T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLAM HUKUKU BİLİM DALI AHMED B. MUHAMMED EL-HÜSEYİN EL-HANEFÎ ES-SEMERKANDÎ VE “MU‘ÎNÜ’L-ÜMME AL MA‘RİFETİ’L-VİFÂK VE’L-HİLÂF BEYNE’L- EİMME” ADLI ESERİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Hamza ÇINAR BURSA - 2009 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLAM HUKUKU BİLİM DALI AHMED B. MUHAMMED EL-HÜSEYİN EL-HANEFÎ ES-SEMERKANDÎ VE “MU‘ÎNÜ’L-ÜMME AL MA‘RİFETİ’L-VİFÂK VE’L-HİLÂF BEYNE’L- EİMME” ADLI ESERİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Hamza ÇINAR Danışman Doç. Dr. Recep CİCİ BURSA - 2009 ÖZET Yazar : Hamza ÇINAR Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : Temel İslam Bilimleri Bilim Dalı : İslam Hukuku Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı : Doç. Dr. Recep CİCİ Mezuniyet Tarihi : / /2009 Sayfa Sayısı : xi + 112 AHMED B. MUHAMMED EL-HÜSEYİN EL-HANEFÎ ES-SEMERKANDÎ VE “MU‘ÎNÜ’L-ÜMME AL MA‘RİFETİ’L-VİFÂK VE’L-HİLÂF BEYNE’L- EİMME” ADLI ESERİ Bu çalışma bir giriş ve iki bölümden meydana gelmektedir. Giriş’te, müellifin hayatı ve yaşadığı yer ve zaman dilimi hakkında bilgi sahibi olmak için, miladî XV. asırda Mâverâünnehir ve Semerkandın dinî, siyasî ve ilmî durumuna genel bakış yapılmıştır. Birinci bölümde incelemiş olduğum “Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l- Hilâf Beyne’l-Eimme” adlı yazma telifin şekil ve muhteva özellikleri ele alınmış, eserin mevcut olup esas alınan nüshaları arasında mukayese yapmak sureti ile nüshalar hakkında bilgi verilmiş, ittifak ve ihtilaflı meseleler bakımından eser değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bunun yanısıra kısaca ilm-i hilâf üzerinde durulmuş ve tezde inceleme konusu yapılan yazma eserin ilm-i hilâf ile olan ilişkisine de değinilmiştir. İkinci bölümde ise tezimize konu olan eserin kaynakları, müellifleri ile beraber tanıtılmış ve kaynaklar hakkında kısa bir değerlendirme yapılmıştır. Anahtar Sözcükler: İlm-i hilâf, Mukayese, Fıkıh. iii ABSTRACT Author : Hamza ÇINAR University : Uludağ University Discipline : Basic Islamic Sciences Department : Islamic Law Qualification of Thesis : Postgraduate Thesis Thesis Advisor : Ass. Prof. Dr. Recep CİCİ Graduation Date : / /2009 Number of Page : xi + 112 AHMED B. MUHAMMED EL-HÜSEYİN EL-HANEFÎ ES-SEMERKANDÎ AND HIS WORK WITH TITLE OF “MU‘ÎNÜ’L-ÜMME AL MA‘RİFETİ’L- VİFÂK VE’L-HİLÂF BEYNE’L-EİMME” This study includes an introduction section and two chapters. At the introduction section, a general overview to religious, political and scientific situation of Mâverâünnehir and Semerkand in XVth century to avail data about author’s life, living area and time section. At the first chapter, kind, including features of work in title of “Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme” and that I examined was considered; data about the copies was given through comparing the current copies; the work was evaluated regarding to common and dispute points. Beside this, briefly ilm-i hilâf (split in opinion of canonists) was emphasized and the relation of work that was examining subject of thesis with ilm-i hilâf (split in opinion of canonists) was mentioned. At the second section, the works and authors of those works that are references of this work, subject of our thesis was introduced and a brief evaluation was done about sources. Key Words: İlm-i hilâf (split in opinion of canonists), Comparing, Islamic Law. iv ÖNSÖZ Milletler, milli kültürleriyle varlıklarını korurlar ve yaşama güçlerini milli kültür değerleriyle besledikleri nisbette ilerleme kaydederek başarıya ulaşırlar. Eski ve öz kültür, eser ve değerlerini tanıyıp canlı tutan milletler, onları başkalarına tanıtabildiği sürece yaşama, ilerleme ve kalkınma gayretlerinde güç ve dirençlerini arttırırlar. İslâm medeniyeti dediğimiz ve kurulup gelişmesinde millet olarak büyük payımız bulunan bu muhteşem medeniyetin temeli kitab’a dayalıdır. İslâm’da kitab’a büyük değer verilmiş ve büyük bir saygı gösterilmiştir. Bu yüzden İslâm medeniyetine kitap medeniyeti de denilmiştir. İslâm ilimlerinin çeşitli sahalardaki nitelikli ve muhtevalı kitapları yüzyıllar boyu Müslüman milletleri birbirine yaklaştırıp bağlayan en önemli unsur olmuştur. Böylece İslâm âlemi geçmişinden zengin bir kültür mirası devralmıştır. Yalnız koruyup övünmek değil, tanımak, tanıtmak, yararlanmak ve yararlandırmakla da mükellef bulunduğumuz bu mirasın büyük bir kısmını, kütüphanelerimizi dolduran zengin yazma eser koleksiyonları teşkil etmektedir. Bu elyazması eserlerimiz en değerli kültür hazinelerimiz olup, bilim, sanat ve kültür araştırmacıları için önemli kaynaklardır. Bilindiği üzere Mâverâünnehir birçok İslâm devletinin kurulduğu, birçok İslâm âliminin yetiştiği İslâm medeniyet merkezlerinden biridir. Bu topraklarda yetişen âlimlerin İslâm dünyasına büyük katkıları olmuştur. Nitekim tezin konusu da, Timur döneminin başkenti ve vitrini olan ve Mâverâünnehir sınırları içinde bulunan Semerkant’ta ve XV. asırda yaşamış olan Ahmed b. Muhammed el Hüseyin el Hanefi es-Semerkandî’nin henüz günyüzüne çıkarılmamış olan “Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme” adlı yazma eseridir. Bu çalışma bir giriş ve iki bölümden meydana gelmektedir. Giriş’te, müellifin yaşadığı yer ve zaman dilimi hakkında bilgi verilmiş ve miladî XV. asırda Mâverâünnehir ve Semerkandın dinî, siyasî ve ilmî durumuna genel bakış yapılmıştır. Birinci bölümde, söz konusu eserin şekil ve muhteva özellikleri hakkında tahliller yapılmış, ilm-i hilâf’ın üzerinde durulmuş ve ilm-i hilâf’ın ilişkili olduğu ilimler hakkında bilgi verilmiştir. Aynı zamanda tezde inceleme konusu olan yazma eserin ilm-i hilâf ile olan ilişkisine de değinilmiştir. İkinci bölümde ise, bahis konusu eserin kaynakları çıkarılmış ve fıkıh kaynakları mezheplere göre, diğerleri de alanlara göre gruplandırılarak özellikle müellifleri haklarında bilgi verilmiştir. Çalışmamı hazırlarken yardımını gördüğüm bütün hocalarıma ve arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim. Özellikle bu çalışma sürecinde danışmanlığın yanı sıra gerek konunun seçiminde gerekse tezin diğer safhalarında her türlü yardımını esirgemeyen muhterem hocam Doç. Dr. Recep CİCİ’ye teşekkürü borç bilirim. Hamza ÇINAR BURSA-2009 vi İÇİNDEKİLER ÖZET…………………………………………………………………………………...iii ABSTRACT…………………………………………………………………………….ıv ÖNSÖZ………………………………………………………………………………….v İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………………vıı KISALTMALAR……………………………………………………………………….xı GİRİŞ AHMED B. MUHAMMED EL-HÜSEYİN ES-SEMERKANDÎ’NİN HAYATI ve YAŞADIĞI DÖNEM I. HAYATI …………………………………………........................................................1 II. YAŞADIĞI DÖNEM …………………………………………………………….......2 A. Dinî Durum…………………..……………………………………………………2 B. Siyasî ve İlmî Durum……………………………..………………………….........4 1. Siyasî Durum…………………………………………………………………...5 2. İlmî Durum……………………..………………………………………………8 BİRİNCİ BÖLÜM “MU‘ÎNÜ’L-ÜMME” NİN ŞEKİL-MUHTEVA ÖZELLİKLERİ ve İLM-İ HİLAF AÇISINDAN DURUMU I. ŞEKİL ÖZELLİKLERİ ………………...…………………………………………....12 A. Mu‘înü’l-Ümme’nin Nüshaları ve Arasındaki Farklar …………………….........12 1. Mu‘înü’l-Ümme’nin Nüshaları ………………….............................................12 2. Nüshalar Arasındaki Farklar ………………………………………………….13 a. Kelime ve Cümle Eksiklikleri …………………………………………......13 (1) Ulucami Nüshasında Eksik Olan Yerler ………………………….......13 (2) BDK Nüshasında Eksik Olan Yerler …………………………………15 b. Kelimelerin Farklı Yazılışları …………………………………………......16 c. Eksik Konular ………………………………………..................................17 (1) Ulucami Nüshasında Bulunmayan Kısımlar ………………………….17 (2) BDK Nüshasında Bulunmayan Kısımlar ……………………………..18 d. Hacim ve Yazı Şekli ………………………................................................19 e. Konu Başlıklarının Numaralandırılması …………………………………..20 f. Konu Bütünlüğü …………………………………………………………...21 g. Kitap ve Bapların Sıralanışı ……………………………………………….21 B. Ana Konunun Alt Başlıklara Bölünmesi …………………………………… 25 C. Dil ve Üslup Özellikleri ………………………………………………………....27 D. Konunun İşleniş Şekli …………………………………………………………..28 II. MUHTEVA ÖZELLİKLERİ ……………………………………………………….29 A. Farklı Görüşlere Yer Vermesi …………………………………………………..29 1. Kendi Görüşüne Yer Vermesi ………………………………….…………….29 2. Diğer Görüşlere Yer Vermesi ………………………………………..……….29 B. Delillere Yer Vermesi ……………………………………………………...…....31 1. Ayetlere Yer Vemesi ……………. …………………………………………..31 2. Hadislere Yer Vermesi ………..…………………………………...................32 3 . Diğer Delillere Yer Vermesi ………………………………………………...34 C. Tercihlere Yer Vermesi …………………………………………………………34 D. İttifak ve İhtilafların Değerlendirilmesi ………………………………………...35 1. İttifak Edilen Görüş ve Tabirlerle İlgili Tespitler ……….…………………...36 2. İhtilaf Edilen Görüş ve Tabirlerle İlgili Tespitler …….……………………...38 viii III. İLM-İ HİLÂF AÇISINDAN DURUMU…………………………………………...39 A. İlm-i Hilâfın Tarifi, Konusu ve Faydası………………………………………....39 1. Tarifi …………………………………………………………………………39 2. Konusu………………………………………………………………………...41 3. Faydası ………………………………………………………………………..41 B. İlm-i Hilâfın Metodu …………………………………………………………….43 1. Yalnız İhtilaf Edilen Konuların Ele Alınması………………………………...43 a. Mezhepler Arasındaki Ana İhtilafları Ele Alan Eserler……………………43 b. Fıkıh Kitapları Tertibinde ve Fürû’daki İhtilafları Ele Alan Eserler………44 2. İttifak ve İhtilaf Edilen Konuların Birlikte Ele Alınması …………………….45 C. İlm-i Hilâfın Tenkidi ……………………………………………………………45 D. İlm-i Hilâfın İlişkili Olduğu İlimler …………………………………………….47 1. Fıkıh …………………………………………………………………………..47 2. Usûl-i Fıkıh……………………………………………………………………48 3. Cedel ………………………………………………………………………….49 E. İlm-i Hilâf Açısından Mu‘înü’l-Ümme’nin Değerlendirilmesi ……………..…..50 İKİNCİ BÖLÜM MU‘ÎNÜ’L-ÜMME’NİN KAYNAKLARI I. ESERDE KULLANILAN KAYNAKLAR …………………………………………53 A. Fıkıh Kaynakları ………………………………………………………………...53 1. Hanefî Fıkıh Kaynakları ……………………………………………………...53 2. Mâlikî Fıkıh Kaynakları ……………………………………………………...55 3. Şafiî Fıkıh Kaynakları ………………………………………………………..57 ix 4. Hanbelî Fıkıh Kaynakları ………………………………………………….....59 B. Tefsir Kaynakları ………………………………………………………………..61 C. Hadis Kaynakları ……………………………………………………………… .63 II. KAYNAKLAR HAKKINDA DEĞERLENDİRME ……………………………….65 SONUÇ………………………………………………………………………………....67 BİBLİYOGRAFYA………………………………………………………………….....69 EKLER İNCELEMEDE ESAS ALINAN NÜSHALARDAN ÖRNEKLER I. BDK NÜSHASINDAN ÖRNEKLER……………………………………………….75 II. ULUCAMİ NÜSHASINDAN ÖRNEKLER……………………………………….80 x KISALTMALAR a.g.e. :Adı Geçen Eser a.g.md. :Adı Geçen Madde AÜ SBE :Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü b. :Bin BDK. :Beyazıt Devlet Kütüphanesi bkz. :Bakınız c. :Cilt DİA :Türkkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi DİB :Diyanet İşleri Başkanlığı haz. :Hazırlayan h. :Hicrî İA :İslâm Ansiklopedisi Ktp. :Kütüphane m. :Miladî MEB :Milli Eğitm Bakanlığı MÜ SBE :Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü nr. :Numara nşr. :Neşreden ö. :Ölümü s. :Sayfa sy. :Sayı TDV. :Türkiye Diyanet Vakfı TDVY :Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları terc. :Tercüme eden ts. :Basım tarihi yok UÜİF :Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi vb. :Ve benzeri vd. :Ve devamı vr. :Varak yy. :Basım yeri yok GİRİŞ AHMED B. MUHAMMED EL-HÜSEYİN ES-SEMERKANDÎ’NİN HAYATI ve YAŞADIĞI DÖNEMİN GENEL DURUMU I. Hayatı İncelemiş olduğum “Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l- Eimme” adlı eser ve bu eserin yazarı hakkında kaynaklarda yeteri kadar bilgi bulunmamaktadır. Dolayısıyla müellifimizi çok farklı boyutlarıyla ele almaktan mahrum olduğumuzu öncelikle belirtmeliyim. Müellifin ismi Ahmed b. Muhammed el-Hüseyin olup,1 hicrî 854 (m. 1452) yılında vefat etmiştir.2 Hanefî mezhebine mensup Semerkantlı bir fakîhtir. Kaynaklarda müellifin hayatıyla ilgili başka bilgi bulunamamış ve “Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l- Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme” den başka herhangi bir eserine de rastlanamamıştır. Semerkandî, Timurlular döneminde (1405-1506), Mâverâünnehir sınırları içinde bulunan Semerkant’ta yaşamış ve h. 854 (1452) yılında vefat etmiştir. Semerkandî’nin yaşadığı dönemin İslâm Tarihi’nde önemli bir yeri vardır. Bu asırda başarılan faliyetler, askeri sahada veya devlet idaresinde olmayıp tam tersine sanatsever Timurluların himayesinde, gerek İran gerek Türk unsurlarının katılması ile meydana gelen kültür ve fikir hayatının, insanı hayrette bırakan bir gelişmeğe mazhar olmasında görülür.3 Eserin ismi kaynaklarda Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme”,4 “Mu‘înü’l-Ümme fî Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme”,5 1 es-Semerkandî, Ahmed b. Muhammed el- Hüseyin el-Hanefi, Mu‘înü’l- Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme, Bursa Eski Yazma ve Matbu Eserler Kütüphanesi, Ulucami, nr. 1270, vr. 1b; Brockelmann, Carl, Supplementband, Leiden 1937-1942, II, 949; Bağdâdî, İsmail Paşa, Hediyyetü’l- Ârifîn Esmâü’l-Müellifîn Âsâru’l-Musannifîn, İstanbul 1951, I, 130; Bağdâdî, İzâhu’l-Meknûn, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1947, II, 517. 2 Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, I, 130. 3 Roemer, Hans R., “Timurlular”, MEB İslam Ansiklopedisi, MEB Basımevi, İstanbul 1979, XII, 346. 4 es-Semerkandî, a.g.e., vr. 2a; es-Semerkandî, a.g.e., Beyazıt Yazma Eserler Kütüphanesi (BDK), nr. 2172, vr. 1b. 5 Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, I, 130. “Mu‘înü’l-Ümme ilâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-İhtilâf Beyne’l-Eimme”6 ve “Mu‘înü’l-Ümme fî İhtilâfi’s-Saâde el-Eimme”7 olarak değişik şekillerde geçmektedir. Bu eser, mezheplerin görüşlerine yer vermesi bakımından özellikle de Şafiî mezhebine mensup bazı âlimler tarafından “mezheplerin gözü” olarak nitelendirilmiştir.8 II. Yaşadığı Dönem A. Dinî Durum Ahmed es-Semerkandî, Mâverâünnehir’de, Timurlular zamanında ve İslâm dininin hüküm sürdüğü bir dönemde yaşamıştır. Aslında Türklerin İslâmlaşmasında esas rol de bu coğrafyada yani Türkistan (Mâverâünnehir) da hüküm süren Samânîler devrine aittir.9 Bu dönemde halkın çoğu Sünnî idi. Ne var ki Sünnîler ile Şiîler arasındaki kavga belirgin biçimde Timurlu devletinde yayılmıştı. Mezheb çatışmaları bazen dinî nedenlerle bölgesel ayaklanmalara kadar gidiyordu.10 Gerçekte Timur da dindar bir Müslümandı ve sathî bir şekilde İslâmlaşmış bulunan köylülerin ve göçebelerin arasında İslâm dininin kökleşmesi meselesine şahsen ilgi duymaktaydı.11 Timur, her gittiği bölgeye İslâmın yayıcısı olarak gidiyor ve İslâm’ı diğer dinlerin mensuplarına zorla benimsetiyordu. Benimsemeyenlerin çoğu ise kılıçtan geçiriliyordu.12 Timur sülalesinin mensuplarından çoğunun ve bilhassa Şahruh’un samimi Sünnî olmalarına ve medreselerde buna göre bir öğretim tatbik edilmesine rağmen Şiîliğin yayılmasına engel olunamamıştır. 6 Bağdâdî, İzâhu’l-Meknûn, II, 517. 7 Brockelmann,. Suppl, II, 949. 8 Kâtip Çelebi, Mustafa b. Abdillah, Keşfu’z-Zunûn an Esâmi’l-Kütüb ve’l-Funûn, MenşûrâtMektebü’l Müsennâ, Bağdat, ts., II, 1744. 9 Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul Matbası, İstanbul 1969, s. 146. 10 Çeçen, Anıl, Türk Devletleri, İnkilap Kitabevi, 1. Baskı, yy., 1986, s. 234. 11 Ünver, Günay-Güngör, Harun, Başlangıcından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Rağbet Yayınları, İstanbul 2003, s. 359. 12 Aka, İsmail, Mirza Şahruh ve Zamanı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1994, s. 208. 2 Kendisini Allah’ın ve kâinatın aslı, hakikatı da kendinden tecelli eder gibi göstererek yeni bir peygamber olarak ortaya çıkan Astarâbâd’lı Fazlullah, daha Timur zamanında takibata uğramış, Miranşah tarafından öldürülmüş, ancak onun akideleri halk arsında oldukca taraftar bulmuştu. O kadar ki, m. 1427 yılı başlarında Hurûfî olan Lur’lu Ahmed’in Cuma namazından çıkmakta olan Şahruh’u bıçaklamaya kadar işi götürmesi, bunların küçümsenmeyecek bir topluluk olduklarını gösterir.13 Mehdî ünvanını almış olan ve taraftarları tarafından halife ilan edilen, şiirlerinde Vahdet’i Vücûd’u ön plana çıkaran ve Işık Bahşeden lakâbı ile ortaya çıkan Seyyid Muhammed Nurbaşah, ülkenin birçok yerinde faaliyet göstermiştir.14 İran’da XX. yüzyıla gelinceye kadar dinî ve siyasî varlıklarını devam ettiren Şiî inançlarına bağlı bir Arap sülalesi olan Muşa’şa’ların bir kuvvet olarak ortaya çıkışı yine Şahruh devrine rastlamaktadır. Bu topluluk Timurluların Fars hâkimleri ile mücadele ederek Huveyze’yi ele geçirip oraya yerleşmişler, bir müddet sonra Muşa’şa’ların kudreti iyice artmış, Bağdat’tan Basra’ya kadar olan saha ile bütün Luristan’a hâkim olmuşlardı.15 Bu dönemde bölgede aktif biçimde faliyetlerini sürdüren iki tarikatı görmekteyiz. Bunlardan birincisi Yesevîlik, ikincisi de Nakşîlik’tir. Sünnî tarikatlarının en yaygını da Nakşibendîlik idi. Nakşîlik, Timur döneminin Sünnî atılımının bir ürünü olmuş ve propagandasını bu şekilde sürdürmüştür. Ne var ki sadr, şeyhü’l-islâm, kâdı ve müderris gibi devlet hizmetlerindeki görevliler ile halk kitlelerinin temsilcileri olan tarikat dervişleri ve bilhassa Nakşibendî şeyhleri arasındaki mücadele eksik değildi. Diğer İslâm ülkelerinde Kelâmcılar şeriatın tam olarak tatbikini talep ederken, dervişler ve tasavvuf ehli buna karşı çıkarak daha serbest düşünceyi savunmuşlardır. Türkistan ve Horasan’da ise bunun tam tersi durumla karşılaşıyoruz.16 13 Aka, a.g.e., s. 209. 14 Aka, a.g.e., s. 210. 15 Aka, a.g.e., a.y. 16 Aka, İsmail, Timur ve Devleti, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991, s. 135. 3 Timurlular dönemi ile ilgili olarak kayda değer olan hususlardan biri de, bu dönemde Orta Asya’dan, Buhara’daki Yahudiler hariç, İslâmiyet’in dışındaki tüm dinlerin, çok küçük izler ve kalıntılar dışında tarihe karışmaları olmuştur.17 B. Siyasî ve İlmî Durum Bir insanın, içinde yaşadığı devirdeki siyasî, sosyal, iktisadî ve ilmî durumunun, o kişinin hayatı, ilmi ve kişiliği üzerinde önemli tesirleri olacağı bir gerçektir. Ahmed es-Semerkandî, Mâverâünnehir’de ve Timurlular döneminde yaşadığı için önce Mâverâünnehir’in tarifine ve Mâverâünnehir’in siyasî tarihine, sonra da Timurlular döneminin siyasî ve kültürel durumuna değinilecektir. Mâverâünnehir ismi Orta Asya'ya yönelik İslâm fütuhatından sonra Arapça kaynaklarda Ceyhun nehrine izafeten "nehrin öte tarafında bulunan bölge" anlamında kullanılmıştır. İran, Çin, Yunan ve Arap kaynaklarında Turanî ve İranî kavimler arasında sınır olarak kabul edildiği bildirilen Ceyhun nehrine eski Türklerin Ögüz adını verdikleri kaydedilmektedir.18 Mâverâünnehir tabiri IX / XV. yüzyıldan itibaren Farsça kaynaklarda kullanılmaya başlanmıştır. Arapça metinlerde Mâverâü'I-Ceyhûn ya da Haytal, Batı kaynaklarında Transoxiana diye anılan bölgeye bazı Türk müellifleri Çayardı adını vermişlerdir.19 Müslüman coğrafyacılar, Aşağı Türkistan’ın kapladığı büyük coğrafi bölgeye genellikle Mâverâünnehir adını vermişlerdir.20 Modern dönemde ise Mâverâünnehir, Ceyhun ile Seyhun nehirleri arasında kalan bölgeyi ifade etmek için kullanılmışır.21 Bu bölgeye de Soğd, Fergana, Şur, Eşrûsene v.b. yani daha sonraki coğrafya ıstılahlarına göre, eski Buhârâ ve Hokand hanlıkları ile diğer Türkistan şehirleri dâhil edilmiştir.22 17 Ünver -Güngör, a.g.e., s. 358-359. 18 Özgüdenli, Osmangazi, “Maverâünnehir”, DİA, Ankara 2003, XXVIII, 177. 19 Kitabçı, Zekeriya, Türkistan’da İslâmiyet ve Türkler, Nur Basımevi, 1. Baskı, Konya 1988, s. 49. 20 Kitabçı, a.g.e., a.y. 21 Özgüdenli, a.g.md., a.y. 22 Barthold, W, “Mâveâünnehr”, MEB İslâm Ansiklopedisi, , yy. ts., s. 408. 4 1. Siyasî Durum Mâverâünnehir ilk fetih yıllarından itibaren idarî açıdan Horasan'ın bir parçası olarak kabul edilmiştir. Ancak III / IX. yüzyılda Samânîler döneminde bölgenin Horasan'dan ayrı ve özel bir statüye sahip olduğu görülmektedir.23 İlk ciddî askerî harekâtın Muâviye b. Ebî Süfyân'ın kumandanlarından Ubeydullah b. Ziyâd tarafından yapılan24 Mâverâünnehir'de kalıcı başarılar ise ancak Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî'nin umumî valiliği esnasında Kuteybe b. Müslim'in (ö. 86/705) Horasan valisi tayin edilmesiyle sağlandı.25 Emeviler’in en önemli Kumandanlarından biri olan Kuteybe, bir türlü kontrol altına alınmayan Horasan ve Mâverâünnehir’de Emevî hâkimiyetini pekiştirdi.26 Hicri 133/751 yılındaki Talas Savaşı'nın ardından bölge kesin olarak İslâm hâkimiyetine girmiş oldu. Fakat isyanların ardı arkası kesilmedi. Me'mûn, bu isyanların bastırılmasında gösterdiği başarılardan dolayı Samânîler'e adını veren Samân - Huda'nın oğlu Esed'in dört oğlu Nûh, Ahmed, Yahya ve İlyas'a yüksek rütbeler ve makamlar verdi. Böylece Mâverâünnehir'de Samânîler devri başlamış oldu. Horasan'da hüküm süren Samânîler ise Tâhirîler'e tâbi idi. Ya'kub b. Leys'in (ö. 259/873) Tâhirîler Devleti'ne son vermesinin ardından bölge Saffârîler'e bağlandı. Halife Mu'temid-Alellah iki yıl sonra yayımladığı bir menşurla bütün Mâverâünnehir'i Samânîler'den Nasr b. Ahmed b. Esed'e (ö. 261/875) tâbi kıldı. İki yüzyıla yakın bir süreden beri İslâm hâkimiyeti altında bulunan Mâverâünnehir bu menşurla ilk defa Horasan'da müstakil idarî bir bölge olarak kabul edildi. Bölgenin Türkleşme süreci ise IX. yüzyılın son çeyreğindeki yoğun Oğuz göçleriyle başladı ve Karahanlı hâkimiyeti Mâverâünnehir'in Türkleşme sürecindeki nihaî safhanın başlangıcı oldu. Horasan Valisi Ebû Ali es-Simcûrî, Samânî Hükümdarı Nûh b. Mansûr ile aralarında çıkan anlaşmazlığı çözemeyince Karahanlı Hükümdarı Harun Buğra Han'dan yardım istedi. Buğra Han Samânîler'e son verdiği takdirde Ho- rasan Ebû Ali'nin olacak, Mâverâünnehir ise Karahanlı hâkimiyetine bırakılacaktı. 23 Özgüdenli, a.g.md., s. 177. 24 Özgüdenli, a.g.md., s. 178. 25 Özgüdenli, a.g.md., a.y. 26 Yiğit, İsmail, “Kuteybe b. Müslim”, DİA, Ankara 2002, XXVI, 491. 5 Buğra Han, Samânîler'e karşı verdiği başarılı mücadelelerden sonra Semerkant ve Samânî başşehri Buhara'yı bir süre için ele geçirdi (382/992). Halefi İlig Han Nasr b. Ali (ö. 389/999) de Buhara'yı tekrar zaptederek Samânîler'e son verdi.27 985-1035 seneleri arasında yarım asır kadar bir zaman Mâverâünnehir’de Selçuklular kaldılar fakat tutunamadılar.28 İlig Han'ın Gazneliler'in idaresindeki Horasan'a hâkim olma isteği başarısızlığa uğramakla birlikte Karahanlı hâkimiyeti Mâverâünnehir'e sağlam bir şekilde yerleşti.29 Bu dönemde Mâverâünnehir’in merkezi Semerkant idi.30 Önceleri Türkistan ve Uygur Hanları adıyla bilinen31 ve Orta Asya’nın ilk Müslüman Türk devletini kuran Karahanlılar’ın bilinen ilk kağanları Bilge Kül Kadir Han, İslâmiyet’i resmen kabul eden ise Satuk Buğra (333/944)’dır.32 Hicri 536/1141 yılında Katvân savaşında Sultan Sencer putperest Karahıtaylar'a mağlûp olunca Karahıtaylılar Mâverâünnehir'i ele geçirdiler.33 Karahıtaylılar Ceyhun nehrine kadar Mâverâünehir’i işgal ederken sadece Buhara'da mukavemet gördüler.34 Karahıtaylılar, İslâmiyeti kabul etmemekle birlikte genelde bütün din ve inançlara karşı hoşgörülü oldular.35 Karahıtaylar'ın ardından bölge Alâeddin Muhammed Tekiş döneminde Hârizmşahlar'ın idaresine girdi (607/1210). Ancak kısa süre sonra Moğollar Mâverâünnehir'e girdi (616-617/1219-1220). Böylece Mâverâünnehir Moğollar'ın hâkimiyetine girmiş oldu.36 Moğol İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk hükümdarı ise Cengiz Han (ö. 624/1227)’dır.37 Cengiz Han sağlığında Moğol veraset geleneğine uygun olarak ülkesini oğulları arasında taksim etmiş ve bu taksimde Çağatay'ın hissesine düşen topraklar, doğuda Uygur ülkesinden batıda Semerkant ve Buhara'ya kadar olan bölgelerdir. 1227-1370 yılları arasında Mâverâünnehir, Yedisu ve Doğu Türkistan'da hüküm süren ve Cengiz Han'ın oğlu olan Çağatay Han bu topraklar üzerinde merkezî bir devlet kuramamış 27 Özgüdenli, a.g.md., s. 178-179. 28 Togan, A. Zeki Velid, Umumi Türk Tarihine Giriş, 3. Baskı, İstanbul 1981, s. 186. 29 Özgüdenli, a.g.md,. s. 179. 30 Uluçay, M. Çağatay, İlk Müslüman Türk Devletleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1977, s. 1. 31 Özaydın, Abdulkerim, “Karahanlılar”, DİA, İstanbul 2001, XXIV, 404. 32 Merçil, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 20-21. 33 Özgüdenli, a.g.md., s. 179. 34 Kafesoğlu, İbrahim, Harzemşahlar Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956, s. 57. 35 Taşağıl, Ahmet, “Karahıtaylılar”, DİA, İstanbul 2001, XXIV, 416. 36 Özgüdenli, a.g.md., s. 179. 37 Kafalı Mustafa, “Cengiz Han”, DİA, İstanbul 1993, VII, 367. 6 ancak Çağatay Han’ın ölümünden yirmi yıl sonra Algu Han tarafından müstakil Çağatay Hanlığı kurulmuştur.38 Timur’un ortaya çıkışı ile Orta Asya Türkleri yeniden kendi devletlerine kavuştular (1369-1507).39 Çağatay Hanlığı’na son veren Timur Türkistan'da devletini kurdu. Timur'un ortaya çıktığı tarihlerde, Çağatay Hanlığı sarsıntı geçirmekte idi. 1360 yılından itibaren adından söz edilmeye başlayan Timur, önce Emir Hüseyin ile 1370 yılından itibaren de tek başına Mâverâünnehir'de hâkimiyet kurdu. Timur, Çin seferine giderken yolda hastalanarak öldü. Bütün bir hükümdarlık devresi seferlerle geçmiş gibi görünen Timur bu seferlerde elde etmiş olduğu ganimetlerle hükümet merkezi olan Semerkand’ı ve kendisinin yetişmiş olduğu Keş şehrini imar etti.40 18 Şubat 1405 tarihinde Timur’un ölümü, kurduğu imparatorluğun mukedderatı üzerinde büyük bir tesir yaptı. Timur'un ölümünden hemen sonra devlet, oğlu ve torunları arasında paylaşılmıştır. Buna göre torunu Muhammed başkent Semerkant’ta tahta çıkarken en küçük oğlu Şahruh ise Horasan'a yerleşmiştir. Şahruh, Mâverâünnehir bölgesini ele geçirdi ve 1420 yılına gelinceye dek babasından kalan ülkenin büyük bir kısmında hâkimiyetini pekiştirdi.41 Şahruh dönemi (1407-1447), Türkistan'da parlak bir kültür hayatının da başlangıcı olmuştur. Şahruh’un 1447’de vefatıyla taht mücadelesini, oğlu Semerkant hâkimi Uluğ Bey kazandı. Uluğ Bey, oğlu Abdüllatîf tarafından 1449’da öldürüldü. Abdüllatîf, Timurlu ülkesine hâkim olup, 1450 yılına kadar hükümdarlık yaptı. Abdüllatîf’in 1450’de suikast sonucu öldürülmesiyle, yerine, Şahruh’un torunu Abdullah b. İbrahim hükümdar oldu. Abdullah Mirza, 1451’de tahtından indirilip, yerine Ebû Said b. Muhammed, Timurlu hükümdarı oldu.42 Böylece Mâvrâünnehir ve Horasanda kalan Türkmenler diğer Türk boyları (Özbek-Kazak, Kırgız ve Karakalpak) ile birlikte önce Moğol sonra da Timurlular hâkimiyetinde varlıklarını sürdürdüler.43 38 Yuvalı, Abdülkadir, “Çağatay Han”, DİA, İstanbul 1993, VIII, 176. 39 Saray, Mehmet, Özbek Türkleri Tarihi, İstanbul 1993, s. 13. 40 Kafalı, Mustafa, “Timur”, MEB İslam Ansiklopedisi, MEB Basımevi, İstanbul 1979, XII, 337-345’in özeti. 41 Aka, İsmail, Mirza Şahruh ve Zamanı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1994, s. 217. 42 Roemer, a.g.md., XII, 350-353’ün özeti. 43 Saray, Mehmet, Türkmen Tarihi, Nesil Matbacılık ve Yayıncılık, İstanbul 1993, s. 14. 7 Eserin yazarı olan Ahmed es-Semerkandî, Timur ve Timur’un oğullarından Şahruh ve Uluğ Bey döneminde Mâverâünnehir sınırları içinde bulunan Semerkant’ta yaşamış ve 854 /1452 yılında vefat etmiştir.44 2. İlmî Durum Timur’un haleflerine bıraktığı devlet, Barthold’un görüşüne göre, Türk-Moğol devlet idâresi ile Türk-Moğol askerlik yapısı unsurlarından ve İran karekterinin ağır bastığı İslâm kültürünün birçok ilâvelerinden meydana gelmiştir.45 Timuroğulları, Türk tarihi içerisinde bilim ve kültüre çok önem veren ve bu alanda yeniden doğuş derecesinde atılım yapan bir devlet hanedanı idiler. Timur imparatorluğunun bu açıdan Türk devletleri içerisinde özel bir yeri bulunmaktadır.46 Özellikle Şâhruh, Uluğ Bey ve Hüseyin Baykara dönemleri Türk - İslâm kültüründe parlak devirler olarak tarihteki yerlerini almıştır.47 Bilhassa Şahruh’un hâkimiyeti döneminde, kültür, sanat ve fikir hayatının mühim hamleleri görülür. Bunlar resim, minyatür, hattatlık, mimâri, mûsikî, tarih yazıcılığı, İslâm hukuku ve ilahiyatı sâhalarını içine alır. Fakat sanat ve fikir alanındaki faaliyetler, yalnız hükümdar tarafından değil, aynı zamanda onun oğulları ile akrabası ve sarayın ileri gelenleri tarafından da büyük teşvik ve himâyeye mazhar olmuştur. Emir Baysungur (ö. 1433)’un hattatlığa yaptığı hizmetler ile, Şîrâz’da Emir İskender b. Ömer Şeyh’in ilmi himaye etmesi bilinmektedir. Bu devirde İran edebiyatıın yanısıra ilk Şark Türkçesi edebî mahsüllerine de rastlanır. Şahruh’un vefatı ile Timurlular devrinin kültürel faaliyetlerinde zirveye doğru bir yükselme başlar.48 Şâhruh, Uluğ Bey ve Ebû Saîd Mîrzâ gibi çok büyük devlet adamları sâyesinde devletin Herat kolu diğerine göre daha fazla gelişti. Özellikle Sultan Hüseyin Baykara 44 Şahin, Muhammed, Türk Tarih ve Kültürü, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 1999, s. 57. 45 Roemer, a.g.md., s. 361. 46 Çeçen, a.g.e., s. 233. 47 Memiş, Ekrem-Köstüklü, Nuri, Yeni Ve Yakın Çağda Türk Dünyası, Çizgi Kitabevi, 4. Baskı, yy., 2005, s. 19. 48 Roemer, a.g.md., s. 349-350. 8 zamanında Herat sultanlığı en parlak dönemini yaşamış; buralarda ilim, sanat ve edebiyat sahalarında isim yapmış büyük kimseler yetişmiştir.49 Şâhruh döneminde Türk şiiri, İran şiiri ile rekabete başladı. Kendisi de şâir ve sanatkâr olan Şâhruh, edipleri, sanatkarları ve âlimleri himaye ederek bunları, muhteşem bir kütüphane tesis ettiği Herat’a çekti.50 Özellikle Semerkant, Timur döneminin başkenti ve “vitrini” oldu. Kent sadece, Timur’un fetihleriyle yükselen bir imparatorluğun siyasî merkezi rolünü üstlenmedi. Aynı zamanda Timur onu çağın incisi yapabilmek için, boyun eğdirdiği bölgelerden yüzlerce, binlerce zanaâtkarı, sanatçıyı, yapı ustasını ve yazarı oraya gönderdi.51 Karahanlılar devrinde İslâmî ilimlerin öğreniminin yapıldığı önemli iki merkezden biri olan Semerkant şehrini 52 bir edîp, sanatkâr ve âlim olan Uluğ Bey, İslâm medeniyetinin merkezi yaparak, Timur’un rüyasını gerçekleştirdi.53 Bu dönemde tarih eserleri ile beraber matemetik ve astronomi kitapları da Farsça yazılmıştır. Yazım alanında ise Çağatay Türkçesi ön plana çıkmıştır. Timur dönemi, İran yazısının parlak dönemini sona erdirmiş ve bu bölgede yeni bir Türk kültürünü başlatmıştır. Tasavvuf alanında birçok şiir yazılmış ve bu alanın yazı kültürü öne geçmiştir. Zamanın yarattığı sorunlar karşısında halkta giderek tarikatlara yönelme fikri ön plana çıkmış ve bu eğilimin yarattığı etkilerle tasavvuf edebiyatı önem kazanmıştır.54 Timur fethettiği yerlerdeki ustaları, sanatçıları ve bilginleri sürekli olarak Semerkant’a getirerek bunları merkezde bir araya toplamış ve bunlardan yararlanarak Timur dönemi rönesansını Türk kültürüne armağan etmiştir. Timurlu hükümdarlarının özel çabaları ile saray çevresinde önemli bir resim sanatı da doğmuştur. Özellikle duvar resimleri alanında çok ileri giden sanatçılar yetişmiştir. Minyatür sanatı ise en yüksek dönemlerini Timurlular zamanında yaşamıştır. Ayrıca halı ve kumaş desenleri alanında da ileri gidilmiştir. Timurluların 49 Güngör, Erol, Tarihte Türkler, Ötüken Neşriyat, 12. Baskı, İstanbul 2005, s. 164. 50 Bauvat, L, “Şâhruh Mirza”, İA., MEB. Basımevi, İstanbul 1979, XI, 27. 51 Fourniau, Vincent, Semerkand 1400 -1500, terc. Ali Berktay, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2005, s. 11. 52 Yurdaydın, Hüseyin G, İslam Tarihi Dersleri, A.Ü.İ.F. Yayınları, Ankara 1971, s. 57. 53 Bauvat, L, “Uluğ Bey”, İA., MEB. Basımevi, 1. Baskı, İstanbul 1986, XIII, 27. 54 Çeçen, a.g.e., s. 234. 9 korumasıyla resim dalında dinsel etkilerden arınılarak Türklerin eski dönemine doğru bir yöneliş eğilimi de görülmüştür.55 Uluğ Bey zamanında Semerkant, Hüseyin Baykara döneminde Herat, entellektüel faaliyetlerin parlak birer merkezini oluşturmuşlardır. Özellikle şiir onların zamanında Orta Asya’da adetâ zirveye erişmiştir.56 55 Çeçen, a.g.e., a.y. 56 Ünver - Güngör, a.g.e., s. 359. 10 BİRİNCİ BÖLÜM “MU‘ÎNÜ’L-ÜMME” NİN ŞEKİL-MUHTEVA ÖZELLİKLERİ ve İLM-İ HİLAF AÇISINDAN DURUMU I. ŞEKİL ÖZELLİKLERİ A. Mu‘înü’l-Ümme’nin Nüshaları ve Arasındaki Farklar Şüphesiz her konunun kendine mahsus bir sunuluş tarzı ve düzeni vardır. Bunlar en az o konunun içeriği kadar önemlidir. Çünkü konunun sunuluş tarzı aynı zamanda o konunun daha kolay anlaşılmasına yardımcı olur. Eğer konunun metodu düzenli ise onun kavranması daha kolay olacak, metodu düzensiz ise kavranması daha zor olacaktır. Birçok eserden metodunun düzensizliği yüzünden yeterince faydalanılamamıştır. Birçok eser de ancak başka âlimler tarafından yeniden tasnif edilerek kendinden istifade edilebilir hale getirilmiştir. Ahmed b. Muhammed el-Hüseyin’ e ait olan “Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l- Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme”57 adlı eserinin de, diğer eserlerden ayrılan özelliklerinin yanı sıra nüshaları arasında da bir takım farklılıklar mevcuttur. Bu bölümde Mu‘înü’l-Ümme’nin çeşitli açılardan özellikleri ele alınırken, aynı zamanda mevcut nüshaları arasındaki farklılıklara da değinilecektir. Çünkü iki nüsha muhteva bakımından aynı olmalarına rağmen, şekil bakımından birtakım farklılıklar taşımaktadır. 1. Mu‘înü’l-Ümme’nin Nüshaları Eserin mevcut olup ulaşılabilen iki nüshası bulunmaktadır. Bunlardan biri Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde, diğeri ise Bursa Eski Yazma ve Matbu Eserler Kütüphanesi, Ulucami bölümündedir. BDK nüshasında 47 kitap, 75 bap. Ulucami nüshasında ise 48 kitap, 65 bap bulunmaktadır. Ulucami nüshasının müstensihi Mustafa b. İbrahim’dir.58 BDK nüshasında ise hem müstensihin hem de müellifin isminin zikredilmemiş olması ve mukaddimesinde “ben bu eseri ‘Mu‘înü’l-Ümme alâ 57 Bu yazma eserin Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde bulunan nüshası tez boyunca “BDK” şeklinde; Bursa Eski Yazma Ve Matbu Eserler Kütüphanesi, Ulucami bölümünde bulunan nüshası ise “Ulucami” şeklinde kısaltılacaktır. 58 Ulucami, vr. 78b. 12 Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme’ diye isimlendirdim”59 şeklinde ifadesinin kullanılması BDK nüshasının asıl nüsha olabileceği hususunu güçlendirmektedir. Hatta bunun müellif hattı olduğu da düşünülebilir. BDK nüshasında kitab olarak geçtiği halde Ulucami nüshasında bap olarak geçen konular yer almaktadır. Ulucami nüshasında kitab olarak geçtiği halde BDK nüshasında bap olarak geçen konular da vardır. İki nüshanın bazı bölümleri bazen harf, bazen kelime bazen de cümle bakımından birbirinden farklılık arzetmektedir. Bu farklılıkların bazısı anlamı tamamen değiştirecek şekilde olup, bazısının ise anlama bir tesiri yoktur. BDK nüshasında konu içinde ve konular arasında herhangi bir kopukluk olmadığı halde Ulucami nüshasında konular içinde ve konular arasında zaman zaman kopukluklar, eksiklikler ve karışıklıklar söz konusudur. Ulucami nüshasının yazı şekli daha düzgün ve okunaklı, yazı düzeni eserin başından sonuna kadar aynı şekilde devam ettiği halde, BDK nüshasında yazı şekli bakımından karışıklıklar ve farklılıklar söz konusudur. -Ulucami nüshasının son bölümünde müstensihin ismi Mustafa b. İbrahim olarak kaydedilmiş ve eserin yazılış tarihi h. 5 Zilkade 982 verilmiştir.60 Oysa BDK nüshasında bunlar bulunmamaktadır. 2. Nüshalar Arasındaki Farklar a. Kelime ve Cümle Eksiklikleri (1) Ulucami Nüshasında Eksik Olan Yerler -Da’vâ ve Beyyinât babında, “iddia edene delil, inkâr edene ise yemin” dendikten sonra BDK nüshasında “ittibâa’n-li’l-hadîsi’n-nebeviyyi” ibaresi geçtiği halde Ulucami nüshasında bu yoktur.61 59 BDK, vr. 1b. 60 Ulucami, vr. 78b. 61 BDK, vr. 172b; Ulucami, vr. 73b. 13 -BDK nüshasının Kitâbü’l-Vekâlet bölümünde, “vekilin kendiliğinden satması konusunda ihtilaf ettiler. Ebû Hanîfe ve Şâfiî’ye göre mutlak olarak caiz değildir” denilirken, Ulucami nüshasında İmam Şâfiî’nin ismi geçmemektedir.62 -Kitâbu’s-Salât bölümünde, her iki nüshada da bulunan “vitir üç rekâttır” cümlesinden sonra BDK nüshasında “bu rekatların arası selamla ayrılmaz ve üçüncü rekatta selamdan önce kunut okur” cümlesi geçtiği halde, bu kısım Ulucami nüshasında yoktur. 63 -BDK nüshasının Hac bölümünde, “ziyaret veya ticaret için Mekke’ye gitmeye niyet edene ihrama girmesi gerekir mi? İmam Şafiî’den iki görüş var, biri ihrama girmesi müstehap, diğeri ise eğer avcı veya marangoz gibi devamlı girip çıkan değilse ihrama girmesi vacibdir”64 kısmındaki “yecibü illâ izâ tekerrere’d-duhülü” ibarasinde geçen “illâ” tabiri Ulucami nüshasında65 yoktur. Buna göre mâna tam tersi olmaktadır. -Kitâbu’t-Tağlîs ve’l-Hacr bölümünde, cariyenin buluğa erme yaşı ile ilgili olarak BDK nüshasıında İmam Mâlik’in ashabının ve İmam Şafiî’nin görüşleri verilirken Ulucami nüshasında bu görüşlere değinilmemiştir.66 -BDK nüshasında, “baba ve dede ister büyük ister küçük olsun İmam Şafiî’ye göre bakireyi evlendirir” 67 denirken, Ulucami nüshasında İmam Şafiî’nin ismi verilmeden “baba ve dede ister büyük ister küçük olsun bakireyi evlendirebilir” 68 denilmiş ve bu görüşün kime ait olduğu beirtilmemiştir. -Nikâh bölümünün dokuzuncu faslında BDK nüshasında “İmam Azam, baba ve dede dışındaki asabelerin bakireyi evlendirmeleri caizdir. Ancak bakire buluğ çağına geldiğinde muhayyer olur dedi” 69 ibaresi geçtiği halde Ulucami nüshasında bu ibareye rastlanmamaktadır. 62 BDK, vr. 137b; Ulucami, vr. 71b. 63 BDK, vr. 15a. 64 BDK, vr. 65a. 65 Ulucami, vr. 25a. 66 BDK, vr.134a; Ulucami, vr. 69b. 67 BDK, vr. 69b. 68 Ulucami, vr. 26b. 69 BDK, vr. 69b. 14 -Kitâbü’z-Zekât bölümünün develerle ilgili yedinci faslın son bölümünde BDK nüshasındaki yedi satırlık ibare Ulucami nüshasında hiç yer almamaktadır.70 -BDK’de Kitâbü’n-Nikâh bölümünün dördüncü faslının hemen başında, “İmam Şafiî ve Ahmed’e göre nikâh ancak erkek veli ile sahih olur” denirken71 ulucami nüshasında ibarenin ne öncesinde ne de sonrasında İmam Şafiî’nin ve İmam Ahmed’in ismi hiç verilmeden “onlara göre nikâh ancak erkek veli ile sahih olur”72 denmiş ve “onlar” zamirinin kimlere râci olduğu anlaşılamamıştır.. -Kitâbü’z-Zekâtın maldan zekât ayırırken niyetin gerekli olup olmadığı konusunda, BDK nüshasında İmam Azam’ın görüşü verilirken Ulucami nüshasında verilmemiştir.73 -Satışı caiz olan ve olmayanlardan bahseden babın on ikinci faslında, Ulucami nüshasında “ve yecûzü’t-tefrîku beyne’l-ihveyni inde’s-selâse”74 denirken, BDK nüshasında bu ibarenin sonuna “ve kâle Ebû Hanîfe lâ yecûzü” 75 ibaresi eklenmiştir. Halbuki Ulucami nüshasında İmam Azam’ın görüşü yoktur. - BDK nüshasının yemîn bahsinde, “kişi et yemeyeceğim diye yemin etse ve balık yese İmam Azam ve İmam Şafiî’ye göre yemini bozulmaz”76 ibaresi geçtiği halde, Ulucami nüshasında bu ibare yoktur. -Kitâbu’ş-Şirket’in hemen başında yer alan “şirketu’l-mufavaza İmam Azam ve İmam Mâlik’e göre caizdir. Ancak İmam Azam ve İmam Mâlik mufavaza şirketinin şeklinde ihtilaf etti” 77 ibaresi, BDK nüshasında olduğu halde Ulucami nüshasında bulunmamaktadır. (2) BDK Nüshasında Eksik Olan Yerler -Kitâbü’l-Vasiyyet bölümünde, “köleye vasiyet” konusunda İmam Azam’ın görüşü verilirken, Ulucami nüshasında “kendi kölesine vasiyet caiz olur, başkasının 70 BDK, vr. 47b-48a. 71 BDK, vr. 69b. 72 Ulucami, vr. 26b. 73 BDK, vr. 46a; Ulucami, vr. 16b. 74 Ulucami, vr. 65a. 75 BDK, vr. 123b. 76 BDK, vr. 85a. 77 BDK, vr. 136b. 15 kölesine caiz olmaz” cümlesinde “ğayr” yani “başka” kelimesi kullanılmış, ancak BDK nüshasında “ğayr” kelimesi kullanılmamış ve mana bozulmuştur.78 -Ulucami nüshasının Kitâbü’l-Akdiye bölümünde, “davalı iki kişi hâkime gitseler ve biz senin hükmüne razı olduk deseler, İmam Mâlik ve Ahmed’e göre o iki kişinin müctehidin ictihadına uymaları gerekir” denirken, BDK nüshasında İmam Mâlik’in ismi geçmemektedir. 79 -Ulucami nüshasında Kitâbü’n-Nezir bölümünde, haccı nezr edenin nezrini yerine getirmesi gerekli olup olmadığı konusunda, İmam Ahmed’in iki farklı görüşü verilirken, BDK nüshasında görüşlerin ikisi de yer almamıştır.80 b. Kelimelerin Farklı Yazılışları -BDK nüshasında “İbn Kudâme el-Hanbelî el-Kâfî’de dedi ki” denilirken, Ulucami nüshasında “İbn Kudâme el-Hanbelî kitapta dedi ki” denmektedir.81 -Ulucami nüshasının Kitâbü’l-Akdiye bölümünde, “davalı iki kişi hâkime gitseler ve biz senin hükmüne razı olduk deseler, onların rızasına itibar edilir” denirken BDK nüshasında “onların rızasına itibar edilmez” denmektedir.82 -BDK nüshasında Riba babının son faslında, “cinsinin eti yenen hayvanları satmak üç imama göre caizdir83” ifadesi geçerken, Ulucami nüshasında “üç imama göre caiz değildir” 84 şeklinde, yani birinde “yecûzü” diğerinde “lâ yecûzü” diye geçmektedir. -Nikâh bölümünün beşinci faslının hemen başında, BDK nüshasında “ve tesıhhu’l-vasiyyetü bi’n-nikâhi ‘inde mâlik”85diye, Ulucami nüshasında ise “ve yesıhhu’r-ric‘atu bi’n-nikâhi”86 şeklinde geçmektedir. 78 BDK, vr. 181a; Ulucami, vr. 77b. 79 BDK, vr. 170a; Ulucami, vr. 72b. 80 BDK, vr. 152b; Ulucami, vr. 46b. 81 BDK, vr. 102a; Ulucami, vr. 56b. 82 BDK, vr. 170a; Ulucami, vr. 72b. 83 BDK, vr. 126a. 84 Ulucami, vr. 65b. 85 BDK, vr. 69a. 86 Ulucami, vr. 26b. 16 -Kitâbü’l-Vasiyyet bölümünde BDK nüshasında, “köleye vasiyette ihtilaf ettiler” ifadesinde “abd” yani “köle” tabiri kullanılmış, Ulucami nüshasında “abd” yerine “akt” tabiri kullanılarak “akdin vasiyetinde ihtilaf ettiler” denmiştir.87 -BDK nüshasında “iki kişi içtihat ehli bir kişiyi hakem tayin etse ve senin hükmüne razı olduk deseler, İmam Ahmed ve İmam Mâlik’e göre o hükme uymaları zorunludur. Bu konuda onların rızasına itibar edilmez” 88 ifadeleri yer alırken, Ulucami nüshasında aynı ibareden farklı olarak “bu konuda onların rızasına itibar edilir89 denmiştir. c. Eksik Konular (1) Ulucami Nüshasında Bulunmayan Kısımlar -Kitabü’l-Vakf bölümünün baş tarafında vakıf malının satışından ve mülk edinilmesinden bahseden yedi satırlık bölüm, BDK nüshasında yer alırken, Ulucami nüshasında verilmemiştir.90 -Evlenmede bakirenin rızası ile ilgili konuda BDK nüshasında yer alan beş satırlık bölüm Ulucami nüshasında hiç bulunmamaktadır.91 -BDK nüshasının mukaddimesinde, eserde geçen âlimlerin ismi sayılırken,92 Ulucami nüshasında bu isimlere yer verilmemiştir. -BDK nüshasında ezanla ilgili yeni bir başlık açılırken,93 Ulucami nüshasında başlık atmadan doğrudan ezan konusuna94 geçilmiş ve ezan ile kamet lafızlarıyla ilgili BDK nüshasındaki rivayetlerin bulunduğu bir sayfalık bölüm, Ulucami nüshasıında verilmemiştir. 87 BDK, vr. 181a; Ulucami, vr. 77b. 88 BDK, vr. 169b-170a. 89 Ulucami, vr. 72b. 90 BDK, vr. 119b-120a. 91 BDK, vr. 68b, 69a; Ulucami, vr. 26b. 92 BDK, vr. 1a. 93 BDK, vr. 17a. 94 Ulucami, vr. 7a. 17 - BDK nüshasında Kitâbu’n-Nikâh bölümünün hemen baş tarafında, nikâhın sözlük ve şerî manası ile ilgili konu ve bu konu ile ilgili âyetler bulunduğu halde95 Ulucami nüshasında bu konuya hiç değinilmemiştir. - BDK nüshasında Kitâbu’l-Vakf’ın son bölümünde “vakıfta istibdal caiz mi değil mi” konusu ve bu konudaki görüşler verildiği halde96 Ulucami nüshasında bu konu hiç yer almamıştır. -Ulucami nüshasında “Kitâbü’l-Müzâra’a ve’l-Müsâkât” diye başlık97 atıldıkıktan sonra sadece “Kitâbü’l-Müsâkât” verilmiş, ancak “Kitâbü’l-Müzâra’a” bölümü atlanarak hiç verilmemiştir. BDK nüshası ise hem “Kitâbü’l-Müzâra’a”98 hem de “Kitâbü’l-Müsâkât”99 bölümleri ayrı ayrı olarak verilmiştir. (2) BDK Nüshasında Bulunmayan Kısımlar -Ulucami nüshasında, eserin mukaddimesinin başında kırmızı kalemle yazılmış eserin ismi bulunmakta, ardından besmele ve hamdele ile esere başlanmaktadır.100 BDK nüshasının besmele ve hamdelenin de içinde bulunduğu mukaddimesinin baş tarafındaki kısmı bulunmamaktadır. -Ulucami nüshasında fihrist eserin ortasında (vr. 49ab-50ab) yer alırken, BDK nüshasında fihriste hiç yer verilmemiştir. -BDK nüshasında “nikâhı haram olanlar” babında, bu babın sadece ilk iki satırı alınmış, sonra da ikinci bir başlık açılmadan “nikâhta muhayyerlik” babının son iki satırı verilmiştir101. Yani “nikâhı haram olanlar” babının son kısmı ve “nikâhta muhayyerlik” babının ilk kısmı ve bunlar arasında bulunan yedi fasıllık bölüm tamamen atlanmıştır. Ulucami nüshasında ise iki babın tamamı ve bunlar arasındaki bölüm hiç atlanmadan tamamıyla verilmiştir.102 95 BDK, vr. 67b-68a. 96 BDK, vr. 120b. 97 Ulucami, vr. 43b. 98 BDK, vr. 144b. 99 BDK, vr. 145a. 100 Ulucami, vr. 1b. 101 BDK, vr. 71b. 102 Ulucami, vr. 27b, 28a,28b. 18 d. Hacim ve Yazı Şekli İncelemede esas alınan mevcut iki nüshadan BDK nüshası 183 varak olup çoğu on beş satırdan oluşmasına rağmen, bazı varaklarda özellikle vr. 144a’dan itibaren eserin sonuna kadar satır sayısı değişiklik göstermektedir. Bu kısımda satır sayıları on dört ile yirmi dört satır arasında değişmektedir. Ulucami nüshası ise 78 varak olup yirmi üç satır olan mukaddime ile on sekiz satır olan son varak hariç, varakların tamamı yirmibeş satırdan oluşmaktadır. BDK nüshasında âlim isimleri bazı yerlerde kırmızı, bazı yerlerde de siyah kalem ile yazılmıştır. “İttefekû ve ecmaû” kelimelerinin yazımında bazı yerlerde kırmızı, bazı yerlerde ise siyah kalem kullanılmıştır. Özellikle kitap, bap ve fasıl numaraları kırmızı kalem ile yazılmıştır. Bu konuda da kitabın başından sonuna kadar aynı yol takip edilmemiştir. Mesela: “el-Faslu’l-evvel” ifadesi genelde ikisi de kırmızı, bazen ise bu kelimelerden sadece biri kırmızı ile yazılmıştır. Müstensih o kadar farklı kelimeleri kırmızı ile yazmış ki kırmızı ile yazılan bu kelimelerde müellifin neye dikkat ettiği anlaşılamamıştır. Bu yöntem “Kitâbu’l- İcâre”ye103 kadar bu şekilde devam etmiş, bundan sonra ise kırmızı kalem eserin sonuna kadar hiç kullanılmammıştır. Eser başından sonuna kadar nesih ile istinsah edildiği halde,”Kitâbu’l-İcâre”ye kadar devam eden açık ve okunaklı yazı burada daha karmaşık bir şekil almış ve bu “Kitâbu’l-Hibe” nin üçüncü faslına104 kadar devam etmiştir. Bu şekilde kitabın başından sonuna kadar hep nesihle ama beş ayrı şekilde yazılmış ve zaman zaman daha karmaşık ve daha bozuk bir şekil aldığı gözlenmektedir.105 Ulucami nüshası ise başından sonuna kadar hep rik’a ile yazılmış ve yazının düzeni açısından hiçbir değişiklik olmadan sonuna kadar aynı şekilde ve aynı güzellikte devam etmiştir. 103 BDK, vr. 145b. 104 BDK, vr. 145b-148b. 105 Örnek için bkz. Ekler, s. 73-84. 19 e. Konu Başlıklarının Numaralandırılması BDK nüshasında ilk konularda bap veya fasıl numarası verildikten sonra o babın veya faslın hangi konu hakkında olduğu kaydedilmiş, ardından konuya geçiş yapılmıştır. Meselâ: “Kitâbu’t-Tahâret” diye başlık atıldıktan sonra “burada iki bap var birinci bap abdest hakkındadır” denmiştir. Yine “burada iki fasıl vardır, birinci fasıl niyet hakkındadır” denilerek ele alınacak konu verilmiştir. Bu düzen zekat kitabının ikinci babının beşinci faslına kadar devam etmektedir. 106 Buradan itibaren sadece kitap ve bapların numaralarından sonra, birinci bap apdest hakkındadır şeklinde konu isimleri verilerek ayrıntılı bilgi aktarılmıştır. Fasıllarda ise, fasıl numarasından hemen sonra konunun ne hakkında olduğu belirtilmeden direkt bilgilere geçilmiştir. Bütün fasıllar numaralandırılırken, “Kitâbu’l- İcâre”den “Kitâbu’d-Diyât”ın on birinci faslına kadar numara kaydetmeden sadece “fasıl” kelimesi kullanılmıştır. 107 BDK nüshasında eserin başından sonuna kadar baplara ve kitaplara numara verilmemiş, fasıllara ise tamamen numara verilmiştir. Sadece Taharet bölümünde yer verilen nevilerin108 ise hepsi numaralıdır. Yine BDK109 ve Ulucami nüshasında110 farklı birkaç yerde “fasıl” diyerek ayrı bir alt başlık atılmıştır. Ulucami nüshasında kitaplara hiç numara verilmemiştir. Baplarda Kitâbu’t- Tahâret’in ilk babına111 ve Kitâbu’z-Zekât’ın sekiz babına112 numara verilmiş, bunların dışındaki bapların hiç birine numara vermeksizin sadece bap isimleri zikredilmiştir. Ancak “Tahâret” bölümünde yer verilen nev’i113 lerin hepsi numaralıdır. Fasıllarda ise Kitâbu’z-Zekât’ın ikinci ve üçüncü baplarının fasıllarında114 “el- evvel fi’l-ibil” şeklinde sadece numaralar zikredilmiş Kitâbu’z-Zekât’ın dördüncü 106 BDK, vr. 1b-48b. 107 BDK, vr. 145b-161b. 108 BDK, vr. 3a-10a. 109 BDK, vr. 44a, 84a, 85b, 134b, 135b,158b; Ulucami, vr. 38b, 15b, 70a, 34a, 70b. 110 BDK, vr. 158a; Ulucami, vr. 38b. 111 Ulucami, vr. 2a. 112 Ulucami, vr. 16b-19b. 113 Ulucami, vr. 2b-4b. 114 Ulucami, vr. 17a, 17b, 18a. 20 babında115 “el-faslu’l-evvel” şeklinde fasıl ve numara beraber zikredilmiştir. Bundan sonrakilerde Kitâbu’l-Hacc’ın dördüncü babına116 kadar “el-evvel, es-sânî” şeklinde sadece numaraları, buradan itibaren de sadece “fasıl” denilerek yani numara verilmeden zikredilmiştir. f. Konu Bütünlüğü BDK nüshasında konu içinde ve konular arasında herhangi bir kopukluk yoktur. Ulucami nüshasında ise konular içinde ve konular arasında zaman zaman kopukluklar, eksiklikler ve karışıklıklar söz konusudur. Konu bütünlüğünü bozan bu kopukluklar şunlardır: -Ulucami nüshasında “Kitâbu’l-İkrâr”,117 “Kitâbu’d-Diyât”118 ve “Kitâbu’l- Akdiye” bölümleri’nin baş tarafı ile son tarafı eserin ayrı ayrı yerlerinde verilmiştir. 119 -BDK nüshasında, “Hunsa-i Müşkil” konusu, “Kitâbu’l-Feraiz”120 bölümünde, Ulucami nüshasında ise “Kitâbu’l-Vasâya”121 bölümünde verilmiştir. Yine BDK nüshasında, Bâbu’z-Zinâ’nın baş tarafı122 ile son tarafı123 ayrı ayrı yerlerde verilmiştir. g. Kitap ve Bapların Sıralanışı BDK nüshasında mukaddime bölümü bulunmakla beraber mukaddimenin baş kısmını oluşturan ve besmele ile hamdelenin de içinde bulunduğu bölüm yoktur. Sadece eserin yazılış amacını belirten bölümle eserde fetvalarına yer verdiği âlimlerin isimlerinin bulunduğu son bölüm mevcuttur. Ulucami nüshasında ise mukaddimenin baş kısmını oluşturan ve besmele ile hamdelenin de içinde bulunduğu bölüm mevcuttur. Ancak eserde fetvalarına yer verdiği âlimlerin isimlerinin bulunduğu son bölüm mevcut değildir. 115 Ulucami, vr. 18a, 18b. 116 Ulucami, vr. 18a-24a. 117 Ulucami nüshasında Kitâbu’l-İkrâr’ın baş tarafı 71b’de, son kısmı ise 41ab’de verilmiştir. 118 Ulucami nüshasında Kitâbu’d-Diyyât’ın baş tarafı 38b-40ab’de, son kısmı ise 51a’da verilmiştir. 119 Ulucami nüshasında Kitâbu’l-Akdiye’nin baş tarafı 48b’de, son tarafı ise 72b-73a’da verilmiştir. 120 BDK, vr. 180b. 121 Ulucami, vr. 78b. 122 BDK, vr. 93b, 94a, 94b, 95a, 95b. 123 BDK, vr. 102b, 103a. 21 Eser kitaplara, baplara ve fasıllara ayrılmıştır. Yalnız kitabın baş tarafında abdest konusundaki birinci babın üçüncü faslı “nevi” lere ayrılarak124 ve kendisi ile temizliğin caiz olan veya olmayan sulardan bahseden bap125 fasıllara değil de “nevi”lere ayrılarak bu metodun dışına çıkılmıştır. İki nüsha arasındaki kitap ve bapların sıranalışında söz konusu olan farklılıklar aşağıda bir tablo halinde verilecektir. Sır. Ulucami Nüshası Vr. Sır. BDK Nüshası Kitap Vr. No. Kitap ve Bap Başlıkları No No. ve Bap Başlıkları No. 1 TAHÂRET 2a 1 TAHÂRET 1a el-Vudû 2a el-Vudû 1a el-Mâu’l-lezî yecûzü’t-tahâretu ve mâ lâ 4a el-Mâu’l-lezî yecûzü bihi’t-tahâretü ve 6a yecûzü mâ lâ yecûzü Teyemmüm 5b Teyemmüm 10b el- Mesh ala’l-huffeyn 6a el-Mesh ala’l-huffeyn 12b Hayız 6a Hayız 13b 2 SALÂT 7a 2 SALÂT 15b Şurûtu’s-salâti ve erkânühâ ve sıfâtühâ 7b Ezân 16b Sücûdü’s-sehv 9b Mevâkit 28b Sücûdü’t-tilâvet 10a Şurûtu’s-salâti ve erkanühâ ve sıfâtühâ 19a Salâtu’n-nefl 10b Kunût 23b Salâtü’l-cemâat 11a Setr-i avret 24a Salâtu’l-müsâfir 11b Secde-i sehv 25b Salâtu’l-havf 12a Secde-i tilâvet 27a Salâtu’l-cum‘â 12b Salâtu’n-nefl 28a Salâtu’l-îdeyn 13b Kazâü’l-fevâit 29a Salâtü’l-küsûf 14a Salâtü’l-cemâat 29b Salâtü’l-istiskâ 14b İmâme 31a Salâtü’l-müsâfir 32b Salâtü’l-havf 34a Salâtu’l-cum‘a 34b Salâtu’l-îdeyn 38a Salâtü’l-küsûf 40a Salâtü’l-istiska 40b 3 CENÂZE 14b 3 CENÂZE 41a 4 ZEKÂT 16a 4 ZEKÂT 45b Zekâtu’l-hayevân 16b Ferîzatü’z-zekât 45b Zekâtu’l-arz 17b Zekâtü’l-hayevân 47a Zekâtu’z-zeheb ve’l-fizza 18a Zekâtü’n-nebât 49b Zekâtu’t-ticâret 18b Zekâtu’z-zeheb ve’l-fızza 50b Zekâtu’l-meâdini ve’r-rükaz 18b Zekâtu’t-ticâret 51b Zekâtü’l-fıtr 18b Zekâtu’l-meâdini ve’r-rükaz 51b Kısmu’s-sadakâ 19b Sadakâtü’l-fıtr 52a Kısmu’s-sadakâ 53b 5 SIYÂM 20a 5 SIYÂM 55a İtikâf 21b İtikâf 58b 6 HAC 22b 6 HAC 60a Envâü’l-hac 22b Ferîzatuhû ve envâuhû 60a Mevâkît 23b Mevâkît 62a İhrâm ve mahzûrâtuhû 23b İhrâm ve mahzûrâtuhû 62a Mâ yecibu bi mahzurâti’l-ihrâm 24a Mâ yecibu bi mahzûrati’l-ihrâm 63b Sıfâtu’l-hac ve’l-umre 25a Sıfâtul hac ve’l-umre 64b İhsâr 26a İhsâr 67a 7 NİKÂH 26a 7 NİKÂH 67b 124 BDK, vr. 3a- 5a. 125 BDK, vr. 6b-10a. 22 Ma yahrumu mine’n-nikâh 27b Men tahrumu nikâhünne 71b el-Hiyâr fi’n-nikâh ve’r-reddu bi’l-aybi 28b 8 SADÂK 28b 8 SADÂK 72a el-Kasemi ve’n-nuşûz 29b Kasem ve’n-nuşûz 73b 9 HUL‘ 29b 9 HUL‘ 74a 10 TALÂK 30a 10 TALÂK 75a Ric’a 31b Ric’a 78b Îlâ 31b Îlâ 79a Zıhâr 32a Zıhâr 79b Liân 32b Liân 80b 11 EYMÂN 33a 11 EYMÂN 82a 12 İDDET 35a 12 İDDET 87b 13 RAD 36a 13 NAFAKÂT 89b 14 NAFAKÂT 36b 14 RAD 89b Hıdâne 91b 15 HIDÂNE 37a 15 HUDÛD 92a Riddet 92a Bağy 93a Zinâ 93b Kazf 96a Sirkât 97a Guddat’t-tarîk 100a Haddu’l-hamr 101b Tazîr 103b Sıyâl ve’d-damâni’l-vulât ve’l-behâ’im 105a Siyer 106a Kismu’l-fey ve’l-ğenâim 107a Cizye 112b 16 CİNÂYÂT 37b 16 İTK 115b Diyât 38b Tedbîr 116a Kitâbet 116b Bey’u ümmehâtu’l-evlâd 117a 17 VEDΠ41b 17 LUKÂT 117b Âriye 41b Lakît 118a Cu‘âle 118b 18 GASP 42a 18 MUDÂREBE 119a 19 ŞÜF’A 43a 19 VAKF 119b 20 MUZÂRA‘A VE’L- MUSÂKÂT 43b 20 BUYÛ 121a Ma-yecûzü bey‘uhü ve ma lâ yecûzü 122a Ma-yûfsidu’l-bey‘a ve ma lâ yüfsiduhû 123b Tefrîku’s-safkat 124a Ribâ 124a Beyu’l-usûl ve’s-simâr 126a Beyu’l-musarrât ve’r-reddü bi’l-ayb 126b Murâbaha 128a el-Buyûu’l-menhiyyun anha 128b İhtilafu’l-mütebayiîn ve helâku’l-mebî 129a 21 İCÂRE 43b 21 SELEM VE’L-KARZ 129b 22 İHYÂU’L-EMVÂT 44b 22 REHİN 130b 23 HİBE 45a 23 TAĞLÎS VE’L-HACR 132b Udhiyye 24 NEZR 46a 24 SULH 134b 25 AT‘İME 46b 25 HAVÂLE 135a 26 SAYD VE’Z-ZEBÂİH 47a 26 DAMÂN 135b 27 AKDIYE VE’Ş-ŞEHADET 48b 27 ŞİRKET 136a 28 KASÂME 51a 28 VEKÂLET 136b Keffâretü’l-katl 51b Hukmu’s-sâhir ve’s-sihr 51b 29 HUDÛD 52a 29 İKRÂR 138a Riddeh 52a Bağy 52b Zinâ 52b Kazif Sirkât 54b Kuttau’t-tarîk 55b Haddu’l-hamr 56a 23 Tazîr 56b 30 SIYÂL VE’D- DAMANİ’L-VULÂT 57b 30 VEDÎA 139b VE’L-BEHÂİM 31 İTK 57b 31 ARİYE 140b Tedbîr 57b Kitâbet 58a Bey’u ummehâtu’l-evlâd 58a 32 LUGÂTA 58a 32 GASB 141a 33 LEKÎT 58b 33 ŞUF’A 143b 34 CUÂLE 58b 34 MÜZARAA 144b Siyer 59a Kismu’l-Fey ve’l-ğanimet 59b 35 CİZYE 61b 35 MUSÂKÂT 145a 36 MUDÂRABE 63a 36 İCÂRE 145b 37 VAKF 63a 37 İHYÂU’L-EMVÂT 147b 38 BUYÛ 63b 38 HİBE 148a Mâ yecûzü bey‘uhü ve mâ lâ yecûzü 64a Ma yûfsidu bey‘uhû ve mâ lâ yufsiduhû 65a Tefriku’s-safka 65a Ribâ 65a Bey’u usûl ve’s-simâr 65b Bey’u musarrât ve’r-reddu bi’l-aybi 66a 14 Murâbaha 67a el-Buyûu’l-menhiyyu’n-anhâ 67a İhtilâfu’l-mutâ’biîn ve helâku’l-mebî 67a 39 SELEM 67b 39 UDHİYYE 150a 40 REHİN 68a 40 NEZİR 152b 41 HACR VE’T-TAĞLÎS 69a 41 AT’İME 153b Sulh 70a 42 HAVÂLE 70a 42 SAYD VE’Z-ZEBÂİH 155a 43 DAMÂN 70b 43 CİNÂYÂT 156b 44 ŞİRKET 70b 44 DİYÂT 158b Kasâme 163b Keffaretül-katl 165a Hükmü’s-sahir ve’s-sihr 165b 45 VEKÂLET 71a 45 AKDİYE 166b Kısmet 170b Da‘vâ ve’l-beyyinât 171b Şehâdet 174a 46 İKRÂR 71b 46 FERÂİZ 177b Kısmet 73a Da‘vâ ve’l-beyyinât 73a Şehâdet 74b 47 FERÂİZ 76a 47 VASÂY 180b 48 VASİYYET 77a Bu tablodan hareketle iki nüshanın kitap ve bapları ile ilgili şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür: -BDK nüshasında 47 kitap ve 75 bap, Ulucami nüshasında ise 48 kitap ve 65 bap bulunmaktadır. -BDK nüshasında kitap olarak geçtiği halde Ulucami nüshasında bap olarak geçen beş konu; “karz, sulh, âriye, udhiyye ve diyât”tır. -Ulucami nüshasında kitap olarak geçtiği halde BDK nüshasında bap olarak geçen altı konu; “hıdane, kasâme, lekît, cuâle, cizye, sıyâl ve’d-damâni’l-vulât ve’l- behâ’im” dir. 24 -Ulucami nüshasının yazısı daha güzel ve baştan sona kadar hep aynı düzende devam etmektedir. -İçerik bakımından BDK nüshasının konu içi ve konular arasında bir uyum ve bütünlük olduğu halde, Ulucami nüshasında bu uyum ve bütünlük yoktur. Çünkü Ulucami nüshası BDK nüshasının almış olduğu birkaç bölümü hiç almamış ve yine Ulucami nüshasının yazımında karışıklık yapılmış ve yukarıda belirtildiği gibi bazı konularının baş tarafı ile son tarafı ayrı ayrı yerlerde geçmektedir. B. Ana Konunun Alt Başlıklara Bölünmesi Elbette bu araştırmada incelenen eserin kendine mahsus bir metodu vardır. Yalnız eserin çeşitli yerlerinde bu metodun dışına çıkıldığı görülmektedir. Esere hâkim olan metodun dışına nerede ve nasıl çıkıldığı farklı başlıklar altında incelenecektir. Metodun daha iyi kavranması için konunun planlanışını eserden alacağımız bir örnekle izah etmemiz faydalı olur düşüncesiyle “talak” konusunun metodu aşağıda verilecektir. KİTABU’T-TALÂK: On yedi fasıldır (vr.75a) el-Faslu’l-evvl :Talâk’ın çeşitleri. el-Faslu’s-sânî :Erkek ve kadının talâklarının hükmü. el-Faslu’s-sâlis :Talâk için şart koşulursa. el-Faslu’r-râbi‘ :Hayızlı kadını boşama (vr. 75b). el-Faslu’l-hâmis :Üç talâkla boşama (vr.76a). el-Faslu’s-sâdis :Kinayeli talâk lafızları. el-Faslu’s-sâbi‘ :Talâkta niyete ihtiyaç duyulan ve duyulmayan lafızlar (vr. 76b) el-Faslu’s-sâmin :Açık kinayeler. el-Faslu’t-tâsi‘ :Kapalı kinayeler. el-Faslu’l-âşir :Çeşitli boşama kelimeleri (vr. 77a). el-Faslu’l-hâdî aşer :İlişkiye girdiği veya girmediği eşini üç talakla boşama. 25 el-Faslu’s-sânî aşer :Sâbînin boşaması (vr. 77b). el-Faslu’s-sâlis aşer :Zorlananın (mukrehin) boşaması. el-Faslu’-râbi‘ aşer :Eşine “Allah dilerse sen boşsun” diyen kimse. el-Faslu’l-hâmis aşer :Hastanın boşaması. el-Faslu’l-sâdis aşer :Eşine “Sen bir seneye kadar boşsun” diyen kişi (vr. 78a). Fasıl :Eşlerinden birini boşayan sonra hangi eşini boşadığını karıştıran kişi. el-Faslu’s-sâbi‘ aşer :Eşine “Sen yarım talak boşsun” diyen kişi. Fasıl :İşaretle boşama (vr.78b). Babu’r-Ric‘at :İki fasıldır (vr.78b) el-Faslu’l-evvel :Ric’î talakın hükmü ve Rici talakla boşanan zevcesiyle kişinin ilişkileri el-Faslu’s-sânî :Kişi eşini üç talakla boşadıktan sonra onunla tekrar evlenip evlenemeyeceği (vr.79a). Bâbu’l-İlâ :Dört fasıldır. el-Faslu’l-evve: :İlâ’nın tarifi. el-Faslu’s-sânî :Allah’a yeminin dışında başka bir şeyle ilâ yapma. el-Faslu’s-sâlis :Yemînsiz olarak dört ay eşiyle ilişkiyi terk eden kişi (vr.79b). el-Faslu’r-râbi‘ :Kölenin Îlâ’sının müddeti. Babu’z-Zıhâr :Burada fasıllar vardır. el-Faslu’l-evvel :Zıhar ve hükmü. el-Faslu’s-sânî :Zıhar yapanın niyeti. el-Faslu’s-sâlis :İçeceği, yiyeceği veya cariyeyi kendine haram eden kişi(vr.80a). el-Faslu’r-râbi‘ :Zıhar yapan kişiye yapılması helal veya haram olan şeyler. 26 Fasıl :Zıhar kefareti (vr. 80b). Fasıl :Kefaretin kâfir veya harbiye verilebilmesi. Babu’l-Lîân :Sekiz fasıldır. el-Faslu’l-evvel :Lian’ın şekli ve hükmü. el-Faslu’s-sânî :Lian yapanların statüleri (vr. 81a). el-Faslu’s-sâlis :Tarafların lîan ile ayrılmasının şekli. el-Faslu’r-râbi‘ :Liandaki ayrılık fesih mi yoksa talak mı (vr. 81b). el-Faslu’l-hâmis :Eşinin belli bir insanla zina yaptığını iddia eden kişi. el-Faslu’s-sâdis :Dört şahitten birisi kadının kocası olması. el-Faslu’s-sâbi‘ :Sağırın lîânı ve iftirası. el-Faslu’s-sâmin :Evlenip de ilişkiye girme imkanı olmadan boşanan ve 6 ay içinde doğan çocuğun durumu (vr. 82a). C. Dil ve Üslup Özellikleri Eserde kullanılan dil Arapça’dır. Genelde açık ve düzenli bir üslup ve anlaşılması kolay bir dil kullanılmıştır. Eserin yapısı genel olarak geleneksel İslâm fıkıh kitaplarının çizgisinde olduğu dikkat çekmektedir. Mukaddimenin ardından, Kitâbu’t-Tahâret’ten başlayarak Kitâbu’l-Vasâya’ya kadar geçen konularda İslâm fıkhının furuuna dair mezhep imamlarının, diğer imamların, Sahâbe ve Tabiîn’in görüşlerinin illet ve delillerine başvurmadan ve belli bir sıraya tabi tutmadan aktarılması amaçlanmıştır. Eserin başında mukaddime niteliği taşıyan bir buçuk sayfalık önsöz yer almaktadır. Bu mukaddime bölümünde eserin yazılışındaki amaca değinilmekte ve eserde geçen âlimlerin isimleri zikredilmektedir. 27 D. Konunun İşleniş Şekli Kitâbu’t-Tahâret’in birinci faslına,126 “Kitâbu’l-Hac’cın ikinci babının birinci faslına127 ve üçüncü babın birinci faslına128 “i‘lem: bil ki” kelimesi kullanılarak başlanmış ve bir daha bu kelimeye yer verilmemiştir. Konuların bir kısmına eserin isminden de anlaşıldığı gibi “imamlar ittifak ettiler (ittefekû, ecme‘û)” denilerek imamlar arasında ittifak edilen konularla veya “ihtilaf ettiler (ihtelefû) ” ifadesiyle imamlar arasında ihtilaf edilen konularla başlanmış; diğer bir kısmında ise farklı şekillerde başlanmıştır. Konuya başlandıktan sonra ismi verilen imamlar arasında belli bir sıra gözetmeksizin imamların görüşleri verilmiştir. Birçok konuda kimler arasında ittifak olduğu açık bir şekilde söylenirken bazı yerlerde sadece “ittifak ettiler (ittefekû, ecmeû)” denmiş, ama kimler arasında ittifak edildiği belirtilmemiştir.129 Bazı yerlerde de “imamlar ittifak ettiler, müslümanlar ittifak ettiler, âlimler ittifak ettiler (ittefeka’l- eimmetü, ittefeka’l- ulemâu, ittefeka’l-müslimûne)” gibi genel tabirler kullanılmıştır ki,130 bu tür tabirler daha çok kitab ve bap başlarında geçmektedir. Konuyu daha iyi ortaya koymak ve anlaşılır hale getirmek üzere şu örneği verebiliriz: Örnek: “İttifak ettiler ki Peygamberimizden sonra korku namazı sabit olmuştur. Müzenî’den korku namazının mensuh olduğu hikâye edildi. Ebû Yusuf’tan da korku namazının Peygamberimiz zamanına mahsus olduğu nakledildi.”131 Bu örnekte de görüldüğü gibi kimler arasında ittifak edildiği belirtilmemiştir. 126 BDK, vr. 1b. 127 BDK, vr. 62a. 128 BDK, vr. 62a. 129 BDK, vr. 178b, 12b, 15a, 16a, 16b, 17b, 18a, 20b, 21b, 22b, 23b, 24b, 26a, 95a, 36b, 41a, 42a, 42b, 43b, 44a. 130 BDK, vr. 6b, 13b, 15b, 19a, 34b, 41a. 131 BDK, vr. 34a. 28 II. MUHTEVA ÖZELLİKLERİ A. Farklı Görüşlere Yer Vermesi 1. Kendi Görüşüne Yer Vermesi Müellif eserinin ana yapısını kendi görüşüne yer vermeden kısa ve öz bir şekilde aktarmış olduğu dört mezheb imamı başta olmak üzere diğer imamların, sahâbe ve tabiînin görüşleriyle oluşturmaktadır. Bu sebeble kendi görüşüne yer vermemeğe ve sadece imamların görüşlerini aktarmaya gayret etmiştir. Ancak birkaç yerde bu kuralın dışına çıkmış ve “indî: bana göre” diyerek açık bir şekilde kendi görüşüne yer vermiştir. Örnek 1: “İmam Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik farz olan haccı eda etmeden önce nafile haccın eda edilmesi caizdir, ihramı da neye niyet ettiyse ona göre geçerlidir dediler. Abdu’l-Vehhâb el-Mâlikî ile bana göre caiz olmaz”.132 Görüldüğü gibi müellifimiz burada “bana göre” diyerek kendi görüşünü de açıkça belirtmiştir. Örnek 2: “Kitâbu’l-Akdiye ve’ş-Şehâde” bölümünde “Kâdî’nın önüne bir mesele gelirse ve o meselede imamlar ihtilaf etmişse, kâdî’nın cumhurun görüşüyle fetva vermesi daha uygundur. Sadece bir imamın görüşüyle amel etmesi caiz olmakla beraber ben bunu mekruh görüyorum” 133 diyerek müellif kendi görüşünü de ilave etmiştir. Yine aynı konuda “bir imamın değil de ittifak eden üç imamın görüşünü alması bana göre ihlâsa daha uygundur” 134 demek suretiyle kendi kanaatini kaydetmiştir. Bu üç yerin dışında müellifin eserinde kendi görüşünü verdiği birkaç yer de dip- notta kaydedilmiştir.135 2. Diğer Görüşlere Yer Vermesi Bu konuda eserin başından sonuna kadar hep aynı yol takib edilmemiştir. Eserin genel yapısını dört mezheb imamının görüşleri oluşturmakla beraber bazı konularda 132 BDK, vr. 61a. 133 BDK, vr. 167a. 134 BDK, vr. 167b. 135 BDK, vr. 112a, 132b. 29 dört mezheb imamının hepsine değil de, sadece bir kaçının görüşüne yer verildiği de olmuştur.136 Nitekim “Bizim imamımız, müezzin kamette ‘hayya ale’s-salât’ dediğinde imamın arkasındakiler ayağa kalkar, müezzin “kad kâmeti’s-salât” dediğinde de imam iftitah tekbiri alır. Kamet tamamlandığında ise imam kıraata başlar dedi.” Örneğinde müellif, sadece kendi imamının görüşüne yer vermiş, diğer görüşlere ise değinmemiştir. 137 Dört mezheb imamından birine ait eğer bir konuda birkaç değişik rivayet varsa bazen herhangi bir tercihte bulunmaksızın “ihdâ rivâyeteyhi” şeklinde bu rivayetlerden sadece biri138 verilirken, bazen de bu farklı rivayetlerin hepsi verilmiştir.139 Bazen de “ve hüve’l-ezharu, ve hüve’l-muhtâru, ve hüve’l-muraccahu, ve hüve’l- meşhûru, ve hüve’l- esahhu” gibi lafızlarla tercihte bulunmak suretyle sadece en sahih olanına yer vermiştir.140 Özellikle birçok konuda İmam Şafiî’den gelen iki değişik rivayetten sadece cedîd ve sahîh olanı verirken,141 bazen de hangisinin kadîm hangisinin cedîd olduğunu belirterek iki görüşüne de yer vermiştir.142 Dikkat çeken diğer bir konu da sadece birkaç yerde İmam Mâlik, İmam Şâfiî ve İmam Azam ile ilgili olarak “bu konuda İmam Mâlik’ten veya Şâfiî’den veya İmam Azam’dan herhangi bir nas yok” tabirini kullanmak suretiyle bu imamların görüşlerine yer verilmemesidir.143 Bazen âlim ismi bazen mezheb ismi verilerek fetvalerın kime aid olduğu belirtilirken, bazı yerlerde de isim zikretmeden fetvaların kime ait olduğu “kâle badu’l- 136 BDK, vr. 6b, 11a, 18b, 135a, 136b. 137 BDK, vr. 31b. 138 BDK, vr. 2b, 7b, 14b, 21a, 46a, 51a, 98b, 99a, 109a, 111b, 215b, 169. 139 BDK, vr. 11a, 15a, 22b, 24a, 33a, 40a, 48b, 55a, 63b, 67a, 72a, 74a, 76b, 79b, 82b, 84b, 90b, 92a, 157a, 158b, 159b, 141b, 149a, 154b, 165a, 169b, 173a. 140 BDK, vr. 9a, 15a, 21b, 22a, 28a, 46a 48b, 50a, 51a, 51b, 51b, 53b, 54a, 54b 57a, 59a, 106b, 115b, 116a, 123a, vr. 123a, 125a, 130a, 134a, 137b, 181a, 181b, 183a. 141 BDK, vr. 12a, 14a, 41b, 43a, 74b, 80a, 100a, 129a, 129b, 165b, 181a. 142 BDK, vr. 4b, 8a, 12a, 13a, 42a, 46a, 64b, 74b-75a, 84b, 88a, 184b, 88a, 88b, 112b, 124b, 134b. 143 BDK, vr. 83b, 138b 140b 137b, 138b. 30 ulemâ, kâle cemîu’l- ulemâ, kâle cemîu’l- fukahâ, kâle muhakkiku ashâbî veya kâle ekseru’l-ulemâ” gibi genel tabirlerle ifade edilmiştir.144 Yine dikkat çeken meselelerden biri de, bazı bölümlerde dört mezheb imamının dışındaki diğer imamların, sahâbe ve tabiînin görüşlerine yoğun bir şekilde yer verilirken, diğer bazı bölümlerde ise çok az yer verilmesidir. Meselâ “Kitâbu’d- Tahâret” bölümünde dört mezheb imâmının dışındaki diğer imamların görüşlerine yoğun bir şekilde yer verilmiş, ama “yol kesmek, içki haddi ve tazir” ile ilgili baplarda diğer imamların görüşüne çok az yer verilmiştir. Ayrıca sahâbenin ve tabiînin görüşlerine ise bazen görüşünü verdiği âlimin adını verirken bazen de “sahâbeden veya tabiînden bir cemaat dedi ki145” denilerek isim zikredilmeden sahâbenin fetvalarına yer verilmiştir. Dört mezhebin dışında zaman zaman Zahirî mezhebinin görüşlerine “kâle badu’z-zahire” veya “kale ehlü’z-zahire”146 şeklinde yer verilirken, sadece bir yerde mut’a nikâhı konusunda Şiâ mezhebinin görüşü nakledilmiştir. Şia’nın görüşünü herhangi bir âlim ismi zikretmeden “zehebe’ş-şi‘atü ilâ sıhhatihi” tarzında muta nikâhı konusunda Şia’nın görüşü kaydedilmiştir.147 B. Delillere Yer Vermesi 1. Ayetlere Yer Vermesi Müellif eserinin mukaddimesinde ezberlenmesi kolay olması için illete ve delile yer vermediğini söylemesine rağmen, eserde dört yerde doğrudan ayetler, iki yerde de doğrudan hadisler zikredilerek delillere yer vermiştir. Örnek 1: - “İzâ kumtüm ile’s-salâti feğsilû”148 ayeti. 144 BDK, vr. 21b, 24a,30a, 42b, 51a, 57b, 58b, 63b, 83a, 98a101a, 117a,119a, 152a,152b, 154b,153b, 154b, 155b. 145 BDK, vr. 2a, 5b, 11b, 42a, 45b, 51b. 146 BDK, vr. 6a, 55b, 67a, 151b, 94a, 180b. 147 Ulucami, vr. 28a. 148 el- Mâide, 5/6. 31 Kim abdest alırsa o abdesti bozulmadıkça ittifakla istediği kadar namaz kılar. Nehaî’den bir abdestle ancak beş namaz kılar diye nakledildi. Ubey b. Amr her namaz için abdest vacibdir dedi ve yukarıda zikri geçen ayeti delil getirdi.149 Örnek 2: - “Hattâ tenkiha zevcen ğayreh,150” “fenkihûhunne biizni ehlihinne”151 ayetleri. Cevherî, nikâhtan maksat cinsel ilişkidir, bazen de akit manasında olur dedi. Delile göre karar verilir. Delile göre nikâhdan maksat ya akit veya cinsel ilişki olduğuna karar verilir. Eğer koca eşine “ben seni nikâhlarsam sen benden boşsun derse buradaki nikâhtan maksat cinsel ilişkidir ” demiş ve yukarıdaki birinci ayeti delil getirmiştir.152 Eğer yabancıya “ben seni nikâhlarsam sen benden boşsun” derse o zaman da nikâhtan maksat akittir demiş ve ikinci ayeti delil getirmiştir. Örnek 3: - “Veli tükmilü’l-iddete veli tükebbiru’l-lâhe alâ mâ hedâküm153ayeti. Bayram namazlarında tekbirden bahsederken İbn Hübeyre Ramazan bayramındaki tekbir, diğerlerinden daha kuvvetlidir dedi. Sonra yukarıdaki ayeti delil olarak kaydetmiştir.154 2. Hadislere Yer Vermesi Örnek 1: - “Büniye’l- İslâmü alâ hamsin.”155 Müslümanlar ittifak etmiştir ki namaz Peygamberimizin şu sözünde zikredilen beş rüknünden biridir demiş ve yukarıdaki hadisin sadece baş tarafını zikretmiştir.156 149 BDK, vr. 3a. 150 el-Bakara, 2/230. 151 en-Nisâ, 4/25. 152 BDK, vr. 67b. 153 el-Bakara, 2/185. 154 BDK, vr. 39a. 155 Buharî, el-Câmi‘us’s-Sahîh, Kahire 1958. İmân, 2; Müslim, Sahîhu Müslim, İstanbul 1982, İmân, 19- 22. 156 BDK, vr. 15b. 32 Örnek 2: - “İnnellâhe Teâlâ zâdekûm salâten ve hiye’l-vitru, sallûhâ mâ beyne işâi’l-âhir ilâ tulûi’l-fecr.” 157 Vitir namazının vakti, Peygamberimizin “İnnellâhe Teâlâ zâdekûm salâten ve hiye’l-vitru, sallûhâ mâ beyne işâi’l-âhir ilâ tulûi’l-fecr” hadisinden dolayı akşam namazının sonundan başlayıp fecir doğana kadar devam eder diyerek söz konusu hadisi zikretmiştir. 158 Bunların dışında birkaç yerde de yine aynı şekilde “hakkında nas getirilen budur, sahih nas ile haramdır, sahâbe yolu ile Peygamberimizden rivayet edilen Kur’ân nassından dolayı” gibi ifadelerle ayet ve hadisler açık bir şekilde verilmemekle beraber ayet ve hadislere işaret edilmiştir. Örnek 3: Zıhar keffareti için oruç tutan kişi bu esnada hanımı ile ilişkiye girmesinden bahsederken İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve İmam Ahmed’in iki rivayetinden en zahir olanda ister gece, ister gündüz, ister unutularak, isterse kasten olsun iki ay içinde ilişkiye girerse oruca yeniden başlar demişler. İmam Şafiî ise eğer gece ilişkiye girerse mutlak olarak yeniden başlamak gerekmez. Eğer gündüzleyin ilişkiye kasten girerse “Kur’an nassından dolayı” tetabu kesilir ve oruca yeniden başlar demiştir. Burada “Kur’an nassından dolayı” diyerek Kur’an ayetlerine gönderme yapmıştır. 159 Örnek 4: Nevevî Ravzat’ta, “Kâhine gidip kehâneti, müneccimliği, ok atmayı, kadın ve erkek kılından sihir yapmayı öğrenmek sahih nass ile haramdır.160Görüldüğü gibi burada herhangi bir ayet ve hadis verilmemekle beraber sahih nassa işaret vardır. 157 Ahmed b. Hanbel, , Müsned, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1453, II, 180, 206, 208,V, 232, VI, 7. 158 BDK, vr. 18b. 159 BDK, vr. 80b. 160 BDK, vr. 166a. 33 Örnek 5: Caminin dışında itikâfa giren kimse Cuma geldiğinde ittifakla cumaya çıkması vacibdir. İmam Mâlik ve İmam Ebû Hanîfe’ye göre itikâfı bozulmaz. İmam Şafiî’nin iki kavlinden en sahih olan itikafta cumaya gitmeyi şart koşmamışsa itikâfı batıl olur, bu görüş kitapların genelinde kendine nass getirilen görüşdür.161 Görüldüğü gibi burada nas getirilmemiş ama hakkında nass olduğu belirtilmiştir.162 3. Diğer Delillere Yer Vermesi Mu‘înü’l-Ümme’de icmâ delili çok sık bir şekilde kullanılmıştır. Bu eserde geçen icmâ’dan herhangi bir mezheb içi icmâ değil de genel icmâ kastedilmiştir. Birçok konuda kimler arasında ittifak edildiği açık bir şekilde söylenirken bazı yerlerde sadece “ittifak ettiler (ittefekû, ecmeû)” denmiş, ama kimler arasında ittifak edildiği bildirilmemiştir.163 Bazı yerlerde de “imamlar ittifak ettiler, müslümanlar ittifak ettiler, âlimler ittifak ettiler (ittefeka’l-eimmetü, ittefeka’l- ulemâu, ittefeka’l-müslimûne) ” gibi genel tabirler kullanılmıştır.164 Bu delillerin dışında diğer delillere yer verilmemiştir. C. Tercihlere Yer Vermesi Müellif eserinde çeşitli imamların ve mezheblerin görüşlerine yer vermesine rağmen ne imamlar arasında, ne mezhebler arasında ve ne de aynı mezhebin farklı imamları arasında hiçbir tercihte bulunmamıştır. Ancak bir imamın aynı konuda şayet birden fazla görüşü varsa, imamın bu görüşlerini zikretmiş ve birçok kere “ve hüve’l-ezharu, ve hüve’l- muhtâru, ve hüve’l- muraccahu, ve hüve’l- meşhûru, ve hüve’l- esahhu” gibi tabirler kullanarak aynı imamın farklı görüşleri arasında hem tercihte bulunmuş hem de dolaylı olarak kendi görüşünü ortaya koymuştur.165 161 BDK, vr. 59b. 162 Diğer yerler için bk. BDK, vr. 22b, 34a, 37a, 43a, 61a, 62a, 71a, 107b,112b, 125b, 139a, 166b. 163 BDK, vr. 178b, 12b, 15a, 16a, 16b, 17b, 18a, 20b, 21b, 22b, 23b, 24b, 26a, 95a, 36b, 41a, 42a, 42b, 43b, 44a. 164 BDK, vr. 6b, 13b, 15b, 19a, 34b, 41a. 165 BDK, vr. 7a 8b, 14a, 14b, 20a, 22a, 24a, 27a, 30a, 30b, 31b, 32a, 35a, 36a, 42b, 44a, 51a, 55a, 58a, 59a, 115b, 123a, 137b, 138a, 181b, 183a. 34 D. İttifak ve İhtilafların Değerlendirilmesi “Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme” adlı eserin ana yapısını, eserin isminden de anlaşıldığı gibi ittifak ve ihtilaf edilen konular oluşturmaktadır. Bu nedenle eserde “ittifâk” ve “ihtilâf” kelimelerinin niteliğini ve kullanım yoğunluğunu bilmek ayrı bir önem arzetmektedir. Bu amaçla “ittifâk, icmâ‘ ve ihtilâf” kelimeleri ve türevlerinin kaç kere geçtikleri kitap başlıklarına göre tablo şeklinde verilecek ve üzerinde çeşitli değerlendirmeler yapılacaktır. KİTAP BAŞLIKLARI İTTİFÂK ve TÜREVLERİ İCM ve TÜREVLERİ İHTİLÂF ve TÜREVLERİ (İttefeka, ittefekû, bi’l-ittifâk) (ecme‘û, bi’l-icmâ‘) (ihtelefe, ihtelefû) TAHÂRET 17 yerde geçmektedir 17 yerde geçmektedir 11 yerde geçmektedir SALÂT 43 “ “ 20 “ “ 49 “ “ CENÂZE 19 “ “ 4 “ “ 3 “ “ ZEKÂT 27 “ “ 14 “ “ 25 “ “ SIYÂM 19 “ “ 6 “ “ 4 “ “ HAC 22 “ “ 3 “ “ 7 “ “ NİKÂH 2 “ “ 2 “ “ 0 “ “ SADÂK 0 “ “ 1 “ “ 2 “ “ HUL‘ 1 “ “ 1 “ “ 0 “ “ TALÂK 13 “ “ 1 “ “ 37 “ “ EYMÂN 6 “ “ 2 “ “ 4 “ “ İDDET 3 “ “ 0 8 “ “ NAFAKÂT 5 “ “ 5 “ “ RAD 3 “ “ 2 “ “ HUDÛD 35 “ “ 3 “ “ 32 “ “ İTK 3 “ “ 2 “ “ LUKÂT 1 “ “ 2 “ “ 4 “ “ MUDÂREBE 1 “ “ 2 “ “ VAKF 4 “ “ 1 “ “ BUYÛ 18 “ “ 3 “ “ 6 “ “ SELEM VE’L-KARZ 4 “ “ 1 “ “ REHİN 1 “ “ TAĞLÎS VE’L-HACR 5 “ “ 3 “ “ SULH 2 “ “ 3 “ “ HAVÂLE 1 “ “ 1 “ “ DAMÂN 2 “ “ ŞİRKET 1 “ “ VEKÂLET 3 “ “ 1 “ “ 3 “ “ İKRÂR 1 “ “ 1 “ “ 2 “ “ VEDÎA 2 “ “ 2 “ “ ARİYE 1 “ “ 0 2 “ “ 35 GASB 2 “ “ 1 “ “ 1 “ “ ŞUF’A 2 “ “ MÜZARA‘A MUSÂKÂT 2 “ “ İCÂRE 1 “ “ İHYÂU’L-EMVÂT 2 “ “ 4 “ “ HİBE 2 “ “ 1 “ “ 0 NEZİR 2 “ “ 1 “ “ UDHİYYE 6 “ “ 1 “ “ 1 “ “ AT’İME 6 “ “ 2 “ “ 1 “ “ SAYD VE’Z-ZEBÂİH 2 “ “ 3 “ “ 1 “ “ CİNÂYÂT 9 “ “ 13 “ “ DİYYÂT 8 “ “ 7 “ “ 30 “ “ AKDİYE 13 “ “ 2 “ “ 15 “ “ FERÂİZ 7 “ “ 2 “ “ 7 “ “ VASÂY 3 “ “ 3 “ “ 4 “ “ TOPLAM 328 “ “ 103 “ “ 303 “ “ GENEL TOPLAM İttifâk ve icmâ’nın toplamı: 431 Genel toplam: 734 Bu tablodan hareketle şu tespit ve değerlendirmeleri yapmak mümkündür: Eserde toplam 431 yerde “İttifâk” ve “icmâ‘” tabiri, 303 yerde de “ihtilâf” tabiri geçmektedir. 1.İttifak Edilen Görüş ve Tabirlerle İlgili Tespitler Eserde ittifak edilen görüşler “ittefeka’l-eimmetü,166 ittefeka’l- ulemâu,167 ittefeka’l-müslimûne,168 169 170 171 ittefekû, bi’l-ittifâk, ecme‘û, ecme‘a’l-müslimûne,172 ecme‘a’l-ulemâu,173 bi’l-icmâ‘,174 inde cemî‘i’l- ulemâ, inde cemî‘i’l fukahâ,175 inde kâffeti’l fukahâ176” vb. tabirlerle ifade edilmiştir. Eserin tamamı incelendiğinde sadece üç yerde geçen “ecme‘a’l-müslimûne”177 tabiri ile genel icmâ kastedildiği, diğer ittifak tabirleri ile ise sadece dört mezheb imamı 166 BDK, vr. 72b. 167 BDK, vr. 34b. 168 BDK, vr. 3b. 169 BDK, vr. 3a. 170 BDK, vr. 2b. 171 BDK, vr. 3b. 172 BDK, vr. 15b. 173 BDK, vr. 19a. 174 BDK, vr. 4b. 175 BDK, vr. 1b. 176 BDK, vr. 1b. 177 BDK, vr. 15b, 124b, 177b. 36 arasındaki ittifak kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü eserin birçok yerinde kullanılan bu ittifak tabirlerinden sonra ya bir sahâbenin, tabiînin veya bir müctehidin farklı olan görüşlerine yer verilmiştir. Konu ile ilgili şu örnekleri verebiliriz. Örnek 1: Namazın peygamberimizin hadisinde zikredilen islâmın beş rüknünden biri olduğuna müslümanlar icmâ ettiler (ecme‘a’l-müslimûne). 178 Örnek 2: Peygamberimizin vefatından sonra korku namazının sabit olduğuna icmâ ettiler (ecme‘û), Müzenî’den korku namazının mensuh olduğu hikâye edildi. Ebû Yusuf’a göre de korku namazı Peygamberimize mahsustur.179 Örnek 3: Fakîhlerin tamamına göre (inde kâffeti’l fukahâ) Arefe günü Cuma gününe denk gelirse Cuma namazı kılınmaz onun yerine iki rekat öğlen namazı kılınır. İmam Ebû Yusuf’a göre Cuma namazı kılınır.180 Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere sadece “ecm‘a’l-müslimûne” tabirinden sonra herhangi bir farklı görüş verilmemiş ve bu tabirden bütün imamların ve müslümanların ittifakı kastedilmiştir. Diğer örneklerde de çeşitli ittifak tabirleri kullanılmıştir. Ama her birinin ardından farklı bir imamın ihtilafına da yer verilmiş olması bu ittifaklardan genel anlamda bir ittifak değil, dört mezheb imamı arasındaki ittifak kastedildiği anlaşılmaktadır. Şayet ittifâk, dört mezheb imamı arasında meydana gelmiş ise yukarıda geçen ittifak tabirlerinden birisi mutlaka kullanılmıştır. Şayet ittifak, üç mezheb imamı arasında meydana gelmiş ise bu ittifak, ya yukarıda geçen ittifak tabirlerinden biriyle ya da “kâleti’s-selâsetü,”181 veya “inde’s- selâse”182 demek sureti ile önce ittifak eden üç imamın görüşü, sonra da ihtilaf eden mezheb imamının görüşü belirtilmiştir. Konuyu şu örneklerle detaylandırmak mümkündür: 178 BDK, vr. 15b. 179 BDK, vr. 34a. 180 BDK, vr. 65b. 181 BDK, vr. 7a. 182 BDK, vr. 1b. 37 Örnek 1: Mutlak olarak bütün mükelleflere temettü, ifrad veya kıran haccı yapmak kerahetsiz olarak caiz olduğunda üç imam ittifak ettiler (ittefekati’s-selasetü). İmam Azam’a göre ise Mekkî olanlara, temettü ve kıran haccı meşru değildir, onlara mekruhtur.183 Örnek 2: Abdest aldığını kesin bilip de abdestinin bozulduğundan şüphe edenin abdestli sayılacağında ittifak ettiler (ittefekû). İmam Mâlik ise bunun tersini söylemiştir.184 Örneklerde görüldüğü gibi üç imam arasındaki görüş birliği “ittefeka” tabiri ile ifade edilmiş ardından farklı olan görüş verilmiştir. Örnek 3: Cuma namazının dışında ki diğer namazlarda mümeyyiz çocuğa uymak üç imama göre (inde’s-selaseti) caiz değil, imam Şafiî’ye göre ise kasin caizdir.185 Bu örnekte de üç imam arasındaki itifak yukarda geçen tabirlerden her hangi birisi ile değil de “inde’s-selaseti” ile ifade edilmiştir. 2. İhtilaf Edilen Görüş ve Tabirlerle İlgili Tespitler İhtilaf edilen görüşlerin bazısı “ihtelefe’l-eimmetü,186 ihtelefe’l-ulemâu,187 ihtelefû”188 vb. tabirlerle ifade edilirken, büyük bir kısmı bu ihtilaf tabirlerinden her hangi biri kullanılmadan direkt ihtilaf eden imamlar ve görüşleri zikredilerek verilmektedir. “İhtelefe” tabirinden, o meselede zikrettiği âlimlerin ismine göre bazen genel ihtilaf, bazen dört mezheb imamı arasındaki ihtilaf, bazen de mezheb içi ihtilaf kastedilmiştir. Konuyu şu örneklerle ortaya koyabiliriz: 183 BDK, vr. 61a. 184 BDK, vr. 4b. 185 BDK, vr. 31a. 186 BDK, vr. 12a. 187 BDK, vr. 122a. 188 BDK, vr. 4a. 38 Örnek 1: İmam Mâlik’in ashâbı, köpeğin satışının caizliği konusunda ihtilaf ettiler (ihtelefe ashâbü Mâlik). Kimisi mutlak olarak caiz gördü; kimisi mekruh kabul etti; kimisi de sadece av köpeğinin satışını caiz gördüler.189 Görüldüğü gibi burada mezheb içi ihtilaf kastedilmiştir Örnek 2: Sarhoşun boşamasında ihtilaf ettiler (ihtelefû). Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik’e göre sarhoşun boşaması geçerli olur, İmam Şafiî’den gelen iki rivayetten en sahihine ve İmam Ahmed’den gelen iki rivayetten en zâhir olanına göre geçerli olur. Tahâvî, Kerhî, Mûzenî ve Ebû Sevr’e göre ise geçerli olmaz.190 Örnekte de görüldüğü gibi “ihtelefû” tabirinden genel ihtilaf kastedilmiştir Hernekadar rakamsal olarak 431 yerde ittifak ve icmâ, 303 yerde de ihtilaf tabiri kullanılıyorsa da eserde ihtilaflı meseleler çoğunluğu oluşturmaktadır. Çünkü ittifak edilen her konuda bile mutlaka farklı bir görüşe yer verilmiştir. İhtilaf tabirinin geçtiği yerlerin az olması, ihtilaflı meselelerin büyük çoğunluğunda herhangi bir ihtilaf tabiri kullanılmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple eserde ihtilaflı konuların çoğunluğu oluşturduğunu söylemek daha doğru olacaktır. III. İLM-İ HİLÂF AÇISINDAN DURUMU A. İlm-i Hilâfın Tarifi, Konusu ve Faydası 1. Tarifi Kelime olarak hilâf; herkesin, görüş ve davranışlarında diğer insanların gittiği yoldan başka bir yola gitmesi anlamına gelir. İnsanlar arasındaki görüş farklılıkları, onları tartışmaya sevkettiği için tartışma ve mücâdeleye de istiâre yoluyla bu isim verilmiştir.191 Hilâf ilmi hakkında yapılan değişik tarifleri şöyle sıralamak mümkündür: 189 BDK, vr. 122a. 190 BDK, vr. 77b. 191 er-Râgıb el-İsfehânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyn b.Muhammed, el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’ân, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986, s. 222.-.223. 39 (1) Gerçeği ortaya çıkarmak veya bâtılı yok etmek için iki hasım arasında cereyan eden bir tartışmadır.192 Bunun yanı sıra delile dayanmayan aykırı görüşe “hilâf”, delile dayanana ise “ihtilaf” diyenler de vardır.193 (2) İcmâlî ve tafsîlî delillerden kaynaklanan ve her biri Ebû Hanîfe ve onun öğrencileri Ebû Yûsuf, Muhammed ve Zûfer ile Şafiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel tarafından desteklenen muhtelif çıkarımların yönlerinden bahseden bir ilimdir.194 (3) Ebû Hanîfe, Şafiî ve benzerleri gibi fer’î / amelî mezhep sahipleri arasında meydana gelen cedeldir.195 (4) Şer’î delillerin nasıl ortaya konacağını; şüphelerin ve ihtilaflı delillerdeki kusurların kesin delillerle nasıl yok edileceğini öğreten bir ilimdir. Mantığın bir bölümü olan cedeldir. Ancak dinî konulara has kılınmıştır.196 (5) İmkân dâhilinde, konulmuş herhangi bir şeyi muhâfaza etmeğe veya yok etmeğe muktedir kılan bir ilimdir. Bu yüzden cedelci ya cevaplayandır, konulmuş bir şeyi korumağa çalışır ya da soru sorandır, konulmuş bir şeyi yıkmağa çalışır, denmiştir.197 (6) Çıkarılan bir şerî hükmü, muhaliflerin çürütmesinden korumak için şerî delillerin hallerinden bahseden bir ilimdir.198 (7) Fakîhler arasında ihtilaflı olan meseleleri belli imamlara göre koruma veya deliller getirme suretiyle farklı görüşlerin çürütülmesini sağlamaya yarayan bir ilimdir.199 192 Seyyid Şerîf, Alî b.Muhammed el-Cürcani, et-Târifât, Mektebetü Lübnân, Beyrut, ts., s. 106. 193 et-Tehânevî, Muhammed Alî b. Alî, Keşşâfu İstılâhâtı’l-Fünûn, Mektebetü Lübnân, Beyrut 1996, I, 441. 194 Taşköprüzâde, Ahmet b. Mustafâ, Miftahu’s-Seâde, Mektebetü Lübnân, 1. Baskı, Beyrut 1998, s. 402; Sıddık Hasan Hân el-Kannûcî, Ebcedü’l-Ulûm, Dârü’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1999, II, 233. 195 Taşköprüzâde, a.g.e., s. 403. 196 Kâtip Çelebi, a.g.e., I, 721; Sıddık Hasan Han el - Kannûcî , a.g.e., II, 231; İbn Bedrân, Abdülkadir b. Ahmed b. Mustafa ed-Dûmî, el-Medhal ila Mezhebi'l-İmam Ahmed b. Hanbel, Daru İhyâi’t-Türâsi’l- Arabî, yy. ts., s. 231. 197 Takiyyü’l-Hakîm, Muhammed, el-Usûlu’l-Âmme li'l-Fıkhi'l-Mukâren, Dârü'l-Endelüs, yy. ts., s.13. 198 İzmirli, İsmail Hakkı, İlm-i Hilâf, Hukuk Kitapcısı, İstanbul 1330, s. 3; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1965, s. 28. 199 Yavuz, Yunus Vehbi, Mukayeseli İslam Hukuku Ders Notları, U.Ü. İlahiyat Fak, Bursa 2003-2004, s. 7. 40 Bize göre tariflerde meydana gelen bu farklılığın sebebi; bu ilmin tarifini, kimileri konusu açısından, kimileri fayda ve kimilerinin de metod açısından yapmaya çalışmasıdır. Bütün bunları göz önüne alarak bu ilmi şöyle tarif edebiliriz: İlm-i hilâf, müctehidler arasındaki ihtilaflı noktaları ele alan ve belli müctehidlerin görüşleri taraftarları tarafından dasteklenip, muhalif görüşlerin ve delillerin doğru olabilecekleri düşünülmeksizin çürütülmesi gayesini güden ve kendisine has metodlar kullanan bir ilim olup fıkhın bir branşını teşkil etmektedir. 2. Konusu İslâm hukuk ekolleri arasında mukayese yapma,200 ilm-i hilâfın en temel konusunu teşkil etmektedir. Diğer bir ifade ile değerlendirme, aralarında mukayese yapma ve birini diğerine tercih etme açılarından müctehidlerin hukukî konulardaki görüşleri bu ilmin içerisine girmektedir. Şu halde taklitcinin görüşleri bu ilmin konusunun içerisine girmemektedir. Çünkü onların görüşlerinin bir orijinalitesi yoktur.201 3. Faydası Alimlerin ilm-i hilâf’ın fert ve toplum için çeşitli yönlerden zararlı olabileceğini belirtmelerine karşılık daha mutedil düşünen müellifler bu ilmin şu faydalarını zikretmişlerdir: (1) İmamların kaynaklarını ve delillerini bilmeyi sağlar.202 (2) Bu ilmi mütalaâ eden kimseler, delil getirmek istemiş oldukları şeye, delil getirme alıştırmaları yapmış olurlar.203 (3) Farklı görüşler arasında yapılacak mukâyeseler o görüşlerin güzelliklerini ve kusurlarını ortaya koyacaktır.204 200 en-Nâhî, Selahaddin Abdüllatif, en-Nazariyyetü’l-Âmme fî’l-Kânuni’l-Mevâzin ve İlmi’l-Hilâf, Matbaat- i Es’ad, Bağdad 1968, s. 14, 81 201 Takiyyü’l-Hakim, a.g.e., s.15. 202 İbn Haldun, Mukaddime, Haz. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1983, II, 1071; İzmirli, a.g.e., s. 20. 203 İzmirli, a.g.e., s. 20. 41 (4) En kolay ve en sağlam yoldan İslâm Hukukunun gerçeklerine ulaşma teşebbüsüdür. Zira bu konulmuş bir esas üzerinden farklı bakış açılarını sunmak ve değerlendirmekle inkişâf eder.205 (5) Hukuk ve hukuk usulü araştırmalarının gelişmesi üzerinde çalışma yapmak ve en geniş sınırlar içinde fikrî farklılıkların gerçekleşmesini sağlayıp bu farklılıkların sonuçlarından yararlanmak.206 (6) Araştırıcılar arasında esnek ruhun yaygınlaştırılması ve farklı aşırı duy- gusallıklardan kaynaklanan düşmanlıklara son verme ve bunları ilmî araştırma sahalarından uzak tutma çabalarını doğurmak.207 (7) İslâm Hukukunda fert, toplum, devlet ve milletler arası ilişkileri ele alan sayısız hukuk kurallarından oluşan büyük bir servet mevcuttur. Yalnız bir fıkıh mezhebine kendini adayan kimse, bu servetin zenginliklerinden haberdar olamaz .208 (8) Mukayeseli çalışmalar, bizim bütün meselelerde bir fakîhin ya da bir mezhebin haklı olamayacağını anlamamıza yardımcı olur.209 (9) Bu çalışmalar bize, insanların karşılaştıkları hayatın günlük problemlerine ve sayısız değişik durumlarına uygun olacak şekilde insan aklının kanun yapma yolundaki çabalarını ve insanın fikrî gelişiminin doğru, güvenilir bir tablosunu çizecektir.210 İlm-i hilâfla ilgili burada zikredilen olumlu tesbitlere karşılık bazı alimler, bu ilmin mezhep çatışmalarına sebeb olduğunu, öğrencilerin hilâfiyatla ilgilenerek fıkıhtan yüz çevirdiklerini, hilâf ilmi ile uğraşanların sadece şöhret ve makam elde etme amacıyla bu işi yaptıklarını, objektif kriterlerle görüşlerden birini diğerine tercih etme gibi bir çerçeveye oturmadığını, aksine yapılan çalışmalarda, mezhebi üstün kılma hedefi güdüldüğünü, mezhebi mutlaka haklı gösterme amacıyla bazen zayıf delillerin 204 en-Nâhî, a.g.e., s. 14. 205 en-Nâhî, a.g.e., a.y. 206 en-Nâhî, a.g.e., s. 14. 207 en-Nâhî, a.g.e., a.y. 208 Yasin Ahmed İbrahim Deradike, eş-Şâşî’nin Hılyetu’l-Ulemâ fi M‘arifeti Mezâhibi’l-Fukaha adlı Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed el-Kaffal Şâşî’nin eserine yazdığı önsöz, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1980, I, 10. 209 eş-Şaşî, a.g.e., a.y. 210 eş-Şaşî, a.g.e., a.y. 42 güçlü gösterilmeye, karşı tarafın güçlü olan delilinin zayıf gösterilmeye çalışıldığını,211 amacının sadece hasmı susturmak ve onun görüşünü çürütmek olduğunu212 belirterek çeşitli zararlarının olabileceğini zikretmişlerdir. B. İlm-i Hilâfın Metodu İlm-i hilâf doğuşundan itibaren belli bir metod içinde kalmamış, sadece mezhepler arası farklı görüşleri sunmakla yetinmemiş; her mezhebin dayandığı şer’î ve aklî dayanaklara bakma, bir görüşü diğer bir görüşe karşı destekleme ya da birçok görüş varsa bunlardan birini seçme metodunu uygulamıştır.213 Diğer yandan verilen farklı görüşler de değişik sınırlamalara tâbî tutulmuştur. Kimileri dört mezheb imamının, kimileri sadece Ebû Hanîfe ile Şâfiî’nin, kimileri de daha çok sayıda müctehidin ihtilaflarını bir araya getirmeye çalışmıştır. Kimileri prensiplerden hareketle ihtilafları ortaya koymaya çalışırken, kimileri fıkıh kitapları tertibinde olacak şekilde sadece farklı görüşleri ortaya koymağa çalışmıştır.214 Ayrıca “nüket” adı verilen beş, on, yirmi, otuz, kırk ya da elli ihtilaflı meseleyi ele alan hilâf eserleri de yazılmıştır. Bu kitapların amacı bu konuların nasıl incelendiğini göstermektir.215 İlm-i hilâfta takip edilen usulü aşağıdaki iki başlıkta toplamak mümkündür. 1. Yalnız İhtilaf Edilen Konuların Ele Alınması Asıl hilâfiyâta dair eserler bu tür eserler olup bu eserlerde de şu iki metod kullanılmıştır: a. Mezhepler Arasındaki Ana İhtilafları Ele Alan Eserler: Bunlar mezhepler arasındaki ihtilafların küçük ayrıntılara dayanan farklılıklar olmadığını, aksine bu ihtilafların temel esaslarda bulunduğunu ortaya koymaya çalışmışlardır. Şöyle bir usul takip etmişlerdir: 211 Özen, Şükrü, “Hilâf”, DİA, İstanbul 1988, XVII, 534-535. 212 Taşköprüzade, a.g.e., s. 402; Sıddık Hasan Han, a.g.e., II, 233; İzmirli, a.g.e., s. 3. 213 en-Nâhî, a.g.e., s. 83-84; Karaman, Hayreddin, İslâm Hukuk Tarihi, İz Yayıncılık, İstanbul 2001, s. 244-245. 214 İzmirli, a.g.e., s. 5-9; en-Nâhî, a.g.e., s. 88. 215 Taşköprüzâde, a.g.e., s. 403; Sıddık Hasan Han, a.g.e., II, 232. 43 (1) Önce temel prensip zikrediliyor, ardından bu prensibi hangi tarafın benimseyip hangi tarafın benimsemediği belirtiliyor. (2) Sonra, “Şu meseleler buna dayanmaktadır” ya da “Bu prensipten şu meseleler çıkar” deniliyor. (3) Sonra da “minhâ / bunlardandır” kelimesi ile bu prensibe dayalı görüş ayrılığının neticeleri olan meseleler zikrediliyor. Bu şekilde farklı meseleler bir prensibe dayandırılmış oluyor. Debûsî’nin Te’sîsü’n-Nazar’ı ve Zencânî’nin Tahrîcü’l- Furû’ ale’l Usûl’u bu kısma örnek verilebilir.216 b. Fıkıh Kitapları Tertibinde ve Fürû’daki İhtilafları Ele Alan Eserler “İlm-i hilâf kitaplarının çoğunluğunu meydana getiren bu eserler şu usulü benimsemişlerdir: (1) “Mes’ele” başlığı altında ihtilaflı konu verilip taraflar zikrediliyor. (2) Önce müellifin mensup olduğu mezhebin delilleri zikrediliyor. Sonra karşı görüşün delilleri veriliyor ve bu deliller cevaplandırılıyor. (3) Konularla ilgili âyet ve hadis delilleri, bilhassa Şâfiî ve Hanefî eserlerde geniş yer tutmaktadır. Buna karşılık tartışma, fıkıh kuralları ve kavramları üzerinde yoğunlaşmaktadır. (4) Belli mezhebi savunmak için yazılan eserlerde müellifin kendi mezhebi belli olduğu için ayrıca tercih yapılmıyor. Ama böyle bir durum olmadığında, mesela İbnü’l Mutahhar el-Hıllî’nin eserinde, her meselenin sonunda mutlaka tercih edilen görüş belirtiliyor. (5) Belli müctehidler ya da mezheplerin ihtilafları esası oluşturmakla birlikte zaman zaman diğer âlimlerin görüşlerine de yer veriliyor. Örneğin Ebu Hanîfe - Şafiî ihtilafını ele alan bir eser; yeri gelince Mâlik, Ahmet b. Hanbel veya başka müctehidlerin görüşlerini de aktarıyor. 216 Özen, Şükrü, İlm-i Hilâfın Ortaya Çıkışı ve Ebu Zeyd ed-Debusi’nin Tesisünnazar Adlı Eseri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, MÜ SBE), İstanbul 1988, s. 7. 44 (6) Bu eserlerden bazıları da delil vermeden yalnızca ihtilafları aktarmakla yetinmektedir. (7) Hilâf kitaplarının büyük çoğunluğu esas alınan âlimlerin görüşlerini bir arada verirken, bir kısmı da bu âlimlerin ikisinin veya üçünün görüşlerini bir fıkıh bölümü (namaz, oruç gibi) boyunca devam ettiriyor, sonra diğer bir kaç âlimi aynı şekilde baştan alıp bölüm sonuna erdiriyor. Bu iş tamamlanınca yine aynı silsile ile diğer bölümde ihtilaflar sunuluyor. 2. İttifak ve İhtilaf Edilen Konuların Birlikte Ele Alınması Bunlar önce ittifak edilen meseleyi veriyor, sonra da ihtilaf edilen meseleye geçiyorlar. Kimileri farklı görüşleri verdikten sonra delillerini de birlikte verirken, kimileri yalnızca ihtilafı ve taraflarını zikretmekle yetiniyor. İbn Rüşd’ün Bidâyetü’l– Müctehid’i birincisine, Safedî’nin Rahmetü’l-Ümme’si ile Şarânî’nin el-Mîzânü’l- Kübrâ’sı ve İbn Hübeyre’nin el-İşrâf alâ Mezâhibi’l-Eşrâf’ı ikincisine örnektir. Bu bölüme girebilecek eserlerden İbn Hazm’ın el-Muhallâ’sı ise bir sıra takip etmeden ve görüş sınırlaması getirmeden bütün ittifaklı ve ihtilaflı konuları toplayıp onların delillerini vererek tenkidini yapmaya çalışan oldukça mühim bir eserdir. 217 C. İlm-i Hilâfın Tenkidi Buraya kadar tanımı, konusu, faydası ve ve metodu üzerinde durulan “ilm-i hilâf”, bütün bu olumlu yönlerinin yanında çeşitli açılardan eleştiri konusu da olmuştur. Bir yandan bazı âlimler çok faydalı olduğu halde artık bu ilimle uğraşılmadığından yakınırlarken,218 diğer yandan bir kısım âlimler zararlı ve bu ilimle uğraşmanın zaman kaybı olduğunu söylemişlerdir.219 Yukarıda faydaları sıralanırken aynı zamanda bu ilmin gerekliliğini savunanların delillerine de yer verilmiştir. Burada ise zararlı olduğunu söyleyenlerin gerekçelerine yer verilecektir. Menfî görüşü savunanların başında gelen Gazzâlî (ö. 505 /1111) meşhûr eseri İhyâu Ulûmi’d-Dîn’de “Övülen İlimlerin Övülen Miktarının Beyanı” başlığı altında bilgilere yer vermektedir: 217 Özen, Şükrü, a,g,e., s. 9-11. 218 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 721; Sıddîk Hasan Han, a.g.e., II, 232; İzmirli, a.g.e., s. 20-21. 219 Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, yy. ts, II, 41. 45 “Şu son asırlarda îcâdedilen ve sahasında Selef Devrinde benzeri görülmeyen incelemeler, eserler ve münakaşalar ortaya koyan hilâfiyâta gelince; onun etrafında dolaşayım deme. Öldürücü zehirden kaçınır gibi ondan kaçın. Zira o, müzmin bir hastalıktır. Fakîhlerin hepsini, birbirleriyle boy ölçüşme ve birbirine üstün gelme arzusuna sevkeden odur. Belki bu söz, söyleyenden işitilince, ‘insanlar bilmediklerinin düşmanıdır’ denebilir. Sakın böyle sanma. İşi bilen, tecrübe sahibi birine rasladın. Bir zaman ömrünü bu yolda zayi eden, öncekilere göre daha cok eser verip, araştırma yapıp tartışma ve açıklamada bulunup da sonra Allah’ın kendisine doğru yolu ilhâm ettiği, bu ilmin aybını gösterdiği ve bu sayede bu ilimden uzaklaşarak kendi nefsiyle uğraşmış olan birinden yapılan bu nasîhatı kabul et.”220 Yine Gazzâlî sözlerine şöyle devam etmektedir: “Fetva, şeriatın direğidir. Onun illetleri ise ancak ilm-i hilâf ile bilinebilir, sözüne aldanma, zira mezhebin illetleri mezhebde zikredilmiştir. Bunun üzerine yapılacak ilave, öncekilerin ve sahâbenin tanımadığı mücadelelerden ibaret olacaktır. Oysa onlar diğerlerine göre fetvaların illetlerini en iyi bilen kimselerdir. Hem bu şeyler mezheb bilgisi konusunda faydasız olmaları yanında, fıkıh zevkini bozan zararlı şeylerdir. Müftî olan kişinin sezgisi de şâhitlik eder ki, fıkıh zevki sağlıklı olduğu zaman çoğu işlerde cedel şartlarına ayak uydurması mümkün olmaz. Tabîatı, cedel âletlerine alışkanlık kazanan kimsenin zihni cedelin îcâplarına boyun eğer, fıkıh zevkine boyun eğmekten korkar.”221 “Bu ilimle uğraşan kimse, yalnızca şöhret ve makam elde etmek için uğraşır ve mezhebin illetlerini araştırdığını söyleyerek avunur. Ömrü böyle gelip geçer ama himmeti mezheb ilmine çevrilmez. Cin şeytanlarından emniyette ol, insan şeytanlarından korun. Zira bunlar saptırma ve yoldan çıkarma hususunda cin şeytanlarını yorulmaktan kurtardılar.”222 Öte yandan Gazzâlî, eserinin bir başka yerinde, tıp ilmi gibi farz-ı kifâye bir ilimle uğraşılmayıp ta hilâf ve cedel ile uğraşılmasından yakınır.223 220 Gazzali, a.g.e., II, 41. 221 Gazzali, a.g.e., a.y. 222 Gazzali, a.g.e., a.y. 223 Gazzali, a.g.e., II, 21. 46 İlm-i hilâf ile uğraşanların birbirlerine ‘muhalif’, ‘hasım’ gibi kelimeler kullanmaları da bir başka eksikliği ifade eder. Öte yandan delil getireceğiz diye zayıf delilleri güçlü, karşı tarafın gerçekte güçlü olan delillerini de zayıf göstermeye çalışıyorlar.224 D. İlm-i Hilâfın İlişkili Olduğu İlimler 1. Fıkıh Fıkhın değişik tarifleri yapılmıştır. En yaygın tarifi şudur: Ahkâm-ı Şer‘iyye-i Ameliyye’yi tafsîlatlı bir şekilde delillerine dayalı olarak bilmektir.225 Fıkhı, İslâm Hukuku ile ilgili çalışmaların genel adı olarak ele alırsak; ‘ilm-i hilâf bu ilmin belli konularının (ihtilafların) belli bir metot ve üslup içerisinde ele alındığı branşı temsil edecektir. Fıkhın konusunu, şer’î hükümlerin ya da pratik vazifelerin, delillerden çıkarılmasının teşkil ettiği ilmin adı olarak ele alırsak, ‘ilm-i hilâf, müctehitlerin görüşlerini mukayese ve değerlendirme açısından ele almakla, burada fıkıhtan ayrılacaktır. Fark, metot farkıdır. Fakîh diğer görüşleri arzetmek ve onları tartışmak zorunda değildir. O, yalnızca kendilerinden hüküm çıkarılan özel delilleri arzetmekle yetinir. Hilâfçı ise muhtelif görüş ve delilleri sunmak ve onlar hakkında görüş bildirmek zorundadır. Şu halde her ne kadar konuların tabiatı açısından birbirlerine benzeseler de aralarındaki fark, köklü bir farktır.226 Gazzâlî, ilm-i hilâfı fıkıhtan sayarken,227 Teftazânî (ö.792/1390) onu daha müstakil bir disiplin olarak görmektedir. Nitekim o, görüşünü şöyle dile getirir: “İlm-i hilâfın fıkha ve diğer ilimlere nispeti eşittir. Zira cedelci ya cevap verendir, vazolunan bir şeyi korur; ya da itiraz edendir, vazolunan bir şeyi yıkar. Ancak fakîhler bu sahada fıkıh meselesini çokça kaydedip fıkhın inceliklerini (nüktelerini) onlar üzerinde kurmuşlardır. Zamanla bu ilmin fıkha ait bir branş olduğu sanıldı.”228 Teftazânî’den 224 İbn Bedrân, a.g.e., s., 233. 225 Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi Ve İslam Hukuku, DİB. Yayınları, 6. Baskı, Ankara 2003, s. 16. 226 Takiyyü’l-hakîm, a,g,e., s. 15. 227 Gazzali, el-Mustasfa min’İlmi’l-Usul, Daru İhyâü’t- Türasi’l-Arabi, Beyrut, ts., I, 5. 228 Teftazani, Sa'deddin Mesud b. Ömer b. Abdullah, Et-Telvih, Bosnevi el-Hac Muharrem Efendi Matbaası, İstanbul 1304. I, 38; et-Tehanevi; a.g.e., I, 29. 47 yaklaşık üç asır önce yaşayan Gazzâlî, bu ilmin doğuş zamanına daha yakın ve bu sahada birden çok eser veren bir fıkıh otoritesidir.229 2. Usûl-i Fıkıh Müctehidin şer’î-amelî hükümleri tafsîlî delillerden çıkarmasına yarayan kurallar bütününe usûl-i fıkıh denir.230 Başlangıçta İslâm hukuk teorisinin veya usûl-i fıkhın çeşitli alanlarla ilgili gelişen bir düşünce sistemini içerdiği belirtilmelidir. Başka bir ifadeyle usûl-i fıkıh, sadece hukukla değil, aynı zamanda mantık, dil, metodoloji, örf, epistemoloji ve teoloji ile de ilgilenmektedir.231 Usûl-i fıkhın bir şubesi sayılan232 ilm-i hilâf, tıpkı usûl-i fıkıh gibi hükümlerin delillerinden ve bu delillerin delâlet tarzlarından söz eder. Ancak usûl-i fıkıh bunlardan küllî olarak söz ederken ilm-i hilâf ayrıntılı ve meseleyle bağlantısı açısından söz eder. Usûl-i fıkıh buradaki meselelerden herhangi birine misal için de olsa el atmaz. Aksine burada Kitap, Sünnet ve İcmâ’ın aslına, bunların sıhhat ve sübût şartlarına, sonra da sîgaları, lafızlarının mefhûmları yahut da lafızlarından akılla anlaşılabilecek hususları bu delillerin küllî delâlet şekilleri açısından ele alır; ama özel herhangi bir meseleyi ele almaz.233 Özetle söyleyecek olursak; usûl-i fıkıh, fıkıh meselelerine ulaştırıcı kaidelerden, bu kaideleri ortaya koyma (tahkîk) açısından; ilm-i hilâf ise muhatabı susturma açısından sözeder.234 Müctehid hüküm çıkarmaya yarayan kaideleri (yani usûl-i fıkhı) bilmeye nasıl muhtaçsa, hilâfçı da aynen öyle muhtaçtır. Ancak müctehid bunlara hüküm çıkarmak için ihtiyaç duyar. Hilâfiyatçı ise elde edilen bu meseleleri muhalifin deliller göstererek yıkmasından muhafaza etmek için ihtiyaç duyar.235 229 Özen, Şükrü. a.g.e., s. 13. 230 Şaban, Zekiyyüdîn, İslam Hukuk İlminin Esasları, terc. İbrahim Kâfi Dönmez, DV. Yayınları, Ankara 2001, s. 28. 231 Bakar, Mohd Daud, “Bağlam Teorisi Ve İslâm Hukuku Teorisinde İhtilâf Problemi”, (terc. Köktaş, Yavuz), İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Haziran 2004, sy. 3, s. 77. 232 Taşköprüzade, a.g.e., II, 403; Sıddık Hasan Han, a.g.e., II, 234; İzmirli, a.g.e., s. 3-12. 233 Gazzâlî, a.g.e., I. 5. 234 Özen, Şükrü, a.g.e., s.14. 235 İbn Haldun, a.g.e., II, 1070; Kâtip Çelebi, I, 721; Sıddık Hasan Han, a.g.e., II, 232; İzmirli, a.g.e., s. 3. 48 Usûl-i fıkıh kazanır, ilm-i hilâf saklar. Usûl-i fıkıh kâsib (kazanç elde eden), ilm- i hilâf ise iktisat yapandır.236 3. Cedel İlm-i hilâfın binasını teşkil eden cedel ilmi,237 fıkıh mezhepleri veya diğer mezhepler arasında cereyan eden tartışmanın adâbını bildiren bir ilimdir.238 Karşı tarafın görüşünü çürütme ve onu susturma melekesi kazandırır.239 Cedel ilmine ihtiyaç vardır. Çünkü red ve kabulde tartışma kapısı açıktır. Tartışma meydanında tartışmacıların her biri serbesttir, diledikleri gibi delil getirebilirler. Oysa tartışmaların bir kısmı doğru, bir kısmı yanlıştır. Bu yüzden tartışmadaki red ve kabulde tartışmacıların sınırda durması ve sınırı aşmaması için sınırı tayinden; delil isteyenle cevaplayanın hallerinden, ne zaman delil istemenin caiz olacağından ve ne zaman yenik düşmüş olacağından, itiraz, muaraza ve sükut mahallerinden bahseden bir ilim son derece gereklidir. İşte bu ilim de cedeldir.240 Cedel ilmi madde, hilâf ilmi ise onun sureti yerindedir.241 İlm-i hilâfın prensipleri cedel ilminden alınmıştır.242 Her iki ilim de usül-i fıkhın fürûu olarak gösterilmiştir.243 Bu iki ilim birbirine o kadar bağlıdır ki, çoğunlukla ikisi birlikte tedvin edilmektedir.244 Ayrıca birbirleriyle irtibatları bulunmakla birlikte birbirinden müstakil ilimler olduğu söylenen bu iki ilim hakkında kimi kaynaklarda yapılan tarifler aynı oldukları izlenimini vermektedir. Bir kaynakta cedel ilminin gayesi “hasmın görüşünü çürütme ve onu susturma melekesi kazandırma” olarak gösterilirken,245 bir başka kaynakta aynı 236 İzmirli, a.g.e., a.y. 237 Kâtip Çelebi, a.g.e., I, 579. 238 İbn Haldun, a.g.e., II, 1071; İzmirli, a.g.e., s, 10. 239 Kâtip Çelebi, a.g.e., s, 580. 240 İbn Haldun, II, 1071; İzmirli, a.g.e., s. 10. 241 Taşköprüzade, a.g.e., II, 403; Sıddık Hasan Han, II, 233. 242 Sıddık Hasan Han, a.g.e., II, 233. 243 Sıdık Hasan Han, a.g.e., II, 234; Taşköprüzade, a.g.e., s, 403. 244 Kâtip Çelebi, a.g.e., I, 69. 245 Kâtip Çelebi, a.g.e., I, 580. 49 gaye ilm-i hilâf için gösterilmektedir246. Bir yandan cedel ilmi hakkında “mantık konularının bölümlerinden biridir; ancak dini konulara has kılınmıştır”247 denilirken, öbür yandan hilâf hakkında “mantığın bölümlerinden biri olan cedeldir; fakat dini konulara has kılınmıştır”248 denmektedir. E. İlm-i Hilâf Açısından Mu‘înü’l-Ümme’nin Değerlendirilmesi - Üzerinde çalıştığım Mu‘înü’l-Ümme adlı eser de hilâf ilminin örneklerinden biridir. - Kısaca bu çalışma; belli bir sıra gözetmeden, görüş sıralamasına gitmeden ve delillere yer vermeden daha çok ihtilaflı konuları ele almakla birlikte ittifak ve ihtilaf edilen konuları birlikte ele alan, ittifak ve ihtilaf eden tarafları zikretmekle yetinen, fıkıh kitapları tertibinde, Kitabu’t-Tahâret’ten başlayıp Kitabu’l-Vasiyyet’e kadar devam eden bir eserdir. - Söz konusu kitapta ağırlıklı olarak dört mezhebin, zaman zaman da diğer müctehidlerin, sahâbe ve tabiînin görüşleri bir araya getirilmeğe çalışılmıştır. - Mezhepler arasında değil de zaman zaman mezheb içinde veya bir âlimin farklı görüşleri arasında tercihte bulunulmuştur. Nitekim bir örnek şöyledir: Abdestin başında besmele çekmek sünnettir. Müstehap olduğu da söylendi. Üç imamın ittifakı ile vacip değildir. İmam Ahmed’den gelen iki rivayetten en sahih olanına göre vacptir. İmam Davud’dan hikâye edildiğine göre ister unutularak ister kasten terk edilsin besmelesiz abdest caiz değildir. İshak’a göre unutularak terk edilirse caiz, kasten terk edilirse caiz değildir.249 - Eserdeki ittifak ve ihtilaftan, daha çok mezhepler arası ittifak ve ihtilaf kastedildiği anlaşılmaktadır. Eserin tanıtıldığı ileriki bölümde bu konular ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Burada söz konusu eserin ilm-i hilâf ile olan ilişkisi birkaç örnek üzerinde durularak gösterilecektir. 246 Sıddık Hasan Han, a.g.e., II, 233. 247 Kâtip Çelebi, a.g.e., I. 579. 248 Kâtip Çelebi, a.g.e., I. 721. 249 BDK, vr. 2b. 50 Örnrek 1: Sarhoşluğun sınırında ihtilaf ettiler; Ebû Hanîfe’ye göre yeri gökten veya kadını erkekten ayıramayandır. İmam Mâlik’e göre güzel ile çirkini birbirinden ayıramayandır. İmam Şafiî ve Ahmed’e göre ise sözü adet olanın dışında karıştırandır.250 Örnek 2: Devlet başkanı (imam) bir adama tazîr cezası uygulasa ve adam bu cezadan dolayı ölse Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve Ahmed’e göre Devlet başkanı bundan sorumlu tutulmaz, İmam Şafiî’ye göre ise sorumludur. Baba veya hoca terbiye etmek amacıyla çocuğu dövseler ve bu yüzden çocuk ölse, İmam Mâlik ve Ahmed’e göre baba ve hoca sorumlu olmaz. Ebû Hanîfe ve İmam Şafiî’ye göre ise sorumlu olurlar.251 Örnek 3: Talakı akleden çocuğun talakında ihtilaf ettiler. Ebû Hanife, İmam Mâlik ve İmam Şafiî’ye göre bu çocuğun talakı geçerli değildir. İmam Ahmed’den gelen iki rivayetten en zahir olanına göre geçerli olur.252 Örnek 4: Cihadın farzı kifâye olduğuna ve müslümanların bazısının cihada çıkması ile diğer bazısından cihad sorumluluğunun düşeceği konusunda imamlar ittifak ettiler. Said b. Müseyyeb’e göre ise cihad farz-ı ayındır.253 Örneklerde görüldüğü gibi herhangi bir sıralama gözetilmeksizin daha çok dört mezheb imamı arasındaki ihtilaflar verilmiştir. Bir örnekte dört mezheb imamının dışında Said b. Müseyyeb’in görüşüne de yer verilmiştir. Bir örnekte de “İmam Ahmed’den gelen iki rivayetten en zahir olanına göre geçerli olur” denilerek bir imamın farklı iki görüşü arasında tercihte bulunulmuştur. 250 BDK, vr. 103b. 251 BDK, vr. 104a. 252 BDK, vr. 77b. 253 BDK, vr. 106a. 51 İKİNCİ BÖLÜM MU‘ÎNÜ’L-ÜMME’NİN KAYNAKLARI I. ESERDE KULLANILAN KAYNAKLAR A. Fıkıh Kaynakları 1. Hanefî Fıkıh Kaynakları (1) Kitâbu’l-Harâc / Ebû Yusuf (ö. 182-798) Îmam Ebû Yusuf’un ismi ellibeş yerde geçtiği halde254 eseri Kitâbu’l-Harâc ile beraber sadece bir yerde geçmektedir.255 İsmi Yakup, babası İbrahim b. Habîb el-Ensârî’dir. Küfe’de doğup büyümüş, orada okumuştur. Hicrî 113 senesinde doğmuş, 182’de vefat etmiştir. Ebû Yusuf, Ebû Hanîfe’nin dersine gelmeden önce İbn-i Ebî Leylâ’nın dersine giderdi. Sonra İbn-i Ebî Leylâ’yı bırakıp Ebû Hanîfe’nin dersine başladı.256 Ebû Yusuf, hadisçilerin dersine katılmış ve onlardan belki de Ebû Hanîfe’nin bilmediği bazı hadisleri almıştır. Daha sonra kâdılık görevinde bulunarak insanların çeşitli hallerini öğrendi.257 İbn-i Cerîr et-Taberî diyor ki: “Kâdı Ebû Yusuf b. İbrahim, fakîh ve âlim idi. Hadis bilirdi. Hadisleri ezbere bilmekle tanınmıştı. Muhaddislerin dersine gelir, bir derste elli, atmış hadis ezberler, sonra dersten kalkınca bunları yazdırırdı. Kendisi çok hadis bilirdi.” Üç halife zamanında kâdılık yaptı: Mehdi, Hadi ve Harun er-Reşîd zamanlarında kâdı idi. Ebû Yusuf, re’ylerini hadisle takviye eden re’y fukahasının birincisi olmuştur. Böylelikle ehl-i re’y yoluyla ehl-i hadis yolu arasında bir yol izlemiştir.258 Kitâbu’l-Harâc’ı siyaset, idâre, maliye ve devletler hukuku konularında Halife Harun er-Reşîd için yazdı.259 Kitapta devletin malî işlerini, gelir kaynaklarını etraflı bir şekilde anlatmaktadır. Bu hususlarda Kur’ân’a, Hz. Peygamber’den rivayet olunanlara 254 BDK, vr.1b4b, 6b8a, 11a, 12a, 18b, 20a, 21a, 23b, 29a, 34a, 34b, 36a, 37b, 45b, 50a, 50b, 51a, 58b, 60b, 5b, 69a, 69b, 70b, 71a, 72a, 84b, 98a, 108a, 110a, 111b, 119a, 120a, 121b, 124a, 127a, 128a, 135b, 137a, 139b, 141b, 142a, 145a, 146b, 147a, 148b, 153b, 155b, 157a, 169b, 171b, 174a. 255 BDK, vr. 110b. 256 Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, (terc. Osman Keskioğlu), Üçdal Neşriyat, İstanbul, ts., s. 313. 257 Ebû Zehra, Muhammed, Mezhepler Tarihi, (terc. Sıbğatullah Kaya), yy. ts., s. 329. 258 Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, s. 313-314. 259 Karaman, Hayreddin, Anahatlarıyla İslam Hukuku, Ensar Neşriyat, İstanbul 2002, I, 64. 53 ve Sahâbe fetvalarına dayanmaktadır. Hadisleri rivayet eder, illetlerini bulup hüküm çıkarır, ashabın ne yaptıklarını anlatır, onların sözlerinden hükme esas kaideler bulurdu.260 Kitâbu’l-Harâc’da olanların hepsi Ebû Yusuf’un kendi fikirleridir. Ondan başka fukahânın rivayetlerine yer vermemiştir. Bununla beraber birçok mes’elede Ebû Hanîfe’den farklı düşündüğünü zikretmektedir.261 (2) Hizânetü’l-Ekmel / Yusuf b. Ali b. Muhammed el-Cürcânî (ö. 522/1128) el-Cürcânî ismi hiçbir yerde geçmediği halde eseri sadece bir yerde geçmektedir262 Mukaddimesinde, h. 522 yılı kurban bayramında (Aralık, 1128) telifine başlandığı belirtilen eserin müellifi hakkında bilgi verilmediğinden, kitap farklı kişilere nisbet edilmiştir. Kureşî ve İbn Kutluboğa gibi ilk Hanefî tabakat yazarları, altı cilt olduğunu belirttikleri eserin müellifi olarak Ebû Abdullah Yûsuf b. Ali b. Muhammed el-Cürcânî’yi göstermekte, bu bilgi daha sonraki Hanefî tabakat kitaplarında da tekrarlanmaktadır. İbn Kutluboğa, bu eserin Ebü’l-Leys es-Semerkandî’ye, Edirneli Mehmed Kâmî de Ekmel diye bilinen İbnü’z-Zehebi’ye nisbet edilmesinin yanlışlığına işaret ederek gerçek müellifinin Cürcânî olduğunu belirtmişlerdir. Müellif, eserinin Mukaddimesinde de, Hanefî âlimlerinin kaleme aldığı eserleri gözden geçirince bu kaynaklardaki farklı bilgilerin bir araya getirildiği kapsamlı bir kitabın özellikle fetva verenler için büyük bir ihtiyaç olduğunu görerek bu eseri yazma- ya karar verdiğini belirtir. Kitabın yaygın olanlar yanında nadiren meydana gelen olaylarla ilgili hükümleri de ihtiva edeceğini, Hanefî imamları ile sonraki ulemâya ait önemli eserlerin özünü oluşturacağını söyler.263 (3) el-Manzûmetü’n-Nesefiyye / Necmeddin en-Nesefî (ö. 537/1142) Sadece bir yerde âlimin ismi, eseri ile birlikte geçmektedir.264 260 Şafak, Ali, İslam Hukukunun Tedvini, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum 1978, s. 82. 261 Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, s. 315-317. 262 BDK, vr. 120b. 263 Özel, Ahmet, “Hizânetü’l-Ekmel”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 180-181. 264 BDK, vr. 58b. 54 Ebû Hafs Necmeddin en-Nesefî meşhur bir Hanefî fakîhidir. Tefsir, Hadis, Kelâm, Fıkıh, Usûl-i fıkıh, Belâğat, Tarih ilimlerinde büyük bir ihtisas sahibidir. Fıkıh ilmini Sadrü’l-İslâm Ebü’l-Yüsr Pezdevi’den okumuştur. Malumatının çokluğundan ve ilminin her tarafa yayılmasından dolayı kendine Müfti’s-Sekaleyn ünvanı verilmiştir. Kendisinin yüz kadar eseri bulunmaktadır.265 İslâm hukuk tarihinde manzum fıkıh kitabı yazma geleneğinin muhtemelen ilk örneğini teşkil eden el-Manzûmetü’n-Nesefiyye adlı eseri, Hanefî mezhebine ait ilk hilâf çalışmalarından biridir. Müellifin kitabın sonundaki ifadesine göre manzume toplam 2666 beyitten meydana gelmektedir. Kâtib Çelebi ise beyit sayısını 2669 olarak verir.266 el-Manzûmetü’n-Nesefiyye, on bölümden meydana gelmekte ve her bölümde bir imamın diğer imamlarla olan görüş ayrılıkları sıralanmaktadır. Birinci bölümde, Ebû Hanîfe’nin, ikinci bölümde, Ebû Yusuf’un ve üçüncü bölümde, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin görüşleri ayrı ayrı anlatılmakta, daha sonra Ebû Hanîfe’nin Ebû Yusuf’la, ardından İmam Muhamrned’le birleştikleri görüşler, Ebû Yûsuf ile Muhammed’in ittifak ettikleri görüşler, bu üç imamın birbirinden ayrıldığı görüşler, bundan sonra da Züfer b. Hüzeyl, İmam Şafiî ve İmam Mâlik’in görüşleri birer bölümde anlatılmaktadır. Eserde, Ahmed b. Hanbel’in görüşlerine yer verilmez. Zaman zaman mezheb içinde tercih edilen görüşler de belirtilmiştir. Manzûme, mezheb içi hilâfiyata geniş yer veren bir çalışma olması bakımından da önem taşımaktadır267 2. Mâlikî Fıkıh Kaynakları (1) er-Risâle / İbn Ebî Zeyd (ö. 386/996) Sadece bir yerde müellifin ismi, eseriyle birlikte geçmektedir.268 Küçük Mâlik diye isimlendirilen İbn Ebî Zeyd,269 Kayrevan’da h. 310 / 922 yılında dünyaya geldi. 265 Bilmen, Ö. Nasuhi, Hukuki İslamiyye Ve İstılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Yayınları, yy. ts., I, 440. 266 Koca, Ferhat, “el-Manzûmetü’n-Nesefiyye”, DİA, Ankara 2003, XXVIII, 34. 267 Koca, Ferhat, a.g.md., s. 34. 268 BDK, vr. 148b. 269 Zehebî, a.g.e., XVII, 10. 55 Tahsil hayatına küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberleyerek başlayan İbn Ebî Zeyd dönemin önemli ilim merkezlerinden biri olan Kayrevan’da Arap Dili ve Edebiyatı, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Kelâm ve Kıraat dersleri aldı. İçinde yaşadığı zengin ilmi çevrenin yanı sıra kabiliyeti sayesinde ilim meclislerindeki tartışmalarda hocalarının takdirini kazandı ve genç yaşta eser verecek seviyeye ulaştı. Daha onyedi yaşında iken kaleme aldığı ve büyük itibar gören, er-Risâle adlı eseri Mâliki Fıkhı’nın temel metinlerinden biridir. Eser üzerine İbn Nâci, Zerrûk, Ali b. Muhammed el-Menûfî, Muhammed b. İbrâhim et-Tetâi başta olmak üzere birçok âlim şerh yazmış, bazı âlimler de eseri manzum hale getirmişlerdir. Baş tarafındaki akaidle ilgili bölüm çeşitli çalışmalara konu olmuştur. Kuzey Afrika ve Endülüs’te olduğu gibi, Doğu İslâm Dünyası’nda da çok rağbet gören ve ders kitabı olarak okutulan er- Risâle’nin birçok baskısı yapılmıştır.270 (2) ‘Uyûnü’l-Mecâlis / Kâdî Abdülvehhâb (ö. 422/1031) Müellifin ismi on sekiz yerde,271 eseri olan ‘Uyûnü’l-Mecâlis ise sadece bir yerde geçmektedir272 Abdülvehhâb b. Ali Bağdadî Mâlikî Mezhebi’nin büyük fıkıh âlimlerinden ve şairlerindendir .273 7 Şevval 362’de (11 Temmuz 973) Bağdat’ta doğdu. Bağdat-Rakka arasındaki Rahbe (Miyâdîn) Şehri’ni kuran Abbasî Emîri Mâlik b. Tavk’ın (ö. 260/874) soyundan tanınmış bir aileye mensuptur. Mâlikîler’in Bağdat’taki imamlarından olan Ebû Bekir el-Ebherî, Ebû Bekir el-Bâkıllânî, İbnü’1-Cellâb, İbnü’l-Kassâr, Hüseyin b. Muhammed ed-Dekkâkel-Askerî, İbn Şâzân el-Bağdâdî ve Ebû Hafs İbn Şâhîn gibi âlimlerden ders okudu. Ömrünün sonuna doğru içine düştüğü ekonomik sıkıntılar yüzünden, ticaretle uğraşan bir kardeşinin bulunduğu Kahire’ye göç etti. İmam Şafiî aleyhinde söylediği bir 270 Apaydın, H. Yunus, “İbn Ebû Zeyd”, DİA, İstanbul 1999, XIX, 451-452. 271 BDK, vr. 49b, 54b, 61a, 65b, 67b, 69a, 78a, 78b, 108a, 119b, 132b, 137b, 138a, 138b, 140a, 144a, 152a. 272 BDK, vr. 144a. 273 Uyan, Abdullatif, Menkibelerle İslâm Meşhurları Ansiklopedisi, Berekat Yayınevi, İstanbul 1983, 1983, I, 186. 56 söz üzerine Şafiî mezhebi mensuplarının kendisine zarar vermesinden korktuğu için Bağdat’tan ayrıldığı da söylenir. 274 Kâdî Abdülvehhâb, gerek Irak, gerekse Mısır’daki kâdılıkları sırasında eğitim ve öğretimle meşgul olup pek çok öğrenci yetiştirdi. Ve Şaban 422’de (Ağustos 1031) Kahire’de vefat etti.275 ‘Uyûnü’l-Mecâlis İbnü’l-Kassâr’ın (ö. 397/1007) Mâliki Mezhebiyle diğer mezheb ve müctehidler arasındaki görüş ayrılıklarını ele alan hilâfa dair hacimli bir kitap olan ‘Uyûnü’l-Edille fî Mesai-li’1-Hilâf Beyne Fukahâi’l-Emşâr276 adlı eserinin muhtasarı olup Ambay b. Keybâkâh tarafından neşredilmiştir.277 3. Şafiî Fıkıh Kaynakları (1) el-Hâvi’l-Kebîr/ Mâverdî( ö. 450/1058) Eserde âlimin ismi bir yerde,278 eseri olan “Hâvi” ismi üç yerde,279 âlimin ismi ile beraber eserinin ismi ise bir yerde geçmektedir.280 Mâverdî, h. 364 /974’te Basra’da doğdu. Babası, gül suyu (mâü’l-verd) işiyle uğraştığı için Mâverdî lakabıyla tanındı. İlk fıkıh eğitimini memleketinde Mu’tezile âlimi Abdülvâhid b. Hüseyin es-Saymerî’den aldı. Hicri 398/1008 yılından önceki bir tarihte Bağdat’a giderek Ebû Hâmid el-İsferâyînî, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Bâfî ve diğer bazı âlimlerden ders okudu. Ebû Ali Hasan b. Ali el- Cebelî, Muhammed b. Adî el-Minkarî ve Ebü’l-Kâsım İbnü’l-Mâristânî’nin aralarında bulunduğu ulemâdan hadis dinledi. Hanefî fakîhi Kudûrî’den yararlandı. 30 Rebîülevvel 450 (27 Mayıs 1058) tarihinde Bağdat’ta vefat etti. 281 274 Koca, Ferhat, “Kâdî Abdülvehhâb,” DİA, İstanbul 2001, XXIV, 113. 275 Koca, Ferhat, a.g.md., s. 113. 276 Özen, Şükrü, “İbnü’l-Kassâr”, DİA, İstanbul 2000, XXI, 105. 277 Koca, Ferhat, a.g.md., s. 114. 278 BDK, vr. 168b. 279 BDK, vr. 26b, 45b, 156a. 280 BDK, vr. 105a. 281 Kallek, Cengiz, “Mâverdî”, DİA, Ankara 2003, XXVIII, 180-181. 57 Tefsire dair yazılarında hem Ehl-i Sünnet’in, hem de tenkide tâbi’ tutmaksızın Mu’tezile gibi bid’at erbâbının sözlerini ve tevcihlerini nakleder. Bu cihetle kendisinin Mu’tezile i’tikadında bulunduğuna inananlar olmuştur.282 Ashâbü’l-Vücûh’tan olan ve Şafiî Mezhebinin hâfızı sayılan Mâverdî’ye göre içtihad farz-ı kifâyedir; yeterli olmayanlara yüklenirse kargaşa ve fesat çıkar, ehil olanlar kaçınırsa şeriat duraklar, ilim söner.283 el-Hâvi’l-Kebîr adlı eserde alışılmış açıklamacı şerh tekniğinin aksine konular yeni meselelere dair hükümlerle zenginleştirilmiştir. Farklı görüşlerin gerekçeli olarak izah edilip tartışılması kitaba bir ilm-i hilâf eseri özelliği kazandırmıştır.284 (2) el-Mecmû‘ / Şerhu’l-Mühezzeb/ Nevevî (ö. 676/1277) Bir yerde sadece Şerhü’l-Mühezzeb adlı eseri,285 dört yerde Ravzatü’t-Tâlibîn ve ‘Umdetü’l-Müttakîn adlı eseri geçmektedir.286 İki yerde “Nevevî Şerhü’l- Mühezeeb’de dedi ki”,287 iki yerde “Nevevî Ravzat’ta dedi ki”288 şeklinde âlimin ismi ile beraber eserlerinin ismi, yedi yerde de Nevevî’ nin sadece ismi289 geçmektedir. Nevevî, 631’de (1234) Suriye’nin güneyindeki Havran bölgesinde Neva köyünde doğdu. Nevevî ergenlik çağında ticareti sevmediği halde babasının dükkanında çalıştı ve aynı zamanda çevresindeki âlimlerin derslerine devam etti. Onsekiz yaşına girince babası onu Dımaşk’a götürüp Revâhiyye Medresesi’ne yerleştirdi. Orada Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin Şafiî fıkhına dair et-Tenbîh ve el-Mühezzeb adlı eserlerini ezberledi. İki yıl sonra babasıyla birlikte hacca gitti, dönüşte Medine’de bir süre kalarak oradaki âlimlerin derslerine katıldı. Çeşitli medreselerde hocalık yapan Nevevî, h. 665 / 1267 yılında Ebû Şâmme el- Makdisî’nin vefatıyla boşalan Eşrefıyye Dârülhadisi şeyhliğine getirildi ve ölümüne kadar bu görevini sürdürdü. Nevevî, kendisine “sefer izni” çıktığını söyleyerek 282 Bilmeni, Ö. Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi Tabakatü’l Müfessirîn, Bilmen Yayınları, yy. ts., I, 418. 283 Kallek, Cengiz, a..g.md., s. 180-181. 284 Kallek, Cengiz, a.g.md., s. 184. 285 BDK, vr. 76a. 286 BDK, vr. 76a, 95b, 130b, 156b. 287 BDK, vr. 8a, 154b. 288 BDK, vr. 45b, 166a. 289 BDK, vr. 8b, 13a, 58a, 145b, 121a, 123b. 58 hocalarının kabirlerini ve tanıdıklarını ziyaret etti, kitaplarını medreseye vakfetti, Kudüs’ü de ziyaret edip köyüne döndü ve 24 Receb 676’da (21 Aralık 1277) Nevâ’da vefat etti.290 Özellikle hadis ve fıkıhta derinleşti ve şöhrete kavuştu.291 Şerhu’l-Mühezzeb, Nevevî’nin Ebû Ishak eş-Şîrâzî’nin Şafiî fıkhını delilleriyle ortaya koymak amacıyla yazdığı el-Mühezzeb adlı eserin hadislerini tahkik etmek ve her meselede diğer mezheplerin görüşlerini ortaya koymak suretiyle şerhetmeye başladığı ve “Kitâbü’l-Bey‘”i yazmakta iken vefat etmesi yüzünden yarım kalan bir çalışmasıdır.292 (3) Ravzatü’t-Tâlibîn ve ‘Umdetü’l-Müttakîn / Nevevî (ö. 676/1277) Ravzatü’t-Tâlibîn, Abdülkerim b. Muhammed er-Râfii’nin Gazzâlî’nin el- Vecîz’i için yazdığı eş-Şerhu’1-Kebîr’in muhtasarıdır. Şafiî fıkhını en güzel şekilde derlemesiyle meşhur olan kitap, üzerinde kırk kadar âlimin şerh, haşiye, muhtasar, ta’lik ve tashih türünden çalışması vardır. 4. Hanbelî Fıkıh Kaynakları (1) el-Kâfî fî Fıkhi’l-İmâmi’l-Mübeccel / Ahmed b. Hanbel Muvaffakuddin İbn Kudâme (ö. 620/1223) İki yerde âlimin ismi eseriyle beraber geçmiş,293 bir yerde de müellifin adı zikredilmeden sadece eserinin ismi geçmiştir.294 541 Şaban’ında (Ocak 1147) Kudüs yakınlarında bulunan Nablus’a bağlı Cemmâîl köyünde doğdu ve h. 620 / 1223 yılında vefat etti.295 h. 575 / 1179 yılında Bağdat’tan ayrılarak Dımaşk’a yerleşti, eğitim ve telif çalışmalarını burada sürdürdü. Takva ve zühdünün yanında sünnete sıkı sıkıya bağlılığı ve her türlü bid’at ve hurafeye karşı mücadelesiyle de tanınmıştır. Bir taraftan Selef akidesini savunurken diğer taraftan Hanbelî mezhebinin hukukî mirasını kendisinden sonraki nesillere 290 Kandemir, M. Yaşar, “Nevevî”, DİA, İstanbul 2007, XXXIII, 45-46. 291 Özel, Ahmet, a.g.e., s. 181. 292 Kandemir, M. Yaşar, a.g.md., s. 47-48. 293 BDK, vr. 166a, 102a. 294 BDK, vr. 72b. 295 el-Kütübî, Muhammed b. Şakir, Fevâtü’l-Vefâyât, Daru Sadır, Beyrut, ts., VI, 158. 59 aktarmak için eser telif etmeye ve öğrenci yetiştirmeye çalışmış, ders halkalarında ilmî meseleleri tartışıp Hanbelî fıkıh kültürü ve doktrininin oluşumuna katkıda bulunmuştur. İbn Kudâme, Ahmed b. Hanbel’e bağlı olmakla birlikte fıkıhla ilgili eserlerinde mezheb taassubundan kaçınmaya çalışmıştır.296 Ebû Bekir Muhammed b. Meâl’î b. Ğanîme “Benim zamanımda Muvaffakuddin’den başka içtihad derecesine ulaşanı görmedim.” demiştir.297 Hanbelî mezhebinin temel metinlerinden biri olan el-Kâfî’de mezhepteki farklı görüşler, delilleriyle birlikte kaydedilmiştir. Eser, müellifin el-Umde ve el Mukni’ adlı muhtasarlarının genişletilmiş bir şekli niteliğindedir.298 (2) el-İfsâh an Me’âni’s-Sıhâh/ Ebü’l-Muzaffer İbn Hübeyre (ö. 560/1165) Beş yerde âlimin ismi eseriyle beraber,299 dokuz yerde sadece âlimin ismi,300 bir yerde de sadece eserinin ismi geçmektedir.301 Rebîülâhir 499’da (Aralık 1105) Bağdat’ın kuzeyinde Düceyl bölgesindeki Duru Benî Evkar adlı köyde doğdu. Bu köy daha sonra onun adına izafetle “Dûrülvezîr Avniddin” diye meşhur olmuştur. Öte yandan İbn Hübeyre, Kıraat vecihlerini bilen bir hafız, yazı sanatının inceliklerine vâkıf bir sanatkâr ve Arap tarihini iyi bilen bir âlimdir. Kaynaklarda onun, mutedil bir Hanbelî olduğu, çeşitli mezheplere mensup âlimlerin kendisini sevip ilmî konularda onunla istişare ettikleri ve onun meclisinde bulundukları kaydedilmektedir.302 İbn Hübeyre’nin vezirliği sırasında yazdığı hilâfiyata dair el-İfsah an Me’âni’s- Sıhâh adlı eserin dört Sünnî mezheb imamının ittifak ve ihtilaf ettiği meseleler fıkıh baplarına göre sıralanmıştır.303 296 Koca, Ferhat, “İbn Kudâme Muvaffakuddin”, DİA, İstanbul 1999, XX, 139-140. 297 Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, Müessestü’r-Risale, Beyrut, ts., XXII, 169. 298 Koca, Ferhat, a.g.md., s. 140. 299 BDK, vr. 79a, 147a, 110a, 138b. 166a, 300 BDK, vr. 39a, 78a, 107a, 108b, 110a, 113b, 115b.124b, 163a. 301 BDK, vr. 94a. 302 Zehebî, a.g.e., XX, 426; İbn Hallekân, Ahmed b. Muhammed, Vefâyâtü’l-A’yân, Daru Sadır, Beyrut, ts., VI, 230. 303 Aykaç, Mehmet, “İbn Hübeyre Ebü’l-Muzaffer”, DİA, İstanbul 1999, XX, 82. 60 B. Tefsir Kaynakları (1) el-Muharrerü’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-’Azîz / İbn Atiye el-Endülüsî (ö.541/1147) Sadece bir yerde müellifin adı eseriyle birlikte “İbn Atiye Tefsirinde” şeklinde geçmektedir304 481’de (1088) Gırnata’da (Granada) doğan İbn Atıyye, Murâbıtlar döneminde yaşamış ve Hıristiyanlarla yapılan birçok savaşa katılmıştır. Uzun süre savaş ortamında bulunmasının onun tefsir çalışmalarını etkilediği ve bu nedenle cihad âyetlerini tefsir ederken görüşlerini daha gerçekçi bir zemine oturttuğu görülmektedir. Muvahhidler’in h. 540 / 1146 yılının sonlarında Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırması ve 541’de (1147) Endülüs’ün tamamına hâkim olması ile İbn Atıyye’nin konumu da sarsıldı. Meriye halkının kendisini zındıklıkla itham edip hakkında şikayette bulunması sebebiyle, Muvahhidler tarafından Meriye’deki görevinden alınarak 541 yılı başında Mürsiye’ye kâdı tayin edildi. Ancak İbn Atıyye, Mürsiye’ye giremeyince bu defa Batı Endülüs’teki Lûrka’ya (Lorca) gitmek zorunda kaldı ve 25 Ramazan 541’de (28 Şubat 1147) burada vefat etti.305 İbn Haldun, tefsirde israilî haberleri ilk defa tenkitli bir şekilde ele alan şahsın İbn Atıyye olduğunu söyler.306 el-Muharrerü’l-Vecîz, İbn Atıyye’nin babası hayatta iken yazımına başladığı ve muhtemelen Meriye kadılığı sırasında tamamladığı hacimli bir tefsirdir. Eserin ismi kaynaklarda ve bazı yazma nüshalarında el-Veciz veya el-Câmiü’l-Muharrerü’s- Sahîhu’l-Vecîz fi Tefsîri’l-Kitâbi’l-’Aziz şeklinde de geçmektedir.307 Eser rivayet tefsirinin en mşhurlarındandır.308 Kuzey Afrika’da, Zamahşerî’nin tefsiri kadar şöhret 304 BDK, vr. 59a. 305 Birışık, Abdülhamit, “İbn Atiye el-Endülüsî”, DİA, İstanbul 1999, XIX, 338-339. 306 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, TDVY, 10. Baskı, Ankara 1995, s.263. 307 Birışık, Abdülhamit, a.g.md., s. 339. 308 Cerrahoğlu, İsmail, a.g.e,. s.230. 61 kazanmıştır. 309 Bu tefsirde hem rivâyet tarîkine riâyet edilmiş, hem de dirâyet tarîkinden istifâdeye çalışılmıştır.310 (2) el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân / Muhammed b. Ahmed Kurtubî (ö. 671/1273) Sadece iki yerde müellifin adı eseriyle birlikte geçmektedir.311 Kurtuba’da dünyaya geldi. Doğum tarihi h. VI. / XII. yüzyılın sonları veya h. VII. /XIII. yüzyılın başları olarak tahmin edilmiştir. Tahsilinin ilk yıllarını Kurtuba’da geçirdi ve burada “İbn Ebî Hucce” diye tanınan Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed el- Kaysî, Rebi b. Abdurrahman b. Ahmed el-Eş’arî, Ebü’l-Hasan Ali b. Kutrâl el-Ensârî gibi âlimlerden yararlandı. “İbnü’l-Müzeyyen” diye anılan Ahmed b. Ömer el-Kurtubî’den el-Müfhim fî Şerhi Sahih’i Müslim adlı eserinin bir kısmını dinledi; ayrıca Ebû Muhammed Abdülvehhâb b. Revaç ve Ebû Muhammed Abdülmu’tî el-Lahmî’den faydalandı. Kurtubî 9 Şevval 671’de (29 Nisan 1273) Münyetü Benî Hasîb’de vefat etti ve burada defnedildi. Tefsir, Hadis, Kıraat, Fıkıh gibi alanlarda çok iyi yetişmiş olduğunu eserleriyle ortaya koyan Kurtubî’yi Zehebî, “ilimde derya” olarak nitelendirmiş ve diğer müellifler de hakkında benzer ifadeler kullanmıştır. Kurtubî eserlerinde Ehl-i sünneti savunmuş, başta Mu’tezile olmak üzere İmâmiyye, Râfiziyye, Kerrâmiyye gibi fırkaları eleştirmiştir. Mâlikî olmakla birlikte mezheb taassubuna karşı çıkmış ve taklitçiliği bir metot olarak benimsemediğini dile getirmiştir. Kitap ve Sünnet yolunu tutan tasavvuf ehline karşı çıkmamışsa da telakkileri cehalet ve hurâfe temeline dayanan sûfîler hakkındaki olumsuz tutumunu açıkça ortaya koymuştur. el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Kurtubî’nin en önemli eseri olup, geniş hacmine rağmen ilim çevrelerinde büyük ilgi görmüş ve çeşitli baskıları yapılmış312 olan meşhur 309 Cerrahoğlu, İsmail, a.g.e,, s. 263. 310 Bilmen, Ö. Nasuhi, a.g.e., II, 473. 311 BDK, vr. 78b, 94a. 312 Altıkulaç, Tayyar, “Kurtubî, Muhammed b. Ahmed”,DİA, Ankara 2002, XXVI, 455. 62 ahkam tefsirlerindendir.313 Tefsir ve fıkıhla ilgili diğer esaslara da temas edilen bu eserde, âyetlerden çıkan fıkhî hükümler açıklanırken diğer mezheplerin görüşlerine de yer verilir.314 C. Hadis Kaynakları (1) el-Muvattâ / Mâlik b. Enes (ö. 179/795) İmam Mâlik’in ismi hemen hemen her meselede geçmiş olmasına rağmen eseri el-Muvattâ sadece bir yerde geçmektedir.315 Kendi adı altında kurulmuş olan fıkıh mezhebi Mâlikiyye’nin meşhur imamı, aynı zamanda sahâbi Ebû Amir’in torunu Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebi Âmir el-Asbahî, 93 senesinde Medine’de dünyaya gelmiş ve uzun müddet yanından ayrılmadığı Abdurrahman b. Hürmüz başta olmak üzere Medîne’nin diğer âlimlerinden ilim almıştır. Hadîs işittiği meşhur imamlar arasında, İbn Ömer’in kölesi Nâfi, Muhammed b. Munkedir, Ebu’z-Zubeyr, İbn Şihâb ez-Zuhrî, ‘Âmir b. Abdillah, Abdullah b. Dînar bulunur. Mâlik b. Enes, hadîs ilminde, râvi tenkidinde (cerh ve ta‘dîl), Kitap ve Sünnetten hüküm istinbatında büyük şöhret kazanmıştir. Mâlik b. Enes, 147 senesi civarında bir mihnete maruz kalmış ve Halîfe el- Mansur’un valisi tarafından kırbaçla dövülmüştür. Maamafih, bir hacc mevsiminde Hicaz’a gelen Halîfe Ebü Ca’fer el-Mansur, vuku bulan hadiseden haberi bulunmadığını beyan ederek Mâlik’ten özür dilemiş hattâ bazı haberlerden anlaşıldığına göre, Hazreti Peygamberin hadislerini biraraya getiren bir de kitap telif etmesini istemiştir. Mâlik, Halîfeden gelen bu istek üzerine el-Mutatta adını verdiği meşhur kitabını tasnif etmiştir.316 Bütün hayatı Medine’de gaçen Mâlik’in fıkha olan hizmeti daha çok el- Muvattâ adlı eseri dolayısıyladır317 313 Çelik, İbrahim, Örnekleriyle Tefsir Tarihi Ve Usulü, Bursa 2000, s. 102. 314 Özel, Ahmet, Hanefi Fıkıh Alimleri, Ankara 1990, s. 180. 315 BDK, vr. 58a. 316 Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, TDV. Yayınları, Ankara 1998, s. 214-217. 317 Kavakcı, Y. Ziya, XI. ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Maveraunnehr İslam Hukukçuları, 63 Bu kitapta, Hicaz ehlinin hadisini toplamış, sahâbenin sözlerini tâbi’ûn ve daha sonrakilerin fetvalarını da mezcederek eseri telif etmiştir.” Hazreti Peygamberin hadîsleri yanında sahâbenin söz ve fetvalarına da yer verilerek telif edilen bu kitabı, İmam Mâlik, şeyhlerine arzetmiş, onların muvafakatlarını bildirmelerinden sonra da ona el-Muvattâ adını vermiştir. İmam Mâlik’in, hadislerin kabulünde gösterdiği ihtiyat ve hadis râvileri hakkında giriştiği şiddetli cerh dolayısıyla el-Muvatta’ı, en sahih hadîs kitapları arasında yer almıştır. el-Muvattâ, muhtevası itibariyle hem bir hadis kitabı, hem de bir fıkıh ve kanun kitabıdır.318 el-Muvattâ’nın zamanımıza kadar ulaşan iki meşhur rivayeti vardır: Biri İmam Muhammed rivayeti, diğeri ise Yahya b. Yahya rivayetidir.319 (2) et-Temhîd limâ fi’l-Muvatta’ mine’l-Me’ânî ve’l-Esânîd / İbn Abdilber en-Nemerî (ö. 463/1071) Sadece bir yerde âlimin ismi eseriyle beraber “Abdülber Temhid’de” şeklinde geçmektedir.320 Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah, Endülüs’ün en büyük fakîh ve muhaddislerinden olup, diğer ilimlerde ve edebiyatta da derinleşmişti.321 5 Rebîülâhir 368’de (10 Kasım 978) Kurtuba’da doğdu. Dedelerinden Nemir b. Kasıt’a nisbetle Nemerî diye anılmıştır. İbn Abdilber’in ilmî ve ahlâkî kişiliğinin gelişmesinde büyük payları olan dedesi Muhammed devrinin tanınmış sûfîlerinden, babası Abdullah da Kurtuba’nın önde gelen kıraat, tefsir, fıkıh ve hadis âlimlerindendi. İbn Abdilber, ilköğrenimi sırasında Abbas b. Asbağ el-Hemedânî ve Abdurrahman b. Ebân gibi hocalardan faydalandı. Daha sonra tefsir, fıkıh, hadis, cedel A.Ü. Yayınları, Ankara 1976, s. 16. 318 Koçyiğit, Talat, a.g.e., s. 214-217. 319 Karaman, Hayreddin, İslâm Hukuk Tarihi, İz yayıncılık, İstanbul 2001, s. 207. 320 BDK, vr. 83a. 321 Uyan, Abdullatif, a.g.e., II, 978. 64 ve sîret tahsil etti. Tahsil amacıyla Endülüs dışına çıkmadı. 100 kadarı Endülüslü olmak üzere 107 âlimden icazet aldı. Tanınmış bir aileden gelmesi ve değerli eserler yazması sebebiyle İbn Abdilber Endülüs’te büyük şöhrete ulaşmış, 463 yılı Rebîülâhir ayının sonlarına doğru (1071 Şubat başları) Şâtıbe’de vefat etti. et-Temhîd adlı eser müellifin, el-Muvatta’ın Yahya b. Yahya el-Leysî rivayetinde doğrudan Hz. Peygamber’e nisbet edilen hadisleri esas alarak esere yazmış olduğu şerhtir. Ancak Yahya b. Yahya nüshasında bulunmadığı halde diğer hadis mec- mualarında geçen mütâbi’ ve şâhid olabilecek rivayetleri de başka senedlerle eserine almıştır. Hadisleri sırasıyla muttasıl, münkatı’ ve mürsel diye düzenlemiş, başka tariklerden muttasıl senedle gelen maktû ve mürsel rivayetleri de zikretmiştir. Hadisleri şerh ederken senedde geçen râvilerin hal tercümelerini de vermiştir.322 II. KAYNAKLAR HAKKINDA DEĞERLENDİRME Kaynaklara ilişkin kısa bir değerlendirmeyi şöyle yapabiliriz: -Herşeyden önce eserde hemen hemen her mezhebin sayısı az da olsa kaynaklarına yer verilmiştir. Müellifin, Kitâbü’n-Nikâh’ın Ric’at babında, ric’at’ta şahitliğin şart olup olmadığı konusunda, “ben bu konuyu Mâlikî mezhebinin meşhur kitablarında görmedim”323 şeklinde bir ifade kullanması, onun kaynakların seçimindeki hassasiyetini ve kendi devrinde önemli ve yaygın olan eserlerden faydalanmaya özellikle dikkat ettiğini göstermektedir. -Eserde üç Hanefî, üç Şâfiî, iki Hanbelî ve iki de Mâlikî olmak üzere toplam on fıkıh kaynağına yer verilmiştir. Ayrıca iki tefsir, iki de hadis kaynağına atıfta bulunulmuştur. -On üç yerde Şâfiî, on üç yerde de Hanbelî kaynaklara yer verilmesi ile eserde en fazla ismi geçen Şâfiî ve Hanbelî kaynaklar olduğu anlaşılmaktadır. 322 Câsim, Leys Suûd, “İbn Abdülber en-Nemerî”, DİA, İstanbul 1999, XIX, 269-270. 323 BDK, vr. 78b. 65 -İmam Mâlik’in ismi hemen hemen her meselede geçmiş olmasına rağmen eseri el-Muvattâ sadece bir yerde geçmektedir. -Îmam Ebû Yusuf’un ismi elli altı yerde geçmiş olmasına rağmen eseri Kitâbu’l- Harâc sadece bir yerde geçmektedir. -Nevevî’nin Ravzatü’t-Tâlibîn ve ‘Umdetü’l-Müttakîn adlı eserinin ismi sekiz yerde geçmektedir ve en fazla ismi geçen eserdir. -Eserde verilen mezhebî kaynakların sayısına paralel olarak Hanefî ve Şâfiî görüşlerine daha fazla yer verildiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak fıkıh mezheplerine ait görüşlerin bir araya getirilmesinden oluşan bu eserde, az sayıda eserin ismine ve müellifine yer verilmesi, o dönemde bilinen ve yaygın olarak kullanılan kaynakların burada tekrarından kaçınılmış olmasından kaynaklandığı söylenebilir. 66 SONUÇ Ahmed b. Muhammed el Hüseyin el Hanefî es-Semerkandî, Hanefi mezhebine mensup bir fakîhtir. Hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Nitekim kayaklardan sadece onun Semerkantlı ve Hanefi mezhebine mesup olduğunu, eserinin Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme adını taşıdığını ve h. 854 (m. 1452) yılında vefat ettiğini öğrenebiliyoruz. Tezimizde inceleme konusu yaptığımız bu eser, ilim ehli tarafından ezberlenmesi kolay olması için hükümlerin delillerine, illetlerine ve kaynaklarına yer verilmeden, mezheplerin görüşleri delillendirilmeden kısa bir şekilde mezheblerin, sahâbe ve tabiînin İslâm fıkhının furûna dair görüşlerinin verilmesi amacı ile telif edilmiş bir kitaptır. Eserde, değişik mezheplerin görüşlerine yer verilmekle beraber, mezhepler arası değil de, daha ziyade mezhep içi ve bir müctehidin farklı görüşleri arasında tercihlerin yapıldığı görülmüştür. Söz konusu eser, mezheplerin görüşlerine yer vermesi itibariyle özellikle de Şafiî mezhebine mensup bazı âlimler tarafından “mezheplerin gözü” olarak nitelendirilmiştir. Farklı mezheplerin görüşleri aktarılırken, çok sınırlı sayıda da olsa o mezhebin itibar edilen kaynaklarından faydalanmaya özen gösterilen eser, ayet ve hadislere yer verilmemesi, görüşlerin delillendirilmemesi, hem mezheb içinde hem de mezhepler arası ihtilafların dile getirilmesi bakımından dikkat çekmektedir. “Mu‘înü’l-Ümme alâ Ma‘rifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf Beyne’l-Eimme” adlı eser, ismine uygun olarak özellikle üzerinde ittifak ve ihtilaf edilen meseleleri ele almış olmasına rağmen, meselelerin çoğunluğunu ihtilaflı konuların oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan eserin ana yapısını ihtilaflı meselelerin oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Mu‘înü’l-Ümme’nin BDK ve Ulucami nüshaları arasında yapılan karşılaştırılmada, Ulucami nüshasının diğerine göre eksiklik ve farklılık taşıdığı görülmüştür. Bu da BDK nüshasının asıl nüsha olduğu izlenimini vermektedir. 67 Bu tür incelemeler, İslâm hukuk tarihi hakkında büyük ölçüde bilgi edinmemize, İslâm hukukunun ana kaynaklarını daha iyi tanıyıp bu kaynaklar arasında mukayese yapma imkanı bulmamıza, bilim sanat ve kültür araştırmacıları için önemli kaynaklardan ve en değerli kültür hazinelerimizden olan ve kütüphanalerimizi dolduran zengin yazma eser koleksiyonlarını tanımamıza yardımcı olacaktır. 68 BİBLİYOGRAFYA Aka, İsmail, Mirza Şahruh ve Zamanı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1994. _______, Timur ve Devleti, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991. Altıkulaç, Tayyar, “Kurtubî”, DİA, XXVI, Ankara 2002. Apaydın, H. Yunus, “İbn Ebû Zeyd”, DİA, XIX, İstanbul 1999. Aykaç, Mehmet, “İbn Hübeyre Ebü’l-Muzaffe”, DİA, XX, İstanbul 1999. Bağdâdî, İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâü’l-Müellifîn Âsâru’l- Musannifîn, İstanbul 1951. ______, İzâhu’l-Meknûn, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1947. Bakar, Mohd Daud, “Bağlam Teorisi Ve İslâm Hukuku Teorisinde İhtilâf Problemi,” (terc. Yavuz Köktaş,), İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, yy. 2004. Barthold, W., Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (Hazırlayan: Hakkı Dursun Yıldız), Kervan Yayınları, İstanbul 1981. _______, W, “Mâveâünnehr”, MEB İslam Ansiklopedisi, yy. ts. Bauvat, L, “Şâhruh Mirza”, İA. MEB Basımevi, İstanbul 1979. _______, L, “Uluğ Bey”, İA. MEB Basımevi, 1. Baskı, İstanbul 1986. Bilmen, Ö. Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi Tabakatü’l müfessirîn, Bilmen Yayınları, yy. ts. Birışık, Abdülhamit, “İbn Atiye el-Endülüsî”, DİA, XIX, İstanbul 1999. Brockelmann, C., Supplementband, Leiden 1937-1942. 69 Buharî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Camius’s-Sahîh, Kahire 1958. Câsim, Leys Suûd, “İbn Abdülber en-Nemerî”, DİA, İstanbul 1999. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, TDVY, 10. Baskı, Ankara 1995. Çeçen, Anıl, Türk Devletleri, İnkilap Kitabevi, 1. Baskı, yy., 1986. Çelik, İbrahim, Örnekleriyle Tefsir Tarihi ve Usulü, Bursa 2000. Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, (terc. Osman Keskioğlu), Üçdal Neşriyat, İstanbul, ts. _______, Muhammed, Mezhepler Tarihi, (terc. Sıbğatullah Kaya), yy. ts. el-İsfehânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyn b.Muhammed, er-Râgıb, el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’an, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986. el-Kannûcî, Sıddık Hasan Hân, Ebcedü’l-Ulûm, Dârü’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1999. el-Kütübî, Muhammed b. Şakir, Fevâtü’l-Vefâyât, Daru Sadır, Beyrut, ts. en-Nâhî, Selahaddin Abdüllatif, en-Nazariyyetü’l-Âmme fî’l-Kanuni’l- Mevâzin ve İlmi’l-Hilâf, Matbaatu Es’ad, Bağdad 1968. es-Semerkandî, Ahmed b. Muhammed el- Hüseyin el- Hanefi, “Mu‘înü’l- Ümme alâ M‘arifeti’l-Vifâk ve’l-Hilâf beyne’l-Eimme, Bursa Eski Yazma Ve Matbu Eserler Kütüphanesi, Ulucami, nr.1270 ; Beyazıt Yazma Eserler Kütüphanesi (BDK), nr. 2172. et-Tehânevî, Muhammed Alî b. Alî, Keşşâfu İstılâhâtı’l-Fünûn, Mektebetü Lübnân, Beyrut 1996. Fourniau, Vincent, Semerkand 1400-1500, (terc. Ali Berktay), İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2005. 70 Gazzâlî, el-Mustasfâ min’İlmi’l-Usul, Daru İhyâü’t- Türasi’l-Arabi, Daru Sâdır, Beyrut, Lübnan, ts. Güngör, Erol, Tarihte Türkler, Ötüken Neşriyat, 12. Baskı, İstanbul 2005. Hanbel, Ebû Abdullh Ahmed b. Muhammd, Müsned, Müessestü’r-Risale, Beyrut 1453. İbn Bedrân, Abdülkadir b. Ahmed b. Mustafa ed-Dumi Abdülkadir, el-Medhal ilâ Mezhebi'l-İmam Ahmed b. Hanbel, Daru İhyâi’t-Türasi’l- Arabi, yy. ts. İbn Haldun, Mukaddime, (Hazırlayan: Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1983. İbn Hallekân, Ahmed b. Muhammed, Vefâyâtü’l-A’yân, Daru sadır, Beyrut, ts. İzmirli, İsmail Hakkı, İlm-i Hilâf, Hukuk Kitapcısı, İstanbul 1330. Kafalı, Mustafa, “Cengiz Han”, DİA, İstanbul 1993. _______, Mustafa, “Timur”, MEB İslam Ansiklopedisi, MEB Basımevi, İstanbul 1979. Kafesoğlu, İbrahim, Harzemşahlar Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956. Kallek, Cengiz, “el-Hidaye”, DİA, İstanbul 1998. _______, Cengiz, “Kudûri”, DİA, Ankara 2002. _______, Cengiz, “Mâverdî”, DİA, Ankara 2003. Kandemir, M. Yaşar, “Nevevî”, DİA, XXXIII, İstanbul 2007. Karaman, Hayreddin, Anahatlarıyla İslam Hukuku, Ensar Neşriyat, İstanbul 2002. _______, Hayreddin, İslâm Hukuk Tarihi, İz yayıncılık, İstanbul 2001. 71 Kâtip Çelebi, Mustafa b. Abdillah, Kâtip Çelebi, Mustafa b. Abdillah, Keşfu’z-Zunûn an Esâmi’l-Kütüb ve’l-Funûn, Menşûrâtü Mektebü’l-Müsennâ, Bağdat, ts. Kavakcı, Y. Ziya, XI. ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Maveraunnehr İslam Hukukçuları, A.Ü. Yayınları, Ankara 1976. Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi Ve İslam Hukuku, DİB. Yayınları, 6. Baskı, Ankara 2003. Kitabçı, Zekeriya, Türkistanda İslamiyet Ve Türkler, Nur Basımevi, Konya 1988. Koca, Ferhat, “el-Manzûmetü’n-Nesefiyye”, DİA, XXVIII, Ankara 2003. _______, Ferhat, “İbn Kudâme Muvaffakuddin”, XX, DİA, İstanbul 1999. _______, Ferhat, “Kâdî Abdülvehhâb”, DİA, XXIV, İstanbul 2001. Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, TDV. Yayınları, Ankara 1998. Memiş, Ekrem - Köstüklü, Nuri, Yeni Ve Yakın Çağda Türk Dünyası, Çizgi Kitabevi, 4. Baskı, yy., 2005. Merçil, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985. Müslim, Ebû Hüseyin b. Haccac el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, nşr. Muhammed Fuad Abdülbâkî, Çağrı yayınları, İstanbul 1982. Özaydın, Abdulkerim, “Karahanlılar”, DİA, XXIV, İstanbul 2001. Özel, Ahmet, “Hanefi Fıkıh Âlimleri”, Ankara 1990. _______, Ahmet, “Hizânetü’l-Ekmel”, DİA, XVIII, İstanbul 1998. Özen, Şükrü, “Hilâf”, DİA. XVII, İstanbul 1988. _______, Şükrü, “İbnü’l-Kassâr”, DİA, XXI, İstanbul 2000. _______, Şükrü, İlm-i Hilâfın Ortaya Çıkışı ve Ebu Zeyd ed-Debusinin Tesisü’n-nazar Adlı Eseri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 72 MÜ SBE), İstanbul 1988. Özgüdenli, Osmangazi, “Maverâünnehir”, DİA, XXVIII, Ankara 2003. Roemer, Hans R, “Timurlular”, MEB İslam Ansiklopedisi, MEB Basımevi, İstanbul 1979. Saray, Mehmet, Türkmen Tarihi, Nesil Matbacılık VeYayıncılık, İstanbul 1993. _______, Mehmet, Özbek Türkleri Tarihi, İstanbul 1993. Seyyid Şerîf, Alî b.Muhammed el-Cürcani, et-Târifât, Mektebetü Lübnân, Beyrut, ts. Şaban, Zekiyyüdîn, İslam Hukuk İlminin Esasları (terc. İbrahim Kâfi Dönmez), DV. Yayınları, Ankara 2001. Şafak, Ali, İslam Hukukunun Tedvini, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum 1978. Şahin, Muhammet, Türk Tarih Ve Kültürü, Gündüz Eğitim Ve Yayıncılık, Ankara 1999. Şaşî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed el-Kaffal, Hılyetu’l- Ulema fî Marifeti Mezahibi’l-Fukaha, Beyrut, Müessesetü'r-Risâle, Amman 1980. Takiyyü’l-hakîm, Muhammed, el-Usûlu’l-Âmme li'l-Fıkhi'l-Mukaren, Dârü'l- Endelüs, ts. Taşağıl, Ahmet, “Karahıtylılar”, DİA, XXIV, İstanbul 2001. Taşköprüzâde, Ahmet b. Mustafâ, Miftahu’s-Seâde, Mektebetü Lübnân, 1. Baskı, Beyrut 1998. Teftazanî, Sa'deddin Mesud b. Ömer b. Abdullah, Et-Telvih, Bosnevi el- Hac Muharrem Efendi Matbaası, İstanbul 1304. 73 Togan, A. Zeki Velid, Umumi Türk Tarihine Giriş, 3. Baskı, İstanbul 1981. Turan, Osman, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul Matbası, İstanbul 1969. Uluçay, M. Çağatay, İlk Müslüman Türk Devletleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1977. Uyan, Abdullatif, Menkibelerle İslsm Meşhurları Ansiklopedisi, Berekat Yayınevi, İstanbul 1983. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1965. Ünver, Günay - Güngör, Harun, Bşlangıcından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Rağbet Yayınları, İstanbul 2003. Yavuz, Yunus Vehbi, Mukayeseli İslam Hukuku Ders Notları, U.Ü. İlahiyat Fak, Bursa 2003-2004. Yiğit, İsmail, “Kuteybe b. Müslim”, DİA, XXVI, Ankara 2002. Yurdaydın, Hüseyin G, İslam Tarihi Dersleri, A.Ü.İ.F. Yayınları, Ankara 1971. Yuvalı, Abdülkadir, “Çağatay Han”, DİA, VIII, İstanbul 1993. Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, Müessestü’r-Risale, Beyrut, ts. 74 EKLER İNCELEMEDE ESAS ALINAN NÜSHALARDAN ÖRNEKLER I. BDK NÜSHASINDAN ÖRNEKLER II. ULUCAMİ NÜSHASINDAN ÖRNEKLER I. BDK NÜSHASINDAN ÖRNEKLER BDK, vr. 1a (mukaddime) 100 BDK, vr. 146a. 101 BDK, vr. 150a 102 BDK, vr. 153a 103 BDK, vr. 183a (son varak) 104 II. ULUCAMİ NÜSHASINDAN ÖRNEKLER Ulucami, vr. 1b (mukaddime). 105 Ulucami, vr. 49a (Eserin ortasında bulunan fihrist). 106 Ulucami, vr. 49b. 107 Ulucami, vr. 50a. 108 Ulucami, vr. 50b. 109 Ulucami, vr. 65a. 110 Ulucami, vr. 78b (son varak). 111 ÖZGEÇMİŞ 1976 yılında Erzincanda doğdu. İlköğrenimimi Erzincan’da tamamladı. 1994’te İstanbul Gaziosmanpaşa Küçükköy İmam Hatip Lisesi’nden, 2004’te Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1997’de Erzincan ili İliç ilçesi Dikmen köyünde İmam Hatip olarak göreve başladı. 2007’de Diyanet İşleri Başkanlığı Konya Selçuk Eğitim Merkezi’ne kursiyer olarak katıldı ve halen bu kurumda görevine devam etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. 112