T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI SİYASET BİLİM DALI Ulusal Güvenlikte ve Dış Politikada Bir Enstrüman Olarak Savunma Sanayii: Türkiye Örneği (DOKTORA TEZİ) Uğur ERMİŞ BURSA 2022 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI SİYASET BİLİM DALI Ulusal Güvenlikte ve Dış Politikada Bir Enstrüman Olarak Savunma Sanayii: Türkiye Örneği (DOKTORA TEZİ) Uğur ERMİŞ ORCID: 0000-0002-3448-4213 Danışman: Prof. Dr. İbrahim CANBOLAT BURSA 2022 iv Yemin Metni Doktora Tezi olarak sunduğum “Ulusal Güvenlikte ve Dış Politikada Bir Enstrüman Olarak Savunma Sanayii: Türkiye Örneği” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Tarih ve İmza Adı Soyadı: ______________________________ Öğrenci No:______________________________ Anabilim/Anasanat Dalı:____________________ Programı:________________________________ Statüsü: Yüksek Lisans Doktora : Sanatta Yeterlik v SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS/DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ……………………………………………………. ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Danışman (Adı, Soyad, Tarih) * Turnitin programına Bursa Uludağ Üniversitesi Kütüphane web sayfasından ulaşılabilir. Tez Başlığı / Konusu: …………………………………………………………………………………………… Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam ………… sayfalık kısmına ilişkin, ……/……/…….. tarihinde şahsım tarafından ................................... (Turnitin)* adlı intihal tespit programından aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı % …..’tür. Uygulanan filtrelemeler: 1- Kaynakça hariç 2- Alıntılar hariç/dahil 3- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. Tarih ve İmza Adı Soyadı: Öğrenci No: Anabilim Dalı: Programı: Statüsü: Y.Lisans Doktora Sanatta Yeterlik vi T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE ………………………………………………………………….. Anabilim/Anasanat Dalı, ……………………………………………………. Bilim Dalı’nda …………………….. numaralı ………………….. …………………………….’nın hazırladığı “………………………………………………………………………………………… …………………………….” konulu …………………………………. (Yüksek Lisans/Doktora/Sanatta Yeterlik Tezi /Çalışması) ile ilgili tez savunma sınavı, …../…../20….. günü ……...-………. saatlerini arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin/çalışmasının ………………………………………….. (başarılı/başarısız) olduğuna …………………………. (oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye ( Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi …../…../20….. vii ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Üniversite :Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitüsü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim/Anasanat Dalı: Uluslararası İlişkiler Bilim/Sanat Dalı : Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : xii+280 Mezuniyet Tarihi : ……/……./20.... Tez Danışman(lar)ı : Prof. Dr. İbrahim Canbolat ULUSAL GÜVENLİKTE VE DIŞ POLİTİKADA BİR ENSTRÜMAN OLARAK SAVUNMA SANAYİİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ Devletler, bir üst otoritenin olmadığı uluslararası sistemde varlıklarını korumak ve güçlü bir şekilde devam ettirmek için kendi kapasitelerine dayanmak zorundadır. İçerisinde nüfus, doğal kaynaklar, fiziki altyapılar gibi birçok olguyu barındıran kapasitenin güvenlik sorunları karşısında en önemli enstrümanı ise askeri güçtür. Tarihsel süreçte insanın kas gücü, insanın kullandığı hayvan gücü gibi unsurların oluşturduğu askeri güç, yirminci yüzyılla beraber teknolojiyi merkeze alarak her geçen gün niceliğin yerini niteliğin aldığı bir dönüşüm süreci geçirmiştir. İnsanın karşısında teknolojinin olduğu bu dönüşüm 1945 yılında kullanılan atom bombaları ile sembolik olarak zirveye ulaşmıştır. Bu aşamadan sonra askeri güç içerisinde insanın kas gücü her geçen gün önemini yitirirken, insanın beyin gücü teknolojiyi üretebilen ve kullanabilen unsur olarak önem kazanmaya devam etmiştir. Askeri gücün dönüşümünün yaşandığı bu zaman diliminde devletlerin güvenliklerini nasıl sağlayacağı üzerine çalışan neorealist teorisyenler arasında savunmacı ve saldırgan realizm ayrımı meydana gelmiştir. Bu ayrımın merkezinde ise “ne kadar güç yeterlidir?” sorusu bulunmaktadır. Silahlanmanın ne kadarının yeterli olduğu sorusu güvenlik ikilemi bağlamında değerlendirildiğinde büyük öneme sahiptir. Mevcut tartışmanın başladığı 1970’li yıllarda dünyada silah endüstrisine sahip devlet sayısının az olması, teknoloji üretme ve teknolojiye ulaşmanın günümüzdeki kadar kolay olmaması, devletlerin ne kadar silahlanması gerektiği noktasında silahın kaynağının göz viii ardı edilmesini kolaylaştırmaktadır. Fakat Soğuk Savaş sonrasında teknolojiye ulaşımın ve kullanımının kolaylaşması ile neorealist teorisyenler arasında yapılan bu tartışma doğru soru etrafında ele alınmakla beraber, silahlanmanın kaynağını göz ardı ettiği için eksik kalmakta ve sadece elde bulunan askeri güç üzerinden tartışmanın yapılması durumunda yanlış sonuçlara götürebilmektedir. Gelişen savunma sanayinin güvenlik ve dış politikaya etkisi ise farklı katmanlarda ve birçok şekilde olmaktadır. Savunma sanayiinin bir devlete sağladığı ilk getiri, gerçek askeri kapasitesini göstermesi sebebiyle karar alıcıların güvenlik yanılsamasından çıkarak devletin kapasitesine uygun kararlar alabilmesinin temelini oluşturmasıdır. Muharebe esnasında dış alım yoluyla tedarik edilen askeri sistemlerin hedef alınması durumunda, yerine yenilerinin konulması bir yana idameye devam ettirilebileceği dahi şaibelidir. Bu nedenle savunma sanayii bir devlete muharebe ortamında hangi kapasitesinin sürdürülebilir olup olmadığını açık bir şekilde göstermektedir. Bu durumun dış politikaya yansıması iki boyutludur. Öncelikle kapasitenin doğru algılanması aynı zamanda dış politikada alınan risklerin de doğru hesaplanmasını beraberinde getirecektir. Öte yandan devletin askeri kapasitesinin kendi savunma sanayiine dayanması, doğru politikalarla birleştirildiğinde hasım devlet için dış tedariğe kıyasla hesaplanması zor bir girdi olarak caydırıcılığı arttıracaktır. Anahtar Sözcükler: Dış Politika, Güvenlik, Silahlanma, Ulusal Savunma Sanayii ix ABSTRACT Name and Surname : University : Bursa Uludag University Institution : Social Science Institution Field : International Relations Branch : Degree Awarded : Doctorate Page Number : xii+280 Degree Date : …../….../20…. Supervisor/s : Prof. Dr. İbrahim Canbolat DEFENSE INDUSTRY AS AN INSTRUMENT IN NATIONAL SECURITY AND FOREIGN POLICY: THE CASE OF TURKEY States have to rely on their own capacities to protect and maintain their existence in the international system where there is no higher authority. The most important instrument of the capacity, which includes many elements such as population, natural resources, and physical infrastructure, is military power in the face of security problems. In the historical process, the military power, which is formed by elements such as human muscle power and animal power used by humans, has undergone a transformation process in which quality replaces quantity with each passing day by putting technology at the center with the twentieth century. This transformation, in which technology is against the human, reached its peak symbolically with the atomic bombs used in 1945. After this stage, while human muscle power lost its importance day by day in military power, human brain power continued to gain importance as an element that could produce and use technology. In this period of the transformation of military power, there has been a distinction between defensive and offensive realism among the neorealist theorists working on how states will ensure their security. At the center of this distinction are the answers to the question of how much power is enough. The question of how much armament is sufficient is of great importance when evaluated in the context of the security dilemma. In the 1970s, when the current debate began, the fact that the number of states with weapons industry x was low in the world, and that it was not as easy to produce and access technology as it is today, makes it easier to ignore the source of the weapon at the point of how much the states should arm themselves. However, despite the fact that technology has become easier to access and use after the Cold War, this discussion among neorealist theorists is handled around the right question, but it remains incomplete because it ignores the source of armament and can lead to wrong conclusions only if the discussion is made on the basis of the available military power. The impact of the developing defense industry on security and foreign policy occurs in different layers and in many ways. The first benefit that the defense industry provides to a state is that it forms the basis for decision makers to take decisions appropriate to the capacity of the state, leaving the illusion of security, since it shows its real military capacity. In the event of a war, if the military systems imported from abroad are damaged, it is very difficult to supply new ones or to maintain the existing systems. For this reason, the defense industry clearly shows a state which capacity is sustainable or not in the combat environment. The reflection of this situation on foreign policy is two- dimensional. First of all, the correct perception of the capacity will also bring the correct calculation of the risks taken in foreign policy. On the other hand, the fact that the military capacity of the state is based on its own defense industry, when combined with the right policies, will increase deterrence as an input that is difficult to calculate for the enemy state compared to foreign procurement. Key Words: Foreign Policy, Security, Armament, National Defense Industry xi ÖNSÖZ Uzun yıllar süren bu çalışmayı, en büyük isteği tezimin bittiğini görmek olan ne yazık ki ömrü vefa etmeyerek 18 Eylül 2020 tarihinde vefat eden rahmetli babam Eyyüp ERMİŞ’e ithaf ediyorum. Yedi yıldan uzun süren doktora sürecimde ve altı yıla yaklaşan tez yazım sürecinde danışmandan öte bir baba sabrıyla yaklaşan, akademisyenliğin ötesinde hoca olmanın ne demek olduğunu öğreten danışmanım Prof. Dr. İbrahim CANBOLAT’a sonsuz minnet ve teşekkürü bir borç bilirim. Akademik hayata beraber başladığımız benzer zorluklardan aynı anda geçtiğimiz, dönem dönem birbirimizin içini kararttığımız, dönem dönem pes etmeye yaklaştığımızda birbirmize destek olduğumuz dert ve kader ortaklığı yaptığımız Dr. Olcay BEKTAŞ’a, tezimin okunması ve tashihinde yardımcı olan Dr. Günseli GÜMÜŞEL’e teşekkür ederim. Tez yazım sürecimin son iki yılında neredeyse her yardıma ihtiyaç duyduğum an yardımıma koşan, yavaşladığımda tekrar çalışmaya dönmeye teşvik eden, tezimi neredeyse baştan sona okuyan ve satır satır düzelten, hem bilgisi hem güler yüzü ile yanımda duran Dr. Öğr. Üyesi Esen CİMİLLİ KARA’ya da ne kadar teşekkür etsem hakkını ödeyemem. xii xiii İçindekiler Kısaltmalar ..................................................................................................................... xix GİRİŞ ................................................................................................................................ 1 1 TEORİK ÇERÇEVE.................................................................................................. 6 1.1 Liberalizm .......................................................................................................... 9 1.2 Realizm ............................................................................................................. 15 1.3 Neorealizm ....................................................................................................... 20 1.3.1 Neorealizmin Temel Özellikleri ................................................................ 21 1.3.2 Neorealizmde İşbirliği ve Kazanç ............................................................. 23 1.3.3 Neorealizmde Güç ve Güvenlik ................................................................ 26 1.3.4 Savunmacı ve Saldırgan Realizm.............................................................. 27 1.3.4.1 Savunmacı Realizm ............................................................................... 28 1.3.4.2 Saldırgan Realizm ................................................................................. 31 1.3.5 Neorealizmde Caydırıcılık ........................................................................ 37 2 DEVLETLERİN KAPASİTELERİNE BAĞLI OLARAK SAVUNMA SİSTEMLERİ EDİNME YAKLAŞIMLARI .................................................................. 44 2.1 Niceliksel Analiz ve Güç Ölçümü .................................................................... 46 2.1.1 Niceliksel Ölçümde İnsan Gücü Parametresi ve Günümüzde Niceliksel İnsan Gücü ............................................................................................................... 49 2.1.2 Güç Ölçümünde Niceliksel Ekipman Parametresi ve Günümüzde Ekipman Niteliğinin Önemi .................................................................................................... 51 2.1.2.1 Modern Harp Sahasında Nitelik Değişimi ............................................ 51 2.1.3 Niceliksel Ölçüm Üzerindeki Tedariğin Niteliksel Etkisi ........................ 59 2.1.3.1 Geçici Temin Yoluyla Silahlanma ........................................................ 60 2.1.3.1.1 Bedelsiz Geçici Temin ..................................................................... 60 2.1.3.1.2 Kiralama Yoluyla Geçici Temin ...................................................... 62 2.1.3.2 Kalıcı Temin Yoluyla Silahlanma ......................................................... 63 2.1.3.2.1 Hibe (Askeri Yardım) ...................................................................... 63 2.1.3.2.2 Satın Alma ....................................................................................... 64 2.1.3.2.3 Üretim .............................................................................................. 65 2.1.4 Niceliksel Analizin Devletler Üzerinden Eleştirisi ................................... 75 2.2 Niteliksel Analiz Yaklaşımı ............................................................................. 79 2.2.1 Dış Alım Yoluyla Savunma Sistemleri Edinen Devletler ......................... 80 2.2.1.1 Mısır ...................................................................................................... 82 xiv 2.2.1.2 Suudi Arabistan ..................................................................................... 85 2.2.2 Lisans Altında Üretim Yoluyla Savunma Sistemleri Edinen Devletler .... 87 2.2.2.1 Yunanistan ............................................................................................. 89 2.2.2.2 İran ......................................................................................................... 92 2.2.3 Ortak Üretim Yoluyla Savunma Sistemleri Edinen Devletler .................. 97 2.2.3.1 Ortak Üretim Kapasitesini Geliştirmekte Olan Devletler ..................... 97 2.2.3.1.1 Güney Afrika Cumhuriyeti .............................................................. 99 2.2.3.1.2 Türkiye ........................................................................................... 103 2.2.3.1.3 Hindistan ........................................................................................ 105 2.2.3.2 Ortak Üretim Kapasitesini Geliştirmiş Olan Devletler ....................... 110 2.2.3.2.1 Güney Kore .................................................................................... 112 2.2.3.2.2 İsrail ............................................................................................... 116 2.2.3.2.3 İtalya .............................................................................................. 120 2.2.4 Milli Üretim Yoluyla Savunma Sistemi Edinen Devletler ..................... 125 2.2.4.1 Tarihsel Süreçte Milli Üretim Kapasitesine Sahip Olmuş Devletler .. 127 2.2.4.1.1 Birleşik Krallık .............................................................................. 128 2.2.4.1.2 Almanya ......................................................................................... 131 2.2.4.1.3 Japonya .......................................................................................... 135 2.2.4.2 Milli Üretim Kapasitesine Sahip Olan Süpergüç Kategorisindeki Devletler ............................................................................................................. 141 2.2.4.2.1 Rusya Federasyonu ........................................................................ 142 2.2.4.2.2 Çin Halk Cumhuriyeti .................................................................... 147 2.2.4.2.3 ABD ............................................................................................... 152 2.2.5 Niceliksel ve Niteliksel Analizin Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi ...... 156 3 TÜRKİYE CUMHURİYETİ SAVUNMA SANAYİİNİN GELİŞİMİ VE MEVCUT DURUMU ..................................................................................................................... 160 3.1 Türkiye’nin İlk Savunma Sanayii Kurma Girişimi (1919-1950 Arası Dönem)….. ................................................................................................................ 161 3.1.1 1919-1923 Arası Dönem Türk Savunma Sanayii ................................... 161 3.1.2 1923-1950 Arası Dönem Türk Savunma Sanayii ................................... 164 3.1.3 1919-1950 Arası Dönem Türk Savunma Sanayiinin Değerlendirilmesi 170 3.2 Türkiye’nin Savunma Tedariğinde Dışa Bağımlılığa Geri Dönüşü (1950-1964 Arası Dönem) ............................................................................................................ 176 xv 3.3 Johnson Mektubu ve Kıbrıs Müdahalesi Sonrası Türkiye’nin Savunma Tedarik Planlamasının Düşünsel Dönüşümü (1964-1985 Arası Dönemde Türk Savunma Sanayii) ...................................................................................................................... 183 3.3.1 1964-1974 Arası Dönem ......................................................................... 183 3.3.2 1974-1985 Arası Dönem ......................................................................... 186 3.4 Modern Türk Savunma Sanayiinin Kuruluşu (1985-2004 Arası Dönem Türk Savunma Sanayii) ...................................................................................................... 191 3.4.1 Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (SaGeB)……. ........................................................................................................ 192 3.4.2 Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) ....................... 197 3.4.3 SaGeB’ten Savunma Sanayii Müsteşarlığına.......................................... 199 3.4.4 1985-2004 Arası Dönemde Savunma Sanayiinde Özel Sektör Faaliyeti 200 3.5 Ortak Üretim Kapasitesi Geliştirme Aşamasında Türk Savunma Sanayii (2004- 2016 Arası Dönemde Türk Savunma Sanayii) .......................................................... 202 3.5.1 2004-2016 Arası Dönemde Dış Tedarik ve Lisans Altında Üretim İle Devam Edilen Projeler ........................................................................................... 204 3.5.2 2004-2016 Arası Dönemde Ortak Üretime Devam Edilen Projeler ....... 206 3.5.2.1 T-129 Atak Taarruz Helikopteri .......................................................... 206 3.5.2.2 T-70 Genel Maksat Helikopteri Projesi ............................................... 208 3.5.2.3 A400M Nakliye Uçağı ........................................................................ 209 3.5.2.4 F-35 Müşterek Taarruz Uçağı ............................................................. 211 3.5.3 2004-2016 Arası Dönemde Milli Olarak Üretilen Projeler..................... 214 3.5.3.1 Genesis ve Milgem .............................................................................. 214 3.5.3.2 Altay .................................................................................................... 218 3.5.3.3 (Silahlı) İnsansız Hava Araçları (Anka / Bayraktar TB2) ................... 221 3.5.4 TÜBİTAK SAGE .................................................................................... 223 3.5.5 2004-2016 Arası Süreçte Türk Savunma Sanayiinin Gelişimine Niceliksel Bakış….. ................................................................................................................ 231 3.6 Günümüzde Türk Savunma Sanayii: Kapasite ve Sorunlar (2016 Sonrası Dönem) ...................................................................................................................... 233 3.6.1 Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın Başkanlığa Dönüşümü .................... 234 3.6.2 Dış Tedarikte Yaşanan Dönüşüm: S-400 Tedariki ve F-35 Projesinden Türkiye’nin Çıkarılması ......................................................................................... 235 3.6.3 Türk Savunma Sanayii ve Ambargolar ................................................... 241 3.6.4 2016 Sonrası Süreçte Türk Savunma Sanayinin Gelişimine Niceliksel Bakış….. ................................................................................................................ 244 xvi 3.6.5 Türk Savunma Sanayinin Mevcut Durumu ve Dış Politikaya Etkisi ...... 246 Sonuç ............................................................................................................................. 251 Kaynakça ....................................................................................................................... 258 xvii Tablo 1 Neoliberal Kurumsalcılık-Neorealizm Karşılaştırması ..................................... 25 Tablo 2 Global Firepower 2020 Sıralaması .................................................................... 46 Tablo 3 Global Firepower 2010-2018 Arası Dönem Karşılaştırması ............................. 48 Tablo 4 Ülkelerin F-16 Envanterleri ve Konfigürasyonları ............................................ 57 Tablo 5 Ülkelerin Niceliksel Güç, İhracat ve İthalat Sıralaması ................................... 76 Tablo 6 Mısır ................................................................................................................... 83 Tablo 7 Suudi Arabistan.................................................................................................. 86 Tablo 8 Yunanistan ......................................................................................................... 90 Tablo 9 İran ..................................................................................................................... 93 Tablo 11 Güney Afrika Cumhuriyeti ............................................................................ 100 Tablo 12 Türkiye ........................................................................................................... 104 Tablo 13 Hindistan ........................................................................................................ 106 Tablo 14 Güney Kore .................................................................................................... 113 Tablo 15 İsrail ............................................................................................................... 117 Tablo 16 İtalya .............................................................................................................. 121 Tablo 17 Birleşik Krallık .............................................................................................. 129 Tablo 18 Almanya ......................................................................................................... 132 Tablo 19 Japonya .......................................................................................................... 136 Tablo 20 Rusya Federasyonu ........................................................................................ 143 Tablo 21 Çin Halk Cumhuriyeti .................................................................................... 148 Tablo 22 ABD ............................................................................................................... 153 Tablo 23 Niceliksel ve Niteliksel Analiz Kıyaslaması ................................................. 158 Tablo 24 2004-2016 Arası Dönemde Lisans Altında Üretimi Yapılan Projeler ........... 206 xviii Tablo 25 F-35 Projesinde Türkiye'nin İş Payı .............................................................. 213 Tablo 26 2008-2016 Arası Türk Savunma Sanayinin Niceliksel Durumu ................... 232 Tablo 27 2016 Yılı Sonrası Türk Savunma Sanayinin Niceliksel Durumu .................. 244 xix Kısaltmalar AB: Avrupa Birliği AESA: Aktif faz dizinli radar ARMERKOM: Araştırma Merkezi Komutanlığı ARMSCOR: Armaments Corporation of South Africa Limited BM: Birleşmiş Milletler FMS: Foreign Military Sales FNSS: FMC-Nurol Savunma Sanayii GENESİS: Gemi entegre savaş idare sistemi IŞİD: Irak-Şam İslam Devleti İHA: İnsansız hava aracı JAST: Joint Advanced Strike Technology JSF: Joint Strike Fighter LANTIRN: Low Altitude Navigation and Targeting Infrared for Night MKEK: Makine Kimya Endüstrisi Kurumu NATO: North Atlantic Treaty Organization OCCAR: Organisation for Joint Armament Cooperation SaGeB: Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı SASAD: Savunma Sanayii İmalatçılar Derneği SİHA: Silahlı insansız hava araçlarına SSB: Savunma Sanayii Başkanlığı SSİK: Savunma Sanayii İcra Kurulu SSM: Savunma Sanayii Müsteşarlığı STM: Savunma Teknolojileri Mühendislik ve Ticaret A.Ş. TAİ: TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. TASMUS: Taktik saha muharebe sistemi TEİ: TUSAŞ Motor Sanayi A.Ş. THK: Türk Hava Kurumu T-LORAMIDS: Turkish Long Rage Air and Missile Defence System xx TOMTAŞ: Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi TSKGV: Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı TUSAŞ: Türk Uçak Sanayi A.Ş. TUSAŞ: Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı YAZGEM: Yazılım Geliştirme Merkezi 1 GİRİŞ Tarihte devletlerin varlığı ile devletler arasında çatışmaların varlığı eş zamanlı olarak başlamıştır. Uluslararası ilişkiler alanında çalışma yapan akademisyenlerin büyük kısmı her ne kadar devletlerin arasında gerçekleşen çatışmalara son verilebileceğini ve işbirliğinin mümkün olduğunu iddia etse de insanlık tarihi boyunca savaşın ve çatışmanın olmadığı süre, çatışmanın olduğu süreyle kıyaslanamayacak kadar azdır. İnsanlık, farklı çalışmalara ya da sosyolojik/dini referanslara göre, insanın birey olarak kötü olmasından ya da işbirliğine yatkın olsa bile özçıkar peşinde olduğundan dolayı birbirleriyle çatışma halinde olmuş, ilerleyen süreçte devletlerin ortaya çıkmasıyla insanların birbirleriyle olan mücadelesi örgütlü hale gelmiş ve savaş olgusu ortaya çıkmıştır. Devletlerin birbirleriyle girdiği bu mücadele, sistemin anarşisinden yani bir üst otoritenin olmamasından ya da sınırsız güç isteği gibi hangi motivasyon kaynağından ortaya çıkarsa çıksın, bunların (devletlerin) varlıklarını sürdürmek için güvenliklerini sağlamak zorunda olduklarını göstermiştir. Uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde savaş ve çatışmaların engellenmesini uluslararası örgütler, çok taraflı işbirlikleri ya da ekonomi üzerinden yaratılacak karşılıklı bağımlılığın sağlayacağını iddia eden teorisyenler olsa da, günümüzde iki yüze yakın uluslararası meşruiyete sahip devlet arasında ordusu olmayan devlet sayısı dikkate alınmayacak kadar düşüktür. Devletler yukarıdaki yollarla çatışma durumundan kaçınsalar dahi bu durumun gerçekleşmesi ihtimaline karşı askeri güce sahip olmaktadır. Son iki yüz yıl içinde 1815 Viyana Düzeni, 1918-1939 arası iki büyük dünya savaşı arası dönem ya da 1990’da Soğuk Savaş’ın bitmesi sonrasında yaklaşık on yıl süren göreli barış dönemleri olsa da bu barış dönemlerini çatışma ve savaş dönemleri izlemiştir. Bu nedenle hangi ideoloji etrafında şekillenirse şekillensin devletler için çatışma durumunda kullanılacak, barış durumunda ise diğer devletlerin savaş iştahını azaltacak caydırıcı bir güce sahip olmak çok önemlidir. Devletlerin güvenliğinin sağlanması noktasında en önemli caydırıcı unsur devlete ait olan askeri kapasitedir. Tarihsel süreçte bu kapasite, asker sayısı yani ordunun niceliksel kapasitesinden günümüzde niteliksel olarak teknolojik kapasitesine evrilmiştir. Kalabalık piyade ve süvari gruplarının yerini jet uçakları, insansız hava araçları, tanklar, denizaltılar, balistik ve seyir füzeleri, hedef odaklı saldırı metotlarıyla gerçekleştirilen kompleks siber saldırılar almıştır. İnsan sayısı ve kas gücünün yerini teknolojinin alması 2 ise teknolojiyi kullanmanın ötesinde teknolojiyi üreten devletleri daha güçlü hale getirmektedir. Bu nedenle günümüzde devletlerin asıl güçleri, ellerinde olan dışardan edinilmiş silahlarla değil, kendi teknolojik birikimleri ve bu birikimler üzerinden şekillenen savunma sanayileri ile ölçülmelidir. Ulusal savunma sanayii dışında savunma sanayii ihracatçısı devletlerden alınan ürünlerle donatılan güvenlik kuvvetleri büyük zafiyetlerle karşılaşma riski taşımaktadır. Askeri kapasiteleri kendi teknolojilerine dayanmayan devletler ambargo altında kaybettikleri silahların yerine yenisini koyma imkânı bulamamakta, kullandıkları teknolojilere mutlak hâkimiyetleri olamamaktadır. Kendi savunma sanayiine dayanmayan bir devlet, bir başka devletten gelen güvenlik tehdidine bağlı olarak silahlanması durumunda dış kaynaktan beslenen bir silahlanma ikilemine girme riski taşımaktadır. Dış kaynaklı silahlanma yarışı ise devletlere uzun vadede büyük ekonomik zararlar vermektedir. Önemli olan bir diğer nokta ise şudur: silah ihracatçısı devletler, ekonomik kazancın devamlılığı ve politik bağımlılığı arttırmak için tehdit algısının her iki tarafındaki devleti de eşit düzeyde silahlandırarak mevcut sorunu derinleştirmekte ve uzatmaktadır. Yukarıda ortaya konulan bilgiler ışığında çalışmanın temel amacı savunma sanayiine sahip devletler ve sahip olmayan devletler arasındaki ulusal güvenlik ve dış politikadaki farkları önce genel örneklerle teorik düzeyde, sonrada Türkiye örneği üzerinden karşılaştırmalı olarak ortaya koymaktır. Bu doğrultuda çalışmanın temel varsayımları şunlardır: 1) Neorealizm içerisinde savunmacı ve saldırgan realizm arasında yaşanan ayrışmaya neden olan “ne kadar güç yeterlidir?” sorusu gücün nitelik yönünü kapsamadığı için eksik bir analize neden olmaktadır. 2) Savunma sanayiine sahip devletler ve sahip olmayan devletlerin askeri gücünün sadece sahip oldukları askeri ekipmanlar üzerinden ölçülmesi hatalı sonuçlar vermektedir. 3) Savunma ürünleri üreten bir tedarikçi devletin dış politikada askeri ve ekonomik gücünün yanında savunma sanayii ürünleri üzerinden farklı dış politika enstrümanları bulunmaktadır. 3 4) Dış tedarik yöntemi ile edinilen savunma sanayii ürünleri üzerinden sağlanan caydırıcılık ancak benzer şekilde silahlanan devletlere karşı geçerlidir. 5) Savunma sanayiinde devletlerin beşeri kapasitesiyle uyumlu bir optimum nokta bulunmaktadır. Bu beş varsayımın test edilmesinde karşılaştırma düzlemi oluşturmak için genel örnek olarak 16 devlet, özel örnek olarak ise Türkiye’nin tarihsel gelişiminde savunma sanayii altyapısı, ürünleri, dışa bağımlılıkları ve tarihsel süreçte dışa bağımlılığında yaşanan değişimin dış politikasına yansıması incelenecektir. Bu karşılaştırma ile aynı zamanda savunma sanayiinin dayanağı olan teknolojik kapasite ve üretim kapasitesinin niteliksel olarak ölçülerek Türkiye’nin kapasitesinin bölge ülkeleriyle gerçekçi bir şekilde karşılaştırılması da sağlanacaktır. Bu doğrultuda çalışmanın ilk bölümünde devletlerin ilişkilerindeki temel parametreleri açıklayan teorik bir çerçeve ortaya koymak adına uluslararası ilişkilerin ilk iki büyük teorisi liberalizm/idealizm ve realizm karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Çalışmanın amacı teorik bir inceleme olmadığı için yapılacak karşılaştırmada teorilerin epistemolojik olarak konumlandıkları yerler bahse konu olacak olsa da, daha ziyade ontolojik olarak iddiaları ortaya konmaya çalışılacaktır. Teorilerin bu şekilde çalışmada ele alınacak olmasındaki temel amaç günümüzde mevcut olan çatışma ve devletlerin milli savunma sanayiine ihtiyaç duymasına neden olan uluslararası konjonktürü açıklamaya yarayacak kavramsal bir zemin oluşturmaktır. Uluslararası ilişkiler teorileri bir bütün olarak incelendiğinde, devletlerin davranışlarının genel ve soyut olarak çatışma ya da işbirliği perspektifinde değerlendirildiği görülmektedir. Devletlerin davranışlarını çatışma perspektifinde görenler bu durumu insan doğasının kötülüğünden ya da sistemde bir üst otorite olmamasından kaynaklanan anarşiye kadar farklı nedenlere dayandırmaktadır. Çatışma yerine işbirliğini öngören yaklaşımda ise ortak çıkardan karşılıklı bağımlılık oluşturan ekonomik ilişkilere değin birçok faktör üzerinden açıklanmaktadır. Bu anlamda işbirliğini açıklayan teoriler karşısında çatışmayı açıklayan teorilerin ele alınmasının ardından mevcut çatışma durumunda açıklama kapasitesi daha yüksek olan realizm tarihsel süreçleriyle birlikte daha detaylı incelenecektir. Birinci bölümün ilerleyen alt 4 başlıklarında realizm ve ondan neşet eden neorealizm ontolojik ve epistemolojik olarak karşılaştırılacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde ise devletlerin kapasitelerine bağlı olarak savunma sistemleri edinme yaklaşımları ele alınacaktır. Devletlerin savunma sistemleri edinme yaklaşımlarının ele alınmasındaki temel amaç devletlerin uyguladıkları sistem edinme yaklaşımları ile devletlerin güçleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu amaçla çalışmada devletler, tarafımızca oluşturulan dörtlü savunma sistemleri edinme modeli çerçevesinde incelenecektir. İkinci bölümde öncelikle dış alım yaklaşımı, lisans altında üretim yaklaşımı, ortak üretim yaklaşımı ve milli üretim yaklaşımı alt başlıklarında ortaya koyduğumuz modelin teorik çerçevesi çizilecektir. Ortaya konulan dörtlü modelin her birinde devletlerin kapasitesi, modelde bulunma nedenleri, modelin savunma sistemleri üretim ve ihraç kapasitesi, bir sonraki modele geçiş için gereksinimler ortaya konulacaktır. Her bir alt başlığın sonunda ise ortaya konulan modelin örnek devletleri Türkiye’nin komşuları ve ilişkiler göz önünde bulundurularak seçilip modelin incelemesi somutlaştırılacaktır. Çalışmada kullanılacak modelin uygulamasında Organisation for Economic Co-operation and Development (OECD), Dünya Bankası, Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI), Jane’s Defense gibi kurumların yayınladığı verilerden yararlanılcaktır. İkinci bölümde son olarak ortaya konulan modelin çıktıları doğrultusunda örneklemdeki devletlerin karşılaştırması yapılacaktır. Yapılan karşılaştırmada çıkan sıralama ile nitelik yerine nicelik odaklı güç sıralaması yapan dünya çapındaki indekslerin sıralamaları karşılaştırılacaktır. Çalışmanın ikinci bölümü hem içerik hem de uzunluk açısından en büyük kısmını oluşturmaktadır. Bunun iki nedeni bulunmaktadır. Öncelikle bölümde ortaya konulan özgün modelin teorik olarak açıklanmaksızın işlevselleştirilmeye çalışılması ortaya konulan içeriğin teknik boyutu olması nedeniyle çalışmanın açıklayıcılığı açısından elzemdir. İkinci olarak Türkiye’nin sahip olduğu savunma sanayiinin kapasitesinin anlaşılabilmesi için büyük bir örneklem içerisinde ortaya konulması gerekmektedir. Aksi halde karşılaştırma zemininin eksikliği kapasitenin doğru bir şekilde anlaşılmasını hem zorlaştıracak, hem de örneklem içerisinde kapasite olarak Türkiye’nin gerisinde ve ilerisinde bulunan devletlerin mevcut düzeylerine nasıl geldiğinin anlaşılması Türk savunma sanayiinin geleceğine ilişkin gerçekçi öngörülerde bulunmayı sağlayacaktır. 5 Çalışmanın üçüncü bölümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin milli savunma sanayii geliştirme tarihi, mevcut silahlanma politikaları ve kuvvet çarpanı ürünleri kronolojik bir bütün içinde incelenecektir. Bu çerçevede öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nde savunma sanayiinin gelişimi, kuruluşundan günümüze kadar olan süreç tarihsel kırılmalar göz önünde bulundurularak ortaya konulacaktır. Ortaya konulan tarihsel yapı sonrasında ise Türkiye’nin mevcut savunma sanayii altyapısının işleyişindeki kurumsal yapı incelenecektir. Üçüncü bölüm sonucunda Türkiye’de milli savunma sanayii kurumsal yapısının ve ürünlerinin genel bir tahlili yapılarak sistemin eksikleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu bölümde kaynak olarak Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) stratejik dokümanları, Savunma Sanayii İcra Kurulu (SSİK) bildirileri, Savunma Sanayii İmalatçılar Derneği (SASAD) raporları ve alan üzerine yayın yapan dergilerden elde edilen verilerden yararlanılacaktır. 6 1 TEORİK ÇERÇEVE Girişte ortaya konan genel çerçeve doğrultusunda çalışmanın ilk bölümünde teorik çerçeve olarak uluslararası ilişkilerin temel iki teorisi olan idealizm/liberalizm ve realizmin güvenliğe bakışları karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Güvenliğin güç edinimiyle sağlanmasını realizm ve realizmin pozitivist bir temele oturtulması arayışında ardılı olan neorealizm tarafından savunulmaktadır. Bu nedenle çalışmanın konusu olan savunma sanayii ve güvenlik arasındaki ilişki neorealizmin güvenliğe yaklaşımı üzerinden teorik bir temele oturtulacaktır. Uluslararası ilişkiler literatüründe güvenlik paradoksu ve silahlanma yarışı devletleri savaşa sürükleyen iki sebep olarak ortaya konmaktadır. Çalışmanın savlarından biri gelişmiş savunma sanayiine sahip devletlerin gelişmekte olan devletlerin güvenlik kaygılarını dış politik çıkarlar doğrultusunda kullanarak kendi menfaatlerini gerçekleştirmek amacıyla bu devletlere silah sattığı ve askeri ürünler üzerinden oluşturduğu bağımlılığı dış politik çıkarları için kullandığıdır. Uluslararası sistemde gelişmiş savunma sanayiine sahip devletler arasında II. Dünya Savaşı’ndan günümüze değin sıcak bir çatışma yaşanmamıştır. Oysa aynı süre içerisinde gelişmiş savunma sanayii sahip devletlerle askeri endüstrisi gelişmemiş devletler arasında ve ithal ürünlerle ordusunu donatan devletler arasında sık sık çatışma ve savaşlar yaşanmaktadır. Bu durum açıkça göstermektedir ki mevcut sistemde devletlerin caydırıcılığını sağlamasının en doğru yolu ulusal savunma sanayiine sahip olmasıdır. Uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde önemli bir yere sahip olan neorealizm, yukarıda ele alınan konuları teorik çalışmalarının temel soruları olarak ele almaktadır. Bu nedenle neorealizmin güvenlik bakışı içerisinde yukarıda ele alınan durumun teorik temelleri ortaya konulacaktır. Devletlerin varlığıyla birlikte var olan fakat akademik bir faaliyet alanı olarak I. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Uluslararası İlişkiler disiplinin kuruluş amacı, dünya savaşı gibi kitlesel yıkımlara yol açan savaşın bir daha çıkmasını engellemek ve barışı daimi hale getirmektir. Son yüzyılda yaşanan gelişmeler ise göstermektedir ki savaşların engellenmesi bir yana geçmişte orduların açık alanda kendi aralarında yaptıkları savaşların yerini yakın geçmişte ve günümüzde tüm toplumu içine alan kitlesel savaşlar, şehir savaşları, siber saldırılar ve terör almaktadır. Bu durum ise devletler 7 açısından barışın sağlanmasını; iç ve dış güvenliğin sağlanması ve caydırıcılığın korunması ile eşanlamlı hale getirmektedir. Uluslararası ilişkiler disiplinde bir daha dünya savaşı çıkmasının engellenmesi noktasında çalışan akademisyenler disiplinin kuruluşundan günümüzde değin farklı teoriler üretmişlerdir. Güvenliğin savaşlar yaşanmadan sağlanmasına dair bu farklı teoriler arasındaki çatışma aynı zamanda Uluslararası İlişkiler disiplininin kendi tarihini de oluşturmaktadır. Çalışmada güvenliğin sağlanmasında farklı yöntemler öngören bu teorilere bir bütün olarak bakabilmek için öncelikle uluslararası ilişkiler teorilerinin bütünü içerisinde kıyaslama imkânı veren büyük tartışmalar yaklaşımı kısaca ele alınacaktır. Bu şekilde hem farklı teorilerin güvenliğin sağlanmasına ilişkin görüşleri hem de uluslararası ilişkiler disiplininin ontolojik ve epistemolojik gelişimi özetlenecektir. Uluslararası ilişkiler teorileri arasındaki çeşitlilik, farklı akademisyenler tarafından farklı yöntemlerle sınıflandırılsa da büyük tartışmalar yaklaşımı içerisinde genel olarak üç büyük tartışma olarak ortaya konulmaktadır. 1 Bu tartışmalardan ilki I. Dünya Savaşı sonrasında Wilson İlkeleri ile uygulamada hayat bulan idealizm/liberalizm ile Milletler Cemiyeti’nin başarısız olması neticesinde çıkan II. Dünya Savaşı sonrasında idealizmi başarısız olmakla itham eden realizm arasında gerçekleşmiştir. Realizm ile idealizm arasındaki bu tartışma epistemolojik olmaktan öte savaşların neden çıktığı ve barışın nasıl sağlanacağı üzerine ontolojik bir tartışmadır. Bu tartışma da idealizm, barışın ve güvenliğin sağlanması için uluslararası işbirliği ve uluslararası ticaretin geliştirilmesini çözüm olarak önermektedir. Realizm ise insan doğasının kötü olmasından kaynaklı güvensizlik ortamını uluslararası sisteme sirayet ettirmekte ve devletlerin güvenliğini ancak güçle sağlayabileceği savını ortaya koymaktadır. II. Dünya Savaşı’nın çıkması idealizmin uygulanan savlarını çürütmüş ve realizmin ilk tartışmanın üstün tarafı olduğu kabul edilmiştir. 1960’lı yıllarda ise ikinci tartışma geleneksel realizm ile geleneksel realizmin tarihsel çıkarımlar üzerine dayalı gelenekselci yaklaşımını eleştiren ve fen bilimleri metotlarının sosyal bilimlerde kullanılması gerektiğini savunan davranışsalcılar arasında yaşanmıştır. İkinci büyük tartışma ontolojik olmaktan ziyade sosyal bilimler 1 Sezgin Kaya, “Uluslararası İlişkilerde Konstrüktivist Yaklaşımlar”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C. 63, S. 03 (2008), s. 87. 8 üzerindeki pozitivist2 baskının neticesinde yaşanan epistemolojik bir tartışmadır. Bu tartışma neticesinde fen bilimlerinin pozitivist bilim anlayışı uluslararası ilişkiler disiplininde temel araştırma yöntemi olarak kabul edilmiştir. 1980’li yıllarda yaşanan üçüncü tartışmada ise taraflardan biri ikinci tartışma sonrasında uluslararası ilişkilerde ağırlıklı olarak benimsenen pozitivizm ve pozitivizmin sosyal bilimlerde kullanılan metodolojisidir. Bu yaklaşımın karşısında ise insan doğasının fen bilimlerinde uygulanan yöntemlerle açıklanamayacağını savunan post-pozitivizm bulunmaktadır. 3 Realizmin ve neorealizmin öne sürdüğü ilkeler I. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sisteme egemen olan liberalizme getirilen eleştiriler üzerinden şekillenmektedir. Bu doğrultuda realizmin tarihsel geleneği liberalizmden daha eski kaynaklara dayandırılmış olmakla birlikte, analitik geleneğin oluşması açısından realizm liberalizmin ardından gelmektedir. Bu nedenle realist paradigmanın ve ondan neşet eden 2 Bilginin nasıl üretildiği bilimin en temel sorularından biridir. Bu noktada bilim felsefesi iki farklı görüş etrafında toplanmıştır. Bu iki görüşten ilki olan rasyonalizme göre bilginin kaynağı zihindir. Platonla başlatabilecek bu görüşe göre insan ruhu ebedidir. İdealar âlemindeki ruh tüm bilgiye sahiptir. Dünyaya gelen insan bu bilgiyi hatırlamamaktadır. Akıl yoluyla elde edilen bilgi ise aslında var olan bilginin hatırlanmasından ibarettir. Bu yaklaşım aynı zamanda tüm bilginin tek kaynaktan neşet ettiği düşüncesini yani tümdengelimi oluşturmaktadır. Skolastik düşünce bu yaklaşım üzerine inşa edilmiştir. Rasyonalizm karşısında ise bilginin deneyimleme yoluyla elde edildiğini düşünen emprizm bulunmaktadır. Empristlere göre insan hiçbir bilgiye sahip olmadan dünyaya gelmekte ve yaşamı süresince duyumları sayesinde deneyimleyerek bilgiye sahip olmaktadır. Emprizm tümdengelimci yaklaşımın aksine deneyimlerle öğrenilenden bütüne ulaşmak olarak şeklinde tanımlanabilecek tümevarımcı yaklaşımın çıkış noktasıdır. Emprist metodoloji doğa bilimlerinin pozitivist epistemolojisine temel sağlamış ve doğa bilimlerinde özellikle Rönesans sonrasında tüm metafizik unsurlar reddedilmiştir. Deney ve gözlemin yani ölçülebilirlik ve tekrarlanabilirliğin doğa bilimlerinin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. 19. yüzyılın sonunda sosyal bilimlerde yaşanan durağanlık sonrasında yeni metodoloji arayışı pozitivizmin sosyal bilimlere girişiyle sonuçlanmıştır. Sosyal bilimlerde pozitivizm bir metodoloji olarak kabul edilmesinin arkasında yatan en büyük düşünür pozitivizmin isim babası da olan Auguste Comte’dir. Comte doğa bilimlerine benzer şekilde deney ve gözlem yoluyla elde edilen beşeriyete ilişkin bilginin toplumu anlamak, düzenlemek ve kontrol etmek için kullanılabileceğini varsaymaktadır. Pozitivizm bir bütün olarak incelendiğinde doğa bilimlerinde elde edilen meşruiyetin sosyal bilimlerde de benzer yöntemlerle elde edilebileceği iddiası üzerinden sosyal bilimlere girmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısıyla beraber uluslararası ilişkiler disiplininde de gelenecekselci/rasyonalist teorilerin yerine ölçülebilir gerçeklere dayanma iddiası olan davranışsalcı/pozitivist teoriler almıştır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ted Benton, Ian Craib, Philosophy of Social Science: The Philosophical Foundations of Social Thought, 2nd ed., 10th anniversary ed Houndsmill, Basingstoke, Hampshire ; New York: Palgrave Macmillan, 2011, ss. 13-27; Milja Kurki, Colin Wight, “International Relations and Social Science”, International Relations Theories: Discipline and Diversity, ed. Timothy Dunne, Milja Kurki, Steve Smith, Oxford: Oxford University Press, 2013, ss. 14-32. 3 Steve Smith, “Positivism and Beyond”, International Theory: Positivism and Beyond, ed. Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski, New York: Cambridge University Press, 2008, s. 11; Ole Waever, “Rise and Fall off The Inter-Paradigm Debate”, International Theory: Positivism and Beyond, ed. Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski, New York: Cambridge University Press, 2008, s. 150. 9 neorealizmin anlaşılması için barış ve işbirliği söylemleri üzerinden şekillenen liberalizmin öncelikle ele alınması gerekmektedir.4 1.1 Liberalizm Uluslararası ilişkilerdeki büyük tartışmalardan ilki olan realizm ve liberalizm arasındaki ontolojik mücadelenin anlaşılabilmesi için her iki teorinin de tarihsel olarak söylemlerinin ayrıntılarıyla ortaya konulması ziyadesiyle önemlidir. Ancak bu şekilde yapılacak bir karşılaştırmalı inceleme her iki teorinin güvenliğe bakışının net olarak anlaşılabilmesini sağlayacaktır. Uluslararası ilişkiler disiplininde liberalizmin bir düşünce sistematiği olmaktan çıkıp uygulamaya geçişi I. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında ABD Başkanı Woodrow Wilson’un öne sürdüğü on dört ilke liberalizmin uluslararası sisteme hakim olmasının başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Bu ilkeler çerçevesinde liberaller tekrar büyük bir dünya savaşının gerçekleşmeyeceği varsayımında bulunmuşlardır. Dünya savaşı sonrasında liberalizm uluslararası ilişkilerde; açık diplomasinin teşviki, self determinasyon hakkı, serbest ticaret, silahsızlanma ve sorunların barışçıl çözümü için kurulan ilk uluslararası örgüt olan Milletler Cemiyeti olarak somutlaşmıştır. Milletler Cemiyeti’nin kurulması ile üye devletlerin bağımsızlığının garanti altına alınması ve toprak bütünlüğünün sağlanması, devletler arasında çıkan sorunların barışçıl bir şekilde çözülmesi ve o dönemin güncel tartışmaları olan azınlık ve işçi hakları gibi konuların çözülmesi hedeflenmiştir. Ne yazık ki liberallerin büyük anlamlar yüklediği bu uluslararası kurum 1930’lu yıllarda İtalya, Japonya ve Almanya’nın revizyonist politikalarını engelleyememiş ve II. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla beraber Milletler Cemiyeti ve liberalizmin uluslararası ilişkilerdeki hakimiyeti son bulmuştur. 5 Liberalizmin tarihsel kökleri on sekizinci yüzyılda Avrupa merkezli olarak başlayan Aydınlanma Çağı’na uzanmaktadır. Liberalizm, bütüncül olarak insan yaşamının ve uluslararası ilişkilerin her yönüne ilişkin söylemleriyle, günümüz 4 Tarbjon L. Knutsen, Uluslararası İlişkiler Teorisi Tarihi, çev. Mehmet Özay, 2. b., Açılım Kitap, 2015, ss. 25-27. 5 John MacMillan, “Liberal Internationalism”, International Relations Theory for the Twenty-first Century: An Introduction, ed. Martin Griffiths, London ; New York: Routledge, 2007, s. 21. 10 teorilerinin aksine realizme benzer şekilde her sorunu çözme iddiasına ve bütüncül yaklaşıma sahip bir teoridir. Kadercilik karşısında akılcılığın kutsanması, bireyin özgürlüğü ve akıl yoluyla ilerlemeciliğin gerçekleşeceği söylemine sahip olan liberalizm; On sekizinci yüzyıldan günümüze ilahi kaynaklı ve mutlak otoriteye sahip yönetimler yerine insan hakları, anayasacılık, demokrasi yoluyla halkın iktidara katılımı ve bireyin özgürlüğünün garanti altına alınması için kuvvetler ayrılığı gibi fikirlerin oluşmasını sağlamıştır. 6 Liberalizmin uluslararası ilişkilere ilişkin temel savları da yukarıda ele alınan fikirler üzerinden şekillenmektedir. Uluslararası ilişkilere liberal teorisyenlerin bakış açısı dört varsayım üzerinden şekillenmektedir. Bütüncül olarak bakıldığında bu varsayımlar: 7 1. “Devletler ve uluslar-aşırı (transnational) aktörler dünya politikasının önemli öğeleridir, 2. Devletler uluslararası ilişkilerin yegâne aktörleri değildir, 3. Devletler ya da devlet-dışı aktörlerin kurdukları ekonomik veya diğer bağlılık/bağımlılıklar devletlerin davranışını etkilemektedir, 4. Uluslararası ilişkileri anlamak için devlet-toplum ilişkisini anlamak büyük öneme sahiptir.” Yukarıdaki varsayımlar ayrıntılı olarak incelendiğinde birinci varsayımdan anlaşılacağı üzerine liberalizmde devlet merkezli bir uluslararası sistem söz konusu olsa dahi devletler sistemin tek aktörü değildir. Uluslararası sistemde tek katmanlı ve benzer aktörler arasında kurulan ilişkiler değil çok katmanlı, yatay ve dikey düzlemde eşzamanlı gelişen ilişkiler söz konusudur. Bu düşünce yapısına göre uluslararası kuruluşlar da en az devletler kadar bağımsız karar alabilmekte, devlet dışı aktörler, sivil toplum kuruluşları, 6 Scott Burchill vd., Uluslararası İlişkiler Teorileri, çev. Ali Aslan, Muhammed Ali Ağcan, 2. b., Küre Yayınları, 2013, s. 81. 7 Paul R Viotti, Mark V Kauppi, International Relations Theory, Boston (Massachusetts, Estados Unidos: Longman/Pearson Education, 2012, ss. 118-20. 11 çok uluslu şirketler ve bireyler dahi içinde oldukları kabul edilen uluslararası sistemi aldıkları kararlarla etkileyebilmektedir.8 Yukarıda ortaya konulan ikinci varsayımdan anlaşılacağı üzere devletler uluslararası sistemde biricik ve bütüncül aktörler değildirler. Bu açıdan bakıldığında devletlerin karar alma mekanizmaları üzerinde devletlerin içerisindeki bireylerden ya da diğer aktörlerden farklı faktörler de etkin olabilmektedir. Bu bağlamda farklı aktörler tarafından ifade edilen rahatsızlıklar ya da bilgiler, devletlerin çıkarlarını sağlamak için uyguladığı politikaların değişmesine neden olabilir. 9 Yukarıda belirtilen üçüncü varsayıma göre ise devletlerin alacakları kararlar ve göstereceği reaksiyonlar bağlılık ve bağımlıklarından azade değildir. Yirminci ve yirmi birinci yüzyılda küreselleşme ve bunun sonucu olan küresel iletişimin ve politik, kültürel, sosyal ve uluslar-aşırı bağların etkisiyle dünya küçülmektedir. Küreselleşen dünyada devletlerin klasik anlamdaki egemenliği tartışmalı hale gelirken devlet-dışı aktörler, çok uluslu şirketler, uluslararası yapılanmalar, grupların bireyle devletten bağımlı ya da bağımsız kurdukları ilişkilerle uluslararası sistemde alan kazanmaktadırlar. Son varsayıma göre liberaller için toplumla devlet arasındaki ilişki fazlasıyla önemlidir. Toplumsal tabana sahip ekonomik ve sosyal konular en az güvenlik meseleleri kadar önemlidir. Bu açıdan liberaller devletlerin ilgilendiği politik konularda realistlerin aksine güvenlik odaklı yüksek politika ve diğer konuları merkeze alan alçak politika ayrımına gitmezler.* Bu ayrım yanlıştır ve politik olarak önemli konuları devletle toplum arasındaki ilişki belirlemektedir.10 Uluslararası ilişkilere liberal bakış açısını anlatan bu dört varsayımın tarihsel temelleri, Aydınlanma Çağı düşünürlerinin eserlerinde insan doğasına ve devlet doğasına yaptıkları atıflara dayanmaktadır. Liberalizmin tarihsel olarak kurucusu kabul edilen 8 Andrew Moravcsik, “Liberal International Relations Theory: A Scientific Assessment”, Progress in international relations theory: appraising the field, ed. Colin Elman, Miriam Fendius Elman, Cambridge, Mass: MIT Press, 2003, ss. 161-63; Viotti, Kauppi, International Relations Theory, s. 118. 9 Moravcsik, “Liberal International Relations Theory: A Scientific Assessment”, ss. 163-64. * Realizm’de devletin uyguladığı politikalar arasında konularına göre hiyerarşi bulunmaktadır. Güvenlikle ilgili konular diğer konulardan öncelikli görülmekte ve yüksek politika olarak adlandırılmaktadır. Ekonomi ve diğer konularda ise güvenliği ilgilendirmediği sürece ikincillik söz konusudur ve alçak politika olarak adlandırılmaktadır. 10 Viotti, Kauppi, International Relations Theory, s. 119,120; Moravcsik, “Liberal International Relations Theory: A Scientific Assessment”, ss. 164-67. 12 John Locke Aydınlanma Çağı’nın başında kaleme aldığı eserlerle kendinden sonra gelen Immanuel Kant, J. J. Rousseau ve Adam Smith gibi liberalizmin gelişmesini sağlayan büyük düşünürlere temel oluşturmuştur. Liberalizmi savunan yazarların ortaya attığı fikirler ise ilerleyen süreçte dönemin uluslararası sistemini kökünden sarsan tarihsel hadiselere düşünsel açıdan yol göstermiştir. Birinci büyük tartışmadaki iki büyük teori olan realizm ve liberalizm arasındaki en büyük çatışma noktası insanın doğası üzerinedir.11 John Locke ve Thomas Hobbes’un insan doğası üzerine farklı çıkarımları iki teorinin temelden ayrışmasına neden olmuştur. John Locke, Thomas Hobbes’un aksine insan doğasını barışçıl ve işbirliğine yatkın olarak görmektedir. Bu bakış açısı uluslararası ilişkilere devletlerin birbirlerine güvenerek işbirliği yapabileceği ve barışçıl bir uluslararası sistemin mümkün olacağı şeklinde tezahür etmiştir. Locke insan zihnini boş bir levha (tabula rasa) olarak kabul etmektedir. Bu ön kabul insanın edindiği tecrübelerle ve algılarıyla fikir sahibi olmasını sağlamaktadır. Devletin henüz oluşmadığı doğa durumu ise insanın doğal haklarını belirlemektedir. Thomas Hobbes’un düşüncelerinin aksine Locke’a göre doğa durumunda insanlar birbiriyle savaş halinde değildir. Bu durum yıkıcı bir anarşiye neden olan bir başına buyrukluk halinden öte bir özgürlük durumudur.12 Tarihsel süreç göstermektedir ki insanlar farklı zamanlarda doğa durumunda birbirleriyle uyumlu bir şekilde varlıklarını devam ettirmişlerdir. Realistlerin varsayımsal doğa durumunun aksine, Locke, doğa durumuna Avrupalılar tarafından işgal edilmeden önceki Kuzey Amerika yerlilerini örnek göstermektedir. 13 1683 yılında liberalizmin kurucusu Locke tarafından yazılan “Two Treaties of Government” eserinde Locke daha önce belirttiği soyut ilkeleri yaşadığı çağa uygulamıştır. Bu bağlamda İngiltere’de süregelen kral-parlamento mücadelesinde parlamentodan yana taraf olmuştur. Bu çerçevede ileri sürdüğü görüşlerde doğuştan 11 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Edwin van de Haar, Classical Liberalism and International Relations Theory, New York: Palgrave Macmillan US, 2009, ss. 126-27. 12 Martin Griffiths, Terry O’Callaghan, Steven C Roach, International Relations: The Key Concepts, London; New York: Routledge, 2009, s. 66. 13 John Locke, Two Treatises of Government and A Letter Concerning Toleration, ed. Ian Shapiro, Edition Unstated edition New Haven, Conn. ; London: Yale University Press, 2003, s. 106. 13 edinilen haklar teziyle yönetimdekilerin meşruiyetinin ancak yönetilenlerin rızasıyla sağlanabileceğini belirtmiştir.14 Locke’un ardından gelen liberal düşünürler arasında en önemlilerinden biri de Jean-Jacques Rousseau’dur. “Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri” ve “Toplum Sözleşmesi” gibi eserleriyle Rousseau modern liberal düşüncenin temelini ortaya koymuştur. Bu düşünce yapısı günümüz siyasal sisteminde çok büyük öneme sahiptir. Locke’un eserlerinde doğa durumunu ele almakla birlikte çatışma olasılığından hiç bahsetmemiştir. Bu konuyu ele alan Rousseau, bireylerin sivil toplumda yer almasının onun diğerleriyle rekabete ve son aşamada çatışmaya girmesine neden olacağını öne sürmüştür. Toplum sözleşmesinde ise insanların mevcut durumunu “insan özgür doğar ve şu an her yerde zincirlere vurulmuştur. Kim kendini ötekilerin efendisi olarak görürse, o onlardan daha büyük köledir”15 şeklinde ifade etmiştir. Rousseau oluşum sürecinde devleti bireylerin; doğuştan, vazgeçilmez haklarıyla, kendi kaderlerini belirleme rızalarıyla katıldıkları, özgürlük ve eşitlik için bir toplumsal sözleşme üzerine dayalı politik bir örgüt olarak tanımlamaktadır.16 Dünya toplumu düşüncesini ortaya atan Immanuel Kant ise Locke ve Rousseau’dan daha somut önerilerle liberalizmin kurumsallaşmasında büyük bir öneme sahiptir. Kant’ın görüşlerine göre “tarih, kendisi ahlaki olmasa bile, ahlaki bir sona doğru ilerlemektedir.” Kant’a göre bu ebedi barıştır. Kant savaşların ancak devletlerin üzerinde anlaşacağı bir üst otoritenin oluşması ve evrensel hukuk prensipleri belirlenmesi sonrasında zamanla ortadan kalkacağını düşünmektedir.17 Somut önerileri barındırması nedeniyle büyük önemi haiz olan “Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme” adlı eserinde Kant savaşsız bir dünyanın nasıl olacağını ele almaktadır. Kant, ebedi barış düşüncesini 14 Richard J. Arneson, Liberalism, Edward Elgar Pub., 1992, ss. xi-xvi. 15 Jean-Jacques Rousseau, Discourse on Political Economy ; and, the Social Contract, Oxford; New York: Oxford University Press, 1999, s. 45. 16 Liberalizmde doğal haklar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. van de Haar, Classical Liberalism and International Relations Theory, ss. 128-30. 17 Griffiths, O’Callaghan, Roach, International Relations, ss. 67-69. 14 akılla, ahlâkla ve hukukla temellendirmiştir18. Kalıcı barışın sağlanması için altı temel, barışın sürdürülmesi için de üçte nihai madde sıralamaktadır19: • “İçinde gizlenmiş yeni bir harp vesilesi bulunan hiçbir anlaşma, bir barış anlaşması sayılamaz. • İster küçük ister büyük olsun, hiçbir bağımsız devlet, diğer herhangi bir devletin hâkimiyeti altına tevarüs, mübadele, alım-satım veya hibe yollarıyla asla geçmemelidir. • Daimi ordular zamanla tamamıyla ortadan kalkmalıdır. • Devletler, dış menfaatlerini desteklemek için borçlanmalara girişmemelidir. • Hiçbir devlet, diğer bir devletin esas teşkilatına veya hükümetine zor kullanarak karışmamalıdır. • Hiçbir devlet, harpte, ileride barış akdedileceği zaman devletlerin birbirlerine karşılıklı güven duymalarını imkânsız kılacak yollara başvurmamalıdır. Bu yollara örnekler şunlardır: Düşman ülkesinde katiller, zehirleyiciler kullanmak, kapitülasyonlara aykırı hareket etmek, düşman tebaasını kendi devletine karşı ihanete kışkırtmak vs. • Devletlerin anayasaları cumhuriyetçi olmalıdır. (Anayasa unsurları özgürlük, kanun koyucuya bağlılık ve eşitlik olmak üzere üç başlık altında toplanmaktadır.) • Devletler hukuku, hür devletlerden kurulu bir federasyona dayanmalıdır. Devletler, sadece bir savaşı bitirmeyi hedefleyen barış anlaşmasından ziyade, tüm savaşları sonsuza kadar bitirmeyi hedefleyen barış ligi altında yaşamalıdırlar. • Dünya vatandaşlığı hukuku, evrensel misafirlik şartlarıyla sınırlandırılmalıdır. Kant’a göre misafirlik yabancı bir ülkede düşmanca muamele görmeme hakkıdır. Barış yanlısı yabancılara düşman muamelesi yapılmamalıdır.” 18 Arneson, Liberalism, ss. xvi-xx. 19 Immanuel Kant, Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme, çev. Yavuz Abadan, Seha L. Meray, Ankara: Ajans Türk Matbaası, 1960, ss. 9-26. 15 Liberalizm, yukarıdaki varsayımlar ve tarihsel argümanlar çerçevesinde, dünyayı görüşleri doğrultusunda değiştirebilmek için uluslararası kuruluşların oluşmasını, uluslararası hukuk ve kurulların kabul edilmesini desteklemektedir. Bu şekilde demokratik devletler arasında savaş olmayacak, serbest ticaret ve ticarete dayalı karşılıklı bağımlıklar gelişecek ve çıkar çatışması yerine çıkarların ortaklaşması sağlanacaktır.20 1.2 Realizm Liberalizmin I. Dünya Savaşı sonrasında tekrar bir büyük savaşı engellemek amacıyla ortaya attığı görüşler ve bu görüşler çerçevesinde alınan tüm önlemler yirmi yıl içerisinde II. Dünya Savaşı’nın çıkmasını engelleyememiştir. 1930’lu yıllara gelindiğinde Milletler Cemiyeti Almanya, Japonya ve İtalya’nın revizyonist politikaları karşısında etkisiz kalmıştır. Savaşı engellemeyi ve sorunları barışçıl yollarla çözmeyi hedefleyen Milletler Cemiyeti’nin etkisizliği 1939 yılında II. Dünya Savaşı başladığında savaşa giren hiçbir devletin Cemiyet’e bilgi dahi vermemesiyle somutlaşmıştır. II. Dünya Savaşı, I. Dünya Savaşı’ndan çok daha fazla asker ve sivilin can kaybıyla sonuçlanmıştır. Savaşı bitiren atom bombası ise II. Dünya Savaşı sonrası sürecin temel denge enstrümanı olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası liberalizme çok sert eleştiriler getiren E. H. Carr, moral değerlerin uluslararası ilişkilerde yeri olmadığını belirtmiştir. Bu bağlamda Carr uluslararası politikanın ne olması gerektiği gibi normatif bir önermeyle değil, ne olduğu ile ilgilenilmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Carr liberalizmin normatif yapısını ABD Başkanı Wilson’un Milletler Cemiyeti’nin işlevselliği ile ilgili sorular karşısında “işe yaramazsa, işe yaraması sağlanmalı” şeklindeki cevabı üzerinden eleştirmiş, Milletler Cemiyeti’ni işlevsel hale getirecek argümanlar yerine başarısızlığın 20 van de Haar, Classical Liberalism and International Relations Theory, ss. 142-43; Griffiths, O’Callaghan, Roach, International Relations, s. 65. 16 sonuçlarını göstererek işe yaraması gerektiği ifadesiyle uluslararası siyasetin gerçeklerinden uzaklaşıldığını belirtmiştir.21 Her ne kadar uluslararası ilişkilerde realizmin hâkim teori haline gelmesi I. Dünya Savaşı sonrasında Edward H. Carr, Hans J. Morgenthau gibi teorisyenlerin çalışmaları üzerinden gerçekleşse de realizmin tarihsel geleneği Antik Çağ’da Thucydides’in “Peloponez Savaşları” adlı eserine ve Orta Çağ’da Niccolo Machiavelli’nin “Hükümdar (Prens)” adli eserine dayanmaktadır. “Leviathan” adlı eserinde insanın özüne ve bu noktadan yola çıkarak devletlerin oluşumuna dair söylemleri ise Thomas Hobbes’u realizmin tarihsel geleneğinde üst noktaya taşımıştır.22 Liberalizmde John Locke’un insan doğasının barışçıl, doğa durumunun ise işbirliği olduğu varsayımına, realizm, Thomas Hobbes’un Leviathan isimli eseriyle karşı çıkmıştır. Leviathan adli eserinde Hobbes, liberal teorinin varsayımlarına ontolojik olarak tamamen karşıt sonuçlar veren üç varsayımda bulunmuştur:23 1. “İnsanlar eşittir. 2. İnsanların birbirleriyle etkileşime girmeleri, bir anarşi ortamında gerçekleşir. 3. İnsanlar rekabet, güvensizlik ve gurur tarafından harekete geçirilir.” Locke’un doğa durumuna karşıt bu üç varsayıma göre güvenliği sağlamak için doğal hukuk yetersiz kalır ve her bireyin diğerine karşı olduğu savaş durumu meydana gelir. Leviathan’da bu durum Hobbes tarafından şu şekilde ifade edilmiştir:24 “… güvenlik doğal hukukla sağlanamaz. Çünkü adalet, hakkaniyet, tevazu, merhamet ve özet olarak, bize ne yapılmasını istiyorsak başkalarına da onu yapmak gibi doğa yasaları, bunlara uyulmasını sağlayacak bir gücün korkusu olmaksızın, bizi taraf tutmaya, kibre, öç almaya ve benzer şeylere sürükleyen doğal duygularımıza aykırıdır. Kılıcın zoru olmadıkça ahitler sözlerden ibarettir ve insanı güvence altına almaya yetmez.” 21 Edward Hallett Carr, The Twenty Years’ Crisis, 1919-1939: An Introduction to the Study of International Relations, Macmillan, 1946, ss. 8-9; John A. Vasquez, The Power of Power Politics: From Classical Realism to Neotraditionalism, Cambridge: Cambridge University Press, 1999, s. 35. 22 Niccolo Machiavelli, Hükümdar, çev. Semih Lim, 1. Baskı İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008; Thomas Hobbes, Leviathan, çev. Semih Lim, 16. b., Yapı Kredi Yayınları, 2008; Hans Joachim Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace, New York: A. A. Knopf, 1948. 23 Burchill vd., Uluslararası İlişkiler Teorileri, s. 51. 24 Hobbes, Leviathan, s. 127. 17 Yukarıda Hobbes’un ortaya koyduğu durumun altında yatan temel neden ise insanın varlığı itibariyle bencil ve çıkarcı olmasıdır. Bu durum sürekli savaş halini kaçınılmaz, savaşlarda uygulanacak etik kuralları da etkisiz hale getirmektedir. Çünkü savaş halinde hiçbir şey adalete aykırı değildir.25 Realizmin kurumsallaşmasında büyük rol oynayan Hans J. Morgenthau ise “Politics Among Nations” isimli çalışmasının ikinci baskısına giriş olarak siyasal realizmin altı ilkesini eklemiştir. Bu ilkelere göre:26 1. “Genel olarak toplum gibi politikanın da kökleri, insan doğasında bulunan objektif yasalarca yönetilir. Bu yasaların işleyişi bizim tercihlerimizden etkilenmez. 2. Siyasal gerçekliğin hareket noktasını güç çerçevesinde tanımlanan çıkar kavramı oluşturur. Çıkar, uluslararası ilişkiler ve gerçekler arasındaki bağlantıyı sağlar. Bu kavram politikayı ahlaktan, etikten ve dinden ayırır. Bu bakış açısı olmaksızın, uluslararası veya ulusal hiçbir politikanın anlaşılması mümkün değildir. 3. Realist varsayıma göre çıkar kavramı politikanın özüdür, zaman ve mekândan etkilenmez. Thucydides’in sözüyle “çıkar, devlet ve birey arasındaki en güvenilir bağdır.” 4. Evrensel moral prensiplerinin devletlerin dış politikadaki eylemlerine aynen uygulanması mümkün değildir. Devlet, ulusal çıkar peşindeyken bireysel ahlaki ilkeleri gözetemez. 5. Siyasal gerçeklik bir devletin siyasal eylemlerinin ahlaki olup olmadığını, evrensel ahlak prensipleriyle ölçmeye kalkmaz. 6. Siyasal realizmi diğer teorilerden ayıran şey gerçeğin kendisidir. Politik meselelere entelektüel ve ahlaki yaklaşmanın hiçbir kazancı yoktur.” Morgenthau’nun öne sürdüğü bu altı ilke realizmin güvenliğe, güce ve çıkara bakışını net bir biçimde ortaya koymuştur. Kısa bir şekilde özetlersek, klasik realizme göre devletlerarası ilişkiler çıkar temelinde gerçekleşir. İlişkilerin çıkar temelinde gerçekleşmesi ahlaki değerler etrafında şekillenen işbirliğine izin vermez. Bu bağlamda devletlerin temel amacı daha fazla güce sahip olmaktır. Elde edilen bu güç aynı zamanda güvenliği de sağlayacaktır. 25 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız. a.g.e., ss. 92-96. 26 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız. Hans J Morgenthau, Politics among Nations: The Struggle for Power and Peace, New York: Knopf, 1978, ss. 4-15. 18 Realizmin analitik geleneği yukarıda bahse konu olan isimlerin eserleri üzerinden oluşmuştur. Analitik gelenekte bu tarihsel miras, bilim adamlarının farklı sayılarda varsayımlar oluşturarak realizmi bir metodolojiye oturtmasıyla sonuçlanmıştır. Günümüzde Viotti ve Kauppi’nin ifade ettiği dört temel varsayım, realizme bir bütün olarak bakmayı kolaylaştırmaktadır. Güç ve güvenliği odak noktasına alan bir uluslararası ilişkiler teorisi olan realizmin dört temel varsayımı şunlardır:27 1. “Devletler, merkezi meşru bir yönetimin olmadığı anarşik dünyada en önemli aktörlerdir, 2. Devlet üniter bir aktördür, 3. Devlet rasyonel bir aktördür, 4. Alçak ve yüksek politika ayrımı vardır ve ulusal güvenlik yüksek politikanın konusudur.” Realistlere göre devletler, merkezi bir yönetimin olmadığı yani anarşinin hâkim olduğu uluslararası sistemde en önemli aktördür bu nedenle analizin temel birimlerini oluştururlar. Günümüzde farklı aktörler var gibi görünse de uluslararası ilişkiler devletler arasında gerçekleşmektedir. Sistemde aktör görüntüsünü barındıran çok uluslu şirketler, devlet-dışı aktörler ya da Birleşmiş Milletler (BM) ve NATO (North Atlantic Treaty Organization) gibi örgütlerin devletlere has olan egemenlik özellikleri bulunmamaktadır. Çok uluslu şirketler ve devlet-dışı aktörler merkezlerinin bulunduğu devletlerin egemenliklerine tâbi iken, NATO ve BM gibi örgütlerde ise kararlar örgüt üyesi devletlerin iradesi doğrultusunda alınmaktadır. Bu nedenle realizmde kararları kendi iradesinden bağımsız iradeler tarafından verilen ya da denetlenen yapılar aktör olarak kabul edilmez ya da sınırlı öneme sahip addedilirler. Realistlere göre devlet bütünleşik bir yapıdır. Bu nedenler devletler üniter aktörler olarak kabul edilirler. Realistler devleti içine nüfuz edilemeyen mecazi bir kabukla çevrilmiş bir yapı ya da bilardo topu benzetmesiyle anlatmaktadır. Devletlerin birbiriyle ilişki kurduğu alan yani dış kabukları karar alıcı mekanizmalarıdır. Her ne kadar devlet içerisinde farklı siyasi görüşler bulunsa da nihayetinde demokratik ya da otoriter bir 27 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız. Viotti, Kauppi, International Relations Theory, ss. 42-43. 19 biçimde uzlaşma yaşanır ve hükümetler devletin tamamı adına yetkili olarak görüş bildirir. Realizme göre devletlerin temel amacı güç edinimi ve edinilen güçle güvenliğini sağlayarak çıkarlarını gerçekleştirmektir. Bu doğrultuda devlet amaçlarını gerçekleştirmek için doğası gereği rasyonel hareket etmektedir. Devletlerin karar alma süreçlerinde alternatif seçenekler ve bu seçenekleri uygulanması için gereken kapasite göz önünde bulundurulur. Devlet izleyeceği politikaların muhtemel müspet ve menfi sonuçları üzerine yapılan hesaplar neticesinde her zaman çıkarını en fazla maksimize edebileceği rasyonel tercihi gerçekleştirir. Realistler liberallerin aksine devletlerin izlediği politikaları bir bütün şeklinde görmemektedirler. Temel amacın güç edinmek ve çıkar maksimizasyonu olduğu realizmde bununla ilgili izlenen politikalar ile diğer politikalar arasında ayrım güdülmektedir. Bu doğrultuda devletin hayatiyetini ilgilendiren konular yüksek politika (high politics), geriye kalan politikalar ise alçak politikalar (low politics) olarak kabul görmektedir. Anarşinin hâkim olduğu uluslararası sistemde devletler arasındaki ilişkiler; süregelen çatışmalar ve gelecekte yaşanacak muhtemel çatışmalar olarak görülmektedir. Bu nedenle güç edinimi, askeri konular, güvenlikle ilgili meselelerin yüksek politika olması realizmin doğasının gereğidir. Realist bilim insanları yukarıda verilen varsayımlar ve bu varsayımların açıklamaları doğrultusunda uluslararası ilişkilerde güç dengesinin nasıl sağlandığı, sağlanan güç dengesinin hangi şartlar altında devam ettiği ve bozulduğu, devletler arasında yaşanan çıkar çatışması durumunda sorunun çözümü için gücün kullanımını bilimsel olarak incelemektedir. İleride ele alınacak neorealizmin aksine realizmde güç ediniminin başlı başına bir amaç olmasından dolayı, güç olgusu realist bilim insanlarının araştırmalarında merkez olmaktadır.28 Bu merkezden hareketle uluslararası üst otoritenin yokluğunun yani anarşinin siyaset üzerinde yarattığı işbirliğini zorlaştıran, güvenlik ihtiyacı ve sürekli güçlenmeye neden olan kısıtlamalara vurgu yaparlar.29 28 a.yer. 29 Burchill vd., Uluslararası İlişkiler Teorileri, s. 50. 20 1.3 Neorealizm 1970’li yıllara gelindiğinde sosyal bilimlerde hızla yayılan pozitivizm uluslararası ilişkilere de sirayet etmeye başlamıştır. Liberalizm/idealizm ve realizm gibi gelenekselci teorilerin yerine davranışsalcı metotların benimsenmesi ihtiyacı neorealizmin ortaya çıkmasındaki temel etkenlerden biridir. Klasik realizmde* insan ruhunun kötücüllüğü gibi ölçülemez ya da kanıtlanamaz bir önermenin yerini neorealizmde uluslararası sistemde bir üst otorite olmamasından dolayı oluşan anarşi ve anarşinin neden olduğu güç mücadelesine dayalı güvenlik ihtiyacı almıştır. Bu önermeyle klasik realizmden kendini ayıran neorealizm bilimsel dayanak noktaları üzerinden klasik realizmin uluslararası ilişkilere yönelik savlarını kuvvetlendirmiştir. Bu çerçevede neorealizme, bilimsel ya da yapısal realizm de denmektedir. Klasik realizmde Morgenthau’nun görüşlerinin analitik geleneği başlatması gibi neorealizmde de Kenneth Waltz’un çalışmaları kurucu ve başlangıç noktası olarak görülmektedir. “Theory of International Politics” adlı çalışmasında Kenneth Waltz’un öne sürdüğü görüşler neorealizmin klasik realizmden ayrılma noktası olmuştur. Klasik realizmden ayrışarak uluslararası sistemin temel aktörü olan devletlerin güç ve güvenlik isteğine olan yaklaşımları çalışmayı kendisinden önce gelen çalışmalardan ayırmıştır. İlerleyen süreçte diğer yazarların çalışmaları ise neorealizmin kendi içerisinde defansif/savunmacı ve ofansif/saldırgan realizm olarak ikiye ayrılmasına neden olmuştur. 30 Uluslararası İlişkilerde devletlerin davranışına dair klasik realizm ve neoralizm arasında temel fark devletlerin güç isteğinin kökenlerine ilişkindir. Morgenthau’nun klasik realizme ilişkin ortaya koyduğu altı prensibe göre insanlar güç edinme isteği ile doğarlar ve devletler de tıpkı bireyler gibi doğaları gereği güç edinme arzusu içindedirler.31 Klasik realizmde devletlerin temel amacı olan güç ve çıkar maksimizasyonunun yerini neoralizmde güvenlik almaktadır. Bu noktadan bakıldığında klasik realizmde amaç olan güç, neorealizmde amaç olan güvenliğin sağlanması noktasında araçsallaştırılmaktadır. Devletlerin ne kadar güçlü olması gerektiği ve bu * Çalışmanın bu aşamasından itibaren realizm ve norealizm arasındaki farkı belirtebilmek amacıyla, realizm klasik realizm olarak anılacaktır. 30 Jack Donnelly, Realism and International Relations, 1. Baskı United Kingdom: Cambridge University Press, 2000, ss. 16-17. 31 Morgenthau, Politics among Nations, s. 4. 21 süreçte diğer devletlerle aralarındaki ilişkinin yönetilmesi ise neorealizm içerisindeki ayrışmanın temelini oluşturmuştur.32 Pozitivist bir epistemolojiyi benimseyen neorealizm için insan doğası bilimsel bir çıkış noktası değildir. Bu nedenle devletlerin güç isteği ile insan doğasının kötücüllüğü varsayımı arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Devletlerin güç isteğinin altında yatan temel neden uluslararası sistemde bir üst otoritenin olmamasından kaynaklanan anarşidir. Sistemde anarşinin varlığı devletlerin güvenliklerini sağlamak için güç edinmelerini bir zaruret haline getirmektedir. Uluslararası sistemde düzen ise hiyerarşik bir güç tarafından değil birbiriyle eşdeğer şekilde sistemde varlık gösteren birimler(devletler) arasındaki etkileşim ile ortaya çıkmaktadır. Anarşini nedeniyle güvenin olmadığı yapıda büyük devletlerin etkileşimi güç mücadelesi yoluyla varlıklarını sürdürmek şeklinde gerçekleşmektedir. Mersheimar’a göre bu açıdan devletler “demir bir kafese hapsolmuş” gibidirler.33 1.3.1 Neorealizmin Temel Özellikleri Neorealizmin yukarı ayrıntılı verilen çıkış noktasından hareketle devletlere ve uluslararası sisteme ilişkin varsayımları şu şekildedir:34  Neorealist teoriye göre uluslararası sistemde bir üst otorite olmadığı yani sisteme anarşi hâkim olduğu için devletler çıkarlarını kendileri korumalıdır.35  Bir devletin en temel amacı hayatta kalmaktır. Sistemin anarşik yapısı nedeniyle karşılıklı bağımlılığın sağlanması ya da işbirliği mümkün olmadığı için devletlere kendisinden başka yardım edecek herhangi bir güç yoktur.36 32 Donnelly, Realism and International Relations, ss. 89-91. 33 John J. Mearsheimer, “Structural Realism”, International Relations Theories Discipline and Diversity, ed. Timothy Dunne, Milja Kurki, Steve Smith, Oxford: Oxford University Press, 2013, s. 78. 34 Colin Elman, “Horses for Courses: Why nor Neorealist Theories of Foreign Policy?”, Security Studies, C. 6, S. 1 (1996), ss. 19-21, doi:10.1080/09636419608429297. 35 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız. Vasquez, The Power of Power Politics, s. 191. 36 Kenneth Neal Waltz, Theory of International Politics, United States: Addison-Wesley Pub. Co., 1979, s. 107; Mearsheimer, “Structural Realism”, s. 80. 22  Sistemde yaşanan güç dengesi savaşları önlemektedir.37  Uluslararası sistem anarşik, iç siyasal sistem ise hiyerarşiktir.38  Askeri ve ekonomik kapasitelerde değişiklik olabilmesine rağmen sistemin anarşik yapısında değişiklik olmamaktadır. Aktörler, sistem onları belli bir yönde politika yapmaya iteceği için klasik realizmin aksine sistem karşısında daha az öneme sahiptir.39 Waltz’a göre uluslararası sistemin yapısını oluşturan ve ulusal sistemlerden bu yapıyı ayıran üç özellik bulunmaktadır. Bu özellikler “anarşi”, “birimlerin özelliği” ve “kapasitelerin dağılımı” şeklinde kavramsallaştırılmaktadır. Uluslararası sistemde anarşi ve birimlerin özelliği sabit ve değişmez iken, kapasite dağılımı aktörler arasında değişim göstermektedir. Anarşi kavramı yukarıda ayrıntılarıyla ele alındığı için daha fazla açıklanmasına ihtiyaç duyulmamasına rağmen birimlerin özelliği ve kapasitelerin dağılımı kavramlarının açıklanması gerekmektedir. Birimlerin özelliği ile kastedilen sistem altında varlığını sürdüren birimlerin işlevsel özellikleridir. Uluslararası sistemle ulusal sistemin karşılaştırması yapıldığında birimlerin özelliği ile yapılan vurgu çok daha net bir biçimde anlaşılmaktadır. Ulusal sistemler hiyerarşik yapılar olduğu sistem içerisinde birim olarak varlık gösteren bireyler toplumun ihtiyaçlar doğrultusunda uzmanlaşmakta ve işlev farklılaşmasına gitmektedir. Öte yanda uluslararası sistemde hiyerarşi yerine anarşi hakim olduğu ve birim olan devletlerin güvenlik ihtiyacı bir başka birim tarafından karşılanamayacağı için devletler benzer işlevlere sahip olmakta ve birimler benzeşmektedir.40 Uluslararası sistemde, anarşi sistemin temel özelliği ve devletler birbirlerinin benzeri işlevlere sahip olan yapılar ise uluslararası politik yapı olarak tanımlanan şey devletler arasında kapasitenin bir aktörden diğer aktöre geçişidir. Bu geçiş süreci ise büyük güçlerin, güç dengesi olarak kavramsallaştırılan politikalarla birbirlerini dengeleme süreci içerisinde yaşanan mücadele ile gerçekleşmektedir. Uluslararası 37 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız. Mearsheimer, “Structural Realism”, s. 80. 38 Waltz, Theory of International Politics, ss. 88-99. 39 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız. Robert H. Jackson, Georg Sørensen, Introduction to International Relations: Theories and Approaches, Oxford University Press, 1999, s. 85. 40 Waltz, Theory of International Politics, ss. 96-97; Andrew Linklater, “Neo-realism in Theory and Practice”, International Relations Today, ed. Ken Booth, Steve Smith, United Kingdom: Polity Press, 1995, ss. 241-45. 23 sistemde bahse konu olan kapasitelerin büyük güçler arasında dağılımı ve değişimi sürecinde kaç büyük güç olduğuna göre tek kutuplu, çift kutuplu, çok kutuplu gibi farklı sistem türleri ortaya çıkmaktadır.41 1.3.2 Neorealizmde İşbirliği ve Kazanç Neorealistler, devletler arasında işbirliğine ve sonuçlarına en temel noktalardan başlayarak liberal/ kurumsal neoliberal teorisyenlerden farklı yaklaşmaktadır. Klasik realistler ve neorealistler devletlerarası işbirliği ve kurumsal uluslararası yapıların bu işbirliğine katkısı noktasında fazlasıyla karamsardır. Bunun en büyük nedeni ise sistemde üst otorite eksikliğinin sonucu olarak meydana gelen anarşidir. Liberaller anarşi sonucunda ortaya çıkan çatışma ihtimalinin, uluslararası yapılar aracılığıyla minimize edilmesi vasıtasıyla işbirliğini mümkün görmektedir. Bu noktada devletlerin işbirliğini, en basit temelde çıkarlarını gerçekleştirmek ve güçlerini arttırmak amacıyla yapacağı gerçeği akılda tutulmalıdır. Liberaller ve neoliberallere göre devletlerin yaptığı işbirliğinden sadece kazançlı çıkması işbirliği için yeterli iken, realistlere göre sadece kazançlı çıkmak yani kazan-kazan şeklinde gerçekleşecek işbirliği doğru bir yaklaşım değildir. Neorealistlere göre asıl olan mutlak kazanç değil göreli yani nispi kazançtır.42 Neorealistler nispi kazancın mutlak kazançtan daha önemli olduğunu birden fazla gerekçeyle açıklamaktadır. Neoliberallerin işbirliği yaklaşımına göre devletler birbirinden bağımsız tekil aktörlerdir. Bu nedenle devletlerin işbirliğindeki amacı kendisinin mutlak kazancını maksimize etmektir. Uluslararası yapılar ise devletler arasında güveni tesis ederek bir devletin işbirliği yoluyla birim olarak elde edebileceğinden daha fazlasına ulaşmasını sağlamaktadır. Neorealistler ise devletlerin tekil kabul edilmesi durumunda mutlak kazanç peşinde olmalarını ve uluslararası yapıların uyumu sağlamadaki iddialarının doğru olabileceğini kabul etmekle birlikte devletlerin tekil değil konumsal olduğu iddiasını ortaya atmaktadır. Devletin tekil ve birbirinden müspet ya da menfi etkilenmeyen aktörler yerine her bir aktörün diğerini etki yaptığı şekilde konumsal olması ise bir rekabet ortamı oluşturmaktadır. Bu açıdan 41 Donnelly, Realism and International Relations, s. 17; Waltz, Theory of International Politics, s. 72,94. 42 Robert Powell, “Absolute and Relative Gains in International Relations Theory”, American Political Science Review, C. 85, S. 4 (1991), ss. 1303-20, doi:10.2307/1963947; Donnelly, Realism and International Relations, ss. 58-60. 24 bakıldığında devletlerin işbirliğinden elde edecekleri kazançların mukayesesi öne çıkmaktadır. Rekabet ortamı ise devletlerin güven yerine kazancı arttırmak için hileye başvurması ihtimalini arttırmaktadır. Neoliberal ve neorealist teorinin işbirliğine ilişkin yaklaşımını şu şekilde özetlemek mümkündür: Neoliberaller işbirliğini, işbirliği yapan herkesin kazandığı pozitif toplamlı bir süreç olarak görürken, neorealistlere göre işbirliği sıfır toplamlıdır yani bir devletin kazancı ötekinin kaybı anlamına gelmektedir.43 Neorealistler, nispi çıkarın tanımlanmasında çıkış noktası olarak devletlerin uluslararası sistemin anarşik yapısında hayatta kalma ihtiyacını kullanırlar. Bir üst otorite olmamasından kaynaklanan güvensizlik ortamı bugünün müttefikini yarının düşmanı haline getirebilir. Bu nedenle ittifaktaki çıkar ve kazanımlar sürekli kontrol altında tutulmalıdır. Nispi çıkarın göz ardı edilmesi ve bir başka devletin işbirliğinden elde edeceği güç ve kazanımlar sonraki süreçte artan kapasiteye neden olacağı için işbirliğinin kendisi devletlerden birini diğerine karşı zayıf konuma düşürebilir. Güçlenen devlet daha az kazançlı devlete saldırgan politikalar izleyecek konuma erişebilir.44 Waltz bu durumu realistlerin “Her ikimizde kazanacak mıyız?” sorusu yerine “Hangimiz daha fazla kazanacağız?” şeklinde sorulması gerektiğini belirterek açıklamaktadır. Waltz’a göre her iki devletin elde edeceği fazlasıyla yüksek mutlak kazançlar bile bunu etkilemeyecektir. Her halükarda iki devletten biri öteki devletin kapasitesini kendisine karşı kullanabileceği korkusuyla işbirliğini sonlandıracaktır. Devletlerin işbirliğini engelleyen şey devletlerin mevcut davranışları değil ileride gerçeklemesi olası davranışlarıdır.45 Grieco, kurumsal neoliberaller ve neorealistlerin anarşi, işbirliği ve kazanç üzerine yaklaşımlarını aşağıdan verilen tabloyla bir bütün olarak göstermiştir:46 Karşılaştırma Temelleri Neoliberal Kurumsalcılık Neorealizm Anarşinin Anlamı Vaatlerin yerine getirilmesini denetleyecek bir üst otoritenin olmaması Vaatlerin yerine getirilmesini denetleyecek 43 Joseph M. Grieco, “Anarchy and the Limits of Cooperation: A Realist Critique of the Newest Liberal Institutionalism”, International Organization, C. 42, S. 3 (1988), ss. 485-507, doi:10.1017/S0020818300027715. 44 a.g.e., s. 487. 45 Waltz, Theory of International Politics, s. 105. 46 Grieco, “Anarchy and the Limits of Cooperation”, s. 503. 25 ya da güvenliği sağlayacak bir üst otoritenin olmaması Temel Çıkar Bireysel olarak tanımlanan faydayı gerçekleştirmek Hayatta kalma olasılığını arttırmak Temel Amaç En fazla mutlak çıkarı elde etmek En fazla çıkarı elde etmek ve rakibin lehine olabilecek çıkarı en düşük seviyede tutmak Temel Karakter Tekil (Rasyonel Bencil) Savunmacı konumsal Fayda Fonksiyonu Bağımsız Kısmen bağımlı İşbirliğiyle İlgili Belirsizliklerin Aralığı Ortakların uygunluğu Uygunluk ve ortakların elde edeceği kazancın ve kullanımların göreceli olarak elde edilmesi İşbirliğine Bağlı Riskler Aldatılma ve düşük kazanç Aldatılma ve nispi kazancın partner lehine düşmesi İşbirliğine Engeller Uygunlukla ilgili şüpheler Uygunlukla ilgili şüpheler ve partnerin nispi kazancı Tablo 1 Neoliberal Kurumsalcılık-Neorealizm Karşılaştırması Yukarıdaki tablodan da anlaşıldığı üzere neoliberal kurumsalcıların miktarına ve ortaklıktaki diğer aktörlerin aldığı paya bakmaksızın işbirliğiyle elde edilecek kazancın sadece güvensizliğin ortadan kaldırılmasıyla gerçekleştirileceği savı neorealistler tarafından reddedilmektedir. Çünkü anarşi sadece bir güven eksikliği değil aynı zamanda güvenlik eksikliğine de sebep olmaktadır. Bir başka aktörün nispi olarak fazla kazanması ise devletin çıkar alanlarının bazılarında kazanç olarak görülse dahi en temel konu olan güvenlikte kayıp anlamına gelmektedir. Güvenlikte yaşanan kayıp ise neorealistlerin atfettiği şekilde devletlerin konumsal olarak karakterlerinin etkilenmesine yani kapasite dağılımında bir başka devletin daha güçlü olmasına neden olmaktadır. Neoliberal ve neorealist teorinin makro boyuttaki bu bakışı uluslararası sistemde tarafların birbirini eleştirdiği şekilde işbirliğinin fazlasıyla kolay ya da imkânsız olduğu anlamına gelmemektedir. Jervis’in bu konudaki çalışmasında da bahsedildiği gibi neorealistler ve neoliberaller birbirlerini uluslararası sistemin farklı alanlarına (ekonomi, güvenlik) 26 bakarak eleştirmekte olmakla beraber her iki teoride diğer yaklaşımın alanına girdiğinde görüşler çatışmaktan çok uzlaşmaktadır. Uluslararası sistemin gerçekliğinde devletin hayati çıkarları tehdit altında olmadığı sürece aktörler güvenlik alanında dahi işbirliği yapabilmektedir. Günümüz güvenlik toplulukları ve uluslararası silah ticareti bu durumun bariz göstergeleridir.47 1.3.3 Neorealizmde Güç ve Güvenlik Kapasite dağılımının yani gücün sürekli el değiştirdiği ve anarşinin hâkim olduğu uluslararası sistemde devletler güvenlik ikilemi ile karşılaşmaktadır. Bir üst otoritenin olmayışı ve bir üst otoriteden dayatılan düzenin söz konusu olmadığı sistemde sürekli saldırı tehdidi altında kalan devletler, çıkar çatışması yaşadığı devletler hakkında en kötü olasılıklar üzerinden planlama yapmaya mecbur kalmaktadır. Bu bağlamda diğer devletlerin niyetlerinden emin olamayan devlet, güvenliğini sağlamak için yeni önlemler alarak gücünü arttırmaya çalışmaktadır. Bu durum ise devletler için savaşı kaçınılmaz hale getirmektedir.48 Çalışmada daha öncede açıklandığı üzere klasik realizm ve neorealizm arasında gücün teori içerisindeki konumlandırılması konusunda büyük farklılıklar bulunmaktadır. Neorealizm, gücü klasik realizmdeki temel amaç olmaktan çıkarmış ve güvenliğin sağlanması noktasında bir enstrüman haline getirmiştir. Devletler için güç en yalın haliyle sahip olunan ölçülebilir fiziksel kapasitedir. Güç dengesi ise bu kapasite sonucunda ortaya çıkan askeri kapasitenin karşılaştırılması suretiyle oluşmaktadır. Neorealizim de gücü oluşturan kapasitenin içeriğine ilişkin sadece askeri kapasite olarak kabul etmenin ötesinde daha ayrıntıcı bir tutum bulunmaktadır. Neorealizmin önemli teorisyenlerinden Mearsheimer, devletlerin fiziksel kapasiteleri dışında harekete geçirilmemiş ikinci bir güce sahip olduğunu iddia etmektedir. Bu ikincil güç devletlerin sahip olduğu örtülü güç (latent power) olarak adlandırılmaktadır. Örtülü gücün temelinde ise askeri/fiziksel güce dönüşme kapasitesine sahip sosyo-ekonomik yapı yatmaktadır. Bu gücün büyüklüğünün ölçülmesinde devletlerin fiziksel büyüklüğü, işlevsel nüfusu gibi veriler kullanılmaktadır. 47 Robert Jervis, “Realism, Neoliberalism, and Cooperation: Understanding the Debate”, International Security, C. 24, S. 1 (1999), ss. 42-63. 48 Ali Bilgiç, “‘Güvenlik İkilemi’ni Yeniden Düşünmek Güvenlik Çalışmaları’nda Yeni Bir Perspektif”, Uluslararası İlişkiler, C. 8, S. 29 (2011), s. 125. 27 Devletler askeri güçlerini meydana getirmek için ekonomik altyapıya, teknolojik altyapıya ve insan kaynağına ihtiyaç duymaktadırlar. Bu çerçevede örtülü gücün niceliği ve niteliği güç mücadelesinde büyük önem arzetmektedir. Fiziksel/askeri kapasitenin kullanıldığı savaş realizmin aksine neorealizmde tek güç edinme yolu değildir. Devletler örtülü askeri kapasiteye dönüştürülmemiş güçlerini de kullanarak küresel refahtan pay alabilir ve güç dengesinde konumunu kuvvetlendirebilir. Mearsheimer’a göre Çin Halk Cumhuriyeti’nin son birkaç on yıldaki gelişimi bu uygulamaya en iyi örnektir.49 Neorealizmde devletler için ne kadar gücün yeterli olacağı sorusu ise teorisyenler arasında bir ayrımın başlangıcı olmuştur. Bu noktada John Mearsheimer’ın “The Tragedy of Great Powers Politics” adlı eseriyle yaptığı katkılar neticesinde kuram kendi içerisinde savunmacı ve saldırgan realizm olarak ikiye ayrılmıştır. Mearsheimer ise saldırgan realistlerin savunucusu olarak konumlanmıştır. 1.3.4 Savunmacı ve Saldırgan Realizm Savunmacı ve saldırgan realizm, klasik realizm ve neorealizmin öne sürdüğü varsayımların büyük çoğunluğunu olduğu gibi kabul etmektedir. Bununla beraber her iki yaklaşımında özellikle üzerinde durduğu varsayımlar ve bu varsayımlardan hareketle ortaya attığı sorunlar bulunmaktadır. Bu varsayımlardan en önemlisi uluslararası sistemde bir üst otorite olmamasından kaynaklanan anarşidir. Anarşinin hakim olduğu sistemde ise devletlerin birbirlerine güven duyması mümkün değildir. Devletin temel amacının varlığını sürdürmek için güvenliğini sağlamak olduğu düşünüldüğünde, güven olmayan sistemde devletin güvenliği sağlamasının tek yolu kendi kapasitesine dayanmak (self- help) bir diğer deyişle kendi yağında kavrulmaktır. Devletler kendi kapasitelerine dayanarak güvenliğini maksimize etmek suretiyle diğer devletler tarafından yok edilme ya da işgal edilme riskini minimize etmeyi amaçlarlar. Bu noktada güvenliği arttırmak için devletlerin giriştiği başlıca eylem ise askeri kapasitenin geliştirilmesi ve gücün arttırılmasıdır. Devletlerin askeri kapasitelerini arttırmak suretiyle güçlerini arttırırken izleyebileceği iki farklı yol bulunmaktadır. Bu iki yoldan biri gücün saldırgan bir şekilde arttırılması iken, diğeri de gücün savunmacı bir perspektifte arttırılmasıdır. Gücün arttırılmasında izlenecek yöntemin arkasında ise ne kadar gücün güvenliği sağlamak için yeterli olacağı sorusu bulunmaktadır. Savunmacı bir şekilde gücün arttırılması tercihinin 49 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız. Mearsheimer, “Structural Realism”, ss. 78-79. 28 arkasında genişlemeci politikanın güvenlik ikilemi doğuracağı, bu nedenle herhangi bir fetih ya da kaynakların revizyonist şekilde geliştirilmesi yerine elde bulunan bölgenin ve kaynakların korunması gerekliliği vardır. Öte yandan saldırgan bir silahlanma politikasının arkasındaki fikir ise savaşın her şart altında kaçınılmaz olması, barışçıl görünen anlarda dahi devletlerin birbirlerinin niyetlerinden tam olarak emin olmasının mümkün olamayacağıdır. Bu durumda ise izlenecek en doğru politika fırsat bulunduğunda diğer devletlerin kaynak ve coğrafyalarını ele geçirecek şekilde askeri kapasitenin geliştirilmesidir. Bu durum devletlerin çok daha sağlam bir savunmaya sahip olmasını ve gerektiğinde daha fazla kaynağı ele geçirecek imkânların barındırılmasını sağlayacaktır.50 1.3.4.1 Savunmacı Realizm Savunmacı ve saldırgan realistler devletlerin temel amacının güvenliğin sağlanması olduğu noktasında bir mutabakat halinde olsa da bunun nasıl sağlanacağı konusunda görüş ayrılığına sahiptir. Saldırgan realistlerin göreli kazancın ve etki alanın maksimize edilmesi anlayışı yerine savunmacı realistler mevcut statükonun sürdürülmesi yoluyla güvenliğin maksimize edilmesini savunurlar.51 Neorealizmin başlangıç noktasını oluşturduğu kabul edilen Waltz’da bu konuda savunmacı realizmden yana olmuştur. Waltz devletlerin, varlığını devam ettirme mücadelesi ile küresel hakimiyet arasında bir çok hedefinin olduğunu fakat birincil amacın güvenliği maksimize etmek olduğunu belirtmektedir. Güvenlik ise tanımlanması ziyadesiyle muğlak bir kavramdır. Saldırgan realistler bu kavramı göreli güç/kazançla ilişkilendirip bunun üzerinden güvenliği maksimize etmek şeklinde tanımlarken savunmacı realistler için bu durum statüko ile ilişkilendirilmektedir. Waltz da bu noktadan hareketle anarşinin hakim olduğu sistemde devletlerin amacının güçlerini maksimize etmek değil sistemdeki varlıklarını sürdürmek olduğunu belirtmiştir. 52 Waltz savunmacılar içerisinde kendisini konumlandırmasına rağmen devlet için ne kadar gücün gerekli olduğu ve burada temel ölçünün ne olması gerektiği hakkında fikir üretmemiştir. Waltz’dan sonra gelen savunmacı realistler ise bu soruya cevap aramışlardır. Bir başka savunmacı realist olan Joseph Grieco devletlerin 50 Sean M. Lynn-Jones, “Offense-Defense Theory and Its Critics”, Security Studies, C. 4, S. 4 (1995), ss. 664-65, doi:10.1080/09636419509347600; Eric J. Labs, “Beyond Victory: Offensive Realism and the Expansion of War Aims”, Security Studies, C. 6, S. 4 (1997), ss. 1-7, doi:10.1080/09636419708429321. 51 Stephen M. Walt, The Origins of Alliances, Ithaca: Cornell University Press, 1990, ss. 1-17. 52 Waltz, Theory of International Politics, s. 91,126. 29 varlığının devam ettirmesinin göreli kazanç-kayıplarından kaçınmasına bağlı olduğunu belirtmiştir. Grieco’ya göre devletler kendilerini savunmacı olarak konumlandırmaktadır. Bu nedenle devletlerin ilk kaygısı sistemdeki konumlarını sürdürmek ve statükoyu korumaktır. Devletler göreli güç edinmekle ilgilenmezken, diğer devletlerin göreli güç edinimini engellemekle ilgilenmektedir.53 Savunmacı realizmin isim babası Jack Snyder ise “myts of empire” adlı çalışmasında devletlerin uluslararası sistem içerisinde savunmacı politikalar dışında izleyeceği politikaların anarşi kaynaklı sistemik faktörlerle açıklanamayacağını savunmuştur. Snyder’e göre devletler uluslararası sistemde sadece bölgesel güvenliklerini sağlayacak ve varlıklarını devam ettirecek kadar güç arayışına girerler. Bunun dışında izlenen yayılmacı politikalar ise devletlerin iç politik sisteminden neşet eden rasyonel olmayan tercihlerdir.54 Sonuç olarak savunmacı realistlere göre devletler statükoyu koruyarak güvenliklerini maksimize etmelidir. Saldırgan ve genişlemeci politikalar mantıksız ve tehlikelidir. Waltz gibi savunmacı realistlere göre gücü maksimum kılmak ve dünya üzerinde hakimiyeti arttırmak akıllıca olmayan bir harekettir, çünkü sistem fazla güç elde etmeye çalışan devleti cezalandırılabilmektedir.55 Bu açıdan bakan savunmacı realistler, uluslararası sistemin devletlerin gücünü arttırmasını teşvik ettiğini kabul etse de hegemonyanın ele geçirilmesini doğru bir yaklaşım olarak kabul etmemektedirler. Savunmacı realistler farklı kaynaklarda savunmacı bir dış politikanın rasyonel olduğunu belli başlı varsayımlarla açıklamaktadır. Bu varsayımlar üç madde şeklinde özetlenebilir. 1. Saldırıyla kıyaslandığında savunma her zaman daha kolaydır. Savunmacı realistlere göre askeri teknoloji ve uluslararası sistemde devletler