T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI PETROL VE GÜVENLİK: ORTA DOĞU’DAKİ KRİZLERİN EKONOMİ POLİTİĞİ (DOKTORA TEZİ) Veysel AYHAN BURSA 2005 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI PETROL VE GÜVENLİK: ORTA DOĞU’DAKİ KRİZLERİN EKONOMİ POLİTİĞİ (DOKTORA TEZİ) Danışman Prof.Dr.Tayyar ARI Veysel AYHAN BURSA 2005 i İÇİNDEKİLER……..……………………………………………………………………………..………… İ KISALTMALAR………………………………………………………………………………………….. V GİRİŞ………………………………………………………………………………………………..1 BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK ÇERÇEVE ....................................................................................................................4 I. EKONOMİ POLİTİK: ONTOLOJİK BİR TARTIŞMA .........................................................4 A. TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE EKONOMİ POLİTİK KAVRAMININ GELİŞİMİ ................... 6 B. ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE EKONOMİ POLİTİK........................................................ 8 II. ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE EKONOMİ POLİTİK TEORİLER VE YAKLAŞIMLAR .......................................................................................................................................................... 12 A. LİBERAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIM........................................ 13 1. Ulusal Ticaretten Küresel Ticarete: Laissez Faire, Laissez Passer Ekonomi Politikası ...... 15 2. 1970’li yıllar ve Politika-Ekonomi İlişkisine Yeni Bir Bakış: Neoliberalizmin Yükselişi ..... 17 3. Liberal Ekonomi Politik Yaklaşımda Güvenlik ve Karşılıklı Bağımlılık Olgusu .................. 19 4. Ekonomik Aktörlerin Uluslararası Politikada Artan Ağırlığı ............................................... 21 5. Liberal Uluslararası Ekonomi Politik Yaklaşımın Eleştirisi................................................. 24 B. YAPISALCI/RADİKAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIM................. 25 1. Yapısalcı Yaklaşımın Temel Öncülleri .................................................................................. 26 2. Radikal Ekonomi Politik Yaklaşım: Marksist-Leninist Perspektif ........................................ 27 3. Bağımlılık Teorileri ve Uluslararası Ekonomi Politik .......................................................... 33 a. Merkez-Çevre Yaklaşımı................................................................................................... 34 b. Kapitalist Dünya Ekonomisi/Sistemi Teorisi .................................................................... 36 C. ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK VE REALİZM: ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM.... 38 1. Zenginlik ve Güç Arasındaki Bağlantı: Merkantilist Perspektif ........................................... 39 2. Güç ve Gücün Bir Unsuru Olarak Ekonomi Politik............................................................. 43 D. PETROL, ZENGİNLİK VE GÜÇ: KÜRESEL GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN PARAMETRELERİ ...................................................................................................................................................... 49 1. Petrol, Petrol Şirketleri ve Küresel Ticaret .......................................................................... 52 2. Orta Doğu’nun Dünya Petrol Kaynakları Açısından Önemi................................................ 56 a. Orta Doğu Ülkelerinin Dünya Petrol Rezervi ve Tüketimindeki Yeri .............................. 56 b. Küreselleşme Baskısı Altındaki Petrol Zengini Körfez Ülkelerinin Siyasal ve Ekonomik Yapıları .................................................................................................................................. 58 İKİNCİ BÖLÜM ORTA DOĞU’DA PETROL VE POLİTİKA İLİŞKİSİ: TARİHSEL GERİ PLAN ..............66 I. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ ORTA DOĞU PETROLÜ ÜZERİNDEKİ KÜRESEL MÜCADELE................................................................................................................................... 66 A. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAN İMTİYAZ SAĞLAMA ÇABALARI.................... 66 B. İRAN PETROLÜ ÜZERİNDE İNGİLİZ VE RUS MÜCADELESİ ......................................... 69 C. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ BASRA KÖRFEZİ/ARAP YARIMADASI PETROL POLİTİKASI ................................................................................................................................ 73 II. İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEM ...................................................................................................74 A. PAYLAŞILAMAYAN BİR İMPARATORLUK MİRASI: SYKES-PİCOT ANLAŞMASI VE MUSUL PETROLLERİ................................................................................................................ 75 B. BÜYÜK UZLAŞI: KIRMIZI ÇİZGİ ANLAŞMASI................................................................ 77 C. İNGİLİZ VE RUS BASKISI ALTINDA ŞAH’IN PETROL POLİTİKASI.............................. 80 D. ARAP DEVLETLERİ VE YENİ İMTİYAZ ALANLARI...................................................... 83 III. SAVAŞ VE YENİ PETROL STRATEJİSİ: 1940-1950 ARASI DÖNEM ..........................85 ii A. SAVAŞTA MÜTTEFİK PETROL DE RAKİP? İRAN’DA BİRBİRİ İLE ÇATIŞAN PETROL ÇIKARLARI................................................................................................................................. 85 B. STRATEJİK PETROL REZERVLERİNİN BELİRLEDİĞİ BİR İLİŞKİ: SUUDİ ARABİSTAN- ABD İLİŞKİSİ .............................................................................................................................. 91 C. BİRİNCİ ARAP-İSRAİL SAVAŞI: İSTİKRARSIZLAŞAN ORTA DOĞU’DA PETROLÜN SİYASAL AMAÇLAR İÇİN KULLANILMASI......................................................................... 94 IV. İRAN’DAN MISIR’A ORTA DOĞU’DA TAŞLAR YERİNDEN OYNUYOR: YENİ PETROL DÜZENİ TALEPLERİ ................................................................................................. 96 A. İRAN-İNGİLTERE GERGİNLİĞİ: AIOC’IN MİLLİLEŞTİRİLMESİ ................................. 97 1. Uluslararasılaşan Millileştirme Girişimi: Musaddık Krizi.................................................. 98 2. Artan Amerikan Angajmanı: Ajax Operasyonu ve Musaddık’ın Devrilmesi ..................... 100 B. SÜVEYŞ PETROL KRİZİ: PETROL GÜZERGAHI RİSK ALTINDA................................ 101 1. Krizin Savaşa Dönüşmesi.................................................................................................... 103 2. Süveyş Petrol Krizi’nin Küresel Sisteme Etkisi: Orta Doğu’da Artan Amerikan Angajmanı............................................................................................................... 104 C. IRAK’TA İNGİLİZ DESTEKLİ MONARŞİNİN YIKILMASI ........................................... 105 1. General Kasım’ın Petrol Politikası ve Millileştirme Süreci ............................................... 105 2. Millileştirme Sonrası Irak’ta Rejim Değişikliği .................................................................. 107 D. KÖRFEZ ENERJİ KAYNAKLARI ÜZERİNDE SOVYET-AMERİKAN REKABETİ ...... 108 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ORTA DOĞU’DA SICAK YILLAR: SAVAŞ, PETROL VE STRATEJİ..............................110 I. PETROL VE GÜÇ OYUNUNDA YENİ BİR ÖGE: OPEC .................................................110 A. OPEC’İN KURULMASI SÜRECİNDE ROL OYNAYAN EKONOMİ POLİTİK FAKTÖRLER .................................................................................................................................................... 110 1. Ekonomik Faktörler: Petrol Endüstrisinde Meydana Gelen Yapısal Değişikliğin Etkisi ... 112 a. Orta Doğu Petrolünün Artan Önemi................................................................................ 112 b. Petrol Endüstrisinin Yapısının Değişmesi: Yeni Petrol Şirketlerinin Piyasaya Girmesi. 113 c. Arz-Talep Dengesinin Bozulması.................................................................................... 115 d. New Jersey’den Gelen Resmi Fiyat İndiriminin Etkisi ................................................... 116 2. Siyasal Faktörler: Batı Aleyhtarlığı ve Petrolün Siyasallaşma Süreci .............................. 117 a. Orta Doğu’da Batı Aleyhtarı Toplumsal ve Politik Muhalefetin Etkisi .......................... 117 b. Arap Birliği Çerçevesinde Petrolün Siyasal Amaçlar İçin Kullanılması......................... 118 B. OPEC SONRASI DÖNEMDE ÜRETİCİ ÜLKELERLE PETROL ŞİRKETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ ............................................................................................................... 120 1. OPEC’in Başlangıçta Belirlenen Amaç ve Politikaları ...................................................... 120 2. OPEC Ülkeleri Arasında Çıkar Uyumundan Çıkar Çatışmasına ....................................... 122 II. 1967 ARAP-İSRAİL SAVAŞI VE PETROLÜN BİR DIŞ POLİTİKA ARACI OLARAK KULLANILMASI ........................................................................................................................ 124 A. EKONOMİK KAYNAKLARIN SİYASAL AMAÇLAR İÇİN KULLANILMASI: BİR AMBARGO DENEMESİ ........................................................................................................... 124 1. Bağdat Toplantısı ve Ambargo Kararı............................................................................. 124 2. Petrol Ambargosu Genişlemesi ve Arap Kamuoyunun Sürece Etkisi ................................ 126 3. Mısır-Suudi Uzlaşması ve Petrol Ambargosunun Kaldırılması .......................................... 128 4. Ambargonun Ekonomik ve Siyasal Sonuçları ..................................................................... 130 B. 1967 SAVAŞI SONRASI ARAP ÜRETİCİLERİN PETROL ENDÜSTRİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİ ARTIRMA GİRİŞİMİ.......................................................................................... 133 iii III. 1973 EKİM SAVAŞI VE PETROL SİLAHI.......................................................................136 A. SAVAŞ ÖNCESİ PETROL DİPLOMASİSİ......................................................................... 136 B. ARAP PETROL POLİTİKASI: AMBARGO VE FİYAT ARTIŞLARININ ETKİLERİ ..... 138 1. ABD’ye Açık Mesaj ............................................................................................................ 139 2. Arap Ülkelerinin Petrol Üretimini Kısma ve Ambargo Kararı........................................... 140 3. Petrol Silahının Hedef Ülkelerin Dış Politikası Üzerindeki Etkileri .................................. 142 4. Krizin Petrol Fiyatlarına Etkisi .......................................................................................... 147 5. Petrol Gelirlerinin Kullanımı: Petro Dolar Ticareti .......................................................... 148 C. PETROL KRİZİ SONRASI ÜRETİCİ ÜLKE-İMTİYAZLI ŞİRKET İLİŞKİLERİNDE YENİ PARAMETRELER .......................................................................................................... 151 1. Petrol Endüstrisinde İmtiyaz Döneminin Sona Ermesi....................................................... 151 2. Katılım ve Millileştirme Sonrası Petrol Üreticisi Ülke-Çok Uluslu Şirket İlişkisi............. 152 IV. ŞAH SONRASI İRAN DIŞ POLİTİKASININ ŞEKİLLENDİRDİĞİ BASRA/ARAP KÖRFEZİ ENERJİ POLİTİKALARI....................................................................................... 155 A. İRAN’DA ŞAH REJİMİNİN DEVRİLMESİ: İKİNCİ PETROL KRİZİ............................... 155 1. Rejim Değişikliğinin Petrol Fiyatlarına Etkisi.................................................................... 157 2. İran Devrimi ve İki Ayaklı Amerikan Güvenlik Politikasının Çökmesi............................... 160 B. BAĞDAT VE TAHRAN’IN BÖLGESEL GÜÇ OLMA HEDEFLERİNİN ÇATIŞMASI: İRAN-IRAK SAVAŞI ................................................................................................................ 162 C. TEHDİT EDİLEN AMERİKAN PETROL ÇIKARLARINA ASKERİ KORUMA STRATEJİSİ: BASRA/ARAP KÖRFEZİ’NDEN AMERİKAN KÖRFEZİ’NE............................................... 165 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SOĞUK SAVAŞ SONRASI DEĞİŞEN GLOBAL VE BÖLGESEL PARAMETRELER: PETROL ODAKLI GÜVENLİK VE TEHDİT ALGILAMALARI........................................168 I. PETROL KAYNAKLARI ÜZERİNDE DENETİM KURMA MÜCADELESİ: IRAK’IN KUVEYT’İ İŞGALİ .................................................................................................... 168 A. EKONOMİK SAVAŞTAN ASKERİ SAVAŞA: SADDAM’IN KUVEYT’İ İŞGALİ ......... 169 1. Saddam’ın Bölgesel Güç Olma İsteğinde Batılı Devletlerin Sorumluluğu ......................... 170 2. Irak-Kuveyt Krizinde Merkantilist Politikalar .................................................................... 172 3. Petrol Güvenliği ve Amerikan Politikaları: Stratejik Enerji Kaynakları Üzerinde Askeri Denetim Kurma Politikası....................................................................................................... 174 B. BM ÇATISI ALTINDA GELEN AMERİKAN MÜDAHALESİ: ABD’NİN IRAK PLANI 177 1. Körfezi İstikrarsızlaştırma Politikası: Kontrollü Gerilim Politikası.................................. 178 2. Petrol ve Güvenlik Denkleminde Kesişim Noktası: Silah Ticareti..................................... 179 C. GIDA KARŞILIĞI PETROL PROGRAMI ÇERÇEVESİNDE SADDAM’IN AMERİKAN KUŞATMASINDAN KURTULMA POLİTİKASI ................................................................... 183 II. ORTA DOĞU PETROLLERİNE OLAN BAĞIMLILIĞI AZALTMA GİRİŞİMLERİ: ORTA ASYA VE KAFKASYA’DA AMERİKAN PETROL ŞİRKETLERİ......................... 186 A. HAZAR ENERJİ KAYNAKLARI VE YENİ BÜYÜK OYUN.............................................. 186 B. ORTA ASYA VE KAFKASYA’DA AMERİKAN ETKİ ALANI OLUŞTURMA GİRİŞİMİ187 iv III. 11 EYLÜL SONRASI DÖNEMDE PETROL VE PETROL GÜZERGAHLARI ÜZERİNDE ARTAN KÜRESEL REKABET ........................................................................... 192 A. PARÇALARI BİRLEŞTİRME STRATEJİSİ: 11 EYLÜL SALDIRISI, ENERJİ MERKEZLİ GÜVENLİK ARAYIŞI VE AFGANİSTAN SAVAŞI ................................................................. 192 1. 11 Eylül Sonrası Değişen Amerikan Güvenlik Doktrini...................................................... 192 2.Washington’da Şahinler İktidarının Petrol ve Silah Şirketleri ile İlişkileri......................... 194 3. Bush Yönetimi ve Enerji Güvenliğinin Bir Dış Politika Önceliği Olması........................... 195 4. Enerji Güvenliği Bağlamında Hedefteki İlk Rejim: Talibanlı Afganistan........................... 198 B. IRAK’A “ÖZGÜRLÜK OPERASYONU”: BİR PETROL SAVAŞI MI?............................. 203 1. Rusya, Çin ve Fransa'nın Irak Petrolü Üzerinde Artan Ağırlığı ....................................... 204 2. Irak Petrolünden Dışlanma Girişimine Amerikan-İngiliz Tepkisi ...................................... 208 a. Bağdat’ı Kuşatma Planı: Kitle İmha Silahlarının Denetimi Gölgesinde Sürdürülen Petrol Pazarlığı............................................................................................................................... 211 b. Irak Politikasında Sona Doğru......................................................................................... 214 3. Savaş Sonrası Yeni Düzen: Kartlar Yeniden Dağıtılıyor .................................................... 215 4. Kaybedenler ve Kazananlar: Irak Petrolünün Yeniden Paylaşımı ..................................... 217 C. IRAK SAVAŞI SONRASI ABD’NİN KÜRESEL ENERJİ GÜVENLİĞİ BAĞLAMINDA İRAN POLİTİKASI .............................................................................................................................. 223 SONUÇ....................................................................................................................................... 227 EKLER ....................................................................................................................................... 232 KAYNAKÇA ............................................................................................................................. 243 v KISALTMALAR ABD Amerika Birleşik Devletleri AB Avrupa Birliği ARAMCO Arab-American Petroleum Company - Arap-Amerikan Petrol Şirketi APOC Anglo-Persian Oil Company- İngiliz-Pers Petrol Şirketi BAE Birleşik Arap Emirlikleri BP British Petroleum-İngiliz Petrol Casoc Standart Kalifornia Arap Petrol Şirketi-California Arabian Standard Oil Company CENTCOM US Central Command - ABD Merkez Komutanlığı CFP Compagnie Française des Pétroles-Fransız Petrol Şirketi CPC Caspian Pipeline Consorsium- Hazar Boruhatları Konsorsiyumu DOE Department of Energy - ABD Enerji Bakanlığı FMS Foreign Military Sales - Dış Askerî Satışlar (Kredisi) GCC Gulf Cooperation Council - Körfez İşbirliği Konseyi IEA International Energy Agency- Uluslararası Enerji Ajansı INOC Iraq National Oil Company- Irak Ulusal Petrol Şirketi IPC Iraq Petroleum Company- Uluslararası Enerji Ajansı KİK Körfez İşbirliği Konseyi KOC Kuwait Oil Company- Kuveyt Petrol Şirketi MIDEASTFOR US Middle East Force - ABD Orta Doğu Gücü MOU Memorandum of Understanding - Anlayış Memorandumu NATO North Atlantic Treaty Organization - Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütü NIOC National Iranian Oil Company- İran Ulusal Petrol Şirketi NMD National Military Defense (System) - Ulusal Askerî Savunma (Sistemi) OAPEC Organization of Arab Petroleum Exporting Countries - Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (1968) OECD Organisation for Economic Co-operation and Development- İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OIP Office of Iraq Programme - Irak (Gıda Yardımı) Programı Ofisi OPEC Organization of Petroleum Exporting Countries - Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü TPC Turkish Petroleum Company- Türk Petrol Şirketi Socal Standart Oil of California- Standart Kalifornia Petrol 1 GİRİŞ Petrol, modern Orta Doğu politikasının şekillenmesinde önemli faktörlerden biri olagelmiştir. I. Dünya Savaşı sonrası dönemde önce büyük güçlerin işgaline uğrayan ardından petrol rezervleri dikkate alınarak bir çok devlet arasında paylaşılan Orta Doğu coğrafyası, günümüzde de sahip olduğu enerji kaynakları dolayısıyla krizlerin, savaşların ve çatışmaların odağı olmaya devam etmektedir. Petrolün stratejik ve ekonomik değeri arttıkça güçlü devletlerin petrol rezervlerine ulaşmak ve onları kontrol etmek için Orta Doğu’daki petrol sahalarına yönelmeleri bölgeyi ciddi bir kaosun içine sürüklemiştir ve sürüklemeye de devam edeceğe benzemektedir. Zira dünyanın hiçbir bölgesinde Orta Doğu’daki gibi, büyük petrol rezervinin bulunmayışı, bölge ülkelerini dünya politikası açısından yaşamsal öneme sahip ülkeler konumuna getirmiş bulunmaktadır. Bir saptama yapmak gerekirse, dünya genelinde kanıtlanmış ham petrol rezervi yaklaşık 1.1 trilyon varil iken, Orta Doğu’daki ham petrol rezervi yaklaşık 740 milyar varildir. Dolayısıyla dünya genelinde kanıtlanmış petrol rezervlerinin % 65 gibi önemli bir oranı Orta Doğu’da bulunmaktadır. Söz konusu rezervlerin 264 milyar varili Suudi Arabistan’da, 132 milyar varili İran’da, 115 milyar varili Irak’ta, 98 milyar varili BAE’de, 101 milyar varili Kuveyt’te ve 15 milyar varili Katar’da bulunmaktadır. Diğer bir deyişle İran’ı hesaplamanın dışında tutmamız halinde, dünyada tüketilen enerji kaynaklarının yaklaşık %40-45’ini oluşturan petrol rezervlerinin %50’den fazlasının 55 milyonluk bir kesimin elinde olduğu görülmektedir. Yukarıdaki verilerin tümünün kanıtlanmış petrol rezervi olduğu belirtilmelidir. Irak’taki olası ve kanıtlanmış petrol rezervlerinin 250 milyar varil olduğu ileri sürülmektedir. İran ve diğer ülkelerdeki petrol rezervleri son yıllarda yapılan araştırmalarla sürekli artmaktadır. Bununla birlikte kanıtlanmış rezervler itibariyle dünyanın 40-50 yıl daha petrol bakımından Orta Doğu coğrafyasına bağımlı kalacağı anlaşılmaktadır. Petrol rezervleri, bu enerjiye gereksinim duyan ülkeler açısından Orta Doğu’yu bölge ülkelerine bırakılmayacak kadar önemli bir hale getirmektedir. Bu çerçevede petrol rezervlerine erişim konusunda bölgesel ve küresel alanda yaşanan/yaşanacak uluslararası bir mücadelenin esas olarak Orta Doğu merkezli olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla dünya enerji kaynakları arasında önemli bir yere sahip olan petrolü sıradan ticari bir meta olarak görmek oldukça güç. Petrol aslında normal bir hammadde kaynağı olmadığı gibi istendiği kadar alınıp satılabilen bir kaynak da değil. Tam tersine petrol, gelişmiş endüstrilerin gelişmişlik seviyelerini sürdürmelerinde temel enerji kaynağı durumundadır. Bu anlamda petrole, sıradan bir ticari meta olmaktan öte yaşamın devamını sağlayan, zenginliğin ve gücün bir unsuru olarak bakmak gerekir. Diğer bir ifadeyle petrol, varlığı ya da ticareti ülkeler açısından hem ekonomik zenginlik hem de güvenlik anlamına geldiği gibi yokluğu da başlı başına bir ulusal güvenlik sorunu olarak düşünülebilmektedir. Dolayısıyla ulusal güvenlik planlamalarında ya doğrudan petrol kaynaklarına sahip olma ya da bu söz konusu değilse ona güvenli erişim olanaklarına sahip olma yaşamsal bir önemdedir. Ancak, petrolün ülkeler açısından taşıdığı 2 stratejik önem, petrole olan talebin miktarı ve erişim imkanı, petrolün kullanım alanları, yerine ikame edilebilecek alternatif enerji kaynaklarının varlığı ve miktarı ve son olarak da petrolün ulusal ekonomi üzerindeki etkisi ile ölçülmektedir. Bu bağlamda petrolün geçmişte olduğu gibi gelecekte de ekonomik planlamalardan güvenlik planlamalarına kadar uzanan geniş bir yelpazede yani bir çok alanda doğrudan politik aktörlerin hareket alanını belirleyen bir kaynak olacağını söylemek abartılı bir değerlendirme olmaz. Hatırlanacağı üzere, 1973 petrol ambargosu bir çok ülkede olduğu gibi Japon dış politikasında da geriye dönülmez bir etki yapmıştır. Japonya’nın petrole olan tek taraflı bağımlılığı, erişim sorunu ile birleşince, Tokyo, Arap-İsrail sorununda Arap tezlerini destekleyen bir noktaya gelmiştir. Bugün için çok sayıda ülke petrol gereksiniminin nerdeyse tamamını ithal etmektedir. Orta Doğu ülkeleri, hem Asya Pasifik ülkelerinin ki buna başta Japonya ve Çin dahil, hem de diğer gelişmiş Batılı ülkelerin petrol gereksinimini karşılayan başlıca ülkeler konumundalar. Örneğin ABD petrol ithalatının yaklaşık %25’ini bu ülkelerden karşılamaktadır. Bu durum açıkçası yakın bir gelecekte alternatif kaynaklar devreye sokulamazsa, Orta Doğu ülkelerinin dünyanın en önemli petrol sağlayıcısı ülkeleri olma konumlarını devam ettirecekleri anlamına gelmektedir. Toparlarsak Orta Doğu’nun artan stratejik önemi, ekonomi ile politika arasındaki ilişkiyi daha can alıcı hale getirmektedir ki bu unsur çalışmanın ana temasını ve analitik çerçevesini oluşturmaktadır. Bu bağlamda çalışmada hem bölgedeki petrole bağlı sorunları hem de bölge dışı ülkelerin bu sorunlara ilgisini ve oynadıkları rolü anlamada, açıklamada ve öngörmede en uygun analiz çerçevesi olduğuna inanılan ekonomi politik kuramı kullanılmıştır. Çalışmanın amacı bölgedeki sorunları ekonomi politik bir bakış açısıyla hem açıklamak hem de bu sorunların geleceğine dönük öngörülerde bulunabilmektir. Uluslararası ilişkilerdeki siyasal sorunları ekonomik bir bakış açısıyla analiz etmeye yönelik olan ekonomi politik teoriyi benimseyen bilim adamları kendi aralarında farklılaşabilmektedir. Bunlardan bazıları indirgemeci bir yaklaşımla tüm sorunlara ekonomik bir temel bulmaya çalışırken bazıları siyasal sorunların ekonomik nedenlerle de açıklanabileceğini göstermekle yetinmektedir. Bunların dışında kalan ve bu alanda çalışan bazı bilim adamları ise ekonomi ve politikadan herhangi birine daha fazla ağırlık veya daha belirleyici bir konum vermektense bunlar arasında doğrudan ve sürekli bir ilişki olduğuna dikkat çekmektedir. Dolayısıyla aralarındaki bu derece farklılığı bu aşamada bir tarafa bırakılarak ekonomi ile politika arasındaki karşılıklı etkileşimden yola çıkan uluslararası ekonomi politik yaklaşım çerçevesinde Orta Doğu’daki krizlere bakıldığında, petrolün bazen doğrudan bazen dolaylı ama nerdeyse sürekli bir şekilde bölgedeki krizlerin en belirleyici nedeni olduğu dikkati çekmektedir. Çalışmada, hem bölge ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkilerde hem de bölge dışı ülkelerin bölgeye olan ilgisinde petrol kaynaklarını denetleme endişesi başta olmak üzere ekonomik kaynakların ve çıkarların oldukça belirleyici olduğu varsayılmıştır. Böyle bir analitik ve teorik çerçeve, bu kadar açık ve bilinen bir gerçeği sadece tekrar etme amacı taşımak yerine bölgedeki sorunları stratejik ve siyasal sorunlara bağlayarak açıklamayı amaçlayan diğer çalışmalara alternatif bir bakış açısı getirmenin yanında bölgesel sorunları anlamada ve açıklamada iyi bir proje alt yapısı oluşturduğuna inanıldığı 3 için seçilmiştir. Son on ya da yirmi yıl içinde Orta Doğu’daki krizlerin ve çatışmaların nedenleri hatırlanacak olursa bunun ne kadar anlamlı olduğu kolayca anlaşılabilir. Örneğin 1980’den 1988’e kadar sekiz yıl süren İran-Irak savaşının ardından Kuveyt petrol rezervleri üzerinde doğrudan bir denetim kurma amacına yönelen Irak’ın 1990’daki girişimini, 2003 yılında bu sefer Irak’ın bölge dışı güçler tarafından işgal edilmesi izlemiştir. Ayrıca Suudi Arabistan ve Kuveyt’in ABD ile ilişkilerinde en önemli unsurun bu iki ülkenin sahip olduğu petrol rezervleri olduğuna inanılmaktadır. Dört bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde, uluslararası ekonomi politik perspektif ontolojik, teorik ve kavramsal düzeyde detaylı bir şekilde irdelenmiştir. Kuram, kavramsal ve teorik bağlamda liberal, realist/merkantilist ve Marksist/globalist açılardan detaylı bir şekilde tartışılmış ve çalışmamız için bir teorik çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır. Petrol kaynakları üzerinde askeri, ekonomik ve politik denetim kurma politikasını öne çıkartan merkantilist ve radikal ekonomi politik perspektifler ile serbest ticaretin önemi ve karşılıklı bağımlılık olgusunu öne çıkartan liberal ekonomi politik yaklaşımlar bu bağlamda tartışılan konular olmuştur. Ayrıca bu bölümde teorik çerçeveye bağlı kalınarak Orta Doğu’daki ülkelerin petrol rezervleri, ekonomik ve siyasal yapıları karşılaştırmalı bir şekilde ele alınarak kavramsal bir çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak adına bölgedeki petrol rezervleri üzerindeki bölgesel ve küresel güç mücadelesi tarihsel perspektifi dışlamadan tartışılmıştır. Bu bölümde ayrıca bölgedeki petrol kaynakları üzerinde denetim kurma amacının büyük güçler ve onların petrol şirketleri arasında rekabete ve işbirliğine olan etkisi üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde ise Arap petrol üreticilerinin petrol üzerinde denetim kurma politikası sürecinde ortaya çıkan bölgesel ve küresel krizler ve bu krizlerde büyük güçlerin oynadığı rol irdelenmiştir. Özellikle petrolün bölge ülkeleri tarafından siyasal bir baskı unsuru olarak kullanılması politikaları ve bunun bölgesel ve küresel sisteme yansımaları üzerinde durulmuştur. OPEC politikaları, Arap petrol ambargoları ve bölgedeki rejim değişikliklerinin yol açtığı ekonomik ve güvenlik krizleri, petrolün stratejik önemi bağlamında analiz edilmiştir. Çalışmanın dördüncü ve son bölümünde petrol, zenginlik ve güç ilişkisi bağlamında Irak’ın Kuveyt’i işgali, 11 Eylül saldırıları ve hemen ardından Afganistan ve Irak işgali tartışılmıştır. Bu çerçevede Irak ve ABD ile ilgili olarak her iki ülkenin petrol rezervlerini ele geçirme girişimleri ve bunun bölge ve dünya politikasında yol açtığı sonuçlar irdelenmiştir. 4 BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK ÇERÇEVE I. EKONOMİ POLİTİK: ONTOLOJİK BİR TARTIŞMA Ekonomi politik disiplinini tanımlarken Robert Gilpin şu ifadeleri kullanmıştı: “devlet ve piyasalar olmadan ekonomi politik (disiplini) olmaz. Devletin yokluğu (gözardı edilmesi), salt fiyat mekanizmasının ve piyasa güçlerinin ekonomik aktiviteleri belirlediği varsayımı, pür ekonomistlerin dünyası olur.... Piyasaların yokluğu (gözardı edilmesi) ve devletlerin ekonomik kaynakların bölüşümünü ve dağıtımını üstlendiği varsayımı ise, pür politik bilimcilerin dünyası olur.”1 Gilpin’e göre ekonomi politik yaklaşım, politika ile ekonomi arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak bu iki alanı bir çalışma çatısı altında birleştiren bir disiplindir. ‘Eleştirel Ekonomi Politik’ adlı çalışmasında Robert Cox da uluslararası sistemin anlaşılması için devlet ve piyasa arasındaki etkileşimin birlikte ele alınması gerektiğini öne sürmektedir. Cox, uluslararası ekonomik ilişkiler ile uluslararası politika arasında birbirini etkileyen bir etkileşim olduğunu ve bu etkileşimin sonuçları itibariyle, görmezlikten gelinemeyeceğini ileri sürmektedir.2 Ekonomi politik disiplinin uluslararası ilişkilerdeki en önemli temsilcileri arasında sayılan Susan Strange ise ekonomi politik yaklaşımı, devlet ve piyasalar arasında varolan interaktif etkileşimi inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlamaktadır. 3 Uluslararası düzeyde devlet ve piyasa arasındaki etkileşimi analiz eden uluslararası ekonomi politik çalışanları, uluslararası ekonomik ilişkiler ve bu ilişkilerin ulusal ve uluslararası politikaya etkisi üzerine odaklanmışlardır. Önemli gündem maddeleri arasında uluslararası ticaret, parasal ilişkiler, finansal sorunlar ve çok uluslu şirketlerin faaliyetleri gibi alanlar gelmektedir. Ekonomi politik uzmanları dünyanın ekonomik aktivitelerinin en yoğun olduğu endüstrileşmiş bölgelerinin hem birbiri ile hem de diğer bölgelerle olan ilişkilerine ayrı bir önem verirler. Kuzey- Güney ilişkileri, hammadde kaynakları üzerindeki mücadele, G-8, G-20 ülkeleri, IMF, GATT, AB, NAFTA, OECD gibi örgüt ve kurumların aldığı kararların uluslararası politikaya etkisi ve devletlerin bu örgütlerde alınan ticari nitelikli kararlarda oynadığı rol uluslararası ekonomi politik disiplini kapsamında önemli birer araştırma alanıdır. Diğer bir deyişle uluslararası ekonomi politik (UEP) içerisinde en önemli sorun alanı yerel ve uluslararası faktörler ile ekonomi politikaları arasındaki etkileşimi ortaya koymaktır. Etkileşimi ortaya koymak oldukça kompleks olmasına rağmen, UEP, yalnızca bu yoldan bir araştırma gerektirir. Yani bir UEP çalışmasından ekonomi ile politika arasındaki etkileşimi ortaya koyması beklenmektedir.4 Bununla birlikte ekonomi politik perspektif yalnızca ekonomi ile politika arasında bir etkileşim olduğunu öne süren bir yaklaşım olarak tanımlanamaz. Ekonomi politik perspektifin bir çalışma disiplini olmasına yol açan çetin özü (hard core), ekonomi ile politika arasındaki 1 Björn Hettne, “Introduction: International Political Economy of Transformation”, Ed.: Björn Hettne, International Political Economy: Understanding Global Disorder, London-New Jersey: Zed Books Press, 1995, ss. 2-3. 2 Robert W. Cox, “Critical Political Economy”, Ed.: Björn Hettne,, International Political Economy: Understanding Global Disorder, London-New Jersey: Zed Books Press., 1995, s. 32. 3 Strange’e göre ekonomi ile politika arasındaki ayrım çoğu zaman keyfi yapılmaktadır. Bkz.: Hettne, op. cit., s. 3. 4 Jeffry Frieden- Lisa L. Martin, “International Political Economy: The State of the Sub-Discipline”, The Political Economist, Vol: X, Issue:2 (Winter 2002), ss.1-2, http://www.apsanet.org/~polecon/winter2002.pdf, (e.t.22.08.2004) 5 etkileşimin uluslararası sistemde yapısal bir değişim, dönüşüm yarattığını varsaymasıdır. Nitekim, ekonomi politik disiplinini diğer disiplinlerden ayıran en önemli yan da böyle bir etkileşimi varsaymasının ötesinde bunun yapısal bir dönüşüme yol açtığını ileri sürmesidir. Yukarıda kendilerine atıfta bulunduğumuz yazarlar da ekonomi politik disiplinini tanımlarken, aynı zamanda bu iki alan (siyasal ve ekonomik alan) arasındaki etkileşimin, uluslararası sistemde tarihsel ve yapısal bir değişime yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Geniş anlamda uluslararası ekonomi politik çalışmaları, uluslararası işbirlikleri, ittifaklar, sorunlar ve çatışmaların analizinde politik, prestij..vb. gibi öğelerden ziyade ekonomik unsurlar üzerinde durmaktadır. Uluslararası ilişkiler açısından ekonomi politik temelli bir araştırma, esas olarak politika ve ekonomi arasındaki kurumsal ve süreçsel bağlantının analiz edilmesidir. Bir anlamda uluslararası ekonomi politik çalışanları, analizlerinde ve açıklamalarında, doğada var olan kıt kaynakların ve bunların ticaretinin hangi şartlarda ve ne ölçüde hükümetlerin dış politikalarını etkilediğini araştırmaktadırlar. Zira politik gücün ekonomik ilişkileri nasıl ve ne ölçüde etkilediği ve ekonomik güçlerin de politika yapımını nasıl, hangi araçlarla ve ne ölçüde etkilediği disiplinde önemli bir sorun alanıdır. Bu bağlamda ekonomi politik yaklaşım, global ekonomik ilişkiler ve kaynaklar ile dış ve/veya iç politika arasındaki sistematik ilişki sürecini tanımlamayı amaçlamaktadır. Ekonomi politik aynı zamanda ekonomi ile dış politika arasında doğrudan sistematik bir ilişki sürecinin var olduğunu ve bu ilişki süreci tanımlanmadan, devletlerin dış politika davranışlarının anlaşılamayacağını ileri süren teorik bir çerçeve çizer. İleri sürülen bir diğer varsayımsa dış politika ile ulusal ve uluslararası kurumsal örgütlenmeler ve ilişkilerin dış çevresel koşullardan (petrol, doğalgaz, su…vb.) etkilendiğidir. Bu çerçevede ekonomi politik yaklaşım bize, politik sistemler, ekonomik sistemler ve bireysel aktiviteler ile dış çevre arasındaki bağlantıyı anlamada yardımcı olmaktadır. 5 Ancak, UEP uluslararası ilişkilerde nispeten yeni bir disiplindir. Uluslararası ilişkilerin bir alt disiplini olarak UEP, 1970’lerde uluslararası ilişkilerciler tarafından tartışma gündemine alınmasına karşın 1980’lerin ortasına kadar konu üzerinde ciddi çalışmalarda bulunulmamıştır. Günümüzde bile UEP disiplinin sınırları açıkça tanımlanmış değildir. UEP disiplini, genellikle ulusal ve uluslararası ekonomik ilişkilerin sebep veya sonuç olarak dış politikaya etkilerini ele alan çalışmalarda kendisine yer bulmaktadır. Bunlar, ulusal ticaret politikaları, para politikaları, GATT/DTÖ içerisinde yürütülen müzakereler, uluslararası ticari sistemi düzenleyen bölgesel örgütlerin yapısı, karar mekanizması veya uluslararası sermaye hareketlerinin veya para hareketlerinin ulusal sistem üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmalar olarak sayılabilir.6 Bununla birlikte UEP bir disiplin olarak tanımlanmamasına rağmen, son yirmi yıl içerisinde yaklaşım 5Mark Rupert, “Political Economy is Not the same as Economics”, http://www.maxwell.syr.edu/maxpages/faculty/merupert/Teaching/Political%20Economy.htm,(e.t. 03.03.2004) 6 GATT, EFTA (European Free Trade Association), LAFTA (Latin American Free Trade Association), ASIAN (Association of South-East Asian Nations), EAC (East African Community), UDEAC (Central African Customs and Economic Union), ACM (Arap Comman Market, RDC (Reginal Cooperation for Development-1964’te kurulan örgütün üyeleri arasında Türkiye’de bulunmaktaydı) gibi 1975’ten önce kurulan bu örgüt ve kuruluşların kuruluş amaçlarının başında, üye ülkeler arasında ticareti kısıtlayıcı engelleri en az indirmek vardı. Dış ticaret önündeki sınırlamaların kaldırılmasına dönük olarak bu örgüt ve kurumlarda başlatılan girişler, kısa sürede uluslararası serbest ticaretin gelişmesine ciddi katkı sağlamıştır. Bu örgütlerin üyeleri ve kuruluş amaçları ile ilgili olarak bkz., Robert E. Baldwin- David A. Kay, “International Trade and International Relations”, International Organization, Vol: 29, No:1 (Winter, 1975), ss. 99-131. 6 önemli teorik ve analitik çalışmalarla kendine özgü bir bilimsel çalışma metodu geliştirmiştir. Ancak, bu UEP çalışanlarının disiplinin çalışma alanı üzerine ortak bir konsensüse vardıkları anlamına gelmemektedir. Bu noktada uluslararası ilişkilerde ekonomi politik perspektifi kavramsal ve teorik boyutta incelemeye geçmeden önce kavramın tarihsel gelişimi üzerinde kısaca durmakta yarar görmekteyiz. A. TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE EKONOMİ POLİTİK KAVRAMININ GELİŞİMİ Politika ile ekonomi arasındaki etkileşimi interdisipliner bir şekilde inceleyen ekonomi politik yaklaşım, yaygın olarak uluslararası ilişkiler ve siyaset biliminin yanı sıra iktisat bilimi içerisinde başvurulan teorik bir çerçeve olmuştur. İktisat disiplininin bilimsel bir çalışma alanı haline gelmesi sürecinde başvurulan başlıca kavramlardan biri olan ekonomi politik, tarihte bugünkü iktisat kavramı yerine tercih edilen bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira, kavramı ilk kullananlar da gene kendilerine iktisatçı diyen yazarlar olmuştur. Ancak, iktisatçılar tarafından kavrama yüklenen anlam siyasal iktidarlar ile ekonomik düzen arasındaki ilişkiden çıkartılmamıştır. “Ekonomi politik” kavramının orijinal olarak ilk kez bir kitap adında kullanılması 1615 yılında bir ekonomi politikçi olan Antoine de Montchètien tarafından kaleme alınan “Traite de I èconomie Politique” adlı eserde sözkonusu olmuştu. “Ekonomi politik” kavramının bir kitap isminde ilk kez Montchètien tarafından kullanılmış olmasına karşın, kavramın ilk kez kesin olmamakla birlikte Louis de Mayerne-Turquet tarafından kaleme alınan “la monarchie aristodèmocratique” adlı eserde kullanıldığı sanılmaktadır.7 Louis de Mayerne-Turquet “ekonomi politik” kavramını “devleti kuran vatandaşlara karşı egemen gücün görevleri” ile ilişkili olarak kullanmıştı.8 Bu bağlamda kavram orijinal olarak 1600’lü yılların ilk yarısından itibaren Fransız bilim dünyasında kullanılmaya başlanmıştı. İngiliz literatüründe ekonomi politik kavramını bir kitap adında ilk kullanan kişi ise Sir James Steuart (1712-1780) olmuştu. 1767 yılında yayınlanan “An Inquiry into the Principles of Political Economy” adlı çalışma, nüfus, ticaret, sanayileşme, para, bankalar, faizler, vergilendirme ve kredi politikaları üzerine yazılmıştı. Steuart kitabın özellikle XXV’ci kısmında ticaret, zenginlik ve güç arasında birbirini etkileyen bir etkileşim olduğunu yazmıştı. Zira, çalışmanın bütününde de hükümetlerin zenginliğe yol açacak ekonomik politikaları nasıl uygulayacağı üzerine önerilerde bulunulmuştu.9 Sir Steuart’a göre ekonomi politik disiplini “ulusa nasıl zengin olacağını öğretme bilimiydi”.10 Kavramı İngiliz literatürüne kazandıran ve İngiliz ekonomi politik biliminin kurucusu sayılan kişi ise Sir Steuart’tan önce yaşayan ekonomist ve politikacı William Petty (1623-1687) olmuştur. Treatise of Taxes and Contributions (1662) adlı eserinde Petty, ekonomi içinde kamu 7 James E. King, “The Origin of the Term “Political Economy”, The Journal of Modern History, Vol: 20, No:3 (Sep., 1948) s. 230; Vural, F. Savaş, İktisatın Tarihi, 2. Baskı, İstanbul: Avcıol Basım Yay., 1998, s. 143. 8 King, loc. cit., s. 230 9 James Steuart, An Inquiry into the Principles of Political Economy, McMaster University online prees, http://socserv2.socsci.mcmaster.ca/~econ/ugcm/3ll3/steuart/prin.html (e.t. 12.05.2005) 10Robert Gilpin, Global Political Economy: Understanding the International Economic Order, Princeton-Oxford: Princeton University Press, 2001, s. 25 7 gücünün oynadığı rolü incelemiştir.11 1800’lerin başına gelindiğinde ise İngiliz ekonomi politikçileri hükümetin ekonomiye müdahalesini eleştiren yazıları bir biri ardına yayınlamaya başlamıştır. Bu dönemde Adam Smith’in 1776 yılında yayınlanan The Wealth of Nations (Ulusların Zenginliği) eserinin etkisinde kalan İngiliz ekonomi politikçileri, kavrama ekonomik ve siyasal liberalleşme çerçevesinde bir anlam yüklemişlerdi. David Ricardo Principles of Political Economy and Taxation(1817) adlı eserinde ve J. Stuart Mill (1806-1873) Principles of Political Economy adlı eserinde dış ticarette liberal ekonomi politik uygulamaların zenginliği artırıcı yararı üzerinde durmuşlardı.12 İngiliz ekonomi politikçiler kavramı, ilk başlarda kıt kaynakların optimal kullanımına yol açacak politikaların devlet adamlarınca nasıl uygulanacağı bağlamında ele almıştı. Onlara göre ekonomi politik toplumun zenginleşmesine yol açacak politikaların kamu gücü ile uygulanmasıydı. Ancak Adam Smith ile birlikte kavram politik erkin ekonomik yaşama müdahelesinin eleştirisi şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonraları kendilerine liberal denecek olan dönemin yazarları, ekonomik gelişme için bazı politikalar önerir ise de, devletlerin doğrudan ekonomik alana korumacı ve sınırlamacı bir şekilde müdahale etmesine karşı çıkmışlardı. Bu çerçevede on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra ekonomi politik kavramı, bazı yazarların politik erkin ekonomi içerisindeki varlığını kabul etmesinden dolayı ciddi bir tartışmanın yaşandığı yıllara sahne olmuştur. Bu konuda süren tartışmalar en sonunda 1860’larda ekonomi politik kavramının yerini yalnızca ekonomi (ya da iktisat) kavramına bırakmasıyla farklı bir zemine kaymıştır. İktisat biliminin, politikadan ayrılmasında ise kuşkusuz Marshall ikilisi oldukça önemli bir rol oynamışlardı. Marshall 1879 yayınladığı The Economics of Industry ve 1890’da yayınladığı Principles of Economics adlı klasik çalışmasında ekonomi politik kavramı yerine ekonomi kavramını kullanmış ve ekonomi biliminin uğraş alanını da oldukça sınırlamıştı. Marshall ekonomi disiplini içerisinde, ekonomiyi politik olandan ayırma yolunda önemli bir aşama kaydetmişti.13 Bu noktadan sonra İşaya Üşür’ün sözleri ile devam edecek olursak: “ 1850’lere kadar “ekonomi” kavramı bir bilim dalı adı olarak henüz kullanılmaya başlanmış değildi. 1879’da Alfred Marshall ve karısı M.P. Marshall, “The Economics of Industry” adlı kitaplarını yayınladıklarında, ‘ekonomi politik’ deyimi yerine niçin ekonomi deyimini tercih ettiklerinin gerekçesini de vermekteydiler; ‘Politik’ yanlış anlamalara yol açan bir kavramdır; çünkü politik çıkarlar genellikle, bir ulusun bir kısmının ya da kısımlarının çıkarları anlamına gelmektedir. Böylece bir ‘bilim’in adı olarak bir deyim (ekonomi politik), ulusun bütününün çıkarlarını temsil 11 William Petty, Treatise of Taxes and Contributions , London: N. Brooke , 1662, McMaster University online prees, http://socserv2.socsci.mcmaster.ca/~econ/ugcm/3ll3/petty/taxes.txt (e.t. 12.05.2005) 12 Politik alanda bireysel haklar ve kadın haklarının en önemli savunucuların biri olan Stuart Mill tarafından kaleme alınan Principles of Political Economy adlı eser de Mill, üretim; dağıtım (bölüşüm); mübadele; toplumsal sürecin üretim ve dağıtım üzerindeki etkisi; ve hükümetlerin etkisi başlıkları altında uluslararası ticaretin yapısı ve toplum ile politikanın buna etkisini incelemişti. Mill’in ikinci kitabı da Ekonomi Politik Üzerine Bazı Belirsiz Sorular adıyla yayınlanmıştı. Mill bu kitapta uluslar arasında mübadele kanunu; tüketimin üretim üzerindeki etkisi; üretim ve üretimsizlik; karlılık ve faiz; ekonomi politiğin tanımlanması konuları üzerinde durmuştu. Bkz., John S. Mill, Principles of Political Economy with some of their Applications to Social Philosophy, Seventh edition, Ed. William J. Ashley, London: Longmans, Green and Co., 1909.http://www.econlib.org/library/Mill/mlP1.html#Bk.I,Ch.I; John S. Mill, Essays on Some Unsettled Questions of Political Economy, Second edition, London: Longmans, Green, Reader&Dyer Co., http://www.ecn.bris.ac.uk/het/mill/question.pdf.(e.t. 02.08.2004) 13 Gilpin, op. cit., s. 26. 8 etmediği gerekçesiyle, bir başka deyimle, ekonomi (economics) ile değiştirilmiş olmaktadır”.14 Ekonomi politik kavramının ekonomi kavramı ile yer değiştirmesi aynı zamanda devletin iktisadi alandaki rolünün azaltılması ve piyasanın kendi yasaları çerçevesinde, politik müdahaleye maruz kalmadan işleyişi benimseyen klasik liberal düşüncenin bir kazanımıydı. Politik erki ekonomik alandan dışlayan ve liberal bir anlayış üzerine oturan yaklaşım, toplumun parçalardan oluştuğunu ancak, kâr güdüsüyle hareket eden bireylerin aynı zamanda toplumun yararına da bir hizmette bulunduğu varsayımını savunmaktaydı. Klasik liberaller, Mill’in daha önce ifade ettiği gibi toplumun zenginleşmesini sağlayacak ekonomi politik yasaların, ekonomik hayatın içerisinde kendiliğinden varolduğunu ve devlet müdahalesinin doğal düzeni bozduğu tezini savunma noktasındaydı. Bundan önceki görüş ise daha ziyade merkantilist bir anlayışa dayanan ve zenginliğin ve gelişmenin devletin ekonomiye ve dış ticaret politikasına müdahalesi ile sağlanacağı varsayımına dayanmaktaydı. Öte yandan ekonomi politik kavramından ekonomi kavramına geçişte rol oynayan faktörlerin başında, ticaret ve üretim ekonomisinde yaşanan değişime paralel olarak ulusun ortak çıkarlara sahip bireylerden oluşmadığı tezinin bazı yazarlarca öne sürülmüş olması gelmekteydi. Bu çerçevede politik erkin ekonomiye hangi yönde müdahale edeceği önemli bir tartışma konusu haline gelmişti. Sanayi devrimine bağlı olarak ortaya çıkan işçi sınıfının çıkarlarının toplumun diğer gruplarından, özellikle kapitalist denilen gruplardan farklı olduğu öne sürülmekteydi. Daha sonraları Karl Marx ile sistematik bir teori haline gelen kuram, o dönem için ekonomi politikçilerin iki faklı perspektife bölünmesine yol açmıştı. Bu bölünme Marshall’ın ekonomi politik kavramını ekonomi ile değiştirmesine yol açmıştı. Marksistler ise ekonomi politik kavramına sahiplenmeyi sürdüreceklerdi.15 Toparlayacak olursak, ilk başlarda devletin vatandaşlarına karşı görevleri ile tanımlanan ekonomi politik kavramının zamanla devletin belli bir grubun çıkarını temsil ettiği eleştirisi karşısında, iktisadi sahadan politiğin dışlandığı bir anlama kaydığı görülmektedir. Yukarıda kısaca üzerine durulan ekonomi politik kavramının gelişimi ve dönüşümü daha ziyade iktisat bilimi bağlamında ele alınmıştır. Zira, uluslararası ilişkiler disiplini açısından ekonomi politik kavramı ekonomi ile politika arasındaki oldukça kompleks bir ilişki ağına işaret ettiğinden, kavramın kullanımı da pür ekonomist anlayıştan farklıdır. Tüm bu açıklamalardan sonra ekonomi politik kavramının uluslararası ilişkiler bilimi açısından nasıl algılandığına ve kullanıldığına bakabiliriz. B. ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE EKONOMİ POLİTİK Son yıllarda ekonomi politik çalışmalar uluslararası ilişkiler, tarih ve ekonomi disiplini içerisinde oldukça moda olan bir alan haline gelmiştir. Bu ilgi özellikle dünya politikası ve ekonomisinin en azından akademik olarak birbirinden ayrı olduğunun (ekonomistler ve klasik politik bilimciler açısından) öngörülmesine karşın bir çok sorunda iç içe geçmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Ekonomik gelişmeler çoğu zaman politikayı etkilerken, aynı zamanda ekonomik ilişkiler de çoğu zaman politik gelişmeler ve kararlardan etkilenmektedir. İki alan 14İşaya Üşür, “Ekonomi Politik: Zarif Mezar Taşları?”, s.14, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_BSB/IktisatveToplum_IsayaUsur.pdf , (e.t.08.09.2004) 15 1960 ve 1970’lerde Marksist uluslararası ekonomi politik perspektiften etkilenen yeni yaklaşımlar da, açıklamalarında ekonomi politik kavramına yer vermişlerdi, bkz., Hettne, op. cit., s. 9. 9 arasındaki bu içiçe geçmiş ilişkinin varlığının kabul edilmesi, tarih, ekonomi ve uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde ekonomi politik çalışmaların sayıca artmasına yol açmıştır.16 Ekonomik süreç içerisinde politikanın ve dolayısıyla devletin hayati bir rol oynadığı tezi genel kabul gören bir yaklaşımken, devletin ekonomi kuramının dışında tutulması gerektiği tezi de bir o kadar taraftar bulan bir yaklaşımdır. Ekonomi, klasik iktisatçıların yaptığı gibi insan ile doğa ve üretim arasındaki ilişkinin bilimi olarak ele alındığında, klasik iktisadın kurucularından sayılan A. Smith’in öne sürdüğü gibi devlet, yalnızca uygulama düzeyinde ele alınır ve bireysel özgürlüklerin iktisadı alanını genişletir. Klasik uluslararası ilişkiler mantığından bakıldığında ise, devlet uluslararası politikanın, dolayısıyla ekonominin de temel belirleyici aktörüdür. Yukarıda belirttiğimiz gibi Robert Gilpin, A. Smith’in aksine devleti dışlayan bir ekonomi politik perspektifin olamayacağını varsaymaktadır. Klasik uluslararası ekonomi politik disiplin, hiçbir ekonomik sistemin politik güç (devlet bağlamında) göz ardı edilerek açıklanamayacağı tezini savunmaktadır.17 Bu çerçevede uluslararası ekonomik sistemdeki değişim ve dönüşümlerin dönemin politik güçlerinin kapasiteleri, çıkarları, beklentileri vs., ile birlikte ele alınması gerektiği ileri sürülmektedir. Ancak, gene de 1980’lerde Susan Strange States and Market adlı uluslararası ekonomi politik çalışmasını yayınladığında, bir çok uluslararası ilişkiler yazarı tarafından güç ve realiteyi görmezlikten geldiği için eleştirilmişti.18 Devlet ile piyasaların sentezlenmesi gerektiğini ifade eden Strange’e göre ekonomi ile politika arasındaki ayrım gerçekçi olmadığı gibi çoğu zaman keyfi olarak yapılmıştır.19 Öte yandan realist yazarlara göre, çalışmanın doğrudan Devlet ve Piyasalar adını taşıması, onun uluslararası ilişkiler disiplini açısından bilimselliğini tartışmalı hale getirmekteydi. Piyasaların ya da ekonomik ilişkilerin devletlerin dış politikalarını veya devletler arasındaki ilişkiyi etkilediği varsayımı, eleştirinin temel noktasını oluşturmaktaydı. Bu eleştirilerle birlikte, Strange’in yanı sıra Polanyi ve Sally’nın de içerisinde yer aldığı Review at International Political Economy ve New Political Economy adlı dergilerin çıkartılması ile uluslararası ilişkiler içindeki politika-ekonomi ya da devlet ile piyasaların birbirini etkilediği tezi, ayrı bir disiplin olarak kabul görmeye başlanmıştı.20 Dolayısıyla 2000’lere gelindiğinde bu etkileşimin her iki birim üzerinde de yapısal bir değişim yarattığı varsayımı artık birçok yazar tarafından tartışma konusu olmaktan çıkmıştı. Her ne kadar Marksist literatürün konu üzerinde önemli etkisi söz konusu olmakla birlikte S. Strange, R. Cox, R. Gilpin, Spero ve Sally gibi uluslararası ilişkiler çalışanları Marksist açıklamalardan farklı olarak devlet-piyasa etkileşimini, ekonomik kuruluşlar, çok uluslu şirketler vs., gibi aktörlerin rolü çerçevesinde incelemeye başlamıştır. Yazarlar, bir şekilde gücü ve güç politikalarını öne alan ve tüm alanı bu kavramlarla açıklayan realist paradigmaya ve ekonomiyi tüm sistemin merkezine yerleştiren globalist ve Marksist teorilere alternatif bir uluslararası 16 Gilpin, op. cit., s. 25. 17 Hettne, op. cit., s. 2. 18 Christopher Farrands, “Being Critical About Being ‘Critical’ in IPE: Negotiating Emancipatory Strategies”, Ed: Jason Abbott- Owen Worth, Critical Perspective on International Political Economy, New York: Palgrave Macmillan, 2002, s. 18. 19 Hettne, op. cit., s. 3. 20 Farrands, op. cit., s. 18 10 ekonomi politik yaklaşım geliştirmeye çalışmışlardır.21 Bu bağlamda eleştirilerin odağında, uluslararası politikanın her geçen gün daha fazla uluslararası ekonomik ilişkilerden etkilenmesine rağmen geleneksel paradigmanın politika ile ekonomi arasındaki ilişkiyi açıklayacak parametreler geliştiremediğiydi. Özellikle ekonomik liberalizmin yaygınlaşması, karşılıklı bağımlılık olgusunun gelişmesi, politika ile ekonomi arasındaki ilişkilerde yaşanan değişim ve bu değişimin geleneksel yaklaşımlar tarafından açıklanamayışı, zamanla uluslararası ilişkilerde değişik perspektiflerin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Devletler arasındaki siyasal sınırların öneminin giderek azaldığını, ekonomik kuruluşların ve çok uluslu şirketlerin uluslararası politikadaki rollerinin ve güçlerinin artığını ve uluslararası politika ile uluslararası ekonomi arasındaki ayırımın oldukça silikleştiğini dile getiren yazarlar, uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesinde, uluslararası ekonomik ilişkilerin uluslararası politikadan ayrı incelenemeyeceğine dikkat çekmişlerdir. Uluslararası ilişkiler içinde geleneksel paradigmalara eleştirel bir yaklaşım olarak öne çıkan uluslararası ekonomi politik disiplin, bu çerçevede global ekonomik ilişkiler ile politika arasındaki etkileşimin sosyolojik, kültürel, hukuksal, moral ve kurumsal düzeyde analiz edilmesi gerektiği tezini öne sürmüştür. Bu konuda öne çıkan en önemli isimlerden biri de Josep Schumpeter’dir. Ekonomi ile politika arasındaki ilişkiye dikkat çeken Schumpeter’in, UEP disiplinine katkısı dört alanda yoğunlaşmaktadır. Schumpeter, çalışmalarında uluslararası ticaretin kendiliğinden oluşan ve genişleyen doğal bir mekanizmaya sahip olmadığını öne sürmüştür. Bu süreçte Schumpeter’in disipline bir diğer katkısı, oligopolistik firmaların başarısı üzerinde durması ve kartel gibi davranabilen bu şirketlerin uluslararası politikaya etkilerini incelemesi ile ortaya çıkmıştır. Schumpeter’e göre, büyük firmalar kapitalizmin genişlemesinde ve yayılmasında önemli roller oynamaktadır. Üçüncü olarak Schumpeter teknolojik yenilikler ile ulusal kapasite arasında bağlantı kurmuştur. Uluslararası ticarette teknolojik yeniliklerin önemi üzerinde duran Schumpeter’e göre teknolojik gelişmeleri yakalama konusunda Az Gelişmiş Ülkeler (AGÜ) başarısız olurken, çok uluslu şirketler bunda başarılı olmuşlardır. Son olarak da Schumpeter, politik kültür, toplumsal yapı ve ekonomik gelişim arasında bir ilişkinin var olduğunu öne sürmesi ile uluslararası ekonomi politik disiplinin yolunu aralamış olmaktaydı.22 1980’lere gelindiğinde ise yaşanan petrol krizi, Bretton Woods sisteminin bozulması, Kuzey- Güney gibi ekonomi politik sorunlar, ekonomi, politika, zenginlik ve güvenlik vs., arasındaki ilişkinin oldukça güçlü olduğunu göstermiştir. Haliyle uluslararası ilişkilerde yaşanan bu tartışmalar kendisine teorik bir yapılanma da çizmeye başlamıştı. Ancak kısa bir süre içerisinde, farklı paradigmalardan ve kültürlerden (bilimsel anlamda) gelen uluslararası ilişkiler yazarlarının, politika-ekonomi ilişkisine bakışının aynı olmadığı anlaşılmıştır. Realist gelenekten gelen ve devlet merkezli bir yaklaşımı benimseyen R. Gilpin gibi yazarlar ekonomi politika etkileşiminde devleti temel belirleyici olarak analizlerinin merkezine yerleştirmekteydiler. Keohane ve Nye gibi liberal bakışlı yazarlar ise karşılıklı bağımlılık çerçevesinde devletin merkezi konumunu tartışmaya 21 Ibid., s. 17 22 Jason P.Abbott- OwenWorth “Introduction: The ‘Many Worlds’ of Critical International Political Economy”, Ed.: Jason Abbott- Owen Worth, Critical Perspective on International Political Economy, New York: Palgrave Macmillan, 2002, s. 5; Schumpeter’in Kapitalizm anlayışı üzerine bkz., Allen M. Sievers, “Schumpeter’e Göre Kapitalist Uygarlık”, Çev-Der: Uğur Dolgun, Sosyo-Ekonomik Perspektif, Bursa: Asa Kitapevi, 2001, ss. 265-286. 11 açmışlardır. Marksist gelenekten etkilenen ekonomi politikçiler ise, uluslararası ekonomik düzeni ve ilişkileri Marksist veya Yapısalcı/Radikal/Globalist literatür çerçevesinde ele almışlardır. Diğer bir deyişle realist gelenek, uluslararası sistemdeki yapısal değişimi devletlerin güç dağılımındaki değişim bağlamında ele almayı tercih ederken, liberaller yapısal değişikliği ekonomik aktörlerin siyasal birimler üzerindeki etkisini artırması bağlamında ele almışlardı. Yapısalcılar ise ekonomi- politika etkileşimini bazı devletlerin/sınıfların diğer devletleri/sınıfları sömürmesine yol açacak mekanizmaların kurulması bağlamında incelemişlerdir. Yukarıdaki paradigmaların etkisinde kalan yazarların yapısal değişim ve dönüşüm konusunda farklı açıklamalar geliştirdiği görülmektedir. Marksist ve Globalistler/Yapısalcı gelenekten gelen ekonomi politikçiler, genel ifadelerle ekonomik üretim tarzının ve ekonomik ilişkilerin politik sürecin ve aktörlerin davranışı üzerinde etkisi olduğunu öne sürmektedir. Merkantilist ve realist paradigmanın temel varsayımlarını benimseyen ulusal ekonomistler ise, ekonomi-politika ilişkisini, ulusal prensipler, değerler, güvenlik ve ulusal çıkar bağlamında ele almış ve ekonomi-politika ilişkisine, bu değerlerin aşınmasına yol açtığı eleştirisini getirmiştir. Korumacı bir ticaret politikası öneren ulusal ekonomistlere göre, ekonomik ilişkiler ve serbest ticaret zamanla ulusal devletin bağımsızlığını ve egemenliğini sınırlamaktadır. Ekonomi-politika ilişkisini piyasa, karşılıklı mübadele, karşılıklı çıkar, özgürlük, serbest ticaret vs., gibi kavramlar bağlamında inceleyen liberal uluslararası ekonomi politikçiler ise, ekonomik ilişkilerin ve global ekonomik ilişkilerin devletlerin ve toplumların refah ve barışına yol açtığını ileri sürmektedirler. Bu çerçevede bu üç ayrı ekol arasındaki ekonomi-politika ilişkisine ve etkileşimine farklı bakış, aynı zamanda üç farklı ekonomi politik yaklaşımın ortaya çıkmasına yol açmıştır. 23 Ancak, bu üç farklı ekonomi politik yaklaşım arasında bazı ortak noktaların bulunduğuna dikkat çekmek gerekir. Her üç paradigma da farklı şekilde ele almasına rağmen, ekonomi ile politika arasında bir etkileşim olduğunu ve bu etkileşimin uluslararası sistemde yapısal bir değişikliğe yol açtığını kabul etmektedir. Her üç yaklaşımda da ekonomi politik perspektif, ekonominin stratejik öneminin, politika ve güvenlik politikalarını belirlemesi olarak tanımlanabileceği gibi, politik birimlerin ve devletlerin kendi davranışlarını, ekonomik temelli çıkarları için aktif ve bilinçli olarak kayıt altına almaları anlamında da tanımlanabilir. Bu çerçevede ekonomi temelli çıkarlar, doğrudan devletin güvenliğini ve gücünü veya ulusun yaşam standartlarını etkileyen bir faktör olarak önemsenebileceği gibi, devletleri diğer devletler karşısında güçlü kılan bir unsur olarak da dikkate alınabilir. Her üç uluslararası ekonomi politik perspektifte de, devletler arasındaki ekonomik ilişkiler, uluslararası para politikaları, uluslararası ticaret rejimleri, sermaye hareketleri, stratejik hammadde kaynakları ve devlet dışı ekonomik amaçlı kurulmuş örgüt ve şirketlerin faaliyetleri önemsenmektedir. Nitekim David N. Balaam- Michael Veseth Uluslararası Ekonomi Politiğe giriş (Introduction to International Political Economy) adlı eserde uluslararası ekonomi politik perspektifin yukarıda belirttiğimiz Marksist/radikal, merkantilist/realist ve liberal düzeylerde incelenmesi gerektiğini belirtmektedirler. Robert Gilpin, Geleceğin Üç Modeli (Three Models of the Future) adlı 23 Bu konuda bkz., David N. Balaam- Michael Veseth, Introduction to International Political Economy, Second Edition, New Jersey: Prentice Hall, 2001, ss. 5-23. 12 makalesinde uluslararası ekonomi politik perspektifi liberalizm, yapısalcılık ve realizm düzeyinde ele almıştır. Bunların yanında Theodore H. Cohn da Global Ekonomi Politik (Global Political Economy) adlı eserinde uluslararası ekonomi politiği realist perspektif, liberal perspektif ve tarihsel yapısal perspektif düzeyinde incelemiştir.24 Politika ile ekonomi arasındaki etkileşimi objektiflik adına bu üç düzeyde de incelemekte yarar var. Zira, ekonomi ile politika arasındaki ilişkinin her üç paradigma tarafından farklı şekilde yorumlandığı dikkate alındığında, yalnızca bir teorik perspektife bağlı kalarak yaklaşımın incelenmesi, eksik ve belki de araştırmanın bilimselliğini sorgulanabilir hale getirebilir. II. ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE EKONOMİ POLİTİK TEORİLER VE YAKLAŞIMLAR Son dönemde finans, teknoloji ve bilim dünyasında yaşanan gelişmelerin de etkisiyle devletler arasındaki siyasal sınırların öneminin giderek azaldığı, iç ve dış politika arasındaki ayrımın giderek güçleştiği ve uluslararası politikanın giderek ekonomik olaylardan daha çok etkilendiğini ileri süren yazarlar, uluslararası ilişkilerde sadece devletlerin dış politikalarını ve aralarındaki resmi düzeyde yürütülen ilişkileri inceleyen paradigmaları eleştirmektedirler. Bu yazarlar daha ziyade uluslararası ekonomik ilişkileri gözardı etmeyen ve politika ile ekonomi arasındaki etkileşimi analiz eden görüş ve perspektiflerin uluslararası ilişkileri anlamada önemli olduğunu öne sürmektedirler. Aşağıda daha detaylı üzerinde durulacağı gibi ayrı ayrı ekollerden gelmiş olmalarına rağmen, bu yazarların ortak yanları ekonomi ile politika arasında ciddi bir etkileşim olduğunu öne sürmeleridir. Özellikle Soğuk Savaş yıllarında uluslararası politikanın gündeminde ABD-Sovyet mücadelesi ve buna bağlı olarak da uluslararası güvenlik ve çatışmaların analizi vardı. 1970’li yıllarda kendisini açıkça hissettiren yumuşama ile birlikte ortaya çıkan uluslararası ekonomik krizler –petrol krizi; doların uluslararası değerinin düşmesine bağlı olarak Bretton Woods sisteminin çökmesi; Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen talepleri- Kuzey-Güney tartışması… vb.- politika ile ekonomi arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılmasını sağlamıştı. Soğuk Savaşın en sıcak yıllarında Batı literatürü içerisinde kendisine fazla yer bulamayan UEP disiplini aynı yıllarda Sovyet bilim camiasında popüler bir akımdı.25 Bu da ekonomi politik disiplinin uzunca bir dönem Marksist/radikal olarak adlandırılan paradigmanın etkisinde kalmasına yol açmıştı. Ancak, 1970’lerden sonra Batı dünyasında önemli sonuçlara yol açan ekonomik sorunlar ve krizler ekonomi-politika ilişkisinin yapısalcılar dışında farklı bir zeminde de tartışılmasına ortam hazırlamış ve bu sayede liberal ve realist yazarlar da konu üzerinde tartışmaya başlamışlardı. Ancak, bu noktada uluslararası ekonomi politik kavramının gelişimi aşamasında yaşanan tartışmaların, kavramın uluslararası ilişkilerdeki kullanımını da etkilediğini tekrar belirtmek gerekir. Farklı yazarlarca farklı şekillerde ifade edilseler de realist paradigma, liberal/plüralist paradigma ve yapısalcı/globalist paradigmanın her biri ayrı bir uluslararası ekonomi politik 24 Bkz.: Robert Gilpin, “Three Models of the Future”, International Organization, Vol: 29, No:1 (Winter, 1975), s. 38; Theodore H. Cohn, Global Political Economy: Theory and Practice, 2nd Ed., New York: Longman Pub., 2003. 25 Sovyetler Birliğinde UEP disiplini Marksist-Leninist literatürün etkisi altında kalmıştır, bkz., Stanislav L. Tkachenko, “The Study of International Political Economy in Russia”, Communist and Post Communist Studies, Vol:37 (2004), ss. 111-120. 13 çalışması sunmaktadır. Her paradigmanın ekonomi politik kavramına yüklediği anlam da farklıdır. Örneğin gücü öne alan geleneksel realist yaklaşım uluslararası politikanın esas gündeminin ekonomik, toplumsal ve kültürel ilişkilerden ziyade askeri ve güvenlik konularını kapsadığını öne sürmektedir. Bununla birlikte Gilpin UEP’i uluslararası ilişkiler içerisinde güç ve servetin (ekonomik güç) karşılıklı birbiri ile etkileşimi olarak değerlendirmektedir.26 Diğer yandan farklı açıklamalar getirmekle birlikte, liberal yaklaşım ile globalist yaklaşımı benimseyen yazarlar, uluslararası ekonomik ilişkilerin, ekonomik içerikli sosyal konuların, stratejik hammadde kaynakları üzerindeki rekabetin ve uluslararası ticaretten kaynaklanan ve halen çözülemeyen sorunların uluslararası ekonomi politiğin esas gündemini oluşturan konular haline geldiğine dikkat çekmektedir. Her iki paradigma da devleti bir bütün olarak görme yerine, onu parçalara ayırmaktadır. Bu çerçevede Marksist gelenekten oldukça güçlü şekilde etkilenen yapısalcı/globalist yazarlar ekonomi politik kavramını uluslararası ilişkilerde bazı devlet ve/veya sınıfların diğer devlet ve/veya sınıflar aleyhine sürekli zenginleşmesine yol açan bir üretim ilişkisini açıklamada kullanırken, plüralist yaklaşımı benimseyenler ise ekonomi politik kavramını karşılıklı bağımlılık sürecinde bireyler, hükümetler, çok uluslu şirketler türünde iki ya da daha fazla tarafın özellikle ekonomik alanda karşılıklı olarak birbirine bağımlı hale gelmesi olarak kullanmaktadırlar. Özellikle plüralistler, son dönem bilim ve teknoloji alanında yaşanan gelişmelerin devletlerin kendi sınırları üzerindeki etkisini ve gücünü yitirmesine yol açtığına ve globalleşme ile birlikte sermayenin yanında finans ve kişilerin de serbestçe bir ülkeden bir diğer ülkeye hızlıca hareket ettiğine dikkat çekerek, ekonomi ile politikanın iç içe geçtiğini belirtmektedirler. Sonuç olarak ekonomi politik yaklaşım esas olarak birbirinden oldukça farklı üç ana paradigmanın parametrelerinin etkisi altında geliştiğinden, UEP çalışanlarının, çoğu zaman uluslararası ekonomi politiğe farklı anlamlar yüklediği görülmektedir. Gilpin’e göre, her model bir bütün olarak farklı yazarlar tarafından geliştirilmiş olmakla birlikte, ortak yanları ekonomik ilişkiler ile politik olaylar arasında bir etkileşimin varlığını kabul etmeleridir.27 Şimdi bunlara daha ayrıntılı bakalım. A. LİBERAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIM Liberal felsefe tarihsel olarak belli amaç ve idealleri olan bir siyasal düşünce geleneğini temsil etmektedir. Siyasal anlamda eşitlik, rasyonellik ve özgürlük kavramları üzerine inşa edilen liberalizm, ekonomik alanda da siyasal iktidarın sınırlandırılması, mülkiyet özgürlüğü, serbest girişim ve serbest ticaret hakkı temelleri üzerine inşa edilmiştir. Siyasal liberalizm tüm iktidarları bireysel özgürlükler açısından bir baskı aracı olarak görürken, ekonomik liberalizm de, politik iktidarlara karşı aynı çekinceleri beslemektedir. Bu nedenle tüm liberaller politik erki, kamu otoritesi ile sınırlama prensibini savunmuştur. Liberalizm bu anlamda, serbest girişimcilere en geniş özgürlükleri ve imkanları sağlayacak şekilde, devletin ayrıcalıkları ile yöneticilerin yetkilerini olabildiğince sınırlandırma prensiplerini temel ilke olarak benimsemiştir.28 26 Kurt Burch, “Constituting IPE and Modernity”, Ed.: Kurt Burch- Robert A. Denemark, Constituting International Political Economy, Colo Boulder: Lynne Rienner Pub., 1997, ss. 24-25. 27 Gilpin, “Three Models…”, op. cit., s. 38. 28 Maurice Duverger, “Yeni Kapitalizm”, Çev.: Hakan Bahçeci, Der: Uğur Dolgun, Sosyo-Ekonomik Perspektif, Bursa: Asa Kitapevi, 2001, ss. 287-288. 14 Liberalizm klasik anlamda devletin gücünün hukuksal olarak sınırlandırılmasını ve bireysel özgürlüklerin alanının genişletilmesini savunan bir yaklaşımdır. Liberalizm, hukukla güvence altına alınmış bireysel hakların, özgürlüklerin ve serbest piyasa koşullarının ulusal zenginliği artıracağını ileri sürmektedir. Klasik liberalizmin öncüleri arasında sayılan A. Smith, hükümetlerin ekonomik düzen içerisindeki rolünün en aza indirilmesi tezini savunmuştu. Devlet, ulusal savunma ve serbest piyasanın devamını sağlayan mekanizmaları koruyacak, hukuksal düzenlemeler ve alt yapı görevlerini üstlenecek; doğrudan bir üretici güç ya da ekonomik işleyişe (üretim, fiyat vs., sürecine) müdahale eden güç olarak piyasa içerisinde yer almayacaktı. Dönemin merkantilist devlet anlayışına karşı çıkan Smith, devletin gücünün kötü kullanımını engelleyecek en iyi mekanizmanın serbest piyasa koşullarında bireysel özgürlükler alanının genişletilmesinden geçtiğini ileri sürmüştü.29 Politika ile ekonomi arasında ilişkiyi analiz eden UEP’nin temel varsayımları da daha ziyade liberalizmin etkisi altında gelişme göstermiştir. Serbest piyasa sisteminin herkesin çıkarını koruyan bir mekanizma olduğunu ileri süren liberal akıma göre, devletler kişilerin bireysel girişim haklarını kısıtlamamalı; çünkü, kendi çıkarları peşinde koşan birey aynı zamanda toplumsal çıkarlara da hizmet etmektedir. Ulusal anlamda devletin sınırlandırılmasını aynı zamanda uluslararası ekonomi önündeki sınırların kaldırılmasıyla birlikte ele alan yaklaşım, uluslararası ticaretin önündeki devlet engelinin kaldırılmasıyla dünyada üretim ve refahın artacağını öne sürmektedir. Serbest uluslararası ticaretin tüm devletlerin yararına olduğu ve bu ticaret sayesinde, ulusal zenginliklerin artacağı ileri sürülmektedir.30 Smith’in varsayımları, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra finans, eğitim ve teknoloji alanında yaşanan gelişmeler, sermayenin uluslararasılaşması, GATT çerçevesinde uluslararası ticaret önündeki engellerin kaldırılmasına dönük yürütülen müzakereler vs., gibi gelişmelerle uluslararası ilişkilerde yeni uluslararası ekonomi politik yaklaşım ve paradigmaların gelişmesine kaynaklık etmektedir. Ancak, uluslararası ekonomi politik perspektif ile klasik liberal iktisatçılar veya liberal iktisatçılar arasında önemli farklılıklar bulunduğunun altını çizmek gerekir. Diğer bir deyişle uluslararası ekonomi politik disiplini ekonomi biliminden etkilenmiş olmakla birlikte, kesinlikle iktisadın bir alt dalı değildir. Adam Smith ve ardılı olan iktisatçılar, öncelikli olarak ekonomik üretim ilişkileri ve karşılıklı mübadelenin yararları üzerinde dururken, uluslararası ekonomi politikçiler ekonomideki gelişmelerin ve ekonomik ilişkilerin uluslararası alanda zenginliğin dağılımına ve özellikle politik süreçlere nasıl etki ettiğini önemserler. Örneğin IMF ve Dünya Bankası’nın yapısını ve işleyişini inceleyen iktisatçılar, bu kurumların işleyişinde politik ve askeri olarak güçlü devletlerin nasıl bir rol oynadığı üzerinde durmazlar. Diğer bir deyişle iktisatçılar, piyasaların kendi kendine işleyen bir düzene sahip olduğunu (politik süreçten izole olmuş durumda) varsayarken, uluslararası ekonomi politikçiler uluslararası ekonomik ilişkiler ile ulusal devletin gücü, değerleri, otonomisi ve politikası arasında tüm toplumsal yapıları etkileyecek bir ilişki olduğunu öne sürmektedirler. İktisatçılar, uluslararası ekonomik kuruluşları ve rejimleri açıklarken, devletin bu rejimlerin ve kurumların oluşturulmasında ve işleyişinde oynadığı rolü gözardı etmektedirler. Oysa uluslararası ekonomi politikçiler bu kurum ve rejimler ile devletin iç 29 Balaam-Veseth, op. cit., s. 46. 30 Gilpin, “Three Models…”, s. 37; Halil Seyidoğlu, Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama, 13. Baskı, İstanbul: Kurtiş Matbaası, 1999, ss. 15-16. 15 ve dış politikaları arasındaki kurumsal ve süreçsel bağlantılar analiz edilmeden ekonomi politik disiplinin anlaşılamayacağını savunmaktadır.31 1. Ulusal Ticaretten Küresel Ticarete: Laissez Faire, Laissez Passer Ekonomi Politikası* Klasik liberal yaklaşımı en iyi açıklayan kavram “laissez-faire” ya da “let be” kavramıdır. Adam Smith’in laissez faire anlayışına göre bireysel aktivitelerin hukuksal olarak garanti altına alındığı ve devlet gücünün sınırlandırıldığı bir sistemde kendi çıkarını maksimize etmeye çalışan birey, toplum yararına da hizmet etmiş olmaktadır. Zenginleşen birey devletin de zenginleşmesine ve gücünü artırmasına yol açacaktır. Bu çerçevede birey ile devlet arasında bir çıkar çatışmasından ziyade bir çıkar uyumu ortaya çıkar. Klasik iktisadın kurucusu sayılan Adam Smith (1723-1790) tarafından 1776 yılında yayınlanan Ulusların Zenginliği adlı eserde devletin piyasaya müdahalesi eleştirilmekteydi. Esasında Adam Smith’ten önce François Quesnay (1684-1774) ‘let be, let pass” kavramı ile devletin ekonomiye müdahalesini eleştirerek, devlet otoritesinin sınırlandırılmasını ve bireysel girişim hakkının genişletilmesini savunmuştu.32 Modern iktisadın kurucusu sayılan Adam Smith kendi eserinde, bireysel çıkarın piyasanın oluşmasını ve istikrarlı çalışmasını doğrudan etkilediğini belirtmişti. Smith, toplumun refahının ve zenginliğinin, politik erkin ekonomi politiğin alanından çıkartılmasından ve piyasanın kendi kendine işlemesinden geçtiğini ifade etmişti (laissez faire, laissez passer-bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler). A. Smith’e göre: 33 “Devlet adamı veya kanun yapıcıya ait bir bilim dalı olduğu düşünülen ekonomi politik, iki farklı hedef önerir; birincisi halk için bol olan miktarda gelir veya geçim imkanı sağlamak, veya daha doğrusu onların kendileri için böylesi bir geliri veya geçimi sağlamalarını mümkün kılmak; ve ikinci olarak da devlete veya ulusa kamu hizmetlerinin yapılmasını sağlayabilecek bir gelir temin etmektir. Ekonomi politik hem halkı, hem de hükümdarı zenginleştirmeyi önerir.” Yukarıda ifade edildiği gibi artık literatürde ekonomi politik kavramı bu şekilde kullanılmıyor. Belki Adam Smith’in kullandığı anlamda ekonomi politik kavram yerine bugün iktisatçılar “iktisat politikası” kavramını tercih etmektedirler. Öte yandan dış ticarette merkantilist politikaları eleştiren A. Smith’e göre, serbest ticaret politikalarının uygulandığı bir sistemde devletler karşılıklı olarak bundan çıkar sağlayacak ve zenginleşeceklerdir. Bireysel girişim haklarının kısıtlanmadığı ve serbest ticaretin kısıtlamalara tabi tutulmadığı bir sistemde, savaşa yol açan kıt kaynakların optimal kullanımı sorunu da önemli ölçüde çözümlenmiş olacaktır. Çünkü serbest rekabet koşullarında kendi çıkarını düşünerek hareket eden bireyler, öncelikli olarak toplumsal bir yararı da sağlayarak piyasanın optimal denge seviyesinde işlemesine yol açacaklardı. Smith ayrıca, ekonomik hayatta düzen sağlayan bir piyasa mekanizmasının var olduğunu öne sürmüştü. Görünmez el diye nitelendirilen bu mekanizma Smith’e göre fiyat mekanizmasıdır. Smith ve ardından gelen klasik iktisatçılara göre, ekonomik hayatta düzen fiyat mekanizmasının işleyişi ile kendiliğinden sağlandığına göre, devletin bu amaçla ekonomiye müdahale etmesine 31 Gilpin, Global Political Economy.., op. cit., s. 77. * Laissez faire, laissez passer-bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler. 32 Balaam-Veseth, op. cit., ss. 46-47. 33 Üşür, op. cit., ss. 7-8. 16 gerek yoktu.34 Klasik liberallere göre, ekonomi kendi kendine işleyecek bir takım mekanizmaları zaten doğal olarak bulundurur ve bu çerçevede devletin ekonomiye müdahalesi doğal düzeni bozmaktan öteye bir işe yaramaz. Böylelikle Smith’e göre ekonomi politik hem halkı, hem de hükümdarı zenginleştirmenin sanatı ve bilimi olarak yöntem konusunda politik erkin iktisadi hayata müdahalesinin sınırlandırılmasını öne süren bir yaklaşımdır. Bu bağlamda klasik iktisatçıların, çıkarlarını maksimize etmeye çalışan piyasa aktörlerinin (birey- şirket) ekonomideki fonksiyonlarını oldukça önemsedikleri görülmektedir. Adam Smith tarafından savunulan ve daha sonra İngiltere’de John Locke ve ABD’de de Thomas Jefferson tarafından geliştirilen klasik liberalizm uluslararası alanda serbest ticareti savunmakta ve uluslararası ticaretin devletlerce sınırlandırılmasına karşı çıkmaktadır.35 J. Locke ve T. Jefferson gibi klasik liberallere göre, liberal devlet, bireysel özgürlük alanını genişleten ve bu hakları hukuk ile garanti altına alan devlettir. Klasik liberal düşünceye göre, demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi bireylerin zenginleşmesini teşvik eder. Liberal bir devlette vatandaşlar bazı negatif haklar (devletin otoritesinden bağımsız olma, hukuksal olmayan suçlamalar karşısında korunma vs.,) ile pozitif hukukun tanıdığı haklara (konuşma özgürlüğü, basın özgürlüğü, seçme seçilme özgürlüğü, mal edinme özgürlüğü vs.,) sahiptirler. Ekonomik ve siyasal özgürlükleri savunan klasik liberallere göre, devletin her iki alandaki otoritesi sınırlandırılmalıdır. Nitekim Adam Smith’i takip eden İngiliz iktisatçı ve parlamenter D. Ricardo (1772-1823) da politik anlamda siyasal özgürlükleri savunurken ekonomik anlamda da, uluslararası ticaret ve piyasa önündeki sınırlamaların kaldırılması gerektiğini savunmuştur. Ricardo, dönemin İngiliz Parlamentosunda serbest ticareti savunan en önemli kişiydi. Ricardo’dan sonra klasik liberal anlayışın gelişmesine farklı bir şekilde katkı sağlayan diğer bir yazar da J. Stuart Mill’dir. Devletin bireysel özgürlüklere müdahalesine karşı çıkan Mill, bireyin özgürlüğünü sınırlayan koşulları en aza indirmenin önemi üzerinde durarak, bireyin ve toplumun devletin müdahalesi azaldığı ölçüde gelişebileceğini vurgulamıştı. Ancak Mill devletin her alandan dışlanmasına karşı çıkmıştı. Mill’e göre devlet bazı sosyal alanlarda topluma yardımcı olacak fonksiyonları yerine getirmeliydi. Nispeten sosyal bir devlet anlayışını ortaya koyan Mill’e göre, devlet sağlık ve eğitim gibi alanlarda yoksul olan vatandaşlara yardımcı olmalıydı. Böylelikle Mill ile birlikte klasik liberalizmin sosyal devlet anlayışı da önemli bir aşama kaydetmiş olmaktaydı.36 Sonuç olarak klasik liberalizm olumsuz piyasa koşulları dışında, devletlerin salt hukuksal görevleri üstlenmeleri (kartellerin oluşmasını engelleme; anti tröst yasaları çıkartma; mal ve mülk edinme hakkını koruma vs.) ve ekonomik ve siyasal özgürlüklerin alanını genişletmeleri anlayışını savunmaktadır. Devletlerin piyasaya bir üretici güç olarak katılmaması durumunda piyasaların kıt kaynakların optimal üretimini ve bölüşümünü sağlamada en iyi yöntem olduğunu kabul eden klasik liberallere göre, serbest ticaret olgusu uluslar arasındaki işbirliğini ve barışı sağlayacak en önemli unsurdur. İnsan doğasına olumlu yaklaşan klasik liberaller, insanın doğuştan barışçıl ve işbirliğine açık bir doğaya sahip olduğunu öne sürmektedir. Bu çerçevede devlete biçilen rol, serbest rekabet 34 Seyidoğlu, op. cit., ss. 15-16; Balaam-Veseth, op. cit., s. 47. 35 Geniş bilgi için bkz., Bkz., Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği, 2. Baskı, İstanbul: Alfa Yay., 2002, ss. 354- 372. 36 Balaam-Veseth, op. cit., ss. 53-54. 17 ortamını engelleyici oluşumları önleme (örneğin anti tröst yasaları) ve gerekirse doğrudan güvenlik ve sosyal alandaki bazı sorumlulukları üstlenme görevidir. Hem siyasal özgürlükler hem de ekonomik özgürlükler alanını genişletip bu hakları hukuk ile teminat altına alan liberal devletin, aynı zamanda uluslararası ticaretin önündeki engelleri kaldırması da beklenmektedir. 2. 1970’li yıllar ve Politika-Ekonomi İlişkisine Yeni Bir Bakış: Neoliberalizmin Yükselişi Birinci Dünya Savaşı ve ardından yaşanan “Büyük Bunalım” klasik liberalizme olan güveni zedelemiş bu dönemde ortaya çıkan İngiliz iktisatçı Keynes, devletin ekonomiye müdahalesinin sınırlandırılması ve kontrolsüz serbest ticaret anlayışını modifiye ederek liberalizme yeni bir yön vermiştir. Büyük Bunalım olarak adlandırılan 1929 krizi, Wall Street’te hisselerin değer kaybetmesi ile başlamış ve kısa sürede gelişmiş ekonomilerde çok daha ağır ve yerleşik bir bunalımı ortaya çıkarmıştı. Üretim artışı ve tüketim yetersizliği, gelişmiş ülkelerde bir çok işyerinin kapanmasına, işsizliğin artmasına ve bu da kısa süre içerisinde gelişmiş ülkelerdeki ekonomik hayatın yapısal bir krize sürüklenmesine yol açmıştı. İşte bu noktada Keynes klasik iktisatçılardan ayrılarak krizin aşılması için devletin ekonomiye müdahalesini savunmuştu. Böylece Keynes’in öncülüğünde ekonomide ortaya çıkan bazı dengesizliklere çözüm bulmak için devletin piyasa ekonomisine müdahalesini haklı gösteren müdahaleci liberalizm gelişti.37 1917 sonrası SSCB’deki iktisadi uygulamaları bir yana bırakacak olursak 1929’da yaşanan ekonomik buhran sonrası ortaya çıkan “piyasanın başarısızlığı” anlayışı az çok tüm gelişmiş ülkelerde hükümetlerin doğrudan ekonomiye müdahale etmesiyle sonuçlanmıştı. Diğer bir deyişle dünya gene politik erkin, toplumun refahı ve sosyal devletin korunması adına iktisadi işleyişe müdahalesine tanık olmuştu. Bu durum uzunca bir dönem rafa kaldırılan ekonomi politik kavramının tekrar kullanılmaya başlamasına yol açacaktı. Keynesyencilik uluslararası ekonomik kuruluşların kurulmasında ve devletlerin kriz öncesi veya kriz sırasında ekonomiye “olumlu şekilde” müdahale etmesinde önemli bir rol oynamıştı. Bretton Woods görüşmelerine İngiltere’yi temsilen katılan delegasyonun sözcüsü olan Keynes, Bretton Woods sisteminin kurulmasına önemli bir düşünsel katkı sağlamıştı. Güçlü piyasa, güçlü devlet sloganı ile hareket eden Keynesyencilikte, serbest ticaret ve bireysel girişim haklarının genişletilmesi savunulmuş olmakla birlikte, devletin ekonomiye müdahalesinin öngörülmesi, Keynesyenciliği klasik liberalizmden ayıran başlıca unsur olmuştu. Diğer bir deyişle Keynesyen anlayışta, devletin ekonomiye müdahalesinin öngörülmesi klasik liberalizm anlayışından bir uzaklaşma olarak görülmüştü.38 1940’lardan sonra büyük bir güce sahip olmuş olan Keynesyen iktisatçıların ortaya koymuş oldukları politikalar 1970’lerden sonra meydana gelen genel iktisadi bunalımı aşmada yetersiz kalması ile birlikte Amerikalı Milton Friedman ve Avusturyalı Friedrich A. Hayek, Adam Smith’in öne sürdüğü serbest piyasa, serbest ekonomi ve bireysel özgürlük olgusunu tekrar gündeme getirmişlerdir. 1974-1975 yılları, Keynes’e yönelik eleştirileri doğrular nitelikteki iktisadi bunalımların (işsizlik, kamu borçlarının artması, üretim fazlalığı, düşük tüketim vs.) yaşanması ve bunalımın Keynes’in öngördüğü gibi devlet müdahalesi ile aşılamaması, akımın iyice 37 Büyük Larousse: Sözlük ve Ansiklopedisi, 14. cilt, Milliyet Gazetesi Baskısı, 1986, s. 7464. 38 Balaam-Veseth, op. cit., s. 58-59. 18 zayıflamasına yol açmıştı. Keynesçilik zayıfladıkça da Keynes tipi iradeci ekonomi politikalarının reddedilmesini savunan ve kendilerine neoliberaller denilen Friedman ve Hayek gibi ekonomistlerin söylemleri öne çıkmaya başlamıştı.39 Ekonomiye devlet müdahalesini yararsız gören Hayek’e göre hükümetlerin ekonomiyi yönlendiren dengeler üzerinde gerçekte hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Friedman ve Hayek 1960’lı yılların Adam Smith’in yaşadığı dönemden oldukça farklı olduğunu ancak Smith’in öne sürdüğü metodolojinin ve söylemlerin günümüzde yaşanan sorunların aşılmasında kullanılabileceğini öne sürmüşlerdi. Yazarlar, özgürlük, zenginlik ve güvenliği sağlamanın tek yolunun devletin rolünün ve gücünün hem ekonomi hem de siyasal alanda sınırlandırılması ile olacağını öne sürmüşlerdi.40 “ Hayek’e göre, Devlet bir dizi yasalara uymaya zorlanmalıdır ve bürokrasinin etki alanını genişletmek amacıyla yasaları istediği gibi kullanmasını önlemek için otoritesi sınırlandırılmalıdır. Çünkü bürokrasi bu sınırları bir kez aşmaya görsün toplumun köleliğe düşmesini kimse engelleyemez, yani hükümetin eylem alanını bildiği gibi yaymasının önüne geçilemez. İşte kollektivist sistem (...) bu yüzden totalitarizme giden ilk adımı oluşturur ve bireyin özgürlüklerini yıkıp devirir. Her türlü planlamacılığın reddi ilkesi ve piyasanın regülatör olarak savunulması buradan geliyor.”41 Neoliberalizmi savunan grupların 1980’lerde İngiltere ve ABD’de iktidara gelmesi ile birlikte, bu düşünsel akım kendisine uygulama alanı bulmuştu. Özellikle İngiltere’de Başbakan Teacher’in ismiyle özdeşleşen devletin ekonomi ve sosyal alandaki rolünün azaltılması girişimleri, kısa sürede BP, British Telecom, British Gas gibi bir çok sektörde özelleştirme yaşanmasına yol açmıştır. Hükümet, devletin ekonomideki rolünü sınırlama yoluna gitmiş ve devletin elinde bulunan şirket ve kurumları özel teşebbüse devretmişti. Aynı dönemde sosyal devlet anlayışı da kısmi anlamda terkedilmiştir. İngiltere’de devletin ekonomiden çekilmesine paralel olarak Başkan Reagan da Amerikan ekonomisini yeniden yapılandırma çerçevesinde önemli değişikliklere gitmiştir.42 Böylelikle Hayek’in belirttiği her türlü planlamacılığın reddi ilkesi ve piyasanın regülatör olarak savunulması ilkesi her iki ülkede de önemli bir uygulama alanı bulmuş olmaktaydı. 1980’lerden itibaren geniş bir uygulama alanı bulan neoliberal iktisadi politikalar SSCB’nin dağılması ile birlikte ideolojik olarak alternatifsiz bir model olarak öne çıkmıştı.43 Günümüzde her devletin hızlı ya da yavaş ancak kesinkes devletin ekonomideki rolünü azaltmaya çalıştığı görülmektedir. Avrupa ülkelerinin yanında Türkiye, Hindistan, Çin gibi ülkeler devletin ekonomideki rolünü azaltıp dış sermayeyi ülkelerine çekmek için çalıştıkları görülmektedir. Yakın bir örnek vermek gerekirse 2005 yılında Türkiye, telekomünikasyonun özelleştirilmesi çerçevesinde Telekom’un %55’lik hissesini yabancı yatırımcılara ait olan OGER şirketine altı milyar beşyüzelli milyon dolara satarak Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirmesini yapmıştı. 39 Thèma Larousse: Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yay, 1993-1994, ss. 464-465. 40 Balaam-Veseth, op. cit., s. 61. 41 Arı, op. cit., s. 393 42 Ahmet İnsel, Neoliberalizm: Hegemonyanın Yeni Dili, İstanbul: Birikim yay., 2003., ss. 178-180. 43 Neoliberaller olarak adlandırılan akımın klasik liberal felsefelerden ayrılan bazı yönleri olduğunu belirtmek gerekir. Bunlar arasında kurumsalcı liberaller olarak adlandırılan akımın temel özeliği uluslararası sistem ve uluslararası kurumların önemini vurgulamasıdır. Bu konudaki tartışmalar için bkz., David A. Baldwin, “Neoliberalism, Neorealism and World Politics”, Ed.: David A. Baldwin, Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York: Columbia Uni. Pres., 1993, ss. 3-25. 19 Sonuç olarak ekonomi politik perspektifin öncüleri arasında sayılan Karl Polanyi neoliberal akımın güçlenmesinin uluslararası sistem düzeyinde devlet-piyasa etkileşimini ciddi şekilde etkilediğini ileri sürmüştür. 19. ve 20. yüzyıl kapitalizmini inceleyen Polanyi’ye göre kapitalizm birbirini tamamlayan iki aşama içerisinde devletin ekonomi içerisindeki konumunu etkilemiştir. Birinci aşamayı klasik liberalizmin devleti sınırlandırma girişimleri ile başlatan Polanyi’ye göre, ekonomik düzenin doğal işleyiş yasasına bağlı kalınarak devletin ekonomi üzerindeki kontrolünü azaltma girişimleri 1930’lardan sonra rafa kaldırılmıştı. Ancak, bu sürecin neoliberal politikalar ile birlikte tekrar gündeme geldiğini belirten Polanyi’ye göre neoliberal akım, devleti, ulusal ekonomiyi global ekonomiye eklemlemeye zorlamıştır. Özelleştirme, yabancı yatırımların desteklenmesine dönük yasal düzenlemeler, uluslararası hukuk ve bazı özel uygulamaların kabulü (örneğin tahkim gibi), ulusal devletin ekonomik süreç üzerindeki müdahalesini sınırlamıştır. Bu çerçevede neoliberal akımı, ulusal piyasaların devlet ve kamuoyu müdahalesinden kurtulup global ekonominin birer parçası haline gelme süreci olarak tanımlayabiliriz.44 3. Liberal Ekonomi Politik Yaklaşımda Güvenlik ve Karşılıklı Bağımlılık Olgusu XX. yüzyılda meydana gelen gelişmeler uluslararası ekonomik ilişkilerin ve uluslararası politikanın niteliğini önemli ölçüde değiştirmiştir. Hükümetlerin kontrolü dışında oluşan bir çok gelişme ve hükümetleri doğrudan temsil etmeyen örgütlerin uluslararası sorunlarda ve devletler arasındaki ilişkilerde oynadıkları rol, uluslararası ekonomi politikçiler açısından oldukça önemsenmektedir. Özellikle hükümetlerin kontrolü dışında iletişim, ekonomi, teknoloji, kültür ve eğitim alanlarında yaşanan bir çok gelişme politika ve ekonomi arasındaki ayrımı vurgulayan teorilerin zayıflamasına yol açarken, bu durum ekonomi politik yaklaşımın güçlenmesine yol açmıştır.45 Bu çerçevede ulusal ticaretin küresel ticarete, ulusal finansın küresel finansa ve ulusal ya da çok uluslu şirketlerin küresel şirketlere dönüştüğü bir dönemde ulusal devletlerin egemenliklerinin de tartışmalı hale geldiği ileri sürülmektedir.46 Devletler arasındaki siyasal sınırların öneminin giderek azaldığını, iç ve dış politika arasındaki ayrımın oldukça zayıfladığını uluslararası politikanın giderek daha fazla ekonomik ilişkilerden etkilendiğini öne süren liberal ekonomi politikçilere göre, küreselleşen dünyada uluslararası ilişkilerin işleyişi salt devletler arası bir etkileşim alanı olmaktan çıkmıştır. Buna göre ulusal devletlerin aleyhine sermaye, teknoloji, finans vs. ile global politikanın yapısında başlayan dönüşüm, bir süre sonra ulusal sınırların varlığının ortadan kaldırılması veya anlamını yitirmesi ve global bir toplumun ortaya çıkması ile sonuçlanabilir. Neoliberal politikaların yönlendirdiği ekonomik küreselleşme olgusunun bu süreci derinleştiren en önemli öğelerin başında geldiği belirtilmektedir. Bu süreçte ulusal devletlerin küresel ekonominin liberalleşme baskısıyla, ulusal ekonomi üzerindeki denetimini ardı sıra küresel sosyo ekonomik aktörlere bırakmak zorunda kalacağı varsayılmaktadır. Ulusal ekonomilerin sahip olduğu otonominin küreselleşme süreci ile birlikte global ekonomik güçlerin baskıları karşısında ortadan kaldırıldığı bir dönemden geçildiği ileri sürülmektedir.47 44 Cox, op. cit., s. 39. 45 Joseph S. Nye-Robert O. Keohane, “Transnational Relations and World Politics: An Introduction”, International Organization, Vol. 25, No. 3 (Summer, 1971), s. 332. 46 Mim Kemal Öke, Küresel Toplum, Ankara: Asam Yay., 2001, s. 33 47 Bu konuda bkz., Syed Javed Maswood, International Political Economy and Globalization, Singapure: NJ World Scientific Pub., 2000, ss. 10-17. 20 Bu bağlamda Keohane ve Nye’ın karşılıklı bağımlılık yaklaşımı, uluslararası politikanın ekonomik ilişkilerden daha fazla etkilendiğini ve devletlerin dışında devlet olmayan aktörlerin uluslararası ilişkilerde ağırlığının arttığını öne sürmesi açısından liberal ekonomi politik perspektife kaynaklık etmektedir. Uluslararası ekonomi politik perspektiften hareketle ikili dünya politikasında devletler ve toplumlar arasında artan karşılıklı ekonomik ilişkilerin uluslararası alanda savaşların ve güvenlik politikalarının uygulanabilirliğini azalttığını ileri sürmektedir. Keohane ve Nye, Bu çerçevede karşılıklı bağımlılık; bireyler, hükümetler ve çok uluslu şirketler türünden iki ya da daha fazla tarafın eylemlerinin karşılıklı olarak birbirleri ile bağlantılı olma halidir.48 Bu bağlamda devletler, karşılıklı bağımlılık dolayısıyla dış etkilere açık durumdadırlar. Bu etki ticari, ekonomik yardım, yatırım ilişkisi, kültürel etkileşim gibi farklı nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Devletler arasında artan ekonomik ilişkilerin çatışmayı engelleyeceğini varsayan karşılıklı bağımlılık yanlılarına göre, uluslararası ilişkilerde meydana gelen ekonomik temelli bir çok gelişme askeri gücün kullanılmasını zorlaştırmaktadır.49 Liberal UEP’ye kaynaklık eden çok taraflı karşılıklı bağımlılığın öncülleri olan Keohane ve Nye’a göre, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde ülkeler arasında artan ticari, kültürel, politik vb. ilişkiler askeri gücün kullanılmasının sınırlanmasına yol açmıştır. Zira ikiliye göre, devletlerin asıl ilgi alanlarından biri de kendilerine ekonomik kazanç sağlayacak işbirliği süreçlerini geliştirmektir. Ülkeler arasında karşılıklı etkiye ve kazanca dayanan yoğun ticari, kültürel, sportif ilişkilerin gelişmesi devletler arasında güç kullanım politikasını gündemden düşürmektedir. Her sorunu güç kullanarak çözme politikasının günümüzde geçerliliğini yitirdiği; yalnızca devletin hayatta kalmasını sağlayan bir araç olarak varlığını sürdürdüğü öne sürülmektedir. Buna karşın gücün bir politika aracı veya amacı olarak benimsenmesi, gittikçe önem kazanan ekonomik temelli hedeflere ulaşmak için çoğu zaman uygun görülmemektedir. Örneğin AB üyesi ülkeler arasında olduğu gibi, bir çok konuda karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde bulunulan ülkeler arasında, herhangi bir konu nedeniyle güç kullanmak büyük bir olasılıkla diğer pek çok konuda kurulmuş veya kurulması olası yararlı ilişkileri kesintiye uğratacaktır. Uluslararası ekonomik ilişkilerin etkisi altında devletlerin varlıklarını tehdit etmeyen sorunlarını askeri olmayan yöntemlerle çözme yoluna gittikleri öne sürülmektedir.50 Bu çerçevede devletler arasında böyle bir ilişkinin kurulmasında ekonomik ilişkilerin belirleyici bir etkiye sahip olduğu varsayılmaktadır. Zira, ekonomi ile politika arasında yapısal bir etkileşim olduğunu öne süren ekonomi politik perspektifte ekonomik ilişkilerin ya da politik ilişkilerin bir biri üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olduğu varsayılmaktadır. Örneğin 1973 Arap-İsrail krizi sırasında Japonya’nın kısa sürede Arap tezlerini destekleyen bir dış politika benimsemesi gibi.51 48 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 2. baskı, İstanbul: Filiz Kitapevi, 1995, s. 108. 49 Deniz Ü. Arıboğan, Globalleşme Senaryosunun Aktörleri: Uluslararası İlişkilerde Güç Mücadelesi, İstanbul: Der Yay., 1996, ss. 46-47. 50 Robert O. Keohane – Joseph S. Nye, “Power and Interdependence: World Politics in Transition”, Çev.: Zana Çitak, Ed.: Howard Williams-Moorhead Wringht-Tony Evans, Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Teorisi Üzerine Bir Derleme, Ankara: Siyasal Kitabevi, 1996, ss. 351-357. 51 Hironao Matsutani, Japonya’nın Dış Politikası ve Türkiye, İstanbul: Bağlam Yay., 1995, s. 97. 21 4. Ekonomik Aktörlerin Uluslararası Politikada Artan Ağırlığı Uluslararası gündemin gittikçe artan bir şekilde uluslararası ekonomik ilişkiler tarafından belirlendiğini öne süren liberaller, uluslararası, hükümetler üstü ve uluslaraşırı aktörlerin uluslararası politikada oynadığı role dikkat çekmektedir. Liberal UEP’çilere göre ekonomik alanda devletler arasında karşılıklı bağımlılığın oluşmasında şirketler oldukça önemli fonksiyonlar üstlenmektedir. Ticari şirketler, ulusal ekonomileri uluslararası üretimin bir parçası haline dönüştürmektedir. Diğer bir deyişle ulusal ekonomi ile küresel ekonomi arasında bağın oluşmasında ve güçlenmesinde çok uluslu şirketler hayati bir rol oynamaktadır.52 Çok uluslu şirketlerin uluslararası politikadaki önemini vurgulayan yazarlar, bölgesel gelişmişlik, istihdam ve diğer ekonomik içerikli sosyal politikaların hükümetlerin öncelikli ilgi alanı haline geldiği günümüzde, hiçbir hükümetin, ülke içi istihdamı artıran, bölgesel gelişmeye katkıda bulunan ve ülkenin kullanılamayan atıl kaynaklarını kullanan çok uluslu şirketin faaliyetlerini engellemeyi ya da şirketi ülkeden çıkartmayı göze alamayacağını öne sürmektedir.53 Diğer yandan da bir ülkede yatırım kararı olan ya da bir ülkedeki yatırımlarını korumak ve geliştirmek isteyen bir çok uluslu şirketin de, o ülkenin siyasal yapısını kendi ekonomik beklentileri çerçevesinde etkilemeye çalışacağı açıktır. Bununla birlikte liberal uluslararası ekonomi politik yaklaşım, artan karşılıklı bağımlılık sonucunda ulusal ekonomilerin bir süre sonra daha global bir ekonomik sistemin parçası haline dönüşmesini kaçınılmaz görmektedir. Global ekonomik ilişkilerin genişlemesiyle uluslararası sermayenin bir parçası haline gelen ulusal ekonomilerin, kendi özerkliklerini önemli ölçüde kaybettikleri öne sürülmektedir. Liberal uluslararası ekonomi politikçiler ekonomi ile politika arasında doğrudan bir bağlantı süreci üzerinde dururken, bu sürecin globalleşme ile birlikte küresel bir hal aldığını varsaymaktadır. Aynı zamanda ekonomik liberalizasyon süreci ile politik liberalizasyon süreçlerini birlikte ele alan liberal uluslararası ekonomi politikçiler, devletlerin global ekonomik ilişkiler üzerinde sınırlayıcı bir etki oluşturmasına hem karşı çıkmakta hem de global sistemdeki etkileşimlerden dolayı bunu oldukça sınırlı görmektedir.54 Devletlerin egemenliklerinin global ekonomik ilişkilerin küreselleşmesi ile birlikte sınırlandığı belirtilmektedir. Bu çerçevede liberal uluslararası ekonomi politikçiler artan uluslararası sermaye hareketlerine dikkat çekerken ekonomik gelişmişlik ve ekonomik kalkınmaya olan ilginin ulus devletlerin ekonomik meseleler üzerindeki etkisini azalttığına ve denetimin çok uluslu şirketlerin, para spekülatörleri55 ve diğer ekonomik amaçlı kurum ve örgütlerin eline geçtiğine işaret etmektedirler. Harry Johnson 1970’lerde bunu şu şekilde tanımlamıştı: 52 Gilpin, “Three Models...”, op. cit., s. 39. 53 Ibid., ss. 39-40. 54 Türkiye’de TÜSİAD’ın Başkanlığını yürüten Ömer Sabancı, ekonomik liberalleşmenin politik liberalleşmeden ayrı değerlendirilemeyeceğini ifade etmektedir. Sabancı, “1995‘ten bu yana Türkiye‘de gelişen süreç, ekonomik liberalleşme ile demokratikleşme arasında ayrılmaz bir bağ olduğunu ortaya koydu” sözleriyle siyasi liberalleşme ile ekonomik liberalleşme arasında güçlü bir ilişkinin olduğunu ileri sürmüştü. Sabancı’nın Harp Akademisinde düzenlenen Türk Ekonomisinin Bugünü ve Yarını Değerlendirmesi Konferansı’ndaki konuşmasının tam metni için bkz., http://www.tusiad.org/haberler/konusma/duyuruno559.pdf, (e.t.10.10.2005) 55 Özellikle bu konuda İngiltere’nin güçlü para politikasına büyük bir darbe vuran George Soros’un 1992 yılındaki girişimi önemlidir. George Soros, 1992 yılında İngiliz sterlinin piyasadaki değerinden daha fazla olduğuna ve İngiltere’nin güçlü para politikasını sürdüremeyeceğine karar verdiğinde, piyasaya İngiliz hükümetinin alabildiğinden daha fazla Sterlinleri sürerek Londra’yı önemli bir ekonomik kayba uğratmıştı. Londra krizi ve buna benzer krizlerle 22 “En önemli meselelerden biri gelecekte ulus devletler ile uluslararası ekonomiyi yaygınlaştırmayı amaçlayan sosyo ekonomik güçler arasındaki radikal çatışma olacaktır. Bu çatışma esasında günümüzde çok uluslu şirketler ile ulus devletler arasında başlamış bulunmaktadır. Şimdilik bu dengenin ulus devletlere doğru kaydığı görülmektedir. Ancak uzun dönemde ekonomik güçlerin politika üzerinde belirleyici bir güç olacağı aşikardır. Eninde sonunda bir federal dünya hükümetinin, dünyanın ekonomik sorunlarına en iyi çözüm olduğu fikrine gidilecektir.”56 Global ekonomik ilişkilerin artmasının devletin egemenlik iddialarını zayıflattığını öne süren UEP’çilere göre üretim, piyasa ve yatırımın sürüklediği ulusal ekonomiler izolasyondan ziyade global bir perspektife sahiptirler. Ekonomik aktörler bir şekilde güçlerini artırmak için bile olsa sınırların ötesine genişleme çabası içerisindedirler. Bu perspektif zamanla devletlerin ulusal ekonomi üzerindeki denetiminin zayıfladığını ve bu denetimin ekonomiye müdahaleler yolu ile t