T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜR DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ’NİN RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİ İNCELEME VE TRANSKRİPSİYONLU METİN (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Zeliha YAMAN ALBAN Danışman: Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ BURSA – 2012 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda 700841003 numaralı Zeliha YAMAN ALBAN’nın hazırladığı “Nizârî-i Kuhistânî’nin Rûz ü Şeb Mesnevîsi, İnceleme ve Transkripsiyonlu Metin” konulu Yüksek Lisans Tezi ile ilgili tez savunma sınavı, 23/11/ 2012 günü 10:00 – 10:50 saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin başarılı olduğuna oybirliği ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ Uludağ Üniversitesi Üye Üye Prof.Dr. Hatice ŞAHİN Yard. Doç. Dr. Hasan Basri ÖCALAN Uludağ Üniversitesi Uludağ Üniversitesi 23/11/2012 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Zeliha YAMAN ALBAN Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı : Eski Türk Edebiyatı Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : X + 277 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 2012 Tez Danışmanı : Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ’NİN RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİ Rûz ü Şeb adlı eser, XIII. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyıl başlarında yaşamış ünlü şairlerden biri olan Nizârî-i Kuhistânî’nin “Gece ve Gündüz” arasındaki münakaşayı ele aldığı alegorik tarzda bir mesnevîdir. Eserde münâzara geleneğinin uç noktalarına varılmış ve konuya yoğun tasvir ve teşbihlerle zenginlik katılmıştır. Nizâri, mesnevîye tevhîd ile başlamış, ardından münâcât, na’t ve dönemin şahına övgülerde bulunduğu medh bölümlerine yer vermiştir. Yirmi üç bölüm ve beşyüz elli beyitten oluşan Rûz ü Şeb mesnevîsinde, Gece ve Gündüz arasındaki münakaşa, dördüncü bölümden yirmi birinci bölüme kadar olan beyitleri kapsamaktadır. Mesnevînin sonunda, Haydarîliğin kurucusu Kutbeddin Haydar ile ilgili hikâyeye yer verilmiş ve sonrasında Nizârî, mesnevînin yazılış nedeni ve eserle ile ilgili bilgiler vermesinin ardından, dönemin İran şahı Şemseddîn Ali hakkında övgüler ve peygambere salâvat ile mesnevîyi sonlandırmıştır. Bu çalışma, öncelikle konunun işlendiği dönem olan XIII. ve XIV. yüzyıl sosyal ve edebi hareketlerinin yer aldığı giriş bölümüyle başlamakta ve ardından sırasıyla, Nizârî’nin hayatı, edebi kişiliği ve eserleri, Nizârî’nin mensubu olduğu öne sürülen İsmâilîlik ve Nizarîlik mezheplerinin açıklaması ve teze konu olan “Rûz ü Şeb” mesnevîsi ayrıca daha birçok edebi alanda çalışmaları bulunan Nasrullah Pürcevâdî’nin eser hakkındaki değerlendirmeleri, mesnevînin genel hatlarla ele alındığı eserin tertibi ve bölümleri, mesnevînin çevirisi, transkripsiyonlu metin, eser için hazırlanan sözlük, eserin orijinal resimleri, eserle ilgili fotoğraflar, kaynaklar ve dizinin yer aldığı yedi bölümden oluşmaktadır. Anahtar Sözcükler: Nizârî-i Kuhistânî Rûz ü Şeb Mesnevî XIII/XIV. yy. İran Edebiyatı İsmâilîlik iii ABSTRACT Name and Surname : Zeliha YAMAN ALBAN University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Turkish Language and Literature Branch : Former Turkish Literature Degree Awarded : Master Page Number : X + 277 Degree Date : …. / …. / 2012 Supervisor (s) : Asst.Prof.Dr. Sadettin EĞRİ THE RUZ U SHEB MESNEVI OF NIZARI KUHISTANI The work named Rûz u Sheb is Nizârî Kuhistânî’s, who lived between end of XIII. century and begining of XIV. century, an allagorical mesnevi, which handles a dispute between “Night and Daytime”. In the work, to end-points of tradition of discussion had been reached and to subject, with intensive depictions and similes, wealthy had been contributed. Nizârî, has started to his mesnevi with tawhid and after that has given place to yearning na’t and mehd sections which he had have praises to Sheh of the term. The Rûz u Sheb mesnevi which contains twenty three sections and five hundred fifty couplet, includes a dispute between “Night and Daytime” couplets which present between forth section and twenty first section. At the end of the mesnevi, has been given place to stories about Kutbeddin Haydar, who is the founder of the Haydari cult, and after that Nizârî gives cause of written of the mesnevi and informations about work, and has ended mesnevi with praises about Persian Sheh of the term Shemseddin Ali and salavat to prophet. This study, primarily begins with entrance sections which contains XIII. and XIV. centuries’s movements of social and literary and after consists in order of seven sections, Nizârî’s biography literary personality and works, explanation of sects of İsmaili and Nizârî which had driven forward that Nizârî is belong to, and Rûz u Sheb mesnevi has been subject to thesis and also Nasrullah Pürcevâdi’s evaluations about this work, who has works in many more literary area, arrangement of the work and sections which handle mesnevi with general lines, translation of mesnevi, transcription text, a dictionary which prepared for the work, original pictures of the work, photographs about the work, biblography and series. Keywords: Nizârî Kuhistânî Rûz u Sheb Mesnevî XIII. / XIV. century Persian Literature Ismailism iv ÖNSÖZ “Rûz ü Şeb”, XIII. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyıl başlarında yaşamış olan ve döneminin meşhur şairlerinden olmasına rağmen günümüzde pek tanınmayan Nizârî-i Kuhistânî’ye ait bir mesnevîdir. Nizârî’nin günümüzde bilinmesine mani olan sebeplerden biri, onun çok sayıda kişi tarafından İsmâilîye mezhebine mensup olduğu görüşünün kabul görmesidir. Bu görüşü destekleyebilecek en önemli bilgiler ise, İsmâilî bir ailenin çocuğu olması ve tezde de belirtildiği gibi Nizârî’nin Cafer-i Sâdık’a duyduğu hayranlıktır. Ancak edinilen bilgilere göre, net bir yargıya varmak mümkün değildir. Nizârî, her ne kadar günümüzde tanınmasa da, dil ve üslup bakımından son derece kayda değer eserler kaleme almıştır. Onun hayatı ve edebi kişiliğini ele alırken yaşadığı dönemi de unutmamak gerekir. Öyle ki Nizârî, Moğol istilasının hüküm sürdüğü zor bir dönemde yaşamış ve eserler vermiştir. Bu döneme kısaca değinecek olursak; Moğollar, geçtikleri her yerde ağır tahribatlar bırakmış ve bunun neticesinde ilim ve edebiyatla uğraşmak oldukça güçleşmişti. Bunun yanı sıra İran’da edebiyatın yükselmesine olanak sağlayan saraylar da Moğolların eline geçmiş ve ilim ve edebiyatla uzaktan yakından ilgileri olmayan bu topluluk, İran’da var olan nitelikli şairlerin ya ölümlerine ya da varlıklarını sürdürebilmek için ülke dışına kaçmalarına sebebiyet vermiştir. Nizârî de böyle bir döneme şahit olduğu ve bu acıları yaşadığından olsa gerek, şiirlerinde aşktan çok toplumsal konulara değinmiştir. “Rûz ü Şeb”, Gece ve Gündüz –Gece’nin Nizârî’yi, Gündüz’ün dönemin İran şahını ya da Gece’nin Sünnîliği, Gündüz’ün ise Şîîliği temsil ettiğine dair görüşler mevcuttur.- arasındaki münakaşanın ele alındığı, 550 beyitten oluşan alegorik bir mesnevîdir. Eser, ilk olarak mesnevî geleneğinde alışılageldiği üzere tevhîd bölümüyle başlamakta ve ardından kronolojik bir sıra içinde peygamberler, sahip oldukları nitelikler ve yaşadıkları dönemler hakkında bilgi verilmekte ve dönemin İran şahı medhedilmektedir. Gece ve Gündüz arasındaki münakaşanın çeşitli benzetmeler, akıcı bir dil ve derin anlamlarla yoğrulup uzunca ele alınmasının ardından, toplumsal konular ve fikir hareketlerine de yer veren Nizârî, mesnevînin sonunda, Haydariliğin kurucusu olan Kutbeddin Haydar-i Zave hakkında bir öykü nakleder. Eser hakkında bilgilerin de yer aldığı bu bölüm, dönemin İran şahı Şemseddîn Ali’ye övgüler ve peygamberimize salâvat ile son bulur. v Bu çalışma özetle; XIII. ve XIV. yüzyıl İran edebiyatını, Nizârî’nin hayatı, edebi kişiliği ve eserlerini, ardından dönemin fikir hareketlerinden İsmâilîlik ve Nizarîliği, eseri incelerken kaynak aldığımız Nasrullah Pürcevâdî’nin değerlendirmelerini, eserin tertibi ve bölümlerinin ardından çevirisi, transkripsiyonlu metni ve sözlüğü kapsamakta, bunlara ek olarak tezin sonuna eserin orjinal metni, tezin oluşmasına katkı sağlayan kaynaklar ve önemli şahıs ve terimlerin yer aldığı dizin ve tezle ilgili fotoğraflar yer almaktadır. Bunlara kısaca değinecek olursak; giriş bölümü, XIII. ve XIV. yüzyıl İran edebiyatının toplumsal ve sosyal fikir hareketlerini kapsamaktadır. I. bölümde, bu dönemde yaşamış önemli şairlerden biri olan Nizârî’nin hayatı, edebi kişiliği ve eserleri yer almaktadır. II. bölümde, Nizârî’nin mensup olduğu öne sürülen İsmâilîlik ve Nizarîlik ve İran edebiyatıyla ilgili önemli çalışmaları bulunan ve Nizârî ile ilgili değerli fikirler öne süren Nasrullah Pürcevâdî’nin değerlendirmelerine yer verilmiştir. Ardından III. bölümde, mesnevînin konusu ile ilgili genel bilgilerin yer aldığı, eserin tertibi ve bölümleri ele alınmıştır. IV. bölümde, eserin beyitler halinde çevirisi, V. bölümde ise transkripsiyonlu metin ve ardından eserle ilgili hazırlanan sözlük eklenmiştir. Kaynaklar ve dizinin ardından tezin sonlarında yer alan “ekler” kısmı, eserin orijinal resimlerini ve bu çalışmayla ilgili fotoğrafları ihtiva etmektedir. Son olarak; değerli öğretileri, sınırsız hoşgörüsü ve yardımlarıyla her daim desteğini yanımda hissettiğim değerli hocam Sayın Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ’ye, tezin oluşumuyla ilgili verdiği emek ve değerli katkılarından dolayı Sayın Hasan BEDEL’e, teze konu olan Rûz ü Şeb mesnevîsini temin etmemde sağladığı yardımlardan dolayı sayın Prof. Dr. Mustafa ÇİÇEKLER’e ve Hamideh VALİPOUR’a, bu tezin her aşamasında gösterdikleri sonsuz sabır ve desteklerinden dolayı ailemin her bir üyesine ve en önemlisi de dünyadaki var oluşunun sonuna dek bana maddi ve manevi her türlü desteği sağlayan sevgili babam Ali YAMAN’a sonsuz saygı ve teşekkürlerimi sunarım. Bursa 2012 Zeliha YAMAN ALBAN vi İÇİNDEKİLER Sayfa No TEZ ONAY SAYFASI....................................................................................................... ..ii ÖZET............................................................................................................................ ...... .iii ABSTRACT.................................................................................................................... .... .iv ÖNSÖZ .................................................................................................................................v İÇİNDEKİLER................................................................................................................ ...vii KISALTMALAR............................................................................................................... . .ıx TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ............................................................................. ..... ..x GİRİŞ .......................................................................................................................... ....... ..1 I. BÖLÜM NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ A. Hayatı…………………………………………………………………………………...5 B. Edebi Kişiliği…………………………………………………………………………..10 C. Eserleri...……………………………………………………………………………….13 II. BÖLÜM NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ DÖNEMİ, TARTIŞMALAR, DEĞERLENDİRMELER A. İsmâilîlik ve Nizarîlik………………………………………………………………….14 B. Nasrullah Pürcevâdî’nin Rûz ü Şeb Mesnevîsi Hakkındaki Değerlendirmeleri………16 1. Rûz ü Şeb Mesnevîsi…………………………………………………………..16 2. Mesnevînin Özeti……………………………………………………………...17 3. Rûz ü Şeb’in yapısı…………………………………………………………….20 4. Münâzara Kelimesinin İncelenmesi…………………………………………...21 5. Nizârî’nin Övgüleri……………………………………………………………22 6. Mesnevîde Rumuz……………………………………………………………..24 7. Nizârî’nin Etkilendiği Şairler………………………………………………….26 8. İsmâilî’lik ve Nizârî............................................................................................28 vii III. BÖLÜM ESERİN TERTİBİ VE BÖLÜMLERİ A. Eserin Tertibi…………………………………………………………………………..32 B. Eserin Bölümleri…………………………………………………………………….....33 1. Giriş bölümü…………………………………………………………………...33 2. Konunun İşlendiği Bölüm……………………………………………………..36 3. Bitiş Bölümü…………………………………………………………………...45 IV. BÖLÜM RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİNİN ÇEVİRİSİ Rûz ü Şeb Mesnevîsinin Çevirisi………………………………………………………….53 V. BÖLÜM TRANSKRİPSİYONLU METİN Transkripsiyonlu Metin…………………………………………………………………..108 Sonuç…………………………………………………………………………………......160 Sözlük ……………………………………………………………………………………164 Kaynaklar………………………………………………………………………………...202 Dizin ……………………………………………………………………………………..205 EKLER A. Mesnevî-i Rûz ü Şeb………………………………………………………………....210 B. Fotoğraflar……………………………………………………………………............271 Özgeçmiş………………………………………………………………………………....277 viii KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale b. : Beyit Bkz. : Bakınız bsk. : Baskı c. : Cilt çev. : Çeviri D.İ.A. : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi EI : The Encyclopaedia of Islam H. : Hicri Hz. : Hazreti M. : Miladi md. : Madde ö. : Ölüm s. : Sayfa ss. : Sayfadan sayfaya s.a.v. : Sallallâhu aleyhi ve sellem Ş.M. : Şarkiyat Mecmuası ty. : Basım tarihi yok vb. : Ve benzeri vr. : Varak yy. : Yüzyıl y.y. : Basım yeri yok ix TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ ǿ ء Ā, ā ا Ŝ, ŝ ث Ĥ, ĥ ح Ħ, ħ خ Ź, ź ذ Ŧ, ŧ ط Ž, ž ظ Ǿ ع Ġ, ġ غ Ķ, ķ ق Ś, ś ص Ż, ż ض Ū, ū و Į, į ی x GİRİŞ VII/XIII. VE VIII/XIV. YÜZYIL İRAN EDEBİYATI VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyılda Farsça konuşan şairler oldukça çoktur. Bu dönemin şairlerinin aldıkları eğitim ve yaşadıkları muhitler henüz Moğol istilasından etkilenmediği için bu dönem şiir ve tasavvuf açısından bir hayli bereketliydi. Ama Moğol istilasıyla beraber eğitimli aileler ve şairler İran içi ve dışında Moğollardan âmânda kalmak için tasavvuf dergâhlarına sığınmışlardı. Son kısım şairler de İlhanlılar ve Timur Lenk döneminde yaşamış şairlerdir. Bunlar da genellikle Anadolu ve Hindistan topraklarında yaşamışlardır. 1 İlhanlılar döneminde İran içerisinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, hükümetin uyguladığı ağır vergi politikası ve ülke içi emniyetin oldukça zayıf olması farklı halk tabakalarının Anadolu’ya göç etmesine neden olmuştur. Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra Moğolların her şeyi yakıp, yıkması İran’ı yaşanılmaz bir yer haline getirmeye yetmişti. Türklerin kurduğu ilk devlet olan Büyük Selçuklu İmparatorluğunun 1157 yılında dağılması ile Anadolu merkez eyaletlerinde bulunan bölge sakinleri, büyük gruplar halinde Selçuklunun yavaş yavaş bozulmakta olan sınır boylarına kaymışlardır. Sınır bölgelerine göç eden gruplar yalnızca tasavvuf ve tarikat mensupları değil, Moğolların hiçbir surette itina etmedikleri bilim adamları, din âlimleri, edebiyatçılar da bu durumdan bir hayli mustarip olduklarından sınır bölgelerine kaymışlardır. Rumlu’nun kaleme aldığı “Abbasi Nazarında Dünya Tarihi” adlı kitapta şöyle geçer; “… İran’da birçok ilim ve irfan ehli, bilge, fakih, din âlimi ve edebiyatçı zorunlu olarak ya Anadolu topraklarına ya da Hint diyarına göç etmişlerdir. Bu göçler hatta Safevi İmparatoru I. Şah Abbas dönemine değin devam etmiştir. 2 O dönem şairlerinin hemen hemen bütün hepsinin divânları günümüze değin ulaşmıştır. Bunlardan başlıcaları; Mevlânâ, Sadî-i Şîrâzî, Kirmânî, Hâfız-i Şîrâzî, Nizâm-i İsfahani, Keykavûs-i Râzî, Emir Hüseynî, Hasan-i Dehlevî, İbn-i Yamîn, Selman Saveci, Arab Şah, Irakî, Emir Hüsrev-i Dehlevî, Kânî-i Tusi, Sultan Velet, Nizârî-i Kuhistânî, Alaad Dovle-i Simnânî, İmad Fakîh, Cihan Hatun olarak sayılabilir. 1 Tercüme, www.aftabir.com/literature/history/7h-8h_literature_poem2.php 2 Mehnaz Shayestefer, “Safevi Döneminde İran ve Osmanlı Toplumsal İlişkileri”, Misbah, sayı 1, yıl 1, İstanbul, 2012. 1 VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyılda Farsça şiirlerde henüz eski şairlerin üslup ve teknikleri terk edilmemişti. Bu olay yavaş yavaş ilerleyen yüzyıllarda vuku bulmuştur. Bu dönemde tasavvuf ve irfani şiirler, toplumsal meseleler ve ahlaki konularla iç içeydiler. Bunun en büyük nedenlerinden bir tanesi de VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyılda tasavvuf ve irfanın bir hayli revaçta olmasıydı. Öte yandan Attâr-i Nişâbûrî ve Sînâ’nın Fars edebiyatına kattıkları da azımsanamaz. Bu dönemin en büyük şairi de Rum diyarı mollası olarak adlandırılan ve irfani açıdan oldukça değerli bir esere sahip olan Mevlânâ Celaleddin-i Rumî sayılabilir. Bu dönemin diğer güzide eserleri arasında Sultan Velet’in Veletnâme ve Rubabnâme’si, Iraki’nin Uşşaknâme’si, Şeyh Mahmut-i Şebesteri’nin Gülşen-i Râz’ı, Avhad-i Merâki’nin Câm-i Câm’ı, Emir Hüsrev-i Dehlevî’nin Muttali’ul Envar’ı, Sadinâme veya Bostân adıyla meşhur Sadî-i Şirâzî’nin divânı sayılabilir. Bu dönemin İran kronolojisi, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın iki ciltlik Osmanlı Tarihi kitabında şöyle anlatılmıştır: “Fars edebiyatının durumu da bu dönemdeki diğer ilimler gibi önceki dönemle tamamen farklılık arz eder. Bu dönemi genel olarak edebiyat ve ilimlerin durumuna yakışmayan bir dönem saymak gerekir. Zira birincisi, bu dönem, içinde yaş ve kurunun birlikte yandığı kökten sarsıcı hücumlarla çağdaştı ve saldırgan Moğol ve Tatarların geçtikleri her yerden tabii olarak geriye yağmalanmış ve katliam görmüş bir avuç toprak kaldı. Ondan sonra da İran’da peş peşe devam eden inkılâplar ve iç savaşlar, Moğol hanlarının yerine geçenlerin iktidar arayışları buna eklendi ve baştan sona güvensiz, fakirlik ve tuzaklarla dolu bir dönem ortaya çıkardı ki tabii olarak ilim ve edebiyatla uğraşmaya yakışmazdı. İkinci de yaptıkları teşviklerle İran’da edebiyatın yükselmesinin ve pazarının revaç bulmasının sebebi olan saltanat ve hanedan sarayları ortadan kalktı, yerlerine oturan Moğol ve Tatarlar ne ilim ve edebiyatın alıcısıydılar ne de İranlılar gibi zevk letafetine ve yaşam inceliğine sahiptiler. Ne onlarla İranlılar arasında soy ve dil yakınlığı vardı ne de dinî inanç, gelenek ve yaşam şekilleri açısından birbirlerine yakındılar. Bu nedenle de İranlıların maddî ve manevi iyi hallerine duyarlılık ve yakınlık duymaları beklenemezdi. Üçüncüsü, VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyılların yağmalanmış halkı üzerine çöreklenmiş olan vahşet verici fakirlik ve perişanlık zevke ve sanata dair işlerle uğraşmayı zorlaştırmaktaydı. Dördüncüsü, Moğolların ve İlhanlı hükümetlerinin hücumları ve onlardan sonra gelen peş peşe inkılâplarla İran’ın Moğol istilasından önceki Harezm, Maveraunnehir, Horasan gibi medeniyet ve kültür merkezleri ve bu merkezlerde bulunan 2 kütüphane, medrese ve mescitler yerle bir oldu. Büyük müderrisler, âlimler, edebiyatçılar ve arifler ya öldürüldü ya da darmadağın oldular. Şair ve edebiyatçıların edebiyat kitaplarının ve şiir defterlerinin birçoğu Harezm, Maveraunnehir ve Horasan viraneleri altında ebediyete kadar gömüldüler. Genelde edebiyat pazarının kesata uğraması, âlimlerin ve eserlerinin azalması açısından büyük bir illet ortaya çıkardı. Beşincisi de bu zikredilenler Moğol sonrası İran’ın Moğollardan önceki İran’la bağlantı kökünün tamamıyla kesilmesine sebep olması ve bunun sonucu olarak da edebî dilin bozulması ve milli ve ilmî geleneklerin unutulmuşluğa terk edilmesiydi. Ancak bu olumsuz ve yıkıcı etkenlerin yanında İran kültürünün ve Fars dilinin etkili olduğu toprakların köşe ve kenarında olumlu sebepler de göze çarpıyordu ki VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyıllardaki âlim ve ediplerin dikkate değer bir kesimin varlığına söz konusu olabiliyordu. Bu sebepler şöyle sıralanabilir: 1- Moğol saldırıları zamanında yani VII/XIII. yüzyılın başlarında İslâmî İran medeniyeti İran’ın doğusunda ve merkezinde yükselişinin en üst derecesine ulaşmıştı. Âlim, edip ve ariflerden oluşan büyük bir kesim, Moğolların amansız saldırıları sırasında ortadan kalktıysa da onlardan az bir kısmı ya komşu ülkelere kaçıp o bölgelerdeki emirlerin koruması altında işlerine devam etmişler ya da İran’ın içinde bir şekilde Moğol saldırılarından canlarını kurtarabilmiş ve memleketin köşe ve kenar yerlerine sığınmışlardı. Nitekim VII/XIII. yüzyılın birinci derece yazar, şair ve âlimlerin tümü bu gruptandır. 2- Bu büyüklerin eli altında bir grup âlim ve edebiyatçı eğitim gördü ki bunlar VII/XIII. yüzyılın sonlarında ve VIII/XIV. yüzyılın başlarında yaşadılar. Onlara ait çok değerli eserler elde mevcuttur. 3- Moğol saldırıları ve etkileri her büyük toplumsal değişimde olduğu gibi sonuçlarını bir anda göstermedi. Aksine bu saldırının etkilerini İran’da ilim ve edebiyatın çöküş dönemi olan VIII/XIV. yüzyıldan sonrasında aramak gerekir. 4- Moğol dönemindeki İran ve İran dışındaki kültür sığınakları ve “İlhânlılar ve Timurlular arası Yapılar” adıyla zikrettiğimiz İran imarı merkezleri VII/XIII. yüzyılın bir grup ilim, edebiyat ve siyaset büyüklerini veya onların çocuklarını ve öğrencilerini içinde barındırdı. Kılıçtan kurtulmuş âlim ve edebiyatçıların ünlü eserlerini ortaya çıkardıkları yerler de buralardı. 5- VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyıllardan sonra artık İran Moğol saldırıları benzeri kökten sarsıcı ve yıkıcı saldırılarla karşılaşmadığı için bu iki yüzyılda veya ondan sonra 3 meydana gelen eser ve teliflerin hemen hemen tümü yerinde kaldı. Bunun da gerçeği arayan bir kimseyi, bu iki yüzyılın eserlerin ortaya çıkması, âlim ve ediplerin yetişmesi için iyi bir devre olduğu şeklindeki bir yanılgıya düşürebilmesi mümkündür. Bu zikredilene göre, Moğol saldırısının İran medeniyet ve kültüründe, buna eşdeğer olarak da Fars edebiyatında, hızlı bir çöküşe sebep olduğu gerçeği kaçınılmazdır. Bunun sonuçları VIII/XIV. yüzyılın ortalarından itibaren İran’ın medeniyet ve kültür tarihinde açık bir şekilde göze çarpmaktadır”. 3 3 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, c.1, Ankara, 1998. 4 I. BÖLÜM NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ A. HAYATI Hakîm Sa'düddîn b. Şemsiddîn b. Muhammed Nizârî-i Kuhistânî, Moğollar devri İran edebiyatının en büyük şairlerinden biri olmasına rağmen, hakkında günümüze ulaşan çok az bilgi mevcuttur. Bunun en önemli nedenlerinden birisinin, mensubu olduğu İsmâilî mezhebinden kaynaklandığı düşünülmektedir. İsmâilîye mezhebine mensup olmasının, eserlerinin devrinde ve daha sonraları rağbet görmemesine ve dolayısıyla tezkirecilerin, birbirlerinden aşağı yukarı aynen nakletmek suretiyle, hakkında kısa, kifayetsiz ve hatta esassız malumat vermelerine sebep olduğu düşünülebilir.1 Bu sebeple onun hakkındaki en doğru bilgiye sadece kendi eserlerinden ulaşmak mümkündür. Nizârî, İran’ın Kuhistan bölgesinde Bircend şehri yakınlarındaki Tun2 kasabasında dünyaya gelmiştir ve kendisi de bu bilgiyi “Desturnâme” adlı mesnevîsinde kesin olarak doğrulamaktadır. Buna rağmen, onun yaşamının ilk yılları ve akademik kariyeri ile ilgili günümüzde çok az bilgi mevcuttur. Çeşitli kaynaklarda 645/1247-8 yılında doğduğu bilgisi yer alsa da, doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye rastlanmamaktadır. Y. Bertels, 1926’da şairin Desturnâme’sini Rusçaya tercüme edip, yayınladığında Nizârî’nin doğum tarihi olarak “Münâzara-i Rûz ü Şeb” adlı mesnevîsindeki tarihi bir kaydı tespit etmiştir ki, o da şöyledir:3 ھم گرانی بود پس از پنجاه درھم آمیختن سفید و سیاه4 1 Orhan Bilgin, “Nizârî Hayatı ve Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, sayı VIII, İstanbul, 1972, s. 49. 2 Rıza Kurtuluş, “Nizârî-i Kuhistânî”, D.İ.A., c. 33, İstanbul, 2007, s. 199. 3 Bilgin, a.g.m., s. 49. 4 “Münâzara-i Rûz ü Şeb”, b. 494. 5 نو بھاری بھ ماه نیسانی نظم کردم جمادی الثانی5 جشن نوروز برمبارک فال تسع و تسعین و ستمایھ ز سال6 Yukarıda yer alan beyitlere bakıldığında net bir bilgiye ulaşmak mümkün olmasa da Munâzara-i Rûz ü Şeb adlı mesnevîsini kaleme aldığında elli yaşını aşkın olması ve Edebnâme mesnevîsini 695/1296 yılında elli yaşında yazdığının bilinmesi7 h. 645- 650/1247-1252 yılları arasında, hatta tam olarak 645/1247-8 yılında doğmuş olduğunu doğrulamaktadır. Şairin ve babasının ismi birçok eserde yanlış tespit edilmiş ve tekrarlanmıştır. Mesela, A. Sprenger, Takî Kâsî’nin tezkeresine istinaden, şairin ismini Nasîm al-Dîn b. Cemâl al-Dîn, H. Ethe, Riue, İsmâilîye mütehassısı W. Ivanow, ve bunların eserlerinden istifade eden hocamız A. Ateş, Na’îm al-Dîn b. Camâl al-Dîn olarak kaydetmektedir. İran’da ise Sa’d al-Dîn Nîzârî olarak bilinmektedir. Her halde ilk defa şairin isim ve künyesini doğru olarak, Külliyat’ındaki bir kaydı (vr. 292b) görüp tespit eden G. Baradin olmuştur ki, Rypka mezkûr eserinde bunu zikreder. Bu kayıt da şöyledir: شمس الدین ابن محمد پدرم تاب ثراه یاد میدارم از او گفت کھ در عھد شباب Onun, şiirlerinde “Nizârî” mahlasını kullanması iki farklı şekilde yorumlanabilir. Bunlardan ilki V./XI. yüzyılda İranlı İsmâilîlerin yaygın olarak bağlı oldukları Fatımîliğin Nizarî koluna bağlılıklarından kaynaklanmış bir isim olabilir ki, o aynı zamanda İsmâilî misyonerliği ile de tanınmaktadır. Hazret-i İmam Şah Nizâr’a duyduğu hayranlığın yanı sıra Şah İmami Nizarî tarikatına açıkça gösterdiği bağlılık da onun bu ismi almasında oldukça önemli rol oynadığını göstermektedir. İkincisi ise şairin fiziki görünüşüyle açıklanabilir. Öyle ki Nizârî’nin bu mahlası “nizâr” kelimesi Farsçada “zayıf, sıska, 5 “Münâzara-i Rûz ü Şeb”, b. 535. 6 “Münâzara-i Rûz ü Şeb”, b. 536. 7 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199. 6 çelimsiz” manasına gelmesi8 sebebiyle özellikle tercih ettiği düşünülebilir. Mesela Devletşâh her iki görüşü ifade ettikten sonra “birinci görüş akla daha yatkındır” demektedir. Nizârî fikir ve kana’tleri yönünden her ne kadar İsmâilîye mezhebine bağlı idiyse de bu, onun kendisinden en az üç asır önce yaşamış Fatimî halifesi mensubiyetini gerektirmez. Herhalde bu fikri ileri sürenler, İran İsmâilîlerinin ekseriyet itibariyle mezkûr halifeye bağlılıklarını göz önüne alarak böyle bir neticeye varmışlardır. Şair “Nizârî” mahlasının memduhu olan Kart şahlarından Şams al-Dîn b. Muhammad tarafından verildiğini ifade ediyorsa da, eserlerinde nizâr kelimesini daima zayıf, sıska, çelimsiz anlamında kullanmaktadır. Yalnız Âyati her iki ihtimali de reddederek, onun “Nizârî” nisbesini, hocalarından Sayyid Abu’l-Hamd Mahdî b. Nizâr’a intisibı ile aldığını ileri sürer.9 İran’ın Kuhistan bölgesindeki Bircend şehrinden olduğu için o aynı zamanda Bircendli ya da Kuhistanlı olarak da tanınmaktadır. Babasının, Kuhistan’ın büyük mülk sahiplerinden olduğu bilinmektedir. Bu bilgi göz önüne alındığında Nizârî’nin varlıklı bir aileden geldiği söylenebilir. Ancak Moğol istilası sonrasında devletin yüklediği ağır vergiler yüzünden herkes gibi onun ailesinin de durumu giderek kötüleşmiştir. Nizârî’nin, Herat’ta kurulan Kart emirliğinin hizmetine girmesinin ardından eski itibarlarını geri kazanmışlardır. Nizârî, ilk eğitimini şair olan babasından almıştır. Sonrasında döneminin büyük âlimlerinden neredeyse bütün ilimlerle ilgili ders aldığı bilinmektedir ki, bu da onun bilgi ufkunun ne kadar geniş olduğunu gösterir. Bu birikim şiirlerine de çok net bir şekilde yansımaktadır. Öyle ki onun şiirleri başta kolay görünse de, içinde anlaşılması güç, derin anlamlar barındırır. Şiirlerinde Eflâtun, Aristo, İbn Sînâ ve Nasîrüddîn-i Tûsî gibi filozoflardan bahsetmesi felsefe, Hallâc- ı Mansûr ve Bâyezîd-i Bistâmî’yi zikretmesi de tasavvufa olan ilgisini ortaya koymaktadır. Arapça’nın yanında Türkçe de bilen Nizârî genç yaşta şiir söylemeye başlamış, Kart’lardan I. Şemseddin zamanında (1245-1278) saraya intisap ederek divânda görev almıştır. Şiirlerinde Firdevsî, Unsûrî, Senâî, Enverî gibi şairlerden bahsetmişse de en çok Hayyâm’ın etkisinde kalmıştır; Sadî-i Şîrâzî ile de görüşmüştür. Kendisinden etkilenenler arasında Kâsım-ı Envâr ve Ni’metullah-ı Velî anılabilir.10 8 Bilgin, a.g.m., s. 51. 9 Bilgin, a.g.m., s. 51. 10 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199. 7 Moğolların İran’ı istilası ve İsmâilîlere uyguladığı acımasız tutum Alamut’un küçük fakat etkili İsmâilî teokrasisini sona erdirmiştir. Moğolların ve yobaz halkın acımasız zulmünden kaçmak için Hazret-i İmam Ruknettin Hayr Şah’tan sonraki imamlar ve yandaşları dağılarak saklanmak zorunda kalmışlardır. Hazret-i İmam Şemsuddin Muhammed ve onun halefleri kendi kimliklerini sanatkâr ve tüccar kılığında gizlemek zorunda kalmışlardır. Benzer biçimde, İsmâilî Misyonerler kendi misyonerlik hareketlerini gizlice sürdürmüşlerdir. Bu süre boyunca Mistisizm (Sofizm) geniş bir halk kitlesine yayılmış ve İsmâilî Misyonerler, bu durumdan faydalanarak Mistik (Sofistik) terimleri İsmâilî Nizarî öğretisini yaymak adına araç olarak kullanmışlardır. Nizârî, bu görüşü oldukça benimseyip bu konudaki köklü inancını başarıyla açıklayıp yaymıştır. O, sahip olduğu bu inanç ve görüşlerinden dolayı her zaman sünnî muhaliflerin hedefi olmuştur. Hicri 678/1279-80 yılında hayatının iki yıllık süresini (678-679) içeren “Sefernâme”sinde kendisini çekemeyenler yüzünden seyahate çıkma mecburiyetinde kaldığını söylemektedir.11 Seyahati esnasında İsfahan, Tebriz, Gürcistan, Derbend, Errân ve Bakü’ye uğradı. Buralarda aralarında Vezir Şemseddin el-Cüveynî’nin bulunduğu birçok devlet adamı, âlim ve şairle görüştü.12 Nizârî, ömrünün sonuna kadar başta Kart emirleri olmak üzere birçok emir, vali ve vezire kasideler takdim etmiştir. Şairimizin esas hedefi Kart emirleri sarayında kalmak ve bu emirlere kaside sunmak suretiyle geçimini temin etmekti. Fakat her defasında kendisini çekemeyenlerin memduhuna şikâyeti neticesiyle saraydan ayrılmak ve başka Memduh aramak ve bulmak ihtiyacı duyuyordu. Her ayrılışını hüzün ve elemli bir tarzda dile getiren şair, itikat ve fikirleri sebebiyle kendini memduhuna şikâyet edenleri dinsizlik ve samimiyetsizlikle itham etmektedir.13 Nizârî’nin Nusret, Şahinşah ve Muhammed adında üç erkek evladı olduğu biliniyor. Edinilen kaynaklardan büyük oğlu Muhammed’in, babası gibi edebiyat ve şiir ile uğraşmış, fakat genç yaşta yaşamını yitirmiş olduğu bilgisine varılmaktadır. Nizârî, çocukları ile ilgili şiirlerinde (ki burada cennete olan inancını da görmekteyiz) böyle söylemiştir: 11 Bilgin, a.g.m., s. 53. 12 Bilgin, a.g.m., s. 53. 13 Bilgin, a.g.m., s. 53. 8 مرا فضل بخشنده دین و داد دو فرزانھ فرزند شایستھ داد شھنشاه و نصرت بھ بخت جوان گر امی دو شایستھ مھربان سھ بودند از ایشان یکی از قضا ز دار الفنا شد بھ دار البقا خداونت بر رفتھ رحمت کناد بھ فردوس اعالش ماوادھاد14 Yalnız Nizârî’nin meşhur seyahati sırasında bekâr olması gerekmektedir. Öyle ki; مھر فرزند و ھوای زن کجا ما از کجا ما ھم از فرزند آزاد و ھم از زن فارغی diyerek yalnızlığını dile getirir.15 Son dönemlerinde aşırı İsmâilî inançlarından vazgeçip daha mutedil bir yol tercih ettiği ve eski görüşlerinin çoğunu terk ettiği söylenir. Hayatının sonuna doğru ziraat işleriyle uğraşmak üzere inzivaya çekilen Nizârî, 720/1320 yılında Bircend’de vefat etti.16 Bircend’de bulunan türbesinin yanına -Nizârî’nin anısına- kütüphane ve kültürevi yapılarak sevenlerinin hizmetine sunulmuştur. B. EDEBİ KİŞİLİĞİ Nizârî’nin edebi kişiliğini incelemeye başlamadan önce, yaşadığı dönemin siyasi ve edebi hareketlerini göz önünde bulundurmamız, o dönemin, Nizârî üzerinde ne gibi etkiler 14 http:// hakimnezari.persianblog.com “Tanrım bana sonsuz rahmeti ile İki değerli evlat nasip etti Genç bahtlı Şahinşah ve Nusret Değerli ve şefkatli iki evlat Üçtü bunlar fakat birisi kader Fani dünyadan baki dünyaya göç etti Allah vefat edene rahmet eylesin Onu kendi cennetinde yuvalandırsın.” 15 Bilgin, a.g.m., s. 55. 16 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199. 9 bıraktığını ortaya koymaya yardımcı olacaktır. Böylelikle onun sosyal ve edebi kişiliğinin daha doğru bir şekilde anlaşılacağına inanıyorum. VII/XIII. yüzyılın başlarında Fars dili, güçlü bir yapıya kavuşmuştu. Bu dönemin önemli şair ve yazarları, ya Moğol saldırıları sırasında yaşamışlardı ya da VII/XIII. yüzyılın ilk yıllarında yeni yetişen ve İran’da İlhanlılar Devleti’nin kurulduğu dönemlerde yeni yeni tanınmaya başlayan şahsiyetlerdi. Bu yüzden bu dönemde kullanılan edebi dilde, olumsuz unsurlar daha az görülmektedir. Moğol saldırıları yüzünden dağılmış olan saraylarda yaşayan şair ve ediplerin hamilerinin azalması, bilim adamlarının yanı sıra edebiyatla uğraşan kesimlerin hükümet merkezlerinden uzaklaşarak etrafa dağılmaları, şiir ve şairliğin artık halkın malı olmasına yol açtı. İlim ve edebiyat merkezlerinin İran’ın Horasan gibi bölgelerinde birer birer düşmesi ile birlikte bilimsel faaliyetler, İran içinde ve dışında başka bölgelere nakledilmeye başlandı. Bu gelişmeler sonucunda yeni bir edebi akım ortaya çıktı; İran’ın batı ve orta bölgelerindeki lehçeler, edebi dili etkilerken Derî dilinin birtakım özellikleri terk edilmeye başlandı. Bu da VII/XIII. yüzyıldaki Farsça edebi eserlerde tarz değişikliklerine yol açtı. Arapçanın Farsça üzerindeki etkisi açısından bakıldığında, bu dönem bir önceki dönemin devamı olarak kabul edilebilir. VI/XII. yüzyılın ikinci yarısı ile VII/XIII. yüzyılın ilk yarısı, Arapçanın Farsçayı çok yoğun boyutlarda etkilediği bir devredir. Öyle ki, bu devrede kaleme alınmış eserlerin önemli bir bölümünde, neredeyse bütün terkipler, Arapça olduğu gibi, kelimelerin yarıya yakını da Arapçadır. Moğol saldırılarından kaçan bilginler, siyaset adamları ve edebiyatçılardan oluşan İran halkının çeşitli tabakalarından insanlar, Hindistan’ı yeni bir Farsça ocağı ve İran kültürü merkezi haline getirdiler. Bu dönemde Selçukluların yönetimindeki Anadolu da, İranlı edebiyatçıların, tasavvuf büyüklerinin, siyaset adamları ve din bilginlerinin diğer bir sığınağı niteliğini kazanmıştı. Selçuklulardan sonra yönetime gelen Osmanlılar, bu dile ve edebiyatına çok önem vererek Farsçayı saray dili ve edebi dil haline getirdiler. Osmanlıların fetihleriyle birlikte kıtadan kıtaya açılmaları, Farsçanın da geniş bölgelere yayılma imkânı bulmasına neden oldu. Osmanlı sultanları, daha devletlerini kurdukları günden başlayarak Fars dili ve edebiyatına özel ilgi duymuş, özellikle de tasavvuf çevrelerinde Farsça hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. Osmanlı topraklarında, özellikle Mevlâna Celâleddîn’in Mesnevî’si, Sadî-i Şirâzî’nin Bostân ve Gülistân’ı, Hâfız-ı Şîrâzî’nin Divân’ı ile diğer büyük edebiyatçıların eserleri elden ele dolaşmaktaydı. Osmanlı sultanlarının bizzat 10 kaleme aldıkları Farsça divânlar, birtakım vesilelerle yazdıkları özel mektuplarla özel mesajlar, saraylarında görevli Farsça yazan kâtipler, Selçukluların sadece devlet yönetimi açısından Selçukluların varisleri olmayıp aynı zamanda Fars dili ve edebiyatının gelişmesi konusunda da onların başlattığı çalışmaları devam ettirdiğini göstermektedir. IX/XV. ve X/XVI. yüzyıllarda da Farsça, Moğollar döneminde olduğu gibi gelişmesini sürdürerek geniş kitlelere ulaştı.17 Bu bilgiler ışığında Nizârî’nin edebi yönünü incelemeye başlayabiliriz. O, öncelikle Moğol istilasının yıkımlarını ailesiyle birlikte derinden yaşamış biridir. Bu yıkım onun hayatını etkilediği gibi yaşadığı ıstıraplar, onun şiirlerine de yansıyıp edebi kişiliğine yön vermiştir. Daima nefsi ve dünyevi arzular peşinde koştuğu anlaşılan, aynı zulüm ve kıtali gören büyük mutasavvıf şair Mevlânâ’nın sahip olduğu tasavvufi ruh ve gönülden mahrum bulunan Nizârî’nin etrafında olup bitenlere bigâne kalması mümkün değildi. Bu sebepledir ki, bilhassa gazellerinde, muasırlarının ve daha önceki şairlerin hilafına, içtimaî hadiseleri dile getirmiştir. Kana’timizce o, gazel tarzında bu hususta en iyi şekilde istifade edenlerden biridir. Şiirleri ilk bakışta her ne kadar sade ve basit gözükürse de aslında geniş bir tahayyül ve kültürün neticesidir. Bu sebeple bunlar, ilk bakışta görüldükleri kadar basit ve kolay değildir. Onun şiirleri, üzerinde düşündükçe mana kazanır. Bu keyfiyet bilhassa gazellerinde bariz bir şekilde göze çarpmaktadır. Şair, sanatı ve akidesi için ehemmiyet verdiği bir kelimeyi veya terkibi seçer ve onu nazmına o kadar ustaca yerleştirir ki, ilk bakışta bunu anlamak imkânsız gibidir. Arapça terkip ve kelimeler yanında bazen Türkçe ve Moğolca siyasi ve iktisadi ıstılahlar da kullanmaktadır. Bu tarzda Türkçe ve Moğolca ıstılahları kullanması, özellikle mesnevîlerinde, zihaf ve imale gibi vezin aksaklıklarına sebep olmaktadır. Tun mahalli şivesiyle de birkaç beyit söylemiştir. Nizârî edebi kudretini şüphesiz gazellerinde göstermiştir. Memduhu olan emir ve padişahların saraylarında gazellerinin beslenerek zevk ve iştiyakla okunduğunu iftiharla söyler: از غزلھای نزاری زھره بربط نواز از پی بزم تو تصنیف فراوان ساختھ 17 Nimet Yıldırım, İran Edebiyatı (Başlangıçtan İslamiyete Kadar), Pinhan Yayıncılık, 1. bsk., İstanbul, 2012, ss. 129-131 11 Bu bakımdan İran Edebiyatının meşhur gazel üstadı Hâfız-ı Şîrazî’ye müessir olduğu söylenmekte ise de, bilhassa Kâsım-ı Envâr ve Şah Ni’metullah’ı Velî’ye bu vadide önderlik etmiştir. Ruh, mizaç ve dini akideleri icabı Nizârî’nin kasideleri gazellerine nispetle çok sunidir; bunlar hiçbir zaman kendinden önceki Unsurî, Farruhî, Hâkânî, Anvârî gibi büyük kaside üstatlarının eserleriyle kıyas edilemez. Nizârî, edebi kudretini gazellerinin yanında kıt’a, terkib-i bend, terci-i bend ve rubailerinde göstermiştir. Fikren olduğu gibi, rubai nevinde de Hayyâm’ın tesirinde kalmış olması kuvvetle muhtemeldir. Kemiyet itibariyle eserlerinin yarıdan çoğunu teşkil eden mesnevîlerinde (sadece Ezher ü Müzhir on bin beyitten fazla) Attâr, Mevlânâ ve Nizâmî’ninkilerde olduğu gibi tatlılık ve selaset yoktur. Hâlbuki bilhassa Senâî, Attâr, Mevlânâ ve Nizâmî’ye olan hayranlığını ve onlara benzeme arzusunu eserinde izhar etmektedir. Mesnevîlerinden bilhassa Destûrnâme’nin daha sonraları büyük bir rağbet gördüğü söylenir. Nitekim nüshalarının, diğer eserlerine nispetle daha fazla ve yaygın olması bu rağbetin delili sayılabilir. Bazı lügat kitaplarına göre, eski İran hükümdarları hakkında mesnevî şeklinde manzum bir tarih yazdığı da rivayet ediliyorsa da, külliyatında böyle bir manzum tarih mevcut değildir. Şiirlerinde ziraat ve ziraatla uğraşanlara ayrı bir alaka ve sempati göstermektedir. Zamanına kadar hiçbir şairde rastlanmayan bu hususiyetiyle Nizârî, kendinden az sonra gelen meşhur şair İbn Yamîn üzerinde mühim tesir icra etmiş olmalıdır.18 Nizârî hakkında son olarak özetle şunlar söylenebilir: Nizârî, VII/XIII. yüzyıl İran edebiyatının önemli şairlerinden biridir. O, sahip olduğu etkili üslup ve değerli eserlerine rağmen günümüzde fazla tanınmamaktadır. Bunun en önemli sebeplerden biri, İsmâilî bir şair olarak kabul edilmesidir. Ancak İsmâilî olup olmadığı hakkında çelişkiler mevcut olmakla birlikte, net bir bilgiye ulaşmak mümkün değildir. O, yaşadığı devrin siyasi ve ekonomik koşulları altında, içinde derin anlamlar ve geniş tahayyüller barındıran eserler ortaya koymasına rağmen ne kendisi ne de eserleri -yaşadığı dönemin siyasi ideolojisi altında ezilip- ne yazık ki hak ettiği değere ulaşamamıştır. 18 Bilgin, a.g.m., ss. 55-57. 12 C. ESERLERİ Hicri VII./XIII. ve VIII./XIV. yüzyıl başlarında Bircend’in tanışmış şairi olan Hakîm Sadeddin Nizârî-i Kuhistânî (H. 645-720, M. 1247-8/1320), çeşitli uzunluklarda beş mesnevi kaleme almıştır. Bunlar özetle şu şekilde sıralanabilir: 1. Sefernâme: Şairin kronolojik açıdan ilk mesnevîsidir. Bu eser 1200 beyit civarında olmakla birlikte, bu mesnevînin konusunu, şairin 678-679/1279-1280 yılları arasında İsfahan, Tebriz ve Bakü gibi muhtelif şehirlere yaptığı sefer oluşturmaktadır. Nadya Ebû Cemâl bu mesnevîyi düzenleyip doktora tezi olarak New York Üniversitesi’ne sunmuştur (Lewisohn, s. 250, md. 84). Ondan sonra Orhan Bilgin de 1975 yılında, onun bir bölümünü İstanbul Üniversitesi’nde Ahmet Ateş danışmanlığında yürütülen doktora tezinde yayınlamıştır. 2. Edebnâme: Nizârî’nin ikinci mesnevîsi olan bu eser 695/1295-6 yılında, mütekarib bahrinde yazılmış olup, Şemseddîn Ali Şah için kaleme alınmıştır. 3. Münâzara-i Rûz ü Şeb: Nizârî’nin üçüncü mesnevîsidir. 550 beyitten oluşan (benim çalışmamda 546’sı mevcuttur) bu mesnevîde, Gece ve Gündüz arasındaki çatışma alegorik tarzda etkileyici bir şekilde işlenmiştir. 4. Esher ü Müzhir: 700/1300 yılında, Attâr’ın Hüsrevnâme’si vezninde yazılmış olan bu eser, şairin dördüncü ve en uzun mesnevîsidir. 5. Destûrnâme: 576 beyitten oluşan bu çalışma beşinci ve son mesnevîdir. İlk olarak Evgenii Eduardoviç Berthels tarafından Rusça’ya çevrilerek 1926 yılında Leningrad’da basılmıştır. Ardından Müzâhir Musaffâ, bir kez daha, hat nüshalarından faydalanarak metni neşredip, Nizârî Divânı’nın mukaddimesi (c.1, s. 259-299) ne ekleyerek yayınlamıştır.19 6. Diğerleri: Günümüze ulaşan divân külliyatında bu mesnevîlerin yanı sıra kaside, gazel, kıta, terkib-i bend, terci-i bend ve rubâîler de mevcuttur. Beyit sayısı 20.000’i geçen külliyatının en geniş nüshası Saint Petersburg Devlet Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Münzevî, III 1895). Divânı, Müzâhir Musaffâ tarafından neşredilmiştir (Tahran 1371-1373h./1992-1994).20 19 Nasrullah Pürcevâdî, Mesnevî-i Rûz ü Şeb, Neşr-i Ney, Tahran, 1375, ss. 7-8. 20 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199. 13 II. BÖLÜM NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ DÖNEMİ, TARTIŞMALAR, DEĞERLENDİRMELER A. İSMÂİLÎLİK VE NİZARÎLİK İsmâilîlik, İmam Cafer el-Sâdık’ın ölümünden sonra, yeni imamın, Cafer’in hangi oğlu olacağı üzerine çıkan tartışmalar sonucunda gelişen bölünme sonucu doğmuştu. Bu bölünme sonucu, bir grup İsmail b. Cafer’i, bir grup da Musa b. Cafer’i tutmuş; daha sonraki yüzyıllarda da İsmail’i seçenler İsmâilîler, Musa’yı seçenler On İki İmamcılar olarak adlandırılmışlardı. On İki İmamcılık, Bağdat’taki Sünnî otoriteyle barışık ve kentli bir görünüm arz ederken, İsmâilîlik daha çok kırsalda ve kentli hoşnutsuzlar arasında yayılmıştı. İsmâilîliğin tarih sahnesine en somut biçimde çıkışı, ilk olarak Karmatî hareketiyle olmuş, bu hareketin bir uzantısı olarak doğan Fatimî devletiyle ise zirveye ulaşmıştı. Fatimî Halifesi el-Mustansır’ın ölümü üzerine İsmâilîliğin, Musta’lîlik ve Nizarîlik olarak ikiye ayrılmasından sonra, Nizarîlik, Fatimî yönetiminden koparak İran’da Hasan-ı Sabbah’ın önderliğinde kendi bağımsız Nizarî örgütlenmesini kurmuştu. Bu arada, Mısır’daki Fatimî devletinde yeni bir bölünme daha yaşanmış ve Musta’lîlik, Tayyibîlik ve Hâfızîlik olarak bölünmüştü. Önce Eyyübî hanedanı tarafından 1171 yılında Fatimî devletinin, yaklaşık bir yüzyıl sonra da 1256 yılında Moğollar tarafından Nizarî devletinin sonu gelecekti. Nizarî İsmâilîliği bu tariften sonra İran’da tasavvuf kisvesi altında varlığını devam ettirirken, İran dışındaki Nizarî İsmâilîleri ve Fatimîlerden kopan Tayyabî İsmâilîleri, Yemen ve Hindistan’da kendi yerel ruhanî yöneticilerinin liderliğinde varlıklarını devam ettireceklerdi. Alamut’un düşüşü sonrası imamlarından yoksun kalan Nizarîler için tasavvuf çevreleri, gerek dönem coğrafyasının dinî-sosyal yapısından, gerek Nizarîlerin inanç ve doktrinlerinden dolayı Nizarîler için oldukça uygun bir sığınaktı. Nizarî İsmâilîliğin, tasavvuftaki mürid-şeyh ilişkisine benzer hiyerarşik yapısı, bir tarikatınki gibi dış dünyaya kapalı oluşu sayesinde, herhangi bir tasavvuf akımından pek de ayırt edilemeyecek özelliklere sahipti. 14 Bu yapısal ve doktrinsel benzerlik, bu akımların, doğrudan ya da dolaylı olarak İsmâilî doktrininden etkilenmeleriyle sonuçlandı. Bu doktrin, İslâm öncesi birçok unsuru bünyesinde taşıyan, ama İslâmî bir tarzla yeniden yorumlanan yarı mistik-yarı felsefi bir doktrindi. Mistik yanını, -eski Orta Doğulu inanç sistemlerinde bulunan- kurtarıcının yeniden dünyaya geleceğine dair gnostik gizemciliğinden, felsefi yanını ise eski Yunan düşüncesinden kaynaklanan Platon, Aristo ve Platinus gibi filozofların düşüncelerinden alıyordu. Bu iki düşüncenin yarı tasavvufi bir tarzla yeniden yorumlanışı olan Yeni- Eflâtuncu düşüncenin, Fatimî dönemi İslâm filozofları tarafından yeniden şekillendirilmesi ise İsmâilî doktrininin klasik çizgisini oluşturmuştu. İşin bu kısmı, daha çok felsefe ve teolojiyle ilgilenen İsmâilî entelektüel eliti için önemliydi. Bunun yanı sıra işin bir başka tarafı da İsmâilîliğin bir de ihtilalci bir yanının olmasıydı ki, bu da en çok kırsaldaki insanları, kentlerin ezilmiş insanlarını kendine çekiyordu. Bu kitle, fırsat bulduğu her durumda Ortodoks Sünnî yönetime başkaldırıyordu. Karmatîlerin Abbasîlere karşı isyanı ya da Nizarîlerin Selçuklulara karşı isyanı, bunlara örnek verilebilir. Alamut sonrası Nizarî İsmâilîliğinin tasavvufla ilişkisini, Alamut’un düşüşü sonrası, İran’da oraya buraya dağılan Nizarîlerin, çevrelerindeki heterodoks gruplarla olan iç içeliğinden de anlıyoruz. Özellikle Hurûfîliğin bu tarikatlar içinde önemli bir yeri vardır. Hurûfîlik, önceleri daha çok harflere ezoterik anlamlar yükleme eğilimi olarak değerlendirilirken, Fazlullah-ı Esterabadî’nin kişiliğinde XVI. yüzyılın ikinci yarısında tarikat haline gelmiştir. Hurûfîliğin asıl önemi de bundan sonra kendini göstermişti. Bu da Hurûfîliğin panteist bir tanrısallık iddiası gütmesidir ki, bu iddia, İsmâilîlikte de önemli ölçüde yer alan çevrimsel tarih, tenasüh ve hulûl gibi inançları bünyesinde taşımaktaydı. Hurûfîlik, aynı zamanda, Moğol istilaları sonrası İran’da ve Anadolu’da görülen hemen her tasavvufi zümreyi bir şekilde etkisi altına almıştı. Bu da, İsmâilîliğin, doğrudan olmasa da dolaylı olarak, özellikle de Hurûfîlik kanalıyla, dönemin çeşitli tarikat ve zümrelerine nüfuz ettiği gerçeğini göz önüne sermektedir. Son olarak şu net bir şekilde söylenebilir ki: Alamut’un düşüşü sonrası Nizarî İsmâilîliğinin tarihi, Moğol istilası sonrası İran ve Anadolu tarihi açısından, İran’ın Şîîleşmesi ve Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması sürecinde, bilhassa çeşitli tasavvufî zümreler üzerindeki etkisi bakımından büyük bir önem arz etmektedir.1 1 Zahide Ay, Alamut Sonrası Nizârî İsmailîliği (13-15. Yüzyıllar), Önsöz Yayıncılık, İstanbul, 2012, ss.155-158. 15 B. NASRULLAH PÜRCEVÂDÎ2’NİN RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİ HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİ3 1. Rûz ü Şeb Mesnevîsi Bu mesnevînin ana fikri Gece ve Gündüz (ya da Güneş) arasındaki münakaşanın edebi bir üslupla ele alınmasından oluşmaktadır. Nizârî, bu mesnevîyi 699/1300 yılının Nevrûz akşamında kaleme almıştır. Nizârî, hikâyesine yalnız başına odasında otururken, Gece’nin onunla konuşmaya başladığını ve kendisinden Gündüz’ün ona yaptığı zulüm ve insafsızlığı yazıp hükümdara göndermesini istediğini belirten sözlerle başlamaktadır. Şair, Gündüz’ün de kendisi hakkında konuşması şartı ile bunu yapmayı kabul eder. Gece ve Gündüz aynı anda birlikte bulunamadıkları için Sabâ4 rüzgârını haberci olarak seçerler. Onun Gündüz’e ilk haberinde, Gece, Gündüz’ü zararlı ve sert olmakla ve her Sabah doğudan yükselip karanlıklar ordusunu uzaklaştırarak zorluklara sebep olduğu düşüncesiyle suçlamaktadır. Ardından Gündüz’den bu duruma bir son vermesini ister. Bütün bunları hatırlattıktan sonra akşam olduğunda saldırı sırası bu kez Gece’nin olacaktır ve Gündüz’ün ordularından öylesine kan dökülecektir ki; Gündüz, dünyadan yavaşça ayrılırken her yer kırmızıya bürünecektir. Bu haberi almak Gün’ü öylesine öfkelendirir ki, Sabâ’nın daha fazla konuşmasını yasaklar ve ardından Gece’yi cahil ve saygısız olmakla suçlar. Bu gereksiz kaçışın ne kadar süreceği bilinmez. O, kaçınılmaz şekilde şafak vaktine yenilecektir. 2 Dr. Nasrullah Pürcevâdî, İslam Felsefesi, tasavvuf çalışmaları ve Fars Edebiyatı konusunda uzmanlaşmış, İranlı üretken bir yazar, çevirmen ve bilim adamıdır. İran University Press (İran Üniversitesi Yayınları)’in kurucu yöneticiliğinde yer almıştır. Prof. Nasrullah Pürcevâdî, en son Chapel Hill’deki North Carolina Üniversitesi’nde akademik görevde bulunmuştur. Ondan öncesinde, Tahran Üniversitesi, Colgate Üniversitesi ve Roma’da bulunan Gregorian Üniversitesi’nde akademik görevlerde bulunmuştur. 2005 yılında Prof. Nasrullah Pürcevâdî, araştırmalarındaki mükemmellik adına Alexander von Humboldt ödülüne layık görülmüştür. O, kendisinin yazıp düzenlemiş olduğu çok sayıdaki çalışmalarının yanı sıra Peter Lamborn Wilson ile iki kitap üzerinde çalışmıştır. http://www.studiesincomparativereligion.com/public/authors/Nasrollah-Pourjavady.aspx 3 Pürcevâdî, a.g.e., ss. 8-28. (Çev.) Eser yazıldığı şekliyle tercüme edilmiş olup kaynaklar orjinalinde olduğu gibi parantez içerisinde verilmiştir. 4 Doğu cihetinden esen hafif ve latif rüzgâr. Sabâ yelinin divân şiirinde kullanımı, sevgilinin kokusunu taşıması, dağıtması ve yayması esası üzerine kurulmuştur. O, daima sevgilinin saçlarından bir iz ve koku taşır. Gülşen, bağ, bostan vs. yerleri dolaşarak oraların gelişmesine de yardımcı olur. Goncayı açıp gül eyler. Serviyi donatır, nergisin gözünü açıp lâleye kırmızılık verir. Âşıka sevgiliden haber getiren bir postacıdır. Sevgilinin saçındaki misk, anber, sünbül ve reyhan kokularına sahiptir. Âşık bazen kendini sabâ’nın ellerine bırakır ve sevgilisine götürmesini ister. İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 13. bsk., Kapı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 382. Rûz ü Şeb’de ise Sabâ, Gece ve Gündüz arasındaki iletişimi sağlamak amacıyla elçilik görevini üstlenmiştir. 16 Gün’ün küstah cevabı Gece’yi çılgına çevirir. Bunun üzerine hiç vakit kaybetmeden düşmanına ikinci haberini gönderir ve bu haberinde özetle şöyle der: “Dünya yaratılmadan önce karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. Bu nedenle Gece, içinde Güneş’inde olduğu dünyanın en yüksek konumundaydı. Üstelik Tanrı, dünyayı yarattığında Güneş’i dördüncü semaya yerleştirdi ve ona gözcülük görevi verdi. Gözcülük belli ki çok yüksek bir mevki değil. Bunun yanında Güneş’in etrafında ve üstünde başka gezegenler de var…” Bu habere cevabında Güneş, her yere ışık saçtığını ve karanlıkta kalan her yeri aydınlattığını, dağlarda pırlanta gibi değerli şeyleri şekillendirdiğini, yağmurla gelişen incilerin denizlere damladığını ve bahçelerde çeşitli ağaç ve bitkilerin yetiştiğini iddia eder. Gece ve Gündüz arasındaki çekişme devam eder ve karşılıklı yedi mesajın ardından Gece, Gündüz’ün yani Güneş’in kendisinden daha üstün olduğunu kabul eder. Çünkü hükümdar da onunla aynı isme sahiptir. Bu da şairi, dönemin İran hükümdarı Şemseddîn Ali Şah’ı övmeye yöneltir. 2. Mesnevînin Özeti Rûz ü Şeb mesnevîsi, şairin Gece ile hayali görüşmesi ile başlamaktadır. Nevrûz akşamıdır ve diğerleri içki meclisinde eğlenirken o, davet edilmediği için üzgün bir şekilde yalnız başına bir köşede oturmaktadır: Dįgerān der-neşāŧ-ı Nev-rūzį Men dil-ħaste bā-ciger-sūzį (80. beyit) Tam bu sırada Gece dile gelerek şairle konuşmaya başlar ve ondan Gündüz ile olan macerasını yazmasını ister. Şeb-i rūşen dil siyah cāme Güft: “ Ħāmį mekün bi-zen ħāme Nažm kün mācera-yı men bā-Rūz Nedihem mühlet įn-şebet tā-rūz 17 Nāme-yi nažm-ı tū bahāne künem Ķıśśa-yı pįş-i şeh revāne künem Tā-merā ez-Ǿaźāb ber-haned Dādem ez-Āftāb bestāned ” (93-96. beyitler) Bu beyitlerde siyah elbiseli Gece, şairden boş durmayıp Gündüz ile arasındaki macerayı kaleme almasını ve aynı gece içinde bitirmesini ister. Şair Gece’nin önerisini sorar ancak Gece, Gündüz’ün de konuşması gerektiğini söyler. Gece ve Gündüz’ün bir arada bulunma imkânı olmadığı için Gece, sözlerini bir aracı yardımıyla söylemek ister. Gece, önce karanlıktan birini bu göreve atamıştır ancak, o bunun üstesinden gelememiştir. Ardından Sabâ rüzgârını bu iş için seçer ve o da bu görevi oldukça başarılı bir şekilde yerine getirir. Gece, Gündüz ya da Güneş’e ilk haberinde onun fitneci olduğunu ve seher vakti doğudan yükselerek Gece’nin ordusunu mağlup ettiğini söyler. Ardından da onun bu işten geri çekilmesini ve Gece ile savaşmamasını ister. Çünkü her durumda Gece gurup vakti ordularıyla Güneş’e saldırarak onun ordularını kan içinde bırakır ve o da ister istemez bu dünyadan ayrılmak zorunda kalır. Sabâ rüzgârı, Gece’nin haberini Gündüz’e ulaştırdığında Gündüz onun saçma sapan sözlerine çok öfkelenir. Ardından da Gece için bir haber gönderir ve bu haberinde onun cahil olduğunu ve haddini aştığını söyler. Gece her durumda ölçüyü kaçırır ama sonunda Gündüz’e yenilecektir. Gündüz’ün cevabı Gece’yi oldukça sinirlendirir ve Gündüz ya da Güneş’e diğer bir haber gönderir. Bu haberde o, yaratılışın başlangıcında sadece kendisinin olduğunu ve dünyanın hâkimi olduğunu söyler. Ardından Allah gökleri yaratmış ve Güneş’i bu dünyanın dördüncü katında gözcü olarak görevlendirmiştir. Gözcülük yüksek bir mevki değildir. Ayrıca Güneş’ten daha üstün yıldızlar da vardır. Güneş, cevabında dünyayı aydınlattığını, yere ve göğe ışık saçtığını ve bu nedenle de yedi katın arasında bulunduğunu söyler. O, dünyanın terbiye edicisidir. Bu sebeple de dağlarda kıymetli taşlar, denizlerde inciler ve bahçelerde yeşillikler ortaya çıkmıştır. 18 Gece, Gündüz’e üçüncü haberinde, insanların Güneş’e sitem ettiklerini ve çölde susuzluktan mahvolduklarını ve aynı şekilde Kerbela ovasında İmam Hüseyin’i andıklarını söyler. Gündüz, Gece’ye gönderdiği cevapta, asıl zulüm ve sapkınlığı Gece’nin yaptığını, öyle ki bu zulüm ve sapkınlığın Ebû Süfyân’ın gönlündekilerle eş değer olduğunu söyler. Gündüz’ün sözleri Gece’yi bir kez daha öfkelendirmiştir. Dördüncü haberinde Gece, Güneş’in her ne kadar dünyaya parlaklık ve ışık verse de kendisinin, onun asla göremeyeceği ve duyamayacağı şeylere tanıklık ettiğini söyler. Gece, sözlerine âlemin ufuklarının pehlivanı olduğunu ve kendi adamlarından on kişiyle iki bin kişiyi devirebileceğini söyleyerek devam eder. İnsanların sırdaşı olduğunu da sözlerine ekler. O, gece uyanık kalanların ve yanlarında sevgilisi olmayan âşıkların dostudur. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in göğe çıkması da gece gerçekleşmiştir. Oruçlular da oruçlarını gece açarlar. Gündüz, cevabında Gece’nin gördüklerini görmemesinin aslında bir eksiklik olduğunu kabul eder. Gece, günahkârların yardımcısı ve fesatların dayanağıdır. Gece, her zaman gizli olayların olduğu ve fitne ve feryatların doğduğu zamandır. Fakat Gündüz, gizli işler ve hırsızlıklar yoktur. Gündüz çiçekler açar, insanlar sabahları Tanrı’yı hissederler ve oruçlular sabah namaz kılarlar ama Gece sadece karınları dolar ve yeryüzüne gaflet iner. Gece ve Gündüz ya da Güneş’in söyleşileri durmadan devam eder, öyle ki yedi haberi reddettikten sonra Gece yorgun düşer ve başını öne eğip Gündüz’ün Şemseddîn Şah ile aynı isme sahip olduğu için kendisinden daha üstün olduğunu kabul eder: Tū be-rütbet-i firih zi-men zānį Ki lāķab-tāş-ı Şāh-ı Įrānį (376. beyit) Gece, sözlerinin devamında onun kendisinden daha üstün olduğunu ve Gündüz’ün hükümdarı övdüğünü söyler. Gündüz, Gece’nin teslim olduğunu ve söyledikleri için kendisinden özür dilediğini görünce tavrını değiştirir ve onunla barışır. Nizârî, Gece ve Gündüz’ün çekişmesinin ardından bu defa da hükümdarın yanındaki yoksul ve köleleri ele alır ve Gazneli Mahmut dönemindeki şairler gibi kendisi bizzat âşıkları kaleme alır ve şöyle der: 19 Coz velā-yi tū der-velāyet-i dil Nįst çįzį diger zi-āb u zi-gil (413. beyit) Nizârî, kendisinin günahkâr olduğunu kabul eder ve Kuhistan’da fakir kaldığını dile getirir. Der-Ķuhistān zi-men çi bįş ü çi kem Hįç tevfįr nįst noķśān hem (429. beyit) Şair bu haliyle gurur duyar. O, Rûz ü Şeb hikâyesinde Gece’nin Gündüz’den şikâyetçi olduğunu işaret etmektedir. Aslında o, Gece gibi karanlık olan bahtından davacıdır ve onun hükümdardan dileği onun ricasına cevap vermesidir. Nizârî, burada içine sûfîlik elbisesini giydiğini ve her bir parçasını gizleyip köşesine çekildiğini ifade etmektedir. Rûz ü Şeb mesnevîsinin son bölümünde Nizârî’nin tasavvufi ve gizemli bir surette Kutbeddin Haydar-i Zave hakkında naklettiği bir hikâye de mevcuttur. Son olarak da hükümdardan lütfünü kendisinden esirgememesini dileyerek mesnevîyi sonlandırır. 3. Rûz ü Şeb’in Yapısı Rûz ü Şeb mesnevîsi, mütekarib5 bahrinde Senaî’nin Hadika6’sı ile aynı vezinde yazılmış olup Gece ve Gündüz arasındaki münakaşa ve çekişmeyi ele almaktadır. Nizârî 699/1300 yılının Nevrûz akşamında yazmış olduğu bu mesnevîyi, Kuhistan hükümdarı Şemseddîn Ali Şah’a Nevrûz hediyesi olarak takdim etmiş olduğunu belirtmiştir. O, bu mesnevîyi kaleme aldığı zaman yaşı elliyi geçmiştir (494. beyit). Nizârî’den iki yüzyıl önce Esedî-i Tûsî aynı şahsiyetlerin münakaşasını konu alan bir kaside yazmıştır. Fakat Nizârî’nin şiiri mesnevîdir ve onun beyitleri Esedî’nin kasidesinden defalarca daha üstündü. Delillerle anlaşılmıştır ki, bu iki eserde Gece ve Gündüz farklıdır. Onun için Nizârî’nin Esedî’nin kasidesinden etkilenmemiş olduğu görülmektedir. 5 a) faûlün faûlün faûlün faûlün b) faûlün faûlün faûlün faûl 6 fâilâtün fâilâtün fâilün 20 Nizârî’nin mesnevîsi daha çok efsanevi mesnevîlere benzemektedir. Beyitlere Yüce Tanrı’yı ve Peygamber (s.a.v.)’i överek başlar ve ardından şair, Şemseddîn Ali Şah Nimrûz ve şehzade oğlu Tâcedddîn Ebü’l-Maalî Muhammed b. Ali’ye övgülerine başlar (45-83 beyitler) ve mesnevîsini bu konu üzerine kurar. Gece ve Gündüz’ün, Sabâ rüzgârının aracılığıyla yaptıkları dedikodunun üzerinde şair, hükümdara köleliği vurgulamak istemiştir ve ardından üstü kapalı olarak Kutbeddin Haydar-i Zave ile ilgili hikâyesini nakleder ve kendi iktidarı olmadığından yakınarak, hükümdardan tövbe edip köşesine çekilebilmek için izin ister. Sonunda şair, mesnevîsinin bazı beyitlerinde onun adını zikreder ve bir kez daha hükümdarına şükreder. 4. Münâzara Kelimesinin İncelenmesi Münâzara yani münakaşa ya da diğer bir deyişle çekişme kelimesi dünya edebiyatında oldukça uzun bir geçmişe sahiptir. Münâzaralar, çoğu zaman eski dillerde kullanılsa da, günümüz dilleri olan Avrupa dillerinde ve Farsça, Arapça ve Türkçede de görülmektedir. Bu kelimeyle ilgili olarak genellikle, iki şahsiyetin birbirleri arasında dil aracığıyla çekişmesi ve her birinin diğerinden daha üstün olduğunu ispatlamaya çalışması söylenebilir. Örneğin gül ve şarap, bahar ve güz ya da yaz ve kış, can ve beden, göz ve gönül, akıl ve aşk, yer ve gök, kılıç ve kalem, gece ve gündüz gibi. İki düşman ve rakip birbirleriyle çekişmekte ve bunlardan her biri diğerinin kusurlarını kendi iyilik ve kötülüklerinden daha kötü saymakta, ayrıca her biri, kendisinin karşısındakinden daha üstün olduğunu vurgulamaktadır. Bu şahsiyetlerin münâzaralarının bazılarının, yıl içindeki mevsimler ya da yer ve gök gibi dil bakımından çeşitlendiği de görülmüştür. Gece ve Gündüz birbirlerinin ezeli düşmanıdır ki bunu herkes bilmektedir. Bu türün en eski örneği Ebû-Nasr Ahmed’e Esedî-i Tûsî tarafından yazılmış olan övgü kasidesidir. Nizârî’nin mesnevîsi bu iki şahsiyet arasındaki ikinci münâzara örneğidir. Hoca Abdullah Ensarî’ye ithaf edilmiş olan “Kenz’ül Sâlikîn” de Gece ve Gündüz ile ilgili yazılmış mesnevîlerin en kısasıdır. Lahurlu Münir’in de Gece ve Gündüz ile ilgili basılmış olan bir münâzarası bulunmaktadır. Arapçada da Cezayirli Muhammed bin Muhammed’in “gece ve gündüz” ve “bahar ve güz” arasındaki münâzaranın ele alındığı eseri basılmıştır. Gece ve Gündüz arasındaki münâzaranın ele alındığı diğer bir eser de İsfahanlı Ali Fethullah’ın İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde de el yazması 21 nüshasının bulunduğu eseridir. Nizârî’nin mesnevîsinin diğer bütün bu münâzaralardan daha ayrıntılı, daha şairane ve daha orijinal olduğu açıkça görülmektedir. Nizârî’nin mesnevîsinde yenilikler dikkat çekmektedir. Bu yeniliklerden biri, mesnevîsinde ölçülerden faydalanmasıdır. Nizârî, Esedî-i Tûsî gibi bu eserde kendisini övmek istemiş ama bunu yapabilmek için kaside ölçüsünden faydalanmamıştır. Bu mesnevî, efsanevi bir hikâye olma özelliği de taşımaktadır. Hikâyeye başlamadan önce de söze ilk olarak saray mesnevîleri gibi tevhîd, hamd ve Peygamber’e (s.a.v.) övgü ile başlamıştır. Ancak Dört Halife’nin ismine yer vermemiştir. 5. Nizârî’nin Övgüleri Nizârî, şiirlerinde çeşitli şahsiyetlere övgülerde bulunmuştur. O, birçok çağdaşı gibi divânı olan Şemseddîn Muhammed’e övgüde bulunmuştur. Onun övgüleri, yedinci yüzyılın son yıllarında Bircend’e geri döndüğü zaman Şemseddîn Ali Şah’a olmuştur. Nizârî, Rûz ü Şeb mesnevîsinin yanı sıra kasideler de yazmış ve 696/1296-7 yılında onlarda Şemseddîn Ali’ye övgülerde bulunmuştur. Mālik-i mülk-i ĥaķāyıķ ĥâzin-i genc rumūz Şāh-ı İrān Şemseddįn ĥaķ ǾAlį žillullāh Cām ber-kef, bāde ber-ser, ber-serįr-i mülk-i bād Vįn mübārek ķaśr menzil-i ħāne-i iķbāl u cāh Nizârî, Rûz ü Şeb mesnevîsinden bir yıl sonra yazdığı Ezher ü Müzhir’de de Şemseddîn Ali’yi övmüştür. O, Rûz ü Şeb mesnevîsini yazdığı zaman Şemseddîn Ali gücünün uç noktasındaydı. Nizârî, onu bu mesnevîde cesur, savaşçı ve aynı zamanda da erdemli ve fazilet sahibi biri olarak tanıtmış ve ona “Śāĥib-i el-seyf-ul-ķalem” kılıç ve kalem sahibi demiştir: V’ān ki gerziş be-Ǿarśa-gāh nebürd Ez-ser-i düşmanān ber-āred gerd 22 V’ān ki kilkeş çü der-śerįr āyed Cān nev der-cihān be-berāyed (52-53. beyitler) ǾĀlem-i Ǿilm-rā Ǿalem başed Śāĥib-i el-seyf-ul-ķalem başed (57. beyit). Rûz ü Şeb mesnevîsinin yazılmasına Şemseddîn Ali’nin yol açtığı olaylar sebep olmuştur. Şairin bir köşede tek başına oturup, şiir yazdığı gece, Nevrûz gecesidir ve hükümdar içki meclisi düzenlemiştir. Şair de bu meclise katılmak ister, ancak hükümdar onu davet etmemiştir. Nizârî, şiirlerinde birkaç kere hükümdarın onu kahrettiğini ve bir sonraki sefer onu kabul etmesi için hükümdarı beklediğini haber vermiştir. Rûz ü Şeb mesnevîsinde de şair, bu harika meclisten mahrum bırakıldığını şu beyitlerle işaret etmiştir: Baħt maĥrūm kerd u nevmįdem Şeb-i Ǿayş ez-viśāl ħūrşįdem (….) Şįşe-i dāştem zi-ħūn-ābe Pür çünān kez şarāb-ı ķarābe Dįgerān der-neşāŧ-ı Nev-rūzį Men dil-ħaste bā-ciger-sūzį (76-80. beyitler) Nizârî, mesnevînin sonlarında şaha yeniden övgülerde bulunur ve ona şunları söyler: Pād-şāhā-yi Nizārį Ǿāciz Coz be-iħlāś dem nezed hergiz (401. beyit) 23 Tā-serem ber-ten-est u ten-i zinde Bendeem bende-i tūrā bende Men ki bāşem ki gūyem ān tevām Yekį ez-cümle-yi segān tevām Ber-keşįdį merā u be-gezįdį Mülk dādį u māl baħşįdį (405-407. beyitler) Nizârî, bu beyitlerde, kendisini padişah karşısında ne kadar aciz gördüğünü vurgulamak istemiştir. Rûz ü Şeb mesnevîsinden ortaya çıkan şey, Nizârî’nin Şemseddîn Ali Şah’ı övmesi ve yalvarırcasına ondan kendisini affetmesini dileyip, onun lütfünü kazanmak istemesidir. Kimileri bu mesnevînin, hükümdarın Nizârî’yi teselli etmesine sebep olduğu zannına kapılsalar da aslında bu mesnevîden böyle bir sonuç çıkmamaktadır. Şemseddîn Ali Şah’a ilave olarak Nizârî, hükümdarın şehzade oğlu Tâceddîn Ebü’l-Maalî Muhammed b. Ali’ye de övgülerde bulunmuştur. 6. Mesnevîde Rumuz Nizârî, mesnevîsinin sonunda beyitlerinin tümünün rumuzlu olduğuna işaret etmiştir: Beyt beyteş be-remz be-nüvişte Āb u ħākeş be-Ǿaşk be-sirişte (540. beyit) Ancak bunu abartılı kabul etmek gerekir. Çünkü ne bu mesnevînin beyitlerinin tümünün rumuz yönü vardır ne de onların temelini aşk oluşturur. Bu mesnevî, romantik bir hikâye olmamakla birlikte aslında epik bir yöne de sahiptir. Çünkü Gece ve Gündüz birbirleriyle çekişmektedir. Bu mesnevîdeki bazı beyitlerin de rumuz yönü vardır. Gece ve 24 Gündüz arasındaki çekişmede de gizli bir rumuz vardır. Fakat burada önemli olan birbirleriyle çekişen bu iki kahramanın ortaya çıkışının ne öznel ne de nesnel olmasıdır. Doktor Müzâhir Musaffâ da, Nizârî’nin Divânı’nın genişletilmiş özetinde, Gece ve Gündüz’ü; aydınlık ve karanlık, beyazlık ve siyahlık ve Gündüz’ün Gece ile uzlaşmasını da aydınlığın zulme olan zaferi olarak kabul etmiştir. Elbette bu tamamıyla inkâr edilemez, her ne kadar Nizârî aydınlık ve zulmün çekişmesi konusuna yönelse de İslâmiyet’ten önce İran’da bu inanç söz konusu değildir. Ayrıca bu eserin Şîî ve Sünnî mezhepleri arasındaki çekişmeyi ele aldığı ve sonunda Şîîliğin Sünnîliğe galip geldiğini düşündürdüğü de ileri sürülmüştür, ancak bu tamamıyla asılsızdır. Gece ve Gündüz’ün çekişmesi, dil bakımından edebi bir tarz ya da yöntem olan münâzaradır ve ilk olarak bu edebi türün diğer örneklerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Bu yöntem, münâzaralarda genellikle hem eğitici hem de öğretici türde mevcuttur. Şair, edebi bir çekişmeyi kaleme almıştır ve çoğunlukla çekişen her iki tarafın olumlu ve olumsuz özelliklerini açıkladığını vurgulamıştır. Bu türün en çok örneği, saray ile ilgili münâzaraların ele alındığı türde olup şahlar, vezirler ve emirler için yazılmıştır. Bu nedenle şairler, kasidenin bir bölümündeki bu münâzaralardan kendilerini övmek için istifade etmişlerdir. Tıpkı Esedî-i Tûsî’nin münâzaralarında ya da Emir Muazza’nın kılıç ve neşterin birbirleriyle olan çekişmesinin anlatıldığı kasidesi gibi. Nizârî’de bu mesnevîde aynı şeyi yapmıştır. O, padişahı övmek, işlediği suçtan dolayı ondan özür dilemek ve onun bağışlamasını istemek için yazmak istemiş ve bunun için de Rûz ü Şeb mesnevîsini kaleme almıştır. Elbette o, bunun için mesnevî ölçüsünden faydalanmış ve bu suretle nispeten uzun bir hikâye ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte, Gece ve Gündüz’ün çekişmesi az çok aynı öneme sahipti ve mesnevîdeki bu çekişmeler aynı zamanda övgü de içermekteydi. Fakat bu iki hayali şahsiyetin her birinin ortaya çıkış yeri, ya tanınmış kişiler ya da bilinen şeyler olması nedeniyle bu konuya işaret etmiştir. Öyle ki Gündüz’ün hükümdar olduğuna kuşku yoktur. Esedî-i Tûsî’nin kasidesindeki Gece ve Gündüz münâzarasında Güneş ya da Güneş ışığı gündüzle bağlantılıdır, ancak Nizârî’nin mesnevîsinde Güneş ve Gün aynıdır ve bununla birlikte Gündüz hükümdar ile aynı ada sahiptir. Gündüz şems yani Güneş’tir, hükümdar ise Şemseddîn. Nizârî bu konuyu Gece’nin dilinden açıklamıştır. Gece, sonunda Gündüz’e teslim olmuş ve Güneş’in her bakımdan kendisinden daha üstün olduğunu kabullenmiştir. 25 Tū be-rütbet-i firih zi-men zānį Ki lāķab-tāş-ı Şāh-ı Įrānį (376. beyit) Şair bu mesnevîyi yazma sebebini açıklamak istediğinde, Gece ile aynı dili kullandıklarını şöyle açıklamaktadır: Şüd miyān-ı men ü Şeb ez-kem ü bįş Süħanį çend ĥesab ĥālet-i ħįş (92. beyit) Bununla birlikte Gece, şairin Şah yani Gündüz karşısındaki durum ve mevkiini gösterebilmektedir. Elbette buradaki amaç, Gece ve Gündüz hakkında her ne söylemişse tamamen şair ve onun övgülerini doğrulama konusunda olduğu değildir. Münâzaraların şahsiyetlerinde kullanılan dil ilk olarak kendilerini göstermektedir. Şair, onların dilinde konuşarak ilk olarak, kendi durum ve niteliklerini onlara yüklemiş, daha sonra ise bu şahsiyetlerin onları gösteren kişiler ya da şeyler olduğunu söylemiştir. 7. Nizârî’nin Etkilendiği Şairler Nizârî, Ezher ü Müzhir’i yazarken Ferîdüddîn-i Attâr’dan etkilenmiş ve onu taklit etmiştir. Kendisi bu konu hakkında şöyle demiştir: TetebbuǾ kerde-i Aŧŧâr bûdem Ez ân zeyn şâħ ber-ħûrdâr bûdem Zi Ħüsrevnâme bihter dâstân nîst Ki Ħüsrevnâme-i o gülistânîst (Bayburdî, s.177) 26 Nizârî, bu beyitlerde Attâr’ı araştırdığını ve bundan mutluluk duyduğunu, ayrıca Hüsrevnâme’den daha iyi bir öykü olmadığını ve onun Hüsrevnâme’sinin bir gül bahçesi olduğunu söylemektedir. Nizârî, kendisinden önceki şairler arasında Senaî’den ve özellikle de kendi çağdaşı olan Sadî’den de etkilenmiştir. Onun divânında, iki beyitini Senaî’den aldığı bir kaside mevcuttur. Âşıklar Meclisi (176. s.)’inde Nizârî’nin Şiraz’a gidip Sadî ile görüştüğüne ve aynı şekilde Sadî’nin de Nizârî’yi görmek için Bircend’e gittiğine dair bir hikâye nakledilmiştir. Ancak görünüşe bakılırsa, bunun hikâye olduğu pekte söylenemez. Elbette Nizârî’nin, Şirazlı şairlerin şiirleriyle de aşina olduğuna kuşku yoktur. O, Sadî’yi taklit ederek bir şiir yazmış ve şu dizeyi onun terci-i bendinden kendi terci-i bendine almıştır: “ be-nişînem ve śabr pîş gîrem.” (Oturup sabretmeye başlamalıyım.) Rûz ü Şeb mesnevîsinde aşağıdaki beyitte söylediklerinde: Pāy der-dāmen śalāĥ keşem Dest der-āstįn zi-rāĥ keşem (491. beyit) Sadî’nin şu beyitinden etkilenmiştir: Ne dest śabr ki der-âstîn Ǿaķl be-rem Ne pâ-yi Ǿaķl ki der-dâmen ķarar keşem Nizârî, aynı mesnevîde, görünüşe bakılırsa kişisel bir beyiti olan Ahkemü’l Hâkimâ7 yı nakletmek istemiştir. Nizârî’den önceki şairlerin tesiri, sadece beyitlerde ve onun kendi şiirine aldığı mısralar ya da anlamlarda olmamakla birlikte, onlardan önemlisi Senaî, Attâr ve Sadî’den aldığı şiirlerin tasavvufi yönüdür. Nizârî’nin şiiri de kendisinden sonraki şairleri etkilemiştir. Buna Hâfız da dâhildir. Abdülrahman Câmî, Baharistân’da Hâfız’ın üslubunun Nizârî-i Kuhistânî’ye yakın olduğunu yazmıştır. 7 Hâkimlerin en kuvvetlisi, Cenâb-ı Hak 27 8. İsmâilîlik ve Nizârî Nizârî-i Kuhistânî’nin mezhebi her daim tartışma konusu olmuştur. Onun ataları gibi İsmâilî olduğu kanaati yaygındır. Bununla birlikte tasavvufi söyleyişleri de dikkati çekmektedir. Bu konu Semerkantlı Devletşâh döneminde de ele alınmıştır. Devletşah’ın bu görüş hakkındaki düşünceleri ise şöyledir: “Nizârî’yi bazıları muvahhid (Tanrı’nın birliğine inanan) ve arif olarak bilirler, bazıları ise İsmâilî olduğunu söylerler” (Tezkiretü’ş-Şuara 233. s.). Nizârî, aslında İsmâilî idi, Fesih-i Hâfî, Emin Ahmed-i Râzî, Rıza Müctahidzâde (Meşhed Edebiyat Fakültesi Dergisi s. 2 ve 3, s. 84-5), Bayburdî, Zebihullâh Sefâ, Müzâhir Musaffâ, Leonard Lewisohn gibi eski ve yeni araştırmacıların çoğu bu görüşte hemfikirdir. Nadya Ebû Cemâl da Nizârî’nin İsmâilî bir dâi olduğu görüşündedir. “Rûz ü Şeb” mesnevîsinde Nizârî, İsmâilî olduğunu kendisi açıkça söylememektedir, ancak öyle olduğuna dair bir beyit vardır ki, o da İmam Cafer-i Sâdık’ın takipçisi olduğunu ortaya koymaktadır: Men-i mecnūn-ı vālih Ǿāşık Pes-rev reng-i CaǾfer-i Śādıķ (457. beyit) Gece’nin Gün’e üçüncü cevabında da Nizârî, Gece’nin ağzından Kerbela olayına işaret etmiştir: Tū ki der-deşt-i Kerbelā dįdį Ki çi mį reft u mį pesendįdį Geştį ān-rūz yār-ı ehl-i saǾįr Deşt ü śaĥrā be-tāftį çü eŝįr Ķaśd-ı ferzend-i Muśŧafā kerdį Bā-peyem-ber çünįn vefā kerdį (200-202. beyitler) 28 Bayburdî (172-6 s.), Baradin (198 s.) ve Musaffâ (Nizârî Divânı’nın Mukaddimesi 67-8 s.) gibi kimi araştırmacılar, açıkça ya da üstü kapalı olarak Gün’ün İsmâilîliği, Gece’nin ise Sünnîliği temsil ettiği zannına kapılmışlardır, ancak ben mesnevînin beyitlerinde doğruluğu teyit edilebilen hiçbir ize rastlamadım. İrfani anlam ve tabirleri Rûz ü Şeb mesnevîsindeki beyitlerin bir kısmında da görmek mümkündür: Der-ħarābāt-ı Ǿaşk-ı merdānend Kāsmān-rā çū ās-ı gerdānend (518. beyit) Heme hįç-est ve hįç herçi coz ū-est Heme reyn-est eger heme nįkū-est Şirk bā-dost der-nemįgünced Her çi coz ūst der-nemįgünced (526-7. beyitler) Nizârî, kendi şiirlerinde Hüseyin b. Mansûr-ı Hallâc (Nizârî, Divân, c. 2. s. 156) ve İbrahim Edhem gibi tasavvuf ve irfan şahsiyetlerine işaret etmiş (Ali Rıza Müctehidzâde, s. 91) ve “Rûz ü Şeb Mesnevîsi”nde ileri gelen mutasavvıflardan biri olan Matlabi’yi nakletmiştir. Bu şahıs H. VI. yüzyılın ikinci yarısı ve VII. yüzyılın başlarında Horasan’da yaşamış ve mezarı Zave eyaletindeki Haydariye türbesinde yer alan Kutbeddin Haydar-i Zave’dir. Haydar-i Zave hakkında az bilgi bulunmaktadır. Semerkantlı Devletşâh, Kutbeddin’i “Meczûb-ı Mutlak” ve önemli dervişlerden biri olarak kabul etmekle birlikte Ferîdüddîn-i Attâr’ın babasının onun müridi olduğunu ve Attâr’ın da çocukluğunda onu görmüş olduğunu dile getirmiştir. Haydarilerin bir kısmı, ona olan bağlılıklarıyla bilinirler. Öyle ki, mutasavvıflar onun nimetlerini kapışmaktadırlar. Handemir, Şah-i Sincan lakaplı Hoca Rukneddin Mahmud’un onun hakkında yazdığı bir rubaiyi nakletmiştir (Habib’es Seyr, c. 2, s. 332): 29 Rindį dįdem nişeste ber-ħuşk-ı zemîn Nį-küfr u ne İslâm, ne dünyā u ne dįn Nį-ĥaķķ ne ĥakįķat, ne ŧarįķat ne yaķįn Ender dū cihān ki rā būd zehre-i įn Nizârî de Haydar-i Zave’yi her fırsatta övmüş ve onu dervişlerin önderi ve Allah’ın Evliyâsı olarak zikretmiştir. Ĥaydar-i Zāve ķıdve-i abdāl Ķāyid ü sālik-i ŧarįķ-i kemāl Būd merdį zi-dostān-ı Ħudāyį Küfr ü dįn ber-fikende bi-ser ü pāy (467-8. beyitler) Nizârî, Şeyh’e olan ilgi ve ona duyduğu sonsuz saygıyı dile getirmesine rağmen onu hiç görmemiştir, çünkü Haydar-i Zave ondan önceki devirde yaşamış ve o doğmadan vefat etmiştir. Bunun yanı sıra Nizârî, kendi Sefernâme’sinde, başka bir şeyhten bahsetmiştir ki, onunla Tebriz’de görüşmüştür. Nizârî, onun lakabını “Emin-eddin” olarak zikretmiş ve onun hakkında şunları söylemiştir: Kez men ser-geşte der-Ǿālem çū gūy Pįş-i şeyħü’l-evlįyā remzį be-gūy Kāşif-i esrār-ı ĥaķķ-ı Şeyħü’ş-Şuyuħ Cevher-i envār-i ĥaķķ-ı Şeyħü’ş-Şuyuħ ǾĮsā-i ŝānį Emįn-eddįn ki hest Pįş-i ķadr-i himmeteş eflāk pest 30 KaŧiǾ bidǾat be-şemşįr-i zemān TābiǾ emr-i Ħudāvend-i cihān Bu Şeyhü’ş Şuyuh-i Tebrizi’dir ki Nizârî ona Şeyhlerin Evliyâsı, İkinci İsa ve Emin-eddin demiş ve Sefernâme’sini daha öncesinde tanımadığı bu kişiye takdim etmiştir. Nadya Ebû Cemâl, Nizârî onu İkinci İsa ve Dünya’nın Hâkimi (ya da öyle ki Ebû Cemâl bunu yanlışlıkla Devrin Hâkimi olarak anlamış) olarak zikrettiği için bu şahsın İsmâilî mezhebinin ileri gelenlerinden olduğu yanılgısına kapılmıştır. Ebû Cemâl’in ortaya koyduğu deliller zayıf olmakla birlikte şüphe ve tahminleri de onu kuvvetlendirmemektedir. İkinci İsa ünvanı, İsmâilîye’ye mahsus olmamakla birlikte, Sufîler’de keramet sahibi din bilginleri için bu ünvanı kullanmışlardır. Nizârî’nin ileri gelen mutasavvıflara duyduğu saygı, onun gerçekte Sufî olduğunu göstermemektedir. Elbette onun şiiri, Sufî şairlerin şiirlerine oldukça benzemektedir, ancak bu, onun Sufî olduğunun delili değildir. Bazı araştırmacılar Nizârî’nin sufîyâne şiir dilinden sakındığı yönünde yanlış zanna kapılmışlardır (Ferhad Defteri s. 501). Ancak, doğrusu bir şairin böylesine güzel ve derin anlamları olan beyitleri korku ve riya içinde söylemiş olması oldukça zordur. Nizârî’nin maksadını anlamak için aslında onun dürüstlüğü ile ilgili şüphe etmeye gerek yoktur. Onun kullandığı sufîyâne söz ve tabirler, Nizârî dönemindeki şairler arasında revaçta olan dil ile ilgilidir. 31 III. BÖLÜM ESERİN TERTİBİ VE BÖLÜMLERİ A. ESERİN TERTİBİ Rûz ü Şeb mesnevîsi; dönemin mesnevî tertibine uygun olarak giriş, konunun işlendiği bölüm ve bitiş bölümü olmak üzere üç ana başlıktan oluşmaktadır. Giriş bölümünde, “tevhîd, münâcât, na’t ve medh” bölümleri ayrı başlıklar altında ele alınmıştır. Konunun işlendiği bölüm, dördüncü başlıktan başlayarak yirminci başlığa kadar olan bölümleri kapsamaktadır. Mesnevînin bitiş bölümünde ise; şairin, padişahtan lütfünü kendisinden esirgememesi dilediğinin yer aldığı yirmi birinci bölüm, Kutbeddin Haydar-i Zave hakkında tasavvufi dille yazılmış olan bir hikâyenin anlatıldığı yirmi ikinci bölüm ve Nizârî’nin, mesnevîyle ilgili son sözlerini naklettiği ve şaha yine övgülerde bulunduğu yirmi üçüncü bölüm yer almaktadır. Mesnevîyi oluşturan ana başlıklar ve beyit aralıkları şair tarafından şu şekilde düzenlenmiştir: 1. Der-Tevĥīd (1-28) 2. Münācāt-ı Bā-Ħudā Ve NaǾt-ı Peyāmber (29-44) 3. Der-Medĥ-i Şemse’d-dįn ǾAlį Şāh Nįmrūz (45-73) 4. Der-Śebeb-i Nažm-ı Įn Meŝnevį ve Güft ü Gū-yı ŞāǾir Bā-Şeb (74-119) 5. Bürden Bād-ı Śabā Peyām-ı Şeb-rā Ez-Berā-yı Rūz ve Āġāz-ı Peykār (120-152) 6. Pāsuħ-ı Rūz Be-Şeb (153-170) 7. Peyġām-ı Düvvüm-ü Şeb Berāy-i Rūz (171-181) 8. Pāsuħ-ı Rūz Yā Ħūrşįd Be-Şeb (182-194) 9. Peyġām-ı Süvüm-ü Şeb Berāy-i Rūz yā Ħūrşįd (195-203) 10. Pāsuħ-ı Rūz (204-216) 11. Peyġām-ı Çehārüm-ü Şeb Be-Ħūrşįd (217-248) 12. Pasuħ-ı Rūz Be-Şeb (249-276) 13. Peyġām-ı Pencüm-i Şeb Be-Rūz (277-295) 32 14. Pasūħ-ı Rūz Be-Şeb (296-318) 15. Peyġām-ı Şeşüm Şeb (319-327) 16. Pasuħ-ı Rūz yā Ħūrşįd (328-344) 17. Peyġām-ı Heftüm-i Şeb (345-357) 18. Melūl Şüden-i Rūz u Āħirįn Pāsuħ-ı Ū Be-Şeb (358-372) 19. Teslįm Şüden Şeb Be-Āftāb ve Medĥ-i Şāh (373-388) 20. Āştį Kerden Rūz Ba-Şeb ve Medĥ-i Şāh (389-400) 21. İžhār-ı Bende-gį Kerden-i ŞāǾir Der-Pįş-gāh-ı Şāh (401-466) 22. Dāstān-ı Mįrāŝ-ı Ķutbeddįn Ĥaydar (467-532) 23. Pāyān-ı Süħan (533-546) B. ESERİN BÖLÜMLERİ 1. Giriş Bölümü Nizârî’nin Rûz ü Şeb mesnevîsi, “tevhîd” bölümüyle başlamaktadır. Nizârî, bu bölümde öncelikle Allah’a şükreder ve ardından her şeyin başlangıcının ve sonunun O’na bağlı olduğundan ve O’nun varlığın ve yokluğun yegâne yaratıcısı olduğundan bahseder. O, âşıkların ve zavallıların dostu ve yol göstericisi, geçmiş ve geleceğin sahibidir. Her şeyin başlangıcı ve kâinatın bütün sırları O’nda saklıdır. O, Hz. Âdem’den bu yana sır tutan evliyâlar ve işleri yoluna koyan peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, Hz. Muhammed ile son bulur. Nizârî, peygamberleri, yaşadıkları dönemlere ve özelliklerine göre kronolojik bir sıra içinde ele almıştır. Ayrıca Firavun’dan, Hz. İbrahim Halil’den, Hz. Meryem’den ve ruhun nasıl cisimleştiğinden de bahsetmektedir. O, Allah’a en güzel sıfatlarla seslenir ve kendisinin O’nun karşısında ne kadar aciz olduğunu şu beyitlerle dile getirir: 22. Ey münezzeh-i śıfātet ez-evśāf Herçi gūyem būd muĥāl u güzāf 33 23. Neresed der-kemāl-i tū idrāk Pįş-ez-įn nįst ĥadd-i müşt-i ħāk 24. Hem-tū gūyį, ki gūyed ez-tū diger? Neresed der-tū vehm ü Ǿaķl ü nažar 25. Neresed der-śıfāt-ı źāt-ı tū kes Tū tevānį resįd der-ħōd u bes 26. Menem u ķaǾr-ı baĥr-ı ĥayrānį Men çi gūyem diger tū mį dānį 27. Lįk negüzįred ez-münācātem Çün tū bāşį mücįb-i daǾvātem 28. Vird įn Ǿāciz şikeste müdām Bes būd Źü’l-Celāli Ve’l-İkrām İkinci bölümde “münâcât” ve “na’t” a yer verilmiştir. Nizârî, burada öncelikle Allah’tan bağışlanma ve merhamet dilemektedir. Allah’tan gönlünün kapılarını açmasını ve ona yol göstermesini ister: 30. Merĥamet kün ki vaķt-i merĥamet-est Gerdenem zįr-i bār-ı maǾśįyet-est 31. Hįç kem gerded ez-hizāne-i Ǿām Kį be-baħşį günāh-ı müştį-i ħām? 32. Çün tū perverdįm be-evvel-i kār Hem-be-āħir mįfigenem, ber-dār 34 33. Gerçi ez-rū-yį Ǿafv-ı tū ħacilem Raĥm kün zān ki bes şikeste dilem 34. Ber-men u bį-kesį men baħşāyį Der-i derbeste-i dilem be-güşāyį Yalnızca Allah onu dünyadaki bütün dertlerden kurtarabilme yetkisine sahiptir. O’nun sayesinde doğru yola ulaşabilir. Nizârî’ye bu yolu gösterecek olan da Resûlallâh’tır. O, insanların şefaatçisi ve yol göstericisi, “Nebîler Sultanı”dır. “Tevhîd” ve “na’t”ın ardından üçüncü bölümde Şemseddîn Ali Şâh için kaleme alınmış “medh” bölümü yer almaktadır. Şair, bu bölümde, padişahı öylesine yüceltir ki gökyüzü bile onun yüce kudreti karşısında alçak kalmaktadır: 46. Şehr-yār-ı bülend-i aħter u baħt Nāzeş u iftiħār-ı efser u taħt 47. Ān ki himmet-i refįǾeş hest Āsmān bā-Ǿulüvv ķadreş pest 48. ǾĀlem ez-Ǿadl-ı şāmileş ābad Nev-ser-i efgende-i melik-rā bünyād 49. Taĥt-ı emreş memālik-i Ǿālem Fevķ ber-tuħme-i benį ādem 50. Şems-dįn Şāh Nįmrūz ǾAlį Ķātil-i el-müşrikįn çün şįr-i melį 51. Ān ki çün rāyeş intižām küned Nūr ez-ū āftāb vām küned 35 Nizârî, padişahı diğer insanlardan üstün tutmakla birlikte, onun Güneş’ten bile daha aydınlık olduğunu dile getirmekte ve onu cesur, savaşçı ve aynı zamanda erdemli ve fazilet sahibi biri olarak tanıtmakla birlikte, “Śāĥib-i el-seyf-ul-ķalem” (kılıç ve kalem sahibi) olarak nitelendirmektedir. Şair, padişahı övülmeye değer bütün varlıklardan daha üstün tutmakta ve ona nazar değmemesi için Allah’a dua etmektedir. 2. Konunun İşlendiği Bölüm Eserin konusu dördüncü bölümden başlayıp yirminci bölüme kadar geniş şekilde ele alınmıştır. Şair burada dönemin dil ve anlatımına uygun bir üslupla ve kelimelere yüklediği yoğun anlamlarla konuyu derinlemesine işlemiştir. Kişileştirmelere başvurmakla kalmamış, imgelere kattığı zengin anlamlarla anlatımı güçlendirmiştir. Mesnevîdeki dördüncü bölüm, eserin yazılma sebebi ve şairin Gece ile konuşması hakkındadır. Nevrûz1 gecesi şair, padişahın düzenlediği içki meclisine davet edilmediği için yalnız kalmış ve oldukça kederlenmiştir. Diğerleri Nevrûz şenliğiyle eğlenirken, o, bir kenarda kadehi ve gözyaşı dolu şarap testisiyle gecenin karanlığında yalnızlığa mahkûm edilmiştir. Kandan kirpikli bakışlar cedvel-keş2, yürek ise ateş olup sürekli yanmaktadır. Şair bunları aşağıdaki beyitlerde şöyle dile getirir: 76. Baħt maĥrūm kerd u nevmįdem Şeb-i Ǿayş ez-viśāl ħūrşįdem 1 Yeni gün. Güneşin Hamel (koç) burcuna girdiği gün olup eski Mart’ın dokuzu (şimdiki 21 Mart) olarak bilinir. İran’da eskiden beri iki ayrı güne bu ad verilir. Bunlardan biri, güneş takviminin ilk ay’ı olan Ferverdîn ayının ilk günüdür ki “nevrûz-ı âmme” olarak bilinir. Bu günde güneş, koç burcuna girer. Efsâneye göre Allah kâinatı ve insanları bu günde yaratmış ve bütün yıldızlar bu gün dönmeye başlayıp koç burcundan geçmişlerdir. Başka bir söylentiye göre Cem (Pişdâdiyan sülâlesinin dördüncü hükümdarı) bütün dünyayı dolaştıktan sonra Âzerbaycan’a gelmiş ve burasını beğenip taht kurdurmuştur. Gerek taht, gerekse mücevherlerle süslü elbise ve tâcı, doğan güneşle birlikte etrafı ışığa boğmuştur. Bu hâli görenler “Bu günde bir başkalık var, bu diğer günlere benzemiyor, yeni bir gün” demişler. Bu güne “Nevrûz” Cem’e de “şîd (ışık)” kelimesini ekleyerek Cemşîd demişler. Nevrûz adıyla anılan diğer gün ise yine Ferverdîn ayının yedinci günüdür. Buna da “nevrûz-ı hâsse” denir. Yine efsaneye göre Cemşîd, bu günde halkı toplamış ve onu, Tanrı’ya şükür ve ibadet günü olarak ilan etmiş. Eski İran şahları nevrûz-ı âmme ile nevrûz-ı hâssa arasındaki altı günde ihtiyaç sahiplerinin bütün ihtiyaçlarını gidermek üzere tahta oturur ve herkese yardım ederlermiş. Mahpusları serbest bırakır, içki ve eğlence ile vakit geçirirlermiş. Bu günlerde macunlar yenir, kırlara çıkılırmış. Divân şiirinde nevrûz, baharla ilgili özellikler içinde verilir ve bir bayram olarak kabul edilir. Pala, a.g.e., ss. 357-8. 2 Cedvel-keş; yazma kitapların sayfa kenarlarına ve yazı levhaları etrafına yaldız ve mürekkeble çizgiler çekerek onları çizgi çerçeveler içine alan sanatkârlar için kullanılan bir tabirdir. 36 77. Cām u cān u ķarābe-i rūh-efzārį Ten bį-cān-ı men sitem-fersāyį 78. Tā-negūyį meger ķarābe-i mey Ne taśavvur çünįn mekün hey hey 79. Şįşe-i dāştem zi-ħūn-ābe Pür çünān kez şarāb-ı ķarābe 80. Dįgerān der-neşāŧ-ı Nev-rūzį Men dil-ħaste bā-ciger-sūzį 81. Ne kesm hem-zebān be-ġayr-ı ķalem Ne be-coz defterem kesį maĥrem 82. Müje ez-ħūn dįde-i cedvel-keş Ciger ez-sūz-i sįne pür-āteş Nizârî, şenliğin olduğu bahçeyi cennete benzetmekte ve yüce padişahın meclisinde bulunan insanların oldukça mutlu olduklarından ve kendisinin bundan mahrum bırakılmasından duyduğu üzüntüyü aşağıdaki beyitlerde açıkça ifade etmektedir: 83. Çün būd bende-i çü men mažlūm Ez-besāŧ-ı ħudāygān maĥrūm 84. Bezm-i şāh-ı cihān ħoş u ħurrem Śaĥn-i büstān-serā çü Bāġ-ı İrem Nizârî, bu mübarek günde şenliğe davet edilmediği için kendisini dışlanmış hisseder. Şair, davet edilmemesine sebep olacak ne hata yaptığını bilememektedir. 37 Padişaha övgülerde bulunup bağışlanmayı diler. Onun bu hüzünlü anında Gece3 onunla konuşmaya başlar ve kendisinden Gündüz ile arasındaki macerayı kaleme almasını ister. Ancak bunun için sabaha kadar bile müddet vermemektedir: 94. Nažm kün mācera-yı men bā-Rūz Nedihem mühlet įn-şebet tā-rūz Gece’nin bunu istemekteki amacı Gündüz’ü padişaha şikâyet etmektir. Şair, Gündüz’ün de kendisi hakkında konuşması şartı ile bunu yapmayı kabul eder. Gece ve Gündüz aynı anda birlikte bulunamadıkları için Sabâ rüzgârını haberci olarak seçerler. Beşinci bölümde, Gece’nin Sabâ aracılığıyla Gündüz’e gönderdiği ilk mesaj ve Gündüz’ün buna verdiği cevap yer almaktadır. Gece, mesajına Gündüz’ü fitnecilikle suçlamakla başlar. Yapmaktan kaçındığı her işin ardında onun olmasından yakınır. O, Gece’nin bütün vilayetlerini, ordu ve sancağını alt üst etmektedir: 120. Şeb firistād pįş-i Rūz-u resūl K: “ Ey cihān-gerd-i fitne-cū-yi fużūl 121. Her şeb ez-fitne-i tū tįre-terem Çend dārį çü Rūz ħįre-serem 122. Herçi be-gürįħtem zi-meşġale-yi Āmedį der-girifte-i meşġale-yi 123. Heme ber-hem zedį velāyet-i men Ber-şikestį sipāh u rāyet-i men 3 Şeb, gece. Divân şiirinde daha çok rûz (gündüz) ile birlikte kullanılır. Sevgilinin yanakları rûz, saçları ise şeb olur. Gece için “karanlık” sıfatı kullanılır. Sevdalar geceleyin artar. Âşık geceleri sevgilisini düşünüp dertlenir. Geceleyin yol bulunmayışı, etrafın görülmemesi, yalnız başına yola çıkılmaması, bazı dönemlerde sokağa çıkma yasağı konması vs. de gece ile birlikte anılır. Bunun yanında bezm ve sohbet, geceleyin daha çok olur. Uyku ve yatarak dinlenme de geceye aittir. Sarhoş nâraları ile köpek sesleri de geceleyin duyulur. Dinimizce kutsal sayılan bazı geceler de divân şiirlerinde sıkça ele alınır. Âşık geceler boyu ağlayıp inler. Geceleyin ay doğar, elde fenerlerle gezilir, ases (gece bekçisi)ler sokakları denetler, rüyalar görülür. Cennette gece olmaz. Geceleyin mum yanar, pervâneler döner. Âşık geceler boyunca uyku yüzü görmez. Onun bu hâli tam bir trajedidir. Pala, a.g.e., s. 422. 38 Gece, ilerleyen beyitlerde, Gündüz’ün akşamdan seher vaktine kadar kendisiyle çekiştiğini ve sonunda kendisinden kaçtığını söylemektedir. Çünkü onun orduları, Gündüz’e baş kaldırarak ufukta onun askerlerini öldürür ve eteğini kana bularlar: 127. Tā-be-şām ez-seĥer sitįz künį ǾĀķıbet hem-zi-men girįz künį 128. Çün siyāhān-ı men ħurūc künend Der-ufuķ ber-muǾākıb-ı tū zenend 129. Ez-tū çendān keşend kez bes-i ħūn Şeved ālūde-yi dāmen-i gerdūn Gece, Gündüz’den kurtulup ondan intikam almak için isyan çıkarır. Gündüz’ü bozguna uğratmak için karanlık ordusuyla gece baskını düzenler: 133. Tā-be defǿ-i tū hem-ķıyām künįm BaǾd-ez-įn ķaśd intiķām künįm 134. Yek şebįħūn künem be-leşker-i zeng Ki hezįmet berį be-śed ferseng Sabâ, elçilik vazifesini yerine getirmek üzere yola koyulur. Çeşitli zorlukların üstesinden gelerek Gündüz’ün yanına ulaşır. Ona, Gece’nin mesajını ilettiğinde Gündüz, onun saçma sapan sözlerine çok öfkelenir ve Sabâ’ya bağırarak şunları söyler: 147. Bāng zed ber-Śabā ki: “ Yāve megūy Žulmet ez-ŧabǾı Āftāb mecūy 148. Tā-ki başed Şeb muĥāl-ı endįş Ki firisted be-men risālet-i ħįş 39 149. Ez-Şeb āvāre-ter-i diger ki būd? Zū ciger-i ħāre-ter-i beter ki būd? 150. Be-tehevvür zi-men süħan gūyed Ki būd kū süħan zi-men gūyed! 151. Key be-rāzed siyah gilįmį-rā Kū be-rāned çü men kerįmį-rā? 152. Ĥükm ber-men küned be-āy u māy Be-negerįd āħir ez-berāyi Ħudāy” Gündüz’ün Gece’ye verdiği diğer bir cevabın yer aldığı altıncı bölümün başında Gündüz, Sabâ’ya artık daha fazla konuşmamasını söyler. Ondan tek istediği elçilik görevini yerine getirmesi için yollara düşüp Gece’ye mesajını iletmesidir. Nizârî burada, Gün’ün niteliklerini bildiren çok derin anlamlar barındıran ifadelere yer vermiştir: 155. Çün tū-yi-rā çi ĥadd-ı pāye-yi māst? Ħōd sevād-ı tū Ǿaks-ı sāye-yi māst 156. Gehget dil ki hem-çü ruħ-i siyāh-est Rūşen ez-Ǿaks-ı şemǾdān-ı māh-est 157. ŞemǾ-i mah ger nekerdemį rūşen Key şüdį gül-hen-i tū çün gül-şen 158. Rū-yı tārįk-i tū çü dūd-i tenevvür Der-ħūred rāstį muķābil-i nūr 159. Cā-yi tū çāh-ı teng ü tār būd Künc-i tārįk u neft u ġār būd 40 Öyle ki Gün, bu beyitlerde Gece’nin karanlığının ancak Güneş’in gölgesinin yansıması olduğunu, ay ışığının da kendisinin yansıması olduğunu ve bunun gibi daha birçok olayda Gece’den üstün olduğunu dile getirmektedir. Nizârî, yaptığı bu kıyaslamalarda kaleminin gücünü ortaya koymaktadır. Sabâ, Gündüz’den müsaade isteyip tekrar Gece’nin yanına giderek Gün’ün söylediği her şeyi ona anlatır. Gece duydukları karşısında alt üst olmuştur. Gündüz’ün yazdığı her bir cevap kömürden fırlayan ateş gibidir: 169. Ħānd her gūne zi-āftāb ħaber Kerd Şeb-rā çü dūd zįr ü zeber 170. Her cevābį ki Rūz bāz-nüvişt Hem-çü āteş fütād der-engişt Yedinci bölümde Gece, Gün’ün söylediklerini kabul etmeyerek, kendisinin üstünlüğünden bahsetmektedir. Ona göre, Güneş’in görevi, geçici ve alt seviyede bir görevdir. Gece, Güneş’ten rütbece yüksek, oldukça makamın var olduğunu dile getirip, tabi ki onun üstünlüğünü kabul etmemekle birlikte, kendisinin en yüksek mevkie sahip olduğunu ve hiçbir şeyin onun üzerine geçemeyeceğini söyler: 179. Mā-verā-yi tū çend ĥükkām-end Kez tū ber-ter-nişįn įn-bām-end 180. Heme ber-tū muĥįŧ u mā-fevk-end Heme bā-taħt u efser u ŧavķ-end 181. Nįst bālā-yı men kesį diger Menem u memleket zi-men yek-ser” Sekizinci bölümde Gün, Gece’nin sözlerinin saçmalığından bahsedip bir kez daha kendi üstünlüğünü dile getirmiştir. Nizârî, bu bölümde doğa olaylarına değinerek Gün ile tabiat arasında teşbihler kurmuştur: 41 184. Men cihān-dār u men cihān-tābem Ber-zemįn u ber-āsmān tābem 185. Heft-iķlįm-i āsmān dārem Der-miyān-ı taħt-geh ez-ān dārem 186. Tā-būd der-miyān-ı heft-iķlįm Rāst ez-her sū-yi se-baħş u dū-nįm 187. Baĥr ü berr, ŧūl u Ǿarż, şįb u firāz Ez-heme terbiyet negįrįm bāz 188. Sāl tā-sāl ŧavf mülk künem Bįħ ü bünyād-ı cevr ü žülm künem 189. Dārem ez-rāh-ı emr-i bār-ı Ħudāy Minber-i şerǾ u dār-ı Ǿadl be-pāy 190. Heme der-emn u zįnhār-ı men-end Nįk-ħāh u sipās-dār-ı men-end 191. Kūh ez-men kemer-i girān dāred Ez-cevāhir ki der-miyān dāred 192. Baĥr ez-men küned ħezāyįn-i pür Der-kenar-ı seĥāb rįzem-i dürr 193. Ħāk-ı efsürde-rā be-cūşānem Baġ-rā sürħ u sebz pūşānem 42 194. Ħōd cihān-rā menem mürebbį u bes Çi keşem çün şeb-i dırāz-ı nefes” Dokuzuncu bölümde Gece’nin Gündüz ya da Güneş’e verdiği üçüncü cevap yer almaktadır. Gece bir söze yüz inkârla cevap vermektedir. Bu bölümde ele alınan olay Kerbela’dır. Gece, Gün’ü çöle sıcaklığını yayıp insanları susuzluktan öldürmekle suçlamakta ve Kerbela olayında peygamberimizin torununun başına gelenlerden onu mesul tutmaktadır: 199. Teşne-gān-rā besį be-teft u be-tāb Küşte-yi der-ŧārįk ĥacc bį-āb 200. Tū ki der-deşt-i Kerbelā dįdį Ki çi mį reft u mį pesendįdį 201. Geştį ān-rūz yār-ı ehl-i saǾįr Deşt ü śaĥrā be-tāftį çü eŝįr 202. Ķaśd-ı ferzend-i Muśŧafā kerdį Bā-peyem-ber çünįn vefā kerdį 203. Çi tevaķķuǾ küned zi-mihr-i tū kes Yād-gār-ı įn-münāfıķ zi-tū bes” Gündüz, duydukları karşısında öfkelenip, bunların tamamen asılsız iftiralar olduğunu ifade eden sözler eder ve Gece’yi fitnecilikle suçlayıp, onun asla kendi dengi olamayacağını belirtir: 204. Rūz güft: “ Įn çi zūr ü bühtān-est Ki riyā-ı pįşe-i tū fettān-est …. 43 216. Nįstį merd gūy įn meydān Ne ĥerįf menį yakin mį dān” Gece ve Gündüz arasındaki münakaşa Gece’nin pes edip, Gün’ün her bakımdan kendisinden üstün olduğunu kabul ettiği on dokuzuncu bölüme kadar devam eder. Bu bölümde Gece, Gün’ün İran şahı ile aynı lakabı taşıdığını, bu yüzden de onun rütbece kendisinden daha üstün olduğunu söyler ve şahı övmeye başlar: 375. Ser telsįm Ǿākıbet be-nihād Güft bā-Āftāb ez-ser dād: 376. Tū be-rütbet-i firih zi-men zānį Ki lāķab-tāş-ı Şāh-ı Įrānį 377. Nįst įncā diger mecāl süħan MünķaŧiǾ şüd maķālet-i tū vü men 378. Her-yek eknūn be-vusǾ u ŧāķat-ı ħįş Şįve-yi nįz ber-siyāķat-ı ħįş 379. Pįş-gįrįm ü medĥ-i şāh künįm Rū-yi der-sāye-i Allah künįm Gece, şahı birlikte övmeleri gerektiğini dile getirmesinin ardından, Gün’ün, şahın sayesinde bu makama ulaştığını sözlerine ekler. Ona göre Gün, şahın kalbinde önemli bir yere sahiptir: 385. Tū çü iķbāl-i ū cihān-gįrį Zān çünįn ber-felek mekān-gįrį 386. Evc-i rifǾat zi-ķadr-ı ū dārį Ķalb-i rūşen zi-śadr-ı ū dārį 44 387. Zū be-yāmuħtį dürr-efşānį Men çi guyem diger tū ħōd dānį 388. Ger ne ez-feyż-i rāy-ı ū būdį Ru-yi tū key çünįn nikū būdį?” Yirminci bölüm, Gece ile Gündüz’ün barışması ve padişaha olan övgü hakkındadır. Gündüz, bu bölümde öncelikle Gece’den özür diler ve kalıcı barış için sözler etmeye başlar. Öyle ki, Gece ile padişah arasında bağlar kurarak onu padişahın kara hattına ve siyah zülüflerine benzetir. Şarabın mutfağa ihtiyacı olduğu gibi, gönlün de cömertliğe ihtiyacı olduğunu belirterek Gece’nin aslında âlemin varoluşundan bu yana kendisinin kadim dostu olduğunu sözlerine ekler. Bölümün sonunda da Gece’yi içten bir duaya davet eder: 399. Rūz çün Şeb be-Ǿöźr ser-be-nihād Ū hem efgend şive-yi bünyād 400. Güft: “ Hestį tū yār-ı dįrįne Maĥrem rüzgār-ı dįrįne 3. Bitiş Bölümü Gündüz’ün Gece karşısındaki üstünlüğünün kanıtlanmasının ardından şair, son bölümde artık mesnevînin asıl konusundan ayrılıp padişaha övgüye, konunun dışında olmasına rağmen belki de yazdıklarını destekleyeceğini düşündüğü Kutbeddin Haydar-i Zave ile ilgili bir öyküye ve son olarak da bu mesnevîyi vücuda getirirken izlediği yola değinmektedir. Yirmi birinci bölümde şair, padişah karşısındaki acizliğinden bahsederek ona övgülerde bulunur. Bu bölümde Nizârî kendisini küçümseyip, padişahı Tanrı gibi övmeye başlar. Aslında burada üstü kapalı da olsa mesnevînin yazılış nedeni ve Nizârî’nin kendisini Gece’nin yerine koyup, Gündüz’e benzetilen şâhı yüceltmesi anlatılmaktadır. 45 Şair, ilk olarak, onun bu üstünlüğünün şüphe götürmez olduğundan bahseder ve onun karşısında ne kadar aciz olduğunu şu sözlerle dile getirir: 405. Tā-serem ber-ten-est u ten-i zinde Bendeem bende-i tūrā bende 406. Men ki bāşem ki gūyem ān tevām Yekį ez-cümle-yi segān tevām Şair, onun devletini öylesine över ki, şahtan mahrum bırakılmanın onun için ölümden farkı yoktur. Mesnevînin bütünlüğü, divân şiirinde işlenen aşk unsurundan uzak ve daha çok efsanevi öğeler içerse de, bu bölümde konunun genel anlatımından farklı olarak bir varlığa duyulan derin bir manevi aşk unsuru göze çarpmaktadır. Padişahın, Allah’ın dünyadaki yansıması olduğu görüşünü ele aldığımızda; Nizârî’nin burada şâha, Allah’a duyulan derin aşk ile bağlandığı görülmektedir: 413. Coz velā-yi tū der-velāyet-i dil Nįst çįzį diger zi-āb u zi-gül 414. Der-medĥ-i tū tā-ki men bāşem Ber-ser-i iftiħār mį bāşem 415. Ħōd senā-yi tū ĥırz-i cān dārem Tā-nefes mį reved revān dārem Nizârî ayrıca insanların hak yolunda giderek doğruya ulaşacağından söz etmektedir. Öyle ki, kendini bulmanın yolu öncelikle buradan geçmektedir: 421. Herki ħōd-rā zi-ħįş der-yābed ǾĀķıbet devlet-i diger yābed 46 422. Çūn būd ber-śırāŧ-ı ĥaķķ-ı seyreş Būd encām u Ǿāķıbet-i ħayreş Bu bölümde Nizârî, Rûz ü Şeb mesnevîsinden de bahsetmektedir. Ona göre bu mesnevî tamamlanmamıştır ve genişletilmesi gerekmektedir. 441. Ķıśśa-yı Rūz ü Şeb tamām nebūd Ki ber-ān ķıśśa ķıśśa-yi efzūd Nizârî’nin, bu mesnevîde kendisini Gece’nin yerine koyduğu ve Gündüz’ü de şâh ile bağdaştırdığı, böylelikle kendisini onun karşısında aciz gördüğü bilinmektedir. Ayrıca o, kendisini kölelikle de nitelendirmektedir: 443. Bende ez-baħt-ı ħįşten dāred Ki heme sāle ķaśd-ı men dāred Köleliği vurguladığı bu beyitlerin ardından Nizârî, padişahın rızasına nail olabilmek için sûfîlik elbisesini giyip bir kenara çekilerek, şaraptan ve semâdan vazgeçtiğini dile getirir. Ardından durup dikkatlice düşününce de aslında bunları yapmasının mümkün olmadığını anlar ve kendisini Cafer-i Sâdık4 yolunda divâne olmuş bir mecnun olarak tanımlar. Bu eserin Şîî ve Sünnî mezhepler arasındaki çekişmeyi ele aldığı ve sonunda Şîîliğin Sünnîliğe galip geldiğini düşündürdüğü de ileri sürülmüştür, ancak bunun doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. 4 Altıncı İmam Cafer-i Sâdık ( ö. 700-765) zekî, faziletli ve bilgili bir zattı. Birçok hadîsler rivayet etmiştir. İmam Cafer’e intisab edenlerin mezhebine Caferîlik denir. İmamîlere göre Cafer son imamdır. O’nun akîdeleri tamamen Sünnî olduğu halde sonra tahrif olmuştur. Anadolu’daki Bektaşî Alevîlerin birçoğu ile İran Şîîleri, Câferîliği benimserler. Dört mezhebten hiçbirine uymayan Câferîler İslâm’ın beş esasını da dinin ikinci derecede önemli unsurları arasında sayarlar. Onlara göre dinin beş şartı tevhîd (Allah’ın birliğine inanmak), adl (kendine zor geleni başkasına yapmamak), risâlet (Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu tasdik), imâmet (Peygamberimizin halefleri olan imamlara inanmak) ve miâd (âhirete îmân)dır. Dinin ikinci derecede önemli olan hususlarının ise oruç, namaz, hac, zekât, cihad, emir ve nehiy vs. olduklarını söylerler. Onlara göre din, ahlâk üzerine kurulmuştur. Hz. Ali tek dinî reistir. Pala, a.g.e., s. 81. 47 Şair, ardından yaptığı günahlardan pişman olup onların ağırlığı altında ezildiğini dile getirir ve şahın lütfünü kendisinden esirgediğinden yakınıp, onun rızasına nail olmaya çalışır: 449. Ki rıżā-yı tū mį künem ĥāśıl Be-vefā-yı tū cān sipārem ü dil Bölümün sonlarında Nizârî, yaptıklarının beyhude şeyler olduğunu söylemekte ve yoksulların yanında olduğunu belirtmektedir. Ayrıca ona göre, artık sûfîlik hırkasını giymenin de bir anlamı yoktur. Öyle ki o, bu hırkayı giyenlere acımaktadır. Çünkü onun içindeyken insanların asıl değerleri anlaşılmamaktadır. Mesnevînin yirmi ikinci bölümünde, Haydarîliğin kurucusu olarak kabul edilen Kutbeddin Haydar isimli Türk şeyhine atfen yazılmış olan başka bir hikâye yer almaktadır. Anlatılan hikâye, yirmi birinci bölümde değinilen konuları destekler niteliktedir. Belki de bu nedenle Nizârî, bu hikâyeyi yazma gereksinimi duymuştur. Hikâyenin konusu, dini ve ahlaki unsurların yer aldığı tasavvufi öğelerden oluşmaktadır. Nizârî, Kutbeddin Haydar’ı dervişlerin başı olarak nitelendirmekte ve onu Allah dostu olarak tanımlamasının ardından, onun küfürden ve her türlü dünyevi şeylerden uzak olduğundan bahsetmektedir: 467. Ĥaydar-i Zāve ķıdve-i abdāl Ķāyid ü sālik-i ŧarįķ-i kemāl 468. Būd merdį zi-dostān-ı Ħudāyį Küfr ü dįn ber-fikende bi-ser ü pāy 469. Çün be-reft ez-miyāne-i şeyħ-i kebįr Zū nemed māned u āhen u zincįr Şair, Kudbeddin Haydar’ın özelliklerini anlatırken, onun kadeh ve şaraptan, yalan ve iftiralardan uzak durduğunu nakledip şu güzel beyitle söylediklerini desteklemektedir: 48 479. Her ki-rā enderūn būd nā-pāk Key namāzį şeved be-āb u be-ħāk Kutbeddin Haydar, insanların renk ve vasıflarının önemsiz olduğu, asıl önemli olan şeyin ise gönül güzelliği olduğu görüşündedir. Onun şiirlerinde, düşmanlık ve kavgadan eser yoktur. Öyle ki, insanlar onu Hızır olarak nitelendirirler. Ancak Nizârî, onun Hızır olmadığını anlamak için ona bakmanın yeterli olduğunu söylemektedir. Çünkü o, dağ gibi aşikârdır. Nizârî’ye göre o öyle biridir ki, yakut bile yanında değersiz kalır: 483. Ħalķ ez-ānhā ki Ħıżır-rā bįnend Bįş-i peşmįne-yi nemį-bįnend 484. Žāhir kūh u cāy kān peydāst Kes nedāned velį ki genc kocāst 485. Ger ne ender penāh-ı kān būdį LāǾl çün seng-i rāygān būdį Şair, 488. beyitte bu hikâyeyi ele almak için kendine ciddi bir söz verdiğini dile getirir. O, iyilik ve doğruluk ışığı altında bu kararı vermiştir. 488. Bā-ħōd įn Ǿahd-ı muǾteber dārem Ki çü įn ķıśśa-ı bįş ber-dārem Şairin “ellisinden sonra saçlarında siyah ve beyazın birbirine karıştığını” belirttiği 494. beyitte onun bu mesnevîyi kaleme alırken elli yaşının üzerinde olduğu anlaşılmaktadır: 494. Hem-girānį būd pes-ez pencāh Der-hem āmįħten sefįd ü siyāh 49 İlerleyen beyitlerde şair, bu meclise gençken katıldığını, sonrasında bir kenara çekilip, acı çekerek hayatın tadına vardığını dile getirir. O, bu varoluş sarayında insanlığı ikiye ayırmak gerektiği görüşündedir. Lakin her şeye rağmen, insanların doyumsuz olduklarından ve sahip oldukları şeylerden şikâyet etmelerinden yakınır. Bu olanlar, onu inzivaya sürüklemiştir. Öyle ki, şair bunun neticesinde hayattan aldığı zevklerin son bulduğunu dile getirir: 496. BaǾd-ez-įn şüd kerān-ı girānį-yi men Telħ şüd źevķ-i zindegānį-yi men 497. Ādemį-rā der-įn serāy dü der Nįst yek-dem zi-ekl ü şurb be-ser 498. Gerçi ez-her dü na-güzįr būd Bāz ez-įn her dü der-zaĥir būd Ardından Nizârî, tek başına bir hiç olduğunu ve bütün varlığının şahı ile hayat bulduğunu dile getirerek, padişahı yeniden yüceltmeye başlar: 505. Hem-tū dānį ve hem Ħudā dāned Ki Nizārį be-ħįş netevāned 506. Bį-rıżā-yı tū dem ber-āverden Coz be-emr-i tū āb u nān ħūrden 507. Men yaķįnem egerçi men çü segem Ki heme tust ħūn u regem Şair, ilerleyen beyitlerde, şahın Allah’tan sonra kendisini anlayabilecek tek kişi olduğunu vurgulamaktadır. Aralarında ne olursa olsun o, kendini asla şahtan ayrı görmemekte ve ondan uzak düşmek istememektedir. Hataları varsa da şahın yüce affına sığınarak onu övmeye devam eder ve doğru yolda olmanın da önemini vurgular. 50 Nizârî, bu bölümün sonunda, kendine tapmanın ne derece kötü ve tehlikeli olduğuna da değinmiş ve sözlerini Allah’a sığınarak peygamberimize salavât getirerek sonlandırmıştır: 532. Ħōd-perestį beter zi-ǾUzzâ vü Lāt Ber-peyām-āver-i Ħudā śalāvāt “Pâyân-ı Sühan” başlığını taşıyan yirmi üçüncü bölüm, “Rûz ü Şeb” mesnevîsinin sonlandırıldığını bildiren bölümdür. Şair, mesnevîsini 699/1299-1300 yılı ilkbaharının Nisan ayında kaleme aldığını açıklamaktadır: 535. Nev-bahārį be-māh-ı Nįsānį Nažm kerdem Cümādü’s-Ŝānį 536. Ceşn-į Nevrūz ber-mübārek fāl TisǾa vü tisǾįn ü sitte-miǿe zi-sāl Nizârî bu mesnevîyi yazarken, gönlünü aydınlattığını vurguladığı Nevrûz’dan ilham aldığını söylemektedir. Ardından mesnevî geleneğinde alışageldiği üzere eseriyle övünür. Öyle ki eserini “Çeşme-i Hayvân” yani Âb-ı Hayât5 denilen suyun çeşmesi olarak tanımlar. Nizârî; ay, yıldızlar ve burçlarla bir çeşit bağlantı kurarak, eserinin beş yüz elli beyitten oluştuğunu ve her bir beyitin rumuzla yazılmış olduğunu dile getirir. Bunlara ek olarak şair, her bir beyitini aşk ile yoğurduğunu da vurgulamaktadır: 5 Ölmezlik suyu, damlaları sonsuz hayat bağışlayan tatlı ve lezzetli su, bengisu. Efsaneye göre İskender-i Zülkarneyn ordusuyla birlikte bir memlekete uğramış. Orada kendisine ileride bir deniz olduğu, o deniz geçilince 3 ay süren karanlık ülkesinin başladığı ve bu ülkede âb-ı hayât olduğu söylenmiş. İskender, veziri Hızır’ı da yanına alarak denizi geçmiş ve zulumât (karanlıklar) ülkesine varmış. Bu arada İlyas (peygamber)’da yanlarındaymış. İskender’de karanlıkları aydınlatan iki mücevher (veya bayrak) varmış. Birini Hızır ile İlyas’a vermiş. Hangisi suyu bulursa yekdiğerini haberdar etmek şartıyla ayrılmışlar. Hızır ile İlyas yorulunca bir pınar kenarına oturup karınlarını doyurmak istemişler. Hızır yanına getirmiş olduğu pişmiş balıkları çıkarmış. Pınardan elini yıkarken bir damla su balığa damlamış. Balık o anda canlanıp suya karışmış. Hızır bilmiş ki âb-ı hayât budur, kana kana içmiş. İlyas’a da içirmiş. O sırada bunlara bir emr-i İlâhî gelmiş ki bundan İskender’e söz etmesinler. Bir rivayete göre de İskender’e haber vermek için pınardan ayrılmışlar ama tekrar aynı pınarı bulamamışlar. Böylece Hızır ile İlyas ölümsüzlüğe ermişler. Kıyamete dek Hızır denizde, İlyas da karada sıkıntıya düşenlere yardım ederler ve her senenin 6 Mayıs günü İskender Seddi üzerinde buluşup Kâbe’ye hacca giderek o yıl yapacakları işleri görüşürlermiş. Doğu edebiyat ve efsanelerinde bu hikâyenin varyantlarına çok rastlanmakla birlikte Batı’da da âb-ı hayât inancı vardır. Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn, Hızır ve İlyas dolayısıyla bu sudan bahsedilir (Kefh/60,72; Saffât/123-130 ve En’am/85). Pala, a.g.e., s. 3. 51 539. Çün burūc-ü felek ber-encüm ü māh Beythā cümle-i pānśed ü pencāh 540. Beyt beyteş be-remz be-nüvişte Āb u ħākeş be-Ǿaşk be-sirişte Nizârî, bu mesnevîyi, dönemin İran hükümdarı Şemseddîn Ali Şah’a atfen yazmıştır. Şair, şahtan af dilemesinin ardından onu ve makamını yüceltmeye başlar: 543. Devlet-i şāh bād pāyende Tįġeş ez-ħaśm ser-rübāyende 544. Dāyem ez-taħt u baħt ber-ħūrdār Dostān şād u düşmanān ber-dār 545. Sedd-i Ǿömreş çü Ķāf müstaĥkem Rūz ü Şeb, sāl u mah, ħoş u ħurrem Nizârî, “Rûz ü Şeb” mesnevîsini, padişaha ettiği duanın ardından “Ve’s-selâmı alâ- Resûlallâh” diyerek sonlandırır. 52 IV. BÖLÜM RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİNİN ÇEVİRİSİ 1 Tevhîd 1. Şükürler olsun O Celâl ve İkram Sahibi’ne O’ndandır başlangıç ve son yine 2. Varlık ve yokluğun yaratıcısı Yaratılışların ve sonradan var oluşların öncüsü 3. Hakkı batıldan ayıran Boş ile gerekli olanın farkına vardıran 4. Hatayı görenlerin yol göstericisi Düşkünlerin ve kalbi kırılmışların gönül elçisi 5. İlk ve son varlığın sahibi Gizli ve aşikâr tüm gerçeğin hâkimi 6. Allah’ın sır saklayan velileri O’nun emirlerini uygulayan nebileri 7. İşe ilk olarak Safiyullâh1 ile başladık Ardı sıra devranları yarattık 1 “Allah’ın temiz kulu” anlamına gelen bu kelime Hz. Âdem’in lakabıdır. 53 8. Her ne kadar bilsem de onun buğday2 olduğunu Taş yüreklilerin itirazından korkarım söyleyemem ben onu 9. Allah peygamberine her şeyi öğretti3 Muhammed nebi ile buna son verdi 10. Tufan döneminde ümmetinin arasından kalktı Ne yapsın birkaç kişiden başka doğru yola gelen olmadı 11. Artık sıra Halil4’e geldi Halka cennet çeşmelerinden içmeyi vaat etti 12. O ümmetine hayırdan başka bir şey istemedi Ama kusurlu gözler hayırdan başka her şeyi görüverdi 13. Çünkü ondan sonra Kelîm5’in devri geldi Onun ümmeti de ona saygı göstermedi 2 Âdem ve Havva’ya yasaklanan meynenin ne olduğu tam olarak bilinmese de, İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü’nde bu meyvenin “elma, buğday, üzüm, zeytin, hurma, incir, kâfur veya ilim ağacı” olduğunu dile getirmektedir. Geniş bilgi için bkz., Pala, a.g.e., ss. 6-7. 3 Düşün ki Rabbin meleklere: “Ben yerde kesinlikle bir halife yapacağım” dediği vakit; “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahluk mu yaratacaksın, biz seni hamdinle tesbih ve takdîs edip dururken?..” dediler. Allah: “Herhalde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim!” buyurdu. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin” dedi. “Sübhansın Yarab! Bizim için senin bize bildirdiğinden başka ilim ne mümkün! Her şeyi bilen, hikmet sahibi sen, şüphesiz sensin!” dediler. Allah: “Ey Âdem! Bunlara onları isimleriyle haber ver!” buyurdu. Bu emir üzerine Âdem isimleriyle onları haber verince de buyurdu ki: “Demedim mi size ben her halde göklerin ve yer’in gaybını bilirim ve neyi açıklıyor, neyi gizliyorsunuz biliyorum?!” Kur’an-ı Kerim, “Bakara 2/30-32” Allah, Âdem’i yeryüzünün halifesi yapacağını meleklerine tebliğ etmiş, Âdem’i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş, eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir. Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları ve nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan keyfiyetlerine Âdem ve evlâtlarının lâyık olacaklarını Allah, Âdem ile melekleri bir imtihandan geçirerek göstermiştir. http://www.sevde.de/peygamberlerin_hayatlari/01/07.htm 4 İbrahim peygamberin lakabıdır. O, herkesin putlara taptığı bir dönemde bunun yanlış ve saçma olduğunun farkına varıp, sadece Allah’a kulluk etmiştir. Bunun için de “Halîlullâh” yani Allah dostu olarak anılır. Geniş bilgi için bkz., Pala, a.g.e., s. 185. 5 “Söz söyleyen, konuşan. Tûr-ı Sinâ’da Allah ile konuşmasından dolayı Musa peygambere verilen unvan.” Pala, a.g.e., ss. 265-266. 54 14. Firavun her ne kadar iftira atsa da Defedemedi o yılanı başından bir daha 15. İsa’yı cisme bürüdü ondan sonra Meryem oğlu İsa dedi ona cesurca 16. İsa’nın nefesi her ne kadar yüz cihanı diriltse de Onun dahi gücü yetmedi cehalet ölülerini diriltmeye 17. Gösterdiği mucizeler onu aya kadar götürdü Artık Allah’ın sevgili kuluna sıra gelmişti 18. Gerçi bu âlemler yüzün suyu hürmetine yaratıldı6 O derin denizlerin oğlunda nice dertler vardı 19. Her ne gelse bil ki O’ndan gelir O’ndan gelen her şey güzellik verir 20. Firavun dahi yetkili değildi Belki Musa da iktidar sahibi değildi7 21. Hızır farkında olmadan içti Âb-ı Hayât’ı O ki tekrar arasa da ne eylesin bulamadı 22. Ey bütün sıfatlardan daha yüce olan Allah’ım Benim diyeceğimden daha âlâdır senin sıfatların 23. Akıl ermez senin kemalini bilmeye Bundan ötesi bir avuç toprağın ne haddine 6 Burada Hadîs-i Kudsî’ye işaret edilmiştir. Anlatılmak istenen de şudur: “Âlem’in yaratılış nedeni peygamberimizdir. Çünkü Allah ona hitaben “Sen olmasaydın, sen olmasaydın eflakı yaratmazdım.” buyurmaktadır. Bu bakımdan Hz. Muhammed fahr-i âlem (âlemin öncüsü)dir” Pala, a.g.e., ss.16-17. 7 Burada anlatılmak istenen onların kudretleri ne olursa olsun Allah’ın yüce varlığının üzerine geçemeyeceğidir. 55 24. Sen dersin diyemez senden gayrısı Varamaz sana akıl, nazar ve dahası 25. Erişemez kimse senin zatının sıfatlarına Muktedirsin sen her şeyin fazlasına 26. Benim o, şaşkınlık denizinin dibindeki Sen zaten biliyorsun daha ne diyebilirim ki 27. Ben kaçmam sana yalvarışlardan Sensin benim davetlerime karşılık bulan 28. Bu acizin virdi artık işlemez oldu ah Yeter öyleyse Zü’l-Celâli Ve’l-İkrâm vallah 2 Allah’a Yakarış ve Peygambere Övgü 29. Bana bir nazar eyle ey yol gösteren Sebebim ol ey sebepleri var eden 30. Merhamet et çünkü merhamet vaktidir Boynum günahlarımın ağırlığı altında ezilir 31. Senin hazinelerin hiç azalır mı? Ne olur bağışlasan tecrübesizce yaptığım bir avuç günahı? 32. Çünkü emanet ettik her işin başını sana Senden ayrılacağımızı mı sandın idam olsa da sonunda 33. Gerçi utanırım günahlarımızı bağışlamanı Rahmet et bu kırık kalbimden dolayı 56 34. Beni ve yalnızlığımı bağışlayansın Gönlümün kapalı kapılarını açansın 35. Rehbersin, yol gösterensin, yol bilensin Sen tüm hallerde durumu değiştirensin 36. Kadirsin, gamı uzak eylemeye benden Ayrı koyma beni kendinden 37. Aşina et beni gamımla Boş şeylerle başımı doldurma 38. Bana değerli bir kaftan vermeni dilerim Doğruluk ve ihlâs ile yol alır giderim 39. Nebinin özünden nurlandır beni Arap olan Muhammed’in has mahremine kat beni 40. Doğru söyledin ey Allah’ın habercisi Sensin ümmetinin önderi ve günahların şefaatçisi 41. Sen Ensar ve Muhacirlerin önderisin Basiret sahiplerinin de yol göstericisisin 42. Allah’ın deyişine göre sen son peygambersin Dünyada ve ahirette saf ve temiz insanların liderisin 43. Hakkın bir delilidir ihlâs suresi Özel bir davet üzere olan son nebi 44. Ne kaldı geriye? Lüzum yok daha fazla söze Çünkü Habîbullâh demiş Allah ona, gerek yok izafeye 57 3 Şemseddîn Ali Şah Nimruz’a Övgü 45. Peygamberi tevhîd ve na’ttan sonra Âlem-i Şark’ın en üstün şahını övmeye gelir sıra 46. Yüce bir yıldız ve talihsin sen ey padişah Övgüler olsun sana, tacına ve tahtına 47. Onun yüce gayretindendir ne varsa Gökyüzü alçak kalır onun kudreti karşısında 48. Âlem onun adaleti içre abattır Yeni kanunları ile bünyattır 49. Bütün memleketler onun emri altındadır Bütün âdemoğulları soyundan daha evladır 50. Şemseddîn Şah Nimruz Ali Müşriklerin Azrail’i aynı çevik bir aslan gibi 51. Onun her fikri yeni bir nizam oluşturur Öyle yücedir ki Güneş onun aydınlığından borçlu durur 52. Gürzü düştüğü zaman savaş meydanında Tozunu atar düşmanın başına 53. Onun kalemi ses çıkarmaya başladığında Yeni bir can katar dünyaya 54. Okunu öylesine sağlam atar ki Değiştirir feleğin yörüngesini 58 55. Sahip olabilirsem lütfüne Doyurur artanlar yanımdakileri de 56. Ve öyle ki zamanı kahredersen eğer İçtiğin panzehir zehre döner 57. İlim dünyasında dalgalanan bayraksın Kılıç ve kaleminle üstatsın 58. Herkes kayıtsızca boynunu eğer onun karşısında Uzak diyarların padişahları bile dâhil buna 59. Askerlerinin ne ölçüsü vardır ne de sınırı Kaf Dağı’ndan Kaf Dağı’na sarar bütün etrafı 60. Gökyüzü onun sadık hizmetçisi Güneş ise itaatkâr kölesi 61. Her ne desem yerli yerindedir Hatta o, varlık âleminden de ötedir 62. Her ne varsa onu övmek adına Onun her sözü aydınlık bir fikir kapısıdır aslında 63. O bilinenden daha yücedir Ağızlarda olandan daha bellidir 64. Hepsinden üstündür her şeyde Hiçbirine ihtiyacı yoktur ve uyum içerisindedir her şeyle 65. O, bütün güzellikleri toplamıştır kendinde Onun yorumu ayrı bir yoldur âlemde 59 66. Ona ve diğer özelliklerine hiçbir şey diyemezsin De ki; Yanlış bir görüş olduğunu göremezsin 67. Sınanmak için her ne geldiyse elimize Onun zatı bütün bu sıfatlardan daha fazladır öyleyse 68. Dua sırası gelir bundan sonra Öyle ki duacıyım ona hayatta oldukça 69. Tâceddîn, âlemin şehzadesi Yüce padişahın göz bebeği 70. Fazilet babası Ali oğlu Muhammed’dir O, yok olmayan lütuf bahçesinin meyvesidir 71. İzzet ve naz ile büyütülmüş olsun Şah ondan o da şahtan fayda bulsun 72. Allah onu kötü gözlerden korusun Aman ve emniyetinde tutsun 73. Ömrü ve geleceği kat kat fazla olsun Öyle ki bunların sonu daim olsun 4 Mesnevînin Yazılış Sebebi ve Şairin Gece ile Konuşması 74. Nevrûz gecesi kendi viranemde Kadehim, canım ve şarap testimle 75. Onun verdiği emir beni yalnızlığa itti Bu ürkütücü gecede gelen haber de neydi 60 76. Baht, beni mahrum etti ve ümitsiz kaldım O mutlu gecede, güneşime kavuşacağım 77. Kadeh, canım ve cana can katan şarap testisi Yok edensin benim cansız bedenimdeki kederi 78. Hiç boşuna deme elinde şarap testisi var diye Hayır, tasavvur etme durmadan bu şekilde 79. Bir şişem vardı kan ve irinle dolu Benzer bir testiye şarapla dolu 80. Diğerleri Nevrûz mutluluğunda Benim yorgun gönlüm yanık bağrımla 81. Ne kalemimden başka beni anlayacak kimse var Ne de defterimden başka mahremim 82. Kirpik, kanlı gözyaşı ile dolu Ciğerim de göğsümün yangınıyla ateşler dolu 83. Benim gibi zulmedilmiş bir kuldu Yüce padişahın sofrasından mahrumdu 84. Dünya padişahının meclisi hoş ve hürrem Meclisin olduğu bahçe ise Bağ-ı İrem8 85. Bu mübarek Nevrûz günü Raks eder servi, cana gelir bülbülü 8 Ad kavminin kralı olan Şeddâd tarafından Tanrılık iddiasıyla cennet bahçelerinin özelliklerine benzetilerek yaptırılan bahçe. Bu bahçe Allah’ın gönderdiği bir tufan ile yere geçti, yıkılıp gitti. Pala, a.g.e., s. 54. 61 86. Diğer kulların hepsi zevk ü sefa içinde Ben ise ayrı düştüm işte böyle 87. Nankörlük ve sabırsızlık Her ikisinden de hâsıldır naçarlık 88. Hayır, ben nasıl bir hata yapıyorum, ne diyorum? Hâlbuki rıza kıblesidir benim yolum 89. Allah’ın yardımıyla yâdımın hatibi Şahı övmek için minberin üzerine çıkmış idi 90. Onun varlığına şükürler ederdi Sayardı onun getirdiği nimetleri 91. Onun sıfatları karşısında şaşırıp kalmıştı Onu tanımak, kavrayabileceğinin pek dışındaydı 92. Benimle Gece arasında az da olsa Birkaç kelamlık sohbet başladı anca 93. Kara elbiseli, aydınlık kalpli Gece Dedi ki: “Hiç tasalanma, vur kaleme 94. Aramızı yap bizim Gündüz ile Yoksa sabah ettirmem sana bu geceyi de 95. Öyle bir bahane veririm ki sana Göndermen için bunu Şah’a 96. Beni onun azabından korusun Benim derdime Güneş’ten çare bulsun” 62 97. Dedim ki: “ Kendim huzura varsam yeğdir Bu şekilde daha uygun ve sevimlidir 98. Aracısız söz ulaşmaz doğruya Ara bulucu, korku ve ümittir aslında 99. Bizim aramızda aracı olmadıkça Ayrılamaz birbirinden hak ve batıl asla 100. İkinizin arasında olan hikâyeyi bir anlatın Ve bunu da bir şey katmadan insaflıca yapın 101. Yoksa gidin de saraya Her ikiniz de çıkın yargı karşısına” 102. Dedi ki: “İki zıt ne zaman bir araya gelmiş? Gece’nin yolu Güneş ile ne zaman kesişmiş? 103. Nerede ben çıksam o kaybolur gider Böylece bu hikâye son bulmaz devam eder” 104. Haberci derhal mutfaktaki zencilerden Kendine elçi seçti o siyah tenlilerden 105. Haberci haberi aldı ve gitti Ayrıldı oradan güçlü ve hızlı kara duman gibi 106. Çünkü doğuya varıncaya sabaha yakalandı Artık daha fazla gidecek mecali kalmadı 107. Fırtına gibi geri döndü Kısa zamanda uzun yoldan döndü 63 108. Geldi ve işin zorluğundan bahsedip, yakındı “Gidemedim o mum ateşinin yanına” deyip yıkıldı 109. “Ben bu yolun yolcusu değilim Benim acizliğimin özrünü senin affından dilerim” 110. Çünkü biliyordu Gece’nin mazeretinin olduğunu Musa’nın Tur Dağı’nda gördüğü ışık karşısında aciz olduğunu 111. Dedi: “Hey! Nedir uygun olan sana göre? Nerede gördün saltanatın altüst olduğunu bir bıçak ile? 112. Bu iş korkmayanların işidir öyle Rüzgâr alıp vursa da toprağı gözüne” 113. Dedim ki: “Bu iş, Sabâ rüzgârının işidir aslında Heba olur ondan gayrı kim bu işi yaparsa 114. Rüzgârı öyle bir zamanda çağıralım O görevin icra edilmesi için uğraşalım 115. Bu şekilde derman olamazsın derdine İtaat fermanını koy da git beline 116. En yakınlar gelir araya öncelikle Saliklerin yardımcısıdır Sabâ ise 117. Soru ve cevaptan sonra geldi aklıma En doğru yolun ne olduğunu buldum sonunda 118. Dedi ki: “Hiçbir art niyet yoktu benim buraya gelmemde Hayırlıdır ayırmam ve bir araya getirmem de” 64 119. Gece ile uygun görüldü bu işi yapman Daha uygundur bunu bizzat kendin yapman 5 Sabâ Rüzgârı’nın Gece’nin Haberini Gündüz’e Ulaştırması ve Maceranın Başlaması 120. Gece, Gündüz’ün yanına yolladı bir elçi Dedi ki: “Ey dünyayı dolaşan lüzumsuz fitneci 121. Senin fitnen yüzünden daha da karardım her gece Ne yapayım çünkü Gündüz hep tepemde 122. Gerçi her zahmetten ne kadar kaçsam da Geldin kuşattın beni nurunla 123. Alt üst ettin bütün otoritemi Ordumun ve sancağımın kırdın belini 124. …….? 125. Öyleyse vazgeç artık sen dik başlılıktan Büyüklerle aşık atmayı bırak da küçüklerle oyalan 126. Minnet etmekle benim işim düzelmez İşin ne azalır ne de çoğalır hiç fark etmez 127. Sabahtan akşama kadar savaşmalısın En sonunda benden kaçmalısın 65 128. Benim karalara bürünmüş ordularım ayaklanırlar Ufka kadar seni takip eder de vururlar 129. Öyle çok öldürürler ki senden Kan olur her yer, bulaşır eteğinden 130. Sen, mağrip ve senin yenilgin Yüzünü doğuya çevirmemeyi bir bileydin 131. Hem uymaya karar verirsen eğer bu şarta İsyan da sona erer, ıstırap da 132. Kalk ve eğer doğrulmazsan onu da yapabilirsin Pahalıya patlar sana başındaki küçük beynin 133. Seni defetmemiz için kıyam etmek gerek Ama sonrasında da intikam almak gerek 134. Kara ordularımla geceyi kana çeviririm Öyle bir hezimete uğratırım ki yüz fersah geri gidersin 135. Senin fitne bayrağını yıkıveririm Seni bu cihandan da sürüveririm” 136. Son olarak elçi olan Sabâ Bağladı kaftanını ve geldi lafa 137. Aceleyle maksada doğru yöneldi Doğu için eve dönme vakti geldi 138. Güneşin yüzünü gördü bin bir parlaklıkla Dağın ardından çıkarıyordu başını usulca 66 139. Hüsrev’in tacı ve ateşten tahtı Etrafında öncülük eden muhafız halayı 140. Onun ordusu tıpkı önden giden keskin zerreler gibi Önden ve arkadan çekmişler kılıçlarını ateş misali 141. Bir yürek ve yüz binlerce zevk ü eğlence Bir beden ve bin bir nurdan çeşme 142. Sabâ onun azametinden terlemeye başladı Düşe kalka bir zerre gibi ona yaklaştı 143. Her ne kadar Güneş’e yaklaştıysa Isınıyordu hararetten daha da 144. Eğer kavurucu bir hale dönerse Sabâ rüzgârı Sabâ’nın kalmaz Sam Yeli’nden farkı 145. Gerçi yoktu mecali ama sakin sakin Vardı rüzgâr gibi yanı başına ateşin 146. Gece’nin tüm sözlerini anlatır Gün’e Yanar bir anda beyni Güneş’in bu sözlerle 147. Haykırır Sabâ’ya: “Boş konuşma! Karanlığı Güneş’te arama 148. Görünen o ki Gece boş düşüncelere dalmış Öyle ki, bana elçisini yollamış 149. Gece’den daha avare kim ola? O ciğer yiyenden kötü kim ola? 67 150. Küstahça benim aleyhimde konuşmakta Kim ki o benim hakkımda yorum yapmakta! 151. Kim güzelleştirir kara kilimi9 benim gibi Nereye sürecekmiş benim gibi cömert birini? 152. Bak hele hükmedecekmiş bana Bakın görün şunu Allah aşkına” 6 Gün’ün Gece’ye Cevabı 153. Sabâ’ya dedi: “Daha fazla boş konuşma Elçilik görevin için düş artık yollara 154. Dön geri, geldiğin kadar bu yolu Gece’ye De ki: “Şaşırmadım senin bu cehaletine 155. Senin ne haddine bizimle aşık atmak Senin karanlığın, bizim gölgemizin yansımasıdır ancak 156. Zaman zaman gönül de kararır Aydınlanırsa da muma benzeyen ayın yansımasıdır 157. Eğer Ay mumunu aydınlatmasaydım ben Ne vakit dönerdi o kara ocağın gülşen? 158. Yüzündeki karalık tıpkı tandırı andırır Bu da ancak nura tezattır 9 Burada kastedilen Gece’dir. 68 159. Senin yerin dar ve karanlık bir kuyudur Kara kömür, zift ve ışıksız bir çukurdur 160. Nereyi kavuştursam aydınlığa Ara ara da gölge salarım başlarına 161. Eğer ondan alıkorsam yansımamı Bir başına yapayalnız kalmaz mı? 162. Kendi kendine düşmüşsün yanlışa Kendine eğlence çıkarmışsın boşuna 163. Kan getiririm burnundan Yarına konuşmanı bırakmam 164. Sen ne zaman emir verip yasaklayan oldun? Şimdi beni elinin altında bulmayı umdun 165. Uzunluğun ile mağrur olma Sen zifiri karanlıktan değilsin daha da kara 166. Seni öyle bir sokarım ki yerin dibine Bir daha yâdına getiremezsin beni bile 167. Geldim, kendin için bir vasiyet yazsana Ta kıyamete kadar dönmem bir daha sana” 168. Sabâ mühlet istedi ve geri döndü Çünkü yaptığı hokkabazlık suya düştü 169. Güneş’e dair anlattı her şeyi Geceyi zir ü zeber eyledi 69 170. Gün’ün verdiği her cevapla Ateş düştü Gece’nin koynuna 7 Gece’nin Gün’e İkinci Cevabı 171. Gece yine haber yolladı Gün’e Dedi ki: “Öyle bayrak çekme göğe 172. Ben en baştan bu âlemin sahibiyim Ne sen, ne Ay, ne Müşterî, ne de Zühâl’din 173. Allah’ın hükmüyle, benim bu dünyanın efendisi Ve açıkça görünen benim, ne gayrisi 174. …….? 175. Sen buranın kalıcı bekçisisin Dev bir göz ile bekleyensin 176. Faydalanmak için koydular seni buraya Şimdiye değin de tuttular seni burada 177. Eğer söz muameleye dönerse Bekçinin makamı nedir sen söyle? 178. Aynı İsa gibi kalırsın yolda Eğer tartışmışsan ulu hükümdarla 179. Senin ardında nice hükmedenler var Unutma senden daha üstte olanlar var 70 180. Hepsi senden yüce ve üsttedir Hepsi taht ve kıdem sahibidir 181. Yoktur benden öte bir başkası Ben varım ve her şey benimle olmalı” 8 Gün’ün Gece’ye Cevabı 182. Gün dedi ki: “Bu ne saçmalıktır böyle Boş sözde hayat var mıdır söyle 183. Senin bu boş görüşün ne fayda getire Ancak bir yenilgide ney öttüre 184. Ben âlemin efendisi ve aydınlatıcısıyım Yeri göğü böylece parlatırım 185. Göğün yedi iklimine sahibim Onların arasında elbet vardır yerim 186. Bu yedi iklim arasında var oldukça tahtım Doğrudur nereden baksan üç kısım ve iki yarım 187. Deniz ve kara, en ve boy, derinlik ve yükseklik Tüm bunlardan ders almaz mıyız ey benlik! 188. Yıl be yıl tavaf ederim varlık âleminde Cevr ü zulüm ederim kök ve gövdeye 189. Bir yolum var yüce Allah’tan yana Şeriat divânı ve adalet makamını kaldırırım ayağa 71 190. Hepsi benim amanım ve güvencemdeler İyiliğimi ister ve bana dua ederler 191. Dağın benimle değerli bir kuşağı var Ortasında kıymetli mücevherleri var 192. Deniz benimle doldurur hazinelerini Bulut ile dökerim ona incileri 193. Yorgun toprağı ben cana getiririm Bağ bahçeyi, kızıla, yeşile giydiririm 194. Bu âlemi çekip çeviren benim, ne başkası Bu uzun gecede nasıl rahat nefes almalı” 9 Gece’nin Gün’e Üçüncü Cevabı 195. Gece bir kez daha geçti görev başına Eyledi yüz inkârı bir cevapla 196. Dedi ki: “Ey adı cevr ü zulüm ile anılan kimse Sana uzak ve yakın olan herkese 197. Özeli ve geneli sürükledin zulüm ile felakete Kim itimat etsin sen gibi kirli kimseye 198. …….? 199. Susuz kalmışları yakıp kavurdun Hac yolunda olanları susuz öldürdün 72 200. Sen ki Kerbela çölüne şahit oldun Ne gördün ve neye tav oldun 201. O gün cehennem ehline yar oldun Çöle, sahraya zehrini yaydın 202. Mustafa’nın evladına kıydın Sen peygambere ancak böyle vefa kıldın 203. Şimdi kim senin merhametinden bir şey beklesin Bu ikiyüzlülüğün iyisi mi sana yetsin” 10 Gün’ün Cevabı 204. Gün dedi: “Bu ne yalan ve iftiradır Bil ki riya senin fitne sanatındandır 205. Eğer ben münafıksam, sana ne zarar Halk arasında isyan olsun, bunda ne var 206. Allah kime gücü verdiyse “İnne’l Münâfıkîn”10 ayetini kendin için oku öyleyse 207. Âlem karanlıksa senin yüzündendir Bilgelerin nezdinde bu doğru ve gerçektir 208. Onların hepsi hükmetti karanlık ve sapkınlığa Uğraşma boşuna yükleyemezsin bunu bana 10 Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında Müslüman olmadığı halde kendilerini öyleymiş gibi gösteren (ikiyüzlü) insanlar anlamına gelen “innel münafıkîn” kelimesi Kuran’ın çeşitli ayetlerinde (Münafıkun/1, Nisa/142, Ahzab/1, Tevbe/64, vb.) karşımıza çıkmaktadır. 73 209. Karadır kalbi Ebû Süfyân ailesinin Hile, oyunlar ve sayıklamalarla bilesin 210. Bilgi kendine yer dahi bulamadı Cehaletlerinden başka şansları kalmadı 211. Gönül temiz ve saf olmalı Ama ancak bu, görünüşte ve sözde kaldı 212. Cehalette nasıl bir ışık ola? Karadan kara doğar unutma! 213. O vazgeçmeyen köpeklerden âmândayım Gönlüme çarptı da ateş aldım 214. Azalmadı ki gönlümden o ateş hissi Bu ateşle yanmaktayım gün gibi 215. Hileye başvurma henüz yolun başında Gitme ey küstah, ejderhaların kapısına 216. Sen bu meydanın eri değilsin Benim ise asla rakibim değilsin, bunu bilesin 11 Gece’nin Gün’e Dördüncü Cevabı 217. Gece bir kez daha oldu aşüfte Dedi ki: “Gün bana olmadık sözler etti yine” 218. Şaka yollu değil, bir hayli ciddi dedi Ki: “Ey her şeyi mahveden ukala kişi!” 74 219. Gerçi sen dünyayı dolaşır, seyyahlık edersin Her yeri aydınlatan bir kandil gibisin 220. Ben de çokça yerler gezmişim Oldukça garip şeyler görmüşüm 221. Sen onlara hiçbir zaman ulaşamazsın Kimseden de duymuş olamazsın 222. Beyninde nasıl bir kibir var ki senin Bana: “Sen nasıl bir adamsın” dedin 223. Ben öyle eşi bulunmayan biriyim ki, dervişim Dilsizliğim ile sessizliği seçmişim 224. Ben bu âlemin ufuklarının pehlivanıyım Senin dengin değilim ki bir tek ben varım 225. Ben on tane yiğidimle iki bin kişiyi deviririm Bir gece baskını ve on bin atlı ile gelirim 226. Ben vardım Rüstem’11in yanında Yoksa kim götürürdü onu Tûran’a 11 İran’ın ünlü kahramanı. Adı Şehnâme’de övgüyle anılır. “Rüstem-i Dâstân, Rüstem-i Zâl, Pûr-ı Zâl, Pûr-ı Zâl-i Zer, Pûr-ı Destân, Tehemten, Heft-hân-ı Acem” gibi sıfatlar hep onundur. Eski şiirimizde kahramanlık, acı, kuvvet ve yenilmezlik sembolü olarak özellikle kasidelerde anılan Rüstem, Cemşîd soyundan gelen Nerimân’ın torunu ve Sam’ın oğlu olan Sicistân ve Seyistân hükümdarı Zâl’in oğludur. Daha delikanlılığında birçok devleri öldürmüş ve olağanüstü başarılar göstermiştir. M.Ö. 4. asırda Keykavûs zamanında yaşadığı sanılmaktadır. Turan hükümdarlarıyla ve Efrasiyâb ile olan savaşları yanında Siyavûş’u öldürmesi ve Güştâb’ı esaretten kurtarmasıyla ünlüdür. Zerdüşt dinine girmemiş ve İsfendiyâr ile savaşmamıştır. Zâl, saçı, kaşı ve kirpikleri beyaz olarak doğduğu için bu lakabı almıştı. Kelime olarak Zâl, kocakarı demektir. Zâl-ı zer de yine bu beyazlıktan dolayı ona verilen lakaptır. Bu hali uğursuzluk sayan babası Sam, “Bu benim oğlum değildir” diyerek onu Elburz dağına atmış. Zâl, orada simurg denen kuş tarafından beslenip büyütülmüş ve kendisine “Dâstân” denilmiş. Dâstân “hile” demektir. Bu nedenle Rüstem’in adı zülf, kaş, göz, gamze gibi öldürücü ve hilekar özelliklerle birlikte çok kullanılır. Pala, a.g.e., s. 382. 75 227. Çıktı güçlü İsfendiyâr yola Benim kara askerlerimin korumasında 228. Tüm gece bekçilik ettim ben Olmaya diye o namahrem 229. Ariflerin sırrına ortağım ben Yiğitlerin başına can veririm ben 230. Siyah giymiş zenciler bendendir Aslında birdir ama yüz bin bedendir 231. Her daim karanlık geceden korkulur Aslanların damarlarındaki kanı dondurur 232. Duramazlar ne kalıcı ne seyyar Bensiz kalınca huzursuz olurlar 233. Cana yakın kalbi kırıklarla uyanığım Yalnız kalan âşıkların dert ortağıyım 234. Gece yolcularının sırdaşı benim Niyaz âlemine şahitlik eden benim 235. Mirâc, Kadir ve Cuma gecesi Eskiden beri benimleydi 236. Oruçlular, susuzluktan bitkin düşerler Akşam, iftar için yolumu gözlerler 237. Gün gelir ve güler yeniden Oruçluların ağızlarını bağlar yeniden 76 238. Kızgın Temmuz güneşi altında susuz kalmış olan Hala şüphededir, o kızıllığı dağılmayan şafaktan 239. Damın ardından gösterince ben kendimi Ardımca geldi Akşam’ın askerleri 240. Verdiler Allah ü Ekber sesini Çözdüler oruçlular boğazlarındaki düğümleri 241. Leziz yemekleri sundular Her geçen saat bunları arttırdılar 242. Kadehlerdeki soğuk sular saf şaraba denk Tabaklardaki meyveler ise rengârenk 243. Benim varlığımdan mutlu olurlar Hayat ve mutluluklarını arttırırlar 244. Davulun sesi duyulunca seher vakti Ayrı düşer herkes eşinden sanki 245. Günün heybet ve hararetinden herkes Kalır güçsüz, yorgun ve bi nefes 246. Fırlarlar geceliklerinin içinden Âmânda olurlar uyku evinde tehlikeden 247. Muhtaç ellerini göğe doğru açarlar Sırlar mührünü dillerine dolarlar 248. Gün oruçluların arabozucusudur Onun her zaman işi zaten budur 77 12 Gün’ün Gece’ye Cevabı 249. Gün bir kez daha öfkelendi O kara gecenin üstüne kükredi 250. Dedi ki: “Ey kuru beyinli, ıslak etekli! Hala kapışmak mı benimle niyeti? 251. Senin daha önce söylediklerin boş şeylermiş meğer Aksine, yok gibidir benim görmediğim şeyler 252. Bozguncu, hırsız ve hile ehlinin Dev canavar ve korkunç şeylerin 253. Sana dayanır bu fesat ehli Çünkü senin karanlığındır bu zıtların evi 254. Gece gideni, kendi gölgende gizledin Çıkış yollarını hep sen öğrettin 255. Kara işler seninle anılır oldu Edepsizlik ve bozgunculuk seninle doldu 256. İlim peşinde koşanları sen yoldan çıkardın Zayıf iradeli olanları sen kandırdın 257. Gündüz olunca yine ben yola getiririm O çöllerden dergâha sürüklerim 258. Sensin o aldatan, bolca kandıran ve iftira atan Ve tüm bu olaylara gebe olan 78 259. Senin gecenden gündüz olana dek İsyan, azgınlık ve fitne doğar bir tek 260. Benim işim, gizli kapaklı değildir Hırsızlık, haydutluk ve yan kesicilik seninledir 261. Sen çıkınca ortaya sıkılır âlemin içi Açar gönül goncaları seher vakti 262. Gecenin ürkütücü havasının aksine Ferahlık vardır sabahın erken saatinde 263. Dertler ve kederler olur elbette Hüzünlü akşam namazında halkın kalbinde 264. Ayrı kalan o yiğitler, ne vakit yola düşerler Onların hepsi, sabah sükûna ererler 265. Sabahın kendisi de bir fil gibidir İyi kılıç kullanan altın askerleriyle birliktedir 266. Doğudan çıkarır başını da Günün geldiğini haber verir sonra 267. Sabah vaktinde horozlar Cümle âlemi uyandırırlar 268. Beytullah’ın da değerli müezzini Agâh kılar, uyuyan âlemi 79 269. Oruçlular mutluydu benimle Nasıl ki Halil de mutluydu ateşle12 270. Kıbleye doğru namaz kılarlar O ihtiyaçsız olana şükredip, dururlar 271. Nar gibi dolu midenin korkusundan Zahmet çeker insan onun ağırlığından 272. Senin ağırlığından bezgin olurlar Yiyecek ve içeceklerle midelerini doldururlar 273. Başlarını gaflet yastığına koyarlar Rahat ve süslü elbiseleri, tenlerine asarlar 274. Âlem içinde ne kadar canlı varsa Cümlesi gelir seher ile cana 275. Ne dersin Akşam ve Gece için, sus hele! Satma bu dünyaya saçını, sakalını bile 276. Her yerden bir yabancı olsa da Senin için gönlü hoş olan kim ola? 12Geçimini put yapıp satmakla sağlayan bir babanın oğlu olan İbrahim peygamber, putlara hiçbir zaman tapmadığı gibi çocukluğundan beri bu durumun saçmalığının farkındadır. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü’nde bu konuya şöyle değinilmiştir: “Birgün bütün insanlar kurban kesmek için şehri terkedince puthaneye girip bir balta ile bütün putları kırmış ve baltayı da en büyük putun boynuna asmıştı. Halk geri dönünce onu sorguya çekmişler, o da bu işi en büyük putun yaptığını, çünkü baltanın en büyük putun boynunda asılı olduğunu, ona sormalarını söylemişti. Halk, putun hareket etmeyeceği ve konuşamayacağını söyleyince o, “Konuşamayan ve size hiçbir fayda ve zararı dokunmayan putlara ne diye tapıyorsunuz?” demiştir. Bunun üzerine Nemrut onu cezalandırmak ve öldürmek için büyük bir ateş yaktırdı. Bir mancınık ile onu ateşe attılar. Cebrail Allah’ın emri ile onu havada tuttu ve isteğini sordu. O zaman İbrahim, “Ben Allah’ın kuluyum, dileğim O’nadır, sana değildir, Allah ne dilerse yapsın” cevabını verdi. Bu olaydan sonra İbrahim’e Halîlullah (Allah dostu) denildi. Ateşe atılan İbrahim bir gül bahçesine düştü. Ateş günlerce yandı. Oysa içi bir mucize ile gülistana dönüşmüştü. Bu ateşin bir gül bahçesi olduğunu söyleyenler de vardır.” Pala, a.g.e., ss. 224-5. 80 13 Gün’e Dördüncü Mesaj 277. Gece bunu duyunca öfkelendi vallah Dedi ki: “Nedir çektiğim bu aşağılık feleğin elinden, ah! 278. Ben denize eteğimi öylesine çektim ki Benimle iftihar eder hepsi 279. Gün der ki ben kötü işler yapıyormuşum Tövbe Ya Rab! Bu günahlardan yoruldum 280. Kara giymek, kötü bir işse eğer Dünyada bu guruptan oldukça yok mu meğer? 281. Hayır, zaman zaman sen de aynısını yapıyorsun Kara bulutlardan burka yapıp etrafa saçıyorsun 282. Benim alacalı siyahımla senin ne işin var? Benim bu çirkin rengimle senin ne işin var? 283. Benim amberim, kara amberdir Hafif kokusu ile hoş ve tekdir 284. Aynı kâfûr13 gibiyim ne soğuk ne de sıcak 13 Uzakdoğu ülkelerinde yetişen ve tıpta kullanılan bir çeşit bitki. Çiçeği, papatya çiçeğine benzer. Asıl beyaz kâfûr bu ağacın yapışkan olan zamkı; renkli, yarı şeffaf ve kolay kırılan, kuvvetli kokan bir madde imiş. Eski tıpta üçüncü dereceden soğuk ve kuru bilinir. Afiyet ve iştah açıcı, ateşli şişlikleri giderici, başağrısını dindirici, uyku verici ve cinsi istekleri artırıcı özelliklere sahip imiş. Kâfûr çok güzel kokarmış. Kâfûr ağacının kendisi büyük, odunu ak ve yumuşak olurmuş. Kâfûr bu ağacın iç kısmında bulunurmuş. Kâfûru ıtriyatta çok kullanırlar. Fensurî ve Reyâhî adlı çeşitleri içinde en iyi cins kâfûr imiş. Eskiden aydınlatıcı maddeler ve mum imalatında da kullanılırmış. Kâfûrun kırmızı olanları da vardır. Bunların suyu uçurularak beyazlaştırılırmış. Kâfûr, cennette bir ırmağın da adıdır. Eskiden ölülerin kokusu varsa gitsin ve kabirde yılan vs. hayvanlar dokunmasın diye gözlerine, kulaklarına, burnuna ve yedi secde azasına pamukla, suya karıştırılmış kâfûr koyarlarmış. Hatta bazı yerlerde ölüyü bir kere de kâfûrlu su ile yıkarlarmış. Bu yüzden kâfûr kokusu ölüme delalet eder. Edebiyatta sevgilinin bedeni ve özellikle gerdanı kâfûra benzetilir. Pala, a.g.e., ss. 251-2. 81 Bu özelliklerimlerim benim zenginliğimdir ancak 285. Habeşilerin hepsi benden daha koyudur Zenciler benim soyum ve kulumdur 286. Benim rengimdir Hintlilerin ten elbisesi Kulağıma küpedir bunların hepsi 287. Halifeler bana uydukları müddetçe Birer çiçektirler İslâm bahçesinde 288. Benim rengime büründüklerinde İtibarlı olur görüşleri de 289. Ta ki senin görüşünü kabul ettiler Kendi benliklerinden uzak düştüler 290. Onların sırları senin büyüklüğünde Açığa çıkar senin ak renginde 291. Rengârenk olmak ayrılıktan başka bir şey değildir Siyahtan başka renk de, renk değildir 292. Sen dışa vurursun aynı bukalemun gibi Bir zamanda, bin bir renk gibi 293. Yeşil, kızıl, mor, sarı ve beyaz Güneş’in mücevherlerle bezenmiş tacıdır biraz 294. Sefaya diyecek yok o karanlıktaki Tıpkı Mustafa’nın omzuna dökülen saçlar gibi 82 295. Söylenen sözde bin bir çeşit incelik vardır Âb-ı Hayat siyah bir kuyudadır” 14 Gün’ün Gece’ye Cevabı 296. Gün’ün bir kez daha vurdu ateş başına Derdinden etti gömleğini paramparça 297. Dedi ki: “Eğer itiraz edersen bana Karayı bürürüm beyaza 298. Ben parlatırım ancak, benden başka bunu kim yapar? Ve benden daha usta kim olar? 299. Senin amberin kokar tıpkı bir sarımsak gibi Sıcaktır ve adamı öldürür aynı zehirli bir duman gibi 300. Rum ve Türkistan’ın tatlı dilli kızları Gümüş tepsiyle ağza sunmaz mı elmayı? 301. Zencilerin dudakları, inek böbreği gibidir Her ikisinin burunları, iki oluk gibidir 302. Bu onunla, o da bununla güzel idi Dev ahu gözleriyle güzel idi 303. Bulut benim kara burkam değildir Belki de o, benim sarayımın sadık bekçisidir 304. Nedir o kara bulut? Şemsiyesidir yeryüzünün Eğer baksaydın o aydınlığı zaten görürdün 83 305. Bulut, o denizdekilere gölge verir Susuz bedevilerin dudaklarına nem verir 306. Nebatın nazlı ve cilveli oyunları yüzünden Tükenir onlar Temmuz’un zehrinden 307. O, tomurcuklandırmıştır bir dalı Arıya o vermiştir gülün yaprağını ve balı 308. Onun özellikleri birçok sonuca gebedir Bunun sonucu âlemde çokça görülmektedir 309. Bizim rengimizi açıkça ortaya koyarsın Sen bile ona cevap bulansın 310. Sen Hızır’ın gizli şifresini bilemezsin ki Bilseydin ne iyiydi, fakat bilmezsin ki 311. O Mustafa hakkında söylediklerin O sefa hakkında dediklerin 312. Edilen sohbetin ne faydası var ne zararı seninle Ulaştırmaz, Allah’ın selamı olan Resûl’e 313. Eğer düştüyse Âl-i Abbas birbirine İnsanoğluydu bunun sebebi de 314. Ne siyah renkteydi ne de beyaz Zenginlik ve bahtsızlık, korku ve ümitti biraz 315. Yüce göğün altındaki insanlar O ayrılığın sonunda elbet yine buluşurlar 84 316. Hak ve batıl birbirinin zıttıdır Herkes illa da kendi nasibini alamayacaktır 317. Firavun’un büyüsü elbette yücelmez Gerçek olan da hiçbir zaman sönmez 318. Hayır, derviş yoldan çıkmadıkça Görmez Vechullâh’tan başka” 15 Gece’nin Altıncı Mesajı 319. Şeb-i Yelda’nın vardır karalık doğasında Testiyi de vurur eliyle taşa 320. Açık yüreklilikle, söyle dedi Güneş’e: “Feleğin çevresinden toprağın merkezine 321. Getirince mesajımı rüzgâr benim Gökten yere bir kuş gibi inerim 322. Sen Gece ve Gündüz’e güzellik katarsın Yer küreyi baştan aşağı dolaşırsın 323. Yaratandan öğrendiysen eğer cihangirliği Temizle Nevrûz’un bu utanç ve kirini 324. Yılbaşı zamanında geldiğinde Yazıktır iktidar ve malın geçmesi ondan öne 325. Süt kuzusunu tandıra astılar Güzelce pişirip, sofraya koydular 85 326. Senin büyüklüğün, hükümdarlığın Ve başındaki taçtan gayrı neyin var bakayım 327. Toprağın içinde küçük altın parçaları var Senin ağzında da onlardan var” 16 Gün ya da Güneş’in Cevabı 328. Gün yine kızdı Güneş gibi Dedi ki: “Beni balçıkla ne vakit sıvayabildiler ki? 329. Ben senin karşında alçak ve küçüğüm Dünyadan ise defalarca büyüğüm 330. Varılmaz iktidara minnetle Sen Güneş’in dengi değilsin, yan kendi derdine 331. Denizdir evimin en küçük hazinesi Cevzâ’14dır kapımın son hizmetçisi 332. Sen kara kilimini yüzlerce ıstırapla Tıpkı bir keşiş gibi geçirmişsin başına 333. Ben altından örülü kraliyet tacımla Süleyman gibi kurulmuşum feleğin tahtına 14 İkizler burcu. Mayıs ayının 21. günü güneş bu burca girer. Aslında “cevza” sırtı beyaz kara koyunlara denirse de minyatürlerde bu burcun rumuzu, belinde okluk bulunan ve elinde yay tutan bir adamın koyuna binmiş hali olarak tasvir edilir. Bu şekil adeta koyunun üzerinde iki insan varmış görüntüsünü verdiğinden adına “Zülcesedeyn”, “Dü-peyker”, veya “İkizler” denilmiştir. Aslında Tev’eman adlı birbirinden ayrılmayan iki yıldız (Pollüx ve Kastor) nedeniyle ikizler denir. İkizlerin mizacı havai olup kuru ve karanlıktır. Renklerden beyaz ve sarıya, insanlardan (iyiler için) âlim, hakîm, şair ve yazar, (kötüler için ise) hilekâr ve hırsızlara, mizaclardan civanmerd olanlara, hayvanlardan da ehli hayvanlara delil kabul edilmektedir. Pala, a.g.e., s. 91. 86 334. Kimin talihi benimle olursa Zamanın en zengini olur aslında 335. Eğer binmişsen o kara ata Bu gece de benim merkebimdir ne ola 336. Eğer senin kızıl atın hızla koşuyorsa etrafta Yükleniyordur benim kızıl atım da 337. Benimle arana daha ne kadar nifak sokacaksın? Kavga ve gösterişi ne zaman bırakacaksın? 338. Herkes için Gün utanç ve edep yeridir Korunma ve doğru yol onunla var idir 339. Hayır, Gece onun varlığıyla olmuştur bilge Aptallar da hayâsızlık etmişlerdir bizce 340. Hepsi olmayacak şeyler düşünürler Onun zülfüne ve benine meylederler 341. İnatçı ve kötü gözlüdürler Korkusuzca evine ve yurduna girerler 342. Gece, utanmadan ansızın giderler Korku içinde ve düşüncesizce seyrederler 343. Çünkü onun yanında bahaneler can bulur Yüzlerce hicap ortadan kaybolur 344. Herkese yardımcı olur Her şeyde vefalı odur” 87 17 Gece’nin Yedinci Mesajı 345. Gece bir kez daha dile geldi Artık korkusuzca yüz yüze geldi 346. Dedi ki: “Şakayı da, haddi de aştın sen Benim hoşnutluğumu güzel gördün sen 347. Ben senin gördüğün gibi değilim İtibarsız ve değersiz hiç değilim 348. Dostuyum tek başına kalanların Özlemiyim arzulu olanların 349. Onların her vaktinde mutlu olurum Tüm geceler boyunca kadeh dostu olurum 350. Onların muhitinde bekçiyim ben Huzurlarının kaçmasına maniyim ben 351. Bazen kapısında bekçi olurum Bazen de evinde ev sahibi olurum 352. Udu ve tamburu çalarım Güler yüzlü, halis bir şarabım 353. Hazır isterim rakibimi de hizmetçimi de Hadi inkâr et beni de sor bir bilgeye! 354. Kim istemez ki o ilahi dansı? Kim içmez ki o saf şarabı? 88 355. O kandilin ipi yanıp durdukça Aydınlanır yalnız gece benim mumumla 356. Benim olmadığım yerde Hiç verir mi nurunu mum istese de 357. Öyleyse kim benim yüzümü görmek isterse Geceyi, tüm geceyi uykusuz geçire 18 Usanmış Olan Gün’ün Gece’ye Son Cevabı 358. Gün’ün gönlü yoruldu Gece ile olandan Uzak durmak istedi bu boş kil ü kaldan 359. Tüm bunlarla yetinmeyi yeğledi El çekti ve itibar istedi 360. Bir cevap verdi Gece’yi kınayan Dedi ki: “Ey kibir şarabından yudumlayarak harap olan! 361. Kimdir bu karanlığı aydınlatan şimdi? Kimdir masumiyeti iyice temizleyen kişi? 362. Benim o, aydınlık delil şimdi Söyle de görsünler, sen misin yoksa ben mi? 363. Kâbe’nin güzelliği benimle çıkar ortaya Bana ihtiyaç duyulur kıblenin yönünü bulmada 364. Altı günde yaratılış emri, oldukça bilinir Bu da, Kelâm-ı Mecîd’de zikredilir 89 365. Mahşer günü Gece ile ünlenmemiştir Öyle ki Kıyamet, Gün ile nitelenmiştir 366. Herkes vakti gün gün sayar İyi ve kötü talihe bakar 367. Güney, kuzey, doğu ve batı Ben çekerim, düşmanı yenen kılıcı 368. Her dilde şöhret bulan benim Senin gibi karanlık ve ümitsiz değilim 369. Bazen Mihr olur bazen önder bir Güneş Bazen Çeşme-i Nûr bazen de Şems 370. Neyyir-i A’zam15 kıssası benim Halkın, âlemdeki aydınlık yüzü benim 371. Boş ver şimdi kıyası diğerleriyle Aynı lakabı taşırım ben Şah Şems ile” 372. Bunu der ve söz kapısını kapar Artık söylenecek söz neye yarar? 19 Gece’nin Gün’e Teslimiyeti ve Şah’a Medhiye 373. Uzun etekli, kısa akıllı Gece Çaresizlik içinde eğdi boynunu öne 15 Güneş, şems. 90 374. Bir şey söylemekten aciz hale geldi Bu ateşle boynunu büküverdi 375. Sonunda teslim oldu Güneş’le konuşmaya koyuldu: 376. “Sen oldukça üsttesin benden rütbece Ki aynı lakabı taşımaktasın İran Şahı ile 377. Burada artık ne hacet var söze Son bulmalı artık benim sohbetim seninle 378. Şimdi her birimiz kendi cüsse ve gücümüzce Üslup ve dilimizin döndüğünce 379. Başlayalım şahı övmeye Sığınalım onun gölgesine 380. Ben ve sen, şah için el ele verelim Onun için en güzel hizmeti edelim 381. Öyle bir sıkalım ki kölelik kuşağını Aramızda olsun ancak can bağı 382. Sen bizim yüzümüze, gözümüze dönersin Sarığımızı, cübbemizi giyersin 383. Ben ve şahın atı aynı renkteniz Her ikimiz de Kaf Dağı’na benzeriz 384. O oldukça çevik, ben ise ağırcanlıyım O gibi hareket edemem, buna yoktur dermanım 91 385. Sen onun gözünde âlemi kuşatansın Bu yüzden feleğin yüce tahtındasın 386. Onun en çok değer verdiği sensin Onun kalbindeki aydınlık gönüldesin 387. İnci gibi ışık saçmayı ondan öğrendin Ben ne diyeyim başka, sen zaten bilirsin 388. Olmasaydı eğer onun feyzi sana Olur muydun hiç bu kadar güzel acaba? 20 Gün ve Gece’nin Barışı ve Şah’ın Medhi 389. Gün, Gece’den özür dilemeyi kabul etti O da kalıcı bir barış için sözler etti 390. Dedi ki: “Sen benim oldukça kadim dostumsun Dünya var olduğundan bu yana mahremim oldun 391. Sırların arasında bir söz vardı Ben ve sen tövbeliyiz devamlı 392. Sona ulaştı ve işin hedefi Çokça inkâr ettikten sonra ikrar etti 393. Öyleyse sen artık insafı hak ettin Çünkü hakkı hak sahibine devrettin 394. Senin dostunum, bunu neden bilmezsin Ki şahın kin güttüğü gün de böyleydim 92 395. Senin oldukça kuvvetli bir bağın var siyahla Tıpkı şahın mübarek hattı gibi kara 396. Onun iki yana dökülen kıvrımlı saçları Bir başka Gece’dir onun her bir tutamı 397. Bütün zülüflerin açıldığı zaman Şüphesiz saçların uzundur o an 398. Mutfaktaki üzüm şarabı rengindesin Kuşkusuz elin ve kalbin de cömerttir senin 399. Bizim işimiz dua etmekten gayrı bir şey değildir Ancak kul köle olup rıza dilemektir 400. Kaldır ellerini ve içtenlikle âmin de Allah koruyucudur, yardım eder ve gözetir de” 21 Şah’ın Yanında Şairin Kulluğunu Açığa Vurması 401. Ey padişah! Bu Nizârî acizdir Samimiyetten başka neyle kapına gelmiştir? 402. Ne desem sen daha iyi bilirsin Bütün fakirlik ve zenginlikleri ondan bilirsin 403. Riyasız bir kul idim Ömrüm oldukça da öyleyim 404. Bahşettiğin nimetlerin hakkı bir hayli fazladır Onun hakkı bedende can oldukça vardır 93 405. Ta başım bedende ve bedenim de zinde Kulunum senin, yalnız senin kulunum bende 406. Ben kimim ki diyeyim buyum Ben ancak kapındaki köpeklerden biri olurum 407. Beni çekip aldın ve seçtin Mülk verdin ve mal bahşettin 408. Ben kimim ki kendimden bir şey diyeyim Ne desem kendimden kötü derim 409. Benim, bunca ince sözü seçen Akıllı ve cahillere karşı mızrak gibi diken 410. Ahu gözlerle avlanmış yorgun gönlüm Birçok hayalin eşiğinde kalmış perişan gönlüm 411. Aşkın makamlarında kaybolmuşum Aşkın kederleriyle doğrulmuşum 412. Mesttim, sarhoştum, serap görendim, mecnundum Şimdi değil, bundan çok önceleri ben buydum 413. Senin sevginden başka gönül diyarımda Yoktur hiçbir şey ne toprak ne suda 414. Metholur senin incin ben oldukça Anlatırım seni iftiharla 415. Seni methetmek canımın yongasıdır benim Bunu son nefesime kadar devam ettiririm 94 416. Şayet bana bir musibet çatarsa Senin varlığına uğrayamaz bir zarar da 417. Çünkü ayakta olduğu müddetçe senin varlığın Ne zamanın kumandanı ne de iktidarın 418. Gün gelir, çıkarsa çivisi âlemin Senin devletinin kapısına gelir bunu bilesin 419. Sağlık, o mavi gök kubbenin altında değildir Nasıl ki ateşten kor, denizin dibinde değildir 420. Yitirtmez zamanın hiçbir vakti Bir lahza olsa bile sana olan güvenimi 421. Her kim kendini bulursa Sonunda ulaşır bir iktidara 422. Çünkü yol alan Hak yolda Yaptığında hayra ulaşır sonunda 423. Bir aralıktır işin başı İstiğfardır lazım ve vacip olan bazı 424. Dik başlılık yol için bir engeldir Bu tıpkı günahtan gafil bir insan gibidir 425. Saçımı ağarttım ve kararttım amel defterimi Günahtan insanı ne alıkoyar ki? 426. Düşünürüm hata ve günahlarımı Böylece toprağa düşürürüm başımı 95 427. Yaralı kalbim kebap olur Can dünyam harap olur 428. Bulut gibi gözyaşım düşer Yürek korkudan kanlı yaşa döner 429. Kuhistan’da benden ne kalmıştır geriye Hiçbir şey yoktur eksik bile 430. Artık hiçbir şey yok elimde avucumda Hâlbuki çok fazlaydı benim varlığım da 431. Ben kendi görevime başlayayım İş bitmeden sözümü tamamlayayım 432. Bugün, benim sözün ustası Alayım artık şiirde konuşma sırası 433. Eğer bir başka işe yaraşamazsam Kendi işimi yapar kalkarım altından 434. Her zaman bir hediyem vardır Ve o akılda da delilik vardır 435. Endişe içinde şaraba sarıldım İyilik ve mutluluktan yoksun kaldım 436. Bundan daha ziyade bırakmaz beni işlerim Ta başımı bu hüzünden alıvereyim 437. O bakire kızın fikri beni mest etti Yalnızca halvet bir yerde, bana ancak el verdi 96 438. Düşünmek, ancak dirençsiz bir yapı gibidir Gerçeği ise harabede bile diridir 439. Toplantı meclisi tıpkı mahşer yeri gibidir Mahşer günü, kimi kendinden haberdar edebilir? 440. Sen, benden o lütfünü alma yine ne olur Benden bu uzun hikâyeyi alma yine ne olur 441. Gece ile Gündüz’ün hikâyesi biter mi? O hikâyeye şimdi bir hikâye daha eklendi 442. Gece eğer Gün’den şikâyetçi olduysa Onun kendince sebepleri vardı aslında 443. Kulun kendinden vardır bahtı Ki her vakit benim, onun kastı 444. Baht ve servet, uymak ve boyun eğmekle olur Bütün hepsi ancak düzenli bir sıra ile olur 445. O ebedi olan Yüce’den Görüşmek ve bir cevap istesem 446. Yalvarırım söyleyin doğru ve yanlış nedir Ta bileyim sizin bildiğiniz nedir 447. Hiç olmazsa bir işaret gösterin Bu kulunuzu doğru yola erdirin 448. Bir örtüye bürünmektir niyetim İnzivaya çekilip, oradaki isteğim 97 449. Senin rızanı kazanmaktır niyetim Senin uğruna can ü gönül veririm 450. Ariflerin hırkasını çıkarır atarım Şarap ve semadan beri kalırım 451. O elbise ve cübbeden arınırım Bakarım işime ta nasıl yola koyarım 452. Gerçi bilirim herkesin bir rengi var Benim de testimi kıran bir taş var 453. Biri der ki, bu nasıl bir dik başlılıktır Bunda nasıl bir desen ve renk vardır 454. Bir diğeri de der ki benim hakkımda Nizârî ve tövbe bu olanaksız aslında 455. Diğeri de der ki; korktu işte Ya da hayal görmüştür herhalde 456. Bir diğeri de bunu acizlik görür Her biri bunu farklı bir hikâye görür 457. Benim o, tutkun deli âşık Senin yolundayım ey Cafer-i Sâdık16 16 Altıncı İmam olan Cafer-i Sadık, 699’da Medine’de dünyaya geldi. Babası beşinci İmam Muhammed Bakır’dır. İmam Cafer-i Sadık, tarihin en önemli dönemlerinden biri olan, Emevi saltanatının çöküşü ve Abbasi saltanatının başlaması döneminde yaşadı. Emevi saltanatının ortadan kaldırılıp, yerine Abbasi saltanatının kurulması ile sonuçlanan olaylar, İmam Cafer’i Sadık zamanında meydana gelmiştir. Ayaklanma hareketinin devam ettiği sırada, Ehl-i Beyt bendelerinin başında bulunan Eba Müslüm (Teberdar) Horasan’i İmam Cafer Sadık’a özel bir elçi göndererek, Halifeliği kabul etmesini istemiştir; fakat ondan red cevabı almıştır. Kabul etmeyişinin sebebi, Emeviler döneminde olan zulümlerin, Abbasi Hükümdarlığı döneminde de devam etmesinden dolayıdır… Ancak; İmam Cafer-i Sadık, saltanat sahiplerinin kendisine sunduğu bütün teklifleri red ederek bu arada binlerce insana ilmi toplantılar düzenlemiş ve dersler vermiştir. Kendinden önceki ataları gibi, derin bir bilgiye sahipti. İmam Cafer-i 98 458. Bu işareti önceden aldım amma Kötü oldum ve iyi şeyler gelmedi başıma 459. Eğer ihanet edersem otuz yıl sonra Dervişlik hırkama, hiç de uzak olmam aslında 460. Hamdım, meğer hamlık nedir? Hamlık benim yaptığımdır, bundan başka ne olabilir? 461. Geçmiş padişaha hesap vakti geldiğinde Hesap sorulacak, ta ki son nefesine 462. Zaman zaman fakirlik verir Yaradan Alıp götürür yine aklımı başımdan Yezdan 463. Ta ki kendini arındırana kadar maddiyattan Hayatındaki değerleri kaybetmeyi nasıl göze alır insan? 464. İnsanların hilesi, riyakârlık değildir Dervişlik hırkası, herkesin hakkı değildir 465. İçindeki maddiyatı terk etmedikçe Akıl ve cünundan ayrı düşmedikçe 466. Allah dostlarının arasına giremez Bu muhitte başıboş olanlar yer edinemez Sadık bu bilgilerinin, öğrencileri vasıtasıyla bütün insanlığa ulaşması için çalıştı. Altıncı imam olan Cafer- i Sadık salt dini bilgiler değil, insanlığın sorunlarına çözüm için diğer alanlarda da (fen bilimlerinde) dersler vermiştir; bu dersler sonucu, onlarca ilim sahibi insan yetiştirmiştir. Hatta bazı Sünnî âlimlerin bile, onun öğrencisi olmakla övündükleri bilinir. İmam Cafer-i Sadık, öğretmenliğinin yanı sıra, ahlâklı- faziletli kişiliği ile de kendisiyle tanışan insanları etkiliyordu. Onunla tanışan, onun derslerine, sohbetlerine katılan birçok insan, onun etkisinde kalmış, bilgisinden, davranışlarından feyz almıştır. O dönemin saltanat sahipleri, iktidarlarını tehlikeye düşürmemek için, İmam Cafer-i Sadık ile yetiştirdiği öğrencilere ve ilim adamlarına karşı kin güderek baskı uyguluyorlardı. Sonunda onu zehirletip, şehit ettiler (766). http://www.aabf-inanc-kurumu.com/12-imam/imam-cafer-i-sadik/ 99 22 Kutbeddin Haydar’ın Mirasının Öyküsü 467. Haydar-i Zave17 abdalların piridir Bu kemal yolunun önder ve salikidir 468. O idi Allah dostu adam Küfrü ve dini yere çalan 469. Hiçbir şeysiz gitti Şeyh-i Kebir’den Onu bağlayamaz ne zincir ne de ahen18 470. Herkes onun mirasına bir el attı Bu, tarladaki ekinden habersiz çiftçiyle aynı 471. Görünüşe aldandı ve şad oldu Haydar’ın sırrını kimse diyemedi ne oldu 472. Onun isteği ve dediği ne birliktelik, Ne sulh, ne de savaş ve düşmanlık 17 13. yüzyılda Anadolu’da en faal heterdoks tarikatlardan biri olup Yeseviliğin, Kalenderilikle karışmasından doğmuş olan Haydarîlik tarikatının kurucusudur. Haydarîlik, Türkmen mühitlerinde süratle yayıldı. Zave’de büyük bir zaviyesi olan Kutbeddin Haydar, çok şöhretli bir şahsiyetti. Onun müritleri, Moğol istilasının başlamasına kadar Orta Asya’da ve İran’da faaliyet gösteriyordu. İstilanın başlamasıyla onlar da bir koldan Hindistan içlerine, bir koldan da Anadolu’ya sığındılar. Ülkenin İslamlaşmasına önemli katkılarda bulundular. Anlaşıldığına göre Haydari dervişleri, Kalenderilerle aynı inanç ve fikirleri paylaşıyorlardı. Bunlar da benzer kıyafetleri kullanmakta, yalnız boyunlarında “Tavk-i Haydari” denilen demirden yapılmış bir halka taşımaktaydılar. Bu, onların dünyevi arzulardan tecerrüd simgesiydi. Eflaki’nin verdiği bilgiye göre, 13. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da Haydarilerin iki ünlü şeyhi bulunuyordu. Bunların ilki Hacı Mübarek-i Haydari, Konya’da yaşıyordu. Eflaki’ye göre bu şeyh Mevlânâ ile çok iyi münasebet içindeydi. İkinci ünlü şahsiyet ise bir bahçivan olup Hacı Mübarek’in yakın dostu Şeyh Muhammed-i Haydari idi. Nihayet Kutbeddin Haydar’ın Vilayetname’de Hacı Bektaş-ı Veli ile çok sıkı alakadar gösterilmesi, Bektaşiliğin teşekkülünden sonra bile bu tarikat içinde Haydariliğin hatırasının muhafaza edildiğini gösterir. Haydarîlik, hem Anadolu Selçukluları hem de Osmanlılar devrinde çok önemli roller oynamış mühim bir tarikattır. Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011. 18 Demir. 100 473. Bu hazinenin özünde büyük bir dert var Göründüğü gibi değil derinliği var 474. Dinle Ey Hoca! Sakın taassuplu olma Meşakkati yok diye Şeytanın şehvetine aldanma 475. …….? 476. O söz dinlemez aşka ateş çaldı Küfrü ve dini, yorgan döşek gibi yaktı 477. İnsanların hilesine bürünemez o Çanakta ve kadehte asla olamaz o 478. Temiz ve saf yürekli birisinde Olur mu işi hiç laf getirecek palan ve elbiseyle 479. Kimin iç dünyası pak değilse Ne zaman kabul olur namaz, su ve toprak ile 480. Sadıklara renk vermeye ne hacet Yakuta taş demeye de ne hacet 481. Lakin sır ehli bir hayli gizlidir Ne bir renk ne de şiar gerekir 482. Arif değildir ki yaratılış sırrına erişsin Hazine ve yıkık bir köşe misaline benzesin 483. Halkın bir kısmı onu Hızır diye bilirler Ama üzerindeki dervişlik hırkasını görmezler 101 484. Dağ gibi onun yeri aşikârdır Kim bilebilir hazine nerede saklıdır 485. Eğer sen madende saklı olsaydın Yakut gibi ucuz bir taş olurdun 486. Dervişlik hırkası, o gizemli insanların elbisesidir Her kim giydiyse, onun gibidir 487. O elbiseye bürünmüşlerin gizli sırrı budur aslında Ama halkın yanında ayıptır bu da 488. Kendimle olan bu ahtım değerlidir Çünkü bu hikâye benimledir 489. Eğer senin arzundaysam bu hâsıl olsun Canında ve gönlünde bu kabul olsun 490. Bütün güzellik ve çirkinliğimle geri döneyim Cehennem ve cennetten sana döneyim 491. Ben uzlaşma için harekete geçerim Kolları sıvar şarap içerim 492. Kimin makamı yüceldiyse İsteği yerine geldi ve etti tövbe 493. İkiye bölmek gerekir zamane insanını İnzivaya çekilmeli bir yay gibi aynı 494. Hem daha ağır gelmez mi elliden sonra Siyah ve beyazı birbirine katma 102 495. Toyken girmişti bu meclise İçli dışlı olmuştu gençlerle 496. Benim inzivaya çekilmem bundan sonra oldu Hayattan aldığım zevkler son buldu 497. Bu iki kapılı handa insanın Yoktur bir dem yiyip içmediği anladım 498. Her ne kadar bu ikisine mecbur da olsa Her ikisinden de şikâyetçidir aslında 499. Çörek görmez onu taze olmadıkça Tat verir böyle olunca 500. Kolaydır bu kapta aslı korumak Başkalarının zevk ve damak tadından uzak 501. Su durgundu, aynı göldeki gibi O yumuşaklığıyla, pir gibiydi 502. Mey, dostların en büyük eğlencesi Çünkü eskidi ve değere bindi 503. Aferinler artık kabul görmez Ne gariptir ki zengin olan da mutluluk bilmez 504. Kul, ola ki zayıf olup halden düşerse Yükünü hafifletirsin onun kendi büyüklüğünle 505. Hem sen bilirsin hem de Allah bilir Nizârî bir başına ne eyleyebilir 103 506. Senin rızan olmadan hayata tutunmak olur mu? Senin iznin olmadan karın doyurmak olur mu? 507. Şüphesiz benim inancım; ben sadık bir köpeğim Ki senindir bütün kanım ve bedenim 508. Sana bir sır vermek isterim, dinler misin? Bunu sen bilirsin, ben kimim ki bileyim 509. Sen beni çok iyi bilirsin Allah’tan sonra Ki ayırabilirsin doğruyu yanlıştan bir daha 510. Senden hiçbir şey saklamadım ben Kimi koyabilirim bu âlemde senin yerine ben 511. Aramızda olanlar iyi ve kötü de olsa Ne yapabilirim yine hüsrandayım aslında 512. Sen bize dost ve düşmana ziyansın Tüm bu olup bitenlerden haberdarsın 513. Her ne kadar ayıplasalar da beni Kendilerinden söylemezler mi bütün dediklerini 514. Haksız yere şah kötülük etmesin Ayıp arayanların ağzına söz vermesin 515. Bu kapı bin kere daha açılsa idi Senin kalp temizliğin ilahi aşka dönmez miydi? 516. Eğer birisini garip gösteriyorsa doğruluk Öyleyse garip değildir doğruluğu terk etmek, doğrudur 104 517. Doğrucular bu görüşe işaret ederler Doğrusu oklar da eğri yayı isterler 518. Onlar aşk yıkıntılarının yiğitleridir Gökyüzünü değirmen taşı gibi çevirir 519. Eğer değilsen doğruluk topluluğunun içinde Şeyhi bir daha istemek niye 520. Doğruların sözü etkin oldu Şeyh de bu sırlara vakıf oldu 521. Bakmaz isen kendi kendine Göremezsin kendindeki karışıklıkları sen bile 522. Can cana, gönül gönüle denktir Canın ve gönlün muradını bulmak gerekir 523. Can ve gönlün arasında ikilik başlarsa Özürler ve bahaneler gelir vücuda 524. Akıl, vehm ve hayal yok olur Dil ve edebiyatta ayrılık olur 525. Canın mülkü âlemi kapsar Sonrasında her yanı güzellik kaplar 526. Her şey hiçtir ve hiçbir şey ondan gayrı değildir Her ne kadar güzel gözükse de hepsi günahın eseridir 527. Dosta şirk koşmak uygun mudur? Ne varsa ondandır doğru mudur? 105 528. Tüm bu şatafat boştur Akıl, doğruluktan başkasında yoktur 529. Selam olsun bizden onun ruhuna Ne de güzel söylemiş Ahkemü’l Hâkimâ 530. Eğer kaybettiysem ben kendimi Ne yapabilirim, yapmaktan başka takdir edileni 531. Tüm kazançlarım ziyana uğramış Şirk elbette bunların arasındaymış 532. Kendine tapmak beterdir Lât ve Uzzâ’19ya tapmaktan Allah’ın o habercisine olsun selam 23 Sözün Sonu 533. Çok yazmaktan sıkıntı doğar Hikâyeyi kısa tutmakta fayda var 534. Eğer iki beyit yeteydi şahın gönlüne Kısaltırdım bu hikâyeyi elbette 535. Nisan aylı yeni bir baharda Nezm ettim bu şiiri, Cümâdü’s Sânî ayında 536. Kutlu olsun o Nevrûz bayramı Altı yüz doksan dokuz yılı 19 Cahiliye devrinde müşrik Arapların ilah saydıkları bazı putlar vardır. Bunların en meşhurları Hubel, Lât, Menât ve Uzzâ’dır. Lât, güneş ilahı olarak bilinir. Kur’an-ı Kerîm’de iki yerde bu ad geçer (Sad/3, Necm/19). Pala, a.g.e., s. 284. 106 537. Gönlüm aydınlansın diye yazdım bu şiiri Nevrûz için hediye olsun şimdi 538. Buldum aynı Âb-ı Hayat gibi Kara toprak üzerinde akan ışıltılı su gibi 539. Ay ve yıldızların üzerinde, feleğin burçları Beş yüz ellidir beyitlerin toplamı 540. Onu beyit beyit gizemli kıldım Suyuna toprağına aşk kattım 541. Şahlar şahının merhametli bakışı Çıkartır ortaya saklı olanı 542. Hala ümidim var, beni kabul ede Lütfüyle tutup elimden çeke 543. Şahın iktidarı payidar ola Düşmanın başı kılıçla kopa 544. Her daim tahtın da, bahtın da açık olsun Dostların şad, düşmanların harap olsun 545. Ömrün Kaf Dağı gibi müstahkem Günün ve gecen, yıldaki ayların hoş ve hürrem 546. Hatm oldu devletli şahın duasıyla Selam olsun Allah Resûl’una 107 V. BÖLÜM TRANSKRİPSİYONLU METİN 1 Der-Tevĥīd 1. Minnet ez-Źü’l-Celāli Ve’l-İkrām Be-dū āġāz u ġāyet ü encām 2. Āferįnende-i vücūd u Ǿadem Pįş-gįrende-i ĥudūŝ u ķıdem 3. Ber-güzįnende-i ĥaķķ ez-bāŧıl Kār-perdāz āmil ü ātıl 4. Reh-nümāyende-i ħiŧābįnān Mūnis-i bį-dilān u miskįnān 5. Mālik-i mülk-i evvel ü āħir Vāżıĥ-ı ĥakk-ı bāŧın ü žāhir 6. Evliyā-yı rāz-dār-ı pinhāneş Enbiyā-yı kār-sāz-ı fermāneş 7. Ez-Śafįyyullah ez-mebādį-i kār Der-girifte bidāyet-i edvār 8. Gerçi dānem, negūyem ez-gendem Tersem ez-iǾtirāż nā-merdem 108 9. Kerde ber-mūcib şümāre-i Ǿāmm Ber-Nebiyyullāh ān şümāre tamām 10. Devr-i ŧūfān zi-ümmeteş ber-ħāst Çi küned coz çünān niyāmed rāst 11. Çün işāret sū-yı Ħalįl āmed Ħalk-rā vaǾde selsebįl āmed 12. Ū be-ümmet neħāst illā ħayr Lįk ķāśır-ı nažar be-bįned ġayr 13. Pes ez-ān çün resįd devr-i Kelįm Hem nekerdend ümmeteş taǾžįm 14. Lįk FirǾavn egerçi bühtān kerd Netevānįst defǾ-i ŝuǾbān kerd 15. Rūĥ-rā baǾd-ez-ān mücessem kerd Bį-meded, nāmeş ibn-i Meryem kerd 16. Nefeseş gerçi śed cihān cān dāşt Mürde-i cehl-rā çi dermān dāşt 17. Rāyet muǾcizāt bürde be-māh Nevbet daǾvet-i Ĥabįbullāh 18. Gerçi levlāk būd der-şāneş Ġuśśahā büd zi-ibn-i Ǿummāneş 19. Herçi āyed be-dān kez-ū bāşed Herçi zi-ū āyed ān nikū bāşed 109 20. Ki ne FirǾavn iħtiyār nedāşt Belki Mūsā hem-iķtidār nedāşt 21. Ħıżır nā-cüste Āb-ı Ĥayvān ħūred Ān ki cüst ü neyāft çi tevān kerd? 22. Ey münezzeh śıfātet ez-evśāf Herçi gūyem būd muĥāl ü güzāf 23. Neresed der-kemāl-i tū idrāk Pįş-ez-įn nįst ĥadd-i müşt-i ħāk 24. Hem-tū gūyį, ki gūyed ez-tū diger? Neresed der-tū vehm ü Ǿaķl ü nežer 25. Neresed der-śıfāt-ı źāt-ı tū kes Tū tevānį resįd der-ħōd u bes 26. Menem u ķaǾr-ı baĥr-ı ĥayrānį Men çi gūyem diger tū mį dānį 27. Lįk negüzįred ez-münācātem Çün tū bāşį mücįb-i daǾvātem 28. Vird įn Ǿāciz şikeste müdām Bes būd Źü’l-Celāli Ve’l-İkrām 2 Münācāt Bā-Ħudā Ve NaǾt Peyāmber 29. Nažar-i yā müfteriĥ el-elbāb Sebeb-į yā müsebbib-į el-esbāb 110 30. Merĥamet kün ki vaķt-i merĥamet-est Gerdenem zįr-i bār-ı maǾśįyet-est 31. Hįç kem gerded ez-hizāne-i Ǿām Kį be-baħşį günāh-ı müştį-i ħām? 32. Çün tū perverdįm be-evvel-i kār Hem-be-āħir mįfigenem, ber-dār 33. Gerçi ez-rū-yį Ǿafv-ı tū ħacilem Raĥm kün zān ki bes şikeste dilem 34. Ber-men u bį-kesį men baħşāyį Der-i der-beste-i dilem be-güşāyį 35. Rehber u reh-nümāy u reh-dānį Der-heme ĥāl ĥāl-i gerdānį 36. Mį tevānį zi-ġam rehā-yį deh Ne zi-peyvend ħōd cüdā-yį deh 37. Bā-ġam ħįşem āşinā ger-dān Ne serem hem-çü āsyā ger-dān 38. Baħşişį kün zi-ħilǾat-i ħāśśem Rah-ı deh sū-yį śıdķ ü iħlāśem 39. Pertevį deh zi-nūr-i nefes-i nebį Maĥrem-i Ĥaķķ-ı Muĥammed-i ǾArabį 40. Śadaķallāh yā Resūlallāh Rehber-i ümmet ü şefįǾ-i günāh 111 41. Pįşvā-yį muhācir ü enśār Reh-nümāyende-i ūlü’l-ebśar 42. Ħātim-i enbiyā be-ķavl-u Ħudāyį Hādį-i eśfiyā be-her dü serāy 43. Ħüccetü’l-Ĥaķķ be-sūre-yi iħlāś Mehdį-i enbiyā be-daǾvet-i ħāś 44. Çi diger māned? Şüd süħan-ı kūtāh Çün Ħudā ħāndeş Ĥabįbullāh 3 Der-Medĥ-i Şemse’d-dįn ǾAlį Şāh Nįmrūz 45. BaǾd tevĥįd ü naǾt-ı peyġember Midĥat-ı şāh-ı şarķ-ı ulį’ter 46. Şehr-yār-ı bülend aħter ü baħt Nāzeş u iftiħār efser ü taħt 47. Ān ki himmet-i refįǾeş hest Āsmān bā-Ǿulüvv-i ķadreş pest 48. ǾĀlem ez-Ǿadl-i şāmileş ābad Nev ser-efgende melik-rā bünyād 49. Taĥt-ı emreş memālik-i Ǿālem Fevķ ber-tuħme-i benį Ādem 50. Şems-dįn Şāh Nįmrūz ǾAlį Ķātil-i el-müşrikįn çün şįr-i melį 112 51. Ān ki çün rāyeş intižām küned Nūr ez-ū āftāb vām küned 52. V’ān ki gerziş be-Ǿarśa-gāh neberd Ez-ser-i düşmanān ber-āred gerd 53. V’ān ki kilkeş çü der-śerįr āyed Cān nev der-cihān be-berāyed 54. V’ān ki tįreş çü ez-kemān be-cehd Felek ez-rāh-ı keh-keşān be-cehd 55. V’ān ki lutfeş çü dest-gįr şeved Der-mefāśıl-ı şerįk sįr şeved 56. V’ān ki ger ber-zamāne ķahr küned Nūş-dārūş hem-çü zehr küned 57. ǾĀlem-i Ǿilm-rā Ǿalem başed Śāĥib-i el-seyf-ul-ķalem başed 58. Pįş-i ū ser-nihāde ber-ıŧlāķ Ħüsrevān memālik-i āfāķ 59. Leşkereş-rā ne ĥadd ne endāze Ķāf tā Ķāf ez-ū pür-āvāze 60. Āsmāneş be-ŧavǾ ħidmet-gār Āftābeş be-ŧabǾ ġāşįye-dār 61. Herçi gūyem be-cāy-i ħōd başed Lįk ū mā-verāį ĥadd başed 113 62. Herçi ān der-menāķıbeş āyed Vež der-i rāy-i ŝāķıbeş āyed 63. Ū ez-ān bįş u bįşter başed Ki der-efvāh Ebü’l-beşer başed 64. Der-heme çįz ez-heme mümtāz Ez-heme bį-niyāz u bā-heme sāz 65. Ū çü mecmūǾa-yı hüner bāşed Rāh-ı ū şįve-i diger bāşed 66. Netevān güft ez-ū ve ez-digerį Gū be-bįn ger nedįd kej-i nažarį 67. Herçi der-ĥadd-ı imtiĥān āmed Vaśf-ı źāteş verā-yı ān āmed 68. BaǾd-ez-įn pes reh-i duǾā pūyem Belki tā-zindeem duǾā gūyem 69. Tāce’d-dįn Şāh-zāde-i Ǿālem Ķurretü’l-Ǿayn-ı Ħüsrev-i āǾžam 70. Bü’l-maǾālį-i Muĥammed bin ǾAlį Meyve-i luŧf-ı bāġ-ı lem-yezelį 71. Bād der-Ǿizz u nāz-perverde Şāh ez-ū ū zi-şāh ber-ħūrde 72. Ĥaķķ TeǾālā zi-çeşm-i zaħm be-dān Dāredeş der-żamān-ı emn ü emān 114 73. ǾÖmr ü iķbāl bād-ı çendāneş Ki nebāşed pedįd pāyāneş 4 Der-Śebeb-i Nažm-ı Įn Meŝnevį ve Güft ü Gū-yı ŞāǾir Bā-Şeb 74. Şeb-i Nev-rūz der-ħarābe-i ħįş Cām u cān u men u ķarābe-i ħįş 75. Ħālį el-seyr būd pindārį Bį-ħaber būdem ān şeb-i tārį 76. Baħt maĥrūm kerd u nevmįdem Şeb-i Ǿayş ez-viśāl ħūrşįdem 77. Cām u cān u ķarābe-i rūh-efzāy Ten-i bį-cān-ı men sitem-fersāy 78. Tā-negūyį meger ķarābe-i mey Ne taśavvur çünįn mekün hey hey 79. Şįşe-i dāştem zi-ħūn-ābe Pür çünān kez şarāb-ı ķarābe 80. Dįgerān der-neşāŧ-ı Nev-rūzį Men dil-ħaste bā-ciger-sūzį 81. Ne kesm hem-zebān be-ġayr-ı ķalem Ne be-coz defterem kesį maĥrem 82. Müje ez-ħūn dįde-i cedvel-keş Ciger ez-sūz-i sįne pür-āteş 115 83. Çün būd bende-i çü men mažlūm Ez-besāŧ-ı ħudāygān maĥrūm 84. Bezm-i şāh-ı cihān ħoş u ħurrem Śaĥn-i büstān-serā çü Bāġ-ı İrem 85. Ħāśśa ceşn-i mübārek-i ser-i sāl Serv der-raķś u bülbül ender-i ĥāl 86. Bende-gān-ı diger be-Ǿayş u sürūr Geşte meşġūl u men çünįn mehcūr 87. Nā-sipāsį u nā-şikįb-āyį Her dü ĥaśıl zi-nā-tevān-āyį 88. Ne ġalaŧ mį künem çi mį gūyem Būd der-ķıble-i rıżā rūyem 89. Ħāŧib-i ħāŧırem bi-avnillāh Refte ber-minber menāķıb-ı şāh 90. Şükr-hā ez-vücūd-ı ū mį kerd Źikr-i inǾām vücūd-ı ū mį kerd 91. Müteĥayyir be-mānde der-śıfateş Ki birūn bud zi-ĥadd-ı maǾrifeteş 92. Şüd miyān-ı men ü Şeb ez-kem ü bįş Süħanį çend ĥesb-i ĥālet-i ħįş 93. Şeb-i rūşen dil siyah cāme Güft: “ Ħāmį mekün be-zen ħāme 116 94. Nažm kün mācera-yı men bā-Rūz Nedihem mühlet įn-şebet tā-rūz 95. Nāme-yi nažm-ı tū bahāne künem Ķıśśa-yı pįş-i şeh revāne künem 96. Tā-merā ez-Ǿaźāb ber-haned Dādem ez-Āftāb bestāned ” 97. Güftem: “ Ender ĥużūr be-bāşed Tā-ki ber-ĥaķķ-ter u firih bāşed 98. Bį-tavaśśuŧ-ı süħan neyāyed rāst Mutavaśśıŧ-ı miyān-ı ħavf u recāst 99. Tā-tavaśśuŧ-ı miyān-ı mā neşeved Ĥaķķ u baŧıl zi-hem cüdā neşeved 100. Mācerā-i her dü der-miyān ārįd Ger be-inśāf u dād be-sipārįd 101. Ver-ne zān pes-be-bār-gāh revįd Her-dü bā-hem be-dād-ħāh revįd” 102. Güft: “ Eżdād-ı cemǿ key būd-est? Rāh-ı Şeb pįş-i Şemǿ key būd-est? 103. Her kücā men derāyem ū be-reved Hergiz įn mācerā nikū nereved” 104. Ez-siyāhān-i maŧbaħī der-ĥāl Nām-zed kerd ķaśidį çü nekāl 117 105. Ķāśıd-ı ānkį peyām bürd u be-reft Hem-çü dūd-ı siyeh be-tāb u be-teft 106. Çün be-maşrıķ resįd śubh be-tāft Bįş reften diger mecāl neyāft 107. Bāz-gerdįd hem-çü bād-ı debūr Der-zemānį be-reft rāhį dūr 108. Āmed u zįnhār ħāst žalūm Ki: “ Nerefte-est pįş-i āteş-i mūm 109. Nįstem merd įn risāle u rāh ǾÖźr Ǿaczem zi-Ǿafv-ı ħįş be-ħāh” 110. Çün be-dānist Şeb ki maǾźūr-est ǾAcz-i Mūsā u āteş-i Ŧūr-est 111. Güft: “ Hān, maślaĥat çi mį bįnį Saltanat key reved be-sikkįnį 112. Hest įn kār kār-ı nā-bākį Bād der-çeşm-i ū zend ħākį” 113. Güftem: “ Įn reh be-pāy-ı bād-ı Śabāst Her ki diger reved be-dest-i hebāst” 114. Bād-rā der-zamān ŧaleb fermūd Tā-bedān bende-gį ķıyām nümūd 115. Derd-rā çün nebūd dermāneş Best ĥālį kemer be-fermāneş 118 116. Der-miyān şüd muķaddem-i nuķabā Ķudve-i sālikān bürįd Śabā 117. Pįşem āmed pes ez-sūāl u cevāb Āħirü’l-emr ber-ŧarįķ-i śevāb 118. Güft: “ Men bį-ġareż-ı miyān-bendem Ki be-ħayr-est ķaŧǾ u peyvendem” 119. Bā-Şeb įn-maślaĥat ķarār girift Hem-ber-įn-ŧāliǾ iħtiyār girift 5 Bürden Bād-ı Śabā Peyām-ı Şeb-rā Ez-Berā-yı Rūz ve Āġāz-ı Peykār 120. Şeb firistād pįş-i Rūz resūl K: “ Ey cihān-gerd-i fitne-cū-yi fużūl 121. Her şeb ez-fitne-i tū tįre-terem Çend dārį çü Rūz ħįre-serem 122. Herçi be-gürįħtem zi-meşġale-yi Āmedį der-girifte-i meşǾale-yi 123. Heme ber-hem zedį velāyet-i men Ber-şikestį sipāh u rāyet-i men 124. Pā-yı bįrūn-i mene zi-ĥadd-ı ķıyās Ber-rehm bįş ez-įn merįz elmās 125. BaǾd-ez-įn terk ser-firāzį kün Bā-büzürgān be-ħurde-bāzį kün 119 126. Bā-minnet dest-i dürüstem neşeved Kāret ez-pįş bįş u kem neşeved 127. Tā-be-şām ez-seĥer sitįz künį ǾĀķıbet hem-zi-men girįz künį 128. Çün siyāhān-ı men ħurūc künend Der-ufuķ ber-muǾākıb tū zenend 129. Ez-tū çendān keşend kez bes-i ħūn Şeved ālūde-yi dāmen-i gerdūn 130. Tū-yį u maġrib u hezįmet-i ħįş Sū-yi maşrıķ mekün Ǿazįmet-i bįş 131. Hem-ber-įn şarŧ eger ķarār dehį Terk āşūb u ıżŧırār dehį 132. Ħįz u ger nįz-rāy-i ān dārį Ser zi-maġz-ı sebük-i girān dārį 133. Tā-be defǿ-i tū hem-ķıyām künįm BaǾd-ez-įn ķaśd intiķām künįm 134. Yek şebįħūn künem be-leşker-i zeng Ki hezįmet berį be-śed ferseng 135. ǾElem-i fitne-i ser-nigūn künemet Ez-ĥudūd-ı cihān birūn künemet” 136. Āħirü’l-emr įlçį-i Śabā Şüd güşāde-zebān u beste-i ķabā 120 137. Rāh maķśad girift musteǾcel Tā-be-ħāver ki būd ser-i menzil 138. Rāyetį dįd ba-hezār şükūh Ki ber-āverd ser zi-ķulle-i kūh 139. Ħüsrevį tāc u taħteş ez-āteş Çarħ der-mevkibeş Ǿammārį keş 140. Leşkerį hem-çü źerre bįş ez-bįş Tiġha ber-keşįde ez-pes u pįş 141. Yek-dil u śed-hezār sūr u sürūr Yek-ten u śed-hezār çeşme-i nūr 142. Şüd zi-heybet-i Śabā Ǿaraķ-rįzān Reft çūn źerre-i üftān-ħįzān 143. Herçi nezdįk-ter be-ħūr mį şüd Ez-tef u tāb germ-ter mį şüd 144. Çün şeved muĥteriķ Śabā çün berķ Ez-Śabā tā-sümūm nebūd ferķ 145. Gerçi ŧāķat nedāşt hem ħoş ħoş Reft çün bād der-dem-i āteş 146. Heme peyġām-ı şeb güzāred be-Rūz Germ şüd maġz-ı Āftāb ez-sūz 147. Bāng zed ber-Śabā ki: “ Yāve megūy Žulmet ez-ŧabǾı Āftāb mecūy 121 148. Tā-ki başed Şeb muĥāl-ı endįş Ki firisted be-men risālet-i ħįş 149. Ez-Şeb āvāre-ter-i diger ki būd? Zū ciger ħāre-ter-i beter ki būd? 150. Be-tehevvür zi-men süħan gūyed Ki būd kū süħan zi-men gūyed! 151. Key be-rāzed siyah gilįmį-rā Kū be-rāned çü men kerįmį-rā? 152. Ĥükm ber-men küned be-āy u māy Be-negerįd āħir ez-berāyi Ħudāy” 6 Pāsuħ-ı Rūz Be-Şeb 153. Bā-Śabā güft: “ Dem mezen diger Be-risālet ķadem be-zen diger 154. Bāz-gerd ez-hemįn ķadr su-yi Şeb Ki: Zi-nā-dānį tū nįst Ǿaceb 155. Çün tū-yi-rā çi ĥadd-ı pāye-yi māst? Ħōd sevād-ı tū Ǿaks-ı sāye-yi māst 156. Gehget dil ki hem-çü ruħ-i siyāh-est Rūşen ez-Ǿaks-ı şemǾdān-ı māh-est 157. ŞemǾ-i mah ger nekerdemį rūşen Key şüdį gül-hen-i tū çün gül-şen 122 158. Rū-yı tārįk-i tū çü dūd-i tenevvür Der-ħūred rāstį muķābil-i nūr 159. Cā-yi tū çāh-ı teng ü tār būd Künc-i tārįk u neft u ġār būd 160. Her-maķāmį ki bāz-perdāzem Geh-geheş sāye ber-ser-endāzem 161. Çün şeved Ǿaks-i men ez-ū ħālį Ħalvet-i ābād-ı ħōd künį ĥālį 162. Der-ġalaŧ üftāde-yi bā-ħįş Ser ü kārį nihāde-yi bā-ħįş 163. Ez-dimaġet birūn künem sevdā Negüzārem ki dem-i zen-i ferdā 164. Ki çünįn būdį āmir u nāhį Ki merā zir-dest mį ħāhį? 165. Be-dırāzį-yi ħōd meşev maġrūr Tįrē-ter hem nebāşį ez-deycūr 166. Men çünānet fürū berem be-zemįn Ki zi-men yād nāverį pes ez-įn 167. Āmedem, berg kār-ı ħįş be-sāz Tā-ķıyāmet zi-tū ne-gerdem bāz” 168. Ħāst ruħśat-ı Śabā u bāz āmed Çün meşǾaviź ki mühre-bāz āmed 123 169. Ħānd her gūne zi-āftāb ħaber Kerd Şeb-rā çü dūd zįr ü zeber 170. Her cevābį ki Rūz bāz-nüvişt Hem-çü āteş fütād der-engişt 7 Peyġām-ı Düvvüm-i Şeb Berāy-i Rūz 171. Bāz Şeb dād rūz-rā peyġām Ki: “ Çenįn ber-mekeş be-çarħ-ı aǾlām 172. Men cihān-dār būdem ez-evvel Ne tū ne Meh ne Müşterį ne Züĥal 173. Ked-hüdā-yi cihan be-ĥükm-ü Ħudāy Menem u men be-Ǿaķl-rūşen-i rāy 174. Ķullē-i įn bülend ŧārem-rā YaǾnį įn-ķalǾa-i çehārüm-rā 175. Dįde-bānį muķįm mį bāyest Çeşm-dārį Ǿažįm mį bāyest 176. Behr-i ān ber-gümāştend tu-rā Tā-be-eknūn be-dāştend tu-rā 177. Ger süħan der-muǾamilet başed Didē-bān-rā çi menzilet başed? 178. Hem-çü ǾĮsa be-māndē der-rāhį Çün künį daǾva-i şehen-şāhį? 124 179. Mā-verā-yi tū çend ĥükkām-end Kez tū ber-ter-nişįn įn-bām-end 180. Heme ber-tū muĥįŧ u mā-fevk-end Heme bā-taħt u efser u ŧavķ-end 181. Nįst bālā-yı men kesį diger Menem u memleket zi-men yek-ser” 8 Pāsuħ-ı Rūz yā Ħūrşįd Be-Şeb 182. Rūz güfteş: “ Çi türrehāt-est įn Süħan-ı ħaşv bi-ĥayāt-est įn 183. Rā-yi tārįk-i tū çi rāy zened Meger ender-i hezįme nāy zened 184. Men cihān-dār u men cihān-tābem Ber-zemįn u ber-āsmān tābem 185. Heft-iķlįm-i āsmān dārem Der-miyān-ı taħt-geh ez-ān dārem 186. Tā-būd der-miyān-ı heft-iķlįm Rāst ez-her sū-yi se-baħş u dū-nįm 187. Baĥr ü berr, ŧūl u Ǿarż, şįb u firāz Ez-heme terbiyet negįrįm bāz 188. Sāl tā-sāl ŧavf mülk künem Bįħ ü bünyād-ı cevr ü žülm künem 125 189. Dārem ez-rāh emr-i bār-ı Ħudāy Minber-i şerǾ u dār Ǿadl be-pāy 190. Heme der-emn u zįnhār-ı men-end Nįk-ħāh u sipās-dār-ı men-end 191. Kūh ez-men kemer-i girān dāred Ez-cevāhir ki der-miyān dāred 192. Baĥr ez-men küned ħezāyįn pür Der-kenar-ı seĥāb rįzem dürr 193. Ħāk-ı efsürde-rā be-cūşānem Baġ-rā sürħ u sebz pūşānem 194. Ħōd cihān-rā menem mürebbį u bes Çi keşem çün şeb-i dırāz nefes” 9 Peyġām-ı Süvüm-i Şeb Berāy-i Rūz yā Ħūrşįd 195. Şeb diger-bāre reft bā-ser-kār Kerd ber-yek cevāb śed inkār 196. K: “ Ey be-cevr u sitem şüde meşhūr Be-tū nezdįk būd u zi-tū dūr 197. Ħāśśa u Ǿāmme-rā vebāl u helāk Ki küned iǾtimād ber-nā-pāk? 198. Dūd bį-behre ez-tū vü tārįk Bāyedeş sūħt çün şeved nezdįk 126 199. Teşne-gān-rā besį be-teft u be-tāb Küşte-yi der-ŧārįk ĥacc bį-āb 200. Tū ki der-deşt-i Kerbelā dįdį Ki çi mį reft u mį pesendįdį 201. Geştį ān-rūz yār-ı ehl-i saǾįr Deşt ü śaĥrā be-tāftį çü eŝįr 202. Ķaśd-ı ferzend-i Muśŧafā kerdį Bā-peyember çünįn vefā kerdį 203. Çi tevaķķuǾ küned zi-mihr-i tū kes Yād-gār-ı įn-münāfıķ zi-tū bes” 10 Pāsuħ-ı Rūz 204. Rūz güft: “ Įn çi zūr ü bühtān-est Ki riyā pįşe-i tū fettān-est 205. Ger münāfıķ menem tū-rā çi ħalel Çend ez-āşūb-i ümmetān cedel 206. Tā-Ħuda ber-ki efgend tāvān Tū ħōd İnne’l-Münāfıķįn ber-ħān 207. Der-cihān žulmet ez-netįcē-i tūst Nezd-i dānā ĥaķįķāt-est u dürüst 208. Ān-heme žulmet u đalālet kerd Netevānį be-men ĥavālet kerd 127 209. Dil-i tārįk-i āl-ı Ebū-Süfyān Būd ber-mekr u ĥiyelet u heźeyān 210. MaǾrifet der-miyān mecāl nedāşt Cehl-şān coz ber-ān muĥāl nedāşt 211. Sįne bāyed ki pāk u śāf būd Reng-i žāhir muĥāl u lāf būd 212. Ez-đelālet çi rūşenį āyed? Ez-siyāhį siyāhį efzāyed 213. Ġayret-i ān segān-ı bį-āzerm Ber-dilem zed şüdem çü āteş-i germ 214. Kem ne-şüd hergiz ez-dilem ān sūz Hem ber-įn āteşem çenįn zān rūz 215. Dest-i ĥiyelet mezen tū ber-ser-i şāħ Der-dem-i ejdehā merev güstāħ 216. Nįstį merd gūy įn meydān Ne ĥerįf menį yakin mį dān” 11 Peyġām-ı Çehārüm-i Şeb Be-Ħūrşįd 217. Şeb diger bār geşt āşüfte Ki: “ Merā Rūz nā-sezā güfte” 218. Güft ez-rū-yi cidd ne ez-ser-i lāġ K: “ Ey tebeh kerde ez-fużūl-i dimāġ 128 219. Gerçi Ǿālem ne-verd u seyyāĥį Nūr baħşende hem-çü mıśbāĥį 220. Men besį cāyhā resįdestem Çįzhāyi Ǿacįb dįdestem 221. Ki tū hergiz be-dān resįde ne-į Ez-kesį nįz hem-şenįde ne-į 222. Der-dimāġet çi naħvet-est u menį Ki merā güftē-yį: “ Ne merd-i menį” 223. Men çünįn ferd-i ħırķa-pūşįem Bā-çünįn bį-zebān ħamūşįem 224. Men cihān-ı pehlevān-ı āfāķem Cüft-i tū nįstem ki men ŧāķem 225. Men be-deh merd be-şikenem dü hezār Yek şebįħūn u deh hezār sevār 226. Men budem hem-reh-i töhmeten gürd Verne tenhā ki reh be-Tūrān bürd 227. Refte İsfendiyār-ı rūyįn-ten Der-penāh-ı sevād-ı leşker-i men 228. Heme şeb kerde-em Ǿases ber-kār Tā-negerded zi-ħaremges deyyār 229. Sırr-ı merdān rāz dārem men Sırr-ı merdān cān-sipārem men 129 230. Zengyān-ı siyāh-pūş menend Ki yekį-end u śed hezār tenend 231. Şeb-i tār ez-nehįbşān her dem Be-füsürd der-Ǿurūķ-ı şįrān dem 232. Nenihāyend ŝābit u seyyār Be-kesį bi-ĥużūr-ı men dįdār 233. Mūnis-i bį-dilān bį-dārem Hem-dem-i Ǿāşıkān bį-yārem 234. Hem-reh-i şeb-i revān rāz menem Meşhed-i Ǿālem niyāz menem 235. Şeb-i miǾrāc u ķadr u ādįne Der-berāt menend dįrįne 236. Rūze-dārān ki teşne-i zārāned Çeşm ber rāh-ı Şām-ı men dārend 237. Mį reved Rūz u bāz mį ħended Dehen-i rūze-dār mį bended 238. Teşne ez-teff-i āftāb-ı Temmūz Vez şafaķ der-şekk üftāde henüz 239. Men çü ħōd-rā nümūdem ez-ser-i bām Ber-Ǿaķab der-resįd leşger-i Şām 240. Bāng-i Allahü ekber āverdend Girih ez-nā-yi rūze vā kerdend 130 241. Āşhā-yi leźįź pįş ārend Bįş-i her sāǾatį zi-pįş ārend 242. Der-ķadeĥ-i ābhā serd çü zeng Ber ŧabaķ-ı mįvēhā reng-ā-reng 243. Ez-vücūd-i men ihtizāz künend Der-Ǿayş u neşāŧ bāz künend 244. Bāng-ı kūs seĥer çü ber-ħįzed Herkes ez-cüft-i ħįş be-gürįzed 245. Cümle ez-heybet u ĥarāret-i nūr Geşte bį-tūş ü tāb u ķuvve ü zūr 246. Ber-cehend ez-miyān-ı cāme-i ħāb Der-şevend ez-ħatar be ħāne-i ħāb 247. Dest-i ĥācet ber-āsmān gįrend Mühr-i esrār ber-zebān gįrend 248. Rūz gammāz-ı rūze-dārān-est Ne ki ū-rā hemįşe kār-ı ān-est” 12 Pasuħ-ı Rūz Be-Şeb 249. Rūz bār-ı diger be-cūş āmed Bā-şeb-i tįre der-ħurūş āmed 250. Güft: “ Ey ħuşk-i maġzter-i dāmen Çend ħāhį cedel zeden bā-men 131 251. Meger ān-cā ki mį resį Ǿadem-est Verne nā-dįde der-vücūd kem-est 252. Yāver-i fāsıķān-ı düzd-i firįb Ejdehā-yı heybet u neheng-i nihįb 253. Be-tū müstažhirend ehl-i fesād Çün tū der-žulmetend ehl-i teżād 254. Zįr-i dāmen girifte şeb-rev-ra Rāheş āmūħte birūn şev-rā 255. Be-tū mensūb şüd siyah-kārį Çend bį-şerm-į u tebeh-kārį 256. Ŧālibān-rā zi-rāh mį fikenį Püşt-i müşt-i żaǾįf mį şikenį 257. Rūz-şān bāz men be-rāh ārem Ez-beyābān be-ħāne-ķāh ārem 258. Tū-yi ān zāl-ı pür-firįb ü fiten Be-ħavādiŝ-i hemişe ābisten 259. Ez-tū her şeb ki rūz mį āyed Şeġab u şūr u fitne mį zāyed 260. Ne-būd kār-ı men nihān-kārį Düzd-į ü şeb-revį ü ŧarrārį 261. Tū der-āyį cihān şeved dil-gįr Śubĥ-dem be-şiküft çü ġonce-i żamįr 132 262. Ber-ħilāf nehįb-i şeb-i hengām Feriĥį hest der-sepįde-i bām 263. Būd elbette ez-çi ez-hemm ü ġam Dil-i merdüm namāz-ı şām-ı düjem 264. Naķd-i merdān ki reh şitāfteend Heme der-ceyb-i śubĥ yāfteend 265. Śubĥ der-nefes-i ħįş pįl-ten-est Bā-ŧelāye-yi sipāh-ı tįġ-zen-est 266. Çün ber-āred zi-ceyb-i maşrıķ ser Der-dehend ez-vuśūl-i rūz ħaber 267. Hem-ħurūsān bāmdād-engįz Der-cihān efgenend rüst-ā-ħįz 268. Hem-münādį-i girān-ı Beytullah ǾĀlemį ħufte-rā künend āgāh 269. Tā-būd rūze-dār bā-men ħoş Ħoş būd çün Ħalįl ber-āteş 270. Rū-yi der-ķıble-i namāz künend Şükr-i inǾām bį-niyāz künend 271. Zi imtilā-yı bįm ānki hem-çü enār Be-mükidd-i merdüm ez-girānį bār 272. Çün şüdend ez-girānį-yi tū melūl Şikemį pür zi-meşreb ü me’kūl 133 273. Ser be-bālįn-i ġaflet āverdend Cāme çün müsterāĥ pür kerdend 274. Der-cihān herçi cān-ver başed Cümle-rā cünbiş ez-seĥer başed 275. Çend gūyį zi-Şām u Şeb, ħāmūş Ber-ser u rįş-i ħōd cihān mefrūş 276. Ger heme sū zi-yek ġarįb būd Key-et ez-ħoş-dilį naśįb būd?” 13 Peyġām-ı Pencüm-i Şeb Be-Rūz 277. Şeb çü be-şenįd ŧıyre geşt Ǿažįm Güft: “ Āh ez-cefā-yi çerħ-i le’įm 278. Men çü deryā keşįdeem dāmen Ser büzürgį hemį küned bā-men 279. Rūz mį gūyedem siyeh-kārį Tevbe yā Rabb ez-įn güneh-kārį 280. Pes siyeh-pūş eger siyeh-kār-est Der-cihān zi-įn gürūh bisyār-est 281. Ne tevehhüm geh-gehį zi-ŧennāzį BürkaǾ ez-ebr-i tįre mį sāzį? 282. Be-siyāhį şikest-i men çi künį Śıfat-ı reng-i gest-i men çi künį 134 283. ǾAnberem, Ǿanber-i siyeh-çerde Ħū-yi ħoş bāz bū-yi ħoş kerde 284. Ki ne serd u ħunük çü kāfūrem Be-dū cevv-i dest-gāh maġrūrem 285. Ĥabeşiyān cümle dāġ-dār-ı menend Zengiyān tuħme ü tebār-ı menend 286. Hinduvān reng-pūş-i men bāşend Heme ĥalķa be-gūş-i men bāşend 287. Ħulefā tā-mürįd-i men būdend Baġ-ı islām-rā çemen būdend 288. Tā-be-reng-i men āmedend birūn Reft ber-vefķ-i rāyeşān gerdūn 289. Tā-şiǾār-ı tū pįşvā kerdend Resm u āyįn-i ħōd rehā kerdend 290. Sırrşān ez-büzürg-vārį-yi tū Fāş şüd ez-sefįd-kārį-yi tū 291. Heme rengį be-coz tebāhį nįst Reng-i yek-reng coz siyāhį nįst 292. Tū birūn āverį çü buķalemūn Der-zemānį hezār-reng birūn 293. Sebz ü surħ ü benefş ü zerd ü sefįd Heme tāc-ı muraśśaǾ-yi ħūrşįd 135 294. Der-siyāhį besį Śafā dįdend Çü dü gįsū-yi Muśŧafa dįdend 295. Der-süħan śed-hezār bārįk-įst Āb-ı Ĥayvān derūn-i tārįk-įst” 14 Pasūħ-ı Rūz Be-Şeb 296. Rūz der-tāb şüd diger-bāre Kerd ez-ġuśśa-i pįrehen pāre 297. Güft: “ Eger ber-men iǾtirāż künį Çün sevād-ı ħōdem beyāż künį 298. Men zenem śayķalet, diger ki zened? Vez-men üstād-vārter ki zened? 299. ǾAnberį lįk būynāk çü ŝūm Germ ü merdüm-küşį çü dūd-ı semūm 300. Leb-i şįrįn-lebān-ı Rūm u Ħotan Ber-sįmįn ber-ān sįb-i źeķan 301. Dü leb-i zengiyān çü girde-i gāv Her dü sūrāħ-ı enfşān çü dü nāv 302. Įn-be-ān ān-be-įn nikū māned Dįv bā-ĥūr Ǿayn nikū māned 303. Ebr ne bürķaǾ-yı siyāh-ı men-est Belki saķķā-yı bār-gāh-ı men-est 136 304. Çįst ebr-i siyāh? Çetr-i zemįn Egeret dįde-yi rūşen-est be-bįn 305. Tā dehed ebr-i sāye-dār ez-yemm Be-leb-i teşne-gān-ı bādiye nemm 306. LuǾbetān-ı nebāt be-gürāzend Vez semūm-i Temmūz be-güdāzend 307. Şāħ-rā ez-nebāt naħl dehend Berg-i gül ü engübįn be-naĥl dehend 308. Der-ħavāśśeş netįce-yi bisyār-est Įn ħōd ender-i cihān pedįdār-est 309. Reng-i mā-rā ki ber-şümürdestį Hem tū ān-rā cevāb kerdestį 310. Tū nedānį ki remz-i Ħıżır çi būd Ger nedānį nikū ve-ger ne çi sūd 311. Ān-çi der-bāb-ı Muśŧafā güftį Ān süħan rū-yi der-śafā güftį 312. Çün tū-yį-rā süħan be-rāh u ne rāh Neresed der-Resūl-ı Śallallāh 313. Āl-i ǾAbbās eger ber-üftādend Çün tevān kerd ādemį zādend 314. Ne be-reng-i siyāh būd ü sefįd Devlet ü nekbet-est ve bįm ü ümįd 137 315. Ħalķ-rā zįr-i āsmān-ı bülend ǾĀķıbet munķaŧiǾ şeved peyvend 316. Ĥaķķ u bāŧıl ħilāf yek-digerāned Herkes illā naśįb-i ħōd nebürend 317. Siĥr-i FirǾavn mürtefiǾ neşeved Rişte-yi aśl-ı munķaŧiǾ neşeved 318. Nįst, ger kej ne-dįd sālik rāh Hįç bāķį bi-ġayr-i Vechullāh” 15 Peyġām-ı Şeşüm Şeb 319. Şeb-i Yeldā sirişt zengį reng Dest çün bürd ber-sebū zed seng 320. Güft bā-Āftāb rūşen-dil “ Kez muĥįŧ-i felek be-merkez-i gil 321. Der-zemānį çü bād-peymāyem Hem-çü mürġ ez-havā furūd āyem 322. Tū be-Rūz ü Şeb-į be-raǾnā-yį Küre-i ħāk-rā be-peymā-yį 323. Ger cihān-gįrį ez-dey āmūzį Be-bürį neng ü Ǿār-ı Nev-rūzį 324. Ser sālet be-cā-yı ħįş āred Ĥayf ez-ān ħān u mān ki pįş āred 138 325. Bere-yį der-tennūr āvįzend Nįm sįret zi-ħān ber-engįzend 326. Ez-büzürgį ü şehr-yārį tū Coz külle gūşe-yi çi dārį tū 327. Gil hemān rįzehā-yi zer dāred Der-dehān-ı tū nįz eger dāred” 16 Pasuħ-ı Rūz yā Ħūrşįd 328. Rūz şüd bāz germ ve ber-cūşįd Ki: “ Merā key tevān be-gil pūşįd? 329. Men ki pįş-i tū ħurd u muħtaśarem Çend bār ez-cihān-ı büzürgterem 330. Neresed bā-menet büzürg-serį Ġam-ı ħōd ħūr ki tū merd-i ħūrį 331. Kemterįn genc ħāneem deryā-est Vā-pesįn çāker direm-i Cevzā-est 332. Tū pelās-ı siyeh be-śed teşvįş Be-ser ender keşįde-yi hem-çü keşįş 333. Men mütevvec be-efser-i zer-keş Ber-serįr-i felek-i Süleyman veş 334. Herki-rā ŧāliǾeş zi-men başed Mālik-i mülket zemen başed 139 335. Ger tū hestį sevār ber-edhem Bār-gįr-i men-est im-şeb hem 336. Ger siyāh-ı tū dūr tāzendest Çerde-yi men henüz bārendest 337. Bā-men āħir-i nifāķ çend künį? DaǾva ŧumŧuraķ çend künį? 338. Heme kes-rā zi-Rūz şerm ü ĥayāst Pāy-i setr ü śalāĥ ez-ū ber-ħāst 339. Ne çü Şeb kez vücūd-ı ū fuķehā Bį-ĥayā-yi künend çün süfehā 340. Heme endįşe-yi muĥāl künend Meyl u raġbet be-zülf u ħāl künend 341. Şūħ-çeşm ü sitįze-rūy şevend Bį-muĥābā be-bām u kūy şevend 342. Şeb-i nā-gāh bį-ĥecįb revend Ki tehį maġz u pür-nehįb revend 343. Çün zi-pįşeş bahāne ber-ħįzed Śad ĥicāb ez-miyāne ber-ħįzed 344. Bā-heme kes çü pįş-kār şeved Der-heme çįz yār-ġār şeved” 140 17 Peyġām-ı Heftüm-i Şeb 345. Şeb diger bāre der-muĥākā şüd Çün muĥāzāt bį-muĥābā şüd 346. Güft: “ Şūħį ü ĥadd be-bürd-į tū Ħoş ħoşem nįk ber-şümürd-į tū 347. Men ne ānem ki nisbetem kerdį Saħt bį-vaķǾ u rütbetem kerdį 348. Yār-ı ħalvet-nişįn-i Ǿuşşāķem Ārzū-mend-i yār-ı müştāķem 349. Vaķt-ı įşān-ı hemįşe ħoş dārem Heme şeb-şān-ı piyāle-keş dārem 350. Ber-ser-i kūy-şān Ǿases bāşem Ba-şükr-i māniǾ meges bāşem 351. Gāh ber-bām pās-bān bāşem Gāh der-ħāne mįz-bān bāşem 352. Zaħme-yi Ǿūd u zaħme-yi ŧanbūr Rū-yi ħūb u ħulāśa-yı engūr 353. Ħāhem āmāde bā-ĥarįf ü nedįm Münkirem gev suāl kün zi-ĥakįm 354. Ki neħāhed semāǾ-ı rūĥānį? Ki nenūşed şarāb-ı reyĥānį? 141 355. Ħāl-i mıśbāĥ çün ber-efrūzed Şeb-i ħalvet zi-şemǾ-i men sūzed 356. Bį-ĥużūr vücūd-ı men der-cemǾ Nedihed hįç rūşenāyį şemǾ 357. Bes ki ħāhed ki rū-yi men bįned Şeb-i heme şeb zi-pā-yi nenişįned” 18 Melūl Şüden Rūz u Āħirįn Pāsuħ-ı Ū Be-Şeb 358. Ruz-rā dil zi-Şeb melāl girift Terk bį-hūde ķįl ü ķāl girift 359. Ber-hemįn faśl-ı iħtiśār-nümūd Dest-bürdį be-iǾtibār-nümūd 360. Dad Şeb-rā zi-ru-yi ŧaǾne-yi cevāb Ki: “ Zi-cām-ı ġurūr mest-i ħarāb 361. Kįst rūşen-künende-yi žulmet? Kįst śayķal-dihende-yi Ǿiśmet? 362. Menem įnek be-ĥüccet-i rūşen Gū be-bįnend yā tū-yį yā men 363. KaǾbe ber-seyr-i men künend ķıyās Be-men-est iĥtiyāc ķıble-şinās 364. Ĥükm-i şeş-rūz kevn meşhūr-est Der-Kelām-ı Mecįd mesŧūr-est 142 365. Rūz-i maĥşer be-Şeb ne maǾrūf-est Ki ķıyāmet be-Rūz mevśuf-est 366. Heme ħōd rūz rūz mį şümürend ŦāliǾ saǾd u naĥs mį negirend 367. Maşrıķ ü Maġrib ü cenūb ü şimāl Men güşāyem be-tįġ-i düşman-māl 368. Şöhre başed be-her-zebān nāmem Ne çü tū mužlim u siyah-kāmem 369. Gāh Mihrem geh Āftāb-ı sürūr Gāh Ħūrşįd gāh Çeşme-i Nūr 370. Menem el-ķıśśa neyyir-i aǾžam Merdüm-i çeşm-i rūşen-i Ǿālem 371. Heme be-güźār ez-ki kem bāşem Şāh Şems-est men lāķab-tāşem” 372. Įn be-güft ü der-süħan der-best DefǾ ber-ħāst çün süħan be-nişest 19 Teslįm Şüden Şeb Be-Āftāb ve Medĥ-i Şāh 373. Şeb dāmen-dırāz kūteh-rāy Ser bi-çāregį-figend be-pāy 374. ǾĀciz āmed zi-ĥüccet āverden Tāb bisyār dād ber-gerden 143 375. Ser telsįm Ǿākıbet be-nihād Güft bā-Āftāb ez-ser dād: 376. Tū be-rütbet-i firih zi-men zānį Ki lāķab-tāş-ı Şāh-ı Įrānį 377. Nįst įncā diger mecāl süħan MünķaŧiǾ şüd maķālet-i tū vü men 378. Her-yek eknūn be-vusǾ u ŧāķat-ı ħįş Şįve-yi nįz ber-siyāķat-ı ħįş 379. Pįş-gįrįm ü medĥ-i şāh künįm Rū-yi der-sāye-i Allah künįm 380. Men ü tū her dü dest-yār şevįm Ħidmetį-rā meger be-kār şevįm 381. Kemer-bendegį çünān bendįm Ki çü cān ber-miyān-mān bendįm 382. Tū be-rūy u be-rāy mānendį Be-külāh u ķabāy mānendį 383. Men ü şeb-reng-i şāh hem-rengįm Her dü bā-kūh-i Kāf hem-tengįm 384. Ū sebk-i ħįz ü men girān-cānem Men çü ū seyr kerd netevānem 385. Tū çü iķbāl-i ū cihān-gįrį Zān çünįn ber-felek mekān-gįrį 144 386. Evc-i rifǾat zi-ķadr-ı ū dārį Ķalb-i rūşen zi-śadr-ı ū dārį 387. Zū be-yāmuħtį dürr-efşānį Men çi guyem diger tū ħōd dānį 388. Ger ne ez-feyż-i rāy-ı ū būdį Ru-yi tū key çünįn nikū būdį?” 20 Āştį Kerden Rūz Ba-Şeb Ve Medĥ-i Şāh 389. Rūz çün Şeb be-Ǿöźr ser-be-nihād Ū hem efgend şive-yi bünyād 390. Güft: “ Hestį tū yār-ı dįrįne Maĥrem rüzgār-ı dįrįne 391. Süħanį būd der-miyān-ı ķāyim Men ü tū her dü müddeį dāyim 392. Be-nihāyet resįd ü ġayet kār Kerdį iķrār baǾd çend inkār 393. Pes be-inśāf müstaĥaķķ geştį Çün siperdį be-ĥaķķ muĥiķķ geştį 394. Dostār tevām çirā dānį Ki be-rūz-ı Ǿadū-yi şeh-mānį 395. Nisbetį bā-şüden be-rū-yi siyah Bā-sevād-ı ħaŧŧ-ı mübārek-i şāh 145 396. Ser-i gįsū-yi pest-i pür-ħem-i ū Ki şebį diger-est ber-ħum-i ū 397. Külle perçemeş çü bāz şeved Rāst çūn zülf-i tū dırāz şeved 398. Reng-i engūr maŧbaħį dārį Lā-cerem dest ü dil-i saħį dārį 399. Kār-ı mā nįst coz duāǾ-gūyį Bende-gį kerden ve rıżā-cūyį 400. Dest ber-dār u gū be-śıdķ āmįn Įzidet ĥāfıž ü naśįr ü muǾįn” 21 İžhār-ı Bende-gį Kerden-i ŞāǾir Der-Pįş-gāh-ı Şāh 401. Pād-şāhā Nizārį Ǿāciz Coz be-iħlāś dem nezed hergiz 402. Herçi gūyem tū ħōd nikū dānį Heme ġaŝŝ ü ŝemįn-i ū dānį 403. Bį-riyā bende-i tū būdestem Hem-çünān tā ki zindeem hestem 404. Ĥaķķ-ı inǾām-ı tū firāvān-est Ĥaķķ-ı ū ber-men-est tā-cān-est 405. Tā-serem ber-ten-est u ten-i zinde Bendeem bende-i tūrā bende 146 406. Men ki bāşem ki gūyem ān tevām Yekį ez-cümle-yi segān tevām 407. Ber-keşįdį merā u be-gezįdį Mülk dādį u māl baħşįdį 408. Men ki bāşem ki men zi-ħōd gūyem Herçi gūyem zi-ħįş bed gūyem 409. Menem u įn ķadar süħan-ı rįze Bā-Ǿuķūl u cehūl hem nįze 410. Dil-i fertūt śayd-ı çeşm-i ġazāl Maġz-ı āşüfte vaķf-ı ħayl-i ħayāl 411. Der-maķāmāt-ı Ǿaşķ bāħteem Bā- Ǿalāmāt-ı Ǿaşķ sāħteem 412. Mest ü maǾtūh ü valih ü mecnūn Piş-ez-in nįz būdeem, ne künūn 413. Coz velā-yi tū der-velāyet-i dil Nįst çįzį diger zi-āb u zi-gil 414. Der-medĥ-i tū tā-ki men bāşem Ber-ser-i iftiħār mį bāşem 415. Ħōd senā-yi tū ĥırz-i cān dārem Tā-nefes mį reved revān dārem 416. Ger merā nekbetį resed şāyed Bi-ħalel devlet-i tū mį bāyed 147 417. Çün būd devlet-i tū pā-ber-cā Gū çi serdār-ı rüzgār çi pā 418. Rüzgār er be-berg ü sāz āyed Be-der-i devlet-i tū bāz āyed 419. ǾĀķıbet zįr-i çarħ-ı aħżār nįst Zānki der-baĥr-ı cāy-i aħger nįst 420. Hįç bend ez-zamāne negüşāyed Ki demį iǾtimād-ra şāyed 421. Herki ħōd-rā zi-ħįş der-yābed ǾĀķıbet devlet-i diger yābed 422. Çūn būd ber-śırāŧ-ı ĥaķķ-ı seyreş Būd encām u Ǿāķıbet-i ħayreş 423. Yek şikāf-est ez-mebādį-yi kār Vācib ü lāzım-est istiġfār 424. Ħıyregį hem-ĥicāb reh başed Ādemį ġāfil-est ez-güneh başed 425. Mūy kerdem sefįd ü nāme-i siyāh Çün būd ādemį berį zi-günāh? 426. Çün ber-endįşem ez-ħaŧā u zelel Tā-be-gerden fürū şevem be-vehel 427. Dil-rįşem kebāb mį gerded ǾĀlem-i cān ħarāb mį gerded 148 428. Ābem ez-dįde mį reved çü seĥāb Zehre ez-bįm mį şeved ħūn-āb 429. Der-Ķuhistān zi-men çi bįş ü çi kem Hįç tevfįr nįst noķśān hem 430. Çün nebāşed be-dest-i men kārį Piş-ez-įn bįş ez-įn būd bārį 431. Hem-be-teklįf-i ħōd ķıyām künem Nįm-kār süħan tamām künem 432. Menem imrūz ūstād-ı süħan Bostānem be-ŧabǾ dād süħan 433. Ger be-kārį diger nemį şāyem Kār-ı ħōd-rā be-kār ü bār āyem 434. Her zamān tuĥfe-i birūn ārem Ki ez-ān Ǿaķıl-rā cünūn āyed 435. Tā-be-teşvįş-i rāĥ meşġūlem Ez-śalāĥ u felāĥ maǾzūlem 436. İştiġālem nemį güźāred bįş Ki ber-ārem ser-melāl ez-bįş 437. Duħter-i fikr-i bikr mest merā Coz be-ħalvet nedād dest merā 438. Fikr der-seyr-i süst-bünyād-est Aśl-ı ū künc ħalvet-i ābād-est 149 439. Maĥfil-i Ǿām maĥşerį diger-est Rūz-i maĥşer kera zi-ħōd ħaber-est? 440. Tū zi-men luŧf-i ħįş bāz megįr Ber-men ez-ķıśśa-yı dırāz megįr 441. Ķıśśa-yı Rūz ü Şeb tamām nebūd Ki ber-ān ķıśśa ķıśśa-yi efzūd 442. Şeb ger ez-Rūz dād-ħāhį ħāst Ū diger-gūne resm ü rāy-į dāşt 443. Bende ez-baħt-ı ħįşten dāred Ki heme sāle ķaśd-ı men dāred 444. Baħt u devlet muŧįǾ ü rām āyend Heme der-silk-i intižām āyend 445. Dāştem ez-cenāb-ı ħuld-meāb Ki müşerref şevem be-Ǿizz-i cevāb 446. Ānç ez-įn mültemes śevāb u ħaŧā-est Tā çi ber-muķteżā-yi rāy-i şümāst 447. Yek işāret der-ān be-fermāyend Bende-rā rāh-ı rāst be-nümāyend 448. ǾAzm dārem ki şuķķa pūşem Gūşe-i gįrem ü der-ān kūşem 449. Ki rıżā-yı tū mį künem ĥāśıl Be-vefā-yı tū cān sipārem ü dil 150 450. Ħırķa-i śūfi-yāne der-fikenem Vez şarāb u semāǾ ber-şikenem 451. Ez-libās-ı ķabā birūn āyem Be-nigerem tā-zi-kār çün āyem 452. Gerçi dānem ki her kes ez-rengį Ber-sebūyem zenend ħer-sengį 453. Ān yekį gūyed įn çi ser-tįzįst Nakş-bendį u reng-āmįzįst 454. Ve ān diger gūyedįm be-nisbet-i ĥāl Ki Nizārį ve tevbe įnet muĥāl 455. Digerį gūyedem betr seyide-est Yā ħayālį diger meger dįde-est 456. Ve ān diger yek be-Ǿaciz be-nişāned Her yek el-ķıśśa ķıśśa-į ħāned 457. Men-i mecnūn-ı vālih Ǿāşık Pes-rev reng-i CaǾfer-i Śādıķ 458. Dāştem evvel įn şiǾār ü lįk Bed şüdem ber-sereş neyāmed nįk 459. Ger iǾādet künem pes ez sį-sāl Ber-ser-i ħırķa, nįst dūr ez-ĥāl 460. Ħām būdem meger, meger çi būd Ħāmį įn-est ü bes, diger çi būd? 151 461. Devlet-i refte rā meǾād ez-pes Der-ĥesāb-est tā-be-ķaŧǾ nefes 462. Mį dihed faķr geh-gehį yārem Mį büred bāz bā-serem kārem 463. Tā-zi-ħōd pāk vā-neperdāzend Mühre-i nerd-i ħįş çün bāzend? 464. Reng-i merdān ne rengį sālūs-est Ħırķa-pūşį be-her-kes efsūs-est 465. Tā-zi-hestį ħōd birūn neşevend Fāriġ ez-Ǿaķl u ez-cünūn neşevend 466. Netevān der-libās-ı merdān şüd Ser-serį der-muĥįŧ netevān şüd 22 Dāstān-ı Mįrāŝ-ı Ķutbeddįn Ĥaydar 467. Ĥaydar-i Zāve ķıdve-i abdāl Ķāyid ü sālik-i ŧarįķ-i kemāl 468. Būd merdį zi-dostān-ı Ħudāyį Küfr ü dįn ber-fikende bi-ser ü pāy 469. Çün be-reft ez-miyāne Şeyħ-i Kebįr Zū nemed māned u āhen u zincįr 470. Herkesį dest zed der-ān mįrāŝ Bi-ħaber ez-zirāǾat-ı ĥarrāŝ 152 471. Žāhireş ber-girift ü şüd ħoşnūd Sırr-ı Ĥaydar kesį negüft çi būd 472. Ne murād ez-şiǾār-ı ū reng-est Ne salāĥ-ı ħuśūmet u ceng-est 473. Ber-ser įn genc ħāzinį dāred Žāhir emr-i bāŧınį dāred 474. YaǾnį ey ħōca bāş reng peźįr Dįv şehvet medār bį-zincįr 475. Nefes-rā çün nemed be-māl nuħust Tā-nemed der-seret nümāyed çust 476. Ber-füruz āteş muĥabbet saħt Küfr ü dįn-rā be-sūz büngah u raħt 477. Reng-i merdān be-reng netevān dāşt Be-sifāl u be-ping netevān dāşt 478. Merd-rā sįne-i pāk bāyed u śāf Ez-cüll ü cāme çend daǾvā u lāf 479. Her ki-rā enderūn būd nā-pāk Key namāzį şeved be-āb u be-ħāk 480. Śādıķān-rā be-reng ĥācet nįst LāǾl kān-rā be-seng ĥācet nįst 481. Lįk çün ehl-i rāz mestūrāned Be-şiǾār u be-reng maǾźūrāned 153 482. Ki ne Ǿārif be-künh ħalķānend Meŝel-i genc ü künc vįrānend 483. Ħalķ ez-ānhā ki Ħıżır-rā bįnend Bįş-i peşmįne-yi nemį-bįnend 484. Žāhir kūh u cāy kān peydāst Kes nedāned velį ki genc kocāst 485. Ger ne ender penāh-ı kān būdį LāǾl çün seng-i rāygān būdį 486. Ħırķa-i ser-pūş sırr-ı merdān-est Her ki pūşįde māned merd ān-est 487. Sırr-ı pūşįdgān ġayb-ı įn-est Lįk nezdįk-i ħalk Ǿayb-ı įn-est 488. Bā-ħōd įn Ǿahd-ı muǾteber dārem Ki çü įn ķıśśa-ı bįş ber-dārem 489. Ger rıżā-yı tevām şeved ĥāśıl Müteķabbil şevem be-cān u be-dil 490. Kez heme ħūn ü zişt bāz-āyem Ez-caĥįm u behişt bāz-āyem 491. Pāy der-dāmen śalāĥ keşem Dest der-āstįn zi-rāĥ keşem 492. Rāstį her ki zād-ı mih-ter şüd Tevbe kün gu-gereş müyesser şüd 154 493. Çü dü-tā kerden-est merd-i zemān Gūşe bāyed girifteneş çü kemān 494. Hem-girānį būd pes-ez pencāh Der-hem āmįħten sefįd ü siyāh 495. Bā-cevānį be-meclis āverden Ba-cevānān muħālaŧat kerden 496. BaǾd-ez-įn şüd kerān-ı girānį-yi men Telħ şüd źevķ-i zindegānį-yi men 497. Ādemį-rā der-įn serāy dü der Nįst yek-dem zi-ekl ü şurb be-ser 498. Gerçi ez-her dü na-güzįr būd Bāz ez-įn her dü der-zaĥir būd 499. Nān nebįnį ki çün būd tāze Mį resed leźźetį be-endāze 500. Çün şüd āsūde der-bün kersān Şüd be-źevķ ü be-ŧaǾm-ı diger sān 501. Āb çün sākin ġadįr būd Ba-leŧāfet ki hest pįr būd 502. Mey ki revĥ-i muǾāşırān başed Çün kühen-geşt hem-girān başed 503. Er zihį (?) hem-çü nā-ķabūl şeved Çi Ǿaceb ger mülk-ü melūl şeved 155 504. Bende şāyed çü şod żaǾif ü naĥįf Kez girānį-yi ħōd küned taħfįf 505. Hem-tū dānį ve hem Ħudā dāned Ki Nizārį be-ħįş netevāned 506. Bį-rıżā-yı tū dem ber-āverden Coz be-emr-i tū āb u nān ħūrden 507. Men yaķįnem egerçi men çü segem Ki heme tust ħūn u regem 508. Çün künem ber-tū Ǿurża-yı esrārį? Ki tū dānį vü men ki-em bārį 509. Çün tū dānį merā zi-baǾd-ı Ħudā Ki küned rāst ez-dürūġ-i cüdā 510. Ez-tū çįzį nekerdeem pinhān Ber-tū güzįdeem kesį be-cihān 511. Nįk u bed bā-tū der-miyān būd-est Çi künem sūd-u men ziyān būd-est 512. Tū be-mān dost-kām u düşman-māl Pes żamįr-i tū şāhįd-i aĥvāl 513. Gerçi ber-bende Ǿayb mį cūyend Heme ānç ez-ħōdend mį gūyend 514. Neküned şāh bed-cūyı bį-rāhān Be-süħan rįze-i ġaraż-i ħāhān 156 515. Ger ez-įn der-hezār bāz būd Dil-i pāk-ı tū pāk-bāz būd 516. Ger kesį-rā Ǿaceb nümāyed rāst Bes Ǿaceb nįst terk rāst kerāst 517. Rāst-ān kez nažar-ı nişān ŧalebend Rāstį ez-ħam-ı kemān ŧalebend 518. Der-ħarābāt-ı Ǿaşk merdānend Kāsmān-rā çū ās gerdānend 519. Ger der-ān cemǾ rāstį nebudį Şeyħ-rā bāz ħāstį nebudį 520. Nažar-ı rāstį müesser şüd Ver ne şeyħ ez-çi-vaķf-ı sırr şüd 521. Tā-be-ħōd hem-zi-ħōd nažar neküned Bį-ħodį rā zi-ħōd ħaber neküned 522. Cān be-cān dil be-dil muķābil şüd Dil ü cān-rā murād ĥāśıl şüd 523. Çün düyį ez-miyāne ber-ħįzed Öźr ü defǾ ü bahāne ber-ħįzed 524. ǾAķl ü vehm ü ħayāl maĥv şevend Fāriġ ez-vażǾ śarf ü naĥv şevend 525. Mülk cān-ı ālemį fürū gįred BaǾd-ez-įn revnaķį nikū gįred 157 526. Heme hįç-est ve hįç herçi coz ū-est Heme reyn-est eger heme nįkū-est 527. Şirk bā-dost der-nemįgünced Her çi coz ūst der-nemįgünced 528. Įn heme ŧumŧurāķ-ı bį-hūde-est ǾAķıl coz rāstį nefermūde-est 529. Ki be-rūheş selām-ı bād ez-mā Ħūb gufte-est Aĥkemü’l-Ĥākimā 530. Rāstį nefs eger be-bāħteem Çi künem bā-ķażā be-sāħteem 531. Heme tevfįr-i men ziyān būde-est Şirk elbette der-miyān būde-est 532. Ħōd-perestį beter zi-ǾUzzâ vü Lāt Ber-peyām-āver-i Ħudā śalāvāt 23 Pāyān-ı Süħan 533. Ez-maķālat melālet efzāyed Ķıśśa ger muħtaśar künem şāyed 534. Yek-dü beyt-er būd pesende-i şāh Bes būd ķıśśa mį künem kūtāh 535. Nev-bahārį be-māh-ı Nįsānį Nažm kerdem Cümādü’s-Ŝānį 158 536. Ceşn-į Nev-rūz ber-mübārek fāl TisǾa vü tisǾįn ü sitte-miǿe zi-sāl 537. Sāħtem ez-pey dil-efrūzį Tuĥfe-i ĥāliyā be-Nev-rūzį 538. Kerdeem hem-çü Çeşme-i Ĥayvān Āb-ı rūşen zi-ħāk tįre revān 539. Çün burūc-i felek ber-encüm ü māh Beythā cümle-i pānśed ü pencāh 540. Beyt beyteş be-remz be-nüvişte Āb u ħākeş be-Ǿaşk be-sirişte 541. Nažar-ı re’fet-i şehen-şāhį Ānk dāred zi-ġayb-ı āgāhį 542. Dārem ümįd-i ānkį be-peźįred Luŧf-i ħōd dest-yār-ı men gįred 543. Devlet-i şāh bād pāyende Tįġeş ez-ħaśm ser-rübāyende 544. Dāyem ez-taħt u baħt ber-ħūrdār Dostān şād u düşmanān ber-dār 545. Sedd-i Ǿömreş çü Ķāf müstaĥkem Rūz ü şeb, sāl u mah ħoş u ħurrem 546. Ħatm şüd ber-duāǾ-yı devlet-şāh Ve’s-selāmı Ǿalā-Resūlallāh 159 SONUÇ Bu çalışma, XIII. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyıl başlarında yaşamış önemli şairlerden Nizârî-i Kuhistâni’nin “Rûz ü Şeb” adlı mesnevîsinin, dönemin edebi ve sosyal hareketleri ekseninde ele alınıp incelenmesinden oluşmaktadır. Bunu yaparken, çeşitli kaynaklardan edinilen bilgiler yardımıyla, öncelikle Nizârî’nin yaşadığı dönemin anlaşılması hedeflenmiş, bu bilgiler doğrultusunda hayatı ve edebi kimliği hakkında açıklamalarda bulunulmuştur. Sayın Orhan Bilgin’in Nizârî hakkında yaptığı çalışmalar haricinde ülkemizde şairle ilgili yeterli bilgi mevcut olmadığından İran kaynaklarına başvurulmuştur. Ancak şairimizin İsmâilî olduğu düşüncesi yaygın olduğundan, orada dahi hakkından çok fazla bilgi mevcut değildir. Elimizde bulunan kaynaklar ışığında hazırlanmış olan bu tez, giriş bölümünü müteakip beş ana bölümden oluşmaktadır. Bölümler ve içerikleri özetle şunlardır: Giriş Bölümü: Bu bölüm, Nizârî’nin yaşadığı dönemi ele alan XIII. ve XIV. yüzyıl sosyal ve edebi fikir hareketlerini ele almaktadır. Bunların ne olduğuna kısaca değinecek olursak; bu dönem Mevlânâ, Sadî, Hâfız gibi günümüzde de varlığını devam ettiren birçok önemli şairin ortaya çıktığı bir dönemdir. Ancak İran’ın Moğol istilasına uğramasının ardından bu şairler ve dönemin diğer önemli şahsiyetleri ya ülkeyi terk etmek zorunda kalmış ya da öldürülmüşlerdir. Dolayısıyla bu zorbalıklar altında yaşamın iyice zorlaştığı bu dönemde, edebiyatla uğraşmak oldukça güçleşmiş ve edebiyat, İran hanedanlığından halka kadar gerilemiştir. İşte Nizâri’de böyle bir döneme şahit olmuş ve bu yıkımları derinden yaşamıştır. Onun hayatı, edebi kimliği ve eserleri bu bilgiler doğrultusunda ele alınmıştır. I. Bölüm: Nizârî’nin hayatı, edebi kişiliği ve eserlerinin ele alındığı bu bölüm, üç alt başlıktan oluşmaktadır. Bu alt başlıkların ilkinde Nizârî’nin hayatı ele alınmış, devamında edebi kişiliği ve eserleri hakkında bilgiler verilmiştir. Nizârî, İran’ın Kuhistan bölgesinde, tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgi olmamasına rağmen, 695/1295-6 yılında kaleme aldığı “Edebnâme” adlı eserinde elli yaşında olduğu bilgisinin yer alması ve “Rûz ü Şeb” mesnevîsinde yaşının elliyi aşkın olduğunu beyan etmesi neticesinde h. 645/1247-8 yılında doğduğu bilgisine ulaşılmaktadır. Şair bir babanın evladı olan Nizârî, dönemin ünlü 160 şahsiyetlerinden ilim, dil ve edebiyatla ilgili birçok konuda dersler almış ve kendisini geliştirmiştir. İsmâilî mezhebine mensup bir aileden geldiği için onun da İsmâilî olduğu görüşü kabul görmüş olmasına rağmen bununla ilgili net bir bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Günümüzde tanınmamasının en önemli nedenlerinden biri, onun bu mezhebe mensup olduğu görüşünün yaygın olmasının, eserlerine verilen değerin düşmesine neden olmasından kaynaklanmaktadır. Edebi kişiliğine geldiğimizde Nizârî, yaşadığı dönemin etkisiyle olsa gerek eserlerinde aşktan çok sosyal ve tasavvufi konulara yer vermiştir. O, geçimini saraylarda şiir yazarak sağlamış ancak, Şîî olduğu görüşünden dolayı, memduhuna yapılan şikâyetler neticesinde sürekli oradan oraya savrulmuştur. Bu durum onun eserlerine de yansımaktadır. Öyle ki, Nizârî “Sefernâme” adlı eserinde bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve bu yüzden, aynı zamanda bu eserin konusu oluşturan iki yıl süren bir sefere çıkmıştır. Nizârî’nin dili sade ve çabuk anlaşılır gibi görünse de, onun eserleri, içinde derin anlamlar ve hayaller barındırmaktadır. Onun kalemini önemli kılan da budur. Nizârî’nin çeşitli uzunluklarda beş tane mesnevîsi mevcuttur. Bunlardan ilki şairin 678-679/1279-80 yılları arasında İsfahan, Tebriz ve Bakü’yü kapsayan iki yıllık gezisini kaleme aldığı 1200 beyit civarındaki “Sefernâme”dir. İkincisi, 695/1295-6 yılında, Şemseddîn Ali Şah için kaleme aldığı “Edebnâme” adlı eseridir. Üçüncüsü, tezin konusunu oluşturan “Rûz ü Şeb” mesnevîsidir. Dördüncü ve en uzun mesnevîsi, 700/1300 yılında kaleme aldığı 10 000 beyitten oluşan “Ezher ü Müzhir”dir. Beşinci ve son mesnevî ise, 576 beyitlik “Destûrnâme”dir. Bunlara ek olarak Nizârî’nin günümüze ulaşan divân külliyatında kaside, gazel, kıta, terkib-i bend, terci-i bend ve rubailer de mevcuttur. Beyit sayısı 20.000’i geçen külliyatının en geniş nüshası Saint Petersburg Devlet Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.1 II. Bölüm: Bu bölümde, Nizârî’nin mensup olduğu düşünülen İsmâilîlik ve Nizarîlik mezheplerinin tanıtılması ve Nizârî ve Rûz ü Şeb hakkında değerli bir çalışması bulunan Nasrullah Pürcevâdî’nin şair ve mesnevî ile ilgili değerlendirmelerinin aktarılması hedeflenmiştir. 1 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199. 161 İsmâilîlik özetle, İmam Cafer-i Sâdık’ın ölümünden sonra onun yerine kimin geçeceğiyle ilgili çıkan tartışmalar sonucunda oluşmuştur. İsmâilîliğin öğretileri: İsmâilîler kutsal metin ve dini emirlerde zahir (dışrak/exoteric) ve bâtın (içrek/ezoterik) şeklinde iki temel yapı olduğunu ve literal (sözcüğü sözcüğüne) anlamın bâtıni yani gizli ve içsel gerçekliğe işaret ettiğini kabul etmişler ve Kur’an’da bulunan bu söz konusu değişmez ve içrek hakikatleri ortaya çıkarmak için agnostik bir düşünce sistemi geliştirmişlerdi. Bu ilk dönem İsmâilîler aynı zamanda peygamberler veya söz sahipleri (Nutaqa) tarafından izah edilen dini yasaların dönem dönem değişiklik geçirmesine karşın hakikatin sonsuza kadar baki kaldığını ifade etmekteydiler. Peygamberlerin halifeleri olan Evliyâ veya İmamlar ise her devirde tevil veya ezoterik yorum yoluyla vahiylerdeki gizli anlamları açıklamaktaydılar.2 Nizarîlik ise İsmâilîliğin Fatimîlikten kopan alt kollarından biridir. Onun öğretilerine geldiğimizde ise: Nizarî İsmâilîliğin, tasavvuftaki mürid-şeyh ilişkisine benzer hiyerarşik yapısı, bir tarikatınki gibi dış dünyaya kapalı oluşu sayesinde, herhangi bir tasavvuf akımından pek de ayırt edilemeyecek özelliklere sahipti. Bu yapısal ve doktrinsel benzerlik, bu akımların, doğrudan ya da dolaylı olarak İsmâilî doktrininden etkilenmeleriyle sonuçlandı. Bu doktrin, İslâm öncesi birçok unsuru bünyesinde taşıyan, ama İslâmî bir tarzla yeniden yorumlanan yarı mistik-yarı felsefi bir doktrindi.3 III. bölüm: Eserin özeti mahiyetindeki bu bölümde Rûz ü Şeb’in konusunun genel hatlarla ortaya konulması hedeflenmiştir. Bunu yaparken izlenen yol ise şöyledir: Eserle ilgili verilen kısa bilginin ardından, eserin bölümleri gösterilmiş ve bu bölümler; giriş bölümü, konunun işlendiği bölüm ve bitiş bölümü olmak üzere üç alt başlıkta ele alınmıştır. Rûz ü Şeb, münâzara geleneğinde kaleme alınmış alegorik tarzda bir mesnevîdir. Eserin konusunu, Gece ve Gündüz arasında geçen münakaşa oluşturmakta ve şair bunu yaparken eşsiz benzetmelere başvurmaktadır. Rûz ü Şeb, mesnevî geleneğine uygun olarak, tevhîd ile başlamakta ve bunu münâcât ve na’t bölümleri takip etmekte, mesnevînin konusunu oluşturan bölümün ardından dönemin İran şahı Şemseddîn Ali’ye övgülere yer verilmektedir. 2 Farhad Daftary, “Mediaeval IsmaǾili History and Thougth” The Institute of IsmaǾili Studies, Cambridge University Press, Introduction, Cambridge, 1996, s. 2. 3 Zahide Ay, a.g.e., ss. 156-7. 162 IV. bölümde eserin çevirisi yer almaktadır. Bu bölüm, mesnevînin aslına paralel olarak beyitlerin yine tek tek beyitler halinde çevrilip, gerekli görülen yerlerde dipnotlara başvurulmasıyla oluşturulmuştur. V. yani son bölümde eserin transkripsiyonlu metni yer almaktadır. Bu bölümde kullanılan kelimeler, Türk dili ve edebiyatına yakınlık göstermesi açısından, Osmanlıca okunuşları ile hazırlanmıştır. Bunu yaparken de Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ından faydalanılmıştır. Beşinci bölümün ardında Rûz ü Şeb’in daha kolay anlaşılması hedeflenerek hazırlanmış olan sözlük yer almaktadır. Sözlüğün ardından tezin oluşumuna katkı sağlayan kaynaklar belirtilmiş ve sonrasında tez içinde yer alan şahıs ve terimlere kolay ulaşılması sağlayan dizine yer verilmiştir. Tezin sonlarında yer alan “ekler” kısmında eserin orijinal metnine yer verilmiş olup ardından eserle ilgili fotoğraflar eklenmiştir. 163 SÖZLÜK A āfāķ آفاق (a.i.): 1. ufuklar. 2. dünya. āferįnende آفریننده (f.b.s.): 1. yaratıcı. 2. āb آب (f.i.): su. yaratan. ābād آباد (f.s.): 1. mamur, şen, bayındır. āftāb آفتاب (f.b.i.): 1. Güneş. 2. Güneşin 2. f.e. çokluk bildirir. ışığı. 3. güzel [kadın]. 4. güzel yüz. 5. abdāl آبدال (a.i. ve s.): 1. dünya ile şarap. ilgisini kesip, Tanrı’ya bağlanmış olan Ǿafv عفو (a.i.): 1. suçunu bağışlama. 2. derviş. [Evliyâdan 70 kişilik bir cemaat özür dileme. ve zümreye verilmiş bir addır. āgāh آگاه (f.s.): bilgili, haberli, uyanık. Afganistan’da bir Türk topluluğunun, āgāhį آگاھی (f.i.): haberdar olma, haberli Anadolu’’da göçebe bir halkın adıdır. ve uyanık olma. Aşırı Alevi olup kendilerine “ Seyyid Ǿahd عھد (a.i.): 1. söz verme. 2. and, Gazi Yetimleri”, büyüklerine de “dede” yemin. 3. devir, zaman, gün. derlerdi.]. 2. aptal, şaşkın, alık, ahmak, āhen آھن (f.i.): 1. demir. 2. zincir. 3. budala. kılıç. 4. s. sert, katı. āb-ı ĥayvān, āb-ı ĥayāt آب حیوان، آب حیات aħger آخگر (f.i.): yanar kömür, ateş koru, (f.b.i.): ölmezlik suyu, damlaları sonsuz kızıl ateş. hayat bağışlayan tatlı ve lezzetli su, āħir آخر (a.zf.): son, sonraki, en sonra. bengisu. 2. mec. çok tatlı ve hafif su. āħirįn آخرین (a.s.): sonrakiler, sonlar. ābisten آبستن (f.s.): 1. gebe. 2. dişi. āħirü’l-emr : en nihayet, sonunda. Ǿacz عجز (a.i.): 1. becerisizlik. 2. ed. düz aĥkem احکم (a.s.): en çok hükmeden; yazıda bir fıkranın son cümlesi. 3. (daha, en veya çok) kuvvetli. manzumede beytin ikinci dizesinin son Aĥkemü’l-Ĥākimā: hakimlerin en yarısı. kuvvetlisi, Cenabıhak. Ǿadem عدم (a.i.): yokluk, bulunmama. aħter اختر (f.i.): yıldız. ādįne آدینھ (a.i.): Cuma günü. aĥvāl اخوال (a.i.): 1. haller, oluşlar, Ǿadl عدل (a.i.): doğruluk. bulunuşlar, durumlar. 2. serüven. Ǿadū عدو (a.i.): düşman. aħżār احذار (a.i.): endişeler, ihtiyatlar. 164 Ǿaķab عقب (a.i.): arka, art (Akabinde: Ǿaraķ-rįz عرق ریز (a.f.b.s.): ter döken, arkası sıra, derhal). terleyen. āl آل (a.i.): 1. aile, 2. evlat, 3. sülale. Ǿarż عرض (a.i.): 1. en, genişlik. 2. astr. aǾlām اعالم (a.i.): 1. bayraklar, sancaklar. enlem. 2. sınır işaretleri. 3. yüksek dağlar. 4. ārzū-mend آرزومند (f.b.s.): istekli, kabile başkanları. 5. has isimler. hevesli. Ǿalāmāt عالمات (a.i.): izler, nişanlar. ās آس (f.i.): 1. değirmen. 2. kakım Ǿalem عالم (a.i.): 1. işaret. 2. sancak. 3. denilen bir hayvan. bayrak. 4. alem. Ǿases عسس (a.i.): gece devriye gezen, ālūde آلوده (f.s.): bulaşmış, bulaşık. gece bekçisi. Ǿām عام (a.i.): sene, yıl. āsmān آسمان (f.i.): gök, sema. āmāde آماده (f.s.): hazır, hazırlanmış. āstįn آستین (f.i.): 1. elbise kolu, yen. 2. āmed آمد (f.i.): gelme, geliş. etek. 3. yol. āmįħten آمیختن (f.m.): 1. karışmak. 2. āsūde آسوده (f.s.): rahat, gailesiz, dinç karıştırmak. 3. gidip gelmek. 4. dostluk [olan]. kurmak, kaynaşmak. āsyā آسیا (f.i.): 1. su değirmeni. 2. Asya Ǿāmil عامل (a.s.): 1. sebep. 2. işleyen. 3. āştį آشتی (f.i.): sulh, barışıklık. i. vergi tahsiline memur kimse. 4. vali. âştį kerden آشتی کردن (f.m.): barışmak. āmir آمر (a.s.): emreden, buyuran. āşūb آشوب (f.i.): 1. kargaşalık. 2. s. Ǿāmm عام (a.i.): umûmî, genel, herkese karıştırıcı. âit. āşüfte آشفتھ (f.s.): 1. karışık. 2. perişan. 3. Ǿammār عمار (a.s.): mamur eden, dağınık. 4. kızgın, öfkeli. 5. heyecanlı. bayındırlaştıran. 6. çıldırırcasına seven, bu yüzden Ǿāmme عامھ (a.s.): umuma mahsus olan. perişan bir halde, azgın ve baştan āmuħte آموختھ (f.s.): okumuş, öğrenmiş. çıkmış deli gibi olan iffetsiz kadın. -āmūz آموز- (f.s.): bilen, öğrenmiş, Ǿāŧıl عاطل (a.s.): 1. tembel, üşengen. 2. öğreten. boş, faydasız. Ǿanber عنبر (a.s.): 1. ada balığının -āver آور- (f.s.): getiren, taşıyan [Peyām- bağırsaklarında toplanan yumuşak, āver (Peygamber): haber getiren]. yapışkan ve misk gibi kokan, kül āvįz آویز (f.s.): asılı bulunan, asılan. renginde bir madde. 2. gül koku. 3. Ǿayb عیب (a.i.): utanılacak şey, ayıp, güzellerin saçı. kusur, leke. 165 āyįn آیین (f.i.): 1. merasim, tören. 2. bād-peymā باد پیما (f.b.s.): 1. rüzgarı Alevî’lerin içki sohbetleri. ölçen, pek çabuk giden. 2. serseri, Ǿayn عین(a.i.): 1. göz. 2. aslı, kendisi. 3. başıboş, boş gezen. bir şeyin eşi, tıpkısı. 4. kaynak, pınar. bāġ-ı İrem باغ ارم (f.b.i.): Âd kavminin Ǿayş عیش (a.i.): yaşama. 2. eğlence, zevk kralı olan Şeddâd tarafından Tanrılık ve sefa sürme. iddiasıyla cennet bahçelerinin āǾžam اعظم (a.s.): (daha, pek, en, çok) özelliklerine benzetilerek yaptırılan büyük. bahçe. āzerm آزرم (f.i.): 1. utanma, hayâ. 2. baĥr بحر (a.i.): 1. deniz. 2. büyük göl şefkat. 3. haşmet. veya nehir. Ǿazįmet عزیمت (a.i.): gitme, gidiş bahr ü berr: deniz ve kara. (Ǿazįmet-i rāh: yola çıkış. Ǿazįmet ve baħş بخش (f.i.): bağış, ihsan. avdet: gidip gelme). baħşiş بخشش (f.i.): bahşiş, bağış. Ǿazm عزم (a.i.): kasıt, niyet, karar. bāħten باختن (f.m.): 1. kumarda kaybetmek. 2. oynamak. 3. meşgul B olmak. 4. çevirmek, döndürmek. bālā باال (f.s.): yüksek, yukarı, üst, yüce. bāb باب (a.i.): 1. kapı. 2. geçit, boğaz. 3. bālįn بالین (f.i.): 1. yastık, koltuk. 2. bölüm. 4. iş, şekil, mesele, yol, mevzu. başucu. 4. tas. tövbe. 5. f.s. layık, uygun, bām بام (f.i. ve zf.): 1. sabah, sabahleyin. elverişli, hayır, uğur. 2. s. parlayan. bād باد (f.e.): 1. yel, rüzgar. 2. nefes, bām بام (f.i.): çatı, dam, kubbe. soluk. 3. ah sesi, ah çekme. 4. tas. bāmdād بامداد (f.i. ve zf.): sabah, Allah’ın yardımı. 5. mec. övme, söz. 6. sabahleyin, seher vakti, seher vaktinde, büyüklük taslama, kibir. 7. şarap. tan yeri. bād-i sabā: doğudan esen hafif, hoş bāng بانگ (f.i.): ses, seda, haykırma. rüzgar. -bār بار- (f.e.): yağdıran, serpen, saçan, baǾd بعد (a.zf.): sonra. döken. baǾd-ez-įn: bundan sonra, bundan bār بار (f.i.): 1. Tanrı, Allah. 2. yük. böyle. bār-gāh بارگاه (f.b.i.): girmek için izin bādiye بادیھ (a.i.): çöl, kır. almak lazım gelen, girilebilecek yer, çadır, yüksek divân, saray, huzur (Bār- gāh-ı kibriyā: Tanrı huzuru). 166 bār-gįr بارگیر (f.b.i.): 1. yük tutan, yük tarzında kafiyeleri değişen kaldıran. 2. beygir, at. manzumelerin her bir parçası. bār-ı Ħüdā: Tanrı. bende (f.i.): kul, köle, bağlı. bārį باری (f.e.): hiç olmazsa, bir kere; bende-gān بنده گان (f.i.): 1. kullar, köleler. hasılı, hülasa. 2. padişah hizmetinde olanlar. bārįk باریک (f.s.): nazik, dakik, ince. bende-gį بنده گی (f.b.i.): 1. bendelik, bāŧın باطن (a.i.): 1. iç. 2. iç yüz. 3. gizli, kulluk, kölelik. 2. bendeye mensup, görünmeyen nesne. 4. Tanrı. 5. içteki, köleye ait. içyüzdeki. benefş بنفش (f.s.): mor renk, menekşe bāŧınį باطنی (a.s.): dahili, sır ve hakikatle rengi. ilgili. benį Ādem بنی آدم (a.b.i.): Ademoğulları, bāz باز (a.zf.): 1. geri, gerisin geriye. 2. insanlar. tekrar, yeniden. ber-āverde بر آورده (f.s.): 1. yukarı bāz باز (f.i.): 1. doğan [kuş], şehbaz, kaldırılmış ve yükseğe götürülmüş şey. şahin. 2. s. açık. 3. s. oynatıcı, oynayan. 2. iltimas ve himaye ile ileri sürülmüş 4. tekrar, geri, yine. 5. bir kulaç boyu. 6. kimse. 3. ayrılmış, seçilmiş şey. iniş. 7. fark etme, ayırma. 8. yan taraf. ber-āverden بر آوردن (f.m.): 1. yerine 9. karış. 10. dönük. 11. şarap. getirmek. 2. çıkarmak. bed بد (f.s.): 1. fena, yaramaz, çirkin. 2. ber-dār بر دار (f.s.): asılmış [insan]. i. kötülük. bere بره (f.i.): kuzu. behişt بھشت (f.i.): cennet, uçmak. berg برگ (f.i.): yaprak. behr بھر (a.i.): 1. uzaklık, mesafe. 2. berg ü sāz: malzeme, gereç, mal, yük. felaket. 3. ümidin boşa çıkması. [kelime Farsçada “azık, yiyinti; hazırlık; bend بند (f.i.): 1. bağ, yular, rabıta, azm; niyet; takat, kuvvet, ahenk, nağme; bağlama. 2. birini emri altına alma. 3. dervişlerin bellerine bağladıkları boğum, mafsal. 4. makale, fıkra, madde. pösteki; Tahran’da hamurdan yapılan 5. su biriktirmek için iki dağ arasında erişte yemeği” manalarına da gelir]. yapılan set, baraj. 6. su mecrası için ber-ħāst بر خاست (f.b.s.): kalkmış, yapılan kemer. 7. s. bağlayan, bağlamış, ayaklanmış. bağlı. 8. ed. Başından sonuna kadar aynı ber-hem بر ھم (f.s.): karışık, dağınık, vezinde birçok beyitli parçalardan ters. meydana gelen ve kısım kısım, gazel ber-ħįz بر خیز (f.b.s.): kalkan, sıçrayan, atılan. 167 ber-ħūrdār بر خوردار (f.b.s.): 1. hissesini bįħ بیخ (f.i.): 1. kök, asıl, temel. 2. alan. 2. muradına ermiş. 3. mutlu. kaynak. berį بری (a.s.): salim, kurtulmuş; temiz. bį-ħodį بیخودی (f.b.i.): 1. baygınlık. 2. berķ برق (a.i.): şimşek, yoldırım. durup dururken. 3. karışıklık. ber-keşįde بر کشیده (f.b.s.): 1. çekilmiş, bį-hūde بیھوده (f.b.s.): boşuna, boş yere, kınından çıkarılmış; mec. çekilip beyhude. meydana getirilmiş, ilerletilmiş. bikr بکر (a.i.): dokunulmamış, kızoğlan ber-mūcib بر موجب (f.a.zf.): mucibince, kız, genç kız. gereğince, uyarına göre. fikr-i bikr: ilk olarak söylenen fikir. berr بر (a.i.): kara toprak. bįm بیم (f.i.): 1. korku. 2. tehlike. bes بس (f.e.): 1. yeter, yetişir, tamam, bįm ü ümįd: korku ile ümit, kararsızlık. kâfi. 2. çok. bį-muĥābā بی محابا (f.b.s.): besāŧ بساط (a.i.): 1. yaygı, sofra. 2. geniş çekinmeksizin, çekinmeden, alan. 3. tezgâh. sakınmadan. betr بتر (a.i.): 1. kesme. 2. kusurlu, eksik -bįn بین- (f.s.): gören, görücü. bırakma. 3. beter, daha kötü. bį-niyāz بی بیاز (f.b.s.): yalvarmasız, beyābān بیابان (f.i.): kır, çöl. yakarmasız, ihtiyaçsız. Beytullah بیت اهللا (a.h.i.): “Allah’ın evi”: bį-rāh بیراه (f.b.s.): 1. yolunu kaybetmiş. Kâbe. 2. insafsız. 3. yakışıksız işler yapan. bezm بزم (f.i.): içkili, eğlenceli meclis. bį-riyā بی ریا (f.a.b.s.): riyasız, yalansız, bi-Ǿavnillāh بعون اهللا (a.b.zf.): Allah’ın samimi. yardımıyla. birūn بیرون (f.i.): 1. dışarı. 2. s. dış, bį-āzer بی آزر (f.b.s.): zararsız. harici. 3. zf. fazla, dışarıda. bį-behre بی بھره (f.b.s.): 1. behresiz, bi-ser ü pā بی سر و پا (f.b.s.): 1. serseri. 2. nasipsiz, mahrum. 2. değersiz. ne idüğü belirsiz. 3. alçak. 4. aciz. 5. bi-çāregį بی چاره گی (f.b.i.): biçarelik, güçsüz. 6. sıradan kimse. zavallılık. bisyār بسیار (f.s.): çok. bįdār بیدار (f.b.s.): uyanık, uyumayan, bįş بیش (f.zf.): 1. çok, fazla, -den fazla. uykusuz. 2. diğer, artık. 3. misli. bį-ġareż بی غرض (f.a.b.s.): 1. maksatsız, bį-tūş بی توش (f.b.s.): güçsüz, takatsiz. hedefsiz, isteksiz. 2. tarafsız, taraf bį-zūr بی زور (f.b.s.): güçsüz, kuvvetsiz. tutmayan. 168 bostān بوستان (f.i.): 1. gül ve çiçek bürkaǾ برقع (a.i.): kadınların örtündükleri kokularının çok olduğu yer, bahçe. 2. peçe, tül, yaşmak, yüz örtüsü. Şiraz’lı Şeyh Sâdî’nin ünlü eseri. büstān-serā بستان سرا (a.b.i.): iç bahçe. bū[y] [بو[ی (f.i.): koku. büzürgį بزرگی (f.i.): büyüklük, ululuk. būden بودن (f.m.): 1. olmak. 2. kalmak, büzürg-serį بزرگ سری (f.b.i.): 1. büyük bulunmak. 3. sahip olmak. 4. var olmak. başlılık. 2. ikiyüzlülük. 3. ileri gelen, 5. hazır olmak. 6. zaman geçirmek. 7. başkan, reis, önder. değerini bilmek, elde tutmak, saklamak, büzürg-vār بزرگوار (f.b.s.): büyük, ulu, korumak. saygıdeğer [kimse]. buķalemūn بوقلمون (f.i.): 1. bulunduğu büzürg-vārį بزرگواری (f.b.i.): ululuk, yerin rengine giren ve böcek yiyen, büyüklük, saygıdeğerlik. sıçan büyüklüğünde bir hayvan. 2. mec. düşüncesini, kana’tini ve işini sık sık C değiştiren kimse. burūc بروج (a.i.): burçlar. cā, cāy جا ، جای (f.i.): yer, mevki, būynāk بویناک (f.s.): kötü kokulu. mekan. büd بد (f.s.): çare. caĥįm جحیم (a.i.): cehennem. bühtān بھتان (a.i.): yalan, iftira. cām جام (f.i.): 1. sırça, cam, bardak, bülend بلند (f.s.): yüksek, yüce. kadeh, şişe ve toprak cinsinden şarap bü’l-maǾālį بول معالی (a.s.): fazilet kadehi. 2. tas. Tanrı âşığının yüreği. babası. cāme جامھ (f.i.): elbise, çamaşır. bün بن (f.i.): esas, kök, temel, dip, son. cāme-i ħāb: gecelik. büngah بنگاه (f.i.): içine para, eşya ve cām-ı ġurūr: gurur veren içki kadehi. yolculuk malzemesi konulan oda, yer, cān-sipār جانسپار (f.b.s.): canını teslim çadır, şey. eden, canını feda eden. bünyād بنیاد (f.i.): asıl, esas, temel. cān-ver جانور (f.b.s.): canlı, yaşayan. bürd برد (f.i.): bilmece, bulmaca, cedel جدل (a.i.): 1. sert münakaşa, muamma. tartışma. 2. kavga. -bürde برده- (f.b.): isimlere eklenerek “ cedvel-keş جدولکش (a.f.b.s.): cetvel götürülmüş, götürmüş, götüren” çeken sanat erbabı, yalnız güzel çizgi manalarına birleşik kelimeler yapar çizmekle uğraşan sanatkâr. (Dil-bürde: âşık gibi). cehd جھد (a.i.): çalışma, çabalama. 169 cehend جھند (f.s.): 1. sıçrayan, fırlayan. cihān-dār جھان دار (f.b.s.): cihanı, 2. sıçramış, fırlamış. Dünyayı tutan hükümdar, padişah. cehl جھل (a.i.): bilmezlik, cehalet. cihān-gerd جھان گرد (f.b.s.): cihanı, cehūl جھول (a.s.): pek cahil. Dünya’yı dolaşan. cemǾ جمع (a.i.): 1. toplama, yığma. 2. cihān-gįr جھانگیر (f.b.s.): cihanı, Dünyayı birden fazla insan, hayvan ve eşyayı zapteden. gösteren isim. 3. a. gr. çoğul. cihān-tāb جھانتاب (f.a.b.s.): Dünyaya cemǾ-i eżdād جمع اضداد (a.b.i.): birbirine sıcaklık ve ışık veren. zıt olan şeyleri bir araya toplama. cū جو (f.i.): arama, sorma, araştırma. cenāb جناب (a.i.): 1. “şeref, onur ve cūş جوش (f.i.): coşma, kaynama. büyüklük” terimi olarak kullanılır, cūş ü ħurūş: coşma ve gürültü. hazret. 2. huzur. cüdā جدا (f.s.): ayrı, ayrı düşmüş, ceng جنگ (f.i.): savaş, vuruşma. ayrılmış. cenūb جنوب (a.i.): güney. cüdāyį جدایی (f.i.): 1. ayrılık. 2. yalnızlık. ceşn جشن (f.i.): 1. ziyafet, şölen. 2. cüll جل (a.i.): çul. bayram, eğlence. cümāde’l-ŝānį جمادی الثانی (a.i.): Arabi cevāhir جواھر (a.i.): 1. cevherler, aylarından biri. elmaslar, kıymetli taşlar. 2. mayalar, cünbiş جنبش (f.i.): 1. kımıldanma, özler. hareket. 2. cümbüş, zevk, eğlence. cevįden جویدن (f.m.): çiğnemek. cünūn جنون (a.i.): 1. delirme, çıldırma, cevv جو (a.i.): hava, boşluk. delilik. 2. tas. ve ed. aşkın galip gelmesi. Cevzā جوزا (a.i.): ast. İkizler burcu, cüst ü cū جست و جو (f.b.i.): arayıp sorma, semanın kuzey yarım küresinde görünen araştırma. iki parlak yıldızlı bir burç olup Güneş, mayıs ayında bu burca girer. Ç ceyb جیب (a.i.): 1. cep. 2. yaka. 3. geo. sinüs. çāh چاه (f.i.): kuyu, çukur. cidd جد (a.i.): 1. bir işi gerçekten çalışıp çāker چاکر (f.i.): kul, köle, cariye, işleme. 2. ciddilik. yanaşma. ciger-ħār جگرخوار (f.b.s.): kederli, çarħ چرخ (f.i.): 1. çark, tekerlek. 2. felek, sıkıntılı (kimse). gök. 3. s. devreden, dönen. ciger-sūz جگرسوز (f.b.s.): bağır yakan, çarħ-ı aħżār, çarħ-ı aħdār: mavi gök acıklı. kubbesi. 170 çemen چمن (f.i.): 1. yeşil ve kısa otlarla dāmen-dırāz دامندراز (f.b.s.): “eteği uzun” örtülü yer, çimen. 2. ağaç ve çiçeği olan : mec. ahmak. çayır. dānisten دانستن (f.m.): bilmek. çend چند (f.s.): 1. birkaç [Çend-bār: dāşten داشتن (f.m.): 1. sahip olmak. 2. birkaç defa]. 2. zf. her ne kadar. bulundurmak. 3. bulunmak. 4. zapt çendān چندان (f.zf.): o kadar. etmek. 5. zannetmek. 6. uzamak. 7. çerde چرده (f.s.): renk, yağız. zorlamak, teşvik etmek. 8. koymak. çeşm-dār چشمدار (f.b.s.): gözleyen, debūr دبور (a.i.): batı rüzgârı, batı bekleyen. tarafından esen yel. çeşme-i ĥayvān چشمھ حیوان (f.b.i.): Âb-ı dehān دھان (f.i.): ağız. Hayât denilen suyun, bengisu’yun dehen دھن (f.i.): ağız. çeşmesi. dem دم (f.i.): 1. soluk, nefes. 2. içki. 3. çeşme-i nūr چشمھ نور (f.b.i.): Güneş. an, vakit, saat, zaman. çeşm-i rūşen چشم روشن (f.b.i.): Güneş. dem zeden دم زدن (f.m.): 1. söz etmek, çetr چتر (f.i.): 1. çadır, gölgelik. 2. gece. bahsetmek, konuşmak. 2. nefes almak. çįz چیز (f.i.): şey, nesne. 3. kaçınmak. çust چشت (f.s.): 1. çevik, atik, kıvrak, der در (f.e.): 1. –de, içinde. 2. i. kapı. çabuk. 2. dar. -derā, derāy درا ، -درای- (f.s.): çü چو (f.e.): 1. –ince, -diği zaman. 2. “durmadan söylenen, dırlanan” mademki, -e göre, -diğine göre. 3. gibi, manasına sıfat yapar (Herze-derāy, benzeri. 4. çünkü, zira. Yāve-derāy: saçma sapan şeyler söyleyen). D der-best, der-best دربست ، دربستھ (f.b.s.): 1. kapalı kapı. 2. kapalı, kapanmış, dād داد (f.i.): 1. kanun. 2. adalet. 3. insaf. susmuş. 4. imdat. 5. feryat, figan. derhem درھم (f.s.): 1. karışık, dād-ħāh داد خواه (f.b.s.): hak, adalet karmakarışık. 2. muzdarip. 3. i. incinme. isteyen, şikayetçi, davacı. dest دست (f.i.): 1. el. 2. fayda, menfaat. dāġ-dār داغدار (f.b.s.): 1. kızgın demirle 3. zafer, galebe, üstünlük. 4. yüksek yer, nişanlanmış, dağlı, yaralı. 2. mec. pek mevki. 5. güç, kuvvet. 6. tarz, üslup. müteessir, çok üzgün. dest-bürd دستبرد (f.i.): kuvvet, üstünlük, dāmen دامن (f.i.): etek. zafer. 171 dest-gāh دستگاه (f.b.i.): 1. tezgah, direm درم (f.i.): 1. akça, para. 2. dirhem. dokuma aleti, atölye. 2. zenginlik. 3. gümüş para. dest-gįr دستگیر (f.b.i.): elinden tutan, dįrįne دیرینھ (f.s.): eski, kadim. yardımcı. dįv دیو (f.i.): dev. dest-yār دستیار (f.b.i.): yardımcı, arka. dost-kām دوستکام (f.b.s.): 1. arkadaş. 2. deşt دشت (f.i.): bozkır, çöl, ova, kır. sevgili. devlet دولت (a.i.): 1. devlet. 2. talih, şans, dūd دود (f.i.): 1. duman, tütün. 2. nefes. devlet, ikbal. 3. tas. güzel tesadüf. 3. üzüntü. 4. toz. dey دی (f.i.): 1. yaratıcı. 2. İran duħter دختر (f.i.): kız. takviminin 10. ayı, Dey, Deymâh (21 dūr دور (f.s.): uzak. Aralık-21 Ocak) düjem دژم (f.s.): 1. üzgün, kederli. 2. deycūr دیجور (a.s.): çok karanlık (Şeb-i öfkeli. deycūr: karanlık gece). dürr در (a.i.): inci. deyyār دیار (a.i.): 1. biri, bir kimse, bir dürr-efşān درافشان (a.f.b.s.): inci serpen, fert. 2. manastır sahibi. inci gibi söz söyleyen ağız. dırāz دراز (f.s.): uzun. dürūġ دروغ (f.i.): yalan, gerçek olmayan dįdār دیدار (f.i.): 1. yüz, çehre. 2. görme. söz. 3. görüşme, karşılaşma. 4. göz. 5. düyį دویی (f.i.): ikilik. kavuşma. düzd دزد (f.s.): hırsız. dįde-bān دیدبان (f.b.i.): gözcü, gözleyici, bekçi, kolcu, nöbetçi. E diger-bār دگربار (f.b.zf.): başka defa, başka zaman. ebr ابر (f.i.): bulut. diger-gūn دگر گون (f.b.s.): 1. bozuk, Ebü’l-beşer ابوالبشر (a.b.i.): Hz. Âdem. değişmiş, başkalaşmış. 2. mec. ölmüş. edhem ادھم (a.i.): 1. kara yağız at. 2. yeni dil دل (f.i.): gönül, yürek, kalp. izler. 3. bağ. dil-efrūz دل افروز (f.b.s.): gönül edvār ادوار (a.i.): devirler, zamanlar, aydınlatan. asırlar. dil-gįr دلگیر (f.b.s.): gönül tutan, kalbe efgende افگنده (f.s.): 1. yıkılmış, yıkık, sıkıntı veren, gücenik, kırgın. düşürülmüş, yere atılmış. 2. düşkün, dil-ħaste دلخستھ (f.b.s.): gönlü hasta, biçare. hasta gönüllü. -efrūz افروز- (f.s.): 1. aydınlatan, dil-rįş دلریش (f.b.s.): yüreği yaralı, dertli. parlatan [Ālem-efrūz, Cihān-efrūz: 172 dünyayı aydınlatan]. 2. tutuşturan, enf انف (a.i.): burun, her şeyin ön kısmı, yakan. uç. efser افسر (f.i.): taç. engişt انگشت (f.i.): kömür. efsūs! افسوس (f.e.): yazık, eyvah! gibi bir -engįz انگیز- (f.s.): koparan, karıştıran, teessür edatı. depreten. efsürde افسرده (f.s.): donmuş, donuk; engūr انگور (f.i.): üzüm [Āb-ı engūr: mec. kansız, gayretsiz, duygusuz. üzüm suyu, şarap]. -efşān افشان- (f.s.): saçan, serpen, engübįn انگبین (f.i.): bal. dağıtan, silken. enśār انصار (a.i.): yardımcılar, efvāh افواه (a.i.): ağızlar, menfezler. koruyucular. -efzā افزا- (f.s.): arttıran, çoğaltan. esbāb اسباب (a.i.): sebepler, nedenler. -efzūd افزود- (f.s.): çoğalan, artan; eśfiyā اصفیا (a.i.): temiz ve saf kimseler. çoğaltan, arttıran, arttırıcı. eŝįr اثیر (a.i.): 1. atmosfer, gökyüzü. 2. ejdehāاژدھا ا (f.i.): ejderha, büyük yılan, yüce, yüksek. korkunç ve hayali bir hayvan. esrār اسرار (a.i.): 1.gizlenilen ve ekl اکل (a.i.): bir şey yeme[k], yenilme. bilinmeyen şeyler, aklın eremeyeceği ekl ü şurb: yeme içme. işler. 2. Hint kenevirinden çıkarılan, eknūn اکنون (f.zf.): şimdi, hala. uyuşturucu ve sarhoş edici tesirleri olan elbāb الباب (a.i.): akıllar, akıllı kimseler. bir zehir. emn ü emān امن و امان (a.b.i.): evc اوج (a.i.): 1. 1. yüce, yüksek, bir korkusuzluk, güven. şeyin en yüksek noktası, doruk. 2. astr. enār انار (f.i.): nar. 21 Haziranda arzın mahreki üzerinde enbiyā انبیا (a.i.): müstakil şeriat sahibi Güneşten en uzak bulunduğu nokta. olmayan peygamberler, yalvaçlar. evc-i rifǾat: yüksekliğin tepesi, son encām انجام (a.i.): nihayet, son. noktası. encüm انجم (a.i.): yıldızlar. evśāf اوصاف (a.i.): sıfatlar. endāze اندازه (f.i.): 1. ölçü. 2. tahmin, eżdād اضداد (a.i.): karşı olan şeyler, takdir. 3. mertebe, derece. karşıtlar. enderūn اندرون (f.b.i.): 1. bir şeyin iç tarafı, dahili, içyüz; harem dairesi. 2. F kalb. 3. [evvelce] Hırka-i Saadet ile Hazine-i Hümayun’un bulunduğu saray. faķr فقر (a.i.): fakirlik, yoksulluk, muhtaçlık. 173 fāriġ فارغ (a.s.): 1. vazgeçmiş, çekilmiş. ferseng فرسنگ (f.i.): fersah; muhtelif 2. rahat, asude. 3. boş, boş kalmış, işini mesafelere tekabül eden değerde bitirmiş, işsiz. 4. huk. bir mülkün, bulunan bir uzunluk ölçüsü. tassaruf, sahip olma, kullanma hakkını fertūt فرتوت (f.s.): pek ihtiyar, pir, başkasına terk eden. kocamış, bunak. fāsıķ فاسق (a.s.): Allah’ın emirlerini fevķ فوق (a.i.): üst, üst taraf, yukarı. tanımayan, sapkın, günah işleyen, feyż فیض (a.i.): 1. suyun taşıp akması. 2. fesatçı, kötülük eden. bolluk, çokluk, verimlilik, fazlalık, faśl فصل (a.i.): 1. ayrıntı, ayırma, gürlük, ilerleme, çoğalma. ayrılma, kesme, kesinti, bölüm. 2. -figen فگن- (f.s.): atıcı, yıkıcı, düşürücü. halletme, neticelendirme. 3. aleyhte -figend فگند- (f.s.): yıkılmış, yıkık, bulunma, adam çekiştirme. 4. bir kitabın düşkün. başlıca bölüntülerinden her biri. 5. ed. firāvān فراوان (f.s.): çok, bol, fazla, aşırı. kelimeler, terkipler ve cümleler arasında -firįb فریب- (f.i.): aldatan, aldatıcı (Dil- bağlantı edatı bulunmadan yazı yazma firįb: gönül aldatan. Nazar-firįb: göz usulü. 6. müz. bir defada çalınan peşrev, aldatan). şarkı vesairenin hepsi. 7. tiyatro firih فره (f.s.): 1.çok, bol. 2. güzel, oyununun başlıca kısımlarından her biri. beğenilir. 8. dört mevsimden her biri: firistāde فرستاده (f.i.): 1. peygamber. 2. s. fāş فاش (f.i.): meydana çıkma, duyulma, gönderilmiş, elçi. açığa vurma, dile verme. fiten فتن (a.i.): fitneler, ayartmalar, felāĥ فالح (a.i.): 1. kurtuluş, selamet, azdırmalar, ara bozmalar. onma. 2. mutluluk, kutluluk. fitne-cū فتنھ جو (a.f.b.s.): fesat arayan, felek فلک (a.i.): gökyüzü, sema. fitneci, bölücü, bozguncu. feriĥ فرح (a.s.): sevinçli, neşeli. fuķehā فقھا (a.s.): 1. fıkıh (din, şeriat) fermāyende فرماینده (f.s.): emir veren, ilminin üstadı. 2. zeki, anlayışlı [kimse]. buyuran. fużūl فضول (a.s.): lüzumsuz, fazla şey fermūde فرموده (f.s.): 1. emrolunmuş, veya söz. buyurulmuş. 2. i. emir, ferman, irade. fürū فرو (f.i.) aşağı. -fersā فرسا- (f.s.): aşındıran, mahveden, -füruz فروز- (f.s.): parlatan, aydınlatan. yoran. füsürde فسرده (f.s.): donmuş. 174 G ġayb غیب (a.s.): 1. gizli olan, göze görünmeyen şey, kayıp. 2. belirsiz, ġadįr غدیر (a.i.): 1. sel ile peyda olan bilinmeyen şeyler. birikinti su, durgun su, göl. 2 küçük ġāyet غایت (a.i.): 1. nihayet, uç, son. 2. ırmak. zf. çok, fazla, son derece. ġāfil غافل (a.s.): gaflette bulunan, ihmal ġazāl غزال (a.i.): 1. ceylan. 2. geyik, eden, ilerisini iyi düşünmeyen, maral, ahu. 3. geyik yavrusu. 4. güzel dikkatsiz, ihtiyatsız, dalgın, tembel. göz [Çeşm-i ġazāl: iri ve güzel göz]. gāh, geh گاه، گھ (f.e.): 1. zaman bildiren gehį گھی (f.zf.): bazen, arasıra. edat [Śubĥ-gāh: sabah vakti]. 2. yer genc گنج (f.i.): 1. hazine. 2. gömü, bildiren edat [Secde-gāh: ibadet define. 3. sayılamayacak kadar çok mal edilecek, namaz kılınacak yer]. 3. zf. varlığı. 4. amaç, maksat. 5. ticarethane. arasıra, kimi, bazı. gerdān گردان (f.s.): 1. dönücü, dönen, ġalaŧ غلط (a.s.): yanlış, yanılma, hata. devreden. 2. i. felek, dünya, sema. gammāz غماز (a.s.): 1. birine iftira gerdūn گردون (f.s.): 1. dönücü, dönen, ederek zarar veren, münafık, fitneci. 2. devreden. 2. i. felek, dünya, sema. ed. sevgilinin gözü. germ گرم (f.s.): sıcak. ġār غار (a.i.): mağara, in [Yār-ı ġār germ ü serd (sıcak ve soğuk): iyilik (mağara dostu): Hz. Ebûbebir; çok kötülük; darlık genişlik; acı tatlı. vefalı, çok sadık arkadaş]. 2. defne gest گست (f.s.): 1. çirkin. 2. utanç verici. ağacı. geşt گشت (f.i.): 1. gezme, seyretme, ġaraż غرض (a.i.): 1. hedef, gaye, dolaşma. 2. geçme. maksat, meyil, istek. 2. gizli düşmanlık, gev گو (f.s.): kahraman, bahadır, yiğit. kin, kötü niyet. gezįden گزیدن (f.m.): seçmek [Ber- ġaŝŝ غث (a.s.): 1. ince. 2. zavallı. 3. gezįden: tercih etmek, yeğlemek]. tatsız, yavan. 4. incelik, zavallılık. gil گل (f.i.): balçık, su ile ıslanmış ġaŝŝ ü ŝemįn: 1. zayıf ve semiz. 2. fakir toprak, kil. ve zengin. girān گران (f.s.): 1. ağır, sakil [maddi, ġāşįye-dār غاشیھ دار (a.f.b.s.): hizmetçi, at manevi]. 2. fena, korkmuş. 3. bıktırıcı, uşağı, seyis. usandırıcı. 4. sert, katı. gāv گاو (f.i.): öküz, sığır. girān-cān گرانجان (f.b.s.): ağır canlı, kanı ağır, can sıkıcı (adam). 175 girānį گرانی (f.i.): 1. pahalılık. 2. ağırlık. -güdāz گداز- (f.s.): eriten, yakan, 3. kıymetlilik. 4. güçlük. 5. tahammül mahveden. edilemez. 6. bolluk. güft ü gū گفت و گو (f.i.): dedikodu. girde گرده (f.s.,zf.): bütün, hepsi. gül-ħen گلخن (f.b.i.): 1. ocak. 2. hamam girift گرفت (f.i.): 1. tutma, yakalama. 2. ocağı, külhan. dolaşık, birbiri içine girgin, karışık gül-şen گلشن (f.b.i.): gül bahçesi. [Girift yazı: karışık yazı]. gümāşten گماشتن (f.m.): görevlendirmek, girifte گرفتھ (f.s.): 1. alınmış. 2. tutulmuş, görev vermek. yakalanmış (girifte-i dām: tuzağa güncįden گنجیدن (f.m.): 1. sığmak, içine tutulmuş). 3. yakalanmış, tutulmuş (bir almak. 2. doğrulamak. hastalığa). 4. esir (tutsak). 5. üzgün, gürd گرد (f.s.): cesur, kahraman, yiğit. kederli. gürįħte گریختھ (f.s.): kaçmış, kaçkın. giriften گرفتن (f.m.): 1. almak. 2. tutmak. güstāħ گستاخ (f.s.): küstah, hayâsız, arsız, 3. tutturmak. 4. kaplamak. 5. kısılmak. edepsiz, saygısız. 6. kabul etmek. 7. seçmek. 8. tesir -güşā گشا- (f.s.): açan, açıcı. etmek. 9. evlenmek. 10. farz etmek. 11. güşāde گشاده (f.s.): açılmış, açık, ferah, fethetmek. 12. çalmak. 13. yakalamak. şen. 14. avlamak. 15. donmak. 16. yemek. güzāf گزاف (f.s.): beyhude, boş (lakırdı, 17. tutulmak. 18. kavramak. 19. söz). kaynaşmak. 20. isabet etmek. 21. güźār گذار (f.i.): 1. geçme, geçiş. 2. s. takılmak. 22. başlamak. 23. indirgemek. geçirici, geçiren [birleşik sıfat olduğu 24. kapmak. 25. ilgi görmek, tutmak. zaman]. 3. s. beceren, ödeyen, yapan. 26. sarmak, istila etmek. 27. koparmak. güzįde گزیده (f.s.): seçkin, seçilmiş, 28. düzeltmek. beğenilmiş. girih گره (f.i.): düğüm, bağ. güzįr گزیر (f.i.): çare, derman. [Nā-güzįr: girįz, gürįz گریز (f.i.): 1. kaçma. 2. s. çaresiz]. kaçkın, kaçan. gįsū گیسو (f.i.): omuza dökülen saç, uzun H saç, saç örgüsü, kahkül. ġuśśa غصھ (a.i.): keder, kaygı, tasa. Ĥabeş حبش (a.h.i.): Afrika’nın gūş گوش (f.i.): 1. kulak. 2. işitme, doğusunda, Yemen’in karşı kıyısında dinleme. bulunan ve halkının çoğu Hıristiyan gūşe گوشھ (f.i.): köşe, bucak. 176 olan, Habeşistan kıtasında yaşayan yerli ħalvet خلوت (a.i.): 1. yalnız, tenha kalma, halk. tenhaya çekilme, tenhalık. 2. tenha yer. ĥācet حاجت (a.i.): ihtiyaç, lüzum, 3. hamamın sıcak bölgesi. gereklilik, muhtaçlık. ħalvet-nişįn خلوت نشین (a.f.b.s.): halvette, ħacil خجل (a.s.): utanmış, utancından yalnızlıkta oturan. yüzü kızarmış. ħām خام (f.s.): 1. işlenmemiş, üzerinde ĥadd حد (a.i.): sınır. çalışılmamış. 2. boş, nafile, beyhude. hādį ھادی (a.s.): hidayet eden, doğru ħam خم (f.s.): eğri, bükülmüş. yolu gösteren. ħāme خامھ (f.i.): kalem. ħāhān خواھان (f.s.): istekli. ĥāmį حامی (a.s.): koruyan, koruyucu, ħāk خاک (f.i.): toprak. sahip çıkan, gözeten. ħākį خاکی (f.s.): toprak rengi, toprakla ħāmį خامی (f.i.): hamlık, gevşeklik. ilgili. ħamūş خاموش (f.s.): susmuş, sessiz. ĥakįm حکیم (a.s.): âlim, bilgin, her şeyi hān! ھان (f.e.): 1. sakın!, aman! 2. hey! bilen, tabiatı inceleyen, felsefeci, tabip, 3. çabuk, acele et. 4. ha, tamam. doktor. ħān خان (f.i.): 1. han, kervansaray, otel. ĥaķķ حق (a.i.): 1. Allah, Tanrı. 2. 2. dükkân, meyhane. doğruluk ve insaf. 3. bir insana ait olan -ħān خوان- (f.s.): okuyan, okuyucu, şey. 4. dava ve iddiada hakikate çağıran. uygunluk, doğruluk. 5. geçmiş, ħān u mān: ev, aile, ocak. harcanmış emek. 6. pay, hisse. 7. s. ħānden خواندن (f.m.): 1. okumak. 2. doğru, gerçek. 8. layık, münasip. ötmek. 3. öğrenim görmek. 4. şarkı ħalel خلل (a.i.): 1. iki şey aralığı, boşluk. söylemek. 5. demek. 6. çağırmak. 7. ilan 2. bozma, bozukluk, eksiklik. 3. vermek. kötülük, dağınıklık. ħāne-ķāh خانھ قاه (f.b.i.): ev. ħālį خالی (a.s.): tenha, boş, sahipsiz yer. ħarābāt خرابات (f.i.): 1. harabeler, ħālį el-seyr خالی السیر (a.b.s.): viraneler. 2. meyhaneler. diğerlerinden ayrı olan, yalnız giden. ĥarįf حریف (a.i.): 1. meslektaş, sanat ĥāliyā حالیا (a.zf.): şimdiki zamanda, arkadaşı. 2. herif, adi ve bayağı adam. 3. şimdiki halde. teklifsiz dost. ħalķān خلقًا (a.zf.): yaradılışça. ĥarrāŝ حراث (a.i.): ekinci, çiftçi, toprağı işleyip ekin eken. 177 ĥāśıl حاصل (a.s.): 1. netice, sonuç, hâsıl. ħayl خیل (a.i.): 1. at. 2. at sürüsü. 3. atlı 2. ürün. 3. kar, fayda. 4. varlık. 5. geri sürüsü. 4. zümre, takım, güruh. kalmış. hebā ھبا (a.i.): 1. gayet ince toz, zerre. 2. ħaśm خصم (a.i. ve s.): 1. düşman. 2. yok yere, boş, nafile. muhalif, karşı taraf. ħem خم (f.s.): 1. eğri, eğik. 2. kıvrık, ħāśśa خاصھ (a.i.): 1. özel, mahsus. 2. kıvrımlı. 3. kırışık. seçkin, mümtaz. 3. özellikle, bilhassa. hemān ھمان (f.zf.): 1. hemen, derhal, o ħāsten خواستن (f.m.): 1. istemek, anda, çarçabuk. 2. öylece, böylece. dilemek. 2. rica etmek. 3. çağırmak. 4. hem-dem ھمدم (f.b.i.): 1. dost, arkadaş. 2. davranmak. 5. gr. gelecek zaman aynı dili konuşan. 3. içki arkadaşı. 4. oluşturulmasında yardımcı fiil görevini dert ortağı. üstlenir. hemįn ھمین (f.e.zf. ve s.): bu bile, tıpkı ĥaşv حشو (a.i.): uzun ve faydasız söz, bu, çok. dolma ve doldurma söz. hemişe ھمیشھ (f.zf.): daima, her vakit, ħaŧar خطر (a.i.): tehlike. her zaman. ħāŧib خاطب (a.s.): 1. hitabeden, söz hemm ھم (a.i.): gam, keder, tasa, kaygı. ħātim خاتم (a.s.): 1. sonuncu, son. 2. hem-reh ھمره (f.b.i.): yoldaş, yol bitiren. arkadaşı. söyleyen. 2. görücü. hengām ھنگام (f.i.): zaman, çağ, sıra, ħaŧŧ خط (a.i.): 1. çizgi. 2. satır. 3. yol. 4. vakit, mevsim. yazı. 5. padişah yazısı, ferman, buyruk. hergiz ھرگز (f.zf.): asla, katiyen, hiç bir 6. sıra, saf. vakit, hiç bir suretle. ħavāśś خواص (a.s.): 1. hassalar, ħer-seng خرسنگ (f.b.i.): değerli taş. keyfiyetler. 2. muhterem, saygın ĥesb-i ĥāl حسب حال (a.b.i.): 1. durum olanlar, seçkin kişiler. 3. özellikler. raporu, hasbıhal. 2. zf. yettiği kadar, ħāver خاور (f.i.): şark, doğu yönü, gün yeterince. doğusu. hey ھی (f.n.): 1. hey!, ey! 2. zf. habire, ħavf خوف (a.i.): korku, korkma. 2. psik. durmadan. fobya, yılgı. hezār ھزار (f.i.): 1. bülbül. 2. s. bin. 3. s. ĥayā حیا (a.i.): 1. utanma, sıkılma. 2. ar, pek çok. namus, edep. 3. Allah korkusu ile heźeyān ھزیان (a.i.): sayıklama. 2. saçma günahtan kaçınma. sapan konuşma. 178 hezįmet ھزیمت (a.i.): bozgun, bozgunluk, ħōd-perest خود پرست (f.b.s.): kendine savaşta bir taraf askerinin bozulması. tapan, kendini beğenmiş. ħırķa-pūşį خرقھ پوشی (a.f.b.i.): 1. fakirlik, ħoş ħoş خوش خوش (f.s.): 1. az az, yavaş dervişlik. 2. tasavvuf. yavaş. 2. tedricen. ĥırz حرز (a.i.): 1. sığınak. 2. nazar Ħotan ختن (f.h.i.): şarki Türkistan’da değmemesi için kullanılan muska, nazar büyük bir şehir olup ahalisi boncuğu. 3. tılsım. Müslüman’dır. ĥırz-i cān: canı gibi saklama. ħūb خوب (f.s.): güzel, hoş, iyi. ħıyregį خیرگی (f.i.): donukluk, ħudāygān خدایگان (f.b.i.): ulu padişah, kamaşıklık [göz hakkında]; şaşkınlık. büyük hükümdar. Ħıżır خضر (a.h.i.): içenlere ölmezlik ĥudūŝ حدوث (a.i.): sonradan peyda olma, veren Âb-ı Hayât’ı içmiş bulunan ve kul yeniden meydana gelme, yok iken sıkıldığı zaman imdadına yetişmekle vücuda gelme. meşhur olan peygamber. ħufte خفتھ (f.s.): yatmış, uyumuş. ĥicāb حجاب (a.i.): 1. utanma, sıkılma. 2. ħulāśa خالصھ (a.i.): bir şeyin, bir sözün perde. özü (özet). ħidmet خدمت (a.i.): 1. iş, hizmet, vazife ħuld خلد (a.i.): 1. sürüp giden, sonu (görev). 2. iş görme, birinin işini görme. olmayan varlık. 2. bitmeyiş, devamlılık. ħilāf خالف (a.i.): 1. karşı, zıt. 2. yalan. 3. sekiz cennetten biri. ħilǾat خلعت (a.i.): eskiden, padişah veya ħulefā خلفا (a.i.): halifeler [ħulefā-i vezir tarafından takdir edilen, beğenilen rāşidįn (ilk dört halife): Hz. Ebûbekir, kimseye giydirilen süslü elbise, kaftan. Ömer, Osman, Ali]. himmet ھمت (a.i.): gayret, emek, ħum خم (f.i.): küp, şarap küpü. çalışma, çabalama. ħūn خون (f.i.): 1. kan. 2. öldürme, öc. ħįre-ser خیره سر (f.b.s.): sersem, alık. ħūn-āb, ħūn-ābe خونابھ، خوناب (f.b.i.): 1. ħįş خویش (f.i.): 1. kendi, kendisi. 2. kanlı su. 2. gözyaşı. yakın, akraba. ħunük خنک (f.n.): ne güzel!, ne mutlu!, ĥiyel حیل (a.i.): oyunlar, aldatmalar. yaşa! ħįz خیز (f.s.): coşkunluk, dalgalanma. ĥūr حور (a.i.): 1. ahu gözlüler, gözlerinin hizāne خزانھ (a.i.): 1. hazne, hazine. 2. akı karasından çok olanlar. 2. cennet kalp, gönül. 3. hazinedarlık. kızları, huriler. ħōd خود (f.zm.): kendi. ħūr خور (f.i.): 1. Güneş. 2. yiyecek, yiyinti. 179 ħurd خرد (f.s.): 1. küçük, ufak. 2. kırık. İ 3. ehemmiyetsiz. ħūrde خورده (f.s.): yemiş, yenilmiş. iħlāś اخالص (a.i.): 1. halis, temiz, doğru ħūrden خوردن (f.m.): 1. yemek. 2. içmek. sevgi. 2. gönülden gelen dostluk, 3. çarpmak, isabet etmek. 4. uymak. 5. samimiyet, doğruluk, bağlılık. geçmek. 6. düşmek 7. değmek. 8. iħtiśā اختصار (a.i.): 1. kısaltma; sözü, kemirmek. yazıyı kısaltma. 2. mat. sadeleştirme, ħurrem خرم (f.s.): şen, sevinçli, güler basitleştirme. yüzlü, gönül açan. iħtiyār اختیار (a.i.): 1. seçme, seçilme. 2. ħūrşįd خورشید (f.i.): Güneş. katlanma. ħurūc خروج (a.i.): çıkış, çıkma, dışarı ihtizāz اھتزاز (a.i.): 1. titreme, deprenme. çıkma, ayaklanma, isyan. 2. sevinme. 3. sıçrayıp oynama, ħurūş خروش (f.i.): coşma, çağıltı, sallanma. gürültü, şamata, telaş. iķbāl اقبال (a.i.): 1. birine doğru dönme. ħuśūmet خصومت (a.i.): 1. hasımlık, 2. baht, talih. 3. işlerin yolunda gitmesi, düşmanlık. 2. kıskançlık, bahtlı, saadetli, mutlu olma. 4. arzu, çekememezlik. istek. ħuşk خشک (f.s.): 1. kuru. 2. boş. iķrār اقرار (a.i.): 1. saklamayıp söyleme ĥüccet حجت (a.i.): 1. senet, vesika, delil (itiraf). 2. dil ile söyleme, bildirme. 3. [eskiden, şeriat mahkemesinden verilen tasdik, kabul. 4. huk. birinin, başka bir hak veya bir sahiplik gösteren resmi birinin, kendisinde olan hakkını, vesika (belge)]. 2. seçkin âlimlere alacağını haber vermesi. verilen ünvan. įlçį ایلچی (t.i.): elçi, sefir. ĥükkām حکام (a.i.): hâkimler. im-şeb امشب (f.zf.): bu gece. ħüsrevān خسروان (f.i.): padişahlar, imtilā امتال (a.i.): dolgunluk, doluluk. hükümdarlar, sultanlar. inǾām انعام (a.i.): 1. nimet verme. 2. iyilik etme. 3. bağış. 3. bahşiş. 4. ihsan. I intižām انتظام (a.i.): nizamlı, tertipli, düzgün olma, düzgünlük. ıŧlāķ اطالق (a.i.): salıverme, koyuverme. Ǿiśmet عصمت (a.i.): 1. masumluk, ıżŧırār اضطرار (a.i.): mecburiyet, günahsızlık, temizlik. 2. haramdan, çaresizlik, ihtiyaç. namusa dokunur hallerden çekinme. 180 istiġfār استغفار (a.i.): 1. Allah’tan, ķarābe قرابھ (a.i.): 1. büyük testi. 2. şarap günahın bağışlanmasını isteme. 2. testisi. “estağfurullah” deme. 3. tövbe etme. kār-sāz کارساز (f.b.s.): iş işleyen, iştiġāl اشتغال (a.i.): meşgul olma, bir becerikli. şeyle uğraşma. kās کاس (f.i.): 1. kase. 2. kadeh. ižhār اظھار (a.i.): 1. gösterme, meydana ķāśır قاصر (a.s.): 1. kusurlu, eksikli. 2. çıkarma. 2. yalandan gösteriş. güçsüz. 3. kıt. Įzid ایزد (f.h.i.): 1. Allah. 2. Zerdüştlerin ķaśid قاصد (a.s.): 1. kasteden, tasarlayan; hayır tanrısı. kıyan. 2. i. postacı, haberci, tatar, ulak. Ǿizz عز (a.i.): 1. değer, kıymet. 2. ķaŧǿ قطع (a.i.): 1. kesme, kesilme, biçme. yücelik, ululuk. 3. güçlülük. 2. halletme, karar verme, sona erdirme, bitirme. 3. geçme, ilerleme, yol alma. K ķāyid قاید (a.i.): önder, lider, komutan. ķāyim قایم (a.s.): 1. ayakta. 2. tellak. 3. ķabāǾ قباء (a.i.): üste giyilen elbise, daimi, kalıcı. 4. hayvan ayağı. 5. kılıç cübbe, kaftan. kabzası. 6. gizli. 7. sağlam. 8. yüksek ķadr قدر (a.i.): 1. değer, itibar. 2. onur, ses. 9. dik. şeref, haysiyet. 3. rütbe, derece. kebįr کبیر (a.s.): 1. büyük, ulu. 2. yaşça kāfūr کافور (a.i.): 1. Uzak Doğu’da büyük, yaşlı. 3. çocukluktan çıkmış yetişir bir çeşit taflandan elde edilen ve genç. hekimlikte kullanılan, beyaz ve yarı ked-hüdā کد خدا (f.b.i.): kethüdâ, kâhya. saydam, kolaylıkla parçalanan, ıtırı keh-keşān کھکشان (f.b.i.): saman yolu, kuvvetli bir madde. 2. mec. kar. hacılar yolu. ķalǾa-i çehārüm قلعھ چھارم (a.f.b.i.): kej کژ (f.s.): eğri, çarpık. Güneş’in bulunduğu dördüncü felek. kelįm کلیم (a.s.): 1. söz söyleyen, kān کان (f.i.): 1. maden ocağı, maden konuşan. 2. i. ikinci şahıs (muhâtab). 3. kuyusu. 2. bir şeyin membaı, kaynağı. Tûr-i Sînâ’da Cenâbıhak’la konuşması ķaǾr قعر (a.i.): 1. çukur şeyin dibi, dip, dolayısıyla Hz. Musa’nın ünvanı. nihayet. 2. derinlik. kem کم (f.s.): 1. az, eksik. 2. fena, kötü, kār کار (f.i.): 1. iş güç, iş. 2. kazanç. 3. bozuk. meşguliyet; sanat. 4. işleme, tesir. 5. kemāl کمال (a.i.): 1. olgunluk, yetkinlik, savaş. tamlık, eksiksizlik. 2. en yüksek değer, kār ü bār: 1. iş güç, kazanç. 181 mükemmellik; değer, baha. 3. bilgi, ķıdve قدوه (a.i.): 1. kendisine uyulup fazilet. ardından gidilecek kimse. 2. bir sınıfın kemān کمان (f.i.): 1. yay (ok atan). 2. veya topluluğun başında olan kimse. 2. kavis. 3. keman. önder, lider. kemer-bend کمر بند (f.b.i.): 1. kemer ķıdve-i abdāl: dervişlerin önderi. bağı. 2. s. belinde kemer olan. 3. mec. ķıśśa قصھ (a.i.): 1. fıkra, hikâye, rivayet. derviş. 2. vaka, macera. El-kıśśa: hâsılı, sözün kemter کمتر (f.b.s.): 1. daha aşağı, kısası. aşağıda bulunan, hakir, itibarsız. 2. ķıyām قیام (a.i.): 1. kalkma, ayağa eksik, noksan. kalkma, ayakta durma. 2. bir işe ker کر (f.s.): 1. sağır. 2. i. kuvvet, kalkışma, başlama. 3. ayaklanma, isyan. kudret. 3. meram ve maksat. ķıyām kerden قیام کردن (f.m.): 1. kerān کران (f.i.): kenar, uç, kıyı. [Bį- kalkmak. 2. ayaklanmak, başkaldırmak. kerān: kenarsız, uçsuz bucaksız kıyısız]. 3. icra etmek. 4. meşgul olmak, kersān کرسان (f.i.): ekmek veya başka ilgilenmek. şeyleri koymaya yarayan kap. ķįl قیل (a.i.): söz. kes کس (f.i.): kimse, kişi. ķįl ü ķāl: dedikodu, çok konuşma. keşįde کشیده (f.s. ve i.): 1. çekilmiş, kilk کلک (f.i.): ney, kamış, kalem. çekiliş. 2. tartılmış. 3. tertibedilmiş, ķudve قدوه (a.i.): önder, lider. dizilmiş. 4. yazılmış. kūh کوه (f.i.): dağ. keşįş کشیش (f.i.): papaz, karabaş, kilise ķulle قلھ (a.i.): 1. dağ tepesi, doruk. 2. papazı. kule. kevn کون (a.i.): 1. olma. 2. var olma, ķurre قره (a.i.): 1. soğuk. 2. ışık, tazelik, varlık, vücut. parlaklık. key کی (f.zf.): ne zaman, ne vakit. ķurretü’l-Ǿayn: 1. göz nuru. 2. s. kez کز {ki+ez}(f.zf.): ki..den, ki..den parlak, nurlu. beri. kūs کوس (f.i.): kös, eski savaşlarda, ķıdem قدم (a.i.): öncelik ve eskilik, alaylarda deve veya araba üstünde evveli bulunmamak, başlangıcı taşınarak çalınan büyük davul. olmayacak kadar eski; ezeli olmak, kūtāh, kūteh کوتھ، کوتاه (f.s.): kısa. Cenab-ı Hak’ın “kıdem” sıfatı yani kūy کوی (f.i.): 1. köy. 2. mahalle ve işlek ebedi ve ezeli oluşu. yol, sokak. 3. sevgilinin bulunduğu yer. 182 kühen کھن (f.s.): 1. eski, yıpranmış, luǾbet لعبت (a.i.): 1. oynanan, oynanılan modası geçmiş. 2. mec. dünya. şey, oyuncak, oyun. 2. herkesi hayrette külle کلھ (f.i.): kakül, topuk. bırakan şey, hal. 3. sevgili. 4. put. künc کنج (f.i.): köşe, bucak. künende کننده (f.s.): edici, yapıcı, eden, M yapan. künh کنھ (a.i.): 1. bir şeyin aslı, hakikati, maǾālį معالی (a.i.): yüksek, derin fikirler. temeli. 2. kök, dip. 3. fels. esas, öz. mā-fevk مافوق (a.i.): 1. üst, yukarı. 2. künūn کنون (f.zf.): şimdi. üstte, üst derecede bulunan kimse. küre کره (a.i.): 1. yuvarlak, toparlak. 2. Maġrib مغرب (a.h.i.): garp, batı tarafında geo. küre. olan memleketler; Afrika’nın Mısır küre-i ħāk: yeryüzü. ötesindeki şimal (kuzey) kısmı, İspanya, Portekiz. L maġrūr مغرور (a.s.): 1. gururlu. 2. bir şeye güvenen. 3. güvenilmeyecek şeye lā-cerem الجرم (a.s.zf.): şüphesiz, güvenip aldanan, kendini beğenmiş besbelli, elbette. [kimse]. 4. büyüklük taslayan. lāġ الغ (f.i.): 1. şaka, latife. 2. oyun. maġz مغز (f.i.): 1. beyin, dimağ. 2. iç, Lāt الت (a.i.): İslâm’dan önce, Arapların öz. Kâbe’de bulunan putlarından biri. maĥfil محفل (a.i.): 1. oturulacak, le’įm لئیم (a.s.): alçak, aşağılık, cimri görüşülecek yer, toplantı yeri 2. büyük [kimse]. camilerde hükümdarlara veya leb لب (f.i.): dudak. müezzinlere ayrılmış ve etrafı lem-yezel لم یزل (a.b.s.): kalıcı, baki, yok parmaklıkla çevrilmiş olan, yerden biraz olmayan, eksilmeyen (Allah’ın yüksek yer. sıfatlarındandır). maĥv محو (a.i.): 1. yok etme, ortadan leşker لشکر (f.i.): 1. asker. 2. mec. yiğit, kaldırma, harabetme, perişan etme, kahraman, cesur. batma, yok olma. leŧāfet لطافت (a.i.): 1. latiflik, hoşluk. 2. maķāmāt مقامات (a.i.): 1. makamlar. 2. güzellik. 3. nezaket. 4. yumuşaklık. meclisler, topluluklar, kalabalıklar. libās لباس (a.i.): elbiseler, giyecek şeyler. -māl مال- (f.s.): “süren, sürülen, takılan, lįk لیک (f.e.): lâkin, fakat, amma, ancak. sarılan” manalarıyla terkipler yapar. [düşman-māl: düşman(lık) süren]. 183 mānde مانده (f.s.): kalmış olan, gitmiş mecįd مجید (a.s.): 1. Allah’ın olan. adlarındandır. 2. şan ve şeref sahibi, mānend مانند (f.i.): benzer, eş [Bį- büyük, ulu. mānend: eşsiz, emsalsiz]. medĥ مدح (a.i.): övme. māniǾ مانع (a.s.): 1. meneden, geri mefāśıl مفاصل (a.i.): oynak yerleri, bırakan, alıkoyan, engel olan. 2. i. eklemler. engel, özür. mefāśıl-ı şerįk مفاصل شریک (a.b.i.): yan maǾrūf معروف (a.s.): 1. herkesçe bilinen, yana oturan, komşu. tanınmış, belli. 2. meşhur, ünlü. 3. mefrūş مفروش (a.s.): döşenmiş. şeriatın emrettiği, uygun gördüğü. meges مگس (f.i.): sinek. maǾśįyet معصیت (a.i.): asilik, itaatsizlik, meh مھ (f.i.): astr. Ay. isyan, günah. mehcūr مھجور (a.s.): 1. terk olunmuş, maślaĥat مصلحت (a.i.): 1. iş, emir, husus, bırakılmış, kullanılmaz olmuş, madde, keyfiyet. 2. ehemmiyetli iş. 3. unutulmuş. 2. uzaklaşmış, ayrılmış. barış, dirlik, düzenlik. mehdį مھدی (a.s.): hidayete eren, doğru maşrıķ مشرق (a.i.): Güneş’in doğduğu yolu tutan. taraf, doğu. mekr مکر (a.i.): 1. hile, düzen. 2. hile ile maŧbaħ مطبخ (a.i.): mutfak. aldatma, maksadından vazgeçirme maǾtūh معتوه (a.s.): ateh getirmiş, (birini). bunamış, bunak. me’kūl مأکول (a.i.): yenmiş şey, yiyecek. mā-verā ماوراء (a.i.): ard, geri, bir şeyin melāl مالل (a.i.): 1. usanç, usanma, ötesinde, arkasında bulunan. bıkma. 2. sıkılma, sıkıntı. mā-verāį ماورائی (a.s.): öteye mensup, melį ملی (a.s.): 1. çevik. 2. çabuk. öteki alemle ilgili. melik ملیک (a.s.): 1. Allah’ın maǾzūl معزول (a.s.): 1. görevden alınmış, adlarındandır. 2. mal sahibi. 3. padişah, azledilmiş. 2. ayrılmış. hakan, hükümdar. -meāb مآب- (a.i.): 1. geri dönülecek yer. melūl ملول (a.s.): 1. usanmış, bıkmış, 2. sığınılacak yer. bezmiş. 2. mahzun. meǾād معاد (a.i.): tas. âhiret. memālik ممالک (a.i.): 1. memleketler, mebādį مبادی (a.i.): evveller, ülkeler. 2. bir devletin toprağı. 3. başlangıçlar, prensipler, ilk unsurlar. köleler, kullar. menāķıb مناقب (a.i.): övünülecek vasıflar. menį منی (f.i.): 1. benlik. 2. kibirlenme. 184 menzilet منزلت (a.i.): 1. derece, rütbe, mevkib موکب (a.i.): atlı veya yaya olarak yüksekli derecesi. 2. inecek yer, konak maiyette yürüyen alay, kafile. yeri; ev, hane. mevśuf موصوف (a.s.): 1. vasfolunmuş, merdān مردان (f.i.): 1. mertler, insanlar, vasıflanmış. 2. gr. belirtilen [sıfat erkekler, yiğitler. 2. bir çeşit ney. takımlarında]. merdüm مردم (f.i.): 1. insan, adam. 2. mıśbāĥ مصباح (a.i.): 1. kandil, çıra, gözbebeği. meşale; az ışıklı kandil. 2. sabah vakti merdüm-i çeşm: gözbebeği. şarap içilecek büyük kâse. merdüm-keş مردم کش (f.b.i. ve s.): lider, midĥat مدحت (a.i.): methetme, övme. önder. miǿe مائھ (a.s.): yüz. TisǾa miǿe: dokuz merdüm-küş مردم کش (f.b.s.): adam yüz. öldüren, katil. mihr مھر (f.i.): Güneş. meŝel مثل (a.i.): 1. örnek, benzer, mih-ter مھتر (f.s.): 1. daha büyük. 2. i. numune. 2. dokunaklı ve manalı söz. 3. yüksek rütbeli hizmetkâr. terbiye ve ahlaka faydalı, yararlı olan mįve میوه (f.i.): [meyvenin aslıdır] hikâye. meyve. mest مست (f.s.): sarhoş. miyān میان (f.i.): 1. orta. 2. meyan, ara, mest-i ħarāb: harabolmuş sarhoş, aralık. (Der-miyān: ortada, arada. yıkılasıya içmiş adam. Miyān-ı güft ü gū: laf arası). mesŧūr مسطور (a.s.): 1. setrolunmuş, miyāne میانھ (f.i.): 1. orta [vasat]. 2. ara. örtülü, kapalı, gizli. 2. açık saçık 3. gerdanlığın ortasındaki büyük inci. 4. gezmeyen namuslu kadın. g.s. ortaya serilen halı. meşǾale مشعلھ (a.i.): 1. aydınlatıcı, alet, mįz-bān میزبان (f.b.i.): misafiri, konuğu lamba, kandil. 2. ucunda alev çıkararak ağırlayan, ev sahibi. yanan bir madde bulunan değnek, sopa. mū[y] [مو[ی (f.i.): 1. tüy. 2. kıl. 3. saç. 3. nur. muǾāķıb معاقب (a.s.): cezalandıran. meşǾaviź مشعوذ (f.i.): sihirbaz, hokkabaz. muǾāşır معاشر (a.s.): 1. muaşeret eden, meşhed مشھد (a.i.): 1. şehitlik. 2. İran’da birlikte yaşayan. 2. i. dost, arkadaş. ziyaretgâh olan meşhur şehir. muĥābā محابا (a.i.): koku, ihtiraz, meşreb مشرب (a.i.): 1. içecek yer. 2. çekingenlik [Bį-muĥābā: korkusuz, felsefi ve dini yol. 3. yaradılış, tabiat, çekinmeden]. mizaç, huy, ahlak. muĥākā محاکا (a.i.): birbirine hikaye söyleme. 185 muĥāl محال (a.s.): mümkün olmayan, muraśśaǾ مرصع (a.s.): 1. kıymetli taşlarla olamaz, olmaz, olmayacak. bezenmiş. 2. ed. iki mısraı veya iki muħālaŧat مخالطات (a.i.): 1. karışmalar. 2. fıkrası kelime kelime birbiriyle aynı güzel anlaşmalar. vezin ve kafiyede olan [söz, beyit]. 3. muĥāzāt محازات (a.i.): yüz yüze gelme. g.s. bir yazı sitili. muĥiķķ محق (a.s.): 1. ihkak eden, hakkı musteǾcel مستعجل (a.s.): acil. yerine getiren. 2. haklı, doğru. mutavaśśıŧ متوصط (a.s.): 1. vasıta olan, muĥįŧ محیط (a.s.): 1. kapsayan, kuşatan. aracılık eden, aracı. 2. orta, ortalama. 2. çevre. 3. ortam, muhit. 4. haberli. 5. muǾteber معتبر (a.s.): 1. itibarlı, hatırı coğ. okyanus. sayılır, saygın. 2. inanılır, güvenilir. 3. muħtaśar مختصر (a.s.): ihtisar edilmiş, yürürlükte olan, geçer. kısaltılmış, kısaltma, kısa. muŧįǾ مطیع (a.s.): 1. itaat eden, boyun muĥteriķ محترق (a.s.): tutuşup yanan, eğen. 2. bağlı. 3. rahat. yakıcı, yanık. mužlim مظلم (a.s.): 1. karanlık. 2. muǾįn معین (a.s.): yardımcı. bilinmeyen, şüpheli. 3. dehşetli, kara, muķābil مقابل (a.s.): 1. karşı karşıya uğursuz. gelen, bir şeyin karşısında bulunan. 2. mücessem مجسم (a.s.): tecessüm etmiş, bir şeye karşı, bir şeye karşılık yapılan. cisimlenmiş, cisimli. 3. i. karşılık. 4. zf. karşılığında. mücįb مجیب (a.s.): 1. gereken, muķįm مقیم (a.s.): 1. ikamet eden, oturan, gerektiren. 2.i. sebep, vesile. yerleşik. 2. sürekli, daimi. müdām مدام (a.s.): devam eden, süren, muķteżā مقتضی (a.s.): 1. gerekli, sürekli. gereken. 2. istenmiş. 3. anlaşılmış. müddeį مدعی (a.s.): 1. iddia eden, mūnis مونس (a.s.): 1. alışılan, davacı. 2. bir hükümde ayak direyen. 3. yadırganmaz, alışılmış, alışık. 2. cana inatçı. yakın, sevimli. 3. insandan kaçmayan. müeŝŝer مؤثر (a.s.): 1. kendisine bir şey 4. yakın dost, can yoldaşı, arkadaş. tesir etmiş olan. 2. etkili, tesirli. munķaŧį منقطع (a.s.): 1. inkıta eden, müfteriĥ مفترح (a.s.): şen, keyifli. kesilen, kesilmiş, kesik, aralıklı. 2. mühr مھر (f.i.): 1. mühür, imza. 2. ed. arkası gelmeyen, son bulan. 3. arada sevgilinin ağzı. bağ kalmayan, ayrılmış. 4. herkesten mühre مھره (f.i.): 1. bir çeşit yuvarlak ayrılıp bir kişiye bağlı kalan. 5. geo. şey. 2. cam boncuk. 3. deniz böceği süreksiz. kabuğu. 4. çekiç. 5. anat. omurga 186 kemiği. 6. kağıt ve saire cilalamak için müşrikįn مشرکین (a.s.): Allah’a şerik, kullanılan billur top. ortak koşanlar. mühre-i nerd: zar ve pul. müşt مشت (f.i.): 1. yumruk. 2. avuç. mühre-bāz مھره باز (f.b.s.): 1. yuvarlak müştāķ مشتاق (a.s.): iştiyaklı, özleyen, taşlarla gözbağcılık ve el çabukluğu göreceği gelen, can atan. gösteren oyuncu. 2. mühreci, cilacı. Müşterį مشتری (a.h.i.): astr. Sakıt, müje مژه (f.i.): kirpik. Erendiz, Jüpiter, Mars. mültemes ملتمس (a.s.): istek, hacet, müteĥayyir متحیر (a.s.): şaşmış, şaşırmış. istenilen, rica edilen, yakarılan. müteķabbil متقبل (a.s.): kabul eden, münācāt مناجات (a.i.): Allah’a dua etme, üstüne alan. yalvarma. mütevvec متوج (a.s.): taçlı, taç giymiş. münādį منادی (a.s.): 1. nida eden, tellal. müyesser میسر (a.s.): 1. kolayı bulunup 2. müezzin. yapılan, mümkün, kolay gelen, münkir منکر (a.s.): inkar eden, kabul kolaylıkla olan. 2. hazır. etmeyen. mürebbį مربی (a.s.): terbiye eden. N mürġ مرغ (f.i.): kuş. mürįd مرید (a.s.): 1. irade eden, emreden, nā نا (f.i.): 1. gemi. 2. gırtlak. 3. güç, buyuran. 2. i. bir şeyhe bağlı olan takat. kimse. nā-bākį ناباکی (f.i.): korkusuzluk, mürtefiǾ مرتفع (a.s.): irtifa eden, cesurluk. yükselen, yükselmiş, yüksek, yüce. nā-gāh ناگاه (f.b.s.): 1. vakitsiz. 2. zf. müsebbib مسبب (a.s.): 1. sebep olan. 2. ansızın, birdenbire. icat eden. nāhį ناھی (a.s.): meneden, yasak eden, müstaĥkem مستحکم (o.s.): sağlam, önleyen. dayanıklı. naĥįf نحیف (a.s.): zayıf. müstažhir مستظھر (a.s.): 1. istizhar eden, naħl نخل (a.i.): 1. hurma ağacı. 2. ed. dayanan, arka veren, güvenen. 2. ince, uzun, narin vücutlu dilber. yardım isteyen, zahir, arka olmasını naĥl نحل (a.i.): arı, bal arısı. isteyen. naĥs نحس (a.i.): 1. uğursuzluk. 2. s. müsterāĥ مستراح (a.i.): rahat edilecek uğursuz, bahtsız. yer. 187 naħvet نخوت (a.i.): kibir, gurur, İmparatorluk devrinde Yeniçeri ocağına büyüklenme, ululanma, kurulma, yeni yazılan kimse. böbürlenme. neft نفت (f.i.): petrol. nakş-bendį نقشبندی (a.f.b.i.): 1. neheng نھنگ (f.i.): timsah. nakışbendîlik, ressamlık; süslemeli nehįb نھیب (a.s.): 1. yağmacı, çapulcu. 2. dokuma sanatı. 2. Şeyh Muhammed dehşet, korku. Bahâüddîn Nakşbend’in kurduğu zühde, nekāl نکال (a.i.): 1. azap, işkence. 2. mürâkabeye ve hafî zikre dayanan ibret, bir olaydan alınan ders. 3. kömür. tarikatine girmiş kimse. nekbet نکبت (a.i.): 1. talihsizlik, nām نام (f.i.): 1. isim, ad. 2. ün, lakap. bahtsızlık. 2. düşkünlük. 3. felaket, nām-zed نامزد (f.b.s.): 1. aday. 2. musibet. zikredilen. 3. nişanlı. nemed نمد (f.i.): keçe, kebe. nān نان (f.i.): ekmek. nemm نم (a.i.): söz getirip götürme, nā-sezā ناسزا (f.b.s.): 1. layık olmayan, koğuculuk etme. yaraşmayan. 2. küfür, uygunsuz söz. 3. neng ننگ (f.i.): 1. ayıp, utanma. 2. alçak. 4. kötü iş. şöhret, ün. nā-sipās ناسپاس (f.b.s.): şükretmeyen, neşāŧ نشاط (a.i.): sevinç, neşe, şenlik. nankör. nevbet نوبت (a.i.): 1. vakit, zaman. 2. naśįr نصیر (a.s.): nusret eden, yardımcı. kez, kere, defa. 3. fırsat. nā-şikįb ناشکیب (f.b.s.): sabırsız. nevmįd نومید (f.s.): ümitsiz, ümidi kırık. nāv ناو (f.i.): 1. içi kovuk, oyuk şey. 2. neyyir نیر (a.s.): 1. nurlu, parlak. 2. ışıklı küçük gemi, kayık. cisim, cisimlenmiş nur. 3. Güneş. nāver ناور (f.s.): mümkün, kabil, olabilir. nezdįk نزدیک (f.s.): yakın. nāz-perverde نازپرورده (f.b.s.): naz içinde nifāķ نفاق (a.i.): 1. münafıklık, iki büyümüş, terbiye olmuş, nazlı. yüzlülük, ara bozukluğu, bozuşukluk. 2. nebāt نبات (a.i.): topraktan biten, çıkan Müslüman görünüp kâfir olma. her türlü şey, bitki. nihād نھاد (f.i.): tabiat, huy, yaradılış. neberd نبرد (f.i.): harp, savaş. nihāde نھاده (f.s.): konmuş, konulmuş, nedįm ندیم (a.i.): 1. meclis arkadaşı, koymuş. sohbet arkadaşı. 2. s. büyükleri, fıkra ve nihān نھان (f.s.): 1. gizli, saklı. 2. hikâyeleriyle eğlendiren. 3. s. güzel bulunmayan, görünmeyen. 3. i. sır. hikâye anlatan, tatlı konuşan. 4. tar. 188 nihįb نھیب (f.i.): 1. korkutma, yıldırma. -nümūd نمود- (f.s.): “gösteren, görünen, 2. heybet. 3. nara, haykırış. 4. gözdağı, benzeyen” manalarıyla kelimeleri korkutma. 5. çıkışma. sıfatlandırır. Ķıyām-nümūd: ayaklanma nįk نیک (f.s.): iyi, hoş, güzel, beğenilen. gösteren. Kerem-nümūd: kerem nįk ü bed: iyi, kötü. gösteren. nįk-ħāh نیک خواه (f.b.s.): iyilik düşünen, nüvişt نوشت (f.s.): 1. yazılı, yazılmış herkesin iyiliğini isteyen. (Ser-nüvişt: alın yazısı). 2. i. mektup. nikū نیکو (f.s.): iyi, hoş. nįm نیم (f.s.): yarı, yarım, buçuk. P nisbet نسبت (a.i.): 1. bağlılık, ilgi. 2. kıyaslama, ölçü. 3. mat., fels. oran. 4. pā پا (f.i.): 1. ayak. 2. bacak. 3. bir inat olsun diye yapılan iş. 5. zf. inat adımlık ölçü, kadem. 4. kök, temel, olarak. esas. 5. güç, kudret. 6. dip. 7. başucu. nişest نشست (f.i.): oturan. pā-ber-cā پابرجا (f.b.s.): 1. sağlam, -nişįn نشین- (f.s.): “oturan, oturmuş” dayanıklı. 2. devamlı, kalıcı. 3. kararlı. manasıyla kelimeleri sıfatlandırır 4. yerinde. [Ħalvet-nişįn: yalnız oturan, tenhada pāk پاک (f.s.): 1. temiz, arık, pak. 2. saf, oturan. Kūşe-nişįn: köşede oturan]. halis, hilesiz. 3. kutsal, mübarek. nįz نیز (f.e.): “-de, -da, dahi” anlamında pāk-bāz پاکباز (f.b.s.): 1. kumarda varını bir atıf edatı. yoğunu kaybeden. 2. aşkı uğruna her nįze نیزه (f.i.): kargı, mızrak, süngü, şeyi gözden çıkaran âşık. 3. Tanrı aşığı harbe. 4. mec. sadakatli aşık. 5. fedai. nuħust نخست (f.s.): ilk, birinci. pāre پاره (f.i.): 1. parça. 2. sayı, bölük. 3. nuķabā نقبا (a.i.): önderler, liderler, ileri para. gelenler. pās-bān پاسبان (f.b.i.): gece bekçisi. -nūş نوش- (f.s.): “içen, içici” manalarıyla pāsuħ پاسخ (f.i.): cevap, karşılık. kelimelere takılır [Bāde-nuş: şarap pāy پای (f.i.): 1. ayak. 2. esas, kaide. 3. içen… gibi]. kök, dip. nūş-dārū نوشدارو (f.b.i.): 1. panzehir. 2. pāyān پایان (f.i.): 1. son, nihayet. 2. tas. şarap. sofînin ulaşacağı birlik âlemi. nümāyende نماینده (f.b.s.): gösterici, pāye پایھ (f.i.): rütbe, derece. görünücü. pāyende پاینده (f.s.): 1. edebi, kalıcı, sürekli. 2. sağlam. 3. i. destek, dayak. 189 pedįd پدید (f.s.): görünür, açık, belli. peyvend پیوند (f.i.): 1. ulaşma, varma. 2. pedįdār پدیدار (f.s.): meşhur, görünür, bağ, ilgi. açık, meydanda. -peźįr پذیر- (f.s.): “kabul eden, edici, pelās پالس (f.i.): 1. eski kilim, keçe. 2. alan; kabul edilebilir” manalarıyla aba, çul. Arapça ve Farsça kelimelere eklenerek penāh پناه (f.i.): sığınma, sığınacak yer. birleşik kelimeler yapar. [Şifā-peźįr: pencāh پنجاه (f.s.): elli [sayı]. şifa bulan. Terbiye-peźįr: terbiye perçem پرچم (f.i.): 1. kakül. 2. tepede edilebilir… gibi]. bırakılan saç. 3. yele. 4. mızrak, bayrak pįl-ten پیل تن (f.b.s.): fil vücutlu, fil gibi. gibi şeylerin başlarına konulan pindār پندار (f.i.): 1. sanma, sanış. 2. püskülümsü şeyler. böbürlenme. 3. nasihat, öğüt. -perdāz پرداز- (f.s.): “tertipleyen, ping پنگ (f.i.): 1. fincan, tas. 2. bardak, düzenleyen, düzeltici” manalarıyla kadeh, şişe ve toprak cinsinden şarap birleşik kelimeler yapar. kadehi. pertev پرتو (f.i.): ışık, parlaklık. pinhān پنھان (f.s.): gizli, saklı, sır. perverden پروردن (f.m.): 1. hazırlamak. pįr پیر (f.s.): 1. yaşlı, ihtiyar. 2. i. bir 2. eğitmek. 3. himaye etmek. tarikatın ilk kurucusu. 3. her meslek ve pesende پسنده (f.s.): beğenilmiş, seçilmiş. sanatın kurucusu, öncüsü. [Pirimiz pesendįde پسندیده (f.s.): beğenilmiş, üstadımız… Hem-pįr: ustaları aynı]. seçilmiş. pįrehen پیرھن (f.i.): gömlek. pes-rev پسرو (f.b.s.): “arkadan gelen” : pįş پیش (f.i.): ön, ileri, ön taraf. uşak. pįş āverden پیش آوردن (f.b.m.): 1. pest پست (f.s.): alçak, aşağı. yaklaştırmak. 2. huzura getirmek, peşmįne پشمینھ (f.i.): 1. yünden, huzura çıkarmak. 3. başlamak. 4. yapağıdan yapılma. 2. sof elbise; yararlanmak. 5. faydalanmak. 6. dikkate sofuların giydiği sade, süssüz elbise. almak, gündeme getirmek. pey پی (f.i.): 1. ayak. 2. ayak izi. 3. iz, pįş giriften پیش گرفتن (f.b.m.): 1. işaret. 4. ard, arka. 5. direnme gücü, zamanından önce almak. 2. karşısına takat. 6. temel. 7. kaide. 8. defa. almak. 3. öne atmak. 4. bağışlamak, peyām پیام (f.i.): haber, başkasından tutturmak. alınan bilgi. pįşe پیشھ (f.i.): 1. sanat, meslek. 2. iş. 3. peyġām پیغام (f.i.): haber. huy, tabiat, âdet, alışkanlık. pįş-gāh پیشگاه (f.b.i.): ön, huzur. 190 pįş-gįr پیشگیر (f.b.i.): 1. peşkir, havlu. 2. rāst راست (f.s.): 1. doğru. 2. sağ. 3. c. s. önleyen. rāstān: haklı, doğru, gerçek. 4. pįş-giriften پیش گرفتن (f.b.m.): 1. uygunluk. zamanından önce almak. 2. karşısına rāstį راستی (f.i.): doğruluk, gerçeklik. almak. 3. öne atmak. 4. başlamak, rāy رای (a.i.): 1. rey, fikir, oy. (Hod-râ, tutturmak. Hod-rây: bildiğinden şaşmayan) 2. pįş-kār پیشکار (f.b.i.): 1. yardımcı. 2. sancak, bayrak. hizmetçi. 3. çırak. 4. mübaşir. rāyet رایت (a.i.): sancak, bayrak. pįşvā پیشوا (f.i.): reis, başkan. rāygān رایگان (f.b.s.): 1. bedava, parasız. piyāle-keş پیالھ کش (f.b.s.): içki içen. 2. pek çok, pek bol. 3. değersiz. pūş پوش (f.i.): 1. örtü, örtünecek şey, rāz-dār رازدار (f.b.s.): sır tutan. elbise. 2. zırh. recā رجا (a.i.): 1. ümit, umma. 2. pūşįde پوشیده (f.s.): 1. örtülmüş. 2. örtü. yalvarma. 3. istek, dilek. pūşįden پوشیدن (f.m.): 1. giymek, re’fet رأفت (a.i.): merhamet etme[k], giyinmek. 2. örtmek. 3. gizlemek, acıma[k], esirgeme[k]. saklamak. 4. boşamak(kadını). 5. ışığa refįǾ رفیع (a.s.): yüksek, yüce. tutmak. 6. kapamak. 7. affetmek. refte رفتھ (f.s.): gitmiş, geçmiş. pür-nihįb پرنھیب (f.b.zf.): korkarak, reg رگ (f.i.): damar. ürkerek. reh ره (f.i.): yol. püşt پشت (f.i.): arka, sırt. rehā رھا (f.i.): kurtulma, kurtuluş. reh-dān ره دان (f.b.s.): yol bilen. R reh-nümā رھنما (f.b.s.): yol gösteren, kılavuz. raħt رخت (f.i.): 1. giysi, elbise. 2. ev remz رمز (a.i.): 1. işaret, işaretle eşyası. 3. at koşum takımı. 4. yol anlatma, sembol. 2. gizli ve kapalı bir levazımı. surette söyleme, sır. rām رام (f.s.): 1. itaat eden, boyun eğen, reng رنگ (f.i.): 1. renk. 2. hile, oyun. 3. kendini başkasının emirlerine bırakan. suret, şekil. 2. tas. insanın bütün varlığıyla Allah’a reng-āmįz رنگامیز (f.b.s.): renk renk, bağlanması. türlü renkli. raǾnā رعنا (a.s.): güzel, latif, hoş resįden رسیدن (f.m.): 1. yetişmek, görünen. varmak, ulaşmak, kavuşmak, gelmek. 2. ermek. 3. olgunlaşmak. 4. katılmak. 191 5. gerçekleşmek, vaki olmak. 6. fırsat rūşen روشن (f.s.): 1. aydın, parlak. 2. bulmak. belli, meydanda, aşikâr. revān روان (f.s.): 1. yürüyen, giden, rūşenāyį روشنایی (f.i.): 1. aydınlık, akan, su gibi akıp giden (söz). 2. i. ruh, açıklık. 2. belli olma. 3. bir tarikatın adı. can. 4. Halvetiye’nin Rūşeni kolunun revāne روانھ (f.s.): 1. giden, yürüyen. 2. kurucusu olan Aydınlı Ömer Dede. gönderme. rūyįn-ten رویین تن (f.b.s.): tunç vücutlu, revĥ روح (a.i.): 1. rahat, gönül rahatlığı. güçlü kuvvetli. 2. rahmet. 3. hafif esen rüzgârın verdiği rūz روز (f.i.): 1. gün. 2. gündüz. tatlılık, canlılık. rūz ü şeb: gündüz ve gece. revnaķ رونق (a.i.): parlaklık, güzellik, rūze روزه (f.i.): oruç. tazelik, süs. rūze-dār روزه دار (f.b.s.): oruçlu. reyĥānį ریحانی (a.s.): 1. fesleğen gibi rüst-ā-ħįz رستاخیز (f.i.): kıyamet, mahşer. ince nakışlı. 2. bir yazı türü. 3. saf şarap. S reyn رین (a.i.): 1. kir pas. 2. gönül sıkıntısı, iç üzüntüsü [işlenen bir śabā صبا (a.i.): gün doğusundan esen günahtan dolayı]. hafif ve latif rüzgâr. rıżā-cūyį رضاجویی (a.f.b.i.): razı etmeye śad صد (f.s.): yüz [sayı]. çalışma. saǾd سعد (a.i.): 1. kutluluk. 2. uğur. 3. s. rifǾat رفعت (a.i.): yükseklik, yücelik, kutlu, uğurlu. büyük ve büyük rütbe. śādıķān صادقان (a.s.): 1. doğru kimseler. risāle رسالھ (a.i.): 1. mektup. 2. kısa 2. sadakatli, içten bağlılığı olan yazılmış küçük kitap. 3. mecmua, dergi. kimseler. rįş ریش (f.i.): 1. yara. 2. s. yaralı. 3. śadr صدر (a.i.): 1. göğüs. 2. yürek. 3. her sakal. şeyin önü, başı, ilerisi, en yukarı, en rişte ریشتھ (f.i.): 1. iplik. 2. ilgi, bağ. baş. 4. oturulacak en iyi yer. 5. baş, rįze ریزه (f.i.): kırıntı, döküntü, saçıntı, başkan (reis). 6. kazasker. 7. sadrazam ufak parça. sözünün kısaltılmışı. rū[y] [رو[ی (f.i.): yüz, çehre. Śafā صفا (a.h.i.): Mekke civarında bir ruħ رخ (f.i.): yanak, yüz, çehre. yer olup hacılar, burası ile Merve rūĥ-efzā روح افزا (f.b.s.): ömür arttıran, denilen yer arasında Hz. Hacer’in gidiş cana can katan. 192 geliş hareketini remzederek dört defa sālik سلک (a.s.): 1. bir yola giren, bir gidip üç defa gelirler. yolda giden. 2. bir tarikata girmiş śafā صفا (a.i.): 1. saflık, berraklık. 2. bulunan, derviş. gönül şenliği, kedersizlik, neşe, zevk ve sālikān سالکان (a.f.s.): salikler, bir eğlence. tarikata bağlanmış, bir şeyhe uymuş śafiyy صفی (a.s.): 1. temiz, pak, saf, arı. olanlar. 2. samimi dost. 3. seçkin. 4. halis. sālūs سالوس (f.s.): riyakar, ikiyüzlü. śafįyyullah: Hz. Âdem Merd-i sālūs: riyakâr adam. saħį سخی (a.s.): cömert, eli açık. -sān سان- (f.s.): “benzer, andırır” śaĥn صحن (a.i.): avlu, orta, meydan. manalarına gelerek birleşik kelimeler saħt سخت (f.s.): 1. katı, sert, çetin, pek. yapar. [Yek-sān: bir gibi]. 2. kuvvetli, güçlü, sağlam. 3. güç, zor. śarf صرف (a.i.): 1. harcama, masraf 4. sımsıkı. 5. şiddetli. 6. sağanak. 7. etme, gider. 2. para bozma. 3. çevirme, kaba, iri. 8. acımasız, taş yürekli. döndürme. 4. değişme. 5. gramer, sāħten ساختن (f.m.): 1. yapmak. 2. bina dilbilgisi. etmek, inşa etmek. 3. icat etmek. 4. śarf ü naĥv: gr. dilbilgisi. yaratmak, var etmek. 5. yetinmek, śayd صید (a.i.): 1. av. 2. avlama, uymak, katlanmak. 6. geçinmek, birlikte avlanma. olmak. 7. tertip etmek, düzenlemek. 8. sāye سایھ (f.i.): 1. gölge. 2. koruma, tayin etmek. 9. süslemek. 10. okşamak. sahip çıkma. 3. yardım. 11. donatmak. 12. pişirmek. 13. telif sāye-dār سایھ دار (f.b.s.): 1. gölgeli, etmek. 14. tedbir almak. gölgesi olan, gölge eden. 2. koruyan, saǾįr سعیر (a.i.): 1. ateş, alevli ateş. 2. sahip çıkan. Tamu, Cehennem (Ehl-i saǾįr: sāye-i Allah, sāye-i Ħudā (f.b.i.): cehennemde bulunacak kimseler). Allah’ın gölgesi. mec. halife. ŝāķıb ثاقب (a.s.): parlak ışıklı, aydınlık, śayķal صیقل (a.i.): 1. cilacı. 2. cila aleti. parlak. 3. s. parlak, cilalı. saķķā سقا (a.i.): su dağıtan, saka. sebk سبک (a.i.): 1. bir şeyi eritme, kalıba sāl سال (f.i.): yıl. dökme. 2. ed. ibarenin tarz ve tertibi, śalāĥ صالح (a.i.): 1. düzelme, iyileşme, üslup, metot. iyilik. 2. rahatlık, barış. 3. dine olan sebū سبو (f.i.): 1. testi. 2. şarap kabı. bağlılık. sebük سبک (f.s.): 1. hafif. 2. çabuk 3. sāle سالھ (f.s.): senelik, yıllık. ağırlığı, ağırbaşlılığı olmayan. 4. ilgisiz. 193 sebz سبز (f.s.): yeşil, yeşil renkli. ser-firāz سرفراز (f.b.s.): 1. başını yukarı sedd سد (a.i.): 1. kapama, tıkama, kaldıran, yükselten, benzerinden üstün kapanma, tıkanma, engel olma. 2. set, olan. 2. kıvançlı, onurlu. tümsek. 3. baraj. serįr سریر (a.i.): 1. taht. 2. yatacak yer. sefįd سفید (f.s.): 1. beyaz, ak. 2. zahir, śerįr صریر (a.i.): 1. bağırma. 2. kalem aşikâr, ortada. sesi. 3. gıcırtı. seg سگ (f.i.): 1. köpek, it. 2. mec. ser-kār سرکار (f.b.i.): işbaşı, müdür, dayanıklı. kahya. seĥāb سحاب (a.i.): 1. bulut. 2. karanlık. 3. ser-nigūn سرنگون (f.b.s.): 1. baş aşağı bulut gibi uçuşan böcekler. olmuş, ters dönmüş. 2. talihsiz, bahtsız. semāǾ سماء (a.i.): gökyüzü. ser-nihāden سرنھادن (f.m.): 1. başını öne semāǾ سماع (a.i.): 1. işitme, duyma. 2. eğmek. 2. başı kesilmek. mevlevi ayinlerinde tarikat ser-pūş سرپوش (f.b.i.): başa giyilen şey, mensuplarının cezbe haliyle ayakta başlık. dönmesi, zikretmesi. ser-serį سرسری (f.s.): 1. serseri, ötede semūm سموم (a.i.): 1. sam yeli, sıcak beride başıboş gezen. 2. boş, beyhude rüzgar. 2. zehirli şey. söz. senā سنا (a.i.): övme, övüş. ser-tįz سرتیز (f.b.s.): ucu, baş tarafı sivri seng سنگ (f.i.): 1.taş. 2. tartı, ölçü, olan; keskin. ağırlık. setr ستر (a.i.): örtme, kapama, gizleme. sepįde سپیده (f.i.): tan vakti. śevāb صواب (a.s.): 1. doğru, dürüst, ser سر (f.i.): 1. baş, kafa, kelle. 2. baş, uygun. 2. sevap. 3. uygun, yaraşır, başkan. 3. tepe, doruk. 4. uç, kenar. 5. münasip. nihayet, son. sevād سواد (a.i.): 1. karalık, siyahlık, ser ü kār: iş güç, canla başla girişilen karartı. 2. yazı, karalama. iş. sevār سوار (f.i.): 1. binme. 2. ata binme. serdār سردار (f.b.i.): 1. kumandan. 2. 3. s. atlı. 4. nehir kıyısı. lider, önder. 3. kabile reisi. sevdā سودا (a.s.): 1. çok kara, çok siyah. ser-efgende سرافگنده (f.b.s.): 1. başını 2. karasevda, melankoli. 3. aşk. eğen. 2. utanan, utangaç. 3. alçak seyf سیف (a.i.): kılıç. gönüllü. seyr سیر (a.i.): 1. yürüme, yürüyüş; ser-endāz سرانداز (f.b.s.): çekinmez, gitme, hareket. 2. yolculuk. 3. gezme, korkusuz, fedakar, pervasız. gezinme. 4. eğlenmek üzere bakma 194 (temaşa). 5. uzaktan bakıp karışmama. sitte ستھ (a.s.): altı. 6. gezilecek, görülecek şey. siyāh-kām سیاه کام (f.b.s.): ümitsiz, seyyid سید (a.i.): önder, lider. üzgün. śıdķ صدق (a.i.): 1. doğruluk, gerçeklik. siyāh-kārį سیاه کاری (f.b.i.): günahlılık, 2. iç, yürek temizliği. suçluluk. śırāŧ صراط (a.i.): yol. siyāh-pūş سیاه پوش (f.b.s.): 1. karalar sįb سیب (f.i.): elma. giymiş. 2. yaslı, matemli. sįb-i zenahdān / źeķan: sevgilinin siyāķ سیاق (a.i.): üslup, tarz. elmayı andıran çenesi. siyeh-çerde سیھچرده (f.b.s.): esmer. sifāl سفال (f.i.): 1. testi ve saksı parçaları. siyeh-pūş سیھپوش (f.b.s.): 1. karalar 2. çanak, çömlek. 3. fıstık, ceviz, badem giymiş. 2. yaslı, matemli. 3. i. seyis, kabuğu. 4. orak. uşak. sikkįn سکین (a.i.): bıçak, kalemtıraş. sū سو (a.i.): 1. kötülük, fenalık. 2. kötü, silk سلک (a.i.): 1. iplik. 2. sıra, dizi. 3. fena. yol; meslek, tutulan yol. ŝuǾbān ثعبان (a.i.): büyük yılan, ejderha. sįmįn سیمین (f.s.): gümüşten, gümüş gibi, śubĥ صبح (a.i.): sabah, sabah vakti. gümüşe benzer. śubĥ-dem صبحدم (a.f.zf.): sabah vakti. sįmįn-ber سیمین بر (f.b.s.): gümüş sūd سود (a.s. ve i.): sevdalar. vücutlu, vücudu gümüş gibi olan. sūd سود (f.i.): 1. fayda, kar, kazanç. [Bį- sipāh سپاه (f.i.): asker, ordu. sūd: faydasız, karsız. Çi-sūd: ne fayda, sipārden سپاردن (f.m.): 1. ısmarlamak. 2. neye yarar.] teslim etmek. śūfį صوفی (a.i.): 1. tasavvuf ehli. 2. sofu. sipās-dār سپاسدار (f.b.s.): hamdeden, śūfi-yāne صوفیانھ (a.f.b.zf.): şükreden. mutasavvıflara yakışan yolda, sįr şüden سیر شدن (f.m.): doymak, tasavvufla ilgili. bezmek, usanmak. sūħte سوختھ (f.s.): yanmış, tutuşmuş, sįret سیرت (a.i.): 1. bir kimsenin içi, hali, yanık. Dil-sūhte: gönlü yanmış, kederli. tavrı, gidişi, ahlakı. 2. hal tercümesi. ŝūm ثوم (a.i.): sarımsak. sirişte سرشتھ (f.s.): yoğrulmuş, sūr سور (f.i.): 1. düğün. 2. ziyafet. 3. karıştırılmış. şenlik. sitįz ستیز (f.i.): kavga, çekişme. sūrāħ سوراخ (f.i.): delik, gedik. sitįze-rū ستیزه رو (f.b.s.): suratı asık, sūz سوز (f.i.): 1. yanma, tutuşma, ateş, somurtkan. sıcaklık. 2. dert, ıstırap, acı. 195 süfehā سفھا (a.s.): 1. sefihler, zevk ve şefįǾ شفیع (a.s.): şefaat eden, bir suçun eğlenceye düşkün, parasını pulunu israf bağışlanması için aracılık eden. eden akılsızlar. 2. huk. iradesine hakim şeġab شغب (a.s.): 1. fitne uyandıran. 2. olamayan [kimseler]. fesat çıkarma, karışıklık, fesat. süħan سخن (f.i.): söz, lakırdı. şehen-şāhį شھنشاھی (f.b.i.): ulu süħan güften سخن گفتن (f.m.): 1. hükümdarlık. konuşmak. 2. bahsetmek, söz etmek. şehr-yār شھریار (f.b.i.): padişah, sümūm سموم (a.i.): 1. sıcak ve öldürücü hükümdar. rüzgâr. 2. zehirler. şekk شک (a.i.): şüphe, zan, tereddüt. sürħ سرخ (f.s.): kırmızı, kızıl, al. Bilā-şek, Bį-şek: şüphesiz. sürūr سرور (a.i.): sevinç, neşe, keyif. şemǾ شمع (a.i.): mum. süst سست (f.s.): 1. gevşek. mec. tembel. şems شمس (a.i.): Güneş. 2. manasız, değersiz [kelime]. şenįden شنیدن (f.m.): 1. işitmek, duymak. 2. dinlemek, kulak vermek. 3. Ş farketmek, anlamak. 4. itaat etmek. şerǾ شرع (a.i.): Allah’ın emri, ayet, şāħ شاخ (f.i.): 1. dal, budak. 2. parça. 3. hadis. geyik ve benzeri gibi hayvanların dallı şerįk شریک (a.i.): ortak. boynuzu. şerm شرم (f.i.): utanma (Bį-şerm: şām شام (f.i.): akşam. utanmaz). şāmil شامل (a.s.): içine alan, kaplayan, şiǾār شعار (a.i.): 1. alamet, işaret, iz. 2. çevreleyen. ayırıcı işaret, ayırt edici âdet. şāyesten شایستن (f.m.): 1. yaraşmak, layık şįb شیب (f.i.): iniş; aşağı doğru eğiklik. olmak, yakışmak, yakışık almak. 2. şįb u firāz: iniş ve çıkış. mümkün olmak. şikāf شکاف (f.i.): aralık, yarık, yırtık, şeb شب (f.i.): gece. çatlak. rūz ü şeb: gündüz ve gece. -şiken شکن- (f.s.): “kıran, kırıcı” şeb-i tārį : karanlık gece. manalarına gelerek birleşik kelimeler şeb-i yeldā: yılın en uzun gecesi (23-24 meydana getirir (Dil-şiken: gönül kıran, Aralık) gönül kırıcı). şebįħūn شبیخون (f.i.): gece baskını. şikest شکست (f.s.): 1. kırılmış, kırık. 2. i. şeb-rev شبرو (f.b.s.): 1. gece giden, gece kırma, kırılma. 3. i. yenilme. yolculuğu eden. 2. hırsız. 3. dindar. şiküfte شکفتھ (f.s.): açılmış. 196 şimāl شمال (a.i.): 1. sol, sol taraf. 2. coğr. ŧāliǾ طالع (a.i.): 1. tulû’ eden, doğan. kuzey. Kamer-i ŧāliǾ: doğan ay. 2. talih, kısmet, -şinās شناس- (f.s.): “anlayan, tanıyan, kader, baht. bilen” manalarına gelerek birleşik ŧaǾm طعم (a.i.): 1. yeme. 2. tad, lezzet, kelimeler meydana getirir [Ħāŧır-şinās: zevk. hatır sayan, hatır kırmayan, hatır bilen]. ŧaǾne طعنھ (a.i.): sövme, zemmetme, şįr شیر (f.i.): arslan. çekiştirme, yerme. şöhre شھره (a.s.): şöhretli, ünlü, şöhreti tār تار (f.s.): 1. karanlık (Şeb-i tār: ağızlarda dolaşan. karanlık gece). 2. i. tel, saç teli. şūħ شوخ (f.s.): 1. hareketlerinde serbest. ŧarįķ طریق (a.i.): 1. yol. 2. usul. 3. 2. neşeli, şen ve oynak [kadın]. 3. açık meslek. 4. vasıta, sebep. 5. tas. bir saçık, hayâsız [kadın]. velinin Tanrı’ya ulaşması için tuttuğu şūħ-çeşm شوخ چشم (f.b.s.): edepsiz, yol. utanmaz, arsız, küstah. tārįk تاریک (f.s.): karanlık [Şeb-i tārįk: şuķķa شقھ (a.i.): 1. parça, kumaş veya karanlık gece]. kağıt parçası. 2. küçük tezkere, yazı. ŧarrār طرار (a.i.): yankesici. şūr شور (f.s.): şamata, gürültü. ŧavǾ طوع (a.i.): itaat etme, boyun eğme, şükūh شکوه (f.i.): ululuk. dinleme. şümürde شمرده (f.s.): hesabedilmiş, ŧavf طوف (a.i.): tavaf; etrafını dolaşma. sayılmış. ŧavķ طوق (a.i.): 1. gerdanlık. 2. takat, güç. T ŧavaśśuŧ طوسط (a.i.): araya girme, aracılık, ara bulma, aracılık etme. tāb تاب (f.i.): 1. güç, kuvvet, takat. 2. tāzende تازنده (f.s. ve i.): koşucu [Esb-i ışık, parlaklık. 3. hararet. (Bį-tāb: tāzende: koşucu at, yarış atı]. takatsiz, güçsüz, yorgun). taǾžįm تعظیم (a.i.): 1. büyükleme, ŧabǾ طبع (a.i.): tabiat, huy, yaratılış. ululama, büyük sayma. 2. saygı tāfte تافتھ (f.i.): 1. büzülmüş, katlanmış, gösterme, ikram etme. bükülmüş. 2. s. yanmış, yanık. 3. s. tebāhį تباھی (a.i.): övünme. aydınlık, parlak. 4. s. üzgün, kederli. tebār تبار (f.i.): asıl, soy. taħfįf تخفیف (a.i.): 1. hafifletilme. 2. tebeh تبھ (f.i. ve s.): 1. bozuk, çürük, yükünü azaltma. berbat, yıkılmış, harap. 2. mahvolma, yıkıntı, tükenme. 197 tebeh-kārį تبھکاری (f.b.i.): harâbetme, ŧıyre طیره (a.i.): 1. gücenme, darılma. 2. mahvetme, bitirme. gücenen, darılan. tef تف (f.i.): 1. sıcaklık. 2. buhar. tįġ تیغ (f.i.): kılıç. teft تفت (f.i.): 1. sıcaklık, hararet. 2. tįġ-zen تیغ زن (f.b.s.): iyi kılıç kullanan. öfkelenmek. 3. kızdırmak. 4. salınmak. tįr تیر (f.i.): ok. tehevvür تھور (a.i.): öfkelenme, tįre تیره (f.s.): bulanık, kara, karanlık köpürme. (Şeb-i tįre: karanlık gece). tehį تھی (f.s.): 1. boş. 2. zf. boşuna. 3. tisǾa تسعھ (a.s.): dokuz. hünersiz, marifetsiz, bilgisiz. 3. zf. boşu tisǾįn تسعین (a.s.): doksan: 90. boşuna, nafile. töhmet تھمت (a.i.): suçlama. ŧelāye طالیھ (a.i): ask. öncü, keşif kolu. tuĥfe تحفھ (a.i.): 1. hediye, armağan. 2. telħ تلخ (f.s.): acı. yeni çıkma, hoşa gider, güzel şey. tenevvür تنور (a.i.): nurlanma, parlama, tuħme تخمھ (f.i.): soy ışıldama, aydınlık olma. ŧūl طول (a.i.): 1. uzunluk, boy. 2. zaman teng تنگ (f.s.): 1. dar, sıkıntılı (şey, yer). çokluğu, uzun müddet. 2. küçük. 3. sıkı, yapışık. 4. zavallı. 5. Tūrān توران (f.h.i.): eski İranlılar nadir. 6. zor. 7. bağ, kayış. tarafından Türk diyarına verilen ad. ŧennāzį طنازی (a.f.s.): cilveli. ŧumŧuraķ طمطراق (f.i.): gösteri, debdebe, tennūr تنور (a.i.): 1. fırın. 2. tandır. söylenişi parlak görünen [ibare], teşne تشنھ (f.s.): 1. susuz, susamış. 2. çok gösteriş, görkem. istekli. türrehāt ترھات (a.i.): saçma sapan sözler. teşne-gān تشنگان (f.s.): 1. susamışlar. 2. istekliler. U teşvįş تشویش (a.i.): 1. karıştırma, karmakarışık etme. 2. kargaşa, Ǿuķūl عقول (a.i.): akıllar, zihinler, uslar. karışıklık. 3. endişe. 4. telaş. 5. ıstırap. ulį اولی (a.s.): 1. öncelikli. 2. üstün. 3. tevaķķuǾ توقع (a.i.): bekleme, umma, sahip. umulma; arzu etme, isteme. ulû اولو (a.i.): sahipler. tevān توان (f.i.): güç, takat. ūlü’l-ebśar اولو االبصار (a.i.): 1. görüş tevfįr توفیر (a.i.): 1. çoğaltma, artırma, sahipleri. 2. göz sahipleri. tasarrufla artırma. 2. tam hakkını verme. Ǿulüvv علو (a.i.): yükseklik, büyüklük, 3. mal biriktirme. 4. çoğalma. 5. fark. yücelik. 198 Ǿurūķ عروق (a.i.): ırklar, kökler, vażǾ وضع (a.i.): 1. koyma, konulma. 2. damarlar. tayin etme. 3. kurma, icat etme. 4. mant. Ǿurża عرضھ (a.i.): hedef, amaç, gaye. bir şeye ad koyma. 5. meydana getirme. Ǿuşşāķ عشاق (a.i.): âşıklar. 6. duruş, tavır, hareket. Uzzā عزا (a.i.): Cahiliyye devrinde vāżıĥ واضح (a.s.): açık, meydanda, belli, müşrik Arapların ilah saydıkları üç kapalı olmayan (söz, cümle). puttan biridir. Diğer ikisi Lāt ve vech وجھ (a.i.): 1. yüz, surat, çehre. 2. Menāt’tır. üst, satıh, düz, yüz. Vechullâh : Allah’ın Yüzü Ü vefķ وفق (a.i.): 1. uyma, uygun gelme, uygunluk. 2. uygun. 3. tılsımlı dua, üftāde افتاده (f.s.): 1. düşmüş, düşkün, muska. biçare. 2. âşık. vehel وھل (a.s.): bataklık, balçık. üftān افتان (f.s. ve zf.): düşen, düşerek. vehm وھم (a.i.): 1. kuruntu, yersiz korku. üftān-ħįzān: düşe kalka (gitme). 2. şüphe, tereddüt. velā وال (a.i.): 1. yakınlık, sahiplik. 2. V efendisinin, azat ettiği köle ve cariyesi ile olan münasebeti ve onlar üzerindeki vā kerden وا کردن (f.b.fi.): 1. açmak. 2. hakkı. çözmek. 3. ayırmak. 4. serbest velāyet والیت (a.i.): 1. velilik, ermişlik. 2. bırakmak. veli ve ermiş olan kimsenin hali ve vācib واجب (a.s.): 1. terki caiz olmayan, sıfatı. 3. başkasına sözünü geçirme. 4. yapılması gerekli. 2. yapılması şer’an dostluk, sadakat. 5. tas. Tanrı dostluğu. lüzumlu olan, farz derecesine yakın ver ور (f.e.): ve, eğer. bulunan. [Kur’an’da zımni delille verā ورا (a.i.): arka, geri, öte. emredilen: bayram namazları, adaklar ver-ne ورنھ [ve+eger+ne]: yoksa, aksi gibi]. 3. fels. zorunlu. takdirde. vaķǾ وقع (a.i.): 1. iniş. 2. şeref, itibar [Bį- -veş وش- (f.e.): gibi manasını veren bir vaķǾ: şerefsiz, itibarsız]. 3. görkem. benzetme edatı [Mah-veş: Ay gibi]. valih والھ (a.s.): şaşakalmış, şaşırmış. vird ورد (a.i.): 1. günlük iş. 2. askeri vām وام (f.i.): borç. birlik. 3. ateş. 4. dua. 5. zikir. vā-pesįn واپسین (f.b.s.): son, en sondaki, viśāl وصال (a.i.): 1. ulaşma. 2. sevgiliye en gerideki. kavuşma. 199 vusǾ وسع (a.i.): bir işi yapabilme gücü. Z vuśūl وصول (a.i.): ulaşma, gelme, varma, erişme, yetişme. -zā[y] [زا[ی (f.s.): “doğuran” manasına gelerek birleşik kelimeler yapar (Fitne- Y zā: karışıklık doğuran, karışıklık meydana getiren). -yāb یاب- (f.s.): 1. yaften mastarından -zād زاد- (f.s.): “doğma, doğmuş” emr-i hazır. 2. “ bulucu, bulan; bulunan, manasına gelerek birleşik kelimeler ele geçen” manalarına gelerek birleşik yapar [Nev-zād: yeni doğmuş]. kelimeler yapar. [Nā- yāb: bulunmaz, zaĥir زحیر (a.i.): 1. inleyiş, inilti. 2. iç bulunmayan, Şifā-yāb: şifa bulan, ağrısı. iyileşen.. gibi]. žāhir ظاھر (a.s.): 1. görünen, görünücü, -yāfte یافتھ- (f.s.): “bulmuş, bulunmuş, açık, belli, meydanda. 2. zf. elbette, bulunan” manalarına gelerek birleşik şüphesiz, öyledir ya. 3. zf. galiba, kelimeler yapar (Husul-yāfte: hâsıl zannederim, umulur ki. 4. zf. görünüşe olmuş, meydana gelmiş). göre, anlaşılan, meğer. 5. i. dış yüz, yaķįn یقین (a.i.): 1. kuşkusuz, mutlaka. 2. görünüş. kesin bilgi. 3. bilme. zaħme زخمھ (f.i.): 1. vurma. 2. yara. 3. yār-ı ġār یار غار (f.b.i.): (mağara dostu): çalgıç, tazene. 4. kudüme vurulan Hicret esnasında Hz. Muhammed’e uzunca ve ucu topuzlu değnek. 5. mağarada arkadaşlık etmiş olan Hz. üzengi kayışı. Ebûbekir. mec. çok vefalı, çok sadık zaħm زخم (f.i.): yara. arkadaş zaħm-i çeşm : (göz yarası) göz yāve-gū یاوه گو (f.b.s.): saçmalayan, değmesi, nazar. saçma sapan konuşan. żaǾįf ضعیف (a.s.): 1. zayıf, güçsüz, yāver یاور (f.i.): yardımcı, imdatçı. kuvvetsiz, takatsiz, kansız, arık. 2. yek-ser یکسر (f.zf.): 1. yalnız başına. 2. gevşek. 3. tembel. bir baştan bir başa. 3. ansızın. zāl زال (f.s.): 1. ihtiyar, aksakallı, zalim, yeldā یلدا (f.s.): uzun [Şeb-i yeldā: yılın acımasız. 2. (h.i.): eski Fars en uzun gecesi (23-24 Aralık)]. kahramanlarından meşhur pehlivan yemm یم (a.i.): deniz. Rüstem’in babasının adı. żamān ضمان (a.i.): kefil olma, kefillik. zār زار (f.s.): perişan, bitkin. 200 zebān زبان (f.i.): 1. dil, lisan. 2. anat. dil. zinde زنده (f.s.): 1. diri, yaşayan, canlı. 2. 3. lügat, lehçe. dinç, sağlam, güçlü kuvvetli. zed زد (f.i.): vurma, dövme. zindegānį زندگانی (f.i.): 1. dirilik, hayat. zehre زھره (a.i.): çiçek. 2. yaşayış, geçim. źeķan ذقن (a.i.): çene. zįnhār زینھار (f.e.): 1. sakın! asla, zelel زلل (a.i.): 1. eksiklik. 2. s. kayağan olmaya, aman! 2. i. azarlama. [yer]. 3. hata. zįr زیر (f.i.): alt, aşağı. zend زند (f.s.): 1. büyük. 2. güçlü, zįr ü zeber : alt üst. kuvvetli. zir-dest زیردست (f.b.s.): 1. el altındaki zeng زنگ (f.i.): 1. zenci. 2. üzüntü, ahali, el altında bulunan aciz (halk). 2. keder. 3. saf şarap. kıdemsiz. zer زر (f.s.): 1. sarı. 2. i. altın, akçe, zişt زشت (f.s.): çirkin. para. žulmet ظلمت (a.i.): karanlık. zerd زرد (f.s.): 1. sarı. 2. sararmış, zūr زور (a.s.): yalan, asılsız, uydurma solgun, soluk. (söz). zer-keş زرکش (f.b.s.): 1. altın tel yapan, Züĥal زحل (a.h.i.): astr. Sekendiz, Satürn sırmacı. 2. altın işlemeli, altın kakmalı, gezegeni. (Nahs-ı ekber sayılır, gam, sırmalı. kaygı vericidir. Ahmaklık, cahillik, zihį زھی (a.e.): 1. ne güzel, ne hoş. 2. pintilik, yalan ve fenalık, bu yıldızın aferin, bravo!. altında doğanlarda olur). 201 KAYNAKLAR AK Coşkun, Osmanlıca, Nobel Yayın Dağıtım, 3. bsk., Ankara, 2006. ATTÂR Ferîdüddîn, Hüsrevnâme, Teshîh-i (Hazırlayan) Ahmed Suheylî Hânsârî, Kitâbfurûşî-i Zevvâr, Tahran, 1339. AY Zahide, Ortaçağ İranı’nda ve Anadolusu’nda Şîîlik İzlerinin Arka Planı: Alamut Sonrası Nizarî İsmâilîliği (13-15. Yüzyıllar), Önsöz Yayıncılık, İstanbul, 2012. BARADİN J. K., “Hakîm Nizârî Kuhistani”, Ferheng-i İran Zemin, c.6, y.y., 1377, ss. 178-203. BAYBURDİ Cengiz Gulam Ali, Zindegî u Eser-i Nizârî, Tercüme-i (Çeviren) Mühnaz Sadri, Tahran, 1370. BEGDİLİ Azer, Ateşkede, Emir Kebir Yayınları, Tahran, 1336. BEHAR Melik eş Şuera, Târîh-i Sistan, Tahran, 1314. BİLGİN Orhan, “Nizârî, Hayatı ve Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, VIII, İstanbul, 1972, ss. 49-58. CAMİ Abdurrahman, Baharistân, Teshîh-i (Hazırlayan) İsmail Hâkemî, İntişarat-i İttilaat, Tahran, 1367. DAFTARY Farhad, Mediaeval IsmaǾili History and Thougth, The Institute of IsmaǾili Studies, Cambridge University Press, Introduction, Cambridge, 1996. DE BRUİJN J.T.P, “Nizârî-i Kuhistânî”, EI2, y.y., c. VIII, ty. DEFTERİ Ferhad, Târîh u Ekâyid-i İsmâilîye, Tercüme-i (Çeviren) Ferîdûn Bedreî, Neşr- i Ferzan Ruz, Tahran, 1375. DEVELİOĞLU Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları, 26. bsk., Ankara, 2010. EBOO JAMAL Nadia, Surviving The Mongols: Nizârî Kuhistâni and the Continuity of İsmâilî Tradition in Persia, I.B. Tauris in Association with the Institute of İsmâilî Studies, London, 2002. GÂZURGÂHÎ Kemâleddin Hüseyin, Mecâlis’ul Uşşâk, Kûşeş-i (Derleyen) Golâm Rızâ Tebâtebâyî Muhammed, Tahran, 1375. KANAR Mehmet, Farsça-Türkçe Sözlük, Deniz Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000. KANAR Mehmet, Türkçe-Farsça Sözlük, Bayrak Yayıncılık, İstanbul, 2007. 202 KERBELÂ-i Hâfiz Hüseyin, Rovzât’ul Cinan u Cennât’ul Cinan, Teshîh-i (Hazırlayan) Sultân Elkerâyî, c.1, Tahran, 1344. KHAND MİR İyaseddin, Târîh-i Habib’us Seyr, Zîr-i Nezer-i (Gözetiminde) Muhammed Debîr-i Siyâkî, c.2, Tahran, 1353. KURTULUŞ Rıza, “Nizârî-i Kuhistânî” Maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 33, İstanbul, 2007. LEWİSOHN Leonard, Sufism and İsmâilî Doktrine in the Persian Poetry of Nizârî-i Kuhistânî, İran, c. XLI, 2003. MUSTAVEFİ Hamdullah, Nizhat’ul Kulûb, Çâp-ı Ofset, Tahran, 1362. MÜCTEHİDZÂDE Ali Rıza, “Sad’ul Millet’ul Eddîn Nizârî-i Kuhistânî”, Mecelle-i Dânişkede-i Edebiyât-i Meşhed, Meşhed, 1345, ss. 71-100 ve 298-315. NİZÂRÎ KUHİSTÂNÎ, Hakîm Sadüddin, Dîvân, Teshîh-i (Hazırlayan) Seyyid Ali Rızâ Müctehidzâde, be Kûşeş u bâ Dîbâçe-i Muzâhir Musaffâ, c. 2, Tahran, 1371. OCAK Ahmet Yaşar, Babaîler İsyanı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011. PALA İskender, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, 13. bsk., İstanbul, 2004. PÜRCEVÂDÎ Nasrullah, Mesnevî-i Rûz ü Şeb, Neşr-i Ney, Tahran, 1375. RÂZÎ Emin Ahmed, Tezkire-i Heft İklim, Teshîh-i (Hazırlayan) Muhammed Rızâ Tâhirî, c.1, İntişarat-i Suruş, Tahran, 1378. RYPKA Jan, History of İranian Literature, Dordrecht, 1968. SAFA Zîbhullah, Târîh-i Edebiyât der İran, c.3, bahş 2, Tahran, 1363. SEMERKANDİ, Devletşâh, Tezkiretü’ş Şuara, Teshîh-i (Hazırlayan) Eduardo Braun, Çâp-ı Ofset, İntişarat-i Esatir, Tahran, 1382. SHAYESTEFER Mehnaz, “Safevi Döneminde İran ve Osmanlı Toplumsal İlişkileri”, Misbah, yıl 1, sayı 1, İstanbul, 2012. ŞİRAZİ Masûm Ali Şah (Nâyib’el Sadr), Teraîk’ul Hakâîk, Teshîh-i (Hazırlayan) Muhammed Cafer Mehcûb, c. 2, Tahran, 1339. ŞUŞTERİ Gazi Nurullah, Mecâlis-i Mu’minin, c.1, Tahran, 1375. TEBRİZİ Ebulmecid, Sefine-i Tebriz, Merkez-i Neşr-i Dânişgâhî, Tahran, 1381. UZUNÇARŞILI İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, c. 1. Ankara, 1998. YAZIR Elmalılı Muhammed Hamdi, Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Kervan Yayın- Dağıtım, Konya, 2009. 203 YILDIRIM Nimet, İran Edebiyatı (Başlangıçtan İslâmiyete Kadar), Pinhan Yayıncılık, 1.bsk., İstanbul, 2012. İnternetten Faydalanılan Kaynaklar Âdem, http://www.sevde.de/peygamberlerin_hayatlari/01/07.htm Cafer, http://www.aabf-inanc-kurumu.com/12-imam/imam-cafer-i-sadik/ Nizârî, http://hakimnezari.persianblog.com XIII/XIV. yy. www.aftabir.com/literature/history/7h-8h_literature_poem2.php Pürvecâdi, http://www.studiesincomparativereligion.com/public/authors/Nasrollah-Pourjavady.aspx 204 DİZİN A Bâyezîd-i Bistâmî, 7 Bircend, 5, 7, 9, 13, 22, 27, 272, 273 A. Sprenger, 6 Bostan, 2, 11 Abbasîler, 15 Bostân ve Gülistân, 2, 10 Abdülrahman Câmî, 27 Büyük Selçuklu İmparatorluğu, 1 Âb-ı Hayât, 51, 55, 171, 179 Ahkemü’l Hâkimâ, 27, 106, 164 C Ahmet Ateş, 13 Akşam, 77, 80, 196 Cafer, 14, 28, 47, 98, 161, 203, 204 Alaad Dovle-i Simnânî, 1 Cafer-i Sâdık, 28, 47, 98, 162 Alamut, 8, 14, 15, 202 Cümâdü’s Sânî, 106 Âlem-i Şark, 58 Cevzâ, 86 Âl-i Abbas, 84 Cezayirli Muhammed bin Muhammed, Ali oğlu Muhammed, 60 21 Ali Rıza Müctehidzâde, 28, 29, 203 Cihan Hatun, 1 Allah, 18, 30, 33, 34, 35, 36, 44, 46, 48, Cuma, 76, 164 50, 51, 53, 54, 55, 56, 57, 60, 62, 68, 70, 71, 73, 77, 84, 93, 99, 100, Ç 103, 104, 106, 107, 130, 144, 166, 168, 174, 177, 178, 181, 183, 184, Çeşme-i Hayvân, 51 187, 191, 193, 196, 199, 205 Çeşme-i Nûr, 90 Allah’ın Evliyâsı, 30 Allah ü Ekber, 77 D Anadolu, 1, 10, 15, 164, 202 Anvârî, 12 Derbend, 8 Arab Şah, 1 Derî dili, 10 Arapça, 1, 10, 11, 21, 190 derviş, 29, 30, 48, 75, 85, 99, 101, 102, Aristo, 7, 15 164, 167, 179, 182, 193 Âşıklar Meclisi, 27 dervişlik hırkası, 99, 101, 102 Attâr, 2, 12, 13, 26, 27, 29, 202 Destûrnâme, 12, 13, 161 Attâr-i Nişâbûrî, 2 Devletşâh, 7, 28, 29, 203 Avrupa dilleri, 21 Devrin Hâkimi, 31 Ay, 68, 107, 199, 202 Divân, 1, 2, 7, 10, 13, 22, 25, 27, 29, Âyati, 7 46, 71, 161, 166, 203 Azrail, 58 Dört Halife, 22, 179 B E Bağdat, 14 Ebû Süfyân, 19, 74 Bağ-ı İrem, 61 Ebû-Nasr Ahmed, 21 Baharistân, 27, 202 Eflâtun, 7, 15 Bakü, 8, 13, 161 Emin Ahmed-i Râzî, 28, 203 bâtın, 162 Emin-eddin, 30, 31 bâtıni, 162 Emir Hüseynî, 1 Bayburdî, 26, 28, 29 Emir Hüsrev-i Dehlevî, 1, 2 205 Emir Muazza, 25 H Ensar, 57 Enverî, 7 H. Ethe, 6 Errân, 8 Habeşiler, 82 Esedî-i Tûsî, 20, 21, 22, 25 Habeşistan, 177 Evgenii Eduardoviç Berthels, 13 Habib’es Seyr, 29 Evliyâ, 30, 31, 33, 162, 164 Habîbullâh, 57 Eyyübî, 14 Hadika, 20 Ezher ü Müzhir, 12, 22, 26, 161 Hâfız, 27, 160 Hâfız-ı Şîrâzî, 1, 10, 12 F Hâfızîlik, 14 Hâkânî, 12 Farruhî, 12 halife, 7, 14, 22, 82, 162, 179, 193 Farsça, 1, 2, 6, 10, 11, 21, 167, 190, 202 Halil, 54, 80 Fatımîlik, 6, 162 Hallâc-ı Mansûr, 7, 29 Fatimî, 7, 14, 15 Handemir, 29 Fatimî Halifesi el-Mustansır, 14 Harezm, 2,3 Fazlullah-ı Esterabadî, 15 Hasan-ı Sabbah, 14 Ferhad Defteri, 31 Hasan-i Dehlevi, 1 Ferîdüddîn-i Attâr, 26, 29, 202 Haydar-i Zave, 20, 21, 29, 30, 32, 45, Ferit Develioğlu, 163, 202 100, 276 Fesih-i Hâfî, 28 Haydariye, 29 Firavun, 33, 55, 85 Hayâm, 7, 12 Firdevsî, 7 Hazret-i İmam Ruknettin Hayr Şah, 8 Hazret-i İmam Şah Nizâr, 6 G Hazret-i İmam Şemsuddin Muhammed, 8 G. Baradin, 6, 29 Herat, 7 gazel, 11, 12, 13, 161, 167 Hızır, 49, 55, 84, 101 Gazneli Mahmut, 19 Hindistan, 1, 10, 14 Gece, 13, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 24, 25, Hintli, 82 26, 36, 38, 41, 43, 44, 45, 60, 62, Hoca Abdullah Ensarî, 21 65, 67, 70, 72, 74, 80, 81, 85, 87, Hoca Rukneddin Mahmud, 29 88, 89, 90, 97, 162, 196 Horasan, 2, 3, 10, 29 Gece ve Gündüz, 13, 16, 17, 18, 19, 20, Hurûfîlik, 15 21, 24, 25, 26, 38, 44, 85, 162, 192, Hüseyin b. Mansûr-ı Hallâc, 29 196 Hüsrev, 67 Gülşen-i Râz, Hüsrevnâme, 13, 27, 202 Gün, 25, 41, 71, 73, 74, 76, 77, 78, 81, Hz. Âdem, 193 86, 87, 90, 92, 95, 192 Hz. İbrahim Halil, 33 Gündüz, 13, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 24, Hz. Muhammed, 19, 33, 55, 200 24, 26, 38, 39, 40, 41, 43, 44, 45, 47, 62, 65, 78, 85, 97, 162, 192, 196 I Güneş, 16, 17, 18, 19, 25, 36, 41, 43, 58, 59, 62, 63, 66, 67, 69, 82, 85, Iraki, 2 86, 90, 91, 164, 171, 179, 180, 185, Ivanow, W., 6 188, 196 Gürcistan, 8 206 İ Kıyamet, 69, 90, 192 Kirmânî, 1 İbn Sînâ, 7 Kuhistan, 5, 7, 20, 96, 160 İbn Yamîn, 1,12 Kur’an, 162, 199, 203 İbrahim Edhem, 29 Kutbeddin Haydar-i Zave, 20, 21, 29, İkinci İsa, 31 32, 45, 276 İlhanlılar, 1,10 külliyat, 6, 12, 13, 161 İlhanlılar Devleti, 10 kütüphane, 3, 9, 13, 21, 161, 273 İmad Fakîh, 1 İmam Cafer el-Sâdık, 14 L İmam Hüseyin, 10, 19 İnne’l Münâfıkîn, 73, 127 Lahurlu Münir, 21 İran, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 10, 12, 14, 15, Lât, 106 17, 25, 44, 52, 91, 160, 162, 172, Leningrad, 13 185, 198, 202, 203, 204, 272 Leonard Lewisohn, 28, 203 İran Şahı, 44, 91, 162 literal, 162 İsa, 31, 55, 70 İsfahan, 8, 13, 21, 161 M İsfahanlı Ali Fethullah, 21 İsfendiyâr, 76 mahşer, 90, 97, 192 İslâm, 15, 30, 82, 162, 183, 203, 204 Matlabi, 29 İslâmî, 3, 15, 162 Maveraunnehir, 2, 3 İsmail b. Cafer, 14 Meczûb-ı Mutlak, 29 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 2, 203 medrese, 3 İsmâilî, 5, 6, 7, 8, 9, 12,14, 28, 31, 160, memduh, 7, 8, 12, 161 161, 162, 202, 203 Meryem, 33, 55, 109 İsmâilî Misyonerler, 8 mescit, 3 İsmâilîler, 6, 7, 8, 14, 161, 162 mesnevî, 5, 6, 11, 12, 13, 16, 17, 20, 21, İsmâilîlik, 14, 15, 28, 161, 162 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 32, İsmâîlîye, 5, 6, 7, 31, 202 33, 36, 45, 46, 47, 48, 49, 51, 52, İstanbul Üniversitesi, 13,21 53, 60, 160, 161, 162, 163, 203, 210 Meşhed, 130, 185, 203 K Meşhed Edebiyat Fakültesi Dergisi, 28 Mevlânâ, 1, 2, 10, 12, 160 Kâbe, 89, 168, 183 Mevlânâ Celaleddin-i Rumî, 2 Kadir, 76 Mısır, 14, 183 Kaf Dağı, 59, 91, 107 Mihr, 90, 185 kâfûr, 81 Mirâc, 76 Kânî-i Tusi, 1 mistik, 8, 15, 162 Karmatî, 14 Mistisizm, 8 Karmatîler, 15 misyonerlik, 8 Kart, 7, 8 Moğol, 1, 2, 3, 4, 7, 10, 11, 15, 160 Kâsım-ı Envâr, 7, 12 Moğolca, 11 Kaside, 8, 12, 13, 20, 21, 22, 25 Moğollar, 1, 2, 3, 5, 8, 11, 14 Kelâm-ı Mecîd, 89 Muhacir, 57 Kelîm, 54 Muhammed, 8, 54, 57 Kenz’ül Sâlikîn, 21 Musa, 55 Kerbela, 19, 28, 43, 73 Musa b. Cafer, 14 Keykavûs-i Râzî, 1 Musta’lîlik, 14 207 Mustafa, 73, 82, 84 padişah, 12, 24, 25, 32, 35, 36, 37, 38, Muttali’ul Envar, 2 45, 46, 47, 50, 52, 58, 59, 60, 61, münâcât, 32, 34, 162 93, 99, 167, 170, 178, 169, 180, münâzara, 5, 13, 21, 22, 25, 26, 162 184, 196 Münzevî, 13 Platinus, 15 Müşterî, 70 Platon, 15 Müzâhir Musaffâ, 13, 25, 28 R N Resûl, 84, 107 na’t, 32, 34, 35, 58, 162 Resûlallâh, 35, 52 Nadia Eboo Jamal, 202 Riue, 6 Nadya Ebû Cemâl, 13, 28, 31 Rubabnâme, 2 NaǾîm al-Dîn b. Camâl al-Dîn, 6 rubai, 12, 29, 161 Nasîm al-Dîn b. Cemâl al-Dîn, 6 Rum, 2, 83 Nasîrüddîn-i Tûsî, 7 Rum diyarı, 2 Nasrullah Pürcevâdî, 16, 161, 203 Rusça, 5, 13 Nebîler Sultanı, 35 Rûz, 5, 6, 13, 16, 17, 20, 22, 23, 24, 25, Nevrûz, 16, 17, 20, 23, 36, 51, 60, 61, 27, 28, 29, 32, 33, 47, 51, 52, 53, 85, 106, 107 160, 161, 162, 163, 203 210 New York Üniversitesi, 13 Rûz ü Şeb, 5, 6, 13, 16, 17, 20, 22, 23, Neyyir-i A’zam, 90 24, 25, 27, 28, 29, 32, 33, 47, 51, Ni’metullah-ı Velî, 7, 12 52, 53, 160, 161, 162, 163, 203, 210 Nisan, 51, 106 Rypka, 6, 203 Nizâmî, 12 Nizâm-i İsfahani, 1 S nizâr, 7 Nizârî, 6, 7, 10, 12, 13, 20, 25, 29, 30, Sabâ, 16, 18, 21, 38, 39, 40, 41, 64, 65, 31, 40, 45, 46, 51, 93, 98, 103, 160, 66, 67, 68, 69 161, 202, 203 Sadî, 27, 160 Nizârî Divânı Sadî-i Şirâzî, 1, 2, 7, 10 Nizârî-i Kuhistânî1, 5, 13, 27, 28, 202, Sadinâme, 2 203 Safevi İmparatoru I. Şah Abbas, 1 Nizarîlik, 14, 161, 162 Safiyullâh, 53 Nusret, 8 Saint Petersburg Devlet Kütüphanesi, 13, 161 O Salavât, 51 Sam Yeli, 67, 194 On İki İmamcılar, 14 SaǾd al-Dîn Nîzârî, 6 On İki İmamcılık, 14 Sayyid Abu’l-Hamd Mahdî b. Nizâr, 7 Orhan Bilgin, 13, 160, 202 Sefernâme, 8, 13, 30, 31, 161 Orta Doğu, 15 Selçuklular, 10, 11, 15 Ortodoks, 15 Selman Saveci, 1 Osmanlı Tarihi, 2, 203 Semerkantlı Devletşâh, 28, 29 Osmanlıca, 163, 202 Senâî, 7, 12 Sînâ, 2, 7 P Sofistik, 8 Sofizm, 8 Sufî, 31 208 sufîyâne, 31 Tatarlar, 2 Sultan Velet, 1, 2 Tayyibîlik, 14 Süleyman, 86 Tebriz, 8, 13, 30, 161, 203 Sünnî, 8, 14, 15, 25, 29, 47 Temmuz, 77, 84 terci-i bend, 12, 13, 27, 161 Ş terkib-i bend, 12, 13, 161 tevhîd, 22, 32, 33, 35, 53, 58, 162 şah, 13, 17, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 26, Tezkiretü’ş-Şuara, 28, 203 35, 44, 36, 48, 50, 52, 58, 60, 62, Timur Lenk, 1 90, 91, 92, 93, 104, 106, 107, 161, Timurlular, 3 162 Tufan, 54 Şah İmami Nizârî, 6 Tun, 5, 11 Şah Şems, 90 Tur dağı, 64 Şah-i Sincan, 29 Tûran, 75 Şahinşah, 8 Türk Tarih Kurumu, 2, 203 Şams al-Dîn b. Muhammad, 7 Türkçe, 7, 11, 21, 163, 202 Şeb, 5, 6, 13, 16, 17, 20, 22, 23, 24, 25, Türkistan, 83, 179 26, 27, 28, 29, 32, 33, 35, 36, 38, Türkleşme, 15 40, 41, 43, 45, 47, 51, 52, 53, 85, 115, 116, 117, 118, 119, 121, 122, U 124, 125, 126, 128, 130, 131, 134, 136, 138, 140, 141, 142, 143, 145, Unsûrî, 7 150, 160, 161, 162, 163, 192, 196, Uşşaknâme, 2 203, 210 Uzzâ, 106, 199 Şeb-i Yelda, 85 Şemseddîn Ali Şah, 7, 13, 17, 20, 22, V 23, 24, 35, 52, 161, 162 Şemseddîn Ali Şah Nimrûz, 21 Vechullâh, 85, 199 Şemseddin el-Cüveynî, 8 Veletnâme, 2 Şemseddin Muhammed, 22 Şeyh, 14, 30, 105, 162, 187, 193 Y Şeyh-i Kebir, 100 Şeyhlerin Evliyâsı, 31 Y. Bertels, 5 Şeyhü’ş Şuyuh, 31 Yemen, 14, 176 Şîî, 25, 47, 161 Yeni-Eflâtuncu düşünce, 15 Şîîleşme, 15 Yezdan, 99 Şiraz, 27 Yunan, 15 T Z Tâceddîn Ebû’l Me’âlî Muhammed b. Zave, 29, 276 Alî, 21, 24 Zebihullâh Sefâ, 28 Tâceddîn, 60 Zenci, 63, 76, 82, 83, 201 Tahran, 13, 167, 202 Zühâl, 70 Takî Kâsî, 6 Zü’l-Celâli Ve’l-İkrâm, 56 Tanrı, 17, 19, 21, 28, 45, 164, 166, 167, 169, 177, 189, 197, 199 209 EKLER A. MESNEVÎ-İ RÛZ Ü ŞEB 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 B. FOTOĞRAFLAR Nizârî-i Kuhistâni’nin Yazma Eserinden 271 BİRCEND İran Haritasında Bircend Şehri’nin Yeri 272 Nizârî-i Kuhistâni’nin Bircend’de Bulunan Türbesinin Yeri Nizârî’nin Aynı Zamanda Kütüphane ve Kültürevi Olarak Kullanılan Türbesinin Bulunduğu Binanın Girişi 273 Kültürevi’nin İçinden Görüntüler 274 Nizârî-i Kuhistâni’nin Kabri ve Mezar Taşı 275 Kutbeddin Haydar-i Zave’nin Zave Kentinde Bulunan Türbesi 276 ÖZGEÇMİŞ Adı, Soyadı Zeliha YAMAN ALBAN Doğum Yeri ve Yılı Urla 1985 Bildiği Yabancı Farsça İyi Diller ve Düzeyi İngilizce Orta Arnavutça Orta Eğitim Durumu Başlama - Bitirme Kurum Adı Yılı Lise 1999 2003 Urla Yabancı Dil Ağırlıklı Lisesi Lisans 2004 2008 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans 2008 Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Doktora Çalıştığı Kurum Başlama - Ayrılma Çalışılan Kurumun Adı (lar) Yılı 1. 2. 3. Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Kuruluşlar Katıldığı Proje ve Toplantılar Yayınlar: Diğer: İletişim (e-posta): zlhyaman@gmail.com Tarih 23/11/2012 İmza Adı Soyadı Zeliha YAMAN ALBAN 277