T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNUN İSLAM HUKUKUNA GÖRE TAHLİLİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ) HALIL MULAJ BURSA 2012 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNUN İSLAM HUKUKUNA GÖRE TAHLİLİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ) HALIL MULAJ DANIŞMAN Doç. Dr. ALİ KAYA BURSA 2012 TEZ ONAY SAYFASI T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, İslâm Hukuku Bilim Dalı’nda 701023011 numaralı Halil MULAJ’ın hazırladığı “Leke Dukagjini Kanununun İslam Hukukuna Göre Tahlili” konulu Yüksek Lisans Tezi ileilgili tez savunma sınavı, ...../...../ 20.... günü ……… - ………..saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin/çalışmasının…………………………..….. (başarılı/başarısız) olduğuna ……………………………… (oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Üye Başkanı) Akademik Unvanı, Adı Soyadı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üniversitesi Üye Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üniversitesi Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi ....../......./ 20..... ii ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Halil MULAJ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim dalı : Temel İslam Bilimleri Bilim dalı : İslam Hukuku Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa sayısı : Mezuniyet Tarihi : Tez Danışmanı : Doç. Dr. Ali Kaya LEKE DUKAGJİNİ KANUNU’NUN İSLAM HUKUKUNA GÖRE TAHLİLİ Bu çalışmamızda, Arnavutluk geleneksel hukukunun en önemli temsilcisi olan Leke Dukagjini kanununun en önemli konularının İslam hukukuna göre tahlili yapılmıştır. Çalışma, giriş, iki bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Birinci bölümde, Dukagjinler ve Leke Dukagjini, Arnavutluk geleneksel hukuku, Leke Dukagjini kanunu ve onun bugünün Arnavutları üzerindeki etkisi hakkında bilgi verildikten sonra 20. Yüzyılın başında Leke Dukagjini Kanununu derleyen A. Shtjefen Kostandin Gjeçov’un kısa bir biyografisi veriliyor. İkinci bölümde, konu kunu ilerleyerek Leke Dukagjini Kanunu’nun İslam hukukuna göre tahlili yapılmaya çalışılmıştır. Anahtar Sözcükler: Leke Dukagjini, Kanun, Fıkıh, Arnavutluk, İslâm Hukuku iii ABSTRACT Name and Surname : Halil MULAJ University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Basic Islamic Sciences Branch : Islamic Law Degree Awarded : Master Thesis Page Number : Degree Date : Supervisor : Assoc. Dr. Ali Kaya ANALYSİS OF LEKE DUKAGJİNİ KANUNU ACCORDİNG TO THE İSLAMİC LAW In this study Albanian traditional Law’s most important reprsentative Leke Dukagjini kanunu is analysed according to the İslamic law. This study consists of introduction, two main parts and conclusion. In the first chapter is given directions about Dukagjins and Leke Dukagjini, about Albanian traditional law, about Leke Dukagjini code and its effects on the todays Albanians and a short biografi of the gleaner of the code, Shtjefen Kostandin Gjeçov. In the second chapter, we tried to analyse the code of Leke Dukagjini according to the İslamic Law going subject by subject. Keywords: Fiqh, Leke Dukagjini, Code, Albania, Islamic Law. IV ÖNSÖZ İletişim ve teknolojinin son derece gelişmesinden dolayı köy haline gelmiş olan bugünün dünyasında kültür, gelenek ve göreneklerini korumaya uğraşanların sayısı az değildir. Bu çalışmamda bu köy dünyanın Avrupa kıtasındaki Balkan yarımadasının güney batısında bulunan Arnavutluk’ta bugünlerde dahi varlığını sürdürmeye çalışan bir ortaçağ hukuk sisteminden bahsedeceğim. Yaklaşık olarak altı asırdır varlığını, özellikle Arnavutluğun kuzey ve kuzey doğusunda sürdüren ve geleneksel hukuk haline gelmiş olan bu hukuk sistemi Leke Dukagjini kanunu olarak bilinir. Uygulamaya girdiği zamanlar (15. asrın ortaları) Arnavutlar (aralarında az sayıda da olsa Müslüman olmuş olanlar da varsa) Hıristiyan bir millet olarak bilinirdi. 15. Asrın sonunda Arnavutluk topraklarının Osmanlı hâkimiyeti altına girmesiyle beraber Arnavutların arasından ihtida olanların sayısı artmaya başladı. 16. Asrın sonlarına gelindiğinde yüksek yerlerde ve ulaşılması zor olan bölgelerde yaşayan Arnavutlar’ın dışında Arnavutlar millet olarak İslam’ı din olarak seçtiler. İslam’ı din olarak seçmesi Arnavutları geleneksel hukuktan vazgeçmelerini sağlayamadı. Böylece Müslüman olmalarına rağmen aralarındaki davalarını eski geleneksel hukuku hükümlerine göre çözmeye devam ettiler. Bu çalışmamda bu olayın bir incelemesini yapmayı amaçlıyorum. Müslümanların aralarındaki sorunları bu hukuk sistemine göre çözmelerinde bir sakınca var mı yok mu açıklamaya çalışacağım. Evvela bana sabır ve gayret veren Yüce Allah’a (c.c.) hamdolsun. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında kuşkusuz en önemli katkı, danışmanım olan ve çalışma konusunun belirlenmesinden tamamlanmasına kadar geçen süre içerisinde tüm meşguliyetlerine rağmen ilgilerini esirgemeyerek tezimle ilgili her hususta ufuk açıcı yönlendirmelerde bulunan, çalışmalarımı kolaylaştıran, çeşitli fikirleriyle düşüncelerimin ufkunu açan ve çalışmamı sabırla yöneten Doç. Dr. Ali KAYA Bey'e müteşekkirim. v Son olarak, beni Türkiye’ye göndermekle büyük fedakârlık gösteren, dualarıyla beni hiç yalnız bırakmayan ve maddî-manevî destekleriyle hayatım boyunca yanımda olan aileme şükranlarımı arz ederim. Ayrıca bize sunduğu imkânlardan dolayı, bizim başarılı olmamızda büyük desteği olan Türkiye Diyanet Vakfı’na minnet duygularımı sunarım. Halil MULAJ Bursa 2012 vi İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ........................................................................................................................... İİ ÖZET ...........................................................................................................................................................İİİ ABSTRACT...............................................................................................................................................IV ÖNSÖZ ......................................................................................................................................................... V İÇİNDEKİLER ...................................................................................................................................... Vİİ KISALTMALAR...................................................................................................................................... X GİRİŞ ............................................................................................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM I. DUKAGJİNLER VE LEKE DUKAGJİNİ .....................................................................2 II. LEKE DUKAGJİNİ KANUNU VE ARNAVUTLUK GELENEKSEL HUKUKUNUN TEMSİLCİLERİ OLARAK DİĞER KANUNLAR...........................4 III. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNUN BUGÜN ARNAVUTLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ .........................................................................................................................5 IV. AZİZ SHTJEFEN KOSTANDİN GJEÇOV’UN KISA BİR BİYOGRAFİSİ .............7 İKİNCİ BÖLÜM I. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNDA VE İSLAM’DA AİLE HUKUKU.......................9 A. AİLE KAVRAMI VE AİLE FERTLERİ..................................................................9 B. AKRABALIK SEBEPLERİ....................................................................................10 C. EVLİLİK .................................................................................................................11 D. DÜNÜR...................................................................................................................13 E. EVLİLİK ENGELLERİ...........................................................................................13 F. İSLAM HUKUKUNDA EVLİLİK ENGELLERİ ..................................................14 G. NİŞAN.....................................................................................................................17 vii H. BAŞLIK PARASI ...................................................................................................18 I. DÜĞÜN ....................................................................................................................19 İ. YASAK İLİŞKİ (ZİNA) ...........................................................................................20 K. BOŞANMA.............................................................................................................21 L. KADIN VE ONA VERİLEN DEĞER ....................................................................22 II. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNDA MİRAS ............................................................25 III. İSLAM HUKUKUNDA MİRAS ...............................................................................28 A. MİRAS TANIMI VE MİRAS SAHİPLERLİ .........................................................28 B. MİRASIN RÜKÜNLERİ VE SEBEPLERİ ............................................................32 C. VASİYET ................................................................................................................32 IV. KANUNDAKİ CEZALARIN TÜRLERİ..................................................................34 V. İSLAM HUKUKUNDA CEZA ..................................................................................36 VI. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNDA TİCARET ......................................................39 VII. İSLAM HUKUKUNDA TİCARET .........................................................................40 VIII. BORÇ......................................................................................................................41 IX. VADE ........................................................................................................................42 X. HEDİYE......................................................................................................................43 XI. YEMİN ......................................................................................................................43 A. KANUNA GÖRE YEMİN......................................................................................43 B. KİM YEMİN EDER................................................................................................44 C. BAŞKASININ YERİNE YEMİN ETME ...............................................................45 D. YEMİNDE “CEHALET” ŞARTI ...........................................................................45 E. YALAN YERE YEMİNİN CEZASI.......................................................................45 F. YEMİNDE ÜSTÜNLÜK.........................................................................................46 XII. İSLAM HUKUKUNDA YEMİN ............................................................................46 XIII. DİN VE DİN ADAMLARI .....................................................................................48 A. KANUNDAKİ DİN VE DİN ADAMLARI ...........................................................48 B. PAPAZIN HAK VE GÖREVLERİ.........................................................................49 C. KİLİSENİN ÇALIŞANLARI VE HİZMETÇİLERİ ..............................................50 XIV. MİSAFİRPERVERLİK ..........................................................................................50 XV. HIRSIZLIK ..............................................................................................................53 XVI. AHİT (BESA) .........................................................................................................55 viii XVII. ÖLÜM ...................................................................................................................56 A. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNDA KAN DAVASI ...........................................56 B. AİLE İÇİNDE ÖLDÜRME.....................................................................................57 C. KANIN AFFEDİLMESİ .........................................................................................57 D. VEFAT VE CENAZE MERASİMİ ........................................................................58 E. İSLAM HUKUKUNDA ÖLDÜRME CEZASI ......................................................59 SONUÇ ........................................................................................................................................................ 62 BİBLİOGRAFYA ................................................................................................................................... 64 ix KISALTMALAR A. : Aziz a.g.e : adı geçen eser a.g.m. : adı geçen makale bkz. : bakınız c. : Cilt m.s. : milattan sonra Mad. : madde s. : sayfa Thk. : tahkik eden Ty. : tarih yok v.d. : ve devamı v.s. : ve saire y.y : yayın yeri yok yay. : yayınları x GİRİŞ İnsan hayatı, toplum içerisinde geçen bir hayattır. Toplum bireylerinin başına gelen sıkıntılar ve anlaşmazlıkların çözümü insanların farklı toplumlarda farklı gelişmiş olmakla beraber hukuk tarafından çözülmüştür. Eski zamanlarda iletişim ve göçün daha az olduğu dönemlerde toplumlar homojen özelliğe sahip idiler. Günümüz iletişim devri olduğu için Dünya köy haline gelmiş bulunuyor. Artık toplumlar homojen olmaktan çıkıp heterojen hale gelmiş bulunuyorlar. Bu durum birden çok olmak üzere farklı hukuk sitemlerin aynı bölgede kullanılmaya çalışılıyor. Bu çalışmamızda Arnavutluk geleneksel hukuku olarak bilinen Leke Dukagjini kanununu bir örnek olarak ele aldık ve bu hukuk sistemindeki hükümlerin İslam hukuku prensiplerine uygunluğunu açığa çıkarmaya çalıştık. Arnavutların %70’in Müslüman olduklarını göz önünde bulundurduğumuzda bu konunun önemi daha belirgin hale gelir. Birinci bölümde Dukagjinler ve leke Dukagjini tanıtıldıktan sonra Leke Dukagjini kanunu ve Arnavutlukta varlık göstermiş olan diğer kanun örneklerinin tanıtımı yapılmıştır. Daha sonra Leke Dukagjini kanununun bugünün Arnavutları üzerindeki etkisi gösterilmiş ve 20. Asrın başında Leke Dukagjini kanununun derlemesini yapmış olan A. Shtjefen K. Gjeçov’un kısa bir biyografisiyle bölümü bitirmiş olduk. Tezimizin ana konusunu temsil eden ikinci bölümde Kanunun en önemli konuları tek tek ele alınmıştır ve peşinde de İslam hukukunun aynı konu üzerindeki prensipleri verilmiştir. Bu şekilde iki tarafın da hükümleri bariz şekilde ortaya çıkmıştır. İstifade edilen eserlerin kaynak olarak gösterilmesinde ise şöyle bir yöntem takip ettik: Dipnotta kaynağın ilk geçtiği yerde müellifin ve eserin tam ismi, varsa basıldığı yer ve tarih verilmiştir. Bu eserlerin tam ismi de kaynakçada zikredilmiştir. 1 BİRİNCİ BÖLÜM I. DUKAGJİNLER VE LEKE DUKAGJİNİ Leke Dukagjini Dukagjin prensliğinin prensi olan Pal Dukagjini’nin oğludur. 1410 yılında doğduğu 1481 yılında vefat ettiği düşünülüyor. Arnavutlar isimleri kısaltmayı çok seven bir millettir. Leke ismi de bunun bir göstergesidir. Leke ismi Aleksander (İskender) isminin kısaltılmış halidir ve böylece leke ismi büyük İskender onuruna verilen bir isimdir.1 Leke Dukagjini 15. Asrın batı dünyasında önemli eğitim merkezi kabul edilen Venedik, Raguza ve İşkodra’da eğitimini tamamlamıştır. Leke Dukagjini tarihte kurnaz ve bilge kişiliğiyle öne çıkar. 2 Leke Dukagjini Osmanlı sarayında ( II. Murat sarayı) yetişmiş olan İskenderbey (1405 -1468) ile muasırdır. Tarihte ve bugün Arnavutluk milli kahraman kabul edilen İskenderbey Kruja merkezli Kastriot prensliğin prensidir. İskenderbey’in askeri yetenekleri Leke Dukagjini’nin bu alanda gölgede kalmasına sebep olmuşsa da hüküm verme, çözüm üretme ve kurnazlığı Leke Dukagjini’nin tarihe girmesi için yeterli olmuştur. Dönemin en ünlü prensi olan İskenderbey’in kanunu günümüze ulaşamazken askeri manada gölgede kalan Leke Dukagjini’nin kanunu asırları aşıp günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Dukagjinler'e gelince onlar tarihte ilk defa m.s. vıı. asırda tarih kaynaklarında geçer. Dukagjin soyadının Mirdita köylerinden biri olan dukagjin köyünden geldiği düşünenler olduğu gibi bu soyadın duka ile gjin (ki bunlar gjinoğlu anlamına gelir) kelimelerin birleşmesinden ortaya çıktığını söyleyenler de vardır.3 Dukagjinler 1202-1204 yılları arasında Arnavutluğun kuzey bölgesini ele geçirdiler ve merkezi Lezha olan Dukagjin prensliğini kurdular. 1356 yılında Osmanların Balkana ilk geçişlerinde Dukagjin prensliği Arnavutluğun kuzey doğu bölgelerine de genişlemiş 1 Tonin Çobani, Princi i perfolur Leke Dukagjini, Enti botues lisian ve Toena yay, Tirane 2003,s. 26 2 Çobani, age, s. 149 3 Çobani, age, s. 165 2 bulunuyordu. 1389 Kosova harbinde Osmanlılara yenik düşen balkan koalisyonunda Dukagjinler de vardı. 1406 yılında Dukagjin prensliğin başına Pal Dukagjini gelir prensliğin merkezi ise Kosova'daki Ulpiana şehri olur. 1410 yılında Ulpiana şehrinde daha sonra Dukagjin prensliğin başına geçecek olan Pal Dukagjini’nin oğlu Leke Dukagjini hayata geliyor. 1432 yılında Pal Dukagjini Osmanlılara başkaldırmış olan Skenderbej’e (İskenderbey) destek oluyor. Bu başkaldırı başarı ile sonuçlanıyor ve 1444 Lezha şehrinde yapılan İskenderbey ahdi adı altında yapılan anlaşmada Pal Dukagjini İskenderbey’i beş bin askerle destekler. 4 Leke Dukagjini tarihi kaynaklarda ilk defa 1445 yılında İskenderbey’in kardeşini evlendirdiği düğünde Leke Zakaria ile yaptığı düello ile zikredilir. Bu iki prens bu düelloyu Leke Dushmani’nin kızı olan İrena’nın kalbini kazanmak amacıyla yapıyor. Leke Dukagjini düelloda mağlup oluyorsa da 1447 yılında Leke Zakaria’ya pusu kurarak öcünü alıyor. 1446 yılında Pal Dukagjini’nin vefatından sonra Leke Dukagjini Dukagjin prensliğinin başına geçiyor. Leke Dukagjini 1447 yılında Berat bölgesinin prensi olan Gjon Muzaka’nın Teodora isminde kardeşiyle evleniyor. Bundan sonraki yıllarda 1451 İskenderbey komplosunda adı geçtiği için bir de 1461 Osmanlılardan yardım talep ettiği gerekçesiyle II. Papa Piu tarafından aforoz edilmekle tehdit edildiği durumlar dışında Leke Dukagjini hep İskenderbey’in tarafında olmuştur. 1468 yılında İkenderbeyin vefatından sonra Arnavut askeri birliğin başına geçer. 1477 yılında Kruja kalesini korurken ağır yaralanıyor. 1479 yılında Venedikliler Osmanlılarla Arnavutluğun Türklerden işgalini imzalamışsa da Leke Dukagjini direncini sürdürüyor. 1481 yılı Leke Dukagjini’nin ölüm yılı olarak düşünülüyor ama mezarı ve cenaze töreni ile alakalı hiçbir şey bilinmiyor.5 4 Çobani, age, s. 166 5 Çobani, age, s. 170 3 II. LEKE DUKAGJİNİ KANUNU VE ARNAVUTLUK GELENEKSEL HUKUKUNUN TEMSİLCİLERİ OLARAK DİĞER KANUNLAR Leke Dukagjini kanunu A. Shtjefen Gjeçov tarafından derlenmiş bir kanundur. Azizin vefatından sonra da 1933 yılında kitap halinde yayınlanmıştır.6 Bu kanun 12 kitaptan oluşmaktadır. Bu 12 kitapta da toplam 1263 madde bulunuyor. Bu kanunu Arnavutluk geleneksel hukukunun e önemli temsilcisini yapan şeyler arasında diğer kanunlara nazaran daha geniş olması, daha fazla konu içermesi, daha erken bir tarihte derlenmiş olması ve en önemlisi daha geniş bir coğrafyada uygulanmış olmasıdır.7 İskenderbey’in Kanunu: Bu kanun 1936-1966 yılları arasında Dom Frano İllia tarafından toplanmıştır. İlk olarak 1993 yılında İtalya’da, Arnavutça dilinde bastırılmıştır. Kanunun yapısı ve girişi, aile, toplum sorumlulukları, yönetim prensipleri, ceza hukuku, suçlar hukuku ve kilise haklarını düzelten yedi bölümden oluşmaktadır. Girişte kanunun yapısı ve onun yetkini gösteren konular yer almaktadır. Bu kanunda hukuki kaidelerin yanında, ahlaki kaidelere de yer verilmiştir. İskender Bey’in kanunu, Leke Dukagjini’nin kanununa benzese de, farklı zamanlarda uygulandıklarından dolayı aralarında farklılıklar da bulunmaktadır. İskenderbey’in kanununda, zamanın gereği İslam şeriatından da alıntılara rastlanmaktadır. Çünkü bilindiği gibi Osmanlı yönetiminde iken, Arnavutların çoğu İslam’ı kabul edip, kendi hayatlarını İslam dinine göre düzene koymuşlardı. Lura’nın Kanunu: Kökü Leke Dukagjini’nin kanunuyla aynı olsa da, bu kanun katı hükümlerden arındırılmış, daha modern ve dönemin ekonomik ve toplumsal sorunlarına uyum sağlamış bir kanundur. Bu kanun Shefqet Hoxha tarafından toplanıp kanunlaştırılan ve aynı zamanda orijinalliğini en fazla koruyan kanundur. Kanuni i Laberis: Bu kanun, Arnavutluk’un güney bölgesinde etkinliğini göstermiştir. “Shartet e İdriz Sulit” ismiyle halk içerisinde ünlenmiştir. Bu da diğer kanunların köklerine dayanır ancak İdriz Suli XIX. asırda bu kanunda bazı değişikler yaparak zamanın şartlarına göre meselelere cevap verebilecek şekle getirmeye çalışırken bu kanunu daha modern bir hale getirmişti. Bu kanunu diğer kanunlardan ayıran bir başka 6 Martin Camaj, Kanuni i Leke Dukagjinit’in “önzözü”, Gjonlekaj Publishing Company, New York 1989, s. Xİİİ 7 Shtjefen k. Gjeçov, Kanuni i Leke Dukagjinit, Gjonlekaj Publishing Company, New York, 1989; Tanya Mangalakova, “The kanun in present- day Albania, Kosovo, and Montenegro”, IMIR yay., Sofia 2004, s. 2; Çobani, age, s. 17; Sofia Boman - Njomza Krasniqi, “The kanun of Lekë dukagjini among Kosova Albanians in Sweden”,yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Marlö üniversitesi 2012, s. 1 4 özelik de, yaygın olduğu bölgenin özelliklerine daha fazla bağlı kalmasıdır. Bu kanun Rok Zojzi tarafından toplanmıştır. Arnavutluk geleneksel hukuku; insanların eşitliği, kişisel onur, konukseverlik ve vefa (besa) gibi temel prensipler üzerinde sistemleştirilmiştir. Bu temel prensipler çerçevesinde hukuki kaideler düzenlenmiş ve bu kaidelerle geleneksel hukuk sistemi üretilmiştir. Bütün diğer hukuki kaideler, bunlara aykırı olmayacak şekilde tasarlanmıştır.8 III. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNUN BUGÜN ARNAVUTLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Leke Dukagjini kanunu eski zamanlardan beri Arnavutluğun kuzey ve kuzey doğu bölgesinde ayrıca Kosova bölgesinde de uygulanmıştır ve uygulanmaya devam etmektedir.9 Bu bölgelerde hayat kanunun ilkelerine uygun olarak süre gelmiştir. Bu bölgelerde davalar kanunun ihtiyar heyeti dediği bilge kişilerden çözülmüştür. Peki, bugünün Arnavutluğunda bu kanun ne kadar nerede ve nasıl uygulanıyor? Bugünün Arnavutluğunda kanunun en çok uygulanan bölümler misafirperverlik ile alakalı, besa ( vefa-ahit) ile alakalı bölümler ve tabi ki en önemlisi de kan davaları ilgilendiren bölümler. Komünizm döneminde kan davaları ve genelde kanunun uygulanması durdurulmuşsa da 1991 yılında çok partili sistem ve demokratik sisteme geçmesiyle kanunun ve uygulanması ve kan davaları yeniden canlandı. Tanya Mangalakova’nın IMIR ( International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations) için hazırladığı raporunda Arnavutlukta kan davası dolayısıyla ve kanunu uygulamak uğruna gerçekleşen öldürmeleri sıralıyor. Bu rapora göre Arnavutlukta kan davaları 1991 yılından itibaren yeniden canlanmaya başlamıştır. 3000 aileye yakın kan davasındadır ve serbestçe evlerinden çıkamamaktadır. Tiran’daki milli barıştırma komisyonunun verilerine göre ülkenin 23 bölgesi, 7 köy ve 17 şehir kan davası problemini yaşamaktadır. Milli barıştırma 8 Emirjon Vathaj, “Arnavutluk ve İslâm miras hukuku’nun mevzuatları arasındaki benzerlik ve farklılıkların hukuki tahlili”, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Uludağ Üniversitesi 2011. 9 Genc H. Trnavci, The Albanian customary law and the canon of Leke Dukagjini: A clash or synergy whith the modern law, selected Works 2008, s. 3-4 5 komisyonunun çalışmaları sayesinde 1991- 2000 yılları arasında gerçekleşen barıştırmalar sayesinde kan davasında olanların ve evde kapananların sayısı oldukça düşmüştür. Kan davalarının en çok rastlandığı bölge İşkodra bölgesidir (600). Bu Kanunun bu bölgede tarih boyunca daha hakim olması ile açıklanır. İşkodra’yı Tropoya (81), Kukes (49), Burrel (48), Lezha (18) ve Puke (13) gibi Arnavutluğun kuzey bölgesinde bulunan diğer şehirler takip eder. Peki kan davaları sadece kuzeye has olaylar mıdır? Arnavutluğun demokratik sisteme geçmesiyle iç ve dış göç de yüzünü göstermiştir. Şöyle ki kuzeydeki küçük köylerde veya şehirlerde yaşayan insanlar iş imkanı daha fazla olan Tiran ve Durres hatta daha güneydeki şehirlere doğru göç etmeye başlamıştır. İnsanlarla beraber kan davaları ve kanunlar da göç etmiştir. Arnavutluğun başkenti olan tiran’da 144 ailenin kan davasında olduğu bildiriliyor. Tirana’yı Avlonya (111) ve Durres (98) takip eder. Yerel otoritelerin açıklamaların göre 1998-2003 yılları arasında Kanun uğruna 330 katletme olayı kaydedilmiştir. Yılların analizine bakıldığında ise kanun uğruna öldürmelerin her geçen yıl azalma gösterdiğini fark ediyoruz. Şöyle ki 2000 yılında gerçekleşen 275 katletme olayın 18’i kanuna bağlantılıyken 2002 yılında gerçekleşen 179 katletme olayın 12’si kanuna bağlantılıdır. Bu öldürmelerin tamamı kan davalarına bağlantılı değildir çünkü kanuna göre zina edenlerin öldürülmesi ceza gerektirmez. Kan davalarının Arnavutluk toplumunda açtığı en büyük yaralardan birisi de okumasızlık ve dolayısıyla cahilliktir. Kan davasında olan aileler çoluk çocuk ile beraber evde kapanırlar. Evde kapananların çocukları da evden çıkamadıkları için okula devam edememektedir. Milli eğitim 2002 yılı verilerine göre kan davası nedeniyle 147 çocuk okula gidememektedir. Milli barışma konseyin verilerine göre ise 1 ile 10 yaşları arasında kan davası nedeniyle okula gidemeyen çocukların sayısı 282’dir. 11-18 yaş aralarında kan davası nedeniyle okula gidemeyenlerin sayısı ise 429’dur. Devlet bu çocukların güvenilir bir şekilde okula gitmelerini sağlayamadığı için kapananların evlerine temel eğitim verebilen öğretmenler göndermektedir.10 Arnavutluk devletinin durumunu en güzel şekilde Shekulli gazetesinin sorularına cevap veren Japonya’daki Kiushut Üniversitesinde Öğretim üyesi olan Kazuhiko Yamamoto açıklamıştır. Kuzuhiko’ya Kan davası sorulunca “Devlet 10 Mangalakova,a.g.e, s. 3-4 6 otoritesinin olmadığı yerlerde toplumun, düzeni ve barışı sağlamak amacıyla geliştirdiği bir sistemdir” diye cevap vermiştir.11 IV. AZİZ SHTJEFEN KOSTANDİN GJEÇOV’UN KISA BİR BİYOGRAFİSİ A. Shtjefen K. Gjeçov 12 Temmuz 1874 tarihinde Kosova’nın Janjeva kasabasında dünyaya geldi. İlk ve orta okulunu kendi kasabasında bitirdikten sonra Troshan’da bulunan françeskan12 kolejine yazıldı. Ama okulun yöneticileri orada hazır bulunan Arnavut gençlerin bu eğitimi Bosna’da tamamlamalarını öngördü. A. Shtjefen bu tavsiyeyi emir bilerek 1888 yılında Bosna’da bulunan Françeskan Fojnica meclisine katıldı. Burada bir sene denemede kaldıktan sonra liseyi ve felsefe eğitimini Derventa ve Banyaluka meclislerinde, teolojik eğitimini ise Kreşeva meclisinde tamamladı. Okumalarını tamamladıktan sonra Aziz unvanını alarak Arnavutluğa dönmüştü. İlk ayinini 2 Ağustos 1896 yılında Troshan kilisesinde vermiştir. Daha sonra bölge papazı olarak İpek, Laç ve Mirdita şehirlerinde görev yaptı. A. Shtjefen göreve atandığı zamanlar Arnavutça dilinde yazılmış olan eserler parmaklarla sayılıyordu. Osmanlı yönetimi boyunca Arnavutça konuşulan ama yazılmayan bir dil olarak varlığını sürdürmüştü. Okumuş bir insan olarak A. Shtjefen Arnavutça yazılar yayınlayarak Arnavutça literatürün zenginleşmesinde katkıda bulundu. A. Shtjefen K. Gjeçov’un yayınladığı eserler şunlardır: a) 1904 yılında Azize Luçia’nın hayatı b) 1910 yılında Medeniyetin imsakı c) 1912 yılında Padue’nin Aziz Ndou d) 1912 yılında Pjeter Metastasi’nin yazdığı üç perdeli Atil Reguli adındaki dramı Arnavutçaya tercüme etti e) 1915 yılında Orleansın kızı Ama asıl ün salmasına neden olan eser halkın dilinden toplayıp derlediği Leke Dukagjini Kanunu oldu. A. Shtjefen aynı zamanda arkeolojik çalışmalarıyla bilinir. 11 http://shekulli.com.al/web/p.php?id=2685&kat=108 12 Françeskanlar, Kaynağı İtalya olan Hıristiyanların bir kolu oluyor. Arnavutluğun kuzey bölgesinde daha yoğunluktadırlar. Bkz. Encyclopedia Britannica, encyclopedia britannica yay, ABD, 1970, Franciscans mad., c. 9, s. 785 7 Zamanın ünlü arkeologları İşkodaradaki françeskan müzesini ziyaret edip A. Shtjefen’in buluntularını değerli kabul etmişlerdir. A. Shtjefen K. Gjeçov 14 ekim 1929 yılında Prizren’in Zym köyünde Sırp jandarması tarafından kurulan pusuda öldürüldü. Yukarıda belirttiğimiz gibi A. Shtjefen’in en değerli eseri L. D. K. olmuştu. A. Shtjefen ilk başta kanun metnini zamanın gazetelerinden biri olan “Hyll i drites” (Işığın pırıltısı) gazetesinde konular halinde yayınladı. A. Shtjefen’in vefatından sonra yoğun istek üzerine bu konular tek kapak altına toplanarak kitap şeklinde yayınlandı.13 13 Pashk Bardhi, “Shenime biyografike mbi A. Shtjefen Gjeçov”, Kanuni i leke Dukagjinit,Kuvendi yay, Shkoder 2001, s. xv 8 İKİNCİ BÖLÜM I. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNDA VE İSLAM’DA AİLE HUKUKU A. AİLE KAVRAMI VE AİLE FERTLERİ Kanunun diliyle aile, evlilik sayesinde aklen, bedenen ve entelektüel yönden gelişip sayıca çoğalmaları için tek çatı altında yaşayan insanlar topluluğudur. Leke Dukagjini kanunu aileyi toplumun çekirdeği kabul eder, ona göre aile milletin temelidir. Bu kanuna göre her evin bir reisi (yöneticisi) vardır ki genelde bu şahıs evin en yaşlı erkeğidir. Bu adam evi hem yönetir hem de toplumda temsil eder. Ev reisi, ailenin diğer mensuplarına ceza verebilir, ev halkı da reisin ailenin yararına çalışmadığını fark ettiğinde onu görevinden azledebilir. Aç bırakmak, evde kapatmak veya evden atmak ev reisinin ev halkına verebileceği cezalardır. Ev reisinin izni olmadan ev halkından birisi ne alışveriş yapabilir ne kefil olabilir ne de ödünç verebilir. Kanundaki aile fertlerinin ev içinde görev ve hakları belli olduğu gibi ailenin bağlı olduğu köy veya bayrağa karşı sorumlulukları da bellidir. Ev reisi evin çıkarlarını ve üyelerini korur, ev halkı görevlerini yerine getirir. Aile köy ve bayrak meclislerine temsilci gönderir, köye ayrılan vergiden pay alır, müşterek otlaklıkları kullanır, istediği kişileri himaye eder ama aynı zamanda köye verdiği zararı tazmin eder, müşterek işler için işçi gönderir , sancak ve bayrak toplantılarına temsilci gönderir, ev reisi savaşa katılır aile de savaşanlara yemek hazırlar.14 Allah Teâlâ kadını ve erkeği insanlık ve Allah kulluğu açısından eşit yaratmış, her iki cinsi insanlık ve kulluk amaçlarına ulaşabilecek kabiliyet ve imkanlarla donatmış, bu bakımdan fırsat eşitliği vermiş, sorumlukta da eşit kılmıştır. İnsanın üreyip çoğalmasını, yaratılış amacı yönünde gelişmesini iki cinsin bu maksatla bir araya gelmesine bağlı kıldığından, maksada en uygun birliği evlilik içinde gerçekleştirmiş, evlilik dışı cinsi ilişkileri, amacına ters düştüğü ve aile birliğini bozduğu için yasaklamıştır. İnsanlığa gönderdiği son din olan İslam’da Allah Teala, aile yapısı için belli bir sınır çizmemiş, bunu 14 Gjeçov, a.g.e. , 2. Kitap, 9. Bölüm, Aile 9 örf ve adete (ma’rufa), kültür ve medeniyetin gelişmesine paralel olarak, gelişme ve değişmeye açık bırakmıştır. Bu sebeple geniş aile yapısı ne kadar İslam’a uygun ise çekirdek aile de o kadar uygundur. Ancak ailenin yapısı geniş olsun, dar olsun kişiler, başta ana-baba olmak üzere akraba ile ilgilenecek ( sılatu’r-rahim) onlarla bağlarını koparmayacak, maddi, manevi dayanışma olacaktır. Bu husus hukuki ve ahlaki müeyyidelere bağlanmıştır. Aile birliğinde eşlerin yerine getirecekleri roller, iki istisna dışında örf ve adete bağlanmıştır. örf ve adete bağlanmak ise, zaman ve çevre şartlarına göre değişme ve gelişmeye açık bırakmak demektir. İstisnalar erkeğin “ aile reisliği” ve maişet temini ile ilgilidir.15 B. AKRABALIK SEBEPLERİ Kanun akrabalık sebebi olarak bunları tanır: a) Kan ve süt bağlarını b) Kan içmesiyle oluşan kardeşliği c) Ebeveyniliği Kan akrabaları ile baba tarafından olan bütün akrabalar kastedilir, bunların kuşaklarına “kan meşesi” denir. Süt akrabaları ile anne tarafından akrabalar kastedilir, bunlardan oluşan akrabalara da “süt meşesi” denir. Bu iki grupla evlilik hiçbir şekilde gerçekleşemez. Akraba denilen kişi ile evlenmesi yasak ve ayıp bir şeydir. Kan içmesiyle gerçekleşen kardeşliğe gelince o kan hısımlarının kanın bağışlandığı gün birbirinin kanını içerek kardeş olmalarıdır. Birbirinin kanını içen bu iki adam aynı ana babadan doğmuş kardeşler gibi kardeş kabul edilir. Bu kardeşliğin doğuşu aileler arasında evlilik engelini de arkasına getirir.16 Ebevenilik üç türlüdür: a) Vaftiz ebeveyniliği. Bunlar vaftiz olan çocuğu tutan ve manevi anne baba sayılan kişilerdir. Bu akrabalık vaftiz ana babanın ve onların akrabalarının vaftiz olan çocuk ve onun akrabalarıyla yapılabilecek evlilikleri yasaklar. 15 Hayreddin Karaman, İslam’da kadın ve aile, Ensar neşriyat, İstanbul 2006, s. 209 16 Gjeçov, a.g.e., 10. Kitap, 140. Bölüm, Kan kardeşliği 10 b) Evlilik ebeveyniliği. Nikâh esnasında şahitlik yapanlar manevi ebeveyn kabul edilir. Bu ebeveynilik de vaftiz ebeveyniliği gibi evlilik yasağı getirir. c) İlk saç kesimi ebeveyni. Bunlar çocuğun ilk saçını kesen kişilerdir. Saç kesiminden ortaya çıkan ebeveynilik saçı kesilen çocuk ile saçı kesenler arasında ve aileleri arasındaki evliliği yasak kılar.17 C. EVLİLİK Kanuna göre evli olmak, aile olmak demektir, evlenmek de iş gücünü ve çocukların sayısını arttırmak amacıyla eve yeni bir fert almak demektir. Leke Dukagjini kanunu yasal evlilik olarak tek kadınla yapılan evliliği kabul eder. Çok eşli evliliği, kız kaçırmayı ve akraba evliliğini kabul etmez. Kanuna göre ebeveynleri hayatta olan evlenmemiş erkek ve kızın eşi seçmeye hakkı yoktur. Ebeveynleri vefat etmiş bekâr kızların eşini ondan sorumlu olan akrabaları belirler. Bu hak sadece ebeveynleri hayatta olmayan erkeklere ve dul kişilere tanınır. Evlenecek olanların ebeveynlerinin seçimini itiraz etmeye hakkı yoktur.18 Kanuna göre ev geçinimi erkeğe, ev bakımı da kadına aittir. İslam hukukuna göre aralarında evlenme engeli bulunmayan akıllı ve ergin bir erkekle kadın, iki erkek veya bir erkek iki kadın şahidin bulunduğu bir mecliste evlenme iradelerini açıklayarak bizzat evlenebilirler. Evlilik gibi en önemli akitlerden olan bir muamelede velilerin haberi olması ve onların rızasının alınması İslami edep, ahlak ve faziletin de gereğidir. Ancak veli izninin bulunmaması Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'a göre nikahın sıhhat şartlarından olmayıp gereklilik şartlarındandır. Sadece kızın dengi olmayan bir erkekle veya emsal kızların mehrinden az bir mehirle evlenmesi durumunda, velinin bu evliliği feshettirme hakkı doğar. Eğer koca, denk durumda olur ve mehir emsal mehir miktarında bulunur veya koca eksik olan mehri tamamlamayı kabul etmiş olursa artık evlilik kesinleşir. Diğer yandan evlenecek erkek veya kadını nikah sırasında bizzat velilerinin veya vekillerinin temsil etmesi de mümkün ve caizdir. Ancak bu durumda evlenecek olan eşler hazır bulunmazsa veli veya vekillerin onlardan izin ve yetki almış olması gerekir. Hanefiler dışındaki üç mezhep imamına göre ise kadın akıllı ve ergin de olsa nikah akdinde bizzat irade beyanında bulunamaz. Onu nikahta velisi temsil eder. Aksi halde 17 Gjeçov, a.g.e., 8. Kitap, 104. Bölüm, Ebeveynilik 18 Gjeçov, a.g.e.,3. Kitap, 11. Bölüm, Evlilik 11 geçerli olmaz. Bu konuda Hanefi mezhebinin kadına irade serbestliği tanıdığını görmekteyiz. Ancak veliye, gerekli durumlarda feshettirme yetkisi tanınarak kadının karşılaşabileceği bazı sıkıntılı durumlara karşı onu koruma esası getirilmiştir. Evlenecek kadın bakire olunca evlenme teklifine karşı susması, sessiz ağlaması veya alaysız gülmesi kabul sayılmıştır. Böylece kadının haya perdesi zorlanmak istenmemiştir. Diğer yandan sağır-dilsizler, özel işaretlerle ve yazı biliyorlarsa bunu yazıları ile ifade ederek evlenirler. Evlenecek erkek veya kadından birisi uzakta bulunursa, evlenme teklifini mektupla yapabilir. Bu yazılı teklif, nikah meclisinde şahitlerin yanında okunur ve karşı taraf da kabul ettiğini açıklayınca nikah akdi meydana gelir.19 Evlilik geleceğe ait hak ve sorumluluklar doğuran bir müessese olduğu ve haramı helalden ayırdığı için, bunun topluma açıklanması, gizli kalmaması ve belirli şahitlerle belgelenmesi gerekli görülmüştür. Bu yüzden veli dışında iki şahit bulunmadıkça nikah akdi sahih olmaz. Dışarıda açıklanmamak üzere gizlice yapılan nikah akdi caiz değildir. Ancak nikah akdi şahitlerin önünde yapılıp da, sonradan şahitlere bunu gizlemeleri ve dışarıda açıklamamaları tavsiye edilse, bu evlilik gizli yapılmış sayılır mı? Ebu Hanife ve İmam Şafii’ye göre böyle bir evlilik gizli yapılmış sayılmaz. Çünkü şahitlere sonradan yapılacak gizli tutma tavsiyeleri nikah akdine zarar vermez.20 Evlilik bir erkekle kadının ömür boyu birlikte yaşama ve hayatın iyi ve kötü yanlarını birlikte omuzlama ilkesine dayandığı için, başlangıçta karşılıklı rızanın bulunması asıldır. Evlenecek olanların rızasının bulunmadığı bir nikah geçerli olmaz. Bu yüzden eşlerden birisi ölüm, şiddetli dayak veya uzun süreli hapis korkusu altında evliliğe zorlansa böyle bir nikah fasit olur.21 Hz. Aişe, zorla evlendirilen bir kızla ilgili olarak Allah’ın Rasulünün uygulamasını şöyle anlatır: “Ensardan Hıdam’ın kızı el-Hansa (r. anha) Hz. Aişe’ye gelip: “Babam aile şerefini artırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise bu evliliği istemiyorum” 19 Hamdi Döndüren, Delilleriyle aile ilmihali, Erkem yay, İstanbul 2008, s. 183 20 Döndüren, a.g.e., s. 163 21 Döndüren, a.g.e., s. 164. 12 dedi. Aişe de ona: “Rasulullah (s.a.s) gelinceye kadar bekle” dedi. Hz. Peygamber gelince Aişe ona durumu anlattı. O da kızın babasını çağırdı ve kadına seçme hakkı verdi. Bunun üzerine kadın şöyle dedi: “Ey Allah elçisi! Babamın akdettiği nikahı kabul ettim. Fakat bu davranışımla kadınlara, babalarının evlilikte böyle bir yetkisi bulunmadığını bildirmek istemiştim.22 D. DÜNÜR Dünür, kız ve erkek ebeveynlerine güzel laflar söyleyerek kızın oğlana verilmesini sağlayan kişidir. Evlilik, arabulucu usulü olur, arabulucusuz evlilik kınanır. Arabulucu hem erkek hem de kız tarafı tarafından seçilebilir ama ücretini her zaman erkek tarafı verir. Arabulucu, düğün oluncaya dek yaptığı işi kimseye söylemez. 23 İslam hukukunda evlilik konularına baktığımızda nikahın sahih olabilmesi için icap ve kabulün ve bu ifadeleri dinleyen iki erkek şahidin bulunması gerekir.24Bunu göz önünde bulundurduğumuzda dünürün büyük bir öneme sahip olmadığını görürüz. E. EVLİLİK ENGELLERİ Kanundaki evlilik engelleri üç başlıkta toplanabilir: a) Kan yakınlığı b) Boşanmış olma c) Manevi bağ a) Kan yakınlığı üç türlüdür ki bu evlenecek adayların yakınlık derecelerine göre olur. Evlenecek olanlar aynı kardeşlikten, aynı kabileden yahut evlenecek kız damat kabilesinin yeğeni olursa bu kan yakınlığı kabul edilir ve evliliği engeller. b) Kanuna göre sebepsiz boşanma olmaz onun için bir kız boşanmışsa o lekeli kabul edilir, onurlu adamın da lekeli bir kızla evlenmesi kabul edilemez. c) Manevi bağ, dini tören sonucu oluşturulan bağdır ki bunlar vaftiz, evlilik, saç kesimi veya kan içilmesi olur. 25 22 Muhammed b. İsmail Es-Sanani , Sebilu es-selam şerhi bulugul meram min edilleti el-ahkam, 3. Baskı, c. 3, s.122 23 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 15. Bölüm, Arabulucu 24 Döndüren, a.g.e., s. 156 25 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 16. Bölüm, Nişan 13 F. İSLAM HUKUKUNDA EVLİLİK ENGELLERİ İslam hukukuna göre evlilik engelleri sürekli ( hiçbir zaman ortadan kalkmayan) ve geçici (ortadan kalkabilen) olarak ikiye ayrılır. İslam hukukunda sürekli evlenme engelleri “ Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren süt analarınız süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup himayenizde bulunan üvey kızlarınızla evlenmeniz size haram kılındı”26 ayeti kerime ile sabit olmuştur. Bu ayeti incelemeye aldığımızda bu engellerin üç başlık altında toplandığını fark ederiz: a) Kan hısımlığı Buna göre, bir kimse usulü, furûu, kardeşleri ve bunların çocukları, hala veya teyzesi ile evlenemez. Dedelerin kız kardeşleri olan büyük hala ve büyük teyzeler de yasak kapsamına girer. Kadını esas aldığımız zaman, aynı hısımların erkek olanı ile evlenmesi caiz olmaz. b) Sıhrî hısımlık Evlenme sonucu oluşan hısımlıklara “sıhri hısımlık denir. Boşanma veya ölüm bu çeşit hısımlığı sona erdirmediği için bu hısımlık sürekli evlilik engelidir. Evlenme sonucu araya hısımlık oluşan kişiler üvey kızlar, kayın valideler, baba ve dedenin karıları ve furûun hanımlarıdır. c) Süt hısımlığı Süt hısımlığının başlangıcı cahiliye devrine kadar uzanır. Eski Araplar, çocuklarını genellikle iki yaşına kadar sütanneye bırakırlardı. İslam’ın gelişiyle de yukarıdaki ayet ile süt akrabalık sebebi kabul edilmiş ve evlilikte sürekli engel kabul edilmiştir. Buharid rivayet edilen “Süt hısımlığı, ancak iki yaş içinde emzirilen sütle teşekkül eder”27 hadise dayanarak hısımlığın çocuğun iki yaşa girdiğine kadar oluşabileceği hükmüne varılmıştır. Sütanneden süt emmen çocuk, o kadının öz çocuğuymuş gibi kabul edilir ve öz çocuk kiminle evlenemezse süt çocuğu da o kişilerle evlenemez. 26 En-Nisa, 4/23 27 Ebu Abdullah bin İsmail bin İbrahim el-Buhari, Sahihu el-Buhari, mektebetu ibadu err-Rrahman, Mısır 2008, Nikah, 21. 14 Geçici evlenme engelleri ise altı başlık altında toplanır: a) Din ayrılığı Müslüman kadın veya erkek, müşriklerle evlenemez. Müşrik kapsamına Allah’tan başka şeylere, yani aya, güneşe, tabiat güçlerine tapanlar girdiği gibi; ateistler, Bahailer ve kadiyaniler de girer. İslam’ın altı iman esasından birine inanmayan kimse de aynı hükme bağlıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “(Ey iman edenler!) Allah’a eş tanıyan kadınlarla onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin. İman eden bir cariye, müşrik bir kadından – bu hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de, onlar iman edinceye kadar ( mümin kadınları) nikâhlamayın. Mümin bir köle, müşrik erkekten – o sizin hoşunuza gitse de – daha hayırlıdır.28 b) Üçlü boşamadan doğan evlenme engeli İslam’da kocaya, eşini üçe kadar boşama yetkisi verilmiştir. Karısını üç defa boşayan adam, o kadın bir başkasıyla evlenip zifafa girmeden ve o adamdan boşanmadan tekrar evlenemez. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “ yine erkek, karısını ( üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helal olmaz. Bununla birlikte, eğer bu yeni koca da onu boşarsa, onlar Allah’ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanırlarsa, birbirlerine dönmelerinde her ikisi hakkında bir sakınca yoktur.”29 İslam hukukunda üç defa boşanmış kadının eski kocasına tekrar helal kılınma muamelesine “hulle” adı verilir. Hulle’nin geçerli sayılması için: 1) Üç defa boşanmış kadın iddetini tamamlayacak 2) Kadın başka bir erkekle sahih nikâhla evlenecek 3) Evlendiği ikinci erkekle cinsel birleşme meydana gelecek 4) Ölüm veya normal bir boşanma yahut nikâh feshi yoluyla bu evlilik sona ermiş bulunacak 5) Kadın, ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış olacak. 28 El- Bakara, 2/221 29 El- Bakara, 2/230 15 Bu şartları taşıyan hulle kabul edilir, şartlardan birini taşımayan muamele hulle kabul edilmez ve helal evliliğe götürmez. c) İddete bağlı evlenme engeli Evliliğin ölüm, boşanma veya fesih sebeplerinden biriyle sona ermesi halinde kadının yeniden evlenebilmek için beklemek zorunda olduğu süreye “iddet” denir. İslam hukukunda evliliğin sona ermesi halinde doğacak çocuğun nesebini belirleme ve kadına yeniden evlenebilmek için bir düşünme süresi sağlama gibi nedenlerle iddet şartı ve prensibi getirilmiştir. İddet, evliliğin sona erme nedenine göre değişik sürelere bağlanmıştır. Evlilik kocanın ölümü ile sona ermesi halinde kadının bekleyeceği iddet süresi dört ay on gündür. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri kendi kendilerine dört ay on gün beklerler.”30 Evlilik hangi sebeple sona ererse ersin, kadın gebe ise iddetin süresi doğuma kadardır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Gebe kadınların iddetlerinin sonu, çocuklarını doğurmalarıdır.”31 d) Çok eşliliğe bağlı evlenme engeli İslam’dan önce Arabistan’da çok karılılığın sınırsız bir şekilde uygulandığı bilinen bir husustur. İslam’da da çok evliliğe bazı şartlarla izin verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getiremeyeceğinizden) korkarsanız sizin için helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikah edin. Şayet bu suretle de adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz o zaman bir tane ile yahut malik olduğunuz cariye ile yetininiz.”32 Buna göre, aralarında eşitliği sağlamak şartıyla erkeğin aynı zamanda dört kadınla evli bulunması İslam’a göre mümkündür. Bir beşincisi ile evlenemez. e) Sıhri civar hısımlığından doğan evlenme engeli İki kız kardeş veya eşinin teyzesi veya halası ile aynı zamanda evlenilemez. Aksi halde sonraki tarihli evlilik geçerli olmaz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “İki kız 30 El- Bakara, 2/234 31 Et-Talak, 65/4 32 En-Nisa, 4/3 16 kardeşi birlikte almanız da (size haram kılındı), ancak cahiliye devrinde geçen geçmiştir.”33 Bu yasak, hadis-i şeriflerle genişletilerek, karının halası ve teyzesi de yasak kapsamına alınmıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Karı ile hala ve teyzesi bir nikah altında toplanamaz.”34 f) Başkası ile evli olmaktan doğan engel İslam kadın için tek evlilik prensibini benimsemiştir. Bu nedenle kadın için evli bulunmak aynı anda bir başka evlenmeye engel teşkil eder. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Savaş esiri olarak sağ ellerinizin malik olduğu kadınlar müstesna olmak üzere, diğer bütün kocalı kadınlarla (evlenmeniz de size haram kılındı).”35 Evli kadın kocasından boşanır veya kocası ölürse, iddetini tamamladıktan sonra, başka bir erkekle evlenme yasağı ortadan kalkar. Bu bakımdan evlilik kadın açısından geçici evlenme engeli teşkil eder.36 G. NİŞAN Kanunda Nişan evliliğin ön aşaması kabul edilir ve nişanın sembolü erkeğin kıza verdiği yadigârdır. Bu yadigâr kızı bağlar ve onu veren erkek hayatta olduğu sürece kız bir başkasıyla evlenemez. Yadigâr bir gümüş veya bakır yüzük ve 10 grosh’tan (para birimi) ibarettir. Nişanlanan erkeğin nişanı atmaya hakkı vardır. Böyle bir şey olursa yadigâr ve verilen para kıza kalır, iki taraf da başkasıyla evlenebilir. Kızın nişanı atmaya hakkı yoktur. Ama olur da kız nişanı atarsa bile o erkek evlenmesine izin vermedikçe kız ona bağlı kalır, erkek başkasıyla evlenirse bile kız gene evlenemez. İslam hukukuna baktığımızda hadislerde “hıtbe” kelimesi ile ifade edilen husus, Türkçedeki “nişanlama” manasını da içine almak üzere bir kız veya kadınla evlenmeye talip olmaktan başlayarak nikâh safhasına kadar süren ilişkiyi ifade etmektedir. Hıtbenin manileri genel çizgileriyle evlenme manileri gibidir. Ancak burada, evlenme manilerine ek olarak, bir başkası istenmiş, söz kesilmiş, nişan yapılmış olan kız ve kadınların 33 En-Nisa, 4/23 34 Buhari, Nikah, 27; Ebu Hüseyin Müslim bin Haccac el-Kuşeyri en-Nisaburi, Sahihu Müslimin, Daru ihyai el-kutubi el-arabiy, Nikah, 33,34,36,40. 35 En-Nisa, 4/24 36 Döndüren, a.g.e., s. 169 17 istenemeyeceği esası getirilmiştir.37 Birinci talibe ret cevabı verilmiş yahut birinci talip, ikincinin istemesine izin vermiş olursa bu engel ortadan kalkmaktadır. Nişan devresinden maksat tarafların İslamî ölçüler çerçevesinde birbirini tanıması ve yeterince konu üzerinde düşünmesi olduğundan, nişanı bozma serbest bırakılmış, tazminat tehdidi altında taraflar zorlanmamıştır.38 Nişan döneminde tarafların birbirine hediye ettikleri mallar nişanın bozulması durumunda Hanefi hukukuna göre iade edilirken Malikilere göre nişanı bozan taraf verdiği hediyeleri geri alamaz.39 H. BAŞLIK PARASI Kanunda başlık parsının eskiden miktarca daha az son zamanlarda daha fazla verildiğinden bahsedilir. Eskiden 50, 100 veya 200 grosh verilirken yeni konulmuş hükümlere göre başlık parası bir kadının kan bedeli olan 1500 grosh’a çıkmıştır. 40 İslamiyet’ten önce Arap toplumunda mehir, sadak, sıdak veya saduka adları altında bir başlık uygulamasının varlığına rastlanmaktadır. Ancak bazı araştırmacılar sadak ile mehir arasında bir ayırım yapmakta ve sadakın evlenecek kadına, mehrin ise ailesine verilen bir mal olduğunu belirtmektedirler. İslam hukuku sadak uygulamasını kaldırıp mehir uygulamasını kadının lehine değiştirerek onu kadının evlenirken aldığı ve serbestçe kullanabildiği bir mal haline getirmiştir. Hz. Peygamber, “Kim evlenmeye gücü yeter de evlenmezse bizden değildir”41 “İçinizden evlenmeye gücü yetenler evlensin”42 hadisleriyle bekar kimseleri evlenmeye teşvik etmiştir. Öte yandan, “Bereketi en çok olan evlilik külfeti en az olan evliliktir”43 hadisiyle de evlenmenin kolaylaştırılması gerektiğini ifade etmiştir. Hatta Resul-i Ekrem’in mehir tespit edilirken küçük miktarlara razı olup bir demir yüzüğü bile kafi gördüğü, buna 37 Buhari, Nikah, 44 38 Vehbe Zuhayli, İslam fıkhı ansiklopedisi, Risale yay., İstanbul 2005, c. 9, s.11; Halil İbrahim Acar, “İslam hukuku açısından nişanlanma”, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 23, Erzurum, 2005, Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 136 39 Hayreddin Karaman, İslam’da kadın ve aile, ensar neşriyat, İstanbul 2006, s. 70 40 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 19. Bölüm, Başlık parası 41 Ebu Muhammed Abdullah bin Abdurrahman bin Fazıl bin Behram ed-Darimi, Sunenu ed-Darimi, Daru ibn hazm yay., Lübnan “Nikah”, 1 42 Ebu Abdurrahman Ahmed bin şuayb en-Nesai, Kitabu es-sunenu el-kubra, Müessesetu err-rrisaleh, Lübnan, “Nikah”, 3; Ebu Abdullah Muhammed bin Yezid el-Kazvini, Sünen, Thk. M.F. Abdulbaki, Mısır 1952, “Nikah”, 1 43 Ebu Davud Suleyman bin el-eşas es-sicistani, Sunenu ebu Davud, Daru ibn Hazm yay., Lubnan, “Nikah”, 31 18 da sahip olmayan kimseyi eşine Kur’an okumayı öğretmesi karşılığında evlendirdiği bilinmektedir. İslam’ın evlenme konusundaki bu genel tavrı karşısında başlık gibi evlenmeyi güçleştiren bir uygulanmanın bu dinin yapısına ters düştüğü aşikardır. Osmanlı uygulamalarına bir göz attığımızda 15 Cemaziyelevvel 1247 (22 ekim 1831) tarihli bir arîzada Sivasa bağlı köylerde mehir 100, 150 ve en çok 250 kuruş iken başlık olarak 800, 1000 ve 1500 kuruş alındığından söz edilmekte ve şeriata aykırı bu uygulamanın bütün Osmanlı Devletinde yasaklandığından bahsedilir. Bu vb. fermanların varoluşu Osmanlı döneminde de bir başlık uygulamasının var olduğunu ve devletçe (İslam hukuku kanunlarınca) yasaklandığını gösterir.44 I. DÜĞÜN Kanunda düğün töreni ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Bu kurallar o kadar ayrıntılı bir şekilde açıklanmış ki açıklama tarzından bile onların dışına çıkılamayacağı anlaşılır. Düğünden dört hafta önce ev reisi düğüne katılacak misafirleri davet etmeye bizzat kendisi çıkar. Düğüne katılacak olanlar belli ve en az hazırlanacak yemek ve bulunacak içecekler de miktarlarıyla verilir. Düğüne gelenler de evlenen kişiye olan yakınlığına göre düğün hediyesi getirir. Gelini alacak kişilerin ve onların önem sırası da verilmiştir. Düğüne erkekler ve kadınlar katılır, bunu da damat temsilcilerin sırasından kolaylıkla anlayabiliriz. 45 İslam hukukunda, iki şahit huzurunda yapılması dışında nikâh akitleri için uyulması gerekli bir şekil şartı veya özel merasim mevcut değildir. Ancak evlenme gibi kişi ve toplum hayatında önemli yeri olan bir hadiseyi kutlama arzusu ve bu hukuki birleşmeyi herkese duyarak onu gayri meşru birleşmelerden ayırma gereği düğün denilen içtimai vakıayı doğurmuştur. Hz. Peygamber’in “Nikahı açıkça yapınız” mealindeki hadisi bazı rivayetlerde ve “ve nikah sırasında def çalınız”46 mealindeki hadis ise aleniyetin düğünle sağlanmasının gereğini ortaya koymaktadır. Hz. Peygamberin bütün evliliklerinde davetlilere ikramda bulunduğu bilinmektedir. Araplar düğün dolayısıyla verilen yemeğe “velime” derler. Hz. Peygamber’in evlenme hazırlığı yapan Abdurrahman b. Avf’a “Bir 44 Ahmet Akgündüz, “Başlık”, D.İ.A., C. 5, s.131, 45 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 21. Bölüm, Düğün 46 İbn Mace, “Nikah”, 20; Muhammed bin İsa et-Tirmizi, el-Camiu es-Sahih (Sunenu et-tirmizi), el- Mektebetu el-İslamiye yay., Sudi Arabistan, “Nikah”, 6. 19 koyunla da olsa ziyafet ver”47 demesi ve kendisinin de evliliklerinde misafirlerine yemek yedirmesinden anlaşılacağı gibi düğün yemeği sünnettir. Düğüne davet edilen kişinin davete icabet etmesi vaciptir. “En kötü yemek, fakirlerin bırakılıp zenginlerin davet edildiği düğün yemeğidir”48mealindeki hadis düğüne sadece zenginlerin değil fakirlerin de çağırılması gerektiğini vurgulamaktadır.49 İ. YASAK İLİŞKİ (ZİNA) Leke Dukagjini kanunu resmi nikâh evliliğinden dünyaya gelen çocuklar ve resmi nikâhlı eşi aile parçası kabul eder. Nikâhsız ilişkileri kınıyor, bu ilişkilerden dünyaya gelen çocukları aile diye kabul etmez ve böyle ilişkilere girenleri de cezalandırır. 50 Nikâhsız eş alana verilen cezalar da bunlardır: a) Evi yakılır arazileri nadasa bırakılır b) Köyden kovulur ve nikâhsız olarak yanında tuttuğu kadından ayrılmadıkça kendi topraklarına ayak süremez c) Bu kadından dünyaya gelen çocuklar yasal dışı sayılır ve miras hakkına sahip olmazlar. İslam hukuku yasaklanan her teması zina olarak kabul eder. İter evli olsun ister bekar olsun yasak birleşmede bulunanlar cezalandırılır. İslam şeriatı zinayı toplum yapısını ve sağlığını ilgilendirmesi nedeniyle cezalandırır. Çünkü zina, aile nizamına karşı girişilmiş şiddetli bir saldırıdır. Aile ise toplumun üzerine dayandığı temel esastır. Zinanın normalleştirilmesi fuhşun yayılmasına sebep olur ki bu önce aile yuvasının yıkılmasına sonra da toplumun dejenere olup dağılmasına sebep olur. Halbuki İslam şeriatı, toplumun birbirine kuvvetlice ve sımsıkı bağlı olarak devam edip yaşamasına son derece itina gösterir.51 47 Buhari, “Nikah”, 7, 54, 68. 48 Buhari, “Nikah”, 72; Müslim, “Nikah”, 107. 49Rahmi Yaran, D.İ.A., c. 10, s. 15, Düğün; Hamdi Döndüren, Delilleriyle aile ilmihali, s. 187 50 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 32. Bölüm, Nikâhsız eş 51 Ebu el-Fida İsmail İmamu ed-Din bin Ömer İbn Kesir bin Davud ibn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı kerim tefsiri, Çağrı yayınları, c. 11, s. 5704 20 Allah c.c. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurur: “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Sizden fuhuş yapanların ikisine de eziyet edin. Tevbe edip ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Çünkü Allah Tevvab, Rahim olanıdır.”52 Ama İslam hukukçuları yukarıdaki iki ayetin Nur suresinde geçen “Zina eden erkekle, zina eden kadından her birine yüz değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inananlar iseniz Allah’ın dininde sizi onlara karşı acıma duygu tutmasın. Müminlerden bir grup da bunların azabına şahid olsun” ayeti kerime tarafından nesh edildiği konusunda ittifak etmiş bulunuyorlar.53 Zina cezasına gelince ceza zina edenlerin durumuna göre değişiklik arz eder. Şöyle ki zina eden bekâra sopa ve sürgün cezası verilirken zina eden evli kimseye sopa ve recm cezası verilir. Zina suçu işleyenlere vurulan sopa sayısı ayeti kerime ile belirlenmiş olup yüz vuruştur. Recm cezası ise insanların zina edene ölünceye kadar taş v.b. madde atmasıyla gerçekleşir. K. BOŞANMA Kadın eşine davranması gerektiği gibi davranmazsa kanun eşine onun belinden (kemerinden, eşyasından) bir kurdele veya saçından bir miktar kesmeye ve onu boşamaya hak verir. Evlilik donuk kalır ne kadın ne de erkek evlenebilir. Kadın yanlışını anlarsa bir aracının yapacağı barışma sayesinde erkek kadını tekrar geri alabilir. 54 İslam’da evlenme akdi süresiz olarak ve ömür boyu devam etmek üzere yapılır. Belirli bir süre için yapılan evliliğe (mut’a) İslam fakihlerinin büyük çoğunluğu meşru gözle bakmamıştır. Evlilik, eşlerden birisinin ölümü ile sona erebileceği gibi, boşama, irtidad, bir bedel üzerinde anlaşma (muhalea) gibi sebeplerle de sona erebilir. Diğer yandan bazı durumlarda hakimin evliliğe son vermesi de mümkündür. ( Lian yoluyla ayrılma, kocanın İslam’ı kabul etmemesi yüzünden meydana gelen ayrılık, kocada bulunan ve cinsel hayatı önemli ölçüde etkileyen bir eksiklik nedeniyle ayrılma gibi ayrılmalar.) İslam’da kocaya, hakim kararına gerek olmaksızın eşini boşama yetkisi tanınmıştır. Ancak bu yetkinin kötüye kullanılmaması için de bazı önlemler alınmıştır. Yüce Allah 52 Nisa, 15-16 53 İbn Kesir, age, c. 11, s. 5728 54 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 31. Bölüm, Kesilmiş kurdele 21 Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurur: “ Boşama iki defadır. Bundan sonra ya iyilikle tutmak yada güzellikle salıvermek vardır. Kadınlara verdiklerinizden (boşama sırasında) bir şey almanız size helal olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah’ın sınırlarında kalıp, evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesnadır. (Ey mü’minler!) siz de karı ile kocanın, Allah’ın sınırlarını, hakkıyla korumalarından şüpheye düşerseniz, kadının erkeğe kurtuluş fidyesi (muhalea bedeli) vermesinde her iki taraf için de bir sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.”55 “Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe, onu yeniden alması kendisine helal olmaz. Eğer bu (yeni evlendiği) kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah’ın sınırlarını nuhafaza edeceklerine inandıkları takdirde yeniden evlenmelerinde bir sakınca yoktur.”56 Ayrıca boşanmanın çirkin bir tasarruf olduğu ve yüce Allah’ın lanetine yol açtığı belirtilmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah’u Teâlâ kendisine talaktan daha sevimsiz olan hiçbir şeyi helal kılmadı” “Yüce Allah’a helâlın en sevimsizi boşamadır.” “Önemli bir neden olmaksızın, kocasından ayrılmak isteyen kadına cennet kokusu haramdır.” Boşanma konusunda kocaya daha üstün bir hak verilmiş olmakla birlikte kadının da kocası ile bu konuda eşit haklara sahip olması mümkündür. Buna “Tefviz-i talak (kadına boşama yetkisi verme)” denir. Yine eşlerin karşılıklı rıza ile evliliği sona erdirebilmeleri, İslam’ın bu konuda alternatifli bir düzenleme yaptığını gösterir.57 L. KADIN VE ONA VERİLEN DEĞER Kanun deyişiyle kadın “taşımak için yapılan bir çuval” dan ibarettir. Ebeveynleri kadının işlerine karışmaz, ama onlar kadının yaptığı her bir utanç verici davranışı üstlenir ve sorumlu olarak cevap verir. Kadın, dul olması durumu dışında, kendi eşini seçemez, ailesinin evlendirmeye karar verdiği adamı da reddedemez. Kadın ne babasının ne kocasının ne de çocuklarının mirasçısı olabilir. Kadın erkeklerden farklı olarak zina durumunda ve misafire yaptığı saygısızlıktan dolayı öldürülebilir, hırsızlıktan dolayı da boşanabilir.58 Kadın normal durumlar için eşi tarafından azarlanabilir, eşine karşı geldiği 55 El-Bakara, 2/229; bkz. En-Nisa, 4/19 56 El-Bakara, 2/230 57 Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, s. 340 58 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 31. Bölüm, Kesilmiş kurdele 22 olursa da dövülebilir.59 Kadının meclise oturma hakkı yok, temsilci veya hâkim olma hakkı da yoktur, yemini ne istenir ne de kabul edilir. Bazı çevrelerde İslam’ın, kadın haklarını son derece kısıtladığı, kadını peçeye sokup dört duvar arasına kapattığı, onun kişiliğini yıprattığı, ezdiği iddia edilmektedir. Evvela İslam’dan önceki ve sonraki kadının Arap toplumundaki yerini Arap ve İslam kaynaklarından öğrenmek gerekir. İslam’dan önce kadın, iddia edildiği gibi özgür değildi. Erkek gibi savaşamaz, ailenin namus ve şerefini koruyamaz düşüncesiyle kız çocuğun doğmasından utanç duyulurdu. Bu yüzden Arap kabileleri arasında küçük kız çocuklarını öldürenler, diri diri toprağa gömenler olurdu. İşte Kuran-ı Kerim, asırlarca bu anlayış içinde bulunan toplumun davranışını şiddetle kınamaktadır: “Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Şimdi ne yapsın, onu hakaretle tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün (diye düşünür)? Bak ne kötü hüküm veriyorlar.”60 Yeni Müslüman olmuş bir Arap, Hz. Peygamber (s.a.s)’e şöyle demişti: “Ey Allah’ın peygamberi, Müslüman olduğumdan beri İslam’ın tadını tam alamadım. Çünkü cahillik devrinde bir kızım vardı. Karıma onu süslemesini emrettim. Sonra onu götürüp yüksek bir uçurumdan aşağı attım. Baba beni niçin öldüreceksin? demişti. Onun bu sözünü hatırladıkça içim yanıyor, hiçbir şey beni teselli etmiyor.” Peygamber (s.a.s) İslam’ın, cahilliye devrinde işlenen günahları sileceğini buyurmuş ve onu tevbe ve istiğfara davet etmiştir. Kur’an, toplumun bu anlayışını değiştirerek kız çocuğunun da erkek gibi Allah’ın lütfü olduğunu, Allah’ın dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk vereceğini söylemiştir: “Göklerin ve yerin sahibi Allah’tır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kızlar, dilediğine erkek baş eder. Yahut onları çift çift yapar. Hem dişi hem erkek verir. O her şeyi bilendir , her şeyi gücü yetendir.”61 İslam’dan önce yalnız cariyeler değil, hür kadınlar dahi miras yoluyla varislere intikal ederdi. Adam öldüğü zaman başka kadından doğmuş oğlu veya akrabası, ölenin karısının üzerine elbisesini atar: “Malına varis olduğum gibi karısına da varis olurum” derdi. Böylece kadın ona kalır, dilerse kadını başka biriyle evlendirip karşılığında para 59 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 33. Bölüm, Baba 60 Nahl, 33/58-59 61 Şura, 42/49-50 23 alırdı, dilerse kendisi onunla evlenirdi. Kadın, istesin istemesin fark etmezdi. İşte İslam, kadının böyle mal gibi elden ele geçmesini yasaklamıştır. Allah Teala Kur’an-ı kerim’de şöyle buyurur: “Ey inananlar, (akrabanızın kadınlarına) zorla varis olmanız size helal değildir. Onlara verdiğiniz saçının bir kısmını geri almak için onları sıkıştırmayınız. Şayet açık fuhuş yaparlarsa başka. Onlarla iyi geçininiz.62 Bazı insanlar, vasisi bulundukları yetim kızların mallarını ele geçirmek için onlarla evlenir, ama gerçekte onlardan hoşlanmazlardı. Sırf malın başkasına geçmesini önlemek için böyle yaparlardı. Evlendikten sonra da hayatı onlara zindan ederlerdi. İşte nisa süresinin ikinci ve üçüncü ayetleri, yetimlerin mallarını yemeyi, mallarına konmak için onlarla evlenmeyi yasaklamıştır: “Yetim kızlarla evlendiğiniz zaman onlara karşı adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, başka kadınlarla evleniniz.” Tenkid edilen bir husus da İslam’ın, dörde kadar kadınla evlenmeye müsaade edişidir. Evvela şunu belirtmek lazım ki bu bir emir değil, müsaadedir. Buna müsaade eden “Eğer kadınlar arasında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alınız! Yahut cariyelerinizle yetininiz. Cevr ve zulüm yapmamanız için en uygun olan budur.”63 ayeti kerimenin sonunda bir kadınla yetinilmesi öğütlenir. İslam’dan önce erkek, istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Bazı kimselerin 5, 10, 15, 20 hatta daha fazla kadınları vardı. Çok kadınla evlenme adeti, eski toplumların birçoğunda geçerli idi. Eski Hindular, sınırsız kadınla evlenmeyi mübah gördükleri gibi Lidyalılar, Babilliler, İranlılar, Yahudiler istedikleri kadar kadınla evlenirlerdi. Kitabı Mukaddese göre Hz. İbrahim’in iki karısı vardı. Yakub’un birkaç karısı vardı. Hz. Davud’un, yüz karısının olduğu, Tevrat’tan ve Kur’an-ı Kerim’den anlaşılıyor. Hz. Süleyman’ın 700 karısı, 300 cariyesi vardı. Görülüyor ki hiç de iddia edildiği gibi İslam’dan önce kadının durumu öyle parlak değildi. İslam geldiği zaman mevcut toplumların birçoğunda uygulanmakta olan pek çok kadınla evlenmeyi sınırlamış, en fazla dört kadınla evlenmeye müsaade etmiş, bunu da şartlara bağlayarak kısıtlamış ve bir tane ile yetinilmesini tavsiye etmiştir. İslam, kadını horlandığı mevkiden alıp yükseltmiş, erkeği de kibir ve gururundan aşağı indirmiş, iki cinsi kulluk ve insanlık mertebesinde eşit saymıştır. Birçok ayetlerde 62 Nisa, 4/19 63 Nisa, 4/3 24 erkek ve kadına birlikte hitap edilir. Kur’an-ı Kerim, kadın ve erkeğin birbirlerini tamamladıklarını, birisi olmadığı takdirde diğerinin de olmayacağını, insanlık bakımından aralarında bir fark bulunmadığını söylemiştir. Dayak, İslam’ın teşvik ettiği bir metod değil, fakat çaresiz kalındığında son ümit olarak başvurulacak bir usuldür. Başka ıslah metodu varken hemen dayağa başvurmak, hiçbir suretle hoş görülmemiştir. Kadın insanın kölesi değil, hayat arkadaşı, en yakın dostudur. Canı sıkılınca nefsini tatmin, öfkesini gidermek için ikide birde ona dayak atmak, sonra da onunla aynı yatakta yatmak uygun bir hareket değildir. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Daha ne zamana dek, biriniz karısını, cariyeyi döver gibi dövecek, belki günün sonunda da onunla birleşip yatacaktır?”64 Hz. Peygamber (s.a.s) hiçbir hanımına bir fiske dahi vurmamış, zaman zaman onların dünyalık, refah istediklerinde kendisini rahatsız etmelerine de ses çıkarmamıştır. Hz. Ömer, şöyle diyor: Biz Kureyşliler, karılarımızın sözünü dinlemezdik. Medine’ye geldik, Medinelilerin, karılarının sözleriyle gezdiklerini gördük. Bizim kadınlarımız da onların kadınlarından öğrenip bize karşılık vermeye başladılar. Bir gün karıma kızdım çünkü yapmak istediğim bir şeyde bana: -Şöyle yapsan daha iyi olur dedi. –Sen kim oluyorsun ki benim işime burnunu sokuyorsun, dedim. Karım: Sen, sana karşılık verilmesini istemiyorsun ama kızın, Allah’ın resulüne öyle karşılık veriyor ki Peygamber, bir günü kırgın, dargın geçiyor, dedi.65 İşte kadınların, bir fikir beyan etmesine dahi müsaade etmeyen bir ortamda peygamber kadınların durumunu yükseltmiş, onlara iyilik edilmesini emretmiş: “Sizin en hayırlınız, kadınlarına hayırlı olandır.” II. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNDA MİRAS Kanunda miras sadece erkeklerin hakkıdır, hiçbir kadının miras hakkı yoktur. Zina sonucu hayata gelmiş erkek çocuklar da mirastan mahrumdurlar. Ölenin erkek çocuğu yoksa onun erkek kardeşleri ve onların erkek oğulları mirasa hak kazanır, kız kardeşleri ve onların erkek oğulları böyle bir hakka sahip olmazlar. 66 Ölen kişinin erkek çocuğu olmayıp çok sayıda kızı olsa dahi kızlar hiçbir şekilde ona mirasçı olamaz. Ölen kişinin geride bıraktığı bir tek beşikte bir erkek çocuğu olursa çocuğu en yakın akrabalar yanlarına 64 Buhari, Nikah, 94; İbn Mace, Nikah, 51 65 Müslim, Talak, 31, 34 66 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 36. Bölüm, Miras 25 alır ve adamlık yaşı kabul edilen 15 yaşına ulaşıncaya kadar hem onu hem de babasından kalan mirasını korurlar buna karşılık olarak onlar bir ücrete hak kazanırlar. Çocuk 15 yaşına ulaşınca babasından kalan miras verilir ve kendi hayatını kendisi kurar. Mirasçısı kalmamış kişinin mirası yakın akrabalarına geçer, onlar da mirası aralarında eşit şekilde paylaşırlar. Ölen kişi geride sadece kız çocukları bırakmışsa ona en yakın erkek akraba ya kızların yanına gelir ya da kızları yanına alır böylece mirasa da sahip olur. Annenin ilk eşinden olan üvey erkek kardeşin de mirasta payı yoktur. Yukarıdaki durumlar erkek oğulların olmadığı durumları anlatır, erkek oğulların bulunduğu zaman miras nasıl dağıtılır sorusuna gelince miras konusu olabilecek malları67 sıralamamız gerekir ki onlar bunlardır: a) Ev, araziler ve çayır b) Topraklar, tarlalar, bağlar, çayırlar, ağaçlık, küçük ormanlar ve çalılık c) Akan sular d) Değirmen e) Gelir gider f) Silahlar g) Bakır ve demir araçlar, ziraat aletleri h) Ev malzemeleri ( yatak ve battaniyeler) i) Hayvanlar: inekler, öküzler, atlar, koyunlar ve keçiler j) Buğday ve diğer mahsuller k) Arılar l) Peynir ve tereyağı m) Şarap ve rakı n) Mülkün ayrımını yapan yaşlılara verilen hediyeler a) Babadan kalan ev ve çevresindeki toprak son kardeşindir. Arazi ve çayırlar kardeşler arasında eşit şekilde paylaşılır. b) Ataların toprakları kardeşlere eşit şekilde dağıtılır. Kardeşler ebeveynleri öldükten hemen sonra mirası paylaşmamış bu arada da yeni tarlalar satın almışlarsa yeni 67 Gjeçov,a.g.e., 3. Kitap, 35. Bölüm, Miras dağıtımı 26 alınan tarlalar silah taşıyanların sayısına göre dağıtılır. Orta kardeşin de eşit parçalardan istediğini seçmeye hakkı vardır. Topraklar, tarlalar, bağlar, çayırlar, ağaçlık, küçük ormanlar ve çalılık kardeşlere eşit şekilde dağıtılır. Dağlar ve dağdaki otlaklıklar dağıtılmaz, hem ağaç alımı için hem de otlama alanı olarak, toplu kullanıma tabi tutulurlar. c) Akan sular kardeşler arasında sahip oldukları toprak miktarına göre paylaşılacaktır. d) Değirmen toprak gibi kardeşler arasında paylaşılmaktadır. e) Gelir ve giderler ev ahali arasında ortaktır öyle de paylaşılır ama paylaşmadan önce borçlar ödenir. Özel gelirleri kanun farklı görmez “paylaşılanlar evin içinde bulunursa paylaşılır”. Kadının çeyizi ayırıma girmez. Geline ister kendi evinde ister eşinin evinde verilen hediyeler ayırıma girmez, onlar kadına aittir. f) Silahlar ilk doğan erkek çocuğa verilir. g) Hem bakır hem de demir araçlar kardeşler arasında eşit paylaşılmaktadır ki bunlar: balta, çapa, tırpan, orak, keski, testere, nacak ( küçük balta, savaş baltası), iskarpela ve benzeri aletlerdir. Aynı hüküm ziraat malzemeleri için de geçerlidir. h) Ev malzemelerine gelince: Yatak ve battaniyeler kardeşler arasında eşit paylaşılır. Fıçılar, şarap sıkacakları, variller ve peynir sıkacaklar kardeşler arasında eşit şekilde paylaşılır. Kaşıklar, fırın kürekleri, süt kovaları, yayıklar, saklanmış odunlar, kaplar, kazanlar, porselen (çamurdan)kaplar ve tahtadan veya topraktan yapılmış diğer malzemeler ve kümes hayvanları yaşlıların talimatları ile ev hanımı tarafından paylaşılır. i) “ Hayvanlar silah taşıyanlar arasında paylaşılır” küçükbaş hayvanları, inekler, öküzler ve atlar ancak silah taşıyabilme yaşına girmiş olanların arasında paylaşılır. j) “Buğday ağızlara göre paylaşılır” Buğday mülk paylaşımı gününde bulunan erkek, kadın ve çocuklara verilir. Bir yaşından küçük olan erkek ve kız çocukları buğday alma hakkına sahip değildirler. Bir yaşını doldurmuş çocuklar ise herkes gibi pay alır. Herkese eşit dağıtılan tek buğday değildir, diğer bahçe ve tarla mahsulleri de bu şekilde paylaşılır. k) Arı kovanları kardeşler arasında eşit paylaşılır. Bal herkese eşit dağıtılır l) Mandıra ürünleri ve baharatlar herkese eşit paylaşılır. m) Şarap ve rakı, kısacası yenilen ve içilen her şey herkese eşit paylaşılır. 27 n) Mülk paylaşımını yöneten yaşlılar iki veya dört kişi olabilir ama mülkü paylaşılan evin isteğine bağlı daha fazla da olabilir. Paylaşımı yöneten yaşlıların kişi başı bir küçükbaş hayvan almaya hakkı vardır. Yaşlılara emeğin karşılığı paylaşımdan pay alan kardeşler tarafından verilir. Miras paylaşımı yapılmadan önce cenaze ve ziyafet masrafları bir tarafa ayrılır, evlenmemiş kardeş varsa ona da evlilik masrafları verilir. Kadınlar içilen ve yenilen şeyler dışında mirastan pay almazlar. Kardeşlerden biri baba vefat etmeden önce aileden ayrılırsa babanın kendisine o zaman verdiklerini alır, baba vefat ettikten sonra da mirastan pay almaz. Ana bir erkek kardeş68 mirastan pay alamazken baba bir kardeş diğer kardeşler gibi pay alır. Dört erkek kardeşin mirasçı olduğu bir evde miras dağıtımı gerçekleşmeden önce kardeşlerden birisi geriye bir erkek çocuk bırakarak vefat ederse çocuk miras dağıtımında babasının yerini alır.69Vefat eden kişinin arkasında sadece kız çocukları kalırsa miras yakın akrabalara gider. Mirasa sahip olan Akrabalar kızlara evleninceye kadar bakar.70 İslam hukukunda ölenin geride bıraktığı mal ve haklara miras denir; Çoğulu “mevaris”tir. “Vrs” kökünden “irs” mastarı, bir kimsenin mal varlığının ölümünden sonra şer’i mirasçılarına intikal etmesi demektir. Aynı kökten “tevarüs” karşılıklı mirasçı olmak veya bir kimsenin diğerine mirasçı olması; “varis” mirasçı; “muris” miras bırakan; “terike” ölenin bıraktığı miras anlamlarında kullanılır. Miras ilmi anlamında kullanılan başka bir terim de “feraiz”dir. Bunun tekili olan “farıza”, farz, belirli pay ve hisse demektir. Feraiz, İslam miras hükümleri anlamında kullanıldığı zaman “belirli miras payları”nı ifade eder. III. İSLAM HUKUKUNDA MİRAS A. MİRAS TANIMI VE MİRAS SAHİPLERLİ Miras veya feraiz ilmi fıkıh terimi olarak; ölenin geride bıraktığı mal ve hakların belli ölçülerle, şer’i mirasçılara bölünmesinden söz eden bir ilimdir. Feraiz ilminin gayesi, hak sahiplerine haklarını ulaştırmaktan ibarettir.71 68 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 38. Bölüm, Yarım kardeş 69 Gjeçov, a.g.e.,, 3. Kitap, 35. Bölüm, Miras dağıtımı 70 Gjeçov, a.g.e.,, 3. Kitap, 37. Bölüm, Akrabaların görevleri ve kızların hakları 71 Ali Hikmet Berki, İslam hukukunda feraiz ve intikal, Diyanet işleri başkanlığı yay., Ankara 1985, s. 1 28 Miras, kitap, sünnet ve icma delillerine dayanır. Miras konusunda icma (görüş birliği) bulunmadıkça kıyas veya ictihat yoluna gidilmez. Mirasla ilgili ayetler Medine döneminde Uhud gazvesinden sonra inmiştir. Cahiliye devrinde ve İslam’ın ilk döneminde ölen bir kimsenin mirası yalnız eli silah tutan erkek hısımlarına gider, kadınlar ve küçük çocuklar mirasçı olamazdı. Bu durum hicretin üçüncü yılına kadar sürdü. Cabir ibn Abdillah’tan nakledildiğine göre S’ad ibnü’r-Rabi (r.a) Uhud’da şehit düşünce, erkek kardeşi tüm mirasına el koymuş, eşine ve iki yetim kızına bir şey bırakmamıştı. Sa’d (r.a) Medine’nin sayılı zenginlerinden idi. Hicretten sonra muhacirlerin Ensar’la kardeşleştirildiği sırada Abdurrahman ibn Avf’a (r.a)’ı kardeş edinmiş ve servetinin yarısını muhacir kardeşine vermeyi teklif etmişti. Ancak Mekke-i Mükerreme’den ticaret tecrübesi olan Abdurrahman (r.a) bu teklifi kabul etmemiş ve çarşının yolunu göstermesini istemişti. İşte bu Sa’d (r.a)’ın karısı Allah’ın resulüne gelerek “Bu iki kızın babası Uhud’ta şehit oldu. Bunların amcası bütün malı aldı ve bu kızlara bir şey vermedi. Bunlar ancak mal ile nikahlanır” dedi. Hz. Peygamber “Bu konuda Allah hüküm verir” buyurdu. Bunun üzerine en-Nisa süresindeki miras ayetleri indi. Allah’ın elçisi Sa’d’ın kardeşini çağırarak şöyle buyurdu: “Sa’d’ın iki kızına üçte iki, annelerine sekizde bir ver. Geri kalan da (asabe sıfatıyla) sana aittir.”72İşte İslam’da ilk miras taksimi bu olmuştur. İslam’ın miras esasları Nisa ve Enfal sürelerinde toplanmıştır. Hısımların durumuna göre miras ayetlerini şu şekilde sıralayabiliriz: a) Çocuklar ve ana-babanın mirası “Allah size evlatlarınızı miras taksimi hususunda, erkeklerin paylarının kızların iki katı olmasını emretmektedir. Eğer bütün çocuklar kız olup ve sayıları ikiden fazla ise, bunların payı ölenin bıraktığı mallın üçte ikisidir. Eğer mirasçı bir tek kız ise mirasın yarısı onundur. Eğer ölen ana ve baba ile birlikte çocuklar bırakmışsa ana ve babanın her birinin terekeden payı altıda birdir. Şayet ölenin çocuğu bulunmayıp da, mirasçı olarak ana ve babası kalmışsa, ananın payı üçte biridir. Eğer ölenin kardeşleri varsa terekenin altıda biri ananındır. Bu paylar, ölenin borçları ödenip, vasiyeti de yerine getirildikten sonra hak sahiplerine verilir. Baba ve çocuklardan, hangisinin size fayda bakımından size daha yakın 72 Tirmizi, Feraiz, 3; İbn Mace, Feraiz, 2 29 olduğunu, siz bilemezsiniz. Bu, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi bilen, hüküm ve hikmet sahibidir.”73 b) Karı-kocanın mirası “Eğer hanımlarınızın çocukları yoksa bıraktıkları mirasın yarısı sizindir. Şayet çocukları varsa bıraktıkları mirasın dörtte biri sizindir. Bu paylar, ölenin vasiyeti yerine getirildikten ve varsa borcu ödendikten sonradır. Eğer siz çocuk bırakmadan ölürseniz, geriye bıraktığınız mirasın dörtte biri hanımlarınızındır. Şayet çocuklarınız varsa, bıraktığınız mirasın sekizde biri hanımlarınızındır. Bu paylar, yaptığınız vasiyetler yerine getirilip ve varsa borcunuz ödendikten sonra verilir.”74 c) Kardeşlerin mirası Kelale adı verilen kardeşlerin mirası, ana bir kardeş veya ana-baba bir yahut baba bir kız kardeş olmak üzere iki statüde toplanmıştır. Kelalenin mirasçı olmasında ön şart, miras bırakanın baba veya erkek çocuklarının bulunmamasıdır. Ana bir kardeşlerin mirası şöyle belirlenmiştir: “Eğer ölen bir erkek veya kadın, erkek usul veya furuu bulunmaksızın mirasçı oluyorsa, kendisinin (ana bir) erkek veya (ana bir) kız kardeşi bulunuyorsa, bunlardan her birinin miras payı terekenin altıda biridir. Eğer bu kardeşler bundan daha çok iseler, bu takdirde kardeşler mirasın üçte birini zarara uğratılmaksızın aralarında eşit olarak paylaşırlar. Bu paylar, ölenin vasiyeti yerine getirilip ve varsa borcu ödendikten sonra verilir. Bunlar, Allah tarafından bir emirdir. Allah her şeyi bilen ve yarattıklarına çok yumuşak davranandır.”75 Öz veya baba bir kız kardeşin mirası ise şöyle düzenlenmiştir: “Ey Peygamber! Senden fetva isterler”. De ki: “Size usul ve furu bırakmadan ölen kimse hakkında Allah fetva verir. Eğer bir kimse ölür ve onun çocuğu bulunmaz da, sadece bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığı mirasın yarısı onundur. Ölen kız kardeş ise ve çocuğu da yoksa erkek kardeşi terekenin hepsini alır. Eğer mirasçılar iki kız kardeş ise, terekenin üçte ikisini alırlar. Eğer kardeşler erkek ve kadın olmak üzere ikiden çok iseler, bir erkeğin payı, iki 73 En-Nisa, 4/11 74 En-Nisa, 4/12 75 En-Nisa, 4/12 30 kadının payı kadardır. Allah size sapıklığa düşmemeniz için bunları açıklar. Allah her şeyi çok iyi bilendir.”76 d) Zevi’l-erham’ın mirası Ayet veya hadislerde miras payları veya mirasçılık esasları belirlenmiş bulunanların dışında kalan diğer hısımlar için şu şekilde bir genel düzenleme yapılmıştır: “Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz ki Allah her şeyi çok iyi bilir.”77 Şu ayet de miras haklarından genel olarak söz eder: “Ana-baba ve hısımları miras olarak bıraktıklarında erkeklerin hissesi vardır. Kadınların da ana-baba ve hısımların bıraktıklarında hisseleri vardır. Bunlar az olsun çok olsun farz kılınmış bir hissedir.”78 Mirastan çevredeki bazı muhtaç kimselerin de yararlandırılması konusunda şöyle buyurulur: “Miras taksim olunurken, varis olmayan akrabalar, yetimler ve yoksunlar da bulunursa, mirastan onlara da verin ve onlara güzel söz söyleyin.”79 Miras ile alakalı sünnetten delilleri arasında bunlardır: “Miras paylarını, hak sahiplerine veriniz. Kalan miktar, en yakın erkek hısımındır.”80 “Müslüman kafire, kafir de müslümana mirasçı olamaz.”81 Mikdam b. Ma’dikerib zevi’l-erham’la ilgili şu hadisi nakletmiştir: “Kim bir mal bırakırsa, bu mirasçılarınındır. Ben, mirasçısı olmayanın mirasçısıyım. Gerektiği durumda diyetini öderim ve mirasçısı olurum. Dayı, mirasçısı olmayanın mirasçısıdır. Onun diyetini öder ve ona mirasçı olur.”82 Bir tane ninenin tek başına altıda bir pay alacağı, ikiden fazla ninelerin altıda bir hisseyi aralarında eşit olarak paylaşacakları prensibi sahabe ve tabilerin icmaı ile sabittir. Hz. Ebu Bekir’in halifeliği sırasında konu tartışılmış, Hz. Peygamber’den, altıda bir uygulaması nakledilince, bu yönde görüş birliği oluşmuştur.83 76 En-Nisa, 4/176 77 El-Enfal, 8/75 78 En-Nisa, 4/7 79 En-Nisa, 4/8 80 Buhari, Feraiz 5, 7, 9, 10; Müslim, Feraiz, 2, 3; Tirmizi, Feraiz, 8, 81 Buhari, Hacc, 44, Megazi, 48, Feraiz, 26; Müslim, Feraiz, 1; 82 Ebu Davud, Feraiz, 8; Tirmizi, Feraiz, 12 83 Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, Erenler matbaası yay., İstanbul 1983, s. 483 vd.; Mecuddin Abdullah el-Mevsıli, el-İhtiyar li-talili el-Muthar, Kahire (t.y.), c. 5, s. 90 31 B. MİRASIN RÜKÜNLERİ VE SEBEPLERİ Mirasın rüknü üçtür: a) Muris: Vefat edip, geride miras bırakan kimsedir. b) Varis: Kendisine miras intikal eden, yani terikede hissesi olan kimsedir. c) Terike: Ölenin mal veya hak olarak geride bıraktığı şeyler olup, buna “miras”, “mevrus” ve “irs” adı da verilir. Bu üç rükünden birisinin bulunmaması halinde miras söz konusu olmaz. Mirasçı olmanın sebepleri üçtür. Nesep hısımlığı, evlilik ve vela. Hısımlık, varisin, miras bırakana mirasçı olabilmesi için aralarında hısımlık bağının bulunması gerekir. Usul, furu, yani ana, baba, dede ve nine gibi kendi neslinden gelinenlerle; çocuk, torun gibi kendi neslinden gelenler; yine ölenin kardeşleri ile amcalar bu hısımlardandır. Bunlar murise yakınlık derecesine göre mirasçı olurlar. Daha uzak olanın mirasçı olmasına önlerler, buna “hacbetme” denir. Evlilik, geçerli bir nikah akdi bulunan eşler arasında miras hakkı doğurur. Cinsel temasın olup olmaması sonucu etkilemez. Bu yüzden, zifaftan önce eşlerden birisinin ölümü halinde, diğeri ona mirasçı olur. Eşlerin miras haklarını belirleyen ayetin genel anlamı ile Hz. Peygamber’in, cinsel temastan önce kocası ölen Berva binti Vaşık’ı ölen kocasına mirasçı yapması bunun delilidir.84 Vela, Şariin belirlediği hükmi bir yakınlık olup, köleyi azat eden efendinin azat ettiği köleye mirasçı olmasını ifade eder. Mirasın engeli olarak varisin murisi öldürmesini ve varis veya murisin din değiştirmesini zikredebiliriz. Müslüman ile kafir arasında miras söz konusu olamazken gayri müslimlerin birbirine mirasçı olmaları engellenmemiştir.85 C. VASİYET Kanundaki vasiyet, kiliseye vasiyetten ibarettir. Ölmek üzere olan kişinin mirasçısı yoksa veya mirasçıları onun vasiyet etmesini kabul ederlerse kişi sahip olduğu her şeyi 84 Vehbe Zuhayli, İslam fıkıh ansiklopedisi, Risale yay. , İstanbul 1994, c. 10, s. 370 85 Döndüren, Delilleriyle aile ilmihali, s. 525 32 kiliseye vasiyet edebilir. Mirasçıları vasiyet etmesine izin vermezlerse kişi vasiyet edemez ama miras dağıtımında mirası dağıtan yaşlılar ölenin ruhu için kiliseye gene bir pay verirler. Kişiye vasiyet diye bir şey söz konusu değildir. 86 Vasiyet edecek kişide bulunması gereken şartlar bunlardır: a) Aklı başında olmak b) Vasiyet etmede özgür olmak c) Korku altında olmamak d) Vasiyet edebilir durumda olmak Kişi vasiyetini, kilisenin kendi ruhuna veya atalarının ruhuna senede bir veya iki defa ayin düzenleme şartına bağlayıp bağlamamasına göre vasiyet şartlı veya şartsız vasiyet diye ikiye ayrılır. Erkek mirasçısı bulunmayan kişi hayatta olduğu sürece kız çocuklarına mallarını hediye edebilir, ölümünden sonra bu mallar onlardan geri alınmaz. Mülkünün tamamını da kiliseye vasiyet edebilir. Bir fıkıh terimi olarak vasiyet, bir malı veya yararlanma hakkını, ölümünden sonraya bir şahsa veya hayır kurumuna karşılıksız olarak bağışlamaktan ibarettir. Diğer yandan bir kimsenin ölmeden önce küçük çocuklarının mala ilişkin işlerini yürütmek ve miras malı üzerinde tasarrufta bulunmak üzere birisini yetkili kılması da vasiyet kapsamına girer.87 İslam’dan önceki Arap toplumunda başkasına karşı övünmek ve gösteriş yapmak gayesiyle başkasına vasiyette bulunulur ve yakınlar bu yolla mirastan mahrum bırakılırdı.88 İslam, vasiyet konusundaki düzenlemeyi yapıncaya kadar bazı yakın hısımlara vasiyette bulunmayı emretti. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Sizden birine ölüm gelince, eğer geriye mal bırakacaksa anneye, babaya ve yakın akrabaya maruf şekilde vasiyette bulunmak, takva sahipleri üzerine bir hak olarak yazıldı.”89 Nisa Suresindeki miras ayetleri gelince vasiyet konusunda iki sınırlama getirildi. 86 Gjeçov, a.g.e., 3. Kitap, 39. Bölüm, vasiyetler 87 Hamdi Döndüren, Delilleriyle aile ilmihali, s. 486 88 Zuhayli, a.g.e., c.10, s. 133 89 El-Bakara, 2/180 33 a) Mirasçı lehine vasiyet yasağı. Allah’ın elçisi Veda Haccı sırasındaki hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Bu yüzden mirasçıya vasiyet yoktur.”90 Ancak mirasçılar kabul edince böyle bir vasiyet geçerli olur. b) Vasiyetin, malvarlığının üçte biri ile sınırlanması. Mirasçı olarak bir tane kızı bulunan Sa’d ibn Ebi Vakkas (r.a)’ın, malının üçte ikisini veya yarısını vasiyetle başkasına bırakmak istemesi üzerine, Allah’ın Resulü şöyle buyurmuştur: “Üçte bire gelince, bu olur. Gerçi üçte bir de çoktur. Çünkü senin, mirasçılarını varlıklı olarak bırakman, insanlara el açacak muhtaç bir durumda bırakmandan daha hayırlıdır.”91 Miras malın üçte ikisi mirasçıların korunmuş payıdır. Ancak kendi rızaları ile bu payın da başkasına vasiyet edilmesini mirasçılar kabul edebilirler. Vasiyet edenin vasiyetten dönmesi, onun tasarruf ehliyetini kaybetmesi, irtidad etmesi, lehine vasiyet yapılanın vasiyeti reddetmesi, ölmesi veya vasiyet edeni öldürmesi veyahut vasiyet konusu olan malın telef edilmesi durumunda vasiyet ortadan kalkar.92 IV. KANUNDAKİ CEZALARIN TÜRLERİ Her devletin olmaza olmaz unsurları yasama, yargılama ve yürütmedir. Kanun yasamanın kendisidir. Yargılama ve yürütme ise yerine göre köy veya bayrak yöneticilere ve ihtiyar topluluklarına verilmiştir. Bu yöneticiler ve ihtiyar toplulukları gücünü Kanun ve halktan alarak suç işleyenlere ceza verir ve cezanın uygulanmasını da sağlar. Cezaların en ağırlaştırılmış hali suçun dini müessese olan kilise veya din adamlara karşı işlenmiş durumlarda uygulanır. Mesela halktan bir kişiyi öldüren katile saklanma cezası verilir ve ona karşı kan davası güdülür, papazı öldüren kişi ise köyce öldürülür kanı da kaybolup gider. Kanundaki cezalar dört başlık altında toplanabilir ki bu başlıklar bunlardır: a) Maddi cezalar b) Sürgün cezası c) Ölüm cezası d) Yasak cezası 90 Ebu Davud, Büyu, 88; Tirmizi, Vesaya, 5; İbn Mace, Vesaya, 6 91 Müslim, Vasiyye, 5; İbn Mace, Vesaya, 5 92 Döndüren, Delilleriyle aile ilmihali, s. 499 34 a) Cezaların çoğu maddi cezalar ve bunun sebebi de kanunda anlatıldığı gibi yöneticilerde olan para hırsından bu ceza türü böyle bir hal almıştır. Maddi ceza derken Kanundaki şu cezalar kastedilir: 1. Para cezası Bu ceza 1 ile 100 koç değeri arasındadır, 1 koçtan aşağı ceza olmadığı gibi 100 koçtan yüksek bir para cezası da yoktur. Bir koçun para değeri de 100 grosh kabul edilir. Ceza, hayvan veya para ile ödenebilir. Para cezası hırsıza, soyguncuya, başkasının onuru ile oynayana ve kan bedelini ödeyecek olana verilir. 2. Arazilerin nadasa bırakılması, ağaçların kesilmesi Bu ceza ile suçlunun arazilerinin çalışılmaması, ona ait ağaçların da kökten kesilmesini böylece suçluyu ve ailesini maddi sıkıntıya uğratılması ve onların diğerlere örnek olması kastediliyor. Bu ağır ceza papazı öldüren kişiye verilen cezalardan iki tanesidir mesela. 3. Evin yakılması Bu da maddi cezaların en ağırıdır. Bu da suçlunun diğer insanlara örnek olması için uygulanır. Bu ceza papazı öldüren ve ağırlaştırılmış olarak Sürü ve çoban ahdini çiğneyene verilir. b) Sürgün cezası ağır suç işleyene verilir ve ebedi veya süreli olabilir. Papazı öldüren kişinin ailesi ebediyen sürgüne gönderilirken diğer suçlarda uygulanan sürgün cezası 5 ile 15 sene arasında bir süre ile sınırlıdır. c) Ölüm cezası Bu ceza ev yakma ve harap etme cezasıyla birlikte bu kişilere verilir: 1. Ağır suç iftirası atan, papazı döven veya öldürene 2. Himayesi altında bulunan misafirini öldürene 3. Kendi kabilesine mensup olan kişiyi öldürene 4. Kanı bağışladıktan sonra kanlısını öldürene 5. Öldürdüğünü gizlemeye, inkâr etmeye çalışan katile 6. Ahit verdiği durumda kanlısını öldürene 35 7. Mülküne sahip olmak için akrabasını öldürene (murisini öldüren varis) 8. Bayrakta suç işlemiş olanları kendi evine alana d) Yasak cezası bu durumlarda verilir: 1. Köy veya bayrağın yaptığı ahide katılmak istemeyen olursa 2. Kendi köyüne ihanet eden olursa 3. Mahkeme kararına karşı çıkan olursa 4. Büyük suç işleyip mahkeme karşısına çıkmayı reddeden olursa 5. Suçlu, kendi köyünün dışında yaptığı suç için mahkemeye rehin vermeyi reddederse V. İSLAM HUKUKUNDA CEZA İslam dini iman, ibadet, muamelat ve ahlak alanlarındaki prensiplerin uygulanmasını sağlamak, bunlarla ilgili emir ve yasakların ihlalini önlemek, ferdi ve içtimai hayatı bütün yönleriyle ıslah etmek amacıyla gerek dünya gerekse âhiret hayatına yönelik olarak birtakım özendirici veya caydırıcı tedbirler almıştır. Bu tedbir ve müeyyidelerin tamamı ceza kavramının kapsamı içindedir. Ceza kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an-ı Kerim’de 100’ü aşkın ayette geçmekte, aynı mahiyette olmak üzere muhtelif hadislerde de kullanılmaktadır.93 İslam hukukundaki cezalar ilkeler dayanır ve bu ilkelerden hiçbir zaman taviz verilmez. İslam hukukunun ceza konusundaki ilkeler bunlardır: a) Kanunilik. İslam ceza hukukunda nassa veya kanuna dayanmayan bir ceza şeklinden söz etmek mümkün değildir. Kısası, diyeti ve hadleri gerektiren suçların Şâri tarafından açıkça tayin ve tespit edilmesi, hakimin de bu cezaları verme zorunda oluşu cezalandırmada keyfiliği önlemekte, kanuniliği ve hukukun üstünlüğünü sağlamaktadır. b) Şahsilik. Bu prensip Kur’an’da, herkesin yaptığının kendisine tesir edeceği ve hiçbir mükellefin başkasının işlediği suçun sorumluluğunu taşımayacağı şeklinde değişik vesilelerle tekrar edilmiş, hem dünya hem de ahiret hayatında geçerli genel bir ilke olarak ortaya konmuştur.94 93 Adil Bebek, “Ceza” mad., DİA, c. 7, s.469 94 El-En’am, 6/164; Fatır 35/18; En-Necm 53/38-39 36 c) Genellik. İslam ceza hukukunda cezanın şahıslar bakımından umumiliği, yani kanun karşısında herkesin eşitliği ilkesi hakim olup hiçbir zümre ve şahsa dokunulmazlık veya ayrıcalık tanınmamıştır. İslamiyet başlangıçtan itibaren bütün insanların eşit olduğunu, üstünlüğün ancak takvada bulunduğunu95, takvanın da adaleti sağlamakla gerçekleştiğini96 belirterek bütün kurumların adalet esasına oturtmayı amaçlamıştır. d) Suç-Ceza dengesi. İslam ceza hukukunda suç ile karşılığında verilecek ceza arasında makul bir dengenin mevcudiyeti dikkati çekmektedir. Cezalandırma asıl amaç değil zaruretten başvurulan bir çaredir. Bu sebeple cezalar ancak zaruret ölçüsünde belirlenmiştir. Kur’an-ı Kerim’deki, “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür.”97hükmü, tecavüzlere sadece misliyle karşılık verilmesinin gereğine ve dolayısıyla suç-ceza dengesinin tesisine işaret etmektedir. e) Cezalandırmada adalet ve hakkaniyet. Kur’an ve Sünnet’te belirlenen kısas ve had cezaları, işlendiği sabit olan, azaltma veya başka bir cezaya tahvil etme konusunda hakime takdir hakkının verildiği tek seçimli cezalardır. Bu cezaların haksız yere verilmesi telafisi imkansız yaralar açacağından ilgili naslar ve bu paralelde gelişen hukuk doktrini suçların oluşmasında, ispatında, cezayı düşüren sebepleri işletmede suçlu lehine titizlik göstermiş, şüphe ve tereddütten sanığın faydalanacağını genel bir ilke olarak benimsemiş, böylece cezalandırmada adaleti sağlamıştır. Hz. Peygamber’in, “ Elinizden geldiği ölçüde Müslümanlardan cezaları kaldırınız. Eğer onun için bir çıkar yol varsa hemen salıveriniz. Devlet başkanının affetmede hata etmesi, cezalandırmada hata etmesinden daha hayırlıdır.”98mealindeki hadisi sanık lehine titizlik gösterilmesi gerektiğine işaret etmektedir. İslam hukukunda ceza türlerine gelince onlar şöyledir: a) Ölüm cezası. Ancak belli ağırlıktaki suçlar için söz konusu olup bunlar da temelde kasten adam öldürme, evlinin zinası ve irtidad suçlarıdır. Nitekim Hz. Peygamber, kelime-i şehadet getiren bir müslümanın ancak bu üç sebeple öldürülebileceğini belirtmiştir.99 95 El-Hucurat 49/13 96 El-Maide 5/8 97 Eş-Şura 42/40 98 Tirmizi, “Hudud”, 2. 99 Buhari, “Diyat”, 6; Ebu Davud, “Hudud”, 1 37 b) Uzuvda kısas. Kur’an’ın birkaç uzvu örnek olarak zikredip100koyduğu ilkenin tabii gereği ve kısas cezasının bir bölümüdür. Diğer bir bedeni ceza şekli olan el kesme hırsız suçunun, el ve ayakların çapraz kesilmesi ise eşkıyalık ve anarşi suçunun cezası olarak Kur’an’da öngörülmüştür.101 c) Celde. Haddi gerektiren suçlardan bekar olanın zinası ile zina iftirası ve şarap içme suçlarında sabit sayıda (80-100) uygulanan bir cezadır. d) Hapis. Hürriyeti kısıtlayıcı cezaların başında gelen hapis, İslam dönemi Arap cemiyetinde pek yaygın olmamakla birlikte eski medeniyetlerde ve yerleşik toplumlarda bilinmekte ve uygulanmaktaydı. Bir suçun araştırılması sırasında sanığın kaçmasını önleme veya borçluyu ifaya zorlama maksadıyla bir baskı unsuru olarak uygulanan ihtiyati hapse (tutuklama) Hz. Peygamber devrinde de rastlanmaktadır. Suçu kesinleşen failin hapsedilmesine gelince, Hz. Peygamber ve Ebu Bekir devirlerinde bu yönde bir uygulamanın olmadığı, bu dönemde Medine’de özel bir hapishaneni bulunmadığı rivayetleri vardır. Ancak Kur’an-ı kerim, geçmiş kavimlerdeki hapis cezasından bahsetmesinin yanı sıra açık kötülük (zina) yapan kadınların evde hapsedilmesini emretmekte102böylece hapsin de itiyati bir tedbir veya cezai bir müeyyide olarak kullanılabileceğine işaret etmektedir. Halife Hz. Ömer’in Mekke’de Safvan b. Ümeyye’ye ait bir evi satın alıp hapishane olarak kullandığı ve bunun İslam’da ilk hapishane olduğu bildirilir. e) Sürgün. Yol kesip eşkıyalık yapanlara uygulanacak ek bir ceza veya bu gruptaki en hafif suçun cezası olarak Kur’an’da zikredilmekte103, hadiste de zina eden bekarlar için bir yıllık sürgün cezasından bahsedilmektedir.104Ayrıca amme menfaatini temin maksadıyla verilebilir. Nitekim Hz. Peygamber kadınlığa özenen bir erkeği105, Hz. Ömer de çevresindeki kadınları fitneye düşüren bir genci Medine dışına sürmüştür. f) Kefaret. Hataen adam öldürme, yemini ve orucu bozma, ihram yasaklarına uymama gibi durumlarda emredilmekle birlikte bir ceza olmaktan çok iyi niyetli fakat hatalı müslümanın eğitimi, kölenin hürriyete kavuşturulması, sosyal dayanışmanın gerçekleşmesi gibi çok maksatlı, ibadet yönü ağır basan bedeni ve mali bir mükellefiyettir. 100 El-Maide 5/45 101 El-Maide 5/33,38 102 En-Nisa 4/15-16 103 El-Maide 5/33 104 Buhari, “Hudud”, 32 105 Ebu Davud, “Edeb”, 61 38 g) Mali ceza. Belli suçlarda suçlunun malının telef edilmesi, devletçe malına el konulması veya suçluya belli bir miktarı ödeme mecburiyeti getirilmesi, ayrıntıda görüş farklılıkları olmakla birlikte çoğunluğu teşkil eden İslam hukukçuları tarafından caiz görülmekte ve bu konuda Hz. Peygamber’in ve Hulefa’yi Raşidin’in bazı uygulamaları delil gösterilmektedir. Başta Ebu Hanife ve İmam Muhammed olmak üzere bazı hukukçular ise bunu çeşitli endişelerle ve meşru sebebin yokluğu gerekçesiyle caiz görmemişlerdir.106 VI. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNDA TİCARET Kanun ticareti alış veriş diye tarif eder, bu alış veriş şartlı, şartsız, şahitlerin önünde veya kaporalı olabilir. Kapora malın teslim alımından önce verilen para miktarıdır ki bu para o malın mülküne geçmesini sağlar ve satıcının başkasına satmasını engeller. Ancak mal teslim alınırken paranın geriye kalanı da verilir. Alınan kapora geri verilerek akit bozulamaz. Kaporayı veren de malı satın almaktan vazgeçerse kaporasını geri alamaz. Satıcı kaporasını aldığı malı başkasına satarsa satış akdi batıldır, mal geri alınıp kaporasını veren kişiye satılır. 107 Mal şartla (muhayyerlik) satın alınır da defolu çıkarsa sahibine geri verilir. Satın alınan malın çalıntı mal olduğu ortaya çıkarsa, mal satıcıya geri götürülür ücreti de iade edilir. Taşınmazların108 satışı söz konusu olunca ki bunlar ev, tarla, sulama sırası veya değirmen sırası olabilir, satılmak üzere kardeşlere, akrabalara ve kabile mensuplarına sunulur. Bu kişilerden hiçbirisi satılık malı almazsa eğer satılık mal komşulara sorulur onlar da almazsa köye sorulur. Taşınmazların dışarıdan kişilere satılması hoş karşılanmayıp, ayıp sayılır. Taşınmaz mülk satan kişi bu kurala riayet etmezse sıradaki kişiler itiraz edip satış akdini iptal ettirebilirler, satıcı da bu kurala riayet etmediğinden dolayı ceza alır. Kanunen taşınmazlar akrabalara satılırken diğer kişilere satılacağı ücretten daha düşük bir ücrete satılır. Bu fiyat farkı genelde 100 grosh daha az iken bazı bölgelerde 500 grosh’a kadar çıkar. 106 Ali Bardakoğlu, “ceza” mad., D. İ. A.,., c. 7 , s. 470 107 Gjeçov, a.g.e., 5. Kitap, 76. Bölüm, Ticaretin tanımı 108 Gjeçov, a.g.e., 5. Kitap, 77. Bölüm, Arsa ticareti 39 Satan kişi alıcıya, aldığın şu taşınmazı satmaya karar verirsen ilk bana sunacaksın diye bir şart koşarsa bu şart alıcıyı bağlar. Silah ve binekler109 araç gereçleriyle beraber satılır. Silah dolu olarak satılır ve alındığı yerde denenebilir sıra atıldı mı geri verilemez. Binek de semer ve yularıyla satılır ve satın alındıktan sonra iade edilemez. Ama hayvan şartlı olarak kabul alınırsa ve şarta uygun çıkmazsa iade edilir, ücreti de son kuruşuna kadar geri alınır. Kanunda kırka yakın ürünün fiyatı belirli110 bir şekilde sıralanmıştır. Bu uygulama fahiş fiyatların konulmasını önlemek amacıyla tavan fiyatları ve bazen de taban fiyatları belli kılmak için yapılmıştır. Kıtlık döneminde fiyatlar aşırı yükselmesin, bolluk döneminde de aşırı şekilde düşmesin diye konulmuş bir uygulamadır. Kanunun eski hükümlerinde ve bazen de daha yakın zamanlarda konulmuş hükümlerde ticaretin mal takasından111 ibaret olduğunu fark ederiz. Kanunda cezalar genelde mal hesabı ile ödenir, görüldüğü gibi cezalar 1 ile 100 koç arasındadır hükmü, cezaların en açık tarifini veren hükümdür. Mal ile ödenen sadece cezalar değil, kan bedeli ve zararların tazminatı da aynı şekilde ödenmektedir. Ticaretin bu şekilde yapılması piyasanın ticaret konusunda ilkel kaldığının bir göstergesidir. VII. İSLAM HUKUKUNDA TİCARET Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “ Karşılıklı rızaya dayanan ticaret yolu dışında, mallarınızı aranızda batıl (haksız ve haram) yollarla yemeyin.”112, “ Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir bölümünü haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (ve yöneticilere) vermeyin.”, “Doğrusu, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.”113 Ticaret hayatında önemli borçlanmaların yazıyla tespit edilmesi istendiği gibi, önemli satışlarda şahit bulundurulması ve ayrı beldelerde bulunanların yapacağı veresiye satışlarda rehin istenmesi 114 İslam’ın hakları korumaya ne kadar önem verdiğini gösterir. 109 Gjeçov, a.g.e., 5. Kitap, 78. Bölüm, Silah ve binek satışı 110 Gjeçov, a.g.e., 5. Kitap, 79. Bölüm, Kanundaki fiyatlar 111 Gjeçov, a.g.e., 5. Kitap, 81. Bölüm, Malın mal ile ödenmesi 112 En-Nisa, 4/29 113 Et-Tegabün, 64/15 114 El-Bakara, 2/282 40 Faiz yasağı ile ilgili olarak da şöyle buyurulur: “ Faiz yiyenler, kabirlerinde kendilerini şeytan çarpmış gibi kalkarlar. Bu durum onların “ faiz de alım-satım gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki, Allah alış-verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Bundan sonra kime rabbimden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinidir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim yeniden faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada sürekli olarak kalırlar.”115 Hz. Peygamber (s.a)’in ticari ve iktisadi hayatla ilgili birçok söz, fiil veya takrirleri vardır. Allah’ın Rasulü şöyle buyurmuştur: “Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.”116 Hz. Peyamber kendisi de bizzat alış-veriş yapmış, borçlanmış, rehin vermiş, ortaklık yapmıştır. O, insanlar çeşitli ticaret muameleleri yaparlarken peygamber olmuş ve onları ticaretlerinde serbest bırakmıştır. Ancak ticaret hayatında faiz, karaborsacılık, yalan, hile, gabin ve garar gibi haksız kazanca yol açabilen şeyler yasaklanmış, hak sahibinin hakkını alabildiği ve haksızlık yapmak isteyenin dışlandığı bir ekonomik sistem kurulmuştur.117 VIII. BORÇ Kanunda borç, şeref sözü veya rehin esas alınarak verilir. Kısacası borç alacak kişiye güvenirsin ve borç verirsin, ona güvenmezsen kendisinden rehin isteyip borç verirsin. Borç için alınan rehin, borç miktarı ile eşit değerde veya daha yüksek değerde bir mal olur. Borç için alınan rehin, borç vadesinde getirilmediği halde, satılır ve borç veren anaparayı alır geriye kalan para olursa borçluya iade eder. Borç vadesinde geri getirilirse, rehin verildiği gibi alınır. Kanundaki borcun en önemli özelliği faizsiz verilmesi, faizle borç para verenlerin de kınanmasıdır. 118 İslam hukukunda faizsiz ve bir menfaat beklemeksizin verilen ödünce “karz-ı hasen” denir. Karz-ı hasen güzel ödünç demektir. Bir kimsenin nakit paraya veya ölçü, tartı yahut standart olup sayı ile alınıp satılan şeyleri, daha sonra benzerini (misli) almak üzere başkasına vermesidir. 115 el-Bakara, 2/275 116 İbn Mace, Tİcarat, 1 117 Döndüren, İslami ölçülerle ticaret rehberi, erkam yay., İstanbul 2006, s. 27; bkz. Celal Yeniçeri, İslam iktisadın esasları, Şamil yay., İstanbul 1980, s. 27-32 118 Gjeçov, a.g.e., 6. Kitap, 82. Bölüm, Borç 41 Kuran-ı Kerim’de ödünç verme “güzel ödünç” olarak nitelendirilerek teşvik edilmiştir. Faizsiz ve bir karşılık beklemeksizin verilmesi yüzünden bu adı almıştır. Allah Teala şöyle buyurur: “Kimdir o, Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat kat artırsın ve onun için değerli bir mükafat versin.”119 Karzın rüknü icap ve kabuldür. Bundan başka ödünç verenle ve ödünç verilen şeyle ilgili bazı şartların da bulunması gereklidir. Ödünç verenin akıllı, ergin ve ödünç vereceği malın maliki yada onu karz olarak vermeye yetkili bulunması gerekir. Bu yüzden küçük çocuk veya akıl hastası kendi malını başkasına bağışlayamadığı gibi, bunu karz-ı hasen olarak da veremezler. Ödünç verilecek şeyin misli (standart) bir mal olması gerekir. Ölçü, tartı veya standart olup sayı ile alınıp satılan şeyler misli sayılır. Hanefilere göre, hayvan ve gayri menkul gibi kıyemi mallar üzerinde karz akdi yapılamaz. Çünkü kıyemi malların misli bulunmadığı için, tüketildiğinde benzerini geri vermek mümkün olmaz. Mesela; iki yaşlarında bir hayvan karz olarak verilse geri alınmak istendiğinde ödünç alan fiyatı düşük olan bir hayvan vermek isterken ödünç veren daha iyisini almak ister. Bu da menfaat çekişmesine yol açar.120 IX. VADE Leke Dukagjini kanununda vadeye de yer verilmiştir. Kanuna göre alınan borç belli bir vade ile verilir. Borçlu borcunu vadenin içinde geri getirmek zorundadır. İşleri sıkışık ise borç verenden ek vade isteyebilir. Ek vade vermek de Kanuna göre bir adamlık göstergesidir. 121 İslam hukukuna göre gerek borç olarak alınan ve gerekse versiye mal almaktan doğan borçların, vadesinde ödenmesi gerekir. Ancak karz-ı hasende alacaklının kendisi dara düştüğü takdirde alacağını vadesinden önce de isteme hakkı vardır. Çünkü karzda vade kaza bakımından bağlayıcı değildir. Ödeme güçlüğü içinde olan borçluya gerekli kolaylığın gösterilmesi gerekir. Ayette şöyle buyurulur: “Eğer borçlu darlık içinde bulunuyorsa ona geniş bir zamana kadar süre tanımak vardır. Eğer bilirseniz, alacağı 119 El-Hadid, 57/11 120 Alaeddin Ebu Bekir Mesud bin Muhammed El-Kasani, Bedayu es-Sanayi fi tertibi eş-şerayi, vıı, 394, 395; Ebu Muhammed Abdullah bin Ahmed Bin Muhammed İbn Kudame, el-Mugni, Daru el-kitab el arabiy yay., Lubnan, c. ıv, s. 314 121 Gjeçov, a.g.e., 6. Kitap, 83. Bölüm, Vade 42 bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.”122 Ancak ödeme gücü olduğu halde, borcunu vadesinde ödemeyen kimse alacaklıya zulüm yapmış olur. Nitekim Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Zenginin borcunu erteleyip vadesinde ödememesi zulümdür.”123 Karz-ı hasen yoluyla, darda olanların kredi ihtiyacının karşılanması mümkündür. Bununla daha çok ticari olmayan ihtiyaçlar, dar gelirlilerin kısa süreli sıkıntıları veya ticaretle uğraşanların geçici ve kısa süreli ekonomik finansmanları karşılanabilir. İslam’da uzun vadeli ve büyük krediler için kar-zarar ortaklığı esası getirilmiştir. Çünkü karşılıklı yarar olmaksızın, insanların birbirine yardımcı olmaları süreklilik arz etmez. Özellikle kredinin hacmi büyüdükçe bunu karz-ı hasen ölçüleri içinde çözmek mümkün olmaz.124 X. HEDİYE Kanun verilmesi vaat edilen hediyelerin verilip verilmemesiyle ilgilenmez. Ama gene de verilmesini öngörür. Vaat edilenin verilmesi kanuna göre bir adamlık göstergesidir. 125 İslam hukukunda karşılıksız olarak bir malı başkasına temlik etmeye, bağışlamaya hibe denir. Hibenin bir türü olan hediye ise, birine ikramda bulunmak amacıyla verilen şeylerdir. Hanefilere göre, hibeden dönmeye engel hallerden birisi yoksa, hediyeden dönülebilir.126 XI. YEMİN A. KANUNA GÖRE YEMİN Kanuna göre yemin dini bir ifadedir ve her şey için yemin edilmez. Yemin ancak suçlamalardan veya ağır iftiralardan kurtulmak için başvurulan bir çözüm yoludur. Yemin eden kişi yemininde Tanrının adını zikreder elini de dini bir objeye sürer. Tanrının adı zikredilmediği ve dini objeye el sürülmeden yapılan yemin Kanuna göre geçersizdir. Yemin, hırsızlık, öldürme, iftira vb. suçlamalardan kurtulmak için edilir ve yemin edildikten sonra bu suçlamaların tamamı sanıktan kalkar ve yemin eden kişi bu suçlamalar için bir daha sorguya alınamaz. Çünkü kanuna göre yemin davanın sonudur. Yemin eden 122 El-Bakara, 2/280 123 Buhari, Havale, 1,2, İstikraz, 12; Müslim, Müsakat, 33; Ebu Davud, Buyu, 10 124 Hamdi Döndüren, Delilleriyle ticaret ve iktisat ilmihali, Erkam yay., İstanbul 2008, s. 416 125 Gjeçov, a.g.e., 6. Kitap, 85. Bölüm, Hediye 126 Döndüren, a.g.e, s. 538 43 kişi, yemininde kullandığı ifadelerin doğru olduğuna Tanrıyı şahit tutar ve ifadelerinin yalan olduğu ortaya çıkarsa da Kanunun maddi ve manevi cezasını kabul ettiğini ifade eder. Kanuna göre yemin eden kişinin el sürebileceği dini objeler haç, İncil ve taştır. Haç ve İncil Hıristiyanlarda dünyaca bilinen iki dini objedir, buradaki taş da herhangi bir taş olmayıp kiliseye bağışlanan balmumu tartmak üzere kullanılan tartının üçgen şeklinde üç delikli taştır. Bir sanıktan oğullar üzerine yemin istendiğinde, sanık elini yukarıdaki objelere sürmeyip bir araya getirdiği oğullarının başlarına sürerek yemin eder. Kanuna göre sadece erkekler yemin hakkına sahiptirler, kadın ve çocukların yemini kabul edilmez. 127 B. KİM YEMİN EDER Kanuna göre suçu inkâr eden kişi yemin eder. Suçlayan, sanığı suçüstü gördüğüne yemin etse bile yemini kabul edilmez. Suçlayanın kalbi mutmain olsun diye Kanun yeminin şahitler huzurunda ve şahitlerin o yemini kabul etmesini de şart koşar. Şahitler topluluğu 24 kişiden oluşur ve onlardan bir tanesi bile sanığın yeminini kabul etmezse sanık suçlu durumuna gelir. Kanuna göre yeminle kendisini temiz çıkaran kişiye karşı aynı konu için hesaba çekilemez. 128 Kanunda alacaklı yemininin kabul edildiği birkaç durum onlar da bu şekilde: a) Bir kişi kendi malını bir başkasının elinde bulduğunda etraftakilerle beraber o malın kendisine ait olduğuna yemin ederse yemini kabul edilir. Mal elinde bulunan kişi yemin ederse bile bu durumda yemini geçersiz olur. b) Bir kişi, vefat etmiş bir kişiyi kendisine borcu vardır diye şikâyet etse ve bu doğrultuda yemin ederse yemini kabul edilir, istedikleri de vefat edenin ailesi tarafından verilir. Kanun yemini, suçlamalardan kurtulma unsuru olarak kabul eder ama istisnai olarak da son iki durumda gördüğümüz gibi kendisine ait olduğu mülkün, mülkiyetine geçme aracı olarak da kullanıldığını fark edebiliyoruz. 127 Gjeçov, a.g.e., 7. Kitap, 88. Bölüm, Yemin 128 Gjeçov, a.g.e., 7. Kitap, 90. Bölüm, Kim yemin eder 44 C. BAŞKASININ YERİNE YEMİN ETME Bunun kanundaki en bariz örneği hane yeminidir. Bu yemin türünde ev reisi, yemine tek başına çıkar ve bu olay ile alakalı benim alakam ve bilgim olmadığı gibi ailemin fertlerinin de alakası ve bilgisi yoktur der ve bu yemin kanunen kabul edilir. Aile ferlerinden de tek tek yemin etmesi istenmez. 129 D. YEMİNDE “CEHALET” ŞARTI Kanun, yemin ister dini objeye el sürerek olsun ister oğulların başlarına veya ölünün toprağına el sürerek olsun hepsinde “cehalet” unsurunu şart koşar. Peki, kanundaki cehalet nedir ve bu şartın konulmasındaki hikmet nedir. Yemindeki cehalet, yemin eden kişinin olayla alakalı bilgisinin de olmadığını ifade etmesidir. Bu şartın konulmasındaki hikmet ise şöyledir ki yemin eden kişi şayet kendisi suçlu değilse suçlu olanı bilirse onu ele versin. Kanun yeminin şahitlerin önünde edilmesini şart koşar ki şahitlerin arasında olayla alakalı bilgisi olan varsa, yemin edenin yalan yere yemin etmesine engel olur, böylece gerçek ortaya çıkmış olur. Bir kere yemin edildi mi, yemin eden ve orada şahit olarak bulunanlardan aynı konu hakkında yemin istenemez çünkü kanun yemin üstüne yemini kabul etmez. Cehalet ifadesiyle yemin edemeyen ya suçluyu söyler veya kendisi suçlu kabul edilir. Yemini istenilen kişi kendisi suçlu değilse ama suçluyu biliyorsa yemine gitmez ama suçluyu ihtiyarlardan birine gösterir oda suçlu olanın yemine çağırılmasını sağlar. Kanun yemin cümlesinde çift anlamlı kelimelerin kullanılmasını da yasaklar. Yemin ifadesi açık ve net olmalı. Açık ve net bir ifadeyle ve cehalet unsuru ile yapılan yemin Kanuna göre yeminin zirvesidir ve bu yemin türü her bir davayı hükme bağlar. 130 E. YALAN YERE YEMİNİN CEZASI Bir malın mülkiyeti hakkında yalan yere yeminde bulunan kişi, malın iki katını vermeli ve yalan yere yeminin cezasını ödemeli ayrıca Kanun onunla başlayan yedi nesli mahcup (utandırılmış, sözü kabul edilmez) sayar. 131 Yalan yere yemin edenin cezaları bunlardır: 129 Gjeçov, a.g.e., 7. Kitap, 92. Bölüm, Hane yemini 130 Gjeçov, a.g.e., 7. Kitap, 94. Bölüm, Cehalet yemini 131 Gjeçov, a.g.e., 7. Kitap, 95. Bölüm, Yalan yere yeminin cezası 45 a) Malın sahibine bir için iki verir132 b) Yemin edenin, yalan söylediği bir muhbir yoluyla ortaya çıkarsa, yalan yere yemin eden muhbirin ücretini öder. c) Yemin 24 şahit ile yapılmışsa ceza olarak 100 koç ve bir öküz alınır, GjoMarku ailesine de 500 grosh verilir. Yemin daha az şahit ile yapılmışsa ceza bedeli köye dağıtılır. d) Yalan yere yemin eden şahitlerle beraber bu günahı çıkarmak üzere kiliseye gider. e) Yalan yere yemine götürüp Kiliseye hakaret etmelerine sebep olduğu için yemin eden her bir şahide 500 grosh verir. F. YEMİNDE ÜSTÜNLÜK Kanuna göre yemin konusunda bazı insanlar diğerlere göre üstündür ve bu insanlar bu üstünlüğü bulundukları sosyal pozisyondan dolayı kazanıyorlar. Kanuna göre papazın yemini 24 kişinin yeminiymiş gibi kabul edilir. Kısacası papazın yemin etmesi istenirse ki genelde istenmez onun yemininin yanında şahitler istenmez, o Tanrının kulu kabul edildiği için yalan söylemez kabul edilir. Bayraktarın yemini de diğer insanların yemininden üstün kabul edilir ki onun yemini 12 kişinin yeminiymiş gibi işlem görür. Yeminde üstünlük söz konusuyken erkeklerin yemini kabul edilirken kadınlarınki ise kabul edilmediği için erkeklerin de kadınlara göre bu konu hakkında üstün tutulduğu göze çarpar. XII. İSLAM HUKUKUNDA YEMİN Sözlükte yemin kelimesinin üç manası vardır. Birincisi “güç ve kuvvet” demektir. Yüce Allah’ın “Biz elbette onu kudretimizle alıverirdik”133 buyruğunda geçen yemin kelimesi görüldüğü gibi kuvvet manasındadır. İkincisi “sağ el” manasına gelir. Kuvvetinin fazlalığı sebebiyle bu organa “el-yemin” adı verilmiştir. Üçüncüsü ise “kasem” veya “yemin etmek” anlamınadır. Yemin kelimesinin kasem hakkında kullanılmasının sebebi, insanların karşılıklı olarak birinin ötekisinin sağ elini tutmasıdır. 132 Kan için ise bu kaide geçmez, ancak kan bedeli verilir. 133 Hakka,69/45 46 Fakihlerin ıstılahında yemin, Hanefilerin tarifiyle şu anlama gelir: Yemin, edenin yapmaya yada terk etmeye azmetmiş olduğu güçlü bir kararlılığın ifadesidir. Bu karara yemin adının verilmesi azmin bununla güç kazanması sebebiyledir. İslam hukukuna göre yemin meşrudur. Çünkü yüce Allah’ın kendisi de kasem ettiği gibi peygamberine de kasem etmesini emretmiştir. Peygamber (a.s)’e Kuran-ı kerimin üç yerinde yemin etmesi emredilmiş bulunmaktadır. Yüce Allah Hz. Peygambere hitaben şöyle buyurmaktadır: “o gerçek midir diye senden haber sorarlar. De ki: evet, Rabbim hakkı için o elbette haktır ve siz aciz bırakacak değilsiniz.”134 Edilecek yeminin Allah’tan başkası adına olması yasaktır. Bunun delili Hz. Peygamberin: “Doğrusu Allah, sizi, atalarınız adına yemin etmeyi yasaklıyor” buyurmasıdır.135 Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer insanlara her iddia ettikleri şey verilecek olursa bazı kimseler başkalarının aleyhine kan ve onların mallarında hak sahibi oldukları iddiasında bulunacaklardı. Ancak yemin davalıya düşer.”136 Hanbelîlerin belirttiğine göre yeminler beş çeşittir: a) Vacip yemin: Suçsuz bir insanın, kendisi vasıtasıyla ölümden kurtulacağı yemindir. b) Mendup yemin: İki hasım arasını düzeltmek veya yemin eden kişiye veya başkasına karşı bir müslümanın kalbindeki kini ortadan kaldırmak yahut herhangi bir kötülüğü def etmek gibi bir maslahat ile ilgili yemin etmektir. c) Mübah yemin: Mübah olan bir işin yapılması veya terk edilmesine dair yemin etmek ile doğru söyleyeceği veya doğru olduğunu zannetmiş olduğu bir şeyi bildirmek maksadıyla yemin etmek gibi. d) Mekruh olan yemin: Bu da mekruh olan bir işi yapmak veya mendup olan bir işi terk etmek maksadıyla yapılan yemindir. 134 Yunus, 10/50 135 Abdullah el-Hazimi, ter. Hanifi Akın,7 hadis imamının ittifak ettikleri hadisler, Karınca & polen yay., İstanbul 2009, s. 655 136 Müslim, Akdiye, 1; Nesai, Kada, 36; İbn Mace, Ahkam, 7 47 e) Haram olan yemin: Yalan yere yemin etmektir. Allah bu tür yemini şu ayeti ile yermiş bulunmaktadır: “onlar bile bile de yalan yere yemin ederler.”137 Çünkü yalan haramdır.138 XIII. DİN VE DİN ADAMLARI A. KANUNDAKİ DİN VE DİN ADAMLARI Shtjefen Kostantin Gjeçov tarafından derlenmiş olan Leke Dukagjini kanununun ilk kitabında din ve din adamlarına genişçe yer verilmiştir. Bu konunun ilk bölümde ele alınması, konunun önemine ayrıca vurgu yapar. Leke Dukagjini kanununda din müesseselerine ve din adamlarına verilen önem ve onlara tanınan haklar diğer hiçbir müesseseye tanınmamıştır. Kanunda kilise, yasaların altında kalmayan tek müessese kabul edilir. Buna göre kilise, hiçbir vergi ödemez hatta bazı durumlarda toplanan vergiden pay alır. Bölge halkı kiliseyi yöneticilere şikâyet edemez, onlar kiliseyi ancak başpiskoposa şikâyet edebilir, onun verdiği karar da tartışılmasız uygulanır. Kilisenin mahalleye verdiği zarar maddi zarar ise kilise onu tazmin eder ama ayrıca kimseye ceza ödemez. Kilise bulunduğu bölgede ve o bölgenin dışında mülk edinme hakkına sahiptir. Bir bölgenin mülkü bir başka bölgenin şahıslarına satılmazken başka bir bölgenin kilisesine satılabilir. Kilisenin edindiği bu mülkler dokunulmazdır. Kilisenin mülkü özel mülk olarak şahıslara devredilemez. Kilisenin mülkü, kilise, papaz ve mahallenin koruması altındadır. Kilisenin mülkünü özelleştirmeye çalışan fark edildiğinde mahalle onu durdurur ve kilisenin mülkü tekrar kiliseye verilir. Kilise mülküne zarar veren kişiye mahalle o zararı ödettirir ayrıca kendisine ceza verir. Kiliseden çalan şahıs, hırsızlık haberi yayılmadan önce çaldığı objeyi geri getirir papazın affını alırsa ceza almaz aksi takdirde kiliseye çaldığı malın iki katını verir ayrıca mahalleye de vergi ödemek zorunda kalır. Kilise, mahalle himayesi altındadır. Kilise kimseyi cezalandıramaz. Kiliseye yapılan saygısızlıkların cezalarını mahalle verir. Kiliseye karşı yapılan her saldırı veya haksızlık mahalleye yapılmış sayılır onun öcünü de mahalle alır. Kiliseye saygısızlık yapan kilise, cemaat ve bayrağa vergi ödemek zorunda kalır. 137 Mücadele, 58/14 138 Zuhayli, a.g.e, s. 199 48 Kilisenin mülkü, papaz tarafından idare edilir. Bu konu hakkında kimse papazı rahatsız edemez. Papazın kiliseye tayini piskopos tarafından yapılır. Papazı görevinden azledebilen tek makam piskoposluk makamıdır. 139 B. PAPAZIN HAK VE GÖREVLERİ Papaz, bölge insanlarına ders verme ve dinden sapıttıklarını fark ettiğinde onları azarlama görevi vardır. Papaz bütün dini ve ruhani işleri yürütür, bu işlerine de kimse karışamaz. Papaz verdiği hizmetin karşılığı olarak kilise vergi gelirinden ondalık almaya hakkı vardır. Kilisenin vergi geliri bölgeden bölgeye değiştiği için her papazın aldığı miktar aynı değil. Papaz kendisine ait ondalık hissesini ya kendisi toplar veya bir işçi tutar o da papaz adına toplar. İnsanlar onu papaza götürmek zorunda değildir. Papazın ayrıca kilisenin mülkünden çıkan ürünlerin kazancında da payı vardır. Papaz istenilen bütün dini ve ruhani hizmetleri yerine getirmek mecburiyetindedir. Ayrıca özel günlere ait, evleri kutsama, cemaate senenin farklı günlerinde bölge kilisesinden uzak hazirelerde hizmet verme ve benzeri ayinleri yerine getirmekle yükümlüdür. Kilisenin kendisi gibi de papaz mahalle himayesi altındadır. Papaza saygısızlık yapan, papaza küfreden, onu döven yahut öldüren bölgenin kanunlarına göre cezalandırılır. Papazı öldüren kilise ile değil bayrak ve papazın ailesiyle kan davasına girer. Papaz birini öldürürse ona karşı kan davası güdülmez, kan davası papazın ailesine aşılır. Papaz olağan üstü durumlar hariç yemin etmez. Yemin ettiğinde de İncil’e el sürmesi gerekmez, İncilin karşısında durması yeterlidir. Yemini de 24 kişinin yeminiymiş gibi kabul edilir. Papazı yaptığı suçlar için ancak amiri cezalandırabilir. Ancak papazın yaptığı suç çok büyükse davası kanun yasalarına uygun işlenir ve cezası da kanuna göre verilir. Böyle bir durum olduğunda din zarar görmesin diye davanın görüldüğü yere piskopos gözlemci olarak başka bir papaz gönderir. 139 Gjeçov, a.g.e., 1. Kitap, 1. Bölüm, Kilise 49 Papaz birini vurur veya döverse, yaptığından dolayı ceza görmez. Vurulan veya dövülen kişi Tanrı tarafından vurulmuş veya dövülmüş kabul edildiği için aşağılanmış sayılmaz. 140 C. KİLİSENİN ÇALIŞANLARI VE HİZMETÇİLERİ Kilisenin adına iş yapan kişiler özel işlerde de çalışabilirler. Ancak kilise için iş yaptıkları zaman kilise gibi mahalle himayesi altındadırlar. Kilise hizmetçisi kilise adına bir hizmet yerine getirirken birileri tarafından rahatsız edilirse, onu rahatsız eden ceza alır, bu cezanın parası kilise ve mahalle arasında paylaşılır. Aynı şey kilise çalışanının başına gelirse alınan para kilise ile çalışan arasında paylaşılır. Kilisenin hizmetçisini öldüren o bölgeden insanlarındansa sadece ölenin ailesiyle kan davasına girer, şayet başka bir bölgenin insanıysa bölge ile de kan davasına girmiş olur. 141 D. İSLAM’DA DİN ADAMLARI İslam dininde din adamları diye bir müesseseden bahsedilmemektedir. Din adamları sınıfı batıya özenerek kurulmuştur. Bunun için ne din adamların ne de hizmetçilerin diğer insanlara nazaran üstünlüğü vardır. İslam’da bütün insanlar hata yapabilir, günah işleyebilir olarak kabul edilir. XIV. MİSAFİRPERVERLİK Arnavutların kültüründe misafir özel bir yere sahiptir. Bunu Kanun da kanıtlıyor. Kanuna göre Arnavut’un evi Tanrının ve misafirindir. Ancak misafirin de uyması gereken kurallar var. Misafir, evin avlusuna girmeden sesler. Misafir sesledikten sonra ev reisi veya ev halkından birisi çıkıp misafiri karşılar. Gelen misafirle selamlanılır ve kendisinden silahı alınır ve kendisi de eve alınır. Alınan silah askıya asılır, misafir de evin baş tarafına oturtulur. Ev normal günlerde ısıtılmıyorsa bile misafir geldiği gün ocak yakılır ve misafir Arnavutluk deyişiyle ekmek, tuz ve kalple karşılanır. Gelen misafire ayaklarını yıkayacağı su verilir, yatacağı yatak da hazırlanır. Misafir olarak gelen kişi normal bir misafir ise kendisine ailenin yediği yemekten verilir ama özel bir misafir ise kendisine rakı, kahve sigara ve etli yemek hazırlanır. Çünkü kanuna göre “Dosta ev bile verilir”. Misafirin silahının alınma sebebi şunlardır: 140 Gjeçov, a.g.e., 1. Kitap, 4. Bölüm, Bölge papazı 141 Gjeçov, a.g.e., 1. Kitap, 5-6. Bölüm, Kilise hizmetçileri ve çalışanları 50 a) Bu davranış adamlık göstergesidir ayrıca misafire karşı memnuniyet göstergesidir b) Koruyucu olduğun anlamına gelir, ona hoş geldin derken o kendini güvende hissedecek ve senin onu her tehlikeye karşı koruyacağını bilecek c) İhtiyat göstergesidir, çünkü misafir kötü niyetli olabilir ve sen silahını aldıktan sonra sana bir kötülük yapamaz olur. Misafir hem evde hem de mecliste baş yere oturtulur ama mecliste söz hakkı yoktur. Misafir evin baş yerinde hem saygı için hem de evin halkından ayrılsın diye oturtulur. Evin baş yerinde oturuyor diye misafir yönetmez, o da ev reisi yönetimine tabidir. Misafir, yolcu edilmeyi istiyorsa, istediği yere kadar ev reisi veya ev halkından biri tarafından yolcu edilir. Misafir, yabancı kabul edilir, bölgeyi ve insanları tanımadığı için dosta mı düşmana mı denk geldiğini bilemez. Misafiri yolcu etmenin mantığı da budur, o kimseye zarar vermesin, kimse de ona zarar vermesin. Kanuna göre misafirin verdiği zararı onu misafir eden kişi tazmin eder. Kanunun deyişiyle “ekmek zararları tazmin eder”. Şayet zarar gören misafir olursa onun hakkını almak da misafire edene aittir. Kanuna göre evine hiç gelmemiş ama senin misafirin olduğunu söyleyen veya kapına gelip sigarasını yakmak için senden kor isteyen de misafirin kabul edilir. Misafirin onurunu korumak için kendi hayatını tehlikeye atman gerekiyorsa onu yapacaksın ve misafirine son nefesine kadar sahip çıkacaksın. Misafirin hakkını almamış kişiye aşağılanma ifadesi olarak her şey sol el ve diz altından verilir. Kanuna göre sol el hain eldir, alır ve hiç vermez. Sol elle sadece hainler tokalaşır. Eski zamanlarda böyle kişiler köyce dövülürdü ve adamlar meclisine katılmalarına izin verilmezdi. Bilerek ihanet eden köyce öldürülür ve kanı kaybolup gider. Gelen misafire karşı ev reisinin sergileyeceği tavırlar da kanun ile belirlenmiştir ve şöyledir: a. Misafir sofranın başköşesindeki yerini aldıktan sonra evin koruması altına girer. 51 b. Misafir olarak gelen bayraktara koçun başı verilir diğer misafirlere ise omuz. c. Misafir olarak bayraktar değil de sancak başı gelirse ona omuz diğer misafire ise baş verilir. d. Misafir rakı ve yemeyi ilk bırakır. e. Sofrada Gjomarkaj’dan birisi ve uzak bir misafir bulunursa, bayraktar başı onunla paylaşır misafire ise omuz kalır. f. Bayraktar koçun başını yumruğuyla kırar, misafir de omuzun etini yedikten sonra kemiğini kırar. (iliğini çıkarır) g. Mirdita veya Lezha’ya Oher sancağından bir misafir gelirse de aynı evde Gjomarkaj’dan birisi varsa başköşeye Oher’li oturur Gjomarkaj da onun yanına oturur. ( Bu onur meselesi diye yapılmaz) h. Kahveyi ilk misafir alır sonrasında ev reisi. i. Sofrada elleri ilk başta ev reisi sonrasında da misafir yıkar. j. Rakının ilk bardağını ev reisi içer ikincisini de misafir içer. k. İlk lokmayı misafir yemeğe batırtır sonrasında ev reisi. l. Misafirinden önce yemeğe lokmasını batıran ev reisi 500 grosh’luk bir ceza öder. m. Misafirin önünde kendi sofrasına saygısızlık yapan ev reisi 500 grosh’luk bir ceza öder. n. Misafir yapılan hakaretin öcünü almak için açılan silah ateşinin bir cezası yoktur. Bunlar oyun gibi gelir ama uyulmadığı zamanlarda aynı sofrada oturan insanların birbirini öldürmeye sebep olmuştur. Misafirin saygısında eksiklik olmamalı. 142 İslam’da misafirin ağırlamasına özen gösterir. Misafir ağırlamak, bazı kişiler tarafından genellikle maddi ve manevi bir külfet olarak algılanır. Çünkü bu insanlar misafir ağırlamayı, Yüce Allah'ın rızasını kazanmaya ve güzel ahlak sergilemeye vesile olacak bir ortam olarak algılamazlar. Toplumsal bir gelenek ya da sosyal bir zorunluluk olarak görürler. Bu konuda ancak menfaat sağlama ihtimali onlar için şevklendirici olur. Oysa Kuran ahlakını benimsemiş bir mümin için misafir ağırlamak değerli bir ibadet ve güzel ahlakın ortaya konulabileceği bir vesiledir. Bu nedenle müminler, iman etmeyen insanların aksine misafiri güzellikle karşılarlar. 142 Gjeçov, a.g.e., 8. Kitap, 96. Bölüm, Misafir 52 Peygamberler Allah'ın insanlara ahlak ve tavır güzelliğinde örnek olarak yarattığı çok değerli insanlardır. Bizler din ahlakının nasıl yaşanması gerektiğini peygamberlerimizin kıssalarından öğrenebiliriz. Bu kıssalardan biri de Hz İbrahim ve konukları ile ilgilidir. Bir misafirin İslam ahlakına göre nasıl ağırlanması gerektiği Kuran'da Hz İbrahim örnek verilerek açıklanır. Aşağıdaki ayetlerde hayatı müminlere güzel bir örnek olan Hz. İbrahim'in, yaşadığı olay şöyle haber verilmektedir: “İbrahim’in ağırlanan konuklarının haberi sana geldi mi? Bir zaman İbrahim’in yanına girmişler: “Sana selam olsun” demişler, O da, “Size de selam olsun” demiş, içinden “Bunlar tanınmamış bir topluluk” (diye düşünmüştü). Hemen ailesinin yanına gidip, semiz bir buzağıyı (kesip pişirip) getirmişti. Bunu onlara onlara yaklaştırıp, “Yemez misiniz” dedi.143 Kuran'da bahsi geçen Hz İbrahim'in konuklarını ağırlama şekli, İslam ahlakının günlük hayata yansıyan en güzel örneklerinden bir tanesidir. Bu ayetlerdeki bilgilere göre: Misafir Güzellikle Karşılanmalıdır: Hz İbrahim kıssasında olduğu gibi müminler, ağırlayacağı kimselere öncelikle saygı, sevgi, huzur ve güler yüz sunar. Bunlar olmadan yalnızca ikrama dayalı bir ağırlama hoşnut edici olmaz. Misafir Rahat Ettirilmelidir: Kuran ahlakına sahip müminler, misafirin olabilecek tüm ihtiyaçlarını, özenle düşünür, onun söylemesine ve hissettirmesine gerek kalmadan bu ihtiyaçlarını karşılarlar. İkram Sezdirmeden Hazırlanmalıdır: Ayette bildirildiği gibi Hz İbrahim gelen misafirlere sunacağı ikramı sezdirmeden yapmıştır. Çünkü misafir olan kişi, çoğu zaman nezaketinden dolayı karşı tarafa ihtiyaçlarını hissettirmez Hatta çoğu zaman da ince düşünceli davranarak kendisine yapılacak olan ikramları engellemeye çalışır. İkram Gecikmeden Yapılmalıdır: Yine bu ayetlerde işaret edilen bir başka güzel tavır da, söz konusu ikramın gecikmeden yapılmasına yöneliktir. Böyle bir tavır her şeyden önce kişinin, misafirin varlığından duyduğu memnuniyeti ifade eder. İkramın En İyisi Seçilmelidir: Misafir ağırlama adabında uygun tavırlardan biri de Zariyat Suresinde haber verildiği gibi ikram edilebilecek en iyi yiyeceklerin seçilmesidir Hz İbrahim evine gelen konukları tanımadığı halde yapabileceği ikramın en iyisini yapmaya çalışmış.144 XV. HIRSIZLIK Kanuna göre hırsızlık olayında sadece kendi eliyle başkasının malını gizlice alan kişi cezalandırmaz. Ayrıca hırsıza yardım eden yardakçıları, ona yemek veren, çaldığı malı ondan satın alan, hırsız çocuklar ve soyguncular da Kanunen ceza görür. Kendi eliyle malı çalan kişi, yakalanırsa çaldığının iki katını mal sahibine geri verir bölgeye de 500 grosh 143 Zariyat, 24-27 144 İlmi Araştırmalar dergisi, sayı 57, mart 2009, s. 48-50 53 ceza. Yardakçılar malı birebir tazmin eder. Yemek veren ve çalıntı malı satın alanlar hırsız gibi ceza görürler. Çocukların çaldığını aileleri tazmin eder. Soyguncu güç kullanarak aldığı malı geri verir, köye 500 grosh ceza ve mal sahibine zaman kaybettirmişse o zamanın ücretini verir. Kanun hırsızlığa engel olmak ceza olarak çalınan her mal için iki tane geri verme kuralını getirmiştir. Bu kural büyükbaş hayvan, küçükbaş hayvan ve diğer bütün mallar için geçerlidir. Bire iki kuralı çalınamamış ama yakılmış ev, kulübe, mesken, kuru ot veya saman yığını, yapraklar ve çit için de geçerlidir. Bire iki kuralı öldürülen horoz ve iyi beslenmiş domuz için geçerli değil, bu iki hayvan için 500 groshluk bir para cezası verilir. Ziraat aletlerin çalımında da, aletler geri verilir ve alındığı günler için ücret verilir. Hırsızlığın en ağır cezası, misafirin malı çalındığı zaman verilir. Hırsız ev halkından ise köyce rezil kabul edilir ve meclislere katılması men edilir. Misafirin malını çalan ev halından değilse ona evi kırmanın ve misafiri aşağılamanın cezası verilir. Kanuna göre bölgeler arasındaki yollarda geçmek için ücret vermek gerekmez ve yol kesip ücret isteyen veya güç kullanarak yolcunun malını alan soyguncu sayılır ve kanunen cezalandırılır. Soyguncu güç kullanarak aldığı malı geri verir ayrıca bağlı olduğu köye de 500 groshluk bir para cezası da verir. 145 İslam zina cezasıyla ırzları koruduğu gibi, hırsızlık cezası ile de malları koruma altına almayı amaçlamıştır. Kuran’da şöyle buyurulur: “Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah her şeye galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”146 İslam toplumunda insanların birbirinin mallarına göz dikmeyeceği tedbirler alınır. Yoksul ve muhtaç duruma düşenler için zekat en büyük sosyal yardımlaşma kurumudur. Devlet, kimsesiz ve çaresizlerin elinden tutmakla yükümlüdür. Durum böyle olunca zaruret yüzünden, hırsızlığa yönelme söz konusu olmaz. Buna göre ceza da hırsızlığı alışkanlık haline getirmiş ve bunu profesyonelce işleyenlere yönelmiş olur. Nitekim Hz. Ömer bir kıtlık yılında hırsızlık cezasını uygulamamış, ancak zaruret yüzünden hırsızlık yapana da devlete halini arz etmediği için başka ceza vermiştir.147 145 Gjeçov, a.g.e., 10. Kitap, 112. Bölüm, Hırsızlığın tanımı 146 El-Maide, 5/38 147 Döndüren, Delilleriyle ticaret ve iktisat ilmihali, erkam yay., İstanbul 2008, s. 23 54 XVI. AHİT (BESA) Arnavut denilince birçok yerde besa (ahit) akla gelir. Besa Arnavutluk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Bunun kökleri eski Arnavutlara dayanır. Kanuna göre besa (ahit) maktulun ailesinin katile ve ailesine onları bir süreliğine kan davası için takip etmeyeceğine dair verdikleri sözdür. Bir anlamda ahit karşıdaki insana bu kadar süre için sana benden zarar gelmez demek olur. Kanuna göre katil ahit almak için maktulun ailesine adam göndermeli, ahit vermek ise adamlığın ta kendisidir. Bu verilen süreli ahit kanın bağışlandığı anlamına gelmez. Kanuna göre katile ahit verilirse maktulun cenaze törenine katılabilir. Ahit verildiği takdirde maktulun cenazesine katılmayan katile maktulun ailesi daha sonra ahit vermezse ayıp olmaz, adamlığından bir şey kaybetmez. Cenazeye katılmak için verilen ahdin süresi 24 saattir. 24 saatten sonra katil, ailesinin diğer erkekleriyle beraber evde kapanır. Katil için ilk ahit isteyecek kurum köyün kendisidir. Köye ahit verilmeden kimse ahit isteyemez. Köye ahit verildikten sonra sırasıyla kabileler ve şahıs olarak dostlar ahit istemeye gidebilir. Köy ve dostlar tarafından alınan ahit bir aylıktır. Kanuna göre maktulun ailesi zayıf ve güçsüzse katilin gene evde kapanması gerekir. Güçlü bir kişi katili alıp gündüzleyin maktulun köyünde gezdiremez. Kanuna göre “ İnsan kan davasına girince kaçması ve saklanması ona görev olur!”. Kanunda kan davasının ahdi dışında sürü ve çoban ahdi148 diye isimlendirilen ahit türü vardır. Bu ahit sürü ve çobanların geçişi hakkında iki veya daha fazla bayrağın aralarında yaptıkları anlaşmadır. Bayraklar, aralarında bu ahdi kurunca yolcunun, elçilerin ve çobanla sürünün yolunu belirlemiş olurlar. Bu kategori insanları bir beldeden diğer beldeye geçiş yaparken belirlenen yolların dışına çıkmadıkları sürece güvendedirler. Bu kategori insanlar belirlenmiş sınırlar içindeyken öldürülürse veya soyulursa sürü ve çoban ahdi çiğnenmiş olur. Bu ahdi çiğneyen kişi maktulun ailesine kan bedeli olarak 22 kese verir ( her bir kese 500 groshtur) ayrıca Katilin bayrağı katile ait üç evi yakar ve tarlaları nadasa bırakır, bağ ve bahçe gibi mülkleri tahrip eder. Ahit, Arnavutların sözünde duran adamlar olduklarının bir göstergesidir. Çünkü babanın, kardeşin veya aile fertlerinden başka birisini öldürmüş adama dolaşma serbestliği tanımak gerçekten er adamın işidir. 149 148 Gjeçov, a.g.e., 10. Kitap, 123. Bölüm, Sürü ve çoban ahdi 149 Gjeçov, a.g.e., 10. Kitap, 122. Bölüm, Ahit 55 XVII. ÖLÜM A. LEKE DUKAGJİNİ KANUNUNDA KAN DAVASI Leke Dukagjini kanunu kan konusunda erkek, kadın ve çocuk olmak üzere bütün insanların değerini eşit kabul eder. Bu konuda yönetici ile avam ve zengin ile fakir arasında fark yoktur. Kanuna göre herkes Tanrı tarafından bağışlanmış, herkes de eşit değerdedir. Şayet böyle bir fark kabul edilseydi fakirler boş yere öldürülmeye başlardı. Kanuna göre öldürülen her bir kişi için kan bedeli 6 kese ( 500’er grosh), 100 koç ve bir öküzdür. Yaralamanın bedeli de bunun yarısı kadardır. Ama yaralama bazen de yaranın bölgesine göre belirlenir, yara belden yukarı bir bölgede olursa 3 kese belden aşağı olursa 750 grosh ödenir. Yaralanan uzuv kesilirse doktor masrafı da verilir. Kan davasının dışında sadece kadınlar ve papazlar kalıyor. Kadın ve papaz öldürürse onlara karşı kan davası güdülmez, dava ailelerine aşılır. Eski zamanlarda kan davası sadece öldürenin öldürülmesini kabul ederdi ama daha sonra çıkan kanunlar katilin ailesini ve akrabalarını da kan davası için öldürülebilenler kapsamın almıştır. Yakın ve uzak akrabalar öldürme olayından sonraki 24 saat içinde kan davası için öldürülebilir, daha sonra ahit alıp hayatlarına devam edebilirle. Aile ise katille beraber aralarından biri öldürülene dek veya kan bağışlanana dek evde kapanırlar. Kanuna göre kavga eden iki kişi birbirini öldürürlerse onlar kana kan gitmiş sayılır, kan davası işlemez, ailelerin hiçbiri ceza ödemez. Ama kavga edenlerin birisi ölür de diğeri yaralı olarak kurtulursa yaralı olarak kurtulan ölenin ailesine yaralama bedeli kadar bir bedel öder. Kanuna göre çalan, kişiye küfür eden, borcunu ödemeyen, döven veya tehdit eden ve sebepsiz rahatsız eden kişi öldürülmez, bu kişileri öldüren kan davasına girer. Bu kişiler cezayı hak ediyorlar ve bu hak ihtiyarlar heyetine başvurarak elde edilebilir ama öldürmeyi hak etmiyorlar onun için bunları öldüren katil olur ve kan davasına girmiş olur. Bir kişi birisine borçludur diye ona kan hakkını bağışlamak zorunda değildir. Çünkü Kanuna göre kan ceza ile eşit olamaz. Bu kural sadece zina durumunda geçerliliğini kaybeder. Zina yaparken yakalananların ikisi öldürülürse Kanuna göre kanları kaybolup gider. Zânilerin aileleri onları öldürenden kan bedeli isteyemez ayrıca kendisine “eline sağlık” diyerek harcadığı mermiyi de iade ederler. Aileler katilin onları zina yaparken 56 öldürmediğine dair tereddütleri varsa ihtiyarlar heyeti katili yemine zorlar. Katilin yalan söylediği çıkarsa katil kan davasına girer ayrıca Kanuna göre ceza öder. Zina sonucu hamile kalmış bekâr veya evli kadın öldürülmeden uzak bir yere kaçabilirse bayrak ona ebediyen dönmeme yasağı getirir. Zina edenler tespit edilirse kabile, köy ve bayrak tarafların ikisini de öldürür kanları da kaybolmuş gider. Hamile kalan dul veya bekâr kadın gübre yığınının üstünde yakılır. –O kadın ateşin arasına konulur ve onu hamile bırakanın ismi sorulur, isim çıkarsa o da alınır ve ikisi öldürülür. Öldürmenin kazaen yapıldığı kanıtlanırsa öldürene karşı kan davası güdülmez. Kendisi kan bedelini öder ve ahit alıp hayatına devam eder. Kazaen öldürme durumunda kan bedeli dışında ceza ödenmez. Ahit verildikten sonra aileler arasında kavga çıkarsa ahdi sağlayan kefiller araya girerler ve verilen ahde uyulmasını sağlar. Kavga üstü ateş açılmışsa ateş açana ceza verilir. Öldürme olaylarında cezayı her zaman katil almaz. Şayet ceza ilk ateş açana verilir. Tetiği ilk çeken kişi öldürmeye çalıştığı kişiyi öldüremezse karşıdaki adam dönüp bunu öldürürse o sadece kan davasına girer, ceza ödemez. Çünkü ceza ilk ateş açana aittir, ikinci açılan ateş ilk ateş gibi değil. 150 B. AİLE İÇİNDE ÖLDÜRME Kanuna göre intihar edenin kanı kaybolur, ailesine de ceza verilmez. Kardeş kardeşi öldürürse öldürülenin kanı kaybolur fakat bayrağa para cezası ödenir. Babasını öldüren çocuk kabile veya köyce öldürülür. Annesini öldüren çocuk ise ebeveynleriyle kan davasına girmiş olur. Bu durum karısını öldüren adam için de geçerlidir. Kocasını öldüren kadının ailesi de maktul kocanın ailesiyle kan davasına girer. 151 C. KANIN AFFEDİLMESİ Kanuna göre kanın affedilmesi iki şekilde olur: a) Maktulun ailesinin yakınlarının araya girmesi ile b) Gjomark kabilesinin başları ve bayraktarların araya girmesi ile olur 150 Gjeçov, a.g.e., 10. Kitap, 124. Bölüm, Kan 151 Gjeçov, a.g.e., 10. Kitap, 133. Bölüm, İntihar edenin kanı kaybolup gider 57 Aracı olarak ister birinci grup ister ikinci grup olsun kefiller şarttır. Maktul tarafı kan bedeli dışında istediği bir kişi için de silah isteyebilir. Kan bedeli konuşulduktan sonra, kefil ve vadeler belli olduktan sonra yemek yenir ve kan affedilmiş olur. Kefiller iki tülüdür. Kefillerin ilk grubu kan kefilleri diye bilinir ve katilin ailesi tarafından belirlenir. Bunlar kavgaların tekrarlanmamasını sağlar. Kefillerin ikinci grubu ise kan parası kefili diye bilinirler ve maktulun ailesi tarafından belirlenir. Bunlar kan parasının zamanında verilmesini sağlarlar. Katilin ailesi kan parasını kan parası kefillerine verir, onlar da maktulun ailesine ulaştırırlar. Kanuna göre maktulun ailesi kan parasını aracısız bir şekilde maktulun ailesine veremez. Kan affedildikten sonra maktul ailenin reisi katilin kapısında bir haç işareti çizer. Bu haç işareti kanın affedilmesi işaretidir ve kapının üst veya yan taraflarında çizilebilir. Haçın çizilmesi için kullanılan demir de kanuna göre katilin damına atılır. Kanı bağışlayan ile bağışlanan arasında kanuna göre kan kardeşliği gerçekleştirilir. İki bardak alınır ve ortasına kadar su veya rakı ile doldurulur iki tarafın da küçük el parmakları iğne ile delinir ve akan kan bardaklara damlatılır. Taraflar karşılıklı birbirinin kanı bulunan bardakları içerler ve ana baba bir kardeş gibi kardeş olurlar. Bu da kan davanın ebediyen bittiğinin göstergesi olur. 152 D. VEFAT VE CENAZE MERASİMİ Kanuna göre ölüm Arnavut ailenin başına gelen bir sıkıntı, bir musibettir. Onun için Kanun sıkıntısı olan aileye sıkıntı vermeyi yasaklar. Cenazesi olan aile bir hafta köye olan bütün sorumluluklardan muaf tutulur. Aile o hafta boyunca köyün müşterek işlerine katılmaz. Bir hafta geçtikten sonra aile normal hayatına döner. Kanuna göre birisi vefat edince insanları cenazesine çağırmak üzere haberciler gönderilir. Vefat eden kişi erkekse cenazesini erkekler ve kadınlar ağlar. Vefat eden kişi kadınsa oğlu ve kardeşleri dışındaki erkekler cenaze için ağlamaz. Cenazeyi ağlayan erkekler üzüntüsünü ifade etmek için yüzlerini tırnaklarlar ve göğüslerini döverler. Kadınlar ağlar ama tırnaklanmazlar. Cenazeye gelmekte olan kişiler vefat edenin köyüne girer girmez cenazeye gittiklerini gösteren iki özel eşya giyerler. Cenazenin yanına gelenler üç defa “çok 152 Gjeçov, a.g.e., 10. Kitap, 135. Bölüm, Kanın affedilmesi 58 üzüldüm” diyerek ağıt yakarlar. Kanuna göre cenazeye gitmek üzere yola çıkan kimse “görüşürüz” demez, ona da kimse “iyi yolculuklar” demez. Hazirenin yanından geçerken mezar açmakta olanlara “kolay gelsin” denmez. Mezar açanlar vefat edenin yakınlarıysa baş sağlığı dilenir, arkadaş ise “yoruldunuz mu” diye sorulur. Cenazeye gelen kahvesini içtikten sonra fincanını indirir ve “Tanrı gayret versin” veya “Tanrı gayret versin! Bundan sonra güzel işitelim” der. Bu durumlarda “Tanrı düğün için sofra kurmanızı nasip etsin” denmez. Ağıt yakanlar, yüzleri ölüye dönük olarak ölünün etrafında yarım daire şeklinde sıralanırlar. Cenazeyi taşıyanlar da cenazeyi hazireye götürürken kimsenin kapısının önünden geçmemeye dikkat ederler. Cenaze toprağa verildikten sonra herkes ölenin evine döner ve orada yemek yedikten sonra dağılırlar. Cenazeyi ağlarken yüzlerini tırnaklayanlar evlerine varıncaya kadar yüzlerini yıkamazlar. Ölen erkekler için matem tutulur. Matem süresi ölümden başlayarak bir senedir. Belirttiğimiz gibi matem sadece erkekler için tutulur, çocuklar ve kadınlar için matem tutulmaz. Matem tutulurken kadınlar siyah elbise giymek zorundadırlar. Siyah üzüntünün rengidir. Ölenin evinde verilen yemekler dul bir kadın tarafından hazırlanır. Eşi hayatta olan kadın cenaze yemeği hazırlamaz, hazırlarsa eğer düğün yemeği hazırlayamaz olur. Yeni evlenmiş kadın ailesine ziyarete geldiğinde vefat ederse onun cenaze yemeğini ailesi hazırlar. İnsanlar da başsağlığı için ailesine gider. Kocasının ailesi onlara yardımcı olmak isterse yardımcı olabilir. Vefat eden kadının ailesinin parası yoksa köy onlara borç verir, borç alınan para bir sene içinde de geri verilir. 153 E. İSLAM HUKUKUNDA ÖLDÜRME CEZASI Cahiliye çağında kabileler, kendilerini birbirlerinden üstün görürlerdi, şayet kuvvetli kabilenin kölesi öldürülse yerine hür bir erkek; hür bir erkek öldürülse yerine iki hür erkek; kadın öldürülse yerine erkek öldürmek isterlerdi. Böylece o kabile, kendi kölelerinin başkalarının hürlerine, kadınlarının başkalarının erkelerine; bir erkeklerinin başkalarının iki erkeğine denk olacak kadar şerefli olduğunu gösterirlerdi.154 153 Gjeçov, a.g.e., 12. Kitap, İstisnalar ve ayrıcalıklar 154 Ateş, a.g.m., s. 323 59 İslam’ın gelmesiyle durumlar değişti. Allah’u Teala Kuran’da şöyle buyuruyor: “Ey inananlar, öldürmede kısas size farz kılındı (Katilin de öldürülmesi gerekir). Hür yerine hür, köle yerine köle, kadın yerine kadın…”155 Bu ayeti kerime ile kabileler arasındaki şeref dengesizliği buzuldu, bütün kabileler eşit kabul edildi. Allah Teala, Resulü’ne Mekke’yi fethetmeyi müyesser kılınca Huzeyliler, Leysoğullarından Cahiliye döneminde kendilerinden öldürülmüş birisine karşılık bir adamı öldürdüler. Bu sebeple peygamber (s.a.s) ayağa kalkıp bir hutbe verdi. Verdiği hutbesinde şöyle buyurdu: “Her kimin (velisi olduğu) bir yakını öldürülecek olursa o, iki işten hayırlı olanını yapmakta serbesttir. Ya o da (katili) öldürür ya da onun diyetini alır.”156 İbn Abbas (r.a), İsrail oğulları arasında diyetin söz konusu olmadığını haber vermektedir. Yani onların, dökülen kana bir bedel almalarının yada katili öldürmeden öylece terk etmelerinin haram olduğunu ve bu hükmün anlara yazılan hükümler arasında yer aldığını bildirmektedir. Yüce Allah, bu ümmetin yükünü hafifleterek “Her kime kardeşinden affedilecek olursa ya örfe uyarak istesin ve ona (maktulun diyetini) güzellikle ödesin”157ayeti ile bu hükmü nesh etmiştir.158 Peki katil nasıl öldürülmeli? Hemmam’dan, onun Katade’den rivayet ettiğine göre, bir Yahudi bir küçük çocuğun başını iki taş arasında ezdi. Peygamber (s.a.s) de onun başının iki taş arasında ezilmesini emretti.159 Ebu Kılabe’den, o Enes’ten, onun şöyle dediğini rivayet etti: Ukl kabilesinden sekiz kişi (Medine’ye) geldi. Medine’nin havası onlara ağır gelince Resulullah (s.a.s) onları kendisine ait (zekat malı) develerin bulunduğu yere gönderdi. Onlar da develerin sütünü içtiler. Sağlıklarına kavuşunca İslam’dan irtidad ettiler. Develerin çobanını öldürdüler, develeri de önlerine katıp götürdüler. Resulüllah (s.a.s) onların arkalarından adam gönderdi. Yakalanıp getirildiler. Ellerini, ayaklarını kestirdi, kızdırılmış çivilerle gözlerine mil çektirdi ve ölünceye kadar onları bıraktı.160 155 El-Bakara,, 2/178 156 Buhari, Diyat, 8; Müslim, Hac, 447; Ebu Davud, Diyat, 4 157 El-Bakara, 2/187 158 Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed et-Tahavi, Hadislerle İslam Fıkhı, Kitabi yay., İstanbul 2009, c. 5, s. 111 159 Buhari, Husumat, 1; Müslim, Kasame, 17; Ebu Davud, Diyat, 10 160 Buhari, Hudud, 15; Müslim, Kasame, 9, 14; Ebu Davud, Hudud, 3 60 Kısas İslam’ın ilk dönemlerinde bu şekilde yapılmakta idi ancak “Kılıçtan başkasıyla kısas yapılmaz”161 hadisi ile nesh edilmiştir. İşte bu hadis, her maktule karşılık ne şekilde öldürülürse öldürülsün kısasın ancak kılıç ile uygulanacağına delildir.162 Resulullah (s.a.s) Mekke’nin fethedildiği gün bir hutbe verdi. Hutbesinde dedi ki: “Şunu bilin ki, kamçıyla, sopayla, taşla kasıtla olmayıp hata yoluyla öldürülen kimseden dolayı ağırlaştırılmış bir diyet ödenir. Bu da, kırkı gebe olan dişi deve olmak üzere yüz devedir.”163 Bu hadis hata ile gerçekleşmiş öldürme için kısasın uygulanmayacağı direkt diyetin alınacağına dair delildir. Ubeyd b. Nadla el-Huzai’den, onun el-Mugire b. Şube’den rivayet ettiğine göre, iki kadından biri diğerine çadır direğini vurmuş ve onu öldürmüştü. Resulullah (s.a.s), öldüren kadının asabesinin diyet ödemesine ve ölenin karnındaki cenin için de bir gurre ödemesine hükmetti. Gurre ise bir köle yada bir cariyedir. Bedevi: “yemek yememiş, içmemiş, sesi çıkmamış, doğarken ağlamamış birisinin diyetini mi ödeyeceğim? Böyle bir şey (in kanı) boşunadır” dedi. Allah resulü: “Bu, bedevilerin yaptıkları seci’ gibi bir seci’dir” dedi.164 Bu hadis’ten cenin için ödenen diyetin bir gurre olduğunu anlıyoruz. İslam devletinde diğer dinlere mensup veya dinsiz olan kişilerin ahit almaları gerekir. Onların ahit almaları cizye ödemekle olur. Cizyesini ödeyen kafir İslam devleti sınırları içerisinde emindir. Ancak cizye ödemeyenin böyle bir emniyeti yoktur. Cizye ödemeyen kafiri öldüren Müslüman’a ne kısas uygulanır ne de ondan diyet istenir İslam’da katilin ailesi değil katilin kendisi cezayı çeker. Bu ceza da şahıslar tarafından değil devlet tarafından verilir. 161 İbn Mace, Diyat, 25 162 Tahavi, a.g.e., s. 131 163 Nesai, Kasame, 33 164 Buhari, Tıb, 46; Müslim, Kasame, 36, Ebu Davud, Diyat, 19 61 SONUÇ Bu çalışmamızda Leke Dukagjini kanununun bir incelenmesi yapıldı. Güncelliğini koruyan konular tek tek ele alındı ve ayrıntılarıyla açıklandı. Daha sonra aynı konular hakkında İslam hukuku kaynaklarına göre ele alındı ve farklar daha belli olsun diye yan yana getirildi. Tezin sonunda çıkarılan sonuçlar aşağıdaki gibidir. İlk başta ele aldığımız konular aile hukuku ile alakalı olan konulardı. Bu konulara baktığımızda Leke Dukagjini kanununun katı kurallar içerdiğini ve bazı konularda çok aşırı gittiğini fark ettik. Leke Dukagjini kanununda kadın bir köle değerindedir, mal gibi muamele görüyor, ne söz hakkı vardır ne de miras hakkı. İslam hukukunun çizdiği aile tablosuna baktığımızda ise aile fertlerinin tamamına değer verildiğini, kadına miras ve söz hakkı verildiğini fark ediyoruz. Ayrıca kanun’da boşanmaya izin verilmediğini bunun da zinaya ve ailenin çıkmaza girmesine sebep olduğunu fark ettik. İslam hukuku evliliğin hayat boyu olmasına rağmen ailenin çıkmaza girdiği anda boşamaya izin verdiğini, ayrılan eşlerin de başka kişilerle evlilik kurabilmelerine serbestlik tanıdığını gördük. Leke Dukagjini kanununda evliliklerin, aile iradesine bağlı olduğunu, dünür vasıtasıyla gerçekleştiğini ve evlenen erkek ve kızın iradesi alınmadan, itirazları dinlenmeden gerçekleştiğini gördük. İslam hukukunda evlilikte asıl olan evlenecek olan kişilerin hür iradesinin ön planda olduğunu gördük. Daha sonra miras konularına geçtik ve Leke Dukagjini kanununda mirasçı unvanına layık görülen tek grup eli silah tutan erkeklerin olduğunu fark ettik. İslam hukukunun mirasçılar yelpazesini çok geniş tuttuğunu fark ettik. Bu sonuncu miras sisteminde hakkı yenmesin diye özellikle kadınların paylarının belli olduğunu fark ettik. İlk miras sisteminde mirasın bir elden diğer ele geçmesi amaçlanırken ikinci sistemde mirasın daha geniş bir kitleye dağıtılması amaçlanmıştır. Ele aldığımız sonraki onular ceza hukuku konularıydı. Bu konuları işlerken Leke Dukagjini kanununda öldürme ve zina suçları dışındaki suçlar için genelde maddi cezaya gidildiğini fark ettik. Bu cezalandırma uygulaması genelde yöneticilerin zenginleşmesine 62 yol açardı. İslam hukuku sisteminde ise maddi cezalandırmadan kaçınılmıştır. Her suçun cezası da ayet veya hadis ile belirlenip değiştirilmemiştir. İkinci sistemin suçu önlemede daha etkili olduğu bariz bir şekilde görülür. Son incelediğimiz konular ise kan davaları ile alakalı konulardır. Leke Dukagjini kanununda öldürmenin cezası yöneticilerce değil maktulun ailesinden verildiğini ve uygulandığını gördük. Öldüren ya evinde kapanır yada çıktığı anda maktulun ailsi tarafından öldürülür. Öç sadece katilin öldürülmesiyle değil onun erkek yakınlarından birisinin öldürülmesiyle de alınmış kabul edildiği için katilin akrabaları da evde kapanmak zorunda kaldıklarını ve bunun da eğitimsizliğe yol açtığını gördük. İslam hukukunda ise katilin cezasının devletçe verildiğini, şahsın öç almasına müsaade edilmediğini gördük. Bu da olayın kapanmasını ve kan davasına dönüşmemesini sağladığını fark ettik. Tezimizi baştan sonuna kadar incelediğimizde Müslümanların Leke Dukagjini kanununu uygulamamaları gerektiğini anlıyoruz. 63 BİBLİOGRAFYA Acar, Halil İbrahim, “İslam hukuku açısından nişanlanma”, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 23, Erzurum, 2005 Akgündüz, Ahmet, Diyanet İslam Anslikopedisi, “Başlık” Bardakoğlu, Ali, Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Ceza” Bardhi, Pashk, “Shenime biyografike mbi A. Shtjefen Gjeçov”, Kanuni i leke Dukagjinit,Kuvendi yay, Shkoder 2001 Bebek, Adil, Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Ceza” Berki, Ali Hikmet, İslam hukukunda feraiz ve intikal, Diyanet işleri başkanlığı yay., Ankara 1985 Boman, Sofia – Krasniqi, Njomza, “The kanun of Lekë dukagjini among Kosova Albanians in Sweden”,( yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Marlö üniversitesi 2012 Camaj, Martin, Kanuni i Leke Dukagjinit’in önzözü, Gjonlekaj Publishing Company, New York Çobani, Tonin, Princi i perfolur Leke Dukagjini, Enti botues lisian ve Toena yay, Tirane 2003 Döndüren, Hamdi, Delilleriyle aile ilmihali, Erkam yay, İstanbul 2008 ---------------, Delilleriyle İslam Hukuku, Erenler matbaası yay., İstanbul 1983 ---------------, İslami ölçülerle ticaret rehberi, erkam yay., İstanbul 2006, ---------------, Delilleriyle ticaret ve iktisat ilmihali, erkam yay., İstanbul 2008 Ebu Davud, Suleyman bin el-eşas es-sicistani, Sunenu ebu Davud, Daru ibn Hazm yay., Lubnan 64 el-Buhari, Ebu Abdullah bin İsmail bin İbrahim, Sahihu el-Buhari, mektebetu ibadu err- Rrahman, Mısır 2008, el-Hazimi, Abdullah, ter. Hanifi Akın,7 hadis imamının ittifak ettikleri hadisler, Karınca & polen yay., İstanbul 2009 El-Kasani, Alaeddin Ebu Bekir Mesud bin Muhammed, Bedayu es-Sanayi fi tertibi eş- şerayi, 2. Baskı, Daru el-kitab el-arabiy yay. Beyrut 1974 el-Mevsıli, Mecuddin Abdullah, el-İhtiyar li-talili el-Muthar, Kahire (t.y.), Encyclopedia Britannica, encyclopedia britannica yay, ABD, 1970 Es-Sanani, Muhammed b. İsmail, Sebilu es-selam şerhi bulugul meram min edilleti el- ahkam, 3. Baskı et-Tahavi, Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed, Hadislerle İslam Fıkhı, Kitabi yay., İstanbul 2009 Gjeçov, Shtjefen Kostandin, Kanuni i Leke Dukagjinit, terc. Leonard Fox, Gjonlekaj Publishing Company, New York, 1989 http://shekulli.com.al/web/p.php?id=2685&kat=108 ibn Kesir, Ebu el-Fida İsmail İmamu ed-Din bin Ömer İbn Kesir bin Davud, Hadislerle Kur’an-ı kerim tefsiri, Çağrı yayınları İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed bin Yezid el-Kazvini, Sünen, Thk. M.F. Abdulbaki, Mısır 1952, İlmi Araştırmalar dergisi, sayı 57, mart 2009 Karaman, Hayreddin, İslam’da kadın ve aile, Ensar Neşriyat, İstanbul 2006 Mangalakova, Tanya, “The kanun in present- day Albania, Kosovo, and Montenegro”, IMIR yay., Sofia 2004 Müslim, Hüseyin Müslim bin Haccac el-Kuşeyri en-Nisaburi, Sahihu Müslimin, Daru ihyai el-kutubi el-arabiy Trnavci, Genc H., “The Albanian customary law and the canon of Leke Dukagjini: A clash or synergy whith the modern law”, selected Works 2008 Yaran, Rahmi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Düğün” 65 Yeniçeri, Celal, İslam iktisadın esasları, Şamil yay., İstanbul 1980 Zuhayli, Vehbe, terc. İslam fıkhı ansiklopedisi, Risale yay., İstanbul 2005 66 ÖZGEÇMİŞ Adı, Soyadı Halil Mulaj Doğum Yeri ve Yılı Durres 1987 Bildiği Yabancı Diller Arnavutça, Anadil ve Düzeyi İngilizce, İyi Eğitim Durumu Başlama - Bitirme Kurum Adı Yılı Lise 2001 2005 Medreseja H. Mustafa Varoshi Lisans 2006 2010 Uludağ Üni.. İlahiyat Fak. İlahiyat Bölümü Yüksek Lisans 2010 - Doktora - - Çalıştığı Kurum Başlama - Ayrılma Çalışılan Kurumun Adı (lar) Yılı - 1. 2. 3. Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Kuruluşlar Katıldığı Proje ve Toplantılar Yayınlar: Diğer: İletişim (e-posta): halil_al@hotmail.com Tarih İmza Adı Soyadı Halil Mulaj 67