayılan bir iĢ yapmıĢ olmaz, hatta bu durum onu Ģirke kadar götürebilir. Buna karĢılık yeme, içme ve uyuma gibi gündelik iĢleri Allah‟a hizmet maksadıyla kuvvetlenmek için, sağlığının korunması ve dolayısıyla yaratanın rıza- sına vesile olacak davranıĢlarda bulunmak amacıyla yaparsa bunlar da bir ibadet olur. Do- 728 layısıyla savaĢ da böyledir ve yalnız Allah rızası için yapılır. 729 Ġbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350), Allah yolunda cihadın Ģu gruplara karĢı yapılacağını kaydetmektedir: a) Nefis ile cihad: Dini öğrenme, öğrendikten sonra tatbik etme, bilmeyenlere öğretme ve bu yolda ortaya çıkacak olan sıkıntı ve eziyetlere sabır konusunda nefis ile cihad etmektir. b) ġeytan ile cihad: ġeytanın imanî konuda kulun içine attığı Ģüpheleri ve günah olan bozuk iradeleri ve arzuları def etme konusunda cihad etmektir. c) Ġnkârcılar ve münafıklar ile cihad: Bu gruptakiler ile kalp, dil, mal ve canla 730 cihad etmektir. Bu tanımlama Kur‟ân-ı Kerîm‟in ve hadislerin ruhuna uygun gözükmektedir. Çün- kü mücadele, Allah yolunda kalmak isteyenlerle Allah yolundan döndürmek isteyenler arasında geçmektedir. Bu sebeple Kur‟ân-ı Kerîm ve hadislerde özellikle Allah yolunda çaba sarf etmek anlamındaki “el-cihad fî sebîlillah” ile Allah yolundan vazgeçirmek anla- mındaki “es-sadd „an sebîlillah” ifadelerinin kullanılmıĢ olması bu açıdan anlamlı ve ol- dukça açıklayıcıdır. Nitekim Kur‟ân, müĢriklerin Allah yolundan vazgeçirme çabalarına iĢaret ettikten sonra güçleri yetmiĢ olsa Müslümanları dinlerinden döndürünceye kadar 731 732 savaĢmaya devam edeceklerini haber vermektedir. 728 Muhammed Hamîdullah, Ġslam‟ın Hukuk Ġlmine Katkıları: Makaleler Külliyatı; çev. Salih Tuğ, Mil- liyetçiler Derneği Yayınları, Ġstanbul 1962, s. 93-94. 729 Ayrıca bkz: Ġsfahânî, a.g.e., s. 101. 730 Ġbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I-VI, çev. Heyet, Ġklim Yayınları, Ġstanbul 1989, III, 24-25. 731 “... Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Siz- den kim dininden döner de inkârcı olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, âhirette de boşa gitmiştir ...” Bakara, 2/217. 732 Saffet Köse, “Cihâd ġiddete Referans Olabilir mi?”, Ġslam Hukuku AraĢtırmaları Dergisi, Konya 2007, sy. 9, s. 47. 138 Sebîlüllah kavramı ile birlikte kullanılan cihad âyetleri incelendiğinde, cihada teĢ- vik, bu amelin bir ölçü olarak kabul edilmesi ve Müslümanları tanımlarken ön plana çık- ması gibi hususlar göze çarpmaktadır. Cihad etmek bir Müslümanın en önde gelen vazifelerinden biridir. Hz. Peygamber bir hadisinde Ģöyle buyurmaktadır: “Cihada iştirak etmeden ve cihad niyeti taşımadan ölen 733 (Müslüman) bir çeşit nifak üzere ölmüştür.” Diğer bir hadis-i Ģerife göre ise cihad, tes- limiyet temelleri üzerinde yükselen ve ana direğini namazın oluĢturduğu din binasının do- 734 ruk noktasıdır. ĠĢte dinin doruk noktasını oluĢturan ve bırakın iĢtirak etmemeyi, niyet etmeyen Müslümanın bile kınandığı bir amel olan cihad etmek, birçok âyet ile teĢvik edil- miĢtir. Örneğin; َِّنَالَّٖذيَنَاَٰمُنواََوالَّٖذيَنََهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاُولِٰئَكََيْرُجوَنََرْحَمَتَاللِّٰهََواللُّٰهََغُفو رََرٖحي مَ﴾ ﴿َا “Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, 735 Allah‟ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” َُفِسُكْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَٰذلُِكْمََخْي رََلُكْمَاِْنَُكْنُتْمََتْعَلُموَنَ﴾ ﴿َاِْنِفُرواَِخَفاًفاََوثَِقاًلاََوَجاِهُدواَبِاَْمَوالُِكْمََوَانْ “Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla 736 cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” ﴿َاَلَّٖذيَنَاَٰمُنواََوَهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَبِاَْمَوالِِهْمََواَنُْفِسِهْمَاَْعَظُمََدَرَجًةَِعْنَدَاللِّٰهََواُولِٰئَكَُهُمَ الَْفائُِزونَََ﴾َ “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bun- 737 lardır.” Bu âyetlerde cihad edenlerin âhiret günü elde edeceği mükâfatları hatırlatmak su- retiyle cihada teĢvik vardır. TeĢvik aynı zamanda korkutma ile de yapılabilir. Örneğin Tevbe sûresinin 24. âyetinde cihad ile insanın sahip olmaktan dolayı çok sevindiği ve 733 Müslim, “Ġmâre”, 158; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 17; Nesâî, “Cihâd”, 2; Dârimî, “Cihâd”, 25. 734 Tirmizî, “Ġmân”, 3; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 10. 735 Bakara, 2/218. 736 Tevbe, 9/41. 737 Tevbe, 9/20; Ayrıca bkz: Mâide, 5/35; Tevbe, 9/81. 139 ayrılmaktan aĢırı derecede korktuğu her Ģey karĢılaĢtırılmıĢ ve dehĢet verici bir tehdit ile âyet sonlandırılmıĢtır: َاْمَوا لَاْقَتَرْفُتُموَهاََوتَِجاَر ةََتْخَشْوَنَ َُكْمََو ﴿َقُْلَاِْنََكاَنَاَٰباُؤكُْمََواَْبَناُؤُكْمََواِْخَوانُُكْمََواَْزَواُجُكْمََوَعٖشيَرتُ َّبُصواََحتّٰىََياْتَِىَاللُّٰهَبِاَْمِرٖهَ َِلْيُكْمَِمَنَاللِّٰهََوَرُسولِٖهََوِجَها دَٖفىََسٖبيِلٖهََفَتَر َّبَا َكَساَدَهاََوَمَساِكُنََتْرَضْونََهاََاَح ََنَ﴾ َواللُّٰهََلاََيْهِدىَالَْقْوَمَالَْفاِسٖقي “De ki: „Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazan- dığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah‟tan, O‟nun Resûlü‟nden ve O‟nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah‟ın emri gelinceye kadar bekleyedurun.‟ Allah, fâsıklar topluluğuna hidayet vermez.” Esed, bu âyet ile Ġslâm‟ın, soy ve kan bağına, ırk asabiyetine, ırk düĢkünlüğüne top- lumsal davranıĢları belirleyen temel öğe olarak bakan görüĢ ve eğilimleri reddettiğini ve bir müminin -bireysel ve toplumsal- hayatını üzerinde yükselteceği tek sağlam ve meĢru dünya görüĢününün Allah ve Rasûlü‟ne bağlılık ve Allah yolunda cihad / üstün çaba gös- 738 termek olarak öne çıkarıldığını vurgulamaktadır. Aynı zamanda bu âyet, Allah katında cihadın ne kadar büyük bir amel olduğunu ifade etmesi bakımından da çok önemlidir. Allah Teâlâ, kulları için her zaman hayrı murad etmektedir. Bunun içindir ki hak ile bâtılı apaçık ortaya koymuĢ ve hakkı tebliğ etmeleri için peygamberlerini göndermiĢtir. Bu hakikate kulaklarını kapatan bedbahtların sonunun ise elem verici bir azap olacağı bildi- rilmiĢtir. Saf sûresinde insanı bu elem verici azaptan kurtaracak bir alıĢveriĢin olduğu Ģöyle haber verilmiĢtir: َِٖهََوتَُجاِهُدوَنَفَٖيَ ٖلَي مََُتْؤِمُنوَنَبِاللِّٰهََوَرُسول ُّيَهاَالَّذَٖيَنَاَٰمنَُواََهْلََاُدلُُّكْمََعلٰىَتَِجاَر ةَتُْنجَٖيُكْمَِمْنََعَذا بَاَ ﴿ََيۤاَاَ َّنا تَ َاْنُفِسُكْمَٰذلُِكْمََخْي رَلَُكْمَاِْنَكُْنُتْمََتْعَلُموَنَََيْغِفْرََلُكْمَُذنُوَبُكْمََويَُْدخَِْلُكْمََج َسَٖبيِلَاللِّٰهَبِاَْمَوالُِكْمََو ُّبونََهاَنَْص رَِمَنَاللِّٰهَ َٖظيُمَََواُْخٰرىَتُِح ْلَع َّناِتََعْد نَٰذلَِكَالَْفْوُزَا ِّيَبًةََٖفيََج َتْجرَٖيَِمْنََتْحِتَهاَاْلاَنَْهاُرََوَمَساِكَنََط ِّشِرَالُْمْؤِمَٖنيَنَ﴾ َوَفْت حََقَٖري بََوَب “Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size? Allah‟a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad 738 Esed, a.g.e., s. 353. 140 edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. (Bunu yapınız ki) Allah, günahlarını- zı bağışlasın, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenle- re koysun. İşte bu büyük başarıdır. Seveceğiniz başka bir kazanç daha var: Allah‟tan bir 739 yardım ve yakın bir fetih (Mekke‟nin fethi). Müminleri müjdele!” Allah Teâlâ, kendi rızasına ulaĢmaya çabalayanlara ve yolunda cihad edenlere yar- dım edeceğini, kurtuluĢa giden yollarını göstereceğini ve bu yolların o müminleri karanlık- lardan aydınlıklara çıkaracağını Ģöyle müjdelemektedir: “Allah, onunla (Kur‟ân) rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları 740 izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah, 741 ihsan edenlerle beraberdir.” Bu âyetlerin gündelik hayata yansıması Ģu söz ile çok güzel bir Ģekilde ifade edil- mektedir: “Gayret bizden, tevfîk Allah‟tandır.” Cihad ameli, müminlerin Allah katındaki değerlerini belirleyen bir ölçüdür. Al- lah Teâlâ cihad edenler ile etmeyenlerin mutlaka birbirlerinden ayrılacaklarını haber 742 vermektedir. Cihad edenler ile etmeyenlerin Allah katında asla bir tutulmayacağını ha- ber veren Nisâ sûresinin 95. âyeti Ģöyledir: َّضَلَ َّضَرِرََوالُْمَجاِهُدوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَبِاَْمَوالِِهمَََْوَانُْفِسِهمَََْف ﴿ََلاََيْسَتِوىَالَْقاِعُدوَنَِمَنَالُْمْؤِمٖنيَنََغْيُرَاُولِىَال ََّضَلَاللُّٰهَالُْمَجاِهٖديَنَ ًّلاََوَعَدَاللُّٰهَالُْحْسنٰىََوَف اللُّٰهَالُْمَجاِهٖديَنَبِاَْمَوالِِهْمََوَانُْفِسِهْمََعَلىَالَْقاِعٖديَنََدَرَجًةََوكُ َعَلىَالَْقاِعٖديَنَاَْجًراََعٖظيًماَ﴾ “Müminlerden, özür olmaksızın oturanlar ile Allah yolunda mallarıyla ve canlarıy- la cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” Cennet nimetlerinin tüm Müslümanlara vâdedilmesine karĢın cihad edenler diğerle- rinden üstün tutulmuĢ ve onlara daha büyük mükâfatlar verileceği müjdelenmiĢtir. 739 Saf, 61/10-13. 740 Mâide, 5/16. 741 Ankebût, 29/69. 742 “Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ortaya çıkarmadan, kolayca cennete giriverece- ğinizi mi zannettiniz? ” Âl-i Ġmrân, 3/142. 141 Allah Teâlâ, bazı âyetlerde cihad edenlerin gerçekten iman etmiĢ kiĢiler olduklarını ifade etmiĢtir. Müslümanlar da kendilerini tanımlarken ve Allah katındaki değerlerini an- lamak için bu gibi âyetleri göz önünde bulundurmalıdır. Örneğin, َلُهْمََمْغِفَر ةَ ًّقاَ ﴿ََوالَّٖذيَنَاَٰمُنواََوَهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوالَّٖذيَنَاَٰوْواََونََصُرواَاُولِٰئَكَُهُمَالُْمْؤِمُنوَنََح َوِرْز قََكٖري مَ﴾ “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler ile (hicret edenleri) ba- rındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mümin olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma 743 ve üstün bir rızık vardır.” âyeti ile gerçek müminlerin vasıfları ortaya konulmaktadır. Allah Teâlâ, bedevilerin sadece dilleri ile iman ettiklerini beyan edip bunu amelle- rine yansıtmadıkları için onları kınamıĢ ve haklarında Ģöyle buyurmuĢtur: “Bedevîler „iman ettik‟ dediler. De ki: „İman etmediniz. (Öyle ise, „iman ettik‟ demeyin) „Fakat boyun eğdik‟ deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah‟a ve Peygamberine itaat ederseniz, 744 yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Hemen arkasından gelen âyette ise gerçek müminlerin vasıfları zikredilerek bir kiĢinin sadık mümin olabilmesinin yolları gösterilmektedir: َّمَلَْمََيْرَتاُبواََوَجاَهدَُواَبِاَْمَوالِِهْمََواَْنُفِسِهْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاُولِٰئَكَ ﴿َاِنََّماَالُْمْؤِمُنوَنَالَّٖذيَنَاَٰمُنواَبِاللِّٰهََوَرُسولِٖهَثُ ُقوَنَ﴾ َّصاِد ُهُمَال “Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah‟a ve Resûlü‟ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele ettiler. 745 İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.” Ayrıca Allah Teâlâ, has kullarının özelliklerini sayarken fî sebîlillah uğrunda cihad edenleri de zikretmektedir. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah‟ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yo- lunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, 746 Allah‟ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” 743 Enfâl, 8/74. 744 Hucurât, 49/14. 745 Hucurât, 49/15. 746 Mâide, 5/54. 142 2.3. KITÂL Kıtâl, “öldürmek” anlamındaki “katele / ” fiilinin mastarı olup iki kiĢi veya gru- bun, birbirini öldürme maksadıyla yaptıkları amansız mücadeleyi ifade eder ve tarafların statüsüne göre Türkçe‟de bu manada vuruĢma, çatıĢma, çarpıĢma veya savaĢ kelimeleri 747 kullanılır. Allah‟ın birileri ile “kıtâl”inden söz edilirse o zaman da kıtâl, lanetlemek ma- 748 nasında anlaĢılır. Din ıstılahında ise, kıtâl denince iki grup arasında meydana gelen si- 749 lahlı çatıĢma, daha çok Müslüman olmayanlarla yapılan savaĢ akla gelmektedir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de cihad kavramının savaĢı da kapsadığı kesin olmakla birlikte “iki 750 751 grup arasındaki silahlı çatıĢma” manasındaki harb ve kıtâl kelimeleri ve türevleri de kullanılmıĢtır. Kıtâl, harp ve cihad sözcükleri arasındaki anlam farklılıklarını ele alan Mu- hammed Ammara, kıtâl sözcüğünün daha çok sıcak çatıĢmayı, harb sözcüğünün ise sıradan bir çatıĢma durumunu ifade ettiğini, buna mukabil cihad sözcüğünün ise, ister savaĢ halin- de isterse sulh durumunda yapılması gerekli olan tüm çaba ve gayretler anlamında, çok daha genel bir anlam ifade ettiğini söylemektedir. Bu genel anlamı nedeniyle de çoğu za- 752 man, hususi kıtâl durumu da cihad olarak ifade edilmiĢtir. Ġslâm‟da i„lâ-yi kelimetullah uğrunda savaĢan herkes fî sebîlillah sayılmaktadır. Ke- limetullah, Allah‟ın emirleri, yasakları yani Müslümanların uymak zorunda oldukları Ģeriat ve Allah‟ın indirdiği dinidir. Kelimetullahı yüceltmek ona inanmakla, tatbik ve de müdafaa etmekle olur. Yoksa çocuk bile olsa bir Müslüman müdafaa edilmezse orada i„lâ-yi keli- metullah zarar görmüĢ demektir. ĠĢte bu bakıĢ açısı, Müslümanların ufkunu geniĢletmekte 753 ve onlara geniĢ düĢünme yetisi ve olgunluğu sağlamaktadır. Ġslâm âlimleri savaĢı, Ġslâm ülkesinin ve Müslümanların güvenliğini tehdit eden ve Cenâb-ı Hakk‟ın bütün insanlığın mutlak yararını gerçekleĢtirmek üzere gönderdiği son dinin insanlara ulaĢmasını engelleyen güçlerle mücadele etmenin ve bu uğurda bütün ça- 747 Bkz: Tevbe, 9/30; Münâfikûn, 63/4. 748 Rahmi Yaran, “Ġslam, Cihad ve SavaĢ”, Bakü Devlet Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Ġlmî Mecmuası, Bakü 2004, c. I, sy. 2, s. 169-170. 749 Özel, “Cihad”, DĠA, VII, 528 750 Bkz: Mâide, 5/64; Enfâl, 8/57; Muhammed, 47/4. 751 Bkz: Bakara, 2/190-191; Nisâ, 4/74-76; Tevbe, 9/12-13. 752 Ahmet KeleĢ, “Cihad-Kılıç-Tebliğ Bağlamında Ġslâm‟ın YayılıĢı”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed (Sempozyum tebliğ ve müzakereleri), Konya 2007, s. 251. 753 Hasan Eyyûb, a.g.e., s. 70-71. 143 bayı göstermenin nihaî çaresi olarak algılamıĢlardır. Hedef ve mahiyet bakımından diğer savaĢ tanımlamalarından çok farklı olması sebebiyle Ġslâm hukukçuları, Arap dilinde silah- lı çatıĢmayı ifade eden diğer kelimeler yerine daha çok cihad terimini kullanmıĢlar ve bunu öbür savaĢların istilâ, sömürü, baskı ve zulüm gibi olumsuz amaçlarından ayırmak için 754 “Allah yolunda ve uğrunda” nitelemesiyle birlikte ifade etmiĢlerdir. Bir ülkede kıtale fertler tek baĢlarına veya gruplar halinde karar veremezler. SavaĢ kararı alma yetkisi devlete aittir. Yani kamu otoritesi savaĢ kararını Allah adına alır. Aksi halde bunun adına fî sebîlillah savaĢ veya kıtal denilemez. Dolayısıyla belirli kiĢi ve grup- ların kendi inanıĢ ve davranıĢlarına uymayan kiĢilere hayat hakkı tanımamaları, onları sin- dirmek için bir takım gayri insani davranıĢlara baĢvurmaları zulümdür, terördür. Bilindiği üzere Mekke döneminde, Müslümanlar devlet düzeyinde organize olmadan müminlere savaĢ izni verilmemiĢ ve savaĢla da yükümlü tutulmamıĢlardır. Kıtâl kelimesi Kur‟ân‟da on üç yerde, bu kökten türeyen isim ve fiil olarak yüz altmı- Ģaltı yerde geçmektedir. Bunlardan yirmi beĢinde “fî sebîlillah / Allah yolunda” kavramı ile 755 birlikte kullanılmıĢtır. Diğerleri ise insanların birbirleri ile ilgili muameleleri hakkındadır. Allah yolunda yapılması istenen savaĢ, hiçbir Müslümanın inancı konusunda baskı altında kalmaması, insanların her türlü beĢerî ihtirastan uzak olarak Allah‟a inanmaları ve 756 inançlarının gereğini yerine getirme imkânına kavuĢmalarıyla hedefine ulaĢmıĢ olur. Enfâl sûresinin 39. âyetinde Allah yolundaki savaĢın/kıtâlin hedef ve gayesi Ģu Ģe- kilde belirlenmiĢtir: َ رَ﴾َ َّنَاللَّٰهَبَِماََيْعَمَلُوَنََبٖصي ّٖديُنَكُلُُّهَلِلِّٰهََفِاِنَانَْتَهْواََفِا ﴿ََوَقاتِلُوُهْمََحتّٰىََلاََتُكوَنَِفْتَن ةََوَيُكوَنَال “Baskı ve şiddet (fitne) kalmayıncaya ve din tamamen Allah‟ın oluncaya kadar on- larla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıy- 757 la görendir” Sebîlüllah kaydı ile gelen kıtâl âyetleri toplu olarak incelendiğinde çoğunluğunun bu amele verilecek olan mükâfatları içerdiği görülmektedir. Mal ve can feda edilerek yapılan Al- 754 Ahmet Yaman, “SavaĢ”, DĠA, XXXVI, Ġstanbul 2009, s. 190. 755 Abdulbâkî, a.g.e., s.533-536 756 Yurdagür, “a.g.md.”, DĠA, XXII, 62. 757 Enfâl, 8/39. 144 lah yolundaki savaĢın mükâfatı, elbette çok büyük olacaktır. En büyük mükâfat ise Allah‟ın kulundan razı olması ve onu sevmesidir. Saf sûresinin 4. âyeti bu hususu bildirmektedir: َ صَ﴾َ ًّفاََكاَنَُّهْمَُبْنَيا نََمْرُصو ُّبَالَّٖذيَنَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلٖهََص َِّنَاللَّٰهَُيِح ﴿ ا “Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” Allah yolunda savaĢ, nefsi, dini, malı, aileyi, zayıf ve mazlum kiĢileri korumak için Allah‟ın koyduğu kurallara uygun olarak, izin verdiği ve emrettiği Ģekilde yani Ģeriat sınır- ları içinde yapılan savaĢtır. Bu Ģartlara uygun bir Ģekilde bunlardan birini müdafaa ederken öldürülen Müslüman Ģehîd sayılmaktadır. Hz. Peygamber, Ģu hadisinde uğrunda ölünecek değerleri Ģöyle sıralamaktadır: "َمنَقتلَدونَمالهَفهوَشهيد،َومنَقتلَدونَدينهَفهوَشهيد،َومنَقتلَدونَدمهَفهوَشهيد،َومنَقتلَ دونَأهلهَفهوَشهيدَ"َ “Kim malını müdafaa sırasında öldürülürse şehîddir. Kim kanını müdâfaa sırasın- da öldürülürse şehîddir. Kim dinini müdâfaa sırasında öldürülürse şehîddir. Kim ailesini 758 müdâfaa sırasında öldürülürse o da şehîddir.” Nisâ sûresinin 75. âyetinde bunlara ilave- ten mazlum ve mustaz„af kiĢiler için de savaĢılması emredilmektedir: َّبَناَ ْلِولَْداِنَالَّٖذينََََيُقولُوَنََر ِّنَساِءََوا ِّرَجاِلََوال ﴿ََوَماَلَُكْمََلاَُتَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوالُْمْسَتْضَعٖفيَنَِمَنَال َنٖصيًرَ﴾ ًِّياََواْجَعْلَلََناَِمْنَلَُدنَْكَ اَْخِرْجَناَِمْنَٰهِذِهَاْلَقْرَيِةَالظَّالِِمَاَْهلَُهاََواجََْعْلَلََناَِمْنََلُدنَْكََول “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu mem- leketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp du- ran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” Allah Teâlâ, kendi yolunda savaĢıp bu uğurda ölen ve öldürenlere Tevrat, Ġncil ve Kur‟ân‟da ebedî cennet hayatını vâdetmiĢtir: َّنَةَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََفَيْقُتلُوَنَََوُيْقَتلُوَنَ ْلَج ََّنَلَُهُمَا ْنَُفَسُهْمََواَْمَوالَُهْمَبِا َّنَاللَّٰهَاْشَتٰرىَِمَنَالُْمْؤِمٖنيَنََا ﴿ََِا َٖذىََباَيْعُتْمَ َاْوفٰىَبَِعْهِدٖهَِمَنَاللِّٰهََفاْسَتْبِشُرواَبَِبْيِعُكُمَالَّ َّتْوٰريِةََواْلِانْٖجيِلََوالُْقْراِٰنََوَمْنَ ًّقاَِفىَال َوْعًداََعَلْيِهََح بِٖهََوٰذلَِكَُهَوَالَْفْوُزَالَْعٖظيُمَ﴾ 758 Tirmizî, “Diyât, 22; Ebu Dâvud, “Sünnet”, 32; Nesâî, “Tahrim”, 22; Ġbn Mâce, “Hudud”, 21. 145 “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat‟ta, İncil‟de ve Kur‟ân‟da kesin olarak vâdetmiştir. Kimdir sözünü Al- lah‟tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. 759 İşte asıl bu büyük başarıdır.” Allah yolunda can verenler peygamberlerden hemen sonra gelen Ģehîdlik makamına eriĢmektedirler. O makama eriĢen Ģerefli kullar, bambaĢka bir âlemde yaĢamakta ve Rable- 760 ri tarafından rızıklandırılmaktadırlar. Allah Teâlâ, kendi yolunda savaĢan kullarına ba- 761 762 763 764 ğıĢlanma ve rahmet, günahlarının örtülmesi, büyük bir ecir, güzel bir rızık ve 765 amellerinin asla zayi edilmemesi gibi mükâfatlar da vâdetmiĢtir. Ġslâm‟da barıĢ esas olmasına rağmen tarihî tecrübeler göz önüne alındığında Müs- lüman toplumların huzur içinde yaĢamaları ve dinî hayatlarını idâme ettirebilmeleri için her an savaĢa hazır olmaları gerekmektedir. SavaĢ ölüm, yıkım ve acı getiren sonuçları itibariyle hiçbir zaman arzu edilmese de dünya hayatının kaçınılmaz gerçeklerindendir. Bu açıdan gerek Kur‟ân-ı Kerîm‟de gerekse hadislerde, Müslümanlar zorunlu oldukları za- 766 manlarda savaĢa katılmaları konusunda teĢvik edilmiĢlerdir. Ġslâm hukukunda barıĢın her zaman önceliği olduğu için anlaĢma teklif eden düĢ- 767 man ile savaĢılmaz. Eğer savaĢmaktan baĢka çıkar yol kalmamıĢsa, o zaman da Allah yolunda yapılacak olan savaĢında belli kuralları vardır. SavaĢta insanın haysiyeti ve Ģerefi- ni ayaklar altına almak, savaĢı kazanmak uğruna her türlü zulmü ve kuralsızlığı meĢru 759 Tevbe, 9/111. 760 “Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katın- da rızıklandırılırlar.” Âl-i Ġmrân, 3/169; Ayrıca bkz: Bakara, 2/154. 761 “Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah‟ın bağışlaması ve rahmeti onların topla- dıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır.” Âl-i Ġmrân, 3/157. 762 “… Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim …” Âl-i Ġmrân, 3/195. 763 “… Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” Nisâ, 4/74. 764 “Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Hac, 22/58. 765 “… Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır.” Muham- med, 47/4. 766 “(Ey Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Müminleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah‟ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddet- lidir.” Nisâ, 4/84; Ayrıca bkz: Bakara, 2/193, 244; Enfâl, 8/39, 65. 767 Örn. bkz: Enfâl, 8/61; Tevbe, 9/7. 146 görmek kesinlikle yasaklanmıĢtır. Allah Teâlâ, koyduğu kurallara göre savaĢmaları konu- sunda Müslümanları uyararak Ģöyle emretmiĢtir: ْلُمْعَتٖديَنَ﴾ ُّبَا َِّنَاللَّٰهََلاَُيِح ﴿ََوَقاتِلُواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَالَّٖذيَنَُيَقاتِلُوَنُكْمََوَلاََتْعَتُدواَا “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. 768 Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” Hamdi Yazır, bu âyetin tefsir ederken, gerek savaĢta ve gerekse diğer zamanlarda Al- lah‟ın emirlerinin ve tayin ettiği sınırların aĢılmasının, harbe karıĢmayan kiĢilerin, kadınların, çocukların, yaĢlıların ve din adamlarının öldürülmelerinin, ayrıca ölülerin burnunu, kulağını 769 ve diğer organlarını kesmenin dinen kesinlikle yasaklanmıĢ olduğunu belirtmiĢtir. 2.4. ĠNFÂK Sözlükte “bir Ģeyin bitip tükenmesi, son bulması, geçip gitmesi, yok olması, giz- 770 lenmesi” manalarına gelen “nefk” kökünden türetilmiĢ bir isim olan infâk “bitirmek, yok etmek, yoksul düĢmek” gibi anlamlara gelse de daha çok “para veya malı elden çıkarmak” 771 manasında kullanılmaktadır. Bir malın hayır iĢlemek suretiyle, bir baĢkasına verilmesi veya sahibinin elinden çıkması, söz konusu malda bir azalmaya ve tükenmeye sebep oldu- ğundan dolayı malî ibadetler infâk kelimesiyle ifade edilmiĢtir. Kelimenin sözlük anlamı çift yönlü olup, hem iyi, hem de kötü iĢler ve amaçlar için harcama yapmayı ifade etmektedir. Yani bu kelimenin kullanımında, harcamaya konusu ve amaçları açısından herhangi bir sınırlandırma getirilmesi söz konusu değildir. Ġslâm âlimleri 772 bir kavram olarak infâkı tanımlarken bu çift yönlü anlamını muhafaza etmiĢlerdir. Bu 773 açıdan infâk kavramını Râzî “malı elden çıkarmak”, Cürcânî ise “malı ihtiyaç için harca- 774 775 maktır” diye tarif etmiĢlerdir. Bu tariflere göre, infâk bütün hayır konularını kapsadığı 768 Bakara, 2/190. 769 Yazır, a.g.e., II, 34. 770 Ġbn Fâris, a.g.e., V, 454. 771 Mustafa Çağrıcı, “Ġnfak”, DĠA, XXII, Ġstanbul 2000, s. 290. 772 Ali Rıza Gül, “Kur‟ân‟daki Ġnfak Kavramının Anlam Yelpazesi”, Dinî AraĢtırmalar, Ankara 2005, c. VIII, sy. 22, s. 241. 773 Râzî, a.g.e., II, 24. 774 Cürcânî, a.g.e., s. 39. 775 Örn. ﴾ََْلُمْحِسٖنين ُّبَا َِّنَاللَّٰهَُيِح َّتْهلَُكِةََواَْحِسُنواَا َِلىَال ُتْلُقواَبِاَْيٖديُكْمَا َْنِفُقواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاَ -Mallarınızı) Allah yolun)“ ﴿ََوا da harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” Bakara, 2/195. 147 776 gibi, Allah‟a isyan mahiyetindeki iĢlere yapılan harcamaları da kapsamaktadır. O halde infâk kavramını övülen ve yerilen olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Övülen infâk malını, Allah‟a itaat mahiyetindeki iĢler, bakmakla yükümlü olduğu kiĢiler, misafirler, va- cip veya mendup fiiller, iyi iĢler için sarf etmektir. Yerilen infâk ise, malı Allah‟a isyan 777 mahiyetindeki iĢlere sarf etmektir. Ġnfâk, genel olarak insanın dünyada kazandığı, kendisine rızık olarak verilen Ģeyle- 778 ri, mal ve mülkünü Allah rızası için baĢkalarına vermek suretiyle elden çıkarmasıdır. Ġnfâk kelimesi, özellikle fî sebîlillah tamlamasıyla birlikte kullanıldığında, diğer anlamla- rından daha öncelikli olarak “Müslümanların Allah‟ın yolu / dini uğruna yaptıkları cihada 779 maddî katkı sağlama, bilhassa para yardımı yapma” anlamı kazanmaktadır. 780 Sebîlüllah kavramı ile kayıtlanan infâk âyetlerine bakıldığında infâkın teĢvik edilmesi ve âhiretteki mükâfatları noktasında yoğunlaĢtıkları görülmektedir. Ġnfâk, Müs- lümanı hem dünyada hem de âhirette tehlikelerden koruyan bir kalkan gibidir. Allah Teâlâ bu konuda Ģöyle buyurmaktadır: ُّبَالُْمْحِسٖنيَنَ﴾َ َِّنَاللَّٰهَُيِح ﴿ََواَنِْفُقواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاَتُْلُقواَبِاَْيٖديكَُْمَاِلَىَالتَّْهلَُكِةََواَْحِسُنواَا “(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik 781 edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” Müminin, özellikle savaĢ hali gibi durumlarda sahip olduğu malın hiç değilse bir kısmını Allah yolunda infâk etmemesi, kendisini tehlikeye yani düĢmanın kucağına atması demektir. Çünkü malın bir kısmının elden çıkmasından korkup da cihada yardım edilmezse düĢmanın galip gelmesi sonucu elde ne mal, ne can, ne de namus kalır. Bu âyet gayet veciz bir Ģekilde Müslümanlara “ortak çabaya Ģahsî ve maddî katkınızı esirgemek suretiyle kendi 782 yıkımınızı hazırlayabilirsiniz” demektedir. 776 Örn: ﴾...َََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهَفََسُيْنِفُقونََها ُّدوا َلَِيُص َُيْنِفُقوَنَاَْمَوالَُهْم َِّنَالَّٖذيَنََكَفُروا Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını“ ﴿ ا (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır ...” Enfâl, 8/36. 777 Gül, “a.g.m.”, s. 242. 778 Yunus Ekin, “DünyevîleĢmeye Bir Çözüm Olarak Ġnfâk AnlayıĢı”, SÜĠF Dergisi, Sakarya 2002, sy. 6, s. 82. 779 Gül, “a.g.m.”, s. 259. 780 Bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 715. 781 Bakara, 2/195. 782 Esed, a.g.e., s. 56. 148 Taberî, söz konusu “tehlike” kelimesinin anlamıyla ilgili Ģu yorumları nakletmekte- dir: Tehlike, a) Allah yolunda ister nafile ister farz olan harcamanın, maddî, manevî fe- dakârlığın ve vazifelerin, yani infâkın terk edilmesidir. b) Vermekten ve harcamaktan do- layı maddî kayba uğrama endiĢesidir. c) Günahlara dalmanın neticesinde tevbe etmek yeri- ne kiĢinin rahmet-i ilâhiden ümit kesmek suretiyle eski haline devam etmesidir. Yine te- beu‟t-tâbiînin ileri gelenlerinden Süfyan es-Sevri‟den nakledilen “Bu âyet savaĢ hakkında 783 değil, Allah yolunda sarf hakkındadır” haberi de aynı hususu desteklemektedir. Bu tak- dirde Müslümanlar Allah yolunda infâk etmemek suretiyle kendi sonlarını hazırlamakta, toplumsal çöküĢ ve gerilemelerine yine kendileri sebebiyet vermiĢ olmaktadırlar. Ġnfâkın terk edilip sadece para kazanma ve istirahat etme sevdasına düĢülmesi, toplumları ve me- deniyetleri ayrıca esarete ve mahkûmiyete götürür. Böylece inançlarını ve ibadetlerini öz- gürce eda edemez, ekseriyetle tepkici ve savunmacı çözümler üretmekten kurtulamaz ve 784 kendi düĢünce dünyalarını yeniden inĢa edemezler. Bakara sûresinin 195. âyetinde geçen “Allah yolunda infâk” tabirinin, âyetin bağ- lamı dikkate alındığında öncelikle ülkenin savunması için gerekli maddî yardımda bulun- mayı ifade ettiği görülmektedir. Ancak bu tabirin geçtiği birçok âyet ve hadisin birlikte değerlendirilmesinden çıkan sonuca göre Allah‟a itaat ve ibadet niyeti taĢıyan, Ġslâm‟a ve Müslümanlara yardım ve fayda sağlayan her harcama Allah yolunda infâk sayılmaktadır. Ġslâm medeniyet tarihinde de böyle bir niyet taĢıması Ģartıyla ülkenin savunması, hac hiz- metleri, yoksulların desteklenmesi, okul, kütüphane, cami, yol, köprü, çeĢme, bakımevleri gibi hayır kurumlarının tesisi, hatta tabiatın korunup geliĢtirilmesine kadar çok çeĢitli hiz- metler için yapılan her türlü harcama Allah yolunda infâk kapsamında değerlendirilmiĢtir. Âyetin devamında, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” cümlesiyle bir anlamda, cimrilik edip bu tür harcamalardan kaçınmanın Müslüman toplum ve fertler için tehlike 785 oluĢturduğu bildirilmiĢtir. Allah Teâlâ, Müslümanlara savaĢ ortamında infâkı emrettiği gibi savaĢı önleyici bir tedbir olarak da infâkı göstermektedir. Çünkü savaĢa hazırlıklı olmak, düĢmanın kötü emellerini engelleyecektir. Bu açıdan Allah Teâlâ Ģöyle buyurmaktadır: 783 Süleyman AteĢ, ĠĢârî Tefsîr Okulu, AÜĠF Yayınları, Ankara 1974, s. 59. 784 Ekin, “a.g.m.”, s. 93. 785 Çağrıcı, “Ġnfak”, DĠA, XXII, 289. 149 ُكْمََواَٰخٖريَنَِمْنَُدونِِهْمََلاَ َّو َّوَاللِّٰهََوَعُد َ ةََوِمْنَِرَباِطَالَْخْيِلَتُْرِهُبوَنَبِٖهََعُد َّو َلُهْمََماَاْسَتَطْعُتْمَِمْنَقُ ُّدواَ َاِع ﴿ََو َْظَلُموَنَ﴾ َاْنُتْمََلاَُت َّفَاِلَْيُكْمََو ُتْنِفُقواَِمْنََشْی ءَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَُيَو َاللُّٰهََيْعَلُمُهْمََوَماَ َتْعَلُمونَُهْمَ “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Al- lah‟ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah‟ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size 786 tam olarak ödenir. Size zulmedilmez” Mevdûdî‟ye göre düĢmanın aniden saldırması durumunda hiçbir gerileme ol- maksızın hemen askerî harekâta giriĢilebilmesi için her an düzenli bir ordu ve gerekli bir teçhizatı hazır bulundurulması gerekmektedir. Yukarıdaki âyetin emrettiği hususlara dikkat edilmezse düĢmanın Müslümanları hazırlıksız yakalayıp büyük kayıplar verdir- 787 mesi mümkündür. Celal Yıldırım, bu âyetin muhatabının devlet, ordu ve halk olduğuna dikkati çe- kerek bunların görevlerini Ģöyle açıklamıĢtır: “Âyetin devlete olan hitap yönü, idare eden kadronun bu konuda düzenli ve disiplinli bir ordu vücuda getirmesi ve bu orduyu çağın geliĢen her türlü silahlarıyla donatıp en azından kuvvetler arasında dengeyi sağlar düzeye getirmesidir. Orduya olan hitap yönü, iç ve dıĢ düĢmanlara karĢı hem yeterince hazırlıklı olması, hem de çok uyanık bulunmasıdır… Halka olan hitap yönü, çalıĢıp ekonomik gücünü artırmak, devletine yeterince vergi vermesini bilmek ve kazancının bir bölümüyle hem kendi bünyesinde sosyal adaleti kurmak, hem de orduya yardım 788 ederek onun gücüne güç katmaktır.” Müslümanlar tüm bu hazırlıklar için mallarından infâk etmeleri konusunda teĢvik edilmiĢlerdir. Bu bakımdan az veya çok olmasına bakılmaksızın infâk edilen her Ģeyin kar- Ģılığının verileceğini müjdelenmiĢtir. Bu konuda Allah Teâlâ Ģöyle buyurmaktadır: َِّلاَكُِتَبَلَُهْمَلَِيْجِزَيُهُمَاللّٰهَََُاْحَسَنََماََكانُواََ ﴿ََوَلاَُيْنِفُقوَنَنََفَقًةََصٖغيَرًةََوَلاََكٖبيَرًةََوَلاََيْقَطُعوَنََواِدًیاَا َيْعَملُوَنَ﴾ 786 Enfâl, 8/60. 787 Mevdûdî, Tefhîmu‟l-Kur‟ân, II, 181. 788 Yıldırım, a.g.e., V, 2398. 150 “Ve yine onlar, az ya da çok, (Allah için) ne zaman bir harcamada bulunsalar, yeryüzünde (Allah için) ne zaman bir yol kat etseler, bu onların lehine kaydedilmektedir; 789 Allah yaptıkları her şey için onları en güzel bir biçimde ödüllendirecektir.” Ġnfâk, medeniyet ve toplumların varlık Ģartlarından, sosyal değiĢimi belirleyen un- surlardan (sünnetullah) biridir. Muhammed sûresinin 38. âyetinde bu durum Ģöyle ifade edilmektedir: َُلََعْنََنْفِسٖهَََواللُّٰهَ ﴿ََهاََانُْتْمَٰهُؤَلاِءَُتْدَعْوَنَلُِتْنِفُقواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََفِمْنُكْمََمْنََيْبَخُلََوَمْنََيْبَخْلََفِانََّماََيبََْخ َّمََلاََيُكونُواَاَْمَثاَلُكْمَ﴾ ُكْمَُث َْنُتُمَاْلُفَقَراُءََواِْنََتَتَولَّْواََيْسَتْبِدْلََقْوًماََغْيَر ُّىََوا الَْغِن “İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Ama içinizden cimrilik ya- panlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O‟ndan yüz çevirecek olursanız, yerini- ze başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar.” Kur‟ân-ı Kerîm, inkârcıların ve gayri müslimlerin de kendi inançları ve hedefleri uğrunda, insanları Allah‟ın yolundan engellemek için harcama yaptıklarını da haber ver- mektedir. Hatta bu hedeflerinden ve harcamalarından asla vazgeçmeyeceklerini de hatır- latmaktadır: ََُّمََََ َّمََتُكوُنََعَلْيِهْمََحْسَرًةَث ُّدواََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََفَسُيْنِفُقونََهاَثُ َِّنَالَّٖذيَنََكَفُرواَُيْنِفقَُوَنَاَْمَوالَُهْمَلَِيُص ﴿َا َّنَمَُيْحَشُروَنَ﴾ ُيْغَلُبوَنََوالَّٖذيَنََكَفُرواَاِلٰىََجَه “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenil- 790 giye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.” Ehl-i kitâbın maddî konulardaki hatalarını hatırlatan Allah Teâlâ, onlar gibi olun- maması için kendi yolunda infâk etmenin gerektiğini bildirmektedir: ُّدوَنََعْنَََسٖبيِلَ َّناِسَبِاْلَباِطِلََوََيُص َاْمَواَلَال ُّرْهَباِنَلََياُْكلُوَنَ َِّنََكٖثيًراَِمَنَاْلاَْحَباِرََوال َايَُّهاَالَّٖذيَنَاَٰمُنواَا ﴿ََياَ ِّشْرُهْمَبَِعَذا بَاَلٖي مَ﴾ َنَهاَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََفَب َّضَةََوَلاَُيْنِفُقو َّذَهَبَََوالِْف اللِّٰهََوالَّٖذيَنََيْكِنُزوَنَال 789 Tevbe, 9/121. 790 Enfâl, 8/36. 151 “Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını hak- sız yollarla yiyorlar ve Allah‟ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleye- 791 rek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.” Kur‟ân‟a göre, yapılan harcamaların ahlakîliği hususunda genel değer ölçülerinden biri de insanların inanç ve ibadet hürriyetlerini kısıtlama ve ortadan kaldırma amacını güt- memektir. Ġnsanlığın aleyhine yapılan harcamalar ahlakî açıdan değersiz ve infâkın dıĢın- dadır. Ġnsanlığın Yüce Allah‟tan uzaklaĢtırılması ve maddî-manevî sömürülmesi adına ya- pılan ve uzun vadede toplumları köleleĢtiren harcamalar, Kur‟ân‟da yasaklanmakta ve ah- 792 lakî değeri olmadığı vurgulanmaktadır. Allah Teâlâ, kendi yolunda infâk edenlere müjdeler verdiği Bakara sûresinin 261. âyetinde Ģöyle buyurmaktadır: َّب ةََواللُّٰهَ ُِّلَُسْنُبَل ةَِمائَُةََح َّب ةَاَْنَبَتْتََسْبَعََسَنابََِلَٖفىَك َاْمَوالَُهْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََكَمَثِلََح ﴿ََمَثُلَالَّٖذيَنَُيْنِفُقوَنَ ُيَضاِعُفَلَِمْنََيَشاُءََواللُّٰهََواِس عََعٖلي مَ﴾ “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olan- dır, hakkıyla bilendir.” Allah‟a itaat ve ibadet mahiyetinde olan, Ġslâm‟a ve Müslümanlara yardım ve fayda getiren her harcama Kur‟ân‟ın deyiĢiyle fîsebîlillâhtır. Bunların en faziletlisi de Ġslâm‟a güç kazandırmaya, onu koruyup geliĢtirmeye, ülkeyi düĢmana karĢı savunmaya yönelik yapılan cihad harcamalardır. Bu manada harcama (infâk) yapanların alacağı karĢılık, top- rağa ekilen ve bire yedi yüz veren buğday tanesi örneği ile açıklanmıĢtır. Genellikle iyilik- 793 lerin sevabı bire on olduğu halde Allah yolunda harcama yapmanın sevabının bire yedi 794 yüz oluĢu hem çok önemli bir teĢvik unsurudur hem de “nefisler cimriliğe meyilli” oldu- 795 ğu için bu ibadetin diğerlerinden daha zor olduğunu göstermektedir. 791 Tevbe, 9/34. 792 Ekin, “a.g.m.”, s. 95. 793 “Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.” En„âm, 6/160. 794 Nisâ, 4/128. 795 Komisyon, Kur‟ân Yolu, III, 26. 152 Bu âyetin devamında infâkın Allah katında kabul edilmesinin Ģartları sıralan- maktadır: ِّبِهْمَََوَلاَ ًّناََوَلاََاًذىَلَُهْمَاَْجَُرُهْمَِعْنَدََر َاْنَفُقواََم َُّمََلاَُيْتِبُعوَنََماَ َالَّٖذيَنَُيْنِفُقوَنَاَْمَوالَُهْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَث َ﴿ َخْو فََعَلْيِهْمََوَلاَُهْمََيْحَزنُوَنَ﴾ “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için 796 korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” Ġslâm‟a göre infâk sonrası veren kiĢinin karĢısındakine baĢa kalma ve gönül incitme gibi davranıĢlarda bulunmaması çok önemlidir. Çünkü infâk ve sadakanın Allah rızası için yapılmıĢ olmasının Ģartı, yardım yapılan kimseden hiçbir menfaat veya teĢekkür bekleme- mek, yapılan yardım sebebiyle onu minnet altında bırakmamak, incitmemek, sanki hiçbir Ģey vermemiĢ gibi davranmaktır. ĠĢte infâkı bu Ģekilde yapanlar büyük bir ecir alacaklar ve üzüntüden kurtulma saadeti de onların olacaktır. Ġnfâkın kimin adına ve nasıl verileceği önemli olduğu gibi ne zaman verileceği de çok önemlidir. Müslümanların darda ve zorda kaldıkları durumlarda onlara yardım eden- lerle, bolluk günlerinde yardım edenler asla bir değildir. Her Ģey zamanında güzel ve de- ğerli olduğu gibi infâk da en çok ihtiyaç duyulduğu anda en değerlidir. Allah Teâlâ, zaman açısından değerli amelleri Ģöyle açıklamaktadır: َاَْنَفَقَِمْنََقْبِلَ َّسٰمَواِتََواْلاَْرِضََلاََيْسَتٖوىَِمْنُكْمََمْنَ ََّلاَتُْنِفُقواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََولِلِّٰهَٖميَراُثَال ﴿ََوَماَلَُكْمَا ْلُحْسٰنىََواللُّٰهَبَِماَ ًّلاََوَعَدَاللُّٰهَا ْنَفُقواَِمْنََبْعُدََوَقاَتلُواََوكُ َاْعَظُمََدَرَجًةَِمَنَالَّٖذيَنََا الَْفْتِحََوَقاَتَلَاُولِٰئَكَ َتْعَملُوَنََخٖبي رَ﴾ “Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mi- rası Allah‟ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra har- cayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infâk eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vâdetmiştir. Allah‟ın yap- 797 tıklarınızdan haberi vardır.” 796 Bakara, 2/262. 797 Hadîd, 57/10. 153 2.5. HĠCRET Allah yolunda olmanın davranıĢlara yansımalarından biri de hicrettir. Medine dö- neminin ilk yıllarında Ġslamiyet‟i kabul eden çevredeki insanların Hz. Peygamber‟in yanı- na hicret etmesi bir zorunluluktu ve imanla ilgili görülüyordu. Kur‟an buna uymayanları 798 Ģiddetle kınamıĢ ve onların akıbetlerinin korkunç olacağını belirtmiĢtir. Sonrasında Ġslâ- miyet‟in güç kazanıp, Müslümanların bulundukları bölgelerde kendilerine yapılan baskı- lar ortadan kalktıktan, dinin esaslarını kolayca öğrenme imkânı doğduktan ve nihayet 799 Mekke fethedildikten sonra hicret bir zorunluluk olmaktan çıkarılmıĢtır. Vecdi Akyüz, hicret kavramının geniĢ anlam alanına değinerek konuyu Ģöyle açıklamaktadır: “Ġnsanın Ģeytandan ve her türlü kötü duygu ve düĢüncelerden (Allah dı- Ģındaki Ģeylerden) arınıp Allah‟a hicreti ana yurdu maddî anlamda mutlaka terk etmeyi gerektirmez. Böylece hicret kavramı, daha geniĢ bir dinî ve ahlâkî anlam kazanır ve hic- ret kesintisiz sürer. Zaten Ģeytandan Allah‟a hicret etmeyen bir kiĢi, gerçek mümin ola- 800 maz.” Her ne kadar hicret bir zorunluluk olmaktan çıkarılmıĢ ise de Kur‟ân-ı Kerîm‟in genel manada hicrete bakıĢını ve sebîlüllah kavramı ile iliĢkisini gösterme açısından bu husus üzerinde durulması uygun görülmüĢtür. 801 Sözlükte “kavuĢmanın zıddı olarak terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” anla- mına gelen “hecr / hicrân” mastarından isim olan hicret, “bir kiĢinin baĢka bir kiĢiden veya bir Ģeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaĢması, onu terk etmesi” demektir. Ancak kelime daha çok “bir yerin terkedilerek baĢka bir yere göç edilmesi” anlamında 802 kullanılmıĢtır. Taberî, bu kelimeyi Ģöyle açıklamaktadır: “Hicret, bir kiĢinin baĢka bir kiĢiden ara- larındaki düĢmanlıktan dolayı uzaklaĢmasıdır. Sonraları bu mana hoĢlanmadığı her Ģeyden 803 uzaklaĢan kiĢiler için kullanılmaya baĢlanmıĢtır.” 798 Bkz: Nisa 4/97. 799 Ahmet Özel, “Hicret”, DĠA, XVII, Ġstanbul 1998, s. 462; Konu hakkında Ġbn Abbas (ra)‟tan gelen bir rivayette Hz. Peygamber Ģöyle buyurmaktadır: “Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve ni- yet vardır. Allah yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın.” Buhârî, “Cihâd”, 1, 27; Müslim, “Hac”, 445, “Ġmâret”, 85; Tirmizî, “Siyer” 33; Nesâî, “Cihâd”, 15. 800 Vecdi Akyüz, Kur‟ân‟da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, Ġstanbul 1998, s. 218. 801 Ferâhîdî, a.g.e., IV, 292; Cevherî, a.g.e., II, 851. 802 Ġsfahânî, a.g.e., s. 536. 803 Taberî, a.g.e., III, 667. 154 Hicret, terim olarak genelde gayri müslim ülkeden (dârülharp) Ġslâm ülkesine göç 804 etmeyi, özelde ise Hz. Peygamber‟in ve Mekkeli Müslümanların Medine‟ye göçünü 805 ifade etmektedir. Dinî kavram olarak hicret, herhangi bir Müslüman fert veya toplulu- ğun, inançları yüzünden baskı gördükleri için bulundukları yerden baĢka bir yere göç et- mesine verilen isimdir. Hicret, daha çok gayri müslim ya da zulümle ve kötü yönetilen bir diyardan, Ġslâmî ilkelere göre yönetilen veya göçmenlere ana yurtlarından daha iyi yaĢaya- 806 bileceklerine dair ümit ve söz veren bir diyara yapılan göçü anlatmaktadır. Hicrette dünyevî menfaat ve iliĢkiler bertaraf edilerek, kutsal hedefler ön p lana alınmıĢ ve kutsal dava uğruna eĢ, dost, mal ve mülk terk edilmiĢtir. Buna göre ticarî veya turistik gayelerle gerçekleĢtirilen seyahatler hicret olarak değerlendirilemez. Zira hicret, esas olarak çeĢitli sebeplerle yurdunu terk eden veya buna mecbur kalan insanla- rın faaliyetleri için kullanılır. Bu sebepledir ki, hicret teriminin iltica ve sürgün kelime- 807 leriyle yakın iliĢkisi vardır. Bu açıdan hicrette yakınların, akrabanın, dostların, öz yurdun din ve inanç yüzünden terki anlamı vardır veya bunun aksi bir durum; akraba- nın, dostların, yakınların din ve inanç sebebiyle kiĢiden uzaklaĢmaları, hicrette anlam olarak yer almaktadır. Buna göre hicret: 1) Küfür yurdundan iman yurduna intikalle, 2) Ġnkârcıların amellerinden Müslümanların amellerine geçmekle, 808 3) Allah‟ın emrettiklerini yapmak ve yasakladıklarını terk etmekle olur. Ġslâmiyet, yalnız bir inanç sistemi değil aynı zamanda bir hayat tarzı ve bir dünya görüĢü olduğundan Müslümanların Ġslâmî hüküm ve vecibelerin rahatlıkla yerine getirile- 809 bildiği bir ortamda güvenlik içinde yaĢamaları büyük önem taĢımaktadır. Çünkü din müessesesi, dine sarılma ve dinin direklerini ayakta tutma, her türlü gücün kaynağı ve esa- sıdır. Din her türlü mal, mülk ve hürriyet hakkını ve Ģerefini korumak için bir hisardır. Bu- 804 Cürcânî, a.g.e., s. 256. 805 Ahmet Önkal, “Hicret”, DĠA, XVII, Ġstanbul 1998, s. 458. 806 Akyüz, a.g.e., s. 220. 807 Adnan Demircan, Nebevi DireniĢ Hicret, Beyan Yayınları, Ġstanbul 2000, s. 13. 808 Bu madde ile ilgili hadisler: “Muhacir, Allah‟ın yasakladığı kötülük ve günahları terk eden kimsedir.” Buhârî, “Îmân”, 4; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 4, “Vitir”, 11; “Muhacir, Allah‟ın yasakladığı şeylerden uzakla- şan ve onları terk eden kimsedir.” Buhârî, “Îmân”, 4, “Rikâk”, 26; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 2. 809 Özel, “Hicret”, DĠA, XVII, 464; Ayrıca bkz: Canan, a.g.e., XVI, 136-139. 155 nun için Ġslâm davetçilerinin baĢta gelen ödevleri, dini ve dinin prensiplerini korumak için bütün imkânlarını seferber etmek, gerektiğinde inancı korumak ve kalplere yerleĢtirmek için yeri-yurdu, malı ve canı feda etmektir. Zira din ortadan kaybolunca bu sayılanların 810 hiçbir değeri ve faydası kalmayacaktır. Bu açıdan Müslüman bir toplumun düĢmandan gelen tehdid ve tehlikeyi sabırla bertaraf edilemeyecek kadar kötüleĢtiği ve dini tatbik edemeyecek kadar zulme maruz kaldıkları bir beldeden dinlerini yaĢayabilecekleri bir yere 811 hicret etmeleri son alternatif olarak düĢünülebilir. Kur‟ân-ı Kerîm, önceki peygamberlerin ve onların ümmetlerinin de kâfirlerce hic- rete zorlandıklarından ve sonuçta bu müminlerin de inançları uğrunda yurtlarını bırakıp 812 813 baĢka yerlere göç ettiklerinden bahsetmektedir. Örneğin Hz. Ġbrahim, Hz. Lût, Hz. 814 815 Mûsâ hicret etmiĢler; Hz. ġu„ayb ise kavmi tarafında hicret ettirilmek ile tehdit edilmiĢtir. Bu gibi âyetlere dayanarak hicretin bütün peygamberlerin hayatında yer aldı- ğı, adeta peygamberlerin ortak bir sünneti olduğu söylenebilir. Ġnkârcılardan görülen ezi- yet ve baskılar, hak dini tebliğ imkânının ortadan kalkmıĢ olması onları göç etmek zo- 816 runda bırakmıĢtır. 817 Kur‟ân-ı Kerîm‟de hicret kavramı, dördünde cihad eyleminden önce olmak üzere 818 toplam sekiz yerde sebîlüllah kavramı ile birlikte kullanılmıĢtır. Bu birliktelik hicretin, cihad edebilme imkânlarına kavuĢma adına yapıldığını göstermesi açısından son derece önemlidir. Hicretin “imkânların tükendiği yerden üretileceği yere intikal, kavuĢmak için 819 terk etmek demektir” Ģeklindeki tanımı da bu hakikati ifade etmektedir. Hicretten sonra Allah yolunda cihad ederken ölenler ve öldürenler hakkındaki Hac sûresinin 58. âyetin- 810 Bûtî, a.g.e., s. 132. 811 Canan, a.g.e., XVI, 138. 812 “… Doğrusu ben rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum …” Ankebût 29/26. 813 “Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından git. Hiçbiriniz arkaya bakmasın. Emrolunduğunuz yere (doğru) geçin gidin.” Hicr 15/65. 814 “Andolsun ki biz Musa‟ya: Kullarımla birlikte geceleyin yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik.” Tâhâ, 20/77. 815 “Şu„ayb‟ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: „Ey Şu„ayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız‟ Şu„ayb, „İstemesek de mi?‟ dedi.” A„râf, 7/88. 816 Önkal, “Hicret”, DĠA, XVII, 458. 817 Bakara, 2/218; Enfâl, 8/72, 74; Tevbe, 9/20. 818 Diğerleri: Nisâ, 4/89, 100; Hac, 22/58; Nûr, 24/22. 819 Ġslamoğlu, a.g.e., I, 74. 156 820 de “sonra” manasındaki ( sümme / َُّم -edatının gelmesi, önce hicret ile birlik ve beraber ( ث lik ortamının oluĢması, sonra da bunu cihadın takip etmesinin gerekliliğini göstermektedir. Örneğin Ģu âyette de hicretin cihaddan önce zikredilmiĢ olması bu durumu ifade etmektedir: َ مَ﴾ ََِّنَالَّٖذيَنَاَٰمُنواََوالَّٖذيَنََهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاُولِٰئَكََيْرُجوَنََرْحَمَتَاللِّٰهََواللُّٰهََغُفو رََرٖحي ﴿َا “Şüphesiz ki iman edenlere, Allah yolunda hicret edip, cihad edenlere gelince, işte 821 onlar, Allah‟ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” Allah Teâlâ için yapılan her bir amel, hareket, tavır veya sözün mükâfatsız kalması mümkün değildir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de Rabbinin rızası için memleketini zorluk altında terk eden ve bununla da Ġslâm‟ı daha iyi yaĢamayı, Allah‟a daha mükemmel bir kul olmayı amaçlayanlar için birçok müjdeler bulunmaktadır: ٖنّىََلاَاُٖضيُعََعَمَلََعاِم لَِمْنُكْمَِمْنََذَك رَاَْوَاُْنثٰىََبْعُضُكْمَِمْنََبْع ضََفالَّٖذيَنََهاَجُرواَ ُّبُهْمََا ﴿َفاْسَتَجاَبَلَُهْمََر َّنا تََتْجٖرىَِمْنَ َّنُهْمََج ِّيَپاتِِهْمََوَلاُْدِخَل َّنََعْنُهْمََس ِّفَر َواُْخِرُجواَِمْنَِدَياِرِهْمََواُوُذواَٖفىََسٖبيٖلىََوََقاَتلُواََوقُِتلُواََلاَُك َتْحِتَهاَاْلاَنَْهاُرََثَواًباَِمْنَِعْنِدَاللِّٰهََواللُّٰهَِعْنَدُهَُحْسُنَالثََّواِب﴾ “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir ça- lışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahla- rını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar 822 akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır.” Ayrıca diğer âyetlerde Allah ile beraberlik (Allah‟ın yardımı), bağıĢlanma, hoĢnut 823 olacakları cennet ve bol rızık ile mükâfatlandırılacakları haber verilmiĢtir. Allah Teâlâ, hicret edenlere vâdettiği âhiret mükâfatlarının yanında, dünyada birçok gidilecek güzel yurtlar ve oralarda maddî ve manevî geniĢlikler de vâdetmiĢtir: 820 َّرازِٖقينََ“ َلُهَوََخْيُرَال َِّنَالَلَّٰهَ َّنُهُمَاللُّٰهَرِْزًقاََحَسًناََوا ِتلُواَاَْوََماتُواَلََيْرُزَق َّمَُق Allah yolunda hicret edip“ ”َوالَّٖذيَنََهاَجُرواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَثُ de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüp- he yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Ayrıca bkz: Nahl, 16/110. 821 Bakara 2/218. 822 Âl-i Ġmrân, 3/195; Ayrıca bkz: Tevbe, 9/20; Enfâl, 8/74. 823 “Sonra şüphesiz ki Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad edip sab- reden kimselerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da çok bağışlayandır, çok merhamet eden- dir” Nahl, 16/110; “Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Elbette on- ları hoşnut olacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, halîmdir.” Hac, 22/58-59. 157 ﴿ َوَمْنَُيَهاِجْرَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََيِجْدَِفىَاْلاَْرِضَُمَراَغًماََكٖثيًراََوَسَعةًَ ...﴾ “Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik 824 de …” Allah yolunda olanlar, yani Allah‟ın rızâsını elde etmek, O‟nun iradesine uygun bir hayat yaĢamak üzere böyle bir hayatın mümkün olmadığı yerden mümkün olduğu yere hicret etmek, bu maksatla doğduğu, büyüdüğü, çevre ve imkânlar elde ettiği yurdu- nu terk etmek isteyen kimseler bilmelidirler ki yeryüzünde gidilecek baĢka yerler vardır. Buralarda da maddî ve mânevî nimetler, hürriyet ve rahatlıklar bulmak mümkündür. Zi l- let, baskı ve dinî hayatın devamı bakımından tehlike altında yaĢamaktansa bu olumsuz- lukların bulunmadığı yerleri aramak ve buralarda hayata yeniden baĢlamak denemeye 825 değer bir davranıĢ olacaktır. Esed, âyette bulunan “ُمَراَغم / murâgam” kelimesinin en uygun Ģekilde “tenha yollar” Ģeklinde yansıtılabileceğini belirterek, âyeti “kiĢinin Ģeytandan Allah‟a yolculuğunun ilk adımlarında hiçbir zaman kendisini bırakmayacak olan buruk bir yalnızlığın mecazî ifade- 826 sidir” Ģeklinde yorumlamıĢtır. Aynı Ģekilde Allah‟ın hicret edenlere yardımı ve dünyevî mükâfatları ile ilgili bir diğer âyet ise Ģöyledir: ََنَ﴾ ُّدنَْياََحَسَنًةََوَلاَْجُرَاْلاِٰخَرِةَاَْكَبُرَلَْوََكانُواََيْعلَُمو ََّنُهْمَِفىَال ِّوئ ﴿ََوالَّٖذيَنََهاَجُرواَِفىَاللِّٰهَِمْنََبْعِدََماَظُلُِمواَلَُنَب “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilseler- 827 di.” Bu âyetleri, Ankebût sûresinin 56. âyeti ile birlikte ele almak uygundur: َِنَ﴾ َِّنََاْرٖضىََواِسَع ةََفِايَّاَیََفاْعُبُدو َ﴿ََياَعََِباِدَىَالَّٖذيَنَاَٰمُنواَا “Ey inanmış olan kullarım, muhakkak, benim mülküm olan yeryüzü (çok) geniştir. O halde (şuna buna değil de) yalnız bana ibadet edin.” Tüm bu âyetler, Allah‟ın inanan kullarına, dinlerini açığa vurup yaĢayamadıkları bir yerden, onu kolayca yaĢayabilecekleri baĢka bir yere hicret etmeleri için bir emirdir. 824 Nisâ, 4/100. 825 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 124. 826 Esed, a.g.e., s. 163. 827 Nahl, 16/41. 158 Yeryüzü bütün geniĢliğiyle yalnız Allah‟ındır. O halde Müslüman bulunduğu yerde dini- ni, Allah‟ın emirlerini yaĢayamaz, dinini açığa vurmakta zorluklarla karĢılaĢırlarsa ve bu ortamı düzeltmeye güçleri yetmezse orada bağlanıp kalmamalı, ibadetlerini serbest yapa- bileceği yere gitmelidir. Hicret edip o darlıktan geniĢliğe çıkmak için ne gerekiyorsa 828 yapmak ve Allah‟a kulluk etmek müminin prensibi olmalıdır. Tefsirlerde, “...bu dün- yada güzel bir şekilde yerleştireceğiz” ifadesiyle büyük bir ihtimalle Müslümanların Me- dine‟ye yapacakları hicretin müjdelendiği belirtilmekle birlikte daha baĢka yorumlar da yapılmıĢtır. 829 Kurtubî, bu yorumları Ģöyle özetlemiĢtir: a) Müslümanların Medine‟ye gelip yerleĢmeleri, b) Ġleride iyi bir geçim imkânı elde etmeleri, c) DüĢmana galip gelmeleri, d) Ġyilikle anılmaları, e) Fetihlerle yeni beldeler kazanmaları, f) Dünyada geniĢ bir it i- bar kazanmaları. Allah Teâlâ, Mekke‟de müĢriklerin zulüm ve baskıları yüzünden acı çeken Müslümanlara hicretten sonra, daha Hz. Peygamber hayatta iken yukarıda sayı- lan imkânların hepsini nasip etmiĢtir. Ayrıca O, kendi yolunda olanlara âhiretteki lütu f- larının bu dünyadakilerden daha büyük olacağını da müjdelemektedir. KuĢkusuz bura- daki büyüklük sadece nicelik bakımından değil nitelik bakımından da üstün bir değeri 830 ifade etmektedir. Allah yolunda hicret etmek birçok konuda göz ününde bulundurulması gereken bir ölçü olarak karĢımıza çıkmaktadır. Örneğin; dost edinmede “... Bu sebeple, onlar Allah 831 yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin ...” ve gerçek mümin olma vasfını kazanmada “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihada gidenlerle onları ba- rındırıp yardıma koşanlar, işte onlardır gerçek müminler. Onlara bir bağışlama ve bol 832 rızık vardır” hicret bir ölçü olarak alınmıĢtır. Yukarıda kaydettiğimiz gibi birçok âyette, Allah yolunda hicretin önem ve fazileti- ne iĢaret edilmiĢ, kiĢinin hayatını ve inancını korumak için vatanını terk ederek baĢka bir yere göçmesi sebebiyle karĢılaĢacağı zorluklara katlanması bakımından da Ġslâm‟a bağlılı- ğın göstergesi sayılmıĢtır. Medine döneminin ilk yıllarında Ġslâmiyet‟i kabul eden çevrede- 828 ġamil ĠA, “Hicret”, ġamil Ġslâm Ansiklopedisi, ġamil Yayınevi, Ġstanbul 1990, II, 418. 829 Kurtubî, a.g.e., XII, 327. 830 Komisyon, Kur‟ân Yolu, III, 399. 831 Nisâ, 4/89. 832 Enfâl, 8/74. 159 ki insanların Hz. Peygamber‟in yanına hicret etmesi bir zorunluluktu ve imanla ilgili görü- lüyordu. Kur‟ân buna uymayanları Ģiddetle kınamakta ve onların âkıbetlerinin korkunç 833 olacağını belirtmektedir. Müminlere böyle kimselerle yakın dostluk iliĢkilerinin kesil- mesi de emredilmiĢtir: ّٰتىَُيَهاِجُرواَ...َ﴾ ﴿َ...ََوالََّٖذيَنَاَٰمُنواََولَْمَُيَهاِجُرواََماَلَُكْمَِمْنََوَلاَيِتِهْمَِمْنََشْی ءََح “… İman edip de hicret etmeyenler ise hicret edinceye kadar onlarla sizin hiçbir 834 yakın dostluğunuz ve ilişkiniz olamaz …” Fakat Ġslâmiyetîn güç kazanıp, Müslümanlara yapılan baskılar ortadan kalktıktan ve dinin esaslarını kolayca öğrenme ve yaĢama imkânı doğduktan ve nihayet Mekke fethedil- 835 dikten sonra hicret bir zorunluluk olmaktan çıkarılmıĢtır. 2.6. SEBÎLÜLLAH UĞRUNDA FEDA EDĠLENLER Kur‟ân-ı Kerîm‟de sebîlüllah uğrunda Müslümanların yapmaları gereken fedakâr- lıklar ve bunlara karĢın Allah Teâlâ‟nın vereceği mükâfatlar haber verilmiĢtir. Cenneti ve 836 Allah‟ın rızasını arzulayan müminler, nefse ağır gelen Ģeylerle imtihan olunmaktadır. Cennete uzanan sebîlüllahın uğrunda feda edilenlerin baĢında can, mal, emek, memleket ve akrabalar gelmektedir. Hz. Âdem‟den günümüze kadar bu yolun yolcularının çektiği sıkın- tılar ve iĢkenceleri da unutmamak gerekir. Fakat bu yolun sıkıntı ve iĢkenceleri müminleri asla yıldırmamıĢ ve hak yoldan geri çevirememiĢtir. Allah Teâlâ bu gerçeği Ģöyle hatırlatmaktadır: ُّيوَنََكٖثي رََفَماََوَهُنواَلَِماَاََصاَبُهْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَماََضَُعُفواََوَماَاْسَتَكانُواَ ِّب ٍّىََقاَتَلََمَعُهَِر َِّيْنَِمْنََنِب ﴿ََوَكا َّصابِٖريَنَ﴾ ُّبَال َواللُّٰهَُيِح 833 “Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle der- ler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimseler- dik” derler. Melekler, "Allah‟ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!" derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.” Nisâ 4/97. 834 Enfâl, 8/72. 835 Özel, “Hicret”, DĠA, XVII, 462. -Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarıl“ "َحفتَالجنةَبالمكارهَوَُحفتَالنارَبالشهواتَ" 836 mıştır. Cehennemin etrafı da şehevî (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır.” Müslim, “Cennet”, 1. 160 “Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmedi- 837 ler. Allah, sabredenleri sever.” Bu âyette, Hz. Peygamber‟in öldürüldüğü haberi üzerine paniğe kapılıp savaş ala- nını terk eden Müslümanlara bir sitem vardır. Bir bakıma Müslümanlara şöyle denilmekte- dir: Geçmiş peygamberlerin ümmetleri sayıca düşmanlarından daha az, savaş araç ve ge- reçleri bakımından daha zayıf olmalarına rağmen peygamberleriyle birlikte düşmanlarına karşı şiddetle savaştılar. Onlar da Allah yolunda yaralandı ve şehit oldular, ama düşman karşısında gevşeklik ve zaaf göstermediler, onlara boyun eğmediler, sabır ve metanetle 838 mücadele ettiler. Bu sebeple Allah‟ın rızasını, sevgisini ve zaferi kazandılar. Çekilen sıkıntıların neler olabileceği ve karşılığındaki mükâfatlar şu âyette açıklanmıştır: َاْنََيَتَخلَُّفواََعْنََرُسوِلَاللِّٰهََوَلاََيَْرَغُبواَبِاَْنُفِسِهْمََعْنَ ﴿ََماََكاَنَلِاَْهِلَالَْمٖديَنِةََوَمْنََحْولَُهْمَِمَنَاْلاَْعَراِبَ َّفاَرََوَلاَ ْلُك َنَص بََوَلاََمْخَمَص ةَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاََيَطُؤَنََمْوِطًئاََيٖغيُظَا َوَلاَ نَْفِسٖهَٰذلَِكَبِاَنَُّهْمََلاَُيٖصيُبُهْمََظَماَ ََنَ﴾ ََِّنَاللَّٰهََلاَُيٖضيُعََاْجَرَالُْمْحِسٖني َِّلاَكُِتَبَلَُهْمَبِٖهََعَم لََصال ِحَا ٍّوََنْيًلاَا َيَنالُوَنَِمْنََعُد “Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah‟ın Resûlü‟nden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yo- lunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, inkârcıları öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki kar- şılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapan- 839 ların mükâfatını elbette zayi etmez.” Allah Teâlâ, kendi yolunda cihad eden ve sonuçta canlarını feda edip şehîd olanlara çok büyük mükâfatlar vâdetmiştir. Bunlar arasında günahlarının örtülmesi, cennet, büyük bir rızık, asla üzülmeme, ölümlerinden sonra bambaşka bir hayat ve Allah katında mükâ- fatların en güzeli sayılmaktadır. َاْوَاُْنثٰىََبْعُضُكْمَِمْنََبْع ضََفاَلَّٖذيَنََهاَجُرواَ َٖنّىََلاَاُٖضيُعََعَمَلََعاِم لَِمْنُكْمَِمْنََذَك رَ ُّبُهْمَا ﴿ََفاْسَتَجاَبَلَُهْمََر َّنا تََتْجٖرىَِمْنَ َّنُهْمََج ِّيَپاتِِهْمََوَلاُْدِخَل َّنََعْنُهْمََس ِّفَر َواُْخِرُجواَِمْنَِدَياِرِهْمََواُوُذواَٖفىََسٖبيٖلىََوَقاَتَلُواََوقُِتلُواََلاَُك َِبَ﴾ َتْحِتَهاَاْلاَنَْهاُرََثَواًباَِمْنَِعْنِدَاللِّٰهََواللُّٰهَِعْنَدُهَُحْسُنَالثََّوا 837 Âl-i Ġmrân, 3/146. 838 Komisyon, Kur‟ân Yolu, I, 685-686. 839 Tevbe, 9/120. 161 “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahla- rını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar 840 akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır.” Allah yolunda malın infâk edilmesi, memleketlerin terk edilip hicrete çıkılması, böylece yakınlarını bırakıp bilinmeyen yerlere doğru yol alınması, yeni bir hayatın kurul- ması hep sebîlüllah uğrunda çekilen sıkıntılardandır. Müminlerin tüm bu sıkıntıları çekme nedeni ise Ģu âyette açıklanmıĢtır: َ مَ﴾ َُهَََغُفو رََرٖحي َِّنَالَّٖذيَنَاَٰمُنواََوالَّٖذيَنََهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاُولِٰئَكََيْرُجوَنََرْحَمَتََاللِّٰهََواللَّٰ ﴿َا “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Al- 841 lah‟ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 840 Âl-i Ġmrân, 3/195; Ayrıca bkz: Bakara, 2/154; Âl-i Ġmrân, 3/169-170; Nisâ, 4/74; Tevbe, 9/111; Hac, 22/58. 841 Bakara, 2/218. 162 3. SEBÎLÜLLAH‟I TAKĠP EDENLERĠ BEKLEYEN MÜKÂFATLAR 3.1. ALLAH‟IN SEVGĠSĠ Sevgi, Allah‟ın bu dünyada insanlara verdiği en büyük nimetlerden biridir. Her in- san hayatı boyunca sevdiği, güvendiği kiĢilerle birlikte olmak ister. Müminler de Allah‟ı - ve diğer müminleri- çok severler ve hayatlarının her anında Allah‟ın sevgisini ve rızasını kazanmak için çaba gösterirler. Allah sevgisi, O‟nun yüceliğini ve nimetlerini düĢünme neticesinde kiĢinin kalbinde meydana gelen bir duygudur. Bu duyguya sahip olanlar Al- lah‟a karĢı saygılıdırlar, O‟nun emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınırlar. Allah yolunda ve din uğrunda gayret göstermekten, mallarını ve canlarını feda etmekten kaçın- mazlar. Kur‟ân-ı Kerîm, insanlığı en baĢta Allah‟ın birliği inancına ve Allah‟ı her Ģeyden daha çok sevme duygusuna ulaĢtırmak ister. Nitekim Bakara sûresinin 165. âyetinde “...İman edenler ise en çok Allah‟ı severler ...” buyurularak bu hedefe iĢaret edilmektedir. Ġnsanla yaratıcısı arasındaki en yüksek iliĢki, sevgi düzeyine ulaĢan iliĢkidir. Allah‟ı her Ģeyden çok seven insan bütün iliĢkilerini bu sevgiye, dolayısıyla Allah‟ın iradesine göre düzenleyeceğinden onun bütün iliĢkileri bilinçli ve iradeli olacaktır. ġu halde Ġslâm düĢüncesinde hakiki sevgi Allah sevgisidir. Sevgi ise karĢılıklı olursa makbuldür. Yani kiĢinin Rabbini sevmesi, Rabbinin de onu sevmesi ile değerli olmaktadır. Zaten kul Rabbi- ni hakkıyla severse O‟nun tüm emir ve yasaklarına uyacağı için Allah‟ın da sevdiği kulla- rından olacaktır. Allah‟ın kulunu sevmesinden maksat onun doğru yolu bulmasını murat etmesi, ondan razı olması, itaat ve ibadetlerine bolca sevap vermesi, onu övmesi ve hayırlı iĢlerde baĢarılı kılmasıdır. Allah‟ın sevgisine mazhar olan kimseler, O‟nun yardımına, do- 842 layısıyla baĢarıya ve kurtuluĢa namzettirler. Allah Teâlâ, Kur‟ân-ı Kerîm‟de hakiki müminleri tarif ederken Ģöyle buyurmak- tadır: 842 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 296. 163 ُّبونَُهَاَِذلَّ ةََعَلىَ ُّبُهْمََوُيِح ْاتِىَاللُّٰهَبَِقْو مَُيِح َّدَِمْنُكْمََعْنَٖديِنٖهََفَسْوَفََي َايَُّهاَالَّٖذيَنَاَٰمُنواََمْنََيْرَت ﴿ََياَ َّز ةََعَلىَالَْكاِفٖريَنَُيَجاِهُدوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاََيَخافُونَََلَْوَمَةََلائ ِمَٰذلَِكََفْضُلَاللِّٰهَُيْؤٖتيِهََمْنَ الُْمْؤِمٖنيَنَاَِع َ مَ﴾ َيَشاُءََواللُّٰهََواِس عََعٖلي “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah‟ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah‟ın bir lütfudur. Onu 843 dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” Sebîlüllah uğrunda cihad etmenin, Allah‟ın sevdiği kullarının en belirgin vasıfla- rından olduğu görülmektedir. Ankebût sûresinin 69. âyeti ise, Allah‟ın kulunu sevmesin- den maksadın ona doğru yolu göstermesi olduğunu Ģöyle açıklamaktadır: َِّنَاللَّٰهَلََمَعَالُْمْحِسٖنينَََ﴾ َّنُهْمَُسُبَلَناََوا ََنََجاَهُدواَٖفيَناَلََنْهِدَي ﴿ََوالَّٖذي “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.” Bu iki âyet birlikte ele alındığında cihad, doğru yolu gösterme ve Allah‟ın sevgisi arasında birbirini takip eden kuvvetli bir iliĢki fark edilmektedir. Kul Allah yolunda cihad ederse Allah da onu dosdoğru yoluna iletir. Dosdoğru yolda (sırat-ı müstakîm) ilerleyen ve ona uygun ameller yapan bir kulu da Allah sever. Allah Teâlâ da sevdiği kulundan hiçbir yardımını esirgemez. Dolayısıyla kullar önce cihad edip doğru yollara eriĢebilmeli ve Al- lah‟ın sevgisini kazanmalıdırlar ki bu yüce makamlarını koruyabilmek için Rablerinin des- teğini alabilsinler. Allah Teâlâ, birçok âyette sebîlüllah uğrunda savaĢanları, infâk edenleri ve bu yol- da karĢılaĢılan zorluklara sabredenleri sevdiğini beyan etmiĢtir: َ صَ﴾ََ ًّفاََكاَنَُّهْمَُبْنَيا نََمْرصَُو ُّبَالَّٖذيَنَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلٖهََص َِّنَاللَّٰهَُيِح ﴿َا “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina 844 gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” 843 Mâide, 5/54. 844 Saf, 61/4. 164 َُْمْحِسٖنينَََ﴾َ ُّبَال َِّنَاللَّٰهَُيِح ﴿ََواَنِْفُقواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاَتُْلُقواَبِاَْيٖديُكْمَاِلَىَالتَّْهلَُكِةََواَْحِسُنواَا “(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik 845 edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” َِهََوَماََضُعُفواََوَماَاْسَتَكانُواَ َاَصاَبُهْمَٖفىََسٖبيِلَاللّٰ ُّيوَنََكٖثي رََفَماََوَهُنواَلَِماَ ِّب ٍّىََقاَتَلََمَعُهَِر َِّيْنَِمْنََنِب ﴿ََوَكا ََنَ﴾ َّصابِٖري ُّبَال َواللُّٰهَُيِح “Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bun- lar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. 846 Allah, sabredenleri sever.” 3.2. BOL VE GÜZEL BĠR RIZIK Terim olarak rızık, Allah Teâlâ‟nın canlılara yeme içme ve baĢka hususlarda yarar- lanmak üzere verdiği her Ģeyi ifade eder. Kur‟ân-ı Kerîm‟de rızık olarak verilen nimetler hayatın vazgeçilmez unsurları olan su ve gıdalardan ibaret sayılmamıĢ; baĢta din, hidâyet 847 848 ve nübüvvet olmak üzere Allah‟ın manevî lütufları da rızık olarak nitelendirilmiĢtir. Müminlere âhirette verilecek mükâfatlardan biri olan “ِرْس ق َكٖزي م – bol / Ģerefli / üstün rızık” Kur‟ân-ı Kerîm‟de beĢ âyette geçmektedir. Bunlardan biri de sebîlüllah uğrunda yapılan ameller ile ilgili olan Ģu âyet-i kerîmedir: َلُهْمََمْغفََِر ةَ ًّقاَ ََنََح َنَصُرواَاُولِٰئَكَُهُمَالُْمْؤِمُنو ﴿ََوالَّٖذيَنَاَٰمُنواََوَهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوالَّٖذيَنَاَٰوْواََو َ مَ﴾ َوِرْز قََكٖري “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma 849 ve bol bir rızık vardır.” 850 851 Taberî, âhiretteki bol rızkı “cennet ve cennetteki yiyecek ve içeceklerdir ” diye tefsir etmiĢtir. Râzî ise Ģu açıklamaları yapmaktadır: “Kerîm rızk (bitmez, tükenmez rızık) ile cennetteki nimetler kastedilmiĢtir. Bizim burada, ruhanî ve manevî lezzetlerin, maddî 845 Bakara, 2/195. 846 Âl-i Ġmrân, 3/146. 847 Örn. bkz: Hûd, 11/88. 848 ġerafettin Gölcük, “Rızık”, DĠA, XXXV, Ġstanbul 2008, s. 73. 849 Enfâl, 8/74. 850 Taberî, a.g.e., XI, 32. 851 Taberî, a.g.e., XI, 300. 165 lezzetlerden daha güzel olduğunu beyan etmemiz gerekir. Bu durumda, âyette bahsedilen kerîm rızkın, ruhanî ve manevî lezzetler olduğu, bunların da ma„rifetullah, muhabbetullah 852 ile kulluk Ģuuruna gark olmak olduğu ortaya çıkar.” Bilmen, konuyu daha vâzıh bir Ģe- kilde Ģöyle açıklamaktadır: “Onlar o cennetlerde değerli rızka, yani maddî ve manevî ni- metlere nail olacaklardır. ġöyle ki: Onlar kendilerine pek değerlice bir rızık olmak üzere cismanî lezzetlere nail olacakları gibi bu lezzetlerin çok üstünde olan ve Allah‟ı tanımak- tan, Allah sevgisinden meydana gelen manevî lezzetlere de nail bulunacaklardır. Kalbin nurlanmasını, ruhun yücelmesini temin eden bu ruhanî lezzetler ise Ģüphe yok ki, cismanî 853 lezzetlerin çok üstündedir. Bütün bunlar, birer değerli rızıktır.” Allah yolunda hicret edenlere Ģu âyette de güzel bir rızık vâdedilmektedir: َّراِزٖقينَََ﴾َ َِّنَالَلَّٰهَلَُهَوََخْيُرَال َّنُهُمَاللُّٰهَِرْزًقاََحَسًناََوا َاْوََماتُواَلََيْرُزَق َّمَقُِتلُواَ ُث ﴿ََوالَّٖذيَنََهاَجُرواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَ “Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Al- lah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en 854 hayırlısıdır.” Râzî, bu âyetteki güzel rızk ile cennet nimetlerinin kastedildiğinde Ģüphe olmadığı- nı belirterek rızk-ı hasenin ilim, anlayıĢ veya helâl bir rızk olan ganimet olduğu Ģeklinde ileri sürülen izahların zayıf olduğunu belirtmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, bu güzel rızkı savaĢmalarından ve ölümden sonra Allah yolundaki hicretlerine bir mükâfat olarak zikret- 855 miĢtir. SavaĢıp öldükten sonraki mükâfat ise cennet nimetleridir. 3.3. MELEKLERĠN DUASI Allah Teâlâ, Mü‟min sûresinin 7. âyetinde Ģöyle buyurmaktadır: َّبَناَ ِّبِهْمََوُيْؤِمُنوَنَبِٖهََوَيْسَتْغِفُروَنَلِلَّٖذيَنَاَٰمُنواََر ِّبُحوَنَبَِحْمِدََر ﴿َاَلَّٖذيَنََيْحِملُوَنَالَْعْرَشََوَمْنََحْولَُهَُيَس َِمَ﴾ َّلََشْی ءََرْحَمًةََوِعْلًماََفاْغِفْرَلِلَّٖذيَنََتاُبواََواتََّبُعواََسٖبيَلَكََوِقِهْمََعَذاَبَالَْجٖحي َوِسْعَتَُك “Arş‟ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O‟na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yolu- na uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru.” 852 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XV, 128. 853 Bilmen, a.g.e., III, 8. 854 Hac, 22/58. 855 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XXIII, 58. 166 Bu âyetten önce inkârcıların müminlere karĢı olan düĢmanlıklarını ortaya koymada 856 çok aĢırı gittikleri beyan buyurulmuĢtur. Cenâb-ı Hak, ArĢ‟ın taĢıyıcısı ve onun etrafında dönüp dolaĢan meleklerin müminlere karĢı sevgi, muhabbet ve hayır duaları hatırlatıp ade- ta “eğer bu kiĢiler, sana karĢı düĢmanlıkta ileri gidiyorlarsa onlara aldırma, çünkü ArĢ‟ın taĢıyıcısı olan melekler ve ArĢ‟ın etrafında dönüp dolaĢan melekler seninledir. Onlar, sana 857 yardım ederler” demek istemiĢtir. Âyetten meleklerin dualarına dâhil olabilmek için müminlerin tevbe etme ve Allah‟ın yoluna tabi olma gibi özelliklere sahip olmaları gerek- tiği anlaĢılmaktadır. 3.4. MAĞFĠRET VE RAHMET Mağfiret kelimesi, sözlükte “örtmek, gizlemek, birinin kusurunu ifĢa etmeyip bağıĢ- lamak” manasına gelen gafr (gufrân) kökünden türemiĢtir. Allah‟a nispet edildiğinde “ku- 858 lunun günahını örtüp kusurunu bağıĢlaması, Allah‟ın kulunu azap görmekten koruma- 859 sı ” anlamına gelmektedir. Rahmet ise, sözlükte mastar olarak “merhamet etmek, severek ve acıyarak koru- 860 mak”, isim olarak “Ģefkat ve merhamet” anlamına gelmektedir. Ġsfahânî‟ye göre kelime bazen Ģefkat, acıma ve yufka yüreklilik, bazen de Ģefkat, acıma ve yufka yüreklilikten so- yutlanmıĢ olarak merhametin bir ürünü olan “ihsân / lütufta bulunma” anlamında kullanılır. 861 Fakat Allah‟a nispet edildiğinde Ģefkat ve acıma değil yalnızca ihsân manası kastedilir. Eksiklikleri ve günahları ile kendisini kabul edecek, dahası affedecek bir Rabbinin bulunduğunu bilmesi, insanın hayata bağlanmasını, ümitsizliğe kapılmamasını ve amelleri- 862 ne devam etmesini sağlayacaktır. Affedicilik geniĢ kapsamlı ilâhî bir vasıf olmakla bir- likte, gerçekleĢmesi insanda bulunması gereken bazı niteliklere bağlıdır. Bunların baĢında 856 “Allah‟ın âyetleri hakkında ancak inkârcılar mücadele ederler. Şimdi onların beldeler içinde dönüp dolaş- maları seni aldatmasın. Onlardan önce Nuh kavmi, arkalarından da çeşitli topluluklar yalanlamışlardı. Her ümmet, kendi peygamberlerini yakalamak kastında bulundu. Hakkı batılla gidermek için boşuna mücadele ettiler. Ben de onları tuttum, alıverdim. (Bak o zaman) azabım nasıl oldu? İşte o nankörlük eden inkârcı- lara Rabbinin (azab) sözü öyle hak oldu. Onlar, mutlaka cehennemliktirler.” Mü‟min, 40/4-6. 857 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XXVII, 32. 858 Adil Bebek, “Mağfiret”, DĠA, XXVII, Ankara 2003, s. 313. 859 Ġsfahânî, a.g.e., s. 362. 860 Abdülhamit BirıĢık, “Rahmet”, DĠA, XXXIV, Ġstanbul 2007, s. 419. 861 Ġsfahânî, a.g.e., s. 191. 862 Hicr, 15/56; Yûsuf, 12/87; Zümer, 39/53. 167 863 tereddütsüz iman gelmekte olup birçok âyette amel-i sâlih de buna eklenmiĢtir. Bu açı- dan kul, Allah‟ın rahmet ve mağfiretini celp etmek için kendi üzerine düĢeni yapmalıdır. Sebîlüllah uğrunda yapılan ameller, - cihad, infâk, hicret vs.- sâlih amellerin baĢında geldi- ğine göre Allah Teâlâ‟nın rahmet ve mağfiretinin sebîlüllahı baĢ tacı yapan müminlerin üzerine bol bol yağdığı söylenebilir. Konu ile ilgili Ģu âyet çok dikkat çekicidir: ًّقاَلَُهْمََمْغِفَر ةَ ﴿ََوالَّٖذيَنَاَٰمُنواََوَهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوالَّٖذيَنَاَٰوْواََونََصُرواَاُولِٰئَكَُهُمَالُْمْؤِمُنونََََح َ مَ﴾َ َوِرْز قََكٖري “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma 864 ve bol bir rızık vardır.” Dikkat edilirse bu âyette rahmeti celb etmek için gereken sâlih amellerin bir kısmı isim isim sıralanmıĢ ve sonrasında da bu amellerin karĢılığının mağfiret ve bol bir rızık olduğu belirtilmiĢtir. Allah yolunda cihad ederken Ģehit olanlar hakkında Ģöyle buyrulmaktadır: َّماََيْجَمُعونَََ﴾َ ﴿ََولَِئْنَُقِتْلُتْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاَْوَمَُتُّْمَلََمْغِفَر ةَِمَنَاللِّٰهََوَرْحَم ةََخْي رَِم “Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah‟ın bağışlaması ve 865 rahmeti, onların topladıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır.” Âyetin öncesinde münafıkların “eğer onlar bizim yanımızda olsalar idi ne ölürlerdi ve ne de öldürürlerdi” diyerek Müslümanların gönüllerinde soru iĢaretleri oluĢturmak iste- 866 dikleri haber verilmiĢtir. Fakat ölümden bir kaçıĢın olmadığı apaçık bir gerçektir. Bu yüzden bir Müslüman Allah yolunda cihad edip Ģehâdete ulaĢtığında münafıkların dünyalık topladıkları malların tümünden daha hayırlı bir servete ulaĢmıĢ olmaktadır ki o da Allah‟ın mağfireti ve rahmetidir. Zaten Müslümanlar dünyevî bir menfaat beklemeksizin sırf sebîlüllah uğruna yaptıkları tüm ameller ile Allah Teâlâ‟nın rahmetini ummaktadırlar. Ni- tekim Bakara sûresinin 218. âyeti bu durumu Ģöyle izah etmektedir: 863 Bebek, “a.g.md.”, DĠA, XXVII, 314. 864 Enfâl, 8/74. 865 Âl-i Ġmrân, 3/157. 866 Nisâ, 4/78. 168 َ مَ﴾ َِّنَالَّٖذيَنَاَٰمُنواََوالَّٖذيَنََهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاُولِٰئَكََيْرُجوَنََرْحَمَتَاللِّٰهََواللَُّٰهََغُفو رََرٖحي َ﴿َا “Şüphesiz ki iman edenlere, Allah yolunda hicret edip, cihad edenlere gelince, işte onlar, Allah‟ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” Bu âyetten Allah‟ın rahmetini ummak için iman, hicret ve cihad gibi amellerin ya- pılmasının gerekli olduğu anlaĢılmaktadır. Kur‟ân-ı Kerîm‟de âyet sonlarında geçen Allah‟ın güzel isimleri âyette bahsi ge- çen konular ile sıkı biçimde iliĢkilidir ve her isim âyetin konusu ile mükemmel bir uyum içindedir. Örneğin Allah‟ın rahmetinden söz eden âyetin sonunda rahmetle alakalı isim- ler, azaptan bahseden bir âyetin sonunda da Allah‟ın güçlü ve intikam sahibi olduğuna iĢaret eden isimler, yaratma ile ilgili bir âyetin sonunda da Allah‟ın yüce ve hikmet sahi- 867 bi olduğuna delâlet eden isimler zikredilir. Bu bağlamda sebîlüllah ile ilgili amellerin anlatıldığı âyetlerin bazılarının sonunda Allah‟ın çok bağıĢlayıcı ve merhamet sahibi ol- duğu zikredilir. Örneğin; ﴿ََوَمْنَُيَهاِجْرَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََيِجْدَِفىَاْلاَْرِضَُمَراَغًماََكٖثيًراََوَسَعًةََوَمْنََيْخُرْجَِمْنََبْيِتٖهَُمَهاِجًراَاِلَىَاللِّٰهَ َُّمَُيْدِرْكُهَالَْمْوُتََفَقْدََوَقَعَاَْجُرُهََعَلىَاللِّٰهََوَكاَنَاللُّٰهََغُفوًراََرٖحيًماَ﴾ َوَرُسولِٖهَث “Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah‟a ve Peygamberine hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah‟a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok mer- 868 hamet edicidir” Bir diğer âyet ise Ģöyledir: ُتواَاُولِىَالُْقْرٰبىََوالَْمَساٖكيَنََوالُْمَهاِجٖريَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَ َّسَعِةَاَْنَُيْؤ ﴿ََوَلاََياَْتِلَاُولُواَاْلَفْضِلَِمْنُكْمََوال َ مَ﴾ َاْنََيْغِفَرَاللُّٰهَلَُكْمََواللُّٰهََغُفو رََرٖحي ُّبوَنَ َولَْيْعُفواََولَْيْصَفُحواَاََلاَتُِح “İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah‟ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok 869 merhametlidir.” 867 Örn. bkz: Bakara, 2/32, 143; Âl-i Ġmrân, 3/4; Nisâ, 4/16; 868 Nisâ, 4/100. 869 Nûr, 24/22. 169 Yukarıdaki açıklamaya göre bu âyetlerde bahsi geçen Allah yolunda hicret edenler ve akrabaya, yoksula, muhacirlere infâk edenler âhiret günü Rablerini merhametli ve ba- ğıĢlayıcı olarak bulacaklar demektir. Güçsüz veya hasta oldukları ve yahut da seferde har- cayacakları malları olmadığı için Allah yolunda cihaddan geri kalanlar hakkındaki âyetin de aynı Ģekilde Allah Teâlâ‟nın gafûr ve rahîm olduğunu beyan ile son bulması bu durum- 870 da olan müminlerin yüreklerine su serpmektedir. 3.5. BÜYÜK BĠR ECĠR / MÜKÂFAT Ecir, iman ve sâlih amellere karĢılık âhirette verilecek olan sevaba denilmektedir. Hadislerde bildirildiğine göre Allah yolunda canlarını feda edenlerin, ilminden faydalanı- lan âlimlerin, sürekli hayır sahiplerinin ve geride hayır duada bulunacak evlât bırakanların 871 ecirleri ölümlerinden sonra da devam etmektedir. Âhirette büyük, kesintisiz ve kat kat artan bir ecir ile mükâfatlandırılacakların içinde sebîlüllah uğrunda dünyalarını feda edip âhirete hazırlık yapanlar da bulunmaktadır. Zaten Müslümana göre asıl hayat âhiret hayatı- dır. Dünya hayatının bu ebedî hayat yanında zerre kadar bir değeri yoktur. Fakat dünya hayatı âhiretin tarlası olduğu için değerlendirilmesi gereklidir. Nitekim Allah, âhiretleri için dünyalarını feda edenler hakkında Nisâ sûresinin 74. âyetinde Ģöyle buyurmaktadır: َاْوََيْغِلْبَ َِهََفُيْقَتْلَ ُّدنَْياَبِاْلاِٰخَرِةََوَمْنَُيَقاتِْلَٖفىََسٖبيِلَاللّٰ ﴿َفْلُيَقاتِْلَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَالَّٖذيَنََيْشُروَنَالَْحٰيوَةَال َاْجًراََعٖظيًماَ﴾ َفَسْوَفَنُْؤٖتيِهَ “O hâlde, dünya hayatını âhiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaş- sınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” Ecir kelimesi sevap manasına geldiği gibi Kur‟ân-ı Kerîm‟de cennet anlamında da 872 kullanılmıĢtır. Dolayısıyla bu âyetteki ecir, sebîlüllah uğrunda savaĢırken Ģehit veya gazi olan mücahidlere verilecek olan cennet mükâfatı olarak da anlaĢılabilir. Allah Teâlâ, kendi yolunda çekilen en küçük bir zahmeti bile karĢılıksız bırakma- yacağını beyan etmiĢtir. Bu uğurda çekilen susuzluk, açlık, yorgunluk gibi bedenî zahmet- ler, inkârcıların hoĢlanmayacağı hususlarda onlara karĢı herhangi bir baĢarı kazanmak Al- 870 Bkz: Tevbe, 9/91. 871 Muhittin Bağçeci, “Ecir”, DĠA, X, Ġstanbul 1994, s. 383. 872 Taberî, a.g.e., VII, 37. 170 lah katında çok değerli amellerdir. Belki de yapanın bir müddet sonra unutacağı kadar kü- 873 874 çük bir amel bile kirâmen kâtibîn melekleri tarafından tek tek kaydetmektedir. Allah yolunda harcanan her kuruĢun ve atılan her adımın karĢılığı mutlaka verilecektir. Tevbe sûresinin 120 ve 121. âyetleri, insanlar tarafından küçük görebilecek bu amellerin aslında ne kadar değerli olduklarını ve âhirette asla zayi edilmeyeceğini ayrıntılı bir biçimde Ģöyle açıklamaktadır: َاْنََيَتَخلَُّفواََعْنََرُسوِلَاللِّٰهََوَلاََيْرَغُبواَبِاَنُْفِسِهْمََعْنَ ﴿َََماََكاَنَلِاَْهِلَالَْمٖديَنِةََوَمْنََحْولَُهْمَِمَنَاْلاَْعَراِبَ َّفاَرََوََلاَ َوَلاَنََص بََوَلاََمْخَمَص ةَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََوَلاََيَطُؤَنََمْوِطًئاََيٖغيُظَالُْك نَْفِسٖهَٰذلَِكَبِاَنَّهَُْمََلاَُيٖصيُبُهْمََظَماَ َِّنَاللَّٰهََلاَُيٖضيُعََاْجَرَالُْمْحِسٖنيَنَوَلاََُيْنِفُقوَنَنََفَقًةََصٖغيَرًةَ ُكِتَبَلَُهْمَبِٖهََعَم لََصال ِحَا َِّلاَ ٍّوََنْيًلاَا َيَنالُوَنَِمْنََعُد َِّلاَكُِتَبَلَُهْمَلَِيْجِزَيُهُمَاللُّٰهََاْحَسَنََماََكانُواََيْعَملُونَََ﴾ َوَلاََكٖبيَرًةََوَلاََيْقَطُعوَنََواِدًیاَا “Ne Medine halkının ne de etrafındaki bedevilerin Resûlullah‟tan geride kalmaları ve kendilerini tercih edip ondan yüz çevirmeleri yakışmaz. Çünkü onların Allah yolunda çektikleri hiçbir susuzluk, hiçbir açlık ve inkârcıları öfkelendirecek bir yere ayak basmala- rı ve düşman karşısında elde ettikleri hiçbir başarı yoktur ki, karşılığında kendilerine güzel bir amel yazılmış olmasın. Çünkü Allah iyilerin mükâfatını zayi etmez. Onlar, -küçük olsun, büyük olsun- bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi aşmazlar ki, Allah kendilerini işledikle- rinden daha güzeliyle mükâfatlandırmak için onların hesaplarına yazmış olmasın!” Allah Teâlâ, yolunda hicret eden ve bu hicretleri esnasında ölen muhacirlere verile- cek olan mükâfatın kendi katında olduğunu beyan ederek Ģöyle buyurmuĢtur: ﴿ََوَمْنَُيَهاِجْرَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََيِجْدَِفىَاْلاَْرِضَُمَراَغًماََكٖثيًراََوَسَعًةََوَمْنََيْخُرْجَِمْنََبْيِتٖهَُمَهاِجًراَاِلَىَاللِّٰهَ َُّمَُيْدِرْكُهَالَْمْوُتََفَقْدََوَقَعَاَْجُرُهََعَلىَاللِّٰهََوَكاَنَاللُّٰهََغُفوًراََرٖحيًماَ﴾ َوَرُسولِٖهَث “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra ken- disine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah‟a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” Allah Teâlâ‟nın lütfu ve keremi bol olduğu için kullarının yaptığı bir iyiliğe ve amele karĢılık, yapanın niyetindeki ihlâsa göre on katından yedi yüz katına kadar sevap vermektedir. Dünyalık mallarının kendilerine emanet olarak verildiği bilincinde olan mü- 873 Ġnfitâr, 82/11. 874 Kehf, 18/49. 171 minlere, bu malları yine verenin yolunda infâk ederlerse asla zarar etmeyeceklerinin ve bunun karĢılığının kat kat olacağının müjdesi Ģöyle verilmektedir: َّب ةََواللُّٰهَ ُِّلَُسْنُبََل ةَِمائَُةََح َّب ةَاَْنَبَتْتََسْبَعََسَنابَِلَ۪فيَك َاْمَوالَُهْمَ۪فيََس۪بيِلَاللِّٰهََكَمَثِلََح ﴿ََمَثُلَالَّ۪ذيَنَُيْنِفُقوَنَ ًّناََوَلۤاَ َُّمََلاَُيْتِبُعوَنََمۤاَاَْنَفُقواََم ُيَضاِعُفَلَِمْنََيشََۤاُءََواللُّٰهََواِس عََع۪لي مََاَلَّ۪ذيَنَُيْنِفُقوَنَاَْمَوالَُهْمَ۪فيََس۪بيِلَاللِّٰهَث ََنَ﴾ ِّبِهْمََوَلاََخْو فََعَلْيِهْمََوَلاَُهْمََيْحَزنُو َاْجُرُهْمَِعْنَدََر اًَذىَلَُهْمَ “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olan- dır, hakkıyla bilendir. Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşin- den (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. 875 Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de” 3.6. KORKU VE ÜZÜNTÜNÜN OLMAMASI Genel anlamıyla korku (havf), kiĢinin baĢına gelmesini istemediği, hoĢlanmadığı bir duruma karĢı duyduğu endiĢedir. Kur‟ân‟da sıkça geçen havf kavramı, insanın Allah katın- daki durumu hakkında hissettiği korku ve kaygıyı ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir. Ġsfahânî havfı, “insanın tahmin ettiği veya açıkça bildiği bir emareye dayanarak baĢına kötü 876 bir hal geleceğinden kaygılanması” olarak tarif etmiĢtir. Ġnsanın Allah katındaki durumu, ölüm ve ölümden sonraki hayat, uhrevî sorumluluğu, hesaba çekilme, âhiret ahvâli ve cehen- nem azabı gibi konularda duyulan korku ve endiĢeler kulun dünya hayatını Ģekillendiren hususların baĢında gelmektedir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de söz konusu konular ayrıntılı olarak iĢ- 877 878 lenmiĢ ve kullardan kötü bir akıbete uğramamaları için tedbir almaları istenmiĢtir. Allah Teâlâ, âhirette bazı kullarının üzüntü ve korkularının olmayacağı müjdesini on dört âyette “َََفَلاََخْو فََعَلْيِهْمََوَلاَُهْمََيْحَزنُون ” (onlara bir korku da yoktur ve onlar üzülmeye- ceklerdir) buyurmak suretiyle vermiĢtir. Tüm insanlar âhirette korku ve endiĢe içinde bek- leĢirlerken bazılarının her türlü korkudan emin olmaları ve asla üzülmeyecek olmaları ne büyük bir lütuf ve mükâfattır. ĠĢte bu mesut ve bahtiyar kulların arasında sebîlüllah uğrun- 875 Bakara, 2/261-262. 876 Mustafa Kara, “Havf”, DĠA, XVI, Ġstanbul, 1994, s. 529. 877 Örn. bkz: Bakara, 2/24, 48, 206, 274; Âl-i Ġmrân, 3/102, 131, 175, 197; Mâide, 5/2, 4, 96; Furkân, 25/11-14; Lokmân, 31/33; Saffât, 37/11-39; Zümer, 39/16; Vâkıa, 56/51-56; Tahrîm, 66/9; Mülk, 67/7-11. 878 Örn. bkz: Bakara, 2/110; Âl-i Ġmrân, 3 /182; Yûnus, 10/30; Hac, 22/10; Kasas, 28/47; HaĢr, 59/18; Ġnfitâr, 82/5; Fecr, 89/24. 172 da mallarını seve seve feda eden ama bunu yaparken karĢısındakinin kalbini kırmayanlar da bulunmaktadır. Allah Teâlâ Ģöyle buyurmaktadır: ِّبِهْمََوَلاَ َاْجَُرُهْمَِعْنَدََر ًّناََوَلاََاًذىَلَُهْمَ َاْنَفُقواََم َُّمََلاَُيْتِبُعوَنََماَ َالَّٖذيَنَُيْنِفُقوَنَاَْمَوالَُهْمَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَث َ﴿ ََنَ﴾ َخْو فََعَلْيِهْمََوَلاَُهْمََيْحَزنُو “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için 879 korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” Sebîlüllah uğrunda müminlerin feda edebilecekleri en değerli Ģeyi canlarıdır. Canlarını Allah yolunda feda edenlerin ise âhirette korku ve üzüntü duymayacakları Ģu âyette müjdelemektedir: َِبَماَاٰتٰیُهُمَاللُّٰهَِمْنَ ُقوَنَََفِرٖحيَنَ ِّبِهْمَُيْرَز َّنَالَّٖذيَنَقُِتلُواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَاَْمَواًتاََبْلََاْحَيا ءَِعْنَدََر ﴿ََوَلاََتْحَسَب ََنَ﴾َ ََّلاََخْو فََعَلْيِهْمََوَلاَُهْمََيْحَزنُو فََْضِلٖهََوَيْسَتْبِشُروَنَبِالَّٖذيَنَلَْمََيْلَحُقواَبِِهْمَِمْنََخْلِفِهْمَا “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Allah‟ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkaların- dan kendilerine ulaşamayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini 880 müjdelemek isterler.” 3.7. CENNET Cennet, îman edip sâlih amel iĢleyenlere âhirette vaat edilen ebedî nimet ve mükâfat yurdunun adıdır. Dünya hayatında Allah‟ın rızasını kazanma gayretlerinin bir so- nucu olarak müminlere verilecek olan cennetin ve ona kavuĢacak cennetliklerin özellikleri Kur‟ân-ı Kerîm‟de uzun uzun tasvir edilmiĢtir. Sebîlüllah uğrunda verilen mücadeleler de cennetliklerin en önde gelen vasıflarındandır. Allah Teâlâ Ģöyle buyurmaktadır: َّنَةَُيَقاتِلُوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََفَيْقُتلُوَنََوُيْقَتلُوَنَ ْلَج ََّنَلَُهُمَا ْنُفَسُهْمََواَْمَوالَُهْمَبِا ْلُمْؤِمٖنيَنََا َِّنَاللَّٰهَاْشَتٰرىَِمَنَا ﴿َا َاْوفٰىَبَِعْهِدٖهَِمَنَاللِّٰهََفاْسَتْبِشُرواَبَِبْيِعُكُمَاَلَّٖذىََباَيْعُتْمَ ْنٖجيِلََوالُْقْراِٰنََوَمْنَ َّتْوٰريِةََواْلِا ًّقاَِفىَال َوْعًداََعَلْيِهََح ﴾َُ بِٖهََوٰذلَِكَُهَوَالَْفْوُزَالَْعٖظيم 879 Bakara, 2/262. 880 Âl-i Ġmrân, 3/169-170. 173 “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat‟ta, İncil‟de ve Kur‟ân‟da kesin olarak vâdetmiştir. Kimdir sözünü Al- lah‟tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. 881 İşte asıl bu büyük başarıdır.” Mücahidler, Allah yolunda mallarını ve en önemlisi canlarını verdiklerinde bunun kesin karĢılığı cennettir. Allah Teâlâ bu durumu gönderdiği tüm ilahî kitaplarda beyan et- miĢtir. Bu âyet ile ilgili Yazır Ģu açıklamayı yapmıĢtır: “Bu âyette Allah Teâlâ‟nın büyük bir lütuf gösterisi ile kullarını cihada ve ibadete daveti vardır. Kul, Allah‟ın ihsanı olan can ve malı gönül rızasıyla Allah‟ın yoluna sarf ederlerse, Allah onları heder etmeyecek ve kendilerini cennet ile sevaplandırarak ebedî nimetlere erdirecektir. Yani fani olan lezzetle- rin Allah için feda edilmesine karĢılık ebedî olan hayır ve menfaatler elde edilecek. Bir mümin Allah yolunda savaĢa katılır, can verir ve o yolda malını infâk ederse, bu yaptığı iĢ boĢa gitmeyecek, âhirette ona karĢılık Allah‟tan cennet alacak ve baĢkalarının sıkıntısından 882 uzak olarak sırf nimetlerle dolu olan ebedi mutluluk içinde yaĢayacaktır.” At , kendi yolunda sıkıntı çeken, hicret eden, savaĢan ve Ģehit olanların günahlarını örteceğini, onların hiçbir amelini zayi etmeyeceğini bildirmiĢtir. Ayrıca Allah tarafından sebîlüllah yolcusuna verilecek mükâfatın cennet olacağı Ģöyle haber verilmektedir: ٖنّىََلاَاُٖضيُعََعَمَلََعاِم لَِمْنُكمََِْمْنََذَك رَاَْوَاُنْثٰىََبْعُضُكْمَِمْنََبْع ضََفالَّٖذيَنََهاَجُرواَ ُّبُهْمَاَ ﴿ََفاْسَتَجاَبَلَُهْمََر َّنا تََتْجٖرىَِمْنَ َّنُهْمََج ِّيَپاتِِهْمََوَلاُْدخََِل َّنََعْنُهْمََس ِّفَر َواُْخِرُجواَِمْنَِدَياِرِهْمََواُوُذواَٖفىََسٖبيٖلىََوَقاَتلُواََوقُِتلُواََلاَُك َتْحِتَهاَاْلاَنَْهاُرََثَواًباَِمْنَِعْنِدَاللِّٰهََواللُّٰهَِعْنَدُهَُحْسُنَالثََّوابََِ﴾َ “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahla- rını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar 883 akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır.” Dünya hayatında müminlerin Allah‟a itaat ve bağlılıklarının aynı derecede ol- madığı gibi bunun sonucu olan ceza ve mükâfatları da aynı derecelerde olmayacaktır. 881 Tevbe, 9/111. 882 Yazır, a.g.e., IV, 409. 883 Âl-i Ġmrân, 3/195. 174 Nitekim muhtelif naslarda cennete girmeye hak kazanmıĢ kulların mükâfat dereceler i- 884 nin aynı olmayacağı haber verilmiĢtir. Allah yolunda cihad eden müminlerin cennet- teki dereceleri de diğer müminlerden katbekat üstündür. Bu konuda Allah Teâlâ Ģöyle buyurmaktadır: َّضَلَ َّضَرِرََوالُْمَجاِهُدوَنَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَبِاَمََْوالِِهْمََوَانُْفِسِهْمََف ﴿ََلاََيْسَتِوىَالَْقاِعُدوَنَِمَنَالُْمْؤِمٖنيَنََغْيُرَاُولِىَال ََّضَلَاللُّٰهَالُْمَجاِهٖديَنَ ْلُحْسنٰىََوَف ًّلاََوَعَدَاللُّٰهَا ْنُفِسِهْمََعَلىَالَْقاِعٖديَنََدَرَجًةََوكُ اللُّٰهَالُْمَجاِهٖديَنَبِاَْمَوالِِهْمََوَا َاْجًراََعٖظيًماَ﴾ َعَلىَالَْقاِعٖديَنَ “Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakı- mından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vâdetmiştir; 885 ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” Cennette cihad edenler ile etmeyenler arasında derece farkı olduğu gibi cihad eden- lerin de kendi aralarında derece farkı bulunmaktadır. Mekke‟nin fethinden önce cihad edenler ile fetihten sonra cihada katılanların dereceleri bir değildir. Dolayısıyla Müslüman- lar zayıf bir konumdayken, hor görülürken yapılan ameller ile dinin hâkim olup menfaatle- rin bollaĢtığı zamanki ameller Allah katında asla eĢit olmadığı gibi mükâfat olarak verilen 886 cennetteki dereceleri de aynı olmayacaktır. Nitekim Allah Teâlâ bu durumu Ģu âyetiyle bildirmektedir: َ﴿َاَلَّٖذيَنَاَٰمُنواََوَهاَجُرواََوَجاَهُدواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهَبِاَْمَوالِِهْمََواَنُْفِسِهْمَاَْعَظُمََدَرَجًةَِعْنَدَالَلِّٰهََواُولِٰئَكَُهُمَ الَْفائُِزوَنَ﴾ “İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kim- selerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta ken- 887 dileridir.” 884 Örn. bkz: Nisâ, 4/96; Enfâl, 8/4. 885 Nisâ, 4/95. 886 Bkz: Hadîd, 57/10. 887 Tevbe, 9/20. 175 4. SEBÎLÜLLAH‟I ENGELLEME ÇABASI 4.1. ENGELLEME ÇEġĠTLERĠ Allah Teâlâ, Kur‟ân-ı Kerîm‟in birçok âyetinde kendi yolunun doğru, dosdoğru, or- ta ve eğrisi olmayan bir yol olduğunu beyan etmiĢtir.888 Aynı zamanda Allah‟ın yoluna davet eden Kur‟ân-ı Kerîm de, kendisinde hiçbir eğrilik ve çeliĢkinin bulunmadığı bir ki- taptır.889 Bu gerçekler gün gibi açık iken, inkârcılar kendileri sapıklığa batmıĢ olmaları yetmezmiĢ gibi diğer insanları da yanlarına çekmek istemektedirler. Bu amaçla insanlık tarihi boyunca sebîlüllahı eğri, çeliĢkili ve hatalı göstermek, dolayısıyla insanları ondan uzaklaĢtırmak için çeĢitli yollara baĢvurmuĢlardır. Allah yolundan engellemenin temelde üç hedefi vardır: a) Mekkeli müĢrikler gibi baskı uygulayarak insanların iman etmelerine engel olmaya çalıĢmak. b) Buna engel ola- madıkları takdirde Ġslâmî hükümlerin uygulanmasına engel olmak. c) Buna da engel ola- madıklarında Müslümanların saf akide ve imanlarını çeĢitli entrikalar ile bozma- ya/yozlaĢtırmaya çalıĢmak. Bir Müslümanın dinî görevlerini yerine getirmesine mesela namaz kılmasına, Kur‟ân okumasına, Kur‟ân‟ın bir emrini uygulamasına engel olmak in- sanları Allah yolundan alıkoymak hükmüne dâhildir. Dolayısıyla Müslümanların özel, aile veya toplum hayatlarında Ġslâm‟ın her hangi bir hükmünü uygulanmasına engel olan bir kimse, onları Allah yolundan alıkoymuĢ sayılır. Sadece inkârcılar değil, bir Müslüman da baĢka bir Müslümanın iman etmesine, ibadetleri yapmasına veya dinin herhangi bir kuralı- nı uygulamasına engel oluyorsa aĢağıda ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz engellemenin so- nuçlarına müstahak olabilir. Bu kısa açıklamadan sonra sebîlüllahı engellemek için Ģeytanın ve inkârcıların uy- guladıkları metotları inceleyeceğiz. 4.1.1. Eğri ve ÇeliĢkili Gösterme Ġnkârcılar, Allah‟ın dosdoğru olduğunu beyan ettiği yolunun yani Ġslâm dininin in- sanlara ulaĢmasını engellemek ve Müslümanların kalplerini Ġslâm‟dan soğutmak, dinî ko- nular hakkında akıllarında soru iĢaretleri bırakmak için o yolu yanlıĢ, çeliĢkili ve eğri gös- 888 Bkz: Fâtiha, 1/6; En„âm, 6/153; Kasas, 28/22; Ahkâf, 46/30; Mülk, 67/22. 889 Bkz: Bakara, 2/2; Nisâ, 4/82; Kehf, 18/1; Zümer, 39/28. 176 terme gayreti içerisinde olmuĢlardır. Bazen de bizzat kendileri, doğrunun içerisine yanlıĢ- lıkları ve sapıklıkları katıp “gerçek ve doğru din budur” diyerek sinsice saldırmaktadırlar. Günümüzde özellikle yazılı ve görsel medya ve internet aracılığıyla bu saldırılar iyice art- mıĢtır. Dini öğrenme gayreti içindeki Müslümanlar, bilmeden bu tuzaklara düĢmekte ve hak din zannederek sapık fikirleri öğrenmektedirler. Kur‟ân-ı Kerîm, âhireti inkâr edip, dünya hayatını âhirete hayatına tercih eden inkârcıları, “zalimler ve derin bir sapıklık içinde olanlar” Ģeklinde vasıflandırarak dini bozmaya yönelik gayretlerini Ģöyle ortaya koymaktadır: ََنَ﴾َ ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََوَيْبُغونََهاَِعَوًجاََوُهْمَبِاْلاِٰخَرِةَُهْمََكاِفُرو َالَّذَٖيَنََيُص َ﴿َ “Onlar (o zalimler, halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göster- 890 mek isteyen kimselerdir. Hem de onlar âhireti inkâr edenlerin ta kendileridir.” ِٰئَكَٖفىَ ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََوَيْبُغونََهاَِعَوًجاَاَُول ُّدنَْياََعلَىَاْلاِٰخَرِةََوَيُص ُّبوَنَالَْحيٰوَةَال ﴿َاَلَّٖذيَنََيْسَتِح َ دَ﴾ َضَلا لََبٖعي “Dünya hayatını âhirete tercih edenler, (insanları) Allah yolundan çevirip onu eğri 891 ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.” Allah Teâlâ, sebîlüllahı çeliĢkili gösterme konusunda Ehl-i Kitâb‟ı özellikle uyar- maktadır. Yahudi ve Hıristiyanlar, kitaplarında Hz. Muhammed‟in geleceğine, peygamber- liğine ve Ģahsiyetine dair âyetler bulunduğunu ve onun peygamber olduğunu kesinlikle 892 bildikleri halde bu gerçeği inkâr ettikleri ve insanların kalplerine Ģüphe düĢürmeye çalıĢ- tıklarından dolayı kınanmıĢlardır: ُتْمَُشَهَداُءََوَماَاللُّٰهَبَِغافِ لَ ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََمْنَاَٰمَنََتْبُغونََهاَِعَوًجاََواَنْ ﴿َقُْلََياَاَْهَلَالِْكَتاِبَلَِمََتُص َّماََتْعَملُونَََ﴾ َع “De ki: „Ey Ehl-i Kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah‟ın yolunu eğ- ri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah‟ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsu- 893 nuz?‟ Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” 890 Hûd, 11/19. 891 Ġbrâhîm, 14/3. 892 Bkz. Bakara, 2/146. 893 Âl-i Ġmrân, 3/99. 177 4.1.2. Bâtılı Süslü Gösterme Yoluyla Ġnsanları Kandırma Ġnsanlar üzerinde doğrudan bir etkisi bulunmayan Ģeytan doğruyu yanlıĢ, iyiyi kötü gösterebilmek için çeĢitli yöntemlere baĢvurmaktadır. Onları aldatmak için yaldızlı sözler 894 fısıldamakta, yapmakta oldukları yanlıĢ iĢleri güzel gösterip devamlı yapılmasını temine, güzel ve hayırlı olan iĢleri de çirkin gösterip bunlardan vazgeçirmeye çalıĢmaktadır. Kur‟ân-ı Kerîm‟de Ģeytanın günahları süslü, çekici gösterdiği ve bu Ģekilde insanları kan- dırdığı Ģöyle bildirilmektedir: ََنَ﴾َ َّنُهْمَاَْجَمٖعي َّنَلَُهْمَِفىَاْلاَْرِضََوَلاُْغِوَي ِّيَن َاْغَوْيَتٖنىََلاَُز ِّبَبَِماَ ﴿ََقاَلََر “(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (gü- 895 nahları) süsleyeceğim (hoş göstereceğim) ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.” ġeytanın günahları süslemesi, kötü iĢlerin -vesvese yoluyla- güzel olduğunu tel- kin etmesi demektir. ġeytan bu telkini sadece kötü insanlara yapmakla kalmaz iyi in- sanlar da onun telkinlerinden nasibini alır. Ama Rabbimizin bildirdiğine göre Ģeytanın 896 ihlâslı kullar üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktur. ġeytanın tüm hedefi ve amacı, Hz. Âdem‟den bu yana devam eden husumeti nedeniyle bütün insanları Allah‟ın dosdoğru 897 yolundan saptırmaktır. ġeytan, Allah‟ın yolunun üstüne oturup onu eğri göstermek için inkârcıların ya- pageldikleri yanlıĢ amelleri süslemiĢ ve onlara yaptıkları iĢlerin değerli olduğunu telkin etmiĢtir. Örneğin, Sebe‟ halkına güneĢe tapınmayı güzel göstermiĢ ve böylece onları hak yoldan saptırmıĢtır: َّسٖبيِلََفُهْمََلاَ َِنَال َّدُهْمََع َّشْيَطاُنَاَْعَمالَُهْمََفَص َلُهُمَال َّشْمِسَِمْنَُدوِنَاللِّٰهََوَزيََّنَ ﴿ََوَجْدتَُهاََوَقْوَمَهاََيْسُجُدوَنَلِل َيْهَتُدونَََ﴾ “Onun ve kavminin, Allah‟ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan, onlara yap- tıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu 898 bulamıyorlar.” 894 Bkz: En„âm, 6/112-113. 895 Hicr, 15/39. 896 Bkz: Hicr, 15/39-42. 897 Bkz: „raf, 7/16-17. 898 Neml, 27/24. 178 ġeytan bu iĢinde öyle maharetlidir ki açıkgözlü olan inkârcılar bile kendilerinin gerçekten doğru yolda olduklarına inanırlar: َّسٖبيِلََوَيْحَسُبوَنَاَنَُّهْمَُمْهَتُدونَََ﴾َ َنُهْمََعِنَال ُّدو ﴿َواِنَُّهْمَلََيُص “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda ol- 899 duklarını sanırlar.” ََنَ﴾َ َّسٖبيِلََوَكانُواَُمْسَتْبِصٖري َّدُهْمََعِنَال َّشْيَطاُنَاََْعَمالَُهْمََفَص َّيَنَلَُهُمَال ﴿...ََوَز “… “Şeytan, onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Hâlbuki 900 onlar gözü açık kimselerdi.” Bâtılı süslü gösterip Allah‟ın yolundan engellemek sadece Ģeytanın iĢi değildir. 901 ġeytanın yardımcıları olan insan ve cinler de yaldızlı laflar ile Allah‟ın yoluna engeller 902 koymak için çalıĢırlar. Ġnsanların bazısı, hakkında gerçek bir bilgilerinin olmadığı konu- larda sanki hak ve hakikat onlardan yanaymıĢ gibi yaldızlı cümleler kurarak müminlerle tartıĢırlar. Bunların tek amacı mümin kalplere Ģüphe tohumu ekip onları Allah‟ın yolundan uzaklaĢtırmaktır. Allah Teâlâ bu gibi kiĢileri müminlere Ģöyle tanıtmaktadır: َّلََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهَلَُهَ َّناِسََمْنَُيَجاِدُلَِفىَاللِّٰهَبَِغْيِرَِعْل مََوَلاَهًَُدىََوَلاَِكَتا بَُمٖني رَثانَِىَِعْطِفٖهَلُِيِض ﴿ََوِمَنَال َِقَ﴾ ْلَحٖري ُّدنَْياَِخْز ىََونُٖذيُقُهََيْوَمَاْلِقٰيَمِةََعَذاَبَا ِفىَال “İnsanlardan öylesi de vardır ki, bir ilmi, bir yol göstericisi, aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde kibirlenerek insanları Allah‟ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabı- 903 nı tattıracağız.” 4.1.3. Gerçekleri Gizleme Ġnsanlardan bazıları, bile bile ve iĢlerine geldiği için gerçekleri gizleme eğilimi göstermektedirler. Hak ve hakikat gün gibi ortadayken hakkı inkâr ve insanları Allah‟ın yolundan alıkoymak inkârcıların en bariz özelliklerindendir. Özellikle insanların dinî 899 Zuhruf, 43/37. 900 Ankebût, 29/38. 901 Bkz: Nas, 114/1-6. 902 Bkz: En„âm, 6/12. 903 Hac, 22/8-9. 179 bilgilerine güvendiği ve konu hakkında danıĢtıkları Ehl-i Kitap sırf kıskançlıkları ve ebedî âhiret hayatına karĢı geçici dünya hayatını tercih etmeleri yüzünden kendi kitapla- rında yazılı olan hakikatleri gizlemiĢlerdir. Takındıkları bu tavır ile insanların gerçekleri görmelerine engel olup Allah‟ın yolundan alıkoymak istemiĢlerdir. Kur‟ân-ı Kerîm‟in 904 birçok âyetinde Ehl-i Kitab‟ın bu tutumu kınanmıĢtır. Tevbe sûresinin 9. âyetinde ise alıkoyma faaliyeti Ģöyle beyan edilmiĢtir: ََنَ﴾ ُّدواََعْنََسٖبيِلٖهََاِنَُّهْمََساَءََماََكانُواََيْعَملُو ﴿َاِْشَتَرْواَبِاَٰياِتَاللِّٰهََثَمًناََقٖليًلاََفَص “Allah‟ın âyetlerini az bir karşılığa değiştiler de insanları O‟nun yolundan alıkoy- dular. Bunların yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür!” Aynı Ģekilde gerçek bilgiye değil de zanna ve yalana dayalı bilgiye tâbi olan ka- labalıklara uyma eğilimi de kiĢiyi Allah yolundan saptırır. Çünkü zan ve yalan, hak ve hakikatin üzerindeki perdelerin kalkmasını engellemektedir. Bu yüzden müminin na- zar-ı itibarı zanna ve yalana uymuĢ olan çoğunluk değil, Kur‟ân ve sünnetin gösterdiği hakikatlerdir: ََنَ﴾ ََِّلاََيْخُرُصو َّنََواِْنَُهْمَا َّظ َِّلاَال َّتِبُعوَنَا ﴿ََواِْنَتُِطْعَاَْكَثَرََمْنَِفىَاْلاَْرِضَُيِضلُّوَكََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهَاِْنََي “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar 905 ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” Ġnkârcılar, insanları Allah yolundan saptırmak için onların algı dünyalarındaki hakikî Allah mefhumunu bozmaya çalıĢmaktadırlar. Bu hedefe, O‟na eĢler koĢmak, sıfat- ları hakkında Ģüpheler uyandırmak, fıtrattaki ve zihinlerdeki ilah anlayıĢını bozmak sure- tiyle ulaĢmak istemektedirler. Bu durum hakkında Allah Teâlâ Ģöyle buyurmaktadır: َّنارَ﴾ ُكْمَاِلَىَال َّنََمٖصيَر ُقْلََتَمتَُّعواََفِا ﴿ََوَجَعلُواَلِلِّٰهَاَْنَداًداَلُِيِضلُّواََعْنََسٖبيِلٖهَ “Allah‟ın yolundan saptırmak için O‟na ortaklar koştular. De ki: Bir süre daha 906 faydalanın. Çünkü varışınız ateşedir.” 904 Örn. bkz: Bakara, 2/42, 140, 146, 159, 174; Âl-i Ġmrân, 3/71, 187; Mâide, 5/15. 905 En„âm, 6/116. 906 Ġbrâhîm, 14/30; Ayrıca bkz: Zümer, 39/8. 180 4.1.4. Maddî Ġmkânları Kullanma Ġnkârcılar, Allah yolundan alıkoyma hedeflerine öyle sıkı sıkıya bağlıdırlar ki bu uğurda yapamayacakları Ģey yoktur. Nasıl ki müminler sebîlüllah uğrunda canlarını ve mallarını feda edebiliyorsa onlar da aynı Ģekilde mallarını bu yolda harcamaktan çekin- mezler. Ġnkârcılar bâtıl yollarında bile bu kadar samimi olabiliyorlarsa müminler hak yolda onlardan daha fazla samimi olup çaba sarf etmelidirler. Allah Teâlâ, inkârcıların bu gayretlerinin baĢarıya ulaĢamayacağını, sonucun bir yürek acısı olduğunu, akıbetlerinin de cehennem olacağını haber vermektedir. Allah‟ın yolunu eğri ve çeliĢkili göstermek için inkârcıların ayırdıkları bütçelere bakıldığında âyette açıklanan gerçekler ile yüz yüze gelinmektedir: َّمَُيْغَلُبوَنَ ُث َّمََتُكوُنََعَلْيهَِْمََحْسَرًةَ ُث ُّدواََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََفَسُيْنِفُقونََهاَ َِّنَالَّٖذيَنََكَفُرواَُيْنِفُقوَنَاَْمَوالَُهْمَلَِيُص ﴿َا ََنَ﴾ َّنَمَُيْحَشُرو َوالَّٖذيَنَكَََفُرواَاِلٰىََجَه “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenil- 907 giye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.” Allah Teâlâ, bu âyetteki “harcayacaklardır” ifadesi ile kıyamete kadar bu mücade- lenin devam edeceğine iĢaret etmektedir. Tevhîd ile küfrün mücadelesi asla bitmeyecek, geçen zaman bu mücadeleye sadece yeni alanlar eklenmesine sebep olacaktır. Ġnkârcılar önceden savaĢ masrafları için harcama yaparlarken, günümüzde kitaplar, konferanslar, teĢkilâtlar, misyonerlik faaliyetleri, görsel ve yazılı medya kuruluĢları ile bu mücadeleleri- ne devam etmektedirler. Bu konuda Ģu âyet gayet dikkat çekicidir: َّتِخَذَهاَُهُزًواَاُولَِٰئَكَلَُهْمََعَذا بَ َّلََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهَبَِغْيِرَِعْل مََوَي ْلَحٖديِثَلُِيِض َّناِسََمْنََيْشَتٖرىَلَْهَوَا ﴿ََوِمَنَال َ نَ﴾َ ُمٖهي “İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlen- ceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı 908 bir azap vardır.” 907 Enfâl, 8/36. 908 Lokmân, 31/6. 181 Âyet, adeta günümüzü anlatmakta olup insanların akıllarını ve zamanlarını faydasız oyun ve eğlenceler ile doldurup onların hakikate yönelmelerine engel olmak için uygula- nan metotların hiç değiĢmediğini göstermektedir. Fakat inkârcılar, insanları Ġslâm davetin- den alıkoymak için yaptıkları harcamaların karĢılığını, dünyada ancak hüsranla, âhirette de Ģiddetli bir azapla göreceklerdir. 4.1.5. Güç Kullanma ve Tehdit Etme Ġnkârcıların Allah‟ın yolundan alıkoyma faaliyetleri her zaman fikir bazında kalma- mıĢtır. Müslümanlardan güçlü oldukları zamanlarda kaba kuvvete baĢvurmaktan asla çekin- memiĢlerdir. Toplumun ileri gelenlerinin, -özellikle siyasî güç kullanarak- halkın dine yö- nelmelerini tehdit etmek ve kaba kuvvet kullanmak suretiyle engellemeleri, insanlık tarihin- 909 de sıkça görülen bir durumdur. Bir bakıma beĢerî güç ile ilâhî yolu / sebîlüllahı engelle- meye çalıĢmıĢlardır. Bu husus Hz. ġu„ayb‟ın dilinden bizlere Ģöyle haber verilmektedir: ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََمْنَاَٰمَنَبِٖهََوَتْبُغونََهاَِعَوًجاََواْذكَُُرواَاِْذَُكْنُتْمَ ِّلَِصَرا طَُتوِعُدوَنََوَتُص ﴿ََوَلاََتْقُعُدواَبُِك ََنَ﴾ ْلُمْفِسٖدي َّثَركُْمََواْنُظُرواََكْيَفََكاَنََعاِقَبُةَا َقٖليًلاََفَك “Bir de, tehdit ederek Allah‟ın yolundan O‟na iman edenleri çevirmek, Allah‟ın yo- lunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az (ve 910 güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu?” Medyen halkının inkârcılığının yanısıra, ticaret ahlâkının bozulması ve din hürriye- tinin ortadan kalkması baĢta gelen toplumsal hastalıklarıydı. Bu yüzden peygamberleri onları bundan menetti; ölçü ve tartıda adaletli olmaya; insanların haklarını nicelik veya nitelik olarak eksiltmeden, zarar vermeden ödemeye; ülkenin düzenini bozup halkın huzu- runu kaçırmaktan, gerçeği arayan insanların yollarını keserek onları tehdit etmekten, Allah yolunda gitmelerini engellemekten ve içlerinde kuĢku uyandırmaktan vazgeçmeye çağırdı. Bu son ifadelerden anlaĢıldığına göre Medyen‟in inkârcı insanları, Hz. ġu„ayb ile görüĢüp onun mesajını öğrenmek üzere huzuruna gelmek isteyen insanların yollarını kesiyor, onları 911 tehdit ediyor, içlerine kuĢku salıyor, peygamberle görüĢmelerini engelliyorlardı. 909 Örn. bkz: A„râf, 7/124; Hûd, 11/91; Kehf, 18/20; Tâhâ, 20/71; ġuarâ, 26/49; Yâsîn, 36/18. 910 A„râf, 7/86. 911 Komisyon, Kur‟ân Yolu, II, 555. 182 4.1.6. Yalan Yere Yemin Etme Münafıkların en belirgin özelliklerden biri de bile bile yalan yere yemin etmek, yeminlerini kalkan olarak kullanmak, yani yeminlerinin arkasına sığınıp, bu yolla insanları aldatmaktır. Onlar, yalan yeminleri ile imanı zayıf olanların kalplerine Ģüphe sokmak, Müslümanlara hile ve tuzak kurmak istemektedirler. Böylece insanlar ile Ġslâm dininin arasına engeller koyup Allah‟ın yolundan alıkoymaya çalıĢmaktadırlar. Allah Teâlâ bu tip insanları Ģöyle kınamaktadır: ُّدواََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهَاِنَُّهْمََساَءََماََكانُواََيْعَملُوَنَ﴾َ َّنًةََفَص ﴿ اَِتََّخُذواَاَْيَمانَُهْمَُج “Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah‟ın yolundan çevirdiler. Gerçekten 912 onların yaptıkları şey ne kötüdür!” 4.2. ENGELLEMENĠN SONUÇLARI Dünya, bir imtihan yeri olması hasebiyle orada yapılan iyilik veya kötülük cinsin- 913 den her bir fiilin veya davranıĢın karĢılığı âhirette tam ve eksiksiz olarak verilecektir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de Allah‟ın yolundan alıkoyma eylemleri çok net ifadelerle kınanmıĢ ve cezasının çok ağır olacağı belirtilmiĢtir. Bu bölümde, bir önceki bölümde açıklamaya çalıĢ- tığımız yollar ile sebîlüllahın önüne engeller koyan veya onu olduğundan farklı göstermeye çalıĢanları bekleyen kötü akıbetleri ele alınacaktır. 4.2.1. Dünya Rezilliği Allah‟ın yoluna engel koymaya çalıĢanların âhirette can yakıcı bir azabı olduğu gibi dünyada da rezillik ve eziyet içeren bir azapları vardır. Hac sûresinin 9. âyeti bu durumu Ģöyle haber vermektedir: َّلََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهَلَُهَ َّناِسََمْنَُيَجاِدُلَِفىَاللِّٰهَبِغََْيِرَِعْل مََوَلاَُهًدىََوَلاَِكَتا بَُمٖني رَثانَِىَِعْطِفٖهَلُِيِض ﴿ََوِمَنَال َِقَ﴾ ْلَحٖري ُّدنَْياَِخْز ىََونُٖذيُقُهََيْوَمَاْلِقٰيَمِةََعَذاَبَا ِفىَال “İnsanlardan öylesi de vardır ki, bir ilmi, bir yol göstericisi, aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde kibirlenerek insanları Allah‟ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında 912 Münâfikûn, 62/2; Ayrıca bkz: Mücâdele, 58/16. 913 Bkz: Kehf, 18/49; Zilzâl, 99/7-8. 183 tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabı- nı tattıracağız.” Ġslâm‟da dünyevî azap iki çeĢittir. Birincisi Allah Teâlâ‟nın eski devirlerde iman- dan uzaklaĢan, gönderdiği peygamberlere itaat etmeyip isyan eden kavimleri helâk etmesi, onları dünyada cezalandırıp sonraki nesillere ibret yapmasıdır. Hz. Nuh‟un kavminin sular altında kalması, Âd ve Semûd kavminin, Nemrut ve Firavun‟un helâk oluĢu dünyadaki bu 914 tür azaba örnek verilebilir. Dünyevî azabın bir de eziyet, sıkıntı, rezillik vb. Ģeklinde olanı vardır. Bu azaba dü- çar olanlar kıyamet gününe kadar müminler tarafından kötü ve çirkin bir Ģekilde anılacağın- dan ötürü, onlar için aĢağılanmak ve zelil olmak söz konusudur. Kur‟ân-ı Kerîm‟de, Allah yolundan engelleyenlerin dıĢında ayrıca Tevrat‟ın bazı bölümlerine iman edip diğer kısımla- 915 916 rını da inkâr eden Yahudiler, Allah‟ın mescitlerini yıkan veya yasak edenler, Allah 917 918 Resûlü‟ne savaĢ açanlar ve bozgunculuk yapanlar ve münâfıklar hakkında dünyada rezillik azabının olduğu bildirilmiĢtir. Âyetlerde diğer azapların yanı sıra “Ona / onlara dünyada bir rezillik vardır” buyu- rularak böyle kimselerin bu bozguncu tutumları kınanırken, dünya hayatında elde edecekleri baĢarı ve ulaĢacakları refah düzeyi ne olursa olsun, ahlâk yönünden düĢük sayılmaya ve in- 919 sanlığın ortak değerleri açısından reddedilmeye mahkûm olacaklarına iĢaret edilmektedir. 4.2.2. Mallarının Heba Olması Hedefine ulaĢmak için servetini harcayan kiĢi eğer arzuladığı hedefe ulaĢamazsa boĢa harcadığı malları için üzülür ve kahrolur. Allah Teâlâ, inkârcıların Müslümanları sebîlüllah- tan döndürebilmek arzusuyla tüm maddî imkânlarını kullandıklarını ve kıyamete kadar da kullanmaya devam edeceklerini bildirmektedir. Ama bu hedeflerine asla ulaĢamayan inkârcı- lar, dünyada iken mallarını boĢa harcadıkları için derin bir ızdırap duyacaklar ve acı bir ye- nilgi tadacaklardır. Ayrıca onları âhirette de cehennem azabı beklemektedir. 914 Azap çeĢitleri için bkz: Ankebût, 29/40. 915 Bkz: Bakara, 2/85. 916 Bkz: Bakara, 2/114. 917 Bkz: Mâide, 5/33. 918 Bkz: Mâide, 5/41. 919 Komisyon, Kur‟ân Yolu, a.g.e., III, 718. 184 َُّمَُيْغَلُبوَنَ َْسَرًةَث َّمََتُكوُنََعَلْيِهْمََح ُّدواََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََفَسُيْنِفُقونََهاَثُ َاْمَوالَُهْمَلَِيُص ََِّنَالَّٖذيَنََكَفُرواَُيْنِفُقوَنَ ﴿َا َّنَمَُيْحَشُروَنَ﴾ َوالَّٖذيَنََكَفُرواَاِلٰىََجَه “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenil- 920 giye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.” 4.2.3. Sapıklığa DüĢme 921 Hidâyetin zıddı olan “dalâl” veya “dalâlet” mastarları sözlükte “yolunu kaybet- mek, kaybolmak, telef olmak, ĢaĢırmak ve yanılmak” gibi manalara gelmekle beraber asıl anlamları “bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan az veya çok ayrılmak, azmak ve sap- mak”tır. Genellikle “maksada ulaĢtıran yolu bulamamak, istenen sonuca götürmeyen bir 922 yola girmek” veya “istenen her türlü neticeye ulaĢtırıcı yoldan ayrılmak” Ģeklinde tarif 923 edilen dalâlet daha çok “dinî yoldan sapmak” anlamında kullanılır. Dinî yoldan sapmanın birçok sebebi vardır. Konumuzla ilgili olan yönünü açıkla- yan âyet Ģöyledir: ُّدواََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََقْدََضلُّواََضَلاًلاََبٖعيًداَ﴾ َِّنَالَّٖذيَنََكَفُرواََوَص ﴿َا “Şüphesiz inkâr edenler, insanları Allah yolundan alıkoyanlar derin bir sapıklığa 924 düşmüşlerdir.” Beyzâvî, bu âyetin tefsirinde Ģu açıklamayı yapmaktadır: “Onların bu derin sapıklı- ğa düĢmelerinin sebebi dalâl (haktan sapma) ve idlâl (haktan saptırma) vasıflarını kendile- rinde toplamalarıdır. Yani, kendileri hak yoldan sapmakla kalmamıĢlar, baĢkalarını da bu yoldan saptırmıĢlardır. Çünkü baĢkalarını saptıran kimse, sapıklığa iyice batmıĢ olup ora- 925 dan kurtulup çıkması da çok uzak bir ihtimaldir.” 920 Enfâl, 8/36. 921 Tehânevî, a.g.e., II, 1119. 922 Cürcânî, a.g.e., s. 138. 923 Ömer Faruk Harman, “Dalâlet”, DĠA, VIII, Ġstanbul 1993, s. 427. 924 Nisâ, 4/167. 925 Beyzâvî, a.g.e., I, 249. 185 4.2.4. Helallerin Haram Kılınması Allah Teâlâ, Yahudilerin iĢlemiĢ oldukları bazı büyük günahlar sebebiyle, daha önce onlara helâl olan hoĢ ve temiz bir takım nimetleri sonradan haram kıldığını haber vermektedir: ٰبواَ ِّر ِّدِهْمََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََكٖثيرًَاََوَاْخِذِهُمَال ِّيَبا تَاُِحلَّْتَلَُهْمََوبَِص َّرْمَناََعَلْيِهْمََط ﴿ََفِبُظْل مَِمَنَالَّٖذيَنََهاُدواََح َاْعَتْدنَاَلِْلَكاِفٖريَنَِمْنُهْمََعَذاًباَاَٖليًماَ﴾ َّناِسَبِالَْباِطِلََو َاْمَواَلَال َاكَِْلِهْمَ َوَقْدَنُُهواََعْنُهََو “Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, ken- dilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık. İçle- 926 rinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.” Mevdûdî, bol nimeti mahrumiyete, helâl nimeti harama dönüĢtüren bu büyük gü- nahlardan konumuz olan insanları Allah yolundan alıkoymak hakkında, Yahudilerin gü- nümüzdeki gayretlerini Ģöyle açıklamaktadır: “Yahudiler sadece kendileri Allah yolundan uzaklaĢmakla kalmadılar. O‟nun doğru yoluna engel de oldular. Onların Hakk‟ı yaymak için giriĢilen tüm hareketlere karĢı çıktıkları, bu tür hareketlerin önüne engeller koydukları 927 ve Allah‟ın yolunun aksi istikametinde hareket baĢlattıkları bir gerçektir.” 4.2.5. Allah‟ın Ġlminin Her ġeyi KuĢatması Allah Teâlâ, Ģımarık, riyakâr ve günahkâr inkârcıların Allah yolundan insanları alı- koymak için yaptıkları tüm faaliyetleri, gizli veya açık bütün planlarını ezelî ilmi ile bildi- ğini ve onları çepeçevre kuĢattığını haber vermektedir. Zorba kâfirlerin Müslümanları alı- koymak için hazırladıkları tuzaklar ve çektirdikleri eziyetler asla karĢılıksız kalmayacak, cezası ya bu dünyada ya da âhirette mutlaka verilecektir. Çünkü Allah Teâlâ, kullarının yaptıkları günahlar karĢılığında vereceği cezayı imhal eder (mühlet verme, sonraya kalma- 928 sına müsaade etme), ancak asla ihmal etmez. 926 Nisâ, 4/161-162; Ayrıca bkz: En„âm, 6/146. 927 Mevdûdî, Tefhimu‟l Kur‟ân, I, 432; Ayrıca Mevdûdî, Yahudilerin son günahının tarihte ilk defa hayat ve yönetim sistemini, açık ve kasıtlı olarak Allah‟ı inkâra dayandıran ve Allah‟a ibadeti ortadan kaldır- mak için O‟nun kanunlarına apaçık karĢı çıkan ilk sistem olan Komünizm‟i kurmuĢ olmalarını da kay- detmiĢtir. 928 “Sakın, Allah‟ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakaka- lacağı bir güne erteliyor.” Ġbrâhîm, 14/42. 186 Allah yolundan alıkoyan inkârcıların bu durumu Enfâl sûresinin 47. âyetinde Ģöyle haber verilmektedir: ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََواللُّٰهَبَِماَ َّناِسََوَيُص ﴿ َوَلاََتُكونُواََكالَّٖذيَنََخَرُجواَِمْنَِدَياِرِهْمََبَطًراََوِرئٰاَءَال َ طَ﴾ َٖحي َيْعَملُوَنَُم “Şımarıp böbürlenmek, insanlara gösteriş yapmak ve (halkı) Allah yolundan alı- koymak için yurtlarından çıkanlar (Mekke müşrikleri) gibi olmayın. Allah, onların yaptık- larını kuşatıcıdır.” 4.2.6. Allah‟ın Laneti Lanet, Allah tarafından olursa “dünyada iyilik ve hidayetten, âhirette lütuf ve mer- hametten mahrum bırakma”, insan tarafından olursa “küfür, sövme, hakaret, beddua” an- 929 lamına gelir. Allah Teâlâ‟nın rahmetinden kovduğu insanların suçlarından biri de Al- lah‟ın yolundan alıkoyma ve onu eğri gösterme çabasıdır. Âhirette cennetlikler ile cehen- nemliklerin arasındaki konuĢmayı aktaran Ģu âyetler Allah‟ın lanetine kimlerin müstahak olduğunu bildirmektedir: ًّقاَ ُّبُكْمََح ًّقاََفَهْلََوَجْدتُْمََماََوَعَدََر ُّبَناََح َّناِرَاَْنََقْدََوَجْدنَاََماََوَعَدنَاََر َّنِةَاَْصَحاَبَال ﴿ََونَاٰدىَاَْصَحاُبَالَْج ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَالَلِّٰهََوَيْبُغونََهاَِعَوًجاََوُهْمَ ِّذ نََبْيَنُهْمََاْنَلَْعَنُةَاللِّٰهََعَلىَالظَّالِٖميَناَلَّٖذيَنََيُص ََّذَنَُمَؤ َقالُواَنََعْمََفا بِاْلاِٰخَرِةََكاِفُرونَََ﴾ “Cennetlikler cehennemliklere, „Rabbimizin bize vaad ettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?‟ diye seslenirler. Onlar, „Evet‟ derler. O zaman aralarında bir duyurucu, „Allah‟ın lâneti zalimlere!‟ diye seslenir. Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar âhireti de inkâr 930 edenlerdir.” Râzî, buradaki zalimlerden kastın müĢrikler olduğunu ifade ederek Ģunları söyle- mektedir: “Âyette zalimler üç sıfat ile vasıflandırılmıĢtır ki bu sıfatlar inkârcılara aittir. Bunlardan biri “Onlar, Allah‟ın yolundan men edenlerdir” buyruğudur ki manası Ģudur: Onlar insanları, bazen mani olarak ve güç kullanarak, bazen da türlü türlü hileli yollar ile 929 Kâmil YaĢaroğlu, “Lânet”, DĠA, XXVII, Ankara 2003, s. 101. 930 A„râf, 7/44-45. 187 hak dini kabul etmekten engelliyorlar. Ġkinci özellikleri ise Allah‟ın yolunu eğri bir hale getirmek istemeleridir. Bundan kastedilen Ģey onların hak dinin delillerine Ģek ve Ģüpheler 931 sokmalarıdır. Üçüncü olarak bu zalimler âhireti de inkâr etmektedirler.” Her ne kadar bütün inkârcılar cehenneme atılacaksa da, bu âyette insanları Allah yolundan alıkoyma ve bu dosdoğru yolu eğri göstermeye kalkıĢma suçunun özellikle zik- redilmesi, ayrıca bunu yapanların “zalimler” diye nitelendirilmesi oldukça önemlidir. Bu bilgiler bize, ilâhî dine, onun öğretilerine, kutsal değerlerine, kurumlarına ve bağlılarına karĢı kin ve düĢmanlık besleyen; duruma göre yalan, iftira, hakaret, hile, tehdit, fiziksel Ģiddet ve baskı gibi haksız ve zalimce yöntemlere baĢvurarak insanların Ġslâm‟ı ve onun ilkelerini benimsemelerine engel olan; bedenî, ilmî, malî, sosyal ve siyasî gücünü hak dine karĢı kullanıp onunla ilgili Ģüpheler uyandırmaya, onu zaafa düĢürmeye, zararlı göstermeye kalkıĢan zalimlerin, lânete uğramayı yani Allah Teâlâ‟ın rahmet ve inâyetinden büsbütün 932 mahrum kalmayı gerektiren bir suç iĢlediklerini göstermektedir. 4.2.7. Amellerin BoĢa Çıkması Amellerin boĢa çıkması, kiĢinin iĢlediği amelinin sevabından mahrum kalması de- mektir. Ġnkârcıların amellerinin boĢa çıkması ise onlara hiçbir değer biçilmemesi anlamına gelmektedir. Burada söz konusu amellerden maksat onların yaptıkları güzel iĢlerdir. Kur- tubî, akrabalık bağlarını gözetmek, esirleri kurtarmak, misafirlere ikramda bulunmak, hi- maye haklarını gereği gibi korumak türünden üstün ahlakî değerler diye adlandırdıkları 933 iĢlerden, kâfir iken yapılanlar boĢa çıkmıĢtır, diye açıklamıĢtır. Çünkü kötü iĢlerin boĢa çıkması zaten bir Ģey ifade etmez. Bir kimse inkârcı konumuna düĢtüğünde yaptığı iyi ve 934 yararlı amellerin karĢılığını dünyada görse de âhirette hiçbir yararını göremez. Çünkü inkârcının dünyada yaptığı ameller boĢa gitmiĢtir: “Her kim inanılması gerekenleri inkâr 935 ederse bütün ameli boşa gider ve bu kimse âhirette de ziyana uğrayanlardan olur.” Allah Teâlâ, kendi yolundan insanları engellemeye çalıĢan bu kiĢilerin akıbetini ga- yet açık bir Ģekilde beyan etmiĢtir. Ayrıca bu kiĢilerin çabalarının hiçbir netice vermeyece- 931 Fahreddîn Râzî, a.g.e., XIV, 91. 932 Komisyon, Kur‟ân Yolu, a.g.e., II, 530. 933 Kurtubî, a.g.e., XIX, 239. 934 Bkz: Ahkâf, 46/20. 935 Mâide, 5/5. 188 ği, ne kadar çok çalıĢma yaparlarsa yapsınlar asla Allah‟a ve O‟nun dosdoğru yoluna bir zarar veremeyeceklerini Ģöyle haber vermektedir: َاْعَمالَُهمَ﴾ َّلَ َْنََسٖبيِلَاللِّٰهَاََض ُّدواََع ﴿َاَلَّٖذيَنََكَفُرواََوَص “İnkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar var ya; işte, Allah onların bütün 936 amellerini boşa çıkarmıştır.” ُّرواَاللَّٰهََشْيًپاَ َّينَََلَُهُمَالُْهٰدىَلَْنََيُض َّرُسوَلَِمْنََبْعِدََماََتَب ُّدواََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََوَشاقُّواَال َِّنَالَّٖذيَنََكَفُرواََوَص ﴿َا َْمَ﴾ َلُه َوَسُيْحِبُطَاَْعَما “İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet yolu belli olduk- tan sonra Peygamber‟e karşı gelenler hiçbir şekilde Allah‟a zarar veremezler. Allah, onla- 937 rın amellerini boşa çıkaracaktır.” Buna mukabil Allah yolunda mücadele eden ve sonuçta Ģehîd olan Müslümanların hiçbir ameli zayi olmayacaktır: َاْعَمالَُهمََْ﴾ َّلَ ُقِتلُواَٖفىََسٖبيِلَاللِّٰهََفَلْنَُيِض ﴿...ََوالَّٖذيَنَ “… Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkar- 938 mayacaktır.” 4.2.8. BağıĢlanmama Allah Teâlâ, insanoğluna iyi ve kötü iĢler yapabilme konusunda tercih hakkı ver- miĢtir. Dolayısıyla kiĢi, Ģeytan, nefis veya diğer insanların da telkinleri ile günah iĢleyebi- lir. Allah Teâlâ, iĢlenen bu günahlardan bazılarını kesinlikle affetmeyeceğini, bazılarını ise 939 dilerse affedeceğini bildirmiĢtir. Kulun hatasını kabul ederek tevbe edip Rabbine yalvar- dığında affedileceğini bilmesi ona büyük bir huzur verir. Fakat bazı günahlar vardır ki Al- lah Teâlâ onları affetmeyeceğini bildirmiĢtir. Bu günahlardan biri de inkâr edip Allah yo- lundan insanları alıkoymaktır. 936 Muhammed, 47/1. 937 Muhammed, 47/32. 938 Muhammed, 47/4; Muhammed sûresinde amellerin boĢa çıkması konusu üzerinde çokça durulmuĢtur. Bkz: Muhammed sûresi 1, 4, 8, 9, 28, 32, 33, 35. âyetler. 939 Bkz: Nisâ, 4/48, 116; Tevbe, 9/80. 189 َْمَ﴾ َّفا رََفَلْنََيْغِفَرَاللُّٰهَلَُه ُتواََوُهْمَُك َُّمََما ُّدواََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهَث َِّنَالَّٖذيَنََكَفُرواََوَص ﴿َا “İnkâr eden, Allah yolundan alıkoyan, sonra da inkârcılar olarak ölenler var ya, 940 Allah onları asla bağışlamayacaktır.” 4.2.9. Kötü Âkıbet Âkıbet, bir iĢin sonu, neticesi, iyi veya kötü sonuç, ceza veya mükâfat manalarına gelir. Kur‟ân‟da fertlerin ve milletlerin karĢılaĢtıkları sonuçlardan ibret almayı teĢvik gaye- siyle kullanılmıĢtır. Ayrıca ibret almak için sadece haberdar olmanın yeterli olmadığı, bu tür felaketlerin maddî sonuçlarını görmek için yeryüzünde seyahatler yapmanın, gözlem- lerde bulunmanın ve bunlar üzerinde düĢünmenin gerekli olduğu, zira aynı Ģekilde davra- nanların aynı akıbete uğrayacakları, bunun değiĢtirilmesi mümkün olmayan ilahi bir kanun 941 olduğu ifade edilir. Ġnkârcılar, gerçeği arayan insanları Allah‟ın yolundan engellemek amacıyla ona giden yolları kesmiĢler, o yolu eğri gösterip insanların içlerinde kuĢku uyan- dırmaya çalıĢmıĢlar, bu yollarla engel olamadıkları kiĢilere karĢı da kaba kuvvet kullanıp tehdit etmiĢlerdir. Fakat âyet-i kerîmede, ُّدوَنََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََمْنَاَٰمَنَبِٖهََوَتْبُغونََهاَِعَوًجاََواْذكُُرواَاِْذَكُْنُتْمَ ِّلَِصَرا طَتُوِعُدوَنََوََتُص ﴿ََوَلاََتْقُعُدواَبُِك ََنَ﴾ َقٖليًلاََفَكثََّركُْمََواْنُظُرواََكْيَفََكاَنََعاِقَبُةَالُْمْفِسٖدي “Bir de, tehdit ederek Allah‟ın yolundan O‟na iman edenleri çevirmek, Allah‟ın yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az 942 (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!” buyruldu- ğu üzere bu inkârcılar daha dünyada iken kendilerine verilen ceza ve kötü akıbetten ka- çamamıĢlardır. 4.2.10. Cehennem Azabı Allah, adaleti gereği îmân edip sâlih amel iĢleyenlere cennette sayısız nimetleri mükâfat olarak vaat ettiği gibi, inkâr edip isyan edenlere de cehennem de can yakıcı bir 940 Muhammed, 47/34. 941 Ahmet Saim Kılavuz, “Âkıbet”, DĠA, XXVII, Ġstanbul 1989, s. 238. 942 „râf, 7/86. 190 azap tehdidinde bulunmuĢtur. Azap, inkâr ve isyan edenlerin Allah tarafından dünya veya âhirette cezalandırılmalarıdır. Cehennem ise âhirette Allah ve Resûlü‟ne iman etmeyen inkârcıların devamlı; iman ettiği halde günah iĢleyen Müslümanların ise günahları ölçü- sünde cezalandırılmak üzere belli bir müddet kalacakları azap yeridir. Ġnsanların oradaki 943 azabı gördükten sonra piĢman olup dünyaya geri dönmelerinin bir yolu yoktur. Bu yüz- den tüm peygamberler ümmetlerini cehennem azabı ile korkutmuĢlardır. Allah Teâlâ, nasıl ki yolunun üzerine oturup insanları saptırmak için her türlü hileyi 944 kullanan Ģeytanı ve ona uyanları cehennem ile tehdit etmiĢ ise, sebîlüllahın önüne engel- ler koyup insanları hak yoldan çevirmeye çalıĢan inkârcıları de aynı Ģekilde cehennem ile tehdit etmiĢtir. ُّسوَءَبَِماََصَدْدتُْمََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهَ َبْعَدَثُُبوتَِهاََوَتُذوقُواَال َ م َّلََقَد ﴿ََوَلاََتتَِّخُذواَاَْيَمانَُكْمََدَخًلاََبْيَنُكْمََفَتِز َ م﴾ َولَُكْمََعَذا بََعٖظي “Yeminlerinizi aranızı bozan bir şey yapmayın, sonra sağlam basmış olan ayak ka- yar ve Allah‟ın yoluna engel olduğunuzdan dolayı kötülüğü(n cezasını) tadarsınız ve büyük 945 bir azaba uğrarsınız.” Bu günahı iĢleyenlere günahlarının büyüklüğünü göstermek için tehdit ĢiddetlenmiĢ ve azabın kat kat arttırılacağı haber verilmiĢtir: ُّدواََعْنَسََٖبيِلَاللِّٰهَِزْدَناُهْمََعَذاًباََفْوَقَالَْعَذاِبَبَِماََكانُواَُيْفِسُدونَََ﴾ َالَّٖذيَنََكَفُرواََوَص َ﴿ “İnkâr eden ve insanları Allah‟ın yolundan alıkoyanların, yapmakta oldukları boz- 946 gunculuklarına karşılık azaplarının üstüne azap ekleriz.” Kur‟ân-ı Kerîm‟de sayılan azap türlerinin içinde “َعَذاب اَٖليم / elem verici azap” tamla- ması, azabın geri kalan bütün türlerini kapsayıcı bir anlam alanına sahiptir. Kelimelerin nek- re seçilmesi, maksadın belli bir türü değil de azabın bütün ayrıntılarını içermekte olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Dahası, Râzî‟nin de dediği gibi, bu ifade biçimi, elem verici 947 azabın sözü edilen diğer azaplardan daha Ģiddetli olduğunu da belirtmektedir. 943 Örn. bkz: Nisâ, 4/121; Secde, 32/12; Mü‟min, 40/11. 944 Bkz: A„râf, 7/16-18. 945 Nahl, 16/99. 946 Nahl, 16/88. 947 Mehmet Okuyan, Kurân-ı Kerîm‟e Göre Kabir Kavramı ve Kıyamet - Âhiret Süreci, DüĢün Yayınla- rı, Ġstanbul 2012, s. 172. 191 Allah Teâlâ Ģu âyette Allah yolunu engellemek isteyenleri elem verici azap ile teh- dit etmiĢtir: ِّربٰواَ ِّدِهْمََعْنََسٖبيِلَاللِّٰهََكٖثيرًَاََوَاْخِذِهُمَال ِّيَبا تَاُِحلَّْتَلَُهْمََوبَِص َّرْمَناََعَلْيِهْمََط ﴿ََفِبُظْل مَِمَنَالَّٖذيَنََهاُدواََح َّناِسَبِالَْباِطِلََواَْعَتْدنَاَلِْلَكاِفٖريَنَِمْنُهْمَعَََذاًباَاَٖليًماَ﴾ َاْكِلِهْمَاَْمَواَلَال َوَقْدَنُُهواََعْنُهََو “Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, İçle- 948 rinden inkâr edenlere de elîm bir azap hazırladık.” 949 Allah Teâlâ, insanları kendi yolundan engelleyenleri ayrıca cehenneme sokup, 950 951 952 953 alçaltıcı, Ģiddetli, elem verici ve yakıcı bir azap ile tehdit etmektedir. 948 Nisâ, 4/161. 949 “Allah‟ın yolundan saptırmak için O‟na ortaklar koştular. De ki: “Bir süre daha faydalanın. Çünkü varı- şınız ateşedir.” Ġbrâhîm, 14/30; Ayrıca bkz: Zümer, 39/8; Enfâl, 8/36. 950 “Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah‟ın yolundan alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.” Mücâdele, 58/16; Ayrıca bkz: Lokmân, 31/6; 951 “... Allah‟ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.” Sâd, 38/26; 952 “Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah‟ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayan- ları elem dolu bir azapla müjdele.” Tevbe, 9/34; Ayrıca bkz: Hac, 22/25. 953 “... İnsanları Allah‟ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezil- lik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabını tattıracağız.” Hac, 22/9. 192 SONUÇ Yollar, insanları gitmek istedikleri yerlere ulaĢtıran vasıtalardır. Buradan hareketle hedefe vardıran, maksuda erdiren faaliyetlerin tümüne yol (sebîl) adı verilmiĢtir. UlaĢılma- sı gereken hedef, Allah Teâlâ‟nın rızası olunca, ona götüren tüm vasıtalara da “sebîlüllah” denilmiĢtir. Kur‟ân‟da yüz yetmiĢ altı defa geçen sebîl “yol, yolunda, uğrunda, din, imkân, çıkıĢ, çare, adet, gidiĢat, sebep, kusur, bahane, delil, ceza, sorumluluk, millet, iliĢki, itaat, kurtuluĢ ve geçit” gibi çok değiĢik manalara gelen bir kelimedir. Aynı zamanda sebîl gibi “yol” ma- nasını ifade etmek üzere sırât, tarîk, Ģir„a, minhâc, millet, necd, sünnet, rî„ gibi kelimeler de kullanılmıĢtır. Bu kelime, Allah lafza-ı celâli ile birlikte “Allah‟ın yolu, Allah‟ın uğrunda, Allah rızası için” gibi manalara gelmektedir. Kur‟ân‟da sebîlüllah ismi verilen bu yol Al- lah‟a, yaratılandan Yaratanına ve kuldan Mevlâsına giden manevî bir yoldur. Bir kurtuluĢ yolu olduğu kadar da kemale erme, faziletle donanma ve ebedî mutluluk yoludur. Sebîlüllah kavramı, ihlas ile yapılan ameller ile Allah‟a yaklaĢmayı ve O‟nun rıza- sını kazanmayı ifade etmektedir. Allah‟ın yolu, O‟nun emrettiği iyilik çeĢitlerinden her Ģeyi içeren ve vahiy aracılığıyla insanlığa sunulan bir hidayet yoludur. Bunun için sebîlül- lah terkibi, dünya ve âhiret hayatında insanlara yararlı olan, insanlığın iyi yönde geliĢmesi- ni sağlayan bütün hayırlı iĢleri ihtiva etmektedir. Kavramın sözlük anlamı ona bu geniĢ mana alanının kapılarını açmıĢtır. Zekât verilecek sekiz sınıfın sayıldığı Tevbe sûresinin 60. âyetinde geçen “fî sebîlil- lah” grubunun kapsamı hakkında ortaya atılan görüĢler, kavramın bu sözlük manasını da- raltıcı niteliktedir. Bunun nedeni ise sebîlüllah kavramının biri dar diğeri de geniĢ iki ma- naya delâlet etmesidir. Dar manası cihaddır ki asr-ı saadetten bu yana sebîlüllah denince akla ilk önce cihad gelmiĢtir. Bunda sebîlüllah kavramının Kur‟ân-ı Kerîm ve hadislerde cihad ile olan sıkı iliĢkisinin payı büyüktür. Aynı zamanda “Allah yolunda” tabirinin ilk 193 dönemlerde genel olarak “Allah yolunda savaĢanlar” Ģeklinde anlaĢılması âyetlerin ifade tarzından daha çok Ġslâm‟ın yayılıĢ dönemindeki Ģartlarla alakalıdır. Özellikle son dönem müfessirleri, yaĢadıkları asrın gereği olarak fî sebîlillahın an- lam alanını cihadın tüm mana alanını kapsayacak Ģekilde geniĢletmiĢtir. Görülen odur ki her müfessir, cihad ve fî sebîlillah kavramlarını kendi yaĢadığı zaman diliminin etkisinde kalarak tefsir etmiĢtir. Bu yüzden ilk dönemde Ġslâmî tebliğin önündeki engeller savaĢarak kaldırılırken, geliĢen teknoloji ve iletiĢim vasıtaları nedeniyle günümüzde Ġslâmî tebliğin Ģekli değiĢerek ilmî ve fikrî alana kaymıĢ olması fî sebîlillahın kapsam alanının bu yönde geniĢletilmesine neden olmuĢtur. Ancak, fî sebîlillah sıcak savaĢı ve savaĢan mücahidleri içine alan ilk manası, her zaman müfessirlerin ilk tercihi olmuĢ ve diğer görüĢlerini bunun ardından serdetmiĢlerdir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de sebîlüllah kavramının ifade ettiği mana alanı, değiĢik bazı ter- kipler yoluyla da ifade edilmiĢtir. Ġslâm dini cemaate ve cemiyete önem veren bir din olduğundan dolayı birçok ibadet toplu olarak ifa edilmektedir. Zaten kanun ve kaideler manzumesi toplum olmadan bir mana ifade etmez. Bu açıdan Allah‟ın rızasına giden yollarda da yalnız gidilmez. Müminler toplu bir Ģekilde Allah‟ın yolunda ilerledikleri için onların yolunu terk etme Kur‟ân-ı Kerîm‟de yerilmiĢ ve terk edenler cehennem ile tehdit edilmiĢlerdir. Böylece Allah‟ın yolu (sebîlüllah), müminlerin yolu (sebîlü‟l- mü‟minîn) ve Rabbin yolunda (sebîlü Rabbik) gidenlerin yolu kabul edilmiĢtir. O yol, Rabbe yönelenlerin yolu (sebîlü men enâbe ileyye) olup dosdoğru ve orta bir yoldur (sebîlü‟r-rüşd/reşâd, sevâü‟s-sebîl, kasdü‟s-sebîl). Bu yol, sonunda Allah'ın rızasına git- tiği için bir kurtuluĢ yoludur (sübülü‟s-selâm). Kur‟ân-ı Kerîm‟de sebîl kelimesinin çoğulu (sübül) olmasına rağmen, sırât kelime- sinin çoğulunun olmaması, sebîl olarak adlandırılan yolları takip eden kiĢilerin tekil olarak ifade edilen dosdoğru bir yola (sırât-ı müstakîm) iletileceklerini göstermektedir. Sırât, cen- nete uzanan geniĢ ve düz bir ana cadde olup birçok Ģeritten oluĢmuĢtur. ĠĢte bu Ģeritlerin her biri namaz, oruç, zekât, cihad, takvâ, ahlaklı olmak vs. birer sebîldir ve müminleri cen- nete ulaĢtıran sübülü‟s-selâm yani cennetin yollarıdır. Kur‟ân-ı Kerîm‟de ifade edildiğine göre bu kutlu yolun (sebîlüllah) karĢısında ise yolun özelliğine atfen eğri bir sapıklık yolu (sebîlü‟l-ğayy), yola sevk ve teĢvik edenlere atfen tâğûtların yolu (sebîlü‟t-tâğût), sapıklık yoluna uyanların vasıflarına atfen günahkâr- 194 ların yolu (sebîlü‟l-mücrimîn), fesatçıların yolu (sebîlü‟l-müfsidîn), bilmeyen cahillerin yolu (sebîlüllezîne lâ ya„lemûn), sonuçta yolun varacağı yer olarak cehennem yolu (sıra- tu‟l-cehîm ve tarîku cehennem ) bulunmaktadır. Sebîlüllah kavramı, Allah‟ın rızasını ve hoĢnutluğunu kazanmak amacıyla mal ve canla yapılan her türlü mücadele, çaba, iyilik, taat ve hayır yollarını kapsayan genel bir ifadedir. Kelime anlamı itibariyle geniĢ bir içeriğe sahip olan sebîlillah kavramı, bağlam itibariyle Kur‟ân-ı Kerîm‟de hem bu geniĢ anlamın muhafazasını gerektiren hem de daral- masına yol açan bir takım fiillerden sonra kullanılmıĢtır. Bunlardan en sık kullanılanları, “öldürmek, öldürülmek, savaĢmak” gibi nispeten dar kapsamlı ve özel bir manayı ifade eden “katele” fiili; ikincisi, “bir yerden baĢka bir yere göç etmek” gibi yine dar bir anlamı ifade eden “hâcera” fiili; üçüncüsü, her türlü harcamayı ifade eden oldukça geniĢ kapsamlı “enfeka” fiili; dördüncüsü ise hem mal hem de canla her türlü ayreti içeren”câhede” fiili- dir. En fazla kullanılan bu dört fiil grubunun dıĢında fî sebîlillah kavramı özel anlamlı di- ğer bazı fiillerle birlikte de kullanılmıĢtır. Kur‟ân-ı Kerîm‟de, sebîlüllah kavramı ile ifade edilen amellerin öne çıkanları da- vet, cihad, kıtâl, infâk ve hicrettir. Bu amellere toplu olarak bakıldığında aralarında çok sıkı bir iliĢki ve düzenin olduğu hemen fark edilmektedir. Bu iliĢkilerin tümüne “Ġslâm‟a davet süreci” adını verebiliriz. Allah Teâlâ, ilk olarak kendi yoluna (sebîlüllaha) davetin nasıl yapılması gerektiğini açıklamaktadır. Ġslâm‟a davetin, sıkıntıları hatta iĢkenceleri içeren bir süreç olduğu Hz. Peygamberin Mekke dönemindeki hayatını incelediğimizde açıkça görülmektedir. Allah Teâlâ, bu dönemde sıkıntılara ve eziyetlere sabrı tavsiye et- mektedir. Cihad, Ġslâm davetini tüm insanlığa her türlü metodu kullanmak suretiyle ulaĢ- tırma gayretidir. Yapılan bu cihadın baĢarı Ģansı, maddî olarak desteklenmediği sürece yok denecek kadar az olduğu için devreye infâk girmektedir. Eğer Müslümanlar, düĢmanın çok güçlü olmasından dolayı can ve mal güvenliğinden yoksun olurlarsa baĢka bir mekâna hic- ret etmelerine izin verilmiĢtir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de tüm bu ameller sebîlüllah kavramı etra- fında anlatılmaktadır. Sebîlüllah kavramı Kur‟ân-ı Kerîm‟de iman edenler ile inkârcıları, iman edenler ile münafıkları ayırt etmek için bir mihenk taĢı mesabesindedir. Birçok âyette sebîlüllah kav- ramı kullanılarak bu grupların aralarındaki farklılıklar ortaya konulmuĢtur. Ayrıca Kur‟ân-ı 195 Kerîm‟de, cennetteki derece farklılıklarında sebîlüllah kavramı ile ilgili amellerin etkisinin büyük olduğu açıkça vurgulanmaktadır. Kur‟ân-ı Kerîm‟de bildirildiğine göre inkârcılar, kendileri sapıklığa batmıĢ olmaları yetmezmiĢ gibi diğer insanları da yanlarına çekmek istemektedirler. Bu amaçla insanlık tarihi boyunca Allah‟ın yolunu eğri, çeliĢkili ve hatalı göstermek, dolayısıyla insanları on- dan uzaklaĢtırmak için çeĢitli yollara baĢvurmuĢlardır. Bu gayretlerin temelde üç hedefi vardır: a) Her türlü baskıyı uygulayarak insanların iman etmelerine engel olmaya çalıĢmak. b) Buna engel olamadıkları takdirde Ġslâmî hükümlerin uygulanmasına engel olmak. c) Buna da engel olamadıklarında Müslümanların saf akide ve imanlarını çeĢitli entrikalar ile yozlaĢtırmaya çalıĢmaktır. Ġnkârcılar, tüm bu hedeflere ulaĢmak için bâtılı süsleyip sebîlül- lahı eğri gösterme, yalan yere yemin ederek gerçekleri gizleme, maddî yollara baĢvurma ve kaba kuvvet kullanma gibi akla gelebilecek tüm yolları kullanmaktadırlar. Allah Teâlâ, kendi yolunu takip eden Müslümanlara katından bir rahmet, mağfiret ve güzel bir rızkın yanında sevgisini ve cennetini vaad etmektedir. Ayrıca meleklerin bu kullara dua edecekleri ve tüm insanların korkudan titreyeceği âhiret gününde sebîlüllah uğrunda canla baĢla mücadele edenlerin asla korku ve üzüntü duymayacakları müjdesi verilmektedir. Bu kutlu yola engel olmaya çalıĢanları dünyada sapıklığa düĢme, helalle- rin haram kılınması, rezil olma ve dolayısıyla çok kötü bir akıbet; âhirette ise amellerinin boĢa çıkması, bağıĢlanmama, Allah‟ın laneti ve sonrasında da cehennem azabı beklediği bildirilmektedir. 196 KAYNAKÇA Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, (1968), el-Mu„cemü‟l müfehres li elfâzi‟l-Kur‟âni‟l- Kerîm, Çağrı Yayınları, Ġstanbul 1987. Akyüz Vecdi, Kur‟ân‟da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, Ġstanbul 1998. Alper Hülya, “Sırât-ı Müstakîm”, DĠA, XXXVII, Ġstanbul 2009, s. 119-120. Âlûsî, ġihâbuddîn Mahmûd b. Abdillâh, (1270/1853), Rûhu‟l-me„ânî fî tefsîri‟l-Kur‟â- ni‟l-„azîm ve‟s-seb„i‟l-mesâni, I-XXX, Dâru Ġhyâ‟i‟t-türâsi‟l-Arabî, Beyrut, ty. Âsım Efendi, Mütercim, (1235/1819), el-Okyânûsü‟l-basît fî tercümeti‟l-Kâmûsü'l- Muhît, I-III, Matbaatü‟l-Osmaniye, Ġstanbul 1305. AteĢ Süleyman, ĠĢârî Tefsîr Okulu, AÜĠF Yayınları, Ankara 1974. ______ , Kur‟ân-ı Kerîm Tefsiri, Milliyet Yayınları, I-VI, yy., 1995. Ayıntâbî Mehmed Efendi, (1111/1699), Tercüme-i Tefsîr-i Tibyân, I-IV, Matbaa-ı Osmâniyye, Ġstanbul 1307. Bağçeci, Muhittin, “Ecir”, DĠA, X, Ġstanbul 1994, s. 383. BaĢkurt Ġrfan, Kur‟ân Açısından Din Eğitiminde Adalet, Ölçü, Denge, -Sırât-ı Müs- takîm-, ĠĢaret Yayınları, Ġstanbul 2000. Bebek Adil, “Mağfiret”, DĠA, XXVII, Ankara 2003, s. 313-314. Bedir Murteza, “Sünnet”, DĠA, XXXVIII, Ġstanbul 2010, s. 150-153. Begavî, Ebu Muhammed Hüseyn el-Ferrâ, (516/1122), Me„âlimü‟t-tenzîl, I-VIII, tah. He- yet, Dâru Tayyibe, Riyad 1409. Beyzâvî, Kâdî Nâsıruddîn Abdullah b. Ömer, (685/1286), Envârü‟t-tenzîl ve esrârü‟t- te‟vîl, I-II, Dersaâdet Yayınları, Ġstanbul, ty. Bilmen, Ömer Nasûhî, (1971), Kur‟ân-ı Kerîm‟in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, I-VIII, Ġpek Yayınları, Ġstanbul, ty.. BirıĢık Abdülhamit, “Rahmet”, DĠA, XXXIV, Ġstanbul 2007, s. 419. Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ġsmâil, (256/870) el-Câmi„u‟s-sahîh (Sahîhu‟l- Buhârî), tah. Sıdkî Muhammed Cemîl el-Attâr, Dârü‟l-Fikr, Beyrut 1352. 197 Bursevî Ġsmail Hakkı, (1137/1724), Rûhu‟l-beyân fî tefsîri‟l-Kur‟ân, I-X, Matbaa-i Osmâniyye, Ġstanbul 1330. Bûtî, Said Ramazan, (2013), Fıkhu‟-siyre -Peygamberimiz (s.a.v.)‟in Uygulamasıyla Ġslâm-, çev. Ali Nar - Orhan Aktepe, Gonca Yayınevi, 4. baskı, Ġstanbul 1987. Canan Ġbrahim, (2009), Hadis Ansiklopedisi - Kütüb-i Sitte, I-XVIII, Akçağ Yayınevi, Ġstanbul, ty. Cebel, Muhammed Hasan Hasan, el-Mu‟cemu‟l-iĢtikâkî el-mu‟essale li-elfâzi‟l-Kurân, I-IV, Mektebetu‟l-Âdâb, Kâhire, 2010. Cevherî, Ġsmâil b. Hammâd, (400/1009‟dan önce), es-Sıhâh (Tâcu‟l-luga ve Sıhâhu‟l- Arabiyye), tah. Ahmed Abdulgafûr Attâr, I-VII, Dârü‟l-Ġlm li‟l-melâyîn, Beyrut 1990. Cücük Ġbrahim, Ayet ve Hadislerle Peygamberimiz; YaĢayıĢı, Ahlakı, Prensipleri, 2. baskı, Ġstanbul 1999. Cürcânî, Seyyid ġerif (Ali b. Muhammed), (816/1413), Mu„cemü‟t-ta„rîfât, tah. Mu- hammed Sıddık MinĢâvî, Dârü‟l-Fazîle, Kahire 2004. Çağrıcı Mustafa, “Da„vet”, DĠA, IX, Ġstanbul 1994, s. 16-19. __________, “Ġnfak”, DĠA, XXII, Ġstanbul 2000, s. 289-290. ÇalıĢkan Ġsmail, “Ġbn RüĢd‟de Din Kavramının Muadilleri Olarak ġeriat ve Millet Kavram- ları”, Doğu-Batı ĠliĢkisinin Entelektüel Boyutu - Ġbn RüĢd‟ü Yeniden DüĢün- mek, CÜĠF, Sivas 2009, c. 1, s. 115-120. Çantay, Hasan Basri, (1964), Kur‟ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, I-III, Risale Yayınları, Ġstanbul 1993. Çetin Abdurrahman, Kıraatların Tefsire Etkisi, Ensar Yayınları, 2. baskı, Ġstanbul 2012. _______ , Kur‟ân Ġlimleri ve Kur‟ân-ı Kerîm Tarihi, Dergâh Yayınları, 2. baskı, Ġstan- bul 2012. Dâmegânî, Hüseyn b. Muhammed, (478/1085), el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir (Kâmûsu‟l- Kur‟ân), tah. Abdülhamîd „Ali, Dârü‟l-Kütübü‟l-ilmiyye, Beyrut, ty. Demircan Adnan, Nebevi DireniĢ Hicret, Beyan Yayınları, Ġstanbul 2000. Derveze, Muhammed Ġzzet, (1984), et-Tefsîru‟l-hadîs, I-X, Dârü‟l-Ġhyâi‟l-kütübi‟l-Arabî, Kahire 1383. Dozy Reinhart, (1883), Tekmiletü‟l-me„âcimi‟l-„Arabiyye, I-X, çev. Muhammed Selîm Nu„aymî, Dârü‟r-ReĢîd, Bağdat 1980. Dönmez, Ġbrahim Kâfi, “Ġcmâ”, DĠA, XXI, Ġstanbul 2000, s. 417-431. 198 Dumlu Emrullah, “Kamu Harcamaları Açısından Zekât”, EAÜĠF Dergisi, Erzurum 2011, sy. 36, s. 217-252. Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-EĢ„as b. Ġshâk es-Sicistânî, (275/888), es-Sünen, tah. Nâsırüd- din el-Elbânî, Mektebetü'l-meârif, Riyad, ty. Ebû Ubeyde, Ma‟mer b. Müsennâ, (210/825), Mecâzü‟l-Kur‟ân, tah. M. Fuâd Sezgin, I- II, Mektebetü‟l-Hancî, Kahire 1988. Ebû Yûsuf, Yâkub b. Ġbrâhîm, (182/798), Kitâbu‟l-Harâc, Dârü‟l-Ma„rife, Beyrut 1979. Ebü‟l-Bekâ, Eyyüb b. Musa el-Kefevî, (1095/1684), el-Külliyât, tah. Adnan DerviĢ- Muhammed el-Mısri, Müessesetü‟r-Risâle, 3. baskı, Beyrut 1998. Ebüssuûd, Mehmed b. Mehmed el-Ġmadî, (982/1574), ĠrĢâdü‟l-„akli‟s-selîm ilâ mezâya‟l- Kitabi‟l-Kerîm, I-V, tah. Abdulkâdir Ahmed „Atâ, Mektebetü‟r-Riyâdi‟l-hadîse, Riyâd, ty. Ege Ramazan, “Tarîk, Sebîl, Sırât ve ġir„a Kelimelerinin Arap Dili Açısından Mukayeseli Anlamları ve Kur‟ân-ı Kerîm‟de KullanılıĢları”, DEÜĠF Dergisi, Ġzmir 2004, sy. 19, s. 21-59. Ekin Yunus, “DünyevîleĢmeye Bir Çözüm Olarak Ġnfâk AnlayıĢı”, SÜĠF Dergisi, Sakarya 2002, sy. 6, s. 77-103. Emîr es-San„ani, Ebû Ġbrâhîm Ġzzeddin, (1182/1768), Sübülü‟s-selâm fî Ģerhi Bulûği‟l- merâm, Dâru Ġbn Hazm, Beyrut 2009. Endelûsî, Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf, (745/1344), el-Bahru‟l-muhît, I-VIII, tah. Adil Ahmed Abdulmevcud–Ali Muhammed, Dâru‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1993. Eren ġadi, Allah Yolunda Cihad, Moralite Yayınları, Ġstanbul 2007. Esed Muhammed, (1992), Kur‟an Mesajı, Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, ĠĢaret Yayınları, 5. baskı, Ġstanbul 2002. Eyyûb Hasan, el-Cihad ve‟l-fidâ‟iyyeti fi‟l-Ġslâm, Dârü‟n-Nedveti‟l-cedîde, Beyrut 1983. Ezherî, Ebû Mansur Muhammed b. Ahmed, (370/980), Tehzîbü‟l-luga, I-XV, tah. Heyet, Dârü‟l-Mısriyye, Kahire ty. Fayda Mustafa, “Abdurrahman b. Ebû Bekir es-Sıddîk”, DĠA, I, Ġstanbul 1988, s. 159. Ferâhîdî, Halîl b. Ahmed, (175/791), Kitâbu‟l-„ayn müretteben „alâ hurûfi‟l-mu‟cem, I-IV, tah. Abdulhamid Hendâvî, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2003. Feyyûmî Ahmed b. Muhammed, (770/1368), el-Misbâhu‟l-münîr, Mektebetü Lübnan, Beyrut 1987. 199 Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Ya„kub, (817/1415), Besâ‟iru zevi‟t-temyîz fî letâ‟ifi‟l-kitâbi‟l- „azîz, I-VI, tah. Muhammed Ali en-Neccâr, Mektebetü‟l-Ġlmiyye, Kahire 1996. ______ , el-Kâmûsü‟l-muhît, tah. Muhammed Na‟im, Müessesetü‟r-Risâle, 8. baskı, Bey- rut, 2005. Girîdî, Sırrı PaĢa, (1895), Sırr-ı Ġnsân, Dersaadet 1312. Gölcük ġerafettin, “Rızık”, DĠA, XXXV, Ġstanbul 2008, s. 73-74. Gufeylî, Abdullah b. Mansur, Nevâzilü`z-zekât, Bank al-Bilad - Dârü‟l-Meymân, Riyâd 2008. Gül Ali Rıza, “Kur‟ân‟daki Ġnfak Kavramının Anlam Yelpazesi”, Dinî AraĢtırmalar, An- kara 2005, c. VIII, sy. 22, s. 239-261. Güven ġahin, “Günümüz Tefsir ÇalıĢmalarında Yeni Bir Yöntem: Konulu Tefsir Metodu”, Tarihten Günümüze Kur‟an‟a YaklaĢımlar, Ġlim Yayma Vakfı Kur‟an ve Tef- sir Akademisi, Ġstanbul 2010, s. 439-454. Halebî, Semîn Ahmed b. Yûsuf, (756/1355), „Umdetü‟l-huffâz fî tefsîri eĢrefi‟l-elfâz, tah. Muhammed Bâsıl, I-IV, Âlemü‟l-kütüb, Beyrut 1996. Hamîdullah, Muhammed, (2002), Ġslâm Peygamberi (Hayatı ve Faaliyeti), I-II, çev. Sa- lih Tuğ, Ġrfan Yayıncılık, 5. baskı, Ġstanbul 1990. ______ , Ġslâm‟ın Hukuk Ġlmine Katkıları: Makaleler Külliyatı; çev. Salih Tuğ, Milli- yetçiler Derneği Yayınları, Ġstanbul 1962. Harman Ömer Faruk, “Dalâlet”, DĠA, VIII, Ġstanbul 1993, s. 427-428. Haskefî, Alâüddîn Muhammed b. Alî, (1088/1677), ed-Dürrü‟l-muhtâr Ģerhu Tenvîri‟l- ebsâr, tah. Abdülmün„im Halil Ġbrâhîm, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2002. Hâzin, Ebü‟l-Hasen Alî b. Muhammed, (725/1324), Lübâbü‟t-te‟vîl fî me„âni‟t-tenzîl, I- IV, Dâru‟l-kütübi‟l-Arabiyyeti‟l-kübrâ, Mısır 1328. Herarî, Muhammed Emin el-Alevî, el-Kevkebu‟l-vehhâc ve‟l-ravzu‟l-behhâc fî ġerhi Sahih-i Müslim, I-XXVI, Dârü‟l-Minhac - Dâru Tavki‟n-necât, Beyrut 2009. Hicâzî, Muhammed Mahmûd, et-Tefsîru‟l-vâdıh, I-XXX, Dâru‟t-Tefsîr, Kahire 1980. Hîrî, Ebû Abdirrahmân Ġsmail b. Ahmed, (430/1039‟dan sonra), Vücûhü‟l-Kur‟âni‟l- Kerîm, tah. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî, Dârü‟s-Sekâ, ġam 1996. Izutsu, Toshihiko, (1993), Kur‟ân‟da Allah ve Ġnsan, çev. Süleyman AteĢ, Yeni Ufuklar Yayınları, Ġstanbul, ty. Ġbn Âbidîn, Muhammed Emîn b. Ömer, (1252/1836), Reddü‟l-muhtâr „ale‟d-Dürri‟l- muhtâr, I-XIII, tah. Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Ali Muhammed Muavvez, Dâru Alemi‟l-kütüb, Riyad 2003. 200 Ġbn Ebû Hâtim, Abdurrahmân b. Muhammed, (327/938), Tefsîrü‟l-Kur‟âni‟l-„azîm müs- neden „ani‟r-Resûl ve‟s-sahâbe ve‟t-tâbi„în, I-X, tah. Es„ad Muhammed Tayyib, Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, Mekke-Riyad 1997. Ġbn Fâris, Ebu Huseyn Ahmed b. Fâris, (395/1004), Mu„cemü mekâyîsi‟l-luga, I-VI, tah. Abdüsselam Muhammed Harun, I-VI, Dârü‟l-Fikr, yy. 1979. Ġbn Kayyim el-Cevziyye, (751/1350), Zâdü‟l-me„âd, I-VI, çev. Heyet, Ġklim Yayınları, Ġstanbul 1989. Ġbn Kesîr, Ebü‟l-Fidâ‟ Ġsmail b. Ömer, (774/1372), Tefsîru‟l-Kur‟âni‟l-„azîm, tah. Sâmi b. Muhammed es-Selâme, I-VIII, Dâru Tayyibe, 2. baskı, Riyad 1999. Ġbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddin, (620/1223), el-Muğni, I-II, tah. Râid Sabrî b. Ebi Alfe, Beytü‟l-Efkâri‟d-devliyye, Lübnan 2004. Ġbn Mâce, Muhammed b. Yezîd Kazvînî, (275/888), es-Sünen, tah. Nâsırüddin el-Elbânî, Mektebetü‟l-meârif, Riyad, ty. Ġbn Manzûr, Cemâleddin Muhammed b. Mükerrem, (711/1311), Lisânü‟l-„Arab, I-XV, Dâru Sâdır, Beyrut, ty. Ġbn Melek, Izzeddin Abdullatîf b. Abdilazîz, (821/1418‟den sonra), Mebâriki‟l-ezhâr fî Ģerhi MeĢârikı‟l-envâr, Ahmed Kâmil Efendi Matbaası, Ġstanbul 1338. Ġbn Nüceym, Zeynüddin b. Ġbrâhîm, (970/1563), el-Bahrü‟r-râ‟ik Ģerhu Kenzü‟d-dekâ‟ik, I-IX, tah. ġeyh Zekeriyyâ Umeyrât, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1997. Ġbnü‟l-Arabî Ebû Bekir Muhammed b. Abdillâh, (543/1148), Ahkâmu‟l-Kur‟ân, I-IV, tah. Muhammed Abdulkâdir „Atâ, Dârü‟l-Kütübü‟l-ilmiyye, Beyrut 2003. Ġbnü‟l-Cevzî, Ebü‟l-Ferec Cemâlüddin, (597/1200), Nüzhetü‟l-a„yüni‟n-nevâzir fî „il- mi‟l-vücûhi ve‟n-nezâ‟ir, tah. Muhammed Abdulkerîm er-Râzi, Müessesetü‟r- Risâle, 3. baskı, Beyrut 1987. ______ , Zâdü‟l-mesîr fî „ilmi‟t-tefsîr, I-IX, Mektebetü‟l-Ġslâmî, Beyrut 1984. Ġbnü‟l-Esîr, Mecdüddin el-Mübârek b. Esîrüddîn, (606/1210), en-Nihâye fî garîbi‟l-hadîs ve‟l-eser, I-V, tah. Tâhir Ahmed ez-Zâvî - Mahmûd Muhammed et-Tanâhî, Mek- tebetü‟l-Ġslâmî, yy. 1963. Ġbrâhîm Mustafa ve diğerleri, el-Mu„cemü‟l-vasît, Çağrı Yayınları, Ġstanbul 1992. Ġsfahânî Râğıb, (502/1108), el-Müfredât fî garîbi‟l-Kur‟ân, tah. Muhammed Seyyid Keylânî, Dârü‟l-Ma„rife, Beyrut, ty. Ġslâmoğlu Mustafa, Hayat Kitabı Kur‟an Gerekçeli Meal-Tefsir, I-II, DüĢün Yayınları, 2. baskı, Ġstanbul 2008. Kara Mustafa, “Havf”, DĠA, XVI, Ġstanbul 1994, s. 528-531. 201 Karagöz Ġsmail, “Cihad”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DĠB Yayınları, Ankara 2010, s. 99-102. _______ , “ġeriat”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DĠB Yayınları, Ankara 2010, s. 617-618. Karaman Fikret, “Kâfir”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DĠB Yayınları, Ankara 2010, s. 357. Karaman Hayrettin, Ġslâm‟ın IĢığında Günümüz Meseleleri, I-III, Yeni ġafak Yayınları, Ġstanbul 1996. Kardâvî Yûsuf, Fıkhu‟z-zekât, I-II, Müessesetü‟r-Risâle, 2. baskı, Beyrut 1973. Kâsânî Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes„ûd, (587/1191), Bedâ‟i„u‟s-sanâ‟i„ fî tertîbi‟Ģ-Ģerâ‟i„, I-X, tah. Ali Muhammed Mu„avvez, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, I-X, Dârü‟l- Kütübü‟l-ilmiyye, Beyrut 2003. Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn, (1914), Mehâsinü‟t-te‟vîl (Tefsîru‟l-Kâsımî), I-XVII, tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Dâru Ġhyâi‟l-kütübi‟l-Arabî, yy., 1957. Kaya Remzi, Kur‟ân‟da Ġstikâmet, Emin Yayınları, Bursa 2005. KeleĢ Ahmet, “Cihad-Kılıç-Tebliğ Bağlamında Ġslâm‟ın YayılıĢı”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed (Sempozyum tebliğ ve müzakereleri), Konya 2007. Kılavuz Ahmet Saim, “Âkıbet”, DĠA, XXVII, Ġstanbul 1989, s. 238. Komisyon (Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, Ġbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin GümüĢ), Kur‟ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, I-V, DĠB Yayınları, 2. baskı, Ankara 2006. Komisyon (Hayreddin Karaman, Ali Bardakoğlu, H. Yunus Apaydın), Ġlmihal, I-II, DĠB Yayınları, Ġstanbul 2002. Köse Saffet, “Cihad ġiddete Referans Olabilir mi?”, Ġslâm Hukuku AraĢtırmaları Dergi- si, Konya 2007, sy. 9, s. 37-70. Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, (671/1272), el-Câmi„ li-ahkâmi‟l-Kur‟ân, tah. Abdullah et-Türkî, I-XXIV, Müessesetü‟r-Risâle, Beyrut, 2006. Kutub Seyyid, (1966), Fî Zılâli‟l-Kur‟ân, Dârü‟Ģ-ġurûk, I-VI, 32. baskı, Kahire 2003. Mahallî Celâleddin (864/1459)– Süyûtî Celâleddin (911/1505), Tefsîru‟l-Celâleyn, Dârü‟l- Ma„rife, Beyrut, ty. Mâlik b. Enes, Ebû Abdillâh, (179/795), el-Muvatta, tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Dâru Ġhyâi‟l-kütübi‟l-Arabî, Beyrut 1985. Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, (333/944), Te‟vîlâtü Ehli‟s-sünne, tah. Mecdi Ba Sellum, I-X, Dârü‟l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 2005. Mehmed Zihnî Efendi, (1913), Nimet-i Ġslâm, ġirket-i Mürettibiye Matbaası, Ġstanbul 1322. 202 Mevdûdî, Ebu‟l A„lâ, (1979), Tefhîmu‟l-Kur‟ân Kur‟ân‟ın Anlamı ve Tefsiri, Trc. Mu- hammed Han Kayanî ve diğerleri, I-VII, Ġnsan Yayınları, 2. baskı, Ġstanbul 1991. _______ , Meseleler ve Çözümleri, çev. Yusuf Karaca, Risale Yayınları, 5. baskı, Ġstanbul 1990. Mevsılî, Ebü‟l-Fazl Abdullâh b. Mahmûd, (683/1284), el-Ġhtiyâr li-ta„lîli‟l-Muhtâr, Mek- tebetü Pâmuk, Ġstanbul 1989. Mir Mustansır, Kur‟ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Ġnkılab Yayınları, Ġstanbul 1996. Molla Hüsrev, (885/1480), Dürerü‟l-hükkâm fî Ģerhi Gureri‟l-ahkâm, I-II, Mîr Mu- hammed Kütübhâne, Ârambağ Karaçi 1308. Mukâtil b. Süleyman el-Ezdî, (150/767), el-Vücûh ve‟n-nezâ‟ir fi‟l-Kur‟âni‟l-Azîm, tah. Hatim Salih ed-Dâmin, Merkezu Cum„ati'l-Macid, 1. baskı, Bağdat 2006. _______ , et-Tefsîrü‟l-kebîr -Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, I-IV, tah. Abdullah Mah- mûd ġehhâte, Merkezu Tahkîki‟t-türâs, yy., 1988. _______ , Kitâbu tefsîri‟l-hamsi mi‟e „âye mine‟l-Kur‟ân, tah. Isaiah Goldfeld, Dârü‟l- MeĢrik, ġifa Amr (Filistin) 1980. Mutçalı Serdar, Arapça – Türkçe Sözlük, Dağarcık Yayınları, Ġstanbul 1995. Mübârekpûrî, Ebü‟l-„Ulâ Muhammed, (1934), Tuhfetü‟l-ahvezî, tah. Râ‟id Sabrî b. Ebi „Alfe, Beytü‟l-Efkari‟d-devliyye, Amman, ty. Münâvî, Muhammed Abdürraûf b. Tâcilârifîn, (1031/1621), Feyzü‟l-kadîr Ģerhu‟l- Câmi„i‟s-sagîr, I-VI, Dârü‟l-Ma„rife, 2. baskı, Beyrut 1972. Müslim, Ebü‟l-Hüseyn Müslim b. Haccâc, (261/874), el-Câmi„u‟s-sahîh, tah. Ferîk Bey- tü'l-efkari'd-devliyye, Beytü'l-efkari'd-devliyye, Riyâd 1998. Necefî, Alî Ekber b. Mahmûd, et-Tuhfetü‟n-nizâmiyye fi‟l-furûki‟l-ıstılâhiyye, Haydar- âbad 1312. Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. ġuayb, (303/915), es-Sünen, tah. Nâsırüddin el-Elbânî, Mektebetü'l-meârif, Riyad, ty. Nesefî, Ebu‟l-Berekât, Abdullah b. Ahmed, (710/1310), Tefsîru‟n-Nesefî (Medârikü't- tenzîl ve hakâ‟iku't-te‟vîl), I-IV, Eda NeĢriyat, Ġstanbul 1993. Nevevî, Ebû Zekeriyâ Yahyâ b. ġeref, (676/1277), Ravzatü‟t-tâlibîn, Dâru Ġbn Hazm, Beyrut 2002. Okuyan Mehmet, Kur‟ân‟da Vücûh ve Nezâir -Çokanlamlı Kavramlar, Kelimeler ve Edatlar-, Etüt Yayınları, Samsun 2001. _______, Kısa Sûrelerin Tefsiri, I-IV, DüĢün Yayınları, Ġstanbul 2012. 203 _______, Kurân-ı Kerîm‟e Göre Kabir Kavramı ve Kıyamet - Âhiret Süreci, DüĢün Yayınları, Ġstanbul 2012. Ömer, Ahmed Muhtar, Mu„cemü‟l-lugati‟l-Arabiyyeti‟l-mu„âsıra, I-IV, Âlemü‟l-kütüb, Kahire 2008. Önkal Ahmed, “Davet”, ġamil Ġslâm Ansiklopedisi, ġamil Yayınevi, Ġstanbul 1990. ______ , “Hicret”, DĠA, XVII, Ġstanbul 1998, s. 458-462. ______ , Rasûlüllah‟ın Ġslâma Davet Metodu, Esra Yayınları, 7. baskı, Konya 1992. Özel Ahmet, “Cihad”, DĠA, VII, Ġstanbul 1993, s. 527-531. ______ , “Hicret”, DĠA, XVII, Ġstanbul 1998, s. 462-466. ÖzdeĢ Talip, “Ġslâm‟ın Ferdî ve Sosyal Hayata TaĢınmasında Hikmet‟in Esas Alınması”, Ġslâmî AraĢtırmalar, Ankara 2001, c. XIV, sy: 2, s. 307-315. Özsoy, Ömer, Sünnetullah - Bir Kur‟ân Ġfadesinin KavramlaĢması, Fecr Yayınevi, 2. baskı, Ankara 1999. Rahmi Yaran, “Ġslâm, Cihad ve SavaĢ”, Bakü Devlet Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Ġlmî Mecmuası, Bakü 2004, c. I, sy. 2, s. 165-182. Râzî, Fahreddîn Muhammed b. Ömer, (606/1209), Mefâtîhu‟l-gayb (et-Tefsîru‟l-kebîr), I-XXXII, Dârü‟l-Fikr, Beyrut 1981. Râzî, Muhammed b. Ebû Bekr, (666/1268), Muhtâru‟s-Sıhâh, tah. Mustafa Dîb el-Bugâ, el-Yemâme, DımaĢk 1987. ReĢid Rıza, Muhammed, (1935), Tefsirü‟l-Kur‟âni‟l-Hakîm, I-XII, Dârü‟l-Menâr, Kahire 1947. Sa„lebî, Ebû Ġshâk Ahmed b. Muhammed, (427/1035), el-KeĢf ve‟l-Beyân, I-X, tah. Ebû Muhammed b. ÂĢûr, Dâru Ġhyâi‟t-türâsi‟l-Arabî, Beyrut 2002. Sıddık Hasan Han, el-Kannevcî, (1307/1890), er-Ravzatü‟n-nediyye Ģerhu‟d-Düreri‟l- behiyye, Bulak 1296. Süyûtî, Ebü‟l-Fazl Celalüddin Abdurrahmân b. Ebî Bekr, (911/1505), ed-Dürrü‟l-mensûr fi‟t-tefsîri bi‟l-me‟sûr, I-XVII, tah. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Merkezü Hicr, Kahire 2003. ġâfiî, Muhammed b. Ġdrîs, el-Ümm, (204/820), thk. Hassân Abdülmennân, Beytü‟l- efkâri‟d-devliyye, Amman, ty. ġamil ĠA, “Cihad”, ġamil Ġslâm Ansiklopedisi, I-VI, ġamil Yayınevi, Ġstanbul 1990. ______ , “Hicret”, ġamil Ġslâm Ansiklopedisi, I-VI, ġamil Yayınevi, Ġstanbul 1990. 204 ġeltût Mahmûd, (1963), el-Fetâvâ, dirâse li-müĢkilâti‟l-müslimi‟l-mu„âsır fî hayâtihi‟l- yevmiy-yeti‟l-„âmm, Dârü‟Ģ-ġurûk, 8. baskı, Kahire 2004. ______ , el-Ġslâm: Akîde ve ġerîa„, Dârü‟Ģ-ġurûk, 8. baskı, Kahire 2001. ġertûnî, Said el-Hûrî, (1912), Akrabü‟l-mevârid, I-III, Mektebetü Âyetullâhi‟l-„Uzmâ el- MaraĢî, Kum 1403. ġevkânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ali, (1250/1834), Fethu‟l-kadîr el-câmi„ beyne fenneyi‟r-rivâye ve‟d-dirâye min „ilmi‟t-tefsîr, I-V, tah. Abdulkâdir Umeyre, Dârü‟l-Vefâ, yy., 1994. Tabâtabâî, Muhammed Hüseyin, (1981), el-Mîzân fî tefsîri‟l-Kur‟ân, I-XXII, Müessese- tü‟l-Âlemî, Beyrut 1997. Taberî, Ebû Ca„fer Muhammed b.Cerîr, (310/922), Câmi„u‟l-beyân „an te‟vîli âyi‟l- Kur‟ân, I-XXVI, tah. Abdülmuhsin et-Türkî, Dâru Hicr, I-XXVI, Kahire 2001. Tahtâvî Ahmed b. Muhammed, (1231/1816), HâĢiyetü‟t-Tahtâvî „alâ Merâkı‟l-felâh, Eda NeĢriyat, Ġstanbul 1991. Tehânevî, Muhammed A„lâ b. Ali, (1158/1745), Mevsû„atü keĢĢâfi ıstılâhâti‟l-fünûn ve‟l-„ulûm, I-II, tah. Ali Dahrûc ve diğerleri, Mektebetü Lübnan, Lübnan 1996. Tîbî, ġeredüddin Hüseyn b. Abdillâh, (743/1343), ġerhu‟t-Tîbî „alâ MiĢkâti‟l-mesâbîh, I- XIII, tah. Abdulhamîd Hindâvî, Mektebetü Nezzâr Mustafa el-Bâz, Mekke-Riyad 1997. Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ, (279/892), el-Câmi„u‟s-sahîh, I-V, tah. Ahmed Mu- hammed ġâkir, Mektebet-ü Mustafa el-Babi el-Halebi ve Evladihi, yy., 1977. Topaloğlu Bekir, “Allah”, DĠA, II, Ġstanbul 1989, s. 471-498. Türcan Talip, “ġeriat”, DĠA, XXXVIII, Ġstanbul 2010, s. 571-574. Uludağ Süleyman, “Risâlet/Peygamberlik”, Zuhur Dergisi, Eylül 2013, sy: 16. Ulvan Abdullah Nâsıh, Ahkâmü‟z-zekât „alâ dav‟i‟l-mezâhibi‟l-erbe„a, Dârü‟s-Selâm, Kâhire 1986. Urfalıoğlu Nur, “Sebil”, DĠA, XXXVI, Ġstanbul 2009, s. 249-251. Ünal Ali, Kur‟ân‟da Temel Kavramlar, IĢık Akademi Yayınları, Ġzmir 2012. Vankulu, Muhammed b. Mustafa, (1000/1592), Tercüme-i Sıhâh-ı Cevherî - [Lügât-i Vankulu], I-II, Dârü‟t-Tabâati‟l-ma„mûra, Kostantıniye (Ġstanbul) 1217. Yaman Ahmet, “SavaĢ”, DĠA, XXXVI, Ġstanbul 2009, s. 189-194. YaĢaroğlu Kâmil, “Lânet”, DĠA, XXVII, Ankara 2003, s. 101-102. 205 Yavuz Yunus Vehbi, Ġslâm‟da Zekât Müessesesi, Çağrı Yayınları, 4. baskı, Ġstanbul 1980. Yazır Elmalılı Muhammed Hamdi, (1942), Hak Dini Kuran Dili, I-VIII, sad. Ġsmail Kara- çam ve diğerleri, Azim Dağıtım, Ġstanbul, ty. Yıldırım, Celal, Ġlmin IĢığında Asrın Kur‟an Tefsiri, I-XIV, Anadolu Yayınları, Ġzmir 1986. Yıldız, Fahreddin, “Allah Yolunda Ġnfak”, Altınoluk Dergisi, Aralık 2000, sy. 178, s. 15. Yılmaz, Hasan, Semantik Analiz Yönteminin Kur‟ân‟a Uygulanması, Kurav Yayınları, Bursa 2007. Yurdagür, Metin, “Ġ„lâ-yi Kelimetullah”, DĠA, XXII, Ġstanbul 2000, s. 62-63. Zebîdî, Ebü‟l-Abbâs Ahmed b. Ahmed, (893/1488), Muhtasaru Sahîhi‟l-Buhârî - et- Tecrîdü‟s-sarîh, tah. Mustafa Dîb el-Bugâ, Dârü‟l-Ulûmi‟l-insâniyye, DımaĢk 1988. Zebîdî, Ebü‟l-Feyz Muhammed Murtezâ, (1205/1791), Ġthâfü‟s-sâdeti‟l-müttakîn bi- Ģerhi Ġhyâ‟i „ulûmi‟d-dîn, I-X, Müessesetü‟t-Târîhi‟l-Arabiyye, Beyrut 1994. ________, Tâcu‟l-„arûs min cevâhiri‟l-Kâmûs, I-XL, tah. Heyet, Türâsü‟l-Arabî, Kuveyt 1994. Zeccâc, Ebû Ġshâk Ġbrâhîm b. es-Serî, (311/923), Me„âni‟l-Kur‟ân ve i„râbuhû, tah. Ab- dulcelîl Abdüh ġelebî, I-V, Alemü‟l-kütüb, Beyrut 1988. ZemahĢerî, Ebu„l-Kâsım Mahmûd b. Ömer, (538/1143), Esâsü‟l-belâga, I-II, tah. Mu- hammed Basil, Dârü„l-Kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1998. ______ , el-KeĢĢâf „an hakâ‟ikı gavâmizi‟t-tenzîl ve „uyûni‟l-ekâvîl fi vücûhi‟t-te‟vîl, tah. Halîl Me‟mûn ġeyha, Dârü‟l-Ma„rife, Beyrut 2005. Zeydân, Abdülkerîm, (2014), el-Mufassal fî Ahkâmi‟l-mer‟eti ve‟l-beyti‟l-müslim, I-XI, Müessesetü‟r-Risale, 1. baskı, Beyrut 1993. Zürkânî, Abdülbâkî b. Yûsuf, (1099/1688), ġerhu‟z-Zürkânî „alâ Muhtasarı Seydî Halîl, I-VIII, tah. Muhammed „Ali Beyzûn, Dârü‟l-Kütübü‟l-ilmiyye, Beyrut 2002. 206 ÖZGEÇMİŞ Adı, Soyadı İbrahim YILDIZ Doğum Yeri ve Yılı Dursunbey 20/08/1973 Bildiği Yabancı Diller Arapça ve Düzeyi C Eğitim Durumu Başlama - Bitirme Yılı Kurum Adı Lise 1987 1991 Karacabey İmam-Hatip Lisesi Lisans 1992 1997 Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yüksek Lisans 2012 Doktora Çalıştığı Kurum (lar) Başlama - Ayrılma Çalışılan Kurumun Adı Yılı 1. 2000 Kredi ve Yurtlar Kurumu 2. 3. Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Kuruluşlar Katıldığı Proje ve Toplantılar Yayınlar: Diğer: İletişim (e-posta): ibrahimbursevi@hotmail.com Tarih İmza Adı Soyadı 207