T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI ÖNCEKİ ŞERİATLARIN İSLÂM HUKUKUNA YANSIMALARI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) UĞUR APAYDIN BURSA-2022 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI ÖNCEKİ ŞERİATLARIN İSLÂM HUKUKUNA YANSIMALARI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) UĞUR APAYDIN Danışman: Prof. Dr. HALİL İBRAHİM ACAR BURSA – 2022 TEZ ONAY SAYFASI T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, İslâm Hukuku Bilim Dalı'nda 702023004 numaralı Uğur APAYDIN’ın hazırladığı “Önceki Şeriatların İslâm Hukukuna Yansımaları” başlıklı yüksek lisans tezi ile ilgili savunma sınavı, 12/08/2022 Cuma günü …….. - ……. saatleri arasında yapılmıştır. Alınan cevaplar sonunda adayın ……………………….. (başarılı / başarısız) olduğuna ………………………………….. (oybirliği / oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Üye Prof. Dr. Halil İbrahim Acar Doç. Dr. M. Salih Kumaş BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ Üye Doç. Dr. Abdurrahim Kozalı MARMARA ÜNİVERSİTESİ 12/08/ 2022 SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Tez Başlığı / Konusu: Önceki Şeriatların İslâm Hukukuna Yansımaları Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam 154 sayfalık kısmına ilişkin, 29/07/2022 tarihinde şahsım tarafından Turnitin adlı intihal tespit programından aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı %18’dir. Uygulanan filtrelemeler: Kaynakça hariç 1- Alıntılar hariç/dahil 2- 5 kelimeden daha öz örtüşme içeren metin kısımları hariç Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. 29/07/2022 Adı Soyadı: Uğur Apaydın Öğrenci No: 702023004 Anabilim Dalı: Temel İslâm Bilimleri Programı: İslâm Hukuku Statüsü: Y.Lisans Doktora Danışman Prof. Dr. H. İbrahim ACAR 29/07/2022 YEMİN METNİ Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Önceki Şeriatların İslâm Hukukuna Yansımaları” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. 12/08/2022 Adı Soyadı: Uğur Apaydın Öğrenci No: 702023004 Anabilim Dalı: Temel İslâm Bilimleri Programı: İslâm Hukuku Statüsü: Y.Lisans Doktora Yazar adı soyadı Uğur Apaydın Üniversite Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim dalı Temel İslâm Bilimleri Bilim dalı İslâm Hukuku Tezin niteliği Yüksek Lisans Mezuniyet tarihi ………/………/2022 Tez danışmanı Prof. Dr. Halil İbrahim Acar ÖNCEKİ ŞERİATLARIN İSLÂM HUKUKU’NA YANSIMALARI ÖZET İslâm, semavi dinlerin sonuncusudur. Bütün semavi dinler, kaynağını Allah’tan aldığına göre İslâm hukuku ile önceki şeriatlar arasında birçok benzerliğin bulunması tabiîdir. Bununla beraber önceki şeriatlarda bulunup da İslâm’da bulunmayan bazı hükümler de bulunmaktadır. Bu tez hem benzerliklere hem de farklılıkları dikkate alarak önceki şeriatların İslâm hukukuna olan yansımalarını ele almayı hedeflemiştir. Bu tezde, şeriat kavramı ayrıntılı bir şekilde incelenerek tarifi ve fıkhi analizi yapılmıştır. Daha sonra önceki şeriatlar hakkında detaylı bilgi verilmiştir. Önceki şeriatlar tabiriyle her ne kadar Yahudilik ve Hıristiyanlık anlaşılsa da bu kavramın her ikisinden daha geniş olduğu açıktır ve bu husus tezde izah edilmiştir. Ayrıca, önceki şeriatların İslâm hukuku açısından delil kabul edilip edilemeyeceği sorgulanmış ve Hz. Peygamber’in bisetten önce ve sonraki tutumuna göre fukahanın sözleri ifade edilmeye çalışımıştır. Öte yandan, önceki şeriatlardan neshedilen ve neshedilmeyen hükümler araştırılarak bunun İslâm hukukuna olan yansımaları ortaya konulmuştur. Anahtar kelimeler: (İslâm hukuku, önceki şeriatlar, şer’u men kablena, eş-şerâiu’s-sâlife) vii Name & surname Uğur Apaydın University Bursa Uludağ University Institute Institute of Social Sciences Field Basic Islamic Sciences Subfield Islamic Law Degree awarded Master Date of degree ………/………/2022 awarded Supervisor Prof. Dr. Halil İbrahim Acar REFLECTIONS OF THE LAWS OF PREVIOUS RELIGIONS ON ISLAMIC LAW ABSTRACT Islam is the last of the monotheistic religions. Since all monotheistic religions derive their origin from Allah, it is natural to find many similarities between Islamic law and previous sharia. However, there are some provisions that were found in previous shariahs but not in Islam. This thesis aims to deal with the reflections of previous sharia on Islamic law by considering both similarities and differences. In this thesis, the concept of sharia was examined in detail and its definition and fiqh analysis were made. Then, detailed information about the previous sharia was given. Although Judaism and Christianity are understood in terms of previous sharia, it is clear that this concept is broader than both, and this issue has been explained in the thesis. In addition, it was questioned whether the previous shari'ahs could be accepted as evidence in terms of Islamic law and the words of the fuqaha were tried to be expressed according to the attitude of the Prophet Muhammad before and after the prophethood. On the other hand, the abrogated and non-abrogated provisions of the previous sharia were investigated and its reflections on Islamic law were revealed. Keywords: (Islamic law, previous sharias, laws of previous religions, divine religions) viii ÖNSÖZ Hukuk, insanlık tarihi kadar eski bir müessesedir. Bu kadar eski bir müessesenin diğerlerinden etkilenmemesi mümkün değildir. Çünkü hukuka konu olan temel amil insandır ve o, yüzyıllar geçse de hemen hemen aynı ihtiyaçlara sahiptir. İslâm hukuku da insanların ihtiyaçlarına cevap vermesi, aralarını sulh etmesi ve onların birbirleriyle olan ilişkileri düzenlemesi bakımından diğerleriyle benzerlikler gösterir. Bununla beraber beşer menşeli hukuk sistemleriyle, semavî olanlar arasında birtakım farklılıklar bulunur. Zira beşer menşeli hukuklar dünya hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik iken; semavî kaynaklı olanlar hem dünyevî hem de uhrevî maksadları gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu yüzden bu ikisi arasında belli bir gaye farklılığı bulunmaktadır. Ayrıca ilahî hukuk sistemlerinin (şeriatların) dayanağı Tanrı iken; diğerlerininki beşerdir ki bu da istinad bakımından bu iki sistemin birbirinden ayrıştığını göstermektedir. Bilindiği üzere -İslâm inancına göre- Hz. Adem’den Hz. Muammed’e kadar birçok peygamber gelmiş, gelen bu peygamberler de ümmetlerine Allah’ın buyruklarını tebliğ etmişlerdir. Ancak bunların hepsi müstakil bir şeriat ile gelmemiş olup, bazıları önceki peygamberlerin şeriatı üzere amel etmeye memur edilmişlerdir. Hz. Peygamber’den önce gelen şeriatlar, belli bir zümreye veya bölgeye hasredilmiş iken İslâm, bütün insanlığa gönderilmiştir. Dolayısıyla onun ahkâmı da bütün insanlığa şamil olmaktadır. Onun ahkâmının bütün insanlığa şamil oluşu, önceki dinlerden/şeriatlardan hiç etkilenmediği anlamına gelmez. Zira semavî dinlerin kaynağı birdir ve bunlar insanları aynı ortak paydaya çağırmaktadır. Öyleyse bunların birbirinden tamamen farklı olması düşünülemez. Bu tez, beşer menşeli hukuk sistemleri ile semavî olanlar arasındaki farklılıkları incelemekten öte, semavî olanlarının birbirleri arasındaki ilişkiyi, hatta daha doğru bir ifadeyle diğer semavî hukuk sistemlerinin, İslâm hukukuna olan tesirlerini incelemektedir. Kısaca bu çalışma, önceki şeriatlar ile İslâm hukuku arasındaki benzerlik ve farklılıklara temas ederek bunların birbirleriyle etkileşimlerini ele almaktadır. Konunun geniş bir yelpazeye yayılması nedeniyle gerek Kitab-ı Mukaddes’ten gerekse de Kur’ân ve sünnetten yararlanılmış, ayrıca usûl-i fıkıh literatürü başta olmak üzere diğer İslâmi literatürden de istifade edilmiştir. ix Gerek ders aşamasında ve gerekse de bu çalışmayı hazırlarken yardımlarını esirgemeyen danışmanım Prof. Dr. H. İbrahim Acar ile Prof. Dr. Ali Kaya ve Doç. Dr. M. Salih Kumaş hocalarıma teşekkürü bir borç bilirim. BURSA-2022 x İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ...................................................................................................... i YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU .......................................................i i YEMİN METNİ ............................................................................................................... iii ÖZET............................................................................................................................... vii ABSTRACT ................................................................................................................... viii ÖNSÖZ ............................................................................................................................ ix KISALTMALAR ........................................................................................................... xvi GİRİŞ ................................................................................................................................ 1 I. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ VE AMACI ................................................................. 2 II. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI VE SINIRLIKLARI ....................................... 2 BİRİNCİ BÖLÜM ŞERİAT KAVRAMININ KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ VE ÖNCEKİ ŞERİATLAR HAKKINDA GENEL BİLGİLER I. ŞERİAT KAVRAMININ KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ ........................................ 6 A. Lügavî ve Istılâhî Manası ................................................................................... 6 B. Din, Millet ve Şeriat Münasebeti ....................................................................... 9 C. Şeriatın Neshi Meselesi .................................................................................... 10 II. ÖNCEKİ ŞERİATLAR HAKKINDA GENEL BİLGİLER ................................... 12 A. Günümüze Sistemli Bir Şekilde Ulaşmayanlar ................................................ 13 1. Hanîflik ......................................................................................................... 13 2. Sâbiîlik .......................................................................................................... 15 3. Sâmirîlik........................................................................................................ 17 B. Günümüze Sistemli Bir Şekilde Ulaşanlar ....................................................... 22 xi 1. Yahudilik ...................................................................................................... 22 2. Hıristiyanlık .................................................................................................. 28 İKİNCİ BÖLÜM USÛL-İ FIKIH AÇISINDAN ÖNCEKİ ŞERİATLARIN KAYNAK DEĞERİ I. ÖNCEKİ ŞERİATLARIN HÜCCET VASFI TAŞIDIĞINA DAİR NAZİL OLAN ÂYETLER ...................................................................................................................... 36 II. ÖNCEKİ ŞERİATLARIN HÜCCET VASFI TAŞIDIĞINA DAİR VARİD OLAN HADİSLER ..................................................................................................................... 39 III. FUKAHANIN ÖNCEKİ ŞERİATLAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ ............. 41 A. Fukaha’nın Hz. Peygamber’in Bi’setten Önceki Tutumu Hakkındaki Görüşleri 41 1. Hz. Peygamber Bi’setten Önce Önceki Şeriatların Hükümleriyle Amel Etmiştir .................................................................................................................... 41 2. Hz. Peygamber Bi’setten Önce Önceki Şeriatların Hükümleriyle Amel Etmemiştir ............................................................................................................... 44 3. Hz. Peygamber’in Bi’setten Önceki Tutumu Hakkında Tevakkuf Edilmelidir 44 B. Fukaha’nın Hz. Peygamber’in Bi’setten Sonraki Tutumu Hakkındaki Görüşleri 45 1. Hz. Peygamber Bi’setten Sonra Önceki Şeriatların Hükümleriyle Amel Etmiştir .................................................................................................................... 45 2. Hz. Peygamber Bi’setten Sonra Önceki Şeriatların Hükümleriyle Amel Etmemiştir ............................................................................................................... 47 xii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÖNCEKİ ŞERİATLARIN FÜRÛ-I FIKHA OLAN YANSIMALARI I. NESHEDİLEN HÜKÜMLER ................................................................................ 50 A. Kardeşlerin Evliliği .......................................................................................... 50 B. Aynı Anda İki Kızkardeşle Evlenme ................................................................ 51 C. Kıblenin Değiştirilmesi .................................................................................... 51 D. İsrailoğulları’nda Bulunan Ağır Hükümler ...................................................... 53 E. Bazı Köleleştirme Yöntemleri .......................................................................... 55 F. Bazı Câhiliye Arap Âdet ve Gelenekleri .............................................................. 56 II. NESHEDİLMEYEN HÜKÜMLER ....................................................................... 59 A. İbâdat ................................................................................................................ 59 1. Abdest ........................................................................................................... 59 2. Gusül ............................................................................................................. 61 3. Namaz ........................................................................................................... 62 4. Zekât ............................................................................................................. 64 5. Oruç .............................................................................................................. 66 6. Hac ................................................................................................................ 69 7. Kurban .......................................................................................................... 70 8. Cihad ............................................................................................................. 71 B. Muâmelat .......................................................................................................... 72 1. Faizin Haram Kılınması ................................................................................ 72 2. Fuzûlînin Satışı ............................................................................................. 74 3. Selem ............................................................................................................ 75 4. Damân ........................................................................................................... 76 5. Cu‘âle ............................................................................................................ 77 xiii 6. İcâre .............................................................................................................. 78 7. Hibe ............................................................................................................... 80 8. Vekâlet .......................................................................................................... 81 C. Münâkehat ve Mufârekat .................................................................................. 82 1. Nikah Akdinin Meşruiyeti ............................................................................ 82 2. İcap ve Kabul ................................................................................................ 84 3. Mehir ............................................................................................................. 85 4. Velâyet .......................................................................................................... 86 5. Kefâet ............................................................................................................ 87 6. Çok Evlilik .................................................................................................... 87 7. Boşanma........................................................................................................ 89 D. Ukûbat .............................................................................................................. 90 1. Had Cezaları ................................................................................................. 91 2. Kısas-Diyet ................................................................................................... 95 3. Tazir .............................................................................................................. 99 E. Yemin ve Adak ............................................................................................... 100 1. Yemin.......................................................................................................... 101 2. Adak ............................................................................................................ 103 F. Diğer Meseleler .................................................................................................. 105 1. Hıtân............................................................................................................ 105 2. Örtünme ...................................................................................................... 106 3. Yeme-İçme.................................................................................................. 107 4. Hîle-i Şer‘ıyye............................................................................................. 110 5. Kölelik ........................................................................................................ 111 6. Kur‘a ........................................................................................................... 112 7. Vakıf ........................................................................................................... 114 xiv 8. Vasiyet ........................................................................................................ 115 9. Miras ........................................................................................................... 115 10. Cenaze ......................................................................................................... 118 SONUÇ ......................................................................................................................... 120 KAYNAKLAR ............................................................................................................. 122 xv KISALTMALAR Bibliyografik Bilgiler Türkçe Uluslararası Ankara Üniversitesi A.Ü. A.U. Abant İzzet Baysal Üniversitesi A.İ.B.Ü.İ.F.D. A.I.B.U.M.I.F. İlahiyat Fakültesi Dergisi Atatürk Üniversitesi A.Ü.İ.F.D. A.U.M.I.F. İlahiyat Fakültesi Dergisi aynı eser a.e. lbid. aynı müellif a.mlf. sa. adı geçen eser a.g.e. op.cit Basım yeri yok b.y. s.l. Bingöl Üniversitesi B.Ü.İ.F.D. B.U.M.I.F. İlahiyat Fakültesi Dergisi cilt c. vol. Cumhuriyet Üniversitesi C.Ü.İ.F.D. C.U.M.I.F. İlahiyat Fakültesi Dergisi çeviren çev. trans by. Diyanet İslâm Ansiklopedisi DİA DIA Diyanet İşleri Başkanlığı DİB PRA hicrî h. A.H. Hazreti Hz. Hazrat İlahiyat Fakültesi Dergisi İ.F.D. M.I.F. İslâm Araşırmaları Merkezi İSAM CIS Kütüphane, Kütüphanesi Ktp. Lib. milâdî m. A.D. madde md. art. milâttan önce M.Ö. B.C. milâttan sonra M.S. A.D. numara nr. no. Ondokuz Mayıs Üniversitesi O.M.Ü.İ.F.D. O.M.U.M.I.F. İlahiyat Fakültesi Dergisi xvi ölümü, ölüm tarihi öl. d. sayfa s. p. Sakarya Üniversitesi S.Ü.İ.F.D. S.U.M.I.F. İlahiyat Fakültesi Dergisi sayfa sayıları ss. pn. Tahkik eden thk. Critical ed. tarih yok t.y. n.d. tercüme, tercüme eden trc. trans by. Türk Dil Kurumu TDK TLS Türkiye Diyanet Vakfı TDV TDF Uludağ Üniversitesi U.Ü. U.U. ve benzeri vb. etc. ve diğerleri vd. et al. Yayıncı yok y.y. s.l. açıklama * * xvii GİRİŞ Din, akıl sahiplerini kendi hür iradelerini kullanarak, dünyada ve ahirette, huzura ve mutluluğa ulaştıran ilâhî bir nizam (vaz’-ı ilâhî) şeklinde tarif edilir1. İster ilahi kaynaklı ister beşer menşeli olsun, her din, müntesiplerine belli başlı teklifler yükler. Bu tekliflerin kimi itikadi konularla alâkalı iken; kimisi ise amelî meselelere münhasırdır. Yani dinler, ebedi huzuru temin etmek için müntesiplerinden belli başlı mükellefiyetler bekler. İslâm hukuku, bunun daha çok ameli kısımlarıyla, yani ahkâm tarafıyla ilgilidir. Hz. Peygamber’in bi’set öncesi ve sonrasındaki tutum ve davranışları, alimler tarafından incelenmiş, onlardan kimi önceki şeriatların İslâm hukukunda da hüccet vasfı taşıdığına kâil olmuş; kimi bunu reddetmiş; kimi ise bu meselede tevakkuf etmek gerektiğini bildirmiştir. Bu tez, önceki şeriatlar ile İslâm hukuku arasındaki bağı inceleyip aralarında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar olduğunu ele almaktadır. Ayrıca önceki şeriatlar, İslâm hukuku bakımından hüccet vasfı taşır mı? Taşırsa bunun ölçüsü ve sınırı nedir? Önceki şeriatlardan gelen hangi hükümler neshedilmiş; hangisi baki kalmıştır? vb. sorulara cevap arayacaktır. İlk bölümde, şeriat kavramının lügavî ve terim anlamı üzerinde durulmuştur. Daha sonra önceki şeriatlar kavramı inceleme konusu yapılmış olup, bunlar da sistemli bir şekilde günümüze ulaşıp ulaşmamasına göre iki kategoride incelenmiştir. Bundan sonra ise önceki şeriatların kaynak değeri sorgulanarak fukahanın bu meseledeki görüşlerine yer verilmiştir. İkinci bölümde, önceki şeriatların kaynak değeri sorgulanmış ve fukahanın bunlar hakkındaki görüşleri ele alınmıştır. Üçüncü bölümde, önceki şeriatların fürû-ı fıkha olan yansımaları ele alınıp ortaya konmaya çalışılmıştır. Sonuç bölümünde ise tezin değerlendirmesi yapılmış ve ulaşılan sonuçlara yer verilmiştir. 1 Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Alî es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî el-Hanefî, et-Ta‘rîfât (Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-‘İlmiyye, 1403/1983), 105. 1 I. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ VE AMACI Bilindiği üzere İslâm hukuku açısından önceki şeriatlar, kaynağını Allah’tan alsa da kısmen veya çoğunlukla tahrife uğramışlar, böylece saflıklarını/orijinlerini kaybetmiştir. Ancak bu durum, önceki şeriatların bütünüyle tahrif edildiği ve İslâm hukukuyla benzerliklerinin olmadığı anlamına gelmez. Kur’ân’da ve Hz. Peygamber’in sünnetinde önceki şeriatlara vurgu yapılmıştır. Alimler buradan yola çıkarak önceki şeriatlarla İslâm hukuku arasında bir bağ/benzerlik kurmuşlardır. Nitekim -bazı alimlere göre- İslâm hukukunda bulunan bazı meselelerin cevabı, önceki şeriatlardan yola çıkılarak verilmiştir. Hatta kimi alimlere göre önceki şeriatlar, İslâm hukukunun fer‘î kaynakları arasında yer almaktadır. Öyleyse konunun araştırılması bu bakımdan da azımsanamayacak derecede bir önem arz etmektedir. Araştırmanın amacı, önceki şeriatların İslâm hukukuyla olan benzerlik ve farklılıklarını ortaya koyarak bunlardan hangilerinin İslâm tarafından da kabul gördüğünü ortaya çıkarmaktır. Öte yandan “Önceki Şeriatlar” kavramıyla ilk akla gelen, Yahudilik ve Hıristiyanlık olsa da usul kitaplarına bakıldığı zaman önceki şeriatların bunlarla sınırlı olmadığı görülür. Nitekim usul-i fıkıh kitaplarında Hanîflik, Sâbilîlik, Sâmirîlik gibi dinler de belli kıstaslara göre ehl-i kitaptan sayılmış, müslümanların bunlarla yapmış oldukları muamelerde bu kritere göre hareket edilmiştir. Dolayısıyla Önceki Şeriatlar kavramı, sadece Yahudilik ve Hıristiyanlık’ı değil, aynı zamanda isimleri sayılan ve ileride de izah edilecek olan bu dinleri/gelenekleri de kapsamaktadır. Bu tezin bir amacı da bunu açığa çıkarmaktır. Önceki şeriatların haddizatında önemli bir konuyu haiz olması ve geniş bir sahaya yayılması, meselenin araştırılması ihtiyacını hissettirmiş, bunun da akademik çeşitliliğe katkı sağlayacağı düşünülmüştür. II. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI VE SINIRLIKLARI Araştırmanın kaynakları hem İslâm hukukunu hem de önceki şeriatları kapsaması sebebiyle geniş bir alana yayılmakta olan çalışmada hem İslâm hukukunun kaynakları 2 hem de önceki şeriatların kaynakları kullanılacaktır. Ayrıca lügavî ve ıstılahî kavramları ifade edebilmek için Arapça lügat kitaplarından da yeri geldikçe yararlanılmıştır. 1. İslam hukukuyla olan benzerliğini ve/veya farklılığını ortaya koyabilmek için önceki şeriatlara temel teşkil edecek kitap, büyük oranda Kitab-ı Mukaddes olmuştur ki buna https://www.kutsalkitap.org/ (Erişim 20 Aralık 2021) web sitesinden erişim sağlanmış ve ilgili alıntılar oradan yapılmıştır. 2. Yahudilik hakkında genel olarak Ömer Faruk Harman, Saime Leyla Gürkan ve Kürşat Demirci’nin DİA “Yahudilik” maddesinden; Hıristiyanlık için ise Mehmet Aydın ve yine Kürşat Demirci’nin DİA “Hıristiyanlık” maddesinden istifade edilmiştir. 3. Usûl-i fıkha dair olan hususlar, çoğunlukla aşağıdaki eserlerden istifade edilerek ortaya konmaya çalışılmıştır. Bunlar; ➢ Ebü’l-Hasen Takıyyüddîn Alî b. Abdilkâfî b. Alî b. Temmâm es-Sübkî, el-İbhâc fî şerḥi’l-Minhâc (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1404/1984), ➢ Ebü’l-Feth Alâüddîn Muhammed b. Abdilhamîd b. Hüseyn el-Üsmendî es- Semerkandî, Beẕlü’n-naẓar fi’l-uṣûl (Kahire: Mektebetü’t-Türâs, 1412/1992), ➢ Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî b. Muhammed eş-Şevkânî es-San‘ânî el-Yemenî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl (Dımaşk: Dâru’l-Kütübi’l-‘Arabî, 1419/1999), ➢ Ebü’l-Hattâb Mahfûz b. Ahmed b. el-Hasen el-Kelvezânî el-Bağdâdî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh (b.y.: Dâru’l-Medenî li’t-Tıbâ‘a ve’n-Neşr ve’t-Tevzî‘, 1405/1985), ➢ Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh et-Türkî el-Mısrî el- Minhâcî ez-Zerkeşî eş-Şâfiî, el-Baḥrü’l-muḥîṭ fî uṣûli’l-fıḳh (b.y.: Dâru’l-Kütübî, 1414/1994), ➢ Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullāh b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el- Cemmâîlî el-Makdisî, Ravżatü’n-nâẓır ve cünnetü’l-münâẓır fî uṣûli’l-fıḳh ʿalâ meẕhebi’l-İmâm Aḥmed (b.y.: Müessesetü’r-Reyyân, 1422/2002), ➢ İmâmü’l-Haremeyn Ebü’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh b. Yûsuf el- Cüveynî et-Tâî en-Nîsâbûrî, et-Telḫîṣ fî uṣûli’l-fıḳh (Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l- İslâmiyye, t.y.). 4. Özellikle Üçüncü Bölüm’deki başlıklar, büyük oranda daha önce bu konuda doktora yapan Abdurrahman Dervîş’in eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve meḍâ ḥücciyyetihâ fi’ş- şerîʿati’l-İslâmiyye (Riyad: İmam Muhammed b. Suud Üniversitesi Şeriat Fakültesi, 3 1989) isimli tezinden istifade edilerek hazırlanmıştır. Ancak onun eksik bıraktığı noktalar tespit edilerek tezin ilgili yerlerine eklenmiş, mesele bu şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. 5. Ayrıca Ekrem Buğra Ekinci’nin İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler isimli kitabıyla İbrahim Kâfi Dönmez’in “Şer‘u Men Kablenâ” isimli DİA maddesinden yeri geldikçe istifade edilmiştir. Bununla beraber tezimiz başka araştırmacılar tarafından da çalışılmış ve önceki şeriatların İslâm hukuku üzerindeki etkileri ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu çalışmalar şöyledir: 1. Ömer Faruk Altıntaş, Geçmiş Şeriatların İslâm Hukukunda Kaynak Değeri (Yüksek Lisans Tezi), Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı İslâm Hukuku Bilim Dalı, 1994. 2. Ramazan Kara, İslâm Hukukunun Kaynaklarından Öncekilerin Şeriatları (Yüksek Lisans Tezi), Bursa Uludağ Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı İslâm Hukuku Bilim Dalı, 1996. 3. Yusuf Öztaş, İslâm Hukuk Usulünde Şer’u Men Kablena (Yüksek Lisans Tezi), Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Ana Bilim Dalı, 2015. 4. Hatice Öztürk, İlk Beş Asır Fıkıh Usûlü Literatüründe Şer‘u Men Kablenâ Delili, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Ana Bilim Dalı İslâm Hukuku Bilim Dalı, 2015. 5. Süleyman Taşkın, “Gazzâlî ve İlk Dönem Hanefi Usulcüleri Bağlamında Şer’u Men Kablenâ’nın Delillik Değerine Dair Bir İnceleme”, Bingöl, B.Ü.İ.F.D., S.11, (2018). 6. Mehmet Selim Aslan, “Şâfiî Mezhebinde Şer‘u Men Kablenânın Hüccet Değeri Üzerine Bir Değerlendirme” isimli makale, Sivas, C.Ü.İ.F.D., S.2, (2018). 7. Osman Güner, “İbrahimî Dinlerdeki Müşterek Dinî Pratiklerin Yorumlanması Sorunu” isimli makale, Samsun, O.M.Ü.İ.F.D., S.12-13, (2001). 8. Muhammed Hamîdullah, “İslâm Hukukunun Kaynakları Açısından Kitâb-ı Mukaddes” isimli makale (trc. İbrahim Canan), Erzurum, A.Ü.İ.F.D., S.3, 1979. 9. Selahattin Kıyıcı, İslâm hukukunda Örf ve Adet, Ekev Yayınları, 2002. Bütün bu kaynakları inceledikten sonra hem anlatılmayan hususlarına temas etmek hem de İslâm hukukuna olan yansımalarını etraflıca ortaya koymak için “Önceki Şeriatların İslâm Hukukuna Yansımaları” isimli bu tezin hazırlamasına karar verilmiştir. 4 Tezi hazırlarken yukarıda zikredilenler dışında ilmi ve akademik kriterlere göre hazırlanmış olan ve konuya katkı sağlayacak diğer kitap, tez, makale, ansiklopedi maddesi vb. kaynaklardan da istifade edildi. Bir kısmını kütüphanelerden elde ederken; bir kısmına ise e-kaynaklar vasıtasıyla ulaşıldı. Akademik kriterlerden taviz vermemeye de azami derecede gayret gösterildi. Araştırma yapılırken sadece bu kaynaklarla sınırlı kalınmamış, dipnotlarda da görüleceği üzere hem yerli hem de yabancı kaynaklar taranarak mesele açık bir şekilde ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu arada şunu ifade edebilirim ki; hem pratikliği hem de kullanım kolaylığı açısından “el-Mektebetü’ş-Şâmile” programından azami derecede istifade edilmiş, kaynakların önemli bir kısmına oradan ulaşılmıştır. 5 BİRİNCİ BÖLÜM ŞERİAT KAVRAMININ KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ VE ÖNCEKİ ŞERİATLAR HAKKINDA GENEL BİLGİLER I. ŞERİAT KAVRAMININ KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ A. Lügavî ve Istılâhî Manası Şeriat kelimesi lügatte, “su kaynağı, sırât-ı müstakîm, sünnet, Kur’ân ve Sünnet’le vârid olan şey, eşik, su kaynağına götüren yol, insanların ve hayvanların su içtiği menba’, akarsu ve kanun koymak”2 gibi anlamlara gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de dört farklı surede, beş farklı yerde şu şekilde geçmektedir. “Sizin her biriniz için bir şeriat, bir yol ta'yin ettik.”3, “Cumartesi tatili yaptıkları gün balıklar, yanlarına akın akın geliyorlardı.”4, “Allah Nuh'a tavsiye ettiği şeyleri size de din olarak buyurmuştur.”5, “Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?”6 ve “Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık.”7 Bu meallerde zikredilen kelimeler sırasıyla, “şir’aten (yol, kanun), şurra’an (akın akın), şera’a (din buyurmak, din kılmak), şera’û (meşru kılan) ve şerî’atin (kanun, şeriat)” lafızlarıyla gelmiş olup parantez içinde gösterilen manalara delalet etmektedir. Şeriat kelimesine Hz. Peygamber’in sözlerinde de sıklıkla rastlamak mümkündür. Bunlardan kimisi din ve inanç gibi akidevi hususlara müteallik iken, bazıları ise emir ve yasaklar gibi ameli meselelere münhasırdır. Mesela “İslâm, üç yüz on üç şeriat üzere gelmiştir. Hiçbir şeriat yoktur ki Allah -bunlardan biri vasıtasıyla- sahibini cennete koymuş olmasın.”8 ve “Ehl-i kitaptan öyleleri vardır ki İsa’nın getirdiği hak şeriata inanır 2 Ebü’l-Feyz Muhammed el-Murtazâ b. Muhammed b. Muhammed b. Abdirrezzâk el-Bilgrâmî el-Hüseynî ez-Zebîdî, Tâcü’l-ʿarûs min cevâhiri’l-Ḳāmûs (b.y.: Dâru’l-Hidâye, t.y.), 21/209-10; Ebü’l-Kāsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal er-Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî ġarîbi’l-Ḳurʾân (Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1411/1991), 450. 3 el-Mâide, 5/48. 4 el-A‘râf, 7/163. 5 eş-Şûrâ, 42/13. 6 eş-Şûrâ, 42/21. 7 el-Câsiye, 45/18. 8 Ebü’l-Kāsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî, el-Mu‘cemü’l-evṣaṭ (Kâhire: Dâru’l-Haremeyn, t.y.), 8/305; a.mlf., el-Muʿcemü’l-kebîr (Kâhire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1415/1994), 6 ve onunla son bulurlar. Ne zaman ki Allah Muhammed’i [son peygamber olarak] gönderirse, onu tasdik edip, ona iman eder ve Allah’tan hak olarak getirdiğini kabul ederler. İşittiklerini kabul etmelerinden dolayı Allah onları övmüştür.”9 şeklindeki hadisler, şeriatın din manasında kullanıldığına delalet eden lafızlardır. Tefsir kitaplarında ise “şeriat” kavramı şöyle izah edilmiştir. Mesela Beydâvî’nin Tefsiri’nde “suya götüren yol” manasında kullanıldığı ifade edilmiştir10. Kurtubî Tefsiri’nde, “kendisiyle kurtuluşa ulaşılan tarik” ve “Allah’ın dinde kulları için koyduğu kanunlar, sünnet” şeklinde ifade edilmiştir. Şir’at ise “yay kirişi” manasında kullanılmıştır.11 İbn Kuteybe, şir’at ile şeriat kelimelerinin bir manaya kullanıldığını söylemiştir. Katâde ise bunun Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed ümmetine vazedilmiş bir hitap olduğunu beyan etmiştir. Nitekim hem Tevrat hem İncil ve hem de Kur’ân için bir şeriat vardır. Allah -kullarını sınamak için- bununla dilediğini helal eder, dilediğini de haram eder, demiştir12. Abd b. Humeyd, Saîd b. Mensûr, Firyânî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu’ş-Şeyh ve İbn Merdeveyh, İbn Abbas’tan -farklı tariklerden- gelen rivâyetlere göre, bunun “sebil” ve “sünnet” yerine geldiğini tahric etmişlerdir13. Ebüssuûd Efendi, tefsirinde, şu an mevcut olan bütün insanların şeriatının Kur’ân-ı Kerîm olduğunu ve ancak ona iman edip, onun hükümleriyle amel etmeleri gerektiğini beyan ettikten sonra şöyle demiştir: “Şeriat, suya giden yol demektir; din ise bu yola benzetilmiştir. Çünkü su fânî hayatın sebebi olduğu gibi; şeriat da ebedî hayatın 12/237; Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Süleymân el-Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid ve menbaʿu’l- fevâʾid (Kâhire: Mektebetü'l-Kudsî, 1414/1994), 1/36. 9 Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî el-Hacrî el-Mısrî et-Tahâvî, Şerḥu Meʿâni’l-âs̱âr (b.y.: ‘Âlemü'l-Kütüb, 1414/1994), 4/161; a.mlf., Şerḥu müşkili’l-âs̱âr (b.y.: Müessesetü'r-Risâle, 1414/1994), 12/261; Ebû Bekr Muhammed b. Hüseyn b. Abdillâh el-Âcurrî el-Bağdâdî, Kitâbü’ş-Şerîʿa (Riyad: Dâru’l-Vatan, 1420/1999), 3/1459. 10 Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullāh b. Ömer b. Muhammed el-Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 1417/1997), 2/129. 11 Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh el-Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân (Kâhire, Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1383/1964), 6/211. 12 Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr (Beyrut: Dâru’l-Kitabi’l-‘Arabî, 1421/2001), 1/555. 13 Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Süyûtî eş-Şâfiî, ed- Dürrü’l-mens̱ûr (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1431/2010), 3/96. 7 sebebidir… Biz öncekilerin şeriatlarından baki kalan hükümlerle amel etmekteyiz. Ancak bizim onların şeriatlarıyla amel etmemiz, bu hükümlerin onlara ait olmasından değil; bunların bizim şeriatımız olmasındandır…”14 Râzî Tefsiri’nde şeriatın, “yol” manasına geldiği ifade edildikten sonra bununla “din” manasının kastedildiği beyan edilmiştir. Devamında ise, “şeriat, mutlak manada yol; tarikat ise bu yolun güzellikleridir. Şeriat yolun başı, tarikat ise sonudur.”15 denilerek bu kelimenin bir nevi işârî tefsiri yapılmıştır. Bu kavram, usûl kitaplarında da çokça ele alınmış olup, daha ziyade önceki şeriatların İslâm hukuku bakımından delalet vasfı taşıyıp taşımadığı üzerinde durulmuştur. Meselenin bu tarafı tezin ikinci bölümünde etraflıca ele alınacağından burada sadece şeriatın fıkıhta neye delalet ettiğini izah etmeye çalışacağız. Nitekim Târihu’t-Teşri‘i’l-İslâmî’de bunun etraflı bir tarifi yapılarak şöyle denilmiştir: İslâm Şeriatı, ıstılâhta, akaid, ahlak, muâmelat ve hayat nizamı gibi konularda Allah’ın kulları için koymuş olduğu ve insanların hem Rabbiyle hem de birbirleri arasındaki münasebetlerini düzenleyen ve onları dünyada ve ahirette saadete götüren kanunlar; insanlığın doğru yoldan inhiraf etmesine mani olup, onları nefsi arzulardan koruyan hak yol; dertleri dindiren, nefisleri yaşatan ve kişileri suya kandıran tatlı kaynaktır. Gayesi ise insanı ana caddede bulundurarak dünyanın izzetine ve ahiretin saadetlerine kavuşmasına vesile olmaktır. Şeriatullah ile kastedilen, Allah’tan gelen ve Resûlü tarafından bildirilen buyruklardır ki “şâri‘-i evvel”i Allah’tır. Hükümlerine şer’ denir. Beşer mahsulü olan kanunları bu isimle söylemek caiz değildir…16 DİA’da ise genel anlamda “Allah tarafından insanlar için din olarak öngörülen hükümler bütünü”; dar anlamda ise “yalnız değişime konu olabilen hükümler, yani her peygambere ve onun tebliğ dönemine göre farklılaşabilen hükümlerin yanı sıra Kur’an ve Sünnet’teki neshe açık hükümlerle ictihadî hükümler” olarak tanımlanmıştır17. 14 Ebüssuûd Efendi, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm (Beyrut: Dâru İhyâit’-Türâsi’l-‘Arabî, t.y.), 3/45. 15 Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî, Mefâtîḥu’l- ġayb (Beyrut: Dâru İhyâ-i Türâsi’l-‘Arabî, 1419/1999), 12/373. 16 Mennâ‘ Halîl Kattân, Târîḫu’t-teşrîʿi’l-İslâmî (b.y.: Mektebetü Vehbe, 1421/2001), 13. 17 Talip Türcan, “Şeriat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019), 38/572. 8 Demek oluyor ki şeriat, -ıstılahta- umumi olarak iki manada kullanılmıştır. Bunlardan ilki yukarıda da zikredildiği üzere peygamberlerin getirmiş olduğu dine; ikincisi ise dinin emir ve yasakları gibi ameli hükümlerine verilen isimdir ki şeriat denilince daha ziyade ikincisi anlaşılmaktadır. B. Din, Millet ve Şeriat Münasebeti Din, akıl sahiplerini kendi hür iradelerini kullanarak, dünyada ve ahirette, huzura ve mutluluğa götüren ilâhî bir nizam olarak tarif edilmişti18. Bu bakımdan din, şeriatın ilk tanımıyla aynı manaya gelmektedir19. Bununla beraber fukaha, din terimini, bazen hem usûl-i dini hem de ameli meseleleri içine alacak şekilde kullanmıştır ki böyle olduğu takdirde din, şeriattan daha şumüllü olmaktadır. Millet kelimesine gelince, “imlâ” kökünden türemiş bir terimdir. Dinî literatürde daha ziyade din manasında kullanılır. Mesela “millet-i İbrahim, millet-i Hanîf, millet-i Yehûd, millet-i Nasârâ ve millet-i Muhammed” gibi tabirler, hep din manasını ifade etmeye yöneliktir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de geçen: “Sen onların milletine uymadıkça ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar senden razı olurlar.” meâlindeki âyet20 bunun din manasında kullanıldığını gösterir. DİA’da milletin tanımı “Allah’ın kulları için kitaplarında ve peygamberlerinin diliyle koyduğu esaslar” şeklinde yer almış, ayrıca bu kavramın Allah’a ve insanlara doğrudan nispet edilemeyeceği, bilakis peygamberlere nispet edilebileceği (örneğin millet-i İbrahim gibi) ifade edilmiş, öte yandan şeriattan farklı olarak millet ve din adının fürû hükümlerine değil tevhid, adl ve ihlâs gibi temel unsurlara (usul) verildiği belirtilmiştir21. Dolayısıyla din, millet ve şeriat kavramlarını umumi olarak müterâdif kabul etmek gerektir. Bununla beraber ilâhî prensipler bütününe Allah’ın koyduğu kurallar olması bakımından millet ve şeriat, kulların itaati ve yerine getirmesi bakımından din denildiği, 18 Seyyid Şerîf Cürcânî, et-Ta‘rîfât, 105. 19 Nitekim Ebû Hanîfe’ye göre de Allah katında din tekdir ve değişmez, şeriatlar ise değişebilir. Bkz. Ebû Hanîfe Nu‘mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh, el-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, thk. Muhammed Zâhid el-Kevserî (Kâhire, Matba‘atu’l-Envâr, 1368/1949), 11-12. 20 el-Bakara 2/120. Bunun din manasında kullanıldığı diğer ayetler için ayrıca bkz. el-Bakara 2/130, 135; Âl-i İmrân 3/95; en-Nisâ 4/125; el-En‘âm 6/161; el-A‘râf 7/88, 89; Yûsuf 12/37, 38; İbrâhîm 14/13; en- Nahl 16/123; el-Kehf 18/20; el-Hac 22/78 ve Sâd 38/7. 21 Recep Şentürk, “Millet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 30/64-65. 9 ayrıca peygamberlere ve zamana göre değişmeyen temel prensipler için din ve millet, değişebilen cüz’î hükümler için şeriat kelimesinin kullanıldığı anlaşılmaktadır22. C. Şeriatın Neshi Meselesi Nesh (nesih), “bir şeyin eserini gideren, yok eden” manasına gelir. Nitekim Araplar kendi lügatlarında “rüzgâr, beldenin eserini yok etti veya yağmur oranın âsârını giderdi”23 ifadelerini beyan etmek üzere bu kelimeyi kullanmışlardır. Ayrıca bir kitabın bir yerden başka bir yere nakledilmesini ifade etmek üzere de bu terim kullanılmıştır24. Istılâhi olarak usulcüler bunu iki vecih üzere tarif etmişlerdir. İlki, önceki hitapla sabit olan hükmün, sonraki hitapla ortadan kalkmasıdır. İkincisi ise, önceki amelin müddetinin, sonraki hükmün hitabıyla beyan edilmesidir25. Bunlardan şer‘î hükmü ortadan kaldırana nâsih, ortadan kaldırılana ise mensûh denilmiştir26. Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan şu âyetler neshin varlığına delalet etmektedir. “Biz, bir âyetin hükmünü neshettiğimiz veya unutturduğumuz zaman elbette daha iyisini veya benzerini getiririz.”27; “Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- ‘Sen ancak bir iftiracısın!’ dediler.”28 Hz. Peygamber’in şu sözleri de neshe delalet etmektedir. “Daha önce size kabir ziyaretini yasaklamıştım; bundan sonra ziyaret edebilirsiniz. Daha önce kurban etlerini üç günden fazla elinizde tutmanızı size yasaklamıştım; artık uygun gördüğünüz kadarını elinizde tutabilirsiniz. Daha önce tulumdan başka herhangi bir kaptan şerbet içmenizi yasaklamıştım; artık bütün kaplardan içebilirsiniz, fakat sarhoş edici olanından içmeyin.”29 22 a.mlf., “Millet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 30/64-65. 23 Abdünnebî Ahmednagarî, Düstûru’l-ʿulemâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1420/2000), 3/247. 24 Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî, el-Faḳīh ve’l-mütefaḳḳih (b.y.: Dâru İbn Cevziyye, 1420/2000), 1/244. 25 Muhammed Sıdkı b. Ahmed b. Muhammed el-Bevernû, Mevsû‘âtü’l-ḳavâ‘idi’l-fıḳhiyye (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1423/2003), 11/1190. 26 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebi’l-Feth el-Ba‘lî, el-Matla‘ ‘alâ elfâzi'l-Muḳni‘ (b.y.: Mektebetü’s-Sevâdî li’t-Tevzi‘, 1423/2003), 480. 27 el-Bakara 2/106. 28 en-Nahl 16/101. 29 Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî (Kâhire: Matba‘atu İsa el-Bâbî el-Halebî ve Şürekâhu, 1374/1955), “Edâhî”, 37. 10 Usul âlimlerinin kâhir ekseriyeti neshin varlığını kabul etmekle birlikte nâsih ile mensûh arasında tecânüs (cins birliği) olması gerektiğini şart koşmuşlardır. Aynı zamanda nâsih, mensûh kuvvetinde olmalı, hatta ondan daha kuvvetli olmalı demişlerdir. Dolayısıyla zayıf delille, kuvvetlinin neshi caiz görülmemiştir30. Bazı alimler İcmâ‘ ile neshe cevaz vermiş ve bunun nas gibi yakîn bildiren bir ilim olduğunu ileri sürmüşlerdir. Delil olarak da bunun, meşhur haberden daha kuvvetli bir hüccet olduğunu, meşhur haberle nesh caiz ise, icmâ‘ ile neshin ondan daha evlâ olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak âlimlerin çoğunluğu tarafından bu görüş muteber sayılmamıştır. Çünkü icmâ‘, haddi zâtında görüşlerin toplanmasından ibarettir ki bu onu nesh için yeterli bir hüccet yapmaz31. Âlimlerin cumhuruna göre, kitap veya sünnetin kıyasla neshi de caiz değildir. Ancak Şâfiîler’den İbn Süreyc32 buna cevaz vermiştir. Enmâtî33 ise, -şebeh kıyası ile değil de- asıllardan [yani kitap ve sünnetten] çıkarılmış olan kıyasla (mana kıyası ile) yapılırsa bunun caiz olacağını söylemiştir. Fakat kıyasın her bir türünün neticede kitap veya sünnetten çıkarılmış olan bir delil olması ve bununla neshin batıl olacağında sahâbenin ittifakının bulunması sebebiyle, fer’in aslı neshetmesi, ulemâ tarafından kayda değer görülmemiştir34. Ayrıca nesh, Hz. Peygamber’in hâl-i hayatıyla mukayyed tutulmuştur35 ki bu da icmâ‘ ve kıyasın neshe mevzu olamayacağının başka bir delilidir. Ulemâ, neshi dört farklı şekilde ele almışlardır. Bunlar; Kur’ân’ın Kur’ân ile neshi, Kur’ân’ın Sünnet ile neshi, Sünnet’in Kur’ân ile neshi ve Sünnet’in Sünnet ile neshidir36. Bununla beraber bizim konumuz daha çok önceki şeriatların neshedilen kısımlarını ilgilendirdiği için bu dörtlü taksimi detaylı olarak burada zikretmeye lüzum yoktur. 30 Bevernû, Mevsû‘âtü’l-ḳavâ‘idi’l-fıḳhiyye, 11/1190. 31 Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî, Uṣûlü’s-Seraḫsî (Beyrut: Dâru’l- Ma‘rife, t.y.), 2/66. 32 İbn Süreyc, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ömer b. Süreyc el-Bağdâdî (ö. 306/918). Şâfiî âlimidir. 33 Enmâtî, Ebü’l-Kāsım Osmân b. Saîd b. Beşşâr el-Ahvel el-Enmâtî (ö. 288/901). Şâfiî fakîhidir. 34 a.mlf., Uṣûlü’s-Seraḫsî, 2/66. 35 Alâüddîn Abdülazîz b. Ahmed b. Muhammed el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr fî şerḥi Uṣûli’l-Pezdevî (b.y.: Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, t.y.), 3/176. 36 Ebû Zeyd Abdillâh b. Muhammed b. Ömer b. Îsâ ed-Debûsî, Taḳvîmü’l-edille fi’l-uṣûl (Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-‘İlmiyye, 1421/2001), 239. 11 İslâm, günümüzde bulunan Tevrat ve İncil nüshalarının prensip itibariyle neshedildiğini kabul eder37. Bununla beraber bu husus, geneli itibariyledir. Toptan bir şekilde değildir. Nitekim Hz. Peygamber’in bu hususla ilgili tatbikatından yola çıkarak, bazı alimler, önceki şeriatların neshedilmeyen kısımlarının bizim için de şeriat kabul edilmesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Bazı alimler ise buna karşı çıkar. Bir kısım alimler ise bu meselede tevakkuf edilmesi gerektiğini bildirmişlerdir ki tezin İkinci Bölümü’nde bu hususa detaylıca değinilecektir. II. ÖNCEKİ ŞERİATLAR HAKKINDA GENEL BİLGİLER Önceki Şeriatlar, bizden evvelki peygamberlerin dinî hükümlerini ifade etmek üzere kullanılan bir tabirdir. Fıkıh kitaplarında bu ifadenin “Şer‘u men kablena”, “eş-Şerîatü’s- sâlife, eş-Şerâiu’s-sâlife, eş-Şerîatü’s-sâbika veya eş-Şerâiu’s-sâbika” şeklinde isimlendiriliyor oluşu38, İslâm hukukuna olan tesir(ler)ini anlamak/görmek bakımından mühimdir. Nitekim bazı fakîhlere göre Önceki Şeriatlar fer‘î deliller/kaynaklar arasında yer almaktadır39. Önceki Şeriatlar, her ne kadar -bazı fakîhlere göre- fer‘î kaynaklar arasında yer almakta ise de bir kısım âlimler, bunların kaynaklık vasfı taşımayacağı görüşündedir. Çünkü bunlar hem tahrife uğramış hem de yürürlük zamanları sona ermiştir40. Burada şu tespiti yapmak önem arz etmektedir. Günümüze sistemli bir şekilde ulaşmayan şeriatlar hakkında bilgimiz son derece sınırlıdır. Çünkü müntesipleri ya hiç kalmamış ya da yok denecek kadar azalmıştır. Bu sebeple konu hakkında imkân dahilinde malumat verilmeye çalışılacaktır. 37 Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî, el-Muḥallâ bi’l-âs̱âr (Beyrut: Dâru’l-Fikr, t.y.), 6/144; Ebü’l-Mehâsin Fahrülislâm Abdülvâhid b. İsmâîl b. Ahmed er-Rûyânî et-Taberî, Baḥrü’l-meẕheb fî fürûʿı meẕhebi’l-İmâm eş-Şâfiʿî (Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1430/2009), 9/216; Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed el-Hatîb eş-Şirbînî el-Kāhirî, Muġni’l-muḥtâc ilâ maʿrifeti meʿânî elfâẓi’l-Minhâc (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1414/1994), 6/63. 38 İbrahim Kâfi Dönmez, “Şer‘u Men Kablenâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 39/15-19. 39 Zekiyyüddin Şa’bân, İslâm Hukuk İlminin Esasları, çev. İbrahim Kâfi Dönmez (Ankara: TDV Yayınları, 2016), 208-11. 40 Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/417; Ebü’l-Vefâ Alî b. Akīl b. Muhammed b. Akīl el-Bağdâdî, el- Vâżıḥ fî uṣûli’l-fıḳh (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1419/1999), 4/185; Âmidî, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm, 4/148. 12 Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi günümüze sistemli bir şekilde ulaşan şeriatlar da vardır. Bunlar her ne kadar sistemli bir şekilde günümüze ulaşabilmiş olsa da ve miktarı kesin olarak bilinmese de büyük oranda tahrife uğramışlardır. Biz bu çalışmamızda her çeşidiyle önceki şeriatların İslâm hukuku ile örtüşen kısımlarını imkân nispetinde incelemeye çalışacağız. A. Günümüze Sistemli Bir Şekilde Ulaşmayanlar 1. Hanîflik Hanîf kelimesi lügatta, “şerden hayra meyleden” ve “dosdoğru yolda bulunan” vb. anlamlara gelir41. Bununla beraber topal olanların iyileşmesini temenni etmek üzere de bu kelime kullanılmıştır42. Haniflik kelimesinin “Hz. İbrahim’in dini üzere olan, Kâbe’yi tavaf eden, sünnet olan, Allah’ın dinine meyleden, müşrik olmayan, istikamet üzere bulunan, putlardan uzaklaşan, cünüplükten gusleden, şirkten yüz çeviren, azaları günahtan arınmış olan” gibi manalara geldiği Lisânü’l-Arab’da yer almaktadır43. Bu kelime Kur’ân-ı Kerim’de on yerde “hanîf” şeklinde müfred (tekil); iki yerde ise “hunefâ” şeklinde cemi (çoğul) sigasıyla gelmiştir. Umumiyetle, “müşriklikten farklı olma” ve “müşrikliğin karşıtı olan” manalarını ihtiva eder. Aynı zamanda Hz. İbrahim’in imanını ifade etmek üzere de kullanılmıştır44. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bulunan şu âyetlerle bu mealdeki diğer âyetler45 bu manayı ifade etmektedir. “Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.”46, “İbrahim, yahudi de hıristiyan da değildi, bilakis hanîf bir müslimdi; ortak koşanlardan değildi.”47, “Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.”48 41 Ahmed Muhtar Ömer, Mu‘cemü’l-lügati’l-‘arabiyyeti’l-mu‘âsıra (Kâhire: ‘Âlemü’l-Kütüb, 1428/2008), 1/576. 42 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, 4/70. 43 Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfiî, Lisânu’l-‘Arab (Beyrut: Dâru Sadr, 1413/1993), 9/57-58. 44 Şaban Kuzgun, “Hanîf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 16/33-39. 45 Bkz. Yûnus 10/105; en-Nahl 16/120, 123; el-Hac 22/31. 46 el-Bakara 2/135. 47 Âl-i İmrân 3/67. 48 el-En‘âm 6/79. 13 Hz. Peygamber’in hadislerinde ise hanîf kelimesi şöyle geçmektedir. Hz. Peygamber’e, “Allah’ın en çok hoşnut olduğu din hangisidir?” diye sorulduğunda o, “Kolay olan Hanîflik dinidir.”49 şeklinde cevap vermiştir. Yine Übey b. Kâ‘b’dan nakledildiğine göre, Resûlullah ona şöyle söylemiştir. “Allah katında gerçek din, Yahudilik ya da Hıristiyanlık değil, Hanîflik esasına dayanan Müslümanlıktır. Kim iyi bir davranışta bulunursa bu yaptığı asla boşa gitmeyecektir.”50 Hz. Peygamber’in bu ifadesinde hanîflik, bütün batıl inanışlardan uzaklaşarak hak dine yönelmek yerine kullanılmıştır. Hasan-ı Basri, Atiyye, Mücahid, Dehhak ve Abdullah b. Abbas’tan nakledildiğine göre hanif kelimesi “hacceden” yerine kullanılmaktadır. Çünkü onlara göre hacceden ilk insan Hz. İbrahim olduğu için onun dini de hanîflik “haccedenlerin dini” olarak isimlendirilmiştir51. Mücahid’den gelen başka bir rivâyete göre bu kelime Hz. İbrahim’in dinine tabi olanlara verilen bir isimdir52. Bazıları buna “sünnet olanların dini” manasını vermişlerdir. Nitekim Hz. İbrahim ilk sünnet olan kişidir53. Süddî’ye göre ise hanîf, “ihlaslı” manasına gelmektedir54. Zemahşeri’ye göre, sünnet olan ve Kâbe’yi tavaf eden herkese hanîf denilse de Taberî bu iki şartı yeterli görmez. Çünkü Câhiliye devrinde sünnet olan bazı müşrikler de Kâbe’yi tavaf ediyorlardı. O yüzden Taberî’ye göre hanîf olmanın ilk şartı tevhid ehlinden olmaktır55. 49 Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî el-Buhârî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, thk. Muhammed Abdülbâkî (Beyrut: Dâru Tavkı'n-Necât, 1422/2001), “Îmân”, 30; Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el-Mervezî, el-Müsned, thk. Âdil Mürşid (b.y.: Müessesetü'r-Risâle, 1421/2001), 4/17; Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, 11/227. 50 Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (Yezîd) et-Tirmizî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, thk. Beşşâr Avvâd (Beyrut: Dâru’l-Garbı’l-İslâmî, 1416/1996), “Menâkıb”, 42. 51 Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî, Câmiʿu’l-beyân ʿ an teʾvîli âyi’l- Ḳurʾân (Mekke: Dâru’t-Terbiye ve’t-Türâs, t.y.), 3/104. 52 Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, 6/46. 53 Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 3/107. 54 a.mlf., Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 3/107. 55 Kuzgun, “Hanîf”, 16/33-39; Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 3/105. 14 Zâdü’l-Mesîr tefsirinde, “hacceden, kurban kesen, sünnet olan ve Kâbe’ye yönelen kimseler”e hanîf denildiği yer almaktadır56. Râzî tefsirinde ise, müfessirlerin hanîfliği, “Kâbe’yi hacceden, hakka tabi olan, şeriatte Hz. İbrahim’e uyan ve amelde ihlaslı olan”57 şeklinde beyan ettiği ifade edilmiştir ki yukarıda söylenenleri hülasa etmesi bakımından yerinde bir ifadedir. Bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki, hanîflik, umumi olarak iki manada kullanılmıştır. İlki, tevhid akidesini kabul etmek; ikincisi ise Hz. İbrahim’in şeriatini benimsemektir. Nitekim siyer kitaplarında Hz. Peygamber’in bisetten önce putlara tapmadığı, zina etmediği, içki içmediği; bilakis tevhid inancını benimsediği, namaz kıldığı, sıla-i rahim yaptığı, cünüplükten guslettiği ve haccettiği ifade edilmiştir. Hatta Varaka b. Nevfel, Kus b. Saide, Zübeyir b. Selma, Ubeydullah b. Cahş, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Osman b. Huveyris gibi kimselerin de bu itikad üzere olduğu kaynaklarda beyan edilmiştir58. 2. Sâbiîlik Sâbiî (subbâ, subbî) ve sâbiîlik terimleri, Güney Mezopotamya’da yaşayan bir topluluk ve onların dinleri için kullanılmaktadır59. Bu kelime lügat itibariyle “güneşin doğması, çocuğun dişlerinin çıkması” gibi anlamlara gelse de “dinden çıkmak” ve “başka bir dine girmek” yerine de kullanılmıştır.60 Nitekim Hz. Ömer müslüman olduğu zaman Mekkeliler ona “Sabea Ömer” yani “Ömer dinden döndü [müslüman oldu]” demişlerdir61. Tarihçiler, Sâbiîler’in iki gruba ayrıldıklarını söylemektedirler. Buna göre bir kısmı Hanîf Sâbiîler; bir kısmı ise Müşrik Sâbiîler olarak bilinir. Bunlardan müşrik olanları daha fazladır. Yine bazı araştırmacılara göre bunlar Mendâî ve Harrânî Sâbiîleri olarak iki 56 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 1/116. 57 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, 3/535-40. 58 Mesela bkz. Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi (Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar) (Ankara: A.Ü.İ.F.Y., 1991), 64-74; Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el- Meâfirî el-Basrî el-Mısrî, es-Sîretü’n-nebeviyye, çev. İzzet Hasan - Neşet Çağatay (Ankara: A.Ü.İ.F.Y., 1971), 21/141-47. 59 Şinasi Gündüz, “Sâbiîlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 35/341. 60 Cağfer Karadaş, “Sâbiîler Meselesi”, Bolu, A.İ.B.Ü.İ.F.D., 1/1 (2013), 1. 61 Buhârî, “Fedâilu’s-Sahâbe”, 64; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Musannef, 5/321; Ebû Bekr Ahmed b. el- Hüseyn b. Alî el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- ‘İlmiyye, 1424/2003), 6/336. 15 kısma ayrılırlar62. Mendâîlerin esasında hanîf oldukları, daha sonra şirke meylettikleri söylenir63. Harrânîler ise müşrik ve felsefeciler diye iki gruba ayrılmaktadır. Mendâîlerin tek bir tanrıya inanıyor oluşları, onların en eski semavî dinlerden birine sahip olduklarına yönelik bir karinedir. Bu yüzden tâbiîlerine “kitâbî” denilir. Bunların Hz. Yahya’nın ümmeti oldukları da söylenir64. Zamanla yıldızları ve gezegenleri tazim ve takdis etmeye başlamışlardır. Kuzey kutup yıldızına doğru yönelmeye ehemmiyet verirler. Akıcı suda vaftiz olmaları (yıkanmaları), dinlerinin bir alâmet-i fârikası olması sebebiyle, fukahânın çoğunluğu, onları -Yahudî ve Hıristiyânlar gibi- kitâbîlerden saymıştır. Sahih görüşe göre Mendâîler, Hz. İbrahim’den evvel Yemen’de yaşamışlardır65. Bunların müşrik olanları, yıldızları tazim ederler. Günümüzde Mendâî Sâbiîleri’nden başka bir Sabiî topluluğu kalmamıştır ki bunların bir kısmı İran, ekseriyeti ise Irak havalisinde yaşamaktadırlar. Irak’ta yaşayanları “el-Batâih” (bataklık Sâbiîler’i) olarak bilinir. Bunlar yıldızlara tapan Harrânîler’den etkilenerek müşrik olmuşlardır66. Ebû Hanîfe’ye göre bir kitaba inandıklarından, Zebur’u okuduklarından, yıldızlara ibadet etmeyip Müslümanların Ka’be’yi ta’zim ettikleri gibi saygı gösterdiklerinden Sâbiîler ehl-i kitap olarak kabul edilir ve kendileriyle evlilik yapılabilir. İmameyn ise Sabiîlerin yıldızlara olan ta’zimini ibadet olarak görmesinden dolayı ehl-i kitap olamayacaklarını dolayısıyla onlarla evlenilemeyeceğini söylemektedir67. Ebû Hanîfe’nin Sâbiîleri ehl-i kitap hükmünde görmesinin başka bir sebebi ise bunların yıldızlar hakkında asıl düşüncelerini/inançlarını dışa vurmamalarıdır. Bu yüzden Ebu Hanife o zâhire göre hüküm vermeyi tercih etmiştir68. Mâlikî âlimlerinden Lahmî şunları söylemektedir. “Sâbiî ve Sâmirîler hakkında ihtilâf olundu. Bir görüşe göre Sâbiîler, Nasârâ’dan; Sâmirîler ise Yahudiler’dendir. Başka bir 62 Ebü’l-Abbâs Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî, el-İstiġās̱e fi’r- red ʿale’l-Bekrî, (Riyad: Mektebetü Dâri’l-Minhâc, 1425/2005), 670. 63 İbn Hazm, el-Faṣl fi’l-milel ve’l-ehvâʾ ve’n-niḥal, (Kâhire: Mektebetü’l-Hancı, t.y.), 1/37. 64 en-Nedvetü’l-‘Âlemiyye li’ş-Şebâbi’l-İslâmî, el-Mevsû‘atü'l-müyessere fi'l-edyân ve'l-mezâhib ve'l- aḥzâbi'l-mu‘âṣıra (b.y., Dâru’n-Nedveti’l-‘Âlemiyye, 1420/1999), 2/714. 65 a.mlf., el-Mevsû‘atü'l-müyessere fi'l-edyân ve'l-mezâhib ve'l-aḥzâbi'l-mu‘âṣıra, 2/714. 66 İbn Teymiyye, el-İstiġās̱e fi’r-red ʿale’l-Bekrî, 670. 67 Serahsî, el-Mebsûṭ (Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 1413/1993), 4/211. 68 Ebû Muhammed Fahruddîn Osmân b. Alî b. Mihcen b. Yûnus es-Sûfî el-Bâriî ez-Zeylaî, Tebyînü’l- ḥaḳāʾiḳ (Kâhire: el-Matba‘atü’l-Kübrâ el-Emîriyye, 1430/2009), 6/110. 16 görüş ise bunun tam aksi istikametindedirler. İlki esas alınırsa bunların kadınlarıyla nikahlanmak caizdir, aksi takdirde değildir…69” Bu görüş, İmâm Mâlik ve İbnü’l- Kâsım’dan gelen meşhur bir rivâyettir70. İmam Şâfiî, kendilerini ehl-i kitap kabul ettiğinden Sâbiî ve Sâmirîler’den cizye alınacağına kâildir71. Bununla birlikte puta tapanları, bu hükmün dışında kabul edilmiştir. Ahmed b. Hanbel’den Sâbiîler hakkında iki görüş vârid olmuştur. İlkine göre bunlar, Nasârâ’nın bir koludur. İkinci görüşe göre ise bunları Yahudîler’den saymak iktiza eder. Çünkü bunlar Cumartesi (Sebt, Şabat) yasağına uyarlar. Müfessirlerden Mücahid, Sâbiîleri Yahudi ve Hıristiyanlar arasında bir topluluk olarak görür. Süddî ve Rebî‘ b. Enes’e göre de bunlar ehl-i kitaptandır72. Yukarıdaki bilgilerden hareketle her ne kadar Sâbiîler’den günümüze sistemli bir şeriat gelmese de -özellikle hanîf olanlarının- Allah Teâlâ’yı bir olarak tanımaları, O’na şerik ihdâs etmemeleri, müşterek İslâmî emirleri ibadet telakki etmeleri -ki adalet ve sadâkat gibi hususları vacip bilip; fuhşiyyat ve zulmü kendilerine haram kılmaları buna misaldir73- ve akıcı suda yıkanmaları sebebiyle, bunların geçmişte bir peygamberin şeriatine muhatap oldukları söylenebilir. Günümüzde sayıları 80.000-100.000 arasında olduğu tahmin edilen bu topluluk, Güney Irak’ta, Fırat ve Dicle nehirlerinin birleştiği bataklık bölgelerinde ve İran’daki Kârûn nehri boyunca uzanan yerlerde yaşamaktadır. Ayrıca İsveç, Danimarka gibi Avrupa şehirleri başta olmak üzere Amerika, Avurtralya, Kanada ve diğer batı ülkelerinde de çeşitli Sâbiî cemaatlerine rastlamak mümkündür74. 3. Sâmirîlik 69 Ziyâüddîn Ebü’l-Mevedde (Ebü’s-Safâ, Ebü’z-Ziyâ) Halîl b. İshâk b. Mûsâ el-Cündî, et-Tavżîḥ (Kâhire: Merkezü Necîbeveyh li’l-Mahtûtât ve Hıdmeti’t-Türâs, 1428/2008), 4/75. 70 a.mlf., et-Tavżîḥ, 4/75. 71 Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, el-Ḥâvi’l-kebîr (Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l- ‘İlmiyye, 1419/1999), 14/294. 72 Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullāh b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Cemmâîlî el-Makdisî, el-Muġnî, (Riyad: Dâru ‘Âlemi’l-Kütüb li’t-Tıbâ‘a ve’n-Neşr ve’t-Tevzî‘, 1417/1997), 13/203. 73 en-Nedve, el-Mevsû‘atü'l-müyessere fi'l-edyân ve'l-mezâhib ve'l-aḥzâbi'l-mu‘âṣıra, 2/714. 74 Gündüz, “Sâbiîlik”, 35/344. 17 Sâmirîler’in kökeninin nereden geldiği tartışmalıdır. Bununla beraber onlar hakkında yapılan çoğu çalışmada, tarihçilerin kendi dinlerinin tesirlerini görmek de mümkündür. Bir görüşe göre bunlar İsrail’in kuzeyinde yaşayan kabilelerden biriydi. Bu görüşe göre Asurlular, M.Ö. VIII. yüzyılın sonlarında fetihlere başlayınca, bu kabilelerden sadece küçük bir kısmını sürgüne yollamış, burada kalanlar ise kendilerini “Musa’nın şeriatını koruyan gerçek İsrailliler (The true Israilites who are the keepers of the Mosaic law)”75 diye adlandırmışlardır. Diğer bir görüşe göre Asurlular; Babil, Cuthah, Avva, Hama ve Sepharvaim gibi şehirlerden bunları köle olarak getirerek İsrail’in kuzeyine yerleştirerek buradaki popülasyonu çeşitlendirmek istemiştir. Bunun bir neticesi olarak buraya yerleşen Sâmirîler, İsrail Tanrısı’nı ilah olarak tanıyıp ona ibadet etmeye başladılar. Ne var ki kendi memleketlerinde bulunan pagan âdetlerini de buraya getirerek senkritistik bir ibadet şeklini ortaya çıkarmış oldular76. Üçüncü görüş ise, ilk ikisini telif edecek mahiyettedir. Nitekim Asurlular bu mıntıkayı işgal edince Yahudiler’in büyük bir kısmını buradan sürdüler, fakat aynı zamanda getirdiği kabileleri de buraya yerleştirdiler. Bu çeşitli popülasyonlar birbirlerine karışarak beraber yaşamaya başladılar ve daha sonra kendilerini Sâmirî (Samaritan, Cuthean) olarak adlandırdılar77. Yahudi ve İncil kaynaklarına göre Sâmirîler, Asurlular’ın M.Ö. VIII. yüzyılda yabancı halklardan toplayarak İsrail’in kuzeyine yerleştirdiği bir topluluktur. Yahudiler V. yüzyılda Babil’deki sürgünden dönmeye başlayınca Sâmirîler’le aralarında dini ihtilaf çıkmaya başladı. Nitekim Sâmirîler, Yahudiler’in getirdiği yeni metinleri kabul etmeyerek muhafazakâr bir tutum sergilediler. Bu yüzden kendilerine İbranice “Shomeronim”, yani “koruyucular” demeye başladılar. Yahudiler tarafından Yahudi Tapınağı’nın yeniden inşasına dahil olmaktan menedilen Sâmirîler, M.Ö. IV. yüzyılda Gerizim Dağı’nın Nablus’a bakan tarafında kendi tapınaklarını inşa ettiler. Bu tapınak M.Ö. 128’de yıkıldı. Yerine yenisi yapıldı. Bu yeni tapınak da M.S. 486’da yıkıldı. O 75 Alan D. Crown, The Samaritans (Tübingen: Mohr, 1989), 1. 76 a.mlf., The Samaritans, 1. 77 a.mlf., The Samaritans, 2. 18 zamandan bu güne Gerizim Dağı, Samaritan hacılarının mukaddes mekânı olarak kabul edilmiştir78. Roma İmparatorluğu döneminde çeşitli zorluklara maruz kalan Sâmirîler, Commodus (180-192) zamanında en karanlık günlerini yaşamışlardır. Nitekim onun zamanında Tevrat okumaları ve çocuklarına dinlerini öğretmeleri yasaklanmış, sinagogları kapatılmış ve birçok Sâmirî ufak-tefek suçlar yüzünden çarmıha gerilmişti. Bunun sebebi Afrodisiaslı İskender’le, Levi adındaki bir Sâmirî arasında çıkan felsefî bir tartışma idi. Nitekim bu tartışma imparatorun onlara karşı öfkelenmesine ve Sâmîrîler’in şiddetli bir baskı altına alınmasına sebebiyet vermişti. Commodus’un saltanatının sonunda Şekem (Nablus) havalisinde yaşayan Sâmirîler’in sayısının yaklaşık 300.000 kadar olduğu rivâyet edilmektedir79. Bunlar İmparator II. Teodosius’un (408-450) uzun saltanatı zamanında birçok hak kaybına uğradılar ve hem Yahudiler hem de Sâmirîler ikinci sınıf vatandaşlığa tenzil edildiler. Hele hele Zeno (474-491) döneminde korkunç katliamlara maruz kaldılar. M.S. 634’ten sonra müslümanların Yermük’te zafer kazanmasıyla doğuya kaçmaya başlayan Sâmirîler’in Nablus’la olan temasları XIII. yüzyıla kadar zaman zaman kopma noktasına gelmiştir. Müslüman ve Sâmirî tarihçilerin bu zaman aralığında, onlar hakkında pek bir tarihî malumat vermemeleri, Hıristiyanlar’la yaşadıkları ihtilafın bir benzerini müslümanlarla yaşamadıklarını düşündürmektedir. Memlükler zamanında ise onlara ciddi bir baskı yapıldığı kaynaklarda zikredilmektedir80. Yavuz Sultan Selim’in, 1516’da Mercidabık Seferi’yle Suriye, Lübnan ve Filistin’i, 1517’de ise Ridaniye Seferi’yle tüm Mısır’ı almasının ardından Sâmirîler, bu tarihten itibaren IV asır sürecek Osmanlı hakimiyetine girmiş oldular. Zaman zaman Memlüklüler’i desteklemeleri sebebiyle hapis cezası alan çoğu Mısır’lı Sâmirî, daha sonra ihtida ederek İslâm’a dönmüşlerdir. Müslümanlığı tercih etmeyen küçük bir Sâmirî topluluğu ise Şekem’de (Nablus) bulunan diğer Sâmirîler’e katılmışlardır. Böylece Sâmirîler, XVIII. yüzyıl başına kadar sıklıkla Mısır ve Şekem’de mevcut iken, bu tarihten itibaren sadece Şekem’de varlıklarını devam ettirmişlerdir. XIX. yüzyılına gelindiğinde 78 Daha fazla bilgi için bkz. John Macdonald, “Samaritans”, Encyclopaedia Judaica (Jerusalem: Keter Publishing House, 2007), 17/718-26. 79 a.mlf., “Samaritans”, 17/723. 80 a.mlf., “Samaritans”, 17/724. 19 küçük bir Sâmirî topluluğu kaldı. Öyle ki 1842’de Araplarla olan ihtilaflarından dolayı yok olmanın eşiğine dahi gelmişlerdi81. 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasından itibaren ise Sâmirîler iki merkeze ayrıldılar. Bunları ilki Ürdün Haşimî Krallığı hükümeti altında Şekem’de; ikincisi ise Yafes b. İbrahim Tsedaka liderliğinde İsrail’de varlığını devam ettirmiştir. 1954’te İsrail Devleti’ne dağılmış olan tüm Sâmirîler, Holon’da iskân edildiler ve onlar için bir Sâmirî merkezi teşekkül ettirildi. 1963’te ise İsrail’de ilk defa Sâmirî hahamı atandı82. Lisan olarak Sâmirî İbranîcesi ve Arapçası’nı benimseyen Sâmirîler, ibadet dili olarak Sâmirî Arâmîcesi’ni devam ettirmektedir. Kendi soylarının baba yoluyla devam ettiğini kabul etmekte olup, günümüzde kadın nüfuslarının azlığı sebebiyle Yahudi bir kadınla evliliğe müsaade etmişler, şart olarak da Sâmirî geleneklerine bağlı kalmayı ileri sürmüşlerdir. Sâmirîler, Yahudiler’in elinde bulunandan başka bir Tevrat’ı kendilerine mukaddes kitap edinmişlerdir. Bunlar sair Yahudiler gibi Beyt-i Mukaddes’in hürmetini gözetmezler. Hz. Musa’dan sonra gelen Şem’ûn, Davud, Süleyman, Eşiya (İşaya), Elyesa’, İlyas, Âmus (Amos), Hbakkuk (Habkum), Zekeriya ve Ermiya (Yeremya) gibi peygamberlerin nübüvvetini tekzip ederler. Şam’dan çıkmayı kendilerine helal görmez ve öldükten sonra dirilmeyi de kesin bir dille inkâr ederler83. Bu inançlarından dolayı diğer Yahudi mezheplerinden farklı mütalaa olunmuşlardır84. Bununla beraber bunları Yahudi mezhebilerinden sayanlar da bulunmaktadır. Sâmirî inancı şu dört esasa göre şekil alır: 1. Tek Tanrı: İsrail Tanrısı (Şema), 2. Tek Peygamber: Musa b. Amram (Hz. Musa), 3. Tek Kutsal Kitap: Pentateuch (Sâmirî Tevrat’ı), 4. Tek Kutsal Mekân: Gerizm Dağı. Öte yandan Tevrat’ta zikredilen Fısıh (Mayasız Ekmek Bayramı), Haftalar Bayramı (Shavuot), Yedinci Ayın İlk Günü, Kefâret günü (Yom Kippur) vb. bayramları kutlarlar. 81 a.mlf., “Samaritans”, 17/725. 82 a.mlf., “Samaritans”, 17/726. 83 İbn Hazm, el-Faṣl fi’l-milel ve’l-ehvâʾ ve’n-niḥal, 1/82. 84 a.mlf., el-Faṣl fi’l-milel ve’l-ehvâʾ ve’n-niḥal, 1/86. 20 Şabat (Sebt, Cumartesi) gününü tazim ederler. Çocuklarını sekiz günlükken sünnet ettirirler. Kadınlar adet zamanlarında yedi gün boyunca ailesinden ayrı kalmak mecburiyetindedirler. Bu zaman zarfında evdeki herhangi bir eşyaya dokunamazlar. Üzerine bastıkları her şey suyla yıkanır. Yedinci gün suda yıkanarak gün batımında temizlenirler85. Sâmirîler’in ehl-i kitaptan sayılması hususunda İslâm Hukukçuları arasında pek bir ihtilaf yoktur. Çünkü yukarıda da zikredildiği üzere samiriler tek bir Tanrı’ya inanmakta ve muharref de olsa bir kitapları bulunmaktadır. Hatta Hz. Ömer’den nakledilen rivâyete göre de bunları ehl-i kitaptan saymak iktiza eder. Çünkü bunlar her ne kadar ahirete inanmasalar da Yahudiler’den bir zümredir86. Hanefî fakîhlerine göre Sâmirîler, kendilerinden cizye alınacak sınıftandır. Füruat’ta bazı farklılıkları olsa da Hz. Musa’nın dinine inanırlar87. Nitekim Mâlikîler88, Şâfiîler89 ve Hanbelîler90 de Sâmirîlerin ehl-i kitaptan olduklarını kabul etmişlerdir. Bütün bunlardan çıkan neticeye göre Sâmirîler’i şeriat sahibi bir peygambere nispet etmekte bir beis olmasa gerek. Çünkü bunlar hem tek bir Tanrı’ya inanırlar hem de dinlerinin kaynağını, -şeriat sahibi bir peygamber olan- Hz. Musa’dan alırlar. Ayrıca ameli meselelerde semavi kaynaklı dinlerle benzerlik gösterirler. İşte bu cihetleri sebebiyle, biz de onları önceki şeriatlar zümresine dahil etmeyi uygun gördük. Sâmirîler’in günümüzde ne kadar bir nüfusa sahip oldukları kesin olarak bilinmemekle beraber 2000’li yılların başında yapılan nüfus sayımına göre dünyada yaklaşık 600 Sâmirî olduğu tahmin edilmektedir91. 85 Macdonald, “Samaritans”, 17/729-30. 86 Ebu’l-Hüseyin Ali b. Said er-Recrâcî, Menahicü’t-tahsîl ve netâicu letâifi’t-te’vîl fî şerḥi’l-Müdevvene ve halli müşkilâtihâ (Riyad: Dâru İbni’l-Cevzî, 1427/2007), 3/ 240. 87 Abdülganî b. Tâlib b. Hammâde el-Meydânî el-Guneymî ed-Dımaşkī, el-Lübâb fî şerḥi’l-Kitâb (Beyrut: el-Mektebetü’l-İlmiyye, t.y.), 4/144. 88 Ebu Muhammed Celâleddin Abdullah b. Necm b. Şâs b. Nizâr el-Cüzzâmî es-Sa’dî el-Mâlikî, Ikdü’l- cevâhiri’s-semîne fî mezhebi ‘âlimi’l-Medîne (Beyrut: Dâru’l-Garbı’l-İslâmî, 1423/2003), 2/389; Ebû Fâris (Ebû Muhammed) Abdülazîz b. İbrâhîm b. Ahmed b. Bezîze et-Teymî et-Tûnisî, Ravḍatü’l-müstebîn fî şerḥi Kitâbi’t-Telḳîn (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1431/2010), 1/700. 89 Ebü’l-Mehâsin Fahrülislâm Abdülvâhid b. İsmâîl b. Ahmed er-Rûyânî et-Taberî, Baḥrü’l-meẕheb fî fürûʿı meẕhebi’l-İmâm eş-Şâfiʿî (Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1430/2009), 13/344. 90 Ebü’l-Hasen Alâüddîn Alî b. Süleymân b. Ahmed el-Merdâvî, el-İnṣâf fî maʿrifeti’r-râciḥ mine’l-ḫilâf ʿalâ meẕhebi’l-İmâmi’l-mübeccel Aḥmed b. Ḥanbel (Kâhire: Hicr li't-Tıbâ‘a ve'n-Neşr ve’t-Tevzî‘ ve’l- İ‘lân, 1415/1995), 10/402. 91 Mahmut Salihoğlu, “Sâmirîler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 36/80. 21 B. Günümüze Sistemli Bir Şekilde Ulaşanlar Yahudilik ve Hıristiyanlık, kendi kutsal kitapları olan ve günümüze değin sistemli bir şekilde gelen İbrânî dinlerindendir. Bunların kaynağı vahye dayandığından ve diğer din ve geleneklere göre daha sistemli olduğundan, bu ikisine ayrı bir önem atfetmek yerinde olsa gerektir. Tarihi sıralama bakımından Yahudilik, Hıristiyanlık’a göre daha önce geldiğinden, burada konuya evvela onunla başlanılacaktır. 1. Yahudilik a. Yahudilik ve Yahudiler’in Kökeni Yahudilik, dünyanın en eski semavî dinlerinden biridir. Esasında bu tabir, günümüzde bir din olmanın yanı sıra, bir hayat tarzı ve etnisiteyi ifade etmek üzere de kullanılmaktadır. Nitekim Yahudi topluluğunun din ve gelenekleri birbiriyle iç içe geçmiş, dindarından sekülerine, muhafazakârından liberaline aynı adla isimlendirilir olmuşlardır. Hatta öyle ki kendilerini agnostik veya ateist bir tavırla ifade eden Ortodoks Yahudi cemaatlerinde bile Yahudi anne-babadan geliyor olmak veya az-çok Tevrat’la ilişkili bulunmak, kişiyi bu tanımın sınırlarına dahil etmeye yeterli bir sebep olarak görülmüştür92. İbranîler olarak da bilinen bu topluluk, soylarının Hz. İbrahim’den geldiğine inanır. Çünkü onlara göre Hz. İbrahim, Hz. Nuh’un üç oğlundan biri olan Sâm’ın soyundan gelmiştir93. Hatta Sam’ın soyundan gelen Eber (Ever), Hz. İbrahim’in büyük atasıdır. Bu yüzden onlara İvrim (İbranîler) denilmektedir94. Ayrıca Hz. İbrahim Kenan iline (Filistin) yerleşince, M.Ö. 2300 yılından itibaren kavmi de buraya yerleşti. Oranın sakinleri, Ürdün nehrinin karşı tarafından buraya geldikleri için bunlara Hebrunî (İbranî) denmiştir ki İbranî diye isimlendirilmelerinin sebebi buna da bağlanmıştır. Hebru, onların dilinde “karşı taraf” demektir95. Öte yandan Sam’a nispetle bunlara sâmî de denilmiştir. Ancak bu adlandırma sadece onlara has değildir. Nitekim Hz. İbrahim’in iki oğlundan biri de İsmail’dir ki Hz. Peygamber’in atası kabul edilir. Dolayısıyla Hz. İbrahim, gerek ehl-i kitap tarafından, gerekse de müslümanlar tarafından kabul edilen ortak değerdir. Ancak onun ortak değer 92 Salime Leyla Gürkan, Yahudilik (İstanbul: İsam Yayınları, 2012), 20-21. 93 a.mlf., Yahudilik, 25-26. 94 Ali Erbaş vd., Yaşayan Dünya Dinleri (Eskişehir: Anadolu Üniversitesi AÖF Yayınları, 2015), 130. 95 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 39. 22 oluşu, sadece soy bakımından değil; aynı zamanda monoteizmi (hanîflik) de temsil etmesi bakımındandır. Hz. İbrahim’in diğer oğlu İshak’tır. İshak’ın oğlu ise Yakub’dur. Bunlar da baba/dedeleri gibi peygamberdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan “İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” âyetinde96 buna işaret vardır. Yakub’un lakabına gelince, İsrail’dir97. İşte bu sebeple onun neslinden gelenlere “Beni İsrail” (İsrailoğulları) denilir. İsrail (Yisrael), İsra (Yisra) ve El (Allah, Tanrı) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Halk etimolojisinde bu “Tanrı’ya karşı güçlü olan, onunla güreşen” gibi anlamlara gelse de dilbilimciler bunun “Tanrı güçlüdür” manasını taşıdığını ifade etmişlerdir98. Bununla beraber bu kelimeye, “Allah’ın kulu, gece yürüyen, gece ibadeti yapan” anlamları da verilmiştir99. b. Yahudilik’in Kutsal Metinleri Yahudilik, Yahudiler’in Tanah ismini verdikleri kutsal metinlerden oluşur. Buna Eski Ahit (Ahd-i Atik, Old Testament) de denir. Tanah; Tora (Tevrat), Neviim (Peygamberler) ve Ketuvim (Yazılar) olmak üzere üç bölümden oluşur. Tora beş kitaptan müteşekkildir. Bunlar; Bereşit (Tekvîn=Yaratılış), Şemot (Huruç=Mısır’dan Çıkış), Vayikra (Levililer), Bemidbar (Sayılar) ve Devarim (Tesniye)’dir. Neviim ilk ve sonraki nebîler olmak üzere iki kısımdır. Ketuvim ise, ilahî ve münacâtlar, aşk şiirleri, hikmetler ve târihler gibi yazılardan teşekkül etmektedir100. Tanah’ın yanında bir de sözlü Tevrat nesiller boyunca şifahi olarak aktarılmıştır ki buna Mişna ve onun açıklaması mahiyetinde olana ise Talmud denilmiştir. Talmud, biri Filistin; diğeri de Babil’de hazırlanan iki farklı nüshadan oluşmaktadır. Rivâyete göre Hz. Musa Allah’tan aldığı sözlü öğretiyi Yeşu’ya; o da İsrail’in ileri gelen ilk dönem Yahudi 96 Yûsuf 12/6. 97 Nitekim Hz. Yakub’un lakabının İsrail olduğu birçok tefsirde geçmektedir. Mesela bkz. Ebü’l-Hasen Alî b. Ahmed b. Muhammed en-Nîsâbûrî, et-Tefsîru’l-basîṭ (Medine: İmâdetü’l-Bahsi’l-‘İlmî, 1428/2008), 7/234; Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Âşur et-Tûnusî, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr (Tunus: Dâru’t- Tûnusiyye li’n-Neşr, 1392/1973), 7/311. 98 Erbaş vd., Yaşayan Dünya Dinleri, 130. 99 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 40. 100 Ömer Faruk Harman, “Yahudilik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 43/197-98. 23 din âlimlerine öğretmiştir. Bunlara “tannaim” denilir. Daha sonra gelen ve kendilerine “amoraim” denilen ikinci nesil din âlimleri ise Mişna’nın yorumunu yapmış (Gemara), bu yorumlar ise daha sonra hem Mişna hem de de Talmud’u içine alacak şekilde hazırlanmıştır101. Mişna altı kısımdan oluşur. Bunlar; Zerâim (Tohumlar), Moed (Bayramlar), Naşim (Kadınlar, aile hukuku), Nezikin (Zararlar), Kedoşim (Mukaddes şeyler) ve Tehera (Taharet, temizlik) diye isimlendirilir. Bunlar da “masehtot” adı verilen altmış üç risaleye, risaleler ise cümlelere ayrılmıştır ki iki hahamın karşılıklı münazaraları şeklindedir102. c. Yahudi Mezhepleri Yahudi mezheplerini iki ana başlık altında ele almak mümkündür. Bunlardan ilki M.Ö. II. yüzyılda mevcut olan Peruşîm (Ferîsîler), Sadukîm (Sadukîler) ve İsiyîm (Essenîler) mezhepleridir. İkincisi ise M.S. VIII. yüzyıldan itibaren -ve özellikle doğuda Müslümanlar arasında- varlığını sürdüren İseviye, Yudgâniye, Ananîye ve Karâim mezhepleridir. Bunlara ilave olarak Orta çağ sonrasında ortaya çıkan, özellikle de XIX. yüzyılda Doğu Avrupa ve Rus Yahudileri arasında zuhur eden Hasidût hareketini (Hasidizm) örnek olarak vermek mümkündür103. Ferîsîler, kendilerine Haverim (kardeşler) diyen bir fırkadır. Onlara göre Tora, yazılı vahiy kabul edildiği gibi, şifahî Tora’yı da vahiy kabul etmek gerektir. Bunların rakipleri, mabet idaresini ellerinde tutan aristokratlardı ki bunlara Sadukîler denir. Ferîsî mezhebine göre, Tanrı her yerdedir ve -Sadukîm’in aksine- mabetler dışında da ibadet etmek mümkündür. Ferîsîler, kaderi ve ahiret hayatını inkâr eden Sadukîler ile tamamen kaderci anlayışı kabul eden Essenîler arasında orta bir yol tutmuşlardır. Bu itibarla Ferîsîler’i, Mutezile ve Cebriye arasında bir yol tutan Ehl-i sünnete benzetebilmek mümkündür. Bunlara göre insanın ruhu ölümsüzdür. Bununla beraber ahirette sadece iyi insanların ruhları diriltilecek; kötülerinki ise ebedî cezaya müstahak olacaktır. Bunlar Tanrı tarafından Hz. Musa’ya yazılı ve sözlü olmak üzere bir şeriat verdiğine ve dinde ehliyet 101 Erbaş vd., Yaşayan Dünya Dinleri, 148-49. 102 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 50. 103 Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri (İstanbul: Anka Yayınları, 2001), 212. 24 sahibi kimselerin zaman ve zemine göre bunlarda değişiklik yapabileceklerine inanmaktadırlar104. Sadukîler, inanç ve amelde Ferîsîler’e karşıtlığıyla bilinirler. Temel görüş ve prensipleri şöyledir: 1. Asalet, kudret ve servetin mümessilleri olarak faaliyetlerini siyasi hayatta merkezileştirmişlerdir. 2. Ferîsîler’in benimsediği yeniden dirilmeyi kabul etmemişlerdir. 3. Ferîsiler’in aksine sadece yazılı Tora’yı kabul etmişlerdir. 4. Melekler’in ve kötü ruhların mevcudiyetini reddetmişlerdir. 5. Tevrat’ta zikredilmiş olan kanunların zahirî manalarının tatbikini istemişlerdir. Kısasa kısas emri bunun misalidir. 6. Ferîsîler’in aksine, kölenin, eşeğin veya öküzün işlediği suçtan dolayı sahiplerini mesul tutarlar105. Essenîler, Tora’nın Levililer kitabının ortaya koymuş olduğu esaslara son derece bağlıdırlar. Sosyal yapı içinde komünist bir anlayışı tercih etmişler, kendilerini dine ve çalışmaya vermişlerdir. Bedenî hazlardan ve evlilikten son derece uzak durarak münzevi bir hayat benimsemişler, böylelikle göklerin sırlarına vakıf olmaya ve Mesih’in ne zaman geleceğini öğrenmeye yönelmişlerdir. Ayrıca bunlar Şabat yasağına uymaya da aşırı ihtimam gösteren bir mezhep olarak bilinmektedirler106. İkinci grup Yahudi mezheplerine gelince, bunların ilki İseviye mezhebi olarak bilinir. Bu mezhep, Ebû İsa İshak b. Yakub’a nispet edildiğinden dolayı İseviye adını almıştır. Ebû İsa, son Emevî Halifesi II. Mervan zamanında (744-750) yaşamıştır. İslâmiyet’in zuhurundan sonra ortaya çıkan ilk mezhep olduğu kabul edilir. Ebû İsa’nın Yahudi geleneğinde olmayan birtakım farklılıklar getirdiği bilinmektedir. Mesela günde üç vakit ibadet varken bunu yediye çıkarmış, Kudüs dışında hayvan eti ve şarap içilmesini yasaklamış, boşanmaya da hiçbir surette izin vermemiştir. Bununla beraber Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul eden Ebû İsa, bunların sadece kendi 104 Harman, “Yahudilik”, 43/212-13. 105 Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, 232-33. 106 a.mlf., İslâm ve Yahudi Mezhepleri, 236-37. 25 topluluklarına gönderildiğini iddia etmiştir. Hatta Yahudilik için bunu bir tehlike görmemiş, bilakis bunun Musa şeriatını koruduğunu/koruyacağını ifade etmiştir107. Ebû İsa’nın ölümünden sonra onun yerine Yudgan geçmiş ve ona nispetle bu mezhebe Yudgâniye ismi verilmiştir. Yudgan, Tevrat’ın hem zahirî/hakikî hem de batınî/mecazî anlamı olduğunu iddia etmiş, cennet-cehennemle alakalı inançları tevil etmiştir. Ebû İsa’nın koyduğu et, şarap ve yedi vakit ibadet usulünü almış, Allah’ın sıfatları konusunda Mutezile’ye yakın görüş benimsemiş, insana ait sıfatların Allah’a nispet edilemeyeceğini savunmuştur. Yine Şabat ve diğer dinî günlerde yapılan dini ritüellerin Filistin ve Kudüs için geçerli olacağını savunmuştur108. Anâniye mezhebi, adını M.S. VIII. yüzyılda Irak’ta yaşamış olan Anan ben David’den alır. Rabbânî Yahudiliğe (Yehadut Rabanit, Rabbinic Judaism) -ki Tevrat’ın sözlü kısmının da bulunduğunu kabul eden Yahudi topluluğudur- olan muhalefetiyle bilinir. Ebû Hanife’nin gerektiğinde Kur’ân âyetlerinin mutlak kısmını bırakıp da teviline yönelmesi görüşünden etkilenen Anan, bunu Yahudiliğe tatbik etmiştir. Ayrıca kıyası da aşırı derecede kullanmıştır. Hatta öyle ki sadece cümlelerde değil, kelime ve harflerde bile kıyasa gitmiştir. Çok sert kurallar ve aşırı yasaklar ihtiva eden Anan’ın mezhebi çok fazla etkili olamamış, M.S. X. yüzyıldan itibaren kendine taraftar bulamamıştır109. Karâim (Karâîlik), “kara” (okumak) kelimesinden türemiş bir isimdir. Bu hareketin başlangıcı Anan ben David’e dayanır. Ahd-i Atik’i (Tanah) çok okumalarından dolayı böyle isimlendirilmişlerdir. Anâniye’de olduğu gibi Rabinik Literatür’e karşı çıkarlar. Bir nevi Anâniye’nin devamı sayılırlar. Bu ismi ilk defa kullanan M.S. IX. yüzyılda yaşamış olan Benjamin en-Nihavendî ve onun talebesi Daniel el-Kumisî olmuştur. Anan tarafından mezhebin esasları belirlenen Sefer ha-Mitsvot kitabı günümüze ulaşmamıştır. Ancak Anan’ın “Doğrudan doğruya Tanah’a başvurun, benim fikirlerime körü körüne bağlanmayın” sözü, bu mezhebin temel esasını yansıtması bakımından önemlidir. Öte yandan bu mezhebin Sadukîler ve Essenîler’den de bazı dini hükümler aldığı ifade edilmektedir110. 107 Halil İbrahim Bulut, “Îseviyye Mezhebi ve Hz. Muhammed’in Risaletinin Evrenselliği Tartışmalarının Başlaması”, Sakarya, S.Ü.İ.F.D., 6/9 (2004), 122-24. 108 Harman, “Yahudilik”, 43/215. 109 Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, 258-67. 110 Mustafa Sinanoğlu, “Karâîlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 24/424-26. 26 Bunlardan başka özellikle Hasidût hareketi (Hasidizm), XVIII. yüzyılda ortaya çıkmış olup, Rabbi Israel ben Eliezer liderliğinde Polonya’da başlamış ve böylelikle de Doğu Avrupa’da yayılmış olan bir mezheptir. Bu mezhepte Rabbânî doktirini esas almak yerine, Hasidî liderinin temsil ettiği dinî şahsiyet ön plana çıkar. Yine kült geleneğe uymak yerine insana haz ve neşe veren unsurlar benimsenmiş, daha çok seküler kültüre uygun bir hayat anlayışı kabul edilmiştir. Hasidût mezhebi aynı zamanda geniş Yahudi toplulukları tarafından Rabinik otoritenin baskısından bir kurtuluş olarak telakki edilmiştir111. Burada sayılan mezheplere ilaveten Yahudilik içinde bazı modern ve reformist oluşumlar da ortaya çıkmış, tarihi seyri içinde günümüze kadar bu şekilde varlığını devam ettirmiştir. d. Yahudilik’in Karakteristik Özelikleri Yahudilik İslâm dışındaki diğer dinler gibi belli bir bölge veya zümreye gönderilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber “Her nebî hususi bir topluluğa gönderilmiş iken; ben hepsine birden peygamber olarak gönderildim”112 diyerek, bu hususa temas etmiştir. Dolayısıyla, Yahudilik dininin ahkâmı da belli bir zümreye hitap etmektedir. Yahudilik, belli bir müddet aralığında yürürlükte kalmıştır. Bazı hükümleri zamanla unutulmuş ve tahrife uğramış, İsa peygamberin şeriatıyla da bazı hükümleri ortadan kalkmıştır. İslâm’ın gelişiyle de nesh sahasına giren tüm hükümleri neshedilmiştir113. Demek oluyor ki Yahudilik belli bir dönemde yürürürlükte kalan bir dindir. Bir diğer karakteristik özelliği ağır hükümler ve teklifler getirmiş olmasıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: “Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezâdır...”114 denilerek bu ağır hükümlere misal verilmiştir. Yahudilikte bulunan diğer ağır hükümlere “Üçüncü Bölüm”de ayrıntılı bir şekilde temas edilecektir. 111 Harman, “Yahudilik”, 43/215-17. 112 Müslim, “Mesâcid”, 3; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 4/94; Şu‘abu’l-Îmân, thk. Ebû Mâhir Muhammed es-Saîd b. Besyûnî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1421/2000), 2/177. 113 Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, 162-63. 114 el-En‘âm 6/146. 27 2. Hıristiyanlık a. Hıristiyanlığın Doğuşu Hıristiyanlık, günümüzde dünya üzerinde en fazla müntesibi olan dindir. Kendilerine Nasrânî, Mesîhî veya Îsevî denir. Nasrânî denilmesinin sebebi, bir görüşe göre Hz. İsa’nın Nasıralı115 olmasındandır116. Nitekim İncil’de de buna işaret edilmiştir117. Bununla beraber bunun sebebinin havarilerin kendisine yardım etmesinden dolayı olduğu da söylenmiştir. Çünkü Arapça’da “nasr”, yardım etmek manasına gelen bir mastardır. Müslümanlar da bu sebeple onlara Nasrânî demişlerdir118. Hıristiyan ismi ise, İbranice’de “kutsal yağ ile yağlanmış” anlamına gelen “Meşi’ah” (Ar. Mesih) kelimesinin Grekçe’ye çevirisidir. Bu kelime Latince’de “Christus”, diğer Batı dillerinde ise “Christ” şeklinde karşılık bulmuştur119. Hz. İsa M.Ö. I. yüzyılda yaşamış bir peygamberdir. Onun yaşadığı asırdaki Yahudi topluluğu Ferîsîlik, Sadûkîlik ve Essenîlik gibi birbirinden farklı mezheplere ayrılmıştı. Ayrıca Helenistik kültürü Anadolu’dan Hindistan’a varlığını hissettirir hale gelmişti120. Öte yandan birtakım paganist inançlar da Hz. İsa’nın bulunduğu mıntıkada mevcudiyetini sürdürüyordu. İşte böyle bir ortamda Hz. İsa dünyaya gelmiştir. Matta’da onun doğumu şu şekilde anlatılır: “İsa Mesih'in doğumu şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf'la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem'in Kutsal Ruh'tan gebe olduğu anlaşıldı. Nişanlısı Yusuf, doğru bir adam olduğu ve onu herkesin önünde utandırmak istemediği için ondan sessizce ayrılmak niyetindeydi. Ama böyle düşünmesi üzerine Rabbin bir meleği rüyada ona görünerek şöyle dedi: ‘Davud oğlu Yusuf, Meryem'i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh'tandır. Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından o kurtaracak.’ Bütün bunlar, Rabbin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu: ‘İşte, kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adını İmmanuel koyacaklar.’ 115 Nasıra (Nazareth), bugün İsrail’in kuzeyinde Aşağı Celile (Downer Galilee) denilen bir mıntıkada bulunan bir kasabadır. 116 Dorothee Soelle - Luise Schottroff, Jesus of Nazareth (London: Westminster John Knox Press, 2000), 14. 117 Kutsal Kitap (Erişim 12 Aralık 2021), Matta 21:11; Luka 1:26-38. 118 Kürşat Demirci, “Hıristiyanlık”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 17/328. 119 a.mlf., “Hıristiyanlık”, 17/328. 120 a.mlf., “Hıristiyanlık”, 17/328. 28 İmmanuel, Tanrı bizimle demektir. Yusuf uyanınca Rabbin meleğinin buyruğuna uydu ve Meryem'i eş olarak yanına aldı. Ama oğlunu doğuruncaya dek Yusuf ona dokunmadı. Doğan çocuğun adını İsa koydu.”121 Hz. İsa’nın nerede ve ne zaman doğduğu tartışmalıdır. Nerede doğduğuyla ilgili temel olarak iki görüş vardır. Bunlardan ilki Beytülahim (Beytlehem, Bethléem); ikincisi ise Nâsıra’da doğduğudur. İncillerde o Nâsıralı İsa diye takdim edilir. Bununla beraber onun Nâsıralı olması Nâsıra’da doğmasını gerektirmediğini, Beytülahim’de doğup hayatının otuz yılını Nâsıra’da geçirdiğini, dolayısıyla onun gerçekte Beytülahim’de doğup Nâsıralı olduğunu söyleyenler de vardır122. Doğum tarihine gelince, Matta’da anlatıldığına göre, Hz. İsa doğunca bazı Yıldızbilimciler bunu anladı ve “Yahudiler'in Kralı olarak doğan çocuk nerede? Doğuda O'nun yıldızını gördük ve O'na tapınmaya geldik.”123 dediler. Bunun üzerine Kral Hirodes ve Yeruşalim (Kudüs) halkı tedirgin oldu ve çocuğun getirilmesini istediler. Nihâyet bir melek Yusuf’a124 göründü ve onunla annesini Mısır’a kaçırmasını söyledi. Çünkü Hirodes onu öldürmeyi düşünüyordu. Ancak Hirodes’in ölümüyle Yusuf, bunları geri getirmiştir125 ki tarihçilerin hesaplarına göre Hirodes otuz yedi yıl hüküm sürmüş ve İsa’nın doğumuyla onun ölümü arasında takriben iki-üç aylık bir zaman farkı vardır126. Hirodes’in ölüm tarihi ise M.Ö. 4 yılına tekabül ettiğinden Hz. İsa’nın doğum tarihi M.Ö. 4 yılında olsa gerektir127. Binaenaleyh Hz. İsa’nın doğumunu miladî yılın başlangıcı olarak kabul etmek hatalı görünmektedir. Hz. İsa’nın çocukluk ve gençlik yıllarıyla ilgili pek fazla malumat bulunmamaktadır. Ancak okuma yazma bildiği, kız ve erkek kardeşlerinin olduğu, dülgerlik yaptığı ve eski Aramice’yi konuştuğu; tebliğ vazifesinin ise otuz yaşlarındayken Hz. Yahya’nın onu vaftiz etmesinden ve Rûhulkudüs tarafından çöle götürülerek orada kırk gün kırk gece 121 Matta 1:18-24. 122 Harman, “Îsâ”, 22/465. 123 Matta 2/1-2. 124 Yusuf en-Neccâr (Joseph the Carpenter), İncil’e göre Hz. İsa’nın üvey babası kabul edilmektedir (Matta 1:18-24). Nasıralı bir yahudidir. Soyu Hz. Davud’a ulaşır (Matta 1:1-17). Marangozluk yapmıştır. Hz. İsa doğmadan önce Hz. Meryem ile nişanlıydı (Matta 1:18-19). Hz. İsa doğuncaya kadar Hz. Meryem’e el sürmemiştir (Matta 1:18-24). Hıristiyanlar tarafından 19 Mart tarihi Aziz Yusuf (Saint Joseph) günü olarak kutlanır. 111 yaşında Nasıra’da öldüğü tahmin edilmektedir. 125 Matta 2/3-23. 126 Harman, “Îsâ”, 22/466. 127 a.mlf., “Îsâ”, 22/466. 29 oruç tutmasından sonra olduğu zikredilir128. Onun Hz. Yahya tarafından vaftiz edilmesi Matta’da şöyle anlatılır: “Bu sırada İsa, Yahya tarafından vaftiz edilmek üzere Celile'den Şeria Irmağı'na, Yahya'nın yanına geldi. Ne var ki Yahya, ‘Benim senin tarafından vaftiz edilmem gerekirken sen mi bana geliyorsun?’ diyerek O'na engel olmak istedi. İsa ona şu karşılığı verdi: ‘Şimdilik buna razı ol! Çünkü doğru olan her şeyi bu şekilde yerine getirmemiz gerekir.’ O zaman Yahya O'nun dediğine razı oldu. İsa vaftiz olur olmaz sudan çıktı. O anda gökler açıldı ve İsa, Tanrı'nın Ruhu'nun güvercin gibi inip üzerine konduğunu gördü.”129 Bu hâdiseden sonra kendisine vahiy gelmeye başladığı bildirilen Hz. İsa, birtakım mucizeler göstermiş ve kendine Havarîler seçmiştir. Yaklaşık üç sene kadar süren tebliğ vazifesinden sonra Hıristiyan kaynaklarına göre çarmıha gerilmiş130; İslâmî kaynaklara göre ise göğe kaldırılmıştır131. b. Hıristiyanlığın Kutsal Metinleri Hıristiyanlığın kutsal metinleri denildiği zaman akla ilk olarak Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd gelir ki bu ikisine birden Kitâb-ı Mukaddes denilir. Ahd-i Atîk hem Yahudiler hem de Hıristiyanlarca ortak kabul edilen bir kitaptır. Şu farkla ki Hıristiyanlar’ın kabul etmiş oldukları Ahd-i Atik, İbranice olanından farklıdır. Nitekim Hıristiyanlar Grekçe’ye çevrilen Ahd-i Atîk’i benimsemiş, bu da Yahudiler’le aralarında belli bir farkın doğmasına sebebiyet vermiştir. İkinci olarak Yahudiler, ne Hz. İsa’yı ne de İncil’i kabul etmektedirler. Bu sebeple de aralarında ciddi ihtilaflar boy göstermiş ki asırlar boyu bu ihtilaflar devam edegelmiştir. Hıristiyanlar’ın kutsal saydıkları kitaplar sadece bunlardan ibaret değildir. Aynı zamanda Resullerin İşleri, Pavlos’un Mektupları, Katolik Mektuplar ve Yuhanna’nın Vahyi diye gruplandırdıkları yirmi yedi kitap da buna dahildir132. Hıristiyan akidesine göre, Hz. İsa İncil yaz(dır)mamış, bunu sadece şifahi olarak tebliğ etmiştir. Havarilerine de bunu yayma vazifesini vermiştir. Hz. İsa’nın urucundan 128 a.mlf., “Îsâ”, 22/467. 129 Matta 3/13-16. 130 Markos 15/21-25. 131 en-Nisâ 4/157. 132 Mehmet Aydın, “Hıristiyanlık”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 17/340. 30 (yükselişinden) yaklaşık kırk sene sonra ilk İncil’ler yazılmaya başlanmış, bunda da mevcut şifahi rivâyetlerin yanında müelliflerin kendi bakış açıları da İncil’e girmiştir. Nitekim yazılan İncil’ler arasından sadece Matta, Markos, Luka ve Yuhanna muteber kabul edilerek bunlara “kanonik” (standart, resmi olarak kabul edilmiş); diğerlerine ise “apokrif” (gizli, sahte, resmi olarak kabul edilmemiş) İncil’ler denilmiştir133. Bununla beraber kanonik İnciller’i kaleme alanlardan sadece Yuhanna ve Matta Hz. İsa’nın havarisi olup, Luka Pavlos’un, Markos ise Petrus’un şakirdi kabul edilmektedir. Öte yandan Matta, Markos ve Luka birbirlerine benzemeleri sebebiyle bunlara “sinoptik” (eş görünümlü) İncil’ler denilmiştir. Yaygın kanaate göre sinoptik İnciller’in M.S. 65-90; Yuhanna’nın ise miladî I. yüzyılın sonuna doğru yazıldığı kabul edilmektedir134. c. Hıristiyan Mezhepleri Hıristiyanlığın temel olarak Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık olmak üzere üç mezhebi vardır. Katolikler kendilerini asıl kabul ettikleri için diğerlerine heresy (sapkın) tabirini kullanırlar. Günümüz hıristiyanlarının %50’si Katolik, %30’u Protestan, %17’si Ortodoks, %3’ü ise diğer mezheplerdir135. Mezheplerin bölünmesine değinmeden önce kiliseler arasında cereyan eden ihtilafı belirtmekte fayda vardır. M.S. 285 yılında Roma İmparatoru Diokletyan (284-305), devletin yönetimini kolaylaştırabilmek için Doğu ve Batı’yı ikiye bölmüş, her birine de iki idareci atamıştır. Böylece Batı Roma’yı bir augustus ve bir sezar; Doğu Roma’yı da bir augustus ve bir sezar olmak üzere “dörtlü yönetim” anlayışına geçilmiştir ki buna tetrarşi (Gr. τετρα tetra = dört ve αρχη archä = hükûmet) denir. Hıristiyanlık ise Roma İmparatorluğu içinde doğup gelişmiş ve Konstantin (305-337) zamanında resmi bir hüviyet kazanabilmişti. İşte hem devletin ikiye bölünerek dörtlü yönetim anlayışına gidilmesi, hem de doğu-batı arasında bulunan kültür farklılıkları, zamanla iki taraf arasında çeşitli ihtilaflara sebebiyet vermiştir. Ayrıca VIII. yüzyılda Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden olan İskenderiye ve Antakya, Müslümanlar tarafından fethedilmiş, bu da merkez olarak yetkinin Roma’da mı yoksa İstanbul’da mı olacağı konusunda çekişmelere sebep olmuştu. Dahası yine aynı yüzyılda yaşayan Doğu Roma 133 Harman, “İncil”, 22/271. 134 a.mlf., “İncil”, 22/271-72. 135 Mehmet Aydın, “Hıristiyanlık”, 17/353-54. 31 İmparatoru III. Leo, ikona ve resimleri kiliseden yasaklatmıştı. Öte yandan Roma- İstanbul kiliseleri arasında cereyan eden siyasi çekişmeler kiliseler üzerinde de varlığını sürdürmeye başladı. Nitekim Roma, kendi ibadet anlayışını, Doğu kiliselerine dayatmaya başlayınca (1053), bu durum İstanbul Patriği’ni kızdırdı ve İstanbul’da bulunan Batı kiliselerini kapattırdı. Papa ise hem İstanbul Patriği’ni hem de Doğu Kilisesi’ni aforoz ettiğini duyurarak iki kilise 1054 yılında tamamen birbirinden ayrılmış oldu. Batı Kilisesi kendine Katolik (evrensel); Doğu Kilisesi ise Ortodoks (doğru inanç) ismini vererek bundan sonra resmi olarak iki tane farklı mezhep teşekkül etmiş oldu136. 1054 tarihinden sonra Roma Kilisesi, Avrupa’nın en önemli siyasi ve ekonomik gücü haline gelmiş ve birçok krallıktan da daha zengin olmuştu. Bu duruma kayıtsız kalmayan İngiliz rahip John Wycliff, XIV. yüzyılda kilisenin bazı doktirinlerine karşı çıkmış ve Kitab-ı Mukaddes’i İngilizce’ye tercüme etmek istemişti. Ancak hem kilisenin karşı çıkması ve hem de yeterince taraftar bulamaması sebebiyle başlatmak istediği hareket akim kalmıştı. Ne var ki XVI. yüzyılın başlarında Martin Luther isimli Alman rahip, Araf ve Endüljans (indulgence)137 gibi bazı kilise tatbikatlarını protesto etmiş ve 95 maddelik bir tezi Wittenberg Katedrali’nin kapısına asmıştı. Bu sebeple aforoz edilen Luther, geride büyük bir protesto hareketi bırakmıştı. Luther’in görüşlerine sahip çıkan bu hareket, kendi doktrinlerini yayarak hem Batı hem de Kuzey Avrupa’da yeni bir ideanın fitilini ateşledi. Böylece -ve bazı din adamlarının da destek vermesiyle- Protestan mezhebi ortaya çıkmış oldu138. Bununla beraber ilahî ve beşerî tabiatın Hz. İsa’da birleştiğine inanan monofizit kiliseler de vardır. Mesela Süryanî, Ermenî, Habeş ve Kıptî kiliseleri buna örnektir. Bunlar her ne kadar Doğu Ortodoks kiliseleri arasında gösterilseler de tamamen bağımsız ve özerk bir hüviyete sahiptirler139. Öte yandan ana kiliseler dışında kalan ve onlara tenkitçi bir bakış açısıyla yaklaşan hareketler de vardır. Bunlar, geleneksel mezheplerin, dinlerinin safiyetini ve orijinalitesini bozduklarını ileri sürerek Hıristiyalığı yeniden hüviyet-i asliyesine 136 Kutsal Kitap, “Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık Nedir?”, (Erişim 20 Aralık 2021). 137 Endüljans, Katolik Kilisesi’nin Tanrı tarafından affedilmesi gereken günahların, kilise tarafından kısmen veya tamamen bağışlanması demektir. 138 Kutsal Kitap, “Protestanlık”, (Erişim 20 Aralık 2021). Ayrıca bkz. Harman, “Endüljans”, 11/209-10. 139 Erbaş vd., Yaşayan Dünya Dinleri, 225-27. 32 döndürme gayesi gütmektedirlerdir ki Yahova Şahitleri, Mormonlar, Babtistler, Metodistler, Adventistler ve Üniteryanlar bu kategoride değerlendirilebilir. d. Hıristiyanlık’ın Karakteristik Özellikleri Hıristiyanlık denilince en başta akla gelen ve onu diğer dinlerden ayrı kılan en önemli husus, hiç şüphesiz teslis (trinite, üçleme) inancıdır. Bu inancın esası “bir üçtür, üç de birdir” kabulüne dayanır ki kısaca “baba-oğul-kutsal ruh” (uknûm-i selase) diye bilinir. Baba, her şeyin yaratıcısı olan saf ruh; Oğul, Hz. İsa; Kutsal Ruh ise, kiliseye hayat veren güçtür. Bu itibarla Kur’ân-ı Kerîm’de Hıristiyanlar’ın müşrik olduğuna müteaddit âyetlerde temas edilir140. İkincisi konsillerin varlığıdır. Konsil, kilise hayatının problemlerini çözmek üzere Hıristiyan din adamlarının bir araya gelerek toplanması ve karar almasına denir. Tarihte İznik (325), İstanbul (381), Efes (431), Kadıköy (451), II. İstanbul (553), III. İstanbul (680-81), II. İznik (787), IV. İstanbul (869-70), I. Latran (1123), II. Latran (1139), III. Latran (1179), IV. Latran (1215), I. Lyon (1245), II. Lyon (1274), Viyana (1311-12), Konstans (1414-18), Bale-Ferrare-Florance (1431-42), V. Latran (1512-17), Trene (1545- 63), I. Vatikan (1869-70) ve II. Vatikan (1962-65) olmak üzere yaklaşık yirmi bir konsil düzenlenmiştir141. Üçüncüsü dini ibadetleridir. Bunlar da günlük, haftalık ve yıllık olmak üzere üç kategoriye ayrılmıştır. Günlük ibadetlerinin ne olduğu tam olarak belli değildir. Güneş doğarken ve ikindi vakti yapılan duaya önem verilir. Eğer kilisede ayin yapılacaksa Kitab- ı Mukaddes’ten Mezmurlar ile başlanır, sonra ilahiler okunur, daha sonra ise dua ile bitirilir. Bununla beraber ferdi dua da yapılabilir. Kişi diz çökerek ettiği duayı tefekkür eder ve duanın sözlerini kelime kelime düşünür. Sonra feyiz almaya yönelir. Buna meditasyon (meditation) denir. Ancak Hıristiyanlık’ta toplu ibadet, ferdi ibadetten daha makbul olduğu için sabah ve akşam dualarının kilisede yapılması tavsiye edilir. Haftalık ibadetleri, Pazar günü yapılan ibadettir. Sabah ve akşam olmak üzere iki vakitte yapılır. İnanışa göre Hz. İsa Cuma günü çarmıha gerilmiş ve Pazar günü dirilerek şakirtleriyle 40 gün beraber olmuş, sonra ise göğe yükselmiştir. O yüzden Hıristiyanlar 140 Mesela bkz. el-Bakara 2/116; en-Nisâ 4/171; el-Mâide 5/17, 72, 73, 116; el-En‘âm 6/100, 101; et-Tevbe 9/30, 31; el-Meryem 19/34, 35. 141 Harman, “Konsil”, 26/175-77. 33 bu günü diriliş günü olarak kabul etmişlerdir. Pazar günü yapılan ibadetin kilisede ve papaz nezaretinde yapılması da mecburidir. Yıllık ibadet ise Noel (Hz. İsa’nın doğum gününün kutlanması), Paskalya (Hz. İsa’nın Pazar günü dirilişinin kutlanması), Haç Yortusu ve Meryem Ana Günü’nden ibarettir. Noel, 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece kutlanır. Ancak Doğu kiliselerinde bu kutlama 6 Ocak tarihinde yapılır. Paskalya, ilkbaharda 22 Mart- 25 Nisan tarihleri arasında bir Pazar gününde kutlanır. Haç Yortusu, Roma Kilisesi’nce 3 Mayıs tarihinde kutlanır. Ayrıca 6 Ocak’ta Epiphani de denilen ve haçın suya atılması bayram olarak icra edilir. Doğu kiliselerinde bunun zamanı 14 Eylül’dür. Meryem Ana Günü ise belli bir tarihte olmayan ve yıldan yıla değişen bir hüviyete sahiptir142. Hıristiyanlığın diğer ibadetlerine gelince; oruç ve hac zikredilebilir. Nitekim bunlardan oruç temel kilise emirleri içinde yer alır. Buna göre “Cuma ve emredilen diğer günlerde oruç tut!”143 denilmiştir. Tutulan oruçta güneşin doğuşundan batışına kadar bir şey yenilip içilmez. Bunu yapamayanlar gün boyu sıvı gıdalar alarak orucu perhiz şeklinde hafifletebilir. Bunda et, süt, yumurta, peynir gibi hayvani gıdalar ve alkol kullanılmaz. Kırk gün ve elli gün şeklinde çeşitli oruçları bulunur. Hac ise kutsal yerlerin ziyaret edilmesinden ibarettir. Tarihte Kudüs, Roma ve İspanya bunların başında gelen yerlerden idi. Daha sonra Vatikan (Pavlos ve Petrus’un mezarları), Fatima (Portekiz) ve Lourdes (Fransa) hac için ziyaret edilen uğrak yerlerdendir. Bununla beraber Efes de Pavlos’un bir zamanlar burada kalması sebebiyle Hıristiyanlar’ın kutsal mekanları arasında yer alır. Öte yandan Ascension (Hz. İsa’nın göğe çıkması), Pentikost (Kutsal Ruh’un havariler üzerine inişinin anısı), Annonciation (Hz. İsa’nın doğumunun müjdelenmesi) ve Assomption (Katolikler’e göre Hz. İsa’nın melekler tarafından göğe çıkarılışı) da diğer dini günleri arasında yer alır144. Bunlardan başka vaftiz, evharistiya (şükran duası), konfirmasyon (vaftizi kuvvetlendirme), unction (hastaları yağlama), tevbe, evlilik, rahip takdisi (din adamları 142 Erbaş vd., Yaşayan Dünya Dinleri, 209-13. 143 P. Luigi Iannitto, Hıristiyan Dininin Esasları (İstanbul: Saint Antuan Kilisesi, 1982), 170. 144 Erbaş vd., Yaşayan Dünya Dinleri, 213-14. 34 tayin etme) gibi dini ritüeller de Hıristiyanlığın karakteristik özelliklerini yansıtan hususlardır145. 145 Mehmet Aydın, “Hıristiyanlık”, 17/349-51. 35 İKİNCİ BÖLÜM USÛL-İ FIKIH AÇISINDAN ÖNCEKİ ŞERİATLARIN KAYNAK DEĞERİ Önceki Şeriatlar’ın İslâm hukuku açısından kaynak değerini inceleyeceğimiz bu bölümde, öncelikle konuyla alakalı Kur’ân-ı Kerîm’den ve Sünnet-i Nebevî’den misaller verilecek, daha sonra fukahanın bu husustaki görüşlerine yer verilecektir. Fukahanın bu meseledeki görüşleri ise bisetten önce ve sonra olmak üzere iki devrede incelenerek önceki şeriatların İslâm hukuku bakımından kaynak değeri aktarılmaya çalışılacaktır. I. ÖNCEKİ ŞERİATLARIN HÜCCET VASFI TAŞIDIĞINA DAİR NAZİL OLAN ÂYETLER 1. “Bunlar, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. Sen de onların hidâyetine (yoluna) uy.”146 âyeti, bu konuda örnek gösterilen âyetlerin başında gelir. Nitekim “Allah’ın hidâyet ettiği kimseler”le kastın peygamberler olduğu tefsirlerde bildirilmiştir. “Sen de onların hidâyetine uy” denilerek Hz. Peygamber’in onların yoluna uyması gerektiği de beyan edilmiştir147. Bununla beraber “onların hidâyetine uy” diye tabir edilen ifade ile ne kastedildiği de mühimdir ki bazıları bunun, hakkında nas bulunmayan -itikadi ve ameli- hususlarda önceki peygamberlere uymanın vacip olduğunu ileri sürmüştür148. Nitekim bu görüşü kabul eden âlimler, Kur’ân âyetlerinin açıkça nesh veya tahsis ettiği konular dışında, önceki peygamberlerin şeriatlarına da uyulması gerektiğini söylemişlerdir149. Bazıları ise bunun tevhid ve usûl-i dine ait olduğunu, yoksa fer‘î her meselede onlara tabi olma mecburiyeti bulunmadığını150 ifade etmiştir. 146 el-En‘âm 6/90. 147 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 2/52. 148 Ebü’l-Hasen Şemsülislâm İmâdüddîn Alî b. Muhammed b. Alî el-Herrâsî et-Taberî, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, t.y.), 3/124; Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 7/35; Ebü’l- Mekârim (Ebü’s-Suûd, Ebü’l-Mehâsin) Necmüddîn Muhammed b. Muhammed el-Âmirî el-Gazzî ed- Dımaşkī, Ḥüsnü’t-tenebbüh li-mâ verede fi’t-teşebbüh (Dımaşk: Dâru’n-Nevâdir, 1432/2011), 1/137 149 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, 13/56. 150 Şirbînî, es-Sirâcü’l-münîr fi’l-iʿâne ʿalâ maʿrifeti baʿżı meʿânî kelâmi rabbine’l-ḥakîmi’l-ḫabîr (Kâhire: Bulak Matbaası, 1284/1868), 1/434; Necmüddîn el-Gazzî, Ḥüsnü’t-tenebbüh li-mâ verede fi’t-teşebbüh, 1/138; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, 2/171. 36 2. “Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidâyet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi.”151 âyeti de bunlardandır. Hz. Muhammed’in peygamber olması hasebiyle, bazı âlimler O’nun da bu âyetin şümulüne girmesi gerektiğine kâildir. Nitekim evli olan iki Yahudi zina yapmış, Hz. Peygamber bunlara Tevrat’ın hükmüyle recm cezası vermiştir. Yine Nadr ve Kureyza oğullarının öldürülenlerinin eşit diyet almaları yönündeki hükmünü de Tevrat’tan vermişti152. Ancak diğer bir kısım âlimler bunun inşâî bir âyet olmayıp ihbârî bir âyet olduğunu, binaenaleyh bunun hüküm ifade etmediğini dile getirmiş; “kendilerini Allah’a vermiş/teslim olmuş peygamberler” ifadesiyle ise Hz. Musa’dan Hz. İsa’ya kadar olan peygamberlerin kastedildiğini ileri sürmüşlerdir ki bu çoğunluğun görüşüdür153. 3. “Allah Nuh'a tavsiye ettiği şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: ‘Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin…’” âyeti154 de böyledir. Burada Allah’ın “Nuh’a tavsiye ettiği şeyler”in ne olduğu hususunda üç farklı görüş varid olmuştur: İlki, helali helal; haramı da haram etmek manasına anlaşılmıştır. Yani Hz. Nuh’a ne helal (yahut ne haram) kılınmışsa, aynıları Hz. Peygamber’e de helal (yahut haram) kılınmıştır ki bu görüş Katâde’ye aittir155. İkincisi, bu âyet ilk defa Hz. Nuh’a emredilen kızlar, analar ve kızkardeşler ile evlenme memnuiyetini ifade etmektedir ki bu yasağın şümulüne Hz. Peygamber de girmektedir. Bu da Hakem’in görüşüdür156. Üçüncü görüş ise tevhid ve terk-i şirk manasınadır157. Öte yandan Zeccac, âyetin ikinci kısmını, “Allah’ın İbrahim, Musa ve İsa’ya vahyettiğini sana da vahyettik” şeklinde tefsir etmiştir158. 151 el-Mâide 5/44. 152 Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 8/449; 10/338. 153 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 1/551. 154 eş-Şûrâ 42/13. 155 İbn Hazm, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm (Beyrut: Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, t.y.), 5/186; Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl el-Murâdî el-Mısrî, Meʿâni’l-Ḳurʾân (Mekke: Câmi‘atü Ümmi’l-Kurâ, 1408/1988), 6/299; Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî, el-Hidâye ilâ bülûġu’n-nihâye, (b.y.: Mecmû‘atu Buhûsi’l- Kitâb ve’s-Sünne, 1428/2008), 10/6568; Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 20/480. 156 Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm es-Sa‘lebî en-Nîsâbûrî, el-Keşf ve’l-beyân ʿan tefsîri’l- Ḳurʾân (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 1422/2002), 8/306. 157 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 4/61. 158 Ebû İshâk İbrâhîm b. es-Serî b. Sehl ez-Zeccâc el-Bağdâdî, Meʿâni’l-Ḳurʾân ve iʿrâbüh (Beyrut: ‘Âlemü’l-Kütüb, 1408/1988), 4/395. 37 4. “Sonra sana, ‘Hanîf olan İbrahim'in milletine uy’ diye vahyettik. Nitekim o müşriklerden değildi.” âyeti159 de buna delil teşkil edebilecek âyetler arasında mütalaa olunmuştur. Burada hem hanîflik hem de müşrik olmama bakımından Hz. İbrahim’in milletine işaret edilmesi, Hz. Peygamber’in şeriatte değil de bilakis usul-i dinde O’nun milletine tabi olmayı gerektirse de bazı âlimler burada geçen “millet” tabirini, şeriat yerine kullanmayı tercih etmiştir. Gerekçe olarak da şu haber nakledilmiştir: İbrahim, Arafat’ta öğle ve ikindi namazını kıldı ve ta ki güneş batıncaya kadar vakfeye durdu. Sonra akşam ve yatsıyı cemederek kıldı. Sonra - müslümanlardan bir kimsenin aceleyle namaz kılması gibi- sabah namazını kıldı. Bilahare yine vakfeye durdu -ve müslümanlardan ağır ağır namaz kılan kimse misali- vakfesini tamamladı. Sonra şeytan taşladı. Daha sonra ise kurban kesip tıraş oldu. Bunları bitirdikten sonra Kâbe’yi tavaf etti…160 İşte burada zikredilen hac menasiki, Hz. Peygamber’e dahi emredilmiştir ki söz konusu âyet bunu haber vermektedir, denilmiştir161. 5. “Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun.” ve “… ‘İşte bu dişi bir deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.’” âyetleri162 de -özellikle Hanefî usulcüler tarafından- kısmet ve muhâyee163 ahkâmının medlülü kabul edilmiştir. Nitekim İmam Muhammed, kısmet ve muhâyee ahkamına bununla delil getirmiştir164. Önceki şeriatların hüccet vasfı taşıdığına dair bundan başka âyetler165 eklemek mümkünse de bu kadarıyla iktifa etmenin yeterli olacağını düşünmekteyim. 159 en-Nahl 16/123. 160 Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, 5/177. 161 a.mlf., ed-Dürrü’l-mens̱ûr, 5/177. 162 Sırasıyla el-Kamer 54/28 ve eş-Şu‘arâ 26/155. 163 Muhâyee, müşterek bir şeyin belli bir zamana bağlı olarak yahut zaman tayin etmeksizin ortaklar arasında taksim edilmesine denir. Mesela bkz. Muhammed Süleyman el-Eşkâr, Ef’âlü’r-rasûl ve delâleteha alâ aḥkâmi’ş-şer’iyye (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1424/2003), 2/156. 164 Debûsî, Taḳvîmü’l-edille fi’l-uṣûl, 253; Cessâs, el-Fuṣûl fi’l-uṣûl, 3/20; Abdülazîz el-Buharî, Keşfü’l- esrâr fî şerḥi Uṣûli’l-Pezdevî, 3/216; Molla Fenârî, Fuṣûlü’l-bedâyiʿ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1427/2006), 2/436; Muhammed Mustafa Zuhaylî, el-Vecîz fî uṣûli’l-fıḳhi’l-İslâmî, 1/276. 165 Diğer ayetler için bkz. el-Bakara 2/285, el-Mâide 5/45, 48, Tâhâ 20/14. 38 II. ÖNCEKİ ŞERİATLARIN HÜCCET VASFI TAŞIDIĞINA DAİR VARİD OLAN HADİSLER 1. Nadr’ın kızı Rubeyyi, bir câriyenin ön dişini kırmıştı. Davalı taraf afv ve diyet talebinde bulundularsa da davacılar kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e gelerek durumu arz ettiler. O da kısas tatbik edilmesini emretti. Enes b. Nadr: Ya Resülallah! (Kızkardeşim) Rubeyyi’nin dişleri mi kırılacak? Seni hak ile gönderene yemin ederim ki onun dişleri kırılamaz, dedi. Hz. Peygamber de: “Ya Enes! Allah’ın kitabı (hükmü) kısastır.” dedi. Bunun üzerine davacılar kısastan vazgeçti ve daha sonra Hz. Peygamber buyurdu ki: “Allah’ın kullarından öyleleri vardır ki, Allah’a yemin etseler, Allah onların yeminlerini boşa çıkarmaz…”166 Bu haberin delalet vasfı taşıdığını söyleyen âlimler, bu hadisin varid olduğu sırada kısas hükmünün Kur’ân’da henüz yer almadığını167, bilakis Hz. Peygamber’in bu hükmü Tevrat’tan alarak verdiğini söylemişlerdir168. Bununla beraber bu görüşe itiraz edenler de olmuştur. Onlara göre “Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın.”169 meâlindeki âyet Resûlullah’ın kısas hükmünü verdiği âyettir170. 2. Abdullah b. Ömer’den rivâyet edildiğine göre Yahudiler, Hz. Peygamber’e gelerek zina eden muhsan erkek ve kadının hükmünü sordular. Hz. Peygamber de Tevrat’ta zina cezasının ne olduğunu onlara sordu. Onlar, “teşhir edilir ve deynekle dövülür” dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm “Yalan söylediniz. Onda recm var” dedi. Tevrat’ı getirip, ortaya koydular. Yahudilerden birisi, elini recm âyetinin üstüne koydu, akabinde recm âyetinin öncesini ve sonrasını okumaya başladı. Bilahare Abdullah b. Selâm ona: “Elini kaldır!” deyince adam elini kaldırdı ve bu esnada recm âyeti göründü. Bunun üzerine Yahudiler: “Doğru söyledi. Yâ Muhammed! Tevrat’ta recm âyeti var” dediler. Resûlullah da onların recmedilmelerini emretti ve 166 Buhârî, “Sulh”, 8; Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî en-Nesâî, es-Sünen (Halep: Mektebetü'l- Matbû‘âtu'l-İslâmiyye, 1407/1986), “Kasâme”, 16; Ebû Dâvûd, “Diyât”, 31; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 20/129. 167 Nitekim daha sonra nazil olan kısas hükmünü bildiren ayet şudur: “Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, burna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur…” el-Mâide 5/45. 168 Âmidî, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm, 4/142-43. 169 el-Bakara 2/194. 170 Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî, el-Müstaṣfâ min ʿilmi’l-uṣûl (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1413/1993), 168. 39 recmedildiler171. Bu haberin zahirinden yola çıkarak Tevrat’ın hükmünün Hz. Peygamber ve müslümanlar için de -yasaklayıcı bir emir olmadıkça- bağlayıcı olduğunu söyleyenler vardır ki Mutezile mezhebinde olanlar ve Eş’arîler onlardandır172. Bununla beraber Ebu Hanife ve arkadaşları ile bazı Şâfiî âlimleri bu görüşe itiraz etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel’in iki görüşünden biri de bu yöndedir173. Nitekim onlara göre Hz. Peygamber bu hükmü amel etmek için tatbik etmedi. Onların talebini yerine getirmek için sadece onlara hüküm verdi. Öte yandan onların yalancı olduklarını ortaya çıkarmak için Hz. Peygamber’in Tevrat’tan hüküm verdiğini söyleyenler de olmuştur174. 3. Hz. Peygamber’in, “Kim bir namazı unutur veya onu (kılmadan) uyuya kalırsa, onu hatırladığında kılsın.”175 dedikten sonra, Kur’ân-ı Kerim’de Tâhâ suresinde geçen “Beni anmak için namaz kıl.”176 âyetini tilavet etmesi, buna delil gösterilmiştir. Zira bu âyetin muhatabı Hz. Musa’dır. Hz. Peygamber’in de aynı hitabı benimseyerek ilgili hadisin akışı bağlamında ümmetine bu âyetten misal vermesi, şer’u men kablena’nın bağlayıcı olduğuna delil sayılmıştır177. Burada buna itiraz edenler de vardır. Nitekim onlara göre bu hitap, namazın sadece Hz. Peygamber’e değil; Hz. Musa’ya da emredildiğini haber veren bir âyettir178. Yahut da Hz. Peygamber kazaya kalan namazın önemini vurgulamak için bu âyeti okumuştur, denilmiştir179. 4. Câhiliyye dönemide Kureyşliler aşure orucu tutuyorlardı. Hz. Peygamber de bu orucu tutmuş, Medine’ye geldiği zaman da bunun tutulmasını emretmişti. Ne zaman ki Ramazan’da oruç tutulmasının farz olduğunu bildiren âyet180 nazil oldu, aşure 171 Buhârî, “Tefsîr”, 64; Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 26. 172 Ebû Ya‘lâ Muhammed b. el-Hüseyn b. Muhammed b. Halef el-Ferrâ’, el-ʿUdde fî uṣûli’l-fıḳh (Riyad: Câmiatü'l-Melik Muhammed b. Su'ûd el-İslâmiyye, 1410/1990), 2/392; Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/416. 173 Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/416. 174 Âmidî, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm, 4/144; Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş- şerîʿati’l-İslâmiyye, 305. 175 Müslim, “Mesâcid”, 55; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 20/255; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 2/639. 176 Tâhâ 20/14. 177 Üsmendî, Beẕlü’n-naẓar fi’l-uṣûl, 684; Muvaffakuddîn ibn Kudâme, Ravżatü’n-nâẓır ve cünnetü’l- münâẓır fî uṣûli’l-fıḳh ʿalâ meẕhebi’l-İmâm Aḥmed, 1/464; İbnü’t-Tilimsânî Abdillâh b. Muhammed Alî el- Basrî, Şerḥu’l-Meʿâlim fî uṣûli’l-fıḳh (Beyrut: ‘Âlemü’l-Kütüb li’t-Tıbâ‘a ve’n-Neşr ve’t-Tevzî‘, 1419/1999), 2/468. 178 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ min ʿilmi’l-uṣûl, 168; Üsmendî, Beẕlü’n-naẓar fi’l-uṣûl, 687. 179 Ebü’r-Rebî‘ Necmüddîn Süleymân b. Abdilkavî b. Abdilkerîm b. Saîd et-Tûfî el-Hanbelî, Muḫtaṣarü’r- Ravża (Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1407/1987), 3/173. 180 el-Bakara 2/185. 40 orucunun farziyeti neshedildi181. Bundan sonrası için ise Hz. Peygamber, “İster tutun ister iftar edin (tutmayın).”182 demiştir. Bu haberden yola çıkarak Hz. Peygamber’in bu orucu ashâbına emretmesini, Medineli Yahudiler’in de bu günde aşure orucu tutmasıyla ilişkilendiren âlimler olmuştur183. Ancak bazı âlimler buna itiraz etmiştir. Çünkü Hz. Peygamber Medine’ye gelmeden önce de bu orucu tutuyordu. Dolayısıyla bu oruç Hz. Peygamber’in Yahudiler’den görerek oruç tutmasına (yahut emretmesine) delil sayılamaz184. Öte yandan bu hadisin vücup mu yoksa nedb mi? bildirdiğine dair âlimler arasında ihtilaf vardır. Ebu Hanife’ye göre bu emir vücup bildirirken; Ahmed b. Hanbel, İmam Şafiî ve Esrem’e göre müstehabı bildirmektedir185. Yukarıda âyetlerle ilgili yapılan izahat burada da geçerli olup konuyu açıklaması bakımından bu kadar hadisin yeterli olduğu kanaatindeyim. III. FUKAHANIN ÖNCEKİ ŞERİATLAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ Önceki şeriatların ne demek olduğu giriş bölümünde açıklanmış, birinci bölümde ise bunlar hakkında detaylı bilgi verilmeye çalışılmıştı. Bu kısımda fukahanın bu meyandaki görüşlerini ifade etmeye çalışacağız. Hz. Peygamber’in peygamberliği bi’set ile başladığına göre bu meseleyi bi’setten önce ve bi’setten sonra olmak üzere iki devrede açıklamak yerinde olacaktır. A. Fukaha’nın Hz. Peygamber’in Bi’setten Önceki Tutumu Hakkındaki Görüşleri Usul kitapları incelendiği zaman bu meselede üç ayrı görüşün öne çıktığı görülmektedir: 1. Hz. Peygamber Bi’setten Önce Önceki Şeriatların Hükümleriyle Amel Etmiştir 181 Abdülmecid Mahmud Abdülmecid, el-İtticâhâtu’l-fıḳhıyye ‘inde aṣḥâbi’l-ḥadîs̱ fi’l-ḳarni’s-s̱âlis̱i’l-ḥicrî (Kâhire: Ezher Üniversitesi Dâru’l-Ulûm Fakültesi, Doktora Tezi, 1387/1968), 231. 182 Buhârî, “Savm”, 1. 183 Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, 306. 184 İbn Teymiyye, İḳtiżâʾü’ṣ-ṣırâṭi’l-müstaḳīm li-muḫâlefeti aṣḥâbi’l-caḥîm (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- ‘İlmiyye, 1419/1999), 1/465. 185 Ebû Bekr (Ebü’l-Beka) Takıyyüddîn Muhammed b. Ahmed b. Abdilazîz el-Fütûhî, Şerḥu’l-Kevkebi’l- münîr (Riyad: Mektebetü’l-Abîkân, 1417/1997), 3/550. 41 Hz. Peygamber bi’setten önce, önceki peygamberlerin şeriatlarıyla amel etmiştir186. Bazı Şafiî fakîhleri187, Ahmed b. Hanbel188, Hanefîler’den Hulvânî189, Mâlikîler’den İbnü’l- Hâcib190 bu görüşü benimseyenlerdendir. Bu görüşü benimseyen âlimler, meseleye aklen (akli delil olarak) şu cihetten yaklaşmışlardır: Hz. Peygamber bi’setten önce hac ve umre yapmış, oruç tutmuş, Kâbe’yi tavaf etmiş, (vurularak veya burularak değil) boğazlanan hayvan eti yemiş, yük hayvanına binmiş ve bununla yükünü taşımıştır. Şüphesiz bunlar ancak bir şeriatı takip etmek suretiyle ifa edilir191. Bununla beraber Hz. Peygamber’in hangi peygamber(ler)in şeriat(lar)ıyla ibadet ettiği ihtilaf konusu olmuştur. Kimi âlim Hz. Peygamber’in -şeriatların ilki olması hasebiyle- Âdem şeriatıyla ibadet ettiğini; kimisi – “Allah Nuh'a tavsiye ettiği şeyleri size de din olarak buyurmuştur.”192 meâlindei âyeti delil alarak- Nuh şeriatıyla ibadet ettiğini; kimisi – “Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir.”193 ve “…Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”194 meâllerindeki âyetleri delil alarak- İbrahim şeriatıyla ibadet ettiğini; kimi de -peygamberlik zamanlarının yakın olması hasebiyle- Musa veya İsa şeriatlarıyla ibadet ettiğini ifade etmiştir195. Kimi âlim ise Hz. Peygamber’in önceki şeriatlara göre ibadet ettiğini düşünmekle beraber buna herhangi bir tahsis getirmemiştir196. 186 Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/177; Ebû Zür‘a Veliyyüddîn Ahmed b. Abdirrahîm b. el-Hüseyn el-Kürdî el-Mihrânî, el-Ġays̱ü’l-hâmiʿ şerḥu Şerḥi Cemʿi’l-cevâmiʿ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1424/2004), 646; Şevşâvî, Ref‘u’n-nuḳâb ‘an tenḳîhi’ş-şihâb, 4/421. 187 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Müflih b. Muhammed el-Makdisî er-Râmînî, Uṣûlü’l-fıḳh (Riyad: Mektebetü’l-Abîkân, 1419/1999), 4/1438. 188 Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/413. 189 İbn Müflih, Uṣûlü’l-fıḳh, 4/1438. 190 Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/177. 191 Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/413. 192 eş-Şûrâ 42/13. 193 Âl-i İmrân 3/68. 194 en-Nahl 16/123. 195 Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/177-78. 196 İbnü’l-Irâkī, el-Ġays̱ü’l-hâmiʿ şerḥu Şerḥi Cemʿi’l-cevâmiʿ, 646. 42 Vâhidî, bu sayılanlar arasında Hz. Peygamber’in İbrahim şeriatına uygun olarak ibadet ettiğini ve bu hususta en doğru görüşün bu olduğunu ifade etmiş, bunu da İmam Şafiî’ye dayandırmıştır197. Ebu İshak İsferâyînî, bunlardan İsa şeriatına uygun olarak ibadet ettiğini, çünkü onun şeriatının hem en yakın şeriat olduğunu hem de kendinden öncekileri neshettiğini, dolayısıyla Hz. Peygamber’in İsa şeriatını benimseyerek ibadet ettiğini dile getirmiştir198. Kuşeyrî, Hz. Peygamber’in bir şeriat üzere ibadet ettiğini, ancak Allah Teâlâ’nın bunlardan hangisi ile peygamberine kulluk ettirdiğini bizim bilemeyeceğimizi zikretmiştir199. Mutezile ise Hz. Peygamber’in bi’setten önce akıl şeriatına uygun olarak ibadet ettiğini, aklen güzel gördüğü davranışları yaptığını; kötü olduğuna inandıklarından da kaçındığını ileri sürmüş200, ancak Kuşeyrî bunun batıl olduğunu, zira aklın bir şeriat olamayacağını ifade etmiştir201. Başka bir grup âlim ise, bu hususun aklen mümkün olsa bile gerçekte vaki olmadığını dile getirmiştir. Nitekim Kâdı Beydâvî bu meyanda: “Biz dahi bu görüşü destekler ve bundan razı olduğumuzu ifade ederiz. Eğer Hz. Peygamber aklıyla güzel gördüğüne göre ibadet edip; çirkin gördüklerinden sakınacak olsaydı ve bu da şeriat olarak tahakkuk etseydi, muhakkak naklederdi. Zira O’nun böyle bir şeyi gizlemesi tasavvur olunamaz” 202 demiştir. 197 Ebû Yahyâ Zeynüddîn Zekeriyyâ b. Muhammed b. Ahmed es-Süneykî el-Ensârî el-Hazrecî, Esne’l- meṭâlib şerḥu Ravżi’ṭ-ṭâlib (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, t.y.), 4/175; Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc ilâ maʿrifeti meʿânî elfâẓi’l-Minhâc, 6/86; Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/178. 198 Muhammed b. Ali el-İtyûbî, el-Baḥru’l-muḥîṭu’s-s̱eccâc fî şerḥi Saḥîḥi’l-İmâm Müslim bin el-Ḥaccâc (Demmâm: Dâru İbni’l-Cevzî, 1426-1436/2004-2014), 4/409; Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/178. 199 İtyûbî, el-Baḥru’l-muḥîṭu’s-s̱eccâc fî şerḥi Saḥîḥi’l-İmâm Müslim bin el-Ḥaccâc, 4/409; Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/178. 200 İmâmü`l-Haremeyn el-Cüveynî, el-Burhân fî uṣûli’l-fıḳh, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1417/1997), 1/191; Ebu Abdillah Muhammed b. Ali el-Mâzerî, Îżâḥu’l-mahṣûl fî burhâni’l-uṣûl (Tunus: Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1422/2001), s.370. 201 Zerkeşî, el-Baḥrü’l-muḥîṭ fî uṣûli’l-fıḳh, 8/41; İtyûbî, el-Baḥru’l-muḥîṭu’s-s̱eccâc fî şerḥi Saḥîḥi’l-İmâm Müslim bin el-Ḥaccâc, 4/409; Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/178. 202 İmâmü`l-Haremeyn el-Cüveynî, et-Telḫîṣ fî uṣûli’l-fıḳh, 2/259; Ebü’l-Kāsım Abdülkerîm b. Muhammed b. Abdilkerîm er-Râfiî el-Kazvînî, el-ʿAzîz şerḥu’l-Vecîz (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1417/1997), 12/149; Zerkeşî, el-Baḥrü’l-muḥîṭ fî uṣûli’l-fıḳh, 8/41. 43 İmamü’l-Haremeyn el-Cüveynî, bu hususta her ne söylenirse söylensin, meselenin fürû tarafında bir neticeye varılamayacağını; usul bakımından ise Hz. Peygamber’in tevhid inancını benimsediğinden kimsenin şüphesi olmadığını ifade etmiştir203. 2. Hz. Peygamber Bi’setten Önce Önceki Şeriatların Hükümleriyle Amel Etmemiştir Hz. Peygamber bi’setten önce herhangi bir şeriat ile ibadet etmemiştir. Serahsî’nin Hanefî fukahasından naklettiğine göre, Hanefî âlimlerinin çoğunluğu bu görüşü benimsemişlerdir204. Ayrıca mütekellimun fukahasının cumhuru da -Kâdı Ebu Bekir el- Ebherî’nin nakline göre- bu görüştedir205. Ebu İshak Şîrâzî’nin iki görüşünden biri ve Gazzâlî’nin ömrünün sonlarına doğru tercih ettiği görüş de bu yöndedir206. Bu görüşü benimseyenlerin akli delilleri şöyledir: Eğer Hz. Peygamber bi’setten önce, önceki şeriatlardan birine göre ibadet edecek olsaydı, daha önce yaptığı amelleri yapmaya devam ederdi. Ayrıca Yahudilik’ten, Hıristiyanlık’tan ve diğer şeriatlardan aldığı hususlar nakledilirdi. Halbuki Hz. Peygamber’in Yahudilik’ten, Hıristiyanlık’tan ve diğer şeriatlardan alarak/görerek ibadet ettiğine dair herhangi bir emare bulunmamaktadır207. 3. Hz. Peygamber’in Bi’setten Önceki Tutumu Hakkında Tevakkuf Edilmelidir İlk ikisinin aksine bazı âlimler bu meselede tercih beyan etmemiş, bilakis tevakkuf etmişlerdir. Kâdı Abdülcebbâr, İmamü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Âmidî ve Gazzâlî’nin önceki tercihi bu yöndedir ki tercih edilen görüş de budur208. Bu meselede tevakkuf edenler şöyle bir akli delile dayanmışlardır: Eğer Hz. Peygamber bi’setten önce ibadet etmişse, başka dinlerden bazı hükümler almış olması da muhtemeldir. Ancak bu, ne kendisinden ne de başkalarından nakledilmiştir. Öte yandan 203 İbnü’l-Irâkī, el-Ġays̱ü’l-hâmiʿ şerḥu Şerḥi Cemʿi’l-cevâmiʿ, 646. 204 İbn Akīl, el-Vâżıḥ fî uṣûli’l-fıḳh, 4/194; Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/413. 205 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Abdiddâim b. Mûsâ el-Askalânî, el-Fevâʾidü’s-seniyye fî şerḥi’l-Elfiyye (Mısır: Mektebetü’t-Tev‘iyeti’l-İslâmiyye, 1436/2015), 5/2101; Kemâlüddîn b. Muhammed b. Muhammed b. Abdirrahmân b. İmâm el-Kâmiliyye, Teysîrü’l-vüṣûl ilâ minhâci’l-uṣûl (Kâhire: Dâru’l- Fâruk el-Hadîsiyye, 1423/2002), 4/244; İbnü’l-Irâkī, el-Ġays̱ü’l-hâmiʿ şerḥu Şerḥi Cemʿi’l-cevâmiʿ, 645. 206 Zerkeşî, el-Baḥrü’l-muḥîṭ fî uṣûli’l-fıḳh, 8/40; Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/179. 207 Ebü’l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed b. Abdilcebbâr et-Temîmî el-Mervezî es-Sem‘ânî, Ḳavâṭıʿu’l- edille fi’l-uṣûl (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1419/1999), 1/321; Ebü’l-Hüseyn Muhammed b. Alî b. Tayyib el-Basrî, el-Muʿtemed fî uṣûli’l-fıḳh (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1402/1982), 2/337; Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/413; Üsmendî, Beẕlü’n-naẓar fi’l-uṣûl, 680. 208 Sübkî, el-İbhâc fî şerḥi’l-Minhâc, 2/275; Zerkeşî, Teşnîfü’l-mesâmiʿ bi-Cemʿi’l-cevâmiʿ, (b.y.: Mektebetü Kurtuba, 1417/1997), 3/433; Ebü’l-Fazl Zeynüddîn Abdürrahîm b. el-Hüseyn b. Abdirrahmân el-Irâkī, Ṭarḥu’t-tes̱rîb fî şerḥi’t-Taḳrîb (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, t.y.), 4/186. 44 eğer bi’setten önce ibadet etmemişse, niçin Kâbe’yi tavaf etmiş, oruç tutmuş vb. ibadetleri yapmış olsun? Nitekim O’ndan nakledildiğine göre kendisine vahiy gelinceye kadar Hira Mağarası’nda inzivaya çekilip tefekkür ediyordu. Bunlar ise ancak bir şeriatın bildirmesi ile yerine getirilecek hususlardandır. Dolayısıyla buradaki ihtimaller birbirine eşittir ki bu gibi hallerde hak/gerçek tebeyyün edinceye kadar tevakkuf etmek en doğrusudur, demişlerdir209. B. Fukaha’nın Hz. Peygamber’in Bi’setten Sonraki Tutumu Hakkındaki Görüşleri Hz. Peygamber’in bi’setten sonra önceki şeriatların hükümleriyle ibadet edip etmediğine dair ise usul kitaplarında iki görüş bulunmaktadır: 1. Hz. Peygamber Bi’setten Sonra Önceki Şeriatların Hükümleriyle Amel Etmiştir Hz. Peygamber bi’setten sonra önceki şeriatların hükümleriyle ibadet etmiştir. Hanefî ve Mâlikîler’in çoğunluğu ile bazı Şâfiî âlimleri buna kâildir. Ahmed b. Hanbel’in iki görüşünden biri de bu yöndedir210. Ayrıca Ebu İshak Şîrâzî’nin iki görüşünden sonuncusu ve Gazzâlî’nin ömrünün sonlarına doğru tercih ettiği görüş de böyledir211. Bu görüş sahiplerinin delillerini naklî ve aklî olarak iki kısımda incelemek mümkündür: a. Naklî Deliller Hz. Peygamber’in bis’etten sonra da öncekilerin şeriatlarıyla ibadet ettiğini bildiren âlimler, kendilerine naklî delil olarak, “Bunlar, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. Sen de onların hidâyetine (yoluna) uy.”212, “Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de onunla hükmederlerdi.”213, “Biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.”214, “Sonra sana, 209 Sübkî, el-İbhâc fî şerḥi’l-Minhâc, 2/275; Zerkeşî, Teşnîfü’l-mesâmiʿ bi-Cemʿi’l-cevâmiʿ, 3/433; Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/413. 210 Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Mûsâ er-Rahûnî, Tuḥfetü’l-mes’ûl fî şerḥi muḫtaṣari müntehe’s-sûl (Dubai: Dâru’l-Buhûs li’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye ve İhyâi’t-Türâs, 1422/2002), 4/231; Merdâvî, et-Taḥbîr şerḥu’t- Taḥrîr fî uṣûli’l-fıḳh (Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 1421/2000), 8/3778; Dönmez, “Şer‘u Men Kablenâ”, 39/15-16. 211 Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/179. 212 el-En‘âm, 6/90. 213 el-Mâide 5/44. 214 en-Nisâ 4/163. 45 ‘Hanîf olan İbrahim'in milletine uy’ diye vahyettik. Nitekim o müşriklerden değildi.”215, “Allah Nuh'a tavsiye ettiği şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: ‘Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin…’”216 meâllerindeki âyetleri kabul etmişlerdir.217. Ayrıca Hz. Peygamber’in, “Kim bir namazı unutarak veya uyumak suretiyle kazaya bırakırsa onu hatırlayınca kılsın.”218 dedikten sonra, Kur’ân-ı Kerim’de Tâhâ suresinde Hz. Musa için emredilen “Beni anmak için namaz kıl.”219 âyetini tilavet etmesini; “Ya Enes! Allah’ın kitabı (hükmü) kısastır.” 220 hükmünü Tevrat’a göre vermesini ve yine Tevrat’a müracaat ederek bir yahudinin recmine hükmetmesini, naklî delil olarak kabul etmişlerdir221. b. Aklî Deliller Hz. Peygamber’in bi’setten önce, öncekilerin şeriatlarıyla ibadet ettiğine dair olan aklî deliller, esasında burada da câridir. Çünkü iki görüş de aynı aklî gerekçelere dayanmaktadır. Yukarıda söylenenlerden başka şu hususlar da ilave edilmiştir. Mesela Hz. Peygamber insanları kendi el emekleri ile kazanmaya teşvik etmek ve oruç tutarken itidal yolunu tutabilmeleri için Hz. Davud’dan örnekler vermiş, yine kibri ve şirki yasaklarken Hz. Nuh’un evladına yaptığı nasihatlardan misal göstermiştir. Hz. Peygamber bi’setten sonra önceki şeriatlar ile ibadet etmemiş olsaydı, öncekilerin hallerini örnek olarak göstermezdi222. Bununla beraber bir peygamberin önceki şeriatlara göre ibadet etmesi, akla mugayir değildir. Nitekim Allah isterse kulunu dilediği şeriata göre ibadet ettirebilir. Bu bazen eski, bazen yeni yahut bir kısmı eski ve bir kısmı da yeni olabilir. Zira bunda bir mefsedet bulunmaz, denilmiştir223. 215 en-Nahl 16/123. 216 eş-Şûrâ 42/13. 217 Üsmendî, Beẕlü’n-naẓar fi’l-uṣûl, 681-82. 218 Müslim, “Mesâcid”, 55; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 20/255; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 2/639. 219 Tâhâ 20/14. 220 Buhârî, “Sulh”, 8; Nesâî, “Kasâme”, 16; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 19/314. 221 Üsmendî, Beẕlü’n-naẓar fi’l-uṣûl, 681-82. 222 Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, 312-14. 223 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ min ʿilmi’l-uṣûl, 165; Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 220. 46 Öte yandan İslâm hukukunun fer‘î kaynakları arasında yer alan ve küllî kâideler arasında yer bulan istishâb delili de bunu gerektirir. Nitekim istishab, geçmişte sabit olan bir hükmün, değiştiğine dair bir delil bulunmadıkça, hâlihazırda varlığına koruduğuna hükmetmek demektir ki önceki şeriatların hükümlerine göre ibadet etmek, bu bakımdan istishab ile aynı zemine oturur. Bu da onun aklen delil sayılmasını iktiza eder224. 2. Hz. Peygamber Bi’setten Sonra Önceki Şeriatların Hükümleriyle Amel Etmemiştir Hz. Peygamber bi’setten sonra önceki şeriatların hükümleriyle ibadet etmemiştir. Mutezile’nin cumhuru ve Şâfiî âlimlerinin çoğunluğu225, Zâhirîler’in tamamı ve Mâlikîler’den Ebû Bekir Bâkıllânî226 ve Şia227 bu görüşü benimsemişlerdir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel’den rivâyet edilen iki görüşten birisi, Ebu İshak Şîrazî’nin ilk görüşü ve Gazzâlî’nin erken dönem görüşü de bu yöndedir228. a. Naklî Deliller Bi’setten sonra Hz. Peygamber’in herhangi bir şeriatın hükümleriyle ibadet etmediğine kâil olan alimler öncelikle “Sizin her biriniz için bir şeriat, bir yol ta'yin ettik.”229 âyetini delil almışlardır. Onlara göre her peygamber kendi şeriatı üzere ibadet etmiş, başka şeriatların hükümlerine tabi olmamışlardır.230 İkinci olarak “Ben kırmızıya (Acem) ve siyaha (Arap) [peygamber olarak] gönderildim. Diğer peygamberler ise yalnızca kendi kavimlerine gönderildiler.” hadisidir231. Bu hadis Hz. Peygamber’in bütün insanlığa peygamber olarak gönderildiğine, aynı zamanda da diğer peygamberlerin sadece kendi kavimlerine gönderildiğine işaret etmektedir232. Üçüncü olarak, bir gün Hz. Peygamber, Hz. Ömer’in elinde Tevrat’tan bir parça (kısım) gördü. Bunun üzerine öfkelendi ve “Bu nedir? Ben bunun yerine size arı duruyu (Kur’ân) 224 İbn Akīl, el-Vâżıḥ fî uṣûli’l-fıḳh, 2/319. 225 Sirâceddin Mahmud b. Ebî Bekir el-Ermevî, et-Tahṣîl mine’l-Maḥṣûl (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1409/1988), 1/433; Sübkî, el-İbhâc fî şerḥi’l-Minhâc, 2/276. 226 İbn Âşur, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, 23/273. 227 Dönmez, “Şer‘u Men Kablenâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 39/16. 228 Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl, 2/179. 229 el-Mâide 5/48. 230 İbn Kudâme, Ravżatü’n-nâẓır ve cünnetü’l-münâẓır fî uṣûli’l-fıḳh ʿalâ meẕhebi’l-İmâm Aḥmed, 1/459. 231 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 22/165; Beyhakî, Maʿrifetü’s-sünen ve’l-âs̱âr (Dımaşk: Dâru Kuteybe, 1412/1991), 3/399; Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, t.y.), 4/526. 232 İbn Kudâme, Ravżatü’n-nâẓır ve cünnetü’l-münâẓır fî uṣûli’l-fıḳh ʿalâ meẕhebi’l-İmâm Aḥmed, 1/459. 47 getirmedim mi? Eğer Musa hayatta olsaydı ancak bana tabi olurdu.”233 diyerek ondan elinde bulunan Tevrat nüshalarını bırakmasını istedi. Bu hadise de -yukarıda isimleri zikredilen alimlere göre- Hz. Peygamber’in bi’setten sonra, önceki peygamberlerin şeriatlarına göre ibadet etmediğine delil sayılmıştır234. b. Aklî Deliller Hz. Peygamber’in bis’etten sonra öncekilerin şeriatlarına göre ibadet etmediğine kâil olanlar, genellikle Muaz hadisinin delaletinden yola çıkmış ve bu hadisi şu şekilde tevil etmişlerdir. Hz. Peygamber, sahabeden Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ona nasıl hükmedeceğini sordu. O önce kitapla, onda bulamazsa sünnetle hükmedeceğini söyledi. Eğer bu ikisinde bulumazsa o zaman ise önceki şeriatları hiç hesaba katmadan “Reyimle ictihad ederim” dedi. Hz. Peygamber de onu onayladı. Eğer önceki şeriatlara göre ibadet etmek caiz olsaydı, Hz. Peygamber önceki şeriatları hesaba katmadan kitap ve sünnetten sonra ictihada yönelmesini onaylamazdı235. İkinci olarak, eğer Hz. Peygamber önceki şeriatlara göre ibadet etmiş olsaydı, herhangi bir meselede vahyi beklemeye gerek kalmaksızın önceki şeriatların hükümlerine müracaat eder, onları hıfzeder ve herhangi bir meselede önceki şeriatların hükmünü uygulardı. Özellikle de her ümmette zaruri olarak bildirilen [ortak] hükümlerde böyle yapardı. Halbuki kimseden Resulullah’ın böyle yaptığı nakledilmemiştir. Öyleyse, O’nun böyle davranmaması, onların tahrif edildiğine veya unutulduğuna, bu sebeple de Hz. Peygamber’in önceki şeriatlara göre ibadet etmesinin imkânsız olduğuna delalet etmektedir. Öte yandan velev ki bunlar tahrif edilmemiş yahut unutulmamış olsun, böyle olmasına rağmen Hz. Peygamber bunlara göre ibadet etmediyse, bu, önceki şeriatların Müslümanlar için kaynak teşkil edemeyeceğine delalet etmektedir236. Üçüncü olarak, eğer Hz. Peygamber bunlara göre ibadet etmiş olsaydı, ashabına da bunları öğretir ve onların hangisinin farz-ı ayn, hangisinin ise farz-ı kifâye olduğunu 233 Ebû Bekr Abdullāh b. Muhammed b. Ebî Şeybe İbrâhîm el-Absî el-Kûfî, el-Muṣannef, (Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 1409/1989), 5/312; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 23/349; Beyhakî, Şu‘abu’l-Îmân, 1/200. 234 Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/417; İbn Akīl, el-Vâżıḥ fî uṣûli’l-fıḳh, 4/185; Âmidî, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm, 4/148. 235 İmâmü`l-Haremeyn el-Cüveynî, et-Telḫîṣ fî uṣûli’l-fıḳh, 2/274; Gazzâlî, el-Müstaṣfâ min ʿilmi’l-uṣûl, 166; Kelvezânî, et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh, 2/419; İbn Kudâme, Ravżatü’n-nâẓır ve cünnetü’l-münâẓır fî uṣûli’l-fıḳh ʿalâ meẕhebi’l-İmâm Aḥmed, 1/460; Tûfî, Muḫtaṣarü’r-Ravża, 3/176. 236 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ min ʿilmi’l-uṣûl, 166, Üsmendî, Beẕlü’n-naẓar fi’l-uṣûl, 683. 48 beyan ederdi. Yine bunları hem sahabe hem de onlardan sonrası için vacip kılar, onlar da bunu naklederlerdi. Eğer onlardan böyle bir haber nakledilmemişse, bu da Hz. Peygamber’in önceki şeriatlara göre ibadet etmediğine karinedir237. Dördüncü olarak, ümmetin, bu şeriatın tamamını “şeriatü Resulillah” diye isimlendirmeleri ve bunda icmâ‘a varmaları, Hz. Peygamber’in bi’setten sonra bunlara göre ibadet etmediğinin ve bu haberlerin hiçbir zaman -müslümanlar açısından- şeriat vasfı kazanamayacağının aklî delilidir238. Bu bölümde bütün bu yazılanlardan anlaşılacağına göre –bi’setten öncesi için- kimi âlimler Hz. Peygamber’in önceki şeriatların hükümlerine göre ibadet ettiğini, kimi etmediğini, kimi ise bu meselede tevakkuf etmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Yine – bi’setten sonrası için- kimi âlimler Hz. Peygamber’in önceki şeriatlara göre ibadet ettiğini, kimi ise etmediğini dile getirmiştir. Biz bu bölümde, hem bi’set öncesi hem de bi’set sonrası dönem için alimlerin delillerini ortaya koyarak meseleye genel bir perspektif kazandırmak istedik. Hz. Peygamber’in bazı fiil ve sözlerinin önceki şeriatlarla paralellik arz ettiği anlaşıldığına göre -ki bu, ister önceki şeriatlardan alınmış olsun isterse de önceki şeriatların hükümlerinin İslâm tarafından teyid edilmesi şeklinde olsun- ilahi kaynaklı dinlerin birtakım benzerliklerinin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da İslâm hukukunun önceki şeriatlardan kısmen veya -bazı hükümlerde- tamamen etkilendiğini göstermektedir. 237 Üsmendî, Beẕlü’n-naẓar fi’l-uṣûl, 683; İbn Kudâme, Ravżatü’n-nâẓır ve cünnetü’l-münâẓır fî uṣûli’l- fıḳh ʿalâ meẕhebi’l-İmâm Aḥmed, 1/461-62. 238 İbn Kudâme, Ravżatü’n-nâẓır ve cünnetü’l-münâẓır fî uṣûli’l-fıḳh ʿalâ meẕhebi’l-İmâm Aḥmed, 1/462. 49 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÖNCEKİ ŞERİATLARIN FÜRÛ-I FIKHA OLAN YANSIMALARI İlk iki bölümde önceki şeriatlar hakkında genel bilgiler verilip bunların kaynak değeri sorgulanmıştı. Bu bölümde ise önceki şeriatların fürû-ı fıkha olan yansımalarını ele almaya çalışacağız. İslâm bunların bir kısmını neshedip; bir kısmını ise kısmen veya bazı hükümleri tamamen kabul ettiğine göre tezin bu bölümünü neshedilenler ve neshedilmeyenler başlığı altında konu ifade edilmeye çalışılacaktır. I. NESHEDİLEN HÜKÜMLER İslâm, önceki şeriatları neshetme iddiasındadır. Ancak bu husus önceki şeriatların tamamına birden şamil olmayıp geneli itibariyledir. Biz bu kısımda İslâm’ın açıkça neshettiği hükümleri tespit ederek bunların neler olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. A. Kardeşlerin Evliliği Semavi dinlere göre insanların Hz. Âdem ve Havva’dan üreyip çoğaldığı kabul edildiğine göre bu devamlılığın sağlanabilmesi için kardeşlerin belli bir dönemde birbiriyle evlenmesi gerekiyordu. Ancak Allah Teâla, buna bir sınır getirmiş ve aynı batında bulunan kardeşlerin evliliğini yasaklamıştır. Bazı tefsir kitaplarında beyan edildiğine göre Hz. Havva her doğumda -bir kız ve bir erkek olmak üzere- ikiz doğururdu. Yüce Allah da aynı batında bulunan ikiz kardeşlerin birbiriyle evlenmesinin yasak olduğunu beyan etmek için Hz. Âdem’e: “Dünyaya gelen ikizlerden her birini bir sonraki ikizlerle (çaprazlama olarak) evlendir.” diye vahyetmiştir239. Aynı batında bulunan ikiz kardeşlerinin evlenme yasağı Hz. Âdem zamanından başlayıp Hz. Nuh zamanına değin devam etmiştir. Nuh şeriatıyla kardeşlerin evliliğinin -farklı batınlarda bile olsa- 239 Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut: Dâru’l- Kitâbi’l-‘Arabî, 1408/1988), 1/624; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, 2/123; Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl (Beyrut: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1419/1998), 1/441; Şerefüddîn el-Hüseyin b. Abdillâh et-Tayyibî, Fütûḥu’l-ġayb fi’l-keşf ‘an ḳınâ‘i’r-rayb, (Dabî: Câizetü Dabî ed-Düveliyye, 1424/2013), 5/331. 50 neshedildiği zikredilir240. İslâm Hz. Nuh zamanında yasaklanmış olan bu neshi kabul etmiş ve Âdem şeriatında bulunan kardeşlerin evliliği meşruiyetini kabul etmemiştir241. B. Aynı Anda İki Kızkardeşle Evlenme Farklı batınlarda bulunan kardeşlerin evliliği yasaklandığı gibi aynı anda iki kız kardeşin bir erkekle evlenmesi de İslâm’la yasaklanmıştır. Nitekim Hz. Yakup aynı anda iki kızkardeş olan Rahel (Râhîl) ve Lea (Leya) ile evlenmişti242. Zira O’nun şeriatına göre aynı anda iki kızkardeş ile evlenmek meşru idi. İslâm ise bu hükmü ortadan kaldırmıştır243. C. Kıblenin Değiştirilmesi Kıble, müslümanların namazda yönelmeleri gereken istikameti ifade eden bir terimdir. Gerek semavi dinlerde gerekse de diğer dinlerde ibadet edilirken belli bir tarafa doğru yönelmek gerekli görülmüştür244. Mayalar245 ibadet ederken güneşe, Sâbiîler kuzeye, Maniheistler246 kuzey kutbuna, Harrânîler247 güney kutbuna, Hindular ise farklı farklı cihetlere yönelmişlerdir248. Yahudiler Kudüs’e doğru ibadet ederler ki yönelmekte oldukları yön doğu (mizra) istikametidir. Kitab-ı Mukaddes’te bildirildiğine göre Rab, Davud’a bir mabed inşa etmesini emretmiş ve bir melek göndererek mabedin inşa edileceği yeri kendisine 240 Nişancızâde Muhyiddin Mehmed Efendi, Mir’âtü’l-kâinât, (İstanbul: y.y., 1314/1897), 1/107, 120. 241 en-Nisâ 4/23. 242 Yaratılış 30:1-22. Ayrıca bu husus İslâmi kaynaklarda da zikredilmiştir. Mesela bkz. Taberî, Câmiʿu’l- beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 3/112; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyân ʿan tefsîri’l-Ḳurʾân, 3/257, 10/203, 18/160; Vâhidî, et-Tefsîru’l-Basîṭ, 6/426; Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes‘ûd b. Muhammed el-Ferrâ’ el-Begavî, Meʿâlimü’t-tenzîl, (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 1419/1999), 1/594; Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 9/130; İsmail Hakkı b. Mustafa el-Bursevî, Rûḥu’l-beyân (Beyrut: Dâru’l-Fikr, t.y.), 4/210. 243 en-Nisâ 4/23. 244 Ahmet Güç, “Kıble”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 25/364. 245 Mayalar ya da Maya halkları (İspanyolca mayas), Mezoamerika'da Maya uygarlığını kuran atalarının topraklarında, günümüzdeki Guatemala, Güney Meksika ve Yukatan Yarımadası, Belize, El Salvador ve Batı Honduras'ta yaşayan ve 7 milyon nüfusa sahip olan Orta Amerika'nın en tanınmış yerli Kızılderili halkıdır. Vikipedi, “Mayalar” (Erişim 18 Şubat 2022). 246 Mani dini veya Maniheizm, 3. yüzyılda Pers İmparatorluğu içinde, "Peygamberlerin Mührü" yani "son peygamber" olduğuna inanılmış, Mani tarafından kurulmuş ve kısa sürede hızla geniş bir coğrafyaya yayılmış büyük bir dindir. Vikipedi, “Maniheizm”, (Erişim 18 Şubat 2022). 247 Harrânîler, M.Ö. III. bin yıldan, milâttan sonra XIII. yüzyıl ortalarına kadar varlıklarını sürdüren putperest bir topluluktur (Gündüz, “Harrânîler”, 16/240). 248 Güç, “Kıble”, 25/365. 51 bildirmiştir249. Kendisine müyesser olmayan mabed, oğlu Süleyman tarafından tamamlanmıştır250 Burası günümüzde Yahudiler tarafından kıble olarak kabul edilmektedir. Hıristiyanlar da ibadetlerini doğuya yönelerek yaparlar. Çünkü Hz. İsa doğuda doğmuş (Beytülahm, Beytlehem), onun doğumunu haber alan müneccimler de doğudan gelmiş, doğumuna işaret eden yıldızlar da doğu istikametinden görülmüştür251. Müslümanların ilk kıblesinin neresi olduğu ihtilaflı olmakla beraber İbn Abbas’ın rivâyetine göre Hz. Peygamber Mekke devrinden, hicretin on altıncı ayına kadar Kudüs’e doğru namaz kıldırmıştır.252. Bununla beraber Hz. Peygamber’in Mekke devrinde, Kâbe önünde olacak şekilde Beytü’l-Makdis’e yöneldiği de zikredilir253. Durum böyle olunca Hz. Peygamber Mekke’de iken Kâbe’ye yönelirdi diyenlerle Beytü’l-Makdis’e doğru yönelirdi diyenlerin arası telif edilmiş olur. Âlimlerin çoğunluğuna göre kıblenin değiştirilmesi sünnetin kitapla neshedilmesinin bir örneğidir. Nitekim daha önceleri Hz. Peygamber’in emriyle Beytü’l-Makdis’e doğru yönelen müslümanlar daha sonra kıble âyetinin254 nazil olmasıyla yönlerini Mescid-i Haram’a çevirmişlerdir.255 Hz. Peygamber’in önceleri Beytü’l-Makdis’e doğru yönelmesinin iki sebebi olduğunu söylemek mümkündür. Birincisi Hz. Peygamber’in -aksi belli olmadıkça- önceki şeriatların hükmünü tercih etmesi, ikincisi ise Yahudiler’in İslâm dinine girişinin kolaylaşması. Ne var ki Yahudiler Hz. Peygamber’in Beytü’l-Makdis’e karşı namaz kılmasından hoşnutsuz olmuş, Hz. Peygamber de Allah’tan başka bir yeri kıble tayin etmesini isteyerek zaman zaman yüzünü semaya çevirmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de 249 II. Samuel 24:16-25. 250 I. Krallar 8:12-21. 251 Güç, “Kıble”, 25/365. Ayrıca bkz. Matta 2:1-2. 252 Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi‘ es-San‘ânî el-Himyerî, el-Muṣannef, thk. Habîbürahmân el-A‘zamî (Beyrut: Tevzî‘u’l-Mektebi’l-İslâmî, 1403/1983), el-Muṣannef, 1/294; Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, 4/117, 5/313; Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, 11/285. 253 Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, 1/343; Muhammed Senâullah Pânîpetî, et-Tefsîrü’l-Maẓharî (Pakistan: el- Mektebetü’r-Rüşdiyye, 1412/1991), 1/142; Musâ‘id b. Süleymân et-Tayyâr - Nuh b. Yahya eş-Şehrî, Mevsû’atu’t-tefsîri’l-me’s̱ûr (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1439/2017), 3/117. 254 el-Bakara 2/144. 255 Cessâs, el-Fuṣûl fi’l-uṣûl, 2/324; Debûsî, Taḳvîmü’l-edille fi’l-uṣûl, 245; Ebü’l-Hüseyn Muhammed b. Alî b. Tayyib el-Basrî, el-Muʿtemed fî uṣûli’l-fıḳh, 1/392; Âmidî, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm, 3/148; İbnü’t- Tilimsânî, Şerḥu’l-Meʿâlim fî uṣûli’l-fıḳh, 2/50. 52 “Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.”256 denilerek bu hususa işaret edilmiştir. D. İsrailoğulları’nda Bulunan Ağır Hükümler Kur’ân-ı Kerîm’de: “Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezâdır...”257 denilerek Yahudiler’e bazı ağır hükümlerin verildiğine işaret edilmiştir. İbn Abbas, İbn Cübeyr, Mücahid, Katâde ve Süddî’ye göre âyette geçen tırnaklı hayvanlardan kastedilen, deve, devekuşu, kaz ve ördek gibi parmakları açık olmayan hayvanlardır258. Ayrıca tavşan etinin de onlara yasaklandığı zikredilir259 ki bunlar müslümanlar için mübah kılınmıştır. Bunun gibi Sebt (Şabat, Cumartesi) günü çalışmak veya avlanmak Yahudiler’e haram kılınmıştır260. O günde odun toplayan bir kimsenin haberi Hz. Musa’ya getirildiğinde taşlanarak öldürülmesini emretmiştir261. Buna mukabil cumartesi günü çalışmamak hakkında İslâm’da yasaklayıcı bir emir yoktur. Yine kadınlara muayyen günleri için ağır hükümler konulmuştur. Levililer’de bu husus şöyle açıklanır: “Adet gördüğü günlerde kadının üzerinde yattığı ya da oturduğu her şey kirli sayılacaktır. Kim kadının yatağına dokunursa, giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Kim kadının üzerine oturduğu herhangi bir şeye dokunursa, o da giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Kadının yatağındaki veya oturduğu şeyin üzerindeki herhangi bir eşyaya dokunan 256 el-Bakara 2/144. 257 el-En‘âm 6/146. 258 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 2/88. 259 Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, 166. 260 el-A‘râf 7/163. 261 Çölde Sayım 15:32-36. 53 herkes akşama kadar kirli sayılacaktır. Adet gören kadının kirliliği onunla yatan adama da bulaşır. Adam yedi gün kirli kalır ve yattığı her yatak kirli sayılır...”262 Tevrat’ta ayrıca ağır hükümler kabilinden çatal tırnaklı olmakla beraber tırnağı yarık olmayan ve geviş getirmeyen, dört ayaklılardan pençelerini yere basarak yürüyen hayvanların İsrailoğulları için necis sayıldığıdan; bunların leşine dokunan kimselerin giysilerini yıkamaları gerektiğinden ve bu kimselerin akşama kadar kirli sayılacaklarından bahsedilir263. Yine küçük kara hayvanlarından gelincik, fare, kertenkele türleri ve bukalemunun necis sayıldığı; bunların leşine dokunanların akşama kadar kirli sayılacaklarından söz edilir. Bunlardan biri tahta, kap, giysi, deri veya çulun içine düşerse bu kirli sayılacak, akşama kadar su içinde bekletildiği takdirde temiz kabul edilecektir. Şâyet kap topraktan yapılmış ise kırılacaktır264. Öte yandan erkeklik organından gelen akıntı necistir. Böyle bir kimse akıntı kesilse bile üzerine yattığı yatak, oturduğu her şey kirli sayılacak, yatağına dokunan, oturduğu yere oturan da kirli sayılacaktır. Hatta akıntısı olan bir adam temiz bir adama tükürse o da kirli sayılacak, kendisine tükürülen adam ve eşyalar yıkanacak, akşama kadar ise kirli kalmaya devam edeceklerdir265. Akıntısı kesilen kimse ise temizlenmiş olmak için yedi gün bekleyecek, sonra giysilerini yıkayacak, bilahare akarsuda yıkanacak ve bundan sonra temiz sayılacaktır266. Ayrıca erkekten gelen meni ve kadından çıkan adet kanının da necis olduğu, bedeninden bunlardan biri çıkan kimsenin yedi gün boyunca kirli sayılacağı, bunlardan birine dokunan olursa akşama kadar kirli sayılacağı, kadının adet kanı dışında bir yeri kanadığı veya adet süresi sonunda kan akmaya devam ettiği zaman (istihaza) kanaması olduğu müddetçe kendi dokunduğu her şey veya böyle birine dokunan kimsenin akşama kadar kirli sayılacağı, kendisinin ise kanın kesilmesinden itibaren yedi gün boyunca kirli 262 Levililer 15:19-24. 263 Levililer 11:24-28. 264 Levililer 11:29-32. Daha fazla ayrıntı için bkz. 11:33-47; 17:15-16. 265 Levililer 15:1-10. Ayrıca bkz. 15:11-12. 266 Levililer 15:13. 54 sayılacağı, bütün sayılan sürelerin bitiminde ise yıkanan eşyaların veya kişilerin temizleneceği zikredilmektedir267. Ayrıca katl-i amdde (kasıtlı öldürmede) diyet talep edememek268, günah işleyenin uzvunun kesilmesi, necaset bulaşan elbisenin kesilerek temizlenmesi, ganimetten hisse alamamak269, mabetlerden başka yerlerde ibadet edememek270 gibi hususlar da hep bu ağır hükümlerin varlığına delalet eder271. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre İsrailoğulları’nda necaseti gidermek bir hayli zordur. Hele hele necasete dokunan kimselerin akşama kadar kirli sayılacağı, akıntısı kesilen, vücudundan meni veya hayız/nifas kanı çıkan kimsenin yedi gün kirli sayılacağı ve bunların dokunduğu şeylerin kirli olacağı hükmü, ağır hükümler sınıfına girer ki bu hükümler İslâm tarafından kaldırılmıştır. E. Bazı Köleleştirme Yöntemleri Kölelik, varlığı çok eskilere uzanan bir müessesedir. Hem İslâmiyet’te hem de önceki şeriatlarda kölelilikle alakalı benzer ve farklı hükümlere rastlamak mümkündür. Ne var ki İslâm köleliğe belli bir tahdit getirmiş, ona insani haklar tanımış ve köleliği sadece harp hukukunun bir neticesi olarak kabul etmiştir272. Oysa eski ümmetlerde farklı köleleştirme yöntemleri bulunmaktaydı. Mesela Tevrat’a göre Hz. Nuh’un oğlullarından olan Hâm’ın oğlu Kenan’ın, Hâm’ın işlediği kabahat yüzünden, yine Hz. Nuh’un diğer iki oğlu olan Sâm ve Yafes’e köle edilemek suretiyle cezalandırıldığından bahsedilir273. İsrailoğulları arasında cereyan eden hukuka göre, borca karşılık köle olarak satılmak mümkündü274. Öte yandan bir kimse borcunu ödemeden öldüğü takdirde alacaklılar bu kimsenin malları yoksa çocuklarını köle olarak alabilirlerdi275. 267 Levililer 15:16:33. 268 Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, 166. 269 Nişancızâde, Mir’âtü’l-kâinât, 2/662. 270 Buhârî, “Mesâcid”, 23; Tirmizî, “Siyer”, 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/119, 4/472, 12/366, 15/440, 16/307, 35/224. 271 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 71-72. 272 Mehmet Âkif Aydın - Muhammed Hamîdullah, “Köle”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 26/238-39. 273 Yaratılış 9:18-29. 274 Levililer 25:39. 275 II. Krallar 4:1-7 55 Farklı bir köleleştime yöntemi de Yusuf kıssasında anlatılmaktadır. Nitekim Mısır hükümdarının adamları Hz. Yusuf’un kardeşlerine, “Hırsızlık suçunun cezası nedir?”276 diye sormuşlar, onlar da “Cezası, kimin yükünde bulunursa, o kimseye el konulmasıdır...”277 şeklinde cevap vermişlerdi. Burada geçen “el konulma” tabirinin kölelik anlamına geldiği kaynaklarda zikredilmektedir278. Öte yandan İslâm’dan önceki Arap yarımadasında da kölelik yaygındı. Bu kölelik insan haklarından tamamen yoksun bir hüviyet teşkil ediyordu. Nitekim köleler, hür insanlar için değersiz bir mal telakki ediliyor, hatta sahibi tarafından fuhşa bile zorlanabiliyordu. İnsanlıkla bağdaşmayan bu gibi tasarruflar İslâm’ın gelişiyle sona ermiş ve onlara daha insani haklar verilmiştir. Hatta onların hürriyetlerine kavuşabilmeleri için azad edilmeleri dahi tavsiye edilmiştir. Nitekim İslâm hukukuna göre yemin, oruç ve zıhar kefareti gibi uhrevi cezalar, -öncelikli olarak- köle azad etmeye münhasır kılınmıştır. F. Bazı Câhiliye Arap Âdet ve Gelenekleri Cahiliye devri, Araplar’ın İslâm’dan önceki dönemine verilen isimdir. Hz. Peygamber’in, nübüvvetini izhar etmesiyle ortaya çıkan bu tabir, eski Arap âdet, gelenek ve dini tutumlarını ifade etmek ve bunları İslâm’dan temyiz etmek üzere kullanılmıştır. Ayrıca, bedevî hayat tarzını benimseyen, medeniyetten mahrum olan, câhil, göçebe, puta tapan ve semavî bir dine inanmayan kimseleri beyan etmek üzere de kullanılmıştır279. Bununla beraber İslâm’dan önceki dönemin “Asru’l-câhiliyye” diye isimlendirilmesi, bu devrin tamamına birden şamil olmayıp, daha ziyade Allah’a şirk koşan, hak yoldan ayrılan, hukuk tanımayan, insanlara zulmeden, fuhuş ve kötülükte haddi aşan kimselerin vasıflarını vurgulamaya yöneliktir. Nitekim kadim Araplar’da yiğitlik, cömertlik, misafirperverlik ve yalan söylememek gibi hasletler, bir kimsenin övülmesini mucip davranışlardan sayılmıştır. Mesela Yemen asıllı Huzaalılar kabilesinden devr alınarak 276 Yûsuf 12/74. 277 Yûsuf 12/75. 278 Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 9/239; Muhammed Alî Tâhâ ed-Dürre, Tefsîru’l- Ḳurʾân’l-Kerîm ve i‘râbuh ve beyânuh (Dımaşk: Dâru İbn Kesîr, 1430/2009), 4/638. 279 Mustafa Fayda, “Câhiliye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 7/17. 56 Kusay b. Kilâb tarafından idare edilmeye başlanan hicâbe, kıyâde, sikâye ve rifâde vazifeleri, insanlara fayda verme niteliği taşıyan hizmetlerdendir. İbn Hişâm der ki, Hâşim b. Abdimenâf, hacılar geldiği zaman ortaya çıkar ve şöyle dermiş. “Ey Kureyşliler! Sizler, Allah’ın komşusu ve ehl-i beytisiniz. Bu mevsimde Allah’ın ziyaretçileri ve evini [tavaf edecek olan] hacılar gelirler. Onlar, Allah’ın misafirleridir. Misafirperverin en hayırlısı ise, misafirine cömert olanıdır. Öyleyse onların burada ikamet edeceği günlerde, onlar için yaptığınız yemekleri ortaya çıkarın. Vallahi, eğer benim buna yetecek kadar malım olsaydı, bu işte sizleri mükellef kılmazdım.”280 Yine Hz. Peygamber’in henüz yirmili yaşlarda amcalarıyla beraber katıldığı Hılfü’l- Fudûl da bunun bir örneğidir. Nitekim Yemenli bir adam, Âs b. Vâil’den hakkını alamayınca Mekke’nin ileri gelenlerinden medet ummuştu. Bu esnada ona yardım eden sadece Hz. Peygamber ile amcası Zübeyir olmuştu. Bu sebeple Hz. Peygamber: “Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde yapılan yeminleşmeye ben de katıldım. Bu, bana kırmızı develer sahibi olmaktan daha sevgilidir. Eğer İslâm’da [şimdi] dahi çağrılsam, yine icabet ederim…”281 diyerek Câhiliye devrinde dahil olduğu bu hayırlı işteki memnuniyetini dile getirmiştir. Böyle olması nedeniyle Hz. Peygamber, Cahiliye devrinde bulunup da dinin ve aklın güzel gördüğü tüm hükümleri yasaklamamış, bunlardan bazılarını ıslah etmek suretiyle İslâm’dan saymıştır. Mesela mevcut olan sayısız kadınla evlenebilme hükmü, dört kadına inhisar etmiş, dul kadınların evlenebilmesi için beklemeleri gereken iddet daha makul bir hâle getirilmiş, vârise vasiyet yasaklanmış ve vârisler dışındaki kimselere terekenin ancak üçte birine kadar vasiyet etme sınırı getirilmiştir. Mehir daha önce kadının ailesine verilirken, artık bu, kadının kendisine verilmeye başlanmış, kadınlar da mirastan pay  Hicâbe, Kâbe’nin bakımı, kapısının ve anahtarlarının muhafazası görevidir.  Kıyâde, Câhiliye döneminde Mekke’de ordu kumandanlığına verilen isimdir.  Sikâye, Mekke’de zemzemle ve su işleriyle ilgili görevdir.  Rifâde, Hac döneminde hacılara yemek dağıtma görevidir. 280 İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye (Kâhire: Matba‘atu Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâduhû, 1374/1955), 1/136. 281 Ebû Abdillah Mus’ab b. Abdillah ez-Zübeyrî, Nesebü Kureyş (Kâhire: Dâru’l-Ma‘rife, t.y.), 291; Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Abbâs el-Fâkihî, Aḫbâru Mekke fî ḳadîm-i dehrihî ve ḥadîs̱ihî (Beyrut: Dâru Hıdır, 1413/1993), 5/170; Ebü’l-Fedâ İsmail b. Ömer b. Kesir el-Kuraşî el-Basrî, el-Bidâye ve’n- nihâye (Beyrut: Dâru İhyâi't-Turasi'l-‘Arabî, 1408/1988), 2/355. 57 almaya başlamış, borçlunun köle olarak satılması kaldırılmış, kan davası yasaklanarak kısasın ancak kâtile uygulanabileceği hükmü getirilmiştir282. Bununla beraber Câhiliyye devrinde bulunan bir kısım batıl âdet, gelenek ve inançlar, İslâm’ın gelişiyle tamamen yasaklanmıştır. Mesela; putlara tapmak, cinlerin Allah’ın kızları olduğuna inanmak, haram ayların yerlerini değiştirmek, daha ılık mevsimde haccedebilmek için hac mevsiminin zamanını sabitlemek, Hübel putunun önünde para ile sünnet veya nikah işlerini halletmek yahut soyundan şüphe ettikleri kimselerin soyunu tayin edebilmek için kura çekmek, kan davası ihdas ve idame ettirmek, süt veya kan bağı olmayan bir yabancıyı kendi nesebine katmak, muâhat (birbirlerini kardeş yapmak) suretiyle iki kişinin veya iki kabile fertlerinin birbirlerine mirasçı olması, kız çocuğundan utanmak ve âdet görmeye başladığı zaman muvakkaten evden dışarı çıkarmak, bir kadını boşayınca iddetin tamamlanmasıyla başkasıyla evlenmesine mani olabilmek için tekrar almak, tekrar boşamak ve bu suretle kadına eziyet etmek, bazılarının mâmelekinde (elinin altında) bulunan câriyeleri fuhşa sevk ederek bundan para kazanmak, kadınlara mirastan pay vermemek, kız çocuklarını diri diri gömmek, aynı anda iki kız kardeşle veya üvey anne ile evlenmek, dövüldüğü veya malı çalındığı yahut da buna benzeyen bir durumla karşılaşıldığı takdirde hasmının üçüncü, dördüncü, beşinci veya daha yukarı ceddiyle akrabalığı bulunan herhangi birini eline geçirirse ondan hakkını almak (hamse ve semiye), defin yapılırken bir devenin başını, sırtından arkasına veya göğsünden karnına doğru bağlayarak ve boynuna bir halka takarak onu ölüme terk etmek (beliyye), bazı Araplar’ın tenasühe inanarak ölen kimsenin cesedinden her yüz yılda bir kuş hasıl olacağına ve bunun ölen kimseyi ziyaret edeceğine inanmak, küçük çocuklarının diş ağrısı çekmemesi için süt dişlerini baş ve şehadet parmakları arasına alıp “bunu daha güzeliyle değiştir” denilerek güneşe doğru fırlatmak, arka arkaya on defa dişi yavru doğuran deveden (sâibe) doğan devenin dişi yavrusuna (bahîre) yük vurulmayarak başıboş bırakmak, ona binmemek, yününü kırkmamak ve bunun sütünden sadece misafire içirmek, arka arkaya beş defa ikiz yavru kuzulayan koyunu (vasîle) ailenin sadece erkek çocuklarına vermek, deve üzerine bahis konarak kumar oynamak (meysir) vb. hususlar283 bunlar arasında zikredilebilir. 282 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 139. 283 Neşet Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı (Ankara: Mars T. ve S.A.Ş. Matbaası, 1957), 90-127. 58 II. NESHEDİLMEYEN HÜKÜMLER İlahi kaynaklı dinlerin hepsinin mehazının aynı olması, aralarında birçok benzerliği de beraberinde getirmiştir. Nitekim önceki şeriatlarda emredilen birçok hüküm İslâm’da da emredilmiş, bu da kısmen veya tamamen önceki şeriatların İslâm hukukuna tesir etmesine, en azından sonrakinin öncekini teyid etmesine sebep olmuştur. Fıkhın ana konuları genellikle ibâdat, muâmelat ve ukûbat şeklinde ifade edilse de biz - konu bütünlüğü açısından- evlenmeyle alakalı meseleleri muâmelattan ayırarak münâkehat ve mufârekat başlığı altında incelemeyi tercih ettik. Nitekim bazı kaynaklarda münâkehat bahsi muâmelattan ayrılarak müstakil bir başlık altında incelenmiştir. Bununla beraber önceki şeriatlarda bulunup da bu başlıkların altında mütalaa olunamayacak diğer hususlar, “Diğer Meseleler” başlığı altında ifade edilmeye çalışılmıştır. A. İbâdat İbâdat, fürû-ı fıkıhta ibadetler anlamına gelir. İbadet hayatı sadece İslâm hukukunun değil aynı zamanda diğer şeriatların da konusudur. Konumuz açısından ibâdatı tasnif edecek olursak abdest, gusül, namaz, zekât, oruç, hac, kurban ve cihad284 şeklinde ayrım yapmak yerinde olacaktır. 1. Abdest Abdest, namaz kılmak, tilavet secdesi yapmak, mushafa el sürmek ve Kâbe’yi tavaf etmek gibi ibadetlerin geçerli olabilmesi için şart kılınmıştır. Bunun İsrailoğulları’na da emredildiği Buhârî’de zikredilmiştir. Nitekim orada geçen bir hadîse göre İsrailoğulları arasında Cüreyc adında âbid bir kimse vardı. Bir vakit namaz kılıyorken annesi ona seslendi. Cüreyc “Acaba anneme cevap mı versem yoksa namaza mı devam etsem?” diye kararsız kaldı. Ancak namaza devam etmeyi tercih etti ve bu durum, annesinin beddua etmesine sebep oldu. Nitekim annesi ona “Kötü kadınların yüzünü görmedikçe ölmeyesin!” diyerek beddua etti. Bir müddet sonra kötü niyetli bir kadın Cüreyc’e gelerek ona zina teklifinde bulundu. Cüreyc teklifi reddedince bu sefer kadın giderek kendisini bir çobana teslim etti. Vakti gelip çocuk doğunca da çocuğun babasının Cüreyc olduğunu 284 Cihad, aynı zamanda bir ibadet olduğu için kimi eserlerde “ibâdât” başlığı altında incelenmiştir. Bkz. Orhan Çeker vd., Fıkıh, (Ankara: M.E.B. Yayınları, 2020), 144-48. 59 iddia etti. Durumu haber alan insanlar gelerek Cüreyc’e gelerek ibadethanesini yerle bir ettiler, ona sövdüler ve onu bulunduğu yerden aşağı indirdiler. Cüreyc abdest alıp namaza kıldı. Sonra gelip beşikteki çocuğa: “Ey oğul, senin baban kimdir?” diye sordu. Çocuk, “Babam, çobandır” dedi…285 Naklettiğimiz bu hadise namaz için taharetin (abdestin) sadece İslâm’da değil, aynı zamanda İsrailoğulları’nda da varlığına delalet etmektedir. Yine Hz. İbrahim’in karısı Sâre ile yaptığı bir yolculukta -ki Tevrat’a göre bu yolculuk Mısır’a yapılmıştır286- zorba kimselerin kendisine verecekleri zararı önleyebilmek için karısına “Ben İbrahim’in kızkardeşiyim” şeklinde tanıtmasını tavsiye etmişti. Çünkü Sâre çok güzeldi ve onun bu güzelliğini görenler İbrahim’i öldürüp Sâre’yi sağ bırakabilirlerdi. Hz. İbrahim de bu korkudan dolayı “din kardeşim” manasını kastederek onu böyle bir hileye (şer‘î çareye) yönlendirmişti. Sâre saraya girince abdest alıp namaz kıldı. Sonra ise “Allah’ım! Ben ancak sana ve resulüne inanmış, iffetini muhafaza etmiş bir kadınım. Bu kafirleri bana musallat etme…” dedi287. Bu kıssada da abdestin İslâm’dan önce bulunduğuna karine teşkil etmektedir. Demek oluyor ki müslümanların belli başlı ibadetlerini yapabilmeleri için şart koşulmuş olan abdest, önceki ümmetlerde de mevcut idi. Yahudi kaynaklarına göre de İslâm’daki taharetin yerini tutacak birtakım temizlik şartları bulunmaktadır. Mesela Tevrat’ta “…Tanrın’ı karşılamaya hazırlan, ey İsrail!”288 denilmiştir. Bu âyete istinaden onlardan ibadetten önce temizlenmeleri ve elbiselerini düzenlemeleri gerektiği; aynı zamanda zihinlerini toparlamak için belli bir süre zaman harcadıkları da nakledilmektedir289. Ayrıca onların sabah dualarında el, yüz ve ayaklarını yıkadıkları; günün diğer namazlarında ise sadece ellerini yıkayarak temizlendikleri nakledilir290. Nitekim temizliği yaparken önce temiz bir su bulunur. Sonra bu kaba el sokmadan önce eller üç defa yıkanır. Sonra yüzün tamamı yıkanır. Sonra ağza su verilir. 285 Buhârî, “Mezâlim”, 36; “Ehâdîsü’l-Enbiya”, 49. 286 Yaratılış 12:12-15. 287 Buhârî, “Büyû”, 102; İkrâh, 6; Nesâî, “Menâkıb”, 77. 288 Amos 4:12. 289 Hasan Zâzâ, ed-Fikru’d-dînu’l-İsrâîlî ve eṭvâruh ve meẕâhibuh (Kâhire: Ma’hedü’l-Buhûs ve’d- Dirâsâtü’l-Arabiyye, 1390/1971), 171. 290 Sabâh Nâci eş-Şeyhalî, “Yahudi İbadetleri Namaz: Çeşitleri, Vakitleri, Duaları ve Kılınış Şekilleri”, çev. Mustafa Ölmez, Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 18/2 (2018), 662 60 Sonra bir mendil vasıtasıyla yüz silinir. Sonra ise kendisine bu temiz suyu ihsan ettiği için Rabbine hamdeder ve duaya başlar291. Bu ifadelerden anlaşıldığına göre İslâm’daki abdestle Yahudilerin duadan önce yaptıkları temizlikte ciddi benzerlikler bulunmaktadır. Nitekim abdeste başlarken elleri yıkamak, sonra ağza su vermek, sonra ise yüzü ve ayakları yıkamak İslâm’da da mevcut olan ritüeller arasında yer almaktadır. Günümüzde ise Yahudiler ayaklarını yıkamamaktadır ve buna gerekçe olarak şu izahı yapmaktadırlar: “Önceleri insanların ayakları umumiyetle kirli idi ve Rablerinin huzuruna çıktıkları zaman temiz olmaları için buna ihtiyaç vardı. Günümüzde insanların ayakları genel olarak temizdir. Dolayısıyla ayakları yıkamaya ihtiyaç kalmamıştır.” 292 Hıristiyanlığa gelince, onlarda İslâm’daki abdeste karşılık gelecek bir temizlik çeşidine rastlamak pek mümkün gözükmemektedir. 2. Gusül Yahudilik’te guslün varlığı açık olarak zikredilmese de bununla ilgili Levililer’de şu ifadeler yer almaktadır: “Eğer bir adamdan meni akarsa, bedeninin tümünü yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Üzerine meni bulaşan her giysi ya da deri eşya yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Bir adam kadınla cinsel ilişkide bulunurken menisi akarsa, ikisi de yıkanacak ve akşama kadar kirli sayılacaklardır.”293 Bu ifadelere bakılırsa, vücuttan meni geldikten sonra yıkanmak, İslâm’daki gusül abdestiyle çok yakından ilişkili olduğu görülmektedir. Zira meni geldikten sonra gusül abdesti almak İslâm’da da vardır ki bu şekildeki abdest bedenin tamamının yıkanmasından ibarettir. Dolayısıyla gusül her iki dinde de yer alan ortak hükümlerdendir. 291 Abdürezzak Rahîm Salâl el-Mûhî, el-İbâdât fi’l-edyâni’s-semâviye (Dımaşk: el-Evâil li’n-Neşr ve’t- Tevzî‘ ve’l-Hidemâti’t-Tıbâ‘iyye, 1421/2001), 81. 292 a.mlf., el-İbâdât fi’l-edyâni’s-semâviye, 81. 293 Levililer 15:16-18. 61 Bedenin yıkanması ise erkek veya kadının üç defa suya dalmasından ibarettir. Tabi burada kadınların erkeklerden farklı olarak hayz veya nifas zamanlarının tamamlanmasını beklemeleri de gerekmektedir294. Hıristiyanlık’ta ise çocuk doğunca ve yeni bir kimse Hıristiyan olunca, vaftiz ettirmek295 gerekli olsa da bunun İslâm’da emredilene benzerliği, Yahudilerinkine nazaran daha zayıftır. Bununla beraber bir gayr-i müslimin İslâm’a girdiği zaman -eğer cünüp değilse- gusül abdesti alması müstehap sayılmış; aksi takdirde gusül abdesti alması gerektiği şart kılınmıştır296. Bu yönüyle de vaftiz ile gusül arasında uzak da olsa bir bağ kurabilmek mümkündür. 3. Namaz Namaz sadece İslâmiyet’te değil diğer dinlerde de mevcut olan bir ibadettir. Nitekim bundan önce Taharet bahsinde geçen ve Cüreyc kıssasında bildirilen kişinin durumu bunu ifade etmektedir. Öte yandan birçok âyette buna işaret edilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen şu âyetler ve daha başka âyetler297, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. “Hani, biz İsrailoğulları’ndan, ‘Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız …’ diye söz almıştık.”298, “Biz, Musa ve kardeşine: ‘Mısır'da milletinize evler hazırlayın; evlerinizi namazgah edinin, namaz kılın’ diye vahyettik, inananları müjdele.”299, “Dediler ki: ‘Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”300, “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! 294 el-Mûhî, el-İbâdât fi’l-edyâni’s-semâviye, 80. 295 Bu ritüel, Hz. Yahya’nın Ürdün nehrinde Hz. İsa’yı ve inananları vaftiz ettirmesine kadar gider ki bu sebeple ona vaftizci Yahya (Jean Baptiste) denilmiştir (Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 196). 296 Serahsî, el-Mebsûṭ, 1/116; Rûyânî, Baḥrü’l-meẕheb fî fürûʿı meẕhebi’l-İmâm eş-Şâfiʿî, 1/72; Ebû Bekr Fahrü’l-islâm Muhammed b. Ahmed b. el-Hüseyn eş-Şâşî el-Fârikī, Ḥilyetü’l-ʿulemâʾ fî maʿrifeti meẕâhibi’l-fuḳahâʾ (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1401/1980), 1/112. 297 Mesela bkz. Meryem 19/30-31, 54-55; Tâhâ 20/14; el-Enbiyâ 21/72-73; Lokmân 31/17. 298 el-Bakara 2/83. 299 Yûnus 10/87. 300 Hûd 11/87. 62 Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”301 Öte yandan Yahudi kaynaklarında da namazın varlığına rastlamak mümkündür. Mesela “Seni yardıma çağırdığımda, ellerimi kutsal konutuna doğru açtığımda, kulak ver yalvarışlarıma.” âyeti302 ellerin havaya kaldırılması ve tekrar salıverilmesine (tekbir); “Daniel yasanın imzalandığını öğrenince evine gitti. Yukarı odasının Yeruşalim yönüne bakan pencereleri açıktı. Daha önce yaptığı gibi her gün üç kez diz çöküp dua etti, Tanrısı'na övgüler sundu.” ve “Akşam sunusu saati gelince üzüntümü bir yana bırakıp kalktım. Giysimle cüppem hâlâ yırtıktı. Diz çöküp ellerimi Tanrım Rabbe açtım.” âyetleri303 rükûya; “Bunun üzerine Yeşu giysilerini yırtarak İsrail'in ileri gelenleriyle birlikte başından aşağı toprak döküp Rabbin Sandığı'nın önünde yüzüstü yere kapandı ve akşama dek bu durumda kaldı.” âyeti304 ise secdeye nispet edilmiştir305. Hz. Danyal’ın (Daniel) her gün üç kere diz çökerek dua etmesi de namaza nispet edilmiştir306. Yahudilikte namaza karşılık gelen bu ibadete tefila denilir ve şaharit (seher, sabah), minha (öğle) ve maariv (akşam) olmak üzere üç vakitte eda edilir307. Şofar adı verilen ve genellikle keçi veya koç boynuzundan yapılan hususi bir boru ile tefilaya davet edilen insanlar, kıyam, rükû, secde ve cülus (ka’de, oturma) rükünlerini yaparak bu ibadeti yerine getirirler. Yahudiler, tefila içinde dua ederken veya günahlarını itirafta bulunurken ağlarlar ki günümüze kadar bu ibadetlerini devam ettirmişlerdir308. On üç yaşına gelmiş olan her Yahudi’nin namaz kılması farzdır. Kadiş namazı, Bayram namazı, Yağmur namazı ve müslümanların Teravih namazına benzeyen ve oruçtan sonra kılınan Yolcu namazı gibi namaz çeşitleri de bulunmaktadır309. 301 İbrâhîm 14/37. 302 Mezmurlar 28:2. 303 Daniel 6:10; Ezra 9:5. 304 Yeşu 7:6. 305 Şeyhalî, “Yahudi İbadetleri Namaz: Çeşitleri, Vakitleri, Duaları ve Kılınış Şekilleri”, 660. 306 a.mlf., “Yahudi İbadetleri Namaz: Çeşitleri, Vakitleri, Duaları ve Kılınış Şekilleri”, 654. 307 Daniel 6:10. 308 Hasan el-Bâş, el-Kur’ân ve’t-Tevrât eyne yettfikân ve eyne yehtelifân (b.y.: Dâru Kuteybe, t.y.), 2/370. 309 Şeyhalî, “Yahudi İbadetleri Namaz: Çeşitleri, Vakitleri, Duaları ve Kılınış Şekilleri”, 655-59. 63 Öte yandan Zebur’da namazın üç vakit değil yedi vakit olduğuna işaret edilmiştir310. Bazı İslâmi kaynaklara göre ise -her ne kadar şekli tam olarak bildirilmese de- Yahudilik’te elli vakit namazın farz olduğundan bahsedilir311. Hıristiyanlık’ta ise özellikle Süryani, Keldani, Nasturi ve Gregoryan gibi Doğu kiliselerinde erkekler önde, çocuklar onların arkasında, kadınlar ise tesettürlü bir şekilde ve en arkada olacak şekilde saf teşekkül ettirilmek suretiyle İslâm’a benzer bir namazın varlığından bahsedilir. Gün içinde sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere beş defa eda olunan bu namazlardan, ikindi ve yatsı namazlarına tekabül edenleri münferiden; sabah, öğle ve akşam namazları ise ruhbanlar tarafından cemaatle eda edilir312. Ancak Batı kiliselerinde, doğrudan namaza karşılık gelen herhangi bir ibadetin varlığından bahsedebilmek pek mümkün gözükmemektedir. 4. Zekât Zekâtın önceki ümmetlere de farz kılındığıyla alakalı Kur’ân-ı Kerim’de şu âyetler bulunmaktadır: “Ona İshak’ı ve ayrıca da Yakub’u bağışladık ve her birini salih kimseler yaptık. Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.”313, “Kitapta İsmail’i de an! Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi. Ailesine/halkına namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi.”314, “Halbuki onlara (ehl-i kitaba) ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”315, “Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım...”316, “Çocuk (Meryem oğlu İsa), 310 Mezmurlar 119:164. 311 Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyân ʿan tefsîri’l-Ḳurʾân, 2/308, 7/592; Vâhidî, et-Tefsîru’l-Basîṭ, 4/539; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, 7/121 vd. 312 Ali Yüksek, “Namaz İbadetinin Tarihi Süreci”, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7/2 (2018), 116-17. 313 el-Enbiyâ 21/72-73. 314 Meryem 19/54-55. 315 el-Beyyine 98/5. 316 el-Mâide 5/12. 64 ‘Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı…’ dedi.”317 Bu âyetlerden anlaşılacağı üzere önceki şeriatlarda da zekât ibadetinin bulunduğu açıktır. Yahudiler açısından ödemeleri gereken miktar, İslâmi kaynaklara göre dörtte bir (1/4) olarak ifade edilmiştir318. Yahudi kaynaklarında İslâm’da olduğu gibi doğrudan doğruya emvâl-i bâtına zekâtına karşılık gelen bir terim yoktur. Bununla beraber “tsadeka” (charity, hayırseverlik) ile ifade edilen bir yardımlaşma çeşidi vardır ki bu daha çok İslâm’daki sadakaya karşılık gelir. Nitekim Kitab-ı Mukaddes’te yer alan “Aranızda yoksul kimse olmayacak...” âyeti319, buna temel teşkil etmiştir. Öte yandan asıl zekât, toprak mahsüllerinden alınır. Bunlar; leket, pe’a, şihiha ve me’aser olarak bilinir. Leket, bağbozumundan geriye kalan salkımlar; Pe’a, tarlanın köşesinde kalan mahsüller; Şihiha, tarlada unutulmuş olan desteler; Me’aser ise ondalık vergisi anlamında kullanılır ki İslâm’daki öşüre karşılık gelmektedir320. Hıristiyan kaynaklarında da zekâta açık olarak delalet bulunmamakla beraber bu manaya gelebilecek bazı işaretler vardır. Mesela Yeni Ahit’te “Verin, size verilecektir. İyice bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış, dolu bir ölçekle kucağınıza boşaltılacak. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız...”321 ifadesi, bu durumu ifade eder. Ancak bunun zekât yerine mi yoksa sadaka yerine mi? sayılacağı hususu açık değildir. Bununla beraber Hıristiyanlar’ın Eski Ahit’i de kabul ediyor olmaları322, yukarıdaki hususların kendileri açısından da kabul edileceği manasına geleceğinden böyle bir ibadetle Hıristiyanlığın bağdaştırılması, gâyet tabiî bir durum olarak karşımıza çıkar. Öte yandan Hz. İsa’nın 317 Meryem 19/30-33. 318 Mesela bkz. Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyân ʿan tefsîri’l-Ḳurʾân, 7/592; Vâhidî, et-Tefsîru’l-Basîṭ, 4/539; Begavî, Meʿâlimü’t-tenzîl, 1/404; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, 7/121 vd. 319 Yasa’nın Tekrarı 15:4-5. 320 Cihat Şeker, “Yahudilikte Sadaka”, Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 14/3 (2014), 87-89. 321 Luka 6:38. 322 Nitekim İncil’de buna şu şekilde temas edilir: “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.” (Matta 5:17). 65 sevgi ve yardımseverliği temsil ediyor oluşu, Hıristiyanlığın bu ibadetle olan bağını da bir kat daha kuvvetlendirmektedir323. 5. Oruç Bakara suresinde geçen “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de oruç farz kılındı” âyeti324, orucun sadece İslâm’da değil; önceki ümmetlerde de farz kılındığına delalet etmektedir. Nitekim tefsir kitaplarında Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlere ve ümmetlerine orucun farz kılındığı ifade edilmiştir325. Bununla beraber bazı alimler farz kılınanların sadece ehl-i kitap olduğunu bildirmiş; bazıları ise bunu sadece Hıristiyanlıkla sınırlandırmışlardır326. Ancak âyetin umumi olarak gelmesi ve birçok tefsir kitabında orucun bütün ümmetlere farz kılındığının ifade edilmesi son iki söylenenin sıhhatini zayıflatmaktadır. Öte yandan Hz. Musa ve Hz. İsa’nın kavimlerine de Ramazan orucunun farz kılındığı, - ancak onların bunu zamanla değiştirdikleri- kaynaklarda zikredilmektedir327. Nitekim Yahudiler Ramazan orucunu terk ederek onun yerine yılda bir gün oruç tutma geleneğini benimsemişler; Hıristiyanlar ise yazın oruç tutmak onlara zor geldiği için bunu yaz ve kış mevsimlerinin ortasında (ilkbahar veya sonbaharda) tutmaya başlamışlar, kefâret olması için de buna yirmi gün daha ilave ederek sayıyı elliye çıkarmışlardır328. Böylece hem Yahudiler’in hem de Hıristiyanlar’ın Ramazan orucuyla alakaları kalmamıştır. Kitab-ı Mukaddes’e bakıldığında da oruçla ilgili birçok âyetin varlığı göze çarpar. Nitekim Ahd-i Atik’te Yahudiler’in oruç tuttuklarına dair şu âyetler variddir: “Bütün İsrailliler, bütün halk çekilip Beytel'e döndü. Orada, Rabbin önünde durup ağladılar, o gün akşama dek oruç tuttular. Rabbe yakmalık sunular ve esenlik 323 Abdus Samed - Lowell M. Glenn, “Zekatın Gelişimi ve Monoteist Dinlerde Zekatın Kapsamı”, çev. Faruk Özdemir, RTEÜ.İ.F.D., 2/3 (2013), 256-58. 324 el-Bakara 2/183. 325 Mesela bkz. Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/225; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, 5/239; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, 1/123; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl, 1/158. 326 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 1/140. 327 Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 3/411; Mâverdî, en-Nüket ve’l-ʿuyûn (Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-‘İlmiyye, t.y.), 1/236; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 1/141; Süyûtî, ed-Dürrü’l- mens̱ûr, 1/428. 328 Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 3/411; Mâverdî, en-Nüket ve’l-ʿuyûn, 1/236; İbnü’l- Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 1/141; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, 1/428. 66 sunuları sundular.”329, “Mispa'da toplanan İsrailliler kuyudan su çekip Rabbin önüne döktüler. O gün oruç tuttular ve ‘Rabbe karşı günah işledik’ dediler. Samuel Mispa'da İsrail halkına önderlik etti.”330, “Sonra kemiklerini toplayıp Yaveş'teki ılgın ağacının altına gömdüler ve yedi gün oruç tuttular.”331, “Davud çocuk için Tanrı'ya yalvarıp oruç tuttu; evine gidip gecelerini yerde yatarak geçirdi.”332, “Aynı ayın yirmi dördüncü günü İsrailliler toplandı. Hepsi oruç tutmuş, çul kuşanmış, başına toprak serpmişti.”333, “Kralın buyruğunun ve fermanının ulaştığı her ilde Yahudiler büyük yas tuttular, ağlayıp feryat ettiler, oruç tuttular. Birçoğu da çula sarınıp kül içinde yattı.”334, “… Bunun üzerine Ester Mordekay'a şu yanıtı gönderdi: ‘Git, Sus'taki bütün Yahudiler'i topla; benim için oruç tutun, üç gün, üç gece hiçbir şey yemeyin, içmeyin. Hizmetçilerimle ben de sizin gibi oruç tutacağız. Ardından, kurala aykırı olduğu halde kralın huzuruna çıkacağım; ölürsem ölürüm.’”335, “Beytel halkı, her şeye egemen Rabbin Tapınağı'ndaki kâhinlerle peygamberlere, ‘Yıllardır yaptığımız gibi beşinci ay oruç tutup ağlayalım mı?’ diye sormuş ve Rabbe yalvarmaları için Sareser'i, Regem-Melek'i ve adamlarını göndermişti.”336 Yahudilikte tutulan oruçların en önemlisi kefâret günü (Yom Kipur) orucudur ki bir yıllık günahlarına kefaret olması için bu orucu tutarlar. Bu oruç, ay takviminin ilk ayı olan -ve dini yılın yedinci ayına denk gelen- Tişri’nin 10. günü tutulur. Gün batımından yaklaşık olarak bir saat önce başlar ve ertesi gün, gün batımından kırk beş dakika sonrasına kadar devam eder. Yani yaklaşık olarak yirmi altı saate yaklaşan bu oruç süresi boyunca, yeme- içme, cinsel ilişki, yıkanma, temizlik yapma, yağlanma ve deriden yapılmış olan herhangi bir şey giymek yasaklanmıştır337. Öte yandan onların dokuz av orucu (Tişah beav), dördüncü ay orucu (Şivah asar be-tammuz), onuncu ay (Asarah be-tevet) ve yedinci ay (tzom gedalya) orucu şeklinde tuttukları başka oruçlar da vardır338. Ahd-i Cedid’de de Hıristiyanlar’ın oruç tuttuklarına dair hayli âyet mevcuttur. Şu âyetler bunu haber vermektedir: 329 Hâkimler 20:26. 330 I.Samuel 7:6. 331 I.Samuel 31:13. 332 II.Samuel 12:16. 333 Nehemya 9:1. 334 Ester 4:3. 335 Ester 4:15-16. 336 Zekeriya 7:2. 337 Mişna 8:1; Ali İhsan Yitik, “Oruç”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 33/414. 338 Yitik, “Oruç”, 33/414-15. 67 “İsa kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra acıktı.”339, Oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. Onlar oruç tuttuklarını insanlara belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm verirler. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır.”340, “Yahya geldiği zaman oruç tutup içkiden kaçındı, ona ‘cinli’ diyorlar.”341, “Yahya'nın öğrencileriyle Ferisiler oruç tutarken, bazı kişiler İsa'ya gelip, ‘Yahya'nın ve Ferisiler'in öğrencileri oruç tutuyor da senin öğrencilerin neden tutmuyor?’ diye sordular. İsa şöyle karşılık verdi: ‘Güvey aralarında olduğu sürece davetliler oruç tutar mı? Güvey aralarında oldukça oruç tutmazlar! Ama güveyin aralarından alınacağı günler gelecek, onlar işte o zaman, o gün oruç tutacaklar.’”342, “Anna adında çok yaşlı bir kadın peygamber vardı. Aşer oymağından Fanuel'in kızıydı. Genç kız olarak evlenip kocasıyla yedi yıl yaşadıktan sonra dul kalmıştı. Şimdi seksen dört yaşındaydı. Tapınaktan ayrılmaz, oruç tutup dua ederek gece gündüz Tanrı'ya tapınırdı.”343, “Ferisi ayakta kendi kendine şöyle dua etti: ‘Tanrım, öbür insanlara –soygunculara, hak yiyenlere, zina edenlere– ya da şu vergi görevlisine benzemediğim için sana şükrederim. Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum.’”344, “Antakya'daki kilisede peygamberler ve öğretmenler vardı: Barnaba, Niger denilen Şimon, Kireneli Lukius, bölge kralı Hirodes'le birlikte büyümüş olan Menahem ve Saul. Bunlar Rabbe tapınıp oruç tutarlarken Kutsal Ruh kendilerine şöyle dedi: ‘Barnaba'yla Saul'u, kendilerini çağırmış olduğum görev için bana ayırın.’ Böylece oruç tutup dua ettikten sonra, Barnaba'yla Saul'un üzerine ellerini koyup onları yolcu ettiler.”345 Hıristiyanlık’ta hem Hz. İsa’nın hem de havarilerin yukarıdaki bazı âyetlerden de anlaşılacağı üzere Yahudi geleneğine uygun olarak oruç tuttuklarından bahsedilir. Hz. İsa’nın onlara ihdas ettiği hususi bir oruç şeklinden bahsetmek zordur. Öte yandan ilk Hıristiyanlar’ın her çarşamba ve cuma günü oruç tuttuklarından söz edilir. Yine onlar senenin muayyen günlerinde et ve süt gibi bazı gıda maddelerine karşı perhiz uygulamışlardır. Bugün Hıristiyan dünyasının tatbik ettiği iki mühim oruç vardır ki bunlardan ilki Evharistiya töreninden önce alkollü içki içmeme şeklinde eda edilen 339 Matta 4:2. 340 Matta 6:16. 341 Matta 11:18. 342 Markos 2:18-20. 343 Luka 2:36-37. 344 Luka 18:11-12. 345 Elçilerin İşleri 13:1-3. 68 Şükran orucu; diğeri ise Hz. İsa’nın çölde kırk gün boyunca tuttuğu orucu sembolize eden Lent orucudur. Bu oruç Anglikan kilisesi dışında bütün kiliselerce benimsenmiş olup, farklı şekillerde tutularak eda edilmektedir346. 6. Hac Haccın önceki ümmetlerde de mevcudiyetine dair Kur’ân-ı Kerim’de birtakım âyetler bulunmaktadır. “Kâbeyi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. İbrahim'in makamını namaz yeri edinin, dedik. Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için temiz tutun diye İbrahim ve İsmail'e ahd verdik.” âyeti347 bunlardandır. Yine “Bir zamanlar İbrahim’e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik), ‘Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.’” âyeti348 bu durumu ifade etmektedir. Ancak sadece bu âyetlerden yola çıkarak Yahudilik’te ve Hıristiyanlık’ta hac ibadetinin varlığı bilgisine ulaşmak mümkün değildir. Bilakis İbrahim ve İsmail şeriatlarında böyle bir ibadetin varlığından söz edilebilir ki bunların da önceki şeriatlar içine -Haniflik adı altında- dahil olduğu ikinci bölümde bildirilmişti. Öte yandan Yahudilik’te ve Hıristiyanlık’ta hac ibadetinin varlığına kendi kaynaklarından ulaşabilmek mümkündür. Mesela Tevrat’ta Yahudiler’in üç defa Yahve’nin huzurunda bayram yapma mecburiyetleri349 vardır ki bu bayramlar aynı zamanda onların dininde hacca tekabül etmektedir. Ayrıca M.S. 70 yılında Süleyman Mabedi’nin yıkılmasından sonra onun bir kalıntısı olarak kalan Ağlama Duvarı o zamandan bu yana Kudüs’te hac ibadetini temsil eden bir mekân olarak telakki edilmiştir. Bundan başka Taberiye, Musul, Kerkük, Hemedan ve Fustat gibi şehirler de Yahudiler açısından kutsal kabul edilen ziyaret yerleri arasında yer alır350. 346 Yitik, “Oruç”, 33/415. 347 el-Bakara 2/125. 348 el-Hac 22/26 349 Mısır’dan Çıkış 23:14, 17; 34:23. 350 Harman, “Hac”, 14/383-84. 69 Hıristiyanlar’a gelince, hac ibadeti, onlarda daha hissedilir şekilde kendini göstermektedir. Mesela ilk Hıristiyanlar, Yahudiler gibi Kudüs’teki Süleyman Mâbedi’nin ziyaret ediyorlardı. Hz. İsa’nın urucundan (yükselmesinden) sonra, havarilerin toplandıkları ev, daha sonra Sion Kilisesi oldu ve burası da ziyaret edilen kutsal mekanlardan sayıldı. Özellikle İmparator I. Konstantin’den sonra Hz. İsa’nın doğup yaşadığı ve çarmıha gerildiği iddia edilen yerler ziyaret edilmeye başlandı. Bunlardan Ürdün nehri ve çarmıha gerildiğine inandıkları Golgota tepesi, diğer kutsal mekanlardan daha fazla rağbet görmüştür351. Öte yandan günümüzde Kudüs, Roma ve İspanya başta olmak üzere Vatikan (Pavlos ve Petrus’un mezarları), Fatima (Portekiz), Lourdes (Fransa) ve Efes hac için ziyaret edilen uğrak yerlerindendir. 7. Kurban Kurban, insanlık tarihi kadar eski bir ibadet çeşididir. Hem İslâm’da hem de önceki ümmetlerde bunun izlerine rastlamak mümkündür. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Âdem’in iki oğlunun da Allah’a kurban sunduklarından, bunlardan birisinin kurbanının kabul edilip; diğerininkinin kabul edilmediğinden söz edilir352. Ayrıca umumi olarak her ümmete kurban kesmenin meşru kılındığından bahsedilir353. Eski Ahit’te kurban kavramını karşılamak üzere kullanılan en kapsamlı kelime minha’dır354. Yahudilik’te Allah’a sunmak üzere hayvan kurban edildiği gibi355 tahıl sunağından356 da bahsedebilmek mümkündür. İslâm’da olduğu gibi kör, topal ve başka özürleri olan hayvanların kurban edilmeyeceğine Tevrat’ta işaret edilmiştir357. 351 Harman, “Hac”, 14/384-85. 352 el-Mâide 5/27. 353 el-Hac 22/34. 354 Güç, “Kurban”, 26/434. 355 Bkz. Mısır’dan Çıkış 13:15; 23:18; Yasa’nın Tekrarı 16:4; II. Tarihler 15:11; Hezekiel 21:21; 22:9; Malaki 2:3. 356 Levililer 2:1-16. 357 Yasa’nın Tekrarı 15:21; Malaki 1:8, 14. 70 Yeni Ahit’te Pavlos’un kurban kestiği358, kurbanın putlar için değil yalnızca tek ilah için kesilmesi gerektiği359 ve Hz. Âdem’in iki oğlu olan Hâbil ile Kayin’in (Kâbil) Allah’a kurban sundukları360 anlatılır. Câhiliye devrinde hem Mekke’de hem de Mekke dışında kurbanlar kesilmiş, bunların bazısı putlara adanırken, bazıları mabede olan hürmetlerini ifade etmek üzere kesilmiştir. Öte yandan Hz. İbrahim’den beri süregelen Allah adına kurban kesme adeti İslâm’da da devam etmiş, ancak tevhid inancıyla bağdaşmayan öğelerinden arındırılarak dine uygun hale getirilmiştir. Ayrıca çocuk nimetine şükrü ifade etmek üzere kesilen akika kurbanı da İslâm’da kabul edilmiştir361. 8. Cihad Cihad’ın sadece İslâm’da mevcut olmayıp önceki peygamberler devrinde de farz kılındığına dair Kur’ân-ı Kerim’de muhtelif âyetler bulunmaktadır. Mesela “Ey kavmim! Allah'ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz. Onlar şu cevabı verdiler: Ey Musa! Orada zorba bir topluluk var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz…” mealindeki âyet362 Hz. Musa ve kavminin cihadla emrolunduklarına delildir. Hz. Musa’dan sonra da İsrailoğulları’nın kendi peygamberlerinden cihad talebinde bulundukları ve onlara izin verildiği şu şekilde zikredilmiştir: “Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerinden birine, ‘Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım’ demişlerdi. O da: ‘Ya savaş size farz kılındığında gitmeyecek olursanız?’ demişti. ‘Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmıyalım?’ demişlerdi ama savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı müstesna yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.” 363 358 Elçilerin İşleri 21:26. 359 I. Korintliler 8:4. 360 İbraniler 11:4. 361 Ali Bardakoğlu, “Kurban”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 26/436. 362 el-Mâide 5/22-23. 363 El-Bakara, 2/ 246. 71 Yine Hz. Davud’un içlerinde Câlut’un da bulunduğu kâfir bir topluluğa karşı cihad ettiği meşhurdur364. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Süleyman’ın Hz. Davud’a mirasçı olması365 ve cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan bir orduya sahip olduğunun bildirilmesi366, onun da cihadla emrolunduğuna karinedir. Bununla beraber cihad sadece insanlarla savaşmaktan ibaret değildir. Nitekim sıhhati tartışılmakla birlikte Hz. Peygamber’in bir savaş sonrası “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” demesi ve soranlara karşı bunu “nefse karşı mücadele” şeklinde açıklaması367, cihad kavramının daha şümullü bir mana ihtiva ettiğine delalet etmektedir. Eğer bu manada düşünülürse, cihadın bu şeklinin bütün peygamberlerin ortak mirası olduğunda şüphe yoktur. Zira bütün peygamberlerin gönderilme sebebi, kendilerine gönderilen vahyi tebliğ etmek ve insanları Allah’ın yoluna davet etmektir. Bu da yukarıdaki açıklamaya göre en büyük cihad sayılmaktadır. B. Muâmelat Muâmelat, normal şartlarda ibadetler dışında kalan diğer fıkıh konularını ele almaktadır. Bununla beraber biz bu başlık altında faizin haram kılınması, fuzûlînin satışı, selem, damân, cuâle, icâre, hibe ve vekâlet konularını ele aldık. Çünkü bunlar sadece İslâm hukukunda değil önceki şeriatlarda da bulunmaktadır. Evlenme ve boşanmayla alakalı konular ise münâkehat ve mafarekat başlığı altında ifade edilecektir. 1. Faizin Haram Kılınması Faiz sadece İslâm tarafından yasaklanmamıştır. Nitekim Nisâ suresinde “Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.”368 denilerek faizin İsrailoğulları’na da yasaklandığı ifade edilmiştir. Hatta bu ve benzeri yasakları çiğnemeleri sebebiyle daha önce kendilerine 364 Mesela bkz. el-Bakara 2/251. 365 en-Neml 27/16. 366 en-Neml 27/17. 367 Süyûtî, el-Fetḥu’l-kebîr (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1423/2003), 2/280; a.mlf., ed-Dürerü’l-müntes̱ire fi’l- eḥâdîs̱i’l-müştehire (Riyad: İmâdetü Şüûni’l-Mükettebât, t.y.), 126; a.mlf., Cem’u’l-Cevâmi’ (Kâhire: el- Ezherü’ş-Şerîf, 1426/2005), 6/201, 19/591; Alî b. Hüsâmiddîn b. Abdilmelik b. Kadîhân el-Müttakī el- Hindî, Kenzü’l-ʿummâl fî süneni’l-aḳvâl ve’l-efʿâl (b.y.: Müessesetü’r-Risâle, 1401/1981), 4/430. 368 el-Nisâ 4/160-61. 72 helal kılınan bazı temiz şeylerin daha sonra Yahudiler’e haram kılındığı beyan edilmiştir. Demek oluyor ki faiz, sadece İslâm’da değil; Yahudilikte de yasaklanmıştı. Nitekim bu âyetin tefsiri sadedinde müfessirlerden Mukâtil b. Süleyman şöyle demiştir: “Allah, Tevrat ehline, faiz yemeyi haram kılmıştı. Ama onlar bu yasağı deldiler ve faiz yediler.”369 Ayrıca hile, aldatma ve rüşvet yoluyla iktisap edilen diğer haksız kazançların da onlara haram edildiği “Onlar (Yahudiler) yalana kulak verirler, haram (suht) yerler. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet yahut onlardan yüz çevir; yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver.”370 mealindeki âyetle bildirilmiştir. Âyetin orjinalinde geçen suht kelimesinin, rüşvet başta olmak üzere her türlü haksız kazanca tekabül ettiği yine tefsirlerde zikredilmektedir371. Yahudiler’in kendi kaynaklarında da faizin yasaklandığı şu âyetlerle ifade edilmiştir. “Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.”372, “‘Bir kardeşin yoksullaşır, muhtaç duruma düşerse, ona yardım etmelisin. Aranızda kalan bir yabancı ya da konuk gibi yaşayacak. Ondan faiz ve kâr alma. Tanrın'dan kork ki, kardeşin yanında yaşamını sürdürebilsin. Ona faizle para vermeyeceksin. Ödünç verdiğin yiyecekten kâr almayacaksın. Ben Kenan ülkesini size vermek ve Tanrınız olmak için sizleri Mısır'dan çıkaran Tanrınız Rabbim.”373 “Kardeşlerim, adamlarım ve ben ödünç olarak halka para ve buğday veriyoruz. Lütfen faiz almaktan vazgeçelim! Tarlalarını, bağlarını, zeytinliklerini, evlerini onlara hemen geri verin. Bir de faiz olarak aldığınız gümüşün, buğdayın, yeni şarabın, zeytinyağının yüzde birini verin.”374 Yeni Ahitte ise faizin yasak olduğuna açıkça delalet eden bir ifade bulunmasa da Hz. İsa’nın Eski Ahit için söylemiş olduğu şu sözler, onun Hıristiyanlık için de bağlayıcı 369 İbn Ebî Hâtim, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (b.y.: Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, 1419/2009), 4/1115; Vâhidî, et-Tefsîru’l-Basîṭ, 7/188. 370 el-Mâide 5/42. 371 Ebü’l-Haccâc Mücâhid b. Cebr el-Mekkî el-Mahzûmî, Tefsîru Mücâhid (Mısır: Dâru’l-Fikri’l-İslâmî el- Hadîsiyye, 1409/1989), 309; Ebü’l-Hasen Mukātil b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî el-Belhî, Tefsîru Muḳātil b. Süleymân (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâs, 1422/2002), 1/478; Ebû İshâk İsmâîl b. İshâk b. İsmâîl el-Ezdî el-Cehdamî, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1426/2005), 137; Cessâs, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, thk. Abdüsselâm Muhammed Alî Şâhîn (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1415/1994), 2/540-41. 372 Mısır’dan Çıkış 22:25. 373 Levililer 22:35-38. Benzer ayetler için bkz. Yasa’nın Tekrarı 23:19-20. 374 Nehemya 5:10-11. Ayrıca bkz. Nehemya 5:7; Hezekiel 22:12. 73 olduğuna bir karinedir. Nitekim o diyor ki: “Kutsal Yasa’yı (Eski Ahit’i) ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.”375 Öte yandan Hıristiyan hukuku, aynı zamanda kilise hukuku demek olduğundan çeşitli zamanlarda yapılan konsey ve konsüllerde faiz kesin bir surette yasaklanmıştır. Nitekim 305-306 yılları arasında toplanan Elvira Konseyi’inden başlamak üzere, 325 İznik Konsülü, 1139, 1179 ve 1215’teki Lateran Konsilleri, 1245 ve 1274 Lyon Konsülleri ve 1311 Viyana Konsülü’nde bu yasak tekrar edilmiştir. Hatta buna uymayanların aforoz edileceği kararlaştırılmıştır376. Dolayısıyla faiz sadece İslâm’ın getirdiği bir yasak değil, kökleri çok öncelere dayanan bir yasaktır. 2. Fuzûlînin Satışı Fuzûlî, herhangi bir işte velî, vekil veya asil olmadığı halde başkası adına tasarrufta bulunan kimse demektir ki böyle birinin yaptığı satış muamelesine İslâm hukukunda fuzûlînin satışı denilmektedir377. Buhârî’de zikredilen bir hadîse göre İsrailoğulları topluluğu içinde üç salih kimse vardı. Bunlar gecelemek için bir mağaraya girdiler. Derken bir kaya, mağaranın ağzını kapattı ve bunlar orada mahsur kaldılar. Bunun üzerine bu kimseler “İyi amellerimizden başka bizi bir şey kurtaramaz” diyerek mağaradan kurtulabilmek için dua ettiler… Bunlardan üçüncüsü şöyle dedi: “Allah’ım sen iyi biliyorsun ki ben bir ölçek darı karşılığında bir işçi tutmuştum. Ancak o kimse bunu almaktan çekindi ve burayı terkedip gitti. Ben de mevsimi geldiği zaman bu darıyı ektim. Çıkan mahsulle bir sığır ve çoban satın aldım. Mallar yıllar içinde arttı. Nihâyet işçi gelip alacağını isteyince ona ‘Gördüğün sığırlar ve çoban senindir.’ dedim… O da alıp gitti. Dua bittikten sonra mağaranın kapısı açıldı.”378 Her ne kadar Kitab-ı Mukaddes’ten böyle fuzûlînin satışına ulaşılamasa da İslâm hukukunun kaynaklarından yola çıkılarak bunun İsrailoğulları arasında mecut olduğuna 375 Matta 5:17. 376 Emin Ertürk, “Kilise, Faiz, Kapitalizm: Günahtan Meşruiyete Sancılı Bir Geçişin Anatomisi”, Hak-İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, 8/20 (2019), 114-15. 377 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye (Küveyt: Dâru’s-Selâsil, 1404-1427/1983-2006), 5/280. 378 Buhârî, “Ehâdîsü’l-Enbiyâ”, 54. 74 ulaşabilmek mümkündür. Hatta bazı İslâm hukukçularına göre fuzûlînin satışının delili yukarıda zikredilen hadîstir. Nitekim İmam Mâlik fuzûlînin satışının cevazına mezkûr hadisten delil getirmiştir379. Hatta İmam Şâfiî’nin kadim mezhebine göre de fuzûlînin satışı delili budur380. Demek oluyor ki fuzûlînin satışı, İsrailoğulları ile İslâm’da cari olan ortak hükümlerdendir. Hatta ismi geçen alimlere göre bunun dayanağı mezkûr kıssadır. 3. Selem Selem, semenin (bedelin) peşin; malın veresiye olmasını konu edinen bir satış akdidir381. Kur’ân-ı Kerim’de Bakara suresinde anlatılan ve İsrailoğulları’ndan talep edilen bakara (inek) kesme hâdisesi, doğrudan doğruya bir selem satışı olmasa da Musa şeriatında câri olan bir selem muamelesinin varlığına işaret etmektedir. Nitekim âyette “(Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. ‘İşte şimdi gerçeği anlattın’ dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.”382 şeklinde anlatılan hadise, henüz ortada olmayan ama vasıfları tayin edilen bir hayvanın kesilmesine delalet etmektedir ki bu da bir hayvanın ortada olmadığı halde seleme mevzu edildiği anlamına gelmektedir383. Hatta Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî alimlerine göre hayvanın seleme konu edilmesinin delili zikri geçen âyettir384. Zira burada hayvanın vasıflarının tayin edilmesiyle üzerinde konuşulan hayvan taayyün etmiş, yani müşterinin satın alabilmesi için belirsizlikten kurtularak bilinir ve satıma hazır hale gelmiştir. 379 Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Kastallânî, İrşâdü’s-sârî (Kâhire: el- Matba‘atü’l-Kübra el-Emîriyye, 1323/1905), 4/100; Ebü’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-Hak b. Emîr Alî ed-Diyânüvî el-Azîmâbâdî, ‘Avnü’l-ma‘bûd şerḥu Süneni Ebî Dâvûd (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1415/1994), 9/175. 380 Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, 4/100; Azîmâbâdî, ‘Avnü’l-ma‘bûd şerḥu Süneni Ebî Dâvûd, 9/175. 381 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 9/162; Sa’dî Ebû Ceyb, el-Ḳâmûsu’l-fıḳhî (Dımaşk: Dâru’l- Fikr, 1408/1988), 182. 382 el-Bakara 2/71. 383 Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, 405-06. 384 Muhammed el-Emîn b. Muhammed el-Muhtâr b. Abdilkādir el-Cekenî el-Himyerî eş-Şinkītî, el‘Azbu’n- nemîr (Riyad: Dâru Atâ’âti’l-‘İlm, 1441/2019), 1/138. Bununla beraber Hanefîler’e göre müşahede (görme) gerçekleşmediği için hayvanın seleme konu edilmesi mevzu bahis olamaz (Zeylaî, Tebyînü’l-ḥaḳāʾiḳ, 4/126; Kemâlüddîn Muhammed b. Abdilvâhid b. Abdilhamîd es-Sivâsî el-İskenderî, Fetḥu’l-ḳadîr (Kâhire: Şeriketü Mektebeti Mustafa el-Bâbî ve Evlâdih, 1389/1970), 7/122). 75 Kısaca selem akdi İsrailoğulları’nda da mevcut olan bir muamele çeşidi olup bu bakımdan İslâmiyetle ortaklığı bulunmaktadır. Bununla beraber Kitab-ı Mukaddes’ten selem akdinin varlığına dair herhangi bir delil bulunamamıştır. 4. Damân Damân, sözlükte “bir şeyi üstlenme”, “taahhüt ve garanti etme” gibi anlamlara gelir. İslâm hukukunda ise başkasının vereceği mâli zararını üstlenme, ona yapacağı tasarruflarda kefil olma anlamında kullanılan bir fıkıh terimidir385. Bu terim çoğu zaman kefalet ile eş anlamlı olarak kullanılsa da aralarında nüans farkı bulunmaktadır. Kefalet şahsa müteallik iken; damân daha çok mal ile ilgili konularda öne çıkan bir terimdir386. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan Hz. Yusuf’un kardeşleriyle kralın adamları arasında geçen konuşma bazı alimlere göre damânın varlığına işaret etmektedir. Nitekim ilgili âyette mealen şöyle denilmiştir: “(Yusuf’un kardeşleri) onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler. Onlar da: ‘Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) Ben buna kefilim, dedi.”387 Burada âyetin “(İçlerinden biri:) Ben buna kefilim, dedi.” şeklindeki kısmı, damâna karşılık gelmektedir. Nitekim âyetin orjinalinde geçen zeîm kelimesi, müfessirlerce kefîl ve damîn gibi kelimelerle ifade edilmiştir388. Mâlikî fakîhlerinden Karâfî, bu âyetin damâna delalet ettiğini söylemiştir389. Hanbelî alimlerinden İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye de aynı görüşü paylaşmıştır390. Öte yandan Kitab-ı Mukaddes’te de damâna tam karşılık gelmese de kefâletin varlığına rastlamak mümkündür. Nitekim Eski Ahit’in Süleyman’ın Özdeyişleri kısmında şu ifadeler yer almaktadır: 385 Muhammed Mustafa Zuhaylî, el-Ḳavâ‘idü’l-fıḳhiyye ve tatbîḳâtuhâ fi’l-mezâhibi’l-erba‘a (Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1427/2006), 1/472. 386 Hamza Aktan, “Damân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 8/450. 387 Yûsuf 12/71-72. 388 Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1425/2005), 6/267; Ebû Hafs Sirâcüddîn Ömer b. Nûriddîn Alî b. Âdil en-Nu‘mânî ed-Dımaşkī, el-Lübâb fî ʿulûmi’l-Kitâb (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1418/1998), 19/297. 389 Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. İdrîs b. Abdirrahmân el-Mısrî el-Karâfî, Şerḥu Tenḳīḥi’l-fuṣûl (b.y.: Şeriketü’t-Tıbâ‘ati’l-Fenniyyeti’l-Muttahide, 1393/1973), 298. 390 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî ed-Dımaşkī el-Hanbelî, İʿlâmü’l- muvaḳḳıʿîn (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1411/1991), 3/298. 76 “Oğlum, eğer birine kefil oldunsa, onun borcunu yüklendinse, düştünse tuzağa kendi sözlerinle, ağzının sözleriyle yakalandınsa, o kişinin eline düştün demektir.”391 “Yabancıya kefil olan mutlaka zarar görür, kefaletten kaçınan güvenlik içinde yaşar.”392 Kısaca, genel anlamda kefâlet; özel anlamda ise damân, sadece İslâm hukukunda değil, Yusuf şeriatında da bulunan ortak hükümler arasında yer almaktadır. 5. Cu‘âle Cu‘âle, cu‘l kökünden türemiş olan bir fıkıh terimi olup, belli bir iş karşılığında belli bir meblağın ödenmesini gerektiren anlaşma demektir393. Bununla beraber cuâlede işi yapacak taraf belli değildir. Vaad edilen iş herhangi bir kimse tarafından yerine getirildiği takdirde cuâleye (vaad, ödül, karşılık) hak kazanır. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî fakîhlerine göre herhangi bir iş için cuâle akdi kurmak mubahtır394. Hanefiler ise kaçan köleyi (âbık) bulup getiren kimseye verilen karşılık dışında cuâleyi meşru görmemişlerdir. Çünkü böyle bir akid -akdi yapacak olan kimsenin meçhuliyeti bakımından- bünyesinde garer (bilinmezlik, belirsizlik) barındırmaktadır395. Bazı âlimler cuâleyi, icâre akdinin bir çeşidi olarak saysa da396 aslında bu muâmele, icâre akdinin bir çeşidi değildir. Çünkü icâre akdinde hem taraflar bellidir hem de menfaatin belli bir bedel karşılığında temlik edilmesi vardır. Cuâlede ise durum bundan farklıdır. Yukarıda Yusuf suresinde yer alan âyetin “Onlar da: ‘Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler.”397 kısmı, cuâle akdinin Yusuf şeriatında bulunduğuna delalet etmektedir ki bunun kitaptan delili yukarıda zikrettiğimiz âyete dayanmaktadır. 391 Süleyman’ın Özdeyişleri 6:1-3. 392 Süleyman’ın Özdeyişleri 11:15. Ayrıca bkz. Süleyman’ın Özdeyişleri 17:18; 20:16; 22:26; 27:13. 393 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 3/326. 394 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 15/208. 395 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 15/209. 396 Mansûr b. Yûnus b. Salâhiddîn el-Buhûtî, Deḳāʾiḳu üli’n-nühâ li-Şerḥi’l-Müntehâ (Beyrut: ‘Âlemü’l- Kütüb, 1413/1993), 2/373; Dibyân b. Muhammed ed-Dibyân, el-Mu‘âmeletü’l-mâliyye asâleten ve mu‘âsıraten (b.y.: y.y., 1431/2010), 10/57. 397 Yûsuf 12/71-72. 77 Kısaca, İslâm cuâleyi yasaklamamış; hatta sünnet ile onu teyid etmiştir398. Bu da hem Yusuf şeriatında hem de İslâm’da cuâle akdinin ortak hükümlerden olduğu anlamına gelmektedir. Bununla beraber Kitab-ı Mukaddes’ten buna delalet edebilecek herhangi bir bilgiye rastlanılamamıştır. 6. İcâre İcâre, sözlükte kiralamak anlamına gelmektedir. Istılahta ise belli bir menfaati, belli bir bedel karşılığında temlik etmek demektir399. İcâre akdinde kiracıya müstecir, kiralayana mûcir ve verilen karşılığa ise ücret denilir. Kur’ân-ı Kerim’de Kasas suresinde yer alan şu âyetler icâre akdinin Şuayb şeriatında da bulunduğuna delildir: “(Şuayb’ın) iki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır, dedi. (Şuayb) dedi ki: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden (işverenlerden) bulacaksın. Musa şöyle cevap verdi: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekîldir.”400 Bu âyetin tefsiri sadedinde bazı alimler, Hz. Şuayb’ın kızlarından birinin “Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut.” şeklinde yaptığı teklifin, icâre akdinin onlarda da meşru ve malum olduğunu gösterdiğini, hatta bunun sadece Şuayb şeriatında değil; aynı zamanda bütün dinlerde de mevcut olduğunu beyan etmişlerdir401. Hz. Peygamber’in de Kasas suresinde geçen ilgili âyeti okuduğu zaman “Şüphesiz ki Musa iffetini korumak ve helal lokma yemek uğruna kendini sekiz veya on seneliğine kiraya vermiştir.”402 dediği nakledilmiştir. 398 Buhârî, “Tıb”, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 18/51; Tirmizî, “Tıb”, 20; Beyhakî, Şu‘abu’l-Îmân, 2/517. 399 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 15/208; Sa’di Ebû Cîb, el-Ḳâmûsu’l-fıḳhî (Dımaşk: Dâru’l- Fikr, 1408/1988), 13. 400 el-Kasas 28/26-28. 401 Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 13/271; Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr (Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1413/1993), 4/195. 402 İbn Mâce, “Ruhûn”, 5; Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, 17/135. 78 Yine Hızır kıssasında geçen ve Hz. Musa’nın Hızır’a yaptığı şu teklif de Hz. Musa zamanında icare akdinin varlığına delalet etmektedir: “Yine yürüdüler. Nihâyet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Musa: ‘Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın’ dedi.”403 Öte yandan icâre akdinin varlığına Eski ve Yeni Ahit’te de rastlanmaktadır. Mesela Eski Ahit’te bununla alakalı şu ifadeler bulunmaktadır: “Biri komşusundan bir hayvan ödünç alır, sahibi yokken hayvan sakatlanır ya da ölürse, karşılığını ödemelidir. Ama sahibi hayvanla birlikteyse, ödünç alan karşılığını ödemeyecektir. Hayvan kiralanmışsa, kayıp ödenen kiraya sayılmalıdır.”404, “Ammonlular Davud'un nefretini kazandıklarını anlayınca, Hanun'la Ammonlular Aram-Naharayim, Aram-Maaka ve Sova'dan savaş arabalarıyla atlılar kiralamak için bin talant gümüş gönderdiler. Otuz iki bin savaş arabası ve Maaka Kralı'yla askerlerini kiraladılar. Maaka Kralı'yla askerleri gelip Medeva'nın yakınında ordugâh kurdular. Ammonlular da savaşmak üzere kentlerinden çıkıp bir araya geldiler.”405 Yeni Ahit’te ise yine benzer ifadeler şu şekilde yer almaktadır. “Bir benzetme daha dinleyin: Toprak sahibi bir adam, bağ dikti, çevresini çitle çevirdi, üzüm sıkma çukuru kazdı, bir de bekçi kulesi yaptı. Sonra bağı bağcılara kiralayıp yolculuğa çıktı.”406, “İsa'ya şu karşılığı verdiler: ‘Bu korkunç adamları korkunç bir şekilde yok edecek; bağı da, ürününü kendisine zamanında verecek olan başka bağcılara kiralayacak.’”407, “Pavlus tam iki yıl kendi kiraladığı evde kaldı ve ziyaretine gelen herkesi kabul etti.”408 Demek oluyor ki icâre akdi sadece Hz. Peygamber’in şeriatı ile mukayyed olmayıp önceki peygamberler zamanında da böyle bir akdin mevcut olduğuna Kur’ân-ı Kerim, Sünnet ve Kitab-ı Mukaddes’ten deliller bulunmaktadır. 403 el-Kehf 18/77. 404 Mısır’dan Çıkış 22:14-15. 405 1. Tarihler 19:6-7. 406 Matta 21:33; Markos 12:1; Luka 20:9. 407 Matta 21:41. 408 Elçilerin İşleri 28:30. 79 7. Hibe Hibe, bir malın karşılıksız temlikini mevzu edinen akde denir. Hibe edene vâhib, hibe edilene mevhûbun leh ve hibeye mevzu olan şeye de mevhûb denilir409. Hibe, zaman zaman hediye ve sadaka ile müteradif kabul edilse de esasında bu kavram, diğer ikisinden daha şümullü olup aralarında birtakım farklılıklar bulunmaktadır. Nitekim Mecelle’de hediye “Bir kimseye ikrâmen götürülen veya gönderilen mal” (md.834); sadaka ise “Sevâb için hibe olunan mal” (md.835) şeklinde tarif edilmiştir. Oysa hibe sadece dünyada yapılan hediye veya sadece sevap kazanmaya yönelik bir mal temlikinden (sadaka) ibaret değildir. Hibe, bir malın karşılıksız olarak -her şekildeki- temlikini mevzu edinir ki bu bakımdan bunların birbiriyle aynı olmadığı, onun diğerlerinden daha kapsamlı olduğu görülür. Hibenin bir çeşidi olan hediye, önceki şeriatlarda da bilinmekte idi. Nitekim Neml suresinde geçen şu âyetler bunun insanlar arasında câri olan bir muamele olduğuna delalet etmektedir: Nitekim Sebe melikesi “Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de elçilerin ne ile döneceklerine bakayım”410 demiş, âyetin devamında ise Hz. Süleyman “…Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz.”411 şeklinde karşılık vermiştir. Esasında burada Hz. Süleyman’ın hediyeyi kabul etmemesi, hibe ahkâmının bulunmadığını değil; bilakis böyle bir muamelenin insanlar arasında câri olduğu halde Süleyman peygamberin hem vakarını muhafaza etmek hem de yaptığı işin karşılığını ancak Allah’tan beklediği için kabul etmediğini göstermektedir. Dolayısıyla buradan Süleyman şeriatında da böyle bir muamelenin bulunduğunu anlamak mümkündür. Eski Ahit’te de hediyenin varlığına rastlanır. Mesela şu âyetler buna misaldir: “İbrahim'in uşağı bu sözleri duyunca, yere kapanarak Rabbe tapındı. Rebeka'ya altın, gümüş takımlar, giysiler, kardeşiyle annesine de değerli eşyalar çıkarıp verdi.”412, “İbrahim sahip olduğu her şeyi İshak'a bıraktı. Cariyelerinin oğullarına 409 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 42/120. 410 en-Neml 27/35. 411 en-Neml 27/36. 412 Yaratılış 24:52-53. 80 da armağanlar verdi. Kendisi sağken bu çocukları oğlu İshak'tan uzaklaştırıp doğuya gönderdi.”413, “Yakup geceyi orada geçirdi. Birlikte getirdiği hayvanlardan ağabeyi Esav'a armağan olarak iki yüz keçi, yirmi teke, iki yüz koyun, yirmi koç, yavrularıyla birlikte otuz dişi deve, kırk inek, on boğa, yirmi dişi, on erkek eşek ayırdı. Bunları ayrı sürüler halinde kölelerine teslim ederek, ‘Önümden gidin, sürüler arasında boşluk bırakın’ dedi. Birinci köleye buyruk verdi: Ağabeyim Esav’la karşılaştığında, ‘Sahibin kim, nereye gidiyorsun? Önündeki bu hayvanlar kimin?’ diye sorarsa, ‘Kulun Yakup'un’ diyeceksin, ‘Efendisi Esav’a armağan olarak gönderiyor. Kendisi de arkamızdan geliyor.’ İkinci ve üçüncü köleye, sürülerin peşinden giden herkese aynı buyruğu verdi: ‘Esav'la karşılaştığınızda aynı şeyleri söyleyeceksiniz. ‘Kulun Yakup arkamızdan geliyor’ diyeceksiniz. ‘Önden göndereceğim armağanla onu yatıştırır, sonra kendisini görürüm. Belki beni bağışlar’ diye düşünüyordu. Böylece armağanı önden gönderip geceyi konakladığı yerde geçirdi.”414, “(Süleyman diyor ki), Armağan, verenin yolunu açar ve kendisini büyüklerin önüne çıkartır.”415 Burada zikredilen âyetlere ilave olarak Eski Ahit’ten başka misaller vermek de mümkündür416. Ancak meseleyi yeterince açıkladığı için bu kadarının yeterli olduğunu düşünmekteyiz. Yeni Ahit’e gelince Hıristiyanlık’ta hediye kavramı, maddî hediyeden öte manevî ve sembolik bir mana ihtiva ettiği için417, oradan hediyeye delil olabilecek bir âyeti örnek göstermek pek de mümkün gözükmemektedir. 8. Vekâlet Vekâlet, bir kimsenin başkası adına hukuki tasarruflarda bulunmasını ifade eden bir fıkıh terimidir. Vekâlet akdini kabul eden kimseye vekîl, işi yaptırana müvekkil, vekâlet vermeye tevkîl ve yapılan bu işe müvekkelün bih denir418. 413 Yaratılış 25:5-6. 414 Yaratılış 32:13-15. 415 Süleyman’ın Özdeyişleri, 18:16. 416 Mesela bkz. Hâkimler 1:15, 3:15; I. Samuel 9:7, 10:27; I. Krallar 4:21, 10:13, 25; II. Krallar 5:5; Mezmurlar 45:12, 72:10. 417 Bardakoğlu, “Hediye”, 17/151. 418 Ali Haydar Efendi (Küçük), Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm (Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1411/1991), 3/497. 81 Bazı alimler, Kur’ân Kerim’de Ashâb-ı Kehf’in mağaradaki uzun uykularından uyanmalarından sonra içlerinden birini şehre göndermelerini419, vekâlet akdinin onlar zamanında da bulunduğuna delil saymışlardır420. Yine Yusuf suresinde, Hz. Yusuf’un kardeşlerine söylediği “Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin.”421 şeklindeki sözler de buna delil teşkil eden âyetler arasında sayılmıştır422. Kitâb-ı Mukaddes’te geçen “Edom’da kral yoktu, yerine bir vekil bakıyordu.”423 âyeti bunun Eski Ahit’te de bulunduğunu göstermektedir. Kısaca, vekalet de önceki şeriatlarla İslâm hukuku arasında yer alan ortak hükümlerdendir. C. Münâkehat ve Mufârekat Münâkehat ve mufârekat İslâm Aile Hukuku’nun evlenme ve boşanma konularını içermektedir. Önceki şeriatlarla İslâm Aile Hukuku arasında birtakım benzerlikler bulunmaktadır. Biz bu benzerlikleri; nikah akdinin meşruiyeti, icap ve kabul, mehir, velâyet, kefâet, çok evlilik ve boşanma gibi başlıklar altında ele almaya çalışacağız. 1. Nikah Akdinin Meşruiyeti Nikah akdi Hz. Âdem’den itibaren bütün dinlerde vârid olmuş424 ve insanlar -istisnalar bundan hariç olmak üzere- evliliğin bir neticesi olarak dünyaya gelmiş ve böylece çoğalmışlardır. Ra’d suresinde bu hususla alakalı mealen şu ifadeler yer almaktadır: “Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik…”425 419 el-Kehf 18/19. 420 Karâfî, Envârü’l-burûḳ fî envâʾi’l-furûḳ (Beyrut: ‘Âlemü’l-Kütüb, t.y.), 4/58; Ali Haydar Efendi (Küçük), Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm, 3/491; Muhammed et-Tâhur b. Âşur, Hâşiyetü’t- tavżîh ve’t-taṣḥîḥ li-müşkilâtı Kitâbi’t-Tenḳîḥ ‘alâ şerḥi’t-Tenḳîḥi’l-fuṣûl fi’l-uṣûl (Tunus: Matba‘atu’n- Nehda, 1340/1922), 1/61, 2/70; Abdurrahman b. Sâlih el-Abd el-Latîf, el-Ḳavâ‘id ve’ḍ-ḍavâbitu’l- fıḳhiyyetü’l-müteżammîn li’t-teysîr (Medine: İmâdetü’l-Bahsi’l-İlmî, 1423/2003), 1/476. 421 Yûsuf, 12/93. 422 Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 10/376; Şinkītî, Eḍvâʾü’l-beyân fî îżâḥi’l-Ḳurʾân bi’l-Ḳurʾân (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1440/2019), 4/62; Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-münîr fi’l-‘aḳîde ve’şerî‘a ve’l- menhec (Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1411/1991), 15/234. 423 I. Krallar 22:47. 424 Fahrettin Atar, “Nikah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 33/112. 425 er-Ra‘d 13/38. 82 Bununla beraber, sadece dini topluluklarda değil; aynı zamanda herhangi bir semavî dinle kesin olarak özdeşleştirilemeyen Antik Roma, Mısır, Çin, İran ve Babil gibi medeniyetler ile kabile şeklinde yaşayan kadim Araplar ve göçebe bir hayat tarzı benimseyen eski Türkler’de de evlenme sözleşmesinin varlığına rastlamak mümkündür426. Yahudilik’te evlenmenin meşru ve mevcut olduğuna Eski Ahit’teki şu âyetler delil gösterilebilir: “Büyük bir zenginlik ve onura kavuşan Yehoşafat, evlilik bağıyla Ahav'a akraba oldu.”427, “Bekâr geldiyse, yalnız kendisi özgür olacak; evli geldiyse, karısı da özgür olacak.”428 “Kimse babasının karısını almayacak, babasının evlilik yatağına leke sürmeyecektir.”429, “Yeni evli bir adam savaşa gitmeyecek, ona herhangi bir görev verilmeyecek. Bir yıl özgürce evinde kalıp karısını mutlu edecek.”430, “Babasının karısıyla yatana lanet olsun! Çünkü o babasının evlilik yatağına leke sürmüştür...”431, “‘Neden?’ diye soruyorsunuz. Çünkü Rab seninle gençken evlendiğin karın arasında tanıktır. O yoldaşın ve evlilik antlaşmasıyla karın olduğu halde ona ihanet ettin. Tanrı sizi tek beden ve ruh yapmadı mı? Neden tek? Çünkü O kendisine özgü bir soy arıyordu. Onun için kendinize dikkat edin, hiçbiriniz gençken evlendiği karısına ihanet etmesin.”432 Hıristiyanlık’ta da evliliğin meşruiyetiyle alakalı Yeni Ahit’ten benzer örnekler vermek mümkündür: “Ölümden sonra dirilişi yadsıyan Sadukiler'den bazıları İsa'ya gelip şunu sordular: ‘Öğretmenimiz, Musa yazılarında bize şöyle buyurmuştur: Eğer bir adamın evli kardeşi çocuksuz ölürse, adam ölenin karısını alıp soyunu sürdürsün.’”433, “…Evli kadın, kocası yaşadıkça yasayla ona bağlıdır; kocası ölürse, onu kocasına bağlayan 426 Mehmet Âkif Aydın, “Aile”, 2/196-99. 427 II. Tarihler 18:1. 428 Mısır’dan Çıkış 21:3. 429 Yasa’nın Tekrarı 22:30. 430 Yasa’nın Tekrarı 24:5. 431 Yasa’nın Tekrarı 27:20. 432 Malaki 2:14-15. 433 Luka 20:27. 83 yasadan özgür olur.”434, “Herkes evliliğe saygı göstersin. Evlilik yatağı günahla lekelenmesin. Çünkü Tanrı fuhuş yapanları, zina edenleri yargılayacak.”435 Öte yandan evlilik öncesinde karşılıklı vaatleşme anlamına gelen nişan merasimi de İslâm hukukuna has bir uygulama değildir. Nitekim Eski Roma, Germen ve kilise hukuklarında da bunun örnekleri görülür436. Bununla beraber özellikle orta çağ kilise hukukunda, nişanlılığın taraflar arasında sona erdirilmesi, neredeyse evlenme kadar güç kabul edildiğinden437, İslâm hukukuyla kilise hukuku, bu yönüyle birbirinden ayrılmıştır. 2. İcap ve Kabul İslâm hukukuna göre herhangi bir akdin sahih bir şekilde kurulabilmesi için rükünlerin bulunması gerekir. Bunlardan biri de icap ve kabuldür. İcap, taraflardan birinin teklif sunması; kabul ise karşı tarafın teklifi kabul ettiğini beyan etmesidir438. Nitekim akid, Mecelle’nin 103. Maddesinde “Tarafeynin bir hususu iltizam ve taahhüt etmeleridir ki icap ve kabul irtibatından ibarettir.” şeklinde ifade edilmiştir. Nikah da -İslâm hukukunda- bir akit türü olarak kabul edildiğine göre icap ve kabul, nikahın olmazsa olmaz şartlarından (rükünlerinden) sayılmıştır. Yukarıda zikri geçen ve icâre akdine delalet eden âyet439, Şuayb şeriatında icap ve kabulün varlığına da delalet etmektedir. İlgili âyet gereği Hz. Şuayb’ın “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem.” şeklinde yaptığı teklif icaba; Hz. Musa’nın ise “Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekîldir.” şeklinde verdiği cevap da kabule delalet etmektedir. 434 Romalılar 7:2. 435 İbraniler 13:4. 436 Halil İbrahim Acar, “Nişan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 33/152. 437 a.mlf., “Nişan”, 33/152. 438 Vehbe Zuhaylî, el-Fıḳhu’l-İslâmî ve edilletuh (Dımaşk: Dâru’l-Fikr, t.y.), 9/6521-22. 439 el-Kasas 28/26-28. Nitekim ayetin meali şöyledir: “(Şuayb’ın) iki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır, dedi. (Şuayb) dedi ki: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden (işverenlerden) bulacaksın. Musa şöyle cevap verdi: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekîldir.” 84 Kısaca, icap ve kabul, sadece İslâm hukukunda değil; önceki şeriatlarda da bulunan bir akid türüydü. 3. Mehir Mehir, nikah akdinin bir neticesi olarak kocanın karısına ödemek mecburiyetinde olduğu mal, para veya menfaate denir440. Şuayb kıssasında anlatılan ve Hz. Şuayb’ın Hz. Musa’ya karşı “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum…”441 şeklinde yaptığı teklif, icaba tekabül ettiği gibi, aynı zamanda mehre de karşılık gelmektedir442. Nitekim mehir sadece mal veya para demek değildir. Menfaat de mehre konu olabilir. Dolayısıyla bu âyetin mehre de delalet ettiği sonucuna varmak mümkündür. Mehrin Yahudilik’te mevcut oluşuna Eski Ahit’ten delil getirmek mümkündür. Nitekim Yakup kıssasında anlatılanlar bunu ifade eder: “Yakup Rahel'e aşıktı. Lavan'a, ‘Küçük kızın Rahel için sana yedi yıl hizmet ederim’ dedi. Lavan, ‘Onu sana vermek başkasına vermekten daha iyidir’ dedi, ‘Yanımda kal.’ Yakup Rahel için yedi yıl çalıştı. Rahel'i sevdiği için, yedi yıl ona birkaç gün gibi geldi. Lavan'a, ‘Zaman doldu, kızını ver, evleneyim’ dedi. Lavan bütün yöre halkını toplayıp bir şölen verdi. Gece kızı Lea'yı Yakup'a götürdü. Yakup onunla yattı. Lavan cariyesi Zilpa'yı kızı Lea'nın hizmetine verdi. Sabah olunca Yakup bir de baktı ki, yanındaki Lea! Lavan'a, ‘Nedir bana bu yaptığın?’ dedi, ‘Ben Rahel için yanında çalışmadım mı? Niçin beni aldattın?’ Lavan, ‘Bizim buralarda adettir. Büyük kız dururken küçük kız evlendirilmez’ dedi, ‘Bu bir haftayı tamamla, Rahel'i de sana veririz. Yalnız ona karşılık yedi yıl daha yanımda çalışacaksın.’ Yakup kabul etti. Lea'yla bir hafta geçirdi. Sonra Lavan kızı Rahel'i de ona verdi. Cariyesi Bilha'yı Rahel'in hizmetine verdi. Yakup Rahel'le de yattı. Onu Lea'dan çok sevdi. Lavan'a yedi yıl daha hizmet etti.”443 Yahudi şeriatında mehri ifade etmek üzere üç farklı terim kullanılır ki bunlar mohar, drahoma ve ketuba’dır. Bunlardan mohar, erkeğin müstakbel eşine veya babasına yaptığı 440 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 24/64; Vehbe Zuhaylî, el-Fıḳhu’l-İslâmî ve edilletuh, 9/6758. 441 el-Kasas 28/27. 442 Kurtubi, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 13/272-78. 443 Yaratılış 29:18-30. 85 ödemeye; drahoma, gelin tarafının damada götürdüğü mal ve paraya; ketuba ise damadın evlilikte eşine karşı yerine getirmesi gereken yükümlülüklere denir444. Hıristiyanlık’ta ise mehrin varlığına delalet eden açık bir delil olmamakla beraber Hz. İsa’nın Kutsal Yasa’yı (Eski Ahit) tamamlamak üzere geldiğini ifade etmesi445 ve drahoma’nın Hıristiyanlık’ta da mevcut olması446 onlarda da mehrin mevcut olduğuna delalet eder. Yine bu mehir (drahoma) kıza değil; kız tarafından erkeğe ödenir447. Öte yandan mehir Câhiliye Arapları arasında da bilinirdi. Ancak bu doğrudan kıza değil, onun ailesine verilen bir bedel idi448. Bütün bunlardan çıkan netice şudur. Mehir önceki şeriatlarla İslâm Hukuku arasında bulunan ortak hükümlerdendir. 4. Velâyet Velâyet, İslâm hukukunda, bir kimsenin velisi bulunduğu kimse adına akit yapmak, tasarrufta bulunmak ve işlerini yürütmek üzere sahip olunan yetkiye denir449. Velâyet, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikîler’in çoğunluğuna göre nikahın sıhhat şartıdır450; Hanefîler ise bunu nefâz şartı olarak görür ki bütün fıkıh mezhepleri, kadınların farklı derecelerde velâyet altında bulunduklarını kabul etmektedir451. Hz. Şuayb ile Hz. Musa arasında geçen konuşmalar, Şuayb şeriatında bulunan bazı muâmelat ahkâmının varlığına delalet ettiği gibi velâyet konusuna da delil teşkil edebilecek bir hüviyet taşımaktadır. Nitekim Hz. Şuayb’ın “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum.”452 şeklindeki teklifini Hz. Musa’nın kabul etmesi, babanın kız çocukları üzerindeki velâyet (velilik) tasarrufunun 444 Ayşe Betül Algül, “Semavî Dinlerde Mehir”, ed. Mustafa Yiğitoğlu, I. Uluslararası İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Kongresi, (Karabük: Karabük Üniversitesi, 2018), 116. 445 Bkz. Matta 5:17. 446 Algül, “Semavî Dinlerde Mehir”, 119. 447 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 154. 448 a.mlf., İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 142. 449 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 27/23; Vehbe Zuhaylî, el-Fıḳhu’l-İslâmî ve edilletuh, 4/2983- 84. 450 Ivaz b. Recâ b. Füreyc el-Ûfî, el-Vilâye fi’n-nikâḥ (Medine: el-Câmi‘atü’-İslâmiyye, Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002), 1/67. 451 Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed el-Kâsânî, Bedâʾiʿu’ṣ-ṣanâʾiʿ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- ‘İlmiyye, 1406/1986), 5/135. 452 el-Kasas 28/27. 86 Şuayb şeriatında da câri olduğuna delil sayılabilir453. Zira mezkûr kıssada yapılan teklife karşı Hz. Şuayb’ın kızlarının da herhangi bir itirazı olmamış, babalarının kendileri adına vermiş olduğu bu kararda, onların da rızalarının bulunduğu anlaşılmaktadır. 5. Kefâet Kefâet, evlenecek kişiler arasında belli hususlarda denkliği ifade eden bir fıkıh terimidir454. Kadının veli izni olmaksızın evlenmesine yetki veren Hanefîler, kefâet sağlanmadığı takdirde velinin bu nikahı feshedebileceğine hükmetmişler; böylece evlilik neticesinde kızın ailesine gelebilecek herhangi bir zarara engel olmak istemişlerdir. İslâm, hürriyet, dindarlık, nesep, meslek ve zenginlik Hanefîler’de denkliğin unsurları olarak görülmüş; Şâfiîler ise bunlara ek olarak zihinsel ve bedensel engelli olmamak ve yaşta denkliğin sağlanması şartını ileri sürmüşlerdir. İmam Mâlik bunlardan sadece din ve takva ile evliliğin devamını imkânsız kılan zihinsel ve bedensel bir özrün bulunmamasını yeterli görmüş; Ahmed b. Hanbel ise bunu din ve takva ile meslek ve sanat olarak belirlemiş, sonra gelen Hanbelî hukukçuları ise buna hürriyet, nesep ve zenginliği de ekleyerek sayıyı beşe çıkarmışlardır455. Bazı müfessirler, Hz. Musa’nın, Hz. Şuayb’ın yanına yabancı, kovulmuş, korkmuş, yalnız, aç ve çıplak bir şekilde geldiği halde onun dinindeki sağlamlığını (din ve takva) fark ederek, onu kızlarına denk (küfüv) gördüğünü ve bu sebeple de onlardan biriyle evlendirmekte bir beis görmediğini ifade etmişlerdir456. Yani bu âyet aynı zamanda Şuayb şeriatında kefaetin mevcudiyetine de delalet etmektedir. 6. Çok Evlilik Çok evlilik (teaddüd-i zevcât, polygamy), İslâm’da olduğu gibi önceki şeriatlarda da meşru kılınmıştır. Ancak İslâm buna sınır getirerek zaruret hallerinde bir erkeğin aynı anda en fazla dört kadınla evlenebileceğini kabul etmiştir457. Bununla beraber İslâm’da 453 Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Meâfirî, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân (Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-‘İlmiyye, 1424/2003), 3/505; Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 13/271; Vehbe Zuhaylî, et- Tefsîru’l-münîr fi’l-‘aḳîde ve’şerî‘a ve’l-menhec (Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1411/1991), 20/89. 454 Abdurrahmân b. Muhammed b. İvaz el-Cezîrî, el-Fıḳh ʿale’l-meẕâhibi’l-erbaʿa (Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-‘İlmiyye, 1423/2003), 4/53. 455 Aktan, “Kefâet”, 25/167-68. 456 Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, 3/507; Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 13/278; Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-münîr fi’l-‘aḳîde ve’şerî‘a ve’l-menhec, 20/92. 457 en-Nisâ 4/3. 87 eşleri arasında adaleti gözetememekten korkanların bir kadınla evlenmeleri tavsiye edilmiştir458. Önceki şeriatlarda çok evliliğin yasaklandığına dair delil bulunmazken tam tersi variddir. Nitekim Hz. Davud’un yüz karısının ve dokuz yüz seriyyesinin (câriye) olduğu459; Hz. Süleyman’ın ise yedi yüz karısının ve üç yüz seriyyesinin bulunduğu bazı tefsir kitaplarında rivâyet edilmiştir460. Benzer bilgilere Kitab-ı Mukaddes’te de rastlamak mümkündür. Nitekim orada “Süleyman'ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu yolundan saptırdılar.” denilerek bu hususa işaret edilmiştir461. Bu rakamların doğruyu ne kadar yansıttığı bir yana çok evlilikle alakalı başka delillerle beraber düşünüldüğünde faydadan hâlî olmadığı ortadadır. Çünkü önceki şeriatlarda çok evliliğin olması konusunda yukarıda yer alan ifadelerle aşağıdaki âyetler birbirlerini kuvvetlendirmektedir. “Yakup Rahel için yedi yıl çalıştı. Rahel'i sevdiği için, yedi yıl ona birkaç gün gibi geldi. Lavan'a, ‘Zaman doldu, kızını ver, evleneyim’ dedi… Gece kızı Lea'yı Yakup'a götürdü. Yakup onunla yattı. Lavan cariyesi Zilpa'yı kızı Lea'nın hizmetine verdi. Sabah olunca Yakup bir de baktı ki, yanındaki Lea! Lavan'a, ‘Nedir bana bu yaptığın?’ dedi, ‘Ben Rahel için yanında çalışmadım mı? Niçin beni aldattın?’ Lavan, ‘Bizim buralarda adettir. Büyük kız dururken küçük kız evlendirilmez’ dedi. ‘Bu bir haftayı tamamla, Rahel'i de sana veririz. Yalnız ona karşılık yedi yıl daha yanımda çalışacaksın.’ Yakup kabul etti. Lea'yla bir hafta geçirdi. Sonra Lavan kızı Rahel'i de ona verdi. Cariyesi Bilha'yı Rahel'in hizmetine verdi. Yakup Rahel'le de yattı. Onu Lea'dan çok sevdi. Lavan'a yedi yıl daha hizmet etti.”462 İsrailoğulları’nda diğer bazı peygamberlerin de çok evli oldukları bildirilmiş463 ve bu durum -Yahudilik’te- Orta çağa kadar devam etmiştir. Bununla beraber ne Tevrat’ta ve 458 Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de “Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (en-Nisâ 4/3) buyurulmuştur. 459 Mukâtil b. Süleyman, Tefsîru Muḳātil b. Süleymân, 3/647; Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, 2/230; Tayyâr - Şehrî, Mevsû’atu’t-tefsîri’l-me’s̱ûr, 19/118 vd. 460 Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, 1/310; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 3/469; Sem‘ânî, Tefsîrü’l-Ḳurʾân (Riyad: Dâru’l-Vatan, 1417/1997), 1/437; Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf b. Hayyân el-Endelüsî, el-Baḥrü’l-muḥîṭ (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1419/1999), 3/678 vd. 461 I. Krallar 11:3. 462 Yaratılış 29:15:29. Ayrıca bkz. II. Samuel 5:13-16. 463 Mısır’dan Çıkış 18:2-4; Sayılar 12:1. 88 ne de Talmud’da yasaklayıcı bir hüküm bulunmamasına rağmen çok evlilik, Rabbi Gershom tarafından XI. yüzyılda yasaklanmıştır464. Ayrıca Yeni Ahit’te de çok evliliği yasaklayan bir ifade yoktur. Luther ve bazı Hıristiyan mezhepleri de bunu açıkça kabul etmişlerdir ki Anabaptistler bunlardandır. Ayrıca Amerika’da teşkilatlanan Mormonlar buna sadece izin vermekle kalmamış, aynı zamanda çok evliliği “mukaddes ve ilahi bir nizam” olarak telakki etmişlerdir465. Câhiliye devri Araplar’ında da durum farklı değildi. Nitekim onlara göre çok evlilikte belli bir sınır olmadığı gibi çok evlilik kuvvet ve servetin bir nişanesi olarak görülmekteydi466. Kısaca, diğer meselelerde olduğu gibi çok evlilik meselesinde de önceki şeriatlarla İslâm hukuku arasında kısmen ortak yönler vardır. Bununla birlikte İslâm tek eşliliği tavsiye etmiştir467. 7. Boşanma İslâm hukukunda ister erkek ister kadın için olsun farklı şekillerde boşanabilme imkânı vardır. Aynı imkân Yahudilik’te de mevcut olup boşanmak isteyen erkek, hanımının eline boş kâğıt (boşanma belgesi)468 vermek suretiyle onu boşayabilir469. Eski Ahit’te boşanmayla ilgili hükümler şöyledir: “Eğer bir adam evlendiği kadında yakışıksız bir şey bulur, bundan ötürü ondan hoşlanmaz, boşanma belgesi yazıp ona verir ve onu evinden kovarsa, kadın adamın evinden ayrıldıktan sonra başka biriyle evlenirse, ikinci kocası da ondan hoşlanmaz, boşanma belgesi yazıp verir, onu evinden kovarsa ya da ikinci adam ölürse, kadını boşayan ilk kocası onunla yeniden evlenemez. Çünkü kadın kirlenmiştir. Bu Rabbin gözünde iğrençtir. Tanrınız Rabbin mülk olarak size vereceği ülkeyi günaha sürüklemeyin.”470, “‘Diyelim ki, bir adam karısını boşar, kadın da onu bırakıp başka biriyle evlenir. Adam bir daha o kadına döner mi? Bu davranış ülkeyi büsbütün 464 Kevser Kâmil Ali - Salim Öğüt, “Çok Evlilik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 8/365. 465 Ali - Öğüt, “Çok Evlilik”, 8/365-66. 466 Ali - Öğüt, “Çok Evlilik”, 8/366. 467 en-Nisâ 4/3. 468 Yasa’nın Tekrarı 24:1-4. 469 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 158. 470 Yasa’nın Tekrarı 24:1-4. 89 kirletmez mi? Oysa sen pek çok oynaşla fahişelik ettin, yine bana mı dönmek istiyorsun?’ diyor Rab.”471, “Fahişeliği yüzünden dönek İsrail'i boşayıp ona boşanma belgesini verdiğim halde, kızkardeşi hain Yahuda'nın hiç korkmadığını, gidip fahişelik ettiğini gördüm."472 Ayrıca Yahudilik’te bir erkek karısını zina ile suçlayıp buna şahid getiremezse, eşler kâhin önünde lanetleşerek ayrılırlar473 (li‘ân)474 ki bu bakımdan da Yahudilik’te boşanma ahkâmı, İslâm hukuku ile benzerlik arz etmektedir. Hıristiyanlık’a gelince boşanma ile ilgili en katı hükümleri Katolik mezhebi koymuştur. Nitekim Katolikler’e göre boşanma ancak zina ve imansızlık gibi sebeplerle meşru görülmüştür475. Bundan başka boşanmaya izin verilmemiştir. Protestanlar ise bu yasağa muhaliftirler. Nitekim Hıristiyanlar arasında boşanma yasağının aslında çok geç dönemlerde ortaya çıktığı (M.S. IV. yy.), bunun piskopos Saint Augustine tarafından ortaya çıkarıldığı ve o zamana kadar Tevrat’la aynı hükmü benimsedikleri ifade edilmektedir476. Öte yandan boşanmayla alakalı Câhiliye devrinden kalma bazı hükümler, İslâm hukukunda da varlığını aynen devam ettirmiştir. Nitekim hul’, ilâ ve zıhâr bunlardandır. Bunlardan ilâ’nın süresi, bir yıldan dört aya indirilmiş, bu sürenin bitiminde bir bâin veya ric’î talak ile boşanılacağına hükmedilmiştir477. Zıhâr ise Câhiliye Devri’nde bir boşama çeşidiyken; İslâm’da kefareti gerektiren bir yemin telakki edilmiştir478. Câhiliye’de bir yıl olan ölüm iddeti İslâm’da da ilk zamanlarda bir yıl kabul edilmiş479, daha sonra ise dört ay on olarak belirlenmiştir480. D. Ukûbat Ukûbat, İslâm Ceza Hukuku’nu ilgilendiren konuları ifade eden bir fıkıh terimidir. İslâm hukukunda cezalar; had, kısas ve diyet ile tazir cezaları olmak üzere üç ana başlık altında 471 Yeremya 3:1. 472 Yeremya 3:8. 473 Çölde Sayım 5:11-31; Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 158. 474 Liân, İslâm Hukuku’nda kadının, kendisini zina ile itham eden kocasıyla yeminleşmesini ifade eden bir fıkıh terimidir. 475 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 133. 476 a.mlf, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 133-34. 477 Hayrettin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi (İstanbul: İrfan Yayınevi, 1975), 31-32. 478 a.mlf., İslâm Hukuk Tarihi, 32. 479 Muhammed Mustafa Zuhaylî, el-Vecîz fî uṣûli’l-fıḳhi’l-İslâmî, 2/232. 480 el-Bakara, 2/240; Cessâs, el-Fuṣûl fi’l-uṣûl, 2/32. 90 incelenir. Bunlara önceki şeriatlarda da rastlandığı için biz de bu başlıklar altında ele almayı uygun gördük. 1. Had Cezaları Had, Kur’ân ve Sünnet’le tayin edilen, kısas ve diyet dışındaki tüm cezaî müeyyideleri ifade eden bir fıkıh terimidir. İslâm Ceza Hukuku’nda had cezaları, -yaygın kanaate göre- zina, kazf (zina iftirası), sükr (sarhoşluk), sirkat (hırsızlık) ve kat‘u’t-tarik (yol kesme) suçlarının işlenmesi neticesinde verilen cezalardır. Fakîhler bunlar dışında verilen cezaların had cezaları kapsamına girip girmeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. Hanefiler’e göre insana sarhoşluk veren şarap dışındaki müskirat ayrı; şarap ayrı olarak had kapsamında değerlendirilmiştir481. Böylece sayıyı altıya çıkarmışlardır. Malikiler’e göre yukarıdaki beş cezaya ek olarak irtidad (dinden dönme) ve bağy (isyan) da had cezaları arasında yer almaktadır482. Şâfiî fakîhlerine göre ise kısas ve diyeti gerektiren cezalar da had cezaları arasında sayılmıştır483. Önceki şeriatlarda zina, sirkat (hırsızlık) ve irtidad suçlarının cezaları had cezası olarak kabul edildiği için bu kısımda sadece bu cezalara yer verilecektir. a. Zina Haddi Zina yapan kimsenin İslâm hukukuna göre cezası, genel kabule göre -suç dört şahitle sabit olduğu veya itiraf edildiği takdirde- muhsan ise recm (taşlayarak öldürme); değilse celde (yüz sopa)’dir484. Bununla beraber zina eden bir kimseye celdeye ek olarak bir yıllık sürgün cezası verildiği de hadîslerde rivâyet edilir485. Ancak Yahudi şeriatında durum biraz farklıdır. Onlara verilen ölüm cezası sadece recm şeklinde olmayıp, yapılan zinanın şekline göre boğma ve yakma şeklinde de tatbik edilirdi486. Öte yandan erkeğe zina cezası 481 Kâsânî, Bedâʾiʿu’ṣ-ṣanâʾiʿ, 7/39. 482 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 17/131. 483 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 17/132. 484 Cezîrî, el-Fıḳh ʿale’l-meẕâhibi’l-erbaʿa, 5/55-57. 485 Tirmizî, “Hudûd”, 11; Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el- Müstedrek ʿale’ṣ-Ṣaḥîḥayn, thk. Mustafa Abdülkâdir ‘Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1411/1990), 4/410; Beyhakî, es-Sünenü’l- ṣuġrâ (Karaşî: Câmi ‘atü’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye, 1410/1989), 3/296. 486 Mustafa Göregen - Gönül Turan, “Yahudilik’te Zina Suçunun Karşılığı Olan Recm’in İnsan Hayatı ve Ailenin Kutsallığı Bağlamında İncelenmesi”, Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 5/10 (2018), 77. 91 verilebilmesi için kadının nişanlı veya evli olması gerekir. Evli bir adam, bekar bir kızla zina yapmış olsa ne erkeğe ne de kıza zani/zaniye muamelesi yapılmaz. Zina suçu sadece bekar veya evli bir erkeğin, evli [veya nişanlı] bir kadınla arasında geçen münasebet olarak değerlendirilmiştir487. Hz. Peygamber’in zina yapan iki evli (muhsan) Yahudi’ye recm cezasını Tevrat’a dayanarak vermesi, bu cezanın Yahudilik’te bulunduğuna karinedir488. Öte yandan Eski Ahit’te de zinanın suç olduğuna dair örnek verebilmek mümkündür: “Tanrınız Rabbin size vereceği kentlerin birinde aranızdan O’nun antlaşmasını çiğneyip gözünde kötü olanı yapan bir erkek ya da kadın çıkar ve buyruklarıma aykırı olarak gidip başka ilahlara tapar, onların, güneşin, ayın ya da gök cisimlerinin önünde eğilirse ve bu olay size bildirilirse, duyduklarınızı iyice araştırın. Duyduklarınız doğruysa ve bu iğrenç olayın İsrail’de yapıldığı kanıtlanırsa, bu kötülüğü yapan erkeği ya da kadını kentinizin kapısına çıkarın ve taşa tutarak öldürün.”489 Hıristiyanlığa gelince, öncelikle Eski Ahit’i kabul ediyor olmaları, zina suçunun cezasının onlar açısından da geçerli olduğu anlamına gelir. Bununla beraber Yeni Ahit’te yer alan “…Putlara sunulup murdar hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara yazmalıyız.”490 ifadesi, zinanın kesin olarak yasaklanmasa da en azından beğenilmeyen ve sakınılması gereken bir fiil olduğuna delalet etmektedir. Öte yandan -Eski Ahit müstesna tutulursa- Yeni Ahit’te zina suçu için herhangi bir ceza belirlenmemiş, hatta Hz. İsa’nın zina ederken yakalandığı iddia edilen bir kadına recm cezası uygulamadığı rivâyet edilmiştir491. Ancak 487 a.mlf., “Yahudilik’te Zina Suçunun Karşılığı Olan Recm’in İnsan Hayatı ve Ailenin Kutsallığı Bağlamında İncelenmesi”, 73. 488 Mesela bkz. Buhârî, “Menâkıb”, 23; Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 26; Tahâvî, Şerḥu müşkili’l-âs̱âr, 11/442, 15/93. 489 Yasa’nın Tekrarı 17:2-5. 490 Elçilerin İşleri 15:20. 491 Bu hadise İncil’de şöyle anlatılır: “İsa ise Zeytin Dağı’na gitti. Ertesi sabah erkenden yine tapınağa döndü. Bütün halk O'nun yanına geliyordu. O da oturup onlara öğretmeye başladı. Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı” dediler. “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?” Bunları İsa'yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O'nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa'yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde 92 Pavlos’un Korintliler’e yazdığı mektuba göre, fuhuş yapanlarla arkadaşlık etmemek, onlarla yemek yememek ve onları aralarından tecrit etmek tavsiye edilmiştir492. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre zina, Tevrat’ta açık bir şekilde yasaklanmış; İncil’de ise tavsiye edilmeyen ve sakınılması gereken bir fiil olarak bildirilmiştir. İslâm hukuku da zinayı kesin olarak yasakladığına göre önceki şeriatlarla İslâm hukuku arasında bu bakımdan da benzerlik bulunmaktadır. b. Sirkat (Hırsızlık) Haddi Sirkat (hırsızlık) da İslâm hukukuna göre had cezasını gerektiren bir suçtur. Bunun varlığına önceki şeriatlarda da rastlayabilmek mümkündür. Nitekim Yusuf kıssasında anlatıldığına göre hükümdarın su kabı kaybolmuş ve bu kap, Hz. Yusuf’un kardeşlerinden birinin yükünde bulunmuştu. Hükümdarın adamları Hz. Yusuf’un kardeşlerine, “Hırsızlık suçunun cezası nedir?”493 diye sorduklarında onlar “Cezası, kimin yükünde bulunursa, ona el konulmasıdır; biz zalimleri böyle cezalandırırız.”494 şeklinde cevap vermişlerdi. Hz. Yusuf ile kardeşleri arasında geçen bu konuşmalar, Yakup şeriatında hırsızlığa verilen cezayı bildirmektedir. Bununla beraber İslâm hukuku bu cezayı kabul etmemiş; bunun yerine belli bir meblağı geçen hırsızlıklarda el kesme cezasını takdir etmiştir495. Ancak burada önemli olan cezanın şekli değil hırsızlık suçu neticesinde bir ceza verilmesidir ki hem Yusuf şeriatında hem de İslâm hukukunda bunun için bir ceza takdir edilmiştir. Eski Ahid de hırsıza çeşitli cezalar verilmiş ve bu fiilin yasaklandığı kesin olarak bildirilmiştir. “On emir” içinde yer alan “Çalmayacaksın!”496 hükmü, bunların içinde en duruyordu. İsa doğrulup ona, “Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?” diye sordu. Kadın, “Hiçbiri, Efendim” dedi. İsa, “Ben de seni yargılamıyorum” dedi. “Git, artık bundan sonra günah işleme!” (Yuhanna, 8:1-11). 492 I. Korintliler 5:9-13. 493 Yûsuf 12/74. 494 Yûsuf 12/75. Ayetin tefsirine göre Hz. Yusuf ile kardeşleri arasında geçen hikâye esasında bir hırsızlık vakası değildir. Nitekim Hz. Yusuf kardeşlerinin önceki suçlarından dolayı onlara bir ders vermek istemiş, bunun için de kardeşlerinden birinin yükünün içine su kabını koydurarak onlara hırsızlık süsü gösterilmiş bir plan kurmuştu. Zira daha önceleri kardeşleri Yusuf’u hırsızlıkla suçlamış; kendi suçlarını onun üzerine atmışlardı. Hz. Yusuf da böyle yaparak onlara bir ders vermek istemişti (Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 9/239; Dürre, Tefsîru’l-Ḳurʾân’l-Kerîm ve i‘râbuh ve beyânuh, 4/638). 495 Maide suresi 38. ayette bu konuya şöyle temas edilmiştir: “Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 496 Mısır’dan Çıkış 20:15. 93 önemlisidir. Eğer bir kimse hırsızlık yaparsa, -genel olarak- verilen ceza, çalınan malın bir veya birkaç misliyle ödetilmesidir497. Bununla beraber hırsızlık yapan kimse borcunu ödeyemezse köle olarak satılır498. Hıristiyanlık’ta ise -Eski Ahit müstesna tutulduğu takdirde- had cezasına karşılık gelecek bir ceza bildirilmemiş, ancak Pavlos’un Efesliler’e yazdığı mektupta “Hırsızlık eden artık hırsızlık etmesin. Tersine, kendi elleriyle iyi olanı yaparak emek versin; böylece ihtiyacı olanla paylaşacak bir şeyi olsun.”499 denilerek, hırsızlığın kötü bir iş olduğu öğütlenmiştir. c. İrtidad (Dinden Dönme) Tevrat’ta irtidadın (dinden dönme) cezası taşlanarak öldürülmektir. Nitekim Eski Ahit’te bu hususta şöyle denilmiştir: “Öz kardeşin, oğlun, kızın, sevdiğin karın ya da en yakın dostun seni gizlice ayartmaya çalışır, senin ve atalarının önceden bilmediğiniz, dünyanın bir ucundan öbür ucuna dek uzakta, yakında, çevrenizde yaşayan halkların ilahları için, ‘Haydi gidelim, bu ilahlara tapalım’ derse, ona uymayacak, onu dinlemeyeceksin. Ona acımayacak, sevecenlik göstermeyecek, onu korumayacaksın. Onu kesinlikle öldüreceksin. Onu önce sen, sonra bütün halk taşa tutsun. Taşlayarak öldürün onu…”500 Hıristiyanlar’dan dinden dönenlere aforoz ve ölüm cezaları verilmiş, bu uğurda engizisyon mahkemeleri kurulmuştur501. Kur’ân-ı Kerim’de din değiştirmenin, kişinin amelini boşa çıkaracağı ve bunların hem dünyada hem de ahirette azaba müstehak olacakları gibi ifadeler yer alsa da bunun cezâî müeyyidesinin ne olduğu tam olarak belirtilmemiştir502. Bununla beraber Hz. Peygamber’in “Kim dinini değiştirirse onu öldürün”503 sözü, bu suçun cezasının ne 497 Mısır’dan Çıkış 22:1-15. 498 Mısır’dan Çıkış 22:2. 499 Efesliler, 4:28. 500 Yasa’nın Tekrarı 13:6-10. Ayrıca bkz. 17:1-13. 501 İrfan İnce, “Ridde”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 35/88. 502 el-Bakara 2/108, 217; el-Mâide 5/54; et-Tevbe 9/66, 74; en-Nahl 16/106; el-Hac 22/11; Muhammed 47/24-26. 503 Buhârî, “Cihad ve Siyer”, 149; “İstitâbe”, 2; “İ’tisâm bi’l-Kitâb ve’s-Sünne”, 28; İbn Mâce, “Hudûd”, 2; Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 1; Tirmizi, “Hudûd”, 25 vd. 94 olduğunu genel olarak bildirmiştir. Bununla birlikte fakîhlerin çoğunluğu, bu hadisi, had cezası için yeterli bir delil olarak kabul etmemişler, bunu tazir kapsamında değerlendirmişlerdir. Öte yandan Mâlikî fakîhleri, irtidad suçunun had cezalarından sayılması gerektiğine kail olmuşlardır504. İrtidad suçu ister had cezasını isterse de tazir cezasını gerektirsin burada önemli olan bunun bir suç olarak sayılması olduğundan önceki şeriatlarla İslâm hukuku arasında -en azından suç kabul edilmesi bakımından- benzerlik bulunmaktadır. 2. Kısas-Diyet a. Kısas Kısas, İslâm hukukunda, “fâile yaptığının misliyle muamele etmek” olarak tarif edilmiştir505. Kur’ân-ı Kerim’de kısasın varlığı “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür)...” ve “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.” âyetleri506 ile sabittir. Bununla beraber kısasın önceki şeriatlarda da bulunduğuna Kur’ân-ı Kerim’den şu âyet delil olarak getirilmektedir. “Biz Tevrat’ta onlara, cana can, göze göz, burna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık…”507 Bu âyette geçen “ketebnâ aleyhim” (onlara yazdık, farz kıldık) lafzındaki zamirin, Yahudiler’e yönelik olduğu tefsirlerde beyan edilmiştir508. İbn Ebî Hâtim’in, Hasan el-Basrî’den rivâyet ettiğine göre buradaki kısas emri sadece Yahudiler’e değil; aynı zamanda bütün insanlara şamildir509. Eski Ahit’te kısas emri açık bir şekilde şöyle yer almaktadır: 504 İnce, “Ridde”, 35/89-90. 505 Karâfî, Envârü’l-burûḳ fî envâʾi’l-furûḳ, 4/213; el-Mevsû’âtü’l-icmâ‘ fi’l-fıḳhı’l-İslâmî, (Riyad: Dâru’l- Fazîle, 1433/2012), 11/68 506 el-Bakara 2/178-79. 507 el-Mâide 5/45. 508 Mesela bkz. İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 1/553; Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 6/192; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, 2/128; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl, 1/449. 509 Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, 3/91. 95 “Kim birini vurup öldürürse, kendisi de kesinlikle öldürülecektir.”510,“Eğer bir adam komşusuna düzen kurar, kasıtlı olarak saldırıp onu öldürürse, sunağıma bile kaçmış olsa, onu çıkarıp öldüreceksiniz.”511, “Kavga çıkar, bir adam komşusuna taşla ya da yumrukla vurur, vurulan adam ölmeyip yatağa düşer, sonra kalkıp değnekle dışarıda gezebilirse, vuran adam suçsuz sayılacaktır. Yalnız yaralının kaybettiği zamanın karşılığını ödeyecek ve tümüyle iyileşmesini sağlayacaktır. Bir adam erkek ya da kadın kölesini değnekle döverken öldürürse, kesinlikle cezalandırılacaktır.”512 İki kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama başka bir zarar görmezse, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı miktarda para cezasına çarptırılacaktır. Ama başka bir zarar varsa, cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere ödenecektir.”513 Eski Ahit’in Hz. İsa tarafından kabul edilmesi sebebiyle kısas hükmü, Hıristiyanlıkta da kabul edilmiştir514. Bununla beraber kısası tatbik etmek yerine af yolunun tutulması Hz. İsa tarafından bağlılarına tavsiye edilmiştir. Nitekim Matta’da bu husus şöyle açıklanmaktadır: “‘Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.”515 Öte yandan Cahiliye devrinde de kısas hükmü tatbik edilmekteydi. Nitekim Araplar arasında yaygın olan “Öldürmeye karşılık verilecek en iyi ceza öldürmedir.”516 sözü bunu haber vermektedir. Aynı zamanda bunun varlığına Arap kabileleri arasında cereyân eden kan davalarında da rastlamak mümkündür. Zira onlar her öldürülen kişiye karşılık bir 510 Mısır’dan Çıkış 21:12. 511 Mısır’dan Çıkış 21:14. 512 Mısır’dan Çıkış 21:18-20. 513 Mısır’dan Çıkış 21:22-25. 514 Matta 5:17. 515 Matta 5:38-42. 516 Bu sözün orjinali “el-Katlü enfâ li’l-katl” şeklindedir. Bkz. Mâverdî, Aʿlâmü’n-nübüvve (Beyrut: Dâru’l- Mektebeti’l-Hilâl, 1408/1988), 75; Beyhakî, el-İʿtiḳād ve’l-hidâye ilâ sebîli’r-reşâd ʿalâ meẕhebi’s-selef ve aṣḥâbi’l-ḥadîs̱ (Beyrut: Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, 1400/1980), 256; Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Sultân Muhammed el-Kārî el-Herevî, Şerḥu’ş-Şifâʾ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1420/2000), 1/558 vd. 96 kimseyi öldürürlerdi. Ancak tatbik edilen bu kısas adil değildi. Eğer bir kabile yekdiğerinden güçlüyse, bunu haksız (kendi lehine olacak) şekilde uygulardı. Mesela güçlü olan kabile, zayıf olana karşı: “İçimizden öldürülen her köle için bir hür ve her kadın için bir erkek öldüreceğiz” şeklinde yemin ederdi. Ne var ki İslâm geldiğinde bu adaletsizlikleri ortadan kaldırarak “Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür)…”517 hükmünü getirmiştir518. b. Diyet Diyet, İslâm hukukunda “belli şartlar dahilinde öldürme veya yaralama durumunda mağdur tarafa ödenmesi gereken mal” şeklinde tanımlanmıştır519. Kur’ân-ı Kerim’de bulunan şu âyetler, diyetin meşruiyetine delalet etmektedir. “Bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ard arda oruç tutması gerekir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”520 ve “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir…”521 İslâm hukukunda diyetin yanı sıra kısastan diyete dönme imkânı da bulunmaktadır. Nitekim yine Kur’ân-ı Kerim’de “…Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden size bir hafifletme ve rahmettir...”522 denilerek bu hususa işaret edilmiştir. Öte yandan âyette geçen “Bu, size Rabbinizden bir hafifletme ve 517 el-Bakara 2/178. 518 Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, 1/121; Ebüssuûd Efendi, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm, 1/195; Ebü’s-Senâ Şihâbüddîn Mahmûd b. Abdillâh b. Mahmûd el-Hüseynî el-Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî fî tefsîri’l- Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm ve’s-sebʿi’l-mes̱ânî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1414/1994), 1/446. 519 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 7/5702. 520 en-Nisâ 4/92. 521 el-İsrâ 17/33. 522 el-Bakara 2/178. 97 rahmettir” ifadesinin, sadece bu ümmete has kılınan bir kolaylık olduğu Abdullah b. Abbas tarafından rivâyet edilmiştir523. Kitab-ı Mukaddes’te diyetin Yahudiler -ve dolaylı olarak da Hıristiyanlar- için câri olduğuna delalet eden âyetlere de rastlanır. Mesela Eski Ahit’te geçen şu âyetler buna örnek verilebilir: “İki kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama başka bir zarar görmezse, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı miktarda para cezasına çarptırılacaktır.”524, “Bir adam erkek ya da kadın kölesini gözüne vurarak kör ederse, gözüne karşılık onu özgür bırakacaktır. Eğer erkek ya da kadın kölesinin dişini kırarsa, dişine karşılık onu özgür bırakacaktır.”525 Öte yandan Câhiliye devri Araplar’ında da diyetin varlığına rastlanmakla beraber net olarak kasıt-hata ayrımı yapılmamış, diyet genelde kasdî cinâyetler neticesinde gündeme gelmiştir. Karşılığı da deve cinsinden verilmiştir526. İslâm’a yakın dönemlerde diyet miktarının yüz deve olarak ödendiği ve bunun -bir rivâyete göre- Abdülmuttalib veya Ebu Seyyâre el-Advânî tarafından belirlendiği; başka bir rivâyet göre ise Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah için çektiği on kura neticesinde yüz deveyi kurban etmesinden yola çıkılarak böyle bir bedelin tayin edilmiş olduğu da zikredilmiştir527. İslâm hukukunda da kasten veya hataen öldürmede bu miktar aynen benimsenmiştir. Öte yandan Câhiliye devri Arapları’nda “âkıle”nin varlığına rastlamak da mümkündür. Bununla beraber onlar, suçta kasıt unsuru olup olmadığına bakmadıkları gibi âkıleyi yakın akrabalardan ziyade bütün kabile fertlerine teşmil etmekteydiler. Buna mukabil 523 Buhârî, “Tefsîr”, 25; İmâm Şâfiî, Tefsîru’l-İmâm eş-Şâfiî (Riyad: Dâru’t-Tedmüriyye, 1427/2006), 1/255, 265; Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 3/373; Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 2/244 vd. 524 Mısır’dan Çıkış 21:22. Bu ayet aynı zamanda İsrailoğulları’nda Gurre’nin varlığına da delalet etmektedir. Nitekim İslâm hukukunda da çocuğun düşmesine sebep olan kimse, gurre denilen ve değeri tam diyetin altıda birine (1/6) tekabul eden 50 dinarlık tazminata ödemeye mahkûm olur. 525 Mısır’dan Çıkış 21:26-27. 526 Bardakoğlu, “Diyet”, 9/474. 527 a.mlf., “Diyet”, 9/474.  Âkıle, “kasıt unsuru bulunmayan bir öldürme veya yaralama hadisesinde suçlu adına diyet ödemeyi yüklenen şahıslar topluluğu”na verilen isimdir (Aktan, “Âkıle”, 2/248). 98 İslâm hukuku bu müesseseyi kabul ederken buna hem bazı sınırlayıcı esaslar getirmiş hem de bazı yeni düzenlemeler yapmıştır528. 3. Tazir Tazir, İslâm hukukunda had ve kısas cezaları dışında hâkimin takdirine bırakılan cezalara denir. Bu cezaların maksadı Allah ve kul haklarını korumaya yönelik olup cemiyet içinde kötülüğün yaygınlaşmasını önlemek ve bu sayede suç işleyenleri ıslah ve tedib etme mahiyeti taşır529. Hem önceki şeriatlarda hem de İslâm hukukunda tazir cezalarının yer aldığını söyleyebiliriz. Nitekim Sâmirî denilen kişi Hz. Musa Tur Dağı’na gittiği zaman insanların ziynet eşyalarını toplayarak bundan buzağı yapmış, insanlar da bunu ilah edinmişlerdi. Hz. Musa, kavminin yaptığı bu tutum karşısında öfkelenmiş hatta abisinin (Hz. Harun) saçını, sakalını çekmişti. Bunun üzerine Hz. Harun: “Ey annemin oğlu! Saçımı sakalımı çekme; doğrusu ‘İsrailoğulları’nın arasına ayrılık koydun ve sözümü tutmadın’ demenden korktum.”530 şeklinde cevap vermiştir. Hz. Musa daha sonra Sâmirî’ye yönelip “Ey Sâmirî! Senin derdin neydi (de böyle yaptın)” demiş; o da “Ben onların görmediği şeyi gördüm. Elçinin izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi.”531 şeklinde karşılık vermiştir. Hem Sâmirî’ye hem de kendi kavmine ceza vermek isteyen Hz. Musa, önce Sâmirî’yi huzurundan kovarak ona zillet yüklemiş; daha sonra ise buzağıyı eriterek onun parçalarını denize savurmuştur532. Yani kavminin buzağıyı ilah edinmesinden dolayı sahip oldukları ziynet eşyalarını onlara tekrar teslim etmemiş; bilakis mâlî bir tazir cezası vermeyi tercih etmiştir533. Demek oluyor ki Musa şeriatında mal ile yapılan tazir cezası örneğine rastlayabilmek mümkündür534. 528 Daha fazla malumat için bkz. Aktan, “Âkıle”, 2/248-49. 529 Tuncay Başoğlu, “Ta’zîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 40/198. 530 Tâhâ 20/94. 531 Tâhâ 20/95-96. 532 Tâhâ 20/97. 533 Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, 517. 534 Öte yandan Hz. Musa’nın Sâmirî’ye vermiş olduğu ceza, tazir cezasının sadece malla sınırlı olmadığına karinedir. Bununla beraber Kitab-ı Mukaddes’ten yaptığımız araştırmaya göre bunun başka misallerine ulaşılamamıştır. 99 Mal ile tazir cezasının örneğine Hz. Peygamber’in vermiş olduğu bazı emir ve yasaklarda da rastlanır. Nitekim şarap içilen testinin ve/veya kabın kırılmasını emretmesi, Abdullah b. Ömer’e usfurlanmış (sarıya boyanmış) iki elbisesini yakmasını buyurması, Hayber günü içinde ehlî eşek eti yenen çömleğin kırılmasına hüküm vermesi, daha sonra ise yıkayarak tekrardan kullanmalarını talep etmeleri üzerine buna müsaade etmesi, Mescid- i Dırar’ın yıkılmasını emretmesi hep bu kabilden verilecek misallerdendir535. E. Yemin ve Adak Yemin sözlükte kasem, kuvvet gibi anlamlara gelip, terim olarak bir kimsenin Allah’ın adıyla veya O’nun sıfatlarından biriyle sözünü kuvvetlendirmesine denir536. Başka bir tanıma göre ise kişinin kuvvetli bir ifadeyle beyanını pekiştirmesine denir537. Yeminin lağv, gâmus ve mün’akid olmak üzere üç çeşidi bulunur. Bunlardan yemin-i lağv, yanlışlıkla veya doğru zannedilerek yapılan yemin; yemin-i gâmus, geçmişte vaki olup da yalan yere yapılan yemin; yemin-i mün’akid ise gelecekte bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dair yapılan yemindir. Yemin-i mün’akid bozulduğu takdirde kefaret gerekir538. Adak (nezr) ise kişinin gayr-i lâzım (zorunlu olmayan) bir işte kendisini Allah’a ibadet etmeye mükellef kılmasıdır539. Adak, mutlak ve mukayyed (muallak) olmak üzere ikiye ayrılır. Mutlak adak, -zaman, mekân, paranın cinsi veya adağın hangi fakire verileceği gibi hususlar- herhangi bir şarta bağlanmadan, sırf Allah rızası için yapılan nezr; mukayyed adak ise belli bir şarta bağlı olarak yapılan nezr çeşididir540. İster yemin olsun ister adak olsun, bunlar İslâm hukukunda varid olan ve belli kefaretlere/mükellefiyetlere sebep olan sözler/ibadetler olduğu gibi önceki şeriatlarda da bunların mevcudiyetinden bahsetmek mümkündür. 535 Karâfî, Envârü’l-burûḳ fî envâʾi’l-furûḳ 4/207; İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-fetâvâ (Medine: Mecma‘u’l- Melik Fahd li’t-Tıbâ‘ati’l-Mushafı’ş-Şerîf, 1415/1995), 28/110; İbn Kayyim el-Cevziyye, eṭ-Ṭuruḳu’l- ḥükmiyye (b.y.: Mektebetü Dâri’l-Beyân, t.y.), 225; Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ el-Venşerîsî et- Tilimsânî el-Fâsî, ʿUddetü’l-burûḳ fî cemʿi mâ fi’l-meẕheb mine’l-cümûʿ ve’l-furûḳ (Beyrut: Dâru’l- Garbı’l-İslâmî, 1410/1990), 455-56. 536 Bevernû, Mevsû‘âtü’l-ḳavâ‘idi’l-fıḳhiyye, 2/204. 537 Ba‘lî, el-Matla‘ ‘alâ elfâzi'l-Muḳni‘, 470. 538 el-Bakara 2/225; el-Mâide 5/89. 539 Buhûtî, Keşşâfü’l-ḳınâʿ ʿani’l-İḳnâʿ nşr. Vüzerâtü’l-‘Adl fi’l-Memleketi’s-Su‘ûdiyyeti’l-‘Arabiyye (Riyad: Mektebetü’n-Nasr el-Hadîsiyye, 1388/1968), 14/475; el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 40/136. 540 Cezîrî, el-Fıḳh ʿale'l-meẕâhibi'l-erbaʿa, 2/132. 100 1. Yemin Kur’ân-ı Kerim’de bazı peygamberlerin yemin ettiklerine rastlanır. Mesela Sâd suresinde geçen şu âyet yeminin bağlayıcılığının Hz. Eyyub zamanında da câri olduğuna delildir. Nitekim âyette bu ifade mealen “(Biz Eyyub’a) şöyle dedik: “Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.”541 şeklindedir. Tefsirlerde geçen ifadeye göre Hz. Eyyub’un karısı bir kabahat işlemiş, o da hanımını te’dib etmek üzere yüz sopa vuracağına dair yemin etmişti. Allah Teâlâ da ona böyle bir hile (şer‘î çare) göstererek hem yeminini yerine getirmesini (bozmamasını) hem de hanımını incitmeyecek bir tarzda yöntem takip etmesini bildirmiştir542. Neml suresinde Hz. Süleyman’ın şu sözü de buna misal gösterilir: “Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim" dedi.543 Tefsirlerde beyan edildiğine göre burada, Hz. Süleyman’ın Hüdhüd’e şiddetli bir azap yapacağına veya onun boynunu keseceğine dair kuvvetli söz söylemesi yemin sayılmıştır544. Nitekim İbn Kesîr, âyetin orjinalinde geçen (le-ye’tiyennî) ifadesini (le-ye’tiyennenî) şeklinde okumuş ve buradaki ilk nûn’un, nûn-i müşeddede (kasem nûnu) olduğunu ifade etmiştir545. Bu delillerden anlaşıldığına göre önceki şeriatlarda da yemin vardı. Bununla beraber İbn Teymiyye, Hz. Eyyub’un yeminini bozmamasını önceki şeriatlarda yemin kefaretinin olmadığına, yemin eden kimsenin bu yemine bağlı kalması gerektiğine, eğer yemin kefareti olsaydı hanımına -velev ki bir kerecik olsun- vurmak yerine kefareti yerine getirmenin kendisine daha kolay geleceğine kâildir546. 541 Sâd 38/44. 542 Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/98; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl, 3/158; Tayyibî, Fütûḥu’l- ġayb fi’l-keşf ‘an ḳınâ‘i’r-rayb, 13/295. 543 en-Neml 27/20-21. 544 Zemahşeri, el-Keşşâf, 3/359; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl, 2/599; Ebü’t-Tayyib Muhammed Sıddîk Bahâdır Hân b. Hasen b. Alî el-Kannevcî, Fetḥu’l-beyân fî maḳāṣıdi’l-Ḳurʾân (Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, 1412/1992), 10/30; Dürre, Tefsîru’l-Ḳurʾân’l-Kerîm ve i‘râbuh ve beyânuh, 6/690. 545 Ebü’l-Leys İmâmü’l-hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm es-Semerkandî, Baḥrü’l-ʿulûm (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1413/1993), 2/577; Begavî, Meʿâlimü’t-tenzîl, 3/497. 546 İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-fetâvâ, 33/147; a.mlf., el-Fetâva’l-kübrâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1407/1987), 3/267. 101 Öte yandan hem Eski Ahit’te hem de Yeni Ahit’te birçok yemin ifadesine rastlanır. Bunlardan bazıları şöyledir: “İbrahim'in, Nahor'un ve babalarının Tanrısı aramızda yargıç olsun. Yakup babası İshak'ın taptığı Tanrı'nın adıyla ant içti.”547, “Sizi İbrahim'e, İshak'a ve Yakup'a vereceğime ant içtiğim topraklara götüreceğim. Orayı size mülk olarak vereceğim. Ben Yahve’yim.”548, “Tanrınız Rab’den korkacaksınız; O’na kulluk edecek ve O’nun adıyla ant içeceksiniz.”549, “Biz onlara kızlarımızdan eş veremeyiz. Çünkü Benyaminoğulları'na kız veren her İsrailli lanetlenecek diye ant içtik.”550, “Biri komşusuna karşı günah işleyip ant içmek zorunda kaldığında, gelip bu tapınakta, senin sunağının önünde ant içerse, göklerden kulak ver ve gereğini yap. Suçluya karşılığını vererek, suçsuzu haklı çıkararak kullarını yargıla.”551, “Gök üzerine ant içen, Tanrı'nın tahtı ve tahtta oturanın üzerine ant içmiş olur.”552, “Petrus kendine lanet okuyup ant içerek, ‘Sözünü ettiğiniz o adamı tanımıyorum’ dedi.”553 Câhiliye Arapları da yemin ifade etmek üzere birçok lafız kullanmışlardır. Onların özellikle yemin harfleriyle (hurûfu’l-kasem) yapmış oldukları yeminler, Kur’ân’da da karşılığını bulmuş ve bunlar İslâm tarafından teyid ve tekid edilmiştir554. Ayrıca hususi bir yemin etme manasına gelen “kasâme”555nin varlığına da Eski Ahit’te rastlamak mümkündür. Nitekim ülkede, kırda yere düşüp de kimin öldürdüğü belli olmayan biri görüldüğü zaman ölüye en yakın kentin ileri gelenlerinin işe koşulmamış, boyunduruğa da vurulmamış bir düve alarak toprağı sürülmemiş, ekilmemiş ve içinde sürekli akan bir dere olan vadide boynunu kırmaları, sonra ise boynu kırılan devenin üzerinde ellerini yıkayıp “Bu kanı ellerimiz dökmedi, kimin yaptığını gözlerimiz de görmedi. Ya Rab, kurtardığın halkın İsrailliler'i bağışla. Halkını dökülen suçsuz kanından sorumlu tutma.” şeklinde yemin etmeleri gerektiği zikredilmiştir556. Bunun bir 547 Yaratılış 31:53. 548 Mısır’dan Çıkış 6:8. 549 Yasa’nın Tekrarı 6:13. 550 Hâkimler 21:18. 551 II.Târihler 6:22-23. 552 Matta 23:22. 553 Markos 14:71. 554 Mehmet Çalışkan, Kur’ân Dilinde Kasem (Yemin) Üslûbu (Adana: Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2016), 3. 555 Kasâme, “fâili meçhul cinayetlerde cezaî ve malî sorumluluğu tesbit amacıyla cinayetin işlendiği bölge insanlarının veya maktulün yakınlarının yemin etmesi usulünü ifade eden fıkıh terimi”dir (Bardakoğlu, “Kasâme”, 24/528). 556 Yasa’nın Tekrarı 21:1-8. 102 benzeri Câhiliye Arapları’nda da görülmekte olup suçun ispatını veya reddini ortaya koymak amacıyla yapılagelmiştir557. 2. Adak Âl-i İmrân suresinde İmrân’ın karısının şöyle bir adakta bulunduğu zikredilir: “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin demişti.”558 Allah Teâlâ da onun bu adağını kabul edip onu Zekeriya peygamberin himayesine bırakmıştır.559. Hz. Meryem, oğlu İsa’yı doğurunca Allah Teâlâ ona “Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, ‘Şüphesiz ben Rahmân için oruç adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım’ de.”560 buyurarak susma orucu (adağı) tutmasını ilham etmiş, kendisinden açıklama bekleyenlere de çocuğa işaret etmesini tavsiye etmişti561. Âyetlerden anlaşılacağı üzere İsrailoğulları arasında adak yaygındı. Hatta adak yapmak onlarda Allah’a yaklaşmak için bir yakınlık vasıtası idi562. Ancak İslâm’da adak yapmak, haram olmasa da tavsiye edilen bir davranış değildir. Nitekim Abdulah b. Ömer’in rivâyetine göre Hz. Peygamber insanları adak yapmaktan nehyetmiş ve onlara “Adak insanın başına gelecek belayı geri çevirmez. Bilakis cimrinin elinden mal çıkmasına sebep olur”563 diyerek adakta bulunmanın tavsiye edilen bir ibadet olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca melekler Hz. İbrahim’e halim bir erkek evladının (İsmail) doğacağını müjdeleyince o “İzen hüve zebîhullah” (öyleyse o Allah’ın kurbanlığıdır) diyerek adakta bulunmuştu. Çocuk (İsmail) koşacak kadar büyüyünce, Hz. İbrahim rüyasında oğlunu kurban ettiğini görmüş ve adağının yerine getirilmesi kendisine emredilmişti…564 Bu hadise de önceki ümmetlerde adak ibadetinin varlığına delildir. 557 Bardakoğlu, “Kasâme”, 24/528. 558 Âl-i İmrân 3/35. 559 Âl-i İmrân 3/36-37. 560 Meryem 19/26. 561 Meryem 19/29. 562 Dervîş, eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, 468. 563 Buhârî, “Kader”, 6; “Eymân ve Nüzûr”, 26; Müslim, “Nezr”, 2; Nesâî, “Eymân ve Nüzûr”, 23. 564 Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyân ʿan tefsîri’l-Ḳurʾân, 22/386; Begavî, Meʿâlimü’t-tenzîl, 4/37; Zemahşerî, el- Keşşâf, 4/54; Ebüssuûd Efendi, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm, 7/200 vd. 103 Kitab-ı Mukaddes’e gelince hem Eski Ahit’te hem de Yeni Ahit’te adak ibadeti sıklıkla tekrarlanır. Mesela şu âyetler buna misaldir: “Musa İsrail'in oymak önderlerine şöyle dedi: Rab şöyle buyurdu: ‘Eğer bir adam Rabbe adak adar ya da ant içerek kendini yükümlülük altına sokarsa, verdiği sözü bozmayacak, ağzından her çıkanı yerine getirecek. Genç bir kadın babasının evindeyken Rabbe adak adar ya da kendini yükümlülük altına sokarsa, babası da onun Rabbe adadığı adağı ve kendini yükümlülük altına soktuğunu duyar, ona karşı çıkmazsa, kadının adadığı adaklar ve kendini altına soktuğu yükümlülük geçerli sayılacak. Ama babası bunları duyduğu gün engel olursa, kadının adadığı adaklar ve kendini altına soktuğu yükümlülük geçerli sayılmayacak; Rab onu bağışlayacak, çünkü babası ona engel olmuştur. Eğer kadın adak adadıktan ya da düşünmeden kendini yükümlülük altına soktuktan sonra evlenirse, kocası da bunu duyar ve aynı gün ona karşı çıkmazsa, adadığı adaklar ve kendini altına soktuğu yükümlülük geçerli sayılacak. Ama kocası bunu duyduğu gün engel olur, kadının adadığı adağı ya da düşünmeden kendini altına soktuğu yükümlülüğü geçerli saymazsa, Rab kadını bağışlayacaktır…’”565, “Bu yüzden, sunakta adak sunarken kardeşinin sana karşı bir şikâyeti olduğunu anımsarsan, adağını orada, sunağın önünde bırak, git önce kardeşinle barış; sonra gelip adağını sun.”566, “Bunun için sana dediğimizi yap. Aramızda adak adamış dört kişi var.”567 Ayrıca Câhiliye devrinde de birçok adak çeşidi vardı. Bunlardan putlara sunmak şeklinde yapılan adaklar İslâm’da tamamen reddedilmiştir. Bununla beraber Hz. İbrahim’in yaptığı adağın benzerini Abdülmuttalib de oğlu Abdullah için yapmış, “Bir gün on oğlum olursa onlardan birini kurban edeceğim.” diyerek adakta bulunmuştu. Nihâyet yıllar geçip on oğlu olunca kendisine rüyada yaptığı adak hatırlatıldı. O oğullarını toplayıp durumu anlattı. Hepsi bundan razı olduğunu dile getirince aralarında kura çekti. Kura Abdullah’a çıktı. Ancak Abdülmuttalib, oğlunu kurban etmeden adağını yerine getirebilmenin bir yolunu aradı. Medine’ye gittiği bir zamanda Arrâfe isimli bir kadından tavsiye aldı. Bu kadın ona, “Sizde kan bedeli nedir?” diye sordu. Abdülmuttalib, “On devedir” dedi. Bunun üzerine o kadın: “Mekke’ye döndüğün zaman on deve ile oğlun arasında kura çek. Kura develere isabet edinceye kadar sayıyı onar onar artır. Ne zaman ki kura develere 565 Çölde Sayım 30:1-9. Daha fazla bilgi almak için ayrıca bkz. 30:10-16. 566 Matta 5:23-24. 567 Elçilerin İşleri 21:23. 104 isabet eder, o zaman oğlunu kurtarırsın.” dedi. O da böyle yaparak develerin sayısını her seferinde artırdı. Ne zaman ki develerin sayısı yüz oldu, kura develeri işaret etti. Böylece iş çözülmüş oldu ve yüz deveyi kurban ederek oğlu Abdullah’ı kurban etmekten kurtardı568. Bu sebeple Hz. Peygamber’in, Hz. İsmail’i de kastederek “Ene ibnü’z- zebîhayn” (Ben iki kurbanlığın oğluyum) dediği nakledilmiştir569. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre adak sadece İslâm hukukunda değil; aynı zamanda önceki şeriatlarda da mevcut olan bir ibadettir. F. Diğer Meseleler Bu başlık altında diğer başlıklar altında anlatılamayan hususların anlatılacağı ifade edilmişti. Buna göre hıtân, örtünme, yeme-içme, hîle-i şer‘ıyye, kölelik, kura, vakıf, vasiyet, miras ve cenaze bunlardandır. 1. Hıtân Hıtân, erkeğin cinsel organının ucunda bulunan fazla derinin kesilmesine ve kadının cinsiyet organının üst kısmında bulunan derinin (prepus) ve kısmen de bızırının (klitoris) alınmasına verilen isimdir. İ’zâr hem kadının hem de erkeğin; hifâd ise yalnızca kadının sünnet edilmesi anlamına gelir570. Türkçe’de bunu ifade etmek üzere sünnet/sünnet ettirmek tabiri kullanılmaktadır. Hıtân, bütün semâvî dinlere göre Hz. İbrahim’e dayandırılan bir gelenektir. Eski Ahit’te Allah Teâlâ’nın Hz. İbrahim’e ve nesline sünneti emrettiği, bunun aralarındaki antlaşmanın bir sembolü olduğu, doğan her çocuğun -velev ki köle olsun veya soylarından olmasın- sünnet edilmesi gerektiği, bunun ebediyyen devam etmesi gerektiği ve bu antlaşmaya uymayanın halkın arasından kovulması gerektiği ifade edilmiştir571. Ayrıca Hz. İbrahim’in doğan bütün çocuklarını sünnet ettirdiği ve kendisinin sünnet 568 Tayyibî, Fütûḥu’l-ġayb fi’l-keşf ‘an ḳınâ‘i’r-rayb, 13/185; İsmail Hakkı Bursevî, Rûḥu’l-beyân, 3/110; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1/154; Ebü’l-Velîd Muhammed b. Abdillâh b. Ahmed b. Muhammed el- Ezrakī, Aḫbâru Mekke ve mâ câʾe fîhâ mine’l-âs̱âr (Beyrut: Dâru’l-Endülüs li’n-Neşr, t.y.), 2/46; Taberî, Târîḫu’t-Taberî (Beyrut: Dâru’t-Türâs, 1387/1967), 2/242 vd. 569 Hâkim, el-Müstedrek ʿale’ṣ-Ṣaḥîḥayn, 2/609; Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el- Askalânî, Fetḥu’l-bârî (Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 1379/1959), 12/378; Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân b. Muhammed es-Sehâvî, el-Maḳāṣıdü’l-ḥasene (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘Arabî, 1405/1985), 52, 167. 570 Gürkan, “Sünnet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 38/155. 571 Yaratılış 17:10-14 105 olduğu zaman doksan dokuz yaşında olduğu da zikredilmiştir572. İslâmi kaynaklara göre ise Hz. İbrahim seksen yaşında sünnet olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber’den rivâyet edilen bir hadise göre şöyle denilmiştir: “İbrahim seksen yaşındayken oğlu ile beraber Kadûm’da (veya kadûm ile)573 sünnet olmuştur.”574 Yeni Ahit’te Hz. İsa’nın sekiz yaşında sünnet olduğu zikredilir575. Ancak ne kadar gariptir ki Katolikler IV. yüzyıla kadar 1 Ocak tarihinde Hz. İsa’nın sünnet edilişini kutlarlarken (Sirkonzisyon), günümüz Hıristiyanlar’ı bu adeti devam ettirmemektedir. Câhiliye Arapları arasında da hıtân yaygın bir âdetti. Hatta kadınlar da sünnet edilirdi. Bununla beraber kadın sünnetini Hz. İbrahim’in karısı Hacer’e dayandıranlar da vardır576. Öte yandan özellikle Hz. İbrahim’den beri süregelen Hanîf dinini benimseyen Araplar’ın da sünneti benimsemeleri bunun hem önceki şeriatlarda hem de İslâm öncesi Arap toplumunda yaygın bir şekilde icrâ edildiğini göstermektedir. 2. Örtünme Yahudilik’te evli bekar ayrımı yapılmaksızın kadınların örtünmeleri gerekli görülmüştür. Bununla beraber Orta çağ Avrupası’nda bu husus sadece evli kadınlarla sınırlı hale gelmiştir577. Yahudiler sabah ibadetlerini yaparken, başlarına tallit; dışarı çıkarken ise üstlerine tzizith denen bir elbise alırlar. Ayrıca XIII. yüzyıldan itibaren de Arba Kanfoth (dört köşeli) denen iç elbisesini ibadet ederken giymektedirler. İbadet sırasında kadınların başlarını örtmesi gerektiği gibi erkekler de başlarını örtmelidirler578. 572 Yaratılış 17:23-24. Daha fazla bilgi için bkz. 17:25-27. 573 Kadûm, Şam’da bulunan bir köy veya Hicaz’da bulunan bir dağ olarak tefsir edilmiştir. Buna marangozların kullanmış olduğu bir alet ismi diyenler de vardır. Bkz. Süyûtî, Cem’u’l-Cevâmi’, 21/781, 1/200. 574 Buhârî, “Ehâdîsü’l-Enbiyâ”, 11; Müslim, “Fadâil”, 41; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 15/239. 575 Luka 2:21. 576 Ebû Osmân Amr b. Bahr b. Mahbûb el-Câhiz el-Kinânî, Kitâbü’l-Ḥayevân (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- ‘İlmiyye, 1424/2003), 7/15. 577 Gürkan, “Tesettür”, 40/544. 578 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 52. 106 Eski Ahit’te Hz. İshak’ın karısı Rebeka’nın evlenmeden önce onu gördüğünde peçesini alıp yüzünü örttüğünden bahsedilir579. Yeni Ahit’te ise bu hususta daha fazla bilgi verilmiştir. Nitekim orada örtüyle alakalı hükümler şöyle yer almaktadır: “Kadınların da saç örgüleriyle, altınlarla, incilerle ya da pahalı giysilerle değil, sade giyimle, edepli ve ölçülü tutumla, Tanrı yolunda yürüdüklerini ileri süren kadınlara yaraşır biçimde, iyi işlerle süslenmelerini isterim.”580, “… Başı açık dua ya da peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür. Böylesinin, başı tıraş edilmiş bir kadından farkı yoktur. Kadın başını açarsa, saçını kestirsin. Ama kadının saçını kestirmesi ya da tıraş etmesi ayıpsa, başını örtsün…”581 Cahiliye devrinde de başörtüsü (himar) kadınlar tarafından kullanılmış, bunun evli olanı bekardan; hür olanı câriyeden ayıran bir işaret sayıldığı rivâyet edilmiştir582. Bununla beraber bunun sadece Cahiliye Arapları’ndan kalan bir âdet olmadığı aşikardır. Nitekim bu sadece Araplar arasında yaygın olan bir gelenek değil; aynı zamanda diğer semavî dinlerde de kabul edilen bir buyruktur. 3. Yeme-İçme Eski Ahit’te İsraioğulları’na kan, leş, tırnaklı hayvanların tamamı ve yırtıcı hayvanların parçaladığı hayvanlar; iç yağı, murdar et, domuz eti, tavşan eti ve deve eti; mayalı ekmek yemek; kartal, şahin, çaylak, akbaba, leylek vb. kuşların eti; deniz mahsullerinden kanatsız ve pulsuz olanların eti ve bunların dışında bulunup da eti yenilen balıkların murdar olanları; dört ayak üzerinde yürüyen kanatlı veya kanatsız haşerât; yaratılış itibariyle iğrenç kabul edilen fare, akrep, yılan, kurbağa ve köstebek gibi hayvanların eti haram kılınmıştır583. 579 Yaratılış 24:65 580 I. Timeteos 2:9-10. 581 I. Korintliler 11:5-6. 582 Müfessirlerden Mukâtil b. Hayyân’a göre Cahiliye Dönemi Arap toplumunda kullanılan himar (baş örtüsü), İslâmın’ın emrettiğinden farklıdır. Nitekim cahiliye kadınları baş örtüsünü bazen enselerine bağlar, bazense arkalarına bırakırlardı. Bu sebeple boyun ve boğazları açık bulunur; gerdanlık, küpe gibi takıları görünürdü (Mâverdî, en-Nüket ve’l-ʿuyûn, 4/400; Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿazîm, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1419/1998), 6/364; Ramazan Altıntaş, “Cahiliye Arap Toplumunda Kadın”, Diyanet İlmi Dergi, 37/1 (2001), 68). İslâm’da ise baş örtüsünün boynu ve boğazı örtecek şekilde olması, yani himarın yakaların üzerine kadar darp edilmesi (örtülmesi) emredilmiştir (en-Nûr 24/31). 583 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 457-64. 107 Kur’ân-ı Kerim’de “Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur.”584 denilerek bunlardan leş, (akıcı) kan, domuz eti ve murdar hayvanın yasaklandığı beyan edilmiştir. İç yağının ve tırnaklı hayvanların tamamının onlara haram edildiği ise şu âyetle beyan edilmiştir. “Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki iç yağlarını (yine) onlara haram kıldık.”585 Yahudilere yasaklanan iç yağı, tavşan eti ve deve eti İslâm’da helal kabul edilmiştir586. Yine mayalı ekmek onlara yasak edilmesine587 rağmen İslâm’da böyle yasaklayıcı bir emir bulunmamaktadır588. Kuşlardan sivri (köpek) dişleri bulunan ve pençesiyle avlanan hayvanlar İslâm’da da haram kılınmıştır589. Deniz hayvanları -mezhepler arasında bazı ihtilaflar olsa da-590 umum itibariyle caizdir591. Öte yandan ölü balık -Yahudiliğin aksine- helaldir. Nitekim Hz. Peygamber’in “İki leş iki kan size helal kılındı. İki leş, balık ve çekirge; iki kan ise ciğer ve dalaktır.”592. dediği rivâyet edilir. 584 el-Bakara 2/173. Ayrıca Mâide suresinde “Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı.” denilerek hangi hayvanların murdar kabul edileceği hakkında daha fazla malumat verilmiştir (el-Mâide 5/4). Bununla beraber bu hususla alakalı Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen diğer ayetler için bkz. el-En‘âm 6/145; en-Nahl 16/115. 585 el-En‘âm 6/146. 586 el-En‘âm 6/145. 587 Mayalı ekmeğin yasak edilmesiyle alakalı Eski Ahit’te şu ayetlere bkz. Mısır’dan Çıkış 12:15, 19, 13:3, 7; Levililer 7:13; Yasa’nın Tekrarı 16:3; Amos 4:5. 588 el-En‘âm 6/145. 589 Nitekim İbn Abbâs’tan rivayet edilen bir hadiste “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) her sivri dişi ve pençesi bulunan kuşun yenilmesini yasakladı.” denilmiştir (Müslim, “Sayd”, 3; İbn Mâce, “Sayd”, 13; Ebû Dâvûd, “Et’ime”, 33; Tirmizi, “Et’ime”, 1). 590 Nitekim Hanefîler, balık suretinde olmayan deniz mahsullerini ve ölüp karnı havada kalacak şekilde su üstünde bulunan balıkları helal görmemiş; Şâfiî ve Mâlikîler bunun için herhangi bir istisna getimemiş; Hanbelîler ise yılan balığını caiz görmemişlerdir. Bununla beraber insan veya hınzır şeklinde bulunan deniz mahsulleri ile timsah vb. tüm mezheplerce haram kabul edilmiştir (Cezîrî, el-Fıḳh ʿale’l-meẕâhibi’l-erbaʿa, 2/9). 591 el-Mâide 5/96. 592 İbn Mâce, “Et’ime”, 31; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 10/16; Beyhakî, Şu‘abu’l-Îmân, 5/21. 108 Haşerât cinsinden olan hayvanlar ile fare, akrep, yılan, kurbağa ve köstebek gibi hayvanların yenilmesi -mezhepler arasında bazı küçük farklılıklar olsa da-593 İslâm’da da caiz görülmemiştir594. Eski Ahit’te şarap veya içkinin yasak edildiğine dair kesin bir emre rastlamak mümkün olmasa da Levililer’de geçen “Rab Harun’a şöyle dedi: ‘Sen ve oğulların Buluşma Çadırı’na şarap ya da herhangi bir içki içip girmeyin, yoksa ölürsünüz. Kuşaklar boyunca bir kural olsun bu.’” ifadesi, içkinin en azından belli mekanlarda içilmesine yasak getirmiştir. Bunun İslâm’ın ilk yıllarında sarhoşken namaza yaklaşmama emriyle olan uygunluğu da göze çarpar. Öte yandan Çölde Sayım’da Rabbe adanmış olan kimselerin veya O’na adakta bulunan kimselerin şaraptan, diğer içkilerden, sirkeden ve üzüm suyundan kaçınmaları gerektiğinden bahsedilir595. Hıristiyanlık’a gelince, kan, putlar adına kesilenler, boğulmuş hayvanlar ve domuz eti onlarda da yasaktır. Nitekim Yeni Ahit’te bu sayılanlardan ilk üçünün açıkça yasak edildiğine dair âyetler vardır: “Ancak putlara sunulup murdar hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara yazmalıyız. Çünkü çok eski zamanlardan beri Musa'nın sözleri her kentte duyurulmakta, her Şabat Günü havralarda okunmaktadır.”596 Domuz etine gelince Yeni Ahit’te helal kılındığına dair herhangi bir emare bulunmamaktadır. Bununla beraber Hıristiyanlar’ın Eski Ahit’i de kabul ediyor olmaları597 domuz yasağının kendileri için de câri olmasını gerektirir. Ne var ki onların bu yasağı kaldırmaları Petrus’un gördüğü bir rüyaya dayandırılır. Nitekim Elçiler’in İşleri’nde geçen rivâyete göre rüyada Petrus’a “Kalk, Petrus, kes ve ye” denilmiş, o da “Asla olmaz, ya Rab! Ağzıma hiçbir zaman bayağı ya da murdar bir şey girmedi.” demiş, bunun üzerine aynı ses ikinci kez işitilmiş ve kendisine “Tanrı’nın temiz kıldıklarına sen 593 Bunlardan haşerât yenilmesine bazı Mâlikî âlimleri -insana zarar vermedikçe ve belli bir topluluk tarafından yenilmesi âdet olmuşsa- caiz görmüşlerdir. Deniz kamlumbağası boğazlanmak suretiyle kesilirse Mâlikî ve Hanbelîlerce caiz görülmüş; kara kaplumbağası ise Hanbelî’nin tercih edilen görüşüne göre haram kabul edilmiştir (Cezîrî, el-Fıḳh ʿale’l-meẕâhibi’l-erbaʿa, 2/7). Köstebeğe gelince İmam Mâlik bunun yenilmesinde bir beis görmemiştir (Seyyid Şerîf Cürcânî, et-Ta‘rîfât, 3/207). 594 Cezîrî, el-Fıḳh ʿale’l-meẕâhibi’l-erbaʿa, 2/5-9. 595 Çölde Sayım 6:1-3. Ayrıca bkz. Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 474-77. 596 Elçilerin İşleri 15:20-21. Ayrıca bkz. 15:28-29. 597 Matta 5:17. 109 bayağı deme” denilmiş ve bu üç kez tekrarlanmış598. İşte bu hadiseden yola çıkılarak domuz yasağının kaldırıldığına hükmedilmiştir599. Câhiliye devrinde özellikle Hanîf dini üzere bulunan kimseler Hz. İbrahim’den gelen bazı buyrukların bir gereği olarak leş (meyte) yemezlerdi. Bununla beraber Câhiliye Arapları boğulmuş (müntenika), süsülmüş (natîha), sopayla vurularak öldürülmüş (mevkûze), yüksekten düşerek ölmüş (mütereddiye) ve canavarlar tarafından parçalanmış hayvanları yemekte bir beis görmemişlerdi600 ki bunlar İslâm’da haram kılınmıştır601. Öte yandan Hz. Peygamber Medine’ye geldiği zaman insanların develerin hörgüçlerini ve koyunların kuyruk kısımlarını keserek yediklerini gördü ki bu İslâm’da murdar sayılmıştır602. 4. Hîle-i Şer‘ıyye Hiyel, hîle (çare) kelimesinin çokluk halidir. Bunun meşru olanına hîle-i şer‘ıyye; batıl olanına ise hîle-i bâtıla denilir. İslâm hukukunda, günahtan kurtulup helale ulaşmaya vasıta olan çıkış yolu olarak tanımlanmıştır603. Bu kelime Türkçe’de, “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, desise ve entrika”604 gibi anlamlara gelse de Arapça’da ve özellikle de İslâm hukukunda “çare, çıkış yolu”605 manasında kullanılmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de hem Eyyub kıssasında hem de Yusuf kıssasında hîle-i şer‘ıyye’nin varlığına rastlanır. Nitekim Hz. Eyyub’un karısı bir kabahat işlemiş, o da hanımını te’dib etmek üzere yüz sopa vuracağına dair yemin etmişti606. Allah Teâlâ da mealen ona “…Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.”607 diyerek şer‘î bir çare (hîle) göstermiş, böylece o ne hanımını incitmek ne de yeminini bozmak mecburiyetinde kalmıştı. 598 Elçilerin İşleri 11:4-10. 599 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 467. 600 a.mlf., İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 468-70. 601 el-Mâide 5/3. 602 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 470. Nitekim bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Diri hayvandan kesilen parça leştir.” (İbn Mâce, “Sayd”, 8; Tirmizî, “Et‘ime”, 4; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 36/233, 235). 603 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 18/330. 604 TDK, “Hile”, (Erişim 25 Aralık 2021). 605 en-Nisâ 4/98. 606 Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/98; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl, 3/158; Tayyibî, Fütûḥu’l- ġayb fi’l-keşf ‘an ḳınâ‘i’r-rayb, 13/295. 607 Sâd 38/44. 110 Öte yandan Yusuf kıssasında anlatıldığına göre hükümdarın su kabı kaybolmuş ve bu, Hz. Yusuf’un kardeşlerinden birinin yükünde bulunmuştu. Halbuki bunu kardeşlerinden biri çalmamış bilakis onu kendisi koydurmuştu. Nitekim ilgili âyette zikredildiğine göre “Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusuf’a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.”608 denilmiş ve bunun meşruiyetine temas edilmiştir. Ayrıca hîlenin varlığına Hz. Peygamber’in sözlerinden ulaşabilmek de mümkündür. Nitekim -daha önce de geçtiği üzere- Hz. İbrahim, Sâre ile Mısır’a yaptığı bir yolculukta -zorba kimselerin zararından emin olabilmek için- karısına “Ben İbrahim’in kızkardeşiyim” şeklinde kendini tanıtmasını istemişti. Zira Sâre çok güzeldi ve onun bu güzelliğini görenler, İbrahim’i öldürüp Sâre’yi sağ bırakabilirlerdi. Hz. İbrahim de bu korkudan dolayı “din kardeşim” manasını kastederek onu böyle bir hileye (şer‘î çareye) yönlendirmiştir609. İslâm’da hîle, şeriata muhalif olmadığı ve dîne zarar verecek bir mahiyet taşımadığı sürece caiz görülmüştür610. Nitekim Ebu Hanîfe ve İmam Şâfiî, kişiyi mübah daireden çıkarmayan ve hakkın meydana çıkmasını sağlayan hîlenin caiz olduğuna kâildir611. Zaten meşru hîle de bu demektir. Kısaca hîle-i şer‘ıyyenin varlığına İslâm’da olduğu gibi önceki şeriatlarda da rastlayabilmek mümkündür. 5. Kölelik Kölelik, -önceki şeriatlarda olduğu gibi- İslâm hukukunun da kabul ettiği bir müessesedir. Ancak -daha önce de geçtiği üzere- İslâm köleliğe bir sınır getirmiş ve köleliği sadece harp hukukunun neticesi saymıştır612. Hatta yemin, oruç ve zıhar kefareti gibi bazı uhrevî cezalar, öncelikli olarak köle azad etmeye bağlanmıştır. Ayrıca kişinin kendi kölesiyle 608 Yûsuf 12/76. 609 Buhârî, “Büyû”, 102; İkrâh, 6; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 15/132-33. 610 Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 9/236. 611 Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-münîr fi’l-‘aḳîde ve’şerî‘a ve’l-menhec, 13/36. 612 Aydın - Hamîdullah, “Köle”, 26/238-39. 111 kitabet akdi yapması ve kölenin ümmü’l-veled statüsüne girmesi de köleliğin sona erme yolları arasında yer almıştır613. Tevrat’a bakıldığı zaman bazı kölelik hükümlerinin İslâm hukukuyla paralellik arz ettiği görülmektedir. Mesela savaş esirleri köle yapılır614. Kölelerin çocukları da köle statüsündedir615. Azatlık (ıtk, tahrîr, fekk) yoluyla ve kitabet akdi (mükâtebe) ile kölenin hürriyetine kavuşması mümkündür616. Köleye gücünün yettiğinden fazla yük yüklenemez617. Yine köleler makul bir ceza yöntemi ile cezalandırılabilirler ama yaralanamazlar ki bu hükümlerin hepsi İslâm hukukuyla aynıdır618. Ayrıca, “Eğer cariyeyi oğluna nişanlarsa, ona kendi kızı gibi davranmalıdır”619 âyetindeki “kendi kızı gibi davranmalıdır” ifadesi İslâm hukukuyla paralellik gösterir. Nitekim buna hem kendi kızı gibi davranması gerektiği hem de onunla cinsî münasebet kuramayacağı anlaşılmaktadır ki bu yönüyle de İslâm hukukuyla aynıdır. Öte yandan kölesini -azad edip- onunla evlendiği takdirde, hür hanımına yapması gereken muameleyi, azatladığı hanımına da yapmalıdır ifadesi de İslâm hukukuyla aynıdır. Nitekim bir kimse -çok evlilik yaptığı takdirde- eşleri arasında adaleti gözetmekle mükelleftir620. Yeni Ahit’te de köleliğe birçok âyette temas edilip Tanrı katında köle-hür ayrımının olmadığı621, efendisinin isteğini yerine getirmeyen kölenin dayak yiyeceği622 ve Yahudilik’te anlatılan benzer hükümlerin kendileri için de geçerli olduğu pekçok âyette623 zikredilmiştir. 6. Kur‘a 613 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 267. 614 Sayılar 31:26-27; Tesniye 20:10-11. 615 Mısır’dan Çıkış 21:26-27. 616 Hamza Üzüm, “Tanah ve Talmut’ta Kölelik”, Kars Kafkas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 1/12 (2013), 166-70; Levililer 25:29. 617 Yasa’nın Tekrarı 23:16. 618 Üzüm, “Tanah ve Talmut’ta Kölelik”, 170. 619 Mısır’dan Çıkış, 21:10 620 en-Nisâ 4/3. 621 Galatyalılar 3:28; Efesliler 6:8; Koloseliler 3:11. 622 Luka 12:47. 623 Mesela bkz. Matta 18:28-33; Elçilerin İşleri 7:6-9. 112 Kur‘a, iktirâ‘ kelimesinden mastar olarak türeyen ve şans çekmek anlamına gelen bir terimdir. Hakların temyiz ve taksim edilmesi için kullanılmaktadır624. Fıkıh kitaplarında “kısmet” bölümlerinde ele alınan kur‘a; ikra‘, iktirâ‘, ishâm, istihâm ve müsâheme gibi kelimelerle de ifade edilir625. Kur’ân-ı Kerim’de iki yerde kur‘a yöntemine başvurulduğundan söz edilir. Bunlardan birisi Yunus kıssasında anlatılır. Nitekim Hz. Yunus kavmi ıslah olmayınca onların arasından ayrılıp dolu bir gemiye binmiş, gemide bulunanlar da aralarında yabancı olduğunu fark edip kur‘a çekmek suretiyle yabancının kim olduğunu tespit etmek istemişlerdi. Hz. Yunus kur‘a çekilmesini kabul etmiş ve kur‘ada kaybedenlerden olmuştu626. Bunun üzerine kendini denize atmış ve bir balık tarafından yutulmuştu627. Buradan hareketle gemide bulunan topluluğun ve Hz. Yunus’un kur‘a yöntemini bildiklerini, içinde bulundukları anlaşmazlığı kur‘ayla çözdüklerini anlayabilmek mümkündür. Nitekim Hz. Yunus kur‘a çekilmesine razı olmuş, neticesine de katlanmıştır. İkinci olarak Meryem kıssasında628 buna delil vardır. İmran’ın karısı, kızı Meryem’i mescide adamak niyetiyle din adamlarının yanına getirmiş, onlar da Meryem’i kimin himaye edeceğini tayin edebilmek için kalemleriyle kur‘a çekmişler, sonucu da Hz. Zekeriyya’ya çıkmıştı. Bundan sonra ise Meryem’in korumasını Hz. Zekeriyya üstlenmişti629. Hz. Âişe’nin rivâyetine göre Hz. Peygamber sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kur‘a çeker ve kime çıkarsa sefere onunla beraber giderdi630. Yine Hz. Peygamber’in “Eğer insanlar ezan okumanın ve ilk safta namaz kılmanın faziletini bilselerdi, bunu 624 el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 4/81. 625 Vehbe Zuhaylî, el-Fıḳhu’l-İslâmî ve edilletuh, 6/4731-56. 626 es-Saffât 37/139-42. 627 Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 21/106. 628 Âl-i İmrân 3/44. 629 Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, 4/86. 630 Buhârî, “Hibe”, 14; “Şehâdât”, 31; Müslim, “Tevbe”, 10 vd. Hz. Peygamber’in böyle yapması, aralarındaki adaleti gözetmek içindi. Nitekim İslâm hukukuna göre birden fazla kadınla evli olan erkeğin yataktaki kaseme (nöbet) de riâyet etmesi gerekir. Ancak sefer bunun istisnasıdır. Bununla beraber sefere çıkmadan önce aralarında kur‘a çekerek kime çıktıysa onunla beraber gitmesi -mezhepler arasında bazı ihtilaflar olmakla beraber umumi olarak- sünnet veya müstehap kabul edilmiştir (Vehbe Zuhaylî, el- Fıḳhu’l-İslâmî ve edilletuh, 6/4759). 113 belirleyebilmek için de kur‘adan başka çare bulamasalardı, muhakkak aralarında kur‘a çekerlerdi.”631 sözü, de Kur’ânın meşru oluşunun başka bir delilidir. Demek oluyor ki kur‘a önceki şeriatlar ile İslâm hukukunda bulunan benzer hükümlerdendir. 7. Vakıf Vakıf, “bir şeyin intifa hakkının ya da mülkiyetinin kamu yararına tahsis edilerek, sonsuza kadar mülk edinme ve edindirmeyi engellemek” şeklinde tanımlanmıştır632. İslâm’ın ilk yıllarından itibaren başta Hz. Peygamber olmak üzere birçok hayırsever tarafından çok çeşitli vakıflar kurulmuş ve bunlar hem insanların hem de bazen hayvanların istifadesine sunulmuştur. Nitekim Avusturya sefiri Busbeke (Busbecq) bile 1550’li yıllarda “Türkiye’de her şey insanîleşmiş, her katı yumuşamıştır; hayvanlar bile.” demekten kendini alamamıştır633. Bununla beraber vakıf Hz. Peygamber’le başlamış değildir. Nitekim İslâm’a göre Kâbe yeryüzünde inşa edilen ilk binadır634 ki bunun yapımına Hz. Âdem zamanından başlanarak Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından tamamlandığı rivâyet edilir635. Bazı kaynaklarda ise Hz. Âdem’in bunu inşa ettiği, daha sonra ise yıkıldıkça sonraki peygamberler tarafından tekrar yapıldığı söylenir636. Kâbe’nin kim tarafından inşa edildiği bir yana onun dünyanın en eski vakfı oluşu637 ve günümüze kadar ayakta kalabilmesi, vakfın neredeyse bütün şeriatlarda bilindiğine ve muhafaza edildiğine bir karine sayılabilir. 631 Buhârî, “Ezân”, 9; “Şehâdât”, 31; Müslim, “Salât”, 28 vd. 632 Münir Yaşar Kaya, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Aile Vakıfları (Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2017), 22. 633 Bahaeddin Yediyıldız, “Vakıf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 42/483. 634 Âl-i İmrân 3/96. 635 Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, 4/138. 636 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 1/306; Ebüssuûd Efendi, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm, 2/60. 637 Bazı kaynaklarda Kâbe’nin dünyada yapılan ilk vakıf olduğuna (Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 294); bazılarında ise vakıf benzeri bir pozisyonu bulunduğuna işaret edilmiştir (Yusuf Manap, İslâm ve Türk Vakıf Anlayışının Sosyal Temelleri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1991, 20). Zaten vakfın tanımı gereği –ki bir şeyin intifa hakkının ya da mülkiyetinin kamu yararına tahsis edilerek sonsuza kadar devam etmesidir- camilerin de vakıf hüviyetinde bulunduğu açıktır. Bununla beraber kişinin mülkünde bulunup da sadece ibadet etmek maksadıyla ayırmış olduğu mekanlar bu tanımın dışında kalmaktadır. 114 Öte yandan Hz. İbrahim’in Filistin’in Halil şehrindeki arazini vakfederek mahsulünden alınan gelirlerle insanlara ziyafet verilmesini vasiyet etmesi ve Hz. Davud tarafından inşasına başlanıp, Hz. Süleyman tarafından tamamlanan Beyt-i Makdis’in vakıf hüviyetinde olması638, bunun izlerinin çok ötelere gittiğine işaret eder. 8. Vasiyet Vasiyet, kişinin malını teberru yoluyla ölüm sonrası için bir şahsa veya hayır cihetine temlik etmesine denir639. Kendisine vasiyet edilen kişiye mûsâ leh, vasiyete mevzu olan mal veya menfaate mûsâ bih denir640. Eski Ahit’e göre Hz. Yakup ölmeden önce Mamre yakınlarında Hititli Efron’un tarlasındaki mağaraya gömülmeyi vasiyet etmişti. Nitekim daha evvel burayı Hz. İbrahim mezar yapmak üzere Hititli Efron’dan satın almış, kendisi, karısı, İshak ve onun da karısı Rebeka oraya gömülmüştü. Ayrıca Hz. Yakub’un kendi hanımı Lea’yı da oraya gömdüğü rivâyet edilir641. Yine Hz. Yusuf ölürken kendi kavmine ataları Yakup, İshak ve İbrahim’in yanına gömülmeyi temenni etmiş642, bilahare (yaklaşık dört yüz sene sonra)643 cenazesi oraya nakledilmiştir644. Bununla beraber Yeni Ahit’te vasiyetin ölüm sonrası için de geçerli olduğuna dair ifadeler bulunmaktadır ki İslâm hukukuyla benzerliği dikkat çekmektedir. İbraniler kitabında şöyle deniliyor: “Ortada bir vasiyet varsa, vasiyet edenin ölümünün kanıtlanması gerekir. Çünkü vasiyet ancak ölümden sonra geçerli olur. Vasiyet eden yaşadıkça, vasiyetin hiçbir etkinliği yoktur.”645 9. Miras 638 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 294-95. 639 Serahsî, el-Mebsûṭ, 12/30, 17/11, 28/97; el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 7/205; Vehbe Zuhaylî, el-Fıḳhu’l-İslâmî ve edilletuh, 10/7440, 10/7577. 640 Abdüsselam Arı, “Vasiyet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 42/552-53. 641 Yaratılış 49:29-31. 642 Yaratılış 50:24-26; Mısır’dan Çıkış 13:19. 643 Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 341. 644 Yeşu 24:32. 645 İbraniler 9:16-17. 115 Yahudilik’te miras hükümleri ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. En büyük erkek çocuk, babasının terekesinden diğerlerine nazaran iki kat fazla hisse alır. Buna “ilk oğulluk hakkı” denir646. Doğan çocuk gayrimeşru bir birlikteliğin mahsulü ise babasından miras alamaz647 ki İslâm hukukunda da bu böyledir648. Hz. Musa’dan önce kız çocukları mirastan hisse alamazken, Musa şeriatında erkek çocuğun olmaması durumunda kızlar mirasçı kılınmıştır649. Ancak erkek çocuk bulunması durumunda kız çocuğun mirastan hisse alamaması İslâm’da kabul edilmemiştir650. Tevrat’a göre erkek çocuğu olmayan kimsenin mirası kızına, kızı yoksa kardeşlerine, kardeşleri yoksa amcalarına, onlar da yoksa kendi boyunda bulunan en yakın akrabaya verilir651. Buradan anlaşılacağı üzere ölenin ne babası ne de annesi mirastan pay sahibidir. Bununla beraber Mişna ve Talmud bu eksiği gidermiş, çocuksuz olarak ölen kimsenin mirasının babaya kalacağını bildirmiştir652. Ancak orada da anneye miras verilmemiştir. Halbuki ölenin çocuğu olsun veya olmasın İslâm hukukunda anne-babaya mirastan hisse verilir653. Yine erkek ve kız çocuğu olmayan kimsenin babası da yoksa dede ve ninesi pay alamazken İslâm hukukuna göre baba olmadığı takdirde dede ve nine mirastan hisse alabilmektedir654. Çocuğu olmadan ölen kadının varisi kocası kabul edilmiştir655. Halbuki İslâm hukukunda koca, terekenin en fazla yarısını alabilmekle beraber ölenin anne ve babasına, bunlar bulunmadığı takdirde ise kardeşlerine de miras hakkı tanımıştır656. 646 Yasa’nın Tekrarı 21:15-17; Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 372. 647 Hâkimler 11:1-2. 648 Ebü’l-Fazl Mecdüddîn Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd el-Mevsılî, el-İḫtiyâr li-taʿlîli’l-Muḫtâr (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1356/1937), 4/95; Buhûtî, Keşşâfü’l-ḳınâʿ ʿani’l-İḳnâʿ, 4/255; Şemsüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Arafe ed-Desûkī, Ḥâşiye ʿale’ş-Şerḥi’l-kebîr (b.y.: Dâru’l-Fikr, t.y.), 4/309. 649 Mahmud Es’ad b. Emin Seydişehrî, Târîh-i İlm-i Hukuk (İstanbul: Matbaâ-i Âmire, 1912), 195; Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 374. 650 en-Nisâ 4/11. 651 Çölde Sayım 27:8-11. 652 Seydişehrî, Târîh-i İlm-i Hukuk, 216; Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 376. 653 en-Nisâ 4/11. 654 Vehbe Zuhaylî, el-Fıḳhu’l-İslâmî ve edilletuh, 10/7756-57. 655 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 376. 656 en-Nisâ 4/12. 116 Putperestlikten Yahudiliğe geçen kimse, hısımlarına mirasçı olabildiği halde hısımları böyle bir kimseye mirasçı olamaz657. İslâm hukukunda ise -bazı âlimlere göre- müslüman kâfire mirasçı olabildiği halde tersi kabul edilmemiştir658. Anne-babasını iz bırakacak şekilde döven kimse Yahudilik’te mirasçı olamaz659. İslâm hukukunda ise ancak murisini öldüren kimsenin vârise mirasçı olamayacağı bildirilmiştir660. Levililer’de kölelerin miras bırakılabileceği zikredilmiştir661. Bu İslâm’da da câridir662. Satın alınan arazi ise miras olarak bırakılamaz663. Bununla beraber üzerinden elli sene geçen arazinin, bedelini vermek şartıyla eski sahibine dönme imkânı bulunmaktadır664. Hıristiyanlık’ta ise daha ziyade “Tanrı Egemenliği” ile ifade edilen manevi mirastan bahsedilmektedir ki puta tapanlar, zina edenler, oğlancılar, hırsızlar, açgözlüler, ayyaşlar, sövücüler ve soyguncular gibi nefsinin esaretinden kurtulamayan kimselerin bu mirastan hisse alamayacakları beyan edilmiştir665. Câhiliye devrine gelince, miras alabilmek için hem erkek olmak hem de büluğ çağına girerek silah taşıma gücüne sahip olmak gerekirdi. Halbuki İslâm’da hem kadınlara hem de çocuklara miras hakkı tanınmıştır666. Öte yandan kişi hısımlık, hılf (dostluk ve tevârüs anlaşması), tebennî (evlatlık edinmek) ve vasiyet ile mirasa hak kazanabilirdi667. İslâm 657 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 378. 658 Nitekim cumhûr-i fukahaya, Hz. Ali’ye, Zeyd b. Sâbit’e ve sahabenin çoğunluğuna göre -tereke taksim edilmeden önce müslüman olsa bile- kâfir müslümana mirasçı olamaz. Çünkü murisin ölümüyle tereke mirasçıların hakkı olmuştur. Ahmed b. Hanbel ise -taksimden evvel müslüman olan- kâfirin murise mirasçı olabileceğine kâildir. Çünkü bunda kâfiri İslâm’a teşvik etmek vardır. Yine fukahânın çoğunluğuna göre müslüman kâfire mirasçı olamasa da Muaz b. Cebel, Muâviye b. Ebî Süfyan, Hz. Hasan, Muhammed b. Hanefiyye ve Muhammed b. Hasan b. Ali’ye göre müslüman kâfire mirasçı olabilir. Olamaz diyenlerin delili Hz. Peygamber’in “Ne müslüman kâfire ne de kâfir müslümana vâris olur.” (Buhârî, “Ferâiz”, 26) sözüdür. Olur diyenlerin delili ise Hz. Peygamber’in “İslâm en yücedir. Ondan daha yüce bir şey yoktur.” (Buhârî, “Cenâiz”, 80) sözüdür (el-Mevsû’âtü’l-Fıḳhıyyetü’l-Küveytiyye, 3/23-24). 659 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 378. 660 Zira Hz. Peygamber “Kâtile miras yoktur.” buyurmuştur (İbn Mâce, “Diyât”, 14; Abdürrezzak, el- Musannef, 9/140; Dârekutnî, Sünen, 5/168-69,524). 661 Levililer 25:44-46. 662 Çünkü köle mal hükmünde olduğu için alınıp satılabilir, kiralanabilir, hibe ve mirasa mevzu olabilir. 663 Levililer 25:23-27. 664 Tevrat’ta buna jübile (özgürlük) senesi denir. Bkz. Levililer 25:30; Seydişehrî, Târîh-i İlm-i Hukuk, 195; Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 379; Ekinci, İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler, 161. 665 I. Korintliler 6:9; Galatyalılar, 5:19; I. Petrus 3:9; Vahiy 21:7-8. 666 en-Nisâ 4/11, 12, 176. 667 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, 379-88. 117 bunlardan hısımlık ile mirası kabul etmiş668, hılf ve tebennî ahdiyle miras edinmeyi yasaklamıştır669. Vasiyet yoluyla miras edinmek ise ilk zamanlarda benimsendiği halde670 bu hüküm daha sonra “Vârise vasiyyet yoktur.”671 hadisiyle neshedilmiştir. 10. Cenaze İslâm hukukunda ölüye yapılacak tasarruflar cenaze başlığı altında ele alınır. Bunlardan ölmek üzere olan kimseye muhtazar, ölü için yapılan genel hazırlıklara teçhiz, ölünün yıkanmasına gasil, kefenlenmesine tekfin, tabuta konularak hem namazının kılınacağı yere hem de kabristana kadar taşınmasına teşyi, kabre konmasına ise defin adı verilmiştir672. Yahudilik’te ölmek üzere olan kimse (goses) yakınlarını çağırarak onlarla helalleşir, ölüm anı geldiği zaman elleri, ayakları, çenesi bağlanarak gözleri kapatılır, göbeğine metal bir nesne konularak evde bulunan tüm aynalar ters çevirilir. Daha sonra vücut kılları ve tırnakları kesilir, yıkanır, ketenden bir kefene sarılır ve bir teskere üzerine yatırılarak defne hazır hale getirilir. Bunun ardından ise tabut mezara konularak gömülmeye başlanır. Cenazeyi gömmek için orada bulunanlar tabutun üzerine toprak atarlar. Bu esnada Tevrat’tan dualar okunur673. Hıristiyanlık’ta da benzer muamele yapılır. Nitekim Markos’ta Hz. İsa’nın defniyle alakalı şu bilgiler yer almaktadır: “O gün Hazırlık Günü, yani Şabat Günü’nden önceki gündü. Artık akşam oluyordu. Bu nedenle, Yüksek Kurul’un saygın bir üyesi olup Tanrı'nın Egemenliği’ni umutla bekleyen Aramatyalı Yusuf geldi, cesaretini toplayarak Pilatus’un huzuruna çıktı, İsa'nın cesedini istedi. Pilatus, İsa'nın bu kadar çabuk ölmüş olmasına şaştı. Yüzbaşıyı çağırıp, “Öleli çok oldu mu?” diye sordu. Yüzbaşıdan durumu öğrenince Yusuf’a, cesedi alması için izin verdi. Yusuf keten bez satın aldı, cesedi çarmıhtan indirip beze sardı, kayaya oyulmuş bir mezara yatırarak mezarın girişine bir taş 668 en-Nisâ 4/12. 669 el-Ahzâb, 33/5, 40. Tefsiri için bkz. Tahâvî, Şerḥu müşkili’l-âs̱âr, 7/222; Cessâs, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, 2/97. 670 el-Bakara 2/180. 671 Buhârî, “Vesâyâ”, 6; İbn Mâce, “Vesâyâ”, 6; Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 6; Tirmizi, “Vesâyâ”, 5 vd. 672 Demirci, “Cenaze”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Ankara: TDV Yayınları, 2019, 7/353. 673 a.mlf., “Cenaze”, 7/354. 118 yuvarladı. Mecdelli Meryem ile Yose'nin annesi Meryem, İsa'nın nereye konulduğunu gördüler.”674 Ayrıca Hz. Âdem’in oğullarından birinin (Hâbil) gömülmesi Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde zikredilmiştir: “Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım" dedi de ettiğine yananlardan oldu.”675 Câhiliye devrinde öldükten sonra tekrar dirilmeye inananlar ölülerini yıkar, kefenler ve onun üzerine dua okurlardı. Ölü tabuta konduğu zaman yakın akrabalarının en büyüğü kalkar ve ona Allah’tan rahmet dilerdi. Bundan sonra ölünün mezarı yanına bir deve getirilir, devenin başı sırtından arkasına veya göğsünden karnına doğru bağlanır, boynuna da bir halka takılarak bu deve ölünceye kadar beklenir veya ölenle beraber mezara gömülürdü ki buna “beliyye” derlerdi676. İslâm bunlardan gasil, tekfin, dua ve defni kabul etmekle beraber, beliyyeyi yasaklamıştır. Nitekim Hz. Peygamber bunun hakkında “İslâm’da akr (mezar yanında deve veya koyun kesme) yoktur.”677 buyurmuştur. 674 Markos 15:42-47. Ayrıca bkz. Elçilerin İşleri 9:36-38. 675 el-Mâide 5/31. 676 Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, 125. 677 Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 74; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, “Cenâiz”, 134; Abdürrezzak, el-Musannef, 4/276. 119 SONUÇ İslâm, önceki şeriatların bazı hükümlerini kısmen veya tamamen kabul etmiş; bazılarını ise reddetmiştir. “Önceki Şeriatların İslâm Hukukuna Yansımaları” başlığı altında hazırladığımız bu tez, bu yansımaları, neshedilen ve neshedilmeyen hükümler olarak ele almış, önceki şeriatlarla İslâm hukuku arasındaki benzerlik ve farklılara temas etmiştir. Öncelikle bu tez, “Önceki Şeriatlar” ile neyin kastedildiğini ortaya koymuştur. Her ne kadar önceki şeriatlar ile genellikle Yahudilik ve Hıristiyanlık anlaşılsa da aslında Hanîflik, Sâbiîlik, Sâmirîlik gibi dinler de bu kapsamda değerlendirilmiş, bunların İslâm’la olan bağı ortaya çıkarılmıştır. İkinci olarak, birçok âyet ve hadiste önceki şeriatların hükümlerine temas edilmiş, Hz. Peygamber’in bi’setten önceki ve sonraki uygulamalarına bakılarak önceki şeriatların İslâm açısından delalet vasfı taşıyıp taşımadığı sorgulanmıştır. Yapılan araştırma neticesinde bi’set öncesi için, bazı Şâfiî fakîhleri, Ahmed b. Hanbel, Hulvânî, İbnü’l-Hâcib gibi âlimler, Hz. Peygamber’in önceki şeriatların hükümleriyle ibadet ettiğine kâil olmuş, bu yöndeki delillerini ifade etmişlerdir. Çoğu Hanefî âlimi ve mütekellimun fukasının cumhuru Hz. Peygamber’in önceki şeriatların hükümleriyle ibadet etmediğine; Kâdı Abdülcebbâr, İmamül’l-Haremeyen el-Cüveynî, Âmidî ve Gazzâlî gibi âlimler ise bu meselede tevakkuf edilmesi gerektiğine kâil olmuşlardır. Bi’set öncesi dönem, hükümlerin istinbatında herhangi bir değer ifade etmediğinden bu âlimlerden hangisinin görüşünün isabetli olduğunu tayin etmeye lüzum yoktur. Ancak bu meselede tevakkuf edenlerin görüşünün daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bi’set öncesi dönem için herhangi bir şeriatın hükmüyle ibadet etmiş olsaydı Hz. Peygamber bunu bildirirdi. Nitekim bildirmemiştir. Öte yandan eğer bi’setten önce ibadet etmemişse, niçin Kâbe’yi tavaf etmiş, oruç tutmuş vb. ibadetleri yapmış olsun? Bunlar ise ancak bir şeriatın bildirmesi ile yerine getirilecek hususlardandır. Öyleyse bu meseledeki delillerin birbirine eşit olması sebebiyle bu konuda tevakkuf etmek daha isabetli görünmektedir. Bi’set sonrası için ise âlimlerin görüşleri Hz. Peygamber’in önceki şeriatların hükümleriyle ibadet ettiğine yahut etmediğine dair iki grupta toplanmış, Hanefî ve Mâlikîler’in çoğunluğu ile bazı Şâfiî âlimlerinin görüşlerine, Ahmed b. Hanbel’in iki 120 görüşünden birine, Ebu İshak Şirazi ve Gazzâlî’nin ise son tercihlerine göre Hz. Peygamber önceki şeriatların hükümleriyle ibadet etmiş; Mutezile ve Şafiîler’in çoğunluğuna, Şia’ya, Zâhirîler’e ve Ebû Bekir Bâkıllânî’ye göre ise ibadet etmemiştir. Burada da bir değerlendirilmeye gidildiği zaman Hz. Peygamber’in bi’set sonrası için - neshedildiğine dair herhangi bir delil bulunmadıkça- önceki şeriatların hükümleriyle ibadet ettiği görüşü daha isabetli görünmektedir. Çünkü bu yönde bildirilen akli ve nakli deliller daha ağır basmaktadır. Öte yandan önceki şeriatlar, İslâm hukukunun fer‘î kaynakları arasında yer almıştır. Ayrıca istishâbın delil olma niteliği, önceki şeriatların kabul edilmesi ile aynı akli gerekçeler üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla bi’set sonrası dönem için -aksi bildirilmedikçe- önceki şeriatların bağlayıcı olması esastır. Bu esastan yola çıkarak bazı ibâdat, muâmelat, münâkehat ve ukûbat hükümleri ile yemin, adak, hıtân, örtünme, yeme-içme, hîle-i şer‘ıyye, kölelik, vakıf, vasiyet, miras ve cenaze gibi konularda önceki şeriatların hükümleri, İslâm hukuku tarafından da kabul edilmiş; kardeşlerin evliliği, aynı anda iki kızkardeşle evlenme, kıblenin değiştirilmesi, ağır hükümlerin varlığı ve Câhiliyle devrinde insanlar arasında mütedavil olan kimi âdet ve gelenekler ise neshedilen hükümler müvacehesinde değerlendirilmiştir. Kısaca İslâm hukuku, önceki şeriatların kimi hükümlerini kabul etmiş; kimilerini ise reddetmiştir. 121 KAYNAKLAR Abdülazîz el-Buhârî, Alâüddîn Abdülazîz b. Ahmed b. Muhammed. Keşfü’l-esrâr fî şerḥi Uṣûli’l-Pezdevî. b.y.: Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, t.y. Abdülmecid, Abdülmecid Mahmud. el-İtticâhâtu’l-fıḳhıyye ‘inde aṣḥâbi’l-ḥadîs̱ fi’l-ḳarni’s-s̱âlis̱i’l-ḥicrî. Kâhire: Ezher Üniversitesi Dâru’l-Ulûm Fakültesi, Doktora Tezi, 1387/1968. Acar, Halil İbrahim. “Nişan” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 33/152-54. Âcurrî, Ebû Bekr Muhammed b. Hüseyn b. Abdillâh. Kitâbü’ş-Şerîʿa. Riyad: Dâru'l-Vatan, 1420/1999. Ahmednagarî, Abdünnebî. Düstûru’l-ʿulemâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1420/2000. Algül, Ayşe Betül. “Semavî Dinlerde Mehir, ed. Mustafa Yiğitoğlu” I. Uluslararası İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Kongresi (2018): 123-27. Ali el-Kârî, Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Sultân Muhammed. Şerḥu’ş-Şifâʾ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1420/2000. Ali Haydar Efendi (Küçük), Ali Haydar b. Mehmed Emin. Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm. Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1411/1991. Altıntaş, Ramazan . “Cahiliye Arap Toplumunda Kadın” Diyanet İlmi Dergi (2001): 37/1, 61-85. Âlûsî, Ebü’s-Senâ Şihâbüddîn Mahmûd b. Abdillâh b. Mahmûd. Rûḥu’l-meʿânî fî tefsîri’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm ve’s-sebʿi’l-mes̱ânî. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1414/1994. Âmidî, Ebü’l-Hasen Seyfüddîn Alî b. Muhammed. el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm. Beyrut: el-Mektebetü’l-İslâmî, t.y. Apaydın, Hacı Yunus. “Kefâlet” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 43/15-19. 122 Ateş, Ali Osman. İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri. İstanbul: Umut Batbaacılık, 1996. Azîmâbâdî, Ebü’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-Hak b. Emîr Alî. ‘Avnü’l-ma‘bûd şerḥu Süneni Ebî Dâvûd . Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1415/1994. Ba‘lî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebi’l-Feth. el-Matla‘ ‘alâ elfâzi'l- Muḳni‘. b.y.: Mektebetü’s-Sevâdî li’t-Tevzi', 1423/2003. Bardakoğlu, Ali. “Hediye” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 17/151-55. Basrî, Ebü’l-Hüseyn Muhammed b. Alî b. Tayyib. el-Muʿtemed fî uṣûli’l-fıḳh. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1402/1982. Begavî, Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes‘ûd. Meʿâlimü’t-tenzîl. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 1419/1999. Belhî, Ebü’l-Hasen Mukātil b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî. Tefsîru Muḳātil b. Süleymân. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâs, 1422/2002. Bevernû, Muhammed Sıdkı b. Ahmed b. Muhammed. Mevsû‘âtü’l-ḳavâ‘idi’l- fıḳhiyye. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1423/2003. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî. el-İʿtiḳād ve’l-hidâye ilâ sebîli’r- reşâd ʿalâ meẕhebi’s-selef ve aṣḥâbi’l-ḥadîs̱. Beyrut: Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, 1400/1980. —. es-Sünenü’l- ṣuġrâ. Karaşî: Câmi ‘atü’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye, 1410/1989. —. es-Sünenü’l-kübrâ. thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- ‘İlmiyye, 1424/2003. —. Maʿrifetü’s-sünen ve’l-âs̱âr. Kâhire: Dâru'l-Vefâ, 1412/1991. —. Şu‘abu’l-îmân. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1421/2000. Beyzâvî, Nâsırüddîn Ebû Saîd Abdullāh b. Ömer. Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t- teʾvîl. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 1417/1997. Bezzâr, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. Abdilhâliḳ. el-Müsned. Medine: Mektebetü’l- Ulûm ve’l-Hikem, 1430/2009. 123 Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. thk. Muhammed Abdülbâkî, Beyrut: Dâru Tavkı'n-Necât, 1422/2001. Buhûtî, Mansûr b. Yûnus b. Salâhiddîn. Deḳāʾiḳu üli’n-nühâ li-Şerḥi’l-Müntehâ. Beyrut: ‘Âlemü’l-Kütüb, 1413/1993. —. Keşşâfü’l-ḳınâʿ ʿani’l-İḳnâʿ. Riyad: nşr. Vüzerâtü’l-‘Adl fi’l-Memleketi’s- Su‘ûdiyyeti’l-‘Arabiyye, Mektebetü’n-Nasr el-Hadîsiyye, 1388/1968. Bulut, Halil İbrahim. “Îseviyye Mezhebi ve Hz. Muhammed’in Risaletinin Evrenselliği Tartışmalarının Başlaması” Sakarya, S.Ü.İ.F.D. (2004): 6/122-24. Bursevî, İsmail Hakkı b. Mustafa. Rûhu’l-Beyân. Beyrut: Dâru’l-Fikr, t.y. Câhiz, Ebû Osmân Amr b. Bahr b. Mahbûb el-Kinânî. Kitâbü’l-Ḥayevân. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1424/2003. Cehdâmî, Ebû İshâk İsmâîl b. İshâk b. İsmâîl el-Ezdî. Aḥkâmü’l-Ḳurʾân. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1426/2005. Cessâs, Ebû Bekr Ahmed b. Alî er-Râzî. Aḥkâmü’l-Ḳurʾân. thk. Abdüsselâm Muhammed Alî Şâhîn, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1415/1994. Cezîrî, Abdurrahmân b. Muhammed b. İvaz. el-Fıḳh ʿale’l-meẕâhibi’l-erbaʿa. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1423/2003. Crown, Alan David. The Samaritans. Tübingen: Mohr, 1989. Cündî, Ziyâüddîn Ebü’l-Mevedde Halîl b. İshâk b. Mûsâ. et-Tavzîh fî şerhi'l- Muhtasari'l-ferʿî li'bni'l-Hâcib. Kâhire: Merkezü Necîbeveyh li’l-Mahtûtât ve Hıdmeti’t- Türâs, 1428/2008. Cürcânî, Seyyid Şerif. et-Ta'rîfât. Beyrut: Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1403/1983. Cüzzâmî, Ebu Muhammed Celâleddin Abdullah b. Necm b. Şâs. Ikdü’l- Cevâhiri’s-Semîne fî Mezhebi Âlimi’l-Medîne. Beyrut: Dâru’l-Garbı’l-İslâmî, 1423/2003. Çağatay, Neşet. İslâmdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı. Ankara: Mars T. ve S.A.Ş. Matbaası, 1957. 124 Çalışkan, Mehmet . Kur’an Dilinde Kasem (Yemin) Üslûbu. Adana: Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2016. Çeker vd., Orhan. Fıkıh. Ankara: M.E.B. Yayınları, 2020. Çelebi, İlyas. “Rukye” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 35/219-22. Dârekutnî, Ebü’l-Hasen Alî b. Ömer b. Ahmed. es-Sünen. Beyrut: Müessesetü'r- Risâle, 1424/2004. Debûsî, Ebû Zeyd Abdillâh b. Muhammed b. Ömer b. Îsâ. Taḳvîmü’l-edille fi’l- uṣûl. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1421/2001. Demirci, Kürşat. “Cenaze” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 7/353-54. Dervîş, Abdurrahman. eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥücciyyetihâ fi’ş-şerîʿati’l- İslâmiyye. Riyad: İmam Muhammed b. Suud Üniversitesi Şeriat Fakültesi, Doktora Tezi, 1409/1989. Desûkī, Şemsüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Arafe. Ḥâşiye ʿale’ş- Şerḥi’l-kebîr. b.y.: Dâru’l-Fikr, t.y. Dönmez, İbrahim Kâfi. “Örf” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 34/87-93. —. “Şer‘u Men Kablenâ” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 39/15-19. Dürre, Muhammed Alî Tâhâ. Tefsîru’l-Ḳurʾân’l-Kerîm ve i‘râbuh ve beyânuh. Dımaşk: Dâru İbn Kesîr, 1430/2009. Ebû Ceyb, Sa’dî. el-Ḳâmûsu’l-fıḳhî. Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1408/1988. Ebû Cîb, Sa’di . el-Ḳâmûsu’l-fıḳhî. Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1408/1988. Ebü’l-Leys Semerkandî, İmâmü’l-hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm. Baḥrü’l-ʿulûm. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1413/1993. Ebüssuûd Efendi. İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm. Beyrut: Dâru İhyâit’-Türâsi’l-'Arabî, t.y. 125 Ekinci, Ekrem Buğra. İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler. İstanbul: Arı Sanat Yayınevi, 2. Basım, 2017. el-Bâş, Hasan. el-Kur’ân ve’t-Tevrât eyne yettfikân ve eyne yehtelifân . b.y.: Dâru Kuteybe, t.y. el-Mevsû‘atü'l-müyessere fi'l-edyân ve'l-mezâhib ve'l-aḥzâbi'l-mu‘âṣıra. b.y.: Dâru’n-Nedveti’l-‘Âlemiyye, 1420/1999. el-Mevsû’âtü’l-Fıkhıyyetü’l-Küveytiyye. Küveyt: Dâru’s-Selâsil, 1404- 1427/1983-2006. el-Mevsû’âtü’l-icmâ‘ fi’l-fıḳhı’l-İslâmî. Riyad: Dâru’l-Fazîle, 1433/2012. el-Mûhî, Abdürezzak Rahîm Salâl . el-İbâdât fi’l-edyâni’s-semâviye. Dımaşk: el- Evâil li’n-Neşr ve’t-Tevzî‘ ve’l-Hidemâti’t-Tıbâ‘iyye, 1421/2001. Ensârî, Ebû Yahyâ Zeynüddîn Zekeriyyâ b. Muhammed b. Ahmed. Esne’l- meṭâlib şerḥu Ravżi’ṭ-ṭâlib. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, t.y. Erbaş, Ali vd. Yaşayan Dünya Dinleri. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi AÖF Yayınları, 2015. Ermevî, Sirâceddin Mahmud b. Ebî Bekir. et-Tahṣîl mine’l-Maḥṣûl. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1409/1988. Ertürk, Emin. “Kilise, Faiz, Kapitalizm: Günahtan Meşruiyete Sancılı Bir Geçişin Anatomisi” Hak-İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi (2019): 108-134. Eşkâr, Muhammed Süleyman. Ef’âlü’r-rasûl ve delâleteha alâ aḥkâmi’ş-şer’iyye. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1424/2003. Ezrakī, Ebü’l-Velîd Muhammed b. Abdillâh b. Ahmed. Aḫbâru Mekke ve mâ câʾe fîhâ mine’l-âs̱âr. Beyrut: Dâru’l-Endülüs li’n-Neşr, t.y. Fahreddin er-Râzî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Hüseyn. el-Maḥṣûl. b.y.: Müessesetü’r-Risâle, 1417/1997. —. Mefâtîḥu’l-ġayb. Beyrut: Dâru İhyâ-i Türâsi’l-'Arabî, 1419/1999. 126 Fâkihî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Abbâs. Aḫbâru Mekke fî ḳadîm-i dehrihî ve ḥadîs̱ihî. Beyrut: Dâru Hıdır, 1413/1993. Fârikī, Ebû Bekr Fahrü’l-islâm Muhammed b. Ahmed b. el-Hüseyn eş-Şâşî. Ḥilyetü’l-ʿulemâʾ fî maʿrifeti meẕâhibi’l-fuḳahâʾ. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1401/1980. Fayda, Mustafa. “Câhiliye” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 7/17-19. Ferrâ’, Ebû Ya‘lâ Muhammed b. el-Hüseyn b. Muhammed . el-ʿUdde fî uṣûli’l- fıḳh. Riyad: Câmiatü'l-Melik Muhammed b. Su'ûd el-İslâmiyye, 1410/1990. Gazzâlî, Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed. el-Müstaṣfâ min ʿilmi’l-uṣûl. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1413/1993. —. İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn. Beyrut: Dâru'l-Ma'rife, t.y. Gazzî, Ebü’l-Mekârim Necmüddîn Muhammed b. Muhammed. Ḥüsnü’t-tenebbüh li-mâ verede fi’t-teşebbüh. Dımaşk: Dâru’n-Nevâdir, 1432/2011. Göregen, Mustafa vd. “Yahudilik’te Zina Suçunun Karşılığı Olan Recm’in İnsan Hayatı ve Ailenin Kutsallığı Bağlamında İncelenmesi” Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (2018): 5/10, 70-92. Güç, Ahmet. “Kıble” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 25/364-65. Gündüz, Şinasi. “Harrânîler” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 16/240-42. Gürkan, Salime Leyla. “Sünnet” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 38/155-57. —. Yahudilik. İstanbul: İsam Yayınları, 2012. Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed. el- Müstedrek ʿale’ṣ-Ṣaḥîḥayn. thk. Mustafa Abdülkâdir ‘Atâ, Beyrut: Dâru'l-Kütübi'l- İlmiyye, 1411/1990. 127 Harman, Ömer Faruk. “Endüljans” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 11/209-11. Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit. el-Faḳīh ve’l-mütefaḳḳih. b.y.: Dâru İbn Cevziyye, 1420/2000. Heysemî, Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Süleymân. Mecmau’z-Zevâid. Kâhire: Mecmaʿu’z-zevâʾid ve menbaʿu’l-fevâʾid, 1414/1994. Hizmetli, Sabri. İslam Tarihi (Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar). Ankara: A.Ü.İ.F.Y., 1991. Iannitto, Padre Luigi. Hıristiyan Dininin Esasları. İstanbul: Saint Antuan Kilisesi, 1982. İbn Abdillatîf, Abdurrahman b. Sâlih. el-Ḳavâ‘id ve’ḍ-ḍavâbitu’l-fıḳhiyyetü’l- müteżammîn li’t-teysîr. Medine: İmâdetü’l-Bahsi’l-İlmî, 1423/2003. İbn Âdil, Ebû Hafs Sirâcüddîn Ömer b. Nûriddîn Alî b. Âdil. el-Lübâb fî ʿ ulûmi’l- Kitâb. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1418/1998. İbn Akīl, Ebü’l-Vefâ Alî b. Akīl b. Muhammed b. Akīl. el-Vâżıḥ fî uṣûli’l-fıḳh. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1419/1999. İbn Âşur, Muhammed b. Muhammed b. Muhammed. et-Taḥrîr ve’t-tenvîr. Tunus: Matba'atu’n-Nehda, 1340/1922. İbn Âşur, Muhammed et-Tâhur. Hâşiyetü’t-tavżîh ve’t-taṣḥîḥ li-müşkilâtı Kitâbi’t-Tenḳîḥ ‘alâ şerḥi’t-Tenḳîḥi’l-fuṣûl fi’l-uṣûl. Tunus: Matba‘atu’n-Nehda, 1340/1922. İbn Bezîze, Ebû Fâris Abdülazîz b. İbrâhîm b. Ahmed. Ravḍatü’l-müstebîn fî şerḥi Kitâbi’t-Telḳîn. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1431/2010. İbn Ebî Hâtim. Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm. b.y.: Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, 1419/2009. İbn Hacer el-Askalânî, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed. Fetḥu’l-bârî. Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 1379/1959. 128 İbn Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed. el-Müsned. thk. Âdil Mürşid, b.y.: Müessesetü'r-Risâle, 1421/2001. İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd. el-Faṣl fi’l-milel ve’l-ehvâʾ ve’n-niḥal. Kâhire: Mektebetü’l-Hancı, t.y. —. el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm. Beyrut: Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, t.y. —. el-Muḥallâ bi’l-âs̱âr. Beyrut: Dâru’l-Fikr, t.y. İbn Hişâm, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm. es-Sîretü’n- nebeviyye. Kâhire: Matba‘atu Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâduhû, 1374/1955. İbn İmâm el-Kâmiliyye, Kemâlüddîn b. Muhammed b. Muhammed b. Abdirrahmân. Teysîrü’l-vüṣûl ilâ minhâci’l-uṣûl. Kâhire: Dâru’l-Fâruk el-Hadîsiyye, 1423/2002. İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr. İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1411/1991. İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer. Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l- ʿazîm. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1419/1998. İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullāh b. Ahmed. el-Muġnî. Riyad: Dâru ‘Âlemi’l-Kütüb li’t-Tıbâ‘a ve’n-Neşr ve’t-Tevzî‘, 1417/1997. —. Ravżatü’n-nâẓır ve cünnetü’l-münâẓır fî uṣûli’l-fıḳh ʿalâ meẕhebi’l-İmâm Aḥmed. b.y.: Müessesetü’r-Reyyân, 1422/2002. İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd. es-Sünen. thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Kâhire: Dâru İhyâi'l-Kütübi'l-‘Arabiyye, t.y. İbn Manzûr, Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî. Lisânu’l- ‘Arab. Beyrut: Dâru Sadr, 1413/1993. İbn Müflih, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Müflih. Uṣûlü’l-fıḳh. Riyad: Mektebetü’l-Abîkân, 1419/1999. İbn Rüşd, Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Ahmed el-Kurtubî. el- Muḳaddimâtü’l-mümehhidât. Beyrut: Dâru’l-Garbı’l-İslâmî, 1408/1988. 129 İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbâs Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm. el-Fetâva’l- kübrâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1407/1987. —. el-İstiġās̱e fi’r-red ʿale’l-Bekrî. Riyad: Mektebetü Dâri’l-Minhâc, 1425/2005. —. İḳtiżâʾü’ṣ-ṣırâṭi’l-müstaḳīm li-muḫâlefeti aṣḥâbi’l-caḥîm. Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-‘İlmiyye, 1419/1999. —. Mecmû’u’l-fetâvâ. Medine: Mecma‘u’l-Melik Fahd li’t-Tıbâ‘ati’l-Mushafı’ş- Şerîf, 1415/1995. İbnü’t-Tilimsânî, Abdillâh b. Muhammed Alî el-Basrî. Şerḥu’l-Meʿâlim fî uṣûli’l- fıḳh. Beyrut: Âlemü’l-Kütüb li’t-Tıbâ’a ve’n-Neşr ve’t-Tevzî’, 1419/1999. İbnü'd-Dibyân, Dibyân b. Muhammed. el-Mu‘âmeletü’l-mâliyye asâleten ve mu‘âsıraten. b.y.: y.y., 1431/2010. İbnü'l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî . Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr. Beyrut: Dâru’l-Kitabi’l-Arabî, 1421/2001. İbnü'l-Endülüsî, Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf. el-Baḥrü’l- muḥîṭ. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1419/1999. İbnü'l-Ferrâ’, Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes‘ûd b. Muhammed. Meʿâlimü’t- tenzîl. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 1419/1999. İbnü'l-Hümâm, Kemâlüddîn Muhammed b. Abdilvâhid b. Abdilhamîd. Fetḥu’l- ḳadîr. Kâhire: Şeriketü Mektebeti Mustafa el-Bâbî ve Evlâdih, 1389/1970. İbnü'n-Neccâr, Takıyyüddîn Muhammed b. Ahmed b. Abdilazîz. Şerḥu’l- Kevkebi’l-münîr. Riyad: Mektebetü’l-Abîkân, 1417/1997. İmâm Şâfiî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs. el-Müsned. thk. Sencer b. Abdillâh el-Câvilî, Küveyt: Şeriketü Garâs li'n-Neşr ve't-Tevzî', 1425/2004. —. Tefsîru’l-İmâm eş-Şâfiî. Riyad: Dâru’t-Tedmüriyye, 1427/2006. İmâmü`l-Haremeyn el-Cüveynî, Ebü’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh. el-Burhân fî uṣûli’l-fıḳh. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1417/1997. 130 İmâmü’l-Haremeyn Cüveynî, Ebü’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh. et-Telḫîṣ fî uṣûli’l-fıḳh. Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, t.y. İnce, İrfan. “Ridde” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 35/88-91. Irâkī, Ebü’l-Fazl Zeynüddîn Abdürrahîm b. el-Hüseyn. Ṭarḥu’t-tes̱rîb fî şerḥi’t- Taḳrîb. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, t.y. İtyûbî, Muhammed b. Ali. el-Baḥru’l-muḥîṭu’s-s̱eccâc fî şerḥi Saḥîḥi’l-İmâm Müslim bin el-Ḥaccâc. Demmâm: Dâru İbni’l-Cevzî, 1426-1436/2004-2014. —. Ẕeḫîretü’l-‘Ukbâ fî şerḥi’l-Müctebâ. Riyad: Dâru’l-Mi’râcı’d-Devliye li’n- Neşr, 1424/2003. Kâmil Ali, Kevser vd. “Çok Evlilik” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 8/365-69. Kannevcî, Ebü’t-Tayyib Muhammed Sıddîk Bahâdır Hân b. Hasen. Fetḥu’l-beyân fî maḳāṣıdi’l-Ḳurʾân. Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, 1412/1992. Karadaş, Cağfer. “Sâbiîler Meselesi” Bolu, A.İ.B.Ü.İ.F.D. (2013): 1/1-23. Karâfî, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. İdrîs. Envârü’l-burûḳ fî envâʾi’l-furûḳ. Beyrut: ‘Âlemü’l-Kütüb, t.y. —. Şerḥu Tenḳīḥi’l-fuṣûl. b.y.: Şeriketü’t-Tıbâ‘ati’l-Fenniyyeti’l-Muttahide, 1393/1973. Karaman, Hayrettin. İslâm Hukuk Tarihi. İstanbul: İrfan Yayınevi, 1975. Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed . Bedâʾiʿu’ṣ-ṣanâʾiʿ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1406/1986. Kastallânî, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed. İrşâdü’s-sârî. Kâhire: el-Matba‘atü’l-Kübra el-Emîriyye, 1323/1905. Kattân, Mennâ‘ Halîl. Târîḫu’t-teşrîʿi’l-İslâmî. b.y.: Mektebetü Vehbe, 1421/2001. 131 Kaya, Münir Yaşar. İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Aile Vakıfları. Bursa: Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2017. Kaysî, Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib. el-Hidâye ilâ bülûġu’n-nihâye. b.y.: Mecmû‘atu Buhûsi’l-Kitâb ve’s-Sünne, 1428/2008. Kazvînî, Ebü’l-Kāsım Abdülkerîm b. Muhammed b. Abdilkerîm. el-ʿAzîz şerḥu’l-Vecîz. Beyrut: âru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1417/1997. Kelvezânî, Ebü’l-Hattâb Mahfûz b. Ahmed b. el-Hasen. et-Temhîd fî uṣûli’l-fıḳh. b.y.: Dâru’l-Medenî li’t-Tıbâ‘a ve’n-Neşr ve’t-Tevzî‘, 1405/1985. Kitap, Kutsal. Erişim 12 Aralık 2021. https://www.kutsalkitap.org/. —. "Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık Nedir?", Erişim 12 Aralık 2021. https://www.kutsalkitap.org/katoliklik-ortodoks-protestanlik/. —. “Protestanlık”, Erişim 12 Aralık 2021. https://www.kutsalkitap.org/katoliklik- ortodoks-protestanlik/. Kiyâ el-Herrâsî, Ebü’l-Hasen Şemsülislâm İmâdüddîn Alî b. Muhammed . Aḥkâmü’l-Ḳurʾân. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, t.y. Kuraşî, Ebü’l-Fedâ İsmail b. Ömer b. Kesir. el-Bidâye ve’n-nihâye. Beyrut: Dâru İhyâi't-Turasi'l-‘Arabî, 1408/1988. Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr. el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l- Ḳurʾân. Kâhire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1383/1964. Kutluay, Yaşar. İslam ve Yahudi Mezhepleri. İstanbul: Anka Yayınları, 2001. Kuzgun, Şaban. “Hanîf” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 16/33-39. Macdonald, John. “Samaritans” Encyclopaedia Judaica (Jerusalem: Keter Publishing House, 2007): 17/718-30. Mahzûmî, Ebü’l-Haccâc Mücâhid b. Cebr el-Mekkî. Tefsîru Mücâhid. Mısır: Dâru’l-Fikri’l-İslâmî el-Hadîsiyye, 1409/1989. 132 Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd. Teʾvîlâtü’l- Ḳurʾân. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1425/2005. Mâverdî, Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî. Aʿlâmü’n-nübüvve. Beyrut: Dâru’l-Mektebeti’l-Hilâl, 1408/1988. —. el-Ḥâvi’l-kebîr. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1419/1999. —. en-Nüket ve’l-ʿuyûn. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, t.y. Mâzerî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ali. Îżâḥu’l-mahṣûl fî burhâni’l-uṣûl. Tunus: Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1422/2001. Meâfirî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed. Aḥkâmü’l-Ḳurʾân. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1424/2003. Merdâvî, Ebü’l-Hasen Alâüddîn Alî b. Süleymân b. Ahmed. el-İnṣâf fî maʿrifeti’r- râciḥ mine’l-ḫilâf ʿalâ meẕhebi’l-İmâmi’l-mübeccel Aḥmed b. Ḥanbel. Kâhire: Hicr li't- Tıbâ‘a ve'n-Neşr ve’t-Tevzî‘ ve’l-İ‘lân, 1415/1995. —. et-Tahbîr şerhu’t-Tahrîr fî Usûli’l-Fıkh. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 1421/2000. Mevsılî, Ebü’l-Fazl Mecdüddîn Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd. el-İḫtiyâr li- taʿlîli’l-Muḫtâr. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1356/1937. Meydânî, Abdülganî b. Tâlib b. Hammâde. el-Lübâb fî şerḥi’l-Kitâb. Beyrut: el- Mektebetü’l-İlmiyye, t.y. Molla Fenârî, Şemseddin Muhammed b. Hamza. Fuṣûlü’l-bedâyiʿ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1427/2006. Müslim, Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Kâhire: Matba‘atu İsa el-Bâbî el-Halebî ve Şürekâhu, 1374/1955. Müttakī el-Hindî, Alî b. Hüsâmiddîn b. Abdilmelik b. Kadîhân. Kenzü’l-ʿummâl fî süneni’l-aḳvâl ve’l-efʿâl. b.y.: Müessesetü’r-Risâle, 1401/1981. Nehhâs, Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl. Meʿâni’l-Ḳurʾân. Mekke: Câmi‘atü Ümmi’l-Kurâ, 1408/1988. 133 Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî. es-Sünen. Halep: Mektebetü'l- Matbû‘âtu'l-İslâmiyye, 1407/1986. Nesefî, Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd. Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl. Beyrut: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1419/1998. Ömer, Ahmed Muhtar. Mu‘cemü’l-lügati’l-‘Arabiyyeti’l-mu‘âsıra. 1428/2008: ‘Âlemü’l-Kütüb, Kâhire. Pânîpetî, Muhammed Senâullah. et-Tefsîrü’l-Maẓharî. Pakistan: el-Mektebetü’r- Rüşdiyye, 1412/1991. Râgıb el-İsfahânî, Ebü’l-Kāsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal. el- Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an. Beyrut: Dâru'l-Kalem, 1411/1991. Rahûnî, Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Mûsâ. Tuḥfetü’l-mes’ûl fî şerḥi muḫtaṣari müntehe’s-sûl. Dubai: Dâru’l-Buhûs li’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye ve İhyâi’t-Türâs, 1422/2002. Recrâcî, Ebu’l-Hüseyin Ali b. Said. Menahicü’t-tahsîl ve netâicu letâifi’t-te’vîl fî şerḥi’l-Müdevvene ve halli müşkilâtihâ. Riyad: Dâru İbni’l-Cevzî, 1427/2007. Rûyânî, Ebü’l-Mehâsin Fahrülislâm Abdülvâhid b. İsmâîl. Baḥrü’l-meẕheb fî fürûʿı meẕhebi’l-İmâm eş-Şâfiʿî. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1430/2009. Sa‘lebî, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm. el-Keşf ve’l-beyân ʿan tefsîri’l-Ḳurʾân. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 1422/2002. Salioğlu, Mahmut. “Sâmirîler” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 36/79-81. Samed, Abdus vd. “Zekatın Gelişimi ve Monoteist Dinlerde Zekatın Kapsamı, çev. Faruk Özdemir” RTEÜ.İ.F.D. (2013): 2/3, 251-72. San‘ânî, Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi‘. el-Muṣannef. thk. Habîbürahmân el-A‘zamî, Beyrut: Tevzî‘u’l-Mektebi’l-İslâmî, 1403/1983. Sehâvî, Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân. el-Maḳāṣıdü’l- ḥasene. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘Arabî, 1405/1985. 134 Sem‘ânî, Ebü’l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed b. Abdilcebbâr. Ḳavâṭıʿu’l-edille fi’l-uṣûl. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1419/1999. —. Tefsîrü’l-Ḳurʾân. Riyad: Dâru’l-Vatan, 1417/1997. Serahsî, Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed. el-Mebsûṭ. Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 1413/1993. —. Uṣûlü’s-Seraḫsî. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, t.y. Seydişehrî, Mahmud Es’ad b. Emin. Târîh-i İlm-i Hukuk. İstanbul: Matbaâ-i Âmire, 1331/1912. Sinanoğlu, Mustafa. “Karâîlik” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 24/424-26. Soelle, Dorothee vd. Jesus of Nazareth. London: Westminster John Knox Press, 2000. Sübkî, Takıyyüddîn. el-İbhâc fî şerḥi’l-Minhâc. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1404/1984. Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr. Cem’u’l-Cevâmi’. Kâhire:: el-Ezherü’ş-Şerîf, 1426/2005. —. ed-Dürerü’l-müntes̱ire fi’l-eḥâdîs̱i’l-müştehire. Riyad: İmâdetü Şüûni’l- Mükettebât, t.y. —. ed-Dürrü’l-mens̱ûr. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1431/2010. —. el-Fetḥu’l-kebîr. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1423/2003. Şa'bân, Zekiyyüddin. İslâm Hukuk İlminin Esasları. çev. İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara: TDV Yayınları, 2006. Şeker, Cihat. “Yahudilikte Sadaka” Marife Dini Araştırmalar Dergisi (2014): 14/3, 83-104. Şentürk, Recep. “Millet” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 30/64-65. 135 Şevkânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî. Fetḥu’l-ḳadîr. Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1413/1993. —. İrşâdü’l-fuḥûl ilâ taḥḳīḳi’l-ḥaḳ min ʿilmi’l-uṣûl. Dımaşk: Dâru’l-Kütübi’l- Arabî, 1419/1999. Şevşâvî, Ebû Abdillâh el-Hüseyin b. Alî b. Talha er-Recrâcî. Ref‘u’n-nuḳâb ‘an tenḳîhi’ş-şihâb. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd li’n-Neşr ve’t-Tevzî‘, 1425/2004. Şinkîtî, Muhammed el-Emîn b. Muhammed el-Muhtâr. el‘Azbu’n-nemîr. Riyad: Dâru Atâ’âti’l-‘İlm, 1441/2019. Şirbînî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed el-Hatîb. es-Sirâcü’l-münîr fi’l-iʿâne ʿalâ maʿrifeti baʿżı meʿânî kelâmi rabbine’l-ḥakîmi’l-ḫabîr. Kahire: Bulak Matbaası, 1284/1868. —. Muġni’l-muḥtâc ilâ maʿrifeti meʿânî elfâẓi’l-Minhâc. Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-‘İlmiyye, 1414/1994. Taberânî, Ebü’l-Kāsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed. el-Mu‘cemü’l- evṣaṭ . Kâhire: Dâru'l-Haremeyn, t.y. —. el-Muʿcemü’l-kebîr. Kâhire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1415/1994. Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî. Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân. Mekke: Dâru’t-Terbiye ve’t-Türâs, t.y. —. Târîḫu’t-Taberî. Beyrut: Dâru’t-Türâs, 1387/1967. Tahâvî, Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî. Şerḥu Meʿâni’l-âs̱âr. b.y.: Âlemü'l-Kütüb, 1414/1994. —. Şerḥu müşkili’l-âs̱âr. b.y.: Müessesetü'r-Risâle, 1414/1994. Tayyâr, Musâ‘id b. Süleymân vd. Mevsû’atu’t-tefsîri’l-me’s̱ûr. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1439/2017. Tayyibî, Şerefüddîn el-Hüseyin b. Abdillâh. Fütûhu’l-Gayb fi’l-Keşfi an Kınâ’i’r- Rayb. Dabî: Câizetü Dabî ed-Düveliyye, 1424/2013. 136 Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. thk. Beşşâr Avvâd, Beyrut: Dâru'l-Garbı'l-İslâmî, 1416/1996. Tûfî, Ebü’r-Rebî‘ Necmüddîn Süleymân b. Abdilkavî. Muḫtaṣarü’r-Ravża. Beyrut: Müessesetü'r-Risâle, 1407/1987. Türcan, Talip. “Şeriat” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 38/572. Ûfî, Ivaz b. Recâ b. Füreyc. el-Vilâye fi’n-nikâḥ . Medine: el-Câmi‘atü’- İslâmiyye, Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002. Üsmendî, Ebü’l-Feth Alâüddîn Muhammed b. Abdilhamîd. Beẕlü’n-naẓar fi’l- uṣûl. Kâhire: Mektebetü’t-Türâs, 1412/1992. Üzüm, Hamza . “Tanah ve Talmut’ta Kölelik” Kars Kafkas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (2013): 1/12, 163-182. Vâhidî, Ebü’l-Hasen Alî b. Ahmed b. Muhammed en-Nîsâbûrî. et-Tefsîrü’l-basîṭ. Medine: İmâdetü’l-Bahsi’l-‘İlmî, 1428/2008. Venşerîsî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ. ʿUddetü’l-burûḳ fî cemʿi mâ fi’l- meẕheb mine’l-cümûʿ ve’l-furûḳ. Beyrut: Dâru’l-Garbı’l-İslâmî, 1410/1990. Vikipedi. "Mayalar", Erişim 18 Şubat 2022. https://tr.wikipedia.org/wiki/Mayalar. —. "Maniheizm", Erişim 18 Şubat 2022. https://tr.wikipedia.org/wiki/Maniheizm. Yediyıldız, Bahaeddin. “Vakıf” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 42/479-86. Yitik, Ali İhsan. “Oruç” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019): 33/414-16. Yüksek, Ali. “Namaz İbadetinin Tarihi Süreci” Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi (2018): 7/2, 111-25. 137 Zâzâ, Hasan. ed-Fikru’d-dînu’l-İsrâîlî ve eṭvâruh ve meẕâhibuh. Mısır: Ma’hedü’l-Buhûs ve’d-Dirâsâtü’l-Arabiyye, 1390/1971. Zebîdî, Ebü’l-Feyz Muhammed el-Murtazâ b. Muhammed. Tâcü’l-ʿarûs min cevâhiri’l-Ḳāmûs. b.y.: Dâru'l-Hidâye, t.y. Zeccâc, Ebû İshâk İbrâhîm b. es-Serî b. Sehl. Meʿâni’l-Ḳurʾân ve iʿrâbüh. Beyrut: ‘Âlemü’l-Kütüb, 1408/1988. Zemahşerî, Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî. el-Keşşâf. Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî, 1408/1988. Zerkeşî, Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır. el-Baḥrü’l-muḥîṭ fî uṣûli’l-fıḳh. b.y.: Dâru’l-Kütübî, 1414/1994. —. Teşnîfü’l-mesâmiʿ bi-Cemʿi’l-cevâmiʿ. b.y.: Mektebetü Kurtuba, 1417/1997. Zeylaî, Ebû Muhammed Fahruddîn Osmân b. Alî b. Mihcen. Tebyînü’l-ḥaḳāʾiḳ. Kahire: el-Matba‘atü’l-Kübrâ el-Emîriyye, 1430/2009. Zuhaylî, Muhammed Mustafa . el-Ḳavâ‘idü’l-fıḳhiyye ve tatbîḳâtuhâ fi’l- mezâhibi’l-erba‘a. Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1427/2006. Zuhaylî, Vehbe. el-Fıḳhu’l-İslâmî ve edilletuh. Dımaşk: Dâru’l-Fikr, t.y. —. et-Tefsîru’l-münîr fi’l-‘aḳîde ve’şerî‘a ve’l-menhec. Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1411/1991. Zübeyrî, Ebû Abdillah Mus’ab b. Abdillah. Nesebü Kureyş. Kâhire: Dâru’l- Ma‘rife, t.y. 138