T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLAM HUKUKU BİLİM DALI KUR’ÂN’DA GEÇEN SİYASÎ KAVRAMLARIN AÇIDAN TAHLİLİ (DOKTORA TEZİ) JAMAL NAJIM BURSA - 2021 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLAM HUKUKU BİLİM DALI KUR’ÂN’DA GEÇEN SİYASÎ KAVRAMLARIN FIKHÎ AÇIDAN TAHLİLİ (DOKTORA TEZİ) JAMAL NAJIM Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Salih KUMAŞ BURSA - 2021 DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Salih KUMAŞ Tarih: 23.04.2021 Tez Başlığı / Kur’ân’da Geçen Siyasî Kavramların Fıkhî Açıdan Tahlili Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç ve Kaynakça kısımlarından oluşan toplam 248 sayfalık kısmına ilişkin, 06.08.2020 tarihinde şahsım tarafından Turnitin adlı intihal tespit programından aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı % 5’tir. Uygulanan filtrelemeler: 1- Kaynakça hariç 2- Alıntılar hariç/dahil 3- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları dahil Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu uygulama esaslarında belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukukî sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. Tarih ve İmza 23/04./2021 Adı Soyadı: JAMAL NAJIM Öğrenci No: 711423011 Anabilim Dalı: Temel İslâm Bilimleri Programı: İslam Hukuku Statüsü: Doktora iii YEMİN METNİ Doktora Tezi olarak sunduğum “KUR’ÂN’DA GEÇEN SİYASÎ KAVRAMLARIN FIKHÎ AÇIDAN TAHLİLİ ” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Tarih ve İmza 23/ 04 /2021 Adı Soyadı : JAMAL NAJIM Öğrenci No : 711423011 Anabilim Dalı : Temel İslâm Bilimleri Programı : İslam Hukuku Statüsü : Y. Lisans X Doktora iv ÖZET Yazar Adı ve Soyadı: Jamal NAJIM Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : İslam Hukuku Tezin Niteliği : Doktora Sayfa Sayısı :xiii+ 233 Mezuniyet Tarihi : …/…/2020 Tez Danışmanı : Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Salih KUMAŞ KUR’ÂN’DA GEÇEN SİYASÎ KAVRAMLARIN FIKHÎ AÇIDAN TAHLİLİ Sosyal bir varlık olan insanın yaşam biçiminin düzenlenmesi ve sosyal hayatın sorunsuz şekilde sürdürülebilmesi için gerekli kuralların üretilmesi ve uygulanması olarak özetlenebilecek siyaset kavramı, İslam’ın üzerinde önemle durduğu kavramlardan biridir. Özellikle yeni bir toplum inşa etme iddiasıyla ortaya çıkan İslam dini, müslümanların gerek kendi aralarında gerekse de diğer din müntesipleriyle ilgili olarak yaşam biçimini düzenlemeye yönelik evrensel ilkeler ortaya koymuştur. Bu çalışmada İslam toplumunun temel kaynağı olan Kur’ân’da geçen siyasî kavramlar İslam fıkhı ışığında tahlil edilmiştir. Bu bağlamda Kur’ân’da geçen siyasî kavramlar öncelikle iç ve dış siyasetle ilgili kavramlar olmak üzere iki ana bölümde incelenmiş ardından da ulu’l-emr, halîfe, bey’at, şûra ve emri bi’l-marûf, barış, emân, cizye, esîr, ganimet gibi tali başlıklar altında her birisi ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise adalet ilkesi ile cihât kavramları detaylıca incelenmiş, adaletin esasları, toplumsal ve bireysel adalet, cihadın amacı, hükmü, cihad ile harb ve terörizm arasındaki farklar, gibi konular fıkhî açıdan irdelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Siyaset, Fıkıh, Cihad, Hilâfet, Biat, Adalet, Ülü’l-emr, Cizye, Emân. v ABSTRACT Name And Surname : Jamal NAJIM University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Basic Islamic Siences Branch : Islamic Law Degree Awarded : Ph.D. Page Number : xiii+233 DegreeDate : …/..../2020 Supervisor : Dr. Mehmet Salih KUMAŞ ANALYSIS OF THE POLITICAL CONCEPTS MENTIONED IN THE QUR'AN IN TERMS OF JURISPRUDENCE The term ‘politics’ can be defined as ‘the art of making laws that are necessary to regulate the life of human -who is a social being- and to maintain the smooth sailing of social life’. It is a prominent notion to which Islam attaches great importance. Islam, the religion that aims to build a new type of society, has set universal principles regarding both the interrelations of Muslims and the relations of Muslims with nonmuslims. This paper analyzes the political terms mentioned in the fundamental source of Islam, that is, the Quran, in the light of Islamic jurisprudence (fiqh). In this paper, we have first classified the political terms mentioned in the Quran into two groups as related to domestic policy and foreign policy. Then, each term, such as, “ulu’l emr”, “khalifah”, “bey’at”, “shura”, “al-emr bi’l ma’ruf”, “peace”, “al-amaan”, “jizyah”, “captive”, “spoils”, etc. is studied under an individual subsection. In the third chapter, the principle of justice, the terms “safarah”, and “messengership” are addressed. We have thoroughly examined the fundamentals of justice, social and individual justice, functions of messengership, main duties of messengers, and the points to consider in choosing messengers from the viewpoint of Islamic jurisprudence in this chapter. Key words: Politics, Khilafah, Bey’at, Justice, Fiqh, Islamic Jurisprudence, Ulû al-Amr. vi ÖNSÖZ İslam dini, bireyin Yaratıcı ile ilişkisini düzenlediği gibi toplumun diğer bireyleri ve çevresindeki canlı cansız tüm varlıklarla da ilişkisini evrensel ilkelerle belirleyen bir dindir. Bu nedenle İslam dini bizzat İslam toplumunun kendi içerisinde yönetim biçimine şekil verdiği gibi Müslümanların gayri müslimlerle ilişkilerini de mütekabiliyet ve adalet ilkeleri ekseninde dizayn etmiştir. Toplumsal bir varlık olan insanın yaşam biçiminin düzenlenmesi ve toplumsal yaşamın sorunsuz şekilde sürdürülebilmesi için gerekli yasaları yapma sanatı olarak özetlenebilecek siyaset kavramı, İslam dininin üzerinde önemle durduğu bir kavramdır. Özellikle yeni bir toplum inşa etme iddiasıyla ortaya çıkan İslam dini, Müslümanların gerek kendi aralarında gerekse de diğer dinlerin müntesipleriyle ilgili olarak yaşam biçimini düzenlemeye yönelik evrensel ilkeler ortaya koymuştur. Bu çalışmada Kur’ân’da geçen siyasî kavramlar İslam fıkhı ışığında tahlil edilmiştir. Bu bağlamda Kur’ân’da geçen siyasî kavramlar öncelikle iç ve dış siyasetle ilgili kavramlar olmak üzere iki ana bölümde incelenmiş ardından da ülü’l-emr, halîfe, bey’at, şûra ve emri bi’l-marûf, barış, emân, cizye, esîr, ganimet, resul/elçi/sefîr, elçiliğin fonksiyonu, elçilerin temel görevleri ve elçi seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlar gibi tali başlıklar incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise adalet ilkesi ve adaletin tesisini amaç edinen cihat kavramları detaylıca ele alınmış; adaletin esasları, toplumsal ve bireysel adalet, adaletin sağlanmasındaki unsurlar, cihâdın amaçları, çeşitleri, cihât ile harb ve terörizm arasındaki farklar gibi tali konular fıkhî açıdan eleştirel bir yaklaşımla irdelenmiştir. Çalışma boyunca ele alınan kavramlar, öncelikle Kur’ân merkezli incelenmiş, ardından da klasik ve modern dönem İslam fakihlerinin konuya yaklaşımları karşılaştırmalı şekilde aktarılmıştır. Modern çağın gereksinimleri neticesinde insanlığın yaşam biçiminde ortaya çıkan değişimlere ve yeni yönetim şekillerine yönelik İslam dininin yaklaşımı ortaya konulduğu gibi klasik-modern her iki yaklaşım tarzı da olabildiğince objektif bir şekilde aktarılmıştır. Yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen yeni bulgular sonuç kısmında maddeler halinde sıralanmıştır. Siyaset bilimi insanlıkla yaşıttır ve onunla varlığını sürdürecektir. Bu nedenle de yapılan bu çalışma vii alanın ilki olmadığı gibi sonuncusu da olmayacaktır. Bununla birlikte alanda önemli bir boşluğu dolduracağı düşünülmektedir. Çalışmamın tüm aşamalarında bana bilgi ve önerileriyle katkı sunan başta tez danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Salih KUMAŞ hocam olmak üzere her vakit kendilerine ilmi konularda danışma imkânı veren ve tezi gözden geçirerek katkı sunan değerli hocalarım Prof. Dr. Ali KAYA, Prof. Dr. Muhammet TARAKÇI, Doç. Dr. Abdurrahman YAZICI, Dr. Öğr. Üyesi İsmail NARİN, Dr. Öğr. Üyesi Selman YEŞİL ve Bursa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki değerli hocalarım Prof. Dr. Yaşar AYDINLI ile Recep CİCİ hocalarıma teşekkür ederim. Ayrıca maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen Süleymaniye Vakfı Başkanı değerli hocam Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır’a, mesai arkadaşım Zeynep Dönmez’e ve vakfın diğer çalışanlarına da en içten kalbi duygularımla şükranlarımı sunarım. viii İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................................. i DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU ............................................................................ ii YEMİN METNİ .......................................................................................................................... iii ÖZET ........................................................................................................................................... iv ABSTRACT .................................................................................................................................. v İÇİNDEKİLER ......................................................................................................................... viii KISALTMALAR ...................................................................................................................... xiii GİRİŞ ........................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM İSLAM DEVLETİNİN İÇ SİYASETİYLE İLGİLİ KAVRAMLAR 1. ÜLÜ’L-EMR ................................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 1.1. Ülü’l-emr’in Sözlük Anlamı ..................................................................................... 11 1.2. Ülü’l-emrin Terim Anlamı ....................................................................................... 13 1.3. Ülü’l-emrin Fıkıhtaki Yeri ....................................................................................... 14 1.4. Ülü’l-emre İtaat ......................................................................................................... 16 1.5. Ülü’l-emre İtaat Etmenin Vacipliği ......................................................................... 17 1.6. İşin Ülü’l-emre Havale Edilmesi .............................................................................. 18 1.7. Ülü’l-emre Havalenin Şekilleri ................................................................................ 20 2. BİAT ................................................................................................................................... 22 2.1. Biatın Tanımı ............................................................................................................. 23 2.2. Biatın Felsefesi ve Önemi ......................................................................................... 24 2.3. Biat Ehli ..................................................................................................................... 25 2.4. Biat Çeşitleri .............................................................................................................. 27 2.4.1. İslam Üzerine Biat ............................................................................................. 27 2.4.2. Yardımlaşma ve Dokunulmazlık Üzerine Biat ............................................... 28 2.4.3. Cihat için Biat .................................................................................................... 28 2.4.4. Hicret Etmeye Biat ............................................................................................ 30 2.4.5. İtaat Etme Konusunda Biat ............................................................................. 33 2.4.6. Mütegallib (Zorla Yönetimi Ele Geçiren) Yöneticiye İtaat ........................... 34 2.4.7. Kadın Yöneticiye Biat Edilmesi ....................................................................... 38 2.4.8. Biatın Bozulması ............................................................................................... 42 ix 3. HALÎFE ............................................................................................................................. 42 3.1. Halîfenin Sözlük ve Terim Anlamı .......................................................................... 43 3.2. Devlet Başkanı Anlamında Halîfe ......................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 3.3. “Allah’ın Halîfesi” İfadesine İlişkin Görüşler ........................................................ 45 3.4. Devlet Başkanının Dinî Otoritesi ............................................................................. 47 3.5. Halîfenin Seçilmesi .................................................................................................... 48 3.6. Hilafetin Mirasçılığına İlişkin Âyetlerle Delillendirme ......................................... 49 3.7. Halîfenin Seçim Yoluyla Seçilmesi ......................................................................... 51 3.8. Salih Yöneticinin Özellikleri .................................................................................... 51 3.9. Halîfenin Sorumlulukları ......................................................................................... 52 3.10. Ümmetin Halîfeye Karşı Sorumluluğu................................................................ 54 3.11. Hilafetin Günümüz Dünyasındaki Anlamı ......................................................... 54 4. ŞÛRA .................................................................................................................................. 55 4.1. Şûranın Tanımı ve Anlamı ....................................................................................... 56 4.2. Şûranın Meşrûiyeti ve Önemi .................................................................................. 57 4.3. Hakikî ve Şeklî Şûra ................................................................................................. 61 4.3.1. Hakikî Şûra ........................................................................................................ 61 4.3.2. Zorba Yöneticilerin Yaptığı Şeklî Şûra........................................................... 62 4.4. Şûranın Vücubu ........................................................................................................ 59 4.5. Şûra Ehli .................................................................................................................... 62 4.6. Şûranın Kapsamı ...................................................................................................... 63 4.7. Şûra ile amel etmenin Olumlu Neticeleri ................................................................ 66 4.8. Şûra ile Amel Etmemenin Olumsuz Neticeleri ....................................................... 66 4.9. Şûra ve Demokrasi İlişkisi ........................................................................................ 68 5. EMİR Bİ’L-MA‘RÛF NEHİY ANİ’L-MÜNKER ......................................................... 69 5.1. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker Sözlük anlamı ............................................ 70 5.2. Ma‘rûf ve münkerin terim anlamı .......................................................................... 71 5.3. Emir ve Nehyin Anlamı ............................................................................................ 71 5.4. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münkerin önemi ....................................................... 72 5.5. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münkeri yapmanın hükmü ..................................... 73 5.6. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münkerin uygulayıcıları açısından kısımları........ 74 5.7. Emr-i Ma‘rûf ve Nehy-i Münkerin İcrasında Gözetilmesi Gereken Kurallar ... 77 5.8. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker ile bireysel özgürlüğün çeliştiği iddiası .... 79 x 5.9. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münkerin kazanımları ............................................. 81 5.10. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münkerin ihmali halinde yaşanacak kayıplar ... 82 İKİNCİ BÖLÜM İSLAM DEVLETİNİN DIŞ SİYASETİYLE İLGİLİ KAVRAMLAR 1. BARIŞ ................................................................................................................................ 86 1.1. Barış Kavramının Anlamı ........................................................................................ 86 1.2. İslam’da Barışın Önemi ve Yaygınlaştırılmasına Teşvik ...................................... 87 1.3. Barışın Sürekliliğini Sağlamanın Yolları ................................................................ 88 2. EMÂN .............................................................................................................................. 101 2.1. Emânın Meşruiyeti .................................................................................................. 102 2.2. Emân Kimlere Verilir ............................................................................................. 103 2.3. Kimler Emân Verebilir ........................................................................................... 104 2.4. Emân Verilenlere İhsanda Bulunmak ................................................................... 105 3. RESUL/ELÇİ .................................................................................................................. 105 3.1. Sözlük ve Terim Olarak Resul ............................................................................... 106 3.2. Elçinin İnsanlar Arası İlişkileri Geliştirmedeki Rolü .......................................... 107 3.3. Elçilerin Görevleri................................................................................................... 109 3.3.1. İslam Devletini Temsil Etmek ........................................................................ 109 3.3.2. İslam’a davet ................................................................................................... 110 3.3.3. Diyalog/Müzakere ........................................................................................... 111 3.3.4. Devletin Çıkarlarını Gözetmek ...................................................................... 112 3.3.5. Diplomatik Raporların Gönderimi ................................................................ 113 3.3.6. Tebrik ve başsağlığı ........................................................................................ 114 3.4. Elçilerin Can ve Mal Güvenliği .............................................................................. 114 3.5. Elçilerin Şartları, Özellikleri ve Seçilme Yöntemleri ....................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 3.6. Elçinin Müslüman Olması Şart mı? ...................................................................... 115 4. CİZYE .............................................................................................................................. 119 4.1. Cizye Kavramının Sözlük ve Terim Anlamı ......................................................... 119 4.2. Cezada Genel İlkeler ............................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 4.3. Cizye Yükümlülüğü ................................................................................................ 120 4.4. Fıkıh Literatüründe Cizye ...................................................................................... 121 4.5. Gayri müslim/zimmî Vatandaşın Devlete Karşı Yükümlülüğü .......................... 123 xi 4.6. Peygamberin Gayri müslim Vatandaşlarıyla İlişkisi ........................................... 125 5. ESİR ................................................................................................................................. 127 5.1. Esir Kavramının Anlamı ........................................................................................ 127 5.2. Esir almanın meşruiyeti.......................................................................................... 128 5.3. Esir Almanın Meşru Kılınmasının Hikmeti ......................................................... 128 5.4. Savaşın Bitimine Kadar Esirlerin Durumu .......................................................... 129 5.5. Savaşın Bitiminden Sonra Esirlerin Durumu ....................................................... 130 5.6. Benî Kurayza Esirlerinin Akıbeti .......................................................................... 131 5.6.1. Kur’ân’da Benî Kurayza gazvesi ................................................................... 132 5.6.2. Konu hakkında gelen rivayetler .................................................................... 133 5.6.3. Söz konusu rivayetlere yönelik mantikî bazi sorular ................................... 138 5.6.4. Savaş suçlularinin öldürülmesi ...................................................................... 139 6. GANİMET, FEY ve ENFÂL .......................................................................................... 140 6.1. Ganimet .................................................................................................................... 141 6.1.1. Ganimetin sözlük ve terim anlamı ................................................................. 141 6.1.2. Ganimetin meşruiyeti ..................................................................................... 141 6.1.3. Ganimet Olarak Nitelenebilecek Mallar ....................................................... 142 6.1.4. Ganimetin Taksimi ......................................................................................... 143 6.1.5. Humusun Paylaşımı ........................................................................................ 144 6.2. Fey ............................................................................................................................ 148 6.2.1. Fey’in Sözlük ve Terim Anlamı .................................................................... 148 6.2.2. Fey’in Meşruiyeti ............................................................................................ 149 6.2.3. Fey Malının taksimi ........................................................................................ 150 6.3. Enfâl ......................................................................................................................... 152 6.3.1. Nefl Kelimesinin sözlük ve Terim Anlamı .................................................... 152 6.3.2. Fethedilen Toprakların/Enfâl’in Statüsü ...................................................... 153 6.4. Ganimet, Fey ve Enfâl Kavramları Arasındaki Fark .......................................... 159 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ADALET VE CİHAT KAVRAMLARI VE İSLAM SİYASET DÜŞÜNCESİNDEKİ YERLERİ 1. ADALET .......................................................................................................................... 163 1.1. Sözlük ve Terim Olarak Adalet ............................................................................. 163 1.2. Hükümde Adaletin Önemi ..................................................................................... 165 xii 1.3. Yöneticinin Hâkimiyeti Altındakilere Adil Olması .............................................. 166 1.4. Hâkimin Adaleti ...................................................................................................... 171 1.5. Toplumsal Adalet .................................................................................................... 173 1.5.1. Toplumsal Adaletin Rükünleri .......................................................................... 173 1.6. Çatışan Gruplar Arasını Düzeltmede Adalet ....................................................... 181 1.7. Gayri müslimlerle İlişkilerde Adalet ..................................................................... 182 2. CİHAT ............................................................................................................................. 182 2.1. Cihat’ın Sözlük/Terim Anlamı ve Savaş Olgusuyla İlişkisi ................................ 183 2.1.1. Cihadın Anlamı ............................................................................................... 183 2.1.2. Cihat ve savaş kavramlarının ayrışma noktaları ......................................... 186 2.2. Cihadın Hedefi ve Meşru Sebepleri ....................................................................... 189 2.2.1. Din özgürlüğünün sağlanması ........................................................................ 190 2.2.2. Nefsin meşru müdafası ve zalimlerin engellenmesi ...................................... 191 2.2.3. Barış Antlaşmalarının Bozulması .................................................................. 194 2.2.4. Toplu veya Bireysel Olarak Teröristlerin Hedef Alınması ......................... 195 2.3. Cihat ve İrhab/Terörizm Arasındaki Fark ........................................................... 199 2.4. Cihadın hükmü ........................................................................................................ 202 2.5. Farz-ı Ayn Olan Cihada Katılmaktan Muaf Olanlar .......................................... 206 2.6. İslam’da Savaşın Ahlakî İlkeleri ........................................................................... 206 2.7. Cihatta Planlama ve Hazırlık ................................................................................. 209 2.8. Cihada Hazırlık ....................................................................................................... 210 2.8.1. İnanç olarak hazırlık ...................................................................................... 210 2.8.2. Psikolojik/nefsî hazırlık .................................................................................. 211 2.8.3. Siyasî hazırlık .................................................................................................. 211 2.8.4. Askeri hazırlık ................................................................................................. 212 2.9. Cihadın engelleri ..................................................................................................... 213 SONUÇ ve ÖNERİLER ......................................................................................................... 217 BİBLİYOGRAFYA ................................................................................................................ 221 ÖZGEÇMİŞ............................................................................................................................. 234 xiii KISALTMALAR a.e. : Aynı eser a.g.e. : Adı Geçen Eser a.g.m : Adı Geçen Makale a.s. : Aleyhisselam a.yer : Aynı yer b. : Bin, İbn bs. : Baskı Bkz. : Bakınız çev. : Çeviren DİA : Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi İSAM : İslam Araştırmaları Merkezi md. : Madde Nşr. : Nâşir/Neşreden ra. : Radiyallahu anh / Allah ondan razı olsun. s. : Sayfa S. : Sayı s.a.v : Sallallahu aleyhi vesellem ts. :Tarihsiz v. : Vefatı vb. : Ve benzeri Yay. : Yayınları 1 GİRİŞ Âlemlerin rabbi olan Yüce Allah’a hamd, hâtemu’l-enbiyâ olan Muhammed (s.a.v.)’e, ailesine ve ashabına salat ve selam olsun. Yüce Allah insanlığa kurtuluşa ermeleri için rehber olarak indirdiği kitabını ‘nur’ (Mâide, 6/15) ve ‘hak ile batılı ayıran söz’ (Târık 86/13) olarak nitelemekte, son elçisine bu kitabı indirmesinin hikmetini de şöyle açıklamaktadır: “Elif Lâm Râ. (Bu Kur´an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah´ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” (İbrahim, 14/1) Kendisine uyanlara huzur ve saadeti vadeden bu kitap, söz konusu hedefini gerçekleştirmek için sadece Müslüman toplumun yararına olacak ve onun haklarını dâhili ve harici tüm düşmanlara karşı savunacak kapsamlı siyasî bir yapı ortaya koymuştur. Ayrıca bununla da yetinmeyerek tüm bireylerin başta açık-gizli tüm hallerinde Allah’ın gözetiminde olduklarının bilinciyle ruhlarını arındırmaları ve eğitmeleri olmak üzere fert ve toplum haklarının gözetilmesi, yaşamın adalet, yardımlaşma ve dayanışma esasları ekseninde düzenlenmesi gibi zorunlu olan konuların tümünü detaylıca açıklamıştır. Kur’ân, herhangi bir bilim dalına yoğunlaşmış bir kitap olmadığı gibi onu kapsamlı bir bilim kitabı olarak tanımlamak da mümkün değildir. Zira indirilmesindeki temel hedef bilimsel kurallar koymak, davranış kuralları ya da felsefi teorileri açıklamak değildir. Kur’ân bilimsel ya da felsefi bir kitap değildir. Bilakis o kendisine uyanların dünya ve ahiret saadetine vesile olan ilahî yola sevk eden bir kitaptır. Kur’ân, İslam toplumunun kendi içerisindeki davranış biçimini düzenlemekle yetinmemiş Müslümanların diğer toplumlarla ilişkilerine de önem vermiştir. Müslümanların diğer toplumlarla ilişkilerindeki temel yaklaşım iyi niyet üzerine kurulu olup bu anlayış devletlerarası ilişkilere de barışa dayalı diyalog olarak yansımıştır. Zira tüm insanlar bu gezegende ortak bir yaşam sürdürmektedir. Her ne kadar dil, din ve renkleri farklı ve yerleri birbirinden uzak olsa da insanlığın ilerleyişi için yardımlaşmaya ve iş birliğine olan ihtiyaçları devam etmektedir. Her yörenin ve toplumun imkânlarının ve sahip olduğu nimetlerin farklı olması, toplumlar arasında bilgi ve ürün alışverişine 2 yönelik ihtiyacı doğurmaktadır. Kur’ân’ın toplumlar arasındaki iletişime davetinin yegâne hedefi de bu amaca hizmettir. Zira toplumlar arasında tanışma arttıkça iletişim kolaylaşır ve yardımlaşma arzusu artar. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi boy ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız. Allah katında en değerli olanınız takvalı olanınızdır. Allah hakkıyla bilen ve haberdar olandır.”1 Ayette geçen “Ey insanlar!” çağrısının muhatabı farklı renk ve dillere sahip tüm insanlıktır. ‘Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık’ ifadesi de farklı renklerine, coğrafyalarına, görüş ve inançlarına rağmen hepsinin asıl olarak tek ve denk olduklarına yönelik bir hatırlatmadır. Tüm insanlık geniş bir zaman ve mekâna yayılmış büyük bir ailedir. ‘Sizi boy ve kabilelere ayırdık’ ifadesi de insanlığın farklı ırk ve renklere sahip olduğu gerçeğinin hatırlatılmasıdır. Böylece her millet diğer milletlerin varlığını ve yaşam hakkını saygıyla kabullenecek ve herhangi bir küçümseme olmadan bilgi alışverişinde bulunacaktır. ‘Tanışasınız diye’ ifadesi insanların birbirine yaklaşmalarının, sevgi ve iyilik göstermelerinin zorunluluğunu ifade ettiği gibi farklı ırkların karşılıklı varoluşu idrak etmesine yönelik imayı da taşımaktadır. Zira التعارُف/tanışmak, ma‘rûfta etkileşime yani insanlar arası ilişkide iyiliği ikame etmeye delalet eder. Bu ifade, tanımamak/yabancılaşmak’ ifadesinin zıddıdır. Peygamber (s.a.v)’den nakledilen/التَّناكر bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Ruhlar bölük bölük askerler gibidir. Tanışanlar kaynaşırlar. Tanışmayanlar da ayrılığa düşerler.”2 Hadisten de anlaşıldığı üzere tanışmak sevgiye, pozitif etkileşime, yardımlaşmaya ve ilerlemeye vesile olurken tanışmamak ise ayrılığa ve ihtilafa neden olmaktadır.3 Uluslararası ilişkilerin önemine binaen Kur’ân, gerek barış gerekse de savaş hallerinde bu ilişkileri hukukî olarak düzenlediği gibi ilişkilerin tanışma ve yardımlaşma ruhuyla güçlendirilmesine yönelik çağrıda da bulunmuştur. Ayrıca toplumdaki savaşları ve çekişmeleri mümkün olan en kısa sürede kökten çözecek ve İslam’ın ana gayesi olan barışı temelli olarak yerleştirecek hükümler önermiştir. 1 Hucurât, 49/13 2 Buhârî, “Enbiyâ”, 2; Müslim, “Birr ve’s-Sıla”, 49. Müslim hadisi mevsul, Buhârî ise talik olarak tahric etmiştir. 3 Yahya Rıda’nın ‘Felsefetu’t-te‘ârufi’l-insaniyye’ adlı makalesinden. http://www.hablullah.com/?p=2677 Erişim tar: 05.02.2019 http://www.hablullah.com/?p=2677 3 Kur’ân’da geçen iç ve dış siyasetle ilgili temel kavramların gün yüzüne çıkarılmasının amaçlandığı bu çalışma üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde İslam devletinin iç siyasetiyle ilgili şu kavramlar ele alınmıştır: 1. Ülü’l-emr: Geniş anlama sahip olan bu kavram, başkasına emretme, yakın ya da uzaktaki insanlar üzerinde etkili olan kişileri kapsamaktadır. Şüphesiz yöneticilerle olan ilişkisi nedeniyle bu kavramın siyasî boyutu da vardır. Bu başlıkta ülü’l-emre itaatin nasıl olacağı, Allah’ın onlara itaati neden emrettiği ve onlara itaati reddetme sebepleri gibi konulara değinilmiştir. 2. Biat: Siyasî boyuta sahip Kur’ânî bir kavramdır. Zira yöneticilere meşruiyet kazandıran en büyük araçtır. Yöneticinin biat etmesi beklenen bir gruptan, âlimden veya kabileden biat alamaması, onların yöneticiye karşı pozisyon aldıklarını ve ona itaati kabul etmediklerini gösterir. Komutanın askerlerden savaştan kaçmayıp sebat göstereceklerine dair biat alması örneğinde olduğu gibi savaş veya kargaşa durumlarında da biat alınmasına rastlanılır. Çalışmamızda bey‘atın anlamı, önemi, çeşitleri, felsefesi ve biat ehli olan kişilerin kimler olduğu üzerinde durulduğu gibi güç kullanarak yönetime gelen yöneticiye, kadın yöneticiye biat konusu ve biatın feshi konuları da ele alınmıştır. 3. Halîfe: Halîfe kavramı öncelikle Hz. Âdem’le ilişkili olarak görüse de zaman içinde İslam devletindeki en üst düzey yöneticiyi ifade etmeye başlamıştır. Hz. Âdem’in halîfe olarak nitelenmesi fani bir mahlûk olduğunu belirtmek içindir. Zira hem ism-i fâil hem de ism-i mef‘ûl olarak kullanılan halîfe kelimesi Âdem’in başkasının yerine geçişini ifade ettiği gibi başkasının da onun yerine geçeceğini ifade etmektedir. Bu kelime aynı zamanda her insanın diğer insanlardan farklılığına da işaret etmektedir. Bunun bir sonucu olarak insanların yetenek, düşünce ve fiziksel özellikleri farklılık göstermektedir. Bu farklılıkları kontrol altına alıp insanlığın ilerlemesine ve yükselmesine vesile olması için Yüce Allah hukukî ve ahlakî prensiplerin de içinde yer aldığı dinler göndermiştir. Bilindiği üzere farklı yetenek ve sanatlar olmaksızın ilerleme kaydedilmesi mümkün değildir. Allah’ın dininden yüz çevirmek, kanın akmasına, hakların kaybına ve fitneyle kaosun toplumda hâkim olmasına sebep olan menfaat çatışmalarını körükleyecektir. Ayrıca çalışmada halîfe kelimesinin sözlük ve terim anlamlarının yanı sıra ‘Allah’ın yeryüzündeki halîfesi’ ifadesi, halîfe seçmenin yolları, hilafette veraset olgusu, 4 halîfenin görev ve sorumluluğu, toplumun halîfeye karşı sorumlulukları ve hilafetin yeniden canlandırılması gibi konular da ele alınmıştır. 4. Şûra: Şûra, İslam siyaset düşüncesini belirleyen temel Kur’ânî kavramlardan biridir. İslam dini Müslüman toplumun hareket şeklini dizayn eden kurallara ve genel yönetim biçiminde uyulması gereken özgün toplumsal davranışları düzenleyen bu kuralların açıklanmasına büyük önem vermiştir. Bu anlamda dayanışma ve görüş alışverişinin yani şûranın, bireysel hayatın her aşamasında uygulaması gereken sosyal bir yaşam tarzı olmasını öngörmüştür. Bu uygulama tarzı bireyin her türlü bağnazlık, aşırılık, hoşgörüsüzlük ve kendini beğenmişlikten uzak kalmasına katkı sunacaktır. Bu ilkeler üzerine kurulu eğitimin önemli politik bir yönü vardır. Zira bu ilke üzerine yetişen birey günün birinde yönetime geçse de fıtrat halini almış olan bu ilkelerden taviz vermeyecektir. Bu nedenle Kur’ân, istişare etmeyi tüm Müslümanlardan istemiş ve henüz iktidara gelmeden yöneticilerin kalplerde karşılık bulmasını arzulamıştır. Kur’ân aynı şekilde toplumdan da meşru işlerde ülü’l-emre itaat etme yükümlülüğü getirmiştir. Zira mutlu bir yaşam ancak üzerinde anlaşılmış ortak kararlar ve bu kararları uygulama aşamasına geçirecek bir yöneticiye uymakla idame ettirilebilir. Çalışmada şûranın İslam toplumunun hayatındaki önemi ve demokrasi gibi şekilsel olarak kendisine benzeyen günümüz sistemlerinin çok üstünde olması nedeniyle şûraya duyulan ihtiyaç ve uygulanmasının zorunluluğu ele alınmıştır. Zira şûra beşerî bir sistem olmanın ötesinde dinî bir emir olma niteliği taşımaktadır. Aynı zamanda çalışmada gerçek şûra ile biçimsel/şeklî şûra arasındaki fark da incelenmiştir. Şûranın bağlayıcılık yönü, kapsamı, şûraya ehil olanlar, uygulanmasındaki olumlu sonuçlar ve uygulanmamasının olumsuz sonuçları üzerinde durulmuştur. Konunun daha iyi anlaşılması adına şûra ile benzerlik arz eden demokrasi, ortak noktalar ve farklılıklar açısından karşılaştırılmıştır. 5. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker (İyiliği emredip kötülükten sakındırmak): Toplumsal ve siyasî boyutlara sahip bu Kur’ânî kavram, toplumsal hayatın huzur içerisinde sürmesi için gerekli olan üstün bir vasfı temsil eder. Zira insanoğlunun fıtratından gelen sahiplenme arzusu, bazen onu kendi sınırını aşıp diğer insanların 5 haklarını gasp etmeye sevk edebilir. Bazen de kötülüğü emreden nefsi4 onu Allah ve kul haklarında ihmalkârlığa itebilir. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münkerin meşru kılınması toplumda terazinin kefesi gibi denklemi koruyan ortak akıl görevini görmektedir. İhmalkârı eyleme sevk ederken zalimi de zulümden alıkoymaktadır. Bu kavram, daha çok sosyal boyutlu bir olgu olmasına karşın siyasetle de doğrudan ilişkilidir. Zira bireysel veya toplumsal nasihatin yetersiz kaldığı durumlarda, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l- münker sorumluluğu devletin cebir kullanma imkânıyla desteklenmeli ve hak ihlallerin engellenmesi sağlanmalıdır. Şüphesiz emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker, kötülüklerden korunmanın en yüce mertebesidir. Bu erdem, toplumsal ve siyasal hayatın özüyle ilintili olduğu için istisnasız bir şekilde toplumun tüm fertlerinden beklenir. Çalışmada emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker kavramı sözlük ve terim olarak incelenmiş, bu kavramların önemi, tarafları açısından kısımları, ifa etmenin hukukî mahiyeti ve prensipleri ele alınmıştır. Ardından bireyin özgürlüğü ile emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker olgusu arasındaki çelişki ve uygulanması durumunda ortaya çıkacak olumlu, ihmali halinde ise doğacak olumsuz sonuçlar tartışılmıştır. İkinci bölümde İslam toplumunun dış siyasetiyle ilintili olan iki Kur’ânî kavram ele alınmıştır. Bunlar bünyelerinde siyasî birçok alt kavram barındıran barış ve elçilik/sefâret kavramlarıdır. 1. Barış: Kur’ân’ın detaylı şekilde ele aldığı önemli bir kavramdır. Bu detaylar bazen insanlığı yok olmaktan koruyan ve yeryüzünde Allah’ın halîfesi olarak kıyamete kadar insanın varlığının sürdürülmesine yönelik ilahi muradın gerçekleşmesi (Bk. Bakara 2/208) bazen de farklı din ve ırklara mensup milletlerle ilgili hükümler ve onlarla kurulacak ilişki biçimlerine yönelik ilkeler şeklinde değişkenlik göstermektedir. Bu hükümlerin karakteristik özelliği ise barışı desteklemek ve onu sürekli kılacak esaslar taşımalarıdır. Çalışmanın bu başlığında barış kavramı, barışın yaygınlaştırılmasına yönelik teşvik, barışın gerçekleşmesindeki etkenler, aşırıcılık ve radikalizmin reddi, emân/güvence vermenin yasallaştırılması, antlaşmalara bağlılığın gerekliliği, 4 Bu konuda Yüce Allah, Yûsuf’un (as) diliyle şöyle demektedir: “Rabbimin merhamet ettiği hariç şüphesiz her nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yûsuf, 12/53.) 6 antlaşmaları bozmakta aceleci olmama konuları incelenmiştir. Ayrıca yine bu kısımda sivillere/teslim olanlara yönelik iyilikte bulunma, sözlü ve psikolojik tacizlere olabildiğince göğüs germe ve düşman tarafından gelebilecek her türlü saldırıya karşı hazırlıklı olma konuları ele alınmıştır. 2. Elçi/Sefir: Elçiden kasıt diğer devletler nezdinde kendi devletini temsil eden şahıslardır. Elçi, devletler arasında dostane ilişkilerin, hoşgörünün ve farklı konularda görüş birliğinin sağlanmasına yönelik rolü nedeniyle önemli bir misyon yüklenmektedir. Hatta bazen elçi, ikna kabiliyeti sayesinde iki devlet arasında doğrudan veya dolaylı savaşların ortaya çıkmasına engel olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında elçilere büyük bir rolün biçildiği anlaşılır. Çalışmanın bu bölümünde resul/elçi/sefir kelimesinin sözlük ve terim anlamı, toplumsal işbirliğinin geliştirilmesinde elçilerin rolü, nitelikleri ve seçilme yöntemleri ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise aralarında ilişki bulunan iki Kur’ânî kavram ele alınmıştır. Bu kavramlardan biri gerekli ve yaygınlaştırılması zorunlu olan adalet kavramıdır. İkinci kavram ise adaletin yaygınlaştırılmasına vesile olan cihat kavramıdır. 1. Adalet: Geniş kapsamlı Kur’ânî ve fıkhî kavramlardandır. Zira adalet Müslüman bireyin tüm çevresiyle olan ilişkisinde ihtiyaç duyulan bir olgudur. Babadan çocuklarına, işverenden işçilerine ve tüm yöneticilerden sorumluluklarını yüklendikleri kişilere karşı gözetmeleri beklenen bir erdemdir. Bu erdem, Müslümanın hukuki bazı olaylarda şahitliğinin kabulü için aranan vasıflardandır. Adalet, daha çok yöneticilerin yönetim biçiminde belirgin olarak ortaya çıkan bir olgudur. Bu da yöneticinin vatandaşlarına yönelik uygulamasında onları yönetime ortak edip yalnız başına hareket etmemesi aynı zamanda milli serveti dengeli şekilde dağıtarak halkı mahrum etmemesi ve kanunların uygulanmasında ayrım gözetmemesi şeklinde gerçekleşir. Hükümet ve siyaset dünyasındaki araştırmalarda adaletin önde gelen kavramlardan olması, onun İslam siyasetiyle ilgili bir kavram olarak ele alınmasını uygun kılmıştır. Hâkimiyetin temeli olması nedeniyle Kur’ân, adalete yönelik çağrıya, onun güzelliklerini anlatmaya ve ondan uzak kalmanın doğuracağı tehlikeli sonuçlara dikkat çekmeye önem vermiştir. Zira her şeyin yerli yerinde olması ve her hak sahibine hakkının 7 verilmesi anlamındaki adalet kavramı, denizde yüzen gemi mesabesinde olan toplumun esen her rüzgâr önünde savrulmasını engelleyen önemli bir kalkandır. Tarihi inceleyenler hâkimiyetin devamı ve sürekliliği için adaletten daha etkili bir faktörün olmadığını görecekleri gibi iktidarın yıkılmasında da zulüm kadar başka etkin bir faktörün olmadığını da göreceklerdir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Halkı zulmetmekteyken helâk ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar vardır!” (Hac, 22/45) “Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri hâlde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız.” (Yunus, 10/13) Bu bölümde adalet kelimesinin sözlük ve terim anlamı, yönetimde adaletin önemi ve konumu, toplumsal adalet, yöneticinin ve hâkimin adaleti, insan haklarına saygı, kavgalı grupların arasını bulmada adaletin önemi ve Gayri müslimlerle ilişkilerde adalet gibi konular incelenmiştir. 2. Cihat: Kur’ân-ı Kerim perspektifinde büyük bir öneme sahiptir. Zira cihat, hem Müslüman bireyin hem de toplumun aktif olma durumunu temsil eder. Bu kavram, kapsamlı anlamı gereği, Müslüman bireyin barış, savaş, özgürlük ve esaret gibi neredeyse hayatının tüm aşamalarını kapsamaktadır. Cihat kavramı sadece düşmana karşı duruşu ifade etmez. Bilakis günahlardan uzak durarak ilahi emirlerin yerine getirilmesi hususunda bireyin kendi nefsiyle mücadelesinin yanı sıra ilmi açıdan kendini geliştirmek, aile sorumlusu olarak yükümlü olduğu işleri yapmak, çocuklarının eğitimiyle ilgilenmek gibi dünya hayatının insana yüklediği misyonları da içerir. Tüm bu yükümlülükler cihat kavramının genel anlamı içerisinde kendisine yer bulmaktadır. Ancak çalışma açısından bizi ilgilendiren, cihat kavramının siyasî ve askeri boyutudur. Diğer bir ifadeyle verebileceği zararları engelleme adına düşmana karşı tüm imkânlarla mücadele boyutudur. Çalışmada cihat kavramının sözlük ve terim anlamlarına, savaş olgusu ile ilişkisine, olabildiğince savaştan kaçınmanın zorunluluğuna, cihadı meşru kılan nedenlere, teröristlerin bireysel veya toplu olarak hedef alınmasına, terörizm ile cihat 8 arasındaki farka, cihadın hukukî boyutuna değinilmiştir. Ayrıca yine cihadın engel ve hedeflerine, cihattan muaf olan kişilere, İslam’da cihadın ahlakî kurallarına, cihat hazırlığı ve planlamasına değinildiği gibi cihadın bir sonucu olan “cizye”, “ganimet”, “fey”, “enfâl” kavramlarının yanı sıra esirlerin hükümleri incelenmiştir. Çalışmanın en önemli hedefi Kur’ân’daki siyasî kavramların önemi hakkında farkındalığın arttırılması ve bu kavramlar hakkında doğru bilginin ortaya konulmasıdır. Zira bu kavramların içeriği İslam toplumunu tümden ilgilendirdiği gibi Müslümanların diğer toplumlarla savaş ve barış durumlarındaki ilişkilerinin şekillenmesinde de bariz etkiye sahiptir. Kendisine uyanları dünya ve ahiret saadetine ulaştıran ve hidayet kaynağı olan Kur’an’daki temel kavramların bir bütün olarak ortaya çıkartılması birçok açıdan önem taşımaktadır. Çalışmada bu amaca bir nebze katkı sunulması amaçlanmıştır. Kur’ân’ın siyasî ve sosyal yaşamla ilgili ilan ettiği genel ilkelere bağlılık, insanlığın sosyal ve politik sorununu çözecek ve özellikle İslam toplumunun yaşadığı çalkantılı duruma kapsamlı bir çözüm sunacaktır. Bu çalışmayla ilim adamlarının ve talebelerin Kur’ân terminolojisine dikkatlerini çekmesini, yapacakları bilimsel çalışma ve araştırmalarda bu önemli kavramları konu edinmelerini sağlamasını ve toplumda Kur’ânî ilkelere dayanan siyasal bir sistemin gerekliliği hakkında farkındalık yaratması umulmaktadır. Çalışmanın önemi İslam toplumunun Kur’ân’ın davet ettiği genel ilkelere göre hareket etmesine olan ihtiyacında saklıdır. Zira İslamî esaslarla uyuşmayan batıl uygulamaların yaygınlığı ve Kur’ân’ın çizdiği siyasî ilkelere göre toplumu idare eden yönetimlerin/yöntemlerin yokluğu nedeniyle İslami ilkelere göre biçimlenen yönetim şekli, İslam toplumlarında kaybolmuştur. Bu çalışma diğer çalışmalar gibi Kur’ân’ın siyasî kavramlarına yönelik farkındalık oluşturmaya ve bu erdemlerin toplumda temel ilke olarak benimsenmesinin gerekliliği konusundaki bilincin yaygınlaştırılmasına katkı sunacaktır. Konuyla ilgili çeşitli çalışmalar bulunmakla birlikte, özellikle Kur’ân’daki siyasî terimlerin fıkıh perspektifinden ele alınmış olması çalışmamızı diğerlerinden ayırmaktadır. Çalışmanın tüm aşamalarında fıkhi hükümlerinin dayanağı olan ilgili âyet ve hadislerin aktarımına önem verilmiştir. Çalışmada temel bilgilerle yetinip gereksiz detay ve aşırı alıntılardan kaçınılmıştır. 9 Birçok âlim, İslamî siyasetle ilgili ya da İslam fıkhı alanındaki çalışmalarında Kur’ân’da geçen siyasî kavramları kısmen ele almışlardır. Ancak onların bu konuları ele almaları söz konusu alana yoğunlaşmış çalışmalar şeklinde olmayıp İslam tarihindeki halîfe ve yöneticilerin uygulamalarından yola çıkarak ortaya koydukları İslam siyasetiyle ilgili eserlerinde ele aldıkları kavramlar bağlamında geçmiştir. Çalışmalarında beslendikleri en büyük kaynak ise kendilerine Hz. Peygamber (s.a.v)’den ulaşan rivayetlerdir. Ancak şûra ve adalet gibi bazı önemli kavramlar birtakım yöneticilerin eksikliklerine dikkat çekeceği düşüncesiyle hak ettikleri önemi görmemiş bir nebze ihmal edilmişti. Bununla birlikte önceki âlimler arkalarında kendilerinden yararlanılabilecek ve temel dayanak olarak kullanılabilecek çok sayıda eser bırakmışlardır. Şâfiî fakihi İmam el-Maverdî’nin (ö. 450/1058) Kitâbu’l-ahkâmi’s-sultaniyye, Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ’nın (ö. 458/1066) Kitâbu’l-ahkâmi’s-sultaniyye ve Rusulü’l -mulûk ve men yasluhu li’r-risâle ile İmâmü’l-Harameyn el-Cüveynî’nin (ö. 478/1085) Giyâsu’l-umem, İbn Teymiyye’nin (ö. 728/1328) es-Siyâsetü’ş-şer’iyye adlı eserleri bunlardan bazılarıdır. Modern dönemde de bir kısım âlim ve araştırmacılar bu konuya önem vermiş ve Siyâset-i şer‘iyye alanındaki eserlerinde bu kavramları daha geniş şekilde ele almışlardır. Muhammed Ebû Fâris’in en-Nizâmu’s-siyâsî fi’l-İslâm, Abdülkâdir Ûdeh’in el-İslâm ve evdâune’s-siyâsiyye, Muhammed Gazâlî’nin el-İslâm ve’l-istibdâdü’s-siyâsî, Haydar İbrahim Alî’nin Teyyârâtü’l-İslâmiyye ve kadiyyetü’d-demukrâtiyye, Fehmî Huvaydî’nin el-İslâm ve’d-dimukrâtiyye adlı eserleri bu türün çağdaş örnekleri olarak gösterilebilir. Bununla birlikte bu eserlerin Kur’ân’ın siyasî kavramlarına özel olarak değinmedikleri görülmektedir. Abdurrahman Altuntaş’ın ‘Kur’ân’da Temel Siyasî Kavramlar’ adlı çalışması her ne kadar sadece Kur’ân’daki siyasî kavramları ele almışsa da fıkıh açısından konuya yaklaştığımız bu çalışmamızın aksine müellif eserinde daha çok söz konusu kavramlara tefsir ilmi zaviyesinden yaklaşmıştır. Siyaset konusunun temel ve yan mevzularının tümünde Kur’ân’dan besleniyor olması, çalışmamızın en ayırt edici özelliğidir. Çalışma bu özelliğiyle Kur’ân’daki siyasî kavramları ele alan bir hüviyet kazanmıştır. Kur’ân’ın genel ilkelerinin pratiğe yansıması gerekliliğine yoğunlaşılmış olan çalışmada fakihler arasındaki tâli tartışmalardan ve tarihi olaylardaki teferruatın aktarılmasından olabildiğince kaçınılmıştır. 10 Son olarak çalışmada istikrâ/araştırma ve analitik yöntem benimsenmiş olduğunu belirtmek gerekir. Öncelikle konuyla ilgili âyetler serdedilmiş, aralarındaki münasebet açıklanmış ve âyetlerden elde edilebilecek hükümler belirtilmiştir. Ardından konu hakkındaki hadisler tahric edilerek incelenmiştir. Son olarak da fakihlerin ve âlimlerin konu hakkındaki görüşleri kendi kaynaklarından hareketle tahlil edilmiştir. 11 BİRİNCİ BÖLÜM İÇ SİYASETLE İLGİLİ KUR’ÂNÎ KAVRAMLAR Bu bölümde Kur’ân’da geçen İslam devletinin iç siyasetiyle ilgili olan “ülü’l- emr”, “biât”, “halîfe”, “şûra”, “emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker” kavramları incelenecektir. 1. ÜLÜ’L-EMR Ülü’l-emr, fıkıhta geniş bir anlama sahip terimlerden birisidir. Siyasîler ve idarecilerle ilişkili olması nedeniyle bu terim, çalışmamızda üzerinde durulacak önemli kavramlardan birisini teşkil etmektedir. 1.1. Ülü’l-emr’in Sözlük Anlamı Ülü’l-emr terimi, Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.” (Nisâ, 4/59) ayetinde “yetki sahipleri” anlamında geçmektedir. Aşağıda açıklanacağı üzere ülü’l-emr ifadesi, “ülü” ve “el-emr” olmak üzere iki kelimeden oluşmaktadır. Kavramın ilki unsuru, “أولو” olup müzekker çoğul bir kelimedir. Kendi lafzından tekili bulunmamaktadır. Tekili “ذو /zû” şeklinde kullanılır. “أولات /ülât” şeklinde de çoğul olarak müennesler için kullanılır ve tekili “ذات /zât” şeklindedir. Literatürde ve Kur’ân-ı Kerîm’de “أولو الألباب /ulü’l -elbâb” ve “أولات الأحمال /ulâtu’l-ahmâl” şeklinde kullanılır5. “ kelimeleri ”أولات“ ve ”أولو“ ووُ ذ ” ve “ذوات” kelimeleri gibi aynı manadadır. Buna göre “ülû” sadece çoğul olarak kullanılır.6 5 Ebû Abdullah Zeynüddin Muhammed b. Ebî Bekr Râzî, Muhtârü’s-Sıhâh Mu’cemü’r-Râzî, nşr. Yusuf eş- Şeyh Muhammed, Beyrut: el-Mektebetü’l-Mısriyye-ed-Dâru’n-Nemûzeciyye, 1999, “أول” maddesi, I, s. 25. 6 Ebû Abdurrahman Halil b. Ahmed el-Ferâhidî, Kitâbü’l-ayn, nşr. Mehdî Mahzûmî, İbrâhim Samerrâî, Mektebetü’l-Hilal, t.s., VIII, s. 370. 12 Bu kelime “kuvvet sahibi” ve “marifet sahibi” ifadelerinde olduğu gibi sâhib ve mâlik anlamlarına gelir. Kelimenin Kur’ân-ı Kerîm’de çok sayıda kullanımı vardır. Örnekler şöyledir: “ ِر ر ”akrabalık sahibi/ أُولِي قُرْب ى“ ,özür sahibi” (Nisâ, 4/95)/ أوُلِي الضَّ (Tevbe, 9/113), “ ٍأوُلِي ب أسٍْ ش دِيد /savaş gücüne sahip” (İsra, 17/6), “ ِال ج رْب ةِ مِن الر ِ ,غ يْرِ أوُلِي الِْْ kadına ihtiyaç duymayan erkekler” (Nur, 24/31), “ ِة ,kuvvet sahibi” (Kasas, 28/76)/ أوُلِي الْقوَُّ ةٍ “ جْنحِ الْأ بْص ارِ “ ,kanatları olan” (Fâtır, 35/1)/ أُولِي أ güçlü ve kavrayışı kuvvetli / أُولِي الْأ يْدِي و olanlar” (Sad, 38/45), “ ِأُولُو الْأ لْب اب /akıl sahipleri” (Bakara, 2/269); “ ِوْل varlıklı ,أُولُو الطَّ olanlar” (Tevbe, 9/86). Kavramın ikinci kelimesi olan “الأمر /el-emr” kelimesi ise “أمر”, fiilinin masdarıdır. İsim olarak “الْمرة /el-imretü” şeklinde kullanılır. “Birisi tarafından emredildi” ve “bir kavme emirlik etti” şeklinde denir. Eğer çoklu bir ifade olursa bu durumda “emir sahibi” anlamındadır. Onları yöneten, idare eden yani seyislik yapan demek olur.7 Meşhur dil ve edebiyat âlimi Halil b. Ahmed el-Ferâhidî (ö. 175/791) şöyle demektedir: “Emir, nehyin zıddıdır. İnsanların işlerinden birisidir.”8 Emr, aynı zamanda bir olay ve durum anlamına da gelir. Çoğulu “umûr” şeklindedir.9 Emir aynı zamanda talep ve istek anlamındadır. Çoğulu “evâmir” şeklindedir.10 “Emir” kelimesi ayrıca bir şeyi emretti ve yapması için sorumlu tuttu anlamındaki fiilin masdarıdır.11 Emir, sözlükte, muhataptan bir şeyin yapılmasını otoriter bir tarzda veya kendini daha yüksek konumda sayarak talep etmektir.12 ‘Emr’ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de, “iş” veya “durum” anlamındadır. Emretti ve bir şeyi yapmakla mükellef tuttu anlamındaki fiilin masdarıdır. Tüm söz ve fiilleri ihtiva eden genel bir lafız olarak da kullanılmıştır. Bu anlamda Kur’ân-ı Kerîm’de “ إليه يرجع De“ ,”قل إن الأمر كله لله“ ,Her iş ona varır” (Hud, 11/123) şeklinde geçer. Ayrıca ,الأمر كله 7 Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs min cevâhiri’l-Kâmûs, nşr. (hey’et). Dârü’l-Hidâye, “أمر” babı. X, 68-72. 8 Ferâhidî, Kitâbü’l-Ayn, VIII, 297, Muhammed b. Ahmed b. el-Ezherî el-Herevî, Tehzîbü’l-Luga, c. 15, s. 289; Mu‘cemü megâyisi’l-lüga, c. 1, s. 137; Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Dâru Sadır, Beyrut t.s., c. 4, s. 26; Ebü’t-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Yakup Firûzâbâdî, Kâmusü’l-muhît, Mektebetü’r-Risâle, t.y., s. 439. 9 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, IV, 27. 10 Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-münîr, nşr. el-Mektebetü’l-ilmiyye, Beyrut ts. I, 29. 11 el-İsfehânî, el-Müfredât, s. 88. 12 Ebü’l-Bekâ, Eyyûb b. Musâ el-Hüseynî el-Kefevî, el-Külliyyât (Mu‘cem fi’l-Mustalahat ve’l-Furûki’l- lugaviyye), nşr. Adnan Derviş / Muhammed el-Mısrî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, s. 176. 13 ki: "Bütün işler Allah içindir". (Âl-i İmrân, 3/154), “أمره إلى الله / O’nun işi Allah’a aittir.” (Bakara, 2/275) âyetlerinde de yer almaktadır. “ألا له الخلق والأمر / Bil ki yaratmak da emretmek de onun işidir.” (Araf, 7/54) âyetinde ise örneksiz yaratma anlamında kullanılmıştır. İbn Kesir, bu âyetin anlamını, “Mülk ve tasarruf (yetki kullanımı) ona aittir” şeklinde anlamlandırmaktadır13. “أتى أمر الله / Allah’ın emri geldi.” (Nahl, 16/1) ayetinde ise kıyamete işaret edilmektedir. Emir kavramı, Kur’an’da fiil kipinde de geçmektedir. İbrahim (a.s.)’ın kıssasında belirtilen şeye işaret amacıyla kullanılmıştır: “ إني أرى في المنام أني أذبحك فانظر ماذا ترى قال يا Yavrucuğum, rüyamda seni gerçekten boğazladığımı görüyorum. Düşün : أبت افعل ما تؤمر bakalım, ne dersin? Dedi ki, ey babacığım sana emredileni yap” (Saffât, 37/102). Bu âyette, rüyada görülen kesme emri anlamda kullanılmıştır.14 يْه ا برِْ ع ل اصْط أْمُرْ ا هْل ك باِلصَّلٰوةِ و و Ailene namazı emret ve kendin de bunda kararlı ol.”(Tâhâ, 20/132) ayetinde de emir kipinde kullanılmıştır. ْذ۪ين اِن ن ه وْا ع نِ ا لَّ ا م رُوا باِلْم عرُْوفِ و كٰوة و اٰت وُا الزَّ نَّاهُمْ فيِ الْا رْضِ ا ق امُوا الصَّلٰوة و م كَّ رِ ,Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek الْمُنْك namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir.” (Hac, 22/41) âyetinde ise mazi fiili kipinde kullanılmıştır. Verilen bilgilerden de anlaşıldığı üzere “ülü’l-emr” terkibinin ilk anlamı, “yetki sahibi” demektir. Bu kavram, insanların hayatına etki eden güç ve kudrete sahip kişi için kullanılmaktadır. Bu kişi ister idarecilerden ister âlimlerden isterse siyasetçilerden ve kadılardan veya herhangi bir uzmanlık sahibi kimselerden olsun, bir fark yoktur. Lügat âlimi ez-Zebîdî (ö. 1205/1791) şöyle demektedir: “Müslümanların ülü’l-emrinden maksat, onların dini işlerini idare eden kişi; maslahatları için olan şeyleri yerine getiren ilim ve din ehli kişilerdir.”15 1.2. Ülü’l-emrin Terim Anlamı Ülü’l-emr kavramı terim olarak yukarıdaki âyetlerde görülen anlamlara uygun bir manada kullanılır. Ülü’l-emr terimi, cumhura göre üç anlam çerçevesinde kullanılmaktadır. Bunlar: (i) Yöneticiler yani emirler ve valilerdir. Bu görüşün dayanağı olarak yöneticilere itaati emreden rivayetler gösterilir. (ii) Din alanında uzmanlık 13 İbn Kesir, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, c. 2, s. 230. 14 Bkz. el-İsfahânî, el-Müfredât, “أمر” maddesi. 15 ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs, c. 28, s. 26. 14 kazanmış âlim ve fakihlerdir. (iii) Hem yöneticileri hem de dini ilimlerde uzman kişileri içine alacak şekilde kullanılır.16 Mısırlı İslam düşünürü Muhammed Abduh, ülü’l-emr ifadesini, “âlimlerin ileri gelenleriyle, askerlerin önde gelenleri, hâkimlerin, tüccarların, ziraat işiyle uğraşanların, genel maslahat sahibi kimselerin, dernek ve vakıfların müdürlerinin, parti liderlerinin ve insanların maslahatlarını düşünen ve sorunlarının kendilerine arz edildiği yazar, doktor ve avukatlar birliği başkanları” şeklinde yorumlamaktadır. Ezher şeyhlerinden Mahmûd Şeltût da ülü’l-emr terimini şöyle tanımlamaktadır: “Ülü’l-emr, insanların işleri ve maslahatları konusunda ihtisas ve uzmanlık sahibi olarak bilinen kişilerdir. Şüphesiz, ümmetin işleri çeşitlidir. Kuvvet/güç gerektiren işler olduğu gibi yargılama yönü olanlar, mal yönü olanlar, dış siyaset yönü olanlar vardır. Her bir alanın emir sahipleri, görüşlerinin olgunluğu ve etkilerinin büyüklüğü ile bilinirler. Bunlar ümmetin emir sahibi kişileridir.”17 “Ülü’l-emr” kavramı ile ilişkili olarak yapılan tanımlar, ilgili âyetlerin delaletleriyle uygunluk arz ederler. Nitekim Kur’ânî bir örnek şöyledir. Mûsa (a.s.), Hızır (a.s.)’a itaat etme konusunda, hatta aralarında ortaya çıkacak olaya kadar ona itiraz etmeme taahhüdünde bulunur. Hızır (a.s.), yolculuk süresince Musa (a.s.)’ın veliyyü’l- emri konumundadır. Çünkü ondan daha fazla bir bilgi ve idrake sahiptir. Bundan dolayı Musa (a.s.) ona uyacağı konusunda rıza gösterip itaat etmiştir18. 1.3. Ülü’l-emrin Fıkıhtaki Yeri Fakihlerin, ülü’l-emrin tanımına ilişkin görüşleri takip edildiğinde onların tanımı özellikle âlimler ve yöneticiler olmak üzere iki gruba hasrettikleri görülür.19 Fakat fukahaya göre, bu kavramla daha ziyade âlimler kastedilir. Peygamber (s.a.v)’den nakledilen, “Âlimler, nebilerin mirasçılarıdır” rivayetiyle de görüşlerini kuvvetlendirdikleri görülür. Son dönem Osmanlı fakihlerinden İbn Âbidin’e (ö. 1252/1836) göre yukarıda naktettiğimiz Nisâ, 4/59 âyetinde yer alan ülü’l-emr’den kasıt 16 Türcan Talip, “Ülü’l-emr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2012, c. 42, s. 295-297. 17 Ahmed Câd, Hâşiyetü Kitâbi’l-Ahkâmi’s-Sultaniyye li’l-Mâverdî, Beyrut: Dârü’l-hâdis, t.s., c. 1, s. 85. 18 Mûsa ile Hızır (as)’ın kıssası hakkında ayrıntı için bkz. Kehf, 18/60-82. 19 İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-fetâvâ, nşr. Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, Mekke: Mecmau’l-Melik Fahd li tibâati’l-Mushafi’ş-şerîf, 1995, c. 18, s. 170. 15 âlimlerdir. Çünkü ilimden daha aziz ve üstün bir şey yoktur. Melikler insanlara yöneticidirler. Âlimler ise meliklere yönetici komunundadırlar. Nitekim şâir şöyle demiştir: “Melikler, kendi tebaalarına hükmederler… Fakat meliklere de âlimler hükmeder.”20 Râgıb el-Isfahani’nin konuyla ilgili tanımı ise şöyledir: “Ülü’l-emr, Allah’a itaat eden bir gruptur ki, insanlara dinlerinin hakikatlerini öğretirler, ma‘rûfu emrederler ve münker olandan onları nehyederler. Dolayısıyla Allah Teâlâ, onlara uymayı vâcip kılmıştır. Bu kavramla ilişkili olarak, Peygamber (s.a.v) zamanındaki emirler olduğu, ehl-i beytten imamların olduğu (Şîa’nın görüşüdür), ma‘rûf üzere emreden kişiler olduğu şeklinde farklı görüşler de dile getirilmiştir. Abdullah b. Abbâs ise “onlardan kastedilenler fakihlerdir ve Allah’a itaat eden din ehlidir” demiştir21. Kanaatimizce, Nisâ suresinin 59. âyetinde geçen ülü’l-emrin tam olarak kimler olduğunun tespiti zordur. Burada yöneticiler için bir boşluk bırakılmış ve ümmetin tamamının itaat edecekleri belirtilmiştir. İlgili âyetler incelendiğinde, siyasî anlamdaki tasarruflar da düşünüldüğünde, ülü’l-emrden genel olarak kastedilenin Müslüman yöneticiler olduğu söylenebilir. Onlar kendilerine kanun ve kaidelerin yapılmasının emânet edildiği, düzenleyiciler, kararlar alarak uygulayıp bunları değerlendirenlerdir22. Ancak bu yaklaşım, bazı yöneticilerin tebaya tahakküm etmesine sebep olmuştur. Benzer şekilde bu kavramın sadece âlimlere hasredilmesi ise ilim sahibi olmayanların onlara sorgusuz sualsiz teslim olmalarına neden olmuştur. anlamda köleleştirilmeleri durumunda da geçerlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah’ı bırakıp da din âlimlerini, rahiplerini, özellikle Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Oysa tek bir Tanrı’ya kulluk etmekle emrolunmuşlardı.” (Tevbe, 9/31). Allah’ın âyetlerine ve fıtratın gereği düşünüldüğünde ise kavramın ıstılahi anlamını işlerin olması gerektiği doğru duruma uygun hale getirilmesi olarak anlamak mümkündür. Bunun için de her işin uzmanına ve yetkilisine itaat olarak düşünülmelidir. Dolayısıyla hayatın olağan seyri içi gerektiği durumda yöneticiye itaat edilir. İtaat edilmesi gerektiğinde âlime itaat edilir. İtaat edilmesi gerektiğinde her bir insana itaat 20 Muhammed Emin İbn Âbidin, Reddü’l-muhtâr ‘ala’d-Düreri’l-muhtâr, Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1992, c. 1, s. 41. 21 Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal er-Ragıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî garibi’l-Kur’ân, nşr. Safvan Adnan Davutî, Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1992, “أمر” maddesi. 22 Ebü’l-HasenAlî b. Muhammed b. Habîb el-Mâverdî, el-Ahkâmü’s-sultâniyye ve’l-vilayâtü’d-dîniyye, Kahire: Dârü’l-hadîs, t.s., c.1, s. 85. 16 edilir. Allah’ın fıtrat üzere yarattığı insan fıtratı yetkinlik sahibi, makamlarının gereği olarak emir yetkisini elinde bulunduran insanlara itaat edilmesini gerektirir. Baba evin ülü’l-emridir. Okulun müdürü, okulunun ülü’l-emridir. Öğretmen, sınıfının ülü’l-emridir. Otobüs şoförü, otobüsünün ülü’l-emridir. Bu şekilde maslahatın gerektirdiği şekilde roller birbirini tamamlar.23 “Eğer bilmiyorsanız, o zikri bilenlere sorun” (Enbiyâ, 21/7) âyeti buna işaret etmektedir. 1.4. Ülü’l-emre İtaat Ülü’l-emr olgusunu konu edinen “Ey inanıp güvenenler, Allah'a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan yetki sahiplerine de.” (Nisâ, 4/59) âyetinde geçen ülü’l-emr, daha önce ifade edildiği üzere ihtisas sahibi ve ehil kişi anlamındadır. Bir makamda bulunan veya sözü dinlenen herkes ülü’l-emr kapsamında değerlendirilebilir. Eğer vereceği emirler ma‘rûfa uygunsa ona itaat etmek vaciptir. Ma‘rûf demek, şer‘an ve örfen doğruluğu ve güzelliği bilinen demektir. Allah Teâlâ itaati sadece kendisine ve vahyi tebliğ eden elçisine vacip kılmıştır. Nitekim: “Bu Elçi’ye kim itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. (Ey Elçi) Yüz çeviren çevirsin; seni onlara bekçi olasın diye elçi yapmadık.” (Nisâ, 4/80) âyetinde de Hz. Peygamber’e itaat Allah’a itaat olarak beyan edilmektedir. Hanbelî fakihlerinden İbn Teymiyye bu konuda şu ifadeleri kullanmaktadır: “Kendisine ittiba edilen herkes bir anlamda ülü’l-emr demektir. Bunlardan her birisinin Allah’ın emrettiği şeyi emretmesi ve nehyettiği şeyden de nehyetmesi gerekir. Allah’a itaat noktasında sakınca olmayan noktalarda onlara itaat edilmesi, masiyet ve Allah’a isyan telakki edilen noktalarda ise itaat edilmemesi icap eder.”24 Allah Teâlâ, elçisine ülü’l-emr (yönetici) olarak itaat edilmesini emrederken onu ma‘rûf ile sınırlamaktadır: “Ey Nebi! Mümin kadınlar sana bağlanmak (biat) için geldiklerinde, hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup gelmemeleri ve ma‘rûfta sana isyan etmemeleri şartı ile onların bağlılıklarını kabul et. 23 Fadl b. Abdullah Murad şöyle demektedir: Ülü’l-emr, insanlar arasında kendi emirlerine itaat edilen herkestir. Bunlar beş çeşittir: (i) Genel anlamda veliyyü’l-emr, (ii) valilerin altındaki emir sahipleri, (iii) sivil ve toplumsal emir sahipleri, (iv) dini anlamda ve (v) nesep yoluyla emir sahipleri. Her bir çeşidi hakkındaki örneklerle ilgili bkz. Fadl b. Abdullah, Murat, el-Mukaddime fî fıkhi’l-asr, 2. bs., San’a: el- Cîlü’l-cedîd, 2016, c.1, s. 333. 24 İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-fetâvâ, c.18, s. 170. 17 Allah'tan onların bağışlanmasını dile. Çünkü Allah bağışlayan ve ikrâmı bol olandır.” (Mumtahine, 60/12). Mümin kadınlar Mekke’den sırf dinleri için Medine’ye hicret ederek geldiklerinde onlardan nebi olmasına rağmen peygambere ülü’l-emr veya veliyyü’l-emr olarak mutlak anlamda değil bilakis ma‘rûfa uygun bir itaat talep edilmişti. Eğer ülü’l-emre itaat mutlak olsaydı, evleviyetle Peygamber’e (a.s.) mutlak itaat gerekirdi. Burada ayrıca, nebinin temel vasfı ile Allah’tan alarak insanlara ulaştırma anlamındaki elçilik vasfını ayırmak gerekir. Birinci makamdaki itaat ma‘rûf olmasıyla kayıtlıdır. İkinci makamdaki itaat ise mutlaktır. Çünkü peygamberlik vasfıyla verdiği emirleri kendi duygularından ziyade yukarıdaki âyette belirtildiği şekliyle rabbinden adığı vahiyle tebliğde bulunmaktadır: “Elçi’ye kim itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.” (Nisâ, 4/80). Mezkûr âyetlerden anlaşıldığı kadarıyla ülü’l-emre itaat etme emri, mutlak değil mukayyet bir emirdir. İtaat, ülü’l-emrin mefsedete ilişkin değil de maslahata uygun emirde bulunmasına bağlıdır. Veliyyü’l-emr ister yöneticiler olsun ister yerel sorumlular veya âlimler olsun hatta aile reisi veya benzeri tüm yöneticiler olsun, onlara itaat, ma‘rûf ile kayıtlıdır. 1.5. Ülü’l-Emre İtaat Etmenin Vacipliği İnsan, tabiatı gereği farklı düşünce üretebilme yeteneğine sahiptir. Çünkü düşünce biçimi, akli melekeleri, bilgisi, mizacı ve yaratılışı sebebiyle her birey diğerlerinden farklıdır. Bu da onun halîfe olarak isimlendirilmesinin sebeplerindendir. Halîfe olmak ve ihtilaf etmek lugat olarak aynı kökten gelmekte olup müşterek bir manaya sahiptir. Allah Teâlâ’nın şu sözü bunu desteklemektedir: “Rabbin dileseydi insanları elbette tek bir ümmet yapardı. Fakat onlar hep ihtilâf içinde olacaklardır, rabbinin esirgedikleri müstesna; zaten O insanları buna uygun yaratmıştır. Böylece rabbinin, “Andolsun ki cehennemi hem insanlar hem cinlerle dolduracağım” sözü yerini bulmuş oldu.” (Hûd, 11/118-119). Bununla birlikte bir başka âyette zikredildiği üzere insan yaratılış olarak zayıf bir varlıktır: “İnsan zayıf olarak yaratılmıştır” (Nisâ, 4/28). Onun zayıflık vasfı, ihtiyacının karşılanması için onu daima kendi cinsinden birilerinin yardımına yönlendirir. Nitekim Allah teâlâ buna şöyle işaret eder: “Allah insanı alaktan yarattı” (Alak, 96/2). 18 Alak kelimesi sözlük anlamıyla bir şeyin kendisine bağlı olduğu şeydir. İnsan da bu nedenle ailesine, arkadaşlarına, komşularına ve toplumuna bağlı olmadan yaşayamaz. Aynı zamanda onlar da bireye bağlıdır. Bu durum insanı muhalif bir varlık olmasına rağmen medeni yapar. Sosyal bir ortam olmadan tabiat olarak yaşayamaz. Toplumun bir bütün olarak çalışmasını sağlamak için de idari kontroller gereklidir. Öyle ki bu durum onun muhalif olan tabiatına galip gelir. Ülü’l-emre itaat etmek bu zorunlu emirlerden birisidir. Bu da ekip halinde çalışma ruhunu ve iş bölümüne dayalı sosyal organizasyonu geliştirir ve yaşamın düzenli bir şekilde devamını sağlar. İnsanlar arasındaki üstünlük, farklılık ve bilgi farklılığı yönetme/liderlik etmeye ihtiyaç duyar. Bundan dolayı, insanlar arasında daha güçlü ve bilgili olanın yönetimde bulunduğu görülür. Bu da Allah Teâlâ’nın yaratılışla ilgili âyetlerinden biridir (Bkz. Zuhruf, 43/32). Eğer insanlar her şeyde eşit olsalardı, kimse kimseye ihtiyaç duymaz ve sosyal hayat kurulmazdı. İnsanların birlikte yaşamaları onların maslahatlarının bir gereğidir. Örneğin doktor öğretmeni tedavi eder ve öğretmen de doktorun çocuklarına eğitim verir. Dolayısıyla insanların hayatı da birbirlerinin yaptıkları iş ve hizmete ihtiyaç duyar. Bu şekilde hayat birbirini tamamlar ve medeniyetler oluşur. Âyette geçen, “ا ًّ ي رِ خْ سُ suhriyyen” kelimesi de ma‘rûf ölçüler içinde ülü’l-emrin talebine itaat etmenin gerekliliğine delalet eder. Şüphe yok ki, hayat yönetim olmaksızın düzgün işleyemez. Emir/yönetici olmaksızın da yönetim mümkün olmaz. 1.6. İhtilaflı Konularda Ülü’l-emrin Rolüdür Yönetimde asıl olan insanî ilişkilerin herkesçe kabul edilen hak ölçüleri içerisinde yürütülmesidir. Bu temel ilke uygulamada bazı zorlukları beraberinde getirmektedir. Zira zaman zaman insanların çıkar ve maslahatları farklı yönlere evrilmekte ve hatta çatışmaktadır. Bu gibi durumlarda insanlar hak ve adalet çerçevesinde bunları nasıl çözeceklerini bilemeyebilirler. İnsanoğlu sosyal bir varlık olmasına karşın aynı zamanda bireysel çıkarlarının peşinde olan bir varlıktır. Bu niteliği, insanlığın gelişmesinin sırrı ve hayatın dinamosu niteliğinde olduğu gibi insanlar arasındaki çekişmenin de temel sebebidir. İnsanlar arasında üçüncü bir tarafın müdahalesi olmaksızın çözülemeyecek çok sayıda çekişme ve problem bulunmaktadır. Burada bazı meseleleri Allah’a, elçisine ve Allah’ın kitabını ve Peygamber (s.a.v)’in sünnetini bilen ilim ehline havale etme ihtiyacı ortaya çıkacaktır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a 19 itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir. (Nisâ, 4/59); Kendilerine güven veya korkuya dair bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki o haberi Elçi’ye ve kendi yetkililerine götürselerdi, mâna ve maksadını çıkarabilenle gerçeği anlarlardı. Allah'ın lütfu ve ikramı olmasaydı, pek azınız bir yana, şeytana uyardınız” (Nisâ, 4/83). İlgili âyet farklı anlam derinliğine sahip olup sebeb-i nüzule inhisar edilmemelidir. Âyet, ister kötü bir anlayış ister husumet/anlaşmazlık isterse de bir belirsizlik olsun her türlü işi kapsamaktadır. Nitekim Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’i “nûr” ve “açık bir kitap”25 olarak vasıflandırmaktadır. Ayrıca, “hüdâ / doğru yola iletici”26, “Furkan”27, doğru ile yanlışı ayıran28, “aziz/değerli/kıymetli başkasına ihtiyaç duymayan”29 gibi özellikleri de bulunmaktadır. Bu vasıflar Kur’ân’ı doğruyu keşfeden, insanların tüm sorunlarını çözen ve her meseleye ikna edici cevap verme yetkinliğine konumlandırır. Peygamber (s.a.v)’e meselenin havalesi o hayattayken mümkün olmakla birlikte onun vefatından sonra nasıl olacaktır? Resûl kavramının sadece mesajı getiren kişiyi ifade ettiği kabul edilmesi durumunda bu soruya cevap vermek zordur. Ancak resul kavramı vahyi getireni ifade ettiği gibi getirdiği vahyin kendisini de ifade eder. Bu konuda Râgıb el-İsfahani şöyle demektedir: Resul kavramı şairin “ألا أبلغ أبا حفص رسولا Ebû Hafs’a bir mesaj ilet.” ifadesinde görüldüğü üzere elçiyi ifade ettiği gibi elçinin tebliğ ettiği mesajın kendisini de ifade eder. Dolayısıyla burada işin Peygamber (s.a.v)’e havale edilmesinden maksat, Allah’ın kitabına havale etmektir. Nitekim bu anlayışı bir önceki âyette geçen Kur’ân’ın tedebbür edilmesiyle ilgili “Kur’ân’daki ilişkiler ağını tedebbür etmezler/bakmazlar mı? Eğer Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok sayıda çelişki bulurlardı.” (Nisâ, 4/82) âyeti teyit eder. Şöyle ki, âyette istinbatın zikredilmesiyle kastedilen âyetteki “redd” havale etmedir. Bunun delili de havalenin Kur’ân’a yapılması gereğidir. Çünkü o istinbatın 25 Mâide, 5/15-16. 26 Bakara, 2/2. 27 Furkân, 25/1. 28 Târık, 86/13. 29 Fussilet, 41/41-42. 20 mahallidir. Ondan hükümler istinbat edilir ve onunla hikmetler bilinir. Bunu yapmaya ehil kimseler de ilimde derinleşmiş olup öğrenme ve öğretmede Allah’ın kitabında belirttiği metoda uyanlardır. Nitekim Allah Teâlâ’nın şu sözünde buna işaret edilmiştir: “Bu Kitab’ı sana indiren O’dur. Âyetlerinin bir kısmı muhkemdir; onlar kitab’ın ana âyetleridir. Diğerleri müteşâbih olanlardır. Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri te’vîli (bağlantıyı) kurup istedikleri fitneyi çıkarmak için Kitap’tan, (kendi eğrilikleriyle) benzeşen şeye uyarlar. Oysa onun tevilini (ayetlerin arasındaki bağlantıyı) sadece Allah bilir. Bu ilimde sağlam duruş gösterenler de şöyle derler: “Biz, bu ilme inandık, hepsi (muhkem ve müteşâbih âyetlerle onların tevili) Rabbimiz (Sahibimiz) katındandır.” Bu zikre (doğru bilgiye) sadece sağlam duruşlu olanlar ulaşabilirler.” (Âl-i İmrân, 3/7). Bu âyet, örnek hükümlerin istinbat edilmesi noktasında muhkemin müteşabihe reddi noktasında ve âyetler arasındaki ilişkinin ortaya konulması noktasında ilimde derinleşmiş olanların dayanacakları metodu açıklamaktadır. Bu da daha önce zikri geçen (Nisâ, 4/82) tedebbür âyetinin maksadını ortaya koymaktadır. 1.7. Ülü’l-Emre Havalenin Şekilleri Ülü’l-emre havalenin ilk şekli, insanla ilişkili konularda gerçeğin araştırılması noktasında ortaya çıkar. Bu durumda cahil kimsenin meseleye ilişkin doğruları âlimlerden sorması gerekir. Zira olması gereken ve doğal olan durum budur. Bazen kendisini bulguların ortaya çıkması ve olayların aydınlığa kavuşması için, bir çözüm yolu bilmiyorsa bunu araştırma ve sorma gibi bir durumda bulabilir. Bu durumda meselenin ehli olmayana havale edilmemesi ve ilim ehline başvurulması Kur’ânî bir zarurettir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bilmiyorsanız o Zikri bilenlere sorun. Onları mucizelerle ve zebûrlarla gönderdik. Bu Zikri (Kitabı) de sana indirdik ki kendilerine gönderilenin ne olduğunu o insanlara açık açık anlatasın, belki düşünürler.” (Nahl, 16/43-44). Bu ayet özel bir münasebetle nazil olmasına rağmen umumu ifade etmektedir. Bu aynı zamanda, bilmeyen kişinin âlime sorması gibi fıtri bir yönü de ifade eder. Özel olarak semavi kitapları bilen ilim sahipleri kastedilmiş olsa da ehl-i zikir kelimesi bir terim olarak her bir uzmanlık alanına ait özel bilgi sahiplerine işaret eder. 21 Zikir, bir şeyi bağlantılarıyla birlikte düşünerek elde edilen şeyi koruyup kullanıma hazır hale getirmek veya onu dil ile söylemek anlamına gelmektedir30. Bu anlamıyla “unutma”nın zıddı olarak kullanılır. Nitekim ilgili âyette şöyle belirtilir: “Delikanlı dedi ki "Bakın şu işe; kayada barındığımızda balığı unutmuştum. Onu aklımdan çıkarmama sebep olan ve bana unutturan şeytandan başkası değildir.” (Kehf, 63). Ehl-i zikir de kendilerine bir mesele sorulduğunda zikir yoluyla onu hatırlarına getirmeye güç yetiren kimselerdir. Bu onların sahip oldukları bilgi/marifet yoluyla olur. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’i zikir olarak nitelendirmektedir. Çünkü Kur’an, insanın nefsî yönelimleri ve hevesleri dolayısıyla gafil olduğu, ihmal ettiği veya unuttuğu şeyi ona hatırlatır. Dolayısıyla her âlime uzmanlık alanıyla ilgili konuların sorulması gerekir. Bu anlamda fıkhî bir mesele söz konusuysa fakihler, “ehl-i zikir” konumunda olurlar. Astronomi ile ilgili bir konuda ise uzay bilimciler “ehl-i zikir” olurlar. Eğer sağlıkla ilgili bir sorunsa bu durumda tabipler “ehl-i zikir” olmuş olurlar. Konunun bu şekilde anlaşılmasına yukarıda andığımız zikir kelimesinin sözlük anlamı da yardımcı olmaktadır. İkincisi, ihtilaf söz konusu olduğunda bu anlaşmazlığın giderilmesi için konunun ülü’l-emre havale edilmesidir. Bu durumda, uygulanması noktasında salahiyeti elinde bulunduran ülü’l-emr, devlet kurumları veya ilgili özel yargı kurulu olabilir. Kaza (yargılama) ile ifta (fetva verme) farklıdır. Çünkü bir âlime veya müftüye sorulduğunda onlar uygulama konusunda yetkileri olmaksızın görüşlerini bildirirler. Bu anlamda adaletin sağlanması Hz. Peygamber (s.a.v)’in görevleri arasında bulunuyordu. Zira adaletin tesisi yöneticinin müdahalesi olmaksızın mümkün değildir. Bu anlamda sultan veya melik adaletin yerine gelmesi noktasında hakkın ve doğrunun yardımcısıdırlar. Adalet onların yardımcısı konumunda değildir. Bu noktada Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Şurası kesin ki elçilerimizi açık belgelerle gönderdik; beraberlerinde Kitab’ı ve dengeyi (mîzanı) indirdik ki insanlar her şeyin hakkını versinler.” (Hadid, 57/25). Allah Teâlâ, elçiyi vahiyle teyid edip göndermekle adaletin tesisini murad etmiştir. Nitekim Peygamberler de ülü’l-emr olarak Allah’ın emrini uygulamaya çalışmışlardır. Allah Teâlâ Hz. Dâvûd (a.s.)’a hitaben şöyle buyurmaktadır: 30 el-İsfahânî, el-Müfredât, “ذكر” maddesi. 22 “Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.” (Sad, 38/26). Allah Teâlâ insanlar arasında hükmedilmesini ve hükümde bulunurken de adaletle hareket edilmesini emretmektedir. Âyetteki bu ifade iki hasmın karşılıklı muhakemede bulundukları kıssanın anlatıldığı âyetlerden (Bkz. Sad, 83/21-25) sonra zikredilmektedir: “İki melek, o mihraptayken Davut (a.s.)’a geldiler ve o bunu düşünemedi. Nitekim âyette belirtildiği şekilde, “Davacıların haberi sana geldi değil mi? Hani surlardan iç odaya sızmışlardı. Davut, onları birden karşısında görünce telaşa kapıldı.” (Sad, 38/21- 22) ifadesi onun paniğe kapıldığını göstermektedir. Mihrabın çevresinde koruyucu surlar olduğundan onun küçük bir şeyden korkması söz konusu olamaz. Onların kendilerinden korkmamasını bildirmelerine rağmen korku hali tamamen ondan gitmedi. İddia sahibini dinleyip diğer tarafı dinlemeksizin korku sebebiyle hükümde bulundu. Neticede ise bu birçok yönden doğru idi. İddia sahibi ise, kardeşinin kendisinden bir koyununa bakacağını taahhüt ettiğini onu diğer doksan dokuz koyunu arasına katmak istediğini söyledi. Bu bir talep olup bunun reddi mümkün değildir. Hz. Davut (a.s.)’ın burada, “kardeşin sana insaf etti ve bir koyun için zamanını ve emeğini israf etmemen ve başka bir işle iştigal etmeye vakit bulabilmen için kendisi bakmak istedi” demesi gerekirdi. Tabi bu ancak karşı tarafı dinledikten sonra mümkün olabilirdi. Fakat Davut (a.s.) hatalı verdiği hükmün etkisi altındaydı. Ne zamanki düşündü, bunun Allah’tan gelen bir imtihan olduğunu farkederek tövbe etti ve ona yöneldi. Görüldüğü üzere ülü’l-emrin, korku ve telaş halinde hüküm vermemesi gerekir. Nitekim uluslararası muhakeme/yargılama kanunlarına bakıldığında delillere bakılması ve mümkün olduğunca tarafları sonuna kadar dinlemenin gerekli olduğu görülür. Ayrıca hâkim yargılamayı yaptığı ve hüküm verdiği esnada halet-i ruhiye ve psikolojik olarak uygun bir durumda olmalıdır. 2. BİAT (BEY’AT) İslam devletinde yöneticiyle (devlet başkanı) yönetilenler (halk) arasındaki seçim veya bağlılık niteliği taşıyan siyasî bir akit türü niteliğindeki biat terimi de siyasetle ilişkili Kur’ânî kelimelerden birisi olup başkanlarının yöneticiliklerinin meşrulaştırılmasında 23 önemli bir araçtır. Yönetici itaat etmeleri gereken ister kabile şeyhi olsun ister âlim veya isterse bir grup olsun onların kendisini kabulleri konusunda onay almadığında bu yöneticilik mümkün olmaz. Biat aynı zamanda savaş ve fitne gibi çeşitli zor durumlarda meydana gelmektedir. Bu durumda komutan askerlerinden kaçmamaları ve savaşa sebat etmeleri noktasında biatlarını alır. 2.1. Biatın Tanımı Türkçe biat şeklinde telaffuz edilen bu kelimenin Arapça aslı “bey’at” olup sözlükte farklı anlamları vardır. Biat itaat etme konusunda karşılıklı sözleşmeye denir. Yine alışverişteki karşılıklı rızadan dolayı bu akde bey’ akdi denilmiştir. “Tebâyu” ifadesi de aynı anlamı ifade eder. Allah Teâlâ “Şüphesiz sana biat edenler ancak Allah’a biat etmişlerdir.” (Feth, 48/10) şeklinde buyurmaktadır. Alışveriş ve biatlaşma bir akitleşme ve ahitleşmeden ibarettir. Yani her ikisi de yanında bulunan şeyi karşı tarafa satmış olur. Karşı tarafa tam bir itaat, ona itaat edenin tüm işlerine karışma hakkını verir31. Istılah anlamıyla sosyo-politik nitelikte bir terim olan “biat” İbn Haldun (ö. 808/1406)’un el-Mukaddime isimli eserinde şöyle tanımlanmaktadır: “Biat, itaat etmeye ilişkin söz vermektir. Biat eden kişi kendi idaresini ona teslim ederek idare işine ait olan hususlarda onla çekişmeyeceğini, ilgili emirleri yerine getireceğine ilişkin söz vermektir. Bu aynı zamanda alışverişte alıcı ve satıcının yaptığına da benzer. Onlar bir emire biat ettiklerinde akitlerini yani verdikleri sözlerini kuvvetlendirmek amacıyla ellerini biat ettikleri emirin elleri üzerine koyarlardı. Nitekim bununla Peygamber (s.a.v)’in akabe gecesinde ağacın altında yaptığı ve bu lafzın da kullanıldığı biatı kastederler. Bu aynı zamanda râşid halîfelerin de biatıdır.”32 Nitekim Câbir (ra)’den bu konuda şu ifadeler nakledilmiştir: “Biz Hudeybiye’de bin dört yüz kişi biatta bulunduk. Ömer, peygamberin elini ağacın altında tuttu. Biz Allah’ın elçisine ölmek üzere biat etmedik, kaçmamak üzere biat ettik.”33 Birinci akabe biatında (Bey‘atü’n-nisâ) Peygamber (s.a.v) Müslümanlarla savaşa izin verilmeden önce biatlaştı. Bedre şahit olan ve aynı zamanda akabe biatında temsilcilik yapan Ubâde b. Samit’ten nakledildiğine göre, Peygamber (s.a.v) ashabına 31 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, el-Feyyûm, Misbâbü’l-Münîr; Ebû Nasr İsmail b. Hammâd el-Cevherî, es- Sıhâh tâcu’-l-luga ve sihâhu’l-arabiyye, 4. bs., thk. Ahmed Abdülgafur Attâr, Beyrut: Dâru’l-ilm li’l- melâyîn, 1987; ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs, c. 20, s. 370 “بيع” maddesi. 32 İbn Haldûn, el-Mukaddime, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, s. 209. 33 Cabir b. Abdullah’tan nakledilen rivayet “Biz Hudeybiye’deyken şeklindedir.” Bkz. Müslim, “İmâre”, 18. 24 şöyle demiştir: “Bana şirk koşmamak, israf ve zina etmemek, çocukları öldürmemek, iftira etmemek ve ma‘rûfta isyanda bulunmamak üzere biat ediniz. Sonra da Peygamber (s.a.v) buyurdu ki; “Eğer ahdinizde (sözünüzde) durursanız sizin için cennet vardır. Eğer onlardan bir şeyi örtbas ederseniz sizin işiniz Allah Teâlâ’ya aittir. Dilerse azâb eder, dilerse af eder”34. 2.2. Biatın Felsefesi ve Önemi Allah Teâlâ, insanı sosyal bir şeklinde yaratmıştır. Bu nedenle insan kendi cinsiyle münasebet içinde olması ve ünsiyet kurması sebebiyle “insan” olarak isimlendirildiği söylenmiştir. Bir şeyin kendisine bağlandığı olgu anlamı ifade eden alak kelimesiyle ifade edilen bir yapıdan yaratılan insan bir toplum içinde olmaksızın yani komşuları, arkadaşları ve ailesi olmaksızın hayatını mutlu şekilde idame ettiremez. İnsanı niteleyen ve onun “muhalif” olma yönüne vurgu yapan başka bir sıfat da “halîfe” sıfatıdır. Allah Teâlâ meleklere yeryüzünde “halîfe” yaratacağını haber vermişti35. Halîfe kelimesinin farklı anlamlarından bir tanesi de “muhalefet etmek ve muhalif olmak”dır. Öyle ki insandan her birisinin özel bir yapısı ve diğerlerinden farklı nitelikleri vardır. Bu duruma Allah Teâlâ şöyle işarette bulunmuştur: “Gerekeni Rabbin yapsaydı elbette insanları bir tek ümmet/hepsini Müslüman yapardı. (Tercihi insanlara bıraktığı için) muhalif olmayı sürdüreceklerdir.” (Hud, 11/118). Bundan dolayı, her insanın kendi menfaati ve maslahatı için çalıştığı ve mücadele verdiği görülür. Bu mücadelesi nitekim kendi cinsinden diğer insanlarla olacaktır: “İnsan, Rabbine (Sahibine) karşı çok nankördür. Buna kendisi de şahittir. Çünkü ondaki mal sevgisi çok güçlüdür.” (Adiyat, 100/6-8). Hâkim (yönetici) ile hükmettiği şeyin (teba veya halk) uyumu olmaksızın hüküm gerçekleşmez. Bu uyum, sebep, metot ve şekli itibarıyla farklı olabilir. Ancak senkronize şekildeki bir sosyal hayatın en büyük şekli de rıza temelli yapılan biattır. Bu dinen ve aklen istenendir. Halk hâkime itaat eder ve ona kulak verme hususunda, yönetici/hâkim de onları adaletle yöneteceği ve onların maslahatları için gerekeni yapacağı konusunda 34 Buhârî, “İmân”, s. 9. 35 İlgili âyet şöyledir: “Rabbin bir gün meleklere, “Yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” dedi. Melekler, “Orada tabii düzeni bozacak ve kan dökecek bir varlık mı oluşturuyorsun? Ama sen yaptığını güzel yaparsın, sana içten boyun eğmem bundandır. Senden dolayı onu tem ve değerli sayarız.” dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” dedi.” (Bakara, 2/30). 25 halkına biat eder. Biat, tabiatı gereği olumlu bir maksat ve gaye ile yapılır. Öyle ki insanın toplumla birlikte medeni bir şekilde yaşamasını gerektirir. Hiç şüphesiz toplum sultanın/meliğin emri olmaksızın bir düzen içinde yürüyemez. Bir anlamda biatta bulunanların sultanın konumunu ve genel maslahatın önceliğini dikkate alarak kendi menfaatlerini ikinci plana atmalarını gerektirir. Nitekim Allah teâlâ Hudeybiye gününde sahabenin yaptığı biatın önemine şöyle dikkat çekmektedir: “Sana bağlılık sözleşmesi yapanlar, o sözleşmeyi aslında Allah ile yapmış olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir. Kim sözünden cayarsa kendi aleyhine caymış olur. Kim de Allah’a karşı üstlendiği görevi yerine getirirse, Allah ona büyük bir ödül verecektir.” (Fetih, 48/10). Dolayısıyla sosyal bir varlık olan insanın birlikte yaşama gerçeğinden doğan sorunlarını atlatması ve tüm bireylerin uyum içerisinde yaşayabilmesi için biat olgusunun önemli bir konumu olduğunu söylemek mümkündür. 2.3. Biat Ehli Ehl-i biat veya biat ehli ile kendisinden biat alınacak kişiler kastedilir. Fakihler, hâkimin hükmünün şer’î açıdan meşrulaştırılması açısından biat almanın zaruri olduğu konusunda müttefiktirler. Bununla birlikte kimden biat alınacağında ihtilaf edilmiştir. Bir görüşe göre ülkedeki tüm vatandaşları temsil ettiği için ehl-i hal ve’l-akd36 denilen kişilerden biat alınması yeterlidir. Ancak bunların sadece bir kısmından mı yoksa hepsinden mi biat alınması gerektiği ihtilaf konusu olmuştur. Buna rağmen onlar, ümmetin ileri gelenleri, mevki makam sahipleri oldukları için onların seçtiği kişilerin kararları da çağunlukla isabetli olur. Ayrıca seçenlerin isyan etmelerinden de emin olunur. Bunlar âlimler ve toplumun ileri gelen liderleri olup toplanmaları ve bir araya gelmeleri de kolaydır. Çünkü bu iş neticesinde diğer insanlar da uyacaklardır. Eğer ümmetin kararlarına uyacakları biat edenler olmazsa bu durumda yöneticiye ilişkin biat edenlerin biatı gerçekleşmemiş olur. Bu uygulama hulefâ-i râşidinin seçilmesinde onlara biat edilmesinde sahabenin uygulamasından alınmıştır. Kur’ân ve Peygamber (s.a.v)’in 36 Ehl-i hal ve’l-akd, Müslümanların âlim, lider ve eşrafından oluşmaktadır. Bunların tüm halk adına bir araya gelip karar almaları daha kolaydır. Bkz. Mevsûatü’l-Fıkhiyye’l-Kuveytiyye, Kuveyt: Dâru’s- selâsil, t.s., c. 6, s. 221; Reşid Rıza, Muhammed Reşid b. Ali Rıza b. Muhammed, Tefsîrü’l-Menâr, Beyrut: ez-Zehrâu li'l-İlami'l-Arabi, t.s., c.1, s. 19; Abdülhamid İsmail el-Ensârî, “Ehlü’l-hal ve’l-akd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994, c. 10, s. 539-541. 26 sünnetinde bu konuda belirli bir yöntem ve metodun belirlenmemiş olması doğal olarak hulefâ-i râşidine biat edilmesindeki ihtilafla neticelenmiştir. Bunun hikmeti olarak, biat işinin beşerî bir mesele olması hasebiyle insanların doğru olarak kabul edecekleri bir duruma terkedilmiş olmasıdır. Fakihler kendi zamanlarında toplanıp bir araya gelmeleri mümkün ve kolay olduğunu gözönünde bulundurarak ehl-i biatın ehl-i hal ve’l-akd denilen kişiler olduğuna karar vermişlerdir. Öyle ki, sultanın toplumun her bir ferdinden biat alması imkânsızdır. Eğer şart koşulmuş olsa bile bu zor olacaktı. Dolayısıyla geçmiş asırlarda fakihler bu yöntemin biat konusunda insanların genelinin kararını yansıtacağını söylemişlerdir. Günümüzde ise teknolojik iletişim araçlarıyla ulaşım imkânlarının gelişmesi, tüm vatandaşların oy vererek dâhil olabilecekleri bir biat sistemini mümkün hale getirmiştir. Bu da zorlama olmaksızın hür bir iradeyle yöneticinin seçilmesine imkân vererek biatın gerçekleşmesini sağlamaktadır. Hür ortamda yapılmış bir seçimin bu anlamda bir çeşit biat olduğu söylenebilir. Bundan dolayı yapılacak bir seçim yoluyla ileri gelen görevlilerden birisinin devlet başkanı seçilmesi biat anlayışına aykırı değildir. Şâfiî fakihi el-Maverdî, fakihlerin ve kelamcıların ekserisi, imametin ancak rıza ve seçimle mümkün olacağı görüşünde olduklarını ancak seçim ehlinin imamet akdi için gerekli olduğunu, onların ittifak etmesiyle tamamlanacağını, onların ittifak etmeksizin tamamlanmayacağını belirtmektedir37. Yine tanınmış Hanbelî hukukçusu Ebû Ya’lâ el-Ferrâ (ö. 458/1066) da, seçim ehlinin Müslümanların hüküm sürdüğü yerde, razı oldukları kişi üzerinde gerçekleşeceğini belirtmektedirler38. İbn Cemâ‘a (ö. 733/1333) ise, eğer salahiyet sahibi bir toplumun halîfeyi seçeceği şeklinde bir şart ileri sürülürse hiç şüphesiz ehl-i hal ve’l-akd’in Müslümanlar arasında buna en ehil kimseler olduğu ortadadır.39 Görüldüğü üzere, Maverdî’nin ehl-i ihtiyar terimi İbn Cemâ’a’ya göre ehl-i hal ve’l-akd terimine karşılık gelmektedir. 37 el-Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s. 28. 38 Ebû Ya’lâ Muhammed b. Hüseyin el-Ferrâ, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1983, s. 23. 39 İbn Cemâ‘a, Ebû Abdullâh Bedrüddîn Muhammed b. İbrâhîm, Hüccetü’s-sülûk fî mühâdâti’l-mülûk, nşr. Fuad Abdulmunim Ahmed, 3. bs., Doha: es-Sakafatu Katar, 1988, s. 56. 27 Fakihlerin büyük çoğunluğunun biatın kolay şekilde olmasını şart koştukları görülür. Nitekim günümüzdeki gibi bir seçimin onların zamanında gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Günümüzdeki iletişim araç ve yöntemlerinin hulefâ-i râşidîn döneminde mevcut olması durumunda onların da devlet başkanının seçimlerinde bu yola başvuruyor olacakları kuvvetle muhtemeldir. Çünkü şûra prensibinin gerçekleştirilmesine daha yakın olması yanında insanın hür bir şekilde kendisini yönetecek kişiyi seçmesine de imkân vermektedir. Bu durum esasında insanı seçim kabiliyeti yönüyle hayvandan ayırt etmektedir. Aynı zamanda yönetime ulaşma noktasında kanların dökülmesinden mümkün olduğunca uzaklaştırmaktadır. Netice olarak, günümüzde ehl-i biatın, inandıklarını gerçekleştirme ve kendilerini yönetecek kişiyi seçme noktasında toplumun tüm bireyleri olduğunu söylemek mümkündür. Toplumun her bir ferdi hayır işlemek ve iyiliği yaymakla sorumludur. Aynı zamanda salih bir devlet başkanın seçilmesi de bu sorumluluğun içine girmektedir. Salih insanlara bu şekilde biat edilmesine ortak olmak, onların ümmete başkanlık yapmasına imkân verecek ve toplumun her kademesinde bir gelişme ve refah oluşumunu da sağlayacaktır. 2.4. Biat Çeşitleri Biat edilecek şeyin çeşitleri ve âyette belirtilen sahabenin Peygamber (s.a.v)’e biatlarının durumu dikkate alındığında toplamda dört çeşittir: 2.4.1. İslam Üzerine Biat Ayette İslam üzerine biat edilmesi durumundan şöyle bahsedilmektedir: “Ey Nebi! Mümin kadınlar sana bağlanmak (biat) için geldiklerinde, hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup gelmemeleri ve ma‘rûfta sana isyan etmemeleri şartı ile onların bağlılıklarını kabul et. Allah'tan onların durumlarının düzeltilmesini bağışlanmasını dile. Çünkü Allah bağışlar, ikrâmı boldur.” (Mümtehine, 60/12). Bu şekilde bir biatı Peygamber (s.a.v), yeni müslüman olmuş kişilerden alırdı. Cerir (ra) yoluyla şöyle nakledilmiştir: “Ben Allah’tan başkasını ilah tanımayıp Peygamberin onu elçisi olduğuna şahitlik edeceğime, namaz kılıp zekât vereceğime ve bütün müminlere karşı samimi ve nasihatçı olacağıma dair Allah'ın Rasülü'ne biat 28 ettim.”40. Abdullah b. Abbâs yoluyla nakledilen başka bir rivayette de onun Mekke’ye geldiği ve Peygamber (s.a.v)’in elini ver de İslam üzere biat edelim dediği ve biatlaştıkları daha sonra Peygamber (s.a.v)’in, “kavminin de (İslam üzere) olması konusunda biat etmek istemesi üzerine, kavmim için de demiştir.”41 İslam üzere biat etmenin Peygamber (s.a.v)’e mahsus olduğu görülmektedir. Nitekim ondan sonra kimsenin de bu şekilde İslam üzerine biat ettiği de vaki olmamıştır. 2.4.2. Yardımlaşma ve Dokunulmazlık Üzerine Biat Bu tür biata ise Peygamber (s.a.v)’in Ensar ile yaptığı biat örnek verilebilir. Bu ikinci akabe biatıdır. Bu biatı yapanların sayıları yetmiş üç erkek ve iki kadındı. Bu esnada Peygamber (s.a.v) bir konuşma yaptı, Kur’ân okudu, onları İslâm’a daha kuvvetle bağlanmaya teşvik etti. Hicret ettiği takdirde kendisini canlarını, mallarını, çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi koruyacaklarına, rahat günlerde de sıkıntılı anlarda da ona itaat edeceklerine, bollukta da darlıkta da gerekli malî yardımları yapacaklarına, iyiliği emredip kötülüğe engel olacaklarına, hiç kimseden çekinmeden hak üzere bulunacaklarına ant içip biat etmeye davet etti. Onlar da icabet ederek Peygamber (s.a.v) ile biatlaştılar42. “Bunu, Allah’a ve elçisine güvenesiniz, O’nu (Allah’ı) içten destekleyesiniz, O’na saygı duyasınız, sabah akşam O’na ibadet edesiniz diye yaptık.” (Fetih, 48/9). âyetinde de işaret edildiği üzere Peygamber (s.a.v) onlarla yardımlaşma ve himaye edilme konusunda biat almaktaydı. Peygamber (s.a.v) onların ittiba etmelerini te’kit için gördüğü lüzum üzerine bu şekilde biat alıyordu. Nitekim hicretten önce de onlarla bu şekilde biatlaşmıştır. 2.4.3. Cihat için Biat Düşmana karşı koymak ve savaşmak kolay bir şey değildir. Can ve uzuv kaybı söz konusudur. Nitekim bir kısım insanlar savaşta hayır bulunup bulunmadığı konusunda 40 Buhârî, “Büyû”, 68. 41 Müslim, “Cum‘a”, 13, (nr. 868). 42Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, nşr. Şuayb el-Arnaut, Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2001, c.15, s. 92; et- Taberî, et-Târîh, c. 2, s. 360-362; Muhammed b. Hibbân b. Ahmed Bustî, İbn Hibban, es-Sahîh, 2. bs. nşr. Şuayb el-Arnaut, Beyrut: Müessetü’r-risâle, 1993, c. 19, s. 175; Hâkim, el-Müstedrek, c. 3, s. 441; Beyhakî, ed-Delâil, c. 2, s. 444-447. 29 farklı görüşe sahiptir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Savaş, hoşunuza gitmediği halde size, görev olarak yazıldı. Hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin iyiliğinize olabilir. Hoşunuza giden bir şey de sizin için kötü olabilir. Bunları bilen Allah’tır, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216). Düşmanın karşısında geri çekilme ve savaştan kaçmanın, ordudaki diğer mücahitlerin mücadelede sebat etmeleri ve başarılı olmaları noktasında tehlikeli ve olumsuz sonuçları vardır43. Eğer yeterli kuvvet ve imkan var ise bu durumda kaçmak haram olur. Hatta İmam Malik ve Malikî mezheplerine göre bu büyük günahlardandır. Aynı şekilde savaş esnasındaki firara göz yummak da görmemezlikten gelmek de caiz olmaz44. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Her kim böyle bir günde, savaş için mevzi tutmak ya da bir birliğin yanında yer almak dışında bir sebeple arkasını dönerse, Allah’ın gazabına uğrar. Onun varacağı yer cehennem olur. Ne kötü yerdir o.” (Enfâl, 8/16). Savaşta yenilerek bozguna uğramak Müslüman toplumunun bekası ve aynı zamanda devlet başkanının yönetimi noktasında olumsuz etkisi vardır. Dolayısıyla cihata biat etmek, mücahitlerin savaş meydanında sebat etmelerinde manevi bir güç teşkil eder. Aşağıdaki âyeti kerimeler de cihat konusunda biat alınmasının meşruiyeti açısından kuvvetli bir dayanak teşkil eder. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah, inanıp güvenenlerin kendilerini ve mallarını Cennete karşılık satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar; öldürürler ve ölürler. Bu Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da verdiği gerçek sözdür. Sözünü Allah’tan daha iyi tutan kimdir? Öyleyse yaptığınız bu satıştan dolayı sevinin. Bu, büyük bir kurtuluştur.” (Tevbe, 9/111). Bir başka âyette de “Sana bağlılık sözleşmesi yapanlar, o sözleşmeyi aslında Allah ile yapmış olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir. Kim sözünden cayarsa kendi aleyhine caymış olur. Kim de Allah’a karşı üstlendiği görevi yerine getirirse, Allah ona büyük bir ödül verecektir.” (Fetih, 48/10) şeklinde buyrulmaktadır. Nitekim bu biat aynı zamanda Allah Tealanın övgüsüne mazhar olmuştur. İlgili âyet şöyledir: “O ağacın 43 Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey inanıp güvenenler, bir birlikle karşı karşıya gelince direnin ve Allah’ı (savaş ve mücadele ile ilgili emirlerini) çokça hatırlayın ki başarıya ulaşasınız.” (Enfâl, 8/45). 44 Ziyâuddin, Halil b. İshak b. Mûsâ, et-Tavdîh fî şerhi’l-muhtasari’l-fer‘î li İbni’l-Hacib, nşr. Ahmed b. Abdulkerîm Necîb, Merkezu Necîbiyye li’l-mahtûtât ve hidmeti’t-turâs, 2008, c. 3, s. 406. 30 altında sana bağlılık sözleşmesi yaparken Allah onlardan razı olmuştu. İçlerinde olanı bilmişti de üzerlerine o huzuru indi