T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt: 17, Sayı: 2, 2008 s. 95-120 Cahiliye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi Mehmet Yalar Doç. Dr., U.Ü. İlahiyat Fakültesi Özet Bu çalışmada, İslam’ın başlangıç döneminden günümüze dek tartışılmaya devam etmesi sebebiyle önemini korumaya devam eden cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliği ele alınmaktadır. Çalışma, konunun ele alınış nedeninin temellendirildiği bir girişle başlamaktadır. Daha sonra, konuyla ilgili klasik yaklaşımlar, alanın klasik otoriteleri olarak kabul edilen şahsiyetlerin görüş ve gerekçelerine yer verilip karşılaştırılmak suretiyle değerlendiril- mektedir. Ardından söz konusu gerçekliğe dair olumlu ve olumsuz çağdaş yaklaşımlar, gerekçeleriyle birlikte mukayeseli olarak incelenmektedir. Çalışma, kısa bir sonuç ve değerlendirme bölümüyle sona ermektedir. Abstract The Issue of the Historical Truth of Jahiliyya Poetry This article examines the historical truth of Jahiliyya Poetry. It has been a significant controversial issue from the early period of Islam until now. The article begins an introduction about the reasons why the topic has been discussed. Later, it comparatively studies on the classical approaches, and the ideas, arguments asserted by the authorities in that area. Also it deals with the positive and negative modern remarks on the issue. It ends a short conclusion and assessment. Anahtar Kelimeler: Cahiliye Şiiri, Arap Edebiyatı, Tarihsel Gerçeklik, Klasik, Çağdaş. Key Words: Jahiliyya Poetry, Arabic Literature, Historical Truth, Classic, Modern. Giriş Arap edebiyatında cahiliye şiiri, bu alanın araştırmacıları için her zaman birinci derecede ilgi odağı olma özelliğini korumuştur. Tarihsel geçmişi bakımından bu özellik, İslam’ın birinci yüzyılını da içine almaktadır. Bu yüzyılda cahiliye şiirine duyulan ilgi, bir yönüyle dinî nedenlerden, diğer bir yönüyle de millî tarih bilincinden kaynaklanmış gözükmektedir. Söz konusu ilginin dayandığı dinî nedenlerin başında Kur’ân’ı anlamada kaynak kabul edilmesi gelmektedir. Bu durum, İbn Abbâs’ın (ö. 68/ 687) şu sözünde açık bir biçimde görülmektedir: “Allah’ın kelamından bir şeyler okuyup anlamadığınız zaman, onu Arapların şiirlerinde arayınız! Çünkü şiir, Arapların divanıdır (kültür hazinesidir).1 Esasen bu söz, Arapların kültür hazinesi oluşuna yaptığı vurguyla aynı zamanda, cahiliye şiirine duyulan ilginin milli tarih bilincini de dile getirmiş olmaktadır. Nitekim Hz. Ömer’in (ö.23/644) el-Cumahî tarafından yer verilen: “Şiir, ondan daha doğru bir ilme sahip olmayan bir kavmin (Arapların) ilmi idi…”2 şeklindeki sözü de, aynı olguyu farklı bir ifa- deyle dile getirmiş olmaktadır. Bu arada şiirin, Arapların divanı olduğu savının, bu dönemde herkes tarafından paylaşılan ve çeşitli vesilelerle dile getirilip daha sonraki asırlara da intikal ettirilen genel bir kanı haline geldiği görülmektedir. Bu yaygın kanının bir tezahürü olmak üzere, Suyûtî’nin (ö.911/1505) rivayette bulunduğu ünlü Arap dili ve edebiyatçısı İbn Fâris’e (ö.395/1004) göre, şiir Arapların divanı oluğu gibi, aynı zamanda nesepleri onunla korunmuş, meziyetleri onunla tanınmış ve dilleri onunla öğrenilmiştir. Ayrıca Kur’an’da, hadiste ve sahabe ile tabiînin sözlerinde yer alıp anlaşılması problemli olan garîb lafız ve ifadelerin çözümü konusunda da hüccet kabul 1 el-Kayrevânî, Ebû ‘Alî el-Hasen İbn Reşîk, el-‘Umde fî sınâ‘ati’şi‘ri ve nakdih, (I-II), Beyrut, 1402/1990, I, 28, 30. 2 el-Cumahî, Muhammed b. Sellâm, Tabakâtu fuhûli’ş-şu‘arâ, Beyrut, ts. 10. 96 edilmiştir.3 Görüldüğü üzere bu beyan, az önce işaret edildiği gibi, şiirin hem cahiliye dönemindeki hem de İslam’ın birinci yüzyılındaki algılanışının adeta bir manifestosu mesabesindedir. el-Cumahî de aynı kanıyı: “Cahiliye döneminde şiir, Arapların ilminin divanı ve hükümlerinin vardığı son nokta idi. Araplar ona dayanıyor ve ona yöneliyorlardı” şeklindeki ifadesiyle dile getirmektedir.4 Bu saptamalar ışığında bakıldığında cahiliye döneminde yaygın olarak şiir söylenmiş olmasının tarihsel gerçekliğiyle ilgili herhangi bir problem görünmemektedir. Bu bağlamda temel problem, cahiliye döneminden İslâmî döneme intikal edip cahiliye şiiri diye nitelenen koleksiyonun tarihsel gerçekliğiyle ilgilidir. Aşağıda etraflıca değer- lendirilmeye çalışılacak olan klasik Arap literatüründe de kısmen ipuçlarına rastlanan söz konusu problemi, bugünkü anlamda ilk olarak, Alman müsteşriklerinin rakipsiz üstadı diye nitelenen5 Theodor Nöldeke (ö.1931), Beitraege zur Kenntnis der Poesie der alten Araber (Eski Arapların şiirini Tanımaya Yönelik Bazı Araştırmalar) adlı eserinin6 birinci bölümünde ortaya atmıştır.7 Daha sonra, Alman Müsteşrik Wilhelm Ahlwardt (ö.1909), Bemerkungen über die Aechtheit der altarabischen Gedichte (Eski Arap Şiirinin Orijinalliği Hakkında Bazı Düşünceler) adlı eseriyle problemi biraz daha büyüt- müştür.8 Ondan yaklaşık yarım asır sonra ise, ünlü İngiliz müsteşrik David Samuel Margoliouth (ö.1940), The Origins of Arabic Poetry (Arap Şiirinin Kökenleri) adlı uzunca makalesiyle problemi doruk noktasına ulaştırmıştır.9 Arap dünyasında ise özellikle 3 İbn Fâris, Ebu’l-Huseyn Ahmed, as-Sâhibî, Kahire, tarih yok, s. 467; es- Suyûtî, ‘Abdurrahmân Celâluddîn, el-Muzhir fî ‘ulûmi’lugah ve envâ‘ihâ, (I-II), Kahire, ts., I, 470. 4 el-Cumahî, a.g.e., s. 10. 5 Bedevî, ‘Abdurrahman, Mevsû‘atu’l-musteşrikîn, Beyrut, 2003, s. 597. 6 Nöldeke’nin bu eseri, 1861’de Götingen Üniversitesinde hocalık yaptığı sırada eski Arap şiiriyle ilgili olarak kaleme aldığı makale ve araştırmalarından oluşmaktadır. Eser, ilk olarak 1864 tarihinde Hannover’de, daha sonra ise 1967’de Hildesheim’da basılmıştır. 7 Sezgin, Fuad, Târîhu’t-turâsi’l-‘Arabî, (çev., Mahmûd Fehmî Hicâzî), (I-VII), Riyad, 1411/1991, II/1, 27. 8 Cahiliye şiiri konusunda en büyük otorite olduğu ileri sürülen yazar bu eserini 1872 yılında kaleme alıp yayımlamıştır. Daha sonra 1972’de eserin yeni bir ofset baskısı yapılmıştır. Bedevî, a.g..e, s. 47. 9 Margoliouth, bu makaleyi 1925 yılında kaleme alıp Londra’da çıkan Journal of the Royal Asiatic Society (Asya Kraliyet Derneği)’nin yayın organı olan dergide aynı yıl yayımlamıştır. Bu arada, adı geçen üç eseri, Abdurrahman Bedevî Arapça’ya çevirmiş olup ilk ikisine Dirâsât havle sıhhati’ş-şi‘ri’l-câhilî adlı eserinin içinde yer vermiş, üçüncüsünü ise, Neş’etu’ş-şi‘ri’l-‘Arabî adıyla müstakil olarak yayımlamıştır. Ayrıca bu eser, Bedevî’den önce Yahyâ Vehîb el-Cubûrî tarafından bazı yorum ve dipnotlar da ilave edilerek Usûlu’ş-şi‘ri’l- 97 Margoliouth’un etkisinde kaldığı anlaşılan Taha Huseyn (ö.1973), adı geçen üç Batı’lı müsteşrikin, cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliğini büyük ölçüde kuşkulu bulan veya reddeden yaklaşımlarını, Fi’ş- şi‘ri’l-câhilî adlı eseriyle sahiplenip gündeme taşıyan ve bu yakla- şımıyla İslam-Arap kamuoyunda büyük fırtınalar koparan ilk şahsi- yet olmuştur.10 Fuat Sezgin’in de dikkat çektiği gibi, cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliğinin tartışmalı bulunması veya yok sayılması, sonuçları bakımından bu şiirle sınırlı bir sorun olmaktan çıkıp İslam-Arap düşünce, edebiyat ve kültür tarihini, anlaşılmasında anahtar rolüne sahip birinci derecedeki referansından bütün halinde yoksun bırakabilecek önemde bir probleme dönüşmüş olur.11 Nitekim bu süreçten itibaren hem İslam-Arap dünyasında hem de Batı’da lehte ve aleyhte pek çok müstakil çalışmada ele alınmak suretiyle etraflıca işlenen ve hala üzerinde çalışmaya devam edilen en hararetli konulardan biri haline gelmiş olması da, sorunun önemini ortaya koymaktadır. Buna rağmen konuyla ilgili Türkçe çalışmalar, ya sınırlı birtakım çevirilerden12 veya başka konulara dair çalışma- ların,13 bu probleme dolaylı yoldan işaret eden dar çerçeveli temas- ‘Arabî adıyla Arapça’ya çevrilmiş ve ilk baskısı 1977’de Beyrut’ta yapılmıştır. Daha sonra 1994 yılında Karyunus Üniversitesinde eserin akademik süzge- çten geçirilen güzel bir baskısı daha yapılmıştır. el-Cubûrî, Vehîb Yahyâ, el- Musteşrikûn ve’ş-şi‘ru’l-câhilî beyne’ş-şekki ve’t-tevsîk, Beyrut, 1977, s. 6 Eserin İngilizce’den Türkçe’ye çevirisi ise, Arap Şiirinin Kökeni başlığı altında Nurettin Ceviz tarafından yapılmıştır. Mütercime ait bir giriş ve faydalı bazı dipnotlar da içeren bu çalışma, eserin İngilizce aslı ve Bedevî’nin Arapça çevirisiyle birlikte yayımlanmıştır. Aktif Yayınevi, Ankara, 2004. 10 Sezgin, a.g.e., II/ 1, 31. Taha Huseyn’in bu eserinin ilk baskısı, kaleme alındığı yıl olan 1926’da Kahire’de yapılmıştır. Eser son olarak, o zaman yazar hakkında açılmış olan dava tutanakları ve kararıyla birlikte, Abdulmun‘im Tuleyme’nin takdim ve incelemesiyle 2007 yılında Kahire’de basılmıştır. 11 Sezgin, Muhadarât fî târîhi’l-‘lûmi’l-‘Arabiyye ve’l-İslâmiyye “eş-Şi‘ru’l- ‘Arabiyyu’l-kadîm beyne’l-asâleti ve’l-intihâl”, Frankfurt, 1404/1984, s. 159. 12 Konuyla ilgili Türkçe çeviriler şunlardır: a- Fuad Sezgin, eş-Şi‘ru’l-‘Arabiyyu’l-kadîm beyne’l-asâleti ve’l-intihâl, (Frank- furt, 1404/1984, s. 159-166), çeviri: Hasan Taşdelen, “Orijinallik ve İntihal Arasında Eski Arap Şiiri”, U.Ü.İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1993, sayı: 5, Cilt: 5, s. 311-316. b- Taha Huseyn, Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, Kahire, 2007, çev. Şaban Karataş, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2003. 13 Bu çalışmaların başında şüphesiz ki, merhum Nihad M. Çetin’in kendi ala- nındaki ilk Türkçe çalışma olma özelliğine sahip Eski Arap Şiiri (İstanbul, 1973) adlı eseri gelmektedir. Ancak eserin 20-57. sayfaları arasında ele alınan konuyu lehte ve aleyhteki görüşler çerçevesinde derinlikli olarak irdelemekten ziyade klasik literatürü değerlendirmeye ağırlık verildiğinden, yanı sıra eserin telifinden sonraki yıllarda gerek Batı’da gerekse de Arap dünyasında yapılan çalışmalardan yararlanma imkanı olmadığından, problemin derinlemesine ele 98 larından ibaret kalmış gözükmektedir. Bu sebeple, esasen kitap hacminde müstakil bir çalışmayı gerektiren söz konusu problemi, hiç olmazsa müstakil bir makale çapında ele almanın önemli bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır. İşte bu ihtiyacı karşılamak üzere yapılan bu çalışmada, mukayese ve analize dayalı bir değerlendirmeye zemin hazırlamak ve bu yolla çalışmayı daha faydalı kılmak amacıyla, kronolojik bir yol izlenerek önce konuyla ilgili klasik dönemdeki yaklaşımlar, ardından da çağdaş değerlendirme ve tartışmalar irdelenmeye çalışılacaktır. I- KLASİK YAKLAŞIMLAR İlk dönemin araştırmacılarından başlamak üzere, Arap edebi- yatı tarihçilerinin, tarihsel gerçekliğini tartışmaya değer buldukları husus, cahiliye döneminden İslâmî döneme intikal eden şiir koleksi- yonunun miktarı konusudur. Tartışmanın bu dönemde odaklandığı hedef, cahiliye şiirinin mevcudiyetini reddetme noktasına taşımak olmamış, aksine imkan ölçüsünde tarihsel tespitlere dayalı olarak, o güne kadar gelmiş olan ve belli başlı cahiliye şairlerine atfedilen şiirlerin ne kadarının gerçek anlamda bu döneme ait olabileceğini ortaya koymaya çalışmak olmuştur. Bu çerçevede, hem eleştirel bir bakışı ifade eden hem de özünde tarihsel gerçekçiliği barındıran klasik yaklaşım, bir yandan cahiliye dönemine ait şiir koleksiyo- nunun büyük bir bölümünün İslâmî döneme intikal etmediğini öngörmekte, diğer yandan da bu şiirin kayda değer bir kısmının İslâmî dönemdeki mevcudiyetini kabul etmektedir. İlk bakışta çeliş- kili gibi gözüken, ancak bütünüyle kabul veya reddi ifade etmediği için çelişik olmayan bu iki durumdan her birinin bazı gerekçeleri olduğu söylenebilir. 1. Büyük Bölümünün İntikal Etmediğinin Gerekçeleri a) Cahiliye şiirinin bütünüyle sözlü rivayete dayanması, alınmasına duyulan ihtiyaç devam etmektedir. Bu kapsamdaki dolaylı diğer bazı çalışmalar ise şöyledir: a) Bedrettin Çetiner, Taha Hüseyin Hayatı, Eserleri ve XX. Yüzyıl Arap Edebiyatındaki Yeri, İstanbul, 1983. b) İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara, 1988. c) İbrahim Özay, Bir Eleştirmen olarak Taha Huseyn, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1992. d) Rahmi Er, Modern Mısır Romanı (1914-1944), Ankara, 1997. e) Yusuf Sancak, Hz. Peygamber Devrinde Şiir, Erzurum, 1999. f) Nevin Kerbela, Taha Huseyn’in Edebiyat ve Mısır’daki Edebiyat Eğitimi Üzerine Görüşleri, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 19, (Bahar, 2003), s. 349-358. Ceviz, a.g.e., s. 6; Uzunoğlu, Vecih, Türkiye’de Arap Dilinde Yapılan Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri-II (1956-2004), Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 17, Bahar 2005, s. 23, 29, 30, 33. 99 b) Nakli esnasında şiirlerin uğraması muhtemel olan değişiklikler, c) Unutulma ihtimali, d) Râvilerin güvenilirliği sorunu 2. Kayda Değer Bir Bölümünün İntikal Ettiğinin Gerekçeleri a) Cahiliye Araplarında hafıza gücüne dayalı sözlü rivayet gele- neğinin şiir rivayeti konusunda da güvence kabul edilmesi, b) Belli başlı şairlerin her birinin bir veya birden fazla râvisinin olması c) Râvilerin sıradan kimseler olmayıp çoğunun, aynı zamanda güvenilir birer şair olması, d) Bazı şiir örneklerinin, o dönemin önemli bazı tarihi olaylarına tanıklık etmesi Bu genel saptamadan sonra klasik dönemin önde gelen şahsi- yetlerinin bu konudaki yaklaşımlarını sırayla ele alıp mukayeseli olarak değerlendirmek yararlı olacaktır: A) Muhammed b. Sellâm el-Cumahî (ö.231/846) Konuyla ilgili en eski temel kaynağın sahibi olan el-Cumahî’ye göre, esas itibariyle eski dönemlere ait cahiliye şiirinin gerçek koleksiyonu, günümüzde cahiliye şiiri olarak bilinen miktardan çok daha fazla olup büyük bir bölümü kaybolmuş ve ondan elde pek az şey kalmıştır. Bu tezini, Mu‘allakât şairlerinden Tarafa b. el-‘Abd (ö.569) ve ‘Abîd b. el-Ebras’tan (ö.554) örnek vererek teyit etmek isteyen el-Cumahî, bu iki şairin, sadece elde mevcut şiirleriyle, toplumlarında bu kadar büyük bir itibara sahip olamayacaklarını, bu itibara sahip olabilmeleri için bundan çok daha fazla şiir söylemiş olmaları gerektiğini, mevcut şiirleri saygınlıklarıyla orantılı olmayınca da, söylemedikleri pek çok şeyin kendilerine mal edildiğini savun- maktadır. Cumahî’nin kaybolduğuna hükmettiği şiirin diğer kısmı ise, birinci cahiliye döneminde yaşamış olan ‘Âd, Semûd, Himyer ve Tubba‘ gibi en eski Arap kavimlerinin şiirleridir. Ancak buna rağmen Cumahî, cahiliye şiirinin İslamî döneme intikalini ve bu dönemdeki varlığını inkâr etmemekte, aksine şiirin cahiliye toplumunun yegâne referansı olduğunu, ilk şiir örneklerinin herhangi bir olay münase- betiyle söylenmiş birkaç beyitten ibaret iken kaside ve diğer uzun Arapça şiirlerin Abdulmuttalib (ö.579) ve babası Hâşim (ö.524) zamanında ortaya çıktığını savunmaktadır. Cumahî, bu teorik değer- lendirmeyle de yetinmemekte, “eski sahih şiir” demek suretiyle tarihsel gerçekliğine vurgu yaptığı pek çok cahiliye şiiri örneğine de 1 00 yer vermektedir. Yer verdiği bu örneklerden biri de, Devîd (Duveyd- Dureyd) b. Zeyd b. Nehd’in öldüğü sırada söylediği şu şiirdir: ـُُه ـِلًى أبليت ـُُه لو كان للدهـر ب اليوم ُيبىن ِلـَدويد (لُدَريٍد) بـيـت ـُُه14 ـُُه يا ُرّب هنبٍ صاحل حويت أو كان ِقـْرين واحدا كـفـيت Bugün yapılmakta Devîd (Dureyd)’e evi (mezarı) Eğer eskitilebilseydi zaman eskitirdim onu ben Veya bir olsaydı rakibim yeterdim ona ben Hey! Ne de çok yararlı talan yaptım ben Cumahî’nin bu yaklaşımından hareketle, cahiliye şiirinin en gelişmiş şiir örnekleri olan ve İslâm’ın ortaya çıkışına 50 ilâ 100 yüz yıl arasında bir zaman kala şekillenen kaside ve benzeri uzun şiirlerin İslâmî döneme intikaline engel bir sebep bulunmadığı kolaylıkla söylenebilir. Öte yandan Cumahî’nin bu konudaki olumlu bakışının en somut örneği, cahiliye şairleriyle ilgili olarak müstakil bir tabakât kitabı yazmış olması veya tedavülde bulunan Tabakâtu’ş- şu‘arâ adlı eserinin birinci bölümünü on tabaka halinde bu şairlere ayırması ve bu bölümde toplam kırk şaire ve şiir örneklerine yer vermesidir.15 B) İbn Kuteybe ed-Dîneverî (ö. 276/889) İbnu Kuteybe konuyla ilgili yaklaşımını, önce şiirin öteden beri Araplar için sahip olduğu ve uzun uzadıya anlattığı hayatî önemine binaen,16 sayıları bilinebilen hadis ravileri ve tarihi olayları aktaran kimselerle mukayese edilemeyecek ve hiç kimse tarafından tamamı bilinemeyecek kadar çok sayıda şair yetiştiği şeklinde dile getirmektedir. Böylece o da, tıpkı el-Cumahî gibi, cahiliye döneminde çok miktarda şiir söylendiği ve önemli bir kısmı kaybolmuş olsa da, hayatî öneminden dolayı bu şiirin kayda değer bir bölümünün sahipleriyle birlikte bilindiği kanaatini ortaya koymaktadır. Onun bu kanaatini, eş-Şi‘ru ve’ş-şu‘arâ adlı eserinin dibacesinde, bu eserinde sadece edebiyat erbabının büyük kısmının malumu olan, şiirleri garîb, nahiv, Kur’ân ve Hz. Peygamber’in hadisleri gibi konularda hüccet kabul edilen şairlere ve şiirlerine yer verdiğini belirtmesinden ve “İlk Şairler” başlığı altında Cumahî’nin ifadesine 14 el-Cumahî, a.g.e., s. 10, 11. 15 Aynı eser, s. 10, 15-67. Mevcut nüshada üç şairin adı bulunmadığından toplam otuz yedi şairin adı yer almaktadır. 16 İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Muslim, ‘Uyûnu’l-ahbâr, (I-IV), Dâru’l-kutubi’l-Misriyye, Kahire, 1343/1925, II, 185. 101 benzer ifadeler ve örneklerle cahiliye şiirini kısaca değerlendirdikten sonra, İmruulkays’tan (ö. 540) başlamak suretiyle pek çok cahiliye şairine ve şiirlerine yer vermesinden anlamak mümkündür.17 İbn Kuteybe, Cumahî’de bulunmayan bazı cahiliye şairlerine ve şiir örneklerine de yer vererek sık sık kullandığı “eski bir cahiliye şairidir” ifadesiyle eski cahiliye dönemine ait oluşlarına vurguda bulunmuştur.18 Bu örneklerden biri de, Haris b. Ka‘b’e ait olduğu belirtilen şu şiirdir: ـُُه و أفنيُت بعد شهورٍ شهورا ـَبايب فأفـنـيـت أكلُت ش ـُُهم فبانوا وأصبحُت شيخا كبريا19 ثالثةُ أهلني صاَحْبت Yedim gençliğimi ve bitirdim onu Ve bitirdim peş peşe gelen ayları Arkadaşlık ettim üç kuşağa Gitti onlar ve büyük bir ihtiyar oldum ben İbn Kuteybe’nin ifadelerindeki kesin vurgudan hareketle, çok sayıda cahiliye şiirinin İslamî döneme intikali konusunda Cumahî’den daha olumlu ve şüpheden uzak bir anlayışa sahip olduğu söylenebilir. C) Câhız (ö. 255/869) Arap edebiyatı tarihinde önemli bir yere sahip olan Cahız’ın bu konudaki görüşünü değişik münasebetlerle yaptığı izahlardan anlamak mümkündür. Bu bağlamda gökcisimlerinin konu edildiği bazı şiirleri tartışırken söylediği şu söz, onun çok miktarda cahiliye şiirinin varlığını ve İslamî döneme intikalini kabul ettiğini ortaya koymaktadır: “Meğer ki onlar, gökcisimleri konusunda Hz. Peygamber’in doğumuna ve ondan sonrasına yetişmemiş olan cahiliye şairlerinin şiirlerinden örnek vermiş olsunlar. Çünkü bu şairlerin sayısı çoktur ve şiirleri bilinmektedir. Aynı zamanda İslam’dan önce, bizimle İslam’ın başlangıcı arasında geçen zamandan daha uzun bir zaman boyunca şiir söylenmiş olup o dönemlerdeki şairler, Araplarca sonrakilerden daha şair kabul edilmektedir.”20 17 İbn Kuteybe, eş-Şi‘ru ve’ş-şu‘arâ, Leiden, 1902, s. 2, 3, 36, 37 vd. 18 a. es. s. 222, 223, 228, 234, 236, 238. 19 a.es., s. 36, 37. 20 el-Câhız, Ebû ‘Usmân ‘Amr b. Bahr, el-Hayevân, (Thk. ‘Abdusselâm Muhammed Hârûn), (I-VII), Dâru’l-cîl, Beyrut, 1408/1988, c. VI, s. 277 102 Câhız, bununla da yetinmeyerek eski cahiliye şairlerinin, çürü- müş bir kemik, atılmış bir taş, her türlü sürüngen ve böcek dahil olmak üzere, hemen her konuda şiir söylediklerine vurgu yapmak suretiyle cahiliye şiirinin pek çok bilgiye de kaynaklık ettiğini ifade etmiş olmaktadır. Ancak konuyla ilgili bilgi birikimi ve eleştirel duyarlılığını kullanarak cahiliye şiiri olduğu ileri sürülen ve çeşitli konularda delil olarak gösterilen bazı şiirlerin cahiliye şiiri adı altında uydurulmuş olduğunu savunmaktan da geri durmamaktadır. Bu cümleden olmak üzere, Hz. Peygamber’in bir mucizesi olarak cin ve şeytanlara ateş sütunları şeklinde gök cisimleri atılmasının mucize olmadığını, İslam’dan önce de var olup bazı cahiliye şiirlerinde konu edildiğini ileri süren bazı kimselere cevap verirken, Bişr b. Ebî Hâzim (ö. 530), el-Efveh el-Evdî (ö. 570) ve Evs b. Hacer’e (ö. 610) atfen delil gösterilen şiirlerin uydurma şiirler olduğunu savunmaktadır. Örneğin, cahiliye şairlerinin ileri gelenlerinden ol- duğuna yemin ettiği el-Efveh el-Evdî’nin bir kasidesinde, Kur’an’da yer almış olan21 ve İslamî terminolojiyi çağrıştıran “remy (atış)”, “şihab (ateş sütunu)” ve “kazf (atmak)” kelimelerinin yer almasını, bu kasidenin uydurma olduğuna delil olarak göstermekte ve hiçbir şiir ravisinin bundan kuşku duymadığını söylemektedir.22 Ayrıca cahiliye şairlerinden Umeyye b. Ebi’s-Salt’ın (ö.3/624) Bedir sava- şında öldürülen müşrikler için yazdığı mersiyenin açıkça yasaklan- dığını, bunun yanı sıra kimi şiir ravilerinin deliler, hırsız göçebe Araplar ve Yahudilere ait şiirleri rivayet etmediğini gördüğünü kaydetmektedir.23 Bu saptamalardan hareketle Câhız’ın konuyla ilgili görüşünü bir bütün olarak değerlendirmek gerekirse kendisinin, cahiliye şiiri- nin çokluğunu ve İslamî döneme intikalini kabul etmekle kalma- dığını, aynı zamanda bu şiirin, çok çeşitli konulardaki bilgilere de kaynaklık ettiğini ortaya koyduğunu söylemek gerekir. Ancak kısmen delillere dayalı olarak kısmen de dinî kaygılardan hareketle, cahiliye şiiri olarak bilinen bazı şiirlerin uydurma olduğunu savunduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Yine klasik yaklaşımlar bağlamında adı geçenler kadar önemli olan Ebû Zeyd el-Kureşî (ö. 170/786), Ebû Ubeydillah el-Merzubânî (ö. 384/994) ve İbn Reşîk el-Kayrevânî (ö. 463/1071) gibi Arap ede- biyatı tarihçileri ve eleştirmenlerinin beyanlarından ve yer verdikleri şiir örneklerinden, başta muallakalar olmak üzere, pek çok cahiliye şiirinin İslamî döneme intikalini kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu 21 Mülk, 67/5; Cin, 72/8; Ahzab, 33/26. 22 el-Câhız, a.g.e, c. VI, s. 278-281; el-Hût, Muhammed Selîm, el-Mitulujya ‘inde’l-‘Arab, Dâru’n-nehâr, Beyrut, 1983, s. 239. 23 el-Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, (Thk. ‘Abdusselam Muhammed Harûn), (I-IV), Beyrut, tarihsiz, I, 291, IV, 23. 103 çerçevede el-Kureşî, Cemheretu eş‘âri’l-‘Arab adlı eserinde çoğunluğu cahiliye dönemine ait olan ve el-Mufaddal ad-Dabbî’ye (ö. 178/786) atfen hem cahiliyenin hem de İslamî dönemin gözde ve sahiplerinin en kıymetli şiirleri olduğunu söylediği 49 kasideye ve sahipleriyle ilgili tarihsel bilgi ve eleştirel değerlendirmelere yer vermektedir. Edebiyat eleştirisi bakımından Arap edebiyatı tarihindeki ilk örnek olarak nitelenen mukaddimesinde ise, hem cahiliye şiirinden yaptığı karşılaştırmalarla bazı ayetleri izah etmeye çalışmakta hem de şairlerin birbirlerine olan üstünlüğünü çoğu zaman gerekçeleriyle birlikte ele almaktadır.24 el-Merzubânî de, bir şiir eleştirisi çalışması olup yaklaşık olarak 20 dolayında cahiliye şairinin özellik, üstünlük ve şiir örneklerine yer verilen el-Muvaşşah adlı eseri başta olmak üzere, bu konuda kaleme aldığı eş-Şi‘r, Mu’cemu’ş-şu‘arâ, el-Mufîd, el- Muvassak ve er-Riyâd gibi eserlerde şairleri çok geniş bir perspek- tiften ele almış, cahiliye şairleri ve şiirlerine daima ön sıralarda yer vermiştir. Merzubânî, yeri geldiğinde bir takım intihal bilgilerine yer vermekten de geri durmamıştır. Örneğin, Asma‘î’den (ö. 216/831) naklen, en eski cahiliye şairlerinden olup bu dönem şiirinin olgun- laşmasında önemli rol oynadığı için Muhelhil lakabı verilen ve ilk defa otuz beyitlik uzun bir kaside yazıp diğerlerine örnek olan25 ‘Adî b. Rabî‘a (ö. 531) hakkında: “Şiirinin çoğu onun adına uydurulmuştur” diyebilmiştir.26 Arap edebiyatı tarihinde şiirin önde gelen savunucularından olan İbn Reşîk ise, cahiliye şiirinin İslamî döneme intikali konusunda en iyimser yaklaşımı sergileyerek eski Arap şiirinin onda birinin bile zayi olmadığını savunmuştur.27 İbn Fâris ise, orta yolu seçerek cahiliye dönemi Araplarından çok az miktarda nesir ve şiirin İslamî döneme intikal ettiğine dair yaygın görüşe yer verdikten sonra, eski şiir örnekleri arasında kalite bakımından çok büyük farklar bulunmadığını, her birinin delil olarak kullanılabildiğini ve her birine ihtiyaç bulunduğunu söylemiştir.28 24 el-Kureşî, Ebû Zeyd Muhammed b. el-Hattâb, Cemheretu eş‘âri’l-‘Arab, şerh ve tahkîk: ‘Alî Fâ‘ûr, Dâru’l-kutubi’l-‘ilmiyye, Beyrut, 1424/2003, s. 16 vd., 55 vd., 75 vd., 106. 25 Zeydân, Corci, Târîhu âdâbi’l-luga’l-‘Arabiyye, (I-IV), Dâru’l-hilâl, Kahire, ts., I, 57. 26 el-Merzubânî, Ebû ‘Ubeydillâh Muhammed b. ‘İmrân b. Mûsâ, el-Muvaşşah, (Thk. ‘Alî Muhammed el-Becâvî), yy, ts. 1, 90. 27 el-Kayrevânî, a.g.e., I, 20. 28 İbn Fâris, a.g.e., s. 58, 468. 1 04 II- ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR Burada cahiliye şiiri ve şairlerinin tarihsel mevcudiyetinin gerçekliğiyle ilgili olarak tezahür eden olumlu ve olumsuz yakla- şımlar ele alınmaya çalışılacaktır. A) Olumsuz Yaklaşımlar Cahiliye şiirine ilişkin olarak yukarıda yer verilen ve büyük ölçüde objektif değerlendirmelerin ürünü olduğu gözlenen klasik yaklaşımlardan farklı olumsuz çağdaş yaklaşımları başlatanlar, daha önce adlarına yer verilen müsteşrikler olmuştur. 1. Nöldeke ve Ahlwardt Bu iki müsteşrikin konuyla ilgili yaklaşımları arasında temelde bir farklılık görünmemektedir. Zira ikisinin de hareket noktası, Araplara ait edebî ürünlerin, İslam’dan önce sadece şifahen rivayet edilmiş olması iddiasıdır. Bu noktadan hareketle Nöldeke, Araplarda yazı geleneğinin Hicri birinci yüz yılda başladığını, daha önce ise ravilerin cahiliye ve İslam’ın başlangıç şiirlerini karşılaştıkları herhangi bir bedevîden aldıklarını, bu nedenle aynı kasidenin farklı şekillerde rivayet edildiğini savunmaktadır. Bu nedenle Nöldeke’ye göre bu şiirin bir kısmının gerçek olması mümkün iken diğer bir kısmı intihal olup cahiliye şairlerine ait olması mümkün değildir. Ahlwardt ise, konuyu doğrudan Arap yazı ve tedvin tarihiyle ilişkilendirerek cahiliye şiirlerinin söylenişi ile yazılışı arasında uzun zaman geçtiğini ve bu şiirin, iki asra yakın bir zaman boyunca ağızdan ağza rivayet edildiği için yanlışlık ve intihale maruz kaldığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda Ahlwardt, şiir ravilerinin yaptıkları ile kıssa ve haber ravilerinin yaptıkları arasında bir mukayesede bulunarak eski kültürel mirasın zayi olmaktan kurtarılıp korunması amacıyla, her iki kesimin rivayetlerinin de, Hicri ikinci yüz yılın ortalarında kitaplarda derlenip kayıt altına alınıncaya kadar, şifahi olmaya devam ettiğini savunmaktadır.29 Ahlwardt, ravilerin güvenilmezliğine vurgu yaparken özellikle en büyük iki cahiliye şiiri ravisi olan Hammâd (ö.155/771) ve Halef el-Ahmer’e (ö.180/796) ağır eleştiriler yöneltmektedir. Hatta ona göre, Şenferâ’nın Lâmiyyetu’l- ‘Arab adlı ünlü kasidesini Halef uydurup ona mal ettiği gibi, aynı şeyi Teebbataşarran (ö.530), İmruulkays, Nâbiga ez-Zubyânî (ö.604) ve diğerleriyle ilgili olarak da yapmıştır. O, intihalden sadece ravilerin değil, aynı zamanda tashih gerekçesiyle bazı dilcilerin de sorumlu tutulabileceğini, ilave olarak dini sebeplerin de bu konuda rol oynamış olabileceğini savunmaktadır.30 Böylece her iki müsteşrik de, 29 Sezgin, a.g.e., s. 159, 160. 30 Cubûrî, a.g.e., s. 29, 30. 105 cahiliye şiirinin en azından bir kısmının orijinalliği konusundaki kuşkularını, erken bir tedvinin bulunmaması ve kuşaklar boyunca, güvenilmez diye niteledikleri ravilerin onu birbirlerine şifahen aktarmış olması varsayımına dayandırmaktadır. 2. Margoliouth Müsteşriklerden bu konuda en radikal olumsuz yaklaşıma sahip olan Margoliouth, cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliğini kuşkulu hale getirmek için önce klasik Arap literatüründe bu şiirin ortaya çıkışıyla ilgili olarak yer alan farklı görüş ve örneklemelerden hareketle konunun son derece kapalı ve anlaşılmaz olduğunu ileri sürmektedir. Bu çerçevede kuşkusuna dayanak kıldığı başlıca gerekçeler şöyle sıralanabilir: - Cemhere, Murûc ve el-Ağânî gibi kimi klasik kaynaklarda Hz. İsmail dönemine ait olduğu ileri sürülen bazı Arapça lirik şiirlerin yanı sıra, bizzat Hz. Adem’e atfedilen şiir örneklerine yer verilmesi,31 - Yine klasik literatürdeki hakim anlayışa göre, mevcut cahiliye şiiri İslam’dan kısa süre önce ortaya çıkmış, ilk cahiliye şairleri de Muhelhil veya İmruulkays olmasına rağmen kendilerinden çok daha önce yaşamış olan Huzeyme b. Nehd (ö.?) gibi bazı şairlerin şiirlerine yer verilmesi.32 Margoliouth’un, kuşkularının dayanağı olarak başvurduğu hususlardan biri de, cahiliye şiirinin korunma yöntemidir. Bu yöntemin, sözlü veya yazılı rivayet şeklinde olması gerektiğini vurguladıktan sonra bunlardan çoğunluğun savunduğu sözlü rivayetin şu üç sebepten dolayı kuşkulu olduğunu ileri sürmektedir: - Cahiliye şiirinin sözlü rivayet yoluyla korunmuş olabilmesi için bazı kimselerin bunları ezberleyip aktarmayı meslek haline getirmiş olması gerekir ki, böyle bir zümrenin varlığına dair bilgi bulunmamaktadır. - “İslam, kendisinden önceki şeyleri ortadan kaldırır” hadisi ve “Şairlere sapıklar uyar” (Şuarâ, 26/224) mealindeki ayet, cahiliye şiirinin, gerçek olması halinde bile, İslamî dönemde unutulması için yeterli sebeptir. - Bu şiirin konu ettiği savaşlar ve zaferler, kabileler arası düşmanlıkları körüklediğinden İslam’ın büyük bir başarıyla 31 el-Kureşî, a.g.e., s. 39; Mes’ûdî, Ebu’l-Hasen ‘Alî b. El-Huseyn, Murûcu’z- zeheb, (Thk. Muhammed Muhyiddîn ‘Abdulhamîd), (I-IV), Kahire, 1948, I, 65. 32 el-İsfahânî, Ebu’l-Ferec ‘Alî b. el-Huseyn b. Muhammed el-Kureşî, Kitâbu’l- Ağânî, (Thk: İbrahim el-Ebyârî), (I-XXXI), Kahire, 1389/1969, XIII, 4590; D. S. Margoliouth, The Origins of Arabic Poetry, Journal of The Royal Asiatic Society, July 1925, s. 419, 420. 1 06 gerçekleştirdiği Arapları birleştirme ilkesiyle çelişmekte, dolayısıyla unutulması teşvik edilmektedir.33 Yazılı rivayete ilişkin kuşkularını ise Arapların yazı geleneklerinin olmadığına delil gösterdiği bazı ayetlere34 ve bu şiirde kullanılan dilin, Kur’ân dili ile bütünüyle uyumlu olmasına dayandırmıştır.35 Zira ona göre lehçe farklılıklarını bile aşmış bu olgunluktaki dilsel üslubun Kur’an sonrası sürece ait olması gerekmektedir. Kendisi bu noktada da durmamakta ve daha ilerisine geçerek Kur’an’daki pek çok dinî kavram ve tabirin cahiliye şiirinde de yer aldığından hareketle aslında cahiliye şairlerinin isim ve zamanları dışındaki her halleriyle Müslüman olduklarını ileri sürmektedir.36 Bu görüşüne delil olarak gösterdiği örneklerden biri de, Kur’an’da yer alan Allah’a yeminin aynısını içerdiğini iddia ettiği ‘Abîd b. el-Ebras’ın (ö. 600) şu beytidir: ّن اهللا ذو نَعم ملن يشاء و ذو عفو و تصفاح37 حلفُت باهللا إ Yemin ettim Allah’a, kuşkusuz nimetlerin sahibidir Allah İstediği kimseye, af ve bağışlama sabidir de O Bu arada Margoliouth, kuşkularının en önemli delillerinden biri olarak başvurduğu ve cahiliye şiiri olarak nitelenen şiire kaynaklık ettiğini söylediği Kur’ân’da şairlerin varlığından ve söyledikleri şiirden söz edilmesinin kendisini çelişkiye düşürdüğünü fark etmiş, bu çelişkiden kurtulmak için büyük bir zorlamayla ve herkesi şaşırtacak şekilde Kur’ân’daki şiir lafzının bugün bilinen anlamda olmayıp kehanet ve delilikle, şair kelimesinin de birlikte kullanıldığı38 kâhin ve mecnun(deli) lafızlarıyla eşanlamlı olduğunu, dolayısıyla şairlerden maksadın kâhinler olduğunu ileri sürmüştür.39 3. Taha Huseyn Arap âleminde genelde bu yaklaşımlardan, özelde de Margoliouth’un yukarıdaki önyargılı ve çarpık bir mantığa dayalı iddialarından etkilenerek cahiliye şiirinin İslamî döneme intikalini ve kimi cahiliye şairlerinin mevcudiyetini neredeyse bütünüyle reddeden kişinin ise Taha Huseyn olduğu görülmektedir. Kendisi, 1926’da bu konuda kaleme alıp yayımladığı Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî adlı ilk eserinde cahiliye şiiri diye anılan Arap şiiri koleksiyonunun İslamî 33 Margoliouth, a.g.e., s. 423, 424. 34 Kalem, 68/37, 47; Yâsîn, 36/6; Secde, 32/3; Kasas, 28/46; En’âm, 6/156. 35 Margoliouth, a.g.e., s. 425, 426, 443. 36 Aynı eser, s. 434. 37 Aynı eser, s. 435. 38 Tûr, 52/29, 30. 39 Margoliouth, a.g.e., s. 417-419, 420. 107 dönemde şiir ravileri, nahivciler, kıssacılar, tefsirciler, hadisçiler, kelamcılar ve şairler tarafından uydurulup cahiliye şairi olarak adlandırılan bazı şahsiyetlere mal edildiğini ileri sürmüş ve buna intihal adını vermiştir.40 Bu eserindeki iddialara gösterilen yoğun tepkiler karşısında geri adım atmak zorunda kalan ve tepkileri yatıştırmak için ilk eserinde yaptığı bazı ilave ve değişikliklerle bu kez Fi’ledebi’l-câhilî adıyla ikinci eserini yayımlayan Taha Huseyn, Nâsıruddîn el-Esed’in de isabetle vurguladığı gibi41 cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliğini reddederken sonuç çıkarma ve genelleme yöntemlerinde Margoliouth’un yolunu izlemiş ve her iki eserinde de aynı sonuca varmayı hedeflemiştir. Nitekim önce sözde kendisini cahiliye şiirinin gerçekliği hakkında şüpheye düşüren faktörleri temellendirmeye, ardından da İslamî dönemde bu isim altında şiir intihal etmeye yol açan sebepleri sıralamaya çalışması da bunu göstermektedir. a) Taha Huseyn’e Göre Cahiliye Şiiri Hakkında Şüpheye Düşüren Faktörler - Mevcut cahiliye şiirinin, cahiliye dönemi Araplarının dinsel, entelektüel, siyasal ve ekonomik hayatlarını yansıtmaması42, - Dil Farklılığının cahiliye şiirine yansımaması, Ona göre cahiliye şiiri, ravilerin söylendiğini ileri sürdükleri dönemin dilini temsil etmekten büsbütün uzak bulunmaktadır. Taha Huseyn, bu tezini Kahtanîler ve Adnanîler arasında bulunan dil farkının cahiliye şiirine yansımamasına dayandırmaktadır. 43 - Lehçe farklılıklarının cahiliye şiirine yansımaması, Taha Huseyn’e göre İslam’dan önce Adnanî Arap kabileleri arasında bulunduğuna kesin gözüyle bakılan lehçe farklılıklarının, ayrı ayrı kabilelere mensup cahiliye şairlerinin şiirlerine yansıması gerekirdi. Ancak bu şiirler incelendiğinde böyle bir farkın bulunmadığı anlaşılmaktadır.44 - Kur’an ve hadislerde kullanılan lafızlar ile cahiliye şiirinde kullanılan lafızlar arasındaki şaşırtıcı benzerlik. Taha Huseyn’e göre bu benzerlik, cahiliye şiirinden Kur’an ve hadis için delil getirmeye 40 Tâhâ Huseyn, Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, (takdim: ‘Abdulmun‘im Tuleyme), Kahire, 2007, s. 71. 41 el-Esed, Nâsıruddîn, Masâdiru’ş-şi‘ri’l-câhilî, Beyrut, 1996, s. 380. 42 Tâhâ Huseyn, a.g.e., 82-86. 43 Aynı eser, s. 87. 44 Taha Huseyn, Fi’l-edebi’l-câhilî, Kahire, tarih yok, s. 93, 94; Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, s. 95, 96. 1 08 değil, aksine bu şiirin gerçekliğinden şüphe etmeye kaynaklık etmektedir.45 - Cahiliye şiirinin sadece sözlü rivayet yoluyla gelmiş olması. Taha Huseyn bu hususla ilgili olarak fazla izaha girmeden bu durumun, Umeyye b. Ebissalt, İmruulkays, A‘şâ (ö.8/629) ve Zuheyr (ö.6/627) gibi önde gelen cahiliye şairlerinin şiirlerinden kuşku duymasına yeterli sebep olduğunu söylemekle yetinmiştir.46 b) Taha Huseyn’e Göre Cahiliye Şiirinde İntihalin Sebepleri Bu sebepleri sıralamadan önce intihalin Araplara özgü bir durum olmadığına değinen Taha Huseyn’e göre aynı durum, edebiyat ve felsefenin öncüleri olan Yunanlılar ile hukuk ve siyasetin öncüleri olan Romalılarda da söz konusudur. Aradaki fark, bu iki milletin Dekart’ın kuşkuculuğunu esas alarak edebî ürünlerindeki gerçek dışılığı kabullenmeleri, Arapların ise bunu kabule yanaşmayarak eskilerin dediklerini doğru saymalarıdır. Bu nedenle doğruya ulaşmanın yegane yolu olarak Dekartçılığı öneren Huseyn, cahiliye Arap şiirinin intihal sebeplerini şöyle saptamaya çalışmaktadır: - Siyasî sebep: Taha Huseyn, İslamî dönemde siyasî sebeple şiir uydurul- duğunu ileri sürerken Medineli Müslümanlardan ibaret olan ensar ile fetihten önce Mekke’de yaşamakta olan Kureyşli müşrikler arasında başlayan ve kendi iddiasına göre Hz. Peygamber’in vefatından sonra tekrar alevlenen düşmanlığa vurgu yapmaktadır. Ona göre, cahiliye döneminde şiirlerinin azlığıyla tanınan Kureyş kabilesi, Hz. Ömer zamanında baş gösteren ve Emeviler döneminde had safhaya ulaşan ensar karşıtı siyasal faaliyetlerin etkisiyle cahiliye şairleri adına pek çok şiir uydurmuştur. Ancak Taha Huseyn, bu iddiasını cahiliye şiiri olarak bilinen örneklerle destekleyememiş, sadece ensardan olan Hassân b. Sabit (ö.55/674), oğlu Abdurrahman ve Nu‘mân b. Beşîr (ö.65/684) ile Emevilerden bazı kimseler arasındaki kimi polemiklere ve şiir atışmalarına yer vermekle yetinmiştir.47 Bu ise, İslamî dönemdeki siyasal çekişmelerden hareketle, ünlü cahiliye şairleri adına şiir uydurulmuş olmasının, hem çekişmeye taraf olan şahsiyetlerin nitelikleriyle hem de tarihsel gerçeklerle bağdaşmadığını göstermektedir. - Dinî sebep: Bu sebep kapsamında şu hususlar ileri sürülmüştür: - Cahiliye döneminden beri Kureyş’ten bir peygamberin çıka- cağına dair bilgi ve inancın varlığını kanıtlamak, 45 Fi’l-edebi’l-câhilî, s. 108; Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, s. 101, 102. 46 Fi’l-edebi’l-câhilî, s. 143; Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, s. 149. 47 Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, s. 114-133. 109 - Hz. Peygamber’in soyu ve ailesinin Kureyş içindeki saygınlığını kanıtlamak, - Kur’ân’da geçmiş kavimlere ilişkin olarak yer alan ifadelerin tefsirinde kullanmak, - Kur’ân’ın dil yapısı bakımından Arap diline tamamen uygun katıksız bir Arapça kitap olduğunu kanıtlamak, - Özellikle Abbasiler döneminde ortaya çıkan fikri ve itikadi mezheplerden her birinin kendi haklılığını ortaya koyma çabasında cahiliye şiirine baş vurması, - Cahiliye döneminde de Arap coğrafyasında İslam inancına benzer bir inancın hanifler denilen bir grup şairde bulunduğunu kanıtlamak, - Yahudî ve Hristiyan Arapların da tıpkı diğer Araplar gibi, cahiliye dönemindeki mevcudiyetlerini kanıtlamak için cahiliye döneminde yaşayan kimi şahsiyetler adına şiir uydurmaları.48 - Kıssacılık : Bu kapsamda kıssacılar, anlattıkları kıssaları daha cazip ve etkileyici kılmak için şiir unsurunu kullanmaya önem vermişlerdir. Bu olgudan yola çıkan Taha Huseyn, kıssacıların bu konuda kendi başlarına hareket edemediklerini, aksine kendilerine kıssa ve şiir uyduracak kimselere ihtiyaç duyduklarını, bu nedenle kıssaların içeriğine derç edilmek üzere cahiliye şiiri diye şiirler uydurulduğunu ileri sürerek, bu iddiasına İbn İshak’ın, siyerinde yer verdiği şiirlerle ilgili bir itirafını delil göstermektedir.49 - Şuûbîlik : Taha Huseyn bu kapsamda, çoğunluğu Fars kökenli olup Araplaştıkları halde Arap unsuruna karşı olumsuz duygular beslemeye devam eden bazı şairlerin, Arapları küçük düşürüp Farsları yüceltmek için, Umeyye’nin babası Ebussalt b. Rabî‘a (ö.?), A‘şâ ve ‘Adî b. Zeyd (ö.597) gibi bazı ünlü cahiliye şairleri adına İran hükümdarları hakkında yüceltici methiyeler uydurduklarını ileri sürmektedir.50 - Ravilerin güvenilmezliği: Bu çerçevede, cahiliye şiirinin iki büyük ravisi olan Kufe ekolünün lideri Hammâd ile Basra ekolünün lideri Halef el-Ahmer’in kişilik, din, ahlak yönünden bozuk ve menfaat düşkünü kimseler olduğunu, bu nedenle şöhret ve menfaat uğruna yalan söylemede bir beis görmediklerini, ayrıca bazı şairler adına şiir uydurduklarını 48 Fi’l-edebi’l-câhilî, s. 133, 134, 135, 138, 139, 146; el-Esed, a.g.e., s. 389-392. 49 Fi’l-edebi’l-câhilî, s. 152; Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, s. 161. 50 Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, s. 177. 1 10 itiraf ettiklerini kaydeden Taha Huseyn, yaşadıkları dönemde de insanların onlar hakkındaki kanaatinin bu çerçevede olduğunu savunmuştur. Ancak Huseyn, bu konudaki olumsuz yaklaşımını genelleştirerek Ebû ‘Amr b. El-‘Alâ ve el-Asma‘î gibi, adı geçen zaafları taşımayan ravilerin de, başkaları adına şiir uydurma zaafından kurtulamadıklarını ileri sürmektedir.51 Taha Huseyn, konuyla ilgili iki eserinin son bölümlerinde olumsuz yaklaşımını daha da ileri götürerek aralarında muallakât şairlerinden İmruulkays, Tarafa b. el-‘Abd, Amr b. Kulsûm (ö.600) ve Hâris b. Hıllize’nin (ö.580) de bulunduğu pek çok cahiliye şairlerinin şiirlerinin yanı sıra şahsiyetlerini de uydurma diye nitelemeye çalış- mıştır. Taha Huseyn bunları yaparken somut, bilimsel ve objektif verilere dayanmaktan ziyade bir takım mesnetsiz varsayımlara ve peşin kabullere dayandığı gözden kaçmamaktadır. Nitekim kimi çağdaş Arap araştırmacılara göre Taha Huseyn daha önce, cahiliye şiiri ve şairlerinin varlığını kabul etmenin ötesinde, İslam medeni- yetinin en dinamik kaynaklarından biri olduğunu ifade ederken Margoliouth’un adı geçen eserinin ortaya çıkmasından sonra, özü itibariyle kendisine ait olmayan bu görüşleri oradan çalarak kendine mal etmeye çalışmıştır.52 B) Olumlu Yaklaşımlar Çağdaş yaklaşımlar kapsamında cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliğini büyük ölçüde kabul edenler arasında hem bazı müsteşrikler hem de Arap edebiyatçılarının çoğunluğu bulunmaktadır. Bu çerçevede Arap dünyasındaki ilk çalışmalar, yirminci yüz yılın başlarından itibaren Corci Zeydan’ın (ö.1914) Târîhu âdâbi’luga’l-‘Arabiyye’siyle başlayıp Süleyman el- Bustânî’nin (ö.1925) Mukaddimetu Tercemeti’l-İlyaza’sı, Luis Şeyho’nun (ö.1927) Şuarau’n-nasraniyye’si ve Rafiî’nin Târîhu âdâbi’l-‘Arab adlı eseriyle devam etmiştir. Müsteşrikler arasında olumlu yaklaşımlarıyla tanınanların başında ise Charles James Lyall, Fritz Krenkow (ö.1953) ve Erich Braunlich gelmektedir. Carlo Nallino (ö.1938), Brockelmann (ö.1956) ve Blachere (ö. 1973) gibi bazı müsteşriklerin ise nispeten orta bir yol izlemeyi tercih ettikleri gözlenmektedir.53 51 Fi’l-edebi’l-câhilî, s. 168-172; Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, s. 184-189. 52 ‘Avad, İbrahîm, Nazariyyetu Taha Huseyn fi’ş-şi‘ri’l-câhilî serikah em mulkiyye sahîhah, http://www.alarabnews.com 53 Nallino, Carlo, Târîhu’l-âdâbi’l-‘Arabyye, Kahire, 1954, s. 51 vd.; Brockelmann, Carl, Geschichte der Arabischen Literatur (GAL), Leiden, 1937 c.I, s. 34 vd.; Târîhu’l-edebi’l-‘Arabî, (çev. Abdulhalîm en-Neccâr), (I-VI), Kahire, tarih yok, I, 63-66; Blachere, Regis, Târîhu’l-edebi’l-‘Arabî, (çev. İbrahîm el-Kîlânî), Beyrut, 1419/1998, s. 215-217. 111 Bu arada özellikle yirminci yüz yılın ortalarından itibaren Arap dünyasında bu konudaki çalışmaların hız kazandığı ve günümüze dek bir kısmı Taha Huseyn’in görüşlerini çürütmeyi amaçlayan,54 bir kısmı da müstakil olmak üzere, çok sayıda ilmî ve akademik nitelikte çalışmanın yapıldığı görülmektedir.55 Ancak söz konusu çalışmaların tamamını ayrı ayrı ele alıp değerlendirmek mümkün olmadığından bunların sadece önde gelenlerinden bir kaçının yaklaşımlarına yer verilmek suretiyle konuya biraz daha açıklık getirilmeye çalışılacaktır. 1. Mustafa Sâdık er-Râfiî (ö. 1937) Râfiî, bizzat Taha Huseyn’in de itiraf ettiği gibi,56 cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliği ve intihali sorununu, ilk kez 1911 yılında yayımlanan Târîhu âdâbi’l-‘Arab adlı eserinin ilk cildinde kaynaklara dayalı olarak sistematik ve en kapsamlı bir biçimde ele alan ilk Arap edebiyatı tarihçisi olarak kabul edilmektedir.57 Râfiî, Taha Huseyn gibi konuyu önyargılı ve retçi bir tutumla değil, aksine hem ondan önce hem de ondan farklı olarak objektif bir bakış açısıyla irdelemektedir. Objektifliğinin bir göstergesi olarak o, bir yandan cahiliye şiirinin intihal kuşkusu uyandıran kısımlarının mevcudiyetine intihal sebepleriyle birlikte detaylıca yer verirken diğer yandan gerçekliği kuvvetle muhtemel olan örneklerinin varlığını 54 Brockelmenn, Carl, a.g.e., I, 64; el-Esed, a.g.e., s. 402, 405; http://www.alarabnews.com Bu konuda yapılmış olan belli başlı çalışmalar şöyle sıralanabilir: a) Muhammed Ferîd Vecdî, Nakdu kitâb eş-şi‘ru’l-câhilî, Kahire, 1926. b) Muhammed Lutfî Cumu‘a, eş-Şihâbu’r-râsid, Kahire, 1926. c) Muhammed el-Hıdr Huseyn, Nakd kitâb fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, yer yok, 1397/1977. d) Muhammed el-Hıdrî, Muhâdarât fî beyâni’l-ahtâi’l-‘ilmiyye et-târîhiyye el- letî iştemele ‘aleyhâ kitâbu fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, Kahire, 1927. e) Muhammed Ahmed el-Ğamrâvî, en-Nakdu’t-tahlîlî li kitâb Fi’l-edebi’l-câhilî, Kahire, 1348/1929. f) Muhammed ‘Alî Ebû Hamde, Fi’l-‘Ubûri’l-hadârî li kitâbi Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, Amman, 1423/2003. g) İbrahîm ‘Avad, Nazariyyetu Taha Huseyn fi’ş-şi‘ri’l-câhilî serikah em mulkiyye sahîhah, http://www.alarabnews.com h) Mustafâ Sâdık er-Râfiî, Tahte râyeti’l-Kur’ân, Beyrut, 1394/1974. i) Mudân Muhammed, Târîhu kırâet kitâb fi’ş-şi‘ri’l-câhilî li Taha Huseyn j) Mahmûd Mehdî el-İstanbûlî, Taha Huseyn fî mîzâni’l-‘ulemâi ve’l-udebâ k) Ahmed ‘Usmân, Fi’şi‘ri’l-câhilî ve’l-lugati’l-‘Arabiyye, Mektebetu’ş-şurûk, yy., ts. 55 Bu konuda en son ve en kapsamlı çalışmalar için bakınız: ‘Afîf, ‘Abdurrah- mân, eş-Şi‘ru’l-câhilî hasâdu karn, 1. baskı, Amman, 1428/2007, s.336, 340, 342, 344-356. 56 Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, s. 156, 157. 57 el-Esed, a.g.e., s. 377-379. 112 kabul etmekten de geri durmamaktadır.58 Öte yandan Huseyn’in gerek İslam’ın temel değerleri gerekse de cahiliye şiiriyle ilgili olumsuz tavrını ortaya koyan eserlerinin gün yüzüne çıkması üzerine Rafiî, Tahte râyeti’l-Kur’ân adı altında topladığı yazılarında kendi- sine karşı çetin bir mücadeleye girişerek konuyla ilgili iddialarının mesnetten yoksun ve ilmilikten uzak keyfi bir takım varsayım ve spekülasyonlardan ibaret olduğunu isabetle ortaya koymaya çalışmıştır.59 2. Butrus el-Bustânî (ö. 1969) Yirminci yüzyılın önde gelen Arap edebiyatı tarihçilerinden olan el-Bustânî’nin de konuyu objektif ve gerçekçi bir bakış açısıyla ele aldığı görülmektedir. Bu çerçevede önce cahiliye edebiyatının yazıya değil, ezbere ve şifahi rivayete dayandığını, bu nedenle Araplarda hafızanın yazı geleneğine sahip uygar toplumlardakinden daha güçlü olduğunu, bu süreçte aynı zamanda ravilerin de sayıca çoğaldığını ve kitapların yerine geçtiğini saptamakta, ardından da cahiliye şairle- rinden her birinin, şiirlerini ezberleyip insanlara rivayet eden bir ravisinin bulunduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda bazen şairlerin birbirlerine ravilik yaptıklarını, bazen de herhangi bir şairin şiirleri kabilesi tarafından rivayet edildiğini kaydeden el-Bustânî, birincisine Zuheyr’in Evs b. Hacer’e, Hutay’e’nin (ö.59/679) de Zuheyr’e ravilik yapmasını, ikincisine ise Benû Tağlib kabilesinden küçük büyük demeden herkesin kendi şairleri olan ‘Amr b. Kulsûm’un ünlü muallakasını rivayet etmesini örnek olarak göstermektedir. İslamî dönemde de yazı yaygınlaştıktan sonra cahiliyenin edebî ürünleri rivayet yoluyla derlenmeye devam etmiş, ancak kayda değer bir kısmı rivayet dışı kalıp kaybolduğundan, çeşitli nedenlerle bu ürünlere intihaller karışmıştır. Ancak Bustânî’ye göre, söz konusu intihal olgusu, özellikle Abbasiler dönemi edebiyatçılarının, rivayetleri üzerine ittifak ettikleri ve sahiplerine olan aidiyetlerinde ihtilafa düşmedikleri uzun kasideler başta olmak üzere, cahiliye şiirinin tamamını şüpheli göstermenin aracı haline getirilmemelidir. Zira söz konusu intihaller, münferit bazı beyitlerle sınırlı olup muallakalar gibi uzun kasidelere yansımamıştır.60 3. Omar Ferrûh (ö. 1982) Lübnanlı olup yirminci yüzyılın önde gelen Arap edebiyatçıları arasında özellikle gelenekçi ve muhafazakâr görüşleriyle dikkat 58 er-Râfiî, Mustafâ Sâdık, Târîhu âdâbi’l-‘Arab, (I-III), Beyrut, 1421/2000, I, 277 vd. 59 er-Râfiî, Tahte râyeti’l-Kur’ân, Beyrut, 1394/1974, s. 129 vd., 134-163 vd. 60 el-Bustânî, Butrus, Udebâu’l-‘Arab fi’l-câhiliyye ve sadri’l-İslâm, (I-IV), Beyrut, 1989, s. 36, 37. 113 çeken Ferrûh da, diğer tarafsız edebiyat tarihçileri gibi, cahiliye şiirinin tarihsel bir gerçek olduğuna vurgu yaparken aynı zamanda kendisinin de, bazı sebeplere bağlı olarak intihale konu olan bir kısmının sıhhatini kuşkulu bulduğunu söylemektedir. Ona göre bu kısmı kuşkulu kılan başlıca sebepler şöyledir: - Unutulup zayi olması, - Ravilerin bilerek veya bilmeyerek onu sahibinden başkasına mal etmeleri, - Bazı kimselerin, kendilerine ve geçmişlerine itibar kazandırmak için cahiliye şiiri adı altında şiir uydurmaları, - Bazı dilcilerin, dildeki hatalarını örtbas etmek için delil mahiyetinde şiir uydurmaları, - Bazı tarih, hadis ve dil ravilerinin aynı yola başvurmaları, - Siyasal çekişmeler Ferrûh, buna rağmen cahiliye şiirinin tamamını ve cahiliye şairlerini kuşkulu bulmadığını şu şekilde savunmaktadır: İntihal yapan kimse, bir iki beyit veya bir iki kasideyi taklit edebilir, ancak bir şair yaratamaz veya bir şairin kişiliğine bürünemez. Bir şairin kişiliğine bürünebileceğini farz etsek bile İmruulkays, Tarafa, Antere (ö.615) ve A‘şâ gibi ünlü cahiliye şairlerinin tamamının kişiliğine aynı anda bürünmesi mümkün olmasa gerektir. Kaldı ki, bazen bu dönemin şairlerinden biri, şiirlerinde aynı dönemin diğer bazı şairlerinden söz edebilmektedir. Abîd b. el-Ebras’ın, çağdaşı olan İmruulkays’ten, İmruulkays’in de diğer bazı cahiliye şairlerinden söz etmesi gibi. Şiir intihal eden kimsenin, bütün bunları yapabilmesi ise mümkün görülmemektedir. Ayrıca Kur’an’da cahiliye şiirine, Emevî ve Abbasî dönemi şairlerinin divanlarında da cahiliye şairlerine isim ve özellikleriyle birlikte işaretler bulunmaktadır.61 Bu itibarla bir kısım cahiliye şiirinde intihal bulunması, dönemin bütün şiir ve şairlerinin kuşkulu hale gelmesine yeterli sebep değildir. Arap ve Müslüman edebiyatçıların büyük ölçüde olumlu yaklaştıkları bu konuyu müsteşriklerin genellikle olumsuz ve kuşkucu bir anlayışla ele aldıkları gözlenmektedir. Buna rağmen cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliğini iyi niyetle savunan önemli bazı müsteşriklerin bulunduğunu da hatırlatmak gerekir. Bunlara örnek olarak iki şahsiyetin görüşlerine yer verdikten sonra yapacağımız bir değerlendirmeyle çalışmamızı bitirelim. 61 Ferrûh, Omar, Târîhu’l-edebi’l-‘Arabî, (I-VI), Beyrut, 1984, I, 86-88. 1 14 1. Charles James Lyall (ö.1920) Fuat Sezgin’in eski Arap şiirinin büyük alimi diye nitelediği İngiliz müsteşrik Lyall’in, mevcut cahiliye şiiriyle ilgili derin bir araştırma yapan ve bu yolla cahiliye şiirinin orijinalitesini kanıt- lamaya çalışan ilk araştırmacı olduğu anlaşılmaktadır. Lyall’a göre, İslamî döneme kadar gelen cahiliye şiirinin büyük bölümü, tercihe şayan bir ihtimalle hicri birinci yüz yılın ilk yarısında derlenmiştir.62 Lyall’in bu hususta söyledikleri mealen şöyledir: Anlaşılan o ki, bize kadar ulaşan cahiliye şiirinin büyük bölümü, her halükarda hicri birinci yüz yılın ortalarında aynı şaire ya da aynı kabileye ait birkaç parça şiir içeren divanlar veya mecmualar şeklinde derlenmiş bulunuyordu. Bu şiir parçaları, kabile veya aile üyelerinin bir araya getirdikleri münasebetleri içermekte ve bunları birbiriyle irtibatlandıran rivayetlerle birlikte ilgili oldukları münasebetlere göre düzenlenmekte idi.63 Lyall, cahiliye şiirinin tarihsel geçekliğini savunurken cahiliye dönemindeki Arap toplumunun sahip olduğu olağanüstü hafıza gücü sayesinde bütün meziyetlerinin koruyucusu olan ve bunları geleceğe taşıyan şiiri birkaç asır kuşaktan kuşağa aktarmasında şaşılacak bir durum bulunmadığını söylemektedir. Çünkü bu süreçte pek çok kimse raviliği bir uzmanlık alanı haline getirmiştir. Aynı şairin şiirlerinde görülen tabir değişikliklerinin sebebi ise, intihal veya şiirle oynamak olmayıp şairin kendisi tarafından yapılan tasarruflardır. Çünkü her şiir, sahibinin kişiliğini yansıtmakta ve zaman zaman sahibi tarafından üzerinde değişiklikler yapılabilmektedir. Bu nedenle Lyall, kimi müsteşriklerin İmruulkays, Lebîd (ö.41/661), Zuheyr, Nâbiga ve A‘şâ gibi büyük cahiliye şairlerinin şiirlerini intihal ürünü ve sonraki asırlarda yazılmış olmakla nitelemesini dehşete düşürücü bir cüretkarlık olarak değerlendirmektedir. Cubûri’ye göre bu çerçevede Lyall, isim vermeden Ahlwardt’ın adı geçen makalesini şu sözlerle eleştirmektedir: Cahiliye şairlerine nispet edilen şiirlerin büyük bölümünün sonraki asırlarda onlar adına uydurulduğunu ve onlarınkinden çok farklı olan koşullarda ve Arap çöllerindeki göçebe yaşam günlerinden tamamen farklı bir alemde yaşamış olan edebiyatçıların kaleminden çıktığını sanmak aşırı hayalcilikten başka bir şey değildir.64 Bunlara ek olarak Lyall, cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliğini şu gerekçelere de dayandırmıştır: 62 Sezgin, Târîhu’t-turâsi’l-‘Arabî, (I-VIII), Riyad, 1411/1991, II/1, 31. 63 Charles J. Lyall, Some Aspects of Ancient Arabic Poetry as Illistrated by a Little Known Anthology, in Proceedings of the British Academy, 1917-18, s. 374. 64 Cuburi, a.g.e., s. 41. 115 - Hicrî birinci yüzyıl şairlerinin, bu şiirin gerçekliğine inanmaları ve bu nedenle cahiliye şairlerinin, bu yüzyılın Ferezdak (ö.115/733), Cerîr (ö. 115/733), Ahtal (ö.92/710) ve Zurrumme (ö.117/735) gibi ünlü şairleri tarafından biçim ve içerik bakımından örnek alınmaları, - Cahiliye şiirlerinin, onları ilk olarak tenkit süzgecinden geçiren alimlerin bilmediği garip kelimelerle dolu olması ve bu tür kelimelerin, çok eski dönemlere ait olmaları nedeniyle söz konusu şiirlerin yazı yoluyla derlenmeye başladıkları dönemde kullanılmıyor olmaları.65 Bu bağlamda dilcilerin, bu şiirlerin anlaşılması konusunda harcadıkları çabalar ve bu çabalar sonucu ortaya çıkan kelime materyalinin daha sonraki süreçte ilk sözlüklere kaynaklık etmesi de, Lyall’in bu tezini doğrular mahiyettedir. 2. Erich Braunlich (ö. 1945) Cahiliye şiiri, göçebe Arapların hayatı, Arap dili ve sözlükleri alanında uzmanlaşan seçkin Alman müsteşrikler zincirinin önemli bir halkası olan Braunlich, Zur Frage der Echtheit der altarabischen Poesie (Cahiliye Şiirinin Gerçekliği Meselesi Hak- kında) başlığı altında kaleme aldığı ve 1926’da Olz dergisinde yayınlanan makalesinde66 Margoliouth’un, cahiliye şiirini bütünüyle inkâra dönük iddialarını bir yıl sonra reddedip çürütmeye çalışan ilk şahsiyetlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Konuyu, alanın en iyi uzmanlarından biri olarak ele alan Braunlich, içindeki bazı kelime- lerin değişikliğe uğramasını gerekçe göstererek cahiliye şiirinin rivayetlerini tutarsız ve uyumsuz olmakla eleştiren önceki müsteş- riklerin delillerini çürütürken Arapçanın eş anlamlı kelimeler bakı- mından zengin olması ve bu şiirin sözlü rivayet yoluyla gelmesi nedeniyle bu tür değişikliklere uğramasının doğal olduğunu savun- maktadır. Ona göre, bu durumu tedvin sürecinde daha da kritik hale getiren husus ise, Arap yazısının noktalama ve harekeleme sorunları nedeniyle değişikliğe elverişli olmasıdır. Nitekim yazının bu riskli yönünü fark eden İslam alimleri, kitaplardan yararlanmaya ek olarak ilimleri sözlü rivayet yoluyla aktarmaya özen göstermiş ve İslamî ilimleri tahsil etmede bu yolun daha uygun olduğunu düşün- müşlerdir. Öte yandan kasıtlı bazı intihallerin varlığını kabul eden Braunlich, cahiliye şiirinin rivayeti ve ravileriyle ilgili olarak aktarılan ve inkârcı müsteşriklerin delil olarak kullandıkları bazı haberlerin gerçek dışı olduğunu söylemekte ve buna örnek olarak şu iki olaya yer vermektedir: 65 Lyall, James Charles, Mukaddimetu dîvâni ‘Abîd el-Ebras, çev. Huseyn Nassâr, Kahire, 1957, s. 21, 22. 66 Braunlich, Erich, Zur Frage der Echtheit der altarabischen Poesie, Olz dergisi, XXIX, 825-833; Bedevî, a.g.e., s. 106. 116 a) Abbasî halifesi el-Mehdî’nin (ö.169/785) İsaabad’daki sara- yında Hammâd er-Râviye ile el-Mufaddal ad-Dabbî arasında geçtiği ileri sürülen olay. İddiaya göre bu olayda Hammâd, Zuheyr b. Ebî Sulmâ’nın bir şiirinin baş kısmına iki veya üç beyit ilave etmiştir. Durumdan kuşkulanan Mehdî, Hammâd’a yemin ettirmek suretiyle bu beyitlerin Zuheyr’e ait olup olmadığını sormuş, Hammâd da bunları kendisinin uydurduğunu söylemek zorunda kalmıştır. Braunlich, bu haberin gerçek dışı olduğunu, çünkü Hammâd’ın vefat ettiği h. 155/56 tarihinden en az iki yıl sonra, yani 158’de Mehdî’nin halife olduğunu, sarayı ise Taberî’nin tespitine göre h. 164 tarihinde yaptırdığını savunmaktadır.67 b) Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî’nin (ö.175/791) cahiliye şiirinden esinlenerek kurduğu şiir vezinleriyle ilgili haber. Margoliouth, Yakût’un Mu’cemu’l-udebâ’sına atfen68 Halîl’in çağdaşlarından olan Berzah el-‘Arûdî (ö.?) adındaki bir zatın, vezinler sisteminin bütünüyle hayal mahsulü olduğunu ispatlamaya çalıştığı bir kitap yazdığı gerekçesiyle, Halîl’in kurduğu aruz sistemini reddetmeye kalkışmıştır. Braunlich’e göre, Yakût’un bu görüşe hizmet etmeyen ve aynı zamanda zayıf olan söz konusu rivayetini Margoliouth, bağlamından kopararak kendi görüşü doğrultusunda yönlendirmeye çalışmıştır. Zira haberin dolaylı kaynağı olan İbn Dersteveyh (ö.374/984) Berzah’ı iddiacı ve yalancı olmakla itham etmiştir.69 Böylece Halîl’in aruz sistemini inkar etmek suretiyle, bu sistemin kaynağı olan cahiliye şiirini inkar etmeye kalkışan Margoliouth’un bu konuda dayandığı rivayet geçersiz hale gelmiş olmaktadır. Sonuç ve Değerlendirme Sonuç itibariyle gerek klasik gerekse de çağdaş yaklaşımlar kapsamında cahiliye şiiri, başından beri alanın araştırmacıları arasında tartışmaya açık bir konu olmuştur. Bu bağlamda klasikler arasında bu şiirin önemli bir bölümünün kaybolduğunu söyleyenler olmakla birlikte İslamî döneme intikal eden koleksiyonun içerisinde sadece kısmî intihallerin varlığına vurgu yapılmış, ancak tamamının intihal eseri olduğu şeklinde bir yaklaşım sergilenmemiştir. Hatta ileri derecede iyimser olduğu anlaşılan kimilerine göre bu şiirin sadece onda biri kadarı kaybolmuştur. İntihallerin başlıca sebepleri olarak da ravilerin bilinçli veya bilinçsiz uydurmaları, sözlü 67 Cuburî, a.g.e., s. 58. 68 el-Hamevî, Yakût, Mu’cemu’l-udebâ, (I-XX), Kahire, 1400/1980, VII, 71, 72. 69 Cuburî, a.g.e., s. 58. 117 rivayetlerin unutulma ve değişmeye açık olması, dilciler, tefsir alim- leri, hadisçiler, kelamcılar ve tarihçilerin cahiliye şiirinden delil bul- maya dönük arayışları, aşiretler arası siyasal ve tarihsel çekişmeler gibi hususlara dikkat çekilmiştir. Konuyla ilgili çağdaş yaklaşımlara gelince, birkaç müsteşrikin nispeten ılımlı gözüken tutumları bir kenara bırakılırsa, bunların iki zıt kutup şeklinde geliştiğini söylemek gerekir. Bu kapsamda Taha Huseyn ile onun bu konudaki fikir babaları olduğundan kuşku duyulmayan Nöldeke, Ahlwarth ve Margoliouth, cahiliye şiirinin tarihsel gerçekliğini bütünüyle inkar etmeye varan retçi bir tutum sergilemişlerdir. Buna karşılık başta çağdaş Arap edebiyatı araştırmacılarının büyük bir bölümü olmak üzere, aralarında bazı müsteşriklerin de yer aldığı kahir ekseriyet, tıpkı klasik anlayışta olduğu gibi, kısmi intihali kabul etmekle birlikte inkarcı anlayışın tamamen kasıtlı, mesnetten yoksun, saptırmaya dayalı ve hayal ürünü olduğunu savunmaktadır. Vakıa meseleye tarihsel gerçekçilik perspektifinden bakıldığında sadece muhadrem şairlerin mevcudiyeti ve Hz. Ömer ile İbn Abbas gibi hüccet durumundaki şahsiyetlerin neredeyse her konuda cahiliye şiirlerinden örnekler terennüm etmeyi adet haline getirmeleri ve bunlara başvurmayı özendirmeleri bile cahiliye şiirinin kayda değer bir bölümünün, İslâmî döneme intikal edişi için yeterli delil olsa gerektir. Yanı sıra, bazı şiir örneklerinin, ait oldukları dönemin tarihsel olaylarını konu almaları da, bu örneklerin tarihsel gerçekliğini yeterince ortaya koyan kanıt olarak değerlendirilebilir. Ne var ki ideolojik saplantı, her konuda olduğu gibi, bu konuda da Taha Huseyn ve fikir babalarının objektif davranmalarının önüne set çekerek Arap toplumunun cahiliye hayatının yansıtıcısı olarak bu dönemin şiirini değil, Kur’anı- Kerim’i göstermelerine yol açmış görünmektedir. Kaynakça Kur’an-ı Kerim ‘Afîf, ‘Abdurrahmân, eş-Şi‘ru’l-câhilî hasâdu karn, 1. baskı, Amman, 1428/2007 ‘Avad, İbrahîm, Nazariyyetu Taha Huseyn fi’ş-şi‘ri’l-câhilî serikah em mulkiyye sahîhah, http://www.alarabnews.com Bedevî, ‘Abdurrahman, Mevsû‘atu’l-musteşrikîn, Beyrut, 2003 Blachere, Regis, Târîhu’l-edebi’l-‘Arabî, (çev. İbrahîm el-Kîlânî), Beyrut, 1419/1998 Braunlich, Erich, Zur Frage der Echtheit der altarabischen Poesie, Olz dergisi 1 18 Brockelmann, Carl, Geschichte der Arabischen Literatur (GAL), Leiden, 1937; Târîhu’l-edebi’l-‘Arabî, (çev. Abdulhalîm en- Neccâr), (I-VI), Kahire, ts. Bustânî, Butrus, Udebâu’l-‘Arab fi’l-câhiliyye ve sadri’l-İslâm, (I-IV), Beyrut, 1989 Câhız, Ebû ‘Usmân ‘Amr b. Bahr, el-Hayevân, Thk. ‘Abdusselâm Muhammed Hârûn, (I-VII), Dâru’l-cîl, Beyrut, 1408/1988 Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, Thk. ‘Abdusselam Muhammed Harûn, (I- IV), Beyrut, ts. Charles J. Lyall, Some Aspects of Ancient Arabic Poetry as Illistrated by a Little Known Anthology, in Proceedings of the British Academy, 1917-18 Cubûrî, Vehîb Yahyâ, el-Musteşrikûn ve’ş-şi‘ru’l-câhilî beyne’ş-şekki ve’t-tevsîk, Beyrut, 1977 Cumahî, Muhammed b. Sellâm, Tabakâtu fuhûli’ş-şu‘arâ, Beyrut, ts. D. S. Margoliouth, The Origins of Arabic Poetry, Journal of The Royal Asiatic Society, July 1925 Esed, Nâsıruddîn, Masâdiru’ş-şi‘ri’l-câhilî, Beyrut, 1996 Ferrûh, Omar, Târîhu’l-edebi’l-‘Arabî, (I-VI), Beyrut, 1984 Hamevî, Yakût, Mu’cemu’l-udebâ, (I-XX), Kahire, 1400/1980 Hût, Muhammed Selîm, el-Mitulujya ‘inde’l-‘Arab, Dâru’n-nehâr, Beyrut, 1983 İbn Fâris, Ebu’l-Huseyn Ahmed, as-Sâhibî, Kahire, ts. İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Muslim, ‘Uyûnu’l-ahbâr, (I-IV), Dâru’l-kutubi’l-Misriyye, Kahire, 1343/1925 İbn Kuteybe, eş-Şi‘ru ve’ş-şu‘arâ, Leiden, 1902 İsfahânî, Ebu’l-Ferec ‘Alî b. el-Huseyn b. Muhammed el-Kureşî, Kitâbu’l-Ağânî, Thk. İbrahim el-Ebyârî, (I-XXXI), Kahire, 1389/1969 Kayrevânî, Ebû ‘Alî el-Hasen İbn Reşîk, el-‘Umde fî sınâ‘ati’şi‘ri ve nakdih, (I-II), Beyrut, 1402/1990 Kureşî, Ebû Zeyd Muhammed b. el-Hattâb, Cemheretu eş‘âri’l-‘Arab, şerh ve Thk. ‘Alî Fâ‘ûr, Dâru’l-kutubi’l-‘ilmiyye, Beyrut, 1424/2003 Lyall, James Charles, Mukaddimetu dîvâni ‘Abîd el-Ebras, (çev. Huseyn Nassâr), Kahire, 1957 Merzubânî, Ebû ‘Ubeydillâh Muhammed b. ‘İmrân b. Mûsâ, el- Muvaşşah, Thk. ‘Alî Muhammed el-Becâvî, yy., ts. Mes’ûdî, Ebu’l-Hasen ‘Alî b. El-Huseyn, Murûcu’z-zeheb, Thk. Muhammed Muhyiddîn ‘Abdulhamîd, (I-III), Kahire, 1948 119 Nallino, Carlo, Târîhu’l-âdâbi’l-‘Arabyye, Kahire, 1954 Râfiî, Mustafâ Sâdık, Târîhu âdâbi’l-‘Arab, (I-III), Beyrut, 1421/2000 Râfiî, Tahte râyeti’l-Kur’ân, Beyrut, 1394/1974 Sezgin, Fuad, Târîhu’t-turâsi’l-‘Arabî, (çev. Mahmûd Fehmî Hicâzî), (I- VII), Riyad, 1411/1991 Sezgin, Muhadarât fî târîhi’l-‘lûmi’l-‘Arabiyye ve’l-İslâmiyye “eş-Şi‘ru’l- ‘Arabiyyu’l-kadîm beyne’l-asâleti ve’l-intihâl”, Frankfurt, 1404/1984 Suyûtî, ‘Abdurrahmân Celâluddîn, el-Muzhir fî ‘ulûmi’lugah ve envâ‘ihâ, (I-II), Kahire, ts. Taha Huseyn, Fi’l-edebi’l-câhilî, Kahire, ts. Tâhâ Huseyn, Fi’ş-şi‘ri’l-câhilî, (takdim: ‘Abdulmun‘im Tuleyme), Kahire, 2007 Uzunoğlu, Vecih, Türkiye’de Arap Dilinde Yapılan Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri-II (1956-2004), Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 17, Bahar 2005 Zeydân, Corci, Târîhu âdâbi’l-luga’l-‘Arabiyye, (I-IV), Dâru’l-hilâl, Kahire, ts. 120