T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI KELÂM BİLİM DALI HÜSÂMEDDÎN ES-SİĞNÂKÎ VE ET-TESDÎD FÎ ŞERHİ’T- TEMHÎD ADLI ESERİ (TAHKİK-İNCELEME) (DOKTORA TEZİ) RASSIM CHELIDZE Bursa – 2015 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI KELÂM BİLİM DALI HÜSÂMEDDÎN ES-SİĞNÂKÎ VE ET-TESDÎD FÎ ŞERHİ’T- TEMHÎD ADLI ESERİ (TAHKİK-İNCELEME) (DOKTORA TEZİ) RASSIM CHELIDZE Danışman: Yrd. Doç. Dr. Ulvi Murat Kılavuz Bursa – 2015 iii ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Rassim Chelidze Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel İslâm Bilimleri Bilim Dalı : Kelâm Tezin Niteliği : Doktora Sayfa Sayısı : X + 495 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 2015 Tez Danışmanı : Yrd. Doç. Dr. Ulvi Murat Kılavuz HÜSÂMEDDÎN ES-SİĞNÂKÎ VE ET-TESDÎD FÎ ŞERHİ’T-TEMHÎD ADLI ESERİ (TAHKİK-İNCELEME) Hüsâmeddîn es-Siğnâkî XIII. asrın ikinci yarısı ile XIV. asrın birinci yarısında yaşamış Hanefî-Mâtürîdî bir âlim olarak Orta Doğu, Mısır gibi bölgelerde ekolün yayılması yolunda hakkıyla hizmet etmiştir. Siğnâkî, kelâm, fıkıh ve lüğat âlimleri arasında bir mevki ve şöhrete sahip olarak doyurucu eserler yazmasıyla birlikte çok sayıda eserleri şerh etmiştir. Şerh yazdığı eserler arasında Merğînânî’nin el-Hidâye’si, Pezdevî’nin Usûl’ü ve Zemahşerî’nin el- Mufassal’ı gibi eserler yer almaktadır. Siğnâkî’nin kelâm alanında yaptığı şerh ve çalışmamıza konu olan et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd Ebû’l-Mu‘în en-Nesefî’nin et-Temhîd adlı eserinin şerhidir. Bu çalışmamızda Siğnâkî’nin ilmî şahsiyeti, zamanımıza kadar ulaşmış olan et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd’i ve bu eser bağlamında onun itikâdî görüşleri ele alınarak bilim dünyasına tanıtılmaya çalışılacaktır. Anahtar Sözcükler: Siğnâkî, Nesefî, Mâtürîdîlik, Hanefîlik, Kelâm, et-Tesdîd, et-Temhîd iv ABSTRACT Name and Surname : Rassim Chelidze University : Uludağ University Institution : Social Sciences Institute Field : Basic Islamic Sciences Branch : Kalam Degree Awarded : PhD Page Number : X + 495 Degree Date : …. / …. / 20…….. Supervisor : PhD, Assistant Prof., Ulvi Murat Kılavuz HUSĀM AL-DĪN AL-SIGHNĀQĪ AND HIS MANUSCRIPT AL-TASDĪD FĪ SHARH AL-TAMHĪD (EDITION) Husām al-Dīn al-Sighnāqī was a great Hanafī-Māturīdī scholar, his born on territory of today’s Kazakhstan in the site of ancient settlement of Sighanak. He lived on the second half of XIIIth and at the first half of XIVth century. His sect school was disseminated due to his endeavors in the Middle East likewise in the Egypt. al-Sighnāqī was among the famous kalām, fiqh and linguistic scholars together with his striveness he wrote many books besides that on the hand he did many interpretations. Аmong his commentaries there are al-Marghīnānī’s al- Hidāya, al-Pazdawī’s Usūl and al-Zamakhsharī’s al-Mufassal, besides many interpretations he did on the kalam scince, there’s al-Nasafī’s al-Tamhīd which he became famous for his commentary on the manuscript of al-Tasdīd fī sharh al-Tamhīd, which was the topic of our thesis. In this work, we also want to introduce with his biography, scientific formation and theological views in the light of his comments to the academic world. Keywords: al-Sighnāqī, al-Nasafī, Māturīdiyya, Hanafiyya, Kalām, al-Tasdīd, al-Tamhīd v ÖNSÖZ İslâm tarihinde çeşitli ilmî alanlar gelişmekle beraber alanlara ait olan müellifler tarafından hacmi büyük olan eserlerin yanı sıra muhtasar bir şekilde muhtelif kitaplar telif edilmiştir. Moğol istilası döneminin akabinde Memlükler zamanında muhtasar şeklinde yazılmış olan eserleri şerh ve haşiye etme dönemi başlamıştır. Çalışmamıza konu olan et- Tesdîd fi şerhi’t-Temhîd Mâverâünnehr, Orta Doğu gibi bölgelerde hicrî yedinci yüzyılın sonunda şöhret kazanan Hüsâmeddîn es-Siğnâkî’nin eseridir. Siğnâkî tarihte Mâtürîdî âlimi olmakla beraber şârihlerin arasında çok önemli ve özel bir yere sahiptir. Ayrıca İmam-ı Azam’ın itikada dair beş risalesinden biri olan el-Vasiyye’nin râvileri arasında yer alır. Bugünki Kazakistan topraklarında doğmuş, İslâm dünyasında ne yazık ki kelâmcı yönü ihmale uğramış isimlerden birisidir. Kendisi Hanefî-Mâtürîdî çizgisinde olup, ayrıca Arap ve Fars dillerine vâkıf olarak kelâm, fıkıh ve lüğat alanlarında büyük ölçüde şerh mahiyetinde eserler kaleme almıştır. Tez konusunun tespitinden sonucuna kadar her zaman destek ve yardımlarını esirgemeyen, kıymetli fikirleriyle katkıda bulunan tez danışmanım Yrd. Doç. Ulvi Murat Kılavuz’a, doktora döneminin başlangıcında danışmanlığımı üstlenen, tez izleme komitesinde yer alan ve kendisinden çok şey öğrendiğim Prof. Dr. Cağfer Karadaş hocama, yine tez izleme komitesinde yer alan ve değerli katkılarını esirgemeyen Doç. Dr. Ali İhsan Karataş hocama, çalışmam boyunca maddî ve manevî yardımlarıyla zorlukları aşmamı sağlayan Kelâm Anabilim Dalı’nın üyeleri değerli hocalarım Prof. Dr. Tevfik Yücedoğru ve Doç. Dr. Orhan Şener Koloğlu hocalarıma şükranlarımı sunarım. Ayrıca tez hazırlama esnasında manevî destek olan aileme ve arkadaşlarıma teşekkür ederim. Lisansüstü çalışmalarım için her türlü imkânı sağlayan ve destek olan T.D.V. İl Eğitim Koordinatörlüğü ve T.D.V. BTSO Erkek Öğrenci Yurdu’nun yetkilileri ve çalışanlarına da müteşekkirim. Bursa 2015 Rassim Chelidze vi İÇİNDEKİLER ÖZET ................................................................................................................................... iii ABSTRACT ........................................................................................................................ iv ÖNSÖZ ................................................................................................................................. v İÇİNDEKİLER ................................................................................................................... vi KISALTMALAR ................................................................................................................. x GİRİŞ .................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM HÜSÂMEDDÎN ES-SİĞNÂKÎ’NİN HAYATI, İLMÎ ŞAHSİYETİ ve ESERLERİ 1. SİĞNÂKÎ’NİN HAYATI .................................................................................................. 5 1.1. Adı, Lakabı ve Nisbesi ................................................................................................... 5 1.2. Doğumu .......................................................................................................................... 8 1.3. Seyahatleri ...................................................................................................................... 9 1.4. Vefatı .............................................................................................................................. 9 2. SİĞNÂKÎ’NİN İLMÎ ŞAHSİYETİ ................................................................................. 10 2.1. Hocaları ........................................................................................................................ 11 2.1.1. Hâfizuddîn Muhammed b. Muhammed b. Nasr el-Buhârî ........................................ 11 2.1.2. Fahreddîn Muhammed b. İlyâs el-Mâymerğî ............................................................ 11 2.1.3. Celâleddîn el-Ma‘şer ................................................................................................. 12 2.2. Öğrencileri .................................................................................................................... 12 2.2.1. Kıvâmüddîn Muhammed b. Muhammed el-Kâkî ..................................................... 12 2.2.2. Seyyid Celâleddîn b. Şemseddîn el-Hârizmî el-Kurlânî ........................................... 12 2.2.3. Celâleddin Ahmed b. Alî b. Mahmûd el-Gucdüvânî ................................................. 13 2.2.4. Ebû Ahmed Şemseddîn Abdullah b. Haccâc el-Kâşgarî ........................................... 13 2.2.5. Ebû Tâlib Fahruddîn Ahmed b. Ali el-Hemedânî ..................................................... 13 vii 2.3. Eserleri .......................................................................................................................... 14 2.3.1. el-Vâfî fî usûli’l-fıkh ................................................................................................. 14 2.3.2. el-Kâfî fî şerhi usûli’l-Pezdevî .................................................................................. 14 2.3.3. en-Nihâye şerhu’l-Hidâye ......................................................................................... 14 2.3.4. el-Muvassal................................................................................................................ 15 2.3.5. et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd ........................................................................................ 15 2.3.6. Şerhu dâmiğati’l-mübtedi‘în ve nâsıratü’l-mühtedîn ................................................ 15 2.3.7. en-Necâhu’t-tâlî tilve’l-merâh ................................................................................... 16 2.3.8. Risâle-i Hüsâmeddîn-i Siğnâkî (Menâkıb-ı Ahmed-i Yesevî) .................................. 16 2.3.9. Diğer Eserleri............................................................................................................. 16 İKİNCİ BÖLÜM HÜSÂMEDDÎN ES-SİĞNÂKÎ’NİN İTİKÂDÎ GÖRÜŞLERİ 1. BİLGİ .............................................................................................................................. 18 2. İLÂHİYYÂT ................................................................................................................... 18 2.1. Allah’ın Varlığı ............................................................................................................ 18 2.1.1. Âlemin Yaratılmışlığı (Âlemin Hudûsunun İspatlanması)........................................ 18 2.1.2. Âlemin Yaratıcıya İhtiyacı (Âlemin Bir Muhdisinin Olduğunun İspatlanması) ....... 20 2.2. Allah’ın Sıfatları ........................................................................................................... 21 2.2.1. Selbî Sıfatlar .............................................................................................................. 21 2.2.1.1. Yaratıcının araz olmadığının ispatlanması ............................................................. 21 2.2.1.2. Yaratıcının cevher olmadığının ispatlanması ......................................................... 22 2.2.1.3. Yaratıcının cisim olmadığının ispatlanması ........................................................... 23 2.2.1.4. Allah’ın şekil, renk, tat ve koku gibi vasıflardan münezzeh oluşu ........................ 23 2.2.1.5. Allah hakkında teşbîh ve mekânın reddi ................................................................ 24 2.2.1.6. Yaratıcının tek oluşunun ispatlanması (Vahdâniyyet) ........................................... 26 viii 2.2.1.7. Yaratıcının kadîm oluşunun ispatlanması .............................................................. 27 2.2.2. Sübûtî Sıfatlar ............................................................................................................ 28 2.2.2.1. Allah’ın sıfatlarının varlığının ispatı ...................................................................... 28 2.2.2.2. Allah’ın kelâmının ezelî olduğunun ispatı ............................................................. 29 2.2.2.3. Tekvîn-mükevven meselesi .................................................................................... 30 2.2.2.4. İrade sıfatı ............................................................................................................... 31 2.2.2.5. Allah’ın hakîm olduğunun ispatlanması ................................................................. 34 2.2.3. Haberî sıfatlar (İstivâ)................................................................................................ 34 2.3. Diğer İlâhiyyât Bahisleri .............................................................................................. 35 2.3.1. İnsan Fiilleri, Kaza ve Kader ..................................................................................... 35 2.3.1.1. Kulların Fiillerinin Yaratılmış Olduğunun İspatlanması ........................................ 36 2.3.1.2. Mütevellidâtın Yaratılmış Olduğunun İspatlanması .............................................. 38 2.3.2. İstitâat ........................................................................................................................ 38 2.3.3. Hidâyet ve Dalâlet ..................................................................................................... 39 2.3.4. Salâh-aslah ................................................................................................................. 40 2.3.5. Ecel ............................................................................................................................ 41 2.3.6. Rızk............................................................................................................................ 42 3. NÜBÜVVÂT ................................................................................................................... 44 3.1. Nübüvvetin İspatlanması .............................................................................................. 44 3.2. Evliyanın kerâmetleri ................................................................................................... 46 4. SEM’İYYÂT ................................................................................................................... 47 4.1. Kabir Azabı .................................................................................................................. 47 4.2. Şefaat ............................................................................................................................ 48 4.3. Rü’yetullah ................................................................................................................... 49 5. DİĞER KELÂMÎ MESELELER .................................................................................... 50 ix 5.1. Günahkâr Müslümanlar için va‘îd meselesi ................................................................. 50 5.2. İman .............................................................................................................................. 51 5.3. İmâmet .......................................................................................................................... 53 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ET-TESDÎD FÎ ŞERHİ’T-TEMHÎD 1. ESER TANITIMI ............................................................................................................ 56 2. TAHKİKTE TAKİP EDİLEN METOD ......................................................................... 59 3. ESERİN SİĞNÂKÎ’YE AİDİYETİ ................................................................................ 60 4. ET-TESDÎD’İN METNİ ................................................................................................. 63 SONUÇ ............................................................................................................................. 476 EKLER ............................................................................................................................. 479 BİBLİYOGRAFYA ......................................................................................................... 486 x KISALTMALAR Kısaltma Bibliyografik Bilgi a.g.e. adı geçen eser a.g.md. adı geçen madde A.Ü.İ.F. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi a.y. aynı yer b. İbn Bkz. bakınız C. cilt çev. çeviren h. hicrî Hz. Hazreti Ktp. Kütüphanesi md. madde no. numara nşr. neşreden ö. ölüm tarihi s. sayfa ss. sayfadan sayfaya T.D.V. Türkiye Diyanet Vakfı thk. tahkik eden trc. tercüme eden ts. tarihsiz vdğr. ve diğer vr. varak Yay. yayınları y.y. basım yeri yok 1 GİRİŞ Asırlar boyunca kelâm ilmi alanında Ehl-i Sünnet âlimleri, Kur’ân’ı ve Hz. Peygamber’in Sünnet’ini esas alarak akıl çerçevesinde diğer dinlere ve itikadî ekollere karşı İslâm dininin temel prensiplerini savunmuşlardır. Özellikle müteahhirîn döneminden itibâren, Eş’arî kelâmcıları gibi, İmam Mâtürîdî’nin tesis ettiği ekolün mensupları da bu alanda doyurucu eserler kaleme almışlardır. Ama ne yazık ki Mâtürîdî kelâmcıları, Eş’arî kelâmcıları kadar şöhret kazanmamışlardır ve kendileri ihmâle uğradıkları gibi onların kaleme aldığı eserlerin bir kısmı da çeşitli nedenlerden dolayı günümüze kadar ulaşmamıştır. İncelememize konu olan et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd adlı eser, Mâtürîdî ekolünün İmam Mâtürîdî’den sonraki en önemli ismi, sistemleştiricisi ve bir anlamda ikinci kurucusu olarak görülen Ebü’l-Mu‘în en-Nesefî’nin et-Temhîd isimli eserinin, VII./XIII. yüzyılın sonu ile VIII/XIV. yüzyılın başlarında Mâverâünnehir ve Orta Doğu bölgelerinin parlak Hanefî-Mâtürîdî âlimlerinden birisi olan Hüsâmeddîn es-Siğnâkî tarafından kaleme alınan şerhidir. Bilindiği gibi Ebü’l-Mu‘în en-Nesefî’nin Tebsıratü’l-edille fî usûli’d-dîn’i, Mâtürîdî mezhebinin kurucusu Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-tevhîd’i ile birlikte Mâtürîdîlik’in temel kaynaklarından birisidir. Siğnâkî’nin şerh ettiği et-Temhîd de Tebsıra’nın bir nevi özeti mahiyetinde yazılmış önemli bir Mâtürîdî kelâm eseridir. Nesefî, et-Temhîd’in giriş kısmında, yaşadığı dönemdeki emirin talebi üzerine geçmişteki Ehl-i Sünnet âlimlerinin akidesini ve tevhîd ilminde benimsedikleri görüşleri ortaya koymak ve bu minvalde tartışılan meselelerde en isabetli görüşleri belirlemek amacıyla eserini yazdığını söyler.1 Maamâfih Siğnâkî et-Tesdîd’de, şerh ettiği et-Temhîd’in niçin böyle isimlendirildiği üzerinde durarak Nesefî’nin bu ismi kitapta hiç kullanmadığını, muhtemelen böyle bir eser yazması talebine karşı kaleme alındığı için “açıklama” manasında et-Temhîd isminin Nesefî’den sonra meşhur olup nesilden nesile aktarıldığını ve kullanıldığını belirtir. Yine Siğnâkî’nin ifadesiyle bu şekildeki isimlendirmenin muhtemel bir sebebi de, eserin, itikâdî esasların serimlenmesi (temhîd) mahiyetinde olmasıdır.2 1 Ebü’l-Mu‘în Meymûn b. Muhammed en-Nesefî, et-Temhîd fî usûli’d-dîn, thk. Abdülhayy Kâbil, Dâru’s-Sekâfe, Kahire, 1987, ss. 1-2. 2 Siğnâkî, et-Tesdîd fi şerhi’t-Temhîd, Süleymaniye Kütüphanesi, Cârullah, no. 2207, vr. 10b. 2 Farklı kütüphanelerde farklı isimler altında bulunan ve itikâdî konuların yanında bazı fıkhî konuları da ihtiva eden et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd, Hanefî-Mâtürîdî kelâm çizgisinin özelliklerini yansıtmaktadır. Daha ziyâde fakih yönüyle tanınan ve bu alandaki çeşitli eserleri Arap ülkelerinde tez çalışmaları kapsamında incelenip neşredilen Siğnâkî’nin kelâmcı kimliği bu zamana kadar inceleme ve araştırma konusu olmamıştır. Elinizdeki çalışmanın temel amacı Siğnâkî’nin ilmî şahsiyetini öz biçimde ortaya koymakla birlikte kelâm alanındaki temel ve aslında yegâne eseri olan et-Tesdîd fî şerhi’t- Temhîd’i akademik dünyaya tanıtmaktır. Tahkik esnasında tespit edilen tüm nüshalar incelenmiş ve aralarında bulunan farklılıklar ve eksikler tespit edilerek eksiksiz bir metin ortaya çıkarılmasına gayret gösterilmiştir. Çalışma giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Siğnâkî’nin hayatı, ilmî şahsiyeti, eserleri, hocaları ve öğrencileri hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde, et-Tesdîd’den hareketle Siğnâkî’nin görüşleri anahatlarıyla ortaya konulmuştur. Eserin bir şerh olmasının tabiî sonucu olarak et-Temhîd’in konu tasnîfinin dışına çıkmayan Siğnâkî’nin itikadî/kelâmî görüşleri, esas olarak klasik kelâm eserlerinde görülen ilâhiyyât, nübüvvât ve sem‘iyyât başlıkları altında ele alınmıştır. Giriş mahiyetinde bilgi konusundaki kanaatlerine kısaca değinildikten sonra, ilâhiyyât bahisleri kapsamında âlemin yaratılmışlığı ve yaratıcıya ihtiyâcı, dolayısıyla isbât-ı vâcib, yani Allah’ın varlığı ve sıfatları meselesi ile kaza-kader ve bu bağlamda insan fiilleri, ayrıca hidâyet-dalâlet, salâh/aslah, ecel ve rızk konularına dair görüşleri özetlenmiştir. Nübüvvât başlığına ilişkin konulara örnek olmak üzere peygamberliğin ispâtı ve evliyânın kerametleri üzerinde durulmuş, sem‘iyyât alanında ise kabir azabı, şefaat ve rü’yetullah meseleleri incelenmiştir. Son olarak imanın mahiyeti, günahkâr Müslümanlar için va‘îd meselesi ve imâmet bahsi diğer kelâmcıların görüşleri ile kısmen karşılaştırmalı olarak ele alınmaya gayret edilmiştir. Üçüncü bölümde ise et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd adlı eserin Siğnâkî’ye aidiyeti tartışılmış, ayrıca tahkikte takip edilen metot, eserin tanıtımı ve eserin tahkik edilmiş metnine yer verilmiştir. Ayrıca yazma nüshaların ilk ve son sayfalarının fotokopileri 3 çalışmanın sonuna eklenmiştir. Çalışma, elde edilen verilerin değerlendirmesini içeren kısa bir sonuç ile bitirilmiştir. Tahkik esnasında Siğnâkî’nin eserinin et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd isimli nüshasından başka beş nüshaya ulaşılmıştır. Et-Tesdîd şerhu’t-Temhîd fî ilmi’l-kelâm”, “Kitabü’t-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd li mevlâna Hüsâmeddîn es-Siğnâkî”, “Et-Tesdîd şerhu’t-Temhîd li sâhibi’l-Nihâya”, “Şerhu’t-Temhîd el-müsemmâ bi’t-Tesdîd li’l-imâmi’s- Siğnâkî”, “et-Tesdid şerhu't-Temhid” ismiyle kaydedilen nüshalar arasında tercihli yöntem kullanarak metnin dökümü ve inşası gerçekleştirilmiştir. Tahkikte esas alınan ana nüshada bulunan haşiye/notlar ve rastlanan eksik yerler diğer nüshalardan faydalanarak tamamlanmış, eklenen/farklı olan ibârelerin hangi nüshaya ait olduğu ve ayrıca müellif tarafından kullanılan ayetler ve hadisler dipnotlarda belirtilmiştir. Nüshada geçen âlimlerin isimlerini tespit etmek için tabakat kitaplarına müracaat edilmiştir. Yazmalarda kapalı noktalar Kelâm Anabilim Dalı’nın öğretim üyeleri ile istişare yapılarak imkân ölçüsünde tamamlanmaya çalışılmıştır. 4 BİRİNCİ BÖLÜM HÜSÂMEDDÎN ES-SİĞNÂKÎ’NİN HAYATI, İLMÎ ŞAHSİYETİ ve ESERLERİ bil5 Yeni Damga 5 1. SİĞNÂKÎ’NİN HAYATI 1.1. Adı, Lakabı ve Nisbesi Tespitlerimize göre Hüsâmeddîn es-Siğnâkî’nin adı hususundaki bilgiler, tabakat kitaplarında farklı şekillerde aktarılmaktadır. Bazılarında “el-Hasan”,3 bazılarında “el- Hüseyn”,4 bazılarında ise sadece “Hüseyn”5 olarak zikredilmektedir. Siğnâkî’nin isim farklılığı yanında onun dedesinin adı hususunda fikir birliği olmadığı görülmektedir. Bazı tabakat kitaplarında dedesinin adı “el-Haccâc”6 olarak zikredilir, bazılarında ise sadece “Haccâc”7 olarak kaydedilir. Siğnâkî’nin fıkıh ve dil alanlarına ait olup tez çalışmaları şeklinde tahkik edilen eserleri el-Kâfî şerhu’l-Pezdevî, el-Vâfî fî usûli’l-fıkh ve en-Necâh’ın son bölümlerinde Siğnâkî’nin adı “Hüseyn” olarak zikredilirken, dedesinin adı el-Kâfî ve 3 Ömer Rızâ Kehhâle, Mu‘cemü’l-müellifîn: Terâcimü musannifi’l-kütübi’l-arabiyye, I-IV, C. I, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1993, s. 566 (no. 4245); Ebü’l-Hasenât Muhammed Abdülhayy b. Muhammed el-Leknevî, el-Fevâ’idü’l-behiyye fî terâcimi’l-hanefiyye: et-Ta‘lîkâtü’s-seniyye ale’l- fevâ’idi'l-behiyye, tashih ve talik Muhammed Bedreddin Ebû Firâs en-Na‘sânî, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut ts., s. 62. 4 İsmail Paşa el-Bağdâdî, Hediyyetü’l-ârifîn esmâü’l-müellifîn ve âsâru’l-musannifîn, I-II, C. I, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut ts., s. 314; Ebü’l-Hayr İsâmüddîn Taşköprîzâde Ahmed Efendi, Miftâhu’s- sa‘âde ve misbâhu’s-siyâde fî mevzû‘âti’l-‘ulûm, I-III, C. II, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1985, s. 184; Ebü’l-Adl Zeynüddîn Kâsım İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, Dâru’l-Kalem, Dımeşk 1996, s. 160; Takiyyüddîn ibn Abdülkadir et-Temîmî, et-Tabakâtü’s-seniyye fî terâcimi’l-hanefiyye, I-IV, thk. Abdülfettah Muhammed el-Hulv, C. III, Dâru’r-Rifâî, Riyad 1983, s. 150-152 (no. 758); Ebû Muhammed Muhyiddîn Abdülkâdir b. Muhammed el-Kureşî, el-Cevâhiru’l-mudiyye fî tabakâti’l-Hanefiyye, I-IV, thk. Abdülfettah Muhammed el-Hulv, C. II, Dâru Hicr li’t-Tıbâa ve’n-Neşr, 2. bs., Cîze 1993, s. 114 (no. 507); Hayreddîn ez-Ziriklî, el-A‘lâm: Kâmûsü terâcim li-eşheri’r-ricâl ve’n-nisâ, I-VIII, C. II, Dâru’l- İlm li’l-Melâyîn, Beyrut, 1986, s. 247; Ebü’l-Mehâsin Cemaleddîn Yusuf İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s- sâfî ve’l-müstevfâ ba‘de’l-vâfî, I-V, thk. Muhammed Muhammed Emîn, C. V, Merkezü’t-Türâs, Kahire 1988, s. 163; Şihâbüddîn Ahmed b. Ali İbn Hacer el-Askalânî, I-VII, ed-Düreru’l-kâmine fi a‘yâni’l- mi’eti’s-sâmine, C. II, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut ts., s. 60; İbn Tağriberdî, ed-Delîlü’ş-şâfî ale’l-menheli’s-sâfî, I-II, thk. Fehîm Muhammed Şeltût, C. I, Câmiatü Ümmi’l-Kurâ, Mekke 1983, s. 275 (no. 947); Muhammed Bâkır b. Zeynelâbidîn b. Cafer el-Musevî el-Hevânsârî, Ravzâtü’l-cennât fî ahvâli’l-‘ulemâ ve’s-sâdât, I-VII, C. III, ed-Dâru’l-İslâmiyye, Beyrut 1991, s. 148; Abdullah Mustafa el- Merâğî, el-Fethu’l-mübîn fî tabakâti’l-usûliyyîn, I-III, C. II, Matbaatü Ensâri’s-Sünneti’l- Muhammediyye, Kahire 1947, s. 112. 5 Hacı Halife Mustafa b. Abdullah Kâtib Çelebi, Keşfü’z-zunûn an esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn, I-II, tsh. M. Şerefettin Yaltkaya-Kilisli Rifat Bİlge, C. I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971-1972, ss. 112, 484; C. II, ss. 1775, 1849; Temîmî, a.g.e., a.y.; Ebü’l-Fazl Celâleddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed es-Süyûtî, Buğyetü’l-vu‘ât fî tabakâti’l-lugaviyyîn ve’n-nuhât, I-II, nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrahim, C. I, Dâru’l-Fikr, 2. bs., Beyrut 1979, s.537 (no. 1118). 6 İbn Kutluboğa, a.g.e., a.y.; İbn Hacer el-Askalânî, a.g.e., a.y.; Merâğî, a.g.e., a.y. 7 Kehhâle, a.g.e., a.y.; Ziriklî, a.g.e., a.y.; İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, a.y.; Kureşî, a.g.e., a.y.; İsmail Paşa el-Bağdâdî, a.g.e., a.y.; Temîmî, a.g.e., a.y.; Leknevî, a.g.e., a.y. 6 en-Necâh’ta “Haccâc”, el-Vâfî’de ise “el-Haccâc” olarak kaydedilmiştir.8 Kanaatimize göre doğru olan “Hüseyn”dir. Zira çalışmamızın konusu olan et-Tesdîd’in her nüshasında müstensihler tarafından Siğnâkî’nin adı “Hüseyn” ve dedesinin adı “Haccâc” olarak zikredilmiştir.9 Siğnâkî’nin lakabı ise ulaştığımız her eserinde “dinin kılıcı” anlamına gelen “Hüsâmüddîn” olarak kayıtlıdır. Tabakat kitaplarında lakabı hususunda ayrıntılı bilgi bulunmamakla birlikte, el-Menhelü’s-sâfî’de Siğnâkî’ye “Hüsâmüddîn”in yanı sıra “Hüsâmü’l-fıkhi’l-Hanefî = Hanefî fıkhının kılıcı” lakabı nispet edilir.10 Bu veriler doğrultusunda Siğnâkî’nin lakabıyla beraber tam adının “Hüsâmüddîn Hüseyn b. Alî b. Haccâc b. Alî” olduğunu söylemek mümkündür. Siğnâkî’nin adı hususunda olduğu gibi nisbesi hakkında da tabakat kitaplarında ihtilaflı bilgiler mevcuttur. Ziriklî, söz konusu nisbenin Türkistan bölgesindeki Siğnâk Kasabası’ndan geldiğini kaydeder.11 Tespitlerimize göre Siğnâk’tan ilk olarak XI. asırda Mahmud el-Kaşgarî’nin (ö. 495/1101) Dîvânü lüğati’t-Türk isimli eserinde bahsedilmiştir. Kaşgarî, “سُغْنَاق” - Süğnak‘ı “Bilâdü’l-Ğuzziye - Oğuz beldelerinin biri” olarak tanımlar.12 Barthold, Siğnâk’ın (Sunaķ, Sağanaķ, Süğnaķ ya da Siğanaķ) Siriderya (bugünkü Seyhun) nehri kıyısında bulunduğunu, XII.-XIV. yüzyıllar arasında Kıpçaklar’ın başkenti iken XIV.-XV. asırlarda Ak-Orda’nın ordugâh merkezi olduğunu, XVI.-XVII. asırlarda ise 8 Hüsâmüddîn Hüseyn b. Alî b. Haccâc b. Alî es-Siğnâkî, el-Kâfî şerhu’l-Pezdevî (doktora tezi), I –V, thk. Fahreddin Seyyid Muhammed Kânit, C. V, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad, 2001, s. 2486; Siğnâkî, el-Vâfî fî usûli’l-fıkh (doktora tezi), I-V, thk. Ahmed Muhammed Hammûd el-Yemânî, C. V, Câmiatü Ümmi’l- Kurâ, Medine 1997, s. 1711; Siğnâkî, en-Necâhu’t-tâlî tilve’l-merâh (yüksek lisans tezi), thk. Abdullah Osman Abdurrahman Sultan, Câmiatü Ümmi’l-Kurâ, Medine 1993, s. 347. 9 Siğnâkî, et-Tesdîd fi şerhi’t-Temhîd, Süleymaniye Kütüphanesi, Cârullah, no. 2207, vr. 223a; Siğnâkî’nin ismi diğer dört nüshada da aynı şekilde geçmektedir; bk. Siğnakî, et-Tesdîd şerhu’t-Temhîd fî ilmi’l-Kelâm, Süleymaniye Kütüphanesi, Amcazâde Hüseyin, no. 309, vr. 174b; Siğnâkî, Kitabü’t- tesdîd fî şerhi’t-Temhîd li-mevlânâ Hüsameddîn es-Siğnâkî, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, no. 3893, vr. 214a; Siğnâkî, et-Tesdîd şerhu’t-temhîd li-sâhibi’n-nihâye, Süleymaniye Kütüphanesi, H. Hüsnü Paşa, no. 0407, vr. 265a; Siğnâkî, et-Tesdîd şerhu’t-Temhîd fî kavâidi’t-Tevhîd, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Beyazıd, no. 3078, vr. 158a. 10 İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, C. V, s. 164. 11 Ziriklî, el-A‘lâm, C. II, s. 247. 12 Mahmud bin el-Hüseyn bin Muhammed el-Kaşgarî, Divanü lügati’t-Türk, I-III, C. I, Dârü’l-Hilâfeti’l- ‘Ulyâ, el-Matbaatü’l-Âmira, 1333/1915, s. 396. 7 Kazak Hanlığı’nın merkezini teşkil ettiğini belirtir.13 Zebîdî (ö. 1205/1790), Siğnâk şehrinin Buhara Emirliği’ne bağlı bir yerleşim merkezi olduğunu söyler.14 Siğnâkî nisbesinin peşinden “el-Buhârî”15 kaydının konulması, bu bilgiyi desteklemektedir. Tabakat kitapları Siğnâkî’nin nisbesini farklı şekillerde aktarmaktadır. Bazılarına göre onun nisbesi “Sîn” ile Siğnâkî’dir (ِغِْنَِاقِ ي diğerlerine göre “Sâd” ile Sığnâkî’dir 16,(س ِغِْنَِاقِ ي) Hatta Keşfü’z-zunûn’un bir yerinde “Siğnâkî”,18 diğer bir yerinde “Sığnâkî”19 17.(ص olarak zikredilir. Ayrıca Ekmeleddîn el-Bâbertî (ö. 786/1384) fıkıh usulüne dair yazdığı el- ‘İnâye adlı eserinde Hüseyn b. Alî’nin nisbesini “Siğnâkî” olarak zikreder.20 Bunun dışında tespitlerimize göre Hüseyn b. Alî’ye atıf edilen değişik nisbeler mevcuttur. Örneğin İbn Hacer al-Askalânî (ö. 773/1372) ed-Düreru’l-kâmine’de Siğnâkî’nin nisbesini “el- ‘Anâfikî” (ي ”Hansârî (ö. 1125/1714) ise Ravzâtü’l-cennât’ında “es-Süfyânî ,21(العَنَِافِ قِ فِْيَِانِ ي) olarak kaydeder. İbn Tağriberdî’nin (ö. 874/1470) ed-Delîlü’ş-şâfî adlı eserinde 22(السِ nisbe “es-Sağânî” (ِغَِانِ ي olarak zikredilirken, aynı müellif el-Menhelü’s-sâfî’de nisbeyi 23(الص es-Siğnâkî (الس ِغِْنَِاقِ ي)24 olarak kaydeder. Siğnâkî’nin bize bıraktığı eserlerinden hareketle yukarıda zikredilen nisbelerin bir kısmının hatalı olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü bize ulaşan her eserinde Hüseyn b. Alî’nin nisbesi Siğnâkî olarak zikredilir. Nitekim el- 13 Vasiliy Vladimiroviç Barthold, Turkestan v epohu mongol’skogo nashestviya (Moğol istilası döneminde Türkistan), I-II, C. I, nşr. İzdatel’stvo Vostoçnoy literatury, Moskova 1963, ss. 236, 392, 406, 742. 14 Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs min cevâhiri’l-kâmûs, I-XL, thk. Mustafa Hicâzî, C. XXV, Matbaatü’l-Hukûme, Küveyt, 1989, ss. 450-451. 15 İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, V, s. 163. 16 Ziriklî, a.g.e., a.y.; Suyûtî, Buğyetü’l-vu‘ât, C. I, s. 537; Bağdâdî, Hediyyetü’l-‘ârifîn, C. I, s. 314; Taşköprîzâde, Miftâhu’s-sa‘âde, C. II, s. 184; Merâğî, el-Fethu’l-mübîn, C. II, s. 112. 17 Kureşî, el-Cevâhiru’l-mudiyye, C. II, s. 114; Temîmî, et-Tabakâtü’s-seniyye, C. III, s. 150; İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, C. V, s. 164; İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, s. 160. 18 Kâtib Çelebi, a.g.e., C. II, s.1775. 19 Kâtib Çelebi, a.g.e., C. I, s. 112. 20 Ekmelüddîn Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed er-Rûmî el-Bâbertî, el-İnâye şerhu’l- Hidâye (Şerh ale’l-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî fî furûi’l-Hanefiyye), I-VI, thk. Ebû Mahrûs Amr b. Mahrûs, C. I, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut 2007, s. 6. 21 İbn Hacer el-Askalânî, ed-Düreru’l-kâmine, C. II, s. 60. 22 Hansârî, Ravzâtü’l-cennât, C. III, s. 148. 23 İbn Tağriberdî, ed-Delîlü’ş-şâfî, C. I, s. 275. 24 İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, a.y. 8 Merâğî (ö. 1364/1945) el-Fethu’l-mübîn’de Hüseyn b. Alî’nin doğru nisbesinin “es- Siğnâkî” olduğunu ve kasabanın Türkistan bölgesinde bulunduğunu kaydeder.25 1.2. Doğumu Tabakat kitaplarında Hüsâmeddin es-Siğnâkî’nin doğum tarihi, doğduğu yer ve ailesi hakkında kesin bilgilere rastlanmamaktadır. Onun et-Tesdîd’inde verdiği ilim silsilesini göz önünde bulundurarak ve tespit edilen hocalarından hareketle hicrî yedinci asrın ortasına çok yakın bir tarihte doğduğunu söylemek mümkündür. Siğnâkî’nin doğum tarihine ilişkin “Kaynaklarda doğum tarihi hakkında bilgi bulunmayan Siğnâkî’nin, 620 (1223) yılında dünyaya geldiği tahmin edilen Ebü’l-Berekât en-Nesefî’yi kendisinden istifâde ettiği genç kuşaktan saydığı dikkate alındığında onun da buna yakın bir tarihte doğduğu söylenebilir”26 ihtiyatla karşılanmalıdır. Zira kanaatimize göre Siğnâkî’nin doğum tarihinin, yaklaşık olarak tahmin edilen bu doğum tarihinden biraz daha sonra, H. 635-640 (1237-1242) aralığında veya daha ileri bir tarih olması ihtimali daha yüksektir. Siğnâkî et-Tesdîd’inde Ebü’l-Mu‘în en-Nesefî’nin et-Temhîd’ini hocası Hâfızuddîn Muhammed b. Muhammed b. Nasr el-Buhârî’den naklettiğini, onun da kendi hocası Muhammed Abdüssettâr el-Kerderî’den aktardığını söyler. Kaynaklara göre Hâfızuddîn el- Buhârî’nin doğum tarihi 615/1219 yılıdır,27 Muhammed Abdüssettâr el-Kerderî’nin ise 643/1246 tarihinde vefât etmiştir. Eğer Siğnâkî araştırmacının tahmin ettiği tarihte dünyaya gelseydi o zaman et-Temhîd’i kendi hocasından değil direkt el-Kerderî’den nakletmesi gerekirdi. Halbuki Siğnâkî onu görmemiş ve onunla karşılaşmamıştı. Bundan ziyâde tabakat kaynaklarına göre Siğnâkî henüz genç yaşında28 iken fetva vermek için Hafizuddîn el-Buhârî’den icâzeti almasıdır. Bir diğer husus da şudur ki tabakat kaynaklarına göre Siğnâkî 710/1311 yılında Dımeşk’te Pezdevî’nin (ö. 482/1090) Usûlü’l-fıkh’ına bir kaç ciltten oluşan hacimli bir şerh yazmıştır. Eğer Siğnâkî’nin hicrî 620 yılına yakın bir tarihte doğduğu söylenirse o zaman bu eseri şerh ettiği dönemde yaşının doksan civarında olması gerekir ki böyle bir ihtimal çok zayıftır. 25 Merâğî, el-Fethu’l-mübîn, C. II, s. 112. 26 Rahmi Yaran (2009), “Siğnâkî”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I – XLIV, C. XXXVII, İstanbul, s. 164. 27 Kureşî, el-Cevâhiru’l-mudiyye, C. III, s. 337 (no. 1510). 28 Merâğî, el-Fethu’l-mübîn, a.y. 9 1.3. Seyahatleri Hüsâmeddin es-Siğnâkî’nin ilim yolunda yaptığı yolculuğu esnasında hangi şehirlere uğradığı, kimden ilim aldığı, hangi medreselerde okuduğu ve hangi medreselerde ders verdiğine dair bilgiler çok azdır. Ancak Kureşî’nin Cevâhir’i,29 Merâğî’nin el-Fethu’l- mübîn’i,30 İbn Tağriberdî’nin el-Menhelü’s-sâfî’si31 ve Siğnâkî’nin kendi eseri et- Tesdîd’den hareketle onun Mâverâünnehr bölgesinde ilim merkezi sayılan Buhara’ya uğradığı, orada o dönemin meşhur ilim adamlarıyla karşılaştığı ve onlardan icâzet aldığı kesin olarak söylenebilir. en-Necâh’ı tahkik eden Muhammed Sultan, Siğnâkî’nin Harezm şehrinde ikâmet edip ders verdiğini, Harezm’den sonra o bölgede bulunan Kas Kasaba’sına geldiğini ve orada dönemin meşhur âlimleriyle karşılaştığını kaydeder.32 Siğnâkî’nin yolculuğu Mâverâünnehr’den sonra Irak’a kadar uzanır. Irak’ta bir müddet kaldıktan sonra Dımeşk’e, oradan da Mısır’a geçer. Akabinde tekrar Bağdat’a gelir ve orada Meşhed-i Ebû Hanîfe Medresesi’nde ders verir. Bağdat’tan sonra hac yapmak niyetiyle Dımeşk’e gider. Dımeşk’ten bir kez daha Mısır’a seyahati olur ve 710/1310 yılında Halep’e yerleşir.33 Halep’te meşhur hocalarla görüşür ve eserleri şerh etmeye devam eder.34 Halep’ten sonra bugünkü Türkmenistan sınırları içerisinde yer alan Merv şehrine gittiği yönünde bilgiler bulunmakla birlikte35 bazı tabakat kitaplarında onun Halep’te kaldığı ve orada vefat ettiği kaydedilmiştir.36 1.4. Vefatı Hüsâmeddin es-Siğnâkî’nin vefat tarihi hususunda tabakat kitaplarında hicrî olarak 71037, 71138 ve 71439 şeklinde farklı görüşler kaydedilmektedir. Ancak 29 Kureşî, a.g.e., C. II, s. 114. 30 Merâğî, a.g.e., a.y. 31 İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, C. V, s. 164. 32 Abdurrahman Muhammed Sultan, “ad-Dirâse”, en-Necâhu’t-tâlî içinde, s. 42. 33 İbn Tağriberdî, a.g.e., a.y.; Temîmî, et-Tabakâtü’s-seniyye, s. 151. 34 İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, s. 161. 35 Muhammed Sultan, “ad-Dirâse”, a.g.e. içinde, a.y.; ayrıca bk. İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, a.y. 36 Leknevî, el-Fevâidü’l-behiyye, s. 62; Merâğî, el-Fethu’l-mübîn, C. II, s. 112; Ziriklî, el-A‘lâm, II, s. 247; Bağdâdî, Hediyyetü’l-ârifîn, C. I, s. 314. 37 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-zunûn, C. II, s. 1775; İbn Kutluboğa, a.g.e., a.y. 38 Kureşî, el-Cevâhiru’l-mudiyye, C. II, s. 115; Ziriklî, a.g.e., a.y.; Bağdadî, a.g.e., a.y.; Temîmî, a.g.e., a.y. 39 Merâğî, a.g.e., a.y.; Leknevî, a.g.e., a.y. 10 araştırmacıların pek çoğu hicrî 714 (1314) yılını tercihe şayan bulurlar.40 Zira 711 Receb’inde (Kasım 1311) Halep’te Kâdilkudât Nâsırüddin Muhammed (ö. 752/1352) ile bir araya geldiği ve ona icâzet verdiği41 bilindiğine göre 710 (1310) yılı yanlış olmalıdır. 711 yılı Receb ayında vefat ettiğine dair bazı kaynaklarda verilen bilgi de ölümle icâzet verme olaylarının birbirine karıştırılmış olabileceğini akla getirmektedir. Eserlerinden el- Kâfî’yi 711 Ramazan’ında (Ocak 1312) Dımeşk’ta müellif nüshasından istinsâh eden kişinin müellifin hayatta olmadığını imâ edecek kelimeler kullanmaması, ona dünya ve ahiret saadeti dilemesi42, en azından kendisinin Siğnâkî’nin hayatta olmadığına dair bir bilgiye sahip bulunmadığının işareti sayılabilir.43 2. SİĞNÂKÎ’NİN İLMÎ ŞAHSİYETİ Tabakat kaynaklarından ve şerh edilmiş eserlerinden anlaşıldığı üzere Hüsâmeddîn es-Siğnâkî’nin dinî ilimlerde bilgisini geliştirmek için Mâverâünnehr bölgesinden sefere çıkması ve henüz genç yaşında iken hocası Hâfızuddîn el-Buhârî’den (ö. 693/1293) fetva verme icâzeti alması44 onun ilme hayran ve yetenekli olduğunun göstergesidir. Tabakat kaynaklarında Siğnâkî’ye imâm, allâme, kudve, cedelî, nahvî, fakih, Hanefîliğin önderi gibi nitelemeler yapılmaktadır. İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî’de onun için “Siğnâkî, imâm, allâme idi; Hanefîliğin reisi olarak Bağdat’ta ve Dımeşk’te kendi cemaati vardı”45 ifadelerini kullanırken, Merâğî, el-Fethu’l-mübîn’de: “Siğnâkî dâhi idi, ilmi ve âlimleri çok severdi. Fıkıh ilmine vâkıf ve ilmi sever birisi olduğundan dolayı hocası ona fetva vermek için icâzet vermiştir. Çok sayıda öğrencisi vardı”46 demektedir. Süyûtî, Buğyetü’l-vu‘ât’ta onu “âlim, fakih, nahvî ve cedelî idi”47 şeklinde nitelemekte, Temîmî’nin et-Tabakâtü’s-seniyye’deki “Siğnâkî, imâm, anlayış örneği, allâme, fakîh, nahvî, cedelî âlim idi”48 tarzında ifadeleri de bu yargıları desteklemektedir. 40 Ahmed Muhammed Hamûd el-Yemânî, “ad-Dirase, Siğnâkî bölümü”, el-Vâfî içinde, C. I, s. 61; Muhammed Sultan, “ad-Dirâse”, a.g.e. içinde, s. 57; Fahruddin Seyyid Muhammed Kânit, “ad-Dirâse, Siğnâkî bölümü”, el-Kâfî şerhu’l-Pezdevî içinde, C. I, s. 79. 41 Kureşî, a.g.e., C. II, s. 115; Temîmî, a.g.e., C. III, s. 151. 42 Ayrıntılı bilgi için bk. Siğnâkî, el-Kâfî, C. V, ss. 2486-2487. 43 Yaran, “a.g.md.”, C. XXXVII, s. 165. 44 Merâğî, el-Fethu’l-mübîn, C. II, s. 112. 45 İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, C. V, s. 165 46 Merâğî, a.g.e., a.y. 47 Süyûtî, Buğyetü’l-vu‘ât, C. I, s. 537. 11 Siğnâkî’nin Bağdat’ta Meşhed-i Ebû Hanîfe’de ders vermesinin yanı sıra Dımeşk, Halep, Kahire, Buhara, Nîsâbur’da da ders okuttuğu kaydedilmektedir.49 Mâverâünnehr’den Mısır’a kadar şöhret kazanan ve hayatta iken avâm ve havâs tarafından rağbet ve saygı gördüğü anlaşılan Siğnâkî, ölümünden sonra da yaşayan âlimler tarafından çok sevilir ve sayılırdı. Siğnâkî’nin et-Tesdid’inde bazı meselelerde eski Arap şairlerin şiirlerini zikretmesi ve en-Necâh adlı eserin muhakkikinin giriş bölümünde50 Siğnâkî’nın şiirlerini aktarmasından hareketle onun lüğat eserlerinden ziyâde dilin edebiyat alanıyla ilgili olduğunu söylemek mümkündür. 2.1. Hocaları 2.1.1. Hâfizuddîn Muhammed b. Muhammed b. Nasr el-Buhârî 615/1219 yılında Buhara’da doğmuştur. Hocası Muhammed Abdüssettâr el- Kerderî’dir (ö. 643/1246). Buhara’nın büyük âlimlerinden birisi olarak çok sayıda öğrencisi olan Hâfızuddîn el-Buhârî, tabakat kaynaklarında “çok güvenilir, müttakî, kâdî, rabbânî, fakîh, muhakkik, muhaddis, bütün ilimlerin reisi” şeklinde tansif edilir. Buhârî 693/1294 yılı Şaban (Temmuz) ayının ikinci yarısında Buhara’da vefat etmiş ve Kelâbâz kasabasının kabristanına defnedilmiştir.51 Hüsâmeddin es-Siğnâkî’nin hocasından Ebü’l-Mu‘în en-Nesefî’nin et-Temhîd eserini ve Ebü’l-Hasan el-Merğînânî’nin (ö. 593/1197) el-Hidâye adlı eserini okumuştur.52 2.1.2. Fahreddîn Muhammed b. İlyâs el-Mâymerğî Siğnâkî’nin el-Vâfî’de belirttiğine53 ve tabakat kitaplarının verdiği bilgilere54 göre Hüsâmeddîn el-Ahsîkesî’nin (ö. 644/1246-47) el-Müntehab fî usûli’l-mezheb ve el- Merğînânî’nin el-Hidâye adlı eserleri el-Mâymerğî yoluyla kendisine ulaşmıştır. Ne yazık ki tabakat kaynaklarında el-Mâymerğî’nin doğum ve vefat tarihi ile ilgili hiçbir bilgiye 48 Temîmî, a.g.e., C. III, s. 151. 49 Yaran, “a.g.md.”, C. XXXVII, a.y. 50 Ayrıntılı bilgi için bk. Muhammed Sultan, “ad-Dirâse”, s. 41. 51 Leknevî, a.g.e., s. 199; Kureşî, a.g.e., C. III, s. 337. 52 Kureşî, el-Cevâhiru’l- mudiyye, C. II, s. 115. 53 Siğnâkî, el-Vâfî, C. V, s. 1715. 54 İbn Tağriberdî, el-Menhelü’s-sâfî, C. V, s. 165. 12 rastlanmamaktadır. Kureşî el-Cevâhir’de el-Mâymerğî’nin hocasının Muhammed Abdüssettâr el-Kerderî olduğunu kaydeder.55 2.1.3. Celâleddîn el-Ma‘şer Siğnâkî el-Vâfî’nin son sayfalarında kimden ders aldığı hakkında bilgiler verirken hocaları arasında Celâleddîn el-Ma‘şer ismini zikreder. Tabakat kitaplarında böyle bir isim kaydedilmiş değildir. Siğnâkî’nin belirttiğine göre el-Ma‘şer hocalarından birincisidir.56 Büyük bir ihtimalle dil bilgisini ondan almıştır. Ne yazık ki bundan başka Celâleddîn el- Ma‘şer hakkında hiçbir bilgi mevcut değildir. 2.2. Öğrencileri 2.2.1. Kıvâmüddîn Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Hocendî el- Sencerî el-Kâkî ( ö. 749/1348) Hanefî fakihidir. Fıkhı Alâüddîn Abdülaziz el-Buhârî (ö. 730/1330) ve Hüsâmeddîn es-Siğnâkî’den öğrenmiştir.57 Hayat hakkında fazla bilgi yoktur. Bazı kaynaklara göre el-Kâkî Kahire’de Mârdîn (ماردين) Camii’nde ikâmet etmiş, kitap yazmış, fetva vermiş ve hayatının sonuna kadar ders okutmuştur.58 Kâkî’nin, el-Hidâye’nin şerhi olan Mi‘râcü’d-dirâye ilâ şerhi’l-Hidâye, dört mezhep imâmının görüşlerini derleyen Uyûnü’l-mezâhibi (‘l-erba‘ati)’l-kâmilî veya el-Câmi‘ isimli eserleri vardır.59 el-Kâkî’nin Câmi‘u’l-esrâr fî şerhi’l-Menâr eseri Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin (ö. 710/1310) Menârü’l- envâr adlı eserin şerhini yapmıştır. Ayrıca el-Kâkî’nin Şerhu usuli’l-Bezdevî (Bünyânü’l- vüsûl fi şerhi’l-usûli’i-Bezdevî) adlı eseri vardır.60 2.2.2. Seyyid Celâleddîn b. Şemseddîn el-Hârizmî el-Kurlânî (ö. ?) Kaynaklarda onun hakkında verilen ve hemen hemen tamamen birbirini tekrar eden bilgiler yetersiz olup nerede yaşadığı ve ne zaman vefât ettiği tespit edilememiştir. “Fakîh, âlim, fâzıl, başkalarına güzel örnek” olarak nitelenir. Hocaları Hüsâmeddîn es- Siğnâkî ve Abdülaziz el-Buhârî’dir. Nâsıruddîn Muhammed b. Şihâb b. Yusuf el-Kerderî 55 Kureşî, a.g.e., C. III, s. 318; ayrıca bk. Leknevî, el-Fevâidü’l-behiyye, s. 186. 56 Fahruddin Seyyid Muhammed Kânıt, “ad-Dirâse, Siğnâkî bölümü”, el-Kâfî şerhu’l-Pezdevî içinde, C. I, s. 79. 57 Leknevî, a.g.e., s. 186. 58 Leknevî, a.g.e., a.y. 59 Kureşî, a.g.e., C. IV, s. 294. 60 Hüseyin Kayapınar (2001), “Kâkî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, I – XLIV, C. XXIV, İstanbul, s. 216. 13 (ö. 827/1424), Tâhir b. İslâm b. Kâsım el-Hârizmî (ö. 771/1370’ten sonra sonra)61 ve Abdülevvel b. Burhanüddîn (ö. ?) onun öğrencileri arasındadır. Büyük ölçüde Hanefî mezhebine dair eserleri şerh eden Kurlânî’nin, Merğînânî’nin el-Hidâye’si üzerine yazdığı el-Kifâye bunların bir örneğidir.62 2.2.3. Celâleddin Ahmed b. Alî b. Mahmûd el-Gucdüvânî (ö. 730/1330) Hanefî fakihi olup dil alanında da çalışmaları vardır. Nahiv ilmini Siğnâkî’den öğrenmiş ve Kâfiyetü İbni’l-Hâcib adlı eseri şerh etmiştir.63 2.2.4. Ebû Ahmed Şemseddîn Abdullah b. Haccâc el-Kâşgarî (ö. ?) Kaynaklarda Hanefî fakihi olarak nitelenir. Ayrıca hadis ilmine vâkıf olup aynı zamanda şiir yazdığı da belirtilir.64 Siğnâkî’den fıkıh ilmini tahsil etmiştir. 712/1312 yılında Dımeşk’te Sâlihiyye65 Kasabası’nda bulunan Şibliyye Medresesi’nde okumuş sonra aynı şehirde Zâhiriyye66 Medresesi’nde eğitimine devam etmiştir. 2.2.5. Ebû Tâlib Fahruddîn Ahmed b. Ali b. Ahmed İbnü’l-Fasîh el- Hemedânî (ö. 755/1354) Kaynaklarda “imâm, kârî, allâme, güzel ahlâklı, fen ilimlerine vâkıf, naklî ve aklî ilimlerin öncüsü” olarak nitelendirilmiştir. Hüsâmeddîn es-Siğnâkî’nin öğrenciliği dışında İbnü’d-Devâlîbî ve İbn Sibâğ’ın öğrencisi olarak Arap dilinde ve kıraat ilminde önde gelenlerden olmuştur.67 Bağdat’ta Meşhed-i Ebû Hanîfe’de ders vererek68 Irak ve Şam bölgesinde şöhret kazanmıştır.69 741/1340 yılında Dımeşk’e geçerek Reyhaniyye70 medresesinde ders vermeye başlamıştır.71 Yedi kıraat üzerine bir kaside kaleme aldığı 61 Ziriklî, el-A‘lâm, C. III, s. 222. 62 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-zunûn, C. II, s. 1499; Taşköprîzâde, eş-Şekâ’iku’n-nu‘mâniyye fî ulemâi’d- devleti’l-Osmâniyye, Dâru’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrut 1975, s. 261; Leknevî, a.g.e., s. 58. 63 Süyûtî, Buğyetü’l-vu‘ât, C. I, s. 347; Kâtib Çelebi, a.g.e., C. II, s. 1371; Bağdâdî, Hediyyetü’l-‘ârifîn, C. I, s. 107. 64 İbn Hacer el-Askalânî, ed-Düreru’l-kâmine, C. II, s. 255; Temîmî, et-Tabakâtü’s-seniyye, C. IV, s. 162. 65 Ebü’l-Mefâhir Muhyiddîn Abdülkadir b. Muhammed b. Ömer en-Nuaymî, ed-Dâris fî târîhi’l-medâris, I –II, nşr. İbrahim Şemsüddîn, C. I, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1990, s. 239. 66 Nuaymî, a.g.e., C. I, s. 418. 67 İbn Hacer el-Askalânî, a.g.e., C. I, 218. 68 Nuaymî, a.g.e., C. I, s. 464. 69 Süyûtî, a.g.e., C. I, s. 329. 70 Nuaymî, a.g.e., s. 401. 71 Merâğî, el-Fethu’l-mübîn, C. II, s. 164. 14 belirtilen İbnü’l-Fasîh’in fıkıh ve fıkıh usûlüne dair eserleri arasında el-Fevâidü’s- Sirâciyye, Manzûmetü nazîri Menâri’l-envâr fi’l-usûl72 ve Müstahsenü’t-tarâ’ik fî nazmi Kenzi’d-dekâ’ik sayılabilir.73 2.3. Eserleri 2.3.1. el-Vâfî fî usûli’l-fıkh Ahsîkesî’nin el-Müntehab adlı eseri Fahrulislâm el-Pezdevî’nin (ö. 482/1090) Kenzü’l-vusûl ve ma‘rifetü’l-usûl isimli eserinin ihtisarıdır. Gerek mezhep içinde gerekse mezhepler arasındaki farklı görüşlere yer veren Siğnâkî özellikle Hanefî ve Şâfiî mezhepleri arasında karşılaştırma yapar, diğer mezhepleri ve imâmlarının adını nadiren zikreder. Zaman zaman Pezdevî’nin Usûl’ü ile Ahsîkesî’nin ihtisarı ve bunlarla Debûsî ve Şemsüleimme es-Serahsî’nin görüşleri arasında karşılaştırmada bulunur, nahiv tahlillerine ve dille ilgili tartışmalara girer. Ahmed Muhammed Hammûd el-Yemânî tarafından doktora tezi olarak tahkik edilen eser beş cilt halinde yayımlanmıştır (Kahire 1423/2003). el-Vâfî’nin kaynakları olarak seksen beş kitap tespit eden Yemânî, Siğnâkî’nin çağdaşı olsa da el-Müntehab’ı ondan sonra şerh ettiğini düşündüğü Abdülaziz el-Buhârî’nin el-Vâfî’den çok yararlandığını ve çoğu zaman Siğnâkî’nin bazı usul kitaplarından yaptığı nakilleri aynen verdiğini söyler.74 (Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Merzifonlu Kara Mustafa, no. 285.) 2.3.2. el-Kâfî fî şerhi usûli’l-Pezdevî Bu eser, Ebû Yüsr el-Pezdevî’nin Usûlü’l-Pezdevî adlı eserinin şerhidir. Fahreddin Seyyid Muhammed Kânit tarafından Medine İslâm Üniversitesi’nde doktora tezi olarak tahkik edilmiş ve beş cilt halinde neşredilmiştir. Kânit’in tespitine göre müellif el- Kâfî’de on beşi nüshası mevcut olmayan veya nadir bulunan türden olmak üzere yetmiş dokuz kaynak kullanmıştır.75 2.3.3. en-Nihâye şerhu’l-Hidâye Merğînânî’nin meşhur eserinin şerhi olup Leknevî bunun el-Hidâye şerhlerinin en hacimlilerinden olduğunu belirtir. Bazı eserlerde el-Hidâye’nin ilk şerhi olduğu söyleniyorsa da bu doğru değildir. Ekmeleddîn el-Bâbertî (ö. 786/1385), el-Hidâye’yi 72 İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, s. 33 (no. 85). 73 Temîmî, a.g.e., C. I, ss. 396-397. 74 Siğnâkî, el-Vâfî, C. V, s. 1714. 75 Kânıt, “ad-Dirâse, Siğnâkî bölümü” a.g.e. içinde, ss. 93-116. 15 okuturken bu şerhten çok yararlandığını, çok değerli fakat uzunca bulduğu eseri ihtisar etmesi yönündeki ısrarlı talepler üzerine Siğnâkî’nin şerhi yanında başkalarından da yararlanarak el-İnâye’yi yazdığını anlatır.76 Cemâleddîn Konevî (ö. 770/1369) tarafından Hulâsatü’n-Nihâye fî fevâ’idi’l-Hidâye adıyla tek cilt halinde ihtisar edilmiştir. Bazı kaynaklarda İbnü’z-Zerkeşî Ahmed b. Hasan’ın bu şerhi ihtisar ettiği belirtilirse de İbnü’ş- Şıhne bunun doğru olmadığını söyler.77 Türkiye kütüphanelerinde çok sayıda bu eserin bulunmasu Anadolu topraklarında bu esere rağbet ettiğin göstergesidir. (Süleymaniye Kütüphanesi, Cârullah, no. 809; Beyazıd Devlet Kütüphanesi, Merzifonlu Kara Mustafa, no: 226, 232, 232; Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, no. 894, 897, 904; Amasyya İl Halk Kütüphanesi, no. 221; Adana İl Halk Kütüphanesi, no. 1082, 1137, 575). 2.3.4. el-Muvassal Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) nahve dair el-Mufassal adlı eserinin şerhi olup Siğnâkî bu eserinde Tâceddin Ahmed b. Mahmûd el-Cendî’nin (ö. 700/1301) el-İklîd ve Ebû Âsım Ali b. Ömer el-Esfenderî’nin (ö. 698/1299) el-Muktebes adıyla el-Mufassal’a yazdığı şerhleri bir araya getirmiştir. (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, no. 2484). Eser, Ümmülkurâ Üniversitesi’nde Ahmed Hasan Ahmed Nasr tarafından doktora tezi olarak tahkik edilmiştir. 2.3.5. et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd Ebü’l-Mu‘în en-Nesefî’nin (ö. 508/1115) kelâma dair eseri et-Temhîd li-kavâidi’t- tevhîd’in şerhidir. 2.3.6. Şerhu dâmiğati’l-mübtedi‘în ve nâsıratü’l-mühtedîn Keşfu’z-zunûn’da belirtildiğine göre Dâmiğa iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım Hüsâmeddin el-Hasan bin Şeref el-Tebrîzî’ye (ö. 715/1316) aittir. Diğer kısım ise Hüsâmeddin es-Siğnâkî’nin kaleminden çıkmıştır. İkinci kısım tarikatlerdeki bazı uygulamaların, İslâm şeriatına muhalif olduğu gerekçesiyle eleştirilerini içermektedir.78 (Süleymaniye, Eyüp Hüsrev Paşa Kütüphanesi, Hz. Halid, no. 153). 76 Kemâlüddin Muhammed bin Abdurahman İbn Hümâm el-Hanefî, Fethu’l-kadîr ale’l-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî içinde, I – II, C. I, Dârü’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, s. 4. 77 Yaran, “a.g.md.”, C. XXXVII, s. 165. 78 Kâtib Çelebi, Keşfu’z-zunûn, C. I, s. 729. 16 2.3.7. en-Necâhu’t-tâlî tilve’l-merâh Siğnâkî’nin sarf ilmine dair yazılmış eseridir. Ümmülkurâ Üniversitesinde Arap Dili Fakültesi’nde yüksek lisans tezi olarak Abdullah Osman Abdurahman Sultan tarafından tahkik edilmiştir. Türkiye kütüphanelerinde de yazma nüshaları mevcuttur. (örneğin: İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, no. 143; Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddin Efendi, no. 3082). 2.3.8. Risâle-i Hüsâmeddîn-i Siğnâkî (Menâkıb-ı Ahmed-i Yesevî) Farsça küçük bir risale olup Taşkent’teki Özbekistan Fenler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (no. 11084, vr. 11b-14a). Necdet Tosun tarafından neşredilmiştir.79 2.3.9. Diğer Eserleri 1. Fetâva’r-ri’âye fî tecdîdi mesâ’ili’l-Hidâye;80 2. Şerhu muhtasari’t-Tahâvî;81 3. Keşfu’l-‘avâr li ehli’l-bevâr;82 4. el-Kâfî limâ kasura anhü’l-Vâfî;83 5. en-Nukâye muhtasaru’l-Vikâye.84 79 Haşim Şahin (2004), “Menâkıbnâme”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XXIX, İstanbul, s. 113; Necdet Tosun, “Ahmed Yesevi’nin Menâkıbı”, http://www.tasavvuf.info/ntosun2.htm#_ftnref2, erişim tarihi: 13.02.2015. 80 Koca Râgıb Paşa Yazma Eser Kütüphanesi, İstanbul, no. 504. 81 Temîmî, et-Tabakâtü’s-seniyye, C. III, s. 152. 82 Siğnâkî, el-Kâfî, C. I, s. 813. 83 Nüshanın bulunduğu yer: Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, İstanbul, Damad İbrahim Paşa, no. 455. 84 Nüshanın bulunduğu yer: İnebey Yazma Eser Kütüphanesi, Bursa, Haraççıoğlu, no. 378. 17 İKİNCİ BÖLÜM HÜSÂMEDDÎN ES-SİĞNÂKÎ’NİN İTİKÂDÎ GÖRÜŞLERİ bil5 Yeni Damga 18 1. BİLGİ İslâmî terminolojide genel olarak ilm ve ma’rifet terimleriyle ifade edilen bilgi daha ziyâde bilen (özne) ile bilinen (nesne) arasında ilişki yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.85 Siğnâkî eşyânın hakikati ve bunlar hakkında bilgi edinme imkânı meselesi çerçevesinde öncelikle bilgi edinme vasıtalarının, duyu organlarının sağlam olmasını ve bu bağlamda konuşmak veya tartışmak için muhatabın kadîm ve muhdes varlığın mâhiyeti üzerine bilgi sahibi olup bunun ayırdına varabilmesini bir şart olarak koyar.86 Bu şarta uygun olmayan Sofistler’in iddialarını tenkid eder. Sofistler’in bu meselede üç görüşe87 sahip olduklarını ve her görüşün hakikatin inkârına götürdüğünü ifade ederek onların hakikati inkâr etmelerinin inad karakteri taşıdığını, dolayısıyla onlarla tartışmanın abes olduğunu söyler.88 Siğnâkî’ye göre hakikati inkâr etmek hakikati ispatlamak demektir. Çünkü var olan şey inkâr edilir, yok olan şeyin inkâr edilmesi mümkün görülmediği gibi her var olan şeyin hakikati de sâbittir.89 Bilgi edinme yolları meselesinde Siğnâkî diğer kelâm âlimlerinden farklı bir görüş ortaya koymamaktadır. Her yaratılmış varlığın bilgiye muhtaç olduğunu ve bilgiye ulaşmak için de sebeplere ihtiyaç duyduğunu belirterek yaratılmış varlığın bilgi edinme yollarının el-havâssü’l-hams (sağlıklı duyu organları), haberu’s-sâdık (doğru haber) ve akıl şeklinde üç unsurdan ibaret olduğunu belirtir. Siğnâkî’ye göre bilgiye ancak haber, duyular veya akıldan birisiyle ulaşmak mümkündür.90 2. İLÂHİYYÂT 2.1. Allah’ın Varlığı 2.1.1. Âlemin Yaratılmışlığı (Âlemin Hudûsunun İspatlanması) Sözlükte hudûs kelimesi “sonradan meydana gelmek” anlamında masdar, ayrıca isim olarak kullanılır.91 Kelâm literatüründe hudûs Allah’ın varlığını ispatlamada 85 Necip Taylan (1992), “Bilgi”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I – XLIV, C. VI, İstanbul, s. 157. 86 Siğnâkî, et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd, vr. 11a. 87 Siğnâkî, a.g.e., vr. 11b. 88 Siğnâkî, a.g.e., a.y. 89 Siğnâkî, a.g.e., vr. 12b. 90 Siğnâkî, a.g.e., vr. 13b. 91 Bekir Topaloğlu - İlyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, İSAM Yayınları, İstanbul 2010, s. 130; Sünnî kelâmcılar içinde hudûs delilini ilk defa ayrıntılı biçimde ve derin bir vukıfla açıklayan Ebû Mansur el- Mâtürîdî olmuştur. Ona göre hudûs haber, duyu ve istidlâl şeklindeki bilgi vasıtalarının her üçüyle 19 başvurulan kavramlardan biridir. Kelâmcıların âlemin yaratılmışlığını kanıtlamada dayandıkları en temel delil olarak hudûs delili, varlıklardaki değişimden hereketle onların yaratılmışlığını ortaya koyarak onları yaratanın varlığına ulaşmayı amaçlar. Delil, yaygınca bilindiği şekliyle “âlem hadistir”, “her hâdisin bir muhdisi vardır” öncüllerinden hareketle “âlemin muhdisi Allah’tır” sonucuna ulaşmaya çalışır. Bu yönüyle delilin esas işlevi yaratıcının varlığını ortaya koymaktır.92 Siğnâkî âlemin hâdis olduğu bilgisinin İslâmî ilimlerin ve bu ilimlerdeki kesin istidlâl biçimlerinin temelini teşkil ettiğini söyler, çünkü ona göre Allah’ın varlığı, birliği, yetkinlik sıfatlarına sahip olduğu, peygamberliğin ve şer’î hükümlerin varlığı ancak âlemin hudûsu delille ispatlandıktan sonra ortaya konulabilecektir.93 Âlemin yaratılmışlığı meselesini çok ayrıntılı ve kapsamlı bir şekilde yazmaya gerek gördüğünü belirtir, zira ona göre İslâm neredeyse bu mesele üzerine bina edilmiştir; çünkü hudûs delili Allah Teâlâ’nın varlığının ispatıdır.94 Âlemin yaratılmışlığı meselesinde kelâmcıların ve filozofların ayrıldığı husus âlemin kıdemi problemidir. Kelâmcılar çeşitli aklî delillerle âlemin hâdis olduğunu kanıtlarken filozoflar tam aksini iddia etmişlerdir;95 onlara göre âlem yapı olarak hâdis, aslı itibariyle kadîmdir. Bu meselede Siğnâki Allah dışında her şeyin âlem olduğu tarifini verir96 ve âlemin cüzlerden oluşmasından dolayı hâdis olduğu görüşünü savunur.97 sâbittir. Ayrıntılı bilgi için bk. Ali b. Muhammed el-Şerîf el-Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, Mektebetu Lübnan, Beyrut, 1985, s. 85; Seyfuddîn el-Âmidî, el-Mübîn fî şerhi me‘ânî elfâzi’l-hukemâ ve’l- mütekellimîn, thk. Hasan Mahmud eş-Şâfi‘î, Mektebetü Vehbe, Kahire, 1993, s. 119; Semih Dugaym, Mevsû‘atu mustalahât ilmi’l-kelâmi’l-islâmî, I-II, C. I, Mektebetü Lübnan nâşirûn, Beyrut, 1998, s. 440; Muhammed b. Ali et-Tehânevî, Mevsû‘atu keşşâf istilâhâti’l-funûn ve’l-‘ulûm, thk. Ali Dehrûc, I- II, C. I, Mektebetü Lübnan nâşirûn, Beyrut, 1996, s. 625; Bekir Topaloğlu (1998), “Hudûs”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I – XLIV, C. XVIII, İstanbul, s. 304. 92 Orhan Ş. Koloğlu, Mutezile’nin Felsefe Eleştirisi: Harezmli Mutezilî İbnü’l-Melâhimî’nin Felsefeye Reddiyesi, Emin Yayınları, Bursa, 2010, s. 115. 93 Siğnâkî, a.g.e., vr. 21b. 94 Siğnâkî, a.g.e., vr. 32a. 95 Müslüman düşünce tarihinde âlemin yaratılmışlığı husunda Yunan felsefesinden esinlenerek materyalist düşünceye sahip olanlar (dehrîler) âlemin ezeliliğini savunmuşlardır. Kaynaklarda zikredilen isimlerin arasında İbnü’r-Râvendî, Ebû Bekr er-Râzî gibi isimler geçmektedir. Dehrî nitelemesinin yanında Tanrı'yı, peygamberliği, ahireti inkar eden, mevcut âlemin başlangıcının olmadığını düşünen ve kendilerine "muattıla", "mülhid", "tabliyyun", "sümeniyye" ve daha ziyade "zındık" denilen kimselere de rastlanmaktadır. Ayrıntılı bilgi almak için bk.: Abdurrahman Bedevî, Min târîhi’l-ilhâd fi’l-İslâm, Müessesetü’l-Arabiyye li’l-dirâsât ve’n-neşr, Beyrut, 1980, ss. 40, 67; Ebü’l-Feth Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristânî, I-II, C. II, el-Milel ve’n-nihal, thk. Emir Ali Mehnâ – Ali Hasan Fâur, Dârü’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, ss. 3-5, 235. 96 Siğnâkî, a.y. 97 Siğnâkî, a.g.e., vr. 22a. 20 Siğnâkî’nin belirtiğine göre âlemin mahiyeti ve oluşturucu unsurlarına dair iki görüş vardır: Birincisi bizzat Siğnâkî’nin de daha isabetli bulduğu âlemin a‘yân ve arazlar olmak üzere iki kısımdan ibaret olduğu kanaati, ikincisi ise cevher, araz ve cisim olarak üç türden müteşekkil bulunduğudur. Müellifimizin kaydettiğine göre Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö. 333/944), tedahül söz konusu olduğu için ikinci taksimi doğru bulmaz ve birinci görüşü tercih eder. Çünkü son tahlilde cisimler cevherlerin bir araya gelmiş hâlidir; dolayısıyla âlem özünde ‘aynlar ve arazlardan oluşur, ‘aynlar ise müterekkib (cisim) ve müterekkib olmayan (cevher) şeklinde ikiye ayrılmaktadır.98 2.1.2. Âlemin Yaratıcıya İhtiyacı (Âlemin Bir Muhdisinin Olduğunun İspatlanması) Âlemin bir muhdisinin olduğunun ispatlanması ya da isbât-ı vâcib konusunda kelâmcıların en meşhur delili hudus delilidir. Bu delil Ehl-i Sünnet kelâmcılarıyla bazı Mutezile kelâmcılarına göre bedihi ve zarurîdir. Zira akıl her yazanın bir yazıcısı, her şeklin bir yapıcısı ve her binanın bir ustasının bulunduğuna zarurî olarak hükmeder. Siğnâkî, âlemin bir muhdise ihtiyacı olduğu konusunda görüşlerini ortaya koyarken Ehl-i Sünnet’in çizdiği yolu takip eder. Ona göre eğer âlem kendi zatında câizü’l- adem (yokluğu mümkün görülen) değilse, o zaman ya vâcibü’l-‘adem (yokluğu zorunlu olan) veya mümteni’u’l-‘adem (yokluğu düşünülemez) olma özelliğini taşır; âlemin varlığı duyular ve müşahede yoluyla bir vâkıa olarak bilindiğine göre varlığı imkânsız (mümteni‘u’l-vücûd) olduğu söylenemez, dolayısıyla vâcibü’l-vücûd (varlığı gerekli ve zorunlu) olduğunu söylemek gerekir. Öte yandan âlemin vâcibü’l-vücûd olarak nitelenmesi de imkânsızdır. Bilindiği üzere hâdis yokluktan sonra meydana çıkandır, yokluktan sonra ortaya çıkan şey ise câizü’l-vücûd olma özelliğini taşır. Siğnâkî’ye göre âlemin hudûsu, onun var olmasının bir zamana tahsis edilmesini zımnen göstermektedir; bu durum da âlemin ilim, hikmet, kudret ve özellikle de irâde gibi ezelî sıfatlara sahip, aynı zamanda kendisi de yaratılmış olmayan bir tahsis ediciye, muhdise ihtiyacı olduğunu gösterir; aksi takdirde hâdis olan âlemin bir diğer hâdis varlığın fiili/tesiriyle meydana çıkması kabul edilecek ve bu, teselsüle götürecektir; böyle bir şey ise aklen mümkün değildir.99 98 Siğnâkî, a.g.e., vr. 22b. 99 Siğnâkî, a.g.e., vr. 32a. 21 Siğnâkî varlığın zıddı olan yokluğun şey olarak nitelendirilmediğini, varlıkla muttasıf olmayan bir şeyin tabiî olarak yaratıcılığı sağlayan nitelikleri de bulunmadığı için başka bir şeyin varlığına kaynaklık edemeyeceğini belirtir. Âlem kendiliğinden yokluktan varlığa da çıkamayacağına göre cumhur kelâmcıların savunduğu üzere âlemin mutlaka bir ihdâs edici kudrete muhtaç olduğunu kabul etmek gereklidir.100 2.2. Allah’ın Sıfatları 2.2.1. Selbî Sıfatlar Tenzîhî sıfatlar olarak da bilinen bu vasıflar, Allah hakkında acz, eksiklik ve yaratılmışlık özelliklerini nefyeden, bunların ilâhî zatta bulunmadığını, O’nun bu tür mefhûmlardan münezzeh ve yüce olduğunu bildiren nitelemelerdir. Başka bir deyişle bu tür sıfatlar Allah’ın ne olmadığını ifade eder.101 2.2.1.1. Yaratıcının araz olmadığının ispatlanması Sözlükte araz “zuhur etmek, meydana gelmek, hâsıl olmak” anlamındaki a-r-z kökünden türemiş bir isim olup “sonradan veya tesadüfen ortaya çıkan, ansızın baş gösteren, varlığı devamlı ve zorunlu olmayan” demektir. Kelâm ve felsefe terimi olarak, “cevher ve cismin geçici niteliği olup mevcûdiyeti ancak kendisini taşıyacak başka bir varlıkla hissedilebilen, kendi başına boşlukta yer tutmayan şey” gibi manalara gelir. Kur’ân ve hadiste sözlük anlamında geçmektedir. İslâm literatürüne felsefe ve mantık metinlerinin tercüme edilmesiyle geçmiştir. Kelâmda ilk olarak Ca‘d b. Dirhem (ö. 124/742) ve Cehm b. Safvân (ö. 128/745) tarafından kullanılmıştır.102 Siğnâkî yaratıcının araz olmaması meselesinde dualistlere ve tabiatçılara karşı ağır eleştiriler yaparak onların arazları ilahlaştırma (kadîmleştirme) inançlarını reddederek Allah’ın araz olmadığını, çünkü kadîm ile arazın mana bakımından aralarında büyük bir fark bulunduğunu belirtir. Ona göre kadîm olanın zorunlu bir özelliği bekâdır, arazın ise geçicilik özelliği vardır, bâkî değildir. Ayrıca araz mahalsiz var olamayıp devamlı olarak 100 Siğnâkî, a.g.e., vr. 33b. 101 Tehânevî, Keşşâf, C. II, s. 1087; Dugaym, Mevsû‘atu mustalahât, C. I, s. 703; Cürcânî, Kitâbü’t- ta‘rifât, s. 138; İlyas Çelebi (2009), “Sıfat”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XXXVII, İstanbul, s. 104. 102 Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, s. 149; Ebû Bekr Muhammed b. Hasan b. Furek el-İsbahânî, Kitâbü’l-hudûd fî’l-Usûl (el-hudûd ve’l-mevdûât), nşr. Muhammed Süleymânî, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut 1999, s. 88;Yusuf Şevki Yavuz (1991), “Araz”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. III, İstanbul, s. 337; Ayrıca bk. Topaloğlu - Çelebi, a.g.e., s. 29. 22 mahalle muhtaç iken, kadim var olmak için herhangi bir mahalden müstağnidir.103 Dolayısıyla araz kadîm varlık olamaz ve ilahlık vasfını taşıyamaz. Allah ise kadîm varlıktır ve hiç bir şeye muhtaç değildir.104 Müellifimizin belirttiğine göre Mutezile’nin Allah için ilim, kudret gibi zatî sıfatları kabul etmemesinin sebebi, zikrolunan sıfatların araz olmasıdır. Onlara göre arazın Allah’ın zâtı ile kâim olması muhâldir, dolayısıyla arazların ezelden var olması söz konusu olamaz.105 2.2.1.2. Yaratıcının cevher olmadığının ispatlanması Sözlükte cevher, Farsça “gevher” kelimesinden Arapçalaşmış olup “kendi başına bulunan, değişmeyen öz varlık” anlamına gelir. Başka bir deyişle cevher, bizzat mekanda yer kaplayan (mütehayyiz) yani bizâtihi kâim ve başlı başına mevcut olup mekânda yer kaplaması başkası vasıtasıyla olmayan şey demektir. Ayn olarak da isimlendirilir. Cevherin üç boyutu yönünden kısım ve parçalara ayrılması mümkün olmayanına cüz-i lâ yetecezzâ, cevher-i ferd veya cüz-i ferd denir.106 Siğnâkî bu meselede Hristiyanlar’ın “Allah mevcuttur; mevcut olduğuna göre ya arazdır ya da cevherdir” görüşünü aktarır. Onların iddialarına göre Allah araz değilse o zaman cevherdir. Aksi takdirde Allah’ın mevcudiyeti söz konusu olamaz, çünkü var olanlar ya araz ya da cevherolmak durumundadır. Müellifimiz Hristiyanlar’ın iddialarına karşı cevherin varlığının araza bağlı olmadığını, zira cismin oluşumunda cevherin asıl olduğunu, dolayısıyla Allah Teâlâ’nın cevher olmadığını, şayet olsa idi O’na cisimlik atfetmek gerekeceğini belirtir. Arazın varlığı ise cevherin varlığına bağlı olup arazda 103 Mutezile ve Ehl-i Sünnet kelâmcılarının Allah’ın araz oluşunun reddi konusundaki hemen hemen aynıdır. Kâdî Abdülcebbar, arazı “Var olan ve fakat varlığı (cevher ve cismin aksine) kalıcı olmayan şey” diye tarif ederek der ki: “Allah’ın araz olması ve onu araz diye isimlendirmemiz muhaldir. Allah’a araz dersek, ya Allah’ın araz gibi yok olabileceğini veya arazın Allah gibi kadîm olmasını düşünmek gerekir, çünkü bu misliyetin gereğidir, dolayısıyla birisi için verilen hükmün, diğeri için de geçerli olması lazımdır. Bunların her ikisi de muhal olduğuna göre Allah araz değildir. Arazların tamamı hâdis, Allah ise kadîm varlıktır.” Ehl-i Sünnet kelâmcıları arazı “varlığı devamı olmayan ve başkasıyla (cevher) kâim olabilen”, “renk, hareket, sükûn gibi var olabilmesi için bir mahalle ihtiyacı olan”, “devamlılığı müstahil, yani mümkün olmayan şey” diye tarif ederler. Öyle ise arazın en mühim vasfı, kendi başına kâim olamaması ve kendisiyle kâim olacağı bir mahalle muhtaç olmasıdır. Onun bekası müstahil olduğundan, bizzat kâim olması mümkün değildir. Ayrıntılı bilgi için bk. Mevlüt Özler, İslam Düşüncesinde Tevhid, Nûn Yayıncılık, İstanbul, 1995, ss. 131-132. 104 Siğnâkî, a.g.e., 39a. 105 Siğnâkî, a.g.e., 39b. 106 İbn Furek, Kitâbü’l-hudûd, s. 86; Tehânevî, Keşşâf, C. II, s. 602; Dugaym, Mevsû‘atu mustalahât, C. I, s. 431; Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, s. 83; Âmidî, el-Mübîn, s. 109; İlhan Kutluer (1993), “Cevher”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. VII, İstanbul, s. 450. 23 geçicilik özelliği söz konusudur, dolayısıyla Allah Teâlâ araz değildir; zira O’nun varlığı için devamlılık ve bekâ zorunlu bir özelliktir.107 2.2.1.3. Yaratıcının cisim olmadığının ispatlanması Sözlükte cisim “gövdesi büyümüş olmak, gövdeli ve cüsseli olmak” anlamındaki cesâmet masdarından türemiş olup ceset, beden, gövde manasına gelir. Terim olarak “iki cevherin birleşmesinden oluşan” veya “üç boyutlu olup en az bir duyu ile algılanan maddî şey” şeklinde tanımlanır.108 Siğnâkî’ye göre cisim en az iki cevherin bir araya gelmesiyle oluşur, dolayısıyla cisim müterekkibdir. Allah Teâlâ cevher kabul edilemeyeceğine göre cisim de değildir.109 Şayet cisim kabul edilirse o zaman hareket, hareketsizlik, birleşme, ayrılma ve boyut gibi arazlarla vasıflandırılması gerekir, hâlbuki Allah Teâlâ bunlardan münezzehtir.110 Cisim kavramının cesîm (çok büyük) anlamında tazim etmek amacıyla Allah hakkında mecaz olarak kullanılmasını doğru bulmadığını belirten Siğnâkî, cismin gerçek manada yüceltmek amacıyla kullanılmadığını, aksine tıpkı şahıs kelimesinin hayalet, siluet manalarını taşıdığı gibi bu kelimenin de birleşme, oluşma ve bedenî varlık manalarını tazammun ettiğini söyler.111 Bununla birlikte Allah hakkında şey kavramının kullanılmasını caiz görür, çünkü bizzat Allah Teâlâ kendisini şey olarak isimlendirmiştir,112 ancak Allah başka şeyler gibi olmayan bir şeydir.113 2.2.1.4. Allah’ın şekil, renk, tat ve koku gibi vasıflardan münezzeh oluşu Siğnâkî Allah hakkında teşbih fikrini nefyinin bir parçası olarak O’nu her türlü şekil, renk, tat ve koku gibi özelliklerden tenzih etmeye çalışır. Ona göre suret, şekil gibi özelliklere sahip olmak müterekkib olmaya delalet ettiğinden dolayı Allah hakkında böyle 107 Siğnâkî, a.g.e., vr 40a. 108 Âmidî, el-Mübîn, s. 111; Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, s. 79; İbn Furek, Kitâbü’l-hudûd, s. 88. 109 Eğer Allah cisim olsa ve cüzlere, parçalara bölünse, ortaya iki durum çıkar: cüzler ya sonlu ya da sonsuz olur. Sonsuz olması muhaldir. Çünkü cismin her cüz’ü sonludur. Sonlu cüzlerden teşekkül eden varlığın, zatında sonsuz olması imkânsızdır. O halde bu cüzler sonlu olurlar. Sonlu olunca da, onun bir ölçüde olması gerekir. Teşbih konusunda ayrıntılı bilgi almak için bk. Mevlüt Özler, a.g.e., s. 130. 110 Siğnâkî, a.g.e., vr. 42a. 111 Siğnâkî, a.g.e., vr. 44b. 112 En’am, 6/19. 113 Siğnâkî, a.g.e., vr. 45a. Pek çok hususta olduğu gibi bu noktada da Ebû Hanîfe’nin izinden gittiği ve hemen hemen aynı ifadeleri kullandığı görülmektedir. Ebû Hanife’ye göre Allah bir Şey’dir, fakat diğer şeyler gibi değildir. Onun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır. Bk. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe Numan b. Sabit el-Bağdâdî, el-Fıkhü’l-ekber (İmâm-ı Azamın Beş Eseri içinde Türkçe tercümesiyle birlikte nşr. Mustafa Öz), Kalem Yayıncılık, İstanbul 1981, s. 87 (Türkçe metin). 24 şeylerin var olmasını düşünmek muhaldir. Allah cüzlerden müterekkib olsa, her bir cüzün de müstakil ilahta olduğu gibi kemal niteliklerinin tamamına sahip olması gerekir; bu durumda her bir cüz kadim ve ezelî olacak ve bir manada ulûhiyet kazanacaktır ve iki ilahın varlığı ihtimalinde olduğu gibi cüzler arasında da temânu’ söz konusu olacaktır.114 Cüzlerin kemal niteliklerine sahip olmaması ise acz ve yaratılmışlık alametidir; bu durumda da cüzlerin kadim olmadığı ortaya çıkar. Ayrıca suret ve şekil kabul edilirse, o zaman bunları mümkün alternatifler arasından tercih eden bir tahsis ediciye de ihtiyaç duyulacaktır, böyle bir şey ise ancak hâdis varlıklarda geçerlidir. Ona göre bir şeyin var olması imkânsız bir hususun varlığı ve gerçekleşmesine bağlı ise, o şeyin varolması muhaldir.115 2.2.1.5. Allah hakkında teşbîh ve mekânın reddi Ş-b-h kökünün (bu kökün sülâsî fiil ve masdarı kullanılmamaktadır) tef’îl kalıbından gelen teşbih “benzetmek, benzeri ve dengi olduğunu söylemek” demektir. Kelâm literatüründe “Allah ile yaratılmışlar arasında gerek zât gerek sıfatlar açısından benzerliğin bulunduğu” ihtimalinin bertaraf edilmesi için olumsuz cümle şekilleriyle kullanılır.116 Siğnâkî teşbih meselesinde keyfiyet ve mahiyet bakımından Allah Teâlâ ile yarattıkları arasında hiçbir benzerlik söz konusu olmadığı hususu çerçevesinde Yaratıcı’yı yaratılmışlara teşbih eden grupların görüşlerini reddetmeye çalışır. Siğnâkî’ye göre teşbih meselesinde üç fırka ortaya çıkmıştır: Birinci fırka Allah Teâlâ’ya cisim, insanî bir suret atfetmekte aşırı gidenler; ikinci grup Allah ve yaratıkları arasında hiç benzerlik olmadığını söyleyen ve bu bağlamda hayat, ilim gibi kavramları Allah Teâlâ’ya atfetmeme şeklinde aşırı bir tavır sergileyenler; üçüncü grup ise orta yolu izleyen, mutedil olan Ehl-i Sünnet fırkasıdır.117 Siğnâkî iki şey arasında temâsülün (benzerlik), bu iki şeyin müşterek tek bir vasıf taşıması ve sadece bu vasıf itibariyle birisinin diğerinin yerine ikame edilebilmesi ile gerçekleştiğini belirterek bunun Ehl-i Sünnet’in tanımı olduğunu nakleder. Bu noktada Eş‘ariyye’nin “temâsül/mümâselet her yönden eşitlik demektir”118 tarzındaki tarifini 114 Siğnâkî, a.g.e., vr. 46a. 115 Siğnâkî, a.g.e., vr. 45b. 116 Tehânevî, Keşşâf, C. I, s. 1004; Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, s. 130; Yusuf Şevki Yavuz (2011), “Teşbîh”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XL, İstanbul, s. 558. 117 Siğnâkî, a.g.e., vr. 47b. 118 Eş‘arî âlimlere göre mümâsalet “biri diğerinin yerine geçebilen ve aynı fonksiyonu icra eden iki varlık birbirinin benzeridir”. Daha geniş bilgi için bk: Ebü’l-Meâl el-Cüveynî, Kitâbü’l-irşâd ilâ kavâtı‘i’l- 25 eleştirir. Çünkü müellifimize göre eşitlik kavramı niceliğe işaret eder, örneğin iki insan arasında eşitlik söz konusu oluyorsa, nitelik bakımından aralarından farklılıkların bulunması kaçınılmaz bir gerçektir.119 Siğnâkî’nin belirttiğine göre Mutezile temâsülü iki şeyin birbiri ile en özel/en dar kapsamlı ve mümeyyiz vasıfta (ehassu’l-evsâf) müşterek olmak şeklinde değerlendirir. Özel vasıflarla iştirak etmesi olarak tarif etmesi neticesinde ilmi özel vasıf olduğu için Allah Teâlâ’ya sıfat olarak atfetmekten sakınmışlardır. Onların kanaatine göre ilim üç özelliğe sahiptir, bunlar, var olmak, araz olmak ve ilim olmaktır. Mutezile’ye göre ilim en hususi özelliktir; binâenaleyh iki ilim arasında benzeşmeyi gerektiren, var olma veya araz olma özelliği değil, ilim olma vasfıdır. Bu görüşten hareketle onlara göre eğer ilim sıfatını Allah’a atfedersek o zaman O’nunla insan arasında ilimde benzerlik söz konusu olur. Bu iddiaya karşı Siğnâkî cumhur Sünnî kelâmcıların görüşüne itimad ederek bir insanın on birim yük kaldırdığı kudretin, bir başkasının yüz birim yük kaldırdığı kudret ile en özel vasıf, yani kudret olma, kendisine kudret ismi verilebilme bakımından eşit bulunduğunu, kudret ismi verilebilmesinin ise var olma ve araz olma vasıflarından kaynaklandığını ve buna rağmen iki kudretin birbirine mümasil olduğundan bahsedilemeyeceğini belirtir.120 Mekân “olmak, var olmak, meydana gelmek” anlamındaki k-v-n (kiyan) kökünden türemiş yer ismi olup “yer, mahal, durulan yer; nesne veya olayın meydana geldiği yer” demektir. Kelâmcılar mekânı “nesnelerin kapladığı, varlığı zihinde olan boşluk” diye tanımlamışlardır.121 Siğnâkî Allah Teâlâ ve yaratıklar arasında herhangi bir benzerlik söz konusu olmadığı için O’nun herhangi bir mekâna nispet edilmesini, dolaysıyla mekâna ihtiyaç olması bakımından muhal olduğunu söyler. Aynı şekilde Allah Teâlâ’yı herhangi değişimden münezzeh kılarak mekânın sonradan varolmasından bahsetmek Allah’ın zatında değişim söz konusu olduğunu, binâenaleyh O’nun zatı hâdis özelliği taşıdığına işaret ettiğini ifade etmiştir.122 İstivâ meselesinde Siğnâkî kelâmcıların tarafından istivâ’yı edille fî usûli’l-i’tikâd, thk. Muhammed Yusuf Musa – Ali Abdülmunim Abdülhamid, Mektebetü’l- Hancî, Kahire, 1950, ss. 36-39. 119 Siğnâkî, a.g.e., vr. 49a. 120 Siğnâkî, a.g.e., vr. 49b. 121 Dugaym, Mevsû‘atu mustalahât, C. II, s. 1307-1309; Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, ss. 244-245; Âmidî, el- Mübîn, s. 96; İlhan Kutluer (2011), “Mekân”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XXVIII, İstanbul, s. 550. 122 Siğnâkî, a.g.e., vr. 55a. 26 hâkimiyet olarak yorumlamasını kabul eder.123 2.2.1.6. Yaratıcının tek oluşunun ispatlanması (Vahdâniyyet) V-h-d (vahd) kökünden gelen “bir, yegâne, tek” anlamındaki vahdân kelimesine masdariyet mânası kazandırmak için eklenen “yâ” ile “tâ”dan oluşan vahdaniyyet, sözlükte “bir ve tek oluş” demektir. Allah’ın bir ve tek olması sayı itibarıyla değildir, çünkü sayısal açıdan teklik yalnızca Allah’a mahsus olmayıp gerçek varlığa sahip her bir parçanın ayrılmaz niteliğidir. Bu sebeple vahdaniyyet, Allah hakkında bütün yönleriyle ulûhiyyetinin gerçekliği bakımından dengi bulunmayan, yaratıklara özgü nitelikten söz edilemeyen ve unsurlardan teşekkül etmeyen bir varlık olduğunu ifade eder.124 Siğnâkî Allah’ın yegâne varlık olduğu husuusnda delillerin açık ve bariz olduğunu söyler. Mecûsiler’in, düalist inancına sahip olanların, Hristiyanlar’ın, tabiatçıların ve astrologların çoktanrıcı inançlarını eleştirerek temelde “(Yerde, gökte) Allah’tan başka ilâhlar olsa idi, ikisi de harap olmuş gitmişti” (Enbiyâ 21/22) ayetine dayanarak tevhid inancın çerçevesinde olarak ve temânu’ delilini ortaya koyar ve bu suretle mezkûr inançları reddeder.125 Siğnâkî hocası Kerderî’nin (ö. 642/1244) görüşüne dayanarak onun şöyle bir aklî yorumunu eserinde aktarır: Şayet âlemin yaratılmasında iki yaratıcıyı farzetsek o zaman emir bakımından iki ilâhın birbirinden müstağni olması gerekir; eğer birisi diğerinden bağımsız ve müstakil olmazsa, ya diğerinin hâkimiyeti altında olup ilahlık vasfından bahsedilemeyecek ya da yaratma için ikinci bir ilahın dahli söz konusu olmayacaktır; her hâlükârda iki ilâhın varlığı ihtimali ortadan kalkar. Çünkü ilâhlık vasfını taşıyan varlık Kurân’ın nitelediği gibi “samed”dir (İhlas 112/2), hiçbir şeye muhtaç olmayandır. İhtiyaç acziyet alametidir, dolayısıyla âciz ve muhtaç olan varlık ilâh olamaz; buradan da bunların her ikisinin de hâdis olduğu sonucu çıkar. Siğnâkî hocasının sözlerine eklemede bulunarak klasik temânu delilinin tamalnamış kurgusunu ortaya koyar ve der ki: İki ilâhtan her biri kendi ilminde olan (birbirinin zıddı mahiyetinde) şeyleri gerçekleştirmeye kalkarsa bir ilâhın bir şeyi yaratma noktasında diğer ilâha mâni olması ve bu ikincinin ya diğerine 123 Siğnâkî, a.g.e., vr. 56a. 124 Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, ss. 11-12; Âmidî, el-Mübîn, s. 114; Yavuz (2012), “Vahdâniyyet”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XLII, İstanbul, s. 428. 125 Siğnâkî, a.g.e., vr. 34a. 27 boyun eğmesi gerekir - ki bu durumda da acziyet söz konusu olur-, ya da aralarındaki çatışma sebebiyle ayette aktarıldığı gibi (Enbiyâ 21/22) fesat çıkar.126 Müellifimizin belirttiğine göre Mutezile ekolünün ileri gelenlerinden Ebû Hâşim el-Cübbâî (ö. 321/933) Allah’ın yegâne varlık olduğuna dair aklî bir delilin bulunmadığı görüşünü savunarak insanların ancak vahiy/haber (sem’) yoluyla Allah’ın birliği bilgisine sahip olduklarını söylemiştir.127 Bu iddiaya göre insan aklıyla baş başa kalsa âlemin iki yaratıcısının olduğu kanaatine varabilecektir. Siğnâkî, böyle bir iddianın Cahiliyye Arapları’nın kendilerine tebliğ ulaşmadığı için imanla mükellef olmadığı sonucuna varacağını, bunun ise Kur’ân’ın hükmüne aykırı olduğunu ifade eder.128 2.2.1.7. Yaratıcının kadîm oluşunun ispatlanması Sözlükte kıdem “varlığının üzerinden uzun zaman geçmek” anlamına gelir. Terim olarak Allah’ın varlığının başlangıcı bulunmaması ve başkasına ihtiyaç duymaksızın mevcut olması diye tanımlanır. Allah’ın selbi sıfatıdır.129 Siğnâkî’nin tarifine göre kıdem terim olarak başlangıcı ve sonu olmayan varlığın ifadesidir. O “Allah Teâlâ’nın kâinatın yegâne yaratıcısı olması naklen ve aklen sabittir, dolayısıyla Allah kadîm varlıktır. Çünkü kadîm varlık olmasaydı var olması için başka yaratıcıya ihtiyacı olurdu” diyerek İslâm’ın genel prensibini savunur.130 Kelâmcıların arasındaki tartışılan diğer bir husus Allah’ın isimleri kıyâsî midir veya tevkifî midir meselesinde Ehl-i Sünnet’in genel tutumu Allah Teâlâ’ya nassta bildirilenler dışında isimler verilemeyeceğidir.131 Bir kısım Mutezilî âlimler Allah Teâlâ’ya aklen câiz olan isimler verilebilir görüşünü ileri sürmüşlerdir.132 Siğnâkî de Allah Teâlâ’ya isim verme konusunda mesela Vâcibu’l-Vucûd isminin kullanılmasını câiz olarak görür, çünkü ona göre Vâcibu’l-Vucûd ve el-Kadîm isimleri eşanlamlıdır. Allah Teâlâ’ya 126 Siğnâkî, a.g.e., vr. 35a. 127 “Ebû Ali insanın üzerinde düşünüp Allah’ı bilebilecegi apaçık deliller olduğunu söyler. Bu delillerin mahiyeti ve bunların ne şekilde Allah’ın varlığına delâlet ettigi açık değildir. Ama en azından onun şâhid âlemden hareketle Allah’ın varlığına ulaşmayı mümkün gördügü ortadadır.” Ebû Ali el-Cubbâ’î’nin Allah varlığı ve bilinmesi meselesindeki görüşleri için bk. Orhan Şener Koloğlu, Cübbâ’ilerin Kelâm Sistemi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Doktora Tezi), Bursa, 2005, s. 166. 128 Siğnâkî, a.g.e., vr. 37a. 129 Dugaym, Mevsû‘atu mustalahât, C. II, s. 1305-1306; Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, ss. 179-180; Yavuz (2002), “Kıdem”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XXV, İstanbul, s. 394; Topaloğlu - Çelebi, a.g.e., s. 186. 130 Siğnâkî, a.g.e., vr. 37b. 131 Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Mâtürîdî, Kitâbu’t-Tevhîd (Açıklamalı Tercüme), trc. Bekir Topaloğlu, İSAM Yayınları, İstanbul, 2013, s. 69. 132 Ebû Mansûr Abdülkâhir b. Tâhir el-Bağdâdî, Usûlü’d-Dîn, Matbaatü’d-Devle, İstanbul, 1928, s. 115. 28 zikrolunan isimlerden birisi atfediliyorsa, o zaman diğer isimle isimlendirmesinde hiçbir sakınca olmadığını söyler. Bu görüşünden hareketle Arap dilindeki Allah, Fars dilindeki Hudâ ve Türkçe’deki Tanrı isimlerinin eşanlamlı olduklarını söyleyerek, isimlerin şeriatın talebine uygun olduğunu ifade eder. Siğnâkî, benzer şekilde Allah’a mevcûd isminin de verilebileceğini söyler. Zira ona göre mevcûd ismi kadîm isminin bir gereğidir (levâzim). Kadîm demek kendi zâtı gereği var olmak anlamına gelir; yani bir şeyin kadîm olarak isimlendirilmesi, o şeyin hiçbir şeye muhtaç olmaksızın mevcûd olmasının bir ifadesidir.133 2.2.2. Sübûtî Sıfatlar Allah’ın zatına nispet edilen ve O’nun ne olduğunu ifade eden sıfatlardır.134Allah Teâlâ’nın bu sıfatları zâtı ile kâim ve kavram olarak zât üzerine zâid, zâtın ötesinde, ezelî ve ebedî sıfatlardır, yaratıkların sıfatları gibi sonradan olmuş değildir. O sonsuz kemâl sıfatlarına sahiptir. 2.2.2.1. Allah’ın sıfatlarının varlığının ispatı Sıfat meselesi kelâm ilminin en zor ve önemli bahislerindendir. Allah’ın sıfatları meselesi gerek Mutezile ve gerekse Ehl-i sünnet kelâmcıları tarafından ele alınmış ve üzerinde önemle durulmuş bir konudur.135 Ehl-i sünnet’in sıfatlar konusunda genel tutumu Allah’ın sıfatlarının ezelî olduğu ve zâtı ile kâim bulunduğudur. Ayrıca bu sıfatlar zât-ı ilâhînin ne aynı ne de gayrıdır. Yani Allah’ın sıfatları O’nun zâtının aynı ve tıpkısı olmadığı gibi zâtından tamamen ayrık varlıklar da değildir.136 Bu fasılda Siğnâkî Ehl-i Sünnet âlimlerinin görüşlerinden ayrılmaz, ona göre Allah’ın hayy, âlim, kâdir gibi sıfatları O’nun zâtî sıfatları olmakla beraber, ne aynısı ne de gayrısıdır,137 zât ile kâimdir.138 Şayet Allah Teâlâ bu sıfatlardan hâli olursa, o zaman onların zıtlarıyla vasıflanması gerekecektir ki bu Allah Teâlâ’nın zâtına ve kıdemine aykırı olur.139 Arap dili kurallarından hareketle her ism-i fâilin bir mastardan türetilmiş ve dolayısıyla mastarın manasının isimde mevcut olmasından hareketle Allah’ın kâdir, âlim gibi sıfatlarının hakiki manada alınması ve bunların delalet ettiği kök anlamlara da sahip 133 Siğnâkî, a.g.e., vr. 38a. 134 Dugaym, Mevsû‘atu mustalahât, C. II, ss. 695-696; Çelebi (2009), “Sıfat”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XXXVII, İstanbul, s. 104. 135 Özler, a.g.e., s. 140 136 Cihat Tunç, Sistematik Kelâm, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1994, s. 127. 137 Siğnâkî, a.g.e., vr. 63b. 138 Siğnâkî, a.g.e., vr. 60b. 139 Siğnâkî, a.g.e., vr. 61a. 29 bulunduğunun kabul edilmesi gerektiğini belirten Siğnâkî, Mutezile’nin sıfatları inkâr ettikleri için Sofistler’e benzediğini dile getirir. Ona göre, Mutezile “Allah âlimdir, ama ilmi yoktur” formülüyle bir taraftan Allah’ın ilmini kabul ederken diğer taraftan ilim sıfatını inkâr etmekte ve bu açıdan Sofistler’le benzerlik arz etmektedirler.140 2.2.2.2. Allah’ın kelâmının ezelî olduğunun ispatı Kelâm kelimesi sözlükte141 “maddî ve mânevî açıdan etkilemek, yaralamak” anlamındaki kelm kökünden türemiş bir isim olup “konuşma, söz söyleme, sözlü etkiyi algılama” manasına gelir. Allah’a nispet edilen sübûtî sıfatlardan biri olarak kelâm “Allah’ın konuşma yetkinliğine sahip bir varlık olduğunu bildiren sıfatı” diye tanımlanır.142 Siğnâkî bu konuda Ehl-i sünnet âlimlerinin görüşünü takip ederek Allah’ın kelâm sıfatının ezelî, zât ile kâim olduğunu söyler. Ona göre Allah’ın kelâmı harflerden ve seslerden münezzehtir, çünkü harfler ve sesler yaratılmışlığın emaresidir, Allah’ın kelâmı ise mahalli olmaksızın ezelîdir. Kelâm sıfatı bir kemal sıfatı olduğu için Allah’ın kelâm sıfatıyla nitelenmesi zorunludur. Siğnâkî kelâm sıfatı Allah’ın mütekellim olmasına işaret ettiğine vurgu yaparak kelâmın zıddı olan sükût ve dilsizliğin Allah hakkında düşünülemeyeceğini ifade eder.143 Mutezile ekolü Kur’ân’ın, ses, harf, ayet, sûre ve cüzlerden müteşekkil olduğunu, te’lif, tanzîm, tenzîl, inzâl gibi hudûs alâmetleriyle nitelenmiş bulunduğunu söyleyerek, O’nun mahlûk olduğunu iddia etmişlerdir.144 Kelâmın ezelîliği meselesinde bütün mezhepler ittifak halindedir, ancak Allah’ın kelâmına işaret eden Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk olup olmadığı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bu konuda Siğnâkî kendi görüşünü Semerkand âlimlerinin o dönemdeki icmâına dayandırır; usûl ve furû bakımından Kur’ân’ın Allah’ın kelâmı ve sıfatı olarak mahlûk olmadığını, ancak bir kitap olarak Kur’ân harften ve sesten müterekkib olduğu için Kur’ân’ın mahlûk olmadığının Hanbelî mezhebi gibi mutlak biçimde ifade edilemeyeceğini belirtir.145 140 Siğnâkî, a.g.e., vr. 60b -61a. 141 İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem el-Ensârî, Lisânü’l-Arab, I-VI, C. V, Dârü’l-Ma‘ârif, Kahire, ts., s. 3922. 142 Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, ss. 195-196; Yavuz (2009), “Kelâm”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XXV, İstanbul, s. 194. 143 Siğnâkî, a.g.e., vr. 68a. 144 A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâm’a Giriş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 135. 145 Siğnâkî, a.g.e., vr. 70a. 30 Siğnâkî Mutezile içinde kelâm meselesinde görüş farklılığı olduğunu söyler. Mutezile’nin bir kısmı kelâmın harf ve sesten müteşekkil olduğunu iddia ederken, diğer bir grup kelâmın sesten değil ancak harf ve şekillerden ibaret olduğunu savunmaktadır. Müellifimizin belirttiğine göre birinci grup Allah’ın kıraat mahalinde yarattığı harf ve seslerden dolayı mütekellim olduğunu söylerken, ikinci grup Allah’ın Levh-i mahfûz’da harfleri ihdas etmek dolayısıyla mütekellim olduğu iddiasındadır. Siğnâkî’nin belirttiğine göre Mutezile’nin Allah’ın kelâmı için bir mahalden bahsetmesi onlar için kaçınılmaz ve zorunlu bir husustur.146 2.2.2.3. Tekvîn-mükevven meselesi Tekvîn “olmak, meydana gelmek; sonradan olmak” anlamında ki k-v-n (kiyan) kökünden tef’îl kalıbında türemiş bir masdar olup “oluşturmak, meydana getirmek, yaratmak” demektir. Terim olarak “mevcut olmayanı o konumdan varlık alanına çıkarma (yaratma)” diye tanımlanır. Fiil, halk, tahlîk, îcâd, ihdâs, ihtirâ’, ibdâ’, sun’ vb. kelimeler aynı manada kullanılır. Bu kavramların hepsi Allah’ın sayısız fiilî sıfatını ifade eder. Mükevven ise tekvîn sıfatının taalluku ile (işleyişi) meydana gelen (yaratılmış) şeydir.147 Tekvîn sıfatının delili akıl ve nakildir. Akıl Allah’ın âlemin yaratıcısı ve mükevvini olduğu kabul etmektedir. Bununla birlikte türetilip bir şeye isim olarak verilen bir vasfa ait kökteki anlamın, o şeyle kâim olmaması mümkün değildir. Bu delil diğer sıfatların ispatında da geçerlidir.148 Tekvîn sıfatı Allah’ın fiilî sıfatları çerçevesinde Mâtürîdîler ve Eş’arîler arasında tartışılan bir meseledir. Eş’arîler sübûtî sıfatları yedi olarak zikrederken Mâtürîdîler bu sıfatları sekize çıkarmışlardır. Böylece herhangi bir kitapta tekvîn sıfatı yoksa, yazarının Eş’arî olduğu anlaşılır. Onlar tekvîn sıfatı gibi bir sıfatla Allah’ın fiilî sıfatlarını birleştirmezler, onları ayrıca anlatırlar.149 Mutezile kelâmcıları Allah’ın fiilî sıfatlarını O’nun zâtı ile kâim olmamak üzere tekvîn sıfatını hâdis olarak kabul etmişlerdir. Siğnâkî’nin belirttiğine göre Mutezile fırkasının çoğu kelâmcıları “Allah’ın mahlûku yaratıncaya kadar hâlık olmadığını” iddia etmişlerdir. Onların bu yaklaşımı her sıfat 146 Siğnâkî, a.g.e., vr. 77a. 147 Dugaym, Mevsû‘atu mustalahât, C. I, ss. 378-379; Tevfik Yücedoğru (2011), “Tekvîn”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XL, İstanbul, s. 388. 148 Abdüllatif Harpûtî, Tenkîhu’l-kelâm fî ‘akâidi ehli’l-İslâm, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1912, s.187. 149 Hüseyin Atay, İslamın İnanç Esasları, A.Ü.İ.F. Yayınevi, Ankara, 1992, s. 105. 31 hakkında geçerlidir, hatta Mutezile âlimlerinden Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf Allah’ın ezelde hâlık olmasının, O’nun gelecekte yaratması anlamı taşıdığını ifade etmiştir.150 Matüridî âlimlerine göre tekvîn ezelî bir sıfattır. Çünkü hâdis olan şeylerin Allah’ın zâtı ile kâim olması imkânsızdır. Bu çerçevede Siğnâkî tekvîn ve mükevven farklılığı meselesinde Eş’arîler’in tekvîn ve mükevven ayniyeti iddialarına karşı, bunun, mükevvenin ezelî veya Allah’ın tekvîn sıfatının hâdis olarak kabul edilmesi fikrine götüreceğini ifade eder. Siğnâki’nin ifade ettiğine göre Allah’ın ve insanın arasında fiil bakımından fark, insanın fiilleri araz iken Allah’ın fiillerinin kadim olmasıdır. İnsana bir sıfatın atfedilebilmesi, ancak bu sıfatın yansımalarının bir mahalde görülmesi ile mümkündür, zira insanın sıfatları arazdır ve bâkî değildir. Allah’ın sıfatları ise zâtî sıfatlardır, zât ile kâimdir, kadîmdir. Allah bir şeyin varolmasını irade ettiği an o şey bu sıfatlar sayesinde mevcut olur.151 “Allah zât ile kâim olan tekvîn sıfatıyla âlemi ve her cüzünü yaratmıştır” ifadesiyle Siğnâkî filozofların “âlem hâdistir ancak tîn (varlığın özünü oluşturan araz taşımayan ilk madde) kadîmdir” iddialarını reddeder.152 2.2.2.4. İrade sıfatı İrade “istemek, dilemek” anlamına gelip “bir şeyi yapıp yapmama hususunda karar verebilme gücü” diye tanımlanır. Kelâm ilminde irade “bir zorunluluk söz konusu olmaksızın yapılması veya yapılmaması mümkün olan bir hususta iki taraftan birini tercih etmeyi gerektiren niteliktir”. Bu özelliği sebebiyle irade için “sıfat-ı muhassısa” (alternatiflerden birini belirleyen sıfat) nitelemesi yapılmıştır. Benzer anlamda ihtiyâr ve meşîet terimleri de kullanılır.153 İradeyi Allah’ın yaratmaya yönelik dört sıfatından birisi olarak gören Siğnâkî irade konusunun tekvîn konusuyla irtibatlı olduğunu belirtir. Şayet Allah’ın irade sıfatı olmazsa o zaman cebr ve zorunluluk söz konusu olur. Allah’ın bu tür şeylerden münezzeh 150 Siğnâkî, a.g.e, vr. 79b. 151 Siğnâkî, a.g.e., vr. 78a; Eş'ariyye kelamcılarına göre Allah mahlukatı ilâhi fiilierin kaynağını teşkil eden kudret sıfatının hadis taallukuyla yaratmıştır. Çünkü fiili sıfatlar Allah'ın zatıyla kaim olmayıp hadistir; canlıları yaratmak, rızık vermek, onları yaşatmak veya hayatlarına son vermek gibi fiiller ezelî kudret sıfatının yaratılmışlara taalluk etmesiyle meydana gelir. Bundan dolayı tekvin gerçek bir sıfat değildir. Söz konusu mezhepler arasında tekvinle mükevvenin kıdem ve hudüsü konusunda da görüş ayrılığı vardır. Bk. Fahrüddin er-Razî, Muhassalü efkâri'l-mütekaddimin ve'l-müteahhirin mine’l-‘ulemâ’i ve’l-hükemâ’i ve’l-mütekellimîn, nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d, Mektebetü’l-Külliyyâti’l-Ezheriyye, Kahire, ts., s. 186-187. 152 Siğnâkî, a.g.e., vr. 78b. 153 Tehânevî, Keşşâf, C. I, ss. 132-136; Cürcânî, Kitâbü’t-ta‘rifât, s. 15; Yavuz (2000), “İrâde”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I–XLIV, C. XXII, İstanbul, s. 379. 32 olduğunu ifade eden Siğnâkî bu fasılda Eş’arîler’in Allah’ın irade sıfatını kadîm sıfatı olarak kabul ederken tekvîn sıfatını bu şekilde kabul etmemelerini ve Mutezile’nin tekvîni mükevvenin aynı olduğunu iddia ederken Allah’ın iradesini Mürîd ismiyle aynı kabul etmemelerini eleştirir. Bahsin devamında Siğnâkî, Allah’ın bir şeyi yaratması için iradenin gerektiğini aksi takdirde Allah’ın zâtında zorlama ve mecburiyet söz konusu olacağını ifade ederek Allah’ın irade sıfatını bir mâna olarak kabul etmiştir. 154 Mutezile diğer sıfatlar gibi Allah’ın irade sıfatını da inkâr etmişler ve Siğnâkî’nin belirttiğine göre söz konusu iradeyi sadece mecaz yoluyla kabul etmişlerdir. Siğnâkî’ye göre onların Allah’a irade sıfatını nispet etmemeleri, Allah’ın irade sahibi olmasının şehvete işaret edeceği yönündeki kanaatlerinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir görüşü bâtıl sayan Siğnâkî, şehvetin özel (mahsûs) bir isteği, menfaat peşinde olmayı ifade ettiğini, bunun ya lezzet ya da başka bir şey olabileceğini açıklayarak Allah hakkında menfaatten bahsedilemeyeceğini ve O’nun iradesinin şehvet anlamını vermediğini ifade ederek Mutezile’nin bu yöndeki görüşünü reddetmiştir.155 Siğnâkî’ye göre Allah’ın irade sıfatı olmasaydı o zaman mükevvenâtın bir anda var olması gerekirdi ki böyle bir şey muhaldir, çünkü varlıkların peşpeşe var olması, mükevvenâtın farklı şekillerle donatılması, hayvanların iki, dört ayaklı yaratılması156, mahlûkatın farklı farklı renklerde, farklı uzunluk ve kısalık özelliklerine sahip ve farklı boyutlarda olması Allah’ın ezelî iradeye sahip olduğuna dair açık bir delil teşkil etmektedir.157 Siğnâkî Ehl-i sünnet’in genelinde olduğu gibi irade sıfatının ezelîliği görüşünü şu şekilde savunur: “Farazî olarak Allah’ın iradesini hâdis kabul etsek o zaman önümüze şu üç ihtimalden birisi çıkar: Allah’ın âlemi ihdâs etmesi; âlemin kendi kendine yaratılması; Allah dışında başka bir varlığın âlemi yaratması. Eğer başka bir varlığın âlemi ihdâs ettiğini kabul etsek, o zaman Allah’ı inkâr etmiş oluruz. Çünkü iradesini hâdis olarak kabul ediyorsak, O’nun dışında başka bir yaratıcı varlığın mevcudiyeti de mümkün hâle gelir. Şayet öyle değilse o zaman Allah’ın var olması ve âlemin O’nun tarafından 154 Siğnâkî, a.g.e., vr. 85a. 155 Siğnâkî, a.g.e., vr. 85b. Halbuki Mutezile kelamcıların Allah’ı tenzih etmek amacıyla mana sıfatları nefyetmiş, teaddüdü’l-kudemâ iddiasıyla bu sıfatları zatında kabul etmiştir. Mutezile kurucu olarak kabul edilen Vâsıl b. Atâ’nın “Kim mana sıfatları kadîm olarak ispat etmiş oluyorsa, demek ki iki ilâhın varolduğunu ispat etmiş oluyor” ifadesi sünni kaynaklarda yer almaktadır. Bk. Şehristânî, el-Milel ve’n- nihal, C. I, s. 60. 156 Nur, 45. 157 Siğnâkî, a.g.e., vr. 86b. 33 yaratılması kaçınılmaz bir husustur. Allah dışında birisini düşünmek fasitliğe yol açar, çünkü söz konusu birisini kadîm bir varlık kabul etmek gerekecektir ki bu iki kadîm varlığın olmasına götürür; böyle bir şey düşünülemez, zira bu yönde bir kabul bâtıldır. Veya söz konusu birisini hâdis kabul etmek gerekecektir, o zaman âlemin ve âlemdeki her varlığın kendi kendisini ihdâs etmesi söz konusu olacaktır ki bu da muhaldir. Dolayısıyla Allah âlemi mahalli olmayan iradesi ile ihdâs etmiştir, mahalli olmayan irade de hâdis olamaz”158 Kelâmcılar arasında tartışılan meselelerden birisi olan Allah’ın meşîet ve iradesinin aynı mı yoksa farklı mı olduğu hususunda Siğnâkî cumhur kelâmcı âlimlerin bunları aynı olarak kabul ederken sadece Kerrâmiyye’nin farklı görüş sergilediğini söyler. Onlara göre Allah’ın iradesi ve dilemesi O’nun ezelî sıfatlarıdır, ama irade ve meşîet ayrı şeylerdir, iddialarına göre Allah’ın iradesi kadîm zatında hâdis olarak ortaya çıkan bir şeydir. Siğnâkî’ye göre Allah için irade ve meşîet aynı şeyi ifade ederken insanda farklıdır. Çünkü birisi eşine: “Boşanmış olmayı irade et” deyip hanımı “irade ediyorum” dese boşanma gerçekleşmez, ama: “Boşanmış olmayı dile (meşîet et)” dese ve o da “diliyorum” cevabını verse boşanma gerçekleşir.159 Siğnâkî’nin belirttiğine fiilin gerekçesi iradedir, ilim değildir ve bir şeyin Allah’ın ilminde var olması onu zorunlu olarak irade etmesini gerektirmez. Allah kendi zâtı ve sıfatlarını bilir, ancak bunları irade etmesi söz konusu değildir. Var olmayanı (ma’dûmu) da bilir, eğer irade ederse bu varlığa çıkar ve onun nasıl var olduğunu bilir. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın her fiilinin O’nun iradesi olarak kabul edilmesi doğrudur.160 Siğnâkî Allah’ın iradesinin ma’dûma taalluk edip etmediği hususunda Mâtürîdiyye ile Eş’ariyye arasındaki görüş farkına değinerek Eş’arîler ve bazı Mâtürîdiler’in, Allah’ın iradesinin ma’dûma taalluk ettiğini savunduklarını, ancak Mâtürîdîler’in çoğunluğunun iradenin fiili gerektirmesi sebebiyle ilâhî iradenin ma’dûma taallukunun bulunmadığı, dolayısıyla ma’dûmun mef’ûl olmadığı görüşüne kail olduklarını belirtir.161 158 Siğnâkî, a.g.e., vr. 87b. 159 Siğnâkî, a.g.e., vr. 171a. 160 Siğnâkî, a.g.e., a.y. 161 Siğnâkî, a.g.e., vr. 171b. 34 Siğnâkî’nin belirttiğine göre Allah tarafından kötülüğün irade edilmesi hususunda Sünnî âlimler içerisinde konunun ele alınma biçimi açısından bir farklılaşma ortaya çıkmıştır. Bir kısmı her türlü fiil ve yaratılmışın Allah’ın iradesi olduğunu genel bir hüküm olarak ortaya koyup tafsilata girmemişler ve tek tek hangi unsurların O’nun iradesiyle gerçekleştiğini tadad etmemişlerdir. Bir kısım âlimler ise tafsilata girmişler, ama Allah’ın şanına uygun bir şekilde bunu ifadelendirmişlerdir. Bu âlimlere göre, Allah Teâlâ küfrü kötü, çirkin ve yasaklı olarak vasıflamakla birlikte kâfirin kesbi doğrultusunda küfrü, benzer şekilde imanı da güzel, hayır olarak vasıflayıp müminin kesbi doğrultusunda onun için imanı irade etmiştir. Siğnâkî’nin aktardığına göre Ebû Mansûr el-Mâtürîdî bu ikinci kısım âlimlerden birisidir.162 2.2.2.5. Allah’ın hakîm olduğunun ispatlanması Hakîm “iyileştirmek amacıyla bir şeyden menetmek; düzeltmek; hükmetmek” manalarına gelen hükm masdarından türemiş olup “hikmet sahibi” demektir.163 Bu faslın muhteva ve anlam bakımından irade konulu fasıla çok yakın olduğunu belirten Siğnâkî, hikmetten kasdın ilim olduğunu ve ilmin irade sıfatı ile birlikte bulunduğunu ifade etmiştir. Siğnâkî’ye göre eğer hikmetten murad fiil sıfatı olsaydı o zaman hikmeti ve tekvîn sıfatını bir ve aynı kabul etmek gerekecektir. Ayrıca Siğnâkî hikmet - ilim bağlamında hikmetin salt ilim anlamını vermediğini, mübalağalı bir ilim veya beraberinde amel bulunan ilim olarak anlaşılması gerektiğini, âlimlerin çoğunluğunun da bu kanaatte olduğunu kaydeder.164 2.2.3. Haberî sıfatlar (İstivâ) Haberî sıfatların tevili, tabiî olarak Mutezile ile başlamıştır. Onlar, Allah’ın akla gelen ve tasavvur olunabilen her şeyden münezzeh olduğunu iddia ederek Allah’ın cevher, araz, cisim olmak gibi şeylerle vasıflandırılamay