T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI HADİS BİLİM DALI İBÂZİYYE’NİN HADİS ANLAYIŞI YÜKSEK LİSANS TEZİ Rabia PEKER BURSA - 2019 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI HADİS BİLİM DALI İBÂZİYYE’NİN HADİS ANLAYIŞI YÜKSEK LİSANS TEZİ Rabia PEKER Danışman: Prof. Dr. Hüseyin KAHRAMAN BURSA - 2019 TEZ ONAY SAYFASI T. C. ULUDAG ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BiLiMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜGÜNE Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı'nda, 701423014 numaralı Rabia PEKER'in hazırladığı "İbaziyye'nin Hadis Anlayışı" konulu Yüksek Lisans çalışması ile ilgili tez savunma sınavı, {O. ,.() L .2 .... .2.0.. gunu . ı '-t- .Q.' P. . ::-..l. 5.': 3. . Q. . . . . saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin başarılı olduğuna . ... . ... . .. . .......... ( oybirliği/0y çoklttğtl) ile karar verilmiştir. Prof. Dr. Hüseyin KAH AN Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) ~~, ,Aye ~~~ U ye Prof. Dr. Abdullah KARAHAN Doç. Dr. Nimetullah AKIN Bursa Uludağ Üniversitesi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi f Q;.tQ.(; 2020 İNTİHAL YAZILIMRAPORU BURSA ULUDAG ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI BAŞKANLIGINA Tarih: 10/01 /2020 Tez Başlığı 1 Konusu: 'İbaziyye'nin Hadis Anlayışı' Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmarnın a) Kapak sayfası , b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam xi+ 116sayfalık kısmına ilişkin, 10/0112020 tarihinde şahsım tarafından Turnitin adlı intihal tespit programından (Tumitin)* aşağıda belirtilen filtrelerneler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı% 5 'dir. Uygulanan fıltrelemeler: 1- Kaynakça hariç 2- Alıntılar hariç/dahil 3- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları ' nı inceledim ve bu Uygulama Esasları'nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmarnın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. ve İmza Adı Soyadı: Rabia PEKER Öğrenci No: 701423014 Anabilim Dalı: Temel İslam Bilimleri Programı: Hadis Yüksek Lisans Statüsü: lXI Y.Lisans D Doktora Danışman 10/0112020 iii YEMiNMETNi Yüksek Lisans olarak sunduğum "İbaziyye'nin Hadis Anlayışı" başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallanna uygun olarak tarafıından yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntılann kaynaklannın usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Adı Soyadı: RabiaPEKER Öğrenci No: 701423014 Anabilim Dalı: Temel İslam Bilimleri Programı: Hadis Yüksek Lisans Statüsü: [gl Y.Lisans D Doktora iv ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Rabia PEKER Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel İslam Bilimleri Bilim Dalı : Hadis Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xvi + 157 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışmanı : Prof. Dr. Hüseyin KAHRAMAN İBÂZİYYE’NİN HADİS ANLAYIŞI İbâziyye, Hâricî grupların içinde neşet etmiştir. Ehl-i Sünnet’e karşı muhalif olsalar da Hâricîler gibi aktif olarak savaşmayan, kuûdu tercih eden bir gruptur. Bu sebeple merkeze uzak dursalar da günümüze kadar ulaşmayı başaran bir gruptur. Ehl-i Sünnet’e ibadet ve itikatta olan yakınlıkları, Haricî bir gelenekten geliyor olmalarına rağmen mutedil anlayışları ve bir ilmi birikime sahip olmaları günümüze ulaşmasındaki diğer etkenlerdir. Ülkemizde ise bu mezhep hakkında yapılan çalışmaların azlığı dikkat çekmektedir. Ancak yapılan çalışmalar mezhebi daha yakından tanımak adına sürekli olarak artmaktadır. Bizim tezimizde bu çalışmalara katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Tezimizde İbâzîler nezdinde en önemli fıkıh usulü kitabı olan el-‘Adl ve’l-insâf ‘ı inceleyerek hadis anlayışlarına dair geniş bir yelpaze sunmayı hedeflemekteyiz. Giriş kısmında mezhebin ortaya çıkışını, birinci bölümde hadis kaynaklarını ve devamında hadisi nasıl kullandığını göstererek hadis anlayışları ortaya konmaya çalıştık. Sonuç bölümünde de çıkarımlarımıza yer verdik. Anahtar Sözcükler: İbâziyye, Hâricî, Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insâf, Fıkıh usulü, Hadis v    ABSTRACT Name and Surname : Rabia PEKER University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Basic Hadith Branch : Hadith Degree Awarded : Thesis of Master Page Number : xvi + 157 Degree Date : Supervisor : Hüseyin KAHRAMAN, Ph.D. İBADİYYAH’S SENSE OF HADİTH Ibadiyyah come into existence from the Kharijite. Even so, they dissent follows of sunnah, they don’t conflct like the Kharijite and they prefer kuûd. Therefore, Ibadiyyah obtain up till today, eventhough they far from central. Another factors which ensure up till today, be in sight followers of sunnah in prayer and faith, hold an accumulation. In our country, there is few searches and studies about the Ibadiyyah. But searches and studies consistently increase for know well about the Ibadiyyah. The study that aims to contribute for searches about Ibadiyyah, analyzes to sense of hadith. Fort his, that study investigates el-‘Adl ve’l-insâf . Chapter Introduction explains the background of Ibadiyyah. Chapter One is about Ibadiyyah’s source of hadith. Chapter Two and Three investigates sence of hadith. Keywords: İbadiyyah, the Kharijite, Vercelani, el-‘Adl ve’l-insâf, Usool al-Fiqh, Hadith vi    ÖNSÖZ Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicreti ile temelleri atılan İslâm devleti, çok kısa bir sürede dünyada pek az siyasî güce nasip olan bir başarı elde etmiştir. Başlangıçta küçük bir şehir devleti şeklinde organize olan Müslümanlar, hicretten sadece on yıl sonra yani Hz. Peygamber’in vefâtı esnasında Arap yarımadasına tümüyle hâkim olmuşlardır. Hz. Peygamber’in başlattığı İslâm’ı yayma politikası, takipçileri tarafından büyük bir iştiyâkla devam ettirilmiş ve henüz I/VII. asrın sonlarında Avrupa’nın batı ucundan Çin hududuna kadar uzanan topraklar Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Fetihlerle genişleyen İslâm toplumu çok kısa bir zaman dilimi içinde bu topraklarda hüküm süren ilmî, itikâdî ve kültürel değerleri de kendi bünyesine katmıştır. Fakat diğer taraftan zamanın ilerlemesine ve değişen şartlara bağlı olarak Müslüman toplum kendi içinde de bir değişim yaşamıştır. Fert, toplum ve devlet/idâre bağlamında Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn döneminin bakış ve uygulama tarzında meydana gelen değişiklikler, çeşitli dönemlerde ortaya çıkan dinî, siyasî, hukûkî ve ekonomik bozulmalar, belki daha da önemlisi politik çıkarlar ve iktidâr talebiyle Müslümanlar birbirleriyle savaşmaya başlamıştır. Temel olarak siyasî alanda başlayan farklı yorumlar itikad veçhesini de etkiler ve Havâric, Şia, Ehl-i Sünnet, Mutezile, Cebriyye, Mürcie gibi çeşitli fırkaların ortaya çıkmasına da neden olur. Bu fırkaların çeşitli meselelere bakışına yönelik anlama ve değerlendirme çalışmalarında son dönemlerde büyük bir artış kaydedilmektedir. Tarih içinde oldukça ihmâl edilmiş olan bu adımlar İslam düşünce ve kültürünü anlamlandırmak adına oldukça önemlidir ve temennimiz bu yöndeki çalışmaların artarak devam etmesidir. Bu bağlamda araştırmaların yoğunlaştığı alanlarından birinin söz konusu bu fırkaların hadise bakışının tespitine yoğunlaştığı görülmektedir. Diğer disiplinlerle olan sıkı bağları nedeniyle hadisin böyle araştırmaları fazlasıyla hak ettiği açıktır. Bizim bu araştırmamız da esasen Hadis ilmi çerçevesinde bir anlama çabasının ürünüdür ve İbâzîlerin hadis/sünnet anlayışının tespit ve tahliline yöneliktir. İbâziyye hakkında Mezhepler Tarihi, İslam Hukuku, Kelam ve hatta Hadis alanlarında çeşitli ilmî ve akademik çalışmalar daha önce de yapıldığı görülmektedir. Özelde hadis alanında yapılanlara bakacak olursak Tevhit Bakan tarafından kaleme alınan “İbâdîler ve Hadis” isimli makelenin bu alanda yapılan ilk çalışma olduğu söylenebilir. Fırkanan en önemli ve sahih hadis kaynağı kabul edilen Rebi‘ b. Habîb’in (v. 180/796?) Müsned’ini inceleyen Bünyamin Erul ve Ahmet Özdemir’in çalışmaları, ayrıca doğrudan “İbâzîlerin hadis vii    anlayışını” tespit gayretinde olan Kadir Demirci’nin çalışmaları da bu alanda yapılmış diğer önemli çalışmalardır. Tezimizi sözü geçen bu çalışmalardan ayıran temel fark araştırmalarımızın, fırkanın en önde gelen isimlerinden olan Vercelânî (v. 570/1174) ile -özellikle- el-’Adl ve’l-insâf isimli usûl-i fıkıh kitabı ve ed-Delîl ve’l-burhân adlı kelama dair eserine yönelmiş olmasıdır. İbâziyye içinde bu âlimin seçilmiş olması Vercelânî’nin fırka içindeki büyük şöhreti ile alakalıdır. Zira o fırkanın en önemli hadis kaynağı olan Rebi‘ b. Habîb’in Müsned’ini tertip etmiştir. Müsned sonrasında çok defa tekrar tahkik edilmiş olsa da hep Vercelânî tertibine bağlı kalınmıştır. Buna ilaveten Vercelânî mezhebin en eski hadis kaynaklarını Tertîb adını verdiği çalışmasında bir araya getirmiştir. Dolayısıyla rahatlıkla denilebilir ki Vercelânî, kendi mezhebinin hadis kaynaklarını en iyi bilen âlimdir. Malum olduğu üzere hadislere müracaat edilebilecek, onları pratiğe aktaracak temel alanlar usûl ve itikaddır. Bir müellifin usûlde kullanılacağı rivayetler ve bunlar hakkında yapacağı değerlendirmeler, onun ve müntesibi olduğu mezhebin benimsediği hadis usûlü hakkında çok değerli bilgiler vermesine ilaveten, belki daha önemlisi, bir bütün olarak sünnetin onun sistemi içindeki yerine işaret edecektir. İbâziyye’nin en temel fıkıh usulü kaynağı konumunda olan Vercelânî’nin el-‘Adl ve’l-insâf’ı işte bu açılardan büyük bir önemi hâizdir. O, bu kitabında itikadî konulara da yer vermekte ve bunların izâhı sadedinde sık sık hadislere müracaat etmektedir. Yine ed-Delîl ve’l-burhân’da da hadislere baş vurduğu da görülmektedir. Dolayısıyla Vercelânî’nin bu iki eseri bize İbâziyye’nin hemen bütün açılardan hadise bakışı konusunda çok önemli bilgiler sunmaktadır. Vercelânî’nin bu etkisini İbâziyye’ye mensup çağdaş araştırmacılar üzerinde gözlemlemek de mümkündür. Böyle olunca esasen tezimizin ismine “Vercelânî ve el-‘Adl ve’l-insâf İsimli Eseri Örneği” şeklinde bir açıklama ilave edilmesi uygun olacaktır. Çalışmamızın kapağında böyle bir açıklamanın yer almaması, “İbâziyye ve Hadis” başlığının başlangıçta neleri, ne kadar ihtiva edeceğini kestirememiş olmamız ile alakalı bir eksikliktir. Vercelânî ve eseri ile ilgili yukarıda zikrettiğimiz değerlendirmelere, bağlı bulunduğumuz enstitünün, tez isminde değişiklik yapmak için ön gördüğü süre geçtikten sonra ulaştığımızı ifade etmemiz gerekir. Bu çerçevede ele aldığımız araştırmamızda daha önce yapılmış çalışmalardan da istifade ederek İbâziyye mezhebi içerisinde hadise verilen değeri ve hadis birikiminin pratiğe nasıl yansıdığını Vercelânî özelinde ortaya koymaya çalıştık. Araştırmalarımız esnasında Vercelânî’nin kullandığı hadislerin metinleriyle aynı hadisinlerin Kütüb-i Sitte’deki lafızlarını ve râvilerini karşılaştırmaya geyret ettik. Bu bağlamda eğer varsa, işaret ettiği Sünnî viii    kaynakları dikkatle kayıt altına alıp araştırmaya, bu kitaplardan ne kadar yararlandıklarını tespit etmeye çalıştık. Böyle bir genel çerçeve çizdiğimiz araştırmayı giriş ve iki bölümden oluşturduk. Giriş kısmında İbâziyye’nin tarihi, meşhur isimleri, günümüzdeki durumuna işaret ettik ve İbâziyye’nin hadis kaynaklarının tanıtımına ayırdık. Tezimizin temel araştırma konusu olan Vercelânî’nin tanıtımını ve bu ismi neden seçtiğimizi de bu kısımda açıkladık. Birinci bölümde hadisin/sünnetin, Vercelânî’deki amelî düşünce yapısı içindeki yerini tespite gayret ettik. İkinci ve son bölümdeyse itikadî olarak hadisin/sünnetin sistemdeki yeri üzerinde durduk. İnsan elinden çıkan her üründe olduğu gibi tezimizde de şekil ve muhtevaya yönelik hatalar bulunabilir. Bu hataların düzeltilip azaltılması hususunda yardımlarını esirgemeyen Hadis Anabilim Dalı doktora öğrencileri arkadaşlarım Hacer Şahin ve Betül Öz’e teşekkür ederim. Konunun tespiti de dâhil olmak üzere bütün aşamalarında yanımda olan danışmanım Prof. Dr. Hüseyin Kahraman’a özellikle şükranlarımı sunarım. İçerdiği hataların giderilmesi ve muhtevasının geliştirilmesi hususunda yapılacak bütün katkıları minnetle karşılayacağımızı da ifade etmek isterim. Bursa 2019 Rabia PEKER ix    -İÇİNDİKİLER TEZ ONAY SAYFASI ............................................................................................................ İİ İNTİHAL YAZILIM RAPORU ........................................................................................... İİİ YEMİN METNİ ..................................................................................................................... İV ÖZET ........................................................................................................................................ V ABSTRACT ........................................................................................................................... Vİ ÖNSÖZ: ................................................................................................................................. Vİİ İÇİNDİKİLER ......................................................................................................................... X KISALTMALAR ................................................................................................................. XİV GİRİŞ: İBÂZÎLİK VE İBÂZÎLER 1. İBÂZÎ ADI, MENŞEİ VE FARKLI KULLANIMLARI ............................................... 2 1.1. İBÂZÎ İSMİ VE KELİMENİN OKUNUŞU ................................................................ 2 1.2. SÜNNÎ KAYNAKLARDA İBÂZİYYE ...................................................................... 3 1.3. KENDİ KAYNAKLARINDA İBÂZİYYE ................................................................. 6 2. FIRKANIN ORTAYA ÇIKIŞI ........................................................................................ 6 2.1. SÜNNİ TARİH KAYNAKLARINA GÖRE İBÂZİYYE’NİN ORTAYA ÇIKIŞI ..... 7 2.2. KENDİ KAYNAKLARINA GÖRE İBÂZİYYE’NİN ORTAYA ÇIKIŞI ................ 10 2.3. İBÂZİYYE’YE GÖRE HÂRİCÎ İSİMLENDİRMESİ VE EZÂRİKA ...................... 16 3. FIRKANIN ORTAYA ÇIKMASINDA VE GELİŞMESİNDE ROLÜ OLAN KİŞİLER ................................................................................................................................. 18 3.1. ABDULLAH B. İBÂZ EL-MÜRRÎ ET-TEMÎMÎ (V. ?) ............................................ 18 3.2. CÂBİR B. ZEYD EBÛ’Ş-ŞA‘SA EL-EZDÎ EL-UMÂNÎ (V. 93/711) ....................... 20 3.3. EBÛ UBEYDE MÜSLİM B. EBÎ KERÎME ET-TEMÎMÎ (V. 145/762) .................... 22 3.4. DAMÂM B. ES-SÂİB EL-EZDÎ EL-UMÂNÎ (V. 150/767) ...................................... 23 3.5. EBÛ NUH SALİH B. İBRAHİM ED-DAHHÂN EL-BÂHİLÎ (V. 150/767) ............. 24 3.6. REBİ‘ B. HABÎB B. ‘AMR EL-EZDÎ EL-FERÂHÎDÎ EL-UMÂNÎ EL-BASRÎ (V. 180/796 [?]) VE MÜSNED’İ .................................................................................................. 24 3.6.1. Rebî‘ b. Habîb .................................................................................................... 24 3.6.2. Müsned ............................................................................................................... 25 3.6.2.1. Eserin Tasnif Metodu ...................................................................................... 25 3.6.2.2. Müsned’in Kaynakları .................................................................................... 27 3.6.2.3. Eserin Kaynaklık Değeri ................................................................................. 27 3.7. EBÛ SÜFYÂN MAHBÛB B. ER-RAHÎL (V. 195/810) ........................................... 30 3.8. BİŞR B. GÂNİM EBÛ GÂNİM EL-HOROSÂNÎ (V. 205/820) ................................ 30 3.9. İMAM EBÛ SAİD EFLAH B. ABDİLVEHHAB (V. 258/872) ................................. 31 3.10. EBÛ YAKUB YUSUF B. İBRAHİM ES-SİDRÂTÎ VERCELÂNÎ (V. 570/1174) ... 31 x    3.10.1. Hayatı ve İlmî Geçmişi ....................................................................................... 31 3.10.2. Eserleri ............................................................................................................... 32 3.10.2.1. el-ʿAdl Ve’l-İnsâf Fî Maʿrifeti Usûli’l-Fıkh Ve’l-İhtilâf ................................ 32 3.10.2.2. ed-Delîl ve’l-Burhân li-Ehli’l-ʿUkûl ............................................................... 33 3.10.2.3. Tertîbu Müsnedi’r-Rebîʿ b. Habîb .................................................................. 33 3.10.2.4. Merecü’l-Bahreyn ........................................................................................... 33 3.10.2.5. Tefsîrü’l-Kurʾâni’l-Kerîm ............................................................................... 34 3.10.2.6. el-Kasîdetü’l-Hicâziyye .................................................................................. 34 3.10.2.7. Risâle fî Terâcimi Ricâli’l-Müsned ................................................................ 34 3.10.2.8. Fütûhu’l-Mağrib .............................................................................................. 34 3.10.2.9. Kitâbü’l-esmâ’ ................................................................................................ 34 3.10.2.10. Diğerleri ...................................................................................................... 35 4. İBÂZİYYE’NİN GÜNÜMÜZDEKİ VARLIĞI VE YAYGIN OLDUĞU BÖLGELER ............................................................................................................................ 35 BİRİNCİ BÖLÜM: VERCELÂNÎ’DE USÛL-İ FIKIH VE HADİSLERİN BU ALANDAKİ ROLÜ 1. USÛL-İ FIKHIN KAYNAKLARI .................................................................................... 37 1.1. KUR’ÂN-I KERÎM .................................................................................................... 38 1.1.1. Kur’ân’ın Lafız Özelliği .......................................................................................... 38 1.1.2. Kıraat Farklılıkları ve Şâz Kıraatler ....................................................................... 39 1.1.3. Kur’ân’ın Günümüze Ulaşması ve Sübutu .............................................................. 40 1.1.4. Kur’ân’ın Delâleti ................................................................................................... 41 1.2. SÜNNET .................................................................................................................... 41 1.2.1. Sünnetin Tanımı .................................................................................................. 41 1.2.2. Sünnetin Kaynağı ................................................................................................ 42 1.2.3. Sünnetin Kısımları .............................................................................................. 42 1.2.3.1. Kavlî Sünnet ................................................................................................... 43 1.2.3.2. Fiilî Sünnet ..................................................................................................... 43 1.2.3.3. Takrirî Sünnet ................................................................................................. 45 1.2.4. Sünnetin Elde Edilme Yolları ............................................................................. 45 1.2.5. Ravi ve Ravi ile İlgili Bazı Meseleler ................................................................. 47 1.2.5.1. Ravilerde Aranan Özellikler ........................................................................... 47 1.2.5.2. Ravilerin Tabakaları........................................................................................ 48 1.2.5.3. Ravi Tenkidi (Cerh ve Ta‘dil)......................................................................... 51 1.2.6. Metin ve Özellikleri ............................................................................................ 54 1.2.7. Merviyy Çeşitleri ................................................................................................ 56 1.2.7.1. Sahih Haber ..................................................................................................... 56 1.2.7.2. Zayıf Haber, Kısımları, Özellikleri ve Hükmü ............................................... 64 1.3. GENEL OLARAK SÜNNET’İN KAYNAKLIK DEĞERİ VE KUR’ÂN-I KERİM KARŞISINDAKİ KONUMU ............................................................................................... 67 xi    1.4. REY ........................................................................................................................... 68 1.4.1. İcma ve İcmanın Ümmet ile İlişkisi .................................................................... 68 1.4.1.1. Ümmet ............................................................................................................ 68 1.4.1.2. İcma ................................................................................................................ 70 1.4.2. İçtihat .................................................................................................................. 78 1.4.2.1. İçtihadın Tarifi ve Gerekliliği ......................................................................... 78 1.4.2.2. İhtilâf ............................................................................................................... 81 1.4.2.3. Görüş Bildirmenin ve İçtihat Yapmanın Caiz Olduğu Konular ..................... 83 1.4.3. Kıyas ................................................................................................................... 83 1.4.2.1. Kıyasın Kaynaklık Değeri ................................................................................ 84 1.4.2.2. Kıyasın Kısımları .............................................................................................. 86 2. ŞER‘Î DELİLLERDEN HÜKÜM ÇIKARMA ................................................................ 96 2.1. LAFIZLAR VE ÖZELLİKLERİ .................................................................................... 96 2.1.1. Zâhir ve Bâtın ......................................................................................................... 97 2.1.2. Muhkem-Müteşâbih ................................................................................................. 99 2.1.3. Âmm ve Hâss ......................................................................................................... 100 2.1.3.1. Ayetin Ayet ile Tahsis Edilmesi ..................................................................... 101 2.1.3.2. Ayetin Sünnetle Tahsis Edilmesi .................................................................... 102 2.1.3.3. Ayetin Akılla Tahsis Edilmesi ........................................................................ 103 2.1.3.4. Kur’ân ve Sünnetin İcma ile Tahsis Edilmesi ................................................ 105 2.1.3.5. Ahad Haber Kur’ân-ı Kerim’i Tahsis Edebilir mi? ........................................ 106 2.1.3.6. Rasûlullâh’ın Husus Bildiren Fiilleri .............................................................. 107 2.1.3.7. İki Umumun Çatışması ................................................................................... 107 2.1.4. Emir ve Nehiy ........................................................................................................ 109 2.1.5. Beyân ..................................................................................................................... 114 2.1.6. Nesih ...................................................................................................................... 117 2.1.6.1. Neshin Tanımı ................................................................................................ 117 2.1.6.2. Nesih ile Tahsis ve İstisna Arasındaki Fark ................................................... 118 2.1.6.3. Neshin Çeşitleri .............................................................................................. 119 2.1.6.4. Birbirini Nesheden ve Edemeyen Deliller ...................................................... 120 2.1.6.5. Neshi Anlama Yolları ..................................................................................... 124 2.2. MÜKELLEFİN FİİLLERİ ........................................................................................... 125 İKİNCİ BÖLÜM: VERCELÂNÎ’NİN İTİKÂDÎ KONULARA BAKIŞI VE HADİSLERİN BU ALANDAKİ ROLÜ 1. İTİKADÎ BİLGİYİ ELDE ETME YOLLARI VE HADİSİN/SÜNNETİN SİSTEM İÇİNDEKİ YERİ .................................................................................................................. 128 2. İTİKÂDIN TEMEL KONULARI ............................................................................... 131 2.1. İMAN VE İLGİLİ BAZI MESELELER ....................................................................... 131 2.1.1. Küfür, Şirk, Nifak .................................................................................................. 132 xii    2.1.2. Amel-İman İlişkisi ................................................................................................. 133 2.2. İMAN ESASLARI ....................................................................................................... 139 2.2.1. Şefaat ..................................................................................................................... 142 2.2.2. Sıfatlar ................................................................................................................... 145 2.2.3. İnsan Fiilleri .......................................................................................................... 147 2.2.4. Müslümanların Kanının Helal Olmaması Ve Ehl-i Sünnet’in Durumu ................ 147 2.2.5. Berâe ve Velâye ..................................................................................................... 149 SONUÇ .................................................................................................................................. 150 KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 154 xiii    KISALTMALAR a.g.m. adı geçen makale a.g.md. adı geçen madde b. bin-ibn bkz. bakınız c. cilt çev. Çeviren DİA. Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi h. hicri Hz. Hazreti İSAM İslam Araştırmalar Merkezi r.a. radiyallâhu anh. nşr. Neşreden ö. Ölüm s. sayfa s.a.v. sallallâhü aleyhi ve sellem thk. tahkik ts. tarih yok vb. ve benzeri yy. yayım yeri yok xiv    GİRİŞ: İBÂZÎLİK VE İBÂZÎLER 1    1. İBÂZÎYYE ADI, MENŞEİ VE FARKLI KULLANIMLARI İbâziyye, I/VII. asrın ikinci yarısında teşekkül etmiştir ve ismi de kurucusu Abdullah b. İbâz’a (v. ?) nispetin neticesidir.1 İbâziyye, Sünnî kaynaklara göre Hâricî fırkaların en mutedilidir. Hâricîlerin günümüze ulaşan tek kolu olmaları da muhtemelen bu itidalleri ile ilgilidir.2 1.1. İBÂZÎ İSMİ VE KELİMENİN OKUNUŞU İbâziyye mezhebinin kurucu isminin Abdullah b. İbâz olduğu hususunda ittifak vardır. Ancak bu ismin okunuş şeklinde ihtilâf edilmiştir.3 İslam Ansiklopedisi’nde verilen bilgiye göre: “Belâzürî4, İbnü’l-Esîr5 ve İbn Manzûr gibi tarihçi ve dilciler, kelimeyi İbâz-İbâzıyye şeklinde harekelerken, IX.-X. hicrî asırların İbâzî müellifleri olan Berrâdî6 ile Kalhâtî ve Mu‘tezilî Neşvân el-Himyerî, ayrıca Sünnî Kalkaşendî Ebâz-Ebâzıyye şeklini tercih etmişlerdir. Bununla birlikte, Kuzey Afrika ve Umman İbâzîliği’nde, uzunca bir müddet Ebâz-Ebâzıyye şeklinin tercih edildiği, sonraki devirlerde ve günümüzde ise İbâz-İbâzıyye tarzının benimsenmiş olduğu söylenebilir”.7 Dolayısıyla hem İbâzîler hem İbâzî olmayanlar tarafından yapılan modern etütlerde genel olarak ‘İbâzî’8 şeklinin kullanılmasından dolayı bizim de bu okunşu tercih ettiğimizi söylememiz gerekir.                                                              1 Ahmet Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, (Doktora Tezi), Diyarbakır: Dicle Üniversitesi, 2017, s. 34; Aveşt, Bükeyr Said, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, Kahire: Mektebet-ü Vehbe, 1988, s. 15. Nisbedeki bu ittifakın Sünnî kaynaklar için de İbâzî kaynaklar için de geçerli olduğu gözlenmektedir. Bkz. Orhan Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Uludağ Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa, 2007, s. 36. 2 E. Ruhi Fığlalı, “İbâzıyye”, DİA, İstanbul: İSAM, 1999, c. 19, s. 256; Neşet Çağatay, İbrahim Agâh Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1985; Kadir Demirci, Hadis El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayınları, 2016, s. 660. 3 Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 37, 38; E. Ruhi Fığlalı, “Abdullah b. İbâz”, DİA, İstanbul: İSAM, 1988, c. 1, s. 109. 4 Krş. Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Dâvud Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1996, c. 7, s. 147. 5 Krş. Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t- târîh, Beyrut: Dâru Beyrut, 1965, c. 4, s. 167. 6 Krş. Ebü’l-Fazl Ebü’l-Kāsım Muhammed b. İbrâhîm ed-Demmerî Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, Trablus, t.y., s. 155. 7 Fığlalı, “Abdullah b. İbâz”, s. 109. 8 Fığlalı, “İbâziyye”, s. 256; Bükeyr b Saîd A’veşt, Dirasat İslâmiyye fi’l-usuli’l-İbâzıyye, Kahire: Mektebetu Vehbe, 1988; Fığlalı, “Abdullah b. İbâz”; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri; Orhan Ateş, “Tahkim Telakkisine Eleştirel Bir Yaklaşım (İbâziye Örneği)”, c. 14, sy. 1 (2012); Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi; İsmail Albayrak, “İbâdî Tefsir Usûlüne Genel Bir Bakış”, c. 19, sy. 61 (2015); Amr Khalife el-Nami, Studies in Ibadhism, Open Mind Press, 2007. اإلباضية kelimesinden ötürü ortaya çıkan İbâziyye/İbâziye ve İbâdiyye/İbâdiye isimlendirmelerini aynı kabul ediyoruz. 2    İbâziyye yanında bizzat kendi mezhep mensuplarınca, muhtemelen benimsedikleri görüşlere nispetle “Ehl-i istikâme”9; din konusundaki çabalarına nispetle “Ehlü’d-da‘ve”10; tahkimi kabul etmeyen ilk gruba nispet etmelerinden ötürü “el-Muhakkemetu’l-ulâ”, “eş- Şurât”11, “Cemâ‘atu’l-müslimîn”; tahkimden sonra ilk imamları olan Abdullah b. Vehb er- Râsibî’ye (v. 38/658) nisbetle ise “Vehbiyye” 12 olarak adlandırdıkları da görülür. Araştırmamızın temel kaynağı olan Vercelânî ise zaman zaman farklı isimler kullanmakla birlikte daha çok “Ehlü’l-hakk” isimlendirmesini tercih etmektedir.13 1.2. SÜNNÎ KAYNAKLARDA İBÂZİYYE İbâziyye’nin ortaya çıkışını ele almadan önce fırkanın diğer tüm mezhepler içindeki yerini ve onlara göre konumunu anlamak adına Sünnî Kelâm ve tarih kaynaklarına genel hatlarıyla bile olsa bakmanın faydası olacaktır. Kelâm kaynaklarında İbâzîlere dair bilgilerin temelini İmam Eş‘arî’nin (v. 324/935- 36) Makâlât adlı eserinde ortaya koyduğu bigiler oluşturur.14 Burada Havârîc başlığı altında ele alınan İbâzîyye’nin görüşleri çok genel hatlarıyla verilir, sonra da kollarından bahsedilir. Bu kısımda atıf yapılmayan15 kurucu isim Abdullah b. İbâz’a ise daha önce, Hâricî grupları sıralanıp Sufriyye’den bahsedilirken işaret edilir.16 Dolayısıyla öyle anlaşılıyorki Eş‘arî’nin bu isimden haberi vardır. Buna rağmen İbâziyye mensuplarınca “fikir babası” kabul edilen17 Câbir b. Zeyd (v. 93/711-712)18 hakkında sessiz kalır. Bir başka Sünnî kaynak olan el-Fark beyne’l-firâk’ta da Abdülkahir el-Bağdâdî (v. 429/1037-38), tıpkı Eş’arî gibi İbâzîleri, Havâric arasında sayar. Hâricîlerin alt fırkalarını                                                              9 Bkz: Fığlalı, “İbâziyye”, s. 256; Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, ss. 39-54. 10 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 17; Fığlalı, “İbâziyye”, s. 256. 11 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 17. 12 Bkz.: Fığlalı, “İbâziyye”, s. 256. 13 Ebû Yakub Yusuf b. İbrâhim el-Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf fî ma’rifeti usuli’l-fıkh ve’l-ihtilâf, Maskat : Vizaretü’t-Türâsi’l-Kavmi ve’s-Sekâfe, 1984, c. 1, s. 32. 14 Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 17. 15 Krş. Eş‘arî Ebü’l-Hasan İbn Ebû Bişr Ali b İsmail b İshak, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve ihtilâfü’l-musallîn, İstanbul: Devlet Matbaası, 1929, s. 102. 16 Eş’arî, Makâlât, s. 101. Hâricîler’in kendi aralarında ayrılması sırasında fırka içerisindeki lider kadrodan sayılan Abdullah b. İbâz ve Abdullah b. Saffâr, Nafi‘ b. Ezrak’ın fikirlerine şiddetle karşı çıkar. Nafi‘ karşısında ilk etapta birlikte durmaları belki bu şekilde zikredilmesinde pay sahibi olabilir. İslam Ansiklopedisi’nde yer alan bilgiye göre de Hâricîler arasında İbâziyye’ye en yakın grup Abdullah b. Saffâr’ın kurucusu olduğu Sufriyye’dir. Bkz.: Mehmet Dalkılıç, “Sufriyye”, DİA, İstanbul: İSAM, 2009, c. 37, s. 472. 17 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 87; Ebü’l-Abbas Bedreddîn Ahmed b. Saîd b. Abdülvâhid Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, Maskat: Vizaretü’t-Türâsi’l-Kavmi ve’s-Sekâfe, 1987, s. 67. 18 İbâzîler, mezheplerinin fikir babası olarak Câbir b. Zeyd’i kabul edip onu, ‘aslü’l-mezheb’ ve ‘umdetü’l- İbâziyye’ gibi isimlerle nitelemişlerdir. Kendisi muhaddis bir tâbiîdir. İzlediği ılımlı siyasetle mezhebi Ehl-i Sünnet’e yaklaştırdığı ve bu sayede diğer Hâricîler’in yaşadığı sıkıntıları yaşamadıkları söylenir. Sünnî kaynaklara göre mezhebe kaynaklık etmiş olsa bile kendisi İbâzî değildir. İsmail L. Çakan, “Câbir b. Zeyd”, DİA, İstanbul: İSAM, 1992, c. 6., s.537. 3    söyleyip 19 bunların görüşlerine genel hatlarıyla değinir. 20 Bu bağlamda İbâzîlere işarette bulunan Bağdâdî, onların da kendi içlerinde dört gruba ayrıldıkları bilgisini verir ve Eş’arî’den farklı olarak Abdullah b. İbâz’ı kurucu isim olarak zikreder.21 Fakat Câbir b. Zeyd ismine o da işarette bulunmaz.22 Buradan hareketle, el-Fark’da verilen bilgilerin de, bazı ayrıntılar hariç, Makâlât’ın tekrarı olduğu söylenebilir.23 Abdullah b. İbâz ismine işaret edenler arasında, Ortaçağın en ünlü dinler tarihçilerinden olan Şehristânî (v. 548/1153)24 de vardır. Onun el-Milel ve’n-nihal’i, ilk iki kaynaktan farklı olarak, mezhebin görüşleri hakkında daha çok detay içerir.25 Fakat Câbir b. Zeyd ismine el-Milel ve’n-nihal’de de rastlanmaz. Sünnî tarih kaynakları içinde Belâzürî’yi (v. 279/892-93) ayırmak gerekecektir. Zira onun İbâzî müelliflerce de kaynak kabul edilen 26 Ensâbu’l-eşrâf’ında, Hâricîlerden bahsedilirken Nafi‘ b. Ezrak’ın (v. 65/685)27 lideri olduğu Ezârika içinde Abdullah b. İbâz adına işarette bulunulduğu görülür. Hurûcu desteklemek suretiyle Hâricîler içerisinde kırılmaya sebep olan Nafi‘ b. Ezrak’ın aşırı sayılabilecek görüşlerine ve diğer Hâricî önderlerinin ona yönelik itirazlarına atıfta bulunulur. Abdullah b. İbâz’ın farklı düşündüğü noktalara da işte bu bağlamda yer verilir.28 Bütün bunlara rağmen İbâziyye, Ensâbu’l-eşrâf’da bir fırka olarak görülmez. 29 Müellifin zikrettiği “Sufriyye” ve “Ezârika” gibi isimler ise Hâriciyye’nin önde gelen bu isimlerinin etrafında toplananların müstakil fırkalar oluşturduğu                                                              19 Ebû Mansur Abdülkahir b Tahir b Muhammed Temimi Abdülkahir Bağdadi, el-Fark beyne’l-fırâk ve beyânü’l-fırkati’n-nâciye minhum, Kâhire: Kahire : Dârü’t-Türas, t.y., s. 72. 20 Bkz: Bağdadi, el-Fark beyne’l-fırâk, s. 72-113. 21 Bağdadi, el-Fark beyne’l-fırâk, s. 103. 22 Bu durum İbâzî yazarlar tarafından eleştirilmektedir. Bkz: Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 18, 19. 23 Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 20. 24 Ömer Faruk Harman, “Şehristânî”, DİA, İstanbul: İSAM, 2010, c. 38, s. 467. 25 Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdülkerim Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, Beyrut: Mektebetü’l-asriyye, 2006, s. 134, 135. Şehristânî, İbâzîlerin büyük günah işleyen kimse hakkındaki görüşlerini aktarmaktadır. Buna göre bu kimseler müşrik olmaksızın kâfirdir. Bu küfür dini inkâr anlamında değil nimeti inkâr anlamındadır. Onlarla evlenilebilir, mirasçı olunabilir. Malları, savaş esnasında ganimet olarak alınması durumu hariç, haramdır. Ef‘âlü’l-ibâd konusundaysa; fiilleri yaratmak Allah’a aittir, kul onu sadece kesbeder görüşünü benimsemektedirler. 26 ‘İbâzî müellifler Belâzürî’nin eserini diğer Sünnî kaynaklara göre daha güvenilir bulurlar. Belâzürî yaşanan olaylara karşında daha objektif davranabilmiştir.’ Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 14. 27 Hâricîler içinden ayrılan Ezârika’nın lideri. Aşırı görüşleri ile ön plana çıkmıştır. Bkz.: Mustafa Öz, “Nâfi’ b. Ezrak”, DİA, İstanbul: İSAM, 2006, c. 32, s. 289, 290. 28 Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Dâvud Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1996, c. 7, s. 147. Burada Belâzürî, Nafi‘ b. Ezrak diğer Müslümanları tekfir edip kanlarını helal sayarken Abdullah b. İbâz’ın bu fikirde olmadığını aktarır. Abdullah b. İbâz’a göre diğer Müslümanlar müşrik hükmünde bir küfre girmezler. Onlar küffârun bi’n-nia’m adını verdikleri bir nimet küfrü içerisindedirler. Onlara mirasçı olunur, nikâhlanılır ve malları savaşmaksızın haramdır. Çocuklarının katli de helal değildir. Aynı şekilde kaâde/ yani büyük günah işleyenlerin bulunduğu yerde ikamet edenler kâfir değildir. Kaldıkları yurtta dâru’l-küfr değildir, gibi Ezârika’nın temel görüşlerine dair kabul etmedikleri noktalara yer verilmektedir. İbâzîler’in ayrılma sebebi de temelde bu görüşlerdir. 29 Belâzürî, Ensâb, c. 7, s. 143. 4    fikrini vermektedir. Dolayısıyla denilebilir ki Belâzürî, bu bölümde esâsen Hâricîler arasındaki tefrikayı konu edinmektedir. Taberî (v. 310/923), Târîhü’l-ümem ve’l-mülûk adlı eserinde Hâricî grupların, liderleri Ebû Bilal’in30 (v. 61/681) ölümünden sonra Şamlılara karşı Kâbe’yi korumak üzere Nafi‘ b. Ezrak etrafında toplanarak Mekke’ye geldiğinden bahseder. Burada Yezid b. Muâviye’nin (v. 64/683) ölüm haberi gelinceye kadar Abdullah b. Zübeyr’in (v. 73/692) yanında savaştıklarını aktarır. Abdullah b. Zübeyr’in, kendileri gibi düşünmediğini öğrendiklerinde Mekke’den çıktıklarını, sonrasında da kendi aralarında yaşadıkları görüş ayrılıklarını kaydeder.31 Taberî ayrılan liderlerin adını verip Basra’da Ebû Bilal’in fikri üzere kalan grubu zikreder32 ki bu grupta Abdullah b. İbâz ismi de geçmektedir.33 Buna rağmen Hâricîlerin kendi içinden çıkan fırka isimlerine değinilmez. İbnü’l-Esîr (v. 630/1233) de el-Kâmil adlı eserinde Taberî’nin naklettiklerine yakın bilgiler verir ve o da Hâricîlerden ayrılan fırkaların adlarına atıf yapmaz. Ancak bu fırkaların daha sonra nispet edilecekleri isimleri burada görebiliriz ki Abdullah b. İbâz da bunlardan biridir. Bu bilgiye göre o, Nâfi‘ b. Ezrak’tan ayrılmıştır. Buna rağmen İbnü’l-Esîr, sözlerine devamla sadece Ezârika diye adlandırılacak grubun görüşlerine yer verir.34 İbnü’l-Esîr ile yaklaşık aynı bilgileri veren İbn Haldun (v. 808/1406) ondan farklı olarak Hâricîlerin, aralarında yaşadıkları tefrika sonucu dört gruba ayrıldığını kaydeder ve bunların temel görüşlerine değinir. Buna göre Nâfi' b. Ezrak’ın etrafındakiler Ezârika, bunlara muhalif olanlar Necdiyye, Abdullah b. İbâz’ın etrafındakiler İbâziyye, İbâzîlerin görüşlerine uyanlar Sufriyye şeklinde isimlendirilmiştir.35 Bu bilgilerden haraketle ve özetle söylenebilir ki Sünnî kaynaklar İbâzîleri ittifakla Hâricîler arasında zikretmektedir. Fakat bu eserlerde sadece İbâzilîk adından, önderlerinin Abdullah b. İbâz olduğundan bahsedilmekte, görüşlerine de birkaç cümle ile işaret                                                              30 Asıl adı Mirdâs b. Üdeyye’dir ve künyesi ‘Ebû Bilâl’ ile bilinir. Tahkim sonrasında ayrılan Hâricî grup içerisindedir. Ancak her ne kadar muhalif olsa da diğer Müslümanların inancını sorgulamaktan ve onlara karşı savaş içerisinde olmaktan yana değildir. Basra’da Ziyad b. Ebîh’in sert tutumlarına rağmen ılımlı tutumunu değiştirmemiştir. Ubeydullah b. Ziyâd’ın valiliği zamanında da birçok baskısı ve kışkırtmasına rağmen aynı tutumu sürdürmüştür. Savaşı sadece kendilerine kılıç çekenler karşısında savunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz.: İlyas Üzüm, “Mirdas b. Üdeyye”, DİA, İstanbul: İSAM, 2005, c. 30, ss. 148, 149. 31 Muhammed b. Cerîr Taberî, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, Beyrut: Dâru Suveydan, t.y., c. 5, ss. 565-567; Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut: Dâru Beyrut, 1965, c. 4, ss. 165-167. 32 Taberî, Târîhu’t-Taberî, c. 5, s. 567. 33 Taberî, Târîhu’t-Taberî, c. 5, ss. 566-568. 34 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c.4, s. 167. 35 Ebû Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b. Muhammed İbn Haldun, Kitâbü’l-iber ve divânü’l-mübtede ve’l- haber fî eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men asarahum min zevî’s-sultâni’l-ekber, Beyrut: Müessesetü’l-Alem li’l-Matbuat, 1971, s. 144. 5    edilmektedir. Bu bağlamda Tarih kaynakları ile makâlât tarzı kitapların genel olarak birbirlerine paralel bilgileri içerdiğini, hatta birbirlerini tekrar ettiğini ifade etmek gerekir. Öyleyse İbâzîler hakkında detaylı bilgi elde edebilmenin tek yolu, bizzat kendi kaynaklarına bakmak olacaktır. Sünnî kaynakların yetersizliği konusunda dikkat çeken bir diğer nokta ise Câbir b. Zeyd ismine rastlanmamasıdır. Hâlbuki fırkanın itikâdî, amelî ve siyasî tüm fikrî alt yapısını oluşturan Câbir b. Zeyd İbâzîler için oldukça önemlidir. 1.3.KENDİ KAYNAKLARINDA İBÂZİYYE İbâzî kaynaklar Sünnîlerden farklı olarak fırkanın tanıtımına Câbir b. Zeyd ve faziletlerinden bahisle başlamaktadır. Çünkü fırka ismen her ne kadar Abdullah b. İbâz’a nispet ediliyor olsa da esasen Câbir b. Zeyd’in görüşleri doğrultusunda şekillenmiştir. Câbir b. Zeyd isminin geri planda kalması ve fırkanın Abdullah b. İbâz’a nispet edilmesinin sebebi ise, bizzat İbâzîler’in iddia ettiğine göre, bir Emevî politikasıdır.36 Bu iddiaya göre Câbir b. Zeyd’in ön plana çıkması, fırkaya çok daha fazla kişinin teveccüh göstereceği manasına gelmektedir. Zira o, Müslüman toplum içinde yüksek bir konuma sahiptir. Bunun farkında olan Emevî idarecileri Abdullah b. İbâz ismini öne çıkarmıştır.37 Fakat kendileri de bu ismi yadırgamamış, aksine benimseyip fırkayı ona nispet etmekte beis görmemişlerdir. Zira Abdullah b. İbâz da siyasette aktif olarak yer almış38 ve bir anlamda grubun önderliğini yapmıştır. Buradan hareketle sözgelimi Dercînî (v. 670/1271-72) “Ehl-i Tarîk” 39, Şemmâhî (v. 928/1522) ise “Ehl-i Tahkîk ve’l-'Umde” şeklinde isimlendirdiği İbâziyye’ye, Hâricîlerden ayrılık sırasında önderlik yapan kişiyi Abdullah b. İbâz olarak tespit eder.40 Aynı şekilde Berrâdî (v. IX/XV. yy başları) de fırkayı Abdullah b. İbâz’a nispet etmektedir.41 2. FIRKANIN ORTAYA ÇIKIŞI İbâziyye’nin Hâricîlerden ayrılıp müstakil bir fırka olarak kendine yer bulmasına vesile olan olay Yezid b. Muâviye (v. 64/683) karşısında Abdullah b. Zübeyr’in (v. 73/692) yanında Kâbe savunmasına katılmaları ve bu süreçte bazı konularda ondan farklı düşündüklerini fark etmeleridir.                                                              36 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 17; Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l- İbâdiyye, s. 15. 37 Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 44, 45. 38 Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, s. 16. 39 Ebu’l-Abbas Ahmed b. Said b. Süleyman et-Temicârî Dercînî, Kitâbü Tabakāti’l-meşâʾih bi’l-Magrib, Beyrut: Dâru’l-fikri’l-Arabî, t.y., c. 2, s. 214. 40 Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 1, s. 72. 41 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 155. 6    2.1. SÜNNİ TARİH KAYNAKLARINA GÖRE İBÂZİYYE’NİN ORTAYA ÇIKIŞI Sünnî kaynaklara göre önderleri Ebû Bilal’in42 (v. 61/681) öldürülmesinden sonra Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad’ın (v. 67/686) şiddet yanlısı tavırları sebebiyle daha çok Basra’da toplanan Hâricîlere, Nâfi‘ b. Ezrak (v. 65/685) şu şekilde hitap eder: “Allah size Kur’ân’ı indirdi, size cihadı farz kıldı ve delil getirdi. Zulüm ehli kılıçlarını kınından çıkardı. Öyleyse bizimle Mekke’ye hücum edenlere karşı hurûc edin! Kâbe’ye gidelim ve eğer o (Abdullah b. Zübeyr), bizim görüşümüz üzere ise; onunla düşmana karşı savaşırız, yok eğer o bizim görüşümüz üzere değilse; yapabildiğimiz kadar Kâbe’yi ondan koruruz!”43 Bu konuşmadan etkilenen Hâricîler Mekke’ye doğru yola çıkarlar. Şamlıların Abdullah b. Zübeyr’e saldırdığına da şahit olan Hâricîler öncelikle Kâbe’yi koruma amacıyla onun yanında yer alırlar. Yezid b. Muâviye’nin ölüm haberi gelip Şamlılar Mekke’den çekilinceye kadar da Abdullah b. Zübeyr’in yanında savaşırlar. Ancak savaş esnasında zaman zaman onun “Ey Osman’ın varisleri!” gibi bazı hitaplarına şahit olurlar. Bu sebeple Hâricîler savaşın bitiminde ona Hz. Osman hakkında ne düşündüğünü sormaya karar verirler. 44 Havârîc’in sözcüsü Ubeyde b. Helâl ile yanında silahlı askerleri45 bulunan Abdullah b. Zübeyr arasında şöyle bir konuşma geçer: - Allah’a ibadete ve dinde samimiyete çağırması için Muhammed gönderildi. O da insanları buna çağırdı ve (bu çağrıya) Müslümanlar cevap verdi. Allah, ruhunu kabzedene kadar da O, Allah’ın kitabıyla amel etti. Sonra, insanlar Ebû Bekir’i, Ebû Bekir de Ömer’i halife yaptı. İkisi de Allah’ın kitabı ve peygamberinin sünnetiyle amel etti. (Bundan) sonra Osman b. Affan halife seçildi. O ise arkadaşlarını korudu, akrabasını üstün kıldı, taşkın kimseleri vali yaptı. Kitap parçalandı, zulme karşı ayaklananları dövdürdü ve Rasûlullâh’ın kovduğu kimseleri barındırdı. Faziletleri ve hürmetlerine rağmen sâbikûnu da dövdürdü. Halkın faydalanması gereken Allah’ın vergisini aldı ve bunu Kureyş’in fâsıklarına, Arabın delilerine verdi. Sonra Müslümanlardan bir grup Osman’ın üzerine saldırdı. Allah’a verilen itaat sözüne uyulmuş oldu. Allah katında kınayıcıların değeri                                                              42 E. Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, İstanbul: İSAM, 1997, c. 16, s. 171; Üzüm, “Mirdas b. Üdeyye’”, s. 148; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 71,72. 43 Taberî, Târîhu’t-Taberî, c. 5, s. 564; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. 4, s. 165. 44 Taberî, Târîhu’t-Taberî, c. 5, s. 564; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. 4, s. 165. 45 Hâricî grup Abdullah b. Zübeyr’in yanına ilk kez gittiğinde yanında az sayıda asker vardır. “Hz. Osman’ın katilleri hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorulunca durumun hassas olduğu anlaşılır. Hâricîlere “konuyu düşünecekleri bu sebeple akşamüstü gelmeleri” söylenir. Abdullah b. Zübeyr askerlere silahlarını kuşanmış bir şekilde onları bekleme emrini verir. Konuşma böyle bir ortamda gerçekleşir. Taberî, Târîhu’t-Taberî, c. 5, s. 564; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. 4, s. 166. 7    yoktur! Bu grup Osman’ı öldürdü ve işte bizler onların dostuyuz. Osman’ın ve onun dostlarındansa berîyiz. Bu duruma sen ne diyorsun İbn Zübeyr? - “Nebi hakkında söylediklerini anladım ki O senin söylediğin ve vasıflandırdığın özelliklerin de üstündedir. Ebû Bekir ve Ömer hakkında söylediklerini de anladım ki doğru söyler, isabetli konuşursun. Allah onlara rahmet eylesin. Osman hakkında söylediklerini de anladım ki Allah’ın yeryüzündeki kullarından Osman b. Affan’ı ve yaşadığı olayı benden daha iyi bilen yoktur. Onun emri bizimdir. Ona karşı ayaklanma olduğunda ben onunlaydım. Hiçbir itirazı cevapsız bırakmadı. Sonra kendilerinin öldürme emri olduğu ve halifenin yazdığını iddia ettikleri mektubu getirdiler. Onlara: “Bunu ben yazmadım. Eğer (benim yazdığıma dair) bir deliliniz varsa getirin! Yoksa size yemin edeyim” dedi. Ama Allah’a yemin olsun ki onlar ne delil getirdiler ne kendisinden yemin istediler. Halifeye saldırdılar ve onu öldürdüler. Sizin diğer ithamlarınızı da duydum fakat durum böyle değildir. Aksine o her hayra layıktır. Sizleri ve burada bulunanları şahit tutarım ki ben, Osman b. Affan’ın arkadaşı, onun düşmanlarının düşmanıyım. Allah da sizden berîdir!”46 Bu konuşmadan sonra orada bulunan Hâricîlerden bir grup tekrar Basra’ya giderken diğerleri Yemâme’ye çekilir. Basra’ya giden Hâricîler arasında Abdullah b. İbâz, Nafi‘ b. Ezrak ve Abdullah b. Saffâr47 gibi önemli isimlerde vardır. Bu iki grup arasında esâsen ciddi bir görüş ayrılığı yoktur; hepsi Ebû Bilal’in fikirlerini benimsemektedirler.48 Ancak cihadın faziletlerinden bahseden ve Basra’nın karışık ortamını fırsat bilen Nafi‘ b. Ezrak hurûc kararı alır.49 Bölge halkı ise Haricîlerden uzaklaşmaya başlamıştır. Bunu fark eden Nafi‘ b. Ezrak kendisine tabi olanlarla birlikte Ahvaz’a hareket eder; zira Basra artık dâru’l-harp konumundadır. Daha sonraları bu gruba Ezârika adı verilmiştir. Fakat Abdullah b. İbâz ve Abdullah b. Saffâr onunla gitmeyip Basra’da kalmaya devam ederler. Nafi‘ b. Ezrak kendisi ile birlikte hurûc etmeyip Basra’da kalan ve kendilerine “kaâde” denen bu grubu da, diğer Müslümanlara yaptığı gibi, tekfir eder.50 Buna rağmen                                                              46 Taberî, Târîhu’t-Taberî, c. 5, s. 565, 566; İbnü’l-Esîr, c. 4, el-Kâmil, s. 166, 167; karş. Çağatay, Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, s. 39, 40. 47 Sufriyye kolunun kurucusu kabul edilen Abdullah b. Saffâr ismi bazı kaynaklarda farklı zikredilebilmektedir. Bkz.: Mehmet Dalkılıç, “Sufriyye”, DİA, İstanbul: İSAM, 2009, c. 37, s. 472. 48 Üzüm, “Mirdas b. Üdeyye’”, s. 148, 149. 49 O günlerde Basra’da Ubeydullah b. Ziyad’ın baskısı hâkimdir. Bunun yanı sıra Basra içinde, Ezd ve Rebia‘ kabileleri ile Benû Temîm ve Kays kabileleri arasında bir savaş vardır. Hâricîlerin bir kısmı da hapisten kaçmıştır. Bu karışık ortamı fırsat bilen Haricîlerin büyük bir kısmı Nafi‘ b. Ezrak’ın etrafında toplanır. Mustafa Öz, “Ezârika”, DİA, İstanbul: İSAM, 1995, c. 12, s. 45. 50 Buna göre onlarla nikâhlanmak, kestiği hayvanları yemek, şahitliklerini kabul etmek, onlardan ilim almak, mirasçı olmak helal değildir; bu sebeplerden ötürü çocukları bile öldürülebilir. Çünkü hem diğer 8    onlara kendisine katılması için mektup yazar. Onlara karşı Bakara 2/159 âyetini delil getirir.51 Mektup karşısında sessiz kalmayı tercih eden Abdullah b. Saffâr’a rağmen Abdullah b. İbâz şöyle der: “Allah, Nafi‘nin doğru söylediğini düşünen her görüşü kahretsin! Eğer bu kavim müşrik olsaydı onun görüşü en isabetlisi olurdu. Rasûlullah’ın müşriklere davrandığı gibi davranırdı. Fakat söyledikleri yalandır. Çünkü (hurûc ettiği) kavim şirkten uzaktır. Onlar nimet ve ahkâm konusunda nankörlük (küffârun bi’n-nia‘m ve’l-ahkâm) içindedir. Onların kanı bize helal değildir. Bunun dışındaki (mallar, çocuklar gibi) diğer şeyler de bize haramdır.”52 Bu mektup sebebiyle Abdullah b. Saffâr ile Abdullah b. İbâz’ın arası açılır. Abdullah b. Saffâr gruptan ayrılır. Onun liderliğinde ayrılanlara Sufriyye ismi verilmiştir.53 Nafi‘ b. Ezrak’ın bu fikirleri, Benû Haşim’e mensup bir köleden aldığına dair rivayetler vardır. 54 İddiaya göre söz konusu köle görüşlerini Kur’ân-ı Kerîm’le de delillendirmiştir.55 Eğer bu bilgi doğru ise Hâricîlerin derin bir fıkıh anlayışına sahip olmadan Kur’ân-ı Kerîm’den duydukları bir ayetin siyâk ve sibâkına bakmaksızın görüş değiştirdikleri, bağlamından koparılan metinlerin zahirine bakarak hareket ettikleri ve tahkim olayında düştükleri yanlışı sürdürdükleri söylenebilir.56 Özetlemek gerekirse Sünnî kaynaklar İbâziyye’nin, esasen el-Muhakkime-i Ûlâ olarak da adlandırılan Hâricîler içinde yer alırken diğer Müslümanların kanını helal gören, çocuklarının ve kadınlarının öldürülebileceğini savunan Nafi‘ b. Ezrak’ın bu aşırı görüşleri sebebiyle Abdullah b. İbâz öncülüğünde onlardan ayrıldığını ifade etmektedir. Bu bağlamda Hâricî gruplar arasında Müslümanlarla savaşmayı helâl görmeyen yegâne grubun İbâziyye olduğu söylenebilir. Bu hassas yargıya ilaveten kendilerine ait bir literatür oluşturabilmiş olmaları da günümüze kadar ulaşmalarına vesile olmuştur, denilebilir.57                                                                                                                                                                                           Müslümanlar hem kâade, kendilerine İslâm teklif edildiğinde kabul etmeyip küfre düşen müşrik Araplar gibi kâfir olmuşlardır. Onlardan da ya İslam kabul edilir ya da öldürülür. Yaşadıkları yerde dolayısıyla dâru’l- harbdir. Bkz. Taberî, Târîhu’t-Taberî, c. 5, s. 567, 568; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. 4, s. 167. Ayrıca bkz. Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s.76, 136 numaralı dipnot. 51 Söz konusu “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap'ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder hem de bütün lanet etme konumunda olanlar lanet eder” şeklindedir. Nâfi‘in bu âyeti delil getirmesine dair bkz. Taberî, Târîhu’t-Taberî, c. 5, s. 567, 568. Ayrıca bkz. Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 74, 75. 52 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. 4, s. 168. 53 Dalkılıç, “Sufriyye”, s. 472; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 80. 54 Belâzürî, Ensâb, c. 7, s. 144; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 76. 55 Ayrıntılı bilgi ve Nafi‘ b. Ezrak’ın delilleri için bkz.: Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 74-80. 56 a.g.e., s. 81. 57 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 105. 9    2.2. KENDİ KAYNAKLARINA GÖRE İBÂZİYYE’NİN ORTAYA ÇIKIŞI İbâziyye tarihi konusunda bizzat kendi kaynakları söz konusu olduğunda olayları biraz daha geriden ele almak gerekecektir. Çünkü İbâzîler kendilerini asla Hâricî olarak görmemektedir. Söz konusu dönemin biraz daha geriden başlanarak ele alınması İbâzîlerin Müslümanlar arasında ayrılıklara sebep olan Tahkim gibi olaylara nasıl baktıklarını görmek açısından da önemlidir. İbâzî tarihçi Kalhâtî (v. IV/X. yy ?)58 İbâzîliğin tarihini ele alırken öncelikle “73 fırka hadisine” atıfta bulunur ve ümmetin ayrıldığı grupları sıralar. Verdiği bilgiye göre ümmetin genelinden ayrılan ilk grup Harûrîler olup bunlar da kendi arasında fırkalara ayrılmıştır. Ayrılan bu gruplardan biri Abdullah b. Vehb el-Vâsibî el-Ezdî’yi (v. 38/658) ilk imamları olarak tayin edenlerdir ki onu Abdullah b. İbâz da desteklemiştir. Verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre Kalhâtî İbâzîleri ilk olarak Vehbiyye grubu içinde saymaktadır.59 Nitekim “Vehbiyye” ismi de İbâzî adıyla özdeşleşmiştir.60 Kalhâtî, Vehbiyye’den sonra ikinci grup olarak Nafi‘ b. Ezrak’a nispetle isimlendirilen Ezârika’yı ele alır ve bunların aşırı görüşlerine işaret eder, yaptıkları yanlışları delilleri ile ortaya koyar. Fakat bunları yaparken Ezârika’yı “Hâricî” olarak niteler. Müellifin verdiği bilgiye göre Ezârika’yı bastırıp isyanlarını sonlandıran kişi ise Mühelleb b. Ebû Sufre’dir. Yani Kalhâtî’nin “Ehl-i İstikâmet” ismiyle andığı İbâzîler muhalif gruba karşı da savaşmamıştır.61 Vehbiyye ve Ezârika’dan sonra başta Şîa olmak üzere çeşitli fırkalardan ve görüşlerinden bahseden Kalhâtî, onlara delilleriyle itiraz ettikten sonra sözü İbâzîliğe getirir. Ona göre saydığı tüm bu gruplar içerisinde Kur’ân, sünnet ve icmâ tarafından “hak” olduğu tespit edilen tek grup İbâzîlerdir. İmamları ise Ahnef b. Kays’ın (v. 67/686-87) grubundan olan Abdullah b. İbâz’dır. Bu fırka Muâviye b. Ebî Süfyan (v. 60/680) zamanında ortaya çıkmıştır. Mezhebin kaynağı sahabe tabakasında Abdullah b. Abbas, tabiîn tabakasında Câbir b. Zeyd’dir.62 Bir başka İbâzî müellif Berrâdî (v. IX/XV. yy. başları)63 ise sözlerine “ilk fitnenin Hz. Osman zamanında ortaya çıktığını” belirterek başlar ve yaptığı hataları sıralar. Bunun neticesi olarak Hz. Osman’ın evi, çeşitli şehirlerden gelenler tarafından kuşatılır. Halifeye saldırı                                                              58 Kalhâtî hakkında bilgi için bkz. Harun Yıldız, “Kalhâtî”, DİA, İstanbul: İSAM, 2016, c. EK-2, s. 7, 8. 59 Kalhâtî, Muhammed b. Said Ebû Abdillah el-Ezdî, el-Keşf ve’l-Beyân, Umman: Mektebü’l-vezîr, 1980, c. 2, s. 421-423. 60 Bkz.: E. Ruhi Fığlalı, “İbâzıyye”, c. 19, s. 256. 61 Bkz.: Kalhâtî, el-Keşf, c. 2, s. 421-427. 62 a.g.e., c. 2, s. 471. 63 Harun Yıldız, “Berrâdî”, İstanbul: İSAM, 2016, c. EK_1, s. 190, 191. 10    başladığında Berrâdî’nin zikrettiği isimler ve olayla ilişkileri, Sünnî kaynaklara göre oldukça farklı resmelidir. Örneğin Abdullah b. Zübeyr bu esnada yaralıdır fakat kimin yaraladığı açık değildir. Hz. Ali yanında silahı olmasına rağmen olay esnasında mescitte oturmaktadır. Talha b. Ubeydullah (v. 36/656), Hz. Osman’a saldıran grubun arasındadır ve içeri girmeleri için onları teşvik etmektedir. Bedir ehlinden olan Rufâ b. Rafi‘ ise yine o gün karşılaştığı birine “Osman’ın evini yıkıp yakmaya gittiğini” söylemiştir. Berrâdî’ye göre en sonunda Amr b. el- Hazm el-Ensârî (v. 53/673 [?]), Hz. Osman’ın kapısını kırmış ve içinde Kureyş dâhil birçok kabileden kimsenin olduğu grup halifeyi şehit etmiştir.64 Görüleceği üzere Berrâdî o gün olanları anlatırken, Hz. Osman’ın katline iştirâk eden ve Sünnî kaynakların Hâricî olarak nitelendirdiği kişilere ilaveten sahabenin önde gelenlerine de işaret etmektedir. Bu tavrı ile muhtemelen o, sahâbenin ileri gelenlerinin dahî Hz. Osman’ın katlinin vacip olduğuna inandığını ortaya koymaya çalışmaktadır. Berrâdî’nin iddiasına göre Hz. Osman’ın katlinden65 sonra, mümin mi yoksa kâfir mi olarak öldüğü tartışılmış ve bu konuda dört görüş ortaya çıkmıştır: 1. Kâfir olarak ölmüştür ki, Berrâdî’nin verdiği bilgiye göre İbâzîler de böyle düşünmektedir.66 2. Mazlûm olarak ölmüştür ve cennetliktir.67 3. Tevbe ettiği için küfre girmemiştir.68 4. Bir şey söylemek zordur.69                                                              64 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 92-94. Fığlalı ise Sünni kaynakların farklı aktardığını söylemektedir. Bkz.: Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 39. 65 Berrâdî, Hz. Osman'ın katlinden sonra, sıradan bir Müslüman hakkında dahî çok doğru olmayan bazı değerlendirmelerde bulunur. Sözgelimi Hz. Osman’ın naaşı için “ceset” ve hatta “leş” anlamına gelen “cife” kelimesini kullanır. Ona göre Hz. Osman'ın defni için 3 gün beklenmiş ve ancak Hz. Ali’nin emriyle defin gerçekleşebilmiştir. İnsanlar Hz. Osman’ın, kendi ölülerini defnettikleri yerlere defnedilmesini istememiş, cenaze geçerken taşlama ihtimali olduğu için de bu işlem gece gerçekleştirilebilmiştir. Berrâdî, el- Cevâhiru’l-müntekât, s. 100. 66 Abdullah b. Mesud, Ammar b. Yâsir ve Ebu Zer el-Gifârî’nin kabul ettiği bu görüşe göre Halife Osman b. Affan, yaptığı hatalardan sonra uyarılmış ve adil olması ya da halifeliği bırakması söylenmiştir. Ancak o ikisini de yapmamış, hatta hatalarına devam ederek halkına zulmetmiştir. Bütün bu yaptıklarından dolayı küfr-i nimet içindedir ve “Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın” (Hucurât, 49/9) ayeti gereğince kanı helâldir. Bütün bunlara rağmen tövbe de etmediği için, sözü geçen bu üç sahabî de Hz. Osman’ın kâfir olarak öldüğünü düşünmektedir. Bu noktada Vercelânî “… Çünkü onlar bana kulluk eder, hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır” (Nur, 24/55) âyetini de delil getirmekte ve İbn Mesud’un, Hz. Osman’ı açık bir şekilde küfür ile suçladığını söylemektedir. Bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 44. 67 Muaviye, Amr b. el-Âs (v. 43/664) ve beraberindeki Ehl-i Şam ise Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü, katledenlerin ona zulmettiğini ve dolayısıyla kendisinin cennetliklerden olduğunu savunmaktadır. 68 Hz. Âişe’nin önderliğindeki Ehl-i Cemel’e göre ise Hz. Osman yaptıklarından ötürü hatalıdır ve zulmetmiştir. Mushafları yaktırdığı için kâfir olduğu bile söylenebilir. Fakat o bu hatalarından dolayı tövbe etmiştir ve tövbesinden sonra öldürülmüştür. Dolayısıyla bu gruba göre Hz. Osman küfre girmemiştir ve cennetliklerdendir. 11    Berrâdî, bu bilgileri herhangi bir kaynağa dayandırmadan nakletmiştir. Fakat bunların, araştırma konumuz olan Vercelânî’nin aktarımı ile aynı olduğunu söylemek mümkündür. Berrâdî’nin Vercelânî’den yaklaşık üç asır sonra vefat etmiş olmasına dayanarak söz konusu bilgileri ondan naklettiği düşünülebilir. Berrâdî’ye kaynaklık yaptığını düşündüğümüz Vercelânî, ondan farklı olarak bu dört görüşü tahkik eder. Buna göre ilki İbâzîyye’nin de görüşüdür ve en isabetlisidir. Dördüncü görüşü kararsız kaldığı için için söz konusu etmez. İkinci ve üçüncü görüşün sahipleri ise helak olmuştur. Vercelânî’nin bu noktada Ümmü’l- müminîn Hz. Âişe’yi dahî eleştirmesi70 dikkat çeker. Sözlerine devam eden Berrâdî’nin verdiği bilgilere göre bu olayların akabinde Mescid- i Nebî’de toplanan Müslümanların, çekimser kalan birkaçı71 dışında, büyük çoğunluğu Hz. Ali’ye biat etmişlerdir.72 Bununla birlikte kısa bir süre sonra, daha önce Hz. Ali’ye biat etmiş olan Hz. Talha ve Zübeyr, “Hz. Osman’ın tövbe ettikten sonra ve dolayısıyla mazlum olarak öldürüldüğünü, Ali’nin ise, Müslümanların rızasını almadığı için hilâfette meşru olmadığını” söyleyip Mekke’ye Hz. Âişe’nin yanına giderler (36/656).73 Hz. Osman’ın kanını talep etmek için hep birlikte Basra’ya doğru yola çıkan grup “Cemel ashabı” olarak adlandırılır. Hz. Ali ile savaşan bu grup yenilir. Hz. Ali’ye biat eden ancak sonrasında aleyhine faaliyetlerde bulunan Hz. Zübeyr ve Hz. Talha ölür.74 Mushafları yaktırdığı gerekçesiyle Hz. Osman’ı daha önce kâfir ilan eden Hz. Âişe ise tövbe eder ve Medine’ye çekilir. İbâzîlerin ileri gelenleri arasında                                                                                                                                                                                           69 Abdullah b. Ömer (v. 73/692), Sa‘d b. Malik ve Muhammed b. Mesleme’nin (v. 43/663) içinde bulunduğu grup ise Hz. Osman’ın kâfir mi mümin mi olduğu konusunda tevakkuf etmiş, görüş bildirmemiştir. Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 96, 97. 70 Bkz.: el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 44, 45. 71 Berrâdî’ye göre Sa‘d b. Ebû Vakkas (v. 55/675), Abdullah b. Ömer, Suheyb b. Sinan (v. 38/659), Zeyd b. Sâbit (v. 45/665 ?), Muhammed b. Mesleme ve Üsâme b. Zeyd (v. 54/674) Hz. Ali’ye biat konusunda çekimser kalmışlardır. Bkz. el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 101. 72 a.g.e., s. 100. Berrâdî bu ortamı tasvir ederken Hz. Ali’ye biat edenler arasında bulunan Ammar b. Yâsir, Muhammed b. Ebû Bekir (v. 38/658), Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’a (v. 36/656) özellikle dikkat çeker. Ayrıca burada yer alan bilgiye göre Hz. Ali’nin ünlü komutanlarından Eşter (v. 37/657 [?]) yeni halifeye biat esnasında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e herkesin içinde kalkıp Hz. Ali’ye biat etmelerini söyler. Bu bilgi silah zoruyla bir biat verdiklerini düşündürmektedir. Ancak İbâzîler, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in biat verdikten sonra Hz. Ali aleyhinde faaliyet göstermelerine şiddetle eleştirir. Örneğin, Aveşt kitabında İbâziyye’nin ortaya çıkışını ele aldığı kısımda ilk biat verenlerin bu iki isim olduğunu söylemektedir. Bkz.: Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, s. 26. Vercelânî de bu isimlerin fasık olduğunu aktarır. Bkz.: Vercelânî, Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, c. 1, s. 152. 73 Hâlbuki Hz. Ali bizzat Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e hilafet teklifinde bulunur. Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 39. Fığlalı’ya göre sonrasında Hz. Âişe ile halifenin karşısında olmalarının sebebi hilafette ortaklık taleplerine bekledikleri gibi cevap alamamalarıdır. Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 41. 74 Bize göre elbette aşere-i mübeşşereden olan bu iki sahabî, maalesef iki Müslüman grup savaşıyor olsa da şehit düşmüştür. Fakat İbâzîler, ilk olarak biat verip sonrasında halifenin aleyhine faaliyet gösterdikleri için bu şekilde düşünmemektedir. 12    sayılan Câbir b. Zeyd ve Ebû Bilâl b. Mirdas, Hz. Âişe’ye Cemel olayını sormuşlar, o da “böyle bir girişime iştirakinden dolayı tövbe ettiğini ve Allah’tan af dilediğini” söylemiştir.75 Berrâdî bu noktada, ümmü’l-müminîn Hz. Âişe’nin cennette de Rasûlullâh’ın eşi olacağını belirtmekte76 ve söz konusu olaydan dolayı onu çok fazla eleştirmemektedir. Bunda, daha sonra tövbe etmesi kadar, muhtemelen Rasûlullâh’ın eşi olması da etkili olmuştur. Buna rağmen Hz. Âişe’yi davasında haksız görmekten de geri durmaz. Diğer yandan Hz. Ali, olaylara karışmadığı, Hz. Osman’ın kanında bir payı olmadığı ve sahâbenin önde gelenlerinin biatını aldığı için meşru bir halifedir. Halife Hz. Ali, Cemel olayından sonra Şam’a gitmek durumunda kalır. Çünkü Şam ehli Hz. Osman’ı asabiyet sebebiyle haksız olarak öldürdüğünü düşünmekte, halifeden onun ya katillerini teslim etmesini ya da diyetinin ödenmesini istemektedirler. Berrâdî’ye göre bu fitnenin sebebi Muâviye’dir. Ona göre “her akıl sahibi Muâviye’nin din adına iyi bir şey istemeyeceğini bilir”. Kaldı ki o ve babası Ebû Süfyan Allah Rasûlü tarafından lanetlemiş insanlardır.77 Neticede iki taraf Sıffîn’de karşı karşıya gelirler ve savaşın sonunda tahkime başvururlar. Berrâdî, hakem olayını Sünnî kaynaklarda geçtiği gibi aktarır.78 Hakem olayı vuku bulduktan sonra bir grup Hz. Ali’den Muaviye ile savaşmasını ve Allah’ın hükmünü yerine getirmesini ister.79 Berrâdî de Kalhâtî gibi İbâzîlerin tahkim olayından sonra ilk kez Abdullah b. Vehb’in etrafında toplanmalarından bahseder. Abdullah b. Vehb’in konuşmasında hükmün Kur’ân’dan alınıp insanlara verilmesi olayı eleştirilmekte ve hurûc teklif edilmektedir. Onlara göre Hz. Ali esasen kendi hakemi vasıtasıyla imamlıktan azledilmiştir. Onun yerine Abdullah b. Vehb’e biat ederler. Sonrasında aralarında yaptıkları istişare sonucu Nehrevân bölgesine emr-i bi’l-mağrûf ve nehy-i ani’l-münker ve Allah yolunda cihat amacıyla hurûc ederler. 80 Berrâdî, açıkça İbâzîlerin Ehl-i Nehrevan’dan olduğunu burada ifade eder.81 Fakat onları henüz müstakil bir grup olarak tavsif etmez. Berrâdî’nin aktardığı bilgiye göre Hz. Ali ilerleyen süreçte bu grupla savaştığı için çok üzülmüş, “ümmetin en hayırlılarını ve en iyi kurrâlarını öldürdüğü” için ağlamıştır. Oğlu Hz.                                                              75 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 101-105. 76 a.g.e., s. 101. 77 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 103-107. 78 Bkz.: Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 138-145. 79 a.g.e., s. 132-138. 80 Bkz.: Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 128-131; Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, s. 26, 27. 81 a.g.e., s. 138. 13    Hasan (v. 49/669) bile babasını bu konuda eleştirmiş82 , Hz. Âişe de onlar için gözyaşı dökerek “dinen ne kadar değerli olduklarından” bahsetmiştir.83 Özellikle bu son bilgiler Sünnî kaynaklarda da geçer; burada öldürülenlerin “övgüye değer kişiler olduklarından ve dinlerine bağlılıklarından” bahsedilir.84 Burada dikkat çeken husus söz konusu olayların İbâzîler tarafından, belki doğal olarak, kendilerine göre yorumlamalarıdır. Sözgelimi Berrâdî’ye göre insanlar dört fitne konusunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bunlar Hz. Osman’ın katli, Cemel vakası, Sıffin vakası ve Nehrevan olayıdır. Berrâdî’nin verdiği bilgiye göre Hz. Ali, bu fitnelerde ortaya koyduğu tavrı içtihad ile tespit ettiğini söylemiştir ve içtihatta hata yapılabilir. Fakat Berrâdî’nin aktardığına göre Ehl-i hakk (İbâzîler), buradaki meseleyi içtihat olarak değil, dinin bizzat kendisi olarak görmektedir. Nitekim Vercelânî de tüm bu olaylarda ortaya çıkan sonuçların içtihat olarak yorumlamasına itiraz eder. Ona göre bunlar hatalı tarafı helâk edecek sonuçlar doğurmuştur.85 Berrâdî’ye göre bu konuyla ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok ayet86 vardır.87 Berrâdî, Hz. Ali’nin öldürülmesinden ve Muaviye’nin hâkimiyeti ele almasından sonra İbâzîleri, Nehrevan ehlinin geri kalanının oluşturduğu Ehl-i Nuhayle içinde saymaktadır.88 Nuhayle’de bulunanların hepsini Muaviye tarafından öldürülür ve Berrâdî’ye göre bunun sebebi, Kufeli yani Hz. Hasan’ın askerleri zannedilmeleridir.89 Bu yoruma göre Muâviye’nin aslında grubu düşman olarak görmediği sonucu çıkarılabilir. Bu aşamadan sonra Berrâdî, diğer İbâzî müellifler gibi kendilerinin tabakalarını saymaya başlar. Buna göre ilk tabakaya, Ehl-i Sünnet’in yaptığı gibi, sahabîleri yerleştirir ve onları çeşitli vasıflarıyla birlikte zikreder. Nitekim bunlar ümmetin sıddıkı Hz. Ebû Bekir, ümmetin âdili Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in Yemen’e gönderip kendisinden razı olduğu ve kıyamet günü âlimlerle haşrolacak Muâz b. Cebel, ümmetin emini Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mesud, Hz. Ali’yi Allah’ın hükmüyle iş tutması için uyaran ve Rasûlulâh’ın fitneci bir grup tarafından öldürüleceğini söylediği Ammâr b. Yâsir, Huzeyfe b. Yemân, Ebû Zerr el-Ğıfârî, Abdullah b. Abbas, Hz. Âişe, Nehrevan’da Hz. Ali’yi                                                              82 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 138-140. 83 a.g.e., s. 142. 84 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 54, 58, 64, 81. 85 Bkz. el-‘Adl ve’l-insaf, c. 2, s. 46, 47. 86 Bu ayetlerden bazıları “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak azaptan sakının!...” (Enfâl, 8/25), “…Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın…” (Hucurat, 49/9), “Onlar hala cahiliyye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” (Mâide, 5/50), “…Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım? (de)…” (En‘am, 6/114) şeklindedir. 87 a.g.e., s. 144. 88 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 145-147. 89 a.g.e., s. 146. 14    tahkimden men ettikleri için öldürülen Abdullah b. Vehb er-Râsibî, Zeyd b. Hassan et-Tâî ve Hurkus b. Zübeyr, Adiyy b. Hâtim ve Cündeb’dir.90 İkinci tabaka oluşturan tabiîler Câbir b. Zeyd ile başlatılır. Daha sonra fırkaya ismi verilen ve “İbâzîlerin kendisine nisbet edildiği”91 vasfıyla takdim edilen Abdullah b. İbâz zikredilir. Berrâdî, Abdullah b. İbâz’ın Ebû Bilâl’in ölümünden sonra Basra’da toplanıp hurûc edenler arasında bulunduğunu kaydeder. Burada ismine yer verilen diğer şahıslar ise Nafi‘ b. Ezrak, Ahnef b. Kays, İyâs b. Muâviye ve Abdullah b. Yahya’dır.92 İbâzîliğin modern sayılabilecek bir kaynağı olan Muhtasaru Târîhi’l-İbâziyye’de, fırkanın I/VII asırda ve dolayısıyla oldukça erken dönemde ortaya çıktığına işaret edilir. Mezhebin önderiyse tâbiûndan olan Abdullah b. İbâz’dır. Abdullah b. İbâz sonrasında ise Câbir b. Zeyd’e değinilmekte fakat fırkanın nasıl ortaya çıktığı açık olarak anlatılmamaktadır.93 Fırkanın ortaya çıkışı konusunda Sünnî ve İbâzî tarih kaynakları karşılaştırıldığında, bazı bilgi ve yorum farkları dışında genel olarak benzer şeyler aktardıkları söylenebilir. Bu bağlamda temel farklılıklardan birinin başta Hz. Osman ve Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm olmak üzere bazı şahıslar hakkındaki kanaatleri olduğu söylenebilir. Ayrıca İbâzîlere göre Hz. Ali, önceleri meşru bir halife iken daha sonra kendi kendini azletmiş ve Allah’ın hükmüne uymayarak yoldan çıkmıştır. Bu sebeple o da küfrân-ı nimet içerisindedir. Sünnîlerle İbâziyye arasındaki bir diğer bakış farkı ise mesela Ezârika’yı “Hâricî” addetmekle birlikte kendilerini bu fırkaya nispet etmemeleridir. Zira Nafi‘ b. Ezrak muhâliflerin öldürülmesi gerektiğini savunmuş ve dolayısıyla aşırı gitmiştir. Hâlbuki muhâlifler de Müslümandır. İşte bu noktada Hâricîlerden ayrılmışlardır. Fakat Ehl-i Sünnet âlimleri bu ayrışma gerçekleşene kadar İbâzîleri de Hâricî grubun içinde saymaktadır. Ancak İbâzîlere göre mezhebin fikri alt yapısı Câbir b. Zeyd ve Abdullah b. İbâz’ tarafından Kur’ân ve sünnetten elde edilen delillerle oluşturulmuştur. Bu sebeple gittikleri yol hak yoludur. Sünnîlerle İbâziler arasındaki bu bilgi ve yorum farklarının biraz da kendi kaynaklarının tavrından ileri geldiği söylenebilir. Zira onlar fikirlerini belli bir süre,                                                              90 a.g.e., s. 147-155. 91 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 155, 156. 92 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 169, 170. Bu bölümde Ebû Behs, Necde b. Âmir ve Abdullah b. Saffâr isimleri de sayılmakla birlikte bunlar söz konusu tabakaya dâhil edilmez (bkz. .g.e., s. 156). 93 Ebü’r-Rebi Süleyman el-Bârûnî, “مختصر تاريخ اإلباضية | المكتبة السعيدية”, s. 21, (14.07.2019), https://alsaidia.com/node/95. 15    Rüstemîler Devleti’ne94 kadar, açıkça ortaya koymamış, gizliliği tercih etmişlerdir.95 Bu tercihte idarecilerin Haricîlere karşı aldığı net ve sert tavrın etkisi var gibi görünmektedir.96 Fakat Abdullah b. İbâz’ın halife Abdülmelik b. Mervan’la (v. 86/705) mektuplaşması örneğinde olduğu gibi fırsat bulduklarında kendilerince doğru olanı savunmaktan da geri kalmamışlardır. Fakat Abdullah b. İbaz halifeye görüşlerini açıkça söylemesine rağmen aktif bir faaliyette bulunmadıklarına yaptıkları vurgu silahlı mücadele yerine ilimle uğraşmayı tercih ettikleri izlenimi uyandırmaktadır. Nitekim onlar Kâbe savunması dışında aktif bir faaliyete katılmamışlardır.97 Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçtiği üzere kendileri gibi düşünmeyen diğer Müslümanları küfran-ı nimet içinde görüp tövbe etmeden ölmeleri halinde cennetlik addetmemelerine rağmen onları kâfir de saymamalarına, buna binaen onları haklı bir sebep olmadan öldürmeyi câiz görmemelerine, sırf bu sebepten dolayı Nafi‘den ayrılmalarına, büyük sahabîler hakkında aşırı düşünceler ileri sürmemelerine, sözgelimi Hz. Ali’nin pişmanlığına, kendisi aleyhinde bulunan Hz. Talha, Hz. Zübeyir gibi sahabîleri affetmesine yaptıkları vurgulara bakılarak, diğer ayrılıkçılar içerisinde İbâzîlerin oldukça ılımlı düşündükleri söylenebilir. 2.3. İBÂZİYYE’YE GÖRE HÂRİCÎ İSİMLENDİRMESİ VE EZÂRİKA Mezheplerin kendilerine verdikleri isimlerle muhaliflerinin onları isimlendirmesi meselesi çoğu zaman ihtilâflara açıktır. Hiçbir mezhep kendisine olumsuz bir anlamı çağrıştıracak isimler seçmez ama bu konuda muhaliflerine de pek anlayışlı davranmaz. Fakat hiçbir fırka isminin de sebepsiz olmadığı bilinen bir gerçektir.98 Hâricî isimlendirmesinde de böyle bir durum yaşanır. Ehl-i Sünnet “ana kitleden ayrılan, isyan eden” anlamında kullandığı bu terim, bizzat onlar tarafından en-Nisâ, 4/100 ayetine telmihle “kâfirlerin arasından çıkarak Allah’a ve peygamberine hicret edenler” manasına hamledilmiştir.99 İbâzîler ise, bu isimlendirmede ittifâk bulunsa da, en çok, Hâricîler                                                              94 160/777 yılında Abdurrahman b. Rüstem tarafından Cezâyir'de kurulan ve 296/909 yılına kadar hüküm süren bu hânedân hakkında geniş bilgi için Bkz. Özkuyumcu, Nadir, "Rüstemîler", DİA, İstanbul: İSAM, c. 35, s. 295-296. 95 Bu durum Rüstemîler Devleti’ne kadar devam etmiştir. Bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s- Sahîh Adlı Eseri, s. 35. 96 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 6. 97 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 34. 98 Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 41. 99 Fığlalı, “Hâricîler”, s. 169. Söz konusu ayetinin tamamının meâli şu şekildedir: “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişrse artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah da çok bağışlacıyı ve esirgeyicidir”. 16    içinde gösterilmelerine itiraz etmişlerdir. İbâzî olmayan araştırmacılara göre fırka, tahkimi reddederek Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan ve bu sûretle Hâricî olarak adlandırılan grubun arasından neşet etmiştir 100 ve dolayısıyla onlar, Hâricîlerin bir koludur. 101 İbâzîler ise Hâricîlerden ayrı olduklarını kesin bir dille reddetmişlerdir.102 Bu tavır esâsen oldukça eskiye dayanır ve teşekkül devresine kadar gider. Buna göre Nafi‘ b. Ezrak hurûc ederken Abdullah b. İbâz önderliğinde kuûdu seçenler, bu ayrılma gerçekleştikten sonra kendilerini Hâricî gruplardan da ayrılmış sayarlar. Abdullah b. İbâz’ın Abdülmelik b. Mervan’a (v. 86/705) yazdığı mektupta dahî bu konunun altı çizilir.103 Muhtasaru Târihi’l-İbâziyye gibi modern dönem araştırmalarında da bu konuya dikkat çekilir; Ezârika, Sufriyye ve Necedât gibi diğer gruplar Havârîc olarak zikredilir ve kendilerinin bu gruplardan berî olduklarına özellikle vurgulanır. 104 Nitekim Vercelânî’de kitabında Hâricî olarak bu isimleri zikreder. 105 Yine modern döneme ait bir çalışma olan Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye’de bu konu için bir bölüm ayrılmıştır.106 Burada kitabın yazarı Aveşt, Hâricî ismini ve İbâzîlerin bu gruptan gösterilmesi gibi bir yanlışa neden düşüldüğünü ele alır. Ona göre Hz. Ali’nin ordusundan ayrıldıkları için Hâricî olarak adlandırılmaları yanlıştır. Asıl Hâricî olanlar ne Hz. Osman’ı öldürenler ne de Hz. Ali’den ayrılanlardır. Ona göre asıl Hâricî olanlar Rasûlullâh’ın “okun yaydan çıkması gibi dinden çıkan” kimseler olarak nitelendirdikleridir. Bu şahıslar Abdullah b. Vehb’in hilafetini de reddetmişlerdir.107 İbâzîlerin Hâricîler içinde sayılmaya şiddetle karşı çıkışları, bu fırka hakkında oluşmuş genel ve kötü algı özellikle de bu isim söylenince akla gelen “Müslümanları sebepsiz yere öldürme” gibi olumsuz tavırlarla alakalıdır. Gerçekten de İbâzîler tam olarak bu tavırlara karşı çıkmaları sebebiyle Hâricîlerden ayrılmışlardır. Buna bakarak “Muhakkime-i ûlâ içinden bir grup” şeklinde tanıtılması muhtemelen onları bu kadar rahatsız etmeyecektir. Nitekim bu tanımlamayı zaman zaman onlar da kullanmıştır. Bu noktada, İbâzî kaynakları ortadayken ve bunlarda kendilerinin Hâricî addedilmesine açıkça karşı çıkarken onları ısrarla bu fırkaya dâhil etmenin ciddi bir yanlış olduğu düşünülebilir. Sözelimi Mutezile arasından ayrılan İmam Eş‘arî’nin kurduğu Eş‘arîlik,                                                              100 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s.5 101 Örnekleri çoğaltılabilir, bkz.: Fığlalı, “Hâricîler”, s. 173; Fığlalı, “İbâzıyye”, c. 19, s. 256; Demirci, Hadis El Kitabı, s.660; Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s.1; Bakan, İbâdîler ve Hadis, s.221. 102 Kalhâtî, el-Keşf, c. 2, s. 471; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 1, s. 73. 103 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 165. 104 Bârûnî, “مختصر تاريخ اإلباضية | المكتبة السعيدية”, s. 5. 105 Bkz.: el-‘Adl ve’l-insaf, c. 2, s. 59. 106 Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, s. 23-36. 107 Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, s. 33-36. 17    asla Mutezile içinde değerlendirilmemiştir. İbâzîler de Hâricîler içinden ayrılmış müstakil bir grup olarak tanıtılabilir. Gerçekten de İbâzîlerin Hâricîler içinde yaşadıkları görüş ayrılıkları sonucunda onlardan ayrıldığı ortadadır. Ancak Hâricîlere dâhil edilmeleri konusunda, yine onlardan kaynaklanan bir sebep olduğu görülmektedir. Zira onlar belli bir süre kitmanı yani gizli kalmayı tercih etmişlerdir. Bu sebeple Sünnî müellifler ve özellikle de erken dönem kaynakları, sürekli olarak Hâricîler içerisinde gördükleri isimleri doğal olarak bu gruba dâhil etmişlerdir. Nitekim Nafi‘ye kadar Hâricîler içinde yer almaları, faaliyetlerini ve düşüncelerini onayladıklarını gösterir. Ancak Nafi‘den sonra Hâricîlerin diğer grupları gibi düşünmemeye ve onlarla beraber eylemde bulunmamaya başlamışlardır. Onların bu dönemden sonra Hâricîlerden ayrıldığı da Ehl-i Sünnet âlimlerince açıkça ifade edilmiştir. Bizim de konu çerçevesinde incelediğimiz hemen bütün araştırmalarda108 bunun aksine bir tavra rastlamadığımızı ifade etmemiz gerekir. 3. FIRKANIN ORTAYA ÇIKMASINDA VE GELİŞMESİNDE ROLÜ OLAN KİŞİLER İbâzî mezhebi kendine ait bir silsileye, dolayısıyla hoca-talebe ilişkisine sahiptir ve her tabakada mezhebin öne çıkan ve çoğunluğu hadisle de iştigâl etmiş âlimleri söz konusudur. 3.1. ABDULLAH B. İBÂZ EL-MÜRRÎ ET-TEMÎMÎ (v. ?) Fırkanın babasının ismine nisbet edildiği Abdullah b. İbâz hakkında kaynaklarda bulunan bilgiler oldukça azdır.109 Doğum tarihi net olarak bilinemeyen Abdullah b. İbâz’ın vefat tarihi de kesin olarak tespit edilememiştir.110 Fırkanın önderliğini yapması111 dışında Kâbe kuşatmasında (63/683) yer alması112 ve dönemin halifesi Abdülmelik b. Mervan (v. 86/705) ile mektuplaşması 113 en azından yaşadığı yıllar hakkında bizleri fikir sahibi                                                              108 Mesela Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri; Orhan Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi; Ahmet Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri; Kadir Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı gibi çalışmalarda İbâzîler, Hâricîler içinden çıkmış bir grup olarak tanıtımakla birlikte onlardan ayrıldıklarını, Hâricîlerce yapılan olumsuz faaliyetlere katılmadıklarını, bir literatür oluşturduklarını ve ılımlı tavırlarını da konu edinir. 109 Mezhebin temel kaynaklarından sayılabilecek Tabakât’ta dahî Abdullah b. İbâz hakkında verilen bilgiler tek sayfayı doldurmaz (bkz.: Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 214). 110 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 84; Dercînî, Abdullah b. İbâz'ı tâbiûn tabakası olan ikinci tabaka içinde saymakta ama ne vefat ne de ölüm tarihi vermemektedir. Bkz.: Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 214. 111 Kalhâtî, el-Keşf, c. 2, s. 471; ‘ehlü’t-tahkîk ve’l-umde’ için bkz.: Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, c. 1, s. 72; Tabakât’ta Abdullah b. İbâz için itikâdî konularda asıl, istidlâlde bulunma konusunda açıklayıcı olduğu gibi birçok vasıflandırma bulunmaktadır. Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 214. 112 Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 1, s. 72. 113 a.g.e., c. 1, s. 73; Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 156; Kalhâtî, el-Keşf, c. 2, s. 471; el-Bârûnî, “مختصر .s. 21-27 ,”السعيدية المكتبة | اإلباضية تاريخ 18    yapmaktadır. Şemmâhî, onun ayrıca Câbir b. Zeyd’in görüşlerini takip ettiğini ve muhaliflerine mektuplar yazdığını ifade eder.114 Abdülmelik b. Mervan’a mektup yazması Abdullah b. İbâz hakkındaki nâdir bilgilerdendir. Bu mektubunda o, Abdülmelik’i takvaya davet ettikten sonra ilk dört halife hakkındaki görüşlerini; Muâviye ve Yezid’den ayrıca Nafi‘ b. Ezrak’tan ayrılış (teberrî) sebeplerini ayetlerle destekleyerek aktarır. Devamında halifeyi Allah’ın yoluna, peygamberinin sünnetine çağırır ve aralarında bir ayrılık olursa hükmün Allah’a ait olduğunu ifade eder. Bunun dışında imamları hidayet ve dalâlet yanlıları olmak üzere ikiye ayırır. Abdülmelik’in de öncekiler gibi hevâsına uymayıp ilk iki halife 115 gibi hidayet imamı olabilmesi için Allah’ın kitabına uyması gerektiğini hatırlatır ve bunları ona sadece tavsiye niteliğinde söylediğini, nefsi için konuşmadığını ifade eder. Bu mektubundan anlaşıldığı kadarıyla İbn İbâz başkaldırmadan fakat görüşlerini de savunarak yönetimle ilişki kurma çabasındadır. Diğer taraftan mektupta uzun uzun Hz. Osman’ın yaptığı hataları ele alması ve her birine ayetle yanıt vermesi İslam tarihinde çıkan ayrılıkların Hz. Osman dönemine kadar götürülebileceğini gösterir. Fakat mektupta kendisine ait bunlar dışında mesela fıkhî bir mülahazaya veya rivayet ettiği bir hadise rastlanmaz. Bu nedenle o, fırka içinde propagandacı kişiliği (dâîliği) ile ön plana çıkar.116 Abdullah b. İbâz hakkındaki bilgilerin hemen hemen bunlarla sınırlı olması, fırkanın takiyyede bulunması, Basra’da kuûd ederek gözlerden uzak sakin bir hayat yaşamaları ve kitman devrinde olmaları117 ile ilgilidir. Çünkü Emevî ve Abbasî iktidârlarında muhaliflere                                                              114 Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 1, s. 73. 115 Mektubunda İbn İbâz, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’den razı olunduğunu; zira Kitab ve sünnete göre hareket ettiklerini, onların zamanında Müslümanlar arasında bir ayrılık olmadığını zikreder. Ona göre Hz. Osman, kendisine Allah’ın ayetlerini ve Rasûlü’nün sünnetini hatırlatanları hapsetmiş ya da sürgüne göndermiştir. Ebu Zer el-Ğifârî gibi insanları gece gündüz Allah yoluna çağıran kimseleri mescitlerden men etmiştir. Aksine Velid b. Ukbe gibi sarhoşken namaz kıldıran fâsık birine görev vermiş ve akrabasını kayırmıştır. Beytü’l-mâl zenginler arasında bölüşülmüş, sadakalar yine zenginlere verilmiştir. Ömer b. Hattâb’ın Bedir ehline mal tahsisine son vermiş ve ilaveten bunları Allah yolunda da sarf etmemiştir. Dolayısıyla Osman, Allah’ın ayetlerinden, Rasûlünün sünnetinden ve mü’minlerin yolundan yüz çevirmiştir. Tüm bunlar sebebiyle de katli vaciptir ve cehennemliklerdendir. Hz. Ali ise Rasûlullâh’ın akrabası ve ilk Müslümanlardan olsa bile tahkimi kabul edip Allah’ın işinde hakemlere başvurması sebebiyle küfre girmiştir. Mektubun devamında Muaviye’nin emirliği ele almasında hakkı bulunmadığını ifade ettikten sonra Yezid’in lanetlenmiş, fâsık ve kâfir olduğunu söyler. Talha ve Zübeyr de ona göre önce biat edip sonra biatlarını bozmuş kimselerdir. İbn Ezrak ise dinden çıkmış birisidir. Abdullah b. İbâz kendilerinin tüm bunlardan beri olduğunu ifade eder; bu uğurda yaşadıklarını ve yine bu uğurda öleceklerini söyler. Mektubun tamamı ve Abdülmelik b. Mervan’ın cevabı için ayrıca bkz.: Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 156-168. 116 Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 42-45. 117 Kalhâtî, el-Keşf, c. 2, s. 471; Fığlalı, “Abdullah b. İbâz”, s. 109; Fığlalı, İbâdiye'nin Doğuşu ve Görüşleri, s.84, 85. 19    karşı çok şiddetli davranılmıştır.118 Bunda ayrıca Rüstemîler Dönemi’ne (160-296/777-909) son veren Şiî-Fâtımîlerce onlara ait kütüphanelerin yakılması ve böylece kaynakların çoğunun kaybolmasının da önemli bir yeri vardır.119 Bilgi kaybı ile ilgili bu hususlar sadece Abdullah b. İbâz için değil fırkanın tamamı için de geçerlidir. 3.2. CÂBİR B. ZEYD EBÛ’Ş-ŞA‘SA EL-EZDÎ EL-UMÂNÎ (v. 93/711) İbâzî kaynaklarda mezhebin fikrî alt yapısını oluşturan isim olarak geçmektedir.120 Fikirleri İbâzîlerce akîde olarak kabul edilen Câbir, mezhep içerisinde “umdetü’l-İbâziyye”, “aslu’l-mezhep” ve “sirâcü’d-dîn” vasıflarıyla anılır.121 18/639 yılında doğmuştur.122 İbâzî kaynaklara göre Câbir “kendilerinden razı olunan halifeler” Hz. Ebu Bekir (13/634) ve Hz. Ömer (23/644)’den ayrıca Muaz b. Cebel (v. 17/638), Hz. Bilal (v. 20/641), Abdullah b. Mesud (v. 32/652-53), Abdurrahman b. Avf (v. 32/652), Huzeyfe b. Yemân (v. 36/656), Selmân-ı Fârisî (v. 36/656), Ammâr b. Yâsir (v. 37/657), Huzeyme b. Sâbit (v. 37/657), Hakem b. Amr el-Ğifârî (v. 50/670), Ebû Hureyre (v. 57/676), Hz. Âişe (v. 58/678), Abdullah b. Abbas (v. 68/687-88), Abdullah b. Amr (v. 65/684-85), Abdullah b. Zübeyr (v. 73/692), Câbir b. Abdillâh (v. 78/697), Enes b. Mâlik (v. 93/711) gibi sahabîlerle Ehl-i Nehrevân ve Nuhayle’de yer alan tabiîlerden hadis nakletmiştir. 123 Sünnî kaynaklar ise Câbir’in hadis işittiği sahabîler konusunda, bir kısmı İbâzîlerce de zikredilen çok sınırlı sayıda isme işaret etmektedir.124 İbâzî kaynaklar bütün bu isimler içinde bazılarına özel yer ayırır. Mesela Câbir ilim anlamında Abdullah b. Abbas’dan özel olarak faydalanmıştır.125 Nitekim İbn Abbas kendisine sorulan bir soruya cevap vermeyip Câbir’e danışılmasını salık vermiş ve “aranızda o varken bana sorulmasına şaşıyorum” diyerek tepki göstermiştir. İbn Ömer’e göre Câbir Basralıların fakihlerindendir.126 Hz. Aişe’ye başkalarının sormaktan çekindiği konuları sorduğuna işaret                                                              118 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 75. 119 Kadir Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, Ankara: Gece Kitaplığı, 2019, s. 73, 156 numaralı dipnot; Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 76, 77. 120 Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, c. 1, s. 67; Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, s. 16; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 86; Tabakât’ta Câbir b. Zeyd, Abdullah b. İbâz’dan önce ele alınmakta ve onun için ‘aslü’l-mezheb’ gibi ünvanlar kullanılmaktadır. Bkz.: Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 205. 121 Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 1, s. 67. 122 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 155; el-Bârûnî, “مختصر تاريخ اإلباضية | المكتبة السعيدية”, s. 27. 123 Kalhâtî, el-Keşf, c. 2, s. 471; Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 207; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, c. 1, s. 69. 124 Bu isimler arasında İbn Abbâs, Hz. Âişe, Muâviye b. Ebî Süfyan (v. 60/680) ve Abdullah b. Ömer (v. 73/692) yer almaktadır. Bkz. Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. 2, s. 38. Ayrıca bkz. Çakan, “Câbir b. Zeyd”, s. 538; Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 47. 125 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 205. Ayrıca bkz. Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 67. 126 Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, c. 1, s. 67. Benzer bir bilgi için bkz. Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. 2, s. 38; 20    edilir.127 Vefat haberi üzerine Enes b. Malik (v. 93/711-12) “Yeryüzünde yaşayanların en âlimi ve en hayırlısı vefat etmiştir” diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir.128 Hadis talebi için Basra, Mekke, Medine’ye rıhlelerde bulunmuştur. Bir keresinde sırf Amr b. Hazm’ın (v. 53/673[?]) sahifesini görmek için onun ailesine gitmiş, amacını gerçekleştirdikten sonra geri dönmüştür.129 Câbir b. Zeyd, İbn Hacer’in (v. 852/1449) aktardığına göre “sika bir tâbiîdir”. Buhârî (v. 256/870) ve İbn Hibbân (v. 354/965) da onun sika olduğunu söyler. 130 Nitekim elli civarındaki rivayeti Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içinde de yer alır.131 Elde ettiği rivayetleri ezberlemesine ilaveten yazıya da geçirmiştir. Fakat yazdıklarının kaybolduğu bilinmektedir. Aksi takdirde hadis tarihinin “ilk müdevvini” olma özelliğini taşıyacağı söylenir. 132 Onun yangın ve mezhep mensubiyeti gibi muhtemel sebeplerle günümüze ulaşamadığı kaydedilen Divân’ının, muhtemelen sahâbeden elde ettiği her türlü bilgiyi içeriyor olduğu ifade edilmektedir. 133 Biyografisine yer veren kaynaklara göre Câbir’den de Katâde (v. 117/735), Amr b. Dînâr (v. 126/744), Eyyûb es-Sahtiyânî (v. 131/749), Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme, Rebî’ b. Habîb ve Ebû Ğanîm Bişr b. Ğanîm el-Horosânî nakilde bulunmuştur.134 Fakat rivayetleri daha ziyade Ebû Ubeyde’den gelmektedir. Ondan da Rebî’ b. Habîb alarak Müsned’e kaydetmiştir. Hatta Câmi‘u’s-Sahîh olarak da bilinen Müsned’in aslını Câbir b. Zeyd rivayetlerinin oluşturduğu bile söylenebilir. Kendisinden rivayet edilen mürselleri de Vercelânî, tertibini yaptığı Müsned’in içinde herhangi bir taksime tabi tutmadan aktarır.135 Câbir’in İbâzîler açısından önemi ise daha en başında fırkanın temel görüşünü ortaya koyması ile ilgilidir. Nitekim Nafi‘ b. Ezrak, Ahvaz’a çekildiğinde Basra’da kalan gruplara yazdığı mektubu okuyan Abullah b. İbâz, Câbir b. Zeyd’in etkisiyle ondan yüz çevirmiştir.136                                                              127 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 207; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, c. 1, s. 69. 128 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 205; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, c. 1, s. 67. Benzer bir bilgi için bkz. Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. 2, s. 38; 129 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 144. 130 Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. 2, s. 38. 131 Yaptığımız araştırmaya göre Buharî’de 14, Müslim’de 6 rivayeti söz konusudur. Bu rivayetlerin nerdeyse tamamı Abdullah b. Abbas’tan nakledilmektedir. 132 Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, s. 16. Ayrıca bkz. Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s- Sahîh Adlı Eseri, s. 37; Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 69. 133 Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 73. 134 Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. 2, s. 38. 135 Çakan, “Câbir b. Zeyd”, s. 538; Demirci, İbâzıyye ve Hadis, s. 661, 662; Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 73-76. 136 Fığlalı, “Abdullah b. İbâz”, s. 109. 21    Bununla birlikte Câbir b. Zeyd’in İbâzî olmadığına dair rivayetler de vardır.137 Buna rağmen İbâzîler onun hem siyasî ve itikâdî hem de fıkhî alandaki görüşlerini kendilerine temel yapmışlardır. Abdullah b. İbâz’ın Abdülmelik b. Mervan ile kurduğu hassas ilişkinin temelinde de o vardır ve bu sayede İbâzîler sakin bir dönem geçirmişlerdir.138 Abdülmelik’in ölümünden ölümünden sonra bazı İbâzîlerin hurûca girişmeleri fırkanın devletle ilişkilerini bozmuştur. Nitekim bazı fırka mensupları devlete karşı ayaklanır. Haccâc (v. 95/714) bu ayaklanmaları büyük bir şiddet kullanarak bastırır; sağ kalanları hapse attırır, ayaklanmaya katılmayanları Umman’a sürgüne gönderir. Câbir de sürülenler arasındadır. Câbir’in halefi gözüyle bakılan Ebû Ubeyde ise hapis cezası almıştır.139 Câbir’in 93/711 yılında vefat ettiği kaydedilmiştir.140 3.3. EBÛ UBEYDE MÜSLİM B. EBÎ KERÎME ET-TEMÎMÎ (v. 145/762) İbâzî ilim adamı Dercînî’nin, vefat tarihleri hicrî 100-150 yılları arasında yer alan üçüncü tabaka (tebe-i tabiîn) içinde zikrettiği Ebû Ubeyde, mezhebin birinci siması addedilen Câbir b. Zeyd’in en iyi talebelerinden olup onun ilmini sonraki tabakalara aktaran isimdir.141 Ebû Saîd el-Hudrî (v. 74/693-94), Enes b. Mâlik (v. 93/711-12), Berâ b. Âzib (v. 71/690[?]), Câbir b. Semûre (v. ?), Cabir b. Abdullah (v. 78/697), Râfi‘ b. Hadîc (v. 73/692), Sehl b. Said (v. ?), Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer’i gördüğü aktarılır. Câbir b. Zeyd dışında Ca‘fer b. Semmâk (v. 102/720) ve Suhar el-Abdî (v. 95/713) gibi isimlerden de rivayet almıştır.142 Mecma‘atü’l-Ehâdîs adlı eseri ve fetvalarını içeren Risâle fî ahkâmi’z- zekât, Kitâbü’l-Fıkh ve’l-akâid, Mesâilü Ebî Ubeyde ve Resâilü Ebû Ubeyde 143 isimli risaleleri vardır. Rebî’ b. Habîb Müsned’ini Ebû Ubeyde’den rivayet etmiştir. Ebû Ganîm’in el-Müdevven’inde de onun bazı rivayetlerini görebilmek mümkündür.144 Buna rağmen Sünnî hadis münekkidleri onun “meçhul” olduğunu söylemişlerdir.145 İbn Hibbân ise onun sika                                                              137 Çakan, “Câbir b. Zeyd”, s. 538. 138 Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 29. 139 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 87. 140 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 155; el-Bârûnî, “مختصر تاريخ اإلباضية | المكتبة السعيدية”, s. 27; Çakan, “Câbir b. Zeyd”, s. 537, Câbir'in ölüm tarihi hakkında 103/721 ve 104/722 tarihini verenler de vardır (bkz.: Ebü’l- Fazl Şehabeddin Ahmed İbn Hacer el-Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, Beyrut: Dâru Sadır, 1968, c. 2, s. 38). 141 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 238; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, c. 1, s. 78. 142 Demirci, İbâzıyye ve Hadis, s. 663; Demirci, İbazıyye'nin Hadise Bakışı, s. 78. 143 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 238. Ayrıca bkz.: Yıldız, “Ebû Ubeyde Müslim b. Ebû Kerîme”, s. 378. 144 Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 77. 145 Mesela bkz. İbnü'l-Cevzî, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali, ed-Du‘afâ ve'l-Metrûkîn, thk. Abdullah el-Kâdî, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1406, c. 3, s. 18. 22    olduğunu söylemesine rağmen mezhebini sebep göstererek “fakat yine de ben ona itimad edemiyorum” demiştir.146 Ebû Ubeyde’nin İbâzîler için çok büyük bir önemi vardır. Nitekim o Haccac’ın 95/714 yılındaki ölümünden sonra hapisten çıkmış ve Basra İbâzîleri’nin başına geçmiştir. Onun döneminde Emevî idaresine karşı ılımlı bir yol takip edilmiş ve hatta Ömer b. Abdülaziz’e (v. 110/720) bir heyet gönderilerek fırka tanıtılmıştır. İbâzî ilim adamı Îyas b. Muâviye, bu dönemde Basra kadılığına bile gelebilmiştir. Fakat Ömer b. Abdülaziz’den sonra Emevî idarecilerinin sert tutumları İbâzîler arasında ihtilalci unsurları harekete geçirmiştir. Buna rağmen imamları Ebû Ubeyde hurûc etmeksizin sulh yanlısı bir çözüm arayışı içine girmiştir. Fakat neticede ayaklanma taraftarlarının artması sebebiyle grubun dağılmasından korkmuş ve kuûdu terk ederek zuhur haline geçmek zorunda kalmıştır. Buna rağmen zuhur, şehri terk etmek ya da birilerini öldürmek şeklinde olmamıştır. Aksine Ebû Ubeyde, İbâzî âlimleri teşkilatlandırır ve “hameletü’l-ilim” denen dâîler vasıtasıyla İbâzîlik’in farklı bölgelere yayılmasını sağlar.147 Bu sebeple onun dönemi, mezhebin “tekâmül dönemi” olarak anılır.148 Ebû Ubeyde’nin vefat tarihi 145/762 olarak kaydedilmektedir.149 Kendisinden sonra yerine Rebî’ b. Habîb’i vekil tayin etmiştir.150 Vefat haberi üzerine Abbâsî halife Mansur (v. 158/775) İbâziyye’nin artık bittiğini söylemiştir151 ki bu yorum Ebû Ubeyde’nin, muhâlifleri tarafından da İbâzîler için ne kadar önemli görüldüğüne işaret eder. 3.4. DAMÂM B. ES-SÂİB EL-EZDÎ EL-UMÂNÎ (v. 150/767) Câbir b. Zeyd’in talebesidir ve Haccâc tarafından Ebû Ubeyde ile birlikte hapsedilmiştir.152 Kendisine sorulan sorulara Câbir b. Zeyd’in fetvalarıyla cevap vermiş, ondan pek çok rivayette bulunmuştur. Bu sebeple “Râviyetü Câbir b. Zeyd” olarak anılmıştır. Müdevven sahibi Ebû Ganim Bişr b. Ganim’in ve Ebû Ubeyde’nin de hocasıdır. Rebî’ b. Habîb de Dâmmâm’ın Câbir’den naklettiği iki rivayeti Müsned’ine kaydetmiştir. Diğer                                                              146 Bkz. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî, Lisânu'l-Mîzân, Müessesetü'l-Alamî, Beyrut 1406/1968, c. 6, s. 32. 147 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 88; Harun Yıldız, “Ebû Ubeyde Müslim b. Ebû Kerîme”, İstanbul: İSAM, 2016, c. EK-1, s. 377, 378. 148 Aveşt, Dirâsâti’l-İslâmiyye fî usûlü’l-İbâdiyye, s. 16. 149 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 88. 150 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 245. 151 Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 79. 152 Demirci, İbâzıyye ve Hadis, s. 663; Demirci, İbazıyye'nin Hadise Bakışı, s. 80; Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 54, 55. 23    rivayetleri ise “Rebî’ ← Damâm ← Câbir” senediyle “Rivâyâtu Damâm” adı altında bir araya getirilmiş durumdadır.153 3.5. EBÛ NUH SALİH B. İBRAHİM ED-DAHHÂN EL-BÂHİLÎ (v. 150/767) İbâziyye’nin üçüncü tabaka âlimlerinden addettiği Ebû Nuh, Câbir b. Zeyd’in talebesi olup 154 Ebû Ubeyde Müslim ile Rebî’ b. Habib’e hocalık yapmıştır. Hatta Rebî’nn kendisinden fıkıh öğrendiği üç hocasından biridir. Bununla birlikte Müsned’de doğrudan Ebû Nûh’tan bir rivayet bulunmamaktadır.155 Sünnî hadis âlimlerine göre Ebû Nûh, “sika” veya en azından “hadisleri, daha sonra araştırılmak üzere, yazılabilir” bir ravidir.156 3.6. REBİ‘ B. HABÎB B. ‘AMR EL-EZDÎ EL-FERÂHÎDÎ EL-UMÂNÎ EL- BASRÎ (v. 180/796 [?]) ve MÜSNED’İ İbâziyye açısından taşıdığı büyük değerden dolayı hem Rebî‘ b. Habîb hem de Müsned’i, hakkında biraz fazla bilgi verilmesi yerinde olacaktır. 3.6.1. Rebî‘ b. Habîb Dercînî tarafından vefat tarihleri hicrî 150-200 yılları arasında yer alan dördüncü tabakaya dâhil edilen Rebî‘ b. Habîb; Câbir b. Zeyd ve Ebû Ubeyde’den sonra mezhebin en önemli siması olmuştur.157 Nitekim Ebû Ubeyde onu “eminimiz, takvamız ve sikamızdır” sözleriyle övmüştür.158 Uman’da doğmuş ve ömrünün sonlarına doğru memleketine dönerek yine burada vefat etmiştir.159 Eğitimine Uman’da başlamış, daha sonra ailesiyle birlikte Basra’ya taşınmış ve ilim tedrisine burada devam etmiştir. En önemli iki hocası Câbir b. Zeyd ve Ebû Ubeyde Müslim’dir. Bu iki hocası dışında Suhhâr b. Abbas el-‘Abdî (v. 95/713), Cafer b. es-Semmâk el-‘Abdî (v. 102/720), Mücahid b. Cebr Ebu’l-Haccâc (v. 104/722), Hasan-ı Basrî (v. 110/728), İbn Sîrîn (v. 110/729), Damâm                                                              153 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 55. 154 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 254, 255. 155 Demirci, İbâzıyye ve Hadis, s. 664; Demirci, İbazıyye'nin Hadise Bakışı, s. 81. 156 Bkz. İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve't-Ta‘dîl, c. 4, s. 493. 157 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 43-47. 158 Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 1, s. 95. 159 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 273; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, c. 1, s. 95. Ayrıca bkz. Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 40, 41. 24    b. es-Sâib (v. 150/767), Ebû Nuh Salih ed-Dahhân (v. 150/767) ve ‘Abbâd b. el-‘Avâm el- Kilâbî el-Vâsitî (v. 185/801)’den de ders almıştır.160 Zamanı gelince bir taraftan Rüstemîler Devleti imamlarından Abdülvehhab b. Abdurrahman’ın (v. 208/823) danışmanlığını da yapan 161 Rebî‘ diğer taraftan da talebe yetiştirmeye başlamıştır. Bu bağlamda Yahya el-Kattân (v. 198/813), Ebû Davud et-Tayâlisî (v. 204/819), Bişr b. Gânim el-Horosânî (v. 205/820), Mahbûb b. Rahîl el-Kureyşî el-Basrî (v. 230/844), Hişâm b. Geylân el-Horosânî olmak üzere çeşitli öğrencilerine hadis nakletmiştir.162 Ahmed b. Hanbel (v. 241/855), Yahya b. Maîn (v. 233/848) ve Ali b. el-Medînî (v. 234/848- 49) gibi münekkiddlere göre Rebî‘, “sika” bir hadis âlimidir.163 3.6.2. Müsned Rebî‘in, kendisine ulaşan hadisleri topladığı Müsned isimli eseri İbâzîlerce Buharî ve Müslim’in Sahîh’lerinden daha değerli bulunur ve dolayısıyla “en sahih hadis kaynağı” addedilir. Bu özelliğinden dolayı Müsned, İbâziyye’nin en temel hadis kaynağı olmuştur.164 3.6.2.1. Eserin Tasnif Metodu Müsned, Rebî‘ tarafından esasen adından da anlaşılacağı üzere ale’r-ricâl tasnife göre kaleme alınmıştır.165 Dolayısıyla, bu tertibi yapan kişi gerçekten Rebî’ ise bu eseri, Tayâlisî (v. 204/819) tarafından kaleme alınan ve mevcut şartlarda “ilk müsned” vasfına sahip Müsned’den daha öncedir. Ancak bizzat Rabî‘ tarafından yazılan ilk hali bugün elimizde olmadığı için bu bilgiyi doğrulamak mümkün görünmemektedir.166 Zira Müsned’in bu hali VI/XII. asırda Ebû Yakub Yusuf b. İbrahim es-Sidrâtî el-Vercelânî (v. 570/1174) tarafından “ale’l-ebvâb” yani muhtevâ esasına göre kitâblara ve bablara göre tertip edilmiş, adına da el- Câmi‘u’s-sahîh Müsnedü’l-İmâmi’r-Rebî‘ b. Habîb denmiştir. Metod ve ismi itibariyle câmi türü eserleri akla getiren eser, bu tasnif türünde bulunması beklenen her başlığı içermemektedir. 167 Yine de daha sonra Rebî‘in Müsned’i üzerine yapılan tüm çalışmalar                                                              160 Ebü’l-Fazl Şehabeddin Ahmed İbn Hacer el-Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, Beyrut: Dâru Sadır, 1968, c. 3, s. 241; Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 67-70. Diğer hocaları ve ayrıntılı bilgi için bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 47-60; Erul, “Rebî’ b. Habîb”, s. 494. 161 Erul, “Rebî’ b. Habîb”, s. 495. 162 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. 3, s. 241. Diğer bazı öğrencileri için bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el- Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 61, 62; Erul, “Rebî’ b. Habîb”, s. 494. 163 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. 3, s. 241. 164 Vercelânî, Kitâbü’t-Tertîb, s. 5. Ayrıca bkz.: Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. 29; Ahmet Özdemir, er- Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, (Doktora Tezi), Diyarbakır: Dicle Üniversitesi, 2017, s. 2. 165 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 78. 166 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 108. 167 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 116. 25    Vercelânî’nin bu tertibi esas alınarak yapılmıştır.168 Dolayısıyla mevcut halinin tertibi Rebî‘e ait değildir. Ancak Müsned üzerinde yapılan ilmî çalışmalar, bazı bab başlıklarının Rebî‘ye ait olma ihtimalinden bahseder. Fakat bizzat Rebî‘ tarafından kaleme alınan ilk nüsha elimizde olmadığı için bunu ispat etmenin zorluğu da ortadadır.169 Diğer taraftan Vercelânî, söz konusu tertibine, mezhebe ait çeşitli hadis çalışmalarını da ilave etmiştir. Dolayısıyla Müsned’in mevcut hali170 incelendiğinde Rebî‘ b. Habîb’e ait olan kısmın ilk iki ciltten ibaret olduğu görülür. Burada 15 bölüm, 120 bab ve 754 hadis bulunmaktadır. 171 Ancak bu kısımda ihtisâren naklettiği hadisin tam metnini mutlaka zikretmiş, hatta buna delalet eden ifadeler kullanmış olsa da 172 ihtisarlar, bab başlığına göre farklı konulara delalet eden hadisler veya tekrarlar da söz konusudur. Tekrarlar çıkarıldığında eserin ilk iki cüzündeki yani Müsned’in hadis sayısı ise yaklaşık 660’tır.173 3. cilt Rivâyâtü Ebî Süfyân Mahbûb b. er-Râhil ani’r-Rebî‘ ya da Âsaru’r-Rebî‘ ismiyle Rebî‘nin kendi zamanında muhaliflerine karşı kullandığı itikadi rivayetleri içermektedir. 4. ciltte ise Mahbûb b. er-Rahîl’in (v. 230/844) Rebî‘den ve İmam Eflah’ın (v. 258/871) İbn Gânim el- Horosânî’den (v. 205/820) aktardığı hadislerle Câbir b. Zeyd’e ait mürseller yer almaktadır. Vercelânî bu son kısmı 37 bab başlığı altında tertib etmiş ve burada söz konusu eserlerden 263 hadis aktarmıştır. Böylece eserde, Rebî‘in Müsned’inde yer alanlarla birlikte 157 bab altında toplam 1005 hadis nakledilmiş olmaktadır.174 Vercelânî bu çabası sonucunda oluşan esere Kitâbü’t-tertîb fî’s-Sahîh’i min hadîs’r-Rasûl adını vermiştir.175                                                              168 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 98. 169 Özdemir tarafından yapılan bu çalışmada Müsned, II/VIII. asıra ait diğer önemli eser olan Ma‘mer b. Râşid’in (v. 152/769) el-Câmiu’s-sahîh ve İmam Malik’in (v. 179/795) Muvatta‘sı mukayese edilmektedir. Buna göre Ma‘mer b. Râşid, sadece bab başlıkları, İmam Mâlik ise hem kitab adları hem de bab başlıklarını kullanmaktadır. Özdemir’e göre, üç eserin kitab ve bab başlıklarında benzerlik vardır. Bu noktada Müsned hakkında iki ihtimalden bahsedilebilir. İlk ihtimale göre, başlıklar Rebî‘ b. Habîb’e aittir ve kendi dönemi olan II/VIII. asrı yansıtmaktadır. Ancak Vercelânî faydalanması daha kolay olsun diye kitabı söz konusu tertibe aktarmıştır. İkinci ihtimal, düzenlemenin tamamının Vercelânî’ye ait olduğundan bahseder. Diğer iki eser ile arasındaki benzerliğin sebebiyse, VI/XIII. asırda yapılan bu tertibin, artık iyice oturmuş metoda göre yapılmış olmasıdır. Eldeki verilerden dolayı ikinci ihtimali kabul eden Özdemir, önceki muhaddislerin, eserlerini tasnif etmede takip ettikleri ilmi metodun, Rebî‘nin Müsned’inde de takip edildiğini söylemektedir (bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 119-125). 170 Ebû Yakub Yusuf b. İbrâhim el-Vercelânî, Kitâbü’t-Tertîb fî’s-Sahîh-i min hadîsi’r-Resûl, Maskat, Uman: Mektebetü Maskat, t.y. 171 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 113. 172 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 130-132. 173 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 209. 174 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 129. 175 Vercelânî, Kitâbü’t-Tertîb, s. 6. 26    3.6.2.2. Müsned’in Kaynakları Müsned’i oluşturan hadisler rivayet lafızları açısından incelendiğinde yazılı bir kaynaktan mı semâ‘ yoluyla mı alındığını tespit zor görünmektedir.176 Çünkü hadislerin çoğu ‘an sigasıyla nakledilmiş, diğer lafızlar çok az kullanılmıştır. Fakat Rebî‘in yaşadığı dönemde tahammül sigalarının kullanımının henüz tam manasıyla oturmadığı düşünülürse bu siganın da normal karşılanması gerekecektir. Dolayısıyla bu durum semâ‘ yoluna başvurulmadığını göstermeyecektir. Hatta kitabın neredeyse tamamında, tekrarsız 660 civarındaki rivayetten 646’sında “Rebî‘ ← Ebû Ubeyde ← Câbir b. Zeyd ← sahabe” şeklindeki isnadın kullanılmış olması ve hocası Ebû Ubeyde ile uzun süre birlikte bulunması hadisleri semâ‘ yoluyla aldığına delil bile addedilebilir.177 Fakat diğer taraftan bu son bilgi yani hadislerin hemen tamamının aynı senedle naklediliyor oluşu yazılı bir nüshayı akla getirmektedir. Zira yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Câbir’in Divân adlı bir eseri söz konusudur ve Rebî‘, Ebû Ubeyde’nin ravisi gibi gözükmektedir.178 Ayrıca bazı hadis senedlerinde işaret edilen kitap isimleri de aynı şekilde yazılı kaynak kullanıldığına delâlet edecek durumdadır.179 Sahabî tabakası açısından en çok hadisin Abdullah b. Abbas’tan alındığı görülür. Nitekim Müsned’de geçen tekrarsız yaklaşık 660 rivayetin 207’sini Abdullah b. Abbas’tan almıştır. Onu 93 rivayetle Ebû Hureyre (v. 57/676), 77 rivayetle Hz. Âişe (v. 58/677) takip eder. Hadis aldığı sahabeler arasında Hz. Ali, Muâviye b. Ebî Süfyan, Hz. Talha ve Hz. Osman gibi isimler de vardır. Dolayısıyla hadis alma noktasında mezhep taraftarlığının bırakıldığı, sahabe arasında herhangi bir ayrım yapılmadığı söylenebilir.180 Ebu Ubeyde dışındaki hocalarından oldukça az rivayette bulunmaktadır. 181 Bu durumun en muhtemel sebebi, mezhebin o dönemde karşı karşıya kaldığı siyasî ve itikadî problemlerin hadis kaynaklarını sınırlı hale getirmesi olduğu söylenebilir.182 3.6.2.3. Eserin Kaynaklık Değeri Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere eserin Rebî‘ tarafından kaleme alınan ilk hali günümüze ulaşmamıştır ve mevcut haline şekil veren Vercelânî ile aralarında yaklaşık dört asırlık bir zaman dilimi vardır. Eserin ilk haliyle Vercelânî’nin tertibi arasındaki farkın ne                                                              176 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 133, 136. Kullanılan tahhammül sigaları için bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 145, 146. 177 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 136. 178 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 134. 179 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 134, 135. 180 Ayrıntılı bilgi için ve hangi sahabeden kaç tane rivayet aldığıyla ilgili bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el- Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 137-139. 181 Tablo için bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 140. 182 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 144, 145. 27    olduğu bilinememekte, bâb başlıklarının kime ait olduğu tespit edilememektedir. Diğer taraftan Vercelânî’nin esere hangi yolla ulaştığı da meçhuldür.183 Bütün bunlara rağmen rivayetlerden büyük çoğunluğunun nakledildiği “Rebî‘ ← Ebû Ubeyde ← Câbir b. Zeyd ← sahabe ← Hz. Peygamber” senedi, muttasıl görünmektedir. Kaldı ki bu sened İbâzîlerce “silsiletü’z-zeheb” (altın sened) kabul edilir yani bütün isnadlar içinde en değerlisi ve sağlamıdır. 184 Ayrıca “asıl” kabul edilebilecek tüm rivayetler Rasûlullâh’a kadar ulaşmaktadır yani “merfûdur”.185 Rebî‘ ihtiyaç halinde sahabe ve tabiûn sözlerini de rivayet etmekle birlikte bunlara ancak açıklama mahiyetinde müracaat eder. Onun yaşadığı asırda muttasıl ve munkatı‘ rivayetler bir aradadır; mevkuf, merfû‘, mürsel hadisler henüz ayrılmamıştır. Bu açıdan bakıldığında Müsned’da, aynı asırda kaleme alınmış el- Câmiu’s-sahîh ve Muvatta’ya göre daha çok muttasıl rivayet bulunduğu görülür. Ancak bunun sebebi neredeyse tüm eserde kullanılan ravi zinciridir.186 Esasen bu zincir, İbâzîlere göre, meçhul (bilinmeyen, tanınmayan veya hadis rivayetiyle çok meşgul olmayan) ravi problemini de ortadan kaldırmaktadır. Vercelânî’nin Tertîb’ine “tenbîhât” yazan Sâlimî’nin verdiği bilgiye göre kitapta zikri geçen bütün raviler ilimle meşhur, vera, zapt ve adalet sahibi, müçtehit kimselerdir. Dolayısıyla eser, İbâzîlere göre Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en sahih kaynaktır. 187 Eserde, söz konusu zincir dışında aktarılan ve senedinde kopukluk olan rivayetler de İbâzîler tarafından, esere ve Rebî‘e olan itimat sebebiyle sahih kabul edilmektedir.188 İbâzîlerin bu itimadına rağmen eserin Rebî‘den sonra Vercelânî’ye, hakkında hiçbir bilgimiz bulunmayan dört asırlık karanlık bir dönemi geçtikten sonra intikâl ettiği de unutulmamalıdır. Zira bu süreçte eserin çeşitli müdahalelere uğramış olması mümkündür. Nitekim eserdeki muallak bazı rivayetler konusunda nüshalar arasında farklılık bulunması yani bir nüshada muallak olduğu görülen bir rivayetin bir başka nüshada muttasıl nakledilmesi müdahale ihtimâlini akla getirmektedir.189 Ayrıca hadisleri üzerinde tek tek yapılan araştırmalar Müsned’de 1/3 oranında ittisâl problemi taşıyan rivayetlerin bulunduğunu göstermiştir.190                                                              183 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 86. 184 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 157. 185 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 155-157. 186 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 158-161. 187 Bkz. Kitâbü’t-Tertîb, s. 15. 188 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 174, 175. 189 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 176. 190 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 198. 28    Aynı araştırmaya göre eserde sahih rivayetler kadar zayıf hatta mevzu olanlar da vardır.191 Bu rivayetler dahî eserde “Rebî‘ ← Ebû Ubeyde ← Câbir b. Zeyd ← sahabe ← Hz. Peygamber” şeklindeki meşhur senedle aktarılır.192 Bu senedin kendisi bile tetkik ve tenkide değer görünmektedir. Zira senedi oluşturan isimler içinde sadece Câbir b. Zeyd’in rivayetleri Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlere girmiş durumdadır. Bu eserlerde Ebû Ubeyde ve Rebî‘nin rivayetlerine rastlanmaz. 193 Kaldı ki Rebî‘in hocası Ebû Ubeyde’nin Sünnî münekkidlerin çoğunluğu tarafından “meçhul” addedilmiş194 olması da bu zincirin bir başka problemidir. Müsned’in bazı hadislerde teferrüd etmesi yani diğer hadis kaynaklarının yer vermediği bazı rivayetler içermesi de değerlendirmeye alınması gereken bir başka konudur.195 Ancak bu noktada Müsned’in, Mâmer bi Râşid’in el-Câmi‘u’s-sahîh’i ile 41 196 , İmam Mâlik’in Muvatta’ı ile 337197, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i ile 450198, Buhari’nin Sahîh’i ile 327199; Müslim’in Sahîh’i ile 340200 hadiste ortak olduğunu da ifade etmemiz gerekir.201 Diğer taraftan bu eserin kendi zamanında Mâmer b. Râşid ya da İmam Mâlik’in eserleri kadar bilinmiyor oluşu da İbâzîlerin ona atfettiği değerle çelişir durumdadır. Hatta eserin sadece İbâzîler arasında meşhur olduğunu söylemek bile mümkündür.202 Dolayısıyla “en sahih hadis kitabı” tanımlamasının ictihadî bir değerlendirme olduğu söylenebilir. Bütün bu bilgiler esere İbâzîlerin iddia ettiği gibi “en sahih hadis kitabı” özelliği kazandırmıyor olsa bile Hadis ilmi ve tarihi açısından önemli bir değeri hâiz olduğunu                                                              191 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 168. 192 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 170. Özdemir’in tespitine göre diğer muhaddisler tarafından mevzu kabul edilen 15 rivayet söz konusudur. Bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 198. 193 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 171. 194 Mesela bkz. İbnü'l-Cevzî, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali, ed-Du‘afâ ve'l-Metrûkîn, thk. Abdullah el-Kâdî, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1406, c. 3, s. 18. 195 Özdemir’in tespitine göre şâz kaldığı 57 rivayet söz konusudur. Bkz.: Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el- Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 198. 196 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 200-203, 297. 197 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 203-207, 298-302. 198 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 207-210, 303-309. 199 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 210-213, 310-314. 200 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 213-216, 315-319. 201 Söz konusu araştırmasında Özdemir, Müsned’de geçen hadislerin sahabî ravilerini aynı hadisin diğer kaynaklarda yer alan rivayetlerinin sahabî ravileriyle de mukayese etmektedir. Ayrıca metinleri de karşılaştırmaktadır. Özdemir’in bu doğrultuda oluşturduğu tablolar için bkz.: er-Rebî’ b. Habîb ve el- Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 297-319. 202 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 167. 29    gösterir. Nitekim Özdemir’in Müsned ve özellikle de Rebî‘in burada yaptığı değerlendirmeler203 üzerinde yaptığı araştırma şu sonuçlara ulaşmıştır: “Müsned’in tasnif usulüne ve hadislerin ardından yapılmış açıklama ve değerlendirmelere bakıldığında eserin tamamen bir plan dâhilinde tedvin edildiğini görmek mümkündür. Rebî‘ sadece yanında mevcut olan rivayeti nakletmekle yetinmemiştir. Bir rivayeti naklettikten sonra zaman zaman hadisin anlaşılması ile ilgili önemli bir takım açıklama ve değerlendirmelerde de bulunmuştur. Bu açıklamalar, bazen manası kapalı olan bir kelime veya ifadenin izahı şeklinde olduğu gibi bazen de rivayet edilen hadisten kastedilen hükmün ne olduğunu beyan etme şeklindedir. Rebî‘ bazen naklettiği bir rivayetin ifade ettiği hükme katılmadığını gösteren değerlendirmelerde de bulunmuştur. Bunun için naklettiği haberi; Kur’ân, Arap dili kaideleri, yaygın olan amel veya mezhebin görüşüne arz ettiğini görmekteyiz. Bununla beraber müellif, bazen rivayetlerin ardından hocalarının görüşlerini de naklederek bir nevi rivayetin sağlamasını yapmaktadır.204 3.7. EBÛ SÜFYÂN MAHBÛB B. ER-RAHÎL (v. 195/810) Rebî’ b. Habîb ve Ebû Ubeyde Müslim’in öğrencilerindendir. el-Müdevven sahibi Ebû Gânim’in de hocasıdır. Kendisinin birçok eseri olduğu rivayet edilmekle birlikte bunlardan hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Mahbûb er-Rahîl’in rivayetlerini Vercelânî, Müsned tertibi içine ve dördüncü cüzde Rivâyâtu Ebî Sufyân başlığıyla nakletmiştir.205 3.8. BİŞR B. GÂNİM EBÛ GÂNİM EL-HOROSÂNÎ (v. 205/820) Rebî‘ b. Habîb’in öğrencilerindendir. Ebû Ubeyde gibi İbâzî olanlara ilaveten Hasan Basrî, İbrahim en-Nehâî, Katâde es-Sedûsî, Said b. Müseyyib, Zeyd b. Eslem gibi ilim adamlarından kendisine ulaşan bilgileri ve rivayetleri, günümüze ulaşmış 206 olan el- Müdevvene isimli çalışmasında bir araya toplamıştır. Özellikle hadislerin büyük çoğunluğunu İbâzîlerden hadisleri ilk defa tedvin eden Hânim b. Mansur’dan Ebû Yezid el-Kazvînî vasıtasıyla aldığı rivayetler oluşturmaktadır. 207 Bunların çoğu ahkâma dairdir. Ancak bu rivayetlerin takdim tarzı hadis kitaplarından çok fıkıh kitaplarını andırmaktadır. Zira kitabın tertibi soru-cevap tarzında olup ilgili soru altında, çoğu İbâzî olan ravilerden gelen hadislerin                                                              203 Örneğin “Kur’an 7 harf üzere inmiştir” hadisinin altında Rebî‘ “7 harften” kastedilenin ne olduğunu tartışır. Çünkü konu ihtilâflıdır. Bazıları 7 dil bazıları 7 vecih olduğunu iddia eder. Ancak Rebî‘ye göre Kur’an’da 7 vecih üzere okunan bir harf söz konusu değildir. Yani burada kastedilen kıraat farkıdır (bkz.:Rebî‘, Müsned, c.1, s. 31, h.no:15). 204 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 217. 205 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 38; Demirci, İbâzıyye ve Hadis, ss. 666-67; Demirci, İbazıyye'nin Hadise Bakışı, s. 88, 90. 206 Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 90-95. 207 Saffet Köse, “Ebû Ganim”, İstanbul: İSAM, 1994, c. 10, s. 127. 30    senetli rivayetleri şeklindedir.208 Dolayısıyla kitabın başta Ebû Ubeyde ve onun talebeleri olmak üzere İbâzîlerin görüşlerini ve ihtilâflarını derlemek amacıyla yazıldığı söylenebilir. Bu haliyle el-Müdevvene’nin bir fıkıh kitabı olduğu söylenebilir.209 3.9. İMAM EBÛ SAİD EFLAH B. ABDİLVEHHAB (v. 258/872) Rüstemî Devleti imamlarından olan ve döneminde ilme ve âlimlere çok önem verdiği vurgulanan210 Ebû Saîd, Ebû Gânim’in öğrencisidir. Rivayetlerini de ondan ve bir başka hocası olan Ebû Yezid el-Hâvârezmî’den aktarır. Bu rivayetler Vercelânî tarafından, Müsned tertibi içerisine dâhil edilmiştir. Bu 22 rivayetinin tümü de muallaktır.211 3.10. EBÛ YAKUB YUSUF B. İBRAHİM ES-SİDRÂTÎ VERCELÂNÎ (v. 570/1174) Araştırmamızın temel konusu olması açısından Vercelânî hakkında detaylı bilgi vermek yerinde olacaktır. 3.10.1. Hayatı ve İlmî Geçmişi Mezhep mensupları hakkında az bilgi bulunma problemi Vercelânî için de geçerlidir. Daha önce de ifade ettiğmiz gibi bu hususta müntesiplerinin, Hâricî olarak görülmelerine tepki olarak sakin bir hayatı tercih etmeleri, bu bağlamda özellikle siyasetten uzak durmaları ve verdikleri eserlerin önemli kısmının yangın gibi sebeplerle günümüze ulaşmaması etkili olmuştur. Buna rağmen hayatı ve eserleri hakkında elde ettiğimiz bilgiler Vercelânî hakkında belli bir intibâ oluşturabilir. Dercînî’nin “Bahru’l-ilm” yani “ümmetin tüm faziletlerini ve ilimlerini kendinde toplayan” vasfıyla andığı212 Vercelânî, Güney Afrika İbâzî âlimlerinin213 öne çıkan ismidir. 500/1106 yılında214 Cezayir’in güneyindeki Vercelân’a bağlı Sedrâte’de doğmuştur. İlk eğitimini doğduğu yerde215 Ebû Süleyman Eyyûb b. İsmâil ve Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b.                                                              208 Demirci, İbâzıyye ve Hadis, s. 668. 209 Bakan, “İbâdîler ve Hadis”, s. 238; Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 38. 210 Dercînî, Tabakât, c. 1, s. 83. 211 Demirci, İbâzıyye ve Hadis, s. 668, 669; Demirci, İbazıyye’nin Hadise Bakışı, s. 95. 212 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 491. 213 Em. Eteş. Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, Uman: Vizâretü’l-Evkâf ve’ş-Şu’ûni’d-Dîniyye, 2012, c. 1 (Kısmu'l-Mağrib: Mısır, Libya, Tunus, Cezair) , s. 756. 214 Mustafa Salih Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, DİA, İstanbul: İSAM, 2013, c. 43, s. 50. 215 a.yer; Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 756. 31    Ebû Zekeriyyâ gibi âlimlerden almıştır.216 Burası Ahmed b. Mahmud b. Bekr, Abdülazîz es- Semînî, Muhammed b. Yusuf Ettafeyyiş gibi önemli ilim adamları da çıkarmıştır.217 Daha sonra Kurtuba’ya gidip 218 Mâlîkî âlimlerden 219 Kur’ân, dil, nahiv, hadis ve ahbâr, hadis ricali, siyer ve tarih, kelam, ferâiz ve astronomi gibi ahkâm, ibadet ve sair alanlara ait şer‘î ilimler tahsil etmiştir. 220 Kurtuba’dan sonra memleketine geri dönen Vercelânî ayrıca Sudan’a221 ve Hicaz Bölgesi’ne seyahatler yapmış, buralardaki ulemadan da faydalanmıştır.222 Cezayir’e döndükten sonra artık “ilmi aktaran” konumundadır. Nitekim mescide çıktığında sorulan soruları cevapsız bırakmamıştır. Evinde olduğu süre boyunca yine ilimle meşgul olmuştur.223 Yazdığı kitaplar ve savunduğu görüşler, aynı zamanda öğrencisi de olan oğlu Ebû İshak İbrâhim tarafından aktarılan 224 Vercelânî, 570/1174 yılında doğduğu yerde yani Sidrâte’de vefat etmiştir.225 Kabrinin yeri bilinmemektedir.226 3.10.2. Eserleri Vercelânî tarafından kaleme alının eserler başta kendi tarihleri olmak üzere siyaset, fıkıh, hadis gibi İslamî ilimlerin temel alanlarında İbâziyye’nin düşüncelerine ulaşabilmemizi sağlamaktadır. Vercelânî’nin eserleri şunlardır: 3.10.2.1. el-ʿAdl Ve’l-İnsâf Fî Maʿrifeti Usûli’l-Fıkh Ve’l-İhtilâf Tezimize konu olan eserdir ki, adından anlaşılacağı üzere, bir fıkıh usulü çalışmasıdır. Mezhebin en önemli usûl kitabıdır 227 ve bu vasfından dolayı üzerinde birçok çalışma                                                              216 Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 50. 217 Ebû Yakub Yusuf b. İbrâhim el-Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, Amman : Vizaretü’t-Türas ve’s-Sekafe, 2006, c. 1, s. 9. 218 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 494; Ebü’l-Abbas Bedreddîn Ahmed b. Saîd b. Abdülvâhid Şemmâhî, Kitâbü’s- siyer, Maskat: Vizaretü’t-Türâsi’l-Kavmi ve’s-Sekâfe, 1987, c. 2, s. 105; Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 756; Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 50. 219 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 9. 220 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 491; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 2, s. 105. 221 Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 50; Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 757. 222 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 494; Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 756; Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 50. 223 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 492; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 2, s. 105. 224 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 493; Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 2, s. 105; Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 50. 225 Şemmâhî, Kitâbü’s-siyer, 1987, c. 2, s. 106; Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 756; Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 50. 226 Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 757. 32    yapılmıştır.228 Buna rağmen el-Adl’in zaman zaman itikâdî konulara, mantığa, ricâl ilmine ve İslam Tarihi’ne dair bilgiler içerdiği de görülür. Bu durum büyük ihtimâlle müellifin birçok ilme iyi derecede vakıf olmasıyla alakalıdır. Konu hakkında araştırmaları olan Bâcû, Vercelânî hakkında kaleme aldığı ve eserlerine de yer verdiği İslam Ansiklopedisi maddesinde çeşitli İbâzî âlimler tarafından bu eser üzerinde ihtisâr, şerh, hâşiye, ihtisârına şerh, ihtisârına hâşiye ve şerhine hâşiye gibi çalışmalar yapılmış olduğundan ve ihtisârın manzum hale getirildiğinden bahsetmektedir. Ayrıca çağdaş bazı ilim adamları da eseri yeniden tahkike tabi tutmuşlardır.229 3.10.2.2. ed-Delîl ve’l-Burhân li-Ehli’l-ʿUkûl Tam adı Kitâbü’d-delîl li-ehli’l-ʿukûli li-bâği’s-sebîli bi-nûri’d-delîli li-tahkîki mezhebi’l-hakki bi’l burhâni ve’s-sıdk230 olan eser, müellifin verdiği bilgiye göre mezhebi tahkik edip tanıtmak, delillerini ortaya koymak ve muhaliflere cevap vermek için yazılmıştır.231 Özellikle Eş‘arîlere dair birçok red söz konusudur. Önemine binaen Uman’da birçok defa yayımlanmış232 olan eser temel olarak itikadî alana hitap etmekle beraber mantık, felsefe, fıkıh, tarih, coğrafya gibi birçok konuya da değinmektedir.233 3.10.2.3. Tertîbu Müsnedi’r-Rebîʿ b. Habîb234 Müsnedü’r-Rebî‘ esasen bu kitabın sadece bir kısmıdır. Vercelânî, düzenleme yaparken mezhebin başka önemli muhaddislerinin rivayetlerine de yer vermiştir. Bu sebeple kitabın içerdiği tüm rivayetlerin Rebî‘ b. Habîb’e ait olduğunu düşünmemek gerekir.235 3.10.2.4. Merecü’l-Bahreyn ed-Delîl ve’l-burhân’ın 2. cüzünün sonunda yer alan eser, Mantık ilmine dairdir. Burada yer almasının sebebi mantık ilminin kelam ilmiyle olan alakasıdır.236                                                                                                                                                                                           227 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 97. 228 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 758-761. Burada eserin farklı kütüphanelerdeki baskıları ve eserden bahseden âlimlere de işaret vardır. 229 Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya‘kûb”, s. 50, 51. 230 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 8. 231 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 5. 232 Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 51. Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 762'de eserin diğer baskıları ve hakkında yapılan çalışmalardan da bahseder. 233 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 7. Ayrıca bkz. Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 51. 234 Hem Tertîb hem Müsned hakkında yapılan diğer çalışmalar için bkz.: Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 767-770, 776-779. 235 Vercelânî, Kitâbü’t-Tertîb fî’s-Sahîh-i min hadîsi’r-Resûl, s. 13. 236 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 8. Hakkında yapılan çalışmalar ve diğer baskıları için bkz.: Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 772, 773. 33    3.10.2.5. Tefsîrü’l-Kurʾâni’l-Kerîm “Çok büyük bir eser” olduğu kaydedilen çalışmadan en ayrıntılı olarak bahseden kişi Berrâdî’dir (v. IX/XV. yy. başları). Berrâdî bir yolculuk esnasında karşılaştığı tefsirin 700 sayfa civarlarında olduğunu söyler. Ona göre Fatiha, Bakara ve Âl-i İmrân Sureleri’nin tefsirini içeren bu çalışmadan daha tatmin edici bir tefsir yoktur. Lügavî tahlilleri, kıraat farklılıklarını, nâsih ve mensûhu da içeren bir tefsir olan eserde Vercelânî, Berrâdî’nin aktardığına göre, önce ayeti zikretmiş, sonra dilsel açıklamalara geçmiştir. Ayetin her bir kelimesine tek tek değinmiş, sonrasında sahih hadislerle açıklamalar yapmıştır. Bu bağlamda işaret ettiği hadisleri Rebî‘ b. Habîb’in Müsned’inden almış, ayrıca Ebû Ubeyde’nin Câbir’den rivayetlerine de yer vermiştir. Ayrıca ihtilâflara değinmiş, başta Râfizîler olmak üzere başka fırkaların da görüşlerine cevaplar vermiştir. “Tamamına ulaşılmış olsaydı eser ne kadar da kıymetli olurdu” diyen Berrâdî, kendi mezhebini söz konusu esere sahip çıkmamakla da eleştirmektedir.237 3.10.2.6. el-Kasîdetü’l-Hicâziyye Hac için gittiği Hicaz’dan dönüşünde yazdığı ve bir yılın günleri sayısınca beyiti olan kasidesidir.238 3.10.2.7. Risâle fî Terâcimi Ricâli’l-Müsned Rebî‘ b. Habîb’in Müsned’inde yer alan ricâle dair olup günümüze ulaşmamıştır.239 3.10.2.8. Fütûhu’l-Mağrib Adına bakarak Tarih ile ilgili olduğu240 söylenebilirse de ricale dair olma ihtimalinden de bahsedilmektedir.241 3.10.2.9. Kitâbü’l-esmâ’ Henüz el yazması şeklindedir ve 8 varaktan oluşmaktadır.242                                                              237 Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 220. "Eserin 70 ciltten oluştuğu ve tüm ilimleri kapsadığına" Ettafeyyiş'ten aktarılan bir bilgi de söz konusudur. Bkz.: Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 775. 238 Dercînî, Tabakât, c. 2, s. 494; Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 51; Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 773. 239 Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 51. 240 Özdemir, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, s. 98. 241 Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 767. 242 Carster, Bibliyografya’l-İbâzıyye, c. 1, s. 761. 34    3.10.2.10. Diğerleri Vercelânî’ye nisbet edilen diğer eserler ise şunlardır: Cevâbün fi’l-‘akîde243, Cevâbün ‘ale’l-mesâil 244 , Menâzilü’s-sefer ilallâh 245 , Risâletün ilâ ba‘di’l-ashâb 246 , Risâletün fî me‘âni’l-fıkh247, Şerhu Siyeri Mahbûb b. er-Rahîl fî târîhi’l-İbâzıyye bi’l-meşrık248, et- Târîhu’l-kebîr li-Sedrâte ve Vercelân ve Vâdi’l-Rîg249. 4. İBÂZİYYE’NİN GÜNÜMÜZDEKİ VARLIĞI VE YAYGIN OLDUĞU BÖLGELER Bugün Uman başta olmak üzere Zengibar, Fas, Tunus, Cezayir, Mali, Madagaskar, Tanzanya, Libya ve Kuzey Afrika’da müntesipleri bulunan 250 İbâziyye’nin günümüze ulaşmasında en dikkat çekici sebebin, Haricîlerden farklı olarak “muhalif” addettikleri Müslümanları müşrik saymıyor olması gösterilir. Ayrıca Müslümanları sebepsiz yere öldürmeyi (isti‘raz) helal görmemiş, kuûd taraftarı olup hurûcda bulunmamışlardır. 251 Abdullah b. İbaz ve gruba liderlik eden sonraki imamların da bu tavırdan yana olması, İbâzîlerin Müslümanlar arasında yaşayabilmelerine olanak sağlamıştır.252 Verdiği eserler sayesinde mezhep hakkındaki nâdir bilgileri elde edebildiğimiz isimlerin başında Vercelânî gelmektedir.                                                              243 a.g.e., c. 1, s. 770. 244 a.g.e., c. 1, s. 771. 245 a.g.e., c. 1, s. 772. 246 a.g.e., c. 1, s. 774. 247 a.yer. 248 a.g.e., c. 1, s. 775. 249 a.g.e., c. 1, s. 776. 250 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 6; Ateş, Günümüz Umman İbâdiyyesi, s. V; Demirci, İbâzıyye ve Hadis, s. 660; Demirci, İbazıyye'nin Hadise Bakışı, s. 30, 31. 251 Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 84, 85. Fığlalı; ‘Baştan beri sağduyu ve sünnet hududu, İbâdîlerin, İslam dünyası içinde oldukça mutedil ve Ehl-i Sünnet’e en yakın Hâricî fırkası olduğu kanaatini doğurmuştur’ demektedir. Bkz.: Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s.105. 252 Demirci, İbâzıyye ve Hadis, s. 660. 35    BİRİNCİ BÖLÜM: VERCELÂNÎ’DE USÛL-İ FIKIH VE HADİSLERİN BU ALANDAKİ ROLÜ 36    1. USÛL-İ FIKHIN KAYNAKLARI Rasûlullâh hayattayken ashap karşılaştığı problemleri bizzat O’na götürüyor ve çözüme kavuşturuyordu. Bu sebeple bir kurallar bütününe ihtiyaçları yoktu. Allah Rasûlü’nün vefatından sonra sahâbe, yeni problemleri çözüme kavuşturmaları gerektiğinde yine O’nun yolunu takip etti. Onlar sebeb-i nüzul ve Arap dili gibi meselelere çözüm getirebilecek pek çok alet konusunda mâhir idiler. Ayrıca peygamberin eğitiminden geçmiş, din adına anlayış sahibi kimselerdi. Dolayısıyla hüküm çıkarmada bir pratiklik kazanmışlardı. Fakat özellikle tâbiûn neslinden itibaren İslâm coğrafyası genişledi ve farklı milletten insanlar İslam’a girmeye başladı. Buna bağlı olarak karşılaşılan problemler çeşitlendi ve müçtehitlerin hüküm vermesi gereken konular arttı. Bu konuları çözüme kavuşturmak adına, öncekilerin takip ettikleri metotlardan yola çıkarak yeni kurallar ortaya konmaya başladı. Bu çözüm üretme çabaları zamanla birer metod halini aldı; yılların birikimi ve emeğiyle sistemler oluşturuldu. Genelde fıkhî mezhepler çerçevesinde ve geçmiş birikimi dikkate alarak oluşturulan bu sistemlerin temel amacı, karşılaşılan problemlere çözümler üretilmesi idi. Tedvin faaliyetiyle de yazıya geçirilen bu kurallara “Usûlü’l-fıkh” adı verildi.253 Coğrafya ve hoca-talebe ilişkisi gibi pek çok hususun etkilediği usûl farklılıkları mezheplerin ortaya çıkmasında temel sebeplerden biri haline geldi. Her mezhebin usulü farklı olsa da birleştikleri bir nokta vardır; hepsi de meselelere keyfi değil naslardan yola çıkarak çözüm bulma çabasındadır. İslam’ın hukuk anlayışında ittifakla kabul edilen, uyulması zorunlu, bizzat naslardan elde edilen delillere “aslî deliller” denmektedir ki bunlar Kur’ân, Sünnet, icmâ ve kıyâs olarak tespit edilmiştir.254 Ümmetin genelinin “delil addetme” konusundaki ittifakı, bunların delâletlerinin veya kullanım alanlarının tespiti gibi pek çok meselede ihtilâfa engel olmamıştır. Kaldı ki istihsân, şer‘u men kablenâ, sedd-i zerayi‘, mesâlih-i mürsele, sahabe kavli gibi “fer‘î” ismiyle anılan ve sadece bazı mezheplerin kabul ettiği deliller de vardır.255 Diğer mezhepler gibi İbâzîler’in de hüküm çıkarmada başvurdukları kendilerine has bir usul ve metodları vardır. Vercelânî’ye göre fıkıh ve usulü, naslardan yola çıkarak Müslüman kişinin ebedi saadete ulaşmasını sağlayan bir ilimdir. Ancak bu ilimde birçok ihtilâf söz konusudur, çünkü bu ilim işaret, alamet ve deliller üzere bina edilir; bunlardan yola                                                              253 Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları : (Usulü’l-fıkh)., Ankara : Türkiye Diyanet Vakfı, 1990, s. 32, 33. 254 a.g.e., s. 45. 255 M. İsmail Dönmez, İbadi Mezhebinin Usul-ü Fıkıh Kaynakları, (Yüksek Lisans Tezi Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi, 2006, s. 24. 37    çıkarak hükme varılır. Bu sebepten aynı verilerden hareket eden kişilerin vardıkları sonuçlar farklı farklı olabilir. Vercelânî’ye göre bu farklılıklar içinde en ideal ve tatmin edici olanı, kendi ifadesiyle, “et-tarîku’l-vustâ” yani orta yoldur. Bu sebeple kitabında bir meseleyi izâh ederken o konuda “câiz olanları” ortaya koyacağını, şazz olanlarla ilgilenmeyeceğini söyler.256 Vercelânî’nin aktardığına göre İbâzîlerin şer‘î deliller Kur’ân, Sünnet ve reydir.257 Rey ise içtihat, icma ve kıyas yoluyla ortaya konur. Dolayısıyla aslî deliller konusunda İbâzîlerin ümmetin geneli ile aynı düşündüğü söylenebilir. Kendi görüşleri olarak sahâbeden nakledilen bilgiler258 ve istihsan ise fer‘î delillerden kabul edilir. Tüm bu dellerin İbâzîlerin sistemi içindeki yerleri ayrı ayrı tetkike değer görünmektedir. 1.1. KUR’ÂN-I KERÎM Kur’ân-ı Kerîm’e bakış ve onu tarif konusunda Sünnilerle İbâziler arasında hemen hiçbir fark yoktur. Nitekim Vercelânî’nin anlayışına göre Kur’ân; Rasûlullâh’ın kalbine Allah tarafından Arapça olarak indirilmiş ve bu yönüyle mucize olan, her iki özelliği de tevatür ile nakledilmiş ilahî kelâmdır. Hz. Osman mushafı üzere icma olunmuş ve bize bu şekli ulaşmıştır. İncil gibi önceki ilahî kitapların aksine tahrif edilmemiş olup bizzat Allah tarafından korunmaktadır. Bu özelliklerden harhangi birinin inkârı küfrü gerektirir.259 Vercelânî tanımıyla alakalı bu bilgiler dışında Kur’ân’ın başka özelliklerine de dikkat çekmektedir. Kur’ân ile alakalı değindiği bu bahislerde genellikle Sünnîlerle aynı görüşü paylaşıyor olsa da ulaştığı sonuçları hadisler üzerine bina etmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. Hadise verdiği bu yer nedeniyle onun Kur’ân ile ilgili bazı görüşlerine işaret faydalı olacaktır. 1.1.1. Kur’ân’ın Lafız Özelliği Vercelânî, anlamı değiştirilmediği müddetçe ve şeriate aykırı olmadıkça Kur’ân’ın başka dile çevrilebileceği görüşündedir. Arapça zorunluluğu sadece namaz için geçerlidir. Fakat Ebû Hanife’ye göre kişi, namaz dışında olduğu gibi namazda da Kur’ân’ı kendi dilinde okuyabilir. Hatta Abdullah b. Mesud namazda Kur’ân’ın Arapça olarak tefsir edilmesine izin vermiştir. Nitekim İbn Mesud namaz kıldırırken, ardında namaz kılanlardan bazılarının                                                              256 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 4. 257 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 3. 258 Vercelânî “sahabe kavli” ifadesini kullanmıyor olsa da Hz. Ömer’in birçok görüşüne atıfta bulunup delil alması (mesela bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 35-40) sahabeden nakledilen bilgileri ne kadar önemsediğini göstermektedir. Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 35-40 259 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 141. Kur’ân’ın bu tarifini krş.: Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 51-54 38    manasını anlamayabileceğini düşündüğü ayetleri yine Arapça olarak açıklanmış hatta bazı kelimelerini değiştirebilmiştir. Nitekim Rasûlullâh; "اقرأوا القرآن على سبعة احرف كلها شاف كاف ما لم يختم آية رحمة بأية عذاب وآية عذاب بأي رحمة" “Kur’ân’ı yedi harf üzere okuyunuz. Hepsi de şifa verici ve yeterlidir. Yeter ki rahmet ayetini azap, azap ayetini de rahmet ayetiyle sonlandırmayınız”260 buyurmuştur. Vercelânî’ye göre herhangi bir dilde şehadet getirmek de buna benzer ve geçerlidir.261 1.1.2. Kıraat Farklılıkları ve Şâz Kıraatler Vercelânî’ye göre, yukarıda zikri geçen hadis gereğince ümmet için Kur’ân’ın âyet ve sûrelerinin yedi kıraat üzere okunması câizdir ve bunlardan her biri Allah katında haktır. Vercelânî’ye göre elli kadar şâz kıraatten bahsedilir, ancak böyle tavsif edilen okuyuşlar câiz değildir.262 Zira hadiste ifade edilen yedi kıraat Cebrail (as) tarafından belirlenmiştir. Buna delâlet eden bir hadis vardır ve şu şekildedir: “Melek, ki bunun Mikâil (as) olduğu söylenir, (Rasûlullâh’a) ‘Kur’ân’ı bir harf üzere oku’ dedi ve bu sırada (yanındaki) Cebrâil’e (as) baktı. (Bunun üzerine Cibrîl kıraat sayısını) arttırmasını istedi. Böyle olunca (Mikâil) ‘o zaman iki harf üzere oku’ dedi. (Bu durum, kıraat sayısı yediye çıkana kadar devam etti). Yedi kıraata çıkınca (Mikâil) tekrar Cebrâil’e (as) baktı. O bir şey demeyince ‘Kur’ân’ı yedi harf üzere oku! Her biri şifadır ve yeterlidir’ dedi”.263                                                              260 Görebildiğimiz kadarıyla bu metin, iki ayrı rivayetin birleşmesinden oluşmaktadır. “Kur’ân’ın yedi harf üzere nâzil olduğundan” bahseden birinci kısmı Buharî tarafından da nakledilmiştir (bkz.: Buharî, Fezâilü’l-Kur’ân, 5) fakat burada “كلها شاف كاف” ibaresi yer almamaktadır. Diğer yandan bu kısım, Nesaî’de (bkz.: Nesai, İftitah, 37) Abdullah b. Abbas’ın Übeyy b. Ka‘b’dan aktardığı “ ٍَّن َشاٍف َكاف ”أُْنِزَل اْلقُْرآُن َعلَى َسْبعَِة أَْحُرٍف ُكلُُّه hadisinde yer alır. “Kur’ân’ın yedi harf üzere indiğine” dair hadisler için ayrıca bkz.: Ebû Davud, Salât, 367; Tirmizi, Kırâat, 11; Mâlik, Muvatta’, eş-Şi‘r, 14. Hadisin birinci kısmı Rebî‘nin Müsned’inde ise Ebû Ubeyde rivayetiyle (bkz.: Rebî‘, Müsned, c.1, s. 31, h.no:15) Vercelânî’nin naklettiği şekle yakındır ve “ هكذا tarzındadır. Dolayısıyla iki rivayeti birleştirerek ”أنزلت. إن القرآن نزل على سبعة أحرف، كلها شاف كاف فاقرءوا ما تيسر منه nakletme Vercelânî’nin takdiri gibi görünmektedir. Vercelânî’nin naklettiği metin yani iki cümleye aynı anda yer veren şekli ise görebildiğimiz kadarıyla Beyhakî tarafından nakledilmiştir. 261 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 159. 262 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 24. 263 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 24, 25. Hadisin Vercelânî’nin aktardığı metni şu şekildedir: امره الملك قيل انه ميكائيل فقال اقرا القرآن على حرف فنظر الى جبريل فقال استزده فقال الملك اقرا على حرفين فنظر الى جبريل فقال استزده فقال اقرا على ثالثة احرف فنظر الى جبريل فقال استزده فقال اقرا على اربعة احرف فنظر الى جبريل فقال استزده فقال اقرا على اربعة احرف فنظر الى جبريل فقال استزده فقال اقرا على خمسة احرف فنظر الى جبريل فقال استزده فقال اقرا على ستة احرف فنظر الى جبريل فقال استزده فقال اقرا على سبعة احرف فنظر الى جبريل فلم يقل شيئا فقال له الملك اقراه على سبعة احرف كلها شاف كاف Hadisin Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplardaki (mesela bkz. Nesaî, İftitâh, 37) Übeyy b. Ka‘b rivayeti ise şu şekildedir: َّسَالُم: اْقَرأِ اْلقُْرآَن َعلَى َحْرٍف. قَاَل َّسَالُم أَتَيَانِي، فَقَعَدَ ِجْبِريَل َعْن يَ ِمينِي َوِميَكائِيَل َعْن يََساِري، فَقَاَل ِجْبِريُل َعلَْيِه ال َّن ِجْبِريَل َوِميَكائِيَل َعلَْيِهَما ال إِ ٍ ف. ُّل َحْرٍف َشاٍف َكا ِميَكائِيُل: اْستَِزْدهُ اْستَِزْدهُ َحتَّى بَلََغ َسْبعَةَ أَْحُرٍف فَُك Görüleceği üzere burada kıraat sayısının artırılmasını isteyen melek Mikâil’dir. Vercelânî’nin kullandığı rivayet ise kendi düzenlediği kaynakta bulunmamaktadır. 39    Vercelânî’ye göre Kur’ân’ın tek şekilde okunabileceğini iddia edenler iman edilmesi gereken bir meleğin sözünü inkâr etmiş sayılır.264 Vercelânî daha sonra sahabe tarafından aktarılan ve bize kadar gelen bu yedi okuyuşun imamlarını “Nafi‘, İbn Kesîr, Ebû ‘Amr, Abdullah b. Âmir, Hamza, Kisâî, Âsım” şeklinde sıralar.265 Dolayısıyla ümmet arasında kabul gören ve üzerlerinde icmâ edilmiş olan okuyuş şekillerinin İbâzîler tarafından da onaylandığı rahatlıkla söylenebilir. Diğer taraftan Vercelânî’nin, Kur’ân’ın gayr-i Arab unsurlar ve ayrıca yaşlı olanlar tarafından “yanlış” okunabileceğine, anlamı tamamen değiştirmemek kaydıyla, cevâz verdiği görülür. O bu fetvasına “Azab âyetini rahmet, rahmet âyetini de azab ayetiyle bitirmediğin sürece (bunda) beis yoktur” hadisini delil getirir.266 1.1.3. Kur’ân’ın Günümüze Ulaşması ve Sübutu Vercelânî’nin verdiği bilgilere göre Kur’ân’ın toplanma kararı, 700 kadar kurrâ ve hâfızın şehit olduğu Yemâme Savaşı (12/633) sonucunda alınmıştır. Bu konuda belirlenen yöntem iki kişinin şehâdet ettiği ayetin mushafa yazılması idi. Sadece Berâe/Tevbe Suresi’nin son iki ayeti Hz. Ömer’in tek başına şehadetiyle kabul edilmiştir. Çünkü onun hakkında Rasûlullâh: “لم تكن اال شهادة عمر لكانت كافية الن عمر مروع هذه االمة” yani “Yalnız Ömer’in tek başına şehadeti kabul edilir. Çünkü o bu ümmetin korku verenidir” buyurmuştur.267 Rivayeti hadis kitaplarında bulamadığımızı ifade etmemiz gerekir. Vercelânî’nin Kur’ân hakkında değindiği konulardan biri de Hz. Ebû Bekir döneminde cem edilen mushafın çoğaltılmasıdır. Verdiği bilgiye göre Osman b. Affan, mushaf konusunda ortaya çıkan ihtilâfları çözebilmek adına farklı olanları imha ettirmiş ve bu nüshayı çoğaltmıştır. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’in Rasûlullâh’a inen şekli koruma altına alınmış olmaktadır. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in sübutu kat‘îdir. Vercelânî’ye göre bu durumu inkâr eden küfre girmiş olur.268 Vercelânî’nin verdiği bu bilgiler de Sünnî görüş ile                                                              264 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 26. 265 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 25. 266 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 26. Hadisin Vercelânî tarafından senedsiz olarak aktarılan metni; ال باس ما لم يختم آية رحمة بآية عذاب او آية عذاب بآية رحمة şeklindedir. Hadisin, mesela Beyhakî tarafından nakledilen (bkz. Beyhaki, Sünenü’l-kübra, Salât, 37) metni de buna çok yakın olup “ ٍب بَِرْحَمٍة أَْو َرْحَمٍة بِعَذَاب ٍ .şeklindedir, ravisi ise Übeyy b. Ka‘b’dır ”َما لَْم يَْختِْم آيَةَ َعذَا 267 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s.63. 268 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s.63. 40    uyuşmaktadır. 269 Fakat burada dikkat çekici olan, Hz. Osman’ın farklı Mushafları yaktırmasını onaylamayan270 diğer İbâzîlerin hilâfına Vercelânî’nin bunu doğru bulmasıdır. 1.1.4. Kur’ân’ın Delâleti Ümmetin çok büyük kısmına göre Kur’ân’ın sübutu katî olmakla birlikte delâleti böyle değildir. Yani Kur’ân ayetleriyle ortaya konan mana bazen yoruma açıktır ve dolayısıyla zannî olur.271 Bu hususta İbâzîler de aynı görüştedir. Nitekim Vercelânî’ye göre Kitâb’da yer alan lafızlar hakîkî veya mecâzî, mücmel veya mufassal, zâhir veya bâtın, ‘âmm veya hâs olabilir. Dolayısıyla mananın netleşmesi için bir karineye ihtiyaç duyulur. Vercelânî’ye göre bu görevi üstlenen delil genellikle sünnettir.272 Nitekim “… İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’ân’ı indirdik” 273 , “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin”274 gibi ayetler sünnetin sahip olduğu bu rolün en büyük delilidir. Vercelânî, Allah Teâlâ’nın, Kur’ân’da çok açık bir şekilde emrettiği ve dolayısıyla hükmü katî olan namazın nasıl kılınacağını ancak sünnetten öğrenebileceğimizi bu duruma örnek olarak verir.275 1.2. SÜNNET Bu konudaki yaklaşımından da anlaşılacağı üzere Sünnet’in, Vercelânî’nin sistemi içinde çok büyük yeri vardır. Nitekim o, şeriatin diğer kaynaklarının nasıl kullanılacağı ve sistem içindeki yerini tespitte bile sık sık Rasûlullâh’tan rivayet edilen malzemeye başvurur. 1.2.1. Sünnetin Tanımı Lügatte, “alışılmış yol” ve “âdet” gibi anlamları olan sünnet kelimesi, fıkıhçıların dilinde Rasûlullâh’tan nakledilen her türlü söz, fiil ve takrire delalet etmektedir.276 Hadis ilminde ise Hz. Peygamber ile ilişkilendirilen bilgiler hakkında “sünnet” yanında “hadis”, “eser” ve “haber” terimleri gibi kavramlar da söz konusudur. Bu bağlamda “hadis” teriminin daha çok “kavlî” olan rivayetler; “sünnetin” ise “amelî” hususlar için kullanıldığı söylenebilirse de ikisinin eş anlamlı olduğunda ittifak vardır.277 “Haber” kavramı ile hadis arasında da bir umum-husûs ilişkisi olduğu söylenebilir. Buna göre her hadis aynı zamanda                                                              269 Bkz.: Mehmet Emin Maşalı, “Mushaf”, DİA, İstanbul: İSAM, 2006, c. 31, s. 244. 270 Bkz.: Berrâdî, el-Cevâhiru’l-müntekât, s. 100. 271 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 63. 272 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 47. 273 Nahl, 16/43, 44. 274 Haşr, 59/7. 275 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 47. 276 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 71. 277 Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, İstanbul: İFAV, 2012, s. 3-8. 41    bir haberdir, ancak her haber hadis olmayabilir. 278 “Eser” hakkında farklı tanımlamalar olmakla birlikte, cumhurun bu terimi haber anlamında kullandığı söylenebilir.279 Vercelânî’nin Rasûlullâh’a izafe edilen bilgi konusunda başvurduğu terminolojinin de buna paralel olduğu görülür. Gerçi onda “sünnet” kavramının biraz daha öne çıktığı, Allah Rasûlü’ne izafe edilen “sözler” konusunda ise “hadis” ve “haber” terimlerini öncelediği söylenebilir. Bu noktada bizzat kendisi tarafından ifade edilmemiş olsa da sünnet ile “teşri ifade eden yönü”, hadis ve haber ile de bize kadar ulaşan “rivayetleri” kasdettiği düşünülebilir. Ancak son tahlilde bu terimleri, genelde aralarında bir fark görmeksizin ve bazen birbirlerinin yerine kullandığı da görümektedir. Bu kullanımı ile onun diğer İbâzî âlimlerle uyum içinde olduğu söylenebilir.280 1.2.2. Sünnetin Kaynağı Rasûlullâh’a ait olan hükümler Vercelânî’ye göre vahiy kaynaklıdır. Zira Rasûlullâh’tan sâdır olan ve Kur’ân’ın, başta ibadetlerin ifa şekli olmak üzere, aslî emirlerine açıklamalar getiren hükümlerin vacip, mendup veya mübah hükmünü alması mümkündür. Bunlar içinde vacibler oldukça önemlidir; zira vacibin “yapılması zorunlu şeyler” manasına geldiği malumdur. Öyleyse Rasûlullâh’a ait hükümlerin vahiy kaynaklı olduğu sonucuna ulaşılır. Bütün bunlar kavlî olabileceği gibi fiilî de olabilir.281 1.2.3. Sünnetin Kısımları Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere ilim adamları genel itibariyle sünnet kavramını hadisin mürâdifi olarak kullanmışlardır. Böyle olunca sünneti de kavlî, fiilî ve takrirî olmak üzere üç kısımda ele almışlardır. Vercelânî hakkında da bu kullanımları görebilmek mümkündür. 282 Nitekim o, teker teker her birinin tarifini vermemekle birlikte, sünnet malzemesini bu üç tavsif ile kullanır. Tariflerine yer vermemesi, yaşadığı VI/XII. asırda bu terimlerin artık yaygın ve ihtilâfsız olarak kullanılmakta oluşuna bağlanabilir.                                                              278 Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 8. 279 Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 9. 280 Bu yönüyle diğer İbâzîler’in kullanımıyla uyum içerisindedir. Karş.: Demirci, İbaziyye’nin Hadise Bakışı, s. 116. 281 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 282 Mesela bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 160. 42    1.2.3.1. Kavlî Sünnet Hadisleri çoğu zaman “li kavli Rasûlillâh” veya “kâle Rasûlullâh” gibi lafızlarla aktaran Vercelânî böylece “kavlî” sünnete işaret etmiş olmaktadır.283 Bize göre bu konuda nispeten farklı olan husus onun, Hz. Peygamber’in en temel görevi olan tebliğ ile kavlî hadisler arasında bağlantı kurmasıdır.284 1.2.3.2. Fiilî Sünnet Kendi ifadesine göre “sünnet, kavlî olabileceği gibi fiilî de olabilir”. 285 Nitekim Cenâb-ı Peygamber: “ خذوا عني مناسككم و صلوا كما رأيتموني أصلي ” yani “Hac menâsikini benden alıp öğreniniz ve namazı benim kıldığım gibi kılınız”286 buyurmak suretiyle kendisinden sâdır olacak bilgilerden bir kısmının fiilî olacağına ve bunların da bağlayıcılık özelliğine sahip bulunduğuna dikkat çekmiştir. Bağlayıcılık konusuna özel dikkat çekmesi açısından fiilî sünnetin Verecelânî’nin sistemi içindeki yerine biraz ayrıntısı ile bakmakta fayda olacaktır. İslâm âlimleri Peygamber’in fillerini genel olarak üç başlık altında ele almaktadır: a.. Beşerî fiiller: Bunlar yeme-içme gibi tüm insanlarla alakalı fillerdir. Bunlar “insan” sıfatıyla yapılan şeyler olduğu için hukuka kaynaklık yapmaz. b. Sadece kendisine emredilenler: Teheccüd namazı kılmak gibi şahsıyla alakalı fiiller. c. Teşrîî içeren filleri.287 Bu konuda Vercelânî’nin de benzer şeyler söylediği görülür. Nitekim ona göre Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı emirler “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et”288 ayetinde olduğu gibi sadece O’na hastır. Mesela “نحن معاشر األنبياء ال نورث ما تركنا صدقة” yani “Biz peygamberler miras bırakmayız. Bizden kalan sadakadır” hadisi289 de aynı hususa örnek                                                              283 Mesela bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 284 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 59. 285 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 286 Bkz.: el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. Görebildiğimiz kadarıyla bu metin iki farklı hadisin birleştirilmesinden oluşmuştur ve her ikisi de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ve Vercelânî’nin Tertîb’inde bulunmamaktadır. Hadislerin her ikisi de nispeten geç dönem kaynaklarında yer alır. Hac ile alakalı kısmı için mesela bkz.: Beyhaki, Sünen, c. 5, ss. 125; Namaz ile ilgili ikinici kısım için bkz.: Dârekutnî, Sünen, c. 2, ss. 10; Beyhaki, Sünen, c. 2, ss. 486. 287 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, ss. 100, 103. 288 Mâide, 5/67; delil getirdiği diğer ayetler: Hicr, 15/94; Müddesir, 74/1; Müzzemmil, 74/1. 289 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 78. Hadis bu metinle Tertîb’de de geçmektedir ve Hz. Âişe’den nakledilmiştir. Buna göre Hz. Âişe, Rasûlullâh’ın mirasını soran diğer hanımlarına bu rivayeti okumuştur. 43    olabilir. Bu hadis ilk bakışta mirasla ilgili ayet ile çelişiyor görülebilir. Fakat bir istisnadır ve sadece peygambere ait bir durumdur. Zira bu, Hz. Ebû Bekir tarafından nakledilmiş ve sahabe arasında meşhur hâle gelmiştir, ayrıca inkâr edeni de olmamıştır. Diğer taraftan Hz. Ebû Bekir, sahabe nezdinde bu ümmetin sıddıkı kabul edilir. Onun kavliyle sahabe ve diğer Râşid Halifeler amel etmişlerdir. Hz. Peygamber “عليكم بسنتي و سنة الخلفاء الراشدين من بعدي” hadisiyle bize onları tavsiye etmiştir.290 Kaldı ki ümmet-i Muhammed’in dalâlet üzere birleşmeyeceği de bir gerçektir. Bütün bunlar dinde sadece peygambere ait hükümlerin varlığını ispat etmektedir. Bu tespit “Allah’ın Kitâb’ı içerisinde zan bulunmayan kesin bir haberdir ve dolayısıyla onun tercih edilmesi gerekir” anlayışını da iptal eder. Çünkü Rasûl’e uymayla ilgili birçok ayet vardır. Bu ayetler aynı zamanda “Kur’ân-ı Kerîm’den bir delil gelene kadar tevakkuf gerekir” görüşünü de hükümsüz kılar. Çünkü ittifakla sabittir ki Rasûlullâh Kur’ân’ı beyan etmekle emrolunmuştur. “Böyle haberler bizzat dinleyenleri bağlar. Bize ise mütevatir yolla gelmelidir” görüşü de geçersizdir. Zira bu bakış açısı, şeriatin çoğu hükmünün tevatür yoluyla gelmemesi sebebiyle ahad haberi iptal edecektir. Hâlbuki hükümlerin çoğu ahad haber üzerine bina edilmiştir. Buradan hareketle denilebilir ki dinde sadece Rasûlullâh’a hitap eden hükümler vardır. Fakat Kur’ân’ın umum bildiren hükümleri O’nun için de geçerlidir. Bu hükümler ya açık şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de yer almasıyla veya güvenilir bir haberle ki bu, ravisi sağlam ahad haber de olabilir, anlaşılır.291 Bazı emirler ise “Ey peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik halinde) boşayın ve iddeti sayın”292 ayetinde olduğu gibi muhatap olarak Hz. Peygamber’i almış olsa da umumî hüküm ifade eder. “Ey iman edenler!”, “Ey insanlar!”, “Ey akıl sahipleri” gibi cemî sigayla nâzil olanlar hakkında ise ihtilâf vardır. Zira bu ifadeler bazılarına göre Hz. Peygamber’e de şâmil iken bazıları O’nun bu çerçeveye dâhil edilemeyeceğini söylemiştir. Fakat Vercelânî’ye göre bunlar hem peygambere hem de ümmete hitap etmektedir.293 Zira one göre ikinci görüşün delili yoktur.                                                                                                                                                                                           (bkz. Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 299, h.no:677) Ancak yukarıda da yer aldığı gibi Vercelânî, hadisin Hz. Ebu Bekir’den nakledildiğini kaydetmektedir. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde “ال نورث، ما تركنا صدقة” metniyle verilen hadisin sahabî ravisinin Hz. Ebu Bekir olduğu görülür (mesela bkz. Buharî, Menâkıb, 40; Megâzî, 14; Müslim, Cihat ve Siyer, 15, 16; Ebû Davud, Harac, İmâre ve Fey,19). Dolayısıyla Vercelânî’nin bu rivayet hakkında Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerdeki rivayetlerini ve yaygın olarak bilinen naklini kendi kaynağına tercih etmektedir, denilebilir. 290 “Hulefâ-i Râşidîn” ifadesini kullanması ve bu bağlamda Ehl-i Sünnet’in yaygın olarak kullandığı bu hadise işaret etmesi dikkat çekicidir. Vercelânî’nin Tertîb’de yer vermediği bu hadis için bkz. Tirmizi, İlim, 16; Ebu Davud, Sünnet, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimî, Mukaddime, 16. 291 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 78, 79. 292 Talâk, 65/1. 293 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 78. 44    Bu konuyu ele alırken verdiği örnekler ve muhalif görüşlerden ayrıca şu anlaşılır ki Vercelânî daha önce de konusu geçtiği üzere, sahih senedle gelmesi gibi bazı şartlarıyla birlikte, ahad haberi delillerden kabul etmektedir. Ayrıca sadece Kur’ân’la yetinilmeli fikrine de karşı çıkmakta ve sünnetsiz şeriatin iptal olacağı kanaatini taşımaktadır. 1.2.3.3.Takrirî Sünnet Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre “Rasûlullâh’ın, huzurunda yapılan veya söylenen bir şeye kayıtsız kalması, o şeyi onayladığı veya reddetmediği manasına gelir. Çünkü Rasûlullâh reddetmesi gereken bir şeyi onaylamaz.294 Buradan anlaşıldığına göre müellif, Hz. Peygamber’in takrirlerini de sünnete dâhil etmekte ve delil saymaktadır. Verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre Vercelânî, sadece Rasûlullah’a izafe edilen bilgileri değil ashabdan birinin “O’nun zamanında şöyle şöyle yapardık” ifadesiyle aktardığı (hükmen merfû) bilgileri de sünnetten saymaktadır. Müellif doğal olarak bu tarz haberlerin koşulsuz kabul edilemeyeceğini, araştırılıp sıhhati ortaya konduktan sonra delil addedileceğini de sözlerine ekler.295 1.2.4. Sünnetin Elde Edilme Yolları Hz. Peygamber’e izafe ile nakledilen rivayetleri elde etme şekilleri Hadis ilminde “tahammülü’l-ilim” ismiyle anılır. Bu çerçevede semâ‘, kırâat, icâzet, münâvele, kitâbet, i‘lâm, vasiyyet ve vicâde olmak üzere sekiz metod tespit edilmiştir.296 Vercelânî’nin sünnetin elde edilme şekilleri konusunu işlemek üzere müstakil bir başlık açmadığı, hatta bu çerçevede ortaya çıkan terimlerin hepsini tanımlamadığı ve hatta bir kısmına isim olarak bile temas etmediği görülür. Bununla birlikte Vercelânî metinler içine dağılmış olarak hadis/sünnet elde etme yollarına ve bu yönde oluşan usul anlayışına dair kıymetli bilgiler verir. Nitekim o bir vesileyle şöyle bir açıklamada bulunur: Görmediğin veya görsen bile hadis almadığın ve dolayısıyla sana rivayette bulunmamış birinden rivayette bulunmak bir çeşit yalandır. Eğer sen bir toplulukta olsan ve size bir hadis rivayet edilse o zaman söz konusu şahıstan ‘قال لي‘ ,’روى لي‘ ,’حدثني ’ diyerek rivayet etmende ise bir beis yoktur”.297                                                              294 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 140. 295 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 160. 296 Bkz.: Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 64-77; Çakan, Hadis Usulü, s. 51-56. 297 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 157. 45    Görüleceği üzere birinci cümle tedlîs, ikincisi ise semâ‘ metodunda kullanılacak rivayet sigaları ile ilgilidir. Vercelânî şu sözleriyle ise aslında münâveleye ve bu metodda kullanılabilecek sigalara işaret etmektedir: “Biri sana kendi kitabını verirse ve sen bu kitap hakkında ‘bütün rivayetleri bence sahihtir’ diye düşünürsen, talebelerine ‘söz konusu hadisleri روى ve حدث lafızlarıyla rivayet edebilirsiniz’ diyebilirsin”. O, icâzet ile alakalı bir ayrıtıyı ise şöylece ortaya koyar: “Eğer bir topluluk içinde okunan hadisleri dinlerse fakat hadisleri okuyan kişi içinizden sadece birine icâzet verirse, izin verilen bu raviden başkası o kişiden rivayette bulunmasın. Eğer orada bulunan ve dinleyen herkese icâzet verilirse, حدثني lafzıyla rivayette bulunmanda bir sakınca yoktur.298 Şu açıklaması da münâvele, mükâtebe ve icâzetli mükâtebe ile ilgilidir: “Birine kitap verilmesi; sika bir kimse ile kitap gönderilmesi, kitabın altına kendi işaretini yazması, kitabı okuduğunu, sahih olduğunu veya icazet verdiğini yazması câizdir. Fakat bazı âlimler bu tür rivayetlerin tamamını mürsel saymaktadır”.299 Bu kısımda Vercelânî bu metodlarla alakalı bazı problemli hususlara da değinir. Bunlardan biri şeyhin, kendisinden “حدثتني“ ,”اخبرتني” ve “قال لي” gibi (semâ‘a delâlet eden sigalarla) hadis nakleden raviyi veya naklettiği hadisi hatırlamaması ile ilgilidir. Müellife göre bu durum ravinin cerhini ve aktardığı rivayetin reddini gerektirmez. Bu durumda şeyh söz konusu hadisi tetkik eder. Eğer hadisin sahih olduğunu biliyorsa o zaman hadisi öğrencisinden tekrar alabilir. Fakat bu rivayeti tekrar aktarırken “عن تلميذه عن نفسه” şeklinde bir ifade kullanır. Nitekim Rebî’ b. Habîb ile hocası Ebû Ubeyde Müslim ve Abdullah b. Vehb el-Mısrî (v. 197/813) ile hocası İmam Malik arasında böyle bir durum yaşanmıştır ve bunlar söz konusu hadisleri “عني بسنده حدثني فالن” ifadesiyle nakletmişlerdir. Eğer şeyh tanımadığında ısrar ederse rivayet reddedilir. Nitekim Zührî’nin (v. 123/742) aktardığı “ ايما امرأة نكحت بغير اذن Velisinin izni olmadan evlenen kadının nikâhı batıldır”300 rivayetinde böyle“ ”وليها فنكاحها باطل bir durum söz konusudur.301                                                              298 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 157. 299 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 157. 300 Vercelânî’nin Tertîb’de yer vermediği bu hadis için bkz.: Tirmizî, Nikâh, 15. 301 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 158. 46    Vercelânî’ye göre ölmüş birinden nakledilen veya sonraları aklını yitirmiş birinden henüz sağlıklı günlerinde aktarılan haberler makbüldür. Hadisi rivayet eden şeyh şüpheye düşüp “Rasûlullâh şöyle söylemiş olabilir” diyerek bir şey ilave ederse, bu ilave de hadisin kendisinden sayılır.302 Ama hadisten olmadığı bilinmesine rağmen ona ekleme yapmak (idrâc) Rasûlullâh’a yalan atfetmektir. Ancak ihtisar yapmakta yani hadisin bir kısmını aktarmakta bir sakınca yoktur. Hadisin şerh edilmesinde veya başka bir dile çevrilmesinde de yine bir beis yoktur. Ancak şerh eden ve çeviri yapanın âlim hem Arapça’ya hem kendi diline hâkim biri olması lazımdır. Fakat Hz. Peygamber’in söylediklerinde eksiltme ve ziyade hakkı yoktur. Çünkü O, cevâmi‘u’l-kelim’dir.303 Bu sebeplerden dolayı Arap olmayanların rivayette bulunmasında problem vardır. Zira bunlar hata yapabilirler ve hadisin anlamını başka mecralara kaydırabilirler. Hâlbuki O konuşma esnasında asla hata yapmamıştır. Bu şekilde ortaya çıkan anlam değişiklikleri Rasûlullâh’a yalan izafe etme konumundadır.304 Öyleyse hadis nakleden kişilerin buna ehil olmaları gerekmektedir. 1.2.5. Ravi ve Ravi ile İlgili Bazı Meseleler Vercelânî’nin konuların akışı içinde dağınık olarak veridiği bazı bilgilerden, hadisi kabul edilebilecek ravinin özellikleriyle alakalı bilgiler aktardığı görülür. 1.2.5.1. Ravilerde Aranan Özellikler Örneğin “Hiç mümin, fâsık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit değildirler”305 ayetinden hareketle âdil bir kimsenin haberini kabul etmemenin o kimseyi fâsık konumunda görmek manasına geleceğini söyler. Dolayısıyla âdil kimsenin haberi mutlak olarak kabul edilmelidir.306 Bu yaklaşım, ravide arancak temel şartın adalet olduğuna işaret etmektedir. Söz konusu ayet ise adâlet konusundaki birinci şartın iman olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan Vercelânî, aklı veya temyiz özelliği olmayan birinin verdiği haberi de güvenilir bulmamaktadır.307 Nitekim ona göre henüz çocuk yaşta hadis tahammül eden bazı sahabîlerde zabt kusruna rastlanabilir.308 Bu bağlamda bile olsa bahsetmesi, ravide aradığı ikinci özelliğin zabt kabiliyeti olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Vercelânî’nin, Hadis                                                              302 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 158. 303 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 159. 304 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 160. 305 Secde, 32/18. 306 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 134. 307 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 139. 308 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 143. 47    ilminin, yaşadığı tarihlerde artık iyice yerleşmiş bulunan kurallarına tabi olduğuna işaret etmektedir. 1.2.5.2. Ravilerin Tabakaları309 Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre ümmet, Rasûlullâh’tan sonra ikinci olarak sahabe devrinin, ondan sonra da üçüncü olarak tâbiûn devrinin başladığında ittifâk halindedir. Bir sonraki tabaka ise tebeu’t-tâbiîndir. Vercelânî her tabakayı ellişer yıl kabul eder.310 Rasûlullâh 11/632 yılında vefat ettiğine göre sahabe devri 61/680, tâbiûn devri 111/729, tebeu’t-tâbiîn devri ise 161/777 yılında sona ermiş olmaktadır. Burada muhtemelen ortalama bir ömrün ilim ile geçen yıllarını hesap etmiş olmalıdır. Hâlbukî genel kabule göre sahâbe tabakası 110/728 yılında311, tâbiûn 180/796, tebeu’t-tabiîn devri ise 220/835 yılında son bulmaktadır.312 1.2.5.2.1. Sahabe Nesli ve Özellikleri Vercelânî’ye göre sahabî; Rasûlullâh’a, O henüz hayattayken yetişip gören ve iman eden kimsedir. O’na peygamber olmadan önce yetişen veya peygamber olduktan sonra yetişip de iman etmeyenler sahabî sayılmazlar.313 Eğer O’na yetişmesine rağmen âmâ olan fakat sohbetini duyan veya sağır olup kendisini görebilen kimseler de sahâbeden sayılırlar. Rasûlullâh’ı çocukken görenler, eğer söylediği sözleri veya yaptığı fiilleri idrak edebiliyorsa sahabeden sayılırlar. Muhammed b. Ebî Bekir, Muhammed b. Ebî Huzeyfe ve Muhammed b. Ebî Amr b. Hazm gibi çocuk sahabîler buna örnektir.314 Rasûlullâh’a ulaşıp aklı yerinde olmayan için kişinin sahabî olması ise söz konusu değildir.315 Sahabî olduğunu ve Rasûlullâh’ın sohbetinde bulunduğunu söyleyenler veya O’nun zamanında bir şeye tanık olduğunu mesela filan gazveye katıldığını ya da kendisini filan mevkide gördüğünü söyleyen kimseler bir karine/delil olmaksızın sahâbeden sayılmazlar.316 Vercelânî’nin aktardığına göre sahabenin adâletiyle alakalı olarak üç görüş ileri sürülmüştür:                                                              309 Yaş ve isnad bakımından birbirine benzeyen akranlar grubuna Hadis ilminde “tabaka” denmektedir (İsmail L. Çakan, Hadis Usulü, İstanbul: İFAV, 2012, s. 71). 310 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 6. 311 Nitekim Allah Rasûlü, vefatından kısa bir süre önce “Yüz sene sonra bugün hayatta olanlardan hiç kimse kalmayacak” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 217) buyurmuştur. 312 Bkz.: Çakan, Hadis Usulü, s. 71. 313 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 149. 314 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 149. Hatta Vercelânî, Hz. Osman’a karşı en şedid kimselerin bunlar olduğunu iddia eder. 315 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 150. 316 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 160. 48    1.. Sahâbenin tümü âdildir: Ehl-i Hadis, Mürcie, Haşviyye ve Ehl-i Sünnet’in tümü bu görüştedir. Vercelânî’ye göre sahabîler, Kur’ân-ı Kerîm’de zikredildiği üzere âdil, temiz, kötülükten uzak kişilerdir ve çeşitli vasıfları sebebiyle methedilmişlerdir. 317 Onlar Hz. Peygamber tarafından da övülmüş insanlardır. Nitekim Allah Rasûlü onlar hakkında: "خير الناس قرني، ثم الذين يلونهم، ثم يأتي قوم يحبون السمنة تسبق يمين احدهم شهادته" “İnsanların en hayırlıları benim dönemimde yaşayanlar, sonra bu dönemden sonra gelenlerdir. Sonra bir grup gelir, bunlar rahatlığı sever, her birinizin yemini onların (tümünün) şehadetinden üstündür” buyurmuştur. 318 Nitekim Hz. Ali de -sahabe nesli içinden sayılabileceği için- Havâric’in şahitliğinin kabul edilebileceğini söylemiştir.319 Verdiği bilgilerden ve getirdiği delillerden Vercelânî’nin bu ilk gruba dâhil olduğu yani Ehl-i hadis ve Sünnîler ile aynı görüşü savunduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu onun, kendi mezhebinin sahabîlerle alakalı görüşlerine muhâlefet ettiği manasına gelecektir. Zira İbâziyye sahabîler arasında ayrım yapılması gerektiği kanaatindedir ki bu, konuyla alakalı ikinci görüşe delâlet eder. 2. Aralarında ayrım yapmak gerekir: Bunlara göre Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman dışındaki tüm sahabîler hakkında dikkatli olmak ve onları, haklarında araştırma yapmadan âdil kabul etmemek lazımdır. Nitekim bir kısmı daha sonra Ridde olaylarına karışmış, hatta dinden dönenler bile olmuştur. Vercelânî’nin aktardığına göre bu görüşü savunanlar arasında Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in şahitliğinin reddedilmesi gerektiğini düşünenler vardır. Çünkü karıştıkları olaylar onların fâsık olmasını gerektirir. Bu grup içinde yer alan bazıları ise böyle sahabîlerin tek tek şahitliklerinin kabul edilebileceği ama bir konu üzerinde birleşirlerse reddedilmeleri gerektiği görüşündedir. Bazılarına göreyse Hz. Osman’ın                                                              317 Nitekim Kur’ân’da sahabîler hakkında “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir’ (Âl-i İmrân, 3/10), “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık” (Bakara, 2/143), “Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir” (Fetih, 48/18) buyrulur. Bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 147. 318 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 147. Vercelânî’nin aktardığı rivayete en yakın metin Tirmizî tarafından nakledilmiştir ve َّشَهادَةَ قَْبَل أَْن يُْسأَلُوَها ِّسَمَن يُْعُطوَن ال َّ منُوَن َويُِحبُّوَن ال َُّم يَأْتِي ِمْن بَْعِدِهْم قَْوٌم يَتََس َُّم الَِّذيَن يَلُونَُهْم، ث َُّم الَِّذيَن يَلُونَُهْم، ث َ خْيُر النَّاِس قَْرنِي، ث şeklindedir, ravisi ise İmran b. Husayn’dir. (bkz.: Tirmizi, Fiten, 45). Hadisin Buharî rivayeti ise Abdullah b. Ömer’den nakille şu şekildedir: خير الناس قرني، ثم الذين يلونهم، ثم الذين يلونهم، ثم يجيء أقوام تسبق شهادة أحدهم يمينه، ويمينه شهادته (bkz.: Buharî, Şehâdât, 9) Hadisin Buharî ile hemen hemen aynı olan rivayeti Müslim tarafından da nakledilmiştir (bkz.: Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 52) ve ravisi de Buharî’de olduğu gibi Abdullah b. Ömer’dir. 319 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 152. 49    şahitliği de reddedilir; zira yaptıkları sebebiyle o da fâsık olmuştur. Vercelânî’ye göre Kaderiyye ve İbâzîyye’nin görüşü de bu yöndedir.320 3. Tevakkuf etmek gerekir: Ehl-i vakf ise sahâbenin adâleti konusunda kesin bilgiye sahip olunamayacağını söylemektedir.321 Diğer taraftan sahabenin âdil kabul edilmesi, Verelânî’ye göre peygamber gibi masum sayılmalarını da gerektirmez. Yani hata yapmaları imkân dâhilindedir. Nitekim pek çok ayetten322 anlaşıldığı kadarıyla iman edenlerin hata yapması mümkündür ve bu durum sahabe için de geçerlidir.323 Kaldı ki Rasûlullâh da: "سيكذب على من بعدي كما كذب على من كان قبلي فمن كذب علي متعمدا فاليتبوأ مقعده من النار" “Benden öncekilere olduğu gibi bana da yalan atfedeceklerdir. Kim bilerek bana yalan atfederse cehennemde yerini hazırlasın!’324 ve "بعضكم على أمتي أضر عليها من فتنة الدجال" “İçinizden bazıları ümmetime Deccâl’in fitnesinden daha çok zarar verecek” 325 buyurmaktadır.326 Bu bağlamda verdiği bilgilerden ve yaptığı yorumlardan anlaşıldığına göre Vercelânî, teorik olarak ve mevcut durumda sahâbenin tümünün güvenilir ve âdil kabul edilmesi gerektiği kanaatindedir. Fakat onlar adâletlerine halel getirecek eylemlerde de bulunabilirler. Dolayısıyla her bir sahabîyi, diğer sahâbilerden farklılık arz eden eylem ve düşüncelerine göre ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.                                                              320 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 152. 321 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 147, 148. 322 Nitekim Kur’ân’da “Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir” (Fetih, 48/10), “İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Ama içinizden cimrilik yapanlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur” (Muhammed 47/38), “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler” (Mâide, 5/54), “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah azabı çetin olandır” (Enfâl, 8/25) buyrulur. 323 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 148. 324 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 148. Hadisin Sahîh-i Müslim’de yer alan ve daha meşhur olan rivayeti ise ََِّوأْ َمْقعَدَهُ ِمَن ال نَّار َِّمدًا، فَْليَتَب ََّي ُمتَع َفَمْن َكذََب َعل ََّي لَْيَس َكَكِذٍب َعلَى أََحٍد، َّن َكِذبًا َعل ِإ şeklindedir, ravisi ise Muğire b. Şu‘be’dir. (bkz.: Müslim, Mukaddime, 2). 325 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 148. Görebildiğimiz kadarıyla bu metin Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ve Vercelânî’nin Tertîb’inde geçmemektedir. 326 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 148. 50    1.2.5.2.2. Tâbiûn Nesli Sahabe neslinden sonraki nesil Tâbiûn neslidir. Bunlar Rasûlullâh’a yetişemeyen veya yetişmiş olsa bile O’na ancak vefatından sonra iman edenlerdir. Necaşî örneğinde olduğu gibi, Rasûlullâh hayattayken iman eden ama O’nu görme imkânı bulamayanlar da yine tabiûn neslindendir.327 1.2.5.2.3. Tebeu’t-tâbiîn Nesli Tâbiûn neslinden sonra ise tebeu’t-tâbiîn gelir. Vercelânî’ye göre bunlar fitneyle birlikte üç gruba ayrılmışlardır: Hz. Ali’nin tarafında olanlar, Ehl-i Şam ve son olarak da Ehl-i Nehrevan. Bu nesilden sonra artık dalâlet üzere olan kimseler söz konusudur.328 1.2.5.3. Ravi Tenkidi (Cerh ve Ta‘dil) Ravide aranan şartlar konusunda olduğu gibi Vercelânî cerh-tadil bahsinde de ana ve alt başlıklar açmaz; uzun ve sistematik açıklamalar yapmaz. Bunun yerine sırası düştükçe kısa ve özlü bilgiler verimeyi tercih eder. Onun bu tavrı da meselenin artık iyice oturmuş ve genel kabul görmüş olduğuna hamledilebilir. 1.2.5.3.1. Adâlete Zarar Veren Hususlar Bu bağlamda Vercelânî öncelikle Müslümanlar hakkında asıl olanın adâlet olduğu ve dolayısıyla verdiği haberlerin kabulünün gerektiğidir. Yani eğer bir kimse dinine bağlı, doğru sözlü, yemin ettiğinde doğru söylediği anlaşılan, takva sahibi ve bidati tespit edilmiş biri değilse adaleti ortadadır. Vercelânî bu noktada Hz. Ömer’in şu sözüne işaret eder: "المسلمون كلهم عدول اال مجربا عليه شهادة زور أو ظنين في والء أو نسب" “Tüm Müslümanlar âdildir; ancak yalancı şahitlik yaptığı tespit edilen veya akrabalarında ya da nesebinde bir bozukluk olan başka.”329 Fakat Vercelânî sözlerine devamla “artık Hz. Ömer zamanındaki emânet anlayışının değiştiğini, aksine hıyânet yaygın hale geldiğini ve bu sebeple insanların tezkiyeye 330 ihtiyaç duyduğunu” vurgular. Dolayısıyla rivayetlerin de araştırılması gerekmektedir. Artık Rasûlullâh’ın Abdullah b. el-Amr’a yaptığı şu uyarıyı dikkate alma zamanıdır:                                                              327 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 149. 328 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 150. 329 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 155. Hz. Ömer’e ait bu rivayete Müsned’de de başka kaynaklarda da rastlayamadık. 330 Şahidin adalet niteliğinin sorgulanması anlamındaki fıkıh terimi. Bkz.: Tuncay Başoğlu, “Tezkiye”, DİA, İstanbul: İSAM, 2012, c. 41, s. 77-79. 51    "تأخذ بما تعرف و تدع ما تنكر و لو ان تعض باصل شجرة حتى يأتيك الموت" “Bir ağacın altında yaşamak zorunda kalsan bile, ölüm gelip seni buluncaya kadar bilip tanıdığını alır, yadırgadığını terk edersin.”331 Vercelânî’ye göre şu kimselerin adâletinin zedelendiğine hükmedilebilir: 1. Fıtrat üzere doğmuş olduğu için çocukluğunda herhangi bir haberi nakil konusunda isabetli olan kişiler ki, Hz. Peygamber’in hadislerini rivayet konusunda aynı başarıyı yakalayamazlar, 2. Yaşları ilerledikçe unutma illetine maruz kalanlar, 3. Aklı fıtraten karışık veya zayıf olanlar, 4. Dinî veriler konusunda dinde daha önce söz konusu edilmemiş tevillerde bulunan veya onları mezhebinin yararına olacak şekilde hamledenler, 5. Bedevî tabiatlı olup dinde derinleşememiş olanlar, 6. Aktardığı hadisle ilgili vehmi bulunanlar, 7. Telkin altında kalan, dinin verileri hakkında isabetli yorumlar yapamayan, kölelerle ve kadınlarla çok vakit geçiren kimseler.332 1.2.5.3.2. Mechûl Raviden Rivayette Bulunma Tadil Sayılır mı? Vercelânî daha sonra, Hadis ilminin en tartışmalı konularından olan “meçhul ravinin adâleti” ve “ondan rivayetin tadîl olup olmayacağı” konusunu ele alır. Verdiği bilgiye göre sika bir ravinin rivayette bulunduğu meçhul kimsenin âdil kabul edilip edilmemesi konusunda ihtilâf vardır. Zira meçhul ravinin esasen cerhedilmiş olma ve bu özelliğinden dolayı ondan rivayette bulunan kişinin de onun ismini anmama ihtimâli vardır. Çünkü eğer onun ismini verirse hadisin sıhhati hakkında olumsuz düşünülecektir. Vercelânî’ye göre bu durumda söz konusu ravi müdellis olur. Fakat meçhul ravi hakkında bir cerh yoksa sika bir ravinin ondan                                                              331 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 155. Bu rivayete en yakın metin başta Sahîh-i Buharî olmak üzere Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerin bazılarında ََّض بِأَْصِل َشَجَرةٍ، َحتَّى يُْدِرَكَك الَمْوُت َوأَْنَت َعلَى ذَِلَك" "...فَاْعتَِزْل تِْلكَ الِفَرَق ُكلََّها، َولَْو أَْن تَع şeklinde ve uzunca bir hadisin sonunda yer almaktadır. Bu hadisin tamamından anlaşıldığına göre Huzeyfe b. el-Yemân, Allah Rasûlü’ne Müslümanların gelecek dönemlerde karşılaşacağı problemler hakkında sormuştur. O da “Müslüman topluma ve onların imamına bağlan” cevabını verir. Bunun üzerine Huzeyfe “peki bir toplum veya imam yoksa?” diye sorar. Hz. Peygamber de “O zaman ölüm gelip seni buluncaya kadar bütün fırkalardan ayrıl; bir ağaç altında yaşamak zorunda kalsan bile” buyurur (bkz. Buharî, Menâkıb, 25; İbn Mâce, Fiten 13). Dikkat edileceği üzere Vercelânînin, metnin başında verdiği “ تأخذ بما تعرف و تدع ما .kısmı bu rivayette yer almamaktadır ”تنكر 332 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 155. 52    naklinin tadil manasına geleceğini söyleyenler olmuştur. Ancak bazıları bunu tadil kabul etmemiştir. Vercelânî’nin birinci gruba katıldığı anlaşılmaktadır. Zira ona göre meçhul raviden rivayette bulunmak fiilî bir tadildir ve bunun sözlü tezkiyeden farkı yoktur.333 Vercelânî’ye göre âdil olduğu tespit edilen ancak ilim meclislerinde çok görülmeyen kişi de makbuldür. Güvenilir bulunmasına rağmen fakih olmayan kişinin rivayeti de kabul edilir. Zira Hz. Rasûl “رب حامل فقه ليس بفقيه” “Nice haber taşıyıcısı vardır ki fakih değildir” buyurmuştur. 334 Aynı şekilde Hz. Peygamber Veda Hutbesi’nde söylediklerinin, orada olmayanlara ulaştırılmasını istemiş; onların “burada olanlardan belki daha iyi anlayabileceğini” ifade etmiştir.335 Vercelânî, kadınların tek başlarına yapacakları şehâdet kabul edilmese bile, eğer güvenilir kimselerse, rivayetlerinin makbul olduğunu söylemektedir. Ona göre soyu ve yakın akrabaları hakkında şüphe bulunan ve dolayısıyla şehadetleri kabul edilmeyen kişilerin verdikleri haberler, güvenilir olmaları koşuluyla yine makbuldür.336 1.2.5.3.3. Cerh Sebepleri Vercelânî’ye göre tadil sebepleri çok olsa da cerh sebepleri daha kesin ve nettir. Mesela Şirk ve küfür kesin bir cerh sebebidir. Fısk konusunda İbâzîlerle Kaderîlerin tavrı çok nettir. Onlara göre fıskın her türlüsü cerh sebebidir. “Çünkü” der Vercelânî “özellikle ahkâm konusunda bidatçı bir fâsığı âdil gören kişi her şeyi câiz hâle getirmiş olur”. Zira bu durumda şeriatin koruduğu sınırlar çiğnenir. Eğer bunu câiz gören kendisine yetki verilmiş bir kimseyse velayeti kaldırılır. Rebî’ b. Habib’in görüşü de bu şekildedir. Haricilere göre kendilerinden ayrılan bir kimse âdil olamaz; hatta müşrik hükmündedir.337 Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre bu konuda Ehl-i sünnet arasında ise ihtilâf vardır. Bazıları fıskın bir çeşit masiyyet olduğunu, cerh sebebi addedilemeyeceğini söylerken diğer bir grup bidatlarla ilgili bir fasıklığın cerhi gerektirdiğini söylemektedir. Vercelâî’ye göre bir haberde yalan bulunması ise şu altı yolla anlaşılır:                                                              333 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 156, 157. 334 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 157. Aynı rivayet için bkz.: Ahmed b. Hanbel, c. 35, s. 467. Rivayet görebildiğimiz kadarıyla Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplarla Vercelânî’nin Tertîb’inde yer almamaktadır. 335 Ebû Dâvud, Menâsik, 77; Nesâi, Menâsik, 217; İbn Mâce, Menâsik, 63. 336 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 157. 337 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 151. 53    1. Haberin akla aykırı hususlar barındırması, yani iki zıddın bir araya gelmesi, bir şeyin aynı anda iki yerde bulunması gibi, 2. Duyu organlarının reddedeceği safsata cinsinden şeyleri haber vermesi, 3. Sâdık haberin özellikleriyle çelişmesi338, 4. Yaygın olarak bilinen şeylerden bahsetmesi, 5. Bahsedilen olayı yaşayan kişilerin bu olaydan haberinin olmaması, 6. Beşer kuvvetini aşan şeylerin yapıldığından bahsetmesi. Bir ağaçtaki yaprak sayısının veya gayba dair bir şeyin bilinmesi gibi.339 1.2.5.3.4. Tadil Edenlerin Sayısı Vercelânî’nin ravi tenkidi konusunda temas ettiği hususlardan biri de tezkiyede bulunması gereken kişi sayısıdır. Tezkiye konusunda aslolan bu konuyu her yönüyle bilen kimseler tarafından yapılmasıdır. Bu konuyu çok iyi bilen âlim bir zatın tek başına yapacağı tezkiye makbuldür. Fakat bunun her zaman elde edilemeyeceği de açıktır. Vercelânî’ye göre, bu sebeple tezkiye edenlerin en az iki kişi olması gerekir. Gerçi tek kişinin şehadetinin kabul edildiği bazı hususlar vardır. Nitekim Rasûlullâh hilâli gördüğünü söyleyen bedevînin sözünü, tek kişi olmasına rağmen, makbul görmüştür. Sadece kadınların bilebileceği konularda tek kadının şahitliği de yeterlidir. Bir köle bir başkasını tek başına tezkiye edebilir. Fakat bunlar dışında kalan meselelerde tek kişinin şehâdeti yetmez; en az iki kişinin bulunması gerekir.340 Eğer tezkiye sonucunda cerh ve ta‘dilde bir icma söz konusu olmazsa cerh tercih edilir.341 1.2.6. Metin ve Özellikleri Vercelânî metni incelerken evvel emirde “haber” kavramını ele alır ve onu doğru olup olmamasına göre “sâdık” ve “yalan” şeklinde iki kısımda inceler: “Allah katında da bizim için de ilim bildiren sadık haberin altı çeşidi söz konusudur: 1. Allah’ın bilgisini verdiği mucizelerdir. 2. Verdikleri haberlerin doğruluğu mucize ile desteklenen peygamberlerin haberleridir.                                                              338 Sadık haberin özellikleriyle ilgili bkz.: Bu tez, s. 57. 339 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 140. 340 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 156. 341 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 156. 54    3. Peygamber gibi doğru sözlü olduğu haber verilen kimselerin haberleridir. Ümmetin ittifakıyla oluşan icma da bu neviden bir sadık haberdir. Çünkü ümmetin bir şeyde icma etmesi onun sıdkını teyit eder. 4. Sessiz kalmayı yerleşik bir adet haline getirmemiş yani fikrini açıkça beyan eden büyük bir grup hakkında aktarılan ve hakkında ‘böyle yapılmadı’, ‘öyle denmedi’ şeklinde tekzib kaydı bulunmayan haberlerdir. Zira malumdur ki söz konusu grup eğer bu bilgiyi kabul etmeyecek olsalardı mutlaka müdahale ederlerdi. 5. Rasûlullâh’ın huzurunda yapılan veya söylenen bir şeye kayıtsız kalması, dolayısıyla onaylaması ve reddetmemesidir (takrir) ki bu da sadık haberdir. Çünkü Rasûlullâh reddetmesi gereken bir şeyi onaylamaz. 6. Rasûlullâh’ın makbul hadisleridir. Ahad haber de bundandır, fakat rivayet mütevatir seviyesine ulaşırsa bu en makbulüdür”.342 Vercelânî’ye göre Rasûlullâh’dan sâdır olan bilgiler Kur’ân-ı Kerîm gibi korunmuş değildir. Dolayısıyla bazı yalancıların sözü ona karışmış olabilir. Nitekim O: "فمن كذب علي متعمدا فاليتبوأ مقعده من النار" “Kim bilerek bana yalan atfederse cehennemdeki yerini hazırlasın!” 343 buyurarak kendisine yalan izafe edecekleri veya sözlerine yalan karıştıracakları uyarmaktadır. Yalan karışma ihtimali söz konusu olduğunda ne yapılması gerektiğiyle ilgili ise Rasûlullâh şöyle buyurmaktadır: "سيكذب على من بعدي كما كذب على من كان قبلي فما اتاكم عني من حديث فاعرضوه على كتاب هللا فما وافقه فعني وما خالفه فليس عني" “Benden öncekilere olduğu gibi bana da yalan atfedeceklerdir. Kim size benden bir hadis getirirse onu Kur’ân’a arzedin. Eğer ona uyuyorsa, uymuyorsa benden değildir”.344 Yani Vercelânî’ye göre Kur’ân’a arz edilen ve ona uygun olduğuna karar verilen sünnet makbuldür.345 Bu yorumundan anlaşıldığına göre o, ravi araştırmasını yeterli görmemekte metin için de başta Kur’ân ile uyum olmak üzere, bazı şartları hâiz olmasını istemektedir.                                                              342 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 140. 343 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 141. 344 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 141. Hadisin Tertîb’de, Rebî‘in Müsned’i kısmında geçen metni ise: " انكم ستختلفون من بعدي فما جاءكم عني فاعرضوه على كتاب هللا فما وافقه فعني وما خالفه فليس عني" şeklindedir. (Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 41, h.no:41). Hadisin özellikle ikinci kısmı “Kur’an’a arz hadisi” olarak meşhurdur. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplarda bulunmayan bu rivayete Sâğânî’nin (v. 650/1252) ve Fettenî’nin (v. 986/1578) mevzuat kitaplarında yer verilmiştir. Bkz.: Ebu’l-Fezâil Radıyyüddin Hasen b. Muhammed b. Hasen es-Sâğânî, el-Mevzûât, Şam: Dâru’l-me‘mun li’t-türâs, 1405, s. 658; Cemâlüddîn Muhammed Tahir b. Ali el- Fettenî, Tezkiretü’l-mevzûât, İlim, 4. 345 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 141. 55    Bir metnin Hz. Peygamber’e aidiyetinin tespiti konusunda başvurulacak bir başka ölçü ise, söz konusu hususun sahabe tarafından uygulanmıyor oluşudur. Bu durum o haberi reddetmek için yeterli bir ölçüdür.346 1.2.7. Merviyy Çeşitleri Vercelânî’ye göre347 Rasûlullâh’tan varid olan haberler beşi sahih, beşi de zayıf olmak üzere on çeşittir: haber sahih /  zayıf /  makbul merdûd mütevatir ahad zayıf maktu' şaz münker kizb müsned mürsel sahife mevkuf Görüldüğü üzere hadisler “sıhhat” kriterine göre ayrılmış ancak Hadisçilerin taksiminin348 hilâfına “hasen” hadise yer verilmemiştir. Hadis âlimlerine göre bir başka fark da sahih rivayetlerin bu kez ravi sayısı kriterine göre taksim edilmesidir. Burada da “meşhur” terimine yer verilmemiştir. Meşhûr terimine, ahad hadis hakkında izahlarda bulunurken değinilir. 1.2.7.1.Sahih Haber Vercelânî Rasûlullâh’tan gelen sadık haberleri, herhangi bir tanım yapmadan, mütevâtir ve âhad olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Dolayısıyla o bu konuda, Hadis usulünde kullanılan sahih li zâtihî, sahih li gayrihî ve hasen gibi terimlere başvurmaz. Hâlbuki bunlar İbâzîlerce de bilinip kullanılan terimlerdir. Nitekim İbâzîlerin hadis anlayışı üzerinde yapılan bir araştırma onların Sünnî hadis usulünden etkilenmiş olduğu sonucuna ulaşmıştır.349 Aynı araştırmaya göre İbâziyye’nin klasik dönemlerinde bir hadis usulü yazmamış olması onların siyasî muhalefeti ile ilgilidir. Ancak bize göre başka alanlarda eserler vermeleri bu tespit ile                                                              346 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 14. 347 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 142. 348 Karş.: es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. X, XI. 349 Karş.: Demirci, İbaziyye’nin Hadise Bakışı, s.118-149. 56    çelişir durumdadır. Bize göre hadis usulü konusunda eser vermemeleri, bu alanda Sünnî âlimlerce yazılmış olan eserleri yeterli bulmaları ile ilişkilendirilebilir. 1.2.7.1.1. Mütevatir Haber, Kısımları, Özellikleri ve Hükmü Vercelânî’ye göre sahih haberin birinci ve en makbul çeşidi mütevatir haberdir. Müellif, bir haberin bu seviyeye çıkabilmesi için üç şarta ihtiyaç duyacağını söyler. 1.. Akıl: Çünkü aklı veya temyiz özelliği olmayan birinin verdiği haber güvenilir olmaz. 2. Müşâhade 350 : Eğer söz konusu bilgi ilk olarak bizzat şahit olan tarafından aktarılmamışsa onu atalarından öğrendiği veya geçmişi taklit ettiği düşünülür ki bu ilim değildir. 3. Sayı: Haberi tevatür derecesinde ulaştıracak bir raviler topluluğu söz konusu değilse hata ihtimali dâhilindedir. Burada kastedilen sayı, aklın hataya ihtimâl vermeyeceği bir sayıdır.351 Vercelânî’ye göre bir haberin sayı şartını hâiz olması, esasen ilk ikisine ihtiyaç bırakmayabilir. Aklın aradığı sayı sınırına ulaşan haber mütevâtir addedilir.352 Görüleceği üzere bu tarif ve aranan şartlar, Sünnî hadis usulünde “aklın ve âdetin yalan üzere birleşmelerini imkânsız gördüğü bir ravi topluluğunun, senedin başından sonuna kadar yine kendileri gibi bir topluluktan rivayet ettikleri hadis” şeklinde açıklanan mütevâtir haber tarifi ile uyum içindedir.353 Bu tanımıyla mütevâtir, araştırma kapsamına bile dâhil edilmez. Vercelânî’ye göre mütavatir haberin dört çeşidi vardır: 1.. Haberî tevatür: Rasûlullâh’ın kavlen ve fiilen kelime-i tevhide davet etmesi ve putlara ibadetten men etmesi, kendisinin Allah’ın elçisi olması, yine ahiret, cennet, cehennem, ölüm, kıyametin geleceği ve kabirlerden dirilmenin hak olması gibi hususların haber verilmesidir ki bunlar kesin bilgi içerir; bunlar hakkında şüpheye yer yoktur. 2. Ahvâlî tevatür: Rasûlullâh’ın Mekke’de doğduğu, Arap ve Kureyşî olması, Mekke’de kendisine peygamberliğin gelmesi, insanları burada dine davete başlaması, sonra                                                              350 Hadisler söz konusu olunca müşâhade, Hz. Peygamber’in iş, tavır ve sair durumlarını bizzat görerek öğrenmek manasına gelir (bkz.: Aydınlı, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İFAV, 2016, s. 255,). 351 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 139. 352 Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 117. 353 Krş.: Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 115. 57    Yesrib’e hicret etmesi, Medine’de vefat etmesi, kabrinin ve mescidinin burada bulunuyor olması gibi haberlerdir. 3. Fiilî tevatür: Rasûlullâh’ın katıldığı savaşlar, Hudeybiye Antlaşması, savaşlarda elde ettikleri ganimetler gibi konular bu tür tevatüre örnek verilebilir. 4. Lafzî tevatür: Namazların sayısı, vakitleri, nasıl kılınacağı, rükû ve secdenin yapılışı, namazda Kur’ân okunması, tekbir alınması ve selam verilmesi gibi O’ndan sözlü olarak nakledilen açıklamalardır. Vercelânî tarafından dört grupta mütalaa edilen tevâtür, Sünnî hadis usulünde genel olarak “lafzî” ve “manevî” olmak üzere iki kısmda incelenir. Vercelânî’nin tarif ettiği ilk üç tevâtür şekli, Sünnî hadis usulündeki manevî mütevatir kapsamında değerlendirilebilecek durumdadır. Lafzî mütevatire, Sünnî hadis usulünden farklı bir mana vermesi ise, bize göre, Vercelânî’nin fıkıhçı kimliği ile izah edilebilir. Vercelânî, dört kısımda mütalaa ettiği her bir tevatürün “ilm-i zarurî” ifade ettiği kanaatindedir; yani kesindir, şüphe ve zan içermez. Burada kişi haberin içeriğinde bulunan bilgiyi bizzat elde etmiş yani kaynağından duymuş veya görmüş hükmündedir. Vercelânî’ye göre bu türden bir bilginin hakkını zımmîler, Yahudiler ve Hristiyanlar da teslim etmelidir.354 1.2.7.1.2. Ahad Haber Vercelânî’ye göre bir haberin delil olması için tevatür seviyesine ulaşması şart değildir. Mütevatir olmayan yani ahad cinsinden olan haberlerle de zan ifade ediyor olsalar bile, sıhhatleri tespit edildikten sonra amel edilebilir.355 Vercelânî’nin bu yaklaşımın yani “amel edilebilme” özelliğini tevatüre hasretmemesinin, resmettiği sistemde hadise büyük bir yer vermesine vesile olduğu düşünülebilir. 1.2.7.1.2.1. Ahad Haberin Kısımları ve Aldıkları İsimler Vercelânî ahad haberi iki kısımda ele alır: 1. Bunlardan ilki bir hadis olarak nakledilen, yaygın olarak bilinen ancak tevatür seviyesine çıkamamış haberlerdir. 356 Tarifi yapılan bu haberin, mütevatir ve ahad haber arasında yer aldığı söylenebilir. Bu mütevâtir ile ahad arasında bir hadis çeşiti tanımlama                                                              354 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 142. 355 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 142. 356 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 142. 58    tavrı, esasen fıkıhçı yaklaşımın özelliğidir. Fakat dikkat edilirse Vercelânî bunu ahad hadisin bir çeşidi saymakta ve böylece hadisçi âlimlere yaklaşmaktadır. 2. Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre ahad haberin bu ikinci çeşidini bazıları “müsned” ile sınırlandırırken bazıları gerekli çoğunluğa ulaştığında bunu da mütevatir cinsinden saymaktadır.357 Anlaşıldığı kadarıyla Vercelânî bu tarifiyle, başlangıçta değilse bile herhangi bir tabakada mütevatir seviyesini ulaşan haberleri kasdetmektedir. Vercelânî, iki kısımda mütalaa ettiği ahad haberlere, taşıdıkları özelliklere göre farklı isimler verir: a.. Müsned: Vercelânî’ye göre müsned; isnad zincirinde kopukluk bulunmayan, bir veya birden fazla yolla Rasûlullâh’a kadar ulaştırılan haberdir. Metninde bir kusur yoksa; meçhul, zayıf veya ihtilâf edilen ravisi de söz konusu değilse böyle haberlerle amel etmek zorunludur. Bu zorunluluk söz konusu olduğunda onu mütevatir haberden ayıran husus, ikincinin aynı zamanda zarurî ilim de ifade etmesidir. Zira müsned haberin ortaya koyduğu ilim ancak zannî olabilir.358 Müsned terimi, Hadis ilminde “senedi, hiçbir ravi eksikliği olmaksızın kesintisiz olarak ilk kaynağına varan hadis” manasında kullanılır.359 Bir diğer ve yaygın olarak bilinen manası da “eksiksiz bir senedle Hz. Peygamber’e izafe edilen (merfû) hadis” demektir ki, Vercelânî’nin tarifi bu ikincisiyle örtüşür durumdadır.360 F akat tariften sonra verdiği bilgiler ile düşünüldüğünde, onun “müsned” tarifinin, Hadis usulündeki “sahih” hadise delâleti daha kuvvetli olacaktır. Zira “metninde bir kusur yoksa” yaklaşımı, sahih hadisin tarifinde yer alan “şâz ve mu‘allel olmayarak” şartını karşılayacak durumdadır. Esasen onun tanımında “şazz olmama” gibi hususa işaret edilmemiştir. Ancak müellif şazz kavramını zayıf hadisler içerisinde ele alır. Bu sebeple ve dolaylı yoldan, burada kastedilen haberin şazz olmaması gerektiği sonucuna ulaşılabilir. Vercelânî’nin tanımında yer alan “muttasıl olma” ve “ravilerinin sağlamlığı” gibi hususlar ise “sahih” teriminin zaten temel unsurlarıdır.361                                                              357 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 142. 358 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 142, 143. Vercelânî’nin müsned tanımı şu şekildedir: المسند الصحيح ما نقلته الثقاب عن الثقاب من طريق او طرق الى رسول هللا. لم يدخله وهن من جهة المسند و ال من جهة المتن وال ذكر فيه مجهول و ال ضعيف و ال مختلف فيه. فالمتواتر من االخبار يجب العمل به والعمل والمسند يجب العمل وال يجب به العلم. 359 Bkz.: Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 114; Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 222. 360 Bkz.: Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 174; Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 222. 361 Nitekim “sahih” teriminin Hadis ilmindeki meşhur tarifi “şâz ve mu‘allel olmayarak, isnadı Rasûl-i Ekrem’e veya sahabeden yahut sonrakilerden birine varıncaya kadar adl ve zabt sahibi kimselerin, yine kendileri gibi 59    b. Mürsel: Vercelânî; Rasûlullâh’ın sohbetinde bulunmamış, O’na ulaşmamış ve arkadaşlık etmemiş bir ravi tarafından O’na izafe ile nakledilen rivayetleri “mürsel” ıstılahıyla anmaktadır. Sahabe tarafından nakledilmesine rağmen bizzat Rasûlullâh’tan duyulmadığı bilinen, yine bir sahabînin O’na nispet ettiği ama “bir başka sahabîden işittiğini” söylediği rivayetler de mürseldir. Yaşı küçük sahabîlerin aktardığı rivayetler için de durum aynıdır.362 Bilindiği üzere “mürsel” terimi Sünnî hadis usulünde, bir tâbiînin doğrudan Hz. Peygamber’e izafe ettiği haberler hakkında kullanılır.363 Vercelânî’nin ikinci olarak işaret ettiği rivayetler ise “sahabe mürseli” terimi ile karşılık bulur.364 Mürsel terimini “sahih haber” başlığı altında ele almasından Vercelânî’nin onu sahih gördüğü düşünülebilir. Bu noktada akla senedde adı zikredilmeyen ravinin bir sahabî olduğunu ve sahabeyi, aksi ispat edilmedikçe, âdil addettiği akla gelebilir. Ancak öyle anlaşılıyor ki o “mürsel” terimini sırf “sahabî mürseli” sebebiyle “sahih” başlığı altında incelemiştir. Zira sahabî mürselinde senedden düşürülen kimsenin yine bir sahabî olduğundan şüphe yoktur. Bu terimin aksine Vercelânî “tâbiî mürselini” munkatı‘ rivayetlerden bahsettiği kısımda yeniden ele alır ve onun kesin bilgi içermediğini ve kendisiyle amelin vacip olmadığını söyler. Dolayısıyla hem sahabî hem de tâbiî mürseli konusunda Vercelânî’nin Sünnî Hadis âlimleri gibi düşündüğü söylenebilir. Sahife: Bunlar, bazı sahabîlerin Rasûlullâh’tan duyduklarını yazmaları sonucunda oluşan risalelerdir. Bu sahabîlerin başında Abdullah b. Amr b. el-Âs (v. 53/673) gelmektedir. Nitekim o işittiği bütün hadisleri yazıp yazamayacağını sorunca Rasûlullâh “ اكتب فالذي نفسي بيده ”yani “Yaz! Yemin olsun ki bu ağızdan sadece hak olan çıkar ”ال يخرج منه إال بالحق buyurmuştur.365 Vercelânî’ye göre bu sahifeler Rasûlullâh’tan geldiği kabul edilen haberlerdir. Fakat bu rivayetleri takviye edecek başka tarikler yoktur. Ancak bu, onların reddini de                                                                                                                                                                                           adl ve zabt sahibi kimselerden aktardıkları hadis” şeklindedir. Bkz.: Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 114. 362 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 143. 363 es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 132. 364 a.g.e., s. 133. 365 Bkz. Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 143. Bu hadis Tertîb’de geçmemekle birlikte Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde aynı lafızla yer almaktadır. Mesela bkz.: Ebû Davud, İlim, 3. Vercelânî’ye göre Abdullah tarafından kaleme alınan bu sahife “Amr b.Şuayb - babası - babasının kendi babası” şeklindeki senedle bizlere ulaşmış durumdadır. 60    gerektirmez.366 Müellife göre bunlar içinde sahih olan sadece Amr b. Hazm sahifesidir. Bunu Rasûlullâh bizzat yazdırıp Yemen âmili olan İbn Hazm’a göndermiştir. Bu sahife dah sonra Amr’ın oğlu Muhammed’e intikâl etmiştir. Muhammed’in Harre Savaşı’ndaki şehadetinden sonra ise onun oğlu Ebu Bekir b. Muhammed’e geçmiştir.367 Görüldüğü üzere bir nakil mahsulü veya kaynağı olan sahife Vercelânî’ye göre hadis çeşitlerindendir. Mevkûf: Vercelânî’ye göre mevkuf; senedi Hz. Peygamber’e ulaşmayıp, mesela sahabe gibi, daha önceki nesillerden birinde son bulan rivayetlerdir.368 Bu tarif; Sünnî hadis usulünde tâbiîlere izafe ile nakledilen söz ve fiillere tealluk eden “maktu‘” tabirini de mevkuf içinde değerlendirmektedir. Hâlbuki Sünnî hadis usulünde “mevkuf” ile sadece sahabenin kendi söz, fiil ve takrirleri anlaşılır. Bu nedenle böyle haberlere “sahabe kavli” de denir.369 Mevkûf tarifi daha geniş bir çerçeve çizmiş olsa da Vercelânî, bu tabiri genelde sahabîler üzerinden açıklamaktadır. Buna göre müellif öncelikle sahabîlerin, Cahiliyye dönemini yaşamış ve bu vasıflarından dolayı kendilerinden ilim kabul edilmeyen kişiler olduklarına dikkat çeker. Fakat böyle olsalar bile büyük çoğunluğu Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber aracılığı ile İslam’a girmişlerdir. Ayrıca Kur’ân ve sünneti de doğrudan Rasûlullâh’tan öğrenme imkânına sahip olmuşlardır. Bundan dolayı Allah Rasûlü’ne izafe etmeden kendi akıl ve çıkarımları ile naklettikleri bilgiler de esasen O’nun vaz ettiği sisteme uygun şeylerdir. Bu bağlamda Vercelanî’nin Hz. Ebû Bekir ve Ömer gibi sahabîlerin mevkuflarına daha büyük değer verdiği görülür. Ona göre sahabîler hakkındaki bu durumun aynısı ilmi onlardan alanlar (tâbiîler) için de geçerlidir. Zira tâbiîler, sahabîler tarafından yetiştirilmiştir ve ortaya koydukları bilgiye ancak onların gözetimi altında sahip olmuşlardır.370 1.2.7.1.2.2. Ahad Haberin Delil Değeri Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Vercelânî, şerî bilgilerin aktarılması konusunda ahad haberleri makbul addetmekte ve delil olarak kullanılabileceğini söylemektedir. Hakkında                                                              366 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 143. 367 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 143. 368 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 144. 369 Abdullah Aydınlı, “Mevkuf”’, DİA, İstanbul: İSAM, 2004, c. 29, s. 437. 370 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 144. 61    oldukça fazla tartışma bulunduğu için Vercelânî bu konuyu uzun uzun ele almakta ve örneklerle açıklamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda ne tür ahad haberlerin kabul edilebileceğine de dikkat çekmektedir. Vercelânî öncelikle “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın”371 ve “Hiç mümin fasık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit olmazlar”372 ayetlerine işaret eder. Buna göre âdil bir müminin getirdiği haberi kabul etmeyen kişi, onu, şehadeti makbul olmayan fâsıkla bir tutmuş demektir. Hâlbuki âdil bir müminin şehadeti makbuldür. Vercelânî’ye göre şeriat gibi aslî bir konuyla alakalı olduğundan ahad haber getiren kimsenin âlim, kabul görmüş, tanınan (meşhur), görüşü kabul edilen veya ortaya koyduğu delillerde şüphe bulunmayan birisi olması gerekir.373 Buna ilaveten haberin yine de tetkik edilmesi ve mesela sahih bir isnadla gelip gelmediğine bakılması da gerekir. Vercelânî, ahad haberin kabul edildiğine dair İslâm tarihinden birçok örnek verir. Hz. Bilal’in, İbn Ümmü Mektûm’un ezanını duyunca kamet getirmesi bunlardandır. Bilindiği üzere İbn Ümmü Mektûm âmâdır ve birisi ona sabah olduğunu yani namaz vaktinin girdiğini söylemediği sürece ezan okumamaktadır. Fakat o, kendisine bunu haber verene; Hz. Bilal de onun ezanına güvenmekte ve namaz için kamet getirmektedir. Aynı şekilde Muaz b. Cebel hadisi de tek kişinin haberinin geçerli olduğunu savunanlar için bir delildir: "... و قد بعث إلى اليمن فقال:بما تقضي يا معاذ؟ فقال: بكتاب هللا عز و جل. قال: فإن لم تجده؟ قال: فبسنت رسول هللا صلى هللا عليه و سلم. قال: فإن لم تجده؟ قال: اجتهد رأيي. فقال رسول هللا صلى هللا عليه وسلم: الحمد الذي وفق رسول رسوله". Bu rivayete göre Muaz, Allah Rasûlü’nün “Ne ile hüküm vereceksin?” yönündeki sorusuna sırasıyla “Kitab, Sünnet ve kendi reyim” ile cevap vermiş ve “Rasûlünün rasûlünü muvaffak kılan Allah’a hamdolsun” cevabıyla karşılaşmıştır.374 Vercelânî haber-i vahidle amel konusunda Hz. Ömer’in uygulamalarından da örnekler verir.                                                              371 Hucurat, 49/6. 372 Secde, 32/18. 373 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 171. 374 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 153. Vercelânî’nin Tertîb’de yer vermediği bu hadis Kütüb-i Sitte’yi oluşturan bazı eserlerde (mesela bkz. Ebû Davud, Akdiye, 11; Tirmizi, Ahkâm, 3; İbn Mâce, Menâsik, 23) şu lafızla yer almıştır: ْ َم تَِجْدهُ ِ قَاَل: فَ إِْن ل َّ ْ ِن َعَرَض لََك قََضاٌء؟ قَاَل: أَْقِضي بِِكتَاِب َلهُ: َكْيَف تَْقِضي إ ِإلَى اْليََمِن قَاَل َّما بَعََث ُمعَاذًا َل ِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم َّ َّن َرُسوَل "إِ ِ َّ ِ ِ؟ قَاَل: أَْجتَِهدُ َرأْيِي َال آلُو َوقَاَل: اْلَحْمدُ َّ ِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم قَاَل: فَإِْن لَْم تَِجْدهُ فِي ُسنَِّة َرُسوِل َّ ِ؟ قَاَل: أَْقِضي بُِسنَِّة َرُسوِل َّ فِي ِكتَاِب ."ِ َّ ِ ِلَما يُْرِضي َرُسوَل َّ الَِّذي َوفََّق َرُسولَ َرُسوِل 62    "اذكر با امر أسمع من رسول هللا صلى هللا عليه و سلم في الجنين شيأ. فقام إليه حمل بن مالك فقال: كنت بين تجاريين يعني ضرتين فضربت احدهما األخرى بمشقص فألقت جنينا ميتا و قضى فيه رسول هللا صلى هللا عليه و سلم بغرة. فقال عمر رضي هللا عنه: لو لم نسمع بهذا لقضينا فيه بغير هذا". Buna göre Hz. Ömer, ana karnında ölümüne sebep olunan cenin hakkında Rasûlullâh’tan bir hadis işiten olup olmadığını sorunca Haml b. Malik; böyle bir durumda Hz. Peygamberin “bir gurre diyet” hükmü verdiğini söyler. Bunu üzerine Hz. Ömer “Eğer bu haberi işitmeseydim, farklı bir hüküm verirdim” der.375 Buradan da anlaşılıyor ki Hz. Ömer, haber-i vahidle amel etmektedir. Vercelânî’nin aktardığına göre Hz. Ömer, Dahhâk’ın (v. 64/684) rivayet ettiği "إن رسول هللا صلى هللا عليه و سلم قضى بتوريث امرأة اشيم الضبابي من دية زوجها" “Rasûlullâh yanlışlıkla öldürülen Eşyem ez-Zıbâbî’nin diyetine eşinin de mirasçı olmasına hükmetmiştir”376 hadisini işittiğinde bunu delil alır ve daha önce verdiği hükmü değiştirir. Hz. Ömer, Abdurahman b. Avf’ın (v. 32/652) rivayet ettiği "سنوا بهم سنة أهل الكتاب" “Mecûsîlere, Ehl-i Kitap gibi davranınız” hadisi gereği Mecusileri kendi dinleri üzere bırakmış ve onlardan cizye almıştır.377 İçkinin haram olması haberini alan Ebû Talha (v. 34/654-55) ve Übey b. Ka‘b (v. 33/654[?]) haberi getiren kişinin “tek” olmasına rağmen derhal içki kaplarını kırmıştır: "كنت أسقي أبا طلحة وأبي بن كعب، من فضيخ التمر، فاتانا آت فقال: إن الخمر حرمت، فقال أبو طلحة: يا أنس قم الى هذه الجرار فاكسرها قال فقمت الى مهراس لنا فكسرتها باسفله."378                                                              375 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 153. Vercelânî’nin Tertîb’de nakletmediği bu hadis Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerin bir kısmında şu metinle geçmektedir: َفقَاَل: ُكْنتُ بَْيَن اْمَرأَتَْيِن فََضَربَْت إِْحدَاُهَما َفقَاَم َحَمُل ْبُن َماِلِك ْبِن النَّابِغَِة ِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم فِي ذَِلَك، َعْن ُعَمَر، أَنَّهُ َسأََل َعنْ قَِضيَِّة النَّبِّي َُّرةٍ َوأَْن تُْقتَلَ ِ َصل َّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم فِي َجنِينَِها بِغ َّ ََقتَلَتَْها، َوَجنِينََها، «فَقََضى َرُسوُل ِبِمْسَطحٍ ف اْألُْخَرى Bkz. Ebû Davud, Diyât, 21; Nesai, Kasame, 10; İbn Mâce, Diyât, 11. Görüldüğü üzere Hz. Ömer’e nispet ettiği “Eğer bu haberi işitmeseydim, farklı bir hüküm verirdim” cümlesi bu kaynaklarda yer almamaktadır. 376 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 153. Hadis, Tertîb’de geçmemektedir. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan bazı eserlerde ise “ِّضبَابِّيِ ِمْن ِديَِة َزْوِجَها ِّرْث اْمَرأَةَ أَْشيََم ال ;şeklinde bir metinle yer alır. Bkz. Ebû Davud; Ferâîz, 18 ”َو Tirmizi, Diyât, 19; İbn Mâce, Diyât, 12; Mâlik, Ukûl, 17. 377 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 153. Hadis, Tertîb’de ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde yer almamaktadır. Görebildiğimiz kadarıyla Mâlik’in Muvatta‘ında yer alan (bkz. Zekât, 24) hadis, Tirmizi’nin Sünen’inde (bkz. Siyer, 31) yine Abdurrahman b. Avf rivayetiyle َّ ُ َعلَْيِه َوَسلََّم أََخذَ الِجْزيَةَ ِمْن َمُجوِس َهَجَر" ِ َصلَّى َّ ََّن َرُسوَل "أ şeklinde bir metinle yer almaktadır. 378 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 153. Hadis Tertib’de Enes b. Mâlik’ten şu metinle rivayet edilmektedir: 63    Vercelânî tüm bu örnekleri verirken, “sözü geçen haberleri verenlerin, sahabe ve tâbiûnun fakihlerinden olduğuna” özellikle dikkat çeker.379 Nitekim Hz. Ebu Bekir, el-Muğîre b. Şu‘be’nin (v. 50/670) “ninenin mirasıyla” ilgili aktardığ haberi Muhammed b. Mesleme’nin (v. 43/663) şehadeti olmadan kabul etmemiştir.380 Aynı şekilde Hz. Ömer de Fatıma bint. Kays’ın (v. 54/674[?]) “boşanmış kadının iddeti” ile ilgili rivayetini "ال ندع كتاب هللا عز وجل وسنة نبينا لقول امرأة ال ندري اصدقت ام كذبت" “Doğru söyleyip söylemediği bilemediğimiz bir kadının sözünü Allah’ın Kitab’ına ve Rasûlü’nün sünnetine tercih mi edeceğiz?” diyerek reddetmiştir.381 Hz. Ömer, Ebû Musa el- Eş‘arî’nin (v. 42/662-63) “evlere girmek için üç kere izin isteme” ile ilgili haberini de Ebû Saîd el-Hudrî’nin (v. 74/693-94) şehadetiyle kabul etmiştir.382 Dolayısıyla hem Hz. Ebû Bekir hem de Hz. Ömer rivayetleri tahkik etmektedir. Bunun sebebi de söz konusu haberleri getiren kişilerin fakih görülmemesidir.383 Bu bağlamda Vercelânî’nin, “haber-i vahid ilim gerektirir ama amel gerektirmez" görüşüne karşı çıktığını, ilim ile amel arasında bir fark görmediğini384 de ifade etmemiz gerekir. 1.2.7.2. Zayıf Haber, Kısımları, Özellikleri ve Hükmü Vercelânî’ye göre zayıf rivayetler metninde, senedinde ya da kendi ifadesiyle, “şerhinde” zaaf bulunan rivayetlerdir.385 “Şerh” ifadesi ile büyük ihtimâlle hadisin ortaya koyduğu muhtevayı kastediyor olmalıdır. Vercelânî’ye öre zayıf haber şöyle kısımlara ayrılır:                                                                                                                                                                                           "كنت أسقي أبا دجانة وأبا طلحة وأبي بن كعب شرابا من فضيخ التمر، فجاءهم آت فقال: إن الخمر قد حرمت، فقال أبو طلحة: يا أنس، قم إلى هذه " (Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 243, h.no: 236). Hadis Buharî’de (bkz. Eşribe, 3) Enes b. Malik’ten; "كنت أسقي أبا عبيدة وأبا طلحة وأبي بن كعب، من فضيخ زهو وتمر، فجاءهم آت فقال: إن الخمر قد حرمت، فقال أبو طلحة: قم يا أنس فأهرقها، فأهرقتها " metniyle Müslim ve Nesaî’de ise; َبٍل فِي َرْهٍط ِمَن اْألَْنَصاِر، فَدََخَل َعلَْينَا دَاِخٌل، فَقَاَل: َحدََث َخبٌَر نََزَل تَْحِريُم اْلخَ ْمر، فَأَْكفَأْنَاَها يَْوَمئٍِذ "ُكْنُت أَْسِقي أَبَا َطْلَحةَ، َوأَبَا دَُجانَةَ، َوُمعَاذَ ْبَن َج ِإنََّها لََخِليُط اْلبُْسِر َوالتَّْمِر" َو şeklinde bir metinle yer alır. Bkz. Müslim, Eşribe, 1; Nesai, Eşribe, 2. 379 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 153. 380 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 154. 381 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 154. Tertib’de geçmeyen bu haber, Tirmizî tarafından (bkz. Talâk ve Liân, 5) “َت ْ ُ َعلَْيِه َوَسلََّم ِلقَْوِل اْمَرأَةٍ َال نَْدِري أََحِفَظْت أَْم نَِسي َّ ِيّنَا َصلَّى ِب َ وُسنَّةَ نَ ِ َّ metniyle nakledilmiş ”َال نَدَُع ِكتَاَب durumdadır. 382 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 154. Vercelânî, burada hadis metni nakletmemektedir. Ancak Muğire b. Şu‘be’den rivayet edilen bu haber Tertîb’de geçmese de “müttefakun aleyh” olan bir haberdir. Bkz.: Buharî, İstizân, 13; Müslim, Âdâb, 7. 383 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 154. 384 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 154. 385 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 144. 64    Munkatı‘: Rasûlullâh’ı görmeyen raviler tarafından aktarılan ve senedinin ortasından bir, iki veya daha fazla ravisi düştüğü için muttasıl olmayan rivayetlerdir. Bu tarifiyle munkatı, mürselden ayrılmış olur. Zira mürsel rivayette sahabî ravi meçhuldür; bilinmemektedir. Fakat sahabe âdildir ve bundan dolayı mürsel rivayetle amel birçok âlim tarafından vacip addedilirken munkatı ile amel mendup sayılmıştır. Zira munkatıda senedden düşen ravinin durumu bilinmemektedir. Fata Vercelânî’ye göre her ikis de ne ilim ne de amel ifade eder. Bu açıdan ikisi de aynıdır.386 Bu görüşüyle Vercelânî’nin cumhurun yaklaşımına ortak olduğu söylenebilir. Munkatı‘ cumhur tarafından da senedinde kopukluk ya da müphem ravi bulunan rivayetler olarak tanımlarnır ve bu haliyle mürsel rivayetlere benzetilir. 387 Vercelânî, bu konuda cumhurun görüşünü paylaşmaktadır. Şâz: Aynı hocanın aynı dersinde bulunan öğrencilerin sadece birinden gelen, diğer öğrencilerin vakıf olmadığı haberlerdir.388 Eğer böyle bir haberi aktaran kimse sika, âlim ve haberi izafe ettiği hocanın sohbetinde bulunduğu kesin olarak bilinen biriyse şâz rivayet kabul edilebilir. Cabir b. Zeyd’in İbn Abbas’tan aktardığı şu rivayet buna örnek verilebilir: "ثماني و سبعا و أربعا و أربعا و ثالثا و أربعا في غير خوف و السفرو ال سحاب و ال مطر" “Sekiz ve yedi rekâtlı namazları (öğlen ve ikindi namazları ile akşam ve yatsı namazını) bir korku, sefer, fırtına ve yağmur olmadan da dört-dört ve dört-üç şeklinde (cem‘ edebilirsiniz).”389 Bu rivayeti İbn Abbas’dan Câbir dışında hiçbir öğrencisi aktarmamaktadır. Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre Malik, Cabir’in sika olduğunu ifade etmektedir. Bunun                                                              386 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 144. 387 Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 134. 388 Karş.: ‘Makbul bir ravinin daha makbul olan bir raviye muhalif olarak rivayet ettiği hadistir.’ es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 157. 389 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 144. Rivayet, Tertîb’de yine Câbir b. Zeyd’in Abdullah b. Abbas’tan rivayeti şeklinde ve şöyle bir metinle yer alır: صلى الظهر والعصر جميعا والمغرب والعشاء اآلخرة جميعا في غير خوف وال سفر وال سحاب وال مطر. (Bkz. Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 122, h.no:254.) Kütüb-i Sitte’ye dâhil bazı kitaplarda ise şu metinle yine İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir: ٍ َر ُّظْهَر َواْلعَْصَر َجِميعًا، َواْلَمْغِرَب َواْلِعَشاَء َجِميعًا، فِي َغْيِر َخْوٍف، َوَال َسف َصلَّى َرُسوُل هللاِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسل ََّم ال (Bkz. Müslim, Salâtu’l-müsâfirîn, 6; Ebû Davud, Salât, 380.) 65    yanında hadiste geçen durumu uygulayanlar da bulunmaktadır. Malik’e göre Rasûlullâh bu hadisiyle ümmeti için bir hükmü hafifletmiş olmaktadır.390 Vercelânî’nin “şazz” tarifinin, Sünnî hadis usulüyle örtüştüğünü söylemek mümkün görünmemektedir. Zira şazzın tarifinde vurgu sikaların rivayetine “muhalefettir”. Hâlbuki Vercelânî’nin tarifinde sika bir ravinin teferrüdünden bahsedilmektedir. Rivayette teferrüt Sünnî usulde şazz olarak değerlendirilmez. Eğer sika bir ravi aynı hadisin rivayetinde başka sika ravilere muhalif kaldıysa, ancak uygulamanın onu doğrulaması veya bir mutâbiinin bulunması durumunda rivayetiyle amel edilebilir.391 Münker: Rasûlullâh’tan varid olduğu söylenen fakat âlimlerin bilmediği, Ehl-i hadisin de herhangi bir yolla ulaşmadığı ve bu sebepten reddedilen rivayetlerdir. Vercelânî’ye göre bu tarz rivayetler genelde teşbihî unsurlar içerirler.392 Sünnî hadis usulündeki tanıma göre ise münker, zayıf ravinin sika olana muhalif olarak aktardığı haberlerdir ve bu haliyle şazz rivayetten daha zayıftır.393 Yalan / Kizb: Bu haberler zındıkların Rasûlullâh’a atfedip ümmet arasında yaydıkları haberlerdir. Bunlara ancak ümmetin zayıf ve cahil olanları tutunur.394 Bu tarifle Vercelânî’nin “hadis diye uydurulmuş haberleri” kastettiği açıktır. Vercelânî’nin zayıf hadis çeşitleri olarak sadece bunlara değindiği görülür. Muhtemelen en çok karşılaşılan çeşitlerine atıf yapmanın yeterli olacağını düşünmüş olmalıdır. Bununla birlikte onun zayıf rivayetler ve hükümleri konusunda, en azından genel çerçevesiyle, Sünnî hadis usulünün kabulleriyle paralel düşündüğü söylenebilir.                                                              390 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 144, 145. 391 Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 157, 158. 392 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 145. 393 Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 163. Genel olarak hadis usulünde bir ravi teferrüd ettiğinde veya muhalif olduğunda, o ravinin durumuna bakılır. Eğer ravi sika ise sadece teferrüd etmişse rivayetleri makbul kabul edilebilir. Ancak zayıfsa rivayetleri doğrudan reddedilmektedir (Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 164). 394 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 145. 66    1.3. GENEL OLARAK SÜNNET’İN KAYNAKLIK DEĞERİ VE KUR’ÂN-I KERİM KARŞISINDAKİ KONUMU Şeriatin kurallarının Kur’ân, sünnet, ahad haber ve icma ile tespit edildiğini söyleyen 395 Vercelânî, ayrıca fakih sahabîlerin mevkufları ve mürselleri ile de amel edilebileceğini ifade etmektedir. Delillerin çerçevesini böylece çizen müellifin bunlar içinde sünnete özel bir yer verdiği görülür. Zira ona göre Sünnet, Kur’ân’ın beyanıdır. 396 Sünnet olmasa Kur’ân’da emredilen birçok şey anlamsız kalır; namaz ve oruç gibi aslî ibadetlerle alakalı emirler yerine getirilemez. Sünnet Kur’ân’ın mücmelini de beyan eder. Örneğin namazla alakalı tüm ayrıntılar ancak sünnette yer alır. Rasûlullâh “تحريمها التّكبير وتحليلها التّسليم” yani (Namazda yapılması) haram olanlar tekbir ile başlar, selam ile helâl hale gelir”397 buyurmasa ve kendisi namazı bizzat bu şekilde kılmasa, ona nasıl başlayıp nasıl bitireceğimizi bilemezdik. Namazın vakitleri, rekât sayıları, rükû, secde, oturuş, tekbir, sehiv secdesi, kunut yapma, gizli ve açıktan okuma gibi hususların hepsi de yine Rasûlullâh’tan öğrenilir. Aynı husus diğer ibadetler için de geçerlidir. Nitekim o Hacc konusunda da “ خذوا عني مناسككم و صلوا كما رأيتموني .Menâsiki benden alınız (öğreniniz) ve namazı benim kıldığım gibi kılınız”398 buyurur“ ”أصلي Vercelânî’ye göre Rasûlullâh’tan sâdır olan bu gibi açıklamalar vacip, mendup veya mübah olabilir. Bunlar içinde vacibler oldukça önemlidir; zira vacibin “yapılması zorunlu” olmasından hareketle Rasûlullâh’a ait hükümlerin vahiy kaynaklı olduğu sonucuna ulaşılır. Bütün bunlar kavlî olabileceği gibi fiilî de olabilir.399 Sünnet, Kur’ân-ı Kerîm’in umum bildiren hükümlerini tahsis; mutlak olanları ise takyîd eder. Sünnetin ayrıca Kur’ân’ı nesih yetkisi de vardır. Bunlara ilaveten o, müstakil (Kur’ân’dan bağımsız) hükümler de koyabilir. Sünnetin nesih yetkisine ve teşride müstakil oluşu konusuna daha sonra değinilecektir.                                                              395 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 120. 396 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 47. 397 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 47. Hadis, Tertîb’de Hz. Ali’den şu metinle nakledilmektedir: "تحريم الصالة التّكبير وتحليلها التّسليم" (bkz. Vercelânî, Tertîb, c.1, s.110, h.no: 223). Kütüb-i Sitte’ye dâhil bazı eserlerde ise Hz. Ali’den veya Ebû Saîd el-Hudrî’den nakledilen hadisin metni şu şekildedir: ُ م" ِبيُر ، َوتَْحِليلَُها التَّْسِلي ُّطُهوُر ، َوتَْحِريُمَها التَّْك َّصَالةِ ال "ِمْفتَاُح ال (bkz. Ebû Davud, Tahâret, 31; Tirmizi, Tahâret, 3; İbn Mâce, Tahâret, 3) 398 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. Esasen bu rivayetin her iki cümlesi de müstakil birer hadistir. Bununla birlikte her iki rivayet de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ve Tertîb’de yer almaz. Ancak her ikisine de yer veren kaynaklar vardır. Mesela Beyhakî her iki rivayeti (bkz. Sünenü’l-kübra, Hac, 26; Salât, 36) de nakledilmiş durumdadır. 399 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 67    1.4. REY Vercelânî, aslî kaynakları sayarken Kur’ân ve Sünnet ile birlikte reye de işaret eder.400 Bununla birlikte ilk ikisine dair uzun açıklamalar yapmasına rağmen “rey” veya “ictihâd” şeklinde bir başlık açmaz. Bunun yerine icma ve kıyas konularını ele alır; bu iki terim hakkında da detaylı bilgiler verir. Bu tavrı rey veya ictihâd ile kastının bu ikisi olduğunu göstermektedir. Vercelânî ancak bunları tartıştıktan sonra “içtihat” ve “ihtilâf” gibi hususlara değinir. Böylece o muhtemelen rey/ictihâdı tek başına ve bağımsız birer “aslî delil” olarak görmediğine işaret etmiş olmaktadır. Fakat çözümü aslî kaynaklarda bulunamayan meseleler de terkedilmeyecek, bunlara da “içtihat” çerçevesinde fetva verilecektir.401 Bu noktada, müellifin sıralamasına tabi olarak öncelikle icma, sonra da kıyas ve ictihâd kavramları üzerinde durulacaktır. 1.4.1. İcma ve İcmanın Ümmet ile İlişkisi Fıkıh terimi olarak icma Vercelânî’ye göre “ümmetin bir konuda ortak karar vermesi” demektir. 402 Bu tanım, öncelikle müellifin “ümmet” kavramına bakışını ortaya koymayı gerektirecektir. 1.4.1.1. Ümmet Ümmet kavramı konusunda daha doğrusu kapsamı konusunda Vercelânî’ye göre ihtilâf edilmiştir. Nitekim bazılarına göre Rasulullah’ın gönderildiği tüm insanlar ve cinler, dolayısıyla mümin olan da kâfir olan da Ehl-i kitap olan da Mecusi olan da hatta Yecüc ve Mecüc bile “ümmet” kapsamındadır. Bu görüşte olanlara göre Rasululah’ın İskenderiye kralı Mukavkıs’a gönderdiği davet mektubunda yer alan “كل نبي ادرك قوما فهم من امته” yani “Bir nebinin ulaştığı her kavim onun ümmetindendir”403 ifadesi bu hususa delâlet etmektedir.404 Dolayısıyla bu grup bir peygamber zamanında yaşayan, onun hakkında kendilerine bilgi ulaşmış ve Allah’a ibadetle mükellef olan herkesi ümmet çerçevesine dâhil etmektedir. Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre “ümmet” kavramı ile alakalı olarak “iman eden ve buna sadakat gösteren kişiler” tanımı da ortaya atılmıştır. Buna göre “Siz, insanlar için                                                              400 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 3. 401 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 13. 402 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 184. 403 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 190. Bu rivayet ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ne de Tertîb’de yer almaktadır. 404 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 190. 68    çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah’a iman edersiniz”405 ayetinde de buna vurgu vardır. Bazılarına göreyse ümmet, Rasûlullâh’tan sonra yaşayan müminlerdir. Çünkü Rasûlullâh ile ashabı arasında şöyle bir konuşma geçmiştir: "...وددت أني رأيت إخواني قالوا: يا رسول هللا ألسنا بإخوانك؟ قال: بل أنتم أصحابي، وإنما إخواني الذين يأتون من بعدي..." “Rasûlullah ‘Kardeşlerimi görmek isterdim’ dediğinde ashap ‘biz senin kardeşlerin değil miyiz ya Rasûlullâh?’ diye sormuş, bunun üzerine O da ‘Siz benim ashabımsınız. Benim kardeşlerim ise benden sonra gelecek olanlardır…’ buyurmuştur”.406 Bir başka hadisinde de, "خير أمتي قوم يأتون من بعدي يؤمنون بي ويعملون بأمري ولم يروني فأولئك لهم الدرجات العلى إال من تعمق في الفتنة" “Ümmetimin en hayırlıları benden sonra gelen ve beni görmediği halde bana iman eden, emrimi yerine getirenlerdir. Onlar için en üstün dereceler vardır. Sadece fitnelere dalanlar bundan istisnadır”407 buyurmaktadır.408 Bazılarına göre ise sadece Rasululla’a iman edenler O’nun ümmetinden sayılabilir. Buna göre Mürcie, Kaderiyye, Şia, Havaric, İbaziyye, Mücessime ve Müşebbihe gibi fırkaların da ümmetten sayılması icap eder. Nitekim Allah Rasûlü: "تفترق امتي على ثالث وسبعين فرقة كلها الى النار ما خال واحدة ناجية وكلهم يدعى تلك الناجيه" “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan sadece kurtuluşa eren (fırka-i nâciye) bir grubu hariç tümü cehenneme girecektir ve her bir grup da kurtuluşa erenin kendisi olduğunu iddia edecektir409 buyurmaktadır. Bu aynı zamanda Vercelani’nin de kabul ettiği görüştür.                                                              405 Âl-i İmran, 3/110. 406 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 191. Bu metin Tertîb’de de uzunca bir hadisin orta kısımlarında Ebû Hureyre rivayeti olarak yer almaktadır (bkz. Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 42, h.no: 44). Hadis Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içerisinde de yine Ebû Hureyre’den ve çok az lafız farkıyla yer almaktadır: َبْعدُ..." َننَا» قَالُوا: أََولَْسنَا إِْخَوانََك؟ يَا َرُسوَل هللاِ قَاَل: أَْنتُْم أَْصَحابِي َوإِْخَوانُنَا الَِّذيَن لَْم يَأْتُوا "... َوِدْدُت أَنَّا قَْد َرأَْينَا إِْخَوا (Bkz. Müslim, Taharet, 12; Nesâî, Taharet, 114; İbn Mâce, Zühd, 36). 407 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 192. Vercelânî bu hadisi aynı lafızla ve Abdullah b. Abbas rivayetiyle Tertîb’de de nakletmektedir (bkz. Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 41, h.no:39). Rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplarda geçmemektedir. 408 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 191. 409 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 191. Hadis aynı metinle Abdullah b. Abbas rivayetiyle Tertîb’de de nakledilmektedir (bkz. Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 41, h.no: 42). Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler incelendiğinde, bunların büyük kısmında sadece “ümmetin gruplara ayrılacağına” dair ilk kısmın yer aldığı görülür. Nitekim bu metin: َُّمتِي َعلَى ثََالٍث َوَسْبِعيَن فِْرق َةً " َّرقَِت اليَُهودُ َعلَى إِْحدَى َوَسْبِعيَن أَْو اثْنَتَْيِن َوَسْبِعيَن فِْرقَةً، َوالنََّصاَرى ِمثَْل ذَِلَك، َوتَْفت َِرُق أ ََف "ت şeklindedir (bkz. İbn Mâce, Fiten, 17; Ebû Dâvûd, Sünnet, 1; Tirmizî, İman, 18). Dolayısıyla Tertîb’deki rivayette geçen “fırka-i nâciye” ile ilgili kısım bu rivayetlerde yer almamaktadır. Bu manaya gelecek bir vurgu sadece İbn Mâce’nin Enes b. Mâlik’ten naklettiği bir metinde yer alır: "إن بني إسرائيل افترقت على إحدى وسبعين فرقة، وإن أمتي ستفترق على ثنتين وسبعين فرقة، كلها في النار، إال واحدة وهي: الجماعة" 69    Buna göre hangi görüşte olursa olsun kendine Müslüman diyen kişi Rasûlullâh’ın ümmetindendir. Ancak bunlar içinde kurtuluşa sadece fırka-i nâciye ulaşacaktır. Her grubun kendini “kurtulan grup” görmesine paralel olarak Vercelani de İbaziyye’yi böyle addetmektedir.410 Böyle bir “ümmet” tanımının icma hakkındaki düşüncelerini oldukça ilginç hale getireceği açıktır. 1.4.1.2. İcma Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre Arap dilinde icma ile ilgili iki anlam söz konusudur. Bunlardan ilki “اجتمعت السفر على الحج” yani “hac için yolcular toplandı” cümlesindeki gibi “karar verilen bir şey için toplanmak”, diğeri ise “ittifak etmek, birleşmek, anlaşmaya varmak” anlamıdır. Kur’ân’da her iki anlamı da birleştirecek ayetler vardır. Nitekim Allah Teâlâ, Hz. Nuh’dan bahsederken, ِ ن ََّي َوَال تُْنِظُرو ُٓضوا اِل َُّم اْق َّمةً ث َُّم َال يَُكْن اَْمُرُكْم َعلَْيُكْم ُغ َٓكاَءُكْم ث فَاَْجِمعُٓوا اَْمَرُكْم َوُشَر “…Ey kavmim!... Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber toplanıp kararlaştırın ki işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın, bana mühlet de vermeyin’ 411 buyurmaktadır ki burada bahsedilen icma “bir şeye karar verip birleşmek” anlamına gelmektedir.412 Bir terim olarak ise icma, Vercelânî’ye göre, “ümmetin bir konuda ortak karar vermesi” demektir. Bu ümmet diğer ümmetlerden farklı olarak ancak ve ancak hak üzere bir araya gelir.413 Bu noktada: “Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir”.414                                                                                                                                                                                           Fakat bu anlamdaki rivayetlerin mevzuât kitaplarına da girdiği ve haklarında ciddi tenkitler yapıldğı görülür (mesela bkz. İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c.1, s. 267). “Ümmetin fırkalara ayrılacağına” dair bu rivayet, akademik bir çalışmaya da konu olmuştur. Bkz. Kadir Gömbeyaz, “73 Fırka Hadisinin Mezhepler Tarihi Kaynaklarında Fırkaların Tasnifine Etkisi”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 14/2, 2005, s. 147-160. 410 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 191; ed-Delil ve’l-burhan, thk. Salim b. Ahmed el-Harisi, Amman: Vizaretü’t-Türas ve’s-Sekafe, 2006, s. 13-17 411 Yunus, 10/71. 412 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 184. 413 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 184. 414 Nisa, 4/115. Vercelânî’ye göre ayette bahsedilen cezanın iki hususa yani peygambere karşı çıkma ve müminlerin yolundan sapma şartlarına bağlandığı söylenebilirse de bu yanlıştır. Ona göre söz konusu azap her iki durum için ayrı ayrı geçerlidir. Nitekim “Onlar, Allah ile beraber başka ilaha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedi kalır. Ancak tövbe edip salih amel işleyenler başka” (Furkan, 25/68-70) ayeti buna delildir (Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 186). 70    ayetine işarette bulunan müellif, müminlerin yolundan yüz çevirene azap olunacağını, dolayısıyla onlara uymanın mendup veya mübah değil vacip olduğu sonucu çıkarır. Şüphesiz bazı müminler ictihadla farklı yollar tercih edebilir ve böyle ihtilâflara hoşgörü gösterilebilir.415 Fakat en hayırlısı icmadır. 416 Vercelânî, bu ayetin genel bir icmaya değil ancak “iman” konusunda müminlere uymanın gerekli olduğuna delil olabileceğini söyleyenlere ise karşı çıkar: “İman da, İslam da, din de birdir. İslam, imandır. İman İslam’dır. Her ikisi de dindir ve tâattir. Bunlardan birine uymakta bir eksiklik söz konusu olursa bütünlük bozulur. Kim iman konusunu tâatsiz ele alıyorsa ayrılık tarafını tutmuş olur. Bizler yemek yeme, yolculuk yapma ve bir şey içme konusunda dahi müminlerin yolunu takip ederiz ve icma ile vardıkları sonuçları muteber sayarız. Çünkü akıl, Kur’ân ve sünnet buna işaret eder. Eğer müminlerin tuttuğu bu yoldan yüz çevrilirse, mümin olan kimse için başka bir yol söz konusu değildir.417 Vercelânî, icmanın kaynağına ve delil değerini ispat noktasında çeşitli ayetlere işaret etse418 de, özellikle ele alıp üzerinde çok durmasından anlaşıldığı kadarıyla bu ayete özel bir yer vermekte, onu merkeze almaktadır. Nitekim icma söz konusu olduğunda bu ayet, farklı birçok âlim için de delâleti en net delil kabul edilmektedir.419 Vercelânî bu bağlamda çeşitli hadislere de işaret eder. Bunlardan biri: "...ما خير بين امرين اال اختار ايسرهما" “(Rasûlullâh) iki şey hakkında muhayyer bırakılırsa kolay olanını seçerdi”420 hadisidir. Ona göre hadiste geçen “kolaylık” ifadesi, ümmetin icmaına delalet etmektedir. Bu hadisin                                                              415 Nitekim Allah u Teâlâ; ‘Kendilerine güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi” (Nisa,4/83) buyurmakta, hüküm çıkarmayı yani içtihatta bulunmayı emretmekte fakat aşırı gitmeyi yasaklamaktadır. Vercelânî, el- ‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 188. 416 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 184. 417 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 185. 418 Bkz: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 185-188. Bu bağlamda Vercelânî “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz” (Âl-i İmran, 3/110), “İnsanlar tek bir ümmetti. Allah müfdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi… Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti” (Bakara, 2/213), “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve peygamber de size şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta ümmet yaptık” (Bakara, 2/143) gibi ayetlere işaret eder. 419 Berat Sarıkaya, “İcmâ Delili Üzerindeki İhtilaf ve Delalet Bakımından İtikâdî Konularda İcmâ”, Kader Kelam Araştırmaları Dergisi, c. 15, sy. 2 (2017), s. 326. a.g.e., s. 326. 420 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 188. Hadis Tertîb’de yer almamaktadır. Hadisin Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ve Hz. Âişe’den rivayetle َِّال اْختَاَر أَْيَسَرُهَما " َبْيَن أَْمَرْيِن، أََحدُُهَما أَْيَسُر ِمَن اْآلَخِر، إ "َما ُخيَِّر َرُسوُل هللاِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم metniyle yer alır. Bkz. Müslim, Fezâil, 20; Buharî, Hudûd, 11; Ebû Davud, Edeb, 5. 71    “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez” (Bakara, 2/185) ve “Allah sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi” (Hacc, 22/78) ayetiyle birlikte değerlendirir. "من فارق الجماعة قيد شبر مات ميتة جاهلية" “Kim cemaatten biraz olsa bile saparsa cahiliyye (itikadı) üzere ölmüş olur”421, "يد هللا على جماعة " “Allah’ın eli cemaatin üzerindedir”422 ve ِتي َال تَْجتَِمُع َعلَى خطإ" َُّم "أ “Ümmetim hata üzere birleşmez”423 ve َُّمتِي َعلَى َضَاللٍَة" "َال تَْجتَِمُع أ “Ümmetim delalet üzere birleşmez”424 bu bağlamda naklettiği hadislerdendir. Vercelânî’ye göre sünnet ve hatta ahad haber ümmetin icmaına teşvik etmektedir.425 1.4.1.2.1. İcma’nın Kaynaklar Hiyerarşisi İçindeki Yeri Vercelânî’ye göre sünnetin aslı Kur’ân, icmanın aslı ise sünnettir. Buna göre icma için Kur’ân ve sünnete ihtiyaç vardır. Çünkü Allah “Hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir” 426 ve “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp bölünmeyin”427 buyurur.                                                              421 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 188. Tertîb’de yer almayan bu rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde Abdullah b. Abbas ile Ebû Zerr’den nakledilmiştir ve şöyle bir metne sahiptir: "من فارق الجماعة شبرا فمات، إال مات ميتة جاهلية" Bkz. Buharî, Fiten, 2; Müslim, İmâre, 13; Ebû Davud, Sünnet, 30. 422 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 188. Rivayet Tertîb’de ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmemektedir. 423 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 188. Rivayet Tertîb’de ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmemektedir. 424 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 188. Rivayet Tertîb’de ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmemektedir. Fakat bu rivayetin mevzuat kitaplarında eleştirildiği görülür. Mesela bkz. Aliyyu’l-Kârî, el- Mevzûâtü’l-kübrâ, s.87. 425 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 188. Kullandığı başka hadisler için bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l- insaf, 1984, c. 1, s. 188 426 Şûra, 42/10. 427 Âl-i İmran, 3/103. 72    1.4.1.2.2. İcma’nın Gerçekleşme Şartları İcma konusunda çoğu ilim adamının “tüm âlimler” şartının 428 hilâfına Vercelânî, yukarıda da geçtiği üzere, “çoğunluğun” aynı fikirde olmasını yeterli görür. Ona göre bu çoğunluğa muhalif olanlar eğer içtihat etmişlerse yani mantıklı bir açıklamaları varsa hoşgörü ile karşılanabilir.429 İcmaya dâhil olacaklar ise Vercelânî’ye göre görüş bildirme ve içtihatta bulunma özelliğini hâiz olmalıdır. Zira bu kimseler konuyla ilgili delillerini aklî, şer‘î, lügavî olarak ortaya koyabilecek ilme sahiptir. Ayrıca dinî ilimlerde, fıkıhta ve usulünde, umum-husus, emir-nehiy gibi hükümlerin hitapları konusunda, tefsirde dolayısıyla mücmel, nesih… gibi konularda, Arap dilinde, nahiv ve lügatte âlim olmalıdır. Sünneti ve rivayetlerin tariklerini, metinlerinin sahih olup olmadığını bilmeleri gerekir. Bu özellikler bulunmazsa, kişi müçtehit, arif ve fakih değildir demektir ki emanete sahip çıkamaz, hıyanetinden emin olunmaz ve din konusunda kendisine güvenilemez.430 Dolayısıyla bu özellikleri kendinde barındırmayan biri içtihatta bulunamayacağı431gibi icmaya da dâhil edilemez. Rasûlullâh’ın ümmeti dışındakiler hak üzere birleşemeyeceğinden 432 icmayı oluşturacak bireylerin Müslüman olmaları gerektiğini söylemeye de hacet yoktur.433 Diğer taraftan icma, Vercelânî’ye göre, ancak Rasûlullâh’ın vefatından sonra geçerli olabilir. Bu noktada o, “icmanın sadece sahabe zamanında gerçekleşebileceğini, tabiûn ve sonrakilere ait görüşlerin dikkate alınamayacağını” söyleyenler karşı çıkar. Ona göre bu görüş sahih değildir; çünkü Rasulullah: "…رب مبلغ أوعى من سامع" “…(haber) ulaştırılan niceleri vardır ki bizzat duyandan daha iyi anlar” 434 buyurmaktadır. Müellif “sahabenin sadece büyükleri icmaya yetkili olup yaşı küçük olanlar buna dâhil olamaz” görüşünü de reddetmekte; tamamının içtihatta bulunabileceğini, onlardan sonra da müçtehit seviyesine ulaşabilen kimseler bulunduğunu, bunların hepsinin icmaya dâhil olacığını ifade eder.435                                                              428 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 105. 429 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 188. 430 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 4. 431 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 105. 432 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 184. 433 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 105. 434 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 5. Tertîb’de yer almayan rivayet Buharî tarafından bab başlığı yapılmıştır (bkz. Buharî, İlim, 9) 435 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 5. 73    1.4.1.2.3. İcmaın Vecihleri Çoğunluğun kabul ettiği “sarih” ve “sükûtî” icma ayrımından farklı olarak Vercelânî “genel/umumî” ve “has/özel” şeklinde bir taksim yapar. Vercelânî’ye göre “hâs” olanını sadece fahihler ise müçtehitler yapabilir ve bunlar şer‘î konularda asıl icmayı oluşturur.436 Dini hükümler de bu icma üzere bina edilir. Dolayısıyla icma söz konusu olduğunda şer‘î anlamda kastedilen hâs icmadır.437 Bir konu hakkında bazıları içtihatta bulunurken diğerlerinin sessiz kalması (sükût), rıza anlamına gelir ki bu suretle yine icma oluşabilir. Ya da bir uygulamayı veya görüşü kimse inkâr etmemesi de icmaa yorulabilir.438 Görüldüğü üzere Vercelânî, icmaı bir başka açıdan ikiye ayırmaktadır ve kendisi isim vermese de bunların sarih ve sukûtî icma olduğu söylenebilir. Vercelânî’ye göre kişinin eğer bir konuyla ilgili bildiği bir delil varsa ve buna rağmen susuyorsa ciddi bir sorumluluk almış demektir. Zira Rasûlullâh bu durum hakkında: "إذا ظهرت البدع في أمتي فعلى العالم أن يظهر علمه، فإن لم يفعل فعليه لعنة هللا والمالئكة والناس أجمعين" “Ümmetimin arasında bir bidat ortaya çıkarsa sorumluluğu, ilmini ortaya koymak üzere âlimindir. Eğer böyle yapmaz da (sessiz kalırsa) Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerinedir”439 buyurmaktadır. Müellife göre kişi, o konudan veya delilinden emin değilse bile bildiğini aktarması gerekir.440 Ya da en azından özür beyan etmelidir. İcmanın nasıl olacağı konusunda Vercelânî’ye göre Kur’ân-ı Kerîm’de veya sünnette bir malumat söz konusu değildir. Bu sebeple şartları içtihatla belirlenmiştir. Eğer âlimlerin yaptıkları ve uyguladıkları içtihatlar birleşirse icma oluşabilir. 1.4.1.2.4. İcmaın İmkânı Allah’ın kitabında veya sünnette hakkında malumat bulunmayan bir olay vuku bulduğunda Vercelânî’ye göre âlimlerin içtihatta bulunması gerekir. Bu içtihatlar birbiri ile uyuşursa icmaa varılabilir. Ancak farklı sonuçlara ulaşılır da ihtilâf söz konusu olursa biriyle amel etmek gerekecektir. Fakat bu durumda icmadan söz edilmesi mümkün değildir.441                                                              436 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 3. 437 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 3. 438 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 4. 439 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 4. Tertîb’de Câbir b. Zeyd’in rivayetleri içerisinde (Vercelânî, Tertîb, c.4, s. 439, h.no:20) geçmekte olan metne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler yer vermemiştir. 440 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 4. 441 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 10 74    Daha önce ortaya konmuş icmaya zaman içinde muhalefet ârız olursa, bu yeni durumda da icmaya varılabilir. Nitekim tâbîiler kendi zamanlarında ortaya çıkan bazı durumlarda sahabenin uygulamasını devam ettirdikleri gibi kendi görüşlerini de uygulayabilmişlerdir. Ve bu bir ihtilâf olarak görülmemiştir. Aynı bölgede aynı anda ortaya çıkan iki farklı görüş ise Vercelânî tarafından içtihat olarak değerlendirilmiş ve “rahmet” telakki edilmiştir.442 Bu ihtilâflar bazen şâzz görüşlere ve neticede farklı fırkaların ortaya çıkmasına vesile olabilir. Bu denli bir ihtilâf fesada sebebiyet verir ve amellere yansır. Bir grubun “Biz Kitab’da hiçbir şeyi eksik bırakmadık” (En‘am, 6/38) ayetinden yola çıkarak sünneti reddetmesi buna örnektir.443 Vercelânî’ye göre şeriate muhalif bir durumun Müslümanlardan sadır olması mümkün değildir. Sözüne güvenilir âlimlerin, kendi bölgelerinde yoldan çıkan ve etrafında birilerinin toplandığı kişilere karşı tedbir alıp onunla mücadele etmesi gerekir.444 Vercelânî’ye göre kişi, şartlarına uygun olarak ortaya konmuş bir icmadan farklı düşünse bile sükût edip ona uyması gerekir. 445 Dolayısıyla müellif, İbâzî olmasalar bile Müslümanların verdiği karara uyulmasını istemektedir. Şüphesiz kendi mezhebi dâhilinde oluşacak bir icma çok daha isabetli olacaktır. Nitekim ona göre bir yerleşim yerinde bulunan “ehl-ü’l-hal ve’l-akd” (İbâzîler) bir konuda ittifak eder ve alınan kararı uygulamaya başlarlarsa, o bölge için artık bir icmadan söz edilebilir. Çünkü ümmet çok geniş bölgelere yayılmıştır.446 Yani hepsini aynı anda aynı görüşte toplamak mümkün değildir.447 Bir meselenin hükmü araştırılırken ortaya konan ortak karara yani icmaa uyan ancak sonrasında bundan cayan kişinin bu durum Vercelânî’ye göre icmaa zarar vermez. Eğer tek bir kişi üzerinde uzlaşılan görüşe muhalif olsa fakat sonradan bunun haklı olduğu anlaşılsa hak olan bu yeni icmadır. Ridde olayında tüm ashabın “‘Lâilâhe illallah diyene kadar insanlara savaşmam emredildi” hadisinden hareketle “onlarla nasıl savaşırız!” demiş ve Hz. Ömer bunda ısrar etmiştir. Fakat Hz. Ebu Bekir “namaz ve zekât arasında ayrım                                                              442 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 10. 443 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 3. 444 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 189. 445 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 189. 446 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 7. 447 Mesela “boşama neticesinde kadının haram olması” hususu, Cabir b. Zeyd ve Mesruk b. el-Ecda‘ın Hz. Ali’den naklettiğine göre üç talak ile gerçekleşir. Hz. Ömer’e göre ise ric‘î üç boşamadan sonra kadın haram olur. Sahabeden bazıları ise bu konuda baîn olan tek talaka işaret etmişlerdir. Sahabe zamanında bu üç görüş de yerine göre uygulanmıştır. Fakat tabiûn zamanında Câbir b. Zeyd, Mesrûk ve diğer bazı tabiîler yemin ile de amel etmiş yani “karım boş olsun” şeklindeki bir yemini de geçerli saymışlardır. Dolayısıyla İslam coğrafyası geniş bir bölgeyi teşkil ettiğinden ve hatta zamanın şartları da değiştiğinden dolayı tek bir icma söz konusu olmayabilir. Uygun deliller de söz konusuysa icma zamana ve mekâna göre değişiklik gösterebilir. Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 6. 75    yapılamayacağını, bunu yapanlarla savaşılması gerektiğini” söyleyerek onları iknâ etmiş ve savaş kararı alınmıştır. Dolayısıyla öncesinde münferit kalan fikir üzerinde icmaya varılmıştır.448 Vercelânî’ye göre “icma ile alınan bir karar Allah katında hatalı olabilir” görüşüne de katılmaz. Zira ümmetin delalet üzere birleşmeyeceği kesindir, ümmet böyle bir durumdan korunmuştur. Fakat ihtilâf elbette söz konusu olabilir. Vercelânî’ye göre hakkında iki, üç, dört görüş söz konusu olan bir konuda bir görüş üzere birleşmek insanları hatadan koruyacaktır. Dolayısıyla icmayla varılan sonuç hatalı olamaz. Eğer konuda icma mümkün değilse o zaman içtihatlar söz konusu olur.449 Delillerin açık ve ortada olmasına rağmen icmadan vaz geçilmesi hatta sükût edilmesi bir âlime haramdır. Çünkü Rasûlullâh’a biattan bahseden hadiste; "...بايعنا رسول هللا صلى هللا عليه وسلم على أن نقول الحق و نعمل به، وال تأخذنا في هللا لومة الئم في العسر واليسر والمنشط،، والمكره" “Hakkı söylemek ve bununla amel etmek; kolay olsun zor olsun, istediğimiz veya mecbur kaldığmız bir konuda olsun kınayanların kınamasına aldırmamak konusunda Allah Rasûlü’ne biat ettik” denilmektedir. 450 Nitekim Hz. Ömer halifeliği zamanında “annenin mirastan alacağı pay” hakkında ashapla istişare eder ve bir sonuca varır. Yani icma oluşur. Bu esnada Abdullah b. Abbas hükmü değiştirecek bir delil bilmektedir fakat yaşı küçük olduğu için bunu söylemeye çekinir. Büyüdüğü zaman bildiği delile göre hüküm vermeye başlar ve icma değişir. 451 Bu örnekte de görüleceği üzere icma oluştuktan sonra, ancak ümmetin âlimlerinin birinden ve icma esnasında duymadıkları bir delil ile ona muhalefet edilebilir.                                                              448 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 189. 449 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 11. 450 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 7. Rivayet bu metinle ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplarda yer alır. de vardır. Fakat hem Tertîb’de hem de Kütüb-i Sitte’ye dâhil eserlerde aynı sahabî raviden, Ubâde b. es-Sâmit’ten çok az bir lafız farkıyla rivayet edildiği görülür. Hadisin Buharî rivayeti "بايعنا رسول هللا صلى هللا عليه وسلم على السمع والطاعة في المنشط والمكره، وأن ال ننازع األمر أهله، وأن نقوم أو نقول بالحق حيثما كنا، ال نخاف في هللا لومة الئم." şeklinde iken (bkz. Buharî, Ahkâm, 43) Müslim tarafından َلهُ، َلْينَا، َوَعلَى أَْن َال نُنَاِزَع اْألَْمَر أ َْه ِ ط َواْلَمْكَرِه، َوَعلَى أَثََرةٍ َع َّطاَعِة فِي اْلعُْسِر َواْليُْسِر، َواْلَمْنَش َّسْمعِ َوال َيْعنَا َرُسوَل هللاِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم َعلَى ال "بَا ِّق أَْينََما ُكنَّا، َال نََخاُف فِي هللاِ لَْوَمةَ َالئِمٍ " َوَعلَى أَْن نَقُوَل بِاْلَح metniyle nakledilir (Müslim, İkâme,8). Hadisin Tertîb’deki rivayeti ise: "بايعنا رسول هللا صلى هللا عليه وسلم على السمع والطاعة في العسر واليسر، والمكره والمنشط، وال ننازع األمر أهله، وأن نقول الحق، ونقوم بالحق حيثما كنا، وال نخاف في هللا لومة الئم." şeklindedir. (Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 206, h.no:448 ) 451 Hatta Ubeyde es-Selmanî, İbn Abbas’a görüşünü bu kadar geç söylediği ve icmın değişmesine sebebiyet vereceği için sinirlenir. 76    Eğer müminler bu yeni delili benimser ve üzerinde ittifak edip onu uygulamaya başlarsa icma, bu yeni hüküm üzerine bina edilir.452 İcmaın oluşmasına katkı sağlamak adına âlimlerin görüş bildirmesi ise bir anlamda zorunludur ve boyunlarının borcudur. Ömer b. Hattab, Şam üzerine yaptıkları akında bölgede veba olduğunu öğrendiğinde önde gelenlerle istişarede bulunur ve sonucunda Medine’ye dönme kararı alınır. Abdurrahman b. Avf istişare esnasında bir işi olduğu için hazır bulunamaz. Ancak döndüğünde bu konuda Rasûlullâh’tan duyduğu bir malumatı olduğunu söyler ve "إذا سمعتم به في أرض فال تقوموا عليه و ان وقع بارض وأنتم فيها فال تخرجوا منه فرارا" “Bir yerde (veba varsa), oraya yerleşmeyiniz (girmeyiniz). İçinde bulunduğunuz yerde (veba) ortaya çıkarsa da oradan kaçıp çıkmayınız”453 hadisini aktarır. Ömer b. Hattab, bu hadisi duyunca Allah’a hamdeder ve kararının kesin olduğunu beraberindekilere açıklar. Görüldüğü üzere hüküm verirken istişare prensibi kullanılmakta ve bu bağlamda Abdurrahman b. Avf konuyla ilgili bir bilgiyi gizli tutmamaktadır. 454 Dolayısıyla icma oluştuktan sonra çıkacak muhalif görüşlere itibar edilmez. Vercelânî’ye göre sahabenin faziletlilerinin aldığı bir kararı izlemek, o konuda başvurulacak en efdal yoldur.455 İcmaın ahad haberle tespit edilip edilemeyeceği veya ahad haberin icmayı etkileyip etkilemeyeceği de ihtilâflıdır. Bazıları bunu câiz görürken bazıları câiz görmemektedir. Vercelânî’ye göre ahad haberle nasıl sünnet sabit oluyorsa icmaın da sabit olması gerekir ve kendi ifadesiyle “kalp bundan mutmain olur”.456 İcmanın ne zaman kesinleşeceği konusunda da ihtilâf söz konusudur. Vercelânî’ye göre bir olay hakkında zamanın âlimleri tek bir görüş üzere birleşir ve o görüşü uygularsa aynı asırda yaşayan herkesin uygulaması câiz olur. Fakat ehil kimse yoksa icma sahih olmayacaktır.457 Tek bir görüş söz konusu olmazsa durum yukarıda anlatıldığı gibi genelin görüşü icma kabul edilir ve hüküm buna göre uygulanır. Eğer genel bir hüküm oluşmuyorsa içtihat söz konusu olur.                                                              452 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 8. 453 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 9. Vercelânî’nin aktardığı olay aynı şekilde hem Tertîb’de (Tertîb, c. 2, s. 288, 289, h.no: 649) ve hem de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içinde mesela Buharî’de (Buharî, Tıbb, 29) yer almaktadır. Her iki kaynakta da sahabe ravisi Abdullah b. Abbas’tır. 454 Fakat Ebû Ubeyde b. Cerrâh, ‘Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsunuz? Ey müminlerin emiri!’ dediğinde halife ona; ‘Allah’ın bir kaderinden başka bir kaderine kaçıyoruz.’ cevabını verir. Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 9. Aynı rivayet için bkz.: Buharî, Tıbb, 29; Vercelânî, Tertîb, c. 2, s. 288-89, h.no: 649. 455 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 9. 456 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 9. 457 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 5. 77    Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Vercelânî her ne kadar “73 fırka hadisinden” yola çıkarak “fırka-i nâciye” terimini İbâzîlere hamletse de aynı hadisin ondaki “ümmet” fikrinin şekillenmesinde etkili olduğu görülür. Zira o icma söz konusu olduğunda, diğer birçok fırkanın hilafına bütün Müslüman toplumunun ehil kimselerini işin içine dâhil etmektedir. Dolayısıyla bu bağlamda Ehl-i Sünnet ile paralel görüşlere sahiptir. Gerçi itikadî pekçok meselede onun, Müslümanların büyük çoğunluğunu oluşturan Ehl-i Sünnet’ten farklı düşünceleri vardır; onların küfrân-ı nimet içinde olduğunu savunmaktadır. İcma söz konusu olduğunda bu bakış açısının bir açmaz teşkil edebileceği düşünülebilir. Hatta bu noktada bizde böyle bir düşüncenin oluştuğunu itiraf etmemiz mümkündür. Fakat icma konusundaki görüşleri etüd edildiğinde görülecektir ki ümmetin bâtıl üzere birleşmeyeceği fikri Vercelânî’de oldukça kesindir ve buna sürekli olarak değinmektedir. Yani İbâzîler’e göre bu ümmete dâhil oldukları sürece diğer fırkaların görüşleri de icmaa katılır; hatta vardıkları bir icma, inceleme neticesinde sahih bulunursa, uygulanabilir. Aynı şekilde kitman söz konusuyken oluşan icma, şartların hâiz ise sükût edilerek buna katkı verilebilir. Çünkü hatalı Müslümanların da bu hatalarından dönüp tövbe etme durumları bâkîdir. 1.4.2. İçtihat 1.4.2.1. İçtihadın Tarifi ve Gerekliliği Vercelânî’nin tarifine göre içtihat; bir konuda ilmen elinden gelen gayreti göstermek ve bir sonuca varmaya çalışmaktır. Kur’ân’da ve sünnette değinilmeyen, hakkında ihtilâf olduğu için icmaya da varılamayan konularda içtihat yapılması gerekir. Bu çaba şeriatın asıl ile ilgili meselelerinde değil ancak ferî konularında yapılır. Çünkü asıllar Allah’ın Kitâb’ında veya Rasûl’ün sünnetinde nass olarak ya bizzat sâbittir ya bunlardan hareketle çıkarılır ya da ümmetin icmaı ile tespit edilir. Fer‘ ise zannîdir ve üzerine içtihat yapılır.458 Ehl-i Hakk’a yani İbâzîlere göre içtihat, başvurulması emredilmiş bir uygulamadır. Allah Têâlâ, ehliyetli kimseleri yeni gelişen olaylar karşısında araştırma yapmak ve içtihatta bulunmak konusunda sorumlu tutmuştur. Bu çabanın neticesinde ise ecir vardır. Yani bir müçtehit içtihadında isabet de etse hata da yapsa ecir kazanır. Nitekim Rasûl-i Ekrem bu manaya işareten şöyle buyurmuştur: "إذا اجتهد الحاكم فأصاب فله أجران، وإذا اجتهد فأخطأ فله أجر واحد"459                                                              458 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 12. 459 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 12. Vercelânî’nin Tertîb’de yer vermediği bu rivayet Buharî’de "إذا حكم الحاكم فاجتهد ثم أصاب فله أجران، وإذا حكم فاجتهد ثم أخطأ فله أجر" 78    Böylece bir konuda bazı âlimler isabet edebilirler hatta hepsi aynı sonuca ulaşıp icmaa vesile bile olabilirler. Ya da ihtilâf edip ayrışırlar. Tüm bunlarda çaba sahiplerine ecir vardır. Ancak sonuçta hatalı oldukları anlaşılsa bile o konuda bildiklerini söylemezlerse veya ortak görüşe varıldığında muhalif kalmaya devam ederlerse günaha girmiş olurlar. Eğer isabetli bir görüşe sahip olduklarını bile bile susmayı tercih ederlerse bundan dolayı da günah kazanırlar. Bu durum görüşleri isabetli olmasa bile geçerlidir.460 Vercelânî daha sonra içtihat hakkındaki bu görüşlerini ayet, hadis ve sahabî uygulamalarından desteklemeye çalışır. Mesela “Davud ve Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı... Süleyman’a hüküm vermeyi biz kavratmıştık. Zaten her birine de hüküm ve ilim vermiştik…”461 ayeti meseleler hakkında içtihat yapmanın zaruretine işaret etmektedir. Rasûlullâh’ın “Kur’ân’ı yedi harf üzere okuyunuz. Hepsi de şifa vericidir ve yeterlidir”462 hadisi de aynı hususta verilecek hükümlerin farklı olabileceğini göstermektedir. Vercelânî’ye göre içtihat Rasûlullâh tarafından da önü açılan bir eylemdir. Nitekim şu hadis buna işaret etmektedir: "جرى له مع بعض اصحابه حين سالهم اي اية في القران افضل فقال بعضهم يس وقال بعضهم سورة االخالص وسكت ابي كعب وقال له رسول هللا: ماتقول يا ابي؟ فقال: هللا ورسوله اعلم. فقال له: انما اسالك عن علمك ال عن علم هللا و ال عن علم رسوله. فقال ابي: هللا ورسوله اعلم. . فقال رسول هللا : انما اسالك عن علمك ال عن علم هللا و ال عن علم رسوله. فقال ابي بن كعب هي اية الكرسي. فجمع رسول هللا اصابع كفه الخمس فلزم بها صدره فقال: ليهنك العلم ابا المنذر" Buna göre Allah Rasûlü “hangi ayet daha efdâldir?” diye sormakta ve ashabtan bazıları Yasin Suresini, bazıları ise İhlas Suresini zikretmektedir. Bu esnada Übeyy b. Ka‘b sessiz kalır. Rasûlullâh ona fikrini sorunca “Allah ve Rasulü daha iyi bilir” der. Ancak Rasûl-i Ekrem “Ben sana senin ilmini soruyorum” deyip ısrar edince “Ayete’l-kürsî” cevabını alır.463 Görüldüğü üzere Rasûlullâh açıkça Übeyy b. Ka‘b’a görüşünü sormaktadır.464                                                                                                                                                                                           Şeklinde nakledilmiştir (bkz. Buharî, İ‘tisam, 21) 460 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 14. 461 Enbiya, 21/78-79. 462 Bu hadisin tahrici üzerinde daha önce durulduğu için burada tekrarına lüzum görülmemiştir. 463 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 21. Hadis bu metinle ne Tertîb’de ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde bulunmaktadır. Fakat bu manaya gelecek bir hadis Ebû Davud tarafından şöyle bir metinle nakledilmiştir: َّال ُهَو َلهَ إِ ِإ ُ َال َّ ُِّي َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسل ََّم: " َُّي آيٍَة فِي اْلقُْرآِن أَْعَظُم؟ قَاَل النَّب َفَسأَلَهُ إِْنَساٌن: أ َِّي َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم َجاَءُهْم فِي ُصفَِّة اْلُمَهاِجِريَن َّن النَّب ِإ " ُّي اْلقَيُّوُم َال تَأُْخذُهُ ِسنَةٌ َوَال نَْوٌم" اْلَح (Ebû Davud, Hurûf ve’l-kıraât) 464 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 21. 79    Bir seriyye esnasında çok soğuk olduğu için teyemmüm yapıp namaz kıldıran Amr b. el-Âs’a gösterdiği tepki de aynı hususa işaret etmektedir: "...انه خرج في سرية كان عليها وليا فاجنب فاراد ان يتيم و يصلي فعز له اصحابه فابي فتيمم و صلى بهم و قال من اراد منكم ان يصلي فليصل فصل معه واصحابه فلما قدموا على رسول هللا اخبروه فقال له عليه السالم من اين علمت ِبُكْم َرِحيًما} و وجدت الماء َ َكاَن َّ َِّن هذا يا عمرو فقال من كتاب هللا عز و جل اني وجدت هللا يقول {َوَال تَْقتُلُوا أَْنفَُسُكْم إ باردا يا رسول هللا فتيممت وصليت فتبسم رسول هللا." Bu hadise göre Allah Rasûlü ona “Bunu nereden öğrendiğini” sormaktadır. Amr ise “Allah’ın Kitab’ında ‘Kendinizi helak etmeyin/öldürmeyin! Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir’ 465 buyrulduğunu; mevcut suyun çok soğuk olduğunu, bu sebeple de teyemmüm yaptığını ve namazı bu şekilde kıldırdığını” söylemektedir. Bu cevaba Rasûl-i Ekrem’in verdiği karşılık gülümsemekten ibarettir.466 Vercelânî’nin içtihat yapıp fikir beyan etme konusunda en çok örnek verdiği isimlerden biri Hz. Ömer’dir.467 Bu örneklerden birine göre Hz. Ömer istiğfarda bulunulması yasaklanan (Tevbe 9/113) münafıklar için cenaze namazı da kılınmamalıdır. Nitekim onu teyid eder tarzda “Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler” (Tevbe 9/84) ayeti nazil olur.468 Kur’ân ve sünnetin bu yaklaşımı sebebiyle ashab Kitâb’ı tevil ve tefsir edebilmekte, bu konuda bildirebilmekte, yeni bir çözüme ulaşabilmekte yani ihtilâfa düştükleri durumlar hakkında cevabı mutlaka Rasûlullâh’tan beklememektedir. Şüphesiz bunu yapabiliyor olmalarındaki en büyük etken Kur’ân’ın tefsirini, emir-nehiy, umum-husus, mücmel-mufassal gibi konularını iyi biliyor olmalarıdır. Bu sebepten Rasûlullâh kendisinin abdest kabını dolduran İbn Abbas hakkında: "اللهم فقهه في الدين و علمه التاويل"                                                              465 Nisa, 4/29. 466 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 22. Tertîb’de yer almayan bu hadis Ebû Davud tarafından şöyle bir metinle nakledilir: ُّصْبَح فَذََكُروا ذَِلَك َُّم َصلَّيْ ُت بِأَْصَحابِي ال َّمْمُت، ث َفْقُت إِِن اْغ تََسْلُت أَْن أَْهِلَك فَتَيَ ُّسَالِسِل فَأَْش ٍَة فِي َغْزَوةِ ذَاِت ال "َعْن َعْمِرو ْبِن اْلعَاِص قَاَل: اْحتَلَْمُت فِي لَْيلٍَة بَاِرد َيقُوُل: {َوَال َ َّ ِإنِّي َسِمْعُت ِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم فَقَاَل: «يَا َعْمُرو َصلَّْيَت بِأَْصَحابَِك َوأَْنَت ُجنٌُب؟» فَأَْخبَْرتُهُ بِالَِّذي َمنَعَنِي ِمَن اِالْغتَِساِل َوقُْلُت ِللنَّبِّي ِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم َولَْم يَقُْل َشْيئًا" َّ َ َكاَن بُِكْم َرِحيًما} [النساء: 29] فََضِحَك َرُسوُل َّ َّن تَْقتُلُوا أَْنفَُسُكْم إِ (Ebû Dâvud, Teyemmüm, 124) 467 İçtihat ve ihtilâf konusunda verdiği diğer örnekler için bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 20-24. 468 Verilen diğer örnekler için bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 22, 23. 80    “Allahım! Onu dinî konularda anlayış sahibi yap ve tevili öğret” diye dua etmiştir.469 Onun dışında pekçok sahabî de yine tefsir ilimlerini öğrenmeye gayret etmişlerdir.470 Rasûl-i Ekrem’in rüya tabiri konusunda Hz. Ebu Bekir’e söylediği “Bazen hata edersin bazen de isabet”471 ifadesi de aynı hususa vurgu yapmaktadır. Hz. Ali “ölü cenin dünyaya getiren kadın” ile ilgili hükmü istişareye açan Hz. Ömer’e “İçtihat ederseniz hata yapabilirsiniz; fakat içtihat yapmazsanız ihmalkâr davranmış olursunuz ve size diyet gerekir” demiştir. İbn Abbas’a göre de “hata yapmak böyle bir durumu ihmal etmekten daha iyidir”. Mirasla ilgili bir konuda görüşünü izhâr eden Zeyd b. Sabit, bunun İbn Abbas’ın düşüncesinden farklı olduğunu öğrenince “O kendi görüşünü söyledi ben de kendi görüşümü” demiş, bildiği bir şeyi ve bundan çıkardığı hükmü gizlemekten sakınmıştır. İbn Mesud ise bu konuda şöyle demektedir: “(Bir konuda) ben görüşümü söylerim; eğer görüşüm doğruysa bu Allah’tan ve bendendir. Eğer hata edersem bu benden ve şeytandandır. Allah ve Rasulü bu hatadan beridir”. Hz. Ebu Bekir de kelâle konusundaki görüşünü ifade ettikten sonra “Kendi görüşümü söyledim; eğer isabet edersem bu Allah’tandır, eğer hata edersem benden ve şeytandandır” demiştir. Bütün bu örneklerden Vercelânî’nin çıkardığı sonuç; hakkın sınırlarının geniş olduğu ve dolayısıyla “hak tektir” diyenlerin bunu daraltacağıdır.472 1.4.2.2. İhtilâf Bir konuda çok fazla görüşün ortaya çıkması ve böylece insanlar arasında ihtilâfın oluşması da Vercelânî’ye göre bir rahmettir. Ona göre “Kim iki gün içinde acele edip (Mina’dan Mekke’ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur. Bu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar içindir” 473 ayetinde, ortaya çıkması muhtemel iki zıt hususa değinilmiş, ama her ikisi de hoş karşılanmıştır. Yemin keffareti konusunda da aynı yaklaşıma başvurulmuştur. Buna göre kişi “…Ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek ya da on köle azat etmek”474 arasında muhayyer                                                              469 Tertîb’de geçmeyen bu rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde bazı lafız farklılıkları ile şu şekilde yer almaktadır: "عن ابن عباس أن النبي صلى هللا عليه وسلم دخل الخالء، فوضعت له وضوءا قال: «من وضع هذا فأخبر فقال اللهم فقهه في الدين" Bkz. Buharî, Vudû‘, 10; Müslim, Fedâilu’s-sahabe, 30. 470 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 23. 471 Rivayet ne Tertîb’de ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 472 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 16, 17. 473 Bakara Suresi, 2/203. 474 Maide, 5/89. 81    bırakılmıştır. Vercelânî’ye göre bu ayetler, bir konuda her zaman tek bir cevap söz konusu olmayabileceğine delâlet etmektedir.475 “Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” 476 , “Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, ‘Şu helaldir, şu haramdır’ demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler” 477 ve bu manaya gelecek diğer ayetlerden 478 yola çıkarak kulların ihtiyaç duyduğu her konunun Kur’ân’da yer aldığını savunup ihtilâfları hoş karşılamayanlara Vercelânî şöyle cevap verir: Bu tarz ayetlerden çıkartılabilecek tek husus vardır; o da Allah, şer‘î konuları Kitab’ına aldığı ve bunların beyanı görevini de Rasûl’üne vermiş olduğudur. Değinmediği konularda ise istinbat yapılmasına, kıyasta bulunulmasına izin vermiştir. Bunlar da şeriattendir. Bunlar da beyandır ve bu, Allah’ın okuyageldiğimiz Kur’ân’da istediği bir şeydir. İstinbatta bulunanlara yalan atfederek ‘bu helâl, bu ise haramdır’ diyenleri kıyastan men etmek doğru değildir”.479 Müellif aynı husus daha sonra sahabîler açısından da değerlendirmeye çalışır ve “onlar arasında gerçekleşen bir icmâ‘, Kur’ân ve sünnete muhalif olabilir mi?” sorusuna cevap arar. Vercelânî’ye göre bu muhalefetin tek şartı; başka bir ayetle neshin söz konusu olmasıdır.480 Bize ulaşan şâzz haberlerin değeri konusunda da Vercelânî sahabeden örnek getirir. Ona göre böyle haberler içtihat ve icmaın önüne geçemez. Eğer şâzz haber dinin hükümleriyle uyuşuyorsa sahabenin bu bilgi ile amel edip etmediklerine bakılır. Eğer bu haberi uyguladıkları bilgisine ulaşabilirsek hilafına akdedilmiş icma dahî terk edilebilir.481 . Nitekim Hz. Ömer, sorduğu bir mesele hakkında aktarılan haber karşısında “Bunu işitmeseydim bu şekilde amel etmezdim” demiştir.482 Bu yaklaşımından anlaşıldığına göre Vercelânî, sahebe uygulamasını yerine göre içtihadın ve hatta icmaın önüne geçirebilmektedir ki “ehl-i bidat” addedilen pek çok fırkanın hilâfına sahabeye bakışını ortaya koyması adına oldukça önemlidir.                                                              475 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 15 476 En’am, 6/38. 477 Nahl, 16/116. 478 Burada kullanılan diğer ayetler şunlardır: Nahl, 16/89; Maide, 5/49; İsra, 17/36; Ankebut, 29/12, 51; Yunus, 10/36. 479 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 18. 480 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 13. 481 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 14 482 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 14. 82    1.4.2.3. Görüş Bildirmenin ve İçtihat Yapmanın Caiz Olduğu Konular Hangi konularda ihtilâf edilebileceği ve dolayısıyla içtihat yapılabileceği konusunda Vercelânî, İbâzî âlimlerden Ebu’r-Rebî‘ Süleyman b. Yahlef’in483 görüşlerini nakleder. Buna göre ulema ancak Kur’ân’da, sünnette ve önceki âlimlerin aktardıklarında veya eserlerinde yer almayan bir mesele söz konusu olduğunda görüş bildirebilir. 484 Vercelânî ihtilâflı konulara kıraat farklılıkları; Kunut Duaları485 ; nesih meselesi; recm ayeti; Nas ve Felak Sureleri; Hz. Şît, İdris, İbrahim ve Musa’ya indirilen kitap ve suhuflar, Besmele’nin müstakil bir ayet olup olmaması gibi meseleleri verir. 486 Kur’ân ayetlerinin sayısında bir ihtilâf olmamakla birlikte hangisinin Mekkî hangisinin Medenî olduğu, muhkem-müteşabih ve hâs- âmm konuları da ihtilâflıdır. Hangi ayetin önce hangisinin sonra indiği; mevsul, maktu‘, mevkuf konuları; tefhim; vakıf kuralları, idgâm gibi konularda da ihtilâf vardır.487 Vercelânî bunlar içinde sadece kıraat konusunda kendi fikirlerini söyler. Fıkhî konulardaki bu ihtilâfların benzerini itikâd alanında görmek de mümkündür. Bu alandaki ihtilâfların temel sebebi, genel olarak, çeşitli ayetlere getirilen farklı yorumlardan kaynaklanır. Vercelânî itikâdî alankadi ihtilâflara ise melekler488, nebî-resûl ayrımını, kadın peygamber meselesi, Hz. İbrahim’in hangi oğlunun kurban edildiği sorusu 489 , müşrik çocuklarının hükmü490, büyük günah işleyenin durumu491, mü’min – kâfir – fasık ve müşrik tanımlarını ve ahiret bahislerini492 örnek vermektedir. 1.4.3. Kıyas Vercelânî, Arap lügatında kıyasın “eşitlemek” manasına geldiğini söyler. Bir fıkıh terimi olarak ise kıyasa “fer‘î hükmün, illetindeki birlik sebebiyle asla ilhak edilmesi” anlam yükler.493                                                              483 Mezâtî olarak meşhur İbâzî âlimidir; ancak tarihçi kimliğiyle daha çok ön plandadır. Bkz.: Harun Yıldız, “Mezâtî”, DİA, İstanbul: İSAM, 2016, c. Ek-2, s. 265, 266. 484 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 20. 485 Vercelânî’nin zikrettiği Kunut Duası şu şekildedir: َّن ِلّي َونَْسُجدُ، َوإِلَْيَك نَْسعَى َونَْحِفدُ، َونَْرجُ و َرْحَمتََك َونََخشى َعذَابََك اْلجد إِ َّم إِنَّا نَْستَِعينَُك، َونَْستَْغِفُرَك، َونُْؤِمُن بَِك َونَْخَضُع ونَْخشى و نَْخلَُع َولََك نَُص "اللَُّه َعذَابََك بِاْلَكفَّاِريَن ُمْلَحٌق". 486 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 25. 487 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 25. 488 Bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 26-29. 489 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 31. 490 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 31, 32. 491 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 32, 33. 492 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 33, 34. 493 a.g.e., s. 179. 83    1.4.2.1. Kıyasın Kaynaklık Değeri Vercelânî’ye göre şu ayet kıyasın geçerli bir delil olduğunu en önemli göstergesidir: “Ehl-i kitaptan inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran Allah’tır. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah’ın emri onlara ummadıkları yerden geldi. O, yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri ibret alın!” .494 Vercelânî’ye göre ayetin sonunda yer alan “اعتبروا يا أولي األبصار” ifadesindeki “itibâr”, kıyas anlamında kullanılmıştır ki benzer durumlarda Allah’ın aynı/eşit hükümleri söz konusu olabilir manasına gelir.495 Vercelânî’ye göre bazılarının bu kelimeye verdikleri “yaşanılan benzer olaylardan ibret almak” anlamı da yaklaşık aynı şeyi ifade eder; Allah’ın, basiret sahiplerinden kendi nefislerini bu ibretlik olayla kıyaslamasını ve ders almasını istediğini gösterir. Dolayısıyla her iki mana da kıyasa delâlet etmektedir. “Kendilerine güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız”496 ayeti de Vercelânî’ye göre açıkça istinbat yapılmasını emretmektedir. Zira İbn Abbas da bize şu bilgiyi verir: " كان رسول هللا يقضى بقضية فينزل القرآن بخالفها فيستقبل حكم القرآن واليرد قضائ"497 Buna göre Rasûlullâh, karşılaşılan konular hakkında hüküm verme çabasına girmekte, o hükmün zıddına bir ayet gelirse, hükmü reddetmemekle beraber o ayete göre karar vermektedir498 “İşte bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak bilginler düşünüp anlarlar”499 ayeti de basiret sahiplerini harekete geçirmeye yöneliktir. Bunun için “ لعلهم gibi düşünmeye, araştırmaya, tefekküre ve tezekküre çağıran ”آليات لقوم يوقنون“ ,”يتذكرون ifadeler Kur’ân-ı Kerîm’de çokça geçmektedir.500 “(Karşılaşılan) mesele konusunda onlarla                                                              494 Haşr, 59/2. 495 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 59. 496 Nisa, 4/83. 497 İbn Abbas’ın sözü olarak aktarılan bu rivayet ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserledne de Tertîb’de yer almaktadır. 498 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 60. 499 Ankebut, 29/43. 500 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 60. 84    (Müslümanlarla) istişare et”501 emri de buna delildir.502 Tüm bu ayetler karşılaşılan konular için hüküm verme çabasına işaret etmektedir. Kıyasın gerekliliğinin sünnetten en açık delili ise, daha önce de zikri geçen, Muaz b. Cebel hadisidir: ’in Yemen’e gönderilmesinde Rasûlullâh ile aralarında geçen konuşmadır: "... و قد بعث إلى اليمن فقال:بما تقضي يا معاذ؟ فقال: بكتاب هللا عز و جل. قال: فإن لم تجده؟ قال: فبسنت رسول هللا صلى هللا عليه و سلم. قال: فإن لم تجده؟ قال: اجتهد رأيي. فقال رسول هللا صلى هللا عليه وسلم: الحمد الذي وفق رسول رسوله".503 Sünnetten bir başka delil ise Allah Rasûlü’nün Hz. Ömer’e verdiği bir cevaptır. Buna göre Hz. Ömer “oruçlu kimsenin hanımını öpmesinin oruca etkisini” sorunca Rasûlullâh, yani “Sence mazmaza orucu bozar mı?”504 diyerek "ارأيت لو تمضمضت هل كان عليك من جناحذ" başka bir soruyla cevap vermiştir. Vercelânî’ye göre bu rivayet açıkça göstermektedir di Rasûlullâh, kıyası öğretmekte yani benzeyen durumları birbiriyle açıklamasıdır. Sa‘d b. Muaz’ı da Benî Kurayza’ya göndereceği zaman ona reyiyle hüküm vermesini söyler. Sonradan Sa‘d’ın aldığı kararları duyunca da “فقد حكمت فيهم بحكم هللا عز وجل”, “Onların arasında Allah’ın hükmüyle hüküm vermişsin”505 değerlendirmesinde bulunur.506 Yine “İçtihat eden bunda isabet ederse iki; hata ederse (bu çabasından dolayı) bir sevap alır” hadisi507 de Vercelânî’ye göre sünnetten delildir. َِة ِعْندَ اْلَمقَاِم َوَضَرَب اْلِحَجاِب َعلَى االْزَواج " َّصال " َوافَْقنِي فِي ثََالٍث فِي أَُساَرى بَْدٍر َوفِي ال Şeklindeki Hz. Ömer’in (Bedir esirleri, makam-ı İbrahim ve peygamber hanımlarının örtünmesi gibi) üç konuda Allah’ın gönderdiği hükümle muvafık görüş bildirmesine dair rivayet508de sahabenin bu çabadan geri durmadığını gösterir. Semure’nin Yahudilerden sirke alıp şarap satmasına Hz. Ömer’in                                                              501 Âl-i İmran, 3/159. 502 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 61. 503 Vercelânî’nin Tertîb’de yer vermediği bu hadis Kütüb-i Sitte’yi oluşturan bazı eserlerde (mesela bkz. Ebû Davud, Akdiye, 11; Tirmizi, Ahkâm, 3; İbn Mâce, Menâsik, 23) mana ile rivayetten kaynaklanan bazı farklarla yer almaktadır. 504 Öpmenin orucu bozmaması farklı rivayetlerle Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. (Bkz.: Buharî, Savm, 24; Ebû Davud, Savm, 33) Fakat mazmazanın oruca etkisiyle ilgili rivayetler ve burada zikredilen metin ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlede ne Tertîb’de geçmektedir. 505 Rivayet bu metinle Tertîb’de ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 506 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 60. 507 Vercelânî’nin Tertîb’de yer vermediği bu rivayet Buharî’de "إذا حكم الحاكم فاجتهد ثم أصاب فله أجران، وإذا حكم فاجتهد ثم أخطأ فله أجر" şeklinde nakledilmiştir (bkz. Buharî, İ‘tisam, 21) 508 Benzer bir rivayet Buharî tarafından da nakledilmiştir (bkz. Salât, 32) Müslim rivayeti ise Vercelânî’nin metnine oldukça yakın olup “"َوافَْقُت َربِّي فِي ثََالٍث، فِي َمقَاِم إِْبَراِهيَم، َوفِي اْلِحَجاِب، َوفِي أَُساَرى بَْدٍر " şeklindedir (Müslim, Fedâilu’s-sahabe, 2). 85    ”لعن هللا اليهود، حرمت عليهم الشحوم فجملوها، فباعوها و اكلوا اثمانها “ “Allah Yahudilere lanet etmiştir. Çünkü onlara yasaklandığı halde hayvanın iç yağına güzel bir şekil verip onu sattılar ve parasını yediler”509 hadisini hatırlatarak tepki göstermiş; yani şarabı, iç yağıyla kıyaslamıştır. Vercelânî, kıyasın sahih olduğunu sahabe uygulamalarından birçok örneğe yer vererek de ortaya koymaya çalışmaktadır. Rasûlullâh’ın vefatından sonra ümmetin ilk görüş birliği Hz. Ebu Bekir’in hilafeti üzerine olmuştur. Hâlbuki sahabe, Ridde olaylarında Hz. Ebu Bekir’e muhalif davranmışlardır. Hz. Ebu Bekir ise “Ben namazla zekât arasında bir fark göremiyorum. Rasûlullâh da böyle yapardı” demiş yani zekâtı namaza kıyas etmiştir. Sahabe de en nihayetinde bunu haklı bulmuştur.510 Hz. Ömer, valisi Ebû Musa el-Eşari’ye yazdığı mektubunda da kıyası tavsiye etmekte; karşılaştığı problemlere Kur’ân ve sünnetteki delillere benzer hüküm vermesini istemektedir.511 1.4.2.2. Kıyasın Kısımları İlletten yola çıkılarak yapılmasından hareketle olsa gerek Vercelânî, kıyas yerine zaman zaman “illet” kelimesini de kullanabilmektedir. Müellifin, fıkhî sisteminde böylesine önemli bir yere oturttuğu kıyas hakkında verdiği bilgilerden512, onu şu şekilde kısımlara ayırdığı anlaşılmaktadır: KIYAS (İLLET) Aklî Şerî Açık Gizli İlleti nasla İlleti istinbatla Benzerine belirli olan kıyas İstihsanelde edilen                                                              509 Rivayetin bu hali Tertîb’de geçmemektedir. Fakat metnin neredeyse aynısı Buharî’de şu şekilde yer alır: " لعن هللا اليهود، حرمت عليهم الشحوم فجملوها، فباعوها " (Buharî, Ehâdîsü’l-enbiyâ, 49) 510 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 62. 511 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 64. Vercelânî’nin verdiği diğer örnekler için bkz.: Vercelânî, el- ‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 64, 65. 512 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 66. 86    Bu noktada öncelikle Vercelânî’nin bu tabloyu oluşturan terimler hakkında bir tarif vermediğini ifade etmemiz gerekir. O daha ziyade bazı özellikler ve bunların örnekleri üzerinde durmuştur. Sözgelimi Vercelânî’ye göre aklî kıyaslar reddedilebilir veya aksi düşünülebilir. Ayrıca aklî delillerin her zaman açıklanmaya yani gerekçelendirilmeye de ihtiyacı vardır. Müellife göre aklî olan kıyasın çoğu Kur’ân-ı Kerîm’den çıkarılabilir durumdadır.513 Nitekim müellif “O, Allah’ı bırakır da kendilerine ne zarar ne de fayda veren şeylere tapar. Bu da derin sapıklığın ta kendisidir. Zararı faydasından daha yakın olana tapar. O (taptığı) ne kötü yardımcı ne fena yoldaştır”514 ayetine, aklî kıyasın bir örneği olarak bakar. Zira ona göre burada açık bir şekilde “zarar veren” ile “yararı olan” karşılaştırılmaktadır.515 Aynı şekilde “(Ey Muhammed!) de ki: ‘Ben size ancak bir tek şeyi, Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkıp düşünmenizi öğütlüyorum. Arkadaşınız Muhemmed’de cinnetten eser yoktur. O şiddetli bir azaptan önce sizin için ancak bir uyarıcıdır” 516 ayeti de bu konuda örnek verilebilir. Zira insanlardan Rasûlullâh hakkında düşünmeleri ve yeni durumu (peygamberlik), daha önce tanıdıkları Muhammed ile mukayese etmeleri istenmektedir.517 Vercelânî’ye göre bu kıyas, “gizli” olanın örneğidir. Müşrikler, aklından şüphe ettikleri Muhammed hakkında, iddialarını destekleyecek herhangi bir delil bulamayacaktır. Aksine onlara, O’nun bir çıkarının ve beklentisinin olmadığı karşı delil olarak sunulacaktır.518 Böylelikle başlangıçta “gizli” olan kıyas bir sonraki ayet sayesinde “açık” hale gelmektedir. Nitekim müşrikler tarafından aklı eleştirilen Allah Rasûlü onlar arasındaki en akıllı kimse olduğu gibi peygamber olmadan önce danışılan, hükümlerine güvenilen birisidir. Şimdi onların ve atalarının bilmediği bir şeyi getirdiği için O’nu töhmet altında bırakmanın hiçbir anlamı yoktur.519 “De ki: Ne dersiniz? Şayet bu, Allah katından olmasına rağmen siz onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?”520 ayeti de yukarıda zikri geçen gizli kıyasın şerhidir.521                                                              513 Vercelânî’ye göre aklî kıyas için bazı şartlar söz konusudur. Bunlardan ilki, kıyas yapacak kişiyle alakalıdır. Bu kişinin kendini nefsinin tehlikelerinden koruyan ve adil biri olması gerekir. Bir hükme varacağı zaman akıl dışılıktan uzak durmalı ve fiillerinde istikametten, düşüncelerinde doğruluktan ayrılmamalıdır. Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 66. 514 Hac, 22/12, 13. 515 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 66. 516 Sebe, 34/46. 517 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 66. 518 Sebe, 34/47. 519 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 66. 520 Fussilet, 41/52. 521 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 67. 87    Vercelânî’nin şerî kıyas hakkında dile getirdiği temel yargı is onun reddedilemez veya aksi düşünülemez olduğudur.522 Fakat mesela aklî kıyasa verdiği örnekler dikkat edilirse hep Kur’ân’dan alınmış örneklerdir. Buna göre, “aklî kıyas” hakkında yaptığı açıklamaların netice itibariyle “şerî kıyas” için geçerli olduğu söylenebilecek durumdadır. Bize göre bu karışıklığın sebebi, müellifin bir önemli noktayı gözden kaçırması veya uzak tutmasıdır. Bize göre kıyasın “aklî” olanından bahsetmek veya bunu ayrı bir kısım veya çeşit kabul etmek çok doğru değildir. Çünkü her türlü kıyas veya bunun aracı olan illet, kaynak itibariyle şerî olup esasen akılla elde edilir. Söz konusu bu kaynak da ancak Kur’ân-ı Kerim, sünnet veya icmâ olabilir. Bu gibi aslî kaynaklarda bulunmayan bir illet söz konusu olamayacağı için, kıyası “aklî” ve “şerî” diye ayırmak da çok anlamlı değildir. Eğer “aklî” dediği kısım “şerî” şeklinde düşünülürse bu karışıklık giderilebilir gibi görünmektedir. Öyleyse kıyasın şu şekilde taksim edilmesi daha doğru olacaktır: KIYAS (İLLET) Açık Gizli İlleti nasla İlleti istinbatla Benzerine belirli olan elde edilen kıyas İstihsan Söz konusu karışıklığın giderilebilmesi adına kıyasın çeşitlere ile ilgili açaklamaların bu tablo üzerinden yapılması daha doğru olacaktır. 1.4.2.2.1. Açık Kıyas Açık kıyasa meydan verecek illet, nasta belirli bir şekilde mevcut olup oradan elde edilebilir. Fakat bazen de bu illete ancak istinbat yoluyla ulaşılabilmektedir. 1.4.2.2.1.1. Nasstan Elde Edilen ve Belirli Olan Kıyaslar Vercelânî’ye göre bu tarz illetler ya Kur’ân, sünnet ve icmâ gibi kaynaklarda açık bir şekilde mevcuttur; söylenen şey ile neyin kastedildiği bellidir veya bağlamından anlaşılır ya da Rasûlullâh’ın fiillerinden veya başka bir ayetin açıklamasından sonuca ulaşılır. Nitekim                                                              522 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 69. 88    “…zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmesin diye…” 523 , “Bundan dolayı İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bozgunculuk gibi bir sebep olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür”524, “Şeytan; içki ve kumarla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vaz geçmiyor musunuz?”525, “Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O bir ezadır. Ay halinde kadınlardan uzak durun”526 gibi ayetlerde Vercelânî’ye göre illetler oldukça açık şekilde beyân edilmiştir. “Zina eden kadın ve erkekten her birine yüzer değnek vurun”527 ayetinde ise cezanın “zina” illetine bağlı olduğu anlaşılmakta yani elde edilebilmesi için hitabın tamamına ihtiyaç duyulmaktadır. “Kim zerre miktarı bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir2528 ayetinde de görülecek muamelenin sebebi hitabın ancak tamamından çıkartılır.529 Bunların örneklerine sünnette de rastlanır. “Falan şeyi falan sebeple size yasakladım” şeklinde varid olan bilgiler, illeti açıkça ortaya koyar. Namaz kıldırdıktan sonra sehiv secdesi yapmasının illeti de açıktır; namaz esnasında bir hata yaptığı ortadadır. Sağlığında Hz. Ebû Bekir’in namaz kıldırmasını istemesi de Vercelânî’ye göre onun kendisinden sonra halife olacağına açık bir delildir. Fakat bazı hadislerde illet bu kadar açık olmaz. Ancak bunlarda bile istinbâta gerek yoktur. Sözgelimi: "َال يْ َقِضي القَاِضي َوُهَو َغْضبَاُن" “Hüküm vermeye yetkili olan kişi, bunu sinirli iken yapmasın”530 hadisinde olduğu üzere, illet çok açı olmasa da biraz düşünerek elde edilebilir.531 Yine, "(قال لألكل ناسيا:) هللا أطعمه واسقاه" “(Oruçlu iken) unutarak yiyip içeni Allah yedirip içirmiştir” 532 hadisi de buna örnektir. 533 Vercelânî’ye göre bütün bunlar nasslarda ortaya konulmuş olan illetlerdir ve istinbat yoluyla elde edilen illetlerden çok daha güçlüdür.534                                                              523 Haşr, 59/7. 524 Maide, 5/32. 525 Maide, 5/91. 526 Bakara, 2/222. 527 Nur, 24/2. 528 Zilzal Suresi, 99/7, 8. 529 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 67. 530 Rivayet Tertîb’de yer almamakta; ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan bazı kitaplarda (mesela bkz.: Tirmizi, Ahkâm, 7; İbn Mâce, Ahkâm, 4) aynı metinle nakledilmiş bulunmaktadır. 531 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 67. 89    1.4.2.2.1.2. İstinbatla Elde Edilenler Vercelânî’ye göre Allah Teâlâ, bizzat zikretmediği bir konuda ipuçlarından yola çıkarak hüküm çıkarması konusunda âlimleri mükellef kılmaktadır. Müellife göre faizle ilgili ayetler535 bu hususa örnek olabilir. Burada faizin haram olduğu açıkça belli edilmiştir ama bunun sebebi, âlimler arasında ihtilâfa sebep olmuştur. Çünkü bu haramlığın illeti ancak istinbat yoluyla elde edilebilmektedir. Örneğin İmam Malik buradaki illeti “mal biriktirmek” şeklinde tespit eder.536 Vercelânî’ye göre ise doğru olan, ayetteki haram hükmünün illetini tespitte hadislere başvurmaktadır. Nitekim faiz ile ilgili bazı hadislerde şöyle buyrulmuştur: "الذهب بالذهب و الفضة بالفضة والبر بالبر و الشعير بالشعير والتمر بالتمر حتى الملح بالملح ربا االهاء وها يدا بيد مثال بمثل " “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla, tuz tuzla, peşin olarak ve misli misline (alnıp satılır)”.537 " إذا اختلف الجنسان فبيعوا كيف شئتم " “Size yasaklananlar hariç, iki farklı cins söz konusuysa istediğiniz gibi alış-veriş yapın”.538 ِّربَا في النَِّسيئَة " " انما ال “Faiz ancak vadeli alım-satımlarda söz konusu olur”.539                                                                                                                                                                                           532 Tertîb’de yer almayan rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan bazı kitaplarda (mesela bkz.: Buharî, Eymân ve’n- nezîr, 15; İbn Mâce, Sıyâm, 15) şu metinle yer almaktadır: " من أكل ناسيا، وهو صائم، فليتم صومه، فإنما أطعمه هللا وسقاه " 533 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 68. 534 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 67. 535 Bakara, 2/275-279. 536 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 69. 537 Bu rivayet biraz farklı metinlerle hem Tertîb’de hem de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlede yer almaktadır. Tertîb’de de birçok rivayeti bulunan hadisin Vercelânî’nin rivayetine en yakını Ubâde b. Sâmit’ten rivayet edilen şu metindir: ِبَسَواٍء َعْينًا بِعَْيٍن" َّشِعيِر، َوالتَّْمُر بِالتَّْمِر، َواْلِمْلُح بِاْلِمْلحِ اال ِمثًْال بِِمثٍْل يَدًا بِيٍَد َسَوًءا َّشِعيُر بِال ُِّر، َوال ُُّر بِاْلب َّضِة، َواْلب َّضةُ بِاْلِف "ال تبيعوا الذََّهُب بِالذََّهِب، َواْلِف Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 262, 263, h.no:584 (Tertîb’deki diğer rivayetler için bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 261-263, h.no:581-584). Vercelânî’nin verdiğine en yakın metin, Buharî tarafından Hz. Ömer kanalıyla şöyle nakledilmiştir: "الذهب بالذهب ربا إال هاء وهاء، والبر بالبر ربا إال هاء وهاء، والتمر بالتمر ربا إال هاء وهاء، والشعير بالشعير ربا إال هاء وهاء" Buharî, Buyû‘, 54. (Buharî’deki diğer rivayetler için de bkz.: Buyû‘, 74, 75, 76.) Sahîh-i Müslim’de de birçok rivayeti bulunan hadisin Vercelânî’nin verdiğine en yakını Saîd el-Hudrî’den rivayet olunan şu metindir: َّشِعيِر، َوالتَّْمُر بِالتَّْمِر، َواْلِمْلُح بِاْلِمْلحِ، ِمثًْال بِِمثٍْل، يَدًا بِيٍَد، فََمْن َزادَ، أَِو اْستََزادَ، فَقَْد أَْربَى، اْآلِخذُ َّشِعيُر بِال ُِّر، َوال ُُّر بِاْلب َّضِة، َواْلب َّضةُ بِاْلِف "الذََّهُب بِالذََّهِب، َواْلِف َوالْ ُمْعِطي فِيِه َسَواٌء" Müslim, Müsâka, 15. (Müslim’deki diğer rivayetler için bkz.: Müslim, Müsâka, 12, 13, 16.) 538 Hadis Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmemekte, ancak Tertîb’de Ubâde b. Sâmit’ten aynı metinle rivayet edilmektedir. Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 265, h.no: 591. 90    " أنه ابتاع بعيرا ببعيرين، وأجاز بيع عبد بعبدين إال أن هذا يدا بيد " “Peşin olması koşuluyla bir köleye bir köle, bir deveye iki deve alınabilir”.540 " بيع الطعام بالطعام ويصلح متفاضلة و متماثلة يد بد " “Yiyecek yine yiyecekle aynı cins ve miktarla veya nakitle alınır”.541 "إذا اختلف الجنسان فبيعوا كيف شئتم" “Eğer iki farklı cins söz konusuysa istediğiniz gibi satın alın”.542 Vercelânî’ye göre tüm bu hadislerden faizin haram kılınmasının sebebi konusunda “müsâvât (cins birliği)” ve “peşin ödeme” gibi iki temel illet çıkarılabilir.543 Bu konuda Ebû Hanife gibi düşündüğü görülen müellif, önceliklegünlük hayatta alınıp satılan şeyleri, bu hadislerde geçen ürünlere kıyas etmektedir. Buna göre bütün bu hadislerde geçen buğday ve arpa yiyeceklere; tuz baharatlarla, hurma meyvelere, altın da nakit mala delalet etmektedir. Daha sonra da ödemenin nasıl yapılacağını dikkate alır. Her kim bir cins malı kendi cinsiyle artırarak veya vadeyle satma yoluna giderse bu faizdir. Faizi helâl gören de helâk olur. Bunun azı-çoğu da söz konusu değildir. Nitekim Allah Rasûlü " كلما اسكرفحرام، وما أسكر كثيره، فقليله حرام " “Her türlü sarhoşluk veren madde haramdır, çoğu haram olanın azı da haramdır”544 buyurmuştur.545 Böyle tartışmalı bir konuda, temel delil olarak hadise başvurduğu dikkat çeken Verecelânî bu illetler üzerine birçok hüküm bina eder.546 Fakat bu noktada önemli olan, bütün                                                                                                                                                                                           539 Rivayet Tertîb’de yer almasa da aynı metinle Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplarde bulunmaktadır. Bkz.: Buharî, Buyû‘, 80; Müslim, Müsâka, 18. 540 Rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplarda yer almasa da Tertîb’de aynı metinle geçmektedir. Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 263, h.no: 585. 541 Söz konusu rivayetin ilk kısmı olan "َّطعَاِم َّطعَاِم بِال َبْيُع ال " kısmı Muvatta’da bab başlığı olarak geçmektedir (bkz.: Muvatta, 2374). Rivayet bunun dışında ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlede ne de Tertîb’de yer almaktadır. 542 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s.70. Tahrici daha önce geçmişti. 543 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s.69. 544 Rivayet hem Tertîb’de hem de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. Hz. Âişe rivayetinin tercih edildiği Tertîb’de (bkz. c.2, s. 283, 284, h.no:637) metnin tamamı değil ancak şu kısmı nakledilmiştir: " كل شراب اسكر فهو حرام " Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerin bazılarında (mesela bkz. İbn Mâce, Eşribe, 10; Ebû Davud, Eşribe, 5) ise Abdullah b. Ömer rivayetine yer verilir: "كل مسكر، حرام، وما أسكر كثيره، فقليله حرام " Buradan anlaşıldığına göre Vercelânî bizzat kendisinin düzenlediği Tertîb yerine Kütüb-i Sitte metnini tercih etmiştir. 545 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 70. 546 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 69. Buna göre peşin almak câiz, geri kalan her türlü vadeli ve arttırma ihtiva eden satışlar haramdır. Ücret olarak altın veya gümüş verilecek olan alış-verişler, cins birliği olmasa da caizdir; mesela altın veya gümüşle buğday, arpa, hurma ve tuz nakit veya vadeli olarak alınıp 91    illetlerin ancak istinbat yoluyla elde edilebilmesi yani aklın devreye sokulmuş olmasıdır. Şu hâlde insanların düşünme tarzlarındaki farklılardan dolayı illetler ve buna bağlı olarak hükümler de değişebilir. Diğer taraftan bunlar insan çabasıyla elde edildikleri için redde de açıktır ya da aksi düşünülebilecek durumdadır. Son olarak içkinin azı ve çoğuyla ilgili hadise kıyaslayarak faizin de azının ve çoğunun haram olduğunu söylemesi de fıkhî sistemi içinde hadise veridiği değeri açıkça göstermektedir. 1.4.2.2.2. Gizli Kıyas Vercelânî, gizli kıyas ise “benzerine” yapılan ve “istihsân” olmak üzere iki kısımda incelemektedir. 1.4.2.2.2.1. Benzerine Kıyas Müellifin verdiği bilgiye göre bazıları böyle bir kıyası câiz görürken bazıları illet “birliğinden” bahsedilemeyeceği için, reddetmektedir. 547 Vercelânî’ye göre ise benzerlik esasına göre yapılacak kıyas, ancak buna konu olan şeylerin asılları birbirine benziyorsa yapılabilir. Ayrıca belli bir illet üzere birleşmiyor olmalarına rağmen çoğu yönden benziyorlarsa, yine birbirlerine kıyaslanabilirler. Örneğin köle, alınıp satılan mal cinsindendir. Fakat diğer mallardan ayrı olarak bazı mükellefiyetleri vardır ve ayrıca kendisine yasaklanmış bazı durumlar söz konusudur. Eğer köle diğer mallar gibi tam bir mal olarak algılanırsa nafaka, keffaret ve zekât gibi bazı hakları kısıtlamış olur. Fakat (hür kimse gibi) tam bir mükellef statüsünde kabul edilirse sözgelimi verdiği zararı tazmin gibi sorumlulukları söz konusu olur. Bu sebeple kölenin statüsü hakkında ihtilaf edilmiştir. 548 Böyle bir durumda hangi tarafa daha yakın olduğu düşünülüyorsa ona meyledilir. Çünkü Allah Teâlâ “Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz”549 ve “Artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kimlerin de                                                                                                                                                                                           satılabilir. Ancak bu ürünlerin bazılarının bazılarıyla takas edilerek alınması söz konusu ise vade caiz olmaz. Miktarları birbirlerinin misli olsa da olmasa da durum değişmez. Kilo ile alınan mallarda da vade konursa bu faize girer. Takas yapılacaksa ve misli mal söz konusuysa câizdir veya nakit alınır. Bazılarına göre buğday ve arpa aynı cinstir. Yaşamı sürdürmek için olan her türlü gıda da bu yiyecek grubuna girer. Bunları satın alırken de nakit ödenmesi gerekir. Eğer nakit ödenmeyecekse ölçülerinin misli olması gerekir. Ağaçlardan toplanan ve ister kilo isterse tek tek satılacak olan “yiyecek” kategorisindeki herşey için durum böyledir. 547 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 71. 548 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 72. 549 Enbiya, 21/47. 92    tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir” 550 buyurmaktadır. Bu ayetlerde tartının ağır gelmesiyle kurtuluşa erme, hafif gelmesiyle ziyana uğrama söz konusu olmaktadır. Araftakiler içinse “Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder”551 buyrulur. Bu sonuncular hakkında affın galip geleceği umulur; çünkü istihsan onların affedilmesini gerektirir. “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah hem de insanlar için (bazı zahiri) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür"552 ayetindeyse haram ve günah olma durumu ağır basmaktadır. “İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun” 553 ayetinde de karar vericilerin adil olması istenmektedir. 554 Yani Vercelani’ye göre benzere kıyas yapılırken eğer illet birliği söz konusu değilse ağır basan tarafa meyledilecek; eşitlik söz konusuysa istihsana prensibine göre karar verilecek; günah boyutu varsa haramlık ağır basacak ve bu kararı mutlaka adil kimseler verecektir. Cünuplükten kurtulmak için gusledilmesi ile istinca arasında yaptığı kıyas da buna örnek verilebilir. Necasetten kurtulmayı sağlaması açısından istinca hakkında, gusle kıyas edilerek, “vaciptir” denilebilir.555 Halife belilenmesi konusunda Ensar’ın “sizden bir kişi bizden bir kişi” teklifine Hz. Ebu Bekir’in verdiği "هيهات دعوتكم خطة غير كائنة ال يستقيم سيفان في عمل واحد والدين واحد والنبي واحد واالمام واحد" “Ne kadar da olmayacak bir iş! İki kılıç bir iş üzere, bir din üzere, bir nebi üzere, bir imam üzere istikamet tutturabilir mi!”556 şeklindeki cevabı da bir kıyas öreğidir. Zeyd b. Sabit’in dedenin ve kız kardeşlerin mirastan payı hakkında Hz. Ömer’e “ağacın dalları ve gövdesi” örneğini vermesi de benzer örnekle kıyaslamadır. Yine “kâfir kadınlardan cizye alınmaması” hükmü, Rasûlullâh’ın kâfir kadınların savaşlarda öldürülmesini yasaklamasına” kıyasla ortaya konmuştur.557 Mandaların ineğe, iki hörgüçlü devenin (büht) tek hörgüçlü olana, beygirin ata, pirincin buğdaya kıyas edilmesi de böyledir. Vahşi inek ve eşek de kıyasen av hayvanı cinsinden kabul edilir. Cinsel birleşme olmasa bile kadınına mehrinin                                                              550 Mü’minun, 23/102, 103. 551 Tevbe, 9/102. 552 Bakara, 2/219. 553 Talak, 65/2. 554 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 72. 555 Maliki, Şafii ve Hanbeli’lere göre vacip, Hanefi ve Malikilerin bir görüşüne göre sünnettir. Bkz.: Salim Öğüt, “İstincâ ve İstibrâ”, DİA, İstanbul: İSAM, 2002, c. 23, s. 320, 321. 556 Rivayet ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlede ne de Tertîb’de geçmektedir. 557 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 71. 93    teslim edilmesi gerektiği, kendisini teslim etmesine kıyasla, vacip kılınmıştır.558 Oturulacak dairenin ücretinin oturmadan teslim edilmesi de buna kıyas edilmiştir. Hz. Ömer, İbn Abbas’a Kadir Gecesi’ni sorduğunda İbn Abbas; "اني رايت هللا عز وجل قد فضل السبع في كتابه فجعل االيام سبعا والسماوات سبعا واالرضين سبعا والطواف سبعا والجمار سبعا والجبار سبعا والسعي سبعا فاراها لسبع" ‘Allah’ın kitabında 7 rakamını faziletli kıldığını düşünüyorum. Günleri, semayı, yeri, tavafı, şeytana atılacak taşı, denizleri, sa’yı hep 7 yapmış”559 der ve bütün bunlara kıyasla Kadir Gecesi için son 10 gece içinde 7. geceye işaret etmiş olur. Kocasını öldüren kadın da, "لَْيَس ِلْلقَاتِِل َشْيٌء، َوإِْن لَْم يَُكْن لَهُ َواِرٌث فََواِرثُهُ أَْقَرُب النَّاِس إِلَْيِه، َوَال يَِرُث اْلقَاتُِل َشْيئًا" “Katile mirastan pay yoktur. Eğer vârisi yoksa kendisine en yakın olan insanlar vârisi kabul edilir. Kâtil asla mirasçı olmaz”560 hadisine kıyasla, mirasçı kabul edilmemiştir.561 1.4.2.2.2.2. İstihsan Özellikle Hanefî fakihlerin savunduğu bu delil türü genelde Hanefîlerce kıyasın zıddı olarak kullanılır562 ve genel olarak istihsan şu şekilde tanımlanır: “Müçtehidin, bir meselede, kendi kanaatince o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden vazgeçmesini gerektiren nass, icmâ, zaruret, gizli kıyas, örf veya maslahat gibi bir delile dayanarak, o hükmü bırakıp başka bir hüküm vermesidir. 563 Dolayısıyla burada bir meselede hakkında, yerleşmiş kuralın dışına çıkmayı gerektiren bir durum söz konusudur. Müctehid, yeni ve farklı bir delille genel kuraldan ayrılır. Buna rağmen Vercelânî, istihsanı gizli kıyasın bir çeşidi olarak ele alır. Ona göre fukaha bu delil konusunda ihtilafa düşmüştür. Nitekim bazıları istihsanı delil olarak kabul ederken bazıları onu delil addetmemektedir. Kelamcıların çoğu ve bazı fakihlere göre istihsan aklen câiz değildir. Bazılarına göreyse sem‘î bir delil söz konusu olmadan câiz olmaz. Câiz görenlere göre bunun delili “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir” 564 ve                                                              558 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 72. 559 İbn Abbas’ın kendi görüşünü aktardığı bu rivayet ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlede ne Tertîb’de yer almıştır. 560 Vercelânî, bunu bir hadis gibi değil, bir ilke olarak zikretmektedir. Fakat ‘katile miras yoktur’ hadisi Kütüb-i Sitte’yi oluşturan bazı eserlede yer almaktadır. Mesela bkz. Ebû Davud, Diyât, 20. 561 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 73. 562 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 180. 563 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 181. 564 Zümer, 39/18. 94    “Farkında olmadan azap ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki…”565 ayetleridir. Rasûlullâh da: ِ َحَسٌن" َّ "َما َرآهُ اْلُمْؤِمنُوَن َحَسنًا فَُهَو ِعْندَ “Müslümanların güzel gördüğü bir şey Allah katında da güzeldir”566 buyurmaktadır. Vercelânî’nin aktardığına göre İmam Malik ve Ebu Hanife istihsanı câiz görürken İmam Şafi kabul etmemektedir.567 Vercelânî istihsan hakkında yukarıdaki malumatları verdikten sonra ise tanım yapmaksızın örneklere geçer. Mesela “Var olan tüm malım sadaka olsun” diyen bir adam hakkında malının tamamının gerçekten sadaka hükmünde olup olmayacağına cevap aradığı görülür. Bu konuda “malının tamamı sadaka olur” diyenler yanında vasiyete kıyasla 1/3’inin, mirasta iki erkek kardeşin paylaşımına kıyasla yarısının, çocuğu bulunan bir kadının mirastan payına kıyasla 1/4’inin, ganimet mallarına kıyasla 1/5’inin, zekâta kıyasla 1/10’inin sadaka olacağını söyleyenler de vardır. Yine “eğer söz konusu mal çoksa 1/10, ortalama ise 1/3, az ise yarısı sadaka olur” diyenler olmuştur. Hepsi de istihsana başvurmuş; konuyu bir şeylere kıyaslayarak görüş bildirmiştir. Verecelânî ise bu probleme “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et”568 ayetiyle cevap arar. Burada tüm malın sadaka olmasından bahsedilmemektedir.569 Namaz içinde kusan birinin namazının ve abdestinin durumunu da istihsana müracaatla çözmeye çalışır. Buna göre kişi isteyerek kusarsa namazı; istemeden kusarsa abdesti bozulur. Uyumanın abdeste etkisi konusunda da aynı metodu uygular. Evlenen yetime mirasının verilmesi kararı da istihsanla hükmedilmiş bir karardır. Kitman zamanı hükümlerinin çoğu da Vercelânî’ye göre istihsan ile belirlenir.570 Rasûlullâh’ın, " ادرأوا الحدود بالشبهات"                                                              565 Zümer, 39/55. 566 Rivayet Tertîb’de yer almamakta; ancak Muvatta’da (bkz. Muvatta, 241) şu metinle geçmektedir: َقب ِيٌح" ِ َّ َفُهَو ِعْندَ ِ َحَسٌن، َوَما َرآهُ اْلُمْسِلُموَن قَبِيًحا َّ "َما َرآهُ اْلُمْؤِمنُوَن َحَسنًا فَُهَو ِعْندَ 567 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 73. 568 Tevbe, 9/103. 569 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 73. 570 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 74. Diğer örnekler için bkz: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s.73-75. 95    “Eğer şüphe varsa hadleri uygulamayınız”571 hadisinden hareketle şüpheli durumlarda yine istihsan ile hareket edilir. Örneğin iki şahidin görüşü ihtilaflıysa istihsan olarak yakın olan tercih edilir.572 2. ŞER‘Î DELİLLERDEN HÜKÜM ÇIKARMA Vercelânî, aslî kaynaklara bakışını ve bu kaynaklardan çıkarılan hükümleri ele aldıktan sonra nasıl hüküm çıkarılması gerektiğine geçer. Hüküm çıkarma konusu ise ayetlerin lafızlarına bağlı olduğu için, bu lafızların özelliklerinin ne olduğunu anlamadan sonuca varmak, özellikle delalet şekillerini incelemeden bir yorumda bulunmak oldukça zordur ve isabetli olmayacaktır. Lafızların özellikleri ve delaletlerinden sonra Şârî’nin neyi amaçlamış olabileceği, delillerin çatışması, nesih gibi durumlar da göz önünde bulundurulmalı, buna göre bir yol çizilmelidir.573 2.1. LAFIZLAR VE ÖZELLİKLERİ Vercelânî’nin taksimine göre lafızlar hakîkî ve mecâzî olmak üzere iki kısımda incelenir. Hakîkî lafız, ne için kullanılması gerekiyorsa yine o amaçla kullanılır. Mecâzî kullanımda ise amaç dışına çıkma söz konusudur.574 Hakîkî lafızlar da mücmel ve mufassal olmak üzere ikiye ayrılır. Mücmel; ne kastedildiği anlaşılmayan, açıklamaya ihtiyaç duyulan muğlak ifadelerdir. Şarî‘in kastı ancak bir karineyle anlaşılır.575 Örneğin; ْۜ م َۜن َوالَّ۪ذيَن َعقَدَْت اَْيَمانُُكْم فَٰاتُوُهْم نَ۪صيبَُه َّما تََرَك اْلَواِلدَاِن َواْالَْقَربُو ٍّل َجعَْلنَا َمَواِلَي ِم َوِلُك ‘(Erkek ve kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından (pay alan) varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı (ahitleştiğiniz) kimselere de kendi hisselerini verin.’576 Ayetinde geçen “م ْ ifadesi mücmeldir; açıklanmaya muhtaçtır. Vercelânî’ye ”نَ۪صيبَُه göre “salât”, “zekât”, “hacc” ve “savm” gibi lafızlar da mücmeldir. Çünkü şerîatin bu lafızlardan kastı açıklanmamış olsaydı “salât” kelimesi bir Arap için “dua”, “zekât” ise “artış” anlamına gelecekti.577                                                              571 Rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlede ve Tertîb’de yer almamaktadır. 572 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 75. 573 Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 310. 574 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 31. 575 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 31. 576 Nisâ, 4/33. 577 Bu ve daha çok örnek için bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 40. 96    Hakîkî lafzın ikinci çeşidi olan mufassal ise “aşikâr olan”, “beyan edilmiş” manasındadır. Beyân lafzı ise izah, alamet, delalet, işaret, hidayet gibi manalara gelir. Dolayısıyla anlamı açık olan ve lisan ehli tarafından anlaşılabilen lafızlara mufassal adı verilir. Kur’ân, sünnet veya herhangi bir haber mufassal olma özelliğini gösterebilir.578 Mufassal ise muhtemel olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılır. Muhtemel olmayan lafızlar Kur’ân’ın başka anlamları gerektirmeyecek naslarıdır. “Allah’tan başka ilah yoktur” ifadesi böyledir. Muhtemel olanlarsa zâhir ve bâtın olarak ikiye ayrılır. Zâhir lafızlar, farzlardır. Bâtın olanlar ise bir haber, hüccet, delil veya ilham olmaksızın akılla bilinemez ve delil olarak kullanılamaz. Fakat bir karîne varsa ictihad edilebilir. Eğer bâtınî mana için görüş bildirilirse hata da isabet de söz konusu olabilir.579 Yaptığı bu taksim ve tanımlara göre Vercelani’nin lafızları şöyle taksim ettiği söylenebilir: Lafız Hakîkî Mecâzî Mücmel Mufassal Muhtemel  Muhtemel  olan olmayan Zâhir Bâtın 2.1.1. Zâhir ve Bâtın Tüm bu açıklamaları ve sınıflandırmayı yaptıktan sonra Vercelânî, temel olarak zahir ve bâtından yola çıkarak hükümler üzerinde durur. Vercelânî, mesela “Yiyiniz, içiniz; fakat israf etmeyiniz” 580 tarzı ayetlerde emredilen şeyler açıkça kulun seçimine bağlıdır. Yani                                                              578 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 45. 579 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 31, 32. 580 Âraf, 7/31. Burada delil getirdiği diğer ayetler: Ahzab, 33/41, 42; Mülk, 67/15; Bakara, 2/22; Hac, 22/77. 97    ihtiyârî fiilerde anlam zahirdir çünkü seçeneklerin açıkça belirtilmesi gerekir.581 Diğer yandan mesela “Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği ve o gün…”582 ayetinde olduğu gibi anlamı kapalı olanlar ise “bâtınî” olarak isimlendirilir. Allah’ın bir benzeri olmadığına göre Allah’a ait bu gibi vasıflar, beşeri özelliklerle te’vil edilemez. 583 Yani tamamen bâtınî anlama sahip bu gibi ifadelerin te’vilinde bir karineye ihtiyaç duyulur. Bazı bâtınî ifadeler, bir karîne olmaksızın dilin imkânı içerisinde anlaşılabilir. Örneğin “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!”584 ayetinin zâhirine bakıldığında bir övünç söz konusu gibi görünür. Fakat bâtınına bakıldığında anlamında eleştiri ve tahkir vardır.585 Kur’ân-ı Kerim’in lafızları, ayetle586 de sabit olduğu üzere, Arapça’dır. Fakat Allah, kulu Muhammed’i bütün insanlara göndermiştir. 587 Rasûlullâh da bu konuda şöyle buyurmaktadır: " بعثت الى األحمر واألسود "588 Dolayısıyla Rasûlullâh’ın ümmeti içinde Arap olanlar kadar Acemler, Berberîler, Türkler ve başka dilleri konuşan diğer toplumlar de yer almaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah'ın emirlerini) iyice açıklasın”.589 Vercelânî’ye göre eğer zâhirî anlamıyla anlaşılırsa bu ayet; Kur’ân’ın gönderildiği tüm toplumlara hitap ettiğine, dolayısıyla tüm bu dilleri içerdiğine işaret etmektedir. Diğer yandan Kureyşli bir Arap olan Rasûlullâh’ın da aynı zamanda Acem veya Rum da olması veya tüm bu dilleri konuşması gerekir ki, gönderildiği tüm insanlara hitap edebilsin. Fakat Vercelânî’nin de dediği gibi bu görüş oldukça ahmakçadır.590 İşte lafızlar arasında zâhir ile bâtını ayırdetmek işte tam bu noktada önem taşır. Vercelânî’ye göre bu konu Kur’ân’ın ve şeriat ahkâmının beyânı için mutlak bir önemi hâizdir. Kaldı ki Allah Teâlâ diğer bir ayette şöyle buyurmaktadır:591 “Eğer biz onu başka                                                              581 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 33. 582 Fecr, 86/22. Burada örnek olarak aldığı diğer ayet: Zümer, 39/67. 583 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 34. 584 Duhan, 44/49. 585 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 34. 586 Zuhruf, 43/3. 587 Sebe, 34/28. 588 Rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ve Tertîb’de geçmemektedir. 589 İbrahim, 14/4. 590 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s.42. 591 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s.43. 98    dilde bir Kur'ân yapsaydık onlar mutlaka, ‘Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi!’ derlerdi”.592 2.1.2. Muhkem-Müteşâbih Vercelânî, her ne kadar yukarıda zikrettiğimiz taksimatında yer vermese de yaptığı açıklamalardan anlaşıldığına göre muhkem ile zahir, müteşabih ile de bâtın arasında yakın bir ilişki vardır. Bu iki lafız hakkında dört görüş söz vardır: 1.. İlk görüşe göre müteşabihler, surelerin başında bulunan ve sırrı yalnızca Allah tarafından bilinen huruf-i mukattaalardır. Muhkem ise bir emir, nehiy, haber veya delil içeren ayetlerdir. Müteşabihlere sadece iman etmek gerekir ki İbn Abbas’a bu husus sorulunca " اعملوا بمحكمه وآمنوا بمتشابه " “Muhkemiyle amel edin, müteşabihine ise inanın” demiştir. Burada Vercelânî tarafından aktarılan uzunca bir hadise göre Yahudilerden bir grup Rasûlullâh’a gelerek “Ey Muhammed! Öğrendik ki sana “الم” şeklinde bir ayet inmiş. Elif 1, lam 30, mim 40 olduğuna göre ümmetinin ömrü 71 yıl olacak” demişlerdir. Rasûlullâh “المص” gibi başka ayetler de olduğunu söyleyince Yahudiler bunları da hesaplar. Bu olay üzerine Âl-i İmrân Suresi’ndeki şu ayet nâzil olur: “O, sana Kitâb'ı indirendir. Onun (Kur'ân'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki bunlar Kitâb’ın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar”. 593 Bazı araştırmacılara göre ayet, farklı sebeb-i nüzüller ile ilişkilendirilse594 de, Vercelânî’nin temas etmek istediği asıl husus, müteşabihlere iman edilmesi gerektiğidir.595 2. İkinci görüşe göre müteşâbihler; üzerinde ittifak edilmeyen, birden çok anlam verilebilen ve tefsire muhtaç olan ayetlerdir. Buna göre açıkça anlaşılan ve tefsire ihtiyaç duymayan ayetler ise muhkemdir. “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı”596 ayeti, açık olarak orucu emretmektedir.                                                              592 Fussilet, 41/44. 593 Âl-i İmrân, 3/7. 594 Bkz.: M. Fatih Kesler, ‘Âl-i İmrân Suresi 7. Ayet Mealini Yeniden Okumak’, Diyanet İlmi Dergi, c. 49, sayı: 4. 595 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 99, 100. 596 Bakara, 2/183. 99    Dolayısıyla muhkem bir ayettir. “Allah'a gönülden boyun eğerek namaza durun” 597 mealindeki ayette bulunan "ِن۪تيَن ifadesini ise bazıları “boyun eğenler” olarak açıklarken "قَا bazıları “istiğfarda bulunarak dua edenler” anlamına hamletmişlerdir. Abdullah b. Mesud’un ve Hz. Ömer’in görüşü de bu şekildedir. Fakat yoruma açık olduğu için her durumda müteşabih kabul edilmesi gerekir.598 3. Üçüncü görüşe göre emir ve nehiy muhkemdir. Kur’ân’ı Kerim’in geri kalanı ise müteşabihtir. Allah’ın sıfatları ve O’nun hakkındaki bilgiler de müteşabihe dâhildir.599 4. Son görüşe göre ise Kur’ân’ın tamamı hem müteşâbih hem de muhkemdir. Nitekim Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Yâ Sîn. Hikmet dolu Kur’ân'a andolsun”600, “Elif Lâm Râ. Bu Kur’ân, âyetleri; hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır”601, “Allah sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir”. 602 Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim’in tümü müteşabihtir ve yine tümü muhkemdir.603 İlk iki görüşü detaylı, son ikisini ise oldukça kısa şekilde ele alıyor olması bize göre Vercelânî’nin birinci ve ikinci görüşlere meylettiğine delâlet edebilecek durumdadır. 2.1.3. Âmm ve Hâss Vercelânî, âmm ve hâss lafızları zâhirî mananın bir ayrımı olarak ele alır. Yani zahiri manaya delalet eden bir lafız âmm özelliği veya hâss özelliği gösterebilir. Âmm lafızlar en az iki emri genellemektedir ve bir üst anlam oluştururlar. Hâss olanlarsa genel hükümden çıkarılan özel anlamı içeren lafızlardır. Örneğin “Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün!”604 ayeti âmm bir hükmü belirtirken “Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol”605 ayeti hâss bir hüküm barındırmaktadır.606                                                              597 Bakara, 2/238. 598 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 100. 599 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 100. 600 Yâsîn, 36/1. 601 Hud, 11/1. 602 Zümer, 39/23. 603 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 100. 604 Tevbe, 9/5. 605 Tevbe, 9/73. 606 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 34. Vercelânî’nin ikinci ayeti hâs olarak kabul etmesi buradaki emri sıcak savaşa yormadığı anlamına gelebilir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan Kur’an Yolu Tefsiri’nde de ayetle ilgili şu ifadeler kullanılmaktadır: 100    Vercelânî’ye göre âmm olan ve umum bildiren lafızlar genelleme yapar ve kendi cinsinden olan her bir tekili genelleştirir. Özel bir beyan gelinceye kadar da hüküm böyledir. Hâss olan hususi hükümler ise ihtiyaca binaen varid olur. Nakledilen tüm manevi mütevatir, müsned ve müstefid rivayetlerde sahabe, inen tüm Kur’ân ayetlerini ve varid olan hadisleri, hususî hükme sebep olacak bir karine ortada yoksa, umum manasında kullanmıştır. 607 Örneğin “Hiç şüphesiz siz ve Allah'tan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz”608 ayeti nazil olunca İbn Zibera, “Muhammed’e ve Kâbe’nin Rabbine karşı çıkıyorum!” demişti. Gerekçesi ise, bu ayete göre Hz. İsa ve ümmeti ile Hz. Üzeyir ve ümmetinin cehennemlik olmasıydı. Ancak sonrasında “Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır”609 ayeti ile Hz. İsa ile Hz. Üzeyir’e gerçekten inananların bu hükmün dışında olduğunu bildirilmiştir.610 İstisna konusu da umum-husus konusu içerisindedir. Umum hükmün bir istisnası söz konusu olursa, doğal olarak hususî bir hüküm olacaktır.611 Vercelânî tahsis meseleleri üzerinde de detaylı olarak durur. 2.1.3.1. Ayetin Ayet ile Tahsis Edilmesi Bu meselelerden birincisine göre umum ifade eden bir ayet başka bir ayetle hususileşebilir. Sözgelimi “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler”612 ayetinin genel hükmü, “Ey iman edenler! Mü'min kadınları nikâhlayıp, sonra onlara dokunmadan kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur” 613 ayetiyle husus ifade eder hale gelmiştir. 614                                                                                                                                                                                           “Cihad kelimesini sözlük anlamına göre savaşma veya mânevî mücadele metotlarıyla uğraş verme şeklinde yorumlamak mümkündür. Müşriklere karşı ortaya konacak çaba hakkında kullanıldığında bu kelime genellikle ‘savaş’ anlamına göre açıklanmış olmakla beraber, münafıkların da âyette kendileriyle cihad edilecek kimseler arasında sayılmış olması değişik yorumlara yol açmıştır. Bunları sözlü mücadele yöntemleri ve kamu düzenini bozanlara karşı fiilî önlemler alma şeklinde özetlemek mümkündür. Taberî, İbn Mes‘ûd’un bir sözüne dayanarak âyetin bu kısmını ‘inkârcılığını açığa vuran münafıklarla da müşriklerle olduğu gibi savaş’ şeklinde yorumlamıştır. Fakat Taberî de kalplerindeki inkârcılığı korumakla beraber dışa yansıyan söz ve davranışlarıyla mümin izlenimi veren kimselere karşı sıcak savaş açılmasının mümkün olmadığını kabul etmektedir (X, 183-184). Bu itibarla, cihad kelimesini –en azından küfrünü açığa çıkarmayan münafıklar bakımından– var gücüyle İslâmiyet’i anlatıp onların imana karşı dirençlerini kıracak ve müminlere verebilecekleri zararı en aza indirecek bir çaba göstermek şeklinde anlamak uygun olur”. Bkz.:https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/tevbe-suresi-9/ayet-73/diyanet-isleri-baskanligi- meali-1. Erişim tarih ve saati: 01.12.2019; 22.56. 607 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 115. 608 Enbiya, 21/98. 609 Enbiya, 21/101. 610 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 116. 611 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 121. 612 Bakara, 2/288. 613 Ahzab, 33/49. 614 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 121. 101    Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre “Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar”615 ayeti ilk nazil olduğunda içerisinde “özür sahibi olmaksızın” ifadesi yer almıyordu. Bunun üzerine Ümmü Mektum Rasûlullâh’a kendi durumunu sordu. Allah Resûlü, ayeti “Gerek yaya olarak gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkın”616ayetiyle açıkladı. Fakat sonrasında Cebrail ayeti “özür sahibi olmaksızın” ifadesiyle tekrar getirince Ümmü Mektum ayetin hükmü dışında kalmış olur. Böylece hüküm hususî hale geldi.617 2.1.3.2. Ayetin Sünnetle Tahsis Edilmesi Kur’ân ayetlerinde bulunan genel bir hüküm Vercelânî’ye göre sünnetle de tahsis edilebilir. Örneğin Hz. Fatıma miras ayetinin618 umum hükmü gereğince babasının mirasını istediğinde Hz. Ebu Bekir, Rasûlullâh’ın husus bildiren " نحن معاشر االنبياء ال نورث ما تركنا صدقة " “Biz peygamberler miras bırakmayız. Bizden kalanlar sadakadır” hadisi619 gereğince bu isteğini geri çevirmiştir: 620 Yine “Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir” 621 ayetinin genel hükmü Vercelânî’ye göre Rasûlullâh’ın "ال تقتلوا امرأة و ال وليدا" hadisi 622 ile tahsis edilmiştir ve dolayısıyla hırsızlık yapan kadınların elinin kesilemeyeceğine hükmedilir. Vercelânî’ye göre Rasûlullâh’ın sadece sözleri değil fiilleri de hükümleri tahsis edibilir. Zira O’nun fiilleri de sünnettendir. Nitekim Cenâb-ı Rasûl "خذوا عني مناسككم و صلوا كما رأيتموني أصلي" “Hac menâsikini benden alıp öğreniniz ve namazı benim kıldığım gibi kılınız”623 buyurmuştur.624                                                              615 Nisa, 4/95. 616 Tevbe, 9/41. 617 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 116. 618 Nisa, 4/11. 619 Hadis Tertîb’de yer almasa da Kütüb-i Sitte’yi oluşturan birçok eserde hadisin başındaki “نحن معاشر االنبياء’ ifadesi olmaksızın yani sadece “ٌَال نُوَرُث َما تََرْكنَا َصدَق َة” ifadesiyle yer alır (bkz.: Buhari, Fardu’l-hams; Megâzî, 14, 40; Nafakât, 3; Ferâiz, 3; İ‘tisâm, 5; Müslim, Cihâd, 15, 16; Ebû Davud, Harâc, 19). 620 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 115. 621 Mâide, 5/38. 622 Rivayet ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ne de Tertîb’de geçmektedir. 102    Vercelânî’ye göre “… Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (öşürünü) verin, fakat israf etmeyin…” 625 ayeti gereğince tüm hasadın zekatının verilmesi gerekir. Fakat yeşillikler (hadravat) için öşür söz konusu değildir. Zira Rasûl-i Ekrem "فيما سقت السماء والعيون العشر، وما سقي بالدوالي والغرب نصف العشر" hadisi626 gereği ancak öşrün yarısı yani yirmi de biri zekât olarak verilir. İbn Abbas bu hükme muhalif davranarak yeşillikler için de öşre hükmetmiştir. Fakat Vercelânî’ye göre ümmetin umum lafzı tahsis etmesi, bir çeşit icmadır ve bu sonuncusıyla amel etmek gerekir. Aynı şey at, katır ve eşek için de geçerlidir. Bunların da zekâtı verilmez. Fakat Ebu Hanife "ان فيها الزكاة دينارا على فرس انثى" hadisi627 gereği “dişi” atın zekâtının verilmesini söylemekte yani ayetin hükmünü yine hadisle tahsis etmektedir. Kısacası “yeşilliklerin zekâtının verilmemesi” veya “dişi ata zekât gerektiği” gibi hükümler, hadisin ayet üzerindeki tahsis işlemiyle elde edilmiştir.628 Zira Vercelânî’ye göre ayet ile sabit bir hüküm, ona ister muttasıl isterse munfasıl olsun, sünnet ve ahad haber ile tahsis edilebilir. Hatta ümmete dâhil birinin umumî hükümle çelişen ve sonrasında Rasûlullâh tarafından onaylanan hükmü de tahsis edicidir; zira bu takrîrî sünnettir.629 Vercelânî bu konuda yani Kur’ân’ın haber-i vâhidle tahsis edilebileceği hususunda, Ehl-i Rey (Hanefîler) istisna edilirse Ehl-i Sünnet’in büyük çoğunluğu ile aynı görüşü savunmaktadır. 2.1.3.3. Ayetin Akılla Tahsis Edilmesi Vercelânî’ye göre hususî hükümlerin bazılarına akılla da ulaşılabilir. Çünkü hususî mana bir delille elde edildiğinde de akılla kavranmaktadır. Bu durumda eğer elimizde şerî bir delil yoksa akıl yine tahsis için yardımcı olabilir. Vercelânî’nin ifadesiyle                                                                                                                                                                                           623 Bu hadisin tahrici daha önce 286 nolu dipnotta yapılmıştı. 624 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 121. 625 En’am, 6/141. 626 Hadis hem Tertîb’de hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplarda geçmektedir. Vercelânî’nin işaret ettiği metin Tertîb’de aynen yer almaktadır. Ancak el-Adl’de verdiği kısmı "فيما سقت السماء والعيون العشر" şeklinde olup hadisin ilk kısmıdır (bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 152, h.no:335). Metinde ne dendiği ise ancak hadisin tamamıyla anlaşılabileceği için tamamına burada yer vermeyi uygun bulduk. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ise hadis "فيما سقت السماء والعيون أو كان عثريا العشر، وما سقي بالنضح نصف العشر" şeklinde olup Tertîb’dekine çok yakın bir metinle nakledilir (mesela bkz.: Buhari, Zekât, 56). 627 Böyle bir rivayet ne Tertîb’de ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 628 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 122. 629 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 122. 103    “Şeriat Kur’ân’la, muttafıl veya munfasıl sünnetle, ahad haber ve icma ile vârid olmuştur. Şeriatın genel hükümleri yine bu delillerle tahsis edilir. Fakat aradaki bağlantı akılla sağlanır. Şeriat ile akıl çatışmaz”.630 Mesela “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının!”631 ayeti hakkında akıl; aklî melekesi olmayanların ve çocukların bu hükmün umumuna dahil olmadığına, onların bundan ayrı tutulmasına hükmeder. Diğer yandan Rasûlullâh da ِفَع اْلقَلَُم من امتي على ثالث عن الصبي حتى يحتلم وعن المجنون حتى يفي" "ُر buyurmaktadır.632 “Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği…”633 ayetinde de “Allah’ın gelmesi” ifadesi aklen “O’na has bir şekilde” diye anlaşılır. Çünkü “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur”.634 Allah’ın vasıflarıyla ilgili tüm ayetler de bunun gibi aklen aynı şekilde anlaşılır. Zira O mahlûkâta, fiilleri de mahlûkâtın fiillerine benzemez.635 Vercelânî, umumun akıl yoluyla tahsisine ise "الصالة على موتى اهل القبلة المقرين با و رسوله واجبة" “Allah’ı ve Rasûlü’nü ikrar eden ehl-i kıblenin cenâze namazını kılmak şarttır” 636 hadisini örnek vermiştir. Müslümanlar Allah yolunda savaşırken öldürülen kimsenin yıkanıp yıkanmayacağı ve namazının kılınıp kılınmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. İmam Mâlik, İmam Şâfiî, Leys b. Sa’d, Hasanu’l-Basrî, İbnü’l-Müseyyib gibi ilim adamları hadisin umum hükmü gereğince veya ölmüş kimseye kıyasla guslettirilip namazının kılınması gerektiğini söylerken Ebû Hanife, Evzâî ve Sevrî bunun istisisna olduğunu söylemiş ve hadisin umum hükmüyle amel etmemişlerdir. Buna göre şehit yıkanmaz ama namazı kılınır.637 Başta Câbir b. Zeyd ve Rabi‘ b. Habib olmak üzere İbâzîler de bu son görüş gibi amel etmişlerdir.638                                                              630 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 120. 631 Nisa, 4/1. 632 Hadis Tertîb’de geçmemekte, Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ise farklı lafızlarla yer almaktadır. Ebû Davud rivayeti şu şekildedir: َّصبِّيِ َحتَّى يَْكبُرَ ُرفَِع اْلقَلَُم َعْن ثََال ثٍَة: َعِن النَّائِِم َحتَّى يَْستَْيِقَظ، َوَعِن الُمْبتَلَى َحتَّى يَْبَرأَ، َوَعِن ال (Bkz.: Ebû Davud, Hudûd, 16). Tirmizi rivayeti ise çok az bir kelime farkıyla şu şekildedir: َ ل َيْعِق َّب، َوَعِن الَمْعتُوِه َحتَّى َّصبِّيِ َحتَّى يَِش َقلَُم َعْن ثََالثٍَة: َعِن الن َّائِِم َحتَّى يَْستَْيِقَظ، َوَعِن ال ُرفَِع ال (Bkz.: Tirmizi, Hudûd, 1) Yine ufak kelime farklarıyla Nesaî rivayeti ise: َ ق َيْعِقَل أَْو يُِفي َّصِغيِر َحتَّى يَْكبَُر، َوَعِن اْلَمْجنُوِن َحتَّى ُرفَِع اْلقَلَُم َعْن ثََالٍث: َعِن النَّائِِم َحتَّى يَْستَْيِقَظ، َوَعِن ال şeklindedir (bkz.: Nesâî, Talak, 21). 633 Fecr, 89/22. 634 Şûrâ, 42/11. 635 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 120, 121. 636 Rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmemekte; fakat Tertîb’de yer almaktadır. Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.3, s. 342, h.no:34. 637 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 122. 638 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 130. 104    2.1.3.4. Kur’ân ve Sünnetin İcma ile Tahsis Edilmesi Vercelânî’ye göre Kur’ân-ı Kerim’in icma ile tahsisinin oldukça fazla örneği vardır. Sözgelimi “Allah size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder”639 ayeti umum bildirmekte olup köle icma ile, müşrik ve katil ise sünnetle bu hükmün dışına çıkarılmıştır. Ölülerin yaşayanlara mirasçı olamayacağı da miras ayetinin genel hükmünü tahsis eden bir icmadır. 640 Yine “Onda (Tevrat'ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, burna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir”641 ayeti de umum bildirmektedir. Çocukların ve akıl melekesi olmayanların kısas hükmü dışına çıkarılması ümmetin icmaıyla gerçekleşmiştir. Köpeğin temas ettiği kabın hükmüyla alakalı olarak vârid olan hadisin642 "... ان يغسل سبعا" “(Köpeğin yaladığı kapları) yedi kere yıkayın” kısmı da tahsis konusunda örnek verilebilir. Zira hadisin sahabî ravisi Ebu Hureyre, böyle bir kabı 3 kere yıkamaktadır. Bu sahabe uygulamasından yola çıkarak ümmet de 3 kere yıkamanın kâfi olduğunu düşünmüş ve ve icma da bunun üzerinde oluşmuştur.643 Ancak Vercelânî’nin bu hususta dile getirdiği “icmâ” iddiası çok doğru görünmemektedir. Zira Fıkıh ilminde meşhur olduğu üzere Şâfiilerle Hanbelîler söz konusu merfû hadisten hareketle köpeği “necis” addedip yaladığı kabın 7 kere yıkanmasının şart olduğunu söylemektedir. Mâlikîler ise köpeği temiz kabul ettilerinden dolayı hadisin gereğini “sünnet/müstehap” olarak değerlendirir. Sadece Hanefîler, hadisin Mâide 5/4 ayetinde ifade edilen “eğitimli köpeklerin yakaladıklarının yenebileceği” hususuyla çeliştiğini söylepi red veya tevil yönüne gitmişlerdir. Vercelânî’ye göre                                                              639 Nisa, 4/11. 640 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 127. 641 Maide, 5/45. 642 Vercelânî burada hadisi ihtisaren nakletmiştir. Rivayet hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplar içinde hem de Tertîb’de geçmektedir. Tertîb’deki peş peşe gelen iki rivayetten birincisinin sahabî ravisi Câbir’dir ve metin şu şekildedir: " إذا ولغ الكلب في إناء أحدكم فليهرقه وليغسله سبع مرات" (bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 82, h.no:156). Rivayetin sonunda Câbir’in şu şekilde bir değerlendirmesi de yer almaktadır: “قال جابر: وفي الثالث كفاية إن شاء هللا” (Üç kere yıkamak inşallah da kafi gelir). İkinci riavyet ise Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde de meşhur olduğu üzere Ebu Hureyre’den aktarılan rivayettir: "إذا ولغ الكلب في إناء أحدكم فليغسله سبع مرات" (bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 82, h.no:157). Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ise rivayet "إذا شرب الكلب في إناء أحدكم فليغسله سبعا" metniyle nakledilmiştir. Bkz.: Buhari, Vudû‘, 33; Müslim, Taharet, 27) ve ravisi Ebu Hureyre’dir. 643 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 127. 105    "من بدل دينه فاقتلوه" “Kim dinini değiştirirse onu öldürün” 644 hadisi Vercelânî’ye göre mürtedlerle yani İslam dininden dönenlerle sınırlıdır. Nitekim İbn Abbas da Yahudinin Mecusi olması, Mecusinin putlara tapması veya Hıristiyan olması gibi durumlarda bu hadisin geçerli olamayacağını ifade etmektedir. Dolayısıyla hadisin ifadesi tahsis edilmiştir ve icma da bu şekilde oluşmuştur.645 2.1.3.5. Ahad Haber Kur’ân-ı Kerim’i Tahsis Edebilir mi? Vercelânî’ye göre fukaha, ahad haberin Kur’ân-ı Kerim’i tahsis etmede kullanılabileceğini söylemektedir. Nitekim miras ayetinin646 umum bildiren hükmü "ال يرث المسلم الكافر وال الكافر المسلم" “Ne Müslüman kâfire ne de kâfir Müslümana mirasçı olabilir”647 hadisiyle tahsis edilmiştir. Dolayısıyla ayette belirtilen akrabalık ilşkileri olsa bile varis ya da murisin kâfir olması durumunda, bu hadisin hükmü gereği birbirlerine mirasçı olamazlar. Fakat bunun tam tersi bir durum Hz. Ömer tarafından reddedilmiştir. Fâtıma bnt. Kays olayında Rasûlullâh’tan gelen haberle “boşanmış kadının nafaka veya ikamet hakkı olmadığı” rivayetine Hz. Ömer “doğru söyleyip söylemediği bilinmeyen bir kadının rivayetine bakarak Allah’ın Kitâb’ını ve Resulünün sünnetini bırakacak değiliz’648 şeklinde karşı çıkmıştır. Zira Kur’ân-ı Kerim’de “Onları (iddetleri süresince) gücünüz nispetinde, oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun”649 buyurulmuştur. Dolayısıyla buradan anlaşılmaktadır ki umum bildiren bir hükmü tahsis edecek ahad haber, her açıdan güvenilir olmalıdır. Sünnetle bildirilen umum bir hüküm de Kur’ân’la tahsis edilebilir. Ancak mesela İbn Abbas’a göre böyle bir durumda Kur’ân’daki genel hüküm yeterlidir. Nitekim İbn Abbas ehlî eşek ve yırtıcı hayvan etlerinin hükmünü650 “Biz Kitab’da hiçbir şeyi eksik bırakmadık”651 ve “De ki: ‘Bana vahyolunan Kur’ân'da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz necistir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş (murdar) bir                                                              644 Rivayet Tertîb’de geçmemekte; ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde aynı metinle yer almaktadır. Bkz.: Buhari, Cihâd ve’s-siyer, 148; İ‘tisâm, 28; Ebû Davud, Hudûd, 1; Tirmizi, Hudûd, 25. 645 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 127. 646 Nisa, 3/7. 647 Rivayet Tertîb’de yer almamakta; ancak Kütüb-i Sitte’te aynı metinle geçmektedir. Bkz.: Buhari, Ferâîz, 26; Müslim, Müsâkât, 31. 648 Tirmizi, Talâk ve’l-liân, 5. 649 Talak, 65/6. 650 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 128. 651 En’am, 6/38. 106    hayvandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum”652 ayetleri çerçevesinde ele almış ve yenebileceklerine hükmetmiştir. Ancak Vercelânî’ye göre bu konuda vârid olan sünnetlerin bazen açıklayıcı, bazen umumîleştirici, bazen de tahsis edici fonksiyonunun geri plana atılmaması gerekir. 2.1.3.6. Rasûlullâh’ın Husus Bildiren Fiilleri Vercelânî’ye göre Rasûlullâh’ın fiilleri umum bir hükmü, aksi bir delil söz konusu olmadığı sürece, tahsis edebilir. Yine umumî bir hükme aykırı bir fiile Rasûlullâh ses çıkarmıyor, onay veriyorsa bu durumda da tahsis edilmiş olur.653 2.1.3.7. İki Umumun Çatışması Vercelânî’ye göre umumî hüküm bildiren iki nas, ayet veya hadis, birbirleriyle çelişirse çözüm için şu aşamalar takip edilir: 1. Nesih ihtimali göz önünde bulundurularak hükümlerden birinin kronolojik önceliği bulunup bulunmadığı araştırılır. Eğer bu bilgiye ulaşamıyorsak neshe işaret edebilecek başka bir karine aranır. 2. Böyle bir karine söz konusu değilse ikisinin cem edilip edilemeyeceğine bakılır. Birlikte kullanılabiliyorlarsa öncelikle bu tercih edilmelidir. 3. Cem de mümkün olmuyorsa birinin diğerini tahsis edip edemeyeceği araştırılır. Böylece çelişkiden kurtulmak mümkün olur. 4. Eğer hükümlerden biri zan biri kesinlik içeriyorsa kesinliği barındıran kabul edilir. Eğer ikisi de kesinlik veya zan içeriyorsa biri diğerine tercih edilir. Vercelânî bu hususları örneklerle de teyit etmektedir. Nitekim ona göre "ال تنتفعوا من الميته باهاب و ال عصب" “Meytenin derisinden de sinirlerinden de faydalanmayınız”654 hadisi ile "ايما اهاب دبغ فقد طهر" “Tabaklanan deri temizdir”655 hadisi çelişiyor görünmektedir.656 Fakat hadislerden ilki “tabaklanmamış” deriye hamledilirse tearuz giderilecektir.                                                              652 En’am, 6/145. 653 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 129, 130. 654 Rivayet Tertîb’de yer almamakla birlikte Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde aynı metinle geçmektedir. Bkz.: Ebû Davud, Libas, 40; Tirmizi, Libas, 7; İbn Mace, Libas, 26. 107    “Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir” 657 ve “Allah her şeyin yaratıcısıdır”658 ayetlerinde her türlü yaratılış Allah’a has kılınmıştır. “Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun; benim iznimle hemen bir kuş oluyordu” 659 ayetindeyse Allah dışında bir “yaratıcılıktan” bahsedilmektedir. Fakat akıl hemen burada “Allah’ın izni olması” kaydından yola çıkarak sonuncu ayetin aslında birinci ve ikinci ayetlere muarız olmadığı sonucuna ulaşacaktır. Vercelânî’ye göre yaratma fiili aslen Allah’a aittir, Allah dışındakilere izafe edilmesi ise bir mecazdır.660 "من نام عن صالة او نسيها فليصلها اذا ذكرها" “Kim uyumak veya unutmak suretiyle bir namazı ihmâl ederse (uyanınca veya) hatırlayınca kılsın” hadisi661 hatırlama veya uyanma hususunda zaman tahsisi yapmamıştır. Buna rağmen " ال صالة بعد صالة العصر حتى تغرب الشمس " “İkindi kılındıktan sonra güneş batana kadar hiçbir namaz kılınmaz” hadisinde662 ise “hiçbir namazın kılınamayacağı” bir vakitten söz edilmektedir.663 Fakat ikinci hadiste “bir namazın akla ne zaman geleceği” ile ilgili bir tahsis yoktur. Yani aslen bu iki hadis çelişmemektedir. Nisa Suresi’nde evlenmenin haram olduğu grupları sayan ayette664 “…iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz de olmaz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka…” buyrulur. Ancak bu ayetten biraz sonra “Sizden kimin, hür mü'min                                                                                                                                                                                           655 Hadis Tertîb’de "ان ينتفع بجلد الميتتة اذا دبغ" şeklinde bir metinle nakledilmiştir (bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 174, h.no: 393). Vercelânî’nin yukarıda zikrettiği rivayet ise Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde yer almaktadır (mesela bkz.: Tirmizi, Libas, 7). 656 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 131. 657 Mü’minun, 23/14. 658 Zümer, 39/62. 659 Maide, 5/110. 660 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 131. 661 Hadis bu metinle ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ne Tertîb’de geçmemektedir. Fakat farklı bir metinle söz konusu kitapların hepsinde yer alır. Nitekim Tertîb’deki rivayet "من نسي صالة أو نام عنها فليصلها إذا ذكرها " şeklindedir (bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 94, h.no:186). Kütüb-i Sitte’ye dâhil rivayetler ise şu şekildedir: " من نسي صالة فليصل إذا ذكرها، ال كفارة لها " (bkz.: Buhari, Mevâkitu’s-salât, 37) ve َيَها إِذَا ذََكَرَها ِلّ َمْن نَِسَي َصَالةً، أَْو نَاَم َعْنَها، فََكفَّاَرتَُها أَْن يَُص olarak geçmektedir (bkz.: Müslim, Mesâcîd, 55). 662 Rivayet hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde hem Tertîb’de geçmektedir. Vercelânî, rivayetin ilk kısmını burada zikretmiştir ancak rivayetin tamamı şu şekildedir: " ال صالة بعد صالة العصر حتى تغرب الشمس، وال صالة بعد صالة الصبح حتى تطلع الشمس " Rivayetin metni ise hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde hem Tertîb’de aynıdır. Tertîb’de ravi Abdullah b. Abbas iken, Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ise Ebu Said el-Hudrî’dir. (Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 139, h.no: 298; Müslim, Kitâbu’s-salâtu’l-müsâfirûn ve kasruhâ, 51) 663 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 131. 664 Nisa, 4/23. 108    kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü'min genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın”665 buyrulur. Vercelânî’ye göre kardeş olan iki cariyenin aynı nikâh altında toplanması, ilk ayetten dolayı yasaklanmış olmaktadır. Vercelânî, bu noktada Hz. Osman’ın da bu mesele ile uğraştığı ve "ٌَّرَمتُْهَما آيَة yani “bir ayetle helal kılınan bir ”أََحلَّتُْهَما آيَةٌ َوَح başka ayetle haram kılınmıştır”666 dediğini nakleder.667 2.1.4. Emir ve Nehiy Lafızlar bahsinin en önemli başlıklarından biri de emirler ve nehiylerdir. Çünkü haramlar ve helâller veya başka bir ifadeyle şeriatin sınırları bu lafızlardan elde edilir. Emir; doğrudan emir ya da nehiy sigasında olabileceği gibi hal ve haber tarzında da ifade edilebilir. Diğer taraftan bir şeyi emretmek aynı zamanda zıddını nehyetmektir. 668 Emirler üç türde karşımıza çıkar: 1. Söz ile verilen emir. “De ki: O Allah’tır, tektir”669 ayeti böyledir. 2. İşaret ile verilen emir. Rasûlullâh’ın Hz. Ebû Bekir’e imamlığa devam etmesi için yaptığı işaret böyledir. 3. Haber ile verilen emir. “Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler”670 ayeti böyledir ki, çocueğun ne kadar emzirileceği haber tarzında ifade edilmiştir.671 Vercelânî’ye göre emrin kaynağı Allah ise bu, kesin olarak vücûb ifade eder. “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve kadın için tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır”672 ayeti gereğince Rasûlullâh’tan gelen emirler de aynı hükümdedir.673 Nitekim Allah Rasûlü’nün, kocasından ayrılma talebinde bulunan Berîre’ye söyledikleri bu konuda fikir verebilecek durumdadır. Cenâb-ı Peygamber ona “ayrılmamasın, kocasına geri dönmesini” söyleyince Berîre, “bunun bir emir olup olmadığını” sormuş, O da sadece aracılık yaptığını ifade etmiş, yani Berîre’yi muhayyer bırakmıştır. Yine Rasûlullâh’ın                                                              665 Nisa, 4/25. 666 Bu rivayet için bkz. Mâlik, Muvatta’, Nikâh, 14. 667 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 131. 668 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 51. 669 İhlas, 112/1. 670 Bakara, 2/233. 671 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 52. 672 Ahzab, 33/36. 673 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 54. 109    "لوال ان اشق على امتي ألمرتم بالسواك عند كل صالة و عند كل وضوء" “Ümmetime meşakkat vermeyeceğimi bilseydim her namaz ve abdestte misvak kullanmalarını emrederdim”674 hadisinde açık olarak “emrederdim” demesi, emir ile diğer hükümler arasında bir fark olduğunu göstermektedir.675 Çünkü Rasûlullâh emretmiş olması, onun vücup ifade edeceği manasına gelir. Dolayısıyla Vercelânî Allah Teâlâ gibi Rasûlullâh’ın emirlerinin de vücup ifade ettiği görüşündedir. Nitekim kendi ifadesiyle “Nebî’nin emri Allah’ın emri; nehyi ise yine Allah’ın nehyidir”.676 Zira her ikisi de vahiy yoluyla ortaya konmaktadır. Vercelânî’ye göre nehiyle ilgili tüm hükümler de esasen emirlerle alakalıdır. Çünkü emir bir anlamda zıddını yani nehyi de gerektirir. Bununla birlikte o, emir ve nehyin kendilerine ait müstakil sigaları olması gerektiğini de düşünmektedir. Nitekim müellif bu bağlamda “Eşarîlerin, bu konularda belirli bir sigaya ihtiyaç duyulmayacağı yönündeki görüşlerinden” bahseder.677 Eğer nehiy, kendine has bir sigasıyla gelmez veya açık bir şekilde ifade edilmezse bir karineye ihtiyaç duyulur. Bazı sigalar emir için de nehiy için de kullanılabildiğinden özellikle bu gibi durumlarda hangi anlama meyledileceği ancak bir karineyle anlaşılır.678 Bu husus oldukça önemlidir zira teklif, emir ve nehiyden ibarettir. Vercelânî’ye göre esasen emir veya nehiyden hangisinin önce olduğu çok önemli değildir. Fakat Kur’ân-ı Kerim’in yaklaşımından nehiylerin öncelikli olduğu neticesine ulaşılabilir. Nitekim Kur’ân’da “şirk koşmayın”, “cana kıymayın”, “unutmayın” vb. pekçok nehiy vardır. Hatta dua etme, yaratma, teselli, arzulara gem vurma gibi konular dahî nehiyle ortaya konmuştur.679 Nehiy “yapma!”, “etme!” tarzında vârid olabileceği gibi tahrim lanetleme, yerme veya teberri lafızlarıyla da gelebilir. “Ölmüş hayvan, kan, …size haram kılındı’680 ayetinde olduğu gibi açıkça “haramlıktan” bahseden lafızların haramlığa delâleti kesindir. Fakat bu son yapı, “mahrum bırakılmak” manası da ifade edebilir. Örneğin “Kim Allah'a ortak koşarsa artık                                                              674 Ümmet arasında oldukça meşhur olan bu rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde Ebû Hureyre’den nakledilmiş durumdadır. Hadisin ayrıca Câbir rivayeti de vardır. Bu rivayetler için bkz.: Buhari, Cuma, 7; Savm, 27; Müslim, Taharet, 15; Ebû Davud, Taharet, 25; Tirmizi, Taharet, 18; Nesâî, Taharet, 7; İbn Mâce, Taharet, 7. Bu rivayetler Tertîb’de zikredilen metne oldukça yakındır. Fakat Vercelânî’nin yukarıda zikrettiği metin Tertîb’deki metnin aynısıdır. Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 110, h.no:224. 675 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 55. 676 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 57. 677 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 89. 678 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 89. 679 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 89. 680 Mâide, 5/3. 110    Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır”681 ayeti böyledir; bu kişi cennetten mahrum kalacaktır. Bir fiil ya da bu fiili yapana karşı bir yerme söz konusuysa bu da haram gibidir. Mesela “(Yahudiler) Allah'ı bırakıp hahamlarını, (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler”682 ayetinin devamında yaptıklarının yanlış olduğu aktarılmakta ve Allah’ın, bu söylenenlerden münezzeh olduğu vurgulanmaktadır. “Yapmakta oldukları ne kötüydü”683 ayetinde ise, yapılan davranışın onaylanmadığına ve dolayısıyla yasaklandığına işaret vardır. Allah’ın lanetlemesi de yine tahrim, yasak ve rahmetinden kovulmak anlamına gelmektedir.684 Mesela “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü”685 ve “Allah kime lanet ederse, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın”686 ayetleri böyledir. Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre nehyin bir yasaklama mı yoksa bir eğitim aracı mı olduğu da tartışılmıştır. Bazıları Allah’ın nehyettiği şeylerin yasaklama, Rasûlullâh’ın nehyettiklerinin ise te‘dib ifade ettiğini söylemiştir. Bazıları da sadece Allah’ın nehyettiği şeylerin yasak olduğunu söylemiştir ki Vercelânî’ye göre de aslolan budur. Nitekim İbn Abbas da “Allah’ın yasakladığı her şey men edilmiştir” demektedir. Diğer yandan nehyin te’dîb fonksiyonu da söz konusudur ve Vercelânî’ye göre bu iptal edilirse mendup hükümlü nafilelerin de hükmü batıl olur.687 Vercelânî bu noktada Rasulûllâh’dan sâdır olan nehiylere özel bir yer ayırır. Ona göre bunlar esasen Allah’ın nehyettikleri ile ilişkilidir ve tahrim, lanetleme, yerme veya teberri gibi aynı manaları ihtiva eder. Vercelânî bu noktada Rasûlullâh’ın haram kılma bağlamında kullandığı “حرم هذا“ ,”حرم هللا هذا“ ,”هو حرام“ ,”حرام عليكم“ ,”حرمت عليكم” gibi tahrim ifade eden lafızlara özellikle dikkat çeker.688 Müellifin verdiği bilgiye göre Ehl-i Sünnet’ten bazıları Rasûlullâh’ın nehyettiği hiç birşeyi günah kabul etmemiş hepsini “mekruh” saymıştır. Bu gruptan olanlara göre Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de günah saydıklarına işaret eden hadisler haram ifade eder. Bunlara katılmadığı anlaşılan Vercelânî’ye göreyse Rasûlullâh’dan sâdır olan nehiyle üç gruptur:                                                              681 Mâide, 5/72. 682 Tevbe, 9/31. 683 Mâide, 5/79. 684 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 97. 685 Mâide, 5/78. 686 Nisa, 4/52. 687 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 90. 688 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 97. 111    1.. Kur’ân-ı Kerim’de nehyedilen zina, faiz, hırsızlık gibi hususlarla ilgili olanlar. İlk türe Rasûlullâh’ın fâizden saydığı cahiliyye dönemine ait bazı satın alma işlemleri örnek verilebilir. Rasûlullâh’ın nehyettiği doğurganlığa bağlı olarak devenin ücretinin değişmesi, olgunlaşmayan hurmanın satın alınması, kilosu bilinmeyen bir malın satılması (müzâbene), bitkideki tohumu yine kendi üzerindeki tohumla satın almak (muhâkale) gibi alış-veriş hukuku ile ilgili bazı hususlar, ayette geçmese bile, haramdır. Bunların batıl olduğu sünnet yoluyla anlaşılmıştır. Dolayısıyla bunlar, başlık olarak ayetlerin değindiği hususlardır ancak somut örnek olarak onlarda geçmemektedir. Ayetin haram kıldığı çerçeveyle ilgili oldukları için bunlar da Rasûlullâh tarafından haram kılınmıştır.689 2. İbadetlerle ilgili nehiyler ki bunlar mekruh olarak değerlendirilebilir. Bir gün ertelemeden veya öncelemeden cuma günü oruç tutmak, kerahat vakitlerinde namaz kılmak buna örnek olarak verilebilir. Fakat Vercelânî’ye göre bunlar günah değildir, sadece ibadete zarar verirler.690 3. Te’dîb için nehyedilenler. Bunlara örnek olarak da sağ elle istincâ yapmak, yemek yenilen kaba üflemek, önünden yememek gibi hususlar verilebilir.691 Rasûlullâh’ın nehyettikleri dışında “lanetleme” lafzını kullandığı hadisler de söz konusudur ki, bazılarına göre bunlar da aynen Allah Teâlâ tarafıdan ifade buyurulmuş gibi tahrim, yasak ve rahmetten kovulma gibi anlamlara gelir. Vercelânî’nin de dâhil olduğu anlaşılan diğer gruba göre ise bu ifadeler, bir beddua ve kınama anlamındadır. Örneğin "لعن هللا النامصة والمتنمصة و اخواتها" “Kaş aldıran da alan da ve buna benzer işler yapanlar da Allah tarafından lanetlenmiştir”692 hadisi tahrim ifade ediyorsa bahsi geçenler için çıkış yolu yoktur; Allah tarafından lanetlenmişlerdir, zira haram bir iş yapmışlardır. Eğer diğer grubun dediği gibi sadece bir kınama ifade ediyorsa, bu işlemi yapanlar veya yaptıranlar için bir kurtuluş söz konusu olabilir. Bir başka hadisinde ise Rasûlullâh şöyle buyurmaktadır: "لعنت الخمر وشاربها وعاصرها ومتعاصرها وحاملها والمحمولة اليه وبائعها ومشتريها في المالعين"                                                              689 Diğer örnekler için de bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 98. 690 Diğer örnekler için bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 98. 691 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 98. 692 Hadis Vercelânî’nin kullandığı metinden farklı metinlerle hem Kütüb-i Sitte hem Tertîb’de geçmektedir. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde Müslim’in Sahih’inde şu şekilde yer almaktadır: َِلَّجاِت ِلْلُحْسِن اْلُمغَي َِّراِت َخْلَق هللاِ " َِّمَصاِت، َواْلُمتَف َ"َعَن هللاُ اْلَواِشَماِت َواْلُمْستَْوِشَماِت، َوالنَّاِمَصاِت َواْلُمتَن (Bkz.: Müslim, Libâs, 33). Tertib’de ise "لعن هللا النامصة والمتنمصة والواصلة والمستوصلة والواشمة والمستوشمة والمتفلجات للحسن" şeklinde bir metinle yer alır (bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 286, h.no:635). 112    “İçkiye de içene de, üzümünün suyunu sıkana da sıktırana da, taşıyana da taşıttırana da, satın alana da satana da lanet ettim! Hepsi lanetlenmiştir!”693 Bu hadiste yer alan lanet, Allah’ın lanetlemesi gibi kabul edilirse tahrim ifade edeceği açıktır ve buna göre mesela taşıyan kimse için bile kurtuluş yolu söz konusu değildir. Fakat İbn Mesud’un da benimsediği üzere bu lanetin “beddua” ifade ettiği de söylenebilir.694 Hadislerde “teberrî” anlamına gelen nehiyler de vardır. Sözgelimi ِفي ِمثِْلَها" َلْيَس ِمنَّا َمْن َصلََق و َحلََق َّق اْلُجيُوَب،َو "لَْيَس ِمنَّا َمْن َضَرَب اْلُخدُودَ، أَْو َش “Yanaklarını dövenler, (ağlarken) yakalarını yırtanlar bizden değildir. Aynı şekilde (ağlerken) feryat figan edenler de bizden değildir”695 hadisinde olduğu üzere bu lafızlar tahrim ifade eder. Yani Rasûlullâh’ın bunları yasakladığı sonucuna ulaşılır ve bunlara “bizden uzaktır” manası verilir. Vercelânî de bu görüştedir ve ona göre Allah, bu tarz davranışları yapanlara azap vadetmiştir. Fakat bazıları bu tarz ifadeleri “bizim ahlakımız değildir” anlamına hamletmiştir.696 Vercelânî, bu konuda Müslümanlar tarafından yasaklanan şeylerin hükmüne de değinir. Ona göre bunlar Rasûlullâh’ın yasakladıkları gibidir.697 Onun bu konudaki delili َّ سّيء فإن حجر المسلمون على َّ حسن وما رآه المسلمون سيِّئا فُهَو عند "َما َرآه المسلمون حسنًا فهو عْند مباح كان محظورا وان اهملوه رجع الى االباحة" “Müslümanların güzel gördüğü Allah katında da güzeldir. Müslümanların kötü gördüğü ise Allah katında da kötüdür. Eğer Müslümanlar mübah olan bir şeyi yasaklıyorsa o şeyde bir sakınca bulunduğundandır. Eğer (bu sakıncalı durum) terk edilirse o şey tekrar mübah olur”698 rivayetidir. Vercelânî, bu bağlamda nehyin, nehyedilen şeyin fasit hale getirip getirmeyeceğini de tartışır. Nehyin fesada sebep olacağını söyleyenler "من عمل عمال ليس عليه أمرنا فهو رد"                                                              693 Hadis hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde hem Tertîb’de geçmemektedir. 694 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 97. 695 Hadis Tertîb’de yer almamakla birlikte Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde Abdullah b. Abbas’tan, nakille ve farklı bir lafızla: َّق اْلُجيُوَب، أَْو دََعا بِدَْعَوى اْلَجاِهِليَِّة" "لَْيَس ِمنَّا َمْن َضَرَب اْ لُخدُودَ، أَْو َش şeklinde bir metinle yer alır (bkz.: Buhari, Cenâîz, 34; Müslim, İmân, 44). 696 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 97, 98. 697 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 98. 698 Hadis Tertîb ve Kütüb-i Sitte geçmemektedir. Muvatta’da ise metnin sadece baş kısmı ٌ ح" َقبِ ي ِ َّ ِ َحَسٌن، َوَما َرآهُ اْلُمْسِلُموَن قَبِيًحا فَُهَو ِعْندَ َّ "َما َرآهُ اْلُمْؤِمنُوَن َحَسنًا فَُهَو ِعْندَ şeklinde yer alır. Bkz.: Muvatta, c.1, s. 91. 113    “Her kim emretmediğimiz bir amel işlerse bu, reddolunur” 699 hadisini delil getirmişlerdir. Fakat müellife göre her iki durum da mümkündür. Örneğin, üç talakla boşama önceleri kabul olunurken sonradan yasaklanmış ve böyle bir durum evliliği feshetmemeye başlamıştır. Burda olduğu gibi icma da zamanla farklılaşabilir. Yine gasp edilmiş evde, gasp edilen elbiseyle veya su ile kılınan namazın kabul olması da bu görüşün aksinedir. Yani yasaklanmış birçok durum vardır ki neticesi caiz kabul edilir. Yine esasen sahih olan bazı hükümler de bazı şartlara bağlı olarak yasaklanabilir. Haram maldan zekât vermek veya haram malla hacca gitmek gibi. Vercelânî’ye göre kim tövbe eder, yanlış fiilinden döner ve doğrusunu yapmaya başlarsa böyle şeyleri iade etmesi gerekmez.700 2.1.5. Beyân Vercelani’ye göre Kur’ân-ı Kerim’de yer alan lafızlardan bazılarının açıklanması için bir karineye ihtiyaç duyulur. Bu görevi genellikle sünnet üstlenir.701 Nitekim Kur’ân’daki şu ayetler buna delâlet etmektedir: “Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun. (o peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onarın da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’ân’ı indirdik”.702 “Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik”.703 “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin”704 Vercelânî’ye göre Kur’ân’da bahsedilen bu teorinin pratiği mesela namaz konusunda yaşanmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de namaz mücmel olarak emredilir. Fakat bizler onun nasıl kılınacağını sünnetten öğreniriz.705 Vercelânî bu bağlamda namazın çeşitli fiilleriyle alakalı olarak pek çok hadise işaret eder.706 Onlardan bazıları şunlardır: تحريمها التّكبير وتحليلها التّسليم." "                                                              699 Hadis, hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kaynaklar içerisinde hem de Tertîb’de burada aktarılan metinle geçmektedir. Diğer rivayetler için bkz.: Buhari, Buyû‘, 60; İ‘tisâm, 20 (her iki rivayette ta‘likâttandır); Müslim, Akdıye, 8. Krş; Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 45, h.no: 50. 700 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 90. 701 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 47. 702 Nahl, 16/43, 44. 703 Nahl, 16/64. 704 Haşr, 59/7. 705 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 47. 706 Diğer hadisler için bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 47, 48. 114    “(Namazın) haramları tekbir, helalleri selam vermekle (başlar)”.707 "صالتنا هذه اليصلح فيها شيء من كالم اآلدميين ونهيه عن القراءة في الركوع والسجود" “Kıldığımız bu namazda Ademoğlunun kelamından bir şey olması onu bozar. Rükû ve secdesindeyse kıraat yasaklanmıştır”.708 "كل صالة لم يقرأ فيها بفاتحة الكتاب فهي خداج" “Fatiha okunmadan kılınan her namaz eksiktir”.709 Vercelânî namazla ilgili esasları, vakitleri, sayıları, fiilerin nasıl yapılacağını Rasûlullâh’tan öğrendiğimizi ısrarla vurgular, O açıklamamış olsaydı, namazla alakalı bilgilerin sadece Kur’ân’dan öğrendiklerimizle sınırlı kalacağına işaret eder. Rükû, secde, kâide, tekbir, sehiv secdesi, kunut, gizli ve açıktan okuma gibi namaza ait hükümleri öğrenemeyeceğimizi söyler.710 Bu durum sadece namaza da has değildir. Zekâttaki nisap miktarını da hadis belirlemektedir:711 "ليس فيما دون عشرين مثقاال صدقة، وفي كل عشرين مثقاال صدقة وفي كل عشرين مثقاال نصف مثقال وليس فيما دون خمسة أوسق من التمر صدقة"                                                              707 Rivayet hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde hem Tertîb’de geçmektedir. Ancak Vercelânî’nin tercih ettiği rivayet Tertîb’e aittir. Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 110, h.no: 223. Hadisin Tertîb ravisi Hz. Ali’dir. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde de Hz. Ali ve Ebu Said el-Hudrî’den rivayet olunmaktadır. Tirmizi rivayeti şu şekildedir: ُ م، َوَال َصَالةَ ِلَمْن لَْم يَْقَرأْ باْلَحْمدُ َوُسوَرةٍ فِي فَِريَضٍة أَْو َغْيِرهَ" ُّطُهوُر ، َوتَْحِريُمَها التَّْكبِيُر ، َوتَْحِليلَُها التَّْسِلي َّصَالةِ ال "ِمْفتَاُح ال (Bkz.: Tirmizi, Tahâret, 3; Salât, 62). Diğer riveyetler için bkz.: Ebû Davud, Tahâret, 31; İbn Mâce, Tahâret, 3. 708 Vercelânî burada iki hadisi birleştirmiştir. İlk kısmı olan "صالتنا هذه اليصلح فيها شيء من كالم اآلدميين" ifadesi ayrı bir hadis, ikinci kısmı olan "ونهيه عن القراءة في الركوع والسجود" cümlesi ayrı bir hadistir. İlk kısımdaki ifade sahih kaynaklarda yer almamaktadır. İbâzî Şâmile’sinde Ebû Ğanîm’in rivayeti olduğu söylenmekle birlikte Vercelânî’nin düzenlediği Müsnedü Rabî‘de Ebû Ğanîm’den aktarılan rivayetler arasında bu metne rastlanılmamaktadır (bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.4, s. 424-432). İkinci kısımsa ُّسُجوِد" ُّرُكوعِ َوال "نََهانِي َرُسوُل هللاِ َصلَّى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم، َعِن اْلِقَراَءةِ فِي ال şeklinde Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde Hz. Ali’den nakledilmekte (bkz.: Müslim, Salât, 41; Ebu Davud, Libâs, 9; Tirmizi, Salât, 79) İbâzî kaynaklardaysa bu rivayete rastlanılmamaktadır. 709 Rivayetin Tertîb’teki metni şu şekildedir: " من صلى صالة لم يقرأ فيها بام القرآن فهي خداج " (Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 111, h.no: 225) Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde rivayet şu şekildedir: " ال صالة لمن لم يقرأ بفاتحة الكتاب" (Bkz.: Buhari, Ezân, 94; Tevhit, 49; Müslim, Salât, 11; Ebu Davud, Salât, 139) ancak Vercelânî’nin tercih ettiği metin Müslim rivayetlerinden biridir: َفِهَي ِخدَاجٌ " "َمْن َصلَّى َصَالةً لَْم يَْقرأْ فِيَها بِفَاتَِحِة اْلِكتَاِب، (Bkz.: Müslim, Salât, 11) 710 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 711 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 115    “20 miskalin altı için zekât yoktur. Her 20 miskal içinse zekât verilir. Her 20 miskal için yarım miskal zekât verilir. 5 veskin altı hurma için de zekât yoktur”.712 "و في خمس من اإلبل شاة وفي عشر شاتان وفي خمس و عشرين بنت مخاض" “5 devede bir koyun, 10 devede 2 koyun, 25 deveye kadar da 1 yaşında dişi deve (zekât olarak verilir)”.713 Orucun başlama ve bitişi gibi oruca ait rükunlar da hadisle açıklanmaktadır:714 " اذا غابت القرصة من هاهنا وطلع الليل من هاهنا افطر الصائم " “Güneş şurdan batıp gece de başlayınca oruçlu orucunu açsın!”715 "اذا سمعتم اذان بالل فكلوا واذا سمعتم اذان بن ام مكتوم فكفوا" “Bilal’in ezanını duyduğunuzda yiyin, İbn Ümmü Mektûm’un ezanını duyduğunuzda da (yemeği) bırakın”.716 Haccın nasıl yapıldığını bize öğreten de yine Rasûlullâh’tır. Nerede ihrama gireceğimizi, Safa-Merve arasında kaç kere say yapacağımızı, Remle mevkiini yine Rasûlullâh’tan öğreniriz.717 Bu şekilde Rasûlullâh’a ait olan ve Kur’ân-ı Kerim’i açıklayan hükümler Vercelânî’ye göre vacip, mendup veya mübah olabilir. 718 Vacip “yapılması zorunlu olan” olduğuna göre                                                              712 Rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmemektedir. Tertîb’de de Vercelânî’nin kullandığı metinle bulunmamaktadır. Tertîb’de bu metne yakın sadece şu rivayet geçmektedir: "ليس فيما دون خمس إواق صدقة واألوقية أربعون درهما، وليس فيما دون عشرين مثقاال صدقة، وليس فيما دون خمس ذود صدقة - يعني خمس أبعرة - وليس فيما دون أربعين شاة صدقة، وليس فيما دون خمسة أوسق صدقة" (Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 152, h.no:336) 713 Rivayetin bu metni ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ne de Tertîb’de geçmektedir. Fakat develerle ilgili nisap miktarı ve zekâtının ne kadar olduğu hadislerde geçmektedir. Örneğin Tertîb’de: "ليس فيما دون خمس إواق صدقة واألوقية أربعون درهما، وليس فيما دون عشرين مثقاال صدقة، وليس فيما دون خمس ذود صدقة - يعني خمس أبعرة - وليس فيما دون أربعين شاة صدقة، وليس فيما دون خمسة أوسق صدقة " şeklinde geçmektedir. (Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 152, h.no:336) Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ise Vercelânî’nin verdiği metin gibi ayrıntılı rivayetler bulunmaktadır: ِإلَى َخْمٍس َ بُع ِشيَاٍه، َوفِي َخْمٍس َوِعْشِريَن اْبنَةُ َمَخاٍض ِْإلبِِل َشاةٌ، َوفِي َعْشٍر َشاتَاِن، َوفِي َخْمَس َعْشَرةَ ثََالُث ِشيَاٍه، َوفِي ِعْشِريَن أَْر "فِي َخْمٍس ِمَن ا َفِفيَها اْبنَةُ لَبُوٍن إِلَى َخْمٍس َوأَْربَِعيَن... " َوثََالثِيَن، فَإِْن َزادَْت َواِحدَةً، (Bkz.: Ebu Davud, Zekat, 4) ve Vercelânî’nin verdiği metin Kütüb-i Sitte rivayetinin ihtisar edilmiş halidir. 714 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 715 Rivayet Tertîb’ de yer almamakta çok yakın bir lafızla ise Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. Buhari rivayetleri şu şekildedir: " إذا رأيتم الليل أقبل من ها هنا، فقد أفطر الصائم " (Bkz.: Buhari, Savm, 33; 43); "إذا أقبل الليل من ها هنا، وأدبر النهار من ها هنا، وغربت الشمس فقد أفطر الصائم " (Bkz.: Buhari, Savm, 42; 44) Müslim rivayeti de Buhari rivayetiyle hemen hemen aynıdır. (Bkz.: Müslim, Sıyâm, 10) 716 Rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmemekte; ancak Tertîb’de şu şekilde bulunmaktadır: " إذا سمعتم بالال فكلوا، وإذا سمعتم ابن أم مكتوم فكفوا " (Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 147, h.no: 323) 717 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 116    Rasûlullâh’a ait olan hükümler de vahiy kaynaklıdır. Bunlar kavlî olabileceği gibi fiilî de olabilir.719 Dolayısıyla Vercelânî’nin aktardığı İbâzî sisteminde hadis hem olmazsa olmaz bir kaynaktır hem de birçok konuya açıklık getirmektedir. 2.1.6. Nesih Nesih, Vercelânî’nin iki delilin çatışması durumunda akla geleceğini söylediği ihtimâllerdendir. 2.1.6.1. Neshin Tanımı Vercelânî’ye göre şer‘î anlamda nesih; önceden gelen bir hükmün sonra gelen bir hükümle ortadan kalkması veya ikinci gelen emirle ilk emrin hükmünün kaldırılması yani tebdîl edilmesidi. Dolayısıyla nesih, Allah’ın caiz kıldığı şer‘î bir keyfiyettir.720 Neshi açıkça kabul eden Vercelânî, Rafizîler gibi bazı grupların neshi bedâ721 olarak kabul etmelerine de karşı çıkmaktadır. Çünkü kendisine göre nesih, bedâ kavramında olduğu gibi Allahu Teâlâ’nın ilim ve iradesinde bir değişiklik değildir. Aksine Allah’ın ilmiyle önceden bildiği nihai hükmü zamanı geldiğinde değiştirerek kullarına emretmesidir. Yani Allahu Teâlâ’nın bilgisinde bir eksiklik söz konusu değildir; bilakis ilmi ve hikmeti söz konusudur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de nesihle ilgili şöyle buyurulmaktadır: “Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları sebebiyle önceden kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık”722; “Biz herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah'ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?”723 Bu ayetler Vercelânî’ye göre açıkça nesihten bahsetmektedir.                                                                                                                                                                                           718 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 719 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 48. 720 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 161. 721 “Gizli bir şeyin sonradan ortaya çıkması, kişinin bir konuda beliren birkaç görüşten birini tercih etmesi” mânalarına gelen bedâ, terim olarak “Allah’ın belli bir şekilde vuku bulacağını haber verdiği bir olayın daha sonra başka bir şekilde gerçekleşmesi” şeklinde tarif edilir.” Bkz.: Avni İlhan, “Bedâ”, DİA, İstanbul: İSAM, 1992, c. 5, s. 290. Vercelânî’ye göre bedâ, bir şeyin, ortada yokken ve bilinmezken sonradan ortaya çıkma durumudur ki bu her şeyin yaratıcısı olan Allah için söz konusu olamaz. Çünkü bedâ kendi içinde bir noksanlık ve bilinmezlik barındırır. Vercelânî’ye göre sübhân olan Allah bundan uzaktır. Bazılarıysa Allah’ın bundan haberinin olduğunu ama kullarının buna muttali olmadığını iddia etmişler ve durumu kurtarmaya yönelik te’vilde bulunmuşlardır; fakat yine de Allah’ın bilgisinde bir noksanlık olduğu ve abesle iştigal ettiği ileri sürülmüş olmaktadırlar. Vercelânî ise kendi görüşünü şu şekilde açıklar: “Allah her türlü bilinmezlikten uzaktır. O, hakîmdir, dolayısıyla hikmetsiz iş de yapmaz. Tüm kemal sıfatlar Allah’ındır”. Bkz.: Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 162. 722 Nisa, 4/160. 723 Bakara, 2/106. 117    Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre İbn Abbas “…Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk”724 ayetinde geçen “korumak” ifadesine “kulların yaptığı fiillerin melekler tarafından Levh-i Mahfuza yazılarak korunması” anlamını vermiştir. Bu ikisinin karşılaştırılması söz konusu olduğunda sahih olan Levh-i Mahfuzda sabit kalır ve geri kalan silinip gider. “Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfûz) O'nun yanındadır”725 u ayeti de bunu destekler. Bu ayet Vercelânî’ye göre ise neshe işaret etmektedir.726 Nesih keyfiyeti Vercelânî’ye göre mesela “Allah size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadar emreder...”727 şeklindeki miras ayetinde tahakkuk etmiştir. Buna göre bu ayet “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru tarzda vasiyette bulunması size farz kılındı.” 728 şeklinde olan vasiyet ayetini neshetmiştir. Anne-baba ile akrabalara vasiyette bulunmanın hükmü, miras ayetiyle ortadan kalkmıştır; zira kimin ne alacağı artık sabit olmuştur. Nitekim Rasûlullâh da şöyle buyurmuştur: "ان هللا اعطى كل ذي حق حقه فال وصية لوارث" “Allah her hak sahibinin hakkını vermiştir. Artık vâris için vasiyyet yoktur”.729 Ramazan ayında oruç tutmamanın farz olmasıyla Âşûrâ orucunun neshedilmesi gibi ikinci gelen emir nâsih, hükmü kalkan metin ise mensûh olur.730 Görüldüğü üzere nesih konusunda Vercelânî, sünnî fıkıh âlimleriyle paralel görüşlere sahiptir.731 2.1.6.2. Nesih ile Tahsis ve İstisna Arasındaki Fark Bir konuyu tahsis etmekle neshetmek arasında Vercelânî’ye göre fark vardır. Nesih, sabit olan bir hükmün kaldırılması ve yenisinin ikame edilmesi durumudur. Tahsis ise, hususi/genel konunun özel bir durumunu beyan etmektir. Buna göre her tahsis nesih olmayabilir ama neshin genel bir hükmü tahsis etmesi söz konusu olabilir. İstisna ile nesih                                                              724 Câsiye, 45/29. 725 Ra’d, 13/39. 726 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 162, 163. 727 Nisa, 4/11. 728 Bakara, 2/180. 729 Hadis, Tertîb’de " ال وصية لوارث " lafzıyla yer alır (bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 299, h.no: 675). Vercelânî’nin burada kullanmayı tercih ettiği metin ise Tirmizî metnidir: ٍ ث " ٍّق َحقَّهُ، فََال َوِصيَّةَ ِلَواِر ِّل ِذي َح َ تَبَاَرَك َوتَعَالَى قَْد أَْعَطى ِلُك َّ َّن ِإ " (Tirmizî, Vesâyâ, 5). Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ise bu anlamda yine hadisler yer almaktadır. Bkz.: Buhari, Vesâyâ, 6; İbn Mâce, Vesâyâ, 6. 730 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 167. 731 Krş.: Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 424-434. 118    arasındaki fark ise istisna ile kastedilenin, ilk söylenen sözden hariç tutulmasıdır. Örneğin kelime-i tevhit sözünde istisna edilmeden önce Allah’ın ilahlığı ilk kısımdan "الاله اال هللا" çıkmamaktadır. Asıl anlam ikinci kısımdan istisna ile çıkmaktadır.732 2.1.6.3. Neshin Çeşitleri Vercelânî’ye göre Allah’ın gönderdiği her yeni şeriat öncekileri nesheder.733 Kur’an-ı Kerim’deki emir ve nehiy konularında da nesih olabilir. Örneğin ilk olarak Beyt-i Makdis’e yönelerek namaz kılınırken sonradan bu Kâbe’ye çevrilmiştir: “(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir”.734 Görüldüğü gibi burada bir emrin değişmesi söz konusudur. Emir ve nehiy kul açısından zorunluluk ve teklif durumu doğurur, yani bağlayıcıdır. Allah ve Rasûl’ü ayetle birlikte kıblenin değişmesini zorunlu tutmuştur. Dolayısıyla bundan sonra itaat gerekir. Kim neshe itiraz eder yeni emri uygulamazsa günah işlemiş olur.735 Vercelânî, haber konusundaki neshi ise batıl görmektedir. Çünkü bu durumda verilen ilk haber yalanlanmış olacaktır ve Allah’ın verdiği haberin yalan olması muhaldir. Eğer verilen haber sevap kazandıracak bir emir veya ibadetle ilgili ise, sonrasında da neshedilmişse bu ilk haberin yalanlandığı anlamına gelmez.736 Kabe örneğinde olduğu üzere, yeni durumda buraya yönelmek artık bir ibadettir ve sevabı vardır. Beyt-i Makdis’e yönelmek ise yasaklanmıştır ve cezası vardır. Vercelânî burada hocalarından Şeyh Ebi Rabi‘ Süleyman b. Yahlef’in 737 “Allah’ın verdiği haberlerde kim neshi caiz görürse müşriktir” şeklindeki görüşünü aktarır. Dolayısıyla Vercelânî’ye göre de dünya, ahiret, peygamberler, ümmetler ile ilgili Allah’ın verdiği tüm haberler için neshi caiz gören müşrik olur.738 Aynı konuda birbirinin peşi sıra biri emir diğeri nehiy olarak gelen haberlerde ise ilkinin hükmü ikincisi sebebiyle düşecektir. İlkinde farz olan bir hüküm ikincisiyle farz olmaktan çıkarılmış olur. Bu bağlamda neshi caiz görenler için bir problem söz konusu                                                              732 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 166. 733 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 2, s. 40. 734 Bakara, 2/144. 735 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 163, 164. 736 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 164. 737 Bkz.: Bâcû, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, s. 50. 738 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 165. 119    değildir fakat neshi caiz görmeyenler için birbirinin zıddı iki ayetten bahsetmek mümkün olacaktır.739 Vercelânî’ye göre Allah’ın bilgisinde, menduplarda ve mübahlarda da nesih söz konusu olmaz. 740 Yine aklî hükümler neshe konu olamaz; çünkü şeriat akla muhalif değildir.741 2.1.6.4. Birbirini Nesheden ve Edemeyen Deliller Bir ayetin metni neshedilebilir ama hükmü kalabilir ya da hüküm kalkabilir fakat ayet okunmaya devam edebilir. Her ikisinin kaldırması da mümkündür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Sana Kur’an’ı okutacağız ve sen de onu unutmayacaksın”742 buyrulur. Yani hüküm kalkmış bile olsa bu ayet gereğince ayetin metni kalabilir.743 Lafzın neshedilmesine rağmen hükmünün kalması durumu ise tartışmalıdır. Çünkü Allah “Sana Kur’an’ı okutacağız ve sen de onu unutmayacaksın”744 buyurmaktadır. Kaldı ki ortada metin olmadığı için konu tartışmaya açık hale gelir. Örneğin Ashab-ı Hadis’e göre neshedilip lafzı kaldırılıncaya kadar recm cezasıyla ilgili ayet Kur’an-ı Kerim’de mevcuttu. Fakat lafzı kaldırıldıktan sonra da hükmü uygulanmaya devam etti. Bunun haberini hadislerden oldukça net bir şekilde elde edebiliyoruz. Recm cezasıyla ilgili ayeti Rasûlullâh’ın Ensar ve Muhacirin’in önde gelenlerine minberde okuduğunu 745 Hz. Ömer rivayet etmektedir.746 Hz. Ömer ölümünden önce de şöyle demiştir: "وال ان يقال ان عمر زاد في كتاب هللا عز و جل ما ليس فيه االثبتها في حاشية المصحف و هي ’الشيخ والشيخة اذا زينا فارجموهما البتة بعدهما وهللا تواب على من تاب’." “İnsanlar, Ömer Allah’ın kitabına ilavede bulunuyor, diyecek olmasaydı, ispatım olmadığı halde ‘İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin’ şeklindeki recim                                                              739 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 165. Vercelânî, burada “Hâricîler”in neshi kabul etmemesi ve bu tarz ayetleri nasıl isimlendirdiklerinden bahsetmektedir. Açıkça Hâricîlerin ismini veriyor olması, kendilerini Hâricî olarak görmediklerine delildir. 740 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 165. 741 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 166. 742 A’lâ, 87/6. 743 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 168. 744 A’lâ, 87/6. 745 Her ne kadar Recm ayetinin burada ifade edildiği gibi minberde okunduğuyla ilgili bir rivayet ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde yer almasa da recm cezası hadislerle sabittir. Bkz.: Buhari, Hudûd, 25, 32, 39; Ahkâm, 21; İ‘tisâm, 16; Diyât, 6; Müslim, Hudûd, 4, 6; İbn Mâce, Hudûd, 9. Bu hadislerden Buhari’deki bir rivayette ise Hz. Ömer minberde yaptığı bir konuşmada recm ayetini Rasûlullâh (sav) zamanında okuduklarını ve Rasûlullâh’ın (sav) bu ayetin hükmünü uyguladığını aktarır. İnsanların sonradan recm Allah’ın kitabında yok, demelerinden korktuğunu da ifade eder. Bkz.: Buhari, Hudûd, 32. 746 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 168. 120    ayetini Allah'ın Kitâb’ına eklerdim”.747 Übeyy b. Ka‘b’a göre Ahzâb Suresi önceden Bakara Suresi kadardır ve içinde recm ayeti de bulunmaktadır.748 Übeyy b. Ka‘b’dan sonraki nesil recm ayetini bilmediğine göre ayet neshedilmiş olmalıdır. Vercelânî, recm ayetinin metninin neshedildiğiyle ilgili rivayetleri aktardıktan sonra hükmünün kalmasını ise hadise bağlamaktadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de zina edenlerle ilgili “Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı çıkarmayın)”749 buyurulmaktadır. Sonrasında “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun” 750 ayeti geldiğinde ise Rasûlullâh şöyle buyurmuştur:751 "هللا اكبر االن جاء هللا لسبيل البكر بالبكر مائة جلدة وتغريب عام والثيب جلد مائة والرجم" “Allah en büyüktür! İşte Allah’ın yolu geldi! Evlenmemiş olana umumî yerde 100 değnek, dul (ve evli) olana ise 100 değnek ve recm”.752 Kur’an’ın Kur’an’la, sünnetin sünnetle neshi, Kur’an’ın sünneti, sünnetin de Kur’an’ı neshi, ahad haberin ahad haberle, ahad haberin mütevatir haberle, mütavatir haberin ahad haberle, güçlü olanın güçsüzle, güçsüzün güçlüyle neshi Vercelânî’ye göre caizdir.753 Bazıları Kur’an’ın sünneti neshedebileceğini fakat sünnetin Kur’an’ı neshedemeyeceğini, Kur’an’ın sadece Kur’an’la neshedilebileceğini ifade etmişlerdir. Sünnetin Kur’an’la neshedilebileceğine dair Vercelânî Abdullah b. Abbas’ın aktardığı "كان رسول هللا يقضى بالقضية فينزل القرآن بخالفها فيستقبل حكم القرآن " “Rasûlullâh (sav) bir konu hakkında hüküm verdikten sonra bunun zıddına ayet nazil olursa, ayetin hükmünü öncelerdi” 754 rivayetini delil addeder. Sözgelimi Hudeybiye’de                                                              747 Rivayetin Vercelânî tarafından burada zikredilen metni Tertîb veya Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde yer almasa da mana olarak bu rivayeti karşılayan rivayetler bulunmaktadır. Örneğin Buhari rivayeti şu şekildedir: .bkz.: Buhari, Ahkâm, 22 "لوال أن يقول الناس زاد عمر في كتاب هللا، لكتبت آية الرجم بيدي" 748 Rivayet ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde bulunmamaktadır. 749 Nisa, 4/15. 750 Nur, 24/2. 751 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 169. 752 Rivayet Tertîb’de geçmemektedir. Ancak bu metinden biraz farklı bir şekilde Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içerisinde yer almaktadır: " خذوا عني، خذوا عني، قد جعل هللا لهن سبيال. البكر بالبكر جلد مائة وتغريب سنة، والثيب بالثيب جلد مائة والرجم " (Bkz.: Müslim, Hudûd, 3; İbn Mâce, Hudûd, 7). 753 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 168. 754 Rivayet ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde bulunmamaktadır. 121    Rasûlullâh müşrik erkek ve kadınlarla anlaşma yapmışken “Ey iman edenler! Mü'min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin” 755 ayeti iner ve yapılan ilk akdin dolayısıyla sünnetin bir kısmı Kur’an’la neshedilmiş olur. Yine Rasûlullâh oruç farz olduğunda ashaba, gecenin ilk üçte biri geçtikten sabah güneş doğana kadar hanımlarına yaklaşmayı yasaklamıştır. Fakat “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti”756 ayeti nazil olunca sünnetin hükmü Kur’an’la kaldırılmış olur.757 Vercelânî’nin verdiği bilgiye göre Ebu Hanife’nin ashabının çoğu ve Şafiî‘nin ashabının bir kısmının Kur’an’ın mütevatir sünnetle neshedilmesi caiz gördüklerini aktarmaktadır. Bazılarıysa bunu kabul etmeyerek neshin ancak aynı cins içinde cereyan edeceğini yani Kur’an’ın Kur’an’la sünnetin de sünnetle neshedilebileceğini söylemektedir. Fakat Kur’an-ı Kerim’de Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin”.758 “O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. (Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti”.759 Dolayısıyla Vercelânî’ye göre Allah Kur’an’ın beyanı olan Rasûlullâh’a böyle bir izni veriyorsa ve kendi hevasından konuşmadığını söylüyorsa, neshe de yetkisi var demektir. Vercelânî’ye göre “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru tarzda vasiyette bulunması size farz kılındı”760 ayeti miras ayeti gelmeden önce " ال وصية لوارث" “…varise vasiyyet gerekmez”761 hadisiyle nezhedilmiştir. Zina yapana celde cezasını içeren ayet gelince de Rasûlullâh tarafından “Allah’ın açtığı yol” olarak açıklanmış ve recm ayette yer almamasına rağmen zikredilmiştir.                                                              755 Mümtehine, 60/10. 756 Bakara, 2/187. 757 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 170. 758 Haşr, 59/7. 759 Necm, 53/3-5. 760 Bakara, 2/180. 761 Bu hadisin tahrici daha önce yapılmıştı. 122    Sünnetin nesih yetkisine itiraz edenlerin delili ise Kur’an gibi subutu katî bir nassın zan ifade eden sünnetle neshedilemeyeceğidir.762 Onlara göre sünnete nesih yetkisi verilmesi ayrıca bir töhmete de sebep olur. Zira Kur’an’ın îcâzına iman etmek zorunludur. Metni mucize olan Kur’an, peygamber dahi olsa mucize olmayan bir metinle neshedilirse zan ve şüphe ortaya çıkacaktır. Bu noktada Vercelânî öncelikle “Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber'e, ‘Sen ancak uyduruyorsun’ derler. Hayır, onların çoğu bilmezler”763 ayetini hatırlatır. Zira buna göre Kur’an sadece Kur’an’la neshedilmeyebilir.764 Ayrıca “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin”765 buyrulmuştur. Öyleyse şüphe ehlinin iman ehlini yermesi doğru değildir.766 Ahad haberin ahad haberle neshine de birçok örnek vardır. Örneğin Rasûlullâh "قد كنت نهيتكم عن زيارة القبور اال فزوروها وال تقولوا هجرا" “Öncesinde size kabir ziyaretinde bulunmayı yasaklamıştım. (Şimdi diyorum ki) ziyaret ediniz; (fakat) hezeyanda bulunmayınız” buyurmuştur. 767 Görüldüğü önceden yasaklanan kabir ziyareti yine kendisi tarafından neshedilmiş ve buna izin verilmiştir. Aynı şekilde Allah Rasûlü önceleri ِقيَاًما" ِئًما فََصلُّوا ِْإلَماُم قَا ِْإلَماُم َجاِلًسا فََصلُّوا ُجلُوًسا، َوِإذَا َصلَّى ا " إِذَا َصلَّى ا “Eğer imam oturarak namaz kıldırıyorsa siz de oturarak kılın. Eğer ayaktaysa sizde ayakta namazınızı kılın!”768 buyurmuşken vefatına yakın oturarak ayaktaki cemaata namaz kıldırmıştır. İçki kaplarının kullanılmasını yasaklamışken, içkinin haramlığı sahabe arasında yayıldıktan sonra aynı kaplarda sarhoşluk vermeyen içecek yapmalarına izin vermiştir: "نهيتكم ان تنبذوا في األوعية اال فالنبذوا في كل شيء فكل مسكر حرام"                                                              762 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 171. 763 Nahl, 16/101. 764 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 171. 765 Haşr, 59/7. 766 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 172. 767 Vercelânî’nin kullandığı metin Tertîb’deki metnin aynısıdır. Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 222, h.no: 486. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde ise "َفُزوُروَها َنَهْيتُُكْم َعْن ِزيَاَرةِ اْلقُبُوِر " ibaresi ortak olmakla birlikte sonrasında farklı lafızlar ve konular yer almaktadır. Bkz.: Müslim, Cenâîz, 36; Ebû Davud, Cenâîz, 81; Eşribe, 7; Tirmizi, Cenâiz, 60. 768 Rivayet Tertîb’de yer almamakla birlikte Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. Bkz.: Ebû Davud, Salât, 79; Tirmizi, Salât, 152. 123    “İçerisinde şarap yapılan kapları size yasaklamıştım. Artık her kapta meyve suyu yapabilirsiniz. (Fakat şunu biliniz ki) her sarhoşluk veren haramdır”.769 Bu örneklerde de görüleceği üzere ahad haber, ahad haberle neshedilmiştir.770 Âhad haberin Kur’an veya mütevatir sünneti nesh edip edemeyeceği konusu tartışmalıdır. Bazılarına göre bu durum sadece peygamber hayattayken geçerlidir, sonrası için geçerli değildir. Örneğin Kuba Mescidi’nde bulunanlar kendilerine kıblenin değiştiği ahad haberle ulaştığında kıbleyi tahvil etmişlerdir. Rasûlullâh’ın gelen veya giden elçiler vasıtasıyla haberleşmesi de hep ahad haber cinsindendir. Gittikleri yerlerde insanlar peygamberlerin kendilerine gönderdiği bu elçilerin haberine göre davranmış; bu elçilerin haberlerini Allah’ın ve Rasûlü’nün haberi olarak kabul etmişlerdir. Vercelânî’ye göre ahad haberle nesih de böyledir. Gelen haberlerde bir şüphe söz konusu değilse, tevatür seviyesinde olmasa bile güvenilirdir. Fakat Rasûlün sözlerini aktarana karşı bir şüphe söz konusuysa araştırılması gerekir. Örneğin Taif’e gönderdiği bir elçi, kendisini Allah Rasûlü’nün gönderdiğini ve peygamberin “istediği evde kalmasını” emrettiğini söyler. Bunun üzerine Taifliler de istediği evde kalabileceğini ifade eder. Sonrasında peygamberin “istediğin kadını alabilirsin” dediğini de iddia edince Taifliler şüphelenir, “Rasûlullâh’ın zinayı yasakladığını” bildirirler. Ayrıca elçiyi de peygambere şikâyet ederler.771 Öyleyse ahad haberi getirenle ilgili bir şüphe söz konusuysa araştırılıp buna göre hareket edilmesi gerekir. Vercelânî “neshe yetkilidir” dediği ahad haberi “tevile açık olmayan ve ‘şu şu ayet neshedilmiştir’ şeklinde sahabe tarafından Rasûlullâh’tan rivayet edilen makbul haber” şeklinde açıklar. Eğer tevile açıksa yani açıkça nesh edildiği söylenmiyorsa bu normal bir müctehidin görüşü kabul edilir ve ilki gibi bağlayıcı olmadığı söylenebilir. Bazıları ahad haberle Kur’an ve mütevatir sünnetin neshine yanaşmasa da Vercelânî, İbn Abbas’ın görüşüne ve dolayısıyla ahad habere dayanarak meshler üzere meshin Maide Suresi’ndeki abdest ayetini nesh ettiğini söylemektedir.772 Dolayısıyla Vercelânî’nin şartlarını sağlayan ahad haber mütevatir sünneti ve ayeti neshedebilecek durumdadır.773 2.1.6.5. Neshi Anlama Yolları Nesih, o konuda varid olan nassların öncelik ve sonralık durumuna göre anlaşılmaktadır. Bu durum hem ayetler hem de hadisler için geçerlidir. Öyleyse bunu anlamak                                                              769 Rivayet ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde bulunmamaktadır. 770 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 172. 771 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 173. 772 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s.173. 773 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 174. 124    için tarihe ihtiyacımız olduğu açıktır. Fakat böyle bir kayıtlama da söz konusu değildir. Zira eğer ortada bir karine yoksa hangisinin önce hangisinin sonra olduğunu bilmek mümkün olmaz. Vercelanî bu noktada ashaba güvenmemiz gerektiğini ifade eder. Zaten sahabe Veda Haccı’nda Rasûlullâh sorduğunda “O’nun tebliğine şahit olduklarını” ifade etmiştir. Tabiun da bu görevi sürdürmüştür.774 Eğer iki zıt hüküm barındıran bir ayet veya hadiste hangisinin önce olduğu bilgisine ulaşmak mümkün değilse Vercelânî’ye göre içtihat yapılır. Bu sebeple bazılarının nâsih ve mensuh olarak kabul ettiği ayetleri veya hadisleri bazıları böyle kabul etmemekte; ya da birinin “nasih” dediğini diğerleri “mensuh” addedebilmektedir.775 2.2. MÜKELLEFİN FİİLLERİ Vercelânî şeriatin aslî kaynaklarından hüküm elde etme ve mükellefin fiilerine verilen isimlere kitabının hemen başlarında ve oldukça özet bilgilerle yer verir.776 Ona göre kulların fiilleri beş kısmda incelenebilir: 1. Vâcib: Yapılması farz yani zorunlu olan şeylerdir. Bunları yaptığında mükellef sevap kazanır; terk ettiğinde ise cezaya müstehak olur. Vercelânî’ye göre “farz” kavramını kullanmayanlara göre vacib, farz manasındadır. Bu manasıyla vacib terimi, Sünnî fıkıh usulünde de yaklaşık ayna manada kullanılmaktadır.777 2. Mendûb, mekruhun zıddı olup Allah’a yaklaşmak ve sırf onun rızasını kazanmak amacıyla yapılan şeylerdir. Dolayısıyla bunlar “emredilen” değil, misvak hadislerinde olduğu üzere “tercih edilecek” hususlardır.778 Bu kullanım da Sünnî usûl ile uyum içindedir.779 3. Mübâh, yapılması durumunda sevap kazandıran ama terki günaha sebep olmayan hususlardır. Ancak Vercelânî’nin bu tarifiyle “mubâh” ile “mendûb” terimlerinin farkını anlamak biraz zordur. Nitekim Sünnî usulünde genel kabul görmüş tarife göre mübâh; Şari’in, mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiillerdir. Yapılmasınında da yapılmamasında da sevap veya günah yoktur; eşittir.780                                                              774 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 176. 775 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s.176. 776 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 29, 30. 777 Bkz. Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 237. 778 Vercelânî, el-‘Adl ve’l-insaf, 1984, c. 1, s. 54, 55. 779 Nitekim Sünnî fıkıh usulünde mendub; Şari‘in, yapılmasını güzel gördüğü ama terk edilmesini kötülemediği fiillerdir. Kişi bu filleri Rasulullah’a olan sevgisi ve bağlılığından ötürü ve sırf O’nun yoluna uyma niyetiyle yaparsa sevabı hak eder. Fakat bu fiilleri terk edenler kötü bir davranışta bulunmuş sayılmaz; kınanmaya ve azarlanmaya müstahak olmaz. Bkz.: Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 244-246. 780 Bkz.:Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 252-254. 125    4. Mekruh; terk edilirse sevap kazandıran hususlardır ki yapılırsa günaha sebep olmaz. Bu tarif de Sünnî usulü ile oldukça benzerdir.781 5. Sahîh ve fâsid: Sünnî usûl-i fıkhında bulunmayan bu terimler şartlı bazı hususlara delâled etmektedir: Sözgelimi gasp edilmiş bir evde kılınan namaz “sahihtir”. Gasb işinin menhî oluşu bu namazı iptal etmez; iadesini gerektirmez. Zira, namazın her şart altında kılınması gerekir. Ama sözgelimi sıkışmasına rağmen tuvaletini tutan kişinin kıldığı namaz fâsiddir; zira böyle bir namaz hakkında “iade” emri vardır. Vercelânî’nin verdiği bu tanımlar Sünnî kaynaklarla büyük oranda paralellik arz etse de “haram” terimine değinilmemiş olması bâriz bir eksiklik olarak değerlendirilebilir.                                                              781 Sünnî usulde mekruh: Şari’in, yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fiildir. Bir başka ifadeyse mekruh, yapılmaması yapılmasından daha iyi olan davranıştır. Bu fiili işleyen cezayı hak etmez; kınanma ve azarlanmaya müstehak olabilir. Terk eden övgüye layık olur; Allah’ın hoşnutluğunu kazanma niyeti ile terk etmesi halinde sevabı hak eder. Bkz.:Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 250, 251. 126    İKİNCİ BÖLÜM: VERCELÂNÎ’NİN İTİKÂDÎ KONULARA BAKIŞI VE HADİSLERİN BU ALANDAKİ ROLÜ 127    1. İTİKADÎ BİLGİYİ ELDE ETME YOLLARI ve HADİSİN/SÜNNETİN SİSTEM İÇİNDEKİ YERİ Vercelânî, İbazî inanç esaslarına dair bilgileri büyük oranda soru-cevap tarzı düzenlediği ed-Delîl ve’l-burhân isimli eserinde vermektedir. Bu eser ayrıca kendi kaynaklarına işaret etmesi ve bu arada hadise/sünnete itikadî sistem içinde ne kadar yer verdiğinin sorgulanması açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu noktada öncelikle şunu söylememiz gerekir ki Vercelânî, kendi görüşlerini genelde başka fırkalar üzerinden ortaya koyar.782 Bu yaklaşımla Vercelânî, başta Sünnîler olmak üzere itikadî alandaki diğer gruplardan farklarını göstermeye çalışır; kendilerini onlara göre konumlandırır. Benimsediği bu metod, sadece kendi görüş ve delillerini değil, diğer mezheplerin yaklaşımlarını da ele almayı gerektirmektedir. Vercelânî kendilerini konumlandırma ameliyesine öncelikle, mezhebinin ve görüşlerinin ne kadar doğru olduğunu ispatla başlar ve bizzat ürettiği bazı sorularla konuya giriş yapar: “Her mezhep doğal olarak hak olduğunu iddia eder. Peki, herkesin kendini doğru yolda gördüğü bu alanda bizim anlattıklarımızın hak olduğunun kanıtı nedir?”. “Ümmet-i Muhammed’i yanlış kişilere uydukları için eleştiriyorsunuz. Sizin uyduğunun kişilerin dalâlet üzerinde olmadığını nasıl ispat edersiniz?”. Vercelânî, kendi ürettiği bu sorulara, görüşlerinin temel dayanaklarını sayarak cevap verir. Buna göre İbazî sistem sırasıyla Kur’an, sünnet, icmâ, sahabe görüşleri, akıl, his, kıyas ve sezgi gibi delillere dayanmaktadır. 783 Her Müslüman gibi Vercelânî de doğal olarak Kur’an-ı Kerim’i temel delil kabul eder. Kur’an-ı Kerim’den sonra ikinci sırayı Rasûlullâh’a ve O’ndan nakledilen bilgilere verir. Bu çerçevede Vercelânî öncelikle iman esaslarını Rasûlullâh’ın dilinden aktarır:784 "امركم باربع و انهاكم عن اربع: آمركم باإليمان، أتدرون ماإليمان؟ شهادة أن ال إله إال هللا وأني رسول هللا، وإقام الصالة وأن تؤدوا من الغنيمة الخمس و سهم الصفي. وأنهاكم عن اربع :اال تنتبذوا في الدباء، والحنتم، والنقير، والمزفت " “Size dört şeyi emrediyor, dört şeyi de size yasaklıyorum: Size imanı emrediyorum. İman nedir bilir misiniz? Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim O’nun elçisi olduğuma                                                              782 Gerçi bu metod sadece Vercelânî’ye has değildir. Aynı metoda diğer İbâzî âlimler de başvurmuştur. Nitekim E. R. Fığlalı bu konuda şunları söylemektedir: “…İmân esaslarını ayrıca açıklamayıp çeşitli fırkalardan söz ederken kendi görüşlerini ileri sürdüklerini, birtakım meselelerden de hiç söz etmediklerini görürüz”. Fığlalı, İbaziyye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s.129. 783 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 35. 784 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 16. 128    şehadet etmektir. Ayrıca namazı kılmak, ganimetlerin beşte birini vermek ve zekât vermenizdir. Size yasakladığım dört şey ise (içki yapılan) dubbâ', hantem, muhayyer ve nakîr (denen) kaplardan uzak durmanızdır”.785 Müellifin bu yaklaşımı itikadî konularda Rasûlullâh da “kural koyucu” vasfı vermesi açısından oldukça önemlidir. Nitekim dinî bilgide öncelikle olanları tespit açısından yine O’nun hadisine müracaat eder:786 "فقهوا اخاكم و ال تجاوزوا اليه مسائل الصالة والزكاة واآلداب" “Kardeşlerinize (dini konuları) iyice öğretiniz. Ancak namaz, zekât ve adâb konularından öteye geçmeyiniz”.787 Buna göre Rasûlullâh’ın ashabı da dâhil olmak üzere hiç kimse itikadi konularda kendi başına ve delilsiz hareket etmeyecek, kural koyamayacaktır. Zira Vercelânî’ye göre itikat konusunda temel dayanak vahiydir. 788 Rasûlullâh’tan sâdır olanlar da Vercelânî tarafında, Kur’an’la birlikte bu vasfa sahip bir diğer delildir. Böyle olunca hadisin/sünnetin tespit ettiği kaideye iman edilmezse tevhit ilkesi tam olarak tahakkuk etmez.789 Fakat bu noktada hemen ifade etmemiz gerekir ki Vercelânî, itikadî konularda sadece mütevâtir ve meşhur seviyesindeki hadislere kural koyma yetkisi vermektedir: “Delil ve burhan için bil ki dört yol vardırdır: Kitap, sünnet, icmâ ve akıl… Sünnete gelince bununla alakalı üç mesele vardır: 1. Tarîkinin sıhhati ve bunun sağlamlığının tespit edilmesidir. Bu da iki yolla olur: Hadis ya mütevâtir ya da ahattır. Mütevâtir olan hüccettir. Ahadla ise amel edilir ama böyle haberle kesin ilim oluşturmaz. Ahad haber de me‘sûr ve müsned olmak üzere iki çeşittir. Me‘sur olan akıl ve amel için hüccet olabilir. Müsnedle ise sadece amel edilir. 2. Sünnetle alakalı ikinci husus metnin sıhhatinin tespitidir. 3. Sünnetle ilgili üçüncü mesele ise fıkhî hüküm çıkarılmasıdır”.790 Vercelânî’ye göre içtihadın, bu ümmete verilmiş bir nimet olması açısından, bütün bu deliller arasında özel bir yeri vardır. Fakat bilindiği üzere içtihatta hata da söz konusudur. Konu fıkhî bir meseleyse araştırma yapan hata bile yapsa sevabı hak eder. Fakat itikadî                                                              785 Rivayet, Tertîb’de yer almamakta; ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içerisinde bazı lafız farklarıyla geçmektedir. Bkz.: Buhari, Mevâkıtu’s-salâh, 2; Zekat, 1; Farzu’l-hams, 1; Menâkıb, 6; Megâzî, 71; Tevhit, 56; Müslim, İman, 6; Ebû Davud, Eşribe, 7; Tirmizî, İman, 5. 786 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 16. 787 Rivayet ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 788 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 16. 789 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 17. 790 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 37, 38. 129    konularda yani dinin temeliyle ilgili meselelerde yapılan içtihat hakkında iki seçenek vardır: Varılan sonuç Allah katında ya haktır ya da batıl.791 Bu sebeple selefin görüşlerinin iyi tahkik edilip anlaşılması gerekir. Dolayısıyla burada körü körüne bir bağlılık değil, araştırma ve tahliller söz konusu olmalıdır. Ancak bu yolla uyulacak veya reddedilecek hususlar belirlenir. Burada belirleyici nokta sırat-ı müstakim ve sağlam delillerdir. Deliller söz konusu olduğunda müellif, daha önce de geçtiği üzere önceliği Kur’an, sünnet ve Müslümanların reyine vermektedir. Selefin görüşlerine nerede uyulacağı, buna karşın nerede yeni bir yol çizileceğini göstermek adına Vercelânî itikadî ayrılıklara sebep olan ilk olaylara atıfta bulunur. Buna göre Müslümanlar ilk olarak Rasûlullâh vefat ettiğinde ihtilafa düşmüşlerdir. Ebû Bekir üzerine varılan icmaya İbâzîler Ensar ve Muhacirlerle birlikte destek vermişlerdir. Bu konuda onlardan ayrılan tek grup Şia’dır. İbazîler Ömer zamanında da Ehl-i Şûra’nın yanında olmuştur. Osman’a görev verildiğinde ise ashap arasında ihtilaf oluşmuş; Muhacirlerin çoğu onun aleyhine dönmüştür. Bu ortamda Abdullah b. Ömer, Sa‘d b. Ebî Vakkas ve Muhammed b. Mesleme gibi bazı sahabîlerin ise tevakkuf ettiği görülür. İlerleyen süreç hakkında Rasûlullâh, Ammâr b. Yasir’i fitne alameti kılmış ve onun hakkında "تقتلك الفئة الباغية" “…Seni, haddi aşan bir topluluk öldürecek”792, "ما لهم ولعمار! يدعوهم إلى الجنة ويدعونه إلى النار. انما عمار جلدة ما بين انفي و عيني" “Onlara ne oluyor ki Ammâr onları cennete (yani hak imamın yoluna) çağırırken onlar ise onu cehenneme (yani batıl imamın yoluna) çağırıyorlar! Şüphesiz Ammâr bizim için gözümüz kadar değerlidir”793, "عليكم بهدي عمار و بهدي ابن ام عبد" “Size Ammâr’ın ve Abdullah b. Mesud’un rehberliği gerekir”794 buyurmuştur.795                                                              791 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 24. 792 Rivayet Tertîb’de yer almamakta, ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içinde Müslim’in Sahîh’inde aynı metinle yer almaktadır (bkz. Müslim, Fiten, 18). 793 Rivayet Tertîb’de yer almamakta, ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içinde "ويح عمار، تقتله الفئة الباغية، يدعوهم إلى الجنة، ويدعونه إلى النار" Şeklinde bir metinle yer almaktadır. Mesela bkz. Buharî, Salât, 63; Cihât, 17. 794 Rivayet ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 795 Bizce bu hadisleri delil vermesi elbette Ammar’ın yanında olduklarını söylemek istemesindendir. Çünkü Ammâr b. Yâsir, Hz. Osman’ın Ebû Zerr’i sürgün etmesi gibi bazı uygulamalarını İbâzîler gibi eleştirmektedir. Bkz.: Mustafa Fayda, “Ammâr b. Yâsir”, DİA, İstanbul: İSAM, 1991, c. 3, s. 75. 130    Muhacirûn ve Ensar Ali’de karar kıldığında Talha ve Zübeyr ondan ayrılıp anlaşmayı bozmuşlardır. Bu gruba ümmü’l-müminîn de katılmıştır. Ama İbazîler bu ortamda cumhurla beraber olmaya devam etmiştir. Muaviye ve Amr b. el-Âs Şam’da muhalif olarak ortaya çıktığında da İbazîler Ali, Ensar, Muhacirûn ve Ammar b. Yasir’le birlikte olmayı tercih etmişlerdir. Ali ile ahidleşmiş ve onun yanında savaşmışlardır. Ancak o anlaşmadan dönüp tahkime rıza göstermiştir. İbazîler ise bu durumda Ebû Zerr, Abdullah b. Mesud ve Ammar’ın yolunu izlemişlerdir.796 Burada zikrettiklerinden anlaşılacağı üzere İbazîler bir noktaya kadar ana bünye içerisinde yer almıştır. Fakat yine de içeriden bazı eleştiriler de vardır ve İbazîler, içinde bulundukları durumu tahkik etmektedir. Vercelânî’ye göre bu ortamda mezhep taklide açıkça karşıdır.797 Nitekim o bunu teyiden Abdullah b. Mesud’un bu ortamla alakalı bir rivayetini hatırlatır: "اال ال يقلدن احدكم دينه رجال ان آمن آمن وان كفر كفر، فانه ال اسوة في الشر" “Dikkat edin! Sizden biri dini konusunda şu kişiyi taklit etmesin ki eğer iman ederse kendisi de iman eder, küfre girerse kendisi de küfre girer. Bundan daha şerli bir örnek alma yoktur!”.798 2. İTİKÂDIN TEMEL KONULARI Vercelânî, bu bölümde itikadî fırkaların temel tartışma konuları olan imanın tanımı; küfür, şirk ve nifâk gibi terimlerin imanla alakası, amelin imana göre yeri ve durumu gibi hususlar üzerinde durur. 2.1. İMAN ve İLGİLİ BAZI MESELELER “Allah katında din İslam'dır”799 ayeti Vercelânî’ye göre İslam’ın son din olduğunu göstermektedir. “Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır”800 ayeti gereği de inanmayanlar cehennemliktir. Tüm ümmet bunun üzerine ittifak etmiştir. Fakat “iman” konusunda ihtilaf vardır. Bu ihtilaf “imana itikat denip denemeyeceği”, “imanın sadece kalp ile tasdikten ibaret                                                              796 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 50, 51. 797 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 50. 798 Rivayet ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. Ancak Vercelânî’nin görüşünü yansıtması açısından ve sahab-i kavli aktarması açısından önemlidir. 799 Âl-i İmran, 3/19. 800 Âl-i İmran, 3/85. 131    olup olmadığı” ve bu çerçevede “ikrar ve amelin imana dâhil kılınıp kılınamayacağı” gibi hususlarda yoğunlaşmaktadır.801 Vercelânî bu ihtilaflı konularda kendi yerini tespit amacıyla öncelikle "بني االسالم على خمس: شهادة أن الاله اال هللا، واقام الصالة، وايتاء الزكاة، وصوم شهر رمضان، والحج من استطاع اليه سبيال " “İslam beş esas üzere bina edilmiştir: Allah’ın tek ilah olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve gücü yeterse haccetmek”802 hadisine atıfta bulunur. Ona göre bu hadis imanla ilgili meselelerde temel alınması gereken bir delil konumundadır. Buna göre hadiste geçen şehadet, “itikâd” denen şeyin “iman” olduğunu göstermektedir. Vercelânî’ye göre asıl olan budur yani imandır. İkrar ve amel ise imanın bir parçasıdır.803 2.1.1. Küfür, Şirk, Nifak Vercelânî, imandan bahsettikten sonra küfrü ele alır ve onu öncelikle dilsel açıdan inceler. Buna göre “küfür” kelimesi Arap dilinde “nimeti inkâr” veya “nimetle yetinmeme” durumları için kullanılmaktadır. Dolayısıyla kelimenin aslı “nimet verene karşı yapılmış bir nankörlük” manasındadır. Müelilf daha sonra küfrü “kavlî” ve “fiilî” olmak üzere iki çeşide ayırır. Örneğin şirk kavlî küfürdür ve herkes bunu açık bir küfür göstergesi kabul eder. Bu konuda ümmet arasında ittifak yani icmâ söz konusudur. Şirk diğer büyük günahlardan ayrı konumda olmak durumundadır ve bir mü’minin bu konuda câhil olması düşünülemez. Çünkü şirk kişinin dinden çıkmasına sebep olur ve bu gerekçeyle öldürülmesini gerekli kılar.804 Diğer yandan haramları helâl görenler ve ayrıca günahlarda ısrar edenler de Vercelânî’ye göre dinden çıkarlar.805 Fiillerin küfre sebep olması konusu ise ihtilaflıdır. Nitekim Sünnîler ve Mutezile fiil sebebiyle küfrü kabul etmez. İbâzîler ve Hâricîler ise bir mü’minin fiil sebebiyle de dinden çıkacağını savunur. Bununla birlikte İbâzîler, Hâricîler’den farklı olarak küfre sebep olan                                                              801 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 4. 802 Rivayet Tertîb’de yer almamakta, ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerin hemen tamamında rivayet edilmişbulunmaktadır. Mesela bkz. Buharî, İmân, 1; Tefsîru’l-Kur’ân, 32; Müslim, İmân, 5; Tirmizî, İmân, 3; Nesâî, İmân, 13. 803 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 4. 804 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 34. 805 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 32. 132    filleri iki kısımda inceler. Bu konu esasen amelin iman ile alakası bağlamında ele alınmaktadır. 2.1.2. Amel-İman İlişkisi Bu noktada hemen ifade etmek gerekir ki Vercelânî’ye göre amel imandan bir cüzdür. Ona göre sadece ikrarın bu konuda yeterli olması mümkün değildir; bu ikrarın kişiyi amele de sevk etmesi gerekir.806 Nitekim müellif Tertîb içindeki bir bab başlığını da “Ehl-i Kebâir Kâfir Değildir Diyenlerin Aleyhine Deliller” şeklinde düzenlemiştir. 807 Bununla birlikte Allah’ın tek olduğuna inanan ve dolayısıyla “muvahhit” şeklinde isimlendirilebilecek olan ve ayrıca nasları da inkâr etmeyen bazı şahıslar vardır ki bunlar amelde bulunmamak gibi bir yanlışa düşmektedir. Vercelânî, bu noktada “bu durumu şirkle açıklamaktan sizi alıkoyan nedir?” şeklinde bir soru taktir eder ve buna cevap verir. Bu noktada Vercelânî “küfür” kelimesinin “küfrân-ı nimet” yani “nankörlük” şeklindeki manasına atıf yapar. 808 Buna göre söz konusu kişiler Müslüman olduktan sonra içinde bulundukları İslam nimetine bir çeşit nankörlük etmektedirler ve bundan dolayı da cezayı müstehaktırlar. Ancak bunlara “müşrik” denmesi durumunda hak edecekleri ceza ölümdür. Hâlbuki tövbe kapısı her zaman açıktır.809 İşte bu ilke, Hâricîlerin hilâfına İbâzîlerin kabul ettiği “Müslüman öldürülemez” sonucuna ulaştıran bakış açısıdır.810 Bütün bu yorumlardan anlaşıldığına göre İbazîler ameli, imanın bir cüzü saymakla birlikte onun ortadan kalkmasının bir sebebi olarak da görmemektedir. Belki burada, Ehl-i Hadis’in “imanın amel ile artıp eksileceği” yönündeki görüşleri ile bir paralellik kurulması gerekecektir. Vercelânî’nin bu şekilde anladığı “amel-iman bütünlüğü” konusundaki deliller sıralamasında ayetlere öncelik verir. Mesela Kur’an-ı Kerim’de “Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir (kimseye muhtaç değildir, aksine her şey ona muhtaçtır)”811 buyrulmaktadır. Burada hitap müşriklere değil, Müslümanlaradır. Görüleceği üzere burada Allah tarafından emredilen bir amelin yapılmaması “küfür” olarak tanımlanmıştır.                                                              806 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 39. 807 Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.3, s. 334-339. 808 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 41. 809 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 44. 810 Bkz.: E. Ruhi Fığlalı, “İbâzıyye”, c. 19, s. 259. 811 Âl-i İmran, 3/97. 133    Allahu Teâlâ, namaz için Kâbe’ye yönelmeyi emrettiğinde; 812 Yahudiler; Beyt-i Makdis’e yöneldiğinizde kıldıklarınız ne olacak? diye sordular. Bununla elbette Müslümanları ayıplamak ve önceki kıldıkları namazların boşa gittiğini söylemek istiyorlardı. Ancak Allah, onların bu iddialarına cevap olarak şu ayeti gönderir: “…Resûl’e tabi olanlarla, gerisin geriye dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir…”813 Ayette görüldüğü üzere namazlarının boşa gitmediğini belirtmek için “iman” kelimesi seçilmiştir. Vercelânî, burada Müslümanların iki şeyle müjdelendiğini ifade eder: Namazları zayi olmamıştır ve bu namazın kendisi imandır. “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir”814 ayetinde de açıkça “şükür” ve “nankörlük” birbirlerinin zıddı olarak kullanılmıştır. “Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir”815 ayeti de bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu ayetlerde geçen söz konusu hükümleri “küfür/inkâr” keyfiyeti Vercelânî’ye göre, Ehl-i Sünnet’in anladığı “hükmün kendisin kabul etmeme” veya “Allah’tan geldiğini inkâr etme” manasına gelmez. Aksine burada Allah’ın emrettiği fiilleri yapmama durumu söz konusudur.816 “Mü'minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten mü'minlerdir…”817 buyrulmuştur. Ayette “gerçek” müminler için “amel etme” vasfı gerekli görülmüştür. Dolayısıyla Vercelânî’ye göre amelde bulunmayanların “gerçek” anlamda mümin sayılmaması gerekir. Ancak bu kişiye İslam dinini kabul etmesinden dolayı mecazî olarak mümin denebilir.818 Bu meselenin sünnetten en açık delili ise Cibrîl Hadisi’dir. Zira burada Allah’ın emrettiği ibadetleri yerine getirmenin açıkça imandan olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca "أقرع بن حابس حين سأل رسول هللا عن الحج فقال: الحج علينا يا رسول هللا في كل عام؟ فقال عليه السالم: ’لو قلت نعم لوجبت، ولو وجبت ما قدرتم عليه، ولو تفعلوا لكفرتم"                                                              812 Bakara 2/144, 149-150. 813 Bakara, 2/143. 814 Neml, 27/40. 815 Mâide, 5/44. 816 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 40. 817 Enfal, 8/2-4. 818 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 42, 43. 134    “Ekra‘ b. Habis, Rasûlullâh’a ‘Yâ Rasûlallâh! Hac bize her yıl mı farz?’ diye sorunca, Rasûlullâh: ‘Eğer evet, dersem, bu size vacip olur. Eğer vacip olursa buna güç yetiremezsiniz ve eğer yapamazsanız küfre düşmüş olursunuz”.819 "من ترك الصالة كفر" “Kim namazı terk ederse küfre girmiş olur”.820 "ليس بين العبد و الكفر اال تركه للصالة" “Kişi ile küfür arasında ancak namazı terk etmesi vardır”.821 "أال ال ترجعوا بعدي كفارا يضرب بعضكم رقاب بعض" “Dikkat edin! Benden sonra birbirinizin boynunu vurarak sakın küfre dönmeyin!”822 "االيمان نيف و سبعون خصلة أعالها: شهادة أن ال إله إال هللا، و أدناها: إماطة األذى عن الطريق" “İman, yetmiş küsur şubedir. En yükseği Allah’tan başka ilah olmadığına iman etmek, en düşüğü de yoldan eza veren bir şeyi kaldırmaktır”.823 "الحياء من اإليمان" “Haya, imandandır”824 gibi hadisler de aynı hususa işaret etmektedir. Bu hadisleri delil olarak kullanmasından anlaşılıyor ki Vercelânî emredilen amelleri yerine getirmeyenlerin Rasûlullâh tarafından açıkça küfürle itham edildiğini savunmaktadır. Amel konusundaki bu problemlerin küfre sebep olacağına akıl da hükmeder. Zira Kur’ân’da Allah’ın vaîdinin tahakkuk edeceği bazı fiillere atıflar yapılmıştır. Bu kişiler için                                                              819 Rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmemekte; ancak Tertîb’de şu lafızla yer almaktadır: "إن رسول هللا صلى هللا عليه وسلم صلى ذات يوم فجلس فقال: ’سلوني عما شئتم وال سألني أحد منكم عن شيء إال أخبرته به‘، قال األقرع بن حابس: يا رسول هللا الحج علينا واجب في كل عام؟ فغضب رسول هللا صلى هللا عليه وسلم حتى احمرت وجنتاه وقال: ’والذي نفسي بيده لو قلت نعم، لوجبت، ولو وجبت لم تفعلوا، ولو لم تفعلوا لكفرتم، ولكن إذا نهيتكم عن شيء فانتهوا، وإذا أمرتكم بشيء فأتوا منه ما استطعتم." Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.2, s. 170, h.no: 397. 820 Rivayet Tertîb’de ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içerisinde geçmemektedir. 821 Rivayet Tertîb’de ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içerisinde geçmemektedir. 822 Rivayet hem Tertîb’de hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içerisinde aynı metinle geçmektedir. Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.3, s. 337, h.no: 14; Buhari, İlim, 43; Hac, 135; Megâzî, 81; Edeb, 96; Müslim, İman, 29; Ebû Davud, Sünnet, 16; Tirmizi, Fiten, 28; Nesai, Tehrimu’d-dem, 28; İbn Mâce, Fiten, 5; Vercelânî’nin bu konudaki diğer delilleri için bkz.: Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s.41, 42. 823 Rivayet bu lafızla ne Tertîb’de ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. Fakat bu metne yakın rivayet Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde şu lafızla yer almaktadır: " اإليمان بضع وستون أو سبعون بابا، أدناها إماطة األذى عن الطريق، وأرفعها قول ال إله إال هللا، والحياء شعبة من اإليمان" Bkz.: İbn Mâce, İftitâhu’l-kitâb, 9. " اإليمان بضع وستون شعبة، والحياء شعبة من اإليمان" Bkz.: Buhari, İman, 2. 824 Rivayet bu lafızla hem Tertîb’de hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir: Vercelânî, Tertîb, c.4, s. 446, h.no: 44; Buhari, İman, 14; Edeb, 77; Müslim, İman, 12; Ebû Davud, Edeb, 7; Tirmizi, Ebvâbu’l-birr, 66. 135    ceza varsa ve cezayı hak ederek cehenneme gireceklerse elbette kâfir olarak adlandırılmaları gerekir.825 Vercelânî kendi delillerini bu şekilde sıraladıktan sonra aksi görüşte olanlara yani “amelin imandan bir cüz olmadığına” inananlara temas eder. Mesela Mürcie “lâ ilâhe illallah” diyen herkesin doğrudan cennete gireceğini söylemektedir. Dolayısıyla bu gruba göre ameller imandan bir cüz değildir. Bu durumda emredilen amelleri yapmayarak Allah’a karşı gelmek de küfür sayılmayacaktır. Fakat Vercelânî’ye göre Allah’ın rızası sadece iman etmekle kazanılamaz. İslam’ın içini boşaltan bu insanlar helâl ve haramları hiçe saymakta, sadece kelime-i tevhid ile tüm günahların affolunacağını düşünmektedir. Oysa Kur’an-ı Kerim’de “İnsanlar, ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler” 826 buyrulmaktadır. Vercelânî bu grubun ameller konusunda zayıf ve ihmalkâr davrandığını ifade eder. İddia ettikleri durum belki ve sadece kişi ilk kez İslam girdiğinde geçerli olabilir. Fakat artık din tamamlanmıştır. Öyleyse Mürcie, Yahudilerin “kendilerinin ateşe girmeyeceğini” iddia etmesi örneğinde olduğu gibi hataya düşmektedir. İşte tam da bu sebeple “Bu ümmetin Yahudileri Mürciedir” buyrulmuştur.827 Yine “Kıyamet günü Allah'a karşı yalan söyleyenleri görürsün; yüzleri kapkara kesilmiştir. Büyüklük taslayanlar için cehennemde bir yer mi yok!?”828 ayeti de bu çerçevede değerlendirilebilir.829 Vercelânî’ye göre kişinin bir günahta ısrar etmesi veya bir bidat ortaya koyması da, Mürcie’nin imanı tevhidden ibaret gören görüşünün hilâfına, ciddi bir problemdir. Zira burada dinin bu konulardaki vaîdini görmezden gelme veya bâtıl sayma durumu vardır.830 Vercelânî bu noktada “büyük günahlar Rasûlullâh zamanında da işleniyordu; ama bunlar kâfir addedilmiyordu” şeklinde bir itiraz düzenler ve buna cevap verir. Ona göre Rasûlullâh zamanında büyük günahlar ya münafıklar tarafından bilerek işleniyordu ya da müminler tarafından gayr-i kasdî olarak. Böyle bir günahı işleyen kişi gerçekten mü’min ise hemen had cezası uygulanıyordu ve kendisi de tövbe ediyordu.831 Amel-iman ilişkisi konusunda bir aşırı ucu Mürcie temsil ediyorsa diğerinde de Mârika (Hâricîler) bulunmaktadır. Zira onlara göre küçük veya büyük günah olsun kim                                                              825 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 41. 826 Ankebut, 29/2. 827 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 43. Burada yer alan rivayet "المرجئة يهود هذه األمة" lafzıyla verilmiştir. Fakat rivayet bu lafızla ne Tertîb’de ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 828 Zümer, 39/60. 829 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 43; c.2, s. 45, 46, 65. 830 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 44. 831 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 44. 136    Allah’a karşı gelirse O’na şirk koşmuş olur. 832 Bunlar “…onlara (şeytanların dostlarına) boyun eğerseniz siz de müşrik olursunuz”833 ayetini tevil etmekte ve günah işleyen herkesi müşrik olarak isimlendirmektedir. Bunun sonucunda ise günah işleyenlerin kanını ve malını helal görmüşlerdir. Hâlbuki bu grup için Rasûlullâh şöyle buyurmuştur: "ان ناسا من امتي يمرقون من الدين مروق السهم من الرمية، فتنظر في النصل فال ترى شيئا، وتنظر في القدح فال ترى شيئا، و تنظر في القديدة فال ترى شيئا، وتتمارى في الفوق." “Ümmetimden öyle insanlar olacak ki okun yaydan çıktığı gibi dinen çıkacaklar. Öyle ki, çıkan okun demirine bakılır, onda hiçbir iz bulunmaz! Sonra okun ağaç kısmına bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz! Sonra okun yelesine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz! (Hâlbuki ok atılanın bağrını delip geçmiş, fakat) oka bir şey bulaşmamıştır!”.834 Vercelânî’ye göre bu hadiste zikri geçen “Mârika” ifadesi Hâricîlere delâlet etmektedir.835 Bu grubun yaptığının hatalı olduğuna en açık kanıtlardan biri de Rasûlullâh zamanında günah işleyenlerin hiçbirine müşrik hükmü uygulanmamasıdır. Diğer taraftan Hâricîler böyle düşünüp davranmak suretiyle ayet ve hadislerde Müslümanlar için taktir edilmiş olan recm, el kesme vb. had cezalarını da iptal etmiş olmaktadır.836 Doğru olan nassların işaret ettiği orta yolu tutmaktır. Buna göre kişi eğer hata yaparsa Allah ve Rasulü tarafından konulmuş cezayı hak eder. Örneğin bir hırsıza “Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir”837 ayeti gereği el kesme cezası verilir.838 Ancak bu kişi tövbe ederse, zaten cezasını da çektiği için, elbette mümin kabul edilmek durumundadır. Vercelânî bu konuları işlerken özellikle Kaderiyye 839 ve Mutezile gibi fırkalar tarafından seslendirilen “fasık” terimine de değinir. Bunlara göre bu terim günah işleyen mü’minler için kullanılır. Çünkü tevhidi kabul ettikleri için bunlara kâfir denmez. Ancak                                                              832 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 43. 833 En’am, 6/121. 834 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 46, 66. 835 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 66. 836 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 44. 837 Maide, 5/38. 838 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 14. 839 Kaderiyye için Rasûlullâh’ın şöyle buyurduğunu aktarmaktadır: " لعنت القدرية على لسان سبعين نبيا" “Kaderiyye yetmiş nebinin dilinde lanetlenmiştir.” "القدرية مجوس هذه األمة" “Kaderiyye bu ümmetin Mecusileridir.” Rivayeti hem Tertîb’de hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde yer almaktadır: Vercelânî, Tertîb, c.3, s. 349, h.no: 58; Ebû Davud, Sünnet, 17. 137    günah işlemeleri kendilerine “mü’min” denmesine de engeldir. Bunlar bu ikisi arasında bir grubu oluştururlar ki, cennette veya cehennemde değil arafta kalacaklardır. Fakat Vercelânî küfür ve nifak gibi seçenekler varken “fasık” kavramını kullanmayı kabul etmemektedir.840 Zaten Vercelânî “el-menzile beyne’l-menzileteyn” ilkesine de karşı çıkmaktadır. Ayrıca Kaderiyye’nin “mümin ile kâfir arasındaki mertebe” şeklinde tarif ettiği “fısk” için “Hiç mü'min fasık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit olmazlar” 841 şeklinde açık bir nass da vardır.842 Ayrıca Allah fâsık kimseyi “kâfir” kabul etmektedir: “Fasıklık edenlere gelince, onların barınağı ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya döndürülürler ve onlara ‘Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın’ denir”.843 Fiilleri sebebiyle kişi fâsık olarak isimlendirilse bile bu, iman ile küfür arasındaki bir terim değildir. Zira Kur’an-ı Kerim’de “…Artık kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir”844 buyrulmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere fısk, bir çeşit küfürdür.845 Görüşleri bağlamında Vercelânî, Kaderiyye’nin İslam toplumu içindeki yerini de değerlendirir. Buna göre Hz. Peygamber onlar hakkında " لعنت القدرية على لسان سبعين نبيا" “Kaderiyye yetmiş nebinin dilinde lanetlenmiştir” buyurmuştur.846 "القدرية مجوس هذه األمة" “Kaderiyye bu ümmetin Mecusileridir”.847 İmân kelimesiyle ilişkisi bulunan bir diğer terim de nifaktır. Sünnîler, Mutezile ve Rafızîler’e göre nifak, inanç alanında geçerlidir; kişinin, iman etmediği halde kendisini böyle göstermesidir. İbâzîlere göre ise nifak, itikat hakkında olduğu kadar fiiller için de söz konusu olabilecek bir terimdir.848 Vercelânî’ye göre fiillerinde nifâk çerçevesine girdiğinin en önemli delili, hicret meselesidir. Hicret emri geldiğinde artık bir özür söz konusu olmayacaktır. Bu                                                              840 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 44. 841 Secde, 32/18. 842 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 47. 843 Secde, 32/20. 844 Nur, 24/55. 845 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 52. 846 Rivayet Tertîb’de ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içerisinde geçmemektedir. Tertîb’de ise şu rivayet yer alır: "لعن هللا المرجئة على لسان سبعين نبيا قبلي" Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.3, s. 339, h.no: 26. Ancak görüleceği üzere burada “Kaderiyye” değil “Mürcie” denmektedir. 847 Rivayeti hem Tertîb’de hem Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde yer almaktadır. Krş: Vercelânî, Tertîb, c.3, s. 349, h.no: 58; Ebû Davud, Sünnet, 17. 848 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 49. 138    emre muhalif davranan grubun cehennemlik olduğu kesindir.849 Çünkü mümin olmalarına rağmen hicrete yanaşmamışlardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de “Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah onları yaptıkları işlerden dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür. Allah'ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın”850 buyrulur. Vercelânî’ye göre bu ayet, söz konusu emre karşı gelenlerin sırf fiillerinden ötürü münafık olduklarını göstermektedir. Ayette ilk duruma döndürülmeleri söz konusu edildiğine göre bunlar müşrik olarak ölür ve cehennemde ebedi kalır. Fakat böyle amel problemi olup da haklarında açık delil bulunmayanlara Müslüman hükmü uygulanmak durumundadır.851 İşte İbâzîlerin Hâricîlerden farkı da budur; bir insanın münafık olduğuna dair açık delil olmadan müşrik kabul edilemez ve dolayısıyla öldürülemez. Vercelânî’nin bu çerçevede tartıştığı meselelerden biri de cehenneme giren kişinin buradan çıkıp çıkamayacağıdır. Bazıları bu konuda vârid olmuş hadislere dayanarak Müslümanlar için cehennemin ebedî olmadığını savunmaktadır. Vercelânî’ye göre bu görüş doğru değildir. Zira bu alanda kullandıkları hadisler mütevatir ya da meşhur değildir ve dolayısıyla itikatla ilgili böyle bir konuda delil addedilmemelidoir. Zaten Kur’an-ı Kerim’de Allah “Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı (vaîdi) size önceden yaptım. Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim” buyurmaktadır.852 2.2. İMAN ESASLARI Vercelânî’ye göre buluğ çağına gelmiş akıllı bir insan inanmak durumundadır. Eğer kendisine tebliğ ulaşmamışsa veya din hakkında bir hücceti söz konusu değilse, müşrikler arasında yaşıyor olsa bile, Allah’ın onun zihnini berraklaştırması ve ilham etmesiyle imana ulaşabilir. Ya da bu konuda bazı şeyler ona rüyada gösterilebilir. Bu kişiye önceki peygamberlerin haberleri de ulaşmış olabilir. Hiç değilse bir karıncadan, arıdan veya kuştan ilham ile853 kişiye iman nasip olabilir.854                                                              849 Nisa, 4/97: “Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: "Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)" Onlar da, "Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik" derler. Melekler, "Allah'ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!" derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.” 850 Nisa, 4/88. 851 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 48-55. 852 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 47. 853 Vercelânî burada Rasûlullâh ilk vahye muhatap olmasının ağırlığı altında intihara meyletmesine değinir. Verdiği bilgiye göre taşlar ve ağaçlar O’na engel olmaya çalışmış, bunu yapmamasını söylemişlerdir. Fakat Vercelânî bu bilgileri hadis rivayeti şeklinde değil bildiği bir kıssa tarzında nakleder. Hz. Peygamber’in bu süreçte intiharı düşündüğüne delâlet eden rivayetler ve bunların değerlendirmesi konusunda bkz. Kahraman, 139    Vercelânî bu noktada “yaratılana bakarak bir yaratıcı fikrine ulaşmaya” işaret eden “hudûs deliline” atıf yapmaktadır. Hatta Allah’ın varlığına temel delili de aynıdır.855 İnsan potansiyel olarak iman bilgisine ulaşabilecek şekilde yaratılmıştır. Hele fıtratı henüz bozulmamış çocuklar için bu daha da kolaydır. Nitekim Rasûlullâh: "ما من مولود يولد اال على الفطرة حتى يكون ابواه يهودانه او ينصرانه او يمجسان" “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar” 856 buyurmaktadır. Bu hadis aynı zamanda şunu da gösterir ki çocuklar yaratıldıkları fıtrat üzeredir. Allahu Teâlâ da “(Rasûlüm! Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir”857 buyurmaktadır.858 Kendisine tebliğ ulaşmayan kişi ise nasıl ibadet edileceğini bilemeyecektir. Bu kişi başka bir dinden de habersizse yapması gereken tek şey Sabiîlik yani Hz. Âdem’in cennette tatbik ettiği “lâ ilâhe illallah” düsturuna bağlı kalmaktır. 859 Allahu Teâlâ da “Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) ‘Allah'a ve ahiret gününe inanan ve sâlih ameller işleyenler için Rableri katında mükafat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır’ (diye hükmedilmiştir)”860 buyurmaktadır.861 Vercelânî ulaştığı bu noktada “Peki, neye iman etmek gerekmektedir?” şeklinde bir başka soru daha taktir eder. Müellifin verdiği bilgiye göre bazı gruplar imanın şehadetten yani sadece iman etmekten ibaret olmadığını Rasûlullah’ın hak ile getirdiklerine de iman etmenin gerekli olduğunu söylemektedir.                                                                                                                                                                                           Hüseyin – Şakar, Mehmet, “Hz. Peygamber’in İlk Vahyin Akabinde İntiharı Düşünmesi İle İlgili Rivayetlerin Tahlil ve Tenkidi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 26/1, 2017, s. 151-189. 854 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 9. 855 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 35. Vercelânî, hudûs delilini Allah’ın varlığının aklî delilleri arasında sayar ve yukarıda zikri geçen bu temel noktadan hareket eder. Hudûs delili hakkında geniş bilgi ve kaynaklar için bkz.: A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâm’a Giriş, Bursa: Ensar, 2010, s. 86-90. 856 Rivayet Tertîb’de yer almamaktadır. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan bazı eserlerde rivayet aynı metinle verilmiştir (mesela bkz.: Müslim, Kader, 6; Tirmizi, Kader, 5). Bazılarında ise َ ء" ُّسوَن فِيَها ِمْن َجْدَعا " َكَما تُْنت َُج اْلبَِهيَمةُ بَِهيَمةً َجْمعَاَء، َهْل تُِح şeklinde bir ziyade yer alır. Bkz.: Buharî, Cenâîz, 78, 91; Tefsîru’l-Kur’ân, 243; Kader, 3; Müslim, Kader, 6; Ebû Davud, Sünnet, 18. 857 Rum, 30/30. 858 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 9. Bizce, Vercelânî’nin çocuklarla ilgili düşündüğünü özellikle belirtmesinin ve bunu ayetle, hadisle desteklemesinin sebebi, ayrıldıkları Ezârika grubunun müşrik çocukları hakkındaki düşüncesidir. Zira onlar bu çocukları cehennemlik görmüş, kanlarını helâl saymışlardır. Bu yüzden olsa gerek konunun ilerleyen kısımlarında da çocuklara dair hükümlere yer verir. Bkz.: Vercelânî, ed- Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 9-11. 859 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 8. Sabiîliğin burada verdiğimiz açıklaması da Vercelânî’ye aittir. 860 Bakara, 2/62. 861 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 10. 140    Diğer bir gruba göre ise Allah’a, meleklerine, peygamberlere, kitaplara ve ahiret gününe iman ettiğimizi söylememiz gerekmektedir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler… Sonunda dönüş yalnız sanadır”862 buyrulur. Bunun tam tersi ise “inkâr” kavramı ile ifade edilmiştir: “Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur”.863 Bir başka grup ise bunlara ilaveten ölüme, yeniden dirilmeye, hesaba çekilmeye, sevap ve günaha, cennet ve cehenneme, Müslümanların kanının haram müşriklerin kanının ise helâl olduğuna da iman etmek gerektiğini savunmaktadır. Vercelânî verdiği bu görüşlerin tamamını onaylamakta, bir bütün olarak görmekte ve kendi mezhebinden âlimlerin kabulünün de bu yönde olduğunu aktarmaktadır.864 Ehl-i Sünnet’in Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına ve ahiret gününe iman ilkesine ilave ettiği “kader” bahsini Vercelânî hadisten elde eder. Bu konuda kullandığı temel delil Cibrîl hadisidir. 865 Bu hadiste Cebrail, Rasûlullâh’a iman, İslam ve ihsan kavramlarını sormaktadır. İman esaslarını sayarken Rasûlullâh “kadere inanmaktan” da bahseder ve Cebrail bu cevabı onaylar. 866 Müellifin kadere iman konusunda atıf yaptığı hadislerden biri de "و هللا ال يؤمن احدكم حتى يأمن بأربع :ان يشهد ان ال اله اال هللا، ويشهد اني رسول هللا، ويشهد ان الذي جئت به الحق من عند هللا، وبالبعث بعد الموت، وبالقدر خيره وشره" “Şu dört şeye iman etmedikçe inanmış sayılmazsınız: Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim O’nun elçisi olduğuma, Allah’ın katından hak ile gelenlere, öldükten sonra dirilme ile kaderin hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine…”867 hadisidir. Buna göre iman esasları Ehl-i Sünnet’te olduğu üzere altıya ulaşmış olur.                                                              862 Bakara, 2/285. 863 Nisa, 4/136. 864 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 8. 865 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 14. Hadisin buradaki rivayeti lafız farkıyla Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerdeki rivayetlerdendir. Bu rivayette sorulan “İslam nedir?” gibi bazı soruların da sadece sıralaması farklıdır. Karşılaştırdığımızda aktardığı rivayet Müslim rivayetine daha yakındır; çünkü Buharî rivayeti açık olarak “kadere imân”la ilgili bir lafız içermemektedir. Karş: Buharî, İmân, 36; Müslim, İmân, 3. Cibril hadisi Tertîb’de geçmemekte; ancak kadere imânla ilgili rivayetler Tertîb’de bulunmaktadır. Bkz.: Vercelânî, Tertîb, c.1, s. 54, h.no:72, 73. 866 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 14. 867 Rivayet ne Tertîb’de ne de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. Fakat kadere imânla ilgili hadisler Kütüb-i Sitte rivayetleri içerisinde yer almaktadır. Mesela Bkz.: Müslim, İmân, 1, 3; Kader, 4; Ebû Davud, Sünnet, 7, 17; Tirmizi, Kader, 10. 141    Vercelânî, bu esaslara iman etmeyen kişinin müşrik olacağını söylemektedir. Şüphesiz bu tanım, kendisine din ve deliller ulaşmış kişiler hakkındadır. Kendisine delil ulaştıktan sonra hala şüphe eden kişi, Vercelânî tarafından “müşrik” olarak tanımlanır. Yani ortada bu kadar ayet ya da hadis varken şüphe hâlâ söz konusuysa bu kişi müşriktir.868 Vercelânî’ye göre Rafızîlerin iman esaslarına dâhil ettiği Hz. Ali ile ilgili ulûhiyyet ve peygamberlik gibi bazı iddiaların ise kabulü mümkün değildir. Nitekim bunlardan bazıları “lâ ilâhe illallah” ile kastın Hz. Ali olduğunu iddia etmektedir. Bu iddialar hem Allah’a hem nebisine karşı işlenen suçlardır. Bu iddiaları “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir”869 ayetine aykırıdır. Bu gruptan bazıları ise Hz. Ali neslinin günah işlese bile cennete gideceğini savunur.870 Bunlara göre Hz. Ali ve soyu söz konusu olduğunda farz, vacib vb. hükümler düşmektedir. Tıpkı Rasûlullâh’ın dörtten fazla evlilik yapması gibi bazı hükümler, diğer Müslümanların dışında sadece nesil için geçerlidir. Allah onların tüm bu aşırılıklarından münezzehtir.871 2.2.1. Şefaat Vercelânî şefaat kavramına, bir kuldan sâdır olan günahlar ve bunların nasıl affedileceğini anlatırken temas eder. Ona göre en büyük günah elbette Allah’a şirk koşmaktır.872 Bunun dışında Kur’an’da açık şekilde yasaklanan suçlar da kebîre cinsindendir. Masiyet terimi, emre açıkça muhalefet edip bu günahı ısrarla işlemeye devam etmek manasındadır. Vaîd ise büyük günahlar ve masiyetler için geçerlidir. Kur’an’da bulunmayıp Sünnet’te söz konusu edilmiş yasaklar ise kerâhet olarak isimlendirilebilir.873 Dinin suç saydığı şeylerden bir veya birkaçını yapıp cezayı müstahak olanlar hakkında çeşitli durumlar söz konusudur. Öncelikle böyle bir kişinin tevbe etmediği düşünülür. Zira büyük günahlar affı tövbe ile mümkündür.874 Nitekim Allahu Teâlâ da şöyle buyurmaktadır: “De ki: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”875, “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun                                                              868 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 8. 869 Ahzab, 33/40. 870 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 44. 871 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 45. 872 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 55. 873 Bekir Topaloğlu, “Mâsiyet”, DİA, Ankara: İSAM, 2003, c. 28, s. 77. 874 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 56. 875 Zümer, 39/53. 142    dışında kalan (günah) ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur”876, “Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim”.877 Ya da bu kişi hiç iyi amel işlememiştir. Çünkü yine Kur’ân’ın beyanına göre “…iyilikler kötülükleri giderir.”878 Ya da musibet anında istircâda bulunmamış, yani Allah’tan yardım istememiştir. Kur’an-ı Kerim’de bununla ilgili “Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır”879 buyrulmaktadır.880 Vercelânî’ye göre küçük günahların affı da yine kuldan kaynaklanan çabalara bağlıdır.881 Nitekim hadislerde "ما من مصيبة يصاب بها العبد المسلم اال كفر بها من خطاياه حتى الشوطة يشاكها." “Müslüman kişinin başına, bir dikenin batması gibi (küçük bile olsa) bir musibet gelmesin ki bu musibet onun hatalarına kefaret olmasın”.882 "ان القتل في سبيل هللا كفارة" “Allah yolunda savaşmak (kişinin günahlarına) kefarettir”.883 "ان الصلوات الخمس كفارة لما بينها" “Beş vakit namaz her vakit arasında (yapılan hatalara) kefarettir”.884 Vercelânî, işlenen bir suçtan dolayı tahakkuk edecek cezadan kurtulmak için son olarak şefaati zikreder.885 Şefaat konusunda ise delili Dımâm b. Sâib’den gelen şu hadistir: "اذا فصل هللا بين الخالئق في المحشر ذهب اهل الجنة الى الجنة و اهل النار الى النار قال هللا لمحمد عليه السالم: اذهب اشفع، فياتي عليه السالم الى المحشر، فيختار منهم جماعة الى الجنة، فيقول هللا: ارجع فيرجع و ياتي بجماعة منهم                                                              876 Nisa, 4/48. 877 Taha, 20/82. 878 Hûd, 11/114. 879 Bakara, 2/156, 157. 880 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 47. 881 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 58. 882 Rivayetin tetkiki daha önce yapılmıştı. 883 Rivayet bu lafızla ne Tertîb’de ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 884 Rivayet Tertîb’de yer almamakta, ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler içinde Buhari’de bab başlığı olarak geçmektedir: Bkz.: Buhari, Mevâkıtu’s-salâh, 6. 885 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 57. 143    الى الجنة، فيقول هللا: ارجع و ياتي بجماعة الى الجنة، فيقول هللا: ارجع فيقول عليه السالم: يا رب لم يبق اال من حبسه الكتاب، فيعزل هللا منهم طائفة الى الجنة مع ما فيه اهل االعراف." “Allah mahşer günü yarattıklarını (hesabı görüp) ayırdığında cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme gider. Sonra Allah u Teâlâ, Muhammed aleyhi’s-selama ‘git ve şefaat et!’ der. Muhammed aleyhi’s-selam mahşer meydanına gelir ve bir grubu cennete gitmek üzere seçer. Allahu Teâlâ O’na ‘(mahşer meydanına) dön’ der ve döndüğünde bir grubu daha seçer. Allah ‘(tekrar) dön’ der ve döndüğünde bir grubu daha seçer. Allahu Teâlâ ‘(yine) dön’ dediğinde Rasûlullâh ‘Ya Rabbi! Kitab’a uymadıkları için hapsolunanlar hariç kimse kalmadı’ deyince Allah, içinde arafta kalanların da olduğu bir grubu daha cennete alır”.886 Vercelânî, bu hadisten yola çıkarak şefaat hakkını Rasûlullâh’a verir. Ancak hadise işaret ederken meşhur olduğunun altını özellikle çizer. Daha sonra da yine “meşhur” dediği bazı hadislere atıfta bulunur: "من قال ال اله اال هللا مخلصا من قلبه دخل الجنة" “Kim kalpten ve samimi bir şekilde ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse cennete girer”.887 "من كان في قلبه مثقال حبة من ايمان دخل الجنة" “Kimin kalbinde hardal tanesi kadar iman varsa cennete girer”.888 Vercelânî’ye göre bu hadislerde zikri geçenler, en nihayetinde şefaate nail olacak gruplardır. Kaldı ki Allah’ın rahmeti de geniştir. Sadece yukarıdaki ayetler gereği şirk koşan veya Allah’a isyanda ısrar eden ya da dinde bidat çıkaran kişiler bunun dışındadır.889 Zaten bunlar da affedilse Allah’ın adaleti ve vaîd ilkesi iptal edilmiş olur. Vercelânî’ye göre kıyamet alametleri, sura üflenmesi, mahşer, mizan ve benzeri bazı meseleler de, eğer Rasûlullâh haber vermemiş olsaydı bilemeyeceğimiz itikadî hususlar arasında yer alır. Çünkü bunlara Kur’an-ı Kerim’de temas yoktur.890                                                              886 Rivayet bu lafızla ne Tertîb’de ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 887 Rivayet bu lafızla ne Tertîb’de ne Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir. 888 Rivayet bu lafızla Tertîb’de yer almamakta; ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir: Buhari, İman, 13; Rikâk, 51; Müslim, İman, 64; Ebû Davud, Libâs, 27; Tirmizi, Birr, 61. 889 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 58. 890 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 17, 18. 144    2.2.2. Sıfatlar Vercelânî kendisinin sıfatlarla ilgili görüşlerini Eşari görüş üzerinden temellendirir. Ona göre Allah, ilim, kudret, irade, kelam ve diğer sıfatlarla vasıflandırılabilir. Hâlbuki Eşarilerde bunlar sıfat değil birer manadır.891 Yani Allah bu manalarla vasıflanır. Bu şu anlama gelir: Allah, ilimle âlimdir, kudretle kadirdir, iradeyle mürîd olur. İlimle bilir, kudretle takdir eder, iradeyle ister, hayatla diridir, kıdemle kadimdir ve bu vasıflar Allah’ın zatıyla kaimdir yani O’ndan ayrı değildir.892 Fakat zikredilen bu mananın Allah’ın zatından ayrı olması Vercelânî’ye göre kadim varlıkların artmasına sebep olacaktır.893 Onun bu görüşüşle Mutezile’ye yaklaştığı düşünülebilir. Vercelânî, sıfatların imkânına değindikten sonra Allah hakkında konuşmanın caiz olduğunda ittifak edildiğini söyler. Fakat bunun bir sınırı söz konusudur ve bu sınır şeriatle çizilmiştir. Bu sınır içerisinde Allah hakkında konuşulabilir ve düşünülebilir.894 Fakat kesin hükmün ortaya çıkması için bu konuşmalarımıza Vercelânî’ye göre ilmen, aklen, şeran ve dilsel deliller sunmamız gerekir. Bunlar ışığında ortaya çıkan hak görüşe de itaat etmek lazımdır.895 Fakat müellifin bu delilleri sayarken hadise yer vermediği görülür. Emir ve nehiy de Eşarilere göre, kelamın içinde olduğu için Allah’ın zatıyla kaim olup O’ndan ayrı değildir. Dolayısıyla Kur’an ve Allah katından inen diğer kitaplar da bu kelam vasfı içerisinde Allah’ın zatıyla kaimdir. Allah’ın fiilleri ise bu vasıflarla oluşur; ancak sonradan ortaya çıktığı için hâdistir.896 Bu noktada halku’l-Kur’an yani Kur’an’ın yaratılmış olması meselesi hakkındaki yorumlarına geçer. Bu bağlamda öncelikle her şeyin yaratıcısının Allah olduğu vurgulanır. Öyleyse vahyin ve kendisi dışında varlıklarla iletişim kurduğu kelamın da yaratıcısı Allah’tır. Allah                                                              891 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 55. Buradaki açıklamalarından anlaşılmaktadır ki sıfat mevsufundur, vasıfsa vasfedenindir. Yani sıfat nitelenene aittir, böylece nitelenen tanımlanmış olur. Vasıfsa, tanımlanana aittir. Sıfat dışarıdan verilir, ancak vasıf sahip olunandır. Mevsuf değil, edilgen olur. Yani İbâzîler’e göre sıfat mana ile olsa da yoktur, vasıf vardır. Sıfat her ne halde söz konusu edilecek olursa Allah’a izafe edildiğinde, O’ndan ayrı da olacağı için kadimleri arttırır. Allah da edilgen konumda olur. Bunlar vasıf olarak isimlendirilirse vasıf faile ait olacağı için kendisinde bunu taşır ve dışarıdan kazanmaz. Bkz.: Hasan Hüseyin Tunçbilek, “Allah’ın Sıfatlarının Mahiyeti Problemi”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 7/1, 2001, s. 64, 65. Eşariler’in “sıfat-ı meânî” teorisine göre ise; “Naslarda Allah’ın hay, âlim, kādir, mürîd olduğu bildirilmiştir. Duyular âleminde hay hayat sahibine, âlim ilim sahibine, kādir kudreti olana, mürîd iradesi bulunana denildiğine göre Allah’ın da hayat, ilim, kudret, irade kavramlarından (mânalarından) ibaret olan sıfatları vardır. Bu kavramları zâta nisbet etmeden O’nun hay, âlim... olduğunu söylemek kuru bir adlandırma niteliği taşır ki böyle bir şey ulûhiyyet makamı için câiz değildir.” Bkz.: Yunus Şevki Yavuz, “Eşariyye”, DİA, İstanbul:1995, c. 11, s. 447-455. 892 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 53. 893 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 53. 894 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 54. 895 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 55. 896 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 54. 145    hiçbir şeye benzemediğine göre O’nun ilmi ve kelamı da hiçbirinin kelamına ve ilmine benzemez. Bu yüzden Kur’an kelamı ve Allah’ın mütekellim olma vasfı yaratılmış değildir. Bu sebeple mesela Sünnîler Allah’ın kelamının mahlûk olduğunu söylemek suretiyle hata yapmışlardır. 897 Vercelânî’ye göre eğer mahlûksa Allah’ın âlim ve mütekellim olma vasıflarına halel gelecektir. Ayrıca Allah’ın kelamı yaratılmış olursa Allah’ın vasfı olan bir özellik yaratmayla yani “hâdis” olmakla ilişkilendirilmiş olacaktır. 898 Ancak bizim duyduğumuz ve okuduğumuz Kur’an ise, Allah’ın murad ettiği manayı taşıyan, seslerden ve harflerden ibaret bir kitaptır. Dolayısıyla yaratılmıştır, hâdistir.899 Mütekkelim olması Allah’ın sıfatı iken Kur’an metni bu sıfatın fiilidir.900 Allah’a el, yüz gibi uzuvlar izafe etme konusunda ise Eşariler, O’nun insana benzemesine sebep olacak özelliklerle de vasıflandırılabileceği kanaatindedir. 901 Ancak Vercelânî’ye göre Kur’an’da yer alan bu ifadeler mecazidir ve zahiri anlamı üzere bırakmak kişiyi tecsim ve teşbihe düşürür. Nitekim Mücessime ve Müşebbihe böyle bir hataya düşmüş, Allah’ı yaratılmışlara benzetmişlerdir. 902 Örneğin; “Allah’ın eli onların eli üstündedir”903 ayetindeki “el” kelimesinin insan eli gibi olduğunu iddia etmişler; böylece putlara tapanlar gibi davranmışlardır. 904 Aynı şekilde “Rabbinin yüzü (zatı) haricinde her şey helak olacaktır”905 ayetinde geçen “yüz” kelimesini de insan yüzü gibi kabul etmişlerdir. Böylece bunlar “…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur”906 ayetine muhalif davranarak şirke girmişlerdir. Bu gruba dahil ikinci kısım ise ayetlerde sözü geçen bu ifadeleri olduğu gibi bırakır ve nasıl olduklarını bilmediklerini ifade ederler. Bunlar ise cahildirler. Vercelânî’ye göre bu tür ayetler Arap dili imkânları içerisinde kolaylıkla açıklanabilir. Örneğin; “el” nimet ve kudret anlamındadır. “Yüz”den kasıt zatıdır, “sağ”dan kasıt kuvvettir, “taraf”tan kasıt çevrelemektir.907                                                              897 Burada ayrıca Vercelânî, Rasûlullâh’ı en çok zikredenlerin de ehl-i hadis olduğunu, ancak zayıf oldukları için halku’l-Kur’an meselesini kabul ettiklerini söylemektedir. Hammad b. Ebu Hanife’ye mesele sorulunca da açıkça; Kur’an mahlûktur, demektedir. Bkz.: Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 29. 898 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 30. 899 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 61. 900 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 62. 901 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 53. 902 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 67. 903 Fetih, 48/10. 904 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 45. 905 Kasas, 28/88. 906 Şûra, 42/11. 907 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 46. 146    2.2.3. İnsan Fiilleri Kaderiyye, insan fiillerinin yaratıcısının Allah değil kullar olduğunu söyler ve böylece “Allah’tan başka yaratıcı var mı?”908 ayetini de inkâr etmiş olur.909 Onlara göre eğer fiilleri Allah yaratıyor olsaydı, kötü bir fiil yaptıklarında onlara zulmetmiş, iyi bir fiil yarattığında ise hak edip etmediklerine bakmaksızın onlara iyi davranmış olacaktır. Bu sebeple fiillerinin yaratıcısı kullardır. Allah kullarını fiillerinde özgür bırakmıştır ve buna göre karşılık verecektir.910 Fakat bu kabulle onlar, Allah’ın yaratmasına ortak olmuşlardır. Fakat Allahu Teâlâ “…Allah'tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı?” 911 buyurmaktadır. Öyleyse göz ardı ettikleri nokta, fiille yaratmayı birbirine karıştırmaları, sırf “kötü olanı da Allah yarattı” dememek için O’nun yaratıcı vasfına ortak olmalarıdır.912 Vercelânî’ye göre insan fiilleri Allah tarafından yaratılır; ancak bu fiilleri seçenler insanlardır. Yani kul yaratılan fiilin kâsibidir ve bu sebeple de sorumludur. 2.2.4. Müslümanların Kanının Helal Olmaması Ve Ehl-i Sünnet’in Durumu İman konusunda İbâzîleri Hâricîlerden ayıran en temel görüş “tek Allah’a iman ettikleri” yani “muvahhit” oldukları için Müslümanların kanını haram görmeleridir. Vercelânî, Haricîlerin bu hataya Nafi b. Ezrak sebebiyle düştüğünü açıkça dillendirir. Çünkü o “Eğer (şeytanlara) boyun eğerseniz şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz.”913 ayetini tevil etmiş ve ehl-i tevhidin işlediği en küçük bir günahta bile şirke girdiklerini savunmuştur.914 Hâlbuki Rasûlullâh Arafat’taki veda hutbesinde şöyle buyurmuştur: "...في خطبته في عرفات قال: ’ايها الناس اي يوم هذا؟‘ قالوا:يوم حرام. قال:’اي شهر هذا؟‘ قالوا: شهر حرام. قال: ’اي بلد هذا؟‘ قالوا: بلد حرام. قال: فان دماءكم و اموالكم و اعراضكم عليكم حرام، كحرمة يومكم هذا، في شهركم هذا، في بلدكم هذا. اال بلغت؟‘ قالوا: اللهم نعم. قال: اللهم اشهد، ليبلغ شاهدكم غائبكم." “O, ‘Bu gününüz hangi gündür?’ diye sorduğunda ‘haram olan gündür’ dediler. ‘Bu ayınız hangi aydır?’ dediğinde de ‘haram olan aydır’ cevabını verdiler. ‘Peki bu beldeniz hangi beldedir?’ diye sorunca ise ‘haram olan beldedir’ dediler. ‘Biliniz ki bugünün haram olması gibi, bu ayın haram olması gibi, bu beldenin haram olması gibi sizlerin kanlarınız,                                                              908 Fâtır, 35/3. 909 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 42. 910 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 65. 911 Fâtır, 35/3. 912 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 66. 913 En’am, 6/121. 914 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 28. 147    mallarınız ve ırzlarınız da birbirinize haramdır…”.915 Bu hadis Müslümanların hem kanlarının hem mallarının haram olduğunun en net delilidir.916 Vercelânî İslam toplumu içinde muvahhit olduğunu iddia eden 7 grup saymaktadır ki, bunlardan üçünü hadisten aldığını söyler: Mürcie, Kaderiyye ve Mârika. Mürcie için “Bu ümmetin Yahudileridir.” rivayeti, Kaderiyye için “Bu ümmetin Mecusileridir.” rivayeti ve Mârika içinse “…okun yaydan çıkması gibi dinden çıkarlar…” rivayetlerini hatırlatır. 917 Hadiste geçmese de Vercelânî’ye göre kendini muvahhit sayan; ancak aşırı giden iki grup söz konusudur: Şia ve Müşebbihe. Şia, Hz. Ali’ye ulûhiyet atfettikleri için, Müşebbihe ise Allah’ı yaratılmışlara benzettikleri için şirke düşmüşlerdir. Bu durumda geriye iki grup kalmaktadır ki bunlardan biri fırka-i naciye ki ehlü’l-hak yani İbâzîlerdir, diğeri ise Sünnîlerdir. Peygamberin şefaati de sadece bu iki grup için geçerli olacaktır ve bunların kanları haramdır.918 Fakat daha önce de belirtildiği üzere Sünniler “nimet-i küfür” içerisindedirler. Onların tövbe etmesi gereken hatalarını ise Vercelânî şöyle sıralamaktadır: 1. Va‘d ve vaîd konusunda, hak ve batılı aynı kefeye koymaktadırlar. Çünkü Ehl-i Sünnet’e göre hata yapmış da olsa Müslüman olanlar da en nihayetinde cennete girecektir veya cehenneme girse de buradan çıkabilecektir.919 Vercelânî’nin “amel, imandan bir cüzdür” anlayışı gereği Ehl-i Sünnet’i eleştirmektedir. 2. Eşariler, Kur’ân hakkında “yaratılmıştır” demezler. Oysa İbâzîler kadim varlıkları arttırmamak adına Kur’an’ın elimizde bulunan metninin açıkça yaratılmış olduğunu söylemektedirler. 3. Allah’ın isim ve sıfatları konusunda Eşarîler ilgili lafızların anlamlarını eğip bükmekte yani aslında lafza takılmaktadır. Hâlbuki asıl olan manadır.920 Bu hususlar istisna edilmek kaydıyla Vercelânî Sünnîleri ve özellikle de muhtemelen yaşadığı coğrafyada yaygın olmalarından dolayı Eşarileri “Bize bu kadar yakın başka mezhep yoktur” şeklinde tavsif eder.921                                                              915 Rivayet Tertîb’de yer almamakta; ancak Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde geçmektedir: Buhari, Hacc, 133. 916 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 31. 917 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 24. 918 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 67. 919 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 47. 920 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 47. 921 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 47. 148    2.2.5. Berâe ve Velâye Teberrî ya da berâet Vercelânî’ye göre Allah’ın haramlarını helal sayanlardan, haramlarda ısrar edenlerden uzak durmaktır. Çünkü yaptıkları bu fiiller neticesinde onlar, helâki hak etmişlerdir ve tövbe etmedikleri sürece de bu fiileri sebebiyle kâfir hükmündedirler. Büyük günah işleyenler, peygamberleri inkâr edenler, Kur’an’dan bir harf bile olsa herhangi bir şeyi inkâr edenler de berî olunan gruptandır ve tüm cemaat bunlardan teberrî eder. Cemaatle kastedilen ise velayet sahibi gruptur ve bu grup Allah’ın hükümlerini tam olarak yerine getirenlerdir.922 İbâzîlerin temel görüşlerinden biri olan berâet ve velâyet hakkında Vercelânî “Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır” 923 ayetini delil getirir. Buna göre Müslüman kiminle dost olduğuna kimden uzak durması gerektiğine dikkat etmelidir. 924 Vercelânî’ye göre bu mesele ilk kez Hz. Osman ile ehl-i dar arasında cereyan eden olayda ortaya çıkmıştır. Ehl-i şûradan olan Sad b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Ömer, Muhammed b. Mesleme, Zeyd b. Sabit ve Ensar’dan bazı kimseler Hz. Osman’dan teberrî etmişlerdir.925 Vercelânî’ye göre Müslüman beldeler de Hâriciler’in iddia ettiği gibi dâru’l-küfür değildir. Her Müslüman da Allah’a iman ettiği için, Fatiha suresindeki “…gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil” duası mukabilince, müşriklerden berîdir. Dolayısıyla yukarıda sayılan helalleri haram saymak, günahta ısrar etmek gibi hatalar işlemeyen Müslümanlar da velayete dâhildir. Nitekim Kur’ân’da da “…inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!”926 buyrulmaktadır.927                                                              922 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 1, s. 173-175. 923 Mâide, 5/51. 924 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 3, s. 170. 925 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 3, s. 172. 926 Muhammed, 47/19. 927 Vercelânî, ed-Delil ve’l-burhan, c. 2, s. 32. 149    SONUÇ İslam tarihinde, ümmet arasında büyük ayrılıklara sebep olan bazı kırılma noktaları vardır. Bu kırılma noktaları evvel emirde siyasî bazı fırkalar ortaya çıkarmıştır. Fakat bu siyasî oluşumlar zaman içinde itikadî alanda da kendilerine has yollar çizmişlerdir. Bu gruplardan biri de İbâzîlerdir. İbâzîler tarih sahnesine Hâricîler içinde ve onların bir parçası olarak çıkmıştır. Fakat Hâricîlerin, günah işleyenleri Müslüman kabul etmeyip kanlarını helâl görmeleri gibi bazı aşırılılıkları sebebiyle onlardan ayrılmışlardır. İbâziyye’nin müstakil bir fırka olarak kendine yer bulmasına vesile olan olay ise Yezid b. Muâviye (v. 64/683) karşısında Abdullah b. Zübeyr’in (v. 73/692) yanında Kâbe savunmasına katılmalarıdır. Bu süreçte İbâzîler, bazı konularda İbnü’z-Zübeyr’den de farklı düşündüklerini görmüşler ve böylece kendilerine müstakil bir hüviyet kazandıracak sürece girmişlerdir. Fırka, ismini siyasî önderleri olan Abdullah b. İbâz’dan almış olsalar da görüşlerine temel kabul ettikleri kişi tabiûndan Câbir b. Zeyd’dir (93/711). Fırkalaşma bağlamında müstakil bir hüviyet kazandıktan sonra İbâziyye, hoca-talebe ilişkisi içinde varlıklarını korumuş, kendilerini ve görüşlerini anlatan kitaplar kaleme almışlardır. İbâzî ulemâ içinde en meşhur isimlerden biri de Ebû Yakub Yusuf b. İbrahim el- Vercelânî’dir (570/1174). O bu şöhretini, fırkanın en önemli hadis kaynağı olan Rebi‘ b. Habîb’in Müsned’ini tertip etmesi ve buna ilaveten mezhep içinde kendi dönemine kadar yazılmış hadis kaynaklarını kaynaklarını Tertîb adını verdiği çalışmasında bir araya getirmesine borçludur. Nitekim Rebî‘in Müsned’i daha sonra çok defa tahkik edilmiş olsa da hep Vercelânî tertibine bağlı kalınmıştır. Ayrıca, öyle görünüyor ki, mezhebinin hadis kitapları hakkında yaptığı çalışmalar da kendisini, mezhebinin hadis kaynaklarını en iyi bilen âlim konumuna getirmiştir. Vercelânî, mezhebinin hadis bilgisini ve dolayısıyla kendisinin bu alandaki birikimini el-‘Adl ve’l-insâf ile ed-Delîl ve’l-burhân adlı kitaplarında hem okuyucu ile paylaşmış hem de fırka kültürünü gelecek nesillere başarıyla nakletmiştir. Zira bu kitaplar üzerinde yaptığımız araştırmalar göstermektedir ki o bu çalışmalarında İbâziyye’nin fıkıh ve usul-i fıkıh ve itikat konularına bakışına dair sistematik bilgiler vermekte, bu konularda mezhebinin sağlıklı bir resminin çekilmesine ciddi katkılar sunmaktadır. Buna ilaveten bu çalışmalar ihtiva ettiği İslâm tarihine dair bilgiler sayesinde de yaşanan olaylar karşısında özelde bu fırkanın genelde ise tüm toplumun refleksine dair kıymetli veriler sunmaktadır. 150    Bununla birlikte Vercelânî asıl hünerini hadis alanında ortaya koyar. Nitekim o hem fıkıh hem de itikat alanında hadise/sünnete büyük bir değer atfeder; “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin” düsturunu yakinen hayata geçirir. Zira peygamberin tebliğe ilaveten Kur’ân’ı beyân gibi ciddi bir görevi daha vardır. Böylece delliler hiyerarşisinde ilk sırayı alan Kitâb’ın kapalı lafızlarını ve hükümlerini açıklama yetkisini doğrudan Rasûlullâh’a verir ve O’ndan gelen bu yöndeki bilgilere ayetler kadar önem atfeder. Bu yaklaşımıyla Vercelânî’nin, esasen Sünnî fıkıh mezheplerinden, an azından teorik planda, pek de farklı yok gibidir. Fakat o, fıkhî konularda ahad habere verdiği değer ve özellikle nesih yetkisi vermesi ile sözgelimi Hanefiyye’den ayrılıp Ehl-i Hadis’e yaklaşır. Böylece peygamberin koyduğu hükümlerin fıkhî sistem içerisindeki yerine net bir şekilde işaret etmiş olur. Sadece hadis/sünnet değil onu bize aktaran ve ilk defa tatbik eden kişiler olan sahabîlerin görüşleri de Vercelânî’nin gözünde oldukça değerlidir. Özellikle Hz. Ömer, Abdullah b. Mesud ve Abdullah b. Abbas’tan oldukça fazla görüş aktarır. Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ı bazı siyasî uygulamalarından dolayı eleştirse bile onlardan gelen fıkhî rivayetlere yer vermesi de, siyaset ve fıkıh alanlarını ayırması bakımından objektif ve ilmî bir bakış açısına işaret eder. Nitekim o, sahabenin tümünü adil kabul etmekle birlikte davranışlarında peygamber gibi masum olmadıklarını da sık sık hatırlatır. Buna göre sahabîlerin verdikleri karar ve fetvâlar, hemen taklik edilmemeli öncesinde ciddi bir tahkik sürecine tabi tutulmalıdır. Böylece o sahabe konusunda Ehl-i Sünnet ile aynı veya oldukça yakın bir çizgi üzerinde bulunduğunu göstermiş olur. Hatta deliller sıralamasında rivayet malzemesinden sonra içtihat ve reye atıf yapması da müellifin, peygamberin ve ashâbının yolunu aklî muhâkeme metodlarına öncelediğine hamledilebilir. Vercelânî’nin fıkıh alanında ahad hadise tanıdığı bu yetkiyi itikadî alanda işletmediği görülür. Zira o ahad haberin itikat alanında ilim ifade etmeyeceğini, bu konularda söz konusu yetkinin ancak mütevatir ve meşhur hadise ait olduğu kanaatintedir. Dolayısıyla Vercelânî’ye göre ahad haber her ne kadar ameli gerektirse de zorunlu bilgi oluşturmamaktadır. Bu doğrultuda o, “Peygamber’den gelen bilgiler olmasaydı öğrenemizdik” dediği şefaat, havz, kevser, mîzân, mahşer gibi bazı konuları hadise, ama bunların mütevatir ve meşhur gibi çeşitlerine bina eder. Bu tavrıyla onun yine Ehl-i Sünnet’e paralel bir bakış açısına sahip olduğu söylenebilir. 151    Vercelânî’nin fıkıh ve kelâma dair bilgiler verirken, konular arasına serpiştirilmiş halde bile olsa hadis usulü ile ilgili bazı meselelere değindiği de görülür. Hadis usulü konularını müstakil olarak işlememiş olması ve bunlardan bahsettiği yerlerde fazla malumat vermeyip derin analizler yapmaması, hatta kullandığı klasik usul terimlerini tarif bile etmemesi bu alandaki bilgilerin, yaşadığı dönem itibariyle iyice oturmuş olmasına bağlanabilir. Hadis usulüne dair yaptığı açıklamalar ve verdiği bilgiler, büyük oranda Sünnî hadis usulü ile örtüşüyor olsa da zaman zaman buna aymayan kabullerin izlerini de taşır. Fakat bilgilerin fıkıh usulü içine dağınık olarak yerleştirilmesi ve terimlerin tariflerinden sarf-ı nazar edilmesi şeklinde ortaya çıkan bu yaklaşım, İbâzî hadis usulünü anlayıp tahlil etme konusunda oldukça ciddi bir probleme de sebebiyet verir. Ancak bu tarz problemler dışında Vercelânî’nin kendi sistemini ortaya koymakta ve hadisin bu sistem içindeki yerini göstermekte yine de oldukça başarılı olduğu söylenebilir. İbâziyye’nin hadis kültürünü anlama noktasında Vercelânî’nin okuyucuya pek yardımcı olmadığı konulardan biri de kullandığı hadislerin senedine işaret etmemesidir. Hadisin sadece sahabî ravisini hatırlattığı yerler ise çok nadirdir. Ancak el-Adl ve’l-insâf’ın bir fıkıh, ed-Delîl ve’l-burhân’ın da bir kelam kitabı olduğu düşünülürse bu durum biraz da normal karşılanmalıdır. Sened zikretmeme yönündeki bu tercihi, doğal olarak sened tenkidi konusunu da etkilemiştir. Nitekim o, zaman zaman sened tenkidine dair teorik bilgiler verse de bu işlemin pratik örneklerini hemen hiç sergilememiştir. Sadece ve özellikle ed-Delîl ve’l-burhân’da bazı hadislerin mütevatir, meşhur veya ahad olduklarına işaretle yetinir. Fakat metin tenkidiyle ilgili özellikle Kur’an’a arz anlamında önemli örnekler ortaya koyduğu görülür. Kullandığı rivayetler hakkında yaptığımız araştırmalar Vercelânî’nin, kaynak olarak bazen kendi düzenlediği Tertîb’e bazen de Sünnî müelliflerin kaleminden çıkan Kütüb-i Sitte’ye işaret eder. Nitekim zaman zaman isimlerini de vererek Ebû İsa et-Tirmizi ve Buharî’nin Sahîh’lerine atıflar yaptığı görülür. Bu durum Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlere ve buralarda yer alan rivayetlere güvendiğini, onları sahih kabul ettiğini gösterir. Zikrettiği rivayetlerden bazıları hem Tertîb’de hem de Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerde yer alır. Bu tarz rivayetlerde Vercelânî bazen Tertîb rivayetini bazen de Kütüb-i Sitte rivayetini esas alır. Tertîb’de yer almasına rağmen bazen Kütüb-i Sitte’yi öncelediği de olur. Bu rivayetlerden bazısı ise ya sadece Tertîb’de veya sadece Kütüb-i Sitte’de yer almaktadır. Hatta sadece Kütüb-i Sitte’de yer alan rivayetlerin daha fazla olduğu görülür. Bazı rivayetlerin ise her iki kaynakta da bulunmadığı görülmektedir. Bu rivayetler hakkında yaptığımız araştırmalar 152    bunlardan bazılarının kendi döneminde mevcut musanneflerde veya müsnedlerde bazılarının ise mevzuat kitaplarında nakledilmiş olduğunu göstermiştir. Bu durum hadis öğrenme konusunda Vercelânî’nin kendi mezhebi hâricinde yazılmış eserler içinde Kütüb-i Sitte ile yetinmediğini, daha geniş bir yelpazeye nazar ettiğini gösterir. Netice olarak denilebilir ki İbâzîler hem siyaset, hem fıkıh hem de itikat alanında kendilerine has sistemler ortaya koyabilmiş bir mezhep görünümündedir. Kimi konularda başta Sünniler olmak üzere alternatifleri olan farklı fırkalara yaklaşmış, kimi konularda ise onlardan farklı görüşler benimsediklerini ortaya koyup eleştirilerde bulunmuşlardır. Fakat rahatlıkla denilebilir ki bir Müslümanın hayatını kuşatan iki temel alanda yani fıkıh ve itikatta benimsedikleri sistem, hadise/sünnete oldukça önemli bir yer ve değer vermektedir. İbaziyye adına bu hususun müşahede edileceği şahsiyetlerin başında ise Vercelânî gelmektedir. Zira o usulü, üslubu, kaynakları ve eserleri bakımından herhangi bir meselede İbaziyye’nin ne ve nasıl düşündüğünü tespit adına rahatlıkla müracaat edilebilecek isimlerden biri hatta birincisi konumundadır. 153    KAYNAKÇA APAK Adem, Anahatlarıyla İslam Tarihi, İstanbul: Ensar, 2009. ALBAYRAK İsmail, “İbâdî Tefsir Usûlüne Genel Bir Bakış”, c. 19, sy. 61 (2015). ALİ KARÎ Ebu’l-Hasan Nureddin Ali b. Sultan Muhammed, Mevzûâtü’l-kebîr, İstanbul: Amire Matbaası, 1289. ASKALANI Ebü’l-Fazl Şehabeddin Ahmed İbn Hacer EL-, Tehzîbü’t-Tehzîb, Beyrut: Dâru Sadır, 1968. ---------------------------------------------------------------------- Lisânu'l-Mîzân, Müessesetü'l- Alamî, Beyrut 1406/1968, c. 6, s. 32. ATEŞ Orhan, Günümüz Umman İbâdiyyesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi Tezi), Uludağ Üniversitesi, 2007. ---------------- “Tahkim Telakkisine Eleştirel Bir Yaklaşım (İbâziye Örneği)”, c. 14, sy. 1 (2012). A’VEŞT Bükeyr b Saîd, Dirasat İslâmiyye fi’l-usuli’l-İbâzıyye, Kahire: Mektebetu Vehbe, 1988. AYDINLI Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İFAV, 2016. -------------------------“Mevkuf”’, DİA, İstanbul: İSAM, 2004, c. 29, s. 437. BÂCÛ Mustafa Salih, “Vercelânî, Ebû Ya’kûb”, DİA, İstanbul: İSAM, 2013, c. 43, ss. 50-51. BAĞDADI Ebû Mansur Abdülkahir b Tahir b Muhammed Temimi Abdülkahir, el-Fark beyne’l-fırâk ve beyânü’l-fırkati’n-nâciye minhum, Kâhire: Kahire : Dârü’t-Türas, t.y. BAKAN Tevhit, “İbâdîler ve Hadis”, EKEV Akademi Dergisi, sy. 20 (2004). BARUNI Ebü’r-Rebi Süleyman EL-, Muhtasaru tarihi’l-İbaziyye, Trablus, t.y. ,(14.07.2019) ,”مختصر تاريخ اإلباضية | المكتبة السعيدية“ -------------------------------------------- https://alsaidia.com/node/95. BAŞARAN Selman, “Hakem b. Ebü’l-Âs”, İstanbul: İSAM, 1997, c. 15, ss. 175-76. BAŞOĞLU Tuncay, “Tezkiye”, DİA, İstanbul: İSAM, 2012, c. 41, ss. 77-79. BELÂZÜRÎ Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Dâvud, Ensâbu’l-eşrâf, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1996. BERRÂDÎ Ebü’l-Fazl Ebü’l-Kāsım Muhammed b. İbrâhîm ed-Demmerî, el-Cevâhiru’l- müntekât, t.y. CARSTER Em. Eteş., Bibliyografya’l-İbâzıyye, Uman: Vizâretü’l-Evkâf ve’ş-Şu’ûni’d- Dîniyye, 2012. ÇAĞATAY Neşet, İbrahim Agah ÇUBUKÇU, İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara: Ankara 154    Üniversitesi Basımevi, 1985. ÇAKAN İsmail L., “Câbir b. Zeyd”, DİA, İstanbul: İSAM, 1992, c. 6, ss. 537-38. ----------------------- Hadis Usulü, İstanbul: İFAV, 2012. DALKILIÇ Mehmet, “Sufriyye”, DİA, İstanbul: İSAM, 2009, c. 37, ss. 472-73. DEMIRCI Kadir, “İbâziyye ve Hadis”, Hadis El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayınları, 2016. -------------------- İbazıyye’nin Hadise Bakışı, Ankara: Gece Kitaplığı, 2019. DERCÎNÎ Ebu’l-Abbas Ahmed b. Said b. Süleyman et-Temicârî, Kitâbü Tabakāti’l-meşâʾih bi’l-Magrib, Beyrut: Dâru’l-fikri’l-Arabî, t.y. DÖNMEZ M. İsmail, İbadi Mezhebinin Usul-ü Fıkıh Kaynakları, (Yüksek Lisans Tezi Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi, 2006. ERUL Bünyamin, “Rebi’ b. Habîb”, İstanbul: İSAM, 2007, c. 34, ss. 494-95. EŞ’ARI Ebü’l-Hasan İbn Ebû Bişr Ali b İsmail b İshak, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve ihtilâfü’l- musallîn, İstanbul: Devlet Matbaası, 1929. FAYDA Mustafa, “Ammâr b. Yâsir”, DİA, İstanbul: İSAM, 1991, c. 3, s. 75. FIĞLALI E. Ruhi, “Abdullah b. İbâz”, DİA, İstanbul: İSAM, 1988, c. 1, s. 109. ---------------------- “Hâricîler”, DİA, İstanbul: İSAM, 1997, c. 16, ss. 169-75. ---------------------- İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1983. ---------------------- “İbâzıyye”, DİA, İstanbul: İSAM, 1999, c. 19, s. 256. GÖMBEYAZ Kadir, “73 Fırka Hadisinin Mezhepler Tarihi Kaynaklarında Fırkaların Tasnifine Etkisi”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 14/2, 2005, s. 147- 160 HARMAN Ömer Faruk, “Şehristânî”, DİA, İstanbul: İSAM, 2010, c. 38, s. 467. İBN HALDUN Ebû Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b. Muhammed, Kitâbü’l-iber ve divânü’l-mübtede ve’l-haber fî eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men asarahum min zevî’s-sultâni’l-ekber, Beyrut: Müessesetü’l-Alem li’l-Matbuat, 1971. İBNÜ'L-CEVZÎ Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali, ed-Du‘afâ ve'l-Metrûkîn, thk. Abdullah el- Kâdî, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1406, c. 3, s. 18. -----------------------------------------------------------, Kitâbü’l-mevzûât, muh. Abdurrahman Muhammed Osman, Dâru’l-fikr, 1983, c.1, s. 267. İBNÜ’L-ESÎR Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut: Dâru Beyrut, 1965. KAHRAMAN Hüseyin – ŞAKAR Mehmet, “Hz. Peygamber’in İlk Vahyin Akabinde İntiharı 155    Düşünmesi İle İlgili Rivayetlerin Tahlil ve Tenkidi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 26/1, 2017, s. 151-189. KALHÂTÎ Ebu Abdullah Muhammed b. Said el-Ezdî, el-Keşf ve’l-Beyân, Umman: Mektebü’l-vezîr, 1980. KESLER M. Fatih, ‘Âl-i İmrân Suresi 7. Ayet Mealini Yeniden Okumak’, Diyanet İlmi Dergi, c. 49, sayı: 4. KILAVUZ A. Saim, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâm’a Giriş, Bursa: Ensar, 2010. KÖSE Saffet, “Ebû Ganim”, İstanbul: İSAM, 1994, c. 10, ss. 126-27. MAŞALI Mehmet Emin, “Mushaf”, DİA, İstanbul: İSAM, 2006, c. 31, s. 244. NAMI Amr Khalife EL-, Studies in Ibadhism, Open Mind Press, 2007. ÖĞÜT Salim, “İstincâ ve İstibrâ”, DİA, İstanbul: İSAM, 2002, c. 23, s. 320, 321. ÖZ Mustafa, “Ezârika”, DİA, İstanbul: İSAM, 1995, c. 12, ss. 45-46. --------------- “Kitâbü’s-siyer”, DİA, Ankara: İSAM, 2002, c. 26, s. 115. --------------- “Nâfi’ b. Ezrak”, DİA, İstanbul: İSAM, 2006, c. 32, ss. 289-90. --------------- “Necde b. Âmir”, DİA, İstanbul: İSAM, 2006, c. 32, ss. 484-85. ÖZDEMIR Ahmet, er-Rebî’ b. Habîb ve el-Câmiu’s-Sahîh Adlı Eseri, (Doktora Tezi), Diyarbakır: Dicle Üniversitesi, 2017. ÖZKUYUMCU Nadir, "Rüstemîler", DİA, İstanbul: İSAM, 2008, c. 35, ss. 295-96. SÂĞÂNÎ Ebu’l-Fezâil Radıyyüddin Hasen b. Muhammed b. Hasen, el-Mevzûât, Şam: Dâru’l- me‘mun li’t-türâs, 1405. SALIH Subhi ES-, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, İstanbul: İFAV, 2012. SARIKAYA Berat, “İcmâ Delili Üzerindeki İhtilaf ve Delalet Bakımından İtikâdî Konularda İcmâ”, Kader Kelam Araştırmaları Dergisi, c. 15, sy. 2 (2017), s. 326. ŞABAN Zekiyyüddin, İslam Hukuk İlminin Esasları : (Usulü’l-fıkh)., Ankara : Türkiye Diyanet Vakfı, 1990. ŞEHRISTÂNÎ Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdülkerim, el-Milel ve’n-nihal, Beyrut: Mektebetü’l-asriyye, 2006. ŞEMMÂHÎ Ebü’l-Abbas Bedreddîn Ahmed b. Saîd b. Abdülvâhid, Kitâbü’s-siyer, Maskat: Vizaretü’t-Türâsi’l-Kavmi ve’s-Sekâfe, 1987. TABERÎ Muhammed b. Cerîr, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, Beyrut: Dâru Suveydan,c.5, t.y. TOPALOĞLU Bekir, “Mâsiyet”, DİA, Ankara: İSAM, 2003, c. 28, s. 77. ÜZÜM İlyas, “Mezhep”, DİA, Ankara, 2004, c. 29, s. 573. ---------------- “Mirdas b. Üdeyye”, DİA, İstanbul: İSAM, 2005, c. 30, s. . 156    VERCELANI Ebû Yakub b İbrâhim el-İbâzi, ed-Delil ve’l-burhan, Amman : Vizaretü’t-Türas ve’s-Sekafe, c. 1, 2006. ------------------------------------------------------ ed-Delil ve’l-burhan, Amman : Vizaretü’t-Türas ve’s-Sekafe, c. 2, 2006. ------------------------------------------------------ ed-Delil ve’l-burhan, Amman : Vizaretü’t-Türas ve’s-Sekafe, c. 3, 2006. ------------------------------------------------------ el-Adl ve’l-insaf fî ma’rifeti usuli’l-fıkh ve’l- ihtilaf., Maskat : Vizaretü’t-Türâsi’l-Kavmi ve’s-Sekâfe, c.1, 1984. ------------------------------------------------------ el-Adl ve’l-insaf fî ma’rifeti usuli’l-fıkh ve’l- ihtilaf., Maskat : Vizaretü’t-Türasi’l-Kavmi ve’Sekâfe, c.2, 1984. ------------------------------------------------------ Kitâbü’t-Tertîb fî’s-Sahîh-i min hadîsi’r-Resûl, Maskat, Uman: Mektebetü Maskat, t.y. YAVUZ Yunus Şevki, “Eşariyye”, DİA, İstanbul:1995, c. 11, s. 447-455. YILDIZ Harun, “Berrâdî”, İstanbul: İSAM, 2016, c. EK_1, ss. 190-91. ------------------- “Ebû Ubeyde Müslim b. Ebû Kerîme”, İstanbul: İSAM, 2016, c. EK-1, ss. 377-78. ------------------- “Kalhâtî”, DİA, İstanbul: İSAM, 2016, c. EK-2, ss. 7-8. ------------------- “Mezâtî”, DİA, İstanbul: İSAM, 2016, c. Ek-2, s. 265, 266. 157