T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI KUR’ÂN’DA RIZ KAVRAMI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) İbrahim AKŞİT BURSA – 2015 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI KUR’ÂN’DA RIZ KAVRAMI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) İbrahim AKŞİT Danışman Doç. Dr. Celil KİRAZ BURSA – 2015 ÖZET Adı, Soyadı : İbrahim AKŞİT Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı: Temel İslam Bilimleri Bilim Dalı : Tefsir Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : XI+155 Mezuniyet Tarihi: ……./……../2015 Tez Danışmanı: Doç. Dr. Celil KİRAZ KUR’ÂN’DA RIZ KAVRAMI Bu çalışmada Kur’ân-ı Kerim’de otuz iki süre, atmış dört ayet ve yetmiş üç yerde zikredilen rızâ kavramı araştıırılrmaya çalışıldı. Çalışma; giriş, üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş bölümünde, araştırmanın önemi, amacı, yöntemi ve kaynakları kısa olarak anlatılmıştır. Birinci bölümde rızâ kelimesinin sözlük ve ıstılâhî anlamları, başta lügat kitapları olmak üzere, Kur’ânî kavramları açıklayan diğer eserlerden istifade edilerek izah edilmiştir. Daha sonra rızâ kavramının Kur’ânî tahlili ve bu kavramına yakın ve zıt anlam ifade eden lafızlar hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde rızâ kavramı ve rızâ kavramına yakın ve zıt anlam içeren kelimelerin içinde bulunduğu ayetler tesbit edilerek, konularına göre tasnif edildildi ve bu ayetler çeşitli tefsir kitaplarından yararlanılarak açıklanmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde ise rızâ kavramının başka hadis olmak üzere, fıkıh, kelâm ve tasavvuf ilimlerindeki yeri kısaca açıklanmıştır. Anahtar Kelimeler: Kur’ân, tefsir, rızâ, mahabbe, gazap. iii ABSTRACT Name, Surname : İbrahim Akşit University : Uludağ University Institution : Social Sciences Institue Field : Basic Islamic Sciences Branch : Tafsir Type of the Work : Thesis of Master Page Number : XI+155 Date of the Graduation: ……../……../2015 Supervisor : Assoc. Prof. Celil KİRAZ THE CONCEPT OF RIDAA IN THE QUR’AN In this study, it is tried to investigate the term of "ridaa" which is mentioned in thirty two Surah, sixty four verses and seventy three places. This study consists of three sections. In the introduction, the importance, aim, method and sources of the study is briefly explained. In the first section, the meaning of ridaa is explained in terms of lexical and term meaning by using different books which explain the Kuranic terms. Then the Kuranic analysis of the term of "ridaaa" is made and some information about the terms which is closed to riza is given. In the second part, some terms which has close meanings to rıza and has opposite meanings is explained with their verses. Besides these verses are sort out with regard to their subjects by being tried to explain in the light of Tafsir books. In the last part, the place of rıza in the other Islamic disciplines such as Hadith, Islamic law and Sufism is tried to explained. Key Words: Qur’an, tafser, ridaa, mahabba, gazap. iv ÖNSÖZ Hz. Peygamber Vedâ Hutbesinde insanlara emanet olarak Kur’ân ve sünneti bıraktığını belirtmiştir. Bu emaneti alan ümmet, onların korunması için ezberleme, öğrenme, anlama ve amel etme hususunda gereğini yapmışlardır. Hz. Ebu Bekir döneminde Hz. Ömer’in teşvikiyle Kur’ân-ı Kerim’in toplanarak Mushaf haline getirilmesi, Hz. Osman döneminde Mushaf’ın çoğaltılması bu çalışmaların en önemli örneklerindendir. Diğer yandan başta Mekke-i Mükerreme’de ve Medine-i Münevvere’de olmak üzere çeşitli İslam beldelerinde tefsir medreseleri oluşmuştur. Mezkur medreselerde Ashab-ı Kiram, Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamak, te’vil ve tefsirini en sahih olarak gerçekleştirmek için büyük gayretler sarfetmişlerdir. Ancak Kur’an-ı Kerim’in ilâhî kelam olması ve dünyanın sayılı dillerinden olan Arap dili üzere indirilmiş olması bu çalışmanın ne kadar ciddi ve sorumluluk taşıması gerektiğini ortaya koymaktadır. Her yönden mu’cize olan Kur’an’ın her sûresinin, her ayetinin, her cümlesinin ve her kelime ve hatta her harfinin çeşitli anlam ve hikmetler ihtivâ etmesi gayet tabiidir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim, insanoğlunun dünya ve ahiret saadeti için yegane kaynak ve rehberdir. Bundan dolayıdır ki, Kur’ân-ı Kerim’i anlamak ve hayatlarını onun emir ve yasaklarına göre şekillendirmek ilk günden günümüze kadar Müslümanların en büyük emelleri olmuştur. Çünkü o öyle bir kitaptır ki, ondan yüz çevirenin dünyada sıkıntılı bir 1 hayat yaşayacağını, ahirette ise kör olarak haşrolunacağını Allah Teâlâ haber vermektedir. İşte bu sebeptendir ki, Kur’ân-ı Kerim ilk günden itibaren Müslümanların en önemli ilgi odağı olmuş ve İslam tarihinin her devrinde, umumi olarak tüm İslâmî câmiada, hususî olarak da ilim müesseselerinde bu haklı yerini her zaman korumuştur. Kur’ân’a hizmet için nice ulemâ gecesini gündüzüne katarak bir ömür boyu çalışmış ve Müslümanlara çok önemli eserler sunmuşlardır. Tefsir tarihi onların bu fedâkar çalışmalarını zikreden menkıbe ve kıssalarla doludur. Sahabe dönemiyle başlayan tefsir çalışmaları zaman zaman yavaşlasa da her devrin gözdesi olmuştur. Özellikle dirâyet 1 Bkz. Taha, 20/124. v tefsirinde büyük bir çığır açan Muhammed b. Ömer Fahruddîn er-Râzî (ö. 606/1209), Fâtiha Sûresi’ndeki ibret ve belâgatı hususunda on bin mesele çıkarabileceğini iddia etmiş ve bunu tefsirinde ispat ederek, Kur’an-ı Kerim’in başta belâğat ve fesâhat olmak üzere her yönden ne kadar büyük bir mu’cize olduğunu göstermiştir. İslam tarihindeki müfessirlerin adedi sayılmayacak kadar çok olduğu gibi, henüz Kur’ân-ı Kerim hakkında son söz söylenmiş de değildir. Dolayısıyla daha nice Muhammed b. Cerîr et-Taberî (ö. 310/922), Fahruddîn er-Râzî, Âlûsî (ö.1270/1854) ve İbn Kesîr (ö. 774/1372)’ler çıkacaktır. Bu vesileyle derslerinden istifâde ettiğim bütün hocalarıma, jüri üyeleri Prof. Dr. Remzi KAYA ve Yard. Doç. Dr. Süleyman AYDIN hocalarıma, hadisleri bulmada yardımcı olan Samet YAZAR ve Ramazan DOĞANAY kardeşlerime ve özellikle hem ders döneminde, hem tez konusu tesbitinde ve hem de tezi hazırlamada bana her türlü yardımı esirgemeyen, her türlü zahmete ve fedakarlığa katlanarak, büyük bir sabır ve özveri gösterip bu tezin hazırlanmasında büyük emeği olan tez danışmanım Doç. Dr. Celil KİRAZ hocama teşekkür eder, saygı, sevgi ve şükranlarımı arz ederim. İbrahim AKŞİT BURSA 2015 vi İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ....................................................................................................................... İİ ÖZET ...................................................................................................................................................... İİİ ABSTRACT ......................................................................................................................................... İV ÖNSÖZ ................................................................................................................................................... V İÇİNDEKİLER .................................................................................................................................. Vİİ KISALTMALAR ................................................................................................................................ Xİ GİRİŞ I. ARAŞTIRMANIN KONUSU ........................................................................................................ 1 II. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ........................................................................................................... 1 III. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI ........................................................... 2 BİRİNCİ BÖLÜM RIZ KAVRAMINA YAKIN VE ZIT ANLAMLI KELİMELERİN TAHLİLİ I-RIZ KAVRAMININ LÜGAT ANLAMI .................................................................................. 5 A-SÖZLÜK OLARAK TANIMI .................................................................................. 5 B-TERİM OLARAK TANIMI ...................................................................................... 8 II- RIZ KAVRAMININ KUR’ÂNÎ TAHLİLİ ......................................................................... 10 A-KUR’ÂN’DA RIZ VE TÜREVLERİ .................................................................. 10 B-KUR’ÂN’DA RIZ VE TÜREVLERİNİN ANLAMLARI ................................. 13 1-ALLAH’IN RIZÂSI ............................................................................................. 13 2-PEYGAMBERİN RIZÂSI ................................................................................... 17 3-DİĞER İNSANLARIN RIZÂSI .......................................................................... 18 III-KUR’ÂN’DA RIZ KAVRAMINA YAKIN ANLAMLI KELİMELER .................... 21 vii A- el-MEHABBE (21 ............................................................................................. (اَلَمَحبَّة B- el-MEVEDDE (24 ............................................................................................. (اَلَمَوَدة C- el-İRÂDE (24 .................................................................................................... (االرادة D- el-İHTİYÂR (26 ............................................................................................. (االختيار E- el-ISTIF (27 ................................................................................................ (االصطفاء IV-KUR’ÂN’DA RIZ KAVRAMIYLA ZIT ANLAMLI KELİMELER ....................... 27 A- es-SEHAT ( الَسَخط) / es-SUHT (27 .............................................................. (الُسْخط B- el-GAZAP (ُُ28 ................................................................................................. (الَغَضب 1-Yahudiler .............................................................................................................. 29 2-Diğer İnsanlar ....................................................................................................... 30 C- el- LA’NE ( ُُ30 .................................................................................................... (اللَْعنَة 1- Kur’ân-ı Kerim’de “La’net” Kelimesinin Anlamları .......................................... 31 2- Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de La’net Ettiği Kişiler ............................................... 31 D- el-BUĞZ ( ُُ32 ................................................................................................... (البُْغض E- el-KERÂHİYYE ( َُة 33 ...................................................................................... (الَكراِهي F- el-İNTİKÂM (م ُ ُِاْل ْنتِقَا 34 ............................................................................................. (ا G- el-MAKT (35 .................................................................................................... (الَمْقت İKİNCİ BÖLÜM KUR’ÂN’DA ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU VE OLMADIĞI BELİRTİLEN İNANÇ, VARLIK, KİŞİ VE AMELLER I- ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN İNANÇ, KİŞİ VE AMELLER .............. 37 A- ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN İNANÇ: İSLÂM VE İMAN .......... 39 B- ALLAH’IN KENDİSİNDEN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN KİŞİLER ............ 42 1. Peygamberler ....................................................................................................... 42 2. Sahâbe-i Kirâm .................................................................................................... 46 3. Mü’min Erkek ve Kadınlar ................................................................................. 48 C- ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN AMELLER ..................................... 49 1. Şükür .................................................................................................................... 49 2. Amel-i Salih ......................................................................................................... 50 3. Allah Korkusu (Takvâ) ........................................................................................ 51 4. Peygambere Tabi Olmak ..................................................................................... 55 5. Allah Yolunda Cihat Etmek ................................................................................ 57 6. Özünde ve Sözünde Sadık (Doğru) Olmak ......................................................... 59 7. Allah İçin Buğzetmek .......................................................................................... 60 8. Mü’minlere Karşı Alçak Gönüllü, Kâfirlere Karşı Şiddetli Olmak ................... 63 9. Adalet .................................................................................................................. 64 10. Tevbe Etmek ve Temizlenmek .......................................................................... 66 11. İyilik Yapmak (İhsân) ........................................................................................ 67 viii 12. Sabretmek .......................................................................................................... 69 13. Tevekkül ............................................................................................................ 71 II. ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN İNANÇ, VARLIK, KİŞİ VE AMELLER.............................................................................................................................................. 75 A-ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN İNANÇLAR ............................... 75 1. Küfür .................................................................................................................... 76 2. Şirk ...................................................................................................................... 79 3. Nifak .................................................................................................................... 80 4. İrtidâd .................................................................................................................. 82 5. Yahudilik ............................................................................................................. 84 6. Hıristiyanlık ......................................................................................................... 93 B- ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN VARLIK: ŞEYTAN .................. 95 C-ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN KİŞİLER ..................................... 96 1. Fir’avn ve Ahâlisi ................................................................................................ 96 2. Âd Kavmi ............................................................................................................ 97 D-ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN AMELLER ................................. 98 1. İnsanlara Fitne, Fesat ve Tuzak Kurmak İçin Toplanmak................................... 98 2. Zulüm .................................................................................................................. 99 3. Haddi Aşmak ..................................................................................................... 103 4. Şımarıklık ve Fesat Çıkarmak ........................................................................... 106 5. İsrâf .................................................................................................................... 111 6. Kötü Sözün Açıkça Söylenmesi ........................................................................ 113 7. Kibir ................................................................................................................... 114 8. Kendini Beğenmek ve Övünmek ....................................................................... 115 9. Günahta Israr Etmek .......................................................................................... 119 10. İhânet ve Günahkârlık ..................................................................................... 120 11. Kasten Bir Mü’mini Öldürmek ....................................................................... 122 12. Savaştan Kaçmak ............................................................................................. 123 13. Allah’ın Ayetleri Hakkında Delilsiz İleri Geri Tartışmak ............................... 123 14. Yapılmayacak Şeyleri Söylemek ..................................................................... 124 15. Allah ve Rasûlünü İncitmek ............................................................................ 124 16. Allah’ın Delillerini ve Hidayetini Gizlemek ................................................. 125 17. Namuslu Kadınlara İftira Etmek...................................................................... 126 18. Allah’a Yalan İftira Etmek .............................................................................. 126 19. Ahdini Bozmak, Bağları Koparmak ................................................................ 128 ix ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DİĞER İSLÂMİ İLİMLERDE RIZ I- HADİS ....................................................................................................................... 131 A. HADİSLERDE ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN KİŞİ VE AMELLER ……………...………………………………………………..…. 131 B. HADİSLERDE ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN KİŞİ VE AMELLER…………………………………………………..………………. 136 II- FIKIH ....................................................................................................................... 137 III- KELÂM ................................................................................................................... 141 IV- TASAVVUF ........................................................................................................... 142 A. MAKAM VE HAL OLARAK RIZ ................................................................... 144 B. RIZÂNIN DERECELERİ ..................................................................................... 145 C. RIZÂNIN HÜKMÜ .............................................................................................. 146 SONUÇ ............................................................................................................................................... 147 KAYNAKLAR ................................................................................................................................. 149 ÖZGEÇMİŞ ...................................................................................................................................... 155 x KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.s. : Aleyhisselâm b. : Bin bs. : Basım c. : Cilt c.c. : Celle Celâlühü D.İ.A. : Diyânet İslâm Ansiklopedisi D.İ.B. : Diyanet İşleri Başkanlığı h. : Hicrî Hz. : Hazreti r.a. : Radiyallâhü anh, Radiyallâhü anhâ s. : Sayfa s.a.v. : Sallallâhü Aleyhi ve Sellem T.D.V. : Türkiye Diyânet Vakfı trc. : Tercüme Eden t.y. : Yayın tarihi yok xi GİRİŞ I. ARAŞTIRMANIN KONUSU Bu araştırmanın konusu, Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli türevleri ile geçmekte olan rızâ kelimesinin hem kelime, hem kavram olarak incelenmesi olacaktır. Kelimenin Arap lügatında kullanılma şekilleri, içerdiği anlamlar çeşitli Arapça sözlüklerden ve Arap şiirlerinden istifade edilerek açıklanmaya çalışılacaktır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de mezkur lafız ve türevlerinin geçtiği ayetler ve ayetlerdeki kavramlar tesbit edilecektir. Başta rızâ ve türevleri olmak üzere bu kavramların ihtivâ ettiği anlamlar çeşitli lügat, ıstılah ve tefsir kitaplarından yararlanarak izah edilmeye çalışılacaktır. Rızâ kavramına yakın ve zıt anlamlı lafızlar da aynı yöntemle açıklanacak ve zikri geçen terimin diğer ilimlerdeki yeri anlatılacaktır. II. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ Malumdur ki, Allah Teâlâ insanı diğer varlıklara vermediği bazı özelliklerle yaratmıştır. Bu özelliklerden en önemlisi şüphesiz âkil (akıl sahibi) ve düşünebilen bir varlık olmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de birçok ayette düşünmeye, akletmeye teşvik eden ve aklını kullanmayıp, düşünceden mahrum yaşayan insanları zem eden birçok ifadeler geçmektedir. Ancak, akıl, mantık ve fikir Müslüman için ölçü değil, bilakis Kur’ân ve Sünneti anlamada ve kavramada bir vesiledir. Müslüman, her şeyi akıl ve ilimle halledeceğine inanarak aklı putlaştırmaz, ancak aklını, Kur’ân ve Sünneti anlama ve kavramada bir araç olarak kullanır. Erken tarihlerden itibaren hem Müslümanların, hem de Gayr-i Müslimlerin dikkatini celbeden Kur’ân-ı Kerim insanların ilgi odağı olmuştur. Müslümanlar. Allah rızâsı için Kur’ân-ı Kerim’e yönelirken, Gayr-i Müslimler ise, İslâm’a ve Müslümanlara zarar vermek veya dünyevî bir takım menfaatler elde etmek maksadıyla Kur’ân-ı Kerim araştırmalarına büyük önem vermişlerdir. 1 Kur’ân-ı Kerim hakkında bir çok araştırma yapılmış ve kıyamete kadar da yapılacaktır. O ilâhî mesajın Allah kelamı ve her yönden mu’cize olması şüphesiz onun üzerindeki araştırmaları daha da önemli kılmaktadır Bu araştırmalardan birisi de kavram çalışmalarıdır. Her kelimesinde ne kadar anlamlar yüklü olduğu ilim ilerledikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Kur’ânî kavramlardan birisi de rızâ kelimesidir. Bu araştırmada öncelikle Allah’ın rızâsı dikkate alınmıştır. Çünkü O’nun rızâsı herşeyin üstündedir. Allah (c.c)’nün nelerden râzı olduğu ve nelerden olmadığının bilinmesi son derece önemlidir. Şüphesiz O’nun râzısını elde etmek, hoşlandığı amel ve fiilleri yapmak, gazap edip, sevmediklerini terketmekle mümkündür. Allah’ın râzı olduğu ve olmadığı amel ve fiilleri öğrenerek bunları yerine getirmek her Müslümanın birinci görevi olmaklıdır. Dolayısıyla rızâ kavramını araştırmak, onun içerdiği manaları, ilmî olarak incelemek son derece önemlidir. III. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI Bu araştırmada takip edilen metod, kavram çalışması olması sebebiyle, başta “rızâ” kelimesi ve buna yakın ve zıt anlam içeren diğer kavramların çeşitli sözlüklerden lügat manalarının açıklanmasıdır. Daha sonra aynı kelimenin ıstılâhî anlamı ve tanımı üzerinde durulacaktır. Daha sonra o kavram hakkında alimlerin görüşlerine yer verilecektir. Son olarak da o kavramın geçtiği ayetler Kur’ân-ı Kerim’den tesbit edilecek ve konularına göre guruplandırılacaktır. Genellikle ayetlerde geçen kelimeler izah edilerek, ayetin sebeb-i nüzûlü, açıklaması ve tefsiri için konuyla ilgili kaynaklardan yararlanılarak ayet hakkında görüş belirtilecektir. Yukarıda belirtildiği gibi araştırma bir kavram çalışmasıdır. Dolayısıyla bu araştırmanın birinci kaynağını lügat kitapları oluşturacaktır. İlk olarak İbn Manzûr’un “Lisânü’l-Arab” isimli sözlüğü, Cevherî’nin “es-Sıhâh”ı, Dr. İbrahim Enis ve arkadaşlarının yazdığı “el-Mu’cemü’l-Vasît” isimli eseri, Prof. Dr. İbrahim Ahmed Abdülfettah’ın telif etmiş olduğu “el-Kâmusu’l-Kavîm li’l-Kur’âni’l-Kerim” isimli Kur’ân lügati, Râgıp el-İsfehânî’nin “el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân” isimli Kur’ân lügati, Fîrûzâbâdî’nin “Basâiru zevi’t-Temyîz fî Letâifi’l-Kitâbi’l-Azîz” isimli Kur’ân lügati, Semîn el-Halebî’nin “Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrafi’l-Elfâz” isimli Kur’ân lügati olmak üzere, Prof. Dr. Süleyman Ateş’in hazırladığı “Kur’ân Ansiklopedisi” isimli eseri, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından hazırlanıp yayınlanan “Diyanet İslam Ansiklopedisi”, Şâmil 2 Yayınevi’nin hazırlayıp sunduğu “Şâmil İslam Ansiklopedisi” isimli eseri vb. kaynaklardır. Araştırma kaynaklarının ikinci ayağını tefsir kitapları oluşturacaktır. Şüphesiz Kur’ân-ı Kerim’i en iyi anlayan Sahabe-i Kiram’dır. Çünkü onlar vahyin nüzûlüne şahitlik etmiş, Arapça’yı en güzel anlayan ve Kur’ân’ın birinci muhatapları idiler. Hz. Peygamber (s.a.v)’in sohbetinde bulunarak Resülüllah (s.a.v) Efendimiz’den Kur’ân’ın tefsirini öğrenmiş olmaları ise onlar için ayrı bir meziyettir. Dolayısıyla Sahabe (r.a) ve onlardan sonra gelen müfessirlerin Kur’ân ayetleri hakkındaki tefsir ve te’villerinden oluşan “rivayet tefsirleri”; aynı şekilde birçok müfessirin kendi açıklamalarından meydana gelen “dirâyet tefsirleri” olmak üzere birçok tefsirden istifade edilecektir. Bu tefsirleri şu şekilde sıralamak mümkündür: Muhammed b. Cerîr et-Taberî (ö. 310/922)’nin Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân’ı, Zemahşerî (ö. 538/1142)’nin “el-Keşşâf” isimli eseri, Nesefî (ö. 537/1142), ’nin “Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl” isimli tefsiri, İmam Fahruddîn Râzî (ö. 606/1209)’nin et-Tefsiru’l-Kebir, Mefâtihü’l-Gayb isimli tefsiri, İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725)’nin “Ruhu’l-Beyan” isimli tefsiri, el-Âlûsî (ö.1270/1854)’nin Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’ı’l-Mesânî isimli tefsiri, Seyyid Kutub (ö. 1966)’un “fî Zilâli’l-Kur’ân” isimli tefsiri Saîd Havva’nın “el-Esâs fi’t-Tefsîr” isimli tefsiri vb. 3 BİRİNCİ BÖLÜM RIZ KAVRAMINA YAKIN VE ZIT ANLAMLI KELİMELERİN TAHLİLİ 4 I-RIZ KAVRAMININ LÜGAVÎ TAHLİLİ A- SÖZLÜK OLARAK TANIMI ra, dâ ve ye) harflerinden meydana gelen fiilin) ر ض ى :Rızâ) kelimesi) ر ًضا mastarıdır. İbn Manzûr’un (ö.711/1311) Lisânü’l-Arab isimli sözlüğünde şöyle yazmaktadır: Maksûr bir kelime olan bu isim, öfke ve hoşnutsuzluk ifade eden, الَسَخط “es-sehat” veya الُسْخط “es-süht” kelimesinin zıddıdır. Hz. Aişe (r.a) ve Hz. Ali (r.a)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Rasûlüllah (sav) Efendimiz gece namazlarının sonunda yaptığı dualarından birine اللهم إني أَعوُذ برضاَك من َسَخِطَك “Allah’ım senin gazabından 2 rızâna sığınırım” diye başladığı zikredilmiştir. Ayrıca Rasûl-i Ekrem (s.a.v), Zeyd b. Sabit’e öğrettiği uzunca bir duada da şöyle demiştir: “Allah’ım! Senden, gerçekleşen kazâ 3 ve kaderinin sonucuna rızâ göstermeyi bana nasip etmeni dilerim.” Ahter-i Kebîr müellifi Mustafa b. Şemseddin Ahterî (ö.978/ 1570): رِ ْضَوا ن (Rıdvânün) mastar olarak, 4 râzı, hoşnut olmak; râzı gibi manasına gelir demektedir. Kulun Allah’tan râzı olması demek, Allah’ın kul için takdir edip câri olan kazâsına hoşnut olması, kerih görmemesi, Allah’ın kuldan râzı olması ise, Allah’ın kulu emirlerini yerine getirirken ve yasaklarından 5 kaçarken görmesidir. Rızâ şöyle de tarif edilmiştir: Kişinin kazâyı gönül hoşnutluğu ile 6 karşılamasıdır. Bu fiilin masdarları ve harf-i cerlerle ifâde ettiği anlamlar hakkında şöyle denilmektedir: alâ) harf-i cerleri ile kullanılır. En) َعٰلى an) ve ) َعنْ ,(bi ) ٍب , Radiye) fiili ) َرِضَي fazla da َْعن (an) harf-i cerri ile gelir. Mastarı ise; ر ًضا ِ (ridan) dır ki, seçmek, râzı olmak 2 İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-Arab, Dâru Sadır, Beyrut, ty., XIV, 323; Hadis için bkz. Müslim, “Salat” 333. 3 Bulut, Halil İbrahim, “Rızâ”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Yay. 2008, İstanbul, XXXV, 56. 4 Ahterî, Mustafa b. Şemsüddin Karahisarî, Ahter-i Kebir, Meral Yayınevi, s. 213. 5 Râgıp el-İsfehânî, el-Hüseyin b. Muhammed, “Rızâ” el-Müfradât fî Garîbi’l-Kur’ân, Mektebetü’l- Encü’l-Mısriyye, 1970, Kahire, s. 286. 6 el-Cürcânî, Ali b. Muhammed Seyyid Şerîf, Mu’cemü’t-Ta’rifât, Tah. Muhammed Sıddık Menşevî, Dâru’l-Fazîlet, ty. Kâhire, s. 96. 5 kabul etmek, ehil görmek, yetinmek gibi manalara gelir. Nitekim Mâide Sûresi 3. ayet-i kerimesinde Allahü Teâlâ (c.c): ِْْلْسََلَم ۪ديًنا Ve size“ َواَْتَمْمُت َعَلْيُكْم ِنْعَم۪تي َوَر۪ضيُت لَ ُكُم ا 7 nimetimi tamamladım. Ve din olarak size İslâm’ı seçtim” (el-Mâide 5/3) buyurmaktadır. Diğer mastarları ise; ُرْضوانا (rudvânen), ِرْضوانا )nenâvrir(, ُرضًا (rudan), ًَمْرضاة (merdâten) dir. Halil Cürra ise şunları kaydetmektedir: Genel olarak bu fiil ب ( bi), َعْن ( an) ve َعٰلى (alâ) harf-i cerleri ile kullanıldığında, seçmek, kabul etmek manalarına, ل (li) harf-i ceri ile kullanıldığında, ehil görmek, ِمْن (min) harf-i ceri ile kullanıldığında, yetinmek, yeterli 8 görmek manalarına gelmektedir. Ahfeş (ö. 250/864), el-Kuheyfü’l-Ukeylî’nin şu şiirini delil göstererek, َعٰلى (alâ) harf-i cerri ile kullanıldığı halde ب (bi) veya َْعن (an) harf-i cerleri manasına kullanıldığını söylemektedir: َّي بنو ُقَشْير َلَعْمُر اهلِل أعجبني ِرضاها إذا َرِضَيْت َعَل “Benü Kuşeyr benden râzı olursa, Allah’a yemin olsun ki, onların bu rızâsı beni 9 sevindirir (memnun eder).” Görüldüğü gibi burada (radiyet) fiili َعٰلى (alâ) harf-i cerri ile gelmiş, ancak َْعن (an) harf-i cerri manasını taşımıştır. َتَرّضاهُ ;”erdâhu), “Onu râzı etti” yani “onun râzı olacağı şeyi ona verdi) وأَْرضاه (terâddâhu) “onun rızâsını istedi” manasına gelmektedir. Şair şöyle demektedir: َّل ِق ِّلِق، وْل َتَرّضاها وْل َتَم إذا الَعجوُز َغِضَبْت َفَط “Yaşlı kadın kızarsa hemen onu boşa, onu râzı etmeye ve ona yalan sevgi 10 göstermeye çalışma!” İbnü’l-Arabî (ö.231/846), َّرِض ي er-râdiyyü) kelimesinin “itaat) ال eden, boyun eğen ve kefil olan” manasına geldiğini söylemektedir. اْرَتضاه (İrtedâhu), “onu ona ehil gördü” demektir. ورج ل ِرضى (Racülün ridiyyün), “kendisinden râzı olunan” ٌّي َمْرِض 11 (merdiyyün) manasına gelmektedir. 7 İbrahim Enis ve diğerleri, el-Mu’cemü’l-Vasît, 2. baskı, ty, Kahire, I, 351. 8 el-Cürra, Halil, el-Mü’cemü’l-Arabiyyü’l-Hadîs Lârûs, Mektebetü Lârûs, Paris, 1973, s. 590. 9 el-Cevherî, İsmâil b. Hammad, es-Sihâh Tâcü’l-Lüga ve Sihâhu’l-Arabiyye, Tah. Ahmet Abdulgafûr Attâr, Dâru’l-İlm li’l-Melâyin, 2. Baskı, 1979, Beyrût, VI, 2357. 10 İbn Manzûr, a.g.e, XIV, 323. 11 İbn Manzûr, a.g.e, XIV/324 6 Rızâ, mastar bir isim olup, râzı ve hoşnut olmak, memnun olmak, hoşnutluk, kâil olma, muvafakat, karşı çıkmamak, istek, irade, içinden gelmek, tevekkül, bir nesneyi seçmek, yaklaşmak ve yönelmek, itaat ve boyun eğmek gibi manalara gelmektedir. Ayrıca 12 sevmek ve kabul etmek manasına da gelmektedir. Ayrıca bu fiil hakkında şu bilgiler verilmektedir: َرِضَي َيْرٰضى fiili َفِرَح babında gelmekte, ism-i fâili َراٍض (râzın), cem’i (çoğulu) ٍُرضاة (rudât), mübâlağa sîğası ًّيا radıyyen) yani çokca râzı olan veya ism-i) َرِض mef’ul manasındaki feîl vezni (kalıbında) ًّيا َعْنُه kendisinden çok râzı olunan َمْرِض manasına kullanılır. Allahü Teâlâ’nın şu sözü: ًّيا ِّب َرِض Rabbim, onu sen rızâna“ “َواْجَعْلُه َر kavuştur” (Meryem, 19/6) iki manaya muhtemeldir: Birincisi, çok râzı olan, ikincisi de kendisinden râzı olunan. Allah’ın kulundan râzı olması, onun amelini kabul etmesi, sevabını fazla fazla vermesidir. Kulun Rabbinden râzı olması ise, Allahü Teâlâ (cc)’nın 13 kuluna verdiği dünya ve ahiret nimetlerinin nefsinin hoşuna gitmesidir. ridayâni) şeklinde) ِرَضيانِ ridavâni) ve) ِرَضواِن rıdân) kelimesinin tesniyesi) رِ ًضا 14 olup, birincisi, asıl kâide üzere, ikincisi ise, muâkabe üzere gelir. Züheyr şiirinde şöyle söylemektedir: ل ُ Onlar bizim aramızda kendilerinden râzı (hoşnut“ ُهُم َبْيَننا َفُهْم ِرضًى وُهُم َعْد memnun) olundukları veya râzı oldukları halde ve kendilerine adaletle muamele edilir bir şekilde bulunurlar.” Bir kadın adı olan (radvâ) kelimesi aynı zamanda Medine’de bir dağın ismidir. Ahtal bir şiirinde şöyle demektedir: ، عَفا واِس ط ِمْن آِل َرْضوى “ Vâsıt, Radvâ’nın ailesini 15 affetti.” Sa’d b. Şücâ’ın atının ismi de َرْضوى (radvâ) idi. ُ ن er-Ridvân), yoğunluğu çok olan, büyük rızâ demektir. En büyük rızâ) ال رْضوا 16 Allah’ın rızâsı olduğu için bu kelimeyi Allah kendi rızâsını ifade etmek için kullanmıştır. Ridvân hakkındaki başka bir tarif şöyledir: Ridvân : Bütün cennetlerin bekçisi ve hâkimi, sevimli ve büyük bir melektir. Şekli insan, ismi Ridvân’dır. Cennetler içinde gece 12 Tütün, Sevgi, “Kur’ân’da Rızâ Kavramının Kullanıldığı Yerler”, DEÜİFD, XXXIV, s. 150, İzmir, 2001. 13 Abdulfettah, İbrahim Ahmed, el-Kâmusü’l-Kavîm li’l-Kur’âni’l-Kerim, Mecmau’l-Buhusü’l- İslâmiyye, Kahire, 1983, I, 266. 14 İbn Manzûr, a.g.e, XIV, 323. 15 İbn Manzûr, a.g.e, XIV, 324. 16 el-Fîrûzâbâdî, Mecduddîn Muhammed b. Yakub, Besâiru zevi’t-Temyîz fî Letâifi’l-Kitabi’l-Azîz, tah. Muhammed Ali en-Neccâr, el-Mektebetü’l-İlmiyye, ty, Beyrût, III , 77. 7 ve gündüz olmaz. Bütün cennetler bir an ışıksız kalmazlar. Çünkü Cennetlerin gökyüzü 17 Rahmân’ın Arşı’dır. Her an Arşın nûrları onları ışıklandırır. B- TERİM OLARAK TANIMI Rızâ kavramının ıstılâhî tanımı hakkında çeşitli görüşler vardır. Özellikle tasavvuf âlimleri rızâyı değişik şekillerde tarif ederek onu açıklamışlardır. Aynı şekilde fıkhî olarak da tanımı yapılmıştır. Bu tanımlar üzerinde ayrıca ileride “Rızânın Diğer İslamî İlimlerdeki Yeri” konusunda durulacaktır. İstılâhî olarak rızâ kavramı hakkındaki yapılan tarifler kısaca şöyledir: Rızâ, Mu’tezile’ye göre irâde (istemek); Eş’ariyye’ye göre ise itirâzı terketmektir. Şerhu’t-Tavâli’de şöyle yazmaktadır: Rızâ, kul yönünden, Eş’ariye’ye göre, itirâzı terketmek, Allah yönünden ise, sevâp istemektir. Sülûk ehline göre rızâ, belâlardan tat almaktır. Esrâru’l-Fâtihâ’da şöyle geçmektedir: Hakiki rızâ, nefsin rızâsından çıkıp, 18 Hakk’ın rızâsına girmektir. Rızâ; istek ve irade ile tercih edilip seçilen şeyden hoşnut olmak ve o şeyi sevip 19 kabul etmektir. Rızâ kavramının daha kapsamlı bir tarifi şöyle yapılmaktadır: Arapça bir kelime olan rıza, öncelikle Cenab-ı Hak (c.c.)’ın takdir ettiğine karşı olmamaktır. Bu bir kulluk vazifesi olarak tanımlanır. Hak’tan gelen ve hak olan şeye râzı olmamak, rızâ göstememek ahmaklık alametlerinden sayılmıştır. Buna mukâbil bâtıl bir şeye rızâ göstermek de bir tuğyan, bir isyan eseri olarak kabul edilir ki zaten küfre de rızâ 20 gösterilmez; çünkü küfre rızâ küfürdür. Rızâ, kazanın hükümlerine kalbin güzel bir surette bakması ve teslimidir. Her durum ve her işte Cenab-ı Hak’ka itimattan, kulluk vazifelerini yerine getirmekten 21 ibarettir. Hakikatte, sır ve özü belli olmayan, akla aykırı ve nefse zahmetli görünen, ilâhî kazânın hükmüne karşı kulun pozisyonu teslim ve rızâ olarak meydana gelir. Çünkü o hükmün sonunda hayır mı şer mi olduğu bilinemez. Ve onun öyle olması Allah katında 17 Hakkı, Erzurumlu İbrahim, Mârifetnâme, sadeleştiren M. Fuad Başar, Kit-San Matbaacılık, İstanbul, 1984 s. 35. 18 et-Tehânevî, Muhammed Ali, “Takvâ” Keşfü Istılâhâti’l-Funun ve’l-Ulum, Tah. Rafîk el-Acem ve diğerleri, Mektebetü Lübnân, 1. Baskı, 1996, Beyrût, I, 865-866. 19 Tütün, a.g.m, s. 150. 20 Erdoğan, Abdülmelik, “Rızâ” Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, VII, 29. 21 Erdoğan, a.g.e, VII, 29. 8 22 kesinleşmiş ve takdir edilmiş şeyler arasındadır. Allah’tan gelene râzı olmak vacib iken; itiraz ederek hilafında bulunmak Yüce Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebeb olmak da fazl-u kereminden mahrumiyeti gerektirir. Şu kadar var ki, günah olan şeylerden, tehlikelerden kaçmak rızâya zıt olmaz. Belki rızâ, kendisinden kaçınılması gerekli olan şeylerden 23 kaçmaktır, şeklinde de tarif edilmiştir. Görüldüğü gibi, gerek lügat manası ve gerekse istılâhî manası itibariyle rızâ kavramı, kabul etme, hoşnut olma, itiraz ve muhalefette bulunmayıp boyun eyme şeklinde manalar ihtiva etmektedir. Bir müslüman için Allah’ın rızâsı temel gaye olmalıdır. Çünkü dünya ve ahiret saadetinin anahtarı Allah’ın rızâsına bağlıdır. Allah’ın râzı olmadığı bir dünya hayatı, zâhiren her ne kadar güzel görünse de, aslında o, bir zindandan başka bir şey değildir. Böyle bir hayat süren insanın ahiret hayatı ise, ancak rusvay ve rezilliktir. Buna mukâbil, Allah rızâsı asıl gaye edinilip ve bu gaye merkezine yerleştirilmiş bir dünya hayatı, görünüş itibari ile sıkıntılı olsa bile, gerçek mutluluğun yaşandığı bir hayattır. Böyle bir müslümanın ahiretteki durumu ise malumdur. Allah’ın rızâsına odaklanan bir müslümanın etrafındaki bir takım olumsuzluklar onu menfi yönde etkilemez. Yunus Emre’nin diliyle o “Narın da hoş, nurun da hoş” diyebilen bir kuldur. Allah Rasûlü (sav) Efendimiz, Tâif halkını İslâm’a davet için gitmiş, ancak O’nun bu davetine icabet etmedikleri gibi, aynı zamanda çocuk ve delilere Rasûlüllah (sav)’i taşlamaları için teşvik etmişlerdi. İşte o zaman Allah Rasülü (sav) kan revan içerisinde sığındığı Utbe b. Rabîa ve Şeybe b. Rabîa’nın üzüm bağında şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Güç ve kuvvetimdeki zaafımı, çözüm üretmedeki eksikliğimi ve insanların beni istihkâr edip hor görmelerini Sana arz ediyorum. Şayet, Senin bana hâlâ kızıp gazab etmen söz konusu değilse, hiçbir şeye aldırmam. Senin afiyet vermen, benim için her şeyden daha önemlidir. Senin bana gadabınla muamele etmemen ve dolayısıyla da bana celâlinle tecelli etmemen için, dünya ve ahirete ait işleri yoluna koyan ve kendisiyle bütün karanlıkların aydınlığa kavuştuğu vech-i nûruna sığınıp rahmetine iltica ediyorum. Rızânı elde edip hoşnutluğunu kazanana kadar hep senin kapındayım. Senden başka ne bir 24 dayanak ne de itimad edilip güvenilecek güç vardır.” Görüldüğü gibi Rasûlüllah (sav) Allahü Teâlâ’ya dua ederken “Ya Rabbi! Sen’in hâlâ bana kızıp gazab etmen söz konusu 22 Erdoğan, a.g.e, VII, 29 23 Erdoğan, a.g.e, VII, 29. 24 İbn Kesîr, İmâdüddîn Ebu’l-Fidâ İsmâil b. Ömer b. Kesîr, ed-Dimeşkî, el-Bidâye ve’n-Nihaye, Dâru’l- Hadîs, Kahire, 1993, III, 181-182. 9 değilse, hiçbir şeye aldırmam. Rızânı elde edip hoşnutluğunu kazanana kadar hep senin kapındayım” şeklinde dua etmesi Allah rızâsının önemini bize göstemektedir. II- RIZ KAVRAMININ KUR’ÂNÎ TAHLİLİ Rızâ kelimesinin Kur’ân-ı Kerim’de otuz iki süre, atmış ayet ve yetmiş üç yerde geçtiği daha önce belirtilmişti. Şimdi Mushaf’ta bulunan bu kavram ve türevleri üzerinde durulacaktır. A-KUR’ÂN’DA RIZ KAVRAMI VE TÜREVLERİ .Rızâ) kelimesi, bu masdar şekliyle Kur’ân-ı Kerim’de geçmemektedir) ر ًضا Ancak isim, fiil ve başka mastar gibi çeşitli türevleriyle otuz iki sûrede, altmış dört ayette toplam yetmiş üç yerde geçmektedir. Bunlar da mazi ve muzari fiil sigaları ve ِرْضَوا ن (ridvânün), َمْرَضا ِت (merdât), َتَراٍض (terâdin), ًّيا ًّيا ,(radiyyen) َرِض َراِضَيةً ,(merdiyyen) َمْرِض (râdiyeten), ة ً َّي merdiyyeten) masdar ve kelimeleriyle ifade edilmektedir. Başta) َمْرِض Allah’ın insanlardan, insanların da Allah’tan râzı olmaları konusundaki ayetlerle birlikte, çeşitli rızâ ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de yer almaktadır. Mazi fiil olarak geçen ayetlerden misal olarak şu ayeti göstermek mümkündür: ِّبِهْم َجنَّاُت َعْدٍن َتْج۪ري ِمْن َتْحِتَها ُۨۤؤُهْم ِعْنَد َر َّيِة َجَزا ِٰۤئَك ُهْم َخْيُر اْلَبِر َّصاِلَحاِت اُۨول َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا َوَعِمُلوا ال َّن ا ِا َّبهُ ههللُ َعْنُهْم َوَرُضوا َعْنُه ٰذِلَك ِلَمْن َخِشَي َر اْْلَْنَهاُر َخاِل۪ديَن ۪فيَهاۤ اََبًدا َرِضَي ا “İnanan ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır. Rableri katında onların mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, 25 Rabbine saygı gösterene mahsustur.” İçerisinde rızâ ve türevlerinin mazi fiil şeklinde geçtiği diğer ayetler ise şunlardır : el-Bakara 2/232; en-Nisa 4/24; el-Mâide 5/3-119; et-Tevbe 9/38-58-59-83- 87-93-96-100; Yunus 10/7; Tâhâ 20/109; el-Enbiyâ 18/28; en-Nur 24/55; el-Fetih 48/18; el-Mücadele 58/22; el-Cin 72/27. Rızâ kelimesinin muzâri fiil olarak geçen ayetlere misal ise şu ayettir: 25 el-Beyyine 98/7-8. 10 ِّل َوْجَهَك َشْطَر اْلَمْسِجِد اْلحَ َراِم َوَحْيُث َما ُكْنُتْم َفَو لوا ِلَّينََّك ِقْبَلًة َتْرٰضيَها َفَو ُنَو َّسَماۤء َفَل َقْد َنٰرى َتَق لَب َوْجِهَك ِفي ال َّما َيْعَمُلونَ ههللُ ِبَغاِفٍل َع ِبِّهْم َوَما ا َّن الَّ۪ذيَن اُۧوتُوا اْلِكَتاَب َلَيْعَلُموَن اَنَُّه اْلَح ق ِمْن َر ُوُجوَهُكْم َشْطَرهُ َوِا “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'larından bir gerçek olduğunu bilirler. 26 Allah onların yaptıklarından gafil değildir.” Bu fiilin muzâri sigasıyla geldiği diğer ayetler ise şunlardır: el-Bakara 2/120- 282; en-Nisa 4/108; el-En’âm 6/113; et-Tevbe 9/8-24-58- 62-96; Tâhâ 20/84-130; el-Hac 22/59; en-Neml 27/19; el-Ahzab 33/51; ez-Zümer 39/7; el-Ahkâf 46/15; en-Necm 53/26; el-Leyl 92/21; ed-Duha 93/5. Rızâ kelimesinin ِرْضَوا ن (ridvânün) şeklinde geçen ayetlere misal ise şu ayettir: َّهَرة ِبِّهْم َجنَّا ت َتْج۪ري ِمْن َتْحِتَها اْْلَْنَهاُر َخاِل۪ديَن ۪فيَها َواَْزَوا ج ُمَط َّل۪ذيَن اتََّقْوا ِعْنَد َر ُئُكْم ِبَخْيٍر ِمْن ٰذِلُكْم ِل ِّب َُۨؤَن ُقْل ا ههللُ َب۪صي ر ِباْلِعَبادِ . هلل َوا ِ ه َوِرْضَوا ن ِمَن ا “De ki, size, o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için Rablerinin yanında cennetler var ki, altlarından ırmaklar akar, içlerinde ebedî kalmak üzere onlara, hem tertemiz eşler var, hem de Allah'dan bir rıza vardır. Allah, o 27 kulları görür.” Aynı kelimenin geçtiği diğer ayetleri şöyle sıralamak mümkündür: el-Mâide 5/2-16; et-Tevbe 9/21-72-109; Muhammed 47/28; el-Fetih 48/29; el-Hadid 57/20-27; el-Haşr 59/8. :Merdât) şekline misal olarak şu ayet verilebilir) َمْرَضا ِت ِّق َّدِة َوَ قْد َكَفُروا ِبَما َجاَۤءُكْم ِمَن اْلَح َّوُكْم اَْوِلَياَۤء تُْلُقوَن ِاَلْيِهْم ِباْلَمَو ّ۪وي َوَعُد َّتِخُذوا َعُد ُنوا َْل َت َياۤ اَي َها الَّ۪ذيَن ٰاَم َّدِة َواََنۨا ْ م َخَرْجُتْم ِجَهاًدا ۪في َس۪بي۪لي َواْبِتَغاَۤء َمْرَضا۪تي تُِس روَن ِاَلْيِهْم ِباْلَمَو ِبُّكْم ِاْن ُكْنُت هلل َر ِ ه َاْن تُْؤِمنُوا ِبا َّرُسوَل َوِايَّاُكْم يُْخِرُجوَن ال ِ ل َّس۪بي َّل َسَواَۤء ال اَْعَلُم ِبَماۤ اَْخَفْيُتْم َوَماۤ اَْعَلْنُتْم َوَمْن َيْفَعْلُه ِمْنُكْم فَ َقْد َض “Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar, size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar, Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar. 26 el-Bakara 2/144. 27 Âl-i İmrân 3/15. 11 Eğer sizler benim yolumdan savaşmak ve rızâmı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. içinizden 28 onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.” Diğer ayetler ise şunlardır: el-Bakara, 2/207-265; en-Nisâ 4/114; et-Tahrim 66/1. Bu kelime iki ayette karşılıklı rızâyı ifade eden َتَرا ٍض (terâdin) şeklinde geçmektedir. O iki ayet ise şunlardır: َّن َّن َوِكْسوَ تُُه َّرَضاَعَة َوَعَلى اْلَمْولُوِد َلُه ِرْزُقُه َّم ال َّن َحْولَْيِن َكاِمَلْيِن ِلَمْن اََراَد اَْن يُِت واْلَواِلَداُت يُْرِضْعَن اَْوَْلَدُه َّۤر َواِلَدة ِبَوَلِدَها َوَْل َمْولُو د َلُه ِبَوَلِد۪ه وَ َعَلى اْلَواِرِث ِمْثُل ٰذِلَك َفِاْن اََراَدا ِفَصاًْل َّْل ُوْسَعَها َْل تَُضا َّلُف َنْف س ِا ِباْلَمْعُروِف َْل تَُك َّلْمُتْم َماۤ ٰاَتْيُتْم َاْن َتْسَتْرِضُعۤوا اَْوَْلَدُكْم َفََل ُجَناَح َعَلْيُكْم ِاَذا َس َاَرْدتُْم َعْن َتَراٍض ِمْنُهَما َوَتَشاُوٍر َفََل ُجَناَح َعَلْيِهَما َوِاْن َهلل ِبَما َتْعَمُلوَن َب۪صي ر ه َّن ا َهلل َواْعَلُمۤوا اَ ه َّتُقوا ا ِباْلَمْعُروِف َوا “Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah 29 yaptıklarınızı görür.” َهلل ه َّن ا َّْلۤ اَْن َتُكوَن ِتَجاَرًة َعْن َ تَراٍض ِمْنُكْم َوَْل َتْقُتُلۤوا اَْنُفَسُكْم ِا َياۤ اَي َها الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا َْل َتْاُكُلۤوا اَْمَواَلُكْم َبْيَنُكْم ِباْلَباِطِل ِا َكاَن ِبُكْم َر۪حيًما “Ey İnananlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan 30 ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet eder.” Rızâ kelimesinin türevlerinden olan ًّيا radiyyen) kelimesi ise Kur’ân-ı Kerim’de bir) َرِض ayette geçmektedir ki, o ayette şudur: ًّيا . َيِرثُ۪ني َوَيِرُث ِمْن ٰاِل َيْعُقوَب َا۪تي َعاِقًرا َفَهْب ۪لي ِمْن َلُدْنَك َوِل ّني ِخْفُت اْلَمَواِلَي ِمْن َوَرا۪ۤئي َوَكاَنِت اْمَر ۪ َوِا 28 el-Mümtehine 60/1. 29 el-Bakara 2/233. 30 en-Nisâ 4/29. 12 ًّيا ِّب َرِض َواْجَعْلُه َر “Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana 31 ve Yakup oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızânı kazanmasını da sağla.” Aynı şekilde ًّيا :merdiyyen) kelimesi de sadece şu ayette geçmektedir) َمْرِض َّزٰكوِة َوَكاَن ِعْنَد َّصٰلوِة َوال ًّيا . َوَكاَن َيْاُمُر اَْهَلُه ِبال َّنُه َكاَن َصاِدَق اْلَوْعِد َوَكاَن َرُسوًْل َنِب َواْذُكْر ِفي اْلِكَتاِب ِاْسٰم۪عيَل ِا ًّيا ِبّ۪ه َمْرِض َر “Kitap'da İsmâil'e dair anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözünde doğru bir kimse idi, tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi. Çevresinde bulunanlara namaz kılmalarını, 32 zekat vermelerini emrederdi. Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.” Râdiyeten) kalıbında ise dört ayette geçmektedir. Misal olarak şu ayeti) َراِضَيةً verebiliriz: ٍَّما َمْن َثُقَلْت َمَوا۪زينُُه . َفُهَو ۪في ۪عيَشٍة َراِضَية ,O gün kimin tartıları ağır basarsa o“ َفَا 33 hoşnut olacağı bir hayat içindedir.” Diğer ayetler şunlardır: el-Hâkka 69/21; el- Gâşiye 88/9; el-Fecr 89/28. Bir ayette ise ًَّية :merdiyyeten) sigasıyla gelmektedir) َمْرِض َّن۪تي َّيًة . َفاْدُخ۪لي ۪في ِعَبا۪دي . َواْدُخ۪لي َج ِبِّك َراِضَيًة َمْرِض َّنُة . ِاْرِج۪عۤي ِاٰلى َر َياۤ اَيَُّتَها النَّْفُس اْلُمْطَمِئ “Ey güvenceye kavuşmuş ruh ! Hoşnut etmiş ve hoşnut olmuş olarak Rabbine dön. 34 Seçkin kullarımın arasına karış ve cennetime gir.” B-KUR’ÂN’DA RIZ VE TÜREVLERİNİN İHTİV ETTİĞİ ANLAMLAR 1-ALLAH’IN RIZÂSI Kur’ân-ı Kerim’de rızâ kavramı denilince ilk akla gelen şüphesiz ki Allah’ın rızâsıdır. Tabiî olarak Müslüman için de en önemli olan yine Allah’ın rızâsıdır. Bundan dolayı Kur’ân’da Allah’ın rızâsı son derece önemlidir ve bu çalışmanın temelini teşkil etmektedir. 31 Meryem 19/5- 6. 32 Meryem 19/54-55. 33 el-Kâria 101/6-7. 34 el-Fecr 89/27-30. 13 Yüce Allah kitabında nelerden ve kimlerden râzı olduğunu veya râzı olmadığını 35 açık bir şekilde beyan etmiştir. Din olarak İslâm’dan râzı olduğunu, O’nun dışındaki 36 dinleri kabul etmiyeceğini, bütün peygamberlerden râzı olduğu halde, bazılarını özellikle 37 ismen zikredip, onlardan râzı olduğunu ve râzı olduğu o peygamberlere özel muâmelede 38 bulunduğunu, Hz. Süleyman (a.s) ve salih bir kulun (ki bu kulun Hz. Ebu Bekir olduğu rivayetleri vardır) Allah Teâlâ’dan, kendisinin de râzı olacağı salih bir ameli ilham etmesi 39 için dua ettiklerini, Hz. Musa (a.s)’nın Allah’ın rızâsına bir an önce nail olabilmek için 40 va’d edilen yere erken geldiğini, Hz. Zekeriyya (a.s)’ın kendisinden râzı olacağı ve ilâhî 41 davayı idame ettirecek bir evladı kendisine bahşetmesi için dua ettiğini haber verdiği 42 gibi, aynı şekilde iman eden ve sâlih ameller işleyen ve kendisinden korkan kullardan, 43 Hudeybiye günü Bey’atü’r-Rıdvân’da hazır bulunan Ashab-ı Kirâm’dan, Ensâr Muhacir 44 ve onlara güzel bir şekilde tâbi olanlardan, özünde ve sözünde sadık (dosdoğru) 45 46 olanlardan, Allah ve Rasülüne düşman olanları sevmeyenlerden, ve kulların 47 şükretmesinden râzı olduğunu haber vermektedir. Süleyman Ateş’in belirttiği gibi Allah'ın rızâsı, O'na kulluk ve itaatle sağlanır. Allah, bütün elçileri aracılığı ile insanlar için tek din koymuştur ki bu da yalnız Allah'a tapmak, yalnız O'na kul olmaktır. İşte bütün elçiler aracılığı ile insanlara duyurulan bu din, zaman içinde geliştirile geliştirile son şekliyle Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından 48 duyurulmuştur. Allah’ın kendilerinden râzı olduğunu bildirdiği kulların da Allah’tan râzı oldukları bildirilmektedir. Yani Allah’ın kendilerinden râzı olduğu kullar ile Allah arasında rızâya dayalı bir bağ olduğu görülmektedir. Ancak Allah’ın rızâsını elde etmenin pek kolay olmadığı, bir bedelinin olduğu, bu yolda fedakârlık gerektiği ise şu ayet ile bildirilmektedir: 35 el-Mâide 5/3; en-Nur 24/55. 36 Âl-i İmrân 3/85. 37 Meryem 19/54-55. 38 el-Cin 72/27. 39 en-Neml 27/19; el-Ahkâf 46/15. 40 Tâhâ 20/84. 41 Meryem 19/5- 6. 42 el-Beyyine 98/7-8. 43 el-Fetih 48/18. 44 et-Tevbe 9/100. 45 el-Mâide 5/119. 46 el-Mücâdele 58/22. 47 ez-Zümer 39/7. 48 Ateş, Süleyman, “Rıza”, Kur’an Ansiklopedisi, Kuram, İstanbul, ty, XVII, 521. 14 ْْٰلِخَرِة َا َر۪ضيُتْم ِباْلَحٰيوِة ال دْنَيا ِمَن ا َّثاَقْلُتْم ِاَلى اْْلَْرِض ِهلل ا ه ُنوا َما َلُكْم ِاَذا ۪قيَل َلُكُم اْنِفُروا ۪في َس۪بيِل ا َّل۪ذيَن ٰاَم َياۤ اَي َها ا َّْل َق۪لي ل ْْٰلِخَرِة اِ َفَما َمَتاُع اْلَحٰيوِة ال دْنَيا ۪في ا “Ey inananlar, size ne oldu ki: "Allah yolunda topluca savaşa çıkın!" dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Ahirettense dünyâ hayatına mı râzı oldunuz? Ama dünyâ hayâtının 49 geçimi, âhiretin yanında pek azdır.” Dünya hayatına râzı olarak dünya ve dünyadaki geçici metalar ile avunan ve oyalananların, Allah yolunda, Allah’ın yegâne dini olan İslâm’ın gönüllere nakşedilmesi, yeryüzüne ancak Allah’ın hükümlerinin hakim olması için yapılan cihat çağrıları karşısında yere çakılıp kalarak icabet edemeyecekleri, dolayısıyla da Allah’ın rızâsına ulaşamayacakları bildirilmektedir. Allah’ın rızâsının asıl olduğu daha önce söylenmişti. Dolayısıyla en büyük rızâ Allah’ın rızâsıdır. Onun için Mevlâ (c.c) kendi rızâsını ifade ederken bazı ayetlerde ِرْضَوا ن (ridvân), kelimesini kullanmaktadır. ِرْضَوا ن Ridvân (çok çok râzı olmak) kelimesinin, fiilinin mastarı olduğunu ve bunun Kur’an-ı Kerim’in muhtelif sûrelerinde َرِضَي َيْرٰضى on üç yerde geçtiğini, yoğunluğu çok olan rızâ manasına geldiğini daha önce belirtmiştik. Kelâmcıların bu kelime hakkındaki yorumları şöyledir: “Kelâmcılar diyor ki: Sevabın iki rüknü vardır. Birisi menfaattir. İkincisi ise ta’zimdir ki ِرْضَوان (ridvân)’dan maksad budur. Cennet ehlinin var olan bu cennet nimetleriyle beraber, Allah’ın kendilerinden râzı 50 olduğunu, onları methedip övdüğünü bilmeleri bu menfaate artı bir sevinç katacaktır.” Allah râzı olduğu kullarına cennette bir takım menfaatler sunacaktır. Bazı kullarına ise bu menfaatlerin yanında kendilerine rızâsını sunacaktır ki, bu maddi menfaatlere göre kat kat daha büyük bir lütuftur. Hem maddî hem manevî rızâyı ifade eden kavrama rıdvân demek mümkündür. Allah’ın rıdvânına kavuşacak olan seçkin kullar ise, Allah Teâlâ’dan gereği 51 52 53 gibi korkanlar, mü’min erkekler ve kadınlar, Allah için cihat edenler, dünyaya 54 55 aldanmayan salih mü’minler, iman ederek hicret edenler ve Allah için cihat edenlerdir. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın rızâsı ile şefaat arasında da çok sıkı bir bağın olduğu, şefaat edenlerin ve şefaat edileceklerin mutlaka Allah’ın râzı olduğu kullar olması 49 et-Tevbe 9/38. 50 er-Râzî a.g.e, VII, 174. 51 Âl-i İmrân 3/15. 52 et-Tevbe 9/72. 53 Âl-i Îmrân 3/174. 54 el-Hadid 57/20 55 et-Tevbe 9/20,21,22. 15 gerektiği, dolayısıyla, putlardan ve meleklerden şefaat bekleyen Mekkeli müşriklerin ve kendi peygamberlerinin kendilerine şefaat edeceğine inanan Ehl-i Kitabın yanlış bir itikatta 56 oldukları haber verilmektedir. Kur’ân’daki rızâ kavramıyla ilgili dikkat çeken hususlardan birisi de Allah’ın rızâsını istemek ve ona uymaktır. Allah’ın rızâsını istemekle ilgili Kur’an’da yedi ayet yer 57 almakta ve beş tanesi ۤء َ ibtiğâ) mastarı ile, ikisi bu mastarın muzarisiyle) اْبِتَغا 58 gelmektedir. Bu ifadeler َمْرَضا َت (merdât) kelimesi ile geçmektedir. َمْرَضا َت (merdât) kelimesiyle ilgili “el-Kâmusü’l-Kavîm li’l-Kur’âni’l-Kerîm” isimli eserde şunlar yazılmaktadır: Bu kelime mimli mastardır. Aslında sonundaki ت (te) harfi kapalı ة (te) 59 olduğu halde mushafta açık ت (te) olarak yazılmıştır. . َ ۤء .iftiâl) sigası üzere bir mastardır) اْفَتعا َل beğâ) fiilinin) َبٰغى ibtiğâ) kelimesi) اْبِتَغا Mazi bir fiil olan َبٰغى (beğâ); zülmetti, haddi aştı, azdı, manalarına gelmektedir. اْفَتعا َل 60 (İftiâl) babında ۤء َ .ibtiğâ) mastarı ise; istemek manasına gelir) اْبِتَغا Bir ayette ise Allah’ın 61 rızâsına uyanlara verilecek mükafat zikredilmektedir. Üç ayette ise Allah’ın râzı (hoşnut) olmadığı fiiller zikredilmektedir. Birincisi Allah kullarının küfretmelerinden (inkâr etmelerinden) râzı değildir. İlgili yette şöyle buyrulmaktadır: ٌّي َعْنُكْم َوَْل َيْرٰضى ِلِعَباِدِه اْلُكْفَر َهلل َغِن ه َّن ا ِاْن َتْكُفُروا َفِا “Eğer inkâr ederseniz bilin ki Allah sizden müstağnidir. Kullarının inkârından 62 hoşnut olmaz.” Allah’ın râzı olmadığı ikinci fiil ise, insanlardan gizli, gece saatlerinde, karanlıklar içerisinde başkalarına karşı hile, hainlik, fitne ve fesat planlamaktır. Fitne ve fesat çıkarmak için kulisler oluşturmak; geceleri gizli gizli toplanıp, haksızları savunmak ve masum insanlara iftira atmak gayesiyle çeşitli planlar yaparak toplumda huzursuzluk ve 56 Bkz. en-Necm 53/26; Tâhâ 20/109; el-Enbiyâ 21/28. 57 Bkz. el-Bakara 2/207- 265; en-Nisâ 4/114; el-Mâide 5/2; el-Hadid 57/27; el-Fetih 48/29; el- Mümtehine 60/1. 58 Tütün, a.g.m, s. 152. 59 Abdülfettah, a.g.e, I, 267. 60 Abdülfettah, a.g.e, I, 87. 61 el-Mâide 5/16. 62 ez-Zümer 39/7. 16 güvensizlik meydana getirmeye çalışmaktır. Bununla ilgili Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: ههللُ ِبَما َيْعَمُلوَن ِ ل َوَكاَن ا ِّيُتوَن َما َْل َيْرٰضى ِمَن اْلَقْو ِهلل َوُهَو َمَعُهْم ِاْذ ُيَب ه َّناِس َوَْل َيْسَتْخُفوَن ِمَن ا َيْسَتْخُفوَن ِمَن ال ُم۪حيًطا “Allah'ın râzı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'dan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini 63 bilmektedir.” Cenab-ı Hakk’ın râzı olmadığı amellerden bir başkası ise fısktır. Allah fasık olan kavimden râzı olmadığını şöyle beyan etmektedir: ۪ قينَ َهلل َْل َيْرٰضى َعِن اْلَقْوِم اْلَفاِس ه َّن ا َيْحِلُفوَن َلُكْم ِلَتْرَضْوا َعْنُهْم َفِاْن َتْرَضْوا َعْنُهْم َفِا “Kendilerinden râzı (hoşnut) olasınız diye, size and verirler. Siz onlardan râzı 64 (hoşnut) olsanız bile, Allah, yoldan çıkmış kimselerden râzı olmaz.” Allah’ın râzı olduğu inanç, kişi ve amellerden ikinci bölümde geniş bir şekilde bahsedilecektir. 2-PEYGAMBERİN RIZÂSI Rızâ konusunda üzerinde durulması gereken hususlardan birisi de Rasülüllah (s.a.v) Efendimiz’in rızâsıdır. İki ayet-i kerimede Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz (s.a.v) in şahsına hitap ederek kendisini râzı edeceğini, bir ayette Peygamber Efendimiz (s.a.v) in Allah’ın rızâsına kavuşacağını beyan ediyor. Bir ayette ise Rasülüllah (s.a.v)’in eşlerinin rızâsını istediği belirtilmektedir. İlk ayette Allah Teâlâ, râzı oluncaya kadar Peygamber (s.a.v) Efendimize vereceğini şu şekilde bildirmektedir: ُيْع۪طيَك َرب َك َفَتْرٰضى َوَلَسْوَف 65 “Rabbin şüphesiz sana verecek, sen de hoşnut olacaksın.” İkinci ayette ise, Rasülüllah (s.a.v) Efendimize inkârcıların olumsuz sözlerine karşı sabretmesini, sabah akşam ve günün çeşitli saatlerinde tesbihatta bulunmasını ve bu şekilde Rabbisinin rızâsına ereceği bildirilmektedir: 63 en-Nisa 4/108. 64 et-Tevbe 9/96. 65 ed-Duhâ 93/5. 17 ِّبْح َواَْطَراَف النََّهاِر َّشْمِس َوَقْبَل ُغُروِبَها َوِمْن ٰاَناِۤئ الَّيْ ِل َفَس ّبَك َقْبَل طُُلوِع ال ِ ِّبْح ِبَحْمِد َر َفاْصِبْر َعٰلى َما َيُقولُوَن َوَس َّلَك َتْرٰضى َلَع “Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et; gece saatlarında ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızâsına 66 eresin.” Allah Teâlâ’nın Peygamberimiz (s.a.v)’i râzı edeceğini bildirdiği ayetlerden birisi de kıble ayetidir. Rasülüllah (s.a.v) Efendimiz Medine’ye hicret edince Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılmaya başlamıştı. Ancak O’nun gönlü atası İbrahim (a.s) kıblesi olan Kâbe’nin kıble olmasını arzu ediyor ve bu konuda vahy-i ilâhî bekliyordu. İşte O’nun bu arzusunu yerine getirmek yani râzı olacağı kıbleyi bildirmek için şu ayet inmiştir: َ حَراِم َوَحْيُث َما ُكْنُتْم َفَول وا ِّل َوْجَهَك َشْطَر اْلَمْسِجِد اْل َّنَك ِقْبَلًة َتْرٰضيَها َفَو ّلَي ِ ُنَو َّسَماۤء َفَل َقْد َنٰرى َتَق لَب َوْجِهَك ِفي ال َّما َيْعَمُلونَ ههللُ ِبَغاِفٍل َع ِبِّهْم َوَما ا ُتوا اْلِكَتاَب َلَيْعَلُموَن اَنَُّه اْلَح ق ِمْن َر َّن الَّ۪ذينَ اُۧو ُوُجوَهُكْم َشْطَرُه َوِا “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'larından bir gerçek olduğunu bilirler. 67 Allah onların yaptıklarından gafil değildir.” Ayrıca Allah Kur’an’da Hz. Peygamber (s.a.v)’in eşlerini râzı etmek için Allah’ın kendisine helal kıldığı şeyi yasak kıldığını ve Allah’ın da kendisini bağışladığını şu ayette haber vermektedir: ههللُ َغُفو ر َر۪حي م َاْزَواِجَك َوا ههللُ َلَك َتْبَت۪غي َمْرَضاَت َّل ا ِّرُم َماۤ اََح اَي َها النَِّب ي ِلَم تَُح “Eşlerinin rızâsını gözeterek, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine yasak 68 ediyorsun? Allah bağışlayandır, acıyandır.” 3-DİĞER İNSANLARIN RIZÂSI Bu konuyu üç bölümde incelemek mümkündür. Birincisi, insanların Allah’tan râzı olmaları ki, – Allah’ın râzı olduğu ameller ve kişiler bahsinde geçtiği gibi – bunlar; iman eden, salih ameller işleyen ve Rablerinden hakkıyla korkarak cennete girmeyi hak eden 66 Tâhâ 20/130. 67 el-Bakara 2/144. 68 et-Tahrim 66/1. 18 69 70 kullar, Allah ve Rasülüne düşman olanları sevmeyenler ve böylece cennete girenler, 71 özünde ve sözünde doğru olup, cenneti kazananlar, Muhâcir, Ensâr’dan İslâm’a ilk 72 girenler ve onlara güzel amellerle tabi olup cennete nail olanlardır. Kur’ân’da insanların rızâsı ile ilgili ayetlerin tasnifinde ikinci sırayı, insanların karşılıklı rızâlarını ifade eden ayetler teşkil etmektedir. Bunlardan birincisi; boşanmış eşlerin karşılıklı rızâya dayalı bir anlaşma ile ve şer’î şerife uygun bir şekilde tekrar 73 evlenmek isterlerse, bu evliliğe engel olunmamasını bildiren, ikincisi; annne ve babanın karşılıklı rızâ ile iki seneden önce çocuklarını sütten kesmelerinin kendilerine bir günah 74 kazandırmayacağını haber veren, üçüncüsü; farz olan mihr belirlenip adlandırıldıktan veya koca tarafından eşine verildikten sonra, karı-kocanın mihr konusunda biribirlerini râzı etmelerinde, yani karşılıklı rızâ ile indirimde bulunmalarında herhangi bir mahzur 75 olmadığını, dördüncüsü; Allah Teâlâ’nın Rasülüllah (s.a.v)’e eşleri arasında nöbeti izlemesini vacip kılmadığı halde, eşlerinin gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve kendilerine verilenlerden râzı olmaları için onların arasında eşit muamele etmesinde 76 herhangi bir vebal ve sorumluluk taşımayacağını, beşincisi; karşılıklı rızâya dayalı yapılan ticaretin dışında Müslümanların birbirlerinin mallarını bâtıl yollarla yememelerini 77 beyan eden, altıncısı ise; Müslümanlar arasında cerayan eden muamelelerin mutlaka yazı ile kayda alınması ve bu kaydın kendilerinden râzı oldukları iki erkek veya bir erkek ile iki 78 kadın ile şahitledirilmesi gerektiğini bildiren ayetlerdir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de insanların bazı durumlarından râzı (hoşnut, memnun) olduklarını bildiren ayet-i kerimeler mevcuttur ki, bunlar bu bölümün üçüncü kısmını oluşturur. Bu ayetleri de dört gruba ayırmak mümkündür: Birinci gruptaki ayetler, ahirette hasenâtı (güzel amelleri) seyyiâtına (kötü amellerine) galip gelen ve amel defterlerini sağ tarafından alarak Cennet’e ve Cemâlüllah’a ulaşan bahtiyar Mü’minlerin, nâil oldukları bu büyük nimet karşısındaki memnuniyetini ve 69 el-Beyyine 98/7-8. 70 el-Mücadele 58/22. 71 el-Mâide 5/119. 72 et-Tevbe 9/100. 73 el-Bakara 2/232. 74 el-Bakara 2/233. 75 en-Nisâ 4/24. 76 el-Ahzâb 33/51. 77 en-Nisâ 4/29. 78 el-Bakara 2/282. 19 79 yaşadığı râzı (hoşnut) olunan hayatı haber veren ilâhî müjdelerdir. Bu şekilde Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, bazı insanların kıyamet günü râzı olunan bir hayat içerisinde olacaklarını bildirdiği gibi, dünya hayatına son derece meyyal, bütün himmet ve gayreti sadece madde ve dünya olan, dünya ve madde ile avunarak, Allah’ın ayetlerinden gafil bir hayat içerisinde bulunan ve dünya hayatından râzı olup, ahireti arzu etmeyen ve böylece 80 yaptıklarına karşılık cehennemi hak eden, insan ve cin şeytanlarının yapmış oldukları 81 süslü ve yaldızlı sözlerinden râzı (hoşnut) olan kâfir ve münâfıklardan haber vermektedir. 82 Yahudi ve Hıristiyanların, Allah Rasülü’nden hiçbir zaman râzı olmayacaklarını başka bir ayette haber vermiştir. İşte bu zikri geçen şahıslarla ilgili ayetler bu kısmın ikinci gurubunu oluşturmaktadır. Üçüncü grup olarak Kur’ân-ı Kerim münafıkların hallerinden haber vermektedir. Nifak ve münafıklık Ku’ân’ın sıkça üzerinde durduğu konulardan biridir. Başta “el- Münâfikûn Sûresi” olmak üzere birçok sürede onlardan bahsedilmektedir. Konumuz ile ilgili ayetler ise “et-Tevbe Sûresi”nde olup münâfıkların sadakalar ve cihat karşısındaki tutumlarından bahsetmektedir. Allah’ın rızâsını gözetmeyip sadece dünyevî menfaatleri veya korku ve bir takım kaygılarından dolayı, kalplerinden iman etmedikleri halde, iman etmiş gibi görünen bu insanlar, mefaatleri söz konusu olunca veya herhangi bir zorlukla karşılaşınca gerçek kimliklerini ortaya koymaktadırlar. Nimet olunca koşan, külfet olunca kaçan bu riyâkar insanların menfaatler ve zorluklar karşısındaki konumlarını Kur’ân bize şöyle haber vermektedir. Kendilerine sadaka verilirse, râzı (hoşnut) olurlar, verilmezse 83 hemen öfkelenirler, savaşa iştirak etmeyip, aciz, güçsüz ve kadınlarla beraber oturmaktan 84 râzı olurlar, cihada çağrıldıkları zaman, izin isteyip geride kalarak kadınlarla beraber 85 kalmaktan râzı olurlar ve fasık oldukları halde ağızlarıyla ve yeminleriyle Müslümanları 86 râzı etmeye çalışırlar. 87 Dördüncü gurubta ise, dünya hayatına rızâ göstererek cihattan geri kalan, ve dünya hayatının vazgeçilmezleri sayılabilecek anne, baba, çocuklar, kardeşler, eşler, 79 Bkz. el-Hac 22/58-59; el-Hakka 69/19-23; el-Gâşiye 88/8-10; el-Fecr 89/27-30; el-Leyl 92/21; el-Kâria 101/6-7. 80 Yunus 10/7-8. 81 el-En’âm 6/11-13. 82 el-Bakara 2/120. 83 et-Tevbe 9/58-59. 84 et-Tevbe 9/83. 85 et-Tevbe 9/87, 93. 86 et-Tevbe 9/8, 62. 87 et-Tevbe 9/38. 20 aşiretler, kazanılmış olan mallar, durgunluğa uğramasından korkulan ticarî hayat ve râzı olunan evler, kendilerine Allah ve Rasülü’nün sevgisini kazanmak ve de Allah yolunda 88 cihad etmekten daha sevimli gelen Müslümanların durumunu izah eden ayetlerdir. III- KUR’ÂN’DA RIZ KAVRAMINA YAKIN ANLAMLI KELİMELER “Rızâ; istek ve irâde ile tercih edilip seçilen şeyden hoşnut olmak ve o şeyi sevip kabul etmektir” şeklinde tarif edilmişti. Bu tarife göre “ rızâ ” kavramına en yakın lafızlar şöyle sıralanabilir: )ة ً َّب ,irâde (isteme, meyletme ارادة ,(Mehabbe (sevme, sevgi (َمَح yönelme), َمَوَدة mevedde (arzulama, temenni etme), اْختيار ihtiyar (seçip ayırmak, üstün tutmak), ء َ َ طفا .istıfâ (seçmek, tercih etmek)’dir اص A- el-MEHABBE (َّبة (اَلَمَح Mehabbe kelimesinin lügavî manası, kişinin hayır gördüğü veya hayır olduğunu zannettiği bir şeyi istemesidir. Bu da üç şekilde olabilir: Bir lezzetten dolayı sevmek, bir 89 menfaate binâen sevmek ve karşısında bulunan kişideki faziletten dolayı sevmektir. Bu kelime lügatta beş mana etrafında döner: Sâfi ve beyaz olmak, yükselmek ve zuhur etmek, devam ve sebat etmek, hâlis olmak, korumak ve tutmak. Bu beş unsur mehabbetin olmazsa olmazlarındandır. Mehabbe kelimesinin aslı olan hubb masdarı hususunda şöyle bir latîfe yapıldı: Ha harfi boğazın en uzağından, be harfi ise, dudaktan çıkar. O zaman ha başlangıç, be bitiş noktasıdır. İşte mehabbenin durumu ve sevgili ile alakası böyledir. Yani başı da, 90 sonu da odur. Allah’ın kullarını sevmesi, onlar için hayır istemesi ve onların günahlarını affetmesidir. el-Ezherî bu konuda şöyle demektedir: Allah’ın kulu sevmesi, onun günahlarını affederek ona iyilikte bulunması demektir. Kulların Allah’ı ve Rasûlünü sevmesi ise, Onlar’a itaat etmeleri, emirlerine sıkıca sarılıp, yasaklarından şiddetle 91 kaçınmalarıdır. Mahabbetullah ise, Allah'ı sevmek anlamındadır. Allah sevgisi, herkesin, elde etmek için ardından koştuğu yüce bir mertebedir. Makamların en yücesi, derecelerin 88 et-Tevbe 9/24. 89 Ragıp el-İsfehânî, a.g.e, s. 101. 90 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e, II , 416-417. 91 es-Semîn el-Halebî, eş-Şeyh Ahmet b. Yusuf b. Abdiddâim el-Ma’rûf bi’s-Semîn, Umdetü’l-Huffâz fî Tefsiri Eşrafi’l-Elfâz, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Tah. Muhammed Basıl Uyunü’s-Sûd, Beyrût-Lübnân, I, 363. 21 en yükseğidir. Kalblerin azığı, ruhların gıdası, gözlerin bebeğidir. Mehabbet bir hayâttır, onsuz insan ölülerden sayılır; bir nurdur, onu kaybeden karanlıklarda kalır. Mahabbettir ki canları, çok güçlüklerle erişebilecekleri ülkelere, hattâ asla erişemeyecekleri mertebelere uçurur. Mehabbet, (hbb) kökünden gelir. Hubb sâf sevgiye denir. Araplar dişlerin beyazlığına safa’, parlaklığına da diş dâneleri) derler. Kaynamak üzere olan suyun üstüne çıkmağa başlayan kabarcıklara da habâb denir. Buna göre mahabbet, susamışlıktan (fazla arzudan) kalbin kaynaması, taşması, sevilene ulaşmak için çırpınmasıdır. Hâ'nın fethiyle habâbu'l-mâ', suyun fazlasına denir. Mahabbet de kalbdeki düşüncelerin en baskını 92 olduğundan hbb ile ifâde edilmiştir. Sevginin de tıpkı rızâ gibi iki yönü vardır. Birinci 93 yönü Allah Teâlâ’nın kulları sevmesi, ikinci yönü ise kulların Allah’ı sevmesidir. Sözlükte muhabbet (mahabbet) kelimesinin ُح ب hub (hubb) kökünden isim olduğu belirtilmekte, hub ise kısaca "buğzun (kin ve nefretin) zıddı" olarak tanımlanmaktadır. Bazı alimlere göre muhabbet "eğilim, meyil" manasında irâdenin eş anlamlısı olup "kişinin iyi olduğunu bildiği veya zannettiği şeyi istemesi" anlamına gelir. Bununla birlikte 94 muhabbetin irâdeden daha güçlü bir istek manası içerdiği belirtilmektedir. Mehabbe kelimesi bu şekliyle Kur’an-ı Kerim’de bir yerde geçmektedir: ۪نّي َوِلُتْصَنَع َعٰلى َعْي۪ني ً ة ِم َّب َواَْلَقْيُت َعَلْيَك َمَح “(Ey Musa!) Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım” (Tâhâ, 20/39). Hub ise dokuz ayette geçmekte, yetmiş iki yerde aynı kökten isim ve fiiller yer almaktadır. Bu ayetlerde sevginin hem Allah'a hem insana nisbet edildiği görülür. يُِح بُهْم Allah onları, onlar da Allah'ı severler" (el-Maide 5/54) ifadesi Allah'la kullar" َويُِح بوَن ه 95 arasındaki karşılıklı sevgiyi vurgulamaktadır . Bu mastarın aslı ise, habbe fiilidir. Habbe fiili birinci babtan geldiği zaman “sevimli (sevgili) oldu “ manasına gelir. Ve şöyle denilir : َّي َّبب إليه Habübte ileyye (sen bana sevgili oldun). Aynı şekilde حببَت ِإل O, ona sevimli“ تح oldu,” َّي َّبُه إل .O bana ne kadar sevimlidir.” Bu methetmede ve teaccübte kullanılır“ ما أََح Ancak bu şekliyle kullanılması nadirdir. Daha çok if’âl babından َّب ehabbe) fiili) أََح 92 Ateş, a.g.e, XIII, 5. 93 Bkz. el-Mâide 5/54. 94 Uludağ, Süleyman, “Mehabbe,” D.İ.A, XXX, 386. 95 Uludağ, Süleyman, “Mehabbe”, D.İ.A, XXX, 386. 22 kullanılır. Ehabbe fiilinin manası ise, “ekinin taneleri belirdi” demektir ve şöyle denilir: َّ ب َّزْرُع وأََل َّب ال .ehabbe’l-zer’u ve elebbe, yani “Ekin tane ve öz sahibi oldu” demektir وأََح 96 Kişi (filan) kelimesiyle kullanıldığı zaman ise, ona meyletti, onu sevdi manasına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de mehabbe (sevgi)’nin Allah’a nisbet edildiği yerlerde, Allah, sekiz sınıf insanı sevdiğini, on sınıf insanı ise sevmediğini bildirmektedir. O’nun sevdiği kullar 97 şunlardır: İyilik yapanlar ve yaptığı her işi en güzel yapmaya çalışanlar, maddî ve 98 99 manevî bütün pisliklerden temizlenenler, kendisinden gereği gibi korkanlar, sabır ve 100 101 102 sebat edenler, tevekkül ehli olanlar, her konuda adil (adaletli) davrananlar, kendi 103 104 yolunda cihat edenler, Rasülüllah (s.a.v)’e tabi olanlar. Allah Teâlâ’nın sevmediği fiil ve insanlar ise şunlardır: 105 106 107 Kâfirler, zalimler, haddi aşıp aşırıya gidenler, yeryüzünde fesad 108 109 110 111 çıkaranlar, israf edenler, kötü sözü açıkça söyleyenler, kibirliler, övünüp, 112 113 kendini beğenen kibirliler, günahta israr eden kâfirler, ihanet ve günahlara 114 dalanlar. Bu ayet-i kerimelerden ikinci bölümde detaylı bir şekilde bahsedilecektir. 115 116 Sevginin insana nisbet edildiği ayetlerde Allah sevgisi, iman sevgisi, mü’minler arasındaki sevgi gibi sevgi türlerinden övgüyle söz edilmekte, buna karşılık 117 118 insanın dünyaya, mala, mülke, geçici hazlara aşırı düşkünlüğü, hak etmediği halde 96 Enis ve diğerleri, a.g.e, I, 150. 97 el-Bakara 2/195. 98 el-Bakara 2/222. 99 Âl-i İmrân 3/76. 100 Âl-i İmrân 3/146. 101 Âl-i İmrân 3/159. 102 el-Mâide 5/42. 103 es-Saf 61/4. 104 Âl-i İmrân 3/31. 105 Âl-i İmrân 3/32. 106 Âl-i İmrân 3/56-57-140; eş-Şûrâ 42/40. 107 el-Bakara 2/2/190; el-Mâide 5/87; el-A’râf 7/55. 108 el-Bakara 2/204-205; el-Kasas 28/76-77; el-Mâide 5/64. 109 el-En’âm 6/14; el-A’râf 7/3. 110 en-Nisâ 4/148. 111 en-Nahl 16/22-23. 112 en-Nisâ 4/36; Lokman 31/18; el-Hadîd 57/23. 113 el-Bakara 2/276. 114 en-Nisâ 4/107; el-Enfâl 8/58; el-Hacc, 22/38. 115 el-Bakara 2/165. 116 el-Hucurât 49/7. 117 el-Fecr 89/20. 118 el-Kıyâme 75/20. 23 119 120 övülmeyi ve çirkin olan şeyleri ifşa etmeyi sevmesi eleştirilmektedir. Diğer bazı 121 ayetlerde Allah sevgisinin bütün sevgilerden daha güçlü olması gerektiği, Allah'ı 122 sevmenin başlıca alametinin Peygamber'e bağlılık ve onun yolunu izlemek olduğu bildirilmekte ve Allah'ı seven, Allah'ın da kendilerini sevdiği kulların mü’minler karşısında 123 alçak gönüllülüklerinden, inkarcılar karşısında onurlu duruşlarından övgüyle 124 bahsedilmektedir. B- el-MEVEDDE (اَلَمَوَدة) Mevedde kelimesinin aslı, birşeyi sevmek, birşeyin olmasını temenni etmek manasına gelen “el-vüdd” kelimesidir. el-Vüdd her iki manada da kullanılır. Çünkü temenni etmek, istemek manasını da içerir. Yani temenni birşeyin olmasını istemek 125 demektir. Mevedde de aynı kökten gelmektedir ve sevgi demektir ve şu ayette olduğu gibi temenni manasına da gelir: َ ن َّْلۤ اَْنُفَسُهْم َوَما َيْشُعُرو َّدْت َطاِۤئَف ة ِمْن اَْهِل اْلِكَتاِب َلْو ُيِض لوَنُكْم َوَما يُِض لوَن ِا َو “Kitap ehlinden bir grup sizi saptırmak istediler; halbuki sırf kendilerini 126 saptırıyorlar da farkına varmıyorlar.” (Âl-i İmrân 3/69) C- el-İRÂDE (اْلرادة) Rızâ kavramına yakın anlam ifade eden kelimelerden biri de irâde lafzıdır. İrâde, râde yerûdü kelimesinden türemiş, if’âl babından masdardır. Sözlükte, bir şeyi istemek için 127 128 koşturmak, bir şeye meyletmek ve onu talep etmek, bir şeyi istemek, sevmek, manasına gelir. Mesela şöyle denir: “Duvar yıkılmayı irâde etti” yani yıkılmaya meyletti. Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçmektedir: 119 Âl-i İmrân 3/188. 120 en-Nur 24/19. 121 el-Bakara 2/165. 122 Âl-i İmrân 3/31. 123 el-Mâide 5/54. 124 Uludağ, Süleyman, “Muhabbe,” D.İ.A, XXX, 386. 125 Ragıp İsfehânî, a.g.e, s.811. 126 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e, V, 185. 127 Ragıp el-İsfehânî, a.g.e, s. 301. 128 Abdülfettah, a.g.e, I, 280. 24 ُ ه: َّض َفَاَقاَم َاْن َيْنَق ُي۪ريُد َفَوَجَدا ۪فيَها ِجَداًرا “Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. (Hızır) hemen onu doğrulttu” (el-Kehf, 18/77). Burada irâd etmek; yıkılmaya yüz tutmak manasına 129 gelmektedir. “İrâde; Allah’a atfedilen subuti sıfatlardan biridir. Sözlükte "istemek" anlamındaki revd kökünden türeyen irâde " Allah'ın emirleri, hükümleri ve fiillerinde hür olduğunu 130 bildiren sıfat" diye tanımlanır.” Kur’an-ı Kerim’den anlaşıldığına göre; Allah’ın irâde sıfatı iki şekilde olur: a-Tekvînî İrâde : Bir şeye taalluk edince hemen vuku bulur. b-Teşrîî İrâde : Bu Allah’ın muhabbet ve rızâsı demektir. Bu manada Allah’ın irâde etmiş olduğu şeyin meydana gelmesi vacip değildir. Allah size kolaylık diler, zorluk 131 dilemez.”(el-Bakara, 2/185) ayeti bu türdendir. İrâdenin aslı, şehvet (arzu), ihtiyaç ve istekten meydana gelmiş bir kuvvettir. Yapılması veya yapılmamasının gerekliliği konusunda hüküm bulunmakla beraber nefsin bir şeye yönelmesidir. Allah hakkında kullanıldığında Allah o şeyin başlamasını değil, bitmesini istiyor demektir. Çünkü Allah Teâlâ yönelmekten beridir. Bazen de irâde zikredilir, fakat emir kasdedilir. “Senden şu şeyi istiyorum” demek “O şeyi yapmanı emrediyorum” demektir. Nitekim şu ayette bu manada kullanılmaktadır: ههللُ ِبُكُم اْلُيْسَر ُي۪ريُد ا 132 “Allah size kolaylık ister.” Bazen de kasdetmek, yönelmek manasında kullanılmaktadır: ُ ه: َّض َفَاَقاَم َفَوَجَدا ۪فيَها ِجَداًرا يُ۪ريُد اَْن َيْنَق “Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. (Hızır) hemen onu doğrulttu.” (el-Kehf, 18/77). Burada irâd etmek; yıkılmaya yüz tutmak manasına 133 gelmektedir. Allah’ın kulları için istediği şeyler ise şunlardır: 134 Allah Teâlâ, kulları için zorluk değil, kolaylaştırmak, ahirette kâfirlere hiçbir pay 135 vermemek, kullara bilmediklerini öğretmek, onları hidâyete erdirmek ve tevbelerini 129 Enîs, a.g.e, I, 381. 130 Yavuz, Yusuf Şevki, “İrade”, D.İ.A, İstanbul, 2000, XXII, 379. 131 Kumanlıoğlu, H. Fehmi, “İrade”, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, IV, 120. 132 el-Bakara 2/185. 133 es-Semîn el-Halebî, a.g.e, II, 124-125. 134 el-Bakara 2/185. 25 136 137 kabul etmek, kulların tekliflerini (sorumluluklarını) hafifletmek, kullarını temizlemek 138 139 ve üzerlerindeki nimetini tamamlamak, günahkârları musibete uğratmak, hakkı hakim 140 kılmak, kâfirlerin kökünü tamamen kazıyıp, batılı yok etmek, kulları adına ahireti tercih 141 142 etmek, kâfir ve münafıkların dünyada azaplarını artırmak, canlarını kâfir olarak almak 143 ve Ehl-i Beyti tertemiz yapmak. D- el-İHTİYÂR (اْلختيار) َ ر el-İhtiyâr) kelimesi) اْْلِ ْختيار .iftiâl) babından mastar bir isimdir) اْفَتعا لِ fiilinin خا 144 Sözlük manası, seçmek, seçip ayırmak, üstün tutmak, bir şeyi başkalarına tercih 145 146 etmek, hayır olan birşeyi istemek ve onu yapmak gibi anlamlara gelir. Sözlükte "iki şeyden birini diğerine tercih etmek, seçip ayırmak, üstün tutmak" gibi anlamlara gelen ihtiyâr kelimesinin gerek Kur'ân'daki (el-A'raf 7/155; Tâha 20/13; el- Kasas 28/68; ed-Duhân 44/32) gerekse dini literatürdeki kullanımı bu sözlük anlamı çerçevesindedir. Bununla birlikte kelimenin kelâm ve fıkıhta terim anlamı kazandığı, özellikle rızâ - ihtiyar ayırımı yapan ve bunları irâdenin iki farklı aşaması ve yönü olarak kabul eden Hanefî mezhebinde ihtiyârın daha dar ve teknik anlamda kullanıldığı 147 söylenebilir. 135 Âl-i İmrân 3/176. 136 en-Nisâ 4/26. 137 en-Nisâ 4/28. 138 el-Mâide 5/6. 139 el-Mâide 5/49. 140 el-Enfâl 8/7-8. 141 el-Enfâl 8/67. 142 et-Tevbe 9/55. 143 el-Ahzâb 33/33. 144 es-Semîn el-Halebî, a.g.e, I, 547. 145 Abdulfettah, a.g.e, I, 217. 146 Ragıp el-İsfehânî, a.g.e, s. 232. 147 Apaydın, H. Yunus, “İhtiyâr”, D.İ.A, XXI, 575. 26 E- el-ISTIF (اْلصطفاء) Kur’ân-ı Kerim’de rızâ kavramına yakın mana ihtiva eden lafızlardan biri de ıstıfâ 148 kelimesidir. Sözlük manası, seçip üstün kılmak, seçkin kılmak, tercih etmek olan bu kelime, ة ً .iftiâl) babından mastardır) اْفَتعا ل fiilinin َصفا َيصفو َصفاءً , َتْصِفَي el-Istıfâ’nın sözlük anlamı, ihtiyâr kelimesinin manası hayırlı olana yönelmek 149 olduğu gibi, bu kelimenin manası da sâfî olana yönelmektir. Allah’ın bazı kulları ıstıfâ etmesi (temizleyip seçmesi), başkalarında bulunan bir 150 takım şâibelerden kurtararak onları sâfî (tertemiz) hale getirmesi demektir. Sözlükte "duru ve temiz olmak" anlamındaki safv kökünden türeyen tasfiye "süzmek, arıtmak, saf ve temiz hale getirmek" demektir. Kur'an'da Allah'ın bazı kullarını yüce görevler için seçtiği belirtilirken aynı kökten gelen ıstıfa (seçmek, tercih etmek) kelimesi kullanılmıştır (en-Neml, 27/59; Fatır, 35/32; Sad, 38/47). “Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim ve İmrân ailelerini seçmiş ve alemlere üstün kılmıştır (Al-i imran 3/33). Bu ayetlerde peygamberlerin Allah tarafından seçilen üstün nitelikli kullar olduğu ifade 151 edilmektedir. IV-KUR’ÂN’DA RIZ KAVRAMIYLA ZIT ANLAMLI KELİMELER A- es-SEHAT ( الَسَخط) / es-SUHT (الُسْخط) Rızâ kelimesine zıt mana ifade eden kavramlardan ilki, “es-sehat” الَسَخط veya “es-suht” ‘الُسْخط tur. ط َ ,fiilinin masdarları olan bu iki isim, sözlükte, “rızâ”nın zıttı َسِخ 152 153 gazap etmek, öfkelenmek, kızmak, bir şeyi kerih görmek, bir şeyden hoşlanmamak, 154 kızmak, darılmak, gücenmek, iğrenmek, beğenmemek manalarına gelmektedir. Cezâyı gerektirecek kadar şiddetli kızmak ve Yüce Allah için kullanılırsa, Allah’ın 155 kızdığı kimseye cezâsını indirmesi anlamına gelen bu kelimenin ıstılâhî manası; “istek ve 148 Erkan, a.g.e, s. 202. 149 Ragıp el-İsfehânî, a.g.e, s.418. 150 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e, III, 427. 151 Uludağ, Süleyman, “Tasfiye”, D.İ.A, XL, 127. 152 el-Cevherî, a.g.e, I, 692. 153 Enîs, a.g.e, I, 421. 154 Erkan, a.g.e, s. 661. 155 es-Semîn el-Halebî, a.g.e, II, 182. 27 irade ile tercih edilip seçilen şeyden hoşnut olmamak, kabul etmemek, o şeye gazap etmek, 156 öfkelenmek ve kızmaktır" tarzında tanımlanabilir.” Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de dört ayette yer almaktadır. Üç tanesinde rızâ kelimesiyle beraber geçmektedir. Birinci ayette iki ayrı (zıt) kişinin, yani, “Allah’ın 157 rızâsına tabi olan insan ile gazabına (hışmına) uğrayan insan aynı olur mu?” şeklinde inkârî bir soru sorarak, bu ikisinin bir (aynı) olmayacağı bildirilmektedir. İkinci ayette ise, Allah Teâlâ, Meleklerin kâfirlerin ölümü esnasında yüzlerine ve arkalarına vuracaklarını, bunun sebebinin ise, Allah’ın gazabını (hışmını) celbedecek şeylere tabi olmaları, Allah’ın 158 râzı olacağı şeyleri ise kerih görmeleri, onlardan hoşlanmamaları olduğunu beyan etmektedir. Üçüncü ayette ise, münâfıkların sadakalar karşısındaki durumları şöyle izah edilmektedir: “Kendilerine sadaka verilirse, bundan son derece râzı (hoşnut, memnun) 159 olurlar. Ancak kendilerine bir şekilde sadaka verilmezse, hemen öfkeye kapılırlar.” Bu ayetlerde rızâ ve seht/süht kavramları birbirinin tam zıddı olan iki durumu açıklamak için kullanılmıştır. Yani, bu iki kelime anlam bakımından olarak tam zıt kelimelerdir. Dördüncü ayet ise ehl-i kitapla ilgili olup, onların inançsız putperest Mekkeli müşriklerle olan dostlukları kınanmakta ve onların Allah (c.c)’nün gazabına (hışmına) 160 uğrayacakları haber verilmektedir. B- el-GAZAP (الَغَض ُب) Kur’an-ı Kerim’de, rızâ kelimesinin zıt anlamında geçen kelimelerden birisi de el- 161 gazaptır. Gazapın kelime manası; rızâ lafzının zıttı olup kin ve öfkenin şiddetli olması, 162 163 birisine öfkelenmek ve ondan intikâm (öç) almak istemek, kızmak öfkelenmek, 164 intikâm almak isteği sonucu kalp kanının yüzde belirmesi gibi anlamlar içerir. 156 Tütün, a.g.m, s. 150. 157 Âl-i İmrân 3/162. 158 Muhammed 47/28. 159 et-Tevbe 9/58. 160 el-Mâide 5/80. 161 Abdulfettah, a.g.e, II, 55. 162 Enîs, a.g.e, II, 654. 163 Erkan, a.g.e, s.813. 164 Ragıp el-İsfehânî, a.g.e, s. 542. 28 Gazab, kalbin bir şeyden nefret etmesi, tiksinmesi, uzak durması, ona kızmasıdır. Gazab, sevginin tam karşıtıdır. Çünkü sevgi de kalbin bir şeye eğilim duyması, ona doğru 165 çekilmesi demektir. Istılâhî manası ise; nefsin hoşa gitmeyen bir şey karşısında intikâm arzusuyla heyecanlanması; infiale kapılmak, öfke, hışım, hiddet, düşmanlık ve saldırıya meyleden 166 saldırganlık halidir. Gazap, Allah'a nisbet edilen haberi sıfatlardan biridir. Gazab (gadab) kelimesi Kur'an'da türevleriyle birlikte yirmi dört ayette geçmektedir. Bunların on dokuzunda 167 Allah'a, diğerlerinde kula nisbet edilmiştir.. Görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerim hem Allah’ın gazabından, hem insanların gazabından haber vermektedir. İbn Arafe bu hususta şöyle demektedir : İnsanlar yönünden gazap, onların kalplerine yerleşmiş bir olgudur. İyi ve kötü olmak üzere iki türlü gazap vardır. Kötü gazap haksız yere, yersiz bir öfkedir. İyi gazap ise, din ve hakkı müdafâ konusundaki gazap (öfke) dir. Allah’ın gazabı ise, kendisine isyan 168 edenden hoşlanmaması, onu cezalandırmasıdır. Kur’ân’da Allah’ın gazap ettiği bildirilen insanlar ikiye ayrılmaktadır: 1-Yahudiler Allah Teâlâ’nın yahudilere gazap ettiği bir çok ayetle sabittir. Meşhur olan görüşe göre, َّۤلين ۪ َّضا -O gazaba uğrayanların ve sapmışların yoluna değil” (el“ َغْيِر اْلَمْغُضوِب َعَلْيِهْم َوَْل ال 169 Fâtihâ, 1/7) ayetinde zikrolunan “gazaba uğrayanlar”dan maksat yahudilerdir. Aynı şekilde Allah Yahudilere niçin gazap ettiğini de ayetlerde açıklamıştır. Allah’ın hususî olarak Yahudilere gazap etmesinin sebeplerini şu şekilde sıralamak mümkündür: 170 Bildikleri halde kıskançlıkları yüzünden hakkı inkâr etmeleri, haksız olarak 171 peygamberleri öldürmeleri, isyana dalmaları ve aşırıya kaçmaları, buzağıya 172 173 tapmaları, ayetleri inkâr etmeleri, Allah’ın dini hakkında haksız tartışmaya 174 girmeleridir. 165 Ateş, a.g.e, XXIV, 147. 166 Kumanlıoğlu, Hasan Fehmi, “Gazap” Şamil İslâm Ansiklopedisi, III, 32. 167 Üzüm, İlyas, “Gazap” D.İ.A, İst, 1996, XIII, 434. 168 İbn Manzûr, a.g.e, I, 649. 169 er-Râzî, a.g.e, I, 210. 170 el-Bakara 2/89-90. 171 el-Bakara 2/61. 172 el-A’raf 7/152. 29 2-Diğer İnsanlar Şüphesiz Allah’ın gazabı sadece Yahudilere mahsus değildir. Allah’ın gazabına Yahudilerin dışında da müstahak olan ve Allah’ın kendilerine gazap ettiğini Kur’ân’da bildirdiği başka insanlar da vardır. Yapmış oldukları bir takım suçlardan dolayı kendilerine Allah’ın gazap ettiğini bildirdiği kimseler şunlardır: 175 176 Kasden bir mü’mini öldüren kâtiller, savaştan kaçarak cepheyi terk edenler, 177 Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık ve müşrikler, irtidad edenler yani İslâm’a 178 girdikten sonra İslâm dininden çıkanlar. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de, eşi tarafından kendisine zina isnat edilen bir kadının, zinayı kabul etmemesi durumunda, eğer kocası doğru söylüyorsa Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesini emreden bir ayet 179 yer almaktadır. C- el- LA’NE ( ة ُ (الَلْعَن Lanet kelimesi; fe-te-ha babında ن ُ ,le-a-ne, yel’a-nü) fiilinin masdarı olup) لَُعَن َيْلَع 180 öfkeyle birisini kovmak, uzaklaştırmak, Allah lafzı ile kullanıldığında, birisine kızmak, 181 onu rahmetinden uzaklaştırmak, hayırdan uzaklaştırmak manasına gelir. Köpeği veya 182 kurdu lanetledim denir ki, bunun manası onu kovdum demektir. Aynı şekilde ahirette 183 Allah’tan bir cezâ, dünyada Allah’ın feyz ve tevfikinin kabülünün kesilmesi, beddua, hakaret, sövüp sayma, azap, Allah’ın rahmetinden uzaklaşma, gazap etme, beddua etme, 184 buğz etme, uzak durma, muhalefet etme, faydadan bırakmak gibi manalar ifade eder. La’net hakkında şöyle bir tarifte yapılmıştır: Dinî bir terim olarak Allah'ın bağış ve merhametinden uzak bırakılmayı ifade eder. Aynı kökten türeyen mel'un ve lain kelimeleri "kovulmuş" manasına gelir. İslam öncesi 173 Âl-i İmrân 3/112. 174 eş-Şûrâ 42/16. 175 en-Nisâ 4/93. 176 el-Enfâl 8/16. 177 el-Fetih 48/6 178 en-Nahl 16/106. 179 en-Nur 24/6-9. 180 Ragıp el-İsfehânî, a.g.e, s. 680. 181 Abdulfettah, a.g.e, II, 195. 182 Enîs, a.g.e, II, 829. 183 Râgıp el-İsfehânî, a.g.e, s. 681. 184 Özalp, Ertuğrul O. Hakan, “La’net,” Şamil İslam Ansiklopedisi, V, 53. 30 Hicaz Arap toplumunda ailenin veya kabilenin dışına atılmış kişiye laîn denilirdi. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırıldığı için şeytan laîn veya mel'ün olarak da anılır. Lanetleme Allah tarafından olursa "dünyada iyilik ve hidayetten, ahirette lutuf ve merhametten mahrum bırakma", insan tarafından olursa "küfür, sövme, hakaret, beddua" anlamına gelir. Diğer taraftan lanet kelimesinin mümin kişi hakkında kullanılması durumunda "Allah'ın o kişiyi iyi ve salih kimselerin mertebesinden uzaklaştırması, işlediği günah ölçüsünde 185 cezalandırması" şeklinde mecazî bir mana ifade edeceği de belirtilmiştir. 1- Kur’ân-ı Kerim’de “La’net” Kelimesinin İhtivâ Ettiği Anlamlar 186 La’net kelimesi Kur’ân’da şu manalarda kullanılmıştır: Hakaret, sövüp – sayma, 187 188 189 bedduâ, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırma, karşılıklı la’netleşme, beddualaşma. 2- Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de La’net Ettiği Kişiler Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de on iki zümreye la’net ettiğini bildirmektedir. Bu on 190 191 192 iki zümre ise; kâfirler, kasden bir mü’mini öldüren katillerler, şeytanlar, 193 İsrâiloğulları (Yahudiler), münkeri (kötülüğü) emreden, ma’ruftan (iyilikten) sakındıran 194 195 ve cimrilik yapan münafık ve kâfirler, Allah ve Rasülüne eziyet edenler, Allah’ın 196 197 delillerini ve hidâyeti gizleyenler, namuslu kadınlara iftirâ atanlar, iman ettikten sonra 198 199 irtidad edenler (dinden dönenler), Allah’a iftirâda bulunan zalimler, Allah’ın 200 ayetlerini inkâr eden, Peygamberlerine asi olan, zorbalara boyun eyen Âd kavmi, ahdini 201 bozanlar, emrolundukları bağları koparanlar ve fesad çıkaranlar. Ayrıca Kur’an-ı 202 Kerim’de lanetlenmiş ağaçtan (eş-şeceratü’l-mel’ûnetü) bahsedilmektedir ki, bu ağacın 185 Yaşaroğlu, Kâmil, “La’net,” D.İ.A, Ankara, 2003, XXVII, 101. 186 el-A’raf 7/38; el-Mâide 5/78. 187 el-Bakara 2/159. 188 el-Bakara 2/88. 189 Âl-i İmrân 3/61. 190 el-Ahzâb 33/64. 191 en-Nisâ 4/93. 192 en-Nisâ 4/118. 193 el-Mâide 5/12-13. 194 et-Tevbe 9/67-68. 195 el-Ahzâb 33/57. 196 el-Bakara 2/159. 197 en-Nur 24723. 198 Âl-i İmrân 3/86-86. 199 Hûd 11/18. 200 Hûd 11/59-60. 201 er-Râ’d 13/25. 202 el-İsrâ 17/60. 31 203 “zakkum” olduğu rivayetleri vardır. Bir de Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c)’ın lanetinin dışında kullar arasında lanetleme veya lanetleşme vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür. Allah’ın Peygamber (s.a.v)’e Necrân Hıristiyanlarını yalancıya karşılıklı lanet 204 205 okumaya davet etmesini emretmesi, Cehennem ehlinin biribirlerini lanetlemeleri, eşine zinâ isnat eden erkeğin kendisinin yalancı olması durumunda kendi aleyhine Allah’ın 206 la’netini istemesini kendisine Allah’ın emretmesi. D- el-BUĞZ ( الُبْغ ُض) 207 Buğzun lügat manası, ّب ِ .el-hubb (sevgi) kelimesinin zıddıdır الح Kerih 208 (çirkin) görmek, nefret etmek, öfkelenmek, sevmez olmak, kin, nefsin birşeyden 209 tiksinmesi birisi hakkında gizli ve kalbî düşmanlık beslemek, başkasına kin 210 duymak, nefret etmektir. Kur’ân-ı Kerim’de الُبْغُض (buğz) kelimesi bu şekliyle yer almamaktadır. Ancak “şiddetli buğzetmek” manasında ُالَبْغضاء (el-bağdâ) kelimesi beş yerde bulunmaktadır. Bunlar; İslâm düşmanlarının Müslümanlar hakkındaki ağızlarıyla açıkladıkları ve içlerinde 211 gizledikleri buğuzlarını (kinlerini) bildiren, Allah’ın, Hıristiyanların aralarına kıyamete 212 kadar buğz (kin) ve düşmanlık koyduğunu haber veren, aynı şekilde Allah’ın Yahudilerin aralarına kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve buğz (kin) soktuğunu beyan 213 eden, şeytanın içki ve kumar ile Müslümanların aralarına düşmanlık ve buğz (kin) 214 sokmak istediğini anlatan, Hz. İbrahim ve O’nunla beraber olanların iman etmeyen kavimlerine “Sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve buğz (kin) belirmiştir” 215 dediklerini hikâye eden ayetlerdir. 203 Bkz. Yazır, a.g.e, V, 310-311. 204 Âl-i İmrân 3/61. 205 el-A’raf 7/38. 206 en-Nur 24/6-7. 207 el-Cevherî, a.g.e, I, 109. 208 Abdülfettah, a.g.e, I, 76. 209 Ragıp el-İsfehânî, a.g.e, s. 71. 210 Özel, Sezaî, “Buğz,” Şamil İslâm Ansiklopedisi, I, 330. 211 Âl-i İmrân 3/118. 212 el-Mâide 5/14. 213 el-Mâide 5/64. 214 el-Mâide 5/91. 215 el-Mümtehıne 60/4. 32 E- el-KERÂHİYYE ( ًالَكراِهَية) el-Kerâhiyye, ke-ri-he fiilinden masdardır, lügatta; sevmenin zıddı, çirkin görmek, 216 217 218 hoşlanmamak, istememek, birşeyden nefret etmek, meşakkat, sıkıntı, zorluk demektir. İçerisinde zorluk ve sıkıntı bulunan, hoşa gitmeyen, çirkin ve kötü görülen şey" demektir. " Kerh" ve "kürh"ün aynı manaya geldiğini söyleyenIerin yanı sıra bunlar arasında farklılığın bulunduğunu belirten dilciler de vardır. Kerh, insanın dıştan gelen baskı sonucunda katlanmak zorunda kaldığı meşakkati, kürh ise kendi iradesiyle katlandığı hoş olmayan bir durumu ifade eder. Bu da tabiatı itibariyle hoşlanmadığı ve akıl yahut dinin hükmü açısından tasvip etmediği hususlar olmak üzere iki türlüdür. Dolayısıyla bir kimsenin aynı şey için, "Bunu istiyorum, fakat kerih görüyorum" dediğinde, "Mizaç olarak onu istiyorum. Ancak akli veya şer'î bakımdan hoş görmüyorum" anlamını ya da bunun aksini kastetmesi mümkündür. Aynı kökten türeyen kerîh "çirkin görülmüş, hoşa gitmeyen şey", ikrah da "bir kimseyi istemediği ve hoşlanmadığı bir fiili yapmaya zorlamak" anlamına gelmektedir 219. Kur’ân-ı Kerim’de Allah, münâfıkların cihad karşısındaki davranışlarını kerih 220 (çirkin) bulduğunu, Müslümanlara, küfrü, fıskı ve isyanı kerih (çirkin, kötü) 221 gösterdiğini, mücrimler (günahkârlar), kâfirler, müşrikler kerih görseler de (istemeseler 222 de) hakkı hakim kılacağını ve batılın kökünü kazıyacağını, insan eti yemenin 223 Müslümanlara kerih (çirkin, kötü) geleceği gibi, gıybetin de aynı olduğunu, kâfirler 224 kerih görseler bile Allah’a ihlasla duâ edilmesi gerektiği, dışından kerih görülen bazı 225 şeylerde hayır olabileceği, münâfıkların mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad 216 Enîs, a.g.e, II, 785. 217 Abdülfettah, a.g.e, II, 160. 218 Koca, Ferhat, “Mekrûh,” D.İ.A, XXVIII, 581. 219 Koca, Ferhat, “Mekrûh,” D.İ.A, XXVIII, 581. 220 et-Tevbe 9/46. 221 el-Hucurât 49/7. 222 el-Enfâl 8/8; et-Tevbe 9/32 -33; Yunus 10/82; es-Saf 61/8-9. 223 el-Hucurât 49/12. 224 el-Gâfir 40/14. 225 en-Nisâ 4/19; el-Bakara 2/216. 33 226 etmeyi kerih (çirkin, kötü) gördükleri, kâfirlerin Allah’ın indirdiklerini ve rızâsını kerih 227 görmelerinden dolayı, Allah’ın onların amellerini ibtâl ettiğini bildirmektedir. F- el-İNTİKÂM ( ٍاْْلِ ْنِتَقام) (İntikâm) اْْلِ ْنِتَقام kelimesi, نقم (ne-ka-me) fiilini اْفَتعا ل (iftiâl) babından masdar bir isimdir. نقم (ne-ka-me) nin manası ise, cezâ verdi, kınadı (hoş görmedi), ayıpladı 228 demektir. İntikâm)’ın lügat manası ise, yapmış olduğu bir günahtan dolayı) اْْلِ ْنِتَقام 229 birisine cezâ vermektir. "Bu kelime öç alma, haksızlık yapanın haksızlığa uğrayan tarafından cezalandırılması, suç ve günah işleyeni gerektiği şekilde cezalandırma, kötülüğe ceza ile 230 karşılık verme" manasında kullanılmaktadır. 231 232 Kur'an-ı Kerim'de Firavun ve çevresindekilere, Eyke halkına, daha genel 233 olarak eski peygamberlerin davetini reddedip onlara karşı suç işleyenlere, Allah tarafından verilen ceza yer yer intikam kelimesiyle ifade edilmektedir. Mâide Sûresinde, putperest iken müslüman olanların geçmişteki günahlarının affedildiği bildirildikten sonra eski kötülüğüne dönecek kimseyi Allah'ın cezalandıracağı belirtilirken yine intikam 234 masdarından fiil kullanılmıştır . Ayrıca dört ayette Allah'ın güçlü olduğu ve 235 cezalandırıcılığı "azizün zü'ntikâm" şeklinde ifade edilmekte, üç ayette de aynı 236 anlamda müntakım sıfatı geçmektedir. Bu ayetlerde Allah'a isnat edilen intikam kavramı tefsirlerde genellikle "AIIah'ın, kendisine asi olan kişiye günahına uygun olarak 237 ceza vermesi" diye açıklanmaktadır. 226 et-Tevbe 9/81. 227 Muhammed 47/9-26-28. 228 Enîs ve diğerleri, a.g.e, II, 949. 229 Abdülfettah, a.g.e, II, 284. 230 Çağrıcı, Mustafa, “İntikâm,” D.İ.A, XXII, 356. 231 el-A’raf 7/136; ez-Zuhruf 43/55. 232 el-Hicr 15/79. 233 er-Rûm 30/47; ez-Zuhruf 43/25. 234 el-Mâide 5/95. 235 Âl-i İmrân 3/4; el-Mâide 5/95; İbrahim 14/47; ez-Zümer 39/37. 236 es-Secde 32/22; ez-Zuhruf 43/41; ed-Duhân 44/16. 237 Çağrıcı, Mustafa, “İntikâm,” D.İ.A, XXVII, 356. 34 G- el-MAKT (الَمْقت) Lügatta, birisine çok kızmak, buğzetmek, son derece şiddetli bir şekilde kızmaktır. 238 Bu lafız buğz kelimesinden daha özel mana ifade eder. Kötü bir işten dolayı birisine 239 öfkelenmek manasına gelen “makt” kelimesi, cahiliyye döneminde bir kişinin babasının 240 eşi ile evlenmesine denirdi. Makt kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de beş yerde geçmektedir. Birincisi yukarıda الَمْقت belirtilen cahiliyye dönemindeki kişinin babasının eşi ile evlenmesinin çok çirkin olduğunu 241 belirten ayettir. İkinci ayette kıyamet günü kâfirlere bir münâdî tarafından “Allah’ın kendilerine olan maktın (öfkenin) onların öfkesinden daha fazla olduğunun” haber 242 verdiğini bildiren ayettir. Üçüncü ayet aynı sürede “delilsiz olarak Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların, Allah katında ve Mü’minler yanında ancak makta (gazaba ve 243 öfkeye) yol açacağını beyan eden ayettir. Dördüncü ayette kâfirlerin küfürlerinin Allah 244 katında öfke ve hüsranlığı artıracağı bildirilmektedir. Beşinci ayette ise, Müslümanların yapmayacak şeyleri söylemelerinin Allah katında en büyük nefret olduğu 245 anlatılmaktadır. 238 es-Semîn el-Halebî, a.g.e, IV, 102. 239 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e, IV, 515. 240 el-Cevherî, a.g.e, II, 554. 241 Bkz. en-Nisâ 4/22. 242 Gâfir 40/10. 243 Gâfir 40/35. 244 Fâtır 35/39. 245 es-Saf 61/3. 35 İKİNCİ BÖLÜM KUR’ÂN’DA ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU VE OLMADIĞI BELİRTİLEN İNANÇ, VARLIK, KİŞİ VE AMELLER 36 I- ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN İNANÇ, KİŞİ VE AMELLER Allah’ın rızâsını istemekle ilgili Kur’an’da sekiz ayet yer almakta ve beş tanesi "ibtiğâ" mastarı ile, ikisi bu mastarın muzarisiyle geçmektedir. Bu ayetler ise: ِ د ُۧؤ ف ِباْلِعَبا ههللُ َر ِهلل َوا ه َّناِس َمْن َيْش۪ري َنْفَسُه اْبِتَغاَۤء َمْرَضاِت ا ِمَن ال “İnsanlar arasında, Allah'ın rızâsını kazanmak için canını verenler vardır. Allah 246 kullarına karşı şefkatlidir.” َاْنُفِسِهْم َكَمَثِل َجنٍَّة ِ بَربْ َوٍة اََصاَبَها َواِب ل َفٰاَتْت اُُكَلَها ِهلل َوَتْث۪بيًتا ِمْن ه َّل۪ذيَن يُْنِفُقوَن اَْمَواَلُهُم اْبِتَغاَۤء َمْرَضاِت ا َوَمَثُل ا ههللُ ِبَما َتْعَمُلوَن َب۪صي ر ٌّل َوا ِضْعَفْيِن َفِاْن َلْم يُِصْبَها َواِب ل َفَط “Allah'ın rızâsını kazanmak ve kalplerini sağlamlaştırmak için mallarını sarfedenlerin durumu, yüksekçe bir tepede bulunan, bol yağmur aldığında yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisintisi düşen bir bahçenin durumu gibidir. Allah 247 işlediklerinizi görür.” َّْل َمْن اََمَر ِبَصَدَقٍة اَْو َمْعُروٍف اَْو ِاْصََلٍح َبْيَن الن َّاِس َوَمْن َيْفَعْل ٰذِلَك اْبِتَغاَۤء َمْرَضاِت َْل َخْيَر ۪في َك۪ثيٍر ِمْن َنْجٰويُهْم ِا َاْجًرا َع۪ظيًما ِهلل َفَسْوَف نُْؤ۪تيِه ه ا “Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları, 248 Allah'ın rızâsını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz.” . ِّق َّدِة َوقَ ْد َكَفُروا ِبَما َجاَۤءُكْم ِمَن اْلَح ُتْلُقوَن ِاَلْيِهْم ِباْلَمَو َّوُكْم اَْوِلَياَۤء ّ۪وي َوَعُد َّتِخُذوا َعُد َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا َْل َت َياۤ اَي َها ا َاَنۨا َّدِة َو ُتِس روَن ِاَلْيِهْم ِباْلَمَو ِبُّكْم ِاْن ُكْنُتمْ َخَرْجُتْم ِجَهاًدا ۪في َس۪بي۪لي َواْبِتَغاَۤء َمْرَضا۪تي هلل َر ِ ه ُتْؤِمُنوا ِبا َّرسُ وَل َوِايَّاُكْم اَْن يُْخِرُجوَن ال َّس۪بيلِ َّل َسَواَۤء ال َاْخَفْيُتْم َوَماۤ اَْعَلْنُتْم َوَمْن َيْفَعْلُه ِمْنُكْم َفَقْد َض اَْعَلُم ِبَماۤ “Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. 246 el-Bakara 2/207. 247 el-Bakara 2/265. 248 en-Nisa 4/114. 37 Onlar, size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar, Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler benim yolumdan savaşmak ve rızâmı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. içinizden 249 onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.” َّتَبُعوُه َرْاَفًة َوَرْحَمًة ِْْلْن۪جيَل َوَجَعْلَنا ۪ في ُقُلوِب الَّ۪ذيَن ا َّفْيَنا ِب۪عيَسى اْبِن َمْرَيَم َوٰاَتْيَناُه ا َّفْيَنا َعٰلۤى ٰاَثاِرِهْم ِبُرُسِلَنا َوَق َّم َق ثُ َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا ِمْنُهْم اَْجَرُهْم َوَك۪ثي ر ِمْنُهْم َّق ِرَعاَيِتَها َفٰاَتْيَنا ا هلل َفَما َرَعْوَها َح ِ ه َّْل اْبِتَغاَۤء ِرْضَواِن ا َّيًة اْبَتَدُعوَها َما َكَتْبَناَها َعَلْيِهْم ِا َوَرْهَباِن َفاِسُقوَن “Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızâsını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan 250 iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” ِهلل َوِرْضَوانًا ه َّجًدا َيْبَتُغوَن َفْضًَل ِمَن ا َّكًعا ُس َّفاِر ُرَحَماُۤء َبْيَنُهْم َتٰريُهْم ُر َّداُۤء َعَلى اْلُك َاِش َّل۪ذيَن َمَعه ِهلل َوا ه َّم د َرُسوُل ا ُمَح َاْخَرَج َشْطَئُه َفٰاَزَرُه َفاْسَتْغَلَظ ِْْلْن۪جيِل َكَزْرٍع ِ ة َوَمَثُلُهْم ِفي ا َّتْوٰري ۪سيَماُهْم ۪في ُوُجوِهِهْم ِمْن اََثِر ال سُجوِد ٰذِلَك َمَثُلُهْم ِفي ال َاْجًرا َع۪ظيًما َّ صاِلَحاِت ِمْنُهْم َمْغِفَرًة َو ههللُ الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا َوَعِمُلوا ال َّفاَر َوَعَد ا َّراَع ِلَي۪غيَظ ِبِهُم اْلُك َفاْسَتٰوى َعٰلى ُسوِق۪ه يُْعِجُب ال ز “Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rukua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de söyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, 251 inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vaat etmiştir.” ّ۪ميَن اْ لَبْيَت اْلَحَراَم َيْبَتُغوَن ٰۤ َّشْهَر اْلَحَراَم َوَْل اْلَهْدَى َوَْل اْلَقََلۤئِ َد َوَْلۤ ا ِهلل َوَْل ال ه َياۤ اَي َها الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا َْل تُِح لوا َشَعاِۤئَر ا َاْن َص دوُكْم َعنِ اْلَمْسِجِد اْلَحَراِم اَْن َتْعَتُدوا ّبِهْم َوِرْضَواًنا َوِاَذا َحَلْلُتْم َفاْصَطاُدوا َوَْل َيْجِرَمنَُّكْم َشَنٰاُن َقْوٍم ِ َفْضًَل ِمْن َر َهلل َش۪ديُد اْلِعَقاِب ه َّن ا َهلل ِا ه ِْْلْثِم َواْلُعْدَواِن َواتَُّقوا ا َّتْقٰوى َوَْل َتَعاَونُوا َعَلى ا ِّر َوال ُنوا َعَلى اْلِب َوَتَعاَو 249 el-Mümtehine 60/1. 250 el-Hadid 57/27. 251 el-Fetih, 48/29. 38 “Ey iman edenler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rızâ bekleyerek Kabe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan 252 korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.” ٍ م ٍٍ ُمْسَت۪قي َ وَيْه۪ديِهْم ِاٰلى ِصَرا َّسََلِم َويُْخِرُجُهْم ِمَن ال ظُلَماِت ِاَلى ال نوِر ِبِاْذِن۪ه َّتَبَع ِرْضَواَنُه ُسُبَل ال ههللُ َمِن ا َيْه۪دي ِبِه ا “Allah o kitabla rızâsına uygun hareket edenleri selamet yollarına iletir. Onları 253 izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola sevk eder.” A- ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN İNANÇ: İSLÂM VE İMAN Şüphesiz Allahü Teâlâ’nın seçtiğini ve râzı olduğunu belirttiği din, insanlık tarihi ile başlayan bütün peygamberlerin davet ettiği ve kıyamete kadar da devam edecek olan, her türlü şirkten uzak, sadece ve sadece Allah’a kul olma ve O’nun dışındaki bütün ilâhları inkâr ve red etme ilkesine dayalı, tevhid, adalet ve istikâmeti esas alan en mükemmel ve tek olan İslâm’dır. Dolayısıyla bazı insanların uydurdukları ve başkalarına gerçek din olarak sundukları veya Allah tarafından gönderildiği halde, sonradan insanlar eliyle tahrifata uğrayan ve Rasûlüllah (s.a.v)’in din-i mübin-i İslâm’ı tebliğinden sonra neshedilen bütün dinler batıl hükmündedir. O halde insanlık Allah’ın rızâsını ve cennetini istiyorsa, İslam’a ve Kur’an’a sımsıkı sarılmak zorundadır. Süleyman Ateş’in bu konudaki görüşleri şöyledir: Allah'ın rızâsı, O'na kulluk ve itaatle sağlanır. Allah, bütün elçileri aracılığı ile insanlar için tek din koymuştur ki bu da yalnız Allah'a tapmak, yalnız O'na kul olmaktır. İşte bütün elçiler aracılığı ile insanlara duyurulan bu din zaman içinde geliştirile geliştirile son şekliyle Hz. Muhammed (s.a.v) 254 tarafından duyurulmuştur. Allah Teâlâ bu hususu şöyle açıklamaktadır: ِْْلْسََلَم ۪ديًنا َاْكَمْلُت َلُكْم ۪ديَنُكْم َواَْتَمْمُت َعَلْيُكْم ِنْعَم۪تي َوَر۪ضيُت َلُكُم ا َاْلَيْوَم 252 el-Mâide 5/2. 253 el-Mâide 5/16. 254 Ateş, a.g.e, XVII, 521. 39 “Bugün sizin için dîninizi olgunlaştırdım, size ni'metimi tamamladım ve size dîn 255 olarak İslâm'a râzı oldum.” Bu ayet-i kerimenin cuma ve arefe günü yani iki bayramın birleştiği gün nâzil olduğu Hz. Ömer (r.a) ve İbn Abbas (r.a) tarafından rivâyet olunmuştur. Ayrıca bugünden sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) nihayet seksen bir veya seksen iki gün kadar yaşadı ve bundan sonra dini hükümlerde ne bir fazla, ne bir nesh, ne bir tebdil (değiştirme) vaki olmadı. Bununla Hz. Peygamber'e peygamberlik görevinin sonu ve böylece vefatının 256 yaklaştığı haber verilmiş oluyordu. Peygamberlerin insanlara duyurduğu tevhîd dini olan İslâm’dan başka bir din, Allah'ı râzı etmez. Çünkü Mevla şöyle buyurmaktadır : َ ن ْْٰلِخَرِة ِمَن اْلَخاِس۪ري ِْْلْسََلِم ۪ديًنا َفَلْن ُيْقَبَل ِمْنُه َوُهَو ِفي ا َوَمْن َيْبَتِغ َغْيَر ا “Kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa, bilsin ki, (o dîn) ondan kabul edilmeyecek ve 257 o, âhirette kaybedenlerden olacaktır.” Yürekten inanan insan, İslâm’ın gönüllere yerleşmesi, insanların, özgürce Allah'a tapmalarının sağlanması için hiçbir özveriden kaçınmamalı, gerektiğinde bu uğurda canını da vermelidir. Bu hususu ise Allah (c.c) şu şekilde haber vermektedir: َ رِة ْْٰلِخ ِهلل اثَّاَقْلُتْم ِاَلى اْْلَْرِض ا ََر۪ضيُتْم ِباْلَحٰيوِة ال دْنَيا ِمَن ا ه َياۤ ا َيَها الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا َما َلُكْم ِاَذا ۪قيَل َلُكُم اْنِفُروا ۪في َس۪بيِل ا َّْل َق۪لي ل ْْٰلِخَرِة ِا َفَما َمَتاُع اْلَحٰيوِة ال دْنَيا ف ا “Ey inananlar, size ne oldu ki: "Allah yolunda topluca savaşa çıkın!" dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? âhirettense dünyâ hayâtına mı razı oldunuz? Ama dünyâ hayatının 258 geçimi, âhiretin yanında pek azdır.” Ayette zikri geçen dinden maksadın İslâm dini olduğu müfessirler tarafından belirtilmiştir. Ayrıca, (Din olarak sizin için İslamiyet'i beğendim) cümlesinin “hal cümlesi” olduğu, dolaysıyla ayetin manasının: “O’nu diğer dinler arasından seçtim ve size bildirdim ki, râzı olunan tek din odur. Kim onun dışında bir din ararsa o ondan kabul edilmeyecektir” 259 olduğu bildirilmiştir. 255 el-Mâide 5/3. 256 Yazır, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler: İsmail Karaçam ve diğerleri, Azim Dağıtım, ty, İstanbul, III, 159. 257 Âl-i İmrân 3/85. 258 et-Tevbe 9/38. 259 en-Nesefî, a.g.e, I, 379. 40 Râzı oldum) fiilinin “seçtim” manasına geldiğinden rızâ kelimesinin manası) َر۪ضي ُت anlatılırken bahsedilmişti. İşte Hak Teâlâ’nın bu yüce dini kemâle erdirmesi, bizim üzerimizdeki nimetini tamamlayıp, İslam’ı tek din olarak seçmesi gibi büyük lütufları yanında, ayrıca iman edip, salih amel işleyenlere, beğenip seçtiği bu dini temelli yerleştireceğini va’d ettiğini Allah şu şekilde bildirmektedir: َّن ِّكَن َّل ۪ذيَن ِمْن َقْبِلِهْم َوَلُيَم َّنُهْم ِفي اْْلَْرِض َكَما اْسَتْخَلَف ا َّصاِلَحاِت َلَيْسَتْخِلَف ههللُ الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا ِمْنُكْم َوَعِمُلوا ال َوَعَد ا ِٰۤئَك ُهُم ِّدَلنَُّهْم ِمْن َبْعِد َخْوِفِهْم اَْمًنا َيْعُبُدوَن۪ني َْل يُْشِرُكوَن ۪بي َشْيً ئا َوَمْن َكَفَر َبْعَد ٰذِلَك َفاُۨول َّلِذي اْرَتٰضى َلُهْم َوَلُيَب ۪ ديَنُهُم ا َلُهْم اْلَفاِسُقونَ “Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan 260 çıkmış olanlardır.” Allah, bu ayette iman edip, salih amel işleyenlere üç tane vaadde bulunuyor. Bunların birincisi, yeryüzünün hakimiyetini onlara vereceğini, ikincisi, onlar için râzı olduğu (beğenip seçtiği) dini (İslam’ı), kuvvetlendirip, kalplere yerleştirmeye ve bütün dinler üzerine hakim kılmak suretiyle yeryüzüne hakim kılacağını, üçüncü olarak da onları korktuklarından emin kılıp, onlara tam bir emniyet vereceği sözünü veriyor. Bunu ise, onların kendisine her türlü şirkten uzak olarak gerçek bir tevhid üzere ibadet (kulluk) ettikleri için yaptığını (yapacağını) beyan etmektedir. Burada zikrolunan Allah’ın râzı olduğu (seçip beğendiği) dinden maksadın İslâm dini olduğunu bir çok müfessir kabul 261 etmiştir. Yüce Mevlâ’nın râzı olduğu/sevdiği inançlardan birisi de, tevhide dayalı her türlü şirk şâibesinden uzak imandır. Allah Teâlâ hakiki manada iman edip, sâlih amel işleyenlerin insanların en hayırlısı olduklarını, mükâfat olarak kendilerine altlarından ırmaklar akan cennetlerin verileceğini ve Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan râzı olduklarını şu ayet ile belirtilmektedir: 260 en-Nur 24/55. 261 Bkz. er-Râzî, a.g.e, XXIV, 23; el-Kurtubî, a.g.e, V, 4692 ; Âlûsî, a.g.e, XVIII, 203. 41 َّناُت َعدْ ٍن َتْج۪ري ِمْن َتْحِتَها ُۨۤؤُهْم ِعْنَد َرِبِّهْم َج ِٰۤئَك ُهْم َخْيُر اْلَبِريَِّة َجَزا َّصاِلَحاِت اُۨول َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا َوَعِمُلوا ال َّن ا ِا ُ ه َّب ههللُ َعْنُهْم َوَرُضوا َعْنُه ٰذِلَك ِلَمْن َخِشَي َر اْْلَْنَهاُر َخاِل۪ديَن ۪فيَهاۤ اََبًدا َرِضَي ا “İnanan ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır. Rableri katında onların mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, 262 Rabbine saygı gösterene mahsustur.” Bütün bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Allah’ın kendisinden râzı olduğu inanç Allah’a tevhîd akidesi iman ve O’na teslim olmak manasına gelen İslâm’dır. B- ALLAH’IN KENDİSİNDEN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN KİŞİLER 1. Peygamberler Yüce Allah’ın (c.c) kendilerinden râzı olduğu ve kendilerini sevdiği kulların başında peygamberler gelmektedir. Allah Teâlâ’nın bütün peygamberleri sevdiğinden ve onlardan râzı olduğundan şüphe yoktur. Çünkü peygamberler; ismet, emanet, fetenet, sıdk, tebliğ ve bunun gibi üstün ahlakî meziyetlerle bezenmiş, adil, mümtaz kullar olup, Allah’ın insanlar için üsve-i hasene olarak seçtiği kullardır. Bundan dolayı bütün peygamberler Allah’ın sevgisine ve rızâsına mazhar olmuşlardır. İşte Allah seçip râzı olduğu bu peygamberlere gaybî bir takım bilgileri vereceğini şu şekilde beyan etmektedir: َّنُه َيْسُلُك ِمْن َبْيِن َيَدْيِه َوِمْن َخْلِف۪ه َرَصًدا َّْل َمِن اْرَتٰضى ِمْن َرُسوٍل َفِا ِا “Ancak seçtiği elçiye açar. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler 263 salar.” Bir önceki ayette Allah, gaybı bildiğini, fakat gaybı üzerine bir kimseyi apaçık 264 haberdar etmediğini “O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimse açmaz” ayetiyle bildirdikten sonra bunun bir istisnası olduğunu, o istisnanın ise kendisinin seçtiği ve râzı olduğu Rasûl olduğunu mezkûr ayet ile bildirmiştir. 262 el-Beyyine 98/7-8. 263 el-Cin 72/27. 264 el-Cin 72/26. 42 “Beklemek, yol gözlemek”manasına gelen rasad (َرَصًدا) kelimesinden hareketle o seçtiği ve râzı olduğu Rasûlleri meleklerin koruduğu ve onlardaki gaybî bilgilere 265 ulaşmalarına engel oldukları müfessirler tarafından belirtilmiştir. Allah, râzı olduğu bazı Peygamberlere bazı gaybî bilgileri verdiğini bildirdiği gibi, başka ayetlerde de İsmâil (a.s)’dan ve O’nun bazı meziyetlerinden bahsettikten sonra aynı zamanda kendisinin Allah’ın rızâsına nail olduğunu şöyle haber vermektedir: َّزٰكوِة َوَكاَن ِعْنَد َّصٰلوِة َوال َاْهَلُه ِبال ًّيا . َوَكاَن َيْاُمُر َواْذُكْر ِفي اْلِكَتاِب ِاْسٰم۪عيَل ِانَُّه َكاَن َصاِدَق اْلَوْعِد َوَكاَن َرُسوًْل َنِب ًّيا ِبّ۪ه َمْرِض َر “Kitap'da İsmâil'e dair anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözünde doğru bir kimse idi, tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi. Çevresinde bulunanlara namaz kılmalarını, 266 zekat vermelerini emrederdi. Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.” Bazı müfessirler Hz. İsmail (a.s)’ın Allah’ın rızâsına nail olmasının sebebini, O’nun va’dini hakkıyla yerine getirmesine, söz ve fiillerinde son derece doğru olmasına, her ne söz verirse mutlaka onu yerine getirip, verdiği söz gereği üç gün, hatta bir yıl bekleyip, sonra yerine dönmesine yani, sözlerinin ve fiillerinin doğru olması 267 bağlamaktadırlar. Bazı müfessirler ise, Hz. İsmail (a.s) Allah’ın rızâsına ermesinin sebebini, kendi aşiret veya ümmetine namaz ve zekat gibi bedenî ve malî ibadet olan iki önemli taatı emretmesi kulluk ve peygamberlik vazifelerini en güzel şekilde yerine getirmesi olarak 268 açıklamaktadır. İşte Hz. İsmâil (a.s)’ın bu dört önemli vasfı, toplumun manevi ve sosyal 269 dengesini sağlayan faktörlerdir. Ayrıca Neml Sûresi’nde Hz. Süleyman (a.s)’ın, Ahkâf Sûresi’nde ise salih bir kulun (ki bu kulun Hz. Ebu Bekir olduğu rivayetleri vardır) Allah Teâlâ’dan kendisinin de râzı olacağı salih bir ameli ilham etmesi için şöyle dua ettikleri bildirilmektedir: َّي َواَْن اَْعَمَل َصاِلًحا َ تْرٰضيهُ َّي َوَعٰلى َواِلَد ِّب اَْوِزْع۪نۤي اَْن اَْشُكَر ِنْعَمَتَك الَّ۪تۤي اَْنَعْمَت َعَل َوَقاَل َر 265 Bkz. Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, Ty, İstanbul, VIII, 3869; Yazır, a.g.e, VIII, 387-388. 266 Meryem 19/54-55. 267 ez-Zuheylî, Vehbe, et-Tefsiru’l-Münir, Dâru’l-Fikri’l- Muasır 1. Baskı, 1991, Beyrût. XVI, 117. 268 Bilmen, a.g.e, IV, 2033. 269 Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları, 1987, İzmir, VII, 3741. 43 "Ey Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve (râzı) hoşnut 270 olacağın iyi iş yapmamı gönlüme getir” Görüldüğü gibi Hz. Süleyman (a.s) ve salih kul, Allahü Teâlâ’dan kendisine ve anne babasına verdiği nimetlere şükretme ve kendisinin de râzı olacağı salih amel işleyebilme hususunda yardım istemektedir. Buradan anlıyoruz ki, nimetlere şükretmek veya salih amel işlemek ayrı şey, bu amellerin Allah’ın râzısına muvafık olup, Allah’ın kabul etmesi ayrı şeydir. Dolayısıyla bir peygamberin dahi bu muvaffakiyeti elde edebilmek için Allah’tan yardım istediğine şahid olmaktayız. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a göre buradaki salihan (َصاِلًحا) kelimesinin tenvinli gelmesi tâ’zim için, yani büyük bir iş olduğunu ifade etmek içindir. Yahut çokluk ifadesi içindir. Birçok iş demektir. Yahut da bir çeşit tekliktir ki salih amel cinsinden Allahü Teâlâ’nın rızâsını özellikle celbedecek bir çeşit amel, rızâyı gerektirecek itaat 271 demektir. el-Ahkâf Sûresi’ndeki ayet-i kerimenin Hz. Ebu Bekir (r.a) hakkında nazil olmasının ispatı hakkında Fahruddîn Râzî şu delilleri sunmaktadır: Hz. Ebu Bekir (r.a)’nın hem annesi, hem de babası iman etmiştir. İbn Abbas (r.a) diyor ki: Allah kendisine birçok salih amel nasip etmiş, müşriklerin elinde işkence gören dokuz sahabeyi satın alıp azad etmiş, kız ve erkek bütün nesli iman etmiştir. Sahabe-i kirâm arasında bu şekilde hem anne 272 babası hem de bütün evladları iman etmiş başka birisi yoktur. Şüphesiz ki Müslümanın şiarı; nimete şükür, belâya sabırdır. Ancak o, şükrederken de Allah’a muhtaç olduğunu, Allah kendisine yardım etmezse her şeyde olduğu gibi buna da muktedir olamıyacağı bilincindedir. Dolayısıyla hem Hz. Süleyman (a.s) ‘ın hem de o salih kulun (Hz. Ebû Bekir (r.a))’ın Allah’a iltica ederek bu şekilde dua ettiği görülmektedir. Kur’ân-ı Kerim, Hz. Süleyman (a.s) ve Hz. Ebû Bekir (r.a)’ın Allah’tan salih ameli kendilerine ilham etmesi için dua ettiklerini haber verdiği gibi, Hz. Zekeriyyâ (a.s)’ın da hayatının sonuna doğru ilâhî davayı idâme ettirebilecek ve kendisinden bizzat Allah’ın da râzı olacağı bir çocuğun kendisine bahşedilmesini Allah’tan istediğini haber vermektedir. Çünkü salih bir çocuk hem Allah’ın insana ihsan ettiği en büyük dünya nimetlerindendir, hem de, kişinin soyunu ve davasını devam ettirecek bir temsilcisidir. Ayrıca kendisi vefat 270 en-Neml 27/19; el-Ahkâf, 46/15. 271 Yazır, a.g.e, VII, 107. 272 er-Râzî, a.g.e, XXVIII, 19. 44 edince duasıyla onun amel defterinin kapanmamasına vesile olacak üç âmilden birisidir. Allah şöyle buyurmaktadır: ًّيا َيِرثُ۪ني َوَيرِ ُث ِمْن ٰاِل َيْعُقوَب َواْجَعْلُه َا۪تي َعاِقًرا َفَهْب ۪لي ِمْن َلُدْنَك َوِل ۪نّي ِخْفُت اْلَمَواِلَي ِمْن َوَرا۪ۤئي َوَكاَنِت اْمَر َوِا ًّيا ِّب َرِض َر “Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana 273 ve Yakup oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızânı kazanmasını da sağla.” “Onu rızâna mazhar kıl” ayetinin manası; yani katında söz ve fiil bakımından da makbul ve râzı olunmuş kıl. Yani onu amel-i salihte muvaffak kıl. Hz. Zekeriyyâ (a.s) sanki çocuğun âlim ve âmil olmasını talep etmektedir. Veya onu kullarının arasında 274 peşinden gidilir bir önder kıl. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim, Süleyman (a.s) ve Zekeriyyâ (a.s)’ın Allah’ın rızâsını kazanacak salih amel istediklerini haber verdiği gibi Allah rızâsını kazanma konusunda Hz. Musa (a.s)’dan haber vermektedir. Şöyle ki, Hz. Musa (a.s)’ın Allah’ın va’dettiği yere zamanından önce gelmiştir. Allah Teâlâ’nın kendisine: َاْعَجَلَك َعْن َقْوِمَك َيا ُموٰسى َوَماۤ 275 “Ey Musa ! Seni kavminden -ayırıp- aceleye düşüren nedir?” sorusuna “Senin râzı (hoşnut) olman için bunu yaptım” dediğini bildirmektedir: ِّب ِلَتْرٰضى َاَث۪ري َوَعِجْلُت ِاَلْيَك َر َقاَل ُهْم اُۨوَْلِۤء َعٰلۤى 276 Musa: «Onlar ardımdadır, Rabbim! Hoşnut olman için Sana acele geldim» dedi. Her şeyde teenni ile hareket etmek asıl olduğu halde, burada Allah’ın rızâsı söz konusu olunca Hz. Musa (a.s)’ın bu kâideye uymayarak, Allah’ın emrine imtisal hususunda alelacele hareket etmiş ve kavminin başına da kendisinden naip olarak kardeşi Hz. Harun (a.s) bırakmıştır. 273 Meryem 19/5- 6. 274 Arslan, Ali, Büyük Kur’an Tefsiri (Hulâsatü’t-Tefâsîr), Arslan Yayınları, İstanbul, ty. XI, 61. 275 Tâhâ 20/83. 276 Tâhâ 20/84. 45 2. Sahâbe-i Kirâm Kur’’an-ı Kerim’de Allah’ın kendilerinden râzı (hoşnut, memnun) olduğunu bildirdiği ikinci tâife ise, Rasûlüllah (s.a.v)’in güzide ashabıdır. Bu mevzuda iki ayet mevcuttur. Birincisinde Yüce Allah, Muhacir ve Ensâr’dan ilk önce İslam’a girenlerden ve onlara ihsan (güzel ameller) ile tabi olanlardan râzı olduğunu, onların da Kendisinden râzı olduklarını, onlar için içlerinde ebedi olarak kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladığını bildirmektedir. Malını, mülkünü, evini ve yurdunu sırf Allah rızâsı için terk ederek, Medine’ye hicret eden Muhacirler ve onlara dünyada benzerine rastlanması mümkün olmayacak şekilde sahip çıkan ve onlara en güzel bir şekilde kardeşlik muamelesi yapan Ensâr. Ve Allah için her şeyini fedâ etmeye amâde Rasülüllah (s.a.v)’in “Fedâke ebî ve ümmî ya Rasûlüllah” (Sana anam-babam fedâ olsun ey Allah’ın Rasülü) diyen o güzide İslam toplumu. İşte bu Müslümanlardan Kendisinin râzı olduğunu şu ayet-i kerimeyle haber vermektedir: َّد َلُهْم ُ هْم َوَرُضوا َعْنُه َواََع ههللُ َعْن َّتَبُعوُهْم ِبِاْحَساٍن َرِضَي ا َّل۪ذيَن ا ََّولُوَن ِمَن اْلُمَهاِج۪ريَن َواْْلَْنَصاِر َوا َّساِبُقوَن اْْل َوال ُ م َّناٍت َتْج۪ري َتْحَتَها اْْلَْنَهاُر َخاِل۪ديَن ۪فيهَ اۤ اََبًدا ٰذِلَك اْلَفْوُز اْلَع۪ظي َج “Muhâcir ve Ensâr'dan İslâm'a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan râzı oldu, onlar da Allah'dan râzı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. 277 İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur.” Ayrıca Cenâb-ı Hak Kur’ân’da yurtlarından ve mallarından edilmiş, Allah’ın lütfunu ve rızâsını isteyen ve Allah ve Rasûlü’ne yardım eden sadık Muhacirleri övmüş ve onlara savaş ganimeti verilmesi gerektiğini bildirmiştir: َهلل َوَرُسوَلُه ه ِهلل َوِرْضوَ اًنا َوَيْنُصُروَن ا ه ِلْلُفَقَراِۤء اْلُمَهاِج۪ريَن الَّ۪ذيَن اُْخِرُجوا ِمْن ِدَياِرِهْم َواَْمَواِلِهْم َيْبَتُغوَن َفْضًَل ِمَن ا َّصاِدُقونَ ِٰۤئَك ُهُم ال اُۨول “Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş o-lan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden 278 muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.” Bu ayet-i kerimeden önce Yüce Allah savaş ganimetlerinin kimlere verileceğini beyan etmiştir. Bu ayet ise önceki ayetin devamı şeklinde, ganimet verilecek başka bir 277 et-Tevbe 9/100. 278 el-Haşr 59/8. 46 sınıfı izah etmektedir. Kendilerine ganimet verilecek o sınıf, “Allah’tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerdir. Burada, kendilerine ganimet verilecek, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış mühacirlerin özelliklerinden bahsedilmiştir. Bu özelliklerinden birincisi; Allah’tan bir lütuf dilemeleridir. Lütuftan maksadın dünyada rızık olduğu şeklinde tefsir edilmiştir. Yani Muhâcir Müslümanların dünyada Allah’tan helâl bir rızık talep ettikleri, ikincisi, ahirette 279 Allah’ın rızâsını istedikleri bildirilmektedir. İkinci ayette ise Bey’atü’r-Rıdvân’da hazır bulunan Sahâbe-i Kirâm’dan (r.a) râzı olduğunu şöyle bildirmektedir: َاَثاَبُهْم َفْتًحا َق۪ريًبا َّ س۪كيَنَة َعَلْيِهْم َو َّشَجَرِة َفَعِلَم َما ۪في ُقُلوِبِهْم َفَاْنَزَل ال ُيَباِيُعوَنَك َتْحَت ال ههللُ َعِن اْلُمْؤِم۪نيَن ِاْذ َلَقْد َرِضَي ا “Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye'de) sana bey'at ederlerken Allah, mü’minlerden râzı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek 280 yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.” Bu ayet-i kerimenin Hudeybiye’de Rasülüllah (s.av.) Efendimizin elçi olarak gönderdiği Hz. Osman (r.a.)’ın alıkonulması, göz hapsinde tutulması, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Müslümanlara ise Hz. Osman (r.a.) şehid edildi şeklinde bir haber ulaşması üzerine Peygamber (s.a.v.) ‘in “O kavimle savaşmadan gitmeyiz” diyerek nidâcısı vasıtasıyla: “Haberiniz olsun ki Rasülüllah’a Ruhu’l-Kudüs indi de O’na bey’ati emretti, hemen çıkın Allahü Teâlâ adına Peygambere bey’at edin” nidâsıyla bütün Müslümanlar bey’at etmeleri üzerine nazil olduğu rivâyet edilmiştir. Bu bey’at ise bir ağacın altında 281 gerçekleşti. Kulun Allah’tan râzı olması, Allah’ın takdiri sonucu meydana gelen bir takım olumsuzlukları çirkin görmemesi, Allah’ın kuldan râzı olması ise, onu emirlerine sarılan, yasaklarından kaçınan olarak görmesidir. Burada bey’at sırasında durumları zikredilenler Allah’ın kendilerinden râzı olduğu kullardır. Ki onların sayısı sahih olan görüşe göre bin dört yüzdür. Bin beş yüz olduğu da söylendi. İşte ayet bu bîati “Bey’atü’r-Rıdvân” olarak isimlendirdi. Onların bey’ati Kureyş’le savaşmak ve asla kaçmamak üzerine idi. Başka bir rivayete göre ashab-ı kirâm ölümüne savaşmak üzere Rasülüllah (s.a.v.)’e biat ettiler. “Allah onların kalblerinde olanı bildi” cümlesi “sana biat edenler cümlesine âtıftır. Yani Allah’ın onlardan râzı olması Rasülüllah (s.a.v.)’e bîat ederken kalblerindeki doğruluk ve 279 Bkz. Âlûsî, a.g.e, XXVIII, 51. 280 el-Fetih 48/18. 281 Yazır, a.g.e, VII, 168-169 47 samimiyetlerini bilmesinden dolayıdır demektir. “Onlara güvenlik verdi” yani onlara kalblerini bağlıyarak veya barış ile iç huzuru verip nefislerine sukuneti yerleştirdi. َاَثاَبُهْم َو “Onlara sevab verdi.” Sevab, insana ameline karşılılk olarak dönen şeydir ki, hem hayır hem de şer için kullanılır. Genellikle hayır için kullanılır. Sevab verme sevimli şeylerde kullanılır. Ancak istiâre yoluyla kötü şeylerde de kullanılır. “Ve yakın fetih verdi.” 282 Buradaki yakın fetihten maksat Hayber’in fethidir. Bu ayet ve tefsirlerden anlıyoruz ki, Allah’ın râzı olduğu başka bir toplum, Allah yolunda ölüm pahasına da olsa hiç gözünü kırpmadan Hudeybiye’de Kureyş’li müşriklerle savaşmak için Rasülüllah (s.a.v.)’e bîat eden sahabe-i kirâmdır. “Nüzûlü sebebinin hususî olması hükmün umumî olmasına mâni değildir” kâidesi gereğince hiç şüphesiz Allah için mücâdele eden ve her türlü fedakârlığa hazır olan her müslüman bu cemaate dahildir. 3. Mü’min Erkek ve Kadınlar Mevlâ Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de mü’min erkek kadınlara altlarından ırmaklar akan cennetler, son derece güzel meskenler ve Adn cennetlerini va’d ettikten ve orada ebedî olarak kalacaklarını bildirdikten sonra, onlara en büyük kazanç olarak Allah’tan bir rıdvân هِ هلل) yani Allah’ın kendilerinden râzı olduğunu bildirdiğini, dolayısıyla onların en (َوِرْضَوا ن ِمَن ا büyük rızâya kavuştuklarını şöyle haber vermektedir: َّناِت َعْدٍن ِّيَبًة ۪في َج َّناٍت َتْج۪ري ِمْن َتْحِتَها اْْلَْنَهاُر َخاِ ل۪ديَن ۪فيَها َوَمَساِكَن َط ههللُ اْلُمْؤِم۪نيَن َواْلُمْؤِمَناِت َج َوَعَد ا ِهلل اَْكَبُر ٰذِلَك ُهَو اْلَفْوُز اْلَع۪ظيمُ ه َوِرْضَوا ن ِمَن ا “Allah mümin erkeklere ve kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler vaadetmiştir. Allah'ın hoşnut olması en büyük 283 şeydir. İşte büyük kurtuluş budur.” 282 el-Bursevî, İsmail Hakkı, Tenvîru’l-Ezhân min Tefsîri Rûhi’l-Beyân, İhtisar, Muhammed Ali Sâbûnî, Daru’s-Sâbûnî, 1. Baskı, Kahire, 1988. IV, 101. 283 et-Tevbe 9/72. 48 C- ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU/SEVDİĞİ BELİRTİLEN AMELLER 1. Şükür Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de kullarının küfretmesinden râzı olmadığını buna mukâbil kullarının şükretmeleri halinde onlardan râzı (hoşnut) olacağını bildiriyor. Hz. Süleyman (a.s) ve Hz. Ebu Bekir (r.a)’ın Allah’a şükretme ve salih amel işleyebilme hususunda Allah’tan yardım istediklerini görmüştük. Burada ise Allah, kulların şükretmelerinden râzı olduğunu bize haber vererek şöyle buyurmaktadır: َوِاْن َتْشُكُروا َيْرَضُهۨ َلُكمْ 284 “Eğer şükrederseniz sizden râzı (hoşnut) olur.” Allah’ın râzı olmadığı ameller bahsinde de görüleceği gibi, Allah’ın râzı olmadığı fiillerden birisi ve belki de ilki küfürdür, nankörlüktür. Küfür hak ve hakikati, kendisine bahşedilen nimeti görmemek, bahşedeni tanımamaktır. Yani, nimete nankörlük etmek, 285 mün’ımi (nimeti vereni) inkâr etmektir. Nimeti unutmak ve üstünü örtmektir. Şükür ise sözlükte, nimeti düşünmek ve onu açıklamak manasına gelir. Denildi ki; şükür, iyilik yapanı bilinen övgülerin en uygunu ile methetmektir. َل (Lam) harf-i cerri ile geçişli olması en fasih olanıdır. Şükrân, küfrânın zıddıdır. Şükür ise (şakir) manasına gelir 286 ki, az bir ot ile yetinerek beslenen hayvana şükür (şâkir) denilir. Şöyle de denilmiştir: eş-Şükr kelimesi, keşfetmek manasına gelen el-keşr 287 kelimesinden dönüşmüştür. Türkçe’de Allah’a karşı minnettarlık için şükür, insanlara karşı minnettarlık için 288 teşekkür kelimeleri kullanılır. Şükür üç kısımdır. Birincisi kalp ile şükürdür ki, nimeti düşünmektir. İkincisi dil ile şükür olup, nimeti vereni övmek manasına gelir. Üçüncüsü ise, azalar ile yapılan şükürdür. 289 Bu da nimeti ihsan edene karşı layık olduğu şekilde organlarla karşılık vermektir. Ayet-i Kerime’nin tefsiri ise şöyledir: Ey insanlar!, (şükr ederseniz) imân şerefine ulaşmanızı takdir ederek ondan dolayı Cenab-ı Hak'ka şükreder, üzerinize düşen şükür vazifesini yerine getirmeye çalışırsanız (onun için) o Kerem Sahibi Yaratıcı sizden (râzı 284 ez-Zümer 39/7. 285 el-Cürcânî, a.g.e, s. 155. 286 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e, III, 334. 287 es-Semîn el-Halebî, a.g.e, II, 283. 288 Çağrıcı, Mustafa, “Şükür,” D.İ.A, İstanbul, 2010, XXXIX, 259. 289 er-Râgıp el-İsbahânî, a.g.e, s. 389. 49 290 olur) çünki o şükr, sizin için dünyevî ve uhrevî saadete bir vesiledir. 2. Amel-i Salih Yüce Allah iman edip salih amel işleyenleri Kur’an’ın bir çok yerinde övmüştür. Bir de onların insanların en hayırlısı olduğunu, onların mükâfatının altlarından ırmaklar akan cennetlerde ebedi olarak kalmak olduğunu ve buna ilaveten Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de O’ndan râzı olduğunu, bu durumun da ancak Rabb’inden hakkıyla korkanlara mahsus olduğunu şu ayetiyle bize haber vermektedir: َّناُت َعْدٍن َتْج۪ري ِمْن َتحْ ِتَها ُۨۤؤُهْم ِعْنَد َرِبِّهْم َج ِٰۤئَك ُهْم َخْيُر اْلَبِريَِّة َجَزا َّصاِلَحاِت اُۨول َّن الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا وَ َعِمُلوا ال ِا ههللُ َعْنُهْم َوَرُضوا َعْنُه ٰذِلَك ِلَمْن َخِشَي َربَّهُ اْْلَْنَهاُر َخاِل۪ديَن ۪فيَهاۤ اََبًدا َرِضَي ا “İnanan ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır. Rableri katında onların mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, 291 Rabbine saygı gösterene mahsustur.” Bu ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki, Allah’ın bu kullardan râzı olduğunu bildirmesi, bedeni mükâfat olan cennet nimetlerinin dışında, ruhanî bir mükâfat olup, cennet nimetlerinin daha üstünde bir mükâfattır. Bu kullar ile Allahü Teâlâ arasında rızâya 292 dayalı bir bağ vardır. Tıpkı يُِح بُهْم َويُِح بوَنه “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” ayet-i kerimesinde Allah ile mezkur kulların arasındaki sevgi bağı gibi. Aynı şekilde Fatiha Sûresi’nde sırat ( ٍَ kelimesinin iki defa zikredildiği gibi. Yani buradan hem (ِصَرا 293 Allah’tan kula, hem de kuldan Allah’a giden iki iki yolun olduğu görülmektedir. 290 Bilmen, a.g.e, VI, 3065. 291 el-Beyyine 98/7-8. 292 el-Maide 5/54. 293 er-Râzi, a.g.e. I, 209. 50 3. Allah Korkusu (Takvâ) Takvâ kelimesi, korudu manasına gelen vekâ (وقا) fiilinin sözlükte "korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek” 294 manalarına gelen vikâye ( ًِوقاية) mastarından türemiş bir isimdir. Bu kelimenin aslı ise vakyendir. Başındaki vav te’ye, sonundaki ye ise vava dönüştürülmüş ve َتْقَوى (takva) olmuştur. İslamî ıstılâhtaki manası ise; Allah’ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından 295 kaçınarak O’nun azabından korunmak demektir. Takvâ; ittikâ, tâki, etkâ, müttakî gibi diğer türevleri ve fiil şekilleri Kur'an-ı 296 Kerim'de 285 yerde geçmektedir. Seyyid Şerîf el-Cürcânî (ö. 816 / 1413) takvâ lafzını ıstılâhî olarak; takva, "Allah'a itaat ederek azabından sakınmaktır, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi korumak suretiyle gerçekleşir" şeklinde tarif eder. el-Cürcânî’ye göre, ibadette takvâdan 297 ihlâs, ma’siyetteki takvâdan ise terk etme ve sakınma kasdolunur. Ayrıca takvâ, kulun Allah’tan başka her şeyden korunması, şeriatın edebini muhâfaza etmesi, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran her şeyden kaçınması, kişinin nefsinde Allah’tan başka bir şey görmemesi, 298 kişinin nefsini hiç kimseden daha hayırlı görmemesidir denilmiştir. Muhammed Ali et-Tehânevî’ye göre takvâ; Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılmak, yasaklarından azamî derecede kaçınmak, başka bir ifade ile nefsi günahlardan ve günahlara sürükleyen her şeyden korumaktır. Sufilere göre ise, Yüce Allah’ın dışındaki her şeyden 299 soyutlanmaktır. Takvâ sahibi insana muttekî denilir. Yüce Allah (c.c) kendisinden gereği gibi korkanlar hakkında şöyle buyurmaktadır: َّهَر ة َّنا ت َتْج۪ري ِمْن َتْحِتَها اْْلَْنَهاُر َخاِل۪ديَن ۪فيَها َواَْزَوا ج ُمَط ِبِّهْم َج َّل۪ذيَن اتََّقْوا ِعْنَد َر ُئُكْم ِبَخْيٍر ِمْن ٰذِلُكْم ِل ِّب َُۨؤَن ُقْل ا ههللُ َب۪صير ِباْلِعَبادِ ه ِهلل َوا َوِرْضَوا ن ِمَن ا “De ki, size, o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için Rablerinin yanında cennetler var ki, altlarından ırmaklar akar, içlerinde ebedî kalmak 294 İbn Manzûr, a.g.e, XV, 401. 295 Abdülfettah, a.g.e, II, 352-353. 296 Uludağ, Süleyman, “Takvâ” D.İ.A, XXXIX, 484. 297 el-Cürcânî, a.g.e, s. 58. 298 el-Cürcânî, a.g.e, s. 59. 299 et-Tehânevî, a.g.e, I, 501. 51 üzere onlara, hem tertemiz eşler var, hem de Allah'dan bir rızâ vardır. Allah, o kulları 300 görür.” Bir önceki ayet-i kerimede ise Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َّوَمِة َواْْلَْنَعاِم َّضِ ة َواْلَخْيِل اْلُمَس َّذَهِب َواْلِف ِنَّساِۤء َواْلَب۪نيَن َواْلَقَنا۪طيِر اْلُمَقْنَطَرِة ِمَن ال َّشَهَواِت ِمَن ال ُزِيَّن ِللنَّاِس ُح ب ال ههللُ ِعْنَدُه ُحْسُن اْلَمٰا ِب َواْلَحْرِث ٰذِلَك َمَتاُع اْلَحٰيوِة ال دْنيَا َوا “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının 301 nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.” Cenab-ı Hak başka bir ayette dünya hayatının geçici, oyun, eylence, süslenme ve mal ve evlat ile oyalanmaktan ibaret olduğunu, müslümanların dünyaya aldanıp, ahireti ihmal ederek kendilerini tehlikeye atmamaları gerektiğini, çünkü ahirette şiddetli bir azabın veya Allah’ın affetmesi ve Allah’ın rızâsı olduğunu şöyle beyan etmektedir: َّفاَر َانََّما اْلَحٰيوُة ال دْنَيا َلِع ب َوَلْه و َو۪زيَن ة َوَتَفاُخ ر َبْيَنُكْم َوَتَكاثُ ر ِفي اْْلَْمَواِل َواْْلَْوَْلِد َكَمَثِل َغْيٍث اَْعَجَب اْلُك ِاْعَلُمۤوا َّْل َمَتاُع ههللِ َوِرْضَوا ن َوَما اْلَحٰيوُة ال دْنَياۤ ِا ْْٰلِخَرِة َعَذا ب َش۪دي د َوَمْغِفَرة ِمَن ا َّم َيُكوُن ُحَطاًما َوِفي ا ُث ًّرا َّم َي۪هيُج َفَتٰريُه ُمْصَف َنَباتُُه ثُ اْلُغُرورِ “Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekincilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın (rızâsı) hoşnutluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise 302 sadece aldatıcı bir geçinmedir.” Allah Teâlâ bu ayette, dünya hayatını, oyun, eğlence, süslenme ve karşılıklı övünme, daha fazla mal ve çoluk çocuk edinme olarak ve ziraatçilerin hoşuna giden yağmura benzettikten sonra ahireti ve ahiretteki kafirler için hazırlanmış olan şiddetli azabı ve Allah’ın mü’min ve salih kulları için hazırladığı mağfiret ve rızâsını hatırlatmış son olarak da dünyanın aldatıcı bir yer olduğunu beyan etmiştir. Ayet-i Kerime’nin tefsiri Nesefî’ye göre şöyledir: (Bilin ki dünya hayatı ancak) çocukların oynaması gibi (bir oyundan), gençlerin oyalanması=eğlenmesi gibi (bir eğlenceden) kadınların süslenmesi gibi (bir zinetten=süsten) aynı yaş ve seviyedeki 300 Âl-i İmrân 3/15. 301 Âl-i İmrân 3/14. 302 el-Hadid 57/20. 52 insanların birbirlerine karşı övünüp böbürlenmeleri gibi (bir övünmekten) ve sermeyadârların mal ve servet biriktirdikler gibi (mal servet ve çocuk sahibi olarak onlarla oyalanmaktan ibarettir. Bunlar, yağmurun bitirdiği, çiftçilerin de hoşuna gittiği bir bitkiye benzer ki, sen onu) yeşerdikten sonra (sararmış olarak görürsün sonra da çerçöp =yanmış olur.) Dünya hayatının hızlı geçmesi ve nimetlerindeki faydalanmanın sınırlı olması, yağmurun bitirdiği, büyüttüğü, kuvvetlendirdiği ve Allah’ın rızık olarak verdiği yağmur ve bitki nimetlerini inkâr eden kafirlerin hoşuna gittiği, daha sonra onların inkarlarına karşılık Allah’ın kendilerine fırtına göndererek (Kur’an’da zikredilen) bahçe ve iki bahçe sahibine yaptığı gibi sarartıp çerçöpe çevrilen bir bitkiye benzetildi. Burada zikrolunan küffardan (kafirlerden) maksad çiftçilerdir denildi. (Ahirette ise) kafirler için (şiddetli bir azab vardır.) Mü’minler için (Allah’ın mağfireti ve rızâsı vardır.) Yani dünya ve içindekiler sadece oyun, eğlence, süslenme, övünme ve servet ve evlad biriktirip bunlarla avunmak gibi basit işlerden ibarettir. Ahiret hayatı ise çok ciddiye alınması gereken önemli bir iştir. Her şeyden önce orada (kesinlikle hafife alınmaması gereken) şiddetli bir azab vardır. Ve Hamîd olan Allah’tan mağfiret (bağışlanma) ve rızâ vardır. Kendisine yönelen ve itimad 303 eden için (Dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir). Fahruddin er-Râzî, Nesefî’den farklı olarak dünyanın bir hikmete binâen ve doğru bir şekilde yaratıldığını, ancak dünyayı yanlış tanımanın neticesinde zararlı hale geldiğini 304 açıklamıştır. Görüldüğü gibi, Allahü Teâlâ insanlara dünya nimetlerinin cazip geldiğini zikrettikten sonra, “oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır” buyurarak insanların dünya ve dünyadaki nimetlere aldanmayıp, ahirete ve cennete hazırlanmalarını tavsiye etmektedir. Takvâ sahipleri için hazırlanan nimetleri şöyle sayıyor: Altlarından ırmaklar akan cennetler, orada ebedî kalış, tertemiz eşler ve Allah’ın rızâsı. Dünya ve dünyadaki nimetler, insanın tabiati gereği hoşuna gider. Zaten onlardan ölçülü ve dengeli bir şekilde faydalanmanın da bir zararı yoktur. Zararlı olan Allah’ı, ahireti, yaratılış gayesini, hak ve hukuku unutturup, bütün himmeti, sa’y ve gayreti ona yöneltmek, dünyayı araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirmektir. Ayetlerde dünya ve içindeki nimetlerin câzibesi anlatıldıktan sonra, ahiret ve ahiretteki mağfiret ile rızâ ve azap hatırlatılmıştır. Ayette zikredilen rıdvân kelimesi şöyle açıklanmaktadır: 303 en-Nesefî, a.g.e, III, 1762-1763. 304 er-Râzî, a.g.e, XXIX, 203-204. 53 Kelâmcılar diyor ki: Sevabın iki rüknü vardır. Birisi menfaattir. İkincisi ise ta’zimdir ki ِرْضَوان (ridvân)’dan maksad budur. Cennet ehlinin var olan bu cennet nimetleriyle beraber, Allah’ın kendilerinden râzı olduğunu, onları methedip övdüğünü bilmeleri bu menfaate artı bir sevinç katacaktır. َجنَّا ت (Cennetün) kelimesi cismanî (bedensel) cennete işarettir. ِرْضَوا ن (Ridvân) kelimesi ise, ruhânî cennete işarettir ki o en yüksek makamdır. O Allah Teâlâ’nın nurunun kulun ruhuna tecelli etmesi ve kulun da O’nun marifetine dalıp gitmesidir. Sonra bu makamların ilki Allah’tan râzı olma makamıdır. Sonuncusu ise, Allah tarafından râzı olunma makamıdır. Şu ayet işte buna işarettir. ًَّية َراِضَيًة َمْرِض 305 Râzı olmuş ve (kendisinden) râzı olunmuş (el-Fecr, 89/28). Kur’ân-ı Kerim’de takvâ ile rızâ arasında tam bir bağ olduğu görülmektedir. Allah Teâlâ, dini hayatını samimiyet, ihlas, takvâ ve kendi rızâsı üzerine şekillendiren ve buna göre bir yaşam tarzı çizen hakiki mü’min ile, gayesi Allah’tan gereği korkmak veya O’nun rızâsını gözetmek olmayan riyakâr münafığı bir misal ile şöyle mukayese etmektedir: َ هاٍر َفاْنَهاَر ِب۪ه ۪في َناِر ََّسَس بُْنَياَنُه َعٰلى َشَفا ُجُرٍف هلل َوِرْضَواٍن َخْي ر اَْم َمْن ا ِ ه َّسَس بُْنَياَنُه َعٰلى َتْقٰوى ِمَن ا َاَفَمْن اَ َّظاِل۪ميَن ههللُ َْل َيْهِدي اْلَقْوَم ال َّنَم َوا َجَه “O halde binasını Allah korkusu ve Allah rızâsı üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır, yoksa binasını yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte 306 cehenneme yuvarlanan mı daha hayırlı? Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez.” Mevlâmız bu ayette, dinde samimi olan kişiyi, binasını sağlam bir zemine inşa etmiş bir insana benzetirken, münafığı ise, her an çökmeye hazır bir yere bina kuran kimseye benzeterek, hangisinin daha hayırlı olduğunu sormaktadır. Müfessirlere göre ayetin manası şöyledir: "Dininin temelini, çok muhkem ve kuvvetli bir esasa -ki bu esas da, Allah'ın takvâsı ve O'nun rızâsı olan hak esastır- bina eden mi daha hayırlıdır; yoksa dinini, temellerin en zayıfı ve en az kalıcı olanı olan batıl esas üzerine bina eden mi hayırlıdır?" şeklinde olur. İşte bu nifakın misali, tıpkı, cehennem vadilerinin kenarında ve uçmak üzere olan bir yârın, bir uçurumun durumu gibidir. Bu yâr, "uçan, çöken bu kenarda olduğu" için, daima düşmek ve yıkılmakla yüzyüzedir. Bu münâfık da, cehennemin kenarında olduğu için, bu yârdan yuvarlandığında mutlaka, 305 er-Râzî, a.g.e, VII, 174. 306 et-Tevbe 9/109. 54 cehennemin ta dibini boylayacaktır. Netice olarak diyebiliriz ki: Bu binadan birincisini yapan, bu binası ile Allah'ın takvâsını, ve O'nun rızâsını, diğeri ise, masiyyet ve kûfrû kasdetmiştir. Binaenaleyh, ilk yapı daha kıymetli ve bekası gerek olan; ikincisi ise, âdi ve 307 yıkılması gerekli olan bir bina olmuş olur. 308 Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de, takvâ’nın kıyamet günü için en hayırlı azık olduğu, 309 310 affetmenin ve âdil olmanın takvâya en yakın bulunduğu bildirilen ayetlerle beraber, 311 iyilik ve takvâ için yardımlaşılmasının emredildiği, âkıbetin (neticenin) takvâ ve 312 müttakiler için olduğunu haber veren ayetler mevcuttur. Konumuzla ilgili başka bir ayette ise, Yüce Allah (c.c) muttekîleri (takvâ sahiblerini) sevdiğini şöyle haber vermektedir: َّت۪قينَ َهلل يُِح ب اْلُم ه َّن ا َّتٰقى َفِا َبٰلى َمْن اَْوٰفى ِبَعْهِد۪ه َوا “Hayır, kim sözünü yerine getirir ve kötülüklerden korunursa, şüphesiz Allah 313 korunanlar sever.” Allah’ın bir kimseyi sevmesi demek, ondan râzı olması demektir. Bu ayette Mevlâ’mız takvâ sahiplerini sevdiğini, dolayısıyla onlardan râzı olduğunu bildirmektedir. Ayrıca ayette takvâ sahipleri ile ahdine vefâ gösterenler yanyana zikredilmiştir. Bu da takvâ sahibi insanların gerek Allah’a ve gerekse kullara karşı verdiği söze vefâ göstermesi, mutlaka ahdini yerine getirmesinin önemine işâret etmektedir. 314 Üç ayet-i kerimede ise Allah’ın muttekîlerle beraber olduğu belirtilmektedir. 4. Peygambere Tabi Olmak Yüce Mevlâ’nın râzı olduğu/sevdiği amellerden birisi de O’nun Rasûlüne ittibâdır. Allah Teâlâ, kendi sevgisinin Peygamberine ittibâdan geçtiğini bildirmektedir. Başka 315 ayetlerde Rasûlüne itaatin Allah’a itaat olduğunu haber verilmektedir. Peygamber (s.a.v) tabi olmak hususunda Allah şöyle buyurmaktadır: 307 er-Râzî, a.g.e, XVI, 156-157. 308 el-Bakara 2/197. 309 el-Bakara 2/237. 310 el-Mâide 5/8. 311 el-Mâide 5/2. 312 Tâhâ 20/132. 313 Âl-i İmrân 3/76. 314 Bkz. el-Bakara 2/194; et-Tevbe 9/36, 123. 315 en-Nisâ 4/80. 55 ههللُ َغُفو ر َرح۪ ي م ههللُ َوَيْغِفْر َلُكْم ُذنُوَبُكْم َوا َهلل َفاتَِّبُعو۪ني ُيْحِبْبُكُم ا ه ُقْل ِاْن ُكْنُتْم تُِح بوَن ا “De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve 316 suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” Bu ayet-i kerimenin sebeb-i nüzûlü hakkında şöyle rivâyet olunmuştur: Bu ayet, Rasülüllah (s.a.v)’in Mescid-i Haram’da putlara secde eden Kureyşli müşriklere “Siz İbrahim (a.s)’ın dinine muhalefet ettiniz” deyince müşrikler “Biz onlara, Allah sevgisinden, bizi O’na yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz” demeleri üzerine veya Hırıstiyanların, “Biz Mesih’i ancak Allah sevgisinden dolayı tâ’zim ediyoruz” sözleri üzerine nazil olmuştur. Bu iki fırka da Allah’ı sevdiğini, O’nun rızâsını ve O’na itaat etmeyi istediklerini iddiâ ediyor. Bunun üzerine Allah Rasülüne şöyle emrediyor : De ki, eğer siz Allah’ı sevme hususunda samimi iseniz, Allah’ın emirlerine boyun eyin ve O’na karşı gelmekten kaçının. Bu sözün açılımı şudur: Kim Allah’ı seviyorsa, O’nu kızdıracak her türlü şeyden son derece kaçınması gerekir. Ve de Hz. Peygamber (s.a.v)’in peygamberliği kesin deliller ile sabit olduğuna göre Rasülüllah (s.a.v)’e tabi olmak şarttır. 317 Eğer bu şart yerine gelmemiş ise, Allah sevgisi yoktur demektir. Allah sevgisi ile Peygambere tabi olma arasındaki münasebet konusunda şöyle yorum yapılmıştır: Mehabbe (muhabbet, sevgi), insan ruhunun yücelik ve güzellik sezdiği bir şeye öyle bir meyil göstermesidir ki, ona yaklaşmak için gerekli sebep ve vesileleri arayıp bulmaya yöneltir. Binaenaleyh sevenin hedefi, sevgilinin rızâsına erebilmek ve öfkesinden sakınmak, korunmak olduğundan, sevgi, itaat isteğini ve isyan sayılan şeylerden kaçınmayı gerektirir. Herhangi bir kişi, hakiki yüceliğin ve kemalin ancak Allah'a ait olduğunu idrak edip anladığı zaman, onun bütün sevgisi Allah için, Allah yolunda ve Allah'ın rızâsını kazanmak uğrunda olur. Allah'ın dini de tevhid ve İslâm olduğundan, sevgisi hep bu çerçevede dolaşır durur. İtaat ve ibadet için gösterdiği irâdede ancak bu din hakim olur. O halde Allah'ı sevenler "Ben özümü Allah'a teslim ettim, bana uyanlar da öyle..." (Âl-i İmrân, 3/20) diyen ve bu ilâhî emri tebliğ eyleyen Resulullah'a karşı gelmemek ve onun gibi ihlas ve samimiyetle, ِهلِل ه Ben özümü Allah'a teslim ettim..." deyip" َفُقْل اَْسَلْمُت َوْجِهَي dininde ve şerîatında ona ve onun öğretim ve bildirilerine uymak ve onu örnek almak lazım gelir. Bunun zıddı, "Ben Allah'ı severim, ama emrini dinlemem, O'nun sevdiğini sevmem, 316 Âl-i İmran 3/31. 317 er-Râzî, a.g.e, VIII, 16. 56 O'nu sevenleri, O'nun yolunu gösterenleri, O'nun seçip gönderdiklerini sevmem, onlara benzemek istemem." demektir ki, bu da, "Ben kendimden başka birşey sevmem, tevhid yolunda yürümek istemem." demektir. Allah'ın Resulüne uymak istememek "Ben özümü Allah'a teslim ettim." dememek ve bu düstur ile hareket etmemektir. Bu da Allah'ı 318 sevmemek ve rahmetinden mahrum kalmaktır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de Müslümanların Peygambere tabi olması değil de Peygamberin birçok işte Müslümanlara itaat etmesi durumunda vahim sonuçların meydana geleceği, Müslümanların sıkıntıya düşecekleri bildirilmiştir. Aynı ayette Allah (c.c) imanı mü’minlere sevdirdiğini, onu kalplerine bir zinet yaptığını, buna mukabil küfrü, isyânı ve fıskı da çirkin gösterdiğini şu ayet-i kerime ile bize şöyle haber vermektedir: ْْ۪ليَماَن َوَزيََّنُه ۪في ُقُلوِبُكْم َّبَب ِاَلْيُكُم ا َهلل َح ه َّن ا هلل َلْو يُ۪طيُعُكْم ۪في َك۪ثيٍر ِمَن اْْلَْمِر َلَعِن تْم َوٰلِك ِ ه َّن ۪فيُكْم َرُسوَل ا َا َواْعَلُمۤوا َّراِشُدونَ ِٰۤئَك ُهُم ال َّرَه ِاَلْيُكُم اْلُكْفَر َواْلُفُسوَق َواْلِعْصَياَن اُۨول َوَك “Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize zinet yapmıştır. 319 Küfrü, fasıklığı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” 5. Allah Yolunda Cihat Etmek Cihat kelimesinin lügat manası, bütün gücünü kullanarak söz ve fiil ile mücâdele 320 321 etmektir. Istılâhî manası ise, hak dine davet etmek, kâfir ve benzerleri ile vuruşarak savaşmak, mallarına el koymak, mabetlerini yıkmak ve put ve puta benzer diğer varlıklarını kırmaktır. Fethu’l-Kadir’deki tanımı ise şöyledir: Cihat, kâfirleri hak dine davet 322 etmek, eğer kabul etmezlerse onlarla savaşmaktır. Cihat, nefisle mücadele, İslâm'ı tebliğ ve düşmanla savaşma anlamında kullanılan bir terimdir. Arapça’da "güç ve gayret sarfetmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkanları kullanmak" manasındaki cehd kökünden türeyen cihat, İslam literatüründe “dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm'ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek" 318 Yazır, a.g.e, II, 342. 319 el-Hucurât 49/7. 320 et-Tehânevî, a.g.e, I, 598. 321 el-Cürcânî, a.g.e, s.72. 322 et-Tehânevî, a.g.e, I, 598. 57 şeklindeki genel ve kapsamlı anlamı yanında fıkıh terimi olarak daha çok müslüman olmayanlarla savaş, tasavvufta ise nefs-i emmareyi yenme çabası için kullanılmıştır. Cihad Kur'ân-ı Kerim'de isim olarak dört, bundan türeyen fiil şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir. "Cihat eden" anlamındaki mücahid ise iki ayette zikredilmiştir. Bu ayetterin bir kısmında cihat kelimesinden doğrudan savaşın kastedildiği anlaşılmakta, bir kısmında da cihat "Allah'ın rızâsına uygun bir şekilde yaşama çabası" şeklinde özetlenebilecek olan 323 genel anlamıyla geçmektedir. Allah’ın kendi yolunda kenetlenerek cihat edenleri sevdiğini bildirdiği ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: ُبْنَيا ن َمْرُصو ص ًّفا َكَانَُّهْم َهلل يُِح ب الَّ۪ذيَن يَُقاِتُلوَن ۪في َس۪بيِل۪ه َص ه َّن ا ِا “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlıyarak savaşanları 324 sever.” İslam’da cihad, herhangi bir dünyevî maksat için değil, sadece Allah rızâsı için yapılmaktadır. Kur’an’ın bir çok yerinde “kıtal” ve “cihad” kelimeleri, “sebîlullâh” kelimesiyle beraber anılmıştır. Bu birlikte anış, savaşın asıl amacının, servete ulaşmak, yiğitliğini ortaya koymak, diktatörlüğünü göstermek veya yeryüzünde mutlak saltanat kurmak değil, 325 “ilâyı kelimetullah” (Allah (cc) isminin yüceltilmesi) olduğuna işaret içindir. Cihat edenlerden Allah’ın râzı olduğunu, cihat için çıktıkları zaman cihat etmeden dönseler bile Allah’ın fazl (lütuf), rıdvân ve rahmetine nâil olacaklarını şu ayetlerde bildirilmiştir: ههللُ ُذو َفْضٍل عَ ۪ظيٍم ِهلل َوا ه ِهلل َوَفْضٍل َلْم َيْمَسْسُهْم ُسۤو ء َواتََّبُعوا ِرْضَواَن ا ه َفاْنَقَلُبوا ِبِنْعَمٍة ِمَن ا “Bu yüzden kendilerine bir fenalık dokunmadan, Allah'tan nimet ve bollukla geri 326 döndüler; Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük, bol nimet sahibidir.” َاْج ر َع۪ظي م َهلل ِعْنَده ه َّن ا َاَبًدا ِا ۪ ديَن ۪فيَهاۤ ّشُرُهْم َرب ُهْم ِبَرْحَمٍة ِمْنُه َوِرْضَواٍن َوَجنَّاٍت َلُهْم ۪فيَها َن۪عي م ُم۪قي م َخاِل ِ يَُب “Rableri onlara katından bir rahmet, büyük rızâ (hoşnutluk) ve içinde tükenmez 327 nimetler bulunan cennetleri müjdeler. Doğrusu büyük ecir Allah katındadır.” 323 Özel, Ahmet, “Cihad” D.İ.A, VII, 527. 324 es-Saf 61/4. 325 es-Sâbunî, Muhammed Ali, Kur’an’ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, Çev: Mazhar Taşkesenlioğlu, Şamil Yayınevi, ty, İstanbul, I, 185-186. 326 Âl-i Îmrân 3/174. 327 et-Tevbe 9/21,22. 58 Allah, iman eden, hicret eden ve Allah yolunda cihad edenleri, kendilerine acıyıp, azap etmiyeceği bir rahmet ile, yapmış oldukları taatleri, yerine getirmiş oldukları sorumluluklarından dolayı rızâsı ile ve bitmeyen, tükenmeyen içinde bol nimetler bulunan 328 bir cennet ile müjdelemektedir. 6. Özünde ve Sözünde Sadık (Doğru) Olmak Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın râzı olduğu belirtilen amellerden birisi de sadakat (doğruluk)’tur. Allah Teâlâ’nın râzı olduğunu bildirdiği bu sadıklar, Allah’a, kendisine ve başkalarına karşı dürüst olan dosdoğru Müslümanlardır. Bu şekilde doğru olan insanlara doğruluklarının kıyamet gününde fayda vereceğini, altlarından ırmaklar akan cennetler onların olacağını, Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de O’ndan râzı olacağını ve bunun büyük bir kazanç (kurtuluş) olduğunu Allah Teâlâ, Hz. İsa (a.s)’a hitaben kullarına şu ayetiyle haber vermektedir: ههللُ َعْنُهْم َ رِضَي ا َاَبًدا َّصاِد۪قيَن ِصْدُقُهْم َلُهْم َجنَّا ت َتْج۪ري ِمْن َتْحِتَها اْْلَْنَهاُر َخاِل۪ديَن ف۪ يَهاۤ ههللُ ٰهَذا َيْوُم َيْنَفُع ال َقاَل ا َوَرُضوا َعْنُه ٰذِلَك اْلَفْوُز اْلَع۪ظيُم “Allah buyurdu ki: Bu, sadıklara doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır". Allah onlardan râzı 329 olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş budur.” Fahruddin Râzî’ye göre, bu günden maksat kıyamet günüdür. Doğruluğun mekanı ise dünyadır. Razî, Ayet-i kerimenin zâhirî manasının yanında bir de gönül ehli insanların anlayabileceği olağanüstü manaların olduğunu beyan ederek ayeti şöyle tefsir etmektedir: Bu günden maksadın kıyamet günü olduğu konusunda icmâ vardır. Onun manası onların dünyadaki sıdk (doğruluk)ları kıyâmet günü onlara fayda verir. Bu zikrettiklerimizin delili ise şudur : Kıyamet günü kâfirin kıyametteki doğruluğu ona fayda vermez. İblisin kıyâmet günü şu sözüne bakalım: ْ م ُتُكْم َفَاْخَلْفُتُك ِّق َوَوَعْد َهلل َوَعَدُكْم َوْعَد اْلَح ه َّن ا ِا «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra 330 caydım.”(İbrahim 14/22). İşte bu doğruluk şeytana hiçbir fayda vermeyecektir. 328 et-Taberî, a.g.e, X, 68. 329 el-Mâide 5/119 330 er-Râzî, a.g.e, XII, 114. 59 Bil ki, Allah Teâlâ dünyada doğru olanların kıyâmet gününde, bu doğruluklarından faydalanacaklarını haber verdikten sonra bu faydalanmanın niteliğini açıkladı ki, o da “sevab”tır. Sevabın aslı ise, faydalanmanın halis, dâimî ve hürmete bitişik olmasıdır. “Onlara altlarından ırmaklar akan cennetler vardır” sözü bu menfaatin üzüntü ve kederden uzak olduğuna işarettir. “Orada ebedî olarak kalacaklar” ifadesinde devamlılığa işaret vardır. Şu inceliği bir düşün. Ne zaman cennetten, bahsedilse “hulûd” (uzun zaman) kelimesiyle beraber, ebedilik bildiren “ebed” (sonsuz) kelimesi de zikrediliyor. Ancak cehennem ve azabtan bahsedilirken sadece “hulûd” (uzun zaman) lafzı kullanılıp “ebed” (sonsuz) kelimesi kullanılmamaktadır. “Allah onlardan râzı oldu, onlar da Allah’tan râzı oldular. Bu büyük bir kurtuluştur” ayet-i kerimesi ta’zime işarettir. İşte kelâmcıların sözünün zahiri budur. Fakat, Allah'ın celâl nûrlarıyla aydınlanmış ruhlara sahip kimselere göre, âyetteki, "Allah kendilerinden râzı olmuştur, kendileri de O'ndan râzı olmuşlardır" 331 buyruğunun içinde, kelimelerin ifâde edemiyeceği hârikulade sırlar bulunmaktadır. Ayetin tefsirinde İsmail Hakkı Bursevî, Müslüman için Allah’ın rızâsı en büyük maksat olduğunu ve bu maksada ulaşan bir Müslümanın da en büyük kurtuluşa erdiğini 332 ifade etmiştir. 7. Allah İçin Buğzetmek Allah’ın râzı olduğunu bildirdiği başka bir amel ise, Allah (c.c) ve Rasûlüllah (s.av)’e düşman olanları velev ki, anne babası veya en yakını bile olsa sevmemek, Allah için onlara buğz etmektir. Yüce Allah, önceki ayetlerde iman eden ve salih amel işeyip Rabb’inden hakkıyla korkanlardan râzı olduğunu bildirmişti. Burada iman ve salih amel ile birlikte “Allah için seven ve Allah için buğzedenlerden râzı olduğunu şu şekilde beyan edilmektedir: َهلل َوَرُسوَلُه َوَلْو َكانُۤوا ٰاَباَۤءُهْم اَْو اَْبَناَۤءُهْم اَْو ِاْخَواَنُهْم اَْو ه َّۤد ا ُيَوا ۤدوَن َمْن َحا ْْٰلِخِر ِهلل َواْلَيْوِم ا ه ُيْؤِمنُوَن ِبا َْل َتِجُد َقْوًما ََّيَدُهْم ِبُروٍح ِمْنُه َويُْدِخُلُهْم َجنَّاٍت َتْج۪ري ِمْن َتْحِتَها اْْلَْنَهاُر َخاِل۪ديَن ۪فيَها َرِضَي ْْ۪ليَماَن َوا ِٰۤئَك َكَتَب ۪في ُقُلوِبِهُم ا َع۪شيَرَتهُ ْم اُۨول ُ م اْلُمْفِلُحونَ ِهلل ُه ه َّن ِحْزَب ا ِهلل اََْلۤ ِا ه ههللُ َعْنُهْم َوَرُضوا َعْنُه اُۨولِٰۤئَك ِحْزُب ا ا 331 er-Râzî, a.g.e, XII, 114-115. 332 el-Bursevî, a.g.e. I, 458. 60 “Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsiniz. Onlar o kimselerdir ki, Allah kalblerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi (dininin yardımcıları)dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah'ın 333 hizbidir.” Ayetin sebeb-i nuzülü hakkında şöyle bir rivayet vardır: Bu ayet-i kerime Ebû Bekir (r.a) hakkında nâzil olmuştur. Babası Ebû Kuhâfe, bir gün Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimize küfretmiş, Hz. Ebu Bekir (r.a) de Ebu Kuhafe’yi yakalayarak yumruk vurmuş, onun dişleri dökülmüş, sonra Peygamberimiz (s.av)’in huzuruna gelince bu hâdiseyi anlatmış, Peygamber Efendimiz de öyle yaptın mı? Diye sormuş o da “evet yaptım” deyince Rasûl-i Ekrem Efendimiz: “bir daha öyle yapma” diye buyurmuş, Hz. Ebu Bekir de demiş ki: Seni hak ile gönderen Cenab-ı Hakk’a yemin ederim ki: Eğer bana bir kılıç yakın olsa idi elbette onu katlederdim demiş. Rasûl-i Ekrem’e olan fevkalede merbutiyetini 334 göstermiştir. İşte din muhabbeti, merbutiyeti böyle her şeyin üstündedir. Fahruddin Râzî burada nehyolunan dostluk ve sevgiyi âlimlerden nakil yaparak şu şekilde izah etmektedir: “Ümmetin âlimleri, onlarla bir araya gelme ve ilişki içinde bulunmanın caiz olduğuna dair icmâ etmişlerdir. Şu halde, mahzurlu ve haram olan dostluk ve sevgi hangisidir?" denilirse, biz deriz ki: Bu, haram olan dostluk, o kâfir olduğu halde, hem din hem de dünya bakımından, ona rağbet edip gıbta etmektir. Ama, bunun dışındaki sevgi ve 335 dostlukların bir mahzuru yoktur.” Sonra Allah Teâlâ, bu tür sevgiyi birkaç bakımdan alabildiğince yasaklamıştır: 1. Bu sevginin, iman ile birlikte olamayacağını belirtmiştir. 2. "O kimseler velev ki, bunların babaları, oğulları, kardeşleri yahutta soy-sopları olsunlar..." buyurmuştur. Bundan maksad şudur: Bu kimselere sevgi göstermek, en büyük sevgi türüdür. Bununla beraber, bu meylin ve sevginin, sırf imandan dolayı bir tarafa 336 atılması lazımdır. Allah'ın bu ayette mü'minler için zikrettiği birinci nimet, "(Allah) bunları, 333 el-Mücâdele 58/22. 334 Bilmen, a.g.e, VIII, 3664. 335 er-Râzî, a.g.e, XXIX, 240. 336 er-Râzî, a.g.e, XXIX, 240. 61 “Kendinden rûh ile desteklemiştir" ifadesiyle anlatılan şeydir. İkinci nimet, "Allah bunları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Bunlar orada ebedî kalıcıdırlar" ifadesiyle anlatılan nimettir. Bu, cennet nimetine bir işarettir. Üçüncü nimet ise, ayetteki, "Allah onlardan râzı olmuştur. Onlarda Allah'dan râzı olmuşlardır" ifadesiyle anlatılan şeydir. Bu, 337 "rıdvân" nimeti olup, en büyük nimet ve en yüce mertebedir. Cenâb-i Hakk daha sonra, bu nimetleri saymasının peşisıra, Allah düşmanlarına karşı sevgi beslememeyi, dost olmamayı gerektiren şeylerin dördüncüsünü zikredip, şöyle buyurmuştur: "İşte onlar Allah'ın takımıdır. Gözünüzü açın ki, Allah'ın hizbi kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir." Bu ifade, Hak Teâlâ'nın münafıklar hakkındaki, "Bunlar, şeytanın takımıdır. Gözünüzü açın ki şeytan takımı, gerçekten hüsrana düşenlerin tâ 338 kendileridir" (el-Mücadele 58/19) ifadesine mukabil olarak zikredilmiştir. Kurtubî ise böyle bir muhabbetin mü’min bir kimsenin kalbinde bulunamayacağını şu sözleriyle açıklamaktadır: Allah bir kişiye iki kalb vermemiştir. Ve bir kalbde iki kişi ve iki yol birleşmez. Allah’ın dostluğu ve Rasülü’nün sevgisiyle Allah düşmanlarının ve peygamber düşmanlarının sevgisi aynı kalbte yer almaz. Ya imanlı olacaktır ya imansız. İkisi beraber aynı kalbte bulunmaz. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu rızâ ve güven duygusu mü’min cemaatinin yüce ve âlî makamını resm etmektedir. Rableri onlardan râzı, onlar da Rablerinden râzı. Her şeyden soyutlanıp, kendilerini Rablerine bağlamışlar. Rableri kendilerini kabul edip, onlardan râzı olduğunu bildirmiştir. Onların 339 nefisleri de bu yakınlıktan râzı olmuş, arkadaşlık elde etmiş ve huzura kavuşmuştur. “Allah onlardan râzı oldu onlar da Allah’tan râzı oldular” ayet-i kerimesini tefsir ederken İbn Kesîr şöyle söylemektedir: Bu ayette olağanüstü hârika bir sır vardır. O da şudur: O mü’minler, Allah rızâsı için akraba ve aşiretlerine buğzettiler, Allahü Teâlâ da buna karşılık onlara rızâsını bahşetti ve onların hoşnut olacağı konulmuş nimetleri, büyük kazançları ve umumî fazileti onlara 340 vererek onları râzı etti. 337 er-Râzî, a.g.e, XXIX, 240-241. 338 er-Râzî, a.g.e, XXIX, 240-241. 339 Kurtubî, a.g.e, VI, 3514-3415. 340 İbn Kesîr, el-Hafız Imâduddin Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, İhtisâr eden, Muhammed Ali es-Sâbûnî, Dâru’l-Kalem, Beyrut, 1986, III, 468. 62 Yukarıda geçen tefsirlerden anlıyoruz ki, bu ayette zikrolunan “Allah’ın kendilerinden râzı olduğu, kendilerinin de Allah’tan râzı olduğu tâife “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek” kâidesi gereği Allah için en yakın akrabalarına hatta anne-baba, evlad ve kardeşlerine dahi buğzeden ve Allah için her şeyi feda etmeye âmade, mükemmel bir kavimdir. 8. Mü’minlere Karşı Alçak Gönüllü, Kâfirlere Karşı Şiddetli Olmak İleride de görüleceği gibi, Allah (c.c) kibirli, gururlu, kendini beğenmiş, hak ve hakikatı tanımayıp, kendini ve kendi değerlerini tabu haline getirerek, başkalarını aşağılayan, hakir gören, bencil, enaniyet sahibi insanları sevmemektedir. Buna mukabil, mü’min kardeşlerine karşı son derece şefkatli, merhametli ve mütevâzi, ona adaletin de ötesinde merhametle muamele eden, hatta kardeşini kendisine tercih eden, kâfirlere karşı ise onurlu, şiddetli ve zorlu hareket eden mü’minleri sever. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: َّزٍة َعَلى َاِع َّلٍة َعَلى اْلُمْؤِم۪نيَن ِ ذ ههللُ ِبَقْوٍم يُِح بُهْم َويُِح بوَنه َا َّد ِمْنُكْم َعْن ۪ديِن۪ه َفَسْوَف َيْاِتي ا َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا َمْن َيْرَت َياۤ ا َي َها ا ههللُ َواِس ع َع۪لي م هلل يُْؤ۪تيِه َمْن َيَشاُۤء َوا ِ ه ِهلل َوَْل َيَخاُفوَن َلْوَمَة َْلِۤئٍم ٰذلِ َك َفْضُل ا ه اْلَكاِف۪ريَن يَُجاِهُدوَن ۪في َس۪بيِل ا “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş 341 ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” Dininden irtidad edenlere (dönenlere) Allah’ın gazap ettiği ve lanetlediği ileride görülecektir. Burada ise, irtidad eden bir kavmin yerine Allah’ın getireceği kavmin özellikleri zikredilmektedir. Bu kavmin birinci özelliği, Allah’ın kendilerini sevmesidir ki, Nesefî’ye göre, bundan murat, onların amellerinden râzı (hoşnut) olması ve onları övmesi, kendilerinin de O’nu sevmesi ise yine Nesefî’ye göre, O’na itaat etmeleri ve O’nun rızâsını 342 her şeyin üstünde tutmalarıdır. İkinci özelliği ise mü’minlere karşı zelil olmalarıdır ki, 343 bundan maksat ise, yumuşak, mütevazi, uysal ve merhametli demektir. Bunun bir benzeri ayet ise şudur: 341 el-Mâide 5/54. 342 en-Nesefî, a.g.e, I, 404. 343 Abdulfettah, a.g.e, I, 244. 63 َّفاِر ُرَحَماُۤء َبْيَنُهم َّداُۤء َعَلى اْلُك َاِش ِهلل َوالَّ۪ذيَن َمَع ه ه َّم د َرُسوُل ا ُمَح “Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, 344 kendi aralarında merhametlidirler.” 9. Adalet Adalet, "davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak (Allah hakkında kullanıldığında şirk koşmamak) gibi manalara gelen bir masdar isimdir. Yine aynı kökten bir masdar isim olan ve "orta yol, istikamet, eş, benzer, misil, bir şeyin karşılığı" gibi manalara gelen adl kelimesi, sıfat olarak kullanıldığında âdil ile eş anlamlı olup aynı zamanda Allah'ın isimlerinden (esma-i hüsna) biridir. Adalet, Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde genellikle "düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık" gibi anlamlarda 345 kullanılmıştır. َ ن َهلل يُِح ب اْلُمْقِس۪طي ه َّن ا َوِاْن َحَكْمَت َفاْحُكْم َبْيَنُهْم ِباْلِقْسِط ِا “Eğer aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adaletli 346 davrananları sever.” (el-Muksid) kelimesi, ِقْسط (kst) fiilinin if’âl babından ism-i fâildir. Kaseta – yaksütu- kıstan, Arapçada zıt iki manaya da gelebilen kelimelerdendir. Yani hem zülmetmek, hem de âdil davranmak manasına gelebilir. Hangi manaya işaret ettiği karinelerden (ipuçlarından) anlaşılır. Mesela, şu ayette: ُنوا ِلَجَهنََّم َحَطًبا ُطوَن َفَكا ََّما اْلَقاِس Ama“ َوا yoldan çıkanlar, işte onlar cehenneme odun olmuşlardır” (el-Cin, 72/15) “zulmedenler” manasına gelmektedir. Kasete - yeksitu – Kastan, kusütan şeklinde geldiği zaman, “zulmetmek ve haktan sapmak, kasete – yeksütu - yeksitu- kıstan olarak geldiğinde “âdil 347 olmak” manasında kullanılır. Kıst (ِقْسط ) kelimesinin sözlük manası, adalet, pay; bir kimseye payına düşen hakkı adil bir şekilde verme, hisse, ölçü, insaflı olma, adalet, adaletli pay" gibi anlamlar ifade 344 el-Fetih 48/29. 345 Çağrıcı, “Adl”, D.İ.A, İstanbul, 1988, I, 341-343. 346 el-Mâide 5/42 347 Erkan, a.g.e, s. 873. 64 eder. Yine aynı kökten taksit, "borcu belli zaman dilimlerinde ödenmek üzere eşit 348 miktarlara ayırma" demektir. İslam düşünürleri, insanın ahlaki mahiyetini de aynı nizam fikrinden hareketle açıklamışlar ve bu alandaki adaleti öteki temel faziletlerin uyumlu bir sonucu saymışlardır. Eflatun'dan beri devam eden ve İslam ahlakçılarınca bazı değişikliklerle benimsenen görüşe göre, insan nefsinin düşünme veya bilgi gücü (el-kuvvetü'n-nâtıka, el-âlime), öfke gücü (el-kuvvetü'l-gadabiyye) ve şehvet gücü (el-kuvvetü'ş-şehevâniyye) olmak üzere üç temel gücü vardır. Bu güçleri ifrad ve tefritten uzak olarak kullanan insanda üç tane fazilet meydana gelir. Bunlar sırasıyla hikmet, şecâat ve iffettir. Adalet ise bu üç faziletin 349 gerçekleşmesiyle kazanılan ve hepsini içine alan dördüncü temel fazilettir. Adalet ile tevhid arasında da çok sıkı bir bağ olduğu görülmektedir.. İbnü Abbas (r.a) َِهلل َيْاُمُر ِباْلَعْدل ه َّن ا Allah adaleti emreder” (en-Nahl 16/90) ayetinde geçen adl kelimesini“ ِا kelime-i tevhid هلل ُ ه َّْل ا ,lâilâhe illallah) şeklinde tefsir etmiştir. Allah’ın varlığını inkâr) َْلۤ ِاٰلَه ِا (tâ’tıl=yok sayma) ifrad ise, Allah’la beraber başka ilahların olduğuna inanmak (teşrik=Allah’a eş koşma ve teşbih= Allah’ı başka ilahlara benzetme) tefrittir. İfrad ile terfidin ortası adalet yani tevhid oluyor. Yani tevhid, Allah yoktur inancı ile Allah çoktur 350 inancı arasında, Allah vardır ve birdir inancıdır. Ayrıca, tevhidin zıddı şirktir. Adaletin zıddı ise zulümdür. Şirkin en büyük zulüm olduğunu ise Kur’an-ı Kerim’de bize şöyle haber verilmektedir: ِّشْرَك َلظُْل م َع۪ظي م َّن ال ِا 351 “Muhakkak ki şirk (Allah’a ortak koşmak) elbette büyük bir zulümdür.” Aynı şekilde adalet ile takva arasında da çok sıkı bir alakanın olduğunu görüyoruz. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ُلوا ُهَو اَْقَرُب ْ عِدلُوا ِاْعِد َّْل َت َۤداَء ِباْلِقْسِط َوَْل َيْجِرَمنَُّكْم َشَنٰاُن َقْوٍم َعٰ لۤى اَ ِهلِل ُشَه ه َّوا۪ميَن َياۤ اَي َها الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا ُكونُوا َق َّتْقٰوى ِلل “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, 352 takvaya daha yakındır.” 348 İbn Manzûr, a.g.e, VII, 377. 349 Çağrıcı, “Adl”, D.İ.A, İstanbul, 1988, I, 341-343. 350 er-Râzî, a.g.e, XX, 82. 351 Lokman 31/13. 352 el-Mâide 5/8. 65 Böylece takvâ ehli olmanın yolunun da yine adaletten geçtiğini bu ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır. 10. Tevbe Etmek ve Temizlenmek İslâm dini, hem maddi, hem de manevî temizliğe çok önem vermiştir. Maddi temizlikten maksat, beden, elbise ve çevre temizliği olduğu gibi, manevî temizlikten maksat ise, işlenen günahlar ve gayr-i ahlakî davranışlardır. Mevlâ Teâlâ, Müslümanları her iki kirlilikten kurtarmak için, tevbe edenleri ve maddi temizlikte bulunanları sevdiğini, onlardan râzı olduğunu şöyle bildirmektedir: َ ن ِّه۪ري َّوا۪بيَن َويُِح ب اْلُمَتَط َّت َهلل يُِح ب ال ه َّن ا ههللُ ِا َّن ِمْن َحْيُث اََمَرُكُم ا َّهْرَن َفْاتُوُه َفِاَذا َتَط “Temizlendikleri zaman, Allah'ın size buyurduğu yoldan yaklaşın. Allah şüphesiz 353 daima tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” Bu ayet-i kerimede ََّوا۪بين َّت et-tevvebin = tevbe edenler) kelimesi ile manevî temizlik) ال bildirilirken ن َ ِّه۪ري el-mütetahhirin = temizlenenler) kelimesiyle de maddi manadaki) اْلُمَتَط temizlik kasdedilmiştir. Allah Teâlâ bu ayette hem maddi hem de manevi olarak temizlenenleri sevdiğini belirtmektedir. Burada önce tevbe edenleri sevdiğini belirtmesi manevî temizliğin önemini göstermektedir. Tevbe kelimesi, َتا َب َيُتوُب fiilinden masdar olup, “günahtan dönmek, suç işledikten sonra taat ile Allah’a yönelmek” manalarına gelir. َّواُب َّت ,et-Tevvâb) kelimesi ise) ال mubâlağa sigası olup, “çok tevbe eden” veya Allah’a nisbet edilirse “tevbeleri çok kabul eden” manasına gelir. َّوا ب َر۪حي م َهلل َت ه َّن ا َهلل ِا ه َّتُقوا ا Allah'tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri“ َوا daima kabul edendir, acıyandır.” (el-Hucurât, 49/12) ayetinde geçen َّوا ب tevvâb) lafzı) َت buna misaldir. Aynı zamanda Allah’ın güzel isimlerindendir. Kullarından tevbeleri çok 354 çok kabul eden manasına gelir. Tevbe; günahtan dönüp Allah'a yönelme anlamında terim. Arapça'da tevbe (tevb, metab) "geri dönmek, rücu etmek, dönüş yapmak" anlamındadır ve "dinde yerilmiş şeyleri terk edip övgüye layık olanlara yönelme" biçiminde tanımlanır. Tövbe kavramı Allah'a 353 el-Bakara 2/222. 354 Abdülfettah, a.g.e, I, 102. 66 nisbet edildiğinde "kulun tövbesini kabul edip lutuf ve ihsanıyla ona yönelmesi" manasına gelir. Kişilerin birbirine karşı yaptıkları hatalı davranışlardan dönmesi için avf (af) ve 355 i'tizar (özür dileme) kelimeleri kullanılır (et-Tevbe 9/94; en-Nur 24/22 ). 356 Kur’an-ı Kerim’de tevbe, Allah’ın tevbeleri kabul ettiğini bildiren on yedi, duâ 357 358 ve emir şeklinde dokuz, tevbe edenleri öven bir, ayet olmak üzere toplam seksen sekiz 359 yerde geçmiş, otuz beş yerde Allah’a, diğerlerinde ise insanlara nisbet edilmiştir. Önemli olan hiç günah işlememek değil, günahtan hemen sonra pişman olup, tevbe etmek ve bir daha o günaha dönmemeye gayret göstermektir. Unutmayalım ki, Adem (a.s) da hataya (zelleye) düştü, şeytan da hataya düştü. Adem (a.s) hatasını itiraf edip, Mevla’ya tevbe ederek affını dilediği için Allah’ın rahmetine mazhar olurken, şeytan kibrinden dolayı hatasında israr etmesi sebebiyle Allah’ın azabına düçar olmuştur. İşte, Allah’ın sevdiği kullar, başta en büyük günah olan şirkten ve küçük, büyük bütün günahlardan tevbe eden kişiler olduğunu bu ayet bize haber vermektedir. İslam dini madde ile manayı birbirinden ayırmamış, her ikisine de önem vermiştir. Onun için sadece manevî temizlik olan tevbe ile yetinmemiş, maddî temizliği de istemiştir. Bunu hem bu ayet-i kerimede, hem başka ayetlerde, hem de hadis-i şeriflerde görüyoruz. 11. İyilik Yapmak (İhsân) Allah’ın râzı olup sevdiği başka bir amel ise iyilik yapmak ve yaptığı her meşrû işi en iyi, en sağlam ve en güzel yapmaktır. ُ ن ِْْلْحَسا hasüne) fiilinin if’âl babından mastarıdır. “Bir) َحُسنَ ,el-İhsan) kelimesi) ا şeyi güzel yapmak” manasına gelir. ِاٰلى (İlâ) harf-i cerri ile gelirse “birisine iyilik yapmak” 360 manasına kullanılır. Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: َهلل يُِح ب اْلُمْحِس۪نينَ ه َّن ا ُنوا ِا َواَْحِس 361 “İşlerinizi iyi yapın. Çünkü Allah işlerini iyi yapanları sever.” 355 Topaloğlu, Bekir, “Tevvâb” D.İ.A, İstanbul, 2012, XLI, 279. 356 Bkz, el-Bakara 2/54-16-187; en-Nisa 4/17-26-27; el-Mâide 5/39-71; et-Tevbe 9/15-27-102-117-118; Tâhâ 20/122; el-Ahzab 33/73; el-Mücadele 58/13; el-Müzzemmil 83/20. 357 Bkz, el-Bakara 2/54-127; Hud 11/3-52-61-90; en-Nur 24/31; et-Tahrîm 66/8; en-Nasr 110/3. 358 Bkz, et-Tevbe 9/112. 359 Topaloğlu, “Adl” D.İ.A, XLI, 279. 360 Enis ve diğerleri, a.g.e, I, 174. 67 Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın muhsinleri sevdiğini beyan eden dört tane daha ayet 362 vardır. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Hz. Ali, "İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır"derken bunu kastetmiştir. Allah'ınyarattığı her şeyi ihsanla yarattığını bildiren الَّ۪ذۤي َّل َشْيٍء َخَلَقهُ Yarattığı her şeyi güzel yaratan” (es-Secde, 32/7) ayette de ihsan“ اَْحَسَن ُك kavramı bu anlamdadır. Ahlak literatüründe ihsan genellikle, "iyiliklerde farz olan asgari ölçünün ötesine geçip isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak" manasında kullanılır. Ragıb el-İsfahanî’nin diğer İslam alimlerince de paylaşılan düşüncesine göre ihsan adaletin üstünde bir derecedir: Adalet borcunu vermek, alacağını almak, ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. Bundan dolayı adaleti 363 gözetmek vacip, ihsanı gözetmek mendup ve müstehaptır. Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz “Cibril hadisinde, Cibril’in “ihsan” nedir sorusu karşısında ihsanı şöyle tarif etmiştir: İhsan; Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. 364 Eğer sen O’nu görmüyorsan, O seni görüyor. Ömer Nasuhi Bilmen burada geçen ihsan kelimesini daha önceki ayetleri de göz önünde tutarak cihad ile irtibatlandırmış ve ayet-i kerimeyi şöyle izah etmiştir: Bu âyet-i kerimedeki, ihsanla emr, cihadı da içine almaktadır. Çünkü cihad, müslümanlıkta iyilik etmek vazifesidir. Cihattan maksat; mal kazanmak, başkalarının yurdunu elde etmek, başkalarını esir olarak yaşatmak değildir. Belki bütün insanlık âlemini hak ve hakikatten haberdar etmek, bütün insanları gerçek bir dine, bir hürriyet ve hidayete kavuşturmaktır. Cihad, görünürde bir tecavüz gibi görünse de, haddi zatında bir korunmadır, bir korumadır, insanlığı sonsuz mes'üliyetten ve felâketten kurtarma vesilesidir, bir nice akıllı kimseleri uyandırıp hak yoluna sevk etmeye sebeptir. Binaenaleyh böyle güzel bir niyetle yapılan bir cihad, haddizatında bütün insanlığa karşı bir iyilikten başka birşey değildir. Maamafih müslümanlara karşı sırf dünya menfaatları sebebiyle düşman bulunan bir çok kavim mevcuttur. Artık bunlara karşı müslümanların uyanık olmaları mal ve bedenle 361 el-Bakara 2/195. 362 Bkz, Âl-i İmrân 3/134-148; el-Mâide 5/13,93. 363 Çağrıcı, Mustafa, “İhsân” D.İ.A, İstanbul, 2000, XXI, 544-545. 364 Müslim, İman, 1. 68 fedakâr olarak cihada hazır bir halde bulunmaları lâzımdır. Bu da bir iyiliktir. Buna muhalif hareket ise İslâm cemiyeti hakkında bir tehlike teşkil edeceğinden asla caiz 365 değildir Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın muhsinlerle beraber olduğunu belirten 366 iki, Allah’ın muhsinlere ecirlerini (mükâfatlarını) kat kat vereceğini ve onların ecirlerini 367 368 zayi etmeyeceğini bildiren on sekiz ve muhsinleri müjdeleyen iki ayet-i kerime mevcuttur. 12. Sabretmek Sabrın manası, müsibetin acısını Allah’tan başkasına şikâyet etmemektir. Ancak Allah (c.c)’a yapılan şikâyetin sabrı yaralamadığı şu ayet ile sabittir: َّسِنَي ۪نّي َم َواَي وَب ِاْذ َناٰدى َربَّ ه اَ َ ن َّراِح۪مي Eyyûb da: "Başıma bir bela geldi, (sana sığındım), sen“ ال ض ر َواَْنَت اَْرَحُم ال merhametlilerin en merhametlisisin" diye Rabbine nida etti” (el-Enbiyâ 21/83) şeklinde dua etmesine rağmen Yüce Allah’ın O’nun hakkında; َّنا َوَجْدَناُه َصاِبًرا Doğrusu biz onu“ ِا sabırlı bulduk” (es-Sâd 38/44). Bu iki ayetten anlaşılan mana kişinin acısını Allah’a şikâyet 369 etmesi onun sabırsız olduğunu göstermez. Allah Teâlâ sabredenleri sevdiğini şöyle bildirmektedir: ُهلل يُِح ب ه ِهلل َوَما َضُعفُ وا َوَما اْسَتَكانُوا َوا ه ُنوا ِلَماۤ اََصاَبُهْم ۪في َس۪بيِل ا ٍّي َقاَتَل َمَعُه ِرِب ّيوَن َك۪ثي ر َفَما َوَه ّيْن ِمْن َنِب ِ َوَكَا َّصاِب۪رينَ ال “Nice peygamberler vardır ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostları çarpıştılar; Allah yolunda başlarına gelenlerden yılgınlık göstermediler, boyun eğmediler. Allah 370 sabredenleri sever.” Sabrın sözlük manası ise, "engellemek, hapsetmek; güçlü ve dirençli olmak" anlamlarına gelmektedir. Sabr kelimesinin ahlak terimi olarak "üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belalar karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen 365 Bilmen, a.g.e, I, 192-193. 366 Bkz, en-Nahl 16/128; el-Ankebût 69/29. 367 Bkz, el-Bakara 2/58, el-Mâide 5/85; el-En’âm 6/84; el-Â’raf 7/56-161; et-Tevbe 9/120; Hud, 11/115; Yusuf 12/22-56-90; el-Kasas 28/14; es-Saffat 38/80-105-110-121-131; ez-Zümer 39/34; el-Mürselet 77/44. 368 el-Hac 22/37; el-Ahkâf 46/12. 369 el-Cürcânî, a.g.e, s. 112. 370 Âl-i İmrân 3/146. 69 metanet" gibi manalara geldiği, karşıtının ceza' (telaş, kaygı, yakınma) olduğu belirtilmektedir. Sabır kelimesi Kur'an-ı Kerim'de beş ayette geçer, ayrıca 100'e yakın ayette aynı kökten çeşitli isim ve fiiller yer alır. Bu ayetlerde genellikle sabrın önemi üzerinde durulmakta, sabırlı davrananlar yüceltilmekte ve onlara verilecek mükafâtlar 371 anlatılmaktadır. Sabrın vacib olduğu hususunda ümmetin icmaı vardır. Sabır imanın yarısıdır. 372 Diğer yarısı ise şükürdür. İnsanın dünyadaki vazifesi imtihanı en güzel şekilde kazanmaktır. İmtihan ise 373 374 nimet ile olabileceği gibi, müsibet ile de olabilir. Yani insan, imtihan gereği ya nimet içerisindedir ki, o zaman şükretmesi gerekir. Ya da müsibettedir ki, o zaman da sabretmesi lazımdır. Bunu “yoklukta sabır, varlıkta şükür” şeklinde özetlemek mümkündür. Şüphesiz varlığa şükür, yokluğa sabretmekten daha zordur. Günlük hayatımızda da bu aynen müşahede edilmektedir. Nice Müslümanlar yokluğa sabretme konusunda başarılı oldukları halde varlıkta kaybettiklerine şahit olunmaktadır. Sabrın tasavvufî tarifi ve kısımları ise şöyledir: Sabır; nefsi umutsuzluk ve öfkeden, lisanı şikayetten ve diğer azaları karışıklıktan korumaktır. Sabır üç çeşittir. 1-Allah’ın emirlerini yerine getirme hususunda sabır. 2- Allah’ın yasaklarından kaçınmada sabır. 3-Allah’ın imtihan için verdiği musibetlere sabır. 375 İlk ikisi kesbî (kulun seçmesiyle oluşur) üçüncüsü ise kulun ihtiyarına bağlı değildir. Ayet-i Kerime’nin tefsiri şöyledir: “Kim Allah yolunda zorluklara tahammül etmede sabreder, ümitsizlik ve paniğe düşmezse, şüphesiz Allah onu sever. Allah’ın bir kulu sevmesi ise, ona ikram etmesi, onu aziz kılması, ona ta’zim etmesi ve ona sevap ve 376 cenneti kararlaştırması demektir. İşte bu, arzulanan şeylerin en büyüğüdür.” Allah Teâlâ, sabır ile takva arasında bir irtibatın olduğunu, Allah’ın yardımının ancak sabır ve takva ile geleceğini aynı sûrenin 125. ayetinde şöyle haber vermektedir: 371 Çağrıcı, Mustafa, “Sabır,” D.İ.A., XXXV, 337. 372 İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Ebu Abdullah Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyüb Medâricü’s-Sâlikin, Dâru’l-Hadîs, Kahire, ty,, II, 159. 373 el-Bakara 2/40. 374 el-Bakara 2/155. 375 İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, II, 162-163. 376 er-Râzî, a.g.e, IX, 23. 70 َ ن ِّو۪مي َّتُقوا َوَيْاتُوُكْم ِمْن َفْوِرِهْم ٰهَذا يُْمِدْدُكْم َر بُكْم ِبَخْمَسِة ٰاَْل ٍف ِمَن اْلَملِٰۤئَكِة ُمَس َبٰلۤى ِاْن َتْصِبُروا َوَت “Evet, sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz 377 size nişanlı beş bin melek ile yardım eder.” Görüldüğü gibi bu ayette Allah’ın mü’minlere yardım etmesi mü’minlerin sabrına ve Allah’tan gereği gibi korkmalarına bağlı olduğu belirtilmektedir. 13. Tevekkül 378 Tevekkül sözlükte, acziyetini kabul ederek başkasına dayanmak demektir. 379 Birine güvenip dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene vekil denir. Tevekkül dînî ve tasavvufî bir terim olarak "bir kimsenin kendini Allah'a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde 380 Allah'ı kefil bilip sadece O'na güvenmesi" şeklinde tanımlanmaktadır. Tevekkül dinin yarısıdır. Diğer yarısı ise inâbedir. Çünkü din, istiâne (yardım dileme) ve ib3adettir. Tevekkül istiane, inâbe ise ibâdettir. İmam-ı Ahmed’e göre tevekkül, kalbin amelidir. Yani lisan veya azaların ameli olmadığı gibi, ilim ve idraklardan da değildir ve tamamen kalbî bir ameldir. Sehl’e göre, Allah’a ve Allah’ın irâdesine güvenmektir. Bişr el-Hâfî şöyle diyor: Sizden biriniz Allah’a tevekkül ettim diyor. Halbuki Allah’a karşı yalan söylüyor. Eğer gerçekten Allah’a tevekkül etseydi, Allah’ın yaptıklarına râzı olurdu. Yahya b. Muaz’a “Kişi ne zaman tevekkül ehli olur?” diye soruldu. O da: “Kişi vekil olarak Allah’tan râzı olunca tevekkül ehli olur” diye cevap verdi. Ebû Ya’kub hakîkî tevekkül hakkında şunları söylüyor: Gerçek manada Allah’a tevekkül, İbrahim (a.s)’ın ateşe atılırken Cebrâil’in “Benden bir şey istiyor musun?” sorusu üzerine, “Senden hiçbir şey istemem” şeklinde verdiği cevap gibi olur. O nefsini Allah’ta 381 kaybetmiş, her dâim Allah’la beraber olup, Allah’tan başka hiçbir şeyi görmez olmuştur. Fahruddîn Râzî ise tevekkül hakkında şöyle demektedir: “Tevekkül bazı cahil insanların dediği gibi, insanın kendini ihmal etmesi demek değildir. Öyle olsaydı iştişare emri, tevekküle zıt olurdu. O halde tevekkül, insanın dış sebeplere uyması, ancak kalbini onlara bağlamayıp, Allah’ın korumasına dayanmasıdır. “Allah tevekkül edenleri sever” 377 Âl-i İmrân 3/125. 378 İbn Manzûr, a.g.e, XI, 736; el-Cevherî, a.g.e, II, 770. 379 el-Cürcânî, a.g.e, s. 213. 380 İbn Manzûr, a.g.e, XI, 734. 381 İbnül’l-Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, II, 119-121. 71 ayetinden maksat, kulları kendisine dönmelerini, mâsivâdan (Allah’ın dışındaki her 382 şeyden) da yüz çevirmelerini teşvik etmektir.” Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: ِّك۪لينَ َهلل يُِح ب اْلُمَتَو ه َّن ا ِهلل ِا ه َّكْل َعَلى ا َفِاَذا َعَزْمَت َفَتَو Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp 383 güvenenleri sever. Tevekkül, güzel bir kulluk vazifesidir. Bundan maksat, sebeplere başvurmak sarılmakla beraber arzu edilen işin gerçekleşmesini Cenab-ı Hak'ka ısmalamak ve havale etmektir. Binaenaleyh tevekkül tabiri, istişareyi, sebeplere sarılmayı tamamen terk ve ihmal etmek demek değildir. Fakat arzu edilen bir şeyin sebeplerine sarılmakla beraber onun meydana gelmesini Cenab-ı Hak'ka havale etmek, kulluk ve hikmet gereğidir. Çünkü arzu edilen şeyin hakikaten faideli, menfaata uygun olup olmadığını ancak Cenab-ı Hak bilir. Binâenaleyh öyle bir şeyi Hak Teâlâ Hazretlerine havale edip ondan hayırlısını rica 384 etmek, bir kulluk özelliğidir, bir hikmet gereğidir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın rızâsı ile şefâat arasında sıkı bir bağ olduğu görülmektedir. Lügatta şefâat; “Bir başkası için, bir başkasından, duâ ve niyaz yoluyla 385 hayırlı bir fiil istemek veya bir zararın defedilmesini talep etmektir.” Istılâhî manası ise; "kıyamet gününde peygamberlerin ve kendilerine izin verilen salih kulların mü’minlerin bağışlanması için Allah katında niyazda bulunması" anlamında 386 kullanılır. Şâfi' ve şefi' "aracılık eden, şefâatte bulunan" demektir. Mekke’li müşrikler meleklerin ve putlarının, Yahudi ve Hıristiyanlar ise kendi peygamber ve atalarının kendilerine şefâat edecekler inancında idiler. Onlar şefâat konusunda bu batıl inancı taşıyıp ifrâda kaçarlarken, başta Mu’tezile mezhebi olmak üzere bazı Müslümanlar da şefâati inkâr ederek tefrîde düşmüşlerdir. Ahirette şefâatın olacağı Kitap ve sünnetle sabittir. Peygamber, veli, şehid ve bildikleri ile amel eden imanlı alimler ve kâmil mü’minler gibi Allah’ın müsaade ettiği, rızâsına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere şefâat etme izni verilecektir. Peygamberler ve diğer şefâatçıların şefâatları, Allah’ın râzı olacağı ve 382 er-Râzî, a.g.e, IX, 55-56. 383 Âl-i İmrân 3/159. 384 Bilmen, a.g.e, I, 483, 385 et-Tehânevî, a.g.e, I, 1034. 386 Alıcı, Mustafa, “Şefaat” D.İ.A,. XXXVIII, 411. 72 haklarında şefâat edilmeye izin verdiği kimseler hakkında olacaktır. Kâfirler için şefâat 387 kapıları kapalıdır. Bu şefâatin meydana gelmesi için şefâat edilecek insanın muvahhid olması yanında ayrıca Allah’ın kendisi hakkında izin verdiği ve kendisinden râzı olduğu kullardan olması gerektiğini Allah şöyle bildirmektedir: ُ ۤء َوَيْرٰضى ههللُ ِلَمْن َيَشا َّْل ِمْن َبْعِد اَْن َيْاَذَن ا َّسٰمَواِت َْل تُْغ۪ني َشَفاَعُتُهْم َشْيًئا ِا َوَكْم ِمْن َمَلٍك ِفي ال “Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice 388 meleklerin şefâatı bir şeye yaramaz.” Bu ayet-i kerime hakkında İsmail Hakkı Bursevî hazretleri şunları zikretmektedir: “Bu ayet-i celile, putların kendilerine şefâat edeceklerine inanan müşriklere bir ikazdır. Şöyle ki; melekler ancak Allah’ın râzı (hoşnut) olduğu ve izin verdiği kişiye şefâat edebilir. O halde putlar onlara nasıl şefâatçi olabilir. Yani nice melekler vardır ki, onların şefâatlerinin hiçbir zaman Allah yanında herhangi değeri yoktur. O şefâat çok az da olsa onlara fayda vermez. Bunun manası, onlar şefâat ederler de, şefâatleri fayda vermez demek değildir. Bilakis onlar şefâat etmezler. Çünkü, Allah onlara şefâat konusunda izin vermedi. Onların şefâati ancak Allah’ın istediği ve râzı olduğu yani şefâat edilmeye layık gördüğü ehl-i tevhid ve imana fayda verir. Bunların dışındaki küfür ve tuğyan ehline gelince, onlar Allah’ın izin verdiklerinin dışında ve şefâatin binlerce uzağındadırlar. O halde, şefâat 389 konusunda meleklerin durumu böyle ise acaba putların konumu nasıl olur.” Geçen ayetlerde kendisi hakkında şefâat olunacak insanda bulunması gereken şartları gördük –ki bu da Allah’ın izin vermesi ve kendisinin ondan râzı olmasıdır.- Aynı şekilde şefâat edecek insan veya melekte de bu şartlar aranmaktadır. Konumuzla ilgili ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َّرْحٰمُن َوَرِضَي َلُه َقْوًْل َّْل َمْن اَِذَن َلُه ال َّشَفاَعُة ِا َيْوَمِئٍذ َْل َتْنَفُع ال “O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının 390 şefâatı fayda vermez.” Ve o günde Allah tarafından izin alan kimseden başkasının şefâati kabul edilmez. Şefâat hususunda bir söz söylemesinden Allah’ın râzı olduğu kimsenin şefâati kabul edilir. 391 İbn Abbas (r.a.) “Allah’ın râzı olduğu söz – Lâ ilâhe illallah-tır” demektedir. 387 Bağceci, Muhiddin, “Şefaat” Şamil İslam Ansiklopedisi, VII, 281. 388 en-Necm 53/26. 389 el-Bursevî, a.g.e, IV, 179. 390 Tâhâ 20/109. 73 Şefâatin olup olmamasının yanında, ayette zikrolunan şefâat edecek olanın veya şefâat edilecek olanın sözünden, Allahü Teâlâ’nın râzı (hoşnut) olması ve ona izin vermesi şartını görüyoruz. Yani kıyamet günü bir kimseye şefâat edilebilmesi veya bir kimsenin şefâatçi olabilmesi için, o kimsenin sözünden, Allah’ın râzı olması ve ona izin vermesi gerekmektedir. Allah’ın râzı olmadığı başta şirk-küfür üzere bulunan kimsenin ne şefâat edilebilmesi ne de şefâatçi olabilmesi mümkündür. Şüphesiz Allah’ın râzı olduğu en güzel söz ise kelime-i tevhid ve kelime-i şehadettir. Dolayısıyla bu ayet, atalarının ve peygamberlerinin kendilerine şefâat edecekleri iddiasında bulunan ehl-i kitaba özellikle de Yahudilere ve Meleklerin ve putların kendilerine şefâat edeceklerine inanan Mekke’li müşriklere bir reddiye olduğu gibi, aslında, şefâatin caiz olduğunu söyleyenlere de bir delildir. Allah’ın bir insandan râzı olması demek, o insanın dünya ve ahiret saadetinin anahtarını eline alması demektir. Müslümanın ilk ve son hedefi Allah’ın rızâsına ulaşmak olmalıdır. Meleklerin Allah’ın kızları olduğuna inanan ve onlardan şefaat bekleyen Mekke’li müşriklere inançlarının batıl, beklentilerinin ise beyhude olduğunu çünkü onlardan Allah’ın râzı olmadığını Kur’ân-ı Kerim şu şekilde bildirmektedir: َّْل ِلَمِن اْرَتٰضى َوُهْم ِمْن َخْشَيِت۪ه ُمْشِفُقون َيْعَلُم َما َ بْيَن اَْي۪ديِهْم َوَما َخْلَفُهْم َوَْل َيْشَفُعوَن ِا “Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın râzı 392 (hoşnut) olduğu kimseden başkasına şefâat edemezler; O'nun korkusundan titrerler.” Ayetten anlaşılan şu ki; Meleklerin şefâat edebilmesi için şefâat edilecek insanın Allah’ın kendisinden râzı olduğu bir kul olması gerekmektedir. Allah’a çocuk, isnad etmek cahiliye toplumlarında çeşitli şekillerde görülen bir durumdur. Müşrik arabların melekleri Allah’ın kızları olduğunu iddia etmeleri, müşrik yahudilerin, Uzeyir (a.s.) ‘ı ve müşrik hırıstiyanların İsa (a.s.) ‘ı Allah’ın oğulları olduğunu iddiaları bilinen gerçek idi. Bu iddialar çeşitli şekil ve asırlarda görülen cahiliyet hurafelerinden başka bir şey değildi. Bu ayetlerin siyak ve sibakından anlaşılan mana şudur : Arablar melekleri Allah’ın kızları olduğunu iddia ettiler. İşte bu ayetler, onların bu batıl iddialarını, meleklerin tabiatlarını onlara izah ederek, meleklerin onların zannettiği gibi Allah’ın kızları 391 Arslan, XI, 288. 392 el-Enbiya 21/28. 74 olmadığını, bilakis onların Allah’ın yanında“ikram olunmuş kullar” olduğunu, onların Allah’a karşı edeblerinden, itaatlerinden ve Allah’a olan hürmetlerinden dolayı, Allah’a herhangi bir teklifte bulunamıyacaklarını, bilakis Allah’ın emirlerini hiç tartışmasız yerine getirdiklerini ve Allah’ın ilminin onları kuşattığını ifade ediyor. Dolayısıyla meleklerin Allah’ın râzı olduğu ve kendileri hakkında şefâat edilmesine izin verdiği kişiler dışında hiç kimseye şefâatçi olmayacaklarını, çünkü onların tabiatleri gereği Allah’tan korkan ve 393 Allah korkusundan titreyen varlıklar olduğunu bildirmektedir. Geçen ayetlerden ve yapılan tefsirlerden anlıyoruz ki, kıyamet günü insanların, meleklerin, peygamber ve başka şefâatçilerin şefâatinden istifâde edebilmeleri için, Allah’ın kendilerinden râzı olduğu kullar olması gerekmektedir. Allah’ın kendisinden râzı olacağı insan olabilmenin yolu ise, şirkin her türlüsünden uzak, tam bir muvahhid mü’min olmaktan geçer. Dolayısıyla meleklerin Allah’ın kızları olduğu, bundan dolayı o meleklerin kıyamet günü kendilerine şefâatçi olacakları inancı tamamen bir iftira, kuruntu ve cahiliye hurafelerinden başka bir şey değildir. Aynı şekilde atalarından ve Peygamberlerinden şefâat bekleyen Ehl-i Kitab’ın durumu da böyledir. Her şeyde olduğu gibi burada da asıl olanın Allah’ın rızâsı ve izni olduğunu anlamaktayız. II. ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN İNANÇ, VARLIK, KİŞİ VE AMELLER Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın bazı inanç, varlık, kişi ve amellerden râzı olmadığı belirtilmektedir. Şüphesiz Yüce Yaratıcı, tevhid akidesi dışındaki her türlü inançtan râzı değildir. Aynı zamanda Şeytan ve avanesinden ve şeytanlaşmış insanlardan ve de akla ve şeriata uymayan tüm fiil ve amellerden hoşlanmadığını çeşitli şekillerde bildirilmektedir. A-ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN İNANÇLAR Yukarıda geçtiği gibi, Yüce Allah her türlü küfürden râzı değildir. Çünkü 394 insanı yaratılış gayesi, Yaratan’ını hakkıyla tanıyıp, O’na kamil manada kul olmasıdır. Dolayısıyla Mevlâ, tevhîd esasına dayanan inancın dışındaki her türlü akideden râzı 393 Kutub, Seyyid, fi Zilâli’l-Kur’an, Daru’ş-Şuruk, Kahire, 1986, 12. baskı. , IV, 2375. 394 ez-Zâriyât 51/56. 75 olmadığını haber vermektedir. Yüce Allah’ın hoşlanmadığı inanlar Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir. 1. Küfür Allah Teâlâ’nın râzı (hoşnut) olmadığı ve sevmediği ilk amel küfürdür. Küfr kelimesi sözlükte, örtmek, kapatmak manasına gelmektedir. Aynı şekilde gece karanlığına, kabirlere ve köylere kefr denildiği gibi, herşeyi örttüğünden dolayı denize, güneşe ve tohumu toprağa atıp üzerini kapattığı için çiftçiye de kâfir denilmiştir. Küfr imanın (inancın) zıddı olan inkâr manasında ve şükrün zıddı olan nankörlük manasında da 395 kullanılmaktadır. Allah kullarının küfretmesinden râzı olmadığını şöyle bildirmektedir: ٌّي َعْنُكْم َوَْل َيْرٰضى ِلِعَباِدِه اْلُكْفَر َهلل َغِن ه َّن ا ِاْن َتْكُفُروا َفِا “Eğer inkâr ederseniz bilin ki Allah sizden müstağnidir. Kullarının inkârından 396 hoşnut olmaz.” ُ ر küfran) veya) ُكْفًرا ke-fe-ra) fiilinin ism-i fâilidir. Masdarı) َكَفرَ ,(el-Kâfir) اْلَكاِف küfrânen) şeklinde gelen bu kelimenin lügat manası, Allah’ın birliğine veya) ُكْفرانا peygambere veya şerîata ya da bu üçüne de inanmayan kimse demektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçmektedir: َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا اتَِّبعُوا َس۪بيَلَنا َّل۪ذيَن َكَفُروا ِل Kâfirler, iman edenlere, ‘Bizim“ َوَقاَل ا yolumuza uyun’ dediler.” (el-Ankebût 29/12). O Allah’ı inkâr etti denildiği gibi, o Allah’ın nimetini inkâr etti, nankörlük etti de denilir. ِْهلل َوُكْنُتْم اَْمَواًتا َفَاْحَياُكم ه َكْيَف َتْكُفُروَن ِبا “Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti” (el-Bakara 2/28) ayetinde “Allah’ı inkâr etmek” manasına, َِهلل َيْكُفُرون ه َاَفِباْلَباِطِل يُْؤِمنُوَن َوِبِنْعَمِة ا “Hâlâ batıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? (el-Ankebût 29/67) ayetinde ise “Allah’ın nimetini 397 inkâr, yani nankörlük etme manasına gelmektedir. Küfrü benimseyene "fıtrî yeteneğini köreltip örten" anlamında kâfir denilir. "Bilmemek, yadırgamak" manasındaki nükr kökünden türetilen ve "kabul etmemek, reddetmek, hoş görmemek" anlamına gelen inkâr da küfür karşılığında kullanılmakta olup 395 el-Cevherî, a.g.e, II, 439. 396 ez-Zümer 39/7. 397 Enîs, a.g.e, II, 791. 76 398 bu tavrı sergileyene münkir adı verilir. Ayet-i Kerime’de Mevlâ Teâlâ “Eğer inkâr ederseniz bilin ki Allah sizden müstağnidir” buyurarak kulların imanı terkedip küfrü tercih etmeleri durumunda kendisine herhangi bir zarar veremiyeceklerini, çünkü kendisinin kullara muhtaç olmadığını, bununla beraber, kulların küfre düşmelerinden yine onların menfaatine râzı (hoşnut, memnun) olmayacağını bildirmektedir. Aynı şekilde Allah, kâfirlere la’net ettiğini ve onlar için çılgın bir ateş hazırladığını haber vermektedir: َّد َلُهْم َس۪عيًرا َاَع َهلل َلَعَن اْلَكاِف۪ريَن َو ه َّن ا ِا “Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri lânetlemiş ve onlara çılgın bir ateş 399 hazırlamıştır.” Lanet kelimesi; fe-te-ha babında le-a-ne fiilinin masdarı olup Allah lafzı ile 400 kullanıldığında, birisine kızmak, onu rahmetinden uzaklaştırmak, kovmak, hayırdan uzaklaştırmak manasına gelir. Köpeği veya kurdu lanetledim denir ki, bunun manası onu 401 kovdum demektir. Beddua, hakaret, sövüp sayma, azap, Allah’ın rahmetinden uzaklaşma, gazap etme, beddua etme, buğz etme, uzak durma, muhalefet etme, faydadan 402 bırakmak gibi manalar ifade eder. Istılâhî manası, Allah'ın bağış ve merhametinden uzak bırakılmayı ifade eder. Aynı kökten türeyen mel'un ve lain kelimeleri "kovulmuş" manasına gelir. İslam öncesi Hicaz Arap toplumunda ailenin veya kabilenin dışına atılmış kişiye laîn denilirdi. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırıldığı için şeytan laîn veya mel'ûn olarak da anılır. Lanetleme Allah tarafından olursa "dünyada iyilik ve hidayetten, ahirette lutuf ve merhametten mahrum 403 bırakma", insan tarafından olursa "küfür, sövme, hakaret, beddua" anlamına gelir. Diğer taraftan lanet kelimesi mümin kimse hakkında kullanılırsa "Allah'ın o kimseyi iyi ve salih kimselerin mertebesinden uzaklaştırması, işlediği günah ölçüsünde cezalandırması" 404 şeklinde mecazî bir mana ifade edeceği de belirtilmiştir. 398 İbn Manzûr, a.g.e, V, 145. 399 el-Ahzâb 33/64. 400 Abdulfettah, a.g.e, II, 195. 401 Enîs ve diğerleri, a.g.e, II, 829. 402 Özalp, Ertuğrul O. Hakan, “La’net” Şamil İslam Ansiklopedisi, V, 53. 403 İbn Manzûr, a.g.e, XIII, 387-388. 404 et-Tehânevî, a.g.e, II, 1368. 77 Yüce Allah, küfürden ve kâfirlerden râzı olmadığı gibi bu ayette kâfirlere la’net ettiğini belirtmektedir. Ayrıca Yüce Allah (c.c) kâfirleri sevmediğini belirtmektedir: َهلل َْل يُِح ب اْلَكاِف۪رينَ ه َّن ا َّرُسوَل َفِاْن َتَولَّوْ ا َفِا َهلل َوال ه َا۪طيُعوا ا ُقْل “De ki, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki 405 Allah kâfirleri sevmez.” İşin aslı, tevhide dayalı, her türlü şirk ve küfürden uzak kâmil bir imandır. Böyle bir imana sahip olmayan bir insanın Mevlâ’nın katında hiçbir kadr-u kıymeti olmadığı gibi, 406 yapmış olduğu bütün iyi amelleri de boşa gidecektir. Aynı zamanda Allah’ın sevgisinden de mahrum kalacaklardır. Ayet-i Kerime’nin sebeb-i nüzûlü hakkında şöyle bir rivâyet vardır: ههللُ َغُفو ر َر۪حي م ُنوَبُكْم َوا ههللُ َوَيْغِفْر َلُكْم ُذ َّتِبُعو۪ني ُيْحِبْبُكُم ا َهلل َفا ه ُق ْل ِاْن ُكْنُتْم تُِح بوَن ا “De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır” (Âl-i İmrân 3/31) ayeti nazil olunca Abdullah b. Ubey “Muhakkak ki Muhammed kendine itaati Allah’a itaat sayıyor ve hırıstiyanların İsa (a.s)’ı sevdiği gibi bizi kendisini sevmemizi emrediyor” 407 demesi üzerine bu ayet nazil oldu. Allah’a ve O’nun Rasûlüne itaat etmemek küfre sebeptir. Bu itaatsizlikte bulunan ne yaparsa boşunadır. Nitekim Cenab-ı Hak: “Şüphesiz ki, Allah kâfirleri sevmez” cümlesini “yüz çevirirlerse” veya “yüz çevirirseniz” cümlesinin tamamlayıcısı olarak 408 getirmiştir. Bu ayet Allah (c.c) sevgisinin mü’minlere mahsus bir şey olduğunu sergiler. “Allah kâfirleri sevmez” şeklinde Kur’an-ı Kerim’de ikinci bir ayet daha vardır: َّنُه َّصاِلَحاِت ِمْن َفْضِل۪ه ِا َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا َوَعِمُلوا ال َمْن َكَفَر َفَعَلْيِه ُكْفُرُه َوَمْن َعِمَل َصاِلًحا َفَِلَْنُفِسِهْم َيْمَهُدوَن . ِلَيْجِزَي ا َ ن َْل يُِح ب اْلَكاِف۪ري “Her kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de salih amel işlerse, onlar kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar. Çünkü O, iman edip salih amel işleyenlere 409 lütfundan mükafat verecektir. Çünkü O, kâfirleri sevmez.” 405 Âl-i İmrân 3/32. 406 Bkz. Muhammed 47/1. 407 er-Râzî, a.g.e, VIII, 17. 408 Arslan, a.g.e, II, 441. 409 er-Rum 30/44-45. 78 Ayette geçen “küfrü (inkârı) kendi aleyhinedir” cümlesi, Zemahşerî’ye göre, zarar görmeyi ifade sadedinde son noktadır ki, bunun gerisinde başka bir tabir olamaz. Şöyle ki, kimin zararlısı küfrü ise, onu bütün zararlar kuşatmış demektir. Bundan dolayı bu şekildeki 410 ifade, bu husustaki bütün ifadeleri toplamıştır. ,yemhedün), “onu koyuyorlar) َيْمَهُدونَ 411 onu kolay ve yumuşak yapıyorlar” demektir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de kâfirlerin küfrünün Rableri yanında ancak onların aleyhine nefreti artıracağı bildirilmektedir: َّْل َخَساًرا َّْل َمْقًتا َوَْل َي۪زيُد اْلَكاِف۪ريَن ُكْفُرُهْم ِا ِبِّهْم ِا َوَْل َي۪زيُد اْلَكاِف۪ريَن ُكْفُرُهْم ِعْنَد َر “Kâfirlerin küfürleri, Rablerinin katında kendilerine buğzdan başka bir şey 412 artırmaz, kâfirlerin küfürleri kendilerine zarardan başka bir şey artırmaz.” 2. Şirk Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah (c.c)’nün kendilerinden râzı olmayıp, azap edeceği, gazap ve la’nete uğratacağı belirtilen ikinci zümre ise, Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık erkek ve kadınlar ile Allah’a bir şekilde ortak koşan erkek ve kadınlardır. Sözlükte şirk "ortak olmak" ve "ortaklık"; "ortak koşmak" anlamındaki işraktan isim konumunda bulunan şirk ise küfür demektir. Şirk koşana müşrik, şirk koşulana şerik denir Terim olarak "Allah'ın zatında, sıfatlarında, fiilIerinde veya O'na ibadet edilmesinde ortağı, dengi yahut benzerinin bulunduğuna inanma" demektir. Tek Tanrı'ya inanmanın karşıtı olan inanç türleri Grekçe poIus (çok) ve theos (tanrı) kelimelerinden oluşan politeizm 413 (politheism) kavramıyla ifade edilir. Masdar bir kelime olan şirk, ortak koşmak ve hiçbir eşi ve benzeri olmayan Allah’ın ortağı olduğuna inanmaktır. Alimler, uluhiyette, varlığının zorunlu olmasında, sevk ve 414 idârede ve ibadette olmak üzere şirki dörde ayırmışlardır. Allah Teâlâ müşriklerle ilgili şöyle buyurmaktadır: 410 ez-Zemahşerî, Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer el-Keşşâf an Hakaiku Gavâmizi’t-Tenzîl ve Uyuni’l-Ekâvîl, Mektebetü’l-Ubeykân, 1. Baskı, 1998, Riyâd, III, 235. 411 Abdulfettah, a.g.e, II, 241. 412 el-Fâtır 35/39. 413 Sinanoğlu, Mustafa, “Şirk” D.İ.A, XXXIX, 193. 414 et-Tehânevî, a.g.e, I, 1020-1021. 79 ههللُ َّسْوِء َوَغِضَب ا َّسْوِء َعَلْيِهْم َداِۤئَرُة ال َّن ال ِهلل َظ ه ِّذَب اْلُمَناِف۪قيَن َواْلُمَناِفَقاِت َواْلُمْشِر۪كيَن َواْلُمْشِرَكاِت الظَّا۪ۤنّيَن ِبا ُيَع َو َّد َلُهْم َجَهنََّم َوَساَۤءْت َم۪صيًرا َاَع َعَلْيِهْم َوَلَعَنُهْم َو “(Bir de bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük onların başlarına gelmiştir. Allah onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve 415 cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir.” Başka bir ayette ise asla bağışlamayacağı günahın da şirk olduğu 416 bildirilmektedir. Müşrik (ُمْشِر ۪ك) şirke düşen kimse demektir. Şirk ise, “şe ri ke” fiilinin masdarı, ortak olma demektir. Dînî anlamda şirk, Allah’a eş ve ortak koşma manasına gelir. Bu fiilin dört harfli “if’âl” babındaki şekli eş-ra-ke’dir ve ortak tanıma, ortak koşma demektir. Bu babın 417 ism-i fâili olan “müşrik” de, ortak koşandır. Şirk, aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, Kur’an-ı Kerim’de yüz elliyi aşkın yerde geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’i incelediğimiz zaman, şirke düşen insanların nefislerine tabi olarak tevhide karşı çıkmalarının neticesinde bu duruma düştüklerini görürüz. Bütün müşrik toplumlarda, genellikle ahlâksızlık, nefis duyguları, zulüm, hırs, azgınlık, taşkınlık ve menfaatperestlik hakimdir. Şirkin temeli, insanların Allah’a tam manasıyla inanmamaları, O’nun emir ve yasaklarına gerektiği gibi uymamaları ve ondan sonra yukarıda arzedilen sufli bir duruma düşmelerine dayanır. Bu husus bir çok ayette dile 418 getirilmiştir. Allah Teâlâ vahdâniyyet hususunda son derece kıskançtır. Kendisinin azameti ve kibriyasına rağmen, kendisine herhangi bir şekilde ortak koşulmasını asla bağışlamayacağını, müşriklere azap edip, gazap ve la’nete uğratacağını haber vermiş olmaktadır. 3. Nifak Yüce Allah’ın râzı olmadığı inançlardan birisi de nifak ve münafıklıktır. Dışı mü’min içi kâfir olan kişilere verilen bu sıfatı lügat sahipleri şöyle tanımlamışlardır: 415 el-Fetih 48/6. 416 en-Nisâ 4/116. 417 er-Râgıp İsfâhânî, “Şirk” a.g.e, s. 259. 418 Turgay, Nureddin, “Şirk” Şamil İslam Ansiklopedisi, VII, 313. 80 Nifâk), insanın içindekinin tersini açığa çıkarmasına denir. İslam’ın ilk) ِنَفاًقا dönemlerinde münâfık kelimesi, içinde küfrü gizleyip dışında müslüman olduğunu 419 gösteren kimseler için kullanılmıştır. Nifak kelimesi, "inanmadığı halde kendisini mü’min gösteren" kimse demektir. Kelimenin, "tarla faresinin bir tehlike anında kaçmasını sağlamak üzere yuvası için hazırladığı birden fazla çıkış noktasının birinden girip diğerinden çıkması" biçimindeki kök manasından hareketle münafık, "dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte 420 şahsiyetli kimse" olarak da tanımlanmıştır. 421 Allah Teâlâ yukarıda geçen ayette münâfıkları müşriklerle beraber zikrederek, müşriklere vereceği cezanın aynısını onlara da vereceğini bildirmektedir. Hatta münâfıklar lafzı müşrikler lafzından önce zikredilmiştir. Bunun en başta gelen sebebi münâfıkların İslam’a ve müslümanlara zarar verme hususunda açık düşman olan müşriklerden daha tehlikeli olmasıdır. Müslümanlar müşriklerden kendilerini koruyabilirler, ancak dışı itibariyle mü’min görünen, gerçekte ise kâfir olan münâfıktan korunmaları mümkün 422 olmaz. Yani dişi kıran, pirincin içindeki siyah taş değil beyaz taştır. Allah’ın münafıklardan râzı olmadığı belirtilen başka bir ayet ise şudur: َهلل َْل َيْرٰضى َعِن اْلَقْوِم اْلَفاِس۪قيَن ه َّن ا َيْحِلُفونَ َلُكْم ِلَتْرَضْوا َعْنُهْم َفِاْن َتْرَضْوا َعْنُهْم َفِا “Kendilerinden râzı (hoşnut) olasınız diye, size and verirler. Siz onlardan râzı 423 (hoşnut) olsanız bile, Allah, yoldan çıkmış kimselerden (fâsıklardan) râzı olmaz.” Fıskın lügat manası, günaha düşmek, Hak’tan ayrılmak, Allah’ın emirlerini yerine 424 getirmeyi terk etmektir. Fısk küfürden daha geneldir. Zulüm de fısktan daha geneldir. Fıskın ıstılâhî (şer’î) manası ise, taattan ayrılma yani, Allah’ın emirlerini yerine 425 getirme ve yasaklarından kaçınmayı terketmektir. Fısk şeriat sınırından çıkmak demektir. Kabuğundan çıkan hurma çağlasına feseka (çıktı) denilir. Kendisinde bulunduğuna inanılan pislikten ve fısktan, ya da yuvasından tekrar tekrar çıktığından dolayı fareye fuveysika da denilir. İbnu'l-A'râbî der ki: Câhiliyye Arapları insan hakkında fâsık demezler, ancak kabuğundan çıkan hurma için derler. 419 Abdulfettah, a.g.e, II, 280. 420 İbn Manzûr, a.g.e, X, 358. 421 el-Fetih, 48/6. 422 er-Râzî, a.g.e, XXVIII, 83. 423 et-Tevbe 9/96. 424 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e, IV, 192-193. 425 es-Semîn el-Halebî, a.g.e, III, 230-231. 81 Günâhın azına da, çoğuna da fısk denilirse de daha ziyade çoğu için fısk adı meşhur olmuştur. Şerîatin hükmüne bağlanıp sonra onu tamamen veya kısmen ihlâl edene fâsık 426 denmiştir. Aslında fâsık kâfir hakkında kullanılan bir sıfattır.” Ayette zikredilen fâsık kavimden maksadın münâfıklar olduğu belirtilmiştir. Denilmiştir ki, bunlar Cedd b. Kays, Mu'attib b. Kuşeyr gibi münafıkların yandaşları olan seksen kadar münafık idiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) söz konusu Tebük seferinden dönüp Medine'ye teşrifinden sonra, bunlarla oturmamaları ve 427 konuşmamaları için ashabını uyardı. Ayrıca Yüce Allah’ın münafık erkek ve kadınları la’netlediği şöyle belirtilmektedir: َهلل ه اَْلُمَناِفُقوَن َواْلُمَناِفَقاُت َبْعُضُهْم ِمْن َبْعٍض َيْاُمُروَن ِباْلُمْنَكِر َوَيْنَهْوَن َعِن اْلَمْعُروِف َوَيْقِب ُضوَن اَْيِدَيُهْم َنُسوا ا ههللُ َ ن ۪فيَها ِهَي َحْسُبُهْم َوَلَعَنُهُم ا َّنَم َخاِل۪دي َّفاَر َناَر َجَه ههللُ اْلُمَناِف۪قيَن َواْلُمَناِفَقاِت َواْلُك َّن اْلُمَناِف۪قيَن ُهُم اْلَفاِسُقوَن َوَعَد ا َفَنِسَيُهْم ِا َوَلُهْم َعَذا ب ُم۪قي م “Münafıkların erkekleri de kadınları da birbirlerine benzerler. Kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve Allah yolunda harcamaktan ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı unuttular da, Allah da onları unuttu. Gerçekten de münafıklar hep fâsık kimselerdir. Allah, erkek kadın bütün münafıklara ve bütün kâfirlere cehennem ateşini ebedî olarak vaad buyurdu. O 428 ateş onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir. Onlara bitmez tükenmez bir azap vardır.” Allahü Teâlâ bu ayet-i celilede bize münâfık erkek ve münâfık kadınları tanıtmaktadır. Birbirlerinden olduklarını belirttikten sonra, onların münkeri (kötülüğü) emredip, ma’rufu (iyiliği) yasakladıklarını, son derece cimri olduklarını, Allah’ı unuttuklarını ve onların gerçek bir fasık olduklarını beyan etmektedir. Ve onlara ceza olarak kâfirlerle beraber cehennem ateşinde ebedi kalacaklarını belirttikten sonra, Allah’ın onlara lanet ettiğini, onlar için devamlı bir azap olduğunu haber vermektedir. 4. İrtidâd İrtidad (اْلرتداد) kelimesinin “aslı döndü” manasına gelen radde ( َّرد) fiilidir. Bu fiilin iftiâl ( اْفَتعا ل) babından mastarı olan bu kelimenin sözlük manası, bir halden başka hale 426 Ateş, a.g.e, VII, 238. 427 Yazır, a.g.e, IV, 393-394. 428 et-Tevbe 9/67-68. 82 dönüşmek demektir. Istılâh manası ise, İslâm dinine girdikten sonra kendi ihtiyarı ile bu 429 dinden çıkmak demektir. İrtidad eden (dinden çıkan) kimseye de mürted denir. Allah’ın râzı olmadığı (gazap ettiği) durumlardan birisi de irtidattır. Mevlâ şöyle buyurmaktadır: ْْ۪ليَماِن َوٰلِكْن َمْن َشَرَح ِباْلُكْفِر َصْدًرا َفَعَلْيِهْم َغَض ب ِمَن ٌّن ِبا َّْل َمْن اُْكِرَه َوَقْلُبُه ُمْطَمِئ ۪ۤه ِا ِهلل ِمْن َبْعِد ۪ايَماِن ه َمْن َكَفَر ِبا هلل َوَلُهْم َعَذا ب َع۪ظي م ِ ه ا “Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç, kim, iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse, (ona Allah’ın gazabı vardır). Ama kim, kâfirliğe göğüs 430 açarsa, onların üzerine Allah’tan bir gazap ve onlar için büyük bir azap vardır.” Bazı müfessirler bu ayetin Ammar b. Yasir (r.a) hakkında nazil olduğunu söylemektedirler. İslâmiyeti ilk kabul edenlerden olan "Ammar" ile babası "Yâsir" ve annesi "Sümeyye" böyle bir zorlamaya mâruz kalmışlardı. Babası ile validesi sebat ederek öldürülmüşlerdi. İslâmiyette ilk şehit edilen bu iki zattır. Ammar ise kalben imanında sabit olduğu halde uğradığı zorlamadan dolayı sözle küfrü kabul etmişti. Ammar’ın böyle din değiştirdiğini Resûlullah (s.a.v)’e haber verdiler, Resûl-i Ekrem ise: Hayır. Ammar'ın bütün bedeninin organları imân ile doludur, o dininden dönmez diye buyurmuştu. Ammar ise ağlayarak Peygamberin huzuruna geldi, o merhamet deryası Peygamber de Ammar’ın gözlerini sildi, ona teselli verdi, öyle bir zorlanmadan dolayı küfrü söyleyebileceğini, 431 ondan dolayı Allah katında mes'ul olmayacağını kendisine müjdeledi. Bu ayetin devamında ise onların neden bu duruma düştükleri şu şekilde ifade edilmektedir: َ ن َهلل َْل َيْهِدي اْلَقْوَم اْلَكاِف۪ري ه َّن ا ْْٰلِخَرِة َواَ ٰذِلَك ِبَانَُّهُم اْسَتَح بوا اْلَحٰيوَة ال دْنَيا َعَلى ا “Bu da onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah’ın kâfirler 432 topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür.” İman ettikten sonra küfre dönüp irtidad edenlere Allah’ın gazap ettiği gibi aynı zamanda onlara la’net ettiği de Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bildirilmiştir: 429 İbn Manzûr, a.g.e, III, 173. 430 en-Nahl 16/106. 431 Bilmen, a.g.e, IV, 1828-1829. 432 en-Nahl, 16/107. 83 َّظاِل۪ميَن ههللُ َْل َيْهِدي اْلَقْوَم ال ِّيَناُت َوا ٌّق َوَجاَۤءُهُم اْلَب َّرُسوَل َح َّن ال َا ههللُ َقْوًما َكَفُروا َبْعَد ۪ايَماِنِهْم َوَشِهُدۤوا َكْيَف َيْهِدي ا َ ن َاْجَم۪عي َّناِس ِهلل َواْلَملِٰۤئَكِة َوال ه َّن َعَلْيِهْم َلْعَنَة ا ُۨۤؤُهْم اَ ِٰۤئَك َجَزا اُۨول “İnandıktan, Peygamber'in hak olduğuna şehadet ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkâra sapan bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez. İşte onların cezaları, Allah'ın, meleklerin, 433 insanların hepsinin laneti onların üzerlerindedir.” 5. Yahudilik Allah Teâlâ’nın yahudilere gazap ve la’net ettiği bir çok ayet ve hadisle sabittir. Meşhur olan görüşe göre, َّۤلين ۪ َّضا O gazaba uğrayanların ve“ َغْيِر اْلَمْغُضوِب َعَلْيِهْم َوَْل ال sapmışların yoluna değil” ayetinde zikrolunan “gazaba uğrayanlar”dan maksat 434 yahudilerdir. Ve şu ayette; ههللُ َعَلْيِهْم َما ُهْم ِمْنُكْم َوَْل ِمْنُهْم َوَيْحِلُفوَن َعَلى اْلَكِذِب َوُهْم َيْعَلُمونَ َّلْوا َقْوًما َغِضَب ا َّل۪ذيَن َتَو َاَلْم َتَر ِاَلى ا “Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar 435 ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar” zikri geçen “dost edinenlerden” murat münâfıklar, “Allah’ın gazap ettiği kavimden” murat ise yine 436 yahudilerdir. Allah Teâlâ’nın yahudilere gazap etmesinin sebeplerinden biri, bildikleri halde kıskançlıkları yüzünden hakka tabi olmamalarıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: َّما َجاَۤءُهْم َما ُنوا ِمْن َقْبُل َيْسَتْفِتُحوَن َعَلى الَّ۪ذينَ َكَفُروا َفَل ِّد ق ِلَما َمَعُهْم َوَكا هلل ُمَص ِ ه َّما َجاَۤءُهْم ِكَتا ب ِمْن ِعْنِد ا َوَل ههللُ ِمْن َفْضِل۪ه َعٰلى ِّزَل ا ْ غًيا اَْن يَُن ههللُ َب َاْنُفَسُهْم َاْن َيْكُفُروا ِبَماۤ اَْنَزَل ا ۪ۤه ِهلل َعَلى اْلَكاِف۪ريَن ﴾ ِبْئَسَما اْشَتَرْوا ِب ه َعَرُفوا َكَفُروا ِب۪ه َفَلْعَنُة ا ُۧۤؤ ِبَغَضٍب َعٰلى َغَضٍب َوِلْلَكاِف۪ريَن َعَذا ب ُم۪هي ن َمْن َيَشاُۤء ِمْن ِعَباِد۪ه َفَبا “Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah'ın laneti 433 Âl-i İmrân, 3/86-87. 434 er-Râzî, a.g.e, I, 210. 435 el-Mücadele, 58/14. 436 Bkz. Yazır, a.g.e, VIII, 471. 84 kâfirleredir. Ne kadar çirkindir o uğruna kendilerini sattıkları şey ki; Allah'ın kullarından dilediğine kendi lütuf ve kereminden vahiy indirmesine kafa tutarak, Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler. İşte bu yüzden de gazap üstüne gazaba uğradılar. Can yakıcı azap asıl 437 kâfirler içindir.” Bu ayette ِبْئَس (bi’se) kelimesi, “övgü” ifade eden (ni’me) kelimesinin zıddı 438 olup, “yergi” ifade eden ve “ne kötü” manasında camid mazi bir fiildir. Ayet-i Kerimenin sebeb-i nüzûlü ve tefsiri şöyledir: Bu ayette zikredilen “kitap”tan maksadın Kur’an-ı Kerim olduğu hakkında ittifak vardır. َوَكانُوا ِمْن َقْبُل َيْسَتْفِتُحوَن َعَلى الَّ۪ذيَن َكَفُروا “Daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde” ayetinin sebeb-i nüzülü hakkında şöyle rivâyet vardır: Yahudiler daha önceleri küfür ehline, yani müşrik Araplar'a karşı bunun geleceğinden söz açıyorlar ve bu sayede onlara üstünlük sağlayacaklarına inanıyorlardı. "Allah'ımız Tevrat'ta özelliklerini yazılı bulduğumuz ahir zaman nebîsi hürmetine bize yardım et!" diye dua ve istimdat ediyorlar ve müşriklere "Bizim söylediğimizi tasdik ederek ortaya çıkacak olan bir peygamberin gelme zamanı yaklaştı, gölgesi üstümüzde dolaşıyor. Biz onunla bir olup sizi Âd ve İrem gibi katledeceğiz." diyorlardı. İbn Abbas, Katâde, Süddî demişlerdir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in gelmesinden önce Benî Kurayza ve Benî Nadir yahudileri, Evs ve Hazrec kabilelerine karşı onunla fetih isterlerdi. Bu âyet bunlar hakkında nazil 439 olmuştur. Yahudilerin Rasûlüllah (s.a.v) Efendimizi inkar etme sebebi şöyle izah edilmektedir: (Fakat o bildikleri) insanlık âlemine ergeç şeref vereceğine inandıkları (şey) o yüce nebi veya o kitabı kerim (kendilerine gelince) kendilerini İslâm dinîne davet edince (onu inkâr ettiler.) Sırf hasetlerinden ve makamlarını kaybedecekleri endişesinden dolayı o yüce peygamberi ve ona inen kitabı kerimi inkâra cüret gösterdiler. (Artık Allah'ın laneti) bütün (kâfirler üzerinedir.) Artık o münkirler de bu lanetten kendilerini kurtaramayacaklarını 440 düşünsünler. 437 el-Bakara 2/89-90. 438 Abdulfettah, a.g.e, I, 53. 439 er-Râzî, a.g.e, III, 164. 440 Bilmen, a.g.e, I, 87. 85 Fahruddin Râzî, onların Rasûlüllah (s.a.v) ve Kur’ân-ı Kerim’i inkâr etmelerinin sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır: 1-Yahudiler, İsrailoğullarından pekçok peygamber gelmiş olduğu için, gönderilecek bu son peygamberin de İsrailoğullarından çıkacağını sanıyorlardı. Bu sebeple, insanları bu peygamberin dinine teşvik ve ona davet ediyorlardı. Ama, Cenâb-ı Hak, Araplardan, İsmail (a.s)'in neslinden Hz. Muhammed (s.a.s)'i peygamber olarak yollayınca, bu onların çok zoruna gitti. Bu sebeple onu yalanladılar ve muhalefet ettiler. 2-Onların, Hz. Rasülüllah (s.av) 'in nübüvvetini itiraf etmiş olmaları, başkanlıklarıyla mülk ve servetlerinin elden gitmesi demekti. Bunun için, tasdikten kaçındılar ve inkârda ısrar ettiler. 3-Belki de onlar, gönderilen peygamberin sadece Araplara gönderilmiş olduğunu sandılar, bu sebeple de, onu inkâr etmiş oldular. (Allah’ın laneti kâfirlerin üzerine olsun) ayetinde lanetten murat; “Onların ahiret hayırlarından (nimetlerinden) uzak (mahrum) bırakılmalarıdır.” Çünkü dünya 441 nimetlerinden mahrum kalan kimse lanete maruz kalmış sayılmaz. İşte Yahudilerin hak ve hakikati bildikleri halde inkâr etmeleri, onların Allah’ın gazabına ve lanetine düçar olmalarına, ayrıca son derece can yakıcı olan azaba girmelerine sebep olmaktadır. Allah Teâlâ’nın yahudilere gazap etmesinin sebeplerinden ikincisi de, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri, isyana dalmaları ve aşırı gitmeleridir. Bu konuyla ilgili de Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َّثاِۤئَها َوُفوِمَها ُتْنِبُت اْْلَْرُض ِمْن َبْقِلَها َوِ ق َّما َوِاْذ ُقْلُتْم َيا ُموٰسى َلْن َنْصِبَر َعٰلى َطَعاٍم َواِحٍد َفاْدُع َلَنا َربََّك يُْخِرْج َلَنا ِم َّلُة ِّذ َّن َلُكْم َما َسَاْلُتْم َوُضِرَبْت َعَلْيِهُم ال َّل۪ذي ُهَو َخْي ر ِاْهِبطُوا ِمْصرً ا َفِا َوَعَدِسَها َوَبَصِلَها َقاَل اََتْسَتْبِدلُوَن الَّ۪ذي ُهَو اَْدٰنى ِبا ُنوا ِّق ٰذِلَك ِبَما َعَصْوا َوَكا ّ۪يَن ِبَغْيِر اْلَح َّنِ ب ِهلل َوَيْقُتُلوَن ال ه ِهلل ٰذِلَك ِبَانَُّهْم َكانُوا َيْكُفُروَن ِبٰاَياِت ا ه ُۧۤؤ ِبَغَضٍب ِمَن ا َواْلَمْسَكَنُة َوَبا َيْعَتُدونَ “Hani bir zamanlar, "Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın." dediniz. O da size "O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır." dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve 441 er-Râzî, a.g.e, III, 165. 86 nihayet Allah'dan bir gazaba uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet öyle oldu, çünkü isyana 442 dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.” Bu ayet-i kerimeden önce Allah Teâlâ İsrailoğullarına vermiş olduğu, Fir’avun’un zulmünden kurtarmak, düşmanlarını deniz boğup kendilerini salimen karşıya geçmelerini sağlamak, Tih çölünde bulutla gölgelendirip, kudret helvası ve bıldırcın etiyle doyurmak gibi bir çok nimetleri hatırlatıyor. Bu kadar nimet karşısında Yahudiler, Hz. Musa (a.s)’dan soğan sarımsak istemişler, nimet şükrü gerektirdiği halde onlar isyan ve aşırılıkla karşılık vermişlerdir. Onların Hz. Musa (a.s)’dan istekleri bununla da kalmamış, Musa (a.s)’dan Allah’ı açıkça göstermesini istemişler ve hatta Kızıldenizi geçtikten sonra daha ayakkabılarının çamuru kurumadan Amalika kavminin putları gibi kendilerine put yapmasını istemişlerdir. Ayette geçen اَْدٰنى (edne) burada kıymet bakımından daha az (düşük), insan 443 bedenine faydası daha az, ُ ة ,el-meskene), boyun eğme, alçalma, horluk) اْلَمْسَكَن 444 445 hakirlik, ُ ة َّل ِّ ذ ez-zille), zayıflık, basitlik ve incelik) ال manalarına gelmektedir. Ayrıca İsrâiloğullarının taşkınlık ve nankörlük etmeleri sebebiyle de Allah’ın gazabına çarpılacakları şu ayette bildirilmektedir: َّسْلٰوى . ُكُلوا َّن َوال َّزْلَنا َعَلْيُكُم اْلَم ِّوُكْم َوٰوَعْدَناُكْم َجاِنَب ال طوِر اْْلَْيَمَن َوَن َاْنَجْيَناُكْم ِمْن َعُد َيا َب۪نۤي ِاْسَرا۪ۤءيَل َقْد َّل َعَلْيُكْم َغَض۪بي َوَمْن َيْحِلْل َعَلْيِه َغَض۪بي َفَقْد َهٰوى ِّيَباِت َما َرَزْقَناُكْم َوَْل َتْطَغْوا ۪فيِه َفَيِح ِمْن َط “Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tûr dağının sağ yanında size söz verdik, üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyin ve bunda taşkınlık etmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin 446 üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur.” Allah Teâlâ’nın yahudilere gazap etmesinin sebeplerinden bir diğeri de, buzağıya tapmalarıdır. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır: َ ن ِبِّهْم َوِذلَّ ة ِفي اْلَحٰيوِة ال دْنَيا َوَكٰذِلَك َنْجِزي اْلُمْفَت۪ري ْ ن َر َّن الَّ۪ذيَن اتََّخُذوا اْلِعْجَل َسَيَنالُُهْم َغَض ب ِم ِا 442 el-Bakara 2/61. 443 Abdulfettah, a.g.e, I, 234. 444 Abdulfettah, a.g.e, I, 321. 445 Enîs ve diğerleri, a.g.e, I, 315. 446 Tâhâ 20/80-81. 87 “Şüphesiz o buzağıyı tanrı edinenlere Rablerinden bir gazap, dünya hayatında iken 447 de bir zillet erişecektir. İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız.” 448 Ayette geçen اْلعِ ْج َل (el-ıcl) sözlükte, ineğin erkek buzağına denir. İsrailoğullarının taşkınlık ve sapkınlıklarından bir manzara ile daha karşı karşıyayız. Hz. Musa (a.s) kendilerinden kırk gün ayrılması sonucu hemen Sâmirî’nin altından yapmış olduğu buzağı heykeline taptıklarını görülmektedir. Sâmirî’nin yapmış olduğu bu buzağı hakkında tefsirlerde şu rivayet vardır: Hz. Musa'nın Tür'a gitmesinden (sonra) vaktiyle kıptilerden emânet alıp onların helaki üzerine kendilerinde kalmış olan (ziynet takımlarından) Sâmirî namındaki bir münafıkın yapmasıyle (bir buzağı) buzağı gibi sesi (böğürmesi olan bir heykel edindiler.) Bu iri heykel, bir rivayete göre öyle bir hünerle yapılmış ki, içerisine hava girince inek yavrusu gibi ses çıkarmaya başlamış. Diğer bir rivayete göre de bu heykelin aşağısında bir buzağı bulundurulmuş o buzağının sesi bu heykelin içinden dışarıya akseder olduğu için bu heykelin böğürmekte olduğu sanılmıştır. Diğer bir rivayete göre de Firavn'un denizde boğulacağı zaman Cibrîl-i Emin bir at üzerinde cisimlenerek görülmüş, Sâmirî bunun farkında olup Hz. Cibrîl'in atının ayağının bastığı topraktan bir avuç almış, bunu yaptığı heykelin içine bırakmış, bunun tesiriyle bir harika olarak o heykel canlanmış, et kan sahibi olmuş, buzağılar gibi ses vermiştir. Bu rivayetlerden hangisinin doğru olduğunu Allah'ın ilmine havale ederiz. Bu heykeli yapan Sâmirî adında bir şahıs ise de, Hz. Harun (a.s)’dan veya seçkin birkaç zatın dışındakiler de bu buzağıya taptıkları için bunun böyle meydana getirilmesi 449 hepsine isnat edilmiştir. Yahudiler buzağıya taparak sadece Allah’ın gazabına uğramıyorlar; aynı zamanda şu ayetlerde belirtildiği gibi Musa (a.s) ‘ın da gazabına nail oluyorlardı: ّبِ ُكْم َواَْلَقى اْْلَْلَواَح َواََخَذ َّما َرَجَع ُموٰسۤى ِاٰلى َقْوِم۪ه َغْضَباَن اَِسًفا َقاَل ِبْئَسَما َخَلْفُتُمو۪ني ِمْن َبْع۪دي اََعِجْلُتْم اَْمَر َر َوَل َّن اْلَقْوَم اْسَتْضَعُفو۪ني َوَكاُدوا َيْقُتُلوَن۪ني َفََل تُْشِمْت ِبَي اْْلَْعَداَۤء َوَْل َتْجَعلْ ۪ني َمَع اْلَقْوِم َُّم اِ َا۪خيِه َيُج ره ِاَلْيِه َقاَل اْبَن ا ِبَرْاِس الظَّاِل۪مين 447 el-A’raf 7/152. 448 Enîs ve diğerleri, a.g.e, II, 586; Abdulfettah, a.g.e, II, 9. 449 Bilmen, a.g.e, II, 1092-1093. 88 “Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndüğünde şöyle dedi: "Bana arkamdan ne kötü bir halef oldunuz! Rabbinizin emriyle dönüşümü beklemeden acele mi ettiniz?" Elindeki levhaları bıraktı ve kardeşi Harun'u başından tutarak kendine doğru çekmeye başladı. Harun, "Ey anamın oğlu!" dedi, "inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim 450 kavimle bir tutma." َاْن ُتْم َاَرْد َفَرَجَع ُموٰسۤى ِاٰلى َقْوِم۪ه َغْضَباَن اَِسًفا َقاَل َيا َقْوِم اََلْم َيِعْدُكْم َرب ُكْم َوْعًدا َحَسًنا اََفَطاَل َعَ لْيُكُم اْلَعْهُد اَْم ِبُّكْم َفَاْخَلْفُتْم َمْوِع۪دي َّل َعَلْيُكْم َغَض ب ِمْن َر َيِح “Hemen Musa öfkeli ve üzgün olarak kavmine döndü (onlara şöyle) dedi: "Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaad ile söz vermedi mi? Size bu süre mi çok uzun geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazab inmesini arzu ettiniz de mi, bana olan vaadinizden 451 caydınız?" Allah Teâlâ’nın yahudilere gazap etmesinin sebeplerinden bir diğeri de, ayetleri inkâr etmeleri, peygamberleri şehid etmeleri, isyan edip haddi aşmalarıdır. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ههللِ َوُضِرَبْت َعَلْيِهُم اْلَمْسَكَنُة ُۧۤؤ ِبَغَضٍب ِمَن ا َّناِس َوَبا ِهلل َوَحْبٍل ِمَن ال ه َّْل ِبَحْبٍل ِمَن ا ِّذلَُّة اَْيَن َما ثُِقُفۤوا ِا ُضِرَبْت َعَلْيِهُم ال َ ن ُنوا َيْعَتُدو ٍّق ٰذِلَك ِبَما َعَصْوا َوَكا ِهلل َوَيْقُتُلوَن اْْلَْنِبَياَۤء ِبَغيْ ِر َح ه َّنُهْم َكانُوا َيْكُفُروَن ِبٰاَياِت ا ٰذِلَك ِبَا “Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. Meğerki Allah'ın ipine ve insanlar (müminler)ın ahdine sığınmış olsunlar. Onlar Allah'ın gazabına (hışmına) uğradılar ve üzerlerine de miskinlik damgası vuruldu. Bunun sebebi, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve haksız yere peygamberleri 452 öldürmeleridir. Ayrıca isyan etmiş ve haddi de aşmışlardı.” Görüldüğü gibi, Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede Yahudilerin dört günahından bahsetmekte ve buna mukabil onlara verilen üç cezadan söz ekmektedir. Yahudilerin günahları; Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere şehid etmeleri, isyan etmeleri ve haddi aşmaları (aşırıya gitmeleri)’dır. Allah’ın onlara vermiş olduğu üç ceza ise, kendilerine zillet (zayıflık, aşağılık) vurulması ki, Fahruddin er-Râzî’ye göre bundan en kuvvetli maksat, savaşa maruz kalıp, öldürülmeleri, mallarının ganimet olarak 450 el-A’raf 7/150. 451 Tâhâ 20/86. 452 Âl-i İmrân 3/112. 89 alınmaları, zürriyetlerinin esir alınmaları ve topraklarına el konulup başkaları tarafından mülk edinilmesidir. İşte şu ayet ona işaret etmektedir: ْ م َاْخَرُجوُك َاْخِرُجوُهْم ِمْن َحْيُث َواْقُتُلوُهْم َحْيُث َثِقْفُتُموُهْم َو “Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın.” (el- 453 Bakara 2/191) İkinci ceza onların Allah’ın gazabına (hışmına) uğramalarıdır. Bu konuda Fahruddin Râzî şöyle demektedir : Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Onlar döne dolaşa Allah'ın gazabına uğradılar" buyurmuştur. Yani bunun manası; onlar, Allah'ın gazabı içinde kalakaldılar, kalmaya devam ettiler ve de devamlı kalacaklar şeklindedir. ُۧۤؤ (Bâû) َبا kelimesinin aslı, mekân manasına el-bev’ü (plan, bir yere dönmek, avdet etmek) kelimesinden alınmıştır. "Falanca, şu yere döndü, yerleşti" ve "Onu, falanca yere yerleştir- dim" tabirleri de bu mânadadır. Buna göre mâna, "Onlar, Allah'ın gazabı içinde kalıp, orada konaklayıverdiler" demektir. Senin, " "Onların başına gazab indi; onlar o gazaba 454 konakladılar" şeklindeki sözlerin de, eş anlamdadır. Üçüncü ceza ise, onlara meskenet (alçaklık, hor-hakirlik) vurumasıdır. Yani, sefalet 455 gibi, cizye, katl ve esaret gibi hakaret ve felâketi mucip hallere maruz kalmalarıdır. Hasan Basrî ve bir çok alim, meskenet kelimesinin istisnanın dışında zikredilmiş olması, onun devam ettiğine işaret etmesinden dolayı bunun cizye manasında olduğunu söylemişlerdir. Diğer bazı âlimler ise, Yahudiler zengin dahi olsalar –tabiatları gereği- kendilerini fakir gösterirler. İşte meskenetten maksat budur demişlerdir. Diğer bazı âlimler de, bunun, Allah Teâlâ'nın, yahudilerin mallarını müslümanlara birer rızık kılacağını; böylece de yahudilerin yoksul ve miskin hale geleceklerini haber vermesi olduğunu 456 söylemişlerdir. Fahruddin Râzî ayetteki sebep-sonuç ilişkilerini şu şekilde izah etmektedir: Zillet, gazab ve meskenetin illeti, inkârları ve peygamberleri öldürmeleridir. İnkârın ve peygamberleri öldürmenin illeti ise, masiyettir. Bu böyledir, çünkü onlar isyanlara ve günahlara dalınca, böylece isyan ve zulmetleri derece derece artmaya, 453 er-Râzî, a.g.e, VIII, 160. 454 er-Râzî, a.g.e, VIII, 161. 455 Bilmen, a.g.e, I, 438-439. 456 er-Râzî, a.g.e, VIII, 161. 90 çoğalmaya; iman nuru da derece derece azalmaya başlamıştır. Bu durum, aynı şekilde, 457 iman nurunun sönmesi, (ortalığı) küfür zulmetinin kaplamasına kadar devam etmiştir. Allah Teâlâ’nın yahudilere gazap etmesinin sebeplerinden bir diğeri de, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girmeleridir. Nitekim Allah Teâlâ buyurmaktadır ki: ّبِهْم َوَعَلْيِهْم َغ َض ب َوَلُهْم َعَذا ب َش۪دي د ِ َّجُتُهْم َداِحَض ة ِعْنَد َر ِهلل ِمْن َبْعِد َما اْسُت۪جيَب َلُه ُح ه َّل۪ذيَن يَُحا ۤجوَن ِفي ا َوا “Allah'ın davetine uyulduktan sonra, hâlâ O'nun dini hakkında mücadele edenlerin, getirdikleri deliller Rableri yanında batıldır. Onların üzerinde bir gazab ve kendileri için 458 şiddetli bir azab vardır.” Ayette, açıkça gösterilen mu’cizelere veya kitaplara inandıktan sonra tartışmaya 459 giren yahudilerin durumuna işaret edilerek, delillerinin boş olduğu beyan edilmiştir. Allah’a hakkıyla iman ederek, O’na kâmil manada tevekkül eden mü’minlerin gazap (öfke) halini ise Allah Teâlâ bize şöyle anlatmaktadır: َّكُ لوَن . َوالَّ۪ذيَن ِبِّهْم َيَتَو َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا َوَعٰلى َر ر َواَْبٰقى ِل ههلل َخْي ِ َفَماۤ اُۧو۪تيُتْم ِمْن َشْيٍء َفَمَتاُع اْلَحٰيوِة ال دْنَيا َوَما ِعْنَد ا ِْْلْثِم َواْلَفَواِحَش َوِاَذا َما َغِضُبوا ُهْم َيْغِفُرونَ َيْجَتِنُبوَن َكَباِۤئَر ا “Size verilen herhangi bir şey sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise iman edip sadece Rablerine güvenen kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. O iman edenler, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar. Onlar 460 öfkelendikleri zaman da kusurları bağışlarlar.” Yüce Mevlâ Yahudilere gazap ettiği gibi, la’net de ettiğini şu ayetlerle bildirmektedir: َّزٰكوَة َّصٰلوَة َوٰاَتْيُتُم ال ْ ن اََقْمُتُم ال َ عُكْم َلِئ ۪نّي َم ههللُ ِا ههللُ ۪ميَثاَق َب۪نۤي ِاْسَرا۪ۤءيَل َوَبَعْثَنا ِمْنُهُم اْثَنْي َعَشَر َن۪قيًبا َوَقاَل ا َوَلَقْد اََخَذ ا َّناٍت َتْج۪ري ِمْن َتْحِتَها اْْلَْنَهاُر َّنُكْم َج ِّيـ َاِتُكْم َو َْلُْدِخَل َّن َعْنُكْم َس ّفَر ِ َهلل َقْرًضا َحَسًنا َْلَُك ه َّزْرتُُموُهْم َواَْقَرْضُتُم ا َوٰاَمْنُتْم ِبُرُس۪لي َوَع ِّرُفوَن اْلَكِلَم َعْن َّناُهْم َوَجَعْلَنا ُقُلوَبُهْم َقاِسَيًة ُيَح َّس۪بيِل . َفِبَما َنْقِضِهْم ۪ميَثاَقُهْم َلَع َّل َسَواَۤء ال َفَمْن َكَفَر َبْعَد ذٰ ِلَك ِمْنُكْم َفَقْد َض َهلل يُِح ب ه َّن ا َّْل َق۪ليًَل ِمْنُهْم َفاْعُف َعْنُهْم َواْصَفْح ِا ِّكُروا ِب۪ه َوَْل َتَزاُل َتطَِّلُع َعٰلى َخاِۤئَنٍة ِمْنُهْم ِا َّما ُذ ًّظا ِم َمَواِضِع۪ه َوَنُسوا َح اْلُمْحِس۪نينَ 457 er-Râzî, a.g.e, VIII, 162. 458 eş-Şûrâ 42/16. 459 Özek ve diğerleri, a.g.e, s.484 460 eş-Şûrâ 42/37. 91 “Allah, İsrailoğularından söz almıştı. İçlerinden on iki müfettiş göndermiştik... Allah şöyle demişti: " Ben, muhakkak sizinle beraberim. Namazı dosdoğru kıldığınız, zekatı verdiğiniz, peygamberlerime iman ettiğiniz ve onlara yardımda bulunduğunuz, (mallarınızı) Allah yolunda güzelce sarfettiğiniz takdirde, günahlarınızı mutlaka örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere korum. Fakat sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, dosdoğru yoldan sapmış olur. Sözlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık. Kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar. Uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. İçlerinden pek azı hariç, daima onlardan hainlik görürsün. Yine de onları 461 affet, aldırma. Çünkü Allah güzel davrananları sever. 462 Ayette geçen الميثاق (el-mîsâk); sözlükte, ant, söz manasına gelir. Sağlamlık anlamındaki vusûk kökünden gelen mîsâk, yemîn ve ahd ile pekişmiş söz vermek 463 demektir. Vesâk bağ anlamındadır. Mevsik ve vüskâ da bu kökten yapılmış isimlerdir. Sağlam olma, işi sağlam tutma, güçlendirme, emniyet etme, sözleşme, anlaşma ve bir şeyi bağlıyacak ip. Allah’a, Rasülüne ve insanlara verilen sözü, yapılan her türlü anlaşmaları 464 ifade eden bir terimdir misak. en-Nakîb), bir kavmin başkanı, lideri, o kavmin) النقيب 465 ileri gelen şahsı, kavmin şahidi, temsilcisi manasına gelmektedir. الَنْقُض (en-Nakd) ise, yaptığı binayı yıkmak, bağladığı ipi çözmek, verilen sözü tutmamaktır. Nakdin çoğulu 466 enfâddır. Türkçe’de enkaz şeklinde söylenir. Ahd ise verilen söz demektir. Ayette geçen “Onlara lanet ettik” cümlesindeki “lanet” kelimesi hakkında üç ayrı görüş vardır: Birincisi, “onları rahmetimizden çıkardık” demektir ki, bu görüşü Ata savunmuştur. İkinci görüşü Hasan Basrî ve Mukâtil söylemiştir ki, onun manası “Onların şekillerini değiştirdik, ta ki onlar maymun ve domuz oldular” demektir. Üçüncü görüşün 467 sahibi İbn Abbas (r.a) göre ise bunun manası, “Onlara cizye koyduk” demektir. Yine Yahudilerin küfürleri ve isyanları ve peygamberle alay etmeleri sebebiyle Allah’ın onlara lanet ettiğini şu ayetlerde müşahede edilmektedir: َ ن ُنو ههللُ ِبُكْفِرِهْم َفَق۪ليًَل َما يُْؤِم َوَقالُوا ُقُلوبَُنا ُغْل ف َبْل َلَعَنُهُم ا 461 el-Mâide 5/12-13. 462 Cevherî, a.g.e, II, 721. 463 Ateş, a.g.e, “Mîsak” XIII, 384. 464 Özalp, Ertuğrul Ömer H. “Mîsak” Şamil İslam Ansiklopedisi, V, 272. 465 İbn Manzûr, a.g.e, I, 769. 466 Ateş, a.g.e, “Misak” XIII, 382. 467 er-Râzî, a.g.e, XI, 147. 92 “(Yahudiler, peygamberimize karşı alaylı bir ifade ile): "Bizim kalblerimiz kılıflıdır." dediler. Bilakis Allah, onları kâfirlikleri yüzünden lanetledi. Bundan dolayı çok 468 az imana gelirler.” َّما َجاَۤءُهْم َما ُنوا ِمْن َقْبُل َيْسَتْفتِ ُحوَن َعَلى الَّ۪ذيَن َكَفُروا َفَل ِّد ق ِلَما َمَعُهْم َوَكا هلل ُمَص ِ ه َّما َجاَۤءُهْم ِكَتا ب ِمْن ِعْنِد ا َوَل ِهلل َعَلى اْلَكاِف۪رينَ ه َعَرُفوا َكَفُروا ِب۪ه َفَلْعَنُة ا “Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah'ın laneti 469 kâfirleredir.” Allah (c.c) hakkında batıl inançta bulunan Yahudilerin aynı şekilde Allah’ın lanetine uğratıldıklarını Cenab-ı Hak bize şöyle haber vermektedir: َّن َك۪ثيًرا ِمْنُهْم ُلوا َبْل َيَداُه َمْبُسوَطَتاِن يُْنفِ ُق َكْيَف َيَشاُۤء َوَلَي۪زيَد َّلْت اَْي۪ديِهْم َولُِعنُوا ِبَما َقا ِهلل َمْغُلوَل ة ُغ ه َوَقاَلِت اْلَيُهوُد َيُد ا ُهلل ه َّلَماۤ اَْوَقُدوا َناًرا ِلْلَحرْ ِب اَْطَفَاَها ا ِبَّك طُْغَياًنا َوُكْفًرا َواَْلَقْيَنا َبْيَنُهُم اْلَعَداَوَة َواْلَبْغَضاَۤء ِاٰلى َيْوِم اْلِقٰيَمِة ُك َماۤ اُْنِزَل ِاَلْيَك ِمْن َر ههللُ َْل يُِح ب اْلُمْفِس۪دينَ َوَيْسَعْوَن ِفي اْْلَْرِض َفَساًدا َوا “Yahudiler, "Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler. Söyledikleri söz sebebiyle onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Aksine Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü azdırıyor. Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozğunculuğa koşarlar. 470 Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” 6. Hıristiyanlık Kur’ân-ı Kerim’de Yahudiler gibi Hıristiyanların da Allah’ın la’netine maruz kaldıkları görülmektedir. Hz. İsa (a.s) ve Hz. Meryem ile ilgili yanlış ve yalan itikatları sebebiyle Allah’ın kendilerine la’net ettiği şu ayet ile bildirilmektedir: 468 el-Bakara 2/88. 469 el-Bakara 2/89. 470 el-Mâide 5/64. 93 َّۤجَك ۪فيِه ِمْن َبْعِد َما َجاَۤءَك ِمَن اْلِعْلِم فَ ُقْل َتَعاَلْوا َنْدُع اَْبَناَۤءَنا َوَاْبَناَۤءُكْم َوِنَساَۤءَنا َوِنَساَۤءُكْم َواَْنُفَسَنا َواَْنُفَسُكْم َفَمْن َحا ِهلل َعَلى اْلَكاِذ۪بينَ ه َّم َنْبَتِهْل َفَنْجَعْل َلْعَنَت ا ثُ “Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını 471 dileyelim". Bu ayetin sebeb-i nüzülü hakkında İbnü’l-Munzir eş-Şa’bî’den şöyle rivâyet etmektedir: Necrân heyeti Rasülüllah (s.a.v)’e geldi: “Bize Meryem oğlu İsa’dan bahset” dediler. Rasülüllah (s.a.v): “O Allah’ın Rasülüdür. Ve Allah’ın Meryem’in rahmine ilka edilmiş kelimesidir” dedi. Heyet: “İsa bunun üstünde olmalıdır” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: ُ ن َّم َقاَل َلُه ُكْن َفَيُكو ُث ُتَراٍب هلل َكَمَثِل ٰاَدَم َخَلَقُه ِمْن ِ ه َّن َمَثَل ۪عيٰسى ِعْنَد ا ِا “Şüphesiz İsa’nın durumu Allah katında Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi ve oluverdi” ayetini indirdi. Heyet: “İsa’nın (a.s) Adem (a.s) gibi olması uygun değildir” dediler. Bunun üzerine 472 Cenab-ı Hak işte bu yukarıdaki ayet-i kerimeyi indirdi. Ayette geçen ُاْلْبِتَهال (el-ibtihel), yalvarıp yakarma, ة ُ el-mübehele), karşılıklı) الُمباَهَل 473 lanetleşme, الَبْهُل (el-behlü) ise lanet demektir. Terim olarak mübâhele, bir tartışma esnasında haksız ve yalancı olanın Allah'ın lanetine uğraması için beddua edilmesidir. Sözlükte "yalancı ve zalim olana birlikte beddua etmek, lanetleşmek" manasındaki mübâhele kelimesi Kur'an'da iftial kalıbında (ibtihal) olmak üzere bir yerde geçer (Âl-i 474 İmran, 3/61). Bu ayete "mübâhele ayeti" (ibtihâl ayeti) denir. Bu âyet-i kerime, Rasûl-i Ekrem'in Hz. İsa hakkında sırf hakikat olan beyanlarını kabul etmeyen kimseleri IânetIeşmeye davet etmektedir ki, bu şeklide de bir peygamber 475 mucizesi meydana gelmiş demektir. 471 Âl-i İmrân 3/61. 472 Arslan, a.g.e, II, 529-530. 473 el-Cevherî, a.g.e, I, 127. 474 Fayda, “Mustafa, Mübâhele” D.İ.A, İstanbul, 2006, XXXI, 425. 475 Özek ve diğerleri, a.g.e, Âl-i İmrân, 3/61 ayetinin açıklama notu. 94 B- ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN VARLIK: ŞEYTAN َّشْيَطانُ ,eş-Şeytan), lügatta; insanlardan ve cinlerden haddi aşan, her bir azgın) ال sapkındır. Cinlerden olan şeytan, ateşten yaratılmış, son derece pis (çirkin), insan için azılı bir düşman, Allah (c.c) imanından dolayı korudukları hariç sürekli insanı şerre (kötülüğe) 476 meylettiren bir yaratıktır. Şeytan; kötü ruhun, kötü birinin, kötülüğe teşvik edenin, kötülüğün temsilcisinin, karanlık ve dalâletin önderinin, Allah’ın ve O’nu seven, O’na kullukta bulunan herkesin büyük düşmanının müsahhaştırılmış şekli veya kötülüğün sembolü olmuş varlıktır. Şeytan, Arapça “şe-ta-ne kökünden rahmetten uzaklaştı, haktan uzak oldu; şâta kökünden ise, öfkeden tutuştu, helâk olacak hale geldi gibi manalara gelip insanlardan, cinlerden ve hayvanlardan isyan eden ve zarar veren her şeyin adı olmuştur. Bu manada bir canavar veya yılana da şeytan denir. Aynı şekilde haset, öfke gibi insana mahsus olan her 477 kötü huy ve davranış da şeytan diye isimlendirilmiştir. Şeriat örfünde ise, Yüce Allah’ın Âdem’e secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilâhî rahmetten kovulan ve insanların amansız düşmanı olan, cin taifesinin inkârcı kesiminden gizli bir varlıktır. İşte şu ayet şeytanı bize tanıtmaktadır: َّيَت ه اَْوِلَياَۤء ِمْن ِّر َّتِخُذوَنُه َوُذ ِّن َفَفَسَق َعْن اَْمِر َر ِّبه۪ اََفَت َّْلۤ ِاْب۪ليَس َكاَن ِمَن اْلِج ِْٰلَدَم َفَسَجُدۤوا ِا َوِاْذ ُقْلَنا ِلْلَملِٰۤئَكِة اْسُجُدوا ٌّو ِبْئَس ِللظَّاِل۪ميَن َبَد ًْل ُدو۪ني َوُهْم َلُكْم َعُد “Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: "Âdem'e secde edin!" demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir” (el-Kehf, 18/50). Şeytanın diğer isimleri ise; Garur, Vesvâs, Hannâs, Kâfir, Sâğır, Mârid, Tâif, Fâtin, 478 Mel’ûn, Mez’ûm, Medhûr, Mekzû, Kefr, Hazûl, Adüvv, Mudill, Merîd’dir. Konumuzla ilgili ayet-i kerimede Allahü Teâlâ şöyle buyurmaktadır : َْٰلُمَرنَُّهْم َّن ٰاَذاَن اْْلَْنَعاِم َو ِّتُك َْٰلُمَرنَُّهْم َفَلُيَب َّنُهْم َو َّلنَُّهْم َوَْلَُمِنَّي َّن ِمْن ِعَباِدَك َن۪صيًبا َمْفُروًضا . َوَْلُِض ههللُ َوَقاَل َْلَتَِّخَذ َلَعَنُه ا ِهلل َفَقْد َخِسَر ُخْسَراًنا ُم۪بيًنا ه ًّيا ِمْن ُدوِن ا َّشْيَطاَن َوِل َّتِخِذ ال ِهلل َوَمْن َي ه َّن َخْلَق ا ِّيُر َفَ لُيَغ 476 Abdulfettah, a.g.e, I, 349. 477 Güç, Ahmet, “Şeytan,” Şamil İslâm Ansiklopedisi, VII, 303. 478 Güç, Ahmet, “Şeytan,” Şamil İslam Ansiklopedisi,. VII, 303. 95 “Allah o şeytana lanet etti. Ve o da: "Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım, ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler" dedi. Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, 479 apaçık bir ziyana uğramış olur.” Ayetteki النصيب (en-nasîb)’in lügat manası, bir şeyden kısım, hisse, pay demektir. Şu ayet: َّما َكَسُبوا ِٰۤئَك َلُهْم َن۪صي ب ِم -İşte onlar için, kazandıklarından bir nasib vardır” (el“ اُۨول 480 Bakara, 2/202) buna misaldir. Ayetteki َمْفُروًض (Mefrûd) kelimesi ise belli, bilinen, sınırları malum manasına 481 gelmektedir. Kibrinden dolayı Adem (a.s)’a secde etmeyen Şeytan’ın kıyamet gününe kadar lanetlendiğini yine Kur’an-ı Kerim bize şu ayetlerle şöyle haber vermektedir: ُنونٍ . َقاَل َّساِج۪ديَن . َقاَل َلْم اَُكْن ِْلَْسُجَد ِلَبَشٍر َخَلْقَتُه ِمْن َصْلَصاٍل ِمْن َحَمٍإ َمْس َّْل َتُكوَن َمَع ال َا َقاَل َياۤ ِاْب۪ليُس َما َلَك ِ ن ّ۪دي َّلْعَنَة ِاٰلى َيْوِم ال َّن َعَلْيَك ال ْ خُرْج ِمْنَها َفِانََّك َر۪جي م . َوِا َفا “Allah buyurdu ki: "Ey İblis! Ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?" İblis şöyle dedi: "Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim." Allah şöyle buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Sen, artık kovulmuş 482 birisin." "Kıyamet gününe kadar lanet senin üzerindedir." C-ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN KİŞİLER 1. Fir’avn ve Ahâlisi Kur’ân-ı Kerim’de, küfrün, zulmün, bâtıl ve zorbalığın sembolü haline gelmiş Fir’avan ve ahalisinden birçok ayette bahsedilmektedir. İşte bunlardan Hûd Süresi’nin 97, 98 ve 99. ve el-Kasas Süresi’nin 39, 40, 41 ve 42. ayetlerinde Fir’avun ve ahâlisinin hem dünyada hem de kıyamet gününde lanete tabi tutuldukları şu şekilde haber verilmektedir: 479 en-Nisa 4/118. 480 Abdulfettah, a.g.e, II, 268. 481 Abdulfettah, a.g.e, II, 77. 482 el-Hıcr 15/32-35. 96 ِ قٰيَمِة َفَاْوَرَدُهُم النَّاَر َوِبْئَس اْلِوْرُد ََۨلِئ۪ه َفاتََّبُعۤوا اَْمَر ِفْرَعْوَن َوَماۤ اَْمُر ِفْرَعْوَن ِبَر۪شيٍد َيْقُدُم َقْوَمُه َيْوَم اْل اٰلى ِفْرَعْوَن َوَم ِّرْفُد اْلَمْرُفوُ د اْلَمْوُروُد َواُْتِبُعوا ۪في ٰهِذ۪ه َلْعَنًة َوَيْوَم اْلِقٰيَمِة ِبْئَس ال “Firavun'a ve cemaatine. Bunlar Firavun'un emrine uydular. Halbuki Firavun'un emri hak değildir. Kıyamet günü, kavminin önüne düşer. Artık o bunları ateşe götürmüştür. O varılan yer, ne kötü bir yerdir! Hem burada, hem de kıyamet gününde lanetle izlendiler. 483 Onlara verilen bu karşı destek ne fena bir destektir!” ِّم َّنُهْم ِاَلْيَ نا َْل يُْرَجُعوَن .َفَاَخْذَناُه َوُجنُوَدُه َفَنَبْذَناُهْم ِفي اْلَي ِّق َوَظن ۤوا اَ َواْسَتْكَبَر ُهَو َوُجنُوُدُه ِفي اْْلَْرِض ِبَغْيِر اْلَح َاْتَبْعَناُهْم ۪في ٰهِذِه ال دْنَيا َلعْ َنًة َّنار َوَيْوَم اْلِقٰيَمِة َْل يُْنَصُروَن . َو َّمًة َيْدُعوَن ِاَلى ال َاِئ َفاْنظُْر َكْيَف َكاَن َعاِقَبُة الظَّاِل۪مينَ . َوَجَعْلَناُهْم َ ن َوَيْوَم اْلِقٰيَمِة ُهْم ِمَن اْلَمْقُبو۪حي “O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu! Onları ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gününde de 484 kötülenmişler arasındadır.” 2. Âd Kavmi Allah Teâlâ’nın kendilerinden râzı olmadığı/sevmediği ve kendilerine la’net ettiği bildirilen başka bir zümre ise Âd kavmidir. Tarihte Allah’ın ayetlerini ve peygamberlerini inkâr eden nice kavimleri Kur’ân-ı Kerim bize ibret almamız için haber vermektedir. İşte bu kavimlerden birisi de Allah’ın kendilerine Hz. Hûd (a.s) peygamber olarak gönderdiği Âd kavmidir. Onların da Allah Teâlâ’nın la’netine maruz kaldıklarını Kur’ân-ı Kerim şu şekilde belirtmektedir: َّن َعاًدا َكَفُروا َاَْلۤ ِا َّباٍر َع۪نيٍد َواُْتِبُعوا ۪في ٰهِذِه ال دْنَيا َلْعَنًة َوَيْوَم الْ ِقٰيَمِة ِّل َج َوِتْلَك َعا د َجَحُدوا ِبٰاَياِت َرِ ّبِهْم َوَعَصْوا ُرُسَلُه َواتََّبُعۤوا اَْمَر ُك ٍ د َاَْل بُْعًدا ِلَعاٍد َقْوِم ُهو َّبُهْم َر “İşte Âd kavmi buydu. Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr ettiler ve peygamberlerine isyan ettiler. Başa geçen her zorbanın emrine uyup arkasından gittiler. 483 Hûd 11/97-99. 484 el-Kasas 28/39-42. 97 Hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde bir lânetle izlendiler. Bilin ki, Âd kavmi, 485 gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilin ki, Hud'un kavmi olan Âd, defolup gittiler.” Allah Teâlâ daha sonra, Âd kavminin sıfatlarını zikrederek, dünyadaki ve ahiretteki durumlarını ele almıştır. Onların sıfatları şu üç şeydir : 1- "Onlar, Rablerinin ayetlerini bilerek inkâr ettiler." Bu, "Onlar, mucizelerin o peygamberin doğruluğuna delâlet ettiğini inkâr ettiler" demektir. Şayet onların zındık (münkir) oldukları sabit ise mana: "Onlar, yaratıkların hikmet sahibi Yaratıcının varlığına delâlet edişini inkâr ettiler" olur. 2- "Onlar, O'nun peygamberlerine âsî oldular. 3- "Onlar, inadcı her zorbanın emri ardınca gittiler." Bu, "sefiller, ayak takımı, "Bu (peygamber) de sizin gibi bir insandan başka birşey değil" deme hususunda (ve buna inanmada), reislerini taklid ediyorlardı. "Cebbar" (zorba)'dan maksad, yüksek tabakada olan ve "anîd, anûd ve mu'ânid, hak ve hakikata bilerek karşı çıkıp, haddi aşan taşkınlık ve muhalefet eden" demektir. Bil ki Allahü Teâlâ onların bu sıfatlarını zikredince, bunun peşine hallerini de zikredip, "Onlar bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete uğradılar", yani "dünyada da âhirette de lanet onların arkadaşı, ayrılmaz tâbisi ve yandaşı kılındı" buyurmuştur. "Lanet", Allah'ın rahmetinden ve her türlü hayırdan uzaklaştırılmaktır. Sonra Allah Teâlâ, onların başına bu nahoş hallerin gelmesindeki asıl sebebi beyan edip, "Haberiniz olsun ki Âd 486 Kavmi, Rablerini inkâr eder" buyurmuştur. D-ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN AMELLER 1. İnsanlara Fitne, Fesat ve Tuzak Kurmak İçin Toplanmak Allah Teâlâ’nın râzı olmadığı/sevmediği amellerden birisi, insanlaradan gizli, gece saatlerinde, karanlıklar içinde başkalarına karşı hile, hainlik, fitne ve fesat tertiplemek için toplantı yapmak, fitne ve fesat çıkarmak için kulisler oluşturmak, geceleri gizli gizli toplanıp, haksızları savunmak ve masum insanlara iftira atmak gayesiyle çeşitli plan yaparak toplumda huzursuzluk ve güvensizlik meydana getirmektir. Bununla ilgili Allah (C.C) şöyle buyurmaktadır: ههللُ ِبَما َيْعَمُلوَن ِ ل َوَكاَن ا ِّيُتوَن َما َْل َيْرٰضى ِمَن اْلَقْو ِهلل َوُهَو َمَعُهْم ِاْذ ُيَب ه َّناِس َوَْل َيْسَتْخُفوَن ِمَن ا َيْسَتْخُفوَن ِمَن ال ُم۪حيًطا 485 Hûd 11/59-60. 486 er-Râzî, a.g.e, XVIII, 14-15. 98 “Allah'ın râzı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'dan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini 487 bilmektedir.” “Tebyît" kelimesi, "beytûtet"ten veya "beyt"ten alınmıştır. "Beytûtet"ten olduğu zaman, bir işi geceleyin düşünmek, geceletmek, gece karanlığında yapmaktır. "Beyt"ten olduğu zaman ise, bir sözü manzum bir beyit, bir şiir yapar gibi uğraşıp uydurmak, tanzim etmeye çalışmaktır. Bu gibi kimseler de zihinlerinde veya aralarında kötü fikirler tertip ederler. Bunları herkesten gizli tutmak için geceleri kendilerine mahsus gizli mahfallerde toplanarak veya veznine, konusuna uydurup beyit tanzim eder gibi çalışarak ve süsleyerek Allah'ın râzı olmayacağı bir takım kararlar verirler, yalan-yanlış şeyler uydururlar ve bunları yaparken Allah'tan korkmazlar, onu hiçe sayarlar da insanlardan son derece çekinirler ve onları aldatmaya çalışırlar. Halbuki onlar ne yapıyorlarsa Allah hepsini 488 kuşatıcıdır. Toplumu yanlışa sürüklemek ve ifsât etmek için gece toplantıları düzenlemek veya yanlış fikirlerini insanlara aşılamak için, şiir, edebiyat, sanat ve bir takım medya organlarını kullanmak da Allah’ın râzı olmadığı amellerdendir. 2. Zulüm (ez-Zulüm), الظُْلم lügatta; herhangi bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Şöyle denilir: “Kim babasına benzerse haksızlık etmez.” Ve şöyle bir atasözü 489 vardır: “Kurdu çoban yapan zulmetmiştir. Dînî manası ise, hak yemek, eziyet, işkence ve baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak, haddi aşmak söz ve fiilde aşırı gitmek 490 demektir. Kur’an-ı Kerim’in üç ayet-i kerimesinde Allah Teâlâ zalimleri sevmediğini şu şekilde belirtmektedir: َّصاِلَحاِت َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا َوَعِمُلوا ال ََّما ا ْْٰلِخَرِة َوَما َلُهْم ِمْن َناِص۪ريَن ﴿65﴾ َوا ُبُهْم َعَذاًبا َش۪ديًدا ِفي ال دْنَيا َوا ِّذ َّل۪ذيَن َكَفُروا َفاَُع َّما ا َفَا ههللُ َْل يُِح ب الظَّاِل۪مينَ ّ۪فيِهْم اُُجوَرُهْم َوا َفُيَو 487 en-Nisa 4/108. 488 Yazır, a.g.e, III, 80. 489 el-Cevherî, a.g.e, II, 113. 490 Turgay, Nureddin, “Zulüm,”Şamil İslam Ansiklopedisi, VIII, 385. 99 “İnkâr edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim, onların hiçbir yardımcıları da olmayacaktır". "İman edip iyi işler yapanlara 491 gelince, Allah onların mükâfatlarını tastamam verecektir. Allah zalimleri sevmez". Allah bu ayette küfredenleri dünyada ve ahirette ceza vereceğini, iman edip salih amel işleyenleri ise mükâfatlandıracağını vaad etmektedir. Ayet “Allah zalimleri sevmez” diyerek bitiyor. Hak sahiplerine hakkını vermemek zulüm olduğuna göre ve Allah ceza hak edene ceza, mükâfat hak edene de mükâfat verdiğine göre, Mevlâ “Adil-i Mutlak”tır. Adaleti sever ve kullarından adil olmalarını ister. Kendisi zulmettiği gibi, şüphesiz zulmü ve zalimleri de sevmez. (Ve Allah Teâlâ zâlimleri sevmez) ayetinin manası şöyledir: Onlara buğz eder, onları cezalandırır. Çünkü onlar küfretmekle haddi aşmış, imân ve şükür yerine küfrü tercih eylemiş olduklarından böyle bir cezaya müstehak olmuşlardır. Artık insan uyanmalıdır, daha hayatta iken kulluk vazifesini ifaya çalışmalıdır ki, böyle müthiş, felâket 492 dolu bir akıbete mâruz kalmasın. Aynı sûrenin başka bir ayetinde ise Hak Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َّتِخَذ ِمْنُكْم ههللُ الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا َوَي َ م ا ُلَها َبْيَن النَّاِس َوِلَيْعَل َّس اْلَقْوَم َقْر ح ِمْثُلُه َوِتْلَك اْْلَيَّاُم نَُداِو ِاْن َيْمَسْسُكْم َقْر ح َفَقْد َم َ ن ههللُ َْل يُِح ب الظَّاِل۪مي ُشَهَداَۤء َوا “Eğer size (Uhud savaşında) bir yara değmişse, (Bedir harbinde) o topluma da benzeri bir yara dokunmuştu. O günler ki, biz onları insanlar arasında döndürür dururuz. (Bu da) Allah'ın sizden iman edenleri ayırt etmesi ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah 493 zalimleri sevmez.” "Allah zâlimleri sevmez" ayeti hakkında Fahruddîn Râzî, İbn Abbas (r.a)’dan şöyle nakletmektedir: Buradaki zalimlerin, "Şüphesiz ki şirk en büyük bir zulümdür" (Lokman 31/13) âyetinden dolayı, "müşrikler" manasında olduğunu söylemiştir ki bu ifade âyette 494 sebepler arasında zikredilmiş bir cümle-i i'tirâziyye olmuş olur. Allahü Teâlâ Şurâ Süresinde Rablerine tevekkül eden mü’minleri överken, onların büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçındıklarını, kızdıkları zaman affettiklerini, Rablerinin davetine icabet ettiklerini, namaz kıldıklarını, işlerini istişare (danışma) ile yaptıklarını, Allah için infakta bulunduklarını ve bir zulme ve saldırıya uğradıkları zaman 491 Âl-i İmrân 3/56-57. 492 Bilmen, a.g.e, I, 378. 493 Âl-i İmrân 3/140. 494 er-Râzî, a.g.e, IX, 16. 100 birbirlerine yardım ettiklerini belirttikten sonra şöyle buyurmaktadır: ِهلل ِانَُّه َْل يُِح ب الظَّاِل۪مينَ ه ِّيَئ ة ِمْثُلَها َفَمْن َعَفا َواَْصَلَح َفَاْجُرُه َعَلى ا ِّيَئٍة َس ُۨؤا َس ٰۤز َوَج “Bir kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder, bağışlarsa 495 onun mükafatı Allah'a aittir. Şüphesiz ki Allah, zalimleri sevmez.” Adalet (denge) dini olan İslam, her şeyde i’tidâli (orta yolu) emretmiş ve her hak sahibine hakkının verilmesi hususunda azamî titizlik istemiştir. Haksızlığa uğramış bir mazluma hakkını alması veya gasp edilen hakkının iadesi konusunda yetkili mercileri görevlendirmiştir. Ancak mazluma, gasbedilen hakkının fazlasını almasını veya kendine yapılan kötülükten daha fazlasını yapmasını yasakladığı gibi, onu zalimi af etmeye de 496 teşvik etmiştir. “Gelmeyene git, vermeyene ver ve sana zulmedeni affet” şeklinde özetleyebileceğimiz İslam ahlakı, bu şekildeki tavrı ile hem mazlumun zalim konuma düşmesine engel olmuş, hem de insanlar arasındaki düşmanlıkları sıcak bir dostluğa 497 çevirmeyi hedeflemiştir. Yani, Kur’an-ı Kerim mazluma hakkını almayı meşru kılmış, fazlasını yasaklamış, kötülüğe karşı iyilik yapmayı veya o kötülüğü affetmeyi teşvik etmiş ve affedenlerin mükâfatını ise Allah bizzat kendisi üstlenmiştir. Eğer mazlum zalimi affederse Allah’ın ecrine nail olduğu gibi, belki zalimin de dostluğunu kazanacak böylece aradaki kin ve düşmanlıklar eriyip, yerini sıcacık bir kardeşliğe bırakacaktır. Mazlum uğradığı haksızlık karşısında üç türlü hareket eder. Gasbedilen hakkını tam olarak alır. Bu, meşrudur ve adalettir. Veya hakkından feragat ederek karşısındakini affeder ki, işte bu Kur’an’ın ve İslâm ahlakının teşvik ettiği erdemli ve faziletli bir davranıştır. Üçüncü olarak da, kendisine yapılan kötülükten daha fazlasını yapar veya gasbedilen hakkından daha fazlasını alır ki, işte bu haddi aşmadır, aşırılıktır, zulümdür. Şüphesiz ki, Allah zalimleri sevmez. 498 Ayrıca Kur’an-ı Kerim bize, Allah’ın hududunu aşanların zalim olduklarını, 499 kâfirlerin zalimlerin ta kendileri olduklarını, Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenlerin 500 501 zalim olduklarını, zalimlerin felah olmayacaklarını, kâfirleri dost edinenlerin zalim 502 503 olacaklarını, Allah’ın zalimlerin yaptıklarından gafil olmadığını, Allah’ın ayetlerini 495 eş-Şurâ 42/40. 496 Bkz. er-Râzî, a.g.e, XV, 78-79. 497 Bkz. Fussilet 41/34. 498 el-Bakara 2/229. 499 el-Bakara 2/254. 500 el-Mâide 5/45. 501 el-En’âm 6/21-31; Yusuf 12/23; el-Kasas 28/37. 502 et-Tevbe 9/23; el-Mümtehıne 60/9. 101 504 505 ancak zalimlerin inkâr ettiğini, zalimlerin açık bir dalalet içinde olduklarını, 506 507 zalimlerin birbirlerini aldattığını, zalimlerin dost ve yardımcılarının olmadığını, tevbe 508 509 etmeyenlerin zalim olacaklarını, Allah’ın ahdinin zalimlere ulaşmayacağını, zalimlere 510 511 Allah’ın hidayet etmeyeceğini, zalimler için yardımcılar olmadığını, zalimlerin 512 513 kıyamette yerlerinin ateş olduğunu, Allah’ın lanetinin zalimlerin üzerine olduğunu, 514 Allah’ın zalimleri mutlaka helak edeceğini, Allah’ın zalimler için elim bir azap 515 516 hazırladığını, zalimlerin dostu ve şefaatcisi olmadığını, zalimlerin birbirilerinin dostu 517 518 olduklarını, küfredenlere ve zulmedenlere Allah’ın mağfiret etmeyeceğini, zalimlerin 519 bilgisizce hevalarına tabi olduklarını, kıyamet gününde zalimlerin mazeretlerinin 520 521 kendilerine fayda vermeyeceğini, zalimler için başka azapların olduğunu, Allah’ın 522 zalimlere zulmetmediğini, onların kendi kendilerine zulmettiğini, şirkin en büyük zulüm 523 524 olduğunu, Allah’ın kulları için zulüm istemediğini, Allah’a iftirada bulunanların 525 526 zalimlerin ta kendilerinin olduğunu, düşmanlığın ancak zalimlere yapılacağını, 527 zalimlerin uzak bir ayrılık içinde olduklarını haber vermektedir. 503 İbrahim 14/42. 504 el-Ankebût 29/49; el-En’âm 5/33 505 Lokman 31/11; Meryem 19/38. 506 el-Fâtır 35/40. 507 eş-Şurâ 42/8. 508 el-Hucurât 49/11. 509 el-Bakara 2/124. 510 el-Bakara 2/258; Âl-i İmrân 3/86; el-Mâide 5/51; el-En’âm 5/144; et-Tevbe 9/19-109; el-Kasas 28/50; el-Ahkâf 46/10; es-Saf 61/8; el-Cumua 62/5 511 el-Bakara 2/270; Âl-i İmrân 3/192; el-Mâide 5/72; el-Fâtır 35/37; el-Hac 22/71. 512 Âl-i İmrân 3/151; el-Mâide 5/29; el-Mâide 5/72. 513 el-Â’raf 7/44; Hud 11/18. 514 İbrahim 14/13. 515 el-Furkan 25/37; eş-Şurâ 42/21; el-İnsan 76/31. 516 el-Gafir 40/18. 517 el-Cesiye 45/19. 518 en-Nisâ 4/167. 519 er-Rum 30/29. 520 er-Rum 30/57. 521 et-Tur 52/47. 522 et-Tevbe 9/70; el-Ankebût 29/40; er-Rum 30/9; Âl-i İmrân 3/117; Yunus 10/44; el- Â’raf 7/160; en-Nahl 16/33-118; ez-Zuhruf 43/76. 523 Lokman 31/13. 524 el-Gâfir 40/31. 525 Âl-i İmrân 3/94. 526 el-Bakara 2/193. 527 el-Hac 22/53. 102 3. Haddi Aşmak İslâm adalet (denge, ölçü) dinidir. Her türlü ifrat (aşırılık) ve tefriti (noksanlığı) yasaklamış, işlerin hayırlısının orta olanı olduğunu belirterek, kulların “sırât-ı müstâkîm” üzerinde yürümelerini emretmiştir. Bir Müslüman günde en az kırk defa Mevlâ’dan “sırât-ı müstâkîm” talep ediyor. Çünkü, insan “sırât-ı müstâkîmi” kaybederse adaleti kaybeder. Adaleti kaybeden ahlâkı kaybeder ve ahlâkı kaybeden dünya ve ahiret saadetini kaybetmiş olur. Onun için Allahü Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de üç ayette haddi aşanları (aşırı gidenleri) sevmediğini belirtmektedir. Üç ayetten ikisinde ise ayrıca “aşırıya gitmeyin (haddi aşmayın)” buyurarak aşırıya gitmeyi nehyetmektedir. O halde اْعَتدى (i’tidâ) ne demektir ? اْعَتدى (i’tedâ) ve teaddî, sözlükte, zulmetmek, 528 haddi aşmak manasına gelmektedir. Istılâhî manası ise; ölçüyü ve sınırı aşmayı, taşkınlık yapmayı, haklılık sınırını geçmeyi, başkalarına saldırmayı ifade eder. Dargınlık ve anlaşmazlığın kin, nefret ve silahlı çatışmaya vardırılmasına adavet ve udvan, bu tutum 529 içinde olana adüv denir. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: َ ن َهلل َْل يُِح ب اْلُمْعَت۪دي ه َّن ا َّل۪ذيَن يَُقاِتُلوَنُكْم َوَْل َتْعَتُدوا ِا ِهلل ا ه َوَقاِتُلوا ۪في َس۪بيِل ا “Size karşı savaş açanlara, Allah yolunda olarak savaşın. Sakın aşırı gitmeyin, 530 çünkü Allah aşırı gidenleri (haddi aşanları) sevmez.” Her şeye bir denge, ölçü, kural ve nizam koyan Mevlâ’mız şüphesiz ki savaşa da bir takım kural ve kâideler koymuştur. İslam’da savaşın gayesi, ِههلل Allah yolunda“ ۪في َس۪بيِل ا (Allah için)”, İslam ile insan arasındaki bütün perdeleri ve engelleri kaldırıp, İslam’ı insanlığa sunma ve yeryüzünde İlâhî adaleti tesis etme mücadelesidir. Yoksa kuru bir cihangirlik hevesi veya insanları köleleştirip sömürme değildir. Irkçı ve emperyalist düşünce, hamaset ve hamiyyet duyguları ile dünyaya hakim olma gayesi hiç değildir. “Herşey İslâm için ve her şey İslâm’a göre” ilkesiyle her hak sahibine hakkını vermek ve bütün insanlığın dünya ve ahiret saadetini temin etmek için yapılan mücadelelere Allah için yapılan mücadeleler denir. 528 Abdulfettah, a.g.e, I, 11 ; İbn Manzûr, a.g.e, XV, 33. 529 İbn Manzûr, a.g.e, XV, 530 el-Bakara 2/190. 103 İşte bu mücadele ve mukâtelede dengeli hareket ederek aşırılığa kaçmadan adil hareket etmek yine Allah’ın bize emridir. Başka bir ayette ise Mevlâ’mız bir kavme olan kinimizden dolayı adaletsizliğe sapmamamızı şöyle emretmektedir: ُلوا ُهَو اَْقَرُب َّْل َتْعِدلُوا ِاْعِد َۤداَء ِباْلِقْسِط َوَْل َيْجِرَمنَُّكْم َشَنٰاُن َقْوٍم َعٰلۤى اَ َ ه ِهلِل ُش ه َّوا۪ميَن ُنوا ُكونُوا َق َياۤ اَي َها الَّ۪ذيَن ٰاَم َهلل َخ۪بي ر ِبَما َتْعَمُلونَ ه َّن ا َهلل ِا ه َّتُقوا ا َّتْقٰوى َوا ِلل “Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, 531 takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” Allah kullarından, hakkı ayakta tutan, şahitliklerini adaletle yerine getiren, düşmanına bile adaletle muâmelede bulunan, her dâim adaleti savunan ve Allah’a kulluk hususunda şuurlu, bilinçli ve sorumluluklarını yerine getirmede son derece dikkatli birer muvahhid mü’min olmalarını istemektedir. Kur’ân-ı Kerim’in savaşı emretmesinin hikmeti ise, “barış ve güven içinde yaşamak için her zaman savaşa hazır olmak” ilkesi gereği, savaş çok kötü bir şey olduğu halde, terk edilmesi ve kesinlikle başvurulmaması gereken bir durum değildir. Kalemle yapılması gerekenlerin kılıçla yapılması ne kadar yanlış ise, luzumu halinde kılıç kullanmaktan imtina etmek de o kadar yanlıştır. Unutmayalım ki, Hak Teâlâ açık delillerle Peygamberler göndermiş, insanlar arasında adaleti ikâme etmeleri için kitap ve nizam indirmiş ve bununla beraber demiri de indirmiştir. (Bkz. el-Hadid, 57/25) Adaletin ayakta tutulması için kâideler konmuş, bunun hemen ardından da çeşitli özellikleriyle demirin indirildiğinden bahsedilmiştir. Buna göre ilâhî kitaplardaki kanunları ve adaleti tatbik, kuvvete ve kudret sahibi bir idareye de bağlı bulunmaktadır. 532 Demir, faydası yalnız savaşta değil, her iş ve sanatta görülen, zarurî bir nesnedir. Allahü Teâlâ’nın aşırı gidenleri (haddi aşanları) sevmediğini belirttiği ayetin ikincisi yeme içme ile ilgilidir. Ayet-i Kerime şöyledir: َهلل َْل ي ُِح ب اْلُمْعَت۪دينَ ه َّن ا ههللُ َلُكْم َوَْل َتْعَتُدوا ِا َّل ا َاَح ِّيَباِت َماۤ ِّرُموا َط َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا َْل تَُح َياۤ اَي َها ا “Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram saymayın. Ve aşırı 533 da gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” 531 el-Mâide 5/8. 532 Özek ve diğerleri, a.g.e, s. 540 533 el-Mâide 5/87. 104 Tefsir âlimlerinden bir gurubun görüşüne göre; ayetin sebeb-i nüzûlü, Rasülüllah (s.av)’in ashabından bir cemâattir. Bunlar Maz’ûn oğlu Osman’ın evinde bir araya geldiler. Bütün günleri oruçlu, bütün geceleri ibadetli geçirip yataklarda yatmamaya, koku sürmemeye, et ve yağ yememeye, kadınlara yaklaşmamaya, yumuşak elbiseler giymemeye, dünyayı terk etmeye yeryüzünde gezip ibadet etmeye, inzivaya çekilmeye ve tenasül uzuvlarını işlevsiz hale getirmeye dair sözleştiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, bu 534 ayet-i celileyi indirdi. Ayette geçen ِّيَبا ُت et-tayyibe) kelimesinin cem’ı) الطيبة et-tayyibât) kelimesi) الطَّ 535 536 (çoğulu) dır ki, sözlük manası; pisin tersi temiz, her şeyin en efdâli (iyisi) leziz, temiz 537 ve Allah’ın helal kıldığı şeyler demektir. Istılâhî olarak; temiz ve yararlı olduğu için insan tabiatına hoş gelen, aklın ve dinin benimsediği şeyler hakkında kullanılan bir Kur'an tabiridir. Tib (tab) kökünden türeyen tayyib, duyuların ve nefsin haz aldığı, güzel, hoş ve 538 lezzetli bulduğu şeyleri ifade eder. Bu bilgiler ışığında anlıyoruz ki, bir nesnenin tayyibe sayılabilmesi için temiz ve helal olması gerekiyor. Bu iki özelliği taşıyan her nesneden ölçüler dahilinde faydalanmak caizdir. Bunları, kendisine veya bir başkasına haram kılmaya kimsenin hakkı ve selâhiyeti yoktur. İslam’da helal ve haram yetkisi yalnızca Allah ve Rasülü’ne aittir. Allah ve Rasülü’nün helal kıldıklarını hiç kimse helal kılamıyacağı gibi, haram kıldıklarını da hiç 539 kimse helal kılamaz. Yaratmak ve emretmek sadece Allah’a mahsustur. Bu konudaki üçüncü ayet-i kerimede ise Mevlâ Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َ ن اْدُعوا َربَُّكْم َتَض رًعا َوُخْفَيًة ِانَُّه َْل ُيِح ب اْلُمْعَت۪دي “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları 540 sevmez.” Rabb'inize yalvararak ve gizli olarak dua edin. Yani önce haddinizi bilip Rabb'inizi tanıyınız, istivâ, yaratma ve emir, yücelik ve ululuk, bütün hayır ve bereket O'nun ve O'na mahsus olduğunu ve kendinizin gece ve gündüz içinde O'na her dem, her lahza muhtaç ve O'nun hükmü altında ve rubûbiyetinde yaratık ve memur bulunduğunuzu ve hiç bir zaman 534 Arslan, a.g.e, IV, 352-353. 535 el-Cevherî, a.g.e, II, 106. 536 İbn Manzûr, a.g.e, I, 645. 537 Abdulfettah, a.g.e, I, 412. 538 Yerinde, Adem, “Tayyib”, D.İ.A., İstanbul, 2011, XL, 196. 539 Bkz. el-A’raf 7/54; er-Râ’d 13/31; er-Rum 30/4. 540 el-A’raf 7/55. 105 O'ndan müstağni olamayacağınızı itiraf ediniz. İkinci olarak o yücelik ve ululuk karşısında O'na müracaattan ve ihtiyacınızı sunarak arzularınızı talep ve niyaz etmekten yasaklanmış olmadığınızı ve tersine doğrudan doğruya istek ve duaya izinli ve hatta emredilmiş bulunduğunuzu, Allah'ın lutuf ve ihsanında cimrilik olmadığını ve fakat yaratma ve emir, hüküm ve hâkimiyetin ona mahsus olduğundan isteklerinizi yerine getirmeye mecbur olmaktan uzak bulunduğunu biliniz de, ona göre O'ndan dilekler dileyiniz, arzu ve ihtiyaçlarınızı isteyiniz. İsteyiniz ama pervasızca veya bağırıp çağırmakla değil, tam tazîm ile yalvararak ve bütün bir ihlas ile gizli yalvarma halinde. Zira muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez. Herhangi bir şeyde ilâhî emrin tayin ettiği sınırı aşmak istiyenleri sevmez, haklarında hayır murad etmez. Şu halde kendilerini talep ve duadan ihtiyaçsız sayanları 541 sevmediği gibi, duanın sınırını aşanları da sevmez, dualarını kabul etmez. 542 Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de, aşırı gidenlere elim azap olduğu, aşırıya gidenlerin 543 544 zalim oldukları, İsrâiloğullarının aşırıya gittiklerini, kıyamet gününü ancak aşırıya 545 giden ve günaha düşkün olanların yalanlayacağı, aşırı gidenlerin kalplerini Allah’ın 546 mühürleyeceği haber verilmektedir. İslam dininin vasat (orta) yolu emrettiğini, her konuda ifrat (aşırılık) ve tefritten (noksanlık) tan nehyettiğini çeşitli ayet ve hadislerden öğrenmekteyiz. “Hakk iki zıt (ifrat ve tefrit) arasındadır” kâidesi gereği İslam Müslümanlardan aşırılık ve noksanlıklara meyletmeyip i’tidal (denge), sırat-ı müstakîm (dosdoğru yol) üzerinde olmalarını istemektedir. 4. Şımarıklık ve Fesat Çıkarmak Fesad kelimesinin sözlük anlamı, et, süt vb. kokması, akdin vb. bozulması, kişinin 547 doğru ve hikmeti aşması, işlerin dalgalanması ve sekteye uğraması, maddenin şekli 541 Yazır, a.g.e, IV, 64. 542 Bkz. el-Bakara 2/178. 543 Bkz. el-Bakara 2/229. 544 Bkz. el-Bakara 2/61; Âl-i İmrân 3/112; el- Mâide 5/78. 545 Bkz. el-Mutaffifin 83/12. 546 Bkz. Yunus 10/73. 547 Enîs ve diğerleri, a.g.e, II, 688. 106 548 oluştuktan sonra yok olması, anarşi, terör, bozgunculuk ve her türlü toplumsal kokuşma, 549 bir şeyin doğal halini bozmak, onu doğasından ve yerinden etmektir. Fesad; Arapça'da masdar olarak "bozulmak, çürümek; sağ duyudan sapmak" vb. anlamlara gelir. İsim olarak da "zulüm, çalkantı, düzensizlik; kuraklık, kıtlık" manalarında kullanılmıştır. Bazı dilciler fesadı "i’tidal çizgisinden uzaklaşıp bozulmak" şeklinde 550 tanımlamışlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: هلى َسٰعى ِفي َاَل د اْلِخَصاِم . َوِاَذا َتَو َهلل َعٰلى َما ۪في َقْلِب۪ه َوُهَو ه ُيْشِهُد ا َوِمَن النَّاِس َمْن يُْعِجُبَك َقْولُُه فِ ي اْلَحٰيوِة ال دْنَيا َو ههللُ َْل يُِح ب اْلَفَسادَ َّنْسَل َوا اْْلَْرِض ِلُيْفِسَد ۪فيَها َويُْهِلَك اْلَحْرَث َوال “İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Halbuki O, İslâm düşmanlarının en yamanıdır. İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. 551 Allah ise bozgunculuğu sevmez.” Bu âyetler, Sakîf Oğullarından Ahnes b. Şerîk hakkında inmiştir. Bu münafık, Zühre Oğullarının kendisiyle andlaşma yaptığı bir kimseymiş. Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelmiş, müslüman olduğunu açıklamış. Diller dökerek muhabbetten söz etmiş, yeminler etmiş, sonra Peygamberin huzurundan çıkınca müslümanların bir çiftliğine uğramış, ekinleri yakmış, hayvanları telef etmişti. Nüzul sebebi bu olmakla beraber, âyetin mânâsının, bu gibi vasıflarla vasıflanmış olan münafıkların hepsini kapsadığını, tefsircilerin birçok araştırıcıları açıklamışlardır. Bu münasebetle âyet, bir iş başına geçirilecek insanların, dillerine bakılmayıp durumlarının incelenmesi gerektiğini bildirmek 552 için, insanlardan üçüncü bir kısmın özelliklerini göstermiştir. Cenab-ı Hak bu ayette o münâfığın (Ahnes b. Şerik’in) ve onun şahsında münâfıkların dört özelliğini bize haber veriyor: 1- “Onun dünya hakkındaki sözleri senin hoşuna gider.” Yani o güzel konuşur. Zehiri altın kâse içerisinde sunmasını iyi bilir. 2- Bununla da kalmaz, “Kalbindekine Allah’ı şahid tutar.” Ve bu şekilde müslümanları aldatır. 3- “Halbuki o İslam düşmanlarının en yamanıdır.” En tehlikeli İslam düşmanı 548 el-Cürcânî, a.g.e, s. 140. 549 İslamoğlu, Mustafa, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meâl-Tefsir, Düşün Yayıncılık, I. Baskı, 2008, İstanbul, I, 72. 550 Kutluer, İlhan, “Fesad” D.İ.A, İstanbul, 1995, XII, 421. 551 el-Bakara 2/204-205. 552 Yazır, a.g.e, II, 64-65. 107 odur. Müslümanlar, açık düşman oldukları için kendilerini kâfirlerden rahat korurlar. Ancak dış görünüşü itibari ile müslüman olduklarından dolayı münâfıkların şerlerinden 553 korunamayabilirler. Bakara Sûresi’nin ilk başlarında kâfirlerden iki ayette bahsedildiği 554 halde münâfıklardan on iki ayette bahsediliyor. Ayrıca Kâfirûn Sûresi’nin altı ayet, Münâfikûn Süresi’nin ise on bir ayet olduğu görülmektedir. 4. “İş başına geçince yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar.” Onlar iş başına gelinceye kadar dilleri ile insanları ikna etmek ve hile ve yalanları ile insanların gönüllerini fethederek onların desteğini alma hususunda son derece mahirdirler. İş başına gelince, 555 tabiatları gereği insanlar içinde bozgunculuk, anarşi, terör, kaos ve kriz çıkarırlar. İkinci olarak ekinleri-ziraatı yani ekonomiyi tahrip ederler. Böylelikle insanları muhtaç ve mağdur ederek kendilerine kul-köle yapmak için çalışırlar. Ekonomik dengeleri altüst ederek, birisinin çöplüğünün öbürünün mutfağından daha zengin hale gelmesine zemin hazırlarlar. Öte yandan kendi çıkar ve koltuklarını koruma adına gerek savaş, terör ve anarşi ile ve gerekse içki, kumar ve uyuşturucu ile ve gerekse aile planlaması adı altında nesli bedenen ve de başta ateizm olmak üzere, batıl inanç, itikad ve yanlış ideolojilerle veya gayri ahlaki hayat tarzlarını cazip göstererek manen ve ahlaken ve de kültürel olarak nesli ve insanlığı helak ederler. Kur’an-ı Kerim, iktidar ve makamına güvenerek yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaran zorba ve zalimlerden haber verdiği gibi Kârun’un şahsında servetine güvenerek şımarıklığa yeltenen ve yeryüzünde fesada (bozgunculuğa) meyleden kapitalistlerden de şöyle bahsetmektedir: َّۨوِلي اْلُقوِة ِاْذ َقاَل َلُه َّن َمَفاِتَحُه َلَتنُۤوأُ ِباْلُعْصَبِة ا ُ ُنوِز َماۤ ِا َّن َقاُرونَ َكاَن ِمْن َقْوِم ُموٰسى َفَبٰغى َعَلْيِهْم َوٰاَتْيَناُه ِمَن اْلُك ِا َاْحَسَن ْْٰلِخَرَة َوَْل َتْنَس َن۪صيَبَك ِمَن ال دْنَيا َواَْحِسْن َكَماۤ َّداَر ا ههللُ ال َهلل َْل يُِح ب اْلَفِر۪حيَن . َواْبَتِغ ۪فيَماۤ ٰاٰتيَك ا ه َّن ا َقْوُمُه َْل َتْفَرْح ِا َهلل َْل يُِح ب اْلُمْفِس۪دينَ ه َّن ا ههللُ ِاَلْيَك َوَْل َتْبِغ اْلَفَساَد ِفي اْْلَْرِض ِا ا “Karun, Hz. Musa(a.s)'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: "Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez." "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana 553 el-Bakara 2/6-7. 554 el-Bakara 2/8-20. ٌّل َيْعَمُل َعٰلى َشاِكَلِت۪ه 555 .(De ki: "Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. (el-İsrâ 17/84 ُقْل ُك 108 ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz 556 ki Allah, bozguncuları sevmez." Karun’un Hz. Musa (a.s) ‘ın amcazadesi olduğu rivâyet edilir. Önce Musa (a.s)’a iman etmişti. Fakat hırsı ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa yeltendi. İsrâiloğullarının başında Fir’avun’un görevlisi olarak bulundu, onlara karşı zalimlik ve taşkınlık etti. Bir taraftan servetiyle, bir taraftan ilmiyle övünüyor, şımarıyordu. Rivâyete göre İsrâiloğulları içerisinde Tevrât’ı en iyi okuyan o idi. Kimya ve ticaret sahalarında da çok bilgili olduğuna dair kayıtlar vardır. Ne var ki, sonunda, ne ilmi ne serveti ona yâr olmamış, inançsızlığı ve 557 azgınlığı yüzünden helak olup gitmiştir. Ayette geçen “Ferah” kelimesinin lügat anlamı, hüznün tersi demektir. Sa’leb şöyle 558 dedi : O, kişinin kalbinde hafiflik hissetmesidir. Kalbin neşe ve sevinç ile dolmasıdır ki, bu neşe ve sevinç kalbi teslim alınca insana Rabbine karşı vazifelerini unutturur ve onu Allah’ın râzı olmadığı bir hale götürür. İşte burada zikrolunan ferah budur. Yani insanı azgınlığa, taşkınlığa götüren ferah. Ancak her 559 ferah kötü değildir. Kavminin salihleri kendisine nasihatta bulundukları; şımarmaması, Allah’ın verdiği nimetlerle ahiret için hazırlık yapması, buna mukâbil dünyadan da nasibini unutmaması gerektiği, yani dünyası için ahretini, ahireti için de dünyasını terk etmeyerek, ifrad ve tefritten uzak, i’tidâl (denge) üzere bir hayat sürdürmesini tavsiye ettikleri halde, o malı ve mülküne güvenmiş, enaniyete kapılarak malını ve mülkünü kendisinin kazandığını, ilmi 560 sayesinde bu malın kendisine verildiği iddiasında bulunmuş, azgınlığa, sapkınlığa, şımarıklılığa ve bozgunculuğa devam etmiştir. Sonuç malum. Allah, kendisini, malını ve saraylarını yerin dibine geçirivermiştir. ن َ َّت۪قي En güzel) akıbet, takva)“ َواْلَعاِقَبُة ِلْلُم 561 sahiplerinindir.” Karun gibi hazineler sahibi ve son derece maddeperest birinin şahsında yapılan bir öğütte dahi, Kur’an-ı Kerim’in “Dünyadan da nasibini unutma” tavsiyesinde bulunması, İslam’ın dünyaya ait çalışmaya ne kadar önem verdiğini gösteren bir nükte taşımaktadır. Bununla birlikte Kur’an, daha sonraki ayetlerde, büsbütün dünyaya dalmanın getireceği 556 el-Kasas 28/76-77. 557 Özek ve diğerleri, a.g.e, s. 393. 558 İbn Manzûr, a.g.e, II, 541. 559 Abdulfettah, a.g.e, II, 75. 560 el-Kasas 28/78. 561 el-Kasas 28/83. 109 felaketleri de canlı bir şekilde gözler önüne sererek, dünya ve ahreti dengeleyen mu’tedil 562 bir yol tutulmasını tavsiye etmektedir. Hak Teâlâ Yahudilerden bahsederken, onların Allah hakkındaki yanlış inançlarını belirttikten sonra onların aynı zamanda yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkardıklarını şu ayetle bildirmektedir: َّن َك۪ثيًرا ِمْنُهْم ُلوا َبْل َيَداُه َمْبُسوَطَتاِن يُْنفِ ُق َكْيَف َيَشاُۤء َوَلَي۪زيَد ُلِعنُوا ِبَما َقا َّلْت اَْي۪ديِهْم َو ِهلل َمْغُلوَل ة ُغ ه َوَقاَلِت اْلَيُهوُد َيُد ا ههللُ َّلَماۤ اَْوَقُدوا َناًرا ِلْلَحْرِب اَْطَفَاَها ا َاْلَقيْ َنا َبْيَنُهُم اْلَعَداَوَة َواْلَبْغَضاَۤء ِاٰلى َيْوِم اْلِقٰيَمِة ُك ُطْغَياًنا َوُكْفًرا َو ّبَك ِ َماۤ اُْنِزَل ِاَلْيَك ِمْن َر َ ن ههللُ َْل يُِح ب اْلُمْفِس۪دي َوَيْسَعْوَن ِفي اْْلَْرِض َفَساًدا َوا “Yahudiler, "Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler. Söyledikleri söz sebebiyle onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Aksine Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü azdırıyor. Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozğunculuğa koşarlar. 563 Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” Kâfirlerin savaş ve fitne ateşini yakmaları hiç eksik olmamıştır. Asırlar boyu hem kendi aralarında savaşmışlar, hem de birleşerek müslümanlara saldırmışlardır. Ayrıca Müslümanları birbirlerine düşürmek için yüzlerce, binlerce planlar yapmış, tertip ve düzenler hazırlamışlardır. Bütün bunlara rağmen Allah’ın nurunu söndürmeye güçleri yetmemiştir. Dinleri aynı olanları bile, ayrı dinlerdenmiş gibi mezheplere ve bloklara ayrılmış, birbirlerine karşı kin ve düşmanlık beslemiş, korku ve endişe içinde yaşamış veya 564 savaşmışlardır. Başta Yahudiler olmak üzere, kâfirlerin birkaç özelliği burada zikredilmiştir. Birinci özellikleri Allah’ın cimri olduğunu iddia ederek Allah hakkında yanlış itikad üzere olmalarıdır. Yahudilerin ikinci özellikleri, inen ayetler karşısında taşkınlık ve küfürlerinin artmasıdır. 562 Özek ve diğerleri, a.g.e, s. 393. 563 el-Mâide 5/64. 564 Özek, a,g,e, s. 393. 110 5. İsrâf el-İsrâf (اإلْسرا ُف) kelimesi lügatta; haddi aşmak, malını kullanmada, söz söylemede ve öldürme hususunda israf etmek (haddi aşmak) demektir. Aynı şekilde hata etmek, 565 gaflete düşmek ve cahil olmak manalarına gelmektedir. Maksadı ve i’tidali (ifrad ve 566 tefritten uzak orta yolu) aşmaktır ki, bu malda ve diğer şeylerde olabilir. Allah’ın yasakladığı isrâf ise, Allah’ın taatı dışında az veya çok harcanan herşey isrâftır. İsrâf”ın ıstilâhî manası; genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkanları meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder. İsrâf”ın ıstılâhî manası; genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkanları 567 meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder. Gazzâlî'nin açıklamalarına göre dinin, adetlerin ve insanlığın gerekli kıldığı yerlere gerekli gördüğü ölçüde harcamak cömertlik, bu ölçüterin altına düşmek cimrilik, bunların üstünde harcamada bulunmak ise 568 israftır. Bu tür davranışlar İslâm tarafından uygun görülmemiş ve insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda belirli denge içerisinde kalması istenmiştir. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde bu hususa işaret etmiştir: َّل اْلَبْسِط َفَتْقُعَد َمُلوًما َمْحُسوًرا َوَْل َتْجَعْل َيَدَك َمْغُلوَلًة ِاٰلى ُعنُِقَك َوَْل َتْبُسْطَها ُك “Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açıp saçma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın.” (el-İsrâ 17/29) Burada “Elini boynuna asma” tabirinden cimrilik, “açıp saçma” tabirinden ise, israf olduğu 569 belirtilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de israf ve müsrif hakkında bir çok ayet olduğu halde, “Allah’ın müsrifleri (israf edenleri) sevmediğini bildiren iki tane ayet-i kerime vardır ki, bunlardan birincisi: َّماَن ُمَتَشاِبًها َوَغْيَر َّزْيتُ وَن َوال ر َّزْرَع ُمْخَتِلًفا اُُكُلُه َوال َّنْخَل َوال َاْنَشَا َجنَّاٍت َمْعُروَشاٍت َوَغْيَر َمْعُروَشاٍت َوال َوُهَو الَّ۪ذۤي َّقُه َيْوَم َحَصاِد۪ه َوَْل تُْسِرُفوا ِانَُّه َْل يُِح ب اْلُمْسِر۪فينَ ۪ۤه ِاَذاۤ اَْثَمَر َوٰاتُوا َح ُمَتَشاِبٍه ُكُلوا ِمْن َثَمِر 565 Enis ve diğerleri, a.g.e, I, 427. 566 Abdulfettah, a.g.e, I, 311. 567 İbn Manzûr, a.g.e, IX, 148-149. 568 el-Gazâlî, Huccetü’l-İslam Zeynü’d-Din, İhyâu Ulumi’d-dîn, Mütercim: Ahmet Serdaroğlu, Bedir Yayınevi, 1975, İstanbul, III, 259-260. 569 Şener, Sami, “İsraf” Şamil İslam Ansiklopedisi, IV, 155. 111 “Asmalı ve asmasız (üzüm) bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde yaratan O'dur. Her biri meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de hakkını (zekat ve sadakasını) verin; ama israf 570 etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez.” “Sakın israf etmeyin. Şüphesiz ki, Allah israf edenleri sevmez.” ayeti çeşitli şekillerde tefsir edilmiştir. Bu tefsirlerin çoğu “Ruhu’l-Meânî” tefsirinde şu şekilde özetlenmiştir: Yani haddi aşmayınız. Ellerinizi çömertlik hususunda tamamen açıp da her şeyi fakire vermeyiniz. İbn Ebi Hâtim, Mücahid’den rivâyet etti: “Eğer Ebu Kubeys dağı altın olursa, bir kişi onu Allah’ın taatında sarfederse o kişi isrâf etmiş sayılmaz. Eğer bir kişi tek 571 dirhemi Allah’a isyan için sarfederse müsrif sayılır.” Bu konudaki ikinci ayet ise şöyledir: َ ن ُتْسِرُفوا ِانَُّه َْل يُِح ب اْلُمْسِرف۪ي ُبوا وَ َْل ِّل َمْسِجٍد َوُكُلوا َواْشَر َيا َب۪نۤي ٰاَدَم ُخُذوا ۪زيَنَتُكْم ِعْنَد ُك “Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin, için, 572 fakat isrâf etmeyin. Çünkü Allah isrâf edenleri sevmez.” Ayet-i Kerime’nin nüzûl sebebi hakkında şöyle rivâyet olundu: Âmiroğulları, hacc günlerinde yemek ve yağlı yemezler, ancak bayılıp düşmeyecek kadar kût miktarı (ölmeyecek kadar yiyecek bir şey) yerlerdi ve bu şekilde haclarını ulularlardı. 573 Müslümanlar da böyle yapmak istemişler bu âyet nazil olmuştur. İslam dininin fıtrat dini olduğu daha önce söylenmişti. Dolayısıyla akla, fıtrata ve ilme muhalif olması asla düşünülemez. Şüphesiz ki, insanoğlu yaşaması için yemeye, içmeye, giyinmeye ve bir takım başka şeylere muhtaçtır. Kur’an-ı Kerim bu ihtiyaçları meşru olarak yerine getirmeyi yasaklamadığı gibi, bunları emretmektedir. Ancak Allah (c.c) ‘ın yasakladığı, bu yiyecek, içecek, giyecek ve diğer ihtiyaçların meşru olmayan yollardan elde edilmesi ve ifrat ve tefrite kaçarak isrâf edilmesidir. Komunizmde mal devletin, kapitalizmde ferdin, İslam’da ise Allah’ındır. Kişi, o malın başında emanetçi ve bekçi mesabesindedir. O malın sahibi değildir. Bundan dolayı, Müslüman, kazan da nasıl kazanırsan kazan mantığıyla haram yollardan mal elde edemeyeceği gibi, bu malı ben kazandım, bu mal benimdir, o halde istediğim şekilde 570 el-En’âm 6/141. 571 el-Âlûsî, a.g.e, VII, 38. 572 el-Â’râf 7/31. 573 Yazır, a.g.e, IV, 33. 112 harcarım deme salahiyetine de sahip değildir. Dolayısıyla bir Müslümanın başında bekçisi bulunduğu Allah’ın mülkünü israf etmesi (ifrat) caiz olmadığı gibi, bu mülkün harcanması gereken yerde harcamayarak cimrilik yapması (tefrit) da caiz değildir. Bu iki aşırı ucun ortası, yani harcanması gereken yerde yeterince harcamak olan cömertlik ise İslâmın emrettiği ahlaki bir davranıştır. Ayet-i Kerime’ye tekrar bakarsak, Allahü Teâlâ; “İsrâf etmeyiniz” dedikten sonra “O (Allah) isrâf edenleri sevmez” buyurarak isrâfın ne kadar kötü olduğunu te’kitli bir şekilde haber vermektedir. Aslında isrâfı sadece yeme içme ve giyinme ile sınırlı tutmamak gerekir. Allah’ın bütün nimetleri karşısında aynı tutum ile hareket etmek gerekir. 6. Kötü Sözün Açıkça Söylenmesi Çirkin söz, arkadan çekiştirme (gıybet), söz taşıma, jurnal etme, yalan, iftira… kötü sözler cümlesindendir. Bunlar insanın içinden geçebilirse de başkasına açıklamak ve söylemek caiz değildir. Bir kimse diğerine bir kötülük, bir haksızlık yaptığında bunu başkasına söylemek de kötülüğe girer; ancak kötülük ve haksızlık gören kimse, ya islah etmek yahut da suçlunun ceza görmesini sağlamak maksadıyla bunu açıklamak 574 mecburiyetindedir, buna izin verilmiştir. Cenab-ı Hak (c.c) şöyle buyurmaktadır: ً عا َع۪ليًما ههللُ َس۪مي ُظِلَم َوَكاَن ا َّْل َمْن ههللُ اْلَجْهَر ِبال سۤوِء ِمَن اْلَقْوِل ِا َْل يُِح ب ا “Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden 575 hoşlanmaz. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.” Bu âyetin sebeb-i nüzûlünde deniliyor ki, bir gün Peygamber (s.a.v)’in huzurunda bir adam Hz. Ebu Bekir (r.a)’ın yüzüne karşı küfretmiş, o da birkaç kere sustuktan sonra sonuçta karşılık vermişti. Karşılık verince Peygamberimiz (s.a.v) meclisten kalkıverdi. Hz. Ebu Bekir: "O bana söverken oturuyordunuz, ben karşılık verince kalktınız" dedi. Resulullah (s.a.v) de: "Bir melek senin tarafından cevap veriyordu, sen karşılık verince o melek gitti, şeytan geldi, şeytan gelince ben de oturmadım" buyurdu ve bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Bir rivayete göre de, bir topluluğa bir misafir gelmiş, yemek vermemişler, 574 Özek ve diğerleri, a.g.e, s. 101. 575 en-Nisâ 4/148. 113 şikayet etmiş, şikayetinden dolayı da azarlanmış, bunun üzerine bu âyet inmiş. Hakkına riâyet edilmeyen misafirin mazlumlar arasında bulunduğu ve şikayete hakkı olduğu 576 açıklanmıştır. Ayette geçen َاْلَجْهر (el-cehr) lügatta, ilan etmek, yüksek sesle konuşmak yani sırrın 577 zıddıdır. Açığa çıkarmak manasında kullanılır. Mesela: َّقيتها ُتها، أي ن وَجَهْرُت البئر واْجَتَهْر Kuyuyu açığa çıkardım. Yani kuyunun kokmuş çamurlarını“ وأخرجُت ما فيها من الَحْمأة. 578 boşaltarak onu açığa çıkardım.” “Çirkin sözün açıkça söylenmesinden” cümlesinden maksad Nesefî’ye göre 579 580 küfretmek, Saîd Havva’ya göre beddua etmek, Zemahşerî’ye göre ise, mazlumun 581 zalime beddua etmesi ve onun kötülüklerini anlatmasıdır. Müslüman; eline, beline, diline ve bütün azalarına sahip çıkan, insanların kendisinden emin olduğu, kendisi için istediğini kardeşi için de isteyen, gerekirse kardeşini kendisine tercih eden îsâr ve her zaman iyilik yapmayı şiar edinmiş ihsan, onur, izzet ve şahsiyet sahibi, Allah’ın ahlaki ile ahlaklanma gayreti içerisinde olan ve kendisini Allah (c.c) yolunda feda etmeye hazır bir numune model insandır. Böyle birisinin kötü söz sarfetmesi asla düşünülemez. Ancak Allah zulmü ve zalimleri sevmemektedir. Dolayısıyla zulme maruz kalmış bir müslüman şüphesiz hak ve hukukunu en güzel bir şekilde müdafa edecektir. Bundan dolayı mazluma zalim hakkında kötü söz söyleme hakkı tanınmıştır. 7. Kibir ُ ر الِكْب 582 (el-Kibr) lügatta, büyüme, büyük olma, büyüklenme manasına gelmektedir. (el-İstikbar) ise; büyüklenmek, inadından dolayı hakka boyun eymeyip direnmek, hakkı 583 kabul etmemek demektir. Kibrin ıstılâhî manası, kişinin kendisini başkasından daha hayırlı (üstün) görmesidir. Diat (aşağılık kompleksi) ise, kişinin kendisini başkalarından daha alçak 576 Yazır, a.g.e, III, 111. 577 Abdulfettah, a.g.e, I, 124. 578 el-Cevherî, a.g.e, I, 248. 579 en-Nesefî, a.g.e, I, 362. 580 Havva, a.g.e, II, 1218. 581 ez-Zemahşerî, a.g.e, I, 575. 582 İbn Manzûr, a.g.e, V, 126; Abdulfettah, a.g.e, II, 150. 583 Abdulfettah, a.g.e, II, 150. 114 (düşük) görmesidir. Bu iki aşırı uç yerilmiştir. Övgüye layık olan ise bu iki aşırı ucun 584 ortasıdır ki, o da tevâzu hali (mütevâzilik= alçak gönüllülük)’dir. Şeytana ait bir özellik olan kibir, onun Hz. Adem’e secde etmesini engellemişti. Cenab-ı Allah bunu Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtmektedir: َ ن َاٰبى َواْسَتْكَبَر َوَكاَن ِمَن اْلَكاِف۪ري َّْلۤ ِاْب۪ليَس ِْٰلَدَم َفَسَجُدۤوا ِا َوِاْذ ُقْلَنا ِلْلَملِٰۤئَكِة اْسُجُدوا “Ve o zaman meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik, hemen secde ettiler. Yalnız 585 İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.” Küfür ve inkârın en önemli sebebi kibirdir. Bunu Hz. Adem (a.s)‘ın kıssasında görmek mümkündür. Nitekim şeytanın kibrinden dolayı isyanından sonra, inkâr ve isyan 586 edenlerin çoğu kibir nedeniyle isyan etmişlerdir. Başka bir ayet-i kerimede Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurmaktadır: َهلل َيْعَلُم َما ُيِس روَن َوَما ه َّن ا ْْٰلِخَرِة ُقُلوبُُهْم ُمْنِكَرة َوُهْم ُمْسَتْكِبُروَن . َْل َجَرَم اَ ُيْؤِمنُوَن ِبا َّل۪ذيَن َْل ِاٰلُهُكْم ِاٰل ه َواِح د َفا َ ن ُنوَن ِانَُّه َْل يُِح ب اْلُمْسَتْكِب۪ري يُْعِل “İlâhınız bir tek ilâhtır. Bununla beraber ahirete inanmayanların kalbleri inkârcı, kendileri de böbürlenen kimselerdir. Şüphesiz ki Allah, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Doğrusu Allah, kendilerini büyük görüp hakkı kabul etmeyenleri 587 sevmez.” 8. Kendini Beğenmek ve Övünmek Genel olarak lügat sahiplerinin görüşü şöyledir: Arapça’da kendini beğenmek, övünmekle ilgili şu terimleri bulmamız mümkündür. Kibir, istikbâr, fahr, iftihâr, tefâhûr, hayl, huyele, ihtiyâl, ucub. Ve genel olarak bu kelimelerin aralarında nuans farkı olmasına 588 rağmen, bu kelimeler, lügatta övünme kendini beğenme gibi manalara gelmektedir. Istılâhî manası, bir takım menkıbeler sayarak (uydurarak) insanlar üzerinde 589 üstünlük taslamak demektir. 584 et-Tehânevî, a.g.e, II, 1358. 585 el-Bakara 2/34. 586 Tekkeşin, Zübeyir, “Kibir” Şamil İslam Ansiklopedisi, IV, 351. 587 en-Nahl 16/22-23. 588 Bkz. İbn Manzûr, a.g.e, V/48-49; Enîs, a.g.e, I, 266; II, 676-677; Abdulfettah, a.g.e, I, 218; II, 73. 589 el-Cürcânî, a.g.e, s. 139. 115 Övünme karşılığında kullanılan Arapça fahr ve aynı kökten türeyen iftihar kelimeleri "bir kimsenin, mal ve mevki gibi kendi varlık bütünlüğünün dışındaki değerlere ve imkanlara sahip olduğu için kendini övmesi" veya "kişinin kendisinde yahut ailesinde bulunan üstünlükler, şan ve şeref dolayısıyla övünmesi, böbürlenmesi" şeklinde tanımlanır. Yine aynı kökten tefâhür "iki yahut daha çok kimsenin övünme yarışına girişmesi", mütahare "bir kimsenin üstünlük ve meziyetlerini sıralayarak bunlarda başkasıyla üstünlük 590 yarışı yapması" anlamına gelmektedir. İnsanın kendisini ne Allah'ın huzurunda, ne de başkalarının yanında övmesi, Kur'ân ahlâkına uygun değildir. Kendisini övmek doğru olmadığı gibi, yüzüne karşı başkasını övmek o insanı gurura sevk edeceğinden doğru değildir. Kişinin kendisini övmesi, kendini beğenmekten, başkaları yanında maddî ve manevî çıkar sağlama çabasından ileri geldiği gibi, yüzüne karşı başkalarını övmek de yine çıkar sağlama hevesinden doğar. Birincisine kendini beğenme, ikincisine dalkavuk denilir ki her ikisi de kötüdür. Ama hiçbir menfaat 591 duygusu olmadan birine karşı sevgi ve düşüncesini belirtmekte bir sakınca yoktur. Konumuzla ilgili ayetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ُتْشِرُكوا ِب۪ه َشْيـ ًا َوِباْلَواِلَدْيِن ِاْحَساًنا َوِبِذي اْلُقْرٰبى َواْلَيَتاٰمى َواْلَمَسا۪كيِن َواْلَجاِر ِذي اْلُقْرٰبى َواْلَجاِر َهلل َوَْل ه َواْعُبُدوا ا َهلل َْل يُِح ب َمْن َكاَن ُمْخَ تاًْل َفُخوًرا ه َّن ا َّس۪بيِل َوَما َمَلَكْت اَْيَمانُُكْم ِا َّصاِحِب ِباْلَجْنِب َواْبِن ال ُنِب َوال اْلُج “Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen 592 ve övünen kimseyi sevmez.” Allahü Teâlâ ayet-i kerimeye “Allah’a ibadet edin” diye başlıyor ki, Fahruddin er- Râzî’nin İbn Abbas (r.a)’den rivayet ettiğine göre bunun manası, “Allah’ı birleyiniz, 593 tevhid dinine giriniz” demektir. Ancak Râzî, ibadeti tarif ederek buradaki “Allah’a ibadet edin” cümlesini sadece tevhide tahsis etmenin doğru olmayacağını iddia etmektedir. Ve Râzî’ye göre ibadetin tanımı şöyledir: İbadet, sadece Allah emrettiği için bazı fiilleri yapmak veya terk etmektir. Bunun içine hem kalbî ameller girer, hem bedensel ameller 594 girer. 590 Çağrıcı, Mustafa, “Övünme” D.İ.A, İstanbul, 2007, XXXIV, 103. 591 Ateş, Süleyman, “Övünme”. Kur’an Ansiklopedisi, XVI, 500. 592 en-Nisâ 4/36. 593 er-Râzî, a.g.e, X, 76. 594 er-Râzî, a.g.e, X, 77. 116 İbadet yani kulluk, Allah’ın azametinin karşısında kendi irâdesiyle tezellül etmek demektir. Bunu sadece Allah için yapmalıdır. İhlasa bürünmelidir. Zira Kur’an başka ayetlerde de ihlasa dikkati çekmektedir: ِّيَمة َّزٰكوَ ة َوٰذِلَك ۪ديُن اْلَق ُتوا ال ُيْؤ َّصٰلوَة َو ّ۪ديَن ُحَنَفاَۤء َويُ۪قيُموا ال َهلل ُمْخِل۪صيَن َلُه ال ه َّْل ِلَيْعُبُدوا ا َوَماۤ اُِمُرۤوا ِا “Halbuki onlar, dini sadece Allah'a tahsis ederek, Allah'ı birleyerek, ancak Allah'a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekatı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.” (el-Beyyine 98/5) Eğer kulluk sadece Allah için yapılmazsa şirk olur. Çünkü şirk üç mertebedir : a-) İlâhlıkta ortak koşmak b-) Fiillerinde ortak koşmak c-) İbadette ortak koşmak olan riyakârlıktır. İşte ayet ve hadislerin, haramlılığı üzerinde durduğu kısım budur. Bu kısım 595 kişinin amellerini bozar. Gizlidir, her cahil onu bilemez. Allah insanlara ibadet (tevhid) ile emrettikten sonra, tevhidin zıddı olan şirkten sakındırıyor. Yani öyle muvahhidler olun ki, imanınıza hiçbir şirk karışmasın. Allah’a (c.c) öyle iman edin ki, imanınız her türlü şirkten tamamen arınmış olsun. Daha sonra başta anne baba olmak üzere dokuz sınıf insana iyilik yapılmasını emretmektedir. Ayet Allah’ın kibirlenen ve övünenleri sevmediğini hatırlatarak, sanki gurur ve kibrinize kapılarak, Allah’a kul olmaktan ve diğer vecibeleri yerine getirmekten geri kalmayın demektedir. İkinci ayet-i kerimede ise Allah Teâlâ, Lokman (a.s)’ın oğluna nasihati esnasında yapmış olduğu tavsileri zikrederken kibirlenmemesi gerektiğini söylediğini şöyle haber vermektedir: َّل ُمْخَتاٍل َفُخورٍ َهلل َْل يُِح ب ُك ه َّن ا َّدَك ِللنَّاِس َوَْل َتْمِش ِفي اْْلَْرِض َمَرًحا ِا ِّعْر َخ َوَْل تَُص "Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla 596 yürüme. Çünkü Allah, kendini beğenmiş övüngen kimseleri asla sevmez. Ayetteki ُالَصَعر (es-sa’r), lügatta, Cevherî’ye göre, özellikle yanağı eymek, 597 bükmek, ََّعر .sa’ara) ise kibrinden dolayı yanağını büktü anlamındadır) َص İbn Manzûr’a göre, es-sa’r, yüzü çevirmek, anlamına geldiği gibi, bu yanağı bükmek manasına da gelir. Bu durum insanda ve deve kuşlarında bir huy olabilir. Ve yine denildi ki, boynu bükmek 598 ve yüzü bir tarafa meylettirmektir. İbrahim Ahmed Abdulfettah’a göre ise, huy veya bir 595 Arslan, a.g.e, III, 348-349. 596 Lokman 31/18. 597 el-Cevherî, a.g.e, II, 19. 598 İbn Manzûr, a.g.e, IV, 456. 117 hastalıktan dolayı yüzü bükmek, ر َ َّع sa’ara) ise, kibrinden dolayı insanlardan yüz) َص 599 çevirmek için yanağını bükmektir ki, insanlara karşı büyüklenmekten kinayedir. Ayetteki ح ُ merah) kelimesinin lügat manası ise, şiddetli sevinç ve) الَمَر 600 heyecan, haddi aşarak vakar ehline yakışmayacak şekilde sevince boğulmak 601 demektir. Lokman (a.s)’ın oğluna yapmış olduğu nasihatlar arasında geçen bu ayette de Allah Teâlâ kendini beğenen ve övünenleri sevmediğini beyan etmektedir. Konumuzla ilgili üçüncü ayet-i kerime ise şöyledir: ٍ ر َّل ُمْخَتاٍل َفُخو ههللُ َْل يُِح ب ُك ِلَكْيََل َتْاَسْوا َعٰلى َما َفاَتُكْم َوَْل َتْفَرُحوا ِبَماۤ ٰاٰتيُكْم َوا “Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle 602 şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” Ayetin başındaki "lâm", sözün başlangıcının, sonu için bir sebeb kılındığını ifade etmektedir. Bu tıpkı senin şu sözün gibidir: "Seni dövmek için kalktım." Çünkü buradaki lâm, ayağa kalkmanın, dövmenin bir sebebi olduğunu ifade etmektedir. Ayette de böyledir. Çünkü Allah Teâlâ, bu şeylerin, kaza ve kader ile olup, değişmeyen bir kitabta (yazgıda) bulunduklarını haber vermesinin, insanın meydana gelen şeye karşı sevinip şımarmasının aşırı olmamasını; meydana gelmeyen şeyden dolayı da üzüntüsünün çok şiddetli olmamasını gerektirdiğini beyan etmiştir. Ehl-i sünnete göre vukua gelen her şeyin vaki 603 olması, vukua gelmeyen her şeyin ise vaki olmaması kesindir. “Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez” ayeti hakkında ez- Zemahşerî şöyle demektedir: “Çünkü, kim dünyalık bir nimet için aşırı derece sevinirse onu kendi nefsinde büyütür. Bu da onu kendini beğenmeye, kibirlenmeye ve insanlara 604 karşı büyüklenmeye götürür.” Bu üç ayet-i kerimeye bakıldığı zaman görülür ki, “Allah övünenleri ve kibirlenenleri sevmez” kelamından önce, Allah başta kendisini birleyip O’na hakiki manada kul olmayı, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamayı, daha sonra da bazı ibadet ve taatı emretmektedir. Sanki, kibir ve gururunuza kapılarak, Allah’ı inkâr etmeye ve O’na eş ve 599 Abdulfettah, a.g.e, I, 376. 600 el-Cevherî, a.g.e, II, 531. 601 Abdulfettah, a.g.e, II, 222. 602 el-Hadid 57/23. 603 er-Râzî, a.g.e, XXIX, 207. 604 ez-Zemâhşerî, a.g.e, IV, 66. 118 ortaklar edinmeye veya Allah’ın emir ve yasaklarına boyun eymemeye ya da bu amelleri ben yaptım diye boş kuruntulara kapılmaya kalkışmayın buyurmaktadır. Ayrıca iki ayette bu cümleden hemen sonra cimriler ve cimriliği emredenler zem edilmektedir. 9. Günahta Israr Etmek Ehl-i Sünnet itikadına göre peygamberler dışında hiç kimse masum değildir. Dolayısıyla herkes hata eder, günah işleyebilir. Önemli olan hiç günah işlememek değil, günahta ısrar etmeyip, kulun hemen Mevlâ’ya iltica edip tevbe etmesi ve bir daha o günaha 605 dönmemesidir. Yüce Allah (c.c), tevbe edenleri çok sevdiği gibi, günahta ısrar ederek, günaha devam eden, günah işlemeyi normal karşılar haline gelerek günah ve inkârda direnenleri sevmediğini şu ayet ile bildirmektedir: َا۪ثيمٍ َّفاٍر َّل َك ههللُ َْل يُِح ب ُك َّصَدَقاِت َوا ِّرٰبوا َويُْرِبي ال ههللُ ال َيْمَحُق ا “Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda 606 direnen hiç kimseyi sevmez.” Ayette geçen الِربا (er-ribâ) lügatta, artmak, gelişmek, büyümek manasına 607 gelmektedir. Türkçeye faiz olarak geçen ribânın ıstılâhî manası, borç verilen bir parayı veya malı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade tanıyıp bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri 608 almanın veya bu şekilde alınan fazlalığın adıdır. Mevlâ Teâlâ bu ayette, zengini daha zengin, fakiri daha fakir haline getiren, küresel şer odakların madur, mazlum ve müstaz’af olan insanları sömürü aracı olarak kullandıkları, enflasyon belasını tetikleyek iktisadi hayatı altüst eden ve İslam’ın şirkten sonra en büyük günah saydığı faizi mahvettiğini, kendi rızâsı için verilen sadakaları artıracağını beyan ettikten sonra küfür ve günahta ısrarcı olan bütün insanları sevmediğini haber vermektedir. 609 Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de bu ayet ve diğer ayetlerde faizi yasaklarken, 610 611 birçok ayette Allah yolunda infak etmeyi, sadaka ve zekat vermeyi, karz-ı hasende 605 el-Bakara 2/222. 606 el-Bakara 2/276. 607 İbn Manzûr, a.g.e, XIV, 304. 608 Özsoy, İsmail, “Faiz” D.İ.A, 1995, İstanbul, XII, 110. 609 Bkz. el-Bakara 2/275-276-276-278; Âl-i İmrân 3/130; en-Nisâ 4/161; er-Rum 30/39. 610 Bkz. el-Bakara 2/195-254-267. 611 Bkz. el-Bakara 2/43. 119 612 bulunmayı (borç para vermeyi) emir veya tasiye ederek Müslümanlar arasındaki mali ilişkileri çıkar ve menfaat esasına göre değil, bilakis, Allah rızâsı üzerine tanzim edilmesini istemiştir. Aynı zamanda Müslümanlar arasındaki haksız kazançları önlemiş ve mal güvenliğini, dolayısıyla da iktisadi hayatı belli bir düzene sokmuştur. İslam dini faizi kesinlikle yasaklamış ve faizle iştigal etmenin hem dünyada hem de ahirette zararlı olduğu açık bir şekilde anlatılmıştır. Bu gün bazı kimseler bu mevzuda tereddüde düşüyorlar, bir türlü akılları almıyor veya ermiyor. İslam’da faizin haram edilmesi, evvel emirde diğer haramlarda olduğu gibi bir imtihandır. Gerçek manada Müslüman olabilmemiz için kendi aleyhimize de olsa onu kabul edip uygulamak zorundayız. Diğer bir husus dünya çapında büyük iktisatçıların çoğu da faizi toplum için zararlı görmektedir. Bir Müslüman inkâr etmeksizin faiz alır veya verirse günahkâr olur, ama İslam’dan çıkmaz. İnkâr eden ise İslam’dan uzaklaşır. Elimizden geldiği nisbette 613 faizden kaçınalım. 10. İhânet ve Günahkârlık İhânet, bir şeyi terketmek, “hakk” lafzı ile kullanılırsa onu eksiltmek, “ahd” kelimesi ile gelirse, ifâ etmemek (yerine getirmemek), “emanet” ile de tam olarak edâ 614 etmemek anlamlarına gelmektedir. 615 Günahkar ise, nehyolunduğu (yasaklandığı) şeyi yapan veya kendisine helâl 616 olmayan bir fiili işleyen manasındadır. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: َا۪ثيًما َّواًنا َهلل َْل يُِح ب َمْن َكاَن َخ ه َّن ا َوَْل تَُجاِدْل َعِن الَّ۪ذيَن َيْخَتانُوَن اَْنُفَسُهْم ِا “Kendilerine hainlik edenleri savunma. Muhakkak Allah hain günahkârları 617 sevmez.” el-Keşşâf sahibi Zemahşerî’ye göre, “kendilerine hainlik edenler”den murat, “günah işleyerek kendi kendilerine hıyanetlik edenlerdir.” Bunun misali Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: َّنُكْم ُكْنُتْم َتْخَتانُوَن اَْنُفَسُكم َا ههللُ Allah sizin kendinize hiyanetlik (kötülük) ettiğinizi“ َعِلَم ا 612 Bkz. el-Bakara 2/245; el-Hadîd 57/11. 613 Özek ve diğerleri, a.g.e, s. 46. 614 Abdülfettah, a.g.e, I, 214-215. 615 Abdülfettah, a.g.e, I, 7. 616 İbn Manzûr , a.g.e, XII, 5. 617 en-Nisâ 4/107. 120 bildi.” (el-Bakara, 2/187) Görüldüğü gibi, günahkârların günahı kendi kendilerine yapılmış bir zulüm olarak gösterildiği gibi aynı şekilde bir hıyanetlik (kötülük) olarak da 618 zikredildi. Çünkü yapmış oldukları günahların zararı kendilerine dönüyor. Yine ayetteki اَ۪ثيًما (Esîmen) kelimesi de mübalağa sığasında (kalıbında) olup çok günah işleyen manasındadır. Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, gerek Yaradan’ına karşı, gerek kendi nefsine karşı ve gerekse başkalarına veya herhangi bir şeye karşı ihanet edenleri ve bu ihaneti alışkanlık ve de meslek haline getirenlerle, şerîatin yasakladığı günahlara dalıp, günah çukuruna dalıp gidenleri, günahı ve günah işlemeyi mutad hale getiren her günahkarı sevmediğini, dolayısıyla Müslümanların hainlik ve günah hususunda son derece dikkatli olmaları gerektiğini bildirmektedir. Konumuzla ilgili başka ayetler ise şöyledir: َهلل َْل يُِح ب اْلَخاِۤئ۪نينَ ه َّن ا َّن ِمْن َقْوٍم ِخَياَنًة َفاْنِبْذ ِاَلْيِهْم َعٰلى َسَواٍۤء ِا َّما َتَخاَف َوِا “(Anlaşma yaptığın) bir kavmin hâinlik yapmasından (ahdini bozmasından) korkarsan, sen de hak ve adaletle (onlarla yaptığın ahdi) onların üzerine at. Çünkü Allah, 619 hâinleri sevmez.” 620 Ayette geçen َنْبذ (nebz) kelimesi lügatte bir şeyi elden atmak demektir. Istılâhî manası ise, bir devletin antlaşma yaptığı başka bir devletle ilişkilerini kestiğini haber verip 621 ilan etmesidir. İkinci ayet ise şöyledir: ٍ ر َّواٍن َكُفو َّل َخ َهلل َْل يُِح ب ُك ه َّن ا َّل۪ذيَن ٰاَمنُوا ِا َهلل يَُداِفُع َعِن ا ه َّن ا ِا “Şüphesiz Allah inananları savunur. Çünkü Allah hâin ve nankörlerin hiçbirini 622 sevmez.” Allah, Rasülünü (s.a.v) ve Müslümanları hâin ve günahkarları savunmaktan, onlar adına mücadele etmekten sakındrırken, bu ayette ise, iman edenleri bizzat kendisinin savunduğunu müjdelemektedir. 618 ez-Zemahşerî, a.g.e, I, 562. 619 el-Enfâl 8/58. 620 el-Cevherî, a.g.e, II, 578. 621 Yazır, a.g.e, IV, 246-247. 622 el-Hac 22/38. 121 11. Kasten Bir Mü’mini Öldürmek İslâm’a göre, bir insanın, malı, canı, dini, aklı ve nesli dokunulmazdır. Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek, bir insanı yaşatmak ise bütün insanları yaşatmak gibi 623 sayılmıştır. Bu insanın Müslüman olması bu dokunulmazlığı daha önemli kılmaktadır. Allah Teâlâ’nın râzı olmadığı (gazap ve lanet ettiği) amellerden birisi de teammüden insan öldürmektir. Ayet-i Kerime’de kâtil için çok ağır cezâların zikredildiği görülmektedir. O cezâlar uzun müddet (hulûd) Cehennemde kalma, Allah’ın gazap etmesi ve la’netlemesidir. Yüce Mevlâ (c.c) şöyle buyurmaktadır: َّد َلُه َعَذاًبا َع۪ظيًما َاَع ههللُ َعَلْيِه َوَلَعَنُه َو ُۨۤؤُه َجَهنَُّم َخاِلًدا ۪فيَها َوَغِضَب ا ِّمًدا َفَجَزا َوَمْن َيْقُتْل ُمؤْ ِمًنا ُمَتَع “Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir, 624 Allah ona gazabetmiş, ona lanet etmiş ve onun için büyük bir azâb hazırlamıştır.” Bu ayet-i celile Mikyes b. Sababe el-Kinânî’nin hakkında nazil olmuştur. Bu zat kardeşi Hişam’la beraber müslüman olmuşlardı. Sonra Hişam, Benî Neccâr mahallesinde ölü olarak bulundu. Mikyes Rasülüllah (s.av)’e gelip hadiseyi anlattı. Rasülüllah Benî Fahir kabilesinden bir kişiyi Benî Neccar’a gönderdi ve onlara dedi ki: Rasülüllah (s.a.v) size, eğer Hişam b. Sababe’nin kâtilini biliyorsanız onu kardeşi Mikyes’e verip o ondan kısasını alsın. Eğer kâtilin kim olduğunu bilmiyorsanız kardeşinin diyetini veriniz dedi. Onlar da biz onun kâtilini bilmiyoruz. Fakat ona diyetini veririz dediler. Mikyes’e yüz deve verdiler. Mikyes şeytana uyarak yolda elçiyi öldürüp develerle beraber Mekke’ye kaçtı. Tabi ki dininden de dönmüş oluyordu. İşte bu ayet onun hakkında 625 nazil oldu. İslâm ceza hukukuna göre bir müslümanı haksız yere ve bilerek öldüren kimsenin cezası kısas yani idamdır. Bunu affetme salahiyeti yalnızca maktülün ailesine aittir; bunlar isterlerse kısas yerine diyet talep ederler ve isterlerse her ikisini de bağışlarlar. Bu takdirde 626 devletin ta’zir yoluyla –daha hafif bir şekilde- cezalandırma salahiyeti vardır. 623 el-Mâide 5/32. 624 en-Nisâ 4/93. 625 Arslan, a.g.e, III, 431. 626 Özek ve diğerleri, a.g.e, s.92. 122 12. Savaştan Kaçmak İslam ve Allah düşmanları ile Allah için savaşmak (cihat etmek) Kur’an-ı Kerim’de sıkça emredilen ve en önemli farzlaradan biridir. Çünkü, yeryüzünde bütün zulümlerin bertaraf edilip İlâhî adaletin tecellisi ancak cihatla mümkündür. Böyle önemli bir farizanın ifasına iştirak etmemek veya savaş esnasında cepheyi terkedip kaçmak, Allah Teâlâ’nın gazabına uğramaya sebeptir. Ancak bu cepheyi terketme veya geri çekilme Osmanlı askerlerinin yaptığı gibi bir savaş taktiği gereği veya meşru bir sebepten dolayı ise, Allah onları bu gazabın dışında tutmaktadır. ِهلل َوَمْاٰويُه َجَه نَُّم َوِبْئَس اْلَم۪صيرُ ه ِّيًزا ِاٰلى ِفَئٍة َفَقْد َباَۤء ِبَغَضٍب ِمَن ا ِّرًفا ِلِقَتاٍل اَْو ُمَتَح َّْل ُمَتَح ّلِهْم َيْوَمِئٍذ ُدبَُره ِا ِ ُيَو َوَمْن “Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah’ın gazabı 627 ile döner, onun yeri de cehennemdir. O ne kötü bir varılacak yerdir.” Aslında bu ayet ile teammüden insan öldürme ayeti arasında yakın bir alaka vardır. Çünkü, bir kişi veya kişilerin cepheden kaçması demek, geride kalanların daha fazla şehit olması ve bütün Müslümanların din, can, mal, nesil ve akıl güvenliklerinin tehlikeye girmesi demektir. Dolayısıyla bu kötü neticeye sebebiyet vermesinden dolayı Allah onlara gazap etmiş ve ahiretteki yerlerinin cehennem olduğunu bildirmiştir. 13. Allah’ın Ayetleri Hakkında Delilsiz İleri Geri Tartışmak Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah’ın ayetleri hakkında hiçbir delil olmadan, ilmî bir birikim elde etmeden, sadece kendi kafasına daha doğrusu hevâ ve heveslerine uyarak konuşanlar, bunları yorumlamaya kalkışanlar ve ayetler konusunda rastgele ileri geri tartışanların hem Allah tarafından hem Mü’minler tarafından büyük bir makta (gazaba) uğratılacakları şöyle belirtilmektedir: ِّل َقْلِب ههللُ َعٰلى ُك ُنوا َكٰذِلَك َيْطَبُع ا ِهلل َوِعْنَد الَّ۪ذيَن ٰاَم ه َاٰتيُهْم َكُبَر َمْقًتا ِعْنَد ا ِهلل ِبَغْيِر ُسْلَطاٍن ه َا َّل۪ذيَن يَُجاِدلُوَن ۪فۤي ٰاَياِت ا َّبارٍ ِّبٍر َج ُمَتَك Onlar, kendilerine gelmiş bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücadele ederler. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında büyük bir buğzu gerektirir. İşte 628 Allah, her böbürlenen zorbanın kalbini öyle bir tabiat ile mühürler. 627 el-Enfâl 8/16. 123 14. Yapılmayacak Şeyleri Söylemek Müslüman; özü sözü bir, söylemi ile eylemi aynı olan, hem fikir hem aksiyon sahibi, son derece idealist ve ideali için her fedakar ve cefakarlığa hazır insandır. Onun idealleri sadece dilde ve söylemde kalmaz, aynı zamanda eyleme de dönüşür. O kâl (söylem) adamı değil, hâl adamıdır. Kalbi ile sözü, sözü ile fiili uyum içindedir. Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: َ ن ِهلل اَْن َتُقولُوا َما َْل َ تْفَعُلو ه َياۤ ا َيَها الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا ِلَم َتُقولُوَن َما َْل َتْفَعُلوَن َكُبَر َمْقًتا ِعْنَد ا “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınızı 629 söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza sebeb olur.” 15. Allah ve Rasûlünü İncitmek Allah Teâlâ’nın râzı olmadığı (la’netlediği) amellerden birisi de Allah (c.c) ve Rasûlünü incitmektir. Allah'a eziyet tabiri mecazdır. Allah hakkında uygun olmayan söz söyleyen veyahut Allah'ın râzı olmayacağı fiiller yapan veya Allah'ın sevdiği kullarına eziyet eden demektir. Allah onları lanetlemiş, rahmetinin alanından uzaklaştırmış. Dünyada da ahirette de. Dünyada mel’unlukları hayır ve doğru yoldan mahrumiyetleridir. Ve onlara hakir kılıcı, 630 zelil edici bir azab hazırlamıştır. َّد َلُهْم َعَذاًبا ُم۪هيًنا َاَع ْْٰلِخَرِة َو ههللُ ِفي ال دْنَيا َوا َهلل َوَرُسوَلُه َلَعَنُهُم ا ه َّل۪ذيَن يُْؤُذوَن ا َّن ا ِا “Şüphesiz ki Allah'a ve Resulü'ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem 631 ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.” Bunların özellikle, “Üzeyir Allah’ın oğludur, Allah’ın eli bağlıdır, Allah fakir biz zenginiz” diyen yahudiler; “Mesih, Allah’ın oğludur, o üçün üçüncüsüdür” diyen Hıristiyanlar; “Melekler, Allah’ın kızlarıdır, putlar onların ortaklarıdır” diyen müşrikler 632 olduğu söylenmiştir. 628 Gâfir (el-Mü’min) 40/35. 629 es-Saf 61/2-3. 630 Yazır, a.g.e, VI, 334. 631 el-Ahzâb 33/57. 632 Özek ve diğerleri, a,g,e, s. 425. 124 16. Allah’ın Delillerini ve Hidayetini Gizlemek Allah’ın delillerini ve hidâyetini gizlemek ifadesinde kitmân kelimesinin fiili 633 kullanılmıştır. Kitmân ise, ilan etmek kelimesinin zıddıdır. Gizlemek, açığa 634 çıkarmamak anlamına gelir. Kâdî şöyle demiştir: Bir şeyin açıklanmasına ihtiyaç olması ve onun açığa kavuşması gerekli olması durumunda, onun gizlenmesine “kitmân” denilir. Bunun dışında kitmân sayılmaz. Allah’ın indirdiği açık delillere ve hidayete insanların ihtiyacının çok olması sebebiyle, bunları bildiği halde açıklamayan kimse “kitmân” 635 vasfıyla damgalanır. İşte bu kimseler hakkında Yüce Mevlâ (c.c) şöyle buyurmaktadır: ُنُهُم ههللُ َوَيْلَع ُنُهُم ا ِٰۤئَك َيْلَع َّينَّاُه ِللنَّاِس ِفي اْلِكَتاِب اُۨول ِّيَناِت َواْلُهٰدى ِمْن َبْعِد َما َب َاْنَزْلَنا ِمَن اْلَب َّل۪ذيَن َيْكُتُموَن َماۤ َّن ا ِا َ ن ُنو ََّلِع ال “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet 636 edebilecek olanlar da lanet ederler.” Bu ayetin sebeb-i nüzûlü hakkında şöyle denilmiştir: Ensar'dan bir topluluk, Yahudilere Peygamberimiz'in Tevrat'taki vasıflarını ve hükümle ilgili bazı âyetleri sormuşlardı. Yahudiler gizlediler, söylemediler. Onun üzerine bu âyet inmiştir. İbn Abbas, Mücahid, Hasan, Katade, Rebi', Süddî ve Asam'dan bunun gerek Yahudi ve gerekse Hıristiyan Kitap ehli âlimleri hakkında indiği de rivayet edilmiştir. Fakat sebebin özel oluşu, hükmün genel olmasına mani olmayacağından, âyetin hükmü; din işleriyle ilgili olarak bildiği herhangi bir gerçeği gizleyip, söylemeyenlerin 637 hepsini içine almaktadır. Ayette geçen “lanet ediciler”den maksat, şu ayette bildirilen, melekler, peygamberler ve salihlerdir: َ م۪عينَ َاْج َّناِس ِهلل َواْلَملِٰۤئَكِة َوال ه ِٰۤئَك َعَلْيِهْم َلْعَنُة ا َّفا ر اُۨول َّن الَّ۪ذيَن َكَفُروا َوَماتُوا َوُهْم ُك ِا 633 İbn Manzûr, a.g.e, XII, 506. 634 Abdulfettah, a.g.e, II, 154. 635 er-Râzî, a.g.e, IV, 148. 636 el-Bakara 2/159. 637 Yazır, a.g.e, I, 461. 125 “Ama âyetlerimizi inkar etmiş ve kâfir olarak can vermiş olanlara gelince, işte 638 Allah'ın laneti, meleklerin laneti ve insanların laneti hep onların üzerine olsun.” 17. Namuslu Kadınlara İftira Etmek İslâm Dininde herkesin canı, malı, aklı, nesli ve namusunun dokunulmaz olduğu daha önce belirtilmişti. Namus konusunda kadınlara özel önem veren İslâm, namussuzluk 639 ve iffetsizliğe gidecek bütün yolları kapamış (sedd-i zerâî), fâillerine ağır cezâlar 640 koymuştur. Aynı zamanda kadınlara zinâ iftirasında bulunanlara, ispat edememeleri durumunda seksen deynek vurulmasını, ebedi olarak şahitliklerinin kabul edilmemesini 641 emretmiştir. Ayrıca onları fâsık ilan etmiştir. Onların cezâsı bununla da bitmiyor. Dünya ve ahirette kendilerine la’net edileceği, onlar için çok büyük bir azabın olduğu şu ayet ile bildirilmektedir: ْْٰلِخَرِة َوَلُهْم َعَذا ب َع۪ظي م َّن الَّ۪ذيَن َيْرُموَن اْلُمْحَصَناِت اْلَغاِفََلِت اْلُمْؤِمَناِت لُِعنُوا ِفي ال دْنَيا َوا ِا “Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, 642 dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azab vardır.” Ayette geçen اْلُمْحَصَناِت (el-muhsanat) kelimesi, el-muhsine kelimesinin cem’ı 643 (çoğulu) dir. İffetli, evli ve kocası tarafından korunmuş kadınlar demektir. 18. Allah’a Yalan İftira Etmek Kur’ân-ı Kerim Cenâb-ı Hakk’a karşı iftirada, muhalif iddialarda bulunanların ve insanları hak yolundan men etmeye çalışanların en zalim ve yalancı olduklarının şahadetle sabit olduğunu ve lanete uğramış kimseler bulunduklarını gözler önüne seriyor. Bu gibi şahısların âciz, yardımlaşmadan, görüp işitmek kuvvetinden mahrum kalacaklarını ve kat kat azaba uğrayacaklarını, nefislerini zararlara sokmuş, âhirette de en büyük felâketlere 644 uğramış olacaklarını hatırlatmaktadır. 638 el-Bakara 2/161 639 el-İsrâ 17/32. 640 en-Nûr 24/2. 641 en-Nûr 24/4. 642 en-Nûr 24/23. 643 el-Cevherî, a.g.e, I, 308. 644 Bilmen, a.g.e, III, 1457. 126 Hak Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َاَْل ِبِّهْم ُۨؤَْلِۤء الَّ۪ذيَن َكَذبُوا َعٰلى َر ٰۤه ّبِهْم َوَيُقوُل اْْلَْشَهاُد ِ ُيْعَرُضوَن َعٰلى َر ِٰۤئَك ِهلل َكِذًبا اُۨول ه َّمِن اْفَتٰرى َعَلى ا َاْظَلُم ِم ْ ن َوَم َّظاِل۪مينَ ِهلل َعَلى ال ه َلْعَنُة ا “Üstelik bir yalanı Allah'a iftira edenden daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerinin huzuruna arzolunacaklar, şahitler de şöyle diyecekler : "İşte bunlar Rablerine 645 karşı yalan söyleyenlerdir". İyi bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.” Zulüm kelimesinin hem lügat, hem de ıstılâh manası daha önce geçmişti. Zulmün tarifi şöyle de yapılmıştır: Zulm, terim olarak “belirlenmiş sınırları çiğneme, haktan bâtıla sapma, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara sokma, rızâsını almadan birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma, zorbalık”, özellikle de “güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulama” gibi anlamlarda kullanılır. Kur’an’da zulüm hem itikada hem ahlâk ve hukukta doğru, gerçek, meşrû ve âdil olandan sapmayı ifade edecek şekilde kullanılmıştır; bu kullanımda Câhiliye döneminin belirtilen inanç ve ahlâk zihniyetini 646 tamamıyla reddetme maksadının bulunduğu açıktır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim kıyamet günü bir münâdinin “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun” diye bağıracağını şu ayet ile bize haber vermektedir: ُلوا َنَعْم ًّقا َقا ًّقا َفَهْل َوَجْدتُْم َما َوَعَد َر ب ُكْم َح َّناِر اَْن َقْد َوَجْدَنا َما َوَعَدَنا َر بَنا َح َاْصَحاَب ال َاْصَحاُب اْلَجنَِّة ٰ دۤى َوَنا ِهلل َعَلى الظَّاِل۪مينَ ه ِّذ ن َبْيَنُهْم اَْن َلْعَنُة ا َّذَن ُمَؤ َفَا “Cennet ehli, cehennem ehline: "Rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar da "evet" derler. Bunun üzerine aralarında bir çağırıcı şöyle seslenir: "Allah'ın laneti zalimler üzerine 647 olsun.” İbn Abbas (r.a) burada zikredilen münâdanın, sura üfleyecek olan İsrâfil olduğunu 648 söylemiştir. Kıyamet gününde zalimlere lanet edileceği ayrıca şu ayet-i kerime ile de bildirilmektedir: 645 Hûd 11/18. 646 Çağrıcı, Mustafa, “Zulüm,” D.İ.A, XLIV, 507-508. 647 el-A’raf 7/44. 648 Bkz. er-Râzî, a.g.e, XIV, 70. 127 ِ ر َّدا ْ م ُسۤوُء ال َّلْعَنُة َوَلُه ُتُهْم َوَلُهُم ال َّظاِل۪ميَن َمْعِذَر َيْوَم َْل َيْنَفُع ال “O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Onlara lanet vardır, onlara yurdun 649 kötüsü (cehennem) vardır.” 19. Ahdini Bozmak, Bağları Koparmak ُ د el-Ahdü), sözlükte, eman (güven), ant, söz, zimmet, koruma, vasiyet) الَعْه manalarına gelmektedir. Mesela, sen şöyle dersin: “Allah’a ahd olsun ki, şu işi mutlaka 650 yapacağım.” Kişinin hem yaradanına, hem kendisine ve hem de başkalarına karşı vermiş olduğu ahitleri ve vaadleri yerine getirmemesi, Allah’ın emrettiği başta akrabalık olmak üzere bütün bağları koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlara da la’net edileceği şu ayet ile haber verilmektedir: َّلْعَنُة ِٰۤئَك َلُهُم ال ۪ۤه اَْن ُيوَصَل َويُْفِسُدوَن ِفي اْْلَْرِض اُۨول ههللُ ِب ِهلل ِمْن َبْعِد ۪ميَثاِقه۪ َوَيْقَطُعوَن َماۤ اََمَر ا ه َوالَّ۪ذيَن َيْنُقُضوَن َعْهَد ا َّدارِ َوَلُهْم ُسۤوُء ال “Allah'ın ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler varya, işte lanet olsun 651 onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.” Bu ayet-i celilede laneti hak etmiş olan kâfirlerin üç sıfatı beyan edilmektedir: Birincisi, kâfirler Allah’a verdikleri sözü kuvvetlice pekiştirdikten sonra bozarlar. "Allah'ın ahdini bozanlar..." Mukatil'den nakledilmiş olduğuna göre, bu âyet ehl-i kitap hakkında nazil olmuştur. Çünkü Hz. Musa'ya verdikleri misaktan sonra ahdi bozanlar onlardır. Bununla beraber nüzul sebebinin özel olması, âyetin hükmünün genel olmasına 652 engel değildir. İkincisi, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparırlar. 649 Gâfir (el-Mü’min) 40/51. 650 el-Cevherî, a.g.e, II, 227. 651 er-Ra’d 13/25. 652 Yazır, a.g.e, V, 143. 128 Meselâ: Yüce Peygamberlerin aralarını ayırmayıp hepsini de tasdik ile yükümlü oldukları halde onların hepsini veya bir kısmını inkârda bulunurlar, akrabaların haklarına, 653 mü'minlerin hukukunu gözetmekle mükellef bulundukları halde bunları gözetmezler. Üçüncüsü ise, yeryüzünde fesad çıkarırlar. Yani küfür ve zulümle bozgunculuk yapar, şirkten ve dinsizlikten gelen örf ve adetleri uygulayarak fesat çıkarırlar. Allah’ın yoluna yönelenlere mâni olarak da bozgunculuk yaparlar. İşte onlar Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmış ve dünyanın kötü 654 akibetine hak kazanmış kimselerdir. el-Fesâd) kelimesi lügatta, salah (iyi olmak, düzelmek, faydalı ve uygun) الفساد 655 olmak)’ın tersidir. Terim olarak fesad, bir şeyin önce düzgün, düzenli ve yararlı iken, sonradan bu vasıflarını kaybederek değişmesi ve bozulması (kokuşması) gibi anlamlara gelir. Tersi, “salah”tır. Aynı şekilde fesad kökünden türeyen “mefsedet”in zıddı da 656 “maslahat”tır. Bu bilgiler ışığında modern çağımızdaki daha fazla kazanma hırsı ile yeryüzü ve hatta gökyüzündeki ekolojik dengeyi bozmak ve bazı canlıların geneteği ile oynayarak tabiattaki dengeyi bozarak, insaları, canlıları ve hatta kâinatı tehlikeye götürecek sözde bilimsel ve teknolojik bir takım çalışmaları da fesad olarak isimlendirmemiz gerekiyor. İşte bunlar da Allah’ın lanetine müstehak olanlardır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de lanetlenmiş ağaçtan (eş-şeceratü’l-mel’ûnetü) bahsedilmektedir ki, ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: َّشَجَرَة اْلَمْلُعوَنَة ِفي اْلُقْرٰاِن َّناِس َوال َّْل ِفْتَنًة ِلل ٍَ ِبالنَّاِس َوَما َجَعْلَنا ال رْءَيا الَّ۪تۤي ا ََرْيَناَك ِا َّبَك اََحا َّن َر َوِاْذ ُقْلَنا َلَك ِا ُطْغَياًنا َك۪بيًرا َّْل ِّوُفُهْم َفَما َي۪زيُدُهْم ِا َونَُخ “Vaktiyle sana şöyle vahyettiğimizi hatırla: "Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır." (İsrâ gecesi) sana açıkça gösterdiğimiz o temâşâyı ve Kur'ân'da lanet edilen ağacı da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Biz onları, korkutuyoruz, fakat bu 657 onlara ancak büyük bir taşkınlıktan başka bir sonuç vermiyor.” 653 Bilmen, a.g.e, III, 1646. 654 Arslan, a.g.e, VIII, 586-587. 655 İbn Manzûr, a.g.e, III, 335. 656 Apaydın, H. Yunus, “Fesâd” Şamil İslam Ansiklopedisi, II, 343. 657 el-İsra 17/60. 129 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERDE RIZ 130 I- HADİS Kur’ân’da olduğu gibi, hadis-i şeriflerde de Allah (c.c)’ın râzı olduğu/ sevdiği ve râzı olmadığı/ sevmediği bazı kişi ve ameller geçmektedir. A. HADİSLERDE ALLAH’IN RÂZI OLDUĞU BELİRTİLEN KİŞİ VE AMELLER Bir hadis-i şerifte Rasûlüllah (s.a.v) Allah’ın râzı olduğu ve râzı olmayıp gazap ettiği üç ameli şöyle beyan etmektedir. حدثني مالك عن سهيل بن أبي صالح عن أبيه عن أبي هريرة ان رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم قال ان اهلل يرضى لكم ثَلثا ويسخط لكم ثَلثا يرضى لكم ان تعبدوه وْل تشركوا به شيئا وأن تعتصموا بحبل اهلل جميعا وأن تناصحوا من وْله اهلل أمركم ويسخط لكم قيل وقال وإضاعة المال وكثرة السؤال Mâlik, Süheyl b. İbî Sâlih’den, o da babasından, o da Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir ki, Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: «Allah sizden üç hususta râzı olur ve üç hususta da size gazap eder. Sizin kendisine ibadet edip ona hiçbir ortak koşmamanızdan; toptan Kur’an-ı Kerim'e yapışmanızdan ve Allah'ın başınıza geçirdiği kişilere itaat etmeni- zde nrâzı olur. Dedikodu yapmanıza, malınızı gereksiz yerlere harcamanıza ve çok soru 658 sormanıza da gazab eder.” Görüldüğü gibi hadis-i şerifte zikredilen Allah’ın râzı olduğu amellerin birincisi, Allah’a kâmil bir iman ile inanıp, emir ve yasaklarına tam olarak riâyet ederek, O’na hakkıyla kul olmak ve hiçbir şeyi O’na şirk (eş, ortak) koşmamaktır. İkincisi; topluca Kur’ân-ı Kerim’e sarılmak ve kulluğu, O’na göre ve O’na uyarak yerine getirmektir. Üçüncüsü meşru olan ulu’l-emre ve diğer idarecilere itaat etmek, onlara âsî olmamaktır. Yüce Allah’ın râzı olduğu amellerden birisi de misvâk kullanmaktır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmaktadır: حدثنا ابو كامل عن حماد يعني تبن سلمة عن ابي عتيق عن ابيه حدثنا ابو بكر قال رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم السواك مطهرة للفم مرضاة للرب 658 Mâlik b. Enes, el-Muvatta, “Kelâm”, 56. 131 Ebû Kâmil bize şöyle dedi: Hammâd yani ibn Seleme, O da İbn Ebî Atîk’ten, O da baasından, O da Ebû Bekir Sıddık’tan rivâyet etmiştir ki, Rasûlüllah (s.a.v) şöyle 659 buyurmuştur: “ Misvâk kullanmak, ağzı temizler ve Rabbi râzı eder.” Allah Teâlâ’nın râzı olduğu/ sevdiği kulların ise, alış-verişinde ve diğer beşerî münasebetlerinde kendi enâniyeti ile değil, müsâmaha (hoş görü) ile hareket eden, diğer insanlarla uyum içerisinde olan kişiler olduğunu Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle haber vermiştir: وحدثني مالك عن يحيى بن سعيد انه سمع محمد بن المنكدر يقول أحب اهلل عبدا سمحا ان باع سمحا ان ابتاع سمحا ان قضى سمحا ان اقتضى Mâlik, Yahya b. Saîd’den naklen bana şöyle dedi. O Muhammed İbnü’l-Kender’i şöyle derken işitmiştir: “Allah, satarken, satın alırken, yargılarken ve yargılanırken 660 müsamaha (hoş görü) ile hareket eden kulu sever.” Allah (c.c) ın sevdiği başka bir kul, fakir ve yanında bakmakla yükümlü birçok ailesi olduğu halde, başkalarından bir şey talep etmeyen, başkalarına yük olmaktan son derece imtina eden, şahsiyet sahibi onurlu kişilerdir. Rasûl-i Ekrem bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: َّماُد ْبُن ِعيسى. حّدثنا ُموسى ْبُن ُعَبْيَدَ ة. أَْخَبَرِني اْلَقاِسـُم ْبـُن َمْهـَراَن َعـْن ِعْمـَراَن حّدثنا ُعَبْيُد اهلِل ْبُن يُوُسَف اْلُجَبْير ي . حّدثنا َح ِ ل ِّفَف، أََبا اْلِعَيا َّن اهلَل يُِح ب َعْبَدُه اْلُمْؤِمَن، اْلَفِقيَر، اْلُمَتَع َ رُسوُل اهلِل صلى اهلل عليه وسلم : ِإ ْبِن ُحَصْيٍن؛ َقا َل: َقاَل Ubeydullah b. Yusuf el-Cübeyrî, Hammâd b. Îsâ’dan, O da Musa b. Ubeyde’den, O da Kâsım b. Mehrân’dan, O da Imrân b. Husayn’den, Rasûllah (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etti: Allah, fakir ve ailesi çok olduğu halde başkalarından yardım 661 istemeyen kulunu sever. Başka bir hadis-i şerifte Allah Rasûlü (s.a.v) Allah’ın sevdiği kulu şu şekilde tarif etmektedir: حدثنا إسحاق بن إبراهيم وعباس بن عبدالعظيم قال حدثنا أبو بكر الحنفي. حدثنا بكير بن مسمار. حدثني عامر بن سعد قال: كان سعد بن أبي وقاص في إبله. فجاءه ابنه عمر. فلما رآه سعد قال: أعوذ باهلل من شر هذا الراكب. فنزل. فقال له: 659 el-Buhârî, “Savm”, 27. 660 Mâlik b. Enes el-Muvatta, “Kelâm”, 56. 661 İbn Mâce, “Zühd”, 5. 132 أنزلت في إبلك وغنمك وتركت الناس يتنازعون الملك بينهم؟ فضرب سعد في صدره فقال: اسكت. سمعت رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم يقول "إن اهلل يحب العبد التقي، الغني، الخفي." İshâk b. İbrahim ve Abbâs b. Abdulazîm bize anlattılar ki, Ebû Bekr el-Hanefî dedi ki, bize Bükeyr b. Mismâr şöyle anlattı. Âmir b. Sa’d şöyle dedi: Sa’d b. Ebî Vakkâs develerinin yanında iken, oğlu Ömer geldi. O oğlunu görünce “Atın üstündekinin şerrinden Allah’a sığınırım” dedi. Oğlu Ömer atından indi ve: “İnsanlar idâre konusunda kargaşa içerisinde iken, sen onları terk edip, deve ve koyunlarınla nasıl meşgul oluyorsun?” dedi. Sa’d onun göğsüne vurarak: “Sus. Ben Rasûlüllah (s.a.v)’i şöyle derken işittim: 662 Muhakkak ki, Allah takvâ sahibi, zengin ve kendisini göstermeyen kulu sever. Hadis-i şerifte zikrolunan Allah’ın sevdiği başka bir kişi, riyâdan uzak, görsünler ve duysunlar endişesi taşımayan, halkın kendisine itibâr edip değer vermediği, kalabalıklar içinde uzlet hayatı yaşayan, mutevâzi, gariban kimsedir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: َّرْحمِن، َعـْن َزْيـِد ْبـِن أَْسـَلَم، َعـْن حّدثنا َحْرَمَلُة ْبُن َيْحَيى. حّدثنا َعْبُد اهلِل ْبُن َوْهب. أَْخَبَرِني اْبُن َلِهَيعـَة َعـْن ِعيسـى اْبـِن َعْبـِد الـ ِّرَيـاِء ِشـْر ك. َّن َيِسـيَر ال أَِبيِه، َعْن ُعَمَر ْبِن اْلَخطَّاِب؛ قال؛ قال ُمَعاَذ ْبنَ َجَبلٍ . َسِمْعُت َرُسول اهلِل صلى اهلل عليـه وسـلم َيُقـوُل ))ِإ ُبوا، َلـْم يُْفَتَقـُدوا. َوِإْن ِذيَن ، ِإَذا َغـا َْخِفَيـاَء، الَـّ َْتِقَيـاَء ا َْبـَراَر ا َّن اهلَل يُِحـ ب ا ِ ة. ِإ َّن َمْن َعادى هلِل َولّيًا، َفَقْد َبـاَرَز اهلِل ِباْلُمَحاَرَبـ َوِإ ِّل َغْبَراَء ُمْظِلَمةٍ ُبُهْم َمَصاِبيُح اْلُهَدى. َيْخُرجوَن ِمْن ُك َحَضُروا، َلْم يُْعَرُفوا. ُقُلو Harmele b. Yahyâ bize anlattı. Abdullah b. Veheb dedi ki, bana İbn Lehîa, O da Îsâ b. Abdurrahman’dan, O da Zeyd b. Eslem’den, O da babasından, O da Ömer İbnü’l- Hattâb’tan rivâyet etti. Ömer İbnü’l-Hattâb Muâz b. Cebel’in “Rasûlüllah (s.a.v)’i şöyle buyururken işittiğini haber verdi: Riyânın küçüğü bile şirktir. Kim bir Allah dostuna düşman olursa, Allah’a savaş ilan etmiş olur. Muhakkak ki Allah, riyadan uzak, takvâ sahibi, iyi kulları sever. O kullar ki, bir yerde bulunmazlarsa, kimse farkında olmaz. Bir yerde bulunurlarsa kimse onları 663 tanımaz. Kalpleri hidâyet ışığıdır. Karanlıkların içerisinden çıkıp gelirler. Allah’ın râzı olup sevdiği başka güzel ahlak ise rıfk (yumuşak huyluluk) tır. Efendimiz (s.a.v) Allah’ın Rafîk olduğunu ve rıfk sahibi yumuşak huylu kişileri sevdiğini şu şekilde haber vermektedir: 662 Müslim, “Zühd”, 11. 663 İbn Mâce, “Zühd”, 5. 133 ِّي صـلى َْعَمِش، َعْن أَِبي َصاِ لٍح، َعْن أَِبي ُهَرْيـَرَة، َعـِن النَِّبـ َّياٍش َعِن ا َْيِل ي . حّدثنا أَبُو َبْكِر ْبُن َع حّدثنا ِإْسَماِعيُل ْبُن َحْفٍص ا ِّرْف َق َّن اهلَل َرِفي ق يُِح ب ال اهلل عليه وسلم َقا َل: ِإ İsmâil b. Hafs el-Eylî, Ebû Bekir Ayyaş’dan, O da, A’meş’ten, O da, Ebû Sâlih’ten, O da, Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir ki, Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: 664 Allah Rafîk’tir. Ve Rıfkı (yumuşak, hoş davranmayı) sever. Allah’ın, kendilerinden râzı olduğu belirtilen kişiler bahsinde geçtiği gibi Allah, 665 Muhâcir ve Ensâr’dan râzı olduğunu bildirmektedir. Aynı şekilde Ensâr’ı sevenleri, Allah’ın seveceğini, Ensâr’a buğzedenlere ise Allah’ın buğz edeceğini, hadis-i şerifinde Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz şöyle bildirmektedir: ْ ِبن َثاِبٍت، َعْن الَبَراِء ْبَن َعِاٍزب؛ َقا َل: ِّي َّدثَنا َوِكي ع، َعْن ُشْعَبَة، َعْن َعِد َّهلل . َقاَْل َ: َح َّمد، َوَعْمُرو ْبُن َعْبد ا َّدثَنا َعِلّي ْبُن ُمَح َح َّهلل َْنَصاَر أََبْغَضُه ا َّ هلل. َوَمْن أَْبَغَض ا َّبُه ا َْنَصاَر أََح َّب ْا َّهلل َعَلْيِه َوَسلم َمْن أََح َّ هلل َصلى ا - َقاَل َرُسول ا Ali b. Muhammed ve Amr b. Abdullah, Vekî’ den, O da Şu’be’den, O da Adiy b. Sabit’ten, O da Berrâ b. Âzib’ten rivâyet etmiştir ki, Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: Kim Ensâr’ı severse, Allah da onu sever. Ve kim Ensâr’a buğz ederse Allah’da ona 666 buğzeder. İslâm Dini, adalete çok önem vermiştir. Adaletin emredildiği ve âdil davrananları 667 Allah’ın sevdiği ayet-i kerimelerde belirtilmektedir. Adaletin idârecide bulunması ise, ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v), âdil hükümdarı, kıyamet günü Allah’a en sevimli ve en yakın, zâlim hükümdarın ise, en çok buğz ettiği ve kendisinden en uzak olacağını şu hadisinde bildirmektedir. حدثنا علي بن المنذر الكوفي حـدثنا علـي بـن فضـيل عـن فضـيل بـن مـرزوق عـن عطيـة عـن أبـي سـعيد قـال قـال رسـول اهلل صلى اهلل عليه وسلم إن أحب الناس إلى اهلل يوم القيامة وأدناهم منه مجلسا إمام عادل وأبغض الناس إلى اهلل وأبعدهم منـه مجلسا إمام جائر Alî İbnü’l-Münziri’l-Kûfî, Alî b. Fudayl’den, o da Fudayl b. Merzuk’tan, o da Atiyye’den, o da Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü Allah’a insanların en sevimlisi ve kendisine en yakın olanı 664 İbn Mâce, “Edeb”, 9. 665 Bkz. et-Tevbe 9/100. 666 İbn Mâce, “Mukaddeme”, 11. 667 Bkz. el-Mâide 5/8-42. 134 âdil hükümdardır. Allah’ın en çok kızdığı ve makam olarak kendisinden en uzak olanı ise 668 zâlim hükümdardır. Ashab-ı Kirâm’dan Abdullah (r.a) Hz. Peygamber (s.a.v)’ e hangi amelin Allah’a daha sevimli olduğunu sorması üzerine, Rasûlüllah (s.a.v) Allah’a en sevimli amelleri, vaktinde eda edilen namaz, anne babaya iyilik yapmak ve Allah (c.c) yolunda cihat etmek olduğunu şöyle beyan etmiştir: - حدثنا أبو الوليد هشام بن عبد الملك قال حدثنا شعبة قال الوليد بن العيزار أخبرني قال سمعت أبا عمرو الشيباني يقول حدثنا صاحب هذه الدار وأشار إلى دار عبد اهلل قال سألت النبي صلى اهلل عليه وسلم أي العمل أحب إلى اهلل قال الصَلة على وقتها قال ثم أي قال ثم بر الوالدين قال ثم أي قال الجهاد في سبيل اهلل Ebû Velîd Hişâm b. Abdilmelik dedi ki, Şu’be bize Velîdü’bni’l-Ayzer’in şöyle dediğini anlattı ki, Ebû Amr eş-Şeybânî’nin şöyle dediğini duydum. O Abdullah’ın evini gösterek dedi ki: Bu evin sahibi dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v)’e, “Hangi amel Allah’a daha sevimlidir?” diye sordum. Rasûlüllah (s.a.v): “Vaktinde kılınan namaz” dedi. “Sonra hangisidir?” dedim. “Anne-babaya iyilik yapmak” dedi. “Sonra hangisidir?” dedim. 669 “Allah yolunda cihat etmektir” buyurdu. Bu hadisi “İslâm Hâlik’ı ta’zîm ve mahlûka şefkatten ibârettir” şeklindeki tanıma uyarlarsak, hadiste belirtilen, Hâlik’a ta’zimin en üst derecesi olan namaz, Allah’a en sevimli amel olarak zikredilmiştir. Mahlûkatın içerisinde şefkate en layık olan anne babaya iyilik yapmak ise, ikinci sevimli amel şeklinde belirtilmiştir. Allah yolunda cihat etmek ise, Allah’a ta’zîmin ve mahlukata şefkatin bir neticesidir. Çünkü mücâhit, Allah’ın emrine uyarak, Allah’a karşı ta’zîmi îfâ ederken, insan ile İslâm arasındaki bütün perdeleri kaldırarak insanların hidayetine, dolayısıyla onların dünya ve ahiret saadetine nâil olmalarına vesile olması sebebiyle de mahlûkata olan şefkatini yerine getirmiş olmaktadır. Aynı şekilde Allah’a en sevimli orucun, birgün oruç tutan, birgün iftâr eden Hz. Dâvud (a.s) orucu, Allah’a en sevimli namazın ise, gecenin yarısında kalkarak namaz kılan ve gecenin altıda birinde uyuyan ve böylece gecenin üçte birini namaz kılarak geçiren Hz. Dâvud (a.s) ın namazı olduğunu Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle haber vermektedir: حدثنا قتيبة بن سعيد حدثنا سفيان عن عمرو بن دينار عن عمرو بن أوس الثقفي سمع عبد اهلل بن عمرو قال 668 Tirmizî, “Ahkâm”, 4. 669 el-Buhârî, “Mevâkî’s-Salat”, 6. 135 : قال لي رسول اهلل صلى اهلل عليه و سلم ) أحب الصيام إلى اهلل صيام داود كان يصوم يوما ويفطر يوما وأحب الصَلة إلى اهلل صَلة داود كان ينام نصف الليل ويقوم ثلثه وينام سدسه ( Kuteybe b. Saîd, Süfyân’dan, O da, Amr b. Dinâr’dan, O da, Amr b. Evs es- Sekafî’den anlatmıştır ki, Abdullah b. Amr’ın Rasûlüllah (s.a.v)’in kendisine şöyle derken duyduğunu söylemiştir: Allah’a en sevimli oruç, Davud (a.s) orucudur. O bir gün oruç tutar, bir gün iftâr ederdi. Allah’a en sevimli namaz Davud (a.s) namazıdır. O gecenin yarısını uyur, üçte 670 birinde kalkıp namaz kılar, altıda birinde uyur idi. B. HADİSLERDE ALLAH’IN RÂZI OLMADIĞI BELİRTİLEN KİŞİ VE AMELLER Yüce Allah (c.c) ın râzı olmayıp, buğz ettiği üç amel yukarıda geçmişti: Allah Teâlâ’nın râzı ve hoşnut olmayıp gazap ettiği amellerden birincisi; kişilerin gıybetini (dedi- kodusunu) yaparak, manevî şahsiyetini rencede etmektir. İkincisi isrâftır ki, ayet-i kerimelerde de geçtiği gibi Allah isrâf edenleri sevmemektedir. Gerekli, gereksiz çok soru sormak ise, Allah’ın Müslümanlar için, râzı olmadığı amellerin üçüncüsüdür Bir de, kıyamet günü Allah’a en sevimsiz ve makam olarak da en uzak kişinin, zâlim hükümdar olduğu hadislerde belirtilmektedir Başka bir hadiste ise, kıyamet günü Allah indinde makam bakımından en şerli insan şöyle tarif edilmektedir: حدثنا عمرو بن عيسى حدثنا محمد بن سواء حدثنا روح بن القاسم عن محمد بن المنكدر عن عروة عن عائشة فقال رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم إن شر الناس عند اهلل منزلة يوم القيامة من تركه الناس اتقاء شره Ömer b. Îsâ bize, Muhammed b. Sevvâ’den, Ruh İbnü’l-Kâsım’dan, o da Muhammed İbnü’l-Münkedir’den, o da Urve’den şöyle haber verdi: Hz. Âişe (r.a) rivâyet etti ki, Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: Kıyamet günü Allah’ın yanında makam bakımından en şerli insan, insanların şerrinden korunmak için kendisini terk ettikleri 671 kişidir. 670 Tirmizî, “Savm” 57. 671 Müslim, “Fiten” 5. 136 َّهلل َّهلل بن الوليد الوصافي، عن محارب بـن دثـار، عـن عبـد ا َّمد بن خالد، عن عبيد ا َّدَثَنا ُمَح َّدَثَنا كثير بن عبيد الحمصي. َح َح َّهلل الطَلق َّهللُ َعَلْيِه َوَسَلم: أبغض الحَلل إلى ا ِهلل َصَلى ا َّ بن عمر؛ َقا َل: َقاَل َرُسوَل ا Bize Kesîr b. Ubeydü’l-Humusî şöyle dedi: Bize, Ubeydullah İbnü’l-Velîd el- Vesâfî’den, o da Muhârib b. Dessâr’dan, o da Abdullah b. Ömer’den Muhammed b. Hâlid’in şöyle dediğini anlattı. Abdullah b. Ömer dedi ki, Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: 672 “Allah’a en sevimsiz gelen helâl talâk (boşanma) dır”. II- FIKIH Rızâ kavramıyla ilişkili fıkhî konulara dair Kur’an-ı Kerim’de altı tane ayet vardır. Bu ayetlerden üç tanesi Bakara Sûresi’ndedir ki, birinci ayette; boşanma, tekrar evlenme, iddet bekleme, beklenen müddet sonunda evlenme hakkının eski kocaya ait olduğunu, kadın râzı değilse, erkeğin zorluk göstermemesi konularını beyanla şöyle buyrulmaktadır: َّن ِاَذا َتَراَضْوا َ بْيَنُهْم ِباْلَمْعُروِف ٰذِلَك يُوَعُظ ِب۪ه َاْن َيْنِكْحَن اَْزَواَجُه َّن َّن َفََل َتْعُضُلوُه َاَجَلُه ِنَّساَۤء َفَبَلْغَن َّلْقُتُم ال َوِاَذا َط ههللُ َيْعَلُم َواَْنُتْم َْل َتْعَلُموَن ْْٰلِخِر ٰذِلُكْم اَْزٰكى َلُكْم َواَْطَهُر َوا ِهلل وَ اْلَيْوِم ا ه َمْن َكاَن ِمْنُكْم يُْؤِمُن ِبا “Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ermişse, kocaları ile birbirleriyle güzellikle anlaşmışlarsa evlenmelerine engel olmayın. İçinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse bundan ibret alır. Bu sizin için daha nezih ve daha paktır. Allah bilir, siz 673 bilmezsiniz.” İkinci ayetin konusu ise, çocuğun emzirilmesi, babaya ve anneye düşen görevler, emzirme müddeti, süt anne tutma ve çocuğun sütten kesilmesi konusunda anne ve babanın karşılıklı rızâya dayalı anlaşmaları gibi ahkâma temas edilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َّن َّن َوِكْسَوتُُه َّرَضاَعَة َوَعَلى اْلَمْولُوِد َلُه ِرْزُقُه َّم ال َّن َحْولَْيِن َكاِمَلْيِن ِلَمْن اََراَد اَْن يُِت َواْلَواِلَداُت يُْرِضْعَن اَْوَْلَدُه َّۤر َواِلَدة ِبَوَلِدَها َوَْل َمْولُو د َلُه ِبَوَلِد۪ه َوعَ َلى اْلَواِرِث ِمْثُل ٰذِلَك َفِاْن اََراَدا ِفَصاًْل َّْل ُوْسَعَها َْل تَُضا َّلُف َنْف س ِا ِباْلَمْعُروِف َْل تَُك َّلْمُتْم َماۤ ٰاَتْيُتْم َاَرْدتُْم اَْن َتْسَتْرِضُعۤوا اَْوَْلَدُكْم َفََل ُجَناَح َعَلْيكُ ْم ِاَذا َس َعْن َتَراٍض ِمْنُهَما َوَتَشاُوٍر َفََل ُجَناَح َعَلْيِهَما َوِاْن َهلل ِبَما َتْعَمُلوَن َب۪صي ر﴾ ه َّن ا َا َهلل َواْعَلُمۤوا ه َّتُقوا ا ِباْلَمْعُروِف َوا 672 İbn Mâce, “Talak” 7. 673 el-Bakara 2/232. 137 “Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için, tam iki sene emzirirler. Anaların yiyecek ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak, çocuk kendisinin olan babaya borçtur. Herkese ancak gücü nisbetinde teklifte bulunulur. Ana çocuğundan, çocuk kendisinin olan baba da çocuğundan dolayı zarara sokulmasın. Mirasçıya da aynı şeyi yapmak borçtur. Ana baba aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse, ikisine de sorumululuk yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek iserseniz, vereceğinizi örfe uygun bir şekilde öderseniz, size sorumluluk yoktur. Allah'tan sakının, yaptıklarınızı 674 gördüğünü bilin.” Süt emme müddeti, İmâm-ı Azam’a göre velâdet (doğum) vaktinden itibaren otuz 675 ay, İmâmeyn’e ve İmâm-ı Züfer’e göre de iki kamerî senedir. Analar yavrularını böyle 676 iki sene emzirmelidirler. Bu onlar için istihsan tarikiyle bir vazifedir. Fakihler sütanneye verme gibi başka seçenek bulamadığı takdirde annenin çocuğunu emzirmesinin bir görev (vacip) olduğu, annenin hastalığı, çocuğun annesinin memesini almaması gibi durumlarda sütanne tutulması gerektiği, sütannenin ücretinin babaya ait olduğu hususunda hemfikirdir. Çağdaş yazarlarca günümüz şartlarında bebek mamalarının da bir alternatif sayıldığı düşünülmektedir. Normal şartlarda ve evlilik devam ederken, aynı şekilde talak iddeti içinde annenin çocuğunu emzirmesinin hukuki bir yükümlülük olup olmadığı, dolayısıyla eşinden nafaka dışında emzirme ücreti isteyip isteyemeyeceği tartışma konusu olmuştur. Zahirîler'e göre bu anne için hukuki bir görevdir, ücret talep edemez. Hanefi mezhebinde de hukuki yaptırım söz konusu olmasa da dinî ve ahlakî bir görev olduğu için anne ayrıca emzirme ücreti isteyemez. Şafii ve Hanbeli mezhepleri, çocuğun annesinin sütünden başkasını kabul etmemesi gibi bir zaruret bulunmadıkça annenin çocuğunu emzirmeyebileceği ve emzirme ücreti talep edebileceği kanaatindedir. Bu konuda o günkü uygulamayı esas alan Malikî mezhebinde ise kural olarak emzirme karşılığında annenin ücret isteyemeyeceği, ancak eşraftan olan kadınlar çocuklarını ernzirmekle yükümlü olmadıklarından bunu gönüllü olarak yaptıkları takdirde karşılığında ücret alabilecekleri hükmü benimsenmiştir. Talak iddeti sona eren veya ölüm iddeti içinde bulunan kadın çocuğunu emzirme karşılığında çocuğun babasından veya 677 babasının mirasçılarından nafaka talep edebilir. 674 el-Bakara 2/233. 675 Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahâtı Fıkhiyye, Kamusu, Bilmen Yayınevi, 1967, İstanbul, II, 81. 676 Bilmen, a.g.e, I, 241. 677 Kaşıkçı, Osman, “Rada” D.İ.A, XXXIV, 384. 138 Üçüncü ayet ise, Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti olan ve müdâyene ayeti olarak bilinen, Bakara Süresi’nin iki yüz seksen ikinci ayetdir ki, Allah şöyle buyurmaktadır: َّل َّمْن َتْرَضْوَن ِمَن ال شَهَداِۤء اَْن َتِض َواْسَتْشِهُدوا َش۪هيَدْيِن ِمْن ِرَجاِلُكمْ َفِاْن َلْم َيُكوَنا َرُجَلْيِن َفَرُج ل َواْمَراَتَاِن ِم ِّكَر ِاْحٰديُهَما اْْلُْخٰرى ِاْحٰديُهَما َفُتَذ “Bu şekilde yapılan muâmelerde erkeklerinizden iki şâhit gösterin. Eğer iki erkek bulunamazsa rızâ göstereceğiniz şahitlerden olmak şartıyla bir erkek iki kadın gösterin ki, 678 onlardan biri yanılırsa diğeri onu düzeltsin ve doğru söylesin.” Bugün uygulanmakta olan noter sistemini ilk olarak ortaya koyan ve uygulamasını isteyen İslam’dır. Şâhitlik ve kâtiplik müessesesi, herkesce korunması gereken bir müessesedir. İnsanlar arasında yapılan her türlü muâmelenin şâhitler huzurunda yazılması 679 hak ve adalete daha uygundur. Dördüncü ayet-i kerime ise, Peygamber (S.A.V) Efendimizle ilgilidir. Şöyle ki, birden çok hanımı olanlara sıra ile nöbet izlemek vaciptir. Buna “kasm” denilir. Fakat Peygamberin özelliklerinden olmak üzere ona “kasm” vacip kılınmayıp kendi dilemesine 680 bırakılıyor. Allah Teâlâ bu hususu izah sadedinde Rasülüne hitaben şöyle buyurmaktadır: َّن َّر اَْعُينُُه َاْن َتَق َّمْن َعَزْلَت َفََل ُجَناَح َعَلْي َك ٰذِلَك اَْدٰنۤى ْ۪ۤوي ِاَلْيَك َمْن َتَشاُۤء َوَمِن اْبَتَغْيَت ِم َّن َوتُـ ُتْر۪جي َمْن َتَشاُۤء ِمْنُه ههللُ َع۪ليًما َح۪ليًما َ ما ۪في ُقُلوِبُكْم َوَكاَن ا ههللُ َيْعَلُم َّن َوا َّن ُك لُه َّن َوَيْرَضْيَن ِبَماۤ ٰاَتْيَتُه َوَْل َيْحَز “Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış, olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha 681 iyi sağlar. Allah kalplerinizde olanı bilir; Allah bilendir, Halim olandır.” Bu ayet-i kerime Rasûlüllah (s.a.v) Efendimize has olmak üzere hanımlarına sıra ile 682 bir nöbet izlemenin vacip olmadığını, kendi dilemesine bırakıldığını bildirmektedir. Bununla beraber َّن َّن ُك لُه َّن َوَيْرَضْيَن ِبَماۤ ٰاَتْيَتُه َّن َوَْل َيْحَز َاْعُينُُه َّر َاْن َتَق Bu onların“ ٰذِلَك اَْدٰنۤى gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere râzı olmalarını daha iyi sağlar” ayeti ile Allah şöyle buyurmaktadır: Sana kasm vacip değildir, ancak sen yine 678 el-Bakara 2/282. 679 Özek ve diğerleri, a.g.e, s.47. 680 Yazır, a.g.e, VI, 328. 681 el-Ahzâb 33/51. 682 Yazır, a.g.e, VI, 328. 139 de kasma riayet et ki, bu aralarında eşit davranmandan dolayı onların gözleri aydın olsun ve onların “Kendi isteği ile değil de, Allah vacip ettiği için bana geldi” düşüncesine kapılarak üzülmesinler ve de onların senin üzerinde herhangi bir hakları olmaması 683 sebebiyle yanına alman veya bırakmandan dolayı râzı olsunlar. Bu ayette rızâ kavramı iki defa geçmektedir. Birincide Peygamber (s.a.v) in rızâsından bahsedilirken ikincisinde ise Peygamberin eşlerinin rızâsından bahsedilmektedir. Beşinci ayet ise, karı-kocanın mihr farz olanı belirleyip adlandırdıktan sonra, ikisinin karşılıklı rızâsı ile indirim yapmalarının veya borçtan kurtulmalarının günah olmadığını bildiren ayet-i kerimedir. Allah Teâlâ bir önceki ayette Müslümanların evlenmeleri haram olan on dört sınıf kadını birdirdikten sonra, bunların dışında kalan namuslu ve zinaya bulaşmamış kadınlarla farz olan mihri vermek şartıyla evlenmelerinin helâl olduğunu haber veriyor. Mihir konusunda ittifak edip, kocanın mihri eşine verdikten sonra, eşlerin birbirlerini mihir konusunda râzı etmelerinde bir günahın olmadığını şu şekilde haber vermektedir. َهلل َكاَن َع۪ليًما َح۪كيًما ه َّن ا َوَْل ُجَناَح َعَلْيُكْم ۪فيَما َتَراَضْيُتْم ِب۪ه ِمْن َبْعِد اْلَف۪ريَضِة ِا “O mehri takdir edip kesinleştirdikten sonra birbirinizi râzı etmenizde bir mahzur 684 yoktur. Şüphesiz ki Allah her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Altıncı ayet, aynı sürenin yirmi dokuzuncu ayetidir ki, Allah bu ayette Müslümanlar arasındaki malî konuların nasıl olması gerektiğini, bir Müslüman için başka bir Müslümanın canı ve namusunun mahrem olduğu gibi, malının da mahrem olduğunu, ona hürmet etmesi gerektiğini, dolayısıyla ancak karşılıklı rızâya dayalı bir ticaret ile o maldan istifade edebileceğini şu kavliyle bizlere bildirmektedir: َّن َّْلۤ اَْن َتُكوَن ِتَجاَرًة َعْن َتَراٍض ِمْنُكْم َوَْل َتْقُتُلۤوا ا َْنُفَسُكْم ِا َياۤ ا َيَها الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا َْل َتْاُكُلۤوا اَْمَواَلُكْم َبْيَنُكْم ِباْلَباِطِل ِا َهلل َكاَن ِبُكْم َر۪حيًما ه ا “Ey İnananlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rızâ ile yapılan 685 ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet eder. Bu ayette Müslümanların mallarını; hırsızlık, hainlik, gasbetmek, kumar, faiz, geçersiz (haksız) değiştirmeler ve sefihlik, israf ve bütün meşru olmayan sebep ve 683 er-Râzî, a.g.e, XXV, 221. 684 en-Nisâ 4/24. 685 en-Nisâ 4/29, 140 maksatların hepsini, yani hem kazanmada hem de harcamada batılı yasaklamış, ancak o 686 malların aralarındaki karşılıklı rızâdan elde edilen ticareti meşru saymıştır. III- KELÂM Rızâ kavramı Kelâm ilminde irâde lafzı ile mukayese edilerek araştırılmıştır. Bu hususta Ehl-i Sünnet ile Mu’tezile mezhebi arasında görüş ayrılığı vardır. Âlimler rızâ (muhabbet) ile irâde (meşîet) arasında anlam farkının bulunduğunu kabul ederler. Rızâ ve muhabbet hoşnutsuzluğun (kerâhet) zıddı olup insan için düşünüldüğünde yaratılışı gereği arzu ettiği şeydir. İrâde ise alternatiflerden birinin bir anlamda bilinçli olarak tercih edilmesidir. Mesela oruçlu iken susayan bir insan tabiatının sevkiyle su içmek ister. Ancak irâdesini kullanıp içmemeyi tercih eder. Bununla birlikte bazen rızâ ve muhabbet irâde ve meşîet manasına da kullanılır. Kelâm ilminde rızâ Allah’ın irâde sıfatı ve dolayısıyla kaderle ilişkisi açısından incelenmiştir. Genellikle Mu’tezile’ye mensup âlimler, insanlardan sâdır olan fiillerin ilâhî irâdeden bağımsız biçimde gerçekleştiğini kabul ettikleri için rızâ ile irâde sıfatının aynı mahiyette bulunduğunu söylerler. Buna göre kulun işlediği kötü fiiller Allah’ın irâde ve rızâsının dışında kalır. Ehl-i sünnet âlimlerine göre ise irâde ile rızâ –temel manalarına bağlı olarak- birbirinden ayrı sıfatlar olup ilâhî irâde insanların iyi ve kötü fiillerine taalluk etmekle birlikte rızâ sadece hayra yöneliktir. Rızâ kula nisbet edildiğinde “Allah’ın kazâ ve kaderini itirazsız benimseme” mânasına alınır. Şu kadar var ki Cenab-ı Hakk’ın vuku bulmasını irâde ettiği bir iş aynı zamanda kulun da irâdesiyle meydana gelmişse ve şer vasfı taşımışsa bu işte Allah’ın irâdesinin etkisi var diye şerri kendisine rızâ gösterilemez. Bununla birlikte işin vucut bulmasında (kazâ) Allah’ın irâdesinin mevcudiyeti kabul edilir 687 ve kulun fiiline değil ilâhî sıfata yönelik olan bu kabul rızâ mânasına gelir. 686 Yazır, a.g.e, II, 551. 687 Bulut, “İrâde” D.İ.A, XXXV, 56. 141 IV- TASAVVUF Rızâ da kişi ile Allah (c.c) arasında derunî bir bağ olduğuna göre, tasavvufta, ilk dönemlerinden itibaren rızâ kavramına özel bir önem verilmiştir. Tasavvuf ehlinin rızâ hakkındaki görüşleri şöyledir: Ebu Süleyman ed-Dârânî’ye göre kul bedenin şehevî arzularından kurtulursa râzı 688 olabilir. Ahmed b. Hanbel’e göre ise rızâ, üç şeyden ibaret görülmüştür; irâdeyi terk etmek, olayların meydana gelişine kalben sevinmek ve kalpten tedbiri atmak ile kişinin lehinde veya aleyhinde her ne yaparsa yapsın Allah’tan râzı olmaktır. Rasülüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Üç şeyi idrak eden dünya ve ahiret saadetini elde etmiştir. Bu üç şey ise, belâlar karşısında sabretmek, kazâya rızâ göstermek ve bolluk 689 ve rahat halde iken dua etmek. en-Nasruâbâdî bu konuda şöyle söylemektedir: Kim rızâ makamına ulaşmak 690 istiyorsa, Allah’ın râzı olduğu şeylere sıkıca sarılması gerekir. Mârifetnâme” müellifi Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö.1194/1780) rızâ hakkında şunları kaydetmektedir: Rızâ; kalbin, Allah hükümlerinin akışı altında sakince durmasıdır. Rızâ, kalbin kazânın acısıyla neş’e duymasıdır. Rızâ, gönülden çirkinlikleri çıkarıp onda sürekli sevinç bulmaktır. Rızâ, kendi aklının tedbirinden uzak olmak ve Hakk’ın takdirine uymaktır. Rızâ, kalbin, Hakk’ın seçtiği ile birlikte bulunması ona içten uymasıdır. Rızâ, kul için Hakk’ın ezelde seçtiği şeye kalbin nazarıdır ki, kazâya isyan etmeyi bırakmak onun eseridir. Rızâ, kazânın hükümlerini sevinçle karşılamaktır. Rızâ, Mevlâ’nın hükümlerinin icraatını tamamıyla kabul ve onun için tedbir ve tercihi kaldırmaktır. Rızâ, acılık ve tatlılık içinde, Allah’ın hükümleri olarak gelenle gönülde neş’e duymaktır. Rızâ, kazânın gelişi anında ruhun sükûnudur. Rızâ, Mevlâ’nın en büyük kapısı, en yüksek makamı ve dünyanın cennetidir. Kim kendisi için olan Hakk’ın seçimine râzı olursa, o kimse iki âlemde ebedî neş’eye kavuşur. Zirâ, mârifetüllah rızâ ile müyesser olur. Muhabbet ve rızâ havf ve recâdan daha yüksektir. Zirâ, muhabbet ve rızâ Mevlâ’nın sıfatıdır. Ve bunlar kulun yanında kalıcı ve ona yeterlidir. Havf ve recâ ise, bunların zıddıdır. Hazreti Mevlâ bir kula 688 el-Kuşeyrî, Ebu’l-Kâsım Abdulkerim, er-Riseletü’l-Kuşeyriyye, Tahkik Abdulhalim Mahmud, Mahmud b. Eş-Şerif, Dâru’l-Kutubi’l-Hadisiyye, ty, II, 423. 689 es-Sülemî, Ebu Abdurrahman Muhammed, el-Mukaddimetü fi’t-Tasavvuf ve Hakâikatihi, (thk. Yusuf Zîdân), Mektebetü’l- Külliyyeti’l-Ezheriyye, Kahire, 1987, s.53. 690 el-Kuşeyrî, a.g.e, II, 423. 142 muhabbet edip ondan râzı olursa, o kul da Mevlâ’sına muhabbet edip O’ndan râzı olur. 691 Zirâ, o Mevlâ’sının sevgi ve rızâsının yansımasını gönül aynasında bulur. Meymun b. Mihrân Allah’ın kazâsına rızâ göstermeyenin ahmaklığının tedavi 692 çaresi olmadığını söylemektedir. Ebu Ömer ed-Dimeşkî’ye göre rızâ, her hüküm karşısında sızlanmayı terkekmek, Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre, kişinin (ilâhî irâde karşısında) kendi tercihini terketmesi, Hâris el-Muhâsibî’ye göre, Allah’ın hükmü altında bulunan kulun sukunet içinde olması, Zünnun el-Mısrî “kaderin acı tecellisi karşısında 693 kalbin huzur ve sükunet içerisinde bulunmasıdır. Genel olarak rızâyı ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi umumî (genel) rızâdır ki; rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan ve peygamber olarak da Rasülüllah (S.AV) den râzı olmaktır. Bu şekilde Allah ve Rasûlü ona her şeyden daha sevimli, her şeyden ta’zime (hürmete) ve itaate daha layık hale gelir. İkincisi ise hususî (özel) rızâ olup Allah’tan rab olarak râzı oldukları gibi Allah’ı kendileri hakkında takdir ettiği ve gerçekleştirdiği her şeyde Mâlik (yöneten ve idâre eden) ve Mutesarrif (tasarruf sahibi) olmasından râzı olmaları. Bu şekilde kul eli kesilse veya çocuğu ölse dahi nefsinde bir zorluk (acı, sıkıntı) 694 duymayacaktır. İnsan iradesini aşan olaylar karşısında Hakk’ın cemal tecellisiyle celâl tecellisini aynı derecede rızâ hali ile karşılamak, lutfun da hoş kahrın da hoş olduğunu kabul etmek sûfilerin hedefidir. Bu hedef kulun Allah’ta fâni olmasıyla gerçekleşir. Kul kendi benliğinden, sıfat ve fiillerinden kurtulduğunda onda hakkın isim ve fiilleri tecelli eder, kul 695 bu tecellilerin tamamına teslim olur. İmam-ı Gazalî bu konuyu şöyle açıklamaktadır: Seven, sevdiğinin her yaptığına râzı olur. Bunun da iki yönü vardır: Birincisi, sevgi sebebiyle acı duyularının iptâl olmasıdır. Adam yaralandığı halde acısını duymaz. Mesela, savaş esnasında hiddetinden veya korkusundan, insanoğlu aldığı yaranın acısını duymayabilir. Ancak kanı gördükten sonra yaralandığını anlar. İkinci yönüne gelince; elemin acısını duyduğu halde buna râzı olması ve hatta rağbet ve heves etmesidir. Şüphesiz bu rağbet tabiatıyla değil aklı iledir. Mesela, kan aldırmak isteyen, bunun acısını duyduğu 691 Hakkı, a.g.e, s. 401. 692 Gazâlî, a.g.e, IV, 623. 693 el-Kuşeyrî, a.g.e, II, 426. 694 el-Kâşânî, Abdurrezzak, Mu’cemü’l-Mustalahât ve’l-İşârâti’l-Sûfiyye, el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l- Amme li’l-Küttâb, 2008, Kahire, I, 490-491. 695 Uludağ, Süleyman, “Rızâ,” D.İ.A, XXXV, 56. 143 halde buna râzıdır ve hatta bunu isteyerek yapar. Ayrıca kan alan adama da teşekkür eder. 696 Acıyı duyduğu halde buna rızâ gösterir. Rızâ, zenginlikse, isyan da inattır. Rızık bölüştürülmüştür, hırslı olan bundan mahrûmdur. Rızâ, hüznü yok eder. Rızâya karşı gelmek de, vücûd ve ruhâ zulmetmekten başka bir şey değildir. Kazâya râzı olan ruhlardır, belâya sabredenler de kazançlı olanlardır. Kazâya rızâ, en büyük belâları bile bala çevirir. Râzı olan, saadet yoluna girer. O’nun kısmetine râzı olan zenginlikle yaşar. Rızâya devam edene kerâmet isabet eder. Rızânın aslı Hakk’a güvenmektir. İşlerin akışı halkın rızâsıyla değil, Hakk’ın rızâsıyladır. Kurtuluş ve zenginlik, rızâdadır. Rızânın meyvası sevinç ve zenginliktir. Rızânın neticesi mârifet ve muhabbettir. Dört husus, dünya ve ahiretin saadetidir. Tevekkül, tefvîz, sabır ve rızâ. Kazâya rızâ, kanaatin başıdır. Kazâya rızâ ibadetin esasıdır. Kazâya rızâ, tefvizin zinetidir. Rızâ ve kanaat saadetin sermayesidir. Kazâya rızâ, şiddet ve rahatlık anında, her zaman gereklidir. Kulun kazâya rızâsı Mevlâ’nın ondan rızâsına işarettir. İslâm’dan maksâd, teslim olmaktır. Dinden maksâd da rızâdır. Rızânın istek gayesi de Allah’tır. Her zenginlik kanaat ve rızâdadır. Her rızâ gösteren rahat ve sefâdadır. Rızâ gibi zenginlik olmaz. Râzı olan cefâ görmez. Râzı ol ki, râzı olunasın. Her ne meydana gelirse ona teslim ve râzı ol. İlmin kemâl derecesi hilimdir. Hilmin de kemâl derecesi rızâdır. Kazâya râzı olan sonsuz bir devlet kazanır. Kim kazaya râzı olmuşsa, o, ruh sağlığını ve gönül hoşluğunu bulmuş demektir. Kazâya râzı olan, hiç kimseye kızmaz, ârif olup İlâhî huzûrdan bir an bile 697 ayrılmaz. A. MAKAM VE HAL OLARAK RIZ Rızâ hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Rızâ, Horasan şeyhlerine göre 698 makam ve tevekkülün neticesidir. Kulun çalışıp çabalamakla ona ulaşması mümkündür. Kazanmakla elde edilir, anlayışı hakimdir. Bu görüş sahipleri, Allah’ın râzı olanları methedip övdüğünü, kendilerini rızâya davet ettiğini, bunun da güç yetecek bir şey olduğunu söylerler. Allah Rasülü (s.a.v),” Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Rasül olarak 699 700 Muhammed (s.a.v) den râzı olan imanın tadını tatmıştır” buyurur 696 Gazâlî, a.g.e, IV, 624-625. 697 Hakkı, a.g.e, s. 402. 698 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e, III, 78. 699 Müslim, İman, 56. 144 Iraklılara göre rızâ, haller topluluğundandır. Bunlar; rızâ kesbî değildir, yani kul için çalışıp gayretle elde edilemez; diğer haller gibi kalbe inip yerleşen şeydir derler. 701 Bunların görüşüne göre bu haller, sırf Allah vergisidir. Bir de üçüncü bir görüş vardır ki, bu görüşü savunanlardan biri de “er-Riselü’l- Kuşeyriyye’nin sahibi el-Kuşeyrî’dir. Bu görüşte makam ve haller kaynaştırılmıştır. Bu görüş sahiplerinin düşünceleri özetle: “Rızânın başlangıcı kul için çalışıp kazanmakla elde edilir. Ki, bu makamlar topluluğuna dahildir. Ve sonu hallerdendir. O halde baş tarafı 702 makam, sonu hal’dir” şeklindedir. B. RIZÂNIN DERECELERİ Rızânın üç derecesi vardır. 1-Genel rızâdır ki, o da; Rab olarak Allah’tan râzı olunup, O’nun dışında hiçbir şeye kulluk (ibadet) edilmemesidir. İşte bu İslâm’ın zirvesinin son noktasıdır. Ve bu (rızâ) kişiyi en büyük şirkten temizler. Rab olarak Allah’tan râzı olmak, O’ndan başkasını rab edinmemek, O’nun idaresine boyun eymek ve ihtiyaçlarını sadece O’na arzetmektir. Allahü Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ٍ ء ِّل َشْي ِهلل اَْب۪غي َربًّا َوُهَو َر ب ُك ه َاَغْيَر ا ُقْل “De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka Rab mı arayacağım?” (el- En’âm 6/164) Aynı Sûrenin baş taraflarında ise şöyle buyrulmaktadır: ُيْطَعمُ َّسٰمَواِت َواْْلَْرِض َوُهَو يُْطِعُم َوَْل ًّيا َفاِطِر ال َّتِخُذ َوِل َا ِهلل ه ُقْل اََغْيَر ا “De ki: Gökleri ve yeri var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı dost edineyim?” (el-En’âm 6/14) Sûrenin ortasında ise şöyle buyrulmaktadır: َّصًَل َاْنَزَل ِاَلْيُكُم اْلِكَتاَب ُمَف َّل۪ذۤي ِهلل اَْبَت۪غي َحَكًما َوُهَو ا ه اََفَغْيَر ا “De ki: Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açık olarak indiren O’dur.” (el-En’âm 6/114) Bu üç ayeti iyice incelersek, görürüz ki; bu ayetlerde Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve peygamber olarak da Hz. Muhammed (s.a.v)’ den râzı olmak vardır. İnsanlardan bir çoğu Rab olarak Allah’tan râzı olur, O’nun dışında Rab kabul etmez. Ancak, yalnız O’nu dost ve yardımcı kabul etmeyip, kendisini O’na yaklaştıracağına 700 Uludağ, “Rızâ,” D.İ.A, XXXV, 57. 701 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e, III, 79. 702 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, II, 172. 145 inandığı bir takım dostlar edinir ve bunları bir kralın özel yakınları gibi düşünür. İşte bu şirkin ta kendisidir. Tevhid ise, Allah’tan başka hiçbir dost edinmemektir. Kur’ân-ı Kerim Allah’tan başka dostlar edinen müşriklerin vasıflarını belirten ayetlerle doludur. Allah’tan râzı olmanın üç şartı vardır. Birincisi, kulun Allah’ı her şeyden çok sevmesi, ikincisi, kulun Allah’ı her şeyden çok ta’zim etmesi, üçüncüsü ise, kulun Allah’a 703 her şeyden çok itaat etmesidir. Yani kulun sadece ben Allah’tan râzıyım demesi yeterli değildir. Bu bir iddia ise bunun ispatı gerekir. Bu ispat ise İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye (ö.751/1350)’nin belirttiği gibi yukarıda zikrolunan şartları yerine getirmekle mümkündür. 2- Allah’tan râzı olmak: Bununla ilgili birçok ayetler vardır. Bu ise, Allah’ın kazâ ve kaderine râzı olmaktır ki, tasavvuf ehlinin ilk gireceği yollardan biridir. Bu derece, kalbin muamelerinden olup tasavvuf ehli içindir ki, Allah’ın 704 hükümlerine ve kazâsına râzı olmaktır. 3-Allah’ın rızâsından râzı olmak: Kulun kendisinde ne hoşnutsuzluk ne de rızâ görmemesidir. Kendisi ateşe düşse dahi hüküm vermeyi terk etmesi, seçim yapmaktan 705 kaçınması ve temyizi düşürmesidir. Buna kısaca “Narın da hoş, nurun da hoş” prensibi denilebilir. C. RIZÂNIN HÜKMÜ Ulemâ (Allah’ın kazâsına) rızânın müstehâb olduğuna ittifak etmişlerdir. Vucubiyeti hususunda ise iki görüş ileri sürerek ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğa göre müstehabtır. Çünkü sabırda olduğu gibi rızâda emir vârid olmamış, ancak rızâ ehli 706 övülmüştür. Ayrıca bir gönül hali olarak kabul edilmesi, hallerin ise kulların irade ve 707 kazanımı dışında bulunması rızânın müstehab olduğuna delil sayılmıştır. Şeyhü’l-İslâm İbn Teymiyye rızâ için, “Rızâ, sabrın emrolunduğu şekilde emrolunmamış, ancak râzı 708 olanlar övülmüş ve metholunmuştur,” der. Rızâ hali ile dua arasında görünüşte bir 709 çelişki varsa da aslında bunlardan biri diğerine engel olmaz. 703 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, II, 188-189. 704 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, II, 191. 705 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, II, 250. 706 el-Fîrûzâbâdî, “Rızâ.” a.g.e, III, 78. 707 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, II, 178. 708 Erdoğan, Rızâ md. D.İ.A, VII, 29. 709 Uludağ, Rızâ md. D.İ.A, XXXV, 57. 146 SONUÇ İslâm’ın erken dönemlerinden itibaren Kur’ân-ı Kerim ile ilgili çalışmalar başlamıştır. Vahyin gelişine ve Kur’ân-ı Kerim’in ilk muhatabı ve ilk müfessiri olan Rasûlüllah (s.a.v)’in hayatına şahit olan Sahâbe-i Kirâm ve onlardan sonra gelen Tâbiûn ve Tebeu’t-Tâbiîn’den olan nice Müslümanlar Kur’ân-ı Kerim’i anlama, idrâk etme ve ilâhî mesajı en güzel şekilde yorumlayıp tefsir etme konusunda çok büyük bir çalışma başlatmışlardır. Kur’ân-ı Kerim tefsiri rivâyet (me’sûr-menkûl) şeklinde başlamış, daha sonra, başta aklî çıkarımlar olmak üzere, diğer ilimlerden yararlanmak suretiyle ayetleri yorumlama, te’vîl etme ve açıklanmaya yönelik dirâyet tefsiri gelişmiştir. 17 ve 18. Yüzyıllarda Avrupa ve diğer ülkelerde başlayan müsbet ilimler ve teknolojik gelişmeler karşısında Müslüman mütefekkirler ve İslâm alimleri ayetleri ve hadisleri bu gelişmeler ışığında yeniden mütâla etmek lüzümünü hissetmişlerdir. Böylece yeni tefsir türlerinin ortaya çıktığı görülmüştür. İçtimâî tefsir, ilmî ve edebî tefsir, mezhebî tefsir, mevzûî tefsir bunlardan bir kaçıdır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’deki kavramlarla ilgili çalışmalar da bunlara dahildir. İşte bu kavramlardan birisi de “rızâ”dır. Bu lafız Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli türevleriyle, otuz iki sûre, atmış dört ayet ve yetmiş üç yerde geçmektedir. Başta Allah’ın rızâsını belirten ayetler olmak üzere, bir çok rızâdan haber veren ayetleri bulmak mümkündür. Ancak bu çalışmada, daha çok Allah râzısı ve sevgisi üzerinde durulmuştur. Tez, bir giriş ve üç bölümden meydana gelmektedir. Giriş bölümü araştırmanın önemi, amacı, yöntemi ve kaynakları hakkında kısa bildiler ihtivâ etmektedir. Birinci bölümde; rızâ kavramının lügavî, ıstılâhî ve Kur’ânî tahlilleri üzerinde durulmuş ve mezkur lafzın; hoşlanmak, memnun olmak, sevmek, seçmek, râzı olmak, kabul etmek, ehil görmek, yetinmek ve yönelmek gibi manalara geldiği tesbit edilmiştir. Ayrıca Allah’ın memnuniyet ve hoşnutluğunu belirten diğer kelimeler araştırıldı. Bunların, mehabbe, mevedde, irâde, ıstıfâ ve ihtiyâr lafızları olduğu, Yüce Yaratıcı’nın râzı olup, sevdiği kişi ve fiilleri bunlarla ifade ettiği görülmüştür. Bir de rızâ kelimesinin zıt anlamında olan, sehat/suht, gazap, la’net, buğz, kerâhiyye, intikâm ve makt lafızları bulundu ve bunların tahlili yapıldı. 147 İkinci bölümün konusu ise, içinde rızâ ve mehabbe kelimeleri geçen ayetleri “Allah’ın Râzı Olduğu/Sevdiği İnanç, Kişi ve Ameller” başlığı altında tasnif edilerek, guruplandırılmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen “Allah’ın râzı olduğu/sevdiği inancın; İslâm ve iman, kişilerin; Peygamberler, Sahâbe-i Kirâm ve mü’min erkek ve kadınlar, amellerin ise; temizlik, tevbe etmek, adalet, ihsân, takvâ, Allah yolunda cihat etmek, şükür, amel-i sâlih, Peygamber’e tabî’ olmak, özünde ve sözünde sâdık olmak, Allah için buğzetmek, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetli olmak, sabretmek ve tevekkül etmek olduğu tesbit edilmiştir. Bu amellerin geçtiği ayetler Kur’an-ı Kerim’den bulunarak, ayetlerde geçen kavramlar lügat ve Kur’ân sözlüklerinden istifâde edilerek açıklanmaya çalışılmıştır. Ayetlerle ilgili müfessirlerin ve alimlerin görüşleri izah edilmiştir. Bu bilgiler ışığında ayetlerden çıkarılabilecek ibretler ve dersler kısmen belirtilmiştir. Aynı bölümde, içinde rızâ lafzının zıt anlamına gelen “Muhakkak Allah râzı olmaz, şüphesiz Allah sevmez” cümlelerinin ve süht, gazap, la’net, buğz, intikâm ve makt kelimelerinin geçtiği ayetler “Allah’ın Râzı Olmadığı/Sevmediği, İnanç, Varlık, Kişi ve Ameller” başlığı altında kısım ve guruplara ayırmak suretiyle tasnif edilmiştir. Ayette geçen kavramların lügavî anlamları ve ıstılâhî tanımları belirtilmiştir. Yüce Allah’ın râzı olmadığı/sevmediği inançların; küfür, şirk, nikâk, irtidâd, Yahudilik ve Hırıstiyanlık, varlığın; şeytan, kişilerin; Fir’avn ile ahâlisi ve Âd kavmi, amellerin ise; insanlara fitne, fesat ve tuzak kurmak için toplanmak, zulüm, haddi aşmak, şımarmak ve fesat çıkarmak, isrâf, kötü sözün açıkça söylenmesi, kibir, kendini beğenmek ve övünmek, günahta ısrâr etmek, ihanet ve günahkârlık, kasten bir mü’mini öldürmek, savaştan kaçmak, Allah’ın ayetleri hakkında delilsiz olarak ileri geri konuşmak, yapılmayacak şeyleri söylemek, Allah ve Rasûlünü incitmek, Allah’ın ayetlerini ve hidayetini gizlemek, namuslu kadınlara iftirâ etmek, Allah’a yalan isnât etmek, ahdini bozmak ve bağları koparmak olduğu görülmüştür. Üçüncü bölümün başlığı ise; “Diğer İslâmî İlimlerde Rızâ” şeklindedir. Hadis-i Şeriflerde de Allah’ın râzı olduğu/sevdiği ve râzı olmayıp sevmediği kişi ve ameller olduğu tesbit edilmiştir. Aynı şekilde fıkhî Sonuç olarak, bu çalışmada Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli türev ve konularıyla geçmekte olan râzı kavramının daha çok Allah’ın rızâsı, Allah’ın râzı olduğu / sevdiği ve râzı olmadığı / sevmediği, buğz ettiği, gazap ve la’net ettiği kişi, amel ve varlıklar üzerinde durulmuştur. Diğer rızâ çeşitleri hakkında özet bilgiler verilmiştir. 148 KAYNAKLAR Abdulfettah, İbrahim Ahmed, el-Kâmûsü’l-Kavîm li’l-Kur’âni’l-Kerim, Mecmuu’l- Buhusi’l-İslâmiyye, Kahire, 1983. Ahterî, Mustafa b. Şemsüddin Karahisarî (ö. 978/1570), Ahterî-i Kebir, Meral Yayınevi, İstanbul, ty. Alıcı, Mustafa, “Şefaat” D.İ.A., T.D.V, İstanbul, 2010, XXXVIII, 411. el-Âlûsî, Seyyid Mahmud el-Bağdadî (ö.1270/1854), Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l- Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’ı’l-Mesânî, 4. baskı, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1985. Apaydın, H. Yunus, “Fesâd”, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000 II, 343. ---------- “İhtiyâr”, D.İ.A, T.D.V. Yay, İstanbul, 1995, XXI, 575. Arslan, Ali, Büyük Kur’an Tefsiri (Hulâsatü’t-Tefâsir), Arslan Yayınları, İstanbul, ty. Ateş, Süleyman, “Rıza”, Kur’an Ansiklopedisi, Kuram, İstanbul, ty, XVII, 521. ---------- “Övünme”. Kur’an Ansiklopedisi, Kuram, İstanbul, ty, XVI, 500. Bağceci, Muhiddin, “Şefaat”, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, VII, 281. Bilmen, Ömer Nasuhi (ö. 1391/1971), Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1967. Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınnevi, İstanbul, 1984. el-Buhârî, Ebû Abdullah b. İsmail (ö.256/870) el-Câmiu’s-Sahih, tah. Sıdkî Muhammed Cemil el-Attâr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1352. Bulut, Halil İbrahim, “Rızâ”, D.İ.A., T.D.V. Yay. İstanbul, 2008, XXXV, 56. ------------, “İrade”, D.İ.A., T.D.V. Yay. İstanbul, 2000, XXII, 379-380. 149 el-Bursevî, İsmail Hakkı (ö. 1137/1725), Tenvîru’l-Ezhân min Tefsîri Rûhi’l-Beyân, İhtisâr: Muhammed Ali es-Sâbûnî, Daru’s-Sâbûnî, 1. Baskı, Kahire, 1988. el-Cevherî, İsmâil b. Hammad (ö. 292/905), es-Sihâh Tâcü’l-Lüga ve Sihâhu’l-Arabiyye, Tah. Ahmet Abdulgafûr Attâr, Dâru’l-İlmi li’l-Melâyin, 2. Baskı, Beyrût, 1979. el-Cürcânî, Ali b. Muhammed Seyyid Şerîf (ö. 816 /1413), Mu’cemü’t-Ta’rifât, Tah. Muhammed Sıddık Menşevî, Dâru’l-Fazîle, Kâhire, ty. el-Cürra, Halil, el-Mü’cemü’l-Arabiyyü’l-Hadîs Lârûs, Mektebetü Lârûs, Paris, 1973. Çağrıcı, Mustafa, “Adl”, D.İ.A, T.D.V. Yay., İstanbul, 1988, I, 341-343. ------------ , “İhsân”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2000, XXI, 544-545. ------------ ,“İntikâm”, D.İ.A., T.D.V. Yay., 1995, İst. XXII, 356. ------------ ,“Sabır”, D.İ.A., T.D.V. Yay, İstanbul, 2010, XXXV, 337. ------------, “Şükür”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2010, XXXIX, 259. ------------, “Övünme”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2007, XXXIV, 103. ------------, “Zulüm” , D.İ.A., T.D.V. Yay. İstanbul, 2014, XLIV, 507-508. Erdoğan, Abdülmelik, “Rızâ” Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, VII, 29-30. Erkan, Arif, el-Beyan Arapça-Türkçe Büyük Sözlük, Huzur Yayınevi, İstanbul, 2006. Fayda, Mustafa, “Mübâhele”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2006, XXXI, 425. el-Fîrûzâbâdî, Mecduddîn Muhammed b. Yakub (ö. 817/1414), Besâiru zevi’t-Temyîz fî Letâifi’l-Kitabi’l-Azîz, Tah. Muhammed Ali en-Neccâr, el-Mektebetü’l- İlmiyye, Beyrût, ty. el-Gazâlî, Huccetü’l-İslam Ebû Hâmid Zeynü’d-Din (ö. 505/1111), İhyâu Ulumi’d-dîn, Mütercim: Ahmet Serdaroğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1975. Güç, Ahmet, “Şeytan” , Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, VII, 303. 150 Hakkı, Erzurumlu İbrahim (ö.1194/1780), Mârifetnâme, sadeleştiren: M. Fuad Başar, Kit-San Matbaacılık, İstanbul, 1984. Havva, Saîd, el-Esas fi’t-Tefsîr, Daru’s-Selâm, 2. Baskı, Kahire, 1989. İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebu Abdullah Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyüb, Medâricü’s- Sâlikîn, Dâru’l-Hadîs, Kahire, ty. İbn Kesîr, Imâdüddîn Ebü’l-Fide İsmâil b. Ömer b. Kesîr, ed-Dimeşkî (ö. 774/1372), el- Bidâye ve’n-Nihaye, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 1993. İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, (ö. 275/888), es-Sünen, Tah. Nasirûdîn el- Elbânî, Mektebetü’l-Mârif, Riyad, ty. İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem (ö.711/1311), Lisânü’l- Arab, Daru Sadır, Beyrut, ty. İbrahim Enis ve diğerleri, el-Mu’cemü’l-Vasît, 2. baskı, Kahire, ty. Ebû Nuaym el-İsfehânî, Ahmed b. Abdillâh, Hılyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Asfiyâ, Dâru’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrût, 1967. İslamoğlu, Mustafa, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meâl-Tefsir, Düşün Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 2008. el-Kâşânî, Abdurrezzak (ö. 730/1330), Mu’cemü’l-Mustalahât ve’l-İşârâti’l-Sufiyye, el- Hey’etü’l-Mısriyytü’l-Amme li’l-Kitab, Kahire, 2008. Kaşıkçı, Osman, “Rada”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2005, XXIV, 384. Koca, Ferhat, “Mekrûh”, D.İ.A., T.D.V. Yay, İstanbul, 2003, XXVIII, 581. Kumanlıoğlu, H. Fehmi, “İrade”, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, III, 250. ------------, “Gazap”, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, III, 32. el-Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (ö. 671/1272), Tefsirû’l- Kurtubî: el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’r-Reyyan li’t-Türâs, Kâhire, ty. el-Kuşeyrî, Ebu’l-Kâsım Abdulkerîm (ö. 465/1072), er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, Tahkik: Ma’rûf Zerîk, Ali Abdulhamîd Baltacı, Dâru’l-Cîl, 2. Baskı, Beyrût, 1990. 151 Kutub, Seyyid (ö. 1966), fî Zilâli’l-Kur’ân, Dâru’ş-Şurûk, 12. Baskı, Kahire, 1986. Kutluer, İlhan, “Fesad”, D.İ.A., T.D.V. Yay İstanbul, 1995, XII, 421. Mâlik b. Enes, Ebû Abdullah (ö.179/795) el-Muvatta’, Tah. Muhammed Fuad Abdulbâkî Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Beyrut, 1985. Özalp, Ertuğrul O. Hakan, “La’net,” Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, V, 53. ------------, “Mîsak” Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, V, 272 . Özel, Sezaî, “Buğz”, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, I, 330. Özsoy, İsmail, “Faiz” D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 1995, XII, 110. Sarı, Mevlüd, El-Mevârid Arapça-Türkçe Lügat, Bahar Yayınları, İstanbul, ty. en-Nesefî, İmam Abdullah b. Ahmed b. Mahmud (ö. 537/1142), Tefsîru’n-Nesefî Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, 1. baskı, Dâru’l-Kalem, Beyrût, 1989. er-Râgıp el-İsfehânî, el-Hüseyin b. Muhammed, (ö.565/1169) el-Müfredât fî Ğarîbi’l- Kur’ân, Mektebetü’l-Enclü’l-Mısriyye, Kahire, 1970. er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin b. Hasan b. Ali (ö. 606/1209), et- Tefsîru’l-Kebîr ev Mefâtihu’l-Ğayb, Daru’l-Kütübü’l-Ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut, 1990. es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Kur’an-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, Çev: Mazhar Taşkesenlioğlu, Şamil Yayınevi, İstanbul, ty. es-Semîn el-Halebî, eş-Şeyh Ahmed b. Yusuf b. Abdiddâim (ö. 756/1355), Umdetü’l- Huffâz fî Tefsîri Eşrafi’l-Elfâz, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, tah. Muhammed Basıl Uyunü’s-Sûd, Beyrût, ty. Sinanoğlu, Mustafa, “Şirk”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2010, XXXIX, 193. es-Sülemî, Ebu Abdurrahman Muhammed (ö.911/1505), el-Mukaddime fi’t-Tasavvuf ve Hakâikatihi, (thk. Yusuf Zîdân), Mektebetü’l- Külliyyeti’l-Ezheriyye, Kahire, 1987. 152 Şener, Sami, “İsraf”, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, IV, 155. Şimşek, M. Sait, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2012. et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed İbn Cerîr (ö. 310/922), Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l- Kur’ân, Dâru’l-Hadîs, Kâhire, 1987. et-Tehânevî, Muhammed Ali, Keşfü Istılâhâti’l-Funûn ve’l-Ulûm, Tah. Rafîk el-Acem ve diğerleri, Mektebetü Lübnân, 1. Baskı, Beyrût, 1996. Tekkeşin, Zübeyir, “Kibir”, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000, IV, 351. Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (ö.279/892), el-Câmiu’s-Sahih, Tah. Ahmed Muhammed Şakir, Mektebetü Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evladihî, Kahire, 1977. Topaloğlu, Bekir, “Tevvâb”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2012, XLI, 279. Turgay, Nureddin, “Şirk”, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000 VII, 313. ------------, “Zulüm”, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2000 VIII, 385. Tütün, Sevgi, “Kur’ân’da Rızâ Kavramının Kullanıldığı Yerler”, DEÜİFD, XXXIV, İzmir, 2001, s. 149-174. Uludağ, Süleyman, “Mehabbe”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2005, XXX, 386. ------------, “Takvâ”, D.İ.A., T.D.V. Yay, İstanbul, 2005, XXXIX, 484. ------------, “Tasfiye”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2011, XL, 127 Üzüm, İlyas, “Gazap”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 1996, XIII, 434.. Yaşaroğlu, Kâmil, “La’net” , D.İ.A, Ankara, 2003, XXVII, 101. Yavuz, Yusuf Şevki, “İrade”, ” D.İ.A., T.D.V. Yay, İstanbul, 2000, XXII, 379. Yazır, Elmalılı M. Hamdi Yazır (ö. 1942), Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler: İsmail Karaçam ve diğerleri, Azim Dağıtım, İstanbul, ty. 153 Yerinde, Adem, “Tayyib” D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul, 2011, XL, 196. Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları, İzmir, 1987. ez-Zemahşerî, Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer (ö.538/1142), el-Keşşâf an Hakâiki Gavâmizi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl, Mektebetü’l-Ubeykân, 1. Baskı, Riyâd, 1998, III, 235. ez-Zuhaylî, Vehbe, et-Tefsîru’l-Münîr fi’l-Akîdeti ve’ş-Şerîati ve’l-Menhec, Dâru’l- Fikri’l-Muâsır, 1. Baskı, Beyrût, 1991. 154 ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı İbrahim AKŞİT Doğum Yeri ve Orhaneli 16.12.1966 Yılı: Öğr.Gördüğü Kurumlar: Başlama Bitirme Yılı Kurum Adı Yılı Lise : 1979 1986 Bursa Anadolu İmam-Hatip Lisesi Lisans : 1987 1996 Ezher Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yüksek Lisans : 2013 2015 Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tefsir Bilim Dalı Doktora : Medeni Durum : Evli Bildiği Yabancı Diller ve Düzeyi: Arapça (İyi), Çalıştığı Kurum (lar) : Başlama ve Çalışılan Kurumun Adı Ayrılma Tarihleri 1.Diyanet İşleri Başkanlığı 2012 Yurtdışı Görevleri : Kullandığı Burslar : Aldığı Ödüller : Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Topluluklar : Editör veya Yayın Kurulu Üyelikleri : Yurt İçi ve Yurt Dışında katıldığı Projeler : Katıldığı Yurt İçi ve Yurt Dışı Bilimsel Toplantılar: Yayımlanan Çalışmalar : Diğer : 17.06.2015 İbrahim Akşit 155