T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI PLATON ve ARİSTOTELES’TE ERDEM KAVRAMININ POLİTİK AÇIDAN ÖNEMİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Esra TÜRKSEVER BURSA 2019 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI PLATON ve ARİSTOTELES’TE ERDEM KAVRAMININ POLİTİK AÇIDAN ÖNEMİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Esra TÜKSEVER DANIŞMAN: Doç. Dr. Metin BECERMEN BURSA 2019 iv ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Esra TÜRKSEVER Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Felsefe Bilim Dalı : Felsefe Tarihi Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : VIII+140 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışmanı : Doç. Dr. Metin BECERMEN PLATON ve ARİSTOTELES’TE ERDEM KAVRAMININ POLİTİK AÇIDAN ÖNEMİ Bu çalışmada, etik ilişkiler ağının oluşturduğu toplumsal yapı içinde yer alan erdem kavramının, Antik Yunan toplumsal ve düşünsel dünyasında, nasıl bir değişim gösterdiği ve hangi anlamlara bürünerek toplumsal ya da bireysel etkilerde bulunduğu ele alınmaya çalışılacaktır. Yunan kültürünün ve politik düzeninin temelinde yer alan Homeros ve Hesiodos’un metinlerinde erdem kavramının anlam çeşitliliği analiz edilecektir. Bunun yanı sıra, felsefenin ortaya çıkışıyla birlikte, felsefe tarihinde doğa filozofları olarak adlandırılan filozoflar ile Antik Yunan kültürünün ve politik dünyasının önemli figürleri olan sofistlerin, genel anlamda politikaya ve etik alana dair düşüncelerine yer verilecektir. Sonrasında, Platon ve Aristoteles’in ideal devlet tasarımlarıyla birlikte, toplumun ve bireylerin etik normlarına dair fikirlerinin genel bir çerçevesi çizilerek erdem kavramının bu noktada nerde durduğu ve hangi işlevi yerine getirdiği incelenecektir. Sonuç olarak Antik Yunan’da temel erdemlerin neler olduğu ve bunların günümüz politikasıyla bağı olup olmadığı incelenecektir. Anahtar Sözcükler: Platon, Aristoteles, Erdem, Etik, Politika v ABSTRACT Name and Surname : Esra TÜRKSEVER University : Uludag University Institution : Social Science Institution Field : Philosophy Branch : History of Philosophy Degree Awarded : Master Page Number : VIII+140 Degree Date : Supervisor : Doç. Dr. Metin BECERMEN THE POLITICAL SIGNIFICANCE OF CONCEPT VIRTUE IN PLATO AND ARISTOTLE In this study, how the concept of virtue within the social structure formed by the network of ethical relations has changed in the social and intellectual world of Ancient Greek and which meanings it has had social or individual influences will be tried to discuss. In the texts of Homer and Hesiod, which are at the basis of Greek culture and political order, the diversity of meaning of the concept of virtue will be analyzed. Besides, with the emergence of philosophy, philosophers called as philosophers of nature in the history of philosophy and the thoughts of the Sophists, who are important figures of the ancient Greek culture and political world, on politics and ethics in general will be included.Then, Plato and Aristotle's ideal state designs, as well as a general framework of the ideas of society and individuals' ethical norms, where the concept of virtue stands at this point and what function will be examined. As a result, the main virtues in ancient Greece and whether they are connected with today's politics will be examined. Keywords: Plato, Aristotle, Virtue, Ethics, Policy vi ÖNSÖZ Lise yıllarından itibaren benim için sadece bir ders olmaktan fazlası olduğuna inandığım, yıllar geçtikçe de hayata bakış açımı şekillendiren, insanlara, olaylara ve durumlara bakışımı derinleştiren felsefe eğitimim, yüksek lisansa bağladığım dönemde beni birtakım sorgulamalara yönlendirmişti. İnsanlık tarihi boyunca var olan ve bugün dahi yaşadığımız etik ve politik sorunların nasıl bir çözüm bulabileceğine dair düşünmeye başlamıştım. Bu sorunların temelinde yatan durumları anlamak ve felsefi bir bakışla durumları analiz edebilmenin önemini fark ettiğim zaman, bu soruların ilk sorulmaya başladığı dönemleri incelemeyi uygun buldum. Bu sayede felsefeleriyle tanıştığım Platon ve Aristoteles’in etik ve politik ilişkideki erdem düşüncelerinin biraz olsun bizlere yardım sağlayabileceği inancındayım. Bu konuyu çalışmam için katkılarını benden esirgemeyen, beni bu yolda destekleyen ve çalışmamla itinayla ilgilenen sayın hocam ve danışmanım Doç. Dr. Metin BECERMEN’E teşekkürü borç bilirim. Felsefeyi bana daha fazla sevdiren, akademi yolunda ilerlemem için beni teşvik eden, duruşuyla ve zekasıyla benim için bir idol olan, sayın hocam Dr. Öğr. Üyesi Sengün Meltem ACAR-KESKİN’e saygı, sevgi ve minnettarlığımı iletirim. Başladığım bu yolda benden desteğini asla esirgemeyen, bu çalışmanın her satırında itinayla benimle birlikte ter döken, yorulduğumda bana nefes olan ve her düşmeye meylettiğimde beni daha güçlü kılan Mehmet ÇİÇEK’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca yüksek lisansın bana kazandırdığı, bu zorlu süreci birlikte tamamladığım dostum Ceyda ALTINTOP AKABİK’e teşekkür ederim. Son olarak bana olan inançlarını asla yitirmeyen, her türlü maddi ve manevi desteği esirgemeyen, daima ellerimden tutan başta annem olmak üzere canım aileme teşekkür eder ve minnetlerimi sunarım. Çok küçük yaşlarda bedenen yanımdan ayrılan ancak ruhen yanımda olduğunu bildiğim ve bu sayede dimdik ayakta durabildiğim canım babam Erol TÜRKSEVER’e bu çalışmayı ithaf etmek isterim. vii İÇİNDEKİLER Sayfa TEZ ONAY SAYFASI...............................................................................................ii YEMİN METNİ……………………………………………….………………….....iii ÖZET…………………………………………………………………………….......iv ABSTRACT……………………………………………………………………........v ÖNSÖZ……………………………………………………………………....…...….vi İÇİNDEKİLER…………………………………………………………...……...….vii GİRİŞ………………………………………………………………………….…......1 BİRİNCİ BÖLÜM (PLATON ÖNCESİ YUNAN DÜNYASINDA ERDEM FİKRİ) 1. PLATON ÖNCESİ YUNAN DÜNYASINDA ERDEM FİKRİ….………….......6 1.1. Homerik Dönem……………………………………………………...............6 1.2. Doğa Filozofları……………………………………………………………...15 1.3. Sofistler……………………………………………………………................25 İKİNCİ BÖLÜM (PLATON’DA ERDEM KAVRAMI) 2. PLATON’DA ERDEM KAVRAMI.......................................................................32 2.1. Platon’un Yaşadığı Dönemde Atina’nın Yönetimi……………...…………...36 2.2. Platon’un Devlet Anlayışında Doğruluk ve/veya Adalet Erdemi……………39 2.2.1. Devletin yasaları bağlamında adalet………………………………….42 2.3. Eğitimin Erdem Açısından Önemi…………………………………………...47 2.3.1. Platon’da erdemin öğretilebilirliği üzerine……………………...……53 2.4. Devletin Yönetiminde Filozof Kral ve Devlet Adamlarının Erdemi…..….…57 2.5. Bilgelik Erdemi………………………………...…………………………….62 2.5.1. Haz dolu yaşamın karşısında bilgelik…………………………..…….65 2.5.2. Ruh ve beden ilişkisi bağlamında erdem……………..………………66 2.6. Devlette Yönetenlerin ve Yurttaşların Ölçülülük Erdemi ………………..….71 2.7. Devletin Koruyucularının Cesaret Erdemi……..…………………………….75 viii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (ARİSTOTELES’TE ERDEM KAVRAMI) 3. ARİSTOTELES’TE ERDEM KAVRAMI……..……...……………….……..81 3.1. Aristoteles’in Ahlâk Anlayışında Mutluluk…………....................................82 3.1.1. Mutluluk ve erdem ilişkisi………………………..…………...………83 3.2. Aristoteles’in Erdem Anlayışı………………………………………..……...86 3.2.1. İsteme ve tercih (proairesis) bağlamında erdem anlayışı……….........88 3.3. Karakter Erdemleri……………………………………...……………..…….90 3.3.1. Yiğitlik/Cesaret erdemi………………………………………………93 3.3.2. Ölçülülük erdemi……………………………………………..………94 3.3.3. Cömertlik, ihtişam ve yüce gönüllülük erdemleri……..……………..95 3.3.4. Adalet erdemi……………………………………………..………….97 3.3.5. Adalet temelli dostluk erdemi…………….………………………....100 3.4. Düşünce Erdemleri……………………………….……………………..….104 3.4.1. Aklı başındalık/basiret (phronesis) erdemi…………….……………106 3.4.2. Aklı başındalık/basiret erdeminin diğer erdemlerle ilişkisi…………107 3.5. Politik Düzende Erdemin Yeri…………...…………………………....…….110 3.5.1. Devlet, yurttaş ve politik birlik bağlamında erdem……...…….…….114 3.5.2. Yasalar bağlamında erdem………………………………….……….118 3.5.3. “En iyi devlet” tasarımında erdemin yeri ve önemi.………………...120 3.5.3.1. “En iyi devlet”te yurttaşların nitelikleri ve eğitimi…….….121 SONUÇ……………………….......………….…………………………….………126 KAYNAKLAR…………………………………………………………………….136 1 GİRİŞ Aristoteles, insanın politik bir canlı olduğunu söyler. İnsan, bir yanıyla - biyolojik yanıyla- doğaya bağlı iken, diğer yanıyla –politik yanıyla- topluma bağlıdır. Başka bir ifadeyle, insanı insan yapan en önemli niteliklerden biri, toplumsal bir canlı olmasıdır. Toplumun temelinde, insanların birbirleriyle ilişkilerinin yer aldığı düşünülünce, bu ilişkilerin hangi ölçütlere göre biçimleneceği önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Açıktır ki bu ölçütler, genel anlamda ahlaki ve politik yasalar, daha özel anlamdaysa erdem olarak adlandırılan niteliklerdir. Bu niteliklerden hangilerinin erdem olarak adlandırılacağı hem toplumsal düzen için hem de bireyin kendi mutluluğu için (nitekim toplumdan bağımsız insan mutluluğundan söz etmek pek mümkün değildir) çok önemlidir. Dolayısıyla erdemler, sadece etik alana hapsedilerek anlaşılabilir değildir. Nitekim Aristoteles’e göre erdem kavramı politika alanına aittir.1 Başka bir ifadeyle etik, politika içindir. Sokrates ve Platon için ise erdem kavramı, çok yönlü bir anlama sahiptir. Zira onlar için erdemler hem etik alanla hem politik alanla hem de epistemolojik alanla ilgilidir. Başka bir deyişle Sokrates, erdemli davranışın kaynağını bilgide, Platon ise bilgi ile ilişkisinde idealarda bulmaktadır. Nitekim Platon’un Menon diyaloğunda erdemin öğretilebilirliği üzerine Sofistlerle tartışması, erdem kavramının epistemolojik alanla olan ilişkisini göstermektedir. Arete, Antik Yunan’da özellikle Homerik dönemde bir şeyin yetkinliği anlamına gelmekteydi. Kendi işini uygun olarak yerine getiren her şeyin bu anlamda bir erdeme sahip olduğu görüşü hâkimdi. Başka bir ifadeyle, erdemli olmak, insana ait olmasının yanı sıra, bir nesneye de ait olabilirdi. Buna göre, işlevini yerine getiren bir nesnenin de erdemi olduğu düşünülmektedir. Homerik çağdan sonraki dönemde felsefi ilgi doğaya kaymış olsa bile, doğa filozofları için temel erdemli davranışlar adil, bilge ve ölçülü olmak şeklinde kabaca ifade edilebilir. Sonraki süreçte felsefe tarihinde yerini alan Sofistler ise en genel anlamda, erdemin eğitim açısından önemi üzerinde durmuşlardır. Erdemin öğretilebilir bir şey olduğunu savunan bu düşünürler, gençlerin eğitimi sırasında erdem eğitiminin ayrı bir yere sahip olması gerektiğini düşünmektedirler. Bu bağlamda verdikleri erdem eğitiminin hem ahlâki hem de politik alanda iyi birer yurttaş olmalarını sağlayacaklarına inanmaktadırlar. Fakat arete kavramı, Sokrates’e kadar 1 Aristoteles, Magna Moralia, çev. Gurur SEV, 1.b, İstanbul: Pinhan yayıncılık, 2016, s.23 [1181a23] 2 hiçbir filozofun felsefi öğretisinin odağı haline gelmemiştir. Sokrates bilme ve erdemli olma fikirleri arasında bir ilişki kurar; böylece erdem kavramı ahlâk ve bilme alanının bir problemi haline gelmeye başlar. Sokrates’ten sonra ise birçok tanım arayan Platon için her erdemin bağlandığı tek bir idea söz konusudur. Platon bu konuyu Devlet ve Menon başta olmak üzere, birçok diyaloğunda incelemektedir. Özellikle Devlet adlı eserinde Platon için erdem, bireye ilişkin bir kavram olmasının yanı sıra toplumsal içeriğe sahip olan bir kavramdır. Bu eserinde bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalet gibi temel erdemlerden bahsetmesi ve bu erdemlerin toplum açısından önemini vurgulaması tesadüf değildir. Politik yaşamın düzenine ilişkin ele aldığı bu eserinde, erdeme ilişkin düşüncelerine yer vermiş olması, erdemin politik hayatla olan ilişkisinin bir göstergesidir. Bu noktada öncelikle birbirleriyle iç içe ve birbirinin yerini doldurur nitelikte görünen etik ve ahlâk kavramlarının yapılan tanımlamalarına bakmak ve birbirlerinden hangi noktada ayrıldıklarını belirtmek gerekmektedir. Genel anlamda ahlâk, insanların rehber aldıkları, yaşam biçimlerini oluşturan inanç, değer ve normlara dayalı olan davranışlar bütünüdür.2 Bu bağlamda ahlâk, temelde hep bir toplumun ahlâkı olarak düşünülmektedir. Teklerin ahlâk anlayışına bakıldığı zaman, yapılması gereken şeylerin iyi, yapılmaması gereken şeylerin ise kötü olarak nitelendirildiği görülmektedir.3 Bu nitelendirmeler, toplumların sahip oldukları ahlâk yapısına göre değişkenlik göstermektedir. Ahlâki eylemlerin sahip olduğu evrensel düzeyde belirli bir ölçüt yoktur. İçeriği, çağlara, uluslara, toplumlara ve hatta bireylere göre değişiklik gösteren bir alandır. Aynı toplum içinde, toplumun genelinden daha farklı bir ahlâk algısına sahip bireylere de rastlanmaktadır. Etik ise çeşitli ahlâklardan bağımsız olarak, değer yargılarını bir yana bırakıp, ana konusu eylemler olan ve bu doğrultuda eylemin bilgisini elde etmeyi, aynı zamanda kesin ve doğru bilgilere ulaşmayı amaçlayan alandır. Bu anlamda etik, insanların kurmuş oldukları ilişkilerin ve bu ilişkilerdeki eylemlerin bilgisini edinmeye çalışmak ile ilgilidir.4 Etik, ahlâk yargıları, ahlâk sorunları ve ahlâklılık üzerine felsefi düşünmedir.5 Karşımıza çıkan olanaklar arasından seçim yapmamız, eylemin ahlâki değeri ile ilişkilidir. Bir diğer ifadeyle, bizim ahlâki 2 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, 3.b, İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 1999, s.17 3 Frankena’dan aktaran Harun Tepe, Etik ve Metaetik, 2.b, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2011, s.15 4 Harun Tepe, Etik ve Metaetik, 2.b, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2011, s.16-18 5 A.g.e., s.26 3 olarak iyiyi ya da kötüyü ayırt edebilip (sonuç olarak doğru ya da yanlış yapsak bile) onlardan birini seçebilmemizdir. İyi ile kötüyü ayırt edebilme teması çerçevesinde ahlâkın derinlemesine bir felsefi içerik kazanmaya başlaması Sokrates’le başlar.6 Sokrates için iyi, bilme edimi ile ilişkilidir. Bilgili olan insan iyi olanı yaparken bunu gelişi güzel değil, bile isteye kendinden emin olarak yapar. Sokrates için erdem, insanın aklını en iyi şekilde kullanarak yerine getirmesi gereken eylemleri yapmasıdır. Türkçe’ye Fransızca éthique kelimesi yoluyla girmiş olan etik kelimesinin asıl kaynağı, Antik Yunanca’da “ahlâki olan”, “ahlâki karakter” anlamına gelen ήθικός 7 (ethikos) kelimesidir. Bu kelime “alışkanlık”, “huy” anlamlarına gelen ἔθος 8 (ethos) kelimesinden türemektedir. Yunanca ethikos, Latincede “adet, gelenek, huy” anlamlarına gelen moralis kelimesinin türetilmesinde etkili olmuştur. Moralis, “ahlâkî, kişinin toplum içindeki uygun davranışı” anlamlarına gelmektedir.9 Aristoteles’in Ἡθıκα µεγάλα (Magna Moralia) adlı eserinin girişinde ethosun, erdem ve politika ile olan ilişkisi şöyle ifade edilmektedir: Mademki karaktere (ethos) dair meselelere ilişkin konuşmayı seçtik, ilkin 'karakter' hangi in bir dalı olabileceğini araştırmalı. Şimdi, özetleyerek söylemek gerekirse, onun politikadan başka bir şeyin dalı olduğu düşünülemez. Zira belli bir biçimde, demek istediğim iyi biri (spoudaion) olmayanın politik ilişkilerde hiçbir şey başarması mümkün değildir; iyi biri olmak ise erdemlere sahip olmaktır. Dolayısıyla eğer biri politik ilişkilerde başarılı olmak istiyorsa, onun karakteri iyi olmalı; o halde, görüldüğü üzere, karakter hakkındaki uğraşı politikanın bir dalı ve başlangıç noktasıdır, öte yandan, genel olarak uğraşıyı etiğe değil de politikaya ilişkin addetmenin adil olacağı kanısındayım.10 Aristoteles’in bu ifadelerinden hareketle ahlâki olan anlamına gelen ethikos kelimesinin kökeninde yer alan ethosun politikadan bağımsız düşünülememesi, ahlâki olanın aynı zamanda politik olanla iç içe oluşunun bir ifadesidir. Nitekim erdemli bir insan ifadesi mantıksal olarak diğer insanların da var olmasını gerektirir. Başka bir ifadeyle, erdemli olmak, refleksif bir edim değil; dışa dönük, diğer insanlara yönelik bir niteliktir. Eğer toplum yoksa ne erdemli bir insandan ne de mutlu bir insandan söz etmek mümkün olacaktır. İnsanlar arasındaki etik ilişki, eylemde bulunulan her türden ilişkiyi 6 Bedia AKARSU, Ahlâk Öğretileri, 3.b, İstanbul: Remzi Kitapevi, 1982, s.10 7 Liddell and Scott’s Greek-English Lexicon (Abridged), New York: Oxford, 2003, s.303 8 A.g.e., s.195 9 J. R. V. Marchant, Joseph F. Charles (revised), Cassell’s Latin Dictionary, Funk and Wagnells company: 1853-1936, s.351 10 Aristoteles, Magna Moralia, çev. Gurur SEV, 1.b, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2016, s.23 [1181a23] 4 kapsamaktadır. Bu durum, bir ağ içinde her bireyin birbiriyle ve farklı insanlarla yaşadığı farklı yapılardaki ilişkilerdir. Bu etkileşim bütünü toplumsal olarak düşünüldüğü zaman, bu yapıyı politik ve hukuki ilişkiler –yöneten ve yönetilen, devlet ve yurttaş- oluşturmaktadır. Toplumsal olguların ve olayların oluşmasında kişilerin ilişkilerinin hesaba katılması zorunludur. Nitekim toplumsal işlevi gerçekleştirmek adına kurulan bu ilişkilerin etik ve politik bir ilişkiye dayandığı görülmektedir.11 Aristoteles’in ifadelerine dönersek, erdem alanı, bu ilişkiler ağına ait bir uğraşıdır. Başka bir ifadeyle, her ne kadar erdem, etik alana ait bir kavram olarak görülse de erdemin politika ile olan bağı en temelde etik ve politikanın da iç içe olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim etik, politika için var olan bir alandır. Bu bağlamda çalışmanın ilk bölümünde, Platon öncesi Yunan düşüncesi başlığı altında Homerik dönem, Doğa filozofları ve Sofistlerin en genel anlamda etik ve politik alana dair düşünceleri erdem (arete) kavramı çerçevesinde gösterilecektir. Bu bölümde Homeros ve Hesiodos’un erdem (arete) kavramını hangi anlamlarda kullandıkları tespit edilecektir. Sonrasında doğa filozoflarının felsefi ilgilerinden kaynaklı, deyim yerindeyse, erdeme ve politikaya dair düşünce kırıntılarına yer verilecektir. Son olarak Sofistlerin bilginin kaynağına dair gösterdikleri rölatif tutumlarında toplum, yasa ve devlet söz konusu olduğunda, nasıl esnek davrandıkları ve erdem öğretilerinin nasıl uzlaşmaya dayalı bir duruma dönüştüğü gösterilmeye çalışılacaktır. İkinci bölümde, Platon ve Sokrates’in görüşleri bağlamında, erdem (arete) düşüncesinin politik açıdan önemi gösterilecektir. Bu bölümde temel referans noktası Platon’un eserleri olup, aynı zamanda eserlerinde başkahraman olan Sokrates’in de düşüncelerine değinilecektir. Böylelikle erdem (arete) kavramının epistemoloji, pedagojik, politik ve etik açıdan nasıl değerlendirildiği irdelenecektir. Son olarak erdem (arete) kavramının Sokrates açısından ahlâki bir değere sahip olmasının yanı sıra erdemin Platon açısından etik ve politik önemine değinilecektir. Üçüncü bölümde, Aristoteles’in etik öğretisinin, hangi anlamda politik alana dair fikirleri için vazgeçilmez bir unsur olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Bu bağlamda Aristoteles’in karakter ve düşünce erdemleri olarak ifade ettiği erdem öğretisi 11 Ioanna KUÇURADİ, Etik, 1.b, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 1988, s.3-6 5 irdelenecek ve mutluluk (eudaimonia) kavramı ile olan ilişkisi serimlenecektir. Daha sonra, Aristoteles için en iyi devlet tasarımının özellikleri gösterilerek, bu tasarım içinde yer alan yönetici, yurttaş gibi unsurların ne türden erdemlere sahip olmaları gerektiği ortaya konmaya çalışılacaktır. Bu çalışma, erdem kavramının Antik Yunan’da Homerik çağdan Helenistik çağa kadar geçen süreçteki anlamca değişimini, çalışmada adı geçen filozofların felsefi düşüncelerinde nasıl bir işleve sahip olduğunu göstermeyi hedeflemektedir. Bu şekilde Platon ve Aristoteles’in düşünce dünyaları arasında ne gibi farklar olduğu görülebilecektir. Sonuç bölümünde bu filozofların etik, politika ve eğitim alanlarındaki erdem düşünceleriyle günümüze olan etkileri, bu alanlarda nasıl bir yol gösterebilecekleri üzerine bir değerlendirme yapılacaktır. 6 1. PLATON ÖNCESİ YUNAN DÜNYASINDA ERDEM FİKRİ İnsan, tarihi boyunca, sorgulamak, düşünmek, bilgi edinmek ve anlamlandırmak isteyen bir varolan olarak dünyada kendini var kılmış ve kılmaktadır. Değişen, “gelişen” yani durağan olmayan yaşamın kendisi, insanın bu anlama ve anlamlandırma çabasını neredeyse kaçınılmaz kılmaktadır. İnsan, dünyaya geldiği zaman ne kendisinin ne de çevresinin, yani kısacası var olan hiçbir şeyin bilgisine sahip olan bir varlık değildir. Yaşam en başta onun için belirsizken, daha sonrasında anlama ve anlamlandırma çabasıyla, dünyaya dair bir bilgi ortaya koymaktadır. Bu yönüyle insan, tarihi boyunca, evreni, yeryüzünü ve tabiat olaylarını araştırmıştır. Özellikle Antik Ege uygarlıkları henüz sırrını çözemedikleri yaşamla ilgili her türlü oluşumu ve değişimi anlama ve anlamlandırma çabalarından doğmuş anlatılar olan mitoslarla yaşamaktaydılar. Mitoslar, antik dönem insanlarının evren, tanrılar ve toplumdaki diğer insanlarla aralarındaki ilişkilerin nasıl olduğu sorusuna cevap bulabilmek için oluşturduğu anlatılardır. 1.1.HOMERİK DÖNEM Dünya üzerinde var olan birçok kültürde heroik, yani “kahramanlık çağı” olarak adlandırılan dönemlerin anlatı, öykü ya da masalları vardır. Günümüz toplumlarının politik ve etik dünyasının temelinde ve arka planında yer alan bu anlatıların bilinmesi, ahlâk yapılarını biraz olsun anlamak için oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu anlatılar, günümüz toplumuyla ister paralel isterse karşıt olsun ahlâk alanına ilişkin aydınlatılması gerekenlere ışık tutacak niteliktedir. Zira genel çerçevede heroik toplumu aktaran bu anlatılarda yer alan bireyler, toplumsal yapıya bağlıdır. Başka bir deyişle, heroik dönemin bireylerinin toplumdan bağımsız düşünülmesi pek mümkün değildir. Nitekim toplum ve bireyler arasındaki bağı aydınlatmak, en azından var olan kültürün alt yapısındaki ahlâki ve kültürel yapıyı anlamak için gereklidir. Dünya üzerinde var olan bu farklı kültürler içinde şüphesiz ki en zengin olan kültürlerden biri Antik Yunan’a aittir. Antik Yunan hem düşünce hem felsefe hem tarih hem de edebiyat yönüyle oldukça zengin bir kültüre sahiptir. Antik Yunan kültürünün heroik dönemi, Homeros’un anlatıları aracılığıyla bilinmektedir. Heroik dönem yazarlarının özellikle 7 Homeros’un metinlerinde geçen mitsel ögelerin, Antik Yunan filozofları tarafından akıl temelli argümanlar aracılığıyla felsefeyle harmanlanması, bu heroik dönem yazarlarının Antik Yunan düşünce dünyasının oluşumu için önem arz ettiğinin göstergesidir. Bizatihi Homeros’un eserlerine bakıldığı zaman bir şair olarak ele aldığı ve işlediği konular daha sonrasında felsefe dünyasında farklı perspektiflerden ele alınmıştır. Aynı zamanda bilinmektedir ki birçok ilkçağ düşünürü Homeros gibi şiirsel formda eserlerini kaleme almışlardır. Dönemin inanç ve ahlâki yapısını bizlere dolaylı olarak aktaran Homeros, eserlerinde bu konuları büyük bir titizlikle işlemektedir. Homerik toplumlarda insanların eylemlerinin önemi büyüktür. Çünkü insanın, eylemleri ne ise kendisi de odur. Yani insan, eylemleri sayesinde kendini bütünüyle ortaya koyar. Bu bağlamda olaylar ve karakterler birbirleriyle paralel bir yapıya sahiptir. Bu yüzden insanlar eylemleri üzerinden yargılanırlar. Verilen yargılarda, yapılan seçimlerde ve ortaya konulan eylemlerde bir ahlâki durumdan söz edilecekse eğer, özgür olmak kaçınılmaz bir koşuldur. Aksi durumda ahlâktan söz etmek mümkün olmayacaktır. Homerik metinlerde yer alan kahramanların soylu veya kral olmalarının bir nedeni de budur. Maclntyre’ın da ifade ettiği gibi, erdemler, özgür bir insanın rolünü devam ettirmesi için ona destek olan niteliklerdir. Bu bağlamda arete kavramını, erdem olarak karşılamak anlam bakımından dar bir bakış açısına neden olmaktadır. Arete kavramının sadece insana ait bir nitelik gibi düşünülmediği de görülmektedir. Arete, aynı zamanda yararlı, iyi olan, soylu olan nesneler için de kullanılmaktadır*. Nitekim Homeros, hızlı bir koşucunun, ayağının aretesini sergilediğini ifade eder.12 Homeros’ta arete kavramının işaret ettiği nitelikler bir üstünlük belirtmek için kullanılmaktadır. Bu insani üstünlüklerin ilişkili oldukları kavramlarla arasındaki bağları anlamak, bu kavramları homerik toplumla ilişkili olarak düşünmek, arete kavramını kavrayabilmeyi sağlayacaktır. Çünkü homerik toplumda erdemler, tekillerin başarısı olsa bile bir toplum yapısından bağımsız düşünülmemektedir. Homerik toplumda, Homeros’un eserlerinden anlaşıldığı gibi, kimin ne yapacağı bellidir. Bu yapıp etmeler, toplumun yapısıyla iç içedir. Aynı zamanda Homeros’un eserlerinde, Platon’un dolaylı da olsa kategorize * Arete kavramının Türkçe karşılığı olan “erdem” kavramının anlamını aştığı belirtilmiş olsa bile, metin içinde bu çok anlamlılığın sürekli tekrarını önlemek için arete kavramı erdem olarak karşılanmıştır. 12 Alasdair Maclntyre, Erdem Peşinde, çev. Muttalip Özcan, 1.b, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2001, s.185 8 ettiği “bilgelik”, “cesaret”, “ölçülülük” ve “adalet” erdemlerini bir tema olarak işlediği görülmektedir. Bu erdemlerin bir tema olarak işlenmesi, Homerik toplumdaki bireylerin her birinin yerine getirmesi gereken eylemler olarak düşünülebilir. Zira Homerik toplumda kralın, tüccarın, erkeklerin ve kadınların dahi sahip olması gereken nitelikleri vardır. Bundan dolayı erdemler, insanların toplumsal rollerinin nitelikleri olarak ifade edilirler. Bu sahip olunan niteliklerin yerine getirilmesi durumu bir başka kavramla ilişkilidir. Maclntyre’ın da aktardığı gibi bu kavram ἀγαθός (agathos) kavramıdır. Çağdaş düşünce ekseninde bu kavramı “iyi” olarak karşılamak yetersiz kalacaktır. Zira Homerik toplum içinde bu kavram, “krallara layık olmak”, “cesurca ve becerikli şekilde davranmak” olarak düşünülmektedir. Aynı zamanda kişiler kendi aretesine sahip oldukları zaman layıkıyla eylemlerini yerine getirecektir ve bu durum da kişinin agathos olması anlamına gelmektedir. Zira kişiler sahip oldukları bu işlevleri yerine getiremedikleri zaman αἱδώοσ * (aidos; utanç) hissetmektedirler.13 Homeros’tan günümüze iki metin ulaşmıştır. Bilindiği gibi bunlardan ilki İlyada destanı, Akhaların Truvalılarla olan savaşını; ikincisi Odysseia destanı ise Odysseus’un Truva savaşından sonra evine dönüş serüvenini anlatmaktadır. Homeros’un Odysseia adlı eseri nazım halinde yazılmış beş ayrı destanın bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Odysseia destanına daha yakından bakmak gerekirse, bu destanın içinde, doğrudan ya da dolaylı şekilde, tanrıların insanlarla olan ilişkileri, tanrıların ve insanların sahip oldukları erdemler gibi birçok konu işlenmektedir. Odysseia’nın daha ilk sayfalarında rastlanan “(n)e diye insanlar tanrılardan bilir birçok şeyi! Sanırlar bütün belalar bizden gelir, oysa kaderin dışında acı yığar başlarına kendi kendileri, kendi taşkınlıkları…”14 ifadeleri, insanların ölçülü olmamaları durumunda başlarına gelen kötü şeylerin sorumlusu olarak tanrıları görmelerini, bir bakıma ‘isyan’larını anlatmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, insanların kötü ve acı şeylerden uzak durmalarının belki de en önemli yollarından birinin, hayatlarını idame ederken aldıkları kararlarda, yaptıkları eylemlerde ölçülü olmaları olduğudur. Fakat daha ilk bölümde tanrıça Athena Odysseus’a yardım etmek için kılık değiştirip, babasının geri dönmesinden umudunu *Maclntyre’ın bu ifadelerine ek olarak, aidos kavramı, kişilerin sahip oldukları areteden yoksun olmaları durumu olarak da düşünülebilir. 13Alasdair Maclntyre, Ethik’in Kısa Tarihi, Homerik Çağdan Yirminci Yüzyıla, çev. Hakkı HÜNLER, Solmaz Zelyüt HÜNLER, 1.b, İstanbul: Engin Yayınları, 2001, s.10-12 14 Homeros, Odysseia, çev. Azra ERHAT, A.KADİR, 2.b, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015, s.4 9 kaybeden Odysseus’un oğlu Telemakhos’un yanına gelir. Babası konusunda umudunu yitiren Telemakhos’un yüreğine umut salıp, babasını araması yönünde onu yönlendirir.15 Antik dönem insanları kararlar verirken, her ne kadar kendi akılları ile karar alsalar bile, ‘inanç’ açısından etkilenmeleri kaçınılmazdır. Aynı zamanda bu durum, aldıkları kararların bir kısmında tanrılardan çok da bağımsız olmadıklarını göstermektedir. Nitekim tanrılar, kötü şeylerin kendilerinden bilinmesinden hoşnut olmamaktadırlar. Aynı zamanda insanların kaderini belirleyen tanrılar, insanlara karşı – özellikle insanların onlara sunduğu sunulardan dolayı- adaletli olmaları ve hak edilenleri insanlara sunmaları gerektiğini düşünmektedirler. Bir bakıma adalet erdemi, eusebeia yani dindarlık olarak ifade edilen tanrılara sunular sunmak, tanrılar için kurbanlar kesmek, tanrılar adına tapınaklar inşa etmek gibi ritüellerde kendini gösterir. Çünkü kişi, tanrılara yakarışlarıyla ve onlara sunduğu sunularla tanrılardan hak ve adalet beklemektedir. Dolayısıyla adalet kavramının içeriğinin ilk nüveleri kendini “hak edene hakkını vermek” anlamında göstermektedir. Nitekim adaletin bu anlamı, ileride görüleceği gibi, Platon’un eserlerinde işlenmektedir. Adalet erdeminin yanı sıra Platon’un eserlerinde işlediği cesaret erdemi, Homeros’un Odysseia’sında da işlenmektedir. Odysseia’nın sekizinci bölümünde, Odysseus, agon* teklif eden insanlara -her ne kadar yorgun olsa da- meziyetlerini bir nebze de olsa disk atışı ile göstermektedir. Sonrasında ona, koşu alanında bir agon teklif ederler. Zira yolda çektiği çilelerden dolayı hali kalmayan Odysseus, koşuya katılmaz, fakat ifadeleriyle bu alanda da agondan asla geri durmadığını ve başarılarını anlatır. Bu durum Alkinoos’un hoşuna gider ve onun meziyetlerini gösterebilmek için nasıl can attığını anlar. Çünkü Alkinoos, kendi halkının da meziyet ve kabiliyet söz konusu olduğu zaman erdem sahibi olduğunu düşünür. Bu bağlamda, Alkinoos’un Odysseus’a söylediği şu sözler bu duruma örnek gösterilebilir niteliktedir: Ama şu diyeceğimi kafana koy iyicene, sarayından başka yiğitlere de söyle istersen çoluğunun çocuğunun yanında şölen yaptığın zaman, onlara bizim erdemimizi söyle, anlat onlara bizi, atalarımızdan bu yana Zeus bize neler bağışladı durdu.16 15 Homeros, Odysseia, s.9 * Agon, içinde rekabet ruhu ve birbirlerine üstün gelme çabası bulunan yarışma anlamına gelir. 16 A.g.e., s.133 10 Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi, Odysseia’da arete kavramı, gösterilen yiğitliklerin yanı sıra insani kabiliyetleri ifade eden nitelikler ve aynı zamanda tanrıların insanlara bahşettikleri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Eserin sonuna geldiğimiz zaman ise yurduna dönen Odysseus’un, kendi yokluğunda, evine, eşine ve mallarına göz koyan, ölçüsüz davranan bir erkek topluluğundan almış olduğu intikam görülmektedir. Bu durum şunu göstermektedir: arete sahibi olmak aynı zamanda τίµη (timē; şeref) kavramıyla ilişkilidir. Tanrılar, kahramanlar ve insanlar, düzeni sağlamak için bir şeref elde etmek zorundadırlar. Bu bağlamda Odysseus, adaleti sağlamak için intikamını alması gerektiğini düşünmektedir. Bu durum aynı zamanda kurulu düzenin korunması anlamına gelmektedir. Ne sandınız, köpekler, evime bir daha dönmeyecek miydim, Troyalıların ilinden, soyup sovana çevirdiğiniz evime? Zorbalık ettiniz, yattınız hizmetçi kadınlarımla, bir de karıma talip oldunuz ben sağken, hiç mi korkmadınız engin gökteki tanrılardan, bir gün gelir, sizden öç alınır, bunu düşünmediniz mi? Düşeceksiniz ölüm tuzağına şimdi hepiniz.17 Odysseus’un bu ifadelerinden de görüldüğü gibi, onun yokluğunda onun yerine göz koyan hybris (kötü niyetli, habis) sahibi kibirli insanlara karşı tanrılardan aldığı güç ile birlikte, kendi adaletini gerçekleştirmesi söz konusudur. Homerik toplumlarda cesaret, şeref, dostluk, kurnazlık ve güven gibi kavramların birbirleriyle olan ilişkileri oldukça sıkıdır. Bu kavramların önem arz etmesinin temel bir sebebi ise Yunan toplumunda agon kültürünün hâkim olmasıdır. Yunan kültüründe hâkim olan düşünceye göre, cesaret gösteren insanlar bir toplumun, kültürün devamını sağlayacak olan kişilerdir. Bu insanlar toplum tarafından şereflendirilen, güven duyulan ve dost olarak nitelendirilen insanlardır. Nitekim Homeros’un İlyada destanının en önemli karakterlerinden biri olan Akhilleus, herkes tarafından şerefli ve cesur olarak nitelendirilmektedir. Eserde, Akhilleus’un en önemli erdeminin cesaret erdemi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Öte yandan İlyada’nın girişindeki ifadelerden anlaşılacağı üzere, belki de erdemsiz gibi 17 Homeros, Odysseia, s.370 11 görülebilecek öfke* durumunun (thymos), doğru kanalize edilmesi durumunda cesareti arttırıcı bir gücü bulunmaktadır. Söyle, tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus’un öfkesini söyle. Acı üstüne acıyı Akhalara o kahreden öfke getirdi, ulu canlarını Hades’e attı nice yiğitlerin, gövdelerini yem yaptı kurda kuşa.18 Akhilleus, Akhalara karşı elde etmiş olduğu zaferi, bir bakıma içindeki bu öfkeye borçludur. Akhilleus’un savaşçı ruhunun alevini körükleyen içinde duyduğu bu öfkedir. Cesaretinin kırıldığı noktalarda kurnazlığının devreye girişi oldukça erdemli bir davranış olarak görülmektedir.19 Nitekim Akhilleus cesaretiyle Troya ordusunu deyim yerindeyse titreten, dostu için savaşıp Hektor’a saldıran ve bu nitelikleriyle erdemli sayılan bir karakterken, Odysseus’un ise bambaşka bir özelliği vardır. Bu özellik, κερδαλέος** (kerdaleos) yani kurnazlıktır. Dahası kurnazlık sayılabilecek türden yalan söylemesidir. Binbir türlü düzeninde aşmak için seni bir tanrı bile çok kurnaz ve düzenbaz olmalı, seni hınzır, seni cin fikirli, yalana dolana doymaz seni, kendi yurdunda da mı vazgeçmeyeceksin sen çocukluğundan beri sevdiğin bu uydurma masallardan?20 Athena’nın Odysseus’a söylediği bu ifadelere bakılacak olursa, Odysseus’un bu kurnazlık durumu tanrılar tarafından da hoş görülen ve desteklenen bir durumdur. Öte yandan Homeros’un Odysseia’sında, kadınların da sahip olduğu erdemlerin söz konusu olduğu bir bölüm vardır. Ancak eserde geçen bu bölüm, diğer bölümlerden oldukça farklı bir niteliğe sahiptir. Bahsi geçen bölümde arete, karşımıza bir nitelik olarak değil adeta bir bedende vücut bulmuş olarak çıkmaktadır.*** Odysseus, serüveni * İlyada metninin girişinde Platon’un en önemli kavramlarından biri olan thymos kavramı görülmektedir. 18 Homeros, İlyada, çev. Azra ERHAT, A. KADİR, 5.b, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, s.3 19 Alasdair Maclntyre, Erdem Peşinde, çev. Muttalip Özcan, 1.b, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2001, s.186 ** Yunanca Kerdaleos, “having an eye to sth.”, “wily”, “crafty” ve “cunning” kelimeleri ile karşılanmaktadır. Bu kelimelerin Türkçe karşılıkları, “bir şeyi fark etmede yetenek” ve direkt “kurnazlık”tır. Homeros’un Odysseia metni genelinde Odysseus kurnazlığı ile övülen bir karakterdir. Ancak burada kurnazlık olumsuz bir anlam taşımamaktadır. Onun kurnazlığını problemlere karşı önceden tedbirli olma, çözümler üretebilme ve gerektiğinde yalan söyleyerek insanları kandırarak zorluklardan kurtulabilme anlamlarında düşünmek gerekir. 20 Homeros, Odysseia, s.230 *** Antik Yunan dünyasındaki isim-öz ilişkisi üzerine yapılan tartışmaları içeren eserlerden biri Platon’un “Kratylos” adlı metnidir. Sokrates ve diğer iki karakterin uzlaşımıyla, isimlerin özlere 12 sırasında uğrak noktalarından birinde Alkinoos’un sarayına gitmektedir. Alkinoos’un sarayına gittiği zaman doğrudan kraliçe Arete ile konuşması, onun ayaklarına kapanması dikkat edilmesi gereken noktalardan biridir. Zira bu bölüme kadar ne Odysseus ne de Telemakhos gittikleri yerlerde kraliçelerle diyalog içerisine girmektedir. Bu sarayda ise doğrudan yardımı, adının anlamını üzerinde taşıyan yani kendisi de erdemli olan Arete’den istemektedir.21 Bunun yanı sıra, kadının sahip olduğu erdemlerden biri de eşine olan sadakat ve bağlılık olarak görülmektedir. Yıllarca eşinin yurduna dönmesini bekleyen, bu süre zarfında tüm ısrarlara ve çabalara rağmen evlenmemek için bir sürü kurnazlık düşünüp evliliği erteleyen Penelopeia bunun bir örneğidir. Nitekim eserin sonlarında, göstermiş olduğu bu bağlılık, ölüler ülkesindeki ruhlar tarafından saygı ile anılmakta ve övgülerle anlatılmaktadır: Çok kurnaz Odysseus, Laertes'in mutlu oğlu, demek büyük yararlığınla kazandın gene karını. Ne sağlam düşünen kadınmış kusursuz Penelopeia, kızoğlankız vardığı kocasına ne de sadık kalmış, yok olmayacak erdeminin şanı hiçbir vakit, ölümsüz tanrılar uslu akıllı Penelopeia'nın şerefine destanlar dizdirecek yeryüzündeki insanlara.22 Görüldüğü üzere Homeros, eserlerinde, Antik dönemdeki insan hayatına, evren tasavvuruna ve tanrılara ilişkin birçok fikir kaleme almaktadır. Homeros’un eserlerine Antik dönemde oldukça önem atfedilirdi. Nitekim Homeros’un eserleri, yurttaşların çocukluk eğitiminde okutulan en önemli kaynaklardandı. Dolayısıyla onun Antik dönemin etik ve politika anlayışına büyük etkisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu anlamda Homeros’un eserleri, Platon’un diyaloglarında sıkça referans noktası olmaktadır. Bu olumlu referansların yanı sıra, Platon’un Homeros karşıtı olduğu da görülmektedir. Önemli eserlerinden biri olan Devlet’in ikinci kitabında, Homeros gibi şairlerin şiirlerinin okutulmaması gerektiğini, bu tip şairlerin tanrıları çarpıtarak anlattığını, bu anlatıların da toplum için yararlı olmayacağını ifade etmektedir. Görüldüğü üzere, Platon’a kadar olan dönemde, Homeros’un eserleri eğitim alanında ilişkin bilgi verici olduğu ifade edilir. Kendisinden önce nesnenin ad ile aynı şey olduğu fikrini ifade edenlerin aksine Sokrates, adın, nesnenin işaret edicisi olduğunu belirtir. Ayrıca eser içinde isim analizleri yapan Sokrates’in, her zaman adın nesnenin özünü vermek amaçlı değil de bir uzlaşma sonucu verildiğini ifade ettiğini unutmamak gerekir. [Bkz. Platon, Kratylos, çev. Erman Gören, 1.b, İstanbul: Dergâh yayınları, 2016.] 21 Homeros, Odysseia, s.115 22 A.g.e., s.402 13 önemli bir kaynak olarak ele alınmıştır. Platon’un kendisi onun şiirlerinin okutulmaması gerektiğini ifade etse bile eserlerinde sıkça Homeros’un ifadelerine yer vererek bir bakıma onun ne kadar önemli bir isim olduğunu kabul etmektedir. Mitosa dayalı eser veren bir diğer yazar Hesiodos’tur. Hesiodos’un “Theogonia”* adlı eseri evrenin oluşumunu anlatmaktadır. Hesiodos, evrenin oluşumunu ve tanrıları çeşitli efsaneler yardımıyla açıklamaya çalışmakta ve bunu sistematik bir düzen içinde ele almaktadır. Bununla birlikte Theogonia’da işlenen temalardan biri de adaleti sağlamadır. Kronos, gücünün ele geçirilmesi, yani iktidarının sarsılması korkusuyla çocuklarını yutmaktadır. Zira aynı durum zamanında Uranos için de söz konusudur. Kronos, kendi babası Uranos tarafından iktidarını sarsacak bir güç olarak görülmekteydi. Nitekim iktidar sahibi olan kişilerin güçlerini bir başkasının ele geçireceği korkusuyla hareket etme antik dönem tanrılarına kadar geri gitmektedir. Bu durumda Kronos’u alt etmek isteyen Rheia, Zeus’u doğurduktan sonra Gaia ve Uranos’un yardımıyla saklar ve Kronos’a onun yerine taş yutturur. Yıllar sonra büyüyen Zeus, hem intikam hırsı hem de başa geçebilme isteğiyle geri dönerek babasını alt eder ve sonunda Uranos, Kronos’u zincire vurur. Zeus da “baştanrı” olarak Olympos’ta yerini alır.23 Burada işlenen tema, yapılan haksızlığa karşılık tanrıların adaleti sağlamak için yapabilecekleri şeylerin ön görülemez oluşudur. Aynı zamanda bir tanrının başka bir tanrıya karşı gücünü gösterebilme tutkusudur. Her ne kadar adalet temelinde düşünülse bile, iktidarın sarsılması karşısında gösterilecek tavır bu düşüncenin sınırlarını aşabilmektedir. Theogonia’da, tıpkı Homeros’un eserlerinde olduğu gibi tanrılar, erdemli ya da erdemsiz olabilmektedirler. Nitekim Hesiodos’un bu eserinde, Nemesis ve Eris gibi tanrılar belalı gecenin doğurduğu tanrılar olarak geçer. Bunların akabinde insanları kışkırtan, yalana sevk eden, düzeni bozup yıkımlara sebep olan tanrıların ve tanrıçaların doğuşu birbirini izlemektedir.24 Fakat kötü ve erdemsiz sayılabilecek bu niteliklere sahip tanrı ve tanrıçaların yanı sıra Okeanos, dürüst ve yumuşak başlı Nereus’u, yiğit * Evren tasavvuru ve sistematik düzen şeması hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Hesiodos, Thegonia, İşler ve Günler, çev. Azra ERHAT, Sabahattin EYÜBOĞLU, 1.b, İstanbul, 2016, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 23 Hesiodos, Thegonia, İşler ve Günler, çev. Azra ERHAT, Sabahattin EYÜBOĞLU, 1.b, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016, s.21-22 24 A.g.e., s.11 14 Phorkys’i yaratmıştır.25 Aynı zamanda Zeus’un Themis yani yasaların tanrıçası ile evlenmesi sonucunda, Eunomia (iyi yasa), Eirene (barış) ve Dike (adalet) tanrıçaları doğmuştur. Bu tanrıçalar sahip oldukları erdemler aracılığıyla, haklı yargılar vererek, düzeni sağlamaktadırlar. Aşırılığa kaçan her kim olursa olsun, Tanrı ya da insan soyu, kendisini Dike’nin karşısında bulmaktadır. 26 Burada erdemi oluşturan adalet, cesaret gibi nitelikler tanrı kaynaklıdır. Hesiodos’un İşler ve Günler adlı eserinde işlenen temalar ise Homeros’un düşüncelerine kıyasla insan doğasına yöneliktir. Daha doğru bir ifadeyle, Homeros mücadele kültürüne yönelik bir tema işlerken Hesiodos, insanların ya da tanrıların ahlâki düzenlerine daha geniş yer vermektedir. Bu eser, Hesiodos’un kardeşi Perses’in miras payında kendisine haksızlık ettiğini iddia etmesi ve bu yüzden de adalet aramakta olduğunu belirtmesiyle başlar. Zira Hesiodos’un iddiasına göre, mahkeme yolu ile aramış olduğu adalette yargıçlar, Perses’ten rüşvet alarak hiç de haklı olmayan sonuçlar ortaya koymaktadırlar. Bu noktada Hesiodos, Zeus ve Dike’nin huzurunda adil olanın ortaya çıkarılması için çaba göstermektedir.27 Nitekim eserinin sonlarına doğru, “çeşitli öğütler” başlığı altında doğruluk, saygı, ölçülü davranma ve konuşma, adaletli davranma, dostluk, dini ritüeller gibi konular işlenmektedir.28 Burada insan hayatının politik, ahlâki ve dini yanlarını ele almaktadır. Bu bağlamda Hesiodos’un eserleri bir bakıma felsefi düşüncenin uyanmaya başladığının bir belirtisi olarak düşünülebilir. Çünkü Hesiodos’un tasavvurlarında bütün anlatıları derli toplu bir yapıya kavuşturmak istediği görülmektedir. Felsefi düşüncenin, ahlâki veya politik düzen bağlamında insan hayatına ilişkin boyutları, doğrudan kendini ilk olarak Sofistler ve Sokrates’te gösterecektir. Bu bağlamda evren tasavvuru ve düzeni açısından bakılacak olursa, bu düşüncelerin felsefi boyutu doğa filozoflarında görülmektedir. Bu bağlamda, felsefi düşüncenin izlerinin görüldüğü, Theogonia’da dikkat çeken bir sözcük khaostur*. Hesiodos’un eserdeki ifadelerinden hareketle, 25 Hesiodos, Thegonia, İşler ve Günler, s.12 26 A.g.e, s.39 27 A.g.e., s.49-50 28 A.g.e., s.75-77 * Yunan mitograflarının (mythos yazarlarının) hepsine göre, dünya var olmadan önce khaos vardı. Khaos sözcüğü, "açık, boş olmak" anlamına gelen "khainein" fiilinden türeme olsa gerek. Khaos'tan boşluk, daha biçime girmemiş, varlığa kavuşmamış öğelerin karışımı anlaşılmaktadır. Hesiodos'un Theogonia'da tanımladığı Khaos'tan varlıklar kendi kendilerine ortaya çıkmaktadırlar, Khaos'tan ilk önce Gaia, yani Toprak doğar, sonra da ışık ve karanlık, daha sonra bu karşıt öğeler birleşir ve sıra ile evreni oluşturacak 15 başlangıçta bir khaos olduğu ve her şeyin bundan çıktığı fikri görülmektedir: “Khaos’tu hepsinden önce var olan…”29 Buradan hareketle Hesiodos’un belli belirsiz de olsa sahip olduğu, “hiçten hiçbir şey çıkmayacağı” ve “her şeyin başlangıcında bir şeyin olduğu” fikri daha sonra ilk olarak Milet Okulu düşünürlerinin evren hakkındaki dile getirmelerinde kendini göstermektedir. 1.2.DOĞA FİLOZOFLARI Heroik olarak adlandırılan bu dönemden sonra doğa filozofları olarak bilinen düşünürler, doğaya, dünyaya ve olup bitene ilişkin olarak mitolojik olandan kopma çabasıyla logosa dayanan açıklamalarda bulunmuşlardır. Aristoteles tarafından ilk filozoflar olarak da adlandırılan bu düşünürler, arkhē (ἀρχή; ilke, köken, başlangıç, yöneten) arayışı ile birlikte felsefi düşüncenin ilk izlerini ortaya koymuşlardır. Bu bağlamda doğa filozofları tarafından, evrene, doğaya ve insana yönelik yapılan mitoslara dayalı açıklamalar terkedilmiş, yerine daha akılcı olan, varolan şeylerin rastlantısal olmayışına dair açıklamalar yapılmıştır. Öte yandan bu düşünürlerin insanın etik, ahlâki ve politik yanına dair açık ifadeleri yoktur. Bu bölümde onlardan kalan fragmanlar bağlamında, “insan doğasına” ve dolaylı olarak ahlâki ve politik yapıya ilişkin düşünceleri ele alınmaya çalışılacaktır. Jaeger, mitostan logosa geçişte ilgi ve kaygıların değişmediğini, sadece problemleri ele alışta ve perspektifte bir değişiklik olduğunu iddia eder.30 Bu çerçevede etiğe dair Homeros ve Hesiodos’tan sonra benzer bir durumun olup olmadığını incelemek için doğa filozoflarının doğrudan ya da dolaylı olarak ahlâki ve politik alanlar içinde erdeme ilişkin fikirlerini ele almak uygun görünmektedir. Böylece, Platon ve Aristoteles’in erdem kavramına ilişkin düşüncelerinin kökenlerinin Homeros ve Hesiodos’tan sonra ne derece doğa filozoflarına dayandığını ortaya koymak mümkün olacaktır. varlıklar ortaya çıkar. [Hesiodos, Thegonia, İşler ve Günler, çev. Azra ERHAT, Sabahattin EYÜBOĞLU, 1.b, Türkiye İş Bankası kültür yayınları: 2016, s.241] 29 Hesiodos, Thegonia, İşler ve Günler, s.7 30 Werner Jaeger, İlk Yunan Filozoflarında Tanrı Düşüncesi, çev. Güneş AYAS, 1.b, İstanbul: İthaki Yayınları, 2012, s.27 16 Başta Milet Okulu düşünürleri olmak üzere doğa filozofları, doğaya ilişkin açıklamalarda tanrısal yasaları bir yana bırakarak, doğa yasalarına yönelmişlerdir. Bu dönemde felsefe ve bilim iç içe geçmiş durumdadır. Ancak bu düşünürler, insandan ya da toplumdan bağımsız bir doğa bilgisi elde etmeyi amaçlamamışlardır. Aksine insanın içinde bulunduğu kozmosun (evrenin, düzenin, süsün) oluşumunu, düzenini ve işleyişini anlamak en önemli amaçlarıydı. Bir yandan da Homerik dünyadan gelen “her şeyin kaostan çıktığı” görüşü yerine tek bir ana maddeye ulaşmak istediler. Bu durum ise theogoniden kozmogoniye geçişin ilk adımlarıydı. Miletli filozofların yaşadıkları polisin ekonomik ve kültürel açıdan bölgenin en gelişmiş polislerinden biri olması bir bakıma onların düşüncelerini ortaya koymaları için bir avantaj olmuştur. Bu elverişli ortamdan “ilk filozof” olarak kabul edilen Miletli Thales çıkmıştır. Evrenin ana maddesinin su olduğunu ve evrende bir canlılık bulunduğunu ileri süren Thales, dönemindeki yedi bilgeden biri olarak da adlandırılmaktadır. Evrene ilişkin düşüncelerinin yanı sıra insan hayatına ilişkin fikirleri de bulunmaktadır. Ancak bu fikirler, bir ahlâki öğreti oluşturma ya da ortaya koyma amacı gütmemektedir. Çünkü ahlâki ve toplumsal konuları felsefi bir zeminde ele almamaktadır. Bu yüzden, onun ifadelerinden yola çıkarak birtakım yorumlar yapmak mümkün olacaktır. Thales, neyin zor olduğunu sorana: “Kendini tanımak” şeklinde cevap vermektedir.31 Nitekim bu ifadenin Yunan dünyasının “genel mottosu” olduğunu unutmamak gerekir. İnsanın her yönüyle -fizyolojik, psikolojik, kültürel ve toplumsal açıdan- kendini tanıması veya keşfetmesi belki de hayatın en temel edimidir. Zira bir bakıma insan olabilmesinin sırrı da burada yatmaktadır. Buna paralel olarak ele alınacak bir başka ifadesi de şudur: “İnsan göze güzel görünmemeli, davranışlarıyla güzel olmalı.”32 Aslında Thales, her ne kadar doğa ile ilgilenen bir düşünür olarak bilinse bile kendisinin de yaşadığı toplumun sosyal yönüne ilişkin olgulardan bağımsız olmadığını da göstermektedir. Zira Thales, burada bir anlamda Antik Yunan dünyasının eylemler alanına verdiği öneme işaret etmektedir. Thales’in öğrencisi olan ve onun aksine evrenin ilk ana maddesinin maddi olmayan bir şey olduğunu ifade eden ve bunu da apeiron, yani sınırsız olarak 31 Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, çev. Candan ŞENTUNA, 7.b, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2017, s.28 32 A.g.e., 2017, s.28 17 adlandıran, Milet okulunun bir diğer düşünürü ise Anaksimandros’tur. Anaksimandros, kendi eserinden kalan fragmanları ile bilinen ilk Yunan düşünürüdür. Anaksimandros, evrende bulunan şeylerin kendisinden geldikleri şeye zorunlu olarak geri döneceklerini ifade eder. Bunun sebebi ise yapmış oldukları adaletsizliklerin cezasını çekmeleri ve birbirlerine kefaretlerini ödemeleridir.33 Burada, doğaya ilişkin bir açıklamadan fazlası vardır. Anaksimandros’un fragmanını yorumlarken, bunu “ilk felsefi teodise” olarak nitelendiren Jaeger’e göre “(s)öz konusu dönem, adalet fikrinin, devlet ve toplumun üzerine inşa edilmesi gereken bir çağdı; dolayısıyla adalete sadece bir uzlaşma olarak değil bizzat gerçekliğin içinde her yerde hazır, nâzır bulunan etkin bir norm olarak bakılıyordu.”34 Başka bir ifadeyle, adalet fikrinden eşitliği anlayan Yunanlılar için adalet, toplumsal düzenin temelini oluşturan bir normdu. Bu anlamda adaletsiz olarak nitelendirilen herhangi bir davranışın karşılığını bulması kaçınılmazdır. İnsanların yanı sıra tanrıların da adalete bağlı olduğunu düşünen Hesiodos’un bu düşüncelerinin izleri Anaksimandros’ta görülmektedir. Somut bir evrenin soyut tasarımına ilişkin ifadelerde –bu kavramlar ve ayrımları Milet okulunda keskin olmamakla birlikte- problem gören ve bundan dolayı da hocasının aksine somut bir ilkeye başvurarak, evrenin ana maddesinin hava olduğunu düşünen Milet okulunun son düşünürü Anaksimenes’tir. İlk olarak onun hakkında söyleyebileceğimiz şey, toplumsal yaşama ilişkin düşüncesini felsefi görüşlerinden ziyade Pythagoras’a yazmış olduğu mektupta dile getirmektedir: Aiakos’un çocukları inanılmaz kötülükler yapıyor ve tiran yöneticiler Miletosluların yakasını bırakmıyorlar. Vergi vermeye yanaşmadığımız zaman, Medlerin kralı da bize korkunç yüzünü gösteriyor. Ama İyonyalılar herkesin özgürlüğü uğruna Medlerle savaşmaya hazır; ne var ki savaşırsak, hiçbir kurtuluş umudumuz olmayacak. Bu durumda nasıl olur da Anaksimenes ölüm ya da kölelik tehlikesiyle burun buruna yaşarken, gönlünden hala gökbilimci olmayı geçirebilir?35 Mektuptan anlaşıldığı gibi koşulların elverişli olmaması durumundan muzdarip olan Anaksimenes, yaşadığı Miletos kentinin düzenindeki adaletsizlikten ve savaş durumundan rahatsız olmaktadır. Tiranlık yönetimi, bilindiği gibi, zorbalık ve adaletsizliklerle dolu bir yönetim biçimidir. Zira bir toplum içinde yöneticiler, sahip olmaları gereken adalet duygusundan yoksun kişiler ise toplum temelinden sarsılmakta 33 Werner Jaeger, İlk Yunan Filozoflarında Tanrı Düşüncesi, s.52 34 A.g.e., s.53 35 Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, s.69 18 ve o toplumda yaşayan kişilerin her türlü etkinliğine engel olmaktadırlar. Öte yandan bir filozof ya da toplumdaki herhangi bir kişi, politik düzenden bağımsız bir şekilde yaşamını devam ettiremez. Bu anlamda politika, bireyin kişisel uğraşlarından, etik alana dair adalet fikrine kadar her alana sızarak onları biçimlendirebilir, yönlendirebilir hatta engelleyebilir. Nitekim söz konusu olan konu, Antik Yunan ve daha özel anlamda polis ise bu durum kaçınılmazdır. Çünkü polis, antik dönemde sadece politik bir kurum değil, aynı zamanda toplumun her bireyinin dünya görüşünü, etik anlayışını, politik bakışını belirleyen ve onları kapsayan adeta canlı bir yapıdır. Milet Okulu düşünürleri ardından ele alınacak bir diğer doğa düşünürü kendinden önceki düşünürlerin aksine evrenin arkhesinin “sayılar” olduğunu öne sürerek niceliksel bir ele alış tarzı sergileyen Pythagoras’tır. Pythagoras’ın, düşüncelerinin gizli kalmasını önemsediği ve kendi öğretilerine uygun davranan insanlarla gizli bir topluluk oluşturduğu bilinmektedir. Ayrıca yine bilindiği üzere, katı sayılabilecek derecede ahlâki görüşleri vardır ve bu topluluk içinde yer alan herkesin bunlara uymasını istemektedir. Nitekim kendisinin de hayatını bu görüşlere uygun olarak yaşadığı bilinmektedir. Bu bağlamda onun felsefi görüşleri, kendinden önceki düşünürlerin aksine, bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Pythagoras’a göre, neyin yararlı olduğunu bilemeyeceğinden dolayı insan kendisi için dua etmemelidir. Benzer şekilde ona göre sarhoşluk beladır; bu yüzden içerken ölçü asla aşılmamalıdır. Öyle ki cinsel hazların yaşanacağı mevsimler bile bellidir. Bunun yanı sıra dostluk kurmak onun için önemlidir. Zira kendi düsturlarına uymak isteyen herkes ile sıkı dost olur; hatta yasa koyucularla bile arkadaş olarak onların erdemli ve saygın kişiler olmasına katkı sağlar. Bu duruma ilişkin düsturu: “Terazinin üstüne basma” yani “adaleti ve eşitliği çiğneme”dir.36 Onun bu görüşleri genel çerçevede, ölçülülük ve adalet fikri etrafında ortaya çıkmaktadır. Pythagoras’ın en önemli görüşü, Mısırlılardan aldığı düşünülen ruh göçüdür. Ruh göçüne dair düşünceleri şöyledir: Ruh, bu dünyada işlemiş olduğu kötülüklerin veya yapmış olduğu iyiliklerin sonucu olarak insanın ölümünden sonra değerce daha aşağı veya daha yukarı varlıkların bedenlerine göç eder. Böylece o sürekli bir yeniden 36 Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, s.380-383 19 doğuşlar çarkına tabi olur. Ancak insanın çok dürüst, çok erdemli bir hayat sürmesi sonucunda bu doğuş çarkından kurtulması, saf hale gelmesi, ana vatanına, yani tanrısal alana dönmesi mümkün olabilir.37 Bu görüşleriyle bir sistem oluşturmuş olmasa da ruh ve beden ikiliğinin başlatıcı ismi olarak bu öğretisinin kendinden sonra gelen Platon’u da etkilediği görülmektedir. Öte yandan Pythagoras’a göre mutluluk, ruhun iyi olmasına bağlıdır. Ancak ruhunu iyiye yönlendiren insanlar mutlu olabilir. Ruhun mutlu olması, toplumsal bağlamda uyumu sağlayacaktır; bu uyumun en önemli parçalarından biri erdem sahibi olmaktır.38 Erdem sahibi olan birey iyiye yönelerek, toplumdaki uyumun yegâne unsuru haline gelmektedir. Evrenin ana ilkesini sayı(lar) olarak ifade eden Pythagoras, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde de olsa, sayılar ve şeyler arasında ilişki kurmaktadır. Konu gereği dikkat çekilecek kavram “adalet” kavramıdır. Nitekim bu kavrama karşılık Pythagoras(çılar), 4 veya 9 sayılarına işaret etmektedir(ler). Bilindiği gibi bu sayılar, birer kare sayıdır ve tüm kenarları eşit olan sayılardır.39 Adalet söz konusu olduğu zaman, eşitlik düşüncesinin temelde bulunduğu düşünülürse, yapmış oldukları bu benzetme mantıklı ve yerinde görünmektedir. Zira Pythagoras(çılar)’a göre, ruhun sahip olduğu bu durum sayıların harmoniasıdır.40 Ksenophanes’e gelindiğinde kendinden önceki düşünürlerden ayrı bir yerde durduğu görülmektedir. Bir bakıma Yunan felsefesinin aydınlanma zihniyetini temsil eden ilk filozof olarak adlandırılan Ksenophanes, doğa sorunları ile ilgilenmek yerine kültür ve toplum ile ilgilenmektedir.41 İlk problem olarak gördüğü şey, Homeros ve Hesiodos’un eserlerindeki tanrı ve yiğitlik anlayışlarıdır. Zira o, tanrıların da tıpkı insanlar gibi ölçüsüz olabilme fikrine karşıdır; gymnazyumlarda yiğitlik atfedilerek yapılan kutsallaştırmaları eleştirir. Antropomorfizme karşı bir duruş sergileyen Ksenophanes, tanrılara ahlâksız sayılabilecek nitelikler yüklendiğini ileri sürmektedir. Guthrie’nin aktardığı Ksenophanes’e ait bir fragmanda onun bu düşüncelerine ilişkin ifadesi şudur: “Homeros ve Hesiodos hepsini tanrılara yükledi, ne kadar ayıp ve yüz 37 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 1, Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, 1.b, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006, s.147 38 Laertios, A.g.e., s.388 39 ARSLAN, A.g.e., s.152 40 Guthrie W.K.C, Yunan Felsefesi Tarihi- I, çev. Ergün AKÇA, 1.b, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2011, s.323 41 Arslan, A.g.e., s.163 20 karası varsa insanlar arasında; hırsızlık, zina ve birbirini aldatma.”42 Ona göre tanrılar bu tür erdemsiz davranışlara sahip değillerdir. Bunu onlara yükleyen ve aynı zamanda dönemin Yunan tanrı anlayışını da belirleyen dönemin ozanlarıdır. Bu düşüncelerinden de anlaşılıyor ki, insan doğasından farklı bir şekilde, Tanrının kendi doğası gereği ahlâki olarak iyi ve erdem sahibi olması kaçınılmaz bir durumdur. Ksenophanes, Tanrının mükemmel bir varlık olduğunu ifade eder ve ona göre tanrının mükemmelliğe aykırı sayılabilecek durumları barındırması mümkün değildir.43 Günümüze en fazla fragmanı ulaşan ve Sokrates öncesi dönemin en önemli düşünürlerinden bir diğeri ise Herakleitos’tur. Günümüze kalan yüzden fazla fragmanına genel çerçevede bakıldığında, içerikleri birbirinden farklı, birçok konuya temas ettiği görülmektedir. Eseri içinde evrene ve doğaya ilişkin fikirlerinin yanı sıra insan hayatına, politik ve etik alana ilişkin fragmanları da bulunmaktadır. Çalışmanın konusu gereği bu fragmanların ahlâki ve politik alana ilişkin olanlarını ele almak yerinde olacaktır. Platon için adaletten söz edilmesinin veya bir eylemi adil diye adlandırabilmenin sebebi adalet ideasının varlığından kaynaklanmaktadır. Ancak Herakleitos için durum böyle değildir: “Adaletin adı bilinmezdi, bu şeyler [adaletsizlikler] olmasaydı”44 fragmanında görüldüğü gibi, adaleti bilmemizin sebebi, adaletsizliğin var olmasıdır. Dolayısıyla Herakleitos’ta adalet söz konusu olunca ‘negatif’ bir bilme karşımıza çıkar. Başka bir ifadeyle, adalet, Herakleitos’a uygun olarak, karşıtıyla bilinir. Bu zıtlıkların çatışması sonucunda adalet yani düzen açığa çıkar. Bu bağlamda düşünüldüğünde, Herakleitos için πόλεµος (polemos: savaş, mücadele, çatışma) düzenleyici bir unsurdur. Herakleitos, bu ifadeleriyle hem makro düzeyde evrenin düzeni hem de mikro düzeyde toplumun düzeni hakkında düşüncelerini ortaya koymaktadır. Bu konuyla ilgili bir diğer fragmanı ise şudur: “Halk yasayı kentin surlarını savunur gibi mücadele ederek korumalı.”45 Burada halkın mücadele ederek tanrısal νόµοσ’u (nomos: yasa) koruması gerektiğini, böylece toplumsal bir adaleti sağlayabileceğini ifade etmektedir. Burada ifade edilen çatışma, mücadele, savaş iştahın ya da arzuların tetiklediği veya barbarca 42 Guthrie W.K.C, Yunan Felsefesi Tarihi- I, çev. Ergün AKÇA, 1.b, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2011, s.376 43ARSLAN, A.g.e., s.168 44 Herakleitos, Fragmanlar, çev. Cengiz ÇAKMAK, 2.b, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2009, s.75 45 A.g.e, s.117 21 bir çatışma, savaş, mücadele değildir. Tamamen yasaları korumak ve düzeni sağlamak adına bir “bağlayıcı ilkeye” riayet etmek için verilen mücadeledir. Bu yasalar bütününün bağlandığı temel bir ilke söz konusudur. Bu ilke, λόγοσ* (logos: akıl, yasa, söz, konuşma, açıklama vb.) olarak adlandırılan tanrısal yasaların ihtiva edicisidir. Jaeger’in ifade ettiği gibi, her şeyin kendisine göre meydana geldiği logos, henüz insanlardan saklı kalmaya devam etse de tanrısal yasanın kendisidir. Ve şimdi filozof, kalk borusunu çalarak, insanları uyanmaya ve bu tanrısal yasanın buyruklarını yerine getirmeye çağırır. Buna göre, her insan logosun ne olduğunu anlayamaz. Kendi düşüncelerinden hareketle söylenebilir ki; ancak kendisini terbiye ederek arınmış ve ölçülü bir ruha sahip olma özelliklerini kendinde barındıran insanların logosu anlayabilmeleri mümkündür. Aksi durumda onlar logosu işitseler bile bir anlam ifade etmeyecektir. Logosu işitebilenler aynı zamanda bilgeliği seven ve ona ulaşmak isteyen kişiler olacaktır. Herakleitos fragmanında şu şekilde ifade eder: “Bilgeliği seven insanlar gerçekten çok şeyde araştırıcı olmalıdır.”46 Zira ona göre insanın çok şey biliyor olması bir anlam ifade etmez. Önemli olan her bilgiyi kendinde barındırmak değil, bir bakıma süzgeçten geçirerek, kavrayarak ve tecrübe ederek doğru olan bilgiyi elde tutmaktır. Zira onun da ifadesiyle, “kendini tanıma ve ölçülü olma olanağı her insanda bulunur.”47 Bu bağlamda doğru bilgiyi elde edebilen ve kendi ölçüsünü, insan olmanın gerekliliklerini bilen insan, doğru davranabilen, erdemli bir insan olacaktır: “Ölçülü olmak en büyük erdemdir. Bilgelik doğaya kulak vererek hakikati söylemek ve doğru olanı yapmaktır.”48 Görüldüğü üzere Herakleitos’un düşüncesinde en önemli erdemler, sonrasında Platon’un temel erdemler olarak işaret edeceği, ölçülülük, bilgelik ve adalettir. Herakleitos’a göre bu erdemlerin biçimini belirleyen unsur logostur. Milet okulundan bu yana ele alınan filozofların görüşlerini genel çerçevede düşündüğümüz zaman Parmenides, düşünceleri bakımından kendinden önce gelen düşünürlerden ayrı bir yerde durmaktadır. Zira o, felsefesi açısından yüzünü doğadan * Herakleitos'un daha teknik bir anlamda logos'u merkez alan özel bir öğretisi de vardır: HerakIeitos için logos, logos'un ortak ve yaygın kullanımındaki "oran" ["tenasüb" (proportion)] anlamıyla, yani Herakleitos' un düşüncesiyle çok sık olarak birleştirilen değişme kuralı olarak ''oran" anlamıyla bağıntılı, evrenin temelde yatan düzenleniş ilkesidir. [Francis, E. Peters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü, çev. Hakkı HÜNLER, 1.b, Paradigma Yayınevi, 2004, s.209] 46 Herakleitos, Fragmanlar, çev. Cengiz ÇAKMAK, 2.b, Kabalcı Yayınevi: 2009, s.99 47 A.g.e., s.269 48 A.g.e., s.261 22 varlığa doğru çevirmektedir. Homerik dönem ozanlarında görmüş olduğumuz tanrısal esinlenme düsturu Parmenides’te tekrar canlanmaktadır. Tıpkı Homeros ve Hesiodos’un eserlerinde olduğu gibi, onun da eseri şiir formundadır ve eserin başlangıcında tanrısal temelli bir girizgâh bulunmaktadır. Felsefesi içinde politik ve ahlâki alana ait fragmanları günümüze ulaşmadığı için bu konudaki görüşlerini yüzeysel olarak değerlendirmek mümkün olacaktır. Parmenides’in Doğa Üzerine adlı eserinin girişinde hakikatin yoluna doğru ilerleyen Parmenides, kendisine eşlik eden daimonlar* ile birlikte ilerlerken tanrıça Dike kapı önünde karşısına çıkmaktadır. Bilindiği üzere Dike adalet tanrıçasıdır. Sanılar dünyasından hakikatler dünyasına geçişin sınırında bulunan Dike bir bakıma burada her iki dünyaya (hakikat ve sanı dünyasına) hükmetmektedir. Bu anlamda Parmenides, görünen dünyanın, sanı dünyası olduğunu ifade etse bile, kendi yaşadığı polis içinde toplumsal düzene ilişkin yasalar yazmaktan geri durmamıştır.49 Bu ediminin temelinde, belki de görünen dünyada bile adil bir toplum oluşturabilme inancı yatmaktadır. Bu bağlamda yukarıda bahsi geçen düşünürlerin neredeyse tamamı, ilgilerini doğaya yöneltmiş olsalar bile pratik veya toplumsal alanda aktif rol almaktan geri durmamışlardır. Öte yandan Yunan dünyasında dinsizlikle suçlanarak mahkemeye verilen ilk filozof, dönemin erki/yöneticisi Perikles’in de dostu ve danışmanı olan Anaksagoras’tır. O, Atina halkının tanrılarına inanmamasından dolayı dinsizlikle suçlanmıştır.50 Herakleitos ’un logosu gibi Anaksagoras’ın da temel ilke olarak kabul ettiği νοῦσ (nous: akıl, tin, zekâ) düzenleyici ve aynı zamanda her şeyin açıklayıcısı olan temel bir ilkedir. Arslan’ın aktardığına göre, “Platon'un Kratylos diyaloğunda Anaksagoras, doğanın zorunluluğu görüşünden ahlâki bir sonuç da çıkarmıştır: Nous aynı zamanda adil olduğu için, ona itaat etmek bilgecedir. Doğanın düzenini kabul eden kişinin artık tasalanmasına gerek yoktur.”51 Bunun yanında Laertios’un aktardığına göre, * Tanrı (theos) ile kahraman arasında bir yerde bulunan doğaüstü varlık veya şey. [Francis, E. Peters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü, çev. Hakkı HÜNLER, 1.b, İstanbul: Paradigma yayınevi, 2004, s.60] 49Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 1- Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, 1.b, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: 2006, s.217 50 A.g.e., s.288-289 51 Ahmet Arslan, s.307 23 Homeros’un eserlerindeki ana temanın erdem, iyilik ve kötülük olduğunu gösteren ilk filozoftur.52 Sofistlerin ve Platon’un çağdaşı olarak bilinen Demokritos, kendinden önce gelen tüm filozoflardan daha fazla olarak ahlâki ve politik alanla ilgilenmektedir. Daha doğrusu, diğer filozoflara nazaran ahlâk alanına ilişkin fragmanlarının çoğu günümüze ulaşmıştır. Bir yandan ahlâki alandaki görüşleri ile felsefeye farklı bir boyut getiren sofistler, diğer yandan, felsefesini neredeyse tamamen devlet anlayışına dayandıran politik ve ahlâki alanda yeni bir çığır açan Platon bulunmaktadır. Dolayısıyla çağdaşlarının politik ve ahlâki alandaki etkileri düşünüldüğü zaman, bu durum makul görünmektedir. Felsefe tarihinde atomcu olarak bilinen Demoktiros, temelde iyiliğin bulunduğunu, eğer insanlar bu iyiliğin dizginlerini düzgün kullanamazlarsa kötülüğün ortaya çıktığını ifade eder.53 Bunun yanı sıra beden ve ruh arasında ayrım yapmaktadır; bu bağlamda iyilik ve kötülük insanın ruhunda bulunur. Bu yüzden insan söz konusu olduğu zaman, onun ilk olarak ilgi alanı ruhla ilgilidir. Çünkü ona göre, insan bedeni, iyi ya da kötü olanla karşılaştığı zaman onu arzulamaz. İnsanı bu duruma yönlendiren şey, insanın ruhudur. “İnsanların ruhuna değer vermesi, bedenlerine değer vermesinden daha uygun düşer; ruhun yetkinliği, bedenin zayıflığını düzeltir, ama bedeni düşünmeden güçlendirmek, ruhu asla daha iyi etmez.”54 Bu yüzden ruhun kötü olana karşı temkini, vücudun da zayıflığını yok edecektir. Aynı zamanda düşünmeden yapılacak olan bedensel hareketlerin önüne geçebilmek yine ruhun temkini ile mümkün olacaktır. Antik Yunan’da hâkim olan bedenin arzu peşinde koştuğu düşüncesine Demokritos’ta rastlanmamaktadır. Böylece ona göre yiğitlik, ruhun arzuları ve hazları yenebilmesi demektir. Öte yandan hazları tamamen reddetmeyen Demokritos, ruhun ahlâkça iyi ve güzel olan hazzı tercih etmesi gerektiğini ifade eder. Bunların yanı sıra ahlâki görüşleri içinde ölçülülük, onun nazarında önemli bir tutumdur. İnsanlar kendi yapabilecekleri işin ve yükümlülüklerin altına girmelidir ve şans onları başka şeylere 52 Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, s.71 53 Walter Kranz, Antik Felsefe, Metinler ve Açıklamalar, çev. Suad Y. Baydur, 2.b, İstanbul: Sosyal Yayınlar, 1994, s.172 54 Jonathan Barnes, Sokrates öncesi Yunan felsefesi, çev. Hüseyin PORTAKAL, 1.b, İstanbul: Cem Yayınevi, 2004, s.290 24 yönlendirse bile aşırılıklara karşı temkinli olmalıdır. Bu noktada ona göre, aşırılıklara karşı temkinli olmanın da ölçüsü olmalıdır. Onun deyimiyle tam ağırlık, aşırı ağırlıktan daha sağlam olacaktır. Böylece insan, biraz olsun hayatında şansa da yer vermelidir. Ne kendini ona teslim etmeli ne de tamamen ondan ve onun getirilerinden uzak durmalıdır. Ölçülü olmayı bilen insan, kendinden daha iyi olanlara özenmeyen, kendinden daha kötü olanlara bakarak kendini mutlu sayabilen insandır. Zira kendinden daha iyi olan birilerine özenmek yasalara aykırı işler yapmaya kişiyi itebilmektedir. Bu tür erdemsiz davranışlardan kaçınmak ruhu mutlu edecektir.55 Demokritos, müzik, erdem, okuma yazma ve idman eğitimi almayan gençlerin başkalarına karşı saygı duyma durumundan yoksun olacağını ifade eder. Erdem, onun nazarında bir alan içinde verilen eğitimden ziyade, özerk bir eğitim alanıdır. Demokritos için erdem, öğretilebilir bir şeydir. Özellikle erdem eğitimi açısından dikkat ettiği husus, bu eğitimi verecek olan kişilerin, doğru yolu göstermeleri ve sözle ikna yolunu kullanmaları gerektiğidir. Kanun ve zorlama yolu ile bu eğitimin sağlıklı olamayacağını düşünmektedir. Bu eğitim aynı zamanda aile içinde de gerçekleşmektedir: “(b)ir babanın ılımlılığı, çocukları için en büyük ahlâksal kuraldır.”56 Demokritos, özgürlüğün kölelikten üstün tutulması ve aynı zamanda haksızlıklara göz yumulmaması gerektiğini ifade eder. Bu bağlamda dikkati devlete çeker ve devlet adamlarının haksızlık yapmamaları, kendi aralarında ölçüsüz şekilde kavga etmemeleri ve devlet olarak bozulmadan devamlılıklarını sürdürmeleri gerekir.* Bozulmadan kalan devlet içinde adalet hüküm sürer. Ona göre adil olarak yaşayan yurttaşlar kötü kazançlardan uzak durmalıdır; zira kötü kazanç insanı şerefinden yoksun eder. İnsan kendi kusurlarını daima bilen olmalıdır ve en çok da kendinden çekinmeli, kendi başına kaldığı zaman bile kötü olanı yapmamalı, aynı zamanda insanlar arasında kendine yakışmayan hareketlerde bulunmamalıdır. 57 Buraya kadar Milet Okulu’ndan Demokritos’a kadar yer verilen düşünürlerin ahlâk, politika ve bu bağlamda erdem açısından görüşleri ortaya konmaya çalışıldı. 55 Walter Kranz, Antik Felsefe, Metinler ve Açıklamalar, çev. Suad Y. Baydur, 2.b, İstanbul: Sosyal Yayınlar, 1994, s.173-175 56 Jonathan Barnes, Sokrates öncesi Yunan felsefesi, s.293 * Dönemin politik çekişmeleri anımsanınca, Demokritos’un bu ifadelerinin temelinde yatan, politik arka plan daha da netleşmektedir. Bu durum, politika ve etiğin karşılıklı birbirlerini belirlediğinin iyi bir örneğidir. 57 Walter Kranz, Antik Felsefe, Metinler ve Açıklamalar, s.178-180 25 Evren, doğa ve varlığın temelinde var olan, değişenin ardındaki değişmeyeni arayan düşünürlerin, ahlâk ve politika alanından çok da bağımsız kalmadıkları gerek felsefeleri gerekse yaşamları bakımından ortaya konmaya çalışıldı. Yunan felsefesinin ilk evresi sayılabilecek bu dönemi ele almadan Sofistler’i, Sokrates’i veya Platon ve Aristoteles’i anlamanın mümkün olamayacağı aşikârdır. Nitekim kendi dönemlerinde ve sonrasında her ne kadar çığır açan filozoflar olsalar bile, kendilerinden önce gelen bu düşünce birikiminden etkilenmediklerini söylemek eksik bir okuma olacaktır. Şimdi de doğaya, evrene ve varlığa önem vererek temelde ontolojik ve kozmolojik bir felsefi anlayışın hâkim olduğu dönemden, odak noktasını insanın teşkil ettiği, bu anlamda ahlâki, politik ve kültürel alana dair fikirlerin etkin olduğu bir sonraki felsefi dönem içinde ilk olarak Sofistler ele alınacaktır. 1.3.SOFİSTLER Doğa filozofları, esas ilgi alanlarının doğa ve evren olmasının yanı sıra, zaman zaman da olsa, etik, politika ve din alanında birtakım düşünceler ortaya koyan düşünürler ve felsefecilerdir. Fakat bu durum, İ.Ö 5. yüzyıla gelindiği zaman Yunan dünyasında bir değişim göstermektedir. Sofistlerin ortaya çıkışı ile birlikte doğa veya evren odaklı bir felsefi anlayış, yüzünü neredeyse tamamen insana, insanla ilişkili olan ahlâka, politika ve kültüre çevirmiştir. Nitekim felsefi düşünceler, odak noktası konusunda bir değişiklik içine girmiştir. Nesnel olana karşı gösterilen bu ilgi yerini artık öznel olana bırakmıştır. Cornford’un da belirttiği gibi, Sokrates öncesi doğa düşünürleri adeta bir çocuk merakıyla kendini unutup çevresini anlamlandırmaya çalışırken, Sofistler’in görüşleri, kendilerinin ve ilgilerinin farkına varan, aynı zamanda otoriteye karşı tepkili, “devrimci” bir nitelik taşımaktadır. O dönemde az bilgi ile çok şey üreten Antik dönem insanının adeta çocuk gibi gözleri parlıyordu. Bu bağlamda Yunan düşüncesinin çocukluk dönemi Sokrates öncesi doğa düşünürleri, ergenlik dönemi ise Sofistler olarak düşünülebilir.58 58 Francis Macdonald CORNFORD, Sokrates Öncesi ve Sonrası, çev. A.M Celal ŞENGÖR ve Senem ONAN,4.b, İstanbul: Türkiye iş bankası kültür yayınları, 2018, s.27-28 26 Sofist, basitçe “bilge” anlamına gelmektedir.59 Sofistler, kendi dönemlerinde, bilgin kişiler, ilgilendikleri konularda uzman olan ve bu konularda yetkin kişiler olarak bilinmektedirler. Platon, Sofist kavramına temel anlamı dışında yeni bir boyut kazandıracaktır. Nitekim günümüze neredeyse hiç eseri kalmayan Sofistlerin düşünceleri Platon’un ve Aristoteles’in aktarımları ile bilinmektedir. Platon, Sofist, Menon, Protagoras ve Gorgias diyaloglarında Sofistlere karşı tutumunu ve bu doğrultuda da Sofistlerin görüşlerini aktarmaktadır. Bu nedenle Platon’un diyaloglarının ele alınacağı kısımlarda Sofistlere ilişkin tutumu daha detaylı incelenecektir. Felsefi düşünce içinde nesnel olandan daha ziyade öznel olanla ilişkisi bakımından en gözde isimler Sofistler olsa da ilk Yunan düşünürlerinden Herakleitos’un, “her şeyin değiştiği” bir doğa ve evren görüşünü, Parmenides’in ise “sanılar dünyasının yani duyularla algıladığımız dünyanın bir aldatmaca olduğu” görüşünü savunduğu bilinmektedir. Nitekim Sofistlerle birlikte zirveye ulaşacak olan rölativist tutumun ilk oluşumları bu düşünürlerde görülmektedir. Bu tutum doğa filozofları açısından nesneye ya da evreni bilmeye yöneliktir. Sofistlerin bu tutumu, insan ve insan doğasına ilişkin düşüncelerde görülmektedir. Sofistlerden sonra artık hakikat, insan ve insanın doğasına ilişkin hale gelmektedir. Bu noktada Sofistlerin yöntem açısından da farklı bir yol izlemektedir. Sofistler, bir okul ya da ekol değillerdir; belli bir düşünme biçimi paylaşmaktaydılar. Sofistlerin izlediği yöntem, tikellerin gözlemi ve elde edilen olguların bir araya gelmesi ve bir araya gelen olgulardan pratik sonuçlar çıkarılmasıdır. Nitekim İran, Babil, Mısır gibi uygarlıklarla karşılaşan Yunanlılar, bu kültürlerde dini, kültürel veya yasalara yönelik farklılıkları gördüler. Öte yandan Yunanlılar, entelektüel açıdan gelişim gösteren bir ulus olmalarının etkisiyle, yasaların, dini ve kültürel ilkelerin geliştirilebilir ya da değiştirilebilir olup olmadığını sorgulamaya başladılar. Kaygıları pratik alana ilişkin olan bu düşünürler, bilginin ancak hayatın idame ettirilebilir olması için bir araç olduğunu ve bu yüzden polis içinde eğitimin önemli bir yerinin olduğunu göstermek istediler. Bu anlamda amaçları “yaşama sanatını” öğretmek olmuştur. 60 59 Egon FRİEDELL, Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, çev. Necati AÇA, 3.b, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2011, s.212 60 Frederick COPLESTON, Felsefe Tarihi: Ön-Sokratikler ve Sokrates, çev. Aziz YARDIMLI, 4.b, İstanbul: İdea Yayınevi, 2009, s. 76-77 27 Öte yandan Pers savaşlarının ardından Yunan dünyasında ve polislerde, dönemin koşulları değişme göstermekteydi. Ekonomide, politik ve sosyal hayatta önemli değişiklikler görülmekteydi. Dini, ahlâki ve politik alanlarda yeni değerler, yasalar ve normlar oluşmaya başlamaktaydı. Toplumsal ve özellikle politik bir güçlenme ve gelişme sürecine giren Atina’da, neredeyse her vatandaş politik alanda yer almaktaydı. Bu alanlarda başarılı olan isimler, genellikle iyi bir politik ve kültürel eğitim almış olan kişilerdi. “Beşinci yüzyıla ait “İkili Konuşmalar” adlı bir sofist metni, bir meseleyi nasıl “her iki açıdan da ele alabiliriz” hem savunup hem saldırabiliriz sorusunu ele alır.”61 Bu hem o dönemin hem de günümüzünün yargı kurumlarındaki işleyişi akla getirmektedir. Nitekim yargı ya da karar mercileri, meseleleri çok yönlü olarak ele almak durumundadır. Geleneksel Yunan anlayışı, gençlerin beden egzersizlerine ve savaşçı ruhlarına önem vermekteydi fakat dönemin sosyal ve politik yapısı içinde sadece bu eğitimlerin olması yetersiz kalmaktaydı. Sofistler, site insanlarının (köle ve kadın haricinde) kamusal alanda rol alan birer yurttaş olmaları için verilecek eğitime önem vermekteydi. Perikles döneminde Atina’da ortaya çıkan “demokrasi” olgusu, kitlelerin politika alanında daha aktif hale gelmesi, Sofistlerin politik ve kültürel eğitime önem vermesinde etkili olmuştur. Nitekim Aristophanes, Euripides gibi dönemin komedya ve tragedya yazarlarının bazı eserlerinde bizlere aktardığı gibi, o dönemin erkekleri mahkemelerde yargıçlık yapmak, kendi savunmalarını yazmak, agorada adeta bir avukat gibi davalarda savunma yapmak gibi işlere yönelmekteydiler. Politik yetkinlikler ancak bu konuda alınacak olan iyi bir eğitim sonucu gerçekleşmektedir. Nitekim Atina’da vatandaşların politik yapı içinde aktif oldukları düşünülünce, eskiden yetersiz kalan eğitim, yerini Sofistler’in birer gezgin olarak kent kent dolaşıp belli temalar – özellikle retorik (hitabet) sanatı- çerçevesinde verdikleri eğitime bırakmıştır. Periklesin’in yakın dostu olarak bilinen Abdera’lı düşünür Protagoras, politik alanda yasa koyucu görevleri üstlenerek aktif bir rol oynamaktadır. Dönemin mevcut düşünce yapısından daha farklı düşüncelere sahip olması nedeniyle, Atina’da tanrıtanımazlık suçlamasıyla mahkemeye verilmesi üzerine Atina’dan kaçmıştır. Protagoras “İnsan her şeyin ölçüsüdür, varolan şeylerin varlıklarının, varolmayan 61 Egon FRİEDELL, Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, s.215 28 şeylerin de yokluklarının”62 cümlesiyle özellikle epistemolojik alana ilişkin görüşlerinde rölativist bir tutum sergilemektedir. Nitekim bu tutumuna bir diğer örnek ise “(b)irbirine zıt olan iki görüş aynı ölçüde doğrudur”63 ifadesidir. Yeri geldiğinde iki insan için aynı koşullarda farklı doğrular söz konusu olabilir. Bu doğrultuda taraflar, kendi görüşünü aynı derecede savunma hakkına sahip olacaktır. Böylesine “öznel” bir tutumu benimseyen ve savunan Protagoras, bu düşüncelerindeki rölativist tutumunu, politik ve ahlâki alana ilişkin düşüncelerinde “site” temelinde sergilemektedir. Politik ve ahlâki erdemler, ahlâki iyiler söz konusu olduğu zaman, öznel tavrını bir kenara bırakarak daha nesnel ölçütler ortaya koymak gibi bir tutum sergilemektedir. Nesnel ölçüt, birbirlerinden farklı tanımlanabilecek doğrular, iyilikler ve adil olanlar noktasında uzlaşım sağlanmasıdır. Nitekim her sitenin, bir başka siteden daha doğru olmaksızın, kendi doğrusunu, kendi iyisini ve adil olanı belirledikten sonra ona bağlı olarak bir yasal düzen kurması gerekmektedir.64 Bilge veya yetkin olan kişiler ise site yönetimindeki düzenlemelerde her şeyin doğru olabilmesini sağlamaya çalışacaklardır. Site(ler) içinde yer alan tüm yurttaşlar Protagoras’a göre, politika sanatı ve “politik erdem” konusunda potansiyel yeteneklere sahiptirler. Ancak bu yeteneklerin pratik hayata doğru şekilde uygulanabilmesi için insanların bu konuda eğitim almaları gerekmektedir. Nitekim Protagoras’ın bu görüşü Platon’un eserlerinde, erdem öğretilebilir mi, öğretilemez mi sorusu çerçevesinde ele alınmaktadır. Erdemin öğretilebilir olduğunu ve insanın özünde politik olduğunu ifade eden Protagoras, politik bir yurttaş olarak yaşamını sürdürecek olan toplulukların bu eğitimini zorunlu görmektedir. Toplum içinde sağlanan adaletin hakkı ile yapılabilmesinin temel sebeplerinden biri, kişilerin sahip oldukları ve eğitim alarak yetkinleşeceği, politik erdemlerdir.65 Öte yandan sadece adalet fikrine sahip olmakla, yurttaşların ne ölçüde adil yargılar verebilecekleri başka bir tartışma konusudur. Protagoras, belki de bu konuda radikal sayılabilecek bir görüşe sahiptir; zira kendisinden sonra Platon da bu düşünceyi benimseyecektir. Protagoras, politik erdeme sahip olmayan insanların, site 62 Eduard ZELLER, Grek Felsefesi Tarihi, çev. Ahmet AYDOĞAN, 2.b, İstanbul: Say Yayınları, 2008, s.115 63 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 2 – Sofistlerden Platon’a, 1.b, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006, s.33 64 Frederick COPLESTON, Felsefe Tarihi: Ön-Sokratikler ve Sokrates, çev. Aziz Yardımlı, 4.b, İstanbul: İdea Yayınevi, 2009, s. 82 65 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 2 – Sofistlerden Platon’a, s.39 29 içinde barınmaması gerektiğini düşünmektedir. Bilindiği üzere Platon’un da bu türden görüşlerine Devlet adlı eserinde rastlanmaktadır. Sofistler için, tüm sitelerdeki insanlar, buna demos* da dâhil olmak üzere tüm insanların yönetimde bulunması meşru bir durumdur. Nitekim Sofistler, halkın çoğunluğunun politik alanda aktif olması, bu niteliklere eğitim yolu ile tüm insanların sahip olabilmesi ve adalet duygusunun tüm insanlara eşit olarak verildiği düşüncesi bağlamında demokrasi yanlısı olarak görülebilirler. Zira Platon için politik alanda aktif olabilmek, kişinin doğuşundan gelen özelliklerine bağlıdır. Bu, onun için bir “seçkinlik” durumudur. Bu açıdan düşünüldüğü zaman Sofistler, erdemin öğretilebileceğini, kişinin öğretmeninden (sofistlerden) aldıkları eğitim ile erdem kazanabileceğini düşünmektedir. Platon ise bunu kazandırabilecek kişilerin sofistler değil, filozoflar olduğunu düşünmektedir. Platon’un bu noktada eğitim ile anlatmak istediği, “bilginin hatırlanması/anımsanması” meselesidir. Bilgi hatırlanır ve bu hatırlatma için doğurtma yöntemi kullanılır. Fakat bu eğitimi diyalektik yolla gerçekleştirebilecek öğretmenler ancak filozoflar olabilir. “Hiçbir şey yoktur. Varsa bile bilinemez. Bilinse bile başkalarına aktarılamaz” cümleleriyle hiçbir gerçekliğin dilsel bir ifadeye karşılık gelmeyeceğini, bu konuda kavramsal karmaşıklıkların olduğunu, bundan dolayı da epistemoloji alanında ciddi sorunlar oluştuğunu ileri süren Gorgias, Sofistler arasında önemli bir yere sahiptir. Antik dönemde yaygın bir görüş olan, kadın, erkek, çocuk vb. herkesin aretesinin farklı farklı olduğu fikrini Gorgias da benimsemektedir. O, entelektüel faaliyetlerin ahlâki temelde iyi bir etkiye sahip olacağına inanmaktadır. Entelektüel faaliyet olarak ifade etmek isteği, ulusların sahip oldukları kültürel gelişmeler ve bu kültürel faaliyetlerin pratik düzeyde geliştirilebilir ve ilerletilebilir olmasıdır. 66 Gelgelelim Prodikos’un doğaları bakımından tüm insanların eşit olduğu düşüncesini devam ettiren ve Yunanlı ile Yunanlı olmayanların da eşit olduğunu, Yunan *Zengin ve yoksul ayrımı Solon öncesi dönemdekinden farksızdı, ama artık kişi bunu doğal karşılamıyordu. Bir yanda “hali vakti yerinde insanlar”, “para babaları”, yani “besili” güruh, diğer yanda, malının geliriyle geçinemeyen ve çoğunlukta olan “muhtaçlar”. Muhtaçlara “çoğunluk”, “kitle”, “demos” deniyordu. [Egon Friedell, Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, çev. Necati Aça, 1.b, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 1999, s. 182] 66 Eduard Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, çev. Ahmet Aydoğan, 2.b, İstanbul: Say yayınları, 2008, s.122 30 ve Barbar* ayrımını reddettiğini ilk defa dile getiren düşünür Antiphon’dur. Nitekim ona göre, tüm insanlar doğası bakımından aynı özelliklere, ihtiyaçlara ve yapıya sahiptir. Antiphon doğa yasası ve nomos ayrımı yapmaktadır. Nomos, site devletlerinin kendi uzlaşmaları sonucunda rızaya dayalı olarak koydukları yapay kurallar bütünü iken; doğa yasası, uzlaşım ve rıza olmaksızın doğal bir yapıya sahiptir. Nitekim Antiphon’a göre yasaları koyan kişiler kötülük yapıldığı zaman buna şahit olmazlarsa o kötülük cezasız kalabilmektedir. Oysa doğanın yasalarına göre kötü olan bir şey, kişiler görmese ya da bilmese dahi kötüdür.67 Ona göre burada adil olan doğaya ait yasalardır. Onun için adaletin karşılığı doğaya uygun olan yasalardır. Sofistlerin temel olarak dertleri, mevcut ahlâki ya da politik yapıyı yıkmak ve yerine yenisini inşa etmek değildir. Onların amacı, eğitim aracılığıyla ve hitabet sanatı ile birlikte kendi düşünce yapılarını topluma kazandırmaktır. Bir bakıma aydınlanmacı bir tutum sergileyerek, sorgulayabilme yetisini, başta gençler olmak üzere, toplumdaki bireylere aşılamak istemektedir. Antiphon’un dediği gibi “(t)oprağa nasıl bir tohum atılırsa, ona göre bir ürün beklemek gerekir. Genç bir vücuda gerçek bir eğitim tohumu ekilirse, bu tohum bütün hayat boyunca yaşar ve serpilir ne yağmur ne de yağmursuzluk onu yok edemez.”68 Eğitimin, sanatın ve erdemin öğretilebilir olduğunu savunan bu düşünürler, bu eğitim sayesinde daha faydalı ve yararlı bilgi sahibi, politik ve ahlâki alanda daha yetkin bireyler yetiştirebilmeyi amaçlamaktadırlar. Sofistlerin alışılagelmişin dışında bir sorgulamaya yönelmeleri inanç, ahlâk ve politika alanlarına ilişkin nesnelliğin imkânını neredeyse ortadan kaldıran rölativist bir tutum benimsemeleri önemlidir. Nitekim bu sorgulama cevapları yönünden kısmen tutarsız ve eksik kalmaktadır. Çünkü Sofistler, erdemin ne olduğu konusundan ilgilerini uzak tutmuşlardır ve iyi, kötü, adil olan gibi politik ve ahlâki kavramları toplumsal alan * Yunan dünyasında, Yunanlı ve Yunanlı olmayan ayrımı sıkça yapılmaktadır. Kendinden olmayan halkları veya kitleleri Barbar olarak adlandıran Yunanlılar, günümüzdeki anlamından biraz daha farklı düşünmektedirler. Soylu olan Yunanlı ve soylu olmayan Barbar anlamına gelen bu ayrımı aynı zamanda onlar için gerçek manasıyla sadece Yunanlı olmayan insan anlamına gelmektedir. Bu, kendisi ile aynı dili konuşmayan kişileri adlandırdıkları bir kavramdır. Ayrıca Friedell, Barbar kavramının kökenine dair şu ifadeleri kullanır: ““Barbar” sözcüğünün başlangıçta “kekeme” anlamına gelmesi son derece ilginçtir: Bu sözcük, Asyalı ve Afrikalılar kadar başta Makedonyalılarla Romalıların da dahil oldukları yabancı ulusların kulak tırmalayıcı sözcüklerle bar bar bağırmalarını yansıtır gibidir. Daha sonra barbarlık giderek bir kültür kavramı haline gelmeye başladı; Yunanca konuşup düşünen biri Barbar değildi artık” [Egon Friedell, Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, çev. Necati Aça, 1.b, Dost Kitabevi Yayınları: 1999, s. 56]. 67 Ahmet ARSLAN, İlkçağ Felsefe Tarihi 2 – Sofistlerden Platon’a, s.59 68 Walter Kranz, Antik Felsefe, Metinler ve Açıklamalar, s.200 31 için birer araç olarak görmüşlerdir. Bu anlamda, Sofistlerin bu sorgulamalarının, tatmin edici ve temellenmiş cevaplar bulamaması, çözmeye çalışmalarının aksine daha fazla sorunlar doğurması, kendilerinden sonra Sokrates, Platon ve Aristoteles’in bu alanlarda göreceli tutumdan uzak, güvenilir temeller aramalarına neden oluşturmaktadır. 32 2. PLATON’DA ERDEM KAVRAMI Bazı filozoflar kendi düşüncelerine uygun bir yaşam sürmüşlerdir. Başka bir deyişle, ortaya koydukları felsefi öğreti, kendilerinin yaşam biçimlerini de oluşturmaktadır. Bu isimlerden biri hiç kuşkusuz Sokrates’tir. Platon’un görüşleri de Sokrates olmadan düşünülemez. Bu nedenle hem hocası hem de diyaloglarının ana karakteri olan Sokrates’ten, onun ahlâk, politika ve erdemin bu alanlarla ilişkisi üzerine olan düşüncelerinden bahsetmek gerekmektedir. İnsanlarla yüz yüze konuşarak bir sonuç elde edebileceğine inandığı için arkasında yazılı eser bırakmayan Sokrates’in düşüncelerini biz çoğunlukla, Platon tarafından kaleme alınan eserlerden öğrenmekteyiz. Bu nedenle Platon, Sokrates’in düşüncelerinin bilinebilmesi konusunda en önemli kaynaktır. Bunun yanı sıra Ksenophanes ve Aristoteles’in de Sokrates hakkında bizlere aktardığı bilgiler bulunmaktadır. Sokrates’in düşüncelerini aktarmakla kalmayan Platon, bir yandan onun düşüncelerini geliştirirken diğer yandan bazı yol ayrımlarıyla kendi özgün düşüncelerini ortaya koymuştur. Sokrates ve Platon’un görüşleri Platon’un diyaloglarında girift bir şekilde yer almaktadır. Bu açıdan tezin ikinci bölümü diyalogları temele alarak, daha ziyade Platon’un görüşlerine yoğunlaşmaktadır. Sokrates, yaklaşık M.Ö 470 yılında doğmuş ve M.Ö 399 yılında ölmüştür. Bütün ömrü Atina'da geçmiştir. Döneminin ahlâki ve dini konularında yurttaşların inançlarının aksine bir anlayış benimseyen Sokrates’e, başta Atina gençleri olmak üzere, yurttaşları yozlaştırdığı iddiasıyla dava açılmıştır. Ancak mahkemede asla düşüncelerinden ödün vermemiştir. Mahkeme sonunda hakkında ölüm kararı verilmiştir. Kaçması mümkünken, kaçarsa onların haklı çıkacağını ve kendi felsefi düşüncesine uygun davranmamış olacağını düşündüğü için kaçmayan saygın bir insandır. Bu yaşanan süreç Platon’un Sokrates’in Savunması ve Kriton diyaloglarında ayrıntılı bir şekilde işlenmiştir. Yaşadıklarıyla tarihi bir kişilik, düşünceleri ile de filozof olarak tarihteki yerini alan Sokrates’in, kendi ahlâki dile getirişleri sadece bir sözden ibaret değil; yaşadığı hayatın kendisidir. 33 Platon’un söylediği gibi Sokrates, bilgi üzerine yaptıkları sohbetin ardından Theaitetos’u büyük bir heyecan içerisinde bırakmıştı. Bir yabancıyı öldürme suçundan babasını mahkemeye veren Euthyphron’u da dindarlık konusunda tartıştıktan sonra bu girişiminden vazgeçirdi. Lysis’i özendirip son derece sağlam karakterli olmasını sağladı. Çünkü sözlerini olaylara dayandırmayı iyi beceriyordu.69 Sokrates sadece agorada felsefi konuşmalarda bulunmakla kalmayıp aynı zamanda Antik Yunan dünyasında önem verilen erdemleri de yaşamında pratiğe dökmüştür: “İÖ. 432’deki Potideia kuşatmasında genç Alkibiades'in hayatını ve silahlarını kurtarmış, bunun karşılığında kendisine verilmesi düşünülen yiğitlik madalyasından Alkibiades lehine feragat etmiştir.”70 Hayatı bir bütün olarak gören, tamamen insan hayatına yoğunlaşan Sokrates, bu hayattaki amacımızın ne olduğu üzerine düşünmüş ve insanların da bunu düşünmesini sağlamak istemiştir. O, mutluluğu, bilgi aracılığıyla, bilgeliği arayarak, ruhunun olabildiğince en iyi olmasını amaçlayarak bulmaya çalışmaktadır. Mutluluğa ulaşan bireyler erdem sahibi, ölçülü yaşayabilen, herkese adil davranabilen ve bilgeliği seven insanlar olacaktır. İlk bölümde de ifade edildiği üzere, bir insanın olduğu kadar bir nesnenin de erdemi söz konusudur. Fakat düşünce yapısı göz önüne alındığında, Sokrates’in insan açısından ahlâki bir erdem anlayışı ortaya koyduğu görülmektedir. İnsanın insan olması bakımından sahip olduğu bu erdem(ler) ancak insanın ereğinin ne olduğunun bilinmesiyle anlaşılır olacaktır. İnsanın diğer canlılardan ayrıldığı yanı, şüphesiz ki akıl sahibi bir varlık olmasıdır. Akıl sahibi olan, ölçülü bir yaşam süren Sokrates için önemli olan şey kendini bilmektir. Ona göre, bilmek iyi bir şey, bilgisizlik ise kötü bir şeydir. Sokrates için insanların iyi olmaları bilgili olmalarına bağlıdır. Bilgi konusunda doğa filozoflarının aksine mekanik bir açıklama yerine, ereksel açıklama yöntemini benimsemiştir.71 Buna göre bir olayın aslını veren şey, o olayın ereğidir. Kendi savunmasından hareketle ele alınırsa, Sokrates ölüm kararının verildiğini bildiği halde, “mekanik” bir sebepten dolayı yani dört duvarla çevrili olduğu için değil, orada olmasının bir “ereği” olduğu için kaçmamıştır. Nitekim sonrasında kaçma imkânları eşi ve dostları tarafından yaratılmış olsa dahi o bunu kabul etmemiştir. Bu durumda insanın ereğinin ne olduğu sorulursa, Sokrates’in yüksek bir ihtimalle buna cevabı mutluluk 69 Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, s.78 70 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi II, Sofistlerden Platon’a, s.85 71 A.g.e., s.100 34 (εὐδαιµονία*) olacaktır. En yüksek iyi εὐδαιµονία’ya sahip olabilmektir.72 Buna ulaşabilmek isteyen bir kişi iyi ve erdemli olmaktan asla geri durmayacaktır. Öte yandan Sokrates, hakikatin değişmez olduğuna inanmaktadır. Sofistlerin topluma ve kişilere göre değişen hakikat anlayışına karşı ‘nesnel’ bir hakikat anlayışını benimsemiştir. Bu hakikate ulaşabilmenin yolu ise ancak bilgiden geçmektedir. Bilgi edinmek bilim* yapmak demektir. Bilim(ler) insan hayatını yoluna sokmak ve en iyiye yönlendirmek için önemlidir. Başka bir deyişle, bazı dışsal sebeplere, toplumsal yargılara bağlı olarak belirlenen tanımlar asla gerçeği veremez. Bunu elde edebilecek, kendisi için iyinin ne olduğunu görebilecek olan, kişinin kendisidir. Bireyin kendini özgür kılabilmesi, ahlâki olarak özerk olmasına ve hayatını kontrol edebilmesine bağlıdır.73 Sokrates için ruh, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilen ve daima iyiyi seçebilen bir kavrayışa sahiptir. İnsan bu kavrayışı gerçekleştirebilmek için sorgulama yaparak kendi benliğini keşfetmelidir. Böylece yanıltıcı olduğunu keşfedebildiği tüm arzuların peşini bırakacak, bilimin yolunu izleyecektir.74 Bilimin yolunu izleyen bu kişiler, erdem sahibi kişiler olacaklardır. Bir kişi ancak bilgi sahibi olduğu bir konu hakkında kendinden emin olabileceği için Sokrates açısından bilgi sahibi olmak, aynı zamanda erdem sahibi olabilmek demektir. Ona göre erdem(ler) bir ve tektir; hepsi bir iyinin parçalarıdır. Erdem bir bütündür, farklı adlarla adlandırılan bilgiler bütünüdür.75 Bu bağlamda Protagoras diyalogunda Sokrates ile Protagoras arasında erdemin tek bir şey olduğu, tek tek erdemlerin ise onun birer parçası olduğuna dair bir tartışma geçmektedir. Sokrates Protagoras’a, erdemler arasındaki ilişkinin, bir altın kütlesi ile ondan kopan altın parçalarının arasındaki gibi bir parça bütün ilişkisi mi yoksa bir yüzde toplanan organların ilişkisi gibi mi olduğunu sorar. Protagoras ise ağız, burun ve * εὐδαιµονία kavramı mutluluk olarak karşılanmış olsa da asıl anlamıyla refah/kutluluk, iyilik, talih/kader anlamlarına gelmektedir. Bu kavramların İngilizce karşılıkları ise prosperity, goodness ve fortune olarak yer almaktadır. [Liddell and Scott’s Greek-English Lexicon (Abridged), New York: Oxford: 2003, s. 234 72 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi II, Sofistlerden Platon’a, s.128 * Antik Yunan’da bilim felsefeden ayrı bir etkinlik alanı değildir. 73 Francis Macdonald Cornford, Sokrates Öncesi ve Sonrası, çev. A.M Celal ŞENGÖR ve Senem ONAN,4.b, İstanbul: Türkiye iş bankası Kültür Yayınları, 2018, s.31-34 74 Cornford, A.yer. 75 Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi II, Sofistlerden Platon’a, s.131 35 kulak gibi organların yüzde bir arada toplanması cevabını verir.76 Bu doğrultuda, Sokrates’in soruda verdiği altın kütlesi örneği onun muhtemel cevabı olacaktır. Nitekim bir bütün olan erdem adalet, bilgelik, cesaret ve ölçülülük gibi parçalara ayrılmaktadır. Protagoras diyalogunda cesaret üzerine konuşulduğu sırada Sokrates, bir kişinin ancak bildiği şey hakkında cesur olabileceğini, ancak o zaman cesaret erdemine sahip olabileceğini, bilgisi yoksa eğer bunun cesaret değil de olsa olsa bir çılgınlık olduğunu ifade etmektedir.77 Öte yandan bizim erdem olarak karşıladığımız arete kavramının Sokrates açısından bizim anladığımızın daha üstünde bir anlamı olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bu kavram Yunanlılar açısından ruhun mükemmelliğini ifade etmektedir. Günümüz toplumunda anlaşıldığı üzere “topluma uygun davranan bireyin sahip olduğu nitelikler” düşüncesinden farklıdır. Platon için erdem yurttaşlık bilinci açısından önem taşırken, Sokrates için erdemli bir insanın diğer kişiler tarafından onaylanma derdi yoktur. Onun ruhunun sahip olduğu bu manevi değer, sınırların üzerine çıkabilen bir insanlık idealidir.78 Bu bağlamda ruh, insanın heyulası olmaktan çıkmış, düşünen hayalet anlamına bürünmüştür. Nitekim ruh, ahlâki, bilimsel ve politik düşünebilen bir öz anlamını taşımaya başlamıştır.79 Bu açıdan Sokrates’in erdem hakkındaki düşünceleri daha ahlâki çerçevede şekillenirken, Platon bunu daha etik ve politik bir ilişkiye taşımaktadır. Genellikle Sokrates’in düşüncelerinin ağırlıklı olduğu diyaloglar birçok felsefe tarihçisi tarafından Sokratik diyaloglar olarak adlandırılır. Platon’un özellikle Sokratik olarak ifade edilen diyaloglarında bir sonuca vardığı pek görülmemektedir. Sokrates bu diyalogların ana karakteridir ve amacı karşısındaki kişinin o konu hakkında bilgisiz olduğunu ona göstermektir. Nitekim Menon’la olan erdemin öğretilebilirliği meselesi ile Euthyphron diyalogundaki dindarlık meselesi bir sonuca varmamaktadır. Diyaloglar içinde daha ziyade yapmış olduğu, karşı tarafın düşüncelerine ilişkin argümanlarının bilgisizliklerinin sonucu olduğunu, belirli akıl yürütmelerle ve kıyaslarla ortaya çıkarmaktır. Aynı zamanda üzerine konuşulan bir konunun, “kavramın” kendisinin ne olduğuna, özünün ne olduğuna ulaşmanın ve onun tanımını elde etmenin zorlu bir yolu 76 Platon, Protagoras, çev. Prof. Nurettin Şazi KÖSEMİHAL, 2.b, Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1965, s.215 77 A.g.e., s.238-239 78 Cornford, Sokrates Öncesi ve Sonrası, s.35 79 Eric Alfred Havelock, Platon, Filozof Şaire Karşı, çev. Adem Beyaz, 1.b, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2015, s.200 36 olduğunun farkındadır ve karşıdaki kişiye bunu aktarmaya çalışır. Bu bağlamda denilebilir ki, Sokrates için erdemli davranmanın yolu, bahsi geçen erdemin ne olduğunu bilmekten geçer. Dolayısıyla Sokrates için erdem, ‘entelektüel’ bir edimin neticesinde ortaya çıkar. Platon’un eserlerinde kesin olmamakla birlikte dönemsel bir ayrım şu şekilde yapılmaktadır: Sokratik dönem diyalogları: Savunma, Kriton, Euthyphron, Lakhes, İon, Protagoras, Kharmides, Lysis ve Devlet’in birinci kitabıdır. Geçiş dönemi eserleri: Gorgias, Menon, Euthydemos, Küçük ve Büyük Hippias, Kratylos, Meneksenos. Olgunluk döneminde ise Symposion, Phaidon, Devlet’in diğer dokuz kitabını ve Phaidros adlı diyaloglarını yazmıştır. Yaşlılık döneminde ise: Theaitetos, Parmenides, Sofist, Devlet Adamı, Philebos, Timaios, Kritias, Yasalar, Epinomis ve Yedinci ile Sekizinci Mektup adlı eserlerini yazmıştır. Bu eserlerden İon, Meneksenos, Epinomis, Mektuplar ve Büyük Hippias’ın yanı sıra Birinci Alkibiades adlı eserlerin Platon’a ait olup olmadığı tartışılmaktadır. Ancak Platon’a ait olmadıkları belirtilen eserler: Hipparkhos, Rakipler, İ