93 KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ’A ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER VE SİYASET BİLİMİ ALANINDA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ “ONUR DOKTORU” UNVANI VERİLİŞ TÖRENİ Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran’ın Toplantıyı Açış Konuşması Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Valim, Değerli Konuklar, Bursa Uludağ Üniversitesi’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’a, “Onur Doktoru” unvan ve belgesi takdim törenine hoş geldiniz. Bugün “Onur Doktoru” belgesi takdim edeceğimiz konuğumuz bir Cumhurbaşkanıdır. Dünyada ender yetişen bir devlet adamıdır, Türk büyü- ğüdür, Kıbrıs Türk ulusunun lideridir ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’da Ulu Önder Atatürk’ün başlattığı, Türk ulusunun bağımsızlık ve aydınlanma mü- cadelesinin günümüzdeki önderlerinden biridir. Sayın Cumhurbaşkanı bugün Kıbrıs’tan yola çıkarak sadece bu tören için şehrimize geldiler ve törenimizden sonra tekrar Kıbrıs’a dönecekler. Yoğun işleri içerisinde Üniversitemize gösterdikleri bu ilgi, verdikleri önem ve bağışladıkları büyük onur için Üniversitem adına teşekkürlerimi saygıla- rımla arz ederim. Değerli Konuklar, Bugün burada Uludağ Üniversitesi olarak; Kıbrıs Türk Ulusunun haklı davasına olan desteğimizi ifade etmek için bu töreni düzenledik. Belki bu salondaki pek çok kişinin doğumundan önce başlayan ve bugün de devam eden ‘Kıbrıs Türkünün “Ulusal Onur” ve “Yaşam Hakkı” savaşına olan inancımızı göstermek için bu töreni düzenledik. 27 Ocak 1924'te başlayan “Kıbrıs ve Kıbrıs Türküne” adanmış bir ömre duyduğumuz saygıyı ifade edebilmek için bu töreni düzenle- dik. Müftülük, Evkafın Türk Halkına Devri gibi konularda etkili görev- ler, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyon Başkanlığı, Türk Mukavemet Teşki- lat Kuruculuğu, Zürich Antlaşması, Atina ve Londra Konferansları, 1964’te ‘İstenmeyen Şahıs’ ilanı, 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı ve 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruluşu ile devam eden “tarih kitabı” gibi bir ya- şama olan hayranlığımızı göstermek için bu töreni düzenledik. Değerli Konuklar, 94 Kıbrıs Türkünün haklı davasını tüm dünyaya anlatmış gerçek bir li- der ve devlet adamı olan Denktaş ismi, vatan ve ulus sevgisi ile, kararlılık, mücadele gücü ve sabırla özdeşleşmiştir. Yukarıda özetlemeye çalıştığım üstün özellikler nedeni ile Uludağ Üniversitesi Senatosu 10 Ocak 2002 tarih ve 2002-1 sayılı oturumunda “U- luslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi” dalında “Onur Doktoru” unvan ve belgesini Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’a takdime oybirliği ile karar vermiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denk- taş’ı; katıldıkları Uludağ Üniversitesi ailesinin ferdi olarak saygı ile selamlıyorum ve katılımınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Arz ederim. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Tahir Baştaymaz’ın K.K.T.C. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a Uludağ Üniversitesi Onur Doktoru Belgesinin Veriliş Gerekçesini Sunuşu: K.K.T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’a 15. yüzyıldan bu yana Türk varlığının etkin olduğu Kıbrıs adasında, özellikle 1950 sonrası Kıbrıs Türklerinin sistematik olarak yok sayılması karşısında “Yaşama hakkının dokunulmazlığı” ve “ Türk egemenliğinin ko- runması” adına vermekte oldukları onurlu mücadeleleri; Barışı yaşamak adına, Türk ulusunun “karakteri” olan “bağımsızlığı” Denktaş adı ile özdeşleşen bir inanç ve kararlılıkla tüm yaşamları boyunca savunmaları dolayısı ile; Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kurulu’nun teklif ve Üniversite Senatosu’nun 10 Ocak 2002 tarih 2002-1 sayılı oturumunda oy birliği ile alınan 6 No’lu kararı doğrultusunda; Uluslar arası İlişkiler ve Siyaset Bilimi alanında Uludağ Üniversitesi “Onur Doktoru” unvanı verilmiştir. Arz ederim. 01.05.2002. 95 KIBRIS SORUNU, AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE K.K.T.C. Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ Sayın Valim, Sayın Komutan, Sayın Rektör, Senatonun Değerli Üyeleri, Uludağ Üniversitesi Sayın Öğretim Üyeleri ve Genç Üniversiteliler, Bu yaşta böyle bir onura laik görülmek, kuşkusuz şahsım için büyük bir olay, ancak şahsım için verilmediğinin bilincinde bulunmakta büyük bir olaydır. Kıbrıs Türk’ü çok büyük yokluklar içersinde, büyük darbeler karşı- sında, Türklüğünden aldığı güçle ve daima Anadolu’ya bakarak Toros dağla- rından gelecek olan sesi dinleyerek, Anadolu’daki kardeşlerine güvenerek bir İstiklal Savaşı vermiştir. İngiltere’nin baskısına rağmen, Atatürk İlkeleri doğrultusunda, yolunu şaşırmamış, Atatürk İnkılaplarını günü gününe takip etmiş ve daima gözü Ankara’da olmuştur. Çünkü Kıbrıs’ta Türklüğün var olabilmesi için Türkiye’den ayrıl- mamasının, kopmamasının şart olduğunun bilinci içersinde yaşamış, geçmiş liderleri, özveriyle çalışan gazetecileri, Kıbrıs Türk halkına daima bu yolu göstermiştir. Bu hikaye çok uzun bir hikayedir. Size kısa kesitlerle burada bugün bulunduğumuz noktanın, ne olduğunu söylemek istiyorum. Sayın Rektörün hakkımda söyledikleri sözlere bir kez daha teşekkür ederken ve bunları halkım adına bir onur vesilesi olarak kabul ederken Lo- zan Antlaşması’na temas etmek istiyorum. Lozan Antlaşması’nda Türkiye ile Yunanistan arasında bir barış dengesi kurulmuştur. Bu dengede, Anadolu’nun bir parçası olan Osmanlı’nın Türkün toprağı olan 70 bin şehidin yatağı olan, Kıbrıs İngiltere’ye bırakıl- mak mecburiyetinde kalınmıştı. İngilizler adaya geldikten sonra ve 1923 Lozan Antlaşması’ndan sonra Rum’lar, o zamana kadar adada hakim olan Kıbrıs Türklerini, Rum’lar yavaş yavaş sindirmeye ve adadan dışlamaya başlamışlardı. ENOSİS meselesi artık gündeme geliyordu. ENOSİS karşı- sında İngilizler zaman zaman Birinci Dünya Savaşı’nda Kıbrıs’ı Yunanis- tan’a hediye etmeye kalkışıyor, sende Bulgaristan’a karşı savaşa girersen Kıbrıs’ı sana veririz diyor, ama o günlerde Yunanistan bunu reddedebiliyor- du. Daha sonra İngilizler adayı kimseye vermemek inadı içerisinde idare etmeye başladılar ve Rumlar zaman içersinde 1950’lerde ENOSİS için teröre tevessül ettiler. EOKA terörist örgütünü kurdular ve ENOSİSten başka bir 96 hal çaresi yoktur, diyerek masum insanları öldürmeye başladılar. Sloganları “ENOSİSe karşı olan herkes düşmanımızdır.” idi. Bunu söylerken Türklerin ENOSİS’e karşı olduğunu ve olacağını biliyorlardı. Dolayısıyla biz ilk gün- den düşman ilan edilmiştik ve ENOSİS’e karşı idik. ENOSİS, bizim için koloni idaresinin, daha kötü bir koloni idaresine dönüştürülmesi olarak ta- nımlanıyordu. Adayı biz Türk adası olarak biliyor ve Lozan Antlaşması neti- cesinde İngiltere’ye bırakılmış olan adadan İngilizler eğer çıkacaksa, adanın yeniden Türkiye’ye verilmesi iddiasını devam ettiriyorduk. Zaman içersinde, Türkiye’nin direnişi karşısında Yunanistan ENOSİSi Türkiye’ye rağmen, yüzlerce Türk’ün cesedine rağmen, temin edemeyeceğini anlayınca, bir an- laşma yapmak yoluna gitti. Rahmetle andığımız Sayın Fatin Rüştü Zorlu ile Averof’un yaptıkla- rı 1959 Zürich Antlaşması, bu barışı yeniden ihdas antlaşması idi. Lozan yeniden Kıbrıs üzerine çekiliyordu. Bunu Türk ulusunun, Anadolu halkının, çok iyi anlamasını ve hazzetmesini istiyorum. 1960 antlaşmalarıyla Lozan’daki Türk-Yunan dengesi, Kıbrıs’ı da kapsayacak bir şekle çekilmekteydi. Eşit şartlarda bir ortaklık cumhuriyeti kuruluyordu. ve bunu üç ülke garantilemekteydi. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere. Bunlara rağmen, şimdi geriye baktığımızda görüyoruz. Mahkemede de geçerli şahadet halinde söyleyeceğim. Görüyoruz ki, Makarios 1960 Ant- laşması’nı imzaladığı gün, İçişleri Bakanı EOKA teröristi Poligarpos Yorgacis’e “Rumları silahla, savaşa hazırla” emrini verir. Ve yine görüyoruz ki, hatta o güne gelmeden önce, Türkleri Kıbrıs’tan nasıl temizleyecekleri ve antlaşmalara ve garantilere rağmen adayı Yunanistan’a nasıl verecekleri” konusunda “Akridas Planı” diye bir plan da hazırlamışlardır. Gizlice silah- landılar Yunanlı General Karayanlis’in de söylediği gibi 1963 sonuna doğru artık Makarios Türkleri avucunun içinde görecek bir duruma geldiğini zan- netti ve saldırdı. 103 köyden bizi dışladılar, bütün devlet organlarından bizi dışladılar. Bizi, yüzde 33 adanın sahibi olan Kıbrıs Türk’ünü, Bölük bölük Türk bölgelerinde %3 toprağın içerisine hapsettiler ve dediler ki, “Azınlık haklarını kabul ederseniz buyurun. Artık Dr. Fazıl Küçük’ü de Cumhurbaş- kanı yardımcısı olarak tanımıyoruz. Anayasa ölmüştür gömülmüştür. Biz meşru hükümetiz ve meşru hükümet olarak size azınlık hakkı veriyoruz.” Buna karşı bir avuç Türk, direnişi göze aldı. O bölgelere Rum’un memurunu, polisini, askerini sokmadı. Gerektiği yerlerde savaştı, can verdi ama boyun eğmedi. Tek bir umudu vardı, tek bir inancı vardı o da Türki- ye’nin garantörlüğü idi. Türkiye’nin, imzaladığı bu uluslar arası antlaşmayı hiçbir zaman ayaklar altına aldırtmayacağıydı. Sabretti. Sabır konusunda bize İnönü, şunları söylemişti: “Milli bir davanın, vatanın müdafaasında, Türkün sabrının bittiği yerde yeniden başlar. Sabrımız bitti, biz teslim oluyo- 97 ruz diyemezsiniz, eğer Türk iseniz.” Türk olduğumuzu, sabretmekle ispat ettik. Gün geldi Yunan Cuntası, Makarios’a ters düştü, darbe yaptı. On bir yıl Kıbrıs’taki azabı halkı ile birlikte izleyen, ve zaman za- man “gelirim, ha yapma” diyerek büyük bir vahşeti durduran Türkiye, niha- yet, uluslar arası antlaşmalarla kendisine verilen hak ve yetkiyi kullanarak, evlatlarını feda ederek, uluslar arası bir antlaşmaya koyduğu imzasının gere- ğini yaptı. Şehitleriniz şehitlerimizle kucak kucağa 70 bin Türk şehidiyle alınmış olan Kıbrıs topraklarına yeni abideler olarak, yeni temel taşları ve yeni tapular olarak yatıverdiler. Şimdi diyeceksiniz ki, peki bu edebiyat güzel, ama Türkiye için Kıb- rıs nedir ki? Bakınız Türkiye’ye, Avrupa Birliği kapıları açılıyor. Onun ö- nünde en büyük engel Kıbrıs meselesi olarak görülüyor. Türkiye’ye diyorlar ki, şu Kıbrıs meselesini hallet de öyle gel. Halletmezsen gelemezsin. Görü- yorsunuz Türk basını içersinde de bu fikri destekleyenler vardır. “Kıbrıs nedir ki, biz bunları yapıyoruz.” diyenler vardır. Haklı olabilirler, eğer Kıb- rıs’ın Türkiye için ne anlama geldiğini bilmiyorlarsa. Ben size Kıbrıs’ın Türkiye için ne anlama geldiğini Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1938’de genç subaylara bir harp oyununda sorduğu soru ve veri- len cevaplar ve kendisinin verdiği cevapla anlatmaya çalışacağım. Harp o- yununda genç subaylara Atatürk soruyor? Türkiye yeniden işgal altında olsa, yeniden istiklal savaşı vermek zorunda olsa, bizim ikmal yollarımız nelerdir? Genç subaylar, Suriye derler, Irak derler, İran derler, her biri bir yer söyler. Atatürk bunları dinledikten sonra ayağa kalkar haritaya gider. “Beyler Kıb- rıs’a dikkat ediniz. Kıbrıs düşman elinde ise ikmal yollarımız tıkanmıştır.” der. Yıllar sonra Kıbrıs meselesi devam ederken Sayın İsmet İnönü, Sa- yın Fahri Korutürk, Sayın Celal Bayar ve diğerleriyle yaptığımız konuşma- larda, daima bize söylenen bir söz vardı: “Denktaş Bey, bize gelip yardım istediğinizde üzüntünüzü de beyan ediyorsunuz. ‘Bu yardımları istiyoruz, Türkiye’nin durumunu biliyoruz, ne yapalım diye.’ üzülmeyiniz çünkü Kıb- rıs’ta Kıbrıs Türk’ü sadece kendi hak ve hürriyetini değil Türkiye’nin çok önemli bir jeopolitik hakkını da korumaktadır. Uluslararası tespit ve tescil edilmiş bir hakkı da korumaktadır. Eğer Yunanistan veya Kıbrıs Rumları Kıbrıs’a sahip çıkarlarsa, Türkiye Denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar. Buna hiçbir zaman razı olamayız.” Bir defasında Kıbrıs’tan zannedersem 1965 senesinde bir heyet gel- di. Bu heyetin, İsmet İnönü’ye verdiği mesaj: “Paşam dayanamıyoruz artık. Mümkün değil, bir iki aya kadar gelip bizi kurtarırsanız, kurtarırsınız, kurta- ramazsanız mümkün değil dayanamıyoruz” şeklinde oldu. İsmet İnönü din- ledi, önüne bir liste açtı. Kıbrıs’a yapılan yiyecek yardımlarını, Kıbrıs’a gönderilen parasal yardımları saydı ve: “Siz vatan müdafaasındasınız ve bu 98 vatan üzerinde Türkiye’nin de hakkı vardır, yetkileri vardır. Uluslar arası antlaşmalar Türkiye’ye bu hakları vermiştir, Tarih Türkiye’ye bu hakları vermiştir. Bu müdafaayı sürdürdüğünüz için biz bahtiyarız. Böyle bir halkı- mız olduğu için bahtiyarız. Siz olmasaydınız da Türkiye Kıbrıs’ı Yunanis- tan’a bırakmazdı. Kıbrıs meselesini Atina’da hallederdi. Dolayısıyla bir va- tan müdafaasındasınız. Vatan müdafaasında Türk’ün sabrı bittiği yerde yeni- den başlar. Türk iseniz sabredeceksiniz.” dedi. İşte bu şartlar altında bu mücadele yürümüştür. Şimdi Avrupa Birli- ğine tekrar dönmek istiyorum. Avrupa Birliği diyor ki, “Kıbrıs müracaat etmiştir, Kıbrıs en iyi adaylardan biridir, ekonomik ve mali açıdan, politik açıdan. Dolayısıyla bu müracaatı ertelemek durdurmak mümkün değildir. Kıbrıs Türkleri bu Kıbrıs trenine atlasın, Zamanı geldiğinde üye olacaktır.” Cevap verip diyoruz ki, Bu bir Kıbrıs treni değildir. Bu bir Rum tre- nidir. Niçin Avrupa Birliğine müracaat ettiklerini, Klerides açıkça söylemiş- tir. Demiştir ki, “Avrupa Birliğine girdiğimiz taktirde, Türkiye’nin garantisi etkisini kaybedecek, Kıbrıs Türklerine vaat edilen iki kesimlilik ve iç özgür- lüğün kısıtlanması Avrupa yasalarına aykırı düşecek, anlaşıp ta değiştiğimiz bütün Rum göçmenler, eski yerlerine dönebilecek, böylelikle Yunanlılık zafere ulaşacak”. Avrupa Birliğine müracaat etmeleri, silahla 11 yılda yapamadıkları- nı, 30 küsur yıldır ambargolarla yapamadıklarını Avrupa Birliği yoluyla yapmak içindir. Türkiye ve bizim mücadelelerimiz sayesinde, Lozan Ant- laşması’ndaki dengeyi silahla bozamadılar, bozdurtmadık. Açlıkla bozama- dılar, müsaade etmedik. Şimdi Avrupa Birliği yoluyla Avrupa Birliğine Kıb- rıs girdi diyerek bozmak istiyorlar. Türk-Yunan dengesini ortadan kaldırmak istiyorlar. bunu başardıktan sonra bize, şimdi yapılan antlaşmalarda ne hak verirlerse versinler bir paralık kıymeti kalmayacaktır. Onun için acele Avru- pa Birliğine Kıbrıs’ı götürmek için büyük bir uğraş vardır. Şimdi Avrupa Birliği neden bu yanlışı yapıyor? Neden Kıbrıs olma- dığı, Kıbrıs Rum müracaatı olduğunu bildiği bu müracaatı yürütmeye devam ediyor. Bunun cevabını bir çok şekilde verebilirsiniz ama, ben soruyu Avru- pa Birliğinin üst kademesindeki insanlarına sordum. Dedim niçin bütün Kıb- rıs olmadığını bildiğiniz halde, bir Rum müracaatını aldınız yürütüyorsunuz? ve neticenin de çok kötü olacağını da görüyorsunuz. Cevabı gayet basitti: “Denktaş Bey, biz yanlışlık yapmadık. Yanlış varsa BM yapmıştır zamanında. Kıbrıs Rum’u Ortaklık Cumhuriyetini yık- tıktan sonra meşru hükümet olarak tanımıştır. Bizde meşru hükümetler kulü- büyüz. Bu da meşru hükümet olarak tanındığına göre, bunu alıyoruz ve alacağız. Çünkü politik açından, ekonomik açıdan mükemmel bir kuruluş- tur.” 99 Peki dedim. Eğer sizin kriteriniz, esas ölçünüz BM’ye üye olmak ise, Türkiye’nin iç meselesine neden karışıyorsunuz? Neden bunu da yap, şunu da yap sonra gel diyorsunuz? Cevap: “Çünkü bizim özel ölçülerimiz var. Bizim kulübümüze gir- mek için bir formata girmek lazımdır.” O formatınız nedir? Demokrasidir, insan haklarıdır, efendim şudur, budur değil mi? Peki bu Kıbrıs dediğiniz hükümet sizin bu formatınıza kriterlerinize uyabiliyor mu? Nasıl uyuyor? Sizin üyeleriniz arasında veya adaylar arasın- da halkının dörtte birini “Anayasal haklarımı isterim ve bunları sana kaptır- mam.” dediği için devletin dışına dışlayan, bütün organlarından atan ve bu haklarında ısrar ettiği için toplu mezarlara gömen, aç bırakan, Kızılay yar- dımlarından bile vergi alan başka bir üyeniz var mı? 39 yıldır ambargolarla halkının dörtte birinin ekonomisini yok etmek için uğraşan, Avrupa Birliğine gelip 1960 antlaşmalarına rağmen yalan söyleyen, hükümet olduğunu iddia eden bir başka devletiniz var mı? Cevap: “Biz iç meselelere karışamayız” diyorlar. O halde Türki- ye’nin iç meselesine nasıl karışıyorsunuz? dediğimizde yine cevap yoktur. Neticede gözler kapalı bir karar verilmiştir. 1964’den itibaren BM de Kıbrıs diye kabul edilen meşru hükumet Rum hükumetidir. Avrupa Birliği Kıbrıs Rum'unu şereflendirerek Kıbrıs meselesini neticelendirecektir. Neden yaptılar bunu? Amerikalılara, İngilizlere soruyoruz neden yaptınız bu haksızlığı? Milosoviç, Makarios’un yaptığından daha fazlasını yapmış değildir. Milosoviç’i mahkemelere veriyorsunuz, kovalıyorsunuz, Makarios’u şenlen- dirdiniz, şereflendirdiniz ve herkesin hükümeti yaptınız. 1960 antlaşmalarına rağmen niçin yaptınız? Cevap gayet basittir. Doğrusunu söylemiyorlar, Yunan lobisi nede- niyle biz Yunanistan’ı desteklemeye mecburuz. Ama Türkiye’de müttefiki- mizdir ona ihtiyacımız var, Türkiye’yi de gücendirmek istemedik demezler. Dedikleri şudur: “Efendim biz o günlerde 1963-64’de soğuk savaş karşısın- daydık. Makarios Rusları Kıbrıs’a getirecekti. Bizi tehdit ediyordu. Onun için Makarios'un bu hatayı yapmaması için, onu memnun etmek mecburiye- tindeydik. Hükûmet diye kendisiyle muhatap olduk. Maalesef artık bunu değiştiremiyoruz.” Yani aldıkları karar ile Kıbrıs meselesini halledilmez hale getiren BM Güvenlik Konseyi kararlarıdır. Ve bunu perçinleyen AB kararla- rıdır. Bunu açık açık kendilerine söylüyoruz. Ve açık açık herkesin bilmesi lazımdır ki, bu kararlara dayanıldığı taktirde, Türkiye’nin Lozan Antlaşma- sı’yla kurduğu Türk Yunan dengesi, kökünden bozulacak ve dolayısıyla Kıbrıs'ın kaybı sağlanacaktır. Bundan başka bir şey görmüyoruz. Uzun yıllar ben Rumlarla görüştüm. 1968-1974 döneminde Klerides’le görüştüm. İstedikleri hemen hemen her şeye razı oldum iki şeyi 100 mahfuz tuttum. Neydi o? Kıbrıs Türk’ü azınlık olmayacak, yeniden kurucu ortak statüsüne geçecek ve Türkiye’nin garantisine dokunmayacaksınız. Gerisi idarede bu olsun, şu olsun tamam. Bölgesel hak da istedik başka bir şey istemiyoruz. Makarios ret etti. Yunanistan kendisine kabul et dediği halde hayır, “Mademki azınlık hakkını kabul etmiyorlar, azınlık statüsüne inmiyorlar kabul etmem.” dedi. Çünkü Makarios'un bütün Rum liderlerine bir vasiyeti vardı. Diyordu ki; “Yaptıklarımla yani ortaklık cumhuriyetini yıkıp Türkleri içimizden atmakla ben Kıbrıs’ı ENOSİS’e en yakın yere ge- tirdim Bundan geri dönmek yoktur. Bundan ancak ENOSİS için geri döner- siniz.” Dolayısıyla hiçbir Rum lideri bizimle yeniden bir antlaşma yapmak cesaretine sahip değildir. Çünkü bizimle antlaşma yapmak demek yeniden bir ortaklık kurmak, yeniden ENOSİSi yasaklamak ve yeniden müşterek bir idare içersinde Kıbrıs’ın Türklüğüne sahip çıkmak demektir. Ve bir çok be- yanatlarıyla liderlerin hemen hemen hepsi Kyprianu’nun sonradan söylediği, 11 yıl benimle federasyon konuşup, 11 nci yılda “Ben federasyona hiç inan- madım ki, ben Makarios’un vasiyetini tuttum.” diyen Kyprianu, “Bizim için önemli olan Kıbrıs Cumhuriyeti ismini muhafaza ve bu isim altında Kıbrıs’a sahip çıkmaktır.” diyordu. Onlar, meseleye bu çerçevede çözüm aramakta- dırlar. Tekrar bakarsanız ve soğuk kanlılıkla incelerseniz şöyle göreceksiniz. Neydi Kıbrıs Rumu’nun 1963’deki saldırısının hedefi? Kıbrıs’a sahip çık- mak ve bizi azınlık yapmak. Bunu Klerides açıkça kendi kitabında hatıratın- da yazıyor ve diyor ki, “Bizim hedefimiz bu cumhuriyeti, evvela bir Rum Cumhuriyetine dönüştürmek ve ondan sonra Türkleri de korunmaya alınmış bir azınlık yapmaktır.” Peki ne oldu, Dünya ne yaptı? Bütün itirazlarımıza ve Türkiye’nin bütün gayretlerine rağmen, ortaklığı yıkmış olan, toplu mezarları mütemadi- yen doldurmuş olan, anayasayı çiğnemiş olan uluslar arası antlaşmalara karşı çıkmış olan Rum idaresini meşru hükümet olarak tanıdı. Kıbrıs meselesi Rumlar için o anda bitti kardeşlerim. Güvenlik Konseyinin Mart 1964 kararı üzerine Güvenlik Konseyin- den ben ağlayarak çıktım. Bu iş artık bitmiştir. Makarios hiçbir şekilde geri- lemeyecek dedim. Dediğim çıktı. Şimdi bu gün, bunca yıl sonra görüşmeler- deki en büyük engel, Kıbrıs hükümeti vardır. Devlet vardır. Egemenliği var- dır. Biz bu var olan hükümetin cumhuriyetin anayasasını değiştirelim. Bu cumhuriyetten kaçmış olan Kıbrıs Türk’ü kuzu kuzu gelsin kendisine güven- ce verelim, Klerides’in dediği “Korunmaya alınmış azınlık” yani “Ama eşit- siniz diyelim, Türkiye’nin garantisi devam eder diyelim, Türklere bunu ka- bul ettirdikten sonra, önümüzde uluslar arası mahkemeler var böyle garanti olur mu? böyle bağımsızlık olur mu? diye gideriz, tedirginliği devam ettiri- riz. Bütün göçmenlerimizin geri gelmesi gerekir. İnsan hakkıdır. Engel bu.” şeklinde yapacakları propagandalarla Kıbrıs Rum’u amacına ulaşacaktır. 101 Biz diyoruz ki, geliniz, bunca yıl sonra artık gerçekçi olalım. Kıb- rıs’ta iki halk var 1960 antlaşmaları bu iki halkın kurduğu bir ortalık yarat- madı mı? “Hayır” diyorlar. “Cumhuriyetin içinde iki cemaat vardır.” diyorlar. Bunların karşısındayız. Oyun bizden alabildikleri kadar toprak al- mak, bu topraklara 100 bin 110 bin kadar göçmen olarak tanımladıkları Rumları getirmek. Kıbrıs’ta göçmen yoktur. Bütün göçmenleri yerleşmiştir. Bizim göçmenlerimizin yerleştikleri gibi. Kıbrıs’ta göçmenlik diye bir şey yoktur, yerleşmiş insanlar vardır. Bize kalacak dedikleri toprağın, bizim egemen toprağımız olmamasını, Belediye alanı gibi bir statüye sahip olması- nı istiyorlar. Oraya da “Rum mal sahiplerinin dönmesi insan haklarıdır” di- yecekler. Buna razı olacağız, güle güle yaşayacağız. Çünkü bizi çok seviyor- lar(!) Biz buna razı olamayız. Çünkü tarihi gerçekler, böyle bir durumda Türklerin can güvenliğinin olmayacağını ortaya koymaktadır. Tarihten aldı- ğımız dersler, bunun karşısında olmamızı gerektiriyor. Ben geçenlerde Strazburg’a gittim. çeşitli makamlarla görüştüm. Konferanslar verdim. İstediğim ne idi? İstediğim şu idi: Bugüne kadar Kıbrıs meselesini halletmek için girişilen bütün etkin- likler, başarı sağlamamıştır. Nedenini sorunuz? Bunu istiyorum, neden başa- ramadık? Yani mesele nedir sorusunu sorarak hal çaresi arayalım. İki tarafı karşınıza almışsınız, Güvenlik Konseyi kararlarında, bunlar iki eşit taraftır deniliyor. Ancak bu eşitlerden bir tanesini diğerinin de hükümeti yaptınız. Bu hükümet yani Güney Kıbrıs Rum Hükumeti, Kıbrıs meselesi 1974’te başladı diyor. Mesele Türkiye’nin gelmesiyle, Türkiye’nin işgaliyle başladı diyor ve çözüm, göçmenlerimin (Rum) geri dönmesiyle sağlanacaktır diyor. Sizde bunun üzerine karar üzerine karar üretiyorsunuz. Diğer yanda, bu iki eşitten Türk tarafı diyor ki; durun bakalım. Me- sele 1963 de başladı. Mesele bir ortaklık cumhuriyetinin yıkılmasıdır. ENOSİS için yıkılmasıdır. İşte Akridas Planı, İşte Makarios’un söyledikleri ve yaptıkları, İşte General Karayanlıs’in ifadesi, İşte Rum yazarların söyle- dikleri. Mesele uluslar arası antlaşmalarla meydana gelmiş olan bir ortaklığı, iki eşit ortak arasında yeniden ihdas meselesidir. Bu teşhisi koymadığınız için, içteki dengeyi bozmak üzere Rumlar saldırıya geçtikten sonra bölgeler- de kendimizi müdafaa ettik anlamadınız. 1974 olayı oldu, devletimizi kur- duk, dengeyi, iç dengeyi biz bu şekilde sağladık, ortaya koyduk. Mahke- meymişsiniz gibi karar çıkarttınız, biz yasa dışıyız. yasa dışı olmayan meşru hükümet Rum idaresidir diyorsunuz. Bizimle ortaklık kurması için, Rum'a bir motivasyon bırakmadınız. Onları, “Ben meşru hükumetim siz yasa dışısı- nız.” diyebilecek bir duruma getirdiniz. Böylelikle bu çıkışlarınızla, bu ka- rarlarınızla Kıbrıs meselesinin hallini siz engellediniz, engellemeye devam ediyorsunuz. Şimdi iki taraf bir meseleyi 180 derece farkla ifade ediyorsa, gerçek mesele nedir? sorusunu sorarak teşhisini koymak, meselenin halli için yardımcı olmak isteyenlere düşer. Siz teşhis koymadan 39 yıldır halletmedi- 102 ğiniz meseleyi şimdi bize, Avrupa Birliği yıl sonuna kadar Kıbrıs’ı alacak aman acele edin diyerek halletmeye çalışıyorsunuz. Acele etmezsek ne olacak? Türkiye zarar görür diyorlar. Türkiye’nin ne alakası var Kıbrıs meselesiyle? Siz İngiltere'nin önüne, İrlanda meselesini hallet öyle gel dediniz mi? Almanya’ya önündeki terörizmi hallet öyle gel diyor musunuz? Evet demiyorsunuz. Yunanistan’a meseleyi sen başlattın, Türkiye başlatmadı, hallet, hallettir yoksa sen Avrupa Birliğine giremezsin diyor musunuz? Hayır. Türkiye ne yapmıştır? Türkiye Akdeniz’in ortasında en büyük jenosit soy kırım harekatını durdurmak için, insanlığa hizmet et- miştir. Evlatlarını feda ederek, uluslar arası antlaşmalarla garanti ettiğimiz düzeni korumak ve kurtarmak için Kıbrıs’a gelmiştir ve demiştir ki, “mese- leyi halledin gideyim.” Halletmeyen taraf Rum tarafıdır. 1974’e kadar dünyaya; “Efendim, Kıbrıs Türkleri isyan etti, azınlık isyan etti, dava budur diyen Rumlar, 1974’ten hemen sonra Kıbrıs meselesi 1974’te başlamıştır, mesele, iskan meselesidir, göçmenlerin geri gitme meselesidir diyorlar ve siz buna da ina- nıyorsunuz (!) bunu da kabul ediyorsunuz. Peki Kıbrıs Türküne bu düşman- lığınız niye? Türkiye’ye karşı bu tutumunuz niye? Avrupa Birliğinden ses geldi. Dedi ki Avrupa Birliği için Kıbrıs’ın jeopolitik önemi var. Güzel, Türkiye için de jeopolitik önemi var ve Türkiye bu jeopolitik haklarını uluslar arası antlaşmalarla belgelemiştir, kayda ge- çirmiştir. Bu jeopolitik haklarını da kimseye kaptırmamak için evlatlarını feda etmiştir. Avrupa Birliği için Kıbrıs’ın jeopolitik önemi varsa, aynı öne- me önem veren Türkiye’yi üye yapın. Böylece Türkiye vasıtasıyla jeopolitik hakkını korumuş olursun. Ama Kıbrıs’ı Yunanistan’a kaptırmayın. Rum liderleri diyorlar ki, “Avrupa Birliğine girdiğimiz taktirde, bu aynı zamanda Yunanistan ile ENOSİS yapmaya muadildir.” doğrudur, eğer bu olursa. Rumlar Avrupa Birliğinden, Kıbrıs’a Türkiye’den vize isteyecek. Ama Yu- nanistan elini kolunu sallayarak gelecek. Kapitali ile gelecek insanıyla gele- cek. Türkiyesiz bir Avrupa Birliğine Kıbrıs alındığı taktirde; Rumlar, Kıbrıs’ta bunca yıl silahla terörizm ile kötülükle yapamadıklarını yapmış olacaklar ve Klerides’in söylediği gibi, amaçlarına ulaşacaklar. Dolayısıyla bizim çağrımız, Üniversitemizin bünyesinden de bu çağrıyı tekrarlıyorum. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği yetkilileri, BM Güvenlik Konseyi yetkilileri, Kıbrıs meselesi nedir? Sorusuna bilimsel, gerçekçi bir cevap bul- mak mecburiyetindedirler. Ben meşru Kıbrıs hükümetiyim diye, hükümet makamını işgal etmiş olan Rumlar, o unvan ile tehditlerini her gün devam ettirmektedirler, silahlanmaktadırlar ve dünyaya yalan söyleyerek Kıbrıs’a sahip çıkma siyasetlerini yürütmektedirler. 103 O halde Kıbrıs’ta niye görüşmelere başladım. Çünkü büyük bir teh- like gördüm. Avrupa Birliğinden meşhur kişiler, beyanat yapıp diyorlar ki, “Antlaşma olsa da olmasa da biz Kıbrıs’ı alacağız. Türkiye blöf yapıyor, Türkiye bunu engelleyemez. Türkiye’nin 1960 antlaşmalarıyla bunu engel- leme hakkı yoktur. Rumlar büyük bir memnuniyet içerisinde Avrupa Birliği- ni seyrediyorlar. Tren yolda gidiyor. Ben Türk hükümetleriyle temas halin- deyim. Türkiye’yi çok iyi biliyorum. Türk Parlamentosunun Kıbrıs’la ilgili kararlarını biliyorum. Türk Hükümetiyle Kıbrıs Türk Hükümetinin yaptığı antlaşmaları biliyorum ve biliyorum ki, Türkiye son ana kadar, bu meselenin halli için uğraşacaktır ve bizi de uğraşımızda destekleyecektir. Ama yine biliyorum ki, bütün uğraşımıza rağmen Avrupa Birliği ben Kıbrıs’ı aldım derse, o an Türkiye yasal haklarını kullanacaktır. Bu da bir kriz yaratacaktır. Avrupa Birliğini sarsacak olan, Türk-Yunan dengesini bozacak olan, Kıbrıs’ı hayli zorluğa sokacak olan bir kriz yaratacaktır. Kriz ne olur bilmem, ama kriz olacaktır. Uzlaşma olmayacaktır. Buna biz razı değiliz, çünkü teşhis konulsa Rumlara; “Sen Kıbrıs Türklerini temsil edemi- yorsun, edemezsin, etme hakkın yoktur.” denirse, bu meselenin barış yolla- rıyla halledilebileceğine yürekten inanan bir kişiyim. Bunu söylemeye başla- yanlar var, kafi değildir. Sesler daha da yükselmelidir. Özellikle bizim içimizden efendim Kıbrıs girdimi girecek mi? Efendim Kıbrıs Türkiye’ye engel mi diye fikir yürüten arkadaşlarıma sesleniyorum. Kıbrıs’ın müracaat etmediğini, müracaatın Rumlar tarafından yapıldığını dünyaya duyurun kar- deşlerim. Avrupa Birliği için Kıbrıs’ın müracaatı yoktur, Rum Hükumetinin müracaatı vardır. Rum Hükumeti Kıbrıs değildir. Türk basınından bu gerçe- ğin haykırılmasını yayılmasını istiyoruz. Teşhis konmasında ısrar etmelerini istiyoruz. Aksi taktirde Kıbrıs’ta olacak bir haksızlık Lozan Antlaşması’nı delmek kadar önemlidir. Onun kadar Türkiye açısından büyük bir olaydır. Ben biliyorum ki bu olaya Türkiye boyun eğmeyecektir. Tekrar ediyo- rum,Türkiye’nin Kıbrıs’taki konumu ve durumu eğer sadece Kıbrıs Türkle- rini korumak olsaydı, kapılarını açar buraya gelsin der, bize güzel vatanın topraklarında yer verir, Kıbrıs Türkleri meselesi diye bir mesele olmazdı. Biz küçücük yaştan itibaren Kıbrıs’ta kalma hikmetini Türk topraklarında yaşamaya ve Türk’ün hakkını korumaya atfederek büyüdük. Benim dedem, 5-6 yaşında bir çocuktum. Beni alır gezdirir, daima göndere İngiliz Bayrağı- nın çekildiği günü hatırlatırdı. Ağlamaklı sesiyle o gün duydukları ıstırabı anlatırdı. Rumların da neşesini, küfürlerini, bir Rum kasabın “Bıçağı sapla- rım” dediğini, o gün az kalsın kan akacağını anlatırdı. Ondan sonra oğlum, ben görmeyeceğim ama sen göreceksin. Gittiler ama yine gelecekler derdi. O inançla yaşadı insanlar. O gün geldi. Türkler gelmişti. 16 Ağustosta Albay Turgut Sunalp ile temas ettim. Dedim ki benim hikayem bu. Kıbrıs’ta aynı günü yaşamış olan 104 Türk Bayrağının gönderden indirilmiş olduğunu görmüş olan 8 kişi buldum. Bunları ben Magosa Limanına getireceğim dedim. Sancağı onların önünde açmasını rica ettim. O günü yaşadık. O ihtiyarların önünde sancak açıldı. O ihtiyarlar hünküre-hünküre yere kapandı Allah’ına şükretti. Dolayısıyla Kıb- rıs meselesinde sadece duygu yoktur. bilinç vardır, inanç vardır, iman vardır. Çünkü bunlar olmazsa, sadece Kıbrıs Türk’ünün Girit Türk’ü gibi olması değil, aynı zamanda Türkiye’nin çok önemli jeopolitik bir hakkının yok ol- ması ve Türkiye’nin dünya karşısında uluslar arası antlaşmalarla elde ettiği hakları 40 mil ötedeki bir adada bile korumayan bir Türkiye görüntüsü çıkar ortaya. İtibarımız kalmaz. 1974 Barış Harekatı başladı. Gökten gördüğünüz paraşütler yağıyor. Deniz sahilinde donanma bombardıman ediyor. Lefkoşe’nin etrafında müca- hitler Rumlara, Rumlar bizlere ateş açıyor. Gönyeli Ovaları Kırnı’ya kadar ateş içersinde. Kolordu Komutanı Nurettin Paşa intikal etti dediler. Osman Örek Beyle Allah rahmet eylesin arabaya atladık Boğaza gittik her taraf yan- gın içersinde. Nurettin Ersin Paşa, harita üzerinde çalışırken; Denktaş Bey geldi dediler, her şeyi bıraktı yanımıza geldi. Paşayla kucaklaştık. “Kahve mi çay mı?” diye sordu. Paşam Allah için olsun, biz ne istiyorsanız? Yardım etmeye geldik dedik ve talimatını aldık. Biraz ötede bir paraşütçü subayı sigarasını tüttürmüş paraşütlerin toplanmasına bakıyordu. Onunla da kucak- laştık. Dedik ki “Bu cehennemin içindeki ateşin içine atlarken korkmadınız mı kardeşim?” Bu askere sorulur mu. İşte o anın bir reaksiyonu, öyle geldi bize. Dedi ki, “Denktaş Bey ben üniversite görmüş birisiyim. Hurafeye i- nanmam. Ben sana bir şey söyleyeceğim sen inanmayacaksın.” nedir dedim. “Ben atladığım zaman bütün semada beyaz atlar üzerinde yalın kılıç binlerce atlılarla indim.” dedi. Ben bu topraklara inanmış olayları görmüş biriyim. Bu topraklarda, yalın kılıç gelmiş Türk erleri hala yatmaktadır. Allah hepsine rahmet eylesin. Gerilerde Türk gençlerini görüyorum. Onlara bir iki laf söylemek istiyorum. Evlatlar, bu vatan gökten inmemiştir. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de gökten inmemiştir. Hak ve hürriyet verilmez. Atalarımız, can pahasına, kan pahasına almıştır. Bu vatanın kıymetini biliniz. Bu vatanı dıştan hiçbir düş- man yıkamaz, alamaz, parçalayamaz. Ama içten size parçalatabilirler. Sizi bir birinize düşürmek için geçmişte sağ-sol oyunları yapıldı. Dinli dinsiz ayrımları yapılmak istendi. Sizi ve vatanı parçalamak için örgütler kuruldu. Bu acıları geçmişte yaşadınız. Bir şeyi biliniz. Hepimizin bir Türkiye’si var. Onu parçalarsak, parçalanmasına müsaade edersek, oynanan oyunları görmezsek, oyunlara gelirsek o zaman kimse bizi kurtaramaz. Yeni bir Mus- tafa Kemal belki de bulunamaz. Onun için bayrak nedir, vatan nedir bunu çok iyi anlayınız. Daha geçenlerde Avrupa Birliğini temsil eden bir kişi olan, Büyük Elçi Madam Fok, sağa sola yazdığı e-maillerle gündeme geldi. Bunlarla 105 Kıbrıs Türkünü Türkiye’den ayırmak için sağa sola nasıl direktif verdiği ortaya çıkmıştır. Uğraşları altını çizerek vurguluyorum, Kıbrıs Türkünü Türkiye’den ayırmak içindir. Peki niçin? Çünkü baktılar ki silahlar karşısında Kıbrıs Türkü yılmadı benim Anadolu’m var, kardeşim var, garan- törüm var dedi yılmadı. Aç bırakıldı diz çökmedi, gelecekler dedi. Etle tırnak ayrılmıyor. Ne yaptılar? Kıbrıs dahilinde paralı kalemler tuttular. Paralarıyla özel gazete çıkardılar. Türkiye ve Türk askeri aleyhinde bir propaganda başlattılar. Sonra bu yazıları Türk basınına getirdiler. Dediler ki, “Bakın Kıbrıs Türkleri sizin için ne düşünüyor. Bunları korumaya değer mi? Vazgeçin bunlardan.” Bu fikirleri işleyen yazılar yazıldı. Oyunlar sahnelendi. 5-6 çocuk buldular, “Türkiye işimize karışmasın dedirttiler.” Sonra Kıbrıs Türk gençliği konuşuyor diye Anadolu’ya yayıldı. Niçin? Çünkü etle tırnak ayrılmaz da onun için. Bize döndüler adamlarına yazdırdıkları yazılarla dediler ki, “Türkiye sizi istemiyor, Avrupa Birliği için sizi satacak. Bu nedenle, şu nedenle şunu yapıyor.” Ekonomik sıkıntılardan bunalan insanlara olmadık şeyleri telkin ettiler. Şimdi Kıbrıs’ta Avrupa Birliğine yakın kapıları açın diye her tarafta yaftalar görürsünüz. Açın o kapıları bir, kim olduğunuzu tespit etmeden, statünüzü almadan açın, göreceksiniz altındaki uçurumu. Görmeden adım atarsanız bittiniz. Onun için sevgili gençler, içinizde dolaşan ve güya fikir hürriyeti adı altında sizi bir birinize vuruşturmak için oyun oynayanlara dik- kat ediniz. Onlar sizi sevmiyor; onlar Türkiye’yi de bu vatanı da sevmiyor. Onlar, dıştan asla yıkılamayacak bu vatanı içten siz gençlere parçalatmak için, başkalarına hizmet ediyorlar. Ama sizler Atatürk’ün varislerisiniz. Ata- türk, bu vatanı ve geleceğini size emanet etti. Bu güzel üniversitelerde gör- düğünüz dersler, aldığınız ilim irfan, sizi Atatürk’ün yolunda bu vatan için dimdik ayakta durmaya sevk etsin. İşsizlik sizi üzecektir. Bazen yokluk belki de sizin belinizi bükecektir. Ama bu bayrak gönderden inmesin diye, bu vatana yeniden düşman ayağı basmasın diye, ben varım demelisiniz. Türk gençliği Selamlar size... Kıbrıs meselesi çok yoğun bir safhaya girmiştir. Biliyorum ki, bütün Anadolu, bütün halk, Türkiye’nin garantörü olduğu ve bu garantörlük ile sadece Kıbrıs Türklerinin can ve malını değil, haklarını değil, aynı zamanda Türkiye’nin çok önemli jeopolitik haklarını da, garantilemiş olduğunun bi- lincindedir. Bu nedenle adanın geleceği hakkında yapılmakta olan bu gö- rüşmelerin sonucu, tabiatıyla herkesi ilgilendirmektedir. Bazıları, Avrupa Birliği mi, Kıbrıs mı? sorularını soracak hale geti- rilmişlerdir. Halbuki hiç alakası yoktur, böyle bir bağlantı mevcut değildir. Türkiye bunu kabul etmiyor. Hukuki açıdan da bu kabul edilemez bir du- rumdur. Çünkü bu güne kadar Avrupa Birliğine girmenin kriterleri arasında bir ülkenin milli davası ile ilgi davranışı bahis konusu edilmemiştir. İlk ola- rak Türkiye için bu engeli ortaya koymaya çalışıyorlar. Sanki Kıbrıs mesele- 106 sini Türkiye çıkarmış gibi Türkiye’ye Avrupa Birliğine girmek istiyorsan evvela Kıbrıs meselesini hallet, öyle gel demeye getiriyorlar. Gerçekten bu durum kendilerini üzen bir konuysa, Kıbrıs meselesini çıkarmış olan Kıbrıs Rumlarına ve onu desteklemiş olan garantör Yunanis- tan'a bunu söylemeleri gerekirdi. Türkiye, Kıbrıs'ta evlatlarını feda ederek 20. yüzyılın son yıllarında en büyük soykırımı önlemiştir ve imzasıyla şeref- lendirdiği bir anlaşmanın verdiği hakla, “Kıbrıs bağımsız kalacaktır, iki hal- kın ortaklığına dayalı bir Kıbrıs olarak kalacaktır” garantisini ortadan kal- dırmak isteyenler karşısında gereğini yapmıştır. Jeopolitik açıdan Kıbrıs Türkiye için hayati öneme haizdir. Ata- türk’ün zamanından bu güne kadar her lider bunu vurgulamıştır. Dolaysıya Kıbrıs meselesinin halli, iki halka eşit muameleden geçer. Kıbrıs’ta, Rum ne ise, Kıbrıs Türk’ü de odur. Rum hükümetim, devletim diyorsa, Kıbrıs Türkü halkının da aynı şeyi söylemek korumak hakkıdır. Eşitlik esastır. Eşitlik için uğraşıyoruz ve eşit şartlarda yeni bir ortaklık kurmak için uğraşıyoruz. Eğer bize yardımcı olmak isteyenler bize eşit muamele ederlerse, bu uğraşımız gerçekleşir. Avrupa’dan yükselen Kıbrıs Rumları Türkleri temsil edemez sesleri daha da yükselirse, o zaman şansımız artacaktır diyorum tekrar ilgini- ze teşekkür ediyorum.