T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI CROHN HASTALARINDA GASTROİNTESTİNAL TUTULUM LOKALİZASYONLARININ VE KLİNİK BULGULARIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. İsmail BAYRAKÇI UZMANLIK TEZİ BURSA - 2017 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI CROHN HASTALARINDA GASTROİNTESTİNAL TUTULUM LOKALİZASYONLARININ VE KLİNİK BULGULARIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. İsmail BAYRAKÇI Danışman: Prof. Dr. Macit GÜLTEN UZMANLIK TEZİ BURSA - 2017 İÇİNDEKİLER Özet ii İngilizce Özet iv Giriş 1 Gereç ve Yöntem 30 Bulgular 32 Tartışma ve Sonuç 41 Kaynaklar 52 Teşekkür 64 Özgeçmiş 65 i ÖZET Crohn hastalığı (CH) gastrointestinal kanalın kronik inflamatuvar bir hastalığıdır. Çalışmamızda CH'nin bölgemizdeki demografik, klinik ve laboratuvar özellikleri ve tutulum lokalizasyonlarının sıklığı ile cinsiyet ve yaş grupları arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroeneteroloji Bilim Dalında 2000-2016 yılları arasında takip edilen 95 hasta, retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, tanı alma yaşı, başlangıç semptomu, anemi, sedimentasyon, CRP (C-reaktif protein), sistemik hastalık, intestinal komplikasyonlar, ekstraintestinal komplikasyonlar, kolon kanseri gelişimi ve gastrointestinal tutulum yerleri incelendi. Çalışmaya dâhil edilen 95 Crohn hastasının ortalama takip süreleri 30 (5-180) ay idi. 43’ü (%45,3) kadın, 52’si (%54,7) erkekti. Ortalama Crohn hastalığı tanı konulma yaşı 35,0 yıl (18-75 yıl) olarak saptandı. Crohn hastalarında erkek kadın oranı 1,2/1 olarak saptandı. Hastaların %60'ı 40 yaş altında %40'ı ise 40 yaş ve üstünde saptandı. Tanı anında en sık saptanan ilk üç semptom sırası ile karın ağrısı (%80,9), ishal (%52,1), kilo kaybı (%24,5) olduğu görüldü. Tanı anında hastaların %57,9'unda anemi vardı ve hastaların %64,2’sinde CRP, %68,4’ünde sedimantasyon değeri yüksek bulundu. Hastaların %24,2'sinde CH ile beraber sistemik hastalık varlığı saptandı. Hastaların %43,1'inde intestinal komplikasyon geliştiği görüldü. Bu komplikasyonlar içinde en sık perianal hastalık (%16,8) saptandı. Çalışmamızdaki hastaların hiç birinde takip süreleri boyunca kolon kanseri görülmedi. Hastalarımızda %46,3 oranında ekstraintestinal tutulum saptandı. En sık görülen ekstraintestinal semptomlar %12,6 ile sakroileit/ankilozan spondilit ve %8,4 ile artrit idi. Hastaların %65,1'inin inflamatuvar, %23,2'sinin penetran, %11,6'sının stenozan tipte olduğu bulundu. Hastalarda tutulum sırasıyla ince barsak (%41,1), ileokolon (%33,6), kolon (%26,3), üst GİS (%2,8) olarak saptandı. Tutulum lokalizasyonları ayrıntılandığında ise en sık sırası ile %66,3 terminal ileum, %36,8 ile sağ kolon/çekum tutulumu olduğu ii görüldü. Lokalizasayonlar açısından yaş ve cinsiyete göre tutulum sıklığına bakıldığında ileokolonik tutulum dışında cinsiyetler arası anlamlı farklılık olmadığı saptandı. Tutulum bölgelerinin yaş grupları arasındaki dağılımına bakıldığında anlamlı farklılık olmadığı görüldü. Çalışma sonuçlarının bazı parametreleri daha önceki çalışma sonuçları ve literatür verileri ile uyumlu idi. Tutulan gastrointestinal lokalizasyonların sıklığı ile cinsiyet arasındaki korelasyona bakıldığında ileokolonik tutulum dışında cinsiyetler arası anlamlı farklılık olmadığı, tutulum lokalizasyonların sıklığı ile yaş grupları arasındaki dağılımına bakıldığında da anlamlı farklılık olmadığı saptandı. Bu ilişkinin daha açık ortaya konulabilmesi için daha geniş ve prospektif çalışmaların yapılması gerekmektedir. Anahtar kelimeler: Crohn hastalığı, klinik özellikler, tutulum lokalizasyonları. iii ABSTRACT RETROSPECTIVE ANALYSIS OF GASTROINTESTINAL LOCATIONS OF INVOLVEMENT AND CLİNİCAL FINDINGS IN CROHN’S DISEASE PATIENTS Crohn’s disease is a chronic inflammatory disease of the gastrointestinal tract. In this study, it was aimed to evaluate the relation of clinical, laboratory and demographic features of Crohn’s disease in our region and frequency of involvement of gastrointestinal locations with gender and age groups. 95 patients who have been followed up in Uludag University Medical Faculty Gastroenterology Department from 2000 to 2016 were analyzed retrospectively. Patient’s age, gender, age of diagnosis, presenting symptom, anemia status, sedimentation, C- reactive protein (CRP), systemic diseases, intestinal and extraintestinal complications, colon cancer development and involved gastrointestinal parts were analyzed. Mean follow-up period of these 95 patients who involved in this studywas 30 (5-180) months. 43 (45.3%) of them are female while 52 (54.7%) are male. The median age at the time of diagnosis was 35 (18-75). Male to female ratio in our Crohn’s patients is 1.2/1. 60% of the patients are younger than 40 years of age while 40% is 40 or older.The most common 3 symptoms at the time of diagnosis were abdominal pain (80.9%), diarrhea (52.1%) and loss of weight (24.5%), respectively. At the time of diagnosis, 57.9% of the patients had anemia and it was found that CRP in 64.2% of them and sedimentation in 68.4% were higher than normal. It was observed that 24.2% of the patients had a systemic disease in comorbidity with the Crohn’s disease. Intestinal complications have developed in 43.1% of patients. Most common one in these complications was perianal disease iv (16.8%). No patient has developed colon cancer during follow-up period in our study. Extraintestinal involvement was observed in 46.3% of the patients. Most common ones are sacroiliitis/ankylosing spondylitis (12.6%) and arthritis (8.4%). Patients were observed to have inflammatory (65.1%), penetrating (23.2%) or stenosing (11.6%) types. Mostly involved locations of the patients are small bowel (41.1%), ileocolon (33.6%), colon (26.3%) and upper gastrointestinal tract (2.8%), respectively. When a more detailed localization was made, it was noted that terminal ileum (66.33%) and ascending colon/cecum (36.8%) are the most frequently involved gastrointestinal parts. When involvement status was evaluated according to age and gender in terms of localization, no statistically significant difference was observed between gender groups other than ileocolonic involvement. Also, there was no significant difference between frequencies of involvement of gastrointestinal locations when age distribution of involved parts were evaluated. Some parameters of the study results were found consistent with those of previous studies and data in literature. When correlation between involvement frequency of gastrointestinal parts and gender groupsis assessed, no significant difference was observed except ileocolonic involvement. Also, no significant difference was noted between age groups and involvement frequency of gastrointestinal locations. It is needed to conduct broader and prospective studies to display these relations more clearly. Key words: Crohn’s disease, clinical features, involved locations. v GİRİŞ İnflamatuvar barsak hastalıkları (İBH), genetik olarak duyarlı kişilerde, çevresel faktörlere ya da çeşitli antijenlere karşı abartılı bir immün yanıt ile meydana gelen, kronik seyirli, remisyon ve aktivasyon dönemlerinin birbirini izlediği nedeni tam olarak bilinmeyen, klinik olarak oldukça heterojen şekillerde karşımıza çıkan, değişik sistemik ve ekstraintestinal tutulumlarla seyredebilen tekrarlayıcı bir grup inflamatuvar hastalıktır (1,2). İBH klinik ve prognostik olarak birbirinden farklı özellikleri olan iki ana formda tarif edilmektedir: Ülseratif kolit (ÜK) ve Crohn hastalığı (CH) (3). ÜK, kolonun mukozal tabakasında sınırlı olan, tekrarlayan ataklar şeklinde seyreden kronik inflamatuvar bağırsak hastalığıdır. Hemen tüm vakalarda tipik olarak rektum tutulmuştur ve kolonun proksimal segmentlerine doğru devamlı ve atlamasız bir şekilde ilerleyebilir. CH, transmural inflamasyon ve atlamalı lezyonlar ile karakterize olan, tüm gastrointestinal kanalı tutabilen, kronik, granülomatöz inflamatuvar bağırsak hastalığıdır. Ağızdan anüse kadar tüm sindirim kanalı tutmakla beraber en sık tutulan bölgeler terminal ileum ve proksimal kolondur. Hastalığın transmural tutulum özelliği gastrointestinal kanalda fibrozis gelişimine ve buna bağlı luminal darlıklara neden olmaktadır. Bu nedenle hastaların bir kısmı ÜK hastalarından farklı olarak tıkayıcı semptomlar ile başvurabilmektedir. Daha önemlisi aynı transmural tutulum özelliği, hastalığın perianal/enteral fistüller veya apse formasyonları ile komplike olmasına sebep olabilmektedir (4). ÜK ile CH ayırıcı tanısı endoskopik, radyolojik, histopatolojik incelemeler, laboratuvar testleri, hasta ve aile öyküsü ile diğer gastrointestinal hastalıkların dışlanması ile yapılmakta. Bununla beraber bir kısım hastada tüm incelemelere rağmen hastalık tipi belirsiz kalabilmektedir. Bu durumdaki hastaların büyük bölümünde kesin sınıflandırılamayan bir kolit söz konusudur ve İBH tanılı vakaların yaklaşık %10-15’ini oluşturan bu hastaları tanımlamak için ‘’indetermine kolit’’ terimi yaygın olarak kullanılmakta (1). 1 Crohn hastalarında klinik olarak ishal, karın ağrısı, kanama, anemi ve kilo kaybı gibi gastrointestinal tutulum ile ilişkili semptomların dışında artrit, ankilozan spondilit, sklerozan kolanjit, üveit, iritis, pyoderma gangrenozum (PG) ve eritema nodosum (EN) gibi ekstarintestinal belirtiler de görülebilir. Medikal tedavi ile alta yatan patojenik mekanizmanın düzeltilmesi veya hafifletilmesinden ziyade, hastanın remisyona sokulması, remisyonun sürdürülmesi ve hastalığın sekonder etkilerinin düzeltilmesi hadeflenir. Crohn hatalığında, inflame segmentin rezeksiyonu küratif değildir. İnflamasyon genellikle tekrarlar (5). 1. Epidemiyoloji İnflamatuvar barsak hastalığı yüksek sosyoekonomik durumu olan ülkelerde, kentsel bölgelerde ve soğuk iklim bölgelerinde daha yüksek oranlarda; düşük sosyoekonomik durumu olan, gelişmekte olan ülkelerde, kırsal bölgelerde ve sıcak iklimlerde ise daha düşük oranlarda görülmektedir (6). En yüksek insidans ve prevelans oranları Kuzey Avrupa (7), İngiltere (8) ve ABD’de (9) olduğu bilinmekteyken 1980’lerin ortalarından 1990’lara Avrupa, Pasifik Ülkeleri, Orta Doğu ve Latin Amerika’da insidans ve prevelansta artış olmuştur. Düşük insidanslı bölgelerde İBH görülme sıklığındaki artışın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bunun sebebi hastalığın bilinirliğinin ve tanı olanaklarının artmasına ek olarak çevre, yaşam tarzı ve genetik faktörlerin değişikliklerine bağlı olabilir (10). Popülasyona dayalı çalışmaların sonucuna göre; İBH insidansının Ülseratif kolit için yaklaşık 0,5-24,5/100.000 kişi/yıl ve Crohn hastalığı için 0,1-16/100.000 kişi/yıl oranında olduğu bildirilmiştir (11). Dünyada saptanan en düşük insidans değerleri Ülseratif kolit için 0,69/100.000 kişi/yıl ve Crohn hastalığı için 0,09/100.000 kişi/yıl olarak Sri Lanka’dadır. Saptanan en yüksek değerler ise Ülseratif kolit için 11,2/100.000 kişi/yıl ve Crohn hastalığı için 17,4/100.000 kişi/yıl olarak Avusturalya’dadır (12,13). 2 Batılaşmanın artığı ülkerlerde; Doğu Avrupa, Asya, Batı Hindistan ve Kuzey Afrika gibi yerlerde İBH görülme oranı artmaktadır. Otuzbir Avrupa merkezinin katılımı ile gerçekleşen popülasyona dayalı çalışmada hastalık insidansında Doğu-Batı farkı yayınlanmıştır. Dünya’da en yüksek insidans Faroe Adaları’ndan (81,5/100.000) bildirilmiştir. Bütün Batı Avrupa merkezlerinde ÜK ve CH için insidans oranları Doğu Avrupa merkezlerinden yaklaşık olarak iki katı kadar yüksektir (14). Bu bölgesel farklılığın nedeni açık değildir. Hastalık görülme sıklıkları gerçekten farklı olabilir veya Doğu Avrupa’da hastalığın saptanmasında sağlık sistemlerindeki eksikliğe bağlı olabilir. Hastalık görülme oranının düşük olduğu bilinen Asya’da hızlı sosyoekonomik gelişmeye paralel olarak insidansda hızlı artış gözlenmektedir. En son, 8 Asya ülkesinin katıldığı popülasyona dayalı çalışmada İBH insidansının 0,54-3,44/1000.000 arasında değiştiği gösterilmiştir. İnsidans artışının nedeni arasında fazla şehirleşme, genetik yatkınlık, yaşam koşulları ve/veya diyet alışkanlıkları olarak açıklanabilir (15). İsrail'de yapılan çalışmalarda, İBH’nın Asya-Afrika'da doğmuş Yahudilerde Avrupa-Amerika'da doğmuş Yahudilerden daha az sıklıkta ortaya çıktığı, ancak farkın ilerleyen yıllar içerisinde azaldığı, hatta Crohn hastalığı için kaybolduğu tespit edilmiştir (16). Amerika Birleşik Devletleri’nin Minnesota bölgesinde yapılan 1940- 2000 yılları arasını kapsayan bir çalışmada Crohn hastalığı insidansı 1940- 1949 arasında 2,3/100.000 kişi/yıl, 1960-1969 arasında 6,5/100.000 kişi/yıl ve 1990-2000 yılları arasında ise 7,9/100.000 kişi/yıl olarak saptanmıştır. Hastalığın insidansı 1940’tan sonra artış göstermiş, son 30 yılda ise çok değişmeden kalmıştır (17). İnflamatuvar Bağırsak Hastalıkları Derneği tarafından, 2004-2007 yılları arasında, hastane verilerine dayalı epidemiyolojik çalışma yapılmıştır. Çalışmaya 10 ilden 19 merkez katılmıştır. Toplam 3954 olgu değerlendirilmiştir. Olguların %74’ü ÜK, %25’i CH olup, (çalışma sırasında yeni tanı almış 228 ÜK, 125 CH) insidansları sırası ile 4,1/100.000 ve 2,6/100.000 olarak bildirilmiştir (18). 3 Türkiye 2001-2003 yılları arasında yapılan çok merkezli bir epidemiyolojik araştırmada Ülseratif kolit insidansı 4,4/100.000 kişi/yıl, Crohn hastalığı insidansı 2,2/100.000 kişi/yıl bulunmuştur (19). Prevalans ise bölgelere göre oldukça fazla değişkenlik göstermekte olup Crohn hastalığı için 9-199/100.000 ve ülseratif kolit için 21-268/100.000 arasındadır (6,9). Türkiye’de İBH prevalansı ÜK için 25,2/100.000, CH için 7,7/100.000 bulunmuştur. Türkiye verileri Doğu Avrupa verileri ile benzerlik göstermektedir (18). Crohn özellikle yüksek insidanslı bölgelerde kadınlarda daha sık gözüküyor iken Ülseratif kolit erkeklerde daha sık görülmekte. Ancak bütün çalışmalarda bu bulgu saptanmamıştır (20). İBH Derneği epidemiyolojik veri tabanına göre, Türkiye’de cinsiyet dağılımı her iki hastalık için de kadın predominan olup, kadın-erkek oranı CH’da 1,24, ÜK’te 1,27 olarak tespit edilmiştir (18). Crohn hastalığı en sık 20-30 yaş aralığında görülmekle birlikte herhangi bir yaşta da ortaya çıkabilir. İleri yaşta beşinci ve altıncı dekatlarda (50-60) ikinci bir pik yapar (21). Hastalığın genç yaşta ortaya çıktığı kişilerde genetik yatkınlığın, ileri yaşlarda ortaya çıktığı kişilerde çevresel faktörlerin ağır bastığı düşünülmektedir (22). Türkiye verilerine göre her iki hastalık için, 20-29 ve 40-49 yaşlar arasında iki pik saptanmıştır (18). Sosyoekonomik durumu iyi, sedanter yaşantılı ve kapalı ortamlarda çalışanlarda açık havada beden gücü ile çalışanlara göre daha sık ortaya çıktığı müşahede edilmiştir. Epidemiyolojik verilere göre, İBH etyopatogenezinde çevresel faktörlerin ve genetik yatkınlığın önemli bir yeri olduğu söylenebilir (6). 2. Etiyoloji İnflamatuar barsak hastalıklarının etyolojileri tam bilinmemekle birlikte ancak çeşitli çevresel faktörler, genetik yatkınlık, bozulmuş immun yanıt mekanizmalar etyopatogenezde önemli bir yer tutmaktadır. İnflamatuvar barsak hastalıklarında immun yanıtı tetikleyen mekanizmaların tam olarak ne oldukları halen bilinmemektedir. Birçok mekanizma bulunmuş ve öne 4 sürülmüştür ancak bunlardan hiçbiri esas sorumlu mekanizma olarak gösterilememiştir. Tetikleyici etken ne olursa olsun, bağışıklık sisteminin uygunsuz aktivasyonu, intestinal yolda hem akut hem de kronik sürekli bir enflamasyona neden olur (23). 2.1. Çevresel Faktörler İBH patogenezinde birçok çevresel ve bireysel risk faktörleri hastalık ile ilişkisi gösterilmiştir. Bunlar arasında yaş, cinsiyet, etnisite, fiziksel aktivite, obezite, anne sütü ile yeterince beslenememe, oral kontraseptifler, nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ), diyet, prenatal olaylar, çocukluk çağı enfeksiyonları, hijyen, sigara, bakteriyel, viral ya da paraziter enfeksiyonlar, meslek, apendektomi, psikolojik faktörler gelmektedir (Tablo 1) (23,24). 5 Tablo-1: İnflamatuar bağırsak hastalıklarında bireysel ve çevresel faktörlerin hastalık insidansı ve aktivitesi üzerine etkileri (24) Kişisel ve Risk Açıklama Çevresel Faktörler Yaş 15-40 yaş arası insidans↑ Bi-modal yaş dağılımı mevcuttur. Cinsiyet CH, K>E Düşük insidanslı bazı bölgelerde ÜK, E>K CH için E>K Düşük düzeyde fark mevcuttur Etnisite Yahudilerde insidans↑ Çevresel faktörler, yaşam tarzı Siyah ve Hispaniklerde Farkları ve genetik özelliklere bağlı insidans↓ Farklar mevcuttur. Sosyoekonomik gelişmişlikte risk↑ Genetik Aile öyküsü(+) ise insidans↑ Çok sayıda genetik faktör tanımlanmıştır. Sigara CH, insidans↑, hastalık CH’da tüm hastalar sigarayı aktivitesi↑ bırakma konusunda ÜK, insidans↓ bilgilendirilmelidir. ÜK’te transdermal nikotin tedavisi kullanımı önerilmektedir. Diyet ve İnek sütü proteini riski↑ Batı tipi beslenme riski↑ hayat tarzı Lifli gıdalar riski↓ Obezitede hastalık aktivitesi↑ Omega-3 yaş asitleri riski↓ Fiziksel aktivite riski↓ Basit şekerler/yağ riski↑ Bağırsak Bağırsak mikroflorası ile İBH Genetik yatkınlık + mikroflora mikroflorası ve Patogenezi arasında ilişki(+) özellikleri + immün sistem Akut gastroenterit ile ilişki? enfeksiyonlar değişiklikleri Antibiyotik öyküsü,insidans↑ Anne sütü ve Anne sütü riski↓ Anne sütünün Gİ mukozanın perinatal Erken Gİ enfeksyon riski↑ gelişimi ve olgunlaşmasında önemli rolü vardır. olaylar NSAİİ NSAİİ ile akut alevlenme COX enzim inhibisyonuna bağlı Gİ arasında ilişki (+) hasarla ilişki olabilir. Düşük dozda güvenli Bağırsak mikroflorası ile Gİ mukozal olabilir. savunma arasındaki etkileşim? Oral ÜK ve CH’ da insidansı↑ Patogenez bilinmiyor kontraseptifler Risk artışı düşük Bağırsak küçük damarlarında mikro- trombozlar? ve HRT Remisyona girmeyenlerde kesilmeli Apendektomi ÜK riskinde↓ Apendektomi sonrası mukozal immun yanıtta değişiklik? Psikososyal Psikososyal stres, hastalık Emosyonel faktörler ve hastalık faktörler alevlenmesi riski↑ aktivitesi arasındaki ilişki güçlü değil Gİ: gastrointestinal; NSAİİ: nonsteroid antiinflamatuvar ilaç; COX: siklooksijenaz; HRT: hormon replasman tedavisi; CH: Crohn hastalığı; ÜK: Ülseratif Kolit 6 Sigara kullanımı CH gelişim riski ile doğrudan ilişkilidir. Mevcut sigara içen kişiler yanında eski kullanıcılar da hiç sigara içmeyenlere kıyasla CH gelişimi açısından daha yüksek risk altındalar (25). Nikotinin vasküler prostasiklin yapımını baskılayarak Crohn hastalığında en erken görülen lezyon olan mikrotrombüse neden olduğu düşünülmektedir. Sigara kullanan Crohn olgularının tedaviye yanıtı daha kötüdür ve cerrahi müdahale gereksimini artar. Sigaraya devam edilmesi hastalık sürecini uzatır (26). Uzun süreli içicilik Ülseratif kolit riskini azaltmakta, mevcut sigara içiciliği ise Ülseratif kolite karşı koruyucu olmaktadır. Ülseratif kolit başlangıcı veya alevlenmeleri bazen sigarayı bırakma ile ortaya çıkmaktadır (27,28). NSAİİ’lar siklooksijenaz enzim inhibisyonu ile ilşkili gastrointestinal olumsuz etkileri sonucunda intestinal epitelyal bariyerde meydana gelen hasarın, bağırsak mikroflorası ile intestinal mukozal savunma sistemi arasındaki etkileşimi değiştirmesi sonucu; mukozal geçirgenliği arttırarak, koruyucu prostaglandinleri bloke ederek, güçlü bir lökosit kemotraktanı olan lökotrien B4 düzeyini arttırarak kolonik inflamasyonun şiddetlenmesine neden olmakta (29). NSAİİ kullanımı ile mevcut İBH’nın akut alevlenmesi arasında potansiyel bir ilişki vardır (30). Oral kontraseptif (OKS) ilaç kullanan kadınlarda kontrol gruplarına göre iki kat risk artışı görülmesine rağmen bu ilişkiyi açıklayacak direkt bir delil bulunamamıştır (31). Beslenme şeklinin inflamatuvar barsak hastalıklarının patogenezinde önemli yere sahip olduğu bilinmektedir. ’’Batı’’ stili diyet (işlenmiş, kızartılmış ve şekerli yiyecekler) ile CH riski arasında ilişki bulunmuştur. Batı tarzı diyet; yağ asidleri, şeker ve et tüketimi, artmış rafine şeker ve meyve, sebze, lif alımının azalması şeklinde tanımlanmaktadır. Diyette yüksek oranda yağ, yağ asidleri, şeker ve et tüketimi, CH gelişim riskini artırdığı, buna karşılık lif, meyve ve sebze tüketimi CH gelişme riskini azatlığı bildirilmiştir (32). Yapılan bir çalışmada özellikle Crohn hastalığı saptananlarda çocukluk döneminde inek sütü alerjisinin daha yüksek olduğu (%8,5’e karşı %2,8) gösterilmiştir (33). Yapılan başka bir çalışmada ise Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı tanısı 7 alanların bebeklik çağında anne sütü ile daha az beslendikleri tespit edilmiştir (34). Apendektominin ÜK ve CH üzerindeki farklı etkilerini açıklayacak mekanizma bilinmemektedir. İleri sürülen hipoteze göre, appendiksin çıkarılması bağırsağın mukozal immün sistemini etkileyerek ÜK oluşumunu azaltırken CH gelişme riskini artırmaktadır (35). İBH dernegi verilerine göre; appendektomi öyküsü CH’li olguların %13’ünde ÜK’li olguların %2’ sinde olup aradaki fark anlamlı bulunmuştur (18). Stresin İBH’yi tetikleyeceği düşünülmekle birlikte, stres başlatma faktörü olmaktan çok hastalığın belirtisidir. Stres sonucu hastalık oluşumundaki spesifik mekanizma bilinmese de nöral, endokrin ve immun faktörlerin kompleks etkileşimine bağlı olduğu düşünülmektedir (36). Coğrafi, sosyal, ekonomik, eğitim ve mesleki konuma bakıldığında Ülseratif kolit ve CH askanazi Yahudilerinde diğer ırklara göre daha fazla görülmektedir. Kuzey ve Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da prevalansı yüksektir. Kuzey Avrupa’da ÜK’nin insidansı Güney Avrupa’ya göre %40 daha fazladır. Beyaz ırkta siyah ırka göre daha sık görülmektedir (37). Son yarım yüzyılda İBH’deki artma endüstrileşme ile yakından ilişkilidir. Geleneksel olarak İBH yüksek sosyoekonomik gruplar, beyaz yakalı çalışanlar, kapalı ortamlarda çalışanlarda, eğitim düzeyi yüksek gruplarda daha fazla görülmektedir. Ayrıca güneş ışığına az maruziyet ve buna bağlı D vitamini sentezinde azalmada immunite ve inflmasyonun düzenlenmesinde bozulmaya neden olacağı da İBH’de ileri sürülen hipotezlerden birisidir (38). Bazı enfeksiyöz ajanların İBH’nin etiyolojisinde rol oynadığı öne sürülmüştür. Bakteriler doğrudan etkili olabileceği gibi salgıladıkları toksik faktörler, enzimler veya sitokinler aracılığıyla da etki yapabilirler. Kızamık virüsü başta olmak üzere bazı virüsler, mycobacteriumlar, E. histolytica, E. coli suşları, campylobacter, yersinia, salmonella ve shigellanın İBH etiyolojisinde rol alabileceği düşünülmektedir (39). 2.2. Genetik Faktörler İnsanlarda yapılan çalışmalarda genetik faktörlerin İBH patogenezinde önemli olduğunu telkin eden bulgular tespit edilmiştir. Bunlar 8 ÜK ve CH'nin insidans ve prevalansının farklı toplumlarda farklı olması, İBH' de hastanın birinci derecedeki akrabalarında CH riskinin normal nüfusa göre 4-20 kat daha fazla olması, İBH'nın tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine göre daha fazla olması (CH'nın tek yumurta ikizlerindeki birlikteliği %30-67 iken çift yumurta ikizlerindeki birlikteliği %4'tür), aynı ailede hastalığın tipinin ve yerininin benzerlik göstermesi şeklinde özetlenebilir (40). Mikrosatellit DNA markırları ile CH'li hastaların akrabalarında yapılan çalışmalarda kromozom 16'da sadece CH için özgül genetik geçiş lokusu (linkage) bulunduğunu, Tümör nekroz faktörü (TNF) mikrosatellit haplotipi ile Crohn hastalığı arasında güçlü bir ilişkinin varlığı ortaya konmuştur. CH' den sorumlu bulunan 16. kromozomdaki genin stoplazmik bir protein olan NOD2 veya CARD15'i (caspase activation and recuritment domain) kodlayan gen olduğu tesbit edilmiştir (41). Bu proteinin makrofajların üzerinde eksprese olmakta ve bakteriyel lipopolisakkaridler için sitozolik bir taşıyıcı reseptör gibi davranmakta, hücre içi endotoksinlere bağlanarak nükleer faktör kappa-B’nin aktivasyonuna sebep olamkta. Ayrıca makrofajların apoptozisini arttırıp inflamatuar sitokinlerin üretilmesine yol açmaktadır. NOD2 geninde meydana gelen bu mutasyonlar doğal immuniteyi bozmakta daha çok mikrobiyal ajanın subepitelyal alana geçmesine neden olmakta ve edinsel bağışıklık sisteminin kontrolsüz aktivasyonu yoluyla immun aracılıklı hasarın ortaya çıkmasına neden olmakta. NOD2/CARD15 mutasyonu Crohn hastalarının % 15-30’unda görülür (42-44). Hastalığın gelişiminde gen penetransının %1’in altında olması, çevresel faktörlerin çok önemli rolü olduğunun göstergesidir. 2006 yılında Duerr ve ark. tarafından İnflamatuar barsak hastalığı patogenezinde bir başka gen olan IL23R geni tanımlanmıştır (45). IL23 reseptörü aktive myeloid ve T hücreleri üzerinde eksprese edilir ve Th17 cevabının idamesinde gereklidir (46). Th17’nin kilit sitokini olan IL17 hem inflamatuar barsak hastalıklarında, hem de deneysel T hücre aracılıklı oluşturulan kolit modellerinde yüksek miktarlarda saptanmıştır. Bu bulgu, IL23’ün IFN gama ve IL17 sitokinleri aracılığıyla mukozal inflamasyonun gelişmesinde önemli bir rol oynadığını gösterir (47,48). Mukozadaki inflamatuar dengede rol 9 oynayan sitokin yolaklarının bulunması tedavi stratejilerinde önemli hedeflerin belirlenmesine sebep olması nedeniyle önem teşkil etmektedir. 2.3. İmmunolojik Faktörler İntestinal lümendeki mikroorganizmaların sayısal çokluğu ile oluşan devamlı hasarlar, immun sistemin bileşenleri tarafından kontrol altında tutulur. Bu sistemin herhangi bir yerinde oluşacak olan bir hasar kontrolsüz immun yanıta yol açar. İntestinal lümende doğal immun sistemi oluşturan epitel hücreleri, nötrofiller, monositler, makrofajlar, dendritik hücreler ve doğal öldürücü hücreler saatler içerisinde aktive olabilen non-spesifik bir savunma hattı oluşturur. Bu mekanizmada mikrobiyal antijenlerin hücre yüzeyindeki TBR ve sitoplazma içerisindeki NOD proteinleri tarafından tanınması en önemli fonksiyonel ara istasyonlardır. İnflamatuar barsak hastalıklarında bu hücre sistemlerinde fonksiyonel bozukluklar tanımlanmıştır. Edinsel immun sistem ise günler içerisinde aktive olup, etkinliğini ana mediatör hücre olan T hücrelerinin tipi ve sayısı ile belirler. T hücreleri ile antijen sunan hücreler (APC) arasındaki karşılıklı etkileşim kuvvetli ve kontrolsüz immun cevabın oluşmasında anahtar basamaktır. Crohn hastalığında apopitozis mekanizmasının bozulmasıyla artan Th1 hücre kütlesi IFN gammanın aşırı üretimine yol açarak inflamatuar hasara sebep olur. Diğer bir T hücre alt tipi olan T regülatör hücrelerindeki bozukluktan dolayı bu hücrelerden salınan TGF-beta, IL-10 ve diğer inhibitör sitokinlerin azalmış üretimi sonucu, T hücre kütlesinde ve proinflamatuar sitokinlerde artış meydana gelir (49). CD4 efektör hücre grubunda, Th1 ve Th2 dışında bulunan üçüncü alt hücre grubu Th17 hücrelerinin farklılaşmasında ve çoğalmasında IL-23, TGF-beta1 ve IL- 6 gereklidir. IL-23 Th17 hücre üretiminde en önemli aracı sitokin olup, IFN üretimi için IL-12 gereklidir (49). 3. Patogenez Bağırsak mikroflorası başta olmak üzere çeşitli çevresel faktörlere cevap olarak mukozal immün sistemin çeşitli hücreleri tarafından üretilen pro- inflamatuvar ve antiinflamatuvar sitokinler İBH patogenezinde temel rol 10 üstlenmektedir. Epitelyal fonksiyonu veya inflamatuvar cevabı düzenleyen yolaklarla ilgili (otofaji, doğal immünite, adaptif immünite) düzenleyici çok sayıda genetik faktör birbiriyle etkileşim halinde, mukozal immün sistem hücrelerinin bu dış etkenlere karşı nasıl ve ne şiddette yanıt oluşturacağını belirler (50). İBH’de hastalık mekanizmasını tetikleyen olaylar çok değişkendir. Luminal toksinler ve enfeksiyöz ajanlar genetik olarak hassas kişilerde mukozal bariyeri geçerek inflamasyonu başlatırlar. Altta yatan nedene bağlı olmaksızın kolonik hasarda organın yanıtı hemen hemen aynıdır. Mukozal ülserasyon ve erozyon, kolon bezlerinin distorsiyonu, goblet hücrelerinin azalması, mukoza ve submukozada ödem ve inflamatuvar hücre infiltrasyonu İBH’nin akut döneminde görülen ortak bulgulardır (51). İBH’de temel patofizyolojik mekanizmanın, Th1 ve Th2 hücresi lenfositlerinin aktivasyonunda bir bozukluk ya da proinflamatuvar sitokinler (IL-1, IL-2, IL-6, IL-8, IL-12, TNF-alfa, INF-gamma, TxA2, LTB4) ile antiinflamatuvar sitokinler (IL-1ra, TNF bağlayan proteinler, IL-4, IL-10, IL-11, IL-13, PGE2) arasındaki dengenin bozulmasına bağlı olduğu düşünülmektedir. Sitokin dengesi proinflamatuvar Th1 sitokinlerin lehine bozulmuştur. Th1 hücreleri inflamatuvar yanıtta abartılı olarak artar. Th1 hücreleri bu yanıtın devamlılığını sağlayan proinflamatuvar sitokinleri salgılarken, Th2 hücreleri ise antiinflamatuvar sitokinleri salgılamaktadır. Crohn hastalığında Th1 lenfositler aktive olur ve IL-2 ile INF-gamma yapımı artar. Ülseratif kolitte ise Th2 lenfositler aktive olur ve IL-4 ve IL-10 yapımı artar (52) (Şekil-1). Barsak epiteli, bir taraftan antijen sunan hücre olarak antijeni MHC aracılığıyla T hücrelerine sunarken, diğer yandan antijenler aracılığıyla uyarılan sitokin, kemokin ve diğer proinflamatuvar maddelerin oluşturduğu inflamasyonu yayarak iltihabi olayları başlatır. 11 Şekil-1: İnflamatuvar barsak hastalığı patogenezinde barsak mikroflorası, intestinal mukoza ve sitokinlerin kontrolündeki immün sistem etkileşimi (57). İBH’de barsak epitel hücresi antijen sunan hücre olarak görev yaptığında, normal kişilerin tersine T hücre toleransı yerine T hücre aktivasyonu meydana gelir. Aktive olmuş fagositik hücreler, kompleman hücreleri ve lenfositler hücre nekrozuna yol açarlar ve böylece matriks proteini hasar görür ve ödem meydana gelir. INF-gamma, villöz atrofi ve kript hiperplazisi yapar. Lökotrien B4, trombosit aktive edici faktör ve bakteriyel ürünlerin uyarısı ile makrofaj ve nötrofil kaynaklı reaktif oksijen metabolitleri, protein, karbonhidrat, hiyalüronik asit ve müsini degrade eder ve lipid peroksidasyonu yaparlar. Reaktif oksijen metabolitlerinin damar duvarına direkt toksik etkisi vardır. Makrofaj ve nötrofiller tarafından yapılan nitrik oksid (NO) de doku hasarı yapar. Prostaglandinler, prostasiklinler, IL-1, TNF-alfa, INF-gamma ve bakteri lipopolisakkaritleri NO’yu indükler, NO ise mitokondri fonksiyonlarını durdurur ve DNA sentezini inhibe eder. Bu arada sitokinler ve değiştirici büyüme faktörleri, mezenkim hücre proliferasyonunu ve kollajen sentezini arttırır. Böylece fibrozis oluşur (53,54). İBH’de enterik inflamasyon ve toksinlerin etkisi ile nonspesifik intestinal inflamasyon oluşur. Mukozal permeabilite artışı ile toksik bakteriyel ürünler emilir, bunun sonucunda da lokal doku hasarı başlamış olur. 12 Genellikle bu durumda gelişen hasar genetik yatkınlığı olmayan kişilerde inflamatuvar yanıtla önlenir ve mukozal hasar düzelir. Ancak genetik yatkınlığı olanlarda supresyon yeterli olmaz ve inflamatuvar yanıt artar, immün sistem aktive olur. Böylece mukozadaki olay süreklilik kazanır, kronik inflamasyon, doku hasarı ve fibrozis gelişir (55). İBH’deki defektlerin en önemlilerinden biri de barsak epitelinin geçirgenliliğinin artması ve normalde bu bariyeri geçemeyen antijenlerin ve proinflamatuvar hücrelerin barsak epitelini geçebilir hale gelmesidir. Ayrıca müsin yapısında oluşan değişiklikler de bu olaya katkıda bulunur. İBH’nin, bakteri sayısının en yüksek konsantrasyonda olduğu terminal ileum ve kolonu tutması nedeniyle, barsak lümenindeki bakterilerin hastalığın oluşumunda önemli bir role sahip olduğu düşünülmektedir. Aktif hastalık sırasında nötrofil ve monosit sayısı kanda ve inflamasyonlu dokuda artar. Fagositik PMNL (Poli Morf Nüveli Lmkosit) hücrelerinden potent proinflamatuvar mediyatörler salgılanır (56). İBH sonuç olarak genetik, immünolojik ve enfeksiyöz faktörlerin tetiklediği kronik inflamatuvar bir hastalıktır. 4. Klinik Özellikler Crohn hastalığı fokal, asimetrik, transmural tutulumla seyreden ağızdan anüse kadar sindirim kanalının herhangi bir kısmını tutabilen kronik granülomatöz inflamatuvar bir hastalıktır (58). 4.1. Patoloji CH’deki intestinal inflamasyon tüm katları tutar ve segmenterdir. Lenfosit, plazma hücreleri, histiosit, polimorf nüveli lökositler ve eozinofiller tüm barsak katlarını infiltre etmişlerdir (mukoza, submukoza, muskuler, seroza) ve derin inflamasyona sekonder mezenterik lenf bezleri de tutulmuştur (59). Hasta segmentler arasında sağlam alanlar bulunabilir (skip areas). Anal kanalda derin fissürler, anal ve perianal fistüllere sık rastlanır. Bu bulgular Crohn hastalığını Ülseratif kolitten ayıran önemli özelliktir. CH’nin belirleyici histolojik bulgusu olan granülomlar genellikle submukozada 13 rastlanan, sınırları belirli, kazeifikasyon nekrozu olmayan, multinukleuslu dev hücreleri içeren oluşumlardır. Nonkazeifiye graülomlar CH’nın histolojik en önemli belirtisi olmakla beraber Crohn hastalığında çoğu hastanın biyopsisinde granülomlara olmayabilir. Prevalansı endoskopik serilerde %15, cerrahi serilerde %70 civarındadır. Granülomlara mesenterik lenf nodları, cilt, göz, karaciğerde de rastlanabilir ama oldukça nadirdir (60). En erken gelişen karakteristik lezyon aftöz ülserlerdir. Akut dönemde gelişen aftöz ülser ile birlikte en sık karşımıza çıkan, barsak uzun eksenine paralel derin lineer ülserler ve asimetrik inflamatuvar bulgulardır. Uzun dönemde segmenter lezyonlar bağırsakta kısalma ve darlıklara neden olabilir. Derin ülserler nedeniyle mukozada hastalığa özgü kaldırım taşı manzarası oluşur. İnflamatuvar sürecin komşu organ duvarı boyunca ilerlemesi ve batın duvarından dışarı ulaşması fistülle sonuçlanır. Barsak duvarına penetre olan ülserler aynı zamanda apse oluşumuna da neden olabilir. Apseler Crohn hastalarının %15-20’sinde ve sıklıkla terminal ileumda görülebilir. Fistüller ise en çok komşu barsak anslarına, mesane, uterus, vajina ve peritona olabilir (61). CH’de nflamatuvar değişiklikler transmural olup, barsak duvarının kalınlaşmasına ve lümenin daralmasına ve zamanla da fibrozis gelişimine ve striktürlere neden olmakta (59). 4.2. Tutulum Yeri ve Yaygınlığı CH’nin en sık tutulum yeri terminal ileum ve sağ kolonunun beraber etkilendiği ileokolonik bölgedir. İleokolonik tutulumlu CH sıklıkla intestinal obstrüksiyon, inflamatuvar kütle ve apse ile prezente olur. Terminal ileit, akut apandisit benzeri bir klinik tablo ile ortaya çıkabilir. Hastaların %50’sinde ince bağırsak ve kolon tutulumu birlikte görülmekte iken yaklaşık %30’unda sadece ince bağısak tutulumu, %20’sinde ise sadece kolonik tutulum görülmekte. ÜK‘li hastalardaki rektal tutulumun aksine, kolitli Crohn hastalarının yarısında rektum korunmuştur. Yaklaşık 1/3 hastada perianal hastalık vardır. Nadiren özofagus ve proksimal ince bağırsak tutulumu gözlenir. Gastroduodenal bölge tutulumu yaklaşık %5’tir (62). Yaygın jejunoileit tutulumlu hastalar ayrı bir alt grup olarak karşımıza çıkmaktadır ve 14 genellikle medikal tedaviye iyi yanıt vermezler. Bu hastalarda cerrahi girişimler ve nutrisyonel destek sıklıkla gerekmektedir (63). Genetik, çevresel ve intestinal faktörlerin hastalık lokalizasyonunda ve yaygınlığında rol aldığı düşünülmektedir. 4.3. Crohn Klinik Tipleri CH genellikle inflamatuvar başlayıp sonrasında strüktür veya fistüllerin geliştiği daha kompleks hastalık şekline dönüşebilir. Sıklıkla inflamatuvar, penetran ve stenozan olmak üzere 3 ayrı şekilde karşımıza çıkmaktadır (64). 4.3.1. İnfamatuvar Tip CH’deki intestinal inflamasyon tüm barsak katlarını (mukoza, submukoza, muskuler, seroza) infiltre etmesine rağmen inflamatuvar tip Crohn hastalığında penetran veya obstrüksiyon bulgusuna rastlanmaz. İnflamatuvar formda karın ağrısı, ishal ve ateş ön plandaki bulgulardır (65). 4.3.2. Penetran tip Penetran CH’de intraabdominal kütle, abse ve fistül sık görülen bulgulardır. İmmün aktivasyon sonucu doku yıkımı, sinüs kanalı oluşumu ve sonuç olarak komşu dokuya penetrasyon gelişmektedir. Böylece iki gastrointestinal sistem (GİS) segmenti arasında fistüller oluşur. Bunlar enteroenterik, enterokolonik ve kolokolonik fistüllerdir. Ayrıca rektovajinal, enterovezikal ve kolovezikal fistüller de oluşabilir. İleumdan retroperitoneuma açılan fistül psoas kasını tutarak psoas absesine sebep olabilir ve böylece karın ağrısı kalça, uyluk ve diz yoluyla sağ bacakta aşağıya doğru yayılabilir. Enterokutane fistüller ise daha çok önceki ameliyat skarlarında gelişirler. İnflamasyon çevre doku ve organlara yayılıp orada kapalı kalırsa abse gelişir. CH’nin 1/4’ünde hayatlarının herhangi bir zamanında intraabdominal abse geliştiği bilinmektedir. Belirtiler dalgalı ateş, karın ağrısı ve batında ele gelen kütle şeklindedir. Perforasyon riski yüksektir ve eğer gelişirse oluşan peritonit hayatı tehdit edicidir (66). 4.3.3. Stenozan Tip Hastalığın erken evresinde aktif inflamasyon nedeniyle oluşan ödem ve spazm obstrüksiyona yol açar. Bu da radyolojik olarak ip belirtisine neden 15 olur. Uzun süreli inflamasyon sonucu barsağın herhangi bir segmentinde fibrozise bağlı darlık da oluşabilir. Bu tip hastalarda postprandiyal ağrı, şişkinlik, kusma görülür. Fibrostenoza bağlı darlıklar tam obstrüksiyona kadar gidebilir (66). Bu klinik tipler arasında zamanla farklı şiddetlerde geçişler görülebilir. Bu klinik tipler hiçbir zaman keskin bir sınırla birbirinden ayırd edilmezler, stenozan bir segmentte aynı anda inflamatuvar aktivite ve penetran bir tabloda görülebilir. Kliniğe hâkim olan esas alınmalıdır (64). 4.4. Semptomlar CH’de belirti ve bulgular hastalığın şiddeti, yaygınlık dercesi ile tutulan organa göre değişir. Karın ağrısı Crohn hastalarında ÜK’den daha sık görülür bunun nedeni ise CH’de transmural bağırsak tutulumuna bağlı olarak seroza ve peritonda yerleşik ağrı reseptörlerinin uyarılmasıdır (65). Kramp şeklinde karın ağrısı sık görülen bir bulgudur. Ağrının yeri ve şekli sıklıkla hastalık yeriyle uyumludur. Karın ağrısı genelde sağ alt kadranda lokalizedir. Yemek sonrası daralmış segment ile ilişkili olarak şiddeti artar. Ağrı, obstrüksiyonun proksimalindeki dilate segmentin gerilmesiyle ve ince bağırsaklardaki mekanik engeli aşmaya çalışan kontraksiyonlar sonucu oluşur. CH’de ikinci sıklıkta ağrı şekli, seroza inflamasyonundan kaynaklanan viseral ağrıdır. Bu durum transmural CH’de gözlenir (66,67). İshal CH’de sık görülen diğer bir semptomdur. Rektum tutulumu varsa sık sık, küçük hacimli, tenezimle birlikte olan kanlı mukuslu ishal görülür. İnce bağırsak tutulumlarında tenezmin eşlik etmediği bol hacimli sulu ishal vardır. CH'ye bağlı ishal genellikle inflamasyonlu ince veya kalın bağırsakta azalmış sıvı emilimi ve fazla sıvı sekresyonuna sonucu oluşmakta. Bakteri aşırı çoğalması, safra asitine ileumun uzun süre maruz kalması veya ileumun cerrahi olarak rezeke edilmesine bağlı da ishal gelişebilmektedir (68). Kanama ÜK den daha azdır, olsada genelde dışkıda mikroskopik düzeyde kan saptanır. Makroskopik kanama kolon tutulumu dışında ki hastalık durumunda beklenen bir durum değildir. Daha çok distal kolonik tutulumlu olan hastadalarda görülür ve genelikle kanlı ishal şeklinde tarif edilir (68). 16 Kilo kaybı genellikle obstrüksiyon sonucu oluşan oral alım azlığı veya malabsorbsiyona sekonder olur. CH’de ÜK’ye kıyasla daha belirgindir. CH’ye bağlı ateş genellikle hafif düzeydedir. Hastalığın kendi inflamatuvar sürecine bağlı oluşacağı gibi perforan hastalıklta gelişen abse nedeni ile olabilir. Genellikle hafif olan ateş, komplikasyonlar geliştiğinde daha da yükselir. Gece terlemeleri olabilir (66). Bulantı-kusma intestinal sitriktürlerin kısmı ya da tam bağırsak tıkanmasına yol açması nedeniyle olabilir (69). Tenezm, rektum tutulumu nadir olduğundan nadir görülen bir semptomdur (59). 4.4.1. Tutulum Bölgelerine Göre Semptomlar A-Üst Gis Tutulumlu CH Üst gastrointestinal sistemin Crohn hastalığı izole olmaktan çok çoğunlukla ince ya da kalın bağırsak hastalığı ile birlikte seyreder (70,71). Bu bölgelerin tutulumu (antrum ve duodenum) genelde gastroö- zofageal reflü, peptik ülsere benzer semptomlar şeklinde görülür. Sıklıkla ateş, gece terlemeleri, rektal kanama gibi sistemik inflamatuvar semptomlara göğüste yanma, disfaji, epigastrik ağrı, bulantı, disfaji, erken doyma veya postprandiyal kusma gibi semptomlar eşlik eder. Duodenal CH tıkanma, fistül oluşumu veya biliyer tıkanmaya neden olabilir (72,73). B-Jejunoielitis Proksimal ince barsağı tutan CH’ında kusma, ishal, kramp şeklinde karın ağrısı ve kilo kaybı en sık görülen semptomdur (74). C-İleit ve ileoçekal CH Crohn hastalarında bağırsak semptomları bağırsakta daralma, obstrüksiyon olmasından sonra görülür. En çok sağ alt kadran ağrısı, kanamalı/kanamasız ishal, ateş, kilo kaybı, gece terlemesi ile ortaya çıkar. Akut tablo apandisiti taklit edebilir ve eksplaratuvar laparotomide Crohn ileiti tanısı konabilir (75). D-Crohn Koliti Crohn hastalarının yaklaşık %15’inde hastalık kolona sınırlıdır. ÜK’ten ayırım güçtür çünkü ishal, rektal kanama, sıkışma hissi gibi klinik bulgular benzerdir (76). Ancak CH’de kolon tutulumunda perianal bulgular 17 (apse, skin tag veya fistül) ÜK’den çok daha sıktır ayrıca rektum ÜK’de her zaman tutulmuş iken CH’de korunur. Kolitle başvuran hastaların yaklaşık %10-20’sinde diffüz/ağır inflamasyon ya da şüpheli fokal inflamasyon durumunda sınıflandırma tam yapılamayabilir (77). E-Perianal CH Perianal tutulum, Crohn hastalarının %25’inde hastalığın seyri sırasında görülebilir ve genellikle de kolon tutulumuyla beraberdir (78). Perianal bulguların primer semptom olduğu hastalarda anal sfinkter ve perine ileri derecede deforme olmuş olabilir ancak bunlar son derece nadir görülür (69). CH’nin doğal seyri oldukça heterojen olup; başlangıç yaşı, bireysel faktörler, komplikasyon varlığı, hastalık lokalizasyonu ve hastalık tipine (inflamatuvar, penetran ve stenozan) göre farklı şekillerde olabilir (79). Hastalık ömür boyu devam eder ve doğal seyri stabil değildir. Tanı konuldultan sonra lüminal tutulumlu CH’nin yaklaşık %50’si başlangıçta verilen medikal tedavi ile klinik olarak ramisyondadır. Etkili medikal tedavi ile bir yıldır klinik olarak remisyonda olan hastaların %80’i genellikle sonraki yılda da remisyonda kalır. Tedaviye rağmen klinik olarak tam remisyon sağlanamayan hastaların çoğunda sonraki yıl içinde klinik olarak problemler devam etmekte ve tedavi değişiklikleri gerekmektedir. Efektif tedavi değişikliklerine rağmen sonraki 3 yıl içinde ancak bu hastaların da %50’sinde klinik remisyon sağlanabilmektedir. Geriye kalan hastalarda medikal tedavilere rağmen hafifte olsa hastalık aktivitesi devam eder. Yaklaşık %5 hastada ağır inflamatuvar aktivite tüm tedavilere rağmen devam eder (65,80). 5. Komplikasyonlar ÜK’li hastalara göre CH’de komplikasyonlar daha fazla oranda görülmekte. Bu nedenle Crohn hastalarının ortalama yaşam kalitesi ÜK’ lilerinkinden daha kötüdür (81). CH ile takipli hastaların önemli bir bölümünde bu komplikasyonlardan dolayı cerrahi ihtiyacı görülmekte (82). Fistül, abse, obstrüksiyon ve parianal hastalık Crohn hastalığının sık görülen 18 komplikasyonlarındandır. Fistüller, inflamasyonun komşu organ duvarına ilerlemesi veya karın duvarından dışarı ulaşması sonucu oluşmaktadır (83). CH’de ömür boyu fistül gelişme riski %20-40 arasında değişmektedir. CH’nin çoğunda sıklıkla eksternal fistüller (cilt veya perianal bölge) görülmektedir. Bazı fistüller inflamatuvar aktivitenin şiddetindeki değişikliklere bağlı olarak ara ara kendiliğinden kapanabilir. İnternal fistüller (enterovezikal, entero-enterik) genellikle medikal tedavi ile kapanmazlar ve çoğunda cerrahi girişim gereklidir. Fistülün klinik bulguları tutulum yerine bağlı olarak değişebilir. Fistül gelişimi Crohn tanısından önce veya eş zamanlı olabilir. Kolon tutulumu olan hastalarda, perianal fistül insidansı daha yüksektir (64). Apse Crohn hastaların %15-20’sinde görülür. Apse; ateş, karın ağrısı ve batında hassasiyet ile akut lokalize peritonite neden olur. Özellikle immünsupresif tedavi alan CH’de genel durum bozukluğu ile birlikte inatçı ateş, şiddetli karın ağrısı ve akut fazların yüksek olması durumunda apse gelişimi açısından dikkatli olunmalıdır. Apse gelişmiş olan hastalarda immunsupresif tedavinin kesilmesi ve apse drenajı ile beraber hızlıca geniş spektrumlu antibiyoterapinin başlanması gerekir (68). En önemli perianal komplikasyonları fissür, fistül, apse ve stenoz oluşturur. Perianal CH, anal bölgede yer alan mukozal glandların tutulması ile gelişir. Anal gland kanalı koyu sekresyonla tıkandığında apse meydana gelir. Anal kanalda internal bir açıklık varsa, apse kavitesinin sürekli tekrar eden enfeksyonu sonucunda fistül traktı oluşur. Perianal fistül, perianal tutulumun kronik evresidir (84). Perianal hastalığın değerlendirilmesi için proktoskopik inceleme yapılmalıdır. Perianal hastalığın tedavisindeki amaç, lokal semptomların giderilmesi ve en önemlisi de sfinkterin korunmasıdır. Eğer perianal hastalık tedavi edilmezse sfinkter fonksiyonu bozulur ve fekal inkontinans gelişebilir (83). Cronh hastalarında obstrüksiyon, sık görülebilen bir komplikasyondur. En sık ince barsakta görülmekte. CH’nin komplikasyonları içinde en sık cerrahi ihtiyaç duyulandır. İnce barsak obstrüksiyonu, akut inflamasyona bağlı mukozal kalınlaşma, muskuler hiperplazi, yapışıklıklar veya önceki inflamasyonlara bağlı skar oluşumu ile gelişen fibrozis nedeniyle 19 oluşmakta. Obstrüksiyonda yemek sonrası ortaya çıkan kramp tarzında karın ağrısı ve kusma görülmektedir. Ağrının açlık ile azalması tipiktir (85). Crohn hastalığında kolon kanseri gelişme riski normal popülasyona oranla artmıştır. Ancak CH’de ÜK’ye göre bu risk belirgin olarak daha azdır. Bu bilgiye rağmen hastalarda kolon kanseri gelişimi açısından tetikte olunmalı ve kolonoskopik takip yapılmalıdır (86). 6. Ekstraintestinal Bulgular Ekstraintestinal bulgular IBH’li hastaların %21 ile %36’sında oluşur (8). İBH ile birlikte bulunan bağırsak dışı bulguların, aynı patogenezin sonucu mu, IBH’den tamamen farklı bir hastalığı mı gösterdikleri tartışmalıdır. İnflamatuvar bağırsak hastalıklarından tamamen farklı bir hastalığın İBH ile çakışabileceği gibi IBH’nin veya tedavisinin sonucu olarak da oluşabilir. İBH’de görülen ekstraintestinal bulgular hastalığın morbiditesini artırmaktadır. Bazen hastalığın ilk ortaya çıkışı ekstraintestinal bulgularla da olabilmektedir (88). 6.1. Ekstraintestinal Bulguların Patogenezi İBH’nin bağırsak dışı bulgularının patogenezi net bir şekilde açıklanamamıştır. Muhtemelen immünolojik mekanizmalar sık rastlanan bağırsak dışı bulguların çoğundan sorumludur. Otoimmün tabanlı gelişim görüşü, İBH’li hastalar arasında artmış otoimmün hastalık riskiyle ve İBH gelişiminin altında yatan primer immünolojik düzensizlik tarafından oluşabileceği desteklenmektedir (89). Özetle ekstaintestinal bulguların patogenezinde intestinal alan dışı organlara yönelik otoantikorların oluşması, anormal otoantijenik ekspresyon, genetik yük ve bazı mikrobiyal antijenlerle moleküler benzerliğin rol oynadığı düşünülmektedir (90). 6.2. Periferal Artrit Eklem semptomları CH’de en sık görülen ekstraintestinal bulgulardandır. Hastaların %20’sinde görülür (91). Periferal artrit oligoartrit şeklinde (dört ve daha az eklem tutulumu) veya poliartrit şeklinde (beş ve daha fazla eklem tutulumu) şeklinde olabilir. Oligoartrit tip genellikle asimetrik 20 büyük eklem tutulumu (bilek, diz, kalça) şeklinde görülürken, daha nadir görülen poliartrit simetrik olarak küçük eklemleri tutar. Oligoartiküler artrit sıklıkla bağırsak hastalığının aktivitesi ile ilişkili iken poliartiküler artrit bağırsak hastalığının aktivitesinden bağımsız olarak seyreder (92). Romatoid faktör serolojisi bu hastalarda negatiftir. Artrit, altta yatan bağırsak hastalığının aktivitesi ile ilişkilidir. Periferik artriti olan hastalarda hastalık aktivitesi ile ilşkili olan diğer ekstraintestinal bulguların görülme riski de artmıştır. Eklem ağrıları için asetominofen tedavisi kullanılabilir. Hastalık alevlenmesine neden olabileceğİ için nonsteroid antiinflamatuvar (NSAİ) ilaçlardan genellikle uzak durulmalı (93). 6.3. Aksiyal Artrit Ankilozan spondilit inflamatuvar bağırsak hastalığı ile birlikte görülür. Ankilozan spondilit hastalık aktivitesiyle ilişkili değildir ve bağırsak hastalığının tedavi edilmesi spondiliti etkilemez (94). Aksiyel artopatiler CH’de %5-22, ÜK’de %2-6 oranında görülür. Prevelans sakroileit için %10- 20, AS için %7-12’dir (95). Ankilozan spondilit sırt ağrısı, sabah tutukluğu ve postürün düzleşmesi ve lordoz kaybı ile ortaya çıkar. İnflamatuvar bağırsak hastalığına bağlı ankilozan spondilit kadınlarda sık görülürken, inflamatuvar bağırsak hastalığıyla ilişkisiz ankilozan spondilitte erkek-kadın oranı 9/1 saptanmıştır. Epizodik ve genellikle sekel bırakmadan iyileşen periferik artritin tam tersi ankilozan spondilit ilerleyicidir ve sekel bırakarak iyileşir. İBH ile ilişkili ankilozan spondilitte medikal tedavi sonuçları tatminkâr değildir. İBH medikal tedavisi ve kolektomi ankilozan spondilit tedavisinde yardımcı değildir. İnfliksimab ise etkili bir seçenektir (96). Sakroileit ankilozan spondilit ile birlikte görülebilir ancak genellikle tek başına izlenir. İnflamatuvar bağırsak hastalıklarının %20’sinde sırt ağrısı olmasa bile radyografik olarak sakroileit saptanmıştır (97). 6.4. Osteoporoz İBH olan hastalarda osteoporoz sıklığı %2-30, osteopeni sıklığı %50 ve tüm hastalarda düşük kemik mineral dansitesi (KMD) %15’tir (95). İBH’li kişilerde kemik kırığı insidansı kontrol grubuna kıyasla %40 daha yüksek bulunmuştur (98). Osteoporoz patogenezinde kalsiyum ve D Vitamin 21 malabsorbsiyonu, kümülatif steroid dozu, sigara kullanımı, düşük vücut kitle indeksi ve hastalık aktivitesi rol oynar (93). Hastaların dual foton absorbtimetre ile taranması önerilmektedir (99). 6.5. Cilt Bulguları İnflamatuvar bağırsak hastalıklarında iki yaygın cilt bulgusu olan eritema nodosum ve pyoderma gangrenosum en sık görülen kütanöz bulgulardır. Bu cilt bulguları hastalık aktivitesi ile ilişkili ve bağırsak hastalığının tedavisi ile düzelir. Genellikle kolit ve ileokoliti olan uzun süreli hastalıkta görülür (100). Eritema nodosum CH’de %15 oranında görülür ve kadınlarda sıktır. Genellikle bacakta lokalize hassasiyete neden olan eritematöz nodüllerdir. EN’nin %25’i spontan olarak iyileşebilir (101). Pyoderma gangrenosum, eritema nodozuma göre daha az görülür. Pyoderma gangrenosumlu hastaların 1/3’ünden İBH sorumludur ve bu açıdan ileri tetkik edilmeleri gerekebilir. Hastalık aktivitesinden bağımsız gelişebilir. Pyoderma gangrenosum alt ekstremiteyi genellikle etkilemekle birlikte derinin herhangi bir bölgesinde de olabilir. Kadın ve erkekleri eşit oranda etkiler (102). 6.6. Göz Bulguları İBH hastalarının yaklaşık %0,3-5’inde göz komplikasyonları olabilir. İleokolit ya da kolitli hastalarda daha sıktır. Bunun nedeninin kolon mukozasındaki bir antijene karşı oluşan immun kompleks olduğu düşünülmektedir. İBH’de göz komplikasyonları üveit ve episklerittir (103). Episkleritte sklereların kızarıklığı, inflamasyonu ve gözlerin yanması en sık görülen semptomlarıdır. Üveit episkleritten daha sık görülen (iritis) göz anterior kamarasının inflamatuvar hastalığıdır ve genelde kendini baş ağrısı, görme bulanıklığı, gözde kızarıklık, fotofobi ve konjonktivit ile gösterir. İnfliksimab refrakter üveit tedavisinde kullanılabilir (104). 6.7. Hepatobiliyer Bulgular CH’de hepatobiliyer bulgular; küçük safra yollarını içine alan safra yolları inflamasyonu, hepatit, siroz, safra yolları karsinomu, amiloidoz, yağlı karaciğer, kolelitiazis şeklinde görülebilir (105). Primer sklerozan kolanjit (PSK), CH’ye göre ÜK’li hastalarda daha sıktır. Sklerozan kolanjit 22 intrahepatik ve ekstrahepatik safra kanallarının fibrotik inflamasyonu ile seyreden kronik kolestatik bir karaciğer hastalıdır. Kolonik tutulumlu CH’de görülme riski daha fazladır. Tanı anında olguların çoğu asemptomatiktir. Hastalar sağ üst kadran ağrısı, aralıklı sarılık, halsizlik, kilo kaybı, ateş ile karşımıza çıkmakta. Yüksek ALP, bazen de yüksek ALT değeri ile şüphelenilir. Kolektomi veya bağırsak hastalığının ilaçla tedavisi sklerozan kolanjitte yarar sağlamamaktadır. Uzun seyirli sklerozan kolanjitin eşlik ettiği İBH tanılı hastaların %10 ile 15’inde kolanjiyokarsinoma gelişimi gözlenir (105). Toplumda safra taşı prevalansı %10’dur. CH’de ise prevelansı %13-34 arasında değişmektedir. Safra kesesi taşı gelişiminde hastalığın tutulum yeri, hastalık süresi, bağırsak rezeksiyonu, rezeksiyon uzunluğu, klinikte gözlem sayısı, klinikte gözlem süresi, total paranteral nutrisyon tedavisi gibi çok sayıda faktör önemli rol oynayabilir (68). Bildirilen %50-80 gibi yüksek bir yaygınlık oranı ile perikolanjit İBH’de en sık gözlenen hepatik komplikasyondur. Çoğunlukla asemptomatiktir ve sıklıkla ALP düzeyinde artış ile daha az oranda bilirubin yüksekliği ile seyreder (106). 6.8. Genitoüriner Komplikasyonlar İBH’de renal taş oranı %1-25 oranında gözükmekte ve toplumdaki normal sıklığından birkaç kat fazla görülmekte (107). Kalsiyum oksalat taşları ince bağırsak Crohn hastalarında görülür (108). CH’de fistüller ince bağırsaktan mesaneye uzanarak tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonuna neden olur (109). İnflamasyonun bağırsaktan retroperitoneal bölgeye yayılması ile üreterler tıkanarak hidronefroz gelişebilir (110). Bu oluşum genellikle çekum ve terminal ileumdan kaynaklanır ve sağ üreter tutulur. CH’de nadir görülen ve prognozu oldukça olumsuz etkileyen komplikasyon renal amiloidoz böbrek yetersizliğinden ölüme neden olabilir (111). 6.9. Tromboembolik Komplikasyonlar İnflamatuvar bağırsak hastalığında, hem arteriyel hem de venöz trombus riski artmıştır (112). İnflamatuvar bağırsak hastalığı olan kişilerde %1-2 oranında tromboembolik komplikasyonlar olabilir (113). Hastalığın aktif olduğu dönemde derin ven trombozu ve pulmoner emboli görülebilir (114). 23 7. Tanı İBH’de tanı yöntemleri, hastalığın yaygınlığını, aktivitesini ve komplikasyonlarını belirlemek için kullanılmaktadır. İyi bir anamnez ve fizik muayeneden sonra gaita tetkiki, biyokimyasal testler, üst ve alt gastrointestinal sistem endoskopisi ve arkasından da histopatolojik değerlendirme ile tanı konulmalıdır. Gerektiğinde radyolojik incelemeler, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme de yapılabilir (59). İBH tanısı için en değerli tanı aracı kolonoskopi ve işlem sırasında alınan biyopsi örneklerinin histopatolojik incelemesidir (115). Fizik muayene bulguları CH’de hem sistemik hem de batın muayenesinde anormallikler şeklinde görülebilir. Batın muayenesinde kısmi intestinal tıkanma bulguları gösteren striktürlerin neden olduğu artmış bağırsak sesleri duyulabilir. Tutulan bölgede hassasiyet ve karında inflamatuvar kitle şeklinde görülür. Perianal bölgenin deri eklerinin apse, fistül ve anal striktür açısından muayene edilmesi önemlidir. Laboratuvar bulguları normal olabilse de, anemi ve hipoalbuminemi saptanabilir. Anemi demir eksikliği, folik asid, B12 vitamini emilim bozukluğuna veya kronik hastalığa bağlı olabilir (116). Hastalığın aktif döneminde ESH ve CRP artışı ve lökositoz, trombositoz bulunabilir (117). CRP inflamasyon durumlarında artan bir akut faz reaktanıdır. CRP sentezini esas olarak dolaşımdaki IL-6 düzeyleri, daha az olarak ta IL-1 beta ve TNF-alfa düzeyleri düzenler. Yarılanma süresi 48 saattir, bu yüzden bu reaktan inflamasyonun tanı ve takibinde değerli bir belirteç olmasını sağlar. CRP düzeyi inflamasyonun derecesini tam olarak göstermez, o yüzden tek başına değerlendirilmemelidir (117,118). Eritrosit Sedimentasyon Hızı (ESH) İnflamatuar barsak hastalığında akut faz cevabının plazma proteinlerinde oluşturduğu değişimin hızlı ve kabataslak ölçümünü sağlar. İlk 24 saatten sonra tekrarlanan sedimantasyon ölçümleri akut faz cevabının güvenilir bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Fekal kalprotektin veya laktoferrin varlığı fekal lökosit varlığını doğrular (119). Fekal kalprotektin en sık kullanılan ve en umut verici proteindir. İnflamatuar barsak hastalığı olan 24 hastalarda 111In ile işaretlenmiş lökositlerin fekal ekskresyonu, fekal belirteçler içinde altın standart olarak kabul edilmektedir (120). ÜK ve CH’nin tanısı ve ayırıcı tanısında birçok serolojik belirteç kullanılmaktadır. Bu belirteçler: perinükleer anti-nötrofil sitoplazmik antikor (p- ANCA), anti-Sacharomyces cerevisiae antikoru (ASCA), pankreatik antibody, OmpC antibody gibi çok çeşitlidir (121). p-ANCA ÜK hastalarında %20-85 pozitif saptanırken, Crohn hastalarında bu oran %2-28’dir (122,123). ASCA (Anti-Saccharomyces Cerevisiae Antibodies) saccharomyces cerevisiae’nin hücre duvarı komponentine karşı oluşan antikordur. Crohn hastalarının %39- 69’unda, ülseratif kolit hastalarının ise 55-15 inde bulunur (124). 7.1. Radyolojik İnceleme CH’nin tanısında kullanılan görüntüleme yöntemleri çoğunlukla birbirlerini tamamlar niteliktedir. Çift kontrastlı grafiler mukozal aftöz ülserleri ve hastalığın yaygınlığını, kolonun esneyebilirliğini ve striktürlerin varlığını belirlemede faydalıdır. Ayrıca endoskopik olarak ulaşılamayan ince bağırsak segmentleri hakkında fikir verirler. İnflmatuvar bağırsak hastalıklarının tanısında uzun yıllar en önemli tanı yöntemi olan baryumlu ince bağırsak pasaj grafisi, enteroklizis ve çift kontrast kolon grafisi de gelişen teknoloji ile birlikte yerini bilgisayarlı tomografi (BT) ve magnetik rezonans görüntülemeye (MR) bırakmıştır. Bu incelemeler iyonizan radyasyon içermenin yanı sıra süperpozisyonlar nedeni ile bazı bağırsak segmentlerinin değerlendirilememesi, apse vb komplikasyonları göstermedeki yetersizlikleri, darlık distalinin yeterli değerlendirilememesi, bağırsak dışı tutulumların görüntülenememesi gibi önemli kısıtlılıkları söz konusudur. Bununla birlikte özellikle Crohn hastalığında erken dönem mukozal değişikliklerin araştırılmasında halen kullanım alanı bulmaktadır (125,126). İnflamatuvar barsak hastalığı, iskemik ya da infeksiyöz kolitler, divertikülit ve pek çok patoloji benzer klinik bulgular ile karşımıza çıkabilir. Bu hastalıkların tanı ve ayırıcı tanısında BT oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle Crohn hastalığında izlenen komplikasyonlar ve ekstraintestinal tutulum nedeniyle hem barsağı hem de barsak dışındaki alanları değerlendirme imkânı sağlaması da BT’nin baryumlu grafilere üstünlüğüdür. Bununla birlikte erken 25 mukozal değişiklikleri ortaya koymada yetersiz kalabilir (127). Mukozayı değerlendirmek için su gibi nötral oral kontrast maddeler tercih edilmelidir. Oral kontrast madde nazojejunal tüp üzerinden verilirse bu tekniğe BT enteroklizis adı verilir. Nazojejunal sonda ile kontrast maddenin uygulanması daha iyi bir lüminal distansiyon sağlar (126). Nötral oral kontrast madde kullanılan, intravenöz kontrast madde enjeksiyonunu takiben 45-55 sn’lik gecikme süresi ile incelemenin başlatıldığı (enterik faz), ince kesitler (2 mm) alınarak daha sonra multiplanar reformat görüntülerin elde edildiği BT tekniğine ise BT enterografi adı verilmektedir (128). Crohn hastalarında BT enterografinin fistül, apse gibi ekstraintestinal bulguları, “skip” lezyonları ve konglomere kitleleri saptamada çift kontrastlı baryumlu grafiden üstün olduğunu gösteren çalışmalar vardır (129,130). Magnetik Rezonans görüntüleme yöntemlerinden MR enterografinin en önemli endikasyonu Crohn hastalığı’dır. MR enterografi, özellikle ince bağırsak tutulumundan şüphelenilen genç hastalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Yöntemin temel katkısı, endoskop ile ulaşılamayan ince bağırsak segmentlerinin durumu hakkında bilgi vermesidir (131,132). Avrupa Crohn ve Kolit Organizasyonu (ECCO) 2009 yılı çalıştayı talimatnamesine göre, Crohn hastalığının intestinal tutulumu ve ekstramural komplikasyonlarının gösterilmesinde tanısal doğruluğu en iyi görüntüleme yöntemleri olarak MR/BT enterografi veya MR/BT enteroklizis kabul görmüştür. MR’nin duyarlılık ve özgüllüğü %93’ün üzerindedir (133). 7.2. Endoskopi İBH'de endoskopik incelemeler tanı, ayırıcı tanı, hastalığın yaygınlığı ve aktivitesi, displazi ve kanser gelişiminin saptanmasında en değerli araç olmakla birlikte, biyopsi alınmasında ve polipektomi ile striktürlerin dilatasyonu gibi tedavi amacıyla da kullanılmaktadır. Endoskopi CH' yi ÜK' den ayırt edebilmek için de kullanılır. CH’de ayırıcı bulgular; rektal tutulumda diffüz yaygın inflamasyonun olmaması, mukozal vaskülaritenin artmamış olması, mukozal hassasiyetin olmadığı, aktif hastalık bölgelerinin normal mukoza alanlarıyla çevrelendiği ve derin keskin sınırlı ülserler, nodüler mukozanın lineer ülserlerle kesildiği ‘kaldırım taşı’ manzarasının olmasıdır 26 (134). Crohn hastalığının erken belirtisi aftöz ülserlerdir. Daha sonraki bulgular asimetrik, atlamalı, aralarında normal mukoza adacıklarının bulunduğu, barsağın uzun eksenine paralel ülserlerdir. Rektum tutulumu Crohn hastalığında seyrek olarak görülür. Crohn hastalığı tutulum yerlerine göre, terminal ileumun tutulduğu ileit, terminal ileum ve kolon segmentleri tutulduğunda ileokolit ve sadece kolon tutulduğunda kolit olarak adlandırılır (135). Kolonoskopik incelemede CH genellikle ileri evrededir. Lümen belirgin şekilde daraldığı için genellikle lezyonun proksimaline geçmek mümkün olmamaktadır. Tümörden ayıt etmek için lezyon kenarından ve üzerinden multiple biyopsiler almak ve sitolojik inceleme yapmak gerekir. Terminal ileitiste tanı için lezyona ulaşmak ve endoskopik biyopsi gerekir (136). CH'li olguların hepsine başlangıçta yakınması olsun olmasın üst gastrointestinal sistem endoskopisi yapılmalıdır. Gastroduodenal CH'de genelde antrum ve duodenumun birlikte tutulumu saptanır. Gastroskopide eritem, nodülarite, aftöz lezyonlar, mukozal ülserler, kaldırım taşı görünümü saptanabilir. Kapsül endoskopi ince bağırsakta standart endoskopi ile ulaşılamayan bölgelerdeki CH’yi belirleyebilmek için kullanılır. Şüpheli lezyonları belirlemede bu yöntem BT enterografi veya ince bağırsak enteroklizisi gibi konvansiyonel yöntemlerden daha hassastır (137). 7.3. Histopatoloji CH’nin patolojik bulguları fokal ve asimetrik bağırsak tutulumu gösteren aftöz ülserlerdir. Bu ülserasyon lineer ya da transmural yayılır. Primer lezyon lenfoid dokunun üzerinde gelişen aftöz ülserlerdir (138,139). Kript apseleri sıktır ve inflamatuvar birikimler genelde normal mukozaya yakın yerleşim göstermektedir. Histolojik olarak lenfosit, plazma hücreleri ve nötrofillerden oluşan karışık akut ve kronik inflamatuvar hücre birikimleri görülür (140). Mukozal biyopsilerde ya da rezeksiyon materyallerinde görülebilen non kazeifiye granülomlar CH için karakteristik olmasına rağmen hastaların sadece 1/3’ünde görülebildiğinden tanı için şart değildir (141). Gross olarak normal görünen mukozada granülomların görülmesi Crohn tanısını destekler (142). Granülomlar aynı zamanda lenf nodları, mezenter, periton ve karaciğerde de olabilir (143). 27 8. Aktivite CH olan hastalarda tedavi yeterliliğinin belirti ve bulgularla takibi, skorlama sistemleri ile yapılır. En sık kullanılanlar Harvey Bradshaw İndeksi ve Crohn Hastalığı Aktivite İndeksi’dir (144,145). Eritrosit sedimentasyon hızı ve C-reaktif protein gibi akut faz reaktanları da hastalık aktivitesinin biyolojik göstergeleridir ama sensitivite ve spesifiteleri düşüktür (59). Diğer yaklaşımlar da endoskopik bulgulara göre ve perianal hastalığa göre aktivite belirlenebilmektedir (146,147). 9. Sınıflandırma CH’nin sınıflandırılmasında Vienna ve Montreal olmak üzere başlıca iki sınıflama kullanılmaktadır. Her iki sınıflamada bazı farklılıklar olmasına rağmen tanı yaşı, tutulum yeri, hastalık tipi temel alınarak yapılmaktadır. En önemli farklılık perianal hastalığın varlığı Vienna Sınıflamasında penetran tip CH olarak kabul edilmesine karşılık Montreal Sınıflamasında perianal hastalığın ayrı bir tutulum yeri olarak ele alınmasıdır. Montreal Sınıflamasında inflamatuvar tip + perianal hastalık, penetran tip + perianal hastalık ve stenozan tip + perianal hastalık olarak değerlendirilmiştir. Vienna Sınıflamasında üst GİS tutulum ile birlikte herhangi bir tutulum olması halinde sadece L4 olarak sınıflandırılırken Montreal Sınıflamasında üst GİS ile birlikte tutulan diğer bölgede (L4+L1, L4+L2, L4+L3 gibi) belirtilmektedir. Ayrıca Vienna Sınıflamasında tanı yaşı 40 yaş altı, 40 yaş ve üstü olmak üzere belirtilirken Montreal Sınıflamasında tanı yaşı 16 yaş ve altı, 17-40 yaş aralığında, 40 yaş ve üstü olarak belirtilmiştir (148,149). 10. Tedavi Crohn hastalığında tedavi hastalığın lokalizasyonuna, şiddetine ve komplikasyonların varlığına göre düzenlenmeli, tedaviye alınan cevap, hasta uyumu ve yan etkiler değerlendirilerek her hastaya farklı bir uygulama 28 yapılmalıdır. İnflamatuvar tip hastalıkta antiinflamatuvar ilaçlar ve antibiyotikler, tek başına veya kombine olarak kullanılabilirler. Antiinflamatuvar ilaçlardan oral 5-ASA preparatları, sulfasalazin ve olsalazin kullanılmaktadır (150). Tedavinin yetersiz kaldığı durumlarda kısa süreli kortikosteroidler de eklenebilir. Günümüzde yan etkileri daha az olan yeni steroidler tercih edilmektedir. Bunlardan en sık olarak kullanılanlar, flutikazon ve özellikle budesoniddir. Crohn hastalığında kısa süreli budesonid kullanımının prednizolon ile aynı etkiye sahip olduğu, mesalaminden ise daha etkili olduğu gösterilmiştir (151). İleit, kolit veya ileokolit durumu varlığında bu tedavilere rağmen hastalık remisyona girmezse Anti-tümör nekrozis faktör (anti-TNF) ajan (infliximab, adalimumab) tedavisi veya cerrahi tedavi düşünülmelidir (152). Fistülizan tip hastalığın tedavisinde metronidazol, siprofloksasin gibi antibiyotikler, 6-merkaptopurin, azatioprin gibi immünomodülatörler ve Anti-TNF ajanlar kullanılabilir (153). Steroidlerin fistülleri iyileştirmede faydası olmadığı gösterilmiştir. Ayrıca idame tedavide immünomodülator ilaçların kullanımının uzun dönemde fistülün iyileşmesine katkıda bulunduğu bilinmektedir. İntravenöz Anti-TNF ilaç kullanımı ile hastaların yaklaşık yarısında histolojik ve endoskopik olarak mukozal iyileşme ile fistülün kapandığı gözlenmiştir (154). Antibiyotikler, immünomodülator ilaçlar ve Anti-TNF ilaçlar ile tedavide başarısızlık olması durumunda ise intravenöz siklosporin kullanılmalıdır. Ayrıca fistülizan tip Crohn hastalığında oral takrolimus tedavisinin de etkili olduğu gösterilmiştir (154). Fibrostenotik tip hastalıkta ise genellikle mekanik tıkanıklık görülür. Bu nedenle fibrostenotik tip Crohn hastalığının tedavisi genellikle cerrahidir (155). Crohn hastalığında remisyon sağlandıktan sonra ikinci amaç bu remisyonu uzun süreli olarak sürdürmektir. Sigara içilmesinin nüksleri arttırdığı gösterildiğinden dolayı eğer hasta sigara içiyor ise bırakması önerilir. Sulfasalazin ve mesalaminin idame tedavisinde yararları Ülseratif kolitteki kadar belirgin değildir. Crohn hastalığında remisyonun idamesinde esas olarak Azatioprin ve 6-merkaptopürin etkilidir. Anti-TNF kullanımı, Crohn hastalığında idame tedavinin de seyrini değiştirmiştir (156) 29 GEREÇ VE YÖNTEM Araştırmamız için Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurul Başkanlığı’ndan 12.04.2016 tarih ve 2016-7/9 no’lu karar ile izin alındı. Çalışmamıza Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Gastroenteroloji Bilim Dalı'nda 2000- 2016 tarihleri arasında Crohn hastalığı tanısı ile takip edilen 95 hasta alındı. Bu hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Çalışmamıza klinik ile birlikte endoskopik, histopatolojik ve radyolojik tetkikler kullanılarak Crohn hastalığı tanısı konan, 18-77 yaş arası, takibi devam etmekte olan hastalar seçildi. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalında yatırılan ya da ayaktan takip edilen, klinik, endoskopik, radyolojik ve histopatolojik olarak Croh hastalığı tanısı alan hastaların takip dosyalarından cinsiyet, yaş, tanı tarihi, hastalık başlangıç semptomları, hastalığın tutulum lokalizasyonu, hastalık tipi, anemi, sedimentasyon, C-reaktif protein (CRP), sistemik hastalık varlığı, kolon kanseri gelişimi, intestinal komplikasyon varlığı ve ekstraintestinal bulgular incelendi. Hastalığın tutulum lokalizasyonunun tespiti için hastalara yapılmış olan kolonoskopi, gastroskopi ve BT enteregrafi ve endoskopi sırasında alınan biyopsi sonuçları retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel Analiz Verilerin normal dağılıma sahip olup olmadığı Shapiro-Wilk testi ile test edilmiştir. Normal dağılıma sahip olmayan verilerin tanımlayıcı istatistikleri med (min-max) ile normal dağılıma sahip verilerin tanımlayıcı istatistikleri ort ± standart sapma olarak verilmiştir. Kategorik verilerin karşılaştırılmasında Pearson ki kare, Fisher exact testi kullanılmıştır. Kategorik değişkenler frekans ve yüzde n(%) olarak verilmiştir. Tüm istatiksel 30 analizler IBM Spss Statistics 21 programında anlamlılık düzeyi 0,05 ve %95 güven düzeyinde yapılmıştır. 31 BULGULAR Çalışmamıza; 95 crohn hastası dâhil edildi. CH tanılı hastaların 43’ü kadın (%45,3), 52’si erkek (%54,7) idi (Tablo-1). Tanı almış Crohn hastalarının yaş ortalamaları 39 (19-77) yıl idi. Ortalama Crohn hastalığı tanı konulma yaşı 35 (18-75) yıl olarak saptandı. Çalışmamıza alınan Crohn hastalarının ortalama takip süreleri 30 (5-180) ay olarak saptandı. Erkek Kadın 52 43 %55 %45 Şekil-2: Crohn hastalarında cinsiyet dağılımı Crohn tanılı hastaların Vienna sınıflandırmasına göre yapılan yaş analizinde kadın hastaların 30'u (%69,8) 40 yaş altında 13'ü (%30,2) 40 yaş ve üstünde, erkek hastaların ise 27 (%52) si 40 yaş altı, 25 (%48) hasta ise 40 yaş ve üstü saptandı. Toplamda Cronh tanılı 57 (%60) hasta 40 yaş altı, 38 (%40) hasta ise 40 yaş ve üstü saptandı. (Tablo-2). Tablo-2: Crohn hastalarında Vienna sınıflandırmasına göre yaş analizi Yaş Kadın n(%) Erkek n(%) Toplam n(%) <40 30(%69,8) 27(%52) 57(%60) ≥40 13(%30,2) 25(%48) 38(%40) 32 Değerlendirilmeye alınan hastaların, ilk tanı konulduğunda mevcut olan semptomlarına bakıldığında; CH tanılı hastaların 76’sı (%80,9) karın ağrısı, 49’u (%52,1) ishal, 23’ü (%24,5) kilo kaybı, 11’i (%11,7) kanlı mukuslu dışkılama, 9’u (%9,5) ateş, 4’ü (%4,3) bulantı-kusma, 2'si (%2,1) kabızlık, 1'i (%1,1) tenesmus ile başvurmuştu. Bu veriler Tablo-3 te gösterilmiştir. Karın ağrısı İshal Kilo kaybı Kanlı-mukuslu dışkılama Ateş Bulantı-kusma Kabızlık Tenesmus Ateş %9,5 Kanlı-mukuslu dışkılama %11,7 Kilo kaybı Karın ağrısı %24,5 %80,9 İshal %52,1 Şekil-3: Crohn hastalarında tanı anında gözlenen semptomlar Hastalar anemi varlığı açısından incelendiğinde CH tanılı erkek hastaların 30’unda (%55,7) kadınların ise 25’inde (%58,1) anemi görüldü. Toplamda hastaların 55' inde (%57,9) anemi saptandı. Crohn hastaları sedimentasyon değerine göre incelendiğinde ise 95 hastanın 30’unda (%31,4) sedimentasyon değeri normal 65’inde (%68,4) yüksek saptandı. Sedimentasyon değeri 20mm/saat in üstünde saptanan 65 hastanın 36’ sı (%69,2) erkek, 29’u (%67,4) kadın idi. Crohn hastaları CRP değerine göre incelendiğinde ise 95 hastaının 34’ünde (%35,8) CRP değeri normal, 61’inde (%64,2) ise CRP değeri yüksek saptandı. CRP değeri 0.5mg/dl den yüksek saptanan hastaların 34’ü (%65,4) erkek, 27’si (%62,8) kadın idi. Çalışmamıza aldığımız 95 hastanın 23’ünde (%24,2) tanı anında tip 2 DM, hipertansiyon, romatoid artrit gibi kronik sistemik bir hastalığın olduğu 33 gözlendi. Sistemik hastalık saptanan 23 hastanın 14’ü (%26,4) erkek hasta, 9’u (%20,9) bayan hasta olarak saptandı. Bu veriler Tablo 3' te gösterilmiştir. Tablo-3: Crohn hastalarında laboratuvar özellikleri ve tanı anında sistemik hastalık varlığı Kadın n(%) Erkek n(%) Toplam n(%) Var 25(%58,1) 30(%55,7) 55(%57,9) AnemiØ varlığı Yok 18(%41,9) 22(%42,3) 40(%42,1) Normal 14(%32,6) 16(%30,8) 30(%31,4) Sedimantasyonβ Yüksek 29(%67,4) 36(69,2) 65(%68,4) Normal 16(%37,2) 18(34,6) 34(%35,8) CRPµ Yüksek 27(%62,8) 34(%65,4) 61(%64,2) Var 9(%20,9) 14(%26,9) 23(%24,2) Sistemik Hastalık Yok 34(%79,1) 38(%73,1) 72(%75,8) (AnemiØ, erkek