T.C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ ĠKTĠSAT ANABĠLĠM DALI ĠKTĠSAT BĠLĠM DALI KÜRESEL FĠNANSAL KRĠZĠN ARDINDAN FĠNANSALLAġMA OLGUSUNUN YÜKSELĠġĠ: POST-KEYNESYEN YAKLAġIM YÜKSEK LĠSANS TEZĠ GüneĢ TAġ DanıĢman: Doç. Dr. Metin ÖZDEMĠR BURSA – 2019 T.C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ ĠKTĠSAT ANABĠLĠM DALI ĠKTĠSAT BĠLĠM DALI KÜRESEL FĠNANSAL KRĠZĠN ARDINDAN FĠNANSALLAġMA OLGUSUNUN YÜKSELĠġĠ: POST-KEYNESYEN YAKLAġIM YÜKSEK LĠSANS TEZĠ GüneĢ TAġ DanıĢman: Doç. Dr. Metin ÖZDEMĠR BURSA – 2019 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : GüneĢ TAġ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Ġktisat Bilim Dalı : Ġktisat Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : XI+ 147 Mezuniyet Tarihi : …/…/2019 Tez DanıĢman(lar)ı : Doç. Dr. Metin ÖZDEMĠR KÜRESEL FĠNANSAL KRĠZĠN ARDINDAN FĠNANSALLAġMA OLGUSUNUN YÜKSELĠġĠ: POST-KEYNESYEN YAKLAġIM 1970‟li yılların karlılık krizinden itibaren Keynesyen düzenleyici politikaların yerini Neoklasik politikalar almıĢ böylelikle kapitalizmin son aĢaması olarak kabul edilen finansallaĢma, teorik ve politik temelleri açısından geniĢleme imkanı bulmuĢtur. Ekonominin birçok alanında finansal etkinliğin ve finansal tesirin artması olarak kabul edilen finansallaĢma öncelikli olarak geliĢen ülkelerde ortaya çıkmıĢtır. Fakat finansal geliĢimin temel dinamiklerinden olan neoliberal politikalar çerçevesinde uygulanan finansal liberalizasyon ve küreselleĢme finansın etkilerinin geliĢen ülkelere yansıdığını göstermektedir. FinansallaĢma literatürüne yapılan farklı kuramsal yaklaĢım içerisinden Post Keynesyen yaklaĢım finansı, Neoklasik iktisattan daha kapsamlı ele alması ve makroekonomik perspektiften modellemesi finansallaĢmanın etkilerinin anlaĢılmasında teorik zemin oluĢturmuĢtur. Buradan yola çıkarak finansallaĢmanın Türkiye gibi geliĢen bir ekonomi üzerindeki etkilerinin ne yönde geliĢtiği önemlidir. Türkiye‟de finansallaĢma 1990‟lı yıllardan sonra sermaye piyasalarından ziyade bankacılık sektörü üzerine geliĢmiĢ 6ancak 2001 finansal krizinden sonra bankalar, devletin ihraç ettiği DĠBS‟den elde ettikleri karlılık yerine esas faaliyet alanları olan krediye yönelmiĢtir. Serbest piyasa koĢullarının etkisiyle yurtiçi bankalardan ziyade uluslararası bankalardan daha düĢük borçlanma maliyetiyle borçlanan firmaların kredilerinin artması, yurtiçi bankaların kaynaklarını hanehalkı tüketici kredilerine yöneltmesinde etkili olmuĢtur. Kolay eriĢilebilir kredilerle hanehalkı ve özel sektör tüketim ve borçlanma dinamiklerinin 2000‟li yıllardan sonra hızla değiĢmesine neden olmuĢtur. Türkiye‟de özellikle hanehalkı seviyesinde artan tüketim talebinin tüketici kredileri ve kredi kartları aracılığıyla kolay ödeme imkanına kavuĢması, bireylerin tüketim ve borçlanma oranları yükselmiĢ ayrıca özel sektör tasarruf oranları azalmıĢtır. Özetle Türkiye‟de hanehalkı ve firmaların bankacılık faaliyetleri üzerinden borçlanarak finansallaĢtığı söylenebilir. Böylelikle denilebilir ki; krediler refah seviyesinin ve ekonomik büyümenin yükselmesinde katalizör görevini üstlenebilir ancak bu uygun makroekonomik koĢullar altında finansın iyi yönetilmesiyle mümkün olabilmektedir. Anahtar Sözcükler: FinansallaĢma, Post-Keynesyen, Finansal liberalizasyon, Türkiye, Bankacılık, Bireysel krediler. iv ABSTRACT Name and Surname : GüneĢ TAġ University : Uludag University Institution : Institute of Social Science Field : Economics Branch : Economics Degree Awarded : Master Page Number : XI+147 Degree Date : …./…./2019 Supervisor : Assoc. Prof. Metin OZDEMIR THE RISE OF FINANCIAL EVALUATION AFTER THE GLOBAL FINANCIAL CRISIS: POST-KEYNESIAN APPROACH Since the 1970s profitability crisis, Keynesian regulatory policies have been replaced by Neoclassical policies, thus financialization, which is considered the final stage of capitalism, has had the opportunity to expand in terms of its theoretical and political foundations. Financialization, which is considered as an increase in financial efficiency and financial impact in many areas of the economy, has emerged primarily in developing countries. However, financial liberalization and globalization implemented within the framework of neoliberal policies, one of the fundamental dynamics of financial development, show that the effects of finance are reflected on developing countries. Post Keynesian approach finance, a more comprehensive approach from Neoclassical economics and modeling from a macroeconomic perspective, which is one of the different theoretical approaches to financialization literature, provided a theoretical basis for understanding the effects of financialization. Based on this financialisation and the effects on a developing economy like Turkey, it is important that what evolved in that direction. After Turkey, financialization 1990 after advanced 2001 financial crisis on rather than the banking sector and capital market banks, the state exported by instead profitability gained from domestic government bonds tended to credit is essential areas of activity. The increase in the loans of firms borrowing at lower borrowing costs than international banks due to free market conditions has been effective in directing domestic banks' resources to household consumer loans. With the easily accessible loans, household and private sector consumption and borrowing dynamics have changed rapidly after 2000s. Turkey, especially household consumption increased level of demand for consumer loans and credit cards through the meeting with easy payment facilities, consumption and borrowing rates of individuals increased private sector saving rates also decreased. As a summary, financialization is supplied by banking activities through borrowing of households and firms in Turkey. Thus, it can be said that; loans can serve as catalysts for the rise in welfare and economic growth, but this is only possible through proper management of finance under favorable macroeconomic conditions. Keywords: Financialization, Post Keynesian, Financial liberalization, Turkey, Banking, Personal loans. v ĠÇĠNDEKĠLER ÖZET..............................................................................................................................ĠV ABSTRACT .................................................................................................................... V ÖNSÖZ ...........................................................................................................................VĠ TABLOLAR ................................................................................................................... X ġEKĠLLER ....................................................................................................................XĠ GĠRĠġ ............................................................................................................................... 1 BĠRĠNCĠ BÖLÜM FĠNANSALLAġMA SÜRECĠNE TEORĠK VE KURAMSAL YAKLAġIM 1. KAPĠTALĠZMĠN TARĠHSEL SÜRECĠNDE FĠNANSALLAġMA OLGUSU .... 5 1.1. Kapitalist Sistemin Evrimi ..................................................................................... 5 1.1.1. Kapitalizm Kavramı ......................................................................................... 5 1.2. Kapitalizmin GeliĢim Süreci .................................................................................. 6 1.2.1. Ticari Kapitalizm (Merkantilizm) Dönemi ...................................................... 7 1.2.2. Sanayi Kapitalizmi Dönemi ........................................................................... 10 1.2.2.1. (1776-1873) Arası Dönem: ..................................................................... 10 1.2.2.2. (1873-1970) Arası Dönem: ..................................................................... 11 2. FĠNANSALLAġMA SÜRECĠ .................................................................................. 14 2.1. FinansallaĢma Sürecinin GeliĢiminin Temel Dinamikleri ................................... 16 2.1.1. FinansallaĢma ve Neo-Liberalizm ................................................................. 17 2.1.1.1. Finansal Liberalizasyon ve McKinnon-Shaw Hipotezi .......................... 17 2.1.1.2. Neoliberalizmin YükseliĢi ....................................................................... 18 2.1.2. FinansallaĢma ve KüreselleĢme ..................................................................... 19 2.1.3. FinansallaĢma Olgusu .................................................................................... 21 2.2. FinansallaĢmanın Ġktisadi Etkileri ........................................................................ 23 vi 3. FĠNANSALLAġMAYA KURAMSAL YAKLAġIM ............................................. 28 3.1. FinansallaĢmaya Neo-Klasik YaklaĢım ................................................................ 28 3.2. FinansallaĢmaya Marksist YaklaĢım .................................................................... 29 3.3. FinansallaĢmaya Keynesyen YaklaĢım ................................................................ 32 ĠKĠNCĠ BÖLÜM POST-KEYNESYEN YAKLAġIMDA FĠNANSALLAġMA 1. POST-KEYNESYEN ĠKTĠSADIN KÖKENĠ, ANA ÖNERMELERĠ VE NEO KLASĠK ĠKTĠSAT ĠLE ARASINDAKĠ PARADĠGMASAL FARKLILIKLAR .. 37 1.1. Post Keynesyen YaklaĢımda Ergodik Olmayan Sistem ve Belirsizlik ................ 41 1.2. Post Keynesyen YaklaĢımda Finansal Piyasalara ve Finansın Rolüne Yönelik YaklaĢımlar ................................................................................................................. 43 2. POST-KEYNESYEN MAKROEKONOMĠK PERSPEKTĠFTEN FĠNANSALLAġMA ...................................................................................................... 46 2.1. BölüĢüm ve Toplam Talep Analizi ..................................................................... 46 2.2. GeliĢme Evreleri Yöntemi .................................................................................... 50 2.3. Post Keynesyen Firma Teorisi.............................................................................. 52 3. POST-KEYNESYEN BAKIġ AÇISIYLA FĠNANSALLAġMANIN ETKĠLERĠ ......................................................................................................................................... 57 3.1. FinansallaĢma ve Firma Yatırım DavranıĢları Üzerine ........................................ 58 3.2. FinansallaĢma ve Hanehalkı DavranıĢları Üzerine............................................... 65 3.3. FinansallaĢma ve Gelir Dağılımı Üzerine ............................................................ 68 4. FĠNANSALLAġMA VE MAKROEKONOMĠK ĠSTĠKRARSIZLIK ................. 72 4.1. Finansal Ġstikrarsızlık Hipotezi............................................................................. 73 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNĠN FĠNANSALLAġMASI: FĠNANSALLAġMANIN ETKĠ KANALLARI BAĞLAMINDA DEĞERLENDĠRME/TARTIġMA 1. TÜRKĠYE’DE FĠNANSALLAġMA SÜRECĠ ....................................................... 79 1.1. 1980 Sonrası Dönem: Finansal Liberalizasyon / Reform ve Sermaye Hareketlerinin SerbestleĢtirilmesi Süreci .................................................................... 80 1.2. Finansın GeniĢleme Süreci ................................................................................... 85 1.2.1. Finansal Kesimin Aktif Büyüklüğü ve Bankacılık Kesimi ........................... 88 1.2.2. Finansal Aracılık Hizmetleri ve Finansal Hizmetlere EriĢim Kanalları ........ 91 vii 2. TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNDEKĠ FĠNANSAL KRĠZLERĠ (1991-2001) POST KEYNESYEN FĠNANSAL ĠSTĠKRARSIZLIK (KIRILGANLIK) YAKLAġIMIYLA DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ........................................................... 95 2.1. Türkiye Ekonomisinde Finansal Krizler .............................................................. 95 2.2. Türkiye‟de 1991-2001 Dönemi Arası Krizlerini Finansal Kırılganlık YaklaĢımı Çerçevesinde Yorumlanması/Değerlendirilmesi ......................................................... 97 3. FĠNANSALLAġMANIN TÜRKĠYE EKONOMĠSĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ ......................................................................................................................................... 99 3.1. Hanehalkı DavranıĢları Üzerine Etkileri ............................................................ 100 3.1.1. Üretim, DıĢ Ticaret Yapısındaki DönüĢüm ve Ücretler .............................. 101 3.1.2. Artan Tüketici Talepleri ve DönüĢen Hanehalkı Tüketim Kalıpları ........... 106 3.1.3. Hanehalkı Borçluluğu Üzerine .................................................................... 113 3.2. Firma Yatırım DavranıĢları Üzerine Etkileri ...................................................... 118 3.3. Gelir Dağılımı Üzerine Etkileri ......................................................................... 123 SONUÇ ......................................................................................................................... 125 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 130 EK 1:............................................................................................................................. 147 viii TABLOLAR Tablo 1: 10 GeliĢmiĢ Ekonomide Borcun DeğiĢim Oranları……………………........ 26 Tablo 2: Heterodoks ve Ortodoks (Neoklasik) Okulların Varsayımlarına ĠliĢkin Paradigmasal Farklılıklar ……………………………………………………………. 39 Tablo 3: Post Keynesyen Teorinin Temel Ġlkeleri ………………………………...... 41 Tablo 4: Kar Odaklı ve Ücret Odaklı Rejimlerin Tanımı ………………………....... 49 Tablo 5: Harcanabilir Gelirin Yüzdesi Olarak Hanehalkı Borcu ve Özel Tüketim Harcamaları ………………………………………………………………………...... 67 Tablo 6: Menkul Kıymetlerin ve Kredilerin Banka Aktifine Oranı, Yüzde (%) …… 86 Tablo 7: Finansal Hizmetlere EriĢim Kanalları, 2000-2018 ………………………... 94 Tablo 8: Türkiye‟nin SeçilmiĢ Temel Ekonomik Göstergeleri, Milyon ABD Doları, 2001-2018 ………………………………………………….... 103 Tablo 9: Mal Gruplarına Göre Ġthalat ve Ġhracat Oranları, Yüzde (%), Bin ABD Doları, 2001-2018 ………………………………………………………. . 104 Tablo 10: Finansal Derinlik ve Aracılık Oranları, Yüzde (%), 2002-2019 Mart ….. 108 Tablo 11: Hanehalkı Finansal Varlıkları BileĢimi, Yüzde (%), 2003-2018 ……….. 112 Tablo 12: Bireysel Kredi ve Kredi Kartını ÖdememiĢ Gerçek KiĢi Sayısı, 2009-2018 …………………………………………………………………………... 115 Tablo 13: Tüketici Kredilerinde Takibe DönüĢüm Oranları, Yüzde (%), 2009-2019 …………………………………………………………………………... 117 Tablo 14: Kanuni Takipteki Tüketici Kredileri Ve Konut Kredileri, (Kullandırılan Miktar Milyon TL), 1997-Mart 2018 ………………………………………………. 117 Tablo 15: Üretim Faaliyeti DıĢı Gelirler (Net), Milyon TL, 1990-2018 …………... 119 Tablo 16: Sanayi ġirketlerinin Faiz Ödemeleri, Yüzde (%), 2009-2017…………... 120 Tablo 17: Finansman Giderleri / Faaliyet Karı, 2012-2018 ……………………….. 120 ix ġEKĠLLER ġekil 1: Üretim ve Finans ġirketlerinin Kar Oranları ABD, 1960-1999 …………….. 24 ġekil 2: FinansallaĢmanın Sebep ve Sonuçları ………………………………………. 27 ġekil 3: Post Keynesyenlerin Makroekonomik DüĢünce Okullarındaki Konumu …... 38 ġekil 4: Post Keynesyen Teori Bağlamında Belirsizlik Kavramı ve Gelecek ……….. 42 ġekil 5: Finansın Rolü ……………………………………………………………….. 44 ġekil 6: FinansallaĢmanın Kanalları …………………………………………………. 52 ġekil 7: Yönetim Odaklı Bir Firmada Tercihler ve Kısıtlar (MF) ………………….... 54 ġekil 8: Hissedar Odaklı Bir Firmada Tercihler ve Kısıtlar (SDF) …………………... 55 ġekil 9: Firma Düzeyinde Hissedar Değeri Yönelimi ve Yatırım Kararları …………. 60 ġekil 10: Finansal Olmayan ĠĢletmelerde Net ĠĢletme Fazlası Kullanımı, ABD, 1960- 2006 ………………………………………………………………………………...… 62 ġekil 11: Sermaye ve Finansal Varlıkların Yıllık SatıĢ Ortalaması, 1950-2014 …….. 64 ġekil 12: Finansal Olmayan ĠĢletmelerde Brüt Borç Sermaye Stoğu, ABD, 1960-2006 ……………………………………………………………………... 65 ġekil 13: Emek Gelir Payı (Faktör Maliyetindeki Gsyh Maliyetleri), ABD, 1960-2007 ……………………………………………………………………... 69 ġekil 14: Ekonomik Politika ve Neoliberal Kutu ……………………………………. 70 ġekil 15: ABD‟deki En Yüksek Yüzde 0.01‟lik Kesimin Gelir Payı ve Komposizyonu, 1916-2000 ……………………………………………………………………………..71 ġekil 16: Bütçeden Faiz Giderlerinin Payı ve Kamu Kesimi Borçlanma Gereği, Yüzde(%), 2003-2018 ………………………………………………………………... 88 ġekil 17: Türk Finans Sektörü Aktif Toplamı ve Banka Sektörünün Payı …………... 89 ġekil 18: Finansal Sektörün Bilanço Büyüklüğünün Dağılımı (%) ………………….. 90 ġekil 19: Bankacılık Sektörü Toplam Aktif Büyüklüğü / GSYH ……………………. 91 ġekil 20: Finansal Aracılık ĠĢlemleri (Financial Intermediation Services) ve GSYH, 1998-2012 …………………………………………………………………………….. 93 ġekil 21: Toplam Sanayi Sektörü Performans Göstergeleri, Endeksler (2015=100), 2009-2019 I. Çeyrek ……………………………………………………………….... 105 ġekil 22: Özel Tasarruf ve Tüketimlerinin GSYH‟ya Oranı, Yüzde (%), 1999 2018…………………………………………………………………………………...107 ġekil 23: Türkiye‟de Kredi Türlerinin GeliĢimi, 2002-2019 Mart, Yüzde (%) …….. 109 x ġekil 24: Tüketici Kredilerinin Toplam Krediler Ġçindeki Payı, Yüzde (%), 2002- 2019………………………………………………………………………………….. 110 ġekil 25: Tüketici Kredileri ve Bireysel Kredi Kartlarının (Bireysel Kredilerin) BileĢimi, Milyar TL, 2008-2018 ……………………………………………………. 111 ġekil 26: Hanehalkı Finansal Varlık / Yükümlülüklerinin GeliĢimi ve Hanehalkı Borcu, Yüzde (%), Milyar TL, 2010-2018 …………………………………………………. 114 ġekil 27: Borç / Özkaynak ĠliĢkisi, Yüzde (%), 2008-2018 ………………………... 122 ġekil 28: SeçilmiĢ Bazı OECD Ülkelerinde GSYH Ġçindeki ĠĢgücü Payı, 2006- 2018………………………………………………………………………………….. 125 ġekil 29: Hanehalkı Kullanılabilir Gelire Göre P80/P20 Oranı, 2006-2017 ……...... 125 xi GĠRĠġ 1929 Dünya Krizi‟ne çözüm getirmesi amacıyla uygulanan Keynesyen düzenleyici politikalar, 1970‟li yılların petrol kriziyle yerini neoliberal politikalara bırakmıĢtır. Finansal deregülasyon ve liberalizasyon politikalarının karlılık krizine çare getireceği inancıyla ulus ve uluslararası arenada ticari ve sermaye hareketlerinin serbestleĢtirilmesinden yana politikalar oluĢturulmuĢtur. ABD‟de Reagan, Ġngiltere‟de Tratcher‟in neoliberal söylemleri, IMF ve Dünya Bankasının uyum programları desteğiyle finansallaĢmanın geliĢen ülkelerin yanı sıra geliĢmekte olan ülkelere de yayılması amaçlanmıĢtır. Kapitalizmin geliĢim süreci içinde finansallaĢmanın zeminini oluĢturan neoliberal politikalar, küreselleĢme ve deregülasyon ile hız kazanmıĢ; ticari ve sermaye hareketleri serbestleĢmiĢtir. Birçok yazara göre kapitalizmin geliĢim evresinin son aĢaması olarak tasvir edilen finansallaĢma, öz olarak ekonomide finansal piyasaların ve finansın rölünün arttığı anlamına gelmektedir. FinansallaĢma olgusu iktisat yazınında Neoklasik, Marksist, Keynesyen gibi farklı düĢünce okulları tarafından finansın farklı yönlerine odaklanmıĢtır. Bu okullardan Neoklasik iktisat finansın ekonomide büyüme, yatırım ve tasarruf gibi makro değiĢkenler üzerinde pozitif etkileri olacağı yönündeki savını McKinnon-Shaw teorisiyle desteklemiĢtir. Keynesyen politikalardan sonra 1970‟li yıllar itibariyle geliĢen neoliberal söylemler, krizden çıkıĢ için serbest piyasa ekonomisi yaratmıĢtır. Ancak 2008 küresel finans kriziyle birlikte finansallaĢma üzerine tartıĢmalar ve çalıĢmaların önemi daha da artmıĢtır. Bu çalıĢmalardan Keynesyen ekole dayanan Post Keynesyen iktisat finansallaĢma literatürüne kapsamlı bir analiz sunması sebebiyle önemlidir. Post Keynesyen iktisatçıların makroekonomik perspektiften finansallaĢmanın analizini yaptığı çalıĢmalar, Michal Kalecki‟nin “bölüĢüm ve toplam talep” analizine dayanmaktadır. Neoklasik iktisat öğretisinin üzerinde pek durmadığı bölüşüm ve toplam talep konularına Post Keynesyen iktisatçılar teorik ve ampirik düzeyde uzun süredir çalıĢmaktadır. Bir diğer model olarak değerlendirilen ve Kaleckiyen analize dayanan Thomas Palley‟in “geliĢim evreleri yöntemi” finansın süreç içerisindeki geliĢimini analize dahil ederek; Minsky‟nin finansal istikrarsızlık (financial instability) hipoteziyle benzer sonuçlar elde etmiĢtir. Son olarak Engelbert Stockhammer‟in 1 finansallaĢmayı mikroekonomik açıdan ele aldığı “firma teorisi” ise firmanın büyüme veya kar değiĢkenlerindeki tercih ve kısıtlarının belirlenmesinde hissedar değerinin (shareholder value) firma yönetim anlayıĢındaki ağırlığının finansallaĢma ile artığını modellemektedir. Post Keynesyen iktisatçı Eckhard Hein‟a göre finansallaĢma etki kanalları bağlamında firma yatırım davranışları, hanehalkı davranışları ve gelir dağılımı olarak sınıflandırılmıĢtır. Hein‟ın sınıflandırması, Post Keynesyen makroekonomik modelleri daha anlaĢılır kılması nedeniyle kapsamlı bir analiz sunmaktadır. FinansallaĢmanın etki kanallarının sınıflandırıldığı firma yatırım davranıĢları özellikle geliĢmiĢ ülkelerde finansal deregülasyon ve liberalizasyon uygulamaları sonrasında finansal olmayan firmaların karlılık anlayıĢını değiĢtirmiĢtir. Firmalar reel yatırımlardan kısa vadeli ve yüksek karlılık getiren finansal yatırımlara yönelmiĢtir. Firmaların değiĢen yönetim anlayıĢı hissedarlara yönelik çözümler olup, artan faiz ve temettü ödemeleri gibi finansman giderlerinin artması; firmaların uzun vadeli reel yatırım kaynaklarını azaltmıĢtır. Uzun vadeli reel üretim ve yatırımların azalması beraberinde ücretlerin baskılanması, iĢsizliğin artması ve ekonomik büyümenin daralmasına yol açmaktadır. Ġkinci olarak finansın artan önemi ve etkilerinin hanehalkı üzerindeki tesiri gerek geliĢmiĢ gerek geliĢen ülkelerde benzer özellikler göstermektedir. Bu özelliklerin geliĢimini, Hein üç mekanizmaya dayandırarak açıklamıĢtır: hanehalkı serveti, borçluluğu ve tüketimi. Bu mekanizmanın finansallaĢmanın hanehalkı üzerindeki etkilerini anlaĢılır kılması açısından önemlidir. Genel olarak değerlendirildiğinde birçok ülkede 1980‟li yıllardan sonra uluslararası piyasalarda artan rekabete uyum sağlamak ve firmaların rekabet edilebilirliğini arttırmak için ücretler üzerinde baskı artmıĢtır. Bu nedenle hanehalkı azalan alım gücü artan kredilerle finanse edilmiĢ ve hanehalkının kredi temelli serveti ve tüketimi artmıĢtır. Fakat gerek yanlıĢ ekonomik politikalar gerekse finansın doğru yönetilmemesi hanehalkı ve özel sektörün finansallaĢırken borçlanma oranlarını yükseltmiĢtir. Son olarak finansallaĢmanın gelir dağılımı üzerindeki etkisine değinecek olursak, neoliberal politika çerçevesinde emek piyasası esnekliğine dayandığını belirtmek gerekir. FinansallaĢma sürecinde çalıĢan reel ücretlilerin artan verimlilikleriyle doğru orantılı olarak ücretler artmamıĢ aksine hissedar değeri anlayıĢının yüksek karlılık arzusu ve azalan reel üretim iĢçi ücretlerinin 2 baskılanmasına sebep olmuĢtur. Böylece gelir dağılımı adaletsizliği problemi derinleĢmiĢtir. Buradan hareketle çalıĢmada, Türkiye‟de finansallaĢma süreci ve etkileri Post Keynesyen anlayıĢla tutarlı bir Ģekilde değerlendirilmiĢtir. Türkiye‟de finansal derinliğin ve çeĢitliliğin geliĢmiĢ ülkelere nazaran zayıf olmasından ve finansallaĢmanın bankacılık faaliyetleri üzerinde geliĢmesinden yola çıkılmıĢtır. Bu bağlamda bu çalıĢma, Türkiye‟de finansın sermaye piyasalarından ziyade bankacılık faaliyetleri üzerinden geliĢip derinleĢtiği yönünde ıĢık tutmuĢtur. Bu çerçeve doğrultusunda çalıĢma üç bölümden oluĢmaktadır. ÇalıĢmanın birinci bölümünde; kapitalizmin tarihsel süreci içinde finansallaĢmanın, kapitalizmin bir aĢaması olduğundan yola çıkılmıĢ ve finansallaĢma olgusunun kökenine ıĢık tutulmuĢtur. FinansallaĢma süreci, geliĢim dinamikleri çerçevesinde neoliberal politikalarla baĢlayıp küreselleĢme ile yayılan sürecinin son aĢaması olarak ifade edilmiĢtir. Bu bölümde finansallaĢma kapitalizmin geliĢim süreci içerisinde teorik ve kuramsal açıdan ele alınmıĢtır. FinansallaĢmaya farklı kuramsal açılardan yaklaĢılması ikinci bölümdeki Post Keynesyen teorinin finansallaĢma vurgusu için önem taĢımaktadır. Ġkinci bölümde finansallaĢma literatürünün Post Keynesyen açıdan yaklaĢımı esas alınmıĢtır. Post Keynesyen yazının finansallaĢmaya makroekonomik açıdan bakıĢ açısının daha iyi kavranabilmesi amacıyla öncelikle Post Keynesyen iktisadın kökeni, ana önermeleri ve finansa yönelik yaklaĢımları Neoklasik iktisat arasındaki paradigmasal farklılıklar çerçevesinde ortaya konulmuĢtur. Neoklasik iktisat teorilerinde finansa ayrıntılı yer verilmemiĢ olup genellikle ekonominin büyümesinde ve kaynakların dağılımında etkinliği savunduğu vurgulanırken; Post Keynesyen iktisadın finansın büyüme, yatırım ve gelir dağılımı üzerinde kapsamlı analizler yaptığını söyleyebiliriz. Her ne kadar yapılan çalıĢmalar finansallaĢmanın gelir dağılımı, yatırım ve büyüme üzerindeki olumsuz etkilerine odaklanmıĢ olsa da Keynesyen ekolde finansal kurumların ve kredilerin yatırımlar üzerindeki etkisi önemlidir. 3 Ġkinci bölümde ayrıca finansallaĢmanın Post Keynesyen makroekonomik analiz çerçevesinden ele alınması finansallaĢmanın etki kanallarını anlaĢılır kılmaktadır. Bu bölümde Hein‟in finansallaĢmanın etki kanallarını sınıflandırdığı çalıĢması makroekonomik teorilerle uyumlu analizler içermektedir Bu aĢamada Sawyer (2014) çalıĢmasında Neoklasik iktisatçıların söylemlerine paralel olarak finansın artan etkilerinin ekonomik büyüme yarattığına dair bulgularla desteklemiĢtir. Ancak son otuz yılda ekonomik büyüme oranlarının azalması ve tasarruf-yatırım oranlarının dengesizleĢmesiyle birlikte ekonominin istikrarsız bir seyir izlediğini vurgulamıĢtır. Bu nedenle 2008 küresel finansal krizin ardından önemi daha iyi anlaĢılan Minsky‟nin finansal istikrarsızlık hipotezi (financial instability) ekonominin makroekonomik istikrarsızlığı konusundaki geliĢmelere süreç açısından yaklaĢması bakımından önemli bir teori sunmaktadır. Üçüncü bölümde ise Türkiye ekonomisinin finansallaĢması ikinci bölümdeki sınıflandırmaya paralel olarak analiz edilmiĢtir. Ġlk olarak Türkiye‟de finansallaĢma süreci 1980 sonrası yaĢanan ekonomik dönüĢümden itibaren ortaya konmuĢtur. Devamında ise Türkiye‟de sermaye piyasalarına nazaran geliĢen bankacılık sektörü finansal geniĢleme süreci içinde incelenerek bankacılık sektörünün Türkiye‟deki ağırlığından bahsedilmiĢtir. Ayrıca Türkiye ekonomisinin 1991-2001 dönemi arasında yaĢanan finansal krizleri ikinci bölümde de ifade edilen Post Keynesyen makroekonomik istikrarsızlık bağlamında incelenmiĢ ve Türkiye de yaĢanan krizlerin Minsky‟nin hipoteziyle uyumluluğu ortaya konmuĢtur. Üçüncü bölümde son olarak finansallaĢmanın etki kanalları Hein‟in sınıflandırmasına bağlı kalarak Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri analiz edilmiĢ ve Türkiye‟de finansallaĢmanın özellikle hanehalkı etkileri üzerine kapsamlı yer verilmiĢtir. 4 BĠRĠNCĠ BÖLÜM FĠNANSALLAġMA SÜRECĠNE TEORĠK VE KURAMSAL YAKLAġIM 1. KAPĠTALĠZMĠN TARĠHSEL SÜRECĠNDE FĠNANSALLAġMA OLGUSU 1.1. Kapitalist Sistemin Evrimi Dünya genelinde kapitalizm son kırk yılda ekonomik, siyasal ve sosyal anlamda ciddi değiĢimler yaĢamıĢtır. Global ekonomide yaĢanan finansal transformasyon ve finansal geniĢleme gittikçe önem kazanmıĢtır. YaĢanan finansal geniĢlemenin ve dönüĢümün kapitalizmin içinden geçtiği tarihsel sürecinin analizi ile mümkün olabilmektedir. Bu durumun nedeni finansallaĢmanın birçok yazara göre kapitalizmin evrilmesi sürecinin bir aĢaması olarak kabul edilmesidir. Bu anlamda finansallaĢma literatüründen bahsetmeden önce kapitalizmin tarihsel sürecinden kısaca bahsederek sürecin kökenine ıĢık tutmak amaç edinilmektedir. Bu nedenle çalıĢmada ilk olarak kapitalizm kavramı tanımlanacak ve ardından kapitalizmin geliĢim süreçlerinin finansallaĢmanın bir aĢaması olduğu düĢüncesinden yola çıkılarak kapitalist sürecin tarihsel gidiĢatından bahsedilecektir. 1.1.1. Kapitalizm Kavramı YaklaĢık 600 yüzyıl öncesinden baĢlayıp günümüze uzanan kavramın ortaya çıkıĢında farklı görüĢler ileri sürülmekle birlikte kapitalizm, bir dünya sistemi olarak küresel etkisini ortaya koyduğu XVIII. yüzyılda baĢlar. Bu dönemden itibaren yaĢanan aksaklıklara rağmen hayati varlığını devam ettirmeyi baĢarmıĢtır. Sistemin en önemli olumsuz özelliği de sürekli krizlere maruz kalmasıdır. Kapitalizm kavramı birçok düĢünür tarafından bilimsel açıdan açıklanmaya çalıĢılmıĢtır (TellalbaĢı, 2011: 26). Kapitalizm sözcüğünü, onu anlamını destekleyen iki sözcükle, tarihsel anlamına ıĢık tutmak amacıyla bir çerçeve içine alabilmemiz mümkündür: kapital ve kapitalist sözcükleri. Kapital (sermaye) sürekli ortada ve etkili olan tanınması kolay somut araçlar kütlesidir. Kapitalist, kapitalin kullanımını yönlendiren ya da yönlendirmeye çalıĢan kiĢidir. Kapitalizm ise kaba bir Ģekilde bütün toplumların mahkum olduğu, 5 genellikle fedakârca amaçlara yönelik olmayan, kâr odaklı bu sürekli katılım oyununda var olma biçimidir (Braudel, 2017: 48-19). „Kapitalizm‟ terimi üzerinde düĢünülmeyi hak etmektedir. Henüz 18. Yüzyılda bile kapitalist kelimesi, yatırım yapmak amacıyla elinde sermayeyi bulunduran, üretim faktörlerinin sahibi olan kiĢi anlamına gelmekteydi. Adam Smith (1723-1790) ya da Turgot (1727-1781) bu terimi sıklıkla kullanmıĢ olup Turgot, henüz 1766‟da iĢletmelerin baĢındakileri “tarımsal müteĢebbis kapitalistler” ya da “sanayi müteĢebbisi kapitalistler” olarak belirtmekteydi. Dolayısıyla kapitalizm, hâkim fikri kapitalist olan ekonomik bir sistemi temsil etmekteydi (Jessua, 2015: 8). Marksist düĢünceye göre kapitalizm; “çeşitli biçimleriyle sermayenin, temel üretim aracını oluşturduğu üretim biçimini gösteren terimdir… Sermaye, emek gücüyle üretim maddeleri almaya yönelik para veya kredi; fiziksel anlamda makine (dar anlamda sermaye) ya da tamamlanmış veya işlenme sürecindeki mal stokları biçimlerini alabilir. Sermayenin aldığı biçim ne olursa olsun bir üretim biçimi olarak kapitalizmin temel özelliği, sermayenin özel mülkiyetinin bir sınıfın-nüfusun büyük kitlesi dışındaki kapitalistler sınıfının elinde olmasıdır” (Bottomore, 2001: 336). Hunt‟a göre kapitalizm, kurumsal ve davranıĢsal düzenlemeyle dört grupta açıklanabilir: Pazara yönlendirilmiĢ meta üretimi, üretim araçlarının özel mülkiyetliği, pazarda tek Ģeyin çalıĢma kapasitesini koyabilen -emek gücünü koyabildiği- nüfusun büyük bir bölümü ve insanların büyük bir kısmının bireyci, açgözlü ve azamileĢtirici davranıĢı ile güdülenmesidir (Hunt, 2009: 29). Joyce Appleby ise kapitalizmle ilgili hakim görüĢleri reddedip kapitalizmin tarihsel geliĢimin doğal bir sonucu olmadığını, doğuĢunun ve geliĢiminin engellenemez savlardan olmadığını anlatmaktadır ayrıca kapitalizmi “pazarlanabilir mal üretimindeki bireysel yatırımlara dayalı bir sistem” olarak tanımlamaktadır (Appleby, 2012: 1). 1.2. Kapitalizmin GeliĢim Süreci Zamanla çapı ve boyutları değiĢen kapitalizm, bütün dünya boyutlarında var olup geniĢleyen bir sistemdir. Bu sistemin en önemli kaygısı bu evrenselliği tüm dünyaya yaymasıdır (Braudel, 2017: 102). Sistemin kök salıp varlığını devam ettiren itici gücü ise, ancak ve ancak, güçlendirip güç aldığı iç içe geçmiĢ Ģu üç kurguyla 6 1 mümkün olmuĢtur: Sömürgecilik (önce emperyalizm , ardından küreselleĢme), sanayileĢme ve milliyetçilik. Tüm bu unsurların yerine getirilmesi kapitalizme hayat vermektedir. (Dowd, 2008, s. 19) Kapitalizm, yüzyıllar içinde bünyesindeki iĢleyiĢ biçimindeki değiĢmelere göre 2 dönemlere ayrılmaktadır. Werner Sombart (1902) kapitalizmi üç döneme ayırarak inceler. Ancak bu çalıĢmada kapitalizm, ticari kapitalizmi (merkantalizm) ve sanayi kapitalizmi dönemi olarak tarihsel bir süreçte incelenip; daha sonra kapitalist evrimin son aĢaması olarak kabul edilen finansallaĢma sürecinden bahsedilecektir. 1.2.1. Ticari Kapitalizm (Merkantilizm) Dönemi Ticari kapitalizm iktisat politikalarının baĢlangıcı olması sebebiyle kapitalizmin ilk doktrini olarak kabul edilebilir. Geleneksel olarak XV-XVIII. yüzyıl Avrupası‟nda geliĢmiĢ inançların, kültürlerin, kurumların ve uygulamaların tümünü içeren bu döneme ticari kapitalizm dönemi denilmektedir. Bu dönemdeki buluĢların, reformların ve yapısal değiĢimlerin oluĢmasındaki etkenlerden biri Ortaçağ düĢüncesinin reddedilip daha rasyonel (akılcı) ilkelerin ortaya çıkmasıdır (Ölmezoğulları, 2008: 40). XV. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa‟da baĢlayıp zamanla dünyaya yayılan dönemin değiĢimlerinin sebepleri; merkezi devletlerin doğuĢu, yeni icatlar, dinde reform hareketleri ve ekonomik yapıda değiĢim olarak dört grupta açıklanabilir: 1“Emperyalizm; tekellerin ve mali sermaye egemenliğinin belirginleĢtiği, sermaye ihracının olağanüstü bir önem kazandığı, dünyanın uluslararası tröstlerce paylaĢılmasının baĢladığı ve yeryüzü topraklarının en büyük kapitalist ülkeler arasında paylaĢılmasının tamamlandığı bir geliĢim aĢamasındaki kapitalizmdir” (Lenin V.I., 2014). 2 Werner Sombart‟a göre (1902) kapitalizmin ilk dönemi “Erken Kapitalizm (Frühkapitalismus)” olarak adlandırılır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar süren, ticari kapitalizm olarak da adlandırılabilen bu dönemde, coğrafi keĢiflerden sonra Atlantik kıyılarında, mutlakiyete dayalı hükümdarlıkların deniz filolarından faydalanarak ham madde ve doğal kaynak edinmek amacıyla denizaĢırı sömürü elde etmesi bazı ülkelerde büyük servetlerin birikmesine sebep olmuĢtur (Ġspanya, Portekiz ve Ġngiltere). Ġkinci dönem ”Yüksek Kapitalizm (Hochkapitalismus)” dönemidir. Bu dönem sanayi devrimi ile baĢlayıp XIX. yüzyılda kapitalizmin daha da güç kazandığı dönem olmuĢtur. Birinci Dünya SavaĢı‟ndan sonraki dönem ise kapitalizmin üçüncü dönemi yani “Geç Kapitalizm (Spaetkapitalismus)” dönemi olarak adlandırılmıĢtır. 7 i. Merkezi Devletlerin Doğuşu 3 “Kapitalizm, feodal sistemin rahminde yeşerdikten sonra, feodal toplumun yıkıntılarından doğar.” Kapitalizm geliĢirken feodal sistemin toprağından çıkıp yeĢererek aslında kapitalist sisteme ortam hazırlamıĢtır (Buzuev, 1987: 14-15). Feodal sistemin devamı niteliğinde olan kapitalizme zemin hazırlayan unsurlardan biri de 4 feodal beyliklerin yıkılarak ulus devletlerin kurulması olmuĢtur . Ulus devletlerin kurulması ile ticaret anlayıĢı uluslararası bir düzeye taĢınmıĢ; yönetim gücünün merkezi otoritede toplanması ise ekonominin güçlenmesine ve yönlendirilmesine ortam hazırlamıĢtır (Ölmezoğulları, 2008: 41). ii. Yeni İcatlar XV. yüzyılda pusulanın bulunmasıyla haritacılığın geliĢmesi ve coğrafi keĢiflerin etkisi deniz ulaĢımında önemli geliĢmelerin yaĢanmasına sebep olmuĢtur. Önce Portekiz, Ġspanya ve daha sonra Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri yeni topraklar elde etmiĢler ve bu sayede sermayenin birikmesinde altın ve gümüĢ gibi çok değerli madenlere sahip olmuĢlardır. Coğrafi keĢiflerin etkisiyle birlikte eski ticaret merkezi olan Akdeniz‟in cazibesi azalmıĢ, Atlas Okyanusunun cazibesi artmıĢtır (Ölmezoğulları, 2008: 43). Yeni icatlar yeni toprakların keĢfinde bazı ülkelere kaynak yaratırken, artan sermaye birikimi de ticaretin artarak uluslararası bir düzeye taĢınmasına olanak tanımıĢtır. iii. Dinde Reform Hareketleri Dinde reform hareketleriyle Hristiyanlık dini yeniden yorumlanmıĢ ve daha katı kuralları olan Katolik mezhebinin yanı sıra Protestanlık mezhebi doğmuĢtur. 3 Feodal sistemden, Kuzey, Batı, Orta ve Güney Avrupa‟daki toplumların V. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar olan süreçteki topraksız köylülerin ürettiklerinin bir kısmına, kullanmadıkları fazlalığa, ekonomi dıĢı tedbirlerle arazi ve topraklara sahip olanlar tarafından el konulduğu sistem kastedilmektedir (Fülbert, 2011: 86). 4 “Kapitalizm ancak devletle özdeĢleĢtiğinde, devlet olduğunda baĢarıya ulaĢır” (Ayrıntılı bilgi için bkz. Braudel, 2017: 62). 8 Protestanlık mezhebine göre bireycilik (induvidualism) önem kazanmıĢ, bu durum geliĢmekte olan ticaret ve serbest mübadele sistemine destek vermiĢtir (Ölmezoğulları, 2008: 42). Artan ticaret dalgası mallarla ödemelerin aynı anda yapılmasını ortadan kaldırmıĢ ve para (altın) ticareti artarak borç olarak verilen para (altın), faiziyle birlikte geri alınır hale gelmiĢti. Hristiyanlar tarafından önceden haram olan faiz, dinde reform sayesinde bu yasaktan kurtulmuĢtu. Faiz geliĢen ticaret sirkülasyonu ile birlikte kar edinmenin yollarından biri haline gelmiĢ ve dinde reform hareketi, Ġtalya‟da ilk 5 bankaların kurulmasına sebep olmuĢtur (Fülbert, 2011: 111). iv. Ekonomik Yapıda Değişim Dönemin para birimi altın ve gümüĢ gibi değerli madenlerden oluĢturmaktadır ve bankacılık sistemi henüz yeni geliĢmeye baĢlamıĢtır. Bankacılık ve finans alanında 6 ilkler ve yenilikler daha önce denenmiĢ olsa da finansal baĢarıyı kalıtımsal statü ve 7 güce dönüĢtüren ilk bankacılar Ġtalya‟da Mediciler olmuĢtur (Ferguson, 2011: 39). Değerli madenleri tek gerçek zenginlik gören ihracat odaklı yaklaĢımda, dıĢ ticaret fazlası vermek temel amaçtı. Korumacı dıĢ ticaret politikaları izlenerek ihracatçı tüccarların dıĢ ticaret fazlası vermeleri teĢvik edilmekteydi. 1520-1620 yılları arasında Avrupa‟daki değerli maden miktarı beĢ kat, fiyatlar ise altı kat artmıĢtır (Ölmezoğulları, 2008: 43-45). Ayrıca kıymetli madenleri elde etmek için madencilik sektöründeki geliĢme hız kazanmıĢtır. Bu durum ticaretin, özellikle de dıĢ ticaret mallarının değiĢ tokuĢ yöntemiyle değil parayla yapılmasından kaynaklanmaktaydı (Fülberth, 2011: 111). 5 Ayrıntılı bilgi için bkz. (Ferguson, 2011: 39-49). 6 Finans alanında geliĢmeler daha önceki yüzyıllarda kendini göstermiĢtir. Borsanın gerçekliği kelime olarak olmasa da, M.S. II. yüzyıla Doğu‟nun ve Akdeniz‟in tüm büyük merkezlerinin tüccar toplantıları ile çok erken tanıdıkları bir kavramdır. Fiilen ve kelime olarak Borsa XIV.yüzyıldan itibaren olmak üzere Akdeniz‟de, Piza‟da, Venedik‟te, Floransa‟da, Cenova‟da, Valencia‟da, Barselona‟da kendini göstermiĢtir (Braudel, 2004: 81). 7 Mediciler, ortaçağın sonlarından yakın çağın baĢlarına kadar, Ġtalya‟nın Floransa ve Toscana kentlerinin tarihinde önemli rol oynamıĢ bir ailedir (Ferguson, 2011). 9 Merkantilizm döneminde sanayiye daha çok önem verilmiĢ tarım yeterince desteklenmemiĢtir. Aslında asıl ihmal ihracatçı politikalar uygulanması sebebiyle düĢük ücret politikasının uygulanması ve çalıĢanların geçimlerini sağlayabilmeleri için tarımsal ürün fiyatlarının düĢük tutulmasıdır. “Ticari kapitalizmin doktrini olan merkantilist düĢünce ve uygulamanın sonunu hazırlayan geliĢmeler aynı zamanda sanayi kapitalizminin doktrini olan liberal düĢüncenin doğuĢu için uygun ortamı da yaratmaktaydı” (Ölmezoğulları, 2008: 48). Kısacası ticari kapitalizm, sistemini daha da güçlendirerek sanayi kapitalizmine geçiĢte bir üst aĢama olmuĢtur. Bu geçiĢ gibi kapitalizme doğru evrilme süreci de birkaç yüzyıla yayılmıĢ ve her coğrafi bölgede gerek uygulanan politikalardan gerekse mevcut yapısal unsurlarından dolayı farklı zamanlarda ortaya çıkmıĢ ve farklı geliĢmeler göstermiĢtir. 1.2.2. Sanayi Kapitalizmi Dönemi Ticari kapitalizmin ideolojisini yansıtan merkantilist politikalar, sanayi devrimine geçiĢte önemli bir unsur olmuĢtur. Ġlk olarak hükümetler Ortaçağ Avrupa ekonomisinde küçük pazarları ortadan kaldırma iĢlerini üzerlerine alarak daha sonra savaĢ sanayisini ve ticareti teĢvik etme yoluna gitmiĢlerdir. Ayrıca doğal bilim alanında çalıĢan bilim adamlarını kendi kudretlerini arttıracaklarını düĢünerek bilim akademileri kurmuĢlardır (Rostow, 1973). Kısacası merkantilizm, sanayi kapitalizmini yaratmıĢ fakat merkantilizmin müdahaleci politikaları sanayi kapitalizmi için uygun olmaktan çıkmıĢtır (Ölmezoğulları, 2008: 48). Bu bölümde, sanayi devrimi ile baĢladığı genel kabul gören sanayi kapitalizmi dönemi; (1776-1873) ve (1873-1973) olmak üzere iki döneme ayrılarak açıklanacaktır. 1.2.2.1. (1776-1873) Arası Dönem: Ticaretten sanayiye kayan ve sanayi kapitalizmini baĢlatan olgu XVII. ve XVIII. yüzyılda ticarette büyük geniĢleme olmuĢtur (Rostow, 1973). Ticaretin özellikle de ihracatın çok önemli olduğu bu dönemde üretimin artan ticaret ağına uyum sağlaması, üretim tarzının değiĢmesini gerekli kılmaktaydı. Bu nedenle XIX. yüzyıl boyunca kapitalist üretim tarzı belli aĢamalar halinde değiĢim göstermiĢtir. Kapitalist üretim tarzının XIX. yüzyılda geliĢim göstermesi esas itibarıyla makineleĢmiĢ yaygın bir üretim tarzında ve dönemin „motor‟ sektörleri olan tekstil ve 10 demir-çelikte tezahür etmiĢti. 1776‟da James Watt‟ın icat ettiği buhar makinesinin 1815‟te daha da geliĢtirilip iplik bükme makinesiyle birleĢtirilmesi ve buharla çalıĢan dokuma tezgahlarının kullanılmasıyla dünyanın ilk modern fabrikası kurulmuĢtur. Bu bağlamda pamuklu dokuma sanayisi ile sanayi devriminin egemenliği ilk olarak Ġngiltere‟de ortaya çıkmakla birlikte aynı zamanda Belçika‟da, Fransa‟da, Ġsviçre‟de, Almanya‟da ve Amerika BirleĢik Devletleri (ABD) ‟nde yaygınlık kazanmıĢtır (Beaud, 2016; Dowd, 2008). Kapitalist sanayi, dünya ölçeğinde genellikle yaĢanan üç büyük yükseliĢin (üç sanayi devrinin) sonucuydu: 1780-1880 (birinci aĢama), 1880-1950 (ikinci aĢama) ve 1950‟den günümüze halen devam eden üçüncü aĢamadır (Beaud, 2016: 107). 1780-1880 tarihleri arasında yaĢanan birinci aĢama Ġngiltere‟de ortaya çıkan, motor sanayiler olarak sayılabilecek pamuk, dökme demir, demiryolu rayları, buharlı motorlar gibi geliĢmelerin yaĢandığı devrimdir (Beaud, 2016: 107); ikinci aĢama, maddi altyapısını kömür ve çeliğin oluĢturduğu; madencilik, makine ve inĢaat endüstrisinin canlandığı döneme tekabul eder (Fülberth, 2011). Üçüncü aĢama ise teknolojinin hızla geliĢtiği biliĢim devri olarak anılmaktadır. Kapitalist sanayinin tüm bu geliĢim aĢamalarında üretim yöntemlerindeki geliĢmeler baĢta Ġngiltere‟de olmak üzere farklı zamanlarda ve farklı Ģekillerde oluĢmuĢtur. Sanayi devrimiyle birlikte toplumsal yaĢamda yapısal değiĢikliklere yol açmıĢ; kentleĢme, iĢçi sorunları, yoksulluk, gelir adaletsizliği gibi sosyolojik değiĢimlere de sebep olmuĢtur. 1.2.2.2. (1873-1970) Arası Dönem: Kapitalizmin egemen olmadığı dönemlerde ekonomi, herhangi bir olumsuz etki karĢısında (olumsuz hava koĢulları, savaĢ gibi..) çok ciddi sarsıntılara maruz kalmamıĢtır. Fakat kapitalist ekonominin içkin doğasında var olan krizler, konjonktürel dalgalanmalara sebebiyet vermektedir. Kapitalizm, yaĢadığı krizlerden sonra hayatta kalabilmek için bazı yapısal değiĢimlere uğrayarak hayatını sürdürmektedir. Bu dönemde kapitalist sistem 1873 buhranını yaĢamıĢ ve krizin içinden çıkmak için bazı yapısal değiĢimlere uğramıĢtır. Böylelikle kapitalizm yaĢadığı her ekonomik krizde, finansallaĢma yolunda önemli mesafeler kaydetmektedir. 11 XIX. yüzyıl krizleri, savaĢ dönemlerinden sonra yeniden inĢa sonucu karĢılaĢılan ikmal yetersizliği, kötü tarımsal ürün hasadı sonucu tarımsal ürün pazarının daralması, büyüyen aĢırı üretim kapasiteleri, rekabetin artarak keskinleĢmesi, üretilen malların sürüm zorlukları ve fiyatların düĢerek karların azalması gibi nedenlerden oluĢuyordu (Beaud, 2016: 151). YaĢanan krizler kapitalist ekonomide kendini yenileyerek kapitalist sistemi yeni dönüĢümlere açıyordu. 1873 krizi ile baĢlayıp 1895‟e kadar sürecek olan büyük buhranda, kapitalist toplumların ekonomik büyümesini yavaĢlatmıĢ ve ekonomiyi durgunluğa sürükleyerek kapitalizmin ikinci çağı denilebilecek olan 8 emperyalizm çağına giden yolu açmıĢtı. Dolayısıyla bu süreçteki geliĢmeler (Beaud, 2016: 157): -ikinci kuĢak sanayi ve tekniklerin ilerlemesine, -kapitalizmin ilk aĢamasında belirginleĢen iĢçi sınıfının, bu aĢamada kendini kabul ettirip önemli ödünler elde etmesine, 9 -sermayenin yoğunlaĢması, sermayenin merkezileĢmesi ve finans kapitalin ortaya çıkmasına, -dünyanın yeniden paylaĢılması için Büyük SavaĢ‟a kadar uzanan yeni bir sömürgecilik dalgasının dünya ölçeğinde yayılmasına ve ilk kuĢak olarak ortaya çıkan sanayilerin soluğunun kesilmesine neden oluyordu. 8 Kapitalizmin “emperyalizm” aĢamasının klasik analizini Lenin vurgulamaktadır. XIX. yüzyılın sonlarına doğru sömürge topraklarının sınırlarına ulaĢmıĢ olan kapitalist/emperyalist dünyanın artık ulaĢabileceği baĢka toprakların olmadığını ve bunun sürdürülemezliğini vurgulamaktadır. Bu durumda sanayileĢmiĢ kapitalist ekonomiler, elde ettikleri sömürgelerin iktisadi artıklarıyla beslenen, daha fazla sömürgeye ihtiyaç duyan ve gittikçe “can çekiĢerek‟” mücadele eden emperyalist çatıĢmanın içinde sürüklenmektedir. XIX. yüzyılın sonlarında kapitalizmin sermaye tıkanıklığını yaĢaması ve Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın yaĢanmasıyla sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmasına neden olmuĢtur. Dolayısıyla emperyalist güçlerin eski sömürgelerinden aktarılan artığın aynı koĢullarda sürdürülmesi artık imkansızlaĢmıĢtır. Yeni emperyalizm olgusunun baĢladığı bu dönemde XIX. yüzyıldaki gibi üretici/sanayi sermayesine değil finans sermayesinin hükümranlığına dayalı olmuĢtur (Yeldan, 2010: 22). 9 Bu süreci diğerinden ayıran nokta, halihazırda elde bulunan ve iĢlevini yerine getiren sermayenin dağılımında sadece bir değiĢikliği öngörmesi nedeniyle faaliyet alanının sosyal servetin mutlak büyüklüğü ya da birikimin mutlak büyüklüğünün sınırlarıyla sınırlı olmasıdır. BaĢka bir yerde kapitalistlerin kaybettiği sermaye, burada tek bir kapitalistin elinde devasa bir kütle biçiminde toplanır. Bu, birikim ve yoğunlaĢmadan farklı olarak gerçek anlamda merkezileĢmedir (Marx,1867/2017: 686) 12 Krizin tüm bu etkileri yani sanayilerin hızının gerilemesi, iĢçi sınıfının güçlenip önemli haklar elde etmesi, geliĢmiĢ kapitalist ülkelerde rekabetin artması belki de kapitalist sistemin devamının gelmeyeceği yönünde ibareler bulundursa da kapitalist sistemde oluĢan bu kriz, sistemi daha da güçlendirecek sonuçlar barındırmaktaydı. XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın baĢındaki süreçte, kapitalist sisteme özgü merkezileĢme ve yoğunlaĢma eğiliminin bir sonucu olarak kuruluĢların ve sanayi iĢletmelerin ölçeği büyümüĢ; karteller ve tröstler Ģeklindeki ulusal tekeller dünya pazarında etkinliklerini arttırmıĢtır (BaĢkaya, 2003: 21). Buna bağlı olarak geliĢmiĢ kapitalist ülkelerin ticaret ve sermaye ihracatını daha geniĢ coğrafyaya yayma amacıyla sömürgeler kurmaya ve bu sömürgeleri yoluyla daha fazla nüfuz etmeye giriĢmiĢlerdir. Lenin‟e göre kapitalizmin bu son aĢamasına emperyalizm denmektedir. Fakat Hilferding‟e göre bu aĢama Finans Kapital olarak atfedilmiĢtir. Ġkisinde de ortak olgu; sanayi sermayesi ile banka sermayesinin iç içe girmesi, mali sermayede artıĢ, kartellerin ve tröstlerin oluĢturduğu bir dönem olarak nitelendirilmesidir. Hilferding‟e göre de modern kapitalizmin karakteristikleri merkezileĢme ve yoğunlaĢma olgusu tarafından çizilmektedir ki bu olgu, bir yandan karteller ve tröstler oluĢturarak “serbest rekabetin rafa kaldırılmasında göstermektedir kendini, bir yandan da banka sermayesi ile sanayi sermayesi arasında giderek pekişen içli dışlı ilişkilerde.” Sermayenin en olgunlaĢmıĢ döneminin olduğu Finans Kapital biçimine bürünmesinde bu içli dıĢlı iliĢkilerin ve bağlantıların olması sebebiyledir (Hilferding, 1910/1995: 47). Bankalar ile sanayi sermayesinin iç içe geçtiği bu dönemde, önceleri sadece kredi veren ve hisse senetleri arzında aracı kuruluĢ olan bankaların da katılımıyla finans kapital ortaya çıkmıĢtır (Akman, 2010: 119). Kapitalist sistemin yüzyıllar içinde evrilmesi ıĢığında devam eden geniĢleme süreçleri, “tüm dikkatini, dengesini korumaya veren cambazın ipteki ilerleyiĢine benzetilebilir.” Bu ilerleyiĢe konjonktür adı verilmektedir ki bu da ardıĢık geniĢleme ve resesyon (veya daralma) sürecini izah eder. Kapitalist dünya sistemi, XX. yüzyılın ilk yarısında iki büyük savaĢ ve tarihinin en büyük ekonomik krizini yaĢamıĢtır. Ġlk savaĢın sebebi, modern dünyaya dinamizmini veren -ekonomik, siyasi, küresel- artan rekabetin ve gerginliklerin sonucuydu. Ġkinci savaĢ ise oluĢan kaosu çözmek için “topyekün bir yıkımın” çare olarak bulmanın beceriksizliğiydi. 1945‟e gelindiğinde tek 13 güç olan ABD, kapitalizmin yeniden hayata dönmesi için iki dünya ekonomisi yaratmıĢtır. Birincisi, 1950 ve 1970‟ler arasındaki dönem yani II. Dünya SavaĢı ve Soğuk SavaĢın etkisinde olan dünya; ikincisi ise ciddi olarak daha yoğun ve önem kazanmıĢ finansallaşmış bir dünya ekonomisidir (Dowd, 2008: 28). XX. yüzyılın ilk yarısında modern dünya kapitalizminin geçirmiĢ olduğu önemli olaylara kısaca değindikten sonra izleyen bölümde, finansallaĢma sürecinin nasıl bir yol izleyeceği üzerinde durulacaktır. 2. FĠNANSALLAġMA SÜRECĠ Birinci Dünya SavaĢı‟na girilirken ülkelerin çoğu, altın standardı denen para sistemini kullanıyordu. Kağıt para altın karĢılığı olarak basılıyor ve döviz kuru altın kurundan oluĢuyordu. SavaĢın etkileriyle artan finansman ihtiyacını karĢılamak isteyen Avrupa ülkeleri altın standardını terk ederek karĢılıksız para basmaya baĢladı. Bu durum enflasyonun hızlanmasına, yatırımcıların para ve altınlarını, hala altın karĢılığı para basmayı sürdüren ABD‟nin bankalarına göndermelerine yol açtı. Altın servetinin % 40‟ının ABD‟de birikmesiyle finans merkezi ünvanı Londra‟dan New York‟a geçti (Eğilmez, 2010: 57). Kapitalizmin hızla geliĢtiği XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl baĢında ABD‟de finansal kurum ve piyasaların düzenlenmesi özel sektöre bırakılmıĢtı. Sistemi düzenleyecek mekanizma olmadığından finansal sistemin üst mercilerinin kendi kiĢisel çıkarları ile düzenledikleri finansal bir yapı ortaya çıktı (Dumenil ve Levy, 2003: 8). Finansal yapıyı düzenleyecek bir kurum olarak 1913‟te kurulan Federal Rezerve (FED)‟nin aldığı önlemlerin yetersiz oluĢu nedeniyle spekülasyonlar önlenememiĢ ve kapitalizmin büyük krizi 1929‟da borsanın çökmesiyle kendini göstermiĢtir. Takip eden 1930‟lu yıllarda, baĢta ABD ekonomisi olmak üzere bütün dünyada ekonomisinde etkisini gösteren Büyük Buhran‟a tanıklık etti. ABD ekonomisi hızla küçülürken, milyonlarca insan iĢini kaybetti. Uluslararası ticaret hızla daraldı. 1940‟lı yıllardan itibaren, uygulamaya sokulan Keynesyen politikalar iktisadi büyümenin yeniden sağlanabilmesini amaçlıyordu ve bu politikaların önemli ayağını finansal düzenlemeler oluĢturuyordu. Büyük Buhran‟da yaĢanan finansal krizde, finansal sektörün büyük rolü olduğu inancından dolayı bu sektöre güvenin kaybolması, düzenlemelerin finansal ağırlıklı olmasına katkıda bulundu. Bu düzenlemelerin iki 14 amacı vardı: Finansal piyasaların istikrarını sağlamak ve Keynesyen politikaların ekonomik büyüme ve sermaye birikimi hedeflerini desteklemek. Finansal düzenlemeler, finansal piyasaların üretim ve yatırım sürecini desteklemesi ve finansal kurumların üretken iĢletmelere uygun koĢullarda kredi sunması üzerine kurulmuĢtu (Orhangazi, 2008c: 144). Keynesyen politikalardaki amaç finansal piyasaların düzenlenmesine yönelik koruyucu ve riskleri önleyici politikalar olarak düzenlenmiĢ ve kurulan Bretton Woods Sistemi de Keynesyen politikaları desteklemiĢtir. 10 Bretton Woods Sistemi , Altın Çağ‟ın hegemonik gücü olan ABD‟de, 1944 yılında uluslararası para sistemi olarak kurulmuĢtur. Bu sistemin temel amacı Keynesgil politikalarla desteklenen toplam talebe dayalı büyüme sürecinde finansal istikrarın sağlanmasıydı. Fakat Birinci Dünya SavaĢı‟nın baĢlamasıyla birlikte kesintiye uğrayan ve Bretton Woods Sistemi boyunca kontrolü sağlanan sermaye hareketleri 1973 yılından itibaren yeniden canlanmaya baĢlamıĢtı (Özdemir, 2013: 27). 1970‟lere kadar parasını altın karĢılığı basan tek ülke olan ABD, 1971‟de doları altın değiĢim standardından çıkararak dalgalanmaya bıraktı. Dünya para sisteminin karĢılıksız kalmasıyla, geliĢmiĢ ülkeler rezerv arttırma amacıyla para bastılar. Hem doların hem de geliĢmiĢ ülke para birimlerinin değerinin azalması sonucunda da petrol üreticisi ülkeler birliği, OPEC, reel anlamda kayıplarını önlemek amacıyla petrol fiyatlarını altına bağladığını ilan etti (Eğilmez, 2010: 62). Doların ve diğer ülke para birimlerinin hızla değer kaybına uğraması ve petrol fiyatlarının hızla yükselmesi stagflasyon sorununu ortaya çıkarmıĢtır. Dünya iktisadında Keynesyen dönemden tarihe geçen Altın Çağ dönemi, 1970‟lerin ikinci yarısından sonra yerini ekonomik durgunluğa bırakmıĢ; büyüme ve karlılık oranlarındaki düĢüĢlerin yaĢanmaya baĢlandığı bu dönemde dünya yeniden bir krizle karĢı karĢıya kalmıĢtır. Bu krizin en temel sebeplerinden kabul edilen Bretton Woods Sisteminin 1973 yılı sonunda 10 1944 yılında kurulan Bretton Woods Sistemi, fiyatların (paranın mübadele değeri) göreli istikrarına neden oldu. Sistem, ABD‟li yetkililerin, yabancı hükümetlerin ya da para otoritelerinin talebi halinde 35$ karĢılığında bir ons altın vermeyi taahhüt etmeleri temelinde ABD dolarının diğer para birimleriyle döviz kurunu sabitliyordu. Bunun sonucunda kapitalist dünya, ABD dolarını istikrarlı uluslararası ödeme aracı olarak tutmaya meyletmiĢti (Itoh and Lapavitsas, 2012: 186). 15 kalkmasıyla dalgalı kura geçiĢ yapan finansal piyasalar da finansallaĢma sürecine zemin hazırlamıĢtır. Walden Bello‟ya göre süreç, 1970‟li yılların ortalarından itibaren azalan kar hadleri ve yüksek enflasyonun baĢ gösterdiği stagflasyon olgusu karĢısında kapitalizmin kaçıĢ yollarından biri olan finansallaşma, diğer ikisi de neoliberal yeniden yapılanma ve küreselleşme olarak üç kaçıĢ yoluna sarılmıĢtır (Bello, 2008: 2). Foster‟a göre de, kapitalizmin son 30-40 yıldaki değiĢim süreci: küreselleĢme, yeni liberalizm ve finansallaĢma kavramlarıyla açıklanmaktadır (Foster, 2008: 1). Bu çalıĢmada finansallaĢmaya yol açan sürecin bu kurgu çizgisinden hareketle sürecin geliĢiminin temel dinamiklerini oluĢturan „neoliberal yeniden yapılanma (liberalizmin yükselişi) ve küreselleşme olguları finansallaĢma bağlamında değerlendirilecek ve daha sonra finansallaĢma ile ilgili bazı temel tanımlardan bahsedilecektir. 2.1. FinansallaĢma Sürecinin GeliĢiminin Temel Dinamikleri 1970‟li yılların baĢında Bretton Woods Sisteminin çökmesiyle birlikte egemen olan Keynesyen müdahaleci politikalar yerini, neoliberal anlayıĢın hakim olduğu bir döneme bırakmıĢtır. Keynesyen politikaların ekonomide var olan krize çözüm getiremediği vurgusuyla, devlet ve piyasa arasındaki iliĢkilerde köklü değiĢiklikler yapılmıĢ, piyasaların üstünlüğünün politika uygulayıcıları tarafından vazgeçilmez olduğu iddia edilmiĢtir. Bazı ekonomik kurumlar da bu politikalara paralel olarak birtakım dönüĢümlere uğramıĢlardır. Örneğin IMF, önceki amacı ülkelere geniĢlemeci politikaları izlemeleri için uluslararası baskı uygulamak iken bugün IMF ekonomide küçülmeye yol açacak politikaları benimseyen ülkelere fon sağlamaktadır. Bu kurumlardaki en çarpıcı değiĢim, 1980‟lerde Ronald Reagan ve Margaret Thatcher, ABD ve Ġngiltere‟de serbest piyasa ideolojisi vaazları verirken gerçekleĢmiĢtir. Bu dönemde IMF ve Dünya Bankası, geliĢmekte olan ülkelere serbest piyasa ideolojisini dayatmak için kullanılan yeni misyoner kuruluĢlar haline gelmiĢtir (Stiglitz, 2002: 34). YaĢanan bu geliĢmeler sonucunda küresel düzeyde pek çok ülke, piyasa ekonomisine dayalı, neoliberal politikaları benimseyerek finansal liberalleĢme tezlerine uygun olarak yurtiçindeki finansal piyasalarda yeni düzenlemeler gerçekleĢtirmiĢtir. 16 1980‟lerle birlikte neoliberalizm, küreselleĢme ve finansallaĢma kapitalist sistemi temsil eden ana unsurlar haline gelmiĢtir (Özdemir, 2013: 58). 2.1.1. Finansallaşma ve Neo-Liberalizm 2.1.1.1. Finansal Liberalizasyon ve McKinnon-Shaw Hipotezi Liberal iktisadi görüĢ, kıt olan sermaye sistemini, finansal sisteminin en etkin kullanılması durumunda rekabet koĢullarını iyileĢtireceği inancındadır (Stiglitz, 2002: 11 136). Liberal iktisadi görüĢten esinlenen finansal liberalizasyon ise Kaminsky ve Schmukler (2003)‟e göre; i) sermaye hesabının, finans ve borsaların serbestleĢtirilmesi, ii) ulusal finansal sektörün liberalizasyonu ve iii) hisse senedi piyasalarının serbestleĢtirilmesidir. Bir ülkede finansal liberalizasyonun aĢamaları bu üç kategorinin bir arada olup olmamasına göre değerlendirilmektedir. Üç kategorinin bir arada olduğu bir ülkede tam liberalizasyon kriterlerinin görüldüğünden ve uygulandığından bahsedilmektedir. Finansal Liberalizayon kuramı teorik temelini Ronald I. McKinnon ve Edward S. Shaw‟ın 1973 yılında birbirinden bağımsız Ģekilde yazmıĢ oldukları çalıĢmalardan almıĢtır. Neoklasik Finans teorisinin geliĢmekte olan ülkelere uyarlanmıĢ versiyonu 12 olan kuramın önermesi Ģudur: Finansal baskının kalkması ve finansal derinleĢmenin sağlanması etkin kaynak dağılımını sağlar ve ekonomik geliĢmeyi hızlandırır (Williamson ve Mahar, 2002: 8). 1970‟lerin ilk yarısında McKinnon ve Shaw, piyasalara yönelik müdahaleleri çalıĢmalarında eleĢtirmiĢ ve liberal politikalara teorik bir alt yapı sunmuĢlardır. Bu teoriye göre; düĢük ve negatif faiz oranlarının, tasarrufları dıĢlayıp, yatırımları 11 Liberalizasyon özetle, kredi kararlarının piyasaya bırakılmasıdır. Tam anlamıyla bir liberalizasyondan bahsedeceksek; devletin farklı nitelikteki kurumların faaliyetlerini ayırıcı nitelikte olmasını engelleyici, yabancı kuruluĢların finansal sisteme girmesinin engellenmesinin azaltılması, yerleĢiklerin de yabancı finansal piyasalara girmesinin önünün açılması ve bankalara kendi iĢlerinin bankanın kendi inisiyatifinde bırakılması gibi unsurları içermektedir (Williamson ve Mahar, 2002: 15-16). 12 Finansal baskı yaklaĢımı, McKinnon ve Shaw‟ın aynı dönemde ele aldıkları bir çalıĢmadır. Finansal baskı; liberalizasyon öncesi Bretton Woods Sistemindeki gibi sermaye hareketlerine kısıtlama getirilmesi, faiz oranlarının negatif oranda tutulup birikimleri özendirmeyip sermaye oluĢumunu engellemesi, yatırımları azaltması ve buna bağlı olarak da ekonomik büyüme ve geliĢmenin yavaĢlamasıdır. Finansal baskı yaklaĢımına göre, iktisat politikaları yatırımları cazip kılıp tasarrufları daha da arttırmaya yönelik oluĢturulmalıdır (McKinnon, 1973: 55). 17 baskılamasına neden olan finansal baskı (financial repression) ekonomik büyüme oranını düĢürmektedir. Fakat tasarruf iĢtahını arttıracak pozitif faiz oranlarının ekonomik büyümeye olumlu yönde etkisi olacaktır. McKinnon‟un finansal varlıklar 13 birikimi ile fiziki sermaye arasındaki bu iliĢkiye tamamlayıcılık hipotezi denilmektedir. Bu hipotezdeki asıl mesaj, faiz oranı liberalizasyon politikasının baĢarısının ölçüleceği yönündedir (Khan ve Hasan, 1998: 582). Finansal liberalizasyonun hayata geçirilmesine yönelik uygulamalar arasında ise deregülasyonun önemli bir yeri vardır. Deregülasyon, piyasalar içinde devletin rolünü azaltmayı ve özel sektörün etkinliğini amaçlayan yasal uygulamalardır (Özdemir, 2013: 70). Ek olarak finansal deregülasyon ve liberalleĢme, büyük ülkelerin finansal sistemlerini dönüĢtürmüĢ ve sadece geliĢmiĢ ülkelerde değil aynı zamanda geliĢmemiĢ ülkelerde de bankacılık krizlerine sebep olmuĢtur. Finansın yapılandırılmıĢ hali olan finansallaĢma bu krizlerde ciddi etkilere sahiptir (Gıron ve Chapoy, 2012-2013: 173). Finansın değiĢen bu rolüyle birlikte, finansal piyasa liberalizasyonu doğrultusunda artan finansal yatırım fırsatları finansal sektöre güç kazandırmıĢ ve finansal olmayan iĢletmelerin (FOĠ) finansal varlık ve finansal iĢtiraklerindeki yatırımlarını arttırma koĢullarını yaratmıĢtır (Orhangazi, 2008b: 75). Nitekim finansal deregülasyon, neoliberal politikaların amaçları doğrultusunda yapılanmıĢ ve finansal sektöre serbestlik sağlarken neoliberal politikaların yükseliĢine destek olmuĢtur. Deregülasyon ve liberalizasyon uygulamaları finansın yeniden yapılanmasına ve finansallaĢma aĢamalarının geliĢimine katkı sağlamıĢtır. 2.1.1.2. Neoliberalizmin Yükselişi Liberalizasyonun bir üst aĢaması kabul edilen ve özünde bir ekonomik politik 14 sistem olan neoliberalizm; özel mülkiyet hakları, serbest ticaret ve serbest piyasa ile 13 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. (Khan and Hasan, 1998: 583-587) ve hipotezin Türkiye‟deki etkileri için bkz. (Hepsağ, 2009: 76-77). 14 Neoliberalizm kavramı, ilk olarak 1938 yılında Alexander Rüstov tarafından, klasik laissez-faire yaklaĢımından bir liberalizm anlayıĢını ifade etmek için kullanıldı. Ġlk haliyle, devlet müdahelesinin gerekliliğinin kabul edildiği, „sosyal piyasa ekonomisi‟ olarak adlandırılan bir yaklaĢıma karĢılık gelen 18 karakterize edilen kurumsal bir çerçeve içinde bireyleri, Ģirketleri ve kurumları özgürleĢtirerek en iyi Ģekilde geliĢtirilebileceğini öne süren bir politik ekonomik uygulama teorisidir (Harvey, 2005: 2; TellalbaĢı, 2012: 49). Bu teori içerisinde devletin rolü, kurumsal bir çerçeve oluĢturmak ve teoriyi korumaktır. Hem çevre hem de merkez ülkelerde kapitalizmin yeniden biçimlendirilmesini sağlayan neoliberalizmin temel karakteristiği dünyaya kademe kademe yayılarak kendisini küreselleĢtirmesidir (Dumenil ve Levy, 2009). 1980‟lerden günümüz krizine dek uzanan ve çoğunlukla küreselleĢme olarak adlandırılan dönemin iktisadi söylemi olarak adlandırılabilen neoliberalizm, ABD ve Ġngiltere tarafından ilk defa 1979 ve 1982 yılları arasında uygulanmıĢ, daha sonra sanayileĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkelerinde uyguladığı kuralsızlaĢtırma ve serbestleĢtirme uygulamaları sonucunda neoliberal politika uygulamalarını tüm dünyaya yaymıĢtır. Bu politikalar sayesinde uluslararası finansal sistemin gücü artmıĢ ve buna bağlı olarak ulusal finans piyasalarıyla para piyasalarının birbirine eklemlendiği bir süreç baĢlamıĢtır (Camacho ve Nieto, 2017: 225-226; TellalbaĢı, 2012: 50). Kısacası neoliberalizm ile birlikte tartıĢmasız mesele neoliberal süreç ile finansın, ekonomide büyüyen rolüyle ilgili iliĢkisinin doğru orantılı olarak yükselmesidir ( Kotz, 2008a: 1). Böylelikle neoliberal iktisadi söylemler tüm dünyayı etkisine alarak küreselleĢmiĢ, geliĢmiĢ ya da geliĢmekte olan ülkelerde gerek serbestleĢtirme ve kuralsızlaĢtırma politikalarıyla, gerekse politika yapıcıların krizden çıkma, büyüme ve daha da zenginleĢme vaadleriyle kapitalist sistemde yerini almıĢtır. Finans kapitalin neoliberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılanması finansal sermayenin artmasıyla sonuçlanmıĢtır. Güçlenen finansal sermaye de finansallaĢmanın baĢarısını göstermektedir. 2.1.2. Finansallaşma ve Küreselleşme KüreselleĢme sermaye ve üretim faaliyetlerinin dünya genelinde ulusal sınırlar olmadan serbestçe hareket edebilmesidir. KüreselleĢme olgusunun arkasında iki sebep neoliberalizm terimi 1980‟lerde bu kez tekrar klasik liberalizme daha yakın bir içerikle ve daha çok bu yaklaĢımı eleĢtirenler tarafından kullanılmaya baĢlandı (Soydan, 2013: 154). 19 vardır: Bunlardan ilki, teknoloji devriminin haberleĢmede yarattığı alanın geniĢlemesi ve hızının artmasıdır. Ġkincisi ise temelinde sermayenin düĢen kar haddini arttırmak yatan, serbest piyasa ekonomisi serbest sermaye hareketleri ve serbest dıĢ ticarettir (Kazgan, 2000: 20-22). Bu olgunun sebeplerinden olan bilgi ve iletiĢim teknolojilerindeki geliĢmeler, finansal inovasyon sürecinin geliĢmesine ve yeni finansal ürünlerin kar oranlarının oluĢmasına neden olmuĢtur. Bu durum da sermaye hareketlerinin önemli oranda artmasının yolunu açmıĢtır. Serbest piyasa ekonomisi doğrultusunda gerçekleĢtirilen üretim, tüketim ve yatırım gibi reel faaliyetlerin uluslararası alanda yaygınlaĢması finansal hareketlerin küreselleĢmesine katkıda bulunmaktadır (Oktar vd., 2012: 79-81). Finansal küreselleĢme olgusu ise McKinnon ve Shaw yaklaĢımının bir sonucu olan deregülasyon uygulamalarının yanı sıra bahsettiğimiz teknolojik geliĢmede ilerleme, risk yönetiminde önemli hale gelen portföy çeĢitlenmesi ve vadeli iĢlem piyasalarının ortaya çıkması sonucu hızlanırken; serbestleĢme süreçleri de finansal piyasaların birbirine olan bağını arttırmıĢtır. Ulusal sınırların ötesine giderek geniĢleyen finansal piyasa ağları dünya reel üretim ve ticaretinin üzerinde bir geliĢim göstermiĢ; finans kapital (para sermaye) ve onun kurumları üretken ve ticari sermayeler üzerinde belirleyici konuma eriĢmiĢtir. Böylece para-sermaye (finans kapital) dünyada egemen ağırlığını kazanarak merkezi bir önem kazanmıĢtır. Sonuç ise ekonominin spekülatif faaliyetlere daha çok maruz kalması, küresel krizlerin daha sık yaĢanması ve ekonominin finansallaĢmasıdır (Köne, 2003: 233-234; Özdemir, 2013: 68). Aslında finansallaĢma olarak adlandırılan bu yeni süreç küreselleĢmeyle birlikte Keynesyen uzlaĢmanın getirdiği tellerden artık tamamıyla arınmıĢ, eski orijinal fikrine geri döndüğü iki temel sütundan biri olarak tanımlanmıĢtır (Tridico ve Pariboni, 2018). Kısaca toparlamak gerekirse, 1970‟lerden sonraki krize eĢlik eden neoliberal yeniden yapılanmanın ve finansal küreselleĢmenin, etkinliğini ve önemini arttırarak etkisini öncelikle erken kapitalistleĢmiĢ ülkelerde daha sonra da tüm dünyada yaygınlaĢtırması yeni bir sürecin geliĢimi için uygun bir ortam yaratmıĢtır. Bu süreçte kimi yazarlarca kapitalizmin son aĢaması kabul edilen kimi yazarlarca da kapitalizmin evriminin son hali olarak açıklanan finansallaĢma olgusudur. Bu olgunun tek bir tanımı olmayıp farklı yazarlar tarafından konunun farklı yönlerine odaklanılmıĢtır. 20 2.1.3. Finansallaşma Olgusu Dünya ekonomilerinde son otuz yılda geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkelerin bir çoğunda dönüĢümler yaĢanmıĢtır. Kapitalizmin evrim aĢamaları olarak karakterize edilebilecek bu dönüĢümler kısaca neoliberalizm, küreselleĢme ve finansallaĢma olgularıyla karakterize edilmektedir (Epstein, 2005: 3). Bu üçleme içinde iktisat yazınında finansallaĢmanın giderek artan bir Ģekilde baskınlaĢtığı görülmektedir (Foster, 2008). Daha önce de bahsettiğimiz gibi finansallaĢma, geliĢim dinamikleri olan finansal liberalizasyonla baĢlayıp finansal piyasaların deregülasyon sürecinden finansal küreselleĢmeye kadar geçen süreyle birlikte kendine sağlam bir zemin edinmiĢtir. Finans dünyasında yaĢanan geliĢim ve değiĢimler finansallaĢma kavramı etrafında toplanmıĢtır. Bu terimi ilk kez Amerika‟daki imalat sanayide karların düĢüĢüyle yükselen finans çevreleri arasındaki tezatlığı vurgulamak amacıyla Kevin Philips kullanmıĢtır. Philips finansallaĢmayı; finansal birikimin, kamu borçlarının, rant gelirlerinin ve yurtdıĢı yatırımların artarak yurtiçindeki sosyal tabakalar arasındaki ekonomik kutuplaĢmanın yükselmesi olarak tanımlamaktadır (Philips, 1993: 193). Philips‟in tanımlamasında sermaye birikiminde finansın artan rolü, artan kamu borçları, uluslararası yatırımların artması ve ülke içinde artan sosyal sınıf farklılıkları öne geçen kavramlardır. Epstein ise finansallaĢmayı, yerel ve uluslararası ekonominin iĢleyiĢinde „‟finansal kurumların, finansal aktörlerin, finansal piyasaların ve finansal güdülerin rolünün artması‟‟ olarak tanımlamaktadır (Epstein, 2005: 3). Bu genel tanımı belirtmekle birlikte, Palley ise finansallaĢmayı, finansal piyasaların, finansal kurumların ve finansal elitin ekonomik politika ve ekonomik çıktı üzerinde daha etkili hale gelme süreci olarak tanımlanmaktadır ( Palley, 2007: 1). FinansallaĢma, finansal piyasaların globalleĢmesinden ve finansal yatırımlardan elde edilen gelirlerin yükseliĢine kadar artan fenomenleri içermesi sebebiyle üzerinde anlaĢılmaya varılmıĢ tek bir tanımı olmamasıyla birlikte; Engelbert Stockhammer finansallaĢmayı, finansal piyasaların kuralsızlaĢtırılması, yeni finansal araçların ortaya çıkması, uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleĢtirilmesi ve döviz piyasalarında artan istikrarsızlık olarak açıklamaktadır (Stockhammer, 2004: 721). 21 Greta R. Krippner finansallaĢmayı, karın reel üretim yoluyla değil de finansal kanallar aracılığıyla giderek artan bir üretim Ģekli olarak tanımlamıĢtır (Krippner, 2005: 181). Karın finansallaĢma yoluyla Ģeklinin değiĢtiğini vurgulayarak, finansal iĢlemlerin öneminin artmasının nedenini açıklarken karın finansal iĢlemlerden elde edilmesinin artan önemine iĢaret etmektedir. Crotty ise finansallaĢmayı, küresel neoliberal rejimin en önemli bileĢeni olarak görmektedir. ABD ekonomisini örneğini kullandığı çalıĢmasında finansal olmayan iĢletmelerin finansallaĢmasını değiĢik açılardan belgelemekte ve finansallaĢmanın finansal olmayan Ģirketlerin operasyonları üzerinde olumsuz etkisi olduğunu savunmaktadır (Crotty, 2005). Özgür Orhangazi‟ye göre finansallaĢma en geniĢ anlamıyla, finansal kurumların ve finansal piyasaların modern makroekonomi içindeki ölçüsünün ve öneminin artması ayrıca finansallaĢmanın önemli bir boyutu olan finansal olmayan Ģirketlerin finansal faaliyetlere girme süreci olarak tanımlamaktadır (Orhangazi, 2008a: 863). Orhangazi çalıĢmasında, finansallaĢmanın finansal olmayan Ģirketler üzerinde gerçekleĢen yapısal değiĢimleri tartıĢmaktadır. Stockhammer (2004), Crotty (2005), Krippner (2005), Orhangazi (2008a), Davis (2016) finansallaĢmayı makroekonomik açıdan ele almakta ve sürecin datalarını ABD nazarında gerçekleĢtirmektedir. Lapavitsas ise finansallaĢmayı, bankaların sınai ve ticari sermaye üzerinde kurduğu hakimiyet olarak değil de finans sektörünün daha özerk hale gelmesi olarak tanımlamaktadır. Finansal kurumların yeni kar arayıĢları sebebiyle finansal 15 müsadereye yönelip, iĢçileri finansal alanın içine daha çok çekmiĢ ve yeni bir olgu olarak finansallaĢmaya finansal sömürü yönünden yaklaĢmıĢtır (Lapavitsas, 2017: 70). Giovanni Arrighi, finansallaĢmanın ilk kez ortaya çıkan bir olgu olmadığını hatta kapitalizmin altı yüzyıllık döneminde zaman zaman ortaya çıkan bir süreç olduğa dikkat 15 Finansal müsadere, finansal karların doğrudan doğruya iĢçilerin, hanehalklarının kiĢisel gelirlerinden elde edilmesinin giderek önemli hale gelmesi sürecidir (Lapavitsas, 2017: 26). 22 çekmiĢtir. FinansallaĢma, kar oranlarının düĢmesiyle birlikte sermayenin üretimden uzaklaĢarak artan bir Ģekilde finansal kanallara yönelmesidir. Bu süreci dört sistematik birikim dairesine göre ayıran Arrighi‟ye göre; son birikim dairesi, XIX. yüzyıldan günümüze kadar süren Amerikan dairesidir (Arrighi, 1994: 314). Birikim dairelerinin sınıflandırılması, kapitalist sistemin geliĢim evrelerinin farklı merkez kapitalist ülkelerine ve farklı dönemlerine göre gruplandırılmıĢtır. Max Haiven ise finansallaĢma kavramını, daha geniĢ anlamda; finansal ölçümlerin, fikirlerin, süreçlerin, tekniklerin, metaforların, anlatıların, değerlerin ve mecazların, finans sektörünün ötesine geçme ve toplumun diğer alanlarında dönüĢüm yaratma Ģekli olarak tanımlamaktadır (Haiven, 2016: 11). Bir özetleme yapacak olursak, finansallaĢma “kapitalist ekonominin ağırlık merkezinin üretimden finansa doğru uzun soluklu kaymasıdır” (Foster, 2011: 29). Ekonominin uzun soluklu dönüĢümünde neoliberal politikalar ve küreselleĢme eğiliminin baĢarısı küresel kapitalist ekonominin finansallaĢması olarak görülebilir (TellalbaĢı, 2011: 9). Mevcut literatür genellikle finansallaĢmanın negatif etkileri üzerinde durmuĢtur. Bu nedenle finansallaĢmanın daha iyi anlaĢılması için iktisadi etkileri üzerinde durmak faydalı olacaktır. 2.2. FinansallaĢmanın Ġktisadi Etkileri FinansallaĢma, her ülkenin kurumsal, tarihsel ve politik Ģartlarına göre değiĢiklikler gösterse de kapitalist küreselleĢme sürecine dahil olan bütün ülkelerde gözlenmiĢtir (Lapavitsas ve Powell, 2013; Kozanoğlu, 2011: 18). Bu değiĢiklikler ekonominin her dalında etkilerini Ģu Ģekillerde hissettirmektedir ( Foster, 2011: 29): 1. Toplam karlar içinde finansın payının giderek artması, 2. GSYH‟ya oranla, borç oranlarındaki artıĢ, 3. Üretim sektöründeki cazibenin azalmasıyla birlikte finans, sigorta ve emlak piyasalarının (FIRE) büyümesi, 4. Net olmayan finansal ürünlerin yaygınlaĢması, 5. Finans balonlarının rolünün giderek artması. Tüm bunlara ek olarak, bankaların açık piyasalarda aracılık yapmakla kalmayıp hanehalkına borç vermeyi tercih etmesi ve hanehalkının kurumsal finansal sisteme 23 çekilmesi Ģeklinde kendini göstermektedir (Lapavitsas ve Powell, 2013: 359). Öncelikle birinci kriter olan finans sektörünün artan kar oranlarının rolünden bahsetmek gerekirse: Son birkaç on yılda ABD‟de ve küresel ekonomide köklü değiĢiklikler yaĢanmıĢtır. Bu dönemin en belirgin özelliği finans alanında gerçekleĢen değiĢiklikler olmuĢ ve finansal iĢlemlerin boyutu ve önemi sürekli artmıĢtır. Finansal sektörün büyüklüğü ve karlılığının artması, finansal olmayan Ģirketlerin de iĢtahının artmasına ve finansal iĢlemlere katılımlarının yükselmesine neden olmuĢtur (Krippner, 2005: 173). Finansal karların ekonominin kar kaynağı haline gelmesiyle, finansal karlılık oranı yıldan yıla artmıĢtır. 1950‟ler ve 1960‟larda finans sektörünün karları, ABD ekonomisinin toplam karının %10-15‟i arasındaydı. 1980‟lerin ortalarından bu yana bu oran toplam karın % 30‟unu oluĢturmaktaydı. Finans sektörünün toplam karlar içindeki oranı 2001 yılından sonra iĢ döngüsünün zirveye çıkmasıyla %40‟a ulaĢmıĢtır (Krippner, 2011: 28). 1960‟lardan sonra ABD‟de, üretim ve finans Ģirketlerinin kar oranlarının gösterildiği ġekil 1‟e göre; kârlılık kümülatif olarak artmıĢtır fakat bu yükseliĢe rağmen üretim sektöründeki kârlılığın oranı finans sektöründeki karlılığın oranının altında seyretmiĢtir. Bu farklılık ürettiği artık değerle beslenmesi gereken üretim sektörünün göreli olarak küçülmesine yol açmıĢ ve finans sektöründeki kârlılığın yükselmesi finans sektörünü cazip kılmıĢtır (Tonak, 2009: 36-37). Kaynak: Bond, 2008. ġekil 1 Üretim ve Finans ġirketlerinin Kâr Oranları ABD, 1960-1999 24 Ayrıca literatür tartıĢmalarının çoğu, finansal olmayan sektörlerin finansal yatırımlarının ve Ģirket yönetim yapısının değiĢiminin içeriğinin (etkinliğinin) artmasına odaklanmaktadır. Bu tartıĢmalar ıĢığında Orhangazi (2008b)‟de finansallaĢmanın neden ve sonuçlarını, farklı faktörlerin nasıl bir araya geliĢinin bir göstergesi olarak finansal olmayan sektörler üzerindeki etkileri bağlamında tablolaĢtırmıĢtır. ġekil 2‟ye göre; 1970‟lerdeki kriz, kurumsal performansın kötüleĢmesine ve finansal olmayan sektörlerin karlılığında düĢüĢe sebep olmuĢtur. 1970‟lerde artan sermaye birikim krizi, finansal piyasa liberalizasyonu ve deregülasyonu finansal olmayan sektörlerin finansal faaliyetlere yönelmesine ve artan finansal yatırım fırsatlarına yol açmıĢtır. Finansal piyasa liberalizasyonu ve deregülasyonu FOĠ‟lerin finansallaĢmasının ardında yatan nedenlerden bir tanesi olan bankacılık dıĢı finansal kurumların artıĢına ve kurumsal yatırımcıların büyümesine katkıda bulunmuĢtur. Kurumsal yatırımcı iĢletmelerinin yükseliĢi, 1980‟lerin düĢmanca Ģirket ele geçirme dalgası devralma hareketi yoluyla Ģirket kontrolü için bir piyasa yaratılması, hissedar menfaatlerinin hisse senedi opsiyonları ile takip edilmesi sonucunda, kurumsal yönetimde hissedar değeri hareketinin önemine yol açmıĢtır. Ajans Teorilerinin yaygınlaĢması, bu geliĢmelerin teorik temelini ve gerekçesini sağlamıĢtır. Bunun bir sonucu olarak, FOĠ‟ler, kısa vadede hissedar değerini arttırma ve finansal piyasalardan gelen baskılar altında finansal piyasa ödemelerini arttırmıĢtır. Dahası finansal piyasa liberalizayonu ve deregülasyonu, finansal yatırım fırsatlarını arttırmıĢ, finansal sektöre daha fazla güç sağlamıĢ ve FOĠ‟lerin finansal varlık ve iĢtiraklerindeki yatırımlarını arttırma koĢullarını yaratmıĢtır. Sonuç olarak, ekonomik karar vermede finansın ortaya çıkması, uzun vadeli büyüme stratejileri yerine kısa vadeli yatırımlarla değiĢmesine sebep oldu. Bu da FOĠ‟lerin fonlarının büyük kısmının üretim yerine finansal yatırım ve iĢtiraklere tahsis edilmesinde rol oynamıĢtır (Orhangazi, 2008b: 71-75). Tablo 1‟de ise ikinci kriterden yola çıkılarak, geliĢmiĢ ilk 10 büyük ekonomideki borç-gayri safi yutiçi hasıla (GSYH) oranları gösterilmiĢtir. KüreselleĢmiĢ bankacılık, olağanüstü düĢük faiz oranları, risk yayılımı ve dönemin Ģartları göz önüne alındığında 2000‟li yıllardan sonra birçok geliĢmiĢ ülkenin borç oranları hızla artmıĢtır. Bu ülkeler Ġngiltere, Ġspanya, Güney Kore ve Fransa olup istisnaları ise Almanya, Ġsviçre ve Japonya‟dır. 2008‟e kadar ABD‟nin GSYH‟ya oranla kendisinden daha yüksek borç oranlarına sahip birkaç ülke vardı (McKinsey, 2010: 10). Borçluluk oranlarındaki 25 pozitif ivme dünya ekonomisinin finansallaĢmasının etkilerinin göstergesi olarak birçok ülkeyi etkisine almıĢtır. FinansallaĢma, ekonomik etkileri bağlamında birçok kapitalist ülkenin ekonomik ve sosyal açıdan dönüĢüme uğramasına sebebiyet vermiĢtir. Finansal piyasalar ile reel sektör birbirine entegre olmuĢ ve yatırım kararlarında birbirini etkileyecek etkileĢime sahip olmuĢlardır. Finansın ağırlığının ve finansal karların oranının artmasıyla birlikte yeni finansal araçların türemesine ve finansal derinliğin daha da artarak risklerin çoğalmasına yol açmıĢtır. Diğer yandan ulusal ve uluslararası ölçeklerde yüksek seviyede finansallaĢma birbirine bağlı iki sonuç yaratmaktadır. Finansal yatırımların yüksek kar oranı vaat etmesi sebebiyle sermaye üretken yatırımlar finansal yatırımlara doğru yönelmektedir. Aynı zamanda bu yönelim finansal gelirin beslenmesinin kaynağı olan yüksek oranda kamu, özel sektör ve hanehalkı borçlanması ile gerçekleĢmektedir. Bu iki unsur, bir tarafta yüksek borçlanma diğer tarafta ise yüksek seviyede küresel finansal sermaye birikimidir. Bu durum da dünya ekonomisinin sıklıkla finansal krizlere mahkum olma olasılığını doğurmaktadır (TellalbaĢı, 2011: 52). Tablo 1 10 GeliĢmiĢ Ekonomide Borcun DeğiĢim Oranları Yıllık BileĢik Büyüme Oranı 2000-08 arası Ülke değiĢim (Milyar 1990-00 2000-08 ABD Doları) Japonya 1.2 0.5 19 Ġngiltere 3.3 5.2 157 Ġspanya 4.1 7.4 150 Güney Kore 4.3 4.2 93 Fransa 1.2 3.9 83 Ġtalya 2.9 3.1 64 Ġsviçre Veri yok 0.8 17 ABD 0.6 3.5 70 Almanya 5.6 0.3 7 Kanada 0.3 1.5 28 Kaynak: Mc Kinsey Debt and Delevaraging: The Global Credit Bubble and its Economic Consequences Ocak 2010, s:10. 26 Kaynak: Orhangazi, 2008b, 74. ġekil 2 FinansallaĢmanın Sebep ve Sonuçları 27 3. FĠNANSALLAġMAYA KURAMSAL YAKLAġIM FinansallaĢmaya dair gün geçtikçe geliĢen bir akademik yazın mevcuttur. Bu yazın genellikle heterodoks sosyal bilimcinin daha fazla üzerinde durduğu bir konu olmakla birlikte akademik çalıĢmalarda genellikle finansallaĢmanın eleĢtirel yönlerine odaklanılmaktadır. Bu sebeple çalıĢmanın bu bölümünde Neoklasik iktisat bağlamında finansallaĢma literatüründen kısaca bahsedilip finansallaĢmanın, kapitalizmin evrim aĢamasındaki yeri, tanımı ve etkilerinin öneminin yanı sıra farklı yazınlarda nasıl yankı bulduğuna değinilecektir. 3.1. FinansallaĢmaya Neo-Klasik YaklaĢım FinansallaĢma Neoklasik iktisat içinde pek rağbet görmeyen bir terimdir. Bunun nedeni finansallaĢmanın, geliĢmiĢ kapitalist ülkelerden, geliĢmemiĢ kapitalist ülkelere doğru yayılan genellikle bu sürecin reel üretim, istihdam, borçlanma ve gelir bölüĢümü gibi olumsuz etkileri ön plana çıkaran bir yaklaĢım olmasıdır. Kapitalizmin yeni bir aĢaması olarak ifade edilen finansallaĢma olgusuna Neoklasik iktisat; gerek iktisadi teorileri, gerekse hükümet desteğinin gücüyle yol göstericilik iĢlevi üstlenmiĢtir. 1960‟lı yılların sonlarına doğru, karlılık oranlarındaki düĢme ve petrol Ģoklarının etkisiyle artan enflasyon oranları, ekonominin Keynesyen iktisada alternatif ve Klasik iktisat teorisine dayalı olarak monetarizm teorisinin piyasa ekonomisine geçiĢini hızlandırmıĢtır. Uygulanan sıkı para politikaları neticesinde sosyal devlet uygulamaları zayıflamıĢ, iĢsizlik artmıĢ ve kamu idareleri özelleĢtirilmiĢtir. 1970‟li yılların sonlarına doğru ise arz yanlı iktisat ortaya çıkmıĢtır. Bu çerçevede sermaye birikiminin arttırılması için sermaye üzerindeki vergi yükünün kaldırılması, finansallaĢma sürecinde bazı merkez kapitalist çevre ülkelerde iktisat politikası aracı olarak uygulanmıĢtır (Koç, 2013: 24). Tüm bu teorilerin, 1980‟ler sonrası Yeni Muhafazakar Hükümetler tarafından desteklenmesi ve birçok ülke tarafından uygulanması ayrıca serbest piyasa ideolojisi vaazlarının geliĢen ülke ekonomilerine dikte edilmesi ile neoliberal alt yapı sağlamlaĢtırılıp, sermaye önündeki tüm engellerin kaldırılması amaç edinilmiĢtir. Ayrıca daha önce de neoliberalizm bağlamında bahsettiğimiz McKinnon ve Shaw‟ın „finansal baskı hipotezi‟nde incelenmesi gereken teori Neoklasik iktisadın yaklaĢımıdır. Bu anlamda Neoklasik iktisadın, McKinnon ve Shaw‟ın finansal 28 derinleşme kavramında ifadesini bulan finansal küreselleĢmenin, sermayenin en etkin dağılımını sağlayacağı tezi üzerinde durulmaktadır (Kozanoğlu, 2011: 25). Özetle Neoklasik iktisat teorilerinde finans, ekonominin ihtiyaçlarına cevap veren, kaynakların daha etkin Ģekilde dağılımını sağlamak suretiyle ekonomide büyümeyi ve etkinliği arttıran bir role sahiptir (Orhangazi, 2017: 33). Finansal kurumlar üzerindeki amacı ise piyasadaki tasarruf sahipleriyle yatırım yapmak isteyen giriĢimcileri bir araya getirerek tasarruf sahiplerini özendirici faiz oranı ile tasarrufları özendirilmesini sağlamaktır. Böylelikle yatırımlar daha da artacak ve ekonomik büyüme hız kazanacaktır. 3.2. FinansallaĢmaya Marksist YaklaĢım FinansallaĢmanın orijinal kuramsal alanı olan Marksist yaklaĢıma göre, ekonomik büyüme ve ekonomik dinamizmin temelinde sermaye birikimi yer alır. Sermaye birikiminde ise asıl itici güç karlılıktır (Lapavitsas ve Powell, 2013: 362; Orhangazi, 2017: 34). Birikimin büyüklüğü kar kaynağı oluĢturması ve rekabet koĢullarında öne geçmesi için önemlidir. Rekabet, birbirine düĢman sermayedarların sayılarıyla doğru orantılıyken sermayedarların büyüklükleri ile ters orantılıdır. SavaĢ, küçük kapitalistlerin koĢullara ayak uyduramayarak ya da sermayelerinin büyük kapitalistlerin eline geçmesiyle sona erer. Burada, kapitalist üretim ile birlikte yeni bir güç olan „kredi sistemi‟ devreye girer (Marx, 1867/2017: I, 597). Yeni bir güç olan kredi sistemi, sermayenin hareket alanını mevcut para rezervlerinin sermayelendirilmesini sağlayarak geniĢletmiĢtir. Kapitalizmin tarihine ve geliĢmesine ciddi damga vuran kredi, kapitalist geliĢmenin eğilimleri olan sermayenin yoğunlaĢmasını, rekabeti ve üretimi kamçılamıĢtır (Mandel, 1974: 402). Marx‟a göre kredi sistemi, ilk aĢamalarında birikimin bir yardımcısı olarak iĢin içine gizlice girer. Toplum yüzeyine dağılmıĢ bulunan büyük ya da küçük miktarlardaki parayı, görünmeyen iplerle, tek ya da ortaklık halindeki kapitalistlerin ellerine çeker. Ama çok geçmeden rekabet savaĢında yeni ve müthiĢ bir silah halini alır. En sonunda sermayenin merkezileĢmesi için dev bir toplumsal mekanizmaya dönüĢür (Marx, 1867/2017: I, 597). 29 Marksizm ve finansallaĢma denilince akla gelen ilk isim Rudolf Hilferding‟tir. Hilferding, yirminci yüzyılın baĢlarında, Marksist finans kuramını geliĢtirmek amacıyla finans ve reel sektör arasındaki iliĢkiyi incelemiĢtir. Hilferding (1981/1995) sermayenin yoğunlaĢması ve merkezileĢmesiyle sanayi ve ticaretin büyük bankaların egemenliği altına girdiğini, kapitalist üretim sistemi olgunlaĢtıkça da birikimin giderek arttığını, az 16 sayıda kiĢi (tek bir firma) elinde toplanıp banka sermayesinin tekelleĢerek gücünün artacağını söylemiĢtir. DönüĢen sanayi sermayesi ile banka sermayesi arasındaki farkın belirsizleĢmesiyle birlikte finans kapital oluĢacaktır. Hilferding‟e göre (1981/1995: 145) bankaların iĢlevlerinden biri de öteki sınıfların gelirlerini toplamak ve kapitalist sınıf için halihazırda parasal sermayeyi hazır tutmaktır. Böylece öteki sınıfların iĢsiz paraları kapitalistlerce kullanılmak üzere akmaktadır. Bankaların bu iĢlevi, kullanmaları için iĢsiz duran paraların mümkün olduğunca toplanıp bunları üretken kesime ödünç diye vermek zorunda olmasıdır. Bunları yaparken de iĢsiz para diye adlandırdığı mevduatlara faiz vermek ve bu mevduatları toplamak için de farklı coğrafyalarda Ģubeler açmaktır. Bu yapı, üretken kesme aktarılan mevduatların doğasında vardır. FinansallaĢma üzerine en sürekli, sistematik ve kavramsal tezleri geliĢtiren çevrelerden biri Montly Review Dergisi yazarlarıdır. Montly Rewiev‟in editörlüğünü 1969‟dan beri yürüten Paul Sweezy ve Harry Magdoff, Stagnation and the Financial Explosion kitabını yayınlayarak 1970‟lerden itibaren ABD‟nin borç yükünün hükümetler, bireyler ve Ģirketler düzeyinde olağanüstü arttığını ve bunun da ekonomiyi kırılgan hale getirdiğini öne sürmüĢlerdir (Kozanoğlu, 2011: 26). Bu çerçevede finansallaĢma, 1970‟li yıllarla birlikte Montly Review‟in Marksist geleneği içinde entelektüel yaĢama baĢlamıĢtır. Bu kavram, sermayenin finans alanına kaçıĢını ve üretimdeki finansallaĢmayı iĢaret etmektedir (Lapavitsas ve Powell, 2013: 362). 16 Paul M. Sweezy, Hilferding‟in kapitalist geliĢmenin geçici bir dönemini, sürmekte olan bir trend olarak ele almasını yanlıĢ bulmaktadır. Bankalar, anonim Ģirketlerin ve Ģirket birleĢmelerinin oluĢmaya baĢladığı birleĢme hareketlerinin süreci boyunca -ki bu süreç ilelebet sürmeyecektir- veri bir sanayi kolunda tek bir firma kaldığında süreç sonlanacaktır yani daha ileri düzeyde birleĢmelerin gerçekleĢmesi seyrekleĢerek zamanla duracaktır (Sweezy, 1946/2007, s. 264-265). 30 17 Lapavitsas ise Marksist yazında özellikle finansal el koyma (financial expropriation) kavramıyla tanınan araĢtırmacıdır (Kozanoğlu, 2011: 28). FinansallaĢma, geliĢmiĢ kapitalist ekonomilerin üç karakteristik eğilimi olan yapısal bir dönüĢümü temsil ettiğini belirtmek için Marksist bir çerçeve oluĢturmaktadır: i) finansal olmayan iĢletmeler bağımsız olarak finansal faaliyette bulunma kapasitesi elde etmiĢtir. ii) bankalar açık piyasalarda aracılık yapmakla kalmayıp hanehalkına borç vermeyi tercih etmiĢtir. iii) hanehalkı finansal sisteme çekilmiĢtir. Bu çerçeve içinde ilk olarak endüstriyel (ticari) iĢletmeler, açık pazarlarda finansal iĢlemlerde bulunmak için bağımsızlaĢmıĢtır; ikinci olarak, bankalar faaliyetlerini yeniden açık pazarlarda aracılık etmeye ve bireylere borç vermeye yönelmiĢlerdir; son olarak ise Lapavitsas‟ın en çok üzerinde durduğu konu yani iĢçiler ve genel olarak hanehalkının emeklilik, konut, eğitim, ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karĢılamak için finansal sisteme çekilmesi olmuĢtur (Lapavitsas ve Powell, 2013). Marksist analize göre bankacılık, geliĢen kapitalist üretim sürecinin devamı niteliğinde doğmuĢtur. Bu analiz çerçevesinde bankacılık kredi iliĢkileri bağlamında incelenmiĢtir. Paranın borç verilerek para sermayeye dönüĢmesi ile bu dönüĢümün sürekliliği artı değere el konulmasıyla mümkündür (Karaçimen, 2015: 58-85). Marks‟a göre paranın ödeme aracı olma iĢlevinden türeyen kredi iliĢkileri zincirleme olarak birbirine bağlı olarak kurulmuĢtur (Burnham, 2011; aktaran Akçay ve Güngen, 2016: 41). Bu yüzden belli bir ülkedeki sınai ve ticari kredi zincirlerindeki bir sarsılma ya da kopma kredi zincirlerini etkisi altına alan Ģoklar, para krizlerini ağırlaĢtırabilir (Itoh ve Lapavitsas, 2012: 131). Marksist finans sisteminin bir baĢka özelliği ise finansallaĢmanın eğilimlerinin her ülkedeki tarihsel, kurumsal, siyasi iliĢkilere göre farklılaĢtığı ve eĢit olmayan bir Ģekilde geliĢtiğidir (Lapavitsas ve Powell, 2013). FinansallaĢma yazını ağırlıklı olarak bu sürecin üretim, istihdam ve bölüĢüm açısından olumsuz etkilerini ortaya çıkaran bir külliyat olmasına rağmen Marksist 17 Finansal el koyma, dolaĢım alanında ortaya çıkan ilave bir kar kaynağı olduğu söylenebilir. KiĢisel gelirle ilgili olması ölçüsünde, yeni artık değer akımlarından ziyade, mevcut para ve değer akımlarını da kapsar. DolaĢım alanında ortaya çıkmasına karĢın sistemli bir biçimde ve iktisadi süreçler aracılığıyla gerçekleĢmesi nedeniyle sömürücü bir yönü vardır (Lapavitsas, 2009: 47). 31 yazında finansa iliĢkin tüm tartıĢmalara olumsuz bir iĢlev yüklememektedir (Kozanoğlu, 2011: 25; Oran, 2015: 176). Örneğin Bryan vd. (2009), Marksist kategoriler içinde bazı yerleĢik düĢüncelere meydan okumakta ve finansallaĢmayı modern kapitalist üretim tarzının devamı olarak görmektedir. Özellikle finansallaĢma emeği bir sermaye biçimi olarak yeniden Ģekillendirmekte ve bunu sermaye akıĢkanlığına hizmet eden menkul kıymetleĢtirme ve finansal türevler yoluyla kazanmaktadır (Bryan vd., 2009: 458). Emeğin sermayenin yeni bir biçimi olarak tayin edilmesiyle kastedilen, emek gücünün yeniden üretiminin finansallaĢma durumunda metalarla değil, kredi ile baĢlamasıdır. Yazarlara göre, ihtiyaçlarının büyük bir oranını banka kredileri ile karĢılayan hanehalkı, sermayenin yeni bir biçimi haline gelmiĢtir (Oran, 2013: 177-178). Marksist açıdan bakıldığında Ģirketlerin bankalarla kurdukları iliĢkiler, sermaye birikiminin artı-değer ve kar mekanizmasına olan bağımlılığı finansallaĢmanın en önemli boyutuna iĢaret etmektedir (Tellaloğlu, 2011: 62). Bankacılık sistemi ve hisse senedi piyasaları sermaye birikimini hızlandıran ve kolaylaĢtıran finansal etkiler olmakla birlikte, sermaye birikiminde ve karlılıkta yaĢanabilecek en ufak bir sorun ekonomiyi krize götürebilecektir. Genellikle finansal piyasalardaki istikrarsızlıklara yol açan bu krizler finansal krizler olup -Mark‟ın sıklıkla vurguladığı gibi- kriz, sistemin kendi dinamiğinde içsel olarak ortaya çıkabilecektir. 3.3. FinansallaĢmaya Keynesyen YaklaĢım Keynesyen yaklaĢımın finansa verdiği önem 1929 Ekonomik Buhranı‟nda finans sektörünün büyük rolü olduğu inancından dolayı finansal düzenlemeler ve koruyucu politikalar Ģeklinde uygulanmıĢ ve ayrıca Keynesyen politikaların önemli bir ayağını oluĢturmuĢtur. II. Dünya SavaĢı sonrası hakim olan Keynesyen sistem, devletin ekonomiye hakimiyetinin ve müdahalesinin etkinliğini savunmuĢtur. Keynesyen sistemin 1973‟lü yıllara kadar altın çağının yaĢandığı bu süreçte amaç, finansal piyasaların istikrarını sağlamak ve Keynesyen politikaların büyüme ve sermaye birikimi hedeflerine ulaĢmaktır. Temel önerileri Büyük Buhran‟dan çıkıĢa yönelik olarak kamu müdahalesine dayalı olan Keynesyen iktisat, ekonominin Neoklasik teoriden farklı bir Ģekilde iĢlediğine dair vizyona sahiptir (Greenwald ve Stiglitz; 1987: 6). Finans piyasalarına Keynesyen bakıĢ açısı, Neoklasik teoriden farklı olarak daha ziyade istikrarsızlık ve 32 verimsizlik üzerinedir. Nitekim, deregülasyon uygulamalarının geniĢ alanlara yayılması, finansal zenginliğin hızlıca büyümesi, geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ekonomilerde etkinliğini arttırmıĢtır. Reel sistemle ekonomik sistemin artan etkileĢimleri ve bağımlılıkları ekonomide yatırım, üretim, istihdam, gelir ve istikrarı bozma eğilimindedir (Akyüz, 2008: 177). Keynes‟in vizyonundan hareketle takipçileri de ekonomide istikrarın sağlanması, adil gelir ve servet dağılımı, büyüme ve kalkınmanın dengeli olması yönünde teoriler geliĢtirmeye çalıĢmıĢ ve bu amaçlarla her türlü finansal piyasa ve kurumun denetim ve kontrol altına alınmasında finansal istikrarı bir araç olarak ele almıĢlardır (Orhangazi, 2008: 144). Keynesyen ekolde finansal piyasaların istikrarı özellikle geliĢen ülkeler (GÜ) açısından önemlidir. Bu sebeple finansal piyasa ve kurumların devlet denetimi ve inisiyatifi altında olması gerektiğini savunmaktadırlar. Tüm bunlar Keynesyen teorinin finans kesimine önem vermediği anlamına gelmemektedir. Keynesyen görüĢte para önemlidir. Finans sistemi açısından önemli olan para, ödemelerin daha sonra yapılmasında aracı olan sözleĢmelerin de varlığıyla artıĢ göstermektedir. ÇağdaĢ kapitalist sistemde bankaların geliĢmiĢliğiyle paranın içselliği (piyasaların kendi kendine para üretme gücü) arasında doğru orantı vardır. Ġktisadi birimlerin yapmıĢ olduğu sözleĢmeler ile kredi paranın önem taĢıdığı bir ortamda para arzının içselliği savunulmaktadır (Snowdon, Howard, 2005: 460; Paya, 1998: 369). Bu yönüyle para arzı, bankacılık sistemi üzerinden fonksiyonel iliĢkiler bağlamında kurulmuĢ ve finansal kurumların (bankaların) yatırımlar üzerindeki etkisi önemsenmiĢtir (Paya,1998: 369). Keynes, bankaların yatırım üzerindeki etkisine önem vermiĢtir. Keynes‟e göre bankalar, ekonomide yatırım hacminin önemli ölçüde artması durumunda, bankaların yatırım finansmanı için firmalara sağladığı kaynağın devamlı olarak kendini yenileyen „döner sermaye‟ haline gelmesi açısından durumu kritik bir rol oynamaktadır. Çünkü finans güdüsüyle para talebinin atıl para balanslarını, aktif para balansları haline getirilmesi gerekmektedir (Togay, 1998: 135). Keynes (1937: 669) bankaların bu kritik rolünü Ģöyle dile getirmektedir: “bankalar daha düĢük bir faaliyet düzeyinden daha yüksek bir faaliyet düzeyine geçiĢte kilit bir konuma sahiptir. Eğer bankalar fon sağlama imkanlarını kısıtlarlarsa, kısa vadeli kredi piyasasında tıkanıklık yaratacak; bu sebeple de faaliyet hacminin geniĢlemesini engelleyecektir.” Jan Kregel (1984-85: 149- 33 150)‟de Keynes‟i doğrular Ģekilde geliĢmenin dinamiği olan yatırımın finansmanında bankacılık sisteminin rolünün son derece önemli olduğunu ileri sürmektedir. Bunlara ek olarak Keynes Genel Teorisi‟nde bankaların kredi vermesinin üç eğilimi ortaya çıkardığını söylemektedir: 1. Üretimde çıktı hacmi yükselme eğilimi gösterir. 2. Marjinal üretimin değeri artma eğilimi gösterir. 3. Çoğu zaman istihdamın iyileĢmesine etki eden ücret biriminin nominal tutarında yükselme eğilimi gösterir (Keynes, 1969: 77). Bu eğilimler bankaların kredi geniĢlemesinden kaynaklı üretim hacminin çoğaldığının kendine özgü ayırıcı bir niteliği olduğunu ifade etmekte ve Keynes‟in bankacılık sektörünün niteliksel önemini vurgusu yapılmıĢtır. Nitekim Keynesyen teoride finans sistemi, para arzının oluĢumunu etkileyen bir faktör olarak önemlidir. Geleneksel Keynesyen teorinin finans piyasalarına iliĢkin temel çıkarımlarına Yeni Keynesyen ve Post Keynesyen teori, mikro iktisadi açıdan rasyonalite kazandırmayı amaçlamıĢlardır (Greenwald ve Stiglitz, 1987: 19). ÇağdaĢ Keynesyen teori olarak da adlandırılan Yeni Keynesyen ve Post Keynesyen yaklaĢımda her iki teoride birbirinden belli ölçülerde farklı birçok görüĢü barındırmaktadır. Ortaya koyduğu görüĢlerinin en önemli ortak noktası, Neoklasik teorinin temel varsayımlarına ve yoğun olarak da McKinnon ve Shaw ekolüne karĢı eleĢtiri getirmeleri ayrıca Keynesyen esaslara sahip olmalarıdır (Erdem; Dumrul, 2014: 71). ÇağdaĢ Keynesyen teorilerin Mckinnon ve Shaw hipoteze eleĢtirileri finansal liberalizayon ve iktisadi büyüme iliĢkisine yönelik olmuĢtur. Yeni Keynesyen yaklaĢım, finansal liberalizasyonun özellikle geliĢmekte olan ülke ekonomilerinde büyümeyi olumsuz etkileyeceğini savunmaktadır (Atamtürk, 2007: 78). Ayrıca GOÜ‟lerde finans piyasalarında asimetrik bilgi sebebiyle firma yöneticileri ve potansiyel yatırımcılar arasında bilgi asimetrileri piyasa etkinliğinin zayıflamasında ve finansal liberalizasyondan beklenen etkinin oluĢmasında engel teĢkil etmektedir (Greenwald ve Stiglitz, 1987: 19). Ayrıca bu tür finansal iĢlemlerin zaman içerisinde gerçekleĢmesinden dolayı zaman tutarsızlığı problemine maruz kalınmaktadır. Bunlar da ahlaki bir tehlike oluĢturarak, ekonomide çoklu dengelerin oluĢabileceği bir sonuca yol açmaktadır. Yeni Keynesyen teorinin belirtilen görüĢlerine ek olarak Post Keynesyen teoride vurgu, finansal serbestleĢmeden makro iktisadi koordinasyon baĢarısızlığı ve finansal piyasaların ulusal ve uluslararası seviyelerde geleceğe, spekülasyona ve makroekonomik baĢarısızlığa iliĢkin belirsizlikleri üzerinedir. 34 Belirsizlik altında beklentilerin formülasyonuna yaklaĢım, bir kumarhane faaliyetinin geliĢmesini andırır (Kregel, 1998: 112; Singh, 2002: 8). Nitekim geliĢmiĢ ekonomilere nazaran geliĢmekte olan ekonomilerde finans piyasaları manipüle edilmeye yatkındır ve spekülatif özellikler arz etmektedir. GÜ‟lerde finansal kırılganlığın daha hassas olması ve ekonomik sonuçlarının daha etkili olması sebebiyle Keynesyen yaklaĢım finansal geliĢmelerin hükümetin inisiyatifinde ve denetiminde olması gerektiğini iddia etmektedir. Post Keynesyen iktisatçı olan Paul Davidson (2002)‟a göre Keynesyen düĢünceyle klasik düĢünce arasındaki temel teorik farklardan biri, finansal piyasaların reel ekonomik iĢleyiĢinde, üretim ve istihdam olanaklarına etkileri bağlamında farklılaĢmasıdır. Klasik vizyon serbest finansal piyasaları, sermaye ürünleri dağılımında etkili bir iĢlev üstlenmesi sebebiyle toplumun ekonomik kalkınmasında yarar sağladığı görüĢündedir. Keynesyen düĢüncede finansal piyasalar, ekonominin sermaye birikimi ve büyümesinde piyasalara likidite sağlaması sebebiyle önemlidir. Ekonominin iyi iĢlediği dönemlerde sermaye birikimi ve ekonomik büyüme olumlu yönde ilerlerken; ekonomik gidiĢatın kötü olduğu dönemlerde ise finansal piyasaların bu likidite görünümü piyasalarda yüksek iĢsizlik oranları, gelir dağılımı eĢitsizliği, düĢük ekonomik büyüme ve hatta ekonomik durgunluk yaratma yeteneğine sahiptir (Davidson, 2002: 7). Özetlemek gerekirse; finansallaĢma üzerine yazılmıĢ olan literatür finansallaĢmanın genellikle olumsuz etkileri üzerinde durmaktadır. Bu çalıĢmalar Neoklasik teorilerden ziyade heterodoks teorilerin baskın araĢtırma alanını oluĢmaktadır. Keynesyen literatürde özellikle Post Keynesyen iktisatçıların finansallaĢma ile ilgili çalıĢmaları konuya önemli bir yön vermektedir. Keynesyen iktisatçılar finansa temkinli yaklaĢmaktadır. Bunu da ekonomide artan deregülasyon uygulamaları sebebiyle finansal piyasaların öneminin ve karlılığının artması, hissedarların artan kar iĢtahı, Ģirket yönetiĢiminde hissedar odaklı değiĢimler, hanehalkının finansal sisteme içerilmesi, artan borçlanma oranları ve dolayısıyla da gelir dağılımında eĢitsizliklerin artması yönünde kapitalizmin ekonomik istikrarsızlıklarına yönelik vurgu olarak yapılmaktadır. Buradan hareketle bu tez 35 çalıĢmasının konusunu oluĢturan finansallaĢmanın Post Keynesyen literatür bağlamında analizi daha ayrıntılı Ģekilde ikinci bölümde ele alınacaktır. 36 ĠKĠNCĠ BÖLÜM POST-KEYNESYEN YAKLAġIMDA FĠNANSALLAġMA 1. POST-KEYNESYEN ĠKTĠSADIN KÖKENĠ, ANA ÖNERMELERĠ VE NEO KLASĠK ĠKTĠSAT ĠLE ARASINDAKĠ PARADĠGMASAL FARKLILIKLAR Post Keynesyen iktisadın tarihini, modern makroekonominin kurucusu olan John Maynard Keynes‟in İstihdam, Faiz, ve Paranın Genel Teorisi‟nin yayınlanmasına kadar götürmek mümkündür. 1930‟lardan beri Keynesyen iktisat farklı okullar içinde yorumlanmıĢtır ve bu okullardan en önemlilerinden olan Post Keynesyen okulun kökeni Cambridge ekonomistlere dayanır. Cambridge grubu olarak bilinen iktisatçılar, Keynes‟in yanı sıra Post Keynesyen Okulun kurucularından Michal Kalacki‟den ve Piero Sraffa‟nın teorilerinden etkilenmiĢ ve teorilerinin geliĢtirilmesinde bu üç ismin etkisinde kalmıĢlardır. Bu grup içerisinde Joan Robinson, Richard Kahn ve Nicholas Kaldor da bulunmaktadır. BaĢka önemli isimler ise ikinci grup olarak bilinen Paul Davidson, Sidney Weintraub ve Hyman Minsky gibi American grubuna dahil Post Keynesyen iktisatçılardır (Palley, 1996: 8). Üçüncü grup Post Keynesyenler ise M. Lavoie, S. Dow, P. Arestis, M. Sawyer, W. Chick, L.R. Wray gibi iktisatçılardır. Bu iktisatçılar yakın zaman çalıĢmalarıyla bu okulun temsilciliğini ve savunuculuğunu üstlenmektedir (Karaduman, 2003: 3). Keynes‟in izinden giden Post Keynesyen iktisatçılar, Neoklasik iktisada ters düĢen varsayımlarından dolayı radikal iktisatçılar olarak anılmaktadırlar (Palley, 1996: 8). Ayrıca Post Keynesyen iktisadın geliĢmesinde ve okulun kendisini ifade etmesinde Journal of Post Keynesyen Economics dergisinin büyük katkısı olmakla birlikte Australian Economic Papers, Cambridge Journal of Economics gibi dergilerin de bu aktarımda önemli bir payı vardır. ġekil 3‟te de görüldüğü gibi Post Keynesyen Ġktisat Okulu diğer heterodoks okullar gibi Neoklasik okul varsayımlarına karĢıt bir görüĢe, metodolojiye ve yönteme sahiptir. Post Keynesyenlerin kökeni Cambridge Keynesyenlerine dayanmaktadır. Tarihsel geliĢim sürecinin temelinde Keynes ve onun çağdaĢlarının olduğunu söylemek mümkündür. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Post Keynesyen iktisadın ana dayanak noktasını Keynes‟in Genel Teorisi‟nden (1936) aldığı genel kabul görmektedir. 37 Makroekonomi Heterodoks Okullar Neoklasik Okullar KEYNES Marksistler Cambridge Eski Monetaristler Keynesyenleri Keynesyenler Radikal Fransız Post Yeni Yeni Düzenleme Keynesyenler Keynesyenler Klasikler Okulu Kaynak: Lavoie, 2009. ġekil 3 Post Keynesyenlerin Makroekonomik DüĢünce Okullarındaki Konumu Chick (1995: 20), bu konuda Post Keynesyen iktisadın köklerinin Keynes ve Kalecki‟den ilham aldığını ve onların entelektüel varisi olduğunu ifade ederek Post Keynesyen çalıĢmaların üç amacı (unsuru) olduğunu söylemiĢtir: 1. Keynes‟in ve Kalecki‟nin ve onların eski yandaĢlarının görüĢlerini iyileĢtirmek, 2. Bu görüĢlerin Keynes‟in Genel Teorisi (1936)‟nın sınırlarının ötesine yayılmasını sağlamak, 3. Keynesyen devrimi tamamlamaktır. BaĢka bir deyiĢle Chick (1995)‟te vurguladığı gibi Post Keynesyen iktisadın temel amacı aslında Keynesyen analizi geliĢtirip yaygınlaĢtırmak ve Keynesyen devrimi tamamlamaktır. Bu doğrultuda Post Keynesyen iktisat bunu yaparken gerçek dünyayla iliĢkilere bakmakta ve teoriyle uygulamanın uygun olması gerektiğini vurgulamaktadır. Neoklasik iktisadın ortaya koyduğu hayali modellerden ziyade daha somut yaklaĢımla gerçek dünyayı açıklama çabası içine girmektedir. Bu sebeple Post Keynesyen okulun 38 varsayımlarının ve ilkelerinin daha iyi anlaĢılması amacıyla Post Keynesyen yaklaĢım ile Neoklasik yaklaĢım varsayımları karĢılaĢtırmalı olarak iliĢkilendirilecektir. Tablo2 Heterodoks ve Ortodoks (Neoklasik) Okulların Varsayımlarına ĠliĢkin Paradigmasal Farklılıklar Varsayım Heterodoks Okullar Ortodoks Okullar Epistemoloji/ Ontoloji Realizm Enstrümantalizm Metot Organiklik, Bireycilik Bütüncülük (holizm) Rasyonalite Yüksek (sınırsız) Makul (sınırlı) rasyonalite rasyonalite Ekonomik çekirdek Mübadele, kıtlık, tayınlama Üretim, büyüme Düzenlenmiş piyasa (devlet Politik çekirdek Serbest piyasa müdahalesi) Kaynak: Lavoie, 2014: 12. Tablo 2‟de Heterodoks okullar ile Ortodoks okullar arasındaki paradigmasal farklılıklar kısaca özetlenmektedir. Bu paradigmasal farklılıklar; iktisadın araĢtırma yöntemlerini, araĢtırma konularını, çözümleme tekniklerini ve politika önerilerini derinden etkilemektedir. Heterodoks okulun paradigmasal farklılıklarının temelinde Neoklasik görüĢten farklı olarak gerçekçilik, bir dereceye kadar organiklik, makul rasyonalite, üretim ve büyüme odaklı ekonomik çekirdek ve piyasaya devlet müdahalesi vardır (Lavoie, 2011: 11). Aynı zamanda Post Keynesyenler paradigmasal ön kabulleriyle iliĢkili olarak iki temel yaklaĢımla da Neoklasik varsayımdan ayrılmaktadır. Ballard (1995)‟e göre, Keynes gibi Post Keynesyenler de genel olarak Neoklasik iktisattan iki farklı inançla ayırt edilebilir. Birincisi, Keynes ve Post Keynesyen anlayıĢta bir ekonominin sağladığı fiziksel ürün miktarını o ekonomide var olan efektif parasal talep yoluyla belirlemesi; ikincisi de para arzının bir ekonomide içsel olarak belirlenmesidir. Ġlk olarak saydığımız efektif talep ilkesi Say‟ın her arz kendi talebini yaratır Ģeklindeki arz yanlı yaklaĢımına aslında talep arzı belirler Ģeklindeki talep yanlı analizdir. Neoklasik analize göre büyümenin arz yanlı ve teknolojik donanıma bağlılığına karĢın Post Keynesyen analizde, ekonomik büyümenin talep yanlı teziyle 39 temel farklılığı oluĢturmaktadır. Efektif talep Post Keynesyenler için ekonomiyi yönlendiren ana etmen olarak düĢünülmekte aynı zamanda Keynes ve Kalecki‟nin önem verdiği gibi efektif talebi ekonominin yapıtaĢı olarak vurgulamaktadır. Bu nedenle de efektif talep; öncelikle gelir dağılımı, istihdam, giriĢimcinin „animal sprits‟i, reel üretim ve ticaret açığı gibi fonksiyonlarda önemli bir rol oynamaktadır. Ġkinci farklı inanç ise Post Keynesyen analizde para arzı içselliğinin önemidir. Buna göre para arzı ekonomide içsel olarak bankacılık sistemi tarafından oluĢturulur. Post Keynesyen yatırımların finansmanı anlayıĢıyla örtüĢen nitelikli kredilerin finanse ettiği ekonomik faaliyetler neticesinde de üretim çapı etkilenir (Ballard, 1995: 325; Chick, 1995: 20). Tablo 3‟ten de belirtildiği gibi Post Keynesyen iktisadın temel amacı, gerçek dünyayı ampirik bulgularla açıklamaya çalıĢmak ve iktisadi teorilerin gerçek yaĢamla ve bunların gerçek dünyada nasıl iĢlediğini anlamaya odaklanmaktır. Post Keynesyen iktisat mevcut iktisadi sistemlerin iĢleyiĢini kavrayarak mevcut iktisadi problemlere yönelik araçlar geliĢtirmeyi amaçlamaktadır (Kutlu ve Horvarth, 2017: 109). Bu sebeple çalıĢmada öncelikle gerçek dünyanın doğasına uygun teoriler geliĢtirmek, teoriyle gerçek dünyanın uygunluğunu sağlayarak gerçek dünyanın derinlikli yüzünün anlaĢılabilmesi için önem arz eden Post Keynesyen okulun temel fonksiyonları ve finansa yönelik bakıĢ açıları ele alınacaktır. Devamında ise finansallaĢmanın makroekonomik etkilerine yönelik kritik bir öneme sahip olması sebebiyle Post Keynesyen modellerden bahsedilecektir. 40 Tablo 3 18 Post Keynesyen Teorinin Temel Ġlkeleri Boyut Post Keynesyen Teori Neoklasik Teori Belirli bir uzun dönem büyüme Büyüme ve istikrarlı bir hızının dıĢında devresel geniĢlemede yaĢanan geçici Dinamik özellikler dalgalanmaların olması sapmalar piyasa mekanizması mümkündür. ile kendiliğinden dengeye gelir. Kurumsal yapılar, ücret ve kar Gelir dağılımının ana kaynağı payları arasında tarihsel süreçte marjinal fayda teorisidir. oluĢan bir gelir dağılımı belirler. Gelirin üretimdeki faktörler Gelir dağılımının açıklanması Bu gelir dağılımındaki değiĢmeler, arasında nasıl bölüĢüldüğü ve büyüme hızındaki değiĢmelerden faktör fiyatları üzerinde kaynaklanmaktadır. durulmaktadır. Varsayılan mevcut bilgiye Sadece geçmiĢ bilinir, gelecek ise Olası tüm olaylarla ilgili tam bir ulaĢım belirsizdir. öngörü mümkündür. Tasarruf yatırıma eĢit olmalıdır. Piyasalarda arz ve talep eĢitliği Analizin tam olması için Yatırımlar tasarrufu belirler. dengeye gelir ve piyasalar gerekli koĢullar temizlenir. Tekelci eğilimler içeren aksak Tam rekabet piyasası ile ücret Mikroekonomik temel piyasa alıcı mikro kuruluĢlar Gerçek dünyayı ampirik boyutlarla Teorinin amacı açıklamak Kaynak: Eichner ve Kregel, 1988: 27. 1.1. Post Keynesyen YaklaĢımda Ergodik Olmayan Sistem ve Belirsizlik 19 Neoklasik iktisadın metodolojisinde ergodiklik temel unsurdur. Ergodik aksiyomda olasılıkta belirsizlik yoktur ve geçmiĢin verisiyle gelecek belirlenebilir çünkü ergodiklik bilginin olduğu bir durumdur. Fakat Post Keynesyen metodolojisinin özelliği (non-ergodic) ergodik olmayan özelliği Neoklasik teoriden farklıdır. Post Keynesyen sistemde gelecek belirsizdir; bu yüzden geçmiĢin verileriyle gelecek tam olarak hesaplanamaz (Esen, 2007: 31). Ergodik süreçlerle geçmiĢ, gelecek için veri kabul edilmekte bu sebeple Rasyonel Beklentiler Hipotezi etkin ve mantıklı olarak kabul edilebilir. Fakat ergodik olmayan süreçlerde geçmiĢe iliĢkin verilerle geleceği tahmin etmek mümkün değildir. Bu nedenle Post Keynesyenler, iktisadi ajanların gerçek dünyada nasıl çalıĢtığını anlamaya çalıĢırlar. Ergodik olmayan süreçlerde belirsizliğin karar alma süreçleri ve beklentiler üzerinde önemli sonuçları vardır. Geleneksel anlamda beklentilerde sapma olmaması denge için önemlidir. Denge sağlanması için verilen iktisadi kararların 18 Ayrıntılı bilgi için bknz., Lavoie, 2011: 6. 19 Metodoloji, iktisadi analiz yöntemlerinin seçiminde kullanılan bilimsel yöntem çalıĢmasıdır. 41 beklentilerle uyuĢması gerekir. Bu bağlamda Neoklasik iktisat ekonomiyi ergodik sistemle analiz etmektedir (Holt, 2007; aktaran Kutlu ve Harvart: 2017: 113). Bilinmeyen Gelecek Muhtemel Olmayan Kesin Olmayan Bilgi Bilinmeyen Sonuç Muhtemel Olmayan Kaynak: Jespersen, 2009: 4. ġekil 4 Post Keynesyen Teori Bağlamında Belirsizlik Kavramı ve Gelecek ġekil 4‟te Post Keynesyen iktisat okulunun belirsizlik altında, asimetrik enformasyona sahip bireylerin beklentileri ve eylemlerinin gelecek zamandaki sonuçları görülmektedir. Post Keynesyen analizde belirsizlik ön plandadır ve bu koĢullar altında bireylerin ya da iktisadi ajanların karar verdikleri varsayılmaktadır. Arestis vd. (1999: 536)‟ya göre Keynes‟in analizinde ergodik olmayan zaman ve belirsizlik (dark focus of time and uncertainty) olguları önemli bir yer tutmaktadır ve bu kavramlar Post Keynesyen analizde temel metodolojik kavramları oluĢturmaktadır. Analiz, bireylerin iktisadi kararlarını belirsizlik koĢulları altında gerçekleĢtirdikleri varsayımına dayanmaktadır. Belirsizlik de bireylerin ya da iktisadi ajanların tüketim, yatırım gibi önemli kararlarını etkileyen büyük bir etken olmakla birlikte öngörülemeyen olumlu ya da olumsuz ekonomik koĢullar altında yatırımı kesin olarak etkileyen „animal sprits‟leri gelir dağılımını ve istihdam oranlarını da belirlemektedir (Crotty, 1980: 22; Monvaisin ve Rochon, 2009: 44). 42 1.2. Post Keynesyen YaklaĢımda Finansal Piyasalara ve Finansın Rolüne Yönelik YaklaĢımlar Post Keynesyen yaklaĢım, finansı hakim görüĢ olan Neoklasik yaklaĢımdan daha kapsamlı olarak ele almıĢtır. Neoklasik yaklaĢımda finans, para ve yatırım arasında tam bilgi, tam rekabet ve rasyonellik varsayımları üzerine kuruludur. Bu varsayımlar altında finans, piyasaların düzenli bir Ģekilde iĢlemesi için sorun yaratmaz çünkü piyasalarda bilgi kısıtı, zaman tutarsızlığı problemi, belirsizlik ve risk bulunmamaktadır. Ayrıca tüm hanehalkının gelirlerinden bağımsız, eĢit marjinal tüketim eğilimine sahip olduğu varsayımından hareketle güç ve gelir dağılımı problemi yoktur ve iĢgücü piyasasında tam rekabet koĢulları mevcuttur (Argitis, 2008: 73). Neoklasik yaklaĢımda finansın rolü, ekonomiye olumlu etkileri bağlamında önemlidir çünkü finans, yaratıcı ve yenilikçilerin hayallerini gerçekleĢtirmelerinde yardımcı olmaktadır. Ayrıca finansın geniĢlemesi ve çeĢitlenmesiyle ekonomik etkinlik artabilmektedir. Finansal araçların çeĢitlenmesiyle, yatırımcılar riski dağıtabilecek ve kendileri için en yüksek getiriyi sağlayabileceklerdir (Shiller, 2003: 1). Böylece finansal piyasalar tasarrufları yatırımlara yönlendirerek, ekonomide en iyi kaynak dağılımını sağlayacaktır. Piyasalarda tam bilgi ve tam rekabet koĢullarının varsayıldığı belirsizliğin olmadığı koĢullarda, finansal piyasalar sermayeyi en verimli alanlara yönlendirecek ve maksimum getiri alınmasını sağlayacaktır. Özetle, Neoklasik iktisat teorilerinde finans, ekonominin ihtiyaçlarına cevap veren kaynakların daha etkin dağılımını sağlayarak ekonomide etkinliği arttıran bir role sahiptir (Orhangazi, 2017: 33). Neoklasik iktisadın finansın genel etkileri bağlamında çok ayrıntılı analiz yapmadığını ve ekonomik süreç içinde genellikle finansallaĢmanın olumlu etkileri üzerinde durduğunu söyleyebiliriz. Fakat Post Keynesyen yaklaĢım, finansın rolünün ve etkilerinin farklı yönlerine odaklanmakta ve bu etkileri modelleyerek finansallaĢma literatürüne önemli katkılar sunmaktadır. Örneğin Thomas Palley (2007), finansal piyasalardaki geliĢmelerin makroekonomik düzen ve gelir dağılımındaki etkileri yönünde vurgu yapmıĢtır. Finansal piyasalardaki kısıtın kaldırılmasıyla finansmana eriĢim artmıĢ, finans piyasalarının etkinliğinin artması sebebiyle de finans sektörünün reel sektöre göre öneminin artmasına ve hanehalkı borçlanma oranının yükselmesine 43 sebep olmuĢtur. Bu geliĢmeler ekonominin kaderini değiĢtirmiĢtir. Finansal piyasaların, finansal kurumların ve finansal elitin ekonomik politika ve çıktı üzerinde daha etkili hale gelme süreci olarak tanımlanan finansallaĢma olgusunun, devam eden son 20-30 yıllık döneminde hanehalkının borç-gelir oranıyla Ģirketler kesiminin borç-özkaynak oranı hızlı bir Ģekilde artmıĢtır (Palley, 2007: 1-3). Palley ayrıca finansın değiĢim süreci içinde iki yönlü rolü olduğunu ifade etmiĢtir: Birincisi, finansal olmayan firmaların davranıĢlarını değiĢtirmiĢtir ve ekonomi politikaları finansal ve finansal olmayan Ģirketlerin ticari çıkarlarını destekleyici argümanlar yaratmıĢtır. Emekten sermayeye doğru gelirin yeniden dağılım mekanizmasını sağlamıĢtır. Ġkinci olarak ise hem hanehalkı hem de finansal olmayan sektörlerde finansmana eriĢim üzerindeki kısıtlamaları gevĢeterek ve varlık fiyatlarını arttırarak yükselen talep açığını kapatmak olmuĢtur. Finansın Rolü 1. Emekten sermayeye 2. Artan talep boĢluğunun gelirin yeniden dağılımı doldurulması Kaynak: Palley, 2013:19. ġekil 5 Finansın Rolü Post Keynesyen yaklaĢım finansın artan etkinliği bağlamında gelir dağılımı ve büyüme oranları üzerindeki etkilerine, finansal ve finansal olmayan firmaların yatırım davranıĢlarına, hanehalkı tüketimi ve borçlanmasına ağırlık vermiĢ ve bu konuda çalıĢmalar yapmıĢtır. Yapılan çalıĢmalar doğrultusunda finansallaĢmanın bahsedilen etkileri ekonomide negatif etkileri üzerine olmakla birlikte bu durum Keynesyen okulun finans kesimine önem vermediği anlamına da gelmemektedir. Keynesyen görüĢte para önemlidir. Finans sistemi açısından önemli olan para, ödemelerin daha sonra yapılmasında aracı olan sözleĢmelerin de varlığıyla artıĢ göstermektedir. ÇağdaĢ kapitalist sistemde bankaların geliĢmiĢliğiyle paranın içselliği (piyasaların kendi 44 kendine para üretme gücü) arasında doğru orantı vardır. Ġktisadi birimlerin yapmıĢ olduğu sözleĢmeler ile kredi paranın önem taĢıdığı bir ortamda da para arzının içselliği savunulmaktadır (Snowdon ve Howard, 2005: 460; Paya, 1998: 369). Bu yönüyle para arzı, bankacılık sistemi üzerinden fonksiyonel iliĢkiler bağlamında kurulmuĢ ve finansal kurumların (bankaların) yatırımlar üzerindeki etkisi önemsenmiĢtir (Paya, 1998: 369). Keynes (1937: 669), bankaların bu kritik rolünü Ģöyle dile getirmektedir: „‟bankalar daha düşük bir faaliyet düzeyinden daha yüksek bir faaliyet düzeyine geçişte kilit bir konuma sahiptir. Eğer bankalar fon sağlama imkanlarını kısıtlarlarsa, kısa vadeli kredi piyasasında tıkanıklık yaratacak; bu sebeple de faaliyet hacminin genişlemesini engelleyecektir.‟‟ Ayrıca Keynes Genel Teorisi‟nde bankaların kredi vermesinin üç eğilimi ortaya çıkardığını söylemektedir: 1. Üretimde çıktı hacmi yükselme eğilimi gösterir. 2. Marjinal üretimin değeri artma eğilimi gösterir. 3. Çoğu zaman istihdamın iyileĢmesine etki eden ücret biriminin nominal tutarında yükselme eğilimi gösterir (Keynes, 1969: 77). Bu eğilimlerin bankaların kredi geniĢlemesinden kaynaklı üretim hacminin çoğaldığının kendine özgü ayırıcı bir nitelik olarak ifade etmektedir ve Keynes bankacılık sektörünün niteliksel önemini vurgulamaktadır. Nitekim, Keynesyen teoride finans sistemi para arzının oluĢumunu etkileyen bir faktör olması sebebiyle önemlidir. Finans kesiminin yatırım üzerindeki öneminden yola çıkarak Post Keynesyen yaklaĢıma göre finansın yatırım üzerinde kritik bir önemi vardır çünkü yatırım, büyüme ve onun gelir dağılımı üzerindeki konjonktür ve fiyatlamada etkin bir role sahiptir. Bununla birlikte yatırım harcamalarının finanse edilebilme gerekliliğinden doğan finansal piyasaların doğası gereği kredi paraların yaratılması söz konusudur. GeniĢleyen sermaye teçhizatı ile yaratılan kaynaklar toplam talebin bileĢeni olarak Kaleckiyen ve Keynesçi geleneklerde yatırım harcamaları üzerinde pozitif bir etki yaratır. Bu ayrıca Post Keynesyen analizin vurguladığı gibi bankacılık sistemi tarafından kredi yoluyla paranın içsel olarak yaratılmıĢ olmasıdır (Arestis, 1997: 15). 45 2. POST-KEYNESYEN MAKROEKONOMĠK PERSPEKTĠFTEN FĠNANSALLAġMA Post Keynesyen iktisatçılar finansın artan rolüne iliĢkin yapmıĢ oldukları çalıĢmalarında finansallaĢmanın farklı odak noktaları üzerinde durmuĢlardır. Bazı Post Keynesyen iktisatçılar daha çok Stockhammer (2004), Crotty (2005), Skott Ryoo (2000) finansallaĢmanın makroekonomik sonuçlarına odaklanmıĢtır. Bunu da finansal olmayan firma ya da kurumların finansal piyasa iliĢkilerinde yaĢanan değiĢimi öne sürmek için kullanmıĢlardır. Bazı yazarlar da finansallaĢmayı Orhangazi (2008), Lazonick ve O‟Sullivan (2000) gibi mikro düzeyde incelemiĢler ve finansallaĢmanın finansal piyasa ve kurumlar üzerindeki etkilerini vurgulamıĢtır. Post Keynesyen iktisatçılar finansallaĢmanın özellikle büyüme, bölüĢüm ve yatırım bağlamındaki çalıĢmaları üzerinde durmuĢtur. Bunu da teorik olarak modelleyen ve kapsamlı bir analiz sunan Kalecki‟nin 1930‟lu yıllardaki çalıĢmalarından etkilenerek geliĢtirmiĢlerdir. Bu sebeple çalıĢmanın devamında Post Keynesyen gelir dağılımı üzerinde büyük bir etki yaratan Michal Kalecki (1971)‟nin bölüĢüm ve toplam talep analizi modellemesine ve bu çalıĢma temel alınarak oluĢturulan Palley (2009) ve Stockhammer (2004)‟in modellemelerinden, finansallaĢmanın makroekonomik etkilerine iliĢkin kritik bir öneme sahip olması sebebiyle bahsedilecektir. 2.1. BölüĢüm ve Toplam Talep Analizi Post Keynesyen analizde, yatırım harcamaları ve dolayısıyla gelir dağılımı büyümenin temel belirleyicisi olarak görülmektedir. Post Keynesyen gelir dağılımı üzerinde en büyük etkiyi yaratan Kalecki, analizinde yatırım, fiyatlar ve gelir dağılımı üzerinde durmuĢtur. Kalecki‟nin analizine göre milli gelir kapitalistler ve iĢçiler arasında “ücret geliri” ve “kar geliri” olarak bölüĢülmektedir. ĠĢçiler kazandığını tüketmektedir ve tasarruf yapmamaktadır. Kapitalistler de karlarından tüketim ve yatırım harcamaları yapmaktadır. Milli gelirin bu iki grup arasında oransal olarak negatif yönlü olarak ayrıĢması gelir dağılımını olumsuz etkilemekte ve buna bağlı olarak da talepteki düĢüĢ sebebiyle büyüme hızı olumsuz etkilenmektedir (Kalecki, 1971: 36). Yukarıda bahsettiğimiz bağlantının analizini yapmak için Kalecki‟nin argümanları bölüĢüme iliĢkin kullanıĢlı bir çerçeve sunmaktadır (Kalecki, 1971): 46 Y= P+W (1) Denklem (1)‟de, Y: milli gelir; P: kapitalistlerin geliri olan toplam gayrisafi karları; W: iĢçilerin geliri olan ücret ödemelerini göstermektedir. Buna göre gelir, kapitalistlerin karları ile ücret ödemelerinin toplamından oluĢmaktadır yani gelir kapitalistler (P) ve iĢçiler (W) arasında bölüĢülmektedir. ĠĢçiler ücret (W), kapitalistler ise faiz, kar, temettü ve rantı içeren kar (P) elde etmektedir. O halde milli gelir denkleminin, tüketim harcamaları ve yatırımın toplamına eĢit olduğundan hareketle; Y= P +W= Cw +Cπ+I (2) Denklem (2)‟de, Cw: iĢçilerin tüketim harcamalarını; Cπ: kapitalistlerin tüketim harcamalarını; I: yatırımları ifade etmektedir. Cw=W (3) Denklem (3) ise iĢçilerin gelirlerinin tamamını tükettiğini ve hiç tasarruf etmediğini varsaymaktadır. P= Cπ +I (4) Denklem (4)‟te ise, denklem (3)‟te belirtildiği gibi iĢçilerin kazandıklarını harcamasından dolayı; toplam gayrisafi kar (P), kapitalistin tüketimi (Cπ) ve yatırımların (I) toplamına eĢittir. BaĢka bir deyiĢle denkliğin ifade ettiği karların, kapitalistin karından yaptığı harcamaların (Cπ) ve sermaye stoğuna yapılan yatırımdan oluĢmasıdır. Kalecki bu denklemi sağdan sola doğru okuma yolunu seçer ve kapitalistlerin ne kadar tüketebileceklerine ve ne kadar yatırım yapabileceklerine karar verebileceklerini fakat ne kadar kazanacaklarına karar veremeyeceklerini belirtmektedir (Hein, 2015: 6). Cπ = cπ P 0≤ cπ <1 (5) Hein (2015: 6) ise Kalecki‟nin analizini kapitalistin tüketim harcamalarını karla orantılı olduğu varsayımından hareketle geniĢletmektedir. Denklem (5)‟te kapitalistin marjinal tüketim meyline göre kapitalistin harcamalarını göstermektedir. Denklem (5), denklem (4)‟e eklenerek ekonomide bir bütün olarak karın seviyesi denklem (6)‟daki gibi ifade edilmektedir. 47 P=I/ 1-cπ= I/sπ 0≤ cπ< 1 ; 0< sπ ≤1 ; sπ =1- cπ (6) Denklem (6)‟da, cπ: kardan yapılan tüketim eğilimini; sπ: kardan yapılan tasarruf eğilimini sembolize etmektedir. Bu sebeple karlar, kapitalistin sermaye stoğuna yatırımları ve karın tüketim ya da tasarruf eğilimine göre belirlenir. (sπ=1-cπ ). Denklemde karın milli hasılanın bileĢeni olduğundan yola çıkarak, karların toplamını içeren Kaleckiyen çarpanını elde ediyoruz. Toplam karın gelir içindeki payını „h‟ parametresi olarak da bir sonraki denkleme ilave edersek: Y= I/(1- cπ)h= I/ sπh (7) Denklem (7)‟de gösterilen kapitalistlerin yatırım harcamalarını milli gelir ile iliĢkilendiren ikinci bir Kaleckiyen çarpanıdır. Bu çarpan mekanizmasına yatırım harcamalarının çarpan etkisi, milli gelirdeki kar payı ve kardan tasarruf eğiliminin tersi yönde ilerlemektedir. Bu nedenle Kaleckiyen yaklaĢım hem “tasarruf paradoksu” içerir hem de “maliyet paradoksu” içerir. Diğer bir deyiĢle Kaleckiyen analize göre tasarruflardaki artıĢ oranları karı ve milli geliri düĢürme eğilimindedir. Aynı zamanda ücrete oranla daha yüksek kar oranlarının artmasının gelir dağılımında dengesizlik yaratarak bu durumun milli hasıla üzerinde yaratacağı etkilerin de olumsuz olacağını öngörmektedir (Hein, 2015: 7). Temel önerme esasında ücretin milli gelirden aldığı pay ile tüketim harcamaları arasında basit bir iliĢkiyi içermektedir. Ücretin milli gelirden aldığı paydaki azalma durumunda tüketim harcamaları üzerinde olumsuz bir etki meydana getirmektedir. Kapitalistin karından harcama meylinin, iĢçinin ücretinden olan harcama meylinden düĢük olması sebebiyle ücretlerdeki azalıĢ tüketime yönelik toplam talebi azaltacaktır. Bu süreç klasik iktisatçılar tarafından tartıĢılmıĢ ve ücretin azalan oranlarının kar oranlarında artıĢ yaratacağını ifade etmiĢlerdir. Buna göre kar oranlarındaki artıĢ yatırım oranlarını da yükseltecektir. Ġki farklı görüĢ bağlamında denilebilir ki ücret payındaki bir değiĢimin toplam veya net etkisi teorik olarak belirsizdir ve ayrıca tüketim, yatırım ve net ihracat değiĢkenlerinin büyüklüğüne bağlıdır (Stockhammer, 2015: 942). Ġfade ettiğimiz Klasik Kaleckiyen modelinde ücret payındaki artıĢ her zaman talepte artıĢa yol açacaktır. Bhaduri ve Marglin (1990) ise Kaleckiyen ücret yanlı analize kar yanlı analizi de dahil ederek toplam talebin kar yanlı mı ya da ücret yanlı mı 48 olduğundan hareketle tartıĢmayı Post Kaleckiyen düzleme taĢımıĢtır. Tablo 4‟de görüleceği üzere kar yanlı bir rejimde ücret payında meydana gelebilecek bir artıĢ toplam talepte negatif bir etki yaratacaktır. Fakat ücret yanlı bir rejimde ücret payındaki artıĢ daha yüksek toplam talebe neden olacaktır. Ücret yanlı rejimin tüketim etkisi kar yanlı rejimden daha yüksek olacaktır. Keynes‟in de ifade ettiği gibi “ücretler neoliberal yaklaşımların söylediğinin aksine sadece maliyet unsuru değildir aynı zamanda talebin kaynağıdır.” Bhaduri ve Marglin bu çalıĢmalarıyla Kaleckiyen hipotezinin ulaĢtığı noktayı talep sebebiyle ekonomi ücret yanlıdır diyerek netleĢtirmektedir (Onaran ve Stockhammer, 2008: 209-210; Stockhammer, 2015: 943). Tablo 4 Kar Odaklı ve Ücret Odaklı Rejimlerin Tanımı Ekonomi Üzerindeki Genel Etki GeniĢletici Daraltıcı Gelir dağılımındaki Kar payındaki artıĢ Kar- odaklı rejim Ücret- odaklı rejim değiĢimin toplum üzerindeki etkisi Ücret payındaki artıĢ Ücret- odaklı rejim Kar- odaklı rejim Kaynak: Lavoie ve Stockhammer, 2012: 9. Kaleckiyen analizde vurgulanmaya çalıĢılan bölüĢüm ve toplam talep arasında bir iliĢki olduğudur. Bu iliĢkinin önemini Post Keynesyen iktisatçılar Kaleckiyen teorik bağlamında oluĢturduğu analiziyle bağlantı kurarak çalıĢmıĢlardır. Kalecki analizindeki temel önerme iĢçi sınıfı ücret payı ile kapitalist sınıfın kar payının milli gelirde oransal olarak nasıl dağıldığıdır. Kalecki‟nin ücret yanlı analizi, ücret payının artması durumunda, iĢçilerin tüketim meylinin daha yüksek olduğundan yola çıkarak tüketimin ve buna bağlı olarak da toplam talebin artacağı yönündedir. Artan talep de ekonomik büyüme üzerinde olumlu bir etki yaratacaktır. Kalecki‟nin ücret yanlı analizine kar yanlı analizi de dahil eden Bhaduri ve Marglin, toplam talebin kar yanlı mı yoksa ücret yanlı mı olduğundan yola çıkarak ulaĢtığı noktayı “talep sebebiyle ekonomi ücret yanlıdır” diyerek netleĢtirmiĢtir. Nihayetinde Neoklasik yaklaĢımın iddia ettiğinin aksine ücretler sadece maliyet unsuru değil aynı zamanda da toplam talebin bir bileĢenidir. 49 2.2. GeliĢme Evreleri Yöntemi Palley (2009), finansallaĢmanın makroekonomisini incelediği çalıĢmasında, 20 finansallaĢmayı gelişme evreleri yöntemiyle, Kaleckiyen modele dayanarak açıklamaktadır. FinansallaĢmanın geliĢimini yöneten süreç uzundur ve uzun periyodlar boyunca geliĢir. Bazı aĢamaları geniĢletici olduğu gibi bazı aĢamaları daraltıcı olabilir ve bu daraltıcı aĢamalar da ekonomik çalkantılara sebep olmaktadır (Palley, 2009: 34). Palley analizinde mark-up fiyatlama, gelir farklılıklarından ziyade kurumların değiĢen finans davranıĢlarına (firmaların temettü ödemelerinin değiĢimiyle birlikte yatırımı finanse etme Ģeklindeki değiĢiklikleri) ve borç birikimindeki değiĢen yapıya dikkat çekmiĢtir. Ayrıca modeldeki yenilik, Kaleckiyen tarafından göz ardı edilen borsa (finans) servetinin tüketim fonksiyonuna dahil edilmesinde ekonominin ücret yanlı mı ya da kar yanlı mı yönetildiği konusunda önemli etkileri vardır. Bu etkiler ekonomide tüketim üzerinde geniĢ zenginlik etkisi yaratıyorsa, ekonomi muhtemelen kar yanlıdır. (Palley, 2009: 37): Y=An (1) Denklem (1)‟de, Y: üretim, a: iĢçi baĢına verim, N: istihdam oranını göstermektedir. Denklem standart doğrusal toplam üretim fonksiyonunu ifade etmektedir. sw +sp = 1 1> sw > 0; 1> sp > 0 (2) Denklem (2)‟de, sw: ücret paylarını ve sp: kar payını göstermektedir. Devam eden denklem (3)‟de ücret payının (sw) ücret gideri (wN) ile iliĢkisidir. wN= swY (3) P=spY (4) Denklem (4), toplam kar (P) ile kar payı (sp) arasındaki iliĢkinin denklemidir. Tüketim ve yatırım harcamalarının mal piyasası takas koĢulunun ifade edildiği denklem (5)‟te ise C: tüketim harcamalarının, I: yatırım harcamalarının parametreleridir. 20 GeliĢme evreleri yaklaĢımı Chick (1993) bankacılık sistemlerini ele aldığı yaklaĢımıyla ve Minsky‟nin finansal istikrarsızlık hipotezi ile uyumlu analizler içermektedir. 50 Y=C+I (5) C = α0 + α1bwN + α2[1 – b]wN + α3R + α4V (6) 1≥ α1 ≥ α2 ≥ α3 ≥ α4 ≥ 0 1 > b > 0 Denklem (6) ile gösterilen toplam tüketim fonksiyonudur. Ücret giderlerinin iĢçi payı (b); firmaların rantiyerlere temettü, faiz ödemelerine (R) ve firmanın borsa ödemelerine bağlıdır. Ücret, iĢçiler (b) ve yöneticiler (1-b) arasında bölüĢülür. ĠĢçilerin tüketme eğilimi (α1), yöneticilerin tüketme meylinden (α2) büyüktür. Rantiyelerin de kardan tüketme eğilimi (α3), serveti tüketme eğiliminden (α4) büyüktür (Palley, 2009: 38). I* = β0 + β1y + β2P + β3q (7) β0, β1 , β2, β3 > 0 Denklem (7) arzu edilen yatırım harcamalarının denklemidir. Bu da üretim, kar ve hisse senedi fiyatlarına yönelik olumlu beklentilere bağlıdır. Denklem (8) ile gösterilen ise borsa değerleme denklemidir. V: borsa piyasa değeri, q: borsa çoklu değerleme karlarını ifade etmektedir. V=qP (8) g= g(I/y); g‟>0, g‟‟<0 (9) Denklem (9), yatırımların büyüme oranı üzerinde olumlu bir iĢlevi olduğunu gösteren basit bir büyüme modelidir. (Latin harfleri yapısal parametreleri, Yunan harfleri ise davranıĢsal katsayıları belirtir). Denklem (10) ise çıktıdaki artıĢın büyümeyi artıracağı yönündedir. g = g([β0 + β1y + β2P + β3q]/ Y) (10) Model, standart kısa süreli Kaleckiyen makro modeline, Kaleckiyen tarafından göz ardı edilmiĢ olan borsa servetinin tüketim fonksiyonuna dahil edilmiĢ Ģeklidir. Basit olması açısından devlet ve dıĢ sektörler modelden çıkarılmıĢtır. Model, gerçek yatırım harcamaları (I), firmaların rantiyerlere temettü ödemelerini (R) ve firmaların bunları nasıl finanse ettiğini belirleyen ek denklemler sunmaktadır. Ayrıca Palley, finansallaĢmaya bağlı değiĢkenler kullanarak finansallaĢmayı sadeleĢtirmiĢ ve tarihsel 51 bir anlatı oluĢturmuĢtur. Palley modelde, Kaleckiyen makroekonomiye yaklaĢımda olduğu gibi kar payının önemine vurgu yaparak, kar payının tüketim ve yatırım harcamalarını çeĢitli kanallardan etkilediğini ifade etmiĢtir. FinansallaĢmanın „gelişim evreleri‟ içinde farklı uzunluklarda olan evrelerin geniĢleme ve daralma dönemlerinde özellikle ekonominin kar odaklı çalıĢmasında, kar payı artıĢ iĢtahı doğrultusunda finansallaĢmanın bazı kanalları etkilediği gösterilmektedir (Palley, 2009: 37). Palley (2009), finansallaĢmanın etki kanallarını üç kanala ayırarak açıklamıĢtır. ġekil 6‟da görüldüğü gibi birinci kanal, makroekonomik koĢulları etkileyen finansal piyasa davranıĢlarıdır. Ġkinci kanal, finansal olmayan iĢletmelerin davranıĢlarındaki değiĢikliklerle ilgilidir. Bu kurumsal finansal politikalardaki değiĢiklikler, hissedarlara yapılan ödemeler ve finansman davranıĢları ile ilgili değiĢiklikleri içerebilir. Üçüncü kanal ise finansal kazanç için ekonomi politikasında yapılan değiĢikliklerle ilgilidir (Palley, 2009: 39). FinansallaĢma Finansal piyasa Finansal olmayan Piyasa yapısı ve davranıĢları Ģirketlerin düzenlemelerin davranıĢları değiĢmesi Kaynak: Palley, 2009: 39. ġekil 6 FinansallaĢmanın Kanalları 21 2.3. Post Keynesyen Firma Teorisi Post Keynesyen firma teorisini Neoklasik yaklaĢımdan ayıran temel özellik firmanın amacının sadece kar maksimizasyonu olmamasıdır. Bunun yanı sıra firmanın, pazar payının artması, firmanın büyümesi vb. gibi amaçları da vardır. Stockhammer bu argümanları analiz etmek amacıyla firmanın amacından yola çıkarak, büyüme ve kar 21 Ayrıca bkz. Dallery, T., 2009. 52 olarak iki değiĢkeni öne çıkarıp ve formüle etmektedir (Stockhammer, 2004; Stockhammer, 2008). Ayrıca Stockhammer bu iki değiĢken üzerinden, yöneticiler ve firma sahiplerinden farklı olarak uzun vadeli büyüme ve yatırıma odaklandığını, firma sahiplerinin ise kısa vadeli karlara odaklandığını vurguladığı analizinde, bu bağlamda (Stockhammer, 2008: 213); UM= U(g) ; yöneticilerin fayda fonksiyonu (1) (g) ; ise yatırım ve büyüme, UO= U(r) ; firma sahiplerinin fayda fonksiyonu (2) (r) ; ise kar oranıdır. Stockhammer‟ın burada açıklığa kavuĢturmak istediği iki noktadan birincisi, firma sahipleri ile finansal piyasaların kısa vadeli karlara odaklanmasıdır. Bu sebeple de piyasa odaklı finans sistemleri, banka odaklı finans sistemlerine göre ekonomik büyümede sabit yatırımlar üzerinde daha negatif bir etki yaratmaktadır. Ġkincisi ise 1980‟li ve 1990‟lı yıllardaki hisse senedi piyasalarında ve varlık fiyatlarında yükseliĢler yaĢanması bununla birlikte hissedar değeri (shareholder value) kavramının ortaya çıkmasıyla firmaların yönetimsel davranıĢları değiĢmiĢtir. Dolayısıyla firmaların karlara daha fazla ağırlık vermesi aynı zamanda belli bir büyüme seviyesini elde etmek için analize „finans kısıtı‟ ve „kar-büyüme tercihi kısıtı‟ girmiĢtir. Bunlar (Stockhammer, 2008: 213-214): Finans kısıtı: gFC ≤ g(r) ile g‟>0 (3) Kar- büyüme tercihi: rRG= r(g) ile r‟<0 (4) Stockhammer‟a göre, bu kısıtlar bağlayıcı olmamakla birlikte, yönetimde etkili iki kısıt olan büyüme ve kar‟da firma sadece kısıtlamanın içindeki bir noktayı seçecektir (Stockhammer, 2004: 725). . 53 Kaynak: Stockhammer, 2004: 726. ġekil 7 Yönetim Odaklı Bir Firmada Tercihler ve Kısıtlar (MF) ġekil 7‟de yönetimin kayıtsızlık eğrisi (UM), firma sahiplerinin kayıtsızlık eğrisi ise (U0)‟dır. Dikey eksende firmanın büyüme oranı (g), yatay eksende firmanın kar oranı (r) yer almaktadır. Büyüme oranı firmanın yöneticilerinin tercihini gösterirken, FC kar oranı firma sahiplerinin tercihini gösterir. Bu oranlar finans kısıtı (g ) ile kar- RG büyüme (r ) farksızlık eğrisinin kesim noktasında oluĢmaktadır. Seçilen fiili büyüme MF MF (g ) ve kar oranı (r ) bileĢiminde belirlenmektedir (Stockhammer, 2004: 725). ġekil 8‟de ise hissedar odaklı firmanın büyüme ve kar tercihleri finansal kısıt ile birlikte gösterilmiĢtir. Hissedar gücündeki artıĢ, düĢmanca devralma, hissedar çıkarları ve tercihlerinin artan etkisiyle yöneticilerin uzun vadeli yatırım ve büyüme tercihleri yerine hissedarların kısa vadeli kar beklentileri baskın hale gelmektedir. Bu sebeple firmanın yöneticilerinin fayda fonksiyonları (UM) yerine değiĢerek (U‟) halini SDF SDF almaktadır. Büyüme- kar farksızlık eğrisini teğet olarak kestiği noktada g ve r oranları belirlenerek denge noktası kar eksenine daha yakın bir konum almaktadır (Stockhammer, 2004: 727). 54 Kaynak: Stockhammer, 2004: 728. ġekil 8 Hissedar Odaklı Bir Firmada Tercihler ve Kısıtlar (SDF) Stockhammer Post Keynesyen firma teorisinden yola çıkarak, finansallaĢmanın yatırım üzerindeki etkisini aĢağıdaki yatırım denkleminde modeli ekonometrik olarak test etmiĢtir (Stockhammer, 2004: 729): ACCU= f(CAPUT, PS, CC; RSNF) ile (5) Modeldeki bağımsız değiĢkenlerin iĢaretleri; fCAPUT > 0 (6) fPS>0 (7) fCC<0 (8) fRSNF<0 (9) Bu denklemlerdeki değiĢkenlerden ACCU: sermaye birikimini; CAPUT: üretim sektöründeki sermaye verimliliğini (kapasite kullanımını), PS: kar payını, CC: kısa dönem sermayenin maliyetini, RSNF: finansal olmayan sektörlerdeki rantiyerler payını göstermektedir. 55 Stockhammer bu modellemesinde, Post Keynesyen firma teorisinden yola çıkarak, firmaların kısa vadeli spekülatif kazançlar peĢinde koĢmaları sebebiyle, bunun sermaye birikiminde nasıl bir etki yarattığını test etmiĢtir. Bulgularına göre ise firmaların kar odaklı yönetim anlayıĢı durumunda büyümenin olumsuz yönde etkilendiği ve araĢtırmasında Almanya hariç birçok merkez kapitalist ülkelerde (ABD, Ġngiltere, Fransa) firmaların zora girdiği sonucuna ulaĢmıĢtır (Stockhammer, 2004: 729). Post Keynesyen modellerde de belirtildiği üzere finansallaĢmanın yatırım, tüketim ve dağılım üzerindeki çeliĢkili etkileri temel alınarak literatürde farklı potansiyel makroekonomik büyüme rejimleri türetilmiĢtir (Hein, 2009: 18-19; Hein ve Treeck, 2008: 13): 1. Boyer (2000) gibi bazı yazarlar finans kaynaklı büyüme rejiminin hissedar değeri yönelimi çerçevesinde büyüme üzerinde pozitif bir etki yaratabileceğini değerlendirmiĢtir. Bunun koĢulu ise emeğin azalan gelirleriyle azalan tüketim talebinin toplamından, hissedarların gelirlerini tüketme eğiliminin daha fazla olması doğrultusunda büyüme üzerinde pozitif bir etki yaratacaktır. 2. Bazı yazarlar da yatırım yapmadan kar rejiminin ortaya çıkabileceğini savunmuĢtur. Emek gelir payındaki yaĢanan düĢüĢün etkisiyle hissedarların tüketim eğiliminin yüksek olması durumunda tüketim kaybını telafi edecek ancak yatırımsız kar sermaye birikim oranını azaltacaktır. Çünkü yüksek temettü ödemeleri veya hisse geri alımları firmanın iç finansal kaynaklarını azaltan bir etki yaratmakta ve sermaye birikimini azaltmaktadır. 3. Son olarak da bazı yazarlar, hissedarlara yapılan faiz ve temettü ödemelerinin kapasite kullanımı, kar ve sermaye birikimi oranları üzerinde kısıtlayıcı bir etki yaratacağını ve daralma rejiminin ortaya çıkabileceğini göstermiĢlerdir. Bu rejimde yükselen hissedar gelirleri, emeğin tüketim talebinin azalmasını telafi edememektedir ve ayrıca yönetimin hissedar değeri yönelimi, firmanın iç kaynak finansmanını tüketmesi ile sermaye birikiminde yavaĢ büyümeye sebep olmaktadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Post Keynesyen modeller bağlamında finansallaĢmanın etkilerinin makroekonomik bir çerçeveden sentezinin sunulduğu; 56 Kaleckiyen BölüĢüm ve Toplam talep analizi, Palley‟in geliĢim evreleri yöntemi modeli ve Stockhammer‟in Post Keynesyen Firma teorisi modelleri finansallaĢmanın etki kanallarının anlaĢılması açısından önem taĢımaktadır. Bunlara ek olarak; Hein (2009)‟a göre finansallaĢmanın etkilerinin analizinin yapıldığı birçok makalede temel bir ana sorun vardır. Bu sorun faiz ve temettü ödemelerindeki değiĢikliklerin firmaların borç-öz sermaye oranlarına ve dolayısıyla finansal yapı üzerindeki etkilerinin açıkça ele alınmamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Lavoie ve Godley (2001-2002)‟in öncülüğünü yaptığı bazı yazarlar hisse senedi akıĢına uyumlu modellerde finansallaĢmanın etkilerini incelemeye baĢlamıĢlardır. Bu modeller Hein/van Treeck (2008)‟in daha ayrıntılı incelediği çalıĢmasında finansal ve reel değiĢkenlerin stok-akıĢ etkileĢimlerini analitik ve model simülasyonları kullanarak hesaba katmaktadır. Ayrıca bu stok-akıĢ tutarlı modelleri aynı zamanda yukarıda belirtilen üç potansiyel birikim rejimi de üretebilmesi açısından geniĢ bir analiz içermektedir. Hein (2009: 22)‟da bu stok- akım tutarlı modellerde finansallaĢmanın kısa vadeli ve orta vadeli etkilerinin ayrıntılı bir analizini sunmaktadır. Hein (2009) stok-akım tutarlı Kaleckiyen dağılım ve büyüme modelinde bir sonraki bölümde ayrıntılı analizini yapacağımız, finansallaĢmanın etki kanallarını Ģu Ģekilde bütünleĢtirmiĢtir: 1. FinansallaĢmanın kısa vadede hissedarlar ve firmalar arasındaki dağılımı etkilediği varsayılmaktadır. FinansallaĢmanın orta vadede kar payı esnekliğini (mark-up) artırarak sermaye ve emek arasındaki gelir dağılımını da etkilediği varsayılmaktadır. 2. Yönetim önceliklerinin değiĢmesi gibi iç kanallar, firma yatırım davranıĢlarını etkiler. 3. Tüketim, kısa vadede temettü dağılımından ve orta vadede de iĢgücü gelir payındaki düĢüĢten dolayı etkilenir. 3. POST-KEYNESYEN BAKIġ AÇISIYLA FĠNANSALLAġMANIN ETKĠLERĠ 1980‟li yıllardan sonra finansal deregülasyon uygulamalarının yaygınlaĢması, neoliberal anlayıĢın güçlenmesi, yeni iletiĢim teknolojilerinin geliĢmesi, ulus ve uluslararası uygulanan kanuni liberalizasyon uygulamaları sebebiyle de yeni finansal enstrümanlar geliĢmiĢ ve çeĢitlenmiĢtir. Bu değiĢimler çerçevesinde finansal faktörlerin dağılım, tüketim, yatırım ve büyüme üzerinde etkisi artmıĢtır. FinansallaĢmanın etkisi bağlamında yaygın düĢünce, finansal sistemin reel etkilerinin ağırlığı üzerine olmuĢtur. Fakat bu durum birçok farklı okulun ortak düĢüncesini oluĢturmakla birlikte hangi tür finansal kurumların büyümeye elveriĢli olduğu konusunda anlaĢmazlık yaratmaktadır. 57 Post Keynesyen makroekonomik anlayıĢa göre, finansallaĢmanın reel ekonomi üzerinde etki kanallarına yönelik üç farklı çıkarımı vardır (Hein, 2012: 476): 1. FinansallaĢmanın artan etkileri dolayısıyla finansal olmayan firmaların hedefleri ve karĢılaĢtığı kısıtlar ekonomiyi bir bütün olarak etkileyecektir. Artan hissedar gücü ile birlikte uzun vadeli sabit sermaye yatırımlarının yerini kısa vadeli karlılık anlayıĢı alacaktır. Öte yandan Ģirketlerin faiz ve temettü ödemelerindeki artıĢı karĢılamaları sebebiyle Ģirketlerin yatırım projelerini finanse edecek kaynaklarda azalma meydana gelecektir. 2. Ġkinci olarak, finansal piyasaların serbestleĢmesi, krediye ulaĢım gibi fırsatlar sebebiyle hanehalkının servet bazlı ve borç bazlı tüketimi artacaktır. 3. Son olarak ise gelirin dağılımı; hissedarlar, yöneticiler ve iĢçiler arasındaki değiĢen güç iliĢkisinden etkilenerek tüketim ve yatırımı etkileyecektir. Bu bölümde finansallaĢmanın üç etki kanallarından yola çıkarak bir önceki bölümde açıklanan Post Keynesyen modellerde finansallaĢmanın (entegrasyon 22 kanallarını) etkilerini daha iyi kavramak ve finansallaĢmanın makroekonomik anlamını güçlendirmek amacıyla finansallaĢma, etkileri bağlamında ele alınacaktır. Bu ilk olarak finansallaĢmanın firma yatırımları üzerindeki etkileri, ikinci olarak hanehalkının / tüketime olan etkileri ve son olarak da gelir dağılımı üzerindeki etkileri ile ilgilidir. 3.1. FinansallaĢma ve Firma Yatırım DavranıĢları Üzerine FinansallaĢma ile birlikte ekonomide finansın ağırlığının artmasıyla finansal kurumlar ve finansal akımlar, firmaların yatırım kararları ve politikaları üzerinde ciddi bir etki yaratmaktadır. FinansallaĢmanın artan etkisi, hem finansal kurumlardaki hem de finansal olmayan kurumlardaki yatırım davranıĢları üzerinden izlenebilmektedir. Post Keynesyen iktisatçılar kurumların yatırımları üzerinde finansallaĢmanın etkilerini hissedar-yönetici çatıĢmasının (owner-manager conflict) önemini ile 22 Bizim çalıĢmamızda finansallaĢmanın etki kanaları Hein (2009) sınıflandırmasına göre yapılmıĢtır. FinansallaĢmanın etki kanalları için ayrıca bkz. Palley, 2007: 11-33. 58 vurgulamıĢlardır. Bu çeliĢki firma düzeyinde büyüme-kar makasının varsayımından kaynaklanmaktadır. Bu ise firmaların uzun vadeli gerçek sermaye stok yatırımlarına karĢı düĢük yatırım eğiliminde olmaları, hissedar değeri yaklaĢımı için kısa dönemli yüksek karlılık tercihi eğilimini ifade etmektedir. Hissedar-yönetici çıkar çatıĢması firmaların karlılık ve büyüme dengesi varsayımından kaynaklanmaktadır. FinansallaĢma ile firmalara büyüme konusunda getirilen kısıtlar hissedarların kısa dönemli karlılıklarına ve yönetimde etkin olmalarına yönelik mekanizmalar sağlamıĢtır. Bu mekanizmalar hissedarların hakim olduğu hissedar değeri yaklaĢımında yönetimin büyüme arzusuna karĢın kısıt getirilerek hissedarlara yüksek temettü ve faiz ödemelerinin sağlanması için Ģirket ele geçirme (devralma), yöneticilerin cezalandırılması gibi tehditlerle yöneticilerin finansal karların daha önemli olduğu bir anlayıĢa bırakmıĢ ve eĢzamanlı olarak finansal piyasa yönelimi anlayıĢı, hissedarlara yönelik bir anlayıĢ Ģeklinde değiĢmiĢtir. Bu sonuç çerçevesinde Keynesyen iktisadın “karı Ģirkette tut ve yatırım yap” anlayıĢının yerine hissedar değerli bir anlayıĢ olan “Ģirketi küçült ve karı dağıt” stratejisi yer almıĢtır (Hein, 2009: 3-4; Lazonick ve O‟Sullivan, 2000: 18; Stockhammer, 2004). Lazonick ve O‟Sullivan (2000: 13), ABD‟de kurumsal yönetim ilkesi olarak hissedar değeri yükseliĢinin tarihsel bir analizini sunduğu yaklaĢımında; finansal sektörün artan sahipliğiyle birlikte öz sermaye içinde hissedar lehine anlaĢmaların sağlanmasına ve finansal piyasaların geliĢmesinde değiĢen yönetim ilkesi anlayıĢına vurgu yapmıĢtır. Bu değiĢim, finansal varlıkların alım ve satımında hızlanma yaratmıĢ ve uzun vadeli beklentilerin yerini kısa dönemli karlılık anlayıĢı almıĢtır. Kısacası „hissedar değeri‟ savunuculuğu, hissedar menfaatlerinin yönetimsel menfaatlere uygulandığı bir yoldur. Bu da kurumsal stratejinin 1960‟lar ve 1970‟lerden sonra kurumsal büyüme ve yatırıma odaklanmaktan ziyade hissedar menfaatine yönelik dağıtım stratejisine doğru yöneltmiĢtir (Sawyer, 2016: 55). Finansal olmayan firmaların değiĢen yatırım davranıĢları üzerine literatür büyük oranda bu Ģirketlerin performansının zayıflayabileceğini ve toplam talebin büyümesi yönünde engel teĢkil edebileceğini öne sürmektedir (Skott ve Ryoo, 2008: 827). Firmaların finansallaĢma süreci içinde değiĢen yatırım davranıĢları ve kararlarındaki geliĢimleri aĢağıdaki grafik üzerinde analiz edersek: 59 Kaynak: Hein/ van Treeck 2008: 4. ġekil 9 Firma Düzeyinde Hissedar Değeri Yönelimi ve Yatırım Kararları ġekil (9)‟da FFi tarafından verilen çizgiler firmanın yatırım kararlarında firma yöneticilerinin karĢılaĢtığı farklı finansal kısıtları yansıtmaktadır. Bu finans sınırları firmaların belli bir kar oranıyla (r) finanse edebileceği birikimin maksimum oranını(g) iĢaret etmektedir. Farklı bir açıdan bakıldığında, Kalecki‟nin (1937) artan risk iştahı (principle of increasing risk) ilkesi tarafından öne sürüldüğü gibi firmaların belirli bir kar oranıyla finanse edebileceği maksimum birikim oranını göstermektedir. EF ise yöneticilerin karĢılaĢtığı ikinci kısıtlama olan büyüme (geniĢleme) sınırıdır. Belirli bir büyüme stratejisiyle gerçekleĢecek olan kar oranını gösterir. EF büyüme sınırının düĢük birikim oranları için yukarı doğru eğimli, yüksek birikim oranları için de aĢağı doğru eğimli olduğu varsayılmaktadır (Lavoie, 1992: 114-116). Yukarı doğru eğimli olan kısım, sermaye birikimi arttıkça daha yüksek bir kar oranınına izin veren dinamik ölçek ekonomilerinden kaynaklanmaktadır. BaĢka bir ifadeyle bu EF‟nin pozitif eğimli kısmının iĢlediği durumlarda sermaye stoğuna yapılan yatırım, yeni ve daha verimli üretim araçlarının kullanımına izin vererek yeni pazarlardaki hızlı geniĢlemeye izin verecektir. GeniĢleme fonksiyonu (EF)‟nin negatif eğimli olan kısmında kar oranını azaltan yönetimsel etkinsizlik alanından kaynaklanmaktadır. Örneğin belli bir pazarda iç geniĢleme; reklam maliyetleri, araĢtırma ve geliĢtirme maliyetleri, yönetimin yeni 60 market ve ürünlerdeki bilgi eksikliğinden kaynaklı sebeplerle geniĢleme maliyetli olup sınırlanabilir. Firmanın geleneksel Post Keynesyen analizinde sermaye birikim kararı, yönetici-hissedar kararlarındaki finansal kısıtı ifade eden FFi ile firmanın geniĢleme(büyüme) cephesinin kesiĢme noktası tarafından belirlenir (Lavoie, 1992: 117). Bu görüĢe göre, firmalar sadece daha yüksek bir kar oranının finans kısıtlamasını hafiflettiği ve dolayısıyla daha hızlı bir geniĢlemeye izin verdiği sürece kar oranıyla ilgilenmektedir. Kısacası, büyüme amaçtır. Kar ise bunu gerçekleĢtirmek için araçtır. Bu nedenle ġekil (9)‟da geniĢleme sınırının aĢağı doğru eğimli bölümündeki yöneticilerin farklı tercihlerini yansıtan büyüme(g)-karlılık(r) değiĢiminin yaĢandığı bir dizi Ui farksızlık eğrileri ile tanımlanmaktadır. Bir önceki bölümlerde bahsedildiği gibi finansallaĢmanın reel ekonomi üzerinde etkisinin artması bağlamında firmaların hissedar odaklı ya da büyüme odaklı tercihlerinde yaĢanan değiĢim, firmaların kısa dönemli karlılık odaklı politikaları üzerine geliĢmiĢtir. Hissedar değeri yaklaĢımının uygulandığı bir ekonomik sistemde firmaların reel yatırım süreçlerine dair iki önemli değiĢimi açıklanacak olursa (Hein, 2009: 6): 1. Ġlk etki Ģekil 9‟daki finans cephesinin rotasının saatin tersi yönünde dönmesiyle olacaktır. Burada hissedarlar Ģirketlerden yüksek düzeyde temettü ödemesi alabilmek için yöneticilere bu doğrultuda baskı yaparlar. Bu da Ģekil 9‟dan görüleceği üzere daha yüksek düzeyde faiz ödemesi ve daha düĢük düzeyde sermaye birikim oranını ifade eder. Bu durum ise firmanın sabit sermaye yatırımları için yeterli fon kaynaklarının azalmasına sebep olacaktır. 2. Ġkinci olarak Ģirket yöneticileri kısa dönemli karlılık ve finansal piyasa performansına dayalı ücretlendirme sistemine tabii olduğundan, yöneticilerin sabit sermaye yatırımları üzerindeki firmanın büyüme odaklı tercihleri zayıflamaktadır. FinansallaĢmanın firma üzerindeki etkileri, Stockhammer (2004) firma teorisinde de izah edildiği üzere firmaların davranıĢlarında görülen değiĢim, büyüme 61 hedeflerinden hissedar çıkarlarına doğru bir kayma olduğu yönündedir. Stockhammer‟in temsilci firmanın büyüme-kar makasını formülize ettiği analizinde yöneticiler, hissedar çıkarlarının artması doğrultusunda daha yüksek kar oranları ve düĢük büyüme yönünde en uygun pozisyonu harekete geçirmektedir (Skott ve Ryoo, 2008: 833). Finansal olmayan firmaların yatırım davranıĢlarında görülen bu değiĢikliklere dair 1980‟li yıllardan itibaren ABD‟deki geliĢmeler özelinde değerlendirildiğinde, bu dönem firmaların finansallaĢtığı dönem olarak nitelendirilmektedir. ġekil (10)‟da görüldüğü gibi, net iĢletme fazlasının yüzdesi olarak net temettü ödemeleri 1980‟lerin erken dönemlerinden beri döngüsel dalgalanmalara rağmen artıĢ eğilimindedir. Net iĢletme fazlasının vergi ödemeleri içindeki oranı, 1960‟lardan sonra düĢüĢ göstermiĢ ve net faiz ödemeleri de 1980‟lerin baĢından beri artıĢ göstermiĢtir (Hein, 2009: 7). Kaynak: Dünhaupt/ Hein/ van Treeck, 2007: 38. ġekil 10 Finansal Olmayan ĠĢletmelerde Net ĠĢletme Fazlası Kullanımı, ABD, 1960-2006 Finansal olmayan firmaların 1980‟li yıllardan itibaren net iĢletme fazlası içinde temettü ödemelerinin artan payı, firma davranıĢlarında finansal yatırımlar yönündeki 62 seçimin arttığını göstermektedir. Buna neden olarak finansallaĢma süreci boyunca yatırımcıların reel ya da finansal yatırımlar arasında bir seçime itildiği söylenebilir. Böylelikle kısa dönemde finansal yatırımların reel yatırımlardan daha yüksek karlılık sağlaması, firmaların kısa dönemli finansal getirilere yönelip reel yatırımları dıĢlayabilmeltedir. Firmaların yatırım kararlarında reel yatırım veya finansal yatırım arasında portföy seçimi söz konusudur. Bu konu iktisat literatüründe yeni bir konu değildir. Örneğin Tobin (1965), reel ve finansal varlıkların portföy dengesinde ikame edilebilirliğine çoktan iĢaret etmiĢtir. Buna göre varlıkların getiri oranlarına göre yatırımcılar portföylerinde reel ve finansal varlıkların oranlarını nasıl dağıtacağına karar vermektedir (Demir, 2009: 955). Davis (2016)‟e göre, 1980‟li yıllardan bu yana portföy kompozisyonunda sabit sermaye yatırımlarından finansal varlıklara doğru sürekli bir kayma olmuĢtur. 1950- 2014 yılları arasında varlık satıĢlarının yıllık ortalamasına göre ölçülen sabit sermaye ve finansal sermaye varlıklarının portföy kompozisyonu içindeki değiĢimi gösterilmiĢtir (ġekil 11). 1980‟lerin baĢlarına kadar iki varlık oranı da birbirine yakın Ģekilde hareket etmekteyken 1980‟li yılların baĢından itibaren FOĠ‟ler, finansal varlıkları sabit sermaye varlıklarından daha hızlı bir Ģekilde satın almaya baĢlamıĢtır. Portföy seçiminin değiĢimi özetleyen Ģekle göre sabit sermaye varlıkları 1950‟lerde % 19.5 iken 2014‟te % 17.3 olmuĢtur. Finansal varlıklardaki değiĢim ise 1980 yılında % 25.4‟den 2014‟te % 47.4‟e yükselerek portföyde finansal varlık oranında artıĢ yaĢanmıĢtır (Davis, 2016: 118). Demir (2009)‟ye göre portföy seçimi finansal serbestleĢme ile birlikte reel sektör firmalarında sorun yaratmaktadır. Bu iki yatırım seçeneği karĢısında sermaye piyasasının kusurları, artan risk ve belirsizlik tasarrufların kısa vadeli kar getiren finansal varlıklara yönelmesine sebep olabilir. Fakat iç ve dıĢ tasarrufların portföy seçiminde artan oranda finansal alanlara kayması uzun vadeli yatırımları dıĢlamakta ve negatif iç ve dıĢ Ģoklarla ekonomide finansal kırılganlık etkisi yaratarak borçlanmayı arttırabilmektedir (Demir, 2009: 314). 63 Kaynak: Davis, 2016: 118. ġekil 11 Sermaye ve Finansal Varlıkların Yıllık SatıĢ Ortalaması, 1950-2014 Yüksek borç seviyeleri firmaların yatırım davranıĢlarını olumsuz etkileyerek finansal kırılganlığa sebep olabilmektedir. Ayrıca borç seviyesi bir firmanın uzun vadeli mali güvenliğinin durumunu yansıtmakta ve bir firmanın uzun vadeli finansal kırılganlığını ölçmektedir. Yöneticiler ve hissedarlar borç/özsermaye veya borç/özkaynak oranında artan borçlanma oranı sebebiyle büyüyen risk altına girerler çünkü borcun seviyesinin güvenli seviyenin üzerinde algılanması yatırımlar üzerinde negatif etki yaratmaktadır. AĢağıdaki Ģekilde gösterildiği gibi, 1980‟lerin baĢlarından beri brüt borç/sermaye birikim oranı artmıĢtır. Negatif iç-dıĢ Ģoklar sebebiyle de kurumsal firmalarda finansallaĢmanın yükseldiği bu dönemlerde finansal kırılganlık ve risk artmıĢ, uzun vadeli reel yatırımlar olumsuz etkilenmiĢtir (Hein, 2009: 8; Orhangazi, 2006: 121). 64 Kaynak: van Treeck/ Hein/ Dünhaupt, 2007: 42. ġekil 12: Finansal Olmayan ĠĢletmelerde Brüt Borç Sermaye Stoğu, ABD, 1960- 2006 3.2. FinansallaĢma ve Hanehalkı DavranıĢları Üzerine FinansallaĢmanın etkileri bağlamında finansın artan önemi firma davranıĢlarında olduğu gibi aynı zamanda hanehalkı davranıĢları üzerinde de etkili olmuĢtur. Bu sebeple finansallaĢmanın reel ekonomi üzerindeki ikinci yönü; hanehalkı serveti, hanehalkı borçluluğu ve hanehalkı tüketimi arasındaki bağlantıya dayanmaktadır (Hein, 2009: 11). Böyle bir mekanizma Palley (1994) tarafından iĢ çevrimi modeline (business cycle model) dahil edilmiĢtir: ĠĢ çevrimi modelinde düĢük marjinal tüketim eğilimine sahip olan yüksek gelirli hanehalkından, tüketim eğilimi yüksek olan düĢük gelirli hanehalklarına doğru artan borçluluk düzeyi yoluyla satın alma gücü transferi gerçekleĢir. Tüketim eğilimi yüksek hanehalkı grubunda artan borçlardaki faiz ödemeleri toplam talep üzerinde bir yük haline gelir. Çünkü satın alma gücü bu süreçte düĢük gelir gruplarından yüksek gelir gruplarına doğru ters yönde yeniden dağılır (Palley, 1994: 372-373). Dutt (2006), Palley‟in yaptığı gibi benzer bir mekanizma kullanarak tüketici kredisinin kullanım kolaylığının etkilerini borçlanma, büyüme ve dağılımı Steindlian 65 23 modeli ile analiz etmiĢtir. Finansal sistemin deregülasyonu sebebiyle kredi temelli tüketimin; gayrimenkul kredileri, ayarlanabilir tüketici kredileri ve menkul kıymetleĢtirme kanallarıyla artıĢ gösterdiğini; artan kredi kullanım kanallarının kısa vadede efektif talep ve büyümeyi uyardığı gibi durgunluğu önleyebileceğini fakat uzun vadede artan tüketici borçlanmasının etkilerinin belirsiz olduğunu belirtmiĢtir. Sebebini ise gelirin yeniden dağılımın ifadesi olarak tüketici borcunun artmasıyla, tasarruf sağlama eğilimi yüksek olan zenginlere yönelik, gelirin yeniden dağıtımıyla borçlanmanın yarattığı geniĢlemeye rağmen toplam talep ve büyümenin baskılanabilmesi Ģeklinde açıklamıĢtır (Dutt, 2006: 361-362). Kredi temelli maddi zenginlikteki artıĢın hanehalkı tüketimi üzerindeki isteği arttırarak tüketim üzerinde servet etkisi yaratmaktadır ancak sermaye piyasası temelli servet sanal servet etkisi yaratarak tüketimdeki artıĢ daha çok hanehalkı borçluluk seviyesi ile iliĢkilendirilir. Ayrıca uzun vadede artan faiz yükümlülükleri ve borçlanmaları sebebiyle büyüme üzerindeki olumlu etkileri ortadan kalkabilir (Hein, 2009: 11-12). FinansallaĢmanın hanehalkı davranıĢlarını nasıl etkilediği konusunda Stockhammer (2008)‟de özellikle hanehalkı servetinin finansal varlıklar içindeki payının ne ölçüde dağıldığına, özel tüketim harcamalarına ve hanehalkı borçlanma oranlarındaki değiĢime dikkat çekmiĢtir. Bu geliĢmeler ıĢığında finansallaĢmanın hanehalkı tüketim ve borçları üzerindeki değiĢen etkilerine tablo yardımıyla bakacak olursak: 23 Steindal modeli için bkz. Steindl, J. (1952), Maturity and Stagnation in American Capitalism, Basil Blackwell, Oxford. 66 Tablo 5 Harcanabilir Gelirin Yüzdesi Olarak Hanehalkı Borcu ve Özel Tüketim Harcamaları Hanehalkı Borcu (%) Özel Tüketim Harcamaları (%) 1995 2000 2005 1970s 1980s 1990s 2000s ABD 93 107 135 70 73 76 80 Japonya 113 136 132* 61 64 67 71 Almanya 97 111 107 64 66 69 70 Fransa 66 78 89 63 66 65 66 Ġtalya 32 46 59 67 68 69 70 Ġngiltere 106 118 159 69 71 73 72 Kanada 103 114 126 Avustralya 83 120 173 Danimarka 188 236 260* 63 65 62 59 Finlandiya 64 66 89 64 65 66 61 Ġrlanda 81 141 73 75 68 62 Hollanda 113 175 246 59 60 59 58 Y. Zelanda 96 125 181 Ġspanya 59 83 107* 72 73 70 70 Ġsveç 90 107 134 56 57 59 56 Not: * için veriler 2005‟ten ziyade 2004 yılına aittir. Borç dönem sonunda ödenmemiĢ borçların toplamını ifade eder. Kaynak: Hanehalkı borcu için Girouard vd. (2006: 9); özel tüketim harcamaları için AMECO. Tablo 5‟te görüldüğü gibi, Girouard vd. (2006)‟da Ekonomik ĠĢbirliği ve Kalkınma Örgütü‟nün (OECD) harcanabilir gelire kıyasla hanehalkı borç tahminlerini içermektedir. Harcanabilir gelir oranı olarak ifade edilen hanehalkı borcu, incelenen ülkelerin çoğunda (Japonya ve Almanya hariç) hızla artmıĢtır. Aynı zamanda hanehalkı bilanço varlık tarafında da önemli geliĢmeler yaĢanmıĢ ve net servet önemli ölçüde artmıĢtır (Girouard vd., 2006: 8). Ayrıca OECD verileri, en belirgin düĢüĢün ABD‟de görüldüğü azalan tasarruf oranlarını göstermektedir. 1980‟lerin ortasından bu yana ABD (ve Japonya) harcanabilir gelire kıyasla tüketimde önemli bir artıĢ yaĢamıĢ fakat bu artıĢ Avrupa için geçerli olmamıĢtır (Stockhammer, 2008: 188-189). 67 3.3. FinansallaĢma ve Gelir Dağılımı Üzerine Post Keynesyen bir perspektiften finansallaĢmanın etkilerinin üçüncü kanalı, gelirin yeniden dağılımının farklı formları üzerinedir. Hein (2015) finansallaĢma ve fonksiyonel gelir dağılımı arasındaki iliĢkiyi stilize edilmiĢ bazı faktörler üzerinden tanımlamaktadır. Bu faktörler; artan hissedar değeri yönelimi ve kısa vadeli yönetim anlayıĢı, artan temettü ve faiz ödemeleri/oranları, üst düzey yönetici maaĢlarındaki artıĢ, finansal olmayan sektörlerin finansa içerilmesiyle yatırımlar üzerindeki etkisi, birleĢme ve ele geçirmeler (mergers and acquisitions) olarak tanımlanabilir (Hein, 2015: 921). Post Keynesyenler brüt karlar içerisinden gelirin fonksiyonel yeniden dağılımına iliĢkin -bir taraftan faiz, bir taraftan temettü ödemeleri Ģeklindeki dağıtımında- hissedarların daha yüksek kar taleplerinin ücretli kesim üzerinde baskı yapması ve ücretlilerin milli gelirden aldığı payın azalması Ģeklinde yansıması beklenmektedir (Boyer, 2000). Hissedarlara faiz ve temettü ödemelerinin devamlı olarak yapılması durumunda ise firmaların bu maliyetleri fonlaması gerekmektedir. Hissedar değeri yaklaĢımının getirdiği bu durumda hissedarların artan gelirlerini finanse etmek amacıyla faiz ve temettü ödemeleri, hisse geri alımları yoluyla finansal piyasalara yönelik kaynak aktarımını gerektirmektedir. Bu noktada finansallaĢma ve mark-up fiyatlama arasında iliĢki kurulabilmektedir çünkü hissedar yönelimi sebebiyle artan faiz ve temettü ödemeleri dolaylı masraflar olarak kabul edilmekte ve kar payını azaltmaktadır (Dünhaupt, 2013: 5). Artan temettü ve faiz ödemeleri doğrultusunda firmaların mark- up fiyatların belirlenmesi muhtemelen mark-up fiyatın esnekliğine bağlıdır (Hein, 2009: 14). Eğer mark-up oranı firmaların dolaylı maliyet olarak kabul ettikleri temettü ve faiz ödemelerine karĢı esnekse o zaman maliyetler fiyatlara yansıtılacaktır ve fiyatlar artacaktır. Böylelikle kar payının korunması amaçlı fiyatlara yansıtılan artıĢ, reel ücretleri aĢındırarak iĢgücü gelir payını azaltacaktır. ġekil 13‟te görüldüğü gibi 1980 sonrası ABD‟de görülen iĢgücü gelir payı oranlarındaki değiĢim azalma yönünde olmuĢtur. 68 Kaynak: AMECO, Avrupa Komisyonu, 2008. ġekil 13 Emek Gelir Payı (faktör maliyetindeki GSYH maliyetleri), ABD, 1960-2007 FinansallaĢma süreci ile birlikte kısa ve uzun vadede birleĢme ve devralmaların olması, emtia piyasalarındaki fiyat rekabetinin artması, iĢçilerin pazarlık gücünün zayıflaması ve firmaların finansallaĢma süreciyle birlikte stratejilerini “küçül ve karı dağıt” (downsize and distribute) (Lazonick/O‟Sullivan, 2000) olarak değiĢtirmesi iĢsizliğin artmasında önemli bir etken olmuĢtur. Buna ek olarak gelirin yeniden dağılımı ve artan temettü ödemeleri de göz önüne alındığına gelir dağılımı hissedarlar lehine değiĢtirilmiĢtir (Hein, 2009: 14). Palley (2007) ise finansallaĢmanın mekaniği üzerinde finansal sektörlerde 24 yaĢanan değiĢimleri üç ayrı kanal üzerinden yaptığı çalıĢmasında iĢgücü piyasasını neoliberal kutu (ġekil: 14 ) içerisinde kavramsallaĢtırmıĢtır (Palley, 2007: 11). 24 Finansallamanın mekaniği üzerinde finansal sektörde yaĢanan değiĢimler üç ayrı kanal üzerinden çalıĢmaktadır. Ġlk kanal, finansal piyasaların yapısı ve iĢleyiĢi ile ilgilidir. Ġkinci kanal, finansal olmayan iĢletmelerin davranıĢlarıyla ilgilidir. Üçüncü kanal ise ekonomik politikayla ilgilidir. (Palley, 2007: 11). 69 Tam istihdam anlayıĢının terk edilmesi GloballeĢme Ġ ġ Ç Ġ L E R K KüçültülmüĢ Devlet Emek Piyasası Esnekliği Kaynak: Palley, 2007: 33. ġekil 14 Ekonomik Politika ve Neoliberal Kutu Palley‟e göre neoliberal politikalar, finansal çıkarlar tarafından desteklenen minimum devlet müdahalesi, iĢgücü piyasası esnekliği, globalleĢme ve tam istihdam anlayıĢının terk edilmesi gibi politik yaklaĢımların iĢgücü piyasaları üzerinde etkisi olduğu yönündedir. Bu kavram çerçevesinde tam istihdamın önemini azaltan makroekonomik politikalar; iĢgücü piyasası esnekliğini arttırma, sendikaları zayıflatma yönünde etkileyerek; iĢsizlik ödenekleri ve çalıĢan hakları gibi iĢgücü piyasası desteklerini de aĢındırma gündemini ifade etmektedir. Kısacası neolibaral kutunun tarif ettiği gibi finansallaĢma sürecinde artan finansal çıkarlar doğrultusunda olan politika yapılandırması, her yönden çalıĢanlara meydan okumakta ve ücretler üzerinde sürekli olarak aĢağı yönde baskı uygulamaktadır. Bu da artan gelir eĢitsizliğinin sebebini açıklamaktadır (Palley, 2007: 16-19). FinansallaĢma ve gelir dağılımı arasındaki iliĢkiye farklı bir açıdan bakıldığında ise finansallaĢma sürecinde mavi yakalı ücretliler ile üst düzey yönetici ücretleri arasındaki farkın artması beklenir. Piketty/Saez (2006), ABD için gelir vergisi dataları üzerinden uzun dönemli çalıĢmasını içerdiği ve 1916‟ların baĢlarından 2000‟lere kadar ampirik olarak değerlendirdiği analizinde %1‟lik en zengin kesimin gelir payındaki değiĢimini göstermektedir (Piketty/Saez, 2006: 202) (ġekil 15). 70 Kaynak: Piketty/Saez (2006): 202. ġekil 15 ABD’deki En Yüksek Yüzde 0.01’lik Kesimin Gelir Payı ve Kompozisyonu, 1916- 2000 ABD‟de en yüksek yüzde 1‟lik için 1970‟lere kadar olan gelirin kompozisyonu daha çok sermaye gelirinden oluĢurken ücret geliri mütevaziydi fakat 1970‟li yıllardan sonra ücret geliri ana gelir kaynağı haline gelmiĢtir. Bu da sermaye gelirindeki azalıĢı ve 1980‟lerden sonra üst düzey yönetici maaĢlarındaki artıĢın oranının ne kadar yüksek olduğunu göstermektedir. Post Keynesyen bir makroekonomik perspektiften bakıldığında finansallaĢmanın üç etki kanalını ya da çıkarımını özetletecek olursak (Hein ve Treeck, 2008: 2): 1. Artan hissedar gücü yönelimi sebebiyle firmaların uzun vadeli yatırım hedefleri yerine kısa vadeli karlılık hedeflerine doğru tercihlerinin değiĢmesi ve diğer yandan, artan temettü ödemeleri, hisse geri alımlarının firmaların yatırım projeleri için finansman kullanılabilirliğinin kısıtlanması. 2. Bir yandan firmaların hissedar değeri yönelimi ile iliĢkili finansal varlık fiyat artıĢları ve bir yandan da hanehalklarına bankalar tarafından sunulan yeni kredi araçlarının hanehalkına servet bazlı ve borç kaynaklı tüketim açısından yeni fırsatlar (ve daha uzun vadeli riskler) ortaya çıkmasına sebep olması. Dünya genelinde genel olarak bankaların tasarruflarının daha çok verimsiz fakat yüksek 71 getiri sağlayan borçlanma enstrümanlarına doğru aktararak son on yılda tüketici kredisi ve kredi kartı patlaması yaĢanması; hanehalkı borçlanma oranlarının yükselmesi. 3. Hissedarlar, yöneticiler ve iĢçiler arasında güç iliĢkisinden doğan gelir dağılımının bozulması ve dağılım etkilerinin tüketim ve yatırım üzerindeki olumsuz etkilere yansımasıdır. 4. FĠNANSALLAġMA VE MAKROEKONOMĠK ĠSTĠKRARSIZLIK 1929 Ekonomik Krizi‟nde finansal sektörün büyük rolü olduğu inancından dolayı uygulanan Keynesyen finansal düzenlemeler; 1970‟lerde yaĢanan krizle birlikte yerini neolibaral politikalara bırakmıĢtır. Bu süreçte finansın ağırlığının artmasıyla ilgili olarak finansal deregülasyon uygulamaları, serbestleĢme politikaları, liberal politika çağrıları finansallaĢmanın etkilerinin daha da artmasına yol açmıĢtır. Finansın artan etkilerinin ve ekonomik büyüme üzerinde olumlu bir yansımasının yaygın olduğu görüĢü, Sawyer‟ın (2014) çalıĢmasındaki bulgularla desteklenmiĢtir; fakat ekonomide son otuz yılda meydana gelen geliĢmeler, ekonomik büyüme oranlarının çok azaldığını ayrıca tasarruf ve yatırım oranları üzerinde istikrarsız bir sisteme yol açtığını belirtmiĢtir (Sawyer, 2014: 28). Çünkü finansallaĢmayla birlikte kısa vadeli yüksek kar anlayıĢı reel yatırımları dıĢlayıcı bir etki yaratarak ekonomide istikrarsız ve kırılgan süreçler yaratmıĢtır. Daha önce de bahsedildiği gibi finansallaĢmanın etki kanalları bağlamında hissedar değeri yöneliminin artan etkisiyle birlikte firmaların artan temettü ve faiz ödemeleri sabit sermaye kaynaklarının reel yatırımlara yönelik harcama kaynaklarında azalmaya sebep olmuĢtur. Aynı zamanda firmaların borç yükümlülük oranları artmıĢtır. Bunlara ek olarak hissedarlar, yöneticiler ve iĢçiler arasında farklı güç iliĢkilerinden kaynaklanan gelir dağılımı sorununu yaratmıĢtır. Finansal piyasalarda serbestleĢme politikaları da kredi kullanılabilirliğinin kolaylaĢmasına ve hanehalkı borç-gelir oranlarında artıĢ yaĢanmasına sebep olmuĢtur. Palley (2008: 2) artan borç oranlarıyla ilgili olarak “ABD‟de gözlemlediği finansallaşmaya genel bakışında son yirmi yılda hanehalkı borç-gelir oranı ve kurumsal borç-özkaynak oranlarının hızla arttığına işaret etmiştir. Bu gelişmeler sistemin 72 büyümesini ve artan kırılganlığı açıklamaktadır […]. Ekonominin borç deflasyonu ve uzun süreli durgunluğa karşı savunmasız ve hassas olması risktir.” Bu argümana karĢı, daha önce de ifade ettiğimiz Palley (2009)‟in geliĢme evreleri yöntemi, finansallaĢmanın geliĢimini periyodlar halinde incelemesi; finansallaĢmanın bazı aĢamalarının geniĢletici olduğu gibi bazı aĢamalarının da daraltıcı olduğunu vurgulaması ve ekonominin daraltıcı aĢamalarında ekonomik çalkantılara sebebiyet verebilmesi açısından da Minsky‟nin finansal istikrarsızlık hipoteziyle benzer özellikler taĢımaktadır. Hyman Minsky‟nin ekonomide ortaya çıkan konjonktürel dalgalanmaların kapitalizme içkin olduğunu açıklamaya yönelik hipotezi finansal istikrarsızlık hipotezidir. Post Keynesyen iktisatçı olan Hyman Minsky kapitalist sistemin çalıĢma ilkelerini ve sistemde kriz yaratan geliĢmeleri açıklayan alternatif modellere sahiptir. Post Keynesyen metodolojisine uygun varsayımlar içermekle birlikte hipotezini yoğun bir Ģekilde Keynes‟in fikirleri üzerine kurmuĢtur. Minsky‟nin finansal krizlerin nasıl ortaya çıktığı konusundaki fikirlerinin, ABD ekonomisinin belirli bir tarihiyle bağlantılı olduğu kanıtlanmıĢtır. Bununla birlikte Minsky‟nin fikirleri, bu fikirlerin müteakip kurumsal geliĢmelere nasıl adapte edilebileceği konusunda önemlidir. Bu sebeple 2007- 2008 ABD‟de baĢlayan finans krizi ile önemi daha da anlaĢılarak birçok araĢtırmaya ilham vermiĢtir (Dymski, 2011: 344). Bu finansal krizle birlikte Neoliberal iktisat politikalarının krize bir çözüm getiremediği anlayıĢının artmasıyla, devletin ekonomiye müdahalesinin finans piyasalarına olduğu gibi reel piyasalara yönelik kalkınmacı devlet modeli ile tekrar iktisadi hayatta yerini alması gerektiğini düĢünen iktisatçıların ve politikacıların önemi artmıĢtır. Minsky‟nin Post Keynesyen anlayıĢ içerisinde kapitalist sistemin kriz yaratma sürecini kapitalizmin kendi doğasından kaynaklandığını ileri sürdüğü hipotezi, kapitalizm sürecinde finansal krizlerini anlamak için önemlidir. 4.1. Finansal Ġstikrarsızlık Hipotezi Minsky‟nin düĢüncesinin temelinde ekonomik sürecin inĢası vardır. Bu, Minsky‟nin finansal sistemin değiĢen yapısında ekonomik geliĢmelere süreç açısından yaklaĢması ve temel finansal geliĢmeleri anlamamıza yardımcı olması bakımından önemli bir teoridir (Palley, 2013: 127). Minsky (1986/2013)‟e göre finansal istikrarsızlık hipotezinin iki önermesi vardır: 73 1. Kapitalist piyasa mekanizması dengeli ve sürdürülebilir istikrarlı fiyatlara ve tam istihdam dengesine yol açmaz. 2. Ciddi konjonktürel dalgalanmalara sebep olan kapitalizmin özünde finansal özellikler vardır. Bu önermeler ve -dolayısıyla finansal istikrarsızlık hipotezi- Neoklasik sentez ile tam bir karĢıtlık içerisindedir. Bu iki görüĢ arasındaki en önemli fark, finansal iliĢkilerin ve finansman Ģeklinin belirlenme biçimidir. Finansal istikrarsızlık hipotezi mevcut teorinin ihmal ettiği, finanse edilen sermaye varlıklarının kontrol biçimine ya da sermaye biçimi sahipliğine önem verir (Minsky, 1986/2013: 178). Minsky (1993; 1995)‟e göre yatırım harcamaları ekonominin konjonktürel dalgalanması sürecinde kilit rol almaktadır ve toplam talep elde edilecek sermaye gelirlerinin en temel belirleyicisi olarak kabul edilmektedir. Toplam talep, sermaye gelirlerinin en önemli belirleyicisi olarak tüketim ve yatırım arasındaki dağılımına da bağlıdır. “Toplam talepteki bir azalma yatırım faaliyetlerinde azalmaya sebep olur ve bu da firma kar oranlarında ve hanehalkı ücret gelirlerinde düşüşe yol açar. Minsky‟e göre kırılgan bir ekonomide (Minsky, 1993: 2; Minsky, 1995: 5-6): 1. Kardaki en küçük bir düşüş bile finansal kurumlardaki sorunlu varlıkların miktarını artıracaktır. 2. Faiz oranlarındaki küçük artışlar karşısında finansal kurumların portföyündeki varlıkların takip oranı artacaktır. 3. Ve düşen kar ve gelir oranlarından dolayı yükümlülüklerini yerine getirmek isteyen firmalar ve hanehalkları ellerindeki varlıkları satacaktır ve bu da piyasaya sunulan varlıkların miktarında artışa sebep olup; finansal varlıkların ve sermaye varlıklarının fiyatlarının düşmesine neden olacaktır.” Minsky‟nin kullandığı anlamda borçlanma oranı yüksek kırılgan bir ekonomide kar ve faiz oranlarında en ufak bir değiĢimde ekonominin verdiği tepkilerin daha büyük olduğuyla alakalıdır. Minsky, Keynesyen düĢünce geleneğine uygun bir Ģekilde yatırımların bir ekonominin gidiĢatının temel belirleyicisi olduğunu ifade etmektedir. Bu sava göre bütün yatırımların beklenen bir nakit akıĢı sağlaması ve nakit akımlarının da borç ödemelerini karĢılaması gerekmektedir. Firmaların yatırım yapmak için nakit akıĢlarının geçmiĢteki borç ödemeleri için yeterli seviyede olması gerekir. Aksi takdirde 74 firma yeniden borçlanmak zorunda kalacak ve firmanın finansal durumunda yeterli olmayan nakit akıĢı sebebiyle ekonomi kırılgan hale gelecektir. Firmanın nakit akımlarının, o firmanın yatırımlarını yönlendiren Ģimdiki ve beklenen karlılıklarıyla iliĢkisi olduğu gibi kapitalist bir ekonomide karların iĢletmeyi motive etme, ödüllendirme, geleceği ise uyarma iĢlevi vardır. Post Keynesyen literatürde bahsettiğimiz gibi karlar yatırımı uyarır ve karlar yatırımlara eĢittir. Yatırım tek baĢına olmasa da karların belirleyicisi olması açısından önemlidir. Yatırım çıktıları üretiminin ve sermaye varlıkları sahipliğinin finanse edilmesi gereklidir. Sonuç olarak sermaye varlık fiyatlarını, yatırım talebini ve yatırım mallarının arz fiyatlarını etkilemesi finansman koĢullarına bağlıdır (Minsky, 1986/2008: 171). Firmanın yatırım kararlarında önemli bir değiĢken olan karlar, borçlardaki nakit ödeme taahhütlerine bağlı olarak yatırımcının uzun vadeli beklentilerini etkilemektedir. Firmaların borçlanma kararlarını; beklenti, kar ve yatırım değiĢkenleri belirlemektedir. Gelecekteki kar beklentisine göre yapılan yatırımlar, toplam talebin Ģekline göre biçimlenerek firmanın borçlanma gücünü ortaya çıkarmaktadır. Kapitalist bir ekonomide mevcut karların geçmiĢte alınan kararları doğrulama derecesi uzun vadeli beklentileri etkilemekte ve böylelikle firmaların yatırım ve finansman kararlarını belirlemektedir. Fakat belirsizlik altında gelecekte elde edilmesi beklenen karlar geçmiĢteki borç yükümlülüğünü karĢılayamadığı ölçüde ekonomide finansal krizlere yol açmaktadır (Minsky, 1978: 14). Bu sebeple ekonomide firmaların üç farklı türde pozisyon alması söz konusudur. Bunlar; Güvenli (hedge) finans, Spekülatif finans ve Ponzi finans biçimleridir (Minsky, 1978: 15; Minsky, 1986/2013: 211; Pollin, 1997: 80- 81; Palley, 2013: 129): Bunlardan güvenli (hedge) finans uygulayan firmalarda, her dönem için varlıklardan elde edilen nakit akıĢları, yükümlülüklere iliĢkin nakit akıĢ taahhütlerini aĢtığı durumu ifade eder. Dolayısıyla tüm dönemler itibariyle güvenli (hedge) finansta, net nakit akımlarının beklenen Ģimdiki değeri daima pozitif olarak gerçekleĢir ve bu finansmanda yatırımcının borç yapıları uzun vadelidir. Spekülatif finansmanı benimseyen firmalarda ise, her dönem için varlıklardan elde edilen nakit akıĢlarının nakit yükümlülüklerinin gerisinde kalmasıdır. Bu durum kısa vadeli sözleĢmelerden kaynaklandığı için spekülatif finansman durumundaki firmanın yakın vadeli finansal 75 taahhütlerini yerine getirmesi için borcunu yeniden finanse etmesi gerekir. Spekülatif finansman biçimiyle hareket eden bir firmanın net nakit akımlarının bugünkü değeri düĢük faiz oranlarında pozitif, yüksek faiz oranlarında negatif olacaktır (Minsky, 1986/2013: 211). Bu finansman biçimlerinde gelirde yaĢanan bir artıĢ ya da azalıĢ finansman birimlerini dönüĢtürebilir. Gelir yetersizliği durumunda güvenli finansman birimi spekülatif finansmana; gelirde bir artıĢ durumunda ise spekülatif finansman güvenli (hedge) finansman birimine dönüĢebilir. Fakat ekonomide spekülatif finansmanın ağırlığı arttıkça faiz oranları üzerinde yukarı doğru bir baskı oluĢturur ve böyle bir durumda firmaların nakit taahhüt ödemelerinin yanında faiz ödemesi için de borçlanmaları gerekir. Son olarak ponzi finansmanı uygulayan firmaların ise, tüm dönemler itibariyle nakit yükümlülüklerinin, varlıklardan beklenen nakit akıĢlarını aĢtığı durumdur. Bu finansman türünde hem anapara hem de faiz ödemesi için gerekli nakit akım tutarının elde edilememesi sebebiyle firmanın giderek daha da fazla oranlarda borçlanması ya da varlık satıĢı yapması durumunu ifade eder. Bir ponzi finans biriminin, hem spekülatif birimi etkileyebilen geliĢmelere karĢı hem de artan borç, kar payı ya da faiz ödemeleri gibi finansal piyasa koĢullarına duyarlı olması sebebiyle bilançosu bozulabilir. Spekülatif finansman birimi de borç stokunun ödeme yükümlülüklerinin üstünde olması sebebiyle finansal piyasalardan borçlanması gerekliliğinden dolayı finansal piyasa koĢullarına duyarlıyken güvenli (hedge) finans birimi değiĢen finans koĢullarından doğrudan etkilenmez (Minsky, 1986/2013: 212- 214). Kısacası bir ekonomide güvenli (hedge), spekülatif ve ponzi finansman bileĢimlerinin Ģekli o ekonomideki istikrarın temel belirleyicisidir ve finansal sistemin istikrarı, sağlamlığı veya kırılganlığı da o ekonominin güvenlik marjlarının gücüne, büyüklüğüne ve baĢlangıçtaki problemleri çözebilme olasılığına bağlıdır. Bu bir ekonomideki sürecin finansal istikrar pozisyonu olarak daha çok güvenli finansman ile finanse edilmesine bağlıdır. Fakat ekonominin geniĢleme ve daralma dönemleri kapitalist ekonominin doğal yapısı gereği olduğundan, finansal istikrarsızlık süreci geniĢleme dönemi olan güvenli (hedge) finansmandan spekülatif finansmana ve spekülatif finansmandan da ponzi finansmana doğru yönelen bir süreç içerisinde ilerlemektedir (Minsky, 1992: 8). Bu süreçte ekonominin spekülatif ve ponzi 76 birimlerinin sayısının oranı ne kadar çoksa o ekonomide finansal kırılganlık o kadar yüksek ve Ģiddetli bir Ģekilde hissedilmektedir (Pollin, 1997: 81). Minsky‟nin finansal istikrarsızlık hipotezinde ortaya koyduğu çerçeve kapalı ekonomi varsayımına dayanmaktadır. Bunun sebebi olarak Minsky‟nin hipotezini geliĢtirdiği dönemde finansal liberalizasyonun henüz gerçekleĢmemesi ve gözlemlerini de uluslararası ekonomik geliĢmelerden çok fazla etkilenmeyen ABD ekonomisinin iĢleyiĢine dayandırması düĢünülebilir. Bu Ģekilde Minsky‟nin hipotezini açık ekonomiyi kapsayacak Ģekilde geniĢleten iktisatçılardan Arestis ve Glickman (1999)‟a göre bir ekonominin dıĢa açılması, kapalı bir ekonomiye oranla geleceğe iliĢkin belirsizlikleri ve kırılganlıkları daha çok arttırmaktadır. Diyelim ki kapalı bir ekonomide güvenli (hedge) finansman yöntemini uygulayan bir firma kendini finanse etmede ya öz kaynaklarını kullanacak ya da uzun vadeli sabit borç faiziyle borçlanacaktır. Fakat açık bir ekonomi varsayımında aynı firmanın aynı zamanda döviz cinsinden gelirleri ve harcamaları varsa, kurlardaki dalgalanmalar güvenli finansman uygulayan firmayı spekülatif finansman birimine dönüĢtürebilecektir. Aynı zamanda firmanın kısa vadeli yabancı para cinsinden borçlanması durumunda borcunun finansmanı için yeniden borçlanması, firmanın hem faiz oranlarındaki değiĢimlere hem de döviz piyasasındaki 25 dalgalanmalara karĢı savunmasız kalmasına sebep olabilecektir. Arestis ve Glickman‟a göre Minsky‟nin sınıflandırmasından yola çıkılarak bu tür bir firma süper- spekülatif finansman birimi olarak adlandırılması gerektiğini belirtmektedir (Arestis ve Glickman, 1999: 9-10). Bu çerçevede bir ekonominin uluslararası finansal sisteme dahil olmasıyla ekonominin dıĢa açılmasının etkileri borçlanma ve varlık fiyatları üzerinde etki yaratmaktadır. Bu etki, iyimser beklentilerden dolayı yabancı yatırımcıların o ülkeye yatırım yapmak için ilgilerinin artması, artan varlık fiyatları ve ekonomik birimlerin artan borçlanma eğilimleri üzerinedir (Arestis ve Glickman, 1999: 10). Minsky‟e göre bu aĢırı iyimserlik ekonomik sistemin yapısal özelliğinden dolayı güven ve refah beklentisinin artmasına sebep olur. Bu süreç içerisinde artan “refah ve mutluluk 25 Güneydoğu Asya Krizi açık bir ekonomide yaĢanan finansal kriz için iyi bir örnek teĢkil etmektedir (Arestis, 2016: 22). 77 beklentisi zamanla kendini doğrulayan bir kehanet halini alır” (Kozanoğlu, 2011: 32). Ġyimser beklentilerin yatırımlar ve karlar üzerinde artan etkisi risk iĢtahını daha da arttırır. Ekonomik birimlerin geniĢleme dönemlerinde artan borçlanma oranları finansal yapıyı kırılgan bir yapıya sokarak güvenli finansmanı benimseyen firmaların dahi durumlarını kötüleĢtirebilecek ve finansman yapılarını daha kırılgan hale getirebilecektir. Bir ekonomide firmaların finansal yapılarının kırılgan hale gelmesi ve yüksek borçluluk oranları piyasada istikrarsızlık yaratarak kriz oluĢumuna sebep olabilecektir. Minsky‟e göre kapitalizm yapısı gereği istikrarsızdır. Bu sebeple ekonomide dalgalanmalar yaĢanması ekonomik sistemin gereğidir. Hipotezinin teması, istikrarsızlığın kaynağı olarak yatırımcıların yatırımlarını artan borçlanma oranlarıyla finanse etmeleridir. Artan borçlanma olgusuna bağlı olarak firmanın borç taahhütlerinin firmanın nakit akımlarının üzerinde olmasıyla kırılganlıklarını arttırabilmektedir. Bu sebeple ekonomide finansal ya da reel sistemde yaĢanan en ufak bir değiĢiklik kırılganlık üzerinde daha büyük bir etki yaratabilmekte ve finansal krizler yaĢanabilmektedir. 78 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNĠN FĠNANSALLAġMASI: FĠNANSALLAġMANIN ETKĠ KANALLARI BAĞLAMINDA DEĞERLENDĠRME/TARTIġMA 1. TÜRKĠYE‟DE FĠNANSALLAġMA SÜRECĠ Türkiye ekonomisinin finansallaĢma süreci, geliĢmiĢ ülkelere nazaran daha geç baĢlamıĢ olmakla birlikte Türkiye‟de 1980 dönemi öncesine kadar finansal piyasaların az geliĢmiĢ olması sebebiyle finansallaĢma olgusuna rastlanmadığı söylenebilir. Çünkü finansal geliĢmiĢlikten bahsedebilmek için borç veya getiri sağlayabilecek etkin bir finansal sistemin ve derinliğin olmasını gerektirmektedir. Türkiye‟de finansallaĢmanın kendini gösterdiği dönem genellikle 1990 yılları sonrası dönem olarak nitelendirilmekle birlikte 2001 sonrası dönem Türkiye‟nin dünya ekonomisinde artan ticaret ve sermaye akımları yoluyla entegrasyonunun arttığı dönem olarak nitelendirilebilir. Bu dönemde düĢük enflasyon ve faiz oranlarıyla yüksek büyüme performansı sağlanmıĢ olsa da gerek uluslararası rekabetin sağlanması gerek enflasyon hedeflemesine uyarlanan ücret politikaları, reel ücretler üzerinde baskı oluĢturmuĢtur. Bu durumda Türkiye‟de finansallaĢma en çok hanehalkının artan kredi talebi ve borçlanmaları üzerinde etkili olmuĢtur denilebilir. Bir önceki bölümde finansallaĢma Post Keynesyen çerçevede incelenmiĢ ve finansallaĢma makroekonomik iliĢkiler bağlamında ele alınarak daha sonra finansallaĢmanın etkilerine dikkat çekilmiĢti. Bunun yapılmasındaki amaç, finansallaĢmanın Post Keynesyen bir yaklaĢım içinde teorik bir çerçevede değerlendirilmek istenmesidir. Bu bölümde ise finansallaĢmanın Post Keynesyen anlayıĢla tutarlı bir Ģekilde ilerleyerek Türkiye ekonomisi üzerindeki geliĢim süreci ve etkilerine yer verilecektir. Özellikle hanehalkı davranıĢları üzerindeki tesirlerine geniĢ yer verilmiĢ olup finansallaĢmanın hanehalkı üzerinde borçlanma yükünü arttırdığı yönünde çokça kanıtlar mevcuttur. 79 1.1. 1980 Sonrası Dönem: Finansal Liberalizasyon / Reform ve Sermaye Hareketlerinin SerbestleĢtirilmesi Süreci 1970‟li yılların sonlarına doğru ABD ve Ġngiltere‟de iktidara gelen Reagan ve Thatcher‟ın neoliberal söylemleri, kapitalist dünya sisteminin merkez ülkelerinde meydana gelebilecek dönüĢümlerin habercisiydi. Bu dönüĢümde dünya sistemini oluĢturan ülke ekonomileri arasında önce dıĢ ticarette serbestleĢme gündeme gelecekti. Türkiye gibi geliĢmekte olan çevre ülkelerde oluĢturulmuĢ olan koruyucu-müdahaleci mekanizmalar da yerini zamanla IMF ve Dünya Bankası‟nın yönelimleri doğrultusunda liberal politikalara bırakacaktı (Boratav, 2012: 171-172). 1970‟lerin sonlarında sermaye birikiminde yaĢanan sorunlar finansal sistemde önemli yapısal değiĢimlerin yapılmasını gerektirmiĢtir. Bu dönüĢüm 1973 yılında yaĢanan ve 1979 yılında tekrarlanan petrol krizinin olumsuz ekonomik etkilerinden arınmak amacıyla oluĢturulmuĢtur. Türkiye‟nin petrol ve hammadde ithalatına bağımlılığından dolayı ülkede kendini döviz krizi olarak göstermiĢtir. Türkiye‟de finansal sistemin serbestleĢtirilmesi, 1980‟li yıllardaki dıĢ borç problemine bir çözüm arayıĢı olarak ortaya çıkmıĢtır (Karaçimen, 2015: 143). Bu sebeple 24 Ocak Ġstikrar Programı‟nda gözlemlenen amaç, Türkiye‟nin borç ödeyememesi sebebiyle döviz kazanmak için gereken politika dönüĢümlerini oluĢturmaktaydı. Türkiye‟nin serbestleĢme sürecinde baĢlangıçtaki temel amacı “ne pahasına olursa olsun döviz kazanmak” olarak ortaya çıkmıĢtı (Kazgan, 2009: 121). Birçok geç kapitalistleĢmiĢ ülkede olduğu gibi Türkiye de ticari ve finansal serbestleĢme politikaları uygulayarak; ekonomideki bu dar boğazı aĢabilmek için çeĢitli reformları hayata geçirmiĢtir (Karaçimen, 2015: 146). Bu reformların yapılmak istenmesinin asıl amacı; ekonominin döviz ihtiyacını karĢılamak, ülkedeki büyük holdingleri dünya ekonomisiyle bütünleĢtirip rekabetçi piyasa Ģartlarına kavuĢturmak ve ithal ikameci sanayi stratejisinden ihracata yönelik sanayileĢme stratejisine geçmek olmuĢtur. Türkiye ekonomisi için temel dönüĢüm olarak nitelendirilen 24 Ocak Programı kapsamında ekonomide dönüĢüme sebep olan finansal liberalizasyonun, Uygur (1993)‟e göre dört amacı bulunmaktadır: Programın ilk amacı, üretimdeki çıktı oranını azaltmadan, enflasyon oranını düĢürmek; ikinci amacı, ihracatı teĢvik etmek ve ithalatı serbestleĢtirmektir. Buradaki amaç cari iĢlemler açığını yönetilebilir seviyelere 80 düĢürmektir. Finansal liberalizasyonun üçüncü amacı reel faiz oranlarının pozitif hale getirilmesidir. Finansal serbestleĢmenin yurtiçi (özel) tasarrufları teĢvik edip arttıracağı 26 ve dolayısıyla da yatırımların artacağı yönündedir. Dördüncü amaç ise yabancı sermaye hareketlerini serbestleĢtirmek ve TL‟nin konvertibilitesi için önlemler almaktır (Uygur: 1993: 14). Fakat Türkiye‟nin serbestleĢme sürecindeki temel amaç olan kısa sürede istikrara kavuĢmak ve borç ödeyebilmeyi yeniden sağlamak hedefine uygun bir ekonomi paketi olmanın ötesinde yapılanmalar gerçekleĢtirmiĢtir (Kazgan, 2009: 123). Ekonomik ve neoliberal yapılanma sürecinde önemli bir rol oynayan IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların etkisiyle Türkiye‟de 1980‟lerde bankacılık sektörü faaliyetlerinde önemli değiĢiklikler ve çeĢitlenmeler yaĢanmıĢtır. Bankalar sermaye piyasalarında iĢlemler yaparak devlet iç borçlanma senetleri (DĠBS) almıĢ ve döviz iĢlemleri yapmıĢtır. Ayrıca tüketici kredilerinin ve kredi kartlarının verilmesi, birçok bölgeye ATM‟lerin kurulması, forward, future, swap ve opsiyon gibi finansal hizmetlerin sunulması banka faaliyetlerini çeĢitlendirmiĢtir (Karaçimen, 2015: 152). Ayrıca 1980‟lerden sonra banka kuruluĢlarının üzerindeki kısıtlamaların gevĢetilmesiyle birlikte bu dönemde pek çok holding, banka sermayesini kendi sermayesi içine katma çabasına girince para ve sanayi sermayesinin bütünleĢmesi yeni bir ivme kazanmıĢtır (Gültekin-KarakaĢ, 2009: 160). Yeldan‟a göre, bu dönemde Türk finansal sisteminin geliĢimini üç ana süreç oluĢturmuĢtur: Ġlki, finansal serbestleĢme çerçevesinde oluĢturulan araçların büyük kısmının kamu kesimi açığının finanse edilmesi için yaratılan menkul kıymetlerin oluĢturması; ikincisi TL‟nin yabancı para birimleri ile ikamesinin doğurduğu tehdit (dolarizasyon); üçüncüsü de spekülatif kısa vadeli sermaye hareketlerinin ulusal finans piyasalarında ve reel ekonomide sebep olduğu istikrarsızlıktır (Yeldan, 2012: 129-130). Türkiye‟de finansallaĢmanın asıl itici gücü ise 1980 sonrası liberalizasyon sürecinin 1989 yılında alınan kararnameyle kısmi liberalizasyondan tam liberalizasyona geçilmesiyle birlikte olmuĢtur. 1989 yılında Türk Parasının Kıymetini Koruma 26 Stiglitz (2002: 247)‟e göre ekonomik ve politik kalkınma düzeyleri farklı olan ülkelerin yasal düzenlemelerinin farklılıklar göstermesi, finansal liberalleĢmenin de farklı yasal çerçevelerle uygulandığını göstermektedir. Bununla birlikte “sermaye piyasalarının liberalleĢmesini destekleyen çok az kanıt varken buna karĢı yönde dünya kadar kanıt vardır.” 81 Hakkında 32 Sayılı Kararname ile ekonomik birimlerin döviz ile iĢlem yapmaları önündeki engel kaldırılmıĢ ve finansal liberalizasyon amaçlarında da ifade edildiği gibi TL‟nin konvertibilitesi, 1989 yılında ilan edilmiĢ ve daha esnek bir döviz kuru sistemine geçilmiĢtir (TCMB). Bu kararname ile tam liberalizasyona gidilerek Türkiye‟deki yerleĢiklerin bankalardan veya özel finans kurumlarından herhangi bir sınırlamaya maruz kalmaksızın döviz iĢlemleri yapma hakkı elde edilmiĢtir. Aynı zamanda yabancı yatırımcılara da devlet tarafından iç borçlanma kağıtları alma imkanı sağlanmıĢ ve ayrıca bankalar ve özel finans kurumlarına da yurtdıĢından borçlanma imkanı verilmiĢtir. Sermaye piyasası üzerindeki engellerin kaldırılmasının yanısıra en önemlisi de kısa vadeli sermaye (portföy yatırımları) üzerindeki yasal engellerin kaldırılması olmuĢtur (TellalbaĢı, 2011: 102). 1980‟lerin ortalarından itibaren özellikle 1989 yılından sonraki dıĢ finansal serbestleĢmeden sonra, yüksek getirili devlet iç borçlanma senetlerine bankacılık sektörü büyük kaynak ayırmıĢ ve kamu borçlanma politikasından en çok fayda sağlayan kesim olmuĢtur (Gültekin-KarakaĢ, 2009: 161). Çünkü 1980‟lerin sonlarına doğru bankacılık sistemindeki temel geliĢme kamu açığının finansmanında Merkez Bankası‟nın rolünün azaltılıp bunun yerine ticari bankaların rollerinin ön plana çıkmıĢ olmasıdır. Finansal liberalleĢmenin ilk dönemlerinde yüksek faiz oranları, düĢük döviz kuru ve vergi indirimleri kamunun artan borç gereksinimiyle birlikte Kamu Borçlanma Gereksiniminde (KBG) artıĢa neden olmuĢtur. Esasında kamunun artan borç gereksiniminin DĠBS‟nin ihracıyla finanse edilmesi mühim bir karardır. Döviz darboğazı sebebiyle Türkiye‟de büyük holdinglerin bozulan mali dengesi vergilerinin ödenmesinde zorluk çıkardığından, hükümet fon sağlamak amacıyla farklı yollar bulmayı tercih etmiĢtir. Bu sebeple Hazine, 1985‟te kamu menkul kıymetlerini ihaleye açmıĢ ve ihraç edilen DĠBS‟leri çoğu bankalar tarafından satın alınmıĢtır. Bu oran, iç borcun bankalar tarafından finanse edilen kısmı, Hazine istatistiklerine göre 1988 yılında %90‟ı bulmaktaydı (Karaçimen, 2015: 147-148). Sermaye hesabının tam liberalizasyonu gerçekleĢmeden önce devletin kamu açıklarının finansmanı yerel kaynaklarla finanse edilirken; 1989 yılından sonra gelinen yeni aĢamada sermaye hesabının tam liberalizasyonu yoluyla güvenli ve kolay eriĢilebilir olan dolar varlıklarından daha yüksek oranda faiz vermesi sebebiyle devletin 82 mali sorunu daha ağırlaĢmıĢtır. Bu da devletin 1990‟lı yıllardaki faiz oranları üzerindeki borç yükünün daha da artmasına neden olmuĢtur. Ġlaveten, 1990‟lı yıllarda uluslararası finansal piyasalardan uygun oranlarda sağlanan fonlar yurtiçindeki bankalar tarafından devlet iç borçlanma senetlerine yüksek getiri sağlaması sebebiyle yatırılıyordu. Bu durum kamunun bankalar aracılığıyla dıĢ piyasalardan borçlandığı anlamına gelmekteydi. Bu da büyük döviz riskleri pahasına hızlı bir kamu borcu birikimine neden oldu. Devlet, ponzi finansmanı olarak tanımlanan finansman yapısına bürünmüĢtü. Çünkü DĠBS‟ye verilen yüksek faizleri ancak yeni borçlar vererek karĢılayabilirdi (Akyüz ve Boratav, 2003: 1551-1552). Öte yandan sermaye hareketlerinin serbestleĢtirilmesi bu dönemde farklı bir yapısal bozulma meydana getirerek Türkiye‟nin finansal piyasalarının kısa vadede spekülatif kazançlar izleyen uluslararası sermaye hareketlerine karĢı açıldı (Boratav, 2012: 186). Özellikle 1989‟da tam konvertibilite kararına ulaĢan finansal liberalizayon süreciyle ulusal ekonomiyi uluslararası spekülatif finansın çıkarları doğrultusunda yöneltmiĢ ve ekonomiyi sıcak para akımlarına bağımlı hale getirmiĢtir. Bu süreçte denetimsiz kalan uluslararası sermaye hareketleri reel ve finansal ekonomi açısından bir istikrarsızlık unsuru oluĢturmuĢ ve ulusal ekonominin büyümesi önünde engel teĢkil etmiĢtir (Yeldan, 2012; 128). Türkiye‟nin liberalleĢme deneyiminden yola çıkıp birkaç önemli noktadan bahsedecek olursak (Gökçe, 1993: 70-71): a. Finansal sektörün doğası gereği istikrarsız/dengesiz olduğu; ekonominin ve piyasaların niteliğine bağlı olarak “kamu yararı” görüĢüne sahip olduğunu desteklemektedir. b. GeliĢmekte olan bir ülkedeki finansal sektörün serbestleĢmesi, geliĢmiĢ ülkelerdeki finansal serbestleĢmeden çok farklıdır. Bununla birlikte geliĢmekte olan bir ülkedeki finansal serbestleĢme diğer geliĢmekte olan ülkelere kıyasla çok daha farklı bir yolla sonuçlanabilir. c. Finansal sektörün serbestleĢmesi, ticaretin serbestleĢmesinden daha karmaĢıktır. 83 d. Ġç borç hizmetlerinin kamuya yük haline gelmesi ve devlet tarafından enflastyonist finansmanın önlenmesi için merkez bankasının mali reformu ve bağımsızlığı gereklidir. e. Sırasıyla, ticaret liberalizasyonu, finansal sektör liberalizasyonu ve cari hesap liberalizasyonu Türkiye tarafından deneyimlenen bir görüĢtür. Yülek (1998)‟de Türkiye‟de mali serbestini etkilerinin incelediği çalıĢmasında, liberalizasyonun etkilerini öncelikle makroekonomik açıdan değerlendirmiĢtir. Elde ettiği veriler sonrasında Türkiye‟de özel kesim tasarrufları ile yatırımları arasındaki farkın büyüdüğünü, buna karĢılık kamu kesimi açısından farkın negatif yönlü büyüdüğü sonucuna ulaĢmıĢtır. Dolaysıyla daha önce de ifade ettiğimiz gibi kamu kesimi kendi açığını özel ve dıĢ kesim tasarruflarından borçlanarak giderek artan bir oranda finanse etmiĢtir. Üretken sektördeki yatırımların payı, toplam pay içerisinde azalmıĢtır. McKinnon-Shaw hipotezinin aksine Türkiye‟de ekonomik büyüme performansı liberalizasyon öncesi döneme göre gerileme yaĢamıĢtır. Finansal (mali) derinlik serbestisinin artmasıyla birlikte toplam banka mevduatları artmıĢ fakat bankaların kanunen ve gönüllü olarak ellerinde tuttukları devlet tahvil ve bonoların artması sebebiyle krediler aynı oranda artmamıĢtır. Özetle Türkiye, finansal liberalizasyon deneyimlerine 1980‟li yıllardan sonra dünya pazarlarına açılarak baĢlamıĢ ve tam anlamıyla finansal serbestleĢmesini tamamlandığı dönem 1990‟lı yıllardan sonra olmuĢtur. Türkiye‟de amaç döviz dar boğazına çözüm bulmak ve borçlanma çevrimini gerçekleĢtirebilecek finansal özelliğe sahip olmaktır. Bu süreçte Türkiye‟de öncelikle mal piyasaları serbestleĢtirilmiĢtir. TL‟nin konvertibilitesi 1989 yılında ilan edilerek daha esnek bir döviz kuru sistemine geçilmiĢ ve sanayinin 1970‟li yıllardaki ithal ikameci stratejisinden ihracata dayalı sanayileĢme stratejisi uygulamak amaç edinilmiĢtir. Özellikle 1990‟lı yıllardaki kamu açığı finansmanı bankalar için karlı bir faaliyet alanı haline gelmiĢ; liberalizasyon sürecinden önce bankaların asıl karlılık aracı kredilerden sağladıkları getiri olurken; bu dönemde kamu borçlanma senetlerinin yüksek faiz getirisi sebebiyle faaliyet alanlarında kamu menkul kıymetlerinin ağırlığı artmıĢtır. 1990‟lı yıllarda ekonominin finansallaĢtığını gösteren en önemli geliĢme, birçok geliĢmekte olan ülkede olduğu gibi Türkiye‟de de kamu açığı finansman yönteminin önemli bir rol oynamasıdır. Bu 84 sebeplerle denilebilir ki Türkiye de özellikle kamu iç borç piyasası üzerinden finansallaĢma, 1990‟lı yıllardan sonra finansallaĢmanın derinleĢmesine sebep olmuĢtur. Finans piyasalarına uygulanan bu reformlar sonucunda Türkiye‟de finansal piyasalarda 1990‟lı yıllarda derinlik sürecinde görece geliĢme kaydetmiĢtir. Fakat bu süreç iktisat literatüründe McKinnon-Shaw hipotezine göre, iktisat kuramının öngördüğü tasarruf-yatırım etkinliğinin artmasını ve ekonomik büyümeyi sağlayacak sabit yatırımlar için kredi geniĢlemesini sağladığı yönündeki geliĢmeleri desteklememiĢtir. Bu teze göre finansal serbestlik tasarrufları ve yatırımları uyaracak ve kalkınma temposu hızlanacaktı. Türkiye‟nin liberalizasyon deneyimindeki sonuçlarında da bahsedildiği gibi geliĢmekte olan ülkeler arasında bile finansal reform uygulamaları ülkeden ülkeye farklı etkiler yaratabilmektedir (Yeldan, 2012: 129). Öyle ki Türkiye‟de finansal liberalizasyon sürecinde, finansal derinlik ve geniĢleme kamu iç borç piyasası üzerinden gerçekleĢerek; ekonominin borçlanma oranını ve ekonomik kırılganlığını artırmıĢtır. Reel üretim yapısı istikrarsız bir süreç izlemiĢ, rantiyer tipi davranıĢlar beslenerek kısa vadeli karlılık amaçlanmıĢ ve nihayetinde gelir dağılımının bozulması sonucunu doğurmuĢtur. Türkiye‟de tam liberal ekonomik düzenin oluĢturulmasıyla birlikte 1990‟lı yıllardan sonra sık sık ekonomik krizlerin yaĢanmasına sebep olmuĢtur. Ġlk finansal kriz, 1994 yılında meydana gelmiĢ ardından 2000-2001 finansal krizleri yaĢanmıĢtır. Sermaye hareketleri serbestleĢmesiyle kısa vadeli sermaye hareketleri krizleri tetikleyici unsur olmuĢtur. Kamu açığının finanse ediliĢ Ģekli de Türkiye‟nin 2001 krizinde görüldüğü gibi bankacılık sektöründe ve ekonominin genelinde ciddi ekonomik kırılganlıklar yaratmıĢtır. 1.2. Finansın GeniĢleme Süreci 1980‟li yıllardan 1990‟lı yıllara kadar olan süreç, Türkiye‟de finansal sistemin geliĢtirilmesi, derinleĢtirilmesi ve finansal araç çeĢitliliğinin arttırılması yönünde reformların baĢladığı yıllar olmuĢtur (Gür, 2003: 93). Finans piyasalarına uygulanan reformlar 1990‟lı yıllarda derinlik kazanmakla birlikte finansal liberalizasyon, Neoklasik paradigmada öngörülenin aksine kredi piyasalarındaki geliĢmeleri desteklememiĢtir (Yeldan, 2012: 129). Bunun en önemli sebeplerinden biri ise daha önce bahsettiğimiz gibi 1990‟lı yıllarda reel iç borçlanma faiz oranlarının yüksek olması ve DĠBS‟lerin daha güvenilir olması, bankaların likit varlıklarında yüksek oranda hazine 85 kağıdı tutmaları olmuĢtur. Bu oranın 1990-2000 döneminde ortalama % 80 civarında olması, bankacılık sektörünün bilanço kompozisyonunu göstermektedir. Bu değiĢen kompozisyonda bankaların asli görevi, kredi mekanizması yerine artan kamu kesimi finansman açığına yönelmesi olmuĢtur (Gür, 2003: 100). Bankaların ve özel kesimin finans kaynaklarını hazine kağıtlarına yatırmaları, bankacılık sektörünün kaynak yapısını etkileyerek bankaların kredi arzının daralmasına sebep olmuĢ ve kredi imkanlarını sınırlandırmıĢtır (Gür, 2003: 92). Bankaların finansman kaynaklarının toplam aktifler içindeki payları ve bilanço yapısındaki değiĢimin gözlenmesi bu açıdan önemlidir. 2001 Krizi‟nden sonra gerek bankacılık reformunun etkisiyle gerekse kamunun borçlanma gereksiniminin azalmasıyla toplam aktifler içinde menkul kıymetlerin oranı azalmıĢ ve kredilerin oranı artmıĢtır. Kamuda 27 mali alanın geniĢlemesiyle bankaların kredi arzı artmıĢ ve özel kesimin kredi mekanizmasına eriĢimi kolaylaĢmıĢtır (Tablo 6). Bu anlamda denilebilir ki Türkiye‟de 2001 Krizi‟nden sonra bankacılık sektörü asli görevi olan kredi mekanizmasına geri dönmüĢtür. Bu mekanizma özel sektörün finanse edilmesinde ve yatırımlarında kullanılmıĢtır. Kredi mekanizmasının daha fazla çalıĢmasında bütçe giderleri içinde ve GSYH içinde faiz giderlerinin payının azalmasıyla bütçenin kaynakları sosyal ve ekonomik anlamda önemli alanlara kaymıĢtır. Bu alanlardan biri de bütçe giderleri içindeki faiz giderleri payının azalmasıyla oluĢan mali alanın kredi mekanizmasına aktarılması olmuĢtur. Bu aktarım özel sektörün finanse edilmesi ve ekonomik büyüme için bir kaynak yaratması açısından önemlidir. Tablo 6 Menkul Kıymetlerin ve Kredilerin Banka Toplam Aktifine Oranı, Yüzde (%) 1990‟lı Yıllar 2001 2008 2009 2015 2019 Mart Menkul Kıymetler/Toplam Aktif (%) 10 38 26 31,5 14 13 Krediler/ Toplam Aktif (%) 46 25 50,2 47,1 63 60 Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, (Aralık 2009, Aralık 2015, Mart 2019) verilerinden derlenmiĢtir. 27 Mali alan,“ devlet bütçesinde kıt kaynakların, orta ve uzun vadede mali pozisyonun sürdürülebilirliği ve hükümetin arzulanan bir amacı için (sosyal ve ekonomik) finansal kaynaklar sağlama kapasitesidir” (Doherty ve Yeaman, 2008). 86 Uygur; finansman kanallarının, yüksek hazine faizi sebebiyle kredi mekanizması ve talep önünde engel teĢkil ettiğini yani; kamu borç yükünün faiz üzerindeki olumsuz etkilerinin bertaraf edilmesinin önemini ifade ettiği çalıĢmasında (2001: 35): “Türkiye‟de de iç talep çöküntüsünü önlemek için hem dış finansman hem iç finansman kanallarının çökmesini önlemek, bu kanalların açık kalmasına özen göstermek önemli görünmektedir. Kabul etmek gerekir ki, çok yüksek hazine faizinde tekrar hortladığı bir ortamda bunun yapılması kolay değildir.” demiştir. Buna ek olarak, kamunun borçlanma gereği arttıkça faizler üzerinde yukarı doğru oluĢacak baskı da artacaktır. Türkiye‟deki faiz olgusunu bu olay belirlemekle birlikte yükselen faiz oranları kamu borç yükünü arttıracak ve faiz giderlerinin büyüklüğü devletin harcama alanında “manevra kabiliyetini” engelleyecektir (Eğilmez, 2004; verikaynagi.com). Kamu borçlanma gereğinin ve bütçeden faiz giderlerinin 2003 itibarıyla gösterildiği ġekil 16‟da faiz giderlerinin, toplam giderler ve GSYH içindeki payı azalmıĢtır. 2003 yılında faiz giderlerinin toplam giderler içindeki payı % 41,7 28 iken; 2017 yılında % 8,4‟e kadar düĢmüĢ ve 2018 yılında ise artıĢ eğilimine girmiĢtir. Ayrıca 2003-2008 yılları arasında, yurtiçinde bankaların kredi arzını geniĢletmesinin en önemli sebebi; kamunun borçlanma ihtiyacının azalması, TL‟ye güvenin ve talebin artması, özkaynakların güçlenmesi, büyüme performansının iyileĢmesi ve kredi riskinin düĢük olması etkili olmuĢtur (TBB, Mayıs 2009). Özetle 1990‟lı yıllardaki kamu borçlanma gereksiniminin sürekliliğinin, 2001 Krizi sonrasında azalması bütçede kaynakların, kredi verilebilir fonların özel sektöre aktarılmasıyla kredi arzının geniĢlemesinde etkili olmuĢtur. Bankacılık sektörü finansal enstrümanların kamu finansmanı yerine kredi mekanizmasının iĢleyiĢinde kullanılması ve özel sektöre finansal hizmetler olarak sunulması, Türkiye ekonomisi için olumlu bir geliĢme olmakla birlikte; sürecin doğru yönetilememesi mekanizmada bazı sorunlar 28 2018 yılından itibaren faiz yükü artıĢ eğilimine girmiĢtir. 2018 yılının ilk sekiz ayında borçlanma maliyetindeki artıĢlar faiz giderlerindeki artıĢı belirginleĢtirmiĢtir. Bu dönemde faiz giderleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 31,5 oranından artarak 50,2 milyar TL olmuĢtur. Faiz giderlerindeki artıĢın temel sebepleri; kur artıĢına bağlı olarak döviz cinsi borçlarla ödenen faizin artmasına ek olarak önceki dönemde yapılan yüksek borçlanma oranları ve 2017 yılından itibaren yükselen borçlanma faizleri olmuĢtur. Gerek mevcut borç stoku gerekse yeni borçlanma çoğunlukla uzun vadeli olduğu için 2018 yılındaki borçlanma maliyetindeki artıĢ, 2019 yılı ve sonrası için faiz giderlerini arttıracak bir unsur olacaktır (Hazine ve Maliye Bakanlığı, Yıllık Ekonomik Rapor, 2018). 87 yaratmıĢtır. Halbuki özel sektör ve hanehalkının finansal kanallara eriĢim imkanına kavuĢması; kaynakların doğru kullanılması açısından bir imkan yaratırken, finansallaĢma sürecinin doğru yönetilememesi olumsuz ekonomik koĢullar ortaya çıkarmıĢtır. Türkiye‟de finansallaĢma sermaye piyasalarındaki geniĢlemeden ziyade bankacılık piyasaları paralelinde geliĢmesi nedeniyle devam eden bölümde finansın geniĢleme sürecine dair bankaların aktif rolü üzerinde durulacaktır. 45 40 35 30 25 20 15 10 5 0 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 -5 Faiz Giderlerinin Toplam Giderler Ġçindeki Payı (%) Faiz Giderlerinin GSYH Ġçindeki Payı (%) Kamu Kesimi Borçlanma Gereksiniminin GSYH'ya Oranı (%) Not: Toplam giderler= personel giderleri+ sosyal güvenlik kurumu devlet primi+ mal ve hizmet alımları+ cari transferler +sermaye transferleri+ borç verme+ yedek ödenekler+ faiz harcamalarından oluĢmaktadır. Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden derlenmiĢtir. ġekil 16 Bütçede Faiz Giderlerinin Payı ve Kamu Kesimi Borçlanma Gereği, Yüzde (%), 2003-2018 1.2.1. Finansal Kesimin Aktif Büyüklüğü ve Bankacılık Kesimi Türk finansal sisteminin geniĢleme sürecine aktif büyüklük göstergeleri açısından bakıldığında 2009 yılı sonu itibariyle 1,4 trilyon TL‟ye ulaĢtığı görülmektedir. Türk finans sektörünün aktif toplamı 2013 yılı sonu itibariyle Borsa Ġstanbul (BĠST) dahil, 2,4 trilyon TL‟ye yükselmiĢtir. 2014 yılında ise Türk finans sektörünün aktif büyüklüğü artmaya devam ederek 3,6 trilyon TL‟ye ulaĢmıĢ olup; finansal sektörün GSYH‟nın yaklaĢık 1.8 katına ulaĢmıĢtır. Bu oranlar 2015, 2016 ve 2017 yılı sonu itibariyle sırasıyla 3,6 trilyon, 4,1 trilyon ve 3,8 trilyon TL‟ye ulaĢmıĢtır. Finansal 88 Yüzde (%) kurumların toplam aktiflerindeki bu artıĢ eğilimi, Türkiye‟deki finansallaĢma göstergelerindeki değiĢim ve geliĢim için önemli göstergeler sunmaktadır. ġekildeki diğer parametrede bankacılık sektörünün toplam finansal sektör içindeki payına yer verilmiĢtir. Burada amaç, bankacılık kesiminin Türk finansal yapısındaki ağırlığını ifade etmektir. 2013-2017 yılları arasındaki verilerden de analiz edildiği gibi bankacılık sektörü finansal kesimde ağırlığını korumuĢtur ve 2017 yılı sonu itibarıyla bankacılık kesiminin finansal piyasadaki ağırlığı % 86,2 gibi büyük bir paya sahiptir (ġekil 17). Bu da Türkiye‟de finansal kesim içinde bankacılık sektörünün ağırlığını ve önemini göstermekle beraber Türkiye‟nin finansallaĢmasının daha çok bankacılık faaliyetleri üzerinden gerçekleĢtiğini göstermektedir. Bankacılık sektörünün ağırlığının 2017 yıl sonu itibariyle elde edilen verilerle finansal sektörlerin bilanço büyüklüğü içinde ayrıca analiz ettiğimizde ise; bankaların finansal sektör içindeki pazar payının finansal kiralama Ģirketleri, faktöring Ģirketleri ve tüketici finansman Ģirketleri ile iliĢki kurulabilmektedir. Bu oranlar sırasıyla % 86,20; % 1,5; % 1,10; % 0,1‟dir (ġekil 18). Bu da bize Türkiye‟de sermaye piyasalarının pek geliĢmediğini ve halkın tasarruflarını genellikle bankalarda değerlendirildiğini göstermektedir (BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu) 100,00 5,00 80,00 4,00 60,00 3,00 40,00 2,00 20,00 1,00 0,00 0,00 2013 2014 2015 2016 2017 Bankalar (%) Finans Sek. Aktif Top.(trilyonTL)* Not:*BĠST dahil hesaplı verilerdir. Kaynak: BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu (2013-2017) raporlarından derlenmiĢtir. ġekil 17 Türk Finans Sektörü Aktif Toplamı ve Banka Sektörünün Payı 89 Yüzde (%) Trilyon TL 100,00% 90,00% 80,00% 70,00% 60,00% 50,00% 40,00% 30,00% 20,00% 10,00% 0,00% Bankalar Finansal Kiralama Faktöring ġirketleri Tüketici Finansman Ģirketleri ġirketleri BDDK Gözetimi Ġçinde Bulunan KuruluĢların Finansal Sektördeki Payları Not: *2017 yılsonu itibariyle hesaplanan verilerdir. Kaynak: BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2017. ġekil 18 Finansal Sektörün Bilanço Büyüklüğünün Dağılımı (%)* ġekil 19 ise bankacılık kesiminin GSYH‟ya oranla toplam aktif büyüklüğünün değiĢimini göstermektedir. Bankacılık sektörünün aktif büyüklüğü 2008 yıl sonu göstergesinde 656.835 milyar TL iken, 2010 yılında 1.007.556 milyar TL seviyesine yükselmiĢ ve Eylül 2018‟de ise en yüksek seviyeye ulaĢarak 4.211 milyar TL‟ye ulaĢmıĢtır. Aralık 2018‟de ise 3.867 milyar TL olarak gerçekleĢmiĢtir. Türk Bankacılık sektörünün aktif büyüklüğünün GSYH‟ya oranı 2018 yılı itibariyle 1,045 olarak gerçekleĢmiĢtir. Bu da bize Türk finansal sektörü içinde bankacılık sektörünün ağırlığının sermaye piyasalarına göre daha çok geliĢtiğini göstermektedir. 90 4500 1,1 1,2 0,975 1,008 1,047 1,048 1,045 4000 0,957 0,834 0,868 0,873 0,873 13500 0,736 3000 0,8 2500 0,6 2000 1500 0,4 1000 0,2 500 0 0 Bankacılık Sektörü Toplam Aktif(Milyar TL) Toplam Aktif/GSYH (Oran) Not: Bankacılık sektörü aktif toplamları Aralık verilerinden oluĢmaktadır; GSYH verileri ise harcama yöntemiyle cari fiyatlarla elde edilmiĢ verilerden elde edilmiĢtir. Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektör Raporu (Aralık 2018); TÜĠK verilerinden hesaplanmıĢtır. ġekil 19 Bankacılık Sektörü Toplam Aktif Büyüklüğü / GSYH 29 1.2.2. Finansal Aracılık Hizmetleri ve Finansal Hizmetlere Erişim Kanalları Türkiye‟de finansal geniĢleme sürecini finansal aracılık hizmetleri ve finansal hizmetlere eriĢim kanallarından izlemek mümkündür. Finansal aracılık hizmetleri (FAH) finansallaĢma sürecinin önemli göstergelerinden biri olarak ulusal gelirden aldığı payı karĢılaĢtırmaktır (Uygur, 2003): i. Türkiye‟de finansal aracılık hizmetlerini kapsayan yıllar (1998-2012) arasında bir değerlendirme yapıldığında; ġekil 20‟de görüldüğü gibi finansal aracılık hizmetleri özellikle 2001 Krizi‟nden sonra hızlı bir Ģekilde yükselmiĢtir ve FAH, GSYH‟nın büyüme hızına uyum sağlamıĢtır denilebilir. 1998‟de, FAH 3.518.398 bin TL iken, 2012 yılında 9.675.179 bin TL olarak gerçekleĢmiĢtir. Uygur (2003)‟e göre FAH‟nın Türkiye‟de diğer OECD ülkelerine oranla yüksek olması finansal ĢiĢkinliğin göstergesi 29 Türkiye‟de finansal geniĢleme sürecinde finansal sektörün bir derinlik yaratmadan giderek ĢiĢmesine sebep olan bazı makroekonomik koĢullar ve mekanizmalar vardır. Uygur (2003)‟un tanımlamasına göre bu mekanizmalar “Finansal Aracılık Hizmetleri (Financial intermediation services)” ve bankacılık Ģube ve personel sayısını da içeren, “Finansal Hizmetlere EriĢim Kanalları” olarak iki noktada ele almak mümkündür. 91 Milyar TL Oran olmakla birlikte FAH‟daki ĢiĢme ve dalgalanma makro anlamda kamu açığı, enflasyon ve sermaye hareketleri ile ilgilidir. ii. Türkiye‟de finansal hizmetlere erişim kanallarının (2000-2018) dönemleri arasındaki değiĢimin miktar cinsinden gösterildiği Tablo 7 ‟ye göre; banka sayısı 2000-2001 krizleri sebebiyle azalmıĢ ve 2018 yılına gelindiğinde 34 mevduat, 13 kalkınma ve yatırım ve 5 adet kalkınma bankası mevcuttur. Banka Ģube sayısı ve personel sayısı genel olarak artıĢ göstermektedir. Fakat ATM sayısının 2000‟li yıllarda 12.000 (bin adet) olan sayısı 2018 yılına gelindiğinde 51.941 (bin adet)‟e yükselmiĢtir. Bu durum bize bankacılık iĢlemlerinin özellikle hanehalkı için aktif rol oynamaya baĢladığını göstermektedir. Ayrıca Türkiye ekonomisindeki finansallaĢmasının geçirdiği değiĢimin göstergesi olarak değerlendirilebilir. ATM‟lerdeki artıĢ, ihtiyaçlarla paralel olarak, banka kartı ve kredi kartı adetleri ve kart iĢlem hacimlerindeki gözlenen artıĢa paralel olarak gerçekleĢmiĢtir. ĠĢlem hacimlerinin GSYH içindeki payındaki artıĢ; hanehalkının tüketim, harcama ve borçlanma anlayıĢının değiĢmesi olarak yorumlanabilir. Tüm bunlara ek olarak son yıllarda ülkemiz bankacılığı, artan bir Ģekilde teknoloji kullanımına önem vermekte ve teknoloji kullanımında artan oranda bir yoğunluk yaĢamaktadır. ATM, POS, telefon gibi klasik teknolojik ürünlerini küreselleĢen ve hızlanan finansal sisteme ayak uydurmaya çalıĢmaktadır. Ayrıca bankalarımız müĢterilerine daha iyi ve sürekli hizmet sunabilmek amacıyla 24 saat hizmet sunabilmek amacıyla çağrı merkezi, internet bankacılığı, müşteri ilişkileri yönetimi gibi yeni uygulamaları devreye sokmaktadır (Keskin, 2000: 32). Bu doğrultuda özellikle elektronik (internet) bankacılığı önemli bir rol almaktadır. Tabloda görüldüğü gibi 2000 yılında 1,9 milyon olan aktif müĢteri sayısı 2018 yılında 32 milyon aktif müĢteriye ulaĢmıĢtır. Bu durum gerek hanehalkının gerekse Ģirketlerin iĢlemlerini daha kolay, hızlı ve daha düĢük maliyetle gerçekleĢtirmesi anlamına gelmekle birlikte bankacılık uygulamalarına daha çok hanehalkının içerilmesine ve hanehalkının finansallaĢmasına sebep olmaktadır. 92 12 000 000 1 800 000 000 1 600 000 000 10 000 000 1 400 000 000 8 000 000 1 200 000 000 1 000 000 000 6 000 000 800 000 000 4 000 000 600 000 000 400 000 000 2 000 000 200 000 000 Dolaylı ölçülen mali aracılık hizmetleri Financial intermediation services indirectly measured Gayrisafi yurtiçi hasıla Gross domestic product(harcama yöntemiyle) Not: GSYH, harcama yöntemiyle cari fiyatlarla hesaplanmıĢ verilerdir. Sol eksendeki veriler finansal aracılık hizmetleri verileri iken sağ eksendeki veriler GSYH verileridir. Kaynak: TCMB, Finansal Hesaplar Raporu, 2018-IV ; TÜĠK verilerinden derlenmiĢtir. ġekil 20 Finansal Aracılık ĠĢlemleri (Financial Intermediation Services) ve GSYH, 1998-2012 93 Bin/TL Tablo 7 Finansal Hizmetlere EriĢim Kanalları, 2000-2018 2000 2005 2010 2015 2016 2017 2018* Banka Sayıları 79 51 49 52 52 51 52 Mevduat Bankaları 61 34 32 34 34 34 34 Kalkınma ve Yatırım Bankaları 18 13 13 13 13 13 13 Katılım Bankaları - 4 4 5 5 5 5 Banka ġube Sayısı 7,984 6,568 10,066 12,269 11,747 11,585 11,547 Personel Sayısı 170,401 138,724 189,069 201,205 196,699 193,504 193,177 ATM (Bin Adet) 12,0 15,0 28,0 48,277 48,421 49,847 51,941 POS (Bin Adet) 299 1,141 1,824 2,158 1,746 1,656 1,586 Banka Kartı (Bin Adet) 29,5 48,243 69,917 112,384 117,011 131,593 146,375 ĠĢlem Hacmi (Milyon/TL) - - 217,064 494,642 580,274 669 697 ĠĢlem Hacmi (GSYH/yüzde) - - 18,7 21,2 22,4 21,6 21,5 Kredi Kartı (Bin Adet) 13,4 29,978 46,956 58,215 58,795 62,453 66,604 ĠĢlem Hacmi (Milyon/TL) - - 217,648 546,086 601,688 679 709 ĠĢlem Hacmi - - 18,8 23,4 23,1 21,9 21,6 (GSYH/yüzde) Ġnternet Bankacılığı Aktif MüĢteri Sayısı 1,9 3,2 6,7 16,2 20,4 29,5 32 (Milyon) Not: *2018 Mart verilerinden derlenmiĢtir. Kaynak: TBB; BDDK, Bankacılık Sektör Raporu (2000-2018); BKM Faaliyet raporu (2010-2018) verilerinden derlenmiĢtir. 94 2. TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNDEKĠ FĠNANSAL KRĠZLERĠ (1991-2001) POST KEYNESYEN FĠNANSAL ĠSTĠKRARSIZLIK (KIRILGANLIK) YAKLAġIMIYLA DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ÇalıĢmanın bu bölümünde öncelikle Türkiye‟nin 1991-2001 yılları arasında yaĢadığı finansal krizler ele alınıp; Türkiye ekonomisindeki finansal krizler ikinci bölümde açıklanan Minsky‟nin Finansal Ġstikrarsızlık (kırılganlık) yaklaĢımından yola çıkılarak değerlendirilecektir. 2.1. Türkiye Ekonomisinde Finansal Krizler Türkiye ekonomisi 1970‟li yılların son yıllarından itibaren yaĢadığı zayıf ve dengesiz politikalar sonucunda 1990‟lı yıllardan itibaren sık sık finansal krizlere maruz kalmıĢtır. Türkiye, 1970‟li yılların son iki yılında karĢı karĢıya kaldığı ödemeler dengesi sorununa ve borç krizine tepki olarak, 1980‟li yıllara askeri rejim altında sürdürülen ve bir kalkınma stratejisine geçiĢin baĢarılı örneklerinden biri olarak nitelendirilen dıĢa açık bir kalkınma stratejisine geçmiĢtir. Sermaye hesabının denetim altında tutulduğu 1981-1989 yıllarına nazaran 1990‟lı yıllar ve sonrası açık sermaye hesabı dönemi olarak nitelendirildiğinde ekonominin büyüme-daralma politikasının belirlenmesinde „kopma‟ meydana geldiği anlaĢılmaktadır. Ayrıca Türkiye ekonomisi 1989 yılından sonra, kamu maliyesi disipline sokulmadan (bütçe dengesi sağlanmadan) ve enflasyon kontrol altına alınmadan mahalli finans piyasalarında liberalizasyona gitmiĢtir. Böylelikle yüksek kamu açıkları veren, yüksek enflasyon ve bir dizi yapısal zaaflardan muzdarip olan Türkiye ekonomisi, uluslararası sermaye hareketlerinin iniĢli çıkıĢlı dalgalanmalarına maruz kalmıĢ; ekonomik büyümesi kısa vadeli spekülatif sermaye ataklarına karĢı savunmasız kalmıĢ ve bu sebeplerle istikrarlı bir büyüme sergileyememiĢtir (Akyüz ve Boratav, 2002: 17-18; Boratav, 2012: 216). Ġktisadi yapısı 1989 yılı sermaye hareketlerinin tam serbestleĢtirilmesiyle Ģekillenen Türkiye ekonomisinde bir yandan neoliberal küreselleĢme olgusunun yaygınlaĢması bir yandan da kamu kesimi dengesinin bozulması sebebiyle liberalizasyonun etkilerini 1992‟den sonra belirgin olarak yaĢanmaya baĢlamıĢtır. Hazine, tahvil ve bono faiz oranlarındaki yükseliĢ, özel sektörün reel sektör yerine finansal sektöre yatırım yapmasını cazip hale getirmiĢtir. Yükselen banka kredileri sebebiyle reel sektör, finansman problemi yaĢamaya baĢlamıĢ, ayrıca serbestleĢen ulusal 95 ve uluslararası piyasalardaki kısıtların kalkması ulusal kaynakların reel üretken sektörlerde sabit sermaye yatırımlarına dönüĢmesini engellemiĢtir. DerinleĢtirilmesi planlanan finans piyasalarıyla kaynakların reel yatırımlara dönüĢmesi önlenmiĢ ve finansal piyasalar kısa vadeli spekülatif yabancı sermaye hareketlerinin “parasal kazanç oyunları” (casino capitalism) haline gelmiĢtir. Diğer yandan da yükselen faiz oranları kamu kesiminin finansal dengesini istikrarsız bir yapıya bürümüĢtür. 1990-93 döneminde yükselen ekonomik konjonktürün sonucu olarak, artan bütçe açıkları ve cari iĢlemler açığı 1994 yılında finansal krize sebep olmuĢtur (IĢık, 2004: 63-64; Bağımsız Sosyal Bilimler Ġktisat Grubu, 2001: 9). 30 1994 finansal kriziyle dönemin hükümeti 5 Nisan 1994 yılında IMF ile bir stand by anlaĢması yaparak yeni bir istikrar programı uygulamaya baĢlamıĢtır. Fakat hükümetin ciddi bir çaba göstermemesi sebebiyle Türk Hükümeti IMF gözetiminde yeniden enflasyonu düĢürme programı uygulamıĢ, enflasyon ve mali dengesizlikle ilgili bir baĢarı elde etmesine karĢın faiz oranı üzerindeki baskıyı azaltamamıĢtır. Gerek 1999 yılındaki seçimler ve yaĢanan depremler gerekse 1998‟de Rusya‟da yaĢanan kriz kamunu bütçe dengesini daha da kötüleĢtirmiĢtir. 1998 yılında kamu borcu ve kamu bankalarının görev zararları GSYH‟nın % 40 iken 1999 yılında % 60‟lara kadar yükselmiĢtir. Bu da Türkiye ekonomisine olan yurtiçi ve yurtdıĢı güvenini olumsuz yönde etkilemiĢtir (IĢık, 2004: 64). Türk Hükümeti, Aralık 1999‟da sürdürülmesi olanaksız görünen enflasyonu aĢağı çekmek ve iç borç yığınını durdurmak amacıyla IMF ve Dünya Bankası destekli ve döviz çapası içeren yeni bir istikrar programı daha baĢlatmıĢtı. Fakat 2000 yılının Kasım ayında ekonomide ciddi sorunlar ortaya çıkmıĢ ve program ancak IMF‟nin yardım paketiyle ayakta kalabilmiĢti. Programın devam eden aylar içerisinde sürdürülmesinin mümkün olmadığı belli olmuĢ ve sonunda TL üzerine yoğun saldırılar ve hızlı sermaye çıkıĢı yaĢanması üzerine de 22 ġubat 2001 yılında kur çapası terk edilerek yerine yine IMF‟nin tavsiyeleriyle serbest-dalgalı kur rejimi uygulanmaya 30 5 Nisan 1994 kararı olarak bilinen ekonomik istikrar programları kapsamında Ģu hedefler belirlenmiĢtir: 1) Kamu gelirlerini arttırmak (petrol tüketim vergisi), 2) Kamu harcamalarını azaltmak, 3) Ġhracatı teĢvik etmek ve dövizi arttırmak, 4) Para politikalarında Merkez Bankası‟nın kontrolünü arttırmak, 5) ÖzelleĢtirme ve vergi reformunu gerçekleĢtirmek. Bu hedefler daha sonra ilerleyen dönemlerde uygulanacak olan istikrar ve reform programlarının da alt konularını oluĢturmuĢtur (Eroğlu, 2014: 115). 96 konulmuĢtur. Benzer finans krizlerinin de yaĢandığı diğer ülkelerde gözlendiği gibi kurdaki düzeltmede önemli bir hedef aĢımı oluĢmuĢ ve faiz oranları hızla artarak 2001 yılında ekonomi ciddi oranda küçülmüĢ ve ġubat 2001‟de yeni bir ekonomik kriz yaĢanmıĢtır (Akyüz ve Boratav, 2002: 14-15). Akyüz (2004)‟e göre Türkiye gibi geliĢmekte olan ülkelerin kur istikrarsızlığına karĢı göreli yüksek kırılganlığın (vulnerability) belli baĢlı nedeni döviz cinsinden edinilmiĢ kamu ve özel sektör borç stokudur (pasiflerin dolarizasyonu-liability dollarization). GOÜ‟lerin makroekonomik istikrarı sağlayabilmeleri için sermaye akımlarında ve kurlarda yükselme-daralma çevrimini önlemek gerekmektedir. Parasal ve finansal istikrarı sağlayabilmek için özellikle sermaye giriĢlerinde ve yerel paranın değerinde sürdürülemeyecek ciddi ve hızlı artıĢların kontrol altına alınması gerekmektedir. Sermaye akımlarını bu Ģekilde kontrollü yönetilmesi, kur rejimi ve sermaye rejimi arasında yüksek oranda bir tutarsızlığı gerektirdiği gibi “devresel dalgalanma karĢıtı para politikası ile düzenleyici politikaların makul bir birleĢimini gerektirmektedir” (Akyüz, 2004: 7-8). 2.2. Türkiye’de 1991-2001 Dönemi Arası Krizlerini Finansal Kırılganlık YaklaĢımı Çerçevesinde Yorumlanması/Değerlendirilmesi Türkiye ekonomisinde, 1989 yılında sermaye önündeki tüm engellerin kaldırılmasıyla, 90‟lı yıllar ve sonrasında kısa vadeli spekülatif sermaye giriĢlerine dayalı suni ekonomik büyümeye yüksek enflasyon oranları eĢlik etmiĢtir. Spekülatif sermaye akımlarına dayalı bir büyüme deneyimi Türkiye‟de krize meyilli bir finansal yapıyı beraberinde getirmiĢtir. Nitekim Türkiye‟de finansal liberalizasyonun daha çok hissedildiği 90‟lı yıllardan sonra, 1994 yılında ve 1999-2001 yıllarında iç kaynaklı büyük finansal krizleri deneyimlemiĢtir. Bu krizleri, bir önceki bölümde açıkladığımız Minsky‟nin Finansal Ġstikrarsızlık/Kırılganlık yaklaĢımıyla incelemek, finansal krizleri Post Keynesyen anlayıĢ içerisinde anlamak açısından önemlidir. 97 IĢık (2004)‟ın, Türkiye ekonomisindeki finansal krizlerin oluĢumunu Post 31 Keynesyen finansal kırılganlık yaklaĢımı çerçevesinde ele aldığı çalıĢmasına göre Türkiye ekonomisinin 1990‟lardan itibaren diğer yükselen ekonomilerde olduğu gibi finansal piyasaların liberalizasyonuyla birlikte piyasaların, hem istikrarsız dalgalanma hem de yaĢanan sık finansal krizler sebebiyle Post Keynesyen finansal kırılganlık yaklaĢımını destekler özelliktedir. Arestis ve Glickman (1999)‟a göre ise bir ekonominin dıĢa açılması borçlanma ve varlık fiyatları üzerinde etki yaratmaktadır. Çünkü liberalizasyon, gelecekle ilgili belirsizlikleri ve kırılganlıkları daha çok arttırmaktadır. Türkiye‟nin 1995-97 dönemi iyimser beklentilerle uyumlu olduğu bir dönem olarak değerlendirilirse; bu dönemlerde, yabancı yatırımcıların ülkeye ilgilerinin artması, artan varlık fiyatları ve ekonomik birimlerin de borçlanma eğilimine daha yatkın olmaları gibi etkenlere sebebiyet vermiĢtir. Bu da ekonomiyi süreç içerisinde hedge finans biriminden ponzi finans birimine dönüĢtürebilmektedir (Arestis ve Glickman, 1999: 10; Minsky, 2013; Minsky, 1978; IĢık, 2004: 74). IĢık (2004)‟a göre ayrıca Türkiye ekonomisinde 1990‟lı yıllar sonrasında ekonominin dıĢ finansal kırılganlığını besleyen yüksek cari iĢlemler açığı ve devletin kamu dengesindeki açıklar; reel faizin, genellikle reel kar ve reel sermaye birikiminin çok üzerinde olmasına sebep olmuĢtur. Yüksek faiz ekonomideki kaynakların reel sektör yerine kamu kesimi açıklarının finansmanında kullanımına sebep olmuĢ, kaynakların reel kesime aktarılması yerine kamu kesiminin bütçe açıklarının finansmanını sağlamak için kullanılması neticesinde sermaye birikimi ve karlar üzerinde olumsuz etkiler yaratarak finansal kriz koĢullarını yaratmıĢtır (IĢık, 2004: 75). Erdoğdu ve Balseven (2006)‟e göre dikkat çekilmesi gereken, düzensiz sınır ötesi sermaye akımları ile sık sık görülen finansal kriz arasındaki bağlantıdır. Kısa vadede gerçekleĢen sermaye giriĢleri, finansal krizlerin sıklığında çarpıcı bir artıĢa yol açan önemli bir faktördür. Büyük sermaye akımlarına karĢı savunmasındaki kırılgan 31 IĢık (2004)‟ün ele aldığı çalıĢmasında Türkiye‟nin 1991-2001 dönemi finansal krizleri, yazarın elde ettiği “Minskiyen DıĢsal Finansal Kırılganlık Endeksi” ve “Minskiyen Makro Finansal Yapısındaki DeğiĢme” verilerin hesaplandığı ayrıntılı analizleri ve açıklamaları için bkz. (IĢık, 2004: 63-74). 98 32 finansal altyapıları göz önüne alındığında, sınırlandırılmamıĢ (unrestricted) sermaye akımlarının geliĢmekte olan piyasa ekonomilerini ciddi Ģekilde etkilediği görülmektedir. Örneğin Meksika Krizi (1994/95), Rusya Krizi (1999), Brezilya Krizi (2000), Türkiye Krizi (2000/01) ve son olarak Arjantin Krizi (2002) neoliberal küreselleĢme dalgasının önemli unsurlarından olan ani finansal liberalizasyon uygulamalarından, küresel piyasalara eriĢimin kolaylaĢmasından ve kısa vadeli finansal spekülasyon dalgalarından sonra ortaya çıkmıĢtır (Erdoğdu ve Balseven, 2006: 110). Dolayısıyla finansal kırılganlık yaklaĢımı, Türkiye gibi GÜ‟lerin uluslararası finansal piyasalarda bütünleĢmesiyle iç ve dıĢ ekonomik Ģoklara karĢı daha duyarlı olmasına yol açmaktadır. Özetle, Post Keynesyen finansal kırılganlık yaklaĢımında kapitalist ekonomiler yapısı gereği istikrarsızdır ve krizler, kapitalizmin doğasına içkindir. Türkiye‟deki finansal krizlerin finansal kırılganlık yaklaĢımına uygun bir konjonktür çizmesi, ekonominin yapısı gereği istikrarsız bir süreç izlediğini göstermektedir. Ekonominin büyüme dönemlerinde artan risk ve borçlanma eğilimine bağlı olarak finansal kırılganlık artmakta ve ekonominin finansman türü spekülatif ya da ponzi finans birimine dönüĢmektedir. Olumlu bekleyiĢlerin beslediği finansal yükümlülük seviyesindeki artıĢ oranının, finansal varlıkları aĢmasıyla sistem içerisinde yaĢanan içsel veya dıĢsal Ģoklar zaten kırılgan hale gelmiĢ olan ekonomiyi finansal krizlere daha sık sürüklemektedir. 3. FĠNANSALLAġMANIN TÜRKĠYE EKONOMĠSĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ Post Keynesyen makroekonomik anlayıĢa göre, finansallaĢmanın reel ekonomi üzerinde etki kanallarına yönelik üç farklı çıkarım vardır (Hein, 2012: 476): İlki, finansallaĢmanın artan etkileri dolayısıyla finansal olmayan firmaların hedefleri ve karĢılaĢtığı kısıtlar ekonomiyi bir bütün olarak etkileyecektir. Artan hissedar gücü ile birlikte, uzun vadeli sabit sermaye yatırımlarının yerini kısa vadeli karlılık anlayıĢı alacaktır. Öte yandan Ģirketlerin faiz ve temettü ödemelerindeki artıĢı karĢılamaları sebebiyle, Ģirketlerin yatırım projelerini finanse edecek kaynaklarda azalma meydana gelecektir. İkinci olarak, finansal piyasaların serbestleĢmesi, krediye kolay ulaĢım gibi 32 Finansal istikrarsızlık hipotezi, finanse edilen sermaye varlıklarının kontrol biçimine ya da sermaye biçimi sahipliğine önem verir (Minsky, 1986/2013). 99 fırsatlar sebebiyle hanehalkının servet bazlı ve borç bazlı tüketimi artacaktır. Son olarak da gelirin dağılımı hissedarlar, yöneticiler ve iĢçiler arasındaki değiĢen güç iliĢkisinden etkilenerek tüketim ve yatırımı etkileyecektir. Bu bölümde, finansallaĢmanın Türkiye ekonomisindeki etkileri mercek altına alınarak, bir önceki bölümde incelenen Post Keynesyen anlayıĢla tutarlı bir Ģekilde, ilk olarak finansallaĢmanın hanehalkı tüketimleri ele alınıp daha sonra reel sektör yatırımları ve gelir dağılımı üzerindeki etkilerini değerlendirerek değerlendirmeye çalıĢılacaktır. 3.1. Hanehalkı DavranıĢları Üzerine Etkileri Hein (2009)‟a göre finansallaĢmanın hanehalkı üzerindeki etkisi; hanehalkı serveti, hanehalkı borçluluğu ve hanehalkı tüketimi arasındaki mekanizmaya dayanmaktadır (Hein, 2009: 11). Böyle bir mekanizma bir önceki bölümde ifade edildiği gibi Palley (1994) tarafından iĢ çevrimi modeline (business cycle model) dahil edilmiĢ ve model finansallaĢmanın hanehalkı üzerindeki tesirlerini açıklaması yönünden önemlidir: ĠĢ çevrimi modelinde düĢük marjinal tüketim eğilimine sahip olan yüksek gelirli hanehalkından, tüketim eğilimi yüksek olan düĢük gelirli hanehalklarına doğru artan borçluluk düzeyi yoluyla satın alma gücü transferi gerçekleĢir. Tüketim eğilimi yüksek hanehalkı grubunda artan borçlardaki faiz ödemeleri toplam talep üzerinde bir yük haline gelir. Çünkü satın alma gücü bu süreçte düĢük gelir gruplarından yüksek gelir gruplarına doğru ters yönde yeniden dağılır (Palley, 1994: 372-373). Bu durum Türkiye‟de özellikle 2001 sonrası dönemde finansal (bankacılık yapısal reformları) ve reel sektörde gerçekleĢen yapısal dönüĢümlerin ve politikaların etkisiyle hanehalkının davranıĢları üzerinde ciddi tesirler yaratmıĢtır. Biriken sermaye dinamikleri, olumlu bekleyiĢler ve ertelenmiĢ tüketimler, serbestleĢen ticaret ve sermaye akımlarının etkisiyle hanehalkı kredi arz ve talebi artmıĢtır. Kredilerle finanse edilen tüketim oranlarındaki artıĢ ve bununla birlikte aynı oranda artmayan reel ücret seviyeleri hanehalkı borçlanma oranları üzerinde baskı oluĢturarak hanehalkı borçluluğunu arttırmıĢtır. Ġzleyen kısımda finansallaĢmanın hanehalkı davranıĢları üzerindeki etkilerinde ilk olarak; üretim, dıĢ ticaret yapısındaki dönüĢümün ücretler üzerindeki baskısı, ikinci olarak; tüketicinin artan tüketim kalıpları son olarak da hanehalkı borçluluğunu oluĢturulan veriler ıĢığında değerlendirilecektir. 100 3.1.1. Üretim, Dış Ticaret Yapısındaki Dönüşüm ve Ücretler Türkiye‟nin 2001 Krizi sonrasındaki sermaye birikiminin seyri, ekonominin ticaret ve sermaye akımları yoluyla dünya ekonomisiyle artan bütünleĢmesine karakterize olmuĢtur. Bu dönemde Türkiye‟de doğrudan yabancı yatırımlar ve dıĢ borçlar aracılığıyla sermaye giriĢleri hızlanmıĢ; artan uluslararası entegrasyon sebebiyle ithalat ve ihracat kapasitesi artmıĢtır. Fakat son dönemlerde Türkiye ekonomisinin eğilimi; istihdamı arttırmayan hızlı büyüme, ithalat ve ihracatta artıĢ, yüksek seviyede cari açık, sermaye hesabı fazlası, yüksek oranda rezerv birikimi ve artan dıĢ borçlar olmuĢtur (ErgüneĢ, 2009a: 3; Karaçimen, 2015: 161). Bu ekonomik göstergelerin Tablo 8‟den da yorumlanabildiği gibi Türkiye ekonomisinin finansal piyasaların tetiklediği 2008 küresel krizin etkisiyle 2008-09 yılları arasında yaĢadığı daralma dıĢında yüksek büyüme ivmesi yakalamıĢ ve 2010-15 yılları arası büyüme oranı % 7,3 iken; 2016-18 yılları arasında % 4,8 olarak gerçekleĢmiĢtir. Türkiye‟nin dünya ekonomisiyle artan entegrasyonu dıĢ ticaret hacmini geniĢletmekle birlikte ekonomide bazı kırılganlıklar yaĢanmasına sebep olmuĢtur. Uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleĢmesiyle sermaye sıkıntısı çeken Türkiye yüksek faiz oranı vasıtasıyla ülkelerin tasarruflarını kendisine çekmek ve ekonomik etkinliğini arttırmak istemiĢtir (Kazgan; 2000: 16). Böylelikle 2001 Krizi sonrasında Türkiye‟de sermaye giriĢleri artmıĢ ve yerli para değer kazanmıĢtır. Değerlenen para da cari açık sorunsalını yaratarak, ithalat oranlarında artıĢa sebep olmuĢtur. Devam eden tabloda (Tablo 9) açıklanan mal gruplarına göre ihracat ve ithalat oranları Türkiye‟deki bu cari açık sorunsalı hakkında bilgi vermesi açısından önemlidir. Örneğin aĢağıdaki iki tabloyu birlikte değerlendirecek olursak; reel efektif döviz kurunun ortalama olarak yüksek olduğu 2005-2015 yılları arasında ithalatta ortalama % 9,2 artıĢ yaĢanırken, ihracatta ise ortalama % 8,4 artıĢ yaĢanmıĢtır. Tablo 8 ve 9‟a bakıldığında ise 2016- 2018 yılları arasında reel efektif döviz kurunun düĢtüğü dönemde ithalat ve ihracat ortalamaları sırasıyla %3,2 ve % 5,2 artıĢ gerçekleĢmiĢtir. Türkiye‟de 2000‟li yıllardan sonra cari açığın ekonomide yapısal bir sorun haline gelmesinin temelinde üretim ve ihracatın ithalata bağımlı olması ve aĢırı değerli TL vardır. Erken kapitalistleĢmiĢ ülkelerin aksine Türkiye gibi geç kapitalistleĢen ülkelerde üretim araçlarının üretiminde uzmanlaĢmamıĢ olması ve yüksek katma değerli 101 ürünlerin üretimi için ara mal ithalatına ihtiyacın olmasını gerektirmiĢtir (Karaçimen, 2015: 164). Tablo 9‟de dikkati çeken noktalardan biri Türkiye‟de ithalatın ara malları payıdır. 2001-2018 yılları arasında Türkiye‟nin ara mal ithalat oranı ortalama % 72 olarak çoğunluğu oluĢtururken bununla birlikte 2001-2018 yıllar arasındaki sermaye ihracat oranı % 10,5 gibi bir orana karĢılık gelmektedir. Üretimin ve ihracatın bileĢimi incelendiğinde 2001 yılından sonra yüksek katma değerli mallara doğru bir geçiĢ gözlenmektedir. 2002 yılında Türkiye‟nin dıĢ ticaret performansına bakıldığında ihracat kompozisyonunda ağırlıklı olarak tekstil, giyim ve gıdayla ilgili sektörler hakimken; 2008 yılından sonra bu kompozisyon motorlu araçlar, elektrikli makine teçhizatları gibi teknoloji yoğun sektörler olarak değiĢiklik göstermiĢtir (Yörükoğlu ve Atasoy, 2010: 390). 2017 yılına gelindiğinde ise ilk dört sırada; sermaye malları, makine ve elektrikli teçhizat, ara malları ve tüketim malları ihracı yer almaktadır (World Bank Group). Aynı zamanda 2000 sonrası dönemde Türkiye‟nin dıĢ ticaret performansına bakıldığında “ithalata bağımlı ara ve yatırım malları” üretimi olarak bir dönüĢüm yaĢandığı da gözlenmektedir. Üretimin ithalata bağımlılığında ithal girdinin yurtiçi kaynaklara göre düĢük maliyetli olmasından kaynaklanmıĢtır. Bu ise ucuz döviz kaynakları bulmaya yönelen reel sektörün dıĢardan borçlanmasını hızlandırmıĢtır. Türkiye‟nin yüksek faiz düĢük kur oranları ithal girdiyi cazip hale getirmiĢtir. Bu anlamda uygulanan para politikası Türkiye‟nin global entegrasyon sürecini hızlandırmıĢtır (ErgüneĢ, 2009a: 14). 102 Tablo 8 Türkiye’nin SeçilmiĢ Temel Ekonomik Göstergeleri, Milyon ABD Doları, 2001-2018 Göstergeler GSYH ĠĢsizlik Ġhracat Ġthalat Cari Reel Enflasyon AB ArtıĢı Oranı (Milyon (Milyon Açık/ Efektif Oranı(%) Tanımlı (%) (%) Dolar) Dolar) GSYH Döviz TÜFE Borç Kuru (2003=100) Stoğu/ 2003=100 GSYH(%) Dönem 2001 -5,7 8,4 31.334 41339 1,9 89.6 - - 2002 6,4 10,3 36.059 51.553 -0,3 96.1 29,7 72,1 2005 8,4 10,3 73.476 116.774 -4,6 119.4 7,7 52,3 2007 5,0 9,2 107.271 170.062 -5,5 109.8 8,4 38,2 2008 0,8 10,0 132.027 201.963 -5,1 127.7 10,1 38,1 2009 -4,7 13,1 102.142 140.928 -1,8 111.1 6,5 43,9 2010 8,5 11,1 113.883 185.544 -5,8 113.6 6,4 40,1 2011 11,1 9,1 134.906 240.841 -8,9 120.2 10,5 36,5 2012 4,8 8,4 152.461 236.545 -5,5 103.5 6,2 32,7 2013 8,5 9,0 151.802 251.661 -6,7 111.1 7,4 31,4 2014 5,2 9,9 157.610 242.177 -4,7 101.0 8,2 28,8 2015 6,1 10,3 143.838 207.234 -3,7 105.8 8,8 27,6 2016 3,2 10,9 142.529 198.618 -3,8 93.6 8,5 28,3 2017 7,4 10,9 156.992 233.799 -5,6 86.3 11,9 28,3 2018 3,8 11,3 167.933 223.047 -4,7 76,3 20,8 31,1 Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, Yıllık Ekonomik Rapor 2018; TCMB ve TÜĠK verilerinden derlenmiĢtir. 103 Tablo 9 Mal Gruplarına Göre Ġthalat ve Ġhracat Oranları, Yüzde (%), Bin ABD Doları, 2001-2018 Ġhracat Ġthalat Sermaye Hammadde Tüketim DeğiĢim Sermaye Hammadde Tüketim DeğiĢim (Yatırım) (Ara) Malları (%) (Yatırım) (Ara) Malları (%) Malları Malları Oranı Malları Malları Oranı Oranı Oranı Oranı Oranı 2001 8,48 42,66 48,7 12,8 16,76 73,19 9,21 -28 2002 7,33 40,64 51,2 17 16,29 73,04 9,5 23,6 2003 9,17 39,13 51,05 29 16,33 71,72 11,26 39,8 2004 10,33 41,07 48,28 31,1 17,83 69,25 12,4 38,5 2005 10,88 41,22 47,41 14 17,43 70,1 11,96 22,1 2006 11,01 44,17 44,18 19,4 16,42 71,36 11,54 20,8 2007 12,82 46,05 40,73 23 15,9 72,7 10,99 20,4 2008 12,66 51,30 35,65 22,1 13,87 75,13 10,64 19,5 2009 10,88 48,69 39,87 -22,1 15,22 70,61 13,68 -30,6 2010 10,33 49,5 39,79 10,2 15,53 70,84 13,33 31,8 2011 10,51 50,36 38,7 18 15,47 71,88 12,32 30,6 2012 9,0 54,21 36,49 13,7 14,34 73,95 11,28 -1,8 2013 10,27 49,28 40,0 -0,1 14,61 73,03 12,08 6,4 2014 10,21 47,69 41,29 4,4 14,86 72,97 11,97 -3,8 2015 10,70 47,57 41,11 -10 16,84 69,15 13,79 -14, 2016 11,14 46,93 41,30 -1,1 18,08 67,62 14,07 -4,5 2017 11,68 46,53 41,32 10,65 14,16 73,33 12,18 17,8 2018 11,81 47,2 40,51 6 13,13 76,23 10,25 -3,8 Kaynak: TÜĠK ve TCMB verilerinden hesaplanmıĢtır. Türkiye‟nin küresel piyasalardaki entegrasyon sürecinde rekabet gücünün artması, sanayi üretimi ve ihracatını arttırabilmesine bağlıdır. Bunun konumuz dahilinde dikkat çekilmesi gereken bir yönü ise finansallaĢmanın, hanehalkı tüketim ve borçlanma dinamiklerine zemin oluĢturan unsurun, emek piyasalarında yaĢanan dönüĢüm olduğudur. 2001 Krizi sonrası süreçte Türkiye‟nin serbest piyasa koĢullarında rekabet edilebilirliğinin artması için emek piyasalarında yaĢanan dönüĢümü sanayi sektörü performans göstergeleriyle gözlemlemek mümkündür (ġekil 21). 104 140,00 120,00 100,00 80,00 60,00 40,00 20,00 0,00 Toplam Sanayi Üretim Endeksi ÇalıĢılan Saat BaĢına Üretim Endeksi Reel Birim Ücret Endeksi (ÇalıĢılan Saate göre) Üstel (Reel Birim Ücret Endeksi (ÇalıĢılan Saate göre)) Kaynak: TCMB ve TÜĠK verilerinden hesaplanmıĢtır. ġekil 21 Toplam Sanayi Sektörü Performans Göstergeleri, Endeksler (2015=100), 2009-2019 I. Çeyrek 2009-2019 yılları arasında çalıĢılan saat baĢına üretim endeksi (2015=100) ve toplam sanayi üretim endeksinde artıĢ yaĢanırken; saat baĢında reel ücret endeksinde artıĢ yaĢanmamıĢtır. 2009 I. çeyrek reel ücret endeks değeri 112,4 iken; 2018 IV. çeyrek reel ücret endeksi 92,1‟e düĢmüĢtür. Görüldüğü gibi çalıĢılan saat baĢına üretim artmasına paralel olarak ücretlerle aynı yönde artıĢ yaĢanmamıĢtır. 2001 sonrası dönemde ücretlerde artıĢ yaĢanmadığı gibi iĢsizlik oranlarındaki yükseliĢler dikkat çekicidir (Tablo 6). Bu dönemde yüksek büyüme oranları iĢsizliği azaltmamıĢ ve Türkiye‟de istihdamsız büyüme (jobless-growth) 2000‟li yıllardan günümüze kadar ortalama %10‟un üzerinde seyretmiĢtir (Yeldan, 2007: 5). Kısaca 1980 yılları sonrasında Türk iĢgücü piyasalarında bir kırılma yaĢanmıĢtır. Türkiye ekonomisinde reel ücretler durgunluğa itilmiĢ daha açık bir ifadeyle küreselleĢen Türk iĢgücü piyasalarında ücretlerin üretkenlik kazanımlarıyla olan birlikteliği, 1950‟lerden bu yana artıĢ trendi, 1980 sonrasındaki ekonomik dönüĢüm ile koparılmıĢtır. Bu anlamda Türkiye örneği “küreselleĢme ideolojisinin emeğin kazanımlarının geriletilmesi üzerine belki de en net stratejik sonucunu sergilemektedir” (Yeldan, 2012: 75). Bu açıklama Palley‟in bir önceki bölümde neolibaral kutu ile tarif ettiği süreçle uyum sağlamaktadır. Çünkü Palley‟in ifadesi; finansallaĢma sürecinde artan finansal çıkarlar doğrultusunda olan politika yapılandırmasının, her yönden çalıĢanlara meydan 105 okumakta ve ücretler üzerinde sürekli olarak aĢağı yönde baskı uyguladığı yönündedir. Bu da artan gelir eĢitsizliğinin sebebini açıklamaktadır (Palley, 2007: 16-19). 3.1.2. Artan Tüketici Talepleri ve Dönüşen Hanehalkı Tüketim Kalıpları Yukarıda bahsedildiği üzere, 1980‟li yıllar sonrasında serbest piyasa koĢullarında yaĢanan geliĢmeler Türkiye‟nin uluslararası arenada ihracatını ve rekabet gücünü arttırmak amacıyla ücretler üzerinde negatif bir ayrıĢmaya gidildiğini göstermektedir. Artan üretim hacmi ve emek verimliliğiyle zıt yönde ayrıĢan emek ücretlerinin, Türkiye‟nin finansallaĢma sürecinde borçlanma dinamiklerinin daha anlaĢılır hale gelmesi açısından önemli olmakla birlikte hanehalkı tüketim kalıplarındaki değiĢimler de borçlanmanın dinamiklerini açıklanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Post Keynesyen makroekonomik yaklaĢımda ifade edildiği gibi ücret oranlarındaki azalma, gelir esnekliğine bağlı olarak talep üzerinde aĢağı yönde bir baskı uygulayacak ve gelirin getirisinin azalmasıyla da talep de azalacaktır. Bu sebeple finansallaĢma süreci içinde azalan ücret oranlarının talep üzerindeki negatif etkilerinin azaltılması, kredi mekanizmasıyla desteklenmiĢtir. Bu da Türkiye‟de, para piyasalarında kredi hacminin geniĢlemesiyle ve bankaların bir kar kaynağı olarak hanehalkına yönelmesiyle mümkün olmuĢtur. FinansallaĢma döneminde artan kredi hacmi Türkiye‟nin borçlanma dinamiklerinin yönünün değiĢmesine sebep olmuĢtur. GeniĢleyen kredi hacmi özel kesim üzerinde tüketimi teĢvik etmiĢtir (ErgüneĢ, 2009b: 18). 2000‟li yıllarda Türkiye‟nin tüketim kalıpları hızla değiĢmiĢ ve buna bağlı olarak tasarrufları da azalmıĢtır. 1999 yılında özel tasarruflar GSYH‟nın % 25‟ini oluĢtururken, 2008 kriz dönemi hariç tutulduğunda bu oranın azaldığı görülmektedir. Öyle ki, tasarrufların GSMH‟ya oranı 2006‟da % 12,5 iken 2015 yılında ise % 10 seviyelerine kadar 33 düĢmüĢtür (ġekil 22). 33 Tasarruf oranlarındaki düĢüĢ kadar tasarruf oranıyla büyüme arasındaki iliĢki de dikkat çekicidir. Örneğin 2005-2006 yıllarında yüksek büyüme rakamlarına rağmen hanehalkı tasarruflarında artıĢ yaĢanmamıĢtır. Bu da demek oluyor ki gelirin tasarruflar üzerinde olumlu bir etki yapamayabilir. Aynı Ģekilde 2010 yılında yüksek büyüme rakamına rağmen tasarruflarda bir artıĢ yaĢanmaması, 2008 küresel kriz nedeniyle ertelenen harcamalar olabilir. Özetle milli gelirdeki artıĢın tasarrufları arttırdığı yönünde bir kanıt olmadığı gibi tersinin de yaĢandığı dönemler mevcuttur (Özlale ve Karakurt, 2012: 6). 106 Aynı Ģekilde 2001 krizinden sonra bankacılık sektörü hızlı bir Ģekilde büyüme kaydetmiĢ, bankacılık sektörü aktifleri ciddi oranda yükselmiĢ ve finansal derinleĢme/ aracılık göstergeleri de buna bağlı olarak artmıĢtır (Karaçimen, 2015: 184). 2001 krizinde yaĢanan finansal daralmanın etkisiyle 2002 yılından 2004 yılına doğru varlıkların GSYH içindeki payı azalmasına karĢılık, 2004 yılından sonra varlıkların, kredilerin ve mevduatların oranında hızlı bir artıĢ yaĢanmıĢtır. Finansal hacim geniĢlemesiyle birlikte finansal derinleĢme de artmıĢtır. 2002 yılında kredilerin varlıklara oranı % 22,4‟ten 2019 yılında % 60,8‟e; kredilerin mevduatlara oranı ise aynı dönemler itibariyle % 34,6‟dan, % 113,9‟a yükselmiĢtir. Bu doğrultuda bireysel kredilerin toplam krediler içindeki payı da yükselmiĢtir (Tablo 10). 80,0 70,0 60,0 50,0 40,0 30,0 20,0 10,0 0,0 Tüketim Oranı Tasarruf Oranı Kaynak: Tüketim oranları TCMB verilerinden; tasarruf oranları ise T.C. Strateji ve Bütçe BaĢkanlığı verilerinden derlenmiĢtir. ġekil 22 Özel Tasarruf ve Tüketimlerinin GSYH’ ya Oranı, (Yüzde, %), 1999- 2018 107 Yüzde (%) Tablo 10 Finansal Derinlik ve Aracılık Oranları, Yüzde, %, 2002-2019 Mart Varlıklar/ Krediler/ Mevduatlar/ Krediler/ Krediler/ Bireysel GSYH GSYH GSYH Varlıklar Mevduat Krediler/ Toplam Krediler 2002 59,1 13,3 38,3 22,4 34,6 13,8 2004 53,1 16,8 33,1 31,7 50,8 27,2 2006 62,6 27,7 38,9 43,8 71,1 31,5 2008 73,6 36,9 45,7 50,1 80,8 30,7 2009 83,4 39,3 51,5 47,0 76,2 32,2 2010 86,8 45,3 53,2 52,2 85,2 32,4 2011 87,3 48,9 49,8 56,0 98,1 32,6 2012 87,3 50,6 49,1 57,9 102,9 33,3 2013 95,7 57,8 52,2 60,4 110,7 31,6 2014 97,5 60,6 51,4 62,2 117,8 28,5 2015 100,8 63,5 53,2 62,9 119,2 25,9 2016 104,7 66,4 55,7 63,5 119,3 24,2 2017 104,8 67,5 55,0 64,4 122,6 23,1 2018 104,5 64,7 55,0 61,9 117,6 20,9 2019* 93 56,5 49,6 60,8 113,9 20,1 Not: Bireysel krediler= Tüketici Kredileri (Konut, taĢıt, ihtiyaç, diğer krediler)+ Bireysel kredi kartları toplamından oluĢmaktadır. 2002-04-06 Aralık ayı verisinden, 2019 ise Mart verilerinden elde edilmiĢtir. *2019 GSYH verisi, orta vadeli program (Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından) 4.450 milyar TL olarak verilmiĢtir. Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, Ekonomik Göstergeler Mart 2019; BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu; TÜĠK verilerinden hesaplanmıĢtır. Görüldüğü gibi finansal aracılığın ve derinliğin artmasıyla, hanehalkı kredi varlıklarında ve mevduatlarındaki artıĢ bankaların hanehalkına yöneldiğini göstermektedir. Finansal derinlik Ģirketlere verilen kredilerden kaynaklandığı gibi esas olarak 2001 Krizi sonrasında genel faiz oranlarındaki gerilemeye paralel olarak bankaların esas faaliyet alanı olan kredilere yönelmesi ve hanehalkının ilave tüketim talepleri ile kredi arzı geniĢlemiĢtir. Finansal aracılık faaliyetlerindeki artıĢın en önemli nedenlerinden biri bankaların tüketici kredisi arzlarını artırmalarıdır. Kriz sonrası dönemde (2001 ve 2008 krizi) tüketici kredilerinde yaĢanan hızlı artıĢ Ģirket kredilerine açılan kredilerden daha yüksek bir büyüme performansı sergilediği gözlenmektedir (Karaçimen, 2015: 185; Yükseler ve Türkan, 2008: 156). Tüketici kredilerinin toplam krediler içindeki payı 2002‟de % 13‟ten 2012 yılında yaklaĢık % 33‟e yükselmiĢtir (ġekil 23). 2010 yılında 170 milyar TL olan tüketici kredisi, 2019‟da 507 milyar TL olmuĢtur. Tüketici kredileri hacim olarak artıĢını devam ettirmekle birlikte, krediler 108 içindeki payı 2013‟ten sonra azalmıĢ ve Mart 2019 döneminde toplam krediler içindeki payı % 20 olmuĢtur (BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Mart 2019) (ġekil 24). 100 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 2002 2005 2009 2010 2012 2013 2015 2016 2018 Mar.19 Tüketici kredileri ve kredi kartları Ticari Krediler Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Mart 2019. ġekil 23 Türkiye’de Kredi Türlerinin GeliĢimi, 2002-2019 Mart, (Yüzde, %) Toplam krediler içinde tüketici kredilerinin gösterildiği grafikte, tüketici kredilerinin toplam krediler içindeki payı, 2002 yılında %13 iken; 2006 yılında %30 olmuĢtur; günümüzde ise bu oran ortalama olarak % 20‟ler seviyesindedir. Yurtiçi kredi hacminin geniĢlemesi ve bankacılık sektörünün karlılıklarının azalması sebebiyle bankacılık sektörü yönünü reel sektörden kiĢilere yöneltmiĢtir. Aynı zamanda hanehalkının reel ücret seviyesinin düĢük olması, ücretli çalıĢanın tüketim meylinin yüksek olması ve kredilere ulaĢımın kolaylığı gibi etmenler tüketici kredilerinin toplam krediler içindeki payının arttırmasında büyük önem taĢımaktadır. 2013‟ten sonra ise bireysel kredilerin toplam kredileri içindeki payı azalmaya baĢlamıĢır. 2018 yılı itibarıyla bireysel kredi büyümesindeki yavaĢlama eğiliminin ana sebebi tüketici kredisi kaynaklı olmuĢtur (TCMB, Finansal Ġstikrar Raporu, Kasım 2018: 27) (ġekil 23-24). 109 Yüzde (%) 35 30 25 20 15 10 5 0 Tüketici kredilerinin Toplam Krediler içindeki payı (%) Not: * 2019 yılı ilk 4 ayın ortalamasıdır. Tüketici kredilerine kredi kartları da dahildir. Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden hesaplanmıĢtır . ġekil 24 Tüketici Kredilerinin Toplam Krediler Ġçindeki Payı (Yüzde,%), 2002-2019 Finansal deregülasyon süreciyle birlikte kredilere eriĢimin kolaylaĢması ve bankacılık sektörünün hanehalkına yönelmesiyle birlikte kredi temelli tüketim kredi kanalıyla artıĢ göstermiĢtir (Dutt, 2006: 361). Bu doğrultuda tüketicilerin dayanıklı tüketim malları taleplerini ve temel ihtiyaçlarını karĢılamak doğrultusunda tüketici kredileri kullanımları da artmıĢtır. ġekil 25‟te bireysel kredilerin bileĢimi incelendiğinde bu kredilerin konut, ihtiyaç kredileri ve kredi kartlarından oluĢtuğu görülmektedir. Konut kredileri özellikle Konut Finansmanı Kanunu‟nun onaylanmasıyla tüketicilere uzun vadeli ipotek kredisi verilmesi sağlanmıĢ ve 2007 yılında onaylanmasından sonra konut kredilerinde artıĢ yaĢanmıĢtır (BDDK). Bireysel krediler tüketici kredileri ve kredi kartlarının bileĢiminden oluĢmaktadır. 2006 yılında konut kredileri tutarı 22 milyar TL, ihtiyaç kredileri tutarı 17,5 milyar TL ve kredi kartları tutarı 21,5 milyar TL iken; Mart 2019 döneminde bireysel kredi kartlarının toplamı bir önceki çeyreğe göre azalıĢ göstererek 104 milyar TL olarak gerçekleĢmiĢtir. Konut kredileri 184 milyar TL, ihtiyaç kredileri tutarı 213 milyar TL seviyesindedir (BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Mart 2019). Bireysel kredilerin bileĢimine bakıldığında bankaların hanehalkına yöneldiğini ve hanehalkının kredi kaynaklı borçlanma ve tüketim oranının ciddi Ģekilde arttığını göstermektedir. 110 Yüzde (%) 600 500 400 300 200 100 0 Konut TaĢıt Ġhtiyaç ve Diğer Bireysel Kredi Kartları Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Mart 2019; Hazine ve Maliye Bakanlığı Mali raporlar, 2006-2018 verilerinden düzenlemiĢtir. ġekil 25 Tüketici Kredileri ve Bireysel Kredi Kartlarının (Bireysel Kredilerin) BileĢimi (Milyar TL), (2008-2018) FinansallaĢmanın hanehalkı davranıĢlarını nasıl etkilediği konusunda Stockhammer (2008) özellikle hanehalkı servetinin finansal varlıklar içindeki payının ne ölçüde dağıldığına, özel tüketim harcamalarına ve hanehalkı borçlanma oranlarındaki değiĢime dikkat çekmiĢtir. Bu geliĢmeler ıĢığında finansallaĢmayı 2003-2018 hanehalkı varlıklarının kompozisyonunu gösteren Tablo 11 yardımıyla inceleyecek olursak; 2003- 2016 yılları arası Türk Lirası‟nın güçlü olması sebebiyle varlıklar içerisinde TL Mevduat oranları ortalama olarak % 45-50 arasında dağılırken; 2018 yılında TL‟nin zayıflamasıyla bu oran % 42,5 olmuĢtur. Bu doğrultuda 2018 yılında ise döviz tevdiat hesapları (DTH) oranı bir önceki yıla göre % 21 artmıĢtır. Kamu borçlanma araçlarının faiz oranlarının düĢmesiyle DĠBS ve Eurobond‟lardaki tasarrufların ağırlığı 2003‟te % 22,4 iken 2018‟de % 0,8‟e düĢmüĢtür. Bir baĢka geliĢme ise 2003 yılında özel emeklilik sisteminin hayata geçirilmesiyle, hanehalkı varlıklarında emeklilik yatırım fonlarının payındaki önemli bir artıĢ da gözlemlenmektedir. 111 Milyar TL 112 Tablo 11 Hanehalkı Finansal Varlıkları BileĢimi, Yüzde, %, 2003- 2018 Varlıklar 2003 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 TL Tasarruf 28,5 45,5 51,3 49,9 52,7 52,1 51,5 48,4 48,0 44,5 50,3 46,5 42,5 Mevduatı DTH 36,6 25 24.2 23,4 21,7 19,9 20 21,5 23,8 28,7 27,3 29,4 35,7 DolaĢımdaki Para 6,4 8,4 8,3 8,4 9,4 9,7 9,3 10,4 10,2 11,1 5,0 5,8 4,7 DĠBS+ Eurobond 22,4 6,3 5,4 3,3 2.2 1,6 1,2 1,0 0,8 0,7 0,6 0,6 0,8 Yatırım Fonu 2,0 7,2 5,7 6,2 5,9 5,3 4,3 4,1 3,7 3,6 3,7 3,5 2,7 Hisse Senedi 5,0 5,6 2,9 5,9 6,8 6 5,8 5,9 5,1 4,3 4,7 5,0 4,4 Emeklilik Yatırım 0,03 1,5 1,7 2,1 2,5 2,6 3,1 3,8 4,3 4,6 6,0 6,3 5,4 Fonu Repo 1,7 0,6 0,6 0,5 0,3 0,4 0,4 0,4 0,3 0,1 0,1 0,1 0,1 Kıy. Maden Deposu - - 0,1 0,3 0,5 2,3 2,6 2,9 2,1 1,1 1,1 1,7 2,4 Kaynak: TCMB, Finansal Ġstikrar Raporu Kasım 2009- 2018 ve Mayıs 2009-2011 verilerinden derlenmiĢtir. 3.1.3. Hanehalkı Borçluluğu Üzerine Tablo 11‟de, hanehalkı finansal varlıklarının kompozisyonundan da görüldüğü gibi, Türkiye‟de hanehalkı gelirlerinin finansallaĢmasında, finansal varlık oranlarında (hisse senedi, yatırım fonu, repo vb.) önemli bir artıĢ yaĢanmadığı söylenebilir. Türkiye‟de hanehalkı yükümlülüklerin toplam finansal varlıklara oranını ifade eden finansal kaldıraç oranını gözlemlediğimizde; 2003 yılında % 8,5 olan finansal kaldıraç oranı, 2013‟te % 48,5 ve 2018 yılında % 36‟ya olarak gerçekleĢmiĢtir (ġekil 26). Hanehalkı finansal kompozisyonunun dörtte üçü tasarruf mevduatından oluĢurken yükümlülüklerinin tamamına yakını bireysel kredilerden oluĢmaktadır. Hanehalkı finansallaĢmasında kredilerin ağırlığını göstermekle birlikte 2018 yılı üçüncü çeyreğinde baĢlayan yavaĢlama ve zayıf görünüm 2019 yılında da devam etmiĢtir. 2019 yılı Mart ayı itibarıyla hanehalkı finansal varlıkları reel olarak % 1 büyürken yükümlülükleri % 15 küçülmüĢtür. Yükümlülüklerdeki düĢüĢün etkisiyle finansal kaldıraç oranı gerilemiĢtir. Hanehalkının finansal borçlarının gerilemesinde makroihtiyati politikalar neticesinde hanehalkının yabancı para cinsinden borçlanamaması, kredi arz koĢullarındaki sıkı görünüm ve zayıf talep sebebiyle yeni borçlanmanın sınırlı kalması etkili olmuĢtur (TCMB, Finansal Ġstikrar Raporu, Mayıs 2019: 24) (ġekil 26). Borçlanma dünyadaki birçok ülkede olduğu gibi Türkiye‟de de artmaktadır. Borçlanma oranının hanehalkı gelirine oranı 2003 yılında %7,5 iken; 2013 yılında %53 seviyesine yükselmiĢtir. Bu oran 2018 yılına doğru daha yatay bir seyir izlemiĢtir. Ġlgili veriler Türkiye‟deki hanehalkının artan bir oranda borçlandığını ortaya koymaktadır. 2008 küresel finansal krizinin, Türkiye‟de borçluluk düzeyinde bir artıĢa yol açması dikkate değerdir. Öyle ki finansal kriz, borçların harcanabilir gelire oranında % 25 oranında bir artıĢ yaratmıĢtır (Eroğlu, 2014: 119). Ayrıca borcun harcanabilir gelire oranındaki bu artıĢında, üretim sektörünün borçlanma ihtiyacını dıĢ borçlarla karĢılaması sebebiyle bankaların tüketici kredilerine yönelmesinin bir katkısı olduğu söylenebilir. Söz konusu bu süreçte, daha önce de belirttiğimiz üzere tüketim eğilimi yüksek ve gelir düzeyi düĢük hanehalkının borçlanma oranlarını yükselterek, tüketimlerini arttırmaları etkili olmuĢtur. Ayrıca hanehalkı borçluluk seviyelerindeki bu büyüme, finansın hanehalkı ekonomik ve sosyal hayatları üzerinde öneminin arttığının açık göstergesidir (Aytürk, 2011: 81). 113 1800 60 1600 50 1400 1200 40 1000 30 800 600 20 400 10 200 0 0 2003 2005 2006 2007 2008 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 Toplam Finansal Varlıklar (Milyar TL) Toplam Yükümlülükler(Milyar TL) Borç/Harcanabilir Gelir (%) Borç/T.Finansal Varlıklar (Finansal Kaldıraç Oranı) Borç/GSYH(%) Not: *Hanehalkı borcu kredi kaleminden oluĢmaktadır Kaynak: TÜĠK, TCMB, Finansal istikrar raporu 2006- 2018 verilerinden hesaplanmıĢtır. ġekil 26 34 Hanehalkı Finansal Varlık / Yükümlülüklerinin GeliĢimi ve Hanehalkı Borcu*, (Yüzde %), Milyar TL, 2010-2018 Bankaların tüketici kredileri ve kredi kartları üzerinden bireylerin gelirlerinin üzerinde harcama yapmaya özendirilmesinin kaçınılmaz sonucu bireylerin borçlarındaki artıĢ olmuĢtur. Hanehalkının tüketici kredisi ve kredi kartı yoluyla finanse edilen harcamaları ciddi oranda yükselmiĢtir (ErgüneĢ, 2009b: 23). Eroğlu (2014: 117), borcun gelecekte beklenen etkisini Ģu Ģekilde ifade etmektedir: “Tüketim öncelikle gerekli para ve gelire sahip olmayı gerektirir. Bu özgürlüğün kısıtlandığı ve “moment” ya da bugün anlamına geldiği noktadır. Bugün tüketmek için alınan krediler gelecekteki gelirlerle ödenecek borçlar anlamına gelir. Eğer borçlanma artarsa, gelecekte ipotekli ücret ve gelirler artar. Bu şekilde baskı ve kontrol farklı bir şekilde yeniden düzenlenir.” 34 Son yıllarda alınan makro ihtiyati önlemler finansal varlıkların büyümesini hızlandırırken yükümlülüklerin yavaĢlamasında etkili olmuĢtur. Finansal varlık artıĢındaki en önemli etmen TL ve YP cinsi mevduatlar olurken; yükümlülükler tarafında ise konut ve ihtiyaç kredilerine ek olarak bireysel kredi kartları bakiye artıĢları belirleyici olmuĢtur (TCMB, Finansal Ġstikrar Raporu, Kasım 2018). 114 Milyar TL Yüzde (%) Tüketici kredisi ve kredi kartıyla yapılan harcamaların borç çevriminin yapılamaması, borcunu ödeyemeyen insanların sayısındaki artıĢla ön plana çıkmaktadır. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi Ġstatistiklerine göre; 2011 yılında bireysel kredi (konut, ihtiyaç ve diğer) ve kredi kartını ödememiĢ kiĢi sayısı küresel krizin borçlanma üzerindeki etkisiyle 1,556 bin kiĢi iken; 2011 yılında miktar 910 bin kiĢiye düĢmüĢtür. Fakat 2018 yılına gelindiğinde ise bireysel kredi kartı borcunu ödememiĢ kiĢi sayısı 807 bin ve bireysel kredi borcunu ödememiĢ kiĢi sayısı 903 bin kiĢi olarak toplam 1.389 bin kiĢiye yükselmiĢtir (Tablo 12). Bireysel kredi veya kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiĢ kiĢi sayısı 2019 yılı ilk çeyreğinde 2018‟in ilk ilk çeyrek verilerine göre karĢılaĢtırıldığında % 27 artarak 483 bin kiĢi olmuĢtur. Bu oran kredi kartı yasal takip oranları için %14, kredi yasal takip oranlarında da % 44‟lük bir artıĢ göstermiĢtir (TBB Risk Merkezi). Tablo 12 Bireysel Kredi ve Kredi Kartını ÖdememiĢ Gerçek KiĢi Sayısı, 2009-2018 Bireysel Kredi Kartı Bireysel Kredi Borcunu Bireysel Kredi veya Borcunu Ödememiş Gerçek Ödememiş Gerçek Kişi Bireysel Kredi Kartı Yıllar Kişi Sayısı* Sayısı* Borcunu Ödememiş Gerçek Kişi Sayısı** 2009 1.246.462 686.479 1.555.998 2010 824.235 504.685 1.221.660 2011 671.417 417.634 910.017 2012 907.298 684.951 1.257.397 2013 915.691 644.920 1.209.119 2014 1.018.576 669.383 1.297.132 2015 1.002.518 725.278 1.331.305 2016 975.015 727.268 1.321.053 2017 875.465 750.201 1.293.314 2018 806.709 902.918 1.388.673 2019(Mart) 253.000 317.000 483.000 Not:* Ġlgili yıl içinde bireysel kredisi veya kredi kartından dolayı yasal takibe intikal etmiĢ tekil kiĢi sayısıdır. ** Ġlgili yıl içinde, sadece bireysel kredisi, sadece kredi kartı ile hem bireysel kredisi hem de kredi kartından dolayısıyla yasal takibe intikal etmiĢ tekil kiĢi sayısıdır. Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezinden alınmıĢtır. 2019 Mart verisi ise Risk Merkezi Aylık Bülten Mart 2019 verilerinden derlenmiĢtir. 115 Bankacılık sektörünün aktif kalitesinin en önemli göstergelerinden biri olan takibe dönüĢüm oranı, 2001 yılında yaĢanan ekonomik kriz ile % 29,3 seviyesindeyken 2002 yılından sonra düĢmeye baĢlamıĢ ve 2008 küresel krizin de etkisiyle hızla yükselmiĢtir. 2009‟ da toplam krediler içinde tüketici kredilerinin takibe dönüĢüm oranı %6 olarak belirlenmiĢ. 2012‟den sonra düĢüĢ eğiliminde olan takibe dönüĢüm oranı 2014‟ten sonra tekrar yükseliĢ eğilimine girmiĢtir. Ancak son aylarda takibe dönüĢüm oranının arttığı görülmektedir. Tüketici kredilerinin (kredi kartları dahil) takibe dönüĢüm oranı Mart 2019 döneminde bir önceki çeyreğe göre artıĢ göstererek %3,63 olarak gerçekleĢmiĢtir (BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Mart 2019: 15), (Tablo 13). Tüm bunlara ek olarak kanuni takipteki tüketici kredilerinin alt gruplara göre sınıflandırılması hanehalkının borçlanma karakterini göstermesi açısından önemlidir. Tablo 14‟de hanehalkının alt gruplara göre takibe dönüĢüm miktarları verilmiĢtir. Bireysel kredilerin takibe dönüĢüm oranı 2008 yılı sonunda % 3,7 iken Aralık 2009 yılına gelindiğinde bu oran % 6 gibi hızlı bir artıĢ göstermiĢtir. Bu kapsamda küresel krizin etkisiyle özellikle de kredi kartı alacaklarının takibe dönüĢüm oranlarının % 6,5‟tan % 10,4‟e yükselmesi artan iĢsizlik oranları paralelinde daha çok kredi kartı segmentinde ve tüm bireysel kredi segmentlerinde takibe dönüĢüm oranının arttırması Ģeklinde değerlendirilmektedir (BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2009: 11-12). 2010-2015 yılları arasındaki takibe dönüĢüm miktarında, konut ve taĢıt kredilerinde düĢüĢ yaĢanmakla birlikte; ihtiyaç kredilerinde takibe dönüĢüm miktarı artmıĢtır (Tablo 14). Hanehalkının dayanıklı ve yarı dayanıklı malların tüketimi için ihtiyaç kredilerine olan talebin artması, bireylerin kiĢisel ihtiyaçlarının karĢılanmasında kredilere baĢvurulduğunu göstermektedir. Tüketici kredi talebi artıĢın, reel ücretlerde baskılanma, artan iĢsizlik oranları ve yüksek enflasyon gibi makroekonomik nedenlerle ilintili olduğu söylenebilir. Bu duruma hanehalkının finansal kaynaklara eriĢiminin kolaylaĢması, bankaların taksitli kampanyaları gibi borç erteletme sempatisi de eklenince hanehalkının borçlanma oranı yükselmiĢtir. 116 Tablo 13 Tüketici Kredilerinde Takibe DönüĢüm Oranı, Yüzde (%), 2009- 2019 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019* Toplam 5,3 3,7 2,7 2,9 2,8 2,9 3,1 3,3 3,0 3,9 4,0 Kredi Tüketici Kredisi 6,0 4,2 2,9 3,0 2,9 3,4 4,3 4,6 3,5 3,4 3,7 (Kredi K.Dahil) Not:*2019 Mart verisidir Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektör Raporu verilerinden derlenmiĢtir. Tablo 14 Kanuni Takipteki Tüketici Kredileri ve Konut Kredileri (Kullandırılan Miktar Milyon TL), 1997-Mart 2018 Dönem TaĢıt Konut Ġhtiyaç Diğer Toplam 1997 5 1 - 12 18 2000 14 7 - 49 72 2005 65 14 54 12 146 2006 90 47 117 28 281 2008 431 387 1053 21 1892 2010 394 690 1461 150 2.694 2011 185 560 408 473 1.625 2012 117 359 588 788 1.851 2013 88 244 717 718 1.766 2014 68 186 1065 1508 2.828 2015 58 178 3244 28 3.508 2016 87 283 3220 30 3.619 2017 68 366 2925 18 3.377 2018* 84 207 1730 3 2024 Not: *2018 Eylül dönemi verileridir. Krediler TP+YP dahil verilerdir. Kaynak: TBB verilerinden derlenmiĢtir. Özetle, bankacılık sektöründeki geliĢmeler ve buna bağlı olarak bireysel gelirin finansallaĢması ile birlikte finansal birikim, sosyal ihtiyaçların metalaĢmasına odaklanma eğilimindedir. 2000‟li yıllardan sonra taĢıt, konut ve ihtiyaç kredilerinde büyük bir artıĢ gözlenmiĢtir. Aynı Ģekilde kredi kartlarının kullanım oranları ve miktarları da artmıĢ ve gündelik yaĢamın bir parçası haline gelmiĢtir. Hanehalkının varlıklarının büyük bir kısmını mevduatlar oluĢtururken, yükümlülükleri kredilerden oluĢmuĢ ve bu nedenle bireylerin gelecekteki gelirleri borçları sebebiyle ipotekli hale gelmiĢtir. Gelirlerine oranla borçluluk seviyesi artan hanehalkının banka kredileri ve kredi kartları borçlarını geri ödeyememe durumlarında artıĢ yaĢanmıĢtır. 2019 yılında borcunu ödeyemeyen kiĢi sayısındaki artıĢ ve takip dönüĢüm oranının arttığı da göz 117 önünde bulundurulduğunda borçluluk oranlarının seviyesinin giderek yükseleceği yönünde tahmin muhtemel gözükmektedir. Borçluluğun bu gibi seviyelerde olduğu ekonomilerde ekonomik istikrar çok önemlidir. Bununla birlikte, spekülatif hareketlerin finansal alanın belirleyicisi olması ve ekonominin finansallaĢmadan kaynaklanan uluslararası finansal hareketlere karĢı duyarlı hale gelmesi ekonominin istikrarsız özelliklerindendir. Borçlanma göstergelerine ve bugünün koĢullarına dayanarak, mevcut soruna derinlemesine odaklanılmadığı ancak borçların yeniden yapılandırılması gibi günlük politikalarla ertelenmesi kaçınılmaz bir kredi krizinin ortaya çıkmasını muhtemel hale getirmektedir ( Eroğlu, 2014: 125). 3.2. Firma Yatırım DavranıĢları Üzerine 1980‟li yıllardan sonra dünyanın büyük bir bölümünde neoliberalizmin; bireyciliği, rekabeti ve kısa vadeli karları kutsal kabul ettiği bir dönemde gerekli politik- ekonomik ve yapısal reformların gerçekleĢmesiyle birlikte dünya ekonomisi, Keynesyen politikalardan serbest piyasa ekonomisine geçiĢindeki anahtar kavramlarını oluĢturmuĢtur. FinansallaĢma süreciyle birlikte ekonomide finansın ağırlığın artmasıyla bankalar, aracı kuruluĢlar, sigorta Ģirketleri gibi finansal kuruluĢların etkinliği artmıĢtır. Fakat finansal olmayan iĢletmelerin de bu süreçte yatırım davranıĢlarında önemli değiĢimler yaĢanmıĢtır. Bir önceki bölümde finansallaĢmanın firma yatırım davranıĢları üzerindeki etkilerine geniĢçe yer verilmiĢ olup bu bölümde finansallaĢmanın Türkiye‟deki firma davranıĢları üzerindeki etkileri analiz edilecektir. FinansallaĢma sürecinde firmaların değiĢen yatırım davranıĢlarındaki en önemli değiĢikliklerden biri Keynesyen dönemdeki uzun vadeli reel yatırımların yerini kısa vadeli finansal yatırımların almasıdır. Geleneksel yönetim stratejisi olan karı şirkette tut ve yatırım yap stratejisinin yerini yönetim anlayıĢının değiĢmesiyle şirketi küçült ve karı dağıt stratejisi almıĢtır. 0Kısacası hissedar değeri savunuculuğu, hissedar menfaatlerinin yönetimsel menfaatlere uygulandığı bir yoldur. Bu da kurumsal stratejinin 1960‟lar ve 1970‟lerden sonra kurumsal büyüme ve yatırıma odaklanmaktan ziyade hissedar menfaatine yönelik dağıtım stratejisine doğru yöneltmiĢtir (Lazonick ve O‟Sullivan, 2000: 13; Sawyer, 2016: 55). Hissedar değeri (shareholder value) anlayıĢı, özellikle geliĢmiĢ sermaye piyasalarına sahip ekonomilerde kabul görmektedir (Lazonick ve O‟Sullivan, 2000: 13). Türkiye gibi geliĢen sermaye piyasalarına sahip 118 ekonomilerde kurumsal yatırımcıların, hisse senedi gibi piyasalarda ağırlıklı bir role sahip olduğu söylenemez. Bu sebeple, Türkiye gibi geliĢen piyasalarda hissedar değeri yaklaĢımının tam olarak benimsendiği ve uygulandığı söylenemez (Aytürk, 2011: 71). FinansallaĢma sürecinde Türkiye‟de firmaların değiĢen davranıĢlarının göstergelerini sunmak, değiĢen yatırım davranıĢlarının kavranması açısından önemlidir. FinansallaĢmanın önemli göstergelerinden biri; finansal olmayan firmaların temel faaliyet alanları dıĢında finansal piyasalarla bağlarının artması ve firmaların karlarının içindeki finansal karların payının artmasıdır. Bu husus, Ġstanbul Sanayi Odası‟nın ilk 500 büyük Ģirketi verilerine göre değerlendirildiğinde; karların düĢtüğü ve faizlerin aĢırı seviyede yükseldiği 2001 Krizi‟nde, karlar içindeki faaliyet dıĢı gelirin oranının % 547 gibi yüksek bir orana çıktığı görülmektedir. 2018‟de ise üretim faaliyeti dıĢı net gelirin 55.817 milyon TL elde edildiği görülmektedir. Bu rakamın 31.500 milyon TL‟si net kambiyo karlarını oluĢtururken, kalan tutar ise faiz, iĢtirak, temettü gelirleri gibi pek çok kalemi oluĢturmaktadır (ĠSO, 2018). Faaliyet dıĢı gelirlerin yıllar itibarıyla sürekli arttığı Tablo 15‟ten izlenebilmektedir. Tablo 15 Üretim Faaliyeti DıĢı Gelirler (Net), Milyon TL, 1990-2018 Üretim Dönem Kar Yıllar Faaliyeti dıĢı DeğiĢim (%) (2) DeğiĢim (%) ½ (%) (1) ve Zarar Gelirler 1990 2,3 71,2 6,7 59,4 33,3 1995 96,2 66,7 207 95,9 46,5 1997 407 107,7 772 108,3 52,7 2000 1.760 11,6 1.538 113,5 114,4 2001 4.646 165,4 718 -53,3 547 2002 4.833 4,0 4.270 494,5 113,2 2006 3.380 10,9 12.856 56,1 26,3 2007 6.124 81,2 17.223 34,0 35,6 2008 3.793 -38,1 10.317 -40,1 36,8 2011 6.258 -16,3 22.753 -5,5 27,5 2014 13.618 80,6 27.097 22,4 50,3 2017 18.844 33,9 70.612 40,7 35,5 2018 55.817 196,2 107.822 52,7 51,7 Not: Türkiye‟nin ilk 500 sanayi kuruluĢu verileridir. Kaynak: ISO, 2007,2017,2018 kaynaklarından derlenmiĢtir. 119 Demir (2007)‟e göre, finansal olmayan Ģirketlerin artan faiz maliyetlerinin karlılığı azaltması hem geliĢmiĢ hem de geliĢmekte olan ülkelerde benzer özellikler taĢımaktadır. FinansallaĢma olgusunun ve finansal olmayan firmaların yatırım faaliyetlerinin azalmasının temelinde finansal piyasalardaki yüksek getiriler olduğu kadar bu azalma, artan riske ve belirsizliğe de bağlıdır. Sermaye piyasaları serbestleĢmesiyle birlikte rekabet artıĢı bu süreci desteklemiĢtir. Türkiye‟de finansal gelirlerin net kar içindeki oranının 1982 yılında % 15‟lik seviyesinden, 2001 yılında % 547‟ye fırlamasının sebeplerinden biri de budur (Demir, 2007: 34). FinansallaĢma süreci ile birlikte finansal olmayan Ģirketlerin faaliyet dıĢı gelirlerinde artıĢ olduğunu izah ettikten sonra aynı zamanda; bu firmaların kısa vadeli değer artıĢı ve gelir elde etme amacı olan kurumsal yatırımcılara temettü ödemelerinin artması Ģirket finansman giderlerini arttırmaktadır. Finansal piyasalara borçlanma yoluyla katılımda artıĢ olması sebebiyle firmaların faiz ödemelerinin artması beklenmektedir (Aytürk, 2011: 75). Tablo 16‟te faktör gelirlerine bağlı olarak ilk 500 sanayi Ģirketinin, net katma değerin yüzde kaçını faiz ödemesi olarak dağıttığını göstermektedir. Sanayi Ģirketlerinin net katma değer içinde faiz ödemelerinin payı yıllar itibariyle artıĢ eğiliminde olduğu görülmektedir. Tablo 16 Sanayi ġirketlerinin Faiz Ödemeleri, Yüzde (%), 2009-2017 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 Sanayi ġirketlerinin Faiz 11 7,6 9,7 9,6 11,6 14,3 15,4 13,9 16,9 Ödemeleri (%) Kaynak: ĠSO, 2018. Tablo 17 Finansman Giderleri/ Faaliyet Karı, 2012- 2018 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 Finansman Giderleri 8.624 19.185 15.989 27.994 29.006 35.175 95.823 (Milyon TL) Faaliyet Karı/Zararı 25.312 36.435 30.457 44.144 52.376 70.612 107.822 (Milyon/TL) Finansman Giderleri/Faaliyet 34,1 52,7 52,5 63,4 55,4 49,8 88,9 Karı (%) Not: Türkiye‟nin ilk 500 sanayi kuruluĢu verileridir. Kaynak: ISO, 2007, 2017, 2018 verilerinden derlenmiĢtir. 120 Tablo 17‟teki veriler ise Ġstanbul Sanayi Odası (ĠSO) açıklamalarına dayanarak Türkiye‟de ilk 500 firmanın finansman giderlerinin faaliyet karlarına oranını vermektedir. Bu oranın Ģirketlerin karlılıkları üzerinde olumlu etkileri olduğu gibi karlılıkları azaltıcı olumsuz etkileri de vardır. Türkiye ekonomisinin son yıllarda kırılgan bir formda olduğunun etkilerini yansıtan tabloya bakıldığında; finansman giderlerinin faaliyet karlarına oranı 2018‟de en yüksek seviyesinin % 88,9 olarak gerçekleĢmiĢ olması ekonomideki kırılganlığın arttığının göstergesidir. Bu doğrultuda, ĠSO‟nun aĢağıdaki açıklaması, finansallaĢmanın Türkiye ekonomisi üzerindeki bazı olumsuz etkilerini ifade eder Ģekildedir: “Yıllardır adeta kronik bir hal alan ve düzelme yolunda ilerlemenin kaydedilemediği finansmana erişim sorunu, işte en net şekilde bu tabloda kendini göstermektedir (Tablo 17). 2018 yılında İSO 500‟ün finansman giderlerinin faaliyet karı içindeki payı yüzde 49,8‟den yüzde 88,9‟a yükselmiştir... Sanayi firmaları, 2018 yılında elde ettikleri karın nerdeyse tamamını finansman giderlerine ayırmıştır. 2018 yılının ikinci yarısında hem mali borçlardaki hem de finansman maliyetlerindeki artışlar sanayi firmalarının finansman giderlerinde sıçramaya neden olmuştur. Yani, finansman giderleri sanayi firmalarının karlılıklarında temel belirleyici olmayı, 2018 yılında da sürdürmüştür. İSO 500, 2018 yılında ani yaşanan finansal dalgalanma ve şokların yükselttiği finansman maliyetleri ile karşılaşmıştır. Yılın ikinci yarısındaki faiz oranları artışı ve Türk lirasındaki değer kaybına bağlı olarak enflasyondaki artışlar, İSO 500 için olumsuz mali koşullar yaratmıştır” (İSO). Ayrıca Demir (2007)‟e göre, geliĢmekte olan ülkelerde reel sektörün uzun vadeli kredi imkanının olmayıĢı; finansmana eriĢim sorununun yaĢanması ve temel makro/ mikro fiyatlardaki oynaklık ve belirsizlik gibi darboğazlar yaratmıĢtır. SerbestleĢme programıyla bu koĢullar altında reel sektör firmaları sabit sermaye yatırımları ve finansal yatırımlar gibi iki portföy tahsisi sorunu ile karĢı karĢıya kalmaktadır. Sonuç olarak reel sektörün kısa dönemli yatırım çarpıklıkları rantiye tipi yatırımları teĢvik etmektedir. Bu da firmaların toplam kaynakları içinde borçlanma oranlarını arttırarak aynı zamanda sanayisizleĢme sürecine yol açabilmektedir (Demir, 2007:27-28). Finansal piyasalar, gerek teminat sağlayarak, vergi avantajı ve finansal kaldıraç yoluyla, gerekse serbest piyasa koĢullarının yurtiçi katılıklar yaratmasıyla tüketicilere ve firmalara harcamalarını borçla finanse etmelerini teĢvik etmektedir (Palley, 2007: 20; Demir, 2007: 27). Bu doğrultuda firmalarda finansallaĢma olgusundan söz edebilmek için firmaların iç finansman kaynaklarında bir azalma olması, borçluluk oranlarında ise 121 artıĢın yaĢanması beklenir (Aytürk, 2011: 72). Bu artıĢın finansal göstergeler içinde, borç / öz kaynaklar oranı ile yorumlanması açıklık getirecektir. ġekil 27‟de, Türkiye‟de faaliyet gösteren ilk 500 büyük sanayi Ģirketi için 2008- 2018 döneminde borç/özkaynak iliĢkisi verilmiĢtir. 2009 yılı itibariyle öz kaynaklara oranla borç oranı sürekli olarak artmıĢtır. ĠSO 500‟de 2017 yılında % 62,9‟a kadar yükselen borçların payı, 2018 yılında 4,1 puan daha artarak % 67‟ye yükselmiĢtir. Öz kaynakların payı ise % 37,1‟den % 33‟ye gerilemiĢtir. Bu oranlar tarihsel olarak en olumsuz kaynak yapısına iĢaret etmekle birlikte borçların payının artmasının önemli bir nedeni döviz kurlarındaki artıĢlardır. Sanayi kuruluĢlarının döviz cinsi borçlarının TL karĢılıklarının döviz kurlarındaki artıĢlar nedeniyle ĢiĢmesi de borçların payını artırmaktadır. Net bir kullanım olmasa dahi borç kalemi yükselmektedir. 2018 yılında döviz kurlarındaki artıĢın bu etkisi çok daha fazla hissedilmiĢtir (ĠSO). 80 70 60 50 40 30 20 10 0 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 Toplam Borçlar Özkaynak Kaynak: ĠSO ilk 500 sanayi Ģirketi verilerinden derlenmiĢtir. ġekil 27 Borç / Öz kaynak ĠliĢkisi, Yüzde (%), 2008-2018 Demir (2009), geliĢmekte olan ülkelerin reel sektörün finansallaĢmasını analiz ettiği çalıĢmasında; Türkiye, Arjantin ve Meksika gibi geliĢen ülke verilerinden faydalanarak, finansal serbestleĢmenin reel sektörde uzun dönemli yatırımları teĢvik edip etmediğinin analizini yapmıĢtır. Buna bağlı olarak Ģirketler bir portföy sorunuyla karĢı karĢıya kalarak; risk, belirsizlik ve kredi darboğazının varlığına bağlı olarak uzun vadeli yatırımlardan ziyade kaynaklarını kısa vadeli finansal yatırımlara yönlendirmektedir (Demir, 2009: 314-322). Bu bulgular ıĢığında finansal sistemin 122 Yüzde (%) ulusal ve yabancı tasarrufları üretken yatırımlara yönlendirilmesine yönelik Ģu politika önerilerinde bulunulabilir (Demir, 2009: 327): a) Finansal ve ulusal sermaye hareketlerinde dalgalanmaları önlemeye yönelik makroekonomik ve mikroekonomik politikaların istikrarının sağlanması, b) Reel faiz oranlarının düĢürülmesi, c) Sabit yatırım için uzun vadeli kredi kanallarını açmak, d) Kamu maliyesinin sorunlarını ortadan kaldırmak. Bu bilgiler ıĢığında Türkiye‟de, finansallaĢmanın finansal olmayan Ģirketlerin yatırım kararlarında önemli değiĢiklikler yarattığı söylenebilir. Bu değiĢiklikler sanayi ve ticaret Ģirketlerinin üretim faaliyeti dıĢı gelirlerinin; 1990‟da 2,3 milyon TL iken, 2018‟de 55.817 milyon TL‟ye yükselmesi aynı zamanda firmaların faiz ve temettü ödemelerinde yaklaĢık % 54‟e yükselen finansman giderleriyle birlikte değerlendirilmelidir. Finansman giderlerinin faaliyet karlarına oranındaki ciddi artıĢ firmaların karlılıklarını azaltmakta; kaynaklarının reel yatırımlara yönelmesini zorlaĢtırmaktadır. FinansallaĢmanın getirdiği kısa vadeli yüksek karlılık anlayıĢı, risk ve belirsizlik unsurlarıyla birleĢtiğinde sistematik krizleri yaratmaktadır. Finansal olmayan firmalarda borcun öz kaynak içinde artan oranı 2008‟de % 49,1‟den, 2018‟de % 67‟ye yükselmesi Türkiye‟de finansallaĢmanın hanehalkı seviyesinde olduğu gibi finansal olmayan firmalar üzerine de borçlanma yükü getirdiğinden ve istikrarsız bir ekonomik gidiĢattan söz ettirebilir. 3.3. Gelir Dağılımı Üzerine Etkileri 1980‟lerden bu yana, sermaye ve ticaret engellerinin kaldırılması, giderek artan ekonomik küreselleĢme geliĢmiĢ ve geliĢen piyasalarda ticaret, sermaye ve emek piyasaları entegrasyonunun önünü açmıĢtır. KüreselleĢme yoluyla emek piyasalarının pazarlık gücünün zayıflayarak bir “yedek iĢsizler ordusu” yaratılmıĢtır (Dünhaupt, 2016: 289). Dünhaupt (2016: 301)‟un, 1986-2007 yılları arasında 13 OECD ülkesinde, finansallaĢmanın emek piyasasındaki rolünü analiz ettiği çalıĢmasında iĢçinin milli gelirde azalan payının aĢağıdaki kanallardan etkilendiği sonucuna ulaĢmıĢtır: ĠĢçilerin 123 pazarlık gücü, hissedar değeri yönelimindeki artıĢ, kısa vadeli yönetim anlayıĢı, ekonomik küreselleĢme ve liberalleĢme. Hein (2015: 921) de finansallaĢmanın gelir dağılımı üzerindeki etkilerini; hissedar değeri (shareholder value) yönelimi, kısa vadeli yönetim anlayıĢı, artan temettü ve faiz oranları, finansal olmayan sektörlerin finansa içerilmesi Ģeklindeki bazı faktörler üzerinden tanımlamaktadır. Finans piyasalarının etkinliğinin artmasıyla brüt karlar içerisinde gelirin yeniden dağılımına iliĢkin hissedarların artan taleplerinin ücretler üzerinde baskı oluĢturduğu, yatırımların reel yatırımlardan finansal yatırımlara kaymasıyla birlikte karlılıkta emek payının azalan önemi gibi etkenlerden bir önceki bölümde bahsedilmiĢti. ġekil 28‟de Türkiye dahil seçilmiĢ bazı OECD ülkeleriyle ücret payının GSYH içindeki payı verilmiĢtir. Verilen ülkelerde Meksika ve Türkiye hariç, emek payının GSYH içindeki payı (2006-2018) yılları için ortalama % 50‟ler civarında durağan bir seyir izlerken; Türkiye‟de emek payının GSYH‟ya oranı 2006 yılında % 42,4 iken 2016 yılında % 50,3‟e yükselmiĢ 2018‟e gelindiğinde emek payı daralarak % 47,4‟e düĢmüĢtür. Türkiye‟de hissedar değeri anlayıĢı ve teknolojik ilerleme geliĢen piyasalara göre daha zayıf olduğu göz önüne alındığında, ücret payının GSYH‟daki oranının, geliĢmiĢ piyasalara nazaran daha düĢük ve görece daha iniĢli-çıkıĢlı bir seyir izlediğini grafiğe bakarak söyleyebiliriz. Türkiye‟nin dıĢ ticaretinde sanayide yüksek ara malları ithalatı, yüksek borçlanma oranları, sermaye akımlarına bağlı bir büyüme stratejisi gibi bazı ekonomik etkenlerden olumsuz etkilediğinden bahsedilebilir. Gelir dağılımı ile ilgili araĢtırma yapan pek çok uluslararası kurumdan biri olan OECD verilerine göre gelir adaletsizliğinin en çok yaĢandığı bölgelerden biri 35 Türkiye‟dir. Ayrıca gelir dağılımını incelemek için geliĢtirilen diğer araç ise toplumdaki en yüksek gelir alan kesimle en düĢük gelir alan kesimin toplam gelirden aldıkları payın karĢılaĢtırılmasıdır. Bu karĢılaĢtırma P80/P20 oranı olarak adlandırılır. Bu oran toplumun en zengin % 20‟lik kesimin en fakir % 20‟lik kesiminin gelirleri oranıdır. Türkiye‟de bu oran küresel kriz dönemi hariç değerlendirildiğinde 2013 yılına 35 OECD verilerine göre 2015 yılında Türkiye‟nin gini katsayısı oranı 0.404; ABD‟nin 0.390 ve Meksika‟nın 0.458‟dir (OECD), https://data.oecd.org/inequality/income-inequality.htm. 124 kadar düĢüĢ gösterse de bu dönemden sonra tekrar artıĢ eğilime girmiĢtir. Bu da gelir dağılımına iliĢkin en zengin kesimle en fakir kesim arasındaki farkın arttığı yönündedir. FinansallaĢma ile birlikte gelir dağılımındaki fark azalmamıĢ aksine bu oran 2013 yılından itibaren artmıĢtır (ġekil 29). 70 60 50 40 30 20 10 0 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 Ġngiltere ABD Kanada Japonya Almanya Ġspanya Meksika Türkiye Kaynak: ILOSTAT. ġekil 28 SeçilmiĢ Bazı OECD Ülkelerinde GSYH Ġçindeki ĠĢgücü Payı 2006-2018 8,5 8 7,5 7 6,5 6 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 P80/ P20 Oranı Kaynak: TÜĠK, Gelir ve YaĢam KoĢulları AraĢtırması verilerinden derlenmiĢtir ġekil 29 Hanehalkı Kullanılabilir Gelire Göre P80/ P20 Oranı, 2006-2017 125 SONUÇ 1929 ekonomik buhranından 1970‟li yılların krizine dek hüküm süren Keynesyen düzenleyici politikalar, yerini neoliberal politikalara bırakmıĢtır. Bu süreçte finansal deregülasyon, serbestleĢme politikaları liberal politika çağrılarıyla desteklenerek neoliberal hegemonyanın ağırlığının artmasında etkili olmuĢtur. Bununla birlikte sermaye hareketlerinin tam serbestleĢmesi finansal küreselleĢmenin etkinliğini ve önemini arttırmıĢtır. Dünya ekonomilerinde 1970‟li yıllardan sonraki ekonomik dönüĢümde kapitalizmin son aĢaması olarak kabul edilen finansallaĢma, neoliberal ve küreselleĢme ayağıyla geliĢen ekonomilerde de ekonomik ve sosyal dönüĢümlerin yaĢanmasında etkili olmuĢtur. FinansallaĢma literatürü farklı kuramsal yaklaĢımlar çerçevesinde ele alınmıĢtır. Bu yaklaĢımlardan biri olan Neoklasik iktisat finansın; büyüme, yatırım ve tasarruf gibi makroekonomik değiĢkenler üzerinde pozitif etkiler yaratacağı yönünde teoriler oluĢturmuĢtur. Keynesyen bakıĢ açısı ise Neoklasik teoriden farklı olarak verimsizlik ve istikrarsızlık üzerine durmuĢtur. Ancak bu Keynesyen teorinin finansa önem vermediği anlamına gelmemektedir. Aksine Keynesyen bakıĢ açısında finans, yatırımları ve üretimi finanse etmesi bakımından önemli bir iĢlev görmektedir. FinansallaĢma literatürüne yerleĢik iktisattan ziyade Post Keynesyen iktisat ciddi katkılar sağlarken finansallaĢmanın reel yatırım, hanehalkı tüketimi, borçlanma oranları ve gelir dağılımı üzerinde olumsuz etkilerinin olabileceği yönünde makroekonomik modellemelere sahiptir. Post Keynesyen makroekonomik modeller finansallaĢmanın etkilerinin anlaĢılması açısından kapsamlı modellemelere sahiptir. Bunlardan Post Keynesyen iktisadın kurucularından olan Michal Kalecki‟nin bölüşüm ve toplam talep analizi Post Keynesyen makroekonomik modellere temel oluĢturması bakımından önemlidir. Post Keynesyen litaratürden finansallaĢmanın etki kanalları bağlamında ilk değerlendirme değiĢen firma yatırım davranıĢlarıdır. Firmaların serbest finans piyasaları ve artan finansal getirinin cazibesi nedeniyle yatırımlar reel yatırımlardan finansal yatırımlara kaymıĢtır. Firma yatırım ve yönetiminde hissedar baskısı oluĢmuĢ aynı zamanda yönetimin artan hissedar odaklı büyüme tercihi temettü ve faiz ödemeleri gibi 126 finansman giderlerinin yükselmesine neden olmuĢtur. Serbest piyasa koĢulları, yüksek karlılık arzusu ve ekonomik belirsizlik koĢulları altında firmaların kısa vadeli, yüksek getirili finansal yatırımlara yöneltmiĢtir. Firmaların hissedar değeri (shareholder value) oryantasyonunun özellikle ABD gibi geliĢmiĢ kapitalist piyasa ekonomilerinde daha belirgin görüldüğünü ve Türkiye gibi geliĢen ülke piyasalarında bu etkinin daha sınırlı olduğunu söylemek mümkündür. Diğer etki kanalları, finansallaĢmanın hanehalkının artan servet ve borçlanma oranları olup bir diğeri de ücretli çalıĢan, yönetici ve hissedarlar arasında artan gelir adaletsizliği problemidir. Tüm bunlara ek olarak finansallaĢma etkileri bağlamında değerlendirildiğinde daha kırılgan bir makroekonomik yapı doğurmakta ve finansal istikrarsızlık sebebiyle dünya sık sık finansal krizler yaĢanmaktadır. Bu tezin konusu olan finansallaĢma yazınına bakıldığında literatürdeki çalıĢmaların genellikle geliĢen ekonomiler açısından incelediği gözlenmekle birlikte Türkiye gibi ekonomilerin nasıl etkilendiği ile ilgili geniĢ bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Bu durum finansallaĢmanın hakim iktisat ekolüne ait bir tartıĢma olmamasından kaynaklanmaktadır. Ancak konumuzun Post Keynesyen bakıĢ açısıyla değerlendirilmesi bu konuya daha ayrıntılı bakmamıza sebep olmuĢtur. Böylelikle denilebilir ki finansallaĢma, kapitalizmin geliĢen ve değiĢen yapısı gereği süreç içerisinde finansal liberalizasyon ve küreselleĢme olgularıyla birlikte geliĢen ülke ekonomilerinde de tesir etmiĢtir. Çünkü küreselleĢme, zaman içerisinde ülkelerin ekonomik entegrasyonlarını arttırmakta ve ekonomilerini geliĢen ülkelerdekine benzer bir Ģekilde finansallaĢtırmaktadır. Benzer Ģekilde Türkiye‟de finansallaĢmanın etkilerinin görülmesi geliĢmiĢ ülkelere nazaran 1990‟lı yıllardan sonra olmuĢtur. Nitekim 1989 tam liberalizasyon sürecinden sonra ulus ve uluslararası arenada sermaye piyasaları önündeki tüm engellerin kaldırılıp finansal serbestleĢme çerçevesinde Türkiye‟nin finansallaĢması, borçlanma gereksinimini karĢılamak için oluĢturulan menkul kıymetlerin bankalara ihraç edilmesiyle kamunun borçlanma ihtiyacını gidermek Ģeklinde olmuĢtur. Finansal serbestleĢme yolunda garantili ve yüksek faiz getirili DĠBS‟leri yurtiçi ticari bankalar tarafından finanse edilmiĢ ve asıl amaçları kredi vermek olan bankaların kaynakların büyük bir kısmı kamu kesimini finanse etmekte kullanılmıĢtır. Buradan yola çıkılarak 127 denilebilir ki Türkiye‟de 1990-2001 yılları arasında finansallaĢma, devletin borçlanma ihtiyacının finansmanını kolaylaĢtırmıĢtır. Böylelikle bankaların reel sektör üretim ve büyümesini arttırması yönündeki kaynaklarını ancak 2001 krizinden sonra bankacılık reformundan sonra kullanmaya baĢlamıĢ ve Keynesyen anlayıĢla tutarlı bir Ģekilde krediler, ekonomide büyüme ve üretimde katalizör görevi üstlenmiĢtir. Fakat uluslararası sermaye hareket serbestisi çerçevesinde, 2001 finansal krizinden sonra birçok geliĢen ülkelerde olduğu gibi Türkiye‟de de reel efektif döviz kurunun yüksek olması serbest sermaye akımlarına bağlı olarak gerçekleĢmiĢtir. 2018 yılına gelindiğinde makroekonomik konjönktür Ģartlarına bağlı olarak sermaye akımlarının geri gitmesi yerli paranın değer kaybetmesine ve yatırımcıların ödeme güçlükleri sebebiyle borçlanma oranlarının artmasına neden olmuĢtur. Bu durum ekonomik kırılganlığının arttığının göstergesi olan ekonominin ponzi finans birimine dönüĢmesi anlamına gelmektedir. Bu bize Türkiye ekonomisinin dıĢ ekonomik geliĢmelerden etkilenen kırılgan ekonomik yapısı yönündeki savları desteklemektedir. Bu çalıĢmada, Türkiye ekonomisinin finansal derinlik ve geniĢliğin artmasında sermaye piyasalarından ziyade bankacılık sektör faaliyetleri üzerinden geliĢtiğini göstermektedir. Türkiye için finansallaĢmanın etki kanallarının Hein‟in sınıflandırması kapsamından yola çıkılarak özellikle hanehalkı üzerindeki etkileri ortaya konmuĢtur. Nedeni ise finansal liberalizasyonun etkisiyle firmaların uluslararası bankalardan daha düĢük faiz oranlarıyla borçlanabilmesi ve bankaların yönünün bireysel tüketicilere çevirmesidir. 2001 finansal krizi sonrası bankacılık reform hareketleriyle birlikte bankacılık araçları geliĢmiĢ gerek tüketici kredileri gerekse çeĢitli sigorta fonlarıyla bankacılık faaliyetleri geniĢlemiĢtir. Bu süreçte tüketicilerin ertelenmiĢ tüketim ihtiyaçları, baskılanan reel ücretler, kolay eriĢilebilir krediler ve serbest piyasanın getirdiği ürün çeĢitliliğinin artması gibi etkenler hanehalkının tüketim ve borçlanma dinamiklerini arttırmıĢtır. Fakat bilinçli kullanılması durumunda bireye fayda sağlayacak olan krediler, hanehalkı borç çevrimini gerçekleĢtiremeyecek aĢamaya gelmesiyle birlikte bireylerin kredi takip oranlarının artmasına sebebiyet vermektedir. Gerek hanehalkının gerekse firmaların finansallaĢırken borçlarını çeviremeyecek oranda yükümlülüğe girmemesi gerekmektedir. Bu ekonominin istikrarı, büyümesi ve kırılganlığının azalması için önemlidir. 128 Türkiye‟de uzun süreli istikrarlı bir ekonomik büyüme sergilemesi dıĢ finansal kırılganlığını azaltacak önlemler almasına, özel sektörü bilinçlendirecek finansal okuryazarlık oranının artmasına ve sağlam finansal yapıya olan ihtiyacına bağlıdır. Bu sebeple finansallaĢmanın, sık sık yaĢanan finansal krizlere ve istikrarsızlıklara sebep olmasına rağmen finansın doğru yönetilmesi ve uygun makroekonomik koĢulların yaratılmasıyla yatırım ve üretimin artmasına, büyümenin hızlanmasına, etkin gelir dağılımına, iĢsizliğin azalmasına ve hanehalkı borçlanma görünümünün iyileĢmesine destek olacak finansal kaynakların verimli alanlara yönlendirilmesinde etkili olabilir. 129 KAYNAKÇA AKÇAY Ümit, Ali Rıza GÜNGEN, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş, Ankara: NotaBene Yayınları, 2016. AKMAN Cüneyt, Marksist Kriz Teorileri Işığında Küresel Kriz, Ġstanbul: Kalkedon Yayınları, 2010. AKYÜZ Yılmaz ve BORATAV Korkut, “Türkiye‟de Finansal Krizin OluĢumu”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, C.17, S.197, Ağustos 2002, ss. 14-46. AKYÜZ Yılmaz, “Finansal Ġstikrarsızlığın ve ġokların Yönetimi”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, C.19, S.221, Ağustos 2004, ss. 5-20. AKYÜZ Yılmaz, “Managing Financial Instability in Emerging Markets: A Keynesian Perspective”, Turkish Economic Association Discussion Paper, 2008/4, http://www.twnside.org.sg/title2/ge/ge12.pdf, (04.02.2019). AKYÜZ Yılmaz, BORATAV Korkut, “The Making of the Turkish Financial Crisis‟‟, World Development, Vol.31, No.9, 2003, pp. 1549–1566, doi:10.1016/S0305-750X(03)00108-6. APPLEBY Joyce, Amasız Bir Devrim: Kapitalizm Tarihi, çev. Ali Cevat Akkoyunlu, Ġstanbul: Alfa Yayıncılık, 2012. ARESTIS Philip, “Financial Liberalisation, the Finance- Growth Nexus, Financial Crises and Policy Implications”, Past, Present And Future, Financial Liberalization: Past, Present and Future, ed. by Philip Arestis, Malcolm Sawyer, US: Palgrave Macmillan, 2016, pp. 1-42, Proquest Ebook Central, https://ebookcentral.proquest.com. ARESTIS Philip, GLICKMAN Murray, “Financial Crisis in South East Asia: Dispelling Illusion The Minskyan Way”, UEL, Department of Economics, Working Paper No.22, 1999. ARESTIS Philip, Money, Pricing Distribution and Economic Integration, Palgrave Magmillan, 1997. ARESTIS Philip, STEPHEN P. Dunn, SAWYER Malcolm, “Post Keynesian Economics and Its Critics”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.21, No.4, 1999, pp. 527-549, doi: 10.1080/01603477.1999.11490212. ARGITIS Georgios, “Finance, Investment and Macroeconomic Performance”, European Research Studies Journal, Vol. 11, No.1-2, 2008, pp. 71-88. ARRIGHI Giovanni, The Long Twentieth Century: Money, Power, and the Origins of Our Time, UK, London: Verso, 1994. 130 ATAMTÜRK Burak, “GeliĢmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye‟de Finansal SerbestleĢmenin Ġç Tasarruflar Üzerine Etkisi”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, C.23, S.2, 2007, ss. 75-89. AYTÜRK Erdal, “Financialisation of Capitalism: Expansion of Indebtness from Global Level to Household Level in Turkey”, Yönetim Bilimleri Dergisi, C.12, S.24, 2014, pp. 101-129. AYTÜRK Yusuf, “FinansallaĢma ve Reel Ekonomi”, Uçuramayan Balon, der. Hayri Kozanoğlu, Schola Ayrıntı Dizisi, 2011, ss. 60-90. BAĞIMSIZ SOSYAL BĠLĠMCĠLER ĠKTĠSAT GRUBU, “Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı Üzerine Değerlendirmeler”, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Haziran 2001. BALLARD Bill, “How Keynes Became Post Keynesian”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.17, No.3, 1995, pp. 325-335. BBDK, “Krizden Ġstikrara Türkiye Tecrübesi”, 3.b., Eylül 2010, http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/8676krizde n_istiraraturkiyetecrubesi_3uncu_baski.pdf, 15.05.2019. BEAUD Michel, “Kapitalizmin Tarihi 1500-2010”, çev. Fikret BaĢkaya, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2.b., 2016. BELLO Walden, A Primer on the Wall Street Meltdown, http://gesd.free.fr/wbello8.pdf, 2008, (07.07.2018). BOND Patrick, The US Financial Meltdown, Part 1: What Really Happened, http://www.nu.ac.za/ccs/default.asp?11,61,3,1624, 2008, (23.06.2018). BORATAV Korkut, “2000/2001 Krizlerinde Sermaye Hareketleri”, Mülkiye, C.25, S.230, 2002, ss. 207-220. BORATAV Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009, 16.b., Ankara: Ġmge Kitapevi, 16.b., 2012. BOTTOMORE Tom, Marksist Düşünce Sözlüğü. çev. Mete Tunçay, 2.b., Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 2001. BOYER Robert, “Is a Finance-Led Growth Regime a Viable Alternative To Fordism? A Preliminary Analysis”, Journal Economy and Society, Vol.29, No.1, 2000, pp. 111-145. BRAUDEL Fernand, (2004). Maddi Uygarlık: Mübadele Oyunları. çev.Mehmet Ali Kılıçbay, 2.b., Ankara: Ġmge Kitabevi, 2004. BRAUDEL Fernand, Kapitalizmin Kısa Tarihi. çev. Ġsmail Yerguz, 4.b., Ġstanbul: Say Yayınları, 2017. 131 BRYAN Dick, MARTIN Randy, RAFFERTY Mike, “Financialization and Marx: Giving Labor and Capital a Financial Makeover”, Review of Radical Political Economics, Vol.41, No.4, 2009, pp. 458- 472, doi: 10.1177/0486613409341368. BUZUEV Alexander, Kapitalizm Nedir?, çev. Celal A. Kanat, Ġstanbul: Bilim ve Sanat, 1987. CAMACHO C. Morera, NIETO J. A. Rojas, “Finansal Sermayenin KüreselleĢmesi”, Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi, C. Lapavitsas, çev. Tuncel Öncel, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2.b., 2017. CHICK Victoria, “Is There a Case for Post Keynesian Economics”, Scottish Journal of Political Economy, Vol.42, No.1, 1995, pp. 20-36. CHICK Victoria, “The Evolution of The Banking System and The Theory of Saving, Investment and Interest”, Monetary Theory and Monetary Policy: New Tracks for the 1990s, ed. by Stephen F. Frowen, London: Palgrave Macmillan, 1993, pp.79-92. CROTTY James R., “Post-Keynesian Economic Theory: An Overview and Evaluation”, Appraısals of Post-Keynesıan Economıcs, Vol. 70, No. 2, 1980, pp. 20-25. CROTTY James, “The Neoliberal Paradox: The Impact of Destructive Product Market Competition and „Modern‟ Financial Markets on Nonfinancial Corporation Performance in the Neoliberal Era”, Financialization and the World Economy, ed. by Gerald A. Epstein, Cheltenham, UK and Northampton, MA, USA: Edward Elgar, 2005, pp. 77-110. DAĞDELEN Ġlhan, Liberalizasyon, Uluslararası Ġnsan Bilimleri Dergisi, 2004, (çevrimiçi)http://www.insanbilimleri.com/ojs222/index.php/uib/article/viewFile/ 110/18, (30.06.2018). DALLERY Thomas, “Post-Keynesian Theories on The Firm Under Financialization”, Review of Radical Political Economics, Vol. 41, No. 4, 2009, pp. 492-515, doi:10.1177/0486613409341371. DAVIDSON Paul, Financial Markets, Money and the Real World, Cheltenham: Edward Elgar Publishing Limited, Proquest Ebook Central, 2002, https://ebookcentral.proquest.com. DAVIS Leila E., “Identifying the „Financialization‟ of the Nonfinancial Corporation in the U.S. Economy: A Decomposition of Firm Level Balance Sheets”, Journal of Post Keynesian Economics, 2016, Vol.39, No.1, pp. 115-141. DEMĠR Fırat, „‟GeliĢmekte Olan Ülkelerde Rantiye Kapitalizminin YükseliĢi ve Reel Sektörün FinansallaĢması‟‟, çev. Berk Mesutoğlu, Mülkiye Dergisi, C.31, S.257, 2007, ss. 25-35. 132 DEMĠR Fırat, “Financial Liberalization, Private Ġnvestment and Portfolio Choice: Financialization of Real Sectors in Emerging Markets”, Journal of Development Economics, Vol.88, No.2, March 2009, pp. 314–324. DOHERTY Laura, YEAMAN L., “Fiscal Space in the G-20”, Economic Roundup Issue, No.3, 2008, pp.79–87, http://archive.treasury.gov.au/documents/1421/HTML/docshell.asp?URL=06%2 0Fiscal%20Space%20in%20the%20G-20.htm. DOWD Douglas, Kapitalizm ve Kapitalizmin İktisadı: Eleştirel Bir Tarih, çev. Cihan Gerçek, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2008. DUMÉNIL G´erary, LÉVY Dominique, “Periodizing Capitalism: Technology, Institutions, and Relations of Production”, Phases of Capitalist Development: Booms, Crises and Globalizations, ed. by Robert Albritton, Londra: Palgrave, 2001. DUMÉNĠL G´erary, LÉVY Dominique, Kapitalizmin Marksist İktisadı, çev. Selin Petek, Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 2009. DUMÉNĠL Gerard, LÉVY Dumenil, “Periodizing Capitalism: Technology,Institutions, and Relations of Production”, www.jourdan.ens.fr/levy, 2003, (05.06.2018) DUNHAUPT Petra, “Determinants of Labour‟s Ġncome Share in The Era of Financialisation”, Cambridge Journal of Economics, Vol.41, No.1, January 2017, pp. 283–306, doi:10.1093/cje/bew023. DUNHAUPT Petra, “The Effect of Financialization on Labor‟s Share of Income”, Working Paper, Institute for International Political Economy Berlin, No.17, 2013. DUNHAUPT Petra, HEIN Eckhard, TREECK V. Till, “Finanzsystem und wirtschaftliche Entwicklung: Tendenzen in den USA und in Deutschland aus Makroökonomischer Perspektive,” IMK Study, No. 5, Hans-Böckler-Stiftung, Institut für Makroökonomie und Konjunkturforschung, Düsseldorf, 2007, http://nbn resolving.de/urn:nbn:de:101:1-20090318459. DUTT A. Krishna, “Maturıty, Stagnatıon and Consumer Debt: A Steındlıan Approach”, Metroeconomica, Vol.57, No.3, 2006, pp. 339-364. DYMSKI Gary A., „‟Keynesian Approaches to Financial Crisis‟‟, A Modern Guide to Keynesian Macroeconomics and Economic Policies, ed. by Echard Hein, Engelbert Stockhammer, Cheltenham: Edward Elgar, 2011, pp. 325-351. EĞĠLMEZ Mahfi, Küresel Finans Krizi: Piyasa Sistemi Eleştirisi, Ġstanbul: Remzi Kitabevi, 6.b., 2010. 133 EĠCHNER Alfred S., KREGEL Jan A., “An Essay on Post Keynesian Theory: A new Paradigm in Economics”, Post Keynesian Economics, ed. by Malcolm C. Sawyer, Hants: Edward Elgar, 1988, pp. 11-32. EPSTEIN A. Gerald, Financialization and the World Economy, Cheltenham, UK and Northampton, MA, USA: Edward Elgar, 2005, pp. 3-16. ERDEM Ekrem, DUMRUL Cüneyt, “Keynesyen ve Neo-Klasik YaklaĢımlarda Finansal Sistem ve Ġktisadi Büyüme”, Bursa: Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt. XXXIII, Sayı. 2, 2014, ss. 45-86. ERDOĞDU M. Mustafa, BALSEVEN Hale, “How Effective is the Tobin Tax in Coping with Financial Volatility?”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.6, S.1, 2006, https://earsiv.anadolu.edu.tr/xmlui/handle/11421/432. ERGÜNEġ Nuray, “2001 Krizinden Bugüne Reel Sektörün DeğiĢen Finansmanı ve DeğiĢimin Dinamikleri”, Anadolu Üniversitesi İktisat Kongresi‟nde Sunulmuş Tebliğ, 2009a. ERGÜNEġ Nuray, “FinansallaĢma Döneminde Türkiye Ekonomisinin Küresel BütünleĢmesi”, Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi, der. Costas Lapavitsas, çev. Tuncel Öncel, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2010, ss. 299-332. ERGÜNEġ Nuray, “Global Integration of the Turkish Economy in the Era of Financialisation”, Research on Money and Fınance Discussion Paper no.8, 2009b. EROĞLU Erdal, “Financialisation of Capitalism: Expansion of Indebtness from Global Level to Household Level in Turkey”, Yönetim Bilimleri Dergisi, C.12, S.24, 2014, pp. 101-129. ESEN Ethem, Türkiye Post Keynesyen İstihdam Analizi ve Uygulaması, (Doktora Tezi), EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. FERGUSON Niall, Paranın Yükselişi: Dünyanın Finansal Tarihi, çev. BarıĢ Pala, Ġstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2011. FOSTER J. Bellamy, “Birikimin FinansallaĢması”, Tekelci Finans Sermayesi, çev. B. Baysal, O. Gayretli ve S. Sezer, Ġstanbul: Kalkedon Yayınları, 2011, ss. 27-46. FOSTER J. Bellamy, “The Financialization of Capitalism”, Montly Rewiev, Vol. 58, No.11, April 2008, pp. 1-72. FÜLBERTH Georg, Kapitalizmin Kısa Tarihi. çev. Sadık Usta, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2011. GIRÓN Alicia, CHAPOY Alma, “Securitization and Financialization”, Journal of Post Keynesian Economics, C.35, S.2, Winter 2012-2013, doi: 10.2753/PKE0160- 3477350201. 134 GIROUARD Nathalie, KENNEDY Mike, ANDRÉ Christophe, “Has The Rise in Debt Made Households More Vulnerable?”, OECD Economics Department Working Papers, No. 535, 2006, http://dx.doi.org/10.1787/352035704305.pp.1-3 39. GÖKÇE Deniz, “The Political Economy of Financial Liberalization in Turkey”, Financial Liberalization in Turkey, ed. by Yaman AĢıkoğlu, Hasan Ersel, Central Bank of the Republic of Turkey, Ankara, 1993, pp. 53-78. GREENWALD Bruce, STIGLITZ Joseph E., “Keynesian, New Keynesian, and New Classical Economics”, NBER Working Paper Series, No.2160, February 1987, http://www.nber.org/papers/w2160.pdf, (31.01.2019). GREGORIO Jose D., GUIDOTTĠ Pablo E., “Finansal Development and Economic Growth”, World Development, Vol.23, No.3, 1995, pp. 433-448, doi: 10.1016/0305-750X(94)00132-I. GÜLTEKĠN-KARAKAġ Derya, Hem Hasımız Hem Hısımız: Türkiye Finans Kapitalinin Dönüşümü ve Banka Reformu, çev. ġahika Tokel, Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 2009. GÜR E. Toksöz, Kredi Kanalının Etkin Çalışması ve Türkiye Uygulaması, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bankacılık ve Finansal KuruluĢlar Genel Müdürlüğü, (Uzmanlık Yeterlilik Tezi), Ankara, Eylül 2003. HAIVEN Max, Hayali Sermaye: Popüler Kültürde ve Gündelik Yaşamda Finansallaşma, çev. Yasin E. Kaya, Ġstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2016. HARVEY David, A Brief History of Neoliberalism, New York: Oxford University Press, 2005. HEIN Eckhard, TREECK Till v., “Financialisation‟ in Post-Keynesian Models of Distribution and Growth – A Systematic Review”, Macroeconomic Policy Institute (IMK) Studies Working Paper 10, Hans Boeckler Foundation, 2008, RePEc:imk:wpaper:10-2008. HEIN Eckhard, “A (Post-) Keynesian Perspective on „Financialisation‟ ”, Macroeconomic Policy Institute (IMK) Studies 01, Hans Boeckler Foundation, 2009, RePEc:imk:studie:01-2009. HEIN Eckhard, “Financialization, Distribution, Capital Accumulation, and Productivity Growth in a Post-Kaleckian Model”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol. 34, No. 3, 2012, doi. 10.2753/Pke0160-3477340305, pp. 475- 496. HEIN Eckhard, “Finance-Dominated Capitalism and re-Distribution of Ġncome: A Kaleckian Perspective”, Cambridge Journal of Economics, Vol.39, No.3, 2015, pp. 907-934. 135 HEIN Eckhard, “The Principle of Effective Demand: Marx, Kalecki, Keynes and Beyond”, Institute for International Political Economy Berlin, Working Paper No.60,2015, https://www.econstor.eu/bitstream/10419/122151/1/839366493.pdf. HEPSAĞ Aycan, “Finansal Liberalizasyon Politikalarının Geçerliliğinin McKinnon Tamamlayıcılık Hipotezi Çerçevesinde Sınanması: Türkiye Örneği”, BDDK Bankacılık ve Finansal Piyasalar, Cilt: 3, Sayı:1, 2009, ss. 63-80. HILFERDING Rudolf, Finans Kapital. çev. Yılmaz Öner, Ġstanbul: Belge Yayınları, 1981/1995. HUNT E. K., İktisadi Düşünce Tarihi. Çev. Müfit Günay, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2.b., 2009. IġIK Sayım, “Post Keynesyen Finansal Kırılganlık YaklaĢımının Türkiye Ekonomisindeki Finansal Krizlere (1991-2001) Uygulanması”, İktisat, İşletme ve Finans, C.19, S.218, Mayıs 2004. ITOH Makoto, LAPAVĠTSAS Costas, Para ve Finansın Ekonomi Politiği, çev. Tuncel Öncel, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2012. ĠSO (Ġstanbul Sanayi Odası), “Türkiye‟nin 500 Büyük Sanayi KuruluĢu 2006”, Ġstanbul: İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Özel Sayı, S.497, Ağustos 2007. ĠSO (Ġstanbul Sanayi Odası), “Türkiye‟nin 500 Büyük Sanayi KuruluĢu 2016”, Ġstanbul: İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Özel Sayı, Haziran 2017. ĠSO (Ġstanbul Sanayi Odası), “Türkiye‟nin 500 Büyük Sanayi KuruluĢu 2017”, Ġstanbul: İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Özel Sayı, Mayıs 2018. JESPERSEN Jesper, “Effective Demand: Uncertain Expectations, Profitability and Financial Crisis”, The Financial and Monetary Crisis: Rethinking Economic Policies and Redefining, The Architecture and Governance of International Finance Sympozium Proceeding, Dec 10 July, Univérsite de Bourgogne, 2009, http://cemf.u-bourgogne.fr/anglais/z-outils/documents/Jesper.pdf, (05.03.2019). JESSUA Claude, Kapitalizm, çev. IĢık Ergüden, Ankara: Dost Kitabevi, 2.b., 2015. KALECKI Michal, Selected Essays on The Dynamics of The Capitalist Economy 1933- 1970, Cambridge: University Press, 1971. KARAÇĠMEN Elif, Türkiye'de Finansallaşma: Borç Kıskacında Emek, Ġstanbul: Sav, 2015. KARADUMAN Ağan H., Post Keynesyen İktisatta ve Türkiye‟de Para Arzının İçselliği, (Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003. 136 KAZGAN Gülten, Küreselleşme ve Ulus Devlet: yeni ekonomik düzen ne getiriyor? Ne götürüyor? nereye gidiyor?, Ġstanbul: Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2000. KAZGAN Gülten, Tanzimat'tan 21.yüzyıla Türkiye ekonomisi: Birinci Küreselleşmeden İkinci Küreselleşmeye, Ġstanbul: Ġstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, 4.b., 2009. KESKĠN Ekrem, “1999 Yılında Türk Bankacılık Sistemindeki GeliĢmeler”, Bankacılar Dergisi, S.33, 2000, ss. 11-32. KEYNES John M., “The Exante Theory of The Rate of Interest”, Economic Journal, Vol.49, No.3, 1937, pp. 663-669. KEYNES John M., İstihdam, Faiz Ve Para Genel Teorisi, çev. Asım Baltacıgil, Ġstanbul: Fakülteler Matbaası, 1969. KEYNES, J. M., General Theory Of Employment , Interest And Money, New Delhi: Atlantic Publishers and Distributors Pvt Ltd, 1936, Proquest Ebook Central, https://ebookcentral.proquest.com. KHAN Ashfaque H., HASAN Lubna, ''Financial Liberalization, Savings, and Economic Development in Pakistan'', Economic Development and Cultural Change, 46(3), 1998, pp. 581-587, doi: 10.1086/452359. KOÇ Abdilcelil, “Politik Ġktisat Bağlamında Küresel Kapitalizmin FinansallaĢmasının Krizi”, 2. Uluslararası Davraz Sempozyum, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi, ss. 115-146, 2014. KOÇ Abdilcelil, Dünyada Finansallaşma Süreci ve Türkiye Deneyimi, (Doktora Tezi), Adana: Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013. KOTZ M. David, “Neoliberalism and Financialization”, Political Economy Research Institute, University of Massachusetts Amherst, March 29, U.S.A, 2008a. KOTZ M. David, The Financial and Economic Crisis of 2008: A Systemic Crisis of Neoliberal Capitalism, December 2008b, https://people.umass.edu, (26.07.2018). KOZANOĞLU Hayri, “FinansallaĢma ve Türkiye”, Uç(ur)amayan Balon Finans, der. Hayri Kozanoğlu, Ġstanbul: ScolaAyrıntı Dizisi, 2011. KÖNE A. Çiğdem, “Para Sermayenin Yeniden Yapılandırılması: Türk Özel Bankacılık Sektörü Örneği”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, C.4, S.2, 2003, ss: 233-246. KREGEL J. A., “Aspects of a Post Keynesian Theory of Finance”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.21, No.1, pp. 111-133, 1998, doi: 10.1080/01603477.1998.11490182. 137 KREGEL J. A., “Aspects of a Post Keynesian Theory of Finance”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.21, No.1, 1998, pp. 111-133, doi: 10.1080/01603477.1998.11490182. KREGEL J.A., 1984-1985, “Constraints on the Expansion of Output and Employment Real or Monetary?”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.7, No.7, 1984- 85, pp. 139-151. KRIPPNER Greta R., ''The Financialization of The American Economy'', Socio- Economic Review, Vol.3, No.2, pp. 173-208, 2005, doi: 10.1093/SER/mwi008. KRĠPPNER Greta R., Capitalizing on Crisis: The Political Origings of The Rise of Finance, Cambridge, Massachusetts and London, England: Harvard University Press, 2011. KUTLU Sinem, HORVART László, “Post Keynesyen Makro Ġktisadın Metodolojik Temelleri Üzerine Bir Ġnceleme”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Vol. 32, No.1, 2017, pp. 95-129. LAPAVITSAS Costas, POWELL Jeff, “Financialisation varied: a comparative analysis of advances economies”, Cambridge Journal of Regions, Economy and Society, 6(3), 2013, pp. 359-379, https://doi.org/10.1093/cjres/rst019. LAPAVĠTSAS Costas, “FinansallaĢmıĢ Kapitalizm: Kriz ve Finansal Müsadere”, Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi, C. Lapavitsas, çev. Tuncel Öncel, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2.b., 2017. LAPAVĠTSAS Costas, “FinansallaĢmıĢ Kapitalizm: Kriz ve Finansal Müsadere”, Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi, C. Lapavitsas, çev. Tuncel Öncel, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2.b., 2017. LAPAVĠTSAS Costas, “The Financialization of Capitalizm 'Profiting Without Producing”, Vol.17, No.6, 2013, pp.792- 805, https://doi.org/10.1080/13604813.2013.853865. LAVOIE Marc, “History and Methods of Post-Keynesian Economics”, A Modern Guide to Keynesian Macroeconomics and Economic Policies, ed. by Echard Hein, Engelbert Stockhammer, Cheltenham: Edward Elgar, 2011, pp.1-33. LAVOIE Marc, “History and Methods of Post-Keynesian Macroeconomics”, 2009, http://www.boeckler.de/pdf/v_2009_08_03_lavoie_lecture_part1.pdf, (19.04.2011). LAVOIE Marc, Foundations of Post Keynesian Economic Analysis, Brookfield, Vt: Edward Elgar, 1992. LAVOIE Marc, GODLEY Wynne, “Kaleckian Models of Growth in a Coherent Stock- Flow Monetary Framework: A Kaldorian View”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol. 24, No. 2, Winter 2001-2002, pp. 277-311. 138 LAVOIE Marc, Post-Keynesian Economics: New Foundation, Cheltham: Edward Elgar, 2014. LAVOIE Marc, STOCKHAMMER Engelbert, “Wage-Led Growth: Concept, Theories and Policies”, International Labour Office, Conditions of Work and Employment Branch, No. 41, 2012, https://ilo.org/wcmsp5/groups/public/--- ed_protect/---protrav/---travail/documents/publication/wcms_192507.pdf (16.04.2019). LAZONICK William, O‟SULLIVAN Mary, “Maximising Shareholder Value: A New Ġdeology for Corporate Governance”, Journal Economy And Society, Vol.29, No. 1, 2000, pp. 13-35, https://doi.org/10.1080/030851400360541. LENIN Vladimir I., Kapitalizmin En Yüksek Aşaması: Emperyalizm, çev. Olcay Geridönmez, Ġstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2014. MANDEL Ernest, Marksist Ekonomi El Kitabı. 2.b. çev. Orhan Suda, Ġstanbul: Suda Yayınları, 1974. MANKĠW Gregory N., “New Keynesian Economics”, 2002, http://www.econlib.org/library/Enc/NewKeynesianEconomics.html,(05.02.2019) MARX Karl, Kapital, C.I, 10. b. çev. Mehmet Selik, Nail Satlıgan, Ġstanbul: Yordam Kitap, (1867/2017). MARX Karl, Kapital, C.III., 3.b., çev.Mehmet Selik, Erkin Özalp, Ġstanbul: Yordam Kitap, (1894/2017). McKINNON Ronald I., Money and Capital in Economic Development, Washington D.C. :The Brooking Institution, 1973. MINSKY Hyman P., “Sources of Financial Fragility: Financial Factors in The Economics of Capitalism”, Hyman P. Minsky Archive, Paper 69, 1995, http://digitalcommons.bard.edu/hm_archive/69, (30.03.2019). MINSKY Hyman P., “Blueprint for Financial Reform”, Hyman P. Minsky Archive, Paper 165, 1993, http://digitalcommons.bard.edu/hm_archive/165, (25.03.2019). MINSKY Hyman P., İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı, çev. Oğuz Esen, Ankara: Efil Yayınevi, 1986/2013. MINSKY Hyman P., Stabilizing an Unstable Economy, 2.b., New York: Yale University Press, 1986/2008. MINSKY Hyman P., “The Financial Instability Hypothesis: A Restatement”, Hyman P. Minsky Archive, Ph.D., Paper 180, 1978, http://digitalcommons.bard.edu/hm_archive/180. 139 MONVOISIN Virginie, ROCHON Louis-Philipe, “Keynes and the Real World: Davidson, Money, and Uncertainty”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.32, No.1, 2009, pp. 43-58. OKTAR Suat, TOKUCU Erkan, KAYA Zekai, Finansal Küreselleşme Sürecinde Merkez Bankacılığı ve Para Politikaları, Ankara: Nobel Yayın, 2012. ONARAN Özlem, STOCKHAMMER Engelbert, “Income Distribution, Growth, and Conflict: The Aggregate Demand Nexus”, Metu Studies in Development, 35 (June), 2008, pp. 209-224. ORAN Serap S., “Bireysel Emeklilik Sisteminin FinansallaĢma ve Emek Gücünün Değeri Bağlamında Ġncelenmesi”, Finansallaşma Devlet ve Politik İktisat, der. Hakan Mıhcı, Ankara: NotaBene Yayınları, 2015, ss. 173-194. ORHANGAZĠ Özgür, “Financialisation and Capital Accumulation in the Non-Financial Corporate Sector: A Theoretical and Empirical Ġnvestigation on the US Economy: 1973–2003”, Cambridge Journal of Economics, Vol.32, No.6, pp. 863-886, 2008a, doi:10.1093/cje/ben009. ORHANGAZĠ Özgür, “Günümüz Kapitalizminde Finansın Rolü Üzerine Birkaç Not”, İktisat ve Toplum Dergisi, S.86, 2017, ss. 32-39. ORHANGAZĠ Özgür, “Keynesgil Finansal Düzenlemelerden FinansallaĢmaya, Ġktisat Literatürü ve ABD Ekonomisinin FinansallaĢmasına Tarihsel Bir BakıĢ”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C.35, S.1, ss.133-160, 2008c. ORHANGAZĠ Özgür, Financialization and the US economy, Cheltenham: Edward Elgar, 2008b. ORHANGAZĠ Özgür, Financialization of The U.S. Economy and Its Effects on Capital Accumulation: A Theoretical and Empirical Investigation, (Doktora Tezi), University of Massachusetts Amherst, 2006. ÖLMEZOĞULLARI Nalan, Ekonomik Sistemler ve Küreselleşen Kapitalizm, 5.b., Ezgi Kitapevi Yayınları, 2008. ÖZDEMĠR B. Kağan, Finansal Küreselleşme ve Krizler, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2013. ÖZLALE Ümit, KARAKURT Alper, “Türkiye‟de Tasarruf Açığının Nedenleri ve Kapatılması için Politika Önerileri”, Bankacılar Dergisi, 2012, https://www.tbb.org.tr/Content/Upload/Dokuman/1448/TBB_arastirma_ozlale_k ararkurt_1.pdf. PALLEY Thomas I., “Financialization: What It Is and Why It Matters”, The Levy Economics Institute and Economics for Democratic and Open Societies. Working Paper No:525, November 2007, http://www.levyinstitute.org/pubs/wp_525.pdf, (14.04.2019). 140 PALLEY Thomas I., “Debt, Aggregate Demand,and The Business Cycle: An Analysis in The Spirit of Kaldor and Minsky”, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.16, No.3, 1994, pp. 371-390. PALLEY Thomas I., “The Macroeconomics of Financialization: A Stages of Development Approach”, Ekonomiaz N.º 72, 2009, pp. 34-51. PALLEY Thomas I., Financialization: The Economics of Finance Capital Domination, New York: Palgrave Macmillan, 2013. PALLEY Thomas I., Post Keynesian Economics: Debt, Distribituon and Macro Economy, Great Britain: Palgrave Macmillan, 1996. PAYA Merih M., Para Teorisi ve Para Politikası, 2.b., Ġstanbul: Filiz Kitabevi, 1998. PHILIPS Kevin P., Boiling Point-Republicans, Democrats, and the Decline of Middle- Class Prosperit, USA, New York: Random House, 1993. PIKETTY Thomas, SAEZ Emmanuel, “The Evolution of Top Incomes: A Historical and International Perspective”, American Economic Review, American Economic Association, Vol.96, No.2, 2006, https://eml.berkeley.edu/~saez/piketty saezAEAPP06.pdf, (29.06.2019). POLLIN Robert, “The Relevance Of Hyman Minsky”, Challenge, Vol.40, No.2, 1997, pp. 75-94, doi: 10.1080/05775132.1997.11471964. SAWYER Malcolm, „‟Confronting Financialisation‟‟, Financial Liberalisation: Past, Present and Future, ed. by Philip Arestis, Malcolm Sawyer, US: Palgrave Macmillan, 2016, Proquest Ebook Central, https://ebookcentral.proquest.com. SAWYER Malcolm, “Financial Development, Financialisation, and Growth”, Financialisation, Economy, Society and Sustainable Development Working Paper Series No:21, 2014, http://fessud.eu/wp- content/uploads/2013/04/Financialisation-and-growth-Sawyer-working-paper- 21.pdf. SHILLER Robert J., The New Financial Order : Risk in The 21st Century, United Kingdom : Princeton University Press, 2003. SHILLER Robert J., The New Financial Order: Risk in the 21st Century, Oxford: Princeton University Press, 2003. SINGH Ajit, “Capital Account Liberalization, Free Long-Term Capital Flows, Financial Crises and Economic Development”, University of Cambridge Working Paper, No. 245, 2002, http://www.cbr.cam.ac.uk/pdf/WP245.pdf, (05.02.2019). SINGH Ajit, “Capital Account Liberalization, Free Long-Term Capital Flows, Financial Crises and Economic Development”, University of Cambridge Working Paper, No. 245, 2002, http://www.cbr.cam.ac.uk/pdf/WP245.pdf, (05.02.2019). 141 SINGH Ajit, “Capital Account Liberalization, Free Long-Term Capital Flows, Financial Crises and Economic Development”, University of Cambridge Working Paper, No. 245, 2002, http://www.cbr.cam.ac.uk/pdf/WP245.pdf, (05.02.2019). SKOTT Peter, RYOO Soon, “Macroeconomic Implications of Financialization”, Cambridge Journal of Economics, Vol.32, No.6, 2008, pp. 827–862, https://doi.org/10.1093/cje/ben012. SNOWDON Brian, HOWARD R. Vane, Modern Macroeconomics Its Origins, Development and Current State, Edward Elgar Publishing, Cheltenham, 2005. SOYDAN Aylin, “FinansallaĢma Çağında Ekonomik GeliĢme: GeliĢme Politikalarının Sonu Mu?”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B Dergisi, C.35, S.2, ss. 153-174, 2013, doi: 10.14780/iibdergi.201324463. STEINDL Josef, Maturity and Stagnation in American Capitalism, Basil, Blackwell: Oxford, 1952. STIGLITZ Joseph E., Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, çev. Arzu TaĢçıoğlu, Deniz Vural, Ġstanbul: Mart Mat., 2002. STOCKHAMMER Engelbert, “Financialisation and the Slowdown of Accumulation”, Cambridge Journal of Economics, Vol.28, No.05, pp. 719-741, 2004, https://doi.org/10.1093/cje/beh032. STOCKHAMMER Engelbert, “Financialization and the Slowdown of Accumulation”, Financialization at Work: Key Texts and Commentary, ed. by Ismail Ertürk-Julie Froud-Sukhdev Johal- Adam Leaver- Karel Williams, London and New York: Routledge, 2008, pp. 209-222. STOCKHAMMER Engelbert, “Rising Inequality As a Cause of The Present Crisis”, Cambridge Journal of Economics, Vol.39, No.3, 2015, pp. 935–958, doi:10.1093/cje/bet052. STOCKHAMMER Engelbert, 2008, “Some Stylized Facts on The Finance-Dominated Accumulation Regime”, Competıtıon & Change, Vol.12, No.2, 2008, pp. 184– 202, doi: 10.1179/102452908X289820. SWEEZY Paul M., BARAN Paul, Tekelci Sermaye, çev. Gülsüm Akalın, Ġstanbul: Kalkedon Yayınları, 2007. SWEEZY Paul M., Kapitalist Gelişme Teorisi, çev. Gülsüm Akalın, Ġstanbul: Kalkedon Yayınları, 1946/2007. SWEEZY Paul M., Marksizm Üzerine Dört Ders, çev. Tuncel Öncel, 3.b., Ġstanbul: Yordam Kitap, 2015. TELLALBAġI IĢıl, Sermaye Birikimi ve Finansallaşma: Türkiye Örneği, Ġstanbul: Kadir Has Üniversitesi, (Doktora Tezi), 2011. 142 TOGAY Selahattin, “Finans Güdüsüyle Para Talebi: Önemi ve Yarattığı Sonuçlar”, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, C.13, S.1, 1998, ss. 133-144. TONAK Ahmet E., “Krizi Anlarken”, Çalışma ve Toplum, C.20, S.1, ss. 29-44, 2009. TRIDICO Pasquale, PARIBONI Riccardo, Inequality, Financialization, and Economic Decline, Journal of Post Keynesian Economics, Vol.41, No.2, 2018, pp. 236- 259, https://doi.org/10.1080/01603477.2017.1338966. UYGUR Ercan, “Financial Liberalization and Economic Performance in Turkey”, Financial Liberalization in Turkey, ed. by Yaman AĢıkoğlu, Hasan Ersel, Central Bank of the Republic of Turkey, Ankara, pp. 1-51, 1993. UYGUR Ercan, “Finansal ġiĢkinlik, Riskler ve Düzeltme Gereği: Makroekonomik Yansımalar”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, C.18, S.202, Ocak 2003, ss. 49- 66. UYGUR Ercan, “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 ġubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi Kurumu, TartıĢma Metni, Nisan 2001, http://www.tek.org.tr/dosyalar/KRIZ-2000-20013.pdf. WILLIAMSON John, MAHAR Molly, Finansal Liberalizasyon Üzerine Bir İnceleme, çev. Güven Delice, Ankara: Liberte Yayınları, 2002. YELDAN Erinç, “Patterns of Adjustment Under the Age of Finance: The Case of Turkey as a Peripheral Agent of Neoliberal Globalization”, Working Paper Series,Number126,February2007,https://scholarworks.umass.edu/cgi/viewcontnt .cgi?article=1100&context=periworkingpapers. YELDAN Erinç, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 16.b., 2012. YELDAN Erinç, Küreselleşme, kim için?, Ġstanbul: Yordam Kitap, 2.b., 2010. YÖRÜKOĞLU Mehmet, ATASOY Hakan, “The Effects of The Global Financial Crisis on The Turkish Financial Sector”, BIS Papers, No.54, 2010, pp. 387-405, https://core.ac.uk/download/pdf/6398214.pdf. YÜKSELER Zafer, TÜRKAN Ercan, Türkiye‟nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında Dönüşüm, Ġstanbul: TÜSĠAD Türk Sanayicileri ve ĠĢ Adamları Derneği, 2008. YÜLEK A. Murat, “Financial Liberalization and The Real Economy: The Turkish Experience”, (Published Ph.D. Thesis), Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu, 1998. 143 RAPORLAR BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2000 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2005 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2009 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2010 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2015 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2016 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2017 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Aralık 2018 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Mart 2018 BDDK, Bankacılık Sektör Raporu, Mart 2019 BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2002 BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2004 BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2006 BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2013 BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2014 BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2015 BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2016 BDDK, Yıllık Faaliyet Raporu, 2017 BKM, Faaliyet Raporu, 2005 BKM, Faaliyet Raporu, 2010 BKM, Faaliyet Raporu, 2015 BKM, Faaliyet Raporu, 2017 BKM, Faaliyet Raporu, 2018 Hazine ve Maliye Bakanlığı, Yıllık Ekonomik Rapor, 2018 Hazine ve Maliye Bakanlığı, Ekonomik Göstergeler, Mart 2019 144 TBB, Tüketici Kredileri ve Konut Kredileri İstatistikleri, Mart 2018 TBB, Tüketici Kredileri ve Konut Kredileri İstatistikleri, Eylül 2018 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2006 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2007 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2008 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2009 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2009 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2010 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2010 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2011 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2011 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2012 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2012 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2013 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2013 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2014 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2014 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2015 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2015 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2016 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2016 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2017 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2017 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, 2018-IV TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2018 TCMB, Finansal İstikrar Raporu, Mayıs 2019 145 ĠNTERNET ADRESLERĠ Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, www.bddk.org.tr Bankalararası Kart Merkezi, https://bkm.com.tr Hazine ve Maliye Bakanlığı, www.hmb.gov.tr ILOSTAT, https://ilostat.ilo.org Ġstanbul Sanayi Odası, www.iso.org.tr Ġstanbul Sanayi Odası, www.iso500.org.tr OECD, https://data.oecd.org/inequality/income-inequality.htm Strateji ve Bütçe Daire BaĢkanlığı, www.sbb.gov.tr Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi, www.riskmerkezi.org T.C. Merkez Bankası Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html Türkiye Bankalar Birliği, www.tbb.org.tr Türkiye Ġstatistik Kurumu, www.tuik.gov.tr World Bank Group, https://wits.worldbank.org www.verikaynagi.com MCKINSEY GLOBAL INSTĠTUTE (MGI), Debt and Delevaraging: The Global Credit Bubble and its Economic Consequences, Ocak 2010, https://www.mckinsey.com 146 EK 1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği, 2003-2018 Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG), 2003-2009 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 Borçlanma Gereği (KKBG), 33.294 20.303 -475 -13.904 651 15.415 48.091 Cari fiyatlarla (Milyon TL) Borçlanma Gereği / GSYH (%) 7,1 3,5 -0,1 -1,8 0,1 1,5 4,8 Bütçeden Faiz Harcamaları, 2003-2009 Faiz Giderlerinin Toplam 41,7 40,0 31,3 25,8 23,9 22,3 19,9 Giderler İçindeki Payı (%) Faiz Giderleri / GSYH (%) 12,5 9,8 6,8 5,8 5,5 5,0 5,3 Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG), 2010-2018 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 Borçlanma Gereği(KKBG), 25.949 1.790 13.879 7.146 10.817 683 27.717 56.168 66.429 Cari fiyatlarla (Milyon TL) Borçlanma Gereği 2,2 0,1 0,9 0,4 0,5 0,0 1,1 1,8 2,7 /GSYH (%) Bütçeden Faiz Harcamaları, 2010-2018 Faiz Giderlerinin Toplam Giderler 16,4 13,4 13,3 12,2 11,1 10,5 8,6 8,4 8,9 İçindeki Payı (%) Faiz Giderleri / 4,16 3,03 3,08 2,76 2,44 2,27 1,93 1,83 1,98 GSYH (%) 147