T.C. ULUDAĞ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐSLÂM TARĐHĐ VE SANATLARI ANABĐLĐM DALI TÜRK ĐSLÂM EDEBĐYATI BĐLĐM DALI FÂ’ĐK, MU‘CĐZÂTÜ’N-NEBÎ: ĐNCELEME-METĐN YÜKSEK LĐSANS TEZĐ Zeynep Esra BĐLGĐN BURSA 2010 T.C. ULUDAĞ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐSLÂM TARĐHĐ VE SANATLARI ANABĐLĐM DALI TÜRK ĐSLÂM EDEBĐYATI BĐLĐM DALI FÂ’ĐK, MU‘CĐZÂTÜ’N-NEBÎ: ĐNCELEME-METĐN YÜKSEK LĐSANS TEZĐ Zeynep Esra BĐLGĐN DANIŞMAN Prof. Dr. BĐLÂL KEMĐKLĐ BURSA 2010 ÖZET “Fâ’ik, Mu‘cizâtü’n-Nebî: Đnceleme-Metin” adını verdiğimiz bu çalışmada, Fâ’ik’in kim olduğu ve Mu‘cizâtü’n-Nebî adlı eseri üzerinde araştırma yapmak hedeflenmiştir. Mu‘cizâtü’n-Nebî; XIV. yüzyılda Anadolu sahasında yazılmış, Mu‘cizât-ı Nebî türüne örnek bir mesnevîdir. Çalışmamız, bir Giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş’te, mu‘cize kavramının tanımı yapılmış ve mu‘cizenin divan şiirine nasıl konu olduğu hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Birinci Bölüm’de, Fâ’ik’in kim olduğu ve Mu‘cizâtü’n-Nebî’nin nasıl bir eser olduğu hakkında yaptığımız araştırmalara yer verilmiştir. Araştırmalarımızın neticesinde, elimizdeki eserin Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevîsi olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle, Yûsuf-ı Meddâh’ın hayatı ve eserleri ele alınmıştır. Ardından elimizdeki eserin, şekil, dil ve ifade özellikleri hakkında bilgi verilmiştir. Đkinci Bölüm’de, elimizdeki eserin nüshalarıyla ilgili bilgiler verilmiş ve metnin çeviri çalışması yapılmıştır. Çalışmamızla ilgili değerlendirmeler de Sonuç başlığı altında ele alınmıştır. III ABSTRACT In this research, which titled “Fâ’ik, Mu‘cizâtü’n-Nebî: Đnceleme-Metin”, I tried to find out who Fâ’ik is and to examine his work Mu‘cizâtü’n-Nebî. Mu‘cizâtü’n- Nebî is an example of Mu‘cizât-ı Nebî, a sort of mesnevi describing miracles of Prophet Muhammed, which was written in fifteenth century. Our research consists of an introduction and two main parts. In introduction we made the definition of the miracle and gave a brief explanation about how miracle was used, as a subject, in Turkish Divan Literature. In the first chapter the searh about Fâ’ik’s real identity and the very character of the Mu‘cizâtü’n-Nebî was held. Through this research I found that this work is Yûsuf-ı Meddâh’s work Hikâyet-i Kız ve Cühûd, in the form of Mesnevi. Knowing this I studied Yûsuf-ı Meddâh’s life and Works. After doing this, I studied this work through form, language and literary style. In the second chapter, I gave explanations about copies, manuscripts, of the work and tried to translate the into modern Turkish. I put my own Assessments about this work in conclusion Key words: Mu‘cize, Mesnevî, Fâ’ik, Mu‘cizâtü’n-Nebî, Yûsuf-ı Meddâh, Hikâyet-i Kız ve Cühûd. IV ÖNSÖZ Türkler; Đslâmiyet’ten sonra, konu, şekil ve tür açısından Đslâmî kaynaklardan beslenen, zengin bir dinî edebiyat ortaya koymuşlardır. Bu dinî edebiyat ürünleri arasında, şiir yönü en fazla gelişmiş ve en çok örnekleri teşekkül etmiş eserlerin başında Hz. Peygamber’le ilgili olanlar gelir. Türkler’in, Hz. Peygamber’e duydukları derin sevgi, saygı ve bağlılık, onun hakkında manzum mensur, büyük küçük pek çok eserin kaleme alınmasını sağlamıştır. Dinî edebiyatımızın ilk mahsulleri arasında, Hz. Peygamber’in hayatı, yaşayışı, ahlâkı, savaşları, sözleri, mu‘cizeleri, fiilleri ve fiziksel özellikleri etrafında kaleme alınan eserler, başta edebî özellikleri olmak üzere çoklukları ve tanınmışlıklarıyla hemen dikkati çekerler. Hatta bu eserlerin zenginliğinden, zamanla Hz. Peygamber’i konu alan Siyer, Hilye, Mevlid, Na’t, Mi’râciye, Esmâ-ı Nebî, Gazavât-ı Nebî, Mu‘cizât-ı Nebî, Hicretü’n-Nebî, Ahlâku’n-Nebî, Şefaat-nâme, Hadîs-i Erbaîn gibi değişik adlarla anılan alt türlerin oluştuğu görülür. Đşte biz, bu çalışmamızda, Mu‘cizât-ı Nebî türüne ait eserlerden biri olan, Fâ’ik adına kayıtlı Mu‘cizâtü’n-Nebî adlı eseri ele aldık. Çalışmamızı, giriş ve iki bölüme ayırdık. Giriş bölümünde; Mu‘cize kavramının lügât ve ıstılâhî manası ele alındı, özellikleri ve çeşitleri üzerinde duruldu, son olarak da mu‘cizenin divan şiirine nasıl konu olduğuna değinildi. Birinci Bölüm’de; Fâ’ik’in kimliği tespit edilmeye ve ona ait olduğu belirtilen Mu‘cizâtü’n-Nebî şekil ve dil açısından incelenmeye çalışıldı. Fakat çalışmamız esnasında, Fâ’ik’in müellif ismi olmadığı ve onun adına kayıtlı gösterilen eserin gerçek isminin de Mu‘cizâtü’n-Nebî olmadığı görüldü. Ardından hem müellif hem de eser adı ile ilgili yapılan bu yanlışı nasıl ortaya çıkardığımız açıklandı. Kütüphane kayıtlarının aksine, elimizdeki eserin Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevîsi olduğu tespit edilerek Yûsuf-ı Meddâh’ın hayatı ve eserleri hakkında bilgi verildi. Đkinci Bölüm’de ise; Fâ’ik adına kayıtlı üç Mu‘cizâtü’n-Nebî nüshasının tavsifi yapıldı ve metnin kurulmasında izlenen yol anlatıldı. Sonuç kısmında da, çalışmamızla ilgili değerlendirmelerimiz maddeler halinde sunuldu; Ekler’de nüshaların ilk ve son varaklarına ait fotoğraflara yer verildi. Bu çalışmanın oluşmasında, benden hiçbir yardımını esirgemeyen muhterem danışman hocam Prof. Dr. Bilâl KEMĐKLĐ’ye şükranlarımı sunmayı, ifası gereken bir borç bilirim. VI ĐÇĐNDEKĐLER TEZ ONAY SAYFASI.................................................................................................................Đ ÖZET .........................................................................................................................................III ABSTRACT............................................................................................................................... IV ÖNSÖZ........................................................................................................................................ V ĐÇĐNDEKĐLER ....................................................................................................................... VII KISALTMALAR ........................................................................................................................ 1 GĐRĐŞ MU‘CĐZE KAVRAMI................................................................................................................ 1 I. LÜGÂT VE ISTILÂHÎ MANASI.................................................................................... 2 II. MU‘CĐZE’NĐN ÖZELLĐKLERĐ VE ÇEŞĐTLERĐ ............................................................ 3 III. DĐVAN ŞĐĐRĐNDE MU‘CĐZE ......................................................................................... 8 BĐRĐNCĐ BÖLÜM ESERĐN ADI VE KĐME AĐT OLDUĞU SORUNU .............................................................. 25 I. FÂ’ĐK’E VE MU‘CĐZÂTÜ’N-NEBÎ’YE DAĐR KAYNAKLAR VE TETKĐKLER..... 26 A. KAYNAKLARDA FÂ’ĐK ĐSMĐNĐN TESPĐTĐ ................................................... 26 B. MU‘CĐZÂTÜ’N-NEBÎ HAKKINDA TETKĐKLER ........................................... 29 II. YÛSUF-I MEDDÂH’IN HAYATI VE ESERLERĐ ...................................................... 35 A. XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI MESNEVÎ EDEBĐYATI......................... 35 B. YÛSUF-I MEDDÂH’IN HAYATI...................................................................... 46 C. ESERLERĐ ........................................................................................................... 48 D. HĐKÂYET-Đ KIZ VE CÜHÛD ............................................................................ 50 III. MU’CĐZÂTÜ’N-NEBÎ (METĐN-ĐNCELEME)............................................................. 51 A. ESERĐN ŞEKĐL ÖZELLĐKLERĐ......................................................................... 51 1. Vezin:............................................................................................................. 51 2. Kafiye: ........................................................................................................... 52 B. ESERĐN DĐL VE ĐFADE ÖZELLĐKLERĐ .......................................................... 56 ĐKĐNCĐ BÖLÜM MUCĐZÂTÜ’N-NEBÎ (ĐNCELEME-METĐN)....................................................................... 72 I. TENKĐTLĐ METNĐN HAZIRLANMASI...................................................................... 73 II. KARŞILAŞTIRILAN NÜSHALAR VE TAVSĐFLERĐ................................................ 74 III. TRANSKRĐPSĐYON SĐSTEMĐ ..................................................................................... 76 METĐN ....................................................................................................................................... 77 SONUÇ..................................................................................................................................... 111 BĐBLĐYOGRAFYA ................................................................................................................ 114 EKLER..................................................................................................................................... 121 ÖZGEÇMĐŞ............................................................................................................................. 130 VIII KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser N. : Neşriyat a.g.m. : Adı geçen makale Nr., nr. : numara AKM : Atatürk Kültür Merkezi ö. : ölümü AÜ : Ankara Üniversitesi s. : sayfa a.y. : aynı yer S. : Sayı b. : Bin, ibn SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü B. : Basımevi, Baskı ss. : sayfadan sayfaya Bkz., bkz. : Bakınız TALĐD : Türkiye Araştırmaları Literatür bl. : Bölümü Dergisi c. : cilt TDED : Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi çev. : çeviren, çeviri TDK : Türk Dil Kurumu DĐA : Türkiye Diyanet Vakfı Đslâm TDV : Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi ter. : Tercüme, tercüme eden DĐB : Diyanet Đşleri Başkanlığı thk. : Tahkîk haz. : Hazırlayan, Hazırlayanlar ts. : Tarihsiz Hz. : Hazreti TTK : Türk Tarih Kurumu ĐSAM : Đslami Araşıtrmalar Merkezi TTV : Türk Tarih Vakfı ĐÜ : Đstanbul Üniversitesi TVY Y. : Tarih Vakfı Yurt Yayınları ĐÜEF : Đstanbul Üniversitesi Edebiyat vb. : ve benzeri, ve başkası, ve bunun Fakültesi gibi K. : Kitabevi v.dğr. : ve diğerleri KB : Kültür Bakanlığı vr. : varak Ktp. : Kütüphanesi Y. : Yayıncılık, Yayınevi, Yayınları MEB : Milli Eğitim Bakanlığı GĐRĐŞ MU‘CĐZE KAVRAMI I. LÜGÂT VE ISTILÂHÎ MANASI “Mu‘cize” (“َُة ِ ْ ُ dan ism-i’”اْ ُز“ kökünden türemiş ”ع ج ز“ ”A.C.Z“ ,(”ا fâil’dir.1 Çoğulu “Mu‘cizât” (ç. “َاُت ِ ْ ُ kelimesi, lügâtte (”ا ُ ْ ِ َُة“) ”olan “Mu‘cize (”ا “beşerin bir benzerini meydana getirmeye güç yetiremediği olağanüstü iş” olarak tanımlanmaktadır.2 Istılâhî mânâda “mu‘cize”; peygamberlerin, Allah tarafından gönderilen elçiler olduklarını ümmetlerine ispat etmek için, Allah’ın izniyle gösterdikleri olağanüstü olaydır.3 Mu‘cize; nübüvvetini iddia eden kişinin elinde, davasına uygun olarak zuhur eden,4 insanların bir benzerini ortaya koymaktan aciz kalacağı olağanüstü olay, dolaylı biçimde zuhûr eden ilahî bir fiil olarak tanımlanmıştır.5 Mu‘cize, peygamberlerin peygamberlik davalarının doğruluğunu teyid için Cenâb-ı Hakk tarafından yapılan harikulâde bir hadisedir.6 Mu‘cize’nin temel özelliği, tabiat kanunlarının üstünde ve bu kanunlara aykırı, doğaüstü olay olmasıdır. Mu‘cize’nin gerçekleşmesi, “Âdetullah” ve “Sünnetullah” denilen tabiat kanunlarının, sadece peygamberler için, geçici bir süreliğine icrasından alıkonulmasıdır. Yoksa Allah’ın âdeti ve sünneti değişmez. Çünkü mu‘cize, aklın ve tabiatın üstünde, Allah’ın izni ve kudretiyle meydana gelen istisnaî bir hâdisedir. Genel ve kapsayıcı olan ise, Sünnetullah dediğimiz tabiat kanunlarıdır. Bu nedenle, mu‘cizeleri tabiat kanunlarıyla izah etmeye çalışmak, mu‘cizeyi mu‘cize olmaktan çıkarmak olur. Mu‘cizelerin amacı, peygamberlerin nübüvvet iddiasını ispat ve doğrulamaktır. 7 1 et-Tehânevî, Muhammed Ali b. Ali, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, II, Kahraman Y., Đstanbul, 1984, (Kalküta 1872’den ofset), s. 975. 2 et-Tehânevî, a.g.e., II, 976. 3 Uludağ, Süleyman, Đslam’da Đnanç Konuları ve Đtikadî Mezhepler, 4.bs., Marifet Y., Đstanbul, 1998, s. 199. 4 et-Tehânevî, a.g.e., a.y. 5 Sami, Şemseddin, Kâmus-ı Türkî, II, 3.bs., Çağrı Y., Đstanbul, 1989, s. 1370; Bulut, Halil Đbrahim, “Mu’cize”, DĐA, XXX, Đstanbul, 2005, ss. 350-352, s. 350; Bkz. Mevdûdî, Seyyid Ebu’l-Alâ, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, ter. Ahmed Asrar, I, 3.bs., Pınar Y., Đstanbul, 1992, s. 325-347. 6 Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, ter. Ömer Rıza Doğrul, II, Eser K., Đstanbul, 1974, s. 213. 7 Bkz. Uludağ, S., a.g.e., 199-201; Mevdûdî, a.g.e., I, 327. 2 II. MU‘CĐZE’NĐN ÖZELLĐKLERĐ ve ÇEŞĐTLERĐ Bir hâdisenin, fiilin mu‘cize olabilmesi için şu özelliklere sahip olması gerekir: a) Tabiat kanunlarına aykırı, doğaüstü, hârikulâde olay olması. b) Allah’ın izniyle sadece peygamberlerin elinde zuhûr etmesi. c) Peygamberlik iddiasında bulunan kişinin davasına hizmet etmesi, amacına uygun olması. d) Peygamberin sözüyle uyum içinde olması, yani söylediği şeyin aynen gerçekleşmesi. e) Tehaddî (meydan okuma) içermesi. f) Diğer insanların bir benzerini ortaya koymaya güç yetirememesi, âciz kalması. g) Karışıklığa sebebiyet vermeksizin, doğrudan yahut dolaylı biçimde ilâhî bir fiil olması. Bunlar, mu‘cizenin şartlarıdır.8 Kur’ân’da, mu‘cize kelimesi yer almamaktadır. Mu‘cize deyimi yerine “âyet (âyât), delil (delâil, edille), hucce (hucec), bürhân (berahin), beyyine (beyyinât), hak, sultan, furkân” gibi deyimler kullanılmıştır.9 Peygamberlerin Allah tarafından gönderilmiş gerçek elçiler olduğunu kanıtlayan harikulade olaylar, Kur’ân’da daha çok âyet (âyât) kelimesiyle ifade edilmiştir. Hz. Eyyub’un ayağını yere vurmasıyla yerden su fışkırması (es-Sa’d 38/41- 42), Hz. Đbrahim’in ateşten korunması (el-Ankebût 29/24; es-Saffât 37/97-98), Hz. Süleyman’ın kuşların dilini bilmesi (en-Neml 27/16), Hz. Salih’in dişi devesi (el-Hûd 11/64-68; eş-Şems 91/11-15), Hz. Musa’nın asasının yılana dönüşmesi, elinin parıltılı bir ışık vermesi (el-A’raf 7/107-108, 117-122; et-Tâhâ 20/19-22, 67-70), Hz. Đsa’nın beşikteyken konuşması, ölüleri diriltmesi, hastalıklara şifa vermesi, gökten yiyecek dolu bir sofra indirmesi (Âl-i Đmran 3/49; el-Maide 5/110-115; el-Meryem 19/27-33), Bedir ve Hendek savaşlarında meleklerin Müslümanlara yardım etmesi (Âl-i Đmran 3/123- 127; el-Ahzâb 33/9) gibi, peygamberlerin gösterdikleri olağanüstü olaylar genellikle bu kelime ile anlatılmıştır.10 8 et-Tehânevî, a.g.e., a.y.; Bulut, H. Đ., a.g.m., XXX, 350. 9 Uludağ, S., a.g.e., 199; Bulut, H. Đ., a.g.m., a.y. 10 Bkz. Bulut, H. Đ., a.g.m., XXX, 350-352; Mevdûdî, a.g.e., I, 328-347. 3 Mu‘cizeler, konusu, gayesi, tabiat kanunları, mu‘cize istekleri, tehaddî özelliği, harikulâde olması ve kudret açısından olmak üzere yedi kısma ayrılır. Konusu açısından mu‘cizeler, hissî, haberî ve aklî olmak üzere üçe; gayesi açısından mu‘cizeler de, hidâyet/irşâd mu‘cizeleri, nusret/yardım mu‘cizeleri, ikrâm mu‘cizeleri ve helâk mu‘cizeleri olmak üzere dörde ayrılır. Hz. Peygamber’in mu‘cizeleri; aklî, hissî ve haberî olmak üzere üç başlık altında ele alınır. Hz. Peygamber’in, belli bir zaman ve mekanla sınırla kalmayıp, her asırda insanların akıllarına hitap eden en büyük mu‘cizesi Kur’ân-ı Kerim’e “aklî” veya “manevî mu’cize” denir. Kur’ân’ın, dil, üslûp, hitâbet bakımından üstün özelliklere sahip ve insanların bir benzerini meydana getirmekten âciz kaldıkları eşsiz bir kitap olduğu, Allah’ın kelâmı olduğu (el-Bakara 2/23-24,82; el-Enfâl 8/31; el-Yûnus 10/38- 40; el-Hûd 11/13-14; en-Nahl 16/103; el-Đsrâ 17/88; eş-Şuarâ 26/210-212; el-Lokman 31/27; el-Fussilet 41/41-42; et-Tûr 52/34; et-Tâhâ 20/133; el-Ankebût 29/49-51) pek çok âyette belirtilmiştir.11 Aklî mu‘cizelerin, hissî ve haberî mu‘cizeler gibi zaman ve mekanla sınırlı kalmayıp, her dönemde geçerli oldukları göz önünde bulundurulursa önemi daha iyi anlaşılacaktır.12 Hissî mu‘cizeler, adından da anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber’in insanların duyularına hitap eden mu‘cizeleridir. Hissî mu‘cizeler, sadece Hz. Peygamber döneminde yaşayan insanların şahit olduğu ve bize rivâyet yoluyla ulaşan mu‘cizelerdir. Bunlar arasında Hz. Peygamber’in parmaklarının arasından su fışkırması, kütüğün inlemesini dindirmesi, duasının hemen kabul olması13, ağacın gelip şehâdet etmesi, Ay’ın ikiye bölünmesi14, hastaları tedavi etmesi, az sayıda yiyecek ve içecekle çok 11 Uludağ, S., a.g.e., 200; Bulut, H. Đ., a.g.m., XXX, 351. 12 Bulut, Halil Đbrahim, Kur’ân Işığında Mu’cize ve Peygamber, Rağbet Y., Đstanbul, Aralık 2002, s. 220. 13 Bkz. el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. Đsmail, Câmiu’s-Sahîh, I-VIII, el-Mektebetü’l-Đslâmî, Đstanbul, 1979, el-Menâkıb, 25. Buhârî, bu bâbda, peygamberlik alâmeti olarak gösterilen, suların çoğalması, yemeğin bereketlenmesi, duasının hemen kabul olması, kütüğün inlemesi gibi hadisleri nakleder. Bu hadisler, Müslim’de de geçmektedir. Bkz. Müslim, Ebû Hüseyn b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, Sahîh, (thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), I-V, Dâru Đhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1955, el-Fedâil, 4, 5, 6, 7. 14 el-Buhârî, el-Menâkıb, 27, Menâkibü’l-Ensâr, 36; el-Müslim, Sıfâtu’l-Münâfıkîn, 43, 47, 48; Ay’ın yarılması ile ilgili mu’cize için bkz. Derveze, M. Đzzet, et-Tefsîru’l-Hadîs, Nüzûl Sırasına Göre Kur’ân Tefsiri, çev. Ahmet Çelen, Mehmet Çelen, I, 2.bs., Ekin Y., Đstanbul, 1998, s. 365-367. 4 sayıda insanın karnını doyurması15, çakıl taşlarının kendisine selam vermesi, kızartılmış koyun etinin kendisinde zehir bulunduğunu haber vermesi en çok bilinenlerdendir.16 Bunlar, daha çok Hadis ve Siyer literatüründe geçmektedir. Hz. Peygamber’in Kur’ân’da haber verilen hissî mu‘cizelerinden biri; Bedir Savaşı’nda meleklerin Müslümanlara yardıma gelmesidir.17 Bilindiği gibi Bedir, müslümanlarla müşrikler arasında yapılan ilk savaştır. Bu savaşta müslümanlar, müşriklerin aksine, hem sayıca az hem de silah ve donanım açısından çok zayıftı. Hz. Peygamber’e rüyasında, Bedir Savaşı seyrettirilmiş ve kendisine müşriklerin sayısı olduğundan çok az gösterilmişti. Eğer Hz. Peygamber, müşriklerin sayısını olduğu gibi görse ve bunu müslümanlara anlatsaydı, onların kalblerine bir korku girecekti. Bununla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Allâh, sana onları uykunda az gösterdi. Eğer sana onları çok gösterseydi, ürker çekinirdiniz ve (savaş) iş(in)de çekişirdiniz. Fakat Allâh, (sizi bundan) kurtardı. Doğrusu O, kalplerin özünü bilir.”18 Savaş günü gelip meydana çıkıldığında, müslümanların müşrikleri az görmesi gibi, müşrikler de müslamanları az görmüştü. Kur’ân, bunu şöyle ifade eder: “Karşılaştığınız zaman, onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu ki; yapılması gereken bir işi yerine getirsin. Đşler, hep Allah'a döndürülecektir.”19 Fakat başlangıçta müşrikler, müslümanların azlığına bakarak savaşmayı göze almışlarsa da, daha sonra iş değişmiş ve müslümanları asıl sayılarının iki katı derecesinde görmeye başlayarak ürkmüşlerdi.20 Kur’ân, bu durumdan şöyle bahseder: “Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta sizin için büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kâfir idi. O kâfirler Müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Elbette bunda görecek 15 el-Buhârî, el-Menâkıb, 25. 16 Bkz. en- Nebhânî, Yûsuf b. Đsmail, Fezâil-i Muhammediyye (Hz. Muhammed’in Faziletleri), Tahkîk ve Tertîb: Mahmut Fahîrî, Türkçesi: Fethi Güngör, 1.bs., Đnsan Y., Đstanbul, Ekim, 1996, s. 135-160; Bkz. Havva, Said, er-Resûl Hz. Muhammed (s.a.v.), ter. Harun Ünal, Petek Y., Đstanbul, 1987, 360- 394; Bkz. Avcı, Casim, Son Peygamber Hz. Muhammed (Hayatı, Şahsiyeti, Đslâm Dinî ve Kültüründeki Yeri), ĐSAM Y., Đstanbul, 2007, s. 152-156. 17 Âl-i Đmrân 3/123-125; Enfâl 8/9-12, 17; Bkz. el-Buhârî, el-Cihâd, 89; el-Müslim, el-Cihâd, 58. 18 el-Enfâl 8/43. 19 el-Enfâl 8/44. 20 Bkz. Đmam Şiblî, Peygamberimizin Ruhani Hayatı ve Mu’cizeleri, çev: Ahmet Karataş, Timaş Y., Đstanbul, 2006, s. 265-268. 5 gözleri olanlar için alınacak ibret vardır.”21 “Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: ‘Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim’ diye duânızı kabul buyurmuştu.”22 Hz. Peygamber’in Kur’ân’da haber verilen hissî mu‘cizelerinden bir diğeri de Hendek ve Huneyn Savaşları’nda Cenâb-ı Hakk’ın düşmanların üzerine bir rüzgâr ve gözle görülmeyen ordular göndermesidir.23 Hendek Savaşı’nda çeşitli Arap kabileleri birleşerek müslümanlara karşı hareket etmiş ve Medine’yi kuşatma altına almıştı. Müşrikler kuşatmayı sürdürerek müslümanların direncini kırmak, onları açlıktan öldürmek ve tamamen ortadan kaldırmak istiyordu. Kuşatma yirmi gün sürmüş ve müslümanlar çok zor durumda kalmışlardı. Đşte bu zor anlarda, Medine civarında şiddetli bir fırtına kopmuş ve müşrikler kuşatmayı kaldırmaya mecbur kalmışlardı.24 Kur’ân, bundan şöyle bahseder: “Ey inananlar, Allâh'ın size olan ni'metini hatırlayın, hani bir zaman size ordular gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allâh, yaptıklarınızı görmekteydi.”25 Huneyn Savaşı’ndaki ilahi yardım ise şöyledir: Mekke’nin fethinden sonra Huneyn Savaşı’nda müslümanlar sayıca çok olmakla beraber, aralarında müslümanlığı yeni kabul etmiş genç ve tecrübesiz kimseler de bulunmaktaydı. Müslümanlar, okçuluklarıyla meşhur Hevazin kabilesinin ok sağanağıyla karşılaşınca geri dönmek istemiş; ancak Hz. Peygamber ordunun toplanmasını emrederek yerden bir avuç toprak almış ve onu düşman üstüne atmış, savaşın kaderi de bir anda değişmişti.26 Kur’ân-ı Kerim’de bundan şöyle bahsedilir: “Andolsun Allâh size birçok yerlerde, Huneyn gününde de yardım etmişti. Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti, nihâyet bozularak geri çekilmeye (kaçmağa) başlamıştınız.”27 “Sonra Allâh, Elçisinin ve 21 Âl-i Đmran 3/13. 22 el-Enfâl 8/9. 23 et-Tevbe 9/25-26; el-Ahzâb 33/9; Avcı, C., a.g.e., 154. 24 Đmam Şiblî, a.g.e., s. 268. 25 el-Ahzâb 33/9. 26 Đmam Şiblî, a.g.e., 269; Huneyn Savaşı’nda gerçekleşen mu’cize için bkz. el-Buhârî, el-Meğâzî, 54; el-Müslim, el-Cihâd, 76, 81. 27 et-Tevbe 9/25. 6 mü'minlerin üzerine sekînetini (güven veren rahmetini) indirdi, sizin görmediğiniz askerler indirdi ve kâfirlere azâb etti (onları bozguna uğrattı). Đşte kâfirlerin cezâsı budur!”28 Haberî mu‘cizeler ise, Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı vahye dayanarak, geçmiş peygamberlerin mücadelelerinden, isyankâr kavimlerin başlarına gelenlerden, içinde bulunulan zamandan ve geleceğe ilişkin bazı olaylardan haber verip daha sonra bunların aynen gerçekleştiği mu‘cizelerdir.29 Hz. Peygamber, geçmiş peygamberlerin başından geçenleri ve Ashâb-ı Kehf gibi tarihî olayları vahiy yoluyla haber vermiş ve verdiği bilgiler dönemin âlimleri ve ehl-i kitâb tarafından doğrulanmıştır. Aynı şekilde Bizanslılar’ın Đranlılar’ı yeneceğini30 ve Mekke’nin fethedileceği müjdesini31 de yine vahiy yoluyla haber vermiştir.32 Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber’in Kur’ân dışındaki mu‘cizeleri, belli bir mekâna, zamana ve şahıslara mahsus olmuştur. Özellikle Hz. Peygamber’in parmaklarının arasından su fışkırması, kütüğün inlemesini dindirmesi, çakıl taşlarının kendisine selam vermesi gibi mu‘cizeler, çoğunlukla mütevâtir olmayan haberlerdir. Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in vefâtından sonra, pek çok efsanevî olay, onun şahsına nispet edilmiş ve Hz. Peygamber’in şahsiyetinin gerçek hüviyeti zamanla efsanevî bir hâl almıştır.33 Đşte Anadolu’da, Đslam’ın yayılma dönemlerinde kaleme alınan eserlerin başında, Hz. Peygamber’i konu alan türler gelir ve bunlar arasında Hz. Peygamber’in efsaneleşmiş şahsiyetini anlatan eserler de bulunmaktadır. Bunlar, Moğol akın ve yağmalarından kaçarak Anadolu topraklarına sığınan Türklere, dinî bilgi ve şuur kazandırmak gayesiyle oluşturulmuş eserlerdir. Halkın büyük ilgi gösterdiği bu eserler, XIV. yüzyıldan itibaren yazıya geçirilmiştir. XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da, Hz. Peygamber’in doğumu başta olmak üzere, hayatı, fiziksel özellikleri, sözleri, ahlâkı, mi’râcı, mu‘cizeleri, savaşları, vefâtı 28 et-Tevbe 9/26. 29 Bulut, H. Đ., a.g.m., XXX, 351; Avcı, C., a.g.e., 156. 30 er-Rum 30/3-4. 31 es-Saff 61/13. 32 Bulut, H. Đ., a.g.m., a.y.; Avcı, C., a.g.e., a.y. 33 Uludağ, S., a.g.e., 201. 7 gibi konular hakkında manzum eserler kaleme alınmaya başlamıştır. Bunlardan Hz. Peygamber’in mu‘cizelerini konu alan eserler, Mu‘cizât-ı Nebî adı altında bir türü meydana getirmiştir. Bu türün kaynağı, Hz. Peygamber’in vefâtından sonra, onun şahsına nispet edilerek anlatılan hikâyelerden oluşmaktadır. Bu türe örnek eserlerden biri de, Fâ’ik adına kayıtlı Mu‘cizâtü’n- Nebî adlı eserdir. III. DĐVAN ŞĐĐRĐNDE MU‘CĐZE Her edebiyat, tarihsel olarak belli bir döneme özgüdür ve her biri kendi döneminin duygu, düşünce dünyasını, inançlarını, değer yargılarını ve ideolojisini dile getirir.34 Bir başka deyimle, edebiyatlar, tıpkı birer ayna gibi bize kendi dönemlerinin hayatlarını aksettirirler. Şair ve yazarlar da, içinde yaşadıkları hayatın ve bu hayatın kendilerine verdiği görüntülerin tesiri altında kalmışlardır. Farkında olarak veya olmayarak bu hayattan esinlenmiş, bu esinle eserler kaleme almışlardır.35 Türklerin, Đslâm medeniyeti dairesinde, Arap ve Fars edebiyatlarının yanında meydana getirdiği ve varlığını altı asır boyunca sürdürmüş olan edebiyatına Divan edebiyatı denir.36 Divan edebiyatı, Đslâm inanç ve tasavvufî düşünce örgüsüne dayalı, kendine has kuralları olan, soyut, edebî sanatlar yönünden zengin bir edebiyattır.37 Başta Kur’ân ve hadis olmak üzere, enbiyâ kıssaları, mu‘cizeler, tasavvuf, ahlâk, felsefe, sanat, tabiat, batıl ve hakikî bilgiler, tarihî olaylar ve şahsiyetler divan edebiyatının kaynakları arasında yer alır.38 Bu kaynaklar içerisinde en geniş yeri tutan şüphesiz dinî konulardır. Çünkü Türkler, Müslüman olduktan sonra, Đslâm dünyasının bir parçası olmuş ve dinî hayat, hem topluma hem de edebiyata hâkim olmuştur.39 Nasıl ki, her edebiyat, birer ayna gibi kendi döneminin hayatını aksettiriyorsa, divan edebiyatı da kendi döneminin hayatını bütünüyle bize aksettirmiştir. Đşte bu dönemde, dinî 34 Bkz. Eagleton, Terry, Edebiyat Kuramı ( Literary Theory: An Introduction), ter. Esen Tarım, 1.bs., Ayrıntı Y., Đstanbul, 1990, s. 25-40; Levend, Âgah Sırrı, Divan Edebiyatı -Kelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar-,4.bs., Enderun K., Đstanbul, 1984, s. 7. 35 Levend, Âgah Sırrı, Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, DĐB Y., Ankara, 1962, s. 55. 36 Bkz. Akün, Ömer Faruk, “Divan Edebiyatı”, DĐA, IX, Đstanbul, 1994, ss. 389-427; Levend, Â. S., a.g.e., 3. 37 Bkz. Akün, Ö. F., a.g.m., a.y.; Bkz. Pala, Đskender, Divan Edebiyatı, 9.bs., Kapı Y., Đstanbul, 2006, s. 3-12. 38 Levend, Â. S., Divan Edebiyatı, 9. 39 Levend, Â. S., Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, 4. 8 konular hakkında müstakil eserler yazıldığı gibi, divanlar içinde yer alan kaside, gazel, kıt’a, mesnevi gibi manzumelerde de telmih ve teşbihler yoluyla dinî konuların ele alındığı görülür. Divan şiiri, geniş bir kültür birikimiyle oluşturulmuş bir geleneğe sahiptir. Bu şiir geleneğinin kültür kaynakları, Đslamiyet öncesi ve sonrası Türk kültürüyle birlikte, Đran ve Arap milletlerinin kültürleridir. Divan şiiri, kendisi olma yolunda, Đslamiyet öncesi Türk şiir geleneğinden ve Türkler’den çok önce müslüman olan Arap ve Đranlı’ların şiir geleneklerinden beslenerek ilerlemiştir. Zamanla bu kültürlerin farklılıklarının iç içe geçmesiyle yeni bir şiir yapısı meydana gelmiştir. Ortaya çıkan bu yeni oluşumun adı ise divan şiiridir.40 Divan şiirinin belli bir geleneği vardır ve şair, şiirini bu geleneğe uygun olarak söylemelidir. Divan şiirinde, en küçük nazım birimi, kafiyeli ve vezinli iki mısradan oluşan beyit’tir. Beyit, sözlükte “ev” anlamına gelir. Mısra’nın sözlük anlamı ise, “iki kanatlı kapının her bir kanadına verilen ad”dır. O dönemde evlerin kapılarının iki kanadı vardır. Bu demektir ki, bir evin inşası nasıl kapıları takıldığında tamamlanmış oluyorsa, ayrı ayrı kurulmuş iki mısranın bir araya gelmesinden de beyit oluşur. Bir evin ev olabilmesi için nasıl içinde insan olması gerekiyorsa, beytin içinde de mânâ bulunmalıdır.41 Divan şiirinde, her beyitte bir mânâ bulunması gerektiği gibi, divan şairi de sürekli daha önce hiç söylenmemiş olanı güzel ve ince bir söyleyişle söyleme (bikr-i mânâ) çabası içinde olmalıdır.42 Divan şairi, şiirlerini eserine rastgele veya kendi isteğine göre koyamaz. Divanlarda şiirlerin şekil, tür ve konularına göre, hangi grup ve sıralar içinde yer alacağı önceden tayin edilmiş bir protokole tâbidir. Buna göre divanı oluşturacak şiirler, belli bir hiyerarşi içinde, nazım şekillerine ve muhtevalarına göre divan tertibine tâbi tutulurlar. Hiyerarşiye göre, muhteva bakımından şair, ilk olarak değerler sisteminin zirvesindeki ulûhiyyet makamıyla söze başlar ve kendisine doğru kademe kademe inen 40 Tarlan, Ali Nihad, Edebiyat Meseleleri, Ötüken N., Đstanbul, 1981, s. 85; Đspir, Meheddin, “Divan Şiiri Karşısında Şairin Durumu”, Turkish Studies/Türkoloji Araştırmaları Tunca Kortantamer Özel Sayısı-I, Volume 2/3, Summer 2007, ss. 313-321, s. 314. 41 Dilçin, Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, 7.bs., TDK Y, Ankara, 2004, s. 101. 42 Bkz. Mengi, Mine, “Divan Şiiri ve Bikr-i Mana”, Divan Şiiri Yazıları, 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 2000, s. 22-29. 9 bir sırayı takip eder.43 Yaratıcı fikri, düşünce âleminin hem esası hem de merkezidir. Her şey, bu yüce varlıktan başlar ve yine O’na döner. O’nun zatı, isimleri, sıfatları, kelâmı ve O’nun son peygamberi olan Hz. Muhammed’in hayatı, sözleri, kişiliği, mu‘cizeleri şairlerin tükenmez esin kaynaklarıdır.44 Şair, divanına, Allah’ın isim ve sıfatlarını, O’nun birliğini, yüceliğini, kudretinin sonsuzluğunu, eşi ve benzerinin olmayışını dile getiren Tevhîd ve Allah’ın yüceliği karşısında kendisinin zayıflığını, çaresizliğini, O’na yakarışını dile getiren Münâcât’la başlar.45 Ardından şiirini Hz. Muhammed’e yöneltir ve onu metheden, ona duyulan derin hürmet ve muhabbeti dile getiren, ondan şefaat dileyen Na’t’lara yer verir. “Muhteva yönüyle gayet zengin olan na’tlarda şairler, Hz. Peygamber’in isim ve sıfatlarını, kâinatın efendisi, yaratılışın gayesi olduğunu, üstün vasıflarını, fiziki özelliklerini, mu‘cizelerini ve mi‘racını telmih yoluyla ya da âyet ve hadis iktibaslarıyla anlatırlar.”46 Na’t’larda, Hz. Peygamber’in risâletine, mi‘racına, hicretine, din yolunda çektiği eziyetlere ve özellikle mu‘cizelerine bir hayli telmih yapılmıştır.47 Divan şiirinde, Hz. Peygamber’in doğumuyla meydana gelen olağanüstü olaylar, sırtında peygamberlik mührünün bulunması, ağaç kütüğünün inlemesini durdurması, parmaklarının arasından su akıtması, kızartılmış kuzunun dile gelip ona kendisinin zehirli olduğunu söylemesi, diktiği hurma fidanının hemen meyve vermesi, Ay’ı ikiye bölmesi gibi birçok mu‘cizelerinden telmih yoluyla bahsedildiği görülür.48 Şairler, Hz. Peygamber’in doğumundan itibaren mu‘cizelerinin başladığını ve bunların sayılamayacak kadar çok olduğunu, dillerde dolaştığını söylemişlerdir: Mu‘cizâtı zâhir olu başladı Dükeli dillerde söylendi adı49 43 Akün, Ö. F., a.g.m., IX, 397. 44 Levend, Â. S., Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, 41. 45 Đsen, Mustafa, Eski Türk Edebiyatı El Kitabı, Genişletilmiş 3.bs., Grafiker Y., Ankara, 2005, s. 257, 265. 46 Yeniterzi, Emine, Divan Şiirinde Na’t, 1.bs., TDV Y, Ankara, 1993, s. 163. 47 Pala, Đskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 14.bs., Kapı Y., Đstanbul, 2005, s. 351; Levend, Â. S., Divan Edebiyatı, 134. 48 Pala, Đ., Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 328. 49 Vassaf, Hüseyin, Mevlid, Süleyman Çelebi ve Vesîletü’n-Necât’ı, haz. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 1999, s. 85. 10 Mu‘cizâtına anun yok hiç aded Hadd ü addin bilmez anun hiç ahad50 Edebiyatımızda kaside şairi olarak şöhret bulan ve hicve düşkünlüğüyle bilinen şairimiz Nef’i (ö. 1635)51, aşağıdaki beytinde, şiirinin Hz. Muhammed’in mu‘cizelerini beyan eden râvî olduğunu söyler: Addolunmaz mu‘cizâtı hadden efzûn neylesin Gerçi kim bir râvi-i mu’ciz-beyânîdir sözüm52 Đslam tarihçileri, Peygamberimizin doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. Mustafa Darîr, Siyer-i Nebî’sinde Hz. Peygamber’in mevlidinde pekçok mu‘cizenin görülmesini şöyle ifade eder: Ana rahmine düşelden bu Habîb Bunca mu‘cizâtını gördük acîb Ya Halime gördüğü mu‘cizeleri Kim ganî oldu kamu âcizleri Yahu mevlûdı gecesin kim diye Đşiden olunca hey hasret yiye53 Hz. Peygamber’in doğduğu gece, Đran Kisrası’nın sarayı yıkılmış, Mecûsîlerin Đran’da bin yıldan beri yanmakta olan “ateşgede”leri sönmüş, kiliseler yıkılmış, putlar yere düşüp kırılmış, Sâve gölünün suları çekilmiş, bin yıldan beri kurumuş hâldeki Semâve deresinin suları taşmıştır.54 Süleyman Çelebi (ö. 1421), büyük eseri Vesîletü’n-Necât’ta Hz. Peygamber’in doğduğu gece meydana gelen olayları şöyle dile getirir: 50 Vassaf, H., a.g.e., 90. 51 Şentürk, Ahmet Atillâ-Kartal, Ahmet, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, 1.bs., Dergâh Y., Đstanbul, 2007, s. 430. 52 Akkuş, Metin, Nef’î Divanı, Akçağ Y., Ankara, 1993, s. 47-49. 53 Darîr, Mustafa, Siyer-i Nebî (Peygamberimizin Hayatı), I, haz. Selman Yılmaz, Kutup Yıldızı Y., Đstanbul, 2004, s. 317. 54 Yücel, Đrfan, Đslam’ın Doğuşu, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Hayatı, 2.bs., DĐB Y, Ankara, 1984, s. 28. 11 Çün cihâna geldi ol şâh-ı cihân Zâhir oldı anda çok dürlü nişân Ol gice hep putlar oldı ser-nigûn Cânına şeytanun uruldı düğüm55 Toldı küffârun içi vü taşı gam Urdı her biri başına taşı hem Hem kilîseler dahı yıkıldı çok Kaldı altında keşişler oldı yok Tâk-ı Kisrâ eyle çatladı katı Đşidenün gitdi akl ü tâkatı Sâve bahri yire batdı ser-te-ser Kimse anda bulmadı sudan eser Ol Mecûsîler odı kim var idi Niçe yıllar idi kim yanar idi Ana taparlar idi ol kavm-i şûm Hiç olup ol od söyündi sanki mum Buncılayın dahı niçe dürlü var Anları ger dir isem gey söz uzar56 Görüldüğü gibi Süleyman Çelebi, Hz. Peygamber’in doğduğu gece birçok olağanüstü olayın yaşandığını, bunları anlatmaya kalkışsa sözün uzayıp gideceğini söyler. Safevî Devleti’nin kurucusu olan Şah Đsmail (ö. 1524), 16. yüzyıl Azerî edebiyatının ilk şairi olup Hatâyî mahlasıyla hem halk şiiri hem de klasik şiir tarzında 55 Vassaf, H., a.g.e., 83. 56 Vassaf, H., a.g.e., 84. 12 tasavvufî şiirler söylemiştir.57 O da Hz. Peygamber’in dünyaya gelişini şöyle anlatmıştır: Şu âleme bir nur doğdu Muhammed doğduğu gece Yeşil kandilden nûr indi Muhammed doğduğu gece Muhammed anadan düştü Kâfirlerin aklı şaştı Bin kilise yere geçti Muhammed doğduğu gece58 Şah Hatâyî’m der dervişler Sağ olsun cümle kardeşler Secdeye indi ağaçlar Muhammed doğduğu gece59 Hz. Peygamber’in doğduğu gece, Sasaniler’in meşhur hükümdarı Nûşirevân’ın, Bağdat yakınlarındaki Medâyin şehrinde yaptırmış olduğu muhteşem sarayı Tâk-ı Kisrâ’nın on dört sütununun yıkılması divan şairlerince çokça anılmıştır:60 Yıúıldı ùÀú-ı Kisrì maúdeminden CihÀn raómet úoòusı aldı deminden61 Ser-dâde hâk-i pâyine Kisrâ-yı ser-nigûn Đftâde bâb-ı lutfına her hânümân-harâb62 57 Şentürk, A. A.-Kartal, A., a.g.e., 297. 58 Ergun, Saadettin Nüzhet, Hatayî Divanı, Şah Đsmail-i Safevî Hayatı, Eserleri ve Nefesleri, Anadolu Matbaası, Đstanbul, ts., s. 96. 59 Ergun, S. N., a.g.e., 97. 60 Bkz. Tökel, Dursun Ali, Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar (Şahıslar Mitolojisi), 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 2000, s. 242-245. 61 Akalın, Mehmet, Ahmedî, Cemşîd ü Hurşîd Đnceleme-Metin, AÜ Y, Ankara, 1975, s. 61. 62 Ceylan, Ömür-Yılmaz, Ozan, Keçecizâde Đzzet Molla, Divân-ı Bahâr-ı Efkâr: Hazâna Sürgün Bahâr, Kitap Sarayı, Đstanbul, 2005, s. 65. 13 Cihânı Beyt-i Ma’mûr eyledin hedm-i dalâletle Mübârek makdemin kesr-efgen-i Eyvân-ı Kisrâ’dır63 17. yüzyıl şairlerinden Bosnalı Sâbit (ö. 1712), Hz. Peygamber’in gelişiyle Mecûsîlerin ateşinin sönüşünü ve Tâk-ı Kisrâ’nın yıkılışını bir arada zikreder: Söyündürdü ocağın dûde-i âteşperestânın Olup kül öksüzü düştü revâk-ı garka-i Kisrâ64 Hz. Peygamber’in dünyaya gelişiyle baştanbaşa tüm putlar yüz üstü yere düşüp kırılmıştır. Ahmedî (ö. 1412), bu durumu putların Hz. Peygamber’e secde etmesi olarak yorumlar: Anı çün kim getürdi óaú vücÿda Ser-À-ser bütler indiler sücÿda65 Yunus Emre (ö. 1320-21?) ise, Hz. Peygamber’in yeryüzüne ayak basmasıyla bütün putların yerle bir olduğunu şöyle ifade eder: Muhammed’ün medhini idelüm baş üstine Zirâ ki ol Muhammed yüridi ‘arş üstine ‘Arşına basdı kadem ol Resûlul’llâh benem Düşdi bu cümle sanem ser-nigûn ferş üstine66 Hz. Peygamber’in doğduğu gecede, Kâbe’deki putlar yüzüstü yere düşerek hepsi yerle bir olmuştur: LÀ-y-ıla yıúdı èizzet-ile LÀt u èUzzìéyi ĐllÀyı çün kim itdi aña teslìm kibriyÀ67 63 Onay, Ahmet Talât, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve Đzahı, haz. Cemal Kurnaz, 4.bs., Akçağ Y., Ankara, 2000, s. 432. 64 Levend, Â. S., Divan Edebiyatı, 126. 65 Akalın, M., a.g.e., ay. 66 Tatçı, Mustafa, Yûnus Emre Divanı, 2.bs., Akçağ Y., Ankara, 1998, s. 289. 67 Akalın, M., a.g.e., 66. 14 Büküldi lÀsı-y-ıla úamet-i LÀt ŞefÀèat itse olur maó u zellÀt68 Aynı gecede, Semâve deresinin suları taşmış ve Sâve gölünün suları çekilmiştir: Semâve âb-ı rû-yı şevkine âzad olup çıktı Ki bin yıl çekti habs-i tengnâ-yi sîne-i gabrâ69 Safa-yi meşrebin gördükte ol serçeşme-i nûrun Hicabından zemine geçti oldu Sâve nâpeyda70 Sâve bahri yire batdı ser-te-ser Kimse anda bulmadı sudan eser71 16. yüzyıl şairlerimizden Fuzûlî (ö. 1556), aşağıdaki beytinde insanların efendisi ve kıymetli inci deryâsı olan Hz. Muhammed Mustafa’nın doğduğu gece meydana gelen mu‘cizeleri şer sahiplerinin ateşine su serpmiştir diyerek, Mecûsîlerin ateşgedelerindeki ateşin sönmesine işaret eder: Seyyid-i nev’i beşer deryâ-yi dürr-i istifâ Kim sepiptir mu‘cizâtı âteş-i eşrâre su72 Bir diğer beytinde de, Hz. Peygamber’in mu‘cizelerinin çokluğunu, uçsuz bucaksız bir denize benzetmiş ve Mecûsîlerin bin yıldan beri yanmakta olan ateşhanelerine bu suyun ulaşmasıyla ateşlerinin söndüğünü ifade etmiştir: Mu‘cizi bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde kim Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâre su73 68 Akalın, M., a.g.e., 64. 69 Levend, Â. S., Divan Edebiyatı, 126. 70 Levend, Â. S., a.g.e., a.y. 71 Vassaf, H., a.g.e., 84. 72 Akyüz, Kenan-Beken, Süheyl-Yüksel, Sedit-Cunbur, Müjgan, Fuzûlî Divanı, Akçağ Y., Ankara, 1990, s. 32; Bkz. Akar, Metin, Su Kasidesi Şerhi, 2.bs., TDV Y, Ankara, 2000, s. 53-59; Bkz. Çalışkan, Adem, Fuzûlî’nin Su Kasidesi ve Şerhi, DĐB Y, Ankara, 1992, s. 109-112. 73 Akyüz, K., v.dğr., a.g.e., 32; Akar, M., a.g.e., 61-63; Çalışkan, A., a.g.e., 118-119. 15 Hz. Peygamber’in mu‘cizelerinden su ile ilgili olanlar bir hayli çoktur. Su, tüm canlılar için hayati bir öneme sahip olmakla birlikte, etrafı çöllerle kaplı olan Arabistan’da nadir olduğundan burada bir başka öneme sahiptir. Hz. Peygamber’in kayalardan, susuz kırbalardan, susuz kuyulardan su fışkırtması ve parmaklarının arasından suların kaynaması mu‘cizelerine dair pek çok rivâyet bulunmaktadır.74 Divan şairlerinin, Hz. Peygamber’in parmaklarını menbaa, parmaklarından akan saf suyu da âb-ı hayata benzettiği görülür: Ger ol taşdan çıúardı suyı Àli Bu barmaàından aúıtdı zülÀli75 Resÿluñ barmaàı olup menÀbiè ZülÀl-i ãÀfı idüp oldı nÀbiè76 Parmaàuñdan baòş idüp aãóÀba Àb-ı Kevåer’i èAyn-ı Òıør’ı reşk ile ôulmetde pinhÀn eyledüñ77 Barmağından çeşmeler akıtdı hem Đçdi andan cümle hayliyle haşem78 Hz. Peygamber’in suyla ilgili bir başka mu‘cizesi de çorak bir kuyuya, ağzını çalkaladığı suyu dökmesi ve kuyunun ağzına kadar suyla dolmasıdır.79 Sâbit, bu mu‘cizeyi şöyle ifade etmiştir: Đtti bir şûre çâha katre-i rıyk Oldu lâ’li gibi lüziz-ü berıyk80 74 Đmam Şiblî, a.g.e., 333. 75 Timurtaş, Faruk Kadri, Şeyhî ve Husrev ü Şîrin’i (Đnceleme-Metin), Edebiyat Fakültesi B., ĐÜ Y, Đstanbul, 1980, s. 17. 76 Akalın, M., a.g.e., 62. 77 Arslan, M., a.g.e., 69. 78 Vassaf, H., a.g.e., 89. 79 Câmî, Mevlânâ Abdurrahmân, Şevâhidü’n-Nübüvve, ter. Mahmûd bin Osmân Lâmiî Çelebî, 3.bs., Hakikat K., Đstanbul, 1999, s. 188. 80 Levend, Â. S., Divan Edebiyatı, 136. 16 Fuzulî’nin “su” redifli kasidesinde, Hz. Peygamber’i çorak gönüllere âb-ı hayat sunan bir mürşid, rahmet kaynağı olarak aksettirir.81 Kasidede, Hz. Peygamber’in mu‘cizelerinden de bahsedilir. Fuzûlî, aşağıdaki beyitiyle Hz. Peygamber’in sert bir kayadan su çıkarması mu‘cizesine işaret ederek, kayadan çıkan suyun Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazeleyeceğini söyler: Kılmak için tâze gül-zâr-i nübüvvet revnâkın Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâre su82 Hz. Peygamber’in suyla ilgili mu‘cizelerinden bir diğeri de, Tebük Seferi esnasında çölde askerlerin susuz kalması ve Hz. Peygamber’in su kabının içine parmaklarını daldırmasıyla parmaklarının arasından suyun kaynamasıdır.83 Fuzûlî, Hz. Peygamber’in bu mu‘cizesini kastederek, bunu kim duysa hayretinden parmağını ısırır der: Hayret ilen parmağın dişler kim etse istimâ Parmağından verdiği şiddet günü Ensâr’e su84 Na’tların hemen hepsinde Hz. Peygamber’in en fazla sözü edilen mu‘cizesi şakku’l-kamer (Ay’ın ikiye bölünmesi)dir.85 Ay’ın ikiye bölünmesi hadisesi birçok sahabeden rivâyet edilmiş olmakla birlikte, böyle bir olayın aklen mümkün olup olmayacağı konusunda da filozoflar ve kelâmcılar arasında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Ay’ın ikiye bölünmesi ile ilgili ortaya çıkan bir diğer önemli tartışma da, Kur’ân’da geçen “Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar bir mu‘cize görseler hemen yüz çevirirler ve ‘süregelen bir büyüdür’ derler”86 âyetidir. Đslam âlimlerinin bir kısmı Ay’ın yarılması hadisesinin kıyamette vuku bulacağını söylerken, bir kısmı da bu âyetin Peygamberimizin evvelce vuku bulmuş şakku’l-kamer mu‘cizesine işaret ettiğini söyler.87 81 Çalışkan, A., a.g.e., 52-53. 82 Akyüz, K., v.dğr., a.g.e., 32; Bkz. Akar, M., a.g.e., 59-61; Bkz. Çalışkan, A., a.g.e., 112-117. 83 Câmî, M. A., a.g.e., 184-185; Đmam Şiblî, a.g.e., 331. 84 Akyüz, K., v.dğr., a.g.e., a.y.; Akar, M., a.g.e., 64-67; Çalışkan, A., a.g.e., 120-122. 85 Yeniterzi, E., a.g.e., 290; Çalışkan, A., a.g.e., 35. 86 Kamer 54/1-2. 87 Bkz. Derveze, M. Đ., a.g.e., 363-376. 17 Söz konusu mu‘cize şöyledir: Bir gün, Mekkeli müşrikler, Resûlullah’ın yanına gelirler ve ona “eğer peygamberlik davanda doğru isen, Ay’ı ikiye ayır da görelim” derler. Resûlullah, onlara, eğer Ay’ı ikiye bölerse iman edip etmeyeceklerini sorar. Müşrikler de iman edeceklerini söylerler. Mekke’de o sıra Ay’ın ondördüncü gecesidir. Resûlullah, parmağıyla işaret ederek Ay’ı ikiye böler ve bir parçası bir dağın üzerinde, diğer parçası da başka bir dağın üzerinde görülür. Bunun üzerine müşrikler “Muhammed bize büyü yaptı; fakat o, herkesi büyüleyemez” dediler ve dışarıdan Mekke’ye gelmekte olan yolculara ne gördüklerini sordular. Onlar da Mekkelilerin gördüklerinin aynısını gördüklerini söylediler.88 Mustafa Darîr, Siyer-i Nebî’sinde Hz. Peygamber’in şakku’l-kamer mu‘cizesini şöyle ifade eder: Zihî kamer ki kamer ol kamer biz göricek Mutî’ emrine oldı bu hükmüne mahkûm Îşâret idicek ey ana pâre kılar Beşâret edicek soralar kamu mezmûm Aceb değil mi bu hikmetle enbiyâ okumuş Asâya ejderhâ kıldı demir eyledi mûm Đşâretle iki pâre eyledi ayı Ol diledi sağ oldı abras mecrûm89 Divan şairleri, Hz. Peygamber’in şakk-ı kamer mu‘cizesini şiirlerine konu ettikleri görülür: Resÿl’a evvel Óaú anı virdi el-óaú Ayı itdi bir işÀretle iki şaú90 Úapuña gelür seóer gün tÀ da senden ãabaú Bedr iken itdüñ işÀret aya oldı iki şaúú91 88 Câmî, M. A., a.g.e., 119-120. 89 Darîr, M., a.g.e., I, 728. 90 Akalın, M., a.g.e., 63. 18 Đki şaúúoldu úamer bî-mâcerâ Pes yazıldı âyet-i leyl ü êuhâ92 Çün işâret kıldı ol mahbûb-ı Hak Barmağıyla gökde ay oldı dü-şak93 Beşiğin öğridi gökden indi ay Gözleriyle gördi her yoksul u bay94 Muhibbî (ö.1566), gazellerinde Hz. Peygamber’in şakk-ı kamer mu‘cizesi ile ilgili olarak bir beytinde, O kâinatın Resûlü, Allah’ın peygamberi gör ne mu‘cize gösterdi; mübarek parmağıyla dolunay halindeki Ay’ı ikiye böldü der: Gör ne muèciz gösterüpdür ol Resûl-i kÀyinÀt Kim mübÀrek barmaàiyle eyledi bedr ayı şaúú95 Bir başka beytinde, Ey Allah’ın Peygamberi, mu‘cizenle Ay’ı ikiye böldün; sana Allah’ın sevgilisi deseler garip olur mu? der: YÀ Nebiyüllah itdüñ muècizüñle ayı şaúú Diseler saña èÀceb midür şehÀ maóbÿb-ı Haúú96 Zâtî (ö. 1546), Hz. Yûsuf’un güzelliğini görenlerin ellerini kestiğini; Hz. Muhammed’i gören Ay’ın ise ikiye bölündüğünü söyler: Yûsuf’ı gerçi görenler ellerini kestiler Gün yüzün gördü senin şakk oldı ayın ayesi97 91 Ak, Coşkun, Muhibbî Divanı Đzahlı Metin Kanûnî Sultan Süleyman, I, 2.bs., Trabzon Valiliği Y., Trabzon, 2006, s. 430. 92 Đsen, Mustafa, Usûlî Divanı, Akçağ Y., Ankara, 1990, s. 31. 93 Vassaf, H., a.g.e., 88. 94 Vassaf, H., a.g.e., 89. 95 Ak, C., a.g.e., II, 434. 96 Ak, C., a.g.e., II, 437. 97 Yeniterzi, E., a.g.e., 290. 19 Bir başka beytinde ise, tüm insanların önderi olan Hz. Muhammed’in hükmünün yerden göğe kadar sürdüğüne âdil şâhidin, Ay’ı ikiye bölme mu‘cizesi olduğunu söyler: Serverâ yirden göğe hükmün revân olduğına Şâhid-i âdil degül mi mu’ciz-i şakka’l-kamer98 Hz. Muhammed’e, gönül dünyası parlak, özü sâf olduğu için Mutahhar denilmiştir.99 O’nun özü pâktır, gönül dünyası temizdir ve mu‘cizeleri içinde en küçük olanı da Ay’ı ikiye bölmesi mu‘cizesidir: Muùahhardur özinüñ pÀk õÀtı Úamer şaúúıdur ednÀ muècizÀtı100 17. yüzyıl şairlerinden Bosnalı Sâbit de, Hz. Peygamber’in şakk-ı kamer mu‘cizesi için, farklı bir benzetmeyle, olgunlaşmış elma gibi olmuş Ay’ın, karpuz misali ikiye ayrıldığını söyler: Sîb-i mâhı ki bulmuş idi kemâl Đki şak itti hindüvâne misâl101 Şairlerin, bir başka gök cismi olan Güneş ile ilgili mu‘cizeyi de şiirlerine konu ettikleri görülür. Rivâyete göre, bir gün Resulullah başını Hz. Ali’nin dizine dayamış ve uyumuştu. Bu sırada ikindi namazının vakti geçmiş ve Hz. Ali, Resulullah’ı uyandırmaya cesaret edememişti. Resulullah uyandığında Hz. Ali’ye ikindi namazını kılıp kılmadığını sormuş, ondan olumsuz cevap alınca Allah’a dua etmiş, batan güneş yeniden doğmuş ve Hz. Ali ikindi namazını kılmıştır.102 Hz. Peygamber’in Güneş’i yolundan döndürdüğü ve Ay’ın göğsünü parçaladığı mu‘cizeleri gece gündüz, memleket memleket dillerde söylenir: 98 Yeniterzi, E., a.g.e., a.y. 99 Yeniterzi, E., a.g.e., 189. 100 Đnce, Adnan, Cem Sultan, Cemşîd ü Hurşîd, TDK Y., Ankara, 2000, s. 41. 101 Levend, Â. S., Divan Edebiyatı, 135. 102 Mevlânâ Şiblî, a.g.e., III, 187. 20 Mihri döndürdüñ yolından mahı itdüñ sîne-çak Mu’cizatuñ söylenür kişver-be-kişver rûz u şeb103 Rivâyete göre, Hz. Peygamber sütannesi Halîme’nin yanındayken Halîme, Muhammed’e olan sevgisinden dolayı onun güneşe çıkmasına dikkat eder, sık sık kızını uyarırdı. Bunun üzerine kız çocuğu, annesine merak etmemesini çünkü, Muhammed’in başının üzerinde bir bulutun sürekli onu gölgelediğini ve ona güneşin tesir etmediğini söylerdi.104 Hz. Peygamber’in başının üzerinde nereye gitse daima onu takip eden bir bulutun olduğu söylenir. Süleyman Çelebi, Mevlid’inde, Hz. Peygamber’in bu mu‘cizesini şöyle ifade ediyor: Hem mübârek başı üzre her zamân Bir bölük bulut olurdı sâyebân Nireye varsa bile varurdı ol Başı üzre dâimâ tururdı ol105 Hz. Peygamber’in toprağa diktiği hurma fidanlarının veya kuru dalın hemen meyve vermesi gibi pekçok sahîh olmayan rivâyet de şairlerin şiirlerine konu olmuştur. Mustafa Darîr, Siyer-i Nebî’sinde Hz. Peygamber’in bu mu‘cizesinden şöyle bahseder: Đki kes kuru ağacdan tâze ter Hurma yedirdi ve gösterdi hüner ‘Uş yine bir ulu mu‘cizât dahî Bir ulu bürhân u bir âyet dahî106 Süleyman Çelebi de, Hz. Peygamber’in diktiği hurmanın hemen meyve verdiğini söyler: Dikdi hurmayı hem ol şâh-ı cihân Dikdüği sâat yimiş virdi hemân107 103 Pekolcay, Neclâ-Eraydın, Selçuk, Đslâmî Türk Edebiyatı, 3.bs., Đrfan Y., Đstanbul, 1976, s. 151. 104 Mevlânâ Şiblî, a.g.e., III, 179. 105 Vassaf, H., a.g.e., 87. 106 Darîr, M., a.g.e., I, 317. 21 19. yüzyıl divan şairlerinden Keçecizâde Đzzet Molla (ö. 1829), aşağıdaki beyitinde, Hz. Peygamber’in berrak, saf eliyle diktiği taze hurma fidanının bir anda yemiş vermesi mu‘cizesine işaret eder: Zülâl-i sâf-ı engüştüyle kıldı èâlemi sîrâb Yemiş verse néola bir an içinde dikdiği hurma108 Hz. Peygamber’in, taş ve ağaçların kendisine selam verip peygamberliğine şehadet etmesi, hurma kütüğünün inlemesini dindirmesi, parmakları arasından su akıtması, acı suyu tatlı kılması, yemeğin bereketlenmesi, hayvanların dile gelmesi, Ay’ı ikiye bölmesi gibi mu‘cizeleri, onun varlık âlemi üzerinde etkisi olduğunu gösteren mu‘cizeleridir.109 Şeyhî (ö. 1431), Hz. Peygamber’in canlı ve cansız varlık âleminde Đslâm’a davetinin apaçık duyulduğunu ve O’nun bütün varlık âlemi üzerinde hâkim oluşunu şöyle dile getirir: Đderdi bütlere telúìn-i ĐslÀm Anın yüzün sürerdi görse aãnÀm CemÀdÀt içre olup daèveti faş ŞehÀdet virdi avcında úara taş Çü óayvÀnda itdi daèvet ÀşikÀre Đrürdi ôay ü mÀr ü susmÀre110 Đrdi nebÀt ü maèden ü hayvÀna daèvetüñ Kim oldı şÀhidüñ şecer ü üştür ü óaşÀ111 107 Vassaf, H., a.g.e., 89. 108 Ceylan, Ö.-Yılmaz, O., a.g.e., 58. 109 Mevlânâ Şiblî, a.g.e., III, 71. 110 Timurtaş, F. K., a.g.e., 17. 111 Timurtaş, F. K., a.g.e., 19. 22 Kurd kuş taş ağaç ana söyledi Hak Resûlsin yâ Nebiyallâh didi112 Taş elinde söyledi Hak Resûl’sin sen didi Anun için komadı bir taşı taş üstine113 Bir gün Hz. Peygamber’le Mekke dışına çıktığını söyleyen Hz. Ali, yolda her dağ ve ağacın Hz. Peygamber’e selam verdiğini açıkça duyduğunu söyler.114 Bu da Hz. Peygamber’in varlıklar üzerindeki etkisine örnektir. Bursalı Đffet Hanım (ö. 1840), Hz. Peygamber’in, eşyanın kendisine selam vermesi ve parmaklarından su akıtması mu‘cizelerini birarada ifade eder: Cümleten eşyÀ ãalÀt ile selÀm eyler saña èAlemi şermende-i ùÿfÀn-ı iósÀn eyledüñ115 Hz. Peygamber, Huneyn Savaşı’nda yerden bir avuç toprak alarak onu düşman üstüne atmış ve savaşın kaderi değişmişti. Râmî (ö. 1704), bunu şöyle dile getirir: Kör itdi çeşm-i düşmeni bir müşt-i òÀk ile Ùopraú anuňla eyleyenüň başına cidÀl116 Hz. Peygamber’in gölgesinin olmaması, hiçbir rivâyetle sabit olmadığı117 söylense de pekçok divan şairi, şiirinde, Hz. Peygamber’in baştan aşağıya nûr olduğunu, bu yüzden boyunun gölgesinin yere düşmediğini dile getirmiştir: Zemîne düşmese câyı aceb mi sâye-i kaddün Vücûdun pertev-i nûr-ı Hudâdur yâ Resûl-allâh118 Sâye-i kaddüñ yere düşmez ser-â-pâ nûrsun Yâ Resûlallâh zemîn ü âsumân sâyeñdedir119 112 Vassaf, H., a.g.e., 89 113 Tatçı, M., a.g.e., 289. 114 Đmam Şiblî, a.g.e., 293. 115 Arslan, Mehmet, Bursalı Đffet Divanı, Kitabevi Y., Đstanbul, 2005, s. 69. 116 Hamami, Erdal, Râmî Dîvânı, KB Y., 1.bs., Ankara, 2001, s. 66. 117 Mevlânâ Şiblî, a.g.e., III, 187. 118 Beyzâdeoğlu, Süreyya Ali, Sünbülzâde Vehbî Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Eserleri ve Divanından Seçmeler, Đklim Y., Đstanbul, 1993, s. 79. 23 Düşmezdi naòl-i úÀmetinüň sÀyesi yire äalmaz zemìne olsa şecer nÿrdan ôılÀl120 Fuzûlî ise şu beytinde, Hak dinin isbatı için Hz. Muhammed’in diğer mu‘cizelerinin geçici olduğunu, buna karşılık Kur’ân mu‘cizesinin dünyanın sonuna kadar bâkî kalacağını söyler: Bâki-i mu’ciz ne hâcet din-i Hak isbâtına Âlem içre mu’ciz-i bâki yeter Kur’an sana121 Buraya kadar verilen örneklerde görüldüğü gibi, Hz. Peygamber’in doğumundan itibaren meydana gelen pekçok mu‘cizesi divan şiirine konu olmuştur. Hz. Peygamber’in doğduğu gece, Đran’da Kisrâ Sarayı’nın sütunlarının yıkılması, putların yere düşüp kırılması, Mecûsîler’in binlerce yıldır yanan kutsal ateşlerinin sönmesi; taş ve ağaçların kendisini selamlaması, suyun parmaklarından akması, parmağıyla işaret ederek Ay’ı ikiye bölmesi, diktiği kuru dalın veya hurmanın hemen meyve vermesi gibi çok sayıdaki mu‘cizesine divan şairleri, şiirlerinde, O’na olan sevgilerini, bağlılıklarını dile getirmek ve O’nun şefaatine nail olabilmek arzusuyla geniş yer vermiştir. Özellikle Hz. Peygamber’i medh etmek amacıyla yazılan Na’t’larda onun mu‘cizelerinden sık sık bahsedilir. Na’t’ların dışında da, Hz. Peygamber’in mu‘cizelerinden bahseden kısa ve küçük manzum eserler yazılmıştır. Mu‘cizât-ı Nebî adı altında bir türün oluşmasını sağlayan bu eserler de çokluklarıyla dikkati çekerler. Bu eserlerin meydana getirilmesindeki en önemli unsur ise, O’na duyulan derin sevgiden dolayı hayatının her safhasının türlerle ele alınmasıdır. 119 Arslan, M., a.g.e., 47. 120 Hamami, E., a.g.e., 66. 121 Tarlan, Ali Nihad, Fuzûlî Divanı Şerhi, 4.bs., Akçağ Y., Ankara, 2005, s. 33; Akyüz, K., v.dğr., a.g.e., 133. 24 BĐRĐNCĐ BÖLÜM ESERĐN ADI VE KĐME AĐT OLDUĞU SORUNU 25 I. FÂ’ĐK’E VE MU‘CĐZÂTÜ’N-NEBÎ’YE DAĐR KAYNAKLAR VE TETKĐKLER A. KAYNAKLARDA FÂ’ĐK ĐSMĐNĐN TESPĐTĐ Kütüphane kaydında Mu‘cizâtü’n-Nebî’nin müellif ismi, Fâ’ik olarak geçmektedir. Fakat yaptığımız araştırmalar neticesinde, Mu‘cizâtü’n-Nebî’nin Fâ’ik’e ait olduğunu söylemek mümkün değildir. Mu‘cizâtü’n-Nebî’nin Fâ’ik’e ait olmadığı kanaatine varmamızın sebepleri şöyledir: 1- Đlk olarak bibliyografik kaynak ve tezkirelerde Fâ’ik ismine Mu‘cizâtü’n- Nebî adıyla kayıtlı bir esere rastlamadık.122 2- Kaynaklarda, Fâ’ik ismiyle geçen şahısların hayatlarına dair verilen bilgilerin çok kısıtlı olması, eserin hangi Fâ’ik’e ait olabileceği hakkındaki tahminlerimizi de güçleştirmektedir. Bu iki sebep, bizi, eser adının kayıtlara yanlış veya eksik olarak girilmiş olabileceği düşüncesine sevketti.123 3- Fâ’ik adına kayıtlı Mu‘cizâtü’n-Nebî adlı eser, üç nüsha olarak Ankara’da, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nda yer almaktadır.124 Her üç nüsha da, içinde farklı şahıslara ait eserlerin bulunduğu yazma mecmua içerisindedir. Bu mecmuaların müellif ya da musanniflerce değil; sonradan başka kimseler tarafından belirli bir sıralama veya düzenleme olmaksızın çeşitli eserlerin bir araya getirilmesiyle 122 Fâ’ik için bkz. Kâtip Çelebi, Keşf el-Zünûn an Esâmi’l-Kütüb ve’l-Fünûn, II, 2.bs., Milli Eğitim B., Đstanbul, 1972, s. 1217; Bağdatlı Đsmail Paşa, Îzâhu'l-Meknûn fi'z-Zeyl alâ Keşfi'z-Zünûn, II, 2.bs., Milli Eğitim B., Đstanbul, 1972, s. 154; Đsen, Mustafa, Sehî Bey Tezkiresi, Heşt-Behişt, 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 1998. (Sehî Bey Tezkiresi’nde Fâ’ik ismi hiç geçmemektedir.); Đsen, Mustafa, Latifî Tezkiresi, 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 1999, s.162-182; Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, II, haz. Đbrahim Kutluk, TTK Y., Ankara, 1989, s. 741-786; Beyânî, Mustafa b. Cârullah, Tezkiretü’ş- Şuarâ, haz. Đbrahim Kutluk, 1.bs., TTK Y., Ankara, 1997; Đnal, Đbnü’l-emin Mahmud Kemal, Son Asır Türk Şairleri (Kemâlü’ş-Şuarâ), I, 3.bs., Dergâh Y., Đstanbul, 1998, s. 350-360; Tuman, Nail, Tuhfe-i Nâilî, Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri, II, haz. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, Bizim Büro Y., Ankara, 2001, s. 742-746; Süreyya Mehmed, Sicill-i Osmanî veTezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye, II, haz. Nuri Akbayar, TVY Y., Đstanbul, 1996, s. 506-507; Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, II, haz. Đsmail Özen, Meral Y., Đstanbul, 1975, s. 103-128. 123 Eser adı sorununu, ayrı bir başlık altında ele aldık. 124 Her üç nüshası, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nda bulunan eserin No: 3538/5’te kayıtlı nüshası M1, No: 4309/3’te kayıtlı nüshası M2, No: 4546/10’da kayıtlı nüshası da M3 olarak isimlendirilmiştir. 26 oluşturuldukları anlaşılmaktadır. Çünkü mecmuaların içinde yer alan diğer yazma eserlerin kağıt cinsi, yazı çeşidi, beyit sayısı gibi özellikleri değişkenlik göstermektedir. 4- M1 nüshasının sonunda, kırmızı mürekkeple yazılmış “FÀéik’e ãalÀvÀt” ifadesi bulunmaktadır. Bu ifadeden yola çıkılarak, eserin aynı ( فائقه صالوات ) kütüphanede kayıtlı diğer nüshaları da Fâ’ik’in Mu‘cizât-ı Nebî’si adıyla kayıt altına alınmıştır. Hâlbuki M2 ve M3 nüshalarında “FÀéik’e ãalÀvÀt” ifadesi bulunmamaktadır. 5- Kanaatimizce, M2 ve M3 de aynı eserin nüshaları olduğu düşüncesiyle, Fâ’ik adına kaydedilmiştir. 6- “FÀéik’e ãalÀvÀt” ifadesinin yer aldığı M1 nüshası baştan sona okunduğunda, eserin mesnevî tarzında yazılmış manzum bir dinî eser olduğunu görmekteyiz. Manzum dinî eserlerin genellikle mesnevî tarzında yazıldıkları görülür. Anadolu sahasında, mesnevî türünden ilk eserler, yaklaşık XIII. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanmıştır. XIV. yüzyıla gelindiğinde dinî-dâsitânî mesnevîlerde artış gözlenmiş, XV. yüzyılda ise zengin bir mesnevî edebiyatı meydana gelmiştir.125 Özellikle “XIV. yüzyıldan itibaren gerek te’lif gerekse tercüme hikâye türünde pek çok mesnevî yazılmıştır.”126 Hatta bu mesnevîler halk arasında rağbet gördükçe, bazı manzum hikâyelerin mensur olarak yazıldıkları da görülmüştür.127 Ahmed Fakı (ö. 1252)’nın Kitabu Evsâf-ı Mesâcidi’ş-Şerife’si, Sultan Veled (ö. 1312)’in Đbtidânâme ve Rebabnâme adlı Farsça mesnevîleri, Şeyyad Hamza’nın Yûsuf u Zelîha ve Dâsitân-ı Sultan Mahmud isimli mesnevîleri, Şeyyad Đsa’nın Ahvâl-i Kıyâmet’i ve meçhul bir Dâsitân-ı Şeyh-i San’an hikâyesi, Anadolu sahasında yazılan ilk mesnevîler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu mesnevîler genel olarak dilin sade ve vezin hâkimiyetinin henüz sağlanmadığı dinî-tasavvufî mahiyetteki eserlerdir.128 125 Çelebioğlu, Âmil, Türk Mesnevî Edebiyatı-XV. Yüzyıla Kadar-(Sultan II. Murad Devri), Kitabevi Y., Đstanbul, 1999, s. 22,44. 126 Kavruk, Hasan, Eski Türk Edebiyatında Mensûr Hikâyeler, MEB Y., Đstanbul, 1998, s. 126. 127 Kavruk, H., a.g.e., 126. 128 Bkz. Çelebioğlu, Â., a.g.e., 33-40. 27 “Anadolu sahasında, XIV. yüzyılda konu bakımından çeşitli manzumeler bulunmakla beraber, daha çok dinî-dâsitânî mesnevîlerin bolluğu dikkati çekmektedir.”129 XIV. yüzyıl mesnevîleri, içinde dinî-dâsitânî mesnevîlerin yer aldığı halk tipi mesnevîler ve edebi-ilmi mahiyetteki mesnevîler olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Halk tipi mesnevîlerin en büyük özelliği, halk için yazılmış olmaları, dolayısıyla meclislerde şifâhî olarak okunduklarından dillerinin sade ve tasannudan uzak oluşlarıdır.130 “Tursun Fakı’nın Hz. Peygamber’in Ebû Cehil’le Güreşi Hikâyesi, , Kirdeci Ali’nin Güvercin Destânı, Đzzetoğlu’nun Tavus Mu‘cizesi, Sadreddin’in Mu‘cize-i Muhammed ve Geyik Destânı, Yûsuf-ı Meddâh’ın Kız ve Cühûd Hikâyesi Hz. Peygamber’in çeşitli mu‘cizeleriyle ilgili olup “Mu‘cizât-ı Neb”i” diyebileceğimiz bir grubu teşkil ederler.”131 Bu mesnevîlerde birtakım tertip hususiyetleri bulunmaktadır. Bunlardan biri, eserin Hz. Peygamber’e salât ü selâmla sona ermesidir. Buna göre, eserimizin de bu tertibe uygun olarak yazıldığını görmekteyiz. Kültürümüzde ve edebiyatımızda, Hz. Peygamber’in, sayılamayacak kadar çok ve hepsi birer övgü mahiyetindeki isimleri bulunmaktadır.132 Hz. Peygamber için kullanılan bu isimler, genellikle, sıfat manaları göz önüne alınmadan birer özel isim olarak düşünülmektedir. Bu düşünceden hareketle, eserimizde, aslında Hz. Peygamber’i medh için söylenen Fâ’ik isminin kayıtlara müellif ismi olarak geçirildiği kanaatindeyiz. 7- Hepsinden önemlisi “salavât”, salât kelimesinin çoğuludur ve Hz. Peygamber için okunan, Allah'ın rahmet ve selamının O'nun üzerine olması dileğini dile getiren dualara denir. Kur’ân’da “Şüphesiz Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.”133 buyrulmaktadır. Buna göre Fâ’ik kelimesiyle kastedilen, Hz. Peygamber’dir. Yukarıda belirttiklerimize göre, iki önemli sonuç ortaya çıkmaktadır. Birincisi; bizim gördüğümüz kaynaklarda Fâ’ik adıyla geçen şahısların hiçbiri Mu‘cizâtü’n-Nebî adında bir esere sahip değildir. Đkincisi de; mesnevî tertip özelliklerine uygun olarak 129 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 44. 130 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 22, 45-46. 131 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 43. 132 Geniş bilgi için bkz. Yeniterzi, E., a.g.e., 161-203. 133 Ahzâb 33/56. 28 eser sona erdirilirken Hz. Peygamber’i medh için kullanılan Fâ’ik isminin, müellif ismi sanılarak kayıtlara girmesidir. B. MU‘CĐZÂTÜ’N-NEBÎ HAKKINDA TETKĐKLER Eserin müellifinin kim olduğu sorununu ele alırken, eser adının kayıtlara yanlış veya eksik olarak girilmiş olabileceğini belirtmiştik. Fâ’ik adına kayıtlı Mu‘cizâtü’n- Nebî’nin üç nüshası üzerinde yaptığımız tetkiklerden elde ettiğimiz sonuçlar şöyledir: 1-Mu‘cizâtü’n-Nebî adlı eser, mesnevî tarzında ve aruzun Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilün kalıbıyla yazılmıştır. Vezin bakımından kusurludur. Bu da bize, Anadolu sahasında yeni oluşmaya başlayan Türk edebiyatının ilk mahsüllerinde karşılaşılan bir durum olduğunu hatırlattı. Çünkü bu dönemde yazılan mesnevîlerin, genellikle Türk’ün milli nazım ölçüsü olan 11’li hece ölçüsüne uygun olan aruz kalıplarıyla yazıldığını görmekteyiz.134 2- Eserin dil ve ifade özelliklerinden, Anadolu sahası Türk edebiyatının kuruluş dönemine ait bir eser olduğu görüşüne vardık. 3- Eser, XIV. yüzyıla aittir. Çünkü; a) XIV. yüzyıl, daha ziyade dinî mesnevîlerin hatta Hz. Peygamber’in mu‘cizelerini konu alan Mu‘cizât-ı Nebî türüne ait eserlerin bolluğuyla dikkati çekmektedir. b) Her üç nüshada da dil, Eski Anadolu Türkçesi hususiyetleri göstermektedir. XIV. yüzyılda kaleme alınan dinî-dâsitanî mesnevîlerde dil, Eski Anadolu Türkçesi’dir. c) Eser, vezin bakımından kusurludur. XIV. yüzyılda yazılan halk tipi mesnevîlerin hepsinde, arûz hâkimiyetinin henüz sağlanamamış olduğu görülmektedir. Çünkü bu tür mesnevîler, halk için yazılmışlardır. Bu durumla ilgili olarak, şunu belirtmekte yarar görüyoruz: Bu dönemde, Mu‘cizât-ı Nebî gibi arûza dayalı dinî türlerde, vezin kusurlarına sıkça rastlanmaktadır. Çünkü Türklerin hece vezni yerine arûz kalıplarını kullanmaya başlamaları, arûzun 134 Bkz. Çetin, M. Nihad, “Aruz”, DĐA, III, Ankara, 1991, ss. 424-437, s. 433; Bkz. Köprülü, Mehmed Fuad, “Arûz”, ĐA, I, Milli Eğitim B., Đstanbul, 1965, ss. 634-653, s. 634-643. 29 henüz tam olarak yerleşmediğini göstermektedir. Dolayısıyla bu, eser sahiplerinden kaynaklanan bir durum olmayıp devrin genel bir özelliğidir. Halk tipi mesnevîlerindeki kadar olmasa da, bu yüzyılın edebî-ilmî mahiyetteki mesnevîlerinde de vezin kusurlarına rastlanmaktadır.135 d) Eserde okuyucunun ve dinleyicinin dikkatini çekmek, ilgiyi taze tutmak için sık sık nidâ sözcüklerine yer verilmiştir. “Ey!”, “Dinle!”, “Đşit!” gibi hitaplarla dinleyicinin dikkatini canlı tutmak, XIV. yüzyılda kaleme alınmış dinî-dâsitanî mesnevîlerde görülen ortak özelliktir. e) Mu‘cizâtü’n-Nebî, mesnevî bir eser olmasına rağmen, tam manasıyla mesnevî tertip hususiyetleri gösterdiği söylenemez. Kısaca ifade etmek gerekirse; mesnevîler giriş, konunun işlendiği bölüm ve bitiş olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Mesnevîlerin girişinde, genel olarak sırasıyla şu başlıklar yer alır: besmele, tahmid, tevhid, münacât, na’t, mi’rac, mu’cizat, medh-i çihâr yâr-ı güzîn, din ve devlet ulularını övgü ve son olarak sebeb-i te’lif. Bir mesnevînin girişinde, bu başlıkların hepsini görmemiz mümkün olmadığı gibi, burada anmadığımız başka başlıklar da karışımıza çıkabilir. Mesnevîlerde "âğâz-ı dâstân", "âğâz-ı kitâb" gibi başlıklarla başlayan bölüm, konunun işlendiği ana bölümdür ve eserin konusuna göre değişmektedir. “Hâtimetü’l-kitâb” veya “Hâtime-i kitâb” başlığıyla anılan bitiş bölümünde de sırasıyla şu başlıklar yer alır: Allah’a hamd ü senâ ve dua, padişaha övgü, şairin kendisiyle övünmesi, tanınmış mesnevî şairlerini anma, şairin eserine verdiği ad, dikkatsiz müstensihlere ve metni doğru okumayan okuyuculara yergi, mesnevînin yazılış tarihi ve beyit sayısı, okuyucudan hayır dua isteme, mesnevînin vezni ve Hz. Peygamber’e salât ü selâm.136 Bu bilgilere göre, Mu‘cizâtü’n-Nebî’deki mesnevi tertip hususiyetlerinin çok basit olduğunu söyleyebiliriz. Girişte, besmeleden sonra Allah’a hamd, Peygamber’e salâvatla hemen konuya başlanmış; okuyucudan hayır dua isteme, mesnevînin vezni ve Hz. Peygamber’e salât ü selâmla eser sona ermiştir. 135 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 47. 136 Kartal, Ahmet, “Eski Türk Edebiyatında Mesnevî”, TALĐD Eski Türk Edebiyatı Tarihi II, c. 5, S. 10, Đstanbul, 2007, ss. 353-432, s. 353-354; Ünver, Đsmail, “Mesnevî”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415-416-417, Ankara, 1986, ss. 438-443, s. 438-439. 30 Dinî muhtevalı eserler içinde Hz. Peygamber’in hayatı, yaşayışı, ahlâkı, savaşları, sözleri, mu‘cizeleri, fiilleri ve fiziksel özellikleri etrafında kaleme alınan eserler, başta edebî özellikleri olmak üzere çoklukları ve tanınmışlıklarıyla hemen dikkati çekerler. Öyle ki, Hz. Peygamber ile ilgili Siyer, Hilye, Mevlid, Na’t, Mi’râciye, Esmâ-ı Nebî, Gazavât-ı Nebî, Mu‘cizât-ı Nebî, Hicretü’n-Nebi, Ahlâku’n-Nebi, Şefaat- nâme, Hadîs-i Erbaîn gibi değişik adlarla anılan alt türlerin oluştuğu görülür. Âmil Çelebioğlu, dinî mevzuların manzum olarak yazılma sebeplerini; eser sahibinin şâir olması, çeviri eserlerin aslının da manzum olması, ta’lîmî (didaktik) konuları manzum yazma geleneği, nazîre yazma geleneği, nazmın musikî yönünden dolayı okunma ve ezberlenme kolaylığı sağlaması, mensur olarak kaleme alınan her mevzu ve eserin daha sonra nazmen de kaleme alınması şeklinde sıralar.137 Đnsanların en yücesi Hz. Peygamber’in ismini anmak, onu yâd etmek, ona dua etmek ve onun şefaatine nâil olmak gayesiyle, yüzyıllar boyunca bıkmadan usanmadan aşk ve şevkle Hz. Peygamber’i medh ve tavsif eden çeşitli şekil ve türlerde pek çok eser kaleme alınmıştır.138 Bunlardan Mu‘cizât-ı Nebî türüne ait eserlerden biri de bizim eserimizdir. 4- Âmil Çelebioğlu’nun, XIII. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış mesnevîler üzerine doktora çalışması olan, XV. Yüzyıla Kadar Türk Mesnevî Edebiyatı adlı eseri bilindiği gibi büyük öneme sahiptir. Çünkü XIII. yüzyıldan XV.yüzyıla kadar Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış mesnevîleri ilk olarak kendisi titizlikle tespit ve tavsif etmiştir. “Anadolu sahasında, XIV. yüzyılda konu bakımından çeşitli manzumeler bulunmakla beraber, daha çok dinî-dâsitânî mesnevîlerin bolluğu dikkati çekmektedir.”139 XIV. yüzyıl mesnevîleri, içinde dinî-dâsitânî mesnevîlerin yer aldığı halk tipi mesnevîler ve edebi-ilmi mahiyetteki mesnevîler olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Halk tipi mesnevîlerin en büyük özelliği, halk için yazılmış olmaları, 137 Çelebioğlu, Âmil, “Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Y., Đstanbul, 1999, ss. 348-365, s. 350-352. 138 Aksoy, Hasan, “Eski Türk Edebiyatında Mevlidler”, TALĐD Eski Türk Edebiyatı Tarihi I, c. 5, S. 9, Đstanbul, 2007, ss. 323-332, s. 323; Çelebioğlu, Â., a.g.m., 356. 139 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 44. 31 dolayısıyla meclislerde şifâhî olarak okunduklarından dillerinin sade ve tasannudan uzak oluşlarıdır.140 “Tursun Fakı’nın Hz. Peygamber’in Ebû Cehil’le Güreşi Hikâyesi, , Kirdeci Ali’nin Güvercin Destânı, Đzzetoğlu’nun Tavus Mu‘cizesi, Sadreddin’in Mu‘cize-i Muhammed ve Geyik Destânı, Yûsuf-ı Meddâh’ın Kız ve Cühûd Hikâyesi Hz. Peygamber’in çeşitli mu‘cizeleriyle ilgili olup “Mu‘cizât-ı Neb”i” diyebileceğimiz bir grubu teşkil ederler.”141 Âmil Çelebioğlu’nun, kitabında, XIV. yüzyılda müellifi bilinen mesnevîler arasında saydığı Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevîsi hakkında verdiği bilgiler, bizim tezimizin konusunu oluşturan yazma eserle aynı olduğunun farkına vardık. Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevîsinde olduğu gibi, bizim elimizdeki yazma eser de, Şam’da yaşayan Müslüman ve fakir bir ailenin, Đslam düşmanı Yahudi komşusuyla arasında geçenleri anlatmaktadır. Hak ve Hz. Peygamber âşığı olan bu Müslüman fakir aile, başına gelen her türlü belâya sabrettiği için, eserde sık sık sabır, şükür, Allah’a sığınma, O’ndan yardım isteme, Hz. Peygamber’i yâd etme, O’na salâvat getirme öğütlerine yer verilmiştir. Eser, Kâinâtın Resûlü Hz. Mustafa’nın bir mu‘cizesinin anlatılacağını bildirerek söze başlar ve Hz. Peygamber’in ruhuna salâvat getirilmesi isteğiyle sona erer. Dahası Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevîsinde olduğu gibi, bizim yazma eserimiz de, mesnevî tarzında ve aruzun Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilün kalıbıyla yazılmıştır. Netice olarak, şunları söylemek mümkündür: 1- Elimizdeki üç yazma nüshada da telif tarihi veya müellif kaydı bulunmamakta ve Hz. Peygamber’in bir mu‘cizesinin anlatılacağı ifade edilerek söze başlanmaktadır. Kanaatimizce, nüshalarda, herhangi bir tarih veya kaydın bulunmamasından ötürü, Hz. Peygamber’in bir mu‘cizesinin anlatılacağını göz önüne alarak üç yazma nüsha da Mu‘cizât-ı Nebî adıyla kütüphane kayıtlarına girmiştir. 140 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 22, 46. 141 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 43. 32 2- Yazmalar üzerinde yaptığımız incelemelerde, eldeki nüshaların müellifle alakalı olmadıklarını gördük. Müellifle ilgili bir nüsha elimizde olmadığı için, üç nüshayı kendi aralarında bir değerlendirmeye tabi tuttuk. Bu değerlendirmeden sonra, ana nüshayı tespit ettik. Ardından da ana nüsha üzerinden müellifin yazdığı şekilde bir metin ortaya çıkarmaya çalıştık. Yaptığımız bu çalışmaların neticesinde de kayıtlara Fâ’ik’in Mu‘cizâtü’n-Nebî’si diye geçen eserin, aslında Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevîsi olduğu sonucuna vardık. Şimdi burada, elimizdeki eserle Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd142 adlı mesnevîsinin ilk birkaç beytinin karşılaştırmasını yapalım: Elimizdeki eser Hikâyet-i Kız ve Cühûd Her ki ol bu dünyada bulunmaya Her kim işbu dünyada yoòsulluàa äabrı úıldı lÀyıú oldı úullıàa äabrı úıldı lÀyıú oldı úullıàa (1) (1) Úul iseñ Óaúdan gelene ãabır it Úul-usañ Óaúdan gelene ãabır it Yoòsa çıú milki içinden durma git Yoúsa çıú milki içinden durma git (2) (2) Ol ne yerdür kim anıñ milki gül Ol nebìdür ki anuñ milki degil Kim varasın anda iyi çÀre úul Kim varasın anda sen bì-çÀre úul (3) (3) Ádem iseñ işbu sözi añlaúıl Ey faúır úul işbu sözi añlaàıl Derde ãabrı eyle Óaú’a şükri eylegil Derde ãabr it nièmete şükr eylegil (4) (4) Diñle imdi ideyim bir muècizÀt Diñle imdi ideyim bir muècizÀt MuãùafÀ’dan ol Resÿl-i kÀéinÀt MuãùafÀ’dan ol Resÿl-i kÀéinÀt (5) (5) 142 Bkz. Ersoylu, Halil, Kız Destânı (Hazâ Hikâyet-i Kız Ma‘a Cühûd), TDK Y., Ankara, 1996. 33 Son birkaç beytin karşılaştırması da şöyledir: TÀ úıyÀmet óaşri olunça bu kelÀm Tamam oldı bunda úıããa ey yara Biñ úıyÀmet olsa bu olmaz tamÀm Vir ãalavat èışú-ıla peyàambere (269) (285) Okuyanı diñleyeni yazanı Okuyanı diñleyeni yazanı Raómetiñle yarlıàaàıl yÀ áanì Raómetiñle yarlıàaàıl yÀ áanì (273) (286) Yapılan karşılaştırmadan da anlaşılacağı üzere, kayıtlarda Fâ’ik’in Mu‘cizâtü’n-Nebî’si diye geçen eser, aslında Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevîsidir. Bu durumda, Yûsuf-ı Meddâh’a ait olduğu bilinen Varaka ve Gülşah143 ile hem elimizdeki hem de Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevînin karşılaştırmasını yapmak gerekir. Elimizdeki eser Varaka ve Gülşah Diñle imdi ideyim bir muècizÀt Đmdi işit bir èacÀyib muècizÀt MuãùafÀ’dan ol Resÿl-i kÀéinÀt144 MuãùafÀ’dan ol Resÿl-i kÀyinÀt (5) (1557) Ol laèìnüñ sözine uyma iy cÀn Çünki işitdi bu sözi ol laèìn CÀnı fidÀ eyle Muóammed dìnine sen145 äaçdı GülşÀh üstine dürr-i åemìn (54) (225) Ol müslimÀn dir aña kim nidelüm Varka eydür yÀ nigÀrìn nidelüm Đşbu işe niçe tedbìr idelüm146 Biz bu işe niçe tedbìr idelüm (33) (1352) Bu karşılaştırmada, bazıları aynı bazılarının ise çok benzer olduğunu gördüğümüz mısra ve beyitler, Varaka ve Gülşah ile Hikâyet-i Kız ve Cühûd’un aynı müellife ait olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. 143 Bkz. Smith, Grace Martin, Yûsuf-ı Meddâh, Varqa ve Gülşâh A Fourteenth Century Anatolian Turkish Mesnevî, (Translation, Glossary and Introduction ), E. J. Brill, Leiden, 1976. 144 Ersoylu, H., a.g.e., beyit nr. 5, s. 1. 145 Ersoylu, H., a.g.e., beyit nr. 58, s. 5. 146 Ersoylu, H., a.g.e., beyit nr. 34, s. 3. 34 II. YÛSUF-I MEDDÂH’IN HAYATI VE ESERLERĐ A. XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI MESNEVÎ EDEBĐYATI Bilindiği gibi, Türk Edebiyatı Tarihi araştırmacıları tarafından Đslâmiyet öncesi Türk edebiyatı, şifâhî (sözlü) ve kitâbî (yazılı) olmak üzere iki kısma ayrılır. Şifâhî edebiyat ürünlerinin başında destânlar gelir. Nihad Sami Banarlı’nın ifadesiyle, “Türk edebiyatı, başlangıçta zengin bir destân edebiyatıdır: Destânlar, milletlerin din, fazilet ve millî kahramanlık maceralarının manzum hikâyeleridir.”147 Destânlar, bize, milletlerin ilk çağlarını birtakım mitolojik menkîbeler halinde anlatırlar. Bunlar gerçeğe uygun olmasalar da, halk şâirleri tarafından saz eşliğinde söylenen ve milletlerin kendi millî mazisi hakkında neler hissedip düşündüğünü bize aksettiren ilk kaynak olmaları bakımından büyük öneme sahiptirler.148 Çünkü destânlar, bir milletin tarih boyunca geçirdiği maceraları, yetiştirdiği kahramanları, dünya görüşlerini, tabiat ve kâinat hakkındaki duygu ve düşünce birikimlerini bize yazılı edebiyat öncesi veren ilk ürünlerdir. 149 Görüldüğü gibi, göçebe halde yaşayan eski Türklerde millî edebiyat şifâhî kültürle beslenmekteydi. Şifâhî kültürde, bilgiyi yaşatan iki temel unsur vardır. Bunlardan ilki anlatma, diğeri ezberlemedir. Bilgiyi kayıt altına alacak yazı olmayınca, kişiler hafızalarını diri tutmak zorundadırlar.150 Bu nedenle Türkler, meydana getirdikleri eserleri bir sonraki nesile aktarabilmek için, anlatımı ve ezberlenmesi kolay olan nazma rağbet göstermişlerdir. Destânlar da manzum oldukları ve gelişigüzel mûsikîyle söylendikleri için, halkın dilinde ve hafızasında uzun süre yaşamışlardır.151 Destânlar, uzun yıllar halk şâirleri tarafından gerek dil, gerekse nazım yapısı bakımından ilkel terennümler halinde söylenegelmiştir. Ancak sonrasında şifâhî edebiyat geleneği meydana getirecek kadar gelişmiş ve çoğalmıştır.152 VIII. yüzyıla 147 Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I, Millî Eğitim B., Đstanbul, 1983, s. 1. 148 Banarlı, N. S., a.g.e., I, 2. 149 Güzel, Abdurrahman, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, 3.bs., Akçağ Y., Ankara, 2006, s. 35. 150 Öztürk, Zehra, “Osmanlı Döneminde Kıraat Meclislerinde Okunan Halk Kitapları”, TALĐD Eski Türk Edebiyatı Tarihi I, c. 5, S. 9, Đstanbul, 2007, ss. 401-445, s. 401-402. 151 Banarlı, N. S., a.g.e., I, 7. 152 Banarlı, N. S., a.g.e., a.y. 35 kadar devam eden bu şifâhî geleneğin, bu yüzyıldan sonra ilk yazılı metinlere rastlanmasıyla birtakım değişiklikler yaşadığı görülür.153 Türklerin Đslâmiyet’le tanışmaları ve onu benimsemeleri VIII ila XII. yüzyıllar arasında olmuştur.154 Đslâmiyet’le birlikte özellikle yerleşik hayatın yaşandığı şehir merkezlerinde, pek çok vazifeyle yükümlü Kaman, Şam, Baksı, Ozan gibi değişik adlarla anılan bu kimselerin yaptıkları işler, hekimler, kâtipler, âlimler, şâirler, mutasavvıflar, mûsikîşinâslar, efsuncular, müneccimler adı altında ayrı ayrı şahsiyetlerde toplanmaya başlamıştır. Asırlarca tek başlarına gördükleri bu vazifeler parçalanmış; yeni durumda yerleşik hayatın getirdiği işbölümü sayesinde hastalarla hekimler, mûsikî âletleriyle mûsikîşinâslar, şiir ve edebiyatla şâirler ve âlimler ilgilenir olmuştur.155 Göçebe yaşam tarzını benimseyen milletlerde toplumsal işbölümü zayıf olduğundan çoğunlukla birden çok vazifeyi bir kişinin üstlendiği görülür. Bu nedenle eski Türklerde Şaman, Oyun, Kam, Baksı, Ozan gibi adlarla anılan bu şâirlerin, aynı zamanda toplumda rahip, büyücü ve hikâyeci gibi vasıfları da kendinde topladıkları bilinmektedir.156 Türklerin muhtelif dinleri benimsedikleri dönemde Kam, Baksı, Ozan dediğimiz kimselerin de toplumdaki mevki ve ehemmiyetleri tabiatıyla değişiyordu. Đslâmiyet öncesi Türk toplumunda Şaman, Kam, Baksı’ların ihtiyaca göre değişik şekiller alarak şâirlik, hekimlik, sâhirlik, kâtiplik, âlimlik, lamalık, mûsikîşinâslık gibi değişik işlerden birini veya birkaçını yaptıkları görülmektedir. Bizim şâir olarak nitelendirdiğimiz insanların muhtelif mekân ve zamanlarda muhtelif işlerde görev alması, bize bütün bunların aynı menşe’den çıktığını göstermektedir.157 Elinde kopuzuyla halk arasında şiirler okuyan bu adamlar, uzun kış gecelerinde, efsane kalıntılarından kahramanlık hikâyelerine, menkîbelere kadar halka mazisini hatırlatan, cedleri ile son nesiller arasında bağ kurmaya çalışan, yeni mevzular üzerine hemen 153 Kavruk, H., a.g.e., 4. 154 Artun, Erman, Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı, Kitabevi Y., Đstanbul, 2006, s. 54; Merçil, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 2.bs., TTK Y., Ankara, 1993, s. 3. 155 Köprülü, Mehmet Fuad, “Türk Edebiyatı’nın Menşe’i”, Edebiyat Araştırmaları, TTK Y., 3.bs. Ankara, 1999, ss. 49-130, s. 65. 156 Köprülü, M. F., a.g.m., 55. 157 Bkz. Köprülü, M. F., a.g.m., 56-72. 36 şiirler terennüm eden önemli kimselerdir.158 Bu kimselerin söylediği en eski ve ilkel şiirler, dinle alâkalı olmuş ve uzun süre dinî mahiyetini muhafaza etmiştir.159 Türklerin Đslamiyet’i benimsemeleriyle, Đslâm kültürü etkisinde gelişen Türk edebiyatı, gösterdiği özellikler bakımından Halk Edebiyatı, Divan Edebiyatı ve Tekke (Tasavvuf) Edebiyatı olmak üzere üç kolda ilerlemiştir.160 Her üç kolda gelişme gösteren bu edebiyatların en büyük ortak özelliği konu, şekil ve tür açısından Đslâmî kaynaklardan beslenmeleridir. Anayurtlarında, dinî duygu ve millî kahramanlık dolu sözlü terennümleriyle koşuk, ilâhî ve destânlar üreten Türkler, Đslâmiyet’ten sonra eskisinden çok daha zengin ve başka bir edebiyat vücuda getirmiştir. Bu edebiyat, Đslâmiyet’i kabul eden milletlerin dilde, şekilde, türde, konuda, sanat anlayışında ortaklıktan, kültür ve ideoloji birliğinden yana olduğu bir edebiyattır. Đslâmiyet’ten sonraki Türk edebiyatı, artık sadece destân edebiyatı değil; eskiyi gölgede bırakacak bir enginlik ve zenginliğe sahip, sarayda, şehirlerde ve medreselerde gelişen, muhtelif konularda eserler veren hacimli bir edebiyat haline gelmiştir.161 Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkmenler, hem Anadolu’nun Müslümanlaşması için büyük çaba sarf etmişler, hem de Anadolu’nun içlerine kadar ilerleyerek, Türk dil, kültür, örf ve adetlerini yaymışlardır.162 Anadolu’nun fethi ve Müslümanlaştırılması için savaşan alperenlerin ve gazilerin gösterdikleri bu gayretlerle Anadolu, daha XII. yüzyılda Türklerin dinî menkîbevî destân edebiyatı geleneklerini sürdürdükleri uygun bir ortam haline gelmiştir.163 Türkler, şifâhî kültürün en önemli ürünü olan destân geleneklerini ilk yazılı metinlerin ortaya çıktığı VIII. yüzyıla kadar sürdürmüş; Đslâmiyet’ten sonra ise bu geleneklerini, bazı değişikliklerle “hikâye” adı altında devam ettirmişlerdir.164 Tamamen şifâhî edebiyat ananesi içinde söylenen ve anlatılan bu şiirler ve hikâyeler, 158 Köprülü, M. F., 66. 159 Köprülü, M. F., 50. 160 Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, 11.bs., Akçağ Y., Ankara, 2005, s. 11. 161 Güzel, A., a.g.e., 68. 162 Şentürk, A. A.- Kartal, A., a.g.e., 89. 163 Şentürk, A. A.-Kartal, A., a.g.e, 92. 164 Kavruk, H., a.g.e., 4; Pekolcay, Necla, Đslami Türk Edebiyatı Tarihi, 1.bs., Dergah Y., Đstanbul, 1981, s. 24. 37 çok defa yazıya geçirilmeden, yalnızca anlatanların dilinde ve hafızasında yaşamıştır.165 Dönemin ve muhitin icaplarına göre çoğalan bu eserlerin tek gayesi, halkın manevî ihtiyaçlarına cevap verebilmek ve onların ruhî temayüllerini tatmin edebilmektir.166 Anlaşılan o ki, Orta Asya’dan Anadolu’ya akın eden Türkler, burada hala eski gelenekleri olan destânî mahsuller verdikleri sosyal şartlar içinde bulunuyorlardı. Anayurtlarından kopup gelen ve yeni bir coğrafyayı kendine yurt edinmeye çalışan Türklerin, halen şehir hayatına giremedikleri, destânî edebiyat geleneklerini sürdürmelerinden anlaşılıyordu.167 Müslüman olduktan sonra Türklerin Anadolu’da XIII., XIV. ve hatta XV. yüzyıllarda, hem toplumsal hayatı Đslâmî hayata uygun olarak yaşamaya çalıştıkları, hem de ortaya koydukları edebî eserlerde dinî mevzuları yoğun olarak işlemeye başladıkları görülür. Özellikle XIII. ve XIV. yüzyıllarda Orta Asya’dan Anadolu’ya yapılan yoğun göçlerden dolayı Türkler, halka dinî bilgiler verebilmek ve onlara dinî şuur kazandırabilmek gayesiyle, eski gelenekleri olan şifâhî kültürden yararlanmışlardır. Çünkü şehir merkezlerinden uzakta yaşayan halka, Đslâm’ı anlatmanın en kısa yolu, şifâhî kültürün vazgeçilmez aracı olan şiirdir.168 “Şâirler, edebiyatı, dünyevî ve uhrevî hayatı kontrol altına alarak insanı ebedî mutluluğa ulaştırma hedefinde olan Đslâm anlayışını, halkın zihniyetine ve gönlüne kolayca yerleştirmenin en önemli araçlarından birisi olarak görmüşlerdir.”169 Nasıl ki, eski Türklerde kendilerine Şaman, Oyun, Kam, Baksı, Ozan gibi adlar verilen kişiler, halkın arasında ellerinde sazlarıyla dolaşarak din, kahramanlık, tabiat vs. konularında şiirler söylemişlerse; Đslâmiyet’ten sonra Anadolu’da bu görevi, ellerinde sazlarıyla diyâr diyâr dolaşarak ilâhîler okuyan, dinî hikâyeler anlatan derviş-şâirler üstlenmiştir.170 Eski Ozan, Şaman, Baksı’lara bakarak 165 Banarlı, N. S., a.g.e., I, 399. 166 Köprülü, Mehmet Fuad, “Türkler’de Halk Hikâyeciliğine Ait Maddeler Meddahlar”, Edebiyat Araştırmaları, TTK Y., 3.bs. Ankara, 1999, ss. 361-412, s. 371. 167 Boratav, Pertev Naili, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, TVYY, Đstanbul, 2002, s. 40. 168 Kuzubaş, Muhammet, Manzum Bir Destân Kitabı (Destân-ı Veysel Karânî, Vefât-ı Hz. Fatıma, Vefât- ı Hz. Đbrâhîm, Hikâyet-i Gügercin, Hikâyet-i Geyik), Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi / The Journal of International Social Research, Volume 1/2, Winter 2008, ss. 304-340, s.305. 169 Kuzubaş, M., a.g.m., 305. 170 Bkz. Köprülü, Mehmet Fuad, “V.-XVI. Asırlarda Türk Şâirleri”, Edebiyat Araştırmaları, TTK Y., 3.bs. Ankara, 1999, ss. 157-164, s. 160-164. 38 çok daha geniş bilgi, kültür ve ülkülerle dolu olan derviş-şairler, söyledikleri şiirler ve anlattıkları manzum dinî hikâyelerle kısa sürede Türk halkının gönlünü fethetmeyi başarmıştır.171 Ayrıca XIII. ve XIV. yüzyıllarda Türk toplumunda, yerleşik hayatın getirmiş olduğu işbölümü anlayışının henüz yerleşmemiş olmasından dinî hikâyelerin halk tarafından benimsendikleri ve bunların seve seve dinlenildikleri söylenebilir.172 Söz konusu yüzyıllarda, Anadolu’da kaleme alınmaya başlayan dinî-edebî eserler, Türkler arasında Đslâm’ın yayılmasında ve onlara Đslâmî değerlerin öğretilmesinde büyük öneme sahiptir.173 XIV. Asır Osmanlı Devleti’nin kuruluş çağına rastladığı için daha dinî-tasavvufî, tarihî, hamasî (epik) ve ahlâkî mahiyette eserler yazılmıştır. 174 Bu nedenle dinî eserlerin pek çoğu manzum olarak vücuda getirilmiştir. Çünkü manzum eserlerin musikî yönünün bulunması, bu tür eserleri çabuk ezberleme ve meclislerde okuma kolaylığı sağlamıştır. XIII. ve XIV. yüzyıllarda, Anadolu sahasında vücuda gelen bu eserlerin konu itibariyle daha çok Đslam ve Đran kaynaklarından beslendikleri görülür. Çünkü Araplar ve Đranlılar, Türklerden çok daha önce Müslüman olmuş ve dinî tesirle muazzam bir edebiyat geleneği kurmuşlardır.175 XIV. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan Anadolu topraklarına göç etmiş Türk halkına, onların anlayabileceği şekilde Đslâm’ı anlatmak ve öğretmek gayesiyle dinî karakterli manzum hikâyelerin oluşturulduğu görülür. Bu manzum hikâyeler, Anadolu’da geniş halk yığınları arasında biliniyor ve çokça okunuyordu.176 Hikâyeler, çoğunlukla Đslâm’ın yayılma dönemlerinde geçen bazı tarihî olaylarla, menkîbelerin efsaneleşerek anlatılmasından meydana gelmiştir.177 Hz. Peygamber ve ashabının vefâtlarından sonra, Kur’an’la birlikte onların sözleri, hareketleri ve hayatları da toplanmaya başlamış ve zamanla bazı olayların 171 Banarlı, N. S., a.g.e., I, 276. 172 Levend, Âgah Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, I, 3.bs., TTK Y., Ankara, 1988, s.123. 173 Aslan, Namık, “Manzum Dinî Hikâyeler ve Kirdeci Ali’ye Ait Olduğu Söylenen Đki Hikâye Metni (Güvercin ve Geyik Destânları)”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Dergisi, S. 20/1, Kayseri 2006, ss. 189-207, s. 189; Kuzubaş, M., a.g.m., 305. 174 Timurtaş, Faruk Kadri, Tarih Đçinde Türk Edebiyatı, 2.bs., Boğaziçi Y., Đstanbul, 1990, s. 203. 175 Yeniterzi, E., a.g.e., 15. 176 Levend, Â. S., Türk Edebiyatı Tarihi, I, 123; Aslan, N., a.g.m., 189-190. 177 Artun, E., a.g.e., 106. 39 efsaneleştiği görülmüştür. Sözlü gelenekle yayılan ve gün geçtikçe değişikliğe uğrayan bu efsanevî bilgiler, dinî bilgisi zayıf olan halk kitleleri tarafından dinlenmiş; ardından işlenerek zenginleştirilmiş ve sonraları dinî hikâyeler olarak dilden dile anlatıla gelmiştir.178 Đşte bu eserler, Anadolu’da yaşayan Müslüman Türk halkı için kaleme alınmış manzum dinî eserlerdir. Manzum dinî eserlerin genellikle mesnevî tarzında yazıldıkları görülür. Anadolu sahasında mesnevî türünden ilk eserlerin yaklaşık XIII. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlandığı, XIV. yüzyıla gelindiğinde dinî-dâsitânî mesnevîlerde artış gözlendiği, XV. yüzyıla gelindiğinde ise zengin bir mesnevî edebiyatıyla karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz.179 Özellikle “XIV. yüzyıldan itibaren gerek te’lif gerekse tercüme hikâye türünde pek çok mesnevî yazılmıştır.”180 Hatta bu mesnevîler halk arasında rağbet gördükçe, bazı manzum hikâyelerin mensur olarak yazıldıkları da görülmüştür.181 Ahmed Fakı’nın Kitabu Evsâf-ı Mesâcidi’ş-Şerife’si, Sultan Veled’in Đbtidânâme ve Rebabnâme adlı Farsça mesnevîleri, Şeyyad Hamza’nın Yûsuf u Zelîha ve Dâsitân-ı Sultan Mahmud isimli mesnevîleri, Şeyyad Đsa’nın Ahvâl-i Kıyâmet’i ve meçhul bir Dâsitân-ı Şeyh-i San’an hikâyesi Anadolu sahasında yazılan ilk mesnevîler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu mesnevîler genel olarak dilin sade ve vezin hâkimiyetinin henüz sağlanmadığı dinî-tasavvufî mahiyetteki eserlerdir.182 “Anadolu sahasında, XIV. yüzyılda konu bakımından çeşitli manzumeler bulunmakla beraber, daha çok dinî-dâsitânî mesnevîlerin bolluğu dikkati çekmektedir.”183 XIV. yüzyıl mesnevîleri, içinde dinî-dâsitânî mesnevîlerin yer aldığı halk tipi mesnevîler ve edebi-ilmi mahiyetteki mesnevîler olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Halk tipi mesnevîlerin en büyük özelliği, halk için yazılmış olmaları, 178 Artun, E., a.g.e., 114. 179 Çelebioğlu, Â., Türk Mesnevî Edebiyatı, 22, 44. 180 Kavruk, H., a.g.e., 126. 181 Kavruk, H., a.g.e., 126. 182 Bkz. Çelebioğlu, Â., a.g.e., 33-40. 183 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 44. 40 dolayısıyla meclislerde şifâhî olarak okunduklarından dillerinin sade ve tasannudan uzak oluşlarıdır.184 “Tursun Fakı’nın Hz. Peygamber’in Ebû Cehil’le Güreşi Hikâyesi, , Kirdeci Ali’nin Güvercin Destânı, Đzzetoğlu’nun Tavus Mu‘cizesi, Sadreddin’in Mu‘cize-i Muhammed ve Geyik Destânı, Yûsuf-ı Meddâh’ın Kız ve Cühûd Hikâyesi Hz. Peygamber’in çeşitli mu‘cizeleriyle ilgili olup “Mu‘cizât-ı Neb”i” diyebileceğimiz bir grubu teşkil ederler.”185 Edebî bir terim olarak mesnevî, aynı vezinde ve her beyti kendi arasında müstakilen kafiyeli nazım şekline verilen addır.186 Mesnevî nazım şekliyle, az sayıda beyitlerden oluşan kısa mesnevîler yazılabildiği gibi, binlerce beyit süren hacimli ve uzun mesnevîlerin de yazıldığı görülür. Mesnevî nazım şekliyle kaleme alınan eserler, konuları bakımından da bir hayli zengindir. Din, tasavvuf, ahlâk, tarih, savaş, aşk vb. konular bunlardan yalnızca birkaçıdır.187 Türk edebiyatında mesnevîler yazılış şekillerine göre 2 gruba ayrılırlar: 1- Tevhid, Münacat, Na’t, Medhiye gibi muhteviyatı belli olan türlerde mesnevî nazım şeklinin kullanılması. Bunlar genellikle hacimsiz şiirlerdir. 2- Tahkiye yönü olan, aşk, savaş, kahramanlık, din, ahlâk, tasavvuf gibi hemen her konuda yazılabilen, nazım ile hikâyenin birleştiği eserler. Bunlar da manzum hikâyeler veya romanlar diye adlandırabileceğimiz edebi mahsullerdir.188 Mesnevî edebiyatımızın dinî muhtevalı mesnevîleri arasında Hz. Peygamber konulu olanların çokluğu hemen dikkati çeker. Öyle ki, “Hz. Peygamber’in hayatından 184 Çelebioğlu, Â., Türk Mesnevî Edebiyatı, 22, 46. 185 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 43. 186 Pala, Đ., Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 309; Muallim Naci, Istılahât-ı Edebiyye, haz. Yekta Saraç, Risale Basın-Yayın, Đstanbul, 1996, s. 120. 187 Bkz. Pala, Đ., a.g.e., 309-311; Bkz. Çelebioğlu, Â., a.g.e., 21-25; Levend, Â. S., Türk Edebiyatı Tarihi, I, 103. 188 Bkz. Çelebioğlu, Â., a.g.e., 21-25. 41 ilaçlara, cinsi mevzulara kadar hemen her konuda mesnevîlerin yazıldıkları söylenebilir.”189 Hz. Peygamber konulu mesnevîler içinde başı mevlidler çeker. Çünkü ilk Türkçe mevlid olan Vesîletü’n-Necât’ın çok sevilmesi ve beğenilmesi, hem mevlid türüne hem de eserin sahibi olan Süleyman Çelebi’ye büyük ün kazandırmıştır.190 Özellikle yeni bir coğrafyada, yeni bir dil ve edebiyatın teşekkül ettiği bir zamanda Mevlid’i yazabilmiş olmak büyük bir başarı olarak görülmüştür.191 Vesîletü’n-Necât, daha sonra pek çok mevlidin yazılmasını sağlamış ve az veya çok tüm mevlid metinleri üzerinde tesiri olmuştur.192 Bu nedenle “Türk edebiyatında mevlid türü bütün Đslam edebiyatlarından fazla genişlemiş ve gelişmiştir.”193 Mevlidler, Hz. Peygamber’in kutlu doğumundan bahseden, devamında kısaca hayatını, mi’racını, mu‘cizelerini, ahlakını ve son olarak vefâtını anlatan eserlerdir.194 Türkçe mevlid metinlerinin sayı itibariyle 200 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu mevlidlerin bir kısmı Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ına aynen benzerken, bir kısmının bazı yönlerden ayrılık gösterdiği, geri kalanın ise tamamen farklı olduğu anlaşılmıştır.195 Ortalama 600 ila 1400 beyitten oluşan Türkçe mevlid metinlerinin çoğu aruzun “Fâilâtün Fâilâtün Fâilün” kalıbıyla ve mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır. Bu mevlidlerin hemen hepsi Ehl-i Sünnet inancı doğrultusunda kaleme alınmış ve Hz. Peygamber’in kutlu doğumundan bahsedildikten sonra mi’râcı, mu‘cizeleri ve vefâtı anlatılmıştır. Mevlidlerin sonunda yer alan Hikâye-i Geyik, Hikâye-i Deve, Hikâye-i Güvercin gibi Hz. Peygamber’in mu‘cizelerini anlatan hikâyelerin asıl mevlid metinleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar eserlerin sonuna sonradan ilave edilen manzum dinî hikâyeler olmalarından ibarettir.196 Ayrıca “hacimli, bölümlere ayrılmış büyük mesnevilerde, her bölümün sonunda ‘Hikâyet’, ‘Destân’ gibi 189 Çelebioğlu, Â., a.g.e., 24. 190 Pala, Đ., Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 313. 191 Vassâf, H., a.g.e., 23. 192 Pala, Đ., a.g.e., a.y. 193 Pala, Đ., a.g.e., a.y. 194 Aksoy, H., a.g.m., I, 323. 195 Pekolcay, Necla, Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât, 1.bs., TDV Y, Ankara, 1993, s.1-3. 196 Aksoy, H., a.g.m., I, 325; Pala, Đ., a.g.e., a.y. 42 başlıklar altında, türlü konularda küçük hikâyeler yer alır.”197 Bunlar arasında, Hz. Peygamber’i konu alan manzum hikâyelerin olduğu da bilinmektedir. Mevlid ve toplantılarda mevlidle birlikte okunan Geyik Destânı, Kız Mevlüdü (Destân-ı Kız, Hikâye-i Kız Ma’a Cühûd), Ejderha Destânı, Dâsitânı Đbrâhîm, kesikbaş Destânı, Güvercin Destânı, Destân-ı Deve gibi destânî hikâyeler bulunmaktadır.198 Bir başka açıdan bakıldığında, manzum dinî hikâyeler için, Türklerin, asırlarca sürdürdükleri destân geleneklerinin Đslâmiyet’ten sonra bazı değişikliklerle “hikâye” adı altında devam etmesi de denilebilir. Terim olarak hikâye, “bir olayın anlatımı”dır. Daha değişik bir ifadeyle “olmuş veya olması tasavvur edilmiş” konuların, olayların vak’aya dayanılarak hususi bir üslûpla anlatılmasıyla meydana gelmiş edebî eserdir. Bu şekliyle “hikâye” kavramı içine tarih, destân, masal, menkîbe, efsane, latife, halk hikâyesi, roman, küçük hikâye gibi tahkiyeye dayalı bütün edebiyat türleri de girmektedir.199 Đlk zamanlarda, anlatılan veya yazılan hikâyelerin ekseriyeti olağanüstü unsurları ihtiva eden eserlerdir. Zaman ilerledikçe hikâyelerdeki olağanüstü unsurlar azalıp, gerçeğe yakın unsurlar artmaya başlamış, günümüzde ise hikâye, diğer tahkiyeye dayalı edebî ürünlerden ayrılarak kendine has özellikler kazanmıştır. Bu özelliğiyle dar anlamda hikâye: “olmuş veya olması mümkün olan” olayların anlatılmasıyla ortaya konan edebî eserdir.200 Halk hikâyelerinin konularını menşeleri itibarıyla üç kısma ayırmak mümkündür: 1- Eski Türk kültüründen geçen konular 2- Đslâm kültüründen geçen konular 3- Đran kültüründen geçen konular XIII. ve XIV. yüzyıllarda, Anadolu sahasında vücuda gelen manzum ve mensur eserlerin konu itibariyle daha çok ikinci ve üçüncü kaynaktan beslendikleri 197 Levend, Â. S., Türk Edebiyatı Tarihi, I, 145. 198 Öztürk, Zehra, a.g.m., 409. 199 Kavruk, H., a.g.e., 2. 200 Kavruk, H., a.g.e., a.y. 43 görülür. Çünkü o devirlerin dinî-kahramânâne hayatı, bu türden eserlerin çoğalmasını gerektirmiştir.201 Eski Türk kültüründen geçen konulara Köroğlu ve Dede Korkut hikâyeleri, Đran kültüründen geçen konulara da Kelile ve Dimne ile Şehnâme örnek verilebilir. Đslâm kültüründen geçen konulara gelince, bu eserlerin çoğu halk edebiyatı ile klâsik (divan) edebiyatın kesin çizgilerle birbirinden ayrılmadığı dönemlerde yazılmıştır. Mesela münacat, naat, mevlid, Hz. Ali’nin kahramanlık menkîbeleri (Salsalnâme gibi), Menâkıb-ı Seyyid Battal Gazi, Fütûhu’ş-Şam ve Fütûh-ı Afrikıyye tercemeleri, Kerbelâ hadisesi, Hz. Hamza’nın şahsiyeti etrafında oluşmuş Kıssa-i Emir Hamza, Dâstân-ı Emir Hamza, Hamzanâme gibi isimlerle anılan manzum hikâyeler, Hallac-ı Mansur, Şeyh San’an, Ebû Müslim el-Horasanî gibi tanınmış sûfîlere ait manzum ve mensur birçok eseri sayabiliriz.202 Bu asırlarda Anadolu’da yukarıda zikrettiğimiz mahiyette eserleri halk meclislerinde okumakla görevli kıssahan ve meddahlar zümresinin oluştuğu görülür. Bizim “Meddâh” olarak nitelediğimiz halk hikâyecilerine Araplar kussas, Acemler de kıssahan derlerdi.203 Şehir ve kasabalarda halk hikâyeciliğini temsil eden, klâsik bir tahsil görmemekle beraber edebî terbiye almış bu kıssahanların, halk meclislerinde okudukları veya naklettikleri hikâyeler Salsalnâme, Hamzanâme, Anternâme, Đskendernâme, Süleymannâme, Rüstemnâme gibi genellikle hamasî ve menkîbevî mahiyetteki eserlerdir. Türklerin eski edebî hayatında meddahlık önemli bir yere sahiptir. Çünkü halk hikâyeciliğinin ilk temsilcileri olan meddahlar, kahvehanelerden saraya kadar her sınıf ve seviyedeki insan muhitlerinde aranan ve sevilen; hikâyeler, taklîtler, nüktelerle halkın hoşça vakit geçirmesini sağlayan kimseler olmuşlardır. Meddahlar ve meddah hikâyeleri, samimî ve millî oluşlarıyla eski edebî hayatımız içinde yeri doldurulamayacak bir öneme sahipse de tarihin her döneminde hor görülme ve küçümsenme davranışlarına maruz kalmıştır.204 201 Köprülü, M. F., “Türkler’de Halk Hikâyeciliğine Ait Maddeler Meddahlar”, 371. 202 Bkz. Köprülü, M. F., a.g.m., 366-370. 203 Köprülü, M. F., a.g.m., 362-363. 204 Köprülü, M. F., a.g.m., 361-362; Bkz. Levend, Â. S., Türk Edebiyatı Tarihi, I, 122-148. 44 Halk arasında okunmaya yönelik hikâyeler yazanların sayısı, Halk edebiyatı ile Klâsik edebiyat birbirinden tam olarak ayrılmadan önce fazlaydı. Çünkü sanatlı bir klâsik edebiyatın oluşumundan sonra halka ait olan her şey gibi halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği de hor görülmeye başlanmıştı.205 Arap ve Acem tesirlerinden tanzim edilmemiş hiçbir eser, edebiyat dairesi içinde düşünülmüyor; sanatkârların vücuda getirdikleri eserlerde edebî zevk ve gücün yegâne belirleyicisi, Arap ve Acem edebiyatlarındaki numunelerine ne derece benzedikleri oluyordu.206 XIII.-XIV. Yüzyıllar, Selçuklu Devleti’nin yavaş yavaş hâkimiyetini kaybettiği ve Anadolu’da çeşitli beyliklerin kurulduğu dönemi içine alır. Beylikler zamanında Türk edebiyatı birden gelişme gösterir. Beylerin çoğu Arapça ve Farsça bilmediğinden Türkçe eserlerin yazılmasını teşvik etmişlerdir. Böylelikle Anadolu’da Farsça ve Arapça’nın üstünlüğüne son verilmiştir.207 Bu asırlarda, Anadolu’ya yerleşmiş göçebe halka, Đslamiyet’i öğretmek ve dini ahlaki bilgiler vermek maksadıyla kıraat toplantılarında okunmaya uygun halk hikâyeleri yazılmıştır. Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı eseri de bunlardan biridir.208 Buraya kadar anlatılanlardan şu sonucu çıkarabiliriz: Türkler, Đslamiyet’i benimsedikten sonra XIII., XIV. ve XV. yüzyıllarda Anadolu’da pek çok manzum dinî eserler vücuda getirmiştir. Bu eserler, Orta Asya’dan Anadolu topraklarına göç etmiş Türk halkına, Đslâm şuurunu kazandırmak ve onların dinî duygularını canlı tutmak gayesiyle oluşturulmuştur. Halkın rağbet ettiği bu eserler, XIII. yüzyıldan itibaren oluşmaya başlamış ve XIV. yüzyıldan itibaren de yazıya geçirilmiştir. Anadolu’da Đslam’ın yayılma dönemlerinde kaleme alınan bu eserlerin başında, Hz. Peygamber’le ilgili olan türler gelir. Hz. Peygamber’in doğumu başta olmak üzere, hayatı, sözleri, ahlâkı, mu‘cizeleri, savaşları gibi konuların hepsi hakkında kaleme alınmış manzum eserler bulunmaktadır. Bunlardan mu‘cizelerini konu alan eserler, 205 Köprülü, M. F., a.g.m., 371-375. 206 Köprülü, Mehmet Fuad, “Türk Edebiyatı’nda Âşık Tarzının Menşe ve Tekâmülü”, Edebiyat Araştırmaları, TTK Y., 3.bs. Ankara, 1999, ss. 195-238, s. 196-197. 207 Bkz. Đz, Fahir-Kut, Günay, “XIII ve XIV.Yüzyıllarda Nazım ve Nesre Toplu Bakış”, Başlangıcından Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri, I, Ötüken N., Đstanbul, 1985, s. 254. 208 Öztürk, Z., a.g.m., 405. 45 Mu‘cizât-ı Nebî adı altında bir türü meydana getirmiştir. Bu türe örnek eserlerden biri de, Fâ’ik’in Mu‘cizâtü’n-Nebî adlı eseridir. B. YÛSUF-I MEDDÂH’IN HAYATI XIV. Asır mesnevî şairlerinden biri olan Yûsuf-ı Meddâh’ın hayatı hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Meddah kelimesinden yola çıkılarak, halk toplulukları ve zamanın büyükleri karşısında hikâyeler anlatan bir şair olduğu düşünülmektedir.209 Döneminin kaynakları içerisinde, Yûsuf-ı Meddâh’ın ismi, sadece Şeyhoğlu Mustafa’nın Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ adlı eserinde geçmektedir.210 Daha sonra yazılan tezkirelerin hiçbirinde kendisinden bahsedilmemektedir. Bu nedenle bugün, Yûsuf-ı Meddâh hakkında söylenenler, onun eserlerinden yola çıkılarak elde edilmiş bilgilerden ibarettir. Bu mesnevî şairimizin ismini, Âmil Çelebioğlu ve Grace Martin Smith, Yûsuf- ı Meddâh olarak verir.211 Varaka ve Gülşah’ta müellif adının geçtiği beyit şöyledir: Yÿsuf-ı MeddÀó-i bì-çÀre anun ‘Işkı yolında fedÀ eyle cÀnun212 Grace Martin Smith, Yûsuf-ı Meddâh’ın kendi ismini, Varka ve Gülşah, Gazavât-nâme ve Pend-nâme213 (Pend-i Yûsuf-ı Meddâh) adlı eserlerinde “Yûsuf-ı Meddâh” olarak verdiğini söyler.214 209 Köprülü, M. F., “Türkler’de Halk Hikâyeciliğine Ait Maddeler Meddahlar”, 372. 210 Yavuz, Kemal, Şeyhoğlu Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ (Đnceleme-Metin-Đndeks), AKM Y., Ankara, 1991, s. 109. 211 Bkz. Çelebioğlu, Âmil, “XIII- XV (Đlk yarısı). Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlânâ Tesiri”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Y., Đstanbul, 1999, ss. 29-53, s. 32-33; Smith, G. M., a.g.e., 4. Đsmail Hikmet Ertaylan ise, Varaka ve Gülşâh mesnevîsinin müellif adını Yûsufî-i Meddâh olarak verir. Bkz. Ertaylan, Đsmail Hikmet, “Yûsufî-i Meddâh Yeni Đki Varaka ve Gülşâh Nüshası- Hâmuş-nâme, Dâsitân-ı Đblîs-i Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Hüseyn”, ĐÜEF TDED, c. I, S. 2, Đstanbul, 1946, ss.105- 121 ve Ertaylan, Đsmail Hikmet, Türk Edebiyatı Örnekleri I- Varaka Ve Gülşâh, ĐÜ Y., Đstanbul, 1945, s. 2-3. 212 Smith, G. M., a.g.e., 210. 213 G. M. Smith, Yûsuf-ı Meddâh’ın, bilinenlerin dışında, mesnevî tarzında yazılmış, iki küçük eserinin daha olduğundan bahseder. Gazavât-nâme ve Pend-nâme adlarındaki bu iki mesnevî hakkında bilgi, Yûsuf-ı Meddâh’a ait eserlerin tanıtıldığı bölümde verilmiştir.. Bkz. Smith, G. M., a.g.e., 5. 214 Smith, G. M., a.g.e., 4. 46 Âmil Çelebioğlu, XIII ve XIV. yüzyıllarda, Anadolu sahasında yazılan mesnevîlerin çoğunda Mevlânâ’nın tesiri olduğundan bahseder.215 Bu mesnevîler arasında, Yûsuf-ı Meddâh’ın Dâsitân-ı Đblis, Hikâye-i Kız ve Cühûd, Kadı ve Uğru Destânı adlı eserlerini de zikreder.216 Dâsitân-ı Đblis mesnevîsinde, Hz. Peygamber ile Đblis arasında geçen konuşma hikâye edildikten sonra, eser sona erdirilirken Mevlânâ’dan bahsolunur: Ger selâmetlik diler isen yâr Mevlânâ’nun ışkını kıl ihtiyâr217 Dâsitân-ı Đblis’te olduğu gibi, Hikâye-i Kız ve Cühûd ile Kadı ve Uğru Destânı adlı mesnevîlerinde de Yûsuf-ı Meddâh, Mevlânâ’ya olan sevgisini, bağlılığını şu beyitlerle dile getirir: Mevlânâ’nun yüzi suyı hürmeti Yûsuf-ı Meddâh-ı sen tutma katı218 Ne delîl bilsün ne huccet ne haber Sırr-ı Mevlânâ bağışlaya meğer219 Yûsuf-ı Meddâh’ın, eserlerinde, Mevlânâ’dan övgüyle bahsetmesi, onun Mevlevî olabileceği şeklinde yorumlanmıştır.220 Hâlbuki Mevlânâ sevgisinden bahseden beyitler, XIV. yüzyılda yazılan halk tipi mesnevîlerinde görülen ortak bir özelliktir. Bu halk tipi mesnevîlerinde, Mevlânâ’dan bahseden beyitlere genellikle eserlerin sonunda rastlanmaktadır.221 Yûsuf-ı Meddâh’ın, Hâmûş-nâme isimli Farsça mesnevîsinde, Konya’da geçen Cimri vak’asından bahsetmesinden dolayı, Konya’da yaşamış olabileceği ileri 215 Çelebioğlu, Â., “XIII- XV (Đlk yarısı). Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlânâ Tesiri”, 29. 216 Çelebioğlu, Â., “XIII- XV (Đlk yarısı). Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlânâ Tesiri”, 32-33. 217 Çelebioğlu, Â., a.g.m., a.y. 218 AÜ Ktp. A. Sırrı Özege bl., nr. 544, vr. 69b. 219 Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Efendi bl., nr.1930/5, vr. 56b. 220 Banarlı, N. S., a.g.e., I, 385. 221 Çelebioğlu, Â., a.g.m., 30. 47 sürülmektedir.222 Fakat Adnan Sadık Erzi, Hâmûş-nâme’nin Yûsuf-ı Meddâh’a ait olmadığını, dolayısıyla Konya’da yaşamış olabileceği düşüncesinin de yanlış olduğunu ifade eder.223 Görüldüğü gibi, Kenzü’l-Küberâ’nın dışında hiçbir kaynak Yûsuf-ı Meddâh’ın varlığından söz etmez. Bugün, elimizdeki mevcut bilgiler, onun eserlerinden yola çıkılarak söylenmiş sözlerden ibarettir. C. ESERLERĐ Yûsuf-ı Meddâh’ın hayatı hakkındaki bilgilerin yok denecek kadar az ve yetersiz oluşu, eserleri hakkındaki bilgilerimizde de şüphe etmemize neden olmaktadır. Varaka ve Gülşah, Hikâyet-i Kız ve Cühûd224, Dâsitân-ı Đblis, Kadı ve Uğru Destânı Yûsuf-ı Meddâh’a ait eserler arasında zikredilmektedir. Varaka ve Gülşah: Yûsuf-ı Meddâh’ın 1369 tarihinde Fâilâtün Fâilâtün Fâilün vezniyle halk için Varaka ve Gülşah adlı bir hikâye yazdığı bilinmektedir.225 Her gece bir bölümü okunmak üzere altı meclisten oluşan eser, konusunu bir Arap halk hikâyesinden almaktadır. Eser, bu konuyu daha önce işleyen Đran şairi Ayyukî’nin aynı adı taşıyan eserine benzemektedir. Olay, Hz. Peygamber devrinde Mekke’de geçmektedir. Eserde, bir kabileye reislik eden iki kardeşin Varaka ve Gülşah isimli çocukları arasında geçen maceralı aşk anlatılmaktadır.226 Kadı ve Uğru Destânı: Beyit sayısı 200-250 civarında olan ve aruzun Fâilâtün Fâilâtün Fâilün vezniyle yazılmış bir mesnevidir. Âmil Çelebioğlu, eserin kaynağının Arapça bir mesnevi olabileceğini söylemektedir. Eserde, Harun-ı Reşid zamanında 222 Banarlı, N. S., a.g.e., a.y.; “Yûsuf-ı Meddâh”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, VIII, Dergah Y., Đstanbul, 1998, ss. 617-618, s. 617; Şentürk, A. A.-Kartal, A., a.g.e., 178. 223 Bkz. Erzi, Adnan Sadık, “Đsmail Hikmet Ertaylan: Yûsufî-i Meddâh Yeni Đki Varaka ve Gülşâh Nüshası- Hâmuş-nâme, Dâsitân-ı Đblîs-i Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Hüseyn”, Belleten, c. XIII, S. 49, 1949, ss.188-194, s. 189-192. A. S. Erzi, Hâmuş-nâme ile Varaka ve Gülşah mesnevîlerinin, yazılış tarihleri açısından birbirlerinden çok uzak olması nedeniyle, Hâmuş-nâme’nin Yûsuf-ı Meddâh’a ait olamayacağını söyler. 224 Yûsuf-ı Meddâh’ın bu eserini ayrı bir başlık altında ele eldık. 225 Geniş bilgi için bkz. Kazım Köktekin, Yûsuf-ı Meddâh Varka ve Gülşâh (Đnceleme-Metin-Dizin), TDK Y., Ankara, 2007, s. 20-25. 226 Bkz. Kocatürk, Vasfi Mahir, Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Y., Ankara, 1964, s. 153-156; Timurtaş, F. K., Tarih Đçinde Türk Edebiyatı, 206; Çelebioğlu, Â., Türk Mesnevî Edebiyatı, 60-62; Şentürk, A. A.-Kartal, A., a.g.e., 178-179. 48 Muhammed Đbni Mukâtil adında alim bir kadı ile hırsız arasında geçen olay anlatılmaktadır. Eser, konusu itibariyle oldukça ilginçtir. Çünkü ilim tahsil etmiş bir hırsız, konuşmalarıyla aralarında geçen olaylarla asıl ilmi temsil eden kadıyı mağlup etmektedir. Eserin talimi nitelikte olduğu, hikâyenin ilmin ve hikmetin medhiyle sona erdiği bildirilmektedir.227 Dâsitân-ı Đblîs: Yûsuf-ı Meddâh’ın bir başka eseri, Fâilâtün Fâilâtün Fâilün vezniyle halk için yazdığı Dasitan-ı Đblis’dir. 200’ü aşkın beyitten oluşur. Eserin konusunu, Hz. Peygamber ile onun huzuruna Allah tarafından gönderildiğini bildiren Đblis arasındaki konuşma oluşturmaktadır. Bu konuşmalardan sonra eserin sonunda, namazı vaktinde kılma, kibri terk ve tövbe öğütlenir. Bu yönüyle eserin dini-didaktik mesnevîlerden biri olduğu görülmektedir.228 Eserin, Yûsuf-ı Meddâh’a ait olduğu ise; Yÿsuf-ı MeddÀó eger yolda úala Ol şehüň èışúı irüre menzile beytinden anlaşılmaktadır.229 Bu eserlerin dışında, Yûsuf-ı Meddâh’a ait olduğu söylenen Hâmûş-nâme isimli Farsça bir mesnevî daha vardır.230 Eser, nasihat-nâme türünde olup, XIII. Yüzyılda Anadolu’nun Konya şehrinde meydana gelen Cimri vak’asından bahsetmektedir.231 Fakat Adnan Sadık Erzi, bu olayın 1276 yılında meydana geldiğini ve 1369 yılında yazılan Varaka ve Gülşah ile arasında uzun zamanın bulunmasını gerekçe göstererek, eserin Yûsuf-ı Meddâh’a ait olamayacağını söyler.232 Yûsuf-ı Meddâh’a ait olup olmadığı henüz bilinmeyen diğer iki eser de, Grace Martin Smith’in, Yûsuf-ı Meddâh’ın Varaka ve Gülşah adlı mesnevîsi üzerine yaptığı çalışmada isimlerini verdiği, Gazavât-nâme ve Pend-nâme (Pend-i Yûsuf-ı 227 Çelebioğlu, Â., Türk Mesnevî Edebiyatı, 85-86. 228 Bilgi için bkz. Ertaylan, Đ. H., a.g.m., 113-117; Çelebioğlu, Â., a.g.e., 83-84; Akar, Metin, “Yûsuf-ı Meddâh’ın Dâstân-ı Đblîs’inin Kaynağı”, Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi (Tebliğler- II. Türk Edebiyatı), I, Đstanbul, 1985, ss. 1-7, s. 3. 229 Ertaylan, Đ. H., a.g.m., 116. 230 Ertaylan, Đ. H., a.g.m., 109-112; Banarlı, N. S., a.g.e., I, 385. 231 Banarlı, N. S., a.g.e., a.y. 232 Bkz. Erzi, A. S., a.g.m., 189-192. 49 Meddâh)’dir.233 Smith; Gazavât-nâme ve Pend-nâme adlarındaki bu iki mesnevinin de tarihsiz olduğunu ve Varaka ve Gülşah ile aynı vezinde yazıldıklarını söyler. Koyunoğlu Kütüphanesi, no. 11930’da bulunan bu iki mesneviden Pend-nâme’nin sadece on üç mısradan oluştuğunu ve eserde iyiliğin öğütlendiğini belirtir. Gazavât- nâme’nin ise, sayfalarında yirmi bir mısranın bulunduğu dokuz buçuk varaklık bir eser olduğunu söyler. Gazavât-nâme’de Hz. Ali’nin mertliğinden bahsedildiğini ve eserin Varaka ve Gülşah ile benzerlikler gösterdiğini ifade eder.234 Yûsuf-ı Meddâh’a ait olduğu iddia edilen bir başka eser de, Maktel-Hüseyn adlı mesnevîdir. Eser, 1362 yılında Kastamonu’da yazılmıştır. 2824 beyitten oluşan Maktel- Hüseyn’in vezni fâilâtün fâilâtün fâilün’dür. Adından da anlaşılacağı üzere, eserde, Kerbelâ olayı anlatılmaktadır.235 D. HĐKÂYET-Đ KIZ VE CÜHÛD Hikâyet-i Kız ve Cühûd, XIV. yüzyılda yazılmış halk tipi bir mesnevidir. Aruzun Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilün kalıbıyla yazılmıştır. Eserin telif edildiği yıllarda Türkçe, bir nazım dili olarak henüz fazlaca işlenmediğinden eserde vezin hataları görülmektedir.236 Hikâyet-i Kız ve Cühûd’un Yûsuf-ı Meddâh’a ait yazma nüshalarının yanında, müellif adı belli olmayan başka yazma nüshaları da vardır. Buradan, Anadolu’da geniş halk kitleleri tarafından bu ve bunun gibi eserlerin okuna okuna değiştirilmiş ve anonimleşmiş olduğunu çıkarıyoruz. Çünkü değişik nüshalarda eserin, Kız Mevludu, Hikâye-i Kız, Destân-ı Kız, Hikâyet-i Kız Ma‘a Cühûd, Hikâyet-i Kız ve Cühûd, Hikâye-i Ğarayib gibi adlarla anıldığı görülmektedir.237 Bu ve benzeri nitelikteki pekçok esere hikâye, destân (dâsitân, dâstân), kıssa gibi başlıkların konulması ve bu başlıkların birbirlerinin yerine kullanılması yoluna da gidilmesi, bu eserlerin XIV. 233 Smith, G. M., a.g.e., 4-5. 234 Smith, G. M., a.g.e., 5-6. 235 Eser hakkında geniş bilgi için bkz. Kenan Özçelik, Yûsuf-ı Meddâh ve Maktel-i Hüseyn (Đnceleme- Metin-Sözlük), AÜ SBE, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2008, s. 31-32. 236 Çelebioğlu, Â., Türk Mesnevî Edebiyatı, 84-85; Çelebioğlu, Â., “XIII- XV (Đlk yarısı). Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlânâ Tesiri”, 33. 237 Halil Ersoylu, Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevîsini Kız Destânı ismiyle vermiştir. 50 yüzyıldan kalmış eserler olduğu görüşünü ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber’in mu‘cizesini konu alan bu manzum eser, zamanla mevlid nüshalarında yer almıştır.238 Eserde, Şam’da yaşayan Müslüman ve fakir bir ailenin, Đslam düşmanı Yahudi komşusuyla arasında geçenler anlatılmaktadır. Hakk ve Hz. Peygamber âşığı olan bu Müslüman fakir aile, başına gelen her türlü belâya sabrettiği için, eserde sık sık sabır, şükür, Allah’a sığınma, O’ndan yardım isteme, Hz. Peygamber’i yâd etme, O’na salâvat getirme öğütlerine yer verilmiştir. Eser, Kâinâtın Resûlü Hz. Mustafa’nın bir mu‘cizesinin anlatılacağını bildirerek söze başlar ve Hz. Peygamber’in ruhuna salâvat getirilmesi isteğiyle sona erer. III. MU’CĐZÂTÜ’N-NEBÎ (METĐN-ĐNCELEME) A. ESERĐN ŞEKĐL ÖZELLĐKLERĐ 1. Vezin: Mu‘cizâtü’n-Nebî, mesnevî nazım şekliyle, aruzun Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilün kalıbıyla yazılmıştır. Eserin telif edildiği yıllarda Türkçe, bir nazım dili olarak henüz fazlaca işlenmediğinden eserde vezin hataları görülmektedir. Bunun sebebi de, mesnevînin yazıldığı dönem itibariyle aruz vezninin henüz tam anlamıyla yerleşmemiş olması ve bu dönemde yazılan mesnevîlerinin genellikle Türk’ün 11’li hece ölçüsüne uygun olan aruz kalıplarıyla yazılmasıdır. Türkçe’de uzun ünlü bulunmadığından, metinde sık sık imâlenin yapıldığı görülür: Yeyesi virdi aña al yi didi Baña óÀliñi beyÀn eyle didi (21) Gördi óadden geçdi bunlarıñ sözi Bubasına söyledi úız kendisi (61) 238 Öztürk, Zehra, a.g.m., 410. 51 Anası nÀçÀr olup uydı söze Úızını ãatmaàa hem virdi rıôÀ (87) Ol baña eylik ãanan cÀnım anam MihribÀnım sevgülü cÀnım anam (114) Öyle didi bubasına ol nigÀr Aàladı niçe zaman ol zÀrı zÀr (151) Okuyanı diñleyeni yazanı Raómetiñle yarlıàaàıl yÀ áanì (273) Şehr-i Şam’da varıdı hem bir cühÿd MÀlı esbÀbı çoàıdı ol hasÿd (6) Metinde geçen bazı beyitlerin Türkçe kelimelerinde med yapıldığı da görülür: Alduñ idi úaravaş kim ãatun YÀ baña baàışla ya vir gel ãatuñ (202) 2. Kafiye: Eser, mesnevî tarzında yazıldığından, her beytin mısraları kendi aralarında (aa, bb, cc...) kafiyelidir. Metinde, zengin, tam ve yarım kafiye kullanılmıştır. Mısra sonlarında kafiyeyi sağlayan kelimelere bakıldığında, köken bakımından aynı olabildiği gibi birbirinden 52 farklı oldukları da görülür. Ayrıca ahengi sağlamak için redifin tercih edildiği de görülmüktedir. a. Zengin Kafiye Türkçe asıllı kelimelerde: Ol ay yüzlü ele gözlü ter-yürek Biz gibi açlıàa doymaya gerek (59) Arapça asıllı kelimelerde: Mübarek elin digürdi MuãùafÀ Rÿşen oldı gözleri buldı ãafÀ (214) Kim görür düşinde Muóammed gelür Đki cihÀn serveri Aómed gelür (189) Farsça asıllı kelimelerde: Gör ne muècize gösterdi peyàamber Ol yüzi gül ãaçı hem misk-i èanber (267) b. Tam Kafiye Söyleriken Resulullah revÀn Uyúudan uyanı geldi ol zamÀn (220) Müşterì oldı úızına bir àarìb Ol daòì bir gözlü idi kör èacìb (99) 53 Dìnüñi terki eyle bizüm dine dön Gel puùa ùÀp eyleme Kaèbe’ye yön (34) Ol cühÿde óÀlini virdi òaber Gözleri úanıla ùolub yandı ciger (30) Anuñ úalbi ùulu idi kibr-i kìn MuãùafÀ’ya düşman idi ol laèìn (8) Diñle imdi ideyim bir muècizÀt MuãùafÀ’dan ol Resÿl-i kÀéinÀt (5) Şehr-i Şam’da varıdı hem bir cühÿd MÀlı esbÀbı çoàıdı ol hasÿd (6) c. Yarım Kafiye KÀtibine eylerse her kim duèÀ Đde maóşerde şefÀèÀt MuãùafÀ (271) RÀøı olub sözüme vir señ úızuñ Yoú diriseñ bileyim nedür sözüñ (40) Benümile bu iki işi úıluñ Yoòsa üçüñüz de açlıúdañ ölüñ (41) 54 d. Redif Kafiyeden sonra kullanılan redife örnekler şöyledir: MüslimÀn çün derdile Àh eyledi Nidelüm bu derdi AllÀh eyledi (26) Kim görür düşinde Muóammed gelür Đki cihÀn serveri Aómed gelür (189) Cemalin gördi çün bedr-i aya beñzer Ol siyÀh ebrÿları yaya beñzer (192) Yalnız kullanılan redife örnekler: Yeyesi virdi aña al yi didi Baña óÀliñi beyÀn eyle didi (21) Faòri Àlem bu giçe geldi baña Gözimi açub dilek itdi baña (237) ÓÀôıru ve nÀôırsın Àòir bu işe Bir meded ir gör baña úadir işe (172) Alduñ idi úaravaş kim ãatun YÀ baña baàışla ya vir gel ãatuñ (202) 55 Ben bilürem òalúı inanmazlar baña Nola bir nişÀn viresin sen baña (212) B. ESERĐN DĐL VE ĐFADE ÖZELLĐKLERĐ Eserin dil özelliklerinden, Eski Anadolu Türkçesi’yle yazıldığı anlaşılmaktadır. “Eski Anadolu Türkçesi” deyimiyle, XIII. yüzyıl ile XV. yüzyıllar arasındaki devreyi içine alan konuşma ve yazı dili kastedilmektedir. Ancak bu devrenin diline, Eski Anadolu Türkçesi denmesi pek de uygun değildir. Çünkü söz konusu yüzyıllarda, Türkler çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olduğundan, Anadolu dışında da (Rumeli, Mısır, Suriye vs.) yazılmış pek çok eser bulunmaktadır. Bu nedenle, daha şümullü olması bakımından “Eski Türkiye Türkçesi” deyiminin kullanılması yerinde olacaktır.239 Araştırmacıların manzum Türkçenin emekleme devresi olarak değerlendirdiği XIV. yüzyıla ait eserlerde, şairlerin, edebi sanatlara ve tasvirlere girmek yerine sade ve doğrudan anlatım yolunu tercih ettikleri görülür.240 Nitekim eserimizde de, söz sanatlarından ve edebi tasvirlerden mümkün olduğunca uzak durulmuş ve sade bir anlatım yoluna gidilmiştir. Müellifin böyle bir yolu tercih etmesinin sebebi de, hikâyenin dini nitelik taşıması ve halk meclislerinde rahatça okunabilmesini sağlama düşüncesidir. Eserin dilinde, Arapça ve Farsça gibi yabancı kelimeler fazla bulunmamaktadır. Eserin dili, konuşma diline çok yakındır. Đşit, ey, ko, gey-, karaveş, yavlak, yavu, kendü, kendüzi, tamu, tanla-, gussa, işbu vb. kelimeler buna örnek gösterilebilir. Eserde dinî telkin eden, sabırlı olmayı, Allah’a şükretmeyi, dünyanın geçiciliğini öğütleyen nasihat içerikli ifadeler sık sık kullanılmaktadır. 239 Timurtaş, F. K., Tarih Đçinde Türk Edebiyatı, 66-68. 240 Şentürk, A. A.-Kartal, A., a.g.e., 49. 56 Eserin dili konuşma diline yakın olduğu için, tabiî söyleyişin yazıya geçtiğini görürüz. Verdi → “virdi” Demek → “dimek” Günümüz Türkçesinde ilk hecede bulunan “e” vokalinin Eski Anadolu Türkçesi’nde “i” olarak kullanıldığını görürüz. Etmek → “itmek” Edip → “idüb” Terk etmek → “terk idin” Farsça bağlama edatı olan “u” ve “ü”nün yerine “ı” ve “i” vokallerinin kullanıldığı görülmektedir. Kibr u kin → “kibr i kin” Dildâr u yârim → “dildâr ı yârim” Eserde, Arapça ve Farsçadan geçen kelimelerin sonunda bulunan iki konsonantın arasına bir vokalin yerleştirildiği görülür. Eserde, “i” vokalinin yerine “e” vokalinin kullanıldığı görülür. Şehr → şehir → “şeherlü” Bilindiği gibi, Türk yazı dilinin ilk devresi, VIII. yüzyıl ila XI. yüzyıl arasını kapsar. Bu devreye ait metinlerin büyük bir kısmı, Uygur sahasında ve Uygur alfabesiyle yazıldığından bu döneme Uygur Devresi denilse de, daha şümullü olması bakımından Eski Türkçe tabirinin kullanımı daha doğru olur. XI. ve XII. yüzyılları kapsayan devreye ise Geçiş Devresi veya Orta Türkçe adları verilir. XIII. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan yazı dillerinin başlıcaları, Batı Türkçesini oluşturan Osmanlı Türkçesi ve Azeri Türkçesi ile Doğu Türkçesi (yani Çağatay Türkçesi)’dir. Osmanlı Türkçesinin, Selçuklu Devresi Türkçesini de içine alarak XV. yüzyıl ortalarına kadar devam eden bu ilk devresine Eski Osmanlıca veya Eski Anadolu Türkçesi denilmekteydi. Sahanın önemli isimlerinden biri olan Faruk Kadri Timurtaş, Eski Osmanlıca ve Eski Anadolu Türkçesi tabirlerinin her ikisini de eksik bulur ve Eski 57 Anadolu Türkçesi tabirini Selçuklu devri Türkçesi için kullanmanın daha uygun olacağını ifade eder.241 Ardından da Türkiye Türkçesinin devrelerini aşağıda gösterildiği şekilde sınıflandırır: I. Tarihi Türkiye Türkçesi (XIII.-XX. yüzyıllar) 1. Eski Türkiye Türkçesi (XIII.-XV. yüzyıllar) a. Eski Anadolu Türkçesi (XIII. yüzyıl) b. Eski Osmanlı Türkçesi (XIV.-XV. yüzyıllar) 2. Osmanlı Türkçesi (XVI.-20. yüzyıllar) a. Klasik Osmanlı Türkçesi (XVI.-XIX. yüzyıllar) b. Yeni Osmanlı Türkçesi (XIX.-XX. yüzyıllar) II. Yeni Türkiye Türkçesi (XX. yüzyıl) Buna göre Mu‘cizâtü’n-Nebî, Eski Osmanlı Türkçesi devresine ait bir eserdir. Ancak dili, genel olarak Eski Anadolu Türkçesi özellikleri taşımaktadır. Eski Türkiye Türkçesi olarak adlandırılan bu dönemin dilinin kendine has birtakım özellikleri vardır. Mu‘cizâtü’n-Nebî’de de görülen bu özellikler maddeler halinde şöyledir: 1) Eski Türkiye Türkçesinde “i” vokali taşıyan birçok kelime, bugün “e” vokali ile yazılmaktadır. Mu‘cizâtü’n-Nebî’de “i” yazılıp bugün ise “e” vokali ile yazılan kelimeler şunlardır: “didi”, “dedi” “gice”, “gece” “girü”, “gerü” “il”, “el, yabancı” “irdi”, “erdi” “irte”, “erte” “irişdi”, “erişti” “itdi”, “etdi” “iy”, “ey” “virdi”, “verdi” “yidi”, “yedi” 241 Bkz. Timurtaş, Faruk Kadri, Eski Türkiye Türkçesi XV. Yüzyıl Gramer-Metin-Sözlük, 2.bs., ĐÜEF Y., Đstanbul, 1981, s.7-10. 58 “yil”, “yel” 2) Eski Türkçe devresinde “-àaru” ve “-gerü” eklerindeki yuvarlak vokal sebebiyle bu eki alan kelimeler yuvarlaklaşmıştır. Metnimizde geçen “içerü” ve “ilerü” kelimeleri buna örnektir. iç+gerü= içerü il+gerü= ilerü 3) Metnimizde geçen, Eski Türkçe devresine ait vokalleri yuvarlak olan kelimelerin bazıları, bugün vokal ahengine uymuş ve imlâları değişmiştir: “aàu”, “zehir” “altun”, “altın” “berü”, “beri” “kayàu”, “keder, üzüntü” “kendü”, “kendi” Hatta bunlardan “aàu” ve “altun” kelimelerinin hâlâ Anadolu halk ağızlarında kullanıldığı bilinmektedir. 4) Eski Türkiye Türkçesi’nin fonetik bakımdan gösterdiği en önemli özelliklerden biri, incelik-kalınlık ve yuvarlaklık-düzlük bakımından vokal uyumudur. Türkçede, her devirde, aslî kelime ve eklerde incelik-kalınlık bakımından vokal uyumunun sağlam olduğu görülür. Ancak yuvarlaklık-düzlük bakımından vokal uyumu zayıftır ve vokallerde genellikle yuvarlaklaşma hâkimdir.242 Eski Türkiye Türkçesinde, yuvarlak vokalli eklerin, kelime kök ve diğer eklerin vokali ne olursa olsun değişmedikleri görülür. Yuvarlak vokalli eklerin yazılışı klişeleşmiş bir halde, Arap harflerinin kullanımı sona erene kadar devam etmiştir. Son yüzyıllarda ise bu eklerin vokal ahengine uyarak değiştikleri görülür. Bununla ilgili olarak metnimizde geçen örnekler şöyledir: “ãat-up”, “esenle-y-üp”, “dön-üben”, “ãat-dur-muş”, “it-dür-üp”, “deg-ür-di”, “çıú-ma-sun”, “añla-ma-sunlar”, “öl-me-sün”, “dinle-me-sünler”, “karavaş-dur”, 242 Bkz. Timurtaş, F. K., a.g.e., 19-63. 59 “ümmetim-dür”, “èavrat-um”, “fürúat-üm”, “duèa-muz”, “yüreg-ümüz”, “yavlaú-lu”, “sevgü-lü”, “o-ñ-suz”, “daú-du-m”, “al-du-ñ”, “kal-a-vuz”, “gör-e-vüz”, “úıàır-ur”, “bil- ür”, “di-y-ü” 5) Eski Türkiye Türkçesinde bir kısım ekler ise daima düz vokal taşımaktadır. Metinde geçen örnekleri şunlardır: “göz-i”, “yüz-i”, “öz-i”, “úomşu-sı”, “aàu-sı-nı”, “úuzu-sı-n-dan”, “úoúu-sı”, “Óaú Resÿl-sin”, “yut-dı-lar”, “ol-dı”, “ùur-dı”, “ãor-dı”, “gör-di”, “uy-dı”, “úo-dı”, “dut-dı”, “göz-ci”, “úon-mış”, “ùoà-mış-dı”, “düş-miş”, “ol-mış”, “gör-miş”, “al-àıl”, “ãat-ma-àıl”, “doúun-ma-àıl”, “ye-gil”, “ver-gil”, “di-me-gil”, “baú-ma-àıl”, “di-gil”, “utan-dur-a-sız” 6) Türkçede XIII. yüzyıldan önce kelime başında “d” konsonantı yoktur. Çünkü Eski Türkçedeki “t” lerin hepsi, XIII. yüzyıldan sonra Batı Türkçesinde “d” konsonantına dönüşmüştür.243 Ancak kelime başındaki “t/d” değişiminde durum biraz karışıktır. Çünkü aynı kelime, nüshalarda bazen “t” bazen de “d” konsonantıyla geçmektedir. Metnimizde “t” konsonantıyla başlayan kelimeler şöyledir: “ùolup”, “ùolu”, “ùolıyıdı”, “ùoldu”, “ùurdu”, “ùurur”, “ùurma”, “ùuran”, “ùoàru”, “ùudaàı”, “ùudaàın” “d”ye dönüşenler: “durma”, “durdu”, “duram”, “duran”, “durur”, “daúan” , “daúdum” , “durur” , “durur” 7) Eski Türkiye Türkçesinde “ò” konsonantı ile başlayan veya biten birçok kelime, Eski Türkçede “ú” iledir. Metnimizde ise hece sonunda ú/ò değişikliği görülmektedir: “yoòsul” ve “yoòsa” “yoòsul”: “Atesi miskìn katı yoòsul idi”, “Biz bu yoòsullıàa rÀøı olmısuz”, “Yoòsulın güni gibi gün kanda var”, “Her kim ol bu dünyada yoòsulluàa” “yoòsa”: “Yoòsa çıú milki içinden durma git”, “Atesi miskìn katı yoòsul idi” 243 Ergin, Muharrem, Üniversiteler Đçin Türk Dili, Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım, Đstanbul, 2000, s. 452. 60 8) Türkçede, dokuz fiil kipi vardır. Kip, fiilin çekim kalıbı demektir. Bu kipler, Bildirme Kipleri ve Tasarlama Kipleri diye iki kısma ayrılır. Bildirme Kipleri, gerçekleşmiş, gerçekleşen veya gerçekleşecek bir hareketi haber verdiğinden bunlara Haber Kipi de denilir. Haber Kipleri beş tanedir: Geniş zaman, şimdiki zaman, görülen geçmiş zaman, anlatılan geçmiş zaman ve gelecek zamandır. Tasarlama Kipleri ise gerçek olmayan, tasarlanan, tasarıda olan hareketleri ifade etmek için kullanılır ve bunlara Dilek Kipi de denilir. Dilek Kipleri dört tanedir: şart, emir, istek ve gereklilik.244 Eski Türkçede, Görülen geçmiş zaman ve dilek-şart dışındaki fiil çekimlerinde 1. ve 2. tekil şahıs ekleri ile çoğul şahıs ekleri şahıs zamirleri halindeydi, yani “ben”, “sen” ve “biz”, “siz”den oluşmaktaydı.245 Ancak Eski Türkçede, bazı kelimelerdeki “b” konsonantı Batı Türkçesinde “v”ye dönüştüğünden, ekler de “b/v” konsonant değişmesine uğrayarak Eski Türkiye Türkçesinde 1. tekil ve çoğul şahıs ekleri “-van”, “-ven”; “-vuz”, “-vüz” olmuştur.246 Bu eklerin bugünkü durumları ise, “-ım”, “-im”, “-um”, “-üm”; “-ız”, “-iz”, “-uz”, “-üz” şeklindedir. Metnimizde geçen örnekler şöyledir: “ol-a-vuz”, “kal-a-vuz”,“gör-e-vüz”, “gid-e-vüz” 9) Metnimizde geçen “karavaş” kelimesinde de “b/v” konsonant değişmesi görülmektedir. Kelime, “kara” ve “baş” kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşmuş birleşik bir kelimedir. Ancak “baş” kelimesinin başındaki “b” konsonantı, Eski Türkiye Türkçesinde “v”ye dönüşmüş ve kelime “karavaş” olarak değişmiştir.247 “Baña adın karavaş didüren yÀr”, “Karavaşdur deyü ben ãatıñ beni”, “Daúdum adum işde ben úaravaşa”, “ÚaravÀşımdur bu ãataram digil”, “Úaravaşdur deyüben óükm iderler”, “Alduñ idi úaravaş kim ãatun”, “Đy adın úaraveşe daúan úuzı”, “Ol úaravaş ki aldın dün” 244 Ergin, M., a.g.e., 318-320. 245 Timurtaş, Faruk Kadri, “Türkiye Türkçesinin Ana Hatları”, Makaleler (Dil ve Edebiyat Đncelemeleri), haz. Mustafa Özkan, Ankara, 1997, ss.242-263, s. 256. 246 Timurtaş, F. K., a.g.e., 35,55; Timurtaş, F. K., a.g.m., 256. 247 Timurtaş, F. K., a.g.e., a.y. 61 10) Bir başka konsonant değişimi ise “b/p”dir. Bugün kelime başında “p” konsonantı taşıyan bazı kelimelerin, Eski Türkiye Türkçesinde “b” ile yazıldıkları görülmektedir: Anıñ içün çoú bahÀ virmişidi, Biñ úızıl ãaymışıdı aña bahÀ, Didi èaşúıdan cigeri kebab olan yÀr, Yek bahamı dìn içün ãaúlañ dini, Đrte beni bazara iletiñ ãatıñ, Bahamı nièmete virüb yiyesin, Kim úızın ilte Dımışú bazÀrına, Aldı vardı bazara gör kim ãata, Úız atası úız bahÀsı altunı, Dìn bahÀsın bize yidüren úuzı, áaribe ãatma deyü ıãmarlayan anam, Ol sebebden raómet olsun cÀnıma, Bu araya geldiñ ne sebeb, Gözüm görmesine sebeb olan yÀr, Anuñ úalbi ùulu idi kibr-i kìn, áaribiñ alma beyèin yabana Àt, Faúir elinden göyniyüb bişmiş anam, KÀtibine eylerse her kim duèÀ, Ol àarìbiñ bir idi hemÀn gözi, Faúr elinden göynüyüb bişen anam, Óasretile cigeri bişen úuzı, YÀrın anıñ naãibi dizÀr ola, Beni óasret bile cigeri bişen úuzı 11) Türkçede orta heceler vurgusuz olduğundan, genellikle orta hecedeki vokalin düştüğü görülür.248 Metnimizde yer alan kelime ortasında vokal düşmesine örnekler şöyledir: “göñül”: “göñlimüñ” “baàır”: “baàrın”, “baàrını”, “baàrımuz” “èaúıl”: “èaúlını” “oàul”: “oàlını”, “oàlanıdur” “alın”: “alnında” “üzere”: “dini üzre” “için”: “benim’çün”, “senin’çün”, “anuñ’çün” “boyun”: “boynun” “ilet-mek”: “ilte”, “iltüb”, “iltiñ” Bunlara, metnimizde geçen “göynüyüb” ve “göynür” kelimelerini de ilave edebiliriz. Kökü “göy-mek” olan her iki kelimede de eklerde vokal düşmesi görülmektedir. “göy-mek”, “göy-in-mek”: “göynür”, “göynüyüb” 248 Ergin, M., a.g.e., 125. 62 12) Vokalle başlayan bir kelime, vokalle başlayan bir ek veya kelime aldığında, Türkçede iki vokal yan yana gelemediğinden, vokallerden biri düşer ve iki kelime birleşir. Metnimizde geçen birleşme örnekleri şunlardır: ne+ol= n’ol: “n’ola” kendü+özi=kendüzi: “kendüzi”, “kendüzim”, “kendüzin”, “kendüzini”, “kendüzine” şu+ol= şol: “şol úader”, “şol yüz altuñ”, “şol saèat”, “şol altuñ” şu+imdi= şimdi: “şimdi señ”, “şimdi atañ”, “şimdi atañu”, “şimdiki óÀlde” ne+ise+ne= nesne: “nesnehem” bu+eyle = böyle: “böyledür”, “böyle miskìn”, “böyle idi”, “böyle úıldı”, “böyle vardılar” şu+eyle = şöyle: “şöyle úalur”, “şöyle yidiler”, “şöyle kim”, “şöyle gider”, “şöyle açlıúdan”, “şöyle körce”, “şöyle sevindi”, “şöyle miskìn”, “şöyle bìcÀn”, “şöyle canı”, “şöyle biliñ”, “şöyle gider” 13) Türkçe kelimelerde, tonsuz konsonant (ç, f, k, ú, p, s, ş, t) ile biten kök ve gövdelere getirilen eklerin başındaki konsonantların tonsuz halde bulunması gerekir. Buna konsonant benzeşmesi denir.249 Ancak metnimizde tonsuz konsonanttan sonra tonlu bir konsonantın geldiği görülmektedir: “Óaú’-dan”, “aàlamaú-dan”, “açlıú-dañ”, “àarìbliú-de”, “dünyalıú-dan”, “iş- den”, “daú-dum”, “it-düm”, “raóat-dur”, “ãaù-duñ”, “ãaù-dur-maàa”, “yoú-dur”, “al-mış- dur”, “úaravaş-dur”, “olup-dur”, “ãaù-dur-muş”, “ãaù-dur-an”, “dut-du”, “yat-duà-um”, “òïş-dur”, “ol-mış-dur” Buna karşılık, iki vokal arasında kalan tonsuz konsonantların tonlulaştıkları görülür. Metnimizdeki örnekleri şunlardır: “cÀnıdur”, “èÀşıúıdur”, “oàlanıdur”, “úızıdur”, “resmedür”, “öyledür”, “böyledür”, “òïşçedür”, “nicedür”, “taúdiridür”, “nedür”, “işide”, “gide”, “çoàıdı”, 249 Timurtaş, F. K., a.g.e., 49-50. 63 “yoàıdı”, “açlıàıla”, “acızlıàıla”, “varacaàımuz”, “úuzucaàını”, “yüreàin”, “tudaàın”, “yaãduàa”, “úomşucaàı”, “vardıàı”, “ùamuda”, “úuzudan”, “uyúudan”, “olduàını”, “dostılıàına” 14) Eski Türkiye Türkçesinde, Đşaret sıfatı ve zamirleri bu, şu/şol, o/ol, bular, şular, olar şeklindedir. Metinde geçen işaret zamiri örnekleri şöyledir: “bunu”, “bunda”, “bunca yıldur”, “bunca mal”, “bular”, “buları”, “bularda”, “bulardan”, “Ol ne yerdür kim anıñ milki gül” Đşaret sıfatı örneklerinden birkaçı şöyledir: “bu yoòsulluàa”, “bu derdi”, “bu kelÀm”, “bu sırrı”, “bu iki işi”, “bu bì- çÀreler”, “bu dünyada”, “bu dinden”, “bu deme”, “şu dünya işine”, “şu dünyada”, “şol úader”, “şol altuñ”, “ol gün ol işi”, “ol dem”, “ol yehudi”, “ol laènete”, “ol ay yüzlü”, “ol úız”, “ol mÀh”, “ol gice”, “ol laèìn”, “bunlaruñ sözü”, “bunlarıñ óalin” 15) Bugün olduğu gibi, Eski Türkiye Türkçesinde de vokalle biten bir köke, vokalle başlayan bir ek veya edat (ile, ise, için gibi) getirildiği zaman, arada “-y-” yardımcı konsonantı ortaya çıkmaktadır. Đyelik ekinden sonra, isim çekim eklerinden biri getirildiğinde ise arada “-n-” yardımcı konsonantı türemektedir. Metnimizde geçen örneklerin birkaçı şöyledir: “óoca-y-ile”, “ata-y-ile”, “ana-y-ile”, “MuãùafÀ’yile”, “guããa-y-ile”, “didi-y- ise”, “ide-y-im”, “bile-y-im”, “diye-y-im”, “işide-y-im”,“özle-y-em”, “dile-y-e”, “kimse-y-e”, “şeherlü-y-e”, “virme-y-em”, “irte-y-e”, “ne-y-e”, “Kaèbe-y-e”, “kişi-y-e”, “mile-y-e”, “babası-n-a”, “anası-n-dan”, “atası-n-dan”, “úuzusı-n-dan”, “úoúusı-n-ı”, “hocası-n-uñ”, “girüsi-n-e”, “yarısı-n-ı”, “uyúusı-n-dan” Metnimizde Đşaret sıfatı ve zamirlerinden “bular”ın “-n-” yardımcı konsonantını alarak “bunlar” şeklinde kullanıldığı da görülmektedir: “bunlar”, “bunları”, “bunlarda”, “bunlaruñ sözü”, “bunlarıñ óalin” 16) Eski Türkiye Türkçesinde bazı kelimelerde “-s-” konsonantının ikizlendiği görülür. Metnimizde, buna örnek olarak “us” (akıl) kelimesi geçmektedir: 64 “Uããı gitdi düşdi yÀ AllÀh didi” 17) Metnimizde, bugünkünden farklı olarak, iyelik eklerinden 1. tekil şahıs eki “-m” ve 2. tekil şahıs eki “-n”nin, yardımcı ses olarak yuvarlak vokal “-u-”, “-ü-” aldıkları görülür: “úız-um”, “òÀtun-um”, “cÀn-um”, “burn-um-a”, “ad-um”, “èavrat-um”, “öz- üm”, “göz-üm”, “söz-üm”, “hÀcet-üm”, “hasret-üm-den”, “fürúat-üm” “ìmÀn-un-ı”, “úız-un-ı”, “kerem-ün-den”, “din-ün-i” Aynı şekilde, 1. ve 2. çoğul şahıs ekleri olan “-muz”, “-müz” ve “-nuz”, “-nüz” de yardımcı ses olarak yuvarlak vokal “-u-”, “-ü-” almaktadır: “duèa-muz”, “yeri-müz”, “işi-müz” “loúma-muz”, “yüreg-ümüz”, “ baàrı- muz”, “óÀli-müz”, “kimse-müz”, “dini-müz”, “nefsi-müz” “yol-unuz-a”, “ev-ünüz-den” 3. tekil şahıs iyelik eki “-ı”, “-i”dir. Sonu vokalle biten kelimelerde “-sı”, “-si” şeklini aldığı görülür. Metin içindeki örnekleri şöyledir: “göz-i”, “úomşu-sı”, “úuzu-sı-ndan”, “úoúu-sı-nı”, “uyúu-sı-ndan”, “ana-sı”, “ata-sı”, “òoca-sı”, “nice-si”, “akçe-si”, “üç-i”, “dört-i”, 18) Metnimizde, sayı isimleri geçmektedir. Ancak kullanılışları bakımından sıfat görevinde de bulunmaktadırlar: “bir muècizÀt”, “bir loúma”, “bir saèat”, “bir kişiye”, “bir gözlü” “bu iki işi”, “ol ikisi”, “ikisi sevindiler” “üç kişi”, “üç gün üç gice”, “üçüñüzde”, “üç kişiye”, “ol üçleri”, “üçü” “yüz altuñ”, “üç yüz altuñ”, “bin ãafÀ”, “yüz biñ selÀm”, Metnimizde yabancı menşeli sayı isimleri de geçmektedir: “yek nÿr”, “yek bahamı”, “dü cihÀn” 19) Metinde, zarf görevindeki “imdi”, “pes”, “kanda”, “gey” ve “gey úatı” kelimeleri artık günümüz Türkçesinde kullanılmamaktadır: “imdi”: şimdi, öyleyse, o halde, bu durum karşısında 65 “Diñle imdi ideyim bir muècizÀt”, “Eydür imdi yÀ Resÿlallah úızı”, “Úıldum ÀzÀd varsın imdi kendüzi”, “Neye irdi gel gör imdi óÀlini”, “Ol úız eydür imdi pes ne úılalum”, “Eseñ úal imdi benüm canım anam”, “Đşit imdi úız ile òoca sözin”, “Gel sen imdi dünyanıñ bak işine” “pes”: ondan sonra, sonunda, o sırada, o zaman “Ol úız eydür imdi pes ne úılalum”, “Luùfıla pes MuãùafÀ söyler kelÀm” “kanda”: nerede, nereye “Yoòsulın güni gibi gün kanda var”, “Kanda gitdügimi bilmeyan anam”, “Kanda bulam iy gözüm nÿrı seni”, “YÀ Muóammed dini gibi kanda var”, “Kanda gitdigimi bilmeyen anam”, “Kanda bulam ey gözüm nÿrı seni” “gey”: pek, çok “Berü gel anlara uyma gey ãaúın”, “Didi iy tellÀl sözimi gey işit”, “Yatur anda bu sözimi gey işit”, “Ata ana gey faúìr olduàını”, “Óaú TaèÀlÀ bize gey luùfı işledi”, “Gey ãaúın kim seni iblìs-ü laèìn”, “Gey ãaúın àarìblige beyè itmegil”, “Ol daòì bir gözlü idi gey èacìb”, “Gey ãaúın dìniñ içün sen ùutma kin” “gey úatı”: pek çok “Açlıàıla gey úatı zebÿñ olmişem”, “Ol yigidi gey úatı sever idi” 20) Eski Türkiye Türkçesinde, Görülen geçmiş zaman ve Dilek-Şart dışındaki sigalarda kullanılan 3. tekil şahıs eki “-durur” bugün kullanılmamaktadır250: “Atalarıñ sevdügi oàlandurur”, “Sözüm işit maãlaóat eyle durur” 21) Metinde, Görülen geçmiş zaman ekleri “-dum, -düm”, “-duñ, -düñ”, “-dı, - di”, “-duú, -düú”, “-dıñuz, -diñüz”, “-dılar, -diler” şeklindedir: “daúdum”, “òaùa úıldum”, “didüm”, “virdüm” “al-duñ”, “ãat-duñ”, “dilek it-düñ”,“bil-düñ mi” 250 Timurtaş, F. K., Tarih Đçinde Türk Edebiyatı, 114. 66 “úıàır-dı”, “rÿşen ol-dı”, “ãafÀ bul-dı”, “iñle-di”, “sür-di”, “düş gör-di”, “devşür-me-di”, “ãoóbetine ir-me-di”, “uyúu gel-me-di”, “èaúlın dir-me-di”, “ãatun al- ma-dı”, “úıy-ma-dı”, “var-ma-dı”, “zebÿñ ol-duú” “úul ol-ma-dıñuz”, “úıl-ma-dıñuz” “úo-dılar”, “yut-dılar”, “bul-dılar”, “gör-diler”, “giydür-diler”, “murÀda ir- diler”, “yi-diler”, “sevin-diler”, “bulma-dılar”, “ùutma-dılar” 22) Metinde, Anlatılan geçmiş zaman ekleri “-mışam, -mişem”, “-mışsın, - mişsin”, “-durur, -dur, -dür/-up-durur, -up-dur, -üp-dür”, “-mışuz, -mişüz”, “-mışsız, - mişsiz”, “-dururlar, -durlar, -dürler” şeklindedir. Metinde geçen örnekleri şunlardır: “olmışam”, “úılmışam”, “yanmişem”, “úomişem”, “olmişem”, “olupdur”, “terki idüpdür”, “maãlaóat eyledurur”, “úılmışuz”, “olmışuz”, 23) Geniş zaman ekleri “-uram, -ürem/-urvan -ürven”, “-ursın, -ürsin”, “-ur, - ür”, “-uruz, -ürüz”, “-ursız, -ürsiz”, “-urlar, -ürler” şeklindedir: “bilürem”, “bilürsin”, “ úalur”, “ùurur”, “urur”, “úıàırur”, “bilür”, “gelür”, “göynür”, “sevinür”, “getürür”, “dirilürüz”, “yılışurlar”, 24) Gelecek zaman ekleri “-iserven”, “-sarsın”, “-ısar, -iser”, “-ısaruz, -iserüz”, “-sınlar, -sinler”, “-ısarlar, -iserler” şeklindedir. Metinde geçen örnekleri şunlardır: “öliser”, “deyiser”, “geliser”, “idiser”, 25) Metinde geçen Đstek şahıs ekleri “-am, -em”, “-asın, -esin”, “-a, -e”, “-avuz, -evüz”, “-asız, -esiz”, “-alar, -eler” şeklindedir: “ãatam”, “úılam”, “ölem”, “duram”, “ayrılam”, “bulam”, “ayrılmayam”, “ùutmayam”, “úomayam”, “úıymayam”, “ùuram”, “varasın”, “ãatasın”, “ùutasın”, “bulasın”, “bilesin”, “iresin”, “diyesin”, “viresin”, “bildüresin”, “úaldurasın”, “görmeyesin”, “görevüz”, “gidevüz”, “ölevüz”, “úalavuz”, 67 “tutmayalar”, “itmeyeler”, “yeyeler”, “virmeyeler”, “yimeyeler”, “deyeler”, 26) Emir şahıs ekleri ise “-ayın, -eyin”, “-àıl, -gil”, “-sun, -sün”, “-alum, - elüm”, “-un, -ün/-unuz, -ünüz”, “-sunlar, -sünler”dir. Metinde geçen örnekler şunlardır: “diyayın”, “deyeyayın”, “digil”, “dimegil”, “óÀl eylegil”, “virgil”, “işitgil”, “terk itmegil”, “baúmaàıl”,“ãatmaàıl”, “doúunmaàıl”, “alàıl”, “var”, “añla”, “ãaúınàıl”, “destur olsun”, “úurban olsun”, “çıúmasun”, “baúmasun”, “ölmesün”, “gelmesün”, “işitmesün”, “gitmesün”, “raómet eylesün”, “ne úılalum”, “yaúılalum”, “n’idelüm”, “tedbir idelüm”, “ölelüm”, “bilelüm”, “añlamasunlar”, “diñlemesünler”, 27) Metinde geçen Dilek-Şart şahıs ekleri “-sam, -sem”, “-san, -sen”, “-sa, - se”, “-sanuz, -senüz” şeklindedir: “desem”, “ãorarsa”, “úıyÀmet olsa”, “ölürsem”, “virürsem”, “ãaùarsañ”, “baàışlar olursañ”, “işidürseñ”, “dilerseñ”, “yoú diriseñ”, “dirisem”, “eylerse”, “dirise”, “didise”, “virürsenüz”, “görünmeseñ”, “olmaãa ùoú”, 28) Metnimizde Gereklilik sigası için ayrı bir ek bulunmamaktadır. Bu sigayı ifade etmek için, metnimizde dilek-şart sigasına “gerek” kelimesinin eklendiği görülmektedir: Ol ay yüzlü ele gözlü ter-yürek Biz gibi açlıàa doymaya gerek (59) 29) Metinde geçen Partisipler (sıfat-fiiller)den birkaçı şöyledir: “baúan”, “yaúan”, “ıãmarlayan”, “doymayan”, “virmeyen”, “güldüren”, “diñleyeni”, “yatduàım”, “úonmış”, “bişmiş anam”, “düşmişi”, “kalmışlara”, “düşmiş anam”, 30) Metnimizdeki “-ken, -iken”, “-ıcak, -icek”, “-”, “-duúça, -dükçe”, “-uban, - üben”, “-up, -üp” eklerinden yapılmış Gerundiumlar (zarf-fiiller)den birkaçı şöyledir: 68 “yir-ken”, “söyler-iken”, “dir-iken”, “işid-icek”, “ayrıl-ıcaú”, “yil es-dükçe”, “añ-ubanı”, “gözley-üben”, “yüz sür-üben”, “gözed-üben”, “can vir-üben”, “dey-üben”, “ùol-up”, “ãaù-up”, “göresi gel-üp”, “dön-üp”, “sevin-üp” Gerundium eklerinden “-uban, -üben” eki, “-up, -üp” ekinin genişletilmiş halidir. Faruk Kadri Timurtaş, bu ekin XIV. yüzyıl metinlerinde “-ubanı, -übeni” şeklinde de yer aldığını söyler. Metnimizde geçen “añ-ubanı” kelimesi buna örnektir. 31) Metinde, Farsça bağlama edatı olan “u” ve “ü” yuvarlak vokalinin, kendisinden önce gelen kelimenin son harfine konulan bir esre ile düzleşerek “ı” ve “i” vokaline dönüştürüldüğü görülmektedir: “dildÀr ı yÀrim”, “misk i èanber”, “kibr i kìn”, “ şükr i úanÀèat”, “ãÀnièu şems i úamer”, “iblìs i laèìn”, “ãubó ı şÀm” 32) Metinde geçen yer, zaman, miktar ve durum zarfları ile ilgili örneklerin birkaçı şöyledir: “üç gece”, “bunca yıldur”, “YÀrın”, “Đrte”, “niçe yıllar”, “ol zamÀn”, “Đrteye degin”, “her ãubó-ı şÀm”,“ tÀ úıyÀmet óaşri olunça”, “maóşerde”, “bu deme”, “ol dem”, “dün”, “pes ne úılalum”, “pes imdi ne úılalum”, “var girü”, “öyle gider”, “şöyle gider”, “girü gel”, “geldi ilerü”, “kanda gitdügimi”, “kanda var”, “kanda bulam”, “öyledür”, “böyledür”, “öyle didi”, “öyle gördi”, “şöyle kim”, “şöyle sevindi”, “öyle gider”, “şöyle gider”, “şöyle úalur”, “öyle ùoàmuşdı”, “nice kim”, “nice zaman”, “nicem”, “nice ãatam”, “nice olur”, “nice úurtuldıñ”, “kanda var”, “kanda bulam”, “kanda gitdügimi” 33) Metinde geçen edatlardan bazıları bugün kullanılmamaktadır. Bunlar şunlardır: “ger”, “çün”, “çünki”, “ki”, “kim”, “yÀ”, “yaòud”, “vü”, “u”, “ü”, “içün”, “bile”, “nice”, “nite”, “kanda”, “uş”, “işbu”, “iy”, “i”, “dahi”, “diriàa” “Ger ãatarsañ úızumı şeherliye ãat”, “Ger yigidsin ger úocasın ger òatun”, “Ne çÀre ol işe çün Óaú’dan gele”, “Çünki ãordı ol cühÿd dirligini”, “Sözüm işit ki maãlaóat öyledür”, “Ol ne yerdür kim anıñ milki gül”, “Hÿri misin yÀ ferişte iy yÀr”, “Baña baàışla yaòud virgil ãatuñ”, “Úullaruñ cümle bilürsin òayr u şer”, “Dünya içün dìnini terki itmegil”, “FÀtihÀ ihsÀn ide yazan içün”, “Aómed ile bile dörti yÀrenleri”, “MuãùafÀ 69 ile bile yÀrenleri”, “Var úıyas it gör ki óÀl nice olur”, “Nicedür dir úomşu dirligiñ seniñ”, “Yigid eydür nite bilmeyem seni”, “Dedi úızum nite úurtulduñ èaceb”, “Kanda bulam iy gözüm nÿrı seni”, “YÀ Muóammed dini gibi kanda var”, “Ol dahì sözini ãımayub vardı”, “èAvrat eydür zinhar i óelÀlüm”, “Zinhar i buba ãorarsa ol saña”, 34) Eserde geçen bazı kelimelerin, kendi asıl imlalarından farklı olarak yazıldıkları görülmektedir. Bunun nedeni, eserin dilinin konuşma diline yakın olmasıdır. Çünkü kelimelerin, ister Türkçe ister yabancı kökenli olsun, konuşma dilindeki kullanımlarıyla yazı diline geçtiklerini görmekteyiz. Bir örnek vermek gerekirse, “kibr ü kìn” kelimeleri Farsça bağlama edatı olan “ü” ile birbirlerine bağlanmıştır. Ancak metin içinde, Farsça bağlama edatı olan “ü”nün, ilk kelimenin son harfine konulan bir esre ile “kibr i kìn” haline getirildiği görülmektedir. 35) XIV. yüzyıl mesnevilerinde, destân geleneğinin devamı olarak, bir olay hikâye edilirken doğrudan anlatımın tercih edildiği görülür. Bu nedenle metinde az sayıda sanat yer alır. Bunlardan birkaçı şöyledir: Mübalağa sanatına örnekler: Ol ay yüzlü ala gözlü ter-yürek Biz gibi açlıàa doymaya gerek (59) Cemalin gördi çün bedr-i aya beñzer Ol siyÀh ebrÿları yaya beñzer (192) Yüzi nÿrından óacìl şemsü úamer Leõõeti luùfından olmışdur şeker (194) Nida sanatına örnekler: 70 Kanda bulam iy gözüm nÿrı seni Kendü elimle nice zÀy itdüm seni (159) YÀ nigÀrım ger görünmezse göze Aúça digil bu úara gündür bize (160) Đy adın úaraveşe daúan úuzı Kendüzini àurbete atan úuzı (161) Teşbih sanatına örnekler: Cemalin gördi çün bedr-i aya beñzer Ol siyÀh ebrÿları yaya beñzer (192) Yazıldığı dönemin edebi ortamı içinde düşünüldüğünde, metinde, doğal olarak az sayıda sanata başvurulmuştur. 71 ĐKĐNCĐ BÖLÜM MUCĐZÂTÜ’N-NEBÎ (ĐNCELEME-METĐN) 72 I. TENKĐTLĐ METNĐN HAZIRLANMASI Yüzyıllar önce kaleme alınmış olan elimizdeki eser ile ilgili yaptığımız araştırmalarda üç nüsha tespit ettik. Ancak nüshaların hiçbirinde de müellif nüshası olduğuna dair bir bilgiye rastlamadık. Bununla birlikte, Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâye-i Kız ve Cühûd olarak bilinen mesnevîsinin yazmaları, aslında elimizdeki nüshalardan ibaret değildir. Kütüphanelerde, söz konusu eserin, Yûsuf-ı Meddâh adına veya isimsiz olarak, pekçok nüshası kayıtlıdır. Bilinen bütün nüshalarla eserin tenkidli metnini hazırlamak oldukça güç olduğundan, yalnızca elimizdeki üç nüshayla yetindik. Bu nüshaların her biri, çalışırken kolaylık sağlaması bakımından isimlendirildi. Buna göre, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nunda bulunan eserin nüshalarına sırasıyla “M1”, “M2” ve “M3” adları verildi. Metin olarak verdiğimiz Mu‘cizâtü’n-Nebî, elimizdeki üç nüshadan edisyon kritik yapılarak ortaya konulmuştur. Çalışmada, beyitler numaralandırılmıştır. Hazırlamış olduğumuz metin 274 beyitten oluşmaktadır. Eserin M1 nüshasının başında, diğer nüshalarda bulunmayan kırmızı mürekkeple yazılmış Mu‘cizât-ı Resûl adlı başlık bulunmaktadır. Ayrıca M1 nüshasında, değişik zamanlarda okunmak üzere konulduğunu düşündüğümüz ve diğer nüshalarda yer almayan üç başlık daha bulunmaktadır. Kırmızı mürekkeple yazılmış bu başlıklardan ilki, “ èAvratına külli maèlÿm eyledi”251; ikincisi, “ Yeri cennet yoldaşın rıôvÀn iden”252; üçüncüsü de diğer ikisinden farklı olarak, “Ger dilersin bulasın ondan necÀt èAşú ile şevú ile idiñ eã-ãalÀt ”253 251 M1 nüshası, 144a 252 M1 nüshası, 148a 253 M1 nüshası, 151b, beyit no: 270 73 şeklinde beyit olarak geçmektedir. Fakat bu başlıklardan ilki, M2 nüshasında, “Ne kim ol melèÿn dirise söyledi èAvratına külli maèlÿm eyledi”254 şeklinde metin içinde bir beyit olarak geçmektedir. Metni hazırlarken, M1 nüshasını esas aldık. M1 nüshasında, esere başlanırken kırmızı mürekkeple yazılmış Mu‘cizât-ı Resûl başlığı yer alır. Ayrıca metnin içinde de, okuyucuyu konuya hazırlamak amacıyla konulduğunu düşündüğümüz yine kırmızı mürekkeple yazılmış başlıklar vardır. Beyit sayısı açısından nüshaları karşılaştırdığımızda, M1 nüshasının diğer iki nüshadan biraz daha fazla olduğu görülür. Ayrıca, “FÀéik’e ãalÀvÀt” ifadesinin bu nüshasının sonunda yer almasından dolayı, metni hazırlamada bu nüshayı esas aldık. II. KARŞILAŞTIRILAN NÜSHALAR VE TAVSĐFLERĐ a) M1 Nüshası: Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nun No: 3538/5’te kayıtlı nüshasıdır. Eser, mecmuanın 142b-151b varakları arasında bulunur. Mecmuanın tamamı, 171 varaktır. Mecmuanın boyutları (dış-iç) 227×166, yazınınki 177×115 mm’dir. Başı: “Her ki ol bu dünyÀda bulunmaya äabrı úıldı lÀyıú oldı úullıàa” Sonu: “OúuyÀnı diñleyÀnı yazanı Raómetiñle yarlıàaàıl yÀ áanì” Her varakta 15 satır bulunmaktadır. Eserin yazı çeşidi, harekeli nesihtir. Başlıklar kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Kâğıt, üç ay filigranlıdır. Eserin telif ve istinsah tarihleri belli değildir. Eserde, telif ya da istinsah yeri ile ilgili bilgi yoktur. Eserin temellük kaydında, Mehmet Tufan Aslan’dan satın alındığı yazmaktadır. 254 M2 nüshası, 159a, beyit no: 35 74 b) M2 Nüshası: Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nun No: 4309/3’te kayıtlı nüshasıdır. Eser, mecmuanın 157b-172a varakları arasında bulunur. Mecmuanın tamamı, 176 varaktır. Mecmuanın boyutları (dış-iç) 212×160, yazınınki 160×95 mm’dir. Başı : “Diñle imdì ideyim bir muècizÀt MuãùafÀ’dan ol Resÿl-i KÀéinÀt” Sonu : “FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀt MuãùafÀ’nın ruóına vir ãalavÀt” Varaklar 11 satırdan oluşmaktadır. Eserin yazı çeşidi, harekeli nesihtir. Kâğıt, harf filigranlıdır. Eserin telif ve istinsah tarihleri belli değildir. Eserde, telif ya da istinsah yeri ile ilgili bilgi de yoktur. Eserin temellük kaydında, Kemal Eren’den satın alındığı yazmaktadır. c) M3 Nüshası: Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nun No: 4546/10’da kayıtlı nüshasıdır. Eser, mecmuanın 39b-48b varakları arasında bulunur. Mecmuanın tamamı, 60 varaktır. Mecmuanın ölçüleri (dış-iç) 215×145, yazının ise 150×90 mm’dir. Başı : “Her kim ol bu dünyÀda yoòsulluàa äabrı úıldı lÀyıú oldı úulluàa” Sonu : “Úullarından rÀôı olsun Muèìn RaómetullÀhi èaleyhi ecmaèìn” Her bir varak 15 satırdan oluşur. Eserin yazı çeşidi, harekeli nesihtir. Kâğıt, üç ay filigranlıdır. Diğerlerinde olduğu gibi, eserin telif ve istinsah tarihleri belli değildir. Eserde, telif ya da istinsah yeri ile ilgili bilgi yoktur. Eserin temellük kaydında, Sadi Bilginsoy’dan satın alındığı yazmaktadır. 75 III. TRANSKRĐPSĐYON SĐSTEMĐ 1. Arap harfli eski alfabede bulunup, bugünkü alfabede bulunmayan harfler için, yaygın olarak aşağıdaki transkripsiyon sistemi kullanılmaktadır: Ù ù : ط ’ :  Ô ô : ظ Á À: ا ‘ : ع á à : غ æ å : ث Ú ú : ق Ó ó : ح Ñ ñ :ك Ò ò : خ Õ õ : ذ ,ß, ÿ : و ä ã : ص : Ø ø ë ê ى :Í, í ض 2. Mesnevînin bölümlere ayrılmak üzere konulan başlıklarında M1 nüshasına uyulmuştur. 3. Beyitler numaralandırılmıştır. 4. Nüsha farkları gösterilirken, aynı mısradaki birden fazla kelime arasında yatık çizgi (/); aynı beytin mısraları arasında ise yatık çift çizgi (//) kullanılmıştır. 5. Metindeki yanlışlıklar aynen aktarılmış, bu yanlışlıklar düzeltilerek metne müdahale yoluna gidilmemiştir. 76 METĐN [142b] MUèCĐZÁT-I RESßL∗ BismilÀhirraómÀnirraóìm (Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilün) 1 Her ki ol bu dünyada bulunmaya äabrı úıldı lÀyıú oldı úullıàa 2 Úul iseñ Óaú’dan gelene ãabır it Yoòsa çıú milki içinden durma git 3 Ol ne yerdür kim anıñ milki gül Kim varasın anda iyi çÀre úul 4 Ádem iseñ işbu sözi añlaúıl Derde ãabrı eyle Óaú’a şükri eylegil 5 Diñle imdi ideyim bir muècizÀt MuãùafÀ’dan ol Resÿl-i kÀéinÀt 6 Şehr-i Şam’da varıdı hem bir cühÿd MÀlı esbÀbı çoàıdı ol hasÿd 7 Hiç óisÀbı yoàıdı altunınuñ Dünyalıkı çoàıdı yavlaú anuñ ∗ M1 1 ki: kim M3/bulunmaya: yoòsulluàa M3 2 milki : mülki M3/içinden: içinde M3/durma: ùurma M3 3 yerdür : yirdür M3/milki: mülki M3/gül: degil M3//varasın: verise M3/iyi: ey M3/çÀre: bì-çÀre M3 4 Ádem iseñ: Ede sen M3//eyle: it M3/Óaú’a: nièmete M3/şükri: şükrü M3 5 M1 6 Şehr-i Şam’da: Şehr-i Şam içre M2/hem bir: lecemü adlu M3//esbÀbı çoàıdı: emlÀk işi idi M2, esbÀb ıããıyıdı M3/cühÿd: óasÿd M2 7 M1 77 8 Anuñ úalbi ùolu idi kibr ü kìn MuãùafÀ’ya düşman idi ol laèìn 9 Bir müslimÀn úoñşı idi ol ite Ol yahÿdì melèune ol laènete 10 MüslimÀnıñ iyi yavlaúùarıdı MuãùafÀ’yı èaşúile sever idi 11 Óaú aña virmiş idi bir òïş èayÀl Óüsni òulúı òÿbıdı yavlaú ber-kemÀl 12 CÀn göñül doymaz idi baúışına Gel sen imdì baú şu dünyÀ işine 13 Óaú TaèÀlÀ anlara virdi belÀ Ne çÀre ol işe çün Óaú’dan gele [143a] 14 Atası miskìn katı yoòsul idi Ol cühÿduñ malı yavlaúlu idi 15 Çekdi bunlar dünyalıkdan elini Neye irdi gel gör imdi óÀlini 8 Anuñ úalbi: Đlla göñli M2, Đlla gönlü M3/ùulu idi: ùulıyıdı M3/kibr-i kìn: kibrü M2 9 müslimÀn: müsülmÀn M2//melèune: melàune M3 10 MüslimÀnıñ: MüsülmÀnıñ M2, Ol müslümÀnıñ M3/iyi: eli M2//èaşúile: cÀn ile M2 11 òïş: úız M2, òÿb M3//Óüsni òulúı: Óüsnü òulú M2/òÿbıdı: eşi idi M2/yavlaú ber-kemÀl: ãÀóib cemÀl M2 12 baú şu dünyÀ işine: dünyÀnıñ baú işine M2, M3 13 Ne çÀre ol işe çün Óaú’dan gele: Ol işiñ kim çÀre ne Óaú’dan olÀ M2, Ol işe kim çÀre ne Óaúdan gele M3 14 miskìn katı: ol úızıñ igen M2, miskìn igen M3//cühÿduñ: yehÿdıñ M3/yavlaúlu idi: yavlaú çoàıdı M2, M3 15 bunlar dünyalıkdan: dünyÀlıú bulardan M2, M3//Neye: Gel gör M2, NÀye M3/irdi gel gör imdi: imdi neye irdi M2, irdi anlaruñ M3 78 16 Eri èavrat ol úızıla üç kişi Óaúú TaèÀlÀ gör ne úıldı bu işi 17 Úalmadı bunlarda loúma yimege áayret iderler kimseye dimege 18 Üç gün üç gece bular aç yatdılar èÁciz olub niçe úanlar yutdılar 19 Úonşusı cühÿd bunlarıñ óÀlin bilür Ùurdı cühÿd anıñ evine gelür 20 Geldi eve oúur anı ol cühÿd Diñle imdi ne deyiser ol óasÿd 21 Yeyesi virdi aña al yi didi Baña óÀliñi beyÀn eyle didi 22 Yeyesi yerken añı söze dutar Eydür ey úomşu severem ben seni 23 Cühÿd eydür ne direm diñle beni Dir müsilmÀn söyle görem söziñi 16 M1, M3 17 bunlarda: bularda M2, M3//iderler: eylerlerdi M3, óÀlini M2/kimseye: hem M2 18 Üç gün: Üçü daòi M2, M3//niçe: nice M2 19 Úonşusı: Úomşusı M2, Úonşuyı M3/bunlarıñ: anıñ M2, M3//Ùurdı cühÿd: Ùurur ol it M2, Ùurdu ol it M3 20 eve: evine M3 21 Yeyesi: Yiyecek getürdi M2/aña al yi didi: ol yidi M2//Baña óÀliñi beyÀn eyle didi: Ey müsülmÀn baña óÀliñ di didi M2, Ey müslümÀn baña óÀliñ dedi M3 22 Yeyesi: Yiyecek M2/yerken: yirken M2, M3/añı söze dutar: söze ùuter añı M2, söze ùutar anı M3//úomşu: úonşı M3 23 direm: derem M3/beni: saña M3//Dir müsilmÀn: Ey müslümÀn M3/söyle görem söziñi: sözüñü söyle baña M3 79 24 Cühÿd eydür dirligüñ nedür seniñ áuããada mı yÀ feraóda mı canıñ 25 Çünki ãordı ol cühÿd dirligini Ol müslimÀn didi taúãìrligini 26 MüslimÀn çün derdile Àh eyledi Nidelüm bu derdi AllÀh eyledi 27 Açlıàıla gey úatı zebÿñ olmışam Faúirlik odındañ cigerim yanmışam 28 Üç güñ oldı bir loúmamız yoú yiyesin Kimsemüz yoú óÀlimüzi diyesin [143b] 29 Aç öliser èavratumile úızım ÓÀlim işbu saña söyledüm sözim 30 Ol cühÿda óÀlini virdi òaber Gözleri úan yaş ùolub yandı ciger 31 Ol cühÿd eydür aña àayàu yeme Tañrı ir göre seni bir òoş dime 24 Cühÿd eydür dirligüñ nedür seniñ: Nicedür dir úomşu dirligiñ seniñ M2//áuããada mı: áuããa mı M2/yÀ: yoòsa M2, òoõ M3/feraóda mı canıñ: feraó mıdur óaliñ M2 25 Çünki ãordı: äordı yehudi M2, äordı anıñ M3//Ol müslimÀn: Ol müsülmÀn M2, MüslümÀn M3/didi: dedi M3 26 MüslimÀn: Ol müsülmÀn M2, Ol müslümÀn M3//bu derdi: dir çünki M2, M3 27 zebÿñ olmışam: olduú zebÿñ M2, M3//Faúirlik: Faúır M2, M3/odındañ: odundan M2, M3/cigerim yanmışam: yüregimiz oldı òïn M2, yüregümüz oldı òïn M3 28 oldı: oldu M3/yiyesi M2, M3//diyesin: diyesi M2, M3 29 èavratumile: èavratımile M3/úızım: úızum M3//ÓÀlim: ÓÀlimüz M3/saña: resmedür M/sözim: sözüm M3 30 Gözleri: Gözlerinden M3/yandı ciger : yendi sabar M3 31 àayàu: úayàu M2, M3/yeme: yime M3//seni: beni M2/òoş:òÿb M3/dime: deme M3 80 32 Saña bir söz diyeyim ger dutasın áuããadañ sen şÀzılıàa yitesin 33 Ol müsilmÀn dir aña kim nidelüm Đşbu işe niçe tedbìr idelüm 34 Dìnüñi terki eyle bizüm dine dön Gel puùa ùap eyleme Kaèbe’ye yön 35 CÀzu dìninden dönüp bìzÀr ol Mÿsa dìnin gel úabÿl eyle yÀr ol 36 TÀ ki cümle mÀlımuñ yarusını Saña virem ger işidürseñ beni 37 MÀlımuñ al yarusını sözüm ùut Bay olasın ger dutar iseñ ögüt 38 Hem daòı úızuñı viresin baña Sözümi uş bì-dirıà didüm saña 39 Söz úabul idüp baña vir úızuñı Úızuñı seni dutam cÀnım gibi 32 diyeyim: derem M3/dutasın: ùutasın M3//áuããadañ sen: áuããalardan M3/şÀzılıàa: şÀdılıàa M2, şÀzlıàa M3/yitesin: yetesin M3 33 müsilmÀn: müslümÀn M3/kim nidelüm: nitmek gerek M2//işe niçe: işe ne M2, derde M3/tedbìr idelüm: èilÀç itmek gerek M2, nicem itmek gerek M3 34 Dìnüñi: Dìniñi M2/ terki: terik M3/bizüm: bizim M2, M3//ùap: tab M3/eyleme Kaèbe’ye: Kaèbe’ye eyleme M2, M3 35 CÀzu: CÀzı M3/dönüp: dönüben M3/beyzÀr: bize M3//dìnin: dìnini M3/gel úabÿl eyle: ùutub bize M3 36 yarusını: yarısını M2, M3 37 MÀlımuñ MÀlımıñ M3/yarusını: yarısını M3/sözüm ùut: sözümi M3//dutar iseñ: işidürseñ M3 38 úızuñı: úızını M2/viresin: Virgil M2, M3//Sözümi: Sözümü M2/uş bì-dirıà didüm saña: didim ben işde saña M2, uş bunı dirià idem saña M3 39 baña vir úızuñı: virürsenüz siz M3//dutÀm: ùutÀm M3/cÀnım gibi: cÀndan azìz M3 81 40 RÀøı olub sözüme vir señ úızuñ Yoú diriseñ bileyim nedür sözüñ 41 Benümile bu iki işi úıluñ Yoòsa üçüñüz de açlıúdañ ölüñ 42 Ol müsülmÀn evine vardı işit Söyledi ne kim didise ol pelìd 43 èAvratına ol sözi bir bir didi Ol melèÿnıñ sözini hem söyledi [144a] èAvratına külli maèlÿm eyledi∗ 44 Đşidicek çüñ èavrat Àh eyledi Uããı gitdi düşdi yÀ AllÀh didi 45 Yine èaúlın dirüben durdı örü Gözleri úan yaş olub geldi ilerü 46 èAvrat eydür zinhar iy óelÀlüm Đy benüm dildÀr-ı yÀrim hem-demüm 40 señ úızuñ: vir úızıñı M2, M3//diriseñ: deriseñ M3/bileyim: di bileyim M2, di bilelüm M3/nedür sözüñ: söziñi M2, sözüñi M3 41 Benümile: Ya benimle M2/ úıluñ: úılıñ M2//Yoòsa üçüñüz de: Yoú dir isen şöyle M2, Yoòsa açlıàıla M3 42 Ol müsülmÀn: müslümÀn M3//ne kim: na kim M2, kim ne M3/didise: dedise M3 43 ol sözi bir bir didi: o bir bir ol sözi revÀn M3//Ol melèÿnıñ sözini hem söyledi: Söyledi ol melàÿnuñ sözin tamÀm M3 ∗ M1 44 Đşidicek: Đşidüb M2, M3/çüñ èavrat: èavrat sözi M2, M3//Uããı: Düşdi uããı M2, M3/ gitdi gidüb M2/didi: dedi M3 45 Yine: Yene M3/durdı: ùurdı M2, M3//olub: ùolub M2, M3/geldi: girdi M3/ilerü: içerü M2, içeri M3 46 èAvrat eydür zinhar iy óelÀlüm: Didi zinhÀr evine ey maóremim M2, èAvrat eydür zinhÀr ey maóremim M3//Đy: Ey M2, M3/benüm: benim M2, M3/dildÀr-i yÀrim: dildÀr-i yÀr M3/hem-demüm: hem-demim M2, M3 82 47 Bunca yıldur òoş dirilürüz bilesin Berü gel anlara uyma key ãaúın 48 Seni iblìs-i laèìn aldamasın MÀlile ìmÀnı terki itmeyesin 49 Ol cihÀnı bu cihÀna ãatmaàıl Dünya içün dìnini terki itmegil 50 Biz bu yoòsullıàa rÀøı olmısuz Bu deme şükr-i úanÀèat kılmışuz 51 Muóammed dìni gibi dìn úanda var Yoòsulın güni gibi gün kanda var 52 Sen Muóammed dìnini elden úoma äaúla ìmÀnunu sen èahdiñ ãıma 53 Olmasun didügini sen dutasın Varup dìnüni dünyaya ãatasın 54 Ol laèìnüñ sözine uyma i cÀn CÀnı fidÀ eyle Muóammed dìnine sen 47 òoş dirilürüz: dirüldün M3/bilesin: senüñile M3//Berü gel anlara uyma gey ãaúın: Sen berü gel bu dinden dönmeñile M3 48 MÀlile ìmÀnı terki itmeyesin: Aldamasın malile terk itme din M2, Aldamasın seni terik itme bu dìn M3 49 dìnini: dìnüni M3 50 olmısuz: olmışuz M2, olmuşuz M3//şükr-i úanÀèat: şükrü úanaèÀt M2, şükür úanÀèat M3 51 Yoòsuluñ güni gibi gün kanda var M2, M3//YÀ Muóammed dìni gibi dìn úanda var M2, M3 52 äaúla: äaúlayı gör M3/ìmÀnunu: ìmÀnını M2, M3/sen èahdiñ ãıma: èahdiñi ãıma M2, èahdiñi ãaúın ãıma M3 53 Olmasun: Ol nedür kim M3// Varup dìnüni: Dìni varub M3/dünyaya: dünyalıàa M3 54 laèìnüñ: laèìniñ M2/sözine: sözün M2, sözin M3/uyma i cÀn: işitme yine M2, işitmeyene M3//CÀnı: CÀn M2, M3/fidÀ eyle: fedÀ olsun M2, fidÀ olsun M3 83 55 Úo bizi sen açlıàıla ölelüm Muóammed dìnine úurbÀn olalım 56 Ol Muóammed dìni üzre kim ola YÀrın anda manãıbı dìzÀr ola 57 Ol müsülmÀn èavratına dir sözüñ Açlıàıla nola óÀli bu úızuñ 58 Bizcileyin açlıàa ol döye mi Đşbu yolda açlıàıla öle mi [144b] 59 Ol ay yüzlü ala gözlü ter-yürek Biz gibi açlıàa döymeye gerek 60 Ol nigÀrín bu sözi diñler idi CÀn içinde derdile iñler idi 61 Gördi óadden geçdi bunlarıñ sözi Bubasına söyledi úız kendisi 62 Úız eydür iy buba ölürsem nola Ben başumı úomışam Óaú yolına 55 bizi: bize M2/ölelüm: ölelim M2//Muóammed dìnine: Dìnimiz yoluna M2, Dinimüz yolun M3 56 anda: anıñ M2, M3/dìzÀd: aèlÀ M2, dizÀr M3/öle: ola M2, M3 57 müsülmÀn: müslümÀn M3/èavratına: òÀtuna M//Açlıàıla: Đyü söz illÀ M2, Eyü söz illÀ óÀli M3/óÀli bu úızuñ: óÀli úızıñ M2, úızuñuñM3 58 açlıàıla öle mi: ben de ölem diye mi M2, bende ölem deye mi M3 59 yüzlü: yüzli M3/gözlü: gözli M3//Biz gibi: Gezin M3 60 nigÀrín: nigÀr M2/sözi: sözleri M2//CÀn içinde: CÀnu dilden M2/ iñler: aàlar M2 61 Gördi: Gördü M3/geçdi: gecdi M2, M3/bunlarıñ: bunlaruñ M3//Bubasına: Babasına M2, M3/kendisi: kendözi M3 62 iy: ey M3/buba: baba M3//Ben başumı úomışam: Úomuşam başımı ben M3/Óaú: bu M3/ yolına: yola M3 84 63 Ben miyem size muvÀfıú olmayan YÀ Muóammed dìni üzre olmayan 64 Ben bu dìnden ölürsem ayrılmayam CÀn virürsem ben dìnümi úomayam 65 Ùut buba sözimi işit sen benüm Siziñ içün úurban olsun bu canum 66 Size bir söz diyeyin billÀh dutuñ Đrte beni bazÀra eltüñ ãatuñ 67 Úızum baña dime diñlemesünler Bu işden nesne-hem añlamasunlar 68 ÚaravÀşımdur bu ãataram digil Al bahÀmı naúd-ile virüb yegil 69 Beni terk it dìnüñi terk eyleme äaúla dìnüñi cióÀnda şirki eyleme 70 Dönme dìniñden ãaúınàıl dìnüñi Kendü eliñle oda yaúma cÀnuñı 63 M1 64 ölürsem: ayrılıàa M3/ ayrılmayam: irmeyem M3//virürsem: virem M3/ dìnümi: dìnime M3/ úomayam: úıymayam M3 65 benüm: benim M2, M3//Siziñ: Sizüñ M3/canum: canım M2, M3 66 diyeyin: diyeyim M2, deyeyayın M3/ billÀh: zinhÀr M2/ dutuñ: ùutuñ M2, M3//ãatuñ: ãatıñ M2 67 baña dime: dimenki baña M3/diñlemesünler: ùañlasınlar M3//Bu işden nesne-hem: Bizim óalimüz daòi M3 68 ÚaravÀşımdur bu: Bu úaravÀşdur M2, ÚaravÀşdur bunı M3/ãataram: ãataruz M2/digil: diyesin M2, degil M3//Al bahÀmı: Bahamı M2, BahÀm alub M3/naúd-ile: nièmete M2, taòıla M3/yegil: yiyesin M2, yigil M3 69 Beni terk it dìnüñi terk eyleme: Dìnüñi terkin itme eyle bani terkin M3//äÀdıú ol ãıdúıla dìn eyle perkiñ M3 70 dìniñden: dìnüñden M3//Kendü eliñle oda: Öz elünle od M3/cÀnuñı: cÀnum M3 85 71 Bir kişiye vireceksin òïd beni Karavaşımdur digil ãatàıl beni 72 Var elet bazÀra beni iy ata Bazarda tellÀle vir tÀ ki ãata 73 Sözüm işit ki maãlaóat öyledür Ol cühÿduñ boynuñ ur kim böyledür [145a] 74 Çün işitdi işbu sözi atası Eydür aña cÀnımuñ cÀnanesi 75 Göñlimüñ iglencesi görklü nigÀr Hiç döye mi seni ãatmaàa cigÀr 76 Bu dilile niçe ãatam ben seni Dime óasret odına yaúma beni 77 Kişi baàrın kese vara ãata mı Daòı gelüp hem uyuya yata mı 78 Ol úız eydür imdi pes ne úılalum Niçe èÀcizliàile yaúılalum 71 òïd: òïõ M3//Karaveşimdür: Karavaşdur M2, M3/digil: diyü M2, deyu M/ãatàıl beni: ãat ãaúla dìni M2, M3 72 iy: ey M3//Bazarda tellÀle vir: DellÀle virdi beni M3/ki: kim M3 73 öyledür: eyle durur M3//boynuñ: boynuñı M3/böyledür: yol urur M3 74 cÀnımuñ: ey canım M2, ey cÀnum M3 75 Göñlimüñ: Göñlüm M2, Göñlümüñ M3/iglencesi: eglencesi M2, M3//cigÀr: ciger M2, M3 76 Bu: Ne M3/niçe: nice M3//odına: oduna M3 77 vara: ilete M2, M3//Daòı gelüp hem: Daòı vara ol M2, Ol vera M3/yata mı: yÀhud tate mi M3 78 imdi pes: pes imdi M2, beni işit M3//Niçe: Nice M2, Niçe biz M3 86 79 Üç kişiye yimege bir loúma yoú SÀkin olmaz nefsimüz olmasa ùoú 80 äatmaú olmaz dìni dünyÀlıàiçün Baàrımuz miskinlik ile oldı òÿn 81 Çünki bu açlıàa biz kayıluz Úaãdıla olmasun kÀfir olavuz 82 Her ki ol úaãdı eyledi kendüzine Öyle bil kim ôÀlim oldı özine 83 Gider ìmÀn şöyle úalur bì-gümÀn TÀ ebed úalur ùamuda cÀvizÀn 84 Dìni dünyÀya ãatup ölme bi-dìn Görmeyesin yarın ol ùamuda bin 85 Dìn yolına ãat beni ãaúla dini Úomışam yoluñıza baş u canı 86 Siz de beni terki idüñ dìn yoluna Dìn ele girmeye oàul buluna 79 kişiye: kişiyiz M2, kişiyüz M3/yimege bir: úatı bizde M2, úanı bizde M3/yoú: úÿt M2//olmasa: olmazsa M3/yoú: úÿt M2 80 dünyÀlıàiçün: dünyÀlık içün M3//Baàrımuz: Can ciger M3 81 kayıluz: kalavuz M2, M3//Úaãdıla olmasun: Ol sevün úaãdile M2, Úaãdile ki vara M3/ olavuz: olavun M2 82 ki ol: kim M3/eyledi: ide M3/kendüzine: kendi özüne M3//özine: özüne M3 83 bì-gümÀn: bì-kemÀl M3//cÀvizÀn: cÀvidÀn M2 84 M1 85 yolına: yoluna M2, M3//baş u canı: baş-ı canı M3 86 terki idüñ: terk idiñ M2, terki idiñ M3//ele girmeye: bulunmaya M2, bulunmaz M3/oàul: oàul úız M2, oàlile úız M3 87 87 Anası nÀçÀr olup uydı söze Úızını ãatmaàa hem virdi rıôÀ 88 Ger ãatarsañ úızumı şeherliye ãat áaribiñ alma beyèin yabana Àt [145b] 89 Şarluya ãat kim yüzin göre duram Vaútı bÀrì sözin işide duram 90 Sözin ol üçleri úodı yarına Kim úızın elete Dımışú bÀzÀrına 91 TÀ karavaş gibi úızını ãata Aldı vardı bazara gör kim ãata 92 Úızını çün virdi tellÀl eline YÀ ĐlÀhì kimsenüñ èayÀline 93 Dünyada hirgiz bu óÀlet gelmesün Kimsene hiç böyle miskìn olmasun 94 Çüñ úızını ãatmaàa virdi àarìb Didi iy tellÀl sözimi key işit 87 uydı: geldi M3//ãatmaàa: ãatılmaàa M3 88 ãatarsañ: ãatariseñ M2/úızumı: úızımı M2, M3/şeherliye: şeherlüye M2, şehirliye M3//áaribiñ: Ol àarìbiñ M2, M3/alma beyèin: beyèini M2, M3 89 ãat kim yüzin göre: ãat kim görevüz yüzüni M2, ãat kim göre M3/duram: ùuram yüzin M3//Vaútı bÀrì: Vaúteha M2, Vaúta bÀrì M3/sözin işide duram: kim işideyim sözini M2, işide ùuram sözin M3 90 Sözin ol üçleri: Ol gün ol işi M2, M3/úodı yarına: úodılar yÀrına M2, M3//elete: ilte M2, ilete M3/Dımışú: Demışıú M3 91 karavaş: karavaşlar M2, M3//ãata: nite M3 92 çün: iltüb M2, ol M3/tellÀl: dellÀl M2, delÀlle M3//YÀ ĐlÀhì: Đlahì virme M2/kimsenüñ: kimse M2 93 hirgiz: hergiz M3//böyle: şöyle M2, M3 94 àarìb: yigid M2, yigit M3//iy: ey M2/tellÀl: dellÀl M2, delÀlle M3/sözimi key işit: benim sözüm işid M2, M3 88 95 Şarludan ayruàa úızım satmaàıl Kim àarìb ile ãaúın beyè itmegil 96 Aldı tellÀl eline úıldı mezÀd Şarluden hiç kimse úılmadı ziyÀd 97 Şarlu òalúından müşterì olmadı Ol óuriyi kimse ãatuñ almadı 98 Gerçi bunlar tedbir itdi serserì Đlla Tañrı taúdiri böyle idi 99 Müşterì oldı úızına bir àarìb Ol daòì bir gözlü idi kör èacìb 100 Ol àarìbüñ bir idi hemÀn gözi Anasından öyle ùoàmışdı özi 101 Şol úadar kim müşterì oldı àarìb Aldı anı atasından ol yigit 102 Virdi úızı ol àarìbün eline Aldı úızı uàradı yigit yolına 103 Òïca aldı ol úızı tÀ kim gide äatun aldı diler eve ilete 95 Şarludan: Şehirlüden M3/ayruàa úızım: àayrı kişiye M2, artıú kişiye M3//Kim àarìb ile ãaúın: Gey ãaúın àarìblige áarìbliàe gey ãaúın M3 96 tellÀl: dellÀl M2, M3/eline: ol úızı M2//Şarlüden: Şehirlüden M3/hiçkimse:hiçkimesne M2, kimse M3/úılmadı: úılmaz M2/ ziyÀd: mezÀd M2, murÀd M3 97 Şarlu: Şehir M2, Şehirlü M3/ òalúından: òalúında M2/müşterì: òaberdÀr M2, óÀri-dÀr M3//Kimse: şarlü M2 98 itdi: idiser M3//taúdiri: taúdiridür M2, gör ne taúdir M3/böyle idi: ileri M2, idiser M3 99 oldı úızına: ol úıza M2// kör: gey M2/èacìb: èaceb M3 100 àarìbüñ: àarìbiñ M2// ùoàmışdı: ùoàmuşdı M2/özi: kendözi M3 101 anı: úızı M2/ol yigit: yalvarub M2, yalvarıb M3 102 àarìbün: àarìbiñ M2, M3//yigit: ol M2, M3 103 ol: tÀ ki M2/ tÀ kim: ol M2//diler: diler ki M2/ilete: ilede M3 89 [146a] 104 Òïca baña bir saèat destÿr varam Anlarile tÀ ki óelÀlliú dileyam 105 Ol kişigim kim beni ãatdı saña Küçücekden gelmişidim yanına 106 Óaúúı vardur benim üzerimde çoú Keremünden destur olsun dime yoú 107 Yüri var iglenme tiz gel girü Varacaàımuz ırÀú yerdür yürü 108 Girü tiz gel varacaú yerimüz ırÀú Girü tiz yanıma gel eyle yaraú 109 Çün beşÀret úıldı ÚurÀn’da mübìn ØÀyiè olmaz didi ecre’l-muhsinìn 110 ÔÀhirini gör ne õahmetdür anuñ BÀtınını gör ne raóatdur anuñ 111 Ben ãaùıldum Muãùafa’nın èaşúına Daòi cÀnum úurban olsuñ yolına 104 M2: Döndi aña eydür ey mÀh-ı münìr Òïca bu saèat bana destÿr vir M3: Döndi aña dedi ol mÀhı Münir Òïca baña bir saèat destÿr vir 105 M2, M3: TÀ óelalliú dileyem varub aña//Ol kişiden kim beni ãatdı saña 106 Ol kişinüñ üzerimde óaúúı çoú M2, M3//Keremünden: Lüùfuñuzdan M2, M3/olsun: ola M2 107 M1 108 Virdi destÿr var didi ??? M2, Virdi di destur yürü var eglenme tiz M3//Girü gel kim tiz giderüz yola biz M2, Girü gelgil gidevüz yola biz M3 109 M1 110 M1 111 ãaùıldum: ãatıldım M2//Biñ cÀnım olsa virem din yoluna M2, Biñ cÀnım varısa fida èışúına M3 90 112 Geldi irdi bubasına ol nigÀr Olmışıdı gözleri yaşı buñÀr 113 Didi buba göñilden sevgüm çıkÀr Ol Muóammed dìni üzre üstüvÀr 114 Ol baña eylik ãanan cÀnım anam MihribÀnım sevgülü cÀnım anam 115 Faúr elinden göyniyüb bişmiş anam Fürúatimüñ bÀrına düşmiş anam 116 Gözleri yaşına àarúı olmış anam Úuzucaàını yavu kılmış anam 117 Hasretümden yüregin yaúan anam Çevre yaña yollara baúan anam 118 Beni ãaùdurmaàa göndaran anam Derdile baàrını deldüran anam [146b] 119 Beni yavu úılub bulmayan anam Kanda gitdügimi bilmeyan anam 112 M1 113 Sen benim sevgümü göñülden çıkÀr M2, M3// Ol Muóammed: Úıl Muóammed M2, M3/dìni üzre üstüvÀr: dinini sen iòtiyÀr M2, dinini üstüne var M3 114 ãanan: iden M2/cÀnım anam: benim anam M3//MihribÀnım: MehribÀnım M3/cÀnım: cÀnum M3, Firúatimiñ oduna düşen anam M2 115 bişmiş: bişen M2//MihribÀnım sevgülü canım anam M2, bÀrına: nÀrına M3 116 àarúı olmış: àarú olmış M2, àarıú olmuş M3//Óasretimden yüregin yaúan anam M2 117 M1, M3 118 göndaran: göndüren M2, M3//Derdime baàrını ùoàradan anam M2, Şehirlüye ãat deyü ıãmarlayan anam M3 119 Yavı úılub beni bulmayan anam M2//gitdügimi: gitdigimi M2, gitdügümi M3 91 120 Furúatum aàusını içen anam Düşinde görmegile geçen anam 121 Beni àurbet iline ãalan anam Gitdügim yola baúaúalan anam 122 Yetdüàim yerleri gözleyen anam Kendü derdinde baúaúalan anam 123 Boynuñ igüb yollara baúan anam Furúatuma kendüzin yaúan anam 124 Şeherlüye ãat deyü ıãmarlayan anam áaribe ãatma deyü ıãmarlayan anam 125 Beni ãatmaàa rıøÀ virmeyen anam Yüzime baúub baña doymayan anam 126 Úorúıduàına aòir uàrayan anam Şehri içinde arayub bulmayan anam 127 Eseñ úal imdi benüm canım anam Var işitmesün bu efúÀnım anam 128 Ger ãorar olursa senden óÀlimi Diyesin kim òoşçedür aóvÀlimi 120 Furúatum aàusını içen: Furúatumuñ aàusın içen M2, M3//Düşinde: Düşde M2, M3/geçen: òïş geçen M2, M3 121 Kendi ardımdan baña baúan anam M2, Kendü ardımdan baúaúalan anam M3 122 Yetdüàim: Yatduàum M2, Yetdüàüm M3/yerleri: yirleri M2, M3//Gitdigim yirleri izleyen anam M2, Gitdügüm yolları izleyen anam M3 123 M1, Beni añubani aàlayan anam M3//Furúatum elinden iñleyen anam M3 124 M1 125 M1 126 M1 127 M1 128 Ger ãorar : Ger baba ãorar M3//Diyesin kim òoşçedür: Diyesin kim òïşdur diyü M2, Deyesin òoşdur deyü M3 92 129 Bir yigit şarlu digil aldı ãatun Dir ki anı ilete idine òatun 130 Zinhar iy buba ãorarsa ol saña Niçe ùon geydürdi dirse ol saña 131 Ebrişüm geydürdi diyasin ùonı TÀ ki àuããa ile geçmeye güni 132 Digil aña õinhar evden çıúmasun Úız èayÀli yüzine hiç baúmasun 133 Nitekim úızlar göre benüm gibi Ùuùuşa óasret odına yüregi [147a] 134 Aralarında beni hem görmeye Gide èaúlın kendisini dirmeye 135 Gözi çevre yaña yollara baúa Derd-i óasret anı odlara yaúa 136 Göresi gelüb beni ister ise Kime ãatdıñ baña göster dirise 137 Õinhar anıñ yüzine peg baúmagıl Ya bir gözi anıñ yoúdur dimegil 129 şarlu: şehirlü M3//Dir ki: Diler M2, M3/ilete idine: evine ide M2, idine vara M3 130 iy buba: ey baba M2, M3/ãorarsa ol saña: ãorarısa saña M3//Niçe: Nice M2/ùon: ùonlar M3/geydürdi: geydürdiler M2, M3/dirse ol saña: dirse saña M2, disen aña M3 131 Ebruşem giyürdi cümle ùonunı M2, Cümle epvişem geyürdi degil ùonı M3//àuããa ile: àuããayıla M3 132 Digil: Söyle M3//èayÀli: èayÀlleri M2, èayÀller M3/yüzine: yüzüne M3 133 benüm: benim M2//Óasret odına ùutuşa yüregi M2, Òasret oduna tutuşa benüm gibi M3 134 hem: ol M2, M3//èaúlın: èaúlı M2,M3/kendisini: kendüni M2, kendüzini M3/dirmeye: diremeye M2 135 Gözi: Göz M2, M3/çevre yaña: çevüre tÀ ki M2, ura ta ki M3 136 ãatdıñ: ãatduñ M2/dirise: derise M3 137 peg baúmagıl: çıàırmaàıl M2, çaàırmaàıl M3//Úaúıyub sen hem señuben urmaàıl M2, Úaúıyub suñub anı urmaàıl M3 93 138 Anamuñ òÀùırına doúunmaàıl Õinhar anı úaúıyuben ben urmaàıl 139 Atalarıñ sevdügi oàlandurur Úız èayÀlleri analar cÀnıdur 140 Anasından ayrılıcaú úuzılar Anaları miler anı üzeler 141 Gör bu dünya içre sen neler olur Úuzusından ayrılan miler olur 142 Úuzıdañ ayrıldı o da mileye Çevre yaña gözleyüben dileye 143 Emanet olsun buba canınçüñ ÒÀùırın yıúma anıñ benimçün 144 Daúdum adum işde ben úaravaşe Bilmezem ki ne geliser bu úara başa 145 Ayruluú düşdi yabaçun eyleye Nice melhemler ola bu yaraya 146 Bir daòì yüziñüzi görmem mi ben YÀ àarìbliúde varup ölem mi ben 138 M1 139 Atalarıñ: Atalaruñ M3/sevdügi: sevdigi M2/oàlandurur: oàlanıdur M2, M3//èayÀlleri: èayÀller M2, M3/analar: analarıñ M2, analaruñ M3 140 ayrılıcaú: ayrılub çün M2, ayrılıcaú M3//miler: meler M2 141 M1, bu dünya içre sen: eòi şu dünyada M3//miler: meler olur M3 142 M1, Úuzıdañ: Úuzudan M3/o da: oñsuz M3//gözleyüben: gözedüben M3 143 M1, buba: baba M3/canınçüñ: cÀnu niçüñ M3 144 M1, Adımı daúdım ben üş úaravaş M3//geliser bu: gele daòi M3 145 M1, Ayruluú: Çün ayrılıú /yabaçun eyleye: ata araya M3//melhemler: melhem M3/ola: buña M3 146 yüziñüzi: yüziñizi M2, yüzüñüz M3/görmem mi: görem mi M2, M3//varup: varub M2, M3 94 147 áaribligde ata ana özleyem Görmeyem dört yaña yollar gözleyem 148 Bu yañadan yıllar ese sesleyem Ata ana úoúusını isteyem [147b] 149 Yıl götüre meger úoúuñuz baña Đmdi buba elvidaè olsun saña 150 Ben niçe kim ùadlu candan ayrılam Var úıyas eyle ki óÀl niçe ölem 151 Öyle didi bubasına ol nigÀr Aàladı niçe zaman ol zÀrı zÀr 152 Atasın esenleyüb durdı uru Hocasınuñ yanına nite geldi giru 153 Hoca ile çünki úız girdi yola Úaldı anda atası saúal yola 154 Gözini yumdu ùudaàın tepserü èAvratınuñ yanına geldi girü 147 ata ana özleyem: anam atam üzleyemM2, atam anam üzleyem M3//Görmeyem: Görmeyüb M3 148 M1, Bu yakadan yil esdügce ãöyleyem M3//isteyem: yeyleyem M3 149 meger úoúuñuz baña: úoúuñuz meger baña M2, M3//buba: baba M2, M3/elvidaè: elvedaè M2, M3 150 Ben: Ten M2, M3/niçe kim ùadlu: nice kim ùatlu M2, M3/ayrılam: ayrılur M2, ayrıla M3//eyle ki: it gör ki M2, M3/niçe ölem: nice olur M2, nice ola M3 151 didi bubasına: didi atasına M2, dedi babasına M3//Nice zaman aàladılar zÀru zÀr M2, Nice zaman aàladı ol zÀrı zÀr M3 152 durdı: ùurdı M2, M3//Hocasınuñ: Óocasınıñ M3/yanına nite: úatına M2, M3 153 Hoca ile: Òïcasıla M2, Hocayile M3//anda: ana M3 154 Gözini yumdu ùudaàın tepserü: Gözi yaşlu hem ùudaàı tebseru M2, Gözi yaşlu ùuùaàı debserur M3//èAvratınuñ: ÒÀtunınuñ M3/yanına: úatına M2, M3/girü: girür M3 95 155 Úodı èavrat öñine ol altunı Çünki èavrat baúuban gördi anı 156 Altunı gördi úızını görmedi Uããı gitdi èaúlını diremedi 157 Çüñ yanında görmedi èavrat işin NÀgehÀn eyledi bir Àhı enìn 158 Dutdı bilin zÀrı úıldı iñledi Đy diriàa mÿnisim úanı didi 159 Kanda bulam iy gözüm nÿrı seni Kendü elimle nice zÀy itdüm seni 160 YÀ nigÀrım ger görünmezse göze Aúça digil bu úara gündür bize 161 Đy adın úaravaşa daúan úuzı Kendüzini àurbete atan úuzı 162 Naãióatlar hem bize iden úuzı Kendü özin iòtiyar iden úuzı 163 Kendüsini ile yar iden úuzı Esen úaluñ deyi söyleyen úuzı 155 èavrat öñine ol: èavratı öñünde M2, M3//èavrat: òÀtÿn M3/baúuban: baúıban M3/gördi: gördü M3 156 èaúlını diremedi: düşdi èaúlını dirmedi M2, èaúlın dirmedi M3 157 M1 158 Dutdı: Ùutdı M2, M3/zÀrı: vardı M2//Đy: Ey M2, M3/didi: dedi M3 159 iy: ey M2, M3//Kendü elimle nice zÀy itdüm seni: Kendi elim ile zÀr itdüm beni M2, Kendi anu milerde itdüm ben seni M3 160 YÀ: TÀ M2, Ey M3/görünmezse: görünmeseñ M2, görünmezseñ M3//digil: degil M2, M3 161 Đy: Ey M2, M3/adın: adını M2/úaravaşa daúan: úaravaş didüren M2, úaraveşe dedüren M3//Kendüzini àurbete atan úuzı: Dìn bahÀsın bize yidüren úuzı M2, Bahasın bize yidüren úuzı M3 162 M1 163 M1 96 [148a] 164 Bahasıla bizi ùoylayan èuzı Kendüsini àurbete ãalan úuzı 165 Şehri içinde seni şöyle yedeler Úaraveşdür deyüben óükm iderler 166 Ana digil saña düşmÀn olmışam Cigerümi derdile òïn úılmışam 167 Od olsun baña bu altun gümiş Ana mı olur èayÀl ãatub yemiş 168 Eyledir èaúlı gider nidem saña Ol eri miskìn naôar eyle aña 169 èAvratını öyle gördi úıldı Àh Didi ìyvÀh işimüz oldı tebÀh 170 Úızum elden gitdi èavratum bile Đy dırıàa işimü virdim yile 171 Didi kim ìy ãÀnièu şems-i úamer Úullaruñ cümle bilürsin òayr-ı şer 164 M1 165 M1; Şehri: Şehrü M3/yedeler: yidiler M3//Úaraveşdür: Úaravaşdur M3, deyüben: bu deyü M3, óükm: óüküm M3 166 digil: degil M2, M3/olmışam: olmişem M2, olmuşam M3//Óasretiñden şöyle bìcÀn olmişem M2; Cigerümi: Cigerimi M3/òïn: úan M3 167 Od: Odlar M2, Od göz M3/bu: ol M2/gümiş: gümüş M2, M3//olur: olmış M2, var M3/èayÀl ãatub yemiş: èayÀl ãatmış yimiş M2, èayÀlin ãatdurmuş M3 168 Eyledir: Öyledir M2, M3/nidem: ne edem M3//Ol eri: Ol adı M2/eyle: eyler M2, ider M3 169 Àh: zÀr M2, itdi M3//Didi: Dedi M3/ìyvÀh: vÀh M2, eyvÀh M3/işimüz: kim işimiz M2, kim işüm M3/ tebÀh: destebÀh M3 170 M1; èavratum bile: èavratımile M3//Đy: Ey M3/işimü: işüm M3/virdim: virdüm M3 171 M1; Didi: Dedi M3/ìy: ey M3/ãÀnièu: ãÀfiè M3//Úullaruñ: Úullarınuñ M3/cümle: úaùrın M3/bilürsin: bilen hem M3/òayr-ı şer: òayru şer M3 97 172 ÓÀôıru ve nÀôırsın Àòir bu işe Bir meded ir gör baña úadir işe 173 Dilerem ben düşmişi úaldurasın Aómed’e bu sırrı sen bildüresin 174 Arpa etmegine úarın ùoymayan èAli’yi yollara hem gözci úoyan 175 Kìn cihÀnı getdüye ôindÀn iden Ùamuya gitmesün deyü efàÀn iden 176 Yanmaàa gidenleri girüsine dönderüb Gözlerini giryañ iden götürüb 177 Óaúú’a taôarrèular ider ãuçların èAfv itdürüb ihsÀñ iden günÀhların 178 Elin alub èÀúıbet ümmetinüñ Şefaèatler idiser biz èÀãinüñ Yeri cennet yoldaşın rıôvÀn iden∗ [148b] 179 MuãùafÀ èaşúına ãatıldı úızum èAvratuma daòi göynür bu özüm 172 ÓÀôıru ve nÀôırsın: Didi úÀdirsin M2//baña úadir işe: bu miskìn úalmışa M2, biz èaciz úalmişe M3 173 Aómed’e bu sırrı sen: Bu işi Muóammed’e M2, Muóammed’e bu işi M3 174 M1 175 M1 176 M1 177 M1 178 M1 ∗ M1 179 M1; úızum: úızım M3//èAvratuma: èAvratımdan M3/göynür bu özüm: çeúindi kendözüm M3 98 180 Úız atası Óaørete dutdı yüzin Đşit imdi úız ile òoca sözin 181 Aldı ol úızı götürdi òocası äatun aldı óÀlin idem niçesi 182 Úudretile çün òoca irdi eve Úapuyı açar idi ive ive 183 Bir òoca ki úomşucaàı varıdı Ol yigidi gey úatı sever idi 184 Yigidiñ úatına geldi irişdi Anunile úocuşuben görüşdi 185 Òïca yigidi evine úıàırdı Ol dahì sözini ãımayub vardı 186 Ol gece vardıàı yerde ol yigit Yatur anda bu sözimi gey işit 187 Ol giçe úızuñ úatına varmadı Ol óûrinuñ ãoóbetine irmedi 180 dutdı: ùutdı M2, döndi M3//Đşit: Đşid M2/úız ile òoca: óocayile úız M3/sözin: sözün M2 181 Aldı: Dedi M3/òocası: óocayı M3//idem niçesi: idem nicesi M2, eydem nicesi M3 182 Úudretile: Úurtula M3 183 Bir òoca ki: Ol yigidiñ M2, Bu óocanın M3 184 Yigidiñ: Yigidüñ M3/geldi: gelüb M2, M3/irişdi: irişüb M2// úocuşuben: úoca úoca M2/görüşdi: görişüb M2 185 Òïca: Ol gice M2/evine: eve M2/úıàırdı: çaàırub M2, úıàırur M3//sözini ãımayub vardı: sözün ãıyamaz buyurub M2, sözün ãıyamayub varur M3 186 gece: gice M2/ vardıàı yerde ol: vardıàı evde ol M2, bil varduàı bizde M3//sözimi: sözi M2, M3/gey işit: sen gey işid M2, sen ger işit M3 187 giçe: gice M2, gece M3/ úızuñ: úızıñ M3 99 188 Yigit anda yaãduàa çün baş kodı Uyúuya vardı èaceb bir düş gördi 189 Kim görür düşinde Muóammed gelür Đki cihÀn serveri Aómed gelür 190 Geldi ol giçe aña faòrì cihÀñ Kim anuñçün oldı bu kevn-i mekÀñ 191 Yanına geldi anıñ ol MuãùafÀ MüctebÀ vü MürteøÀ vü yÀ SafÀ 192 Cemalin gördi çün bedr-i aya beñzer Ol siyÀh ebrÿları yaya beñzer 193 Görgülü yüzinde düter bedir tamÀm èÁşıúıdur cümle anuñ óÀã ü èÀm [149a] 194 Yüzi nÿrından óacìl şems ü úamer Leõõeti luùfından olmışdur şeker 195 Ebu Bekir ve èÖmer èOåman èAlì Aómed ile bile dörti yÀrenleri 188 Yigit: Yigid M2/kodı: urur M2, M3//vardı: varur M2, varub M3/èaceb bir: èacÀyib M2, bir èaceb M3/gördi: görür M2, M3 189 Kim görür: Gördi düşünde M2, M3/Muóammed: ResulullÀh M2, M3//serveri: güneşi M2/Aómed: ol mÀh M2, M3 190 M1; giçe: gece M3//oldı bu kevn-i mekÀñ: olubdur günimeña M3 191 Yanına: Úatına M2, M3/ol: çün M3//yÀ äafÀ: esfiyÀ M2 192 M1; Cemalin gördi çün: Gördi anıñ yüzi M3//Ol siyÀh ebrÿları: Alnında úara úaşlar M3 193 M1 194 M1; olmışdur: almışdur M3 195 Ebu Bekir ve: Ol Ebu Bekri M2, Ebu Bekir M3//Aómed ile: MuãùafÀ ile M2, MuãùafÀ’yıla M3/bile dörti yÀrenleri: bile yÀrenleri M2, M3 100 196 Çün irişdi ol yigidüñ úatına MuãùafÀ baúdı anuñ ãÿretine 197 Ol yigitde bildi bunları tamÀm Şefúatile MuãùafÀ virdi selÀm 198 Đki èÀlem faòrini gördi yigit Õehi cÀndur kim aña irdi yigit 199 MuãùafÀ eydür ki bildüñ mi beni Yigid eydür niçe bilmeyam seni 200 Sensin Àòir ol Muóammed bì-gümÀn Dostılıàıña yaradıldı bu cihÀn 201 Didi peyúamberim şoluú saèat aña YÀ yigit bir óÀcetüm vardur sana 202 Alduñ idi úaravaş kim ãatun YÀ baña baàışla ya vir gel ãatuñ 203 Cennet içre saña óÿrìler viram Azad eyle ol úızı saña direm 204 Ümmetimdür bu ãatılan úaravÀş Yoluna terki idübdür cÀn u bÀş 196 yigidüñ: yigidiñ M3//anuñ ãÿretine: anıñ ãuratına M2, M3 197 yigitde: yigid M2, yigit M3/bunları: buları hep M2, M3//Şefúatile: Şefèatile M3 198 M1; èÀlem: cihÀn M2//Õehi cÀndur kim: Õì ganìmet ki M2 199 M1; niçe bilmeyam: nite bilmeyem M2 200 M1; Dostılıàıña: Dosdlıàıña M2/bu: dü M2 201 M1 202 M1; Alduñ idi úaravaş kim ãatun: Ol úaravaş ki aldın dün M2//YÀ baña baàışla ya vir gel ãatuñ: Baña baàışla yaòud virgil ãatuñ M2 203 M1; Cennet içre saña óÿrìler virem: Cennet icre bulasın óÿrì úuãur M2//Azad eyle ol úızı saña direm: Ol úızı ÀzÀd idüb terkini ur M2 204 M1; bu ãatılan: ol degildür M2//Yoluna terki idübdür cÀn u bÀş: Dìn yoluna úodılar cÀnile bÀş M2 101 205 CÀnına úıydı dinine úıymadı Dostı úoyub düşmana ol uymadı 206 Dostı içün cÀna úıyanlar şÀõ olur Kulıñan dost èaşúına ÀzÀd olur 207 Saña dilek ide geldüm ben anı Din yolında ol úaravÀş olanı 208 Dilerim ki anı baña viresin Ne dilerseñ maúãudıña iresin [149b] 209 Çünki sen dilek ide geldiñ baña Ben úaravÀş nola virmeyem saña 210 Yigit eydür iy nebiler begi Ben øaèìfüñ var saña bir dilegi 211 YÀ Resÿlallah eger òalúa yarın Dir isem gördüm nebìler serverin 205 M1; Dostı: Dosdı M2/düşmana ol: düşmanına M2 206 M1 207 M1; M2: Dìni yolunda úaravÀş olanı Saña dilek itmege geldim ben anı 208 M1; M2: TÀ ki sen de maúãudıña iresin Dilerim ki anı baña viresin 209 M2: Bir úaravÀş ne ola virmeyem saña Çünki dilek ide geldiñ sen baña M3: Çünki sen itdüñ anı dilek baña YÀ Resÿl baàışlaram anı saña 210 M1; Yigit: Yigid M2/iy nebiler begi: nebilerin biñreñi M2//øaèìfüñ var saña: øaèìfiñ saña var M2 211 eger òalúa yarın: işitgil şimdi sen M3//Dir isem gördüm nebìler serverin: Đki cihÀn faòrini gördüm desem M3 102 212 Ben bilürem òalúı inanmazlar baña Nola bir nişÀn viresin sen baña 213 Ol yigidüñ bir gözi köridi Niçe yıllar şöyle kim yek nÿr idi 214 Mübarek elin digürdi MuãùafÀ Rÿşen oldı gözleri buldı ãafÀ 215 NÀgehÀn açıldı ol körçe gözi Ùoldı ol dem ùopraàa sürdi yüzi 216 Eydür imdi yÀ Resÿlallah úızı Úıldum ÀzÀd varsın imdi kendüzi 217 èAşkıla daòi fidÀ úılam anı Saña úurbÀn eyleyem cÀnu teni 218 Đy èaãiler derdine dermÀn iden Oàlını ümmetine úurbÀn iden 219 Đy vücÿdı raómeten li’l-Àlemìn Đy Çalabuñ cümle gencine emìn 212 Ben bilürem: Bilürem ben M2; M3: Đtmeyeler bu òalık şaye aña YÀ Resÿl sen bir nişÀn virgil baña 213 M1; yigidüñ: yigidiñ M2/gözi köridi: gözi hem köridi M2//Niçe: Nice M2/kim yek nÿr idi: körce yüridi M2 214 digürdi: degürdi M2//Rÿşen oldı: Oldı rÿşen M2/buldı ãafÀ: virdi øiyÀ M2 M3: Mübarek aàrı yarın ol dem aldı Hemen yigidiñ gözüne çaldı 215 körçe: körce M2//Ùoldı: Ùurdı M2; M3: Bayaàıdan rÿşen oldı gözleri Óaú Resÿlsin demek oldı sözleri 216 M1; M2 217 M1; èAşkıla: Sana M3/anı: canum anı M3 218 M1 219 M1 103 220 Söyleriken Resulullah revÀn Uyúudan uyanı geldi ol zamÀn 221 Çün uyandı uyúudan ol kendüzi Baúdı gördi görmiş ol körce gözi 222 ŞÀõ oluben şöyle sevindi canı Muècize úıldı gör ol sulùanı 223 Durdı ol dem abdesti alub oturur Đrteye degin ãalavÀt götürür [150a] 224 Đrte oldı yigit durdı uru Đve ive ol úıza geldi giru 225 Gördigi vaútin göñül virmişidi An ıñ içün çoú bahÀ virmişidi 226 Biñ úızıl ãaymışıdı aña bahÀ Çün göñül virmişidi hem ol şahÀ 227 Geldi gördi yine anıñ yüzini Diñle imdi yigidiñ sen sözini 228 Didi èaşúıdan cigeri kebab olan yÀr Muóammed dìnine doàrı duran yÀr 220 Söyleriken: Daòi söylerken M2/Resÿlullah: ol Resÿl oldı M3/revÀn: èayÀn M2, M3 221 uyúudan ol: uyúusından M2//körce: kör M3 222 ŞÀõoluben şöyle sevindi canı: Yine muècize úıldı cihÀn sulùanı M2//Muècize úıldı gör ol sulùanı: ŞÀd oluben şöyle sevindi şöyle canı M2, Gör ne muècizÀt úıldı cihÀn sulùanı M3 223 M1; Durdı ol dem: Ùurı geldi M3/alub: aldı M3//götürür: getürür M3 224 yigit: ol yigid M2/durdı: ùurdı M2, M3//girü: gerü M3 225 M1; Gördigi: Gördügi M3 226 M1; Çün: Can M3 227 anıñ yüzini: ol anıñ yüzin M2, M3// sen sözini: aña sözin M2, M3 228 M1; M3: Ey èışúından ciger kebab olan yÀr Gözüm görmesine sebeb olan yÀr 104 229 Din yolında başı terkin uran yÀr Benüm görmez gözimi gördüren yÀr 230 Beni faòri cihana irgören yÀõ Atasıla anasın zÀr iden yÀr 231 äatılub úurbet iline düşen yÀr Baña adın karavaş didüren yÀr 232 Didügime peşimÀn yıduran yÀr Baàrını furúat odıla dolduran yÀr 233 Kimin aàladub kimini güldüren yÀr Kendüzin àurbet eline atan yÀr 234 Sìnesin óasret odına düten yÀr Úul olub ãatılub boynun buran yÀr 235 Kimsin Àòir seninçün MuãùafÀ Geldi baña ol Resÿli yÀ ãafÀ 236 Düşde gördüm ben cemÀlini anuñ Ne kişisin nedür aóvalüñ seniñ 229 M1 230 M1; M3: Atayıla anayıla rÀz iden yÀr äatılıben àurbetliàe giden yÀr 231 M1; M3: Baña adın úaravaş didüren yÀr Didüàüme peşimÀn yidüren yÀr 232 M1 233 M1 234 M1; M1 nüshası 150a’da sayfanın kenarında kırmızı mürekkeple “Benüm dertlü bağrıma pare öden yÀr” yazılıdır. 235 Kimsin Àòir: Ne kişisin ki M2, Kimsin eòi M3//Resÿli yÀ: Resÿl bin M2, Resÿlü yÀr M3 236 M21; anuñ: anıñ M3// aóvalüñ: adıñ M3 105 237 Faòri Àlem bu gice geldi baña Gözimi açub dilek itdi baña 238 Hÿri misin yÀ ferişte iy yÀr Ne kişisin vir baña doàrı òaber [150b] 239 Billah iy yüzi úamer baàı güli Bir baña óÀl eylegil bu müşkili 240 Ol úız aña didi kendü óÀlini Ata ile ol cühud aóvÀlini 241 Ata ana gey faúìr olduàını Cühud anlarıñ halin bildüàini 242 Cühud anı úıàırub ùoyladuğun Dün dininden deyü ben söyledügün 243 Dün dininden gel bu dine didügin Úızuñı vir malı al didügin 237 Bu gice geldi cihÀn faòri beni M2; Faòri Àlem: èÁlem faòri M3/gice: gece M3//Gözimi: Gözüm M2, M3/itdi baña: eyledi seni M2, úıldı seni M3 238 yÀ ferişte iy yÀr: yÀ ferişte ey nigÀrM2, yÀ ferişte mi ey yÀr M3//vir baña doàrı òaber: di baña ùoàrı òaber M2,baña degil sen òaber M3 239 Billah iy yüzi úamer baàı güli: Billah ey yüzi baàı irem güli M2, Billahi ay yüzi idem baàı güli M3//Bir baña óÀl eylegil bu müşkili: M2, BermenaòÀl óal eylegil bu müşküli M3 240 didi: dedi M3//Ata ile: Atasıla M2, M3 241 M1 242 Cühud anı úıàırub ùoyladuğun: Cühud anıñ çıàırub ùoyladuàun M2, Cühud anı úıàırub ùoyladuğın M3//Dün dininden deyü ben söyledügün: Gel diniñden dön diyü söylediginM2, Gel dininden dön deyüb söyledügin M3 243 M1; Dün dininden gel bu dine didügin: Dön o dinden bu dine gel diriken M3//Úızuñı vir malı al didügin: Úızuñı vir bunca mal al deriken M3 106 244 Anası miskìn bu sözi işidüb Yere düşüb èaúlı başından gidüb 245 Didi úo bu faúir odında ben yanam Dünyâ içün óaşa dinimden dönem 246 Dìn yolunda canımuz olsun fidÀ Kim Muóammed dìnini elden komÀ 247 èÁciz oldı çünki bu bì-çÀreler Derdilerine bulmadı hiç dermÀneler 248 Karavaşdur deyü ben ãatıñ beni Yek bahamı dìn içün ãaúlañ dini 249 Úız aña bir bir òaber virdi iy yÀr Gözlerinden úan aúar sanki buñÀr 250 Öyle didüm atama ve anama Ol sebebden raómet olsun cÀnıma 251 Çün yigit işitdi úızıñ sözini Aàlamaúdan düşdi yere yüzini 244 M1; bu sözi işidüb: bunı işitdügin M3// Yere: Yire M3/başından: başdan M3/gidüb: gitdügin M3 245 M1 246 M1 247 èÁciz oldı çünki bu bì-çÀreler: èÁciz olub Àòir ol bì-çÀreler M2,èÁciz oldı çün kim nunı çÀreler M3//Derdilerine bulmadı hiç dermÀneler: Dertlerine bulmayub çÀreler M2, Deritlerine bulmayub hiç çÀreler M3 248 M2: Elim alub çün bazara vardılar Karavaşdur diyü beni ãatdılar M3: Úaravaş diñ bazarda ãatun beni Bahamı yin din için ãaúla dini 249 M1 250 M1 251 Çün yigit işitdi úızıñ sözini: Çünki işitdi yigid úızıñ sözün M2, Çün yigit işitdi úızıñun sözini M3// Aàlamaúdan düşdi yere yüzini: Aàlamaúdan düşremedi kendüzin M2, Aàlamaúdan devşürmedi özini M3 107 252 Ey nigÀrım gel óelÀl eyle baña Kim karavaş didügimi ben saña 253 Òaùa úıldum ben işimü bilmedim Yüz sürüben òizmetüni úılmadım [151a] 254 Úız úarındÀş ol baña sen iy nigÀr Şimdi atañ ve anañ derdiñ ciger 255 Şol yüz altun saña şükranlıkdur Đmdi var girü eviñizden yaña 256 Ùurı gelüb sevinüb öyle gider Tozına yel yitmeye şöyle gider 257 Çünki geldi eve anası gördi anı Tañrıya şükri itdi sevindi cÀnı 258 Didi úızum niçe úurtılduñ èaceb Bu eve geldüñàüne nedür sebeb 259 ÓÀlini úız anasına söyledi Yigidiñ düş gördügin şerói eyledi 252 Ey nigÀrım gel: Đmdi ey nigÀr M2, Ey nigÀrım sen M3//didügimi: didim idi M2, didim idi M3 253 M1 254 iy: ey M2, M3//Şimdi atañ ve anañ derdiñ ciger: Şimdi atañ anañ derdiñe yanar M2, Şimdi atañu anañ derdiñ çeker M3 255 Şol yüz altun saña şükranlıkdur: Şol altuñ şükranelik olsun saña M2, Şol yüz altun şükrandur al sañaM3//Đmdi var girü eviñizden yaña: Đmdi varàıl git eviñizden yañaM2, Đmdi varàıl gerü evünüzden yaña M3 256 Ùurı gelüb sevinüb öyle gider: Ùurdı ol yüz altunı aldı ele M2, M3//Tozına yel yitmeye şöyle gider: Ùapu úıldı yigide girdi yola M2, M3 257 şükri itdi: şükr itdi M2, şükür itdi M3 258 Didi: Dedi M3/ úızum: úızım M2/niçe: nice M2, nite M3// Bu eve geldüàüne nedür sebeb: Bu araya geldiñ ne sebeb M2 259 şerói eyledi: didi M2, şerió eyledi M3 108 260 Resuli gördi düşinde ol nihÀd Beni azÀd eyleyüben úıldı şÀd 261 Üç yüz altuñ daòi baàışladı Óaú TaèÀlÀ bize gey luùfı işledi 262 Atası da geldi gördi úızını Şükri idüb ùopraàa sürdi yüzini 263 Ne kim iy kalmışlara meded iden Úullarınuñ göñli murÀdın vireñ 264 Óasretümi baña gösterdiñ şükür Göñlümüñ àayàuların ãavdıñ şükür 265 Ol nigÀrı çünki evde gördiler Ol ikisi çoú şükürler úıldılar 266 CÀñ virüben dìnini alàıl ãatun Ger ir gel ol ger dişi ol ger òatun 267 Gör ne muècize gösterdi peyàamber Ol yüzi gül ãaçı hem misk-i èanber 260 Resuli gördi düşinde ol nihÀd: Düşde gördi Seyyidi ol òoş nihÀnM2, Düşde gördi Seyyidi ol òïş nehÀn M3//eyleyüben úıldı şÀd: eyleyüb ol M2, eyleyüb M3 261 M1 262 Atası da: Atayı da M3// Şükri idüb: Şükr idüben M2, Şükür idüb M3/ ùopraàa: pìre M2, yire M3 263 Ne kim iy kalmışlara meded iden: Dedi eyi úalmışlara meded viren M3//Úullarınuñ göñli murÀdın vireñ: Úullarınuñ küllü dilegin vireñ M3 264 M1, M3 265 Ol ikisi çoú şükürler úıldılar: Üçi daòi heb murÀda irdiler M2, Ol murÀda ikisi sevindiler M3 266 M2: Ger yigidsin ger úocasın ger òatun CÀñı virüb èaşúile alàıl ãatun M3: CÀñ virüb èışkıla dìn alàıl ãatun Ger yigitsin ger úocasın ger òatÿn 267 M1 109 268 Ol óabìbüñ rÿóına yüz biñ selÀm Vir ãalÀvÀt cÀnına her ãubó-ı şÀm [151b] 269 TÀ úıyÀmet óaşri olunça bu kelÀm/ol úula Biñ úıyÀmet olsa bu olmaz tamÀm 270 Ger dilersin bulasın ondan necÀt èAşú ile şevú ile idiñ eã-ãalÀt 271 KÀtibine eylerse her kim duèÀ Đde maóşerde şefÀèÀt MuãùafÀ 272 YÀ Rabbi sen úabûl eyle duèamuz RabbenÀ Bize dÀéim nuãret úıl vaàfirlenÀ 273 Okuyanı diñleyeni yazanı Raómetiñle yarlıàaàıl yÀ áanì FÀéik’e ãalÀvÀt∗ 268 M2: FÀilÀtün FÀilÀtün FÀilÀt MuãùafÀnın rÿóına vir ãalavÀt M3: Tamam oldı bunda bu söz ey bera Vir ãalavÀt ışúıla Peyàambere 269 M1 270 M1 271 M1 272 M1 273 M3: YÀ ilÀhi yazanı oúuyanı dinleyeñi Raómetiñle yarlıàaàıl yÀ áanì ∗ M1 110 SONUÇ Türkler’in, müslüman olduktan sonra, çok çeşitli ve zengin dini-edebi eserler ortaya koydukları görülür. Özellikle Anadolu sahasında oluşmaya başlayan Türk edebiyatında, mevzu bakımından ilk sırayı Yüce Yaratıcı, hemen ardından da, onun aşkına âlemleri yarattığı sevgili kulu, Hz. Muhammed alır. 14. ve 15. yüzyıllarda, halka dinî duygular aşılamak, dinî bilgiler vermek, ahlakî ilkeleri benimsetmek, erdemli olmayı öğretmek amacıyla oluşturulmuş pekçok manzum eserle karşılaşmaktayız. Bu eserlerin büyük çoğunluğunun mesnevî nazım şekliyle yazıldığını görmekteyiz. Bu nedenle de, sözkonusu yüzyıllarda muazzam bir mesnevî edebiyatı oluşmuştur. Bu mesnevîlerin konuları çok çeşitli olmakla birlikte, içlerinde Hz. Muhammed’i konu alanlar sayıca fazladır. Hz. Muhammed’in doğumundan başlayarak, vefâtına kadar, hayatının her safhası mesnevîlere konu olmuştur. Bu mesnevîlerin giderek artması, türlerin oluşmasını sağlamıştır. Đşte Mu‘cizât-ı Nebî türü de, Hz. Muhammed’in mu‘cizelerinden bahseden eserlere verilen addır. Bu türün örneklerinden biri, bizim çalışmamızın konusu olan Fâ’ik adına kayıtlı Mu‘cizâtü’n-Nebî adlı eserdir. Burada, yaptığımız çalışma neticesinde ulaştığımız sonuçları, şöyle sıralayabiliriz: Türkler’in, müslüman olduktan sonra, Anadolu’da oluşturmaya başladığı dinî edebiyat ürünlerinin pekçoğu manzum olarak vücuda getirilmiştir. Çünkü manzum eserlerin musikî yönünün bulunması, bu tür eserleri çabuk ezberleme ve meclislerde okuma kolaylığı sağlamıştır. Elimizdeki eser de, buna güzel bir örnektir. Kütüphanede Fâ’ik olarak kayıtlı müellif isminin, yaptığımız araştırmalar neticesinde kayıtlara yanlış geçirildiği görüldü. Çünkü, eserin nüshalarından birinin 111 sonunda yazan “FÀéik’e ãalÀvÀt” ( فائقه صالوت ) ifadesi, müellif gibi algılanmış ve öyle de kayda geçirilmiştir. Halbuki bu ifade, Hz. Peygamber’i medh için söylenmiş bir sözden ibârettir. Fâ’ik isminin kayıtlara müellif ismi olarak geçirilmesi yanlışının bir diğer izahı da şöyledir: Salavât; Hz. Peygamber için okuduğumuz, Allah'ın rahmet ve selâmının O'nun üzerine olması arzumuzu dile getiren bir duadır. M1 nüshasının sonunda yer alan “FÀéik’e ãalÀvÀt” ifadesiyle de Hz. Peygamber’e salavât dileğinde bulunulmaktadır. Dolayısıyla Fâ’ik ismiyle kasdedilen müellif değil, Hz. Peygamber’dir. Yazma nüshaların üçünde de, Hz. Peygamber’in bir mu‘cizesinin anlatılacağı belirtilmektedir. Buradan yola çıkılarak, eser adı da kayıtlara Mu‘cizâtü’n-Nebî şeklinde geçmiştir. Halbuki; eser baştan sona okunduğunda, eserin bilinen ve çok sayıda nüshası bulunan Hikâyet-i Kız ve Cühûd adlı mesnevî olduğu görülür. Eser, bu isimden başka, Destân-ı Kız, Hikâye-i Kız Maa Cühûd, Kız Mevlidi, Hikâye-i Kız vb. gibi adlarla da anılmaktadır. Bu eser; 14. yüzyıl mesnevî edebiyatı içerisinde çok bilindik olmakla birlikte, sayılamayacak kadar çok da nüshaya sahiptir. Çünkü, mesnevî edebiyatımız içinde, bu tür eserlerin 13. yüzyılda oluşmaya başladığı, 14. ve 15. yüzyıllarda ise, bu eserlerin giderek hem sayılarının arttığı hem de çokça istinsah edildikleri görülür. Bu yüzyıllarda, halka, kıraat meclislerinde dinî hikâyeler anlatan, onlara Đslâmî bilgi ve şuuru kazandırmaya çalışan meddah tipleri bulunur. Bunlardan biri de Yûsuf-ı Meddâh’tır ve elimizdeki eserin gerçek sahibidir. Elimizdeki yazmanın dili, sade ve tasannudan uzaktır. Çünkü eser, halk tipi mesnevî özelliği taşımaktadır. Halk tipi mesnevîlerin en büyük özelliği, adından da anlaşılacağı üzere, halk için yazılmış olmaları ve yalın bir dil kullanmalarıdır. Çünkü bu eserler, meclislerde şifâhî olarak okunduklarından doğrudan anlatıma başvururlar. 14. Yüzyılda, dinî muhtevalı mesnevîlerin yazımı giderek artmıştır. Bu mesnevîlerin, bazen müellif kaydıyla bazen de isimsiz olarak fazlaca çoğaltılmaları, daha sonraki yüzyıllarda, müelliflerin şüpheyle karşılanmalarına neden olmuştur. Çalışma konumuzu oluşturan eserin, bugün, farklı isimler adı altında (Hikâyet-i Kız ve 112 Cühûd, Hikâye-i Kız Maa Cühûd, Kız Mevlidi, Destân-ı Kız vb.) sayılamayacak kadar çok nüshası bulunması buna güzel bir örnektir. Sonuç olarak elimizdeki eserin, Yûsuf-ı Meddâh’ın Hikâyet-i Kız ve Cühûd mesnevîsi olduğu, Yûsuf-ı Meddâh’a ait olduğu kesin olarak bilinen Varaka ve Gülşah adlı mesnevîsiyle karşılaştırması yapılarak ortaya konulmuştur. Eserin, konusu itibariyle Mu‘cizât-ı Nebî türüne örnek olup, halk tipi mesnevî özelliği göstermektedir.Hayatı hakkında yok denecek kadar az bilgi sabihi olduğumuz Yûsuf-ı Meddâh’ın bu eserinin, döneminde, halk arasında itibar gördüğü düşüncesindeyiz. Başta Hz. Peygamber sevgisiyle yazılmış olması, ardından sade, rahat bir söyleyişe sahip oluşu, çok sayıda nüshasının bulunması bizi böyle düşünmeye sevketti. Bütün bilgiler neticesinde denilebilir ki, Yûsuf-ı Meddâh 14. yüzyılda yaşamış çok büyük, tanınmış bir şair değildir; fakat eserinden, samimî bir üslubunun ve halka yakın bir dilinin olduğu anlaşılmaktadır. 113 BĐBLĐYOGRAFYA AK, Coşkun, Muhibbî Divanı Đzahlı Metin Kanûnî Sultan Süleyman, c. I, 2.bs., Trabzon Valiliği Y., Trabzon, 2006. AKALIN, Mehmet, Ahmedî, Cemşîd ü Hurşîd Đnceleme-Metin, AÜ Y, Ankara, 1975. AKAR, Metin, Su Kasidesi Şerhi, 2.bs., TDV Y, Ankara, 2000. , Metin, “Yûsuf-ı Meddâh’ın Dâstân-ı Đblîs’inin Kaynağı”, Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi (Tebliğler- II. Türk Edebiyatı), c. I, Đstanbul, 1985, ss. 1-7. AKKUŞ, Metin, Nef’î Divanı, Akçağ Y., Ankara, 1993. AKSOY, Hasan, “Eski Türk Edebiyatında Mevlidler”, TALĐD Eski Türk Edebiyatı Tarihi I, c. 5, S. 9, Đstanbul, 2007, ss. 323-332. AKÜN, Ömer Faruk, “Divan Edebiyatı”, DĐA, c. IX, Đstanbul, 1994, ss. 389-427. AKYÜZ, Kenan-Beken, Süheyl-Yüksel, Sedit-Cunbur, Müjgan, Fuzûlî Divanı, Akçağ Y., Ankara, 1990. ARSLAN, Mehmet, Bursalı Đffet Divanı, Kitabevi Y., Đstanbul, 2005. ARTUN, Erman, Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı, Kitabevi Y., Đstanbul, 2006. ASLAN, Namık, “Manzum Dinî Hikâyeler ve Kirdeci Ali’ye Ait Olduğu Söylenen Đki Hikâye Metni (Güvercin ve Geyik Destânları)”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Dergisi, S. 20/1, Kayseri 2006, ss. 189-207. AVCI, Casim, Son Peygamber Hz. Muhammed (Hayatı, Şahsiyeti, Đslâm Dinî ve Kültüründeki Yeri), ĐSAM Y., Đstanbul, 2007. 114 BAĞDATLI Đsmail Paşa, Îzâhu'l-Meknûn fi'z-Zeyl alâ Keşfi'z-Zünûn, c. II, 2.bs., Milli Eğitim B., Đstanbul, 1972. BANARLI, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, Millî Eğitim B., Đstanbul, 1983. BEYÂNÎ, Mustafa b. Cârullah, Tezkiretü’ş-Şuarâ, haz. Đbrahim Kutluk, 1.bs., TTK Y., Ankara, 1997. BEYZÂDEOĞLU, Süreyya Ali, Sünbülzâde Vehbî Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Eserleri ve Divanından Seçmeler, Đklim Y., Đstanbul, 1993. BORATAV, Pertev Naili, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, TVYY, Đstanbul, 2002. el-BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Đsmail, Câmiu’s-Sahîh, I-VIII, el- Mektebetü’l-Đslâmî, Đstanbul, 1979, Kitâbu’l-Menâkıb, 25. BULUT, Halil Đbrahim, “Mu‘cize”, DĐA, c. XXX, Đstanbul, 2005, ss. 350- 352. , Halil Đbrahim, Kur’ân Işığında Mu‘cize ve Peygamber, Rağbet Y., Đstanbul, Aralık 2002. BURSALI Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. II, haz. Đsmail Özen, Meral Y., Đstanbul, 1975. CÂMÎ, Mevlânâ Abdurrahmân, Şevâhidü’n-Nübüvve, ter. Mahmûd bin Osmân Lâmiî Çelebî, 3.bs., Hakikat K., Đstanbul, 1999. CEYLAN, Ömür-Yılmaz, Ozan, Keçecizâde Đzzet Molla, Divân-ı Bahâr-ı Efkâr: Hazâna Sürgün Bahâr, Kitap Sarayı, Đstanbul, 2005. ÇALIŞKAN, Adem, Fuzûlî’nin Su Kasidesi ve Şerhi, DĐB Y, Ankara, 1992. ÇELEBĐOĞLU, Âmil, “XIII- XV (Đlk yarısı). Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlânâ Tesiri”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Y., Đstanbul, 1999, ss. 29-53. , Âmil, Türk Mesnevî Edebiyatı-XV. Yüzyıla Kadar-(Sultan II. Murad Devri), Kitabevi Y., Đstanbul, 1999. , Âmil, “Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Y., Đstanbul, 1999, ss. 348-365. ÇETĐN, M. Nihad, “Aruz”, DĐA, c. III, Ankara, 1991, ss. 424-437. 115 DARÎR, Mustafa, Siyer-i Nebî (Peygamberimizin Hayatı), c. I, haz. Selman Yılmaz, Kutup Yıldızı Y., Đstanbul, 2004. DERVEZE, M. Đzzet, et-Tefsîru’l-Hadîs, Nüzûl Sırasına Göre Kur’ân Tefsiri, çev. Ahmet Çelen, Mehmet Çelen, c. I, 2.bs., Ekin Y., Đstanbul, 1998. DĐLÇĐN, Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, 7.bs., TDK Y, Ankara, 2004. EAGLETON, Terry, Edebiyat Kuramı ( Literary Theory: An Introduction), ter. Esen Tarım, 1.bs., Ayrıntı Y., Đstanbul, 1990. ERGĐN, Muharrem, Üniversiteler Đçin Türk Dili, Bayrak Basım-Yayım- Tanıtım, Đstanbul, 2000. ERGUN, Saadettin Nüzhet, Hatayî Divanı, Şah Đsmail-i Safevî Hayatı, Eserleri ve Nefesleri, Anadolu Matbaası, Đstanbul, ts. ERSOYLU, Halil, Kız Destânı (Hazâ Hikâyet-i Kız Ma‘a Cühûd), TDK Y., Ankara, 1996. ERTAYLAN, Đsmail Hikmet, “Yûsufî-i Meddâh Yeni Đki Varaka ve Gülşâh Nüshası- Hâmuş-nâme, Dâsitân-ı Đblîs-i Aleyhi’l-la’ne ve Maktel- i Hüseyn”, ĐÜEF TDED, c. I, S. 2, Đstanbul, 1946, ss.105-121. , Đsmail Hikmet, Türk Edebiyatı Örnekleri I- Varaka ve Gülşâh, ĐÜ Y., Đstanbul, 1945. ERZĐ, Adnan Sadık, “Đsmail Hikmet Ertaylan: Yûsufî-i Meddâh Yeni Đki Varaka ve Gülşâh Nüshası- Hâmuş-nâme, Dâsitân-ı Đblîs-i Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Hüseyn”, Belleten, c. XIII, S. 49, 1949, ss.188-194. GÜZEL, Abdurrahman, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, 3.bs., Akçağ Y., Ankara, 2006. HAMAMĐ, Erdal, Râmî Dîvânı, KB Y., 1.bs., Ankara, 2001. HAVVA, Said, er-Resûl Hz. Muhammed (s.a.v.), ter. Harun Ünal, Petek Y., Đstanbul, 1987. ĐMAM ŞĐBLÎ, Peygamberimizin Ruhani Hayatı ve Mu‘cizeleri, çev: Ahmet Karataş, Timaş Y., Đstanbul, 2006. 116 ĐNAL, Đbnü’l-emin Mahmud Kemal, Son Asır Türk Şairleri (Kemâlü’ş- Şuarâ), c. I, 3.bs., Dergâh Y., Đstanbul, 1998. ĐNCE, Adnan, Cem Sultan, Cemşîd ü Hurşîd, TDK Y., Ankara, 2000. ĐSEN, Mustafa, Sehî Bey Tezkiresi, Heşt-Behişt, 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 1998. , Mustafa, Latifî Tezkiresi, 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 1999. , Mustafa, Eski Türk Edebiyatı El Kitabı, Genişletilmiş 3.bs., Grafiker Y., Ankara, 2005. , Mustafa, Usûlî Divanı, Akçağ Y., Ankara, 1990. ĐSPĐR, Meheddin, “Divan Şiiri Karşısında Şairin Durumu”, Turkish Studies/Türkoloji Araştırmaları Tunca Kortantamer Özel Sayısı-I, Volume 2/3, Summer 2007, ss. 313-321. ĐZ, Fahir-Kut, Günay, “XIII ve XIV.Yüzyıllarda Nazım ve Nesre Toplu Bakış”, Başlangıcından Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri, c. I, Ötüken N., Đstanbul, 1985. KARTAL, Ahmet, “Eski Türk Edebiyatında Mesnevî”, TALĐD Eski Türk Edebiyatı Tarihi II, c. 5, S. 10, Đstanbul, 2007, ss. 353-432. KÂTĐP ÇELEBĐ, Keşf el-Zünûn an Esâmi’l-Kütüb ve’l-Fünûn, c. II, 2.bs., Milli Eğitim B., Đstanbul, 1972. KAVRUK, Hasan, Eski Türk Edebiyatında Mensûr Hikâyeler, MEB Y., Đstanbul, 1998. KINALIZÂDE Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, c. II, haz. Đbrahim Kutluk, TTK Y., Ankara, 1989. KOCATÜRK, Vasfi Mahir, Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Y., Ankara, 1964. KÖKTEKĐN, Kazım, Yûsuf-ı Meddâh Varka ve Gülşâh (Đnceleme-Metin-Dizin), TDK Y., Ankara, 2007. KÖPRÜLÜ, Mehmed Fuad, “Arûz”, ĐA, c. I, Milli Eğitim B., Đstanbul, 1965, ss. 634-653. , Mehmet Fuad, “Türkler’de Halk Hikâyeciliğine Ait Maddeler Meddahlar”, Edebiyat Araştırmaları, TTK Y., 3.bs. Ankara, 1999, ss. 361-412. 117 , Mehmet Fuad, “V.-XVI. Asırlarda Türk Şâirleri”, Edebiyat Araştırmaları, TTK Y., 3.bs. Ankara, 1999, ss. 157-164. , Mehmet Fuad, “Türk Edebiyatının Menşe’i”, Edebiyat Araştırmaları, TTK Y., 3.bs. Ankara, 1999, ss. 49-130. KUZUBAŞ, Muhammet, Manzum Bir Destân Kitabı (Destân-ı Veysel Karânî, Vefât-ı Hz. Fatıma, Vefât-ı Hz. Đbrâhîm, Hikâyet-i Gügercin, Hikâyet-i Geyik), Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi / The Journal of International Social Research, Volume 1/2, Winter 2008, ss. 304-340. LEVEND, Âgah Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, 3.bs., TTK Y., Ankara, 1988. , Âgah Sırrı, Divan Edebiyatı -Kelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar-,4. bs., Enderun K., Đstanbul, 1984. , Âgah Sırrı, Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, DĐB Y., Ankara, 1962. MENGĐ, Mine, “Divan Şiiri ve Bikr-i Mana”, Divan Şiiri Yazıları, 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 2000. , Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, 11.bs., Akçağ Y., Ankara, 2005. MERÇĐL, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 2.bs., TTK Y., Ankara, 1993. MEVDÛDÎ, Seyyid Ebu’l-Alâ, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, ter. Ahmed Asrar, c. I, 3.bs., Pınar Y., Đstanbul, 1992. MEVLÂN ŞĐBLÎ, Asr-ı Saadet, ter. Ömer Rıza Doğrul, c. II, Eser K., Đstanbul, 1974. MUALLĐM NACĐ, Istılahât-ı Edebiyye, haz. Yekta Saraç, Risale Basın-Yayın, Đstanbul, 1996. el-MÜSLĐM, Ebû Hüseyn b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, Sahîh, (thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), I-V, Dâru Đhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1955, Kitâbu’l-Fedâil, 4, 5, 6, 7. 118 en- NEBHÂNÎ, Yûsuf b. Đsmail, Fezâil-i Muhammediyye (Hz. Muhammed’in Faziletleri), Tahkîk ve Tertîb: Mahmut Fahîrî, Türkçesi: Fethi Güngör, 1.bs., Đnsan Y., Đstanbul, Ekim, 1996. ONAY, Ahmet Talât, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve Đzahı, haz. Cemal Kurnaz, 4.bs., Akçağ Y., Ankara, 2000. ÖZÇELĐK, Kenan, Yûsuf-ı Meddâh ve Maktel-i Hüseyn (Đnceleme-Metin- Sözlük), AÜ SBE, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2008. ÖZTÜRK, Zehra, “Osmanlı Döneminde Kıraat Meclislerinde Okunan Halk Kitapları”, TALĐD Eski Türk Edebiyatı Tarihi I, c. 5, S. 9, Đstanbul, 2007, ss. 401-445. PALA, Đskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 14.bs., Kapı Y., Đstanbul, 2005. , Đskender, Divan Edebiyatı, 9.bs., Kapı Y., Đstanbul, 2006, s. 3-12. PEKOLCAY, Necla, Đslami Türk Edebiyatı Tarihi, 1.bs., Dergah Y., Đstanbul, 1981. , Necla, Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât, 1.bs., TDV Y, Ankara, 1993. , Neclâ-Eraydın, Selçuk, Đslâmî Türk Edebiyatı, 3.bs., Đrfan Y., Đstanbul, 1976. SAMĐ, Şemseddin, Kâmus-ı Türkî, II, 3.bs., Çağrı Y., Đstanbul, 1989. SMITH, Grace Martin, Yûsuf-ı Meddâh, Varqa ve Gülşâh A Fourteenth Century Anatolian Turkish Mesnevî, (Translation, Glossary and Introduction ), E. J. Brill, Leiden, 1976. SÜREYYA, Mehmed, Sicill-i Osmanî veTezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye, c. II, haz. Nuri Akbayar, TVY Y., Đstanbul, 1996. ŞENTÜRK, Ahmet Atillâ-Kartal, Ahmet, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, 1.bs., Dergâh Y., Đstanbul, 2007. TARLAN, Ali Nihad, Edebiyat Meseleleri, Ötüken N., Đstanbul, 1981. , Ali Nihad, Fuzûlî Divanı Şerhi, 4.bs., Akçağ Y., Ankara, 2005. TATÇI, Mustafa, Yûnus Emre Divanı, 2.bs., Akçağ Y., Ankara, 1998. 119 et-TEHÂNEVÎ, Muhammed Ali b. Ali, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, c. II, Kahraman Y., Đstanbul, 1984, (Kalküta 1872’den ofset). TĐMURTAŞ, Faruk Kadri, Eski Türkiye Türkçesi XV. Yüzyıl Gramer-Metin- Sözlük, 2.bs., ĐÜEF Y., Đstanbul, 1981. , Faruk Kadri, Şeyhî ve Husrev ü Şîrin’i (Đnceleme-Metin), Edebiyat Fakültesi B., ĐÜ Y, Đstanbul, 1980. , Faruk Kadri, Tarih Đçinde Türk Edebiyatı, 2.bs., Boğaziçi Y., Đstanbul, 1990. , Faruk Kadri, “Türkiye Türkçesinin Ana Hatları”, Makaleler (Dil ve Edebiyat Đncelemeleri), haz. Mustafa Özkan, Ankara, 1997, ss.242-263. TÖKEL, Dursun Ali, Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar (Şahıslar Mitolojisi), 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 2000. TUMAN, Nail, Tuhfe-i Nâilî, Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri, c. II, haz. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, Bizim Büro Y., Ankara, 2001. ULUDAĞ, Süleyman, Đslam’da Đnanç Konuları ve Đtikadî Mezhepler, 4.bs., Marifet Y., Đstanbul, 1998. ÜNVER, Đsmail, “Mesnevî”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415-416-417, Ankara, 1986, ss. 438-443. VASSAF, Hüseyin, Mevlid, Süleyman Çelebi ve Vesîletü’n-Necât’ı, haz. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, 1.bs., Akçağ Y., Ankara, 1999. YAVUZ, Kemal, Şeyhoğlu Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ (Đnceleme-Metin-Đndeks), AKM Y., Ankara, 1991. YENĐTERZĐ, Emine, Divan Şiirinde Na’t, 1.bs., TDV Y, Ankara, 1993. “Yûsuf-ı Meddâh”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c. VIII, Dergah Y., Đstanbul, 1998, ss. 617-618. YÜCEL, Đrfan, Đslam’ın Doğuşu, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Hayatı, 2.bs., DĐB Y, Ankara, 1984. 120 EKLER 121 Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Kolleksiyonu Nr.: 3538/5 M1 nüshası vr.: 142b-143a 122 Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Kolleksiyonu Nr.: 3538/5 M1 nüshası vr.: 150b-151a 123 Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Kolleksiyonu Nr.: 3538/5 M1 nüshası vr.: 151b-152a 124 Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Kolleksiyonu Nr.: 4309/3 M2 nüshası vr.: 157b-158a 125 Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Kolleksiyonu Nr.: 4309/3 M2 nüshası vr.: 172b-173a 126 Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Kolleksiyonu Nr.: 4546/10 M3 nüshası vr.: 39b-40a 127 Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Kolleksiyonu Nr.: 4546/10 M3 nüshası vr.: 47b-48a 128 Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Kolleksiyonu Nr.: 4546/10 M3 nüshası vr.: 48b-49a 129 ÖZGEÇMĐŞ Doğum Yeri ve Yılı : Bursa, 1983 Öğr.Gördüğü Kurumlar : Başlama Yılı Bitirme Yılı Kurum Adı Lise : 1998 2000 Bursa Anadolu Đmam Hatip Lisesi Lisans : 2002 2006 U.Ü.Đlahiyat Fakültesi Yüksek Lisans : 2008 2010 U.Ü.Đ. F. Türk Đslâm Edebiyatı Bölümü Doktora : - - Bildiği Yabancı Diller ve Düzeyi: : Đngilizce Çalıştığı Kurum (lar) : Başlama ve Ayrılma Tarihleri Çalışılan Kurumun Adı 1: 2008-2009 Bursa-Engürücük Đ.O. 2: 2009-… Zonguldak-Cumhurbaşkanı S.D.Đ.O. Yurtdışı Görevleri : Kullandığı Burslar : Aldığı Ödüller : Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Topluluklar : Editör veya Yayın Kurulu Üyelikleri : Yurt Đçi ve Yurt Dışında katıldığı Projeler : Katıldığı Yurt Đçi ve Yurt Dışı Bilimsel Toplantılar: Yayımlanan Çalışmalar : Diğer : Zeynep Esra BĐLGĐN Tarih-Đmza Adı Soyadı 130