T.C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ SOSYOLOJĠ YÜKSEK LĠSANS OSMANLI ĠMPARATORLUĞU’NUN PAYLAġILMASI KONTEKSTĠNDE YENĠ YUNANĠLĠK YÜSEK LĠSANS Bilal SARĠ MACHMOUT BURSA, 2019 T.C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ SOSYOLOJĠ YÜKSEK LĠSANS OSMANLI ĠMPARATORLUĞU’NUN PAYLAġILMASI KONTEKSTĠNDE YENĠ YUNANĠLĠK YÜSEK LĠSANS DanıĢman: Doç. Dr. Bengül GÜNGÖRMEZ AKOSMAN Bilal SARĠ MACHMOUT BURSA, 2019 i ii iii ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Bilal SARĠ MACHMOUT Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Sosyoloji Anabilim Dalı Bilim Dalı : Sosyoloji Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : IX + 93 Mezuniyet Tarihi : 26 / 06 / 2019 Tez DanıĢmanı : Doç. Dr. Bengül GÜNGÖRMEZ AKOSMAN OSMANLI ĠMPARATORLUĞUNUN PAYLAġILMASI KONTEKSTĠNDE YENĠ YUNANĠLĠK Bu tez Rönesans itibariyle Avrupa’da hakim olan kadim Yunan hayranlığının edebi ifadesi olan Yeni Yunanilik akımını Avrupa - Osmanlı iliĢkileri çerçevesinde incelemektedir. Literatür taraması yöntemiyle hazırlanan çalıĢmanın ilk bölümünde, Doğu - Batı kavramları ve bunların Yunanistan ile iliĢkisi incelenmiĢ, dini ve tarihi amillerden dolayı Yunanistan’ın Doğu’nun bir parçası olarak görüldüğü sonucuna ulaĢılmıĢtır. Ġkinci bölümde Ġstanbul’un fethi sürecinde Avrupa’ya göç eden Bizanslı bilginlerin, kadim Yunan hayranlığının yaygınlaĢmasına ve olumsuz bir Osmanlı imgesinin oluĢmasına nasıl vesile oldukları incelenmektedir. Bizanslı bilginlerin tesiriyle Batı’da, Osmanlı idaresindeki Rumların zulüm altında yaĢadıkları kanaati hakim olmuĢtur. Gerçekteyse Rumların hakları fermanlarla koruma altına alınmıĢtı. Üçüncü bölümde Osmanlı idaresi altındaki Yunanistan topraklarını ziyaret eden Batı’lı seyyahların modern ve kadim Yunanlar hakkındaki fikirleri incelenmektedir. Gezginlerin ekseriyeti seyahatnamelerinde kadim Yunan medeniyetine hayranlıklarını dile getirirken, modern Yunanlara karĢı olumsuz düĢünceler ifade etmiĢlerdir. Böylece modern Yunanlar ötekileĢtirilmiĢ, ġarklılaĢtırılmıĢtır. Diğer taraftan, Osmanlı aleyhtarı politikalarını hayata geçirmek için Yunanları bir araç olarak kullanan Avrupalı devlet idarecileri, gezginlerin olumsuz fikirlerinden faydalanarak, harekâtlarındaki baĢarısızlıklarının sorumluluğunu Yunanlara yüklemiĢlerdir. Son bölümde, Avrupalı ediplerce Yunan isyanı döneminde yazılan eserlerin aslında Yunan hayranlığıyla bir ilgisinin olmadığı, Osmanlı yönetimine baĢkaldıran Yunanların nezdinde sembolik olarak Avrupa’daki monarĢi düzeninin eleĢtirildiği gösterilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu bağlamda dönemin Yunanilik hareketinin meĢhur temsilcileri olan Lord Byron, Aleksandır PuĢkin, Chateaubriand ve Victor Hugo’nun Yunan isyanıyla ilgili eserlerinden bazıları incelenmiĢtir. Sonuç olarak Avrupalı aydınlar ve idareciler arasındaki Yunan hayranlığının bir kurgu olduğu ve çoğu kez, siyasi amaçlara ulaĢmak için bir araç olarak kullanıldığı kanaatine varılmıĢtır. Anahtar Sözcükler: Helenseverlik, Oryantalizm, Yunan Ġsyanı, Yunanistan, Viyana Kongresi, Lord Byron, Chateaubriand iv ABSTRACT Name and Surname : Bilal SARĠ MACHMOUT University : Uludag University Institution : Social Science Institution Field : Sociology Branch : Sociology Degree Awarded : Master Page Number : IX + 93 Degree Date : 26 / 06 / 2019 Supervisor : Doç. Dr. Bengül GÜNGÖRMEZ AKOSMAN PHILHELLENISM IN THE CONTEXT OF PARTITIONING OF THE OTTOMAN EMPIRE Present thesis examines the literary expression of the philhellenic movement, which prevails in Europe starting from the Renaissance period, in the context of the relations between Europe and the Ottoman Empire. This thesis based on literature review. In the first chapter, the notions of East - West and the position of Greece in this concepts were examined. Consequently, the analysis has shown that that Greece is considered as part of the East, because of religious and historical issues. In the second chapter, the Byzantine scholars, who migrated to Europe during the conquest of Istanbul, the spread of ancient Greek admiration and also the processes of creation of negative Ottoman image were examined. In the third chapter, ideas of Western travelers and rulers about ancient and modern Greeks were scrutinized. The majority of them, expressed enthusiasm in their travelogues for the ancient Greek civilization, while expressed negative thoughts against modern Greeks. Thus, it has been proven that modern Greeks are otherized and Orientalized. In the last chapter, the attempt has been made to show that the texts written by European authors during the period of Greek rebellion were not really any interest with Greek admiration, but they used the Greek rebellions as a symbol to criticize monarchy system in Europe. In this context, some works of famous representatives of Philhellenism, like Lord Byron, Alexander Pushkin, Chateaubriand and Victor Hugo have been studied. As a result, it was concluded that the Greek admiration among European intellectuals and administrators was a fiction and was often used as a tool to reach political goals. Keywords: Philhellenism, Orientalism, Greek Revolution, Greece, Vienna Congress, Lord Byron, Chateaubriand v ÖNSÖZ Yunanistan, kadim tarihi, mitolojisi ve sanatıyla tüm dünyada tanınır ve demokrasinin, medeniyetin beĢiği olarak anılır. Batı, medeniyetinin köklerini Antik Yunanistan’a dayandırır ve bugünkü geliĢmiĢliğini ona borçlu olduğunu ifade eder. Diğer taraftan günümüzde iktisadi zorluklar içerisindeki Yunanistan ise Batı’ya ekonomik anlamda borçludur. Bu nedenle son zamanlarda Yunanistan, klasik çağ baĢarılarıyla değil de, daha çok kreditörleriyle giriĢtiği müzakerelerle dünya gündemini meĢgul etti. Bundan birkaç yıl önce, Yunanistan BaĢbakanı Çipras, Avrupa’da olumsuz bir hava içerisinde gerçekleĢtirilen bir müzakere sonrasında, basın açıklamasında Ģu ilginç sözlere yer verdi: “Bizim gibi zor durumdaki diğer Avrupa Birliği’ne üye ülkelere kolaylıklar tanınırken, söz konusu Yunanistan olduğunda, neden Avrupalı ortaklarımız bu kadar ağır Ģartlar koĢuyorlar anlayamıyorum.” BaĢbakanın bu konuĢmasına ilk Ģahit olduğumda, genel kanaate uyarak, bunun sebebinin Yunanistan’ın daha önce kreditörlerine ve Avrupa Birliği’ne vermiĢ olduğu sözleri tutmamıĢ olmasına bağlamıĢtım. Fakat iktisadi buhran içerisindeki diğer ülkelerin konumu da çok farklı değildi. Yunanistan’ı farklı kılan Ģey neydi? Elinizdeki tezin yazılıĢ hikâyesi bu soruyla baĢladı. Çok değerli hocalarım Doç. Dr. Bengül Güngörmez Akosman ve merhum Prof. Dr Hüsamettin Arslan ile, bir konferans öncesi yaptığımız sohbette, bu sorunun cevabının Avrupa’daki Yunanilik (Helenseverlik - Philhellenism) kavramında gizli olabileceği dile getirildi ve bu konuyu rahmetli Hüsamettin Arslan hocam bir tez çalıĢmasına dönüĢtürmemi önerdi. Hemen araĢtırmaya koyuldum. BaĢlangıçta karĢılaĢtığım araĢtırmalar, genellikle Avrupa’nın Yunanlara sempati duyduğunu, bu yüzden onlarla dayanıĢma içerisinde olduklarını göstermekteydi. Ancak biraz daha detaylı araĢtırmadan sonra, bu konudaki farklı fikirlerin de mevcut olduğunu gördüm. Fakat Türkiye’de ve özellikle Yunanistan’da Yunaniliğin farklı yüzlerini araĢtıran çok az sayıda çalıĢma yapılmıĢtı. Bu durumun Yunan devletinin milli kimliğini oluĢtururken kendini Avrupa ile özdeĢleĢtirmiĢ olduğu gerçeğiyle açıklanabileceğini düĢünüyorum. Çünkü Yunanistan’da devletin resmi kaynakları veya Ģahıslar tarafından dile getirilen tarih, Osmanlı dönemini Yunanların kölelik ve zulüm altında yaĢadıkları bir dönem olarak tarif eder. Osmanlı’nın Yunanistan’a tek bir tuğla dikmediği, yalnızca insan ve maddi kaynakları sömürdüğü iddia edilir. Batı’lı devletler ise Yunanistan’ın kurtarıcısı olarak gösterilir. Tüm Yunanlar Ġngiliz ve Fransızlara minnet duymalıdır. Çünkü onlar “Philhellen’dir” yani Yunanseverdirler. AraĢtırmalarım esnasında, belgelerle Yunanistan’daki bütün bu kurguyu ifĢa edip eleĢtiren çok az sayıda araĢtırmacıya rastladım. Fakat günümüzde Yunanistan’da Osmanlı dönemini daha objektif Ģekilde aktaran çalıĢmaların sayısında artıĢ olduğunu, aynı Ģekilde resmî kurumların da tutumunda bu yönde bir değiĢim olduğunu belirtmem gerekir. Benim tezimi farklı kılmasını ve bu değiĢime katkı sağlamasını umduğum unsur ise Yunanilik kurgusunun, Edward Said’in ġarkiyatçılık olarak adlandırdığı, Batı’lıların Doğu araĢtırmalarıyla bağlantılısını ortaya koymasıdır. vi Lisans eğitimini Yunanistan’da psikoloji alanında almıĢ biri olarak, Yunanilik ile Oryantalizm arasındaki iliĢkinin varlığını fark etmem çok güç olurdu. Bu iliĢkiyi çok değerli Doç. Dr. Bengül Güngörmez Akosman hocamdan aldığım “ġarkiyatçılık ve Batıcılık” dersi sayesinde fark ettim. Kendisi tez danıĢmanım olmayı kabul ederek, çalıĢmalarıma baĢladığım andan itibaren beni ilgiyle takip edip, yol gösterdi. Yazdığım her Ģeyi okuyarak tabiri caizse benim “kahrımı” çekti. O olmadan bu tezi belki de hiçbir zaman bitiremezdim. Kendisine ne kadar teĢekkür etsem azdır. Yunanilik hakkında çalıĢmamı teĢvik eden merhum Prof. Dr. Hüsammettin Arslan, engin bilgileriyle zihnimde yepyeni ufuklar açtı. ÇalıĢmalarımda attığım her adımda bana cesaret ve güven verdi. Onun gibi değerli bir hocadan ders almıĢ olmak benim için Ģereftir. Ne yazık ki kendisini geç buldum, erken kaybettim. Kendisini ömrüm boyunca rahmetle anacağım. Tez hazırlamak, emek gayret ve sabır gerektiren bir iĢti. Fakat yalnızca benim için değil; aynı Ģekilde eĢim için de bu böyle oldu. Kıymetli eĢim Hatice Memet çalıĢmalarım süresince yanımda durup, üzüldüğümde bana moral verdi; sıkıntılı anlarımda beni Ģenlendirdi. Kendisine sonsuz Ģükranlarımı sunarım. En çok ta beni yetiĢtirip bu günlere getiren, beni ben yapan anneme ve babama (ġaziye ve Osman Sarımahmut) teĢekkür ederim. Son olarak baĢta dayım Mümin Alsancak, amcalarım Hasan ve Ali Sarımahmut, akrabam Mehmet Hakses olmak üzere Bursa’da ikamet eden, maddi manevi desteğini esirgemeyen tüm akrabalarıma, eĢimin ailesine ve bana Türkiye’de eğitim alma imkânı tanıyan YurtdıĢı Türkler BaĢkanlığı, Türkiye Bursları’na teĢekkürlerimi sunarım. vii ĠÇĠNDEKĠLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................................... i ĠNTĠHAL YAZILIM RAPORU ..................................................................................................... ii YEMĠN METNĠ ..............................................................................................................................iii ÖZET ............................................................................................................................................... iv ABSTRACT ..................................................................................................................................... v ÖNSÖZ ............................................................................................................................................ vi ĠÇĠNDEKĠLER .............................................................................................................................viii GĠRĠġ ................................................................................................................................................ 1 BĠRĠNCĠ BÖLÜM DOĞU BATI AYRIMI VE YUNANĠSTAN 1.1 Batı’nın KurgulanıĢı ve ġarkiyatçılık ....................................................................................... 6 1.2. Avrupa’nın Kadim Kökleri ................................................................................................... 10 1.2. Avrupa’nın Hıristiyanlık Kökleri .......................................................................................... 13 1.3 Oryantalizm ve Yunanistan..................................................................................................... 15 ĠKĠNCĠ BÖLÜM YENĠ YUNANĠLĠĞĠN TARĠHĠ KÖKLERĠ 2.1. Yeni Yunaniliğin Tarihçesi .................................................................................................... 19 2.2. Rum Bilginlerin Batı’ya Göçü ve Yunan Hayranlığına Katkıları .................................. 21 2.3. Osmanlı Hakimiyeti Döneminde Yunanlar .......................................................................... 29 2.3.1 Din Hürriyeti ve Ġbadetler ................................................................................................ 29 2.3.2 Hıristiyan Azınlıkların Yargı ve Hukuk Sistemi ............................................................ 33 2.3.3 DevĢirmeler ....................................................................................................................... 34 2.3.4. Azınlıkların Ġktisadî Durumu .......................................................................................... 34 2.3.5. Eğitim hürriyeti ve Kültürel GeliĢme ............................................................................. 36 2.3.6. Osmanlı Hakimiyeti Döneminde Kadim Yunan Eserleri ............................................. 37 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ĠSYAN ÖNCESĠ DÖNEMDE BĠR DOĞU’LU OLARAK YUNANĠSTAN 3.1. Ġsyan Öncesi Dönemde Avrupa’lı Gezginlerin Yunanlar Hakkındaki GörüĢleri ............... 42 3.2. Bizans’ın DüĢüĢünden Yunan Ġsyanı’na Avrupa’da Siyasi bir Amil Olarak Yunanilik ve Osmanlı KarĢıtlığı ............................................................................................ 47 3.2.1. Rusya’nın Sıcak Sulara Açılan Kapısı: Yunanistan ...................................................... 49 3.2.2. Fransa’nın Doğu Siyasetinde Yunanilik ....................................................................... 54 viii 3.2.3. Alman Devletlerindeki Siyasi ArayıĢ ve Yeni Yunanilik Akımı ................................. 57 3.2.3.1. Avusturya’nın Siyasi Çıkarları ve Yeni Yunanilik Akımı ..................................... 59 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM YUNANĠLĠK VE ORYANTALĠZM 4.1 Yunan Ġsyanı ve Yeni Yunanilik Akımının Bilinmeyen Yüzü ............................................. 61 4.2 MeĢhur Yunanilerin Özgürlük ArayıĢı ve Yunan Ġsyanı ..................................................... 66 4.2.1. George ve Stratford Canning .......................................................................................... 68 4.2.2 Lord Byron ........................................................................................................................ 71 4.2.3 François-René de Chateaubriand ..................................................................................... 75 4.2.4. Victor Hugo ..................................................................................................................... 78 4.2.5 Aleksandr PuĢkin .............................................................................................................. 80 SONUÇ .......................................................................................................................................... 83 KAYNAKÇA ................................................................................................................................. 88 ix GĠRĠġ “Hepimiz Grekiz. Yasalarımızın, edebiyatımızın, dinimizin, sanatımızın kökleri Yunanistan’da.” Ġngiliz Ģair Percy Bysshe Shelley, “Hellas” isimli eserine bu sözlerle baĢlamıĢ, Yunan isyancılara desteğini bu Ģekilde beyan etmiĢtir. Peki, Osmanlı – Türk ve Yunan bahsinde Avrupalılar niçin Yunanların tarafını tutmuĢlardı? Bu soru, Osmanlı’dan günümüze entelektüellerimizi meĢgul eden kadim bir sorudur. Bu suale tarihçilerimiz elbette muhtelif cevaplar vermiĢlerdir. Ancak bu konunun sosyolojik olarak da ele alınması elzemdir. Batı’da hakim olan Yunan imgesi ve bu imgenin bizim üzerimizdeki etkisi nedir? Elinizdeki çalıĢma bu sorulara sosyolojik bakımdan cevap verme giriĢiminden doğmuĢtur. Bu gayeyle çalıĢmada, Bizans imparatorluğunun tarih sahnesinden silinip modern Yunanistan devletinin kuruluĢuna uzanan süreçte, Avrupa’da hakim olan Yunan imgesi incelenecektir. Ayrıca kadim Yunan medeniyetine duyulan hayranlığın siyasi bir amil olarak Avrupa’nın Osmanlı siyaseti üzerindeki etkisi incelenmektedir. Bu amaçla Rönesans döneminden baĢlayıp Yunan isyanının baĢ gösterdiği 19. yüzyıl baĢlarına kadar Batılı düĢünürlerin, gezginlerin, sanatçıların ve siyasilerin kadim ve modern çağ Yunanlara ve Osmanlı’ya dair düĢüncelerini yansıtan eserleri ve icraatları incelenecektir. Her sosyoloji çalıĢması aynı zamanda bir tarih çalıĢmasıdır da. Çünkü tarih sosyolojinin laboratuarıdır. Sosyologların bir toplumu anlaması için, o toplumun tarihini mutlaka bilmesi gerekir. Bu yüzden Batı’daki Yunan imgesini Ģekillendiren tarihsel Ģartların değerlendirilmesi gerekir. Kısaca özetlersek, Yunan Ġsyanına giden süreç, Fransız ihtilâli sonrası ortaya çıkan milliyetçilik akımının Avrupa’dan sonra Osmanlı devletinde de yaygınlaĢmasıyla baĢlamıĢtır. Önce yerel isyanlara, sonra yeni bağımsız devletlerin doğmasına sebep olan bu akım, Avrupa’da kendi kendine geliĢtiği halde, Osmanlı devletine Avrupa’dan gelip yerleĢmiĢtir. Milliyetçilik akımının tesiriyle Osmanlı devletine karĢı isyan bayrağını çeken ilk millet Sırplar olmuĢsa da, muvaffakiyet elde edememiĢlerdir. Diğer taraftan Sırplardan kısa bir süre sonra isyan eden Yunanlar, Batı devletlerinden aldıkları destek sayesinde, bağımsızlık elde etmekte baĢarılı olmuĢlardır. Fakat Sırplar gibi Yunanlar da Eflak – Buğdan’da baĢlattıkları ilk isyan giriĢiminde diğer Avrupa ülkelerinin kınamasıyla karĢılaĢmıĢlardır. Zira Yunan isyanının öncesinde Avusturya, Ġngiltere, Rusya ve Prusya arasında yapılan bir anlaĢma ile Avusturya 1 BaĢbakanı Metternich önderliğinde “Viyana Düzeni” kurulur. Buna göre Avrupa’da imparatorluk rejimine karĢı baĢlayacak olan herhangi bir ihtilal hareketi bastırılacaktır. Meternich, Osmanlı Devleti antlaĢmaya dâhil olmadığı halde, Rum isyanının birlikte bastırılmasını teklif eder. Ancak çıkarlarını Osmanlı’nın parçalanmasında gören Rusya, isyancılara destek vermeyi tercih etmiĢtir. Müteakiben Rusya’nın Balkanlarda kargaĢa yaratmak suretiyle, boğazları kontrol altına alacağından ve böylece bölgede hâkim güç haline geleceğinden endiĢe eden Ġngiltere ve Fransa, ittifakı bozarak isyancılara yardım ettiler. Fakat bu iki devlet neden daha önce taraf oldukları anlaĢmayı çiğneyerek Yunan isyancılardan yana tavır almayı tercih etmiĢlerdir? Batı’da hakim olan Antik Yunan hayranlığı, bu strateji değiĢiminde ne gibi bir rol oynamıĢtır? Avrupa’da Rönesans çağından itibaren kadim Yunan sanatına, metinlerine ve kültürüne karĢı ilgi duyulmaktaydı. 1789 Fransız ihtilalinden sonra, Avrupa’da artıĢ gösteren milliyetçilik duyguları ve liberal düĢünce, Antik Yunan medeniyetini yeniden gündeme getirdi. Bu dönemde Wickelmann, Chateaubriand, Lord Byron gibi kiĢiliklerin Antik Yunan’a methiyeler içeren eserleriyle, edebiyat ve sanat dünyasında “Yeni Yunanilik” akımı doğdu. Bu akım Batı kamuoyunun Yunan isyanında Osmanlı karĢıtı tavır almasının sebeplerinden biriydi. Antik Yunan hakkında yürütülmüĢ bilimsel araĢtırmalar, edebi eserler, methiyeler olmasaydı hiç Ģüphe yok ki Yunan isyanı Avrupa halkının ilgisini, dikkatini çekmeyecek, duygudaĢlık kurulması mümkün olmayacaktı ve belki de batı devletleri isyana müdahil olma ihtiyacı hissetmeyecekti. Zira Yunan isyanından birkaç yıl önce gerçekleĢen Sırp isyanı, balkanlarda yerel bir kargaĢa olarak algılanmıĢ ve tamamen görmezden gelinmiĢti. Avrupalı liberaller için Sırplar okuma yazması olmayan barbarlardı. Ancak Bizans’ın yıkılıĢından sonra isimleri unutulmuĢ olan modern Yunanların isyanı, Avrupalı aydınlara, Perslere direnen Sparta kralı Leonidas’ı hatırlatıyordu. Böylece Yunan isyanı, “barbar” doğululara karĢı verilen bir özgürlük mücadelesi olarak görülmeye baĢlandı. Velhasıl isyan öncesinde Batı’nın ileri gelenler i arasında hakim olan Osmanlı hayranlığı yerini, yavaĢ yavaĢ Yunan hayranlığına braktı. Avrupa Ģehirlerinde kurulan Filhelen dernekleri, çeĢitli etkinlikler düzenleyerek, isyanı destekleyecek kamuoyu yaratmak ve isyancılara lojistik destek sağlamak için çaba sarf etmiĢlerdir. Ġlk Filhelen dernek 1821 Ağustos ayında Ġsviçre’de kuruldu. Daha sonra Zürih ve Ceneviz’de. Fransa’da çeĢitli gazeteler sürekli olarak Yunan isyanındaki son geliĢmeleri okuyucularına aktardılar. Benzer çalıĢmalar Ġngiltere, ABD, Hollanda ve Ġskandinav ülkelerinde de yaĢandı. Yunan isyanına verilen destek genelde Avrupa’nın büyükĢehirlerine yoğunlaĢmıĢ olsa da, Amerika ve dünyanın diğer yerlerinden de destek 2 geldi. Dernekler haricinde, pek çok aydın gönüllü olarak bireysel propaganda kampanyaları yürüttü. Almanya’da akademisyen ve öğrenciler makaleler ve bildiriler yayımlayarak Alman gençleri gönüllü olarak Yunanları desteklemeye davet ettiler. Dönemin Rumlarının, Avrupa medeniyetinin temellerini atan Antik Yunan’ların torunları olduğu, dolayısıyla Avrupa’nın bu insanlara borçlu olduğu Ģeklinde propagandalar yürütüldü. Aynı propaganda Rumlara yeni bir etnik kimlik aĢılamak suretiyle isyana teĢvik edilmeleri için de kullanıldı. Zira asırlarca Osmanlı hoĢgörüsü altında yaĢayan Rumların ekseriyeti, kendilerini Osmanlı’nın bir parçası olarak görmekteydiler ve isyan giriĢimine katılmamıĢlardı. Bir diğer propaganda aracı Rumların Hıristiyan kimliğiydi. Helensever dernekleri tarafından Osmanlı devletinin Hıristiyan tebaasına zulmettiği iddia edildi, Avrupa’nın Hıristiyan kardeĢlerine yardım etmesi gerektiği duyuruldu. Böylece isyan giriĢimine kutsal bir anlam da yüklenmiĢ oldu. Yürütülen kampanyalar sonuç verdi ve Batı’dan fiili olarak savaĢmak için Yunanistan topraklarına pek çok gönüllü geldi. SavaĢmaya gelen gönüllüler arasında Napolyon savaĢlarının ünlü askerlerinin yanı sıra, Lord Byron gibi Ģairler de vardı. Ġsyancılara destek vermeye gelen Batılı gönüllüler gerçekten Platon’a, Perikles’e ve diğer Antik Helen isimlerine duydukları minnet sebebiyle mi modern Yunanistan’ın kurulmasını istemekteydiler? ÇalıĢmanın cevap aradığı sorulardan biri de budur. Bugün Yunanistan’da hâkim görüĢ bu soruya olumlu yanıt vermektedir. Ancak isyanın baĢlamasından kısa bir süre önce Yunanistan’a gelmiĢ olan gezginlerin Yunanlar hakkında kınama dolu metinler yazarken isyan esnasında methiyeler dolu eserlerin ortaya çıkması bu anlayıĢı sorgulanabilir hale getirmektedir. Ayrıca Yunanistan’a savaĢmak için gelen gönüllüler arasında, Napolyon savaĢları sonrası iĢsiz kalmıĢ, isyanı ganimet toplamak veya Ģöhret kazanmak için fırsat bilen paralı askerler olduğu bilinmektedir. Ġsyan sürecinde pek çok tarihi eserin ganimet olarak yasal olmayan yollarla batı ülkelerine götürülmüĢ olması Helenseverlik dayanıĢmasını tartıĢmalı hale getiren bir diğer konudur. Bugün Yunanistan o dönemde çalınan eserlerin iade edilmesi için halen diplomatik çalıĢmalar yürütmektedir. Ancak topraklarına ganimet için gelen paralı askerler Helen dostu olarak tanıtılıyorken, Antik Yunan eserlerini fermanlarla koruma altına alan, Hıristiyan halkın inancına, kültürüne hoĢgörü ile yaklaĢan Osmanlı ise Batı dünyasında Yunanlara zulmetmiĢ bir devlet olarak tanınmaktadır. Batı entelektüelleri arasında hâkim olan Yunan hayranlığı, aslında antik dünyaya karĢı duyulan bir hayranlıktır. Çünkü Antik Yunanistan kültürüyle, sanat anlayıĢıyla, demokrasisiyle, gerçek özgürlüğün vatanı olarak görülüyordu ve yükselen burjuva 3 sınıfının kendine bir kök yaratma çabasını destekleyecek tüm niteliklere sahipti. Ġsyandan önce Osmanlı topraklarında yaĢayan modern Yunanlara karĢı hiçbir sempati söz konusu değildir. Binaenaleyh çalıĢmamda göstermek istediğim hususlardan biri de Batı’da hâkim olan Helen dostluğunun aslında politik amaçları gizlemek için kullanılan bir paravan olduğudur. Örneğin Alman akademisyenler neĢrettikleri makalelerle gençleri otoriter Osmanlı’ya baĢkaldırmaya davet ederken, dolaylı olarak kendi ülkelerindeki baskıcı düzeni hedef haline getiriyorlardı. Literatürde bulunan konuyla ilgili araĢtırmalar, genel olarak Yunan Hayranlığı olgusundan bahsetmektedir ancak, özel olarak Yunan hayranlarının Ģahsiyetlerinden ve isyana destek amaçlı söylemlerinden bahseden araĢtırmaların mevcudiyetinin daha az olduğu görülmüĢtür. Literatür taraması tekniğiyle gerçekleĢtirilen araĢtırma, dört bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde Batı’nın kimliğini oluĢturma sürecinde Doğu’nun etkisinden bahsedilmektedir. Ayrıca Ģarkiyatçılık kavramı açıklanmakta ve Yunanistan’ın Ģarkiyatçılık kavramıyla iliĢkisi incelenmektedir. Ġkinci bölümde Avrupa’da Antik Yunan hayranlığının yaygınlaĢmasında pay sahibi olan ve bu hayranlığı ilk defa Osmanlı aleyhine bir propaganda aracı olarak kullanan Bizanslı bilginlerden ve Osmanlı idaresindeki Yunan halkının yaĢam Ģartlarından bahsedilmektedir. Üçüncü bölümde ise Ġngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde isyan öncesi ve sonrası Yunanlara bakıĢ açısının nasıl ve ne amaçla değiĢtiği incelenecektir. Dördüncü bölüm, Batı edebiyatındaki Yunanilik akımının, Avrupa devletlerinin siyasi tutumunu nasıl etkilediği üzerinedir. Ayrıca bu bölümde tanınmıĢ Avrupalı ediplerin Yunan hayranlığı adına yazılmıĢ eserleri incelenmekte, bu eserlerin gerçek yazılıĢ amacı sorgulanmaktadır. Elinizdeki çalıĢma, Doğu Batı iliĢkileri çerçevesinde Yunanistan’ın konumuna farklı bir bakıĢ açısı getiriyor olması hasebiyle önemlidir. Çünkü bu çalıĢma, Türkiye’de ve özellikle Yunanistan’da nadir araĢtırılmıĢ bir konuyu, Batılıların Yunanistan’a uygulanmıĢ olduğu Ģarkiyatçı tavrı ele almaktadır. Bu konuda her iki ülkedeki hâkim görüĢ, Doğu Batı kiliseleri arasındaki çekiĢme hariç, Batı’nın Yunanistan’ı kendi kültürünün bir parçası olarak gördüğü yönündedir. Yunanistan’da aksi yönde fikir beyan 1 eden Simopoulos gibi araĢtırmacılar, tarihi yanlıĢ anlamakla eleĢtirilmiĢtir. Bu nedenle Edward Said’in Ģarkiyatçılık kavramından yola çıkarak Yunanistan’ın Batı ile olan iliĢkilerini inceleyen bu tezin, kitaba dönüĢtürülmesi halinde, her iki ülkede yeni 1 Αθανάζιος Παπανδρόποσλος, “Ξενοκραηία Μιζελληνιζμός και Τποηέλεια ηοσ Κσριάκοσ ΢ιμοπούλοσ”, Οηθνλνκηθόο Ταρπδξόκνο, Αθήνα, 1992. [Athanasios Papandropulos, “Kiriakos Simopulos’un Yabancı Egemenliği Yunan KarĢıtlığı ve Vasallık’ı.” İkonomikos Tahidromos, Atina, 1992, s.134] 4 tartıĢmaların ve araĢtırmaların baĢlamasında etkili olacağı düĢünülmektedir. Bu çalıĢma aynı zamanda Türkiye’de de Yunanistan’ın Batı ile olan iliĢkilerinin anlaĢılmasına, dolayısıyla Yunanistan’ın daha iyi tanınmasına vesile olacaktır. Son olarak, Phirose Vasunia’nın belirttiği gibi Edward Said’in Ģarkiyatçılık hakkında ortaya koyduğu çalıĢmanın, antikite ve özellikle Helenizm çalıĢmaları açısından önemi yeterince 2 kavranamamıĢtır. Elinizdeki çalıĢmanın bu konuya bir nebze katkıda bulunması hedeflenmiĢtir. 2 Phirose Vasunia, “Helenizm ve Ġmparatorluk: Edward Said’i Okumak.” Oryantalizm: tartışma metinleri. Editör Aytaç Yıldız, Çev. Salih Akkanat [ve diğerleri]. Doğu Batı Yayınevi, Ankara, 2007. S.199 5 BĠRĠNCĠ BÖLÜM DOĞU BATI AYRIMI VE YUNANĠSTAN 1.1 Batı’nın KurgulanıĢı ve ġarkiyatçılık 3 Bilgi ve iktidar birbirini tamamlayan, birbirinden beslenen olgulardır. Foucault’a ait olan bu tespit, Batı dünyasının Doğu üzerinde egemenlik kurma çabalarının anlaĢılması açısından önemlidir. Zira Doğu araĢtırmaları, Batı’nın hem Doğu üzerine tahakkümünü mümkün kılmıĢ, hem de meĢrulaĢtırmıĢtır. Bir kavmin baĢka bir kavme üstünlük sağlama ve üzerinde hakimiyet kurmak üzere mücadeleye giriĢmesi için, insanları bu iĢe teĢvik edecek ideolojik bir zeminin var olması gerekir. Bu zemini hazırlayan olgu Edward Said’in “ġarkiyatçılık” olarak adlandırdığı, Batı’lı gezgin, siyasetçi, edip, entelektüel ve diğer meslek alanlarından kiĢilerin ġark araĢtırmalarıdır. Said, Foucault’nun ortaya koyduğu bilgi ve iktidar iliĢkisinden yola çıkarak, Batı’nın ġark araĢtırmalarıyla ürettiği bilginin, ġark üzerinde egemenlik kurma çabasını destekleyen bir araç olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle Said’in tezinin daha iyi anlaĢılması için öncelikle Foucault’nun açıkladığı bilgi iktidar iliĢkisine değinmek gerekir. Foucault’ya göre 17. yüzyılın sonlarına kadar Batı’da hakim olan negatif hukuksal-söylemsel iktidar modeli, yasaklama ve itaat üzerine kurulmuĢ yaĢamı kısıtlayan bir yapıya sahipti. Takip eden yıllarda Burjuva sınıfının yükseliĢiyle değiĢime uğrayan negatif iktidar modeli, yerini yaĢamı ve üretimi destekleyen pozitif bir iktidar modeline bırakmıĢtır. Foucault, “biyoiktidar” olarak adlandırdığı bu iktidar tipini ikiye tasnif etmiĢtir. Bunlardan ilki “bedenin anatomo-politiği” adını verdiği, bireyleri disipline etmeyi, daha verimli ve uysal kılmayı hedefleyen iktidar; ikincisi “nüfusun biyo-politiği” olarak adlandırdığı nüfusu düzenleyici iktidardır. Kapitalist sistemle birlikte geliĢen Biyo-iktidarın amacı, insanı üretime katkı sağlayacak Ģekilde yönlendirmek, bir nevi “eğitmektir”. Biyo-iktidar bireyleri yasalarla sınırlamak yerine, normlara uygun hale getirmeyi yani normalleĢtirmeyi itaatkâr ve uysal kılmayı hedefler. Kısıtlayıcı yasalar varlığını sürdürür ancak, temel amaç yaĢamın güçlerini belli bir düzene sokmaktır. 3 Michael Foucault, Hapishanenin DoğuĢu, 1.B, (çev.. M. A. Kılıçbay), Ankara, Ġmge Kitapevi, 1992, s.33. 6 ġiddeti dıĢlayan bu yeni iktidar yapısının yaĢamı kuĢatması için yeni ve ince teknikler geliĢtirilmesi gerekmiĢtir. Söylemler, kurumlar, mimari, yasalar, bilimsel, felsefî, ahlakî önermelerden oluĢan bu teknikleri Foucault “Dispozitif” olarak adlandırmıĢtır. Dispozitif’in temel iĢlevi, güç iliĢkilerini belli bir yöne çekmek, geliĢtirmek veya önlerine geçerek dengelemektir. Dispozitif teknikleri iktidarı Ģekillendirirken aynı zamanda kendileri de iktidar tarafından Ģekillendirilirler. Dolayısıyla dispozitif - yani bilgi - ve iktidar birbirini içinde barındırır; bilgi üretmeyen iktidar iliĢkisi olmadığı gibi, iktidar iliĢkisi üretmeyen bilgi de yoktur. Dispozitif’lerin yaĢattığı deneyimler, iktidarın Ģiddet kullanmadan insanların bedenini sarmasına imkan tanır. Bu sayede bireylere kendileriyle ilgili hakikatler dayatır (örneğin kimliklerinin Ģekillenmesini etkiler) ve uysallaĢmalarını 4 sağlar. Açıklık getirilmesi gereken bir diğer nokta, Said’in “ġarkiyatçılık” kavramı ile Gramsci’nin “Kültürel Hegemonya” kavramı arasındaki iliĢkidir. Said, sömürgeciliğin yalnızca askerî harekâtla sınırlı olmayıp, aynı zamanda siyasi ve ideolojik boyutu olan bir süreç olduğunu ifade etmektedir. BaĢka bir deyiĢle, Batı’nın Doğu üzerindeki tahakkümünü sürdürebilmesi için, askerî müdahalelerin yanında, ideolojik altyapıyı da oluĢturması gerekmektedir. Batılı entelektüeller ġark araĢtırmalarıyla tam da bu görevi ifa etmektedirler. Zira Doğu hakkında araĢtırmalar yürüten oryantalistler, kurgusal bir Doğu tasviri yaratmıĢlar ve bu kurgu sayesinde Batı’nın sömürgeci giriĢimlerini meĢrulaĢtırmıĢlardır. Said bu savı Ģu Ģekilde ifade etmiĢtir: “Emperyalizm olsun sömürgecilik olsun, basit bir birikim ve ele geçirme ediminden ibaret değildir. Ġkisi de, bazı ülke ve halkları tahakküm altına almayı ve tahakküme bağlantılı bilgi biçimlerini gerektirdiği ve hatta istediği düĢüncesini de içeren etkileyici ideolojik oluĢumlar 5 tarafından desteklenmekte, belki de harekete geçirilmektedir.” Bu noktada Ģarkiyatçılığın emperyalizm ideolojisiyle iliĢkisi göze çarpmaktadır. ġark araĢtırmaları, Batı’nın kendi indinde Doğu’daki egemenliğini olağanlaĢtırmıĢ, hatta zaruri bir durummuĢ gibi algılanmasına zemin hazırlamıĢtır. Bu konuya Gramsci’nin bakıĢ açısıyla açıklık getirmek mümkündür. Gramsci’ye göre aydın kesim, hakim grupların siyasi ve 6 teorik tavrını belirleyerek hegemonyanın ideolojisini meĢrulaĢtıran uzmanlardır. Bir ideolojinin kendisini meĢrulaĢtırması için kullandığı en önemli yöntemlerden bir tanesi kendi kendisini “evrenselleĢtirmesidir”. Bu amaçla gerçekte belirli bir zamana ve mekâna 4 Michele Foucault, Özne ve İktidar, (çev. IĢık Ergüden, Osman Akınbay), 4. B, Ġstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2014. S.16-18. 5 Edward W. Said, Kültür ve Emperyalizm, (çev. Necmiye Alpay), Ġstanbul, Hil Yayınları, 1998, s.45 6 Terry Eagleton, İdeoloji Giriş, 1.B. (çev. Muttalip Özcan), Ġstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1996. s.171 7 ait olan değerler, düĢünceler ve çıkarlar, normlaĢtırılır; yani bütün insanlığa ait mutlak 7 doğrularmıĢ gibi yansıtılır. Evrensel olanın dıĢında kalan her Ģey anormaldir. Liderlik kurma çabasındaki gruplar kendi “evrensel” dünya görüĢlerini, toplum çıkarlarıyla eĢitler; yani her iki grubun çıkarlarının ortak olduğu algısını yaratırlar. Yönetici grup okul, kilise, medya gibi araçlarla görüĢlerini toplum içerisine yayar ve bu yolla yönetilenlerin “rızasını” kazanır. Yönetici grubun yaygınlaĢtırdığı dünya görüĢü zamanla toplumun 8 dokusuna yerleĢerek bir alıĢkanlık, gelenek halini alır ve “doğallaĢır”. Bu aĢamada yönetici sınıf hegemonyasını kurmuĢ olur. ġarkiyatçılık kavramına geri dönersek, sömürgeciliğin sürdürülebilmesi, Ģarkiyatçılığın kurumsallaĢarak hegemonya kurmasına ve Doğu toplumlarının “rıza”sını kazanmasına bağlıdır. Sömürgeciliğin sömürülen tarafından kabullenilmesi ve kurumsallaĢması, ġarkiyatçılığın sömürülen tarafından üretilmesiyle mümkün olacaktır. Bu nedenle Batı, ġark hakkında bilgi toplayarak farklı bir ġark tasviri yaratmıĢ, kurum ve kuruluĢlarının desteğiyle bu tasvirin gerçek olduğu konusunda hem kendini hem de ġark’ı ikna ederek bilgiyi iktidara taĢımıĢtır. Said’e göre Doğu bilgisi kaynağını güçten aldığı için, Doğu’yu ve Doğu’luları yeniden yaratmıĢtır. Kabaca 18. yüzyıl sonlarında baĢlamıĢ olan ġarkiyatçılık uğraĢı, ġark hakkında araĢtırmalar ve saptamalar yaparak, ġarka iliĢkin görüĢleri meĢrulaĢtırmak, onu 9 yeniden biçimlendirmek ve üzerinde egemenlik kurmak için kullanılan bir söylemdir . Batının Doğu araĢtırmaları sayesinde edindiği bilgi, güçten kaynaklandığı için, bir bakıma ġark’ı ve ġarklı’yı yaratır. Bu bilgi sayesinde Batı, Doğu’da hükmettiği topraklarda bir ıslah edici görevi üstlenmesinde ve böylece sömürgeci uygulamalarını 10 meĢrulaĢtırmasına ve aynı zamanda kaynaklık etmesine yol açmıĢtır. Böylece Batı medeniyetinin kaynağı olan Doğu, Avrupa’nın yalnız komĢusu olmakla kalmayıp aynı 11 zamanda onun sömürge mekânı, kültürel rakibi ve en önemli “ötekisidir”. Avrupa kendisine tehdit olarak kurguladığı baĢkalarını dıĢlamıĢ, onları kendisinin belirlediği hudutların dıĢına yerleĢtirerek kendi bütünlüğünü sağlamıĢ, kolektif kimliğini inĢa etmiĢtir. Bu bakımdan Doğu araĢtırmaları, Avrupa’nın kimliğinin inĢasında kullanılan bir araç olmuĢtur. Batı, kimliğini üretirken aynı zamanda “Öteki” rolünü üstlenecek bir ġark da üretmiĢtir. ġark’ın ötekiliği zamanla giderek Batı’dan farklılaĢtırılarak 7 Eagleton, a.g.e. s.90 8 Eagleton, a.g.e. s.167 9 Edward W. Said, ġarkiyatçılık Batı’nın ġark ArayıĢları. Çev. Berna Yıldırım, 9. Baskı, Metis Yayınları, Ġstanbul 2016.s.13 10 Said, a.g.e. s.50 11 Said, a.g.e. s. 11 8 12 “ġarklılaĢtırılmıĢtır”. Batı kendi olumlu kiĢiliğini Ģekillendirirken, olumsuzlukları addedebileceği bir ötekilik mekanı olarak ġark’ı seçmiĢtir. ġarklı tembeldir, köle ruhudur, Ģehvete düĢkündür, otorite baskısı altında yaĢaması kaçınılmazdır. Kimlikler ötekiliğe göre belirlenmeleri halinde patolojik bir Ģekle bürünürler. Çünkü bu durumda grubun ortak kimliği, paylaĢılan deneyimlere, hedeflere, dayanıĢma ruhu üzerine temellendirilmek yerine karĢıtlık üzerine odaklanır; “Biz” olarak algılanan grubun dıĢında kalanlara, bir “Ötekilik” addedilir. Böylece belli bir gruba aidiyet duygusunu belirleyen unsurlar grup üyelerinin benzerlikleri değil, diğer gruplardan farklılıkları olur. Algılanan “farklılık” her zaman olumsuzluk ifade etmez; ancak “öteki” olarak tanımlanan grup, bir tehdit unsuru olarak görüldüğünde farklılık olumsuz bir hal alır ve Avrupa kimliği önemli 13 ölçüde bu tür bir “kendi” ve “öteki” iliĢkisine dayandırılmıĢtır. Said’e göre Avrupa, 14 kendisini ġark karĢısında konumlandırarak kimliğini ĢekillendirmiĢtir. Burada cevap aranması gereken önemli bir soru ġark ile Garbı birbirinden ayrıĢtıran sınırların nerede baĢlayıp nerede bittiği ve Osmanlı egemenliğindeki Yunanların (veya Rumların) Batı’lılarca nerede konumlandırıldıklarıdır. Bu suale verilecek tek bir cevap bulmak güçtür. Zira Avrupa kıtasının tarihsel ve düĢünsel sınırları sürekli değiĢiklik göstermiĢtir. Hıristiyanlık inancı, hümanist değerler veya liberal demokrasi temelinde birleĢmiĢ bir Avrupalı kimliği modern Avrupa’nın bir kurgusudur. Müttehit bir Avrupa kimliği, tarih boyunca dıĢarıdan gelen tehditlerin baskısı altında icat 15 edilmiĢ ve tekrar tekrar ĢekillenmiĢ bir fikirdir. Said’in dediği gibi ne ġark ne de Garp belli bir yer değildir. Her ikisi de ortak bir tarih ve düĢünme geleneğine, ortak bir kelime 16 dağarcığına dayanan insan tarafından kurgulanmıĢ fikirlerdir. Bu yüzden Doğu ve Batı terimlerinin ortaya çıkıĢ noktaları ve kullanım alanları asırlar içerisinde sürekli değiĢim göstermiĢtir. Fakat Batı’nın köklerini iki ana kaynağa dayandırdığını söylemek 17 mümkündür: Greko-Roman kültürü ve Yahudi-Hristiyan geleneği. 12 Said, a.g.e. s. 15 13 Gerard Delanty, Avrupa’nın Ġcadı, Fikir, Kimlik, Gerçeklik. Çev. Hüsamettin Ġnaç. 3. Baskı, Adres Yayınları, Ankara, 2013. s.63. 14 Said., a.g.e. s. 13 15 Delanty, a.g.e, s.56-57 16 Said. Ag.e. s. 14-15. 17 Ġbrahim Kalın, Ben Öteki ve Ötekisi: İslam – Batı İlişkileri Tarihine Giriş. 3.B, Ġnsan Yaınları, Ġstanbul, 2016, s.39. 9 1.2. Avrupa’nın Kadim Kökleri Batı’nın Hıristiyanlık öncesi dönemine tekabül eden Greko-Roman kültürü, Avrupa’nın felsefî ve bilimsel temelini temsil eder. Avrupa, kendi kimliğini Ģekillendirirken, medeniyetinin esas köklerini teĢkil eden Mısır, Fenike ve Ġran gibi uygarlıklara atıfta bulunur; ancak kadim Yunan’ın tarih sahnesine çıkıĢıyla birlikte bu 18 uygarlıklar Avrupa medeniyetinin karĢısında konumlandırılır. Avrupa, köklerini kadim Yunanistan’a dayandırarak geçmiĢine yeterli tarihî derinlik kazandırır ve geliĢimsel sürecini Asya’dan ayırıp, farklı bir kimlik oluĢturma imkânına kavuĢmuĢtur. Bu nedenle Doğu’dan farklı bir Avrupa medeniyeti fikrinin ortaya çıkıĢında kadim Yunan medeniyeti belirleyici bir rol oynamıĢtır. Kadim çağ araĢtırmalarıysa Rönesans’la hız kazanmıĢtır. Avrupa Rönesans döneminde, ortaçağlardaki Hıristiyanlık eksenli düĢünceden sıyrılıp yeni bir kimlik arayıĢına giriĢmiĢtir. Dönemin gereksinimlerini tespit edip, çözüm üretebilmek için klasik çağ metinlerini rehber edinen Hümanistler, değiĢimin ve geliĢimin anahtarını klasik eserlerde aramıĢtır. Kadim metinlerle bu hemhal olma hali, zamanla edebi veya akademik bir meĢgale olmanın ötesine geçip tarihteki olaylar üzerinde paralellikler üreten bir ideolojiye dönüĢtü. Zira hümanistler antik geçmiĢ ile yakın bir akrabalık hissetmiĢler, sanat eserlerini toplamıĢlar, eğlencelerini yeniden canlandırmaya çalıĢmıĢlardır. Fakat Hümanistlerin klasik metin araĢtırmaları bu kadarıyla sınırlı kalmamıĢtır. Klasik kaynaklarda yer alan jeopolitik bir konu, Asya’ya karĢı Avrupa veya Doğu’ya karĢı Batı anlayıĢı yeniden keĢfedilip kurgulanmaya baĢlamıĢtır. Pers savaĢlarından sonra Yunanlar açısından Doğu, coğrafi farklılıktan çok, kültürel ve siyasi bir rakip, bir tehdit olarak görülmeye baĢlanmıĢtı. Hümanistler bu kadim Doğu – Batı ayrımını klasik metinlerden keĢfedip eski çağların kültürel önyargılarını yeniden dirilttiler. Örneğin Petrarca, VI. Philippe’i verdiği Haçlı (1334) kararından dolayı bir Ģiirle selamlamak ister ve bunu yaparken Antik Yunan metinlerinde geçen Doğu – Batı 19 ayrımını, Pers savaĢlarını kullanır. Dolayısıyla klasik metinler, Hümanistlerin yalnızca kendilerini değil, Osmanlı Türklerini de yerleĢtirdikleri, rol biçtikleri, kültürel bağlamı 20 yaratmıĢtır. Batılı’lar neden klasik motifleri Türkler üzerine uyguladılar? Antik çağa sevgilerinden dolayı mı, yoksa baĢka etkenler mi rol oynamıĢtı? Osmanlı’nın Avrupa 18 Thierry Hentch, Hayali Doğu: Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik Bakışı, 1.B, (Çev. Aysel Bora), Ġstanbul, Metis Yayınları, 1996, s.22. 19 Bisaha, Nancy. Doğu ile Batı'nın Yaratılışı: Rönesans Hümanistleri ve Osmanlı Türkleri. (Çev. Melek Dosay Gökdoğan), Ankara, Dost Kitabevi, 2012, s. 146. 20 Bisaha a.g.e., s. 81-82 10 içlerine doğru ilerleyiĢinin kuĢkusuz bunda payı vardır. Zira Batı’da Doğu Roma’nın baĢkenti olarak bilinen Ġstanbul’un Türkler tarafından fethediliĢi, hümanistlere doğudan 21 gelip Roma’yı istila eden barbarları anımsatmıĢtır. Batı’daki “Barbar Türk” imajının 22 ortaya çıkıĢında, Batı’ya göç eden Bizanslı bilginlerin ayrıca büyük payı vardır. Barbarlık kavramı, Batı’da en erken geliĢen kültürel farklılık anlayıĢı olarak 23 görünmektedir. Bu kavramın hasıl oluĢunda kadim Yunanlarla Persler arasında yaĢanan çatıĢmalar önemlidir. Zira Milattan önce 5. yüzyılda yaĢanan Pers saldırılarının neticesinde, Yunan toplumunu yabancı düĢmanlığı sarmıĢtır. Farklı kültürlere karĢı takınılan bu tavır zamanla Yunanlar arasında bir Kendilik ve Ötekilik, baĢka bir ifadeyle, bir Helenlik ve Barbarlık düĢüncesinin hakim olmasını sağlayan önemli bir etken 24 olmuĢtur. Böylelikle önceleri sadece Yunan olmayanları ifade etmek için kullanılan “Barbar” kelimesi, olumsuz bir anlam kazanıp “vahĢi, gayri medeni” manasında kullanılmaya baĢlamıĢtır. Peki umumi bir Avrupa kimliğinin oluĢmasına kadim Yunanların ne gibi bir katkısı olmuĢtu? Kimlik oluĢturma sürecinde mitin önemli bir yeri vardır. Zira mit, insanlara belli bir topluma aidiyet hissiyatı kazandırmanın yanında ötekinin belirlenmesinde de etkili olur. Mit kiĢinin tehdit algısını ve davranıĢ biçimini Ģekillendirmektedir. Daha açık bir ifadeyle mitler, dostun ve düĢmanın kim olduğunu ve kiĢinin veya toplumun kendini 25 korumak için izleyeceği yolu gösterir. Ortak bir kimliğe sahip Avrupa fikrinin altında Europa miti yatmaktadır. Buna göre Yunan tanrısı Zeus, sarı bir boğa kılığına girerek, Okeanos kızlarından tanrıça Europa’yı (kız kardeĢlerinden birinin adı Asya’dır) kaçırıp Girit topraklarına getirir. BaĢka bir rivayette ise Europa kaçırılma esnasında kendisini beyaz boğanın sırtından boĢluğa bırakır ve düĢtüğü topraklara Europa adı verilir. Antik Yunanistan’da ortaya çıkan bu mit, Avrupa edebiyatı ve mitolojisinin bir parçası olmuĢ ve Avrupa’nın diğer medeniyetlerle iliĢkisinin tasvir ediliĢine kaynaklık etmiĢtir. Europa 26 kelimesi, 8. yüzyıl itibariyle bütün Avrupa dillerinde kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Europa mitinin pek çok farklı açıklaması yapılmıĢtır. Herodot’un aktardığına göre olan bitenin altında “göze göz, diĢe diĢ” prensibine dayalı bir mücadele söz konusudur: 21 Bisaha, a.g.e., s. 83 22 Bu konu “Rum Bilginlerin Batı’ya Göçü ve Yunan Hayranlığına Katkıları” baĢlıklı bölümde incelenmektedir. 23 Bisaha, a.g.e., s. 84 24 Paul Cartledge, The Greeks A Portrait of Self and Others, Oxford University Press, 2002, New York, s.39 aktaran Bisaha, a.g.e. s.84. 25 Murray Edelman, Politics As Symbolic Action Mass Arousal And Quiescence, 1.B, New york, Academic Press, 1971, s.54-55 26 Kalın, a.g.e. s. 27 11 Bazı Fenikeliler Argos kralı Ġnahos’un kızı Ġo’yu kaçırmıĢlardı. Bu olaya karĢılık olarak, muhtemelen Giritli olan bir grup, Fenike’nin Tiro bölgesine gidip kralın kızını kaçırmıĢlardı. Mitte anlatılan kaçırma olayı gerçekte Zeus tarafından değil, bir grup Yunan tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. Herodot, Asya ile Avrupa arasındaki ayrımın, husumetin bu olaydan sonra baĢladığını, Yunanların bir kadın için Truva’ya saldırmalarından sonra Perslerin kendilerine ebediyen düĢman olduklarını yazar ve nedenini açıklar: “Çünkü Persler, Asya’yı ve içinde yaĢayan barbar kavimleri kendilerine 27 ait olarak görürlerdi; Avrupa ve Yunanları ise yabacı kabul ederlerdi.” Mitin altında yatan gerçek ne olursa olsun, anlatılan olay Yunanistan’ın kültürel kimliğinin kaynağını açıklama ve Yunanlara kendilerine özel bir kimlik yaratma imkanı sağlamıĢtır. Aynı Ģekilde bu efsane, daha sonra Yunanistan ile Avrupa arasındaki bağın kurulmasını sağlayıp aynı zamanda Avrupa’nın Asya’da bulunan kökleriyle de dolaylı bir bağ 28 kurulmasını mümkün kılmıĢtır. Zira mitte sembolik olarak ifade edildiği gibi Yunanistan’ın bilgeliği Asya’dan (Fenike’den) alınmıĢtır. Bernal’e göre, Antik Yunan uygarlığı, Mısır ve Fenikelilerin Milattan önce 2000 yılı civarında Yunanistan’ı kolonileĢtirme ve yerli halkı uygarlaĢtırma çalıĢmalarının sonucunda ortaya çıkmıĢtır. Ayrıca Yunan medeniyeti, zenginliğini Yakındoğu uygarlıklarından yapılan iktibaslara 29 (alıntılara) borçludur. Örneğin Milattan önce 21. yüzyılda Mısır Firavunlarının boğa figürlü tanrısal koruyucusu olduğu gibi, Girit adasında ortaya çıkan Minos uygarlığına ait saraylarda da boğa kültü görülmekte, Kral Minos hakkındaki mitlerde boğa imgesi 30 kullanılmaktadır. Yazar, ayrıca, Athena, Sparta, Thebai gibi Yunan Ģehir isimlerinin ve daha pek çok kelimenin Sami dilden veya Antik Mısır dilinden türetildiğini 31 32 savunmaktadır. Delanty’nin de belirttiği gibi muhtemelen Akdeniz’de gerçekleĢtirilen ticari faaliyet, bölgede yaĢayan tüm medeniyetleri birbirine bağlamıĢ, böylece kültürel etkileĢim kurmalarına imkan sağlamıĢtı ve kadim Yunanlar da bu durumdan etkilenmiĢti. Bernal, Kara Athena isimli eserinde, Yunan medeniyetinin Mısır ve Akdeniz havzasındaki diğer uygarlıklara çok Ģey borçlu olduğunu savunmaktadır. Ancak kadim Yunanlar etnik merkeziyetçi bir anlayıĢ kurgulayıp kendileri dıĢındaki tüm diğer 27 Ηρόδοηος, Ιζηορίαι, 1.1.1 – 1.4.4 (Herodot, Tarih, 1.1.1 - 1.4.4) http://www.greek- language.gr/digitalResources/ancient_greek/library/browse.html?text_id=30 (30.01.2017). Herodot, Herodot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen,3. B, Ġstanbul, Remzi Kitapevi, 1991, ss. 17-18. 28 Hentch, a.g.e., s.24 29 Martin Bernal, Kara Atena: Eski Yunan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi 1785 – 1985, 4. B., (Çev. Özcan Buze), Ġstanbul, Kaynak Yayınları, 2016, s. 47. 30 Bernal, a.g.e., s.65 31 Bernal, a.g.e., s.86-110 32 Delanty, a.g.e., s.90 12 kavimleri barbar olarak nitelendirmiĢlerdi. Bu nedenle Asyalılar kadar Yunan olmayan Batı kavimlerini de barbar olarak görüyorlardı. Antik Yunanların Avrupa kıtası tasavvuru, uzun zaman boyunca, Yunan kolonilerinin bulunduğu ve küçük Asya olarak adlandırdıkları Anadolu topraklarını ve Kuzey Asya’nın bir bölümünü içermekteydi. Avrupa fikri, kadim yıllarda henüz kısmen veya hiç tanınmayan Batı kıtası ise kesinlikle 33 kapsamamaktaydı. Batı topraklarının “AvrupalılaĢması” ancak Büyük Ġskender’in fetihlerinden sonra gerçekleĢti. Zira Yunanistan topraklarını ilhak ettikten sonra Hindistan’a kadar uzanan bir imparatorluk kuran Büyük Ġskender, imparatorluğunun merkezini Pers topraklarına taĢımıĢtı. Yunan uygarlığının merkezi olan doğu Akdeniz, artık Batıda kalmıĢtı. Böylece Hellenik Batı, “Batı” kavrayıĢının ortaya çıkmasına vesile 34 oldu. Sonuç olarak, Antik Yunanlar her ne kadar kendi kültürlerine uzak olan bütün kavimleri barbar olarak nitelendirmiĢse de, kimi zaman mitlerle, kimi zaman savaĢlarla modern Avrupa’nın kendisini Asya’ya karĢı konumlandırmasına öncülük etmiĢtir. Fakat Batı, tarihi köklerini yalnızca Antik Yunanistan ile sınırlandırmayıp, Roma uygarlığına da atıfta bulunmaktadır. Ancak Yunanlarda olduğu gibi Romalılar da hiçbir zaman güçlü 35 bir Avrupa kimliğine sahip olmamıĢtır. Avrupa’da Batı kimliği, ancak Roma imparatorluğunun ikiye bölünüp Doğu Roma ile Batı Roma (Bizans) arasında bir çekiĢmenin doğmasıyla günümüzdeki anlamını kazanmaya baĢlamıĢtır. Doğu Roma’nın dili Latinceden sıyrılıp YunanlaĢtıkça Bizans kendine ait farklı bir kimlik oluĢturmaya baĢladı. Böylece tüm Avrupa’da, “Batı” (Occident) terimi, Roma Ġmparatorluğu’nun batı kısmı anlamında kullanılmaya baĢlandı ve Avrupa kimliği Batı Hıristiyanlığı (Katolik 36 Hıristiyanlık) ile özdeĢleĢti. Dolayısıyla Osmanlı hakimiyeti altındaki Rumların ve modern Yunanların Batı’nın indinde nerede konumlandırıldığını anlamak için Katolik – Ortodoks iliĢkilerinin incelenmesi gerekir. 1.2. Avrupa’nın Hıristiyanlık Kökleri Batı’nın kimliğini Ģekillendiren bir diğer önemli unsur, ġarkta ortaya çıktığı halde, Garptaki hayatı yeniden Ģekillendiren Hıristiyanlık inancıdır. Batı kimliğinin aklî 33 Delanty, a.g.e., S.82 34 Delanty, a.g.e., s.86 35 Delanty, a.g.e., s.87 36 Wallach, R. (1972) Das Abendländische Gemeinschaftsbewusstsein im Mittelalter (Hildesheim: Gerstenberg). Aktaran Delanty, a.g.e. s. 93 13 temelini temsil eden Kadim Yunanistan çok tanrılı bir inanca sahipti. Yunanistan’ın Ģehir devletlerinin tarih sahnesinden silinmesinden uzun bir süre sonra ortaya çıkan Hıristiyanlık inancıysa tamamen farklı bir dindi. Pagan Roma imparatorluğunca bir tehdit olarak algılanan bu yeni inanç, asırlarca yasaklı kalmıĢ, mensupları çeĢitli zulümlere, baskılara katlanmak zorunda kalmıĢtır. Bu yüzden Hıristiyanlığın Avrupa geneline yayılması asırlar sürmüĢ ve “Hıristiyan Dünyası” ifadesi ancak 9. Yüzyıl itibariyle 37 kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Hıristiyanlığın Avrupa’nın ortalarından Arap yarımadasına kadar yaygınlaĢtığı 7. yüzyılda, Ġslam dininin ortaya çıkıp hızla yayılmaya baĢlaması, Batı’da manevi alanda bir takım geliĢmeleri tetikledi. Din iĢlerinden sorumlu olan Kilise Kurumu, yaklaĢan Ġslam “tehdidi” nedeniyle yıllar içinde büyük bir itibar ve güç elde etmiĢti. Özellikle ortaçağ Katolik kilisesi Avrupa’da kralları dahi yönetecek duruma gelmiĢti. Fakat bir “imparatorluk dini” haline gelen Hıristiyanlık kazandığı gücün karĢılığında teolojik 38 yapısını yeniden kurgulamak zorunda kalmıĢ, böylece aslî kimliğinden uzaklaĢmıĢtır. Böylece Eski Roma imparatorluğunun “Evrensel Ġmparatorluk” fikri, yerini “Evrensel Kilise” fikrine bıraktı. Ġmparatora tapma kültünün yerini papaya tapma aldı; Roma vatandaĢları, Hıristiyan tebaaya dönüĢtü. Hülasa Roma’nın emperyal ideolojisini Hıristiyanlık inancı üstlendi. Fakat Avrupa’nın kimliği, ġark’a dayanan maddi – manevi kökleri göz ardı edilerek, manevi ve dinî bir üstülük duygusu üzerine kuruldu. Ġyi olan her Ģey Garp ile, kötü ve barbarca olanlarsa ġark ile özdeĢleĢtirilerek iki coğrafya 39 arasında büyük bir ayrım ve bölünme yaratıldı. Hıristiyanlık ve Ġslamiyet ayrımı, Avrupa merkezli dünya görüĢünün oluĢmasında önemli rol oynadı. Barbar saldırılarının ardından gelen Ġslam tehdidi, Hıristiyan dünya’ya Avrupa kimliği hissini ve aidiyetini kazandırarak birlik duygusunun oluĢmasına katkı sağlayıp Avrupalılar arasındaki farklı unsurların ve ulusların ortak bir amaca hizmet etmek adına birleĢmesini mümkün kıldı. Haçlı seferleri, Avrupa’daki farklı etnik ve kültürel grupların aralarında bir homojenlik duygusunun oluĢmasında kilit rol oynadı. Müslüman Doğu’ya karĢı baĢlatılan seferler neticesinde bir mücadele ideolojisi hasıl 40 olup, Avrupa’ya kolektif bir kimlik oluĢturma yolunu açtı. Haçlı seferlerinin yaĢandığı ortaçağ döneminde, Avrupalılıktan çok Hıristiyanlık kimliği ön plandaydı. Fakat Batı medeniyeti, Hıristiyanlık inancını temsil eden Kudüs ile 37 Delanty, a.g.e. s. 101 38 Kalın, a.g.e., s.41 39 Delanty, a.g.e. s. 94-99. 40 Delanty, a.g.e., s.111 14 aklı temsil eden Atina arasında tarih boyunca diyalektik bir iliĢki yaĢamıĢtır. Modern batı düĢüncesinde Atina’nın temsil ettiği felsefe, rasyonel ve sorgulayıcı olanı; Kudüs’ün temsil ettiği vahiy ise irrasyonel ve dogmatik olan imanı temsil eder. Aklın veya vahyin üstünlüğünü savunan taraflardan birisi, diğerinin hakikati temsil kabiliyetinden sürekli Ģüphe duyar. Bu durumda felsefe ve vahiy birbirini dıĢlar ve kiĢi Akıl/Atina - Vahiy/Kudüs arasında bir tercih yapmak durumundadır. Batı’nın Modern politika anlayıĢı akla, yani Atina’ya dayanır; kutsallıktan arındırılmıĢ, metafizkten özgür olduğu 41 iddiasındadır. Fakat Rönesans’la baĢlayan sekülerleĢme sürecinde, Hıristiyanlık inancı ikinci plana gerilemiĢ olsa da, halen Avrupa kimliğinin belirleyici unsurlarından biridir ve Avrupa dıĢı kültürler tartıĢma konusu olduğunda Batılılar açısından ne denli öneme 42 haiz olduğu açıkça görülür. 1.3 Oryantalizm ve Yunanistan Batılı gezginlerin doğu Akdeniz ziyaretleri 16. yüzyıl itibariyle artıĢ göstermeye baĢlar. Daha önce hac vazifesi niteliğindeki ziyaretler çeĢitlenerek, bölgenin bitki örtüsü, hayvan toplulukları ve insanların örf ve adetlerini araĢtırmak amacıyla gerçekleĢtirilmeye 43 baĢlanır. AraĢtırmalar devlet tarafından finanse edilmiĢ ve gezginler gittikleri yerlerden Doğu’ya dair gözlemlerini içeren raporlarla – hatta tarihi eserlerle – dönmüĢlerdir. Ziyaret edilen yerler arasında Mısır, Ġran gibi coğrafyaların yanı sıra, Osmanlı ve 44 Yunanistan toprakları vardır. Doğu hakkında yapılan araĢtırmalarda olduğu gibi, Yunanistan araĢtırmaları da Aydınlanma döneminin emperyalist ideolojisinden etkilenmiĢtir. Zira hiçbir söylem geleneği, tarihten ve politikadan bağımsız değildir. Rönesans döneminden beri süregelen ve bir gelenek halini almıĢ olan Yunanilik, kadim Yunan medeniyetinin üstünlüğü inancına dayanıyor ve Yunan eserlerini yüceltiyordu. Böylece Kadim Yunanistan’ı, Doğu’dan uzaklaĢtırarak Batı’nın köklerini barındırabilecek özel bir konuma yerleĢtirmiĢti. Fakat Said’in ve onun takipçisi Stathis Gourgouris’in de gösterdiği gibi 45 Oryantalizm ve Yunanilik birbirini destekleyen ideolojilerdir. Zira Aydınlanma düĢünürleri idealleĢtirilmiĢ, hayali bir kadim Yunanistan kurgularken, eskiçağ 41 Bengül Güngörmez, Eric Voegelin İnsanlık Draması, Ġstanbul, Paradigma Yayınları, 2011, ss. 156-160. 42 Kalın, a.g.e., s.43 43 Hentch a.g.e., s.91 44 Hentch a.g.e., s.117 45 Aktaran Phirose Vasunia, Helenizm ve Ġmparatorluk: Edward Said’i Okumak. Oryantalizm : tartıĢma metinleri. Editör Aytaç Yıldız, Çev. Salih Akkanat [ve diğerleri]. Doğu Batı Yayınevi, Ankara, 2007. s.204 15 Yunanlarıyla modern Yunanlar arasında karĢılaĢtırmalar yapmıĢlar ve olumsuzluklar 46 üzerine yoğunlaĢarak (benzerlikler yerine farklılıklar) çıkarımlarda bulunmuĢlardır. Modern Yunanlar, kadim Yunanların karĢıtı, zıddı olarak tasvir edilmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle Antik Yunan medeniyeti, modern Yunanlar küçük düĢürülerek yüceltilmiĢtir. Yunanlar Avrupa’nın hem atası hem de ötekisidir. Kadim Yunanlar, kendilerini Batı ile iliĢkilendirmemelerine rağmen, Rönesans döneminde Avrupa’nın atası olarak Batı tarihine dâhil edilmiĢlerdir. Bu sayede modern Yunanistan özel bir konuma sahip olmuĢtur. Ferguson bunu Ģu cümleyle ifade etmektedir: “Yunanistan da Ortodoks Hıristiyanlığa bağlı olmasına rağmen, Antik Helen felsefesine kalıcı borcumuz ve 47 Yunanların Avrupa Birliği’ne borçlarından dolayı resen bir üyedir.” Bu cümlede yer alan “Ortodoks Hıristiyanlığa bağlı olmasına rağmen” ifadesi Yunanların Avrupa’nın ötekisi olduğunu göstermektedir. Ötekilik iliĢkisi Rönesans’tan daha eskilere, Roma imparatorluğunun Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölünmesiyle baĢlamıĢtır. Osmanlı dönemine gelindiğinde bölgeyi ziyaret eden Batılı araĢtırmacılar, modern Yunanları tamamen doğululaĢmıĢ, Avrupalılığın meziyetlerini kaybetmiĢ tembel, köleleĢmiĢ, asil ruhunu kaybetmiĢ ve takdire Ģayan hiçbir yönü olmayan bir millet olarak tasvir etmiĢtir. Bunun en açık ifadelerinden birini Tournefort’un Seyahatnamesinde görmek mümkündür: “…günümüzde yaĢayan Rumların artık Büyük Yunanlar olmadıklarını ve bilgisizlikle boĢ inançların Rumlar arasında kol gezdiğini itiraf etmek gerekir!” Aralarındaki zeki insanlar dahi kendilerine öğretilen yanlıĢ bilgilerle hareket etmektedir. Ona göre dinî açıdan da yozlaĢmıĢ olan Rumlar hurafelere inanmaktadır ve gerçek 48 Hıristiyanlığı tebliğ eden misyonerlere sırt çevirerek cehaleti tercih etmiĢlerdir. Tournefort, Rumların mensubu olduğu Hıristiyan Ortodoks mezhebini “hurafe” olarak nitelendirmiĢti. Bu ifade Doğu ve Batı Kiliselerinin arasında asırlarca süregelen uyuĢmazlığın bir tezahürüdür. Zira Roma imparatorluğunun ikiye bölünmesinin ardından, Ġstanbul ve Roma Kiliseleri arasında yaĢanan çekiĢmeler sonucunda, Latin Batı ile Rum Doğu arasında gerilimli iliĢkiler baĢlamıĢtır. Charlemagne döneminde Papalığın Avrupa’da kazandığı nüfuz, Batı’da sadece Romalı Hıristiyanların (Katoliklerin) Avrupalı olarak algılanmasına, doğulu Ortodoks Yunanlarınsa ötekileĢtirilmesine yol 46 ΢εθεριάδης, ΢εραθείμ Ι. "΢ηάθης Γοσργοσρής, Έθνος-όνειρο: Γιαθωηιζμός και θέζμιζη ηης ζύγτρονης Δλλάδας, " Δλληνική Δπιθεώρηζη Πολιηικής Δπιζηήμης 33 2009. [Seferiadis Serafeim, “Stathis Gurguris, Rüya Ulus: Aydınlanma ve Modern Yunanistan’ın KuruluĢu.” Yunan Siyaset Bilimi AraĢtırmaları. 33,2009. ss 141-146. 47 Niall Ferguson, Uygarlık - Batı ve Ötekiler. Çev. Nurettin Elhüseyni. 2. Baskı. Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul, 2015. s.40. 48 Joseph de Tournefort, Turnefort Seyahatnamesi - Ege adaları, edit. Stefanos Yerasimos, çev. Ali Berktay, Kitap yayınevi, Ġstanbul, 2005. S. 121-124. 16 49 açmıĢtı. Ġki mezhep arasındaki gerilim, 1054’te Doğu ve Batı kiliselerinin birbirlerini aforoz etmesine, 1204’te Ġkinci Haçlı ordusunun Bizans’ın baĢkentini yağmalamasına yol açacak kadar ciddiydi. Alman tarihçi Fallmerayer, Tournefort’u takip ederek kadim Yunanlarla, modern Yunanların birbirinden kopmuĢ olduklarını tezini ortaya atmıĢtır. Fallmerayer, M. S. 6. yüzyıla kadar Bizans’ın dinî baskılarından ve barbarların saldırılarından korunmayı baĢaran Mora yarımadasında yaĢayan Yunanların, bölgeye akın eden Avar ve Slav orduları tarafından katledildiğini veya yaĢadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakıldıklarını böylece bölgenin SlavlaĢtığını savunmuĢtur. Moraya yerleĢen Slavlar bir müddet kimliklerini korumuĢlardır ancak Ortodoks kilisenin etkisi ve Bizans devletinin Anadolu’da yaĢayan, önceden YunanlaĢmıĢ insanları tekrar Mora yarımadasına 50 yerleĢtirmesiyle Slavları asimile etmiĢtir. AraĢtırmacı ayrıca modern Yunanların sanat anlayıĢının, dilinin, coğrafi isimlendirmelerinin, kilise ve evlerinin mimarisinin barbarca 51 ve monoton olduğunu ifade etmiĢtir. Fallmerayer’in bu tezi günümüz Yunanistan’ında halen tartıĢılmaktadır ve iddiayı çürütmek amaçlı bilimsel araĢtırmalar 52 gerçekleĢtirilmektedir. Yunan isyanının öncesinde Yunanistan topraklarını ziyaret eden Batı’lı gezginler modern Yunanları, görkemli atalarıyla kan bağını yitirerek soyluluğunu kaybetmiĢ, Hıristiyanlık dininden kopmuĢ, cehalet içerisinde bir millet olarak tasvir etmiĢlerdir. Adeta diğer Ģarklılardan bir farkları yoktur. Dolayısıyla bu millet Batı’nın hegemonyası altına alınmalı ve yeniden aydınlığa çıkartılmalıdır. Kadim çağlarda Yunan düĢünürü Aristoteles, bazı canlıların doğuĢtan yönetmeye, bazılarının da yönetilmeye meyyal olduğunu; her bakımdan üstün özelliklere sahip Yunanların, Barbarları yönetmesinin 53 doğal olduğu kadar zaruri bir durum olduğunu savunmuĢtu. Benzer Ģekilde Atinalı hatip Ġsokrates, Makedon kral II. Filip’i Perslere savaĢ açmaya davet ederken Ģu sözleri sarf 49 Ullmann, W. (1969) The Carolingian Renaissance and the Idea of Kingship (Londra:Methuen). Aktaran Delanty, a.g.e. s.120 50 Konstantinos P. Romanos, Peri tis Katagogis ton Simerinon Ellinon (Περί ηης Καηαγωγής ηων ΢ημερινών Δλλήνωv) [Günümüz Yunanlarının Soyu Hakkında] Nefeli Yayınevi, Atina, 1984. s. 31-87 51 Romanos, a.g.e., s.39 52 Ġddianın geçerliği son olarak 2017 yılında gerçekleĢtirilen bir araĢtırmayla sorgulanmıĢtır. AraĢtırmanın sonuçlarına göre, Yunanlar Fallmerayer’in iddia ettiği’nin aksine genetik olarak Slavlar ile değil, Ġtalyanlarla yüksek düzeyde, Ġspanyollar ve Fransızlarla orta düzeyde yakınlık göstermektedir. Bakınız: Iosif Lazaridis, Alissa Mittnik […] George Stamatoyannopoulos. “Genetics of the peloponnesean populations andthe theory of extinction of the medieval peloponnesean Greeks” European Journal of Human Genetics (2017) 25,637–645 53 Aristoteles, Politika 1252 b4. Aristoteles, Politika, Aristoteles – Bütün Yapıtları 3,çev. Furkan Akderin, 3.B., Ankara, Say Yayınları, 2017, s.24. 17 etmiĢti: DüĢün ki bizler için Asya’nın Avrupa’dan daha mutlu olmasına ve barbarların biz 54 Yunanlardan daha zengin olmasına müsaade vermek ne büyük utançtır. Bu iki Yunan yurttaĢı, nasıl ki Asyalıları ötekileĢtirip, Helenleri onların karĢısında yücelterek onlarla savaĢmayı ve hegemonya altına almayı meĢrulaĢtırmıĢsa, bu kez Avrupalı entelektüeller aynı yolu izleyerek modern Yunanları küçük düĢürmek suretiyle üzerlerinde tahakküm kurma çabasına giriĢmiĢlerdir. Batılılar Antik Yunanlardan öğrendiklerini, modern Yunanlar üzerinde uygulamıĢlardır. Sonuç olarak, Avrupa’nın Doğu araĢtırmalarında hakim olan oryantalist bakıĢ açısının Yunanistan araĢtırmalarına da sirayet ettiği söylenebilir. Çünkü Avrupa kendi tarihini kurgularken Yunanistan tarihini de yeniden ĢekillendirmiĢ, onun kadim geçmiĢini kendi köklerini barındıracak Ģekilde idealize etmiĢtir. Fakat bu yüceltme durumu, yine Avrupa tarihinin bir parçası olan Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki çekiĢmenin de etkisiyle, aynı zamanda modern Yunanların küçük görülmesine yol açmıĢtır. Bu nedenle Yunanilik akımının esasında oryantalizm’in bugüne kadar pek araĢtırılmamıĢ farklı bir versiyonu olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. 54 Ιζοκράηης, Φίιηππνο, [Ġsokratis, Filippos] 132. 18 ĠKĠNCĠ BÖLÜM YENĠ YUNANĠLĠĞĠN TARĠHĠ KÖKLERĠ 2.1. Yeni Yunaniliğin Tarihçesi Bağımsız Yunanistan’ın kuruluĢu sürecinde, Batı kamuoyunun Yunan Ġsyancılara destek vermesindeki bilinen en önemli sebeplerinden biri edebiyat ve sanat alanındaki Yeni Yunanilik akımıdır. Bu bölümde bu akımın tarihteki geliĢim süreci ve Ģartları ele alınacaktır. Ayrıca, Yeni Yunaniliğin temelinde Osmanlı’nın Hıristiyanlara zulüm ettiği inancı yattığından, bu fikrin geçerliğini sorgulamak adına, Osmanlı idaresi altında yaĢayan Gayrimüslimlerin hukuku ve yaĢamı incelenecektir. 55 Günümüzde “Philhellene” (Türkçe: Helen-dostu) olarak bilinen kavram, tarihte ilk defa Herodot tarafından, Yunanistan’ın ve Yunanların dostu anlamında kullanılmıĢtır. Bu kavram tarih içinde farklı anlamlara bürünmüĢtür. Ġlk ortaya çıktığı dönemde “Yunan dostu” sıfatı politik amaçlar için kullanılmaktaydı. Siyasi çıkarlarına hizmet edilen siyasetçiler, aristokratlar, Ģairler, sanatçılar, siteler bu kavramı hizmet aldıkları kiĢileri yüceltmek için kullanıyordu. Örneğin Herodot’un Mısır Firavunu Amasis’i (M.Ö. 6 yüzyıl) “Yunan dostu” addetmesinin sebebi, onun Helen tüccarların Nil nehri çevresindeki verimli topraklara yerleĢmelerine ve ticari faaliyette bulunmalarına izin 56 vermiĢ olmasıdır . Kavramların da bir tarihi vardır. “Philhellene” kelimesinin iĢlevi asırlar içerisinde değiĢime uğradı. Platon (MÖ 5. yy), Helen-dostu kelimesinin yabancı olduğu halde Yunanlara sempati duyan kiĢilere veya menfaat uğruna Yunanlar tarafında savaĢan fırsatçılara, çıkarları için çalıĢan politikacılara atfedilmesine karĢı çıkar. Ona göre Helen- dostu demek yurdunu sevmek, yurdun için çalıĢmaktır. Ġç savaĢlarla kardeĢ kanı dökmeyip Yunan sitelerini ortak devlet olarak gören Yunanlar, gerçek Helen- 57 dostları’dır . Atinalı Hatip Ġsokrates (MÖ 436 – 338) ise Atina’lıları gerçek 55 Yunanca θιλέλλην. 56 Κσριάκος ΢ιμόποσλος, Ξελνθξαηία Μηζειιεληζκόο θαη Υπνηέιεηα, 10. B, Αθήνα, Δκδόζεις ΢ηάτσ, 1999 [Yabancı egemenliği, Yunan KarĢıtlığı ve Vasallık, Staxy Yayınevi, Atina], s.27. 57 Platon, Devlet eserinde (470 c,d) Yunanların birbirleriyle doğal dostlar olduğunu ve barıĢ halinde olmaları gerektiğini söyler. Barbarlar ise doğal düĢmanlardır. 19 “Philhellene”ler olarak görür. Çünkü Atinalılar, Pers istilası esnasında sahip oldukları her Ģeyi kaybetme pahasına düĢman saldırılarına karĢı koymuĢlardır. Üstelik diğer Yunan 58 sitelerinden çok daha fazla fedakârlık göstermiĢlerdir . Yunan tarihçi Ksenofon’a (MÖ yaklaĢık 430 – 355) göre de “Philhellene” vatanını seven, koruyan Yunanlara verilebilecek bir unvandır. Yağmalanacağından endiĢe ettiği için bir Yunan Ģehrini fethetmek istemeyen, Yunanlara karĢı girdiği savaĢta ölüm ve yıkım getireceği için zafer 59 kazanmaktan çekinen Yunan generaller, “Philhellene”dir . Görülüyor ki Antik Yunan döneminde Helen-Dostu kavramı, siyaset alanında bir övgü aracıyken, düĢünürler arasında vatanseverlik anlamı taĢımaktadır. Antik dönem ve ortaçağın sonlanmasının ardından, Rönesans ile birlikte Helen- dostu kavramı, “Yunan hayranlığı” mahiyetine bürünür. Bu dönemde Avrupa’da sanat, edebiyat ve düĢünce alanlarında yenilik arayıĢı artmıĢtı. Çoğu hümanist bu yenilik arayıĢına, klasik Roma ve Yunan kaynaklarını inceleyerek, cevap arıyordu. Böylelikle yeniden gün yüzüne çıkan antik çağ eserleri, yeni tartıĢmalara ve ilmi geliĢmelere aracı oldu. Antik Yunan düĢüncesine dönüĢ, hümanist düĢünürlerin araĢtırma ve bilgi edinme arzusunu körükledi, yeni bir toplum anlayıĢının geliĢmesine, bilim yolunun açılmasına imkân sağladı. Ġtalya’da eskiçağdan kalan eserlerin incelenmesi ve benzerlerinin yapılması amacıyla akademiler kuruldu. Sonuç olarak düĢünürler arasında eski Roma ve Yunan kültürünün üstünlüğü kabul görmeye baĢladı. Böylelikle “Philhellene” kavramı, Yunan kültür ve medeniyetine karĢı hayranlık duyanlara verilen ve övgü içeren bir sıfata dönüĢtü. Rönesans’la baĢlayan bu akım, modern çağ boyunca Batı düĢüncesini Ģekillendirmeye devam etti. Yunan isyanının baĢladığı 19. yüzyıla gelindiğinde, kadim Yunan medeniyetine duyulan hayranlık, edebi eserleri süslemenin, veya ilmi araĢtırmalara esin kaynağı olmanın dıĢına çıkarak, siyasi amaçlarla kullanılmaya 60 baĢlandı. “Hellas” isimli eserinin giriĢinde “Hepimiz Grekiz. Yasalarımızın, edebiyatımızın, dinimizin, sanatımızın kökleri Yunanistan’da” yazan Ġngiliz Ģair Percy Bysshe Shelley gibi pek çok edip, düĢünür, din adamı, akademisyen, siyasetçi Avrupa’yı Yunan isyancılara destek vermeye davet etmiĢti. Bknz: Platon, Devlet, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi XXIV, çev. Sabahattin Eyyüboğlr – M. Ali Cimcoz, 21. B, Ġstanbul, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 2011, s.179. 58 Ιζοκράηης, Παλεγπξηθόο [Ġsokrates, Panegyrikus], IV, 96,98. 59 Ξενοθών, Αγεζίιανο [Ksenofon, Agesilaus], VII, 4. 60 Percy Bysshe Shelley, Hellas, Londra, 1822 s.8 20 Batı’da klasik Yunan ve Roma medeniyetine duyulan ilgi ve hayranlıktan Türk entelektüeller de etkilenmiĢtir. Özellikle Tanzimat döneminde klasik çağa ait felsefî eserler üzerinde durulmuĢ, çeviriler yapılmıĢ, makaleler yazılmıĢ ve ilmi tartıĢmalar 61 gerçekleĢtirilmiĢtir . 20. Yüzyıla gelindiğindeyse Yahya Kemal ve Yakup Kadri öncülüğünde Yunan ve Latin edebiyatı esas alınarak, Nev-Yunani’lik adında yeni bir 62 edebi akım ortaya çıkarılmıĢ fakat kalıcı bir etki sağlanamamıĢtır . Türk düĢünce ve edebiyatına da sirayet eden Yunanilik hareketinin Batı’daki temellerinin kurulmasında, Osmanlı’nın Ġstanbul’u fethetme sürecinde Bizans’tan ayrılıp Batı ülkelerine göç eden Rum bilginlerin büyük katkısı olmuĢtur. Dahası, Bizanslı bilginler Batı dünyasında Türk imajının Ģekillenmesinde de etkin rol oynamıĢtır. Çünkü Hümanistlerce Antik Yunan medeniyetinin varisleri olarak görülen Bizanslı bilginler, öğrencilerine Yunanca dersleri vermenin yanı sıra, onlarla Osmanlı hakkındaki duygu ve düĢüncelerini de paylaĢmıĢlardır. 2.2. Rum Bilginlerin Batı’ya Göçü ve Yunan Hayranlığına Katkıları Bizans’ın çöküĢ sürecinde, imparatorlukta hakim olan kötü ekonomik Ģartlar, politik kargaĢa ve dıĢ tehditler, Rum halk arasında ciddi bir huzursuzluk kaynağıydı. Bu nedenle halk arasında, özellikle tahsil görmüĢ kesimde, göç olgusu yaygın bir hal almıĢtı. Ġtalya’da ise 15. yüzyılda ekonomi ve hayat Ģartları iyileĢmiĢ, ilmi geliĢmeler için uygun zemin oluĢmuĢtu. Hümanizmin doğuĢuyla klasik edebiyat ve Felsefi düĢünce, hayatın içinde ön plana geçmeye baĢlamıĢtı. Sanatkârlar, düĢünürler, bilim insanları değer verilen, övülen kiĢiler olmuĢtu. BaĢlangıçta daha çok edebi alanda kalan Hümanizm daha sonra bütün bilgi alanlarını kapsayan araĢtırmalar gerçekleĢtirmeye baĢladı. Böylece klasik Yunan metinlerine de ilgi duyulmaya baĢlandı. Hümanistler, Antik Yunan metinlerine ulaĢmak için çabalıyorlardı. Bütün bu sebeplerden dolayı Bizanslı bilginlerin 63 göç istikameti, baĢta Ġtalya olmak üzere, Batı ülkeleri olmuĢtur . 64 Bisaha’ya göre Bizanslı bilginler Batı’daki meslektaĢları tarafından Antik Yunan kültürünün temsilcisi ve yorumcusu olarak görülüyorlardı. Bizanslı bilginler de Batı’da karĢılaĢtıkları bilimsel geliĢimiĢlikten etkilenmiĢlerdi. Ġlmi faaliyetlerinin 61 ġevket Toker, Türk Edebiyatında Nev Yunanilik, 2008, http://www.ege-edebiyat.org (04.05.2017), s.4 62 ġevket Toker, a.g.e. s. 43 63 Απόζηολος Βακαλόποσλος, Ιζηνξία ηνπ λένπ Ειιεληζκνύ, C. I, Aθήνα, Δκδόζεις Ηρόδοηος, [Apostolos Bakalopulos (Vakalopulos), Yeni Yunan Tarihi, Atina, Heredot Yayınevi], 2007, s. 376. 64 Nancy Bisaha, Doğu ile Batı’nın Yaratılışı (çev. Melek Dosay Gökdoğan), Ankara, Dost Kitabevi Yayınları,2012, s.179. 21 yanında, Ġtalya’ya göç eden Bizanslı bilginler oradaki hümanist düĢünürler, rahipler, soylular ve hükümdarlarla bağlantılar kurdular; bazıları Bizans’ın elçilik görevini de üstlenip ülkelerinin Osmanlı’ya karĢı Batı’dan askeri destek arayıĢlarında etkin rol oynadılar. Böylece 15. yüzyıl, aynı zamanda genel olarak Avrupa’lıların ve özel olarak da hümanistlerin, Türklerin ilerleyiĢiyle yakından ilgilenmeye baĢladıkları dönemdir. Antik Yunan metinlerini yıllardır Arapça kaynaklardan çevirerek okumak zorunda olan Avrupalılar, Bizanslı bilginlerden aldıkları Yunanca dersleri sayesinde, ilk defa bu metinleri birinci elden okuma imkânına sahip olmuĢlardı. Rönesans düĢünürlerinin, bilim adamlarının klasik Yunan edebiyat ve felsefe eserlerine ulaĢmasına katkı sağlamıĢ önemli isimler Ģunlardır: 65 I) Manuel Chrysoloras : Chrysoloras (1355 - 1415), Ġtalya’daki Yunan araĢtırmalarının ilerlemesinde ilk önemli katkı sağlayan kiĢidir. Ġstanbul’da doğmuĢtur. 1395 yılında Bizans imparatoru Manuel Paleologos’un elçisi olarak Venedik’e bir ziyaret gerçekleĢtirir. Ziyaretin ardından 1396 ile 1399 yılları arasında Floransa Üniversitesi’nde Yunan dili öğretmeni olarak görev alır. Burada Yunan dilini hiç bilmeyen öğrencilere sıfırdan baĢlayarak Yunanca öğretir. Chrysoloras’ın Ģöhreti Ġtalya’ya yayılır ve sonraki yıllarda Pavia, Milan ve Roma Ģehirlerinde de aynı görevi üstlenir. Ancak bu Ģehirlerdeki öğretmenlik görevi, daha çok, bireysel ders Ģeklinde Yunan diline ilgi gösteren kiĢilere yönelikti. Chrysoloras Floransa’da kaldığı üç yıl içinde, yeni bir edebiyat ekolu oluĢturmuĢ, Leonardo Bruni, Poggio Bracciolini, Amborgio Traversari ve Carlo Marsuppini gibi hümanizm düĢüncesinin önemli isimlerinin yetiĢmesine katkı sağlamıĢtır. Öğretmenlik dıĢında Rönesans’ın geliĢimine sağladığı bir diğer katkı da çevirdiği veya yazdığı eserler olmuĢtur. Platon’un “Devlet” eserini Latinceye çevirmiĢ, Yunanca öğrenmek isteyenler için “Erotimata” isimli dilbilgisi kitabı yazmıĢtır. Ayrıca Chrysoloras, tercüme ile ilgili bir teori de geliĢtirmiĢtir. O dönemki Ġtalyan bilginler Antik Yunan metinlerini kelimesi kelimesine tercüme ediyorlardı. Chrysoloras ise, klasik Latin bilginlerinin (Cicero gibi) yaklaĢımını benimseyip, tercümanın metnin ruhunu kavraması gerektiğini ve kelimelerini buna göre seçmesi gerektiğini savunur. Fakat metnin orijinalliğine de bağlı kalınmalıdır. Böylece tercüme anlaĢılır ve okunaklı olur. Chrysoloras’ın teorisini öğrencisi Leonardo Bruni uygulamıĢ, Platon’un diyaloglarını, Atinalı hatiplerin eserlerini; Lorenzo Valla ise 65 Yunanca Μανοσήλ Υρσζολωράς (Manuil Hrisoloras). 22 aynı yöntemle Thukidides’in eserlerini tercüme etmiĢtir. Böylelikle, Antik dünya 66 hakkında yeni bilimsel tartıĢmalara zemin hazırlanmıĢ olur . Chrysoloras, 1403 yılında Ġstanbul’a geri döner ve beĢ yıl burada öğretmenlik yapar. Onun Bizans’a dönmesine üzülen Floransalı Pier Paolo Vergerio, 1406 tarihli mektubunda, “her zaman barbarlara esir düĢme tehlikesi”nden bahsetmektedir. Ġtalyan hümanistler arasında, 1440’lardan önce Türkler için barbar terimi pek kullanılmamaktaydı. Bu yüzden Chrysoloras’ın bu terimi kendi çevresinde yaygınlaĢmasında etkili olduğu düĢünülmektedir. Barbar terimi daha sonra 1438-39 67 Floransa konsilindeki Bizans temsilcileri tarafından yeniden canlandırılır . Chrysoloras, Bizans’ın ayakta kalabilmesi için Roma ile Bizans kiliselerinin birleĢmesi gerektiğine inanmıĢ ve bu yönde çaba sarf etmiĢtir. Yeğenine yazdığı mektubunda Roma sokaklarında dolaĢmanın Ġstanbul’da dolaĢmaktan pek farklı olmadığını, Bizans halkı ile Ġtalyanların kültürel olarak birbirlerine çok benzediğini yazmıĢtır. Ġdeolojik olarak da bu iki halkın birbiriyle yakınlaĢması gerektiği düĢüncelerini 68 Bizans imparatoru VIII Ġoannis Paleologos’la paylaĢmıĢtır . Diğer taraftan Latinleri de Bizans’ın Antik Yunan’ın mirası olduğuna ve Türklerden korunması gerektiğine ikna etmek için çabalamıĢtır. 69 II) Georgios Gemistos (Plethon) : Bizans’ın içinde bulunduğu krizden dolayı Ġtalya’ya göç eden bilginler, hümanistlerin ilim ve felsefede kat ettiği mesafeden etkilenmiĢlerdi. Ancak bazı Bizanslı bilginler de Hümanistleri etkilemeyi baĢarmıĢlardı. Lapo de Castiglionchio Bizanslı bilginlerin bazılarıyla sohbet ettiğinde, Antik 70 Akademeia’da veya Lykeion’da bulunuyormuĢ gibi hissettiğini yazmıĢtır. Bunlardan biri olan Gemistos (1355 - 1452), Ġtalya’da Platon felsefesinin ve neoplatonizmin yayılmasına önemli katkı sağlamıĢtır. Floransalı hümanistlerle gerçekleĢtirdiği tartıĢmalarda Platon’un Aristoteles’ten daha bilge olduğunu savunmuĢ ve bu konuda neĢrettiği denemeyle, hümanistler arasında ilgi odağı olmuĢtur. Bilgin, Ġtalya’ya gitmezden önce, Edirne’de Sultan II. Murad’ın sarayında bulunmuĢtu. Bu yüzden, 66 ΢ηέλιος Λαμπάκης, Τν Βπδάληην θαη νη απαξρέο ηεο Επξώπεο, Δθνικό Ίδρσμα Δρεσνών, Αθήνα, [Stelios Lampakis, Bizans ve Avrupa’nın Başlangıcı, Ulusal AraĢtırma Vakfı, Atina], 2004, s.41. 67 Bisaha, a.g.e. s.173. 68 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 383. 69 Yunanca: Γεώργιος Γεμιζηός (Ğeorğios Ğemistos). 70 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s.387. 23 71 geliĢtirdiği ideal devlet teorisinde Osmanlı etkisi sezilir . Gemistos’un düĢüncelerini Batı’ya aktardığı dönemde, Pala Strozzi, Chrysolora ve Leonardo Bruni gibi hümanistler de Platon’un eserlerini tercüme etmiĢlerdi. Bu düĢünürlerin gerçekleĢtirdiği çalıĢmalar daha sonra, Rönesans düĢüncesinde farklı boyutlar açan Marsiglio Ficino’nun Platon’un 72 Akademi’sini canlandırma fikrine katkı sağlamıĢtır . Gemistos, Batı aydınlarına Antik Helen medeniyetini tanıtıyorken, o dönem kendini Rum (yani Romalı anlamında Romios) olarak isimlendiren, Bizans halkına da kendilerinin Helen soyundan geldiğini ve bu medeniyetin dilini, dinini ve kurumlarını benimsemesini önermekteydi. Ancak bu görüĢ Hıristiyanlık inancına sıkıca bağlanmıĢ 73 olan Bizans halkı arasında kabul görmedi. 74 III) Basilios Bessarion : Bizans’a Batı’dan destek sağlamak için en çok çaba sarf eden Ģahsiyetlerden biri Bessarion’dur (1403-1472). Kendisi Trabzon’da doğmuĢ, Ġstanbul ve Mistra’da eğitim görmüĢtü. Papazlığa girdikten sonra, sarayın önemli bir 75 üyesi olmuĢ ve 1437 yılında Ġznik baĢpiskoposluğuna atanmıĢtır . Ancak 1439 yılında bu görevden ve Ortodoks mezhebinden ayrılıp, Ġtalya’ya yerleĢmiĢ ve Katolik kilisesinde kardinallik mevkiine ulaĢmıĢtır. Etrafında toplanan bilginler topluluğu ile Bessarion Akademisi’ni kurup edebi eserler üzerinde çalıĢmıĢlardır. Ksenofon, Theofrastos ve Aristoteles’in eserlerini Latinceye çevirmiĢ, Yunanca dersleri vermiĢtir. Ölümünden sonra Venedik kütüphanesine 600’ü Yunanca olmak üzere toplam 800 adet el yazısı eser 76 bırakmıĢtır . Bessarion, akademik alandaki çalıĢmalarının yanında, Osmanlı’ya karĢı Bizans’a destek sağlamak amacıyla bir takım diplomatik faaliyetlerde de bulunmuĢ, Haçlı seferleri için planlar hazırlamıĢ, Bizans’a müttefikler kazandırmaya çalıĢmıĢtır. Özellikle Ġstanbul’un düĢtüğünü öğrendikten sonra, Bizans’ın kurtarılması için çabalarını daha da fazla artırmıĢtır. Bunun için papa III. Calixto’nun (1378 - 1458) Haçlı seferi planını destekler. 1458 yılında papalık makamına II. Pius (1405 - 1464) seçilir; Bessarion onu da 71 Halil Ġnalcık, Rönesans Avrupası: Tükiye’nin Batıyla Özdeşleşme Süreci, Ġstanbul, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 2011, s.61. 72 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s.389. 73 Herkül Millas, Yunan Ulusunun Doğuşu, 3. B, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, 2006, s.45. 74 Yunanca: Βαζίλειος Βηζζαρίων (Vasilios Vissarion). 75 Bisaha, a.g.e. s.181. 76 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s.392. 24 77 aynı yönde teĢvik eder. Papa II. Pius, Mantova Ģehrinde gerçekleĢtirilen bir kongrede Hıristiyan hükümdarları bir Haçlı seferi düzenlemeye ikna etmeye çalıĢır ancak baĢarısız olur. Bunun üzerine Papa ve Bessarion Almanlara ümit bağlarlar. Böylece, 1460 yılında, Bessarion Alman devlet reislerini ikna etmek için yola koyulur. Nürnberg, Worms ve Venedik’te ziyaretler gerçekleĢtirir. Ancak Alman hükümdarlar gelecekte baĢlatılacak bir Haçlı seferine katılmaları için önce kendi aralarında dostane iliĢkiler kurulması gerektiği kanaatindeydiler. Elbette böyle bir dostluğun kurulması pek olası değildi çünkü aralarında derin bir çıkar çatıĢması yaĢanıyordu. Ayrıca Protestanlık mezhebinin doğuĢuyla sonuçlanacak olan Reform hareketinin ilk sinyalleri belirmeye baĢlamıĢtı. Bessarion’un çabaları yine sonuçsuz kalır ve 1461 yılında Roma’ya eli boĢ döner. Venedik ile Osmanlı iliĢkilerinin bozulması Bessarion’un umutlarını yeniden yeĢertir. 1463 yılında Papa tarafından Venedik’e gönderilir. Burada 6 ay boyunca Venediklileri savaĢ baĢlatmaları için ikna etmeye çalıĢır. Sonunda Venedik Osmanlı’ya savaĢ ilan eder. Ancak Papa II. Pius’un ölümü ve yeni Papa seçimi için baĢlatılan çalıĢmalar savaĢın yaygınlaĢıp diğer Hıristiyan devletlerin de savaĢa katılmasına mani oldu. Yeni seçilen Papa II. Paolo ise Batı’da yeni bir haçlı seferberliği baĢlatabilecek 78 yetkinliğe sahip değildi. Daha sonra Papa IV. Sixtus döneminde Bessarion’un Fransa’ya gerçekleĢtirdiği son diplomatik ziyaret de sonuçsuz kaldı. Bessarion, elçilik görevleri esnasında görüĢtüğü Batı’lı yetkilileri, Osmanlı ordularının zannedildiği kadar güçlü olmadığına ikna etmeye çalıĢıyordu. Ona göre, yeniçeriler hariç, Osmanlı ordusu düzensiz bir ordudur. Yeniçerilerse devlete ağır ekonomik yük oluĢturmaktadır. Bessarion düĢüncelerinde samimiydi, çünkü kendisi de Osmanlı’nın Anadolu’ya hâkim oluĢuna ve Balkanları fethedip orta ve batı Avrupa 79 sınırlarını tehdit eder hale geliĢine anlam veremiyordu. Bessarion da Hrisoloras gibi Doğu ile Batı’nın yakınlaĢması gerektiği fikrini savunmuĢtur. Ferrara ve Floransa konsillerinde Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesinin birleĢmesi gerektiği fikrini savunanlar arasında yer almıĢtır. Ona göre Bizans’ın kurtuluĢunun tek yolu buydu. Batı’dan askeri destek sağlanamaması durumunda, Bizans’ın yok olacağına inanıyordu. Eğer imparatorluk kaybedilirse, halk Ġslam dinine 77 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 411, bknz. Mohler Ludwig, Kardinal Bessarion als Theologe, Humanist uns Staatsman, C.1, Paderborn 1923. 78 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], s. 412 79 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 411, bknz. Mohler Ludwig, Kardinal Bessarion als Theologe, Humanist uns Staatsman, C.1, Paderborn 1923. 25 geçebilirdi. Bunun önlenmesinin tek yolu ise, kendisinin de yaptığı gibi, halkın Ortodoks inancından ayrılıp Katolik mezhebine katılmasıdır. Böylece en azından Hıristiyan olarak kalmıĢ olurlar ve Bizans’ın hatırasını yaĢatmayı baĢarırlar. Bu düĢünceyle Bessarion, Ortodoks Bizans halkını KatolikleĢtirmek için çabaladı. Örneğin Girit adasında kendisi gibi düĢünen 11 papaza Papa tarafından maaĢ bağlanmasını sağladı. Görevleri, diğer papazları da KatolikleĢmeye ikna etmekti. Ancak Bizans halkı, onları dıĢladı; çağrılarına kulak vermedi. Çünkü Latinleri baskıcı olarak görüyor, kendilerine tanınan dini 80 özgürlükten dolayı Osmanlı hakimiyetinde kalmayı tercih ediyorlardı . 81 IV) Giovanni Argiropulo : Ġstanbul’un fethinden sonraki yıllarda da Bizanslı bilginlerin Batı’ya göçü ve Bizans topraklarındaki Osmanlı egemenliğinin sona erdirilmesi için Batı’dan askeri destek arayıĢları devam etmiĢtir. Destek arayanlardan biri olan Argiropulo (1415 - 1487) Ġstanbul’da doğmuĢ, 1456 yılında Floransa’ya göç etmiĢ ve Ģehrin üniversitesine Antik Yunan edebiyat öğretmeni olarak atanmıĢtır. Burada 14 yıl hizmet verir. Ancak ardı ardına iki çocuğunu kaybetmesi üzerine Floransa’dan ayrılmak ister. Ġlk olarak kendisini davet eden Macar kralı Matthaias Corvinus’un yanına gitmeyi düĢünür ancak vazgeçip Roma’ya gitmeye karar verir. Burada Padova üniversitesinden arkadaĢı olan papa IV. Sixtus ve Bessarion bulunmaktadır. Roma’da yaklaĢık 15 yıl ders verir. Öğrencileri arasında Ģair Angelo Poliziano ve ismini Yunanca “Kapnion” (Καπνίων - yunanca isim kullanmak hümanistler arasında alıĢkanlık haline gelmiĢti) olarak dile 82 getiren Alman hümanist Johan Reuchlin bulunmaktadır . Fakat ilerleyen yıllarda tekrar Floransa’ya dönüp ders vermeye devam eder. Üniversite dersleri haricinde kiĢilere özel dersler de vermiĢtir. Aristoteles eserlerinden bazılarını tercüme etmiĢtir. Ġsmini yazılı 83 eserlerinden çok, verdiği dersler sayesinde duyurmuĢtur . 84 V) Demetrios Khalkokondyles : Khalkokondyles (1423 - 1501) Atina’da doğmuĢ, 1449 yılında Roma’ya gelip öğretmenlik yapmıĢ, daha sonra 9 yıl Padova, 16 yıl Floransa ve 20 yıl boyunca Milano Ģehirlerinde aynı görevi üstlenmiĢtir. Bu bakımdan Bizanslı bilginler arasında Ġtalya’da en uzun süre eğitmenlik yapmıĢ kiĢidir. Floransa’da bulunduğu sırada Homeros Destanı’ndan bazı parçaları çevirerek Ģöhret kazanmıĢtır. Daha sonra Milano Ģehrine yerleĢip eğitim ve araĢtırma iĢine devam etmiĢtir. Burada her 80 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.313. 81 Yunanca: Ιωάννης Αργσρόποσλος (Ġoannis Arğiropulos). 82 Λαμπάκης [Lampakis], a.g.e., s. 43. 83 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 396. 84 Yunanca: Γημήηριος Υαλκοκονδύλης (Dimitrios Halkokondilis). 26 ne kadar daha önce Bizanslı bilginler bulunmuĢsa da, Yunan dili eğitimi Milano’da pek yaygınlaĢmamıĢtır. Bu yüzden Khalkokondyles burada büyük ilgi görür. Retorikle ilgili “Ġsokrates”, “Suida” isimli sözlük ve “ta erotimata” isimli eserlerini burada tamamlar. Öğrencileri arasında Ġngiliz William Grocyn (1446 - 1519), Thomas Linacre (1460 - 1524), Fransız Guillaume Budé (1467 - 1540), ve Alman Johan Reuchlin (1455 - 1522) 85 bulunmaktadır . 86 VI) Georgios Ermonymos : Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemekle birlikte, Sparta Ģehrinden olduğu ve 1473 yılında Sorbon üniversitesinde ders verdiği bilinmektedir. Öğrencileri arasında Alman Johan Reuchlin (1455 - 1522), Hollandalı Desiderius Erasmus (1466 - 1536) ve Fransız Fransız Guillaume Budé (1467 - 1540) sayılmaktadır. Dilbilgisi kitaplarının ve sözlüklerinin yanı sıra Ksenofon, Tukydidis, 87 Aristoteles, Plutarkhos isimli kitabiyat el yazmaları günümüze dek ulaĢmıĢtır . 88 VII) Janus Lascaris (1455 - 1535): Ġstanbul’da doğmuĢ, Padova’da eğitimini tamamladıktan sonra, bir süre Floransa’da Ģahıslara özel Antik Yunan edebiyatı dersleri vermiĢtir. Bu sırada Floransa hükümdarı Lorenzo de’ Medici ile tanıĢmıĢ ve kütüphane sorumlusu olarak atanmıĢtır. Bundan sonra Lascaris, Osmanlı topraklarına gidip Yunan el yazmalarını Floransa’ya getirmekle görevlendirilir. Korfu, Arta, Tesalya, Selanik, Aynaroz, Serez, Edirne, Ġstanbul, Girit bölgelerini dolaĢıp 1492 yılında yaklaĢık 200 el 89 yazması eserle Floransa’ya geri döner . Ancak dolaĢtığı coğrafyada yalnızca el yazmaları toplamakla yetinmemiĢ, Osmanlı ordusunun mevcudunu araĢtırmıĢ ve genel olarak imparatorluğun yapılanması hakkında bilgi edinmiĢti. Ayrıca Rum tebaa ile gerçekleĢtirdiği görüĢmelerden Avrupa’dan bir ordu gelmesi halinde onlara destek sağlayabilecekleri izlenimi edinmiĢti. Bu bulgularını hayatının sonraki evrelerinde karĢılaĢtığı Batı’lı hükümdarlarla paylaĢarak onları Osmanlı ile savaĢmaya ikna etmeye 90 çabaladı . Lascaris 1492 yılında Floransa’da üniversiteye öğretmen olarak atanır. Akademik kariyerinin sağladığı imkânlardan faydalanarak Fransa kralı VIII. Charles ile tanıĢır. Napoli’yi iĢgal etmek için yola çıkan VIII. Charles Floransa’ya ulaĢtığında, Lascaris ona 85 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s.398. 86 Yunanca: Γεώργιος Δρμόνσμος (Ğeorğios Ermonimos) 87 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 400. 88 Yunanca: Ιανός Λάζκαρης (Ġanos Laskaris) 89 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 401 90 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 417 27 Osmanlı imparatorluğu hakkında bilgi vererek imparatorluğun yıkılması için yardım talep etmiĢtir. Bir süre sonra kendisine Paris’te kraliyet danıĢmanlığı görevi verilir. Ayrıca kraliyet kütüphanesinde görevlendirilir. Böylece Fransız Sarayı ile bağlantı kurmuĢ ve daha sonra tahta çıkan krallarla da irtibatını sürdürmüĢtür. Ayrıca zaman zaman Fransız kral XII. Ludovic tarafından Ġtalya’ya elçi olarak gönderilir. Böylece Lascaris o dönemde yaĢayan pek çok düĢünürle tanıĢma imkânı bulmuĢtur. Bunlar arasında Erasmus da 91 bulunmaktadır . Papalık makamına X. Leo (1475 - 1521) geçtiğinde, Lascaris ondan Avrupa genelinde ve Osmanlı idaresi altında bulunan Yunan gençlerin gelip Yunanca ve Latince eğitim görebilecekleri bir kolej açmasını rica eder. 1517 yılında kolej hizmete açılır ancak kısa bir süre sonra, Papa X. Leo’nun ölümü üzere, 1521 yılında kolej kapanır. Kolejde görev almıĢ Bizans bilginlerinden bir de, Marcus Musurus’tur (1470 - 1517). Ayrıca Lascaris yeni bir haçlı seferi düzenlemesi için papaya çağrıda bulunmuĢtur. Bu amaçla Filozof Platon’a dair yazdığı bir kasideyle, Bizans’ın kurtarılması için Papa X. Leo’yu etkilemeye çalıĢmıĢtır (kasidede, Platon yer altı dünyasından çıkıp gelerek, esaret 92 altındaki Yunanları kurtarması için Papaya yalvarır) . Lascaris, Papa VII. Clemens’in elçisi olarak Kutsal Roma imparatoru V. Karl (1500 - 1558) ile görüĢmek üzere görevlendirilir. Bu görevi üstlendiğinde artık 80 yaĢındadır ve daha önce Fransa kralı VII. Charles, Kutsal Roma Ġmparatoru I. Maximilian, papa II. Julius ve papa X. Leo’yu Osmanlı imparatorluğuna karĢı savaĢ açmaya ikna etmeye çalıĢtığı gibi V. Karl’ı da ikna etmeye çalıĢır. Ancak yine arzuladığı 93 sonuca ulaĢamaz. VIII) Diğer Bizans Bilginleri: Bizans’a destek sağlamak için çaba gösteren bilginlerin sayısı yukarıda ismi zikredilen kiĢilerle sınırlı değildir elbette. Papa veya batılı krallarla tanıĢma fırsatı bulamamıĢ okuryazar kiĢiler, yazdıkları Ģiirlerle, ağıtlarla, edebi eserlerle ve mektuplarla Avrupa devletlerinin yöneticilerini etkilemeye çalıĢmıĢtır. Bu 94 kiĢiler arasında Michael Tarchaniota Marullus (1453 - 1500) yazdığı Ģiirle Fransa kralı 95 VIII Charles’ı Yunanistan’a yardıma davet eder. Andronicus Callistus (1400 – 1486), 91 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 402 92 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e. s312 93 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 417 94 Yunanca: Μιταήλ Μάροσλλος Σαρτανιώηης (Mihail Marulos Tarhaniotis). 95 Yunanca: Ανδρόνικος Κάλλιζηος (Andronikos Kallistos). 28 96 Mikhail Apostolios (1420-1478) ve diğer pek çok bilgin, yazdıkları eserlerle, siyasi faaliyetleriyle, gündelik hayattaki sohbetleriyle Batı’da Yunanilik hareketinin ortaya çıkmasına katkı sağlamıĢtır. Özetle 15. yüzyılda Ġstanbul’dan ayrılıp Ġtalya ve Avrupa’ya göç eden Bizanslı bilginler, ünlü hümanistlerin yetiĢmesine katkı sağladılar ve toplumun önde gelen kiĢileri arasında yer aldılar. UlaĢtıkları konumdan yararlanarak gerek yazdıkları eserlerle, gerekse üstlendikleri diplomatik görevlerle Batı’da Osmanlı’ya karĢı negatif bir imaj oluĢmasına yol açtılar. Dahası Osmanlı’ya karĢı yeni bir Haçlı seferi baĢlatma çabasında oldular. BaĢarısız olmalarının sebebi ise o dönem Avrupa’da uygun Ģartların oluĢmamıĢ olmasıydı. Ancak onların çalıĢmaları sayesinde 16. yüzyıl itibariyle Avrupalılar, Osmanlı hakimiyeti altındaki Rumları, Antik Yunanların torunları olarak görüp onlara karĢı 97 sempati duymaya baĢlamıĢtır . 2.3. Osmanlı Hakimiyeti Döneminde Yunanlar 2.3.1 Din Hürriyeti ve Ġbadetler Osmanlı Devleti bünyesinde yer alan Gayrimüslimler “Millet sistemi” olarak isimlendirilen yöntemle idare ediliyordu. Gayrimüslimlerin idarî – hukukî statülerinin ana kaynağı ise Ġslam Hukuku’ndaki “Zimmet Kurumu”dur. Kendi dinlerini değiĢtirmeden bir Ġslam devletinin korunmasından yararlanan, gayrimüslim ehli kitap kiĢilere “zimmi” adı verilir. Osmanlı Devleti’nde millet sistemi doğrultusunda oluĢturulan idarî ve hukukî statü ile her dini grubun en yüksek rütbeli din adamlarından biri, kendi dindaĢları tarafından yönetici olarak seçilirdi. Böylece çeĢitli dinî gruplar kendilerine verilen beratlarla özerklik kazanarak, dine iliĢkin kurallarını, eğitimlerini, örf - adetlerini, özel hukuklarını korudular ve baskı görmeden uyguladılar. Dinî toplulukların seçmiĢ oldukları liderler ise, devlet memuru gibi, Sultan’a karĢı yönetimleri altındaki topluluklardan 98 sorumlu tutuluyorlardı . Bu sayede Osmanlı egemenliğindeki gayrimüslimlerle, Müslümanlar farklı hukukî düzenlere tabi olarak yaĢamlarını birlikte sürdürüyorlardı. Milletler arasında hareketlilik (mobilite) olduğundan, millet sisteminde belli bir gruba dahil olan kiĢiler, istediklerinde baĢka bir gruba katılabiliyorlardı. Ayrıca Millet 96 Yunanca: Μιταήλ Αποζηόλης (Mihail Apostolis). 97 Βακαλόποσλος [Bakalopoulos], a.g.e., s. 420. 98 Ali Güler, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Azınlıklar, Ankara, TÜRKAR (Türk Metal Sendikası araĢtırma Bürosu), 2007, s.6-7. 29 mensupları, kendi kabiliyet ve Ģanslarına göre devlet yönetiminde yer alabiliyordu. Ancak Millet yönetimi ve diğer üyeler, sosyal uyum ve sükûnu korumak için mensuplarının din değiĢtirmesini desteklemiyordu. Böylece Millet sistemi çok uluslu bir 99 devlette sosyal düzeni korumaktaydı . Millet sisteminin önemli bir yararı, Gayrimüslimlerin ekonomik ve politik hayata katılmalarını sağlıyor olmasıydı. Böylece gayrimüslimler kültürlerini ve dinlerini yaĢatma imkânına sahip olmanın yanı sıra, ekonomik ve politik olarak toplumun gerisinde 100 bırakılmamıĢlardı . Osmanlı imparatorluğu, Ġstanbul’un fethinden önce Balkanlar ve Batı Anadolu topraklarında bulunan gayrimüslimleri idaresi altında bulundurmuĢ ve farklı inançlara hoĢgörüyle yaklaĢan bir siyaseti benimsemiĢti. Bu hoĢgörü elbette Yunanlar için de geçerliydi. Fatih Sultan Mehmet Ġstanbul’u fethettikten sonra Ortodoks patriklerini reayanın dini önderleri olarak tayin etmiĢ, Patrikhaneyi Ortodoksların ruhanî, adlî, malî, idarî iĢlerin yürütüldüğü merkez haline getirmiĢtir. Patrik bütün kilise evkafına hükmediyor, varissiz miraslara patrikhane sahip oluyordu. Eğitimi ve basım iĢlerini gözetliyor ve sürgün cezası verebiliyordu. Patrik sadece Dîvân-ı Hümâyûn tarafından yargılanabilirdi. Kilisenin tayin ettiği metropolitler bölgelerinden patriğin mutlak yetkili 101 temsilcileriydi. Bulgar, Sırp ve diğer Ortodoks kiliseleri de Patrikhane’nin yetki sınırları içine alınarak Ortodokslar “Rum Milleti” adı altında düzenlenerek Patrikhane aracılığıyla yönetiliyordu. Üç Tuğlu Osmanlı PaĢası unvanı alan Patrik, PadiĢah’ın memuru sayılıyordu ve Yeniçeri Çorbacıları’ndan kurulu bir muhafız birliği tarafından 102 korunuyordu . Ayrıca patrik her türlü vergiden muaf tutulmuĢtu. Böylece Fatih Patriğe 103 Bizans imparatorlarından daha fazla imtiyaz sağlamıĢtır. Fatih, Fener Rum patriğini sadece Hristiyanların dini önderi olarak kabul etmekle kalmamıĢ, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’daki kiliseleri Ġstanbul’daki patrikliğe bağlayarak onun güç kazanmasını sağlamıĢtır. Fatih’in amacı Hıristiyanların 99 Salâhi R. Sonyel, Osmanlı Devletinin Yıkılmasında Azınlıkların Rolü, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2014. s. 6. 100 Güler, a.g.e., s.8. 101 Ġlber Ortaylı, Osmalı’da Milletler ve Diplomasi, Ġstanbul, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 2008. s.28 102 Güler, a.g.e. s.8-9 103 Βαζίλης Βλ. ΢θσροέρα, Ιζηνξία Νεόηεξε θαη Σύγρξνλε, Γ ́Γσμναζίοσ, Αθήνα, Οργανιζμός Δκδόζεως Γιδακηικών Βιβλιών, [Vasilis Sfiroera, Modern ve Çağdaş Tarih, Yunanistan Orta 3 ders kitabı, Didaktik Kitaplar Basım Kurumu, Atina], 2006, s.111. 30 barıĢ ve refaha kavuĢmaları, yöneticilerinden memnun kalarak devlete katkıda bulunmalarını sağlamaktı. Böylece Rum milleti Osmanlı’nın ticaret, sanayi ve finansman 104 alanına dahil olarak devletin ekonomisinin geliĢmesine katkı sağlayabilirlerdi. Patrikhane’de eğitim ve ibadet Yunanca olduğundan, Sırp, Bulgar ve diğer kiliselerin zamanla YunanlaĢma ihtimali vardı. Günümüze kadar imparatorluk idaresi altındaki farklı toplulukların kiliselerinin asıllarını koruyabilmiĢ olması, Osmanlı’nın manastırlara otonomi tanımıĢ olmasından kaynaklanmaktadır. Yani Yunan asıllı olmayan Hıristiyanlar da kendi manastırlarında kendi dil ve geleneklerine göre eğitim görmek, araĢtırma yapmak, ilahi icra etmek, kütüphane kurmak gibi görevleri rahatça yerine getirebiliyordu. Osmanlı’nın manastırlara özerklik tanıması, Fener’in bütün üstünlüğüne rağmen, Slavların YunanlaĢmasının önlenmesinde etkili olmuĢtur. Osmanlı’nın Yunan olmayan Hıristiyan tebaası zaman zaman Rum metropolitlerin yönetim Ģeklinden, yolsuzluk yapmalarından Ģikayet etmiĢ, Osmanlı idaresi Ģikayetlerin giderilmesi için 105 çeĢitli tedbirler almıĢtır. Gayrimüslim topluluklar kamu düzenini bozmamak kaydıyla her türlü dini ibadet ve ayini kendilerine ait ibadethanelerde gerçekleĢtirebiliyordu. Ġbadethanelerin statüsü fermanlarla belirlenmiĢ olup Osmanlı devleti bunların iç teĢkilatına ve idaresine karıĢmamıĢ, bu iĢi cemaatlerin yönetim teĢkilatlarına bırakmıĢtır. Bu ibadethanelere 106 yapılan saldırı giriĢimleri devlet tarafından engelleniyor ve suçlular cezalandırılıyordu. Buna rağmen Osmanlı idaresi altında yaĢayan gayrimüslim dini gruplar arasında gerginliklerin yaĢandığı dönemler olmuĢtur. Örneğin Patrikhanenin çıkarmıĢ olduğu asılsız iddialar sebebiyle Rumlar’ın Yahudi topluluklara saldırdığı görülmüĢtür. Osmanlı 107 idaresi bu olayları engellemek için fermanlarla önlemler alıyordu. 19. yüzyılda Yunanca konuĢan gruplarla Bulgar ahali arasında da giderek artan çatıĢmalar olmuĢtu. Rumlar, Bulgarların Patrikhaneden ayrılarak kendi bağımsız kiliselerini kurmalarına, Bulgarca eğitim veren özel okulların açılmasına karĢı çıkıyordu. Öyle ki, Bulgar ulusal 108 uyanıĢı karĢısında Patrikhane ve Yunan reaya Babıâlî’den daha sert tepki göstermiĢtir. Ġslam’daki zimmet hukuku gereğince, Osmanlı devleti gayrimüslimlerin yeni ibadethane inĢa etmesine veya var olan ibadethanelerine yeni bölümler eklemesine izin 104 Sonyel, a.g.e. s.29-30 105 Ortaylı, a.g.e. s.22 106 Güler, a.g.e., s.35. 107 Ortaylı, a.g.e. s. 23. 108 Ortaylı, a.g.e. s. 119-120 31 vermiyordu. Fakat bu kısıtlamaların 18. yüzyıl itibariyle kaldırıldığı görülmektedir. Hatta devlet, fermanlarla ibadethane yapımı bahanesiyle gayrimüslimlerin kendi, dini liderleri 109 tarafından baskı altına alınmasını, suistimal edilmesini önlemeye çalıĢmıĢtır . Rum-Ortodoks Patrikhanesi kullandığı dil ve akide itibariyle Bizans yapısını koruyordu ve ulusalcı akımı benimsemektense kendisine imtiyazlar tanıyan Osmanlı idaresine sadakati seçmekteydi. Fenerli beyler, Fransız ihtilâlinin getirdiği fikirlere karĢı çıkmıĢlar ve Osmanlı Ġmparatorluğunu Türk ve Hellenlerin müĢterek imparatorluğu olarak geliĢtirmeyi tercih etmiĢlerdi. Bu yüzden patrikhane Yunan isyanına ilk etapta 110 kayıtsız kalmıĢtır. 18. yüzyılın sonlarına doğru Batı’da yayımlanan Rum gazeteleri, patrikhaneyi, Fenerli bürokratları, baĢpiskoposu Osmanlı’ya bağlı oldukları için sert bir Ģekilde eleĢtirmekteydi. Bu eleĢtirilerin karĢılığında patrikhane “Didaskalia Patriki” (Patrikhanenin Öğüdü) adlı bir kitap yayımladı. Kitap, Ortodokslara Osmanlı hakimiyeti 111 altında kalmayı öğütlüyordu: Tanrı, Ortodoks dininden sapmaya baĢlamıĢ olan bizim Romen (Bizans) imparatorluğumuzun yerine, Osmanlıların bu güçlü imparatorluğunu hiç yoktan ve herhangi bir krallıktan daha çok yükseltmiĢ ve onu, insanlığın gücüyle değil, kutsal amaçla yapmıĢtır… Bundan sonra Yüce Tanrı, Batı’nın halkları için bir dizgin ve Doğu’da bizim gibi bir halkın kurtuluĢ aracı olarak bu yüce 112 (Osmanlı) padiĢahını baĢımıza geçirmiĢtir. Kilise bu Ģekilde, Rum milletine koruma sağlayan ve dinî hayata kısıtlama getirmeyen Osmanlı imparatorluğuna karĢı gelmemeyi, Batı’lı siyasî akımların etkisine kapılmamayı tembihliyordu. Patrikhane Batı’nın dini ve siyasi baskılarından rahatsız oluyordu. Osmanlı, Gayrimüslimlere hoĢgörü ile yaklaĢmıĢ, dinî hususlarda kendi liderlerine yetki vererek onlara bir nevi özerklik tanımıĢtı. Buna karĢın Batı’lı Hristiyanlar, Ortodoks doğu Hıristiyanları sapkın bir inanç içindeymiĢ gibi görüyordu. Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerler, 1804 yılında kurulan Britanya ve Yabancı Ġncil Derneği’nin üyeleriydiler. Dernek kurulduğu tarihten itibaren Ġzmir’den 113 baĢlayarak Anadolu’nun iç bölgelerine Ġncil göndermeye baĢlamıĢlardı. Ancak Ġngiltere’de Helen dostluğunun zirveye ulaĢmasıyla Ġngiliz misyonerler dikkatlerini 109 Güler, a.g.e., s.37 110 Ortaylı a.g.e. s.27 111 Sonyel, a.g.e. s.194 112 Sonyel, a.g.e. s.195 113 Bliss, Edwin: Turkey and Armenian Atrocities, Phildalphia 1896. s.302, aktaran S. Sonyel, a.g.e. s.231. 32 Yunanistan’a çevirdiler. Kendilerine Yunanların zaten Hıristiyan olduğu söylenince, yine de din (veya mezhep) değiĢtirmeleri gerektiğini öne sürmekteydiler. Çok geçmeden Amerikalı misyonerler de dikkatlerini Yunanistan’a çevirdiler. Ġngilizler “Rum kardeĢlerinin durumunu üzüntü ve tiksinti” ile karĢılamıĢlardı. Çünkü Rum kilisesinin “cahil, batıl inançlı ve çürük” olduğuna inanıyorlardı. Rum kilisesi, Rum halkı gibi “yozlaĢmıĢtı ve yeniden canlandırılmalıydı”. Tüm kadim Grekler “kötülüğün ve elemin derinliklerine dalmıĢlardı.” Bu misyonerler Rumları Türk ve Yahudilere karĢı 114 kıĢkırtıyordu ve Yunan isyanında yaĢanan katliamlarda onların da parmağı vardı. 2.3.2 Hıristiyan Azınlıkların Yargı ve Hukuk Sistemi Osmanlı Devleti’nde yaĢayan Gayrimülsimlerin medenî ve aile hukuku alanına giren davaları, “Cemaat Mahkemeleri” tarafından görülürdü. Hıristiyan reaya Patrik tarafından kurulan cemaat mahkemelerinde yargılanırdı. Bu mahkemeler tarafından verilen hükümler, Osmanlı devleti tarafından icra ve infaz olunurdu. Patrikhane mahkemeleri, Bizans’ın kilise yasası, sivil ve geleneksel yasalara göre adaleti sağlıyordu. Kendi dinî hükümlerini çiğnemek suretiyle iĢlenen, dini nitelik taĢıyan suçların cezalandırılması dini liderlere bırakılmıĢtı. Osmanlı idaresi boyunca gayrimüslim din adamlarının cezalandırma yetkileri atama beratiyle belirtilmekteydi ve ölüm cezası verme 115 yetkileri bulunmuyordu. Gayrimüslimler arzu ettikleri takdirde, dini nitelik taĢımayan, özel hukuk davalarını veya noterlik iĢlerini, kadı makamına getirebiliyorlardı. ġer’iye sicillerinde görüldüğü üzere gayrimüslim tebaa genelde bu yolu seçiyordu. Gayrimüslimler Ġslam ceza hukukuna tabiydiler. Ġhanet, cinayet hırsızlık veya kargaĢa çıkarma gibi cürüm 116 oluĢturan suçlar Türk mahkemelerine devrediliyordu. Fakat Osmanlı hukukunda bir Müslüman ile aynı suçu iĢleyen bir Gayrimüslim, verilecek olan diyet cezasının yarısı kadar cezaya çarptırılabiliyordu. Böylece Osmanlı ceza hukukunda Müslüman – Gayrimüslim eĢitliği ilkesi uygulanmamıĢtır. Bu durum Tanzimat’tan sonra (1840 yılında) getirilen bir kanunla değiĢmiĢ, istisnasız herkesin eĢitliği ilkesi benimsenmiĢtir. 117 114 sonyel, a.g.e. s.232 115 Güler, a.g.e., s.47. 116 Sonyel, a.g.e. s.33. 117 Güler, a.g.e., s.47-48. 33 2.3.3 DevĢirmeler Osmanlı’daki azınlıklar konusunda “DevĢirme” sistemine değinmekte yarar vardır. Zira günümüzde Yunan tarih kitaplarında Türklerin zor kullanarak gayrimüslim çocukları asker yapmak için ailelerinden kopardığı iddiaları yer almaktadır. Osmanlı’nın ilk geniĢleme döneminde devlet yönetiminde sadece Müslümanlar yer almaktaydı. Fakat sonraki dönemlerde Hıristiyan ailelerden, on ile yirmi yaĢ arası her beĢ çocuktan biri devĢirilerek Müslüman edilmeye ve “Kapıkulu” adıyla sarayda önemli görevlere getirilmeye baĢlandı. Böylece Hıristiyanlar devlet kademelerine dahil edilmiĢ oluyorlardı. Bu noktada, sıkça karĢımıza çıkan bir iddiayı çürütmek mümkündür. Zira devĢirmelerin zorla değil kendi rızalarıyla Müslüman olduğunu yalnızca Türk tarihçiler değil, Gibbs ve Bowen gibi yabancı araĢtırmacılar da dile getirmektedir. Gibbs ve Bowen’e göre, 118 Gayrimüslimlerin Ġslamiyet’e girme sebebi yüksek mevkilere yükselebilme imkânıdır . Çoğu kez devĢirme sistemince yetiĢtirilmiĢ olan yüksek rütbeli subay ve yetkililer, güç ve yetkilerini kendi zimmî akrabaları için kullanmıĢlardır. Dolayısıyla bazı aileler çocuklarını devĢirme olmasını istiyor, yetenekli olmamaları durumundaysa çeĢitli 119 entrikalar çevirerek onları bu sınıfın içine dahil etmeye çalıĢıyorlardı. Yine de, 120 çocuklarını kaybettikleri için bu sisteme içerleyen aileler mevcuttu. Fakat gayrimüslimler genellikle askerlikten muaf oldukları için Türkler ve diğer Müslümanlar 121 gibi savaĢ sebebiyle büyük kayıplar vermiyorlardı. 2.3.4. Azınlıkların Ġktisadî Durumu Osmanlı imparatorluğundaki gayrimüslimler genellikle ticaretle uğraĢmakta veya doktorluk, mühendislik gibi yüksek eğitim gerektiren mesleklerde çalıĢmaktaydılar. Bu alanlarda çalıĢmanın bir sonucu olarak Gayrimüslimler büyük bir zenginliğe 122 ulaĢmıĢlardı . Gayrimüslimler sosyo-ekonomik konumlarından dolayı özellikle dıĢ ticarette önemli role sahiptiler. Türkler daha çok Ģark ticaretiyle uğraĢırken, Rumlar Avrupalı tüccarlarla iĢ yapıyorlardı. Çünkü din, dil, kültürel ve daha pek çok yakınlıklardan dolayı Batılılarla iyi münasebetler kurabiliyorlardı. Bu sayede yabancı devletlerin himayesi 118 Gibb Sir Hamilton ve Bowen Harold, Ġslamic Society and the West, bölüm 1 ve 2, Londra 1950 ve 1957.s.43-44. Aktaran Salahi Sonyel, a.g.e. s.8. 119 Gibb Sir Hamilton ve Bowen Harold, a.g.e. s. 210. Aktaran Salahi Sonyel, a.g.e. s.8. 120 Sonyel, a.g.e.s.8. 121 Sonyel, a.g.e., s.86-87. 122 Güler, a.g.e., s.79. 34 altına giren Gayrimüslim tüccarlar özellikle 18. yüzyıl itibariyle aldıkları beratlar sayesinde çok az vergi ödeyen imtiyazlı tüccarlara dönüĢtüler. Örneğin Rum gemiciler 123 Rusya’nın himayesine girerek Karadeniz’de yasaklı ürünlerin ticaretini yapıyorlardı. Rumlar büyük ticaret gemilerine sahiptiler. 1813 yılına kadar Rumlar 600’den çok 124 gemiye sahip olmuĢlar, adeta “ticari bir imparatorluk” kurmuĢlardı . Ġslam dininin yasaklaması nedeniyle Türkler bankacılıktan uzak durduğundan, Yahudiler ve daha çok Rumlar devletin bankacıları ve finansmanları olmuĢlardı. Böylece Rum zenginlerinden oluĢan yeni bir aristokrat sınıfı doğdu. Bu topluluk patrikhanenin bulunduğu Ġstanbul’un Fener semtinde yaĢıyordu. Fenerli Rumlar kendilerini Bizans’ın varisleri olan soylular olarak tanımlıyor, bu yüzden padiĢahı ve patrikhaneyi etki altına 125 alarak Bizans’ın yeniden kurulmasına vesile olacaklarına inanıyorlardı. Ege, Akdeniz, Marmara ve Karadeniz sahillerinde yaĢayan Rumlar, çiftçilik, 126 hayvancılık ve balıkçılıkla da uğraĢıyorlardı . Özellikle kırsal kesimde yaĢayan Rumlar, Müslüman köylüler gibi yoksulluk çekiyorlardı. Bunun baĢlıca nedeni toprağın verimsiz 127 olması ve devĢirme sınıfıyla diğer derebeylerin zorbalıklarıydı . Türk toprak ağalarının geniĢ çapta çiftliklere sahip oldukları verimli ovalarda Rumlar tarla kiracıları olarak yönetilmekteydi. Bu insanlar Fransa, Almanya, Ġtalya ve Rusya’daki serflerle benzer statüye sahiptiler. Mora’da geniĢ arazi sahibi olan Rumlar ise yüksek statü sahibiydiler. Türkler tam olarak denetim sağlayamadıkları ulaĢımı zor bölgelerin yönetimini bu kiĢiler aracılığıyla yapmaktaydı. Vergi toplama yetkisine sahip olan yüksek sınıf Rumlar ve Yahudiler zamanla önemli kiĢiler olmuĢlardı ve rahat bir hayat yaĢıyorlardı. Köyler grup halinde baĢkan ve senato seçip vergi oranlarını belirleyebiliyor, Türk yetkililere Ģikâyetlerini bildirebiliyordu. Yunanistan’ın diğer bölgelerinde de benzer Ģekilde “vekilides” (vekiller) ismi verilen varlıklı Rumlar Osmanlı yönetimiyle iletiĢim kurabiliyordu. Onların verdiği raporlar doğrultusunda sorunlara çözüm üretiliyor ve 128 bazen halka zulmettiği anlaĢılan bir paĢa görevden alınıyordu . Yunan isyanından sonra bile Osmanlı yönetimi Rum asıllı kimi kiĢileri yüksek görevlere atamayı sürdürmüĢtü. Örneğin 1832 yılında Osmanlı’nın Londra 123 Güler, a.g.e., s.90 124 Sonyel, a.g.e., s.189. 125 Sonyel, a.g.e., s.92-93. 126 Güler, a.g.e., s.83. 127 Sonyel, a.g.e., s.92. 128 Sonyel, a.g.e., ss.115-117. 35 mazlahatgüzarı Mavroyenis Bey’di. Kostakis Musurus PaĢa da 1840 yılında Atina’da, 1848’de Viyana’da, 1851 yılındaysa Londra’da büyük elçilik yapmıĢtı ve bu örnekleri 129 uzatmak mümkündür. Yunanistan’ın uluslararası anlaĢmalarca resmi bir devlet olarak tanındığı 1829 ve 1831 yılları arasında Osmanlı topraklarını ziyaret etmiĢ olan Ġngiliz gezgin ve yazar Adolphus Slade, Ġstanbul’un Tarabya semtinde hâlâ varlıklı Rumların saray benzeri konaklarda yaĢadıklarını, dıĢ ticaretin çoğunun onların denetimi altında olduğunu; köylülerin de iyi giyindiğini kaydetmiĢti. Köy ve kentlerdeki Rumların durumunu Türklerle karĢılaĢtıran gezgin, Türklere göre çok daha varlıklı olan Rumların 130 hâlâ kendilerini fakir ve zulüm altındaymıĢ gibi takdim ettiklerini aktarmıĢtı. 2.3.5. Eğitim hürriyeti ve Kültürel GeliĢme Osmanlı Devleti, eğitimi, din ve mezhep imtiyazlarının bir parçası olarak kabul etmiĢ, Gayrimüslimleri bu konuda serbest bırakmıĢtır. Gayrimüslimler ibadethanelerinde olduğu gibi okullarını da kendi cemaat teĢkilatları vasıtasıyla kurup iĢletmekteydiler. Bu sayede Gayrimüslimler hem nitelikli eğitim almıĢlar hem de kendi din ve kültürlerini yaĢatma fırsatı bulmuĢlardır. Bu okullar zamanla bağımsızlık fikirlerinin aĢılandığı hatta milli istiklalleri uğrunda yabancı devletlerin siyasî oyunlarına alet oldukları kurumlar 131 haline gelmiĢtir. Ġstanbul’un fethinden sonra, Rum halkın sahip olduğu en önemli eğitim kurumlarından bir tanesi, 16. yüzyıldan itibaren kesintisiz bir Ģekilde eğitim vermeye devam eden “Patrikhane Akademisi”dir. Burada Rönesans Ġtalya’sında eğitim almıĢ meĢhur eğitimciler kadim Yunan dili, felsefe ve matematik de dahil olmak üzere çeĢitli alanlarda ders vermekteydi. 16. yüzyılın sona ermesiyle, Patrikhanenin teĢvikiyle payitaht haricinde de çok sayıda okullar kurulmuĢtur. Yanya, Ġzmir, Sakız adası ve diğer okullarda Yunan dili ve felsefe dıĢında müspet ilimler alanında da dersler verilmekteydi. Takip eden iki yüzyıl boyunca, Batı ile ticaretin ve iliĢkilerin artıĢı, matbaanın icadı gibi 132 geliĢmeler sayesinde Rumların eğitim imkanları daha da geliĢmiĢtir. Varlıklı Rumlar, eğitime önem vermiĢlerdi. Çünkü eğitim alan Gayrimüslimler Osmanlı Devleti’nde yüksek kademelere ulaĢma imkânına sahip oluyordu. Özellikle 17. 129 Diğer örnekler için bakınız: Sonyel, a.g.e., s.227 130 Sonyel, a.g.e. s. 222. 131 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Teb’anın Yönetimi, Ġstanbul 1990, ss. 166-167. Aktaran Ali Güler, a.g.e., s.107 132 ΢θσροέρα, a.g.e., s.118. 36 ve 18. yüzyıllar itibariyle Epir, Makedonya, Atina gibi Yunanistan’ın ve Anadolu’nun çeĢitli bölgelerinde kurulan akademiler sayesinde, Rumlar bilim adamları ve entelektüeller yetiĢtiriyorlardı. Ayrıca 18. yüzyılda birçok Rum öğrenci Osmanlı 133 coğrafyası dıĢında, Avrupa’da eğitim görüyordu . Tahsil gören Rumlar zamanla Osmanlı yönetiminde büyük güç kazandılar. Örneğin 17. yüzyılda Panayotis Nikusios 134 Manomas isimli bir Rum, Osmanlı’nın “Avrupa iĢleri bakanlığı”nı yürütmüĢtür. Devletin ileri kademelerinde görev alan Rumlar gördükleri teveccüh sebebiyle Osmanlı yanlısıydılar. YaĢamları daha güç olan eğitimsiz ve varlıksız Rumlar da Türk aleyhtarı değillerdi. Bağımsız bir Yunan devletinin kuruluĢundan sonra da Osmanlı topraklarında yaĢayan Rumların eğitimi kesintiye uğramadan devam etmiĢtir. Binaenaleyh 19. yüzyıl itibariyle Ġstanbul’da 105 okulda toplam 15.000 öğrenci eğitim görüyordu. Ayrıca Rumlara ait cemaatler vasıtasıyla inĢa edilen hayır kurumları da vardı. Örneğin 1753 yılında Balıklı Rum Hastanesi hizmete girmiĢ, 1853 yılında Büyükada’da yetimler evi kurulmuĢtur. Yine 19. yüzyıl sonlarına doğru Ġstanbul’da bir spor kulübü ve müzik 135 derneği kurulmuĢtur. 2.3.6. Osmanlı Hakimiyeti Döneminde Kadim Yunan Eserleri Rönesans çağında ilmin ve sanatın canlanması, geçmiĢe dönüp köklerdeki kaynakların araĢtırılması ve geçmiĢin kültürünün canlandırılmasıyla iliĢkilendiriliyordu. Canlanma öncelikle Ġtalya yarımadasında bulunan Roma imparatorluğu dönemine ait edebi eserlerin, sanat anlayıĢının, mimarinin incelenmesini; ikinci fasılda ise Yunan medeniyetiyle kendi topraklarında yeniden hemhal olmayı gerektirmektedir. Bu bir nevi arkeolojik araĢtırma, geçmiĢi öğrenme hareketidir. Fakat eserleri yerinde inceleme olarak baĢlayan bu hareketlilik, sonraları koleksiyonculuğa dönüĢtü. Hatta bazı durumlarda yağmacılık vakaları dahi yaĢandı. Antik metinlere ve mimari eserlere ait kalıntıların incelenmesi faslını zamanla bu eserlerin toplu halde Ġtalya ve diğer batı ülkelerine kaçırılması faslı takip etti. Batıda hakim olan yeni bir estetik arayıĢı ve bu ihtiyacın karĢılanmasına yönelik ticari faaliyetler, tarihi eserlerin çalınmasının baĢlıca sebebiydi. Rönesansla birlikte ortaya çıkan geçmiĢe olan tutku (geçmiĢ-severlik) ilk olarak soyluların ve daha sonra da zenginlerin antik eserlere sahip olma arzusunu uyandırdı. 133 Sonyel, a.g.e., s.90. 134 Sonyel, a.g.e., s.94. 135 Millas, a.g.e., s. 217-218 37 Ġtalyada o dönem inĢa edilen saraylar köĢkler kadim yunan eserleriyle süsleniyordu. Örneğin Chrisoloras’ın öğrencisi, Gian Francesko, villasını bir Ege adasından getirttiği 136 heykellerle süslemiĢti. Antik eserlerin Batı Ģehirlerinde büyük talep görmesi, 17. yüzyılda Ġstanbul’a diplomatik amaçlarla gelen pek çok Batılının tarihi eser kaçakçılığı yapmasına sebep olmuĢtur. Osmanlı padiĢahları, tarihi eserlerin satılıp yurtdıĢına kaçırılmasını yasaklamıĢtı. Bu yüzden yetkililere Osmanlı güvenlik unsurlarına yakalanmamak için veya eserleri rakiplerine kaptırmamak için kaçakçılar eserleri alelacele gemilere yüklüyorlardı. TaĢıma sırasında eserler zarar görüyordu. Bazen de kaçırılan eserleri gizleyebilmek için kasten zarar veriliyordu. Örneğin heykellerin kol veya bacakları kesiliyordu. 1674 yılında Atina’da bulunan Ġtalyan Cornelio Magni, tarihi eser kaçırmak isteyen yabancıların heykelin tamamı sökülemeyecekse baĢı koparılıp aldığını 137 yazmıĢtır . Tarihi eserleri elde etmek isteyen Batılı koleksiyoncular arasında büyük bir rekabet vardı. 1622-1628 yıllarında Ġstanbul’da elçi olarak bulunan Ġngiliz Thomas Roe, Bizans heykellerini çalmayı planlıyordu. “Bu heykellerin Ġslam’a hakaret amacı taĢıdığı konusunda dini yetkililerden birini ikna ederiz, böylece hukuki olarak onları oradan 138 sökeriz, sonra saklar, parçalara ayırır göndeririz.” Yazar benzer Ģekilde çalınan pek çok tarihi eseri saymaktadır: 1788 yılında Fransız elçi Choiseul-Gouffier tarafından tutulan teknisyenler, Atina’da bulunan Partenon tapınağının üst kısmında bulunan heykelleri sökerek almak isterken tapınağın bir yüzünün yıkılmasına sebebiyet vermiĢti. Buna rağmen Choiseul-Gouffier bir Yunansever olarak tanınmaktadır ve Atina’da bir sokağa onun ismi verilmiĢtir. Fransızlar tarafından 1820’de Milos (Değirmenlik) adasından çalınan Afrodit heykeli, Ġngilizler tarafından 1639’da Dilos (Delos) adasından ortadan ikiye bölünerek çalınan Apollo heykeli, 1828’de Fransızların Mora harekatı sırasında Zeus tapınağından çalınan heykeller, 1801 yılında Ġngiliz Edward Clarke tarafından Elevsina (Elefsis) Ģehrinden çalınan heykeller ve daha niceleri. Bazen Ġngilizler ile Fransızlar aralarındaki rekabetten dolayı birbirlerinin eline geçmemesi için tarihi eserleri 139 yok ediyordu. 136 ΢ιμόποσλος [Simopulos], a.g.e., s.368 137 ΢ιμόποσλος [Simopulos], Ξελνη ηαμηδηώηεο ζηελ Ειιάδα, C.III, Αθήνα, Δκδόζεις Πιρόγα, [Yabancı Seyyahlar Yunanistan’da, Atina, Piroga Yayınevi], 2007, s.529 138 ΢ιμόποσλος [Simopulos], a.g.e., C.I, s.139 139 ΢ιμόποσλος [Simopulos], Ξενοκραηία Μιζελλινιζμός και Τποηέλεια [Yabancı Egemenliği, Yunan KarĢıtlığı ve Vasallık], ss.368 – 382. 38 Ġngiliz parlamentosunda 1815 yılında yapılan bir konuĢmada, Partenon mermerleriyle ilgili özel araĢtırma komisyonu baĢkanı Henry Bankes, Elgin kontu Thomas Bruce’un mermerleri getirmekle doğru bir iĢ yaptığını, çünkü yerli halkın eserleri umursamadığını söyleyerek onu savunmuĢtu. Heykelleri niĢan taliminde kullandıklarını söylemiĢti. Komisyon baĢkanını gerçekten yaĢanmıĢ bir olayı abartıyor ve çarpıtıyordu. Gerçekte, bir Osmanlı vatandaĢı, Partenon’un Katolik kilisesine çevrilmesine tepki göstermek amacıyla buraya yerleĢtirilen Meryem ana tasvirine ateĢ etmiĢti. Fakat Osmanlı yetkilileri faili cezalandırıp, zarar gören yeri de restore etmeyi ihmal etmediler. Bu olay üzerine, bir Cizvit rahibi olan Pier Babin ateĢ eden elin felç 140 olduğunu yazmıĢtır. Buradan anlaĢılıyor ki, Osmanlı tarihi eserleri sadece korumakla yetinmiyor, zarar görmüĢ olanları restore ediyordu. Piere Babin, Parthenon tapınağı duvarından düĢen bir duvar süsünün Osmanlılar tarafından dikkatlice yerine 141 yerleĢtirildiğini anlatmaktadır. Elbette Osmanlıların da zaman zaman tarihi eserlere zarar verdiği olmuĢtur. Ancak bunu yapmalarının sebebi Batılılar gibi ticaret yapıp kâr elde etmek değildi. Osmanlı’nın Müslüman ahalisi kimi zaman Ġslam dininin put yapımına karĢı tavrından dolayı, kimi zaman da yeni bir cami inĢa etmek için harabelerden arta kalan taĢları kullanarak farkında olmadan tarihi yapıların kalıntılarına zarar veriyordu. Fakat böyle hatalar yalnızca yerel yöneticilerin umursamazlığından dolayı gerçekleĢiyordu. Merkezi yönetim tarihi önem taĢıyan yapılara zarar verilmesine asla izin vermiyor, aksine onları koruyordu. Örneğin 1660 yılında Müslüman Osmanlılar Atina’daki Thisio adlı tapınağı yıkıp yerine cami inĢa etme kararı almıĢlardı. Ancak Yunan halkının tepki göstermesi ve durumu saraya bildirip Ģikayet etmesi üzerine, bu tasavvurdan vazgeçildi. Hatta sultan bu konuyla ilgili özel bir ferman neĢretti. Bir baĢka örnek 1759 yılında Sultan’ın Atina voyvodası Cizdaraki’yi tarihi eserlere zarar vermesi sebebiyle görevinden ihraç 142 etmesidir. Osmanlı Sultanları tarihi eserlere sahip çıkarken, günümüz Yunanistan’ında Helen dostu olarak bilinen pek çok Batı’lı, Antik Yunanistan’a ait eserleri ülkelerine kaçırmanın yolunu aramıĢtır. Örneğin Helen dostu dendiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olan romantik Ģair Lord Byron ve onun edip arkadaĢı John Cam Hobhouse, 1810 yılında Atina 140 ΢ιμόποσλος, [Simopoulos], a.g.e., 381 141 ΢ιμόποσλος, [Simopoulos], a.g.e., 380 142 ΢ιμόποσλος, [Simopoulos], a.g.e., 381 39 - Akropolis’teki Parthenon tapınağını ziyaret ettiklerinde, düĢündükleri ilk iĢ tapınağın 143 mermerleriyle Ġngiltere’deki Ģömineleri süslemekti. Fakat onların bu küçük hayallerinin çok üzerinde tahribatlar gerçekleĢtiren sözde Helen dostları da mevcuttur. Örneğin Atina’da Elgin kontunun yaptığı yağmacılık, Türkleri bile derinden sarsmıĢtı. Olayın görgü tanığı Dodwell, Elgin kontu Thomas Bruce’a izin vermiĢ olmasından dolayı Türklerin yüksek sesle padiĢahı kınadıklarını yazmıĢtır. Dodwell, Türklerin Parthenona 144 hayranlık ve saygı duyduklarını, ayrıca onu koruduklarını ifade etmiĢtir . Batının kültürel emperyalizminde iki ülke ön plana çıkmıĢtı: Ġngiltere ve Fransa. Bu iki ülke, Antik Yunan medeniyetinin sanat eserlerini ele geçirmek için kıyasıya yarıĢıyordu. Eserlerin yok olmasını, zarar görmesini umursamıyorlardı. Ülkelerin tarihi eserlere sahip olma arzusu aynı zamanda siyasi egemenlik, Ģan ve Ģöhret meselesiydi. Ġngiliz aristokrat John Cam Hobhouse Fransız ve Ġngiliz gezginlerin arasında geçen diyaloglara yer vermektedir: “Ġngilizler Fransızlara önce siz baĢlattınız diyordu. Choiseul - Gouffier isimli kiĢi yıllar önce Parthenon tapınağının süslemesini kırdı. Hatta Theseus tapınağını olduğu gibi söküp Fransa’ya taĢıma planınız bile vardı!” Fransızlar cevaben: “Bizler baĢta her Ģeyin kopyasını yapmaya yeltenmiĢtik. Ancak bu çok pahalıya mal olan lüzumsuz bir iĢti; böylece orjinalleri almaya karar verdik. Bizlerden Choiseul – Gouffier hariç hiç kimse Yunan tapınaklarına bir zarar vermedi. Sizlerse çalmakla kalmadınız, kalleĢçe çaldınız!” Ġngilizler cevap verdi: “Bizler hırsız değiliz. TaĢıdığımız her parçayı satın aldık; üstelik ateĢ pahasına. Yine de, diyelim ki siz haklısınız. Bizler sadece Türkler 145 tarafından yok edilecek olan eserleri aldık.” Ġngiliz ve Fransız gezginlerin arasında geçen bu tartıĢmada, iki grup arasındaki rekabetin yanı sıra, tarihi eserleri ülkelerine taĢımak için sığındıkları bahane de görülmektedir. Onlara göre, Türkler tarihi eserlerin kıymetini anlayamayacak, hatta onlara zarar verecek kadar cahil bir millettir ve bunları kazanç kaynağı olarak görmektedir. Bu yüzden eserler Türklerin vahĢetinden korunmalıdır. Bunun için en iyi yol, eserleri oldukları yerden söküp kendi ülkelerinde bulunan müzelere taĢımaktır. Fakat 143 ΢ιμόποσλος, Ξένοι Ταμηδηώηεο ζηελ Ειιάδα [Simopoulos, Yabancı Seyyahlar Yunanistan’da], C.II, s.35. 144 Edward Dodwell, A Classical and Topographical Tour Through Greece, During the Years 1801, 1805, and 1806. London, 1819. C.I. s. 323. https://archive.org/details/aclassicalandto01dodwgoog/page/n372 (22/11/2017). 145 John Cam Hobhouse, Travels in Albania and Other Provinces of Turkey in 1809 & 1810, C.1, Londra, 1858, s.299-300 dipnotlar. https://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=uc1.$b235131;view=1up;seq=7 (22.11.2017). 40 bugün halen ayakta duran antik döneme ait pek çok eser Ġngiliz ve Fransız gezginlerin asılsız iddialarının geçersizliğini kanıtlamaktadır. Bu noktada Hobhouse tartıĢmaya dahil olur ve Ġngilizlerin resmî fikrini beyan eder: “ġu kesin ki Atina Türklerin elinde kalmaya devam ederse bütün tarihi eserleri yok edeceklerdir. Fransızlarsa Yunanistan’ı Napolyon yayılmacılığının bir parçası haline getirmeyi düĢünüyorlar. Bizler elimiz kolumuz bağlı bekleyemezdik. Millî hislerimiz bizlerin de bazı Antik Yunan eserlerine el koymamız gerektiği yönünde cereyan etti, ki eserler medenileĢmiĢ bir düĢmanın tekelinde olmasın. Bu bir gurur meselesi değil, uygar Avrupa’yı güzel sanatlarda ilerletme arzusudur. Açıktır ki tarihi eserlerin Türk topraklarında araĢtırmaktansa, Paris ve Londra’da bir müzede bulunmaları durumunda, çok daha fazla mimar ve sanatçı bu eserlerden istifade edecektir. Ayrıca bir Yunan isyanının baĢlaması durumunda bu eserlerin korunması hakkında hiç kimse bir Ģey yapma niyetinde değil. Modern Yunanların zihniyetini gördükten sonra bu durum beni hiç ĢaĢırtmadı. Yine de Yanyalı tahsilli bir Yunan’ın söylediği sözü hatırlıyorum: “Siz Ġngilizler, atalarımızın eserlerini götürün ve koruma altına alın. Daha sonra biz Yunanlar 146 gelip sizlerden bunları geri isteyeceğiz.” Hobhouse’ın sözleri Yunan ve Türklere karĢı olan bakıĢ açısını açıkça ifade etmektedir. Ona göre ne Türkler, ne de Yunanlar eserlerin değeri hakkında bir fikir sahibi değildir. Eserleri önemsememekte, korunmaları ile ilgilenmemektedirler. Bu nedenle Avrupa uygarlığının ilerlemesi ve geliĢmesi adına Ġngiliz ve Fransızlar eserleri koruma altına almalıdırlar. Eserlerin ait oldukları yerden sökülerek Batı ülkelerinin müzelerine kaçırılması bu Ģekilde meĢrulaĢtırılmaktadır. Ġngilizler geçmiĢte ülkelerine getirdikleri tarihi eserleri, Yunan makamlarının çabalarına rağmen bugün halen Yunanistan’a iade etmiĢ değildir. Bu durum Batı’lıların yağmacılık itiyadının devam etmekte olduğunu göstermektedir. 146 Hobhouse, a.g.e. s.300. 41 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ĠSYAN ÖNCESĠ DÖNEMDE BĠR DOĞU’LU OLARAK YUNANĠSTAN 3.1. Ġsyan Öncesi Dönemde Avrupa’lı Gezginlerin Yunanlar Hakkındaki GörüĢleri Avrupalı entelektüeller, Yunanistan’ın bağımsızlığıyla sonuçlanan Ġsyan’dan kısa bir süre öncesine kadar Yunanlara Doğu’nun tüm olumsuzluklarını yüklemiĢlerdi. Bu dönemde Yunanlar yalnızca Batı devletlerinin kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı planladıkları bir topluluktu. Okumakta olduğunuz bölüm bu konulara açıklık getirmeyi hedeflemektedir. Ġsyan öncesi dönemlerde Yunanistan’a gelen Avrupalı gezginler karĢılaĢtıkları antik çağ Yunan eserlerinin yanında bölgenin doğal güzelliğine de hayran kalıyorlardı. Ancak bölgede yaĢayan halk genelde gezginlerin dikkatini cezp etmiyordu. Zira o dönemde Avrupa’da modern Yunanların, Osmanlı’daki adıyla Rumların, kadim Helenlerin halefleri olup olmadığı tartıĢma konusuydu ve bu yüzden gezginler insanlardan çok, antik eserlerle ilgileniyorlardı; onlar sadece antik çağ hayranıydılar. Avrupalı araĢtırmacıların bir çoğuna göre modern Greklerin kanı yüzyıllar içinde Yunanistan’da hakimiyet kuran Roma, Frenk, Venedik, Türk kanıyla; veya Yunanistan’a göç eden Arnavut, Slav ve çeĢitli barbar kavimlerin kanıyla karıĢmıĢ böylelikle ari Yunan 147 ırkı yok olmuĢtur. Ġngiliz yazar William St. Clair’e göre Ortaçağ ve Rönesans döneminde Avrupalı bilginler, modern Greklerin kadim Helenlerin varisleri olduğuna inanmakla birlikte, onların atalarından farklı karakteristik özellikler gösterdikleri kanaatindeydiler. Modern Yunanlar genellikle ayyaĢ veya dolandırıcı olarak nitelendiriliyordu. Bir Batılının zihninde, Modern Yunanlarla Grek ataları arasında herhangi bir bağ kurulması söz konusu değildi. Örneğin Bizans kendisini savunmak için Avrupa’dan yardım talep ettiğinde, hiçbir batılı, Bizans’a yardım etmesi durumunda Perikles’in torunlarına yardım etmiĢ olacağını düĢünmüyordu. Yine Clair’e göre, 18. yüzyıl sonlarına doğru Avrupal’lı gezginlerin vardıkları sonuç genellikle Ģu oluyordu: 147 William st. Clair, That Greece Still be Free - The Philhellenes In The War of Independence, Cambridge, Open Book Publishers, 2008. s. 15 42 modern Yunanlar kadim Helenlerin dejenere olmuĢ torunlarıdır fakat Türklere 148 baĢkaldırmaları durumunda yeniden “altın çağlarına” dönmeleri mümkündür . Kadim Yunan medeniyetini araĢtırmak için Yunanistan’a gelen gezginler, genellikle modern Yunanların atalarının yakalamıĢ olduğu uygarlık düzeyinden uzaklaĢmıĢ oldukları sonucuna varıp hayal kırıklığına uğruyorlardı. Modern Yunanların atalarına layık olmadıklarını, bu yüzden özgürlüklerini kaybetmeyi hak ettiklerini düĢünüyorlardı. William Lithgow Ġstanbul’da bulunduğu 1617 yılında Rumlar için Ģöyle diyordu: “Tek kelimeyle, onlar yiğitlikte, erdemde ve eğitimde atalarından tamamen kopmuĢlardır. Üniversiteleri yok, medeni davranıĢlar kaybedilmiĢ. Eskiden, alay konusu olarak, bütün diğer ulusları barbar olarak nitelendiriyorlardı; bu isim Ģimdi onlara uyuyor. 149 Hristiyanlık dünyasının en yalancı, dönek ve nezaketsiz insanları.” Lithgow ayrıca Rumların Ġngiltere kralına beyan ettikleri gibi zulüm altında olmadıklarını, Türklerin Rumlar dâhil tüm doğu Hıristiyanlarına din ve vicdan özgürlüğü tanıdığını, üzerlerindeki vergi yükünün hafifletildiğini aktarıyor. Yunanistan’ı 17. yüzyıl sonlarında ziyaret eden Fransız gezgin Mirambal ise “GeçmiĢte zirveye ulaĢan bilim ve sanattan günümüz Yunanistan’ında en ufak bir iz dahi bulunmuyor” diyerek hayal kırıklığını dile 150 getirmiĢtir. 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl baĢlarında Yunanistan’a gelen gezgin sayısında artıĢ olmuĢ, bölgeyi diplomatlar, askerî yetkililer ve sanatçılar da ziyaret etmeye baĢlamıĢtır. Fakat Yunanistan’a gelen hemen herkes Yunanlara karĢı tavır sergilemektedir. Avrupalılar, antik eserlere duydukları ilgiye karĢın, siyasi veya dini sebeplerle modern Yunanlara karĢı soğukluk hissediyor, onlarla karĢılaĢmak dahi istemiyorlardı. Siyasi soğukluğun sebebi, Osmanlı egemenliği altındaki Rumların Akdeniz’de önemli ticari güç elde etmiĢ olmaları ve Batılıların ticari varlıklarını tehdit eden ciddi bir rakip haline gelmeleridir. Zira Rumların ticarî baĢarıları nedeniyle Ġzmir’deki Hollandalı tüccarlar yalnız zarar etmekle kalmamıĢ, iflas etmeye baĢlamıĢlardı; Ġngiliz ve Fransız tüccarlarsa Rumların Ġngiltere ve Fransa ile ticaretlerinin 151 engellenmesi için giriĢimlerde bulunmuĢlardı. Dini açıdan bakıldığında ise Batı dünyasının soğuk tutumu, Katolik – Ortodoks çekiĢmesinin bir sonucudur. Vatikan, uzun 148 Clair, a.g.e. s.16. 149 William Lithgow, Travels and Voyages Through Europe, Asia, and Africa for Nineteen Years, 12.B., 1814, s.99-100 https://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=hvd.hxjrre;view=1up;seq=119 (16.12.2017). 150 Voyage d’Italie et de Gréce, Paris 1698, s. 5. Aktaran Simopoulos a.g.e. s.351. 151 Herkül Millas, a.g.e., s.76. 43 zamandır kendisine tabi olmayı reddeden Ortodokslar aleyhinde propaganda yürütüyordu ve Batı Hıristiyanlarıyla Doğu Hıristiyanları arasındaki çekiĢme halka iyice nüfuz 152 etmiĢti. Yunanistan topraklarına gelen her antikite hayranı Batı’lı gezgin, halkta korku ve paniğe neden oluyordu. Çünkü yanlarında yeniçerilerle ya da korumalarla dolaĢıyorlardı. Ġskoç John Galt antik tiyatro, tapınak kalıntıları arasında dolaĢırken ruhu coĢuyordu. Fakat kalıntılar arasında modern Yunanları görmek, kendisine tiksinti hissettiriyordu. Rumların varlığı, çevrenin estetiğini bozuyor ve dolaĢtığı kalıntılar arasında geçmiĢi yaĢamasına engel oluyordu. “GeçmiĢteki Yunanların Ģanını ve yüceliğini bilip, günümüz Yunanlarının bu düĢkün halini görünce hayal kırıklığına uğramamak mümkün değil. Eğer geçmiĢteki ihtiĢamlı dönemlerinden kendi elleriyle düĢmeselerdi Ģimdi periĢan halde olmazlardı. Fakat durumlarından dolayı üzülmeye değmez. Milletler, bireyler gibi, ölmek zorundadır;” Galt, modern Yunanları çürümekte olan bir cesedin üzerinde dolaĢan haĢerelere benzetmektedir. Antik eserler arasında dolaĢmalarını esefle izlemektedir; “Günümüz Yunanları, antik eser kalıntıları arasında dolaĢırken, ölmüĢ bir kahramanın 153 cesedi üzerinde dolaĢan haĢereler gibi görünmekteler.” Galt bunları Yunan isyanından yalnızca sekiz yıl önce, 1813 yılında yazmıĢtı. Ġsyan öncesi yıllarda kadim Yunan uygarlığının geliĢtiği toprakları ziyaret etmiĢ gezginler dıĢında, Yunanistan’ı hiç görmemiĢ olan Batı’lı yazarlar da Yunanların atalarından koptuğunu ve barbarlaĢtığını savunan tezler, makaleler yazıyorlardı. Üstelik eserlerine Rumların ilkellikleri ve cehaletleri nedeniyle özgür olmayı hak etmediklerini vurguluyorlardı. Dikkat çekici bir husus bu tezlerin, Fransız devrimini doğuracak ve özgür ulus devletleri ortaya çıkaracak olan aydınlanma ideolojilerinin mayalandığı dönemde yazılmalarıdır. Yunan aleyhtarı bu “bilimsel” tezlere örnek olabilecek bir eser Alman rahip 154 Corneille de Pauw’un “Yunanlar hakkında felsefî araĢtırmalar” isimli eseridir. Eserde bulunan tespitler, empati ve bilgi eksikliğinin, önyargıların gölgesinde kalmaktadır. Pauw Rumları barbar ve iĢe yaramaz olarak nitelendirmiĢ, ayrıca dinî fanatizmleri yüzünden 152 Simopoulos a.g.e. s. 351 153 John Galt, Letters from the Levant, London, 1813, https://books.google.com.tr/books?id=7A4IAAAAQAAJ&printsec=frontcover&hl=tr&source=gbs_ge_su mmary_r&cad=0#v=onepage&q&f=false, (15.11.2017), s. 78. 154 Cornelius de Pauw, Recherches philosophiques sur les Grecs, Chez George Jacques Decker & Fils, Berlin, 1788, aktaran ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e. s.353. 44 155 tehlikeli olduklarını ileri sürmüĢtür . Alman filozofun bunları yazmasına Marsilya Bilim ve Güzel Sanatlar Akademisi üyesi Fransız DüĢünür Pierre Augistin Guys’ın 156 “Yunanistan’ın Edebî Yolculuğu” isimli eseri vesile olmuĢtur. Pauw, Fransız düĢünürün Antik Helenlerle modern Yunanlar arasında benzerlik arayıp bulmuĢ olmasından rahatsızlık duymuĢ, Yunanistan’a hiç gitmemiĢ, Yunanlarla hiç tanıĢmamıĢ olduğu halde sadece kitaplardan ve mektuplardan okuduklarına dayanarak Yunanların köklerinden tamamen koptuğunu savunan bir eser kaleme almıĢtır. Ona göre, Yunanların düĢtüğü durum iddia edildiği gibi Türklerin baskılarından dolayı değil, kendi hatalarından kaynaklanmaktadır. Zira Türkler, Rumların manastırlarının hiçbirine zarar vermemiĢ, hiçbir zaman tahsil görmelerine yasak getirmeyi düĢünmemiĢlerdir. Dolayısıyla Rumlar mektebe gitme imkânına sahip oldukları halde tembelliklerinden ve yozlaĢmıĢ olduklarından çaba göstermemektedirler. Pauw ayrıca Guys’un Ruslara Yunanları özgürlüklerine kavuĢturması için yaptığı çağrının da boĢuna olduğuna inanmaktadır. Çünkü Yunanlar özgür kalırlarsa yapacakları ilk iĢ büyük bir dini iç savaĢ baĢlatmak olacaktır. Simopoulos’a göre Alman filozofun bu düĢüncesinin temelinde papa 157 propagandası yatmaktadır. Modern Yunanlar hakkında olumsuz izlenimler edinen Batılı gezginler, Türkler hakkındaysa olumlu beyanlarda bulunuyorlardı. Örneğin Ġngiliz gezgin John Sawery Morritt 1797-1796 yılları arasında Osmanlı topraklarına yaptığı ziyaretlerden bahsederken Türkler tarafından ve özellikle bölgenin yöneticisi tarafından büyük 158 nezaketle misafir edildiğinden bahsetmekte ve Osmanlı insanını övmektedir. Corneil de Pauw’un yazdıklarına benzer düĢünceler bir baĢka Alman Salomon Bartholdy tarafından dile getirilmektedir. Bartholdy bir arkeologdu ve Pauw’un aksine 1803 – 1804 yıllarında Yunanistan’ı ziyaret etmiĢti. Gezisinin sonuçlarını 1807’de yayımlanan iki ciltlik bir kronikte aktarmaktadır. Bartholdy, Pauw ile aynı görüĢleri paylaĢmaktadır: Türkler tarafından bir kısıtlamaya maruz kalmadıkları halde Rumlar eğitimde geri kalmıĢ, yozlaĢmanın son haddine ulaĢmıĢlardır. Bartholdy, atalarından hem biyolojik hem de moral manada uzaklaĢan Rumların, bir daha asla atalarının Ģanına, baĢarılarına eriĢmelerinin mümkün olmayacağını düĢünmektedir. Yine de içine düĢtükleri 155 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.353. 156 Pierre Augistin Guys, Voyage littéraire de la Grece, Paris, 1783, aktaran ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e. s.353. 157 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.353. 158 George Eden Marindin, The letters of John S. Morritt of Rokeby, John Murray, London, 1914, https://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015011339648;view=1up;seq=202 (22.12.2017), s.180. 45 bu vahim durumdan kurtulmaları için bir Ģansları vardır; bu ihtimal çok üstün meziyetlere 159 sahip bir liderin bu halkın baĢına geçip onları tekrar ayağa kaldırmasıdır. Bartholdy’nin bu tutumu onun Romantizm akımının en muhafazakâr Ģeklinin bir savunucusu olduğu göz önüne alındığında anlaĢılabilir. Onun karizmatik bir lideri ön plana sürmesi bu yüzdendir. Bu araĢtırmacı, monarĢi yanlısıydı ve liberal akımların karĢısındaydı. Ayrıca üstlendiği diplomatik görevler onun ideolojik yaklaĢımını daha açık Ģekilde görünmesini sağlıyor: Prusya’nın elçisi olarak gönderildiği Vatikan’da, dostu Metternich’in kurucusu 160 olduğu, “Viyana Düzeni”ni güçlü bir Ģekilde savunmuĢtu. Osmanlı topraklarında on beĢ yıl yaĢamıĢ olan Thomas Thornton, Yunan isyanının baĢlamasında on bir yıl önce, yayımlanan kitabında kendilerini Antik Yunanların torunları olarak takdim eden Rumların, Ġstanbul’un fethinden çok önce atalarının, edebiyat hariç olmak üzere, ilim ve sanat alanındaki kazanımlarını kaybetmiĢ olduğunu yazmaktadır. “…O halde Türkler (kadim Yunanlara ait) bilgileri nasıl yeniden canlandıracaklardı? Yardım için etrafa baktılar; ancak onlara öğretecek hiç kimse yoktu. Rumlar’ın utanmadan unuttukları (kadim Yunanlara ait) bilgileri Türkler bulup 161 geliĢtirmediler diye onları (haksız yere) kınıyoruz.” Simopoulos’a göre Batılıların Rumlara karĢı olmalarının sebeplerinden biri de 162 onların Akdeniz’de ticaretin ana unsuru haline gelmiĢ olmalarıdır . Rumlar özellikle 18. yüzyılın son çeyreğinde Akdeniz ticaretinin önemli bir kısmını, Osmanlı ticaretininse neredeyse tamamını ele geçirmiĢti. Batı, karĢısında ciddi bir ticari rakip devlet kurulmasına izin vermek istemiyordu. Üstelik Rusya’nın sıcak sulara inme planı varken, Ruslarla yakınlaĢmaya baĢlamaları Batı devletleri için hem ticari hem de stratejik açıdan daha da büyük tehlikelere iĢaretti. Bu yüzden Batılı aydınlar ve gezginler Rumlara karĢı Osmanlıyı desteklemekteydiler ve eski dini ayrılıkları, önyargıları yeniden alevlendirerek Rumlara karĢı bir soğukluk yaratmaya çabalıyorlardı. Böylece geleneksel Yunan karĢıtlığı resmileĢiyor ve büyük güçlerin dıĢ politikasının bir parçası haline geliyordu. 159 Salomon Bartholdy. Mémoire sur l’état actuel de la civilisation dans la Gréce. Lu a la Société des Observateurs de I’homme le 16 Nivoise de l’an XI, 1803 . Aktaran ΢ιμόποσλος [Simopoulos] a.g.e. s.355. 160 ΢ιμόποσλος (Simopoulos), a.g.e. s.356. 161 Thomas Thornton, The Present State of Turkey, C. 1, 2.B., London, 1809, https://books.google.com.tr/books/about/The_Present_State_of_Turkey_Or.html?id=g0xCAAAAIAAJ&re dir_esc=y , (19.11.2017), s.32. 162 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.357. 46 3.2. Bizans’ın DüĢüĢünden Yunan Ġsyanı’na Avrupa’da Siyasi bir Amil Olarak Yunanilik ve Osmanlı KarĢıtlığı Bizans imparatorluğunun varlığının sona ermesinden sonra takip eden yaklaĢık üç asırlık dönemde Yunanlar, Osmanlı üzerine sefer baĢlatmak isteyen Batı devletleri için bir araç olarak görüldü. Büyük küçük her Avrupa ülkesi siyasi veya askeri çıkarlarını karĢılamak için Yunanları kullanmayı planlıyordu. Osmanlı egemenliği altındaki Yunanlar isyan yangınını baĢlatacak patlayıcı madde olarak görülüyordu. Özgürlük arayıĢı içerisinde olan Rumlar ise kendilerine ümit vaat eden her batı devletine kolayca güveniyordu. Ancak batılılar Osmanlı karĢısında hedeflerine ulaĢtıklarında, verdikleri sözlerden kolayca cayıyor ve Yunanları yarattıkları çatıĢma ortamına terk ediyordu. Hatta Venediklilerin yaptığı gibi, Yunan isyanlarını kendileri zor kullanarak bastırıyor 163 liderlerini cezalandırıyorlardı . Ancak yaĢadıkları bütün hayal kırıklıklarına rağmen, Yunanlar Batı güçlerinden yardım dilemekten vazgeçmediler. Yunanlar, 15. yüzyılın ortalarından 16. yüzyılın sonlarına kadar Venedik, Papalık gibi Ġtalyan ülkelerinden ve Ġspanyadan yardım alarak isyan baĢlatmayı hedeflediler. 18. yüzyıla gelindiğinde değiĢen güç dengeleri nedeniyle Yunanların destek beklentileri Rusya ve Kuzey Avrupa ülkelerine odaklandı. Bu ülkelerden gelen vaatlerle, Yunanların bağımsızlık ümidi durmaksızın canlanıyor ve isyan giriĢimleri hararetleniyordu. Fakat sonuç hep aynı, ihanet ve hayal kırıklığı oluyordu. Amerika kıtasının keĢfi Batı ile Osmanlı devletinin iliĢkilerinde bir dönüm noktası olmuĢtur. Yeni keĢfedilen kıta sayesinde Avrupa’da ticaret ve ekonomi canlandı. Bu yüzden Haçlı ruhu bu dönemde yok oldu. Hıristiyanlığın inançsızlar karĢısında zafer arayıĢları sona erdi. Artık Avrupa’da dolaĢan yeni slogan din ve ticaret özgürlüğüydü ve bu nedenle Osmanlı ve Ġslam coğrafyası yola getirilmesi gereken inançsız düĢmanlar diyarı olmaktan çıkmıĢtı. Aksine batı devletleri Ġslam ülkeleriyle barıĢçıl iliĢkiler kurarak ticaret yollarını geniĢletmenin gayreti içerisine girmiĢlerdi. Hilal artık düĢman sembolü olarak görülmüyordu; yeter ki ticari geniĢlemenin önünde durmasın. Avrupalılar bu dönemde sadece çıkarları zarar gördüğünde Hıristiyan olduklarını hatırlıyor ve Yunanların desteğiyle inançsız Osmanlıya karĢı savaĢ planları yapmaya giriĢiyorlardı. Ortaçağın sonlanmasıyla Avrupa’da baĢ gösteren reform hareketinden sonra, kıtada çatıĢma ve gerginliğin artmasıyla endiĢeye kapılan Avrupa ülkeleri, Osmanlı’nın 163 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s. 324 47 desteğini kazanmaya çalıĢıyordu. Örneğin Kutsal Roma imparatoru V. Karl ile girdiği mücadelede Fransa kralı 1. Francis, Osmanlı’nın yardımını istemiĢtir. Kral 1. Francis Ġspanya’da esir bulunduğu sırada Kanunî Sultan Süleyman’ı Orta Avrupa’ya saldırmaya davet etmiĢtir. Hâlbuki Sultan ile dost olmazdan önce I. Francis, tahta çıktığı 1515 yılında 164 Papa ile anlaĢtıktan sonra Türklere karĢı bir Haçlı seferi baĢlatmak niyetindeydi. Benzer Ģekilde diğer Avrupa hükümdarları aynı politikayı uyguluyordu. Bir gün “inançsızlara karĢı savaĢ” bayrağını çekerken, baĢka bir gün dostane iliĢkiler arıyorlardı. Papa 10. Leon, Avrupa devletlerine inançsızlara karĢı birlik olup bir haçlı seferi düzenleme fikrinden bahsedince, Kutsal Roma imparatoru I. Maximilian Sultan Selim’i hemen durumdan haberdar edip ona Venedik’e ait Dalmaçya topraklarına saldırmasını tavsiye etti. Sadece beĢ yıl sonra ise Polonya’dan Portekiz’e kadar tüm Hıristiyan ülkelerinin iĢtirak edeceği bir Haçlı seferi düzenlenmesini önerdi. Planına göre, Yunanlar ayaklanarak Haçlı askerlerinin saldırısı için uygun zemin hazırlayacaklardı. Galibiyetin ardından elde edilen topraklar Kardinaller Konseyi tarafından Avrupa güçleri arasında dağıtılacaktı. Ġsyan çıkartıp canını tehlikeye atan Yunanlar ise Osmanlı hâkimiyetinden 165 çıkıp bu kez bir batı devletinin hükmü altına girecekti. Yunanların Batı’lı devletlerce nasıl kullanıldığını gösteren bir baĢka önek, Haçlı donanmasının zaferiyle sonuçlanan 1571 Ġnebahtı deniz muharebesinin ardından yaĢandı. Zaferin ardından Avrupa güçleri, yardım sözü vererek Yunanlardan isyan çıkarmalarını istediler. Onlara güvenen Yunanlar Manya’da, Orta Yunanistan’da, Epir’de ve batı Makedonya’da isyan baĢlattılar. Ancak Batı güçleri sözünde durmadı. Böylece Osmanlı isyanı bastırıp isyancıları cezalandırdı. Olan biteni Evthimios isimli bir keĢiĢ Ģöyle aktarmaktadır: “Bunları anlattığım yerde, sizlere Frenklerin ikiyüzlülüğü yüzünden gerçekleĢen – ki onlar her zaman Rum inancıyla savaĢırlar - kötü bir olay daha anlatacağım. Frenkler, Türk donanmasını yenmelerinin ardından, bütün Hıristiyanlara Türklere silah çekmeleri için çağrıda bulundular ve (kendilerine) destek vereceklerini ilan ettiler. Böyle sevindirici sözler duyan Hıristiyanlar, büyük bir gizlilik içerisinde ve neĢeyle Türkleri vurmak için hazırlık yapmaya baĢladılar... Ayaklanma hazırlığını duyan Türk askeri harekete geçti. O anda haberciler gelip Venediklilerden kimsenin kılıç kuĢanmadığını, Frenklerin de ortalıkta görünmediğini, yardım göndermediklerini, 164 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.325 165 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.326 48 166 kandırıldıklarını haber etti…” Bu olaydan sonra Haçlı ordusunun lideri Don Juan, donanmanın geciktiği bahanesine sığınarak Ģunları söyler: “Biliniz ki, gelip size yardım etmeme, sizi kurtarmama, sizi özgürlüğe kavuĢturmama donanmanın gecikmesinden 167 baĢka bir Ģey engel olmadı ”. Fakat Don Juan gemilerin beĢ gün içerisinde Korfu adasına geleceğini ve Yunanlarla birlikte harekete geçeceklerini belirtir. Fakat Don Juan bu sözünde durmadı. Yayılmacı politikalarını gerçekleĢtirmek için Yunanları kullanmayı planlayan Avrupa Devletlerinin yanı sıra, Avrupalı düĢünürler de Hıristiyan Osmanlı tebaasının katılımıyla baĢlatılacak bir Haçlı ordusu için planlar kurmuĢtur. Bu düĢünürlerden ateĢli bir Helen hayranı olan Erasmus, Türklerle dost olmanın mümkün olmadığını, onlarla savaĢa girilmemesi durumunda, Türklerin Batı dünyasına mutlaka savaĢ açacağını yazmıĢtır. Ona göre Türkler, kökeni karanlık olan barbar bir millettir. DüĢünür 1536 yılında, Avrupa’da barıĢın hüküm sürdüğü dönemde Türklere saldırmanın tam sırası olduğunu yazmıĢtır. Bu savaĢ zaferle sonuçlanacaktır çünkü Osmanlı hakimiyeti altında yaĢayan milyonlarca Hıristiyan ayaklanarak din kardeĢlerine destek sağlayacaktır. Ancak Erasmus kazanılacak zafer sonrası Yunanların akibetinin ne olacağına açıklık getirmemiĢ, 168 Avrupalı fatihlerin yönetimi altına gireceklerini kastetmiĢtir. 3.2.1. Rusya’nın Sıcak Sulara Açılan Kapısı: Yunanistan Sultan II. Mehmet Ġstanbul’u fethedince Bizans Ġmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiĢ, imparator Konstantin hayatını kaybetmiĢti. Ġstanbul’un ardından 1460 yılında Sultan II. Mehmet Mora’yı fethettiğinde, buranın despotluk görevini yürüten son Bizans imparatorunun kardeĢi Thomas Paleologos, bir Venedik gemisi aracılığıyla Ġtalya’ya kaçıp Papalık makamına sığındı. Papa IV Sixtus “Bizans Prensesi” adı takılan Thomas’ın kızı Sophia’yı Türkler aleyhine kullanmak istedi. Bu gayeyle Çar III. Ġvan’a haber göndererek, Sophia ile evlenmesini teklif etti. Papa, bu evlilikle aynı zamanda Katolik ve 169 Ortodoks kiliselerini yeniden birleĢtirmeyi ümit ediyordu . Rus Çarı III. Ġvan’ın teklifi kabul etmesiyle prenses Sophia ile birlikte kalabalık bir Bizanslı bilgin ve sanatçı topluluğu ile birlikte Rusya’ya gitti. Böylece Rusya, Ġtalyan ve Bizans kültür ve ilmini 166 Κωνζηανηίνος ΢άθας, Φξνληθόλ Αλέθδνηνλ Γαιαμεηδίνπ, Αθήνηζιν, εκ ηοσ Σσπογραθείοσ Ιω. Καζζανδρέος, [Konstantinos Sathas, Galaksidio’nun Yayımlanmamış Tarihi, Atina, Ġo. Kassandreos Basımevi], 1865, s.212. 167 ΢άθας [Sathas], a.g.e., s.151. 168 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.331 169 Walther Kirchner, A History of Russia, Barnes and Noble, New York, 1874, s.35. Aktaran Süleyman KocabaĢ, Kuzeyden gelen Tehdit: Tarihte Türk-Rus Mücadelesi, Vatan yayınları, Ġstanbul, 1989, s.21. 49 elde etme imkânı kazandı; ayrıca Avrupa devletleriyle diplomatik iliĢkiler kurmuĢ 170 oldu . Çarın Bizans prensesiyle evlenmesiyle, Papa Sixtus’un umduğu gibi, Rus kilisesi Roma’ya bağlanmadıysa da, Prenses Sophia Çar III. Ġvan’a “Bizans imparatorlarının meĢru halefi ve Ortodoksluğun yegâne hamisi” olduğu fikrini aĢıladı. Bu fikri, Filofey isimli bir rahip geliĢtirerek “Moskova-Üçüncü Roma” tezini ortaya attı. Buna göre ilk Roma ile ikinci Roma (Konstantinopolis) düĢmüĢtür. Fakat Hıristiyanlıktaki “kutsal üçleme” (Teslis) kaidesine göre her mukaddes Ģeyin bir “üçüncü”sünün var olması gerektiğinden, üçüncü “Roma” Moskova’dır. Dolayısıyla vaktiyle dünyaya hakim olan 171 her iki “Roma” gibi, Moskova da dünyaya hakim olacaktır . Bu nazariye ile Moskova hükümdarları Ortodoksluğun kurtarıcısı ve Bizans imparatorluğunun halefi sayılmıĢtır. Rus manastırlarında “Moskova – Üçüncü Roma” nazariyesine bağlı, Ġstanbul’un eninde sonunda Ruslar tarafından zapt edileceğine dair yeni nazariyeler, kehanetler geliĢtirildi. Zamanla bu düĢünceler, kehanetler, derin kökler salarak, Ġstanbul’un ilhakı Rusya 172 tarafından takip edilecek siyasi akide haline getirilmiĢtir . Çar III. Ġvan, bu nazariye doğrultusunda, Bizans’ın varisliğini temsil etmek amacıyla Rus bayrağında Bizans’ın çift 173 baĢlı kartal armasını kullanmıĢtı . Batı’dan aradıkları desteği bir türlü bulamayan Yunanlar, dikkatlerini farklı bir yöne çevirip, yeni bir güç olma yolundaki Rusya’nın desteğini almayı denediler. Çünkü Rumlar arasında Türk hakimiyetinin “kavm-i âfer” tarafından tahrip edileceği inancı mevcuttu ve bu kavmin Ruslar olduğuna kanaat getirilmiĢti. Bu nedenle çar 1. Petro döneminden (1682-1725) itibaren Rum papazları Ruslarla ittifak arama çabalarına giriĢtiler. Kilise papazları vasıtasıyla Rumlarda baĢlayan “Rus Hayranlığı” yavaĢ yavaĢ 174 bütün Balkanlara yayıldı . Rumlardaki bu duygu ve düĢünceleri keĢfeden Rus kurmayı MareĢal Münich, 1723 yılında Rus çarına bir proje sundu. Buna göre Rumlar silahlandırılıp isyana davet edilecek ve böylece Rusya’nın Kırım ve Buğdan’ın ele geçirilmesi kolaylaĢacaktı. MareĢal Münich’e göre Rumlar, Çarı meĢru hükümdarları 170 Süleyman KocabaĢ, Kuzeyden gelen Tehdit: Tarihte Türk-Rus Mücadelesi, Ġstanbul, Vatan yayınları, 1989, s.22. 171 Haluk F. Gürsel, Tarih Boyunca Türk Rus İlişkileri, Ġstanbul, Ak Yayınları, 1968, s. 38. 172 Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya-XIII Sonundan Kurtuluş Savaşına kadar Türk Rus İlişkileri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2011, s.4. 173 Haluk F. Gürsel, a.g.e., s.39. 174 Albert Sorel, Mesele-i ġarkiyye ve Kaynarca Muahedesi, s.20 aktaran Osman Köse, 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2006, s.39. 50 175 olarak görüyorlardı . Moskova ve Kiev’de kurulan Yunan semtleri geliĢmekteydi. Rusların desteğiyle Osmanlı hükmüne son verilebilirdi. Artık Yunanları kullanma sırası Ruslara gelmiĢti. Rus ajanlar Yunanistan’da örgütlü bir Ģekilde faaliyet halindeydi. Yunanları kazanmak için, eski bir propaganda türü olan kehanet üretme yöntemi seçildi. Agathangelos’un kehanetinde “Sarı Saçlı Irk” olarak adlandırılan Ruslar, Yunan dindaĢlarını özgürlüğe kavuĢturacaktı. Kurtarıcı Çar, Greklerin gelecekteki imparatorudur. “ilk Rus – Grek imparatoru Çar Büyük Petro” isimli ikon elden ele dolaĢmaktadır. Çar Bizans imparatorlarının varisidir ve Moskova üçüncü Roma olacaktır. Çar istanbulu ele geçirip Bizans imparatoru olmayı, ekümenik Ortodoks ki lisesinin kontrolünü ele geçirmeyi düĢlüyordu. Bir kez daha Yunanlardan bu yolda fedakarlık göstermeleri bekleniyordu. Çar Yunanlara Ģöyle sesleniyordu: Benim kılıcımın gücüyle Türklerden kurtulup huzur bulun… Ġnancınız ve kiliseniz için savaĢın. Sizin kurtuluĢunuz için acı çekiyorum ve sizden bana yardım etmenizi istiyorum. Bundan (zaferden) sonra tanrının size her türlü iyiliği vermesini dilerim ve ben de sizlere Ģeref ve merhamet sunacağım. Sizin için üzülüyorum ve sizi saygısızların elinden kurtarıp kilisenizi ihya 176 etmek, haçınızı yüceltmek isterim. Çar, Yunanları dinleri ve kiliseleri için kutsal haçın yüceltilmesi için kendi tarafında savaĢmaya davet ediyordu. Ancak Osmanlı ne kilise ne de kutsal haç için bir tehdit unsuru değildi. Aksine Hıristiyan tebaa inanç ve ibadet özgürlüğüne sahipti. Çar Yunanların yeni kurulacak Ġstanbul merkezli bir Rus imparatorluğu için savaĢmalarını bekliyordu. Ancak karĢılığında vaat ettiği tek Ģey Ģeref ve merhametti. Onlardan istenen Ģey Osmanlı tebaası olmak yerine Rus tebaası olmaktan baĢka bir Ģey değildi. Sefer baĢarılı olup Ġstanbul alındığında Yunanistan’ın tamamı Rus topraklarına katılacaktı. Kendilerine destek sağlayan Yunanlar için çarın iyi dileklerinden baĢka hiçbir mükafat verilmeyecekti. Yunanlar bu olaydan yıllar sonra, Rus misyonerlerin faaliyetleri sayesinde, tekrar 1768 yılında baĢ gösteren Osmanlı - Rus harbi için hazırlanmıĢtı. Ġsyanın baĢlaması için Rus donanmasının Ege denizinde görünmesinden baĢka bir Ģeye ihtiyaç yoktu. Ġngilizlerin desteğiyle, Rusya Ege denizine iki filo gönderdi. Filonun baĢkanlığında Gregory ve Aleksi Orlof bulunuyordu. Gemilerde Yunanların yanında savaĢacak Rus 175 Albert Sorel, Mesele-i ġarkiyye ve Kaynarca Muahedesi, s.21 aktaran Osman Köse, 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2006, s.40. 176 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e. s. 333. 51 ordusunun mevcudiyeti ise iki bin kiĢiyi bulmuyordu (Ġlk filoda 1200, ikinci filoda 600 177 asker mevcuttu) . Bu sadece Karadağlıları ve Yunanları isyan çıkarmaya teĢvik etmek 178 için hazırlanmıĢ bir plandı . Yunanlar isyan edince Osmanlı ordusunun bir kısmı onlarla ilgilenmek zorunda kalacaktı böylece Rus ordusunun iĢi kolaylaĢacaktı. Beklenen gemiler Ege’ye ulaĢtığında birinci filo fırtına nedeniyle Manya limanına sığındı. Rus gemilerini gören Manya’lılar bunu bir iĢaret sanarak ayaklanmayı baĢlattı ve isyan kısa zamanda Mora ve etrafındaki adalara yayıldı. Ruslar planladıklarından erken baĢlayan isyanı yönlendirmek için karaya asker çıkardı. Fakat Osmanlı donanmasının Mora’nın imdadına yetiĢmek üzere olduğunu öğrenen Rus filosunun kaptanı Alexander Orlof geri çekildi ve 179 kendilerine güvenerek isyan eden reayayı yüzüstü bırakarak gitti . Orlof bundan sonra Pire, Atina, Ağriboz gibi yerlerde ahaliyi isyana teĢvik ettiyse de, Mora’nın akibetini iyi 180 bilen Rumlar bu tahriklere aldırmadılar . Yunanlar Rusların kıĢkırtmasıyla isyanı baĢlattılar. Aralarında çok az sayıda Rus askeri bulunuyordu. Osmanlı ordusu isyanı bastırmayı baĢardı, isyancıların arasında bulunan Ruslar ülkelerine geri döndü. Mağlubiyetin faturası ise yine Yunanlara kesildi. Alexander Orlof, Rus çariçesine yazdığı mektupta Yunanların korkaklıklarının kendisini hayal kırıklığına uğrattığını yazmaktadır: “Moralılar dalkavuk, sahtekâr, güvenilmez, küstah, korkak; sadece para ve ganimet peĢindeler.” Çariçe II. Katerina Ģöyle cevap verir: “Yunanların doğal korkaklığı yüzünden harekât bekleneni sunmamıĢ olsa da, Rusların sizin komutanız altında hevesle görevlerini tamamlamıĢ olmalarından ziyadesiyle memnunum.” Çariçe daha sonra Voltair’e de benzer bir mektup gönderir: “Yunanlar korkaklar ve bu yüzden özgür olmayı hak etmiyorlar.” Bir baĢka mektubunda: “Yunanlar ve Ispartalıların ahlakı pek ziyade bozulmuĢtur. Onlar hürriyetten ziyade çapulculuğa meyyaldirler. Kendilerine gönderdiğim kahramanlar vesayasında, vaziyet-i hâzıradan 181 istifade etmezlerse ebediyen kendilerini ziyan etmiĢ olurlar” demektedir. Orlof Yunanlar hakkında söylediği sözlere rağmen, bugün halen Yunanistan’da Helen dostu olarak tanıtılmakta, Atina’da iki cadde onun ismini taĢımaktadır. 177 Osman Köse, 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2006, s.41. 178 Süleyman KocabaĢ, Kuzey’den Gelen Tehdit: Tarihte Türk Rus Mücadelesi. Ġstanbul, Vatan yayınları, 1989. s.131. 179 Osman Köse, a.g.e., s.46 180 Osman Köse, a.g.e., s.48 181 Albert Sorel, Mesele-i ġarkiyye ve Kaynarca Muahedesi, s.124 aktaran Osman Köse, 1774 Küçük Kaynarca AndlaĢması, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2006, s.48. 52 Kısa süre sonra Rusların teĢvik ettiği Ethniki Eterya isimli örgütün faaliyetleri sonucu Rumlar yeni bir isyan hazırlığı yapmıĢtı. Ancak Yanya valisi Tepedelenli Ali PaĢa’nın Rumlar üzerinde kurduğu sıkı idare buna imkan vermiyordu. nihayet bazı saray entrikaları sonucu Tepedelenli, II. Mahmud’a isyan edince beklenen fırsat ortaya çıktı; Rumlar isyan ettiler. Rus yardımı sağlanabilmesi amacıyla, isyan evvela Rus sınırına yakın Eflak – Buğdan’da baĢladı. Ancak, Rumenlerin destek vermemesi ve Osmanlı devletinin atik davranması sayesinde isyan bastırıldı. Ġpsilanti Avusturya’ya kaçtı. Çar ise 182 yaverinin isyan hareketini ayıpladı . Fakat Rusya bu olaydan kendine yarar sağlamaktan geri kalmadı. Küçük Kaynarca (1774) antlaĢmasına dayanarak Osmanlı topraklarında yaĢayan Ortodoks tebaanın hamisi olduğunu iddia eden Çar, Eflak-Buğdan’da gözü olduğu için birdenbire orada yaĢayan ahalinin zulüm gördüğünü iddia ederek Voyvodaların atanmasında söz sahibi olmayı talep etti. Bunun yanında ticaret gemilerinin boğazlardan serbest geçiĢ hakkının tanınmasını istedi. Aynı dönemde Yeniçeri Ocakları kaldırıldığından, ordusuz kalan Osmanlı devletinin Rusların bu taleplerine ret edecek durumu yoktu. Neticede 1826 yılında Akkerman’da imzalanan antlaĢmayla Rusya’ya 183 birtakım yeni imtiyazlar tanındı veya eskileri tasdik edildi . Fakat antlaĢmanın Yunan 184 meselesiyle ilgisi yoktu; Rusya fırsattan faydalanarak bazı avantajlar elde etmiĢti . Rusya bu antlaĢmanın kazanımlarıyla yetinmedi. Kafkasya’da da ele geçirmek istediği topraklar bulunuyordu. Yeniçerilerin henüz ilga edilmiĢ olması iyi bir fırsattı. Ayrıca devam etmekte olan Yunan isyanı, Rusya’ya savaĢ baĢlatması için bahane sunabilirdi. Avrupa’da var olan Yunanilik akımı Fransa ve Ġngiltere’nin de Yunanistan’da olan bitene seyirci kalamayacağını gösteriyordu. Sonuçta Rusya, Fransa ve Ġngiltere 1827 Londra antlaĢmasıyla aldıkları müĢterek kararla, Yunanistan’ın Osmanlı’nın himayesinde muhtar bir devlet olması istediler. Babıâli’nin bu isteği reddetmesi üzerine, aynı yıl, üç ülke Osmanlı’ya nota vererek, Rumlar hakkında olan her türlü düĢmanca eylemin son bulmasını istediler. Babıali’den cevap gelmeyince, müttefikler, harp hali olmadığından 185 hazırlıksız halde Navarin’de demirlemiĢ bulunan Osmanlı donanmasını imha ettiler . Fakat Ġngiltere ve Fransa gözdağı vermekle yetinirken, Rusya daha ileri gidip savaĢa girmek niyetindeydi. SavaĢı meĢru göstermek için Yunanistan’ın muhtariyetini öngören Londra antlaĢmasının zorla kabul ettirilmesini bahane etti. Ayrıca harekât sebebiyle 182 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. 5, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1995-1996, s. 116. 183 Akdes Nimet Kurat, a.g.e., s.35. 184 Haluk F. Gürsel, a.g.e., s.85. 185 Süleyman KocabaĢ, a.g.e., s.205. 53 toprak iĢgal etmeyeceğini ilan etti. Böylece Osmanlı tecrit edildi ve 1828 Nisanında harp 186 ilan edildi . Rusya’nın, Yunan isyanını düzenleyip bu isyan vasıtasıyla Batı’lı devletleri Türkiye’den tecrit ederek ilan ettiği harp karĢılığı toprak kazançları doğuda batı Kafkasya’nın, Rumelide Tuna deltasının eline geçmesi oldu. Rusya, Ġngiltere ve Fransa’ya toprak ilhak etmeyeceği sözünü tutmadı fakat adı geçen devletler buna göz yumdu. Yunanistan’ın Rus himayesine girmesine ise müsaade etmediler. Rusya’nın Yunanistan’a kral tayin etmek istediği Kapodistrias muhtemelen Fransa ve Ġngiltere tarafından kiralanan biri tarafından öldürüldü. Akabinde Yunanistan’a Bavyera Prensi Otto’yu kral tayin ederek Fransa ve Ġngiltere bölgedeki nüfuz mücadelesini kazanmıĢ 187 oldular . 3.2.2. Fransa’nın Doğu Siyasetinde Yunanilik Fransız Devriminden (1789) sonra Avrupa’ya yayılan milliyetçilik akımı, bağımsız Yunanistan’ın kuruluĢ sürecini tetikleyen geliĢmelerden birisidir. Fakat devrimin ortaya çıkardığı özgürlük vurgusu Yunanlar söz konusu olduğunda Fransa’nın çıkarlarını korumak amaçlı bir araç olarak kullanılmıĢtır. Ayrıca Fransa’daki Yunanilik akımı bağımsız Yunanistan’ın kurulması fikrini destekleyen bir diğer unsur olmuĢtur. Ancak Fransızlar esasında Mısır seferi planlarının bir parçası olarak Yunanilik maskesini takmıĢlar böylece Yunanların sempatisini kazanarak onları Osmanlı’ya karĢı kullanmayı hedeflemiĢlerdir. Bu nedenle Yunanilik konusu incelenirken Fransız siyasetine değinmeden geçilemez. Fransızlar, Mısır seferinin baĢarıya ulaĢması için, Mora yarımadasının stratejik bir coğrafya olduğuna inanıyorlardı. Buraya ordularını yerleĢtirmek için Yunanların desteğinin alınması gerekiyordu. Peki, bu nasıl mümkün olabilirdi? Yunanilik akımı, özgürlük vurgusu bu iĢ için en uygun araçlardı. Fansız devriminin getirdiği insan hakları bildirisi sonrası, Demokrasi yanlısı Fransızlar iyon adalarında “Özgür Yunanistan” sloganını yaymaya baĢladılar. Demokrasi kurumunu icat ve ihya eden bir halkın zincirlerini mutlaka kıracaklarını söylüyorlardı. Lefkada generali Royer duyurusunda “Uzun bir kölelik döneminin ardından artık özgürlüğün temiz havasını almanın ve mutlulukla umudun yeryüzünün birinci ırkına yayılmasının zamanıdır.” Bir baĢka 186 Süleyman KocabaĢ, a.g.e., s.206 187 Süleyman KocabaĢ, a.g.e., s.224 54 bildiride: “Size değerler arasında en önemli olanı, özgürlüğü sunuyoruz… Artık her türlü korku ve karamsarlık sizden uzak… Bizler sizin efendileriniz değiliz… sizleri çok mutlu 188 etmek istemekteyiz.” Aslında Fransızların Yunanlara demokrasi ve özgürlük getirmek gibi bir niyetleri yoktu. Rusya’ya benzer Ģekilde, Fransa da Helen Dostluğu fikrinden yararlanarak, Rumları kendi yayılmacı politikalarını gerçekleĢtirmek için bir araç olarak kullanmak istemiĢtir. Fransız dıĢiĢleri bakanı Talleyrand’ın (Charles-Maurice de Talleyrand-Périgord) Napolyon’a cevaben yazdığı mektupta Fransızların asıl gayesi açıkça görülmektedir: “Bizim için hiçbir Ģey Arnavutluk’a, Yunanistan’a, Makedonya’ya 189 el koymaktan daha kıymetdar ve daha mühim olamaz”. Fransa Ġmparatoru Napolyon Bonapart, henüz ülkesine komutan olarak hizmet ettiği dönemde, Akdeniz ve Mısır üzerindeki yayılmacı planlarının gerçekleĢmesi için, hedefinde bulunan ülkelerdeki azınlıklar arasında tahrikler baĢlatmayı planlıyordu. Napolyon’un Osmanlı topraklarındaki ilk hedefi Ġyon adalarıydı. Burayı ilhak etme yolunda, Osmanlı ile çıkabilecek muhtemel bir çatıĢmada adada yaĢayan Rumlar iyi bir müttefik olabilirdi. Yunanilik akımı, Osmanlı topraklarında yaĢayan Rumları savaĢmaya ikna etmek için etkili bir propaganda aracı olarak kullanılabilirdi. Nitekim Napolyon Rumları isyana teĢvik edebilmesi için General Gentili’ye Ģöyle nasihatte bulunmuĢtur: “Nutuklarında Yunanistan, Atina ve Sparta’dan söz etmeyi unutma ve onların özgürlük 190 tutkularını kullan.” Mora adasında bulunan Manya Ģehrine gönderdiği mektubunda ise Fransızların Antik Yunanistan döneminden bu yana özgürlüğünü korumayı baĢaran küçük ama cesur Manya halkını takdir ettiğini ve kendilerini korumayı ihmal etmeyeceklerini yazmıĢtır. Ayrıca Sparta’lıların torunlarının fırsatları olsaydı ataları gibi Ģanlı zaferler elde edebileceklerinden Ģüphe duymadığını belirten Bonaparte, kendilerini 191 yakından tanımak istediğini yazmıĢtı . Daha önce 1768-1774 Türk –Rus harbi sırasında Rus donanmasının Akdeniz’e geliĢi üzerine, Rusların tahrikiyle Babıali’ye karĢı isyan edip istiklal hareketine giriĢen Yunanlar, bu sefer Fransız’ların yardımıyla, milli gayelerinin gerçekleĢeceği ümidine kapılmıĢlardı. Napolyon Rumlara bunları söylerken, Rusya’nın sıcak denizlere inmesi tehlikesi ortaya çıktığında kendini Osmanlı’nın tarafında gösterir; Osmanlı’nın zayıf düĢmesi 188 ΢άθας [Sathas], a.g.e., s. 565. 189 Edouard Driault, Napoleon’un Şark Siyaseti. (Mütercim Köprülüzade Mehmed Fuad, Çeviryazı Selma Günaydın) Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2013, s.6. 190 Ġsmail Soysal, Fransız ihtilali ve Türk – Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara, Türk Tarih kurumu Basımevi, 1964, s.168 191 ΢ιμόποσλος [Simopulos], a.g.e., s.339 55 halindeyse topraklarını alacağını söyler. 16 Ağustos 1797’de yazdığı bir mektubunda Ģöyle der: “… Korfu, Zante (Zakintos), Sefalonya (Kefalonya), adaları bizim için bütün Ġtalya’dan daha ehemmiyetlidir. Eğer tercih mecburiyetinde olsaydık, bütün Ġtalya’yı Ġmparatora (Avusturya’ya) terk edip, ticaretimiz ve zenginliğimiz için basamak olacak bu adaları muhafaza etmek, zannederim, çok daha müreccahtır. Türklerin Ġmparatorluğu gün geçtikçe yıkılıyor. Bu adalara sahip olmak bizi, imkan nispetinde Türkiye’yi takviye edebilmek veya bu olmazsa, ondan payımızı alabilmek mevkiine koyacaktır. Ġngiltere’yi tam manasıyla ezmek için Mısır’ı zapt etmek lüzumunu hissedeceğimiz zaman uzak değildir. Her gün zayıflayan geniĢ Osmanlı Ġmparatorluğu’nun durumu, bizi bir an önce 192 Yakındoğu ticaretimizi muhafaza tedbirlerini almak mecburiyetine koymaktadır.” Napolyon, yaĢadığı zaferlerin kendisine kazandırdığı özgüvenle, Büyük Ġskender’in imparatorluğunu yeniden canlandırmayı hayal ediyordu. Sainte Helene hatıratında: “Yunanistan’ı kurtaracak insan ne büyük Ģeref kazanacaktır. Onun ismi tarihe Homer, Eflatun ve Epaminondas ile birlikte hakkedilecektir. Ben Ġtalya’da harbederken bu ümidi beslemiĢ ve Adriyatik kıyılarından Directoire’a, önümde Ġskender’in 193 imparatorluğunun bulunduğunu yazmıĢtım ” demiĢti. Elbette Napolyon Yunanistan’ı kurtarıp onu özgür bırakacak değildi. ġair ve Edip Fontanes kendisine Ģöyle sesleniyordu: “Ġtalya sizin büyük emelleriniz için çok dardır. Çok zaman, sizin Yunan milletiyle münasebetlerinizi düĢünürüm. Eğer hem Vatikan duvarları, hem de Ġstanbul sarayının kulesi üzerine Fransız sancağı dikme gayesini benimsemiĢseniz, buna hiç hayret etmem. 194 Bu, Doğu ve Batı Ġmparatorluğu’nun ihyası demek olacaktır.” Fransa’nın niyeti Avusturya’nın ve Rusya’nın Akdeniz’e açılmasını önlemek, aynı zamanda Ġngiltere’nin baĢarılarına karĢın kendilerinin Akdeniz’de hakim güç olmalarını sağlamaktı. Talleyrand, bir mektubunda, Avusturya’nın esasen gözü bulunduğu Malta’nın zaptını Directorein’in tasvip ettiğini söyledikten sonra, Avusturya’nın Dalmaçya ve Raguza (Duprovnick) üzerinden Akdenize hakimiyet iddiasına iĢaretle Ģunları yazmıĢtı: Avusturya, Türkiye’nin Arnavutluk ve Bosna eyaletlerine tecavüz niyetindedir. Öte yandan, Rusya ile birlikte hareket ederek, Rus donanmasının Egeye girmesi üzerine, buralarını arkadan da alabilir. ġu halde, onun denizlere doğru geniĢlemesini önlemek menfaatimiz icabıdır. Mısır’a gelince, bu husustaki fikirlerimiz büyüktür. Bunun faideleri hissedilmelidir. Size bu hususta mufassal Ģekilde 192 Ġsmail Soysal, a.g.e., s.165 193 Rodocanachi, Bonaparte et les İles İoniennes, s.68, aktaran Ġsmail Soysal, a.g.e., s.166 194 E. Driault, La Question d’Orient, Paris, 1912, s.72 aktaran Ġsmail Soysal, a.g.e., s.166 56 yazacağım. Bugünlük diyebilirim ki, eğer Mısır ilhak edilirse, bu iĢ, bu talihsiz memlekette sık sık tekerrür eden Rus ve Ġngiliz entrikalarını bozmak için yapılmalıdır. Türklere bu kadar büyük bir hizmet edince, oradaki hakimiyetlerini ve ihtiyacımız olan bütün ticari menfaatleri bize bırakmaya kolaylıkla razı olacaklardır. Müstemleke olarak, Mısır bize pek yakında Antiller’in mahsulati 195 kadar mahsul temin edecek, ayrıca Hint ticaretinin yolunu açacaktır… Talleyrand, burada bir yandan, Adriatik havalisinin ve Mısırın akdenizde Avusturya – Rusya’nın nüfuzuna karĢı Fransa’nın mücadelesinin ehemmiyetine ve Mısırdan elde edilecek ticari menfaatlere iĢaret ederken, öte yandan da, Mısır sanki sahipsizmiĢ gibi, oranın iĢgalini Türkiye için bir hizmet Ģeklinde göstermek istiyordu. 3.2.3. Alman Devletlerindeki Siyasi ArayıĢ ve Yeni Yunanilik Akımı Yeni Yunanilik akımı, Rusya ve Fransa’da siyasi çıkarları gizlemek için kullanılan bir paravan iken, Alman devletlerinde siyasi yenilenmeyi sağlayacak bir araç hizmeti görüyordu. Aydınlanma, siyasi, ideolojik ve kültürel bir hareket olarak özgürlükçü ve devrimci bir yapıya sahipti ve Avrupa’daki monarĢinin statüsünü sorguluyordu. Ancak Fransa’da devrime sebep olan bu köktendeğiĢimci hareket, Almanya açısından olumsuz sonuçlar doğurmuĢtu. Bu yüzden Alman ülkelerinde Aydınlanma düĢüncesine alternatif olabilecek bir hareket arayıĢı yaĢanıyordu. Bunun neticesinde neoklasizm, yani kadim Yunanistan medeniyetini model alan akım doğdu. Böylece insanı özgürleĢtirmeyi hedefleyen aydınlanmaya karĢı, farklı bir ideal ortaya çıkarıldı: çağlara meydan okurcasına hiç değiĢmeyen, mükemmelliğe eriĢmiĢ klasik medeniyete geri dönmek. Fikrin öncülerinden biri Yunanistan’ı hiç ziyaret etmemiĢ olan Alman arkeolog Wickelmann’dır. Ġtalya’daki antik çağ kalıntılarını araĢtırdığı sırada, Yunan medeniyetinin Avrupa kültürü üzerindeki etkisini fark etmiĢ olan Wickelmann, “Geschichte der Kunst des Altertums” (1763) isimli eserinde Yunan estetik anlayıĢının zaman ötesi olduğunu ispatlamaya çalıĢmıĢtır. Ona göre Roma eserleri sadece birer 196 kopyadır; asıl olan sadece Yunan eserleridir. Klasik çağın görkemi Antik Yunan’dan kaynaklanmaktadır. Çünkü Yunan kent devletlerinde özgürlük mevcuttur ve güzel sanatların geliĢmesi için özgürlük en önemli Ģarttır. Wickelmann, bu yüzden modern 195 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., 342. 196 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e. s. 388 57 insanın geliĢebilmesi için kadim Yunan medeniyetini taklit etmesi gerektiğini 197 savunmuĢtur. Klasik döneme dönme fikri muhafazakâr bir düĢünce gibi görünse de, aslında ilerlemek adına ortaya atılmıĢ, feudalism karĢıtı bir düĢüncedir. Klasik döneme dönmek, özgürlüğe ve demokrasiye dönmek demektir. Çünkü klasik ideal, özgür siyasi hayatı gerektirmektedir. Siyasi hayatta özgürlük yoksa kültürel geliĢim mümkün olamaz. Kadim Yunan medeniyetinin zirveye ulaĢmasının sebebi, siyasi özgürlük ve demokrasidir. Almanların izlemesi gereken yol budur. Wickelmann Almanaya’daki Yunaniliğin geliĢmesine büyük katkı sağlamıĢtır. Onun tezinden sonraki yıllarda Goethe ve Schiller antik tragedya etkisi taĢıyan tiyatro eserleri yazmıĢtır. Goethe ayrıca altı Yunan halk müziğini ve Yunan aĢk Ģarkılarından bazılarını tercüme etmiĢtir. Bunlardan baĢka Herder ve Lessing kadim yunan 198 hayranlığıyla dolup taĢan eserler yazmıĢlardır . Holderlin “Hyperion” isimli romanında, 199 Almanya’nın Yunanistan’ı takip edip, Rönesans yaĢaması gerektiğini savunmuĢtur. Almanya’daki Yunanilik akımı, filozof ve dilbilimci Wilhelm von Humboldt’un Prusya eğitim bakanı olarak görevlendirilmesiyle, yeni bir aĢamaya geçmiĢtir. Prusya hükümeti, Fransa karĢısında uğranan mağlubiyetin ardından, ülkenin yeniden ayağa kalkmasını sağlayacak, aynı zamanda da kendilerini Fransa’daki gibi bir devrim hareketinden koruyacak özgün bir reform arayıĢı içerisindeydi. Eğitim alanında da reformlar yapılmalıydı. Görevi üstlenen Humboldt’un eğitim bakanlığı boyunca uygulamaya çalıĢtığı eğitim reformları, 1792-1793 yıllarında August Wolf ile birlikte hazırladıkları “Antikçağ ve özelde Yunanların incelenmesi üzerine” isimli taslağa dayanmaktaydı. Buna göre, Napolyon güçleri karĢısında yaĢanan yenilginin ardından Alman halkını yeniden bütünleĢtirmenin yolu, genel olarak antik çağın ve özellikle Antik Yunanların öğrenilmesinden geçmektedir. YaĢadığı dönemde hâkim olan romantik fikirlerden etkilenen Humboldt’a göre, antikçağın medeniyetleri yabancılaĢmaya uğramamıĢ, saf, arı bir yapıya sahipti ve bunlar hakkında bilgi edinmek Almanya’da daha iyi insanlardan meydana gelmiĢ, daha iyi bir toplum ve dolayısıyla daha güçlü, zamana 197 Martin Bernal, a.g.e., s. 284. 198 Καρολίδης Παύλος, Ο γερμανικός Φιλελληνιζμός [Karolidis Pavlos, Alman Yunanseverliği], Atina, 1917,.ss. 8-9 199 Λαζκαρης ΢.Θ., Ο Φηιειιεληζκόο ελ Γεξκαλία θαηά ηελ Ειιεληθήλ Επαλάζηαζηλ, Αθήνα, ΢ύλλογος προς Γιάδοζιν Ωθελίμων Βιβλίων, [Laskaris S. Th., Yunan isyanı sırasında Almanya’daki Yunanseverlik, Atina, Faydalı Kitapların YaygınlaĢtırılması Derneği Yayınları], ss.1-14. 58 meydan okuyacak kadar sağlam ve özgün bir medeniyet yaratacaktır. “Altertumswissenschaft” ismi verilen bu doktrin, kurucuları tarafından gericilik ile devrim arasındaki üçüncü yol olarak görülmüĢtür. Ne var ki ilerleme adına giriĢilen 200 eğitim alanındaki bu reform hareketi pratikte statükoyu korumaktan ileri gidememiĢtir. Alman bilginlerinin ve sanatçılarının ortaya koydukları eserler, kadim Yunan medeniyetine duyulan hayranlığı ifade etseler de, Almanya’daki Yunanilik akımı gerçek bir Yunanseverlik hareketi değildir. Zira bu eserlerde modern Yunanlar ve onların içinde 201 bulunduğu durum tamamen göz ardı edilmiĢtir. Almanya’daki Yunanilik hareketi aslında kadim Yunan medeniyetinin yüceltilerek Alman’larla Antik Yunanlar arasında hayali bir bağ kurulmasına vesile olmuĢ, bu vasıtayla Alman milliyetçiliğinin geliĢmesine hizmet etmiĢtir. 3.2.3.1. Avusturya’nın Siyasi Çıkarları ve Yeni Yunanilik Akımı Antik Yunan eserlerine duyulan ilgi, Almanya’da Fransız devriminin yarattığı dehĢetle baĢlayan, gericilik ile ilericilik gerilimine çözüm olabilecek üçüncü bir yol bulma çabalarının bir ürünü olarak doğmuĢtur. Alman romantikler kadim Yunanları dünyevi kaosu aĢmıĢ ve kutsal mükemmele yaklaĢmıĢ olarak görüyordu ve Aydınlanma tarafından ilan edilen evrensel değerleri reddetmek için aradıkları sağlam temel taĢlarını kadim Yunanda bulmuĢlardı. Romantiklere göre Yunanlar evrensel insanlık değerinin ta 202 kendisiydi. Öte yandan Alman romantiklerinin Avrupa genelinde yayılan yenilikçi fikirlerinin karĢısında, monarĢi düzeninin muhafaza edilmesi için çabalayan bir zümre de mevcuttu. Buna en iyi örnek, Yunan isyanı döneminde Avusturya’nın dıĢ politikasını Ģekillendiren Metternich’tir. Alman siyasetçi, Napolyon savaĢları sonrası Avrupada’ki dengeleri ve monarĢi düzenini korumak adına elinden gelen her türlü çabayı göstermiĢtir. Ġlerici, aydın fikirlerin önüne set çektiği için Alman liberaller ona gericiliği ve karanlığı ifade eden 203 “Mitternacht” yani “gece yarısı” lakabını layık görmüĢlerdi . Metternich modern Yunanları bir zamanlar görkemli olan bir halkın yalnızca kötü yönlerini tevarüs etmiĢ 204 ahlaksız bir topluluk olarak görüyordu . Onun muhafazakâr politik yaklaĢımının bir 200 Bernal, a.g.e. s.362 201 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e. s. 366. 202 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e. s. 369. 203 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., ss. 399-401. 204 Tuncer Hüner, Metternich’in Osmanlı Politikası (1815–1848), Ankara, Ümit Yayınları, 1996, s. 66. 59 sonucu olarak Avusturya Yunan isyanının baĢlangıcından itibaren Osmanlı Devleti’nin yanında yer almıĢtır. Metternich sadece diplomasi yoluyla değil, ülkesinin diğer olanaklarını da isyanın bastırılması için kullanmıĢtır. Bunu yapmasının sebebi elbette Osmanlı’ya karĢı hissettiği dostane duygular değildir. Balkanlarda meydana gelecek herhangi bir kargaĢa, Rusya’nın buradaki etkisini artırmasını sağlayacağı için Avusturya’nın çıkarlarına ters düĢüyordu. Ayrıca Avusturya’da Yunan isyanı yasal 205 otoriteye karĢı baĢlatılmıĢ bir devrim hareketi olarak görülüyordu. Dolayısıyla isyan, hem Avrupa’nın hassas siyasi iliĢkilerini bozup yeni savaĢlara yol açabileceği için, hem de devrim hareketlerini tetikleyip monarĢi düzeninin yıkılmasına sebep olabileceği için tehlikeli olarak görüldü ve engellenmesi için çaba gösterildi. Avusturya’da siyasi önceliklerin karĢısında geri planda kalan Yunanilik, modern Yunanların desteklenmesine bir katkı sağlamadı. 205 Tuncer, a.g.e., ss.67–68. 60 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM YUNANĠLĠK VE ORYANTALĠZM 4.1 Yunan Ġsyanı ve Yeni Yunanilik Akımının Bilinmeyen Yüzü Yunanilik akımı, yalnızca kadim Yunan medeniyetine methiyeler düzen edebî ve sanatsal bir hareket değildir. Yunanilik akımı, aynı zamanda, Batı’lı entelektüellere yasaklanmıĢ siyasî görüĢleri semboller aracılığıyla ifade etme imkânı sağlayan bir üsluptur. Dahası, Yunanilik akımı, Batı’nın üstün meziyetlerini ortaya çıkarmak için, Doğu’ya ve Doğululara olumsuz özellikler yakıĢtıran ġarkiyatçılık tavrıyla benzerlikler göstermektedir. Elinizdeki bölümde bu konular irdelenecektir. Yunan isyanı baĢladığında, Avrupa’da henüz monarĢi düzeni hâkimdi. Ancak Liberal fikirlerin yaygınlaĢtığı bu dönemde, Avrupa halkı bu isyanı despotizme karĢı baĢlatılmıĢ bir hareket olarak görmüĢ, Yunan isyancılara arka çıkmıĢlardı. Çünkü isyan, eski düzenin yerine yeni bir düzenin baĢlaması açısından ümit vaat ediyordu. Ġsyan, Avrupalı aydınlar tarafından da heyecanla karĢılandı. Yunan isyanı kendilerine liberal fikirlerini uygulama ve her tür monarĢi karĢıtı davranıĢ ve düĢünceyi ifade etme imkânı sağlayacaktı. Ġsyan ile ilgili haberler öncelikle Antik Yunan araĢtırmaları yapan toplumlarda coĢku yaratmıĢtı. Özellikle konu ile ilgilenen akademik topluluk ve yeni bir gelecek hakkında hayaller kuran gençlik arasında bu coĢku daha fazla yaĢanmıĢtı. Antik yunan ruhunun tekrar canlandığı düĢünülüyordu. Akıllara Antik Helenlerin Perslerle yaptıkları savaĢlarla ilgili kahramanlık hikayeleri geliyor, duyguların kabarmasına yol açıyordu. Kısa sürede bu coĢku halkın diğer kesimlerine de yayıldı. ĠĢçiler ve köylüler de isyan hakkındaki geliĢmeleri merak eder oldu. Ancak bu ilginin kaynağı Yunan hayranlığı değildi. Aslında bunların altında yatan Ģey, liberal özgürlük arayıĢının 206 uyanmasıydı. Yunanilik akımı, Yunan isyanının duyulması ile yeni bir safhaya geçmiĢ oldu. Neoklasizm akımı Antik Yunan sanat ve edebiyatını yeniden gündeme getirmiĢti. Romantizm akımı ise insanlara cesaret ve kahramanlık hayalleri aĢılamıĢtı. Yunan isyanı, 206 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.463. 61 Avrupa’da liberal düĢüncenin canlanmasına yol açtı. Yeni Yunanilik hareketi bu canlanmanın edebî ifadesi olarak Avrupa kamuoyunun dikkatlerini isyan sırasında olan biten hadiseler üzerine yoğunlaĢtırdı. Böylelikle Yunan isyanı Avrupalıların zihninde baskıcı rejimlere karĢı yürütülen bir kurtuluĢ savaĢı olarak sembolleĢti. Ġsyanın tüm Avrupa için taĢıdığı önemi romantik Ģair ve radikal bir siyasetçi olan Percy Bysshe Shelley, “Hellas” isimli trajedi eserinin giriĢinde Ģu sözlerle ifade etmiĢtir: “Hepimiz Yunanız. Yasalarımızın, edebiyatımızın, dinimizin, sanatımızın kökleri Yunanistan’dandır. Yunanistan olmasaydı hala vahĢiler ve putperestler olabilirdik.” Eser, kadim çağlarda Yunanlarla Persler arasında geçen savaĢtan esinlenerek yazılmıĢtı; Ancak bu kez Perslerin yerinde Türkler, Pers hükümdarı Kserkses’in yerindeyse Sultan II. Mahmut bulunuyordu. Eserin son korosunda yer alan mısralar dünyaya hâkim olacak yeni düzeni müjdeliyordu; dünyanın altın çağı yeniden baĢlayacak, bambaĢka bir Atina doğacaktı. Çünkü Rum isyancılar, tiranlığa baĢ kaldırarak tüm Avrupa’ya örnek olacak bir eylem baĢlatmıĢlardı. Shelley, Yunan isyancılara yardım etmeyen hükümetleri bu 207 yolla yermiĢ, Avrupalıları bu Ģekilde isyanı desteklemeye davet etmiĢti. Yunan isyanının Avrupa’daki yorumu basın tarafından gerçekleĢtiriliyordu. Fransa ve Ġngiltere gibi sansürün düĢük olduğu ülkelerde gazetelerde Yunanistan’daki savaĢ hakkında haberler yayımlanıyor, köĢe yazılarında isyancıları destekleyen ateĢli 208 yorumlar yazılıyordu. Bunları makaleler ve Ģiirler takip ediyordu. Avrupa üniversitelerindeki klasik filoloji profesörleri Yunanilik hareketinde ön planda yer alıyordu. Örneğin Stazburg Üniverstesinden Antik Yunan edebiyatı profesörü J.G. Schweighauser: “Türkler pek çok defa uygarlığımızı tehdit etti ve Yunanların bu konuda Ģöyle bir atasözü var: onlar nereye ayak bassalar, çimenlerin büyümesi durur. Medeniyet Ģu anda boyunduruk altında inliyor. Bu adamlar uygarlığımızı borçlu olduğumuz kahramanların, Ģairlerin, filozofların, sanatçıların torunları. Ülkelerini yeniden canlandırmak istedikleri için korkunç katliamlara maruz kalıyorlar. Modern ilerlemenin mükemmelleĢtirdiği meyvelerin tohumlarının atıldığı geçmiĢin ihtiĢamını hatırlayarak topraklarını ve adalarını kurtarmaya çabaladıkları için denizleri aĢmak zorunda kalıyorlar. Hangi Edebiyat ve Sanat dostu Maraton’u ve Salamina’yı meydana getiren kadim Yunan devletinin yeniden hayat bulmasını, Platon’un Sofokles’ten ders dinlediği, Homeros’un Ģiirlerinin Perikles’in sarayında ve Fidias’ın tapınağında seslendirildiği zamanın geri 209 gelmesini istemez ki.” Fakat Avrupalılar, Yunanistan’dan alınan haberleri takip ederken, Rumların propaganda amacıyla gerçekleri çarpıttığını bilmiyorlardı. Üstelik Türkler hakkında 207 Clair, a.g.e., s. 54. 208 Clair, a.g.e., s. 53. 209 J.G. Schweighauser, Discours sur les Services que les Grecs ont rendues a la Civilisation, Paris, 1821, aktaran Clair, a.g.e., s. 56. 62 tarihten gelen önyargılar, Avrupa’lıların çarpıtılmıĢ veya abartılmıĢ haberlere inanmasını kolaylaĢtırıyordu. “Doğu Despotizmi” bu önyargıların temel taĢıydı. Bu önyargılara göre Türkler, zalim, saldırgan, barbar bir soydu ve Avrupa medeniyeti için tehlike arz ediyordu. Türk hükümdarlar devletlerini keyfi olarak yönetiyor, halka köle muamelesi uyguluyordu. “Doğu Despotizmi”, 18. yüzyılda Doğu’ya ötekilik katan en önemli kavramlardan biridir. Hentch’e göre bu kavram Ġslam’a yönelik fanatizmin doğurduğu 210 eski önyargılardan daha etkili olmuĢtur. Bir yandan da Hıristiyan din adamları halkı Türkler aleyhine kıĢkırtıyordu. Eski Fransız piskoposlarından N. de Pradt Yunanlar hakkında Ģöyle yazıyordu: “Bilimlerin ülkesi, kahramanların annesi, kürenin hocası (Yunanistan); nihayet, altı asırlık kölelikten sonra, barbar ellerin senin mezarının giriĢini kapamak için koymuĢ olduğu kayayı kaldırıyorsun… Hangi insan ruhu senin asil davranıĢlarına katılmayı reddeder ve kendi kolunu kullanamayacağı için bunun avuntusu 211 olarak sana dualar etmez!” Buna benzer pek çok makale, broĢür ve kitaplarla Greklerin “yiğitlikleri” yüceltiliyordu. 1821 yılında Fransa’da en az 9, 1822 yılında ise 18’den çok 212 Helen yanlısı kitap yayımlanmıĢtı. Yunanıların kazandığı zaferleri heyecanla duyuran makalelerin yanı sıra, milli menfaatler açısından Yunanların desteklenmesi gerektiğini savunan ve isyana karĢı olumsuz tutum sergileyen politikacıları eleĢtiren makaleler de kaleme alınmıĢtır. Fransa’da yayımlanan gazeteler hükümete Metternich doktrininden vazgeçmesi yönünde çağrıda bulunuyordu. Fransa’nın Osmanlı ve Mısır valisi Kavalalı Mehmetali PaĢa’ya yardım ediyor oluĢu eleĢtiriliyordu. Yunan isyanı Napolyun’un düĢmesinden sonra Fransa’nın doğuda kaybettiği gücünü yeniden kazanması için mükemmel bir fırsattı. Fransa, Waterloo savaĢında uğradığı hezimetin böylece üstesinden gelecektir. Ayrıca 213 Ġngiltere’nin her an isyana müdahil olup bölgede güç kazanması ihtimali mevcuttu. Fransa’da bu yüzden Yunanilik akımı milli menfaatler açısından gerekli ve pratik anlamda kullanıma açıktı. Aynı Ģekilde Ġngiltere’deki gazeteler hükümeti uyguladığı Yunan karĢıtı tavrından ötürü eleĢtiriyordu. Kurulacak Yunan Devleti ticari açıdan yeni fırsatlar demekti. Ayrıca bu sayede Ġngiltere Akdeniz’de üs kurabilirdi. Üstelik 210 Thierry Hentch, a.g.e., s.147. 211 Clair, a.g.e. s.55 212 Sonyel, a.g.e.. s.214. 213 Clair, a.g.e., s.57. 63 Ġngiltere’nin meydanı boĢ bırakması durumunda Rusya’nın bölgede güç kazanması 214 muhtemeldi. Yunanilik akımının en güçlü ifade bulduğu yer Alman devletleriydi. 17. yüzyıl ortalarından itibaren burada hayat bulan klasik dünya ideali ve Antik Yunan’a duyulan hayranlık güçlü bir ideolojiye dönüĢmüĢtü. Ayrıca Napolyon savaĢları esnasında iĢgale uğramıĢ olmanın getirdiği utanç ve hayal kırıklığıyla Almanlar arasında güçlü bir milliyetçilik idealizmi geliĢmiĢti. Diğer yandan Alman devletlerinde otoriter bir anlayıĢ hâkimdi. Özellikle Waterloo savaĢından sonraki yıllarda baskı daha da artmıĢ Ġnsan hakları, düĢünce ve ifade özgürlüğünde kısıtlamalar uygulanır olmuĢtu. Avusturya ve Prusya herhangi bir devrim kıvılcımına karĢı sert önlemler almıĢtı. Bu yüzden ülkedeki liberaller hayal kırıklığı içerisinde yaĢıyordu. Almanlar anayasaya dayanan bir yönetim sistemine kavuĢmayı arzuluyorlardı ve bu isteklerini elde etmek için bir mücadele yolu 215 arıyorlardı. Yunanilik akımı tüm bu zorlukları aĢabilecek, siyasi amaçlar için kullanılabilecek uygun bir araçtı. Yunanilik bayrağı taĢıyarak Alman devletlerinin birleĢmesi, insan hakları, anayasal hak ve özgürlüklerin talebi mümkündü. Bu yüzden Yunanilik, yöneticilerin baskısından bıkmıĢ olan liberallerin özgürlük arayıĢında taktığı maskeydi. BaĢlangıç akademi dünyasında olmuĢtu. Leipzig üniversitesinden Josef Wolf isimli bir profesör açık bir Ģekilde Yunanlarla Almanlar arasında bağ kuruyordu; “Biz Almanlar Yunanların yüzünde kendimizi görüyoruz. Aklımız kendiliğinden Fransız boyunduruğundan kurtulduğumuz zamana gidiyor... Ġnsan merak ediyor Yunanistan bir gün kendi eliyle veya baĢka bir gücün yardımıyla özgürlüğünü kazanmayı baĢarırsa acaba kimin eline düĢer? Yunanistan tahtına çıkan prens kim olursa olsun, halk Amerika veya Ġngiltere modelindeki gibi temsilcilik sistemi veya Polonya’da mevcut olan sistem gibi 216 liberal bir anayasa sahip olmalıdır.” Almanlar ve Yunanlar aynı ideal için savaĢ veriyordu. Osmanlı PadiĢahına baĢ kaldıran Yunanlar, despotizme karĢı ayaklanarak yeniden atalarına layık bir harekete giriĢmiĢti. Bu konuda bir Alman teoloji profesörü yazdığı “Yunanistan’ın Meselesi Avrupa’nın Meselesi” baĢlıklı bir broĢürde Ģöyle diyordu: “Yunanistan politik uykusundan uyandı ve bir genç gibi dinç ve Ģanlı bir vizyonla Avrupa uluslarının arasına katıldı. Yunanistan’ın parladığı dönemlerin 214 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., ss. 464-465. 215 Clair, a.g.e., s.60. 216 Clair, a.g.e., s.62. 64 üzerinden iki bin yıl geçti. Ancak günümüz Yunanlarının, ölümsüz eserleriyle geçmiĢten 217 bugüne zihnimizi aydınlatan Antik Helenlerin torunları olduğu kesindir.” Avrupa’nın çoğu Ģehirlerinde komiteler kuruldu ve Yunan isyancılar için yardım amaçlı para toplanmaya baĢlandı. Ayrıca ihtiyaç duyulacak her tür askeri malzeme ve savaĢacak askerler toplanıyordu. Organizatörlerin aklında Osmanlı yönetiminden çok kendi yöneticileri vardı. Yunan isyancılar için toplanan her yardım aslında Avrupa’daki despotlar aleyhine kullanılmıĢ oluyordu. Bu icraat aslında sembolik bir protesto aracıydı. Bir Alman vatandaĢ verdiği yardımın gerçekten Yunanistan’a ulaĢıp ulaĢmayacağı konusunda Ģüpheye düĢtüğünde, organizatörlerden aldığı cevap Ģuydu: “Sen ver de, gerisini düĢünme! Kendi iyiliğin için ver! Denize de düĢseler, rüzgâra kapılıp gitseler yine de kazançlıyız. Komitecilere Yunanlara ulaĢtırması için para vererek aslında 218 kendimiz için özgürlük satın alıyoruz, özgürce fikrimizi ifade etmiĢ oluyoruz.” Yunan isyanı aynı zamanda Napolyon savaĢlarının bitmesinin ardından iĢsiz kalan binlerce eski profesyonel asker için yeni istihdam imkânı demekti. Diğer taraftan Yunanistan’a gönüllü olarak gitmiĢ fakat orada yaĢanan vahĢeti gördükten sonra ülkesine geri dönen Avrupa’lılar da olmuĢtu. Döndüklerinde anılarını kitap halinde yayınlıyor, duydukları piĢmanlığı dile getirerek isyana katılacak müstakbel gönüllüleri vazgeçirmeye çalıĢıyorlardı. Örneğin 1822 yılının sonuna doğru Yunanistan’dan Marsilya’ya dönen Prusya’lı bir subay, kadim Yunan medeniyeti hakkında metinler okuyarak etkilendiği ve Yunanistan isyanına katılarak çabucak terfi edebileceğine inandığı için Yunanistan’a geldiğini fakat umduğunu bulamadığını yazmıĢtı. Üstelik Tripolitsa’nın Yunan isyancılar tarafından ele geçiriliĢi sırasında Ģahit olduğu zulmünden çok etkilenmiĢti: “Truva’nın Kraliçesi Eleni gibi güzel olan genç bir Türk kız, Kolokotronis’in (Yunan isyancıların bir komutanı) erkek yeğeni tarafından keyfi olarak vurulmuĢtu… Üç Türk çocuk anne ve 219 babalarının gözleri önünde ateĢte yavaĢça yakılmıĢtı…” Sanat ve edebiyat alanındaki Yunanilik akımı, isyanın baĢlamasıyla siyasi bir tavra dönüĢmüĢ, Avrupa’da liberal düĢünceye sahip insanların kendi baĢlarında bulunan baskıcı rejime karĢı tepkilerini ifade etmelerine imkân sağlayan bir araç halini almıĢtı. Osmanlı idaresi, dönemin gazeteleri tarafından baskıcı bir rejim olarak tasvir ediliyor, akademisyen, düĢünür ve edipler isyan nezdinde tüm baskıcı iktidarlara karĢı tavır 217 Clair, a.g.e., s.62 218 Sonyel, a.g.e., s. 467 219 Sonyel, a.g.e., s. 218. 65 alıyordu. Türk tiranlığı karĢısında Yunan isyancıların kazandığı zaferler Avrupa halkını coĢturuyordu. Fakat isyancıların baĢarısının yanında, esasen monarĢinin almıĢ olduğu darbe kutlanıyordu. Bilinçaltında kendi baĢlarındaki diktatörler bulunuyordu. Yunanlar ayrıca dini inanç sebebiyle de destekleniyordu. Sonuç olarak Yunan isyanı bir özgürlük timsaline dönüĢmüĢ, Avrupa halkına bir vizyon sağlamıĢtı. Diğer taraftan, Yunan isyanı Batı’lıların hayalindeki Doğu’ya ait imgelerin, önyargıların yeniden canlanmasına vesile olmuĢtur. Yunanilere göre Osmanlı, medenî Avrupa’ya karĢı bir tehdittir; halkını keyfi olarak, zulümle yönetmektedir. Yunanlarsa artık atalarına yakıĢır bir Ģekilde, bir “Avrupalı” olarak tiranlığa baĢ kaldırmıĢtır. Yunanlar artık araĢtırma nesnesi olup, pasif, hiçbir Ģeye karıĢmayan, yalnızca tarihi bir özelliğe sahip, kendisi hakkında karar veremeyen özelliğinden sıyrılmıĢtır. Bu nedenle Yunanlar artık “öteki” olmaktan çıkıp özneleĢmeye adaydır. Yunanistan’a giden Batı’lılarsa isyancıların Batı’da temsil edildiği gibi, özgürlük için savaĢan, ideal kahramanlar olmadığını görünce hayal kırıklığı yaĢamıĢlardır. Osmanlı – Yunan ayrımında etkili olan Yunanilik akımının sergilediği Oryanalist yaklaĢım, aĢağıdaki bölümde daha net olarak görülecektir. 4.2 MeĢhur Yunanilerin Özgürlük ArayıĢı ve Yunan Ġsyanı Yunan isyanından önce Avrupa’daki monarĢiler mevcut siyasi düzeni tehdit edebilecek isyan giriĢimlerine engel olunması konusunda ittifak halindeydiler. Bu nedenle Yunanların Eflak Buğdan bölgesindeki ilk isyan teĢebbüsünde Avrupa devletlerinin bir kısmı Osmanlı’nın yanında yer aldı. Kısa bir süre sonra isyan bu kez Mora yarımadasında patlak verdiğindeyse basından, sanat ve düĢünce camiasından, ayrıca halktan gelen baskılar sonucunda milli stratejiler gözden geçirilip isyanın büyük güçlerin lehine kullanılabilir olduğu fark edildi. Dönemin büyük güçleri, Osmanlı imparatorluğunun gücünü kaybettiğinin farkındaydı ve artık her biri imparatorluk üzerindeki nüfuzunu artırmak için birbirleriyle rekabet halindeydi. Mora yarımadası imparatorluktan ayrılacak ilk kara parçası olabilirdi ve bu topraklarda yaĢayan Yunanlar kontrol altına alınmalıydı. Fakat bu nasıl mümkün olabilirdi? Yunanlar ile Avrupalılar aynı dine mensup olsalar da, mezhepsel ve tarihsel bazı sebeplerden ötürü aralarında bir güven eksikliği bulunuyordu. Yitik güveni yeniden tesis edebilmek için farklı bir yaklaĢıma ihtiyaç vardı. Çözüm yolu yeni Yunanilik akımından 66 geçiyordu. Yunanilik akımı, büyük güçlerin Yunan isyancıları kontrol altına almalarına imkân sağlayacak ideolojik araca dönüĢtürülebilirdi. Böylece bölgeye gönderilen ajanların halk arasında kabul görmesi için “Helen Dostları” adında bir mit ortaya atıldı. Bu sayede isyandan önce modern Yunanlardan nefret ettiğini açıkça ilan etmiĢ olan kiĢiler bile Yunanlara Helensever olarak duyuruldu. Yunanilik ve siyaset el ele vermiĢlerdi. Yunaniliğin ve Yunanseverlerin tarihi, Yunanistan içinde ve dıĢında bulunan yönetici sınıf tarafından, isyan esnasında yazılmaya baĢlandı. Kaynak olarak genellikle isyan döneminde yazılan metinler seçildi. Ancak bu metinlerin çoğu zaman geçici hedeflere ulaĢabilmek için veya baskı altında yazıldığı göz önünde bulundurulduğunda, güvenirlikleri sarsılmaktadır. Bilinçli veya bilinçsiz olarak büyük güçlerin çıkarlarına hizmet eden siyaset adamları, gazeteciler, akademisyenler ve diğer münevver kesim gerçekleri çarpıtarak, hatta bazı durumlarda sahte belgeler kullanarak, Yunanistan’a gelen 220 yabancıları kahraman olarak yüceltti. Böylelikle Avrupalı sözde Yunanseverler, Yunan isyancılar arasında kabul gördü. Yunanistan’a gelmiĢ olan sözde Yunanseverlerin asıl amacıysa isyana müdahil olup kendi ülkelerinin çıkarlarını gözetmekti. Avrupa’da 19. asrın baĢlarında halk arasında liberal özgürlük rüzgârları esiyordu. Yönetici zümreyse halkın bu heyecanını yatıĢtıracak bir yönteme ihtiyaç duyuyordu. Yunan isyancıların yardımına koĢan yabancı Yunanseverler, farkında olmadan monarĢi düzeninin ihtiyaç duyduğu bu hizmeti sunmuĢ oluyordu. Çünkü tiranlığa baĢ kaldıran Yunanlara destek vermek uğruna canını tehlikeye atan Avrupa’lı gönüllüler hakkındaki efsanevi kahramanlık hikayeleri sayesinde, Avrupalı mutlakıyetçi ve muhafazakar yönetimler kendi sınırları içerisindeki halkın dikkatini, devrim ruhunu, enerjisini sınırlarının dıĢarıdaki kaynaklara aktararak, uzaklardaki bir idealin gerçekleĢmesiyle, 221 içerideki statükoyu koruma imkanına sahip oluyorlardı. Ġsyan dönemindeki Batı’lı yazarlardan bazıları gerçekte Yunanistan’ın durumuyla değil, Türk ve Müslüman düĢmanlığıyla ilgileniyordu. Bu kiĢiler Avrupa’ya yerleĢmiĢ olan milyonlarca Müslüman’ın toptan sürgün edilmesini talep ediyorlardı. En azılı Türk düĢmanlarından biri olan Ġngiliz papaz Thomas Hughes broĢüründe Ġngiliz filozoflardan Lord Bacon’un “hiçbir ulus birbirine benzememekle birlikte, kimi soyları bastırmak 220 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s. 484. 221 Crawley C.W., The Question of Greek Independence, Cambridge Univesity Press, Cambridge, 1930, s.14. 67 insani bir görevdir, çünkü onlar doğanın yasalarına karĢı büsbütün dejenere olmuĢlardır; onların beden ve akıllarına canavarlık iĢlemiĢtir… onlar insanlığın düĢmanıdırlar…” argümanına dayanarak “Ayak bastıkları her yeri kirleten, en zayıf, alçak ve kötülük kaynağı olan ve yaratılıĢın büyük bir kısmını alçaltan ve aĢağılayan zalimlerin (Türklerin) 222 imha edilmesini” talep ediyordu. Çıkarlar çerçevesinde yazılmıĢ olan yalanlar silsilesinden oluĢan bu tarih anlayıĢı Yunanistan resmen bağımsızlığına kavuĢtuktan sonra, özellikle eğitim yoluyla halkın 223 bilincine aĢılandı. Yunan Devleti, 1834 yılından itibaren, tarih ve coğrafya kitaplarının içeriğini ulus merkezci bir çerçevede belirlemiĢ, ulusal bilincini oluĢturma çabasında, kendi kimliğini diğer halklarla kıyaslama yoluyla inĢa etmiĢtir. Böylece Türkler, cahil, barbar ve despot sıfatlarıyla nitelendirilmiĢ ve Yunan ulusu için daimi tehdit olarak yansıtılmıĢtır. Diğer taraftan Avrupalılarla yapılan kıyaslamalarda, daha çok kadim 224 Yunanlarla Avrupalılar arasındaki benzerliklere dikkat çekilmiĢtir. Böylelikle eserlerinde kadim Yunan medeniyetinden övgüyle bahseden, fakat aslında Yunanların ve Türklerin hasımları olan Batı’lı gezginler Yunan halkının özgürlüğü için savaĢmıĢ veya yazılarıyla katkıda bulunmuĢ saygıdeğer kahramanlar olarak tarihe geçmiĢtir. Bugün hâlâ Yunanistan’da caddeler ve meydanlar sözde Yunanseverlerin isimlerini taĢımaktadır ve Yunanilik siyasi amaçlarlarla kullanılmaya devam etmektedir. Yunan isyanı hakkında yazılan metinlerde oryantalist bakıĢ açısının tüm özelliklerini görmek mümkündür. Türkler insanlık için bir tehdit olarak tasvir edilmiĢ, onları ıslah etmek ise Batı’ya vazife olmuĢtur. Osmanlı’ya isyan eden Yunanların durumu da çok farklı değildir. Batı’lı gezginler her fırsatta Yunanları cehaletle itham ederek kendi üstünlüklerini ortaya koyma gayreti içerisinde olmuĢlardır. Yunanlar, Osmanlı’dan bağımsız bir devlet kurmayı baĢarsalar bile, kendilerini yönetmekten aciz oldukları için Batı’lılar tarafından yönetilmeleri gerekmektedir. AĢağıda ismi en çok zikredilen birkaç Yunanilik üstadının bu yaklaĢımı incelenmektedir. 4.2.1. George ve Stratford Canning Gerorge Canning Ġngiltere’nin dıĢ iĢleri bakanlığı ve baĢbakanlık görevlerini yürütmüĢ ve Yunan isyanının seyrinde önemli rol oynamıĢ bir isimdir. Yunanistan’da 222 Sonyel, a.g.e., s. 216. 223 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s. 484. 224 Esra Özsüer, "Türk-Yunan ĠliĢkilerinde Biz ve Öteki Önyargıların Dinamikleri", Avrasya İncelemeleri Dergisi, C.1, 2012, s.480. 68 Helen dostu olarak bilinen Canning, gerçekte sadece Ġngiltere’nin çıkarlarını korumak için çabalıyordu. Gençlik yıllarında Yunanistan’ın Türk tiranlığından kurtulmasını ümit ettiğini ifade eden bir Ģiir yazmıĢ olsa da, o aslında modern Yunanlardan hoĢlanmıyor, 225 “Hiç Ģüphe yok ki, dünyada Yunanlardan daha aĢağılık bir millet yoktur” diyordu . 1822 yılında dıĢ iĢleri bakanlığı görevi alan Canning, 1825 yılına kadar Ġngiltere’nin herhangi bir Ģekilde isyana doğrudan müdahil olmaktan kaçınması gerektiğini düĢünüyordu. Bu politikayı izlemesinin sebebi onun Türklere duyduğu saygı değildi. Canning, Ġngiltere’nin açıkça Osmanlı karĢıtı bir politika izlemesi durumunda, Hilafet idaresi altında bulunan Hindistanlı Müslümanların huzursuz olmalarına ve sorun 226 çıkarmalarına yol açabileceğinin farkındaydı . Fakat Yunanlar er geç bağımsızlıklarını elde edeceklerdi ve Rusya isyana destek vererek Yunanistan’da nüfuzunu artırmayı baĢarmıĢken, Ġngiltere tarafsızlığı sebebiyle ikinci planda kalmıĢtı. Yunanistan Rusya’nın değil, Ġngilterenin nüfuzu altına girmeliydi. Böylece Canning kutsal ittifak’ın ilkelerinden uzaklaĢıp bağımsız Yunanistan’ı destekleyen bir politika geliĢtirdi. Canning’in yeni stratejisine göre, Yunanistan, Ġngiltere’ye Doğu Meselesini yönetmekte kolaylık sağlayacak askeri üs olarak kullanılabilirdi. Ayrıca bağımsız fakat zayıf Yunanistan, iktisadi açıdan Ġngiltere’nin açacağı kredilere muhtaç olacak böylelikle 227 kendileri için iyi bir kazanç kapısına dönüĢecektir. Üstelik Ġngiltere’nin izleyeceği yeni politikayı Osmanlı devletinin kabullenmesi muhtemeldir. Çünkü Yunanistan devletinin Ġngiltere’nin himayesinde kurulması, Rusya’nın sıcak denizlere inmesini ve bölgede güç kazanmasını engellenecek, böylece Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü korunmuĢ 228 olacaktı. Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı George Canning’in yeğeni ve bir dönem Osmanlı büyükelçiliği yürüterek Ġngiltere’nin dıĢ politikasına yön veren Stratford Canning, amcası gibi, Antik Yunan medeniyetine hayranlık besliyordu. Stratford Canning, Osmanlı büyükelçiliğinde kâtip olarak göreve baĢladığı ilk yıllarda bilgisini artırmak amacıyla çıktığı gezide (1809) Bursa’ya uğradı, Uludağ’a tırmandı. Her yanda eski Yunan kalıntılarına rastladı. Klasik kültürle büyümüĢ bir Avrupalı için tükenmez bir ilgi konusu olan bu havayı kimi Homeros’tan Ģiirler okuyarak, kimi tarihsel olayları anarak 225 Harold Temperley, The Foreign Policy of Canning 1822-1827: England, The New-holy Alliance, And The New World. London, 1887, https://archive.org/details/in.ernet.dli.2015.500273, (27.05.2018), s.329. 226 Temperley, a.g.e., s. 329 227 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.501. 228 Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, Ankara,1968,s.101 aktaran Haluk F. Gürsel, a.g.e., s.84 69 pekiĢtirmeyi kendine zevk bildi. Canning, Osmanlı topraklarında hissettiklerini yazdığı bir mektubunda Ģöyle aktarmaktadır: Buraya varıĢımızda çevremizde gördüğümüz her Ģey o güne dek rastlamadığım bir yoğunlukla beni sarıp sarmaladıydı. Her Ģey öyle değiĢikti ki! ġehrin azameti, giyimlerin çeĢitliliği, konuĢulan dillerin türlülüğü karĢısında Homeros ile Vergilius’un sözünü ettikleri eski günlerde yaĢıyormuĢa döndüm. Hele halkın bize gösterdiği konukseverlik, her Ģey olumlu bir ıĢık altında görmeme el verdi. Sandım ki, ilk ağızda duyduğum ilgi azalacağına günden güne artacaktır. Kendi kendime, iki üç yıl boyunca zengin bir toplumu incelemeye, anlamaya yetmez, diyordum. Halkın oturup kalkıĢı, yaĢayıĢı, dükkanlar, camiler, mezarlıklar aklıma hep binbir gece masallarını getiriyordu. Köpek, kedi leĢleriyle beneklenmiĢ dar, çamurlu sokaklar bile gözüme batmıyordu. Hani her an karĢıma Hektor’un torunlarından biri kalkanı kılıcıyla çıkacak gibime geliyordu. Geceleri Kırk Haramilerle dolup taĢan düĢler görüyordum. Oysa muhayyilenin saltanatı kısa oluyor. Bir iki ay geçti geçmedi, merakım yatıĢtı. Yenilikler aĢınıverdi. Görülecek her Ģeyi görmüĢtüm; ne zoruma aynı Ģeyleri yeni 229 baĢtan göreyim sorusu zihnimi kurcalamaya baĢladı. Stratford Canning’e göre Türkler, Yunanistan’daki insan haklarına aykırı düĢen idareleri yüzünden uygar uluslar topluluğunun dıĢına çıkmıĢlardır, dolayısıyla Yunanlar uygar çerçeveler içinde yürütülen meĢru bir otoriteye karĢı değil, uygarlık dıĢı bir tiranlığa karĢı cephe almaktadır. Bu yüzden Ġngiltere’nin Yunanların lehine müdahaleye 230 giriĢmesi ahlakî bir ödevdir. Fakat Osmanlı yönetimini “Tiranlık” olarak niteleyen Canning, kurulacak olan “Bağımsız” Yunanistan’ın Avrupa’nın tayin edeceği bir kral ile yine monarĢi düzeniyle yönetilmesi gerektiği kanaatindedir: Yunanlar sayıca az ve yoksuldular. ġu halde bir kral ailesine bakıp etmeleri güç olacaktı. Gene de sözünü geçiren bir otoriteye, ihtiyaçlarını karĢılamaya, zaaflarını örtmeye, ihtiraslarını dizginlemeye uygun, çalıĢma sayesinde geliĢen bir topluluk haline gelmelerini sağlamaya elveriĢli bir hükümete muhtaçtılar. Bu Ģartlarda demokrat ve cumhuriyetçi idare sistemleri iç barıĢı sağlamaya, komĢuların dostluğunu kazandırmaya ve Avrupa’nın güvenini üzerlerine çekmeye elveriĢli değildi. Onun için tabii bazı meĢruti kayıtlara tabii olmak Ģartıyla mutlaki bir hükümet tarzının uygun olacağı düĢüncesine vardım. MeĢruti geliĢmelerin bir iyi niyet havası içinde yürütülebileceğini de kabul ettikten sonra, yurtiçindeki kardeĢ kavgasını, düĢmanlıkları 231 yatıĢtırabilmek için kralın yabancı prensler arasından seçilmesi zorunluluğu üzerinde durdum. Canning’in bu sözleri, onun modern Yunan’lar hakkındaki görüĢlerini açığa çıkarmaktadır. Modern Yunanlar, atalarının aksine, demokrasiye dayanan bir devlet kurup kendi kendilerini yönetme becerisinden yoksundur. ġanlı bir geçmiĢe sahip olan bu milleti artık yabancılar yönetmelidir. Aksi takdirde, iç çatıĢmalar son bulmayacaktır. Canning’in bu düĢüncelerini bir baĢka mektubunda açıkça görmek mümkündür. Canning, mektubunu 17 aralık 1829 yılında, Ġngiliz hükümeti tarafından Yunanistan sınırlarının 229 Stanley Lane Pool. Lord Straford Canning'in Türkiye Anıları, (çev. Can Yücel), Ankara, Yurt Yayınları, 1988. s.28. 230 Lane Pool, a.g.e., s.47. 231 Lane Pool, a.g.e., s.70. 70 geniĢletilmesini müzakere etmek üzere Ġstanbul’a gönderildiğinde, Yunanistan’a yaklaĢtığı bir sırada eĢine yazmıĢtı: Yunan kıyılarına yaklaĢtığımız Ģu sıralarda, Yunan milletinin lehine hisler duymuyor olmam beni hayli üzüyor. Nifak, parti kavgaları, politika dalavereleri artık çığırından çıkmıĢ halde. Tevekkeli Ġncil’de Yunanlara “sapık!” denmemiĢ. Kimi zaman, Yunanların lanetlenmiĢ bir millet olduğuna inanasım geliyor. Türklere kahramanca direnmeleri, kılı kılına kurtuluĢları ve büyük bir talih eseri olarak bağımsızlığa kavuĢmalarına rağmen, bir millet haline gelmek ve bir devlet kurmak için gerekli özelliklerden yoksun olduklarına inanmamak elde değil. Üstelik zaaflarını görüp faydalanmak fırsatını kaçırmayan bir sürü de düĢmanları var. Bu durumda benim elimden ne 232 gelebilir ki? Heyhat! bu sualin cevabını vermekten aciz kalıyorum. Stratford Canning Yunanistan’da olup bitenin sorumluluğunu tamamen Yunanların üzerine yıkmakta, büyük güçlerin bölgede hakimiyet kurmak için giriĢtikleri politik oyunları görmezden gelmektedir. Stratford Canning ayrıca Yunanları kendilerini yönetmekten aciz insanlar olarak göstermekte, böylece Ġngiltere’nin bu halk üzerine hegemonya kurması fikrinin yolunu açmaktadır. Yunanların tekrar ayağa kalkmasının yegâne yolu Ġngiltere’nin onları sömürgeleĢtirmesinden geçmektedir. 4.2.2 Lord Byron Pek çok Fransız ve Ġngiliz Helen dostu arasında en meĢhur olan kiĢi Lord Byron’dur. Fakat lord Byron aslında Yunan dostu olmaktan çok bir liberalizm savunucusu, güçlü bir mutlakiyet karĢıtı, gerçek bir devrimci ve ulusal bağımsızlık taraftarıydı. “Yurdunda SavaĢma Özgürlüğü Yoksa Ġnsanın” isimli eserinde Ģairin özgürlük tutkusu açıkça görülmektedir Yurdunda SavaĢma Özgürlüğü Yoksa Ġnsanın ÇarpıĢsın komĢunun özgürlüğü için; DüĢünsün görkemini Yunan’ın Roma’nın 233 Ve vurulsun baĢından uğraĢı için. Romantik edebiyatın önemli Ģahsiyetlerinden biri olan Lord Byron, çağdaĢları gibi kadim Yunan medeniyetine hayrandı. Kendisi isyandan önce, 1809-1811 yıllarında, Yunanistan’a gelerek Yunanlarla tanıĢmıĢ, fakat modern Yunanlardan olumsuz yönde etkilenmiĢtir. “Yunanlar baĢarılı kadırga kürekçileridir (köledirler) ve Türklerin sahip 234 olduğu bütün zayıflıklara sahiptirler, fakat onlarda Türklerin cesareti yoktur” . Buna 232 Lane Pool, a.g.e., s.74. 233 Nail Bezel, Şiir perilerine İngiliz Romantik Şiirinden Seçmeler, Ġstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2011. s.113 234 Peter Quennell, Byron, a Self Portrait, Letters and Diaries 1798 to 1824, C.1, Londra, 1950, s.65. 71 karĢılık Byron Türklerin kendine gösterdiği misafirperverlikten etkilenmiĢti: “TaĢralı bir 235 Türk ağadan ya da bir müslümandan daha mert, daha cömert hiç kimse yoktur” . Byron’un Yunanseverliği Ģüpheye açıktır. Ancak onun istibdat karĢıtı ve ulusların özgür olması gerektiğine inanan bir edip olduğunu söylemek mümkündür. ġair, Yunan isyanı baĢlamadan önce yazdığı “Childe Harold’s Pilgrimage” isimli eserinde Yunanları özgürlük arayıĢı için teĢvik etmekteydi. Aynı zamanda kendilerine zulmeden tiranı kendi baĢlarına def etmeleri gerektiğini söyleyerek yabancılardan boĢuna medet ummamaları konusunda onları uyarmaktadır: Hey siz köleliğin mirasçıları! Bilmiyor musunuz ki, kim özgür yaĢamak istiyorsa zincirlerini kendi elleriyle kırmalı ve özgürlüğünü fethetmeli. Fransız veya Moskovalı sizi kurtaracak mı? Hayır! Doğru, gururlu despotlarınızı devirebilirler, Ancak özgürlük sunaklarınız tekrar alevlenmeyecek. Helotların (kölelerin) gölgesi sizin üzerinize, zafer düĢmanlarınızın! Yunanistan, efendilerini değiĢtirir, ama devletin durumu aynı kalır; 236 ġanlı günler biter, ama utanç çağı devam eder. Lord Byron Ġsyan sırasında sessiz kalmayı yeğlemiĢtir. Sadece “Bronz Çağı” (The Age Bronze) isimli Ģiirinde isyandan bahseder. Fakat Yunanlara desteğini sunmaktansa, Yunanistan’ın Rus egemenliği altında kalmasından duyduğu endiĢeyi dile getirmektedir: YanlıĢ dost kudurmuĢ düĢmandan daha kötüdür! Fakat iyi olan Ģudur: Yunanistan’ı sadece Yunanlar özgürlüğe kavuĢturmalı, BarıĢ maskesi takmıĢ barbarlar değil. Nasıl olur da köleliğin imparatoru, Kölelerin kralı, ulusları özgürlüğüne kavuĢturur? Sinsice dolaĢan Kazak kervanındansa, Müreccahtır kibirli Müslüman’a hizmet etmen; Ey kölelerin kölesi, Rus kapısı önünde beklemektense 237 Efendiler için emek vermeye devam etmen daha iyidir 235 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.486 236 Paul Elmer More, The Complete Poetical Works of Lord Byron, Houghton, Mifflin and Company, 1905, s. 31. Hereditary bondsmen! know ye not Who woul be free themselves must strike the blow? By their right arms the conquest must be wrought? Will Gaul or Muscovite redess ye? no! True, they may lay your proud despoilers low, But not for you will Freedom’s altars flame. Shades of Helots, triumph o’er your foe! Greece, change thy lords, thy state is stil the same; Thy glorious day is o’ver, but not thine years of shame. 72 Byron isyanın baĢlamasından ancak iki yıl sonra sessizliğini bozar ve Yunanistan’ın özgürlüğü için çaba sarf etmeye karar verir. Çünkü Ġngiltere’nin dıĢiĢlerinde Canning dönemi baĢlamıĢtır ve Ġngiltere Yunan isyanını kendi lehine kullanmanın yolunu aramaya baĢlamıĢtır. Böylece hükümetin desteğiyle Londra’da bir Helen-sever komitesi kurulur ve Yunanistan’a kredi verilmesi kararlaĢtırılır. MeĢhur Helen-sever hafiye Blaquiere 1823 yılında Ġtalya’da Lord Byron ile buluĢur ve onu 238 Helen-sever komitesine üye olup Yunanistan’da görev üstlenmeye ikna eder . Ġkna 239 olması için, kendisinin Yunanistan kralı olabileceğini ima ederler . Onun soylu bir ailenin üyesi olması halk nezdinde itibar ve meĢruiyet kazanmasına yol açacak, böylece Ġngiltere’nin nüfuzunu artıracaktı. Byron, Ġngiliz casusun kendisine yaptığı tekliften etkilenip, Yunanistan’ın Ġyon denizinde bulunan adalarda halkın krallık rejimine karĢı tutumunu araĢtırmaya baĢladı. Reayadan aldığı cevap Yunanistan’ın monarĢi ile yönetilmesi yönündeydi. Ayrıca tahta geçecek kralın mutlaka bir yabancı olması gerekiyorsa, Byron’u kral olarak görmekten memnun olacaklarını bildirirler. Bunları duyan Byron, dostu Trelawny’e teklifi kabul edebileceğini birkaç defa tekrarlar: “Eğer bana teklif ederlerse, ret etmeyebilirim… eğer 240 benim mizacıma uymazsa, Sanço gibi feragat ederim” . Byron Yunanistan’da görev almaya ikna olduktan sonra, önceki monarĢi karĢıtı görüĢlerini bir yana bırakmaya karar verir ve ülkesinin çıkarları için çalıĢan, sadık bir vatandaĢ oluverir. Ġngiliz Yunansever komitesi genel sekreteri Browning’e 12 Mayıs 1823’te yazdığı mektubunda Yunanistan’ın özgürlüğü hakkındaki düĢüncelerini aktarır: Kârlı bir Ġngiliz müstemlekesi! 237 Paul Elmer More, a.g.e., s. 302. The false friend worse than the infuriate foe. But this is well: Greeks only should free Greece, Not the barbarian, with mask of piece. How shoul the autocrat of bondage be The king of serfs, and set the nations free? Better stil servet he haughty Mussulman, Than swell the Cossaque’s prowling caravan; Better stil toil for masters, than await, The slave of slaves, before a Russian gate. 238 ΢ιμόποσλος (Simopoulos), a.g.e. s.488. 239 ΢ιμόποσλος (Simopoulos), a.g.e. s.489. 240 Edward john Trelawny, Recollections of the last days of Shelley and Byron, Boston, Ticknor and Fields, 1858, s. 204. https://archive.org/details/recollectionsofl01trel (11.05.2018). 73 Yunanistan Ġngilizlerin günümüzde sahip olduğu her türlü kazanç tutkusunu bir Ģekilde tatmin edecektir. Artık Amerika denizlerini aĢmasımıza gerek kalmayacak çünkü burası (Ġngiltere’ye) çok daha yakın. Adalar göçmenlere paha biçilmez kaynaklar sunuyor. Buradaki meyve, Ģarap, yağ 241 vesaire ürünler okyanus ötesindeki Cape, Van Diemen ve diğer bölgelerden çok daha fazla…. Lord Byron Yunan isyana dahil olmak amacıyla 1824 yılında (isyanın baĢlamasından üç yıl sonra) Yunanistan’a geldi. Halk arasında Ġngiliz lordun çok zengin olduğu ve gemisinin altın dolu olduğu dedikodusu yayılmıĢtı. Bu yüzden Yunanlar kendisini bir kral gibi karĢıladılar. Lord Byron kendi ordusunu kurup coĢku dolu zaferler kazanmayı hayal ediyordu. Mora yarımadasında bulunan isyan hükümetiyle iĢbirliği yapmayı reddetti. Mesolongi bölgesine yerleĢip burada kendisine ait, 500 Yunan askerden oluĢan küçük bir ordu kurdu. Fakat ordusunun baĢına kendi dostlarını komutan tayin etti; askerler bu duruma sitem edip komuta kademesinde Yunanların da bulunmasını ve maaĢlarının iyileĢmesini isteyince, sinirlenip daha yeni kurduğu orduyu dağıttı. Lord Byron Yunanistan’da bulunduğu kısa süre içerisinde Ġngiliz politikasının bir kolu olarak hareket etti ve isyana herhangi bir katkı sağlayamadığı gibi, isyancılar arasında 242 bölünmelere sebep olarak Yunanların mücadelesine de zarar verdi. Ġngiliz lordu hayallerini gerçekleĢtiremeden birkaç ay içinde (19 Nisan 1824) hastalanıp henüz 36 yaĢındayken hayatını kaybetti. Hastalığını tedavi eden doktor Millingen’e söyledikleri, onun Yunanistan’a ilk geldiği 1809 yılından ölümüne kadar Yunanlar hakkındaki görüĢlerinin hiç değiĢmediğini göstermektedir: “Bu sizi ĢaĢırtmamalı, çünkü Avrupa’da Yunanlar kulaktan dolma bilgilerle tanınıyorken, ben onları uzun yıllara dayanan tecrübelerimle yakından tanıyorum. Yunanlar belki de güneĢin altındaki en ahlaksız ve en aĢağılık insanlardır; isyan ile kendilerini saran zincirin zayıf halkalarını kırarak gerçek karakterlerini ortaya çıkardılar. En zalim hükümetin yönetiminde bile yozlaĢmıĢ bir milletin yeniden yükselmesi zaman meselesidir; ancak 243 hiçbir millet bunlar kadar zor ilerleme kaydedemez.” Bunlara ek olarak Yunanlar hakkında Ģunları söylüyordu: “onlar ayın altındaki en tembel ve en vahĢi ırk… Onlar dünyanın en kendini beğenmiĢ ve ikiyüzlü ırkıdır. Atalarının bütün zaaflarını artı Türklerin kusurlarını ve iyi bir doz Yahudi kusurlarını barındıran bir kimyasal karıĢıma sahipler – sulandırılmıĢ ve bir eritme kabında karıĢtırılmıĢ kölelik karıĢımı. Eğer özgürlüklerini kazanmada Cennet onlara yardım ederse, kusurlarını atacaklardır. Ancak 241 Thomas Moore, The Life, Letters and Journals of Lord Byron, Philadelphia, Lippincott Grambo, 1855, https://archive.org/details/lifeoflordbyronw01byrouoft, (11.05.2018), s. 421. 242 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e. ss. 493-494. 243 Julius Millingen, Memoirs of the Affairs of Greece, London J. Rodwell, 1831. https://archive.org/stream/memoirsaffairsg00millgoog#page/n21/mode/2up (11/03/2017) s. 6. 74 onları arınmıĢ görmek ne bize ne de bizim çocuklarımıza nasip olmayacaktır. Tahminim belki de çok karamsar olabilir. Belki de bu tahminin acılığı, kahrolası Ġyonluların 244 korkaklığından ve entrikalarından kaynaklanmaktadır.” Lord Byron’un Helenseverliği hakkındaki mit, onun ölümünden sonra doğdu. Ġngiliz hükümeti onun Yunanistan’da bulunuĢunu kendi propagandalarını yürütmek için bir fırsat bildi. Yunan halkı arasında onun bir kahraman olarak görülmesi iyi planlanmıĢ Ġngiliz propagandasının bir sonucudur. Yunanistan Kraliyeti’nde dıĢiĢleri bakanlığı ve baĢbakanlık görevlerini yürütmüĢ olan, Ġngiliz Partisi üyesi Spiridon Trikupis yazdıklarıyla Byron’un yüceltilmesinde önemli rol oynamıĢtır: “Avrupa’nın maddi manevi bütün zevklerini geride bırakıp bizimle birlikte çile ve ıstırap çekmeye geldi. Bizimle birlikte girdiği mücadelede sadece malını harcamaktan çekinmedi, sadece bilgisini paylaĢarak zorlukları aĢmamızı sağlamadı, ayrıca barbarlığa ve tiranlığa karĢı bilediği kılıcını da kullandı. Sadece bir sebeple buraya geldi; kendisine yakın olan kiĢilerin de Ģahit olduğu üzere, Yunanistan’da, Yunanistan için ölmek kararıyla buraya 245 geldi.” Lord Byron’un Yunanistan’da ölmüĢ olması, Yunan isyanına canlı olarak sağladığı katkıdan daha fazla katkı sağlamıĢtır. Çünkü eserleri bütün dünyaca bilinen bir Ģairin Yunanistan’da can vermesi, isyanın dünyaya duyurulmasına ve bir anda ilgi odağı olmasına vesile oldu. David Howarth’a göre Byron’un tek baĢarısı kimi Müslüman 246 tutsakları gözü dönmüĢ Grek isyancıların elinden kurtarmıĢ olmasıdır. Sonuç olarak Lord Byron, Yunanların diğer doğu toplumları gibi olumsuz yönlerini ortaya çıkarmıĢ böylelikle Batı’nın üstünlüğünü “ispatlamıĢtır.” ġairin Türklere bakıĢ açısıysa ikircikli bir yapıya sahiptir. Çünkü Türklerin olumsuz özelliklerinin yanında, olumlu özelliklerini de dile getirmektedir. Yine de Türkler hakkındaki genel kanaati, zamanının Ģartlarına uygun olarak, “Doğulu Despotlar” niteliğindedir. 4.2.3 François-René de Chateaubriand Fransız aristokrat, siyasetçi ve yazar Chateaubriand, meĢhur Helenseverlerden biridir. Paris – Kudüs Yolculuğu isimli eserinde, 1806 yılında Yunanistan’a yapmıĢ 244 Ġris Origo, The last Attachment, The Story of Byron and Teressa Guiccioli, London, 1922, s.424. 245 Johann Jacob Meyer, Ειιεληθά Φξνληθά Μεζνινγγίνπ, Αρ.31, Σόμος Α., Αθήνα, Δκδόζεις ΢πανός, [Mesologgi Yunan Kronolojisi, Sayı 31, Cilt 1, Atina, Spanos Yayınları], 1824, s.133. 246 David Howarth, Τhe greek adventure – Lord Byron and Other Eccentries in the War of Independence, Londra, 1976, ss.163-165. Aktaran Sonyel, a.g.e. s.212. 75 olduğu kısa ziyaretinden bahsetmekte ve burada gördüklerini – hayal gücünü de kullanarak – aktarmaktadır. Yazara göre Yunanlar köklerinden kopmuĢ, bunamıĢ, cahil, barbarlaĢmıĢ bir toplumdur ve yakın zamanda özgürlüğe kavuĢabilmeleri imkansızdır. Sözlerini ispat etmek için eserinde hayali olaylara yer vermiĢtir. Örneğin, Fransa’nın Atina konsolosu Fauvel’in tanıdığı, Atina’lı bir Yunan iĢ adamıyla birlikte Elevsina köyüne gittiklerini yazmıĢtır. Gerçekteyse Chateaubriand oraya hiç gitmemiĢtir. Bu Atina’lı iĢ adamı, sözde tahsil görmüĢ biri olduğundan yazara Elevsina köyünü dolaĢırken rehberlik etme görevini üstlenir. Fakat tarihi önem arz eden mekânların isimlerini yanlıĢ bilmektedir. Aralarında Ģöyle bir diyalog geçer: - ġu karĢıki dağın adı Trellos’tur. Onun karĢısındaki adanın adıysa Kuluri, fakat Fauvel bey ona Salamina diyor. Bay Fauvel diyor ki, antik çağlarda Pers donanmasıyla Yunan donanması arasındaki büyük deniz muharebesi bu boğazda gerçekleĢti. Yunanlar boğazda mevzilenmiĢ bekliyordu. Perslerse diğer tarafta, Porto Leone yakınlarındaydı. ġu anda bulunduğumuz köyün adıysa Lepsina’dır. Bay Fauvel ona Elevsina diyor. Bu sözler üzerine Chateaubriand kederle Ģu sözleri haykırıyor: “Salamina’nın Yunan halkının 247 hafızasından tamamen silinmiĢ olabileceğine kim inanabilirdi ki!” Yazarın hayalinde tasavvur ettiği diyalogda Rehber, Ġmitos dağına Trellos, Salamina adasına Kuluri, Pire limanınaysa Porto Leone diyor. Bu bölgede antik çağlarda Perslerle Yunanlar arasında gerçekleĢmiĢ olan tarihi deniz muharebesini ise “bilge” Fransız konsolos Fauvel’den öğrendiği ortaya çıkıyor. Chateaubriand’ın Mora’ya çıktığı bir baĢka gezide, kendisine eĢlik eden Yunan bu kez Sparta Ģehir devletinin varlığı hakkında yanlıĢ ve eksik bilgiler dile getirmektedir: - Burası Mistra mı yoksa Lakedemon mu? -Nasıl? Lakedemon mu? - Mistranın Lakedemon olup olmadığını soruyorum… - Anlamıyorum. - Yahu sen nasıl Yunansın Sparta’yı bilmiyorsun! 248 - Ah! Sparta! Büyük demokrasi! MeĢhur Likurgos… Yazar kendisine eĢlik eden Yunan rehberleri neden cahil ve tarihini unutmuĢ kimseler olarak okurlarına tanıtmaktadır? Çünkü o yalnızca Batılıların, özellikle de 247 François-René de Chateaubriand, Intéraire de Paris à Jérusalem et de Jérusalem à Paris en allant par la Gréce et revenant par I’ Egypte, la Barbarie et l’Espagne, Paris 1811, s.161. Aktaran Simopoulos, a.g.e. s.507. 248 ΢ιμόποσλος [Simopoulos] a.g.e., s. 507 76 Fransız’ların, kadim medeniyetleri araĢtırdığını, koruduğunu, değer verdiğini ispat etmek istiyordu. Yunanlar ise kendi atalarının tarihi baĢarılarını unutacak kadar cahillik içine gömülmüĢlerdi. Onlar köleliğe alıĢmıĢ insanlardır ve özgürlüklerini kazanmak onlar için pek önemli görünmemektedir: “Korkarım ki Yunanların yakın zamanda zincirlerini kırma ihtimali bulunmuyor. Fakat kendilerini ezen bu tiranlıktan kurtulmayı baĢardıklarında bile, zincirlerin izi kalacaktır. Gerçek Ģu ki aradan geçen iki bin yıl içerisinde Yunanlar 249 millet olarak yaĢlanmıĢ ve köklerinden kopmuĢlardır.” Chateaubriand yıllar sonra Fransa dıĢiĢleri bakanlığı görevine getirilir (1822- 1824). Yunan dostu olarak bilinen yazar, bakanlık yaptığı dönem boyunca Yunan isyanına destek sağlamamıĢ, hatta tam tersine 18. Luis hükümetini temsilen katıldığı Verona kongresinde (1822) isyancıların yakalanıp mahkûm edilmesini gündeme getirmiĢtir. Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından isyanı bastırmakla görevlendirilen Mısır valisi Mehmet Ali PaĢa’nın ordusu, Chateaubriand’ın DıĢiĢleri bakanı olduğu dönemde, Fransız subaylar tarafından eğitilmiĢ ve yönetilmiĢti. Fakat Fransa kralı 18. Luis’in ölümünün ardından hükümetteki görevini kaybeden Chateaubriand, bir anda Yunan dostu olup Yunan isyancılara destek veren Note sur la Gréce isimli broĢürünü 1825 yılında neĢreder. BroĢür hemen akabinde Yunanca’ya çevrilerek Yunanistan’da yayımlanır: “Çağımız, mezarından kalkıp Rönesansını yaĢayan ve dünyayı medeniyete kavuĢturmuĢ bir milletin, vahĢiler ordusu tarafından yok edilmesini duygusuzca izleyecek mi? Hıristiyan âlemi, Türklerin Hıristiyanları boğmasına kayıtsız mı kalacak? Avrupa’nın yasal hükümdarları, Tiber nehrini kızıla boyayabilecek bir tiranlığa kutsal hükümdarlık 250 isminin verilmesine müsaade mi edecek?” Chateaubriand muhalefet siyasetinde araç olarak kullandığı Helen dostluğunu aslında yine Fransa’ya çıkar sağlamak amacıyla kullanıyordu. Ġngiltere Yunanistan’a kredi vererek ve siyasi bir takım entrikalarla isyanda nüfuz edinmeye baĢlamĢtı. Rusya ise Yunanlarla aralarındaki dini bağlardan dolayı Osmanlı’ya kendini Ortodoksların hamisi olarak kabul ettirmek suretiyle isyana müdahil olma imkânı elde etmiĢti. Fransa bu geliĢmelere seyirci kalmamalıydı. Eski DıĢiĢleri bakanı Chateaubriand, Yunanilik ve 249 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], Ξέλνη Ταμηδηώηεο ζηελ Ειιάδα [Yunanistan’daki Yabancı Gezginler], C. 3-1, ss. 266 – 312. 250 Chateaubriand, Note sur la Gréce: Υπόκλεκα Πεξί ηεο Ειιάδνο ηνπ Κ. Αληηθόκεηνο Σαηωβξηάλδνπ, Μέινπο κηαο από ηαο ππέξ ηωλ Ειιήλωλ Εηαηξίαο. Δκ ηης Σσπογραθίας Φιρμίνοσ Γιδόηοσ, 1825 [Yunanistan Lehine Kuruluşlardan Birinin Üyesi Vikont Chateaubriand’ın Yunanistan Bildirisi. Yunancaya çevirenin ismi bilinmiyor. Paris, Firminu Didotu Yayınevi, 1825] , s.5. 77 ġarkiyatçılık yüklü broĢürüyle, Fransa’nın Yunan isyanında kaybettiği etkisini geri 251 kazanması için iktidarı uyarmayı murat etmiĢti. Chateaubriand, kadim Yunanlara duyduğu hayranlığın yanında, modern Yunanların DoğululaĢmıĢ olduğunu ima etmektedir. Modern Yunanlar tembel ve cahildir. Fransızlarsa Yunanları Yunanlardan daha iyi tanıyacak kadar bilgi ve kudret sahibidir. Bu nedenle Yunanların elinden tutup, Osmanlı’nın tiranlığından onları kurtarmak Fransa’nın vazifesidir. 4.2.4. Victor Hugo Byron ve Chateaubriand gibi Victor Hugo da Yunan isyanı hakkında eserler yazmıĢtır. Fakat yazar ilk isyan hareketlerinin baĢladığı yıllarda olan bitene kayıtsız kalmıĢ, ilk Ģiirlerini çok daha sonra, 1829 yılında neĢrolunan “Les Orientales” (Doğulular) isimli kitabında yayımlamıĢtır. Bu kitap Yunan isyanı dolayısıyla Avrupa kamuoyunun dikkatlerinin doğuya çevrildiği, doğuya ait eserlerin ve araĢtırmaların artıĢ gösterdiği dönemde yayımlanmıĢtır. GiriĢ kısmında Yunan isyanından hiç söz edilmezken, eserin kırk bir Ģiirden on sekizi Türk – Ġslam, sekiz tanesi Yunanlar ve Yunan isyanı ile ilgilidir. Eser bu sekiz Ģiir yüzünden büyük baĢarı kazanmıĢtır. Ali 252 Özçelebi’ye göre, Yunanilik muhteva eden bu Ģiirler gerçek ve içten duygudaĢlığın ürünü değildirler. Lakin zamanın siyasal geliĢmelerinin etkisiyle okuyucular ve eleĢtirmenlerin bütün eseri “Çocuk” baĢlıklı Ģiirle değerlendirmiĢ olmaları Victor Hugo’nun Yunani, Helen dostu bir edip olarak tanınmasına sebep olmuĢtur. Doğulular isimli eserde yer alan sekiz Ģiirin konusu, dönemin diğer romantik yazarlarının da hayal dünyasını süsleyen, Osmanlı coğrafyasına yapılan seyahatlerdir. Halifeler, sultanlar, saraylar, küçümseme ve barbarlık. Tüm bunlar o dönemde yazılan diğer edebi eserlerden esinlenerek yazılmıĢtır. Zira Hugo Türkiye’yi hiç görmemiĢtir. ġiirlerindeki Doğu, Türkiye ve Türkler ile ilgili betimlemeleri Ali Özçelebi’nin dediği 253 gibi Ġspanya’dan izler taĢır. Hugo çocukluk yıllarını Ġspanya’da geçirmiĢtir ve ona göre Ġspanya da bir nevi doğudur. 251 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., C.4, s.450. 252 Ali Özçelebi, “Doğu ġiirleri’ne Yeni bir YaklaĢım”, Victor Hugo: Ölümünün Yüzüncü Yılında Türkiye’de Victor Hugo. (ed.) Tuğrul Ġnal, Ankara, Türk-Fransız Kültür Derneği, 1985. s.38 253 Ali Özçelebi, “Jean –Paul Weber’in Tekizlekçi EleĢtrisi ve Doğu ġiirlerinin OluĢumu”, Victor Hugo: Ölümünün Yüzüncü Yılında Türkiye’de Victor Hugo. (ed.) Tuğrul Ġnal, Ankara, Türk-Fransız Kültür Derneği, 1985. s.37 78 Les Oriantales yayımlandığı zaman, Türkler aleyhine Ģiirler ihtiva ettiği için, Türkiye’de sevilmemiĢ, sadece iki Ģiir kitabın genel havasının dıĢında kaldığı için sonraki yıllarda Türkçeye çevrilmiĢtir. Bu kitapta yer alan L’enfant (Çocuk) adlı Ģiir, Türkiye’de tepkilere yol açmıĢ bu yüzden Hugo’ya yine Ģiirle karĢılık verilmiĢtir (Emin Bülend, Kin 254 adlı Ģiirini yazmıĢtır) . Aynı Ģiir Yunanistan’da Hugo’nun Helen dostu olarak tanınmasına ve büyük saygı duyulan bir Ģair olarak görülmesine yol açmıĢtır. Yunanlar 255 sonraki yıllarda (örneğin Girit ayaklanmasında) Hugo’dan manevi destek istemiĢlerdir . Çocuk Türkler geçtiler, arkalarında harabe ve matem bırakarak. Sakız (chio), Ģarapların adası, artık kararmıĢ bir taĢ yığınından fazlası değil. Sakız adası, çalılıkların gölgesinde, Sakız adası, denizin dalgaları harika ormanlarını Yamaçları, konakları ve bazen akĢamları Raks eden ve oynayan kızları yansıtırdı. Her yer çöle dönmüĢ. Ama hayır. KararmıĢ duvarın yanında Mavi gözlü bir çocuk, Yunan çocuk, yalnız baĢına oturmakta, AĢağılanmıĢ, boynunu bükmüĢ halde. (……………………………………) Ne istersin? Sana ne vermeliyiz çocuk? NeĢeni geri döndürmek ve seni mutlu etmek için? (…………………………………..) Sevimli bir orman kuĢu seni gülümsetir mi, Obuadan daha tatlı bir sesle Ģarkı söyleyen, Ve zilden daha yüksek sesli? Çiçek, yemiĢ ya da harikulade bir kuĢ – hangisini istersin? “ArkadaĢım” dedi mavi gözlü Yunan çocuk 256 “Ben kurĢun ve barut istiyorum.” Ünlü Fransız yazar Victor-Marie Hugo Yunanistan’da ülkenin bağımsızlığa kavuĢmasında önemli rol oynamıĢ bir Yunan dostu olarak bilinir. Atina ve Selanikte birkaç caddeye ismi verilmiĢtir. Fakat Hugo’nun Les Orientales Ģiirlerini yazarken gayesi, Doğu’dan, Türklerden veya Yunanlardan bahsetmek değil, Ģiir dünyasına getirmeyi umduğu yenilikleri denemekti. Yunan isyanı ve Doğu meselesi o dönemde Batı kamuoyunun gündemini meĢgul eden hususlar olduğundan, Hugo eserlerinde bu konuları malzeme olarak kullanmıĢtır. Bir baĢka deyiĢle Hugo’nun amacı eserlerinde Türkler ve 254 Zeynep Kerman, 1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo’dan Türkçeye Yapılan Tercümeler Üzerinde Bir Araştırma.Edebiyat Fakültesi Basımevi, Ġstanbul, 1978. s.306. 255 Victor Hugo, Oeuvres Complètes, Politique, Paris, Laffont, coll. Bouquins, 1985, ss. 576-577, aktaran ν Γέζποινα Προβαηά, Η απήρεζε ηνπ Βίθηνξνο Οπγθώ ζηελ Ειιάδα θαηά ηνλ 19 Αηώλα, Αθήνα, Δθνικό Ίδρσμα Δρεσνών [Despina Provata, Viktor Hugo’nun 19. Yüzyılda Yunanistan’a Etkileri, Atina, Milli AraĢtırmalar Merkezi], 2002, s. 108. 256 Victor Hugo, Selected Poems of Victor Hugo: A Bilingual Edition (Ġngilizceye çeviren E.H. ve A.M. Blackmore), Chicago, The University of Chicago Press, 2001, ss. 21-23. 79 Yunanlar hakkında fikir beyan etmek, haklı ya da haksızı ayırt etmek değildi. Onun amacı Ģiiri daha özgür hale getirip, yenilenmesini sağlamaktı ve bunu kendinden önce gelen yazarların Doğu hakkında oluĢturmuĢ olduğu imgeleri kullanarak yapmıĢtı. Hugo 257 için önemli olan Ģiirin içeriği değil biçimiydi . 4.2.5 Aleksandr PuĢkin 18. yüzyıl sonu itibariyle, Rus yazar ve Ģairlerin ilgisi yeniden klasik metinler üzerine yoğunlaĢmıĢtı. Fakat isyanın baĢlamasıyla modern Yunanlar da ilgilerine mazhar olmuĢtur. Ġsimleri asırlar boyunca özgürlük ve demokrasi değerleriyle bağdaĢtırılmıĢ olan bir milletin torunları monarĢi düzenine karĢı isyan baĢlatmıĢlardı. Üstelik bu halk ataları gibi putperest değil, kendileri gibi Ortodoks Hıristiyan’dı. Bu olay, her tür liberal düĢüncenin Ģüphe çektiği ve baskı altında olduğu, takiplerin günlük uygulamalar olduğu bir dönemde, Rus münevverlere ülkelerindeki baskıcı rejimi sembolik bir yolla eleĢtirebilme imkânı sağlamıĢtı. Böylece Rus yazar ve Ģairler, tehlike altına girmeden, özgürce ülkelerindeki sosyal hayatın adaletsizliğinden, iktidarın basiretsizliğinden ve diğer konulardan söz edebiliyorlardı. Bunlar bazen net bir siyasi tavrı olmayan romantikler bazen de Dekabristler kesiminden yazarlardı ve bunlardan biri de Aleksandr 258 Sergeyeviç PuĢkin’di . Ünlü Rus Ģair ve yazar Aleksandr Sergeyeviç PuĢkin, Yunan sever ve isyanın önemli destekçilerinden biri olarak bilinir. Aslında PuĢkin, Avrupa’daki çağdaĢları gibi bir antikite hayranı, romantik ve liberalizm taraftarıydı. ġairlik hayatının baĢlarında, Avrupa’daki devrimci hareketlerini içtenlikle destekliyordu. KiĢinev’de sürgünde bulunduğu sırada, Ġpsilantis’in isyan baĢlattığı haberi kendisine ulaĢması üzerine Rusya’nın derhal Osmanlı’ya savaĢ açacağını düĢünmüĢ hatta Yunan ordusuna katılma hayalleri kurmuĢtur. Çünkü Eflak – Buğdan’da isyan baĢlatan Ġpsilantis’i ve yaverlerini kiĢisel olarak tanıyordu. Yazar, Homeros’un ve Themistokles’in torunları olan Yunanların, savaĢı kazanacağına ve Türklerin Yunan topraklarını terk edeceğine tüm kalbiyle inanıyordu. Fransa’da ve Ġngiltere’de bulunan çağdaĢları gibi PuĢkin de romantik bir antikite hayranıydı ve bu duygularını eserleriyle dile getiriyordu: “Tuna nehrinin kıyılarında 257 Ali Özçelebi, “Doğu ġiirleri’ne Yeni bir YaklaĢım”, Victor Hugo: Ölümünün Yüzüncü Yılında Türkiye’de Victor Hugo, (ed.) Tuğrul Ġnal, Ankara, Türk-Fransız Kültür Derneği, 1985. ss.44-47. 258 Theophilus C. Prousis, “Russian Society and the Greek Revolution”, Mnimon, C. 20, Atina, 1998, https://ejournals.epublishing.ekt.gr/index.php/mnimon/article/view/8384/8568, (05.11.2017), s. 339. 80 Yüce ruhlu prensimiz 259 Özgürlük trompeti çalıyor.” PuĢkin, Ġpsilantis’in isyan baĢlatmasıyla bir anda Yunan aydınlanmasının vuku bulacağını, bütün Yunanistan’ın hemen ona katılacağını ve monarĢiye karĢı zafer kazanacağını hayal etmiĢti; “Bu gerçek bir çılgınlık. Herkesin düĢüncesi tek bir amaca odaklanmıĢ durumda; kadim vatanın bağımsızlığa kavuĢması. Odessa’da… sokaklarda, mağazalarda, otellerde, Yunanlar toplanıyor. Herkes varını yoğunu bir hiç uğruna satıp, tüfek, tabanca, kılıç alıyor. Herkes Leonidas’lardan ve Temistokles’lerden bahsediyor. 260 Herkes, Ģanslı Ġpsilantis’in ordusuna katılmaya hazırlanıyor.” Ġpsilanti komutasında ayaklanma baĢladığı haberiyle coĢan PuĢkin, çarın bu harekâtı sert bir Ģekilde kınadığını öğrendiğinde, hemen Yunan hayranlığından vazgeçip kahraman olarak gördüğü Ġpsilantis’e bir anda hasım olur. Üstelik bu isyan baĢarısızlıkla sonuçlanınca büsbütün hayal kırklığı yaĢayan PuĢkin, Yunanlara karĢı beslediği olumsuz duygularını dile getirir. Bu tutumu Moskova ve Petersburg’ta bulunan liberaller ve Yunanseverler tarafından kınanmıĢ, PuĢkin “Türk Dostu” olmakla suçlanmıĢtı. Yazar kendini savunmak için Dekabrist dostu Davidov’a yazdığı 1823 Haziran tarihli mektubunda, Ģunları ifade ediyor: “Yeni Leonidasları Odessa’nın ve Kisiniov’un sokaklarında gördük. Pek çoğunu yakından tanıdık ve ne kadar iĢe yaramaz olduklarına Ģahit olduk. SavaĢ sanatı hakkında en ufak bir fikirleri yok, Ģeref duygusuna sahip değiller ve ufacık da olsa coĢku hissetmiyorlar. Sözleri Avrupa’yı etkilemesi gerekirken, onlar iğrenç görünmekteler. Mangır da dahil olmak üzere her Ģeyi Temistokles sakinliğiyle kabul ediyorlar. Ben ne barbarım, ne de Kur’an havarisi, Yunan meselesi beni yakından ilgilendiriyor ama özgürlük gibi yüce, kutsal bir davanın bu zavallıların 261 eline kalmıĢ olması beni öfkelendiriyor.” PuĢkin artık bir Yunansever değildir. 1824 yılında arkadaĢı prens Vyazemsky’e yazdığı mektubunda Ģunları ifade ediyor: “Yunanistan’dan iğrendim! Yunanların olduğu kadar zenci kardeĢlerimin de durumunu düĢünmeye hakkım var. Her iki tarafın da köleliğin taĢınmaz yükünden kurtulmasını dilerim. Ancak Avrupa’nın bütün medeni ülkelerinin Yunanlar için endiĢe ediyor olması affedilemez… bakkallardan ve eĢkıyalardan oluĢan kötülük dolu insanların kadim kültürün has torunları ve mirasçıları olduğu yanılgısına düĢtük. Bana fikir değiĢtirdiğimi söyleyeceksin. Eğer sen de 259 ΢ιμόποσλος [Simopoulos], a.g.e., s.517 260 Theophilus C. Prousis, a.g.e. s. 202 261 Theophilus C. Prousis, a.g.e. s. 208 81 Odessa’ya gelip Miltiades’in hemĢerilerini görseydin, benimle hemfikir olurdun. Lord Byron’un birkaç sene önce yazdığı Fransız büyükelçi Fauvel’in fikirlerini paylaĢtığı 262 Childe Harold notlarına bir bak.” PuĢkin’in bu mektubundan birkaç yıl sonra, Osmanlı ile Rusya arasında 1828- 1829 yıllarında yaĢanan savaĢının Rusların zaferiyle neticelenmesi sonucunda, taraflar arasında Edirne AntlaĢması imzalanmıĢtı. Ruslar bu antlaĢmayla büyük yararlar kazanırken, Yunanistan’a da bağımsızlık veriliyordu. Bu olay, PuĢkin’in yeniden Yunanların hakkında Ģiirler yazmaya yönlendirmiĢtir. “Tekrar zaferle taçlandırıldık” isimli Ģiirin son kısmı Yunanistan’a ayrılmıĢtır. Yunanistan’ın özgürlüğü bu defa Rus silahlarının zaferiyle bağdaĢtırılır “Yunanistan yeniden doğdu. Kuzeyin (Rusların) soylu 263 yardımı ona bağımsızlığını ve özgünlüğünü geri kazandırdı.” Yunanlar artık esaret zincirlerini kırmaktan aciz değildir. ġair, Yunan isyanının Avrupa’daki monarĢi düzenini sarsmasından endiĢe eden Çarın isyan karĢıtı politikasını benimsemiĢ, iyi bir Rus vatandaĢı gibi davranmıĢtı. Fakat zafer Rusların elinden gelip Yunanistan özgürlüğüne kavuĢacak olduğunda, Ģair “Ayağa kalk, Yunanistan, Ayağa kalk” (Arise, o Greece, Arise) isimli Ģiirinde tekrar Olympus dağını, Yunanlarla Persler arasında yaĢanan Thermopiles muharebesini, Perikles’Ġn mezarını, Atina’nın mermerlerini anarak, Lord 264 Byron’un ve Rigas’ın Ģarkılarıyla esaret zincirlerini sonsuza dek kırmasını diler . PuĢkin, Rusya’nın çıkarları doğrultusunda hareket etmiĢ, antikite hayranlığı yüklü – kadim Yunanları övüp modernleri aĢağılayan – bir tavır göstermiĢ, romantizm ideolojisiyle yoğrulmuĢ, “vatansever” bir Yunanseverlik göstermiĢtir. PuĢkin, bir Yunan dostu değil, romantik bir antikite hayranıdır. 262 Demetrios J. Farsolas, “Alexander Pushkin: His attitude toward the Greek Revolution 1821-1829”, Balkan Sudies, C. 12, https://www.google.com/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&ved=2ahUKEwjJhrec7YbeAhX xwYsKHe4zDMIQFjAAegQICRAC&url=https%3A%2F%2Fojs.lib.uom.gr%2Findex.php%2FBalkanStud ies%2Farticle%2Fdownload%2F883%2F891&usg=AOvVaw0mr1b0us5ke155b2TbqksY, (15.10.2018), s.75. 263 Theophilus C. Prousis, a.g.e. s. 78 264 Theophilus C. Prousis, a.g.e. s. 79 82 SONUÇ Batı tarihi Kadim Yunan tarihiyle baĢlar. Bugün genel kabul gören bu fikir, esasında Rönesans’la baĢlayan bir sürecin sonucunda inĢa edilmiĢtir. Doğu ve Batı’nın sınırları tarih boyunca sürekli değiĢim göstermiĢtir. Yunanistan da bu değiĢimden nasibini almıĢtır. Antik çağlarda Avrupa’nın merkezi olan Yunanistan, Roma topraklarına katıldıktan bir süre sonra, ikiye bölünen imparatorluğun Doğu kısmında kalmıĢtır. Hıristiyanlığın doğuĢuyla dini açıdan bir kez daha ikiye bölünen imparatorluğun batısı Katolik, doğusu Ortodoks mezhebine dahil olmuĢ, bu ikisi birbirine üstün gelmeye çalıĢtığından aralarına ciddi çekiĢmeler yaĢanmıĢtır. Bu nedenle Ortodoks geleneğe dâhil olan toplumlar (Yunanistan da dahil olmak üzere) belki de ebediyen Doğu’ya ait olarak görülecektir. Yunanistan’ın Doğu Batı ayrımındaki konumunun anlaĢılması için sadece Ortodoks kimliğinin ele alınması yeterli olmayacaktır. Zira Yunanistan’ın antikçağdaki felsefî baĢarıları, Avrupa düĢünce tarihini derinden etkilemiĢtir. Bu nedenle Yunan’lar Batı’nın gözünde yalnızca Doğu’lu Ortodoks Hıristiyan olmayıp, aynı zamanda kendi felsefî köklerini barındıran kendi kimliğinin bir parçasıdır. BaĢka bir deyiĢle Yunanistan dinî kimliğinden dolayı Batı’nın ötekisi, felsefî kimliğinden dolayı Batı’nın atasıdır. Konunun daha iyi anlaĢılması için tarihi geliĢmelerin incelenmesi gerekir. Hıristiyanlık düĢüncesinin etkisiyle unutulan Antikçağ Yunan medeniyetinin tekrar Batı’nın gündemine geliĢi Rönesans dönemine tekabül eder. Hümanist araĢtırmacılar, yenilenmek için geçmiĢin araĢtırılması gerektiği fikriyle, Antik Yunan ve Roma hakkında araĢtırmalara giriĢir. Netice olarak kadim Yunanistan, Avrupa’nın kendine kök olarak kabul edebileceği en eski ve en yüksek mertebeye sahip medeniyet olarak görülür ve böylece Batı tarihinin baĢlangıç noktasına yerleĢtirmiĢtir. Bu görüĢün hakim oluĢunda Ģüphesiz Ġstanbul’un fethedilme sürecinde baĢta Ġtalya olmak üzere Batı ülkelerine göç eden Bizanslı bilginlerin önemli ölçüde payı vardır. Batı’ya göç eden Bizanslı münevverler, yanlarında Doğu kütüphanelerinde bulunan pek çok antik metni de götürmüĢ, bunların Latince çevirilerini yapmıĢlardı. Ayrıca pek çok ünlü hümaniste Yunanca öğreterek, kadim metinleri aracı olmadan kaynağından okumalarını mümkün kılmıĢlardı. Bizanslı bilginlerin modern Yunanistan’ın kurulmasına asıl önemli katkılarıysa Osmanlı hakimiyeti altındaki Rumların, Batı’da kadim Yunanların torunları olarak tanınmasına ve sempati duyulmasına vesile 83 olmalarıdır. Lakin Bizans’lı bilginler akademik çalıĢmalarının yanında, Doğu ve Batı ayrımının yeniden canlanmasına da sebep oldular. Bizans’ı Kadim Yunan medeniyetinin mirasçısı olarak tanıtırken, Türkleri Helenlerin düĢmanı Persler’le bağdaĢtırarak, Batı’da “Barbar Türk” imgesinin yaygınlaĢmasında önemli rol oynadılar. Diğer taraftan bazı Bizanslı bilginlerin Rumları Ortodoks Kilisesi mensubu olmaktan vazgeçirip Batı Katolik Kilisesine kazandırmaya çalıĢması, fakat Rumların bunu reddetmesi, Doğu ve Batı arasındaki mezhepsel çekiĢmesinin canlı kalmasına vesile olmuĢ gibi görünmektedir. Batı’nın “Barbar” olarak tanımladığı Osmanlı Devleti’nin, bünyesinde barındırdığı gayrimüslim tebaanın dinî, hukukî, iktisadî haklarını korumuĢ olduğunu unutmamak gerekir. Osmanlı aynı hassasiyeti tarihi eserlerin korunması yönünde de göstermiĢtir. Batı’lılarsa Osmanlı topraklarında bulunan Antik Yunan eserlerini talan etmede birbirleriyle yarıĢmıĢlardır. Yaptıklarını haklı göstermek içinse, hem Osmanlı’ların, hem de Yunanların tarihi eserlerin kıymetini anlayamayacak hatta onlara zarar verecek kadar cahil insanlar olduğunu iddia etmiĢlerdir. Bunun altında yatan fikir; bilgisiz ve bir o kadar duyarsız Doğu’nun, tüm mirasını, bilge Batı’ya teslim etmesi gerektiğidir. Bu mirası koruma görevi ancak insanlığın yükünü omuzlarında taĢıyan Batı’ya ait olmalıdır. Batı’nın ġark anlayıĢının bir tezahürü olan bu tutum, Osmanlılar kadar modern Yunanların da ĢarklılaĢtırılmıĢ olduğunu göstermektedir. Zira her iki grubun ortak bir özelliği vardır: cehalet. Batılı araĢtırmacılar, 16. yüzyıl itibariyle, doğu araĢtırmalarına daha fazla önem vermeye baĢlamıĢ, bu kapsamda Osmanlı idaresi altında bulunan Yunan topraklarını da ziyaret etmiĢlerdir. Gezginler, bölgenin doğal güzellikleri ve antik eser kalıntılarına büyük ilgi göstermiĢti. Fakat bu topraklarda yaĢayan modern Yunanlar atalarının tüm meziyetlerini kaybetmiĢ, tembelleĢmiĢ, ahlakını yitirmiĢ, hatta atalarıyla kan bağı kopmuĢ insanlar olarak tarif edilmiĢlerdir. Bazı araĢtırmacılarsa Yunanistan’a hiç gitmedikleri halde, Yunanlara Doğu’nun bütün olumsuzluklarını yüklüyordu. Kısacası Batı, Yunanistan’ı hayali Doğu’nun tüm hayali zaaflarıyla eĢitlemiĢlerdir. Hatta bazı durumlarda Türklerden ve diğer doğu halklarından daha fazla kötülemiĢlerdir. Modern Yunanların Batı’dan uzaklaĢtırılıp, ġarklılaĢtırılmasının ardında hiç Ģüphesiz asırlardır süregelen Katolik – Ortodoks çekiĢmesinin önemli payı vardır. Zira Vatikan, asırlar boyunca Ortodoks kilisesi aleyhinde propaganda yapmaktaydı ve bu durum artık Batı dünyasının zihnine iĢlenmiĢti. Bir diğer önemli unsur, Rumların Avrupalılara karĢı giriĢtiği ticari rekabettir. Zira Osmanlı döneminde Rumlar çok sayıda ticari gemiye 84 sahiptiler ve özellikle Akdeniz havzasındaki Avrupalı rakiplerinin varlıklarını tehdit edecek durumdaydılar. Batı’nın ġarklılaĢtırdığı Yunanların, yozlaĢmaktan kurtulup tekrar atalarına layık olduklarını ispatlayabilmeleri için tek çareleri vardır: Avrupa devletlerinin fedailiğini üstlenmek. Batı’nın büyük güçleri Yunanları, Osmanlı idaresi altında bulundukları asırlar boyunca, bölgedeki planlarının gerçekleĢmesi, çıkarlarının korunması için çalıĢacak gönüllüler olarak görmüĢtür. Vatikan ve çeĢitli Avrupa devletleri, Haçlı seferleri planlarını Yunanlar üzerine kurmuĢlardır. Akdeniz’e inme hayalleri kuran Rus Çarı, Ortodoks inancını kullanarak Rumları kendilerine destek vermeye davet etmiĢ; karĢılığındaysa sadece iyi dileklerini sunmuĢtu. Mısıra hakim olmayı hayal eden Napolyon komutasındaki Fransızlarsa kadim Yunanistan’ın dünyaya demokrasiyi kazandırmıĢ olmasından duydukları minnet dolayısıyla Yunanlara yardım edeceklerini söylüyor, özgürlük vaat ediyorlardı. Ġngilizler Yunanistan’ı Akdeniz’i ve Doğu’yu kontrol altına almak için kullanabilecekleri bir liman olarak görüyordu. Büyük güçlerin münevver kesimi, ülkelerinin çıkarları doğrultusunda hareket edip, Yunanları ayaklanmaya ikna etmek için, atalarının kahramanlıklarından övgüyle bahseden konuĢmalar, Ģiirler, metinler kullanmıĢlar böylece Yunanilik mitini icat etmiĢlerdir. Fakat Yunanlar, giriĢtikleri ayaklanmalarda baĢarısız oldukları takdirde atalarına layık olmayan, yozlaĢmıĢ, korkak, ahlaksız, özgürlüğü hak etmeyen bir halk olarak yaftalanmıĢlardır. Yunanlar Osmanlı idaresinde bulundukları süre boyunca, Doğu’nun bir parçası olarak görülmeye devam edilmiĢlerdir. Ancak Batı’nın Yunanlara bakıĢ açısı, 1821 yılındaki isyanın patlak vermesiyle değiĢmiĢ, isyan haberi tüm Avrupa’yı heyecanlandırmıĢtır. Çünkü isyan Yunan halkının tiranlığa baĢ kaldırıĢı olarak değerlendirilmiĢ, bu eylemin tüm Avrupa’yı değiĢtirecek geliĢmeleri tetikleyeceği düĢünülmüĢtür. Yunan isyancıların kazandığı zaferler, özgürlüğün zaferi, istibdadın mağlubiyeti olarak görülüyordu. Hiç kuĢkusuz sanat ve düĢünce dünyasındaki Yunanilik akımının bunda büyük payı vardır. Zira Avrupa’lı aydınlar, ayaklanan Yunanları, ataları gibi, Batı’yı Doğu’nun tiranlığından kurtaran özgürlük kahramanları ilan etmiĢlerdi. Bu coĢkulu özgürlük söylemlerinden etkilenen pek çok Batı’lı gönüllü Yunanistan’a savaĢmaya gitmiĢtir. Fakat Ġsyana katkı sağlamak amacıyla Yunanistan’a giden yabancı Yunanseverler, farkında olmadan monarĢi düzeninin korunmasına hizmet etmiĢlerdir. Onların kahramanlık hikayeleri, mutlakıyetçi yönetimlere halklarının dikkatini ve devrim ruhunu, sınırlarının dıĢarıdaki kaynaklara aktarmalarını, böylelikle içerideki statükonun 85 korunmasını sağlamıĢtır. Diğer taraftan Avrupa’da monarĢi düzenine karĢı olan kesim, Yunanları alkıĢlayarak kendi özgürlük ihtiraslarını tatmin ediyorlardı. Yunanilik akımı onlara, özgürlük arzularını açıkça ifade etmelerine imkan tanıyan bir araçtı sadece. Yunan isyanına Avrupa’nın destek vermesinin altında, stratejik sebepler de vardır. Osmanlı’nın yanı baĢında kurulacak yarı bağımsız bir devlet, Ġngiltere ve Fransa açısından Akdeniz’de yeni ticari fırsatlar, askeri üs kurarak bölgede egemenlik sağlama ve Rusya’nın Akdeniz’deki etkisinin azaltılması açısından yararlı olacaktır. Bu nedenle Fransa ve Ġngiltere’deki gazeteler Yunan isyancıları alkıĢlarken, hükümetlerini monarĢi yanlısı Metternich politikalarını değiĢtirmeye davet etmiĢlerdi. Almanya’daysa Yunan isyanı vesilesiyle kaleme alınan Yunanilik eserleri, ülkelerindeki baskıcı rejime dolaylı yoldan eleĢtiri yöneltmek veya tepki göstermek için fırsat sunuyordu. Çünkü Antik Yunan özgürlüğün ve demokrasinin sembolü olarak kurgulanmıĢtı. Yunan isyanında Batı’nın Osmanlı’nın değil de, Yunanistan’ın yanında yer almasının sebeplerinden bir tanesi de kadim Doğu – Batı ayrımıdır. Rönesans çağından itibaren yeni bir kimlik arayıĢı içerisinde olan Modern Avrupa, kimliğini Antik Yunan geleneğinin üzerine inĢa etmiĢtir. Aynı zamanda Batı’nın Hıristiyan kimliği de bu sürece dahil olmuĢ, ötekinin belirlenmesinde rol oynamıĢtır. Böylece Batı’nın sınırlarını hem Hıristiyanlık hem kadim Yunanistan medeniyeti belirlemiĢtir. Kadim Yunan geleneği ve Hıristiyanlık dıĢında kalan coğrafya Doğu’dur. Avrupa, kadim Yunan’ın yolundan giderek, Asya’yı kendisinin karĢısında konumlandırmıĢ, onu bir tehdit unsuru olarak algılamıĢtır. Yunanilik akımı, bu kadim Doğu – Batı ayrımından beslenmiĢ, Türkleri Yunan tarihiyle bağlantılı olarak yeniden betimlemiĢ, Yunan isyancılarla Türkler arasında geçen çatıĢmaları, kadim Yunan - Pers savaĢına benzetmiĢtir. Yalnız bu sefer Batı medeniyetini tehdit eden Perslerin rolüne Türkler atanmıĢtır. Böylece Batı’nın üstün meziyetlerine karĢılık, her türlü olumsuzluk Türklere yüklenmiĢtir. Osmanlı idaresi baskıcı, acımasız, ilkel olmakla itham edilmiĢ, halk ise köle ruhlu olmakla ve cahillikle suçlanmıĢtır. Yunanilik akımı bu açıdan Oryantalizmle benzerlik göstermektedir: Kendini Helensever olarak tanımlayan zümre, Batı’nın üstünlüğünü ispat etmek için Doğu hakkındaki eski önyargıları kullanarak yaĢananları yeniden kurgulamıĢlardır. Ġsyan öncesi veya sonrası Osmanlı coğrafyasını ziyaret eden sözde helenseverlerin hayalinde bir yanda “Binbir Gece Masalları”, bir yanda kadim Yunan hikayeleri canlanmaktadır. Fakat ne Türkler ne de modern Yunanlar Batı’nın üstün meziyetlerine sahip değildir. Ġsyanın baĢlamasıyla Yunanların özgürlüklerine kavuĢma çabası takdir edilmiĢtir. Ancak 86 Yunanistan Osmanlı’dan bağımsızlığını alınca, bu kez tıpkı diğer Doğu’lular gibi kendilerini yönetmekten aciz oldukları fikirleri dile getirilmiĢtir. Yüzyıllar boyu Doğu’luların idaresinde kalan Yunanlar ġarklılaĢmıĢtır ve ancak Batı’lıların hegemonyası altında kalarak yeniden medenileĢmeleri mümkündür. Zira Said’in de iĢaret ettiği gibi Batı egemendir ve ġarklılara da egemen olması gerekir. Batı, Yunanistan’ı sömürgeleĢtirme planını bu Ģekilde meĢrulaĢtırmıĢtır. Yunanilik akımının bir diğer iĢlevi, Batı’lıların Yunan isyanını kontrol altında tutmalarını sağlamasıdır. Zira Yunan halkı, isyan döneminde bile, tarihi ve mezhepsel sebeplerden dolayı Batı’lıların tekliflerine Ģüpheyle bakmıĢtır. Bu nedenle Helenseverlik miti aradaki buzların erimesini sağlayıp, Yunanların güvenini kazandıracak bir araç olarak kullanılmıĢtır. Yeni kurulan Yunanistan’da Helenseverlerin tarihi dönemin büyük güçlerinin gözetimi altında yazılmıĢtır. Bu iĢ için seçilen yerli veya yabancı araĢtırmacılar kimi zaman gerçekleri çarpıtarak kimi defa sahte belgeler kullanarak Yunanistan’a gelen yabancıları kahraman ilan etmiĢlerdir. Böylece bölgeye gönderilen ajanlar – isyan öncesinde Yunanlardan nefret ettiğini ilan emiĢ olsalar bile – halka “Helen Dostları” olarak tanıtılmıĢtır. Elbette bağımsız Yunanistan’ın kurulmasını gönülden destekleyen Batı’lılar da mevcuttur. Fakat günümüz Yunanistan’ında özellikle George ve Stratford Canning, Lord Byron, François-René de Chateaubriand, Victor Hugo, Aleksandr PuĢkin gibi tanınmıĢ yazar ve siyasetçiler, eserlerinde Yunanlara karĢı tepeden bakan ifadeler kullanmıĢ oldukları halde, “Helen Dostu” olarak bilinmektedir. Gerçekteyse bu isimler ve daha niceleri, modern Yunanistan hakkında neler yazıp çizeceklerini, kadim Yunanlara duydukları minnet duygusuna göre değil, ülkelerinin çıkarlarına göre belirlemiĢlerdir. Helenseverler tarihi Batı’nın büyük güçlerince üretilmiĢ, Gramsci’nin hegemonya kavramıyla göstermiĢ olduğu gibi, Yunan halkının çıkarları ile özdeĢleĢtirilmiĢ, çeĢitli kurumlar tarafından yaygınlaĢtırılmıĢtır. Böylece Helenseverlik miti zamanla toplumun inançları, gelenekleri arasına yerleĢmiĢtir. Batı, üretmiĢ olduğu “Helenseverlik” bilgisi sayesinde Yunanistan üzerindeki iktidarını mümkün kılmıĢtır. 87 KAYNAKÇA ARĠSTOTELES, “Politika”, Aristoteles – Bütün Yapıtları 3, 3.B., çev. Furkan Akderin, Ankara, Say Yayınları, 2017, s.24. ΒΑΚΑΛΟΠΟΤΛΟ΢ Απόζηολος, Ιζηνξία ηνπ λένπ Ειιεληζκνύ, C. I, Αθήνα, Δκδόζεις Ηρόδοηος,(Apostolos Vakalopoulos, Yeni Yunan Tarihi, Atina, Heredot Yayınevi), 2007. BERNAL Martin, Kara Atena: Eski Yunan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi 1785 – 1985, 4. B, çev. Özcan Buze, Ġstanbul, Kaynak Yayınları, 2016. BEZEL Nail, Şiir perilerine İngiliz Romantik Şiirinden Seçmeler, Ġstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2011. BĠSAHA Nancy, Doğu ile Batı’nın Yaratılışı, çev. Melek Dosay Gökdoğan, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2012. CHATEAUBRĠAND François-René, Note sur la Gréce: Υπόκλεκα Πεξί ηεο Ειιάδνο ηνπ Κ. Αληηθόκεηνο Σαηωβξηάλδνπ, Μέινπο κηαο από ηαο ππέξ ηωλ Ειιήλωλ Εηαηξίαο, Παρίζη, Δκ ηης Σσπογραθίας Φιρμίνοσ Γιδόηοσ, 1825 (Yunanistan lehine kuruluĢlardan birinin üyesi Vikont Chateaubriand’ın Yunanistan bildirisi. Yunancaya çeviren bilinmiyor. Paris, Firminu Didotu Yayınevi, 1825). CLAĠR William st., That Greece Still be Free. The Philhellenes In The War of Independence, Cambridge, Open Book Publishers, 2008. CRAWLEY C.W., The Question of Greek Independence, Cambridge, Cambridge Univesity Press, 1930. DELANTY Gerard, Avrupa’nın İcadı, Fikir, Kimlik, Gerçeklik, 3. B., çev. Hüsamettin Ġnaç, Ankara, Adres Yayınları, 2013. DODWELL Edward A., Classical and Topographical Tour Through Greece, During the Years 1801, 1805, and 1806, c.1, London, 1819. https://archive.org/details/aclassicalandto01dodwgoog/page/n372 DRĠAULT Edouard, Napoleon’un Şark Siyaseti, (Mütercim Köprülüzade Mehmed Fuad, Çeviryazı Selma Günaydın), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2013. EAGLETON Terry, İdeoloji, Giriş, 1.B., çev. Muttalip Özcan, Ġstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1996. EDELMAN Murray, Politics As Symbolic Action Mass Arousal And Quiescence, 1.B, New york, Academic Press, 1971. 88 FARSOLAS Demetrios J., “Alexander Pushkin: His attitude toward the Greek Revolution 1821-1829”, Balkan Sudies, C. 12, https://www.google.com/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&ved=2ahUKE wjJhrec7YbeAhXxwYsKHe4zDMIQFjAAegQICRAC&url=https%3A%2F%2Foj s.lib.uom.gr%2Findex.php%2FBalkanStudies%2Farticle%2Fdownload%2F883% 2F891&usg=AOvVaw0mr1b0us5ke155b2TbqksY, (15.10.2018). FOUCAULT Michele, Özne ve İktidar, 4. B, çev. IĢık Ergüden, Osman Akınbay, Ġstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2014. FOUCAULT Michael, Hapishanenin DoğuĢu, 1.B, çev. M. A. Kılıçbay, Ankara, Ġmge Kitapevi, 1992. GALT john, Letters from the Levant, London, 1813, https://books.google.com.tr/books?id=7A4IAAAAQAAJ&printsec=frontcover&h l=tr&source=gbs_ge_summary_r&cad=0#v=onepage&q&f=false, (15.11.2017) GÜLER Ali, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Azınlıklar, Ankara, TÜRKAR (Türk Metal Sendikası araĢtırma Bürosu), 2007. GÜNGÖRMEZ Bengül, Eric Voegelin İnsanlık Draması, Ġstanbul, Paradigma Yayınları, 2011. GÜRSEL Haluk F., Tarih Boyunca Türk Rus İlişkileri, Ġstanbul, Ak Yayınları, 1968. HERODOT, Herodot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen,3. B, Ġstanbul, Remzi Kitapevi, 1991. HENTCH Thierry, Hayali Doğu: Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik Bakışı, 1.B., Çev. Aysel Bora, Ġstanbul, Metis Yayınları, 1996. HOBHOUSE John Cam Travels in Albania and Other Provinces of Turkey in 1809 & 1810, C.1, Londra, 1858, https://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=uc1.$b235131;view=1up;seq=7 (22.11.2017). HÜNER Tuncer, Metternich’in Osmanlı Politikası (1815–1848), Ankara, Ümit Yayınları, 1996. ĠNALCIK Halil, Rönesans Avrupası: Tükiye’nin Batıyla Özdeşleşme Süreci, Ġstanbul, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 2011. Ι΢ΟΚΡΑΣΗ΢, Φίιηππνο, (Ġsokratis, Filippos – Isocrates, Philippus). I΢ΟΚΡΑΣΗ΢, Παλεγπξηθόο (Ġsokratis, Panigirikos - Ġsocrates, Panegyrikus). KALIN Ġbrahim, Ben Öteki ve Ötekisi: İslam – Batı İlişkileri Tarihine Giriş, 3. B, Ġstanbul, Ġnsan Yayınları, 2016. 89 KARAL Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, c. 5, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1995-1996. KERMAN Zeynep, 1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo’dan Türkçeye Yapılan Tercümeler Üzerinde Bir Araştırma, Edebiyat Fakültesi Basımevi, Ġstanbul, 1978. KOCABAġ Süleyman, Kuzeyden gelen Tehdit: Tarihte Türk-Rus Mücadelesi, Ġstanbul, Vatan yayınları, 1989. KÖSE Osman, 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2006. KURAT AKDES Nimet, Türkiye ve Rusya-XIII Sonundan Kurtuluş Savaşına kadar Türk Rus İlişkileri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2011. LANE POOL Stanley. Lord Straford Canning'in Türkiye anıları, çev. Can Yücel, Ankara, Yurt Yayınları, 1988. ΛΑΜΠΑΚΗ΢ ΢ΣΔΛΙΟ΢, Τν Βπδάληην θαη νη απαξρέο ηεο Επξώπεο, Δθνικό Ίδρσμα Δρεσνών, Αθήνα, [LAMPAKĠS STELĠOS, Bizans ve Avrupa’nın Başlangıcı, Ulusal AraĢtırma Vakfı, Atina], 2004, ΛΑ΢ΚΑΡΗ΢ ΢.Θ., Ο Φηιειιεληζκόο ελ Γεξκαλία θαηά ηελ Ειιεληθήλ Επαλάζηαζηλ, Αθήνα, ΢ύλλογος προς Γιάδοζιν Ωθελίμων Βιβλίων, (Laskaris S. Th., Yunan isyanı sırasında Almanya’daki Yunanseverlik, Atina, Faydalı Kitapların YaygınlaĢtırılması Derneği Yayınları). LĠTHGOW William, Travels and Voyages Through Europe, Asia, and Africa for Nineteen Years, 12.B, 1814, https://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=hvd.hxjrre;view=1up;seq=119 (16.12.2017). MARĠNDĠN George Eden, The letters of John S. Morritt of Rokeby, John Murray, London, 1914, https://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015011339648;view=1up;seq=202 (22.12.2017). MEYER Johann Jacob, Ειιεληθά Φξνληθά Μεζνινγγίνπ, Αρ.31, Σόμος Α., Αθήνα, Δκδόζεις ΢πανός, [Mesologgi Yunan Kronolojisi, sayı 31, Cilt 1, Atina, Spanos Yayınları], 1824, s.133. http://repository.library.teimes.gr/xmlui/handle/123456789/2158, (13.03.2018.) MĠLLĠNGEN Julius, Memoirs of the Affairs of Greece, London J. Rodwell, 1831. ,https://archive.org/stream/memoirsaffairsg00millgoog#page/n21/mode/2up (11.03.2017). MOORE Thomas, The Life, Letters and Journals of Lord Byron, Philadelphia, Lippincott Grambo, 1855 90 MORE Paul Elmer, The Complete Poetical Works of Lord Byron, Houghton, Mifflin and Company, 1905. MĠLLAS Herkül, Yunan Ulusunun Doğuşu, 3. B., Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, 2006. MĠLLĠNGEN Julius, Memoirs of the Affairs of Greece, London, J. Rodwell, 1831. https://archive.org/stream/memoirsaffairsg00millgoog#page/n21/mode/2up (11/03/2017). NANCY Bisaha, Doğu ile Batı'nın Yaratılışı: Rönesans Hümanistleri ve Osmanlı Türkleri, Çev. Melek Dosay Gökdoğan, Ankara, Dost Kitabevi, 2012. ΞΔΝΟΦΩΝ, Αγηζίλαος, (Ksenofon, Agisilaos – Xenophon, Agesilaus). ORĠGO Ġris, The last Attachment, The Story of Byron and Teressa Guiccioli, London, 1922. ORTAYLI Ġlber, Osmalı’da Milletler ve Diplomasi, Ġstanbul, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 2008. ÖZÇELEBĠ Ali, “Doğu ġiirleri’ne Yeni bir YaklaĢım”, Victor Hugo: Ölümünün Yüzüncü Yılında Türkiye’de Victor Hugo, (ed.) Tuğrul Ġnal, Ankara, Türk-Fransız Kültür Derneği, 1985. ÖZÇELEBĠ Ali, “Jean –Paul Weber’in Tekizlekçi EleĢtrisi ve Doğu ġiirlerinin OluĢumu”, Victor Hugo: Ölümünün Yüzüncü Yılında Türkiye’de Victor Hugo, (ed.) Tuğrul Ġnal, Ankara, Türk-Fransız Kültür Derneği, 1985. ÖZSÜER Esra, "Türk-Yunan ĠliĢkilerinde Biz ve Öteki Önyargıların Dinamikleri", Avrasya İncelemeleri Dergisi, C.1, ss. 269-309, 2012. ΠΑΠΑΝΓΡΟΠΟΤΛΟ΢ Αθανάζιος, “Ξενοκραηία Μιζελληνιζμός και Τποηέλεια ηοσ Κσριάκοσ ΢ιμοπούλοσ”, Οηθνλνκηθόο Ταρπδξόκνο, Αθήνα, 1992. (PAPANDROPULOS Athanasios, “Kiriakos Simopulos’un Yabancı Egemenliği Yunan KarĢıtlığı ve Vasallık’ı”. İkonomikos Tahidromos, Atina, 1992). ΠΑΤΛΟ΢ Καρολίδης, Ο γεξκαληθόο Φηιειιεληζκόο, Αθήνα,1917 (Karolidis Pavlos, Alman Yunanseverliği, Atina, 1917). PLATON, Devlet, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi XXIV, çev. Sabahattin Eyyüboğlr – M. Ali Cimcoz, 21. B, Ġstanbul, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 2011. ΠΡΟΒΑΣΑ Γεζποινα, Η απήρεζε ηνπ Βίθηνξνο Οπγθώ ζηελ Ειιάδα θαηά ηνλ 19ν Αηώλα, Αθήνα, Δθνικό Ίδρσμα Δρεσνών. (Provata Despina, Viktor Hugo’nun 19. Yüzyılda Yunanistan’a Etkileri, Atina, Milli AraĢtırmalar Merkezi). PROUSĠS Theophilus C., “Russian Society and the Greek Revolution”, Mnimon, C. 20, Atina, 1998, https://ejournals.epublishing.ekt.gr/index.php/mnimon/article/view/8384/8568, (05.11.2017). 91 QUENNELL Peter, Byron, a Self Portrait, Letters and Diaries 1798 to 1824, C.1, Londra, 1950. ΡΩΜΑΝΟ΢ Κωνζηανηίνος, Πεξί ηεο Καηαγωγήο ηωλ Σεκεξηλώλ Ειιήλωv, Αθήνα, Δκδόζεις Νεθέλη, (Romanos Konstandinos , Günümüz Yunanlarının Soyu Hakkında, Atina, Nefeli Yayınevi), 1984. SAĠD Edward Wadie, Kültür ve Emperyalizm, Çev. Necmiye Alpay, Ġstanbul, Hil Yayınları, 1998. SAĠD Edward Wadie, Şarkiyatçılık Batı’nın Şark Arayışları, 9. B., Çev. Berna Yıldırım, Ġstanbul, Metis Yayınları, 2016. ΢ΑΘΑ΢ Κωνζηανηίνος, Φξνληθόλ Αλέθδνηνλ Γαιαμεηδίνπ, Αθήνηζιν, εκ ηοσ Σσπογραθείοσ Ιω. Καζζανδρέος, (Konstantinos Sathas, Galaksidio’nun Yayımlanmamış Tarihi, Atina, Ġo. Kassandreos Basımevi), 1865. ΢ΔΦΔΡΙΑΓΗ΢ ΢εραθείμ Ι. "΢ηάθης Γοσργοσρής, Έθνος-όνειρο: Γιαθωηιζμός και θέζμιζη ηης ζύγτρονης Δλλάδας”, Ειιεληθή Επηζεώξεζε Πνιηηηθήο Επηζηήκεο, 33, 2009. (Seferiadis Serafeim, “Stathis Gurguris, Rüya Ulus: Aydınlanma ve Modern Yunanistan’ın KuruluĢu.” Yunan Siyaset Bilimi Araştırmaları, 33, 2009). SONYEL Salâhi R., Osmanlı Devletinin Yıkılmasında Azınlıkların Rolü, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2014. SOYSAL Ġsmail, Fransız ihtilali ve Türk – Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789- 1802), Ankara, Türk Tarih kurumu Basımevi, 1964. ΢ΦΤΡΟΔΡΑ Βαζίλης Βλ., Ιζηνξία Νεόηεξε θαη Σύγρξνλε, Αθήνα, Οργανιζμός Δκδόζεως Γιδακηικών Βιβλίων, (Vasilis Sfiroera, Modern ve Çağdaş Tarih, [Yunanistan Orta 3 ders kitabı], Atina, Ders Kitapları Basım Kurumu), 2006. SHELLEY Percy Bysshe, Hellas, Londra, 1822. ΢IΜΟΠΟΤΛΟ΢ Κσριάκος, Ξελνθξαηία Μηζειιεληζκόο θαη Υπνηέιεηα, Αθήνα, Δκδόζεις ΢ηάτσ, (Simopulos Kiriakos, Yabancı egemenliği, Yunan Karşıtlığı ve Vasallık, 10. B, Atina, Staxy Yayınevi), 1999. ΢ΙΜΟΠΟΤΛΟ΢ Κσριάκος, Ξέλνη Tαμηδηώηεο ζηελ Ειιάδα, C.1, C. 2, C. 3, Αθήνα, Δκδόζεις Πιρόγα (Kyriakos Simopoulos, Yababancı Seyyahlar Yunanistan’da, Piroga Yayınevi), 2007. TEMPERLEY Harold, The Foreign Policy of Canning 1822-1827: England, The New- holy Alliance, And The New World. London, 1887, https://archive.org/details/in.ernet.dli.2015.500273, (27.05.2018), THORNTON Thomas, The Present State of Turkey, C. 1, 2.B., London, 1809. 92 TOKER ġevket, Türk Edebiyatında Nev Yunanilik, 2008, http://www.ege-edebiyat.org (04.05.2017). TOURNEFORT Joseph, Turnefort Seyahatnamesi - Ege adaları, (ed.) Stefanos Yerasimos, çev. Ali Berktay, Ġstanbul, Kitap yayınevi, 2005. TRELAWNY Edward john, Recollections of the last days of Shelley and Byron, Boston, Ticknor and Fields, 1858, https://archive.org/details/recollectionsofl01trel (11.05.2018). VASUNĠA Phirose, “Helenizm ve Ġmparatorluk: Edward Said’i Okumak.” Oryantalizm: tartışma metinleri. Editör Aytaç Yıldız, çev. Salih Akkanat, Ankara, Doğu Batı Yayınevi, 2007. Victor Hugo, Selected Poems of Victor Hugo: A Bilingual Edition (Ġngilizceye çeviren E.H. ve A.M. Blackmore), Chicago, The University of Chicago Press, 2001. 93 94