KAPESİTABİNİN TİMİDİN FOSFORİLAZ ÜZERİNE ETKİSİ VE RESVERATROLÜN KORUYUCU ÖZELLİĞİNİN ARAŞTIRILMASI Aysu BAHADIR T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ KAPESİTABİNİN TİMİDİN FOSFORİLAZ ÜZERİNE ETKİSİ VE RESVERATROLÜN KORUYUCU ÖZELLİĞİNİN ARAŞTIRILMASI Aysu BAHADIR 502127002 Doç. Dr. Egemen DERE (Danışman) YÜKSEK LİSANS TEZİ ADLİ BİLİMLER ANABİLİM DALI + BURSA – 2025 Her Hakkı Saklıdır iii TEZ ONAYI Aysu BAHADIR tarafından hazırlanan “Kapesitabinin Timidin Fosforilaz Üzerine Etkisi ve Resveratrolün Koruyucu Özelliğinin Araştırılması” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından oy birliği ile Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Adli Bilimler Anabilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir. Danışman: Doç. Dr. Egemen DERE Başkan : Doç. Dr. Egemen DERE 0000-0001-9572-1051 Bursa Uludağ Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Üye : Prof. Dr. Ferda ARI 0000-0002-6729-7908 Bursa Uludağ Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Üye : Doç. Dr. Gökçe TANER 0000-0002-0290-1166 Bursa Teknik Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Biyomühendislik Anabilim Dalı Yukarıdaki sonucu onaylarım Prof. Dr. Ali KARA Enstitü Müdürü ../../…. iv B.U.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü tez yazım kurallarına uygun olarak hazırladığım bu tez çalışmasında;  tez içindeki bütün bilgi ve belgeleri akademik kurallar çerçevesinde elde ettiğimi,  görsel, işitsel ve yazılı tüm bilgi ve sonuçları bilimsel ahlak kurallarına uygun olarak sunduğumu,  başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda ilgili eserlere bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunduğumu,  atıfta bulunduğum eserlerin tümünü kaynak olarak gösterdiğimi,  kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapmadığımı,  ve bu tezin herhangi bir bölümünü bu üniversite veya başka bir üniversitede başka bir tez çalışması olarak sunmadığımı beyan ederim. 10/02/2025 Aysu BAHADIR v TEZ YAYINLANMA FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI BEYANI Enstitü tarafından onaylanan lisansüstü tezin/raporun tamamını veya herhangi bir kısmını, basılı (kâğıt) ve elektronik formatta arşivleme ve aşağıda verilen koşullarla kullanıma açma izni Bursa Uludağ Üniversitesi’ne aittir. Bu izinle Üniversiteye verilen kullanım hakları dışındaki tüm fikri mülkiyet hakları ile tezin tamamının ya da bir bölümünün gelecekteki çalışmalarda (makale, kitap, lisans ve patent vb.) kullanım hakları tarafımıza ait olacaktır. Tezde yer alan telif hakkı bulunan ve sahiplerinden yazılı izin alınarak kullanılması zorunlu metinlerin yazılı izin alınarak kullandığını ve istenildiğinde suretlerini Üniversiteye teslim etmeyi taahhüt ederiz. Yükseköğretim Kurulu tarafından yayınlanan “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” kapsamında, yönerge tarafından belirtilen kısıtlamalar olmadığı takdirde tezin YÖK Ulusal Tez Merkezi / B.U.Ü. Kütüphanesi Açık Erişim Sistemi ve üye olunan diğer veri tabanlarının (Proquest veri tabanı gibi) erişimine açılması uygundur. Egemen DERE Tarih Aysu BAHADIR Tarih İmza Bu bölüme kişinin kendi el yazısı ile okudum anladım yazmalı ve imzalanmalıdır. İmza Bu bölüme kişinin kendi el yazısı ile okudum anladım yazmalı ve imzalanmalıdır. vi BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ TEZ TANITIMI ÖĞRENCİ VE DANIŞMAN FORMU FR 3.4.6_27 DANIŞMAN Adı SOYADI: Egemen DERE ÜNVANI: Doç. Dr. FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ MOLEKÜLER BİYOLOJİ ABD E-POSTA: edere@uludag.edu.tr YÖKSİS ARAŞTIRMACI ID: 191674 ORCID: 0000-0001-9572-1051 TÜBİTAK ID: TBTK 0011 6142 WOS RESEARCHER ID: AAH-5068-2021 SCOPUS AUTHOR ID: 6603627015 Google Scholar ID:1042xRYAAAAJ&hl ÖĞRENCİ Adı SOYADI: Aysu BAHADIR ÜNVANI: Yüksek lisans Öğrencisi FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ADLİ BİLİMLER ABD E-POSTA: aysubahadir@icloud.com PROGRAMI: YÜKSEK LİSANS ORCID: 0009-0009-0222-5338 TÜBİTAK ID: TBTK-0122-0288 WOS RESEARCHER ID: LYO-4830-2024 SCOPUS AUTHOR ID: Google Scholar ID: new_profile&hl BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ YÜKSEK LİSANS EĞİTİMİ BOYUNCA BİLİMSEL ÇALIŞMALARI VE FAALİYETLERİ* 1. Aysu BAHADIR, Gonca TUNA, Egemen DERE. “Investigation of the Protective Effect of Resveratrol on Some Enzyme Activities on Toluene Toxicity in Rats” 3. International Multidisciplinary Cancer Research Congress. 07-10 Eylül 2023, Poster Presentation. 2. Burcu Ümmihan BALCI, Egemen DERE, Aysu BAHADIR, Abdullah Mahmud SERT. “Kapesitabin Kullanımı Sonucu Oluşan El Ayak Sendromu Üzerine Resveratrolün Koruyucu Özelliğinin Araştırılması’’ Bursa Uludağ Üniversitesi 9. Ulusal Kimya Kongresi. 27-29 Mayıs 2024, Poster sunumu. 3. Alihan ÖZ, Egemen DERE, Aysu BAHADIR, Abdullah Mahmud SERT, Burcu Ümmihan BALCI. “Kapesitabin Maruziyetinin Asetilkolinesteraz Enzimi Üzerindeki Etkisi ve Ressveratrolün Koruyucu Potansiyeli” Bursa Uludağ Üniversitesi Tez Sunumu. 10 Mayıs 2024, Poster sunumu. 4. Hümeyra AYDIN, Egemen DERE, Aysu BAHADIR, Abdullah Mahmud SERT, Burcu Ümmihan BALCI. “Kapesitabin Maruziyetinin Laktat Dehidrogenaz Enzimi Üzerindeki Etkisi ve Ressveratrolün Koruyucu Potansiyeli” Bursa Uludağ Üniversitesi Tez Sunumu. 10 Mayıs 2024, Poster sunumu. vii BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA HEDEFLERİ Anahtar kelimeler aşağıdaki bağlantı üzerinden seçilecektir. https://incites.help.clarivate.com/Conte nt/Resources/Docs/SDG2023.xlsx Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Forensic Science Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler Resveratrol Anahtar Kelimeler Anahtar Kelimeler viii ÖZET Yüksek Lisans Tezi KAPESİTABİNİN TİMİDİN FOSFORİLAZ ÜZERİNE ETKİSİ VE RESVERATROLÜN KORUYUCU ÖZELLİĞİNİN ARAŞTIRILMASI Aysu BAHADIR Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Adli Bilimler Anabilim Dalı Danışman: Doç. Dr. Egemen DERE Son yıllarda, doğal bileşiklerin kemoterapi ilaçlarıyla kombinasyon halinde kullanımı artmıştır. Bu bileşikler, kemoterapötik adjuvanlar olarak kemoterapinin etkinliğini artırmak ve yan etkilerini azaltmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu çalışmada, kapesitabin (CAP) verilmiş sıçanlarda timidin fosforilaz (TP) enzim derişimleri incelenerek resveratrolün koruyucu etkisi araştırılmıştır. Araştırma, kontrol grubu ve üç deney grubu üzerinden yürütülmüştür; yalnızca CAP alanlar, yalnızca resveratrol alanlar ve hem CAP hem de resveratrol alanlar. Timidin Fosforilaz (TP) enzim derişimleri karaciğer, beyin, böbrek ve kalp dokularında ölçülmüştür. Sonuçlar, karaciğer dokusunda TP enzim derişimlerinin azaldığını ve bu azalmanın istatistiksel olarak anlamlı olduğunu göstermiştir. Beyin, böbrek ve kalp dokularında ise TP enzim derişimlerinde artış gözlemlenmiş ve bu artış da istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Çalışmada ayrıca, deney ve kontrol gruplarında total kolesterol, trigliserid, potasyum, klor, aspartat aminotransferaz ve gamma-glutamil transferaz seviyeleri ölçülmüştür. Total kolesterol seviyelerinde hafif bir düşüş eğilimi gözlemlenirken, trigliserid seviyelerinde CAP grubunda hızlı bir artış, resveratrol grubunda ise belirgin bir düşüş saptanmıştır. Kandaki Aspartat Aminotransferaz (AST) seviyeleri kontrol, resveratrol ve CAP gruplarında düşüş gösterirken, CAP ile resveratrolün birlikte uygulandığı grupta artış gözlemlenmiştir. Gamma-Glutamil Transferaz (GGT) seviyeleri ise kontrol grubundan sonra artış, CAP grubunda ise azalma göstermiştir. Sonuçlar, resveratrolün CAP tedavisinin yan etkilerini azaltmada potansiyel bir koruyucu ajan olabileceğini düşündürmektedir. Resveratrolün TP enzimi derişimini modüle ederek karaciğer metabolizmasını etkilediği ve böylece CAP kaynaklı yan etkileri hafifletebileceği varsayılmıştır. Ayrıca, CAP tedavisinin yan etkisi olan el-ayak sendromunun geçici parmak izi kaybına neden olarak adli bilimler ve güvenlik prosedürlerinde zorluklara yol açabileceği vurgulanmıştır. Bu bulgular, kanser tedavisinde yan etkilerin yönetiminde yeni yaklaşımlar geliştirilmesine katkı sağlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Adli bilimler, Kapesitabin, Resveratrol, Parmak izi 2025, xviii + 84 sayfa. ix ABSTRACT MSc Thesis INVESTIGATION OF THE EFFECT OF CAPECITABINE ON THYMIDINE PHOSPHORYLASE AND PROTECTIVE PROPERTIES OF RESVERATROL Aysu BAHADIR Bursa Uludağ University Graduate School of Natural and Applied Sciences Department of Forensic Science Supervisor: Doc. Dr. Egemen DERE The use of natural compounds combined with chemotherapy has increased recently. These compounds are used as adjuvants to increase the effectiveness and reduce the side effects of chemotherapy. This study investigated the protective effect of resveratrol in preventing hand-foot syndrome, which is the most frequently reported side effect in patients receiving capecitabine, and which may cause problems in forensic science and security procedures due to temporary loss of fingerprints. The study was conducted with a control group and three experimental groups receiving capecitabine only, resveratrol only, and both capecitabine and resveratrol, respectively. Thymidine phosphorylase (TP) enzyme concentration were measured in liver, brain, kidney and heart tissues. The results showed that TP concentration statistically significantly decreased in liver tissue, but statistically significantly increased in brain, kidney and heart tissues. Furthermore, total cholesterol, triglyceride, potassium, chloride, aspartate aminotransferase, gamma-glutamyl transferase levels were measured in all groups. A slight downward trend was observed in total cholesterol levels, while a rapid increase in triglyceride levels in the capecitabine group and a significant decrease in the resveratrol group were detected. Blood aspartate aminotransferase (AST) concentration decreased in the control, resveratrol and capecitabine groups, but increased in the group administered with capecitabine and resveratrol together. Gamma-glutamyltransferase (GGT) concentration increased in the control group but decreased in the capecitabine group. The results suggest that resveratrol may affect liver metabolism by modulating TP enzyme activity and may thus be a protective agent in alleviating capecitabine-induced side effects. These findings contribute to developing new approaches to managing side effects in cancer treatment. Key words: Forensic science, Capesitabine, Resveratrol, Fingerprint 2025, xviii + 84 pages. x ÖNSÖZ ve TEŞEKKÜR Yüksek lisans süresince danışmanlığımı yapan, tezimin hazırlanması sürecinde değerli katkıları ve destekleriyle bana rehberlik eden ve bu süreçte hoşgörü, sabır, destek ve emeğini hiçbir zaman eksik etmeyen kıymetli hocam Sayın Doç. Dr. Egemen DERE’ye, Eğitimim süresince bilgi ve desteğini esirgemeyen, göstermiş olduğu güler yüz ve hoşgörü için Sayın Prof. Dr. Belgin İZGİ’ye, Hayvan deneylerinin gerçekleştirilmesinde göstermiş oldukları yardım için başta Vet. Hek. Faruk KÜÇÜKYILDAZ’a ve Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları Yetiştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi çalışanlarına, Çalışmamızın hazırlanması sürecinde ve laboratuvar aşamalarında verdikleri destekten ötürü, yüksek lisans boyunca bana kazandırdıkları dostluk ve yardımlarla hayatımı zenginleştiren çok değerli arkadaşlarım Burcu Ümmihan BALCI ve Abdullah Mahmud SERT'e, Tüm hayatım boyunca her an ve her konuda maddi ve manevi desteklerini benden asla esirgemeyen, bugünlere gelmemi sağlayan canım fedakâr anneme, Yüksek lisans ve tüm eğitimim sürecinde bana verdiği sınırsız destek, sevgi ve anlayış için eşim Doğanay’a, En derin teşekkürlerimi sunarım. Bu tez çalışması, Bursa Uludağ Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi FYL- 2023-1445 numaralı projesi tarafından desteklenmiştir. Destekleri için teşekkürlerimi sunarım. Aysu BAHADIR 10/02/2025 xi İÇİNDEKİLER ÖZET ........................................................................................................................ viii ABSTRACT ................................................................................................................ ix ÖNSÖZ ve TEŞEKKÜR ............................................................................................... x SİMGELER ve KISALTMALAR DİZİNİ ................................................................. xiii ŞEKİLLER DİZİNİ .............................................................................................................. xvi ÇİZELGELER DİZİNİ ...................................................................................................... xviii 1. GİRİŞ ........................................................................................................................ 1 2. KURAMSAL TEMELLER ve KAYNAK ARAŞTIRMASI………………………...3 2.1 Adli Bilimler ve Uygulama Alanları ........................................................................ 3 2.2 Bulgu, İz ve Delil Kavramları ................................................................................. 4 2.3 Parmak İzi İncelemeleri ve Tarihteki Önemi ........................................................... 5 2.4 Günümüzde Parmak İzi Kullanım Alanları .............................................................. 8 2.5 Parmak İzi Oluşumu ................................................................................................ 9 2.6 Parmak İzinin Özellikleri ...................................................................................... 11 2.6.1 Değişmez ve Değiştirilemez Özelliği .................................................................. 12 2.6.2 Benzemezlik (Aynı Olmama) Özelliği ................................................................ 12 2.6.3 Tasnif Edilebilirlik Özelliği ................................................................................ 12 2.7 Parmak İzi Bileşimine Etki Eden Faktörler ............................................................ 13 2.7.1 Yaş..................................................................................................................... 13 2.7.2 Cinsiyet ve Etnik Köken ..................................................................................... 14 2.7.3 Meslek ............................................................................................................... 14 2.7.4 Kontaminasyonlar .............................................................................................. 14 2.7.5 Yüzey Türü ........................................................................................................ 14 2.7.6 Çevresel Etmenler .............................................................................................. 14 2.7.7 Psikolojik Durum ............................................................................................... 15 2.8 Hastalıkların ve İlaçların Parmak İzi Gelişimine Etkileri ....................................... 16 2.8.1 Konjenital Adermatoglifi.................................................................................... 16 2.8.2 Edinsel Adermatoglifi ........................................................................................ 17 2.9 Kanser Tedavisinde Kullanılan Antimetabolit İlaçlar............................................. 19 2.10 5-Florourasil (5-Fluorouracil; 5-FU) .................................................................... 21 2.11 Kapesitabin ......................................................................................................... 24 2.11.1 Genel Özellikleri .............................................................................................. 22 2.11.2 Etki Mekanizması............................................................................................. 25 2.11.3 Endikasyonları ................................................................................................. 26 2.11.4 Kontrendikasyonları ......................................................................................... 27 2.11.5 Advers Etkiler .................................................................................................. 27 2.11.6 Deney Hayvanlarındaki Etkisi .......................................................................... 29 2.12 Timidin Fosforilaz (TP) Enzimi........................................................................... 29 2.12.1 TP’nin Fizyolojik Yönü .................................................................................... 31 2.12.2 İlaç Metabolizmasında ve Ön İlaç Biyoaktivasyonunda TP............................... 33 2.12.3 Kanserde Aşırı TP Ekspresyonu ....................................................................... 34 2.13 El-ayak Sendromu ............................................................................................... 37 2.13.1 Patogenez ve Olası Mekanizmalar .................................................................... 38 2.13.2 El-ayak Sendromunun Ayırıcı Tanısı ................................................................ 39 2.13.3 El-ayak Sendromunun Derecelendirilmesi ........................................................ 39 2.13.4 El-ayak Sendromunu Tedavi Edici Yaklaşımlar ................................................ 42 2.14 Doğal Bir Antioksidan: Resveratrol ..................................................................... 44 xii 2.14.1 Resveratrolün Anti-Tümöral Aktivitesi ............................................................. 45 2.14.2 Resveratrolün Apoptotik Etkisi......................................................................... 47 2.14.3 Resveratrolün Enflamatuar Etkileri ................................................................... 47 3. MATERYAL ve YÖNTEM .................................................................................... 49 3.1. Materyal................................................................................................................ 49 3.1.1. Kimyasal Maddeler ve Kitler ............................................................................. 49 3.1.2. Sarf Malzemeler ................................................................................................ 49 3.1.3. Cihazlar ............................................................................................................. 49 3.2. Yöntem ................................................................................................................ 50 3.2.1. Deney Hayvanları .............................................................................................. 50 3.2.2. İlaç Maruziyetinin Gerçekleştirilmesi ................................................................ 51 3.2.3. Kan ve Doku Örneklerinin Toplanması ............................................................. 52 3.2.4. Dokuda TP Derişim Ölçümü ............................................................................. 53 3.2.5. Kanda Biyokimya Parametreleri Ölçümü .......................................................... 55 3.2.6. AST Enzimi Aktivite Ölçümü ........................................................................... 55 3.2.7 GGT Enzimi Aktivite Ölçümü ............................................................................ 55 3.2.8 Total Kolesterol Derişim Ölçümü ....................................................................... 56 3.2.9. Trigliserid Derişim Ölçümü ............................................................................... 56 3.2.10. Potasyum (K+) ve Klorür (Cl-) Derişim Ölçümü .............................................. 57 3.2.11. Kızarıklık Ölçümü ........................................................................................... 57 3.2.12. İstatistiksel Analiz ........................................................................................... 58 4. BULGULAR ........................................................................................................... 59 4.1 TP Enzim Bulguları............................................................................................... 59 4.2. Kandaki Biyokimya Parametreleri Bulguları ........................................................ 62 4.3. Kızarıklık ölçümlerinden elde edilen bulgular ...................................................... 64 5. TARTIŞMA ve SONUÇ ......................................................................................... 66 KAYNAKLAR ........................................................................................................... 73 EKLER ....................................................................................................................... 83 ÖZGEÇMİŞ................................................................................................................ 84 xiii SİMGELER ve KISALTMALAR DİZİNİ Simgeler Açıklama cc Cubic Centimeter dk Dakika mM Milimolar nm Nanometre mmol/L Milimol/litre mg Miligram mL Mililitre μL Mikrolitre pH potential of Hydrogen w/v ağırlık/hacim % Yüzde oC Santigrat derece Kısaltmalar Açıklama AB Avrupa Birliği ANOVA Analysis Of Variance APAP Asetaminofen AST Aspartat Aminotransferaz ATM Automatic Teller Machine ATP Adenozin Trifosfat BRAF Onkogen Bcl-2 B-hücreli lenfoma 2 CAP Kapesitabin CDD Sitidin deaminaz CES Karboksilesteraz CMC Karboksimetil selüloz CHE Kolesterol esteraz CHO Kolesterol oksidaz CH2THF 5,10-metilen tetrahidrofolat COX-2 Siklooksijenaz-2 Cl- Klor iyonu DFO 1,8-diazafloren-9-one DHFU dihidro fluorourasile DILI İlaca bağlı karaciğer hasarı DMAC Dimetilasetamid DNA Deoksiriboz nükleik asit dNTP Deoksinükleotid dThPase Timidin fosforilaz dTMP Timidin Monofosfat dUTP Difosfataz DPD Dihidropirimidin dehidrojenaz DPYD DPD kodlayan gen EAS El-ayak sendromu E. coli Escherichia coli xiv EDTA Etilendiamintetraasetik asit E.G.M Emniyet Genel Müdürlüğü ELİSA Enzyme-Linked ImmunoSorbent Assay EURODAC Avrupa Daktiloskopi EQ Duygusal zekâ FBAL a-floro-β-alanin FdUMP Fluorodeoksiuridilat FdUTP Fluorodeoksiuridin trifosfat FOXO1 Forkhead box protein O1 FUPA a-floro-β-üreido propiyonik asit FUTP Fluorouridin trifosfat GGT Gamma-Glutamil Transferaz GSDME Gasdermin E GK Gliserol kinaz GPO Gliserol fosfat oksidaz HFSR El-ayak cilt reaksiyonu HK II Heksokinaz II PGC-1α peroksizom proliferatör aktive reseptör gama koaktivatör 1-α HRP Horseradish Peroxidase H2O2 Hidrojen Peroksit Kaspaz-3 Kaspaz proteini 3 Kaspaz-9 Kaspaz proteini 9 Kb Kilo baz çifti kDa Kilo Dalton ki67 Östrojen reseptörü K+ Potasyum İyonu LC09 Çin bitkisel ilacı karışımı MADB 4-aminofenazon ve N,N-bis(4-sulfobutil)-3,5-dimetilanilin, disodyum tuzu MDH Malat Dehidrojenaz MMP-9 Metaloproteinaz-9 mRNA Mesajcı RNA MTX Methotrexate NaCl Sodyum klorür NADPH Nikotinamid Adenin Dinükleotid Fosfat Oksidaz NCI Uluslararası Kanserle Mücadele Birliği NF-κB Nuclear Factor kappa B NFJ Naegeli-Franceschetti-Jadassohn PBS Phosphate Buffered Saline PLD Pegile Lipozomal Doksorubisin POD Peroksidaz PPI Proton Pompa İnhibitörü PD-ECGF Trombosit Türevli Endotelyal Hücre Büyüme Faktörü PyNp Pirimidin Nükleozid Fosforilaz ROS Reaktif Oksijen Türleri RNA Ribonükleik asid TNF-α Tümör Nekroz Faktörü α TP Timidin Fosforilaz TP-/- Timidin Fosforilaz nakavt xv TRAF1 TNF reseptörü ile ilişkili faktör 1 TRAF2 TNF reseptörü ile ilişkili faktör 2 VEGF Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü WHO Dünya Sağlık Örgütü xvi ŞEKİLLER DİZİNİ Sayfa Şekil 2.1. Sir William James Herschel'in sözleşmelere imza eşliğinde parmak bastırması 7 Şekil 2.2. a) Parmak izini oluşturan bölge b) Papil hatlarının gösterimi 9 Şekil 2.3. Galton-Henry sınıflandırma sistemi sınıflandırması; kemer, çadırlı kemer, sol döngü, sağ döngü ve sarmal 13 Şekil 2.4. a) 5-FU Molekül yapısı, b) Urasil Molekül yapısı 21 Şekil 2.5. 5-FU Etki mekanizması 22 Şekil 2.6. a) 5-FU Anabolik yol b) 5-FU’nun kanser hücresi ve karaciğer dokusundaki anabolik ve katabolik yolu 23 Şekil 2.7. CAP açık kimyasal formülü 24 Şekil 2.8. CAP metabolizması 25 Şekil 2.9. CAP’ın sitotoksik etkinliğinde ve eliminasyonunda rol alan metabolik yolaklar 25 Şekil 2.10. TP’nin katalizlediği tepkime 30 Şekil 2.11. TP enziminin şematik çizimi 30 Şekil 2.12. TP’nin yükselmesine neden olan fizyolojik nedenler 32 Şekil 2.13. TP’nin yükselmesine neden olan patolojik nedenler 32 Şekil 2.14. 5FU ve 5FU ön ilaçları 5’DFUR ve CAP’ın metabolik yollarının şematik gösterimi 33 Şekil 2.15. Çeşitli kanserlerde TP ekspresyonunun mikrodamar yoğunluğu, tümör evresi ve derecesi ile korelasyonu 35 Şekil 2.16. Yabani tip (wt) farelerin avuç içi, planta ve sırt pençesinin derisinde bir Timidin fosforilaz immünoreaktivitesi, b) CAP ile tedavi edilen TP-/- ve wt farelerin arka pençesinin temsili görüntüsü 37 Şekil 2.17. EAS olası yolları 39 Şekil 2.18. İnce pullu palmar ödem ve eritem (EAS WHO derece 2) 41 Şekil 2.19. Palmar eritem, fissürasyonla birlikte (EAS WHO derece 3) 41 Şekil 2.20. Parmakların yan kısımlarında palmar ödem, eritem ve kabarcıklar (EAS WHO derece 4) 41 Şekil 2.21. Resveratrolün iki geometrik izomerinin kimyasal yapısı 45 Şekil 2.22. Resveratrolün kanserler üzerindeki etkileri ve mekanizmaları 46 Şekil 2.23. Kanser hücrelerinde Warburg etkisini gösteren şematik diyagram 46 Şekil 2.24. Resveratrolün tümör glukoz metabolizmasının düzenlenmesi yoluyla anti- neoplastik etkileri 47 Şekil 2.25. 5-FU resveratrolün kombine tedavisinin moleküler mekanizmaları 48 Şekil 3.1. TP Standart Grafiği 54 Şekil 3.2. AST kimyasal tepkime şeması 55 Şekil 3.3. GGT kimyasal tepkime şeması 56 Şekil 3.4. Total Kolesterol kimyasal tepkime şeması 56 xvii Şekil 3.5. Trigliserid kimyasal tepkime şeması 57 Şekil 4.1. Karaciğer TP derişim grafiği 60 Şekil 4.2. Beyin TP derişim grafiği 61 Şekil 4.3. Böbrek TP derişim grafiği 61 Şekil 4.4. Kalp TP derişim grafiği 61 Şekil 4.5. Kanda Kolesterol ve Trigliserid derişim grafiği 64 Şekil 4.6. Kanda AST ve GGT aktivite grafiği 64 Şekil 4.7. Kanda K ve Cl derişim grafiği 64 Şekil 4.8. Sıçan pençeleri ilk gün ve son gün 65 xviii ÇİZELGELER DİZİNİ Sayfa Çizelge 2.1. Parmak izi içeriğinde bulunan maddeler 11 Çizelge 2.2. Adermatoglifin görüldüğü genetik bozukluklar Antikanser ilaçlar 17 Çizelge 2.3. 20 Çizelge 2.4. El-ayak sendromu için derecelendirme sistemleri 40 Çizelge 3.1. Çalışmada kullanılan sıçanların gruplandırılması 51 Çizelge 3.2. Deney hayvanlarına uygulanan ilaçlar ve doz miktarları 52 Çizelge 3.3. Kan örnekleri ve dokuların homojenizasyon ve santrifüj koşulları 53 Çizelge 4.1. Dokularda TP derişimi 60 Çizelge 4.2. Kanda biyokimya parametreleri derişimi 63 Çizelge 4.3. Kızarıklık ölçüm değerleri 65 1 1. GİRİŞ Kapesitabin (CAP), birçok kanser türünün tedavisinde yaygın olarak kullanılan oral kemoterapi ajanıdır (Sürmelioğlu ve ark., 2017). Ancak, CAP tedavisinin en sık karşılaşılan yan etkilerinden biri el-ayak sendromudur. Bu sendrom, hastaların yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürebilmekte ve tedaviye olan uyumlarını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. El-ayak sendromu (EAS), palmar-plantar eritrodizestezi olarak da bilinir ve avuç içi ve ayak tabanlarında ağrı, kızarıklık, şişlik ve deri döküntüleri ile karakterizedir. Bu durum, kanser tedavisinin etkinliğini sınırlayarak, hastaların tedavi rejimlerini tamamlama olasılığını azaltabilir. EAS’nin nadir ancak önemli bir sonucu da geçici parmak izi kaybıdır. Parmak izi kaybı, cildin üst tabakasındaki hasar nedeniyle meydana gelir ve parmak izlerinin geçici olarak silinmesine veya bozulmasına yol açar. Parmak izleri, kimlik tespiti ve güvenlik kontrollerinde yaygın olarak kullanılan bir biyometrik veridir. Geçici parmak izi kaybı, adli bilimler alanında çeşitli zorluklar yaratmaktadır. Özellikle, kimlik tespiti gerektiren hukuki süreçlerde veya güvenlik kontrollerinde parmak izi kaybı, bireylerin kimliklerinin doğrulanmasını zorlaştırabilir. Bu durum, adli tıp uzmanları ve güvenlik birimleri için önemli bir sorun teşkil etmekte ve hastaların hukuki veya güvenlik prosedürlerine katılımını etkilemektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, doğal bileşiklerin kanser tedavisinde yardımcı olabilecek potansiyel etkilerini incelemeye yönelmiştir (Hu ve ark., 2016; Lin ve ark., 2020; Vladu ve ark., 2022). Bu bağlamda, resveratrol, dikkat çeken bir doğal bileşik olarak öne çıkmaktadır. Resveratrol, üzümler, yaban mersini ve yer fıstığı gibi çeşitli bitkilerde bulunan bir polifenoldür. Antioksidan, anti-inflamatuar ve antikanser özelliklere sahip olduğu bilinen resveratrol, kemoterapi ilaçlarının yan etkilerini azaltmada potansiyel bir koruyucu ajan olarak değerlendirilmektedir. Özellikle, resveratrolün kemoterapiye bağlı toksisiteleri azaltarak, tedavi etkinliğini artırabileceği düşünülmektedir (Wu ve ark., 2023). Bu çalışmada, CAP verilmiş sıçanlarda timidin fosforilaz (TP) enzim düzeyleri incelenerek resveratrolün koruyucu etkisi araştırılmıştır. TP enzimi, CAP metabolizmasında önemli bir rol oynar ve bu enzimin aktivitesinin modülasyonu, CAP kaynaklı yan etkilerin azaltılmasında kritik bir öneme sahiptir. Çalışmada resveratrol ve 2 CAP kombinasyonunun karaciğer, beyin, böbrek ve kalp dokularındaki TP enzimi üzerine etkileri ile biyokimyasal parametreler üzerindeki etkileri incelenmiştir. Kandaki total kolesterol, trigliserid, potasyum (K+), klor (Cl-), aspartat aminotransferaz (AST) ve gamma-glutamil transferaz (GGT) seviyeleri gibi biyokimyasal parametrelerin analizi, resveratrolün sistemik etkilerini anlamak için önemli veriler sağlamaktadır. Bu çalışma, kanser tedavisinde yan etkilerin yönetimi konusunda yeni yaklaşımlar geliştirilmesine katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Elde edilen bulgular, kemoterapiye bağlı yan etkilerin azaltılmasına yönelik doğal bileşiklerin kullanımının önemini vurgulamakta ve bu alandaki bilgi birikimini artırmaktadır. Ayrıca, EAS’nin adli bilimlerde ve güvenlik prosedürlerinde yarattığı zorluklara dikkat çekerek, bu alanda karşılaşılan sorunlara çözüm geliştirilmesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. 3 2. KURAMSAL TEMELLER ve KAYNAK ARAŞTIRMASI 2.1 Adli Bilimler ve Uygulama Alanları Adli bilimler, suçları inceleyen ve pozitif bilimleri kullanarak hukuki süreçlere ışık tutan multidisipliner bir alandır. Locard'ın değişim prensibi olarak adlandırılan “her temas bir iz bırakır” teorisi, adli bilimler alanının en yaygın kuralıdır. Bu prensip ilk kez Reginald Morrish’in 1940 yılında yayınlanan “The Police and Crime-Detection Today” adlı kitabında kullanılmıştır (Morrı̇sh, R., 1940). Bu durum aslında kriminalist Edmond Locard (1877-1966) tarafından daha önce kullanıldığı anlaşıldığı için Locard prensibi olarak tanımlanmıştır. Prensibin temeli, her failin olay yerinde birtakım izler bırakacağı ve buradan da birtakım izler taşıyabileceğine dayanmaktadır. Olay mahallinde fail/faillerin bıraktığı fiziksel, kimyasal ve biyolojik izler ile suçlulara, olay yerine ve olayın zamanına ulaşılmaya çalışılmaktadır. Adli bilimler, pek çok bilim dalından faydalanır: 1. Adli Tıp: Ölüm nedenlerini belirleme, cesetlerin incelenmesi, zehirlenme vakalarının araştırılması konularında uzmanlaşmış bir alandır. Adli tıp, ölüm nedenlerinin yanı sıra cinsel suçlarda da önemli bir rol oynar. 2. Adli Kimya: Kimyasal analizler ve testler yoluyla delil bulma ve analiz etme süreciyle ilgilenir. Elde edilen örnekler üzerinde yapılan deoksiribonükleik asit (DNA) analizleri adli kimyanın önemli parçasıdır. 3. Adli Biyoloji: Biyolojik örneklerden DNA analizi ve diğer biyolojik izlerin incelenmesiyle ilgilenir. Genel biyoloji, hidrobiyoloji, moleküler biyoloji, mikrobiyoloji, ekoloji, patoloji, botanik, zooloji gibi diğer alanlarla birlikte hareket eder. Bu alanlarda uzmanlar, suç mahallinde bulunan biyolojik materyalleri (kan, tükürük, saç örnekleri vb.) inceleyerek kimlik tespiti veya delil sağlama işlemlerini gerçekleştirir. 4. Adli Psikoloji: Suçluların psikolojik profillerini oluşturma, şahitlerin ifadelerini değerlendirme, mahkûmların rehabilite edilmesi gibi konularda uzmanlaşmış bir alandır. 5. Adli Mühendislik: Suç mahallerindeki fiziksel delillerin analiz edilmesi ve yorumlanmasıyla ilgilenir. Örneğin, kazaların nedenlerini belirleme veya patlayıcı madde kullanımının incelenmesi gibi konular adli mühendislik alanına girmektedir (Katz ve Halámek, 2016). 4 Ayrıca tanatoloji, travmatoloji, antropoloji, radyoloji, antropometri, arkeoloji, odontoloji, farmakoloji gibi bilim alanları da adli bilimlerin faydalandığı alanlar içindedir. 2.2 Bulgu, İz ve Delil Kavramları Adli vakaların çözüme ulaşmasındaki en önemli aşama olay yeri incelemesidir. En basit tabiri ile olay, bir fiilin hayatın akışına uygun olarak meydana gelmesiyken adli açıdan bakıldığında olay, konusu suç teşkil eden bir fiilin meydana gelmesidir. Olay yeri incelemesinin amaçlarından biri, fail, mağdur ve olay yeri unsurlarını birbirine bağlayacak bulguları belirlemektir. Suçun aydınlatılması amacıyla olay yerinde 3 temel kavram dikkat çekmektedir: Bulgu; olay yerinde elde edilen, henüz hukuki nitelik kazanmamış her türlü şeye denir. Delil ise, hukuksal sorunu çözme amaçlı suç fiilini ispata, meydana gelen bir suçun aydınlatılması ve suç sanıklarının tespitine yarayan, ikamesi hukuk tarafından yasaklanmamış her tür maddi delil veya sözlü beyandır. Olay yeri inceleme sırasında elde edilen en önemli delil türü maddi delillerdir. Bu tür deliller şüphelinin aleyhine, suçsuzun lehine kanıtlar sunmaktadır. Maddi deliller; biyolojik, kimyasal, fiziksel ve iz deliller olarak 4’e ayrılır (Ölmez ve ark., 2021): a. Biyolojik deliller; canlı vücudundan düşen, akan, kopan ya da dökülen, kontaminasyondan en çok etkilenen delil türüdür. Kan, saç, kıl, tükürük, kepek, meni, gaita, idrar en sık karşılaşılan biyolojik bulgulardır. b. Kimyasal deliller; kimyasal özellik taşıyan ve üzerinde kimyasal inceleme gerektiren tüm delillerdir. Patlayıcı, yanıcı ve yakıcı maddeler, boyalar, barut artıkları, narkotik maddeler, ilaçlar ve diğer kimyevi maddeler bu sınıfa girmektedir. c. Fiziksel deliller; fiziksel özellik taşıyan ve üzerinde inceleme gerektiren tüm bulgulardır. Tabanca, mermi, kovanlar, mermi çekirdekleri, bıçaklar fiziksel delil sınıfında tanımlanmaktadır. d. İz deliller; temas sonucu oluşan her türlü kalıntıdır. Olay yerlerinde en çabuk bozulabilecek hassas delil türüdür. Alet izi, ayakkabı izi, lastik izi, parmak izi, ayak izi gibi izler iz delil türleri arasındadır. 5 2.3 Parmak İzi İncelemeleri ve Tarihteki Önemi Günümüzde hızla gelişen teknoloji, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş ve büyük nüfus artışı, beraberinde işsizliği ve belirgin bir düzensizliği getirmiştir. Buna bağlı olarak artan suç sayıları, çeşitleri suç ve suçlularla mücadele etmeyi ve delilden suçluya gitmeyi zorunlu kılmıştır. Bu durum, bireylere ait en net ve güvenilir delillerden biri olan parmak izlerinin önem kazanmasına yol açmıştır (Cihangiroğlu ve ark., 2011). İnsan popülasyonu, kendi içinde bir türde var olması gereken temel özellikleri dışında çok özel bazı farklılıklara da sahiptir. Hücre çekirdeğinde ve mitokondride bulunan ve bireyin tüm genetik özelliklerini taşıyan DNA zincirini oluşturan komponentlerin farklı dizilişi, el ayası, ayak tabanları ve hatta gözdeki retina tabakası üzerindeki karakteristik şekiller, bireyleri tanımlamaya ve bir diğerinden ayırmaya yarayan farklılıkları ortaya çıkarır. Yeni nesil dizileme, mitokondriyal DNA (mDNA), Y kromozomu, X kromozomu analizleri ve epigenetik yeni yaklaşımlarla her geçen gün ilerleme sağlanmaktadır. İşte bu noktada, tüm dünyada kimliklendirme çalışmalarında parmak izi ve avuç izleri öncelikli olarak tercih edilmektedir. Parmak izlerinin kriminal araştırmalara suçluya erişimdeki katkıları şöyle sıralanabilir:  Olay yerinde bulunan bir parmak izi ile veri tabanlarındaki izlerin mukayesesi,  Tetkik edilen parmak izi ile olayla ilgili şüphelilerin parmak izlerinin mukayesesi,  Aralarında ilişkiyi ortaya çıkarmak için değişik olay yerlerinden elde edilen parmak izlerinin aynı kişiye ait olup olmadığının tespiti,  Faili meçhul suçlardan elde edilerek arşivde saklanan parmak izleriyle yeni suçlardan elde edilen parmak izlerinin karşılaştırılması,  Kimliği belirsiz kişilerin kimlik tespiti yapılması (Çıngı 2022). Delil üzerinden elde edilen parmak izi, kişi ile obje arasındaki ilişkinin ortaya çıkarılmasını sağlar. Böylece kişinin olay yeri ile ilgili irtibatı ortaya konmuş olur. Fakat bu durum kişinin suçlu olduğuna kanaat getirmez, bu konudaki karar yargıya aittir. Günümüzde en önemli kanıt türlerinden biri olan parmak izleri, 110 yılı aşkın bir süredir kimlik tespiti için kullanılmaktadır. Tarihte parmak izi çalışmaları, insanların parmak izlerinin benzersizliğini ve tanımlayıcı özelliklerini anlamak amacıyla çeşitli disiplinlerde yapılmıştır. Bazı antik medeniyetlerde, özellikle Çin, Hindistan ve Mısır'da, parmak izlerinin farklı bireyleri ayırt etmek için kullanıldığına dair kanıtlar bulunmuştur. 6 Örneğin, Mısır'da mumyalarda parmak izleri tespit edilmiştir. Modern parmak izi çalışmalarının temelleri ise 19. yüzyılda atılmıştır (Çıngı 2022). 1858'de İskoç fizikçi Sir William Herschel, Hindistan Bengal’de İngiliz Dış İşler Bürosu’nda bir idareci olarak görev yaparken buradaki yerlilerin parmak izini kaydederek kimlik doğrulama amacıyla kullanmıştır. Herschel, yerlilerin herhangi bir anlaşmada hile yapmalarını engellemek için kontratlara parmaklarını ve avuç içlerini bastırmış ve bu uygulamayı 1880’e kadar devam ettirmiştir (Şekil 2.1) (Cihangiroğlu ve ark., 2011). 1870’lerde antropolog Alphonse Bertillon tarafından “Bertillon Sistemi” geliştirilmiştir. Buna göre Bertillon, vücudun belirli kemikli bölümlerinin boyutlarını ölçerek ve kaydederek polisin suçluları bulmak için kullandığı ilk bilimsel sistemi kurmuştur. 30 yıl geçerliliğini koruyan bu sistem bir olayda eksikliği ortaya çıkınca geçerliliğini kaybetmiştir. Parmak izinin kimliklendirme amaçlı kullanılmasını öneren ilk bilimsel yayın 1880 yılında Dr. Henry Faulds tarafından “Nuture” dergisinde yayınlanmıştır (Faulds, 1880). Japonya’da Tokyo Tsukiji Hastanesi’nde çalışan Faulds, tarih öncesi dönemlere ait Çin ve Japon vazolarına merak salmış ve bunları incelediğinde pişmeden önce dokunularak oluşan ve piştiğinde ise sabitlenmiş parmak izlerine rastlamıştır. O günlerde ise evinde şarap şişelerinin sık sık boşaltılması üzerine, şişeler üzerindeki parmak izlerini saptayarak, bu hırsızlığı yapanın evindeki hizmetçilerden birinin olduğunu ispatlamıştır. Bu küçük olay parmak izi tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir (Cihangiroğlu ve ark, 2011). Parmak izi ile ilgili daha kapsamlı çalışmalar 1800’lü yıllarda Francis Galton tarafından ele alınmıştır. Galton, "parmak izinin babası" olarak anılmakta ve parmak izinin kalıtım yoluyla geçmediğini, her insanın parmak izinin birbirinden farklı olduğunu savunmuştur. Çalışmaları, modern parmak izi tanımlamasının temelini oluşturmuştur (Turgunov, 2023). Resmi anlamda ilk parmak izi sınıflandırılması 19. yy. sonlarında, Arjantin’li bir polis memuru olan Juan Vucetich tarafından yapılmıştır. Vucetich bu sistem ile, Arjantin'deki ünlü bir cinayet vakasını çözerek suç soruşturmalarında parmak izi tanımlanmasını en erken başarılı uygulamalarından biri haline getirmiştir (Turgunov, 2023). 20. yy. başlarında Edward Richard Henry, parmak izi tanımlamaya yönelik “Henry Sınıflandırma Sistemi”ni geliştirmiştir. Bugünkü parmak izi metodu olarak da kullanılan bu sisteme göre parmak izinde; yay (A), fitilli yay (T), radyal ilmik (R), ulnar ilmik (U) ve demet (W) olmak üzere beş genel biçim kabul edilmektedir. Dünyadaki bütün parmak izi örneklerinin %65’i ilmikler, %30’u demetler, geri kalan %5 ise diğer tiplerden oluşmaktadır (Hemanth ve ark., 2020) 7 Şekil 2. 1. Sir William James Herschel'in sözleşmelere imza eşliğinde parmak bastırması (Cihangiroğlu ve ark, 2011) İlk Kriminalistik uygulamaları, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de antropometrik çalışmalar ile 1899’da “İstanbul Zaptiye Nezaretinde” kullanılmaya başlanmıştır. Parmak izi uygulamalarının başlangıcı ise 1910 yılında Macar asıllı Yusuf Cemil Bey’in İstanbul’da başlattığı çalışmalarla olmuştur. Sonrasında İstanbul’da “Daktiloskopi Dairesi” adında bir birim kurularak bu konudaki çalışmalar sistemli bir şekilde yapılmaya devam etmiştir (Dikici, 2008). Ülkemizde parmak izinin çalışma alanları; 1850-1910 Antropometri ve parmak izi çalışmaları, 1910-1931 İstanbul’da Daktiloskopi Dairesi, 1931-1970 Emniyet Umum (Genel) Müdürlüğüne bağlı 5. Şube, 1970-1980 Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı Polis Laboratuvarları, 1980-2003 E.G.M. Asayiş Daire Başkanlığı, 2003’ten bu yana Kriminal Daire Başkanlığı bünyesinde bulunmaktadır (Emniyet Genel Müdürlüğü, 2012). 8 2.4 Günümüzde Parmak İzi Kullanım Alanları Parmak izi, suç araştırmalarında delil olarak kullanılması dışında çeşitli alanlarda güvenlik ve kimlik doğrulama amacıyla da kullanılmaktadır:  Çeşitli şirketler ve kuruluşlarda çalışanların güvenli giriş-çıkış kontrollerinde,  Suç ve güvenlik soruşturmalarında polis ve emniyet sistemlerinde,  Toplu taşıma ve tesislerdeki geçiş kontrolünde kullanılan turnike sistemlerinde,  Finansal kurumlar ve ATM'lerde müşteri kimlik doğrulamasında,  Cep telefonu kullanımında,  Kamu kurumları ve kuruluşlarında güvenlik ve erişim kontrolünde olarak sıralanabilir (Ölmez ve ark., 2021). Parmak izi, biyometrik bir veridir. Biyometrik veri, insanların fizyolojik veya davranışsal özelliklerini kullanarak kimlik doğrulama veya tanımlama amacıyla zahmetsiz şekilde elde edilen verilerdir. Bu veriler genellikle benzersizdir ve kişiyi diğerlerinden ayırt edebilecek özellikleri içerir. Fizyolojik özellikler; parmak izi, retina, avuç içi, yüz, el şekli ve iris gibi biyolojik olarak sahip olduğumuz unsurları ifade etmektedir. Ses tonu, adım şekli, klavye kullanımı, araç kullanımı, akıllı cihazlarda yaptığımız dokunuşlar ve el hareketleri gibi davranışlarımıza ait veriler, davranışsal nitelikte biyometrik verileri oluşturmaktadır (Peng ve ark., 2022). Kazanımlarının yanında mahremiyetin ihlali gibi konularda etik tartışmaları da beraberinde getiren biyometrik veriler, aynı zamanda özel hayatın korunması ve bireysel özgürlüklerin savunulmasında kritik sorunlara yol açmaktadır (Güven, 2023). Parmak izinin uluslararası alanda güvenlik amaçlı kullanımına örnek olarak EURODAC1 sistemi, sığınmacı adayları ve yasadışı göçmenlerin parmak izlerini karşılaştırarak Avrupa Birliği (AB) üye ülkeleri arasında uluslararası güvenliği sağlamayı amaçlar. Bu sistem, 27 AB üyesi ülkeleri ile İzlanda, Norveç, Lihtenştayn, İsviçre ve İngiltere ülkelerini kapsar. EURODAC, sığınmacıların ve yasa dışı göçmenlerin daha önce hangi ülkede uluslararası koruma talep ettiğini belirleyerek, üye devletlerin sığınma ve göç politikalarını yönlendirmelerine yardımcı olmaktadır (Tan, 2019). Son yıllarda yaşanan gelişmelerle parmak izlerinin aynı zamanda; genetik özellikleri 1 European Dactyloscopy 9 belirleme, cinsiyet tayini, kalıtımı takip etmek, kan grupları ile ilişkilendirme, hastalıklarla ilişkisini belirleme ve hatta karakter analizi gibi konularla ilişkili olduğu belirlenmiştir. Yapılan bir çalışmada, 8555 şüphelinin parmak izi tipleri ile suç türü arasındaki ilişki incelenmiş, en belirgin farklılığın çocuğa karşı cinsel saldırı suçunda ve organize suçlara karışan erkeklerde olduğu görülmüştür (Delice ve ark., 2014). Olay yerinden tespit edilen faili belirsiz parmak izinden cinsiyet tayini, gelişmeler arasında umut verici bir yaklaşım sunmaktadır. Yapılan başka bir çalışmada, yapay sinir ağları modelleri ile parmak izinin tüm öznitelik vektörleri kullanılarak bir model oluşturulmuştur. Sonuçlar, parmak izi ve cinsiyet arasındaki ilişkinin yüksek olduğunu göstermiştir (Ceyhan ve ark., 2014). 2.5 Parmak İzi Oluşumu Parmakların birinci boğumu ile tırnak ucu arasında bulunan “papil” adı verilen ince çıkıntılı yapılar, bu bölgede desenler oluşturmaktadır (Şekil 2.2). Bu desenler, her insanda farklı varyasyonlarda bir araya gelmesi ve hatlar şeklinde kıvrımlar oluşturmasıyla meydana gelir. Papiller, “por” denilen gözeneklerin zincir şeklinde bir sıra halinde dizilmesiyle oluşur. Porlar, vücudun derin tabakalarına kadar uzanan yapılar olarak bilinir. Bu derin tabakalarda oluşan vücut sıvısı, porlardan geçerek papil hatlarının üzerinde nemli bir tabaka oluşturur. Bu nemli papil hatlarının bir yüzeye teması sonucunda parmak izleri oluşur (Karabey, 2017). Şekil 2. 2. a) Parmak izini oluşturan bölge b) Papil hatlarının gösterimi (Chowdhury&Imtiaz, 2022) Parmak izleri, erken fetal yaşamda hamileliğin 3. ayında oluşmaya başlar ve vücudun gelişimine paralel olarak gelişerek yaşam boyu hiç değişmeden aynı kalır (Cihangiroğlu 10 ve ark, 2011). Parmak izlerinin oluşumunda genetik faktörlerle birlikte annenin beslenmesi, maruz kaldığı kimyasallar, hormon seviyeleriyle birlikte çevresel radyasyon da etkili olur ve parmak izlerinin şekillenmesine katkıda bulunur (Gutierez ve ark., 2012). Aynı zamanda fetüsün rahimdeki pozisyonu ve amniyon sıvısının yoğunluğu da parmak izinin oluşumunda etkili faktörler arasındadır (Chockaian ve ark., 2013). Parmak ucu, temas ettiği yüzeye sadece birkaç mikrogram materyal transfer ederek parmak izini bırakır. Bu materyaller, parmak izlerinin tespit edilmesine ve görünürleştirilmesine yardımcı olur. Ancak her iz ait olduğu kişi veya nesneyi tanımlamakta yeterli olmayabilir. Temas anında cismin yüzeyinde kalan vücut salgıları, genellikle çok az miktarda olduğundan tespit edilmeleri zor olabilir. Ayrıca çevresel faktörlerin etkisiyle bozulabilirler ve ortamdaki diğer kimyasal maddelerle karışarak tanımlama ve teşhisi güçleştirebilirler. Parmak izinin içeriği vücudun doğal salgılarından kaynaklanabileceği gibi çevrede bulunan kirleticileri de içerebilir. %98,5’i kadarı su ve geriye kalan %0,5-1,5’u kadar katı maddeden oluşan parmak izi sıvısı, içerisinde organik ve inorganik birçok madde bulundurmaktadır. Katı ürün yaklaşık olarak üçte biri inorganik maddelerden (NaCl ve KCl), üçte ikisi ise organik maddelerden (üre, uçucu yağ asitleri, formik asit, bütirik asit vb.) oluşur ve çok az miktarda da albumin içerir (Gül ve Fatih., 2014). Parmak izi modelini oluşturan kalıntılar, vücuttan salgılanan doğal salgı ve çevresel lekelerin kompleks oluşumudur. Ter bezleri olarak bilinen sudoriferöz bezlerin 3 farklı türü tanımlanabilir; ekrin, apokrin ve sebakus. Bu bezlerin içeriğinde çeşitli organik ve inorganik maddeler bulunur (Çizelge 2.1). Ekrin ter bezleri, vücudun her yerinde farklı yoğunlukta bulunabilir ve kişiden kişiye değişiklik gösterir. Boyun ve sırt kısımda en az yoğunlukta bulunurken özellikle avuç içlerinde ve ayak tabanlarında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu durum, ekrin salgısının parmak izlerinde baskın bir bileşen olduğunu düşündürmektedir (Croxton ve ark., 2010). Apokrin bezler; çoğunlukla vücutta koltuk altı ve genital bölgede bulunur ve duygusallık veya uyarılma düzeyine göre mukus materyali salgılar. Sebakus bezlerin temel görevi, cildi ve saçları korumak ve nemlendirmek için sebum adı verilen yağlı maddeyi üretmek ve salgılamaktır. Bu bezler genellikle yüz, sırt, göğüs https://www.sciencedirect.com/topics/medicine-and-dentistry/emotionality 11 ve kafa derisi gibi yağlı bölgelerde aktiftir (Picardo ve ark., 2009). Çizelge 2. 1. Parmak izi içeriğinde bulunan maddeler (Gül ve Fatih, 2014). İNORGANİK ORGANİK EKRİN BEZLERİ Kloritler Metal İyonları Sülfatlar Amonyak Su (%98) Aminoasitler Üre, Ürik Asit Laktik Asit Şekerler APOKRİN BEZLERİ Demir Su Proteinler Karbohidratlar SEBAKUS BEZLERİ Yağ Asitleri Gliseritler Hidrokarbonlar Alkoller Parmak izlerini geliştirmek için kullanılan kimyasallar, ekrin, apokrin ve sebakus bezlerinin içerdiği maddelerle etkileşime girerek izlerin görünür hale gelmesini sağlar. Örneğin ekrin bezlerinde bulunan aminoasitler, özellikle ninhidrin, 1,8-diazafloren-9- one (DFO) ve Indandion reaktiflerinin hedef bileşenleridir. Ekrin bezlerinden salgılanan organik maddelerden biri de üredir. Gümüş nitrat ve 4- dimetilaminosinamaldehit (DMAC) reaktifleri üreyle etkileşime girer. Bu sayede gizli parmak izi kalıntıları görünür hale gelir (Ferreira ve ark., 2021). 2.6 Parmak İzinin Özellikleri Parmak izinin adli bilimlerde önemli bir yere sahip olmasının üç özelliği vardır; değişmez-değiştirilemez, benzemez-benzetilemez ve tasnif edilebilir olması. Bu özellikleri sayesinde, olay yeri, fail ve mağdur ilişkisini açıklamada bir delil olarak kullanılmasını sağlamaktadır. 2.6.1 Değişmez ve Değiştirilemez Özelliği Parmak izleri anne karnında 3. ayda oluşmaya başlar ve ilerleyen zamanlarda papil araları ve papil kalınlıkları dışında orijinal yapısını hayat boyu korur. İnsan derisi iki kısımdan meydana gelmektedir; dış deri veya epidermis tabakası ile iç deri olarak da bilinen dermis tabakası. Parmak izleri dermis tabakasında oluşmaktadır. Dolayısıyla dışarıdan herhangi 12 bir müdahalede, yanma, sıyrılma, aşınma gibi durumlarda papil hatları üst deri üzerinde kaybolduğu görülse de bir süre sonra yenilenir. Ölümden sonra bile çoğu organdan daha uzun süre sağlam kalan parmak izlerinin bu özellikleri, değişmez-değiştirilemez özelliğini yansıtmaktadır. 2.6.2 Benzemezlik (Aynı Olmama) Özelliği Dünyada hiçbir insan aynı parmak izine sahip değildir. Tek yumurta ikizlerinin bile parmak izleri farklıdır. Parmak izlerinin yıllar boyunca değişmeyeceğini ve her iki izin aynı olmayacağını iddia eden Francis Galton (1822-1911), iki kişinin aynı parmak izine sahip olma olasılığını 64 milyonda bir olarak hesaplamıştır (Galton, 1889). Bu kişisel özelliğin en önemli nedeni ise papil hatları üzerindeki çizgisel karakterlerdir. 2.6.3 Tasnif Edilebilirlik Özelliği Parmak izlerinde yer alan papil hatlarının farklı anatomik çizgilerde olması, onların sistematik olarak sınıflandırılmasını sağlamaktadır. Böylece parmak izleri tasnif edilip arşivlenebilmektedir. 1880’li yıllarda Edward Richard Henry, Francis Galton’un çalışmalarını geliştirerek parmak izlerinde “çekirdek” ve “delta” noktalarını keşfetmiştir. Şekil 2.3, insana ait parmak izlerindeki sınıflandırma ile çekirdek ve delta noktalarının simgelendiği Galton-Henry sınıflandırma sisteminin en yaygın beş sınıfını göstermektedir. Parmak izlerinin kriminal alanda tasnif edilebilir olması büyük önem taşımaktadır. Uzmanlar olay yerinde bulunan parmak izlerinin karşılaştırmalarını yapmak veya bilinen bir parmak izini daha sonraki analize dâhil etmek amacıyla döngü, sarmal veya kemer şeklinde kıvrılan papil hatlarını kullanırlar. 13 Şekil 2. 3. Galton-Henry sınıflandırma sistemi sınıflandırması; kemer, çadırlı kemer, sol döngü, sağ döngü ve sarmal2 (Gu&Kanade, 2009). 2.7 Parmak İzi Bileşimine Etki Eden Faktörler Parmak izi bileşimine etki eden birçok faktör vardır. Cinsiyet, yaş, meslek, etnik köken, yüzeye dokunuş şekli gibi farklılıklarla beraber hastalıklar, ilaç tedavisi, psikolojik durum parmak izi bileşimine etki etmektedir. 2.7.1 Yaş Yaşlanma süreciyle birlikte parmak izinde bulunan kimyasallar ve sebum miktarı değişkenlik gösterebilir. Ergenlik döneminde androjen hormon etkisiyle sebum üretimi artar. Ancak yetişkin evrede kişiden kişiye değişmekle birlikte dengeli bir hal alır. İlerleyen yaşlarda özellikle menapoz sonrası ise sebum üretiminde azalma görülür. Yapılan bir çalışmada parmak izlerinin bileşiminin zaman içinde önemli ölçüde değiştiğini ve bu değişikliklerin çocuklarda ve yetişkinlerde farklı olduğunu göstermiştir. Çocuklarda bulunan sebum içeriğinin, yetişkinlerin sebumunda bulunan skualen, balmumu esterleri ve dallanmış yağ asitleri ile karşılaştırıldığında, daha yüksek oranda kolesterol, kolesteril esterler ve düz zincirli yağ asitleri içerdiği belirlenmiştir. Bu farklılıklar, çocuk parmak izlerinin 4 hafta sonra bile yetişkinlerin parmak izlerinden ayırt edilebilmesini mümkün kılmaktadır (Antoine ve ark., 2010). 2 Parmak izlerinin çekirdek ve delta adı verilen noktaları sırasıyla içi dolu daire ve üçgen şeklinde işaretlenmiştir. 14 2.7.2 Cinsiyet ve Etnik Köken Parmak izi özellikleri incelenerek cinsiyet ayrımları yapılmış ve bu sayede parmak izinin kadın ve erkek bireylerin tespit edilmesinde kullanılabilen bir delil olduğu da görülmüştür. Bazı araştırmalar parmak izlerinin derinliği, genişliği, hatta amino asit içeriği gibi özelliklerin cinsiyete göre farklılık gösterebileceğini öne sürmüştür (Huynh ve ark., 2015). 2.7.3 Meslek Ellerin yoğun olarak kullanıldığı meslek gruplarında, kişilerin papil hatları sıklıkla deforme olup, bu durum parmak izlerinin gelişimini doğrudan etkilemektedir. Örneğin inşaat işçileri, bulaşıkçılar gibi mesleklerle uğraşan kişilerde ellerdeki yıpranmadan dolayı parmak izini oluşturan karakteristik özellikler azalır. Bu durum parmak izlerinin gelişimine etki ederek tespitini zorlaştırmaktadır. 2.7.4 Kontaminasyonlar Parmak izlerini oluşturan papil hatlarının arasına kir ve partiküllerle dolu olması, yüzeydeki izin bozulmasına yol açmaktadır. Aynı zamanda kişilerin kullandığı parfüm, krem gibi kozmetik ürünler de sıklıkla karşılaşılan kirletici ürünlerdir. 2.7.5 Yüzey Türü Yüzey türü parmak izi gelişiminde önemli faktörler arasındadır. Pürüzlü yüzeyler nemi emerek parmak izi gelişimini olumsuz yönde etkiler. Pürüzsüz yüzeyler ise nemi iter böylece iz gelişimi daha kolay olmaktadır. 2.7.6 Çevresel Etmenler Parmak izleri, çevresel etmenlerden de etkilenmektedir. Hava sirkülasyonu, nem, ışığa maruz kalma, yağış, sıcaklık gibi çevresel faktörler parmak izi gelişimini etkilemektedir. Yapılan bir çalışmada, parmak izlerinin farklı çevresel koşullar altında zamanla lipid değişikliklerini inceleyerek, yağ asitlerinin karanlık ortamlarda daha fazla kaldığını ve parmak izlerinin buna bağlı olarak daha kolay tespit edilebildiğini göstermiştir (Cadd ve ark., 2015). Aynı çalışma izlerde bulunan skualen derişiminde azalmanın daha parlak koşullarda, özellikle güneş ışığı gibi UV radyasyonunun varlığında daha hızlı meydana 15 geldiğini tespit etmiştir. Bu durum parmak izlerinin bulunduğu yüzeydeki stabilitesini azaltmaktadır. Yüksek sıcaklık, oda sıcaklığına kıyasla parmak izlerinde daha fazla değişikliğe neden olmaktadır. Ekrin ter bezlerinde bulunan saf bileşikleri inceleyen bir araştırma, ekrin terinde bulunan amino asitlerin, foto-bozunmanın aksine termal bozunmaya maruz kalarak daha fazla bozunmaya uğradığını tespit etmiştir (De Paoli ve ark., 2010). Yakın zamanda yapılan başka bir çalışmada; cinsiyetin, izi oluşturan kanın durumunun (kuru ve taze), çevresel faktörlerin (oda ve dış mekân koşulları) ve zamanın parmak izlerindeki kalıcılık etkisi araştırılmıştır. Çalışmada, taze kanla yapılan parmak izlerinin genellikle en uzun süre kalıcı olduğu, kadınların bıraktığı parmak izlerinin ve dış mekân koşullarına maruz kalan parmak izlerinin ise en hızlı şekilde bozulduğu tespit edilmiştir (Czech ve ark., 2021). 2.7.7 Psikolojik Durum Parmak izi içeriğini oluşturan salgılar, vücutta hormon sistemi tarafından kontrol edilmektedir. Dolayısıyla kişilerde üzülme, sevinme, heyecanlanma gibi duygusal durumlar vücut hormonlarını etkilediğinden, vücut salgılarının içeriğini ve miktarını da değiştirmektedir. Böylece parmak izini oluşturan sıvının kişiden kişiye değiştiği gibi aynı kişiye ait parmak izi sıvısının da zamanla farklılıklar gösterdiği bilinmektedir (Cihangiroğlu ve ark, 2011). Parmak izlerinin oluşturduğu desenler, kişiler hakkında bazı fikirler verir. Dermatoglifi, parmaklardaki veya avuç içlerindeki epidermal çıkıntıları veya desenleri inceler. Bir çalışmada, dermatogliflerle insan kişiliğini çözmeyi amaçlayarak kişilik tipi ile parmak izi desenleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (Venurkar ve ark., 2022). Yakın zamanda yapılan başka bir çalışmada, depresif hastaların dermatoglif desenlerini sağlıklı, normal bireylerin desenleriyle karşılaştırarak, dermatoglif desenlerin depresyonun erken teşhisi ve hızlı müdahalesi için bir biyobelirteç olarak kullanılıp kullanılamayacağını belirlemek amaçlanmıştır (Hemasankar ve ark., 2023). Parmak izi modelinin zekâ bölümü (IQ) ve duygusal bölümü (EQ) ile ilişkisi de araştırılmıştır. Döngülerin en yaygın parmak izi deseni olmasına rağmen çoğunlukla EQ <120 ve ortalama IQ düzeyleriyle ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır (Raja ve ark., 16 2021). Hindistan’da parmak izi deseni üzerine yapılan başka bir çalışmada, mahkumlar ve diğer popülasyon arasında davranışsal özelliklerin parmak izi desenine göre etkisine bakıldığında, mahkumların sağ elinde kontrol grubuna göre daha fazla döngü bulunduğu ve söz konusu sonuçların istatistiksel olarak anlamlılık düzeyinde olduğu sonucuna varılmıştır (Agarwal ve ark., 2012). 2.8 Hastalıkların ve İlaçların Parmak İzi Gelişimine Etkileri Bazı hastalıkların, özellikle ciltle ilgili olanların, parmak izlerini değiştirebileceği bilinmektedir. Örneğin, cilt hastalıkları, bağışıklık sistemi bozuklukları veya bazı genetik sendromlar parmak izlerinde farklılıklara neden olabilir. Bazı ilaçlar ya da kozmetik ürünler de uzun süreli kullanıldığında cilt üzerinde değişikliklere yol açabilir. Bu değişiklikler parmak izlerinde geçici kayba neden olabilmektedir. Adermatoglifi, klinik olarak el ve ayak parmakların iç yüzeylerinde, epidermal sırt modelinin kaybı olarak tanımlanır (De ve ark., 2022). Bu kayıp doğuştan (konjenital) olabildiği gibi sonradan da edinilebilir. 2.8.1 Konjenital Adermatoglifi Adermatoglifinin konjenital olduğu model ilk olarak 2007 yılında Profesör Peter Itin tarafından “göç gecikmesi hastalığı” olarak tanımlanmıştır. Hastasının ABD'ye seyahat ederken kimlik tespiti için parmak izinin çıkmaması üzerine yapılan muayenede, ailesinden sekiz kişinin daha aynı duruma sahip olduğu belirlenmiştir (Burger ve ark., 2011). Konjenital adermatoglifi, nadir görülen genetik bir hastalıktır. 4q22 kromozomunda SMARCAD1-helikaz geninin 3' eksonunun birleşme bölgesinde bir nokta mutasyonun meydana gelmesiyle oluşur ve otozomal dominant şekilde kalıtılır (De ve ark., 2022). Dünya çapında beş geniş ailenin bu durumdan etkilendiği bilinmektedir. Bangladeş'te yaşayan bir ailede en az dört kuşakta bu durum gözlemlenmiştir. Bazı genetik bozukluklar, dolaylı olarak kişiyi anormal parmak izi konfigürasyonlarına yatkın hale getirebilmektedir. Örneğin; Naegeli-Franceschetti-Jadassohn (NFJ) sendromu cildi, ter bezlerini, tırnakları ve dişleri etkileyerek adermatoglif tabloyu meydana getirir (Sanodia ve ark., 2019). 17 Adermatoglifin görüldüğü diğer genetik bozukluklar arasında; Down Sendromu, Turner sendromu, Klinefelter sendromu, Edwards sendromu, Patau sendromu, Noonan sendromu görülmektedir (Çizelge 2.2). Çizelge 2. 2. Adermatoglifin görüldüğü genetik bozukluklar (Sarfraz, 2019) Hastalıklar Genetik Dermatoglif Özellikler Down Sendromu Trizomi 21 Simian çizgisi, dijital orta hat boyunca daha az çıkıntı, ulnar halkaların baskınlığı Turner sendromu 45, X0 Kromozomal anormalliğin türüne bağlı olarak turların baskınlığı Klinefelter sendromu 47, XXY 1. parmakta aşırı kavis, 2. parmakta daha fazla ulnar döngü, daha az sarmal, alt parmak çıkıntıları Edwards sendromu Trizomi 18 Vakaların %30'unda parmak uçlarında 6 ila 10 kemer ve Simian kıvrımı Patau sendromu Trizomi 13 %60 olguda parmak uçlarında ark fazlalığı, polidaktili ve Simian çizgisi Noonan sendromu Çoklu genler/AD Parmak uçlarında artan sarmallar ve eksenel üçlü yarıçap, bazı durumlarda Simian çizgisi 2.8.2 Edinsel Adermatoglifi Edinsel adermatoglifi, dermatolojik veya dermatolojik olmayan nedenlerden kaynaklanmaktadır. Yanıklar, amputasyon, travma dermatolojik olmayan nedenler arasındadır. Dermatolojik nedenler daha çok egzama, dermatit, epidermolizis bülloza, pemfigus vulgaris, Steven Johnson sendromu, vitiligo veya keratinizasyon bozuklukları gibi nedenlerle birkaç parmakta veya tüm parmaklarda edinilmiş dermatoglif kaybına neden olabilir. Lübnan ulusal araştırma sonuçlarına göre, dermatolojik nedenler tüm adermatoglifi vakalarının %52,9'unu oluştururken, dermatit en sık görülen nedenler arasındadır (Haber ve ark., 2015). Edinsel adermatoglifiye bazı ilaçlar da neden olmaktadır. Örneğin güçlü kortikosteroidlerin oluşturduğu adermatoglif tablo, edinsel adermatoglifinin dermatolojik nedenlerinden biridir. İncelenen bir vakada, doğuştan parmak izine sahip erkek bir hastanın zamanla avuç içlerinde epidermal çıkıntıların tamamen kaybolmasına sebep olan kısmi adermatoglifi tespit edilmiştir. Hasta 13 yıldır pompholyx el egzamasına sahip, çok 18 sayıda topikal kortikosteroid ile tedavi olmuş ve haftada iki kez mometazon furoat adlı steroid ilaç öyküsüne sahiptir. Vaka raporunda, hastanın parmak izlerine sahip olarak doğduğu ve aile üyelerinde genetik adermatoglifinin olmadığı belirtilerek, kısmi adermatoglifinin nedeni olarak güçlü kortikosteroid kullanımı olduğu sonucuna varılmıştır (Sergeant ve ark., 2012). Parmak izlerinin oluşmasını sağlayan üç temel bezden herhangi birinin fonksiyonunun azalması da adermatoglif tabloyu meydana getirir. Örneğin ilaçlar veya kozmetik ürünlerin içindeki maddeler salgı bezlerini etkileyerek, fonksiyonunun azalmasına neden olmaktadır. İlaçların neden olduğu tabloda izotretinoin maddesi, sebasus bezleri dahil birçok hücre tipinde epitelyal farklılaşmayı sağlamaktadır. 1970’li yıllarda retinoidlerin, insanlarda ve hayvanlarda sebasus bezi büyüklüğünü ve sebum salgısını azaltarak sebasus bezleri üzerinde direkt etkisi olduğu keşfedilmiştir (Dalzıel ve ark., 1987). Bu etken madde, sebasus bezi aktivitesini azaltarak akne probleminin önüne geçilmesi için halen yoğun olarak ilaç endüstrisinde kullanılmaktadır. Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar, birçok yan etkiyi de beraberinde getirmektedir. Adermatoglifi tablosu da bu yan etkilerden biridir. Bununla birlikte görülen bulantı, kusma, ciltte kuruluk, kızarıklık, kaşıntı gibi yan etkilerin %90’ı geçicidir. Antimetabolit ilaç grubunda olan CAP doza bağlı olarak adermatoglifiye bağlı el- ayak sendromuna (EAS) neden olmaktadır. Palmoplantar eritrodizestezi olarak da bilinen EAS, hastanın gündelik yaşamını ciddi şekilde etkilemekle birlikte adli uygulamalarda, biyometrik veri tanımlanmasında, yurtdışı seyahatlerinde kişiye büyük zorluklar yaşatmaktadır. İlacın doz verimi azaltılarak veya tamamen kesilerek bu durumun önüne geçilebilmektedir. CAP kullanan hastaların %50-60’ında adermatoglifi geliştiği, %19- 34’ünde ise sadece cilt reaksiyonlarının meydana geldiği rapor edilmiştir (Van Doorn ve ark., 2017). CAP dışında bazı kanser ilaçlarının topikal tedavisinde de adermatoglifi tablosu meydana gelmektedir. Etkin madde olarak içeriğinde %5 florourasil bulunan kremler, cilt yüzeyinde oluşan premalign ve malign lezyonlar için topikal tedavi şeklinde kullanılmaktadır. İncelenen bir vakada, 48 yaşındaki kadın hastaya, cildindeki lezyonlar için hekimi tarafından %5 florourasilli EFUDİX krem reçete edilmiştir. Hastaya ilacı 3 hafta boyunca, eldivensiz işaret parmağıyla ilgili bölgeye uygulanması istenmiş ve her 19 uygulamadan sonra hasta ellerini yıkamıştır. Tedavi sonunda hasta, cep telefonundaki parmak izi kilidini açamaması üzerine, sağ işaret parmağında parmak izinin kaybolduğunu fark etmiştir. Böylece bu tedavinin daha önce bildirilmemiş yan etkisi tespit edilerek, bazı ilaçların topikal uygulamasının da yan etki olarak adermatoglifiye neden olduğu raporlanmıştır (Chow&Potter, 2022). Bu çalışmada, 5-FU’nun ön ilaç formu olan CAP’ın yan etkisi olan adermatoglifi tablosuna, doğal bir antioksidan olan resveratrol maddesinin koruyucu özelliğinin olup olmadığına odaklanacağız. 2.9 Kanser Tedavisinde Kullanılan Antimetabolit İlaçlar Kanser tedavisinde kullanılan ve EAS’ye neden olan bazı ilaçlar çizelge 2.3’te gösterilmiştir. Bunların arasında bulunan antimetabolit ilaçlar; enzim molekülünde, koenzim veya substrat durumundaki esas metabolitin yerini alarak, enzimin bloke olmasına neden olan metabolit analoglarıdır. Antimetabolitler, doğal substratların bağlandığı enzimlerin özgül bağlanma bölgeleriyle rekabet eder ve substratların bağlanmasını engelleyerek enzimlerin normal fonksiyonlarını inhibe ederler (Sürmelioğlu ve ark., 2017). Genellikle kanser tedavisinde kullanılırlar çünkü antimetabolitler, kanserli hücrelere normal hücrelerden daha duyarlıdır. Kanserli hücreleri hedef alarak anormal büyüme ve bölünmesini durdurur. Methotrexate (MTX), aminopterin, azaserin, merkaptopürin, pentostain, tegafur, tiyoguanin, CAP ve 5- florourasil (5-FU) gibi antimetabolit ilaçlar, kanser tedavisinde sıkça kullanılan örneklerdir (Chortkoff ve Stenehjem, 2019) 20 Çizelge 2. 3. Antikanser ilaçlar (Oral ve Dere, 2023) Alkilleyici Ajanlar Antimetabolitler Mitoz İnhibitörleri Topoizomeraz inhibitörleri Tirozin kinaz inhibitörleri (TKİ) Antrasiklinler Hormon reseptörleri Busulfan 5-florourasil Podoflotoksinler Doksorubisin Afatinib Aklorubisin Abiraterone Estramusin Aminopterin Taksanlar Epirubisin Aksitinib Daunorubisin Anastrozol İfosfamid Azaserin Vindesin Etoposid Alectinib Epirubisin Bicalutamide Karboplatin Kapesitabin Vinkristin İdarubisin Bosutinib İdarubisin Degarelix Karmustin Merkaptopürin Vinplastin Mitoksantron Brigatinib Zorubusin Eksemestan Klorambusil Metatreksat Teniposid Cetuximab Ekstramustinfosfat Lomustin Pentostain Ceritinib Flutamide Mekloretamin Tegafur Dabrafenib Fosfestrol Melfalan Tiyoguanin Dasatinib Fulvestrant Siklofosfomit Erlotinib Goserelin Sisplatin Everolimus Klomifen Trietilenmelamin Gefitinib Klorotrianisen Trietilentiofosfor amid İbrutinib Letrozol İmatinib Leuprolid Kabozantinib Siproteron asetat Krizotinib Tamoksifen Lapatinib Nilotinib Lenvatinib Nilotinib Nintedanib Osimertinib Palbocicclib Panotinib Pazopanib Regorafenib Ruksolitinib Sorafenib Sunitinib Temsirolimus Tofacitinib Vandetanib Vemurafenib 21 2.10 5-Florourasil (5-FU) 5- Florourasil (5-FU), 1957 yılından beri kolorektal ve meme kanseri de dâhil olmak üzere, kanser tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir antimetabolit ilaçtır (Sethy&Kundu, 2021). Ana formu inaktiftir ancak aktive olmak için hücre içinde fosforillenmesi gerekir. 5-FU, DNA ve RNA'nın pirimidin moleküllerine benzer yapısı olan, heterosiklik aromatik bir organik bileşiktir (Şekil 2.4). Bu bileşik, urasilin C-5 pozisyonundaki hidrojen atomunun yerine bir flor atomu içerir (Zhang ve ark., 2008). a) 5-Florourasil b) Urasil Şekil 2. 4. a) 5-FU Molekül yapısı, b) Urasil Molekül yapısı (Zhang ve ark., 2008) 5-FU bir pirimidin antagonisti olarak çalışır ve tümör hücrelerinde, pirimidin bazı olan urasili, normal vücut hücrelerine göre daha fazla kullanır. İlk geçiş eliminasyonuna uğradığı için oral kullanımına uygun değildir, bu nedenle intravenöz yolla veya infüzyon şeklinde uygulanır. Anabolik yolda intravenöz uygulamayı takiben vücutta florodeoksiuridilata (FdUMP) dönüşerek timidilat sentetaz (TS) enzimini bloke eder veya metabolitlerini RNA ve DNA'ya yanlış şekilde dâhil ederek nükleosid metabolizmasına müdahale eder. Böylece hücrenin DNA yapısını bozarak sitotoksisiteye ve hücre ölümüne yol açar (Şekil 2.5). 22 Şekil 2. 5. 5-FU Etki mekanizması (Alnakib ve ark., 2022) Katabolik yol, 5-FU dozunun yaklaşık %80-85’inin karaciğerde parçalanan dihidropirimidin dehidrojenaz (DPD) tarafından 5-FU'nun dihidro fluorourasile (DHFU) dönüştürülmesini içerir (Şekil 2.6). Bu da böbrekler yoluyla atılan α-floro-β-alanin (FBAL) ve α-floro-β-üreido propiyonik asit (FUPA) oluşumuyla sonuçlanır (Sethy&Kundu, 2021). 1970'lerden bu yana, 5-FU'nun kataboliti olan FBAL'in nörotoksisitesi geniş çapta tartışılmıştır. Okeda ve ark (1990), kediler üzerinde yapılan in vivo deneylerle 5-FU'nun nörotoksisite mekanizmasını araştırmıştır. Çalışmada, monofloroasetik asit ve FBAL gibi iki 5-FU metaboliti, kedilerin beyin sol ventrikülüne sürekli olarak uygulanmıştır. Deneylerde vakuoller ve nekroz/yumuşama gibi iki tür nöropatolojik değişiklik belirlenmiştir ve FBAL, monofloroasetik aside göre daha toksik olarak bulunmuştur. FBAL grubundaki nöropatolojik değişiklikler, oral olarak alınan 5-FU sonrasında hastalarda gözlemlenenlerle benzerlik göstermiştir. 23 Şekil 2. 6. a) 5-FU Anabolik yol b) 5-FU’nun kanser hücresi ve karaciğer dokusundaki anabolik ve katabolik yolu (Sethy&Kundu, 2021) Son yıllarda çokça tercih edilen 5-FU’nun tek başına tedaviye yanıt oranı %10-15 iken, diğer anti-tümör ilaçları ile kombinasyonu bu oranı %40-50’ye çıkarmıştır. Ayrıca DPD eksikliği olan bazı hastaların 5-FU tedavisinden sonra ciddi toksisitelere maruz kaldığı rapor edilmiştir (Kuilenburg ve ark., 2003). Bu hastalarda standart veya düşük dozda 5- FU maruziyeti, mukozit, granülositopeni, nöropati ve ölüm dâhil ciddi toksisiteye neden olmuştur. Dolayısıyla DPD, anabolizma için mevcut 5-FU miktarını düzenleyerek 5-FU farmakokinetiğinde kritik bir rol oynamaktadır. Bu sonuçlar neticesinde ülkemizde T.C Sağlık Bakanlığı tarafından, DPD eksikliği olan hastaları belirlemek için tedavi öncesi test yapılmasına ilişkin tavsiye mektubu yayınlanmıştır (T.C. Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, 2020). Bu mektubun amacı, DPD enzim eksikliği olan hastalarda şiddetli toksisite riski artışı nedeniyle, 5-FU ile tedavi öncesi hastalarda DPD aktivitesinin ölçülmesidir. Şiddetli toksisite riski altındaki hastaları belirlemek için DPD kodlayan gende (DPYD) genotipleme yapılması ve kan urasil düzeylerinin ölçümü 24 ile fenotipleme yapılarak tam ve kısmi DPD enzim eksikliği tespit edilmesi tavsiye edilmektedir. 2.11 Kapesitabin 2.11.1 Genel Özellikleri Kapesitabin3, çeşitli kanser türlerinin tedavisinde etkili olan ve genellikle 5-FU’nun ön ilaç formu olarak kullanılan kemoterapötik bir ilaçtır. CAP’ın açık kimyasal formülü Şekil 2.7’de gösterilmiştir. Piyasada Kapeda, CAP, Xeltabin ve Xeloda isimleri ile iki farklı formda4 tabletler halinde bulunmaktadır. CAP, oral yolla alındıktan sonra 5- FU’ya dönüşür ve hedef tümör dokusunda DNA sentezini baskılayarak sitotoksik aktivite gösterir. 5-FU, ilk geçiş eliminasyonuna uğradığı için oral yolla uygulanmaz fakat CAP hızlı bir şekilde emilir ve yaklaşık 6 saat sonra sistemik dolaşımda izlenemez hale gelir. Daha sonra gastrointestinal kanaldan emilerek metabolizasyonu başlar (Sürmelioğlu ve ark., 2017). Şekil 2. 7. CAP açık kimyasal formülü (Rohlicek ve ark., 2009) 3 N4-Pentiloksikarbonil-5'-deoksi-5-fluorositidin, CAP 4 150 mg ve 500 mg 25 2.11.2 Etki Mekanizması CAP, üç aşamalı enzimatik tepkime ile aktif metaboliti olan 5-FU’ya dönüşür (Şekil 2.8). Oral uygulamayı takiben CAP bağırsaktan hızla emilir ve ilk basamakta karaciğerde karboksilesteraz (CES) enzimi tarafından 5-deoksi-5-florositidin (5’DFCR) metabolitine dönüşür. İkinci basamakta 5’DFCR, sitidin deaminaz (CDD) enzimi tarafından 5- deoksi-5-florouridin’e (5’DFUR) dönüşür. Son basamakta ise 5’DFUR, timidin fosforilaz (dThdPase, TP) enzimi aracılığıyla aktif ilaç olan 5-FU’ya dönüşmektedir. Bu aşamadan sonra ise CAP metabolizması, intravenöz yolla verilen 5- FU ile aynı şekilde devam eder (Alqahtani ve ark., 2022). Şekil 2. 8. CAP metabolizması (Alsaloumi ve ark., 2020) Şekil 2. 9. CAP’ın sitotoksik etkinliğinde ve eliminasyonunda rol alan metabolik yolaklar (Alsaloumi ve ark., 2020) 26 Son basamakta 5’DFUR’un 5-FU’ya dönüşümünü katalizleyen timidin fosforilaz enzimi, sağlıklı dokuya göre tümörlü dokuda 3-10 kat daha fazla bulunur. Bu durum CAP’ın aktif metaboliti olan 5-FU’ya tümör spesifik olarak dönüşmesini ve ilaç aktivasyonunun tümörlü dokuda daha yüksek düzeyde gerçekleşmesini sağlamaktadır (Walko&Lindley, 2005). 5-FU bir urasil analoğudur, DNA ile RNA’nın yapısına dâhil olarak normal fonksiyonlarını bozar ve DNA sentezini inhibe ederek etkinlik gösterir. 5-FU hücre içine urasile benzer şekilde kolaylaştırılmış difüzyon yoluyla girer ve burada aktif metabolitleri olan florodeoksiuridin monofosfat (FdUMP), florodeoksiuridin trifosfat (FdUTP), florouridin trifosfat (FUTP)’a dönüşür (Şekil 2.9). FdUMP, timidilat sentaz (TS) ve 5,10-metilen tetrahidrofolat (CH2THF) ile bağlanarak stabil bir üçlü kompleks oluşturur. Böylece DNA replikasyonu ve tamiri için gereken timidilat elde edilir. Ayrıca FdUMP, TS’ye bağlanarak dUMP’ın bağlanmasına engel olur ve timidin monofosfat (dTMP) sentezi inhibe edilir. Bu inhibisyon deoksinükleotid (dNTP) sentezinde dengesizliğe neden olur, böylece DNA sentez ve tamirinde bozukluklar ve DNA hasarı meydana gelir. dUMP birikimine bağlı olarak ise hücrede dUTP artar. FdUTP ve artan dUTP DNA’nın yapısına katılarak DNA hasarına ve apoptoza neden olur. 5-FU’nun bir diğer aktif metaboliti olan FUTP, RNA’nın yapısına girerek hücrenin metabolizması ve canlılığı üzerine olumsuz etkiler gösterir (Longley ve ark., 2003). 5-FU’nun sebep olduğu DNA ve RNA hasarları S ve G1 fazlarında meydana gelirken, neden olduğu hücresel hasar üç farklı safhada gerçekleşir: S fazındaki hücrelerin kaybı/birikimi, G2/M bloku ve G1-S durmasıdır (Carrillo ve ark., 2015). 2.11.3 Endikasyonları CAP, ABD ve Kanada dâhil en az 45 ülkede taksan dirençli meme kanseri hastalarının kullanımı için onaylanmıştır. Ayrıca, Avrupa Birliği'nde metastatik kolorektal kanserli hastalar için birinci basamak monoterapi olarak uygulanmaktadır. Önerilen CAP dozu, 2 hafta boyunca tek ajan olarak günde iki kez 1.250 mg/m2’dir. Bu doz düzeyinde, hastaların yaklaşık üçte birinde toksisite meydana gelmesi nedeniyle birçok hekim, günde iki kez 1.000 mg/m2 gibi daha düşük bir dozla başlamaktadır. 1 hafta dinlenme periyoduyla birlikte 3 haftalık döngüler halinde kullanılır (Reigner ve ark., 2001). 27 2.11.4 Kontrendikasyonları CAP tedavisinin kontrendike olduğu durumlar:  Floropirimidin tedavisine karşı ciddi ve beklenmeyen reaksiyon öyküsü olan hastalarda,  CAP veya içeriğinde bulunan yardımcı maddelerden herhangi birine veya florourasile karşı aşırı duyarlılık gösteren hastalarda,  DPD enzimi aktivitesinin olmadığı hastalarda,  Hamilelik ve emzirme dönemlerinde,  Şiddetli lökopeni, nötropeni veya trombositopenisi olan hastalarda,  Şiddetli karaciğer yetmezliği olan hastalarda,  Ciddi böbrek yetmezliği olan hastalarda (kreatinin klerensi 30 mL/dk’nın altında ise),  Brivudin ile yakın zamanda veya eş zamanlı tedavi olması durumunda (ilaç-ilaç etkileşimi durumunda),  Kombinasyon tedavisindeki tıbbi ürünlerden herhangi birine ilişkin kontrendikasyon varsa, bu tıbbi ürün kullanılmamalıdır (“Capesitabine”, 2024). 2.11.5 Yan Etkiler CAP genel olarak etkili, sürekli infüzyon gerektirmeyen, vücutta iyi tolere edilebilen antikanser bir ilaçtır. Tek başına sitotoksik etki göstermez, oral alındıktan sonra karaciğerde metabolize edilir ve insan kanser hücrelerinde 5-FU’ya dönüştürülür. Ayrıca CAP’ın tümör içindeki seçici aktivasyonu, daha az sistemik toksisiteye neden olmaktadır (Schüller ve ark., 2000). CAP’ın faz II ve faz III çalışmalarının sonuçlarına göre, en sık görülen yan etkiler arasında diyare (%55-57), bulantı (%43-53), kusma (%27-37), stomatit (%24-25) ve EAS (%53-60) bulunmaktadır (Mikhail ve ark., 2010). Bunların arasında diyare, genellikle tedaviye başlanılan ilk aylarda ortaya çıkmaktadır. EAS, diğer adıyla palmar-plantar eritrodisestezi, dermatolojik bir yan etkidir. Özellikle avuç ve ayak tabanlarında kızarıklık, soyulma, şişlik, su toplaması ve ağrı ile gözlemlenir. Bu etkiler sonucunda kişide adermatoglifi gelişir ve geçici bir parmak izi kaybı meydana gelir. Bu yan etki genellikle tedavinin ikinci veya üçüncü küründen 28 sonra ortaya çıkar. Doz verimi düşürülüp tedaviye ara verildiğinde genellikle 1-2 hafta içinde iyileşme görülür, ancak bazı durumlarda tamamen iyileşme için 4 hafta ya da daha uzun süre gerekebilir. Klinik çalışmalarda, CAP tek başına kullanıldığında EAS görülme sıklığı %53-60 iken, dosetaksel ile kombine kullanımda bu sıklık %63 oranında rapor edilmiştir. Diğer dermatolojik yan etkiler arasında dermatit (%10), cilt kuruluğu (%7), saç kıran (%5), pigmentasyon ve tırnak bozuklukları (%6) bulunmaktadır. CAP’ın laboratuvar değerlerine etkisine bakıldığında, total bilirübinde artışla birlikte kanda lipid profilinde de artış görülmüştür. Hastaların %4,5'inde orta derecede hiperbilirubinemi, %23'ünde ise hafif derecede hiperbilirubinemi raporlanmıştır (Reigner ve ark., 2001). Literatürde bulunan olgu sunumları, CAP tedavisinin kanda trigliserid ve kolesterol düzeylerini arttırdığını da raporlamıştır. İncelenen vakalarda, CAP tedavisinden sonra hipertrigliseridemi, hiperkolesterolemiye göre daha anlamlı bir artış göstermiştir (Sürmelioğlu ve ark., 2017). CAP tedavisine bağlı, çok yaygın olmayan etkiler arasında kardiyotoksisite de raporlanmıştır. Prospektif klinik çalışmalar, 5-FU alan hastaların %2-10'unda kardiyovasküler komplikasyonlar geliştiğini göstermiştir (Kosmas ve ark., 2008). Bildirilen bir vakada, kolorektal karsinom nedeniyle oral CAP tedavisi gördükten sonra akut miyokard enfarktüsü semptom ve bulguları gelişen ve uygun tedavi ve takip sonrasında düzelen iki hasta raporlanmıştır (Lampropoulos ve ark., 2017). CAP tedavisine bağlı olarak çeşitli hematolojik yan etkiler de ortaya çıkmaktadır. Bunlar arasında görülme sıklıklarıyla birlikte nötropeni (%20), trombositopeni (%20), anemi (%41) ve lenfopeni (%58) yer almaktadır. Birçok kemoterapötik ilacın pankreatite neden olduğu bilinmektedir. Ancak CAP’ın pankreatite neden olduğuna dair bilgiler literatürde kısıtlıdır. İncelenen bir vakada, 2000 mg/m2/gün CAP tedavisi alan kadın bir hasta, dozajı 2500 mg/m2/gün almaya başlayınca bulantı-kusma, palmar-plantar eritrodisestezi (EAS) ile akut pankreatit geçirdiği raporlanmıştır (Jones&Valero, 2003). 29 2.11.6 Deney Hayvanlarındaki Etkisi Deney hayvanlarında yapılan çalışmalar, CAP’ın kanser hücrelerinin büyümesini durdurma veya öldürme kapasitesine sahip olduğunu göstermiştir (Ninomiya ve ark., 2004). Bu çalışmalar, ilacın hangi dozlarda ve ne şekilde etkili olduğunu anlamak için yapılır ve insanlardaki kanser tedavisi için önerilen dozlar ve yöntemler üzerinde ipuçları sağlar. Deney hayvanları üzerinde ilaçların yan etkileri de araştırılmaktadır. Bunun için özellikle fare ve sıçanlar bu tür çalışmalarda yaygın olarak kullanılırlar. Kemoterapi ilaçlarının insanlarda ortaya çıkardığı yan etkilerin benzerlerini bu hayvanlarda oluşturarak, yan etkilerin nedenleri, etkileri ve mekanizmaları detaylı bir şekilde araştırılmaktadır. EAS gibi yan etkilerin oluşturulması genellikle belirli dozlarda ve belirli süreler boyunca ilaçların verilmesiyle yapılır. Bu tür çalışmalar, ilacın yan etkilerini anlamak ve bunları azaltmak için yapılmaktadır. Deney hayvanları kullanılarak yapılan çalışmalarda, yan etkilerin kolaylıkla gözlemlenebildiği gibi, ilaçların farmakokinetik modeli de tasarlanarak doz sıklıkları hakkında araştırmalar yapılmaktadır. Sakai ve ark. (2020) tarafından yapılan bir çalışmada, sıçanlar üzerinde farmakokinetik model değerlendirilmiştir. Çalışmada Wistar albino soyu erkek sıçanlara 14 gün boyunca günde bir kez 180mg/kg dozda CAP uygulanmıştır. Böylece CAP plazma derişimi ve metabolik enzim aktivesi değerlendirilmiştir. 2.12 Timidin Fosforilaz (TP) Enzimi TP (EC 2.4.2.4), pirimidin nükleozid fosforilaz (PyNP) ailesine aittir ve 1970'lerin ortalarında hem Escherichia coli'den hem de Salmonella typhimurium'dan izole edilmiştir. Birkaç yıl sonra, insan TP'si amniyokoryondan saflaştırılmıştır (Kubilus ve ark., 1978). TP'nin amino asit dizisi, evrim sırasında yüksek oranda korunur. Örneğin insan TP'si, E. coli TP ile %39 sekans özdeşliğini paylaşır (Barton ve ark., 1992). TP, timidin ve diğer pirimidin 2′-deoksinükleozitlerin ilgili bazlarına ve 2-deoksi-α-D-riboz- 1-fosfata (2dDR1P) fosforolizini katalize eder (Şekil 2.10). TP katalizli tepkime tersine çevrilebilir olsa da TP'nin baskın metabolik işlevi kataboliktir ve bu, pirimidin nükleozidlerinin kurtarma yolunu desteklemektedir (Brown&Bicknell, 1998). 30 Şekil 2. 10. TP’nin katalizlediği tepkime (Norman ve ark., 2004) TP'yi kodlayan insan geni, 4.3 kb'lik bir bölgeye yayılan 10 ekzondan oluşan 22q13 kromozomu üzerinde bulunur. İnsan TP mRNA'sı 1.8 kb uzunluğa sahiptir ve 110 kDa'lık bir homodimer oluşturan 55 kDa moleküler ağırlığa sahip 482 kalıntılı bir proteini kodlamaktadır. TP, E. coli'de 90 kDa ile memelilerde 110 kDa arasında değişen bir dimer moleküler kütlesi olan ve iki özdeş alt birimden oluşan bir homodimer olarak işlev görür (Desgranges ve ark., 1981). Her alt birim, timidin bağlama bölgesini içeren küçük bir α- helikal alan ve fosfat bağlanma bölgesini içeren büyük bir α/β alanından oluşur. Aktif bölge, α alanındaki timin bağlama bölgesinden ve α/β alanındaki yarık boyunca fosfat bağlama bölgesinden oluşur (Şekil 2.11). Şekil 2. 11. TP enziminin şematik çizimi (Pugmire ve ark., 1998) 31 1987'de insan kan trombositlerinden bir protein izole edilerek bu proteinin timidin alımını arttırdığı için endotelyal hücre büyümesini uyardığına inanılıyordu ve bu nedenle “trombosit türevli endotelyal hücre büyüme faktörü” olarak adlandırılmıştır (PD-ECGF). Birkaç yıl sonra, rekombinant PD-ECGF'nin TP aktivitesine sahip olduğu bildirilmiştir (Moghaddam&Bicknell, 1992). Ayrıca, her iki proteinin amino asit dizisinin analizi aynıdır. TP'nin üçüncü bir rolü de tanımlanmıştır ve TP'ye gliostatin adı verilmiştir. 1992'de gliostatin, insan nörofibromundan izole edilmiştir. Bu protein hem astrositlerin hem de glial tümör hücrelerinin büyümesini engellemektedir. Bu nedenle, TP, PD-ECGF ve gliostatin, aynı özdeş proteine atıfta bulunur. Literatürde TP ve PD-ECGF birbirinin yerine kullanılırken, "gliostatin" kelimesinin kullanımı romatoid artrit (RA) ve nörolojik araştırma bağlamıyla sınırlıdır. 2.12.1 TP’nin Fizyolojik Yönü Yüksek TP seviyeleri makrofajlarda, stromal hücrelerde, glial hücrelerde ve bazı epitellerde eksprese edilir. TP hücre içinde hem sitoplazmada hem de çekirdekte bulunur. Normal insan kanında bulunan çoğu TP aktivitesi trombositlerin sitoplazmasında bulunur. Bu durum, trombositlerin timidin metabolizmasında önemli bir rol oynadığını ve trombositlerin fizyolojik fonksiyonlarının önemli bir parçası olduğunu göstermektedir (Pula ve ark., 2010). Aktive edilmiş trombositler, TP’yi salar ve endotel hücrelerin motilitesini ve proliferasyonunu artırarak anjiyogenezi (yeni damar oluşumu) uyarmaktadır. Ayrıca, TP dişi üreme döngüsünde de önemli işlevi vardır. Her adet döngüsü sırasında geniş bir anjiyojenez geçiren endometriumda da yüksek miktarlarda TP keşfedilmiştir. TP, menstrüel siklusun fazına bağlı olarak karakteristik bir dağılım paterni gösterir: TP ekspresyonu, siklus ilerledikçe stromadan epitele doğru hareket eder ve estradiol derişimleri ile ters orantılıdır (Fujimoto ve ark., 1998). TP, gebeliğin ilk üç ayında, vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ile trofoblastta bulunur ve faktörler gebelik sırasında aktif rol oynar. Tümör hücrelerinde TP’nin yükselmesine neden olan fizyolojik durumlar arasında inflamatuar sitokinler, hipoksi ve düşük pH gibi hücresel stres, kemoterapi ve radyoterapi de yer almaktadır (Şekil 2.12). Enflamatuar sitokinlerden biri olan tümör nekroz faktörü- α (TNF-α), TP ekspresyonunun düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. Bu sitokinlerin 32 artması veya azalması, TP ekspresyonunu etkilemektedir (Şekil 2.13). TP'nin kanser hücrelerinde indirgen nikotinamid adenin dinükleotid fosfat (NADPH) oksidaz kaynaklı ROS sinyallemesini desteklediği gösterilmiştir (Tabata ve ark., 2018). Şekil 2. 12. TP’nin yükselmesine neden olan fizyolojik nedenler (Warfield&Reigan, 2022) Şekil 2. 13. TP’nin yükselmesine neden olan patolojik nedenler (Elamin ve ark., 2016) 33 2.12.2 İlaç Metabolizmasında ve Ön İlaç Biyoaktivasyonunda TP TP, sadece anjiyogenik özelliklere sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda kanser kemoterapisinde yaygın olarak kullanılan doksifluridin ve CAP gibi 5-FU ön ilaçlarının aktivasyonunu sağlamak amacıyla anti-angiyogenik ajanlar için bir hedef olarak da işlev görür. 5-FU, DNA sentezinde önemli bir rol oynayan ve denovo timidilat üretiminden sorumlu olan TS adlı enzimi inhibe ederek antitümör aktivitesini ortaya çıkarır. TP enzimi, 5’DFUR’un 5-FU’ya dönüşümünü sağlar ve DPD enzimi ise 5-FU'nun inaktivasyonunu gerçekleştirir (Şekil 2.14). Bu enzimlerin tümör içindeki oranları, CAP etkinliği ile yakından ilişkilidir. Tümördeki düşük TP enzim aktivitesi, 5’DFUR’un yetersiz dönüşümüne ve dolayısıyla CAP etkinliğinde azalmaya neden olabilir, bu da bir direnç mekanizması olarak görülebilir. Diğer yandan, yüksek DPD enzim aktivitesi de etkinliğin azalmasına yol açabilir (Miura ve ark., 2010). Şekil 2. 14. 5FU ve 5FU ön ilaçları 5’DFUR ve CAP’ın metabolik yollarının şematik gösterimi (Miura ve ark., 2010) 34 2.12.3 Kanserde Aşırı TP Ekspresyonu TP, meme ve kolorektal kanserler dâhil olmak üzere çeşitli katı tümörlerde yukarı yönlü olarak düzenlenen bir enzimdir. TP'nin artan aktivitesi, apoptozun önlenmesine ve anjiyogenezin indüklenmesine katkıda bulunarak tümör büyümesini ve metastazı destekler. Yüksek TP seviyeleri genellikle tümörün agresifliği ve kötü prognozu ile ilişkilendirilir. Bu nedenle, TP inhibitörleri, tümörün anjiyojenezini ve metastazını engelleme amacıyla geliştirilmiştir. Ayrıca, TP'nin aktivitesi, kolon ve meme kanseri gibi tümörlerin tedavisinde yaygın olarak kullanılan 5-florourasil ön ilacı CAP’ın aktivasyonunu sağlar. Bir yandan TP inhibitörleri, TP'nin tümörojenik ve metastatik özelliklerini ortadan kaldırabilirken diğer yandan, çeşitli kemoterapötik ilaçların aktivasyonu için TP aktivitesinin gerekli olması, kanser gelişiminde ve tedavisinde ikili bir role sahip olduğunu göstermektedir (Bronckaers ve ark., 2009). Klinik deneyler, CAP’ı TP indüksiyonu ile birleştiren tedavilerin (örneğin, taksanlar veya radyoterapi gibi) TP ekspresyonunu artırarak CAP’ın antitümöral etkinliğini güçlendirdiğini göstermektedir. Bu strateji, TP'nin hedef alınmasıyla tümör tedavisi alanında umut verici bir gelişmedir (Warfield&Reigan, 2022). TP, kanser hücrelerine büyüme için gerekli olan oksijen, besin maddeleri ve mitojenleri sağlayarak anjiyogenezi artırır; bu da dolaylı olarak kötü huylu hücrelerin kontrolsüz büyümesine katkıda bulunur. Tümör içindeki anjiyogenezi, endotel hücre göçünü uyararak ve tümör mikroçevresindeki malign hücrelerden ve stromal hücrelerden anjiyojenik faktörlerin salınmasını uyararak arttırmaktadır (Elamin ve ark., 2016). Kanser hastaları üzerinde yapılan birçok araştırma, TP ekspresyonu ile mikrodamar yoğunluğu, tümör derecesi, metastaz ve prognoz arasındaki ilişkiyi detaylı bir şekilde incelemiştir (Şekil 2.15). 35 Şekil 2. 15. Çeşitli kanserlerde TP ekspresyonunun mikrodamar yoğunluğu, tümör evresi ve derecesi ile korelasyonu (Bronckaers ve ark., 2009) TP, hücrelerde hipoksi nedeniyle ortaya çıkan apoptoza karşı direnç geliştiren bir anjiyojenik aktiviteye sahiptir (Akiyama ve ark., 2004). 2-deoxy-d-ribose (2dDR), TP enzimatik aktivitesinin neden olduğu timidin bozunma ürünleri arasındadır ve anjiyojenik aktivite sergiler. 2-deoxy-L-ribose (2dLR) ise 2dDR’nin bir stereoizomeridir ve TP'nin enzimatik aktivitesini inhibe etmediği için doğrudan bir TP inhibitörü sayılmamaktadır. Yapılan bir çalışmada, sıçan kornea anjiyogenez testinde TP’nin anjiyojenezi indüklediği ve 2dLR’nin rekombinant TP implantasyonu tarafından indüklenen anjiyogenezi inhibe ettiği gösterilmiştir (Nakajima ve ark., 2004). EAS etkisi altındaki dokular, genişlemiş kan damarları, ödem oluşumu ve beyaz kan hücrelerinin dokuya infiltrasyonu gibi inflamatuar değişiklikler gösterir. Son yıllarda 36 yapılan iki klinik çalışma, TP düzeylerinin EAS'deki rolünü araştırmıştır. TP aktivitesinin bir sonucu olarak artan 5-FU seviyelerinin lokal olarak yüksekliğinin, EAS’ye neden olabileceği düşünülmektedir. EAS’nin lokal olarak avuç içi ve ayak tabanındaki ilacı metabolize eden enzimlerin, dokuya spesifik ekspresyonuyla ilişkili olabileceği hipotezini test etmek amacıyla Milano ve ark (2008), sağlıklı gönüllüler üzerinde bir pilot çalışma yapmıştır. 12 sağlıklı gönüllüde avuç içi alanı (hedef bölge) ile kontrol alanı (sırt derisi) arasındaki TP ve DPD ekspresyonunu ile hücre çoğalmasının bir belirteci olan Ki67'nin ekspresyonu incelenmiştir. Ki67 avuç içinde, sırtla karşılaştırıldığında belirgin şekilde aşırı eksprese edilmiştir. Artan Ki67 ekspresyonuyla gösterildiği gibi, avuç içi epidermisindeki bazal hücrelerin yüksek çoğalma hızı, bu cilt bölgesini, yerel olarak üretilen 5-FU metabolitleri de dâhil olmak üzere genel olarak sitotoksiklerin etkisine karşı daha duyarlı hale getirebilir. Bu çalışma TP'nin ciltte belirgin bir şekilde ifade edildiğini ve sırt bölgeye kıyasla avuç içinde önemli ölçüde daha yüksek aktiviteye sahip olduğunu göstermiştir. Sonuç olarak EAS hedef dokusundaki yüksek TP ekspresyonunun, CAP tedavisi sırasında artan lokal 5-FU üretimi yoluyla hücre sitotoksisitesini destekleyebileceğini güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Kemoterapinin apoptoza neden olmasının yanında yeni bir öldürme mekanizması olarak piroptotik hücre ölümü de bilinen bir mekanizmadır (Tan ve ark., 2021). Aşırı piroptoz, genellikle kronik kolit, akut karaciğer yetmezliği ve ateroskleroz gibi çeşitli inflamatuar hastalıklara neden olan yoğun inflamasyonla ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle, CAP kaynaklı EAS'nin gelişiminde piroptozun rol oynayabileceği varsayılarak yapılan bir çalışmada, deride 5-DFUR ve 5-FU'nun derişimleri belirlenmiş ve palmar taraftaki yüksek TP ekspresyonunun, lokal üretim yoluyla hücre sitotoksisitesini artırabileceğini doğrudan kanıtlamak için TP-/- fareler vahşi tip farelerle karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak, CAP’ın aktif metaboliti olan 5-DFUR'un, güçlü ve kalıcı inflamasyona neden olan GSDME aracılı piroptoz yoluyla keratinositleri bozduğu gösterilmiştir. TP'nin EAS üzerindeki etkisini araştırmak için ilk olarak farelerde palmar bölge ile pençenin sırt alanı arasındaki TP'nin göreceli ifadesi karşılaştırılmıştır. TP ekspresyonunun palmar ve plantar bölgelerde pençenin dorsal bölgesine göre önemli ölçüde daha yüksek olduğu immünohistokimyasal (IHC) analiz yoluyla bulunmuştur (Şekil 2.16’a). Ayrıca TP'nin CAP tarafından indüklenen EAS'ye doğrudan katkıda bulunup bulunmadığını belirlemek için TP-/- fareler kullanılmıştır. 37 CAP kullanarak oluşturulan EAS'nin fare modelinde TP-/- fareleri, vahşi tip farelere göre daha az kuru çizgi, pullanma ve eritem göstermiştir (Şekil 2.16’b). Sonuç olarak TP nakavtının, pençe bölgesindeki avuç içi ve taban alanlarında 5-DFUR'un 5-FU'ya dönüşümünün etkinliğini düşürerek, bu bölgelerdeki 5-FU birikimini azaltabileceği ve dolayısıyla EAS semptomlarını hafifletebileceği güçlü bir şekilde öne sürülmektedir (Yang ve ark., 2022). Şekil 2. 16. a) Yabani tip (wt) farelerin avuç içi, planta ve sırt pençesinin derisinde bir TP immüno reaktivitesi, b) CAP ile tedavi edilen TP-/- ve wt farelerin arka pençesinin temsili görüntüsü (Yang ve ark., 2022) 2.13 El-ayak Sendromu (EAS) Palmar-plantar eritrodisestezi, akral eritem, Burgdorf sendromu olarak da bilinen EAS, kemoterapiye karşı gelişen bir cilt reaksiyonudur ve CAP tedavisinde en sık bildirilen yan etkidir (Kwakman ve ark., 2020). İlk kez 1974 yılında Zuehlke tarafından hipernefroma yönelik mitotan tedavisiyle ilişkilendirilerek tanımlanmıştır (Zuehlke, 1974). El ve ayaklarda palmoplantar uyuşma, karıncalanma veya yanma hissi ile başlar ve genellikle ödem, çatlama veya pul pul dökülme ile belirti vermektedir. Avuç içleri, ayak tabanlarından daha önce etkilenir ve semptomlar ağrısızdan şiddetli ağrıya kadar değişmektedir. Yaşamı ciddi şekilde tehdit etmese de yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyerek günlük aktiviteleri kısıtlayabilir. Ayrıca EAS nedeniyle parmak izi kalitesinde meydana gelen geçici kayıp, kişileri uluslararası seyahatlerde, biyometrik veri girişlerinde, adli uygulamalarda olumsuz yönde etkilemektedir (Van Doorn ve ark., 2017). EAS ile en sık ilişkilendirilen ilaçlar pegile lipozomal doksorubisin (PLD), dosetaksel ve intravenöz 5-florourasil (5-FU), CAP ve S-1 gibi floropirimidinlerdir (Kwakman ve 38 ark., 2020). Genellikle ilgili ilacın kesilmesi veya dozunun azaltılmasıyla klinik semptomlarda iyileşme gözlemlenmektedir. 2.13.1 Patogenez ve Olası Mekanizmalar EAS’nin mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır ve neden olan her ilaç için farklı mekanizmalar varsayılmaktadır. Yaygın varsayım, kemoterapötik ilaçların epidermal hücrelere doğrudan toksik etkileriyle ilişkilidir. Avuç içi ve ayak tabanlarının fizyolojisi, özellikle kemoterapötik ilaçların neden bu bölgede etki ettiğine dair fikir verebilir. Avuç içleri ve ayak tabanlarının oldukça damarlı olması, diğer bölgelere göre daha yüksek oranda cilt hücresi bölünmesine olanak sağlar. Bu ilaçlar, hızla bölünen hücrelere (örneğin, cilt hücreleri) etki eder. Bu nedenle bu bölgeler daha fazla etkilenir. Aynı zamanda avuç içi ve ayaklarda bulunan ekrin ter bezlerinin fonksiyonları, ilaçların etkisiyle bozulabilir. Böylece ekrin bezlerin yüksek derişimi, ilaç metabolitlerini de daha fazla bulunduracağından patagonezde önemli bir rol oynamaktadır (Nagore ve ark., 2000). Floropirimidin kaynaklı EAS mekanizmasının, deride 5-FU metabolitlerinin birikmesiyle ilişkili olduğu görülmektedir. Sendromun oluşumundaki fizyolojik ve morfolojik mekanizmalar öngörüldüğünde; ilacın yıkım ürünlerinin doğrudan veya dolaylı olarak siklooksijenaz-2 (COX-2) inflamasyon yollarını aktive ederek beyaz kan hücre infiltrasyonuna, kan damarlarının genişlemesine ve etkilenen dokularda ödeme neden olabileceği varsayılan nedenler arasındadır. CAP ve metabolitlerinin bu duruma neden olabileceği de düşünülmektedir (Şekil 2.17). TP enzimi CAP aktivasyonunda büyük rol oynar ve dorsal yüzeylere göre avuç içlerinde daha yaygındır. Avuç içinde epidermal bazal hücrelerin yüksek çoğalma hızı, onları sitotoksik ilaçların lokal etkisine karşı daha duyarlı hale getirebilir. Bu nedenle, enzimin anatomik konumu, bu bölgelerdeki toksik CAP metabolitlerinin daha yüksek derişim oluşturarak lokal doku hasarına neden olabileceği yönündedir (Milano ve ark., 2008). 39 Şekil 2. 17. EAS olası yolları (Lou ve ark., 2016) 2.13.2 El-ayak Sendromunun Ayırıcı Tanısı EAS’nin ayırıcı tanısında alerjik ilaç döküntüleri, kontakt dermatit ve egzama, eritromelalji, graft-versus-host hastalığı, kemoterapiye bağlı Raynaud sendromu ve eritema multiforme yer alır (Qiao&Fang, 2012). EAS'yi, el-ayak cilt reaksiyonundan (HFSR) ayırmak da önemlidir. HFSR, orafenib, sunitinib, axitinib, pazopanib ve regorafenib gibi multikinaz inhibitörleri ve BRAF inhibitörleri kullanan hastalarda tedaviye bağlı olarak ortaya çıkan bir cilt reaksiyonudur. Topuklar, parmak uçları, eklemlerin üzerindeki alanlarda sarımsı ve ağrılı hiperkeratotik plaklar görülür ve EAS'den farklı olarak, ayaklarda avuç içlerinden önce belirgin hale gelir. Ayrıca iki cilt reaksiyonu farklı histolojik özelliklere sahiptir (Kwakman ve ark., 2020). 2.13.3 El-ayak Sendromunun Derecelendirilmesi EAS şiddetinin doz gecikmeleri, doz azaltımları ve diğer terapötik yönetim biçimlerinin uygulanması açısından doğru bir şekilde derecelendirilmesi önemlidir. Bu amaçla Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) sınıflandırma sistemleri yaygın olarak kullanılan derecelendirme sistemleridir. WHO sistemi 4 seviye şiddet derecesi uygularken, NCI sistemi 3 seviyedir. Bunlara ilave olarak EAS'nin koyu ten rengine sahip olan hastalarda farklı şekilde ortaya çıkması nedeniyle Saif ve ark. (2007), bu hastalar için üçüncü bir derecelendirme sistemi önermişlerdir (Çizelge 2.4). 40 Çizelge 2. 4. El-ayak sendromu için derecelendirme sistemleri Seviye DSÖ NCI CAP tedavisinde siyahi hastalar için derecelendirme 1 Disestezi/parestezi, ellerde ve ayaklarda karıncalanma. Ağrı olmadan minimal cilt değişiklikleri veya dermatit (kızarıklık, şişme, hiperkeratoz). Avuç içi ve ayak tabanlarında