T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT BİLİM DALI EMEK PİYASALARINDA YAŞANAN DÖNÜŞÜMÜN POLİTİK EKONOMİSİ: TÜRKİYE BAĞLAMINDA BİR ANALİZ (DOKTORA TEZİ) Hasan BAKIR BURSA - 2016 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT BİLİM DALI EMEK PİYASALARINDA YAŞANAN DÖNÜŞÜMÜN POLİTİK EKONOMİSİ: TÜRKİYE BAĞLAMINDA BİR ANALİZ (DOKTORA TEZİ) Hasan BAKIR Danışman: Prof. Dr. Ferudun YILMAZ BURSA - 2016 iv ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Hasan BAKIR Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : İktisat Bilim Dalı : İktisat Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : XIII + 242 Mezuniyet Tarihi : / /2016 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ferudun YILMAZ EMEK PİYASALARINDA YAŞANAN DÖNÜŞÜMÜN POLİTİK EKONOMİSİ: TÜRKİYE BAĞLAMINDA BİR ANALİZ Neo-liberal yaklaşıma göre, esnek emek piyasaları ile ekonomik olumsuzluklar ortadan kalkar. Bu doğrultuda neo-liberal görüşü savunanlar emek piyasalarında esnekliği engelleyecek her türlü kurum ve düzenlemelere karşı çıkmakta ve bu tür kurum ve düzenlemelerin ortadan kaldırılması gerekliliğini vurgulamaktadır. Ancak gelinen süreçte emek piyasaları esnek olmayan ülkelerin de işsizlikle başa çıktıkları gözlenmiştir. Öte yandan, yaşanılan küresel kriz sürecinden emek piyasaları katı olan ülkeler daha az etkilenirken, esnek emek piyasalarına sahip ülkelerin krizden daha derin etkilendiği görülmüştür. Ancak buna rağmen krizden çıkış stratejisi olarak daha fazla neo-liberalizm önerisi ülkelerin önlerine konmuştur. Nitekim emek piyasalarının esnekleştirilerek kriz sürecinin atlatılacağına yönelik öneriyi de bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Bu doğrultuda çalışmada, neo-liberalizmin yükselişi, neo-liberal yeniden yapılanmalar ve emek piyasalarında yaşanan dönüşümler ele alınmıştır. Ancak emek piyasalarında yaşanan dönüşümlere her ülkenin uyum sağlamadığı, bir karşı duruşun da ortaya çıktığı gözlenmiştir. Ayrıca, emek piyasalarındaki kurumsal yapılanmaların neo-liberal yaklaşımın vurguladığı gibi olumsuz sonuçların sebebi olmadığı ortaya konmuştur. Türkiye’nin emek piyasalarında yaşanan gelişmeler analiz edildiğinde de elde edilen sonuçlar emek piyasalarındaki kurumsal yapıların olumsuz ekonomik sonuçlara yol açmadığı görüşünü onaylamaktadır.   Anahtar Sözcükler: Neo-liberalizm, kapitalizmin çeşitleri, emek piyasası, işsizlik.  v ABSTRACT Name and Surname : Hasan Bakır University : Uludag University Institution : Institute of Social Sciences Field : Economics Branch : Economics Degree Awarded : PhD Page Number : XIII + 242 Degree Date : / /2016 Supervisor : Professor Dr. Ferudun YILMAZ THE POLITICAL ECONOMY OF LABOUR MARKET TRANSFORMATION: AN ANALYSIS OF TURKISH LABOUR MARKETS Flexible labour markets would remove economic problems with regards to the neo-liberal approach. Accordingly, the supporters of neo-liberalism have risen against institutions and regulations which hinder flexibility in the labour market and have emphasized the necessity of removing these inflexible institutions and regulations. However, it has been observed that countries having inflexible labour markets have successfully dealed with unemployment. On the other hand, it has been seen that the recent global crisis has affected countries which have rigid labour markets less severely than the countries whose labour market is flexible. Nevertheless as an exit strategy from the crisis, “more neo-liberalism” has been offered to countries. Thus, it is possible to evaluate the notion of more neo-liberalism in the context of overcoming the crisis by increasing flexibility in the labour market. In this direction, the rise of neo-liberalism, neo-liberal reconstruction and labour market transformation are discussed in this study. However, it has been observed that labour market transformation has not been adopted by all countries, an opposite stance has emerged as well. Besides, institutional structures in labour markets have not caused any negative economic results contrary to what the neo-liberal approach posits. It is seen that the institutional structures present in the Turkish labour market have not caused any negative economic effects after the analysis of recent developments in labour markets of Turkey.   Keywords: Neo-liberalism, varieties of capitalism, labour market, unemployment.    vi ÖNSÖZ Emek piyasalarında yaşanan dönüşüm sürecinin politik iktisat perspektifinden ele alındığı bu tez çalışmasının ortaya çıkmasında yardımlarını esirgemeyen çok değerli hocalarım, meslektaşlarım ve arkadaşlarım bulunmaktadır. Nitekim bu çalışmaya yaptıkları büyük katkılara rağmen onlara ayırdığım yerin darlığının farkında olmakla beraber isimlerini anmanın da boynumun borcu olduğunu ifade etmek isterim. Bu doğrultuda öncelikle tezimi bıkmadan usanmadan tekrar tekrar okuyan ve eleştirilerini her daim sakınmadan yönelten değerli hocam Prof. Dr. FERUDUN YILMAZ’a teşekkürlerimi sunarım. Bu tez çalışması vasıtasıyla ondan çok şeyler öğrendiğimi de ayrıca belirtmek isterim. Yine bu doğrultuda odalarının kapılarını her daim bana açık tutan Doç. Dr. Hülya KANALICI AKAY ve Doç. Dr. Kadir Yasin ERYİĞİT’e de yaptıkları katkılar ve eleştiriler için teşekkür ediyorum. Ayrıca bu çalışmanın ortaya çıkmasında önemli katkıları olan meslektaşlarım ve değerli arkadaşlarım Arş. Gör. Sevginaz IŞIK, Arş. Gör. Neşe ARAL ve Dr. Şafak TARTANOĞLU’na ne kadar teşekkür etsem azdır. Yine her daim yardımlarını ve desteklerini esirgemeyen, görüş ve önerilerine kıymet verdiğim meslektaşlarım Yrd. Doç. Dr. Filiz ERYILMAZ ve Arş. Gör. Görkem BAHTİYAR’a ayrıca teşekkür ederim. Son olarak ise bu tez çalışması boyunca kahrımı çeken bölüm arkadaşlarıma ve aileme de ayrıca sonsuz teşekkürlerimi sunarım. vii İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .......................................................................................................... ii YEMİN METNİ .................................................................................................................. iii ÖZET ................................................................................................................................ iv ABSTRACT ........................................................................................................................ v ÖNSÖZ .............................................................................................................................. vi İÇİNDEKİLER .................................................................................................................. vii TABLOLAR LİSTESİ .......................................................................................................... x ŞEKİLLER LİSTESİ ........................................................................................................... xi KISALTMALAR LİSTESİ ................................................................................................ xiii GİRİŞ ................................................................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM NEO-LİBERAL DÜZLEMDE UYUM, FARKLILIKLAR VE EMEK PİYASALARI 1. KLASİK LİBERALİZM’DEN NEO-LİBERALİZME .......................................................... 10 2. MAKROEKONOMİ, DEVLET VE EMEK PİYASALARINDA NEO-LİBERAL YENİDEN YAPILANMALAR ....................................................................................................... 16 2.1. Makroekonomide Değişen Paradigma: Yeni Neo-Klasik Sentez ..................................... 16 2.2. Refah Devletinden Neo-Liberal Refah Anlayışına ........................................................ 21 2.2.1. Refah Devletinin Tarihsel Gelişimi ve Yükselişi .................................................. 21 2.2.2. Refah Devleti’nin Krizi ve Krize Yönelik Yaklaşımlar ......................................... 27 2.2.3. Refah Devletine Yönelik Marksist Bir Yaklaşım: Refah Devletinden Çalışma Refahı Rejimine ...................................................................................................... 33 2.3. Emek Piyasasında Katılıkların Kaldırılması: Esnekleştirme ........................................... 37 3. KURUMLAR, ESNEKLİK VE EMEK PİYASALARI ......................................................... 41 4. KURUMSAL FARKLILIKLAR, FARKLI KAPİTALİZM TÜRLERİ VE EMEK PİYASALARI 52 4.1. Kapitalizmin Çeşitleri Yaklaşımı Ve Emek Piyasalarına Bakış ....................................... 54 4.2. Esping-Andersen’in Refah Kapitalizmi Çeşitleri .......................................................... 59 4.3. Kapitalizmin Çeşitleri Yaklaşımının Eleştirisi Ve Kapitalist Farklılıkların Anlaşılmasına Yönelik Marksist Bir Yaklaşım: Tek Fakat Parçalı Bir Organizasyon Olarak Kapitalizm ..... 65 4.4. Yapılan Eleştirilere Yönelik Olarak Kapitalizmin Çeşitleri Literatüründe Yaşanan Değişimler ... 68 viii 5. EMEK PİYASALARI BAĞLAMINDA FARKLI KAPİTALİZM TÜRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ............................................................................................... 71 İKİNCİ BÖLÜM EMEK PİYASASI KURUMLARI, POLİTİKALARI VE EKONOMİK SONUÇLARI 1. EMEK PİYASASI KURUMLARINA YÖNELİK İKTİSADİ YAKLAŞIMLAR ....................... 82 2. EMEK PİYASASI KURUMLARININ EKONOMİK SONUÇLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ ....... 89 2.1. Emek Piyasası Kurumları Ve İşsizlik İlişkisi ............................................................... 89 2.1.1. İstihdam Koruma Yasaları ............................................................................... 93 2.1.2 İşsizlik Yardımları ve Aktif Emek Piyasası Politikaları ......................................... 97 2.1.2.1. Pasif İstihdam Politikaları ............................................................................ 97 2.1.2.2. Aktif İstihdam Politikaları ......................................................................... 101 2.1.3. Ücretler Üzerindeki Vergi Yükü ..................................................................... 104 2.1.4. Sendikalar .................................................................................................. 107 2.1.5. Asgari Ücret ............................................................................................... 111 2.2. Emek Piyasasında Yaşanan Piyasalaşma Süreci, İşsizlik Ve İstihdam ............................ 115 3. EMEK PİYASALARINDA ESNEKLİK-GÜVENLİK TARTIŞMASINA YÖNELİK YENİ BİR YAKLAŞIM GÜVENCELİ ESNEKLİK YAKLAŞIMI ...................................................... 119 4. NEO-LİBERAL YÖNELİM, KÜRESEL KRİZ SÜRECİ VE EMEK PİYASALARINDA YAŞANAN DÖNÜŞÜM: AVRUPA’NIN ÇEVRE ÜLKELERİ BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME .................................................................................................... 124 4.1. Roma’dan Lizbon’a Emek Piyasasında Yaşanan Dönüşüm Süreci ................................ 124 4.2. Küresel Kriz Süreci ............................................................................................. 129 4.3. Krizin Politik Ekonomisi: Kuzey-Güney Avrupa Çekişmesi ........................................ 132 4.4. Neo-Liberal Projenin Küresel Kriz İle İmtihanı ......................................................... 135 4.5. Avrupa’nın Çevre Ülkeleri Bağlamında Bir Değerlendirme ......................................... 137 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’NİN EMEK PİYASASI POLİTİKALARINDA YAŞANAN DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMLER 1. OSMANLI’DAN CUMHURİYETE EMEK PİYASALARINDA YAŞANAN GELİŞMELER: TARİHSEL BİR DEĞERLENDİRME ............................................................................ 143 2. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI DÖNEM: 1946-1980 ............................................... 156 3. NEO-LİBERAL POLİTİKALARIN UYGULANMASI VE EMEK PİYASALARINDA YAŞANAN DÖNÜŞÜMLER: 1980’Lİ YILLAR ............................................................................... 164 ix 4. EMEK PİYASALARINDA YÜKSEK ÜCRET DÖNEMİ: 1988-1993 .................................. 171 5. EMEK PİYASALARINI ESNEKLEŞTİRMEYE DEVAM: 1994’DEN 2000’Lİ YILLARA ..... 176 6. TÜRKİYE EMEK PİYASALARINDA YAŞANAN SON GELİŞMELER: 2001’DEN GÜNÜMÜZE ............................................................................................................. 184 7. EMEK PİYASASI KURUMLARI VE EKONOMİK SONUÇLARI: TÜRKİYE EMEK PİYASALARINA YÖNELİK BİR DEĞERLENDİRME .................................................... 192 7.1. İstihdam Koruma Yasası ....................................................................................... 198 7.2. Sendikalaşma ..................................................................................................... 200 7.3. Asgari Ücret ....................................................................................................... 203 7.4. Kayıt Dışılık ....................................................................................................... 205 7.5. Yeni İş Kanunu ................................................................................................... 209 7.6. Geçiçi İstihdam Tipleri ......................................................................................... 210 7.7. Özel İstihdam Büroları ......................................................................................... 211 SONUÇ ........................................................................................................................... 214 KAYNAKLAR ................................................................................................................. 218 ÖZGEÇMİŞ ..................................................................................................................... 242 x TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1: Emek Piyasaları Regülasyonu ve Kapitalizmin Çeşitleri .......................................... 59 Tablo 2: Kapitalizmin Çeşitleri Versus Farklılaştırılmış Kapitalizm ....................................... 66 Tablo 3: Talep Yönetim Rejimleri, Politik Sistemler, Refah Devletleri ve Üretim Rejimleri Arasındaki Tamamlayıcılıklar .................................................................................................. 70 Tablo 4: Sendika Yoğunluğu .................................................................................................... 72 Tablo 5: İstihdam Koruma Endeksi ......................................................................................... 73 Tablo 6: İşsizlik Yardımları* ................................................................................................... 75 Tablo 7: İşçinin Gelir Payı ....................................................................................................... 76 Tablo 8: Toplu Pazarlık Kapsamı ............................................................................................. 78 Tablo 9: Gini Katsayısı ............................................................................................................ 79 Tablo 10: İşsizlik Oranları ........................................................................................................ 90 Tablo 11: İstihdam Güvenliği ya da Emek Piyasası Güvenliği ............................................. 123 Tablo 12: Güney Avrupa Ülkelerinde İşsizlik Rakamları ...................................................... 139 Tablo 13: Türkiye’de İmalat Sanayi Ücretleri, İstihdam ve Milli Gelir (1923-1929) ........... 149 Tablo 14:Kâr ve Ücretlerin Milli Gelir ve Sanayi Üretiminden Aldıkları Paylar(1932-1939) ................................................................................................................................................ 152 Tablo 15: Başlıca Bölüşüm Göstergeleri (1938-39 ve 1944-45) ........................................... 155 Tablo 16: Türkiye’de İstihdamın Sektörel Artış Hızı (15 Yaş ve Üzeri) ............................... 155 Tablo 17: Türk İmalat Sanayinde Reel Ücretler (1950-1960) ............................................... 158 Tablo 18: Grevler Nedeniyle Kaybolan İşgünü Sayısı (1970-1980) ...................................... 163 Tablo 19: İmalat Sanayinde Reel Ücretler (1968 Sabit Fiyatlarıyla, TL/Aylık) .................... 167 Tablo 20: İmalat Sanayi Katma Değeri İçinde Ücretin Payı (%) ........................................... 168 Tablo 21: Bölüşüm Göstergeleri, 1978-79 ve 1998 ............................................................... 169 Tablo 22: İmalat Sanayinde Reel Ücret Endeksi (1914: 1,00) ............................................... 170 Tablo 23: Türkiye’de İmalat Sanayi Reel Ücretleri (1914: 1,00) .......................................... 176 Tablo 24: Büyüme ve İşsizlik Oranları .................................................................................. 196 Tablo 25: Ülkelerarasında İstihdam Koruma Yasası Endeksi Karşılaştırması (2013) ........... 198 Tablo 26: Türkiye’de Çalışanlar, Sendika Üye Sayıları ve Sendika Yoğunluğu ................... 201 Tablo 27: Ülkelerarasında Asgari Ücret Karşılaştırması (2014 Sabit Fiyatlarıyla $) ............ 205 Tablo 28:. Türkiye’de Kayıt dışı İstihdam Oranları ............................................................... 207 Tablo 29: Özel İstihdam Büroları Aracılığı İle İşe Yerleştirilenler ....................................... 212 xi ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1: Kurumsal Farklılığı Anlamak ..................................................................................... 51 Şekil 2: VoC Yaklaşımında Firmanın Organizasyonunu Şekillendiren Kurumlar .................. 57 Şekil 3: Ülkelerin İşsizlik Oranlarının Karşılaştırılması .......................................................... 92 Şekil 4: İstihdam Koruma Düzenlemesi (Genel Endeks Değeri-2013) ................................... 94 Şekil 5: İstihdam Koruma Yasası Endeksi ve İşsizlik Oranları Değişim Değerleri (2000- 2013) ......................................................................................................................................... 95 Şekil 6: İstihdam Koruma Yasası Endeksi ve İstihdam Oranları Değişim Değerleri (2000- 2013) ......................................................................................................................................... 96 Şekil 7: İşsizlik Yardımları (2013)* ......................................................................................... 99 Şekil 8: İşsizlik Yardımları ve İşsizlik Oranındaki Değişim Değerleri (2001-2013)............. 100 Şekil 9: İşsizlik Yardımları ve İstihdam Oranları Değişim Değerleri (2001-2013) ............... 101 Şekil 10: Aktif İstihdam Politikalarına Yönelik Gerçekleştirilen Kamu Harcamaları (GSYİH %, 2011) ................................................................................................................................. 102 Şekil 11: Aktif İstihdam Politikalarına Yönelik Harcamalar ve İşsizlik Oranlarındaki Değişim Değerleri (2004-2011) ............................................................................................................ 103 Şekil 12: Aktif İstihdam Politikalarına Yönelik Harcamalar ve İstihdam Oranlarındaki Değişim Değerleri (2004-2011) ............................................................................................. 104 Şekil 13: Ücretler Üzerindeki Vergi Yükü (2014) ................................................................. 105 Şekil 14: Ücretler Üzerindeki Vergi Yükü ve İşsizlik Oranları Değişim Değerleri (2000- 2013) ....................................................................................................................................... 106 Şekil 15: Ücretler Üzerindeki Vergi Yükü ve İstihdam Oranları Değişim Değerleri (2000- 2013) ....................................................................................................................................... 107 Şekil 16: Sendika Yoğunluğu (2012) ..................................................................................... 109 Şekil 17: Sendika Yoğunluğu ve İşsizlik Oranları Değişim Değerleri (2000-2012) ............. 110 Şekil 18: Sendika Yoğunluğu ve İstihdam Oranları Değişim Değerleri (2000-2012) ........... 111 Şekil 19: Asgari Ücret (2013 Sabit Fiyatlarla $) .................................................................... 113 Şekil 20: Asgari Ücret ve İşsizlik Oranları Değişimin Değerleri (2000-2013) ...................... 114 Şekil 21: Asgari Ücret ve İstihdam Oranları Değişimin Değerleri (2000-2013) ................... 115 Şekil 22: Emek Piyasası Düzenlemelerindeki ve İşsizlik Oranlarındaki Değişim Değerleri (2001-2013) ............................................................................................................................ 116 Şekil 23: Emek Piyasası Düzenlemelerindeki ve İstihdam Oranlarındaki Değişim Değerleri (2001-2013) ............................................................................................................................ 117 Şekil 24: Rejim Tiplerinin Güvenceli Esneklik Bağlamında Gösterimi ................................ 121 Şekil 25: İmalat Sanayinde Ücretler ve İstihdamda Yıllık Değişim Oranları (1951-1960) ......... ................................................................................................................................................ 159 Şekil 26: İmalat Sanayinde Ücretlerde ve İstihdamda Yıllık Değişim Oranı (1951-1980) ... 162 Şekil 27: İmalat Sanayinde Üretimde Çalışılan Saat Başına Reel Ücret Endeksi (1997=100) ................................................................................................................................................ 172 xii Şekil 28: Özel İmalat Sanayinde Üretimde Çalışılan Saat Başına Üretim (Kısmi Verimlilik) Endeksi ve Reel Ücretler Arasındaki İlişki (1997=100) ........................................................ 173 Şekil 29: İmalat Sanayinde Çalışılan Saat Başına Reel Ücret Endeksi ve Üretimde Çalışanlar Endeksi (Özel, 1997=100) ...................................................................................................... 174 Şekil 30: İmalat Sanayinde Çalışılan Saat Başına Reel Ücret Endeksi ve Üretimde Çalışanlar Endeksi (Kamu, 1997=100) ................................................................................................... 175 Şekil 31: İmalat Sanayinde Üretimde Çalışılan Saat Başına Reel Ücret Endeksi (1997=100) ................................................................................................................................................ 177 Şekil 32: İmalat Sanayinde Çalışılan Saat Başına Reel Ücret Endeksi ve Üretimde Çalışanlar Endeksi (Özel, 1997=100) ...................................................................................................... 179 Şekil 33: İmalat Sanayinde Çalışılan Saat Başına Reel Ücret Endeksi ve Üretimde Çalışanlar Endeksi (Kamu, 1997=100) ................................................................................................... 180 Şekil 34: Özel İmalat Sanayinde Üretimde Çalışılan Saat Başına Üretim (Kısmi Verimlilik) ve Reel Ücretler Arasındaki İlişki (Özel, 1997=100) ................................................................. 184 Şekil 35: İmalat Sanayinde Çalışılan Saat Başına Reel Ücret Endeksi ve Üretimde Çalışanlar Endeksi (Özel, 1997=100) ...................................................................................................... 189 Şekil 36: İmalat Sanayinde Üretimde Çalışılan Saat Başına Üretim ve Reel Ücretler Arasındaki İlişki (Özel, 1997=100) ........................................................................................ 190 Şekil 37: GSYİH ve İşsizlik İlişkisi ....................................................................................... 197 Şekil 38: İşsizlik Oranları (2000-2014) .................................................................................. 200 Şekil 39: Sendika Yoğunluk Oranı ......................................................................................... 202 Şekil 40: Türkiye’de Asgari Ücretin Gelişimi (2000-2014) .................................................. 204 Şekil 41: Kayıt dışı istihdam Oranı ........................................................................................ 208 xiii KISALTMALAR LİSTESİ     AB  Avrupa Birliği   ABD  Amerika Birleşik Devletleri  AET  Avrupa Ekonomik Topluluğu  AKÇT  Avrupa Kömür Çelik Topluluğu  Ak Parti  Adalet ve Kalkınma Partisi  ANAP  Anavatan Partisi  CHP   Cumhuriyet Halk Partisi  CME  Eşgüdümlü Piyasa Ekonomileri  ÇSGB  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı  DB  Dünya Bankası   DİSK  Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu  DP  Demokrat Parti  DPT  Devlet Planlama Teşkilatı  Fed  Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası  GEGP  Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı  GSMH  Gayri Safi Milli Hasıla  GSYH  Gayri Safi Yurtiçi Hasıla  HAK‐İş  Hak‐İşçi Sendikaları Konfederasyonu  ILO  Uluslararası Çalışma Örgütü  IMF  Uluslararası Para Fonu  İŞKUR  Türkiye İş Kurumu  KİT  Kamu İktisadi Teşebbüsü  LME  Serbest Piyasa Ekonomileri  OECD  İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı  SGK  Sosyal Güvenlik Kurumu  SSK  Sosyal Sigortalar Kurumu  TİSK  Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu  Türk‐İş  Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu  TÜSİAD  Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği  VoC  Kapitalizmin Çeşitleri  1 GİRİŞ Liberalizm kavramının tarihsel kökenleri çok eskilere dayanmakla birlikte kavram üzerinde net bir tanım geliştirilememiştir. Dolayısıyla, literatürde tek bir liberalizmden değil liberalizmlerden bahsedildiği sıkça vurgulanmıştır. Nitekim liberalizm adı altında bir tarafta hukukun üstünlüğü, sınırlı devlet ve sözleşme yapma serbestliği gibi klasik liberal söylemler mevcutken diğer tarafta ise bunları kabul etmekle birlikte devleti ön plana çıkaran ve devleti bir sigorta aracı olarak gören modern liberal tanımlamalarla da karşılaşmak mümkündür. Liberalizm tartışması eşitlik ve özgürlük açısından ele alınarak da devam ettirilmektedir. Nitekim bir tarafta özgürlüğü öne çıkaran liberteryenler bulunurken diğer tarafta ise eşitliğin de özgürlük kadar önemli olduğunu savunan eşitlikçi liberaller bulunmaktadır. Liberalizm içerisinde tartışmalar devam ederken yaşanan Birinci Dünya Savaşı, liberal hareketin güçsüzleşmesine yol açmış ve bu dönem liberalizmin ölü dönemi olarak adlandırılmıştır. Nitekim Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan komünist ve nasyonal sosyalist devrimler geleceğin liberalizmle değil kolektivizm ile şekilleneceği söylemlerini öne çıkarmıştır. Bu gelişmelerin acı bir sonucu olarak görülen İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Keynesyen politikalar hâkim olmuştur. Bu dönem ve öncesinde her ne kadar klasik liberal anlayış ayakta durmaya çalışsa da dönemin kurulu entelektüel düzeni tarafından yok sayılmışlardır. Öte yandan, 1970’li yıllar ise liberallerin beklediği ortamı hazırlamıştır. Çünkü bu yıllar artık sosyalist planların ve sosyal demokrat müdahaleci politikaların başarısızlıkla sonuçlandığı ve yeni bir alternatifin arandığı yıllar olmuştur. Bu başarısızlıklar, klasik liberalizm önerilerinin tekrardan ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Nitekim Hayek ve Friedman’ın fikirlerinin öne çıkması bu açıdan değerlendirilmektedir. Klasik liberalizmin yeniden ifadesi olan bu dönem “neo-liberal” dönem ve dönemin hâkim ideolojisi de “neo-liberalizm” olarak adlandırılmaktadır. Neo-liberalizm kelimesi kuşkusuz günümüzün en popüler kelimelerinden biridir. Daha çok olumsuz çağrışımları vurgulamak için kullanılan neo-liberalizm, 1980’li yıllardan itibaren ekonomi ve siyaset alanını derinden etkilemiştir. Bu dönemde ekonomi alanında monetarist politikalar hâkim olurken, siyaset sahnesinde ise sosyalist tutumlara karşı bir tavır takınılmıştır. Neoliberalizm ile birlikte, geçmiş dönemin 2 yapılanmalarının da ortadan kalktığı görülmektedir. Örneğin, geçmişin müdahaleci devlet anlayışı yerini müdahalenin etkinsiz sonuçlar doğuracağı yaklaşımına bırakmıştır. Bu noktada piyasa mekanizması öne çıkmış ve herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan piyasanın fiyat mekanizması aracılığıyla dengeyi sağlayacağı ifade edilmiştir. Yaşanan bu değişimlerle, devletin mülkiyet haklarını koruma ve piyasa önündeki engelleri kaldırma görevine geri döneceğinin altı çizilmiştir. Devletin bu değişimi, klasik liberallerin minimum devlet tanımıyla örtüşmektedir. Dolayısıyla geçmişin müdahaleci ya da Keynesyen Refah Devleti’nin yerini, devletin gece bekçisi olarak görüldüğü sınırlı devlet almıştır. Çünkü neo-liberalizm olarak adlandırılan bu dönemde müdahaleci politikaların etkin olmayacağı ve bireysel özgürlüğe yönelik tehdit oluşturacağı belirtilmiştir. Bu dönemin hâkim figürü artık Keynes değil Hayek’tir. Devletin ise artık sorunların çözümü değil sorunların kaynağı olduğu ifade edilmektedir. Neo-liberalizmin hâkim paradigma olarak benimsenmesi etkisini emek piyasalarında da göstermiştir. Nitekim geçmişte, tam istihdamı hedefleyen ve bunun için müdahale dahil her türlü politikayı uygulanabilir gören bir anlayış hâkimken, neo-liberalizm ile birlikte, emek piyasalarına yönelik bir esnekleştirme eğilimi ortaya çıkmıştır. Çünkü piyasa mekanizmasının işsizlik sorununu çözeceğine yönelik inanç, piyasaya yönelik düzenleme ve müdahaleleri işsizliğe yol açan katılık olarak değerlendirmekte ve bu tür düzenleme ve müdahalelere şiddetle karşı çıkmaktadır. Neo-liberalizmin 1980 sonrası artan hâkimiyeti, bu yaklaşımın öne çıkardığı piyasa sürecinin ülkeleri etkisi altına alacağı beklentisini doğurmuştur. Ancak mevcut durumun beklendiği gibi olmadığı, ülkelerin yaşanacak değişime direnç gösterdikleri görülmüştür. Örneğin, ülkeler arasında emek piyasaları ve sosyal politika alanında uyumdan ziyade bir karşı duruş olarak ifade edilen farklılıklar gözlenmiştir. Bu karşı duruşta ise etkin faktörler olarak kurumlar ve kurumların geçmiş ile olan ilişkisini ortaya koyan patika bağımlılıkları vurgulanmıştır. Dolayısıyla, ülkelerin farklı patika bağımlılıkları her ülkeye uygun tek bir modelden bahsetmeyi olanaksız kılmıştır. Nitekim bu doğrultuda farklı modellerin ortaya çıktığı gözlenmiştir. Bu farklılık içerisinde piyasa sürecine uyum sağlayan modeller olabileceği gibi, yaşanan piyasalaşma sürecine tepki gösteren farklı kapitalizm türleri ile de karşılaşmak mümkündür. 3 Bu noktada farklı kapitalizm türlerini anlamaya yönelik açıklamalar getiren iki teorik yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Hall ve Soskice’nin “Kapitalizmin Çeşitleri" yaklaşımı olurken diğeri ise Esping-Andersen’in ortaya attığı “Refah Devleti Rejimleri”dir. Her iki yaklaşımda da küreselleşme süreci ile birlikte ulusal kapitalizmlerin karşılaştığı piyasa sürecine uyum ve bazı türlerin bu uyuma gösterdikleri direnç ortaya konmaktadır. Örneğin, Kapitalizmin Çeşitleri literatüründe Serbest ve Eşgüdümlü Piyasa Ekonomileri olarak adlandırılan iki farklı kapitalizm türü ile karşılaşılmaktadır. Bu ayrıma daha sonra Türkiye’nin de arasında bulunduğu Güney Avrupa ya da Akdeniz Piyasa Ekonomileri olarak adlandırılan bir üçüncü model daha eklenmiştir. Ülkelerin bu şekilde gruplanmalarında emek piyasaları önemli derecede etkili olmaktadır. Nitekim Serbest Piyasa Ekonomileri tanımlanırken esnek emek piyasaları vurgusu ön plandayken, Eşgüdümlü Piyasa Ekonomilerini tanımlarken ise, emek piyasalarındaki düzenlemeler vurgulanmaktadır. Üçüncü grup olarak tanımlanan Güney Avrupa ekonomilerinin sınıflandırılmasında ise emek piyasalarındaki güvencesizliğin bu bağlamda öne çıktığı ifade edilmiştir. Benzer şekilde, Esping- Andersen de refah rejimlerini Sosyal Demokrat, Liberal ve Kıta Avrupası Refah Rejimi şeklinde üçe ayırarak incelemiştir. Daha sonra Güney Avrupa Refah Rejiminin de sınıflandırmaya dahil edilmesi ile bu sayı dörde ulaşmıştır. Yine Esping-Andersen, refah devleti rejimlerini analiz ederken emek piyasası kurumları ve programlarından yararlanmıştır. Dolayısıyla, gerek Hall ve Soskice’nin gerekse Esping-Andersen’in sınıflandırmaları arasında bağlantı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Eşgüdümlü Piyasa Ekonomileri Sosyal Demokrat ya da Kıta Avrupası Refah Devleti Rejimine sahip olurken, Serbest Piyasa Ekonomileri ise Liberal Refah Devleti Rejimini benimsemiştir. Gelinen noktada neo-liberalizmin emek piyasalarının esnekleştirilerek ülkelerin liberal modele uyum sağlayacakları öngörüsünün tutmadığı görülmüştür. Çünkü bazı ülkeler bu sürece uyum sağlarken bazıları ise bir karşı duruş sergilemiş yani yaşanan değişime direnmiştir. Nitekim neo-liberalizmin esneklik yanlı tutumuna karşı ülkelerin ortaya koyduğu bu direnç “katılık” olarak tabir edilmiş ve ortaya çıkan kötülüklerin nedeni olarak da eleştirilmiştir. Günümüzün önemli bir sorunu olan işsizliğin nedeninin emek piyasalarındaki katılık yani emek piyasalarındaki kurumsal düzenlemeler olduğu eleştirisini de bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Nitekim emek piyasalarının 4 esnekleştirilerek işsizlik sorununun çözüleceği ve rekabetçi yapının arttırılacağı iddiası, emek piyasalarındaki düzenlemeleri katılık olarak tabir etmekte ve bu katılıklara savaş açmaktadır. Bu bağlamda istihdam koruma düzenlemeleri, sendikalar, toplu pazarlık ve asgari ücret gibi kurumsal yapılanmaların emek piyasalarında katılığa yol açtığı ifade edilmekte ve bu kurumsal yapılanmaların ortadan kaldırılması önerilmektedir. Bu sayede emek piyasalarının etkinleştirilerek işsizlik sorununun çözüleceği iddia edilmektedir. Neo-liberal yaklaşımın öngördüğü piyasaların etkinliği, işlem maliyetlerinin olmadığı yani tam rekabet piyasasının geçerli olduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Nitekim neo-liberal yaklaşım böyle bir ortamda kurumsal düzenlemelerin de gereksizliğinin altını çizmiştir. Ancak gelinen noktada pozitif işlem maliyetlerinin varlığı, ekonomilerin tam rekabetçi bir yapıda olmadığını göstermiştir. Dolayısıyla, ekonomilerin eksik rekabetçi yapıları, kurumsal düzenlemelerin gerekliliğini kanıtlamıştır. Bu bağlamda piyasaların etkin olmadığını dolayısıyla kurumların işlem maliyetlerini azaltarak piyasaların etkin çalışmasına katkı sağladığını savunan kurumsal yaklaşım bu doğrultuda kurumsal düzenlemelerin gerekliliği konusunda ısrar etmektedir. Dolayısıyla, tüm piyasalarda olduğu gibi emek piyasalarının da eksik rekabetçi bir yapıda olduğunu savunan bu yaklaşım, emek piyasalarındaki kurumsal düzenlemeleri desteklemektedir. Sonuç olarak, bir tarafta emek piyasalarının kurumlar olmadan etkin bir şekilde çalışamayacağını savunan kurumsal yaklaşım bulunurken, diğer tarafta ise emek piyasalarındaki kurumların piyasanın etkin çalışmasını engellediği dolayısıyla işsizlik gibi olumsuz makro ekonomik sonuçların ortaya çıkmasına yol açtığını söyleyen neo-liberal yaklaşım bulunmaktadır. 1980’li yıllardan itibaren gerek ulusal hükümetler gerekse uluslararası kuruluşların emek piyasalarını esnekleştirmenin olumlu sonuçlara yol açacağı söylemleri emek piyasalarında neo-liberal politikaların uygulanmasına sebep olmuştur. Gerek OECD ve IMF raporlarında gerekse AB’nin Lizbon Stratejisi’nde bu söylemleri gözlemlemek mümkündür. Son olarak ise yaşanan 2008 krizi ile birlikte esnek emek piyasaları savunusu tekrar gündeme gelmiş ve krizden çıkış stratejisi olarak da emek piyasalarının esnekleştirilmesi önerilmiştir. Dolayısıyla 1980’lerden günümüze gelene kadar emek piyasalarına yönelik yapılan benzer savunular neo-liberalizmin devam eden hâkimiyetinin de göstergesi olmaktadır. 5 Bu noktadan hareketle, ABD’nin esnek emek piyasaları sayesinde olumlu sonuçlar elde ettiği, Kıta Avrupası’nın ise emek piyasalarında yaşanan olumsuzlukların seyrinde işsizlik yardımları, sendikalar ve toplu pazarlık gibi kurumsal yapılanmaların etkili olduğu söylemi neo-liberal yaklaşıma destek sağlamıştır. Neo-liberal yaklaşım bu doğrultuda Anglo-Sakson ülkelerinin esnek emek piyasalarını Kıta Avrupası’na örnek göstermekte ve bu yönde bir dönüşümün gerekliliğini vurgulamaktadır. Diğer taraftan ise, ABD ve Avrupa işsizlik oranlarının karşılaştırılarak emek piyasaları esnekliğini yüceltmenin yanlış olduğu bazı araştırmacılar tarafından belirtilmiştir. Nitekim Avrupa’nın tek bir ülke gibi düşünülemeyeceği, yüksek işsizlik oranlarına sahip ülkeler olduğu gibi düşük işsizlik oranlarına sahip ülkelerin de birlik içerisinde mevcut olduğu ifade edilmiş ve bu noktada İskandinav ülkelerinin performansları örnek gösterilmiştir. Dolayısıyla, neo-liberal yaklaşımın, emek piyasalarındaki kurumların zararlı olduğu tespitinin genel bir geçerliliği olmamaktadır. Farklı ülke örnekleri ve elde ettikleri farklı sonuçlar böyle kapsayıcı bir tespitin hatalı olduğunu kanıtlamaktadır. Örneğin, Anglo- Sakson ülkelerinin liberal emek piyasaları ile işsizlik sorununa yönelik başarılı sonuçlar elde ettiği vurgulanırken, diğer taraftan farklı özelliklere ve kurumsal yapılanmalara sahip olan İskandinav ülkeleri de benzer sonuçlar elde etmiştir. Nitekim emek piyasası kurumları açısından iki ülke grubu oldukça farklı noktalarda yer almaktadır. Diğer taraftan, kurumsal düzenlemelerin neo-liberal yaklaşımın öngördüğü şekilde olumsuzlukların sebebi değil, aksine gerek gelir dağılımında adaletin sağlanması gerekse kriz süreçlerinde yaşanan olumsuzlukların azaltılması gibi olumlu etkilerinin olduğu da tespit edilmiştir. Ancak her ne kadar neo-liberal hedeflerin gerçekleşmediği kanıtlansa da neoliberal politikaların ülkeler üzerindeki etkinliğinin devam ettiği görülmüştür. Özellikle 2008 küresel krizinden yoğun olarak etkilenen Güney Avrupa ülkelerine krizden çıkış stratejisi olarak emek piyasalarını esnekleştir vurgusu bunun en temel göstergesidir. Nitekim kriz öncesinde AB içinde benimsenen Lizbon Stratejisi’nde, dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi olma hedefi ortaya konmuştur. Bu hedefe ulaşmak için de emek piyasalarının esnekliğinin gerekliliği belirtilmiştir. Ancak 2008 yılında yaşanan kriz ile birlikte bu öngörünün gerçekleşmediği görülmüştür. Çünkü krizi, emek piyasaları katı olan ülkeler daha çabuk atlatırken, emek piyasaları esnek olan ülkelerin ise krizden daha çok etkilendiği gözlenmiştir. Bu noktada Güney Avrupa 6 önemli bir gözlem alanını oluşturmaktadır. Nitekim her ne kadar Güney Avrupa’nın esnek olmayan bir emek piyasasına sahip olduğu söylense de, kriz öncesinde yapılan düzenlemeler ile emek piyasalarını esnekleştirme doğrultusunda önemli bir aşama kaydedilmiştir. Ancak küresel kriz sonrasında, bu krizden derin bir şekilde etkilenen Güney Avrupa’ya krizden çıkış stratejisi olarak tekrardan emek piyasalarını esnekleştir vurgusu, neo-liberal politikaların krizlerle birlikte etkisini arttırdığı söylemini destekler niteliktedir. Çünkü emek piyasalarının esnekliği noktasında belli bir aşamaya gelmiş ülke grubuna emek piyasalarının katı olduğu şeklinde bir tavırla yaklaşılması bu değerlendirmeyi haklı çıkarmakta, amacın neo-liberal politikaların uygulanması ve etki alanının geliştirilmesi olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda Avrupa’nın çevresi olarak adlandırılan Güney Avrupa ülkelerinin her ne kadar güvencesiz ve esnek olmayan bir ülke grubunu oluşturduğu söylense de gerek geçmiş dönemde gerekse kriz sonrası yapılan düzenlemelerle tanımlananın aksine bu ülke grubunun emek piyasaları bağlamında güvencesiz ve esnek bir ülke grubunu temsil ettiği görülmüştür. Güney Avrupa ülkelerinin maruz kaldığı bu uygulamalarla hem bu grubun içerisinde yer alan hem de birliğe aday bir ülke olarak Türkiye’nin de karşılaşacağını tahmin etmek zor olmamaktadır. Dolayısıyla, Güney Avrupa ülkelerinin emek piyasalarında yaşadıkları tecrübeler Türkiye açısından oldukça önemlidir. Bu noktada Türkiye’nin emek piyasası Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden itibaren tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde ulaşılan genel sonuç emek piyasasının esnek olduğudur. Bu sonuca ulaşılmasına neden olan temel gözlem ise emek piyasasındaki kurumsal yapılanmaların yetersizliğidir. Nitekim kurumsal yapılanmaların yeterli olmadığı bir ortamda emek piyasaları esnek olmakta yani reel ücret ve istihdam oranları sert değişimler göstermektedir. Ancak emek piyasalarının esnek olduğu tespitine rağmen emek piyasalarının esnekleştirilmeye devam edilmesi ve bu yöndeki irade beyanı da oldukça dikkat çekicidir. Güney Avrupa ülkeleri ile benzer şekilde, Türkiye’de de 2008 küresel krizi sonrasında aynı söylemlerin devam ettiği görülmüştür. Nitekim kriz sürecini atlatma ve işsizlik sorununu çözme doğrultusunda zaten esnek olan emek piyasasının esnekleştirmesi önerisi bu bağlamda oldukça dikkat çekicidir. Ancak emek piyasasının esnekleştirilerek işsizlik sorununa çare bulunacağı beklentisi gelinen noktada gerçekleşmemiştir. Öte yandan, işsizlik sorununu çözememenin yanında ortaya konan esnekleştirme uygulamaları, zaten zayıf bir yapıda olan asgari 7 ücret, sendikalar ve işsizlik yardımları gibi kurumları da etkileyerek çalışma hayatında düşük ücret ve güvencesiz çalışma gibi yeni sorunlara yol açmıştır. Bu nedenle, emek piyasalarındaki kurumların etkinliğini azaltmak işsizlik sorununu çözmediği gibi çalışanların daha iyi koşullarda çalışma ve yaşama şansını da ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla, Güney Avrupa emek piyasalarını tanımlarken kullanılan hem esnek hem de güvencesiz ifadesinin Türkiye için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Bu çalışmanın temel amacı, emek piyasalarındaki kurumsal yapılanmaların neo- liberal yaklaşımın vurguladığı gibi olumsuz ekonomik sonuçlar doğurmadığını ortaya koyarak neo-liberal yaklaşımın savunduğu piyasa sürecinin hâkimiyetini ve ülkelerin liberal modeli benimsemesi ile makro ekonomik başarıların sağlanacağı görüşünü eleştirmektedir. Bu bağlamda emek piyasaları açısından farklı ülkelerin sahip oldukları farklı kurumsal yapılanmaların farklı ekonomik sonuçlara yol açtığı tespit edilerek konunun Türkiye üzerinden değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde ilk olarak liberalizmden neo-liberalizme geçiş süreci ele alınmış daha sonra ise neo-liberalizmin yarattığı etkiler incelenmiştir. Genel olarak, neo-liberalizmin makro ekonomi, devlet ve emek piyasalarında yarattığı dönüşümler belirtildikten sonra farklı ülkelerin bu sürece karşı duruşları ele alınmıştır. Çünkü ülkelerin kurumsal geçmişlerinin patika bağımlı olması yapılacak dönüşümün kolay olmadığını göstermiştir. Bu noktada kapitalizmin çeşitleri literatürü önemli bir teorik temel sağlamıştır. Farklı kurumsal yapılanmalar neticesinde farklı kapitalizm türleri olduğunu savunan bu yaklaşım özü itibariyle neo-liberal söylemin savunduğu piyasa sürecinin hâkimiyetinin gerçekleşmediğini göstermektedir. Çünkü bir tarafta esnek emek piyasalarına sahip olan Serbest Piyasa Ekonomileri yer alırken diğer tarafta ise emek piyasalarında kurumsal yapılanmaların var olduğu Eşgüdümlü Piyasa Ekonomileri bulunmaktadır. Benzer şekilde Esping-Andersen de refah devletlerine yönelik sınıflandırmasında farklı rejimlerin altını çizmiştir. Bu sınıflandırmada Liberal, Sosyal Demokrat ve Muhafazakâr Refah Devleti Rejimleri yer almaktadır. Ayrıca her iki sınıflandırmaya son dönemlerde bu çalışmanın da analiz noktasını oluşturan Türkiye’nin de içerisinde olduğu Güney Avrupa veya Akdeniz Ülkeleri olarak adandırılan ülke grupları da dahil edilmiştir. Buradan hareketle emek piyasalarındaki kurumsal yapılanmalar ve düzenlemelerin derecesinin önemli olduğu bu 8 sınıflandırmalarda her ne kadar günümüzde liberal modelin etkin olduğu vurgulansa da durumun bahsedildiği gibi olmadığının bu bölüm içerisinde gösterilmesi amaçlanmıştır. İkinci bölümde ise, daha önce her ne kadar ülkelerin farklı kurumsal yapılanmalarından bahsedilse de, neo-liberalizmin hâkim paradigma durumu ve uluslararası kuruluşların da desteği ile neo-liberal politikaların, Serbest Piyasa Ekonomisi oluşturma doğrultusunda ülkelere dayatılmaya devam edildiği üzerinde durulmuştur. Bu noktada emek piyasaları ve kurumları önemli bir gözlem alanı teşkil etmiştir. Çünkü neo-liberalizme göre günümüzün en önemli problemlerinden biri olan işsizlik sorununun emek piyasalarının esnekleştirilerek çözüleceği ısrarla vurgulanmıştır. Yine bu doğrultuda esnek emek piyasasına sahip ABD’nin düşük işsizlik oranına karşı kurumsal düzenlemeleri ile öne çıkan ve işsizliğin önemli bir sorun olduğu Kıta Avrupası konarak neo-liberal yönelim savunulmuştur. Öte yandan, Avrupa’nın tek bir ülke gibi düşünülemeyeceği, içerisinde hem emek piyasalarına yönelik kurumsal düzenlemeleri olan hem de işsizlik sorununu halletmiş ülkelerin varlığı ise bu bağlamda karşı argüman olarak ortaya konmuştur. Ancak buna rağmen yaşanan küresel kriz, neo-liberal politikaların hâkimiyetinin devam ettiğini göstermiştir. Çünkü krizden çıkış stratejisi olarak önerilen emek piyasalarını esnekleştir söylemi bunun en temel kanıtıdır. Bu bağlamda bu bölümün devamında Güney Avrupa’da yaşanan gelişmeler ele alınmıştır. Çünkü emek piyasalarını esnekleştirme yolunda önemli adımlar atmış olan bu ülke grubuna, krizden çıkış stratejisi olarak daha fazla neo-liberalizmin önerilmesi, neo-liberal yaklaşımın, kriz süreci ile birlikte etkisini arttırdığının görülmesi açısından önemlidir. Ayrıca, Güney Avrupa ülkelerinde yaşanan gelişmelerin değerlendirilmesi, bu grup içerisinde yer alan Türkiye açısından da bir rehber niteliği taşıdığından yapılan değerlendirmeleri bu çalışma bağlamında daha değerli kılmaktadır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise, Türkiye emek piyasasında yaşanan gelişmeler değerlendirilmiştir. Bu noktada Türkiye’nin emek piyasasının katı olduğu dolayısıyla esnekleştirilmesi gerektiği söylemi tarihsel süreç içerisinde ele alınarak incelenmiştir. Bu noktada Osmanlı’nın son döneminden günümüze kadar emek piyasasında yaşanan gelişmeler katılık esneklik tartışması bağlamında değerlendirilmiş, bu bağlamda istihdam ve işsizlik oranları, ücret ve verimlilik gibi göstergelerden yararlanılarak bu değerlendirmelerin geçerliliği analiz edilmiştir. Nitekim geçmişten 9 günümüze kurumsal yapılanmaların eksikliği, Türkiye’nin emek piyasası esnekliğini göstermede temel argüman olarak kullanılmıştır. Bu doğrultuda kurumsal yapılanma eksikliği ise, reel ücret ve istihdam oranlarındaki sert düşüşlerle ve bu düşüşlere gösterilen tepkilerin cılızlığı ile ilişkilendirilmiştir. Yine son dönemde emek piyasasında gerçekleşen yasal ve kurumsal düzenlemeler incelenerek, Türkiye’de emek piyasasının esnek olduğu söylemine destek aranmıştır. Bu noktada Türkiye’de yaşanan işsizlik sorunlarının kaynağının emek piyasası kurumları olmadığı gösterilerek, neo-liberal önerilerin Türkiye açısından geçersiz olduğu savunulacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin emek piyasası özelinde liberal ya da Anglo-Sakson modeli benimseyerek yaşadığı sorunları çözeceği argümanına bu bağlamda karşı çıkılarak tek bir modele uyum yerine ülkelerin farklılıklarını öne çıkaran yaklaşımların desteklenmesi amaçlanmıştır. 10 BİRİNCİ BÖLÜM NEO-LİBERAL DÜZLEMDE UYUM, FARKLILIKLAR VE EMEK PİYASALARI 1. KLASİK LİBERALİZM’DEN NEO-LİBERALİZME Liberalizmin tarihsel kökenleri çok eskilere dayanmakla birlikte ideolojiyle özdeşleşen ve üzerinde en fazla durulan düşünürler John Locke ve Adam Smith olmuştur. Genel bir bakışla, Locke’un mülkiyet hakları ve dinsel hoş görü savunusu liberalizmin siyasi yönünü oluştururken, liberalizmin ekonomik yönünü Smith temsil etmektedir. Öte yandan, önemli tarihsel geçmişine rağmen ‘liberalizm’ kavramının net bir tanımının olmaması ve ayrıca kişilere ve zamana göre farklı biçimlerde kullanılması literatürde önemli bir tartışma noktası oluşturmuştur (Yayla, 2008: 30; Thorsen, 2011: 174). Öyle ki, ünlü liberallerin isimlerinin kolay bir şekilde sayılabileceğini (John Locke, Adam Smith, Montesquieu, Thomas Jefferson, John Stuart Mill, Lord Acton, T.H. Green, John Dewey, Isaiah Berlin ve John Rawls) öne süren Ryan (2007), bu isimlerin hoş görünün sınırları, refah devletinin yasallığı ve demokrasinin erdemi gibi konularda bir fikir birliği sağlayamadıklarını ifade etmiş ve bu bağlamda farklı açıklamaların liberalizmi değil liberalizmleri anlamaya yönelik araştırmalar içerdiğini belirtmiştir (Ryan, 2007: 360-361; Thorsen, 2011: 175-176). Örneğin Conway, liberalizmi, diğer ideolojiler ile kıyaslandığında, insan özgürlüğüne politik açıdan çok daha büyük önem ve değer veren siyasi bir ideoloji olarak tanımlamıştır (Conway, 2013: 151). Öte yandan, Gray ise, liberalizmin iki yüzü olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, bu yüzlerden biri hoşgörü ve ideal bir yaşam arayışını ifade ederken liberalizmin diğer yüzü ise çeşitli yaşam biçimleri arasında barış koşullarının aranmasını temsil etmektedir. Birinci bakış açısına göre, liberalizm evrensel bir rejim reçetesi olurken ikinci bakış açısında ise bir arada yaşama projesini bize sunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, John Locke ve Immanuel Kant evrensel liberalizm rejimini savunurken, Thomas Hobbes ve David Hume’un felsefelerinin barış içinde birlikte yaşama liberalizmini savundukları görülmektedir. Günümüz liberallerine bakıldığında ise, John Rawls ve Friedrich von Hayek’in, liberalizmi evrensel bir rejim olarak gördüğü; öte yandan Isaiah Berlin ve Michael Oakeshott’ın ise liberalizmi bir arada yaşama projesi olarak ele aldığı anlaşılmaktadır (Gray, 2000: 8). 11 Ayrıca, John Locke, Adam Smith, Alexis de Tocqueville, Friedrich von Hayek’in oluşturduğu klasik liberallerin, sınırlı devlet, hukuk kurallarının muhafazası, mülkiyet haklarının kutsallığı, sözleşme yapma serbestliği ve bireylerin kendi yazgılarından sorumlu olmaları gibi temel söylemleri mevcuttur. Diğer taraftan, Benjamin Constant, John Stuart Mill, John Dewey, William Beveridge ve John Rawls gibi modern liberalizmin temsilcileri de klasik liberallerin savunduğu sözleşme serbestliği ve mülkiyet haklarının kutsallığı gibi değerleri benimsemekle birlikte liberalizme yöneltilen eleştirilere de bu bağlamda çözümler bulmaya çalışmış ve ekonomik alanda bireylerin özgürlükleri açısından devletin bir sigorta işlevi görmesi gerektiği tespitini yapmışlardır. Bu perspektiften klasik liberalizmin çağdaş destekleyicileri, modern liberalizmi liberal düşünceye yönelik bir tehdit olarak görmüşlerdir (Ryan, 2007: 362-364; Thorsen, 2011: 176). Aynı zamanda, klasik liberalizmde liberal ekonomi politikalarının daha fazla özgürlüğe ve daha iyi bir demokrasiye yol açacağı ifade edilirken modern liberaller bu yaklaşımı yetersiz ve eksik bulmuşlardır. Bu eksikliğin giderilmesi noktasında da devleti ön plana çıkarmışlardır (Thorsen, 2011:175-176). Klasik liberalizmde ise devletin görevi özel taraflar arasında ortaya çıkan ihtilafları çözmeyle sınırlandırılmıştır (Pennington, 2014: 29). Bu anlayışa göre, siyasal güç yalnızca bireylerin hakkını korumak ve sürdürmek için kullanılmalıdır. Bu açıdan anayasal devlet ve hukuk hâkimiyeti klasik liberallerin temel politik ideali olmaktadır (Davies, 2013:207). Diğer bir ifadeyle, modern liberalizmde devlet mal ve hizmet sunan, ekonomik eşitliği sağlamak için vergi koyan bir konumda iken klasik liberalizmde ise devlet gece bekçisi konumundadır (Brennan, 2013: 237-238). Liberalizmin tanımında benzer bir ayrım Ryan (2007) tarafından da ortaya atılmıştır. Bu ayrım eşitlikçi liberalizm (liberal egalitarianism) ve liberteryen liberalizm şeklinde ortaya konmuştur. Bu ayrımda liberteryen liberalizm tümüyle olmasa dahi klasik liberalizmin daha sistematik bir versiyonu olarak adlandırılırken, eşitlikçi liberalizm ise modern liberalizmin yeniden ifadesi olarak tanımlanmaktadır (Ryan, 2007: 365; Thorsen ve Lie, 2007: 5; Thorsen, 2011: 176). Robert Nozick, John Hospers, Erick Mack, Ayn Rand ve Jan Narveson gibi liberteryenler, devletin sadece piyasa aksaklıklarını gidermesi ile kolluk ve adli 12 hizmetleri sağlaması gerektiğini, bunun dışında hiçbir kamu hizmeti vermek gibi bir görevinin olmadığını ifade ederler. Liberteryenler içerisinde devleti tamamen reddedenler de bulunmaktadır. Örneğin, anarşist olarak adlandırılan bu grupta Jan Narveson ve Murray Rothbard öne çıkan isimlerdendir. Öte yandan, vatandaşın günlük işlerinde karşılaştıkları sorunlarla ilgilenen büyük devlet fikri eşitlikçi liberallerce sunulmaktadır. John Rawls, Ronald Dworkin, Thomas Nagel ve Brain Barry gibi eşitlikçi liberaller, liberal bir devletin mal ve hizmet sunan, eşitlik sağlamak için vergi koyan ve piyasaya müdahale eden bir devlet olduğu görüşünü ortaya koymuşlardır (Brennan, 2013: 237-238). Dahası, eşitlikçi kanuncular olarak da tanımlanan Rawls ve Dworkin gibi eşitlikçi liberaller, bireylerin kaynaklara dönük refah hakkı olduğunu savunmaktadırlar. Diğer taraftan, Nozick ve Hayek gibi liberteryen liberaller ise özgürlükçü kanuncular olarak adlandırılmakta ve insan haklarının sadece saldırı ve baskıya karşı korunması gereken haklar olduğunu vurgulamaktadırlar (Gray, 2000: 21). Açıkça, gerek eşitlikçi liberallerin gerekse liberteryen liberallerin, bireysel özgürlüklerin geliştirilmesi noktasında ortak bir amaç benimsedikleri görülmektedir. Bu iki gelenek arasındaki temel çatlak ise, daha önce yapılan ayrımda da vurgulandığı üzere, devlet müdahalesi üzerinden ortaya çıkmaktadır. Liberteryenler, kişi haklarını özel mülkiyet olarak görmüş ve devletin görevini ise bu hakları güvence altına almak olduğunun altını çizmişlerdir. Eşitlikçi liberaller de, bu bağlamda, eşitliğin de özgürlük kadar önemli olduğunu belirterek modern liberallerle aynı çizgide yer almışlardır (Ryan, 2007: 365; Thorsen, 2011:176-177). Aynı zamanda, eşitlikçi liberaller kamu müdahalesini, yeniden dağıtım ve refah devletini meşru gören bir duruş sergilemektedirler. Devlet eliyle uygulanan bu yeniden dağıtımcı politikalar ile dezavantajlılara özgürlüklerini gerçekleştirmeleri için mahrum oldukları kaynakları sağlayacak bir fırsat yaratılmaktadır. Liberteryen liberaller ise pazar ekonomisini savunurken, yeniden dağıtımcı politikalara insan haklarını ihlal edeceği gerekçesi ile karşı çıkarlar (Bird, 2013; Yayla, 2008: 25-26). Fakat bu yargıdan liberteryenlerin eşitliğe karşı olduğu çıkarsaması yapılmamalıdır. Çünkü onların savunduğu eşitlik, politik eşitlikçiliğin bir türü olan ‘herkesin kanun önünde eşit olması’dır (Brennan, 2013: 255-256). 1914-1918 Dünya Savaşı, önceki asırda inşa edilmiş olan liberal uygarlığı tahrip etmiştir. Savaşın sonucunda yalnızca on milyon ölü yoktur. Ayrıca, yaşanan can 13 kayıplarının yanında, uluslararası para sistemi çökmüş, Rusya’da komünist, Almanya’da ise nasyonal sosyalist bir devrim gerçekleşmiştir. İkinci Dünya Savaşı ise yaşanan bu gelişmelerin acı bir sonucu olarak görülmektedir (Davies, 2013: 220). Bu açıdan 1920 ve 1930’lu yıllar klasik liberal hareketin en güçsüz olduğu yıllar olmaktadır. Bu süreç laissez-faire liberalizminin öldüğü ve geleceğin kolektivizme ait olduğu söylemlerinin sıklıkla tekrarlandığı bir dönemi göstermektedir (Raico, 2013: 144-145). Diğer taraftan, 1930 ve 1940’lı yıllarda ise, Avrupa’da ve özellikle ABD’de sağa sola dağılmış kişi ve gruplar klasik liberalizmi ayakta tutmaya çalışmışlardır. London School of Economics ve Chicago Üniversitesi’nde hâlâ serbest teşebbüs fikrinin geçerliliğini savunan akademisyenler varlığını sürdürebilmiştir. Nitekim 1922’de Avusturyalı İktisatçı Ludwig von Mises tarafından yayınlanan Sosyalizm ve 1944’de Hayek tarafından yazılan Kölelik Yolu adlı eserler klasik liberalizmi yeniden vurgulayan eserler olmaktadır. Yine Hayek’in öncülük ettiği ve liberal bilim adamları, aktivistler ve müteşebbislerin dahil olduğu Mont Pelerin Society adlı kuruluş da klasik liberalizmin fikirlerinin yeniden söylenmesinde etkili olmuştur (Raico, 2013: 146-147). Yine ekonomi alanında serbest piyasanın etkili savunucusu olan Chicago Okulundan Milton Friedman da Keynesyen talep yönlü politikaları bu dönemde eleştirmiştir (Davies, 2013: 222). Her ne kadar bu çabaların var olduğu belirtilse de dönemin kurulu entelektüel düzeni ortaya konan bu çabaları görmemeye ya da öldürmeye çalışmıştır. Ancak 1970’ler ve 1980’lerde sosyalist planlar ve müdahaleci programların başarısızlığı klasik liberalizmin tekrar dünya çapında bir hareket olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur1. Gerek Batı ülkelerinde gerekse Varşova Paktı’nda siyasi liderlerin kendilerini Hayek ve Friedman’ın takipçileri olarak ilan etmeleri klasik liberalizmin daha güçlü bir şekilde yeniden gündeme gelmesine yol açmıştır (Raico, 2013: 148-149). 1980’li yıllarda gerçekleşen bu dönüşüm, sosyal demokrasinin bunalımından ve Batı parlamentolarında ortaya çıkan muhafazakâr yükselişten daha öte bir şeydi. Gerçekleşen durum, kitle 1 Diğer tarafatan Wallerstein ise, “…..Komünizm’in çöküşünün bir ideoloji olarak liberalizmin nihai başarısını değil, liberal ideolojinin tarihsel rolünü sürdürebilme kabiliyetinin kesin biçimde zayıflayışını temsil ettiğini savunmaktadır.”( Wallerstein, 2009: 11) 14 demokrasisine dayanan refah devletlerinin tekrar liberal bir çizgiye çekilmesi süreci olmuştur (Dubiel, 2013: 9). Klasik liberalizmin yeniden canlanması ya da yeniden ifadesi olarak betimlenen bu ideoloji neo-liberalizmdir. Neo-liberalizmin ortaya çıkışı ile birlikte liberalizmin üçüncü dönemine girdiği söylenebilir. Bu yeni dönem ekonomik olarak, kısıtlayıcı maliye politikası ve vergi indirimi gibi monetarist prensiplerin benimsendiği ve siyasi olarak ise her türlü sosyalist tutuma yönelik karşı çıkışın yaşandığı bir dönem olarak tasvir edilebilir. 1980 öncesinde neo-liberalizm, ekonomistler tarafından nadiren kullanılan bir kavramdı. Daha sonra ise neo-liberalizm kavramı sosyal bilimler alanında popüler hale gelmiş ve günümüzün en çok kullanılan kavramlarından biri olmuştur (Venugopal, 2015: 168). Diğer bir ifadeyle, 1980’li yıllardan itibaren politik ve akademik camiada sıklıkla kullanılan neo-liberalizm kavramı, her ne kadar günümüzde olumsuz bir çağrışımı ortaya koymak için kullanılsa da günümüz dünyasının baskın ideolojisi olmakta ve bu ideoloji dünyaya şekil vermektedir (Thorsen, 2011:171). Dahası, Saad- Filho ve Johnston (2005), ‘günümüz çağını nasıl tanımlarsınız?’ diye sorulduğunda verilecek cevapların birçoğunda neo-liberalizm kelimesinin geçeceğini; ayrıca, televizyonlarda, gazetelerde, makalelerde en çok kullanılan kavramlardan birinin yine neo-liberalizm olduğunu belirtmekte ve yaşadığımız çağın ‘neo-liberalizm çağı’ olduğunu iddia etmektedirler. Politik olarak neo-liberalizm Keynesyen Refah Devleti’nin yerini piyasa sürecinin alması şeklinde tanımlanırken, ideolojik olarak neo-liberalizm2 ise politik düşünce ve tartışmalarda yaşanan değişim ve neo-liberal öğretilere dayanan yeni ideolojik hegemonyalar olarak görülmektedir. Thatcherizm3 bu değişim ve hegemonik sürecin örneği olarak değerlendirilebilir4 (Larner, 2000:6-9). Öte yandan Chang (2003) 2 Neo-marksist ve sosyalist-feminist neo-liberalizm teorileştirmeleri bu bağlamda önemli olmaktadır (Larner, 2000:9). 3 Thatcherizm, muhafazakârlık ve neo-liberalizm şeklindeki iki politik geleneğin yeni sentezi olarak ifade edilmektedir (Evans, 2013:2). 4 Larner , neo-liberalizmin kompleks bir olgu olduğunu ifade etmekte ve neo-liberalizmi farklı şekillerde tasvir etmektedir. Bunlardan politik ve ideolojik olarak neo-liberalizm tasviri yukarıda yapılmıştır. Neo- liberalizmin yönetilebilirliğine (governmentality) bakıldığında ise karşımıza yönetim (government) ve yönetişim (governance) olmak üzere iki kavram çıkmaktadır. Bu bağlamda neo- liberalizm, devleti problematize etmekte ve daha az devlet anlamına gelmektedir. Diğer taraftan ise yönetişim formunu 15 ise, neo-liberalizmi, neo-klasik iktisat ve Avusturya-liberteryen gelenek arasındaki kutsal olmayan ittifak şeklinde tanımlamaktadır (Chang, 2003: 47). Bundan farklı olarak, Duménil ve Levy de, neo-liberalizmi yeni bir sosyal düzen olarak tanımlamakta ve bu yeni düzenin yönetici sınıfının ise sermaye kesimi olduğunu belirtmektedirler. Onlara göre, bu yeni düzen, işçilerin disiplin altına alındığı, devlet müdahalesinin azaldığı ve finansal kurumların çok hızlı gelişim gösterdiği bir düzen olmaktadır (Duménil ve Levy, 2005: 9-10). Diğer taraftan, Bourdieu ise, neo-liberalizmi, piyasa önünde engel teşkil eden kolektif yapıları ortadan kaldıran bir program olarak tanımlamıştır (Bourdieu, 2009: 23). Bu açıdan bakıldığında neo-liberalizm ile birlikte iktisadi özgürlüklerin öneminin bireysel özgürlüklere kıyasla daha yüksek düzeyde vurgulandığı söylenebilir (Akalın, 2009: 17). Ferguson ise, neo-liberalizmin tam anlamıyla makro ekonomi ile ilişkili olduğunu belirtmiştir (Ferguson, 2010: 170). Gelinen noktada neo-liberalizm süreci eski yapıları yıkıcı bir etki yaratmıştır. Eskinin tam istihdam ve sosyal refah sistemi gibi politikalarının yerini rekabetçilik ve etkinlik politikaları almıştır. Sonuç olarak refah devletinin gücü zayıflarken piyasasının ise egemen bir konuma geldiği söylenebilir. Yaşanan bu değişimler neticesinde devletin asli görevi mülkiyet haklarını korumak ile serbest piyasa ve serbest ticaretin önündeki engelleri kaldırmaktır. Bu doğrultuda güvenlik ve hukuk alanında yapılan düzenlemeler de devletin müdahale alanını oluşturmaktadır. Ayrıca eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve çevre gibi piyasaların oluşmadığı alanlarda da devlet müdahalesi meşru görülmektedir. Ancak bu alanların dışında yapılan her müdahalenin etkinsiz sonuçlar doğuracağının özellikle altı çizilmektedir (Harvey, 2005: 2). Neo-liberalizmin hâkimiyetini ilan etmesi ile birlikte önemli dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. Bu dönüşümleri gerek makroekonomi alanında gerek devletin yeniden yapılandırılmasında gerekse emek ve sosyal politika alanında gözlemlemek mümkündür. Bu perspektiften hareketle neo-liberal dönüşümün etkisinin öncelikle makroekonomi alanında incelenmesi amaçlanmıştır. Ekonomi politikalarında yaşanan değişim sürecinin analizi, devletin konumunda yaşanan değişikliği açıklamada yol göstermesi sebebi ile de önemli olmaktadır. Hem makroekonomi alanında hem de kapsayan neo-liberalizm, kurumları ve bireyleri piyasa normlarına uymaya teşvik etmektedir (Larner, 2000: 12). 16 devletin rolünde yaşanan değişimlerin açıklanmasından sonra bu dönüşümlerin emek piyasaları üzerine etkisinin incelenmesi amaçlanmaktadır. 2. MAKROEKONOMİ, DEVLET VE EMEK PİYASALARINDA NEO- LİBERAL YENİDEN YAPILANMALAR 2.1. Makroekonomide Değişen Paradigma: Yeni Neo-Klasik Sentez 1929 yılının Ekim ayında Wall Street’deki borsa çöküntüsünün yarattığı sarsıntı ile ortaya çıkan Büyük Buhran, zengin ülkeleri tarih boyunca hiç tanık olmadıkları şekilde kötü etkilemiştir. 1932 yılına gelindiğinde, ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere’de işsizlik oranları aktif nüfuslarının yaklaşık dörtte birine ulaşmıştır. Yaşanan bu süreç laissez-faire mantığının sorgulanmasına yol açmıştır (Piketty, 2014:144-145). İkinci Dünya Savaşının sonlanması ile birlikte ise, geçmiş dönemde yapılan sorgulamalar kendi çözüm önerilerini de geliştirmiştir. Bu dönemin en önemli figürü John Maynard Keynes olurken uygulanan politikalar da ‘Keynes’ ismi ile anılır olmuştur. Bu dönem Kapitalizmin Altın Çağı olarak ifade edilmiş ve dönemin iktisadı da Altın Çağın İktisadı olarak tanımlanmıştır. Dönemin temel söylemi ise, piyasa sürecinin başarısızlıkları ve bu başarısızlıkların ortadan kalkması için devlet müdahalesinin gerekliliğidir (Chang, 2002: 540). Öte yandan, Keynesyen politikalar olarak adlandırılan talep yönlü politikaların, Keynes teorisini ortaya atmadan önce Japonya ve İsveç’de uygulandığı tespit edilmiş ancak genel teorik çerçeve Keynes tarafından geliştirilmiştir. 1930’lu yıllardan 1970’li yılların ortalarına kadar, Keynes’in talep yönlü politikaları Batı’nın gelişmiş ülkelerinin ekonomi politikalarını şekillendirmede hâkim teori olmuş ve bu politikaların uygulandığı ülkelerde yüksek büyüme rakamlarının gerçekleştiği gözlemlenmiştir (Peters vd., 2005: 1294). Fakat 1960’lı yılların sonlarına gelindiğinde ise, Keynesyen politikalar hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gözden düşmeye başlamıştır. 1970’li yıllarda hem işsizlik hem de enflasyonun bir arada görüldüğü stagflasyon sürecine Keynesyen politikalar ile çözüm bulunamaması ile birlikte yeni politika arayışları ortaya çıkmıştır. Yine bu dönemde mali kriz neticesinde vergi gelirlerinin düşmesi, sosyal harcamaların yükselmesi gibi sonuçlar Keynesyen politikaların artık işe yaramadığını kanıtlar nitelikte olmuştur. Bretton Woods sisteminin yıkılması ile birlikte gelişmiş ülkelerde 17 1945’lerden itibaren yüksek büyüme sağlayan politikaların artık çalışmadığı ve krizden çıkışta köklü bir değişimin gerekli olduğu ifadesi anlaşılmıştır. Geçmişin “şimdi hepimiz Keynesyeniz” söylemi, yerini “şimdi hepimiz neo-liberaliz’’e bırakmıştır (Harvey, 2005: 12-13). Bununla beraber, “başka alternatif yok” sloganı da artık neo- liberalizm ideolojisinden başka kurtarıcının olmadığını göstermesi açısından önem taşımaktadır (Harvey, 2005: 40). Ayrıca, neo-liberalizmin politik mesajı, Keynesyen politikaların enflasyonu hızlandırdığı ve devlet müdahalesini geliştirdiği şeklinde olmuştur. Dahası, söz konusu dönemde rekabetçiliği engelleyen yapılanmaların ortadan kaldırılması ve vergi yükünün azaltılarak piyasa aktörlerinin güçlendirilmesi yaklaşımları benimsenmiştir (Gramble, 2001: 132). Bununla birlikte, neo-liberal düşünce taraftarları, piyasa sürecinin işlemesi ile birlikte üretim faktörlerinin etkin kullanılıp atıl kalmayacağını belirtmiştir. Bu noktada herhangi bir müdahale sürecine gerek kalmadan fiyat mekanizması vasıtası ile üretim faktörlerinin tam istihdamı mümkün olmakta, diğer bir ifadeyle, piyasa kendi dengesini sağlamaktadır. Eğer para ve maliye politikası kullanılarak istihdam oranlarının yükseltilmesi amaçlanırsa bunun maliyetinin de enflasyon olacağı bu bağlamda özellikle vurgulanmaktadır. Piyasaya tekrar önem veren ve Keynesyen politikaları eleştiren bu görüşlerin sahipleri monetaristler olarak adlandırılmaktadır (Palley, 2005: 20). Monetaristlerin önceliği enflasyonun kontrol altına alınması ve bütçe dengesinin sağlanması olmuştur. Dolayısıyla bu öncelikler Keynesyen politikalardan kopuşu da işaret etmektedir. Nitekim sosyal amaçlı uygulanan ekonomik gelişme, emek piyasası ve gelir dağılımı politikalarının enflasyon sürecine yol açacağını belirten monetaristler, piyasa sürecinin ve arz yönlü politikaların önemini vurgulamıştır. Monetaristlerin Keynesyen yaklaşımdan ayrıştığı bir diğer nokta da maliye politikaları yerine para politikasının önemini vurgulamalarıdır5 (Peters vd., 2005: 1294). 1979 yılında Paul Volcker, ABD Merkez Bankası’nın (Fed) başına geçmesi ile birlikte monetarist politikaları devreye sokarak enflasyonu kontrol altına almayı amaçlamıştır. Bu doğrultuda nominal faiz hadlerini yükselterek enflasyon sorununun önüne geçmeyi başarmış ancak işsizlik sorununun çözümünde aynı başarıyı sağlayamamıştır (Harvey, 5 Friedman ve Schwartz, 1929’da yaşanan olumsuzluklarla ilgili olarak para stokunda yaşanan azalmaya dikkat çekmişlerdir (Friedman ve Schwartz, 1963: 307). Bu tespitten, para politikasına verdikleri önemin derecesini görmek mümkündür. 18 2005: 1; Mishkin, 2000: 105). Bundan dolayı, yaşanan bu süreç tam istihdamı önemseyen Keynesyen politikalarından fiyat istikrarını önemseyen monetarist politikalara geçiş şeklinde tanımlanabilir. Yaşanan bu dönüşüm süreci sadece Keynes’in tam istihdam görüşüne yönelik olmamakta aynı zamanda kapitalizmin regülasyon sürecinde devlete biçtiği role yönelik de olmaktadır. Bu sebeple, gelinen noktada piyasa ve paranın öneminin tekrar ortaya çıktığı söylenebilir (Clarke, 1988: 1). Diğer taraftan, Keynesyen politikalardan monetarist politikalara geçiş şeklinde yaşanan bu süreç basit bir dönüşümden daha fazlası olmaktadır. Nitekim yaşanan bu değişim, bölüşüm süreci üzerinde önemli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Yine talep yönlü politikalardan arz yönlü politikalara geçiş eski korporatif yapıların da parçalanmasına yol açmıştır (Peters vd., 2005: 1294). Ayrıca, özel sektörü istikrarlı görmeyen ve müdahalenin gerekli olacağını belirten Keynesyen yaklaşıma karşı olarak, monetaristler yapılan müdahalelerin beraberinde daha büyük zararlar getireceğinin altını çizmektedir (Hall, 1992: 92). Monetarist politikalar, monetarizmin İngiltere ve Amerika ekonomileri üzerinde hâkimiyet kurması ile birlikte, bu ülkeleri takip eden diğer Batı ülkelerinde de uygulanmaya başlanmıştır. Finansal piyasaların deregülasyonu ve enflasyonun düşük tutulması gibi politikalar öncelikli hale gelmiştir. Yine bu dönemde işsizlikle mücadele politikalarının geri plana atıldığı gözlemlenmektedir. Batı Avrupa, finansal piyasalarını deregüle ederek ve enflasyonu düşük tutarak, Amerika ve İngiltere ile rekabet edebilme kapasitesini arttırmayı hedeflemektedir. Yine bu doğrultuda Avrupa Birliği ülkelerinin monetarist politikaları benimsemeleri, birliğe üye ve aday ülkelerinde bu politikaları uygulama sürecini beraberinde getirmiştir (Peters vd., 2005: 1295; Hall, 1992: 92). Özetle, Keynesyen ve Monetarizm gibi iki Ortodoks akımın 1970’lerin ortalarına kadar hâkim makroekonomik teoriyi oluşturdukları söylenebilir (Snowdon ve Vane, 2005: 28). Woodford (2009), bu iki akımın farklı iktisadi konseptlere sahip olduğunu ve bu nedenle de birbirlerinin karşılarında yer aldığını ifade etmiştir. 1980’lerin başına gelindiğinde ise makroekonomi yazınında yaşanan tartışmalar Yeni Klasik ve Reel Konjonktür İktisat Okulları’nın etkisi ile yön değiştirmiştir6. Yeni 6 Ercan ve Özar (2000: 22), ‘neo-klasik iktisat, yeni klasik iktisat ve arz yönlü iktisat gibi aynı epistomolojiyi paylaşan okulları’ eleştirel olmayan iktisat olarak tanımlamıştır. 19 Klasikler modern politika araçlarına sahip olmasına rağmen monetaristlerle aynı tezleri savunurken, kısa dönemli dalgalanmaları yapısal modellerine kattıklarından dolayı metodolojik pozisyonları farklılık göstermektedir. Bundan dolayı, hem Reel Konjonktür teorisyenleri hem de Yeni Klasik İktisat Okulu kısa dönemli analizleri modellerine dahil ettiğinden, ortaya çıkan dinamik genel denge modelinin daha gerçekçi bir yapıda olduğu söylenebilir7 (Woodford, 2009: 267-268). Yeni klasik para politikasını savunan iktisatçılar8 1970’lerde yaşanılan dalgalanma süreçlerini incelemişler ve Keynesyen toplam talep yönlü politikaların ekonomiyi dengeye getirmedeki kullanımına şüpheyle yaklaşmışlardır. Bu bağlamda yeni klasikler, ani parasal genişlemeler yaşanmadığı müddetçe ekonomilerin dengede kalacağını, dengeden sapma süreçlerinin yaşanması halinde ise hızlı bir şekilde doğal çıktı ve istihdam seviyelerine geri döneceğini belirtmişlerdir. Yeni Klasikler, ayrıca, keyfi politika etkinliğine karşı olmakta ve monetaristler tarafından savunulan kurala dayalı politikalardan yanadır. 1980’lerde Kydland ve Prescott ile Long ve Poler tarafından geliştirilen Reel Konjonktür Teorisinde ise ekonomik dalgalanmaların kaynağının beklenmedik parasal şoklardan ziyade reel şoklardan yani arz yönlü faktörlerden kaynakladığını ortaya atmışlardır (Snowdon ve Vane, 2005: 25-26). Öte yandan, Yeni Klasiklerin bu denge yaklaşımları Yeni Keynesyenler9 tarafından sorgulanmış ve Yeni Keynesyenler, Yeni Klasiklerin makro teoriyi ortodoks neo-klasik mikro teoriye adapte etmek yerine mikro teoriyi, makro teoriye adapte etmeyi tercih etmişlerdir. Dahası, Yeni Keynesyenler, rasyonel beklentiler hipotezini kabul etmekle beraber, ücret ve fiyat yapışkanlığı sebebi ile piyasaların başarısız olacağını ileri sürmüştür. Bu bağlamda Yeni Keynesyenler çıktı ve istihdam düzeylerinde dalgalanmalara yol açacak talep ve arz yönlü şoklara karşı istikrar sağlayıcı politikaların uygulanması taraftarı olmaktadırlar. Bu sebeple, kapitalist 7 Woodford, oluşan dinamik stokastik genel denge modelinin, hem emek piyasasında hem de mal piyasasında, ücret ve fiyatların zaman aralığında sabit kaldığı durumlarda, alternatif politikaların kısa dönem etkilerini analiz etmede kullanıldığını belirtmiştir (Woodford, 2009: 269). 8 Gerek Chicago okulundan Robert Lucas, gerekse Thomas Sargent, Neil Wallace, Robert Baro, Edward Prescott ve Patrick Mingord gibi iktisatçılar Yeni Klasik para politikasının savunucularındandır (Snowdon ve Vane, 2005: 25). 9 Yeni Keynesyen olarak karşımıza George Akerlof, Janet Yellen, Oliver Blanchard, Gregory Mankiw, Edmund Phelps, David Romer, Joseph Stiglitz ve Ben Bernanke gibi çok önemli iktisatçılar çıkmaktadır (Snowdon ve Vane, 2005: 27). 20 ekonomilerin kendiliğinden denge süreçlerinin gerçekleşmeyeceğini ve işsizlik oranlarının da doğal oranların10 üzerinde kalacağını yani Friedman’ın doğal oranının işlemeyeceği görüşünü savunmuşlardır (Snowdon ve Vane, 2005: 27). Ancak Yeni Keynesyen yaklaşım da “...neo-klasik çözümlemenin aksiyomatik tahakkümünden kurtulmayı başaramamıştır”. Örneğin, rasyonel beklentiler hipotezinin kabul edilmesi ve her ne kadar fiyat ve ücretlerdeki katılıklardan bahsedilse de bu katılıkların nedeni olarak eksik bilgi, eksik rekabet gibi mükemmel piyasalardan uzaklaşıldığını ifade eden mikro ekonomi vurgusu bu açıdan değerlendirilebilir. Bu sayede mikro ekonomik temellerinin olmaması nedeniyle eleştirilen eski Keynesyenlerin de açıkları kapatılmış ancak bu kapatılma yine neo-klasik yaklaşım doğrultusunda gerçekleşmiştir (Kesici, 2013: 85-86). Ayrıca, Ercan ve Özar da (2000: 23), neo-klasik iktisat, yeni klasik iktisat ve az yönlü iktisat gibi iktisat okulların epistemolojisinin günümüzde Keynesyen okulu etkilediğini ifade etmişlerdir (Ercan ve Özar, 2000: 23). Diğer taraftan, modern makro ekonomide yaşanılan dönüşüm süreci ile birlikte makroekonomi yeni tartışmalara doğru evrilmiştir. Örneğin Gerrad (1996), makro ekonomiyi, bu yeni tartışmaların ışığında Ortodoks, yeni ve radikal okullar şeklinde bir sınıflandırmaya tabi tutmuştur. Ancak bu sınıflandırmalar düşüncelerin genişliğini ve çok yönlülüğünü fazla basite indirgediğinden birçok iktisatçı bu tür sınıflandırmaların tehlikeli olduğunu ileri sürmektedir (Snowdon ve Vane, 2005: 28). Bugün gelinen noktada ise, ana akım iktisadın her iki paradigmanın sentezi olduğu belirtilmektedir (Hall, 1992: 92). Üstelik, Woodford, geçtiğimiz yıllarda iktisatçılar arasında makroekonomi alanında fikri düzeyde bir uyumun yakalandığından bahsetmektedir (Woodford, 2009: 268). Diğer yandan, Goodfriend ve King ise, bu uyumu Yeni Neo- klasik Sentez olarak ifade etmiş ve bu yaklaşımda hem Klasik hem de Keynesyen öğelerinin bulunduğunu belirtmiştir. Metodolojik olarak bu yeni sentezin Milton Friedman ve Karl Brunner gibi monetaristlerin para politikası teorisi ve uygulamalarını içerdiği görülmektedir (Goodfriend ve King, 1997: 232). Nitekim zamanlar arası optimizasyonun makroekonomik modellerde göz önüne alınması, rasyonel beklentiler 10 Yeni Keynesyenler doğal oranı NAIRU-non-accelerating inflation rate of unemployment- yani enflasyonu arttırmayan işsizlik oranı olarak ifade etmekte ve bu oranın histeri etkisi ile yükseleceğini vurgulamaktadırlar (Snowdon ve Vane, 2005: 27). 21 hipotezinin kullanılması, mal, emek ve kredi piyasalarında eksik rekabet durumunun farkına varılması ve makroekonomik modellere fiyat ayarlama maliyetinin eklenmesi gibi unsurlar bu sentezin temelini oluşturmaktadır (Snowdon ve Vane, 2005: 28-29). Bu sentezin nominal ücret sertlikleri ve aksak rekabet piyasası gibi varsayımları içinde barındırması ve para politikası ile ilgili olarak da merkez bankasının enflasyon hedeflemesi rejimini benimsediği ve kural temelli bir yapı ile en iyi şekilde idare edeceği vurgusu bu açıdan önemli olmaktadır11 (Snowdon ve Vane, 2005: 411). 2.2. Refah Devletinden Neo-Liberal Refah Anlayışına 2.2.1. Refah Devletinin Tarihsel Gelişimi ve Yükselişi 18. yüzyıldan bu yana liberal kuramcılar ekonomide kendi kendine düzen mekanizmasının işlediğini ifade etmişler ve bu doğal düzenin var olduğu müddetçe devlet müdahalesini gereksiz ve zararlı bulmuşlardır12. Devletin görevini ise bu düzenin ve düzene temel teşkil eden özgürlüklerin korunması şeklinde tanımlamışlardır. Öte yandan, müdahaleci devlet ise tersi bir konumda bulunduğundan, yani özgürlükleri yıkan bir devlet olduğundan dolayı kötü devlet olarak tabir edilmektedir (Rosanvallon, 2004: 54). Locke ve Hobbes, devleti güvenliği sağlayıcı bir yapı olarak ifade etmişlerdir. Temel görevi güvenliği sağlamak olan devlet bu sayede bireysel koruma da sağlamış olacaktır. Ne var ki, Hobbes güvenlik kavramı ile sadece yaşamın korunmasını değil mutlu bir yaşam sürdürülmesini de kastetmektedir. Ayrıca Locke ([1659] 2012), mülkiyet haklarının güvenliği üzerinde özellikle durmuş ve mülkiyet hakkının korunması ile mülkiyeti yaratan çalışanın da hakkının korunacağını belirtmiştir. Refah devletinin fikir babalarından biri olarak değerlendirilen Rousseau ise Toplum Sözleşmesi 11 Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde ortaya çıkan bu sentezin Yeni Keynesyen bir dokuda olduğunu söylemek mümkün olmaktadır. Bu benzetmenin yapılmasında, gerek nominal ücret sertliklerinin gerekse mal ve emek piyasalarında yaşanan eksik rekabetin kabul edilme süreci etkin olmaktadır (Snowdon ve Vane, 2005: 411). 12 Klasik liberalizm geleneği, ekonomik büyüme seviyesinde yaşanan artış ile birlikte yoksulluğun ortadan kalkacağını ve istihdamın artacağını savunmaktadır. Ancak başarılı bir ekonomide bile iş kaybı veya hastalık yüzünden yardım ihtiyacı doğabilmektedir. Bu noktada devletin sağladığı refah programlarından ziyade gönüllü kolektif eylemler devreye girmiş ve söz konusu ihtiyaçlar gönüllü organlar tarafından gerçekleştirilmiştir (Pennington, 2014: 267-271). 22 13adlı eserinde, her ne kadar uygar topluma karşı olsa da, devletin yoksullukla mücadele etmesi gerektiğini belirtmiş ve kamu yararına ilişkin ortaya koyduğu fikirler ile refah devletinin temellerini atmıştır (Balcı, 2007: 28-31). Ayrıca, Hobbes’un devleti, klasik liberalizmin minimal devletiyle ortak bir devlettir. Hobbes’çu gelenekte devletin temel amacı ise iç barışı sağlayarak kamu yararını desteklemektir. Bu bağlamda özel mülkiyete ilişkin kazancı ve bu kazancın aktarımını düzenleyen antlaşmaları ortaya koyan ve ortaya çıkacak sorunları giderecek kuralları belirleyen devlet klasik liberalizmin tanımladığı devlet olmaktadır (Gray, 1996: 21). John Locke da, toplumun toplum olabilmesi için gerekli faktörlerden ilkinin devlet, ikincisinin ise sözleşmelerin yerine getirilmesi olduğunu ileri sürmüş ve ayrıca bu iki faktörün olmadığı durumda toplumun yok olacağını belirtmiştir (Locke, [1663- 1664] 1999: 23). Diğer taraftan, refah devleti tanımı ise klasik liberal devlet tanımından farklılaşmaktadır. Klasik liberal devlet tanımında devlet, yalnızca koruyucu devlettir. Korumadan kasıt ise yaşamın ve mülkiyet haklarının korunmasıdır. Bu noktada Rosanvallon (2004), refah devletini söz konusu klasik koruyucu devletin derinleşmiş bir uzantısı olarak tanımlamaktadır. Ancak klasik devletten farklı olarak refah devleti ciddi anlamda varlıklara sahip olmakta ve bu varlıkları kontrol etmektedir. Yine sivil toplum tarafından üretilen zenginliklerin bir kısmı devlet tarafından alınmakta ve refah sisteminin işlerliği için kullanılmaktadır (Gray, 1996: 21-22; Rosanvallon, 2004: 22). Refah devletinin ortaya çıkış sürecine bakıldığında da bu sürecin dört döneme ayrıldığı görülmektedir. Birinci dönem (1880 öncesi) sorunların giderilmesinde ailelerin, gönüllü kuruluşların ve hayırsever duygularla hareket eden bireyler ve kurumların gelir transferinin gerçekleştiği dönemdir. Bu dönem paternalist bir dönem olarak adlandırılmaktadır. İkinci dönem (1880-1945) sosyal sigorta dönemi; üçüncü dönem (1945-1975) ise, refah dönemidir. Bu dönemde sosyal sigortalara ek olarak refah devleti kurumlarının genişlediği bir dönem olmaktadır. Son dönem ise refah devleti anlayışının krize girdiği (1975 sonrası) ve yeniden yapılandırma işlemlerinin 13 Söz konusu eserde ele alınan ve çözüm getirilen temel sorun şu şekilde belirtilmiştir: “Her bireyinin malını ve canını tüm ortak gücüyle savunan öyle bir toplum biçiminin bulunması gerekir ki, bu toplumda her birey hem herkesle bir olduğu halde sadece kendine itaat etsin ve eskisi kadar da özgür olsun.” (Rousseau, [1762] 2008: 67). 23 gerçekleştiği yıllar olmaktadır. Bununla birlikte, refah devleti düşüncesi ve temellerinin Batı coğrafyasında ortaya çıktığı görüşü herkes tarafından kabul edilmiş bir görüştür. Bu bağlamda refah devletine giden süreçte kilisenin merkezi bir rol oynadığı söylenebilir. Nitekim kilise tarafından oluşturulan hayırsever kurumların toplum içerisindeki en temel yardım kuruluşları olması bu anlamda önemli olmaktadır. 16. yüzyıldan itibaren, kilisenin yanında devlet kurumlarının da sosyal sorunlarla ilgilenmeye başladığı görülür14. Bu dönemde kamusal güç ilk defa sosyal amaçlı kullanılmaya başlanmıştır. Söz konusu dönemde ortaya çıkan yoksulluk yasaları bu açıdan örnek gösterilebilir (Özdemir, 2007: 177-179). Modern refah devletine giden süreçte ikinci dönem ise sosyal sigorta dönemi olmaktadır. Refah devletinin yolunu açan sosyal politikaların ilk izlerine Almanya’da rastlanmaktadır. Almanya’da sosyalist düşüncenin yükselmesi ve Bismarck’ın buna çözüm olarak sosyal demokrat partisini kapatması beraberinde tepkilerin oluşmasına yol açmıştır. Bu tepkilerin kontrol altına alınmasında ise sosyal politikalar önemli bir araç olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, 1930’lara kadar Amerikan liberalizmi her türlü sosyal müdahaleyi reddetmekteydi. Ancak 1930’larda yaşanan ekonomik kriz 1935 tarihinde ABD’de bir sosyal güvenlik yasasının çıkmasına yol açmıştır. Ancak Avrupa’dan farklı olarak bu sosyal güvenlik yasası genel bir sosyal koruma sağlamaktan uzak kalmıştır. Sanayileşme sürecine Almanya’dan önce giren İngiltere’de ise refah devleti yapılanması daha geç ortaya çıkmıştır. Bu geç ortaya çıkışta gerek muhafazakâr gelenek gerekse işçilerin Almanya’daki işçilerin aksine devrimci bir yaklaşımda olmamaları etkili olmuştur. 1942 yılına gelindiğinde ise, İngiltere’de, Beveridge ortaya koyduğu ve kendi adı ile bilinen raporunun refah devletinin temellerini hazırladığına yönelik yapılan değerlendirmeler bu bağlamda önemli olmaktadır. Hazırlanan bu rapor, işsizliği azaltmayı, kapsamlı bir sağlık sistemi kurmayı ve asgari ücreti garanti eden bir ulusal sigorta sistemi öngörmekteydi. Beveridge’in fikirlerinin Keynes’in ekonomik yaklaşımı ile birleşmesi neticesinde kamu sektörünün 14 Rosanvallon (2004), refah devletinin gücünün arka planında “modern ulus devlet” hareketinin olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca refah devletini koruyucu devletin bir uzantısı olarak tasvir eder. Nitekim bu geçiş ile birlikte toplum artık kendisini bir gövde olarak değil bir pazar olarak görmekte ve artık yardımseverliliğin yerini devletin kendisi almaktadır. Balcı, 1793 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 21. maddesinde kamusal yardımların kutsal bir borç olduğu ifadesine atıf yaparak Tanrı’ya ait olan kutsallığın modernite ile birlikte artık devlete geçtiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla artık Tanrı’ya ait olan bu görev devlete verilmiştir (Balcı, 2007: 23). 24 ekonomideki ağırlığı büyük oranda artmaya başlamıştır15 (Balcı, 2007: 23-24; Özdemir, 2007: 193-194). Ne var ki, yapılan bu reformlar, İkinci Dünya Savaşının başlaması ile birlikte durdurulmuştur. Savaşın bitmesinin ardından ise reformlar kaldığı yerden devam etmiştir. Bu süreçte merkezi planlı rejimlerin sağladıkları başarılar karşısında yeni bir sistem arayışının gündeme geldiği ve bu arayışın da refah devleti anlayışı ile sonuçlandığı söylenebilir (Özdemir, 2007: 183). Ayrıca, bu dönemin kuşkusuz en önemli figürü Keynes’dir. Daha önce de belirtildiği gibi, Keynes ortaya koyduğu teoriler ile özellikle 1940’lı yıllardan sonra dünya ekonomisinde etkili olmuştur. Devletin ekonomiye müdahalesini meşru olarak gören Keynes ile modern refah devleti altın çağını yakalamıştır. Açıkçası, savaş sonrası gelişmiş ülkelerinin ekonomi politikaları Keynes’in teorileri ile örtüşen bir çizgide olmuştur. Öyle ki, Galbraith bu süreci ‘Keynesyen uzlaşma’ olarak tabir etmiştir. Bu uzlaşma ile ilk olarak ifade edilmek istenen anti- döngüsel bir istikrar politikasının uygulanmasıdır. Daha açık bir ifadeyle, ekonominin gerilediği dönemlerde düşen talebin devlet tarafından desteklenmesidir. İkinci olarak ise sosyal yardımların devletin örgütleri vasıtası ile ihtiyaç sahiplerine aktarılmasıdır. Üçüncü olarak piyasa tarafından üretilemeyen mal ve hizmetlerin devletçe üretilmesi amaçlanırken son olarak da sendikal örgütlenme hakkının tanınması ve sendikaları korporatif bir şekilde genel ekonomiden sorumlu bir konuma getirilmesi hedeflenmiştir. Dahası, Keynesyen uzlaşının gerek piyasa ekonomisinin düzenine gerekse mülkiyet hakları ve özel yatırımlara yönelik tavrı ile antikapitalist olmadığını söylemek mümkündür. Ancak bu uzlaşının neo-liberal idealler ya da özgün kapitalist düzen ile çelişki içinde olduğu da ortadadır. Yine kamu yararını düşünen siyasi devlet ile bireysel 15 1930’lu yılların kriz ortamında Keynes, yüksek işsizlik oranlarının yaşandığı bu dönemden tam istihdam koşullarına dönüşü amaçlamıştır. Çıkış noktası olarak ise neo-klasik denge kuramının yüksek işsizlik sorununa çözüm üretemediğini ve klasik ekonomik söylemlerin ve reçetelerin ise yaşanılan olumsuzlukları düzeltmeye yetmediğini ileri sürmüştür. Bu süreçte Keynes, çözümü efektif talepte bulmuş ve devletin de bu süreçte etkin bir rol oynaması gerektiğini (kamu harcamaları ve vergiler yoluyla) belirtmiştir. Bu nedenle, Keynesyen politikaların tam istihdam hedefine ulaşmak için vergi politikası ve faiz oranları yoluyla tüketim eğilimini ayarlayabildikleri, yani, ekonomik sürece müdahil oldukları görülmektedir. Yine bu yaklaşımda toplumsal ilerleme ve ekonomik başarının birlikte gittiği tespiti önemlidir. Çünkü bu noktada sermaye-emek arasındaki ilişkilerin uzlaşısı mevcut olmaktadır. Dolayısıyla, Keynes’in devletinin yani refah devletinin, toplumsal yeniden dağılım ve toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinden sorumlu olduğunu söylemek yanlış olmaz (Rosanvallon, 2004: 43-45). 25 faydaların maksimizasyonu ilkesine dayanan gayri siyasi toplum arasında var olan çizgi ya da klasik liberal sınırda giderek silikleşmiştir (Dubiel, 2013: 103-105). 1940’ların sonundan 1970’lerin sonuna dek süren ve büyümenin diğer dönemlere kıyasla oldukça hızlı gerçekleştiği bu Keynesyen uzlaşma dönemi “otuz altın yıl”olarak anılmıştır (Piketty, 2014: 102). Yaşanan bu altın çağ dönemi ekonomiyi kendi haline bırakmayan, piyasaları denetleyen ve sosyal hakları geliştiren bir dönem olarak adlandırılmaktadır. Bu açıdan, yaşanan bu dönem altın çağın yanında sosyal kapitalizm ya da insan yüzlü kapitalizm olarak da tanımlanmıştır (Bora ve Erdoğan, 2015: 15 ). Benzer şekilde, Chang da, bu dönemi yapılan diğer tanımlamalarla uygun olarak “Kapitalizmin Altın Çağı” olarak ifade etmiştir (Chang, 2002: 540). Dahası, literatürde, genel olarak, bu dönemde piyasa sürecinin başarısızlıklarına dikkat çekilmiş ve bu başarısızlıkların ortadan kalkması için devlet müdahalesi savunulmuştur16. Yapılan devlet müdahalesi gelişmiş ülkelerde maliye politikası uygulamaları şeklinde ortaya çıkarken, gelişmekte olan ülkelerde ise karma ekonomiden sosyalizme kadar daha uç örnekler de vücut bulmuştur (Fourcade-Gourinchas ve Babb, 2002: 537). Buna karşılık, Bretton Woods sisteminin 1970’li yılların başında yıkılması ile küresel kapitalist sistemde neo-liberalizm hâkim paradigma haline gelmiştir. Neo- liberalizmin bu çok yönlü ve dinamik yapısı emeğin piyasalaşma, metalaşma ve aşırı sömürülmesinin önündeki engellerin ortadan kaldırılmasına yol açmıştır. Ayrıca özel sermaye ayrıcalıklı bir konuma gelmiştir (Brenner ve Theodore, 2002: 342). Dahası, bu dönemde modern refah devletleri yoğun saldırıya uğramıştır. Nitekim bu döneme Keynesyen talep yönlü istihdam politikalarının hâkim olduğu göz önüne alındığında, gerek Keynesyen politikaların gerekse bunları tamamlayan sosyal politikaların sürdürülemezliği fikri bu sürecin temel söylemi olmaktadır (Buğra, 2011: 75). Yaşanan süreç refah devleti uygulamalarından vazgeçilerek 19. yüzyıl kapitalizmine yani ABD ve İngiltere’nin egemen konumda oldukları eski düzene geri dönüleceği inancını taşımaktadır (Piketty, 2014: 104). Kısaca, Keynes’in görüşlerinin mimarisinde etkin olduğu Bretton Woods sisteminin çökmesi ile birlikte Hayek ve öne sürdüğü fikirleri yeniden dikkatleri üzerine toplamıştır. Hayek’in müdahaleci politikaların, bireysel 16 1945’den sonra Keynesyen talep yönlü politikalar beraberinde yüksek ve sürekli bir büyümeyi desteklemişlerdir. Bu süreçte gerçekleşen üretim artışı sayesinde genişleyen refah hizmetlerinin maliyeti karşılanabilmiştir. Ancak 1970’li yıllar bu sürecin tersine döndüğü yıllardır (Kleinman, 2013: 167). 26 özgürlüğün ihlali olduğunu belirtmesi ve ayrıca bu politikaların kaynakların etkin dağılımını önleyeceği yönündeki söylemleri altı çizilmesi gereken noktalardır17. Nitekim bu söylemlerin devam eden dönemde ulusal ve uluslararası alanlarda ortaya konan neo- liberal dönüşümün temel söylemleri olduğunun anlaşılması Keynes’in görüşlerinin yerini Hayek’in görüşlerinin aldığını göstermesi açısından önemlidir (Deutschmann, 2014: 348). 1980’lerden itibaren ise, neo-liberalizmin temel taşları olan deregülasyon, liberalizasyon ve devletin öneminin azaltılması gibi düzenlemeler uygulanmaya konmuştur. Nitekim neo-liberalizm hâkim rejim haline gelmiş ve çeşitli uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından da benimsenmiştir (Brenner ve Theodore, 2002: 342- 343). Deregülasyon ve özelleştirme politikaları, demokratik yollardan seçilmiş hükümetlerin ellerinde bulunan gücün sermayenin eline geçmesine yol açmıştır. Yaşanan bu ‘kamudan özele geçiş’ hem ulusal ekonomilerin hem de geleneksel sosyal dayanışmanın aşınması olarak anlaşılmıştır. Bu sebeple, yaşanan bu değişim devletin ulusal ekonomi ve toplum üzerinde kontrolünü bozmuştur (Larner, 2000: 8). Neo- liberalizmin hâkimiyeti ile birlikte, refah devletinin efsanevi niteliği yerini tüm modern kötülüklerin sebebi olduğu söylemine bırakmıştır (Kleinman, 2013: 161). Öte yandan, neo-liberalizm temel ilke olarak piyasa ekonomisini benimsemiş ve refah devleti ve onun ideolojik temellerine ise karşı bir duruş sergilemiştir. Bu karşı duruş refah devleti anlayışını tahrip eden ve onun fonksiyonlarını küçültmeye çalışan bir şekilde ortaya çıkmıştır (Özdemir, 2007: 237). Ayrıca, refah devletinin elli yıllık geleneğine bakıldığında herkes için fırsat eşitliğini savunan klasik eşitlik güvencesinin gerçekleşmediği ortadadır (Dubiel, 2013: 91-92). Bu yüzden, refah devleti, gerek ekonomik anlamda eşitsizliklerin yok edilemeyeceğinin anlaşılması gerekse toplumsal dokunun parçalanması (devletle birey arasında yeterince bir toplumsallık olmaması) neticesinde kriz süreci ile karşılaşmıştır. Yaşanan kriz süreci ile birlikte artık Keynesyen politikalar etkisiz kalmış ve refah devleti ile sosyal demokrasinin çöküşü bu yıllar itibari ile ortaya çıkmıştır (Rosanvallon, 17 Hayek, bilgi paylaşımı ve koordinasyonun sağlamasında işlev gören temel mekanizmanın fiyat mekanizması olduğunu belirtmiştir. Buna karşı olarak ise merkezi idarenin, her şeyin merkezden kontrolü rolünü ise kaba, verimsiz ve ilkel olarak nitelemektedir (Hayek, 2010: 86). Dolayısıyla asıl vurgu serbest piyasa ya da Friedman’ın (1982:16) belirttiği gibi kapitalizmin rekabetçi yapısına yöneliktir. 27 2004: 47-48). Bu bağlamda 20. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan refah devleti genişlemesinin sonuna gelinmiş ve birçok ulus devleti değişen dünya konjonktürüne göre ekonomilerini yeniden organize etmiştir. Bu dönemde hâkim paradigmanın neo- liberalizm olduğu düşünüldüğünde, gerçekleşen dönüşümün piyasacı çözümlerin refah devletinin yerini aldığı bir organizasyon olduğu görülmektedir (Kus, 2006: 489). Diğer bir ifadeyle, geçmişte sorunların çözümü olarak düşünülen devlet, neo-liberalizm ile birlikte sorunların kaynağı olarak düşünülmeye başlanmıştır. Dolayısıyla gelinen çağda kuralsızlaştırmaya yönelik politikalar yani devletin aşırı etkin bir rol oynamasının reddi18 Keynesçiliğin krizi ya da liberalizme dönüş olarak tasvir edilmiştir19 (Rosanvallon, 2004: 51). Kısaca, refah devletinin güzel günleri artık sonlanmıştır. Bu süreç refah devletinin krizi olarak adlandırılmış ve Altın Çağ’ın bittiğini göstermiştir. Artık yaşam standartlarında yaşanan iyileşmeler, artan istihdam ve azalan yoksulluk kavramlarının yerine işsizlik ve enflasyon kavramları konuşulur olmuştur. 2.2.2. Refah Devleti’nin Krizi ve Krize Yönelik Yaklaşımlar Refah devletinin krizine yönelik olarak çeşitli yaklaşımlar ortaya atılmaktadır. Bunlardan ilki, yaşanan bu kriz sürecini refah devletinin yok oluşu değil kendini yeniden üretmesinin bir aşaması olarak gören yaklaşımdır. Bir diğeri, yaşanan kriz sürecinin refah devletinin kendisi ile değil kurumlarının daha iyi yönetilmesi ile ilgili olduğunu savunan yaklaşımdır. Bu açıdan refah devletinin kendisini tartışma konusu yapmak farklı bir şeydir. Son olarak ise yaşanan kriz sürecinin sebebinin sadece finansal olmadığı, ideolojik ve felsefi düzlemde yaşanan gelişmelerin de bu süreçte etkili olduğu söylemi önemli olmaktadır (Balcı, 2007: 49-50). Rosanvallon, refah devletinin sorununun yalnızca gelir ve giderlerini dengelemek olmadığını belirtmiştir. Asıl sorunun, bireyler, gruplar ve sınıflar arasında 18 Devlet, pazar mekanizmalarının bozulması durumunda pazar mekanizmasını düzeltmek için müdahale edebilir. Bu müdahale liberal gelenek açısından meşru bir müdahaledir. Bu gelenek daha adil bir topluma ulaşmanın saf bir pazarın kurulması ile sağlanacağını vurguladığından bu tarz müdahalenin haklılığının da arkasında durmaktadır (Rosanvallon, 2004: 75). 19 ‘...Liberalizme dönüş ve Keynesçiliğin krizi aynı hareketin birbirini tamamlayan iki yüzüdür.’ (Rosanvallon, 2004: 51). 28 yeni bir toplumsal sözleşme oluşturulması olduğu yani bu noktada refah devletinin asıl tıkanma noktasının kültürel20, sosyolojik ve siyasal boyutta olduğunu belirtmiştir (Rosanvallon, 2004: 10). Yine Rosanvallon, artık ‘Bir kamu hizmeti neyi içerir?’ sorusunun ‘Toplumsal harcamaların faturasını cebinden kim ödeyecek’ sorusu ile eşit derecede önemli olduğunu öne sürmüştür. Ancak şimdiye kadar bu sorulara eşit derecede önem verilmeyip genellikle refah devletinin finansal durumu üzerinden tartışmalar yürütülmüştür (Rosanvallon, 1993: 222-223). Buna ek olarak, Balcı, refah devletinin 1970’lerde başlayan finansal krizinin, 1980’lere gelindiğinde ideolojik krizi izlediğini, 1990’larda ise refah devleti krizinin yeni bir aşamaya girip, nitelik değiştirdiğini belirtmiştir. Ona göre, refah devletinin yaşadığı kriz süreci, finansal ve yönetsel sorunlar bir kenara bırakıldığında felsefi düzlemdedir. Bu noktada yaşanan bu kriz süreci modernite ile ilişkilendirilmektedir. Gelinen noktada modern toplumdaki çalışma ilişkileri ve yoksulluk problemleri geçmiş ile kıyaslandığında nitelik değiştirmiştir. Artık geçmişin sorunlarını cevaplamak üzere inşa edilen bu refah devleti yapılanması günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermemektedir (Balcı, 2007: 50). Bundan farklı olarak Esping-Andersen, refah devletinin kriz sürecine yönelik yapılan teşhisleri, refah devletinin piyasayı boğduğu yani piyasa koşullarından bir sapmaya yol açtığı, nüfusun yaşlanması ile uzun vadeli etkilerinin olumsuz olması ve hükümet harcamalarında yaşanılan savurganlığın yeni ekonomik düzende rekabetçi yapılara zarar verdiği şeklinde sıralamıştır. Dahası, bu argümanların yaşanılan süreçte reddedilemeyeceğini ancak bu eksikliklerin kabulü ile birlikte piyasanın da bu sürecin yaşanmasında etkili olduğunu belirtmiştir. Nitekim emek piyasalarının iyi işlememesinin sosyal programlar üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi bu bağlamda değerlendirmiştir (Esping-Andersen, 2013: 56-57). Piyasa sürecine yaptığı bu eleştiriye rağmen refah devletlerinin de hataları olduğu kabulü bu açıdan önemli olmaktadır. Çoğu ülkedeki sosyal koruma altyapısının yeni risklere ve ihtiyaçlara karşılık vermemesi, geçmiş sosyo ekonomik düzenle sınırlı kalması tespiti de refah devletinin krizine yönelik daha önce yapılan tespitleri destekler niteliktedir. 20 Rosanvallon, refah devletinin bunalımını, toplumun kültürel kimlik yetersizliği ile yani toplumun dilsiz ve geri çekilmiş olması ile birleştirmiştir. Toplum kendisi adına konuşmaktan ve geleceğe yönelik karar almaktan acizdir. İşte bu noktada refah devletinin özgürleştirilerek ortaya konan bu sorunlara çare bulunacağı ifade edilir (Rosanvallon, 1993: 234). 29 Öte yandan, Balcı, refah devletinin yaşadığı hem felsefi hem de teknik anlamdaki krizi mevcut sigorta modeli ile ilişkilendirmiştir. Sosyal güvenliğin çıkış noktasına bakıldığında geniş bir sorun kümesi, homojen bir risk grubu olarak tanımlanıyordu. Herkesin yaşlılık, sakatlık, işsizlik ve hastalık gibi geçici nitellikteki risk altında olduğu vurgusu yapılmaktaydı. Refah devletinin yönlendirici ilkeleri olan adalet ve dayanışma ilkeleri de bu risklerin geçici nitelikte olduğu varsayımına dayanıyordu. Ancak günümüzdeki durum bu olmamaktadır. Günümüzde, kitlesel işsizlik ve dışlanma gibi sosyal sorunlar ortaya çıkmış ve bu sorunlar hem kalıcı olmuş hem de sosyal sigorta alanının dışında kalmıştır. Yani geçmişin geçici riskleri günümüzde kalıcı h