T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI SADDAM HÜSEYİN DÖNEMİ IRAK DIŞ POLİTİKASININ ZORLAYICI DİPLOMASİ ÇERÇEVESİNDE ANALİZİ (1990-2003) YÜKSEK LİSANS TEZİ FATMA ARI BURSA-2023 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI SADDAM HÜSEYİN DÖNEMİ IRAK DIŞ POLİTİKASININ ZORLAYICI DİPLOMASİ ÇERÇEVESİNDE ANALİZİ (1990-2003) YÜKSEK LİSANS TEZİ FATMA ARI DANIŞMAN: PROF. DR. ÖMER GÖKSEL İŞYAR BURSA-2023 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Fatma Arı Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı : Uluslararası İlişkiler Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : VII + 156 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 20.. Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ömer Göksel İşyar Saddam Hüseyin Dönemi Irak Dış Politikasının Zorlayıcı Diplomasi Çerçevesinde Analizi (1990-2003) Çalışmada, Körfez Savaşı (1990-1991) ve Irak’ın işgali (2003) süreçleri güvenlikleştirme teorisi ve zorlayıcı diplomasi kavramı çerçevesinde analiz edilmiştir. Körfez Savaşı (1990-1991) sürecinde Irak’ın Kuveyt’i işgal ederek uluslararası hukuku ihlal etmesi durumu, Bağdat yönetiminin bölgesel ve uluslararası güvenlik için acil tehdit olarak kodlanmasına yol açmıştır. Petrolün güvenliği güvenlikleştirme sürecinin inşa edilmesinde kolaylaştırıcı bir faktör olarak analize dâhil edilmiştir. Irak’ın işgali (2003) sürecinde ise Irak’ın otoriter bir rejim olduğu, kitle imha silahlarına sahip olduğu ve terör ile ilişkili olduğu iddiaları üzerinden Irak’ın acil tehdit olarak kodlandığı ve sürecin güvenlikleştirildiği tartışılmıştır. Her iki vakada da tehdit ve sınırlı güç kullanımı ile uygulanan zorlayıcı diplomasi ise bir tırmandırma stratejisi işlevi görmüştür. Bu bağlamda uluslararası gündemde etki yaratan gelişmelerin yaşandığı bir alan olan Basra Körfezi’ndeki krizlerin algı ve söylemlerle pekiştirilerek uluslararası güvenliğe yönelik bir tehdit olarak sunulduğu görülmüştür. Burada aktörlerin davranışlarını yönlendirmek, değiştirmeye ikna etmek için zorlayıcı diplomasiye başvurularak söz konusu gelişmelerin tersine çevrilmesi ya da durdurulması amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Zorlayıcı Diplomasi, Tehdit Algılaması, Güvenlikleştirme Teorisi, Irak, ABD. i ABSTRACT Name and Surname : Fatma Arı University : Bursa Uludag University Institution : Social Sciences Institute Field : International Relations Branch : International Relations Degree Awarded : Master Page Number : VII + 156 Degree Date : …. / …. / 20.. Supervisor : Prof. Dr. Ömer Göksel İşyar The Analysis of Iraq Foreign Policy in the Saddam Hussein Era within the Context of Coercive Diplomacy (1990-2003) In this study, the processes of the Gulf War (1990-1991) and the invasion of Iraq (2003) were analyzed within the framework of the securitization theory and the concept of coercive diplomacy. During the Gulf War (1990-1991), Iraq's violation of international law by invading Kuwait caused the Baghdad administration to be coded as an existential threat to regional and international security. The security of oil is included in the analysis as a facilitator in constructing the securitization process. It was analyzed that Iraq was coded as an existential threat and securitized over the allegations that it was an authoritarian regime, possessed weapons of mass destruction, and was associated with terrorism during the Gulf crisis in 2003. In both cases, coercive diplomacy with threats and limited use of force served as an escalation strategy. In this context, it has been seen that the crises in the Persian Gulf, an area where developments that have an impact on the international agenda are experienced, are reinforced with perceptions and discourses and presented as a threat to international security. Here, it was aimed to reverse or stop the said developments by applying coercive diplomacy in order to direct the behavior of the actors and persuade them to change. Keywords: Coercive Diplomacy, Threat Perception, Securitization Theory, Iraq, USA. ii ÖNSÖZ Araştırma konusunun seçilmesi sürecinde beni yönlendiren, çalışmanın aşamalarında tecrübesiyle bana katkıda bulunan değerli hocam Prof. Dr. Ömer Göksel İşyar’a çok teşekkür ederim. Ayrıca örnek aldığım, yolundan yürümeye gayret ettiğim Prof. Dr. Tayyar Arı hocama tavsiyelerini ve görüşlerini esirgemediği için çok teşekkür ederim. Son olarak beni yetiştiren ve daima destekleyen aileme de teşekkür ederim. FATMA ARI BURSA, 2023 iii İÇİNDEKİLER ÖZET …………………………………………………………………………………....i ABSTRACT …………………………………………………………………….…..….ii ÖNSÖZ ………………………………………………………………………….……..iii İÇİNDEKİLER …………………………………………………………….………..…iv KISALTMALAR ………………………………………………………….………......vii GİRİŞ …………………………………………………………………………..……......1 BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK ÇERÇEVE: GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ 1.Kopenhag Okulu: Güvenlikleştirme Teorisi ………………………………………….4 2. Güvenlikleştirme Teorisinin Esasları ………………………………………………...7 3. Güvenlikleştirme Sürecinin Tasarlanması ………………………………………......10 4. Güvenlikleştirme Teorisinin Unsurları ………………………………………...........15 5. Ters Güvenlikleştirme/Güvenlik Dışılaştırma ………………………………………16 İKİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE: ZORLAYICI DİPLOMASİ 1. Zorlayıcı Diplomasi: Tanım ve Kavram ..…………………………………………..18 2. Zorlayıcı Diplomasinin Esasları ……………………………………………….........21 3. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Tasarlanması ……………………………….........28 3.1. Birinci Aşama ……………………………………………………………….......29 3.2. İkinci Aşama ………………………………………………………………….....31 3.2.1. Ültimatom …………………………………………………………………...32 3.2.2. Zımni Ültimatom ……………………………………………………………33 3.2.3. Baskıyı Aşamalı Artırma ……………………………………………………34 iv 3.2.4. Dene ve Gör ………………………………………………………………...34 3.3. Üçüncü Aşama ………………………………………………………………….35 3.4. Dördüncü Aşama .………………………………………………………….........36 4. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Başarısının Koşulları ……………………............37 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KÖRFEZ SAVAŞI (1990-1991): GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ ve ZORLAYICI DİPLOMASİ İLİŞKİSİ 1. Kuveyt’in İşgali ve Körfez Savaşı Sürecinde Yaşanan Gelişmeler …………….......47 2. Güvenlikleştirme Sürecinin Tasarlanması ……………………………………….....51 2.1. Güvenlikleştirme Sürecin Ögeleri…………………………………………….....56 2.2. Söz Edimlerinin Analizi .......................................................................................58 2.3. Bağlamsal Değişkenlerin Analizi .........................................................................62 2.3.1. Tarihsel Arka Plan ..........................................................................................62 2.3.2. Petrol Konusu: Güvenlikleştirme Sürecinde Önemli bir Yaşamsal Tehdit….64 3. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Analizi …………………………………………...67 3.1. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Tehditler Üzerinden Analizi………………....72 3.2. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Sınırlı Güç Kullanımı Üzerinden Analizi .......78 3.3. Bağlamsal Değişkenlerin Analizi .........................................................................83 3.3.1. Küresel Stratejik Ortam ..................................................................................83 3.3.2. Kışkırtmanın Türü ..........................................................................................85 3.3.3. Savaş Düşüncesi .............................................................................................87 3.3.4. Tek Taraflı ya da Ortak Zorlayıcı Diplomasi .................................................89 3.3.5. Rakibin Yalnızlaştırılması ..............................................................................91 v DÖRDÜNCÜ BÖLÜM IRAK’IN İŞGALİ: GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ ve ZORLAYICI DİPLOMASİ İLİŞKİSİ 1. Güvenlikleştirme Sürecinin Tasarlanması .………………………………………….93 1.1. Güvenlikleştirme Sürecin Ögeleri …………….………………………….……..96 1.2. Söz Edimlerinin Analizi ………………………………………….……..............99 1.3. Bağlamsal Değişkenlerin Analizi ……………….……………………………..103 1.3.1. 11 Eylül Saldırıları ve Terör Üzerinden İnşa Edilen Güvenlikleştirme Politikası ……………………………………………………………………………...103 1.3.2. Kitle İmha Silahları: Güvenlikleştirme Sürecinde Önemli bir Yaşamsal Tehdit ……………………………………………………………………………..107 1.3.3. Petrol Konusu ve Güvenlikleştirme Dilinin İnşasındaki Etkisi…………….109 2. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Analizi ……………………………………….....113 2.1. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Uygulanması: 1991-1993 …………………..114 2.2. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Uygulanması: 1993-2000 …………………..117 2.3. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Uygulanması: 2000-2003 …………………..123 2.4. Bağlamsal Değişkenlerin Analizi ……………………………………………...130 2.4.1. Küresel Stratejik Ortam………………………………………………….....130 2.4.2. Kışkırtmanın Türü…………………………………………………………..132 2.4.3. Savaş Düşüncesi …………………………………………………………....133 2.4.4. Tek Taraflı ya da Ortak Zorlayıcı Diplomasi ………………………………134 2.4.5. Rakibin Yalnızlaştırılması .............................................................................135 SONUÇ ………………………………………………………………………….……137 KAYNAKÇA ………………………………………………………………………...140 vi KISALTMALAR AB: Avrupa Birliği ABD: Amerika Birleşik Devletleri BAE: Birleşik Arap Emirlikleri BM: Birleşmiş Milletler BMGK: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi BOP: Büyük Orta Doğu Projesi CENTCOM: United States Central Command – ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı CIA: Merkezi Haberalma Teşkilatı – Central Intelligence Agency FKÖ: Filistin Kurtuluş Örgütü GSYİH: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla IAEA: International Atomic Energy Agency – Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu KİK: Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi NATO: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü OECD: Organisation for Economic Co-operation and Development – Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OPEC: Organization of the Petroleum Exporting Countries – Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü PNAC: Project for the New American Century – Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği UNMOVIC: The United Nations Monitoring, Verification and Inspection Commission UNSCOM: United Nations Special Commission vii GİRİŞ Basra Körfezi’nde meydana gelen krizlerin ve çatışmaların bölge güvenliğinin yanı sıra küresel güvenliği de etkilediği ve derin sonuçlara yol açtığı görülmektedir. Bu durum bölgede meydana gelen süreçlerin farklı teorik ve kavramsal çerçevelerden değerlendirilmesini gerekli kılmıştır. Bu kapsamda ortaya çıkan bu çalışma daha sonraki benzer kriz ve çatışma süreçlerinin anlaşılması ve bu süreçlere bir çerçeve sunması açısından önemlidir. Geleneksel anlamda enerji arz bölgesi olarak ifade edilen Basra Körfezi, 1990’ın başından itibaren uluslararası ilişkilerde ön plana çıkmıştır. Özellikle petrol faktörünün artan etkisi neticesinde tarihsel olarak devam eden uluslararası ve bölgesel sorun alanlarının normal alandan soyutlanarak güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit olarak inşa edilme eğilimi gösterildiği görülmüştür. Bölgede meydana gelen gelişmeler zorlayıcı diplomasinin kullanılması neticesinde çatışma potansiyeline ulaşarak Körfez Savaşı ve Irak’ın işgali süreçlerinde küresel anlamda etki doğuran çok boyutlu çatışmalara dönüşmüştür. Zorlayıcı diplomasi stratejisinin uygulandığı ilgili süreçler, aktörlerin Körfez’e yönelik ilgisinin artmasında, ABD’nin etki alanının genişlemesinde ve güvenlikleştirmenin derinleşmesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Körfez Savaşı (1990-1991) ve Irak’ın işgali (2003) süreçlerinin güvenlikleştirme teorisi ve zorlayıcı diplomasi üzerinden analiz edildiği bu çalışmanın araştırma soruları şunlardır. Körfez Savaşı (1990-1991) ve Irak’ın işgali (2003) süreçlerinde kullanılan zorlayıcı diplomasi süreci nasıl ve ne yönde etkilemiştir? Zorlayıcı diplomasi uygulamalarının başarısızlıkla sonuçlanmasının koşulları ne olmuştur? İnşa edilen tehditler üzerinden bir güvenlikleştirilmenin söz konusu olması, zorlayıcı diplomasinin uygulanmasına nasıl bir etkide bulunmuştur? Askeri müdahalenin alternatif bir araç haline gelmiş olmasında süreçlerin güvenlikleştirilmesi nasıl bir rol oynamıştır? Süreçlerin güvenlikleştirilmesi ile zorlayıcı diplomasinin birlikte kullanılması izlenen politikalara ne ölçüde ve nasıl etkide bulunmuştur? Bu soruların etkisi altında ele alınan çalışma şu varsayımlar üzerinden analiz edilmiştir. Körfez Savaşı (1990-1991) ve Irak’ın işgali (2003) süreçlerinde uygulanan zorlayıcı 1 diplomasi, askeri güç kullanımı ile sonuçlanan tırmandırma stratejisine dönüşmüştür. Zorlayıcı diplomasiye başvurulması, güvenlikleştirme sürecinde alımlayıcı kitlenin desteğinin sağlanmasında önemli bir rol oynamıştır. ABD’nin Basra Körfezi’ndeki etki alanının genişlemesinde ve bölgede yaşanan sorunların güvenlik alanına taşınarak çözümlenme(me)sinde Körfez Savaşı (1990-1991) ve Irak’ın işgali (2003) önemli bir rol oynamıştır. Bu kapsamda analitik çerçevede Saddam Hüseyin döneminde gerçekleşen Körfez Savaşı (1990-1991) ve Irak’ın işgalinin (2003) güvenlikleştirme teorisi ve zorlayıcı diplomasi kavramı aracılığıyla çözümlenmesinin amaçlandığı bu tez dört bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde, Kopenhag Okulu’nun genel varsayımlarına değinilmiş ve güvenlikleştirme teorisi üzerinde durulmuştur. Teorik çerçevenin ortaya konduğu bu bölümde bağlamsal değişkenlere dikkat çekilerek, güvenlikleştirme sürecinin nasıl inşa edildiği incelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde, zorlayıcı diplomasi kavramı ayrıntılı bir şekilde analiz edilmiştir. Kavramsal çerçevenin ortaya konduğu bu bölümde zorlayıcı diplomasinin tasarlanması süreci dört aşamada irdelenmiştir. Bu aşamalarda bağlamsal değişkenlere dikkat çekilmiş akabinde zorlayıcı diplomasinin başarı koşulları değerlendirilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde, Kuveyt’in işgali ve Körfez Savaşı süreci güvenlikleştirme teorisi üzerinden analiz edilerek bağlamsal değişkenler olan tarihsel arka plan ve petrol konusunun hayati bir tehdit olarak nasıl inşa edildiği tartışılmıştır. Aynı zamanda güvenlikleştirme sürecinin ögelerinin neler olduğu üzerinde durulan bu bölümde söz edimleri yoluyla inşa edilen güvenlikleştirme süreci aktarılmıştır. Öte yandan bu bölümde bahse konu süreç zorlayıcı diplomasi kavramı üzerinden ayrı bir şekilde ele alınarak Kuveyt’in işgalinin ardından tehditler ve yaptırımların uygulandığı akabinde sınırlı güce başvurularak Irak’a kararlılık vurgusu yapıldığı, verilen ültimatomla son bir şans tanındığı ancak nihayetinde ABD öncülüğündeki çok uluslu koalisyon tarafından kaba güce başvurulduğu ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmiştir. Zorlayıcı diplomasinin uygulanmasını kolaylaştıran bir işlevde olan bağlamsal 2 değişkenler konusu ise Alexander L. George tarafından ortaya konduğu hâliyle konuya entegre edilerek tartışılmıştır. Çalışmanın son bölümünde, Irak’ın işgali süreci güvenlikleştirme teorisi üzerinden analiz edilerek bağlamsal değişkenler olan kitle imha silahları ve terör bağlantılarının hayati bir tehdit olarak nasıl inşa edildiği incelenmiştir. Burada belirtilmesi gereken güvenlikleştirme süreçleri analiz edilirken her iki vakada da bağlamsal değişkenler başlığı altında ele alınan petrol konusudur. Petrolün Körfez Savaşı sürecinde hayati çıkarlara yönelik bir tehdit olarak sunulması söz konusu iken Irak’ın işgaline giden süreçte petrolün güçlü bir neden olduğu, güvenlikleştirici dilin inşasına etki ettiği ancak hayati bir tehdit olarak sunulmadığı görülmüştür. Bu bölümde aynı zamanda güvenlikleştirme sürecinin ögelerinin neler olduğu ve güvenlikleştirici dilin nasıl sunulduğu çözümlenmiştir. Öte yandan bu bölümde işgal süreci zorlayıcı diplomasi kavramı üzerinden de tartışılmış ve Körfez Savaşı ile Irak’ın işgali arasında kalan süreçte zorlayıcı diplomasi uygulamaları, ilgili dönemlerdeki ABD başkanları ayrı ayrı değerlendirilerek analiz edilmiştir. Bağlamsal değişkenler konusu ise yine Alexander L. George tarafından ortaya konduğu hâliyle konuya entegre edilerek tartışılmıştır. 3 BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK ÇERÇEVE: GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ 1.Kopenhag Okulu: Güvenlikleştirme Teorisi Kopenhag Okulu, Kopenhag Barış Araştırmaları Enstitüsü’nde esas olarak Barry Buzan 1 ve Ole Wæver’ın geliştirdiği çalışmalarla ortaya konulmuştur. Kopenhag Okulu’nun geliştirdiği analizler, güvenliğin değerlendirilmesine yönelik fikirlerin yeniden kavramsallaştırılmasını ve güvenliğin gündeminin yeniden tanımlandırılmasını temsil 2 etmektedir. Kopenhag Okulu’nun çalışmaları “Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ışığında” güvenliğin gündeminin belirlenmesine yönelik açıklayıcı ve tutarlı girişimlerin bir parçası olarak 3 değerlendirilmektedir. Bu anlamda güvenliğin yeniden tanımlanmasında Kopenhag Okulu, işlevsel bir çerçeve ortaya koymaktadır. Birey düzeyinden küresel düzeye kadar 4 geniş bir yaklaşımla güvenlik kavramı yeniden tanımlanarak ifade edilmektedir. Kopenhag Okulu geleneksel güvenlik anlayışının devlet merkezli askeri kategoriye odaklanan anlayışının ötesinde, güvenliğin tanımını genişletmesinin yanı sıra devletin dışındaki başka aktörleri de sürece dâhil ederek güvenlik çalışmalarını 5 derinleştirmektedir. Başka bir ifadeyle Soğuk Savaş sonrası süreçte geliştirilen anlayışla güvenlik gündeminin sadece devleti referans nesnesi olarak ele alan çalışmalarla açıklanamayacağı ifade edilmiştir. Devlet dışındaki diğer aktörlerin de bu kapsamda değerlendirilebileceği gösterilmiş, güvenliğin analiz edilmesine yönelik çok yönlü bir bakış açısı ortaya konulmuş, güvenliğin genişlemesine ve derinleşmesine katkı 1 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri (Bursa: Aktüel Yay., 2021), 455. 2 Claire Wilkinson, “The Copenhagen School on Tour in Kyrgyzstan: Is Securitization Theory Useable Outside Europe?”, Security Dialogue 38, no.1 (2007): 6. 3 Ralf Emmers, “Securitization”, Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins (New York: Oxford University Press, 2010), 137. 4 Rita Floyd, “Towards a Consequentialist Evaluation of Security: Bringing Together the Copenhagen and the Welsh Schools of Security Studies”, Review of International Studies 33, no. 2 (2007): 327-328. 5 Bezen Balamir Coşkun, “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme: Değişen Güvenlik Ortamı, Zorluklar, Fırsatlar ve Meydan Okumalar”, Postmodern Uluslararası İlişkiler Teorileri‐2: Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar, ed. Tayyar Arı (Bursa: Dora Yay., 2014), 181. 4 6 sunulmuştur. Teorinin çıkış noktası, güvenlik çalışmalarının ana endişesinin güvenliğin sağlanması değil, askeri gücün ön planda tutulması olduğunun anlaşılması ve devlet 7 merkezli bakış açısının eleştirilmesi olmuştur. Esasında güvenlikleştirme teorisi, geleneksel askeri güvenlik anlayışı ile güvenlik tanımını genişletmeyi savunan Aberystwyth Okulu arasında bir uzlaşma olarak 8 şekillenmiştir. Bu anlamda Kopenhag Okulu, güvenliğin tek bir düzeyde ele alınamayacağını belirterek geleneksel anlayışla arasına bir mesafe koyduğunu açıkça 9 ifade etmektedir. Bunun yanı sıra geleneksel güvenlik anlayışına benzer şekilde de 10 güvenliğin varlığını devam ettirme ile alakalı olduğu vurgulanmaktadır. Bu anlamda ise güvenlik devletin siyasi önceliklerini belirleyen, kuvvet kullanımını ve kuvvet 11 kullanma tehdidini meşru bir temele dayandıran kavram olarak ele alınmaktadır. Sonuç olarak Okul, askeri olmayan konuların güvenlikleştirilebileceği ve bu doğrultuda referans nesnesinin devlet dışında da olabileceği fikrini kabul etmekte ancak güvenlikleştirici aktör hususunda devletten yana bir duruş sergilemeye devam etmektedir. Dolayısıyla geleneksel güvenlik anlayışı ile karşılaştırıldığında daha ince bir 12 çizgide de olsa, devletin temel alınması devam etmektedir. Kopenhag Okulu geliştirdiği çalışmalarla, güvenlikleştirme, sektörel güvenlik ve bölgesel güvenlik kompleksi şeklinde üç kavram üzerinden bir güvenlik anlayışı ortaya 13 koymaktadır. Belirtmek gerekir ki, Kopenhag Okulu teorisyenlerinden Barry Buzan ve Ole Wæver Okulu’un Soğuk Savaş sonrası güvenlik çalışmaları çerçevesinde hem bir disiplin haline dönüşmesine hem de kurumsallaşmasına katkı sağlamışlardır. 6 Filiz Çoban Oran, “Güvenlik Çalışmaları ve Uluslararası Güvenlik: Teorik ve Tarihsel Bir Analiz”, Uluslararası Güvenlik ve Uluslararası Örgütler, ed. Arif Bağbaşlıoğlu (Ankara: Nobel Akademik Yay., 2021), 62. 7 David A. Baldwin, “The Concept of Security”, Review of International Studies 23, no. 1 (1997): 9. 8 Alison Howell ve Melanie Richter-Montpetit, “Is securitization theory racist? Civilizationism, methodological whiteness, and antiblack thought in the Copenhagen School”, Security Dialogue 51, no.1 (2020): 5. 9 Baldwin, “The Concept of Security”,7. 10 Barry Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis (Boulder, London: Lynne Rienner Publishers, 1998), 21. 11 Sinem Akgül Açıkmeşe, “Güvenlik, Güvenlik Çalışmaları ve Güvenlikeştirme”, Küresel Siyasete Giriş: Uluslararası İlişkilerde Kavramlar Teoriler, Süreçler, ed. Evren Balta (İstanbul: İletişim Yay., 2021), 250. 12 Peter Hough, Understanding Global Security (Oxon: Routledge, 2008), 9. 13 Wilkinson, “The Copenhagen School on Tour in Kyrgyzstan: Is Securitization Theory Useable Outside Europe?”, 8. 5 Kopenhag Okulu’nun bir konunun nasıl güvenlikleştirildiğini analiz etmeye yönelik işlevsel bir çerçeve sunduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu doğrultuda güvenlik sektörlerinin güvenlikleştirme teorisi ile birlikte ele alınması Kopenhag okulunun teorik 14 temellerini oluşturmaktadır. Ancak çalışmanın bu bölümü güvenlik sektörleri ve bölgesel güvenlik kompleksini konunun dışında tutarak güvenlikleştirme teorisine yönelik bir analiz çerçevesi sunmayı hedeflemektedir. Avrupa’nın Soğuk Savaş döneminde geçirdiği değişimin yeni ve ikna edici bir açıklamayla belirtilmesinde önemli bir rol oynayan güvenlikleştirme teorisi güvenlik kavramının genişletilmesi ve derinleştirilmesinin yanı sıra bir konunun güvenlik gündemine alınması ya da güvenlik gündeminin dışına çıkarılması bakımından güvenlik 15 çalışmalarına bir çatı oluşturmaktadır. Esasında güvenlikleştirme teorisi ile güvenlik kavramının yeniden ele alınmasına ve tanımlanmasına yönelik güçlü bir yapı ortaya koyulmuştur. Bu noktada güvenliğin yeniden tanımlamasından kasıt, güvenliğin gündeminin dışında bırakılan konuların güvenlik gündemine dâhil edilmesi sürecidir. Güvenlik gündeminin genişlemesini sınırları ve öncelikleriyle birlikte değerlendiren güvenlikleştirme teorisinde “acil bir önlem alınmasını veyahut özel bir tedbir alınmasını gerekli kılan varlığa yönelik bir tehditin saptanması ve bunların belli kitleler nezdinde 16 kabul edilmesi” temel çıkış noktasıdır. En genel anlamıyla güvenlikleştirme teorisi, devletin varoluşana ve bekasına yönelik tehditlerle alakalı acil olarak ilgilenilmesi gereken konuların güvenliğin gündemine alınmasını ve diğer konuların güvenliğin konusuna dâhil edilmeyerek dışına çıkarılması 17 stratejisinin benimsenmesini önermektedir. Başka bir deyişle güvenlikleştirme bir sorunun tartışma zemini olarak değerlendirilen politik alandan taşınarak acil şekilde alınması gereken önlemlerle dillendirilen güvenlik alanına getirilmesi ve akabinde ilgili 14 Wilkinson, “The Copenhagen School on Tour in Kyrgyzstan: Is Securitization Theory Useable Outside Europe?”, 8-9. 15 Sait Yılmaz, Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek (Ankara: Kaynak Yay., 2017), 88. 16 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 27. 17 Floyd, “Towards a Consequentialist Evaluation of Security: Bringing Together the Copenhagen and the Welsh Schools of Security Studies”, 329. 6 aktörün varoluşuna yöneltilen bir tehdit olarak alımlayıcı kitleye iletilmesi eylemi olarak ifade edilmektedir. Güvenlikleştirme ile bir sorun ulusal politikanın öncelikli bir konusu haline getirilip devletin tüm kapasitesini kullanarak, bütün olanaklarıyla girişmesini gerektirecek acil bir durum algısı yaratılarak ele alınmaktadır. Bu noktada ilgili durumun tehdit 18 niteliğinde olup olmadığı söylemlerle ifade edilmektedir. Algılanan tehditler olağanüstü önlemlerin alınmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla 19 süreç olağanüstü bir siyasallaşma süreci olarak ifade edilmektedir. Olağanüstü araçlar, tedbirler ve zorlayıcı yöntemler kullanma yetkisini elinde tutan güvenlikleştirici aktör, bu sorun dâhilinde izleyeceği politikaları meşru bir zemine oturtma imkanı 20 bulmaktadır. Sonuç olarak güvenlikleştirme teorisi, devletin bir konuyu güvenlik gündemine almasıyla baskı araçlarını kullanarak müdahalede bulunma hakkına sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bu mantık çerçevesinde güvenlikleştirme askeri tehditlerin dışında diğer konuların da askeri bir konuymuş gibi değerlendirilmesini sağlamaktadır. Esasında güvenlikleştirme teorisi devlet dışındaki diğer aktörlerin güvenlikleştirme sürecine olan katkılarını dikkate alarak güvenlik konularının inşa edilme süreci ile ilgilenmektedir. 2. Güvenlikleştirme Teorisinin Esasları Ole Wæver tarafından geliştirilen güvenlikleştirme teorisi, ilk kez 1995’de yayımlanan “Securitization and Desecuritization” adlı makalesinde ele alınmıştır. Teorik çerçevesinin ayrıntılı bir şekilde ele alındığı çalışma ise 1998’de yayımlanan “Security: 21 A New Framework for Analysis” adlı kitaptır. Söylemi temel alan bir yaklaşım olan 22 güvenlikleştirme teorisinde güvenlik, söylem olarak görülmektedir. Bu anlamda teori, 18 Sinem Akgül Açıkmeşe, “Algı mı, Söylem mi? Kopenhag Okulu ve Yeni Klasik Gerçekçilikte Güvenlik Tehditleri”, Uluslararası İlişkiler 8, no.30 (2011): 58-59. 19 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 23. 20 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 21. 21 Başar Baysal ve Lale Lüleci, “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi 11, no. 22 (2015): 71. 22 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 27. 7 güvenlik konularının söz edimleri aracılığıyla inşa edilmesi hususunda ayrıntılı bir analiz çerçevesi sunmaktadır. Wæver, güvenlikleştirmeyi objektif unsurların varlığına işaret eden bir durum olarak değil, güvenliğin yeniden üretilmesini sağlayan konuları güvenlikleştirmek için gerçekleştirilen bir söz edimi (speech act) olarak ifade etmektedir. Bu anlamda güvenliğin inşa edici bir söylem olarak ifade edilmesi güvenlikleştirme olarak 23 açıklanmaktadır. Esas olarak Wæver güvenlikleştirmenin kendisini dil teorisine ve bu 24 bağlamda da John L. Austin’in söz edimine eklemlemiştir. Güvenliğin inşa edilen bir olgu olduğunu ortaya koyan, başka bir deyişle inşacı temeller üzerine kurulan güvenlikleştirme teorisinde güvenlikleştirici aktör için güç ve otorite önemli etkenler olarak ifade edilmektedir. Ancak alımlayıcı kitlenin de ikna veya zorlama yoluyla güvenlikleştirici aktörün gücünü ve otoritesini pekiştirecek olan 25 iddialarını kabul etmesi de gerekmektedir. Konu ayrıntılarıyla ele alınmadan önce vurgulanması gereken bazı noktalara değinmek gerekmektedir. Öyle ki güvenlikleştirme teorisinde güvenlik, geleneksel güvenlik anlayışına atıfta bulunarak inşa edilmekte ve devletin temel alındığı bir güvenlik anlayışı kodlamaktadır. Konunun güvenlik alanına alınması süreci irdelenerek nasıl ve hangi faktörlerin etkisi sonucunda ilgili konunun güvenlik sorunu olarak ele alındığı analiz edilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla tehdidin gerçekten mevcut bir tehdit mi yoksa algılanan bir tehdit mi olduğu ya da tehdidin meşru bir dayanağının olup olmadığı süreçte analiz edilmemektedir. Güvenlikleştirme teorisi kimin, kimi ya da neyi tehdit olarak algıladığını, kimi korumak 26 için neden güvenlikleştirdiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Teoride tehditler dilsel 27 bir süreçle, söz edimiyle belirginleştirilmektedir. Gerçek bir tehdit olup olmadığı sorgulanmadan, güvenlikleştirilen bir konu güvenlik sorunu haline getirilmiş 23 Bülent Sarper Ağır, Güvenlik Çalışmaları: Kuram, Kavram ve Eleştiri Ankara: Nobel Akademi Yay., 2022, 106. 24 Matt McDonald, “Securitization and the Construction of Security”, European Journal of International Relations 14, no.4 (2008): 568. 25 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 25. 26 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 32. 27 Howell ve Richter-Montpetit, “Is securitization theory racist? Civilizationism, methodological whiteness, and antiblack thought in the Copenhagen School”, 5. 8 28 olmaktadır. Dolayısıyla ifade edilen güvenlikleştirme teorisinde, tehditlerin söylem kullanılarak inşa edildiği, bu tehditlere yönelik alınacak önlemlerin meşrulaştırıldığı ve uygulanmasının sağlandığı bir sürece işaret edilmektedir. Bu anlamıyla bir konunun güvenliğin gündemine alınarak kurgulanması ve güvenlik sorunu olarak inşa edilmesi ile ilgili olarak değerlendirilmektedir. Güvenlikleştirme teorisinde, bir konunun varlığa yönelik tehdit şeklinde dile getirilen söylemsel temsili yani söz edimi önemli görülmektedir. Öyle ki güvenlikleştirme sürecinde söz edimi, sürecin tetikleyicisi ve bir başlangıç noktası işlevi görmektedir. Bu noktada güvenlikleştirici aktör konuyu güvenlik alanına taşımak ve alımlayıcı kitleyi konunun aciliyeti hususunda ikna etmek için söz edimini kullanmaktadır. İknanın gerçekleşmesi durumunda güvenlikleştirici aktöre, devlet gücünü ve otoritesini harekete geçirerek, geleneksel kuralların ötesinde olağanüstü tedbirler alma fırsatı 29 tanınmaktadır. Siyasallaştırmanın daha uç bir biçimi olarak değerlendirilen güvenlikleştirmede konular 30 güvenlik sorunu olarak inşa edilmektedir. Güvenliğin siyasiliğini ortaya koyan bu yaklaşımla kastedilen, konuların kendi başına güvenliği tehdit etmediği, aktörlerin tercihleri neticesinde güvenlikleştirildiğidir. Güvenliğe yönelik tehditlerin objektif ya da nesnel bilgi ve tespite dayalı olmadan algılanabileceğini kabul eden bu teori, sorunların ancak özneler arasında bilinerek ve tespit edilerek güvenlik tehdidi olarak var 31 olabileceğini ifade etmektedir. Öyle ki güvenlikleştirme, referans nesnesine yöneltilen bir konunun söz edimiyle tehdit olarak dile getirilmesinin ardından, neyin 32 tehdit olarak algılandığının kamuoyu tarafından kabul edilmesiyle gerçekleşmektedir. Bu bakımdan güvenlikleştirme süreci politik bir kararı ve bu karardan doğan sonuçları 33 içermektedir. Daha açıklayıcı bir ifadeyle, güvenlikleştirme sürecinde konunun güvenlikleştirilmesine karar veren güvenlikleştirici aktörün bu yöndeki tercihi politik bir duruş ve politik bir karar olmaktadır. Ancak güvenlikleştirici aktörün aynı zamanda 28 Thierry Balzacq, “The Three Faces of Securitization: Political Agency, Audience and Context”, European Journal of International Relations 11, no.2 (2005): 181. 29 Emmers, “Securitization”, 139. 30 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 23. 31 Yılmaz, Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek, 89. 32 Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, 457-458. 33 Emmers, “Securitization”, 140. 9 alımlayıcı kitleyi ikna etmesi de gerekmektedir. Dolayısıyla alımlayıcı kitlenin ikna olup olmamaya karar vermesi ve bu doğrultuda güvenlikleştirici aktörün tespitini 34 destekleme kararı alması da politik bir duruş ve politik bir karar olmaktadır. Bir bakıma bu durumun güvenlikleştirme sürecinin özneler arası etkileşimlere bağlı olarak 35 inşa edilmesinden kaynaklandığı ifade edilebilir. 3. Güvenlikleştirme Sürecinin Tasarlanması Güvenlikleştirme teorisi, konunun siyasi alanın standart normlarının ötesinde olağanüstü yöntemlerin işletildiği güvenlik alanına alınmasını, yani güvenlikleştirme sürecini iki aşamalı olarak ortaya koymaktadır. İlk aşama referans nesnesine yönelik tehdidin algılanma aşaması şeklinde ifade edilebilmekte ve algılanan tehdidin görünür hale getirilmesi için başlatılan süreci belirtmektedir. Bu aşama güvenlikleştirici aktörün gücüne ve etkisine bağlı olarak şekillenmektedir. İkinci aşama ise alımlayıcı kitlenin sorunun gerçekten bir güvenlik tehdidi oluşturduğu yönünde algısına dayanan ikna aşaması şeklinde ifade edilmektedir. Bu aşamada ise inandırıcı bir söylem ve güvenlik 36 dilinin kullanılmasını meşru kılacak nedenlerin olması gerekmektedir. Güvenlikleştirme sürecinin bu iki aşaması ile tek başına güvenlikleştirici aktörün belirleyici olmadığı, alımlayıcı kitlenin ve bu kitlenin kararının da belirleyici olduğuna dikkat çekilmektedir. Sadece güvenlikleştirici aktörün ortaya koyduğu söz ediminin bir güvenlikleştirmeye işaret etmediği, güvenlikleştirici aktör ve alımlayıcı kitlenin kararları doğrultusunda ortaya konulan söz edimleri ile güvenlikleştirme yaklaşımı inşa edildiği görülmektedir. Aksi takdirde güvenlikleştirici aktörünün konunun güvenlik gündemine alınması yönündeki söylemi güvenlikleştirme olarak ifade edilmemekte, bu 37 sadece bir hamle olarak kalmaktadır. Dolayısıyla, güvenlikleştirme teorisinde söylemin ikna ediciliği, sürecin başarılı ya da başarısız olarak değerlendirilmesinde kilit bir rol üstlenmektedir. Güvenlikleştirmenin bir girişim olarak kalmaması, varoluşsal tehdit olarak ele alınan konunun doğrudan alımlayıcı kitlenin hayatta kalması ile ilişkilendirilmesiyle söz 34 Baysal ve Lüleci, “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi”, 81. 35 Ağır, Güvenlik Çalışmaları: Kuram, Kavram ve Eleştiri, 111. 36 Emmers, “Securitization”, 139. 37 McDonald, “Securitization and the Construction of Security”, 566. 10 konusu olmaktadır. Hayatta kalma söyleminin iknayı sağlaması, güvenlikleştirici aktörün söyleminin alımlayıcı kitlenin pozisyonuna ve deneyimlerine göre 38 şekillendirilmesine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bir konu güvenlik gündemine alınırken ya da siyasallaşmamış veya siyasallaşmış alana taşınırken çift yönlü bir geçiş durumu söz konusu olmaktadır. Öyle ki bir güvenlikleştirme sürecinde özel alanda yer alan bir konu siyasi alana, oradan da güvenlik alanına alınabilmektedir. Bu durumun tersi de mümkündür. Benzer şekilde güvenlik alanı içerisinde yer alan bir konu da güvenliğin gündeminden çıkarılarak ve 39 diğer alanlara dâhil edilerek ele alınabilmektedir. Konuyu biraz daha ayrıntılı analiz etmek uygun olacaktır. Bu anlamda Kopenhag Okulu alımlayıcı kitleyi ilgilendiren bir konuyu, aralarında geçişin olabildiği yani bir inşa sürecinin söz konusu olduğu üç farklı alanda değerlendirmektedir. Bu alanlar 40 “siyasallaşmamış alan”, “siyasallaşmış alan” ve “güvenlik alanı” şeklindedir. Siyasallaşmamış alanda konu devletin eylemleri ile ilgili olmamakta ve siyasi 41 tartışmaların gündemine girmemektedir. Dolayısıyla bu alan, kamusal tartışmaların ve karar alma süreçlerinin dışında kalan devletin harekete geçmediği, siyasileştirilmenin olmadığı özel alandır. Siyasallaşmış alan kamusal tartışmaların dahil olduğu, siyasi nitelikte kararların alındığı, devletin belli politikalar doğrultusunda harekete geçmesinin beklendiği 42 kamusal alandır. Güvenlik alanı ise kamusal tartışma süreçlerinin dışında, kendi özel dinamikleri olan normal siyasetin ötesine geçen bir alandır. Bu alanda konu devletin standart siyasi süreçlerinin dışında acil bir şeyler yapılmasını gerektirmektedir. Çözülmesi için derhal bir şeyler yapılmasının gerektiği savunulan konu, sunulurken tehdidin varoluşsal olarak kodlanması neticesinde güvenlik alanına alınmaktadır. Konunun acil olarak dile getirilmesi ise diğer konulara göre daha öncelikli olarak ele alınmasını sağlamakta ve 38 Thierry Balzacq, “The Three Faces of Securitization: Political Agency, Audience and Context”, 184. 39 Basar Baysal, “20 Years of Securitization: Strengths, Limitations and A New Dual Framework”, Uluslararasi Iliskiler 17, no. 67 (2020): 6. 40 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 23-24. 41 Emmers, “Securitization”, 138. 42 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 23. 11 olağanüstü tedbirlerin alınmasını ve kuvvet kullanma stratejilerine başvurulmasını meşru hale getirmektedir. Burada konu taviz verilmeden korunması gereken referans 43 nesnesinin varlığını sürdürmesine yönelik bir tehdit olarak dile getirilmektedir. Esasında güvenlikleştirme alanı, devletin seferber edilmesinin yanı sıra özel yetkiler 44 alarak varoluşsal tehditlerle başa çıkmasının yolunu açmaktadır. Konunun güvenlikleştirilmesinin çıkış noktası varoluşsal tehdit olarak dile getirilmesidir. Bu durum normal siyasi süreçlerin çözüm sağlayamadığı konuların diğerlerinin önüne 45 geçerek acil çözüm ve olağanüstü önlemler gerektirmesine işaret etmektedir. Tehdide yönelik değer yargıları ve algılamalar söylem analizinden hareketle değerlendirilmektedir. Dolayısıyla belirli bir konuşmanın özel bir güvenlik eylemi olarak güvenlik alanına alınması, konuya olağanüstü önlemler gerektiren varoluşsal bir 46 tehdit şeklinde bakılması ile ilgili olmaktadır. Bununla birlikte devletlerin normal alandaki her konuyu güvenlik sorunu olarak değerlendirip aciliyet hissi yaratması “alarm” ve “paranoya” durumu üretmektedir. Bu durum siyasi düzeni bozarak baskı altına alınan bir sivil toplum, müdahaleci ve 47 zorlayıcı bir devlet ve kötü bir ekonomiye neden olabilmektedir. Dolayısıyla sürekli bir güvenlikleştirme durumunun olmaması sosyal, politik ve ekonomik anlamda meşruluğun sağlamlaştırılması ve demokrasilerin baskı altına alınmaması açısından önemli görülmektedir. Güvenlikleştirme, acil bir şeyler yapılmasını gerektirmenin yanı sıra konunun öncelikli bir sorun haline dönüşmesini, kaynakların ve kapasitenin o yöne kaydırılmasını sağlamaktadır. Bu bağlamda güvenlik alanı siyasallaşmış ya da siyasallaşmamış alanla karşılaştırıldığında kendine özgü nitelikleriyle, öncelikli bir karaktere sahip olmaktadır. Öte yandan güvenlik alanı aciliyet hissinin arttığı, onlar ve biz söyleminin geliştiği, kuvvet kullanma tehditlerinin gündeme alındığı, demokratik faaliyetlerin geri planda 43 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 24. 44 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 21 45 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 24. 46 Michael C. Williams, “Words, Images, Enemies Securitization and International Politics”, International Studies Quarterly 47, no.4 (2003): 514. 47 Açıkmeşe, “Güvenlik, Güvenlik Çalışmaları ve Güvenlikeştirme”, 251. 12 kaldığı, askeri kapasiteye başvurulmasının söz konusu olduğu bir sürece işaret etmektedir. Esasında güvenlikleştirmenin varoluşsal tehditler, acil önlemler ve alımlayıcı kitlenin bu tehditleri kabul edip acil bir şeyler yapılmasını ve olağanüstü önlemler almasını onaylaması şeklinde birbirini tamamlayıcı nitelikte üç gerekliliği olduğu 48 belirtilmektedir. Bu minvalde bir konunun güvenlik sorunu olarak ifade edilebilmesi ve güvenlik alanına girebilmesi için, alımlayıcı kitlenin o konuyu siyaset dışı olağanüstü önlemlerle çözülebileceğini kabul etmesi gerekmektedir. Bu durumun sağlanması için güvenlikleştirici aktör, önem atfettiği konuları öne çıkarmaya ve alımlayıcı kitlenin kabul etmesini kolaylaştırmaya çalışmaktadır. Öyle ki alımlayıcı kitlenin iknası güvenlikleştirmenin en önemli kriterini teşkil etmektedir. Alımlayıcı kitlenin iknası ile konu güvenlik sorunu haline gelerek güvenlikleştirici aktörün olağanüstü yetkiler kullanması için meşru bir dayanak sağlanmış olmaktadır. Aksi takdirde konu bir 49 güvenlik sorunu olarak ele alınmayarak siyasi alanda kalacaktır. Başarılı bir güvenlikleştirmenin sağlanması, alımlayıcı kitlenin olağanüstü önlemlerin alınmasına ikna olmasını gerektirmektedir. Aksi takdirde güvenlikleştirme girişiminden 50 öteye gidilmesi söz konusu olmamaktadır. Başka bir deyişle, alımlayıcı kitlenin olağan dışı tedbirler alınmasını kabul etmesiyle sorun güvenlik gündeminde değerlendirilerek güvenlikleştirilmekte, kabul etmezse güvenlik sorunu olarak değerlendirilmemektedir. Güvenlikleştirme teorisinde ikna yöntemlerini ve araçlarını kullanan güvenlikleştirici aktörün hedefi, alımlayıcı kitlenin soruna yönelmesini sağlamak ya da yönelimini 51 artırmaya çalışmaktır. Bu anlamda güvenlikleştirmenin kolay olmasında alımlayıcı kitlenin tehdit algısını tetikleyecek olayların harekete geçirilmesi işlevsel bir zemin sunmaktadır. Bu durum güvenlikleştirme için alan açarak alımlayıcı kitlenin ikna edilmesini ve konunun güvenlik gündemine gelmesini kolaylaştırmaktadır. Bu sayede 48 Baysal ve Lüleci, “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi”, 76. 49 Williams, “Words, Images, Enemies Securitization and International Politics”, 513. 50 Floyd, “Towards a Consequentialist Evaluation of Security: Bringing Together the Copenhagen and the Welsh Schools of Security Studies”, 329. 51 Balzacq, “The Three Faces of Securitization: Political Agency, Audience and Context”, 172-173. 13 güvenlikleştirici aktör konuyu güvenlik alanında ele alarak güvenlikleştirme sürecini başlatma imkanı bulmaktadır. Nihayetinde güvenlikleştirmenin başarılı olması alımlayıcı kitlenin kurgulanan tehdide ikna olmasına koşut olarak gelişmektedir. Gelinen noktada kolaylaştırıcı koşullardan bahsetmek çalışmanın detayları açısından önemli görülmektedir. Wæver, bu koşulları şöyle ifade etmektedir. İlk olarak konunun varoluşsal bir tehdit olarak dile getirilmesi, ikincisi güvenlikleştirici aktörün otoriteye sahip olması ve üçüncüsü tehditle ilişkilendirilen koşulların tarihsel hafızada var olması 52 ve harekete geçirilmesidir. Öyle ki Buzan da uluslararası güvenlikte neyin öncelikli 53 olup olmadığının anlaşılmasında tarihsel koşulların önemine dikkat çekmektedir. Benzer şekilde siyasi hedeflerin koşullarının uygun olması da güvenlikleştirmenin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi için destekleyici niteliklere sahiptir. Güvenlikleştirme sürecinin başarıya ulaşması için elverişli olması gereken bu koşullar, bağlamsal değişkenler olarak da değerlendirilebilmektedir. Belirtmek gerekir ki güvenlikleştirme sürecinin içinde olduğu bağlam, sürece ve başarının sağlanmasına olumlu ya da olumsuz olarak etkide bulunabilmektedir. Ayrıca güvenlik kavramının kullanımıyla şekillenen bağlam, güvenlikleştirmenin söz konusu olması için uygun 54 koşulların yaratılmasını sağlayabilmektedir. Alımlayıcı kitlenin dikkatini tehdit olarak inşa edilen bir duruma çekmek için, güvenlikleştirici aktörün söylemlerinin söz konusu olan bağlamla uyum içinde olması gerekmektedir. Bu doğrultuda alımlayıcı kitlenin ikna edilmesinde, dolayısıyla güvenlikleştirmenin söz konusu olmasında tarihsel hafıza, algısal bir ortam gibi bağlamsal değişkenlerin de dikkate alınması elzemdir. Bu minvalde bağlamsal değişkenler güvenlikleştirme sürecini kolaylaştırıcı ya da zorlaştırıcı bir işlevde olabilmektedir. Dolayısıyla güvenlikleştirmenin başarılı olmasında belirleyici bir arka 55 plan oluşturmaktadır. 52 Ole Wæver, “The EU as a Security Actor: Reflections from a Pessimistic Constructivist on Post- Sovereign Security Orders”, International Relations Theory and the Politics of European Integration: Power, Security and Community, ed. Morten Kelstrup ve Michael C. Williams (London: Routledge, 2000), 252-253. 53 Barry Buzan ve Ole Wæver, “Slippery? contradictory? sociologically untenable? The Copenhagen school replies”, Review of International Studies 23, no.2 (1997): 249. 54 Balzacq, “The Three Faces of Securitization: Political Agency, Audience and Context”, 180. 55 Balzacq, “The Three Faces of Securitization: Political Agency, Audience and Context”, 182-184. 14 4. Güvenlikleştirme Teorisinin Unsurları Bir güvenlikleştirme sürecinde ele alınması gereken bazı unsurlar söz konusudur. Bu unsurlar temelde referans nesnesi, güvenlikleştirici aktör ve işlevsel aktörlerdir. İlk unsur olan güvenlikleştirici aktör, referans nesnesinin varlığına yönelik bir tehdidi dile 56 getirerek konuyu güvenlik alanına taşıyan aktör olarak ifade edilmektedir. Güvenlikleştirici aktör (securitizing actor), bir konunun güvenlikleştirilmesi gerektiğine karar veren, varlığa yönelik bir tehdit olarak sunan ve alımlayıcı kitleyi böyle bir tehdidin olduğuna ikna etmeyi hedefleyen aktördür. Bu aktörler “siyasi liderler, bürokrasiler, hükümetler, lobiciler ve baskı grupları” gibi politik elitlerden 57 oluşmaktadır. Esasında güvenlikleştirici aktörler varlığın sürdürülmesine yönelik bir güvenlik tehdidi inşa ederek konunun istisnai olarak değerlendirilmesini amaçlamaktadırlar. Güvenlik kelimesini dile getiren güvenlikleştirici aktör bu siyasi tercihiyle aksi takdirde kısıtlı hareket alanına sahip olarak yerine getiremeyeceği uygulamaları yerine getirme imkanı bulmaktadır. Bu anlamda aktör meşru bir zeminde kuvvet kullanımını gerektiren araçları organize edebilmektedir. Güvenlikleştirmenin ikinci unsuru olan referans nesnesi (referent object) tehdit edilen ya da tehdit edildiği algısı yaratılan nesnedir. Güvenlikleştirici aktör güvenlik alanına taşımak istediği konuyu bu nesneye yöneltilen bir tehdit olarak öne sürmektedir. Bu 58 noktada referans nesnesinin korunması gerektiğinin altı çizilmektedir. Referans nesneleri yani güvenlikleştirilen konunun tehdit ettiği unsurlar devlet, ulusal egemenlik ya da ideolojiler, kolektif kimlikler, bölgesel istikrar, ekonomi, enerji, dünya barışı ve çevre gibi farklı sektörlere ait farklı unsurlar olabilmektedir. Son unsur olan işlevsel aktörler (functional actors) güvenlikleştirici aktör ve referans nesnesi dışında yazılı ve görsel medya araçları gibi güvenlikleştirme sürecinin başarısını 59 etkileyen faktörleri kapsamaktadır. 56 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 36. 57 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 40. 58 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 36. 59 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 36. 15 Belirtilen unsurların dışında, alımlayıcı kitle ise ikna edilmesi gerekilen ve bu sayede güvenlikleştirme sürecinin bir hamle olarak kalmamasını sağlayacak olan grup olarak değerlendirilmektedir. Bu gruba güvenlikleştirmenin unsurları arasında yer verilmemektedir. Ancak güvenlikleştirme sürecinde belirleyici işlevi olan bu unsur, sürecin güvenlikleştirme hamlesi olarak kalmasını engelleyerek, güvenlikleştirme adımının atılmasında önemli bir role sahip olmaktadır. 5. Ters Güvenlikleştirme/Güvenlik Dışılaştırma Güvenlikleştirme teorisi güvenlik tehditlerinin nasıl inşa edildiğini ve bunun nasıl 60 tersine çevrilebildiğini sorgulamak ve tartışmak için bir metodoloji geliştirmiştir. Güvenlikleştirme süreci güvenlikleştirici aktörlere olağanüstü araçlar kullanma ve kuvvet kullanma yöntemlerine başvurma hakkı vermektedir. Bu durumda otoritenin kötüye kullanılmasını kolaylaştırabilmektedir. Kopenhag Okulu teorisyenleri daha ziyade siyasi alan içinde kalınması gerektiğini 61 belirterek konuların bu alan içinde tartışılması gerektiğinin altını çizmektedir. En genel anlamıyla ters güvenlikleştirme bir konunun güvenlik alanından siyasallaşmış alana ya da siyasallaşmamış alana tekrar geri döndürülmesi ve taşınması durumu ile ilgili olmaktadır. Bu minvalde güvenlikleştirme teorisinin aksine ters güvenlikleştirme daha çok tercih edilmesi gerekilen bir duruma işaret etmektedir. Ancak Kopenhag Okulu teorisyenleri tarafından ters güvenlikleştirme sürecinin nasıl işleyeceğini dair ayrıntılı bir analiz 62 sunulmamıştır. Ters güvenlikleştirme konunun acil önlemler alınmasını ifade eden güvenlik alanından çıkarılarak, siyasi alanda pazarlıkların işlevsel olduğu sürece 63 taşınmasını ifade etmektedir. Güvenlik alanına alınan konuların güvenliğin gündeminden çıkarılarak siyasal alana taşınmasının yani konunun ters güvenlikleştirilmesinin uzun vadede daha avantajlı bir alternatif olduğu belirtilmiştir. Öyle ki ters güvenlikleştirme olağanüstü ve istisnai bir 60 Howell ve Richter-Montpetit,“Is securitization theory racist? Civilizationism, methodological whiteness, and antiblack thought in the Copenhagen School”, 6. 61 Emmers, “Securitization”, 142. 62 Floyd, “Towards a Consequentialist Evaluation of Security: Bringing Together the Copenhagen and the Welsh Schools of Security Studies”, 330. 63 Buzan and et al., Security: A New Framework For Analysis, 4. 16 karakterde sunulan konunun normalleşme süreci ile ilişkili olmaktadır. Bu sayede 64 risklerin ve gücün kötüye kullanılmasının önüne geçilebileceği değerlendirilmektedir. Dolayısıyla ters güvenlikleştirme ile kastedilen konunun ortadan kaldırılması değil güvenliğin gündeminin dışına çıkarılmasıdır. Bu noktada konu siyasi alanda ele alınarak bir perspektif değişikliğiyle çözülmeye çalışılmaktadır. 64 Ronnie D. Lipschutz, On Security (New York:Colombia University Press),1995, 56-57. 17 İKİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE: ZORLAYICI DİPLOMASİ 1. Zorlayıcı Diplomasi: Tanım ve Kavram Uluslararası ilişkiler disiplininin gelişimi, savaşın maliyetinin yüksek olduğunu ve kalıcı barışı sağlayamadığını göstermektedir. Aynı zamanda devletlerin dış politika hedeflerine ulaşabilmek için başvurdukları müzakere ve pazarlık gibi barışçıl yöntemlerin de uzlaşı ve ikna süreçlerine istenen katkıyı sağlayamaması kuvvet 65 kullanma tehdidine dayalı bir süreci beraberinde getirmektedir. Genel anlamda Soğuk Savaş döneminde temel stratejik sorun, iki süper güç arasında meydana gelebilecek olası bir savaşken, Soğuk Savaş sonrası dönemde iç savaşlar, kitlesel insan hakları ihlalleri, biyolojik ve kimyasal silahların yanı sıra kitle imha silahlarını üretme ya da elde etme çabaları olmuştur. Uluslararası sistemde Soğuk savaşın sona ermesiyle kabul edilemez tırmanma riski etkisini kaybettiğinden, kuvvet 66 kullanma tehdidine başvurulması için elverişli bir ortam söz konusu olmuştur. Soğuk Savaş döneminde belirtilen güçler arasında çıkabilecek savaşların önlenmesi üzerinde durulurken, Soğuk Savaş sonrası dönemde aktörlerin davranışlarını yönlendirmek, değiştirmeye ikna etmek ve zorlamak için uygun tehdit ve kuvvet kullanma stratejileri 67 üzerinde yoğunlaşılmıştır. Kısacası uyuşmazlıkların savaşa başvurmadan barışçıl yöntemler kullanılarak çözülmesi bu stratejilerin işletilmesinin çıkış noktasını teşkil etmektedir. Kuvvet kullanma tehditleri savaş ve barış süreçleri arasında üçüncü bir yol olarak taleplerin yerine getirilmesini sağlama noktasında işlevsel stratejiler sunmaktadır. Kökeni 1966’da Thomas Schelling tarafından atılan ve “Arms and Influence” adlı çalışmaya dayanan zorlayıcı diplomasi, temelde 1971’de Alexander L. George 65 Fuat Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi (Ankara: Bağlam Yay., 2008), 21-22. 66 Peter Viggo Jakobsen, “Coercive Diplomacy”, Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins (New York: Oxford University Press, 2013), 240-241. 67 Peter Viggo Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice (London: Palgrave Macmillan, 1998), 1-3. 18 68 tarafından gerçekleştirilen detaylı çalışmalarla literatüre kazandırılmıştır. Thomas Schelling, kavramı rakibin talepleri yerine getirmesi, geri çekilmesi ve işbirliğini gerçekleştirmesi için kuvvet kullanma tehdidine başvurması şeklinde ortaya 69 koymuştur. Ancak çalışmanın kavramsal çerçevesini oluşturan zorlayıcı diplomasi George’nin tanımıyla “tehdit ve/veya sınırlı güç kullanımına başvurularak rakibin gerçekleştirmekte olduğu bir eylemi durdurmasını ya da tersine çevirmesini 70 sağlamayı” ifade etmektedir. Tehdit ve kuvvet kullanma stratejilerine başvurmaya yönelik baskılar ve motivasyonlar zorlayıcı diplomasının görünürlüğünü artırmıştır. Bu nedenle aktörlerin özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde artan şekilde zorlayıcı diplomasiye başvurmaları beklenen bir 71 durum olmuştur. Bu noktada zorlayıcı diplomasinin şantaj, zorlama ve caydırma gibi diğer tehdit temelli stratejilerle arasındaki ayrıma dikkat çekmek gerekmektedir. Başlangıç noktası, bir çerçeve sunduğu için Lawrence Freedman’ın “stratejik zorlama” terimidir. Freedman, stratejik zorlamayı (strategic coercion) “rakibin stratejik davranışını etkilemek için tehditlerin kasten ve amaca yönelik kullanımı” şeklinde ifade 72 ederek bir şemsiye kavram geliştirmiştir. En genel ifadeyle caydırma (deterrence), bir uyuşmazlık ve çatışma durumunda birbirine karşı gelen aktörlerden birinin rakibinin davranışını değiştirmemesini 73 sağlamayı amaçlayan kuvvet kullanma tehdidine dayanmaktadır. Burada rakibin henüz başlatmadığı muhtemel tehdidi önlemek için ilgili eylemin gerçekleşmesi durumunda meydana gelebilecek maliyet ve risklerin elde edilebilecek değerlerden daha 74 büyük olacağı üzerinde durulmaktadır. Başarılı bir caydırma rakip harekete geçmeden önce potansiyel tehditlere yanıt vermeyi, etkili politikalar üretmeyi ve talepleri etkili bir 68 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 17-18. 69 Thomas C. Schelling, Arms and Influence (New Haven and London: Yale University Press, 2008), 79- 80. 70 Alexander L.George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War (Washington DC: United States Institute of Peace Press, 1991), 4. 71 Jakobsen, “Coercive Diplomacy”, 240. 72 Lawrence Freedman and Srinath Raghavan, “Coercion”, Security Studies An Introduction, ed. Paul D. Williams and Matt McDonald (Oxon: Routledge, 2018), 192. 73 Patrick Morgan, Deterrence Now (Cambridge: Cambridge University Press, 2003), 1-2. 74 Hedley Bull, The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics (London: Palgrave Macmillan, 2012), 113. 19 75 şekilde ifade etmeyi gerektirir. Zorlayıcı diplomasiyi, caydırmadan farklı kılan 76 tehdidin reaktif şekilde tepkisel olarak kullanılmasıdır. Caydırmada rakip eyleme geçmeden önce, zorlayıcı diplomaside ise rakip ilk hareketi gerçekleştirdikten sonra 77 harekete geçilmektedir. Nükleer silahların ortaya çıkması ile caydırma arasındaki karşılıklı etkileşim kaba güç kullanılmasının sonucunu belirlemekten ziyade kullanılmasını önleme işlevine katkıda 78 bulunmaktadır. Caydırma stratejisi ile nükleer silahların yok etme kapasitesi 79 kullanılarak kabul edilemez bir savaş korkusu meydana getirmek hedeflenmektedir. Bu kabul edilemez eylemin gerçekleştirilmesinin karşılığında bir cezanın söz konusu 80 olacağına dair inandırıcı bir tehdit ortaya konulmaktadır. Dolayısıyla eylemin henüz gerçekleşmeden önce önlenmesi hedefine yönelik olan caydırma, rakibin istenmeyen eylemlere girişmesine mani olmak için tehdit kullanılması durumudur. Caydırmada koşul, henüz eyleme dönüşen fiili bir durumun olmamasıdır. İlgili taraf cezalandırıcı bir tepki geliştirerek rakibi henüz başlatmadığı bir eyleme girişmemeye ikna etmeye çalışmaktadır. Caydırmaya benzer şekilde kuvvet kullanma tehdidine başvurarak istemini rakibine kabul ettirmeyi hedefleyen bir diğer strateji zorlamadır. Ancak caydırmada başarı, kuvvet kullanımına gerek olmamasıyla ölçülürken; zorlamada tepkilerin net olarak 81 eylemlere dönüştürülerek harekete geçirilmesiyle ölçülmektedir. Zorlama (compellence), rakibin başlattığı eylemi durdurması ya da giriştiği eylemden 82 vazgeçmesi için talebin kabul ettirilmesini hedefleyen bir stratejidir. Dolayısıyla 75 Adam B. Lowther, “Introduction: How Has Deterrence Evolved?”, Deterrence: Rising Powers, Rogue Regimes, and Terrorism in the Twenty-First Century, ed. Adam B. Lowther (New York: Palgrave Macmillan, 2012), 8. 76 Peter Viggo Jakobsen, “Coercive diplomacy”, The SAGE Handbook of Diplomacy, ed. Costas M. Constantinou and et al. (London: SAGE Publications, 2016), 478. 77 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 5. 78 Bull, The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics, 119. 79 Barry Buzan, “Peace, Power, and Security: Contending Concepts in the Study of International Relations”, Journal of Peace Research 21, no. 2 (1984): 124. 80 Brian C. Schmidt, “The primacy of national security”, Foreign Policy: Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith and et al. (Oxford: Oxford University Press, 2016), 213. 81 Robert J. Art, “To What Ends Military Power?”, International Security 4, no. 4 (1980): 8. 82 Art, “To What Ends Military Power?”, 7. 20 rakibin bir eylemi başlatması ya da girişmesi durumunda davranışını değiştirmesini 83 sağlamayı içermektedir. Kavram, Thomas Schelling tarafından yayımlanan “Arms and Influence” başlıklı çalışmada ortaya konulmuştur. Zorlamayı bir çatı olarak değerlendiren Schelling, kavramı genellikle hem zorlayıcı diplomasiyi hem de şantajı dahil eden geniş bir 84 kapsamda ele almıştır. Ancak zorlamayı, zorlayıcı diplomasiden ayıran önemli farklar vardır. Zorlama daha çok kuvvet kullanma tehditleri üzerinde dururken, zorlayıcı diplomasi kabul edilebilir, makul bir anlaşmaya varmak için kuvvet kullanma tehditlerinin yanı sıra esnek bir diplomasi ile ikna ve uzlaşmanın gerçekleştirilmesi üzerinde durmaktadır. Ayrıca zorlamanın aksine zorlayıcı diplomaside kuvvet kullanma tehditlerinin savunma amacına mı yoksa saldırı amacına mı dönük olduğu arasında bir 85 ayrım yapılabilmektedir. Tehditlerinin saldırganca dile getirilmesi zorlama ve şantaj stratejileri ile ifade edilebilmektedir. Burada şantaj (blackmail) stratejisi, rakibin karşı çıkmadan kararından dönmesi, çıkarlarından vazgeçmesi ya da değerli bir şey vermesi için kuvvet kullanma tehdidine başvurularak ikna edilmesidir. Dolayısıyla kuvvet kullanma tehditlerinin tepkisel doğası zorlayıcı diplomasiye işaret ederken, bu tehditlerin rakibi bir eylemi 86 gerçekleştirmeye zorlamak için proaktif şekilde kullanılması şantaja işaret etmektedir. 2. Zorlayıcı Diplomasinin Esasları Kuvvet kullanma stratejileri uyuşmazlıkları savaşa başvurmadan barışçıl yöntemler kullanarak çözme arayışındadır. Bu stratejilerden biri olarak zorlayıcı diplomasi, askeri araç ve yöntemleri işleten ibret verici ve ölçülü olarak ifade edilebilen sınırlı güç 87 kullanımından önce, diplomatik niteliği ile esnek bir alternatif oluşturmaktadır. Bu 83 Schelling, Arms and Influence, 72. 84 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 5. 85 Alexander L.George, “Coercive Diplomacy: Definition and Characteristics”, The Limits of Coercive Diplomacy, ed. Alexander L.George and William E. Simons (Boulder, CO: Westview Press, 1994), 7. 86 Jakobsen, “Coercive Diplomacy”, s.241. 87 Alexander L. George, “Coercive Diplomacy”, The Use of Force: Military Power and International Politics, ed. Robert J. Art and Kenneth N. Waltz (Lanham: Rowman & Littlefield Publishers, 2004), 71. 21 doğrultuda zorlayıcı diplomasiyi kriz durumunu savaşa neden olmayacak şekilde 88 yönetmek veya sonlandırmak için uygulanabilir bir stratejidir. Savaşla karşılaştırıldığında daha az tırmanma riskinin olduğu zorlayıcı diplomasi, daha az maliyet ve yıkım öngörülerek hedeflere ekonomik bir şekilde ulaşma imkanı sunduğu 89 ölçüde çekici bir stratejidir. Aynı zamanda kuvvet kullanma stratejilerinin teşvikler ve diğer diplomatik unsurlarla birleştirilmesi şeklinde sunulan daha geniş bir etki teorisinin 90 parçasıdır. Pazarlık ve müzakere süreçlerini harekete geçirmeyi hedefleyen strateji, barışçıl yöntemlere başvurma imkanı sunarak diplomasinin sınırları içinde kalınmasını hedeflemektedir. Tırmanan çatışma süreçlerinde karşılaşılacak durumun maliyetini hatırlatan strateji, elde edilecek kazançtan daha fazla yıkıma uğranabileceğini ifade ederek, diplomatik, askeri ve ekonomik yöntemleri kapsayan çok yönlü ve çok daha uygun olan bir seçeneğin 91 olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla zorlayıcı diplomasi bir kriz durumunda kaba gücün yerine kullanılabilecek bir alternatif oluşturarak, kaba güç kullanımına başvurmadan önce diplomatik çözüm yöntemlerinin kullanılmasının yolunu 92 açmaktadır. Aksi takdirde tek yanlı statüko değişikliği durumu taraflar arasında meydan okuma sürecini tırmandırır ve kuvvet kullanmanın ölçüsü aşılırsa kaba güç kullanımı ile sonuçlanacak olan bir strateji ile karşılaşılmaktadır. Bu ise diplomatik alandan askeri alana geçişin söz konusu olması anlamına gelmektedir. Zorlayıcı diplomasi güç kullanma tehditlerinden ve sınırlı güç kullanımından 93 yararlanırken, gücü esnek bir psikolojik politika aracı haline getirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla stratejiyi, rakibi yenmeyi ve kontrol etmeyi hedefleyen, bir tercih hakkı 94 sunmayan kaba güç kullanımından ayırmak gerekir. Kaba güç kullanımında, belirlenen hedeflere ulaşmak için askeri kuvvetlerden en verimli şekilde yararlanılırken, 88 Alexander L. George, “A Provisional Theory of Crisis Management”, Avoiding War: Problems of Crisis Management, ed. Alexander L. George (Boulder: Westview Press, 1991), 23-24. 89 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 6. 90 Alexander L. George, “The Need for Influence Theory and Actor-Specific Behavioral Models of Adversaries”, Comparative Strategy 22, no. 5 (2003), 464. 91 George, “The Need for Influence Theory and Actor-Specific Behavioral Models of Adversaries”, 465. 92 Ömer Göksel İşyar, “Definition and Management of International Crises”, Perceptions Journal of International Affairs 13, no. 4 (2008), 40. 93 Alexander L. George, “Crisis Management: The Interaction of Political and Military Cconsiderations”, Survival 26, no. 5 (1984): 225. 94 Schelling, Arms and Influence, 3. 22 zorlayıcı diplomaside, bir rakibin talepleri yerine getirmesini sağlamak için sadece sınırlı askeri gücü değil aynı zamanda ikna, zorlayıcı tehditler veya eylemler, uzlaşmacı 95 teklifler ve tavizlerinden oluşan çeşitli kaynaklardan yararlanılmaktadır. Güç kullanımını tercih etmemek ya da sınırlı bir düzeyde tutmak üzerine tasarlanan zorlayıcı diplomasi, rakibi yenmekten ziyade taleplere uymasını amaçlayan bir etkileme stratejisidir. Güç, rakiple bir çıkar çatışmasını çözmeye ve uzlaşma sağlamaya yönelik siyasi-diplomatik bir stratejiye tabi olarak kullanılmaktadır. Bu noktada rakibe yönelik tehditler ve teşvikler sunarak isteneni yerine getirme ya da reddederek süreci tırmandırma ve savaşa başvurma arasında bir tercihte bulunma imkanı tanımaktadır. Bu noktada kasıt, statüko değişikliğinin başlangıçtaki duruma geri döndürülmesidir. Zorlayıcı diplomaside düşmanca eylemleri ve istikrarsızlaştırma girişimlerini durdurma ve tersine çevirme bağlamında rakibin iradesini etkilemeyi amaçlayan siyasi ve 96 diplomatik bir strateji ortaya konulmaktadır. Süreçte zorlayıcı taraf ihlali oluşturan eylemi durdurmak ya da tersine çevirmek için harekete geçerek rakibini ikna etmeyi amaçlar. Strateji, kuvvet kullanma tehdidini de inandırıcılığı artıran, kararlılığa vurgu yapan bir pazarlık aracı olarak kullanırken, kuvvet kullanımını sınırlı bir düzeyde tutarak savaştan kaçınmayı esas alır ve meşru zeminde kalınması gerektiğini ifade 97 eder. Statükoyu çıkarlarına uygun şekilde değiştirmeye çalışan ve bu doğrultuda kendi değerlerini maksimize etmeyi hedefleyen rakibe karşılık, çıkarlarının zarara uğradığını söyleyen zorlayıcı taraf, rakibi bu kararından dolayı engellemeye yönelik girişimlerde bulunur. Bu noktada geri adım atmaya ikna etmeye yönelik oluşturulan tepkinin ilgili uyuşmazlığın kendine has durumu incelenerek verilmesi önemlidir. Aksi takdirde esas odaktan uzaklaşarak rakip ile yaşanan önceki uyuşmazlıkların gündeme getirilmesi, sürecin genişlemesine yol açarak zorlayıcı diplomasinin uygulanmasını zorlaştırır. Zorlayıcı tehditler savunmaya dayalı ve saldırıya dayalı olmak üzere iki başlık altında ele alınabilir. Bu noktada savunmacı karakteri ile zorlayıcı diplomasi kuvvet kullanma 95 George, “Crisis Management: The Interaction of Political and Military Cconsiderations”, 225. 96 Jack S. Levy, “Deterrence and Coercive Diplomacy: The Contributions of Alexander George”, Political Psychology 29, no. 4 (2008): 539. 97 Paul Gordon Lauren and et al., Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time (New York: Oxford University Press, 2007), 200. 23 tehdidinden yararlanarak, rakibi isteneni yapma noktasında teşvik ederek ihlali durdurmaya çalışır. Diğer seçenekte ise rakibin karşı koymasına ve direnç göstermesine 98 fırsat tanımadan ikna etmek için zorlayıcı tehditler düşmanca kullanılır. Öyle ki zorlayıcı tehditlerin bu tür saldırgan kullanımları, bir önceki başlıkta da ele alındığı 99 üzere, şantaj stratejisi ile daha iyi tanımlanmaktadır. Ayrıca George zorlayıcı 100 diplomasiyi zorlamanın savunmacı bir yolu olarak ifade etmiştir. Savunmacı karakterini üç amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak ön plana çıkaran zorlayıcı diplomaside amaç ilk olarak rakibi, başlattığı eylemi durdurmaya ikna etmekle ilgili olabilirken; ikinci olarak rakibin henüz tamamlamış olduğu eylemi tersine çevirmeye ikna etmekle ilgili olabilir. Üçüncü olarak ise rakibi, hükümetinde veya siyasal rejiminde değişiklik yapılması için ikna etmekle ilgili olabilmektedir. Bu noktada ilk iki amaca yönelik uygulanan bir zorlayıcı diplomasi stratejisi savunmacı karakterini belirgin şekilde vurgularken, üçüncü amaç saldırgan nitelikli olarak algılanabilmektedir. Bu ayrımın net bir şekilde ortaya konulamaması stratejinin 101 sınırlarını zorlayarak, başarı şansını azaltabilir. Zorlayıcı diplomasinin soyut modeli rakibin rasyonel olduğunu varsayar. Bu noktada rakibin bilgileri doğru aldığını, kuvvet kullanma tehdidini doğru bir şekilde değerlendirdiğini, taleplere uymanın kendi çıkarlarına uygun olduğunu kabul ettiği 102 varsayılır. Ancak George, rakibin saf rasyonalitesinin uygulamada sorunlu olduğunu belirterek, yanlış algılama ve yanlış hesaplamaya karşı dikkatli olunması gerektiğini 103 ifade etmiştir. Bu noktada zorlayıcı taraf, krizin çözümünün sağlanması için soyut modeli rakibin davranış özelliklerini dikkate alarak belirli bir stratejiye 104 dönüştürmelidir. 98 George, “Coercive Diplomacy: Definition and Characteristics”, 7. 99 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 5. 100 George, “Coercive Diplomacy: Definition and Characteristics”, 7. 101 George, “Coercive Diplomacy: Definition and Characteristics”, 8-9. 102 George, “The Need for Influence Theory and Actor-Specific Behavioral Models of Adversaries”, 477. 103 Alexander L. George, “The ‘Operational Code’ A Neglected Approach to the Study of Political Leaders and DecisionMaking”, International Studies Quarterly 13, no. 2 (1969): 197-198. 104 Alexander L. George, Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy (Washington, DC.: United States Institute of Peace Press, 1993), 118. 24 Zorlayıcı diplomasinin söylem ve eylem olmak üzere iki düzeyde gerçekleştiğine 105 dikkat çekmek gerekir. Maliyetler ve riskler söylemlerin kesin, net ve açık sözlerle 106 ifade edilmesini ve eylemlerin güçlendirilmesini gerektirebilir. Dolayısıyla Alexander L. George’nin “zorlayıcı ikna” şeklinde de ifade ettiği zorlayıcı diplomasi hem devam eden diplomatik girişimlerin hem de dile getirilen tehditlerin ve güçlü tedbirlerin geri 107 bildirim ve karşılıklı etkileşim halinde olduğu bir stratejidir. Bu noktada kasıt, statüko değişikliğinin başlangıçtaki duruma geri döndürülmesidir. Zorlayıcı tarafın, askeri güçlerini konuşlandırmak, talebini desteklemek ve gerekirse uygulamak için gereken türden siyasi ve diplomatik hazırlıklar yapmak gibi eylemleri rakibi zorlamak için kullanılan sözlü iletişimleri pekiştirerek inandırıcı hale getirebilme kapasitesine sahiptir. Ancak eylemler aynı zamanda zayıf söylemleri de telafi edebilme kapasitesindedir. Dolayısıyla söylem ve eylem arasındaki ilişki süreç boyunca dikkat 108 edilmesi gereken önemli bir işleve sahiptir. Esasında söylem, zorlayıcı taraf hareket alanına meşruiyet kazandırmaya çalışırken, stratejisini belirlerken, rakibe yönelik istemin inandırıcılığını sağlamaya ve pekiştirmeye çalışırken kolaylaştırıcı bir işlevdedir. Taraflar arasında söylem ve eylemin karşılıklı etkileşimi iletişimin açık bir şekilde işletilmesi ile bağlantılıdır. Politikaları hakkında karşılıklı fikir ve bilgi sahibi olan taraflar süreci gözden geçirme fırsatı bularak yanlış algılamanın önlenmesini sağlayabilirler. Aksi halde, etkileşimin sağlanamaması durumunda, uygun strateji belirlenemeyerek, sürecin tırmanmasının önüne geçilemeyebilir. Zorlayıcı diplomaside rakibe itaat etme ya da etmeme arasında bir tercih sunularak “son 109 bir şans” verilmektedir. Stratejinin uygulanması kuvvet kullanma tehdidinin meydana getireceği etkiye koşut olarak gelişmektedir. Zorlayıcı taraf rakibe fikir 110 verecek algı düzeyinde bir kuvvet kullanma tehdidi ile ikna kapasitesini ortaya koyar. 105 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 9. 106 Paul Gordon Lauren, “Ultimata and Coercive Diplomacy”, International Studies Quarterly 16, no. 2 (1972): 135. 107 George, “Coercive Diplomacy”, 74. 108 Alexander L. George, “The Development Of Doctrine And Strategy”, The Limits of Coercive Diplomacy: Laos-Cuba-Vietnam, ed. Alexander L.George and et al. (Boston: Little, Brown and Company, 1971), 30 109 Schelling, Arms and Influence, 89. 110 Schelling, Arms and Influence, 3 25 Bu noktada gerekmesi halinde sınırlı güç kullanımına başvurulacağı ifade edilip, rakibin 111 karşılaşacağı yıkımın büyüklüğü gösterilerek istemin yerine getirilmesi hedeflenir. Verilen bu sinyalle rakibin meydana getirdiği durum değişikliğini sürdürmesi hâlinde neler olabileceği gösterilerek bir geri dönüş fırsatı sunulur. Dolayısıyla zorlayıcı diplomasi stratejisi, kuvvet kullanma tehditlerinin ötesine geçerse, çıkarları koruma kararlılığını göstermek ve daha fazla kuvvet kullanabileceğinin inandırıcılığını göstermek için uygun türde yeterli güç kullanmayı gerektirir. Zorlayıcı taraf, rakibin mevcut durumu sürdürmekten yana olan tavrını koruması halinde hedeflerini meşrulaştırma fırsatı bularak, sınırlı güç kullanımına başvurabilmektedir. Dolayısıyla zorlayıcı diplomasi hem araç hem de bağlam olarak sınırlı güç kullanımından yararlanmayı öngörür. Sınırlı güç rakibin taleplere uymadığı takdirde karşılaşacağı durumun maliyetini 112 artırmak ve daha fazlasıyla karşılaşacağı tehdidinde bulunmak için kullanılır. Sınırlı güçle ifade edilen “kararlılığa vurgu yaparak gerekmesi halinde daha fazla güç kullanılacağı tehdidine inandırıcılık kazandıracak ölçüde yeterli uygun güç 113 kullanımıdır.” Sınırlı gücü, rakibi hesaplarını gözden geçirmeye ve çatışmanın karşılıklı olarak kabul edilebilir bir şekilde sona erdirilmesine ikna etmek için örnek 114 niteliğinde ve kontrollü artışlarla kullanmaktadır. Bu noktada hava gücünün kullanılması uygulamanın başarılı olması için kullanılan en 115 yaygın faktör olarak ifade edilebilir. Dikkat edilmesi gereken gücün göstermelik ve 116 sembolik olarak kullanılmasıdır. Bu noktada önerilen sınırlı güç tanımı, sınırlı talebin rakibe iletilmesi ve kesin sonuçlar ortaya çıkarmayan güç kullanımı şeklinde iki 117 unsura dayandırılabilir. Bu minvalde kuvvet kullanımına başvurulmasının gerekmesi, güç kapasitesi ile ilgili bilgi sağlayabilecek nispette ölçülü, ibret verici, sınırlı bir düzeyde tutulmalıdır. 111 Schelling, Arms and Influence, 76. 112 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 11. 113 Robert J. Art, “Introduction”, The United States and Coercive Diplomacy, ed. Robert J. Art and Patrick M. Cronin (Washington, D.C.: United States Institute of Peace Press, 2003). 9. 114 George, “The Development Of Doctrine And Strategy”, 18. 115 Daniel L. Byman and et al., Air Power as a Coercive Instrument (Santa Monica: RAND Corporation, 1999), 31. 116 George, “Coercive Diplomacy: Definition and Characteristics”, 10. 117 Peter Viggo Jakobsen, “Pushing the Limits of Military Coercion Theory”, International Studies Perspectives 12, no.2 (2011): 163. 26 Zorlayıcı diplomasi uygulanırken sürecin tırmanmamasının yanı sıra tehditler ve taleplere uyum sağlanması için taraflar arasında müzakere, pazarlık ve haber almayı 118 içeren iletişimin açık olması gerekmektedir. Zorlayıcı diplomasi gerektirmeyecek durumlarda askeri kuvvet kullanımına başvurulmasının önünü alarak, askeri güç kapasitesine güvenmeye karşı bir direnç oluşturur. Tehditlere ve sınırlı güç kullanımına dayanan strateji rakibin taleplere uyma motivasyonunu artırmak ve zorlayıcı tarafın taleplerini yerine getirmesini sağlamak için tehdit ve sınırlı güç kullanımının yanı sıra teşvikler ve garantiler de sunulabilmektedir. Pozitif teşviklerin kullanılması, istenenlerin yapılmasına ikna edecek motivasyonların sağlanması açısından zorlayıcı diplomasinin kritik bir unsurudur. George “havuç ve sopa” yaklaşımının gerekliliğine vurgu yaparak bu yaklaşımın stratejinin esnekliğini ve 119 uygulanabilirliğini büyük ölçüde artırdığına dikkat çekmiştir. Bu noktada kuvvet kullanma tehdidine başvurularak, teşvikler ve garantiler sunularak elde edilen bir başarı ucuz zorlayıcı diplomasi başarısı olarak, sınırlı güç kullanımına başvurularak elde edilen başarı ise maliyetli başarılar olarak kodlanabilmektedir. Kaba güç kullanımına 120 başvurulması ise zorlayıcı diplomasinin başarısızlığı anlamına gelmektedir. Kısacası tehdit ve sınırlı gücün tek başına yeterli olmadığı zorlayıcı diplomasi teşviklerle desteklenen bir strateji ortaya koymaktadır. Sunulan teşvikler ve garantiler rakipte korku uyandırma durumunun sürmesini desteklemeli, inandırıcılığı sağlamalı ve itaat etme ihtiyacını ortaya çıkarmalıdır. Taraflar çıkarlarını güç yoluyla tek taraflı olarak elde etmektense pazarlık yapmanın daha fazla kazanç sağlayacağı algısından hareketle uyuşmazlığı sıfır toplamlı bir oyun 121 olarak değerlendirmemelidirler. Ancak zorlayıcı diplomaside pazarlık gücü inandırıcılığın sağlanmasına bağlı olarak gelişir. Bu durum tarafların güç kapasiteleri arasında zorlayıcı taraf lehine bir asimetrinin ya da dengesizliğin olması ile gerçekleşebilir. Ancak böyle bir güç asimetrinin olmadığı durumlarda uluslararası destek ile de inandırıcılık sağlanarak zorunluluğun teşvik edilmesi söz konusu olabilir. 118 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 6. 119 George, “Coercive Diplomacy”, 75. 120 Jakobsen, “Coercive Diplomacy”, 249-250. 121 Schelling, Arms and Influence, 4. 27 Benzer şekilde inandırıcılık rakibin iyi tanınmasıyla ve stratejiyi sürdüren aktörlerin yetenekleriyle doğru orantılı olarak etki oluşturmaktadır. Rakibin zaaflarına dokunulması, bu stratejinin sürdürülebilmesi için önemli bir işlevdedir. Buna karşılık zorlayıcı devletin rakibine karşı savaşma olasılığı yokken savaş imaları yapması, gerçekleştiremeyeceği belli olan sözler vermesi, inandırıcılığını azaltıcı etki yaratmaktadır. Sonuç olarak kararlılık ve inandırıcılık sağlaması gereken sınırlı güç kullanımında bu niteliklerin hangi seviyede gösterileceği, durumun özelliklerine bağlı olarak değişmektedir. Ancak genel anlamda ilk olarak siyasi ve/veya diplomatik tehditler, ardından ekonomik tehditler ve en son aşamada kuvvet kullanma tehditleri devreye girebilmektedir. 3. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Tasarlanması Strateji tasarlanırken dört aşamadan oluşan bir süreç sonucunda zorlayıcı diplomasinin 122 uygulanabilir bir strateji olup olmadığı belirlenmeye çalışılmaktadır. Bu noktada zorlayıcı tarafın rakibine yönelik hangi araçları kullanarak nasıl bir istem ortaya koyacağı süreci nasıl değerlendireceğine karar vermesine bağlı olarak gelişmektedir. Zorlayıcı taraf ilgili durumu yaşamsal çıkarlarına yönelik varoluşsal bir tehdit olarak dile getirerek süreci normal alandan politik alana taşıyıp bu şekilde ele almaya karar vermiş olabilmektedir. Bu minvalde kendine has özellikler dikkate alınarak bir kriz yönetim süreci şekillenmektedir. Zorlayıcı diplomasi stratejisi oluşturmak için karar vericinin ilk aşamada değişkenlerin neler olduğuna, ikinci aşamada hangi stratejinin kullanılacağına, üçüncü aşamada rakibin karar vericisinin rasyonelliğinin analiz edilmesine ve dördüncü aşamada ise krize özgü bağlamsal değişkenlerin neler olduğunu dikkate alarak bir karara varması 123 gerekir. 122 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 37. 123 Alexander L.George, “Theory and Practice”, The Limits of Coercive Diplomacy, ed. Alexander L.George, William E. Simons (Boulder,CO: Westview Press, 1994), 16-20. 28 3.1. Birinci Aşama Değişkenlerin neler olduğunun belirlendiği birinci aşamada, krize yönelik nasıl bir yol 124 izleneceği dört değişken üzerinden analiz edilir. İlk değişken olan istemde, zorlayıcı 125 taraf rakibinden hangi istemde bulunacağına karar vererek bu istemin sınırlarını çizer. Rakibin isteme direnmeyi, karşı çıkmayı ve meydan okumayı göze almaması için 126 istemin sınırlarının geniş tutulmaması, net, açık ve anlaşılır olması gerekir. Bu noktada yerine getirilmesi zor yeni taleplere yol açmayacağına dair rakibe garanti 127 vermek önemlidir. Bu minvalde istemin kısıtlılık ve sınırlılık çerçevesinde ortaya 128 konulması rakibin buna uymasını ve gereklerini yerine getirmesini sağlayabilir. Aksi takdirde rakip yaptırımları göze alarak ihlal durumunu sürdürebilir ya da askeri bir çatışmaya girmeyi tek alternatifi olarak değerlendirebilir. Dolayısıyla stratejinin uygulanabilir olması ve başarı şansının yüksek olması için istem, zorlayıcı diplomasiye krizi tırmandırarak kaba güç kullanımıyla sonuçlanacak olan bir strateji olarak başvurulmadığını gösterir nitelikte olmalıdır. Dolayısıyla ölçülü, inandırıcı, kararlılıkla arkasında durabilir, kabul edilebilir ve sınırlı bir istem ortaya konularak statüko değişikliğinin durdurulması, yeniden tesis edilmesi, zararın karşılanması ve fiili ihlalin meydana getirdiği durum değişikliğinin kriz öncesi duruma geri döndürülmesi hedeflenir. İkinci değişken olan aciliyet ve zorunluluk duygusunun yaratılması, sürecin niteliğine 129 bağlı olarak gelişmektedir. Bu noktada ihlal durumu, zorlayıcı tarafın yaşamsal değerleri, egemenlik hakları, ulusal çıkarları ve toprak bütünlüğü gibi varoluşuna bir tehdit oluşturacak boyutta ise acil bir şeyler yapma ihtiyacı en üst düzeyde net ve ciddi 130 biçimde kurgulanmaktadır. Aksi takdirde telafi edilebilir bir yoksunluk ve uzlaşmaya açık bir ihlal durumu söz konusu ise veya zorlayıcı taraf ile rakip arasındaki gücün 124 George, “Theory and Practice”, 16. 125 George, Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy, 119; George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, s.7; George, “Coercive Diplomacy”, s.72. 126 Robert A. Pape, Bombing to Win: Air Power and Coercion in War (New York: Cornell University Press, 1996), 19. 127 Schelling, Arms and Influence, 74. 128 Lauren, Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time, 202. 129 George, Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy, 119; George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 7; George, “Coercive Diplomacy”, 72. 130 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 39. 29 asimetrik olması rakip tarafından riskli görünüyor ise acil bir şeyler yapma ihtiyacı daha düşük düzeyde olacaktır. Kısacası sürecin oluşturduğu algı, zorlayıcı tarafta bir etki yaratarak, isteme uyulmasının bir aciliyet ve zorunluluk duygusu olarak nasıl ortaya konulacağını belirlemektedir. İlgili durumun meydana getirdiği yoksunluk, zorlayıcı tarafın bir tepki göstermesine neden olacak boyutta ise talebe uyulmasını sağlamaya yönelik acil bir şeyler yapma ihtiyacı gerekli görülmektedir. Bu noktada talebe uyulması ve stratejinin başarıyla sonuçlanmasını sağlamaya dönük olarak yaratılan aciliyet ve zorunluluk duygusu çözümü merkeze alacak şekilde uygulanabilir olmalıdır. Üçüncü değişken olan ceza ve yaptırımın nasıl uygulanacağına karar verilmesi istemin 131 karşılanmaması durumunda önem taşımaktadır. Talebe uyulmaması durumunda ne tür bir cezanın verileceğinin belirlenmesi kuvvet kullanma tehdidine başvurulmasına bağlı olarak gelişmektedir. Bu tehditler arasında ekonomik yaptırım, diplomatik ilişkinin kesilmesi, sınırlı güç kullanımının artırılması, sınırlı işgal, savaş ilanı ya da 132 kullanılan silah türlerinin değiştirilmesi gibi pek çok olasılık yer alabilmektedir. Belirtmek gerekir ki uygulanacak ceza istemin karşılamasını sağlamaya yetecek ölçüde değilse ya da istem ve ihlal durumu arasında istem lehine bir asimetri varsa rakip, isteme karşı bir direnç oluşturabilmektedir. Dolayısıyla cezalandırma tehdidinde söylem ve eylemin karşılıklı etkileşimi uygulanabilir ve rakibi zarara uğratabilir ölçülülükte olmalıdır. Dördüncü değişken olan teşviklerin sunulması, krizin tırmanmaması ve stratejinin kaba güç kullanımıyla sonuçlanmaması için statüko değişikliğinin geri alınmasını sağlayacak 133 kolaylaştırıcı bir işlev görmektedir. Cezalandırma tehditlerini dengeleyerek bu tehditlere uyum sağlayacak, uzlaşmanın uygulanabilirliğini artıracak, inandırıcılığını etkileyecek ve diplomasi çerçevesinde kalınmasını destekleyecek teşviklerin ve 134 önerilerin sunulması stratejinin başarısı için önemlidir. 131 George, Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy, 119. George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 7; George, “Coercive Diplomacy”, 72. 132 Lauren, Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time, 202. 133 George, Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy, 119; George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 7; George, “Coercive Diplomacy”, 72. 134 Lauren, Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time, 202. 30 3.2. İkinci Aşama Krizde zorlayıcı diplomasi stratejisinin türlerinden hangisinin uygulanabilir olduğunun belirlendiği ikinci aşamada çözüme ilişkin en uygun tür seçilerek, statüko değişikliğinin geri alınması sağlanmaya çalışılır. Bu aşamada bir önceki aşamada saptanan dört değişkene bağlı olarak ve ilgili durumun kendine has niteliği içinde zorlayıcı tarafın karar vericisi uygun olan tür ile rakibin istemi yerine getirmesini ve ihlal durumunu 135 durdurmasını ya da tersine çevirmesini bekler. Zorlayıcı tarafın algıladığı tehdit ve krizin niteliği göz önüne alınarak uygun tür ya da türler gerekli evrelerde devreye sokularak çözüme ilişkin süreç uygulanır. Alexander L. George’nin ortaya koyduğu çerçevede zorlayıcı diplomasi stratejisinin dört farklı türünden bahsetmek uygun olacaktır. Bu stratejiler ültimatom, zımni 136 ültimatom, baskıyı aşamalı artırma, dene ve gör şeklinde ifade edilmektedir. Belirtmek gerekir ki, zorlayıcı diplomasi stratejisinde sürecin kendine has niteliği belirlenerek, çözüme yönelik benimsenecek stratejinin seçilmesinde kullanılan söylem ve uygulanan eylem karşılıklı etkileşim halinde olup birbirini desteklemelidir. Bu noktada zorlayıcı taraftan beklenen, söylemlerini başarı şansı yüksek olan eylemlere dönüştürürken, mevcut sürece yönelik en uygun türü seçmesidir. Zorlayıcı taraf amacının ne olduğunu açıkça ortaya koyarak, bu amaç için hangi türün kullanılacağı konusunda tercihlerini şekillendirme eğilimine sahiptir. Bunun yanı sıra zorlayıcı tarafın uygun türü belirlerken stratejinin uygulanmasını mümkün kılacak olan kapasitesini dikkate alarak hareket etmesi gerekmektedir. Esasında zorlayıcı diplomaside, rakibin istemini zayıflatacak manevralar uygulanırken, genel olarak en sert ve keskin türler en son aşamada gerçekleştirilir. Ancak hangi türün etkili olup olmayacağı diğer değişkenlerin belirlenmesine ve sürecin kendine özgü niteliğinin göz önünde tutulmasına bağlı olarak değişmektedir. 135 George, “Theory and Practice”, 18-19. 136 Alexander L. George, “Strategies for Crisis Management”, Avoiding War: Problems of Crisis Management, ed. Alexander L.George (Boulder: Westview Press, 1991), 385; George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 67; George, “Coercive Diplomacy”, 72-73. 31 3.2.1. Ültimatom Zorlayıcı diplomasi stratejisinin diğer türleri ile karşılaştırıldığında daha sert, keskin ve net şekli olarak değerlendirilen ültimatom, zorlayıcı tarafın rakibine yönelik uyguladığı 137 stratejinin en üst seviyesini ifade eder. George ültimatomun istem, bu istemin yerine getirilmesi için belirlenen sınırlandırılmış bir zaman ve yerine getirilmemesi durumunda uygulanacak bir cezalandırma tehdidi şeklinde ifade edilebilecek birbirini tamamlayıcı nitelikte üç unsuru olduğunu 138 belirtmiştir. Belirtilen sacayakları doğrultusunda bir söylem ortaya konularak rakibin meydana getirdiği durum değişikliğini durdurması ya da tersine çevirmesi için net ve ciddi bir 139 süreç başlatılmış olur. Ültimatomun uygulamaya konulmasıyla zorlayıcı taraf kararlı tutumunu en ciddi biçimde dile getirerek uygulananlardan daha fazla cezalandırıcı 140 önlemleri uygulayabileceğine dair net bir duruş sergiler. Diplomasinin etki alanından çıkılmaya başlandığına işaret eden süreçte giderek çatışma durumuna geçilmesi söz 141 konusu olabilmektedir. Bu noktada rakip üzerinde yaratılan aciliyet hissinin 142 uygulanabilir olması ve krizin ciddi bir tehdit olarak algılanması önemlidir. Zorlayıcı taraf kararlılığını iletişim kanalları yoluyla rakibine en net biçimde bildirerek 143 “son sözün” söylendiğini ifade eder. Başarılı bir şekilde uygulanması stratejinin daha 144 az maliyetle ve daha az riskle hedefe ulaşmasını sağlar. Zorlayıcı tarafın söylem ve eylemleri rakip tarafından ya tam olarak anlaşılmaz ya inandırıcı bulunmaz ya da rakip ihlalde ısrarcı olursa bu noktada belirlenen zamanın sona ermesiyle askeri seçeneklerin işletilmesi söz konusu olabilir. 137 Fuat Aksu, “Kuvvet Kullanma Tehdidine Dayalı Dış Politika Krizlerinde Güvenlik Kavramı”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, der. Evren Balta Paker ve İsmet Akça (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2010), 481. 138 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 7; George, “Coercive Diplomacy”, 72. 139 Levy, “Deterrence and Coercive Diplomacy: The Contributions of Alexander George”, 540. 140 Alex J. Bellamy, “Lessons Unlearned: Why Coercive Diplomacy Failed at Rambouillet”, International Peacekeeping 7, no.2 (2000): 96. 141 Bülent Şener, “Savaş ile Barış Arasında Bir Kriz Yönetim Stratejisi Olarak Zorlayıcı Diplomasi ve Türk Dış Politikasındaki Örnekleri”, Yeni Güvenlik Ekosistemleri ve Çok Taraflı Bedeli, ed. Tolga Sakman v.dğr. (İstanbul: Tasam Yay., 2018), 169. 142 Lauren, “Ultimata and Coercive Diplomacy”, 162. 143 Lauren, “Ultimata and Coercive Diplomacy”, 156. 144 Lauren, “Ultimata and Coercive Diplomacy”, 161-162. 32 Sonuç olarak rakibin zorlayıcı tarafa yönelik bir meydan okumayı ya da savaşı tek çıkış yolu olarak görmesine imkan verecek ölçüde seçeneksiz bırakılması, istenmeyen bir 145 tırmanma sürecine neden olabilmektedir. Bu riskten kaçınabilmek için rakibin istemi yerine getirmesine yönelik kolaylaştırıcı alternatifler ve teşviklerin dillendirilmesi önemlidir. Rakibi teşvik etmeye yönelik girişimler ödül-ceza mekanizmasının işletilerek rakibin geri adım atmasını beraberinde getirebilmektedir. 3.2.2. Zımni Ültimatom Ültimatomdan görece daha esnek bir sürece işaret eden zımni ültimatom, ültimatomdan sonraki en güçlü türü ifade etmektedir. Bu türde ültimatomda olduğu gibi istemin yerine getirilmesine yönelik inandırıcılığın ve kararlılığın açıkça dinlendirilerek ortaya konulması ciddi bir şekilde uygulanır. Ancak rakip tarafından bu istemin yerine getirilmesine yönelik olarak önceden belirlenmiş olan açık ve kesin bir zaman dilimine işaret edilmez. Dolayısıyla zaman sınırının bir kenara bırakılması ültimatoma göre daha fazla zamana sahip olunmasını sağlamaktadır. Bu türün başarısı rakibe rasyonel düşünme fırsatı vererek zorlayıcı tarafın istemini algılama olanağı sunmasından ileri 146 gelebilmektedir. Açık ve kesin bir zaman diliminin belirlenmemesinin inandırıcılığa ve kararlılığa gölge düşürmemesi için ise aciliyet hissi ve cezalandırma tehdidinin uygun yöntemlerle 147 desteklenmesi gerekir. Dolayısıyla bu durum ültimatomla arasındaki ince çizgiye işaret etmektedir. Zımni ültimatom, ültimatomu ortaya koyan sacayaklarını yansıtma eğilimindedir. Bu eğilimin ültimatomda olduğu netlikte olmasa da hissttirme kapasitesinin yüksek olduğu söylenebilir. Zımni ültimatomda rakibin ihlali sürdürmesi ve bir oldubitti yaratmakla tehdit etmesi, zorlayıcı tarafta harekete geçme noktasında artan bir aciliyet duygusu ortaya çıkarabilmektedir. Ancak bu durumda zorlayıcı taraf her zaman ültimatom vermeyi tercih etmeyebilir. Bu noktada tehditleri yerine getirmek için görünür hazırlıklar yaparak da uygulanmasını istediği taleple ilgili olarak yeterli baskı oluşturulabilir. 145 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 19. 146 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 32. 147 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 18. 33 Sonuç olarak, rakip, zorlayıcı tarafın itiraz ettiği faaliyeti durdurmadığı veya yavaşlatmadığı müddetçe, sürecin tırmanacağına inanarak geri adım atma eğilimi 148 gösterecektir. 3.2.3. Baskıyı Aşamalı Artırma Ültimatomda dillendirilen istemin yerine getirilmesinin sağlanması için benimsenen zaman sınırı ve aciliyet hissi ile istemin yerine getirilmediği durumda uygulanacak olan 149 cezalara ilişkin seçenekler bu türün kapsamına girmemektedir. Zorlayıcı devlet dillendirdiği istemin gereklerinin yapılması için herhangi bir zaman sınırlandırması koymadan bir strateji benimseyerek istemin geniş bir zamanda gerçekleşmesini 150 öngörür. Bu süreçte rakibe yönelik uyguladığı baskının şiddetini kademeli bir şekilde 151 artırarak kararlılığını pekiştirecek yöntemler geliştirmeye çalışır. Zamana yayarak izlenen stratejide baskı yöntemleri geliştiren zorlayıcı taraf, elindeki olanakları ve güç kapasitesini kararlılığının bir göstergesi olarak ortaya koyarak rakibi ikna etmeyi amaçlar. 3.2.4. Dene ve Gör Zorlayıcı taraf, ültimatomun ilk unsurunda belirtildiği hâliyle istemini açıkça dillendirerek tepkisini ifade eder. Ültimatomun diğer unsurları olan aciliyet yaratma, zorunluluk ortaya koyma ve bir cezalandırma tehdidi benimsenmeden sınırlı bir 152 zorlayıcı tehdit ortaya konulur. Taleplerin yerine getirilmesi noktasında herhangi bir 153 süre sınırı olmadan açık ve sınırlı bir talep iletilmektedir. Öyle ki zorlayıcı tarafın, rakibi üzerindeki talebini pekiştirmek için belirli bir süre sınırı belirtmesi veya ceza tehdidini tanımlaması gerekmeyebilir. Bu noktada rakip üzerinde yeterli zorlayıcı etkinin sağlanıp sağlanmadığının anlaşılması süreç öncesinde ve süreç esnasında iletişim kanallarının açık olmasını 148 George, “The Development of Doctrine and Strategy”, 28-29. 149 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 18-19. 150 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 8; George, “Coercive Diplomacy”,73. 151 Pape, Bombing to Win: Air Power and Coercion in War, 19. 152 George, “Strategies for Crisis Management” , 385. 153 Bellamy, “Lessons Unlearned: Why Coercive Diplomacy Failed at Rambouillet”, 96. 34 154 gerektirebilmektedir. Dene ve gör stratejisi ile rakibin isteneni yapma noktasında istekli olup olmadığına, bir diğer aşamaya geçilip geçilmeyeceğine, sınırlı bir tehdidin ötesinde güçlü bir tehdidin benimsenip beninmsenmeyeceğine yönelik olarak süreç 155 anlaşılmaya çalışılmaktadır. Dene ve gör stratejisinde, zorlayıcı taraf rakibini eylemini durdurmaya veya geri almaya ikna etmeye yönelik, her seferinde yalnızca bir adım atar. Hâlihazırda atılan adımların rakip üzerinde yeterli zorlayıcı bir etkiye sahip olup olmayacağı netleşene kadar ek 156 önlem alma kararını zamana bıraktığı söylenebilir. Belirtmek gerekir ki dene ve gör türünde kritik eşik zorlayıcı tarafın süreci algılama ve güç kapasitesi bakımından ihlalin durdurulmasına ilişkin süreci uzatmasıyla ilgilidir. Bu türde uygulanan yöntemler istemin yerine getirilmesine ilişkin bir yanıt vermezse diğer türlere geçiş yapılarak istemin karşılanması sağlanabilir. Sonuç olarak zorlayıcı diplomaside, krizlerin kendine has durumları içinde en uygun strateji belirlenerek, sürecin farklı aşamalarında birbirinin alternatifi olmayan türler 157 arasında geçiş yapılarak sürecin başarıya ulaştırılması sağlanmaya çalışılır. Bu noktada zorlayıcı taraf, meydana getirilen durum değişikliğini yaşamsal bir tehdit olarak dillendirirse cezalandırma tehditlerinin açıkça ifade edildiği ve aciliyet duygusu ile kararlılığın net bir şekilde ortaya konulduğu türler olan ültimatom ve zımni ültimatoma başvururak çözüme ilişkin araç ve yöntemleri geliştir. 3.3. Üçüncü Aşama Rakibin karar vericisinin rasyonelliğinin sınandığı ve değerlendirildiği üçüncü aşamada, rakip karar vericisinin rasyonelliği amprik veriler kullanılarak değerlendirilir. Rakibin davranışsal-bilişsel özellikleri, operasyonel kodlarının belirleyici olduğu bu aşamada, karar vericinin taraflar arasında meydana gelen önceki ya da başka krizlerdeki davranışlarının ayırt edici özelliklerine bakılarak bu krizde nasıl bir yol alacağı analiz 158 edilir. 154 Lauren, “Ultimata and Coercive Diplomacy”, 135-136. 155 Lauren, Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time, 202-203. 156 George, “The Development Of Doctrine And Strategy”, 27. 157 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 67-68. 158 George, “Theory and Practice”, 19-20. 35 Esasında zorlayıcı diplomasinin soyut modeli rakibin rasyonel davranış modeline sahip olduğu varsayımını temel alır. Ancak rakip karar vericisinin operasyonel kodu ve iletişimin nasıl sağlandığı rasyonelliğin uygulanabilirliğini etkileyerek krizin başarıyla çözülmesine olumlu ya da olumsuz olarak yansımaktadır. 3.4. Dördüncü Aşama Krizin özgünlüğüne ve karakteristik özelliklerine ilişkin bağlamsal değişkenlerin ele alındığı dördüncü aşamada, krize özgü olarak tasarlanan bir strateji uygulamaya konulur. Zorlayıcı tarafın karar vericisi her krizin kendine özgü bir karaktere sahip 159 olduğunu dikkate alarak hareket eder. Bu noktada zorlayıcı diplomasinin içerik bağımlı olduğunu ifade etmek gerekir. George, zorlayıcı diplomasi stratejisinin uygulandığı her krizi kendi özgünlüğü içinde etkileyen bağlamsal değişkenleri ortaya 160 koymuştur. 161 Bu değişkenler ;  “Küresel stratejik ortam” ,  “Kışkırtmanın türü”,  “Savaş düşüncesi”,  “Tek taraflı ya da kolektif zorlayıcı diplomasi”,  “Rakibin yalnızlaştırılması” şeklindedir. Bağlamsal değişkenler zorlayıcı diplomasinin ilgili krize yönelik uygulanabilir bir strateji olup olmadığına karar verilirken henüz kriz sürecinin başlangıç aşamasında 162 kullanılmalıdır. Zorlayıcı diplomasinin etkili bir şekilde uygulanmasının koşullarının belirlenmesi ve başarılı olması bağlamsal değişkenlerin doğru analiz edilmesine bağlı olarak gelişmektedir. Bağlamsal değişkenlerin kriz yönetiminde zorlayıcı diplomasiyi uygun bir strateji olarak görmesi durumunda aşağıda ele alınan başarı değişkenleri sürece dahil olur. Başarı değişkenleri karar vericilerin etkili bir strateji ortaya koymalarını sağlayarak uygulamayı kolaylaştırabilmektedir. 159 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 40. 160 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 69; George, “The Need for Influence Theory and Actor-Specific Behavioral Models of Adversaries”, 480. 161 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 19. 162 Jakobsen, “Coercive Diplomacy”, 245. 36 Ancak George başarı şartlarıyla birlikte ortaya koymuş olduğu on dört değişkenin zorlayıcı diplomasinin kesin bir başarıya ulaşıp ulaşmayacağını tahmin etme noktasında yetersiz olduğunu, incelenmesi gereken yararlı sorulardan oluşan bir “kontrol listesi” 163 olduğunu ifade etmiştir. 4. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Başarısının Koşulları Krizin tanımlanması, değerlendirilmesi ve bir tepkinin ortaya konulması kullanılacak araçların belirlenmesinde ve stratejinin uygulanmasında belirleyici olmaktadır. Zorlayıcı diplomasinin başarılı bir şekilde uygulanması, talebin açıkça tanımlanmasının ve gerekli türün doğru bir şekilde seçilmesinin yanı sıra zorlayıcı aktörün stratejisi ile küresel stratejik ortam arasındaki geri bildirimin karşılıklı etkileşimine bağlıdır. Aynı zamanda meşru zeminde hareket edilerek rakibin isteme karşı oluşturduğu direnci ortadan kaldırıp, uymasını kolaylaştıracak şekilde bir baskının oluşturulması, süreci etkileyecektir. Belirtmek gerekir ki rakibin algısında taleplere uymak için bir aciliyet hissi, çıkar dengesinin kendi aleyhinde olduğuna dair bir inanç ve taleplere uyulmaması durumunda 164 tolere edilemez bir ceza alma korkusu yaratılması, stratejinin başarısı için gereklidir. Ayrıca her bir koşulun hem zorlayıcı tarafın hem de rakibinin algısında bulunması yani 165 böyle bir ortak algının söz konusu olması, başarı şansını artıracaktır. Dolayısıyla tarafların birbirini tüm ilişkilerini ve çıkarlarını zarara uğratacak aktörler olarak algılaması barışçıl çözüm yöntemlerinin işletilebilirliğini, sürecin müzakere edilebilirliğini, zorlayıcı diplomasinin uygulanabilirliğini ve başarı şansını etkileyebilmektedir. George’nin ortaya koyduğu haliyle, zorlayıcı diplomasi stratejisinin başarılı bir şekilde uygulanmasını ve bu stratejiden sonuç alınmasını sağlayacak dokuz değişken 166 bulunmaktadır. 163 Alexander L. George, “Appendix: Note On Theory And Methodology”, The Limits of Coercive Diplomacy: Laos-Cuba-Vietnam, ed. Alexander L.George and et al. (Boston: Little, Brown and Company,1971), 259. 164 George, Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy, 124. 165 George, “Appendix: Note On Theory And Methodology”, 257. 166 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 34. 37 167 Bu değişkenler :  “Hedefin net olması”,  “Güçlü motivasyon”,  “Motivasyonun asimetrik olması”,  “Aciliyet hissi”,  “Güçlü liderlik”,  “Ulusal destek”,  “Uluslararası destek”,  “Rakibin tolere edilemez tırmanmadan endişelenmesi”,  “Krizin çözüm şartlarının açık olması” şeklindedir. Hedefin net olması: Zorlayıcı tarafın rakibin meydana getirdiği ihlali durdurması ve statüko değişikliğini geri almasına ilişkin talebi ile rakibin kendisinden ne talep edildiğine dair algısının 168 uyumlu olması kritik önemdedir. Dolayısıyla yalnızca talebin büyüklüğü değil, aynı 169 zamanda rakibin bunu algılayış biçimi önem taşır. Yapılması gereken net, açık, anlaşılır ve yanlış algılamaya mahal vermeyecek ölçülülükte bir talep ortaya konulmasıdır. Aksi takdirde rakipten ne istendiğinin net bir şekilde ifade edilmemesi ya da hedefin ne olduğunun muğlak bir şekilde dile getirilmesi krizin zorlayıcı tarafta neden olduğu tehdit algısının gevşek olduğu ya da rakibin ciddiye alınmadığı algısını kuvvetlendirecektir. Çözümün sağlanması, zorlayıcı tarafın ne elde etmeye çalıştığının net bir biçimde ortaya 170 konulmasına ve rakibin bu talebe gösterdiği dirence bağlı olarak şekillenmektedir. Kuvvet kullanma tehdidi rakibi taleplere uymanın maliyetinin katlanılamayacak 171 boyutlarda olduğu konusunda ikna edecek kadar güçlü olmalıdır. Bu çerçevede 167 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 19; Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 34-37. 168 George, “The Development Of Doctrine And Strategy”, 25. 169 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 12. 170 George, “Theory and Practice”, 15. 171 Schelling, Arms and Influence, 76. 38 zorlayıcı diplomasi stratejisini kullanan zorlayıcı taraf, az bir maliyetle kısa sürede 172 taleplerin yerine getirilmesini sağlayacak kapasiteye sahip olmalıdır. Stratejinin uygulanmasında zorlayıcı taraf, rakipten ya başlattığı eylemi durdurmasını ya geri almasını ya da hükümetinde ya da rejiminde değişiklik yapmasını talep 173 edebilmektedir. Rakibinden daha az şey istediği göz önüne alındığında, ilk talebe uyulması ve bu talebin yerine getirilmesi ikinci talebe göre daha kolaydır. Öyle ki rakibinden, giriştiği eylemi durdurmasını istemek, ondan yapmış olduğu şeyi geri almasını istemekten daha mütevazı bir tercih hakkı sunmaktadır. Aksi takdirde, rakibin teslim olma konusundaki isteksizliği, işgal ettiği topraklardan geri çekilmesinin istenmesi gibi rakibin başlattığı eylemi tümden geri alması talebiyle en üst düzeye kadar 174 çıkabilmektedir. Bu nedenle, ikinci talebi uygulamak daha güçlü tehditleri, bu tehditlerin teşviklerle sunulmasını veya daha fazla baskı yöntemlerini gerektirebilmektedir. Hükümet ya da rejim değişikliği gibi taleplerin ise güçlü bir teşvikle sunulması ve talebin yerine getirilmesinin sağlanması oldukça zordur. Ancak kitle imha silahları programlarına uymayan bir rakibe yönelik böyle bir değişiklik talebinde bulunulması inandırıcılığı artırarak rakibin taleplere uyması karşılığında hükümet ya da rejim değiştirme faaliyetlerini durduracağına dair inandırıcı bir güvence 175 sağlayabilmektedir. Aynı zamanda taleplerin rakibin hayati çıkarlarını ve güvenliğini tehdit edecek veya liderin idareyi elinde tutmasını tehlikeye atacak şekilde dile getirilmesinin, rakibin direnme motivasyonunu artırmaya ve çatışmanın sıfır toplamlı 176 olarak değerlendirmesine neden olabilmesi söz konusudur. Güçlü motivasyon: Zorlayıcı tarafın güçlü motivasyonu, isteminin inandırıcı ve davranışının kararlı 177 olmasıyla uzlaşmayı kolaylaştırıcı etki sağlamaktadır. Bu doğrultuda zorlayıcı tarafın motivasyonu, rakibinden yerine getirmesini istediği talebin niteliğinden ve 172 Pape, Bombing to Win: Air Power and Coercion in War, 18. 173 George, “Coercive Diplomacy: Definition and Characteristics”, 9. 174 George, “The Development Of Doctrine And Strategy”, 23. 175 Jakobsen, “Pushing the Limits of Military Coercion Theory”,163-164. 176 Jakobsen, “Pushing the Limits of Military Coercion Theory”,163. 177 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 34. 39 büyüklüğünden etkilenen bir değişkendir. Ancak rakibe yöneltilecek talebin seçimi her iki tarafın da motivasyon gücünü etkileme kapasitesine sahiptir. Dolayısıyla süreçte iki tarafın hedefin ne olduğundan etkilenen motivasyonu sonuç üzerinde kaldıraç görevi 178 üstlenebilmektedir. Ayrıca zorlayıcı taraf rakibin taleplere uyma isteksizliğinin gücünü dikkate alarak hareket etmelidir. Bu noktada rakibin taleplere uymama motivasyonunun güçlü olması rakipten ne talep edildiğiyle bağlantılı olarak 179 gelişmektedir. Kısacası kuvvet kullanma tehdidinin rakibin algısında inandırıcı olması, talebin yerine getirilmesine dönük olarak kullanılan dil ve zorlayıcı tarafın kuvvet kullanma tehdidini bir seçenek olarak sunması kararlılığın sağlanması için motive edici unsurlardır. Bu durumda zorlayıcı tarafın, rakibi algısal olarak sınırlı güç kullanımına başvurma iradesine ve kapasitesine sahip olduğuna dair iknası ihlalin durdurulmasını bereberinde getirebilecektir. Motivasyonun asimetrik olması: Rakibin çıkar dengesini kendi aleyhine görmesi, müzakerenin tercih edilmesi ve rakibin ikna edilmesi için elverişli bir zemin hazırlamaktadır. Zorlayıcı tarafın motivasyonunun rakipten yüksek olması anlamına gelen bu durumda rakip ihlali sürdürmeyerek geri adım atma yoluna gidebilirken, bir direnç oluşturarak sonuçlarını kabul edeceğini de 180 belirtebilmektedir. Zorlayıcı tarafın motivasyonu, ulusal çıkarlarının gerçekten tehlikede olduğunu ve bunların ulusal ve uluslararası destek görebileceğini gösterebilirse daha inandırıcı hale gelebilmektedir. Zorlayıcı devletin talepleri, teşvikleri, tehditleri ve yarattığı zaman baskısı rakip aleyhine çıkar dengesinin kurulmasında belirleyici unsurlardır. Ancak motivasyonun sağlanmasında tarafların 181 psikolojik, politik ve kültürel faktörleri de etkili olmaktadır. Tarafların birbirlerini yaşamsal çıkarlarını ve önceliklerini engellemeye çalışan aktörler olarak değerlendirmesi, bir tarafın kazanmasına diğer tarafın kaybetmesine neden olacağından, krizi tırmandırıcı bir etki meydana getirebilir. Ancak çatışmanın 178 George, “The Development Of Doctrine And Strategy”, 26. 179 George, “The Development Of Doctrine And Strategy”, 22. 180 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 34-35. 181 Lauren, Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time, 201-202. 40 yönetilebilmesi için her iki tarafın da krizi tırmandıracak yollara başvurmaktan 182 kaçınması gerekmektedir. Motivasyonun dengede olduğu krizleri ifade eden bu 183 durumda doğrudan iletişimin kurulması belirleyici bir unsurdur. Krizin tırmanma riskinin yüksek olduğuna işaret eden bu durumlarda zorlayıcı taraf lehine uluslararası desteğin sağlanması ya da arabuluculuk faaliyetlerinin yürütülmesi ile risk bertaraf edilebilmektedir. Zorlayıcı taraf fiili ihlal durumunu öncelikli bir tehdit, ciddi bir yoksunluk veya bir saldırı olarak algılamazsa ya da rakip durumu devam ettirmede kararlı hatta savaşı göze 184 almış ise rakip lehine bir asimetrinin olması söz konusu olacaktır. Bu durumda zorlayıcı taraf hedefini net bir şekilde ortaya koyarak, uluslararası destek bularak, arabuluculuk faaliyetlerini devreye sokarak ve rakibine yönelik teşvikler sunarak ve bazı tavizler vererek rakibinin ihlalde ısrarcı olmamasını sağlamaya dönük girişimlerde bulunabilmektedir. Aciliyet hissi: Rakibin istemi yerine getirme ihtiyacını acil olarak hissetmesi tehditlerin 185 inandırıcılığının sağlanması ve kararlılıkla uygulanması açısından önemlidir. Aciliyet hissi rakibin taleplere uymayı ertelemesini en aza indirgeyerek çözüme ilişkin bir sinyal 186 ortaya koymasına yardımcı olmaktadır. Bu değişken aynı zamanda rakibin telafi 187 edilemez bir tırmanmadan korkmasına da katkıda bulunmaktadır. Öte yandan kesin bir zaman sınırı belirlenip belirlenmemesi, rakip üzerinde bir baskı oluşturulmasının yanı sıra zorlayıcı taraf üzerinde de bir baskı oluşturmaktadır. Bu durum zorlayıcı tarafa, uygulayabileceği tehditlerde bulunmasının inandırıcılığını 188 sağlayıcı etki doğurduğunu hatırlatmaktadır. 182 George, “A Provisional Theory of Crisis Management”, 22-23. 183 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 35. 184 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 34. 185 Jakobsen, “Coercive Diplomacy”, 246. 186 Viggo Peter Jakobsen, “Coercive Diplomacy: Frequently Used, Seldom Successful”, (2007): 30, erişim 25 Mayıs 2022, https://kkrva.se/wp-content/uploads/Artiklar/074/kkrvaht_4_2007_3.pdf. 187 Jakobsen, “Coercive Diplomacy”, 246. 188 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 29. 41 Zorlayıcı taraf fiili ihlal durumunu ulusal çıkarlarına, yaşamsal değerlerine ve güvenliğine yönelik bir tehdit olarak dile getirip güvenlikleştirirse acil bir şeyler yapma ihtiyacını derhal sağlamak için bir zaman sınırı öngörülmüş olacaktır. Ayrıca rakibin çıkar dengesini kendi lehine çevirme ya da ulusal ve uluslararası destek bulma riski söz konusu ise yine böylesi bir zaman sınırı belirlenerek bu durumu engellemeye dönük 189 girişimlerde bulunulmasının önü açılacaktır. Güçlü liderlik: Zorlayıcı diplomasi stratejisinin oluşturulması ve uygulanmasında siyasal sorumluluğu ele alan liderin sahip olduğu liderlik profili, davranışsal özellikleri ve operasyonel kodu 190 kriz yönetiminde önemli bir etkiye sahiptir. Bu noktada seçeneklerin değerlendirilmesi ve rasyonel bir seçim yapılması, ihlalin algılanış düzeyine koşut olarak gelişmektedir. Liderin operasyonel kodu, hedeflere ulaşılması için hangi eylemlerde bulunulacağı ve hangi stratejinin uygulanacağı konusunda yol gösterecek bir analiz ve bağlam sunmaktadır. Lider stratejinin uygulanmasının risklerini değerlendirerek ve alternatifleri 191 analiz edilerek nasıl bir politika izleyeceğini belirleyebilmektedir. Bunun yanı sıra rakip karar vericisinin de aynı şekilde niyetlerinin, davranış tarzının ve beklentilerinin 192 ne olduğunun doğru bir şekilde algılanması önemlidir. Doğru istihbaratın sağlanması, karar vericilere yönelik algıların şekillenmesinde ve önerilen eylemlerin meşruiyetini ölçmede kriz yönetimi sürecinin belirleyici bir 193 unsurudur. Dolayısıyla karar vericilerin operasyonel kodunun analiz edilmesinin yanı sıra, etkili iletişimin kurulması ve doğru istihbaratın sağlanması ile iç politikada taleplerin ve beklentilerin belirlenmesi, stratejinin uygulanmasına etki eden faktörlerdir. Liderin kriz süreçlerinde uluslararası meşruiyetinin de sağlanması, süreci yönetebilme kabiliyetine, ihlal durumuna en tutarlı tepkiyi hızlı ve ani bir şekilde verebilme yetisine, 189 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 35. 190 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 35. 191 George, “The ‘Operational Code’ A Neglected Approach to the Study of Political Leaders and DecisionMaking”, 197-198. 192 George, “The Need for Influence Theory and Actor-Specific Behavioral Models of Adversaries”, 478- 479. 193 Stan A. Taylor and Theodore J. Ralston, “The Role of Intelligence in Crisis Management”, Avoiding War: Problems of Crisis Management, ed. Alexander L.George (Boulder: Westview Press, 1991), 396. 42 ortaya konan tepkinin hangi araçlarla uygulanacağına karar verme düzeyine bağlı olarak gelişmektedir. Ulusal destek: Stratejinin ne ölçüde ulusal desteğe bağlı olduğu, vakanın özelliklerine bağlı olarak 194 değişebilse de, bu desteğin sağlanması önemlidir. Zorlayıcı tarafın karar vericisinin ulusal kamuoyu nezdinde güçlü bir profil ortaya koyabilmesi ve destek bulabilmesi, kapasitesine ve inandırıcılık düzeyine bağlı olarak şekillenmektedir. Öyle ki süreçte izlediği politika, siyasal iktidarını devam ettirmesine engel olmayıp krizi kaba güç kullanımına fırsat vermeden çözme kabiliyetine sahip olmalıdır. İhlale neden olan krizin, zorlayıcı tarafın lideri tarafından ulusal çıkarlarına, yaşamsal değerlerine, güvenliğine ve varlığına yönelik bir tehdit olarak sunulup sunulmaması önemlidir. Bir tehdit olarak dile getirilmesiyle sorun güvenlikleştirilerek ulusal kamuoyunun desteğinin alınması sağlanabilir. Kamuoyunun desteğinin sağlanması stratejinin uygulanmasında olanakları genişleterek süreci rahatlatıcı etki oluşturmaktadır. Uluslararası destek: Kuvvet kullanma tehdidinin ve sınırlı güç kullanımının meşru görülecek nedenlerle sunulması, inandırıcılığı artırıcı ve kararlılığı vurgulayıcı bir işlevle uluslararası 195 desteğin sağlanmasını etkilemektedir. Uluslararası sistemde meydana gelen koşulların değerlendirilerek hem bölgesel hem de bölge dışındaki aktörlerin tutumlarının analiz edilmesi sürecin meşru bir zeminde ele alınmasına katkı sağlayacaktır. Zorlayıcı tarafın taleplerinin yerine getirilmesini sağlamak için meşruiyete başvurma yeteneği, rakibini davranışının savunulamaz olduğuna ve değiştirilmesi gerektiğine ikna 196 etme noktasında da yardımcı olabilmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken, farklı aktörlerin rakibin oluşturduğu tehdidi farklı şekilde değerlendirmesinin stratejinin başarısını sorunlu hale getirebilme ihtimalidir. 194 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 78-79. 195 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 36. 196 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 68. 43 Bazı durumlarda uluslararası desteğin sağlanması doğrudan taraflardan birinin yanında 197 yer alınmasından ziyade bir arabuluculuk rolü üstlenerek yerine getirilir. En yaygın örneğini teşkil eden BM’nin arabuluculuk işlevini yerine getirmesi müzakere zeminine dönülmesini sağlayarak çözüme ilişkin mekanizmanın işletilmesini kolaylaştırmaktadır. Rakibin tolere edilemez bir tırmanmadan endişe etmesi: Krizin tırmanma riskinin ve taraflar arasında bir meydan okuma sürecine dönüşme olasılığının yüksek olması durumunda tarafların meydana gelebilecek yıkımın çıkarlarını nasıl etkileyeceğini hesap etmeleri gerekmektedir. Kaba güç kullanımının meydana getirebileceği yıkım kabul edilebilir boyutlarda değilse, krizin çözümüne 198 ilişkin makul uzlaşı zemini yaratılması olasıdır. Tehditler algısal olarak rakipte taleplere uymaması durumunda kabul edilemez bir cezaya çarptırılacağı korkusu meydana getirmelidir. Zorlayıcı devlet rakibin öncelikli çıkar ve değerlerine yönelik kabul edilemez bir tehdit oluşturma kabiliyetine, iradesine ve kararlılığına sahip 199 olduğunu göstermelidir. Zorlayıcı tarafın kuvvet kullanma tehdidini dile getirmesi rakipte sınırlı güç kullanımına başvurulacağına dair algısal bir belirsizlik durumu meydana getirirse rakip ihlali 200 sürdürme ya da durdurma arasında bir tercih yaparken zorlanabilir. Bu durumda zorlayıcı taraf rakibe isteme uymaması durumunda uğrayacağı zararın ve kaybın yüksek olduğunu olası yıkımın boyutlarının genişliğini göstererek ikna etmeye çalışır. Bu noktada istemin inandırıcılığı sağlanırken teşviklerin sunularak rakibin geri adım atması kolaylaştırılabilir. Dolayısıyla zorlayıcı taraf rakip üzerinde bir korku oluşturarak, söylemlerinin uygulamaya dönük eylemler olduğunu göstermeye gayret eder. Krizin çözüm şartlarının açık olması: Zorlayıcı taraf, rakipten ne talep edeceğini ve bu talebin nasıl yerine getirileceğini açıkça, net bir şekilde ifade etmesinin yanı sıra, çözüme ilişkin, şartlar geliştirmesi ve 201 bu şartların uygulanması için bazı prosedürler oluşturabilir. Öte yandan rakibin istemi 197 Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, 36. 198 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 79. 199 Lauren, Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time, 202. 200 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 14 201 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 80. 44 yerine getirmesinin yeni taleplere neden olmayacağına dair sunulan açık bir seçenekle 202 garanti verilerek rakibin ihlalden vazgeçmesi ve uzlaşma yoluna gitmesi sağlanabilir. Kesin çözüm koşullarının açıkça ortaya konulması, zorlayıcı tarafın ilk anlaşmadan sonra baskıyı artırması ve daha büyük tavizler için zorlaması ihtimallerine karşılık, 203 rakibe garanti vermesi bakımından önemlidir. Rakip, ek taleplerin dile getirebileceği algısında olursa daha az motivasyonu olacağından istenenleri yapma konusunda kararsız 204 kalabilir. George’un geliştirdiği bu değişkenler, zorlayıcı diplomasinin başarılı bir şekilde uygulanmasının temel şartları olarak ifade edilmiştir. Taraflar kendi içinde geri bildirim halinde olan her bir şartın inandırıcılık ve kararlılıkla ifade edilmesini, açık ve net bir şekilde dile getirilmesini sorgulayarak sınama imkanı bulmaktadırlar. Zorlayıcı tarafın talebinin belirlenmesinde nasıl bir süreç izlenmesi gerektiği ve başarı getirecek şartların neler olduğunun ortaya konulması, yönlendirme bekleyen karar vericilere fayda sağlamaktadır. Belirtilen bu şartların hepsinin bir arada mevcut olması başarı olasılığını artırırken, bazı şartların karşılanmaması başarı olasılığını azaltmaktadır. Bu nedenle zorlayıcı taraf, koşulların zayıf ya da belirsiz olduğunu algılıyor ve elindeki araçlarla güçlendiremeyeceğine inanıyorsa stratejiyi benimsemeyi ciddi bir şekilde düşünmek zorunda kalabilir. Aksi takdirde ampirik olarak türetilen teoride bu koşulların eksikliğinde başarılı bir sonuca ulaşma olasılığı düşük olacaktır. Ancak dikkat edilmesi gereken, karar vericinin "doğru" veya "en iyi" strateji temelinde seçim yapması durumunda stratejiden elde edilen sonucun ek değişkenlere bağlı olacağıdır. Öyle ki "en iyi" stratejinin bile ancak düzgün bir şekilde uygulandığında başarı ile sonuçlanması 205 mümkündür. Ancak başarı şartlarının çoğu sağlanmış olsa da yanlış anlama, yanlış algılama ve taleplere uymaktansa savaşmanın daha onurlu olduğu düşüncesi gibi 206 durumlarda başarısızlık kuvvetle muhtemeldir. 202 Jakobsen, “Coercive Diplomacy”, 246. 203 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 80-81. 204 Lauren, Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time, 202. 205 George, “Appendix: Note On Theory And Methodology”, 255-256. 206 Jakobsen, “Coercive Diplomacy: Frequently Used, Seldom Successful”, 30. 45 George, bu şartlardan bazılarını diğerlerinden daha önemli ve öncelikli görmüştür. “Özellikle önemli” olarak nitelenen bu şartları; rakibin tolere edilemez tırmanmadan endişe etmesi, motivasyonun asimetrik olması, rakibin talebe uyma ihtiyacını acil olarak 207 hissetmesi şeklinde belirtmiştir. Bu noktada bu şartların “gerekli” değil ama “önemli” olduğuna dikkat etmek gerekmektedir. Tüm şartların sağlanması gerektiği düşüncesi ise stratejinin başarılı olması için elzemdir. Bu şartların neler olduğu ancak, zorlayıcı diplomasi stratejisi uygulanmaya başlandıktan 208 sonra tespit edilebilir. Bu durumda her bir krizin kendine özgü nitelikleri doğrultusunda bazı özellikler diğerlerinden daha fazla belirleyici olabilmektedir. Koşulların farklı ağırlıkta bir araya gelmesi durumunda zorlayıcı diplomasinin başarıyla sonuçlanması muhtemeldir. Bir krizde, bazı koşulların daha güçlü olması ve ön plana 209 çıkması diğer koşulların yokluğunu ya da zayıf etkisini telafi edebilir. 207 George, “Appendix: Note On Theory And Methodology”, 257. 208 Jakobsen, “Pushing the Limits of Military Coercion Theory”,158. 209 George, “Appendix: Note On Theory And Methodology”, 259. 46 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KÖRFEZ SAVAŞI (1990-1991): GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ ve ZORLAYICI DİPLOMASİ İLİŞKİSİ 1. Kuveyt’in İşgali ve Körfez Savaşı Sürecinde Yaşanan Gelişmeler Uluslararası ilişkilerde güç ve çıkar bağlantılarının sunulmasında belirleyici bir alan olan Basra Körfezi’nin jeopolitik önemi, devletler arası etkileşimlerin analiz edilmesinde işlevsel olup bölgenin ayrı bir önem verilerek değerlendirilmesini 210 211 gerektirmektedir. Basra Körfezi, dünyadaki toplam petrol rezervlerinin %48’ini ve 212 toplam doğal gaz rezervlerinin %40’ını barındırmasıyla stratejik öneme sahip bir bölgedir. Aynı zamanda uluslararası ticaretin bağlantı yollarına, transit geçiş güzergâhına ve artan finans gücüne sahip olan bölge, uluslararası ekonomi açısından belirleyici bir jeopolitik konuma da sahiptir. Bölge stratejik, politik ve ekonomik mücadelenin merkezinde yer alan dünya enerji rekabetine sahne olması bakımından uluslararası gündemde etki yaratan gelişmelerin 213 yaşandığı askeri, ekonomik ve siyasi bir alandır. Bu anlamda uluslararası güvenliğe yönelik tehditlerin algı ve söylemlerle pekiştirildiği bir ortamda, bölgenin stratejik önemi, verimli petrol rezervlerine sahip olmasının yanı sıra tarihsel arka planıyla da bağlantılı olarak iyice belirginleşmektedir. Bu eğilim bölgenin uluslararası ilişkilerde ağırlık merkezi haline gelmesini beraberinde getirmiştir. Basra Körfezi’nde yer alan Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan, Katar, BAE, İran, Umman ve Bahreyn’in bölgesel pozisyonları ve tarihsel hafızaları bölgesel ve küresel aktörlerle etkileşimleri hususunda belirleyici bir role sahiptir. Bölgede küresel aktörlerin hegemonya kurma yönünde artan girişimleri, bölgenin petrol rezervlerine sahip 210 Tayyar Arı, Basra Körfezi ve Orta Doğu’da Güç Dengesi 1978-1996 (İstanbul: Alfa Yayınları, 1996),23. 211 BP, “bp Statistical Review of World Energy 2021”, 16, erişim 14 Kasım 2022, https://www.bp.com/content/dam/bp/business-sites/en/global/corporate/pdfs/energy-economics/statistical- review/bp-stats-review-2021-full-report.pdf. 212 BP, “bp Statistical Review of World Energy 2021”, 34. 213 J. Kämpf and M. Sadrinasab, “The circulation of the Persian Gulf: a numerical study”, Ocean Sci 2, no.1 (2006): 27. 47 214 olmasıyla artan önemine uyumlu olarak gelişme göstermektedir. Bölge devletlerinin sahip olduğu avantajlar, siyasi pozisyonlarını önemli ölçüde artırmıştır. Bu doğrultuda ABD ve Batı ile geliştirdikleri ilişkiler bu devletlerin bölgesel politik ekonomiyi 215 şekillendirmelerine alan açmıştır. Uluslararası ilişkilerde Körfez’e yönelik ilginin artmasında, ABD’nin etki alanının genişlemesinde ve güvenlikleştirme sürecinin derinleştirilmesinde Kuveyt’in işgali ve Körfez Savaşı (1990-1991) önemli bir dönüm noktasını sembolize etmektedir. Soğuk Savaş’ın akabinde söz konusu olan bu Körfez Savaşı, Irak’ın 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal etmesi ve ardından 8 Ağustos’ta 19. ili olarak ilhak ettiğini ilan etmesi 216 neticesinde başlamıştır. Bu anlamda Kuveyt’in işgalinden önce İran-Irak savaşı sürecinde bazı Körfez devletleri Irak’a siyasi ve moral desteğe ek olarak önemli ölçüde finans desteği ve lojistik destek sunmuşlardır. Irak’ın Arap milliyetçiliği propagandası işlevsel olmuş, Kuveyt ve Suudi Arabistan tarafından desteklenmesini mümkün kılmıştır. Ayrıca Irak, Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan aldığı borçların yanı sıra aynı 217 zamanda bu devletlerden doğrudan dış yardım desteği de almıştır. Ancak İran-Irak savaşının ardından, Saddam Hüseyin bölge devletlerine yönelik olarak İran tarafından algılanan tehdidi saf dışı bıraktığı gerekçesiyle üç parçalı bir ödül mekanizmasının işletilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu doğrultuda Irak’ın bölge devletlerine olan borçlarının silinmesini, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrol üretimini azaltmasını ve OPEC’in petrol fiyatlarını yükseltmesini talep etmiştir. Saddam Hüseyin’in özellikle ikinci ve üçüncü talebinin yerine getirilmesi halinde bölgede Kuveyt ve BAE’nin petrol üretimini azaltması ve böylelikle petrol fiyatlarının artması beklenmiştir. Bu şekilde ise, Irak petrolden elde edeceği gelirleri artırmayı 218 hedeflemiştir. Talepleri kabul edilmeyen Saddam Hüseyin, Kuveyt’in işgali sürecinde Irak’ın Basra Körfezi’ne yönelik hakimiyet mücadelesini başlatması hedefiyle hareket etmiştir. Bu 214 Tayyar Arı, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya (İstanbul: Alfa Yayınları, 2004), 67-69. 215 Arı, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 71-72. 216 Dilip Hiro, Neighbors, Not Friends: Iraq and Iran After the Gulf Wars (London: Routledge, 2001), 30. 217 Arı, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 390-391. 218 Michael Dunne, “The United States, the United Nations and Iraq: 'Multilateralism of a Kind’”, International Affairs 79, no. 2 (2003): 263. 48 doğrultuda bölgede petrol rezervlerine sahip olan devletlere ve diğer Arap devletlerine yönelik tehdit oluşturarak baskı kurmayı ve devletini bölge üzerinde hâkim bir güç 219 haline getirmeyi hedeflemiştir. Esasında Irak’ın bölgesel bir güç olma ve denize çıkış alanını genişletme politikasının önemli bir aşaması olan bu işgal ile Saddam Hüseyin düşük olan petrol fiyatlarını artırmayı, İran-Irak savaşı sürecinde bozulmuş olan ekonomisini iyileştirmeyi, petrol politikalarının belirleyicisi olmayı ve İsrail’in 220 bölgedeki etkisini azaltmayı arzulamıştır. Kuveyt’in işgali sürecinde tarihsel anlamda Kuveyt’in Irak’ın bir parçası olduğunun ifade edilmesi önemli bir yer tutmuştur. Bu tarihsel sorun daha evvel 1932 ve 1961’de 221 gündeme getirilmiştir. Kuveyt’in tamamı üzerinde hak iddia eden Irak’ın, bu devletin bağımsızlığını kazanmasının ardından 1961’de gerçekleştirdiği işgal girişimi İngiliz etkisi ile başarısız olmuştu. İran-Irak savaşı sürecinde Saddam Hüseyin Kuveyt ile 222 arasındaki sınırların belirlenmesine yönelik bir anlaşmaya istekli olmamıştır. Aynı zamanda İran-Irak savaşı sürecinde Kuveyt’ten aldığı borçları geri ödemek istememesi ve bu devletin kendisine karşı ekonomik bir savaşa giriştiğini ifade etmesi de Irak için 223 söz konusu işgal sürecini hızlandırmıştır. Benzer şekilde Irak yönetimi, Kuveyt ile arasındaki sınırda yer alan Rumeyla petrolünün kendisine ait olduğunu ifade etmiştir. Üstelik Kuveyt’in belirtilen kotalara uymayarak petrol çıkarma faaliyetleri yürütmeye devam ettiğini iddia ederek, zarara uğradığı argümanını kullanarak 2.4 milyar dolarlık bir tazminat talebinde 224 bulunmuştur. Dolayısıyla Irak bu girişimleriyle stratejik anlamda önemli görülen Bubiyan adasının kontrolünü ve ekonomik anlamda önemli görülen ve zengin petrol rezervlerine sahip olan Rumeyla petrol sahasının tek başına işletilmesini ve bu şekilde 225 avantajlı bir pozisyona gelmeyi hedeflemiştir. 219 Steven W. Hook and John W. Spanier, American Foreign Policy Since World War II (Washington, DC: CQ Press, 2009), 213. 220 Veysel Ayhan ve Ferhat Pirinççi, Tarih Yeniden Yazılırken: Saddam Hüseyin (Ankara: Barış Platin Kitapevi, 2008), 164. 221 İlhan Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar II, ed. Baskın Oran (İstanbul: İletişim Yayınları, 2020), 255. 222 Ayhan ve Pirinççi, Tarih Yeniden Yazılırken: Saddam Hüseyin, 164-165. 223 Ayhan ve Pirinççi, Tarih Yeniden Yazılırken: Saddam Hüseyin, 165. 224 Cihat Yaycı, “Irak’ta Yaşanan Savaşlar ve Türkiye’ye Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi 15, no. 30 (2019): 334-335. 225 Dunne, “The United States, the United Nations and Iraq: '’Multilateralism of a Kind’”, 263. 49 Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık % 10’una karşılık gelen 9.4 milyar varilden fazla kanıtlanmış verimli petrol rezervleriyle Kuveyt, aynı zamanda zengin petrol rezervlerine sahip devletlerin arasında konumlanmıştır. Bu doğrultuda ABD’nin benimsediği politikalar uluslararası toplumun dikkatini de küresel enerji denkleminin belirleyici 226 bölgelerinden biri olan Basra Körfezi üzerine çekmiştir. Nihayetinde 15 Ocak 1991 tarihi olarak belirtilen geri çekilme süresine uygun hareket edilmediği gerekçesiyle 16 Ocak’ta Çöl Kalkanı Harekâtı, Çöl Fırtınası Operasyon’una 227 dönüştürülmüştür. Bu kapsamda ABD öncülüğündeki 28 devletin katılımıyla oluşan uluslararası koalisyon güçlerinin yoğun hava harekâtıyla başlayan operasyon, 100 saatlik bir kara harekâtının ardından sona erdirilmiştir. 16 Ocak’ta başlayan hava saldırıları ile Irak askeri unsurlarının Kuveyt’ten çıkarılması süreci başlatılmıştır. Operasyon, 27 Şubat’ta Irak’ın Kuveyt’i ilhakını geçersiz kılan ve bu devleti savaş tazminatı ödemek zorunda bırakan 660, 662 ve 674 sayılı BM kararlarını kabul etmesi neticesinde Saddam Hüseyin’in Kuveyt’ten çıkarılmasıyla sona 228 ermiştir. 28 Şubat 1991’de George Herbert Bush, ulusa yaptığı konuşmayla Kuveyt’in özgürlüğüne kavuştuğunu, Irak ordusunun yenildiğini ve Amerikan askeri 229 hedeflerine ulaşıldığını ilan etmiştir. Kısacası Körfez Savaşı sürecinde ve akabinde Irak’a karşı uygulanan BM yaptırımları, Irak’ı ekonomik anlamda çevrelemenin aracı olarak kullanılmıştır. Körfez Savaşı’nın ardından uygulanan yaptırımlar ile Irak’ın petrolden elde edeceği kazancın nakit dövize dönüştürmesine mani olunması amaçlanmıştır. Bu anlamda Saddam Hüseyin’in gerek Irak ordusunu yeniden inşa etmesinin, gerekse güç kullanma tehdidinde bulunarak bölge 230 devletlerine yönelik girişimlerinin önüne geçmek hedeflenmiştir. 226 Francisco Parra, Oil Politics: A Modern History of Petroleum (London: I. B. Tauris, 2004), 298. 227 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 215. 228 Mehran Kamrava, The Modern Middle East: A Political History since the First World War (London: University of California Press, 2005), 190. 229 “Kuwait is liberated”, The Washington Post, 28 Şubat 1991, erişim 12 Ocak 2023. https://www.washingtonpost.com/archive/politics/1991/02/28/kuwait-is-liberated/3b7d1c19-c21a-4a4a- 9e3a-ce31029cb300/. 230 Michael Mastanduno, “Economic Statecraft”, Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith and et al. (Oxford: Oxford University Press, 2012), 206-208. 50 2. Güvenlikleştirme Sürecinin Tasarlanması Bu bölümde Kuveyt’in işgali ve Körfez Savaşı (1990-1991) süreci güvenlikleştirme terorisi üzerinden tartışılmıştır. Bahsi geçen konu tartışılırken, güvenlikleştirme sürecinin tasarlanması, güvenlikleştirmenin unsurları, söz edimleri ve bağlamsal değişkenler üzerinden bir çözümleme yapılarak bunların güvenlikleştirme sürecine nasıl ve ne şekilde etkide bulunduğu analiz edilmeye çalışılmıştır. Uluslararası ilişkilerde büyük bir savaştan galip olarak çıkan ve elverişli güç konumuna 231 sahip olan aktörün statükocu aktör haline dönüşmesi yaygın bir anlayıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi bir taraftan hâlihazırda mevcut uluslararası sistemin sonuna gelindiğini ifade ederken diğer taraftan tek kutuplu düzene geçişin sinyalini vermiştir. Bu minvalde peşi sıra gerçekleşen uluslararası tepkilerle birlikte düşünüldüğünde, Basra Körfezi’ni uluslararası gündemin önemli bir konusu haline getiren Kuveyt’in işgali sürecinin geriye kalan tek süper güç olan ABD’ye sistemin hegemonu olup olmayacağı noktasında alan açtığı söylenebilir. Temelde Irak’ın Kuveyt’i işgalini sonlandırmak hedefine yönelik olarak gerçekleştirilen Körfez Savaşı ile ABD’nin uluslararası sistemde liderliğini meşrulaştırma fırsatı bulduğunu ifade etmek mümkündür. Öyle ki bu amaca dönük olarak gerek ABD öncülüğünde uluslararası koalisyon güçleri bir araya getirilmiş, gerekse Rusya’nın da onayını gerektiren BM Güvenlik Konseyi nezdinde kararlar alınmıştır. Bu kapsamda, bölgedeki devletlerin de desteğini alan ABD’nin Irak’ın Kuveyt’ten çıkmasını sağladığı, küresel hegemonyasını pekiştirme ve sürdürme imkanına sahip olduğu ileri sürülebilir. Bu minvalde ABD’nin, SSCB’nin çökmesiyle galip çıktığı Soğuk Savaş sürecinin ardından geniş bir hareket alanına sahip olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Hâkim güç haline gelen ve bu noktada statükocu bir aktör olarak değerendirilebilen ABD’nin, uluslararası sistemin devamından yana tavır alması ve Soğuk Savaş sonrası 232 ortaya çıkan düzeni ön planda tutması beklenen bir durum olmuştur. Dolayısıyla ABD, düzene ilişkin istikrarsızlığı beraberinde getirebilecek bir durumu veya 231 G. John Ikenberry, After Victory: Institutions, Stategic Restraint, and the Rebuilding of Order After Major Wars (Princeton: Princeton University Press, 2001), 4. 232 Ikenberry, After Victory: Institutions, Stategic Restraint, and the Rebuilding of Order After Major Wars, 3-20. 51 statükonun tek taraflı olarak değiştirilmesini güvenliğe yönelik önemli bir tehdit olarak inşa etme eğilimi göstermiştir. ABD’nin küresel hegemonyasının pekiştirilmesi, küresel istikrarın tesis edilmesi ve sürdürülmesi hedefine yönelik olarak da Basra Körfezi’nde petrol temelinde şekillenen çıkarları mevcuttur. Bu hedefe dönük olarak ABD, bölgede İngiliz hâkimiyetinin sona erdiği 1971’den itibaren etkili politikalar benimsemiştir. Bu anlamda ABD ve Batılı müttefikleri ile Körfez devletleri arasında kurulan ilişkiler, çıkarların güvenliğinin Batı tarafından kontrol edilmesi noktasında hayati bir öneme sahip olarak değerlendirilmiştir. Süreç içinde Basra Körfezi’nde değişen konjonktürel şartlara bağlı olarak gelişen durumlar bir güvenlikleştirme sürecinin aşamaları olarak idame ettirilmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ABD ve Batılı devletler için petrol rezervlerine ve petrol arzını etkileme kapasitesine sahip olan Körfez devletleri ile olan ilişkilerinin geleceğinin 233 garanti altına alınması hayati bir konu olarak görülmüştür. Bu durum ABD’nin dikkatini bölgeye yöneltmesini beraberinde getirmiştir. Petrol kaynaklarının denetlenmesi, kesintisiz ve sabit fiyatlarla Batıya güvenle akışının sağlanması temel bir 234 politika hedefi olarak belirlenmiştir. 1980-1988 döneminde, İran-Irak Savaşı sürecinde ABD ve Irak arasındaki temasların, 1990’larda düşmanlığa dönüşmesi, küresel siyaset açısından bir dönüm noktası olmuş 235 ve önemli bir değişime işaret etmiştir. Bu durum aynı zamanda ABD’nin Irak’a yönelik barışçıl araçları ön planda tutan uygulamaları açısından da bir değişim sürecinin 236 söz konusu olduğu ve olacağı anlamına gelmiştir. Nitekim Saddam Hüseyin yönetimi sırasında “Kimyasal Ali” olarak da isimlendirilen Ali Hasan El Mecid, 1987-1988 yılları arasında, Irak’ta Kürtlere yönelik kimyasal silah kullanıldığını açıkça dile getirmiş, bundan ötürü uluslararası kamuoyundan herhangi bir tepkinin olmayacağını ifade etmiş ve “Kürtlerin hepsini kimyasal silahlarla 233 Arı, Basra Körfezi ve Orta Doğu’da Güç Dengesi 1978-1996, 24-25. 234 Melek Fırat ve Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar II, ed. Baskın Oran (İstanbul: İletişim Yayınları, 2020), 551. 235 Zachary Karabell, “Backfire: US Policy toward Iraq, 1988-2 August 1990”, Middle East Journal 49, no. 1 (1995): 29-44. 236 Antonia Juhasz, The Bush Agenda: Invading the World, One Economy at a Time (New York: HarperCollins, 2006), 169-172. 52 237 öldüreceğim” şeklinde söylemlerde bulunmuştur. Akabinde Halepçe’de kullanılan kimyasal gazlar binlerce kişinin ölmesine neden olmuş ancak o dönemde ABD’nin Irak’a yönelik politikasında ciddi bir kırılma yaşanmamış ve etkili bir söylem geliştirilememiştir. Ancak 8 Eylül 1988 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanı George Schultz’un Irak’ın Kürtlere yönelik kimyasal silah kullandığını iddia etmesi, değişim sürecinin önemli 238 işaretlerinden birisi olarak ifade bulmuştur. Bu dönüşüm henüz Amerikan politikalarına yansımamıştı. Nitekim 2 Ekim 1989 tarihinde George Herbert Bush, Ulusal Güvenlik Direktifi 26 ile Irak’ı desteklediğini açıkça ortaya koymuştur. Belgenin imzalanmasının ardından da 6 Ekim’de ABD ve Irak Dışişleri Bakanları nezidinde gerçekleştirilen görüşmede Irak ile daha iyi ilişkiler tesis edilmesi gerektiğinin ifade edilmesi ve ABD yönetiminin Irak’a yönelik yaptırımları desteklemediğinin belirtilmesi önemli bir gösterge olmuştur. Hatta bu sırada Irak’a 1 239 milyar dolarlık bir kredi verilmesine yönelik hazırlıklara da başlanmıştır. Öte yandan yine Ulusal Güvenlik Direktifi 26’ya göre, ABD’nin ulusal güvenliği açısından Basra Körfezi’nde bulunan petrol kaynaklarına erişim imkanı ve bölgedeki dost devletlerin güvenliği hayati önem taşımaktaydı. ABD, bölgedeki hayati çıkarlarına yönelik ters düşen bir durum değişikliğinin olması halinde askeri gücünü kullanarak savunma kararlılığını ifade etmekteydi. Aynı zamanda Irak ile ilişkilerin gerek Körfez ve Orta Doğu’da istikrarı sağlayacağını gerekse ABD’nin uzun vadeli çıkarlarına hizmet edeceğini ortaya koymaktaydı. Bu doğrultuda Irak ekonomisinin özellikle enerji 240 alanında yeniden tesis edilmesi için fırsatlar aranması gerektiği de ifade ediliyordu. Bu dönemde George Herbert Bush Irak’a yönelik olumsuz eleştirileri arka plana iterek, 241 ilişkilerin sürdürülmesine dönük politikalar benimsemiştir. Hatta ABD Kongresi’nin, Irak’ın Kürtlere yönelik politikasından dolayı ekonomik yaptırımlar uygulanması 237 Christopher Hitchens, A Long Short War: The Postponed Liberation of Iraq (New York: Penguin Group, 2003), 103. 238 Donald Neff, “The U.S., Iraq, Israel, and Iran: Backdrop to War”, Journal of Palestine Studies 20, no. 4 (1991): 31-32. 239 Karabell, “Backfire: US Policy toward Iraq, 1988-2 August 1990”, 35-37. 240 George H. W. Bush, National Security Directive-26: U.S. Policy Toward the Persian Gulf, 1989. 241 Nasuh Uslu, “Körfez Savaşı ve Amerika'nın Politikaları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 54, no. 3 (2015): 169. 53 gerektiği yönündeki girişimi George Herbert Bush tarafından 17 Ocak 1990 tarihinde ABD’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmediği belirtilerek reddedilmiştir. Öyle ki James Baker da ekonomik ilişkileri ABD ve Irak arasındaki münasebetlerin önemli bir boyutu olarak ifade etmiştir. Ortaya çıkan tabloda, Ocak 1990’da ithal edilen Irak petrolünde 242 muazzam bir artış olduğu gözlenmiştir. Bununla birlikte, 15 Şubat 1990 tarihinde Amerika’nın Sesi radyosunda sayıları azalan polis devletleri arasında Irak’ın da adının geçmesi George Herbert Bush’un muhafaza etmeye çalıştığı atmosferi değiştirmiştir. Bu anlamda April Glaspie, Şubat 1990’dan itibaren Irak’ta, Irak’ın da artık ABD’nin bir hedefi olduğuna dair algının oluştuğunu 243 ifade etmiştir. Öyle ki İran-Irak savaşı sürecinde ve sonrasında silahlanma eğilimini artıran ve bölgede en fazla kapasiteye sahip olduğunu gösteren Irak, aynı zamanda nükleer ve kitle imha silahları elde etme ve üretmeye yönelik çaba sarf etmiştir. 1989’un sonlarına doğru ise Irak’ın kitle imha silahlarına yönelik bu girişimleri bilenen bir 244 durum haline gelmiştir. Irak’ın ABD ve İsrail’e yönelik söylemindeki değişim ise 1990’ın başına denk gelmektedir. 24 Şubat 1990 tarihinde Saddam Hüseyin Arap İşbirliği Konseyi’nde ki konuşmasında “Bölgede ve bölge petrolü üzerinde en büyük etkiye sahip olan ABD, rakipsiz bir süper güç olarak üstünlüğünü pekiştirecektir. Bu durum Körfez halkının 245 ABD’nin istekleri doğrultusunda yönetileceğini kanıtlamaktadır” demiştir. Ayrıca 246 “ABD İsrail’in güvenliğine yönelik daha fazla çaba harcayacaktır” şeklindeki eleştirel sözleriyle Saddam Hüseyin, hem ABD’nin Körfez’deki askeri varlığına yönelik hem de İsrail’e yönelik kuşkularını dile getirmiştir. Akabinde Nisan 1990’da Saddam Hüseyin’in “İsrail'in yarısını ateşe vereceğiz” söylemi ile tansiyon iyice yükselmiştir. Dolayısıyla bu durum Saddam Hüseyin’in İsrail’e yönelik durgun tavrından ve ABD’ye yönelik yakınlığından giderek uzaklaşmaya 242 Juhasz, The Bush Agenda: Invading the World, 171. 243 Neff, “The U.S., Iraq, Israel, and Iran: Backdrop to War”, 35. 244 Arı, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 410-412. 245 Pierre Salinger, “The United States, the United Nations, and the Gulf War”, Middle East Journal 49, no. 4 (1995): 596. 246 Uslu, “Körfez Savaşı ve Amerika'nın Politikaları”, 171. 54 247 başladığına ve politikalarında bir değişime gittiğine delalet etmiştir. Ayrıca Saddam 248 Hüseyin, devletinin kitle imha silahlarına haiz olduğunu da açıkça dile getirmiştir. Değişen bu atmosferin akabinde, Kuveyt’in Irak tarafından işgal edilmesi, Basra Köfezi’ndeki statükonun tek yanlı olarak değiştirilmesi anlamına geldiğinden, Bağdat’ın gündeminde sırada o Suudi Arabistan ve diğer Körfez devletlerinin olduğuna dair bir algıya neden olmuştur. O halde Körfez’deki petrol kaynaklarının tek bir güçte toplanmasını beraberinde getirecek bu tehlikeli durum değişikliği, ABD’nin hayati çıkarları açısından kabul edilemez bir saldırganlık olarak değerlendirilmiş ve süreç 249 Körfez Savaşı’nın itici gücü olarak inşa edilmiştir. Bu noktada Irak’ın petrol gelirlerini artırma girişimleri ve kitle imha silahları üretme araçları ile körüklenen bir 250 düşmanlık inşa edilmiştir. Kuveyt’in işgalinin, ABD’nin bölgeye yönelik temel hedefleri arasında olan petrol akışının sağlanması ve düşman bir gücün bölge üzerinde hegemonya kurmasının engellenmesi noktasında ciddi bir tehdit oluşturduğu dile getirilmiştir. Bu anlamda Saddam Hüseyin’in Kuveyt'i ilhak etmesine sessiz kalınması durumunda dünya petrol üretiminin yaklaşık % 9'una sahip olan Irak’ın, dünya petrol üretiminin yaklaşık %11'ine sahip olan Suudi Arabistan'ın ekonomik gücüne rakip olacağı düşünülmüştür. Bununla birlikte, Irak’ın sahip olduğu askeri güç ile Suudi Arabistan’a tehdit oluşturacağı ve onu Irak güdümlü petrol fiyatlandırma politikalarını izlemek zorunda bırakacağı öngörüsü söz konusu olmuştur. Böylece Irak’ın küresel petrol fiyatlarını kontrol etmesinin mümkün olabileceğinden hareketle, tehdit olarak inşa edilmesi ve 251 böylelikle güvenlikleştirilmesi söz konusu olmuştur. Bu anlamda mevzu bahis işgalin ve Irak’ın hegemonik tasarımlarının, ABD’nin çıkarları bağlamında açık bir tehdit oluşturduğu ifade edilmiştir. Öyle ki Irak’ın bu 247 F. Gregory Gause, III, “Iraq’s Decisions to Go to War, 1980 and 1990”, Middle East Journal 56, no. 1 (2002): 57-58. 248 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Savaş, Siyaset ve Diplomasi (Bursa: Alfa Aktüel Yay., 2017), 445. 249 Parra, Oil Politics: A Modern History of Petroleum, 298. 250 Charles Krauthammer, “The Unipolar Moment”, Foreign Affairs 70, no. 1 (1990/1991): 28. 251 Kenneth M. Pollack, The Threatening Storm: The Case for Invading Iraq (New York: Random House, 2002), 36. 55 girişiminin petrole dayalı ekonomiler, bölgedeki ABD müttefikleri ve neticede 252 ABD’nin güvenliği açısından bir tehdit niteliğinde olduğu açıkça ortaya konulmuştur. Irak’ın Kuveyt’i ilhak etmesi ve bölgedeki diğer petrol rezervlerine sahip devletleri tehdit etmesinin kabul edilebilir olmadığını ifade eden George Herbert Bush, bu denli hayati bir kaynağın acımasız birinin egemenliğine girmesine izin verilmeyeceğini net 253 olarak ifade etmiştir. 15 Ocak 1991 tarihinde George Herbert Bush, Irak’ın kabul edilemez saldırganlığını ve bu saldırganlığın sonuçları karşısında ABD’nin hayati çıkarlarının savunulmasına yönelik ilkeleri ifade ederek, Basra Körfezi petrolü ve bölgedeki dost devletlerin güvenliğine yönelik olarak ABD’nin ulusal güvenliği için hayati önem taşıyan çıkarları 254 gerekirse askeri güç kullanarak savunmaya kararlı olduğu vurgusunu yapmıştır. George Herbert Bush ayrıca Irak’a karşı yürütülecek operasyonun bir Yeni Dünya Düzeni yaratmak ve ABD halkını Vietnam sendromundan kurtarmak gibi iki ayrı hedefinin daha olduğunu ifade etmiştir. Elbette ABD’nin üçüncü bir amacının ise Irak’ın, bölgedeki petrol rezervleri üzerinde hakimiyet kurmasını engellemek olduğu 255 düşünülebilir. 2.1. Güvenlikleştirme Sürecin Ögeleri Güvenlikleştirme teorisinde ele alınması gereken ilk birim referans nesnesidir. Körfez Savaşı (1990-1991) sürecinde tespit edilen dört tane referans nesnesi olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu anlamda süreçte ilk referans nesnesinin “petrol”, ikinci referans nesnesinin Irak’a karşı savunmasız olduğu ifade edilen “ABD ve Batılı devletler”, üçüncü referans nesnesinin Kuveyt’in işgalinin uluslarararsı hukukun ihlali anlamına gelmesi bakımından “dünya barışı ve uluslararası güvenlik”, son referans nesnesinin ise Kuveyt’ten sonra sıranın bölge devletlerine geleceği yönündeki söylemler düşünüldüğünde “bölge ülkeleri ve İsrail” olduğunu belirtmek gerekir. 252 Krauthammer, “The Unipolar Moment”, 28. 253 George H. W. Bush, “Address Before a Joint Session of the Congress on the Persian Gulf Crisis and the Federal Budget Deficit”, 11 Eylül 1990, erişim 27Ağustos 2022. https://www.presidency.ucsb.edu/documents/address-before-joint-session-the-congress-the-persian-gulf- crisis-and-the-federal-budget. 254 George H. W. Bush, National Security Directive-54: Responding to Iraqi Aggression in the Gulf, 1990. 255 Dunne, “The United States, the United Nations and Iraq: ‘Multilateralism of a Kind’”, 264. 56 Güvenlikleştirme teorisinde ikinci birim güvenlikleştirici aktördür. Bu anlamda süreçte George Herbert Bush ve ekibinin güvenlikleştirici aktör olduğunu ve olağanüstü önlemler alınmasını meşrulaştırmak için referans nesnesinin varlığına yönelik tehdit inşa ettiklerini belirtmek gerekir. Güvenlikleştirme sürecini etkileyen birim olarak ifade edilen üçüncü birim ise işlevsel aktördür. Bu anlamda güvenlikleştirme sürecinde en belirgin işlevsel aktörün medya olduğu söylenebilir. Öyle ki Körfez Savaşı sürecinde ABD kamuoyunu ve medyasını analiz eden Iyengar ve Simon (1994), medyanın savaşın mantığı ve haklılığı ile ilgili kapsamlı diplomatik konulara ağırlık vermekten ziyade askeri teknoloji ve savaşın aşamaları gibi askeri konulara odaklandığını iddia etmişlerdir. Haberlerin veriliş şeklinin, ABD kamuoyunun askeri eylemlere desteğini artırdığını, krizin o dönemdeki en önemli siyasi mesele olarak görülmesini sağladığını ve George Herbert Bush’un 256 savaşı oldukça iyi yönettiği sonucuna varılmasını sağladığını ileri sürmüşlerdir. İncelenmesi gereken son birim ise, alımlayıcı kitledir. Güvenlikleştirme süreci en genel anlamda alımlayıcı kitle ikna edildiğinde söz konusu olabilmektedir. Dolayısıyla alımlayıcı kitle, güvenlikleştirme süreci için önemli işleve sahiptir. Bu anlamda ABD halkı, uluslararası toplum, ABD Kongresi ve BM Güvenlik Konseyi şeklinde dört kitlenin olduğu ifade edilebilir. Süreçte, ABD ile uluslararası toplum ve BMGK’nın dayanışma halinde olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte ABD halkında hâlen Vietnam sendromunun etkilerinin sürdüğü ileri sürülebilmektedir. Bu doğrultuda barış aktivistleri Körfez Savaşı’nın başından beri karşı çıkmış, savaş karşıtı söylemler geliştirmiş, mum ışığı 257 nöbetleri ve halk gösterileri düzenlemişlerdir. ABD halkı savaş başlamadan önce uygulanan yaptırımların devam etmesi ve savaşın tercih edilmemesi gerektiği ile savaşa başvurulması gerektiği arasında hemen hemen benzer eğilimleri göstermiştir. Ancak ABD’nin ilk hareketinden sonra halkın eğilimi ekonomik yaptırımlara bağlı kalmaya devam edilmesinden ziyade, savaşa destek verme yönünde değişmiştir. Öyle ki harekâttan önce halkın onayının tespitine yönelik yapılan 256 Piers Robinson, “The role of media and public opinion”, Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith and et al. (Oxford: Oxford University Press, 2016), 195. 257 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 215. 57 bir ankette % 66 oranında onay söz konusu iken, harekât başladıktan hemen sonra 258 yapılan bir ankette bu oran % 84’e yükselmiştir. Benzer şekilde 1992’deki başkanlık sürecinde Bush’un, Kuveyt’in işgalini tersine çevirmek amacıyla uluslararası bir 259 girişime liderlik etmesi, yapılan anketlere halkın memnuniyeti olarak yansımıştır. ABD Kongresi için ise durum farklıydı. Öyle ki Amerikan Anayasa’sının 1. maddesinin 8. fıkrası Kongre’ye savaş ilan etme yetkisi tanımaktadır. Ancak gerek ABD tarafından savaş ilanı edilmeden gerçekleştirilen savaşlar gerekse anayasa mahkemesinin, gerekmesi halinde Başkan’ın savaş ilanını beklemek zorunda olmadığı yönündeki kararı incelendiğinde sürecin uygulamada böyle işlemediği anlaşılmaktadır. Nihayetinde 1973’de “Savaş Yetkisi Kararı” ile savaş ilanı kararının Kongre ve Başkan tarafından 260 birlikte alınması gerektiği kabul edilmiştir. Bu doğrultuda ABD Kongresi’nde birçok üye, ekonomik yaptırımların Irak’ın Kuveyt’i işgalini sona erdirmesi ve geri çekilmesi için yeterli olacağını ifade ederek askeri kuvvet kullanmanın gerekli olmayacağını dile getirmişlerdir. Öncelikle Kongre’nin onayının 261 alınması hususunda ise ısrarcı olmuşlardır. Ancak George Herbert Bush’un Kongre’den savaş ilanı kararı çıkarmasını talep ettiği 8 Ocak 1991’de, hem yaklaşık 500 262 bin ABD askerinin bölgeye sevk edilmiş olması hem de BM’nin Irak’a tanıdığı sürenin sonuna gelinmesi Kongre üzerinde etki yaratarak askeri harekatın onaylamasını 263 ve savaş yetkisinin verilmesini beraberinde getirmiştir. 2.2. Söz Edimlerinin Analizi 1990-1991 Körfez Savaşı’nın temel gerekçelerinden biri olan petrolün güvenliğinin Irak’ın güvenlikleştirilmesi sürecindeki birincil referans noktası olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bu noktada petrolün güvenlikleştirilme sürecinde sıkça kullanıldığı George Herbert Bush ve ekibinin söylemlerinde görülmektedir. Benzer şekilde Irak’ın politikalarının bölge devletleri için ciddi bir tehdit oluşturduğu güvenlikleştirme 258 Adam Clymer, “War in the Gulf: Public Opinion; Poll Finds Deep Backing While Optimism Fades”, The New York Times, 22 Ocak 1991, erişim 23 Ağustos 2022. https://www.nytimes.com/1991/01/22/us/war-in-the-gulf-public-opinion-poll-finds-deep-backing-while- optimism-fades.html. 259 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 191-192. 260 Tayyar Arı, Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika (Bursa: Dora Yay., 2015), 80-83. 261 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 215. 262 Arı, Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, 84. 263 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 215. 58 sürecinde sıkça ifade edilmiştir. Irak’ın Kuveyt’i işgalinin gerçekleşmesiyle ABD’nin süreci nasıl değerlendirdiği, ABD yönetiminde yer alan kişilerin söylemleri ile ortaya konulmuştur. İşgalin ardından ilk gün George Herbert Bush, “ABD, Irak ordusunun Kuveyt’i işgalini şiddetle kınamıştır. Tüm Irak askeri unsurlarının derhal ve koşulsuz olarak geri 264 çekilmesi çağrısında bulunuyoruz” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Akabinde ABD, Irak’ın ABD’deki tüm mal varlığını dondurarak ilk hamlesini gerçekleştirmiştir. Ancak ABD yönetiminin bu ilk adımı atarken alımlayıcı kitlenin ikna olup olmamasına bakıp bakmadığı belli değildir. ABD Dışişleri Bakanı James Baker, bir açıklama yaparak krizin ABD tarafından nasıl ele alındığını ortaya koymuştur. Bu açıklama ile Irak’ın açıkça olağanüstü ve hayati bir tehdit olarak sunulduğu görülmektedir. “Bu savaş, uluslararası ekonomiyi bozabilecek, hepimizin bir durgunluğa ve dahi bir buhrana girip girmeyeceğimizi belirleyebilecek bir diktatöre karşı 265 yürütülen bir savaştır” BM nezdinde Irak’a uygulanacak yaptırımlar hususunda diplomatik ilişkilerin sürdürüldüğü günlerde ABD Savunma Bakanı Dick Cheney “Dünyanın ciddi anlamda petrole ihtiyacı var” diyerek Kuveyt’in işgalinin temelinde petrolün olduğunu 266 vurgulamıştır. Ayrıca Cheney açıklamasında sorun daha da kötüleşmeden askeri bir müdahalenin yapılması gerektiğinin altını çizmiştir. “Saddam açıkça OPEC’e, Körfez’e ve Arap dünyasına hakim olmak için yapması gerekenleri yapıyor. [Bölgedeki petrol alanlarını işgal etmese bile] yeni servetiyle nükleer silahlar da dâhil yeni silahlar edinebilecek. Mesele daha iyiye 267 değil daha kötüye gidecektir” 264 H. W. Brands, “George Bush and the Gulf War of 1991”, Presidential Studies Quarterly 34, no. 1 (2004): 115. 265 Ayhan ve Pirinççi, Tarih Yeniden Yazılırken: Saddam Hüseyin, 165. 266 Veysel Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu (Bursa: Dora Yay., 2009) 327. 267 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 329. 59 Ulusal Güvenlik Danışmanı Brent Scowcroft’un konuşmasında, Saddam’ın geri adım atmaması durumunda gerçekleşecek olası en kötü senaryoyu ortaya koyduğu görülmüştür. “Tehlikede olan çok fazla şey var. İşgale izin vermek bölge siyasetinin yapısını riske atacaktır. OPEC politikaları, Filistin ve FKÖ meseleleri üzerinde hâkim olmalarını sağlayacaktır. Arap dünyasını ABD’nin çıkarlarına zarar vermek için 268 yönlendireceklerdir” Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemin iki kutuplu yapısının değişmesinin devletlerin süper güçlerin müdahalesinden çekinmeden hareket alanı kazandıklarını ifade eden Dışişleri Bakan Yardımcısı Lawrence Eagleburger, Suudi Abistan üzerinde durarak Irak’ın yeni hedefinin burası olacağına, bu durumda petrol fiyatları üzerinde belirleyici bir güç hâline geleceğine dikkat çekmiştir. Bunların gerçekleşmesi durumunda ise 269 sıranın İsrail’e geleceğini belirtmiştir. Bu söylemlerle ABD’nin, Suudi Arabistan’ın petrol rezervlerinin korunması gerekçesiyle, ABD askerlerini bölgeye göndermesinin meşru bir zemine oturtulması 270 mümkün olmuştur. Ayrıca George Herbert Bush işgali “apaçık saldırganlık”, “acımasız bir saldırganlık eylemi” ve “haksız bir işgal” şeklinde tanımlayarak alımlayıcı kitleye sorunu yaşamsal bir tehdit olarak sunmakta ve sürecin nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin sinyallerini 271 vermekteydi. Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından ABD yönetiminin söylemlerinde Saddam Hüseyin’in Hitler’e benzetilmesi, tehdidin inşa edilmesinde, sürecin uluslararası sisteme yönelik bir saldırganlık temelinde ele alınmasında ve kullanılacak araçların meşrulaştırılmasında kolaylaştırıcı olmuştur. Bush aynı zamanda krize yönelik askeri 268 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 328. 269 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 328. 270 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 330. 271 Samantha A. Taylor and Amanda B. Cronkhite, “Winning the Narrative War”, Parameters 50, no. 2 (2020): 89. 60 müdahaleyi gerektirmeyecek bir çözümün bulunmasını arzuladığını ifade etmeyi 272 sürdürmüştür. Bu anlamda George Herbert Bush, Kuveyt’in işgalinin ardından 8 Ağustos 1990 tarihinde ABD askeri unsurlarının Suudi Arabistan’a konuşlandırıldığını ifade ettiği konuşmasında: “[Tarihten öğrenilen] saldırganlığa karşı direnmemiz gerektiğidir, aksi takdirde saldırganlık özgürlüklerimizi yok edecektir. Yatıştırma işe yaramıyor. Tıpkı 1930’larda [Almanya’da] yaşandığı gibi, Saddam Hüseyin’i de [bölgeye] tehdit 273 oluşturan saldırgan bir diktatör olarak değerlendiriyoruz” demiştir. Saddam Hüseyin’i “bir başka Hitler” olarak değerlendiren George Herbert Bush, 1990’daki Irak ile 1938’deki Almanya’yı karşılaştırma mantığı çerçevesinde, aralarındaki farklılıkları geri planda bırakarak ele almıştır. Bu durum Bush’a sürecin 274 nasıl ele alınacağı ve ne şekilde cevap verileceği konusunda hazır bir alan açmıştır. Irak ile ilişkilerini teşvikler üzerinden sürdürme eğilimi gösteren, hatta henüz 25 Temmuz’da Saddam Hüseyin’e iyi niyetlerini ifade eden George Herbert Bush, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden iki hafta sonra yaptığı konuşmasında işgalin ardından gerçekleştirilen Körfez Savaşı’nın enerji güvenliği üzerinden bir tehdit inşa edilerek yürütüleceğini ortaya koymuştur. Bu anlamda önemli petrol rezervelerinin Saddam’ın himayesi alıtına girmesi tehdidinin ABD’nin, “ekonomisi, özgürlükleri ve yaşam tarzı” 275 ile ilişkiledirildiği görülmüştür. Ayrıca George Herbert Bush bir başka konuşmasında Irak’ın Kuveyt’ten derhal çıkarılmasına dönük girişimlerin başlatılması gerektiğini tekrarlamıştır. ABD’nin petrolün önemli bir kısmını ithal ettiğini ve bu durumda da ekonomik bağımsızlığının tarihte görülmemiş bir şekilde tehdit altında olduğunu belirtmiştir. Ayrıca dünyanın geri 272 Taylor and Cronkhite, “Winning the Narrative War”, 89. 273 George H. W. Bush, “Address to the Nation Announcing the Deployment of United States Armed Forces to Saudi Arabia,” 8 Ağustos 1990, erişim 27 Kasım 2022. https://www.presidency.ucsb.edu/documents/address-the-nation-announcing-the-deployment-united- states-armed-forces-saudi-arabia. 274 Janice Gross Stein, “Foreign Policy Decision Making: Rational, Psychological, and Neurological Models”, Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith and et al. (Oxford: Oxford University Press, 2012), 133. 275 Joseph Romm, “Needed— A No-Regrets Energy Policy”, Bulletin of the Atomic Scientists 47, no.6 (1991): 31 61 kalan devletlerinin petrole olan bağımlılığına dikkat çekerek bir anlamda Irak tehdidine karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğinin sinyalini vermiştir. Aynı zamanda bu konuşmada Irak’ın Kuveyt’ten çıkması durumunda dahi hâlen ciddi bir tehdit 276 oluşturmaya devam edeceğini de ifade etmiştir. Bu söylem, bir anlamda ilerleyen süreçteki güvenlikleştime ve zorlayıcı diplomasi pratiklerinin de arka planını ortaya koymuştur. George Herbert Bush’un Körfez krizi sırasında, bir diktatör olarak nitelendirilen Saddam’ın ekonomik anlamda bir avantaj elde etmek için şantaj yapmasına izin verilmeyeceğini ifade ettiği konuşması önemlidir. Bu konuşmada ABD’nin ulusal güvenliğinin enerji güvenliğine koşut olarak idame ettirildiği üzerinde durularak, bu 277 durumun gereklerini yerine getirmeye ise hazırlıklı olunması gerektiği belirtilmiştir. Başkan, 11 Eylül 1990 tarihinde Amerikan Kongresin’nde yaptığı konuşmasında, “Irak’ın hemen, tamamen ve koşulsuz olarak Kuveyt’ten çekilmesi, Kuveyt’in meşru yönetiminin yeniden tesis edilmesi, Basra Körfezi’nde güvenlik ve istikrarın sağlanması, yurt dışındaki Amerikan vatandaşlarının korunması” şeklinde daha önce tekrarlanan hedeflere bir yenisini eklemiştir. Bu anlamda yeni bir hedef olarak ifade edilen “Yeni 278 Dünya Düzeni” söylemi ABD’nin Irak’a yönelik politikalarını temellendirmek 279 amacıyla işlevsel bir zemin sunmuştur. 2.3. Bağlamsal Değişkenlerin Analizi 2.3.1. Tarihsel Arka Plan Körfez Savaşı (1990-1991) sürecinde ortaya çıkan konjonktürel değişimlerin yanı sıra bu değişimlerin tarihsel dinamikleri işlevsel bir role sahiptir. Bu noktada tarihsel arka 276 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 330. 277 Romm, “Needed— A No-Regrets Energy Policy”, 32. 278 Yeni Dünya Düzeni söylemi, 1991'de yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde de yer almıştır. “ABD'nin dünyanın sorunlarına ilgisiz kalması söz konusu olamaz. Kendi konumumuzu uluslararası toplumun bir parçası olarak görüyoruz. Sadece vatandaşlarımızı ve çıkarlarımızı korumakla kalmamalı; aynı zamanda Yeni Dünya Düzeni’nin kendi demokratik değerlerimiz doğrultusunda şekillenmesi için çalışmalı, liderlik etmeliyiz.” ayrıntılı bilgi için bkz. George H. W. Bush, “National Security Strategy of The United States”, The White House, (1 August 1991): v. 279 George H. W. Bush, Public Papers of The Presidents of The United States, 1990: George Bush. July 1—December 31, 1990, (Washington, DC: Office of the Federal Register, National Archives and Records Administration, 1991), 1219. 62 plan güvenlikleştirme sürecinin inşa edilmesinde kolaylaştırıcı bir unsur olarak ele alınmaktadır. ABD, tarihsel anlamda, Basra Körfezi petrolünün dünya pazarına makul fiyatlarla ve kesintisiz akışını garanti altına almayı hedeflemiştir. Soğuk Savaş'ın sona ermesi, ABD’nin bölge çerçevesinde geliştirdiği çıkar alanlarına yönelik bir değişimi 280 beraberinde getirmekten ziyade çıkarlarına yönelik tehditlerin nereden kaynaklandığına ve bu tehditlere nasıl karşılık verileceğine dair algıda ve söylemlerde bir değişimi beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda Körfez Krizi, Kuveyt’in Irak tarafından 2 Ağustos 1990 tarihinde işgal edilmesiyle başlamış olup gerek Orta Doğu’da gerekse küresel siyasette istikrarın bozulduğu algısına neden olan bir sürece işaret etmektedir. Ancak Irak’ın bölgesel ve küresel anlamda tehdit olarak değerlendirilmesi Kuveyt’in işgalinden öncesine dayanmaktadır. 1961’de Kuveyt’e yönelik işgal girişiminde bulunan, 1980’de İran’a saldırarak İran-Irak savaşını tetikleyen ve 1990’da Kuveyt’i işgal eden Irak tarihsel anlamda bölge devletleri 281 üzerinde zaten bir tehdit olarak algılanmaktaydı. Irak, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın neticesinde OPEC’in petrol ambargosu ve ardından gelen kısıtlamalarına rağmen tek taraflı olarak petrol üretimi ve satışını azaltmayı reddedip tam tersine artırması üzerine ekonomik anlamda ciddi bir aşama katetmiştir. Bu anlamda kişi başına düşen GSYİH 282 1972’de 382 dolar seviyesinden 1979'da 2.726 dolar seviyesine yükselmiştir. Ancak ekonomik anlamda yükselen Irak için süreç, İran ile gerçekleştiridiği savaş boyunca 283 aynı şekilde devam etmemiştir. Öyle ki, 1988’e gelindiğinde Irak’ın 100 milyar 284 doların üzerinde dış borcu birikmiştir. Bunun yanı sıra Körfez’de herhangi bir gücün ABD çıkarlarını tehdit edecek şekilde hegemon olmasını ve hâkim güç olarak ABD’nin yerini almasını engellemeye dönük politikalar benimseyen ABD, İran-Irak savaşı sürecinde ibre hangi devletin aleyhine 280 F. Gregory Gause III, “The Illogic of Dual Containment”, Foreign Affairs 73, no. 2 (1994): 58. 281 F. Gregory Gause III, “The Foreign Policy of Saudi Arabia”, The Foreign Policies of Middle East States, ed. Raymond Hinnebusch and Anoushiravan Ehteshami (London: Lynne Rienner Publishers, 2014), 204; George, “The Need for Influence Theory and Actor-Specific Behavioral Models of Adversaries”, 470. 282 Adeed Dawisha, Iraq: A Political History from Independence to Occupation (Princeton: Princeton University Press, 2009), 219. 283 Dawisha, Iraq: A Political History from Independence to Occupation, 221. 284 Dawisha, Iraq: A Political History from Independence to Occupation, 223. 63 285 dönerse, diğer devlet lehine karşı bir denge unsuru geliştirerek hareket etmiştir. Bu doğrultuda savaş sürecinde silahlanan ve askeri alanda teknolojisini geliştiren Irak, genel anlamda Batılı devletlerden, özel anlamda ise ABD’den aldığı doğrudan ve 286 dolaylı destek ile önemli bir aşama da kaydetmiştir. Nihayetinde Irak’ın, gerek içinde bulunduğu ekonomik bunalımı, gerekse askeri pozisyonu Kuveyt’in işgaline giden süreci beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak Irak, savaş sürecinde oluşan tahribatın önüne geçmek, ekonomik anlamda oluşan olumsuz atmosferi bertaraf etmek, yeniden inşa sürecinde gereken nakit akışını 287 sağlamak için petrolden elde edeceği gelirleri önemsemiştir. Bu minvalde Irak, temelde petrol rezervleri yönünden elverişli pozisyonu nedeniyle Kuveyt’i işgal ederek 288 ekonomik sorunlarını aşmayı hedeflemiştir. 2.3.2. Petrol Konusu: Güvenlikleştirme Sürecinde Önemli bir Yaşamsal Tehdit Körfez Savaşı (1990-1991) sürecinde ABD’nin siyasi hedefleri bağlamında belirleyici olduğu analiz edilen petrol konusu güvenlikleştirme sürecinin inşa edilmesinde kolaylaştırıcı bir unsur olarak ele alınmaktadır. Bu noktada sürecin anlaşılmasında ve değerlendirilmesinde katalizör işlevi gören petrol konusu söylem inşası ile ortaya konan bir algı olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda petrol algısının güvenlikleştirme sürecinde etkin bir unsur olarak kullanıldığı dikkat çekmektedir. Bölge; Asya ve Avrupa’nın sanayileşmiş pazarlarına ulaşım için elverişli olması, petrol alanlarının büyüklüğü ve jeolojik oluşumları dolayısıyla üretiminin ucuz olması ve dünyada kanıtlanmış petrol rezervlerinin önemli bir bölümünü bulundurması 289 nedenleriyle son derece stratejik bir alan olarak değerlendirilmektedir. Basra Körfezi, ABD açısından da büyük önemi olan bölgeler arasında gelmektedir. Körfez petrolünün Batı’ya makul fiyatlarla ve kesintisiz akışının sağlanması bu 285 Gause III, “The Illogic of Dual Containment”, 59. 286 Pierre Salinger and Eric Laurent, Secret Dossier: The Hidden Agenda Behind The Gulf War (Harmondsworth: Penguin Books, 1991), 16-19. 287 Emin Salihi, Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci (İstanbul: Kaknüs Yay., 2017), 183. 288 Dawisha, Iraq: A Political History from Independence to Occupation, s.224. 289 Gawdat Bahgat, “Oil security: Potential threats”, Contemporary Security Policy 19, no. 2 (1998): 73. 64 290 devletlerin refahı bakımından hayati derecede önemli görülmüştür. Bu doğrultuda, esas olarak Richard Nixon’dan itibaren ABD başkanlarının genel eğilimi, Basra Körfezi’nde güven ve istikrarın sağlanmasının ABD’nin hayati çıkarları arasında 291 olduğunun ifade edilmesi şeklinde olmuştur. OPEC’in 1973 ve 1979’da petrol fiyatlarını birkaç katına çıkarması süreçleri ABD’nin petrol çıkarlarına zarar veren bir durum olarak değerlendirilmektedir. Ancak aynı zamanda bu durumun ABD’nin Körfez’de doğrudan bir rol üstlenmesine de yol açtığı 292 ifade edilmektedir. ABD’nin bölgeye yönelik askeri angajmanı da giderek artmıştır. Belirtilen süreçler doğrultusunda 1973 petrol krizi ile birlikte petrol fiyatlarının yükselmesiyle Körfez devletlerinin petrol gelirleri muazzam ölçüde katlanmıştır. Durum 293 Amerikan ekonomisi için ise ciddi anlamda maliyetli olmuştur. Petrolün varil fiyatı 1971’de 2.04 dolar seviyesinden, 1981’de 32.50 dolar seviyesine yükselmiştir. 1973’teki fiyat artışını 1979-1980’de OPEC’in petrol fiyatlarına yönelik şok edici hamlesiyle ikinci bir artış izlemiştir. Eş zamanlı olarak, 1970-1980 yılları arasında altı Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi devletinin toplam petrol üretimi % 77 oranında 294 artarak toplam petrol gelirleri 5,2 milyar dolardan 158 milyar dolara yükselmiştir. Petrol gelirleri 1976’da 9,8 milyar dolara ulaşan Kuveyt’in toplam petrol gelirlerinin 295 Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) içindeki oranı %70’e ulaşmıştır. ABD ise 1970’lerin başında günde 3,4 milyon varil harcama ile petrol tüketiminin yaklaşık olarak %25’ini, 1980’lerin başında ise 8-8,5 milyon varil harcama ile petrol tüketiminin 296 yaklaşık olarak %50’sini ithal eden bir pozisyonda olmuştur. Aynı zamanda 1980’lerin ilk yarısında petrol fiyatlarının yükselmesi OPEC dışı petrol arzını ve üretimini tetiklemenin yanı sıra 1970'lerin ortalarında başlayan enerji çeşitliliği ve verimliliği çabalarına da ivme kazandırmıştır. Sonuçta hem küresel enerji piyasasına 290 Barry R. Posen, “U.S. security policy in a nuclear‐armed world or: What if Iraq had had nuclear weapons?”, Security Studies 6, no. 3 (2007): 5. 291 Arı, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 182-184. 292 Gause III, “The Illogic of Dual Containment”, 58-59. 293 Robert J. Lieber, “Oil and Power after the Gulf War”, International Security 17, no. 1 (1992): 156- 157. 294 Kristian Coates Ulrichsen, The Gulf States in International Political Economy (New York: Palgrave Macmillan, 2016), 28. 295 Ulrichsen, The Gulf States in International Political Economy, 25. 296 Daniel Yergin, “Overview”, The Dependence dilemma: Gasoline consumption and America's security, ed. Daniel Yergin (USA: Center for International Affairs, Harvard University, 1980), 16. 65 yeni üretim alanları dâhil edilmiş, hem de fiyat baskısının da etkisiyle SSCB’deki üretim 1970'lerin başı ile 1980'lerin ortalarına kadar yaklaşık iki katına çıkarılmıştır. Aynı zamanda, petrolü diğer enerji kaynaklarıyla ikame etmeye yönelik çabaların sonucu olarak başta elektrik enerjisi üretimi olmak üzere enerji üretiminde petrolden uzaklaşma eğilimi söz konusu olmuştur. Petrol dışındaki kaynak ve yöntem arayışlarının neticesinde doğal gaz ve nükleer enerji gibi seçenekler artan şekilde tercih edilmeye başlanmıştır. Ancak bu gelişmeler 1980'lerin ortalarına kadar OECD ülkelerinin enerji alanında ithalat bağımlılığını bir ölçüde azaltmış olsa da, 1980'lerin ikinci yarısına ve 1990’lara gelindiğinde, ulaşım sektörüne yönelik artan enerji talebi bu 297 eğilimi tersine döndürmüştür. Dolayısıyla Basra Körfezi’nden tedarik edilen makul fiyatlı petrol, 20. yüzyılın sanayileşmiş Batılı devletlerinin enerji ihtiyacını gidermelerinde destek olmuştur. Ancak belirtilen iki durum ABD’ye ve Batılı devletlere petrolün kesintisiz akışının sağlanması için harekete geçmeleri gerektiği sinyalini 298 vermiştir. Bu doğrultuda İngiltere'nin 1971’de hami devlet statüsünün sona ermesi, Basra Körfezi’ndeki etkisinin azalması ve Körfez’den çekilmesi ile Körfez Savaşı arasında kalan dönem ABD etki alanının genişlediği, yükselişe geçtiği bir dönem olmuştur. Bu dönem, ABD’nin bölgesel petrol istikrarını korumak, petrol alanlarının güvenliğini sağlamak, petrolün küresel pazara akışını sağlamak gibi hayati olarak değerlendirdiği önceliklerinin ifade edilmesi anlamına gelmiştir. Bu anlamda ABD tarafından 1980’de, ABD’nin Körfez’deki hayati güvenlik çıkarlarını savunmak için, gerekmesi durumunda askeri kuvvet kullanılmasına izin veren Carter Doktrini’nin ilan edilmesi, belirtilen 299 önceliklerin bir nevi tasdiki niteliğinde olmuştur. Bu anlamda ABD’nin, Kuveyt’in işgalinin ardından Basra Körfez’ine yönelik müdahalesinin tek nedeni petrol olmasa da birincil nedeninin petrol olduğunu ifade 300 etmek gerekmektedir. Dolayısıyla savaş, esas anlamda petrolün kontrolü için yapılan 297 International Energy Agency (IEA), Oil Supply Security: Emergency Response of IEA Countries, Paris, 2007, 17-18. 298 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, s.212. 299 Ali Bakır, “Körfez ve ABD İlişkilerinde Ayrışmalar ve Gerileme Dönemi”, Körfez Dış Politikası: Bağımlılık, Müdahalecilik, Tarafsızlık, ed. İsmail Numan Telci (Ankara: Ortadoğu Yay., 2021), 276. 300 Romm, “Needed— A No-Regrets Energy Policy”, 31. 66 301 bir çatışma olma niteliğindedir. ABD, bu vesileyle petrolün kesintisiz akışının sağlanması, enerji arzının güvenliği gibi konuları güvenliğin gündemine almıştır. Bölge petrolünün güvenliğinin sağlanmasını ise hayati çıkarları bağlamında ele almıştır. Sonuç olarak 20. yüzyılın sonlarından başlayarak uluslararası enerji arzının güvenliği ve enerjide dışa bağımlılık konularını etkileyecek değişimler ve gelişmeler yaşanmıştır. Değişen durum karşısında geleneksel anlamda enerji arz bölgesi olarak ifade edilen Basra Körfezi, 1990’lardan itibaren uluslararası ilişkilerde ön plana çıkmıştır. Özellikle petrol faktörünün artan etkisi neticesinde tarihsel olarak devam eden uluslararası ve bölgesel sorun alanları normal alandan soyutlanarak güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit olarak inşa edilme eğilimi göstermiştir. Bu minvalde meydana gelen girişimler ise çatışma potansiyeline ulaşarak Körfez Savaşı ve Irak’ın işgali süreçlerinde olduğu gibi küresel anlamda etki doğuran çok boyutlu çatışmalara ve derinleşen bir güvenlikleştirme sürecine dönüşmüştür. Güvenlikleştirme teorisi perspektifinden ele alındığında, ABD için petrolün güvenliğinin sağlanması hayati bir çıkar alanı olarak inşa edilmiştir. Bu durumda ABD, tehdit olarak inşa ettiği Irak’a yönelik olağanüstü önlemler alma hususunda meşruiyet aramıştır. Ancak güvenlikleştirme sürecinin söz konusu olması için alımlayıcı kitlenin güvenliğe yönelik varoluşsal bir tehdit olduğuna ikna edilmesi gerekmektedir. Sonuç olarak güvenlikleştirilme sürecinin 12 Ocak 1991 tarihinde ABD Kongresi tarafından 302 savaş yetkisi kararı verilmesiyle birlikte başarıya ulaştığı söylenebilir. 3. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Analizi Bu bölümde Kuveyt’in işgaliyle başlayan ve ABD’nin öncülük ettiği uluslararası koalisyonun askeri müdahalesiyle devam eden süreç zorlayıcı diplomasi kavramı ile analiz edilmiştir. Bu bağlamda ABD’nin Irak politikası özellikle Bağdat yönetiminin kitle imha silahları kapasitesini geliştirdiği iddiası ile gerginleşen ilişkiler çerçevesinde gelişmiştir. Buna rağmen ABD, çatışmadan ziyade işbirliğinden yana bir tutum benimsemeye devam edeceği gibi bir izlenim vermiştir. George Herbert Bush yönetiminin tercih ettiği politika, Irak’ın ılımlı ve Batı yanlısı bir yol izlemesini teşvik 301 Parra, Oil Politics: A Modern History of Petroleum, 295. 302 Clyde R. Mark, “Iraq/Kuwait Crisis: Congressional Action Through January 1991”, Congressional Research Service (CRS) Report, 7 Şubat 1991, 3. 67 etmek amacıyla diplomatik ilişkileri ön planda tutmak ve temasların devamlılığını 303 sağlamak yönünde olduğu şeklinde bir kanaat oluşmasına yol açmıştır. Bu doğrultuda Kuveyt’in işgalinin hemen evvelinde ABD’nin genel eğilimi, bir caydırma stratejisi 304 benimsemekten ziyade barışçıl ilişkiler politikasını sürdürme yönünde olmuştur. ABD Bağdat Büyükelçisi April Glaspie, 25 Temmuz’da Saddam Hüseyin ile görüşmesinde George Herbert Bush’un hem Irak ile “daha iyi ve derin ilişkiler istediğini” hem de “Irak'a karşı ekonomik bir savaş ilan etmek istemeyen”, “zeki bir adam” olduğunu dile getirmesi bu durumu göstermektedir. Aynı zamanda Glaspie, Kuveyt ile ilgili olarak da temkinli bir ton kullarak ABD’nin “Irak’ın Kuveyt ile olan sınır anlaşmazlığı gibi Araplar arasındaki bir çatışma konusunda fikri olmadığını” 305 belirtmiştir. Benzer şekilde 28 Temmuz’da George Herbert Bush da Irak ile iyi ilişkiler geliştirilmesine dikkat çekmiş "anlaşmazlıkların askeri güç ya da çatışma içeren tehditlerle değil, barışçıl yollarla çözülmesi gerektiği” yönünde Saddam Hüseyin’e 306 mesaj göndermiştir. Öte yandan işgalden bir gün önce ABD, Irak tarafından Kuveyt’e yönelik Irak’ın taleplerinin yerine getirilmesi amacıyla bir zorlayıcı diplomasi uygulandığı düşüncesinde olmuştur. Bu doğrultuda ABD’nin beklentisi Irak’ın en fazla Irak ve Kuveyt arasındaki tartışmalı petrol sahalarını ve stratejik bölgeleri işgal edeceği 307 şeklindedir. Ancak Kuveyt’in işgal edilmesi, ardından ilhak edilmesi ve 19. ili olarak ilan edilmesi Irak’ın hedeflerinin ABD’nin beklentisi ile örtüşmediğini göstermektedir. ABD ve koalisyon güçleri neticede Irak’ın askeri unsurlarını Kuveyt’ten çekmesini sağlamak için zorlayıcı diplomasi stratejisi izlemişlerdir. 303 Maria Sperandei, “Bridging Deterrence and Compellence: An Alternative Approach to the Study of Coercive Diplomacy”, International Studies Review 8, no. 2 (2006): 270. 304 George, “The Need for Influence Theory and Actor-Specific Behavioral Models of Adversaries”, 466. 305 Arshin Adib-Moghaddam, The International Politics of the Persian Gulf: A cultural genealogy (Oxon: Routledge, 2006), 55. 306 Janice Gross Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, International Security 17, no. 2 (1992), 153. 307 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, 160. 68 Zorlayıcı diplomasi stratejisi bağlamında süreç değerlendirildiğinde, 28 devletin katılımıyla oluşturulan uluslararası koalisyon Irak’ın BM kararları doğrultusunda son tarih olarak ortaya konan 15 Ocak 1991 tarihine kadar çekilmemesi durumunda saldırı tehdidinde bulunmuştur. Nihayetinde Saddam Hüseyin’in taleplere uymayı kabul etmemesi, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin savaşı tercih etmesini beraberinde 308 getirmiştir. Tehdit ve sınırlı güç kullanımı ile Irak’a Kuveyt’ten çekilmemesi halinde koalisyonun 309 savaşa gireceği mesajı net bir şekilde verilmiştir. Ancak gerek stratejinin gerekse ele alınan sürecin kendine özgü nitelikleri ve değişkenleri stratejinin uygulanmasına etki ederek, başarısız bir zorlayıcı diplomasi stratejisi uygulanmasında belirleyici olmuştur. Zaten gerekli görülen koşulların sağlanması stratejinin kesin başarısını garanti 310 etmemektedir. Irak’ın Kuvey’i işgal ve ilhak etmesi ABD’nin geniş çaplı bir uluslararası koalisyonun fitilini ateşlemesini beraberinde getirmiştir. ABD, Irak’ın Kuveyt’ten geri çekilmemesi durumunda, süreci tersine döndürmek ve Irak’ı Kuveyt’ten geri çekilmeye zorlamak 311 için savaşa girme kararlılığının sinyallerini vermiştir. Bu doğrultuda uluslararası tepkinin hızlı bir şekilde geliştiği süreçte işgalin ardından 17 Ocak’a kadar zorlayıcı diplomasi stratejisinin sınırlı güç kullanma tehdidi ile birlikte kullanıldığı bir diplomasi dönemi yaşanmıştır. Irak askeri unsurlarının Kuveyt'ten derhal çekilmesi çağrısında bulunan çok sayıda BM Kararı kabul edilmiştir. 17 Ocak’a gelindiğinde ise koalisyonun askeri unsurları Irak’a karşı 38 gün süren bir hava harekâtı 312 başlatarak uyguladığı stratejiyi sınırlı güç kullanımı ile pekiştirmiştir. Bu minvalde tehditler ve sınırlı güç kullanımı bağlamında ele alınan süreçte Kuveyt’in işgal edilmesi ile 22 Şubat’ta Irak’a ültimatom verilmesi arasında kalan süre zorlayıcı diplomasi stratejisinin uygulandığı, tehditlerin tırmanarak devam ettiği bir döneme işaret etmektedir. Aynı zamanda Irak’a geri çekilmesi için seçenek sunulması anlamına 308 Robin Markwica, Emotional Choices: How the Logic of Affect Shapes Coercive Diplomacy (Oxford: Oxford University Press, 2018), 179. 309 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, 177. 310 Byman and et al., Air Power as a Coercive Instrument, 30. 311 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, 147-148. 312 Adib-Moghaddam, The International Politics of the Persian Gulf: A cultural genealogy, 54. 69 gelen bu dönemde Ocak 1991’de hava harekâtının başlatılması geri çekilme seçeneğinin ön planda tutulması ve bu seçeneğinin Irak’ın işgal edilmesine gerek kalmadan sağlanması amacına dönük olması bakımından zorlayıcı diplomasi stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Saddam Hüseyin’e son bir şans sunulması anlamında verilen ültimatomla birlikte Irak’ın Kuveyt’ten derhal ve koşulsuz olarak çekilmesi için 24 saat süre tanınmıştır. Ancak Irak’ın bu karara uymaması neticesinde kara harekâtının başlatılması ile zorlayıcı 313 diplomasi stratejisi maalesef başarısız olmuştur. Dolayısıyla kara savaşının başlaması askeri gücün yenilgiye uğratmak için kullanılmasına bir örnek teşkil etmektedir. Bu doğrultuda Saddam Hüseyin’i geri adım atmaya ikna etmek için zorlayıcı diplomasi stratejisi kullanılmıştır. Ancak Saddam Hüseyin geri çekilmesi için verilen son tarihe uymayı, askeri teçhizatını geride bırakmama koşuluyla kabul etmiştir. Öne sürdüğü koşul kabul edilmediğinden, talep edilen takvime uygun olarak harekete geçmemiştir. Nihayetinde de zorlayıcı diplomasinin başarısız olduğu yerde askeri güç başarılı olmuştur. Öte yandan hava saldırıları Irak hükümetini yenmek için değil, Saddam Hüseyin’i siyasi bir çözümü kabul etmeye zorlamak için tasarlanmıştır. Sınırlı güç kullanımının, Irak’ın askeri güç unsurlarını tamamen yok etmek ya da hükümetini iktidardan uzaklaştırmaktan ziyade Kuveyt’ten çıkmasını sağlamak ve barışı benimsemeye ikna etmek yönünde ortaya konmuştur. ABD tarafından Irak’ın Kuveyt’i işgal etmeyi sürdürmesinin maliyet ve riskleri etkili bir şekilde manipüle edilerek ve askeri stratejisine olan güveni sarsılarak direnmenin maliyetinin teslim olmanın maliyetinden daha yüksek olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Bu yolla tehditlerle birlikte hava gücü verimli bir şekilde kullanılarak stratejinin 314 gerekleri karşılanmaya çalışılmıştır. Zorlayıcı diplomasi uygulamalarının işletilmesinde de aktörlerin yanlış algılamalarının sürece yön veren ve rasyonel karar vermeyi etkileyen bir işleve sahip olduğu daha önce 313 Patrick C. Bratton, “When Is Coercion Successful? And Why Can’t We Agree on It?”, Naval War College Review 58, no. 3 (2005): 104.; Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 50. 314 Bratton, “When Is Coercion Successful? And Why Can’t We Agree on It?”, 111-112. 70 belirtilmiştir. Bu perspektiften bakıldığında, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesinin rasyonel bir karar verme sürecinin sonucu olduğu ancak yanlış algılamaların ve diğer sosyo-politik engellerin bu rasyonel tercihin başarısını kolayca şekillendirdiği 315 görülmektedir. Saddam Hüseyin’in süreci yanlış anlaması ve yanlış algılaması bağlamında, ABD’nin müdahale edeceği yönündeki tehdidi hafife alması belirleyici olmuştur. Bu noktada ABD yönetiminde Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’nın söylemleri ile Savunma Bakanlığı’nın söylemlerinin karışık olmasının getirdiği bölünme bu durumu tetiklemiştir. Öyle ki ABD yönetimindeki söylem farklılıklarına yönelik bu ikili yapı 316 ancak Ocak 1991’den itibaren giderilmiştir. Dolayısıyla Saddam Hüseyin sürecin en başından itibaren Irak’a yönelik bir savaş girişiminin söz konusu olacağına dair bir politikanın geri planda tutulduğuna dair yanlış 317 bir algılamaya sahip olmuştur. Ancak bu noktada Saddam Hüseyin’in ABD’nin kararlılığını hafife almış olması da muhtemel bir durumdur. İşgalin hemen evvelinde ABD’nin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie’ye ABD’nin savaş durumunda on binlerce kişinin ölmesini kaldıramayacağını ifade etmesi, Irak’ın ABD’nin kayıp verme 318 isteksizliğine dönük algısını ortaya koymaktadır. Aynı zamanda Irak’ın beklentisi koalisyonun dağılacağı ve Fransa veya Rusya’nın ABD’nin süreci savaş zeminine çekmesine engel olacağı yönünde olmuştur. Saddam Hüseyin’in “Her şeyin son dakikada [savaşa gerek duyulmadan] düzeltileceğine inanıyorduk. Mitterrand ve Gorbaçov beni yanılttı.” şeklindeki ifadesi bu durumu ortaya 319 koymaktadır. Kısacası Saddam Hüseyin, ABD’nin kaba güç kullanmayı göze alıp alamayacağına yönelik ciddi bir sorgulamanın yanı sıra, Vietnam sendromunun ABD kamuoyu üzerinde yarattığı hassasiyetin Irak’a yönelik askeri müdahaleye destek verme 315 Sperandei, “Bridging Deterrence and Compellence: An Alternative Approach to the Study of Coercive Diplomacy”, 268-269. 316 Sperandei, “Bridging Deterrence and Compellence: An Alternative Approach to the Study of Coercive Diplomacy”, 269. 317 Ofira Seliktar, The Politics of Intelligence and American Wars with Iraq (New York: Palgrave Macmillan, 2008), 52. 318 Daniel Byman and Matthew Waxman, “Defeating. U.S. Coercion”, Survival 41, no. 2 (1999): 115. 319 Amatzia Baram, “Calculation and Miscalculation in Baghdad”, International Perspectives on the Gulf Conflict, 1990-91, ed. Alex Danchev and Dan Keohane (London: Palgrave Macmillan, 1994), 44. 71 noktasında etkili olacağı algısına kapılmıştır. Ayrıca kendi askeri yeteneklerini ve Arap 320 devletlerinin Irak davasını destekleme isteklerini de yanlış hesaplamıştır. Benzer şekilde ABD’nin de, Irak’ın güç kullanmayacağı yönündeki yanlış hesaplamasıyla Saddam Hüseyin’in kararlılığını hafife aldığı ifade edilebilmektedir. Öyle ki George Herbert Bush, Irak’ın Kuveyt’i işgal edeceğine inanmakta güçlük çektiğini ve işgalin Kuveyt’e baskı uygulamak ve aralarındaki anlaşmazlıkları çözmeye 321 yönelik bir girişim olduğunu umduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla devletlerin ve liderlerin yanlış algılamaları ve yanlış hesaplamaları neticesinde rasyonel karar verememeleri ve bu doğrultuda savaşı tercih etmeleri beraber 322 değerlendirilmesi gereken bir duruma işaret etmektedir. Ele alınan süreçtede yanlış algılamaların ve yanlış hesaplamaların zorlayıcı diplomasi uygulamalarının başarısız olmasında etkili olduğu belirtilebilir. 3.1. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Tehditler Üzerinden Analizi 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’in işgal edilmesinin ardından uluslararası toplumun önemli bir bölümü tepki göstermiş ve bu durumu kınamışlardır. BM Güvenlik Konseyi 323 zorlayıcı diplomasi stratejisine başvurarak peş peşe kararlar almıştır. İlk olarak aynı gün BM Güvenlik Konseyi tarafından BM Şartı’nın 39. ve 40. maddelerine atıfta bulunularak 660 sayılı karar alınmıştır. İşgali kınayan bu karar ile tüm Irak güçlerinin derhal ve koşulsuz olarak geri çekilmesi talep edilmiş ve uyulmaması halinde daha ileri adımlar atılacağı tehdidinde bulunulmuştur. Ayrıca Irak 320 Sperandei, “Bridging Deterrence and Compellence: An Alternative Approach to the Study of Coercive Diplomacy”, 269. 321 Seliktar, The Politics of Intelligence and American Wars with Iraq, 52. 322 Byman and et al., Air Power as a Coercive Instrument, 30. 323 660 sayılı karar (2 Ağustos 1990); 661 sayılı karar (6 Ağustos 1990); 662 sayılı karar (9 Ağustos 1990); 664 sayılı karar (18 Ağustos 1990); 665 sayılı karar (25 Ağustos 1990); 666 sayılı karar (13 Eylül 1990); 667 sayılı karar (16 Eylül 1990); 669 sayılı karar (24 Eylül 1990); 670 sayılı karar (25 Eylül 1990); 674 sayılı karar (29 Ekim 1990); 677 sayılı karar (28 Kasım 1990); 678 sayılı karar (29 Kasım 1990). Ayrıntılı bilgi için bkz. Micah L. Sifry and Christopher Cerf, “The U.N. Resolutions: The Complete Text”, Gulf War Reader: History, Documents, Opinions, ed. Micah L. Sifry and Christopher Cerf (New York: Times Books, 1991), 137-156. 72 324 ve Kuveyt arasında yoğun müzakerelerin başlaması da talep edilmiştir. Öte yandan 325 ABD derhal harekete geçerek Kuveyt ve Irak’ın mal varlıklarını dondurmuştur. Irak ise 3 Ağustos’ta bir saldırı başlatmaları halinde Körfez’i ABD askerleri için bir mezarlığa çevirecekleri uyarısında bulunmasının ardından “Kuveyt ve Irak’ın güvenliğini tehdit edecek bir durum olmadığı takdirde” 5 Ağustos’ta çekilmeye başlayacağını ifade etmiştir. Ayrıca Irak sürecin başından itibaren Suudi Arabistan’a 326 saldırmayacağını da dile getirmiştir. Aynı zamanda ABD, Mısır Dışişleri Bakanlığı ile iletişime geçerek Arap devletlerinin harekete geçmesine vurgu yapmıştır. Bu noktada ABD’nin Mısır ve diğer Arap devletlerine çok sayıda silah sattığına değinmesi dikkat çekmektedir. Öyle ki bu devletlerin Irak’a karşı kesin bir tavır almamaları durumunda gelecekte ABD desteğine 327 güvenmemeleri gerektiğinin altı çizilmiştir. Dolayısıyla süreçte ABD’nin, Irak’a yönelik tehdit ve güç kullanma ihtiyacı konusundaki duruşunun uluslararası toplum tarafından da paylaşılması ve uluslararası toplumun da desteğinin alınması adına teşvikler sunulmasının yanı sıra tehditler de ortaya koymuştur. George Herbert Bush, Irak askerlerinin Kuveyt’ten çıkarılması ve bu ülkenin egemenliğinin yeniden tesis edilmesi gerektiğine karar vererek 5 Ağustos’ta bu yöndeki kararını açıklamıştır. Ancak bu noktada hedefe ulaşmak için güç kullanılabileceği 328 açıkça ifade edilmemiştir. Başlangıçta kuvvet kullanma tehdidinde bulunulurken, sergilenmesi gereken kararlı duruşun sergilenmemesi stratejinin başarısını etkilemiştir. Bu durum az bir maliyetle ve hızlı bir şekilde mevcut durum değişikliğini tersine çevirmeye yönelik dile getirilen tehditlerin doğrudan bir güç tehdidi olarak ortaya konmaması inandırıcılık ve etki eksikliğini beraberinde getirmiştir. Şüphesiz bu durum Irak’ın kararlara uymamasında da belirleyici olmuştur. 324 Geoff Simons, The United Nations: A Chronology of Conflict (New York: Palgrave Macmillan, 1994), 165-166. 325 Eric D.K. Melby, “Iraq”, Economic Sanctions and American Diplomacy, ed. Richard Haass (New York: Council on Foreign Relations Press, 1998), 109 326 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 50-51. 327 Salinger and Laurent, Secret Dossier: The Hidden Agenda Behind The Gulf War, 112. 328 Brands, “George Bush and the Gulf War of 1991”, 113. 73 Öte yandan baskının aşamalı olarak artırıldığı süreçte, 6 Ağustos’ta BM Güvenlik Konseyi, Şart’ın 41. maddesine istinaden Irak’ın kararda belirtilen çekilme talebine uymaması hâlinde ekonomik yaptırımlar uygulanması hususunda 660 sayılı kararı almıştır. Karar ile Irak’ın ve Irak işgali altındaki Kuveyt’in tüm mal ve ürünlerin ithalatının, Irak petrolünün satışının, Irak’a veya Kuveyt’e “kesin olarak tıbbi amaçlara yönelik malzemeler ve insani durumlarda gıda maddeleri hariç” mal veya ürünün satışı 329 veya tedarikinin yasaklanmasını içeren son derece cezalandırıcı bir karar alınmıştır. BM Şartı’nın VII. bölümünde “savaşa varmayan zorunlu önlemler” kapsamında nitelendirilen bu yaptırım ile amaç Irak’ın Kuveyt’ten geri çekilmesini sağlamak noktasında kararlı duruşun göstergesi olmuştur. Aynı gün Sadddam Hüseyin Bağdat’taki ABD maslahatgüzarı Joseph Wilson’a bizzat güvence vermiş ve Suudi Arabistan ile arasındaki saldırmazlık paktına vurgu yapmıştır. 330 Ek olarak bölgede ABD çıkarlarına aykırı hareket etmeyeceklerini ifade etmiştir. Aynı zamanda “ABD’nin işgali tanıması karşılığında, ABD’ye uygun fiyatlarda petrol 331 vermeyi” teklif etmiştir. Dolayısıyla zorlayıcı tarafın hedef devlete bir çıkış sinyali vermesi hususunda havuç teklif etmesi zorlayıcı devlet olan ABD tarafından sunulmazken, Irak tarafından ABD’ye yönelik bir caydırma stratejisi olarak sunulmuştur. Ancak James Baker, Suudi Arabistan’da bulunan petrol alanları ile Dahran’ın Irak tarafından işgaline engel olunması gerekçesiyle Suudi Arabistan’a asker gönderileceğini 332 ifade etmiştir. Bu doğrultuda, 7 Ağustos’tan itibaren George Herbert Bush tarafından savunmaya yönelik olarak tanımlanan ve ülke güvenliğini sağlamayı ve daha fazla saldırganlığı önlemeyi amaçlayan bir görev için ABD askeri unsurları Suudi 333 Arabistan’a gönderilmiştir. Dolayısıyla işgalin hemen ardından Dick Cheney’nin, bu girişimi yapan Irak’a ortak ve hızlı bir askeri yanıt verilmesi gerektiğini ifade etmesi, ABD kuvvetlerinin Çöl Kalkanı 329 Simons, The United Nations: A Chronology of Conflict, 166. 330 Uslu, “Körfez Savaşı ve Amerika'nın Politikaları”, 176. 331 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 328. 332 Uslu, “Körfez Savaşı ve Amerika'nın Politikaları”, 176. 333 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 51. 74 Operasyonu kod adı ile Suudi Arabistan’a gönderilmesi, uluslararası bir koalisyonun oluşturulması ve ekonomik ambargonun pekiştirilmesi Irak’ın taleplere uymasını sağlamak için atılan önemli adımlar olmuştur. Bu durum ABD’nin ve koalisyon güçlerinin kararlılığını vurgulaması açısından önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Ancak Irak yönetiminin söylemlerine bakıldığında ABD’nin kararlı duruşunun Irak tarafından algılanmadığı ifade edilebilir. Belirtmek gerekir ki ABD Irak’a yönelik uyguladığı zorlayıcı diplomasi stratejisinin temel hedefini Irak’ın Kuveyt’ten derhal ve koşulsuz olarak çekilmesi şeklinde ortaya koymuştur. Ancak taleplerin ortaya konmasına karşın, sürecin bu şekilde işleyeceğine ve taleplerin bunlarla sınırlı kalacağına dair inandırıcılığın sağlanamaması da söz konusu olmuştur. Bu algının oluşmasında ABD yönetiminin çelişkili ifadeleri ve Irak’ın ABD’nin kararlılığını hafife alması etkili olmuştur. Öyle ki ABD’nin herhangi bir kara birliği konuşlandırmasını beklemeyen Saddam Hüseyin, “Bom, bom… Ne olmuş yani? Hiçbir şey olmayacak; onlara cehennemi yaşatacağız. Bana bir uçağın herhangi bir durumu çözdüğü tek bir örnek gösterin” söylemiyle ABD’nin ancak Irak’a karşı bir hava saldırısı düzenleyebileceği 334 doğrultusundaki fikrini ifade etmiştir. Akabinde 8 Ağustos’ta Irak Kuveyt’i ilhak ettiğini açıklamış ve ABD’nin Irak’a karşı bir saldırı durumuna geçmesi halinde İsrail’e karşı kimyasal silahlarla saldıracağı tehdidinde bulunmuştur. Tehdide inandırıcılık kazandırmak için uçaklara kimyasal 335 silah yüklendiğini gösteren görüntüler medyaya yansıtılmıştır. Aynı gün George Herbert Bush izlediği politikaların Orta Doğu’da barışın korunmasına yönelik olduğunu ve Irak’ın saldırganlığına direnilmemesi durumunda özgürlüklerin yanı sıra tüm insanlık için barışın da yok olacağını vurguladığı konuşmasında işgale yönelik stratejinin Irak’ın koşulsuz bir biçimde Kuveyt’ten çıkması, Kuveyt’in eski poziyonuna geri döndürülmesi anlamında yönetimin yeniden iş başına gelmesi, bölgenin güvenliğinin ve istikrarının tesis edilmesi ve ABD dışında yaşanan 334 Markwica, Emotional Choices: How the Logic of Affect Shapes Coercive Diplomacy, 201. 335 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 51. 75 Amerikalıların korunması olduğunu ifade etmesi, hedefleri ortaya koyması bağlamında 336 önemlidir. Dolayısıyla karşılıklı bir meydan okumanın söz konusu olduğu süreçte, tarafların motivasyonunun dengede olması stratejinin başarısız olmasında belirleyici bir niteliğe sahip olmuştur. Bu noktada ABD’nin güçlü motivasyonu sürecin güvenlikleştirilmesi ile birlikte düşünülmelidir. Öyle ki ABD, Kuveyt’in işgalini hayati çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak inşa ettiğinden Irak’ın koşulsuz bir şekilde taleplere uyması üzerinde durmuştur. Güvenlikleştirmenin söz konusu olması sürecin tırmanmasında ve nihayetinde savaşın söz konusu olmasında önemli bir işleve sahip olmuştur. Süreci güvenlikleştiren ABD yönetimi, özellikle hayati çıkarların tehlikede olduğu vurgusuyla alınması gereken desteği harekete geçirerek, politikalarına engel oluşturabilecek bir kısıtlamanın olmasının önüne geçmeyi de hedeflemiştir. Bu yolla acil bir şeyler yapılması gerektiğini kitlelere empoze etmeye çalışmıştır. Öte yandan Saddam Hüseyin’in de motivasyonu güçlü, çıkarları ise son derece yüksek düzeyde olmuştur. Öyle ki Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Irak’ı yükselen Orta Doğu gücü, kendisini de Arap lideri olarak konumlandırmıştır. ABD tehditleri karşısında tutumu ile Arap kamuoyundaki imajının birbirine koşut olarak geliştiği inancındadır. Bu doğrultuda savaşmadan taleplere uymanın getireceği risklerin, savaşta yenilmesinin getireceği risklerden daha ağır bastığı yönünde bir algıya sahip olmuştur. Taleplere uymasının kamuoyundaki imajına geri dönülmez bir şekilde zarar vereceği düşüncesiyle geri adım atmamaya karar vererek, krizin savaşa kadar tırmanmasında 337 etkili olmuştur. 12 Ağustos’ta Saddam Hüseyin bölgesel destek bulmak adına işlevsel bir adım atarak mevcut süreci Orta Doğu’daki diğer çözülmemiş krizlerle özellikle de Filistin meselesi 338 ile ilişkilendirme yoluna gitmiştir. Kuveyt’teki sürecin tersine çevrilmesini, İsrail’in işgal altındaki topraklardan çekilmesi ile yani Filistin meselesi ile ilişkilendirmek Arap 336 Bush, “Address to the Nation Announcing the Deployment of United States Armed Forces to Saudi Arabia,” 8 Ağustos 1990, erişim 27 Kasım 2022. https://www.presidency.ucsb.edu/documents/address- thenation-announcing-the-deployment-united-states-armed-forces-saudi-arabia. 337 Ilario Schettino, “Is Coercive Diplomacy a Viable Means to Achieve Political Objectives?”, (2009):4, erişim 19 Mart 2023, https://www.e-ir.info/pdf/1693. 338 Hal Brands, “Saddam and Israel: What Do the New Iraqi Records Reveal?”, Diplomacy & Statecraf 22, no. 3 (2011): 514. 76 kamuoyunun ilgisini çekmiş ve Batı’nın iki çatışmaya yaklaşımındaki farklılığa güçlü bir vurgu yapmıştır. Koalisyonu bölme noktasında kurulan bu ilişki, Irak’ın ABD’ye yönelik pozisyonunda elini güçlendirmiştir. 25 Ağustos’a gelindiğinde özellikle ABD’nin girişimiyle, BM Güvenlik Konseyi'nde 339 Irak’a karşı deniz ablukası uygulanması hususunda 665 sayılı karar kabul edilmiştir. Ancak uluslararası yaptırımların şiddetinin artırılması Irak’ın taleplere uymasını sağlamaktan ziyade küçük tavizler vermesini beraberinde getirmiştir. Geri adım atmayan Saddam Hüseyin uluslararası destek bulmak adına da 10 Eylül’de bir girişimde 340 bulunarak Üçüncü Dünya ülkelerine petrol vermeyi teklif etmiştir. Ekonomik yaptırımlar, ambargo gibi kararlarla baskıyı aşamalı olarak artıran BM Güvenlik Konseyi 25 Eylül’de de Irak’a hava ambargosu uygulanmasını öngören 670 sayılı kararı 341 almıştır. Kısacası ABD yönetimi, sürecin ilk iki ayı boyunca krize barışçıl bir çözümün ne şekilde uygulanabileceği konusunu ele alarak diplomasi seçeneğini ön planda tutma 342 yoluna gitmiştir. Bu minvalde Kuveyt’in işgalinin sona erdirilmesi ve Kuveyt’in meşru hükümetinin yeniden tesis edilmesi amacıyla ABD ve BM arasındaki işbirliğinin teşvik edilmesi ve peş peşe kararlar alınması zorlayıcı diplomasinin, barışçıl çözüm mekanizmasını ön planda tutan işlevini temsil etmektedir. Aynı zamanda Irak’ın taleplere uymasını sağlamak amacıyla Suudi Arabistan’a ABD askeri güçlerinin konuşlandırılması ve BM tarafından alınan kararların neticesinde yaptırımların uygulanması zorlayıcı diplomasinin tehdit kullanımını araçsallaştıran işlevini temsil etmektedir. Eylül ve Ekim aylarına gelindiğinde BM Güvenlik Konseyi üyelerinden özellikle Fransa ve Rusya’dan yükselen çatlak sesler ABD yönetiminin politikalarının tehdit 343 kullanımından öteye gitmesinde etkili olmuştur. Saddam Hüseyin’in 12 Ağustos’ta 339 Sifry and Cerf , “The U.N. Resolutions: The Complete Text”, 142-143. 340 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 52. 341 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 60. 342 Daniel Byman and et al., “Coercing Saddam Hussein: Lessons From The Past”, Survival 40, no, 3 (1998): 131. 343 Sperandei, “Bridging Deterrence and Compellence: An Alternative Approach to the Study of Coercive Diplomacy”, 272-273. 77 344 yaptığı konuşmasında geri çekilmek için yerine getirilmesini istediği koşulların ilerleyen aylarda Fransız, Arap ve Sovyet arabulucular tarafından karşılanmasına yönelik öneriler sunulması bu durumu gösterir nitelikte olmuştur. Ancak bu öneriler 345 kabul edilmemiştir. Nihayetinde de süreç ABD açısından sınırlı güç kullanımını gerektiren bir aşamaya gelmiştir. 3.2. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Sınırlı Güç Kullanımı Üzerinden Analizi Kasım ayına gelindiğinde, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Brent Scowcroft ve Savunma Bakanı Dick Cheney Irak’ı Kuveyt’ten makul düzeyde bir kayıpla 346 çıkarabileceklerine yönelik düşüncelerini söylemelerine yansıtmışlardır. George Herbert Bush 8 Kasım’da Çöl Kalkanı Operasyonu kapsamında Suudi Arabistan’a konuşlandırılan çok uluslu güce ABD askerlerinin katkısının 3 ay içinde 10,000'den 230,000'e çıkarıldığını ifade ettiği açıklamasında koalisyon güçlerinin saldırgan bir askeri seçeneğe sahip olmasını sağlamak” amacıyla bölgedeki ABD askerlerinin sayısını iki katına çıkarma kararını açıklaması ciddi bir çıkış olarak 347 değerlendirebilir. Bu artış izlenen politikada bir değişikliğe işaret etmiştir. Bu zamana kadar ABD ve koalisyon güçlerinin Suudi Arabistan’ı savunmaktan başka bir şey yapmayacağı varsayılırken, 8 Kasım’dan sonra Irak’a karşı saldırı seçeneği gündeme 348 getirilmiştir. Irak ile temas halinde olan Mihail Gorbaçov, 19 Kasım’da George Herbert Bush’a Saddam Hüseyin’in Körfez’e daha fazla erişim imkanı tanınması karşılığında askerlerini Kuveyt’ten çekmeye istekli olduğunu bildirmesi önemli bir çıkış olarak değerlendirilebilir. Ancak bu durumun sağlanması, Kuveyt’e bağlı olan ve petrolün güvenliği açısından önemli görülen Bubiyan ve Varba adalarının bu devlete direkt ya da kira karşılığı verilmesi anlamına gelebilmektedir. Dolayısıyla Irak’ın önerileri reddedilerek müzakerelerin, Saddam Hüseyin’in güçlerini koşulsuz olarak Kuveyt’ten çıkarmasından sonra yapılabileceği üzerinde durulmuştur. Aksi bir söylemle ABD ve 344 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, 169. 345 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, 171. 346 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, 171. 347 Mike Moore, “How George Bush Won His Spurs”, Bulletin of the Atomic Scientists 47, no. 8 (1991): 28.; Bush, Public Papers of The Presidents of The United States George Bush: 1990 July 1—December 31, 1990, 1581. 348 Mark, “Iraq/Kuwait Crisis: Congressional Action Through January 1991”, .3. 78 koalisyon güçleri Irak’a bu teşviki sağlamaya yönelik istekli bir tutum sergilemiş olsalardı Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi ve stratejinin başarılı olması mümkün 349 olabilirdi. Dolayısıyla süreçte teşviklerden ziyade tehditlerin kulanılması, taleplere uyulmamasını kolaylaştıran bir etki yaratmıştır. 29 Kasım’da BMGK’nın saldırı seçeneğini devreye soktuğu 678 sayılı karar ile Irak’a 15 Ocak’a kadar Kuvey’ten çekilmemesi durumunda, çıkmaya zorlamakla tehdit eden bir ültimatom verilmiştir. Kararda BM üyesi devletlerin Kuveyt ile birlikte, bölgede barış, güvenlik ve istikrarı düzenlemek amacıyla gerekli olarak değerendirilen tüm 350 araçları devreye almaya yetkili olduğu belirtilmiştir. Burada kuvvet kullanma tehdidinin zaman belirtilerek açıklanması zorlayıcı diplomasi için önemli bir işleve sahiptir. Tehditlerin dile getirilmesi ve taleplere uyulması için bir son tarih verilmesi zorlayıcı diplomasinin başarılı bir şekilde uygulanması adına oldukça işlevsel bir zemin sunmaktadır. Bu tarihten itibaren zorlayıcı taraf olan ABD’nin kararlılık ve inandırıcılık düzeyinin arttığı ifade edilebilir. Irak’ın taleplere uyması için ortaya konan bu son tarihin aynı zamanda Irak üzerinde acil bir şeyler yapma ihtiyacı yaratması beklenmiştir. Suudi Arabistan'a 200.000 daha askeri gücün konuşlandırılacağının dile getirilmesiyle inandırıcılık düzeyi 351 artırılmıştır. Ancak Irak, BM taleplerine uymak yerine kendisine yöneltilen saldırı seçeneğini caydırma yoluna gitmeyi tercih etmiştir. Bu duruma uyumlu bir şekilde füze denemeleri yapmış, koalisyon güçleri için savaşmanın maliyetinin çok yüksek olacağını belirten 352 söylemler geliştirmiş, petrol alanlarını ateşe vermek gibi tehditlerde bulunmuştur. Genelkurmay Başkanı General Colin Powell, 3 Aralık 1990 tarihinde koalisyon güçlerinin askeri seçenekleri geri plana itmemesi gerektiğine değindiği konuşmasında sürecin hava harekatıyla başlayacağına ancak Irak’ı Kuveyt'ten çıkarmak için bir kara 349 Markwica, Emotional Choices: How the Logic of Affect Shapes Coercive Diplomacy, 216. 350 William H. Taft IV, “Todd F. Buchwald, Preemption, Iraq, and International Law”, The American Journal of International Law 97, no. 3 (2003): 558.; Simons, The United Nations: A Chronology of Conflict, 166-167. 351 George, Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War, 60. 352 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 53. 79 353 savaşının gerekeceğine dair vurgusu dikkat çekmektedir. Öyle ki henüz hava harekâtı başlamadan önce yapılan bu konuşma rakibin ihlalden geri adım atarak müzakerelere dönmesini sağlamayı amaçlayan, açık kapılar bırakılarak onurlu bir geri dönüş fırsatı sunan ve tehditlerle beraber taleplere uyulmasının nasıl yerine getirileceğini belirtilmesini gerektiren zorlayıcı diplomasinin temel argümanları ile örtüşmemektedir. Benzer şekilde 9 Aralık 1990 tarihinde de James Baker ve Brent Scowcroft tarafından Kuveyt’ten geri çekilme durumunun, krizin çözümünde yeterli olmayacağını Irak’ın mevcut kimyasal silahları ve potansiyel nükleer kapasitesi gibi diğer konuların da dikkate alınması gerektiğini ifade etmesi sürecinin başarısız olmasını tetikleyici bir 354 durum olmuştur. Ancak diğer taraftan 30 Aralık’ta ABD’ye bir elçi göndererek Irak’a saldırılmayacağına dair ABD’nin garanti vermesi ve yaptırımların kaldırılması şartıyla Kuveyt’in tamamından çekilmeyi teklif etmiştir. ABD ise Irak Kuveyt’ten çekilmediği sürece konuşacak bir şey olmadığını ifade etmiştir. Dolayısıyla ABD’nin şartsız çekilmeyi 355 vurgulayan tavrı, Saddam Hüseyin’i eski pozisyonunda kalmaya ittiği söylenebilir. Ocak 1991’in başlarında George Herbert Bush, çatışmanın diplomatik yollardan çözümü için yeterince çaba göstermediği yönünde eleştirilmiştir. Bu eleştirileri yatıştırmak için “son bir girişim” olarak ABD Dışişleri Bakanı ile Irak Dışişleri 356 Bakanı’nın 9 Ocak 1991 tarihinde bir araya gelmesi kararlaştırılmıştır. Ancak görüşme BM kararının bildirildiği prosedürel bir işlevi yerine getirmiş, sürecin barışçıl 357 yollarla çözülmesine yönelik ciddi bir girişim olarak değerlendirilmemiştir. ABD, James Baker ile Tarık Aziz arasında Cenevre’de yapılan bu görüşmeyi bir müzakere zemininden ziyade bir ültimatom verme fırsatı olarak ortaya koymuştur. Öyle 353 Lawrence Freedman and Efraim Karsh, “How Kuwait Was Won: Strategy in the Gulf War”, International Security 16, no. 2 (1991): 21-22. 354 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 57. 355 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 53. 356 Markwica, Emotional Choices: How the Logic of Affect Shapes Coercive Diplomacy, 232-233. 357 Majid Khadduri and Edmund Ghareeb, War in the Gulf, 1990-91: The Iraq-Kuwait Conflict and Its Implications (New York: Oxford University Press, 1997), 154. 80 ki George Herbert Bush’un görüşme için “müzakereleri, uzlaşmayı ya da saldırganlığın 358 ödüllendirilmesini içermeyeceğini” söylemesi bu durumu göstermektedir. Verilen ültimatomun süresinin 15 Ocak’ta dolmasının ardından koalisyon güçlerinin 17 Ocak’ta bu devlete karşı hava harekâtını başlatmasının ardından karşılık olarak Irak ise İsrail’e Scud füzeleri fırlatmıştır. Irak bu hamlesi ile Arap kitlelerinin Irak’a destek vermesini sağlamayı ve bölge devletlerinin ABD öncülüğündeki koalisyondan 359 uzaklaşmasını sağlamayı hedeflemiştir. Aynı zamnanda Irak, Körfez’e petrol dökerek ve petrol sahalarını ateşe vererek geri adım atılmasını sağlamaya çalışmış ve savaşın maliyetinin yüksek olacağını ortaya 360 koyma yoluna gitmiştir. 17 Ocak’ta hava harekatının başlatılmasından sonra koalisyon güçleri tarafından ortaya konan sınırlı güç kullanımı ile inandırıcılığın yüksek 361 düzeyde ortaya konduğu belirtilmelidir. Öyle ki harekât sırasında elektronik savaşın etkin olarak sürdürülmesi, yüksek zayiat riski olmaması ve ABD’nin kabiliyetini ve niyetini açık bir şekilde göstermesi 362 bakımından harekât üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Elektronik savaş, Irak’ın askeri varlıklarını kullanabilmesini veya yürüteceği eylemlerde süreci koordine edebilmesini engellemeye dönük bir işleve sahip olmuştur. Dolayısıyla Irak’ın ABD’nin kapasitesini kullanma kabiliyeti karşısında daha fazla eyleme girişmesinin boşuna olacağını fark etmesini ve sürecin kabul edemeyeceği boyutlarda tırmanmaması için taleplere uymasını sağlamak adına işlevsel bir zemin sunmuştur. Bu doğrultuda Irak’ın hava savunma sisteminin saf dışı bırakılması, İsrail’in sürece dâhil olmaması, Irak tarafından körfeze dökülen petrolün yapılan bombardımanla 358 Muhammad Hallaj, “U.S. Gulf Policy: Going The Extra Mile For War”, Arab Studies Quarterly 13, no. 1/2 (1991): 2. 359 Hal Brands and David Palkki, “Saddam, Israel, and the Bomb: Nuclear Alarmism Justifed?”, International Security 36, no. 1 (2011): 157. 360 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 53-54. 361 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 54. 362 Byman and et al., Air Power as a Coercive Instrument, 132-133. 81 kapasitesinin azaltılması ve Arap devletlerinin koalisyon güçlerine verdiği desteği 363 sürdürmesi gibi durumlarla Irak’a karşı hamleler geliştirilmiştir. Buna rağmen Saddam Hüseyin, 23 Şubat’ta ABD tarafından verilen ve Irak’a Kuveyt’ten koşulsuz olarak çekilmesi için 24 saat süre tanıyan ültimatoma uymayı kabul etmemiştir. Zorlayıcı diplomasinin başarısızlığına işaret eden bu durum neticesinde 100 saatlik bir kara savaşının ardından süreç George Herbert Bush’un 27 364 Şubat’ta Kuveyt'in kurtarıldığını ilan etmesiyle sona ermiştir. Ancak bu noktada 23 Şubat 1991 tarihinde, koşulsuz bir geri çekilmenin maliyetini neden olacağı prestij kaybıyla beraber değerlendiren Saddam Hüseyin talepleri yerine 365 getirmeyi askeri teçhizatını bırakmamak koşuluyla kabul etmiştir. Ancak George Herbert Bush’un koşulsuz geri çekilme üzerindeki net istemi, Saddam Hüseyin’in koalisyondan bir taviz vermesi yönündeki istemiyle çatışmıştır. Bu doğrultuda tarafların 366 taviz vermeyen tutumları neticesinde savaş söz konusu olmuştur. Süreç değerlendirildiğinde ABD tarafından Irak’a yönelik olarak istemleri yerine getirdiği takdirde yeni taleplerle karşılaşmayacağına dair inandırıcı bir güvencenin verilmemesi ve geri çekilmesi için teşvikler sunulması hususundaki isteksiz tavrı önemli bir noktadır. Bu durumun Saddam Hüseyin’in savaşı kaçınılmaz olarak 367 değerlendirmesini beraberinde getirmesi mümkündür. ABD tarafından birkaç defa tekrarlanan ve Irak’ın taleplere uyması durumunda herhangi bir saldırıyla karşı karşıya kalmayacağına dair yapılan açıklamalar çelişkili açıklamaların da yapılması nedeniyle inandırıcı bulunmamış olabilmektedir. Öyle ki George Herbert Bush’un Merkezi İstihbarat Teşkilatı’na (CIA) Saddam Hüseyin’i devirmek için gizli operasyonlar yürütme emri verdiği haberinin medyaya yansıması, Saddam Hüseyin’in bir savaş suçlusu olarak yargılamakla tehdit edilmesi, Irak’ın kitle 363 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 54. 364 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 54. 365 Pape, Bombing to Win: Air Power and Coercion in War, 219.; Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 58. 366 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 58-59. 367 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 54. 82 imha silahlarının ortadan kaldırılması, kimyasal silah ve potansiyel nükleer kapasitesi dâhil olmak üzere diğer konuların gündeme getirilmesi gerektiği yönündeki hedef olarak ortaya konan taleplerin ötesinde geliştirilen söylemler etkili olmuştur. Ayrıca ABD’nin niyetlerine duyulan güvensizlik, gizli bir şekilde ifade edilen tekliflere ABD’nin yanıt verme pozisyonundaki isteksiz tutumu ve tehditlerin sunulmasına rağmen teşviklerin sunulmaması zorlayıcı diplomasinin başarısız olmasını 368 pekiştirmiştir. Benzer şekilde ABD yönetiminin söylemleri Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılması ve oradaki düzenin yeniden sağlanmasının ardından Irak'ın bölgedeki gücünün azaltılması ve iç siyasi yapısında kapsamlı değişikliklere gidilmesine kadar esas talebin dışında ek talepler olacağı sinyalini vermiştir. Dolayısıyla Irak’tan beklentilerini ve taleplerini sürekli olarak artırdığı algılanan ABD, aynı zamanda bu taleplerini Irak açısından giderek daha zahmetli ve kabul edilemez hale getirme eğiliminde olmuştur. Irak’ın silahsızlandırılması ve Saddam Hüseyin’in görevden alınması gibi söylemlerle sürecin 369 Irak açısından belirsiz olarak değerlendirilmesi mümkün olmuştur. Bu durumun Saddam Hüseyin tarafından savaşın iyi bir seçenek olarak değerlendirilmesine neden olduğu da ifade edilebilir. 3.3. Bağlamsal Değişkenlerin Analizi 3.3.1. Küresel Stratejik Ortam Soğuk Savaş sürecinin sona ermesi ve uluslararası sistemin yapısında ortaya çıkan gelişmelerden sonra ABD ve SSCB arasında küresel ve bölgesel anlamda süren hegemonya yarışı, ABD lehine bir değişim ve dönüşüm geçirmeye başlamıştır. Ortaya çıkan düzende ABD, çıkarları açısından tehlike ve tehdit oluşturan bölgesel güçlerin ortaya çıkmasını engellemeye dönük bir anlayış benimsemiştir. “Düzenleyici devlet” (holder of balance) rolüne uygun hareket etmeyi amaçlayan ABD, Kuveyt’in işgalinin ardından da BM mekanizmasını bir müdahale aracı olarak işletmeyi tercih etme eğilimi 368 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 57. 369 Hallaj, “U.S. Gulf Policy: Going The Extra Mile For War”, 2. 83 göstermiştir. Öyle ki iki kutuplu sistemin yapısının bozulması, çok taraflı uluslararası 370 koalisyonun gelişmesini ve BM kararlarının hızlı alınmasını mümkün kılmıştır. Tarihsel anlamda Irak’ın bir müttefiki olan SSCB aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olup alınan kararlar üzerinde veto yetkisine sahiptir. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle SSCB’nin iç siyasi konuları ve toplumsal yeniden yapılanması hususunda Batı ile koordine olması önemli görülmüştür. Dolayısıyla BM çatısı altında çok taraflı işbirliğinin açıkça gösterildiği süreçte Sovyetler Birliği de alınan diğer kararlarla birlikte Irak’a karşı askeri müdahaleyi öngören çok taraflı bir koalisyon kurulmasına yönelik ABD politikalarını veto etmemiştir. Öte yandan Irak’ın, mevzu bahis işgalin meydana getireceği bölgesel sonuçları, uluslararası sistemin mevcut yapısına uygun olarak ele aldığını ifade etmek gerekmektedir. Bu noktada Irak’ın tutumunun, 1990’ın başlarındaki küresel ortamın beş temel unsurunu yansıtması dikkat çekmektedir. Öyle ki ilk olarak İran-Irak savaşının Irak’ın zaferi ile sonuçlanmaması ve beklentilerinin karşılanmaması, ikincisi sekiz yıl süren bu savaşın Irak ekonomisi üzerindeki olumsuz etkisinin petrol fiyatlarının düşük seyretmesi ile artması, üçüncüsü Soğuk Savaş’ın ardından demokratikleşme çabalarının bölge devletlerini de etkisi altına alması hususundaki endişesi, dördüncüsü Irak ve Kuveyt arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi, beşincisi ise Filistin meselesi bağlamında Irak’ın bölgesel bir lider olma çabası gibi durumlar göz önüne alındığında Saddam Hüseyin’in süreci uluslararası sistemin özelliklerinden ayrı olarak ele almadığı 371 görülmektedir. Burada şu noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi Irak gibi bölgesel hegemonyayı amaçlayan devletlere planlarını gerçekleştirmeleri için alan açmıştır. Bu devletler, ABD ve SSCB’den kalan boşlukları doldurmak için serbest kalmışlardır. Öyle ki iki bloklu yapıda kendi etki alanlarında hâkim olan süper güçlerin bu yapı içindeki devletleri dizginlemesi ve bölgesel çatışmaların çıkmasını engellemesi 370 Arı, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 434. 371 Fred Halliday, “The Gulf War and Its Aftermath: First Reflections”, International Affairs 67, no. 2 (1991): 225-227. 84 geçerliliğini kaybetmeye başlamıştır. Ancak yeni düzende SSCB, ABD ile bereber 372 hareket ederek, Irak’ın Kuveyt’i işgalinin karşısında yer almayı tercih etmiştir. Dolayısıyla Saddam Hüseyin’in uluslararası sistemin yapısının küresel sonuçlarını doğru bir şekilde analiz edemediği iddia edilebilir. Saddam Hüseyin’in, SSCB’den beklentisi krizin barışçıl yollardan çözülmesi için çaba sarf etmesinin ötesinde olmuştur. SSCB’nin ABD’nin politikalarını desteklemeyeceğini ve güç kullanımına yetki veren BM kararlarını kabul etmeyeceğini hesaplamıştır. Nihayetinde SSCB’nin uluslararası toplumdan ayrı hareket etmemesi, Irak’ın kendisine sunulan çıkış fırsatlarından hiçbirini 373 değerlendirmemesini beraberinde getirdiği ifade edilebilir. Ayrıca Saddam Hüseyin’in işgalin hemen öncesinde ABD’den olumlu sinyaller ve teşvikler almaya devam etmesi, işgali gerçekleştirdiğinde de aynı durumun süreceği ve ABD’nin bu değişikliğe göz yumacağı beklentisinde olmasını beraberinde getirmiştir. 374 Ancak bu durum vahim bir yanlış hesaplama olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak Saddam Hüseyin BM’nin Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi karar alma mekanizmasının sekteye uğrayacağını ve Kuveyt'in işgali ile yarattığı fiili ihlal durumunu bir oldu-bitti hâline getirerek yükselen karşıt bir sesin olmayacağına hesaplamıştır. Ancak uluslararası sistemin yeni dinamikleri Irak’ın beklentilerini karşılamamıştır. 3.3.2. Kışkırtmanın Türü Süreçte Irak, bir oldu-bitti yaratarak ABD’nin sert tepki göstermemesini sağlamaya çalışmıştır. Öyle ki ABD istihabaratı, 5 Ağustos’ta Irak askeri birliklerinin Suudi Arabistan sınırına yakın bir yerde konuşlandırıldığını ve Irak tanklarının Kuveyt'in batısından Suudi Arabistan'a doğru hareket ettiğini ortaya koymuştur. Ancak tarihsel analizler bunun yerine Saddam Hüseyin’in eylemlerinin ABD tarafından olası bir karşı saldırıyı caydırmaya yönelik olduğunu göstermektedir. Saddam Hüseyin’in büyük ve sert görünmek için kendini şişiren balon balığına benzetilmesi bu durumu açıklamaktadır. ABD’yi, Kuveyt'ten geri çekilmesini istemesi halinde ciddi bir savaşla 372 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 211. 373 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”,173-174. 374 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 241-215. 85 karşı karşıya kalacağına dair ikna etmeye yönelik bir tutum sergilediği 375 değerlendirilmektedir. Kuveyt’in Irak tarafından işgalinin, ABD’nin bölgeye yönelik temel hedefleri arasında olan petrolün serbest akışının sağlanması ve düşman bir gücün bölge üzerinde hegemonya kurmasının engellenmesi noktasında ciddi bir tehdit oluşturduğu dile 376 getirilmiştir. Dolayısıyla hayati çıkarlara yönelik olarak güvenlikleştirilen süreç Irak’ın işgali sürdürmesine engel olunması yönünde politikalar izlenmesini beraberinde getirmiştir. Sürecin güvenlikleştirilmesinin zorlayıcı diplomasinin bir tırmandırma stratejisi olarak kullanılmasını ve kaba güce başvurulmasını mümkün kıldığı söylenebilir. Bu minvalde ABD işgale derhal karşılık vermiş ve Irak’ın politikalarını tersine çevirmek için atılacak kritik adımları değerlendirmiştir. Bu noktada yaptırımların derhal uygulanmasının, uluslararası toplumun işgale karşılık vermek üzere bir araya gelmesini tetiklediği ifade edilebilir. ABD hem Saddam Hüseyin’e hem de uluslararası topluma karşı Irak’ın Kuveyt’i işgalini bir oldubitti olarak değerlendirmeyeceği ve Irak tarafından diğer bölge devletlerine yönelik bir girişimin söz konusu olamayacağı 377 yönünde sinyal vermiştir. Dolayısıyla George Herbert Bush işgal öncesinde izlediği politikaları değiştirerek, Irak’ın apaçık saldırısının “sineye çekilmeyeceğini” ifade 378 etmiştir. George Herbert Bush, 8 Ağustos’ta yaptığı açıklaması ile Saddam Hüseyin’i aldatıcı ve güvenilmemesi gereken bir pozisyonda kodlamış, derhal ve koşulsuz çekilme üzerinde durmuştur. “Sadece 14 gün önce Saddam Hüseyin dostlarına Kuveyt’i işgal etmeyeceğine dair söz verdi. Ve 4 gün önce de geri çekileceğini söyledi. Verdiği sözlerin ne 379 anlama geldiğini iki kez gördük: Verdiği sözler hiçbir şey ifade etmiyor.” 375 Pollack, The Threatening Storm: The Case for Invading Iraq, 37-38. 376 Pollack, The Threatening Storm: The Case for Invading Iraq, 36. 377 Melby, “Iraq”, 110. 378 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 215. 379 Bush, “Address to the Nation Announcing the Deployment of United States Armed Forces to Saudi Arabia,” 8 Ağustos 1990, erişim 27 Kasım 2022, https://www.presidency.ucsb.edu/documents/address- thenation-announcing-the-deployment-united-states-armed-forces-saudi-arabia. 86 Saddam Hüseyin, Ağustos’un hem 12’sinde hem de 23’ünde ülkesine yönelik yaptırımların kaldırılmasını, Körfez’e direkt ve serbest çıkışının güvence altına alınmasını ve Rumeyla petrol sahası üzerinde söz sahibi olma taleplerinin yerine getirilmesi karşılığında Kuveyt’ten geri çekileceğini bildirmiştir. Bu durumun ABD 380 açısından kabul edilebilir bulunmaması sürecin şekillenmesinde etkili olmuştur. Sonuç olarak karşılıklı bir meydan okumanın söz konusu olması ve sürecin bu şekilde ilerlemesi zorlayıcı diplomasi stratejisinin uygulanabilirliğini negatif anlamda etkilemiştir. 3.3.3. Savaş Düşüncesi Savaşın meydana getireceği yıkımın algılanma düzeyi sürece etki eden bir unsurdur. Bu doğrultuda söz konusu olabilecek yıkımın her iki taraf açısından da kabul edilebilir boyutlarda olmaması sürecin tırmanmadan zorlayıcı diplomasi ile çözümünü kolaylaştırmaktadır. Koalisyon güçlerinin statükoyu kararlı bir şekilde ve kabul edilebilir maliyetlerle önceki haline döndürme konusundaki yeterince ikna edici olmayan tavrı hem Irak’ın taleplere uymamasını hem de savaşın koalisyon güçleri için bir yıpratma savaşına dönüşmesi 381 ihtimalinin değerlendirilmesini beraberinde getirmiştir. Irak’ın Kuveyt'i savaşmadan elinde tutmayı istediği ancak savaşın söz konusu olması durumunda savaşı Kuveyt’ten 382 koşulsuz bir geri çekilmeye tercih ettiği söylenebilmektedir. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin hemen ardından, Suudi Arabistan sınırına askeri kuvvetlerini konuşlandırması, Saddam Hüseyin’e dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %40’ını kontrol etme ve OPEC üzerinde üretimin koşullarını belirleyebilme kapasitesine sahip olma fırsatı sunacağından sert bir tepki gösterilmesini mecbur kılmıştır. Bu bağlamda baskının aşamalı olarak artırıldığı süreçte, verilen ültimatoma da uyulmaması neticesinde sınırlı askeri güç kullanılarak Irak’ın taleplere uyması sağlanmaya çalışılmıştır. ABD bir savaş ihtimalinin, Saddam Hüseyin’i Kuveyt’ten geri 380 Ayhan ve Pirinççi, Tarih Yeniden Yazılırken: Saddam Hüseyin, 166. 381 Norman Cigar, “Iraq’s strategic mindset and the gulf war: Blueprint for defeat”, Journal of Strategic Studies 15, no. 1 (1992): 4. 382 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, 173. 87 çekilmeye ikna edeceğini ummuştur. Ancak herhangi bir çözümün sağlanamaması 383 savaşı beraberinde getirmiştir. ABD yönetiminin diplomatik ve askeri düzeylerdeki tutumu göz önüne alındığında, ABD açısından mevcut sürecin en arzu edilen sonucunun Irak’a karşı savaşa girmek 384 şeklinde olduğunu da göstermektedir. Siyasi bir çözümün sağlanmasının mümkün ya da tercih edilebilir olduğu yönündeki önerileri reddetmesi ve barışçıl bir çıkış yolu aramaya yönelik girişimleri görmezden gelmesi bu tutumu ortaya koymaktadır. Krizin tırmandığı, BM Güvenlik Konseyi’nde Irak’a karşı savaş kararının alındığı ve savaş hazırlıklarının sürdüğü aylarda ABD, Irak’a yönelik diplomasi seçeneğini harekete 385 geçirecek ciddi girişimde bulunmamıştır. Irak, ABD’nin kaba güce başvurmayacağını hesaplamakla birlikte başvurması durumunda olası bir askeri yenilgisinin siyasi bir zafer getireceği yönünde bir algıya 386 sahip olmuştur. Saddam Hüseyin ABD’nin bir kara savaşının meydana getireceği yıkımı kaldıramayacağı inancında olmuş ve bu devletin hava kuvvetlerinin gücünü göz ardı etmiştir. İşgali gerçekleştirdikten kısa bir süre sonra “ABD hava kuvvetlerine güveniyor ancak hava kuvvetleri savaş tarihinde hiçbir zaman belirleyici bir faktör olmamıştır” şeklindeki açıklaması, süreci yanlış algılamasını gösterir nitelikte 387 olmuştur. Bu noktada ABD’nin Irak’ın askeri unsurlarının gücüne dikkat çekmesi ve koalisyon güçlerinin vereceği kayıplar konusundaki endişelerini dile getirmesi etkili olmuştur. Irak’ın bu tavrıyla koalisyon güçlerinin Irak’ın işgal ettiği söz konusu devletteki durumsal değişikliği koşulsuz bir şekilde eski hâline döndürmesi istemini, müzakere edilmiş ve Irak’ın avantaj elde edebileceği bir anlaşma neticesinde sağlamayı ve askeri yenilgisini siyasi zafere dönüştürmeyi amaçladığı ifade edilebilir. Öyle ki Baker ve Aziz’in bir araya geldiği 9 Ocak 1991 tarihinde Irak’lı yetkilinin Arap devletlerinin ABD ile savaşa girmesinin, tıpkı Süveyş Krizi’nde Nasır’ın pozisyonunda olduğu gibi, 383 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 215. 384 Hallaj, “U.S. Gulf Policy: Going The Extra Mile For War”, 1. 385 Hallaj, “U.S. Gulf Policy: Going The Extra Mile For War”, 1. 386 Stein, “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”, 173. 387 Byman and et al., Air Power as a Coercive Instrument, 50-51. 88 bu devletlerin siyasi pozisyonuna olumsuz olarak yansımayacağının altını çizmesi 388 önemli bir gösterge olmuştur. Ancak süreç bu şekilde işlememiş ve koalisyonun verdiği kayıp seviyesi 1945 sonrası Kore, Vietnam, İran-Irak Savaşı gibi büyük savaşlarla karşılaştırıldığında çok daha 389 düşük düzeyde kalmıştır. Öte yandan ABD, süreçte Saddam Hüseyin’in son derece tehlikeli bir lider olduğunu, Irak’ın kitle imha silahları üretme ve elde etme çabalarının olduğunu ve insan hakları ihlalleri yaptığını, ABD açısından hayati önem taşıyan Basra Körfezi’nde gerçek bir istikrarsızlık kaynağı olduğunu ortaya koymaya yönelik hamleler yapmıştır. ABD yönetimi Kuveyt’in işgalini, Irak’ın askeri gücünü etkisiz hâle getirmek, kitle imha silahları programlarını ortadan kaldırmak ve bölgeye yönelik bir tehdit olmaktan 390 çıkarmak ya da etkisini azaltmak için bir fırsat olarak görmüştür. Bu doğrultuda ABD süreci güvenlikleştirerek, hayati çıkaralara yönelik tehdit olarak kodlamış ve savaşın söz konusu olması durumunda ulusal ve uluslararası desteğin alınmasını sağlamaya dönük politikalar izleyerek kitlelerin iknası için çaba sarfetmiştir. 3.3.4. Tek Taraflı ya da Ortak Zorlayıcı Diplomasi Körfez savaşı sürecinde görüldüğü hâliyle, Soğuk Savaş’ın sonlanmasından bu yana ABD’nin zorlayıcı diplomasi uygulamalarında genel anlamda BM, NATO ya da bir koalisyon ile birlikte hareket ettiği görülmektedir. Çok taraflılığın tercih edilmesi destek veren devletlerin askeri unsurlara yönelik katkısı, üs ve uçuş ayrıcalığı tanımaları bakımından stratejinin uygulanmasını kolaylaştırmaktadır. Aynı zamanda uluslararası işbirliğinin harekete geçirilmesi güç kullanımının ulusal ve uluslararası kitlelerin 391 nezdinde meşruiyet kazanmasını beraberinde getirmektedir. Bu minvalde ABD’nin 388 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 55. 389 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 55.; Halliday, “The Gulf War and Its Aftermath: First Reflections”, 223. 390 Pollack, The Threatening Storm: The Case for Invading Iraq, 38. 391 Byman and Waxman, “Defeating. U.S. Coercion”, 108. 89 süreci BM ile birlikte ele almasının çok taraflı koalisyonun oluşmasında etkili olduğu 392 söylenebilir. Süreçte ABD yönetimi, özellikle hayati çıkarların tehlikede olduğu vurgusuyla, politikalarına engel oluşturabilecek bir kısıtlamanın olmasının önüne geçmeyi hedeflemiştir. Bu noktada Irak’ın iknasında teşviklerden ziyade tehditleri tercih eden bir yaklaşım benimseyen ABD, zorlayıcı diplomasi faaliyetlerinin çok taraflı olarak yürütülmesi ve ilgili devletlerin süreci benimsemesi adına bu devletlere ekonomik 393 teşvikler sunmuştur. ABD, Irak’a yönelik tehdit ve güç kullanma isteğinin, uluslararası toplum tarafından da paylaşılmasını pekiştiren bir rol üstlenmiştir. Bu doğrultuda sürecin başlangıcında ABD tarafından Suudi Arabistan’a savunma amaçlı olarak konuşlandırılan askeri gücün gündemin şekillenmesinde belirleyici olduğu ifade edilebilir. Nitekim yaptırımlar, deniz ablukası ve hava harekâtı ile ilerleyen süreçte nihayetinde savaşın benimsenmesi 394 kolaylaşmıştır. ABD ve BM zorlayıcı diplomasi bağlamında izlediği çok taraflı yaptırımlar ile Irak'ın Kuveyt'e yönelik girişiminin kınandığına dair açık ve net bir sinyal göndermek, Irak'ın yarattığı durum değişikliğini derhal ve koşulsuz olarak tersine çevirmesini teşvik etmek, Kuveyt'i bir varlık olarak korunmasının sağlanması için mali varlıklarının yağmalanmasını önlemek, Kuveyt'in meşru hükümetini yeniden iktidara getirilmesini sağlamak ve Irak’ın izleyeceği stratejiyi ve niyetlerini analiz ederek gerektiğinde askeri güç konuşlandırmak gibi ek stratejiler tasarlamak için zaman kazanmak olarak ifade 395 edilebilecek hedefleri gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Sonuç olarak BM çatısı altında çok uluslu işbirliği potansiyelinin açıkça gösterildiği süreçte diplomatik girişimler BM’nin bir işbirliği aracı olarak kullanılmasını beraberinde getirmenin yanı sıra güç kullanma aracı olarak da kullanılmasını mümkün kılmıştır. Öyle ki işgalin hemen ardından, uluslararası toplum Irak’a karşı çok taraflı 392 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 67. 393 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 66. 394 Jakobsen, Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice, 65-66. 395 Melby, “Iraq”, 110. 90 yatırımları desteklemek ve çok taraflı zorlayıcı diplomasi hedeflerini sağlamlaştırmak için birleşmişlerdir. Ancak Irak’ın taleplere uymaması ve sürecin bu şekilde güvenlikleştirilmesi oluşturulan çok uluslu koalisyonun savaşı tercih etmesini beraberinde getirmiştir. 3.3.5. Rakibin Yalnızlaştırılması Uluslararası ilişkilerde çözüme ilişkin mekanizmaların işletilmesinde yaptırımların uygulanması daha az maliyetli ve siyasi açıdan daha kolay uygulanabilir olarak 396 değerlendirilmektedir. Yaptırımların çok taraflı olarak, uluslararası düzeyde 397 uygulanmasıyla başarı şansının yüksek olduğu ifade edilebilmektedir. Bu yolla 398 yaptırım uygulanan rejimlerin yalnızlaşması amaçlanmaktadır. Süreçte Irak’a karşı uluslararası toplumun gösterdiği tepki ve uygulanan yaptırımlar göz önüne alındığında Irak’ın yalnızlaştırılmasına yönelik politikaların benimsendiği değerlendirilebilir. Ancak zorlayıcı diplomasi stratejisi olarak ekonomik yaptırımların uygulanmasının, sürecin tırmandırma hızını azaltmadığı ifade edilebilir. Öte yandan çok taraflı koalisyon güçlerinin, gerek Irak’a karşı ekonomik yaptırımları işletmesi gerekse Kuveyt’in işgalinin sona erdirilmesi hedefine yönelik kararlar alınmasını desteklemesi tehditlerin inandırıcılığını artırmıştır. 11 Eylül’de George Herbert Bush Kongre’de yaptığı ve genel anlamda Yeni Dünya Düzeni olarak ifade ettiği söylemiyle ortak zorlayıcı diplomasi faaliyetlerinin yürütülmesinin kolaylaşmasını ve Irak’ın yalnızlaşmasını sağlamıştır. Bu söyleminde Bush, bahse konu devletin dünya barışına karşı oluşturduğu tehditle mücadele edilmesi gerektiğine dikkat çekmiş ve bu kışkırtmanın karşısında net bir şekilde durulması gerektiğini ortaya koymuştur. Uluslararası hukukun ihlali karşısında hedeflerin net olarak belirlenmesi ve kararlılığın ciddi bir şekilde vurgulanması gerektiğini belirterek, uluslararası toplumun bu krize tepkisinin dünyanın geri kalanındaki diktatörlere bir cevap niteliğinde olduğunu söylemiştir. Burada ABD ile uluslararası toplumun birlikte 396 Neil Arya, “Economic sanctions: the kinder, gentler alternative?”, Medicine, Conflict and Survival 24, no. 1 (2008): 25. 397 Michael Mastanduno, “Economic Statecraft”, s.210. 398 Gary M. Shiffman, “Economic Security”, Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins (New York: Oxford University Press, 2013), 213. 91 hareket ederek bu saldırganlığın karşısında yer almalarının bir zorunluluk olduğu sinyali 399 verilmiştir. Ayrıca George Herbert Bush yürüttüğü rolodex diplomasisi ile dünya liderleriyle hızlı 400 bir şekilde görüşebilmek amacıyla telefon ağı oluşturmuştur. Yürüttüğü bu diplomasi ile diğer devletlere öncülük ederek Irak’a yönelik politikalarının kabul edilmesini ve Irak’ın yalnızlaştırılmasını sağladığı söylenebilir. 399 Bush, Public Papers of The Presidents of The United States George Bush: 1990 July 1—December 31, 1990, 1219. 400 John Dumbrell, “Personal diplomacy: Relations between prime ministers and presidents”, Anglo- American Relations: Contemporary perspectives, ed. Alan P. Dobson and Steve Marsh (Oxon: Routledge, 2013), 86. 92 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM IRAK’IN İŞGALİ: GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ ve ZORLAYICI DİPLOMASİ İLİŞKİSİ 1. Güvenlikleştirme Sürecinin Tasarlanması Bu bölümde Irak’ın işgali süreci güvenlikleştirme terorisi üzerinden tartışılmıştır. İlgili konu aktarılırken, güvenlikleştirme sürecinin tasarlanması, güvenlikleştirme sürecinin unsurları, söz edimleri ve bağlamsal değişkenler üzerinden bir değerlendirme yapılmış ve bunların güvenlikleştirme sürecine nasıl ve ne şekilde etkide bulunduğu analiz edilmeye çalışılmıştır. Güvenlikleştirme teorisini daha ziyade devlet düzeyinde ele alan Kopenhag Okulu teorisyenlerinden Barry Buzan ve Ole Wæver makro güvenlikleştirme kavramını geliştirerek, güvenlikleştirmeyi uluslararası düzeye taşımışlardır. Daha yüksek bir güvenlikleştirme düzeyini temsil eden makro güvenlikleştirme, bölgesel düzeyde devlet gruplarının daha dar kapsamlı güvenlikleştirmelerini ortak hayati çıkarlara yönelik büyük ölçekli bir güvenlikleştirme ile nasıl ve ne şekilde ortaya koyduklarını göstermektedir. Bu anlamda, 11 Eylül saldırılarının ardından George Bush yönetimiminin “terörle savaş” konseptini ortaya koyması ve müttefik devletlerle birlikte bir savaş başlatması, makro güvenlikleştirme sürecini temsil etmesi bakımından 401 önemlidir. Buradan hareketle, daha ziyade 1990’ların başından itibaren bölgeye yönelik ilgisini artıran ABD’nin, Irak’ın işgaline bir güvenlikleştirme sürecinin akabinde giriştiği belirtilmelidir. Körfez Savaşı ile Irak’ın işgali arasında kalan bu dönemde Basra Körfezi’ne yönelik güvenlikleştirme sürecinin derinleştiği söylenmelidir. Bu doğrultuda, belirtilen süreçte ortaya konan birkaç belgenin incelenmesi güvenlikleştirmenin nasıl inşa edildiğinin ve bağlamsal değişkenlerin anlaşılması açısından önemli görülmüştür. Belirtmek gerekir ki incelenen belgelerde özellikle kitle imha silahların yayılmasının önlenmesi konusunun vurgulanması, işgal sürecinin bu 401 Barry Buzan and Ole Wæver, “Macrosecuritisation and Security Constellations: Reconsidering Scale in Securitisation Theory”, Review of International Studies 35, no. 2 (2009): 253-254. 93 bağlamda inşa edilen bir güvenlikleştirmenin sonucu olduğuna işaret etmesi bakımından önemli görülmüştür. Süreç geriye dönük olarak değerlendirildiğinde, ilk olarak ABD’nin tek taraflı politikalar izlemeye hazırlıklı olması üzerinde duran 1992 Savunma Planlaması Rehberi taslağına değinmek gerekir. Bu belgede, ABD’nin çıkarları açısından kritik önemde olduğu değerlendirilen Körfez, Avrupa, Latin Amerika ve Doğu Asya bölgelerinde başat konuma gelecek bir rakibin ortaya çıkmasının engellenmesi ve bölgesel istikrarsızlıkların azaltılmasının sağlanması için demokratik yönetim modellerinin 402 yaygınlaştırılması kritik amaçlar olarak ortaya konmuştur. İncelenen ikinci belge, Bill Clinton’ın yeni girilen çağı küreselleşme bağlamında değerlendirdiği, 2000’de yayımlanan Ulusal Güvenlik Belgesi’dir. Belgede, rakibi olmayan küresel bir aktör olarak değerlendirilen ABD’nin, kendi çıkarlarını güçlü 403 askeri yapısı ile muhafaza ettiği ifade edilmiştir. Ayrıca ABD’nin, çıkarlarına yönelik stratejik zorluklar oluşturan yeni tehditlerle karşı karşıya bulunduğu ortaya konulmuştur. Bunlar arasında kitle imha silahlarının yayılması ve potansiyel kullanımı, terörizm ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi uluslararası suçlar sayılmıştır. Öte yandan ABD’nin, kitle imha silahları konusunu ulusal çıkarları bağlamında ele aldığı belgede, bu silahlara sahip olan veya bu silahları kullanma potansiyeli olan devletlerin kontrol altında tutulması ve terörle mücadelede uluslararası işbirliği mekanizmasının 404 genişletilmesi konuları üzerinden bir ulusal güvenlik stratejisi benimsenmiştir. İncelenen son belge ise 2002’de yayımlanan Ulusal Güvenlik Belgesi’dir. ABD’nin dış politika stratejisinin net bir çerçeve olarak sunulduğu belgenin ardından girişilen Irak’ın işgali, ABD’nin dış politika stratejisi açısından ayrı bir öneme sahip olmuştur. Öyle ki 11 Eylül saldırılarının, ABD dış politika açısından, önemli bir sonucu 1990’ın başından itibaren oluşan belirsiz atmosfer hususunda yapılan tartışmaları sona erdirmesi olmuştur. Bu doğrultuda bahse konu saldırıların ardından bu devletin ilk başta “terörle savaş” konsepti altında BM Güvenlik Konseyi’nin onayını alarak Afganistan’a karşı bir 402 Behlül Özkan, “Soğuk Savaş Sonrası Amerikan Dış Politikası”, Stratejik Araştırmalar 9, no. 16 (2011): 80. 403 Bill Clinton, National Security Strategy for a Global Age, The White House, (2000). 404 Clinton, National Security Strategy for a Global Age. 94 savaşa girişmesi, ABD’nin ortaya koyacağı yeni dış politika stratejisini gösteren önemli bir adım olmuştur. Belirtilen belgede açıklanan stratejiye göre ABD dış politikasının genel amacının 405 özgürlük ilkelerinden yana bir güç dengesi oluşturmak olduğu ortaya konmuştur. ABD’nin, ortaya konulan bu stratejik amacına ulaşması için küresel terörizmin bertaraf edilmesi üzerinde duracağı belirtilmiş, müttefiklerine ve dostlarına karşı bir terör saldırısının ve kitle imha silahları yüzünden ortaya çıkabilecek bir tehdidin önlenmesi 406 için güçlü ittifaklar kurma yoluna gideceği ifade edilmiştir. Bu minvalde ortaya konan Ulusal Güvenlik Stratejisi yani diğer adıyla Bush Doktrini ile ABD’nin hayati çıkarlarına yönelik tehdit etme durumuna giren ya da tehdit etme potansiyeli gösteren devletlere yönelik bir saldırı tehdidi benimseyeceği dile getirilmiştir. Bu anlamıyla ABD’nin ulusal çıkarlarının ve güvenliğinin tek taraflı olarak gerçekleştirilecek saldırılarla muhafaza edileceği ifade edilmiştir. Neticede Bush Doktrini’nin ilk uygulama alanı 2003’te gerçekleştirilen Irak’ın işgali olmuştur. Dolayısıyla ulusal çıkarlarına yönelik tehdit algılamalarını, liberal değerler üzerinden inşa etme eğilimi gösteren ABD’nin ulusal güvenliğini, uluslararası toplumun güvenliğine koşut olarak geliştirdiği ve bununla ilişkilendirdiği anlaşılmıştır. Sonuç olarak Soğuk Savaş’ın akabindeki ortamda Yeni Dünya Düzeni’ne ilişkin bir tanım ortaya konularak ABD’nin hegemon aktör olarak ön planda tutulduğu ve tek kutuplu bir sistemin inşa edilmesine yönelik girişimlerin söz konusu olduğu bir döneme girilmiştir. Bu yeni dönem ABD’nin “öteki” olarak değerlendirdiği rakibini kaybettiği anlamına gelmiş ve ABD’nin bir yenisini inşa etme çabasına tanıklık etmiştir. Bu durum güvenliğin ele alınışında bir değişime neden olmuş ve güvenliğin devlet ve askeri güvenliği odağa alan anlayışın ötesinde yorumlanmasına yol açmıştır. Bu minvalde ABD islami radikalizm bağlamında terörü yeni öteki olarak inşa etmiştir. Bu tehdit çerçevesinde ABD, kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesini önemli bir bağlam olarak sunmuştur. 405 Melvyn P. Leffler, “Bush’s Foreign Policy”, Foreign Policy, no. 144 (2004): 26. 406 George W. Bush, National Security Strategy of the United States, The White House, (2002):1-2. 95 1.1. Güvenlikleştirme Sürecin Ögeleri Güvenlikleştirme teorisinde ele alınması gereken ilk birim referans nesnesidir. Irak’ın işgali sürecinde tespit edilen dört tane referans nesnesi olduğunu ifade etmek gerekir. Bu anlamda süreçte, temel referans nesnesi olarak Irak rejiminin hem dünya barışı hem de Orta Doğu’daki bölgesel barış için bir tehdit olarak sunulması söylenebilir. İkinci referans nesnesi Irak’a karşı savunmasız olduğu ifade edilen ABD ve Batılı devletler, üçüncü referans nesnesi başta ABD olmak üzere Batılı devletlerde yaşayan bireyler olarak gösterilebilir. Son referans nesnesi ise Saddam Hüseyin rejiminin acımasız yönetimine ve kendi halkı üzerinde kitle imha silahları kullanmasına atıfta bulunulması 407 nedeniyle Irak halkı olarak ifade edilebilir. Nitekim henüz 11 Eylül saldırıları gerçekleşmeden önce, Haziran 2001’de Savunma Bakanı Donald Rumsfeld yaptığı konuşmada Irak’ın dünya barışına, istikrara ve refaha karşı hayati bir tehdit olduğunu ifade etmiş ve haydut bir devlet olarak 408 değerledirmiştir. Öte yandan Bush, “Tehdit Saddam Hüseyin rejiminin ta kendisi” ve “Irak herhangi bir zamanda bir terörist gruba veya teröristlere biyolojik ya da kimyasal silah sağlamaya karar verebilir” söyleminde bulunduğu konuşmasında Irak’ın kitle imha silhalarının ve terör bağlantısının ABD ve Batılı devletler için hayati bir tehdit olduğunu iddia 409 etmiştir. Buradan hareketle Bush Doktrini’nde açıkça ifade edildiği üzere ABD, belirtilen referans nesnelerine yönelik hayati bir tehdit durumunda, ABD’ye yakın zamanda zarar verebilecek olan kararlı düşmanlarına karşı ilk saldırıyı gerçekleştireceğini ortaya 410 koymuştur. Güvenlikleştirme teorisinde ikinci birim güvenlikleştirici aktördür. Bu anlamda süreçte George Bush ve ekibinin güvenlikleştirici aktör olduğunu ve olağanüstü önlemler 407 Başar Baysal, “Coercion by fear: Securitization of Iraq prior to the 2003 war”, International Journal 74, no.3 (2019): 368-369. 408 “Testimony of U.S. Secretary of Defense Donald H. Rumsfeld Senate Armed Services Committee”, 21 Haziran 2001, erişim 10 Haziran 2023, https://www.globalsecurity.org/military/library/congress/2001_hr/010621rumsfeld.pdf 409 George W. Bush, President Bush Outlines Iraqi Threat, The White House, (7 October 2002). 410 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 286-287. 96 alınmasını meşrulaştırmak için referans nesnesinin varlığına yönelik tehdit inşa ettiklerini belirtmek gerekir. Güvenlikleştirme sürecini etkileyen birim olarak ifade edilen üçüncü birim ise işlevsel aktördür. Bu anlamda güvenlikleştirme sürecinde en belirgin işlevsel aktörün medya olduğu söylenebilir. Öyle ki 11 Eylül saldırılarından önce ABD’de kitlelerin ABD’nin süreçlerde öncü rol üstlenmesinin maliyetlerini ödemeye ve risklerini kabul etmeye istekli olmadığı görülmüştür. Kitlelerin uluslararası ilişkilere olan ilgisizliği medyanın 411 dış politikayı ilgilendiren konulara daha az yer vermesi ile de desteklenmiştir. İncelenmesi gereken son öge ise, alımlayıcı kitledir. Bu anlamda Körfez Savaşı sürecinde de ifade edildiği hâliyle ABD halkı, uluslararası toplum, ABD Kongresi ve BM Güvenlik Konseyi şeklinde dört kitlenin olduğu ortaya konulabilir. Özellike 11 Eylül sonrasında yeni kolektif korkuların alımlayıcı kitleyi bir tehdit temasında birleştirmesi ve Irak’a karşı uygulanacak politikanın destek bulmasının sağlaması söz 412 konusu olmuştur. Nitekim sorunun varoluşsal tehdit olarak dile getirilmesi ile “biz” 413 ve “onlar” arasındaki sınır da çizilmiştir. Bu anlamda kitle imha silahları programı ve 11 Eylül saldırıları üzerinden ortaya konan söylemler, terörizme karşı savaş konsepti ile kamuoyu desteğinin alınmasını ve uluslararası işbirliğinin sağlanmasını 414 desteklemiştir. Dolayısıyla temelde kitle imha silahları ve terör bağlantıları üzerinden tehdidin güvenlikleştirilmesi söz konusu olmuştur. Öyle ki özellikle 11 Eylül’ün hemen ardından ABD kamuoyu üzerinde yapılan anketler, kitlelerin ABD yönetiminin Irak konusunu normal siyasetin dışına çıkarması sürecine ikna olduğunu göstermiştir. Bu minvalde Aralık 2002’de yapılan bir ankette Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları ürettiği kanaatinde olan kitlelerin oranının %90 olduğunu başka bir anket ise ABD halkının %81’inin Irak’ın ABD’ye yönelik bir tehdit oluşturduğu düşüncesini paylaştığını ortaya koymuştur. Ağustos 2002’de Irak’a karşı savaşın kitleler tarafından %53 oranında 411 Samuel P. Huntington, “The Lonely Superpower”, Foreign Affairs 78, no. 2 (1999): 39-40. 412 Eric Van Rythoven, “Learning to feel, learning to fear? Emotions, imaginaries, and limits in the politics of securitization”, Security Dialogue 46, no. 5 (2015): 464. 413 Rythoven, “Learning to feel, learning to fear? Emotions, imaginaries, and limits in the politics of securitization”, 466. 414 William C. Martel, Grand Strategy in Theory and Practice: The Need for an Effective American Foreign Policy (New York: Cambridge University Press, 2015), 318 97 desteklendiği, Eylül 2002’de bu oranın %60 bandına çıktığı Ocak 2003’te ise %52’ye 415 düştüğü görülmüştür. Nitekim Ocak 2003’de yapılan anketler ABD’de kamuoyunun çoğunluğunun Irak’a karşı bir savaş başlatılmadan önce BM’nin desteğinin alınmasını istediğini göstermiştir. Ancak ABD Başkanı’nın ve ekibinin kamuoyunu ikna etmek için gerçekleştirdiği konuşmalar neticesinde kitleler BM’nin onay vermediği ve sürece dâhil 416 olmadığı ABD’nin tek başına girişeceği bir müdahaleyi de kabul eder hâle gelmiştir. Bu minvalde Şubat 2003’te yapılan anketler ABD’nin Irak’ı silahsızlandırmak için tüm diplomatik çabaları tükettiği görüşünde olanların oranının %54 olduğunu, ABD yönetiminin Irak’a karşı askeri bir müdahaleye girişmek için “ikna edici bir gerekçe sunduğunu” belirtenlerin oranının ise %56 olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda ABD’nin Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi için kara gücünün devreye sokulması gerektiğini destekleyenlerin oranı %63 iken Saddam Hüseyin rejiminin Irak’ta kitle imha silahları bulunmadığına dair bir kanıt sunmaması durumunda birkaç hafta içinde müdahalede bulunulması gerektiğini destekleyenlerin oranı ise %52 bandında 417 gösterilmiştir. Öte yandan ABD Kongre’sinin de ikna olduğu söylenebilir. Kongre’nin Ekim 2002’de George Bush’a savaş yetkisi verilmesini öngören kararı alması önemli bir gelişme olmuştur. Öyle ki Temsilciler Meclisi’nde 133 aleyhte oya karşı 296 leyhte oy ile 418 Senato’da ise 23 aleyhte oya karşı 77 leyhte oy ile savaş yetkisi kararı alınmıştır. Son olarak BM Güvenlik Konseyi ve uluslararası toplumun genel eğilimi savaş karşıtı bir söylem üzerinden gelişmiştir. Ancak İngiltere gibi pek çok devletin ABD’ye destek vermesi güvenlikleştirme süreci için olumlu bir katkı sunmuştur. Sonuç olarak alımlayıcı kitle olarak belirlenen aktörlerin ikna edildiği ve dolayısıyla mevzu bahis konunun başarılı bir şekilde güvenlikleştiridiği ifade edilebilir. 415 John B. Judis and Spencer Ackerman, “The Selling of the Iraq War: The First Casualty”, Global Policy Forum, 30 Haziran 2003. 416 Raymond W. Copson, “Iraq War? Current Situation and Issues for Congress”, Congressional Research Service (CRS) Report, 26 Şubat 2003, 4. 417 “Poll: Bush gaining support on invading Iraq”, CNN, 10 Şubat 2003, erişim 14 Kasım 2022. http://edition.cnn.com/2003/US/02/10/sprj.irq.iraq.poll/. 418 “Senate approves Iraq war resolution”, CNN, 11 Ekim 2002, erişim 8 Haziran 2023. https://edition.cnn.com/2002/ALLPOLITICS/10/11/iraq.us/. 98 1.2. Söz Edimlerinin Analizi 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen saldırılar ile asimetrik avantajını ortaya koyan yeni terör dalgasına karşı George Bush küresel bir savaş ilan etmiştir. ABD’nin kendi ülkesinde kendi vatandaşlarının ölmesi, terörün artık ABD ulusal güvenliği için birinci dereceden bir tehdit olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Saldırıların gerçekleştiği akşam George Bush, bir savaşta olunduğunu ifade ettiği konuşmasında bu girişimde bulunan teröristlerle onlara destek sağlayanların birbirinden farkının olmadığını vurgulamıştır. Süreci “medeniyetin savaşı” olarak nitelendiren Bush, “ilerleme ve çoğulculuğu, hoşgörü ve özgürlüğü” benimseyen her ulusu terörizme karşı 419 küresel bir savaşa katılmaya davet etmiştir. Öte yandan, George Bush, 20 Eylül 2001 tarihindeki konuşmasında bir bakıma terör saldırılarının temel hedefinin acı ve keder yaratmanın yanı sıra kendileriyle aynı olmayandan, özgürlüğü temsil edenden ve uygar olandan intikam almak olduğunu ortaya koymuştur. Buradan hareketle George Bush özgürlüklerin yalnız ABD’de var olduğunu dile getirmesinin yanı sıra, diğer kültürlerde de olmadığına dikkat çekmiştir. Aynı zamanda terör saldırıları dünyanın uygar tarafına yönelen bir barbarlık, medeniyeti temsil eden batıya karşı gelişen bir öfke şeklinde inşa edilmiştir. Dolayısıyla batının temsil ettiklerinin korunması, olağanüstü önlemlere başvurulmasını gereklilik haline 420 getirmiştir. ABD yönetimi içinde Irak’a yönelik uygulanacak politika hususunda görüş birliğinin olmadığı ve farklı eğilimlerin söz konusu olduğu dikkat çekicidir. 29 Eylül 2001 tarihinde Donald Rumsfeld Irak ile yapılacak savaşa işaret ederek savaş planların hazırlanmasını istemiştir. Ancak Dışişleri Bakanı Colin Powell, ABD’nin 11 Eylül sonrası elde ettiği uluslararası desteğin, Irak’a saldırarak kaybedileceği üzerinde durmuştur. Ayrıca Irak’a yapılacak bir saldırının bölgeyi istikrarsızlaştıracağını savunmuş ve Irak’ta otorite sağlamanın zorluğuna dikkat çekmiştir. Colin Powell, 419 Martel, Grand Strategy in Theory and Practice: The Need for an Effective American Foreign Policy, 318. 420 Evren Balta Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik (İstanbul: İletişim Yayınları, 2021), 110-111. 99 George Bush ile yaptığı görüşmede Irak’a müdahale edilmesinin bir anarşi durumunu 421 beraberinde getireceğine dikkat çekmiştir. Irak’ın işgal edilmesine karşıt bir söylem o dönemde senatör olan Barack Obama tarafından da dile getirilmiştir. Obama aynı zamanda sürecin birçok belirsizliği beraberinde getirebileceğini söylemiştir. “Açık bir gerekçe ve güçlü bir uluslararası destek olmaksızın Irak’ın işgalinin Orta Doğu’daki alevleri körüklemekten başka bir işe yaramayacağını biliyorum, [Irak’ın işgal edilmesi] Arap dünyasının en iyi değil en kötü düşüncelerini 422 cesaretlendirecek ve El Kaide’nin eleman kazanma kolunu güçlendirecektir” Saddam Hüseyin’in teröristlere kitle imha silahları tedarik etmesinin muhtemel olduğunu ileri süren Donald Rumsfeld’in görüşleri de önemlidir. Donald Rumsfeld Irak’a karşı bir savaşa girişilmesinin gerekliliğini ortaya koyarak, Irak’ı ABD’ye ve Orta Doğu’daki bölgesel barışa yönelik hayati bir tehdit olarak sunmuştur. “[Kitle imha silahlarına sahip ve nükleer silah edinme perşinde olan Irak’ın] bu silahları komşularına karşı kullanma niyeti kanıtlanmış; komşu devletlerin topraklarını ele geçirme amacı ispatlanmış; terör örgütleriyle işbirliği yaptığını göstermiş ve ABD’ye karşı ilan ettiği düşmanlık ve zehirli sözleriyle de kayıtlara geçmiş durumdadır.” “Bazıları harekete geçmek için neyin değiştiğini soruyor. Değişen, 11 Eylül’de yaşadıklarımız. Değişen, saldırıya maruz kalmamak için riskleri yeni bir gözle değerlendirmemiz… Değişmeyen ise Irak’ın kitle imha silahları peşinde koşması 423 ve BM’nin Irak’ın bu çabasını önlemekte başarısız olduğu gerçeğidir.” Başkan Yardımcısı Dick Cheney 6 Haziran 2002 tarihinde yaptığı konuşmasında, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları üretmeyi ve sahip olmayı gaye edinen, bu silahları kullanma niyetinde olan bir diktatör olduğunu ve güvenliğin sağlanmasının tek 421 Salihi, Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci, 195-197. 422 Barack Obama, “Transcript: Obama’s Speech Against The Iraq War”, 2002, erişim 19 Nisan 2023, https://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=99591469. 423 “Testimony of U.S. Secretary of Defense Donald H. Rumsfeld before the House Armed Services Committee regarding Iraq (Transcript)”, Rayburn House Office Building, (18 Eylül 2002), http://www.sscnet.ucla.edu/polisci/faculty/trachtenberg/useur/rumsfeld180902.html. 100 yolunun tehditler karşısında eyleme geçmek olduğunu ifade etmesi ve ABD’nin eyleme 424 geçeceğini söylemesi dikkat çekici olmuştur. Ayrıca Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları üreten, terörizmi destekleyen ve kendi halkının ölümünden mesul olan acımasız bir diktatör olduğunu ve devrilmesinin istikrarlı ve demokratik bir Irak’ı yaratacağını savunan Paul Wolfowitz de Saddam Hüseyin rejiminin çok hızlı bir şekilde devrilmesi gerektiğini yönünde bir duruş 425 sergilemiştir. Colin Powell, Şubat 2003’te BM’de dile getirdiği hâliyle, Irak’ın kitle imha silahları peşinde koştuğunu ve terörizme destek verdiğini iddia etmiştir. Irak ile saldırılardan sorumlu örgüt arasında habis bir ilişki olduğunu ifade etmiştir. Bu anlamda “hırs ve nefretin Irak ve El Kaide’yi bir araya getirdiğini...El Kaide’nin kitle imha silahları 426 konusunda uzmanlık kazanmak için Irak’tan yardım isteyebileceğini” söylemiştir. George Bush 12 Eylül 2002 tarihinde yaptığı açıklamada Irak’ın BM Güvenlik Konseyi’nin Irak’a ilişkin kararlarına uymadığını; İran, İsrail ve batılı devletlere karşı faaliyet gösteren terör örgütlerine destek sağladığını; silahsızlanma programının gereklerini yerine getirmediğini; BM silah denetçilerini 1998’de ülkeden gönderdiğini, kitle imha silahları ürettiğini ve elde ettiğini vurgulamıştır. “Saddam Hüseyin rejimi büyük ve artan bir tehlikedir. Aksini düşünmek, delillere karşı durmaktır. Saddam Hüseyin rejiminin iyi niyetine bel bağlamak milyonlarca insanın yaşamıyla ve dünya barışıyla kumar oynamak demektir. Bu riski göze almamamız gerekir… Irak rejiminin davranışları BM’nin otoritesine 427 meydan okumaktadır ve dünya barışına tehdittir.” Bush ayrıca ABD’nin Irak halkı ile bir sorununun olmadığını, Irak halkının özgürlüğe kavuşturulmasının ahlaki bir gerekçe ve stratejik bir hedef olduğunu ifade etmiştir. Saddam Hüseyin’in bütün dünya için ortak bir tehdit olduğunu, bu tehdide karşı 424 Richard B. Cheney, “Remarks by the Vice President to the National Association of Home Builders”, The American Presidency Project, (06 Haziran 2002). 425 Stephen J. Solarz and et al., “How to Overthrow Saddam”, Foreign Affairs 78, no. 2 (1999): 160-163. 426 Bruce R. Pirnie and Edward O’Connell, Counterinsurgency in Iraq (2003–2006) (Santa Monica: RAND Corporation, 2008), 5-6. 427 George W. Bush, President's Remarks at the United Nations General Assembly, The White House, (12 Eylül 2002). 101 koymak için ABD’nin BM Güvenlik Konseyi ile birlikte hareket edeceğini ve Güvenlik 428 Konseyi’nden gerekli kararların alınması için çalışacağını duyurmuştur. Aynı zamanda Başkan, demokrasi, kalkınma, serbest pazar ve serbest ticaretin tüm 429 dünyaya erişmesi için sürekli olarak gayret edileceğini belirttiği söylemiyle 11 Eylül saldırılarının, zayıf devletleri kendi sınırları içinde terörün yer edinmesine karşı savunmasız hâle getirdiğine işaret etmiş ve bunun ABD’nin ulusal çıkarları bakımından büyük bir tehdit olduğunu iddia etmiştir. Bu bakımdan, Saddam Hüseyin rejiminin, işgal için bir gerekçe oluşturduğunun altı çizilmiştir. George Bush 7 Ekim 2002 tarihinde Irak tehdidin, Irak rejiminin kendi eylemlerinden, saldırganlık geçmişinden ve bir terör cephaneliği haline dönüşmesinden kaynaklandığını dile getirmiştir. Kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olan Irak’ın aynı zamanda bu silahları ürettiği ve nükleer silah arayışında olduğuna işaret etmiştir. Terörizme barınak ve destek sağladığı ve kendi halkına karşı terör faaliyetlerinde 430 bulunduğunu ifade etmiştir. Bu noktada, Saddam Hüseyin rejiminin Irak halkına karşı kimyasal silah kullanma deneyimine dikkat çekerek, rejimin Irak halkına yönelik hayati bir tehdit olduğunu belirtmiştir. George Bush 28 Ocak 2003 tarihinde Birliğin Durumu konuşmasında yaptığı açıklamayla Saddam Hüseyin’in işgal için kullanabileceği veya teröristlere tedarik edebileceği kitle imha silahlarına sahip olmasını önlemek için gerekirse Irak’ı işgal etme kararlılığını açıklamıştır. Bush’un bu söyleminin alımlayıcı kitlenin iknasında da etkili olduğu söylenmelidir. “[Kitle imha silahları kapasitesini devamlı olarak artırma çabası içinde olan Saddam Hüseyin’in] bunları kullanmasının tek olası nedeni, hakimiyet kurmak, tehdit etmek ya da saldırmaktır… Tam bir cephaneliğe sahip olan Saddam Hüseyin, Orta Doğu’daki işgal hırsını sürdürebilir ve bu bölgede ölümcül bir tahribat yaratabilir. Kongre ve Amerikan halkı bir başka tehdidin daha farkına 428 George W. Bush, President’s Remarks at the United Nations General Assembly. 429 Juhasz, The Bush Agenda: Invading the World, 21. 430 Bush, President Bush Outlines Iraqi Threat. 102 varmalıdır. Saddam Hüseyin’in teröristlere yardım etmesi ve onları 431 koruması” Sonuç olarak, analiz edilen söylemlerden hareketle Irak’ın işgaline daha ziyade terör ve kitle imha silahlarının kullanıldığı söz edimleri üzerinden kodlanan bir güvenlikleştirme sürecinin ardından girişildiği anlaşılmaktadır. 1.3. Bağlamsal Değişkenlerin Analizi 1.3.1. 11 Eylül Saldırıları ve Terör Üzerinden İnşa Edilen Güvenlikleştirme Politikası 11 Eylül’de düzenlenen saldırılar ABD’nin ulusal güvenlik stratejisini ciddi bir biçimde etkilemiştir. Saldırıların akabinde başkan tarafından terörizme ve terörizme arka çıkanlara karşı geniş çaplı bir savaşın başlatılacağı dile getirilmiş ve 20 Eylül’de bu saldırılardan Afganistan merkezli El-Kaide’nin sorumlu olduğu ifade edilmiştir. Aynı tarihte El-Kaide’yi desteklediği ve ev sahipliği yaptığı iddia edilen Afganistan’daki 432 Taliban rejimi birincil hedef olarak işaret edilmiştir. Esasında 11 Eylül saldırılarının ABD yönetiminin tehlike algısını dönüştürdüğü ve bir saldırı stratejisi benimsemeye zorladığı ifade edilebilir. 11 Eylül’den önce bir terör saldırısını öngöremeyen ABD yönetimin risk eşiği önemli ölçüde düşmüş ve güç 433 kullanma isteği önemli ölçüde artmıştır. Aynı zamanda saldırılarından önce ABD’nin terör konusuna bakışı farklıdır. Öyle ki saldırılardan önce daha ziyade suç perspektifinden değerlendirilen konu, saldırılardan sonra daha ziyade terörizme karşı 434 savaş söylemi üzerinden savaş kavramı ile beraber değerlendirilmiştir. Ayrıca askeri politikaların hız kazanmasında tetikleyici olan bu saldırılar ABD kamuoyunun yönetimin uluslararası konularda öncü rol üstlenmesine daha olumlu yaklaşmasını 435 beraberinde getirmiştir. 431 George W. Bush, President Delivers “State of the Union”, The White House, 28 January 2003; Pirnie and O’Connell, Counterinsurgency in Iraq (2003–2006), 5. 432 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 357. 433 Leffler, “Bush’s Foreign Policy”, 26. 434 Brenda Lutz and James Lutz, “Terrorism”, Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins (New York: Oxford University Press,2013), 275. 435 Huntington, “The Lonely Superpower”, 39. 103 Saldırılar ile ABD kendi sınırları içerisinde tarihinde eşi görülmemiş bir saldırıya maruz kalmıştır. ABD’nin ulusal çıkarlarının ve ulusun bekasının tehlike altında olduğu dile getirilerek güvelikleştirmenin inşa edilmesi söz konusu olmuştur. Bu çerçevede 18 Eylül 2001 tarihinde George Bush ABD Kongresi’nden bu saldırıları düzenleyen, gerçekleştiren ve sürece destek verenleri bulmak ve dile getirilen tehlikeyi 436 ortadan kaldırmak için her aracı kullanma yetkisi almıştır. 20 Eylül’de ise Kongre’de dile getirdiği hâliyle tüm dünyaya seslenerek “ya bizimlesiniz ya da teröristlerle” söylemini ortaya koymuş ve terörle savaşın üçüncü bir 437 yolunun olmadığını vurgulamıştır. Yine benzer şekilde 29 Ocak 2002 tarihinde Birliğin Durumu konuşmasında “şer ekseni” olarak ifade ettiği İran, Irak ve Kuzey Kore’nin kitle imha silahları üreterek, terörizme destek vermesi üzerinde durmuştur. Konuşmada bu devletlerin ABD’yi ve dünyayı tehdit ettiği söyleminde bulunmuş, bu devletlerden kaynaklanan sorunları güvenlikleştirmiş ve ABD’nin hedefinde olduklarını 438 duyurmuştur. Uluslararası terörizmle mücadele, ABD dış politikasında sıklıkla gündeme getirilen söylem olmuştur. Bush Doktrini’nde de atıf yapıldığı üzere “ya bizimlesiniz ya teröristlerle” söylemi yalnızca terör örgütlerini değil aynı zamanda devletleri de terörist, terör ile ilişkili ve haydut gibi sınıflandırmalara tabi tutmuştur. Bu bağlamda Irak uluslararası terörizmin kaynağı statüsünde değerlendirilen devletler arasında sayılmıştır. Aslında ABD yönetiminin Irak’a saldırmaya 11 Eylül saldırılarından önce karar verdiğine dair izlenimler söz konusu olmuştur. O dönemde Hazine Bakanı olarak görev yapan ve aynı zamanda George Bush’un “Savaş Kabinesi” olarak kurduğu grubun üyesi olan Paul O'Neill, başkanın Saddam Hüseyin’ın gitmesi gerektiği yönünde bir düşüncesinin olduğunu ve göreve gelmesinden birkaç gün sonra planlar yapmaya başladığını iddia etmesi dikkat çekicidir. Öte yandan Irak Ulusal Kongresi de George Bush’un göreve gelmesinden kısa bir süre sonra Saddam Hüseyin’in iktidardan nasıl 436 “How 9/11 Reshaped Foreign Policy”, Council on Foreign Relations (CFR), erişim 3 Ekim 2022, https://www.cfr.org/timeline/how-911-reshaped-foreign-policy. 437 “How 9/11 Reshaped Foreign Policy”. 438 Açıkmeşe, “Güvenlik, Güvenlik Çalışmaları ve Güvenlikleştirme”, 252.; George W. Bush, President Delivers State of the Union Address, The White House, (29 Ocak 2002). 104 uzaklaştırılacağını görüşmek üzere kendileriyle temasa geçtiğini ifade etmesi de bu 439 durumu destekler niteliktedir. 11 Eylül saldırılarının üzerinden altı gün geçtikten sonra George Bush Pentagon’a talimat göndererek Irak konusunda askeri seçeneklerin kendisine bildirilmesini istemiştir. Bu minvalde Afganistan’daki savaş planı ile ilgili olan ve "Çok Gizli" ibaresi taşıyan belge Irak’ın işgali konusunda askeri seçeneği göz önüne alması bakımından 440 önemlidir. Ancak esasında belge ile George Bush’un ABD’nin güvenliğini sağlamak için tüm seçenekleri gözden geçirmeye istekli, ABD’nin ulusal güvenliğini korumaya hazır olduğu mesajını vermeye çalıştığı söylenebilir. Burada ABD’nin ulusal güvenliğinin referans nesnesi olarak sunulması söz konusu olmuştur. Öyle ki bu saldırılardan sonra George Bush’un Orta Doğu’ya yönelik söylemlerinde de bir değişim olmuştur. Bu dönemde belirli iki söylem üzerinde durulmuştur. İlki önleyici müdahale seçeneğinin ön plana çıkarılması ve herhangi bir saldırı durumu hayata geçirilmeden önce tehditlerin bertaraf edilmesi, diğeri ise bölgede hâlihazırda iktidarda 441 olan rejimlerin demokratik yönetimler ile değiştirilmesi olarak şekillenmiştir. Temelde ABD’nin geliştirdiği teröre karşı savaş söylemi, terörle mücadeleyi savaş ile ilişkilendirilmesi bakımından önemlidir. Bu ilişkilendirmenin özgürlük, adalet ve demokrasi vurgusuyla pekiştirilerek girişilecek tek taraflı müdahalelerin meşrulaştırılmasına katkı sunması beklenmiştir 11 Eylül saldırıları ABD’ye küresel tehdit durumunun tırmanan niteliğine yönelik 442 algının haklılığını ortaya çıkarma fırsatı sunmuştur. Esasında 19. yüzyılda bir kenarda bırakılan haklı savaş kavramının yeniden ortaya çıkmasıyla şer kavramı da gündeme getirilmiştir. Düşmanı “şer ekseni” şeklinde kodlamak, ona karşı girişilecek 443 mücadelenin mutlak bir hale gelmesini beraberinde getirmiştir. Bu minvalde George 439 Bruce C. McKinney, “Decision-Making: Case Studies Including The Bush Administration's Decision To Invade Iraq”, Peace Research 37, no. 2 (2005), 14 440 McKinney, “Decision-Making: Case Studies Including The Bush Administration’s Decision To Invade Iraq”, 14. 441 Salihi, Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci, 189. 442 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 285. 443 Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, 41. 105 Bush’un ortaya koyduğu argüman terör ve terörün temsil ettiklerine karşı küresel çapta 444 bir savaş düzenlenmesi gerektiği üzerine kurgulanmıştır. Terörle küresel savaş, geniş ölçekli konvansiyonel güç aracılığıyla terörün bulunduğu devletlerde terör örgütü ve destekleyicilerini bertaraf etmek şeklinde tarif 445 edilebilmektedir. Bu savaşın amacı, ABD’nin demokratik çıkarlarının güvence altına alınması ve özgürlük prensiplerinin dünyanın her tarafında göz önünde tutulduğu bir 446 uluslararası ortamın güçlendirilmesi şeklinde dizayn edilmiştir. Dolayısıyla özgürlüklerin tehlikede olduğuna işaret edilmesi, özgürlüklerin referans nesnesi olarak sunulmasını beraberinde getirmiştir. Özgürlük ve adalet vurgusunu ön planda tutan George Bush 11 Eylül saldırılarından dokuz gün sonra Kongre’ye yaptığı konuşmasında bu retoriğe atıf yapmıştır. Burada bir tarafta özgürlük ve adalet diğer tarafta korku ve zulüm olduğunu belirterek Tanrı’nın bu 447 iki zıt kutup arasında bir tarafının olduğunu bildiklerini dile getirmiştir. Dolayısıyla 1990’larda egemenlik nosyonu istikrarı sağlama kapasitesi şeklinde algılanırken, 11 Eylül saldırılarının ardından adalet ve demokrasi tesis etme kapasitesi ve niyeti şeklinde bir algılama söz konusu olmuştur. Şüphesiz Irak’ın işgali sürecinde de işgalin amacı Saddam Hüseyin’in istikrarı tesis edememesi değil, adaleti tesis edememesi olmuştur. Dolayısıyla ABD’nin bu girişiminin amacı Irak’ın medeniyet ve özgürlük eksikliğinin ve yarım kalmış modernliğinin tamamlanması şeklinde inşa 448 edilmiştir. 449 Olağanüstü güvenlik dilinin olağan hale geldiği 11 Eylül sonrası süreçte teröre ve terörizme karşı savaş neredeyse tüm devletler tarafından iç politikadaki karışıklıkları 450 bastırmak için kullanılan bir araç haline dönüşmüştür. Teröre karşı savaş söylemleri iktidarın ve gücün kesintisiz ve sürekli bir şekilde uygulanmasını mümkün kılmıştır. Böylece terör tehditlerinin inşa edildiği bu dönemde istisnalar bir norm hâline 444 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 286. 445 Yılmaz, Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek, 709. 446 Yılmaz, Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek, 708. 447 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 286. 448 Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, 87. 449 Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, 98. 450 Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, 107. 106 geldiğinden olağanüstü araçların kullanılması gerekli hâle savaş durumu ise olağan hâle 451 gelmiştir. Bu noktada ABD’nin olağanüstü hâli meşrulaştırırken temel stratejisi Irak’ın ve Irak’tan duyulan korkunun inşa edilmesi üzerine şekillenmiştir. Tehdit ve korku durumunun inşası konunun güvenlik alanına taşınmasını kolaylaştırırken ABD’nin iç ve dış 452 politikadaki pozisyonunu da güçlendirmiştir. Sonuç olarak 11 Eylül saldırılarının ABD’nin harekete geçmesi için tetikleyici bir güç ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Bu tarihten itibaren ABD’nin politikalarını terörle mücadele üzerinden kurguladığı ifade edilebilir. Bush Doktrini bağlamında ele alınan konsept ile ABD bir öteki inşa ederek Orta Doğu ve bu bağlamda Basra Körfezi üzerinde nüfuz alanını pekiştirmek amacıyla hareket etmiştir. 1.3.2. Kitle İmha Silahları: Güvenlikleştirme Sürecinde Önemli bir Yaşamsal Tehdit Irak elinde kitle imha silahları bulundurduğu ve El Kaide terör örgütü ile bir bağlantısı olduğu iddia edilerek işgal edilmiştir. Öyle ki 11 Eylül saldırılarının ardından devlet dışı aktörlerin büyük bir tehdit olarak ortaya konması söz konusu olmuş ve beraberinde kitle imha silahlarına karşı dikkat çeken bir çıkış olmuştur. Esas endişe terör örgütlerinin bu silahları elde etme ve kullanma olasılığı olarak sunulmuştur. ABD terör örgütlerinin bu silahları “haydut devletler” şeklinde kodladığı Irak, İran ve Kuzey Kore gibi devletler 453 sayesinde elde edebildiklerini iddia etmiştir. ABD tarafından geliştirilen Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları ürettiği hususundaki 454 söylemler, Irak'’n işgaline meşruiyet kazandırmak amacıyla kullanılmıştır. Bu doğrultuda 2002’de ABD yönetimi, Irak’ın kullanabileceği veya teröristlere tedarik edebileceği kitle imha silahlarına sahip olmasını önlemek için gerekirse Irak’ı işgal 451 Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, 44. 452 Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, 108-109. 453 Martel, Grand Strategy in Theory and Practice: The Need for an Effective American Foreign Policy, 320-321. 454 Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji (İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları, 2020), 258. 107 etme kararlılığını açıklamıştır. ABD yönetimi tarafından Irak’ın bölge için örnek teşkil 455 edecek barışçıl ve demokratik bir devlet olmasının altı çizilmiştir. Irak’ın kitle imha silahları çerçevesinde yönelttiği tehdit gerekçesi ABD yönetimi tarafından Irak’ta savaşı haklı göstermek ve rejim değişikliği için bürokratik 456 gerekçelerden biri olarak kabul edilmiştir. Öyle ki Kuveyt’in işgalinden itibaren Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları kullanması bir tehdit olarak inşa edilerek güvenlikleştirilmiş, BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla pekiştirilmiş ve uluslararası kamuoyunun odaklandığı bir konu haline getirilmiştir. Dolayısıyla terör örgütleri, bu örgütleri destekleyen devletler ve bu devletlerin bulundurduğu dile getirilen kitle imha silahları tehdit olarak inşa edilerek güvenlikleştirme sürecinin parçası olmuştur. Savunma Bakanı Yardımcısı Wolfowitz: “Gerçek şu ki, ABD yönetiminin bürokrasisinden kaynaklanan nedenlerden dolayı, savaşın esas sebebi olarak herkesin üzerinde anlaşabileceği tek bir konu olan kitle imha silahlarını temel neden olarak belirledik. Ancak ... her zaman üç neden vardı. Kitle imha silahları, terörizme verilen destek ve Irak halkına yönelik kötü muamele. Bunların ötesinde bir başka sebep… ilk iki nedenin arasındaki bağlantı… Üçüncü sebep Iraklılara yardım etmekle ilgiliydi, ama bu tek başına Irak’ta Amerikalı gençlerin hayatlarını riske atmak için yeterli 457 değildi.” Wolfowitz konuşmasında, yönetim içinde askeri müdahaleye kuşku ile yaklaşan farklı 458 seslerin ortak bir gerekçede uzlaştığını ortaya koymuş ve savaşın kitle imha silahlarının tehdit olarak inşa edilerek gerçekleştirildiğine işaret etmiştir. Sonuç olarak ABD hayati çıkarları bağlamında Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin değişmesini sağlayabilecek bir operasyona girişebilecek kapasitede olmasına rağmen girişimine meşruiyet kazandıracak ikna edici ve güvenlikleştirme sürecini kolaylaştırıcı bir koşul inşa etmeye ihtiyaç duymuştur. Bu durumda Irak’ın kitle imha silahlarına 455 Pirnie and O’Connell, Counterinsurgency in Iraq (2003–2006), 5. 456 Sercan Reçber, “Irak’a Yönelik Askeri Müdahalenin Uluslararası Hukuk Açısından Geçerliliği”, Uluslararası Hukuk ve Politika 4, no. 13 (2008): 74. 457 William Kristol, “What Wolfowitz Really Said”, Washington Examiner, 9 Haziran 2003, erişim 19 Temmuz 2022, https://www.washingtonexaminer.com/weekly-standard/what-wolfowitz-really-said. 458 Kristol, “What Wolfowitz Really Said”. 108 sahip olduğu ve bu silahları kullanma kapasitesinde olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca Irak’taki bu silahların El kaide gibi terör örgütleri tarafından kullanılabileceği iddiası ortaya konulmuştur. Buradan hareketle ABD, önleyici savaş yaklaşımı ile saldırganlık şüphesinin söz konusu olması durumunda müdahalede bulunabilirliğini ortaya koyarak, girişeceği operasyonun meşruiyetini sağlamaya çalışmıştır. Şer ekseni bağlamında ortaya konan haydut devletlerden birisini temsil eden Irak’a karşı saldırının meşruiyeti kitle imha silahlarının varlığıyla inşa edilmeye çalışılmıştır. 1.3.3. Petrol Konusu ve Güvenlikleştirme Dilinin İnşasındaki Etkisi ABD’nin dünyanın enerji kaynaklarının güvenliğinin sağlanmasına yönelik ilgisi bir önceki bölümde açıkça ifade edilmiştir. Bu ilginin Soğuk Savaş sonrası süreçte küresel enerji üretimine istikrar tesis edilmesi ve üretimin üst düzeyde tutulması adına petrol üreticisi bölgelere siyasi, ekonomik ve askeri müdahalede bulunma stratejisine zemin 459 hazırladığı ifade edilebilir. Irak’ın işgali ABD’nin petrol üzerindeki kontrolünü artırmayı ve bu sayede gerek zengin petrol rezervlerine sahip Suudi Arabistan üzerinde gerekse bölge petrolüne tabi olan Doğu ve Güneydoğu Asya üzerinde baskı kurmayı ve 460 petrol arzını dünyanın geri kalanına güvenli bir şekilde sağlamayı öngörmektedir. ABD’nin petrol bağlamında ortaya koyduğu ulusal çıkarları Soğuk Savaş sonrası 461 süreçte bölgeye yönelik stratejisinin temelini oluşturmuştur. Bu anlamda Körfez Savaşı ile belirginleşen ve 1990’lar boyunca devam eden Amerikan askerinin bölgeye konuşlandırılması süreci güvenlikleştirme sürecinin derinleşmesini beraberinde getirmiştir. Kamuoyuna sızdırılan 1992 Savunma Planlaması Rehberi taslağında Basra Körfezi bölgesinde ABD’nin amacının bölge itibariyle hakim güç olmayı devam ettirmek ve ABD ile diğer batılı devletlerin bölgede bulunan petrole ulaşmasını sağlamak olarak 462 ortaya konmuştur. Ancak 11 Eylül saldırılarının sunduğu fırsat penceresi bu hedefi 459 Sam Raphael and Doug Stokes, “Energy Security”, Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins (New York: Oxford University Press, 2013), 314. 460 Alex Callinicos, “Iraq: Fulcrum of World Politics”, Third World Quarterly 26, no. 4/5 (2005):599-600. 461 Raphael and Stokes, “Energy Security”, 316. 462 Raphael and Stokes, “Energy Security”, 316. 109 bölgede ABD’ye yönelik temel tehditlerden biri olarak sunulan ve ortadan kaldırılması istenen Saddam Hüseyin’e karşı askeri güç kullanımı şeklinde yansıtılmıştır. Nihayetinde ABD’nin hayati çıkarları bağlamında değerlendirildiği petrol konusunun devam eden önceliği Irak rejiminin değişmesine yönelik planda bir faktör olarak bu 463 şekilde devreye girmiştir. Eylül 2000’de Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC) adlı araştırma şirketi tarafından ortaya konan bir belgede Basra Körfezi’nde bulunan petrol rezervleri dolayısıyla ABD askeri gücünün bölgede sürekli hale getirilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Öyle ki 11 Eylül saldırılarının hemen ardından Irak’ı kitle imha silahları üretmek, elde etmek ve uluslararası terörizme destek vermekle itham eden ABD yönetimi Saddam Hüseyin rejimini devirmeye kararlı olmasından dolayı stratejisini kitle imha silahlarının güvenlikleştirmesi üzerine kurmuş ve diğer devletleri Irak’a karşı bir pozisyon almaya 464 davet etmiştir. Ayrıca Ekim 2000’de Irak’ın, gıda karşılığı petrol programı kapsamındaki petrol gelirlerini “düşmanın para birimi” cinsinden karşılanmasını reddederek ABD doları yerine euro ile karşılanmasını talep etmesi doların serbest piyasadaki hakimiyeti 465 üzerinde etki yaratmıştır. Dolayısıyla uluslararası petrol piyasasında doların gücünün, ABD’nin hayati çıkarları üzerinde olumsuz sonuçlar ortaya çıkardığı ifade edilebilir. Petrol rezervleri açısından elverişli bir pozisyonda olan Irak’ın bu hamlesi ABD’nin dâhil olmadığı ekonomik ilişkilerden büyük pay sahibi olması durumunu sarsarak ABD’nin çıkarlarının dolara koşut olarak gelişme gösterebildiğini ortaya koymuştur. Süreçte ABD yönetiminin, BMGK üyelerini de bahse konu devlete karşı askeri bir saldırının onaylanması anlamına gelecek bir kararı almaya zorlamasına karşın, Çin, Rusya ve Fransa’nın askeri bir saldırıya sıcak bakmaması ve ABD’nin bu devleti sürekli olarak tek taraflı bombalamasından dolayı suçlamaları önemli bir gelişme olmuştur. Bu konuda eski CIA Başkanı James Woolsey’in savaşı desteklemeyenlerin ele geçecek ganimetlerin paylaşılması esnasında da sürece dâhil edilmeyeceklerini dile getirmesi Saddam Hüseyin sonrası dönemde petrol anlaşmalarının devamlılığıyla ve bu 463 Raphael and Stokes, “Energy Security”, 316. 464 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 391. 465 Faisal Islam, “Iraq nets handsome profit by dumping dollar for euro”, The Guardian, 16 Şubat 2003, erişim 12 Nisan 2023. https://www.theguardian.com/business/2003/feb/16/iraq.theeuro. 110 gazın paylaşımıyla ilgili ABD, Rusya ve Fransa’nın sürdürdüğü pazarlıklara dikkat 466 çekmektedir. 2002’de ABD yönetimi uluslararası meşruiyeti sorunlu hale gelen yaptırımların devamlılığından yana olmasına karşın birçok devlet Irak ile ticari ilişkilerine yönelik girişimleri sürdürmek istemektedir. Bu ikilemde ABD bir yandan Irak petrolünün uluslararası pazara kesintisiz bir şekilde aktarılmasını isterken, diğer yandan Saddam Hüseyin rejiminin ve ona destek veren diğer devletlerin bir kazanım elde etmemesini istemiştir. Bu doğrultuda Irak’ta rejim değişikliğinin bir çıkış olarak değerlendirilmesi neticesinde ABD açısından rakip olarak değerlendirilen bir devletin ekonomisine 467 herhangi bir katkı sunmadan da petrol arzının arttırılması hedeflenmiştir. Ancak George Bush Mart 2001’de iç politikanın temel unsurlarını yönetmesi gerektiğini 468 söylediği enerji güvenliği için “dış politikamızın bir önceliği” ifadesini kullanmıştır. Dolayısıyla savaş sürecinde petrol ön plana çıkarılmamış olsa da savaşa giden süreçte petrolün güvenliğinin ön planda tutulması söz konusu olmuştur. George Bush, ABD Başkanı olarak göreve gelmesinin hemen ardından da ABD dış politikasının önceliğinin enerji güvenliğinin sağlanması olduğunu açıklamıştır. Bu doğrultuda Cheney’de enerji güvenliğinin sağlanmasına dönük politikaların belirlenmesi amacıyla “Ulusal Enerji Politikasını Geliştirme Grubu’nun” 469 oluşturulmasını sağlamıştır. Mayıs 2001’de Ulusal Enerji Politikasını Geliştirme Grubu tarafından George Bush’a enerji güvenliğinin sağlanması konusunda ulusal anlamda alınması gereken önerilerin olduğu bir rapor sunulmuştur. Belirtilen raporda yüksek petrol fiyatlarının ABD ekonomisine etkileri, petrolün güvenli aktarımının sağlanması gibi konular üzerinde durularak Amerikan enerji güvenliğinin sağlanması için bazı politikalar önerilmiş ve ABD yönetiminin olası risklerin etkisini azaltması için 470 bazı girişimlerde bulunmasının bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir. 466 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 391-392. 467 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 392. 468 Michael T. Klare, “Energy Security”, Security Studies: An Introduction, ed. Paul D. Williams (Oxon: Routledge, 2008), 483-484. 469 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 363. 470 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 363-364. 111 George Bush 11 Eylül’ün akabinde terörle savaşı derhal hareket edilmesi gereken bir gündem hâline getirmesinin ardından petrol rezervi bulunan devletlere yönelmiştir. Bu anlamda Basra Körfezi’nde bulunan devletleri ABD ile irtibatta kalmaya ve uyum içinde olmaya zorlarken Suudi Arabistan gibi zengin petrol rezervlerine sahip diğer bölge devletleri üzerinde kurduğu baskıyı artırmıştır. Diğer yandan ise terörle savaş çerçevesinde petrol rezervleri bakımından elverişli konumu ile Irak rejiminin uluslararası kamuoyunun aksi yönde görüşüne ve baskısına rağmen güç kullanarak 471 değiştirilmesi yönünde ciddi bir eğilim söz konusu olmuştur. Bazı uzmanlar süreci farklı şekilde değerlendirmiş ve işgalin petrolle ilişkisini ABD’nin bazı amaçlarına vurgu yaparak ortaya koymuşlardır. Bu noktada dikkat çeken ifadeler ABD yönetiminin Irak’ın petrol alanları üzerinde doğrudan kontrol sağlamaya çalıştığı ve bu alanlara Amerikan petrol şirketlerinin erişimini kolaylaştırma amacıdır. Ayrıca petrolün ABD’nin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaması için ABD’nin dünya petrol rezervleri üzerinde daha genel bir kontrol sağlaması amacı önemli görülmüştür. Bu amaca dönük olarak Irak petrolü Orta Doğu’ya demokrasi getirmek ve bölgeyi ABD ve İsrail için daha güvenli hale getirmek için bir araç olarak değerlendirilmiştir. Son olarak, Irak petrolünü kontrol etmek OPEC’in petrol satışlarını euro cinsinden yürütmeye başlaması ve böylece doların dünya piyasalarındaki etkisinin azalması 472 tehdidini de ortadan kaldırmak amacı üzerine bir hamle olarak ifade edilmektedir. Esasında tek kutuplu sistemin tek kutbunu temsil etme iddiasında olan ABD’nin enerji güvenliğinin sağlanması dünyanın önemli petrol rezervleri üzerinde hakimiyet kurmasını gerektirmekteydi. Simon Bromley’e göre küresel bir aktör olma amacı güden ABD açısından ithal ettiği petrolün artan bir seyir izlemesi sıkıntılı bir duruma işaret ettiği için George Bush ulusal enerji güvenliğinin sağlanmasına öncelik vermiştir. Bromley ayrıca 11 Eylül’ün akabinde dış politika stratejisi saldırgan bir seyir izleyen ABD’nin terör savaşı ve Irak işgali de esasında küresel rekabetin şiddetlendiği bölgelerde meydana gelmesi bakımından ABD’nin uluslararası sistemde başat aktör 473 olmak istemesi amacına hizmet etmiştir. 471 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 359-360. 472 John S. Duffield, “Oil and the Decision to Invade Iraq”, Why Did the United States Invade Iraq?, ed. Jane K. Cramer and A. Trevor Thrall (Oxon: Routledge, 2012), 147-148. 473 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 366. 112 Öte yandan Michael Klare ise ABD’nin askeri eylemleri hususunda önemli bir rolde olan petrol konusunun dış politika stratejisindeki etkisini sadece petrol tüketiminin artması ve bununla ilişkili şekilde gelişen ulusal enerji güvenliğinin sağlanması değil; yeni yüzyılda ABD’nin küresel bir aktör olmasını sağlayacak belirleyici bir konu ve ABD yönetimi tarafından öncelikli bir hedef şeklinde değerlendirmiştir. Dolayısıyla 11 Eylül sonrası gündeme getirilen tehditlerin inşa edilmesindeki, devlet ve terör gruplarına karşı tek taraflı müdahalelere girişilmesindeki temel meselenin belirtilen aktörlerin ABD’nin enerji güvenliği açısından oluşturduğu tehdit olduğu ifade 474 edilebilir. 2003’de CENTCOM Komutanı olarak görev yapan John Abizaid, “Elbette mesele 475 petrolle ilgilidir, bunu inkar edemeyiz” demiştir. Dolayısıyla işgalin alt yapısında petrol algısının olduğunu göz ardı etmemek ve güvenlikleştirme sürecinde petrol algısının rolünün işgalin petrolden ayrı olarak gelişmediğini gösterdiğine dikkat çekmek gerekir. Sonuç olarak Irak’ın işgali ile bölgedeki enerji kaynaklarının net bir biçimde ABD’nin askeri gücünün hedefinde olması ve bu kaynaklar üzerindeki baskının belirgin şekilde arttırılması söz konusu olmuştur. Öyle ki ABD yönetimi Saddam Hüseyin rejiminin ortadan kaldırılması ile bölgedeki petrolün kontrolü arasında bir bağlantı kurmuştur. İşgal ile birlikte ABD’nin petrole yönelik çıkarlarının gerektirmesi halinde bölgede rejim değişikliklerini beraberinde getirebileceği sinyali verilmiştir. Çin, Rusya ve Fransa gibi devletlerin bölgedeki etkilerinin göz ardı edilebileceği ve petrole güvenli 476 erişimin ABD’nin hayati çıkarları bağlamında değerlendirildiği vurgulanmıştır. 2. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Analizi Bu bölümde Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın işgaline kadar geçen süreç, zorlayıcı diplomasi kavramı üzerinden analiz edilmiştir. Burada ABD’nin ortaya koyduğu taleplerine uyulmasının sağlanması ve BM’nin aldığı kararların kabul ettirilmesi amacıyla zorlayıcı diplomasinin uygulandığı bir süreç ele alınmıştır. Konunun daha iyi 474 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 368. 475 Matthieu Auzanneau, Oil, Power, and War: A Dark History (Vermont: Chelsea Green Publishing, 2018), 611. 476 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 401-402. 113 aktarılması adına mevzu bahis süreçte görevde bulunan ABD başkanlarının izlediği polikalar ayrı ayrı çözümlenmiş olup süreç tehdit ve sınırlı güç kullanımı ile bağlamsal değişkenler üzerinden analiz edilmeye çalışılmıştır. Körfez Savaşı’nın akabinde ABD-Irak ilişkilerinde bir normalleşme yaşanmamış tam aksine ABD’nin Saddam Hüseyin rejimi ile ilgili sorunlar üzerinden bir güvenlikleştirme politikası izlediği görülmüştür. Söz konusu işgal ile sonuçlanacak olan süreçte, sorunların çözümü için kaba güç kullanımından ziyade öncelikle zorlayıcı diplomasinin kullanılması tercih edilmiştir. Bu minvalde Irak’a yönelik yaptırımların uygulanması ve sınırlı güç kullanımına başvurulması söz konusu olmuştur. Bu sayede 477 rejimin sınırlandırılması, denetlenmesi ve taleplere uyması sağlanmaya çalışılmıştır. Zorlayıcı diplomasinin rakibin giriştiği bir eylemi durdurma, gerçekleştirdiği bir eylemi tersine çevirme ya da rejim değişikliği şeklinde savunmaya dayalı üç hedefi olduğu daha önceki bölümde ele alınmıştır. Irak’ın işgaline giden süreçte de ortaya konan hedefler arasında rejim değişikliğinin sağlanması önemli bir yer tutmuştur. Ancak bu hedef, sürecin kaba güç kullanımı ile sonuçlanmasını beraberinde getirmiştir. Nihayetinde ABD tarafından verilen ültimatoma uyulmadığından süreç işgal ile sona ermiş, bu durumda da maalesef zorlayıcı diplomasi yine başarısız olmuştur. Kuveyt’in işgalinin ardından geçen on üç yıllık süreç boyunca ABD yönetimi tarafından Irak’a yönelik tehditler ve sınırlı güç kullanımı ile zorlayıcı diplomasi stratejisi kullanılmıştır. Ancak nihayetinde strateji başarısız olsa da bu süreçte gerek Irak’ın bölgedeki devletlere yönelik ciddi bir saldırısının olmaması ve kitle imha silahları programına ilişkin önemli kazanımlar elde etmemesi zorlayıcı diplomasinin bir başarısı 478 olarak değerlendirilebilir. 2.1. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Uygulanması: 1991-1993 Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin hegemonyasına karşı çıkan, küreselleşme gelişmelerinin önceliklerini reddeden, İsrail’e tehdit oluşturan ve önemli petrol 477 Colin L. Powell, “Press Briefing Abroad Aircraft En Route to Cairo, Egypt”, U.S. Department of State, 23 Şubat 2001. 478 Jon B. Alterman, “Coercive Diplomacy against Iraq, 1990–98”, The United States and Coercive Diplomacy, ed. Robert J. Art and Patrick M. Cronin (Washington, D.C.: United States Institute of Peace Press, 2003), 275. 114 rezervlerine sahip olan Irak, ABD’nin çevreleme politikasının etkisi altında olmuştur. Bu kapsamda uçuşa yasak bölge ilanları, silah denetimleri, ekonomik kısıtlamalar ve petrol ambargosu uygulanmıştır. Ayrıca daha ziyade George Herbert Bush ve Bill Clinton yönetimlerinde uygulanan bu politika ile Kuzey Irak’ta bulunan Kürtler, sürgünde olan muhalifler ve Şiiler desteklenerek Saddam Hüseyin’in etki alanı kısıtlanmıştır. George Bush yönetiminde ise 11 Eylül saldırılarından sonra Saddam 479 Hüseyin rejimini devirmek için somut adımlar atılması tercih edilmiştir. Körfez Savaşı’nın ardından 3 Nisan 1991 tarihinde alınan ve yapılan ateşkesin koşullarının belirlendiği 687 sayılı karar ile Irak ve Kuveyt sınırına BM barış gücü konuşlandırılarak askeri unsurlardan arındırılmış bir bölge oluşturulması amaçlanmıştır. Bu denetimin sağlanması için UNSCOM ve IAEA görevlendirilmiştir. Karar ile Irak’ın kitle imha silahlarının ve balistik füzelerinin denetimi ve imhası hedeflenmiştir. Ayrıca savaş tazminatı olarak petrolden elde edilen gelirlerin önemli bir bölümünün alınmasına 480 karar verilmiştir. Böylece Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın işgalinin gerçekleştiği 2003’e kadar Irak’a yönelik zorlayıcı diplomasi stratejisinin uygulandığı bir döneme girilmiştir. Bahse konu karar ile Irak’ın elindeki belirtilen silahlarının imhası hususunda BM barış gücü ile işbirliği yapması durumunda ekonomik yaptırımların kaldırılması ile ödüllendirileceğini içeren bir işbirliğine işaret edilmiştir. Burada BM Güvenlik Konseyi’nin zorlayıcı diplomasiyi tehditler ve teşvikler ile kullanmaya yönelik tutumuna karşın, Nisan 1991’de George Herbert Bush, BM yaptırımlarının amacının silahsızlanmanın sağlanması değil rejim değişikliğinin gerçekleştirilmesi olduğunu açıkça ifade etmesi ve 16 Nisan’da Saddam Hüseyin’in Irak’tan çıkana kadar ekonomik yaptırımların uygulanmasına devam edeceğini bildirmesi ABD’nin stratejisinde 481 tehditler üzerinde ilerleyeceğini ortaya koyar nitelikte olmuştur. Körfez Savaşı’nın ardından George Herbert Bush’un bölge halkının “meseleleri kendi eline almaları” yönündeki söyleminin de etkisiyle Irak’ın kuzeyindeki Kürt ve güneyindeki Şii bölgelerinde ayaklanmalar başlamıştır. Bu süreçte Saddam Hüseyin’in 479 Salihi, Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci, 193. 480 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2 (Bursa: Alfa Aktüel Yayınları, 2017), 356. 481 Liam Anderson and Gareth Stansfield, The Future of Iraq: Dictatorship, Democracy, or Division? (New York: Palgrave Macmillan, 2004), 91. 115 ayaklanma girişimlerini bastırmaya çalışması karşısında uluslararası toplum tıpkı Halepçe katliamında yapıldığı gibi tekrardan kimyasal silah kullanılmasından endişe etmiştir. Türkiye’nin girişimleri ve bu minavalde Turgut Özal ile George Herbert Bush’un yürüttükleri telefon diplomasisinin de sonuç vermesiyle 5 Nisan’da alınan 688 sayılı karar ile bölgeden gönderilen Kürtlerin güven içinde eski pozisyonlarına geri dönmelerinin sağlanması ve bu sivil halka yönelik yardımların yapılması üzerinde durulmuştur. Böylece bölgede yardım ve kurtarma operasyonları ile sınırlandırılmış Huzur Operasyonu’nun ilk aşaması mültecilerin Irak’a geri döndürülmesinin sağlanması 482 amacıyla harekete geçirilmiştir. Alınan bu kararın Irak’ın uluslararası hukuk açısından egemenlik haklarını sınırlandırdığı söylenmelidir. Karar, Irak’a karşı BM Şartı’nın VII. Bölümü uyarınca askeri güç kullanılması dâhil zorlayıcı önlemlerin alınmasını öngörmese de zorlayıcı önlemlerin saldırı amacından ziyade zorlayıcı diplomasi kapsamında değerlendirilen 483 savunma amacına dönük olarak kullanılmasının önünü açtığı belirtilebilir. George Herbert Bush, 10 Nisan’da Irak’ın yardım ve kurtarma operasyonları dâhilindeki Kuzey Irak’ta asker bulundurmaması, 36. paralelin kuzeyinde uçuş yapmaması hususunda Irak’ı uyarmıştır. Dolayısıyla ABD, belirtilen bölgede Irak’ın askeri operasyonlar yürütmemesinin ve uçuş gerçekleştirmemesinin zorunlu hâle geldiğini belirtmiştir. Kuzey Irak’ta belirlenmiş alana daha ziyade ABD, İngiltere ve Fransa’nın destek verdiği koalisyon güçleri 16.000 asker konuşlandırmıştır. Akabinde 484 mayıs ayında on bir devletin desteği ile bu sayı 20.000’e çıkarılmıştır. Bu durum bir yandan güvenlikleştirme sürecini derinleştirirken diğer yandan bu yıllarda zorlayıcı diplomasinin başarılı bir şekilde uygulanması için uluslararası desteğin alınması koşulunun sağlandığını göstermiştir. Irak’ta yürülüecek insani yardım uygulamalarının kolaylaştırılması için yürütülen operasyunun 16 Temmuz 1991 tarihinde sona ermesinin ardından, kuzeyde güvenli bölge oluşturulması ve buranın Irak askeri unsurlarından arındırılması kapsamında yürütülen operasyon ilk önce 31 Aralık 1996 tarihine kadar süren Huzur Operasyonu-II 482 Ömer Göksel İşyar, Türk Dış Politikası: Sorunlar ve Süreçler (Bursa: Dora Yay., 2017), 178. 483 Kamuran Reçber, “Türkiye'nin Irak’ın Kuzeyi’nde Sınır Ötesi Operasyon ve Sıcak Takip Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika 3, no. 9 (2007): 23. 484 Reçber, “Türkiye'nin Irak’ın Kuzeyi’nde Sınır Ötesi Operasyon ve Sıcak Takip Hakkı”, 22-23. 116 yani Çekiç Güç devam ettirilmiştir. Akabinde bahse konu operasyon, Irak’ın BM’nin taleplerine uymasının sağlanması ve saldırı amacında olmayan keşif yapma ve önleme uçuşlarının düzenlenmesi için 1 Ocak 1997 tarihinden itibaren Türkiye’nin kararı neticesinde Kuzey Keşif Operasyonu yani Keşif Güç ile devam ettirilmiştir. Bu çerçevede oluşturulan yapı, bölgedeki sivillerin Saddam Hüseyin rejiminden korunması 485 adına önemli bir unsur olarak görülmüştür. Burada Saddam Hüseyin rejiminin Irak halkının varlığına yönelik bir tehdit olduğunun ortaya konulması yani Irak halkının bir referans nesnesi olarak sunulması, tehdit ve sınırlı güç kullanımı için uygun ortamı yaratmıştır. Öte yandan operasyonların yanı sıra, ateşkes koşullarına uygun şekilde silah kontrol denetim faaliyetleri de yürütülmüştür. Özellikle ilk aylarda Irak’ın denetçileri engelleme faaliyetleri zorlayıcı taraf olan ABD öncülüğündeki koalisyonun güç kullanma 486 tehdidinin ardından Irak’ın geri adım atmasıyla sonuçlanmıştır. George Herbert Bush yönetiminin son zamanlarında ise Irak’ta gerilim artmıştır. Ocak 1993’te Irak’ın füzelerini güneyde oluşturulan uçuşa yasak bölgeye taşıması, UNSCOM heyetinin denetimlerini yapmak için sadece Irak’a ait uçaklarla seyahat edebileceklerini savunması ve Kuveyt-Irak askeri birlikleri arasında çatışmalar yaşandığı haberlerinin gelmesi üzerine koalisyon güçleri Saddam Hüseyin’in denetimleri engelleme girişimlerini bertaraf etmek ve süreci tersine çevirmek için sınırlı askeri güç 487 kullanmıştır. Bu süreçte uluslararası desteğin sağlanması, taleplerin açık olması 488 Irak’ın başlattığı eylemleri tersine çevirmede genel anlamda etkili olmuştur. 2.2. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Uygulanması: 1993-2000 Ocak 1993’te iktidara gelen Bill Clinton, ABD’nin Irak politikasını nasıl şekillendireceği ve Saddam Hüseyin rejimini nasıl konumlandıracağı konuları üzerinden yürütülen tartışmaların muhatabı olmuştur. Bu çerçevede Clinton yönetimi Irak’ı ABD’nin hayati çıkarları bağlamında öncelikli bir dış politika konusu olarak ele 485 İşyar, Türk Dış Politikası: Sorunlar ve Süreçler,178. 486 Alterman, “Coercive Diplomacy against Iraq, 1990–98”, 284-285. 487 BM Güvenlik Konseyin’de 11 Ekim 1991 tarihinde alınan 715 sayılı karar ile BM heyetinin yetki alanları genişletilmiş ve heyete gerekmesi halinde güç kullanma yetkisi verilmiştir. Bkz. Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2, 371-372. 488 Alterman, “Coercive Diplomacy against Iraq, 1990–98”, 284-285. 117 almaktan uzak bir strateji benimsemiştir. Orta Doğu’da barışın destekçisi olduğunu vurgulayan Clinton yönetiminin benimsediği strateji, Irak’ın çevrelenmesine yönelik bir politika olmuştur. Bu durum zorlayıcı diplomasinin uygulanması için uygun bir politika benimsendiğine işaret etmiştir. Esasında çevreleme stratejisi ile ABD, bir yandan zorlayıcı diplomasinin tehdit temelli ayağı olan ekonomik yaptırımlar, silahların denetlenmesi, uçuşa yasak bölgelerin ilan edilmesi gibi süreçleri kontrol altında tutarken diğer yandan da bölgeye askeri unsurlarını konuşlandırarak zorlayıcı diplomasinin diğer ayağına uygulama alanı yaratmıştır. Böylece ABD hava, deniz ve kara unsurlarından oluşan askeri gücü ile inandırıcılığını artırmak istemiştir. Clinton yönetimi Irak’ın BM Güvenlik Konseyi’nde alınan kararlara, özellikle de kitle imha silahları programının sona erdirilmesi kararlarına, uymasını sağlama konusunda bir rol üstlenmiştir. Bu çerçevede Saddam Hüseyin rejiminin askeri gücünün yeniden tesisi engellenerek Irak’ın bir savaş planı yapmaması ya da bir savaşa ve bir işgale girişmemesi hedeflenmiştir. Dolayısıyla başlangıçta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi gibi bir hedef belirlenmediği söylenmelidir. Yaptırımlar ve sınırlı güç kullanımı ile Saddam Hüseyin’in hem bölgesel hem de küresel istikrarı tehdit etmesinin 489 önlenmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Öte yandan 1995’te geliştirilen ve Orta Doğu’daki dönüşümün ılımlı İslamla mümkün olabileceğini iddia eden bir proje olan Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) bu dönemde 490 ortaya atılmıştır. Öyle ki projenin hedefleri doğrultusunda ABD, zorlayıcı diplomasi stratejisini kullanarak bölgedeki rejimlerin restore edilmesinin sağlanmasını hedeflemiştir. Bu sayede uzun vadede ABD’nin ulusal çıkarlarına aykırı olan devletlerin güçlerinin sınırlandırılması, rejim değişikliklerinin yapılması ve neoliberal piyasa ekonomisi anlayışı üzerinden bölgedeki nüfus alanının arttırılması hedeflenmiştir. 489 Pollack, The Threatening Storm: The Case for Invading Iraq, xiv. 490 ABD Ulusal Stratejik İncelemeler Enstitüsü tarafından, Büyük Orta Doğu Projesi’nin hedefleri şu şekilde belirlenmiştir: (1) uygun fiyatlı petrolün kesintisiz akışının muhafaza edilmesi, (2)İsrail’in güvenliğinin sağlanması, (3)bölgesel dengenin ABD’nin çıkarlarına uygun olması, (4) kitle imha silahlarının denetlenmesi, (5) terör ile mücadele edilmesi, (6)demokrasinin geliştirilmesi, insan haklarının korunması ve çevre devletlerde istikrarın sağlanması. bkz: Yılmaz, Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek, 197. 118 Projenin, ABD için zorlayıcı diplomasi stratejisinin uygulanmasına yönelik bir fırsat 491 sunması önemlidir. 1997’ye gelindiğinde UNSCOM’un denetim faaliyetlerine yönelik BM ile Irak arasında ara ara yaşanan sorunlara bir yenisi eklenmiştir. Bu krizin akabinde BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Irak ile UNSCOM arasındaki sorunları yatıştırmak amacıyla Irak’a gitmesinin ardından Irak’ın alınan BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymayı teyit ettiğine ve UNSCOM’un ülkedeki şüpheli bölgelere tam erişim izninin olmasını taahhüt 492 ettiğine dair bir mutabakat metni üzerinde anlaştıklarını ifade etmesi ve 2 Mart’ta bu anlaşmanın BM Güvenlik Konseyi’nde 1154 sayılı karar ile kabul edilmesi neticesinde UNSCOM heyetinin görevine geri dönmesi söz konusu olmuş ve kriz süreci bir kez 493 daha sonlanmıştır. Ancak bu kriz gelinen noktada BM tarafından Irak’ın taleplere uymasının sağlanması için sınırlı güç kullanımından ziyade işbirliğinin tercih edilmesi, güç kullanımının uluslararası düzeyde engellenmesine işaret etmesi açısından önemlidir. Öyle ki koalisyon güçlerinin eğilimi, Irak ile ilişkilerin tesis edilmesine dönük olarak ilerlemiştir. Öte yandan 23 Temmuz 1998 tarihinde UNSCOM’un, 27 Temmuz 1998 tarihinde ise IAEA’nın, BM Güvenlik Konseyi’ne sundukları belgelerde Irak’ın kitle imha silahlarının üretilmesine yönelik raporları gizlediği anlaşılmıştır. Öyle ki UNSCOM belgelerinde savaş başlıklarının bazı parçalarına rastlandığı, sarin gazından güçlü olduğu bilinen VX sinir gazı içeren savaş başlığı takılı füzelerin yanı sıra bu gazın üretimine dair girişimin olduğu iddia edilmiştir. Bunun üzerine Irak ile UNSCOM arasında süren kriz sürecinin ardından Saddam Hüseyin 5 Ağustos 1998 tarihinde işbirliğine devam etmeyeceğini açıklamış akabinde 31 Ekim’de benzer bir süreç daha 494 yaşanmıştır. ABD savaş uçaklarının 14 Kasım’da Irak’ı bombalamak üzere havalanması Irak’ın, UNSCOM heyetinin geri dönebileceğini ve işbirliği sürecinin işleyeceğini 491 Yılmaz, Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek, 197-198. 492 Alterman, “Coercive Diplomacy against Iraq, 1990–98, 288. 493 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2, 375. 494 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2, 375-376. 119 vurgulamasını beraberinde getirmiştir. Bu durum ABD’nin kararlı pozisyonunu ortaya koyması açısından önemli olmuştur. Neticede 18 Kasım’da UNSCOM faaliyetlerine devam etmiştir. Ancak Irak’ın işbirliğine uymaması halinde ABD ve müttefiklerinin Irak’a yönelik askeri güç kullanacağı tehdidinde bulunulmuştur. Öyle ki ABD ve İngiltere 1999’da da yıl boyunca Irak’ı zaman zaman havadan bombalamaya devam 495 etmişlerdir. Süreç bu şekilde devam ederken kamuoyunda ABD’nin Irak’a yönelik 496 bir müdahaleyi ne zaman gerçekleştireceğine dair tartışmalar yaşanmıştır. 16 Aralık 1998 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin herhangi bir kararına dayandırılmadan Çöl Tilkisi Operasyonu gerçekleştirilmiştir. Operasyon, Irak’ın çevrelenmesine yönelik uluslararası desteğin azalmasına ve silah denetimlerinin sona ermesini neden olmuştur. Bu açıdan bakıldığında Saddam Hüseyin, taleplere uymamamın kendi çıkarına olduğunu, ABD’nin girişeceği bir saldırıya karşı koyabileceğini algılamıştır. Ayrıca bir saldırı durumunun Irak’a uluslararası destek 497 sağlayabileceğini değerlendirmiştir. Çöl Tilkisi Operasyonu’nun ardından uluslararası toplum ABD’ye karşı hızla tepki göstermiştir. Rusya, gerçekleştirilen saldırının uluslararası hukuka uygun olmadığını açıklamış, ABD ve İngiltere’deki büyükelçilerini geri çağırmıştır. Fransa, Güney Irak’ta uçuşa yasak bölgede konuşlandırdığı uçaklarını geri çekmiş, Çin ise süreci kınamıştır. Üslerini ABD ve İngiltere’nin kullanımına açan Suudi Arabistan’dan farklı olarak 498 bölge devletlerinin genel eğilimi ise saldırıya karşı çıkılması şeklinde olmuştur. Dolayısıyla Körfez Savaşı ile oluşturulan çok taraflı uluslararası koalisyon dağılma sinyalleri vermiş, Irak’ın yalnızlaştırılması çabası beklenenin aksine bir seyir izlemiştir. Operasyon ile Irak-UNSCOM arasında yaşanan krizler bir anlamda ABD’nin çevreleme politikasının aşınmaya başladığını ortaya koyar nitelikte olmuştur. Bu noktada Fransa, Rusya ve Çin’in sürecin işlemesi için verdikleri desteği azaltma yoluna gitmeleri ve Irak 495 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih:1914-2014 (İstanbul: Der Yay., 2019), 627-628. 496 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2, 376. 497 Alterman, “Coercive Diplomacy against Iraq, 1990–98”, 290. 498 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2, 376-377. 120 ile işbirliğinden yana bir tavır benimsemeleri ABD’nin Irak politikasını gözden 499 geçirmesini gerektirmiştir. Bu doğrultuda ABD, bir politika değişikliği yapmayı gerekli görmüştür. Bu süreçte Irak hedeflerine yönelik yürüttüğü düşük yoğunluklu hava saldırılarını artırma yoluna gitmiştir. Bu anlamda baskıyı artıran ABD’nin sınırlı güç kullanımı çerçevesinde hava operasyonlarını artırması, Irak’ın ABD’nin gücü karşısında savunmasız olduğunu vurgular nitelikte olmuştur. Öte yandan Clinton yönetimi “rejim değişikliğini” Irak’a yönelik politikasının merkezi haline getirmiştir. Öyle ki ABD’de 1997’de kurulan ve imzalayanlar arasında ileride George Bush yönetiminde etkili isimlerden olacak olan Paul Wolfowitz ve Donald Rumsfeld’in de olduğu PNAC Ocak 1998’de Clinton’a Irak’ta rejim değişikliğini öngören açık bir mektup göndermiştir. Mektupta Irak’ı çevreleme politikasının işe yaramadığı belirtilmiş ve kabul edilebilir bir stratejinin Irak’ın hem elindeki kitle imha silahlarını kullanması olasılığının hem de bu silahları kullanma tehdidinde bulunması 500 olasılığının bertaraf edilmesi olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca Saddam Hüseyin’in “dünyadaki petrolün ciddi bir kısmı için tehdit” oluşturduğu dile getirilmiş ve Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi için çağrıda bulunulmuştur. Aynı zamanda diplomasinin açık bir şekilde başarısız olduğundan ve askeri müdahalede bulunulması hususunda 501 istekli olunması gerektiğinden bahsedilmiştir. Bu minvalde Irak’ta rejimin değişmesi gerektiği görüşüne bağlı olarak 1998’de Kongre’de Irak’ı Özgürleştirme Yasası (Iraq Liberation Act) kabul edilmiş ve Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin iktidardan uzaklaştırılması ve yerine demokratik bir 502 hükümetin getirilmesi amacıyla muhaliflerin desteklenmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla 1998’den sonra ABD politikasının öncelikli hedefi Saddam Hüseyin rejiminin ortadan kaldırması anlamında, Irak’ta “rejim değişikliğinin” sağlanması olmuştur. 499 Tim Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith and et al. (Oxford: Oxford University Press, 2008), 428. 500 Yuen Foong Khong, “Neoconservatism and the domestic sources of American foreign policy: The role of ideas in Operation Iraqi Freedom”, Foreign Policy: Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith and et al. (Oxford: Oxford University Press, 2016), 323. 501 Juhasz, The Bush Agenda: Invading the World, One Economy at a Time, 39. 502 Nur Çetinoğlu Harunoğlu, Düzen - Adalet İkileminde Türkiye’nin Dış Politikası ve ABD ile İlişkiler (İstanbul: Derin Yayınları, 2016), 169. 121 Neticede Kuveyt’in işgali ile birlikte ABD’nin benimsediği politikalar, 1998’de yasa üzerinden resmileşen bir süreci beraberinde getirmiştir. Bu minvalde ABD tarafından 2003’de gerçekleştirilen işgale kadar geçen süreçte terör ve kitle imha silahları üzerinden bir güvenlikleştirme sürecine girişilerek, kaba güç kullanımına başvurulmasına zemin hazırlandığı ifade edilebilir. Dolayısıyla esasında rejim değişikliği hedefinin zorlayıcı diplomasi stratejisi kullanılarak başarıya ulaşması beklenen bir durum iken, bu hedef bu vakada işgale giden süreci beraberinde getirmiştir. 17 Aralık 1999 tarihinde alınan 1284 sayılı karar ile UNSCOM’un yerine Irak’ta denetim faaliyetlerinin yürütülmesi için UNMOVIC’in görevlendirildiği açıklanmıştır. Faaliyetlerin, IAEA ile birlikte yürütülmesini öngören karar ile bölgede kitle imha 503 silahları dâhil genel bir silahsızlanmaya gidilmesi üzerinde durulmuştur. Aynı 504 zamanda karar ile Irak’ın gıda karşılığı petrol satışının belirlenen kota üzerinden yapılmasına yönelik kısıtlamalar kaldırılmıştır. Burada dikkat çeken Saddam Hüseyin’in ambargonun kaldırılması sürecinde Fransa ve Rusya’ya bazı ekonomik teşvikler 505 sunması olmuştur. Bu bağlamda Saddam Hüseyin hem ambargonun kaldırılmaması durumunda bu devletler ile kurduğu diplomatik ve ekonomik ilişkileri sonlandırma tehdidinde bulunmuş hem de kaldırılması durumunda bu devletlere ticari ayrıcalıklar 506 tanıyacağını ifade etmiştir. Gelinen noktada Irak’a uygulanan yaptırımlar bir sorun olarak değerlendirilmiştir. Bir yandan Irak’a yönelik uygulanan yaptırımlardan sivil halkın da orantısız bir şekilde etkilenmesi konusu uluslararası toplumun gündeminde görünür hale gelmiştir. İnsan hakları ihlallerinin söz konusu olması, medyaya yansıyan dramatik görüntülerle pekiştirilmiştir. Bu durum uluslararası toplumun yönünü “insani yıkım silahları” olarak kullanılan yaptırımların ahlak dışılığına, dolayısıyla yaptırım uygulayan devletler aleyhine artan bir eleştiriye döndürmüştür. Aynı zamanda Fransa, Rusya ve Çin’in Irak 503 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2, 377 504 14 Nisan 1995 tarihinde, Irak’ın taleplere uymasını ve yaptırımların devamlılığını öngören 986 sayılı karar kapsamında yalnız gıda alımı için Irak’ın Aralık 1996’dan başlayarak gelecek altı aylık süreçte 2 milyar dolarlık petrolünü satması hususunda anlaşmaya varılmıştır. Gıda karşılığı petrol programı kapsamında Irak, sürecin sonlandığı14 Şubat 2003 tarihine değin aşağı yukarı 3.3 milyar varil petrol satma fırsatı bulmuştur. bkz. Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2, 340-341. 505 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 340. 506 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 384-385. 122 ile ekonomik ilişkilerin kurulmasını ön plana almasıyla da yaptırımların etkisi azalmaya 507 başlamıştır. Ancak alternatif bir strateji geliştirilmeden uygulanan yaptırımlardan vazgeçilmesi tercih edilmemiştir. Bu durumun gerek Saddam Hüseyin’in diplomatik zafer kazandığı anlamını taşımasından çekinilmiş gerekse Saddam Hüseyin’i kitle imha silahları üretme ve elde etmeye teşvik edeceği düşünülmüştür. 11 Eylül saldırılarının ardından ise strateji Saddam Hüseyin rejiminin iktidarına son verme ve işgalin gerçekleştirilmesi 508 hedefine dönüşmüştür. 2.3. Zorlayıcı Diplomasi Stratejisinin Uygulanması: 2000-2003 ABD yönetimi, Körfez Savaşı sürecinde Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasından sonra Saddam Hüseyin’i iktidardan uzaklaştırmak için belli hesapları göz önünde bulundurarak harekete geçmemiştir. Ancak Kuveyt’in işgalinden Irak’ın işgaline kadar geçen süreçte Saddam Hüseyin önemli bir sorun olarak değerlendirilmiştir. Öte yandan Irak, kitle imha silahları ürettiği yönündeki algıları güçlendirdiği eylemi neticesinde 1998’de BM heyetini ülkeden göndermiştir. Bu durum bazıları açısından Irak’ta askeri güç kullanılarak rejim değişikliğini gerektirecek bir hareket olarak değerlendirilse de George Bush bunu yeterli görmemiş, bir itici gücün olması gerektiği fikrinde olmuştur. 509 11 Eylül saldırıları ise bu uygun ortamı yaratmıştır. George Bush, görev süresinin ilk dokuz ayında Irak’a yönelik nasıl bir politika izleneceğine dair kararsız bir görüntü vermiştir. Başlangıçta George Bush’un dış politikada öncelikleri ile Saddam Hüseyin rejiminin ortadan kaldırılmasını gerektirecek politika arasında bir orta yolun bulunamaması söz konusu olmuştur. Nihayetinde Colin Powell’in etkisiyle geliştirilen ve çevreleme politikasının bir uzantısı olarak değerlendirilebilen, “akıllı yaptırımlar” fikri ön plana çıkarılmıştır. Bu yolla bir yandan Irak’a yönelik gıda ve ilaç yardımlarına ilişkin kısıtlamaların yumuşatılması diğer 507 Michael Mastanduno, “Economic Statecraft”, Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith and et al. (Oxford: Oxford University Press, 2016), 230. 508 Elisabetta Brighi and Christopher Hill, “Implementation and behaviour”, Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith and et al. (Oxford: Oxford University Press, 2016), 164. 509 Khong, “Neoconservatism and the domestic sources of American foreign policy: The role of ideas in Operation Iraqi Freedom”, 324-325. 123 yandan da Irak’ın ambargo koşullarına uymasının sağlanması ve kaçakçılığın 510 engellenmesi üzerinde durulmuştur. ABD bu süreçte bazı tavizler vermiştir. Öyle ki Gıda Karşılığı Petrol Programı kapsamında Irak, Eylül 2000’de petrol satışını euro üzerinden yapacağını açıklamış ve biriken paranın Irak Merkez Bankası’na yönlendirilmesini talep etmiştir. Saddam Hüseyin’in bu konuda geri adım atmaması ve diğer devletlerin de desteğini alması neticesinde dolardan euroya geçiş için geri adımı ABD yönetimi atmıştır. Saddam Hüseyin’in “düşmanın parasını daha fazla desteklememek” şeklinde ifade ettiği bu süreç, ABD açısından uzun vadede doların kullanım alanını tehdit eden bir nitelikte 511 olmuştur. Öte yandan ABD, 2000’in başında bir yandan Irak’a uygulanan yaptırımların başarısızlığı üzerinde dururken, diğer yandan Fransa, Rusya ve Çin’in yaptırımlara rağmen Saddam Hüseyin rejimi ile ticari ilişkilerini artırma çabası içinde olmasını 512 eleştirmiştir. Saddam Hüseyin rejiminin Fransa, Rusya ve Çin’e ülkesinin petrol alanlarının incelenmesi ve kullanılması için birtakım ayrıcalıklar tanıması ABD 513 yönetimi açısından Irak’ın denetlenmesini de sorunlu hale getirmiştir. 15 Ocak 2001 tarihinde Irak’ın BM heyetinin Irak’a girmesine izin vermeyeceğini açıklamasının ardından 16 Şubat’ta Amerikan ve İngiliz savaş uçakları Bağdat ve Bağdat’ın çevresini bombalamaya başlamışlardır. 3 Haziran’da ise Irak petrol ihracatının yanı sıra Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı ile petrol taşınımını durdurduğunu açıklamıştır. Bu hamlesi ile Irak’ın, petrolü karşı bir baskı aracı olarak kullanmaya çalıştığı ifade edilebilir. Öte yandan Irak’ın bölgesel destek bulma noktasında da lehine gelişen bir tablo ortaya çıkmıştır. Öyle ki İran-Irak Savaşı’nda benimsenen politikalar nedeniyle ilişkilerini askıya alan Irak ve Suriye, 21 yıllık aradan 514 sonra, 12 Ağustos 2001 tarihinde “yakınlaşma ve dostluk” sürecini başlatmışlardır. ABD ise 11 Eylül saldırılarının ardından bariz bir politika değişikliğine gitmiştir. Mevzu bahis saldırılar ile birlikte Irak’ta rejim değişikliği fikri ivme kazanmış ve ABD 510 Pollack, The Threatening Storm: The Case for Invading Iraq, 104-106. 511 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 344. 512 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 388. 513 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 344. 514 Uçarol, Siyasi Tarih:1914-2014, 628. 124 yönetiminin etkili isimlerinin gündemine girmiştir. Rejim değişikliği konusu geniş bir pencereden terörle mücadelenin bir parçası olarak ele alınmaya başlanmıştır. Nitekim aynı hafta Rumsfeld ve Wolfowitz’in Afganistan ile birlikte Irak’ın da öncelikli hedef olması gerektiği ve Irak’a karşı askeri harekâtın başlatılması gerektiği fikrini 515 paylaşmaları bu duruma işaret eder nitelikte olmuştur. Kasım 2001’de George Bush, Rumsfeld’den bu devlete karşı savaş planları konusunu 516 ele almasını istemiştir. Aynı ay içinde George Bush, terörle savaş kapsamında Irak’tan elinde bulundurduğu kitle imha silahlarını BM heyetine açmasını istemiştir. Bu söylemi ile Bush, ABD’nin Afganistan’dan sonraki hedefinin Irak olduğunu ve Irak’a 517 karşı yeniden askeri güç kullanma yoluna gideceğini açıkça ortaya koymuştur. Bu konuda harekete geçen ABD, BM Güvenlik Konseyi’ni de bu devlete askeri bir strateji yürütülmesi hususunda ikna etmeye çalışmıştır. Bu minvalde ABD yönetiminin Irak’ı kitle imha silahları ve terörizmle ilişkili olan bir haydut devlet olarak öne sürmesi ve Irak’ın kitle imha silahları programının durdurulmasına yönelik girişimleri, rejim değişikliği hedefinin gerçekleştirilmesi için kaba güç kullanımına başvurulmasının gerekli olduğuna işaret etmiştir. Diplomasi yerine askeri güç kullanma eğiliminde olan 518 George Bush bu durumu terörle savaş söylemi üzerinden güvenlikleştirerek meşrulaştırma yoluna gitmiştir. Ancak ABD’nin Saddam Hüseyin rejimini devrilmesi gereken bir hedef olarak ortaya koymasına rağmen Saddam Hüseyin; Fransa, Rusya, Çin ve petrol şirketlerine imtiyazlar verme yönünündeki girişimlerini başarıyla devam 519 ettirmiştir. Zorlayıcı diplomasi üzerinden süreç değerlendirildiğinde, Saddam Hüseyin rejiminin değişmesini talep eden ABD tarafından kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi, terör ile bağlantıların sona erdirilmesi, başta İsrail olmak üzere bölge devletlerine yönelik algılanan tehditlerin bertaraf edilmesi ve bölgede demokrasilerin teşvik edilmesinin temel hedefler olarak belirlendiği ifade edilebilir. Dolayısıyla Irak’ın işgali öncesinde ABD’nin hedeflerinin çok olması ve net bir sınırının olmaması zorlayıcı 515 Thomas E. Ricks, Fiasco: The American Military Adventure in Iraq (New York: The Penguin Press, 2006), 30-31. 516 Bob Woodward, State of Denial: Bush at War, Part III (New York: Simon & Schuster, 2006), 81. 517 Uçarol, Siyasi Tarih:1914-2014, 629. 518 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 360. 519 Ayhan, Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu, 388. 125 diplomasinin başarısını olumsuz etkilemiş ve stratejinin uygulanmasını 520 zorlaştırmıştır. Bu minvalde George Bush tarafından 11 Eylül’e kadar olan dönemde Saddam Hüseyin rejiminin kitle imha silahları programı ile ilgili pozisyonunu tersine çevirmesi hedeflenmiştir. Ancak 11 Eylül’den sonra rejim değişikliği hedefinin ön plana çıkarıldığı bu hedefin kitle imha silaharı ve terör bağlantısı ile güçlendirildiği akabinde kaba güce başvurulması gerektiği fikrinin istikrarlı bir şekilde paylaşıldığı ve Irak’a karşı savaş söyleminin yerleşme eğiliminde olduğu görülmüştür. ABD “önleyici savaş” yaklaşımı ile “rakiplerinin düşmanca eylemlerini engellemek için 521 gerekmesi hâlinde önleyici olarak hareket edecektir” söylemini benimsemiştir. Burada ABD, girişeceği eylemlerin meşruluğunun sağlanması için Saddam Hüseyin rejimini hayati bir tehdit şeklinde sunarak askeri gücüne dayanak oluşturma yoluna gitmiş, Irak ile savaşın kaçınılmaz olduğunu ortaya koymuş ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi gerektiğini teyit etmiştir. Bu minvalde Irak’a yönelik önleyici savaşın hedefi, temelde kitle imha silahları ile terör bağlantısı üzerinden belirlenmiştir. Dolayısıyla zorlayıcı diplomasi ile Irak’ın bu bağlantılarından geri adım atması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu etki altında önleyici savaş yaklaşımı ile Irak’a, ABD’nin güç kullanmaya ve bir savaş başlatmaya hazır olduğu mesajının iletildiği söylenebilir. Burada önleyici savaş için ortaya konan gerekçelerin, ABD’nin hayati çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak savunulması aciliyet hissi yaratarak uluslararası desteğin sağlanması ve Irak’ın yalnızlaştırılması hususunda da kolaylaştırıcı bir işlev sunması beklenmiştir. George Bush, ABD Kongresi’nden Ekim 2002’de ABD’nin ulusal güvenliğinin korunması ve Irak’a yönelik alınan BM Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanması için 522 askeri güç kullanılmasına yönelik yetki almıştır. Ancak ABD’nin savaş yetkisi kararı almasına ve güç kullanma kararlılığına ciddi bir vurgu yapmasına rağmen Saddam Hüseyin, Kasım 2002’den önce uluslararası toplumu kitle imha silahlarına sahip olmadığına ikna etmek için önemli bir adım atmamış, BM heyetinin Irak’a geri dönmesine izin vermemiştir. Böylesi bir durumun, Saddam Hüseyin’in ABD’nin kararlı pozisyonunu yanlış algılanmasından ve Irak’ın işgal edilmeyeceğine olan yanlış 520 Bob Woodward, Plan of Attack (New York: Simon & Schuster, 2004), 125. 521 Bush, National Security Strategy of the United States, 2002. 522 Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, 429. 126 hesaplamasından kaynaklandığı ifade edilebilir. Bu minvalde Irak’ın, BM Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği ve BM barış gücüne Irak silahlarının denetlenmesi çağrısında 523 bulunduğu 1441 sayılı kararına yanıt vermekte de yavaş davrandığı söylenebilir. Neticede 8 Kasım 2002 tarihinde alınan 1444 sayılı karar ile bu devlet, BM’nin ülkesindeki faaliyetlerine yeniden izin vermiş ve “engelsiz, koşulsuz ve sınırsız” 524 işbirliği yapmayı kabul etmiştir. Bahse konu kararda, Irak’ın BM Güvenlik Konseyi’nde daha önce alınan kararları ihlal ettiği ifade edilmiştir. Karar kapsamında Irak’ın BM’nin belirlediği silahsızlanma taleplerine uyması, BM denetimine izin vereceği tesisleri hususunda otuz gün içinde detaylı bir raporu denetimlerine başlayan IAEA ve UNMOVİC’e sunması yönünde çağrı yapılmıştır. Bu devlete silahsızlanması için son bir şans sunan karar ile Irak’ın taleplere uymaması durumunda, yaptırım uygulanacağı ve ciddi sonuçlarla karşılaşacağı uyarısında bulunulmuş ancak ayrıntılı bilgi verilmemiş ve BM içindeki farklı görüşlerden dolayı askeri müdahaleden bahsedilmemiştir. Ancak yine de ABD ve İngiltere ilgili kararın silahlı güç kullanılmasına yetki veren bir karar olduğunu savunurken Fransa, Rusya ve 525 Çin bu görüşü paylaşmamışlardır. Saddam Hüseyin rejimi karar kapsamında tesislerini BM’nin denetlemesine izin vermiştir. Ayrıca 7 Aralık 2002 tarihinde yani belirlenen son tarihten bir gün önce tesisleri hakkında hazırladığı on iki bin sayfadan oluşan belgeyi belirtilen kurumlara 526 teslim etmiştir. ABD yönetimi, Irak’ın sunduğu belgeyi yeterli bulmadığını, şeffaflığı konusunda endişelerinin olduğunu ve belgenin gerçeği yansıtmadığını dile getirmiştir. Aynı zamanda, daha önce alınan ve ateşkes koşullarını belirleyen 678 ve 687 sayılı kararları dikkate alarak sürecin bir ateşkes olduğunu ve bu ateşkes ile güç kullanımına başvurmanın koşullarının belirlendiğini iddia etmiştir. Dolayısıyla ABD, Saddam Hüseyin’in taleplere uymadığı yönünde bir vurgu yaparak, güç kullanımına başvurulmasını uluslararası toplumun gündemine getirmeye çalışmıştır. 523 Stephen T. Hosmer, Why the Iraqi Resistance to the Coalition Invasion Was So Weak (Santa Monica: Rand Corporation, 2007), 27-28. 524 Hosmer, Why the Iraqi Resistance to the Coalition Invasion Was So Weak, 27. 525 Salihi, Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci, 198. 526 Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, 430. 127 Ancak 9 Ocak 2003 tarihinde UNMOVIC Başkanı Hans Blix’in bu devlette kitle imha silahlarının olması hususunda net ve kesin kanıtın bulunmadığını bildirmesi, ABD tarafından eleştirilmiştir. Nitekim Rumsfeld kanıtın olmaması durumunun kitle imha silahlarının yok olmasının kanıtıyla aynı şey olmadığını ifade ederek bir ikilem ortaya 527 çıkarmıştır. George Bush, 28 Ocak’ta ikinci Birliğin Durumu konuşmasında Irak’ın Afrika’dan uranyum elde etme faaliyetlerinde bulunduğunun İngiliz istihbaratı tarafından ortaya konulduğunu ifade etmiş ve Saddam Hüseyin’in “makul ve mutedil davranacağına 528 güvenmenin bir seçenek ve strateji olmadığını” dile getirmiştir. Dolayısyla ABD yönetimi, zorlayıcı diplomasi uygulamaları çerçevesinde değerlendirirlebilen ekonomik yaptırım ve baskı araçlarının Saddam Hüseyin rejiminin taleplere uymasına dönük herhangi bir sonuç vermediği görüşünde olmuştur. Öte yandan iddiaya göre George Bush ve Tony Blair’ın 31 Ocak’ta gerçekleştirdikleri görüşme esnasında George Bush’un, ABD’nin Irak’ın işgali için yapılan planların gerçekleştirilmesi çabası içerisinde olacağını söylemesi henüz işgalden önce zorlayıcı 529 diplomasinin başarısız olduğunu göstermiştir. ABD’nin Irak’ın silahsızlanma hususunda verilen son şansı değerlendirmediğine yönelik görüşü “tüm gerekli araçların kullanılmasını” öngören ikinci bir BM Güvenlik 530 Konseyi kararının alınmasını gündeme getirmiştir. ABD yönetiminin BM Güvenlik Konseyi’nden askeri müdahaleyi öngören bir kararın çıkması için giriştiği çabalarına rağmen uluslararası toplumun bölünmüşlüğü devam etmiş ve askeri müdahalede bulunulması yönünde bir karar çıkmamıştır. 11 Mart’ta Rumsfeld’in, ABD’nin bu eyleme tek başına girişmeye hazır olduğunu ima 531 etmesi önemli bir gelişme olmuştur. Ancak işgalden birkaç hafta önce bile Saddam Hüseyin’in genel düşüncesi ABD’nin Irak’ı işgal etmeyeceği yönünde olmuştur. Öyle ki Saddam Hüseyin, ABD’nin kara savaşını maliyetli olmasından dolayı tercih 527 Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, 430-433. 528 Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, 430. 529 Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, 430. 530 Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, 436. 531 Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, 431. 128 532 etmeyeceğini düşündüğünü söylemiştir. Dolayısıyla her ne kadar ABD’nin askeri kapasitesi işgalin gerçekleştirilmesi ve nihai hedefe ulaşılması için elverişli olsa da Saddam Hüseyin Körfez Savaşı sürecinde olduğu gibi ABD’nin Vietnam analojilerinin etkisi ile kayıp vermek istemeyeceğini hesaplamış ve sınırlı askeri güç kullanımı dâhil tehditlerini ciddiye almama eğilimi göstermiştir. Öte yandan Saddam Hüseyin’in ABD’nin ülkesine yönelik yürüttüğü operasyonlarda önce hava gücünü kullanmayı tercih etmesini ve geçen zamana rağmen halen ciddi bir girişimde bulunmamasını yanlış bir değerlendirmeye tabi tutarak ABD’nin Irak’a karşı bir kara savaşı yürütmeye istekli olmadığı görüşünde olmuştur. Sonuç olarak Saddam Hüseyin’in tehditleri inandırıcı bulmaması süreci tolere edemeyeceği bir tırmanma tehdidi şeklinde değerlendirmemesine neden olmuştur. Ancak sürecin zorlayıcı diplomasi ile çözümüne ilişkin net bir duruş ABD yönetimi tarafından da paylaşılmamıştır. Gelinen noktada, 17 Mart 2003 tarihinde, George Bush Ulusa Sesleniş konuşmasında oğulları ile birlikte Saddam Hüseyin’in 48 saat içinde Irak’tan gitmemesi durumunda ABD’nin belirleyeceği zamanda bir savaşın başlatılacağını ifade eden bir ültimatom vermiştir. Burada BM Güvenlik Konseyi’nin sorumluluklarını yerine getirmediğini bu yüzden ABD’nin sorumluluğu üstleneceğini dile getirmiştir. Bu minvalde ABD, verilen ültimatoma uyulmamasının ardından 20 Mart’ta askeri güç kullanımına 533 başvurmuştur. Zorlayıcı diplomasi stratejisinin başarısız olduğu anlamına gelen süreçle, ABD ve koalisyon güçleri Irak’ın elinde olduğunu iddia ettikleri kitle imha silahlarının ortadan kaldırılması, Saddam Hüseyin rejimine son verilmesi ve demokrasinin teşvik edilmesi için 20 Mart 2003 tarihinde işgali başlatmıştır. Hava harekâtıyla başlatılan süreçte eş zamanlı olarak kara savaşı da yürütülmüştür. 9 Nisan itibariyle kara kuvvetlerinin 534 başkent Bağdat’a girmesiyle Irak’ın kısa sürede ele geçirilmesi söz konusu olmuştur. 10 Nisan’da Firdevs Meydanın’daki Saddam Hüseyin heykelinin yıkılması ile rejime 532 Michael R. Gordon and Bernard E. Trainor, “Even as U.S. Invaded, Hussein Saw Iraqi Unrest as Top Threat”, The New York Times, 12 Mart 2006. 533 David M. Malone, The International Struggle Over Iraq: Politics in the UN Security Council 1980– 2005 (New York: Oxford University Press, 2006), 201. 534 Salihi, Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci, 198-199. 129 535 son verilmiştir. Neticede George Bush, 1 Mayıs 2003 tarihinde Irak’ta kontrolün 536 sağlandığını duyurmuştur. 22 Mayıs’ta ise 1483 sayılı karar ile işgal edilen Irak’a yönelik BM’nin nasıl bir tutum sergileyeceği ortaya konulmuştur. Zira ABD ve İngiltere’nin işgalci olarak nitelendirildiği karar ile işgalin sorumluluğu belirtilen 537 devletlere atfedilmiştir. Irak’ın işgal süreci 28 Haziran 2004 tarihinde ABD’nin Irak’ın egemenliğinden doğan haklarının Irak’ın kendisine bırakılmasıyla sona ermiştir. Ancak ABD, Irak’ta 18 Aralık 2011 tarihine kadar varlığını devam ettirmiştir. 2.4. Bağlamsal Değişkenlerin Analizi 2.4.1. Küresel Stratejik Ortam Soğuk Savaş’ın sona ermesi ideoloji ve tehdit temelli bloklaşmanın taraflarından birinin ortadan kalkması anlamına gelmiştir. Ortaya çıkan yeni düzen, tehdit algılamasında bir değişimi beraberinde getirmiş ve güvenliğin tekrardan tanımlanmasını gerektirmiştir. Bu süreçte Sovyet tehdidinin son bulmasıyla rakibini kaybetmiş olan ABD’nin bir süper güç olarak tek başına hegemon olma kapasitesini ve iradesini ortaya koyma durumu kendi karşıtını yaratmıştır. Farklı olan ise, sistemde belirleyici bir rol üstlenmeyi hedefleyen ABD’nin karşısına başka bir devlet ya da devlet gruplarından oluşan bir 538 ittifaktan ziyade devlet dışı aktörlerin çıkması olmuştur. Bu durumun meydana getirdiği ortam, daha fazla sayıda tehdidin her yerden gelebilme 539 olasılığının olduğu algısını güçlendirmiştir. Tehdidin belirsiz olmasının riskleri arttırması, risklerin artmasının güvenlik maliyetlerini arttırması, doğal olarak aktörlerin tanımlı bir öteki inşa etme arayışını artırmıştır. Diğer taraftan ötekinin tehdit ve düşman 540 olarak tanımlanması, aktörler arasında bir ittifak kurulmasını mümkün kılmıştır. Bu minvalde teröre karşı savaş çerçevesinde devletlere yönelik tehditlerin devletlerden algılandığı geleneksel güvenlikten daha az bahsedilir iken, devlet dışı aktörlerden algılanan tehditlerin bir çıkış yaptığı görülmüş ve bu çıkış devletleri bir araya getirme işlevi görmüştür. 535 Malone, The International Struggle Over Iraq: Politics in the UN Security Council 1980–2005, 201. 536 Salihi, Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci, 198-199. 537 Malone, The International Struggle Over Iraq: Politics in the UN Security Council 1980–2005, 205. 538 Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, 55. 539 Christopher J. Fettweis, “Threatlessness and US Grand Strategy”, Survival 56, no.5 (2014): 47. 540 Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, 55. 130 Öte yandan Soğuk Savaş sonrasında barışı tesis etmesi gereken aktör rolü atfedilen ABD, Bosna ve Kosova müdahalelerinde olduğu gibi farklı coğrafyalarda meydana gelen krizlerde ve yaşanan insan hakları ihlallerinde uluslararası toplumun çağrısı ile hareket ederek çatışmaların durdurulması amacına dönük müdahalelerde bulunmuştur. Bu durum uluslararası toplumun ABD’nin öncülüğündeki bir sistemin karşısında yer almadığını ortaya koyması açısından önemlidir. Bu süreçte bir yandan dünya ekonomisindeki küreselleşme gelişmeleri diğer yandan dünya politikasındaki demokratikleşme vurgusu çerçevesinde ortaya çıkan yapı, yaptırım girişimlerinin desteklenmesi bakımından yeni bir uluslararası ortam yaratmıştır. Bu doğrultuda Kuveyt’in işgalinin ardından BM Güvenlik Konseyi’nde alınan yaptırım kararları göz önüne alındığında Rusya gibi devletler tarafından çok taraflı ekonomik yaptırımların desteklenmesinin farklı bir boyut kazandığı ifade edilebilir. Ancak bu devletlerin gerçekleşen uluslararası çatışmaların sürekli olarak aynı 541 tarafında yer almaları söz konusu olmamıştır. Uluslararası toplumun beklentisinin aksine ilerleyen süreçte ABD, yumuşak gücünün etkisinin azalmasıyla sert güç unsurlarını ön planda tutma eğilimi göstermiştir. Burada askeri güç kullanmaya yönelerek liderliğini devam ettirme amacında olmuştur. ABD’nin bu pozisyonu, tehditlerin inşa edilmesini ve saldırgan bir politika 542 benimsemesini de beraberinde getirmiştir. Uluslararası pozisyonunu korumaya çalışan ABD, bu durumda normal konuları güvenliğin gündemine alarak, algılanan tehditleri kaynağında çözme eğilimi göstermiştir. Irak’ın işgali de böylesi bir sürece işaret etmiştir. Öyle ki uluslararası toplum tarafından eleştirilen işgalin, ABD’nin hegemon aktör olma amacının saldırgan doğasından kaynaklandığı ifade edilebilir. Körfez Savaşı sürecinde istikrardan ve statükonun devamından yana tavır alan ABD’nin, 11 Eylül saldırılarının ardından bu yöneliminden uzaklaşma eğilimi gösterdiği, demokrasilerin teşvik edilmesi ve özgürlüklerden yana bir tavır aldığı görülmüştür. 541 Mastanduno, “Economic Statecraft”, 233. 542 Fettweis, “Threatlessness and US Grand Strategy”, 47-48. 131 2.4.2. Kışkırtmanın Türü ABD’ye göre Irak gibi haydut devletlerin sayısının artmasıyla terör tehdidi küreselleşmiştir. Bu kapsamda teröristleri desteklediği, uluslararası hukuka uygun şekilde hareket etmediği iddia edilen Irak, asimetrik bir tehdit olarak değerlendirilmiştir. Bush Doktrini ile ABD küresel egemenliğine yönelik tehditleri gerekmesi halinde zor 543 kullanarak ortadan kaldırma yönünde bir politika benimsemiştir. Irak’ın denetimsiz, orantısız ve asimetrik kitle imha silahları üretmesi ya da tedarik etmesi ile terörizm gibi sınır aşan araçları kullanmasının hayati bir tehdit olduğu iddiası ortaya konmuştur. Bu devletlerin ABD gibi zenginliği üreten aktörlerin sahip olduklarını ellerinden alma 544 girişiminde oldukları ifade edilmiştir. Saddam Hüseyin’in terör bağlantıları 11 Eylül saldırıları ile ilişkili, kitle imha silahları programı ise kendi halkına bu silahları kullanması ile ilişkili olarak ortaya konmuştur. Burada rakipten algılanan tehditler temellendirilerek Irak’ın bir oldu-bitti yaratmak istediği belirtilmek istenmiştir. Böylece tehdit ve saldırı algısının çok yoğun olduğu vurgulanarak, kışkırtmanın kolaylaştırıcı bir işlev sunması sağlanmaya çalışılmıştır. Burada bu ilişkilendirmeler aracılığı ile rejim değişikliği talebinin dile getirilmesi de savaşın neden tercih edileceğine işaret etmiştir. Öyle ki kışkırtmanın nasıl olduğu Irak’ın suçlu bir devlet olduğunun ve diğer devletler için tehdit oluşturduğunun algılanması açısından önemlidir. Bu durum gerek ulusal gerekse uluslararası desteğin sağlanması ile Irak’ın yalnızlaştırılmasını da etkileme kapasitesine sahiptir. Bununla birlikte Irak’ın kitle imha silahları programına uymadığı, BM barış gücü ile işbirliği yapmaktan kaçındığı, Kuveyt sınırına asker yığdığı, uçuşa yasak bölgeyi ihlal ettiği gibi durumlara dikkat çekilerek sürecin ciddi bir tehdit olarak ele alınması hedeflenmiştir. Ancak bu süreçte geliştirilen kitle imha silahları ve terör argümanlarının kanıtlanamaması, bu argümanların uluslararası toplum tarafından da benimsenmesini zorlaştırmıştır. 543 Yılmaz, Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek, 196. 544 Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, 55-56. 132 2.4.3. Savaş Düşüncesi Yeni muhafazakar dış politika fikrinin, Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu’na girişilmesi kararının verilmesinde belirleyici olmasa da önemli bir faktör olarak ele alınması gerektğine dikkat çekilmelidir. Zira Irak’a karşı önleyici savaş kararı alınmasının itici gücü olan 11 Eylül saldırılarının, ABD yönetiminin yeni muhafazakarlığın politika fikirleri etrafında bir araya gelmesini sağladığı söylenmelidir. Bahse konu fikirler, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarını El Kaide ile paylaşma eğiliminde olduğuna dikkat çekmiş ve Irak’a karşı girişilecek savaşta ABD’nin zafer elde edeceğini belirterek ABD yönetiminin savaşın gerekli ve denenmeye değer olduğu hususunda 545 ikna olmasında etkili olmuştur. Nitekim ABD 11 Eylül saldırılarının ardından terörün belirsiz ve asimetrik bir tehdit olduğunu ortaya koymuş, teröre karşı savaş söylemini geliştirmiştir. Dolayısıyla bir savaş durumunun söz konusu olduğu bu dönemde ABD’nin temel prensibi olası tehditleri bertaraf etmek için önleyici tedbirlerin alınmasını öngören önleyici savaş 546 yaklaşımı olmuştur. Dolayısıyla Saddam Hüseyin’in belirsiz politikası kitle imha silahlarını teröristleri destekleme noktasında kullanma ihtimali dikkate alınarak önleyici 547 savaş bir alternatif olarak tercih edilmiştir. ABD Irak’a yönelik başlatacağı savaşın sürecinin nasıl işleyeceği, süresinin ve asker kaybının ne kadar olacağı gibi hesaplamalar yapmıştır. Riskleri ile beraber ele alınan süreçte, nihayetinde Saddam Hüseyin’in devrileceği yönünde çıkarımlarda bulunulmuştur. Öyle ki bir yandan ABD’nin askeri teknolojisinin ve gücünün boyutları diğer yandan Körfez Savaşı’nın ardından geçen süreçte Irak’a yönelik uygulanan yaptırımlar birlikte düşünüldüğünde Irak ordusunun gücü ciddi anlamda kırılmıştır. Dolayısıyla Irak ordusunun zayıf olduğu ve ABD askerlerine yönelik ciddi bir direnç gösteremeyeceği düşünülmüştür. Aynı zamanda Saddam Hüseyin’in yalnızlaştırılma çabası, devletlerin Irak’a yönelik herhangi bir desteğinin olmayacağı yönünde bir 545 Khong, “Neoconservatism and the domestic sources of American foreign policy: The role of ideas in Operation Iraqi Freedom”, 329. 546 Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, 113. 547 Hook and Spanier, American Foreign Policy Since World War II, 303. 133 548 beklentiyi beraberinde getirmiştir. Ancak Saddam Hüseyin’in kaybedecek hiçbir şeyinin olmamasının motivasyonunu artırma işlevi göreceğinden savaş sürecini çıkmaza sokma ihtimali de söz konusu olmuştur. Sonuç olarak savaş düşüncesinin 11 Eylül saldırılarından önce zorlayıcı diplomasinin başarılı bir şekilde uygulanma şansını artırıcı bir bağlam olduğu düşünülmektedir. Ancak özellikle 11 Eylül saldırlarından sonra zorlayıcı diplomasinin başarılı bir şekilde uygulanması için kuvvet kullanımının sınırlı askeri güç ile sınırlı tutmaktan ya da kararlılığa vurgu yapmaktan öte bir anlayışla hareket edildiği belirtilmelidir. 2.4.4. Tek Taraflı ya da Ortak Zorlayıcı Diplomasi Zorlayıcı diplomasi stratejisinin çok taraflı yürütülmesi çabaları Irak’a yönelik yaptırımların uygulanması, tehditler ve sınırlı güç kullanımı bağlamında işlevsel olmuştur. Ancak zamanla yaptırımların yıpranması, devletlerin Irak ile işbirliği yapma yönündeki girişimleri, askeri güç kullanmaya isteksiz tavırları söz konusu olmuştur. Sürecin sonuna doğru gelinirken, AB üyesi devletler de ortak bir anlayışta birleşememişlerdir. Üye devletleri askeri güç kullanmaya destek vermeye ikna etmek amacıyla İngiltere Başbakanı Tony Blair mekik diplomasisi yürütmüştür. Ancak tüm çabaya ve Körfez Savaşı’nda verdikleri desteğe rağmen Fransa ve Almanya’nın desteği alınamamıştır. Fransa ve Almanya 22 Ocak 2003 tarihinde Saddam Hüseyin rejiminin 549 devrilmesine karşı olduklarını ilan etmişlerdir. The Times’da yayımlanan açıklamaya göre İngiltere, İtalya, Portekiz, Macaristan, Polonya, Danimarka Çek Cumhuriyeti ve İspanya, Saddam Hüseyin rejiminin ve kitle imha silahlarının ciddi bir tehdit oluşturduğu, Irak’ın silahsızlandırılması için kararlı bir şekilde birlikte hareket edilmesi gerektiği üzerinde durmuşlardır. Fransa ve Almanya’nın yanı sıra diğer AB üyesi devletlerin de ABD’ye destek vermeleri 550 hususunda çağrı yapılmıştır. Tony Blair’in ABD’nin yanında yer alması, ilerleyen 548 Ivo H. Daalder and James M. Lindsay, “Bush’s Foreign Policy Revolution”, The George W. Bush Presidency: An Early Assessment, ed. Fred I. Greenstein (Baltimore and London: The Johns Hopkins University Press, 2003), 129-132. 549 Donald Rumsfeld, Known and Unknown: A Memoir, New York: Penguin Group, 2011, 443. 550 Mark Oliver, “European leaders support US against Iraq”, The Guardian, 30 Ocak 2003. 134 süreçte “dünyanın şaşırtıcı inançsızlığını aşmayı başarabilen birkaç siyasi liderden biri” 551 olarak nitelendirilmesini de beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla AB içindeki bu durum dikkate alındığında Irak’a yönelik askeri müdahalenin gerekli olup olmaması veya nasıl bir müdahalenin gerekli olduğu hususunda BM, NATO ve AB örgütlerine üye devletlerin bir fikir birliğine varamadığı ifade edilebilir. Öyle ki AB devletlerinden Fransa’nın yanı sıra Almanya, Belçika, Lüksemburg da ABD’nin politikalarına net bir şekilde olumsuz yaklaşmışlardır. Bunun yanı sıra BM ve NATO gibi çok taraflı uluslararası örgütlerde de işgale karşı duruşlarını göstermişlerdir. NATO içinde Fransa gibi bazı Avrupa devletlerinin ABD’nin sunduğu gerekçelere ikna olmaması, Irak’ın işgaline karşı çıkmalarını beraberinde getirmiştir. Fransa, Rusya ve Çin’in ise aynı yöndeki kararları BM’nin sürece dâhil edilememesine 552 neden olmuştur. Ancak Rusya ve Çin ABD’nin terörle savaş söylemi çerçevesinde giriştiği tek taraflı Irak müdahalesine yüksek bir tonla karşı çıkmamıştır. Dolayısıyla bu devletlerin özellikle işgal sonrası süreçte değişen tutumlarının gerek kendi iç meselelerini gerekse bölgedeki baskıcı politikalarını ayrılıkçı hareketlerle ve terörle savaş söylemi 553 çerçevesinde gerçekleştirme imkanı bulmalarından kaynaklandığı ifade edilebilir. Sonuç olarak söz konusu süreçte ABD, çok taraflı işbirliği mekanizmasını tam olarak işletemeyerek, uluslararası desteği tam olarak sağlayamayarak ve BM Güvenlik Konseyi’ni göz ardı ederek işgali gerçekleştirmiştir. 2.4.5. Rakibin Yalnızlaştırılması ABD, 11 Eylül saldırılarının ardından kendi başına hareket etmeyi ileri bir seviyeye taşımış olsa da bu yöndeki eğiliminin en yüksek olduğu zamanda bile El Kaide terör örgütüne bağlı teröristlere yönelik yakalama faaliyeti yürüten devletlerle pragmatik işbirliğinde bulunmuştur. Terörle savaş söylemi çerçevesinde diğer devletleri kendi yanında yer almaları için ikna etmeye çalışan ABD, giriştiği eylemi “ya bizimlesiniz ya da teröristlerle” diyerek meşrulaştırmaya çalışmıştır. ABD’nin sahip olduğu benzersiz 551 Dunne, “Blair’s Britain and the road to war in Iraq”, 419. 552 Hakkı Büyükbaş, “Kuramsal Yaklaşımların Işığında Irak Krizini Kavramak”, EKEV Akademi Dergisi 8, no. 20,(2004):2. 553 Yılmaz, Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek, 708. 135 askeri kapasitenin kullanılmasının tek başına başarıyı garanti etmeyeceği düşüncesi ile süreç, kolektif bir mesele haline getirilmeye çalışılmıştır. Bu noktada ABD, “şer ekseni” söylemini devreye alarak ve az sayıdaki devleti ötekileştirerek uluslararası toplumun 554 kendi yanında kanalize olmasını hedeflemiştir. Ancak işgalin öncesinde bir ikilemle karşı karşıya olan ABD, bir yandan uluslararası toplum tarafından meşruiyeti tartışılan yaptırımların devam etmesini diğer yandan da Irak ile ilişki kuran ve işbirliği halinde olan devletlerin bu eğiliminden geri adım atmalarını istemiştir. Bu doğrultuda Dick Cheney’nin bölgedeki devletleri Irak’ı yalnız bırakmaları ve ABD’yi desteklemeleri için gerçekleştirdiği ziyarette bu devletlerden olumlu yanıt alamaması önemlidir. Bölge devletleri daha sonra Arap Birliği Zirve Konferansı’nda da dile getirdikleri gibi Irak’a yönelik bir işgale destek 555 vermeyeceklerini söylemişlerdir. Dolayısıyla bir güvenlikleştirmenin sonucu olarak Irak’ın yalnızlaştırılması, işgale giden süreçte aşınmış ve Irak’ın bölgesel ve küresel aktörler tarafından desteklenmeye başlandığı bir dönem söz konusu olmuştur. 554 Brighi and Hill, “Implementation and behaviour”, 160. 555 Ayhan ve Pirinççi, Tarih Yeniden Yazılırken: Saddam Hüseyin, 211-212. 136 SONUÇ Soğuk Savaş’ın sona ermesi bir taraftan iki kutuplu uluslararası sistemin sonuna gelindiğini ifade ederken, diğer taraftan tek kutuplu düzene geçişin sinyalini vermiştir. Bu minvalde peşi sıra gerçekleşen uluslararası tepkilerle birlikte düşünüldüğünde, Basra Körfezi’ni uluslararası gündemin önemli bir konusu haline getiren Kuveyt’in işgali sürecinin geriye kalan tek süper güç olan ABD’ye sistemin hegemonu olma noktasında alan açtığı söylenebilir. Kuveyt’in işgalinin ardından Irak’ın izlediği politikayı kabul edilemez olarak değerlendiren fakat süreçle ilgili savaş kararını göze alamayan ABD öncülüğündeki uluslararası toplumun tutumu zorlayıcı diplomasinin uygulanması yönünde olmuştur. Dünya barışı ve uluslararası toplumun güvenliği retoriği çerçevesinde petrolün güvenliğinin sağlanmasını hayati bir tehdit olarak inşa eden ABD, kaba güce başvurmaktan ziyade yaptırımların uygulanması ve sınırlı güce başvurulması gibi zorlayıcı diplomasi stratejisini kullanmaya istekli davranmıştır. Ancak neticede ABD’nin Irak’a yönelik politikası savaşa başvurulması yönünde olmuştur. Körfez Savaşı ile Irak’ın işgali arasında kalan süreçte Irak’a yönelik yaptırımlarını artıran ABD, Çekiç Güç ile özelde Irak’ta genelde ise Basra Körfezi’nde askeri varlığını arttırmıştır. Bu minvalde Kuveyt ve Suudi Arabistan’da konuşlandırılan Amerikan askerlerinin sayısı giderek arttırılmış, varlığı ise meşru bir temele oturtulmuştur. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin, dış politika hedeflerine ulaşabilmek için önemli bir fırsat bulduğu ve askeri gücünü araç olarak kullanmaya istekli davranma eğilimi gösterdiği ifade edilebilir. Kitle imha silahları programı ve terör bağlantıları söylemi üzerinden güvenlikleştirilen süreçteki dikkat çeken durum, ABD’nin inşa ettiği bir öteki üzerinden bölgedeki nüfusunu pekiştirmeye dönük politikasıdır. Bu doğrultuda Bush Doktrini ile birlikte ABD, kapsamlı bir değişim konseptine girişerek, başarılı bir güvenlikleştirme sürecinin akabinde Irak’ın işgali için elverişli bir ortam oluşturmuştur. Irak’ın işgaline (2003) kadar geçen süreçte Irak’a karşı tehdit ve sınırlı güç kullanımı ile uygulanan zorlayıcı diplomasi, Saddam Hüseyin rejiminin taleplere uymasını sağlamaktan ziyade Irak’ın ekonomik ve askeri kapasitesini yok etmeye dönük olmuştur. 137 Esasında ABD, barış ile uyumlu olmayan, serbest piyasa ekonomisine açık olmayan, petrolün kesintisiz akışına engel oluşturan Irak’ın bölgedeki ABD çıkarlarını tehdit eden bir devlet olmasını engellemek istemiştir. Dolayısıyla Körfez Savaşı (1990-1991) sürecinde istikrarı gözetmeyen, Yeni Dünya Düzeni’ne uygun hareket etmeyen bir devlet olarak hayati bir tehdit şeklinde kodlanan Irak, 11 Eylül saldırılarından sonra güvenlikleştirme sürecinin derinleşmesi ile işgal edilmiştir. ABD, izlediği politikalara meşruiyet sağlamak adına haydut devlet olarak sunduğu Irak’ı, işletilen süreçlerin akabinde zayıf bir devlet hâline getirmiştir. Araştırma sorularına yanıt arandığı ve bunların ayrıntılı bir şekilde analiz edildiği çalışmada araştırma sorularına özetle şu yanıtlar verilmiştir. Körfez Savaşı (1990-1991) ve Irak’ın işgali (2003) süreçlerinde zorlayıcı diplomasi etkili bir şekilde kullanılamamış, sorunun çözümünü zorlaştırmıştır. Zorlayıcı diplomasi uygulamalarının başarısızlıkla sonuçlanması, ABD’nin hedefinin net olmamasından ve krizin çözüm şartlarını açıkça ortaya koymamasından, Saddam Hüseyin’in motivasyonunun güçlü olmasından, koşulsuz geri çekilmeyi kabul etmemesinden, rasyonel hareket etmemesinden ve verilen ültimatoma uymamasından kaynaklanmıştır. İnşa edilen tehditler üzerinden bir güvenlikleştirilmenin söz konusu olması, zorlayıcı diplomasinin uygulanmasını zorlaştırmıştır. Askeri müdahalenin alternatif bir araç haline gelmiş olmasında süreçlerin güvenlikleştirilmesi kolaylaştırıcı bir rol oynamıştır. Süreçlerin güvenlikleştirilmesi ile zorlayıcı diplomasinin birlikte kullanılması izlenen politikaların geri planında bir müdahale saatinin işlediğini göstermiştir ve güvenlikleştirme süreci bu kanaati desteklemiştir. Öte yandan varsayımlarda beliritildiği gibi zorlayıcı diplomasi, sorunun esnek bir diplomasi zemininde çözümüne katkıda bulunmak yerine askeri güç kullanımına yol açan bir tırmandırma stratejisi olarak kullanılmıştır. Uygulanan zorlayıcı diplomasi, kaba güç kullanılmasına yönelik alımlayıcı kitlenin iknasının sağlanmasında ve uluslararası toplumun ciddi bir bölümünün bir koalisyon oluşturmasında önemli bir rol oynamıştır. Aynı şekilde çalışmanın varsayımlarında öngörüldüğü gibi ABD’nin Körfez Savaşı (1990-1991) ve Irak’ın işgalini (2003) daha geniş kapsamlı ulusal güvenlik stratejisinin bir parçası olarak değerlendirmesi, Basra Körfezi’nde ABD etki alanının genişlemesinde, bölgede yaşanan sorunların güvenlik alanına taşınmasında ve yaşanan 138 gelişmelerin güvenlikleştirme sürecinin aşamaları olarak idame ettirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Sonuç olarak çalışmada güvenleştirme ile zorlayıcı diplomasi arasındaki iki yönlü karşılıklı etkileşim hâlinde olan ilişkinin tartışılması hedeflenmiştir. Ancak bu ilişkinin güvenlikleştirme merkezli kurulduğunun belirtilmesi gerekir. Nitekim bir taraftan güvenlikleştirme uygulamaları zorlayıcı diplomasinin bir tırmandırma stratejisine dönüşmesine neden olurken diğer taraftan zorlayıcı diplomasi güvenlikleştirme sürecini kolaylaştıran bir işlev görmüştür. Bu durumun her iki vakada da görülmesi ABD’nin güvenlikleştirme ve zorlayıcı diplomasi pratiklerini tekrarlamasına ve nihayetinde sık sık uygulanan yaptırımların ardından kaba güç kullanımına başvurmasına alan açtığı söylenebilir. Bununla birlikte çalışmada, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi neticesinde ABD’nin, Basra Körfezi’nde askeri varlığını konuşlandırmak adına önemli fırsatlar elde ettiği analiz edilmiştir. 1990-1991 Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın işgaline giden süreçte bölge, ABD’nin askeri unsurlarının merkezi haline dönüşmüş ve bölgedeki ABD varlığı derinleşerek pekişmiştir. Bu sayede devamlı olarak bir güvenlikleştirmenin muhatabı olan Körfez devletlerinin ABD ve Batı’yla olan güvenlik ilişkisinin tek taraflı bir bağımlılığa dönüşmesi garanti altına alınmaya çalışılmıştır. 139 KAYNAKÇA Adib-Moghaddam, Arshin. The International Politics of the Persian Gulf: A cultural genealogy. Oxon: Routledge, 2006. Açıkmeşe, Sinem Akgül. “Algı mı, Söylem mi? Kopenhag Okulu ve Yeni Klasik Gerçekçilikte Güvenlik Tehditleri”. Uluslararası İlişkiler 8, no. 30 (2011): 43-73. Açıkmeşe, Sinem Akgül. “Güvenlik, Güvenlik Çalışmaları ve Güvenlikleştirme”. Küresel Siyasete Giriş: Uluslararası İlişkilerde Kavramlar Teoriler, Süreçler, ed. Evren Balta, 241-255. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021. Ağır, Bülent Sarper. Güvenlik Çalışmaları: Kuram, Kavram ve Eleştiri. Ankara: Nobel Akademi Yay., 2022. Aksu, Fuat. Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi. Ankara: Bağlam Yayınları, 2008. Aksu, Fuat. “Kuvvet Kullanma Tehdidine Dayalı Dış Politika Krizlerinde Güvenlik Kavramı”. Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, der. Evren Balta Paker ve İsmet Akça, 475-502. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010. Alterman, Jon B.“Coercive Diplomacy against Iraq, 1990–98”. The United States and Coercive Diplomacy, ed. Robert J. Art and Patrick M. Cronin (ed.), 275-303. Washington, D.C.: United States Institute of Peace Press, 2003. Anderson, Liam and Gareth Stansfield. The Future of Iraq: Dictatorship, Democracy, or Division?. New York: Palgrave Macmillan, 2004. Arı, Tayyar. Basra Körfezi ve Orta Doğu’da Güç Dengesi 1978-1996. İstanbul: Alfa Yayınları, 1996. Arı, Tayyar. Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya. İstanbul: Alfa Yayınları, 2004. Arı, Tayyar. Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika. Bursa: Dora Yayınları, 2015. 140 Arı, Tayyar. Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Savaş, Siyaset ve Diplomasi 1. Bursa: Alfa Aktüel Yayınları, 2017. Arı, Tayyar. Geçmişten Günümüze Ortadoğu 2. Bursa: Alfa Aktüel Yayınları, 2017. Arı, Tayyar. Uluslararası İlişkiler Teorileri. Bursa: Aktüel Yayınları, 2021. Art, Robert J. “To What Ends Military Power?”. International Security 4, no. 4 (1980): 3-35. Art, Robert J. “Introduction”. The United States and Coercive Diplomacy, ed. Robert J. Art and Patrick M. Cronin, 3-20. Washington, D.C.: United States Institute of Peace Press, 2003. Arya, Neil. “Economic sanctions: the kinder, gentler alternative?”. Medicine, Conflict and Survival 24, no. 1 (2008): 25–41. Auzanneau, Matthieu. Oil, Power, and War: A Dark History. Vermont: Chelsea Green Publishing, 2018. Ayhan, Veysel. Ferhat Pirinççi. Tarih Yeniden Yazılırken: Saddam Hüseyin.Ankara: Barış Platin Kitapevi, 2008. Ayhan, Veysel. Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu. Bursa: Dora Yayıncılık, 2009. Bahgat, Gawdat. “Oil security: Potential threats”. Contemporary Security Policy 19, no. 2 (1998): 71-90. Bakır, Ali. “Körfez ve ABD İlişkilerinde Ayrışmalar ve Gerileme Dönemi”. Körfez Dış Politikası: Bağımlılık, Müdahalecilik, Tarafsızlık, ed. İsmail Numan Telci, 275-298. Ankara: Ortadoğu Yayınları, 2021. Baldwin, David A. “The Concept of Security”. Review of International Studies 23, no.1 (1997): 5-26. Balzacq, Thierry. “The Three Faces of Securitization: Political Agency, Audience and Context”. European Journal of International Relations 11, no.2 (2005): 171-201. 141 Baram, Amatzia. “Calculation and Miscalculation in Baghdad”. International Perspectives on the Gulf Conflict, 1990-91, ed. Alex Danchev and Dan Keohane, 23-58. London: Palgrave Macmillan, 1994. Baysal, Başar ve Lale Lüleci. “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi”. Güvenlik Stratejileri Dergisi 11, no.22 (2015): 61-96. Baysal, Başar. “Coercion by fear: Securitization of Iraq prior to the 2003 war”, International Journal 74, no.3 (2019): 363–386. Baysal, Başar. “20 Years of Securitization: Strengths, Limitations and A New Dual Framework”. Uluslararasi Iliskiler 17, no.67 (2020): 3-20. Bellamy, Alex J. “Lessons Unlearned: Why Coercive Diplomacy Failed at Rambouillet”, International Peacekeeping 7, no.2 (2000): 95-114. BP. “bp Statistical Review of World Energy 2021”. Erişim 14 Kasım 2022. https://www.bp.com/content/dam/bp/business-sites/en/global/corporate/pdfs/energy- economics/statistical-review/bp-stats-review-2021-full-report.pdf. Brands, H. W. “George Bush and the Gulf War of 1991”. Presidential Studies Quarterly34, no. 1 (2004): 113-131. Brands, Hal. “Saddam and Israel: What Do the New Iraqi Records Reveal?”. Diplomacy & Statecraf 22, no. 3 (2011): 500–520. Brands, Hal and David Palkki. “Saddam, Israel, and the Bomb: Nuclear Alarmism Justifed?”. International Security 36, no. 1 (2011): 133–166. Bratton, Patrick C. “When Is Coercion Successful? And Why Can’t We Agree on It?”. Naval War College Review 58, no. 3 (2005): 99-120. Brighi, Elisabetta and Christopher Hill. “Implementation and behaviour”. Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith, Amelia Hadfield and Tim Dunne, 147- 167. Oxford: Oxford University Press, 2016. Bull, Hedley. The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics. London: Palgrave Macmillan, 2012. 142 Bush, George H. W. National Security Directive-26: U.S. Policy Toward the Persian Gulf. 1989. Bush, George H. W. National Security Directive-54: Responding to Iraqi Aggression in the Gulf. 1990. Bush, George H. W. “Address to the Nation Announcing the Deployment of United States Armed Forces to Saudi Arabia”. 8 Ağustos 1990. erişim 27 Kasım 2022. https://www.presidency.ucsb.edu/documents/address-the-nation-announcing-the- deployment-united-states-armed-forces-saudi-arabia. Bush, George H. W. “Address Before a Joint Session of the Congress on the Persian Gulf Crisis and the Federal Budget Deficit”. 11 Eylül 1990. erişim 27 Ağustos 2022. https://www.presidency.ucsb.edu/documents/address-before-joint-session-the-congress- the-persian-gulf-crisis-and-the-federal-budget. Bush, George H. W. Public Papers of The Presidents of The United States George Bush: 1990 July 1—December 31, 1990. Washington, DC: Office of the Federal Register, National Archives and Records Administration, 1991. Bush, George H. W. National Security Strategy of The United States. The White House. 1 August 1991. Bush, George W. President Delivers State of the Union Address. The White House. 29 Ocak 2002. Bush, George W. National Security Strategy of the United States. The White House. 2002. Bush, George W. President's Remarks at the United Nations General Assembly, The White House. 12 Eylül 2002 Bush, George W. President Bush Outlines Iraqi Threat. The White House. 7 October 2002. Bush, George W. President Delivers “State of the Union”. The White House. 28 Ocak 2003. 143 Buzan, Barry. “Peace, Power, and Security: Contending Concepts in the Study of International Relations”. Journal of Peace Research 21, no. 2 (1984): 109-125. Buzan, Barry ve Ole Wæver. “Slippery? contradictory? sociologically untenable? The Copenhagen school replies”. Review of International Studies 23, no.2 (1997): 241-250. Buzan, Barry, Ole Wæver ve Jaap De Wilde. Security: A New Framework For Analysis. Boulder, London: Lynne Rienner Publishers, 1998. Buzan, Barry and Ole Wæver. “Macrosecuritisation and Security Constellations: Reconsidering Scale in Securitisation Theory”. Review of International Studies 35, no. 2 (2009): 253-276. Büyükbaş, Hakkı. “Kuramsal Yaklaşımların Işığında Irak Krizini Kavramak”, EKEV Akademi Dergisi 8, no. 20 (2004): 1-24. Byman, Daniel, Kenneth Pollack and Matthew Waxman. “Coercing Saddam Hussein: Lessons From The Past”. Survival 40, no. 3 (1998): 127-151. Byman, Daniel L, Matthew C. Waxman and Eric Larson. Air Power as a Coercive Instrument, Santa Monica: RAND Corporation, 1999. Byman, Daniel and Matthew Waxman. “Defeating. U.S. Coercion”. Survival 41, no. 2 (1999): 107–120. Callinicos, Alex. “Iraq: Fulcrum of World Politics”. Third World Quarterly 26, no. 4/5 (2005): 593-608. Cheney, Richard B. “Remarks by the Vice President to the National Association of Home Builders”. The American Presidency Project. 06 Haziran 2002. Cigar, Norman. “Iraq’s strategic mindset and the gulf war: Blueprint for defeat”. Journal of Strategic Studies 15, no. 1 (1992): 1-29. Clinton, Bill. National Security Strategy for a Global Age. The White House. 2000. Clymer, Adam. “War in the Gulf: Public Opinion; Poll Finds Deep Backing While Optimism Fades”. The New York Times. 22 Ocak 1991. erişim 23 Ağustos 2022. 144 https://www.nytimes.com/1991/01/22/us/war-in-the-gulf-public-opinion-poll-finds- deep-backing-while-optimism-fades.html. Copson, Raymond W. “Iraq War? Current Situation and Issues for Congress”, Congressional Research Service (CRS) Report, 26 Şubat 2003, 1-39. Coşkun, Bezen Balamir. “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme: Değişen Güvenlik Ortamı, Zorluklar, Fırsatlar ve Meydan Okumalar”. Postmodern Uluslararası İlişkiler Teorileri‐2: Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar, ed. Tayyar Arı, 179-202. Bursa: Dora Yayınları, 2014. Daalder, Ivo H. ve James M. Lindsay. “Bush’s Foreign Policy Revolution”. The George W. Bush Presidency: An Early Assessment, ed. Fred I. Greenstein, 100-137. Baltimore and London: The Johns Hopkins University Press, 2003. Dawisha, Adeed, Iraq: A Political History from Independence to Occupation. Princeton: Princeton University Press, 2009. Dedeoğlu, Beril. Uluslararası Güvenlik ve Strateji İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları, 2020. Duffield, John S. “Oil and the Decision to Invade Iraq”. Why Did the United States Invade Iraq?, Jane K. Cramer and A. Trevor Thrall, 145-166. Oxon: Routledge, 2012. Dumbrell, John. “Personal diplomacy: Relations between prime ministers and presidents”. Anglo-American Relations: Contemporary perspectives, ed. Alan P. Dobson and Steve Marsh, 82-104. Oxon: Routledge, 2013. Dunne, Michael. “The United States, the United Nations and Iraq: ‘Multilateralism of a Kind’”. International Affairs 79, no. 2 (2003): 257-277. Dunne, Tim.“Blair’s Britain and the road to war in Iraq”. Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith, Amelia Hadfield and Tim Dunne, 419-440. Oxford: Oxford University Press, 2008. Emmers, Ralf. “Securitization”. Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins, 136- 151. New York: Oxford University Press, 2010. 145 Fettweis, Christopher J..“Threatlessness and US Grand Strategy”, Survival 56, no.5 (2014): 43-68. Fırat, Melek ve Ömer Kürkçüoğlu. “Orta Doğu’yla İlişkiler”. Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar II, ed. Baskın Oran, 551-567. İstanbul: İletişim Yayınları, 2020. Floyd, Rita. “Towards a Consequentialist Evaluation of Security: Bringing Together the Copenhagen and the Welsh Schools of Security Studies”. Review of International Studies 33. no. 2 (2007): 327-350. Freedman, Lawrence and Efraim Karsh. “How Kuwait Was Won: Strategy in the Gulf War”. International Security 16, no. 2 (1991): 5-41. Freedman, Lawrence and Srinath Raghavan. “Coercion”. Security Studies An Introduction, ed. Paul D. Williams and Matt McDonald, 191-205. Oxon: Routledge, 2018. Gause III, F. Gregory. “The Illogic of Dual Containment”. Foreign Affairs 73, no. 2 (1994): 56-66. Gause, III F. Gregory, “Iraq’s Decisions to Go to War, 1980 and 1990”. Middle East Journal 56, no. 1 (2002): 47-70. Gause III, F. Gregory. “The Foreign Policy of Saudi Arabia”, The Foreign Policies of Middle East States, ed. Raymond Hinnebusch and Anoushiravan Ehteshami, 185-206. London: Lynne Rienner Publishers, 2014. George, Alexander L. “The ‘Operational Code’ A Neglected Approach to the Study of Political Leaders and DecisionMaking”. International Studies Quarterly 13, no. 2 (1969): 190-222. George, Alexander L. “The Development Of Doctrine And Strategy”. The Limits of Coercive Diplomacy: Laos-Cuba-Vietnam, ed. Alexander L. George, David K. Hall and William R. Simons, 1-35. Boston: Little, Brown and Company, 1971. 146 George, Alexander L. “Appendix: Note On Theory And Methodology”. The Limits of Coercive Diplomacy: Laos-Cuba-Vietnam, ed. Alexander L.George, David K.Hall and William R. Simons, 255-259. Boston: Little, Brown and Company, 1971. George, Alexander L. “Crisis Management: The Interaction of Political and Military Cconsiderations”. Survival 26, no. 5 (1984): 223-234. George, Alexander L. Forceful Persuasion: Coercive Diplomacy as an Alternative to War. Washington DC: United States Institute of Peace Press, 1991. George, Alexander L. “A Provisional Theory of Crisis Management”. Avoiding War: Problems of Crisis Management, ed. Alexander L.George, 22-27. Boulder: Westview Press, 1991. George, Alexander L. “Strategies for Crisis Management”. Avoiding War: Problems of Crisis Management, ed. Alexander L.George, 377-394. Boulder: Westview Press, 1991. George, Alexander L. Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy. Washington, DC.: United States Institute of Peace Press, 1993. George, Alexander L. “Coercive Diplomacy: Definition and Characteristics”. The Limits of Coercive Diplomacy, ed. Alexander L.George and William E. Simons, 7-11. Boulder,CO: Westview Press, 1994. George, Alexander L. “Theory and Practice”. The Limits of Coercive Diplomacy, ed. Alexander L.George, William E. Simons, 13-21. Boulder,CO: Westview Press, 1994. George, Alexander L. “The Need for Influence Theory and Actor-Specific Behavioral Models of Adversaries”, Comparative Strategy 22, no: 5 (2003): 463-487. George, Alexander L. “Coercive Diplomacy”. The Use of Force: Military Power and International Politics, ed. Robert J. Art and Kenneth N. Waltz, 70-76. Lanham: Rowman & Littlefield Publishers, 2004. Gordon, Michael R. and Bernard E. Trainor. “Even as U.S. Invaded, Hussein Saw Iraqi Unrest as Top Threat”. The New York Times. 12 Mart 2006. 147 Hallaj, Muhammad.“U.S. Gulf Policy: Going The Extra Mile For War”. Arab Studies Quarterly 13, no. 1/2 (1991): 1-10. Halliday, Fred. “The Gulf War and Its Aftermath: First Reflections”. International Affairs 67, no. 2 (1991): 223-234. Harunoğlu, Nur Çetinoğlu. Düzen - Adalet İkileminde Türkiye’nin Dış Politikası ve ABD ile İlişkiler. İstanbul: Derin Yayınları, 2016. Hiro, Dilip. Neighbors, Not Friends: Iraq and Iran After the Gulf Wars. London: Routledge, 2001. Hitchens, Christopher. A Long Short War: The Postponed Liberation of Iraq. New York: Penguin Group, 2003. Hook, Steven W. and John W. Spanier. American Foreign Policy Since World War II. Washington, DC: CQ Press, 2009. Hosmer, Stephen T. Why the Iraqi Resistance to the Coalition Invasion Was So Weak. Santa Monica: Rand Corporation, 2007. Hough, Peter. Understanding Global Security. Oxon: Routledge, 2008. “How 9/11 Reshaped Foreign Policy”. Council on Foreign Relations (CFR). Erişim erişim 3 Ekim 2022. https://www.cfr.org/timeline/how-911-reshaped-foreign-policy. Howell, Alison ve Melanie Richter-Montpetit. “Is securitization theory racist? Civilizationism, methodological whiteness, and antiblack thought in the Copenhagen School”. Security Dialogue 51, no. 1 (2020): 3-22. Huntington, Samuel P. “The Lonely Superpower”, Foreign Affairs 78, no. 2 (1999): 35- 49. Ikenberry, G. John. After Victory: Institutions, Stategic Restraint, and the Rebuilding of Order After Major Wars. Princeton: Princeton University Press, 2001. International Energy Agency (IEA). Oil Supply Security: Emergency Response of IEA Countries. Paris, 2007. 148 Islam, Faisal. “Iraq nets handsome profit by dumping dollar for euro”. The Guardian. 16 Şubat 2003. erişim 12 Nisan 2023. https://www.theguardian.com/business/2003/feb/16/iraq.theeuro. İşyar, Ömer Göksel. “Definition and Management of International Crises”, Perceptions Journal of International Affairs 13, no. 4 (2008): 1 - 48. İşyar, Ömer Göksel. Türk Dış Politikası: Sorunlar ve Süreçler. Bursa: Dora Yayınları, 2017. Jakobsen, Peter Viggo. Western Use of Coercive Diplomacy after the Cold War: A Challenge for Theory and Practice. London: Palgrave Macmillan, 1998. Jakobsen, Viggo Peter. “Coercive Diplomacy: Frequently Used, Seldom Successful”. 2007: 29–40. erişim 25 Mayıs 2022. https://kkrva.se/wp- content/uploads/Artiklar/074/kkrvaht_4_2007_3.pdf. Jakobsen, Peter Viggo. “Pushing the Limits of Military Coercion Theory”, International Studies Perspectives 12, no.2 (2011): 153-170. Jakobsen, Peter Viggo. “Coercive Diplomacy”. Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins, 239-255. New York: Oxford University Press, 2013. Jakobsen, Peter Viggo. “Coercive diplomacy”. The SAGE Handbook of Diplomacy, ed. Costas M. Constantinou, Pauline Kerr and Paul Sharp, 476-486. London: SAGE Publications, 2016. Judis, John B. and Spencer Ackerman. “The Selling of the Iraq War: The First Casualty”. Global Policy Forum. 30 Haziran 2003. Juhasz, Antonia. The Bush Agenda: Invading the World, One Economy at a Time. New York: HarperCollins, 2006. Kamrava, Mehran. The Modern Middle East: A Political History since the First World War. London: University of California Press, 2005. Kämpf, J. and M. Sadrinasab. “The circulation of the Persian Gulf: a numerical study”. Ocean Sci 2, no.1 (2006): 27-41. 149 Karabell, Zachary. “Backfire: US Policy toward Iraq, 1988-2 August 1990”. Middle East Journal 49, no. 1 (1995): 28-47. Khadduri, Majid and Edmund Ghareeb. War in the Gulf, 1990-91: The Iraq-Kuwait Conflict and Its Implications. New York: Oxford University Press, 1997. Khong, Yuen Foong. “Neoconservatism and the domestic sources of American foreign policy: The role of ideas in Operation Iraqi Freedom”. Foreign Policy: Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith, Amelia Hadfield and Tim Dunne, 315-333. Oxford: Oxford University Press, 2016. Klare, Michael T. “Energy Security”. Security Studies: An Introduction, ed. Paul D. Williams, 483-496. Oxon: Routledge, 2008. Krauthammer, Charles. “The Unipolar Moment”. Foreign Affairs 70, no. 1 (1990/1991): 23-33. Kristol, William. “What Wolfowitz Really Said”. Washington Examiner. 9 Haziran 2003. erişim 19 Temmuz 2022. https://www.washingtonexaminer.com/weekly- standard/what-wolfowitz-really-said. “Kuwait is liberated”. The Washington Post. 28 Şubat 1991. erişim 12 Ocak 2023. https://www.washingtonpost.com/archive/politics/1991/02/28/kuwait-is- liberated/3b7d1c19-c21a-4a4a-9e3a-ce31029cb300/. Lauren, Paul Gordon. “Ultimata and Coercive Diplomacy”. International Studies Quarterly 16, no. 2 (1972): 131-165. Lauren, Paul Gordon, Gordon A. Craig and Alexander L.George. Force and Statecraft: Diplomatic Challenges of our Time. New York: Oxford University Press, 2007. Leffler, Melvyn P. “Bush’s Foreign Policy”. Foreign Policy, No. 144 (2004): 22-24+26- 28. Levy, Jack S. “Deterrence and Coercive Diplomacy: The Contributions of Alexander George”, Political Psychology 29, no. 4 (2008): 537-552. Lipschutz, Ronnie D. On Security. New York:Colombia University Press, 1995. 150 Lieber, Robert J. “Oil and Power after the Gulf War”. International Security 17, no. 1 (1992): 155-176. Lowther, Adam B. “Introduction: How Has Deterrence Evolved?”. Deterrence: Rising Powers, Rogue Regimes, and Terrorism in the Twenty-First Century, ed. Adam B. Lowther, 1-13. New York: Palgrave Macmillan, 2012. Lutz, Brenda and James Lutz, “Terrorism”. Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins, 273-288. New York: Oxford University Press, 2013. Malone, David M. The International Struggle Over Iraq: Politics in the UN Security Council 1980–2005. New York: Oxford University Press, 2006. Mark, Clyde R. “Iraq/Kuwait Crisis: Congressional Action Through January 1991”. Congressional Research Service (CRS) Report, 7 Şubat 1991, 1-6. Markwica, Robin. Emotional Choices: How the Logic of Affect Shapes Coercive Diplomacy. Oxford: Oxford University Press, 2018. Martel, William C. Grand Strategy in Theory and Practice: The Need for an Effective American Foreign Policy. New York: Cambridge University Press, 2015. Mastanduno, Michael. “Economic Statecraft”. Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith, Amelia Hadfield and Tim Dunne, 204-222. Oxford: Oxford University Press, 2012. Mastanduno, Michael. “Economic Statecraft”. Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith, Amelia Hadfield and Tim Dunne, 222-241. Oxford: Oxford University Press, 2016. McDonald, Matt. “Securitization and the Construction of Security”. European Journal of International Relations 14, no.4 (2008): 563-587. McKinney, Bruce C.. “Decision-Making: Case Studies Including The Bush Administration’s Decision To Invade Iraq”, Peace Research 37, no. 2 (2005): 11-25. Melby, Eric D.K. “Iraq”. Economic Sanctions and American Diplomacy. ed. Richard Haass, 107-128. New York: Council on Foreign Relations Press, 1998. 151 Moore, Mike. “How George Bush Won His Spurs”. Bulletin of the Atomic Scientists 47, no. 8 (1991): 26-33. Morgan, Patrick. Deterrence Now. Cambridge: Cambridge University Press, 2003. Neff, Donald. “The U.S., Iraq, Israel, and Iran: Backdrop to War”. Journal of Palestine Studies 20, no. 4 (1991): 23-41. Obama, Barack. “Transcript: Obama's Speech Against The Iraq War”. 2002. Erişim 19 Nisan 2023. https://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=99591469. Oliver, Mark. “European leaders support US against Iraq”. The Guardian. 30 Ocak 2003. Oran, Filiz Çoban. “Güvenlik Çalışmaları ve Uluslararası Güvenlik: Teorik ve Tarihsel Bir Analiz”. Uluslararası Güvenlik ve Uluslararası Örgütler, ed. Arif Bağbaşlıoğlu, 51- 75. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık, 2021. Özkan, Behlül. “Soğuk Savaş Sonrası Amerikan Dış Politikası”. Stratejik Araştırmalar 9, no. 16 (2011): 51-91. Paker, Evren Balta. Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021. Pape, Robert A. Bombing to Win: Air Power and Coercion in War. New York: Cornell University Press, 1996. Parra, Francisco. Oil Politics: A Modern History of Petroleum. London: I. B. Tauris, 2004. Pirnie, Bruce R. and Edward O’Connell, Counterinsurgency in Iraq (2003–2006). Santa Monica: RAND Corporation, 2008. “Poll: Bush gaining support on invading Iraq”, CNN, 10 Şubat 2003, erişim 14 Kasım 2022. http://edition.cnn.com/2003/US/02/10/sprj.irq.iraq.poll/. Pollack, Kenneth M. The Threatening Storm: The Case for Invading Iraq. New York: Random House, 2002. 152 Posen, Barry R. “U.S. security policy in a nuclear‐armed world or: What if Iraq had had nuclear weapons?”. Security Studies 6, no. 3 (2007): 1-31. Powell, Colin L. “Press Briefing Abroad Aircraft En Route to Cairo, Egypt”. U.S. Department of State., 23 Şubat 2001. Raphael, Sam and Doug Stokes. “Energy Security”. Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins, 306-319. New York: Oxford University Press, 2013. Reçber, Kamuran. “Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyi'nde Sınır Ötesi Operasyon ve Sıcak Takip Hakkı, Uluslararası Hukuk ve Politika 3, no. 9 (2007): 16 – 27. Reçber, Sercan. “Irak’a Yönelik Askeri Müdahalenin Uluslararası Hukuk Açısından Geçerliliği”. Uluslararası Hukuk ve Politika 4, no 13 (2008): 55 – 75. Ricks, Thomas E. Fiasco: The American Military Adventure in Iraq. New York: The Penguin Press, 2006. Robinson, Piers. “The role of media and public opinion”. Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith, Amelia Hadfield and Tim Dunne, 186-205. Oxford: Oxford University Press, 2016. Romm, Joseph. “Needed— A No-Regrets Energy Policy”. Bulletin of the Atomic Scientists 47, no.6 (1991): 31-36. Rumsfeld, Donald. Known and Unknown: A Memoir.New York: Penguin Group, 2011. Rythoven, Eric Van. “Learning to feel, learning to fear? Emotions, imaginaries, and limits in the politics of securitization”, Security Dialogue 46, no. 5 (2015): 458-475. Salihi, Emin. Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci. İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2017. Salinger, Pierre and Eric Laurent. Secret Dossier: The Hidden Agenda Behind The Gulf War. Harmondsworth: Penguin Books, 1991. Salinger, Pierre. “The United States, the United Nations, and the Gulf War”. Middle East Journal 49, no. 4 (1995): 595-613. 153 Schelling, Thomas C.. Arms and Influence. New Haven and London: Yale University Press, 2008. Schettino, Ilario. “Is Coercive Diplomacy a Viable Means to Achieve Political Objectives?”. 2009: 1-7. erişim 19 Mart 2023. https://www.e-ir.info/pdf/1693. Schmidt, Brian C.. “The primacy of national security”. Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith, Amelia Hadfield and Tim Dunne, 206-221. Oxford: Oxford University Press, 2016. Seliktar, Ofira. The Politics of Intelligence and American Wars with Iraq. New York: Palgrave Macmillan, 2008. “Senate approves Iraq war resolution”, CNN, 11 Ekim 2002, erişim 8 Haziran 2023. https://edition.cnn.com/2002/ALLPOLITICS/10/11/iraq.us/. Shiffman, Gary M. “Economic Security”. Contemporary Security Studies, ed. Alan Collins, 208-221. New York: Oxford University Press, 2013. Sifry, Micah L. and Christopher Cerf. “The U.N. Resolutions: The Complete Text”. Gulf War Reader: History, Documents, Opinions, ed. Micah L. Sifry and Christopher Cerf, 137-156. New York: Times Books, 1991. Simons, Geoff. The United Nations: A Chronology of Conflict. New York: Palgrave Macmillan, 1994. Solarz, Stephen J., Paul Wolfowitz, Derek Chollet, Robert Satloff, Patrick Clawson and Michael Eisenstadt. “How to Overthrow Saddam”. Foreign Affairs 78, no. 2 (1999): 160-163. Sperandei, Maria. “Bridging Deterrence and Compellence: An Alternative Approach to the Study of Coercive Diplomacy”. International Studies Review 8, no. 2 (2006): 253- 280. Stein, Janice Gross. “Deterrence and Compellence in the Gulf, 1990-91: A Failed or Impossible Task?”. International Security 17, no. 2 (1992): 147-179. 154 Stein, Janice Gross. “Foreign Policy Decision Making: Rational, Psychological, and Neurological Models”. Foreign Policy Theories, Actors, Cases, ed. Steve Smith, Amelia Hadfield, and Tim Dunne, 130-146. Oxford: Oxford University Press, 2012. Şener, Bülent. “Savaş ile Barış Arasında Bir Kriz Yönetim Stratejisi Olarak Zorlayıcı Diplomasi ve Türk Dış Politikasındaki Örnekleri”. Yeni Güvenlik Ekosistemleri ve Çok Taraflı Bedeli, ed. Tolga Sakman, Ayşenur Yılmaz ve Ufuk Çiçek, 157-190. İstanbul: Tasam Yayınları, 2018. Taft IV, William H. “Todd F. Buchwald, Preemption, Iraq, and International Law”. The American Journal of International Law 97, no. 3 (2003): 557-563. Taylor, Samantha A. and Amanda B. Cronkhite. “Winning the Narrative War”. Parameters 50, no. 2 (2020): 87-94. Taylor, Stan A. and Theodore J. Ralston. “The Role of Intelligence in Crisis Management”. Avoiding War: Problems of Crisis Management, ed. Alexander L.George, 395-412. Boulder: Westview Press, 1991. “Testimony of U.S. Secretary of Defense Donald H. Rumsfeld Senate Armed Services Committee”. 21 Haziran 2001. erişim 10 Haziran 2023. https://www.globalsecurity.org/military/library/congress/2001_hr/010621rumsfeld.pdf. “Testimony of U.S. Secretary of Defense Donald H. Rumsfeld before the House Armed Services Committee regarding Iraq (Transcript)”. Rayburn House Office Building. 18 Eylül 2002. erişim 7 Eylül 2022. http://www.sscnet.ucla.edu/polisci/faculty/trachtenberg/useur/rumsfeld180902.html. Uçarol, Rıfat. Siyasi Tarih:1914-2014. İstanbul: Der Yayınları, 2019. Ulrichsen, Kristian Coates. The Gulf States in International Political Economy. New York: Palgrave Macmillan, 2016. Uslu, Nasuh. “Körfez Savaşı ve Amerika’nın Politikaları”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 54, no. 3 (2015): 165-199. 155 Uzgel, İlhan. “ABD ve NATO’yla İlişkiler”. Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar II, ed. Baskın Oran, 243-325. İstanbul: İletişim Yayınları, 2020. Wæver, Ole. “The EU as a Security Actor: Reflections from a Pessimistic Constructivist on Post-Sovereign Security Orders”. International Relations Theory and the Politics of European Integration: Power, Security and Community, ed. Morten Kelstrup and Michael C. Williams, 250-294. London: Routledge, 2000. Wilkinson, Claire. “The Copenhagen School on Tour in Kyrgyzstan: Is Securitization Theory Useable Outside Europe?”. Security Dialogue 38. no.1 (2007): 5-25. Williams, Michael C. “Words, Images, Enemies Securitization and International Politics”. International Studies Quarterly 47, no.4 (2003): 511-531. Woodward, Bob. Plan of Attack. New York: Simon & Schuster, 2004. Woodward, Bob. State of Denial: Bush at War, Part III. New York: Simon & Schuster, 2006. Yaycı, Cihat. “Irak’ta Yaşanan Savaşlar ve Türkiye’ye Etkileri”. Güvenlik Stratejileri Dergisi 15, no. 30 (2019): 331-352. Yergin, Daniel. “Overview”. The Dependence dilemma: Gasoline consumption and America's security, ed. Daniel Yergin, 15- 28. USA: Center for International Affairs, Harvard University, 1980. Yılmaz, Sait. Uluslararası Güvenlik: Teori, Pratik ve Gelecek. Ankara: Kaynak Yayınları, 2017. 156