T.C. ULUDAĞÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASIİLİŞKİLER ANABİLİM DALI DEĞİŞEN ULUSLARARASI GÜVENLİK SİSTEMİ BAĞLAMINDA YUGOSLAVYA’NIN DAĞILMASI VE KOSOVA’NIN NİHAİSTATÜSÜ SORUNU (Yüksek Lisans Tezi) Erleta GJEJLANİ Bursa 2007 1 T.C. ULUDAĞÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASIİLİŞKİLER ANABİLİM DALI DEĞİŞEN ULUSLARARASI GÜVENLİK SİSTEMİ BAĞLAMINDA YUGOSLAVYA’NIN DAĞILMASI VE KOSOVA’NIN NİHAİSTATÜSÜ SORUNU (Yüksek Lisans Tezi) Danışman Prof. Dr. Tayyar ARI Erleta GJEJLANİ Bursa 2007 T. C. ULUDAĞÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Uluslararasıİlişkiler Anabilim Dalı’nda U2004694 numaralıErleta GJEJLANİ’nin hazırladığı “DEĞİŞEN ULUSLARARASI GÜVENLİK SİSTEMİBAĞLAMINDA YUGOSLAVYA’NIN DAĞILMASI VE KOSOVA’NIN NİHAİSTATÜSÜ SORUNU” konulu Yüksek Lisans ile ilgili tez savunma sınavı, 06/06/2007 günü …11:00… - …13:00.... saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin …………………başarılı……..…………….. (başarılı/başarısız) olduğuna ………………oybirliği…..………… (oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Sınav Komisyonu Başkanı Akademik Unvanı, AdıSoyadı Üniversitesi Prof. Dr. Ercan Dülgeroğlu Üye (Tez Danışmanı) Üye Akademik Unvanı, AdıSoyadı Akademik Unvanı, AdıSoyadı Üniversitesi Üniversitesi Prof. Dr. Tayyar Arı Doç. Dr. Göksel İşyar Ana Bilim DalıBaşkanı Akademik Unvanı, AdıSoyadı ....06../.06../ …2007.... Enstitü Müdürü Akademik Unvanı, AdıSoyadı DEĞİŞEN ULUSLARARASI GÜVENLİK SİSTEMİBAĞLAMINDA YUGOSLAVYA’NIN DAĞILMASI VE KOSOVA’NIN NİHAİSTATÜSÜ SORUNU ÖZET Erleta GJEJLANİ UludağÜniversitesi Uluslararasıİlişkiler Anabilim Dalı (Yüksek Lisans Tezi) Soğuk Savaşın bitmesi ve çift kutuplu yapının dağılmasısosyalist sisteme bağlıbirçok ülkeyi krize sürüklemiştir. Bazıdevletler bu süreci daha hafif olumsuzluklarla atlatırken, SSCB gibi bazıülkeler yıkılmış, Yugoslavya ise İç Savaşa sürüklenerek parçalanmıştır. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılmasından sonra, bu devleti oluşturan tüm cumhuriyetler bağımsızlıklarınıkazanarak AB ve NATO’ya üye olma yolunda ilerlerken, Sırbistan’a bağlıolan Kosova özerk bölgesi ise 1999 yılında yaşanan etnik çatışmadan ve NATO’nun müdahalesinden sonra hala çözümlenmemişbir sorun olarak uluslararasıgündemdeki yerini korumaktadır. Bu tez çalışmasının amacı, Yugoslavya’nın tarihsel süreç içerisinde nasıl parçalandığınıve bu bağlamda Kosova’nın nihai statüsü sorununu açıklamaktan ziyade, tüm bu sorunları uluslararasıgüvenlik sitemindeki değişikliklere ele alarak analiz etmek ve değerlendirmektir. Ayrıca, oluşan yeni uluslararası sistem ve güvenlik bağlamında, Kosova sorunu ele alınarak, Kosova’ya verilecek bağımsızlığın kaçınılmaz bir karar olduğu sonucuna varılmıştır. Danışmanı: Prof.Dr. Tayyar ARI Sayfa Sayısı: xiv + 140 Anahtar Kelimeler: Sistem, UluslararasıSistem, UluslararasıGüvenlik, Yugoslavya , Kosova, Soğuk Savaş. v THE DISINTERGRATION OF YUGOSLAVIA AND KOSOVO FINAL STATUS ISSUE IN CONTEXT WITH CHANGES IN INTERNATIONAL SECURITY SYSTEM Erleta GJEJLANİ University of Uludağ Depatment of International Relationes (Master Thesis) ABSTARCT Together with the end of the Cold War and disperse of bipolar structure, many of the countries devoted to Socialist systems were drag into crises. Some of these countries passed this process with little negativity; some of them as USSR is, were disintegrated, while Yugoslavia faced the interior war. After the disintegration of Yugoslavia, the republics that were the part of the Federation earned their independence and are in way to be members of EU and NATO. Kosovo as the autonomous part of Serbia, still after the ethnic fight and NATO intervention in 1999 is staying as unsolved problem. The aim of this thesis is to analyze the disintegration of Yugoslavia and Kosovo status issue in relation with the changes in international security system. This thesis will also analyze Kosovo problem in context of newly formed international and security system and will come up with the conclusion that the independence for Kosovo is the most suitable way to solve this problem and that this foresight can not be avoided. Advisor: Prof.Dr. Tayyar ARI Number of Pages: xiv + 140 Key Words: System, International System, International Security, Yugoslavia, Kosovo, Cold War. vi ÖNSÖZ Son yıllarda Balkan yarımadası, bütün Avrupa’nın, hatta tüm dünyanın dikkatini üzerine çeken, medyanın ilgi odağıolan, birçok gazetecinin kariyer konusu haline getirdiği bir bölge haline gelmiştir. Sosyalist sistemin çöküşü, bu sisteme bağlıolan Balkan ülkelerini krize sürüklemiştir. Bazıdevletler bu süreci diyalog yoluyla halledip, bağımsızlıklarınıilan ederken, Yugoslavya, Miloseviç/Belgrat yönetiminin sert tutumu sayesinde savaşa sürüklenmiştir. Son yıllarda istikrarsızlığın simgesi olan Balkanların en karmaşık bölgelerinden biri olarak nitelendirebileceğimiz Yugoslavya, doğal olarak Balkanlar’daki gelişmelerin dışında kalmamış, bunlardan doğrudan etkilenmiştir. Etnik yapısıoldukça karmaşık olan Yugoslavya, dünyada çokuluslu devletlerin en iyi örneği olarak kabul edilmekteydi. Yugoslavya azınlıkları, Tito döneminde bir arada uyum içinde yaşamışlardır. Tito’nun ölümünden sonra ise dışdünyadaki gelişmelerin etkisiyle de durum hızlıbirşekilde değişmeye başlamıştır. Doğu Avrupa’da 1989 yılında patlak veren olayların ardından, önce Varşova Paktı yıkılmış, ardından da başlayan ve yükselen milliyetçilik hareketleri önce SSCB’nin yıkılmasına daha sonra ise Yugoslavya’nın dağılmasına sebep olmuştur. Bu durumda, ortaya çıkan yeni uluslararasıgüvenlik sorunlarının başında olan milliyetçilik, Yugoslavya’nın dağılmasında barışçıl ve kendiliğinden olmamsısonucunu doğurmuşve yıllarca devam edecekİç Savaşa dönüşmüştür. Yugoslavya’nın dağılmasıaynızamanda bir uluslararasısorun niteliğini kazanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve Rusya başta olmak üzere, uluslararasıdinamiklerin, Yugoslavya olaylarıkarşısındaki tutumu kendi içinde tutarlılık taşımamıştır. Bir yandan toprak bütünlüğünün korunmasıgerektiği üzerinde durulurken, öte yandan Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarınıilan etmeleriyle ve çatışmaların şiddetlenmeleriyle, Cumhuriyetlerin hangi koşullarda tanınabileceğinin tespit edilebilmesi için Komisyon kurulmuştur. İkinci Yugoslavya’nın tam olarak ortadan kalkmasıyla beraber ve Sırbistan ve Karadağ’ın 1992’de kurduklarıyeni Yugoslavya’nın ardından, özellikle 1997’de başlayan ve 1998 deşiddetlenen Kosova olaylarıbaşgöstermeye başlamıştır. 1999 yılında düzenlenen NATO müdahalesi ile Kosova sorununa bir çözüm getirildiğine inanılmıştı. Ancak savaşın bitmesinden bu yana 7 yıllık bir süre geçmesine rağmen Kosova’nın statüsü belirlenmediği için, söz konusu sorunun çözüldüğü söylenemez. Arnavutlar bağımsızlık talep ederken, diğer taraftan Sırbistan, Kosova’nın Sırbistan (1992’de Sırbistan ve Karadağ’ın bir araya gelerek kurduklarıYugoslavya Cumhuriyeti’nin uluslararasıcamiada resmen tanınmamasının ardından, 2003 yılında Sırbistan-KaradağCumhuriyeti kurulmuştur, ancak bu yapıda Karadağ’da 2006 yılında gerçekleşen referandumunda sona ermişve ortaya Sırbistan ve Karadağolarak iki yeni devlet çıkmıştır) sınırlarıiçinde kalmasınıistemektedir. Bu zıt talepler, Kosova sorununun çözülmediğini,şimdilik sadece –NATO zoruyla- yatıştığınıgöstermektedir. Öte yandan, daha önce Bosna savaşısırasında sorununu çözmek için oluşturulan Temas Gurubu, Kosova sorununa çözüm bulmak için 1999 yılında tekrar aktif hale getirilmiş ve 2005 yılından itibaren Kosova nihai siyasal statüsü hakkında verilecek kararın hazırlanmasında temel aktör haline gelmiştir. Yukarıda belirtilmişolan bütün bu sorunların hangi koşullar çerçevesinde meydana geldiklerini, oluşan yeni uluslararasıgüvenlik ortamının bu sorunların ortaya çıkmasında ne kadar etkili olduğunu, ayrıca meydana gelen bu sorunların uluslararası güvenliğe etkileri ne olmuştur ve ne olabilir sorularına cevap verebilmek, bu çalışmanın genel çerçevesini çizeceklerdir. Uluslararasıgüvenlik sorunlarıbağlamında Yugoslavya’nın dağılmasıve Kosova’nın nihai statüsü sorununun incelenmesindeki amacımız, uzun yıllar bir arada ve kardeşçe yaşamışolan Yugoslav cumhuriyetlerinin, Soğuk Savaşın bitiminden hemen sonra neden bu federasyondan ayrıldığını, bu ayrılmanın beraberinde gelen İç Savaşların bölgesel ve uluslararasıgüvenliğe olan etkilerini ve ayrıca oluşan yeni uluslararasısistemde Kosova’ya verilecek (ya da verilmeyecek) olan bağımsızlığın bölgesel ve uluslararasıgüvenliğe olan etkilerini analiz etmektir. viii Bütün bunlarıanaliz etmeye çalışırken, Balkanlardaki ve Balkanların bu bölgesindeki istikrarın ve güvenliğin nasıl sağlanabileceği üzerinde durulacak ve özellikle de henüz çözümlenmemişsorun olarak duran Kosova’nın nihai statüsünün istikrarıve güvenliği bozmayacak şekilde nasıl sonuçlanmasıgerektiği de analiz edilecektir. Erleta GJEJLANİ BURSA 2007 ix İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI................................................................................................ iv ÖZET ............................................................................................................................v ABSTRACT.................................................................................................................vi ÖNSÖZ .......................................................................................................................vii İÇİNDEKİLER .........................................................................................................viii KISALTMALAR ......................................................................................................xiii GİRİŞ............................................................................................................................1 BİRİNCİBÖLÜM KONUYA İLİŞKİN GENEL YAKLAŞIM 1. TEMEL TANIMLAR, KAVRAMSALİÇERİKLER..........................................6 1.1. Sistem, UluslararasıSistem Kavramlarıve UluslararasıSistem Teorileri .......6 1.2. Analiz Düzeyi Sorunu.....................................................................................13 1.3. Güvenlik Kavramıve Uluslararasıİlişkiler ....................................................14 1.2.1. Güvenliğin tanımı..................................................................................15 1.2.2. Tarihsel arkaplan....................................................................................19 2. ÇAĞDAŞULUSLARARASI SİSTEMİN YAPISI VE ULUSLARARASI ...... 23 GÜVENLİK SORUNLARI................................................................................. 25 2.1. Soğuk SavaşDönemi, Sıkıİki Kutuplu Sistem ve UluslararasıGüvenlik Sorunları...........................................................................................................25 2.1.1. NATO ....................................................................................................26 2.1.2. BatıAvrupa Birliği (BAB) ....................................................................28 2.2. Gevşek İki Kutuplu Sistem ve UluslararasıGüvenlik ....................................29 2.3. Soğuk SavaşSonrasıUluslararasıSistem ve UluslararasıSistemi Tehdit Eden Güvenlik Faktörleri ..........................................................................................34 İKİNCİBÖLÜM YUGOSLAVYA’NIN TARİHİVE SOĞUK SAVAŞDÖNEMİNDE YUGOSLAVYA 1. BALKAN YARIMADASI VE YUGOSLAVYA ............................................... 41 1.1. OsmanlıÖncesinde Balkanlar.........................................................................43 1.2. Osmanlıve Avusturya - Macaristanİmparatorluğu Döneminde Yugoslavya 46 1.3. Çokulusluİmparatorlukların Dağılmasıve Ulus – Devletlerin Oluşumu ......48 2. SIRP-HIRVAT-SLOVEN KRALLIĞI’NIN KURULMASI – BİRİNCİ YUGOSLAVYA ................................................................................................... 51 2.1. Birinci Dünya Savaşıve Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı.................................... 51 2.2.İkinci Dünya Savaşında Yugoslavya .............................................................. 55 x 3. SOĞUK SAVAŞDÖNEMİVE YUGOSLAVYA SOSYALİST FEDERAL CUMHURİYETİ’NİN KURULMASI ............................................................... 57 3.1. SSCB ile Yugoslavya’nın Yollarının Ayrılması.............................................58 3.2. Yapılan Anayasal Değişiklikler ve Yugoslavya’yıAyakta Tutma Çabaları..59 3.3. Tito’nun Ölümü ..............................................................................................61 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SOĞUK SAVAŞSONRASI ULUSLARARASI SİSTEMDE GÖRÜLEN YAPISAL DEĞİŞİKLİKLER VE YUGOSLAVYA’NIN DAĞILMASI 1. ÇİFT KUTUPLU SİSTEMİN DAĞILMASI VE ULUSLARARASI GÜVENLİK.......................................................................................................... 63 1.1. Doğu Avrupa’da Sosyalist Rejimlerin Yıkılması...........................................64 1.2. Yugoslav uyumunun Ortadan Kalkması…………………………………….65 1.2.1. Kosova’daki etnik kıpırdama.................................................................65 1.2.2. Yugoslavya mozaiğinde ilk kopan kare: Slovenya ................................66 1.2.3. Slovenya’yıHırvatistan takip ediyor .....................................................67 1.2.4. Makedonya’nın ayrılması......................................................................68 1.2.5. Bosna-Hersek’in ayrılması....................................................................69 1.2.6. Yeni Yugoslavya (Sırbistan - Karadağ)................................................69 2. ULUSLARARASI TOPLUMUNİKİLEMİVE DEVREYE GİRMESİ.......... 70 3. BOSNA SAVAŞI VE ULUSLARARASI TOPLUMUN TUTUMU.................. 73 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SOĞUK SAVAŞSONRASI ULUSLARARASI SİSTEMDEKİYENİ GÜVENLİK YAPILANMASI BAĞLAMINDA KOSOVA SAVAŞI, SONRASI VE NİHAİSTATÜSÜ SORUNU 1. SOĞUK SAVAŞSONRASI KOSOVA SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞI ..... 77 1.1. Sosyalist Teori Çerçevesinde Kendi Kaderini Tayin Hakkıve Kosova ........78 1.2. Kosova KurtuluşOrdusu (UÇK)’nun Ortaya Çıkışı......................................80 1.3. UluslararasıDinamiklerin Kosova Sorununu Çözme Çabaları......................82 1.3.1. Rambouillet Konferansı.........................................................................85 1.3.2. Yeni güvenlik algılamalarıçerçevesinde NATO ve Kosovaya müdahalesi .......................................................................................................87 1.3.3. Soğuk Savaşsonrasıbölgeye hakim olabilme çabalarıile AB ve ABD’nin müdahale ile ilgili tutumları.............................................................88 2. NATO MÜDAHALESI SONRASINDA KOSOVA’NIN DURUMU................ 94 2.1. Kosova Geçici Özyönetim Anayasa Çerçevesi ve Kosova’nin Yapısı..........96 2.2. Kosova’da 17 Mart 2004 Olaylarıve Bölgede Güvenlik ...............................98 2.3. 2004 Parlamento Seçimleri ...........................................................................100 2.4. Kosovaİçin Yeni Statüko’nun Hazırlanmasıve Statü için Müzakerelerin Açılması.........................................................................................................101 2.5. Sırbistan-KaradağCumhuriyetinin Kurulmasıve Karadağ’ın Ayrılması....104 xi 2.6. Müzakerelerin Başlaması, Tarafların Tutumu ve UluslararasıTopluluğun Görüşleri ........................................................................................................106 2.7. Kosova Statüsü ileİlgili Planın Açıklanmasıve Bağımsızlığın Uluslar arası Güvenliğe Etkileri ..........................................................................................114 SONUÇ ..................................................................................................................... 120 KAYNAKÇA............................................................................................................ 127 EKLER......................................................................................................................134 xii KISALTMALAR Kısaltma Anlamı AAK Kosova’nın Geleceği için İttifak (Aleanca per Ardhemerine e Kosoves) AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri ABKA Avrupa Birliği Kurucu Anlaşması AKKA Avrupa’da Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması a.g.e AdıGeçen Eser a.g.m. AdıGeçen Makale AGİT Avrupa Güvenlik veİşbirliği Anlaşması AGSP Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası AT Avrupa Topluluğu AVNOJ Ulusal KurtuluşAnti Faşist Konseyi a.y. AynıYer BAB BatıAvrupa Birliği BM BirleşmişMilletler BİO Barışİçin Ortaklık çev. Çeviren DBA Değiştirilen Brüksel Anlaşması DS Demokratik Parti (Demokratska Stranka) ed. Editör GK Güvenlik Konseyi ICG UluslararasıKriz Grubu (International Crisis Group) KFOR Kosova BarışGücü KPC Kosova Koruma Birliği (Kosova Protection Corps) LDK Kosova Demokratik Birliği (Lidhja Demokratike e Kosoves) M.Ö Milattan Önce NATO Kuzey Atlantik Anlaşma Teşkilatı(North Atlantik Treaty Organisation) ODGP Ortak Dışve Güvenlik Politikası PDK Kosova Demokratik Partisi (Partia Demokratike e Kosoves) s. /ss. Sayfa / Sayfa Sayısı SALT Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (Strategic Arms Limitation Talks) xiii SFOR Bosna-Hersek BarışGücü SRS Sırp Radikal Partisi (Srpska Radikalna Stranka) SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği UÇK Kosova KurtuluşOrdusu (Ushtrija Çlirimtare e Kosoves) UNHCR BirleşmişMilletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (United Nations High Commition for Refugies) UNMIK BirleşmişMilletler Kosova Misyonu (United Nations Mission in Kosovo) VP Varşova Paktı YSFC Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti xiv GİRİŞ Değişen uluslararasıgüvenlik sistemi bağlamında Yugoslavya’nın dağılmasıve Kosova’nın nihai statüsü sorunu adınıtaşıyan bu çalışmada bu güne kadar bu konuda yapılan çalışmalarıbir araya getirerek nihayetinde Yugoslavya’nın dağılmasınıve Yugoslavya federasyonunun halkalarından biri olan Kosova’nın siyasal statüsünün yedi yıldan beri neden hala çözümlenmediğini ortaya koymaktır. Bu güne kadar bu konu hakkında birçok çalışma ve tez konusu hazırlanıp sunulmasına rağmen, bu çalışmalar genelde dağılma ve ondan sonra yaşanan süreçleri kapsamaktadır. Bu çalışmada ki asıl amaç, özellikle Soğuk Savaşsonrasıuluslararası güvenlikte meydana gelen değişiklikler ışığında Yugoslavya’nın nasıl dağıldığınıve dolayısıyla Kosova’nın bu bağlamda NATO müdahalesi sonrasında sekiz yıla yakın bir süre geçmesine rağmen neden hala çözümlenmemişbir sorun olarak gündemde kalmasınıaçıklamaktır. Son zamanlarda Kosova ve onun nihai statüsü sorunu medyanın ilgi odaklarından biridir. Bu nedenle, konuyla ilgili ortaya konmaya çalışılan şey Kosova’nın statüsünün şimdiye kadar belirlenmemesinin nedenlerini, oluşan uluslararası konjonktürden ve özellikle büyük devletlerin kendi çıkarlarının gözetmesinden (ABD ve Rusya) kaynaklandığınıaçıklamaktır. ABD için bölgede oluşan şartların Dayton BarışAnlaşmasıile birlikte kazandığıyeni boyut, savaşı sonlandıran bir devlet olmanın aldatıcıgörüntüsü eşliğinde ABD’nin bölgeye yerleşmesi sonucunu doğurmuştur. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’na karşı Avrupa’nın kuzeyinde konuşlanmışABD üsleri, yeni bir işlev üstlenmek kaydıyla Balkanlar’a kaydırılmıştır. ABD, Balkanlar’da kendisi için yeni bir pazar oluşturmakla beraber, enerji kaynaklarının AB’ye geçişinde de önemli olan bir yere hâkim olmuştur. Bu durum, ABD’nin, siyasal açıdan zaten kontrol ettiği AB’yi ekonomik anlamda da denetim altına almasıanlamına gelmektedir. ABD bugün, Balkanlar’daki üsleri sayesinde, gerek bu bölgeye gerekse Ortadoğu ve Kafkaslara daha hızlımüdahil olabilmektedir. Bölgeye yerleşen ABD’nin, bu şekilde AB üzerinde söz sahibi olduğu da apaçık ortadadır. 1 Kuşkusuz, ABD’nin buradaki varlığı, sorun çözücü bir gerekçeden ziyade, kendi güvenlik stratejisi ile izah edilmelidir. Bu stratejinin bir getirisi olarak, ABD’nin Kosova’nın bağımsızlık sürecinin hızlanmasına önemli katkılar sağladığını söyleyebiliriz. ABD’nin bölgede var olabilmesi, bölgede oluşturabileceği partnerlerle daha da kolaylaşacaktır. Bu çalışma, Soğuk SavaşsonrasıBalkanlarda ve özellikle Yugoslavya’da Tito’nun ölümünden sonra Yugoslavya’nın parçalanma süreci tamamlanmasına karşın bir çok şartın yerine gelmesine rağmen Kosova’nın bağımsızlık kazanmasıgerektiği varsayımından başlayarak, bu coğrafyada meydana gelen boşluğu büyük güçlerin kendi çıkarlarıçerçevesinde kullanmak istemeleri ve ayrıca burada yaşanan iç savaşlarıve insani kıyımıdurdurmak bahanesiyle pay sağlamaya çalıştıklarınıoraya koyacak ve kanıtlandırılacaktır. Ayrıca, hala bir uluslararasısorun niteliğini taşıyan Kosova’nın bağımsızlığının kaçınılmaz olduğunu ve bölgesel – uluslararasıistikrar ve güvenliğe olacak olan pozitif etkileri ortaya koyacak ve bunun kaçınılmaz bir gerçek olduğunu savunacaktır. Dünyada meydana gelen gelişmeleri yakından takip edebilme ve özellikle de ortaya çıkan yeni gelişmelere karşıyeni politikalar öngörebilme yapılacak çalışmaların mutlaka bilimsel değerlendirmeleri de içermesini zorunlu kılar. Bilimsellik ölçülebilen, tahmin edilebilen ve doğruluğu kanıtlanabilen bilgi elde etme yöntemidir. Her ne kadar insan unsurunun dahil olduğu diğer alanlarda olduğu gibi, uluslararasıilişkilerde de bilimsel metot insan davranışlarının belli kalıplar ile sınırlıkalamayacağıgerçeğinden etkilenmekte ise de, devletlerin politikalarına yön veren dinamiklerin açıklanmasında bilimsel genellemelerin ve teorik yaklaşımların varlığıve bu alana olan katkılarıda inkar edilemez. Uluslararasıilişkilere yön veren etkenlerin daha net bir şekilde açıklanabilmesi için uluslararasıoluşumlar şu üç temel düzeyde analiz edilmektedir: 1) uluslararası sistem düzeyi, 2) devlet/toplum düzeyi ve 3) bireysel düzey. Bu düzeylerden biri veya birkaçında mevcut etkenler bir devletin herhangi bir konudaki dışpolitikasına yön verilebilir. Bir bilimsel konu bazen sadece bir düzeydeki analizler ile açıklanamayacak derecede karmaşık yapıdadır. Bu yüzden, bu çalışmada uluslararasısistem düzeyi esas 2 analiz düzeyi olarak benimsenip her üç düzeydeki parametrelere zaman zaman atıfta bulunarak, sağlıklıbir tez konusu ortaya konmaya çalışılacaktır. Uluslararasısistem düzeyini çalışmanın analiz düzeyi olarak benimsemenin nedeni konunun yapısıitibariyle ve onun açıklanmasıbakımından en uygun düzey olmasıdır. Yugoslavya’nın parçalanma süreci sadece devlet ya da birey ekseninde kalan bir neden ve sonuç olayıdeğildir. Dağılma süreci yaşanırken birçok devlet, uluslararası kuruluş ve teşkilat devreye girerek sorunun uluslararası düzeye yükselmesini sağlamışlardır. Nitekim ayrıbir problem olarak Kosova sorunu da hala bir problem olarak ortada durmakta ve uluslararasısistem içerisinde sürekli gündemde kalmaktadır. Kosova sorununa (NATO müdahalesi sonrasıBM gözetimi altına alınmıştır) ilişkin getirilmeye çalışılan çözümlemeler sadece Sırbistan ya da Kosova’yıilgilendirmeyip büyük devletler ve uluslararasıkuruluşlarıda içine almaktadır. Ayrıca, konun başlığından da açıkça anlaşıldığıgibi tüm bu sorunlar tartışılırken değişen uluslararası güvenlik sistemi bakımından ele alınacaktır. Haliyle, uluslararası güvenlikten bahsederken uluslararasısistem düzeyinden kaçmak mümkün olmayacaktır. Analiz düzeyinden sonra konunun teorik bir çerçeveye oturtulmasıaçısından benimsenen teori uluslararasısistem teorisi olacaktır. Uluslararasısistemi en iyi şekilde ortaya koymaya çalışan teorilerden birisi sistem teorisidir. Çalışma konusu genel olarak Soğuk Savaşve Soğuk Savaşsonrasıdönemi kapsayacağından, bu dönem çift kutuplu sistemi yansıtmaktadır. Bu sistem türü ise uluslararasısistem modellerinden biridir. Ayrıca iki kutuplu sistemin ortadan kalkmasıSSCB’nin dağılarak var olan gücünü kaybetmesiyle beraber Yeni Dünya Düzeni olarak adlandırılan sisteme değinilecektir. Çalışmanın daha kolay anlaşılabilmesi için sistem teorisi bu konuda yol gösterici olacak ve çalışmanın bilimsel bir zemine oturmasına yardımcıolacaktır. Bu çalışma özellikle Soğuk Savaşın bitimden ve iki kutuplu yapının dağılmasından sonraki yıllarıkapsamaktadır. Bu 16 yıllık süre içerisinde uluslararası güvenlik sistemini tehdit eden faktörlerin neler olduğu ve bu faktörlerin Yugoslavya’nın dağılmasında ve Kosova sorununa ilişkin olarak ne denli etki ettiği konusunda değinilecektir. Birinci bölümde kavramsal içeriklere yer verilecek, konunun daha net bir şekilde anlaşılmasıaçısından, uluslararasısistemin ne olduğunu, uluslararasısistem teorilerini 3 hangileri olduğunu ve uluslararasısistem düzeyine analiz birimi olarak yer verilecektir. Tarihsel süreç içerisinde uluslararasıgüvenlik konusu ele alınarak, güvenliğin tanımı üzerinde durulacak, uluslararasısistem ve güvenliğin ne olduğu, kimlerden oluştuğu, tarihsel süreç içerisinde nasıl farklılık gösterdiği, güveliği koruma amaçlıörgütlerin hangileri olduğu açıklanacaktır. Uzlaşmazlık, çelişkiler ve çıkarların bölünmüşlüğü ile simgeleşen Balkanlar XX. yüzyılın başında siyasal terminolojiye Balkanlaşma tabirinin girmesine neden olurken Soğu Savaşyıllarıboyunca iki kutbun manevra alanıolma potansiyelini ve güvelik kaygılarınıtaşımıştır. İkinci bölümde Baklanlar ve onun içerisinde yer alan Yugoslavya’nın tarihine değinilecektir. Slavların Balkanlara nasıl ve ne zaman geldikleri, Osmanlıve Habsburg İmparatorluklarıdöneminde Balkanlar’ın yapısı, Birinci Yugoslavya’nın kurulmasıve Kosova’nın durumu, Balkan ve Dünya Savaşları arasında Yugoslavya ve ayrıca İkinci Yugoslavya’nın yapısıüzerinde durulacaktır. Soğuk Savaşdönemi ile birlikte İkinci Yugoslavya’nın kurulmasından sonra Tito dönemi de bu bölümde ele alınacaktır. Tito döneminde Yugoslavya’nın ayakta kalma çabaları, Sovyetler Birliği ile karşılaşılan sorunlar ve yolların ayrılmasıile Tito’nun ölümüyle beraber Yugoslavya uyumunun nasıl ortadan kalktığıkonusu ele alınacaktır. Soğuk Savaşın sona ermesi ve komünizmin çökmesiyle Balkanlar’da yaşanmaya başlayan dönüşüm süreci, sancılıekonomik gelişmeler ve siyasi istikrarsızlığın yanısıra savaşyıllarınıda beraberinde getirmiştir. Uluslararasısistemin politik aktörlerinden ABD, Rusya yada Avrupa ülkeleri olsun Yugoslavya’nın dağılmasından sonraki olay ve gelişmelere yönelik tutumlarıdeğişik çeşitlilikler ya da beklentiler açısından farklılık göstermiştir. Avrupa’nın çevresi ya da Avrupa’nın sınırımuamelesi gören Balkanlar, zamanın çalkantılı, karmaşık çıkarlarının göründüğü zaman diliminde, AB üyeliğini hedefleyen ve Batıdeğerlerini benimseyen bölgedeki liderlerin aksine AB tarafından bu yönetimlerin yeterince desteklenmemişolmasımilliyetçi ve neo-komünist liderlerin güçlü kalmasına ortam yaratmıştır. İşte tam bu noktada bunun nedenlerine değinmek gerekecektir. Dolaysıyla üçüncü bölümde genelde Soğuk Savaşsonrasıuluslararası sistemde görülen yapısal değişiklikler ve ortaya çıkan yeni güvenlik sorunları bağlamında Doğu Bloğu’nun çözülmesi ve bu bağlamda milliyetçi hareketlerinin Yugoslavya üzerindeki etkileri ve Yugoslavya’nın dağılmasıve yaşan iç savaşlar 4 üzerinde durulacaktır. Bu bölümde ayrıca Yugoslavya sorunu karşısında uluslararası topluluğun nasıl ve hangi çıkarlar doğrultusunda hareket ettiği analiz edilecektir. Dördüncü ve son bölümde Kosova sorunu üzerine durulacaktır. 1998 yılından itibaren gittikçe şiddetlenen Kosova olayları, onlarıbarışçıl yollarla çözme çabaları, uluslararasıtopluluğun tutumu, düzenlenen NATO müdahalesi bu bölümde yer alacaktır. NATO müdahalesi sonrasıortaya çıkan yeni statüko ve Kosova’nın nihai statüsü konusunda ortaya çıkan gelişmeler ile tarafların ve uluslararasıtopluluğun bu sorunu çözme çabalarıile tutum ve görüşleri ve ayrıca olasıbağımsızlığın uluslararası güvenliğe olan etkileri son bölümü kapsayacak olan konular olacaktır. 5 BİRİNCİBÖLÜM KONUYAİLİŞKİN GENEL YAKLAŞIM 1. TEMEL TANIMLAR, KAVRAMSALİÇERİKLER Bilimsel metot, gözlem sonuçlarınıbir sistem dahilinde tasnif etmeyi ve olaylar arasında bağlantılar kurmayıamaçlar ki, bu esnada teorinin rolü ortaya çıkar. En genel anlamda teori; tabiatta meydana gelen oluşumlarısebep-sonuç ilişkileri kurmak suretiyle açıklamaya çalışan ve bu sayede gelecekte meydana gelmesi muhtemel olaylarıöngörebilmeyi hedefleyen ifadelerdir. Bir bilim dalıolarak uluslararasıilişkiler de geliştirdiği ve geliştirmekte olduğu teorileri ile ülkelerin dışpolitikalarıve bunlara yon veren yurtiçi ve yurtdışıkaynaklıfaktörler arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini açıklamak suretiyle mevcut olayların açıklanmasıve gelecek olayların sonuçlarının öngörülebilmesini amaçlamaktadır. Konuyla ilgili analizde kullanılacak teori ve olayların tasnifinde kullanılacak analiz düzeyi sırasıyla uluslararasıilişkiler sistem teorisi (modelleri) ve uluslararası sistem düzeyi olacaktır. Amaç bahse konu çalışmanın içerisinde tespit edilen teori ve sistemli analizlerden yola çıkarak konuyu bilimsel çerçeveye oturtmaya çalışmaktır. 1.1. Sistem, UluslararasıSistem Kavramlarıve UluslararasıSistem Teorileri 1950'lerden başlayarak, toplum bilimlerinde yapılan araştırmalarda temel bilimlerden esinlenerek toplum bilimlerine uygulanan sistem kuramıoldukça önemli bir yer tutmuştur. Özellikle uluslararasısiyaset ve dışpolitika konularında yapılan araştırmalarda yoğun olarak kullanıldığıgörülmektedir. Sistem, aralarında herhangi bir nedenle ilişkiler bulunan öğe veya birimler seti olarak tanımlanabilir. Bir ülkenin siyaset sistemini ele alırsak; oy verenler, parlamento, hükümet, devleti yönetmekle yükümlü siyasal partiler bir sistemin öğeleridir. Sistem yaklaşımının ne olduğu konusunda birçok görüşvardır. Dörde ayrılan bu görüşlerişöyle sıralayabiliriz: 6 1. Etkinliği savunanlar 2. Bilimsel yaklaşımın kurulmasınıisteyenler 3. İnsan hislerinin önemini savunanlar 4. Anti-plancıgruptur. Günümüzde sistem yaklaşımıdaha çok ikinci grubun desteklediği bilimsel yaklaşımın yolunda ilerlemiştir.1 Sistem, her bir parçasıbütünün özelliklerini az çok yansıtan ve parçalar arasında ortak özellikler bulunan bir yapıdır. Uluslararasısistem ise temel öğeleri belirli sınırlarla birbirinden ayrılan ve aralarında düzenli ve bağımlıilişkiler bulunan devletlerin oluşturduğu bir yapıdır.2 Uluslararasısistem Belirlenebilen sınırlar içinden etkileşmekte olan, birindeki değişiklik diğerlerinde de değişikliklere yol açan ve aralarında düzenli ve kararlıilişkiler bulunan bir bütündür. Uluslararasısistemin temel aktörleri egemen devletler, uluslararasıörgütler ve transnasyonel gruplar denilen diğer örgütlenmişbirimlerdir. Sistem kavramı, bugün uluslararası ilişkilerde oldukça yaygın olarak kullanıldığından ve hemen hepsi de sistem yaklaşımının temel varsayımlarınıiçerecek şekilde, değişik yazarlar tarafından farklışekillerde tanımlanmıştır. Modelski, uluslararasısistemi, yapısal ve fonksiyonel öğeleri olan bir toplumsal sistem olarak tanımlarken, John Burton, aralarında ortak özellikler bulunan ve ilişkileri sistemin bütünlüğünün devamına yönelik olan değişkenler arasındaki bağımlıilişkiler dizisi şeklinde tanımlamıştır. Mcalelland ise tanımında, kendilerini dışçevreden ayıran özelliklere sahip ve belirlenebilen şuurlar içinde etkileşmekte olan bir bütün olduğunu belirtmiştir.3 Örneğin Morton A. Kaplan’a göre sistem, kendilerine özgü tanımlanabilen davranışsal düzenlilikler ile dışçevreden ayrılan ve aralarında ilişkiler bulunan değişkenler dizisidir. Uluslararasıilişkiler alanında sistem yaklaşımınıtemel alarak empirik çalışmalar yapan McClleland’a göre ise, sistem, kendilerini dışçevreden ayıran ve belirlenebilen sınırlar içinde etkileşmekte olan bir bütündür.4 1 Hasan Köni, “Genel Sistem KuramıVe UluslararasıSıyasetteki Yeri“, Asam Yayınları, Ankara, 2001, http://www.kho.edu.tr/kutuphane/kitap/ozetler/00065ozet.htm, 5 Nisan 2006. 2 Tayyar Arı, “Uluslararasıİlişkiler Teorileri – Çatışma, Hegemonya,İşbirliği”, Alfa Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 512. 3 “UluslararasıSistem”, www.enfal.de/sosyalbilimler/u/006.htm, 28 Mayıs 2007. 4 Arı, a.g.e., a.y. 7 Morgenthau’ya göre uluslararasıilişkiler, uluslar yani devletler arasındaki siyasi ilişkileri inceleyen ve bunu yaparken ulusal güç ve çıkar kavramlarınıtemel alan bir disiplindir. Yani, ulus-devletler temel aktördür. Uluslararasısistem, egemen ulus- devletlerden oluşan ademi-merkeziyetçi ve anarşik bir yapıdır.5 David Easton ve Sitem Kuramı’na göre ise: Easton' un amacısiyaset biliminde evrensel genellemelere ulaşabilmektir. Bu düşüncesini bir toplum içinde siyasal etkileşimlerin bir davranışsistemi oluşturduğunu ileri sürerek desteklemiştir.6 Sistem, gevşek veya sıkıolarak nitelenebileceği gibi istikrarlıve istikrarsız olarak da nitelenebilir. Her sistem içinde birİletişim sistemi bulunur. Ayrıca her sistemin girdi ve çıktılarıvardır. Bunlardan bazılarısistemin dengesini ve istikrarınıbozabilirler, fakat bir süre sonra sistem eski dengesine dönebilir. Bazıgirdiler ise sistemin tümden değişmesine neden olabilir. Böyle durumlarda sistem eski dengesine dönmek yerine yeni özellikler taşıyan başka bir sisteme dönüşür. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan ve Milletler Cemiyeti ile korunmak istenen sistemin bozulmasıve yerini yeni özellikler içeren II. Dünya Savaşısonrasısisteminin almasıgibi. Büyük sistemlerin içinde daha küçük sistemler veya alt sistemler bulunur. Bunları, kendilerine has özellikleri ve kendi içindeki ilişkileri yönünden genel sistemden ayırmak mümkündür. Uluslararasısistemin bir kesimine uluslararasıalt sistem denmektedir. Bunlar da kendi aralarında fonksiyonel ve coğrafik alt sistemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Avrupa Topluluğu ve BirleşmişMilletler örgütü fonksiyonel alt sisteme, BatıAvrupa ve Ortadoğu ise coğrafik alt sisteme örnek gösterilebilir. Bir alt sistem, uluslararası sistemde geçerli olan özellikleri içerir. Ayrıca her alt sistemi içinde yer aldığıulusla- rarasısistemden ayıran özellikler de vardır. Uluslararasısistemin temel iki öğesi ilişki ve bütünlüktür. Uluslararasısistemde devletler bir ilişkiler yumağıiçindedirler. İnsanlar ve devletler birbirini tamamlayan çeşitli değerlere sahiptirler ve bu yüzden değişimde bulunurlar. Devletler güç, statü, etki, sosyal ve ekonomik gelişme gibi amaçlarından dolayıbirbiriyle ve dışdünya ile ilişki içindedirler.7 5 A.Nuri. Yurdusev, “Uluslararasıİlişkiler Öncesi”, ed. Atila Eralp, Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararasıİlişkilerde Temel Yaklaşımlar,İletişim Yayınları, Istanbul, 1996, s.76-78. 6 Köni, a.g.m. 7 “UluslararasıSistem”, a.y. 8 Devletler kendi aralarında açık bir şekilde ifade edilmişve uzun zamandan beri süregelen bir takım “ oyun kuralları” na bağlıolarak hareket ederler. Bu kurallar Devlet denilen yapıyıyönlendirir ve aynızamanda devletlerin birbirilerini nasıl algıladıklarına bakar. Bütün bu kurallar bizim bugün bildiğimiz uluslararasısistemi oluşturur.8 Bu çalışmayıbilimsel çerçeveye oturtabilmek amacıyla, konuyla ilgili analizde kullanılacak teori uluslararasısistem teorisi ve modelleri olacaktır. Uluslararasıilişkiler alanındaki sistemci yazarlar kendilerine göre bir takım sistem modelleri ve sistem türleri ortaya koymuşlardır. Bunu yaparken genellikle tarihsel bir yaklaşım benimsemekle beraber bunun yanında, devletlerin sayıları, yapıları, örgütlenişbiçimleri ve ilişkileri gibi faktörlerin de dikkate alındığıgörülmektedir. Örneğin Richard Rosecrance, sistem çözümlemesini 1740–1960 yıllarıarsında Avrupa tarihini dokuz tarihsel döneme ayırarak yapmaktadır. Bu sistemler aralarında istikrarlıve istikrarsız olmak üzere ayrılarak incelenmiştir. Bozucu girdilerin yoğun olduğu durumlarda istikrarsız, düzenleyici mekanizmaların ağırlıkta olması durumunda ise istikrarlı olarak nitelenmektedir. K.J.Holsti ise, tarihsel faktörlerin yansıra, sistemin sınırını, sistemler arasındaki siyasal birimler ilişkileri, gücün dağılımını, siyasal birimlerin temel karakterlerini ve bunlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kuralların işleyişbiçimini dikkate alarak beşuluslararasısiyasal sistem modeli ortaya koymuştur. Bunlar sırasıyla,1) Hiyerarşik Sistem, 2) Güç Dengesi Sistemi, 3) Gevşek İki kutuplu Sistem, 4) Sıkıİki Kutuplu Sistem ve 5) Çok Kutuplu Sistemdir.9 Sistemci yazarların en önemlilerinden biri olan Morton A. Kaplan ise analizini şu varsayımlar üzerine kurmaktadır. 1. Uluslararasısistemde belirli karakterde ve tekrarlanan davranışşekilleri bulunmaktadır. 2. Uluslararasısistemin birimlerinin belirli davranışşekilleri göstermelerinin ne- deni bunların tutarlıolup, ulusal ve uluslararasıalanda bir ihtiyacıkarşılamaya yönelik olmasındandır. 3. Uluslararasıdavranışşekilleri sistemde yer alan birimlerin (devletlerin) karakteriyle ve yerine getirdikleri fonksiyonlarla ilgilidir. 8 Joshua S. Goldstein, Marredheniet Nderkombetare (Uluslararasıİlişkiler), Çev. Arian ve Teuta Starova, Dituria Yayınevi, Tirana, 2004, s. 18-19. 9 Arı, a.g.m., s.515. 9 4. Uluslararasıdavranışşekilleri, askeri kapasite, ekonomik kapasite, teknolojik yapı, demografik yapı, iletişim, haberleşme ve diğer faktörlerle de ilgilidir.10 Uluslararasısistem modellerini bu temel varsayımlar üzerine kuran Kaplan, başta altı uluslararasısistem modeli geliştirmişsonrasında ise bunlara dört model daha ekleyerek on uluslararasısistem modeli geliştirmiştir. Bunlar sırasıylaşunlardır: 1. Güç Dengesi Sistemi, 2. Gevşek iki kutuplu sistem, 3. Sıkıiki kutuplu sistem, 4. Evrensel sistem, 5. Hiyerarşik sistem, 6. Birim veto sistemi, 7. Çok gevşek iki kutuplu sistem, 8. İstikrarsız blok sistemi, 9. Yumuşama sistemi ve 10. Tamamlanmamışnükleer yayılma sistemidir11 Konu, genel olarak Soğuk Savaşve ondan sonraki dönemi kapsayacağından üzerinde durulacak sistem modeli bu bakımdan Çift Kutuplu Sistem olacaktır. Bununla beraber güvelik olayları, durumlarıve tarihi açıklanırken güç dengesi modelinin de uzun bir süre uluslararasısisteme hâkim olduğunu görmekteyiz. “Güç dengesi” devletlerin ulusal güvenlik sorunlarıyla değişen ittifaklar çerçevesinde nasıl uğraştığınıtanımlayan bir bakışaçısıdır. Özellikle XVIII. ve XIX. yüzyılların Avrupa’sında geçerli olan bir sistemdir. Bu sistemde kutup ya da bloklar bulunmamaktadır. Güçleri birbirine yakın en az beşya da altıdevletin bir ortamda bulunmasıgerekir. Sistem, revizyonist devletlerin, statükocu güçlerin güvenliğini tehdit etmeye başladığında gündeme gelir. Bu sistemde yenilen devletlerin ortadan kaldırılmasıyerine onun sisteme tekrar atılmasıamaçlanır. Devletler arasında gücün dengelenmesi ya ağır tarafın hafifletilmesi ya da hafif tarafa ağırlık verilmesiyle olur. Bunun için kullanılan bazıyöntemler; böl ve yönet, silahlanma ve ittifaklar ve koalisyonların kurulmasıdır. Devletin yaşamınısürdürmesi statükonun devamıiçin 10 www.enfal.de/sosyalbilimler/u/006.htm, 05 Mayıs 2005 11 http://www.grazian-archive.com/autobiography/journals/67-09-AL.htm, 28 Haziran 2006 10 şarttır. Dengenin her bir devleti eşit güçte olabileceği gibi, bir taraf diğerlerinden üstün olabilir. Ayrıca bir devletin Büyük Britanya'nın XIX. yüzyılda yaptığıgibi bilinçli bir güç dengesi politikasıizleyebilir. VII. ve VIII. yüzyıllarda güç dengesi politikası izleyen devletlerin amacı, kendi hareket serbestilerini en üst düzeyde tutmaktı. Amaç, devletlerin bağımsızlık ve hükümranlıklarınıkorumaktı. Devletler serbestçe bir ittifaktan diğerine geçebilmişlerdir. Kutsal ittifak statükonun korunmasına, devletin ortadan kaldırılmasına bir örnektir Napolyon'un Fransa'yımağlup edildikten sonra Fransa'ya paylaşmak yerine Napolyon öncesi duruma getirilmesi tercih edilmiştir. I. ve II. Dünya Savaşlarında ise bu sistemi temelinden sarsan ve çökmesine neden olan Almanya'dır.12 İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan yeni uluslararasıyapıSoğuk Savaş ile birlikte kutuplaşmayıişaret etmektedir. “Kutuplaşma” kavramı, uluslararasısistem içindeki güç düzenine işaret eder. Kavram özellikle Soğuk savaşdöneminde iki süper gücün çekişme halinde bulunduğu iki kutuplu düzenle ortaya çıkmıştır. Bu kavram çerçevesinde 1945 öncesi sistem gücün büyük devletler tarafından paylaşılması sebebiyle çok kutuplu olarak isimlendirilir. Benzer biçimde SSCB'nin 1991'de dağılmasıyla ABD'nin tek süper güç kalmasıyla oluşan düzen de pek çok akademisyen tarafından tek kutuplu sistem olarak adlandırılır. Morton A. Kaplan’nın ortaya atmışolduğu sistem modellerden biri olan “Sıkı İki Kutuplu Sistem” Soğuk Savaşın bir bölümünü kapsamaktadır. Sıkıiki kutuplu sisteme en benzeyen yapının 1950'lerin başlarında görüldüğünü söylememiz mümkündür. Sıkıiki kutuplu sistemde aktör sayısıazdır ve bütün aktörler bloklardan birine üyedir. Bu tür sistemlerde bloksuz aktörler genelde yoktur, olsa da zaten önemli etkileri görülmediği için yok sayılmaktadırlar.13 İki kutuplu bir uluslararasısistemde genellikle bir blok liderinin etrafında kümelenmişiki devletler grubu vardır. Sistem ne oranda sıkı ise, blok üyelerinin, blok liderliğine bağımlılıklarının o derece fazla olmasıbeklenir, yine sistem ne oranda sıkıise blok üyelerinin zorunlu bir seçim halinde blok çıkarlarına, kendi ulusal çıkarlarından daha fazla önem vermeleri blok üyelerinden 12 http://www.nstarinformation.blogspot.com/2007_03_18_archive, 10 Mart 2007 13 Arı, a.g.e., s. 524. 11 beklenen bir davranıştır. İkinci Dünya savaşından sonra "Soğuk Savaş" denilen psikolojik gerginlik ve baskılar devresine giriliş, bazıyerlerde "Bölgesel Savaşlar" denilen gerçek silahlıçatışmalar başgöstermişve yine yeryüzünde ve bu kez ideolojik faktörlerinde rol oynadığı yeni bir bloklaşma/kutuplaşma dönemi yaşamaya başlanmıştır. Bu kez kutuplaşma bir yandan "Doğu Bloğu" denilen sosyalist ülkeler (Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya ile Çin'den oluşmuştur) bir yandan da "BatıBloğu" denilen (ABD, İngiltere, Fransa ve diğer birçok Avrupa ve amerikan kıtasıülkesinden oluşmuştur) iki grup yaratmıştır. Bu iki blok daha öncelerinden farklıolarak aralarında daha değişik sıkıbağlar kurmuşlar, bazıkonularda ise birbirlerine fazla bağlanmamışlardır. Örneğin, BatıBloğu veya BatıDünyasıdenilen bloktan 15 ülke sıkıbir askeri ve siyasi ittifak olan NATO'da işbirliği yaparken, diğer birçoğu bu işbirliğinin dışında fakat genel eğilimi bakımından birbirine yakın bir politika içinde oluşmuşlardır. Öte yandan, Doğu Bloğu’nda da Varşova Paktıiçinde 7 ülke sıkıaskeri ve siyasi işbirliği sürdürürken; Çin, Arnavutluk, Yugoslavya, Küba gibi ülkeler bunun dışında fakat eğilim bakımından Doğu Bloğu içinde yer almışlardır.14 Kaplan’ın üzerinde en fazla durduğu sistem modellerinden biri de, “Gevşek İki Kutuplu Sistem” olmuştur. Bu tür sistemin en büyük özelliği devletlerin iki blok etrafında yoğunlaşmışolmalarıdır. Fakat bloklara katılmayan ve tarafsız politikalar izleyebilen devletler de vardır. Bağlantısızlar hareketi bunlara bir örnektir. Bir başka özellik ise sistemde bütün dünya devletlerinin üye olduğu BM gibi evrensel kuruluşların var olduğudur. Her iki blokta blok önderleri ve blok aktörleri vardır(ABD ve SSCB ile NATO ve VP gibi). Gevşek iki kutuplu sistemde, dengeleyici rolü yerine arabulucu rolü vardır. Bu rolü ya bağlantısız devletlerden biri ya da evrensel bir örgüt yerine getirebilir. Bu sistem türünde, bloklardan birisinin askeri bakımdan güçlenmesi sistemin istikrarını sarsacağından bu anlamda ikinci vuruşgücü anlam kazanmaktadır. Nükleer silahların caydırıcıetkisi sistemin istikrarıaçısından son derece önemlidir.15 14 http://www.nstarinformation.blogspot.com/2007_03_18_archive.html - 460k 15 Arıa.g.m., s. 522 12 1.2. Analiz Düzeyi Sorunu Bu çalışmada analiz düzeyi olarak özellikle sistem düzeyi temel alınacaktır. Bu bağlamda konuyla ilgili bir genel çerçeve oluşturmakta yarar var. Uluslararasıoluşumlar genel olarak üç düzeyde analiz edilmektedir: 1.) bireysel düzey, 2.) devlet/toplum düzeyi ve 3.)uluslararasısistem düzeyi. Bireysel Düzey: Dışpolitika karar mekanizmalarında bulunan liderlerin, yöneticilerin ve devlet adamlarının kişisel özellikleri ve politikalara olan etkileri bu düzeyin konusudur. Bu düzeyde daha çok siyasi liderlerin ya da devlet kurumlarını yönetenlerin dışpolitika konularıüzerindeki kararlılıkları, isteklilikleri, bilgi düzeyleri ve daha önce bu tür politikalar üzerinde kişisel öncelikleri üzerinde durulmaktadır. Devlet / Toplum Düzeyi: Bu düzeyde devlet kurumlarıve toplumun dış politika kararlarıüzerindeki etkileri üzerinde durulmaktadır. Uzmanlık gerektiren ve süreklilik arz eden dışpolitikaların devlet kurumlarıekseninde oluşturulduğu ve toplumun dışpolitika konusunda doğrudan etkin bir konuma sahip olamadığıkabul edilmekte ise de, çeşitli baskıgruplarıyoluyla toplum sınırlıda olsa dışpolitika konusunda etkili olabilmektedir. Toplum kaynaklıbu etkiler ve bununla birlikte toplum ve devlet kültürü, ulusal menfaat ve değişik devlet kurumlarının dışpolitikaların tespitinde birbirleriyle olan ilişkileri bu düzeyde incelenmektedir. UluslararasıSistem Düzeyi: Devletlerarasıilişkiler ve güç dengelerinin uluslararasıilişkilere yansımalarının incelendiği bu düzeyde esas olan devletler, uluslararasıkuruluşlar ve uluslararasısistemdir. Bu düzeydeki açıklamalar devletlerin ulusal çıkarlarıve diğer devletler ile olan ilişkilerine göre yapılmakta olup devlet kurumları, toplumsal etkenler ya da bireyler göz önünde pek fazla bulundurulmamaktadır.16 Uluslararasısistem kuramıuluslararasıpolitikayıyalnızca uluslararasısistem açısından ele alır. Uluslararasısistem kuramıuluslararasıalanın tümünde ya da bir kesimindeki karşılıklıetkileşimler ile ilgilenir. Uluslararasıpolitikayıbu açıdan ele alanlar, kişiliklere ve içsel etkenlere veya ideolojilere fazla ağırlık vermezler, devletin 16 Cüneyt Gürer, Erkan Sezgin, “MİT’in DışPolitika Değerlendirmesi ve Uluslararasıİlişkiler Teorileri”, http://www.usakgundem.com/makale:php?id=248-86, 20 Mayıs 2007 13 davranışınıdışçevreye karşıbir tepki olarak gösterirler. Bundan dolayıbu çalışmada diğer iki düzeydeki parametrelere de zaman zaman yer verilecek ağırlıklıolarak konu uluslararasısistem düzeyinde analiz edilecektir. 1.3. Güvenlik Kavramıve Uluslararasıİlişkiler Güvenlik kavramı, insanın doğumundan itibaren geçirdiği her bireysel ve toplumsal evrede kullanılan bir terimdir. Bu haliyle büyük ölçüde bir yaşamsal zorunluluk gibi değerlendirilebilmektedir. Çocuğun güvenliği, ailenin güvenliği, binanın güvenliği, şirketin güvenliği, devletin güvenliği türünden ele alındığında, bireysel ve toplumsal yaşamın her alanında ciddi bir güvenlik arayışıolduğu ortaya çıkmaktadır.17 Günlük konuşmamızda güvenlik kelimesini kullandığımız zaman, genelde aklımıza maddi veya manevi bir değerin ya da insanın cismani olarak korunmasıgelir. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde olmadan, kesinlikle çalışamaz, üretemez ve en önemlisi hayatta kalma mücadelesi veremez.İnsanın kendisi ve ürettikleri, sürekli başkalarıtarafından, doğadan ve toplumun negatif yönlerinden zarar görmektedir. Bundan dolayıdır ki insan, kendi güvenliği için, devlet güvenliği için, toplumun güvenliği için, ulaşımın, yapıların, alanın ve belgelerin güvenliği için çaba sarfetmelidir. Güvenlik, doğru tanımlanmasıve pratikte gerçekleşmesi zor bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. Güvenli yaşamak demek, olasıbütün kötülüklerden korunmuş olmak demektir. Peki bu mümkün müdür? Ne ölçüde mümkündür? Bu ve bu gibi sorulara kesin cevap vermek oldukça zordur. İnsan için olduğu gibi diğer değerler için de mutlak bir güvenlikten söz etmek mümkün değildir. Buna göre pratikte gerçekleşebilir güvenlik, maksimum ve minimum olmayan, insanlara ‘normal’ bir yaşama düzeyi sunan, toplumsal değerlere “normal” bir koruma sağlayan “normal” bir güvenlik düzeyidir. Güvenlik sabit bir değer değildir; güvenlik ‘minimumdan’ ‘maksimuma’ doğru veya tersine hareket eden bir durumdur. Buna göre güvenlik artabilir veya azalabilir, daha doğrusu güçlenebilir veya zayıflayabilir.18 17 Beril Dedeoğlu, Uluslararasi Güvenlik ve Strateji , Derin Yayınlari, Istanbul, 2003, s. 9. 18 Jordan Spaseski, Pere Aslimoski, Bezbednost, Odbrana, Mir (Güvenlik, Savunma, Barış), Ohrid: İnstitut zaİstrajuvanje na Turizmot Pri Fakultetot za Turizam i Ugostitelstvo, 2000, s.15-16. 14 1.2.1. Güvenliğin tanımı Güvenliğin tanımlanmasına gelince, literatürde güvenliğe ilişkin tek bir tanım yoktur, güvenlik kelimesi birçok açıdan incelenip tanımlanmıştır. Kelime hem teorik anlamda hem de pratikte çok farklıanlamlar taşımaktadır. Literatürde kabul edilebilir tanımlardan biri güvenliği şöyle tanımlıyor: Güvenlik, devletlerin savaşmüdahalesi, ekonomik zorlama veya siyasi zorunluluk olmayacağına dair bir düşünme halidir.19 Diğer bir tanıma göre ise: Güvenlik, korunma ya da korkudan, güvensizlikten, belirsizlikten sıyrılma ve tehlikeye maruz kalmama durumudur.20 Sosyolojik anlamda güvenliğin tanımına gelince: Güvenlik, insanlara üretim sürecini gerçekleştirmesini, daha doğrusu onların maddi ve toplumsal değerler üretmesini ya da onlara pratik faaliyetlerini kesintisiz sürdürmelerini sağlayan, toplumun bünyesinde var olan dinamik ilişkiler ve süreçlerdir.21 Şu bir gerçektir ki, güvenlik kavramı“varlığınıkoruma ve sürdürme” amacı taşıyan her davranışbiçiminde karşılaşılan bir olgudur. Ne biçimde olursa olsun, nasıl kullanılırsa kullanılsın bir biçimde güvenlik olgusundan söz edilebilmesi için; a- Varlığın korunmasıve sürdürülmesi bakımından bir (ya da bir kaç) içsel tehdidin, b- Ve/veya dışsal bir (ya da bir kaç) tehdidin, c- Ve/veya bu türden algılamaların ve tahminlerin bulunmasıgerekmektedir. Güvenlik, öncellikle amaca ilişkin bir anlam taşımaktadır. Varlığıkoruma ve sürdürme çerçevesindeki amaçlar, aslında bireyin kendisini birden çok özelliği ile tanımlamasında ortaya çıkan duruma benzemektedir. Bir kişi, kendisini öncelikle bir kadın, sonra anne, sonra bankacı, sonra Musevi, sonra Fransız olarak tanımlayabilir ve öncelik sırası, verdiği öneme ve koşullara göre değişir.22 19Dietrich Fiher, “Nonmilitary Aspects of Security: A Systems Approach UNDIR”, 1993 ,s.10. 20 Vebster S: New International Dictionari , II.izdanie, cit, içinde T. Stojanovski, “Funkcija na Policijata vo Demokratskoto Opştestvo” (Demokratik Toplumda Polisin Fonksiyonu), Bezbednost, Sayı: 4, Üsküp, 1992. 21 D. Draşkoviç, Osnovi na Metodologijata naİstrajuvanje na Bezbednosnite Pojavi (Güvenlik Belirtilerini Araştırma Metodolojisinin Temelleri), Univerzitet “ Kiril i Metodij “-Üsküp, 1984, s. 92. 22 Dedeoğlu, a.g.e., s. 9-11. 15 İçinde güvenlik olaylarınıda içeren toplumsal olaylar, sosyologlar tarafından genel ve özel metodlar kullanılarak incelenmektedir. Böylece, toplumsal olaylarıinceleyen genel metodoloji dışında, güvenlik olaylarınıinceleyen özel metotlar oluşturulmuştur. Yarattıklarıetkiye göre güvenlik olaylarıüç farklıgrupta incelenmektedirler:23  Birinci grup olaylar, güvenliği pozitif yönde etkileyen, güvenliği artıran veya geliştiren, daha doğrusu istikrarısağlayan yapıcı(constructive) olaylardır.  İkinci grup olaylar, güvenliği negatif yönde etkileyen, güvenliği azaltan veya bozan, daha doğrusu istikrarsızlık yaratan yıkıcı(destructive) olaylardır.  Üçüncü grup olaylar, güvenliği pozitif veya negatif yönde etkilemeyen, güvenliği artırmayan veya azaltmayan kayıtsız (indifferent) olaylardır. Belirli bir toplumsal alanda yaşayan ve çalışan bireyler, çalışmalarıve diğer eylemleri itibariyle toplumsal durumlarıyaratsalar dahi, belirli bir toplumsal mekanda veya zamanda, belirli bir toplumsal durumun nasıl olduğuna dair objektif bilgilerden otomatik olarak haberdar olmayabilirler. Güvenlik durumlarının ne olduğunu anlamaları için, küresel güvenlik durumunu veya kısımlarınıdeğerlendirebilecekleri belirli bilgi ve kanıtlara sahip olmalarıgerekir. Güvenlik durumunun tespiti için gereken süreç zor ve karmaşıktır. Sübjektif insan yaşantısından ve etkisinden ayıklanmış, gerçek temeller üzerine, yani güvenlik olaylarıve kanıtlarına dayanmalıdır. Buna karşılık, güvenlik olaylarının belirlenmesi için, objektif gerçeklerin tanımlanmasında bilimsel metodlar uygulanmalıdır; bu ise, belirli süreçlerin kullanılmasıve güvenlik kanıtlarının öğrenilmesi ile mümkündür.24 Güvenlik durumu, doğal ve toplumsal güçler tarafından zarar gören toplumsal değerlerin derecesi ile ilgili objektif toplumsal gerçekliğin bir bölümü, güvenlik sisteminin gelişmesi ve organize olmasıve onun (güvenlik sisteminin) zarar veren ve istikrarsızlığa yol açan güçlere karşıkoyma yeterliliğidir. Güvenlik olaylarının konusu ile ilgili analizler yapıldıktan sonra, somut güvenlik durumu belirlenebilir ve istikrarlı, karmaşık, istikrarsız ve belirsiz olarak değerlendirilebilir: 23 Spaseski - Aslimoski, a.g.e., s.26. 24a.g.e., s. 30. 16 a- İstikrarlıgüvenlik durumu, anayasayla belirlenmiş, ekonomik, toplumsal ve politik sistemlerin normal ve sorunsuz işlediği bir durumdur. b- Karmaşık güvenlik durumu, toplumda dışmüdahale ve iç sorunlar dolayısıyla bazıproblemlerin başgösterdiği durumdur. c- İstikrarsız güvenlik durumu, temel toplumsal değerlerin zarar gördüğü ve anayasayla belirlenmiştoplumsal sistemin işleyişinin sorun olarak ortaya çıktığıdurumdur ( sabotajlar, terörist saldırılar, vb. ) d- Belirsiz güvenlik durumu, güvenliğin hukuki boyutunun belirlenmesine ilişkin bilginin olmadığı, fakat toplumsal değerlerin güvende olmadıklarına ilişkin unsurların varolduğu bir durumdur.25 Bireye ve topluma ilişkin verilmişörneklerde ortaya çıkan güvenlik olgusu, tüm ulusal ve uluslararasıkurum, kuruluş, olgu ve olaylarda karşılaşılan bir durumdur, çünkü güvenlik ile amaç arasında doğrudan bir ilinti bulunmakta, amaç değiştikçe ya da geliştikçe, iç ve dıştehdit algılamasında artışolmakta ve yeni güvenlik arayışları doğmaktadır.26 Gelişme ile güvenlik arasında doğrudan orantıya da değinmek gerekmektedir. İster birey ister devlet olsun gelişme bir edinim artışına yol açmaktadır. Uluslararası ilişkilerde de güvenlik, benzer anlamalar taşımaktadır. Uluslararasısistemde yer alan aktörler, büyüklük ve amaçlarına göre farklıgüvenlik anlayışlarına ve arayışlarına sahiptirler. Aynıuluslararasıkonjonktörde bile her aktörün tehdit anlayışıfarklı olmakta, güvenlik anlayışıözü bakımından değişmese de bunu arayışıfarklıözellikler gösterebilmektedir. Bu durum, aktörün uluslararasısistemde taşıdığıağırlığa, güç ve kapasite büyüklüğüne, içsel dinamiklerine, uluslararasısistemi algılayışbiçimine ve kendine biçtiği role göre değişmektedir. Ayrıca, uluslararasısitemdeki gelişmeleri karşılama biçimi, olumsuz olgulardan, dönüşüm ve oluşumlarıetkileyebilme biçimleri de farklıgüvenlik anlayışlarının oluşmasına yol açmaktadır. Uluslararasıilişkilerde güvenlik kavramının esas olarak birkaç düzlemde ifade bulacağıileri sürülebilir: 25 a.g.e, s. 29-32. 26 Dedeoglu, a.g.e., s. 11. 17 a- Uluslararasısistemin bütünü ya da bütüne yakınının güvenliği, b- Coğrafi ya da işlevsel alt sistemlerin, bölgelerin güvenliği, c- Devletin güvenliği, d- Toplumsal alt-grupların güvenliği, e- Bireylerin güvenliği.27 Sistem içerisinde yer alan aktörlerin güvenlik anlayışlarıfarklıbiçimlerde ifade edilse de, güvenliklerini sağlama konusunda genel olarak çok farklıyöntemler bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, dünyada varlığınısürdüren her aktörün farklıbir DNA yapısıgibi farklıbir güvenlik yapısıyöntemi yoktur. Yöntem farklılıkları, o aktörün kapasitesi, coğrafyasıvb. özelliklerine dayanmaktadır. Ayrıca, sistemin bütünü açısından her aktör için güvenlik bozucu unsurların neler olduğu da bellidir. Açlık, nükleer savaş, çevre sorunları, aşırısilahlanma gibi birçok konu, sistemin bütünü açısından, genel olarak, tehdit olarak görülmektedir. Uluslararasısistemde, sistemin bütününü benzer biçimde algılayan ve varlığını koruma ve sürdürme bakımından benzer kaygılar taşıyan aktörler, aynıtür tehditler karşısında duyarlıdavranırlar. Tehditleri aynıbiçimde algılayan aktörler ya tehdide direnç sağlamak için aralarında işbirliği kurar ki bu simetrik bir karşılıklıbağımlılık anlamına gelir ve kendini iki biçimde gösterir; a) işbirliği yalnızca bir araya gelenlerin güvenliğini esas alır ve b) işbirliği, bütününün güvenliğini esas alır ya da tehdide direnç sağlamak için, tehdidi ortadan kaldırmaya muhtedir en güçlü aktörün denetimi altına girilir, bu durum bir asimetrik karşılıklıbağımlılık ya da bağımlılık ilişkisi anlamına gelir. Esas olarak güvenlik, uluslararasıilişkilerde devlet aktörünün davranışları, bölgesel kuruluşların davranışlarıve evrensel ilkeler ile uluslararasıkuruluşlar çerçevesinde ele alınan bir kavram olmakta ve daha çok bu perspektiften incelenmektedir. Zaman ve koşullara göre gelişen olaylar, kavramın içeriğini zenginleştirdiği gibi, güvenlik oluşumlarını, yöntemlerini ve tekniklerini değiştirmiştir. Ayrıca bilindiği gibi uluslararasıilişkiler tarihi de, büyük ölçüde çatışma – uzlaşma 27 a.g.e., s. 11-12. 18 ilkesine dayanan bir tarih olarak ele alınmışve dolayısıyla güvenlik kavramınıdoğrudan içerir hale gelmiştir. 1.2.2. Tarihsel arkaplan Çalışma alanıolarak uluslararasıilişkilerin belirli sınırlarıyoktur. Siyaset biliminin bir parçasıolan uluslararasıilişkiler, uluslararasıpolitikayı(hükümetlerin hareketlerine bağlıdiğer bir ya da birkaç hükümet kararları) incelemektedir. Buna rağmen bu çalışma alanıbir yere kadar altdisiplinerdir, çünkü uluslararasıpolitikayı, ekonomi, tarih, sosyoloji ve diğer disiplinlerle bağlamaktadır. Uluslararasıilişkileri araştıran bilim adamlarıbirçok zaman uluslararasıilişkileri, devletler arasıilişkiler olan çatışma ve işbirliği karışımıolarak görmektedirler. Uluslararasıilişkilerin çalışma alanı onun kendinde barındırdığıalt disiplinler tarafından da belirlenebilir. Geleneksel olarak uluslararasıilişkiler, büyük ölçüde uluslararasıgüvenlik alt disiplini altında savaşve barış konularınıele almaktadır. Diplomat ve silahların hareketleri, ittifakların kurulması, askeri yeteneklerin gelişimi gibi konular uluslararasıilişkilerin geçmişte temel çalışma alanlarınıoluşturmaktadır.28 Ayrıca, uluslararası ilişkiler tarihinin genel olarak, antik dönemlerden başlatıldığınıdüşünürsek, güvenlik kavramıile güvenlik tehdit ilişkisinin aydınlatılması için tarihsel sürecin antik dönemlere kadar uzatılmasıanlamlıolmaktadır. M.Ö. 3000 yıllarında Sümer site devletlerinin aralarındaki çatışma-uzlaşma ilişkisi, site devletlerinden birisinin güçlenerek diğerini egemenlik altına alma girişimi ve bunu yaparken de bir dıştehdidi gerekçe olarak göstermesi, tam da güvenlik ve tehdit arasındaki bağlarıaçıklamaktadır. 1 Güvenlik kaygısının ilk formel biçimi, Hitit, Asur ve Mısır uygarlıklarında görmek mümkündür. Monarşik yapıda olan Hititler, başlangıçta hem Asur’u hem de Mısır’ıvarlığınıkoruma ve sürdürme açısından engel olarak görmüşlerdir. Daha sonralarıise Suriye’deki küçük krallıklara saldırmazlık anlaşmasıyapan Hititler Mısırı gittikçe daha da güçlü görmeleri üzerine, baskılarınıarttırmaya başlamışve Suriye krallıklarının kendileriyle aynıittifak içerisine çekmeye çalışmışlardır. Bunu içişlerine karışmak olarak gören Suriye krallıklarıanlaşmayıfes-h ederek Mısır’ın yanında yer 28 Goldstein, a.g.e., s. 18-19. 19 almışlardır ve Mısır ile Hititler arasında bilinen KadeşSavaşıyaşanmıştır. Çatışan tarafların bu sefer Asurlularıtehdit olarak görmeye başlamalarıüzerine çatışma barış sürecine dönüşmüşve taraflar arasında ilk yazılıbarışanlaşmasıolarak tarihe geçen KadeşAnlaşmasıimzalanmıştır ( M.Ö. 1283). Tehdit-çatışma-uzlaşıüçlemesine ilişkin bir diğer örnek ise, Antik Yunan’dan verilebilir. M.Ö. 600’lü yıllarda İmparatorluk olan Persleri tehdit olarak gören Yunan siteleri birlikte davranmaya başlamışlardır. Persler, Atina türü bir toplumsal işbölümü geliştirmek yerine iyi asker yetiştirmekte; oysa örneğin Perikles döneminde Atina demokrasisinin altın çağınıyaşamaktadır. Dolayısıyla, Yunan siteleri için kurulmuşbir sistemin yıkılmasıile istilaya uğrama ihtimalinin ortaya çıkmasısonucunda ilk uluslararasıörgütlenme sayılabilecek Attik Delos Deniz Birliği M.Ö. 478’de kurulmuştur. Bu tür bölgesel savunma örgütü olan bu kuruluş, bir anlamda NATO’nun prototipini oluşturmuştur. Ortak bir güvenlik oluşumunun kendine özgü bir kimlik kazanmasıise, Truva savaşısonrasında site devletlerinin kendilerini Helen olarak tanımlamalarıyla ortaya çıkmıştır.29 Atina’nın konfederasyon içerisinde sürekli güçlenmesi, Sparta’nın Atina’nın bu konfederasyondan ayrılmasınıistemesini beraberinde getirmişve bunun nihayetinde 30 yıl kadar süren Peleponnes Savaşıgerçekleşmiştir. Thucydides’e göre savaşın nedeni Atina’nın güçlenmesinin Sparta’da yarattığı kuşku ve güvenlik kaygısıydı. Sparta, Helen dünyasındaki egemen konumunu kaybetmek endişesine kapılmışve gücünü attırmaya ve ittifaklar oluşturmaya dönük karşıönlemlere başvurmuş, Atina da buna aynışekilde karşılık vermiştir.30 Helenlerin dışa karşımücadelesi meşru bulunurken, kendi aralarındaki mücadeleleri meşru karşılanmamıştır. Dolayısıyla, “benzemezler arası” mücadele, tarafların her biri için bir güvenlik gerekçesi olarak kabul edilirken, “benzerler arası” mücadele, bu türden bir meşruiyet taşımamaktadır. Bu durum, NATO’nun SSCB’ye karşımücadelesini güvenlik sistemi açısından meşru, ancak NATO üyelerinin birbiriyle mücadeleye girmesini meşru saymama anlayışıile örtüşmektedir.31 29 Dedeoğlu, a.g.e., s. 15-16. 30 Arı, a.g.e., s. 177. 31 Dedeoğlu, a.g.e., s. 17. 20 Tarihsel süreç içerisinde Antik Yunan uygarlığınıRoma uygarlığıizlemektedir. Romaİmparatorluğu’nda güvenlik kavramının dayandığıesaslar, merkeze bağlıyaygın sistemin sürekliliği, tüm diğer aktörlerin bu sistem içerisine dahil edilmesi, güçlü bir ordu ile sistemin korunması, hukuk kurallarıile iç düzenlemelerin yapılması biçimindedir ve bu Pax Romana ile ifade bulmuştur. Her kalitatif ve kantitatif büyümeyi bekleyen bölünme olasılığıgibi, Roma İmparatorluğu da parçalanmış, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kurulmasıyla uluslararasısistemde papa ile imparator arasında ve Doğu Roma ile BatıRoma arasındaki güç mücadelesi başlamış, Ortaçağın temel özellikleri de bu yolla ortaya çıkmıştır.32 XVI. yüzyıla kadar Avrupa’daki siyasal yapıya bakıldığında, siyasal örgütlenmelerin oldukça geri olduğu görülmektedir. Krallar tahtlarında oturmakta ve bunların pek azının sınırlarıbelirlenmişbir toprak parçasıbulunmakta ve bunların üzerindeki halkıyönetmekteydi. Kralların yanında yüzlerce egemen ve etrafıduvarlarla çevrilmişşehirler ve feodal lordlar bulunmaktaydı. Bunların içinde kilisenin de kendi içinde hiyerarşik bir yapısıvardıve bunlar bağımsız bir konuma sahip olmalarından dolayı, gerek halk gerekse yöneticiler üzerine belirli bir etkiye sahiptirler. Bu kilise ve manastırların özel ayrıcalıkları ve dokunulmazlıklarıvardı. Gerek krallarla lordlar gerekse lordların kendi aralarında, ilişkileri düzenleyen bir takım anlaşmalar yapılmaktaydı33. Fakat aynızamanda Ortaçağ “benzerlerin mücadelesi” ile “benzemezlerin mücadelesi”ne birlikte tanıklık yapmıştır. Rönesans’a kadar süren şövalye savaşları, İtalyan şehir devletlerinin savaşları“benzerlerin mücadelesine” örnek olmuştur. Şehir devletlerinin krallarla ya da kralların Papalık ile çatışmalarıise “benzemezlerin mücadelesi” örneğine karşılık gelmiştir. Din, bu çağda güvenlik ile özdeşbir kavram olarak kullanılmışve bu hem iç hem de dışgüvenlik açılarından geçerli olmuştur. Buna göre, aynıdinden, hatta aynı mezhepten olmayanlara mücadele etmek uluslararasıgüvenlik kavramının başına yerleşmiştir.34 32 a.g.e., s. 19. 33 Tayyar Arı, Uluslararasıİlişkiler ve DışPolitika, Alfa Yayınları,İstanbul, 1999, s. 90. 34 Dedeoğlu, a.g.e., s. 20. 21 XV. yüzyıla gelindiğinde Rönesans İtalya’sında, sınırları kesin olarak belirlenmiş siyasal birimler gelişmeye başlamıştı35. Modern Çağın ilk dönemi, Avrupa’da Fransa ve İspanya gibi merkezi monarşilerin veİtalya’da olduğu gibi ulusal birlik ve ulusal orduların kurulduğu yıllardır. XVI. yüzyıldan itibaren başlayan reform hareketlerinin ve XVII. yüzyılda önemli buluşların ortaya çıkmasının güvenlik anlayışlarıüzerinde son derece önemli etkileri olmuştur. Buluşlar “teknik ve bilim” olgularının, antik dönemlerde olduğu gibi, yeniden güvenlik içerisinde yer almasının başlangıcınıoluşturmuştur. XVII. yüzyıla damgasınıvuran ise, merkantalizm olmuştur. Bilindiği gibi merkantalizm, dışpolitika açısından saldırgan ve savaşçıpolitikalarıgerektirmiş, iç politika yönünden de mutlakıyetçi yönetimleri zorunlu kılmıştır. Güvenlik, altın ve gümüşgibi değerli maddelerin ele geçirilmesi ve hazinenin doldurulmasıile anlam bulmuştur. XVIII yüzyılda ise liberalizme geçişle birlikte ekonomik ve siyasal dönüşüm ivme kazanmıştır. Ulus devletleşme başladığıbu yüzyıl sonlarından itibaren XIX. yüzyıl ortalarına kadar yaşanan devrimler dönemi, yaşadığımız yüzyılın temel oluşumlarınıortaya çıkarmıştır. Uluslararasısistemde güçlü aktör olmak, ulusal varlığınıdünya nimetleri ile olabildiğince beslemek ile eşanlamlıolduğundan, XIX yüzyılın büyük güçleri için güvenlik sadece ulusal sınırlarıkorumak yada komşulara doğru genişletmek olarak tasarlanmamış, gidilebilen ve ulaşılabilen hemen her yer anlamına gelmiştir. XX yüzyıl başlarında sistem güçlü aktörleri, tüm dünyaya egemen olma anlayışınıdaha da geliştirmişler ve sömürgecilik faaliyetleri sistemin temel dinamiğini oluşturmuştur. Kolonileştirme sistemi, koloni yaratma faaliyetleri sürdüren aktörler arasında giderek ciddi bir rekabete yol açmışve özellikle 1925 sonrasında taraflar arasındaki rekabet giderek çatışmaya dönüşmüştür. Bu dönemin etkileri ile faşizm ortaya çıkmışve dünyaya egemen olmak isteyenler ile onlarıbir biçimde durdurmak ya da kendileri ele geçirmek isteyenler arasında iki kez küresel savaşyaşanmıştır. 36 35 Arı, Uluslararasıİlişkiler ve ...,a.g.e, s. 91. 36 Dedeoğlu, a.g.e., s. 24-26. 22 2. ÇAĞDAŞULUSLARARASI SİSTEMİN YAPISI VE ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARI Savaşların çıkışbiçimi ve sonuçları, XX yüzyılın ikinci yarısında güvenlik anlayışve uygulamalarında önemli kavramsal değişmelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Savaşlar sonrasında dünya bloklaşmaya yönelmişve ekonomik, siyasal ve askeri anlamda bir tür “işbirliği güvenlik çeperleri” oluşturmuştur. Bu durum, hiç bir aktörün varlığınıkoruma ve sürdürme konusunda sistemin bütününü belirleme olanağı bulamadığını göstermişve ittifaklar sisteminin güvenlik açısından daha yararlıbir teknik olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. XX. yüzyılda uluslararasısistemin temel özellikleri, bu dönemde devletlerin dışında başka siyasal aktörlerin de uluslararasıpolitikaya katılması, nükleer silahlar ve araçlarının ortaya çıkması, bağlantısızlar hareketinin gelişmesi ve ideolojik çaba ve çatışmaların uluslararasıpolitikaya egemen olmasıdır. XX. yüzyıl uluslararası sisteminin yapısıesas itibariyle II. Dünya Savaşısonrasıgelişmelerle ortaya çıkan iki kutuplu sistem ve bunun değişik şekilleridir. Bu çerçevede 1939’a kadar ki sistemi genel özellikleriyle güç dengesi sistemişeklinde ele almak mümkündür. 37 Realistler, uluslararasısistem kurallarının bir anarşi oluşturduğu üzerinde durmaktadırlar. Bunun anlamıaslında kurallar ve belirli bir yapının olmamasıdeğil, fakat daha fazla kurallara uymayızorlayacak merkezi bir hükümetin olmamasıdır. Anarşik olmasına karşın, uluslararasısistem hiç de kaos bir yapılanma değildir. Uluslararasısistemi oluşturan devletler kendi aralarında çok keskin birşekilde iyi niyeti yansıtan normlara uymaktadırlar. Uluslararasısistem anarşisinde, bir devlet gücünün en önemli frenleyicisi diğer devlet veya devletlerin güçleridir. Güç dengesi terimi, bir yada birçok devletler gücünün başka bir devlet yada devletler gurubunun gücünü dengelemek için kullanılan genel bir konsepttir.İttifaklar, güç dengesi siteminde önemli rol oynamaktadırlar38 II. Dünya Savaşı’nın ardından, bir daha aynıyıkıcısavaşların gerçekleşmemesi için ve artık uluslararasısistemde ABD’nin uluslararasısistemde ve güvenlikte varlığını 37 Arı, Uluslararasıİlişkiler ve ..., a.g.e., s. 97 38 Goldstein, a.g.e., s. 92-93. 23 meşrulaştırmak amacıyla, çağdaşuluslararasısistemin ve güvenliğin en önemli örgütü olan BirleşmişMilletler kurulmuştur. “BirleşmişMilletler” Örgütü’nün39, genel olarak yeni bir yapılanma olduğunu söylememiz mümkündür. Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra BM’nin uluslararası güvenlikteki rolünün daha da belirgin hale geldiğini görebiliriz. BM’nin II. Dünya Savaşısonrasında kuruluşamacının, Soğuk Savaşsonrasında belirginleşen amaçlarıyla örtüştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.40 Dönemin ABD BaşkanıHarry Truman’nın vurguladığıgibi savaşsonrasıdünya iki seçenek arasına sıkıştırılmıştır; ya uluslararasıkargaşa devam edecekti ya da barışı dayatacak bir dünya örgütü kurulacaktı. Günümüze bakıldığında ise ikinci seçeneğin seçildiğini görmekteyiz.41 BM, 50 yıl önce uluslararasıbarışısağlama ve güvenliği oluşturma amacıyla kurulmuştur. 1945 yılının Nisan ayında 51 devletin San Francisco da bir araya gelmesiyle kurulmuştur. BM’nin, büyük ölçüde II. Dünya Savaşısonrasıstatükoyu koruma ve uluslararası sorunları çözerek onları kurala bağlama amacıyla oluşturulduğunu söyleyebiliriz. Karmaşık ve çok genişbir örgütlenme yapısına sahip BM, insani, sosyal, ekonomik ve mali hemen her sorun ile ilgili bir birime ve faaliyet alanına sahiptir. Bununla birlikte, BM’nin uluslararasıgüvenlik ile doğrudan ilgili olan organıGüvenlik Konseyi (GK)’dir ve bu örgüte uluslararasıalanda etkinlik sağlayan ya da kaybettiren de bu organ olmaktadır.42 GK uluslararasıbarışıve güvenliği koruma ve barışıgeri tesis etme konusunda sorumludur. GK aldığıkararlar bütün BM üyeleri için zorunlu ve bağlayıcıkararlardır. GK’nin güvenliği tehdit eden olayların doğasıve varlığıhakkında ve ayrıca bu tehditlere karşılık verme ve karlarının üye ülkelere zorunlu olmasıkonusunda çok büyük bir güce sahip olduğunu söyleyebiliriz. 39 BM, I. Dünya Savaşısonrası1920 de kurulan Milletler Cemiyeti’nin ardılıolmuştur. MC’nin, 1930’lardaki gelişen olaylarda deneyimsel olarak başarısızlık göstermesi üzerine bu oluşum dağılmıştır. 40Goldstein, a.g.e., s. 286. 41Leonid Kistersky, “New Dimensions of the International Security System after the Cold War”, http://cisac.stanford.edu/publications/new_dimensions_of_the_international_security_system_after_the _cold_war/, 27 Temmuz 2005. 42 Dedeoğlu, a.g.e., s. 227. 24 GK, 15 üyeden oluşmaktadır. Bunlardan 5 tanesi Konsey in daimi üyeleridir (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya Federasyonu ve Çın Halk Cumhuriyeti). Konseyin diğer 10 üyesi ise rotasyon ilkesi ile iki yıllık süre için seçilmektedir.43 Konsey başkanlığıher ay alfabetik sırayla bir devlete geçmekte, karaların 3/5 çoğunlukla alınmasıilkesi benimsendiğinden, 15 oyun 9’unun olumlu olmasıhalinde bir karara varılabilmektedir. GK’ de, usule ilişkin bir kararda herhangi 9 üyenin olumlu oyu ile karar alınabilirken, usule ilişkin olmayan konularda ve güvenlik ile ilgili sorunlarda daimi üyelerin oylarıolumlu olmak kaydıyla 9 olumlu oy aranır ve durum, “büyük güçler oybirliği” ya da “veto gücü” ilkesi olarak adlandırılır. 44 GK’nin görevlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: uluslararasıbarışve güvenliğin korunması, uluslararasıanlaşmazlıklarısaptama, uyuşmazlıkların barış yolu ile çözülmesi, barışın tehdidi, bozulmasıve saldırıfiili halinde yapılacak hareket (saldırının durdurulmasıyolunda baskıyapma amacıyla tüm BM üyelerini ekonomik yaptırım uygulamaya çağırma, saldırgan tarafa karşıaskeri önlem alma, BM Genel sekreterini göreve çağırma ve askeri birliklerin tatbikat alanlarınıve zamanlamalarını saptama görevleri)’de BM’nin ana çerçevesinin içindeki görevleri durumundadır.45 Görevlerinin özetinden de anlaşılacağıgibi, BM BarışOperasyonları’ndan sorumlu organ, GK olmaktadır. 2.1. Soğuk SavaşDönemi, Sıkıİki Kutuplu Sistem ve UluslararasıGüvenlik Sorunları Soğuk SavaşAvrupa kıtasında başlamıştır. Doğu Avrupa’yıNazilerden kurtaran Sovyet ordusu bu bölgede kazandığınüfuzu paylaşmak istememişve savaşın yorgun galipleriİngiltere ve Fransa karşısında Avrupa’nın baskın gücü olarak belirmiştir. ABD, onaylamadığıbir rejime sahip bu dev gücün Avrupa sahnesine hakim olmasından çekinmişve BatıAvrupa rejimlerinin güvenliğini sağlamak üzere bir girişim yapmak zorunda kalmıştır. 1949’daki Berlin krizi ve savaştan hemen sonra Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk’ta Sovyetler 43 Goldstein, a.g.e., s. 293. 44 Dedeoğlu, a.g.e., s. 228. 45 GK nin görevlerini yerine getirebilmesi için verilen belirli ve özel yetkiler BM Kurucu Anlaşmasının VI, VII, VII ve XII nci bölümlerinde düzenlenmiştir. Daha genişbilgi için bkz. Mehmet Genç, BirleşmişMilletler ve Uzmanlık Örgütleri MevzuatıI, Ezgi Kitabevi yayınları, Bursa, 1999. 25 Birliği’nin desteğiyle komünist rejimlerin kurulmasıile iyice hissedilen güvenlik zafiyetinin NATO’nun kuruluşuna giden yolda önemli bir kilometre taşıolduğu da bilinen bir gerçektir.46 Soğuk Savaş’ın en önemli özelliklerinden birisi de dünyayıiki kutba ayırmasıdır. Dolaysıyla Soğuk Savaş’ın sonuna kadar dünya genellikle iki blokun etrafında toplanacaktır. Soğuk Savaşesnasında sıkıiki kutuplu sistem ve gevşek iki kutuplu sistem uluslararasısistem ve güvenlikte hakim olacaktır. Realizmin etkilerinin dorukta olduğu sıkıiki kutuplu sistem, aslında uluslararası sistemin genelinin en büyük tehdit altında bulunduğu dönemi ifade etmektedir. Birbirine rakip olan iki büyük güç, dünyanın büyük bir bölümünü iki kampa böler ve inanılmaz bir biçimde silahlanırlar. Taraflardan biri diğerine mutlak üstün değilse ki öyle olmuştur, çıkabilecek olasıbir savaşın kazananıolmayacaktır.47 Soğuk Savaş döneminde blokların birbirine karşın üstünlük kurmak istemesinden dolayıuluslararasıgüvenliği etkileyebilecek örgütler kurulmuştur. Sovyet tehdidini bertaraf etmeyi amaçlayan Batıbloğu ülkeleri, ABD’nin öncülüğünde NATO’yu kurmuştur. NATO kurulduğunda ise sistem tipik bir sıkıiki kutupluluk görünümündeydi. 2.1.1. NATO Bilindiği gibi II. Dünya Savaşı’nın ardından, Doğu ve BatıAvrupa, Soğuk savaşın ideolojik ve politik bölünmeleri sonucu birbirinden ayrılmıştır. Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği’nin hakimiyetine girmiştir. 1949 yılında, Atlantik in her iki yakasından 12 ülke Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’daki kıtanın diğer bölgelerine yayılma riskine karşıkoymak için Kuzey Atlantik AnlaşmasıÖrgütünü kurmuştur.48 NATO 1949 yılında Avrupa da Sovyet gücüne karşıgelmek ve onu tehdit etmek amacıyla kurulmuştur. NATO’nun benzeri bir örgüt olan ve Doğu Avrupa da Sovyetler 46 Boğaziçi Üniversitesi – TÜSİAD, DışPolitika Forumu, “Riga Konferansı”, http://dispolitikaforumu.com/etkin.htm-48k, 12Şubat 2007 47Dedeoglu, a.g.e., s. 44. 48 “21. Yüzyılda NATO”, www.nato.int, 17 Mart 2004. 26 tarafından başıçekilen örgüt olan Varşova Paktıise 1955 kurulmuşve 1991 e kadar varlığınıkoruyabilmiştir.49 NATO’nun kurucu üyeleri – Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İngiltere ve ABD – içlerinden herhangi birine askeri bir saldırıolmasıhalinde toplu savunmaya geçeceklerine dair söz vermişlerdir. Kuzey Amerika’yıBatıAvrupa’nın savunmasına bağlama yoluyla, ittifak BatıAvrupa’ya karşıherhangi bir siyasi ya da askeri baskıgirişiminin başarısızlıkla sonuçlanacağınıgöstermişoldu. Aynızamanda, savunmanın millileştirilmesini önlemek için bir çerçeve sağlamıştır.50 NATO’nun kuruluşu ile Sovyetlerin Avrupa’daki yayılması, o günden bugüne, durulmuştur. Ama 1949’a gelinceye kadar da Avrupa’nın mühim bir kısmınısınırları içine katmışlar ve kontrolleri altına almışlardır. Sovyet Rusya, 1940-1945 yılları arasında Avrupa’da 450.000 km2 toprağıve 24 milyon kadar nüfusu sınırlarıiçine dahil etmiştir. 1945–1948 yıllarıarasında ise, 1.000.000 km2 toprak ile 92.000.000 nüfusu da kontrolleri altına almışlardır.51 1950’lerin başlarına gelindiğinde, Kore Savaşı’nın patlak vermesi ile en yüksek noktasına varan uluslararasıgelişmeler, Batıülkelerinin Sovyetler Birliği’nin yayılmacı emellerinden duyduğu endişeleri haklıçıkarmıştır. Buna uygun olarak, NATO’ya üye devletler ortak savunma vaatlerini yerine getirmek için gerek duyulan askeri yapıları oluşturmak yönünde çabalarınıarttırmışlardır. Avrupa hükümetlerinin isteği üzerine Avrupa’ya gelen Kuzey Amerika güçleri Sovyetler Birliği’nin saldırgan tutumunu başarıya ulaşacağına dair düşüncesinden vazgeçirmeye yardımcıolmuştur. Dahası, zaman geçtikçe, daha çok devlet ittifaka üye olmuştur. 1952 de Yunanistan ve Türkiye’nin İttifaka katılmalarından üç yıl sonra Federal Almanya Cumhuriyeti, 1982 yılında daİspanya üye olmuştur.52 49 Goldestein, a.g.e., s. 106. 50 “21. Yüzyılda NATO”, a.y. 51 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkim Yayinevi, Istanbul, 1997, s. 449. 52 “21. Yüzyılda NATO”, a.y. 27 2.1.2. BatıAvrupa Birliği (BAB) NATO dışında bu dönemde güvenlik amaçlıkurulan bölgesel güvenlik örgütü BatıAvrupa Birliği (BAB) örgütüdür. Birbirine coğrafi bakımdan komşu, benzer sosyo-ekonomik özellikler gösteren ve aralarında önceden kurulmuşsıkıbağlar bulunan az sayıda devletin, ilişkilerine güvenlik boyutunu da eklemeleri ile dar bölge esaslıittifaklar ortaya çıkmaktadır. Tarihten ve günümüzden bu tür örgütlenmelere ilişkin örnekler bulmak olanaklıdır.53 Soğuk Savaşsırasında uydu ülkelerde Sovyetlerin yaptıklarıkomünist darbeleri içinde, Batılıdevletler üzerinde en fazla tepki uyandıranı1948Şubatındaki Çekoslovak darbesi olmuştur. Diğer taraftan, bu darbe ile Sovyetlerin, Doğu ve Orta Avrupa ile Balkanlar’daki hâkimiyeti de tamamlanmışoluyordu. Komünistlerin Çekoslovakya’da iktidarıele geçirmeleri, Sovyet Rusya’nın niyetleri bakımından, Batılılar için bir alarm olmuştur. Bu şartlar içerisinde, İngiltere, Fransa ve Benelux grubu ülkeleri arasında, 4 Mart 1948 de Brüksel de başlayan toplantı, 17 Mart 1948 de BatıAvrupa Birliği’ni (BAB) kuran bir anlaşmanın imzalanmasıyla sona ermiştir.54 Daha sonralarıise, 23 Ekim 1954 tarihinde Brüksel Anlaşmasıdeğiştirilmişve içerisine İtalya ve Almanya’da dahil edilmiştir. Brüksel Anlaşması, Değiştirilen Brüksel Anlaşması(DBA) adıyla BAB kurucu anlaşmasıhaline gelmiştir. DBA ile BAB’a kolektif savunma, kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda işbirliğini amaçlayan yetki ve görevler verilmiştir.55 Uluslarüstü değil de uluslararasıörgüt niteliğindeki BAB, 50 yıl için kurulmuş ve Avrupa savunmasının Avrupalılar tarafından yürütülmesi tezini savunmuştur. Üyeler arasında askeri işbirliğinin yanısıra siyasal ve sosyal ilişkilerin de geliştirilmesi öngörülmüş, birisine yapılacak saldırının hepsine yapılmış sayılması ilkesi benimsenmiştir. Avrupa’nın kendi birliğini oluşturmak için başlattığıgirişimler, sıkıiki kutuplu dönemde “savunma” alanında hemen hiç bir etki doğurmamış, bu konudaki faaliyetler doğrudan NATO içinde yürütülmüştür.56 53 Dedeoğlu, a.g.m., s. 258. 54 Armaoğlu, a.g.e., s. 445. 55 Kamuran Reçber, “BatıAvrupa Birliği’nin Evrensel ve Bölgesel BarışıKorumada Üstlendiği Rol”, Balıkesir Üniversitesi, Bandırmaİ.İ. B. F. D., Bandırma,1999, ss. 23-32, s. 22. 56 Dedeoğlu, a.g.e., s. 259. 28 Eğer değinmek gerekirse, uluslararasısistemde sıkıiki kutuplu sistemin hakim olduğu dönemde 1949 yılında Çin Devrimi, Kore ve Vietnam Savaşları, 1961’de Berlin Krizi ve U2 Casus UçağıOlayı, 1962’de Küba Krizi gibi olaylar Soğuk Savaşızaman zaman uluslararasıgüveliği uç noktalara ulaştıran tehlikeli olaylar olmuştur. Bu dönem bu şekilde 1960’ların ortalarına kadar devam etmişbundan sonra ise bloklar arasında yumuşama başlamıştır.57 2.2. Gevşekİki Kutuplu Sistem ve UluslararasıGüvenlik Soğuk Savaşın başlamasıyla beraber ABD atom bombasının tekeli ile kendi güvende hissetmekteydi. Tek taraflılığıyla Hava Stratejik Kumandası, (en azından 1950’lerin ortasına kadar) kendini ve Bloğu korumakta neredeyse tek dayanaktı. ABD, BatıBloğu öncüsü olarak, 1950 yılının sonuna kadar, daha doğrusu Küba Krizine kadar kendini tehlikede görmemekteydi. Fakat Küba Krizinden sonra ABD teknolojinin geliştiğini ve kendinin de artık Sovyetler Biriliği tarafından tehdit edilebilir duruma geldiğini kabul etmek zorunda kalmıştır.58 1960’ların başlarında ortaya çıkan bu gelişmeler Batıve Doğu Bloklar arasında işbirliğini başlamıştır ve bu döneme gevşek iki kutuplu sistemin özellikleri hakim olmuştur. Küba Krizinin hemen arkasından ABD, SSCB ve İngiltere, nükleer silahların yayılmasınıönlemek üzere 1963 yılında “Tast Ban Treaty” adındaki, Nükleer Denemelerin Kısmi YasaklanmasıAnlaşmasınıimzalamışlardır. Yine bu dönemde, doğu ve BatıBloklarıarasında imzalanan SALT I ve yürürlüğe girmeyen SALT II anlaşmalarıdönemin en önemli özelliklerindendir. Gevşek iki kutuplu sistemin dünyada hüküm sürmesini 1970’li yılardan sonra görmekteyiz. Güvenlik bu durumda farklıbir anlamda ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde bölgesel işbirliği girişimlerine tanık oluruz. Ve haliyle güvenlik, ekonomik işbirliğinin engelleri ya da iletişim olanaklarının sınırlanmasıgibi konularıkapsar hale gelmiştir. Çok uluslu firmaların sınır ötesi faaliyetleri, uzaydan yayın sağlayan uydular, 57 Arı, Uluslararasıİlişkiler ve ..., a.g.e., s. 98. 58 Zbigniew Brzezinski, The Choice, Global Domination or Global Leadership, Zenith Yayınları, Prishtine, 2006, s., 21. 29 sınır aşan suların paylaşımıgibi bir çok konu artık güvenlik arayışlarıiçerisinde bilimsel bakımdan dahil olmuştur.59 Genel olarak özellikle 1980’lerden sonra, SSCB de Gorbaçov’un işbaşına gelmesiyle beraber, onun başlatmış olduğu “glasnost ve prestroika” politikaları çerçevesinde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Sovyetler ulusal kurtuluşhareketlerini desteklemede eski tutuculuğunu terk ederken, Doğu Bloğu içindeki gelişmelerde de içişleri müdahale etmemeye özen göstermiştir. Bu dönemi en iyişekilde yansıtan oluşumlardan biri de AGİT’in bir uluslararası konferans olarak başlamasıve daha sonra ise örgütlenerek bir örgüt olarak kurulmasıdır. Avrupa Güvenlik veİşbirliği Teşkilatı(AGİT) Avrupa güvenliğinin günümüzde en önemli, bazen ise en az anlaşılan bileşkelerinden biridir. AGİT, tek pan-Avrupai güvenlik örgütü olarak, geçmişteki düşmanlıklarıfethetmek ve işbirliğine dayalı güvenliği inşa etmek konusunda önemli role sahip olmasıgereken bir örgüttür. Bazılarınca, her nasılsa, AGİT 1975 Helsinki Nihai Senedine bağlıolarak sadeceİnsan Haklarısavunucusu olarak bilinmektedir. Aslında, İnsan Haklarıgözlemciliği ile güvenlik arasındaki ilişki AGİT için hala temel teşkil etmektedir.60 AGİT, Avrupa Güvenlik veİşbirliği Konferansıadıaltında 1970 yılların başında Soğuk Savaşkoşullarındaki Avrupa’nın bölünmüşlüğüne son verilmesi, güvenlik ve istikrarın sağlanmasıve katılan devletlerarasında bu amaca yönelik işbirliğinin geliştirilmesi düşüncesiyle kurulmuştur. AGİT’in görevi de doğu batıarasında çok taraflıbir müzakere ve diyalog forumu olarak belirlenmiştir. 1975’den 1990’a kadar AGİT, yeni yükümlülüklerin ele alındığıve uygulamaların gözden geçirildiği bir dizi konferans ve toplantılarşeklinde devam etmiştir.61 Soğuk Savaşın bir ürünü olan AGİK, bu anlamda yumuşamanın önemli bir etkeni olduğu kadar bir sonucudur da. Özellikle Doğu – Batıarasında yaşanan yumuşama sonrasında, bir Avrupa Konferansıkurma düşüncesi yayılmaya başladı. Avrupa Konferansıtoplanmasıyönünde ilk öneri Sovyetler Birliği tarafından gelmiştir. Sovyetler Birliği 1966 BükreşToplantısı’nda, “ Avrupa’da barışve güvenliğin 59 Dedeoglu, a.g.e., s. 45. 60 Miriam Sapiro, “The OSCE: An Essential Component of European Security”, http://www.asil.org/insights/insight8.htm, 7 Aralık 2004. 61 a.g.m. 30 güçlendirilmesi bildirgesini” benimsemiştir. Bu bildirge ile mevcut askeri ittifakların dağıtılmasıve bunların yerine ABD’nin dışarıda bıraktığıortak bir Avrupa güvenlik sistemi hazırlanmasıçağrısında bulunmuştur. 1969 Budapeşte Bildirgesi’nde Sovyetler Birliği bu çağrısınıtekrar etmiş, ancak ABD’nin dışarıda tutulmasıve askeri ittifakların dağıtılmasıönerisinden vazgeçmiştir.62 Bu çerçevede 1955’lerde Varşova Paktıtarafından yapılan Avrupa güvenliği anlaşma önerisi Batılılar tarafından kabul edilmemiştir. Doğu Bloğu’nun bu yöndeki önerileri 1970’lerin başında ABD ile SSCB arasında imzalanan SALT 1 Anlaşmasıve BatıAlmanya’nın, Polonya ve Çekoslovakya ile olan Doğu sınırlarınıtanımasıve Doğu Almanya ile ilişkiye girmeyi kabul etmesi sonucu meydana gelen yumuşama ortamıile değer kazanmaya başlamıştır. Bu koşullarda BatıAvrupa güvenliği konusunda görüşmelere girişmeyi kabul etmiştir. Avrupa Güvenlik veİşbirliği Konferansı, 15 Ocak 1973 tarihinde Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yılıaşkın bir süre devam eden konferans 1 Ağustos 1975’de Helsinki Nihai Senedi’nin 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından Devlet ve Hükümet Başkanlarıdüzeyinde imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. 35 imzacıdevlet arasındaki ilişkilere rehberlik edecek 10 temel ilke ortaya konmuştur. Bunlar:  Egemen eşitlik ve egemenliğe saygı,  Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma,  Sınırların ihlal edilmezliği  Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması  Anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü  İçişlerine karışmama  İnsan haklarıve temel özgürlüklere saygı  Hakların eşit haklardan ve kendi kaderlerini tayin hakkından yararlanması  Devletler arasında işbirliği 62 Emmanuel Decaux, AGİK, Çev:, Gökçen TunaylıAlpakaya,İletişim Yayınları,İstanbul, 1992, s., 13 14. 31  Uluslararasıhukuktan doğan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi. 63 1989 yılında Doğu Avrupa’da yaşanan değişimlerden bir yıl sonra, yani 1990’da, 34 devlet “Avrupa güvenliği ve işbirliği imkanlarını” görüşmek üzere bir araya gelmişlerdir. AGİK böylece değişimin güvenlik ve işbirliği üzerine etkilerinin Avrupa’ya yansıyan boyutlarınıyansıtmıştır.64 AGİK süreci dahilinde kabul edilen belgeler, 1989 yılıiçerisinde Doğu Avrupa devletlerinde sosyalist rejimlerin çökmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılma ihtimalinin belirmesi ve iki Almanya’nın birleşmesi gibi uluslararasısistemde meydana gelen bu önemli gelişmeler üzerine toplanan Paris Zirvesi sonrasında 19-21 Kasım 1990 tarihinde “ Yeni bir Avrupa için Paris Şartı” kabul edilmiştir. Paris Şartıile birlikte amaç ve işleyişi üzerinde değişikliklere gidilmişve AGİK’in kurumsal bir yapıya kavuşturulmasıkonusunda temeller atılmıştır.65 6 Mart 1989 tarihinde NATO ve Varşova Paktıüyeleri arasında başlatılan “Avrupa’da Konavansiyonel Kuvvetler Anlaşması’nın (AKKA) imzalanmasıile sonuçlanmıştır. 9 Mart Viyana’da başlayan “ Güven ve Güvenlik ArttırıcıÖnlemlereİlişkin Görüşmeler”in ikinci aşamasıolarak, 17 Kasım 1990 tarihli Viyana belgesi kabul edilmiştir.66 Doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan hızlıdeğişim dikkate alınarak, Gorbaçov’un önerisi üzerine, 19-21 Kasım 1990 tarihlerinde, Paris’te Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde AGİT’in ikinci zirvesi düzenlenmiştir. Paris Şartı’nın kabulü ile AGİT süreç olmaktan çıkartılıp kurumsallaşmasının ilk adımlarıatılmıştır. Paris Şartıile Soğuk Savaşın ve Avrupa’nın bölünmüşlüğünün sona erdiği ve Avrupa’da karşılıklısaygıve işbirliğine dayalıyeni bir dönemin başladığıilan edilerek, demokrasi, insan hakları, temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlılık taahhüdünde bulunulmuştur. Şartın, “Gelecek için Rehber İlkeler” başlıklıbölümünde 63 http://www.tbmm.gov.tr/agitpa/sil3/osce/www.osce.at/osze/agit.html, 16 Nisan 2005. 64 SebahattinŞen, “Yeni Dünya Düzeninde Avrupa ve Türkiye”, Der: SebahhatinŞen, Yeni Dünya ve Türkiye, Bağlam Yayınları,İstanbul, 1994, ss. 288- 318, s. 290. 65 Gökçen Alpkaya, AGİK Sürecinden AGİT’eİnasan Hakları, Kavram Yayınları,İstanbul,1996, s. 22. 66 Alpkaya, a.g.e., s.,22-23. 32 ırkçılık, ayrımcılık ve yabancıdüşmanlığına karşıortak mücadele edileceği yönünde taahhütte bulunulmuştur. 67 Yugoslavya’nın parçalanması, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Çekoslovakya’nın ikiye ayrılmasıile yeni devletler ortaya çıkmışve bunlar da AGİT’e üye olmak için başvurmuşlardır. Bugün AGİT’in üye sayısı55’dir. 68 Budapeşte Zirvesi, 5–6 Aralık 1994 tarihinde yapılmıştır. Zirve sonunda “Budapeşte Belgesi 1994 Yeni bir dönemde Oraklığa doğru” isimli belge kabul edilmiştir. Budapeşte Belgesi ile Avrupa’da yaşanan gelişmelerin yeni bir güvenlik ve işbirliği anlayışınıortaya çıkardığıve bu anlamda AGİK ‘in yapısında temel bir değişikliğe gidilmesi ve ortak güvenlik alanındaki rolünün büyütülmesi karalaştırılmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda AGİK’in adı“ Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı” olarak değiştirilmiştir. Bu isim değişikliğinin 1 Ocak 1994 tarihinden itibaren geçerli olacağıkabul edilmiştir.69 AGİT’in bugün, 1975 Helsinki Nihai Senedi’nde belirlenen prensipler çerçevesinde ve belirtilen öncelikler ışığında faaliyetlerini sürdürmektedir. Bunun en büyük kanıtıolarak üye sayısının başlangıçta 35 iken, bugün 55’e yükselmesi gösterilebilir. Gelişmenin olduğu diğer bir alan ise AGİT’in çalışmalarının çatışmaların önlenmesi veya çatışma sonrasınormal duruma dönülmesine yardımcıolmak amacıyla görev yaptığımisyonlarının sayısıdır. 70 Bugün AGİT’in önceliklerişuşekilde sıralanmaktadır: 1. Ortak değerleri tahkim etmek ve sivil toplumlar inşa etmek, 2. Yerel çatışmalarıönlemek, istikrarıyeniden sağlamak ve savaşın tahrip ettiği bölgelere barışgetirme, 3. Gerçek ve güvenlik boşluklarınıgidermek, işbirlikçi güvenlik sistemi geliştirerek yeni bölünmeler yaratılmasından kaçınmak.71 67 “PARİSŞARTI”, http://www.tbmm.gov.tr/agitpa/sil3/osce/www.osce.at/osze/agit.html.,24 Nisan2005. 68 a.y. 69 Alpkaya, a.g.e., s., 23-24. 70İlk kurulduğunda AGİT’teki devlet sayısı35 iken, 1992 yılında 52’ye ve günümüzde 55’e yükselmiştir. Yeni devletler bir atılım bildirgesi ile AGİT’e başvurmakta, AGİT Bakanlar Konseyi’nin bunu Kabul etmesi üzerine, önce Helsinki Nihai Senedini, daha sonra da ParisŞartı’nıimazlamaktadırlar, daha ayrıntılıbilgi için bkz, Alpkaya, a.g.e. 71 “ParisŞartı”, a.y. 33 2.3. Soğuk SavaşSonrasıUluslararasıSistem ve UluslararasıSistemi Tehdit Eden Güvenlik Faktörleri Günümüz uluslararasısisteminin özellikleri eskiye baktığımızda çok farklıbir görünüm içerisindedir. Bu dönemin şekillenmesine neden olan 1980’lerdeki olaylar uluslararasıilişkiler açısından son derece önemli unsurlardır. Soğuk Savaşın sonuna gelindiğinin en önemli göstergelerinden birisi, Avrupa bölünmüşlüğünü simgeleyen Berlin Duvarı’nın yıkılmasıdır. Bunun yanısıra SSCB’deki glasnost ve prestroyka politikaları da Doğu Bloğu ülkelerinde reform hareketlerini ve Sovyetlerin denetiminden çıkmalarınısağlamış, ardından ise Sovyetler Birliği yıkılmıştır.72 Öte yandan, Soğuk Savaşın sona ermesi ve süper devletlerin etki alanlarında güvenliği sağlamalarının artık söz konusu olmamasıBM örgütünün uluslararasıbarışı sağlamada yükünü ve sorumluluğunu arttırırken bir taraftan da Soğuk Savaşın önemli bir ürünü olan NATO’nun geleceği önemli bir tartışma konusu olmaya başlamıştır. Soğuk Savaşsırasında NATO’nun rolü ve amacıSovyetler Birliği’nin yarattığı tehdit çerçevesinde açık bir şekilde tanımlanmıştı. 1990’lı yılların başlarına gelindiğinde, Varşova paktıözgürlüklerini yeni kazanan Doğu Avrupa ülkelerin ısrarı üzerine dağılmışve Sovyetler Birliği çökmüştür. Geleneksel muhaliflerin ortadan kalkmasıyla, bazıyorumcular NATO’ya gerek kalmadığına inanmaya başlamışlardır. NATO üyesi devletleri katıldığı1990 Londra Konferansı’nda yeni bir strateji geliştirilmesi kararıalınmışve Kasım 1991 NATO Roma Zirvesi’nde, Sovyetler Birliği ve liderliğini yaptığıbloğun ortadan kalkmasıyla birlikte “ karşıtaraf”ınıyitiren NATO, yeni bir strateji geliştirmiştir. Geliştirilen strateji, 1994 Brüksel Zirvesi’nde ve 1997’de gözden geçirilmişve Nisan 1999 Washington Zirvesi’nde gözden geçirilip yenilenmiş hali ilan edilmiştir. Buna göre “kapsamlıgüvenlik kavramıstratejisi” konusunda uzlaşmaya varmışve bu strateji, kitlesel karşılık, ileri savunma ve esnek karşılık stratejilerinin yerini almıştır. Söz konusu yeni strateji, NATO’nun askeri gücünde önemli bir indirime gidilmesini, fakat bunun yerine esnek, hızlıhareket edilebilen acil müdahale birliklerinin kurulmasına dayanmıştır. Yeni strateji, herhangi bir NATO üyesi olmanın devleti hedef almaktan çok, iki kutuplu sistemin çözülmesi ile ortaya çıkan 72 “The illusion of collective security (post cold war international security)”, www.encyclopedia.com/doc/1G1-17100943.html, 22Şubat 2005 34 yeni “partkülarizm” hareketlerinin çatışmacıeylemlerini hedef almıştır. Bu nedenle de, NATO dışında kalan ülkelere bir tür gevşek ittifak ilişkisi getirmiştir.73 Bu yöndeki ilk adım 1991 yılında Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi’nin kurulmasıolmuştur. AdıAvrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi olarak değiştirildiğinden bu yana, bu konsey NATO ile Avrupa-Atlantik bölgesindeki üye olmayan ülkeler arasında temel danışma ve işbirliği ortamıgörevi görmektedir. 1994 yılında NATO, Barışİçin Ortaklık (BİO) adıyla yeni bir girişim başlatmıştır. Bu programın tasarlanma amacı, katılan ülkelerin demokratik bir toplumdaki uygun görevlerini yerine getirmelerini ve NATO’nun yönettiği barışıkoruma operasyonlarına katılmalarınısağlamak için silahlı güçlerini yeniden yapılandırmalarına yardımcıolmaktır. BİO ile kazanılan deneyim, Bosna-Hersek’teki İstikrar Gücü (SFOR) ile Kosova Gücü (KFOR) gibi barışıkoruma güçlerine katılan ülkeler arasındaki işbirliğine önemli ölçüde katkısağlamıştır. 1997 yılında NATO-Rusya ile NATO-Ukrayna ilişkileri daha resmi bir temele oturtulmuştur. NATO-Rusya Daimi Ortak Konseyi ve NATO-Ukrayna Komisyonu güvenlik sorunlarınıdüzenli bir şekilde danışma ve tartışmayıkolaylaştırmak amacıyla kurulmuştur.74 Yeni oluşan ilkeler ve 1991 ile 1999’da ilan edilen kararlar doğrultusunda, NATO’nun XXI. yüzyıl güvenlik ve savunma konseptinin özellikleri şu biçimde özetlenebilmektedir.  Trans-atlantik bağların korunması: Avrupa ile Kuzey Amerika’nın güvenlikleri birbirlerinden ayrılabilir değildir.  Etkin askeri kapasiteyi korumak: her koşulda caydırıcıgüç olmayı sürdürmek.  Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nıittifak çerçevesinde geliştirmek: İttifakın 1996 Berlin Dışişleri Bakanlarıtoplantısıkararlarıdoğrultusunda Avrupa güvenliğinin NATO ile paralel geliştirilmesi. A. Kriz yönetimi ve çatışma çözümü: bölge dışıalanlarda ortaya çıkan krizlere müdahale ve çatışmalara barışçıçözüm. 73 Dedeoğlu, a.g.e, s. 237-238. 74 “21. Yüzyılda NATO”, a.y. 35 B. İşbirliği, ortaklık ve diyalog: özellikle Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Akdeniz ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi C. Genişleme. D. Silahlanma, silahsızlanma ve silahların yaygınlaşmasında sorumluluk alma. Söz konusu ilkeler çerçevesindeki NATO XXI. yüzyıl konsepti, eski Yugoslavya’da ortaya çıkan olaylar sırasında yaşama geçmiştir.75 Ayrıca 1990’ların başında bu yana, bazıDoğu Avrupa ülkeleri gelecekteki güvenlik çıkarlarının en iyi şekilde NATO’ya katılmakla korunabileceği sonucuna varmışlar ve üye olma isteklerini dile getirmişlerdir. Katılım müzakerelerine davet edilen üç eski Ortak ülkenin – Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya – Mart 1999’da üyeliğe kabul edilmelerinin ardından üye ülke sayısı19’a yükselmiştir.76 Aynışekilde, BAB’ın da askeri yetersizliğinin giderilmesine yönelik üye devletlerin çalışmalarıiki kutuplu sistemin yıkılmasından sonra artmıştır. Bu amaçla, Avrupa Birliği Kurucu Anlaşması(ABKA)‘na ekli 10 Aralık 1991 tarihli BAB üyesi Devletlerin Deklarasyonu’nda, bu örgütün operasyonel gücünün geliştirilmesi için çeşitli aktivitelerin başlatılmasıbenimsenmiştir. 19 Haziran 1992 tarihi Petresberg Deklarasyonu’nda üye devletler tarafından benimsenen düzenlemelerde ise BAB’ın savunma, üye devletler silah ve ordularının sayısal güçlerinin kontrol edilmesi misyonunun yanısıra barışın yeniden tesisi operasyonları, krizlerin idaresi için savaş gücü görevleri, barışın sürdürülmesi, kriz bölgesindeki üye devletlerin veya yabancı uyrukluların tahliyesi ve insani görevler konusunda da aktif bir rol oynaması amaçlanmıştır.77 1992 yılında görev ve yetkileri yeniden tanımlanan BAB, bu biçimine uygun olarak üç tür üyelik öngörmüştür: I. Hem AB hem NATO üyesi olan tam üyeler (Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Fransa, Almanya,İspanya,İngiltere, Portekiz, Yunanistan) II. Sadece NATO üyesi olan ortak üyeler (Türkiye, İzlanda, Norveç, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan) 75 Dedeoğlu, a.g.e., s.239. 76 “21. Yüzyılda NATO”, a.y. 77 Reçber, a.g.m. s. 24. 36 III. AB üyesi olup da NATO’ya dahil olmayan gözlemci üyeler (Avusturya, Danimarka, Finlandiya,İrlanda,İsveç) IV. AB’ye aday olan ortaklığa katılımcıüyeler (Bulgaristan, Estonya, Lituanya, Letonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya). AB’nin Avusturya, Finlandiya ve İsveç ile genişlemesinin ardından, bu devletlerin tarafsızlık statüleri BAB için sorun oluşturmuştur. Bu türeden sorunların bertaraf edilmesi için, BAB’ın AB içerisine dahil edilmesine ilişkin çalışmalara başlanmıştır. Bu çerçevede 1991 Maastricht Anlaşmasıve 1997 Amsterdam Anlaşması ile hükme bağlanan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası(AGSP), NATO’nun 1994 Brüksel, 1997 Madrid ve 1999 Washington toplantılarında şekillendirilmeye çalışılmıştır. 1999 yılında yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması, Ortak Dışve Güvenlik Politikasını(ODGP) AB’nin varlık nedenlerği arasında sıralamıştır. AGSP, ODGP nin içinde yer almaktadır ve AB üyelerinin güvenlik çerçevesindeki tüm işbirliği mekanizmalarının AB içine dahil edilmesi anlamınıtaşır. BAB bu bağlamda AB içerisine dahil edilmişve ve NATO ve AGİT çerçevesinde yapacağıfaaliyetlerin artık AB faaliyetleri haline geleceği beyan edilmiştir. AB’nin 1990’ların ikinci yarısından itibaren yeniden canlandırdığıgüvenlik ve savunma boyutu, esas olarak NATO ile ilişkilerde sorun yaratmıştır. AGSP’nin NATO’dan “ayrılabilir ama ayrıdeğil” türündeki yapısı, tam da bu tartışmaların özünü oluşturmuştur. NATO ile ilişkilerin tam olarak nasıl düzenleneceği konusunda tam bir tutumun sergilenmemişolmasıaslında AB’nin kendi güvenlik oluşumu için temel prensipleri saptadığınısöylemek mümkün değildir. NATO, AB’nin otonom bir savunma sistemi kurmasına olumlu bir yaklaşım sergilememiştir. Belirli operasyonlardaki Avrupa otonomisinin NATO kararlarına bağlı kılınmasında ABD, İngiltere ve Türkiye gibi üyeler NATO’nun yapabileceği işlevleri ayrıca AB içinde gerçekleştirmeye kalkmanın gereksiz bir girişim olduğunu savunmuşlardır.78 78 Dedeoğlu, a.g.e., s. 261-267. 37 Soğuk Savaşın sona ermesi ve blok sisteminin çökmesiyle beraber ortaya çıkan yeni uluslararasısisteme Yeni Dünya Düzeni adıverilmiştir. Bu sistemin istikrarlıbir sistem olup olmadığıkonusunda kuşkular dile getirilmeye başlamıştır. Çünkü Yeni Dünya Düzeni ile birlikte etnik çatışmalar, ultra ulusçuluk, radikal akımların gelişmesi, nükleer silahların yayılmasıgibi güvenliği etkileyecek birçok tehlike ortaya çıkmıştır. İki kutuplu yapı, uluslararasısistemde istikrarın önemli bir nedeni olmuştur. Çünkü bloklar içerisinde, blok önderlerinin diğer blok devletlerine müdahale etmesi diğer bloğun bir karşımüdahalesini gündeme getirmemekteydi. İki kutuplu yapının bozulmaya başlamasıyla beraber blokların denetim alanlarında bir belirsizlik ortaya çıkmışve bazıdevletlerin bu boşluktan yararlanmaya çalışmalarısöz konusu olmuştur. Irak’ın Kuveyt’i işgali bunu en açık örneğidir.79 Yeni uluslararası sistemin hakkında değişik tanımlamalar yapılmaktadır. Birçoğu, ABD’nin tartışılmaz üstünlüğünün söz konusu olduğu tek kutuplu yapıolarak tanımlamaktadır. ABD kendi çıkarlarınıkoruma ve değerlerini yayma ile birlikte uluslararasıgüvenliliği sağlayabilecek tek üstün güç haline gelmiştir düşüncesi hakimdir. ABD’nin nasıl bir güce sahip olduğunu ve günümüz dünyasında hegemon ve tek güç olduğu konusu ileride Yugoslavya’nın parçalanmasısürecinde daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Uluslararasısistemdeki Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli özelliğinden biri askeri ve siyasi gücün yerini ekonomik gücün almaya başlamasıdır. Ekonomik rekabet kuzeyin gelişmişdevletleri ile güneyin az gelişmişdevletler arasındaki uçurumun gittikçe büyümesini ortaya çıkarmaktadır. Bu durum az gelişmişve çok gelişmişülkeler arasında gerilimin artmasına neden olarak batıkarşıtlığınıartırarak dini hareketlerin yaygınlaşmasına neden olarak güvenliği sarsabilecek duruma getirebilir. Dikkat çeken bir diğer olgu ise, çok uluslu veya çok kültürlü devletler içinde yıllarca barışiçinde birlikte yaşamışolan insanların etnik ve dini kimliklerini ortaya atmalarıdır. Bu durumda, birçok devletin siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılarınıdeğiştirebilir(SSCB ve Yugoslavya’daki ulusçuluk hareketleri gibi).80 79 Arı, Uluslararasıİlişkiler ve …, a.g.e., s. 103-104. 80 a.y. 38 Son olarak radikalizmin yükselişi ile bir kısım aşırıuçların çeşitli terör örgütleri ve terörist metotlar vasıtasıyla başta ABD olmak üzere Batıdeğerlerine karşı mücadeleye başlamıştır. Bu saldırılar, dünya terör tarihinde bir milat olan 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’deki ikiz kulelere saldırıile neticelenmiştir. 11 Eylül saldırıları. ABD için dünyayıyeniden şekillendirecek bazıprojelerin yürürlüğe sokulmasına sebep olmuştur (Büyük Ortadoğu Projesi gibi). ABD terörizmle mücadele gerekçesi ile peş peşe Afganistan ve Irak’a yapılan askeri müdahaleler uluslararasıterörizmle mücadele boyutlarınıaşarak uluslararasıyeniden yapılanma sürecine dönüşmüştür. Tabi Rusya ve Çin gibi iki dev ülkeye de yakın olmasıve onlarıkuşatmasıbakımından da önemlidir.81 Uluslararasıyapıya baktığımızda, Amerika’nın ulusal egemenliği ve güvenliği, günümüzde uluslararasıgüvenlikle bir tutulmaktadır. Zamanın geçmesiyle beraber ABD’nin dünya sahnesindeki rolü hiçbir zaman olmadığıkadar dialektik olmaya başlamıştır. ABD, kendi dominant gücüne dayanarak, uluslararasıgüvenliğin kalesi rolündedir. Bu arada, ABD toplumu, globalizmin sağladığıkolaylıklarla kendi geleneksel topraklarınıaşarak geleneksel toplumsal düzenini bozmaktadır.82 Bu anlamda, 11 Eylül saldırılarının ardından Amerikan yönetimi, kendilerine yönelik tehlikenin Ortadoğu’dan geldiği algılamasınıtüm dünyaya duyurmuştur. Kuzey Afrika’dan Afganistan’a, Suudi Arabistan’dan Kafkaslar ve Orta Asya’ya uzanan coğrafyanın ciddi anlamda elden geçirilmesi, Amerika ve müttefikleri açısından dünya’nın güvenle yaşanabilir bir alan olmasıyönündeki en ciddi adım olarak ortaya konmuştur. Bu bakımdan Afganistan ve Irak’ın coğrafik konumlarıdikkate alınırsa, bu müdahalelerin sadece terörü yok etme değil ABD’nin bu coğrafyada bulunan petrol ve petrol kaynaklarınıele geçirerek uluslararasıdüzeni kendi lehine çevirmeye çalıştığı daha iyi anlaşılmaktadır.83 Güvenlik, özellikle 11 Eylül sonrasında uluslararasıilişkiler tartışmalarında sıkça dile getirilen ve teorik tartışmaların merkezine yerleşmişbir kavramdır. Soğuk Savaşdönemi sonrasıyaşanan hızlıdeğişim ve küreselleşme sürecinin vardığınokta güvenliğin yeniden ve daha geniş tanımlanmasına ve uluslararası niteliğinin 81 Bülent Aras, “Büyük Ortadoğu, Türkiye ve AB”, www.moraldergisi.com.tr/arsiv/2004/04/21/g9.htm, 10 Nisan 2007. 82 Brzezinski, a.g.e., s. 23 83 Aras, a.g.m. 39 vurgulanmasına neden olmuştur. İnsan ticareti, göçmen kaçakçılığıve yasa dışıgöç gibi konular hemen bütün ülkeler için güvenlik kapsamında ele alınmasıgereken konular haline gelmiştir. Terörizmin uluslararasıniteliğiyle ön plana çıkmasıve devletlerin güvenliğine yönelik açık bir tehdit oluşturmasıgüvenliğin sağlanmasıkonusunda devletleri işbirliğine zorlamaktadır. Artık sadece bir ülkeyi ilgilendiren güvenlik sorunundan bahsetmek imkansızdır. Bölgesel güvenlik sorunlarının da küresel düzeyde ele alınmasıgerekmektedir. 84 84 Kamer Kasım - Zerrin A. Bakan Montreo Muriel, “UluslararasıGüvenlik Sorunları”, Asam Yayınları, Ankara, 2004, s. 5. 40 İKİNCİBÖLÜM YUGOSLAVYA’NIN TARİHİVE SOĞUK SAVAŞDÖNEMİNDE YUGOSLAVYA 1. BALKAN YARIMADASI VE YUGOSLAVYA Geleneksel tarihin formülleri sevdiğini söylememiz mümkündür. Balkanlar, Avrupa ve Asya arasında “köprü” ya da “yol kesişimi” ya da Avrupa da “barut fıçısı” veya “çatışma sahası” olarak adlandırılır. Bütün bunların birer gerçek ya da belli bir tarih süreci içerisinde gerçek olduğunu söylemek mümkündür. Yarımada, üç tarafıdenizlerle çevrilen yer parçasıolarak bilinir: Balkanlara, batıda Adriyatik, güneyde Akdeniz, doğuda Ege ve Karadeniz, kuzeyde ise coğrafya Tuna sınırınıyerleştirmiştir.85 Balkanlar, Avrupa’nın güneyinde, Akdeniz’e uzanan üç yarımadadan en doğuda kalanınıifade eder. Balkan ülkeleri kavramıise, aynızamanda, bu yarımadada ve yarımadaya komşu coğrafyalarda yaşayan ülkeler için kullanılır. Bu ülkeler Türkiye, Makedonya, Yunanistan, Arnavutluk, Kosova, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Karadağ, Hırvatistan ve Slovenya’dır. Dolayısıyla, Balkanların siyasal coğrafyası, fiziksel coğrafyasından daha genişve nüfus olarak daha kalabalıktır.86 Balkan Yarımadası’nın bulunduğu herhangi bir haritaya bakılacak olursak, Balkanların hem geçmişte, hem de günümüzde göç, ulaşım ve ticaret yollarının geçiş güzergâhıüzerinde olduğu görülür. Bölge, Batıve Orta Avrupa ile Orta Doğu arasında bir köprü durumundadır. BatıAsya ile Orta Avrupa, Kuzey Afrika ile Orta ve Kuzey Avrupa arasında, ulaşım ve taşımacılık açısından oldukça önemli bir bölgedir.87 Avrupa, Akdeniz ve Asya arasında stratejik önemi büyük bir bölgeyi oluşturan ve XIV. yüzyıldan itibaren uzun süre Osmanlıİmparatorluğu’nun egemenliği altında 85 Georges Castellan, Histori e Ballkanit (Balkan Tarihi), Çev: Arben Puto, Luan Omari, Çabej Yayınevi, Tirana, 1991, s.17. 86İhsan Gürkan, Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye , Orta Doğu ve Balkan İncelemeleri VakfıYayınları,İstanbul, 1997, s. 261-264. 87 a.g.e. a.y. 41 bulunan Balkanlar, çok uluslu, çok kültürlü bir etnik yapıarz etmişve dinsel çeşitliliğin de etkisiyle diğer büyük devletlerin ilgi odağıolmuştur.88 Bu özellikleri nedeniyle, tarih boyunca bunalımlardan ve istikrarsızlıklardan kurtulamamıştır.89 Jeopolitik ve jeokültürel bir önem taşıyan Balkanlar, XX. yüzyıl boyunca uluslararasıilişkilerin temel bunalım bölgelerinden birisi olmuştur. Yüzyılın başında Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıbu bölgede atılan bir kurşunla başlamış, yüzyılın sonunda ise Soğuk Savaş’ın bitişi ile yaşanan en yoğun çatışmalar da bu bölgede görülmüştür. Bölgenin hassas jeokültürel ve jeopolitik ayrım hatlarıuluslararası ilişkilerde yaşanan bunalımların bölgeye doğrudan ve en sert şekilde yansıması sonucunu doğurmuştur.90 Soğuk Savaşsonrasıdönemde Yugoslavya’nın bölünmesi sonucu yaşanan Bosna Savaşıve 1999’da yaşanan Kosova Savaşıile yeni bir boyut kazanan Balkanlar bölgesel nitelikli bir çatışma olmaktan çıkarak uluslararasısistemin ve bu sistemin merkezindeki güçlerin kader ibresi olma sürecine girmişbulunmaktadır. Bu çerçevede Balkanlar, hem II. Dünya Savaşısonrasında ortaya çıkmışuluslararasıörgütlerin, hem de yeni dönemin güç merkezlerinin sınanma alanıolmaktadır.91 Bu durum özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Soğuk Savaş’ın getirdiği statik denge dolayısıyla, yaklaşık yarım asır fiili çatışma görmemişAvrupa kıtasınıderinden etkilemiştir. Doğu Avrupa ülkeleri bu bunalımlıgeçişdönemini küçük çatışmalar ve rızaya dayalıbölünmelerle daha az sıkıntıile atlatırken, etnik ve dini farklılaşmalara ve karmaşık bir jeokültürel yapılanmaya sahip olan Balkanlar paramiliter çatışmaların odağıhaline gelmiştir.92 Balkanlar, gerek geçmişte gerek günümüzde Avrupa’nın güvenliği ile doğrudan ilgili bir coğrafya niteliğine sahip olmuştur. Geçmişte doğudan gelen akınlarıve istilalarıkarşılama açısından, günümüzde ise, daha çok içerdiği istikrarsızlık ve krizler nedeniyle, Avrupa’nın güvenliğini yakından etkilemiştir. Yeraltıkaynaklarıyönünden de zengin olan Balkanlar, Avrupa’nın güvenliği ve bütünleşmesi bakımından önem arz 88İbrahim S. Canbolat, Yeni Dünya ve Türkiye (Aşkın Olma Zamanı), Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa,2000, s.56. 89 Suatİlhan, Balkanlar’ın Gelişen Jeopolitiği , Türk Kültürü Yayınları, Ankara,Şubat 1999, s.430. 90 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, Istanbul , 2001, s. 21. 35 Gürkan,a.g.e., s. 262 36 Davutoğlu, a.g.e, s. 292. 37 a.g.e, s. 291. 38 Gürkan, a.g.e. 263. 42 eden stratejik bir işleve sahiptir. Bu nedenle, Balkanların bütünüyle veya büyük ölçüde, güçlü bir devletin kontrolüne girmesi, o devlete bu sayılan coğrafyalarda etkili olma imkânıverecektir.93 XX. yüzyılın son çeyreğinde Balkanlarda ve Balkan devletlerinin büyük bölümünde, hayatın tüm alanlarında büyük toplumsal değişimler meydana gelmiştir. Balkanlarda büyük izler bırakan temel olaylardan biri sosyalizmin çöküşü ve bu çerçevede Yugoslavya’nın dağılma süreci ve yeni devletlerin kurulmasıolarak gösterilebilir. Bilindiği gibi, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti (YSFC), Balkanlar’da dominant devlet ve toplumsal organizasyon biçimini temsil eden ve diğer Balkan devletleriyle kalıplaşmışekonomik, siyasi ve diğer pek çok türden ilişkileri kurmuşbir devletti. Sosyalist sistemin ve Yugoslavya’nın dağılması, ardında iç ve dış nedenlerden dolayıçıkan ve büyük ekonomik, siyasi, moral ve güvenlik sonuçlarıolan bir iç savaşıberaberinde getirmiştir. Balkanlarda istikrarın kaybolmasıve savaşın yarattığısonuçlar, Balkan uluslarıve vatandaşlarına oldukça zor günler yaşatmıştır ve yaşatmaya da devam etmektedir. OsmanlıÖncesinde Balkanlar Balkan yarımadasının bir parçasıolan Yugoslavya’ya ilk insan yerleşiminin tarım ve hayvancılığa elverişli topraklara ve ırmak vadilerine olduğu arkeolojik bulgulardan anlaşılmaktadır. Hint-Avrupa dillerini konuşan yarıgöçebe kavimler, Balkan Yarımadasına M.Ö. 3500’lü yıllarda gelmişlerdir. Askeri aristokrasiler tarafından yönetilen bu kavimlerin Adriyatik kıyılarına kadar uzanan akınları, buralarda yerleşik uygarlığın gelişmesini uzun bir süre engellemiştir. 94 Göçlerden sonra İliryalılar, Makedonlar ve Traklar, Balkanlarda kısa ve uzun ömürlü yönetimler kurmuşlardır. M.Ö. IV. yüzyılda bölgenin büyük bir bölümü Makedonya Krallığının idaresi altına girmiştir. Ancak kuzeyden ve doğudan devam eden akınlar sebebiyle, bazıküçük krallıklar dışında, bölgede kalıcıdevlet yönetimi kurulamamıştır. 94İrfan Kaya Ülger, Yugoslavya Neden Parçalandı?, Seçkin Yayınları, Ankara , 2003, s. 23-24 43 Makedon idaresinin zayıflamasıile birlikte bölge M.Ö. III. yüzyılda, Roma İmparatorluğu’nun istilasına uğramıştır. Böylece Balkanlarda Romalılaşma dönemi başlamıştır.95 Balkanlar 527–65 yıllarıarasında Bizansİmparatorluğu denetimi altına girmiştir. Bu arada Gotlar bölgeyi istila etmeye başlamışlar ve ilk başta Yunanistan’ıistila etmişlerdir, daha sonra ise Arnavut kıyılarına kadar yayılmışlardır. Attila altındaki Hunlar buraya 440’lıyıllarda saldırmış, Bulgarlar ise daha sonra buralara hırsızlık yapmak için gelmişlerdir. Nevarki bu gelenlerden hiçbiri Slavların Balkanlarda bıraktığı etkiyi bırakmamıştır. Türkçe konuşan Bulgarlar VII yüzyılda Balkanlara kesin olarak yerleşmeye geldiklerinde, Slav elementi oraya o kadar iyi yerleşmişti ki, Bulgar istilacılar daha sonra dillerini kaybedip, Slavca konuşanlar kervanına katılmışlardır.96 Hint-Avrupa kökenli olan Slavlar, Balkan Yarımadasına V. Yüzyılın sonunda, barbar akınlarının yarattığıkargaşanın ardından, Karpatların kuzeyinden gelmişlerdir. İlk dönemde, bölgede bulunan Avarların kontrolüne giren Slavlar, tarımla uğraşıyorlardı ve yerleşik hayat düzenini benimsemişlerdi.97 Aralarında Sırp ve Hırvatların da bulunduğu büyük bir Slav asil halkıvardı. Bunlar V. ve VI. yüzyıllarda, Tuna nehrinin kuzeyinde ve Orta Avrupa’da yaşamaktaydılar. Sırpların temeli Çek Cumhuriyeti’nin bir kaç bölgesinde ve Saksonya’daydı. Hırvatların ise Bavarya, Slovakya ve Güney Polonya’daydı. İlk büyük Slav saldırıları Bizans İmparatorlarından olan Justinian’ın hakimiyetinin ortalarında gerçekleşmiştir. 547 ve 548 yıllarına bunlar bugünkü Kosova’yıişgal etmiş, sonrasında ise Makedonya ve Via Egnatia’dan geçerek, Orta Arnavutluk’tan, Draç ve Arnavutluğun kuzey sahiline kadar gelmişlerdir. 98 Ortaçağbaşlarında, Slav halklarının kurduğu devletler uzun ömürlü olamamıştır. Bunun nedenlerinden ilki, bölgenin o dönmede Frank, Macar ve Bulgar devletleri arasında egemenlik mücadelesine sahne olmasıdır. İkinci olarak, aile ve kabile temeline dayanan Slav toplumsal yapısıdaha genişörgütlenme önünde engel oluşturuyordu. 95 a.y. 96 Noel Malcolm, Kosova, Nje Histori e Shkurter ( Kosova, Kısa bir Tarih), Koha&Shtepıa e Librit Yayınevleri, Prishtina-Tirana, 2001, s. 23. 97 Charles&Barbara Jelawish, History of the Balkans, Vol I, London , 1985, s. 15. 98 Malcolm, a.g.e, s. 23-25. 44 XX. yüzyılın başında Yugoslavya’da bir araya gelen Güney Slav halklarının tarihi Osmanlıve Habsburg İmparatorlukları’nın egemenliğine girene dek alabildiğine ayrışık gelişmiştir.99 Balkanlara yerleşen ilk Slav kavimlerinden olan Slovenler, 748 yılından itibaren Frankların yönetimi altına girmişleridir. Slovenler Katolikliği bu dönemde benimsemiştir.100 Slovenya’nın toplumsal tarihi istikrarlıbiçimde Roma merkezli Hıristiyan kültürünün etkisi altında biçimlenmiştir.101 Hırvatlarda X. yüzyıl başında oluşan yönetim, sadece 910–1120 yıllarıarasında bağımsız kalmıştır. Fazla uzun ömürlü olmayan bu devlet Dalmaçya – Hırvatistan - Slovenya Üçlü Krallığıadıaltında özerkliğini belirli bir ölçüde Macaristan Krallığı’nın yönetimine girmişve 1526 yılında Macarlarla birlikte Habsburg İmparatorluğuna katılmışlardır.102 Bölgede ilk Sırp devleti ise, Sırpların Vlastimur adlıbir şerifin etrafında Bulgar yayılmacılığına karşıbirleşmesiyle kurulmuştur. OrtaçağSırp Devleti, Stefan Duşan’ın iktidarı(1331–1355) döneminde Arnavutluk, Karadağ, Bosna-Hersek’in doğu kesimi, Teselya, Epir ve Makedonya’ya kadar olan uzanan genişbir bölgeyi içine alıyordu.103 Stefan Duşan’a 1346 yılında, Üsküp’te “Sırpların ve Greklerin Çarı” unvanıverilmiştir. Daha sonra ise Bulgarlar ve Arnavutlar da, bu unvanın kapsamıiçine alınmıştır.104 Aynıyıl Makedonya’da Sırp egemenliğine girmiştir. Coğrafi olarak Hırvatistanla Sırbistan arasında kalan Bosna’da siyasıtoplumsal yapılanma daha özel bir seyir izlemiştir. Bosna, XIV. Yüzyıldan itibaren bağımsız bir prenslik altında yönetilmiştir. Roma Katolik Kilisesi’nin etki alanında olmasına rağmen, XX yüzyıldan sonra burada Bulgaristan kökenli, hem Ortodoksluğu hem de Katolikliği reddeden Bogomil öğretisine bağlıayrıbir Bosna Kilisesi oluşmuştur. Böylelikle Bosna feodal güçler, dinsel–kültürel dünyalarınıSırbistan ve Hırvatistan’dan ayırmışlardır. OrtaçağKosovasıçoğu zaman, sanki başından beri Sırbistan’ın kalbi imişgibi “Sırbistan’ın Beşiği” olarak anılır. Oysaki gerçekler bunun böyle olmadığınıaçıklar. 99 Tanıl Bora, Milliyetçiliğin Provokasyonu, Birikim Yayınları,İstanbul, 1995, s. 20. 100 Ülger, a.g.e., s. 24 101 Bora, a.g.e., s. 24 102 Ülger, a.g.e., s. 24-25. 103 Jelawish, a.g.e., s. 19 104 Ülger, a.g.e., s. 26. 45 Sırpların Balkanlar’a VII. yüzyılda gelmeleri ile 1450 yılıOsmanlıhâkimiyetini başlangıcına kadar arada tam 800 yıl vardır. Kosova bu VII. yüzyıl içinde Sırpların elinde sadece son iki buçuk yüzyıl kalmıştır. Arnavutların kökenleri incelendiğinde Balkan yarımadasına en erken gelen Hint-Avrupa kökenli topluluklardan biri olan İllirlere dayandığıgörülür. İllirlerin yaşadıklarıbölge, Epir’den başlayıp Tuna ve Sava nehirlerine kadar uzanan, bugünkü Arnavutluk, Dalmaçya, Kosova, Karadağve Bosna- Hersek’i kaplayan bölge olarak ifade edilmektedir. Antik dönemde ise bölgenin Dardania olarak adlandırıldığıve MÖ. IV. yüzyılda burada Dardania Krallığı’nın kurulduğu belirtilmektedir. Bu coğrafyada yaşayan halka Albanoi’ler, coğrafyaya da Albanon denmiştir. XII. yüzyılın başlarında ise Arnavut ismi ortaya çıkmıştır. Kosova coğrafyasıuzun tarihi boyunca çeşitli kavim ve devletlerin istilalarına tanık olmuştur. MS. 300’lü yıllarda Roma İmparatorluğu yönetimine giren Kosova, 395’te Roma’nın ikiye bölünmesi sonucunda bu kez Bizans yönetimine girmiştir. Kısa bir dönem (35 yıl) Bulgaristan Krallığıyönetiminde bulunan Kosova, 1018’de tekrar Bulgarlarıyenilgiye uğratan Bizans yönetimine girmiştir..Balkanlara yönelik Slav göçleri VI. ve VII. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Kosova’nın Slavlaşmasıyine aynı döneme rastlar. Sırplar bu dönemde bölgede güçlü bir yapıoluşturmuşlardır. Bizans’la mücadeleleri neticesinde bir devlet kurmayıbaşarmışlar ve Kosova’nın bir kısmı1170 tarihinde Stefan Nemandiya’nın kurduğu OrtaçağSırp Devleti’nin bir parçasıolmuştur. Bölgenin tamamen ele geçirilmesi ise 1216 tarihinde gerçekleşmiştir. Sırp Ortodoks Kilisesi’nin patrikhanesi de yine 1219 tarihinde bugünkü BatıKosova’nın önemli kentlerinden İpek’te kurulmuştur. Sırpların kendilerini Kosova’nın tarihi mirasçıları olarak kabul etmesinde bu kilisenin payıönemlidir.105 1.3. Osmanlıve Avusturya - Macaristanİmparatorluğu Döneminde Yugoslavya Güney Slav halklarının Osmanlıve Avusturya – Macaristan İmparatorluğu egemenliğine girmeden önceki siyasal yaşamı, farklıbir gelişim çizgisi izledi. Hırvatlar ve Slovenlerin toplumsal yaşamıRoma merkezli Hıristiyan kültürünün etkisi altında 105 “OsmanlıÖncesi Dönem”, http://www.ihh.com/kosova, 11 Mayıs 2007. 46 biçimlenirken, Sırplar, 1389 Kosova Savaşının ardından, Osmanlıidaresine tabi olmaya başlamışlardır. Osmanlıİmparatorluğu’nun Yugoslavya coğrafyasıüzerinde egemenlik tesisi, adım adım gerçekleşmiştir. 1454 yılında Arnavutluk topraklarıve Sırbistan’ın bazı bölümleri Osmanlıkontrolüne geçmiştir. 1459’da Smederevo’nın fethinin ardından Sırplar, OsmanlıDevletine tabii olmuşlardır. Balkanlarda yaşayan Iliryalılar, Slavlar, Yunanlılar, Türk kökenli Avarlar, Bulgarlar, Pomaklar ve diğerlerine ilave olarak Osmanlıdöneminde bölgeye yeni göçler olmuştur. Anadolu’dan Türkler, Kafkasya’dan Çerkezler, Kırım’dan Tatarlar, İspanya ve Rusya’dan Yahudiler, Hindistan’dan Çingeneler ve ayrıca Ermeniler bölgeye gelip yerleşmişlerdir.106 Sırp Kralları, bölgedeki egemenliklerini Doğu Romaİmparatorluğu’nun tarihsel mirasınısahiplenerek ezeli-ebedi kılma saikıyla, Bizans devlet geleneğini sürdürmeye çalışmışlardır. Kilise ile devletin bütünleştiği teokratik yapıyıDoğu Roma Ortodoks Kilisesi’yle ilişkileri çerçevesinde, Bizans geleneğinde devr almışlardır. Ancak Sırbistan bu siyasi sentezi olgunlaştırmadan, XIV. yüzyılın ortalarında itibaren Batı’ya doğru yayılan Osmanlıİmparatorluğu’nun menziline girmiştir. Sırbistanİmparatorluğu 28 Haziran 1389 yılında Kosova Meydan savaşında Osmanlıordusu karşısında aldığı ağır yenilgiden sonra yıkılmıştır. XII yüzyılda Sırp egemenliğine giren Karadağ, bir süre bağımsızlığınıkoruduysa da 1478 de Osmanlıİmparatorluğu denetimine girmiştir. Bosna Bogomil öğretisini kabul ettikten sonra, 1463 yılında Osmanlı egemenliğine girmişve bu durumun Boşnakların Müslümanlaşmasında pay sahibi olduğu düşünülebilir. Sonraki onyıllarda feodal güçler de İslam’a dönmüşve XVII yüzyıla gelindiğinde Bosna’da nüfusun yaklaşık dörtte üçü Müslüman olmuştur.107 XV. ve XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıl sonlarına kadar bugünkü Yugoslavya coğrafyasıDoğu’da Osmanlı, Batı’da Habsburg İmparatorlukları’nın hükümranlığı altında kalmıştır.108 Böyle çok milletli, heterojen yapıiçerisinde düzen, “milletler sistemi” adı verilen yönetim biçimiyle sağlanmıştır. Osmanlıdevletinin uyguladığımillet sistemi, Batıda Roma hukukunun devamıolarak kabul edilmişve Balkanlardaki Türk yönetimi 106 Ülger, a.g., s. 27 107 Bora, a.g.e., s. 21 108 a.g.e., a.y. 47 “Türkokratia” olarak adlandırılmıştır. Bu yönetim içerisinde gayrımüslimlere de devlet idaresinde görev verilebiliyordu. Osmanlı yönetim sisteminde, sadece yükseliş döneminde değil, gerileme ve çöküşevresinde bile, Müslüman olmayan azınlıklar, hiçbir ayrımla karşılaşmadan stratejik görevlere gelebilmiştir.109 1.4. Çokulusluİmparatorlukların Dağılmasıve Ulus – Devletlerin Oluşumu Balkan yarımadasında yaşatan halkların OsmanlıDevletine karşıilk ayaklanma girişimi, XVIII. yüzyılın sonunda meydana gelmiştir. Asrın başından beri ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile OsmanlıDevleti arasında savaşhali devam etmekteydi. Sırplar, OsmanlıDevletine karşıilk kez 1788–1791 savaşında ayaklanmışlardır. Kısa sürede bastırılan ayaklanmanın ardından, 1804 yılında yeni bir ayaklanma başlamıştır. Kara Corce önderliğindeki bu ayaklanma, aralıklarla 1812 yılına kadar devam etmiştir. Bu olaylardan üç yıl sonra, MiloşObrenoviç’in başlattığıayaklanma sonucunda Sırbistan’a kısmi özerklik verilmiştir. 1929 yılında imzalanan Edirne Anlaşmasıyla Rusya’ya Sırbistan üzerinde koruyuculuk hakkıtanınıyordu. 1830’da OsmanlıSultanıbir hatm –i şerif yayınlayarak Sırbistan’a otonomi statüsü vermiştir. Bu dönemde Sırbistan’da işbaşında bulunan yönetim, Avusturya-Macaristanİmparatorluğu’na daha yakın bir politika izlemekteydi. Sırbistan’daki gelişmeler ayrıca Rusya, Fansa ve İngiltere tarafından da yakından takip ediliyordu. 1870’de bağımsızlık kazanan Sırbistan, bu tarihten sonra topraklarını genişletmeyi hedefleyen politikalar izlemiştir.110 1875 yılında Bosna-Hersek’te ayaklanma patlak vermiştir. Bu ayaklanmada Pan- Slavizm etkilerinin yanında, Osmanlıyönetiminin vergi toplama işini devrettiği mültezimlerin sömürüsüne karşıköylülüğün tepkisinin payıda önemliydi. Sırbistan yönetimi ve Karadağçete beyleri, Bosna-Hersek ayaklanmasını, ülkelerinde, Osmanlıya karşıSlav “milli uyanışını” bayraklaştıran bir seferberliğe dönüşleşmişlerdir.111 Böylece Osmanlı’ya karşısavaşilan edilmişve Rusya’nın müdahalesi ile savaşın boyutlarıdaha 109 Ülger, a.g.e., s.27-28 110 a.g.e., s. 30-31. 111 Bora, a.g.e., s. 23 48 da genişlemiştir. 1878 başında imzalanan Ayastefanos Anlaşması, Balkanlarda Osmanlı egemenliğine son verilmiştir.112 Yüzyıllardır karma bir nüfusu barındıran Kosova, gerek Sırpların gerekse Arnavutların ulussal bilincinde önemli bir yer işgal etmektedir. Etnik Arnavutlar nüfusun çoğunluğunu oluşturduklarıiçin, Arnavut ulusal uyanışı1878’de Prizren Birliği’nin kurulmasıyla birlikte Kosova’da başlamıştır. Ne var ki, Arnavut ulusal uyanışıBalkan sahnesine geç bir tarihte çıkmıştır. Osmanlıbölgelerinde yaşayan Arnavutların çoğunluğu Müslüman olduğu için ve ilerlemelerinin önünde herhangi bir engel bulunmadığıiçin bir Arnavut ulusal devletinin kurulmasıiçin duyulan istek, komşu uluslardaki kadar güçlü olmamıştır. Bu komşu ulusallıklar özellikle, görünüşte ideolojik nedenlerle ve daha sık olmak üzere, kendi çıkarlarıiçin Büyük Güçlerden destek sağlama eğiliminde olmuşlardır. Arnavut ulusal uyanışının birçok bakımdan Osmanlıİmparatorluğu çökerken ortaya çıkan Sırp ve Yunan iddialarına karşı bir tepki olduğu ileri sürülebilir. Arnavutlar örgütlenmeselerdi, bölgesel çıkarlarını tamamen kaybedeceklerdi. Bu durumda Arnavutların yaşadığıbölgeler kuzeyde Sırbistan ve güneyde Yunanistan arasında bölünebilirdi. Sonunda Osmanlıİmparatorluğu’nın Balkanlar’da nihai olarak dağılmasının ardından, Büyük Güçlerin, daha çok, yeni Balkan devletlerinin özellikle de Sırbistan’ın yayılmasıkarşısında büyük bir endişe duyan Avusturya-Macaristan’nın teşviki ile modern Arnavut devleti 1912’de kurulmuştur. Ne var ki, Arnavutların geç kalmaları yeni devletin bir ölçüde güdük kalmasıyla sonuçlanmıştır. Komşu sınır bölgelerinde yerel düzeyde çoğunluğu oluşturan genişArnavut azınlıklar vardıve bu azınlıkların en kalabalığıKosova’da bulunmaktaydı.113 Kosova, Balkanların en karmaşık sorunlarından biridir. Haziran 1389 yılında Priştina yakınlarında Gazi Mestan Ovasındaki muharebede hem Sırp KralıLazar’ın öldürülmesi ve Sırpların yenilmesi, hem de Osmanlıpadişahı, Sultan Murat’ın Miloş Obiliç tarafından öldürülmesi Sırp tarihinde ve kültüründe derin bir iz bırakmıştır. 1912’ye kadar Osmanlıyönetimi altında kalan Kosova bu tarihte Sırp egemenliğine 112 Ülger, a.g.e., s. 31 113 Hough Poulton, Balkanlar, Çatışan Azınlıklar, Çatışan Devletler, Çev: Yavuz Alagon, Sarmal Yayınevi,İstanbul, 1993, s. 71-72. 49 bırakılmıştır. İki savaş arası dönemde ise yoğun Sırplaşma politikasına tabi tutulmuştur.114 1878 Temmuz ayında toplanan Berlin Kongresi’nde Ayastefanos Anlaşması geçersiz kabul edilmiş ve Balkan Devletleri’nin sınırlarıyeniden belirlenmiştir. Anlaşmaya göre Sırbistan ve Karadağ’a bağımsızlık tanınmış, Bulgaristan’ın ise sınırlarıdaraltılmıştır. Bosna-Hersek Osmanlıdenetiminde kalmışama buna karşılık Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun etkisine açık olacağıvurgulanmıştır. Berlin düzenlemeleri tarflardan hiçbirini, tatmin etmemiştir. Rusya, güçlü bir Slav devleti oluşturamamış, Avusturya-Macaristan ise Bosna-Hersek’i ilhak etmiştir.115 Neticede Berlin Anlaşmasıhiçbir devleti memnun etmemişve dolayısıyla Balkan Devletleri’nin birbiri ile çatışan arzu ve hedefleri, Güneydoğu Avrupa’nın bu bölgesinde XX. Yüzyılın değişik siyasi olaylarınıbelirlemiştir. Bu devletler aralarına gevşek yapılıbir Balkan İttifakıkurmuşlardır. Bir paradoks gibi gözükse de, Yunanistan, Sırbistan, Karadağve Bulgaristan tarafından oluşan bu ittifak sağlam temelleri olmayan ve sadece o anın çıkarlarıiçin ve Osmanlı’ya karşıkoyabilmek için kurulan bir ittifaktır. İttifak devletleri, 8 Ekim 1912’de Trablusgarp savaşıyla meşgul olan Osmanlı’ya karşısavaş açmışlardır ve böylece Doğu Trakya’ya kadar olan bölgeyi ele geçirmişlerdir. I. Balkan Savaş’ının yarattığısorunlarıçözmek üzere Büyük Güçler olan Avusturya, Almanya, İngiltere ve Rusya, Londra’da bir araya gelerek Elçiler Konferansınıdüzenlemişlerdir. Bu konferanstan önce Kosova’nın tamamı, Üsküp, Tetova, Debre, ..., Sırp ve Karadağişgaline uğramış, sonralarıise Konferansı’nın almış olduğu kararlar doğrultusunda bu devletler tarafından kesin olarak işgal edilmiştir. 116 1912 yılında Balkan devletleri tarafından kurulan ittifakın ne denli gevşek yapılı olduğunu gösteren en önemli olaylardan birisi 1913 yılında bu devletler arasında 114İlhan Uzgel, “Kosova Sorunu”, TDP, KurtuluşSavaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, ed. Baskın Oran, Cilt II, 1980-2001,İletişim Yayınları,İstanbul, 2001, s. 509. 115 Oral Sander, Siyasi Tarih, Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980’e Kadar,İmge Yayınları, Ankara, 1989, s. 225-226. 116 Marangelen Verli, “Perpjekjet e Serbise dhe te Malit te Zıper Pushtimin e Kosoves” ( Sırbistan ve Karadağın Kosovayıİşgal etme Çabaları), Studime Historike, Sayı4, Tirana, 1993, s. 24. 50 gerçekleşen İkinci Balkan Savaşı’dır. Kuşkusuzdur ki, Balkanlar trajedisinde bu küçük devletleri kışkırtan Büyük Güçlerin rolü olmasıdır. Bunlar özellikle yeni oluşan devletlerin koruyucularıolan Rusya ve Avusturya-Macaristan’dır.117 Balkan Savaşında istedikleri topraklarıalamadıklarına inan ve birbirinin topraklarında gözü olan Balkan devletleri tekrar savaşa başlamışlardır. Ama, bu kez savaşOsmanlıya karşıdeğil birbirlerine karşıyapılıyordu. Bulgaristan kazandığı topraklardan memnun olmayınca 1913 yılında Sırbistan ve Yunanistan’a saldırmıştır. Bulgar Kuvvetleri, Yunanistan, Romanya ve Sırbistan güçlerine yenilmiş, Osmanlıise bu fırsatıdeğerlendirip Bulgaristan’ıtaaruz ederek en sonunda Meriç nehrini Türk – Bulgar sınırıyapabilmeyi başarmıştır. Arnavutlar için ise söylenecekşey, tarih bir kere birbirinden kopan Arnavutluk ve Kosova’nın ancak dünya savaşlarında bir araya gelebileceklerini, savaşbitip Almanlar yenildikten sonra tekrar ayrılacaklarınıgöstermiştir 118. 1913 yılında yapılan BükreşAnlaşmasıile Osmanlıİmparatorluğu’nun Balkanlardaki egemenliği sona erimiştir. I. Dünya Savaşından sonra, Katolik Slav Halkaları bünyesinde barındıran Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da dağılmıştır.XV-XVI yüzyıldan XIX yüzyıla kadar, Balkanlarda bulunan Slav halkları, Doğuda OsmanlıDevleti’ne Batı’da ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu idaresine tabii olarak yaşamışlardır. I. Dünya Savaşısonrasıise Balkanlarda yeni bir dönem başlayacaktır.119 2. SIRP-HIRVAT-SLOVEN KRALLIĞI’NIN KURULMASI – BİRİNCİ YUGOSLAVYA 2.1. Birinci Dünya Savaşıve Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı Birinci Dünya Savaşı sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından 1918’de Sırp-Hırvat-Sloven Krallığıolarak kurulan devletin adı, 117 Marangelen Verli, Kosova ne Fokusin e Historise (Tarihin Foküsünde Kosova), Botimpex, Tirana, 2002, s.126. 118 Osman Karatay, Kosova KanlıOva,İz Yayıncılık,İstanbul, 1998, s. 66. 119 Ülger, a.g.e., s. 32. 51 1928 yılında Yugoslavya olarak değiştirilmiştir. Sırpça-Hırvatça dilinde “Yugoslav” Güney Slavlarıanlamına gelmektedir; “Yugoslavya” ise Slavların yurdu demektir. Kelime ilk kez 1839 yılında Teodor Pavloviç adlıbir Sırp tarihçi tarafından kullanılmıştır. Güney Slav ulusları, Sırplar, Hırvatlar, Slovenler ve Bulgarlardan oluşmaktadır. Slav dünyasında Polonyalılar, Çekler ve Slovaklar BatıSlavları; Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar ise Doğu Slavlarıolarak adlandırılmaktadır. Bosna-Hersek’te yaşayan Boşnaklar da etnik bakımdan Slav kökenlidirler.120 Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı, Güney Slav halklarının ilk birlik denemesidir. 1941 yılındaki Alman işgaline kadar sürecek olan bu dönem, Yugoslav Siyasal tarihinde “Birinci Yugoslavya” olarak adlandırılır. I. Dünya Savaşıöncesi Sırbistan sadece ele geçirdiği topraklarıve mümkünse bunları genişletmeyi amaçlıyordu. Büyük Sırbistan’ın121 sınırlarıBosna-Hersek, Dalmaçya ve Slovenya’yıkapsıyordu. Avusturya-Macaristan sınırlarıiçerisinde bulunan Sloven ve Hırvatlar ise kendilerine daha genişözgürlük sağlayacak otonomi peşindeydiler.122 I. Dünya Savaşıöncesinde Sırbistan ve Avusturya-Macaristan arasında, Balkanlardaki gelişmelerden kaynaklanan ve her an sıcak bir çatışmaya dönüşmesi beklenen bir gerginlik vardı. Sırbistan, 1908 yılında Bosna-Hersek’in Avusturya- Macaristan tarafında ilhak edilmesini bir türlü kabul etmemiş, bu durumu Büyük Sırbistan hayalini sınırlayan bir engel olarak görülmüştür.123 28 Haziran 1914 yılında, Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip’in Bosna-Hersek’te Avusturya VelihatıPrensıFrans Ferdinand’ın öldürülmesi, ünlü kıvılcımıçakmıştır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Sırbistan arasında başlayan sav1aş, önceki yıllarda oluşmuşittifaklar zincirinin harekete geçip Almanya’nın, sonra İtalya’nın 120İrfan Kaya Ülger, “Ortadoğu Sorunu ve Yugoslavya’nın Dağılması’nın Avrupa DışPolitikası Çerçevesinde Analizi”, http://stradigma.com/turkce/eylul2003/ print04.html, 16 Mayıs 2003. 121 Bu projenin ideolojik temelleri hazırdı. Tüm Sırpların tek bir devlet altında birleştirilmesi düşüncesi ilk kez İlya Graşanin (1812-1874) adlıbir Sırp devlet adamıtarafında ortaya atılmıştır. 122 Ülger, Yugoslavya Neden ..., s. 33. 123 Oral Sander, SiyasıTarih, A.Ü. SBF Yayınları, Ankara, 1984, s. 253-254. 52 Habsburglar, Rusya ve Fransa’nın sonra ise İngiltere’nin Sırbistan’ın yanında yer almasıyla I. Dünya Savaşına dönüşmüştür.124 Sırbistan Slav birliğinin kurulmasıgerektiğini gündeme getirdiyse de müttefikler savaşsırasında kendi çıkralarınıgözetmişlerdir. Ancak Sırbistan BaşbakanıNikola Paşiç, parlamento tarafından da onaylanan bildirgesinde Savaşın amacınıaçıklamıştı, buna göre Sırbistan’ın savaştaki amacı, Sırp, Sloven ve Hırvat uluslarının birleşmesiydi. Avusturya-Macaristan egemenliği altında Slovenler Cermenleşme, Hırvatlar da Macarlaşma tehdidi altında olmuşlardır. Dolayısıyla Güney Slav halklarının birleşmesi, Sloven ve Hırvatlar için kimliklerini ortaya koyma işlevi görecekti. 4 Aralık 1918 yılında toplanan Meclis’in ilk oturumunda Sırp-Hırvat-Sloven Krallığıkurulmuştur. Sırp Karacorceviç hanedanından Prens Aleksander’in babası Peter, Kral ilan edilmiştir. 10 Eylül 1919 yılında imzalana St. Germein BarışAnlaşması ile yeni kurulan devlet uluslararasıtoplum tarafından tanınmıştır.125 Krallık halkalar bakımından bir milletler mozaiğini andırıyordu. Sayım raporunda yer alan milletlerin ve azınlıkların oranı, şu şekilde belirlenmişti: Sırplar %43, Hırvatlar %23, Slovenler %8.5, BosnalıMüslümanlar %6, Makedonlar %5, Arnavutlar %3.6, Macarlar, Ulahlar, Çingeneler ve diğerleri %14.126 Sırp-Hırvat-Sloven Krallığıkurulduğunda Kosova bu sürece kendiliğinden dahil olmuştur, çünkü o Sırbistan Krallığı’nın bir bütünleşmiş parçası olarak değerlendiriliyordu. Bu durum haliyle Arnavutların hiç de arzu etmedikleri bir şeydi.127 1913 tarihi, Kosova’nın sömürgeleştirilme sürecinin başlangıcıolmuştur. Bu süreç sonunda, bölgede %25 olan Sırp nüfusunun %33’lere yükseldiği gözlemlenmiştir.128 Sırp-Hırvat-Sloven Krallığıdönemimde Sırbistan idarecilerinin Kosova’nın demografik yapısınıdeğiştirmek için çaba sarf ettiklerini ve başlıca üç yöntem kullandıklarınıgörebiliriz: Arnavutları, Arnavutluk ya da Türkiye’ye göç etmeye teşvik, Slav kolonizasyonu ve asimilasyon bu üç yöntemi oluşturmuştur. Ancak bu yöntemlerle 124 Bora, a.g.e., s. 37-38 125 Ülger, Yugoslavya Neden ..., s. 36-37. 126 Bora, a.g.e., s. 41. 127 Malcolm, a.g.e., s. 270 128 “Sırp-Sloven-Hırvat KrallığıDönemi”, http://www.ihh.com/kosova, 11 Mayıs 2007. 53 başarılısonuçlar alınamamıştır. Arnavutların bir kısmıTürkiye ve Arnavutluğa göç etmişse de, göç beklenen boyutlarda olmamıştır.129 1919–1941 yıllarıarasında devam eden birinci Yugoslavya’da her hangi bir siyasal statüleri olmamakla birlikte nüfus itibariyle Kosova’da nüfusun %70’ini oluşturan Arnavutlar hızlı nüfus artışına rağmen her zaman azınlık olarak değerlendirilmişlerdir.130 Sırp-Hırvat-Sloven Krallığının siyasi tarihini kaba bir ayrımla 1918–1929 parlamenter demokrasi dönemi ve 1929–1941 diktatörlük dönemi olarak ikiye ayırmak mümkündür. I. Dünya Savaşı’nısona erdiren anlaşmalardan biri olan Trianon Anlaşmasına göre, Voyvodina bölgesi yeni kurulan Krallığa katılmış, buna karşılık Adriyatik kıyıları ile Trieste ve Riyeka İtalya’da kalmıştır. Bu anlaşma Hırvat ve Slovenleri memnun etmemiştir. Sırpların bu durumda Hırvatistan ve Slovenya topraklarına gereken özeni göstermediği kanısıoluşmuştur. Hırvatlar ve Slovenler kendilerinin de yönetimde söz sahibi olabilecekleri bir federal yapıistemişlerdir. Fakat Krallık 1921 yılında tamamen Sırbistan kontrolü altına girmiştir. 1921 Anayasasımuhaliflerin olmasına karşın kabul edilmişve devlet tamamen merkezileşmiştir.131 Hırvat ve Slovenlerin bütün bunlarıkabullenmemsi üzerine bir sürü ayaklanma gerçekleşmişve Ocak 1929’da Kral Aleksander Karacorceviç parlamentoyu ve 1921 anayasasınıfes-h ederek istikrar adına yönetime el koymuştur. Ekim’de tarihi-milli sınırlar dikkate alınmaksızın dokuz bölgeye ayrılarak Sırp egemenliğini pekiştiren yeni bir anayasa yürürlüğe konmuştur. Devletin adı“Yugoslavya” olarak değiştirilmiş“tek Kral, tek millet, tek devlet”şiarıbenimsenmiştir.132 1930’ların sonlarında Avrupa’da güç dengesi hızlıbir değişim içerisineydi. Fransa ve müttefikleri güç kaybediyorlardı. 1940–41 yıllarıarasında Almanya, Almanya-İtalya-Japonya mihverine katılmasıiçin Yugoslavya’ya baskıuygulamaya başlamışlardır. Komşuları, Macaristan, Slovakya ve Romanya’nın da Alman güdümüne 129 Aydın Babuna, “Kosova Sorunu Üzerine”, http://www.foreignpolicy.org.tr/turkish/dosyalar/ababuna_p.htm, 25 Kasım 2005. 130 Hasan Ünal, “Balkanlar’da Geniş“Arnavut Meselesi” ve Türkiye”, Avrasya Dosyası, Sayı1-2, Cilt 4, İlkbahar-Yaz, 1998, ss., 111-149, s. 134. 131 Ülger, Yugoslavya Neden ..., s. 38-39. 132 Bora, a.g.e., s. 45-46. 54 girmesiyle iyice bunalan Yugoslav hükümeti, Mart 1942’de Mihvere katılma anlaşması imzalamıştır. Almanya – Yugoslavya anlaşmasının imzalanmasından sonra, 27 Mart 1941’de General Duşan Simoviç’in öndeliğindeki Cunta, Kralıdüşürerek yönetime el koymuştur. Bunun üzerine Alman ordusu, 6 Nisan’da Belgrat’ıbombalayarak Yugoslavya’ya girmiştir. 17 Nisan’da Yugoslav ordusu koşulsuz olarak teslim olmuştur.133 Kosova’nın büyük bir bölümü ve Makedonya’nın batısıİtalyan işgal bölgesi, geri kalan bölümü de zengin maden yataklarınedeniyle Alman işgal bölgesi olmuştur. İtalya kendi işgal bölgesindeki yerlerin Arnavutluk ile birleşmesine izin vermiştir. Alman hükümeti de Birleşik Arnavutluk’u savaşsonunda tanıyacağınıbildirmiştir. II. Dünya Savaşıboyunca Birleşik Arnavutluk’un bir parçasıolan Kosova ve Batı Makedonya’da, Almanlar tarafından Arnavut okulları, idaresi ve jandarması kurulmuştur.134 2.2.İkinci Dünya Savaşında Yugoslavya Yugoslavya’da 1945 sonrasıortaya çıkan ihtilafların önemli bir kısmı, Iİ. Dünya Savaşıyıllarında yaşanan gelişmelerle doğrudan ilintilidir. Bu nedenle, Yugoslavya’nın işgal ve direniş yılları olan 1941–1945 evresi üzerine durulmadan, İkinci Yugoslavya’nın sorunlarınıve dağılma sürecini ele almak mümkün değildir. 1941 yılında Yugoslavya’nın Mihvere teslim olmasından sonra, Kral Peter ülkeden ayrılarak Londra’da sürgün hükümeti kurmuştur. Öte yandan ise, Almanya’nın himayesi altında Hırvatistan ve Bosna topraklarınıiçerecek şekilde “Bağımsız Hırvat Devleti” kurulmuştur. Devletin başına faşist eğilimli Ustaşa harekâtıönderi Ante Paveliç getirilmiştir.135 Slovenya’nın kuzey bölgeleri, Almanya ve Macaristan arasında paylaşılmıştır. Macaristan ayrıca Voyvodina’da Macar azınlığın yaşadığıTuna ve Tisa ırmakları arasında kalan bölgeyi ilhak etmiştir. Karadağ bölgesi İtalya, Sırbistan ile Voyvodina’nın doğu bölümü, Almanya tarafından işgal edilmiştir. Yugoslavya’yı 133 e.g.e., s. 46 134 “Sırp-Sloven-Hırvat KrallığıDönemi”, http://www.ihh.com/kosova 135 Charles and Barbara Jelawich, History of the Balkan, Vol II, Cambridge Univ. Press, London, 1985, s. 263. 55 kontrol altına alan Hitler, 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliğine karşıbir saldırı başlatmıştır. Alman himayesi altında bulunan Hırvat devleti de, Hitlerin Doğu seferine bir birlik ile katılmıştır.136 Alman işgaline karşıYugoslavya’da ilk direnişi Sırp milliyetçilerinin örgütü Çetnikler (Anavatan İçin KurtuluşOrdusu) başlatmıştır. İşgale karşıdirenen ikinci örgüt, Tito önderliğindeki Partizan Hareketi olmuştur. Partizanların amacısadece işgalci güçleri ülkeden çıkarmak değil aynızamanda Komünist parti önderliğinde kitlelerin desteğini alan bir yönetim kurmak olmuştur. Çetnikler, işgalin ardından Yugoslavya’da Sırpların hakim olacağıbir yönetim kurulmasınısavunurken, Partizanlar, savaşsonrasında kurulacak Yugoslavya’nın tüm ulusların yönetimde temsil edilmesini zorunlu görmüşlerdir. Etnik bakımdan Hırvat olan Tito’nun savaşsonrasıkurulacak Yugoslavya’nın ulus ötesi olacağınıve bu sistemde tüm uluslara temsil hakkıtanınacağınıaçıklaması, Sırpların dışında kalan Yugoslavya halklarıtarafından da sempati ile karşılanmıştır. Müttefiklerin savaşsonrasında Balkanlar için öngördüğü düzen, savaşiçinde şekillenmeye başlamıştı. Balkanlar o dönemde ABD’nin ilgi alnıdışında kalıyordu, çünkü onun öncelikleri Almanya ve İtalya’nın yenilgiye uğratılmasıydı. Rusya ise Balkanlarda etkinliğini arttırma çabasındaydı. Rusya’nın bölgedeki emelleri İngiltere’nin tutumunda belirleyici olmuştur. İngiliz yönetimi, SSCB’nin etkisini bertaraf etmek için Doğu Akdeniz ve Tuna bölgesine de müttefiklerin çıkarma yapmasınıteklif etmişancak ABD bunu kabul etmemiştir. Alman işgaline karşıyapılan direnişörgütlerine yapılan yardımlar hem Partizanlara hem de Çetniklere gidiyordu. Çetnikler yapılan yardımların Partizanlara gitmemesi için, sürgünde bulunan Mihver yanlısıGeneral Nediç ile yaklaşmıştır. Bu olaydan sonra yapılan yardımlar seyrini değiştirmiştir. İngiliz araştırma subaylarıbu durumda Çetniklerin başarılarınıPartizanlara rapor etmeye başlamışve böylece 1943 yılının ortalarında yardımların neredeyse tamamıPartizanlara gitmeye başlamıştır.137 SSCB ise bu zamanlarda Tito’nun yardım taleplerini cevapsız bırakmışve Çetniklerle diyaloga girmiştir. Stalin o dönemlerde ABD ve İngiltere’yi kızdıracak 136 Ülger, Yugoslavya Neden ..., s. 45-46. 137 a.g.e., s. 49-50. 56 eylemlerde bulunmasından endişe duymuştur. Ayrıca Stalin, işgalden kurtulmak için Tito ve Mihayloviç’in işbirliği yapmasınıistemiştir.138 Alman işgaline karşımücadele eden direnişörgütlerinden Partizanların kontrol ettiği coğrafik alan, müttefik yardımlarının da etkisiyle giderek genişlemiştir. Bu zamanda Ustaşa hareketinin baskılarından kaçanlar Partizanlara katılmışlardır.1943’ün sonunda İtalya’nın teslim olmasıüzerine bu bölgede bulunan savaşaraçlarıda Partizanların eline geçmiştir. Almanya’nın savaşıkaybedeceğini anlamlarıüzerine birçok Ustaşa yanlısıPartizanlara katılmıştır. Burada Tito’nun Hırvat olmasıönemli bir rol oynamıştır. Yugoslav Komünist Partisi lideri olan Tito, savaşiçinde Ulusal KurtuluşAnti Faşist Konseyi (AVNOJ) adıverilen bir cephe kurmuştur. Bünyesinde bütün ulusların ve azınlıkların temsilcileri bulunduğu AVNOJ, bir süre sonra kendini hükümet ilan ettimiştir. Savaşsonundaki Yugoslavya yönetiminin silueti şekillenmeye başlamıştı. Buna göre, Yugoslavya federasyon olacak, Sırp Hırvat ve Slovenlerin dışında Makedonlara, Karadağlılara ve Bosna-Hersek’te yoğun bulunan Müslümanlara da Cumhuriyet statüsü tanınacaktı. Böylece Almanların yenilgiye uğrayıp geri çekilmesinden sonra 29 Kasım 1945’de Krallık resmen ilga edilmişve yerine Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti kurulmuştur.139 İkinci Dünya savaşısırasında Komünist Partisi ile büyük ölçüde onun himaye ettiği Arnavutluk Komünist Partisi arasında Kosova’nın hangi ülkeye ait olacağı konusunda zaman zaman görüşayrılıklarıortaya çıkmıştır. Savaştan sonra Kosova 1945 yılında Yugoslav askeri idaresi altına girmiştir.140 II. Dünya Savaşısırasında Arnavutların Partizan Hareketine koşulsuz olarak katılmalarıve Alman ve İtalyan güçlerine karşı savaşmalı dolayısıyla Tito onlara bağımsızlık vaatlerinde bulunmuştur.141 8–10 Temmuz 1945 tarihleri arasında Prizren’de toplanan Kosova 138 Beyto Nobırdalı, Çağdaşbir Önder Tito, Çağdaşbir Ülke Yugoslavya, Tan Yayınevi,İstanbul, 1977, s.119. 139 Ülger, Yugoslavya Neden ..., s.50. 140 Babuna, a.g.e. 141 Henry Perritt, “Final Satus for Kosovo”, Chicago-Kent Law Review, Vol, 80:3, s. 7. 57 Ulusal KurtuluşKomitesi’nin ikinci konferansında Kosova’da Sırbistan’a bağlıotonom bölge oluşturulmasına dair karar alınmıştır.142 3. SOĞUK SAVAŞDÖNEMİVE YUGOSLAVYA SOSYALİST FEDERAL CUMHURİYETİ’NİN KURULMASI İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kurulan yeni Yugoslavya aslında Soğuk Savaşın bir belirtisidir. Yeni Yugoslavya eski Krallık Yugoslavya’nın arazisi üzerine İtalya’dan alınan Riyeka veİstriya yarımadasınıkatarak “Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti” şeklinde kurulmuştur. Yeni devlet Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağve Makedonya olmak üzere altıfederal cumhuriyetten oluşmaktaydı. Sırbistan sınırlarıiçerisinde Voyvodina ve Kosova’ya ise önce “özel” sonra da birincisine “özerk” vilayet, ikincisine de “özerk” birim statüsü verilmiştir.143 3.1. SSCB ile Yugoslavya’nın Yollarının Ayrılması İkinci Dünya Savaşından sonra bloklar haline dönüşen dünya Doğu ve Batı Bloklarına ayrılmıştı. Tito’nun liderliğinde Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti halinde yeni bir devlete dönüşen Yugoslavya, sosyalizmi benimsemişolsa da bir çok açıdan diğer Doğu Bloğu ülkelerinden farklılık gösteriyordu. Öncelikle bütün Balkan ve Orta Avrupa ülkeleri arasında Alman işgaline en sert direnişi Tito’nun önderliğindeki Partizan hareketi vermiştir. Gevşek iki kutuplu sistemin hüküm sürdüğü bu dönemde, diğer Doğu Bloğu ülkelerinden farklıolarak Yugoslavya Alman işgalinden, SSCB’nin Kızıl Ordusuna ihtiyaç duymadan kendi çabasıile kurtulmuştur. Bu yüzden Yugoslavya savaşsonrasında bir Sovyet uydusu olmamış, Bağlantısızlık hareketinin liderliğini yapabilmiştir.144 Yugoslavya Sosyalist Halk Cumhuriyetini kuran 1946 Anayasası, SSCB’nin 1939 tarihi anayasasından esinlenerek hazırlanmıştır. 1946 Anayasası’na göre, yasama Meclisinin iki kanadıolacak ve böylece ülkede yaşayan bütün ulusların ve etnik 142 Babuna, a.g.e. 143 Karatay, a.g.e., s.90. 144İlhan Uzgel, “Yugoslavya’nın Kuruluşu”, TDP, KurtuluşSavaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001 , Cilt II, ed. Baskın Oran,İletişim Yayınları,İstanbul, 2001, s. 482. 58 grupların temsiline imkân sağlayacaktı. Halk Meclisi doğrudan yapılan seçimlerle belirlenecek, Milliyetler Meclisi ise Cumhuriyetlerden gelen temsilcilerden oluşacaktı. Yugoslavya’da Tito önderliğinde tesis edilen sosyalist sistemin ilk yıllarında Stalin uygulamalarıtaklit edilmiştir. Ancak Tito, hem sosyalist ülkeler arasında dayanışma olmasınısavunuyor hem de SSCB’nin uydusu olmak istemiyordu. Tito’nun dış dünyada Moskova’ya sağladığı destek, 1948 yılında Yugoslavya’nın Kominform’dan ihraç edildiği tarihe kadar sürmüştür. SSCB ile Yugoslavya arasında anlaşmazlıklar vardı. Kominform: Komünist Partiler aralarında işbirliği sağlamak amacıyla kurulan Komintern’in 1943’de ortadan kalkmasının ardından aynıişlevi yerine getirmek amacıyla 1947’de kurulmuştur. Bu örgüt Stalin’in denetimi altında faaliyet göstermekteydi. Bükreş’te yapılan bir toplantıda Yugoslavya sınırlarıiçerisinde bulunan Sovyet askeri danışmanlarına kötü davranıldığı gerekçesi ile Yugoslavya suçlanmışve aynızamanda Marksist-Leninist çizgiden saptığı öne sürülüyordu. Bu iddialar durumunda Stalin’in bir tek hedefi vardı, o da Tito ve Yugoslavya Komünist Partisi Politbürosunu ortadan kaldırıp doğrudan kendine bağlıbir kadroyu işbaşına getirmekti. Ancak Tito’nun karizmasıve Yugoslavya’daki saygınlığı Stalin’in müdahalesini sonuçsuz bırakmıştır. Bu doğrultuda Yugoslavya Kominform’dan 1948’de ihraç edilmiştir.145 İki taraf arasındaki bir diğer anlaşmazlık ise Balkan coğrafyasıile bağlantılıdır. Tito’nun hayalinde bir Balkan Federasyonu kurmak vardı. Bu Federasyonun içerisinde Bulgaristan, Arnavutluk ve hatta Romanya yer alacaktıve Balkan coğrafyasında barış ve istikrar hâkim olacaktı. Stalin bu projeyi SSCB açısından düşmanca bir tutum olarak değerlendirmekteydi ve ona göre Yugoslavya Orta Avrupa’da Sovyet üstünlüğü açısından tehdit yaratacaktı.146 Yugoslavya’nın Kominform’dan ihraç edilmesi Tito’yu Sovyet modeli ekonomi politika izlemekten uzaklaştırmamıştır. SSCB ile köprüleri attıktan sonra Yugoslavya’da Stalinci uygulamalar bir süre daha devam etmiştir. Yugoslav siyasal yaşamında “Stalin’den kopuk Stalinci dönem” olarak adlandırılır ve 1953 yılında sona erer. 145 Ülger, Yugoslavua Neden ..., s.54-57. 146 Oral Sander, Balkan Gelişmeleri Ve Türkiye (1945-1965), A. Ü. SBF Yayınları, Ankara, 1969, s. 59. 59 Tito, 1950 yılında özyönetim uygulamasına başlamıştır. SSCB ve yandaşları tarafından yürütülen ideolojik savaşta, Tito, sosyalizmden sapmakla suçlanmıştır. Ancak Tito’ya göre özyönetim, sosyalizmden ayrılmayı simgelemiyor, aksine sosyalizmin insani taraflarınıöne çıkarmaktaydı. II. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Yugoslavya’da ideolojik boşluk, 1946 yılında SSCB modeli esas alınarak doldurulmuştur. 1948 yılında bu iki ülkenin yolları ayrılmasısonucunda, Tito’nun sorunu SSCB den farklıolmak, fakat aynızamanda sosyalist kalmaktı. Özyönetim, Yugoslavya’daki bu boşluğu doldurmaktaydı.147 3.2. Yapılan Anayasal Değişiklikler ve Yugoslavya’yıAyakta Tutma Çabaları 1963 yılında yeni Yugoslavya Anayasasıyapıldığında Kosova için “özerk birim” tabiri “özerk bölgeye” çevrilmiştir. Cumhuriyetlerin onar kişi ile temsil edildikleri Federal Mecliste özerklerin de beşer milletvekili olmuştur. Yani Kosova ve Voyvodina, Sırbistan’a bağlılığının sürmesinin yanında aynızamanda Federal birer birim olmuşlardır.148 1966 yılından sonra Sırplar Kosova’nın siyasi ve idari aygıtlarıüzerindeki hâkimiyetlerini kaybetmişlerdir. Kasım 1968’de Arnavut hoşnutsuzluğunun, Kosova’ya Cumhuriyet statüsü verilmesi için çağrıda bulunulan büyük gösterilerle serbestçe ifade edilmesine izin verilmiştir. Bu şekilde bir cumhuriyetin kurulmasıresmi olarak Kosova bölgesinin ve özellikle Makedonya’daki Arnavutların yaşadıklarıbölgelerin komşu Arnavutluk ile birleşmesine giden yolun ilk aşamasıolarak görülmüştür.149 1968 yılında rejime karşıyapılan direnişlerin örneklerinden biri de “Hırvat Baharı” olarak adlandırılan akımdır. Hırvatlar, Yugoslavya içerisinde özerkliklerini savunmaktaydılar. Hırvat aydınları, Hırvat dilinin ayrıbir dil olarak kabul edilmesi için bir bildiri yayınlamışlardır. Bildiriyi imzalayanlar daha sonra Komünist Parti’den ihraç edilmişlerdir. Bu olayların ardından Hırvatistan Komünist Partisi’nin ulusal soruna yaklaşımınıresmi olarak değiştirmedi, ancak içten içe de kıpırdanmalar başlamıştı.150 147 Ülger, Yugoslavya Neden ..., s.62. 148 Karatay, a.g.e., s., 92. 149 Malcolm, a.g.e., 275. 150 Ülger, Yugoslavya Neden ..., s.67 60 1968 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Kosova ve Voyvodina’ya cumhuriyetlerinkine benzer bazıyetkiler verilmiştir ve aynızamanda Kosova’nın Arnavut bayrağıçekmesine izin verilmiştir. Tüm bu değişiklikler 1974 Anayasasına yansımıştır. 1974 senesinde Yugoslav Anayasası’nda yapılan kapsamlı değişiklikler sonucunda Yugoslavya’yıoluşturan altıkurucu cumhuriyete (Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek Makedonya ve Karadağ) ilaveten iki tam otonom bölge oluşturulmuştur. Sırbistan’ın altında kurulan bu iki özerk bölgeden biri kuzeyde Macarların yaşadığı ancak çoğunluğu oluşturmadıkları Voyvodina diğeri de Arnavutların toplam nüfusunun %90’ına ulaştığıKosova idi. Otonom statü verilen bölgeler hukuki açıdan pek çok konuda kurucu cumhuriyetlerle eşit bir konuma getirilmiştir. Mesela bu özerk bölgeler Yugoslavya federal kurumlarında cumhuriyetlerle eşit konumda temsil hakkıelde etmişler ve bilhassa Yugoslavya Başkanlık Konseyi’nde tıpkıcumhuriyetler gibi veto hakkına sahip hale getirilmişlerdir. Ayrıca kurucu cumhuriyetler gibi bu bölgelerin de idari sınırlarıçizilmişti. Buna ilaveten bölgelerin iç yönetimlerinin tamamıkendilerine bırakılmıştı. Örneğin, hukuk sistemi, adliye, polis idaresi bölge yönetiminin kontrolündeydi. Her iki bölgenin de kendi parlamentosu ve kendi hükümetleri bulunmaktaydı. Parlamentolara kendi anayasalarınıdeğiştirme yetkisi de verilmişti.151 1974 Anayasasına göre Yugoslavya altıfedere cumhuriyet ve iki özerk bölge olarak yeniden biçimlendirilirken, Tito’nun amacıbelliydi; Çokuluslu Yugoslavya’nın daha 1960’ların başında kendini gösteren etnik temelli siyasal krizleri aşmasının yolu, mevcut altıcumhuriyeti genişyetkilerle donatmak ve ayrıca Arnavut ve Macar nüfusun yoğun olarak yaşadığıKosova ve Voyvodina’yı, neredeyse cumhuriyetlerinkine benzer yetkilere sahip özerk bölgeler haline getirmekten geçiyordu. Kosova ve Voyvodina “Cumhuriyet” olamazlardı, çünkü diğerlerin aksine Arnavut ve Macarların Yugoslavya dışında ana-devletleri vardı. Anayasaya göre federasyonun kurucu milletlerine tanınan kendi kaderini tayin hakkı, federe cumhuriyetlerin federasyondan ayrılma hakkınıda içeriyordu. Ama Yugoslavya dışında anayurtlarıolduğu gerekçesi ile Yugoslavya içinde “millet” statüsü elde edemeyen 151 Ünal, a.g.m. s. 134. 61 Arnavutlar ve diğer “milliyet”lerin (ulusal azınlık), tüm narodlar (halklar) için geçerli kendi kaderini tayin hakkınıayrılık yönünde kullanabilmeleri anayasal olarak söz konusu değildi. 1974 Anayasasıçokuluslu Yugoslavya’nın toprak bütünlüğünü koruyabilmesi için bulunmuşen iyi düzenleme idi. Ama yükselen milliyetçilik sonucunda artık bugün ortada ne eski Yugoslavya var nede onun anayasası.152 3.3. Tito’nun Ölümü Yugoslavya, 1945’den 1980 e kadar 35 yıl boyunca Tito idaresi altında kalmıştır. Karizmatik kişiliği ve Yugoslavya sorununa objektif yaklaşımınedeniyle Tito, Yugoslav halklarından destek görmüştür. Ülkede istikrarın devamıile Tito arasında doğrudan bir bağlantıkurulmuştur. Tito işbaşında kaldığıdönemde Slav uluslarının ulusal kimliklerini aşmalarıve bunun yerine daha genişbir Yugoslav kimliği benimsemeleri projesinde başarıkazanamamıştır. Tito, Yugoslavya içerisinde en fazla nüfusa sahip olan Sırpların diğerleri üzerinde tahakküm kurmasına engel olmuştur. Bu amaçla ortaya konan projelerden birisi de, Kosova ve Voyvodina’ya özerk statü verilmesi olmuştur. Tito döneminde karar vericiler kadrosunun etnik aidiyeti dengeli dağılmıştır. Devlet BaşkanıTito, Hırvat kökenliydi, Dışişleri Bakanıolan Eduard Kardelj, Sloven, İstihbarat TeşkilatıBaşkanıAleksandar Rankoviç ise, Sırp’tı. Yugoslavya’yıoluşturan uluslar ve halklar arasındaki dengeyi korumak için Tito’nun ölümünden sonra Kolektif Başkanlık Konseyi oluşturulmuştur. Bu durumda birer yıllık aralarla Cumhuriyet ve Özerk bölge liderleri Devlet Başkanlığıgörevini üstleneceklerdi. Ancak bu sistem başarılı olmamıştır çünkü Tito’nun yeri doldurulamamıştır. 4 Mayıs 1980’de Tito’nun ölümü ile Yugoslavya’da yeni bir dönemin kapılarıaralanmıştır. 153 152Şule Kut, “Kosova, Milliyetçiliğin Kör Düğümü”, Foreign Policy, Sayı3,İstanbul,1998, ss., 55-64, s. 56. 153 Ülger, Yugoslavya Neden ..., s. 68 62 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SOĞUK SAVAŞSONRASI ULUSLARARASI SİSTEMDE GÖRÜLEN YAPISAL DEĞİŞİKLİKLER VE YUGOSLAVYA’NIN DAĞILMASI 1. ÇİFT KUTUPLU SİSTEMİN DAĞILMASI VE ULUSLARARASI GÜVENLİK Soğuk Savaş’ın bitimi global anlamda bölgelerin barışve güvenlik alanlarına kesin ve drastik bir şekilde girmiştir. Son zamanlara kadar, uluslararasıgüvenlik sistemi, iki kutbun ideolojik kapsamlısistemlerinin, olasıbir nükleer saldırısıüzerine kuruluydu. Hızlıdünya değişimleri, özellikle malların, kapitallerin ve insanların daha kolay bir şekilde hareketi, Soğuk Savaşsırasında oluşturulan örgütlerin yeniden yapılanmalarınıgerektirmiştir. Daha başlarda açıklandığıgibi, Soğuk Savaşsırasında, uluslararasıgüvenlik, iki süper güç arasındaki olasınükleer saldırıyıengellemek amaçlı, silahların dengelenmesi üzerine kuruluydu. Diğer devletlerin egemenlikleri ise güçlerden birine bağlıolarak kalmakta ve diğer gücün saldırısına karşıkendini koruma altına almaktaydı. 1990’ların başlarına kadar uluslararası güvenlik genelde düşman tarafın rezistansına dayanmaktaydıve Batılıların endişeleri iki blok arasında bir termonükleer çatışmanın olmasına dayanmaktaydı. Fakat Soğuk Savaş’ın bitimiyle beraber ve askeri ve politik blokların dağılmasıile beraber uluslararasıgüvenlik eski tanımınıbir anlamda kaybetmiştir. Artık bir tek tarafın tehdidi ile uğraşmak yerine oluşan yeni sistem içerisinde ve özellikle Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan sistem de birçok tehditle karşıkarşıya kalınmıştır. Ayrımcılık ve aşırımilliyetçilik dünyada çatışmaların ortaya çıkmasına tohum ekmiştir. Self-Determinasyon ve ayrılma durumlarıgibi ortaya çıkan oluşumlar daha önceden belirlenmediği ve hazırlanmadığı, Yugoslavya’daki gibi kanlıolaylara zemin hazırlamıştır. Daha önceden ağır bir şekilde silahlanmışolan bir İmparatorluğun dağılması, bunun ardından bir sürü problemi olan yeni egemen devletin ortaya çıkmasıve aynızamanda Avrupa’da bulunan eski Sovyet bloğunun birçok üye 63 devletinin siyasal ve ekonomik yapılanmaları, uluslararasıgüvenlik alanında çok ciddi sorunlara yol açmıştır.154 1.1. Doğu Avrupa’da Sosyalist Rejimlerin Yıkılması Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin 1989 sonuna doğru teker teker yıkılmaya başlaması, Türkiye ve Yunanistan dışında, bu rejimleri benimsemişolan Balkan ülkelerinde de etkisini göstermiştir. Bulgaristan’da 35’yıldır iktidarda bulunan Todor Jivkov gitmişyerine Dışişleri bakanıolan Petar Mladenov gelmiştir. Bulgaristan böylece daha yumuşak bir sisteme daha yumuşak bir geçişyapmıştır.155 Romanya ise Bulgaristan gibi yumuşak bir geçişyapamamıştır. 25 yıldır iktidarda bulunan Nicolae Ceausescu bütün Doğu Bloğu’nu sarsan değişmeye direnince ayaklanma sonucu devrilerek ve kaçmaya çalışırken yakalanıp, ülke yönetiminde söz sahibi olan eşi Elena Ceausescu ile birlikte kurşuna dizilmiştir. Romanya’da değişme yanlılarının oluşturduğu ılımlısol eğilimi Ulusal Selamet Cephesi İon İliescu liderliğinde yönetimi ele geçirmiştir. Arnavutluk’ta Enver Hoca’nın 1985’te ölümünden sonra başa gelen Ramiz Alia 1990 başından itibaren bir dizi ekonomik-siyasal önlemler alarak bu değişimlerden etkilendiğini göstermiştir. Bu ülkede Nisan 1990’da başlayan gösteri ve ayaklanmalar sonucu hem dışpolitikada SSCB ve ABD ile ilgili ilişkiler kurmaya başlamıştır, hem de ülke içinde çok partili düzene geçilmiştir. Yugoslavya’daki rejim değişikliği ise, bu ülkenin kendisine özgü yapısından dolayı, tüm bu ülkelerden daha farklıbir biçimde yaşanmıştır. Bu ülke zaten diğer tüm doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinden gerek ekonomik yapısı*, gerek etnik yapısıve federal sistemi, gerekse dışpolitikasıaçısından farklılık gösteriyordu. Dolayısıyla, zaten 154 Claude Nicolet, “The Interrelationship Between the Evolution of Civil Society and Progress in Regional Security: The Case of the Balkans”, www.iews.org/publications.nsf, 17 Ocak 2006. 155İlhan Uzgel, “Doğu Blokunda Sosyalist Rejimlerin Çöküşü Balkanlar ve Türkiye”, TDP, Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II, ed. Baskın Oran,İletişim Yayınları,İstanbul, 2001, ss. 480-498, s. 481. * Burada dikkat çeken unsur, ekonomik yapının özyönetime dayalıolmasıve 1960’lardan itibaren başlayan liberalleşmenin söz konusu olmasıdır. 64 hassas dengeler üzerinde duran Yugoslavya’da rejim değişikliğiyle birlikte, bir parçalanma sürecine de tanık olunmuştur. 156 1.2. Yugoslav Uyumunun Ortadan Kalkması Yugoslavya’daki etnik ve siyasi hoşnutsuzluklar, bunların tabii sonuçlarıolarak patlak verenİç Savaşlar aniden başlamamıştır. Aksine belli bir tarihi süreci takip ederek önce yatay olarak gelişmiştir. Fakat daha sonra bunlar 1980’li yıllarda belirginleşerek, 90’ların hemen başında çıkan ve sonuçlarıitibariyle hal-i hazırdaki korkunç tabloyu hazırlayan İç Savaşlara neden olmuştur. Bu son aşama dikey aşama olarak bilinmektedir.157 Bu isteklerin yatay halden dikey hale gelmesi Yugoslavya Devlet başkanı Tito’nun ölümünden sonra bu göreve getirilen Slobodan Miloşeviç zamanına rastlar. Miloşeviç Tito’dan çok daha farklıbir Yugoslavya hayaliyle yaşıyordu. Ortodoks inancına, komünizme ve Sırp ırkçılığına dayanan bir sentezle sistem içerisinde kalarak değişik bir yapılanma arzulamıştır. Miloşeviçin bu niyetinin sezilmesi, dağılma sürecinin başlamasına neden olmuştur. Miloşeviç ile başlayan dağılma sürecinin ilk ayağını, Kosova’daki hoşnutsuzluklar oluşturmuştur. Bunu sırasıyla Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek takip etmiştir.158 1.2.1. Kosova’daki etnik kıpırdama Tito’nun ölümünden sonra KosovalıArnavutlar arasında özerk bölge olarak kalmak yerine Yugoslavya içerisinde “yedinci kurucu cumhuriyet” olma eğilimlerinin gelişmeye başladığıgözlenmiştir.159 Nitekim 1981 yılının Mart ayında Arnavut üniversite öğrencileri Kosova’nın başkenti Priştine’de, ekonomik koşullarıprotesto etme maskesi altında rejime karşıilk gösterilerini düzenlemişlerdir. 2 Nisan 1981’de olaylar zirvesine ulaşmıştır. Artık “Kosova Cumhuriyeti” sloganları atılmaya başlanmıştır. Bunun üzerine Federal Hükümet tarafından bölgede üç ay sürecek olan 156 a.g.m., a.y. 157 Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde BOSNA, Beyan yayınları,İstanbul, 1995, s. 25. 158 e.g.e., s. 26. 159 Ünal, a.g.m., s. 134. 65 sıkıyönetim ilan edilmiştir. Federal düzeydeki emniyet güçleri bir araya getirilerek olaylar çok sert birşekilde bastırılmıştır.160 Kosova’daki gösteriler 1980’lerin ikinci yarısında da devam etmiştir. Kosova’daki gelişmelerin Makedonya’daki Arnavutlar ve Bosna-Hersek’teki Müslümanlar arasında ayrılıkçıeğilimleri körükleyeceği kaygısınıdile getiren Sırbistan yönetimi, kendi anayasasında değişiklik yapma hakkınıfederal düzeyde savunmaya başlamıştır. Sırbistan’ın bu talebinin gerisinde Kosova ve Voyvodina’nın federal yönetimle ilişkisini sınırlama ve denetim altında tutma düşüncesi vardı. Voyvodina liderliği Sırbistan’ın anayasasında değişiklik yapmasına karşıolduğunu açıklamıştır.161 Bunun üzerine Kosova Sırpları, Voyvodina’nın başkenti Novi Sad’da diğer Sırpların da desteği ile gösteri düzenlemişlerdir Arnavutlar ise misilleme olarak Priştine’de 100 kişinin katıldığıbir gösteri düzenlemiştir. Sırplar kısa zamanda buna karşılık vermişlerdir: “Kosova Sırplarına yönelik baskılara son verilmesi” amacıyla Belgrat’ta düzenlene gösterilere 1 milyon kişi katılmıştır. Azem Vlasi, Kaçuşa Yaşari gibi üst düzey yöneticileri görevlerinden alınmıştır. Tüm bunların sonucunda ise Kosova Parlamentosu Sırpların denetimine girmişve 23 Mart 1989’da yapılan oylamada otonomi statüsüne son veren anayasa değişikliği onaylanmıştır.162 Artık Yugoslavya dağılma süreci içerisinde hızla yuvarlanmaya başlamıştır. Fakat bölgeyi yakından izleyen hemen herkes savaşın Kosova’da patlak vereceğini tahmin ederken, bilindiği gibi savaşönce Slovenya’da başlamıştır. Oradan ise süratle önce Hırvatistan’a sonra da Bosna’ya yayılmıştır.163 1.2.2. Yugoslavya mozaiğinde ilk kopan kare: Slovenya Slovenya, Yugoslavya’nın en batısında yer alan ve Orta Avrupa ile sınırıolan bir ülke konumunda idi. Bu coğrafik konumun kendisine sağladığıbazıfaydalarıvardı. Bunlardan ilk akla gelenlerden biri, özgürlükçü ve demokratik isteklerin çok çabuk 160 Emir Türkoğlu, “Kosova Arnavutlarının Milliyetçiliği”, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 103-130, s. 113. 161İrfan Kaya Ülger, “Sırplar’a Göre Kosova Sorunu”, Avrasya Dosyası, Sayı1-2, Cilt 4,İlkbahar-Yaz, Ankara, 1998, ss. 162-174, s. 166. 162 a.y. 163 Ünal, a.g.m., s. 136. 66 gelişip, tabanda yer bularak eylem halini almasıydı. Nitekim Yugoslavya’dan ayrılan ilk üye devlet olmasıtesadüf olmasa gerek. 1991 yıllarının başlarında Slovenya Yugoslavya’dan ayrılma isteğini açık bir şekilde telaffuz etmeye başlamıştır. Bunun ardından Slovenya Parlamentosu, bağımsız silahlıkuvvetlerin oluşturulmasınıöngören bir yasayıkabul etmiştir. Kısa bir süre sonra da, Cumhuriyet sınırlarında gümrük merkezleri oluşturmuştur. 25 Haziran 1991’de Slovenya tek taraflıolarak Yugoslavya Federasyonundan ayrıldığınıduydurmuşve bağımsızlığınıilan etmiştir.164 Slovenya’nın bağımsızlık kararına Belgrat’ın tepkisi tahmin edileceği gibi oldukça sert olmuştur. Slovenya’nın bu tür davranışlarınıgeçersiz kabul ederek, Federal Ordu’ya bağlı200 askeri ve polisi, Slovenya’nın işgal ettikleri sınır karakollarınıgeri almak ve ilan edilen sınırlarıtekrar Yugoslavya sınırlarına dahil etmek için bu bölgelere göndermiştir. Fakat Sırplarıbüyük bir sürpriz bekliyordu. 32 bin kişiden oluşmuşve iyi şekilde organize edilmişbir Sloven ordusuyla karşılaşmışlardır. Brioni Anlaşmasıile Federe Ordu’nun üç ay içersinde Slovenya’dan çekilmesi kararlaştırılmıştır. Bu anlaşmanın manasıise, Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrıldığının Sırplar tarafından resmen tanınmasıdır.165 1.2.3. Slovenya’yıHırvatistan takip ediyor Zagreb Parlamentosu, 25 Haziran 1991’de Hırvatistan’ın bağımsızlığınıilan etmiştir. Bağımsızlık ilanından sonra Federal Ordu ilk defa 13 Temmuz’da Vukovar bölgesini havadan bombalamıştır. Kara kuvvetleri ise Ağustos 1991’de Hırvatistan’a girmiştir. Bu arada Hırvatistan’ın Krayina bölgesindeki Sırplar, Sırpların hâkim olduğu Federal Ordu’nun desteği ile şiddetli çarpışmalar sonunda, çoğunlukla Sırpların oturduğu bölgeler başta olmak üzere, Hırvatistan’ın üçte birini denetim altına almışlardır.166 Kısa bir süre sonra Hırvatistan SıpalarıDoğu ve BatıSlavonya’yıve Krayina’yıiçeren “ Bağımsız Sırp Krayina Cumhuriyeti”ni ilan etmişlerdir. 164 Keesing’s Contemporary Archives, 1990, s. 38324 165 Alkan, a.g.e., s. 31-35. 166 Milovan Baletiç, Croatia 1994, Zagreb, 1994, s. 84. 67 BM barışgücü askerleri ülkeye gelerek bu bölgeye yerleşmişler ve ateşkes anlaşmasıimzalanmasını sağlamışlardır, ancak bu çabalar iki taraf arasındaki çatışmaların sürekli olarak alevlenmesini engelleyememiştir. Bu arada Hırvat ordusu hızla silahlanarak önce “Yıldırım” harekâtı(Bliyeşak) ile BatıSlavonya’yı, ardından ise “Fırtına” (Oluja) harekâtıile işgal edilen topraklarınıgeri almışlardır. Sonuçta bu savaş Hırvat ve Sırp toplumlarıarasında kolay kolay düzelemeyecek bir nefret ve güvensizlik duygusu inşa etmiştir.167 1.2.4. Makedonya’nın ayrılması 8 Eylül 1991 yılında, Yugoslavya’da İç Savaşsürerken, Makedonya Meclisi referandum kararıalmıştır. “Bağımsızlık Referandumu” %95,4’lük bir oranla bağımsızlıktan yana sonuç vermiş ve bunun ardından 17 Eylül’de parlamento Makedonya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığınıdünyaya resmen ilan etmiştir.168 Diğer federe devletlere nazaran, Yugoslavya’dan savaşsız, barışçıl yollarla ayrılan tek cumhuriyet Makedonya olmuştur. Bu başarısınıMakedonya büyük ölçüde, o dönemin Cumhurbaşkanıolan Kiro Gligorov’a borçludur. Yugoslavya’nın dağılma süreci içinde Makedonya’nın bağımsızlığını kazanması, yeni “Makedonya Sorunu”nu ortaya çıkarmıştır. Bulgaristan Makedonya’yı tanır ama* artıbir Makedon ulusu tanımazken, Yunanistan bu ülkenin adına, anayasasına, tarihine, bayrağına, parasındaki simgelere kadar, aslında varlığına itiraz etmektedir. Sonunda ABD’nin arabuluculuğuyla Eylül 1995’te New York’ta yapılan bir anlaşmayla Makedonya bayrak, anayasa ve isminde Yunanistan’ın dayattığışekilde bazı değişiklikler yapmışve BM’ye “Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya” adıyla üye olmuştur.169 167 Pınar Yürür, “Tarihi Süreçİçerisnde Hırvatistan DışPolitikası”, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 205-225, s. 213. 168 M. Murat Hatipoğlu, „Kuruluşundan Günümüze Makedonya Cumhuriyeti’nin DışPolitikasıve Balkan Ülkeleriyleİlişkileri (1991-2000)“, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 165-181, s. 169. * Türkiye, Bulgaristan, Rusya gibi birçok sayıda ülke, bu ülkeyi “Makedonya Cumhuriyeti” olarak tanımaktadır. 169İlhan Uzgel,“ Makedonya Sorunu“, TDP, KurtuluşSavaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar,1980-2001 , Cilt II, ed, Baskın Oran,İletişim Yayınları,İstanbul, 2001, ss. 495-517, s. 504. 68 1.2.5. Bosna-Hersek’in ayrılması Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlık mücadeleleri devam ettiği sırada, Bosna- Hersek’teki eylemler de siyasi bir harekete dönüşmüştür. 29Şubat 1992 yılında yapılan halk oylamasında %99’luk çoğunlukla bağımsızlık kararıalınmıştır. 1 Mart 1992 ayılında ise Müslüman-Sırp İç Savaşıbaşlamıştır. Bu kanlısavaştam dört yıl sürmüşve ancak uluslararasıgüçlerin (gecikmeli de olsa) devreye girmesiyle sonuçlanmıştır.170 Dayton Anlaşmasıyla birlikte Bosna-Hersek devleti Republika Sırpska ve Bosna-Hersek Federasyonu olmak üzere iki ayrıentiteye bölünmüştür. Boşnak, Sırp ve Hırvatlardan müteşekkil üçlü cumhurbaşkanlığısisteminin kurulduğu Bosna-Hersek’te, savaşöncesinde var olmayan ayrıbir Sırp devleti ihdas edilmiştir. Tüm bunların üzerinde ise uluslararasıgücün temsilcisi belirleyici bir konumda bulunmaktadır. 171 Uluslararasıgüçlerin geç devreye girmesinin nedenlerini ve sonuçlarınıdaha aşağıda ayrıntılıbirşekilde ele alacağız. 1.2.6. Yeni Yugoslavya (Sırbistan - Karadağ) Slovenya ve Hırvatistan’ın ardından Makedonya be Bosna-Hersek’in de bağımsızlık ilan etmesiyle beraber, Yugoslavya’dan geriye sadece Sırbistan ve Karadağ kalmıştır. Bu iki Cumhuriyet arasında 27 Nisan 1992’de kabul edilen yeni bir anayasa ile federasyon kurulmuştur. Cumhuriyetlerim eşitliği temeline dayanacak ve aynıanda görev yapacak olan Cumhurbaşkanıve Başbakan farklıCumhuriyetlerden olacaktı. 1992 Mayıs ayında yapılan seçimlerde Sırbistan Sosyalist Partisi başarı kazanmıştır. Şeşely’in ise liderliğini yaptığıSırp Radikal Partisi ana muhalefet parti olmuştur. Tito’nun kurduğu Yugoslavya’dan bakiye kalan Sırbistan ve Karadağ, kendi aralarında Yugoslav federasyonu kurmuşlardır. Ancak bu federasyon üçüncü Yugoslavya değil, bir Sırp devleti olmuştur.172 170 Alkan, a.g.m., s. 40. 171 Yusuf Armağan, “Balkanlar: Balkanlar'daki son komşumuz: Amerika!”, http://www.dusuncegundem.com/sayi-26/balkanlar-balkanlardaki-son-komsumuz-amerika.html, 22 Mayıs 2007 172 Ülger, Yugoslavya Neden ...., s. 134-136 69 2. ULUSLARARASI TOPLUMUNİKİLEMİVE DEVREYE GİRMESİ Avrupa Birliği’nin Balkanlar’a yönelik bir politika yürütmeye başlamasının temellerini Ortak Dışve Güvenlik Politikasıyapılandırmasıçalışmalarında görmek mümkündür. AB’nin ODGP oluşturma konusundaki ciddi çalışmalarına Soğuk Savaş’ın sona ermesi döneminde rastlanmaktadır. Bu dönemde Avrupa’nın doğusu ve güneyinde meydana gelen politik gelişmelerle Avrupa Topluluğu üyesi devletler, dış politikalarında ortak bir bilince doğru yönelme gerekliliği duymuşlardır. Bosna ve Kosova krizlerinin yaşanmasından sonra bu ihtiyaç daha açık ve karalıbir şekilde biçimlendirilmeye çalışılmıştır. Meydana gelen her yeni krizle bu ihtiyacın aciliyeti daha kesin olarak ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaca cevap verme isteği, yeteri derecede ortak bir bilincin oluşamamasından ve farklımilli çıkarların gözetilmesinden dolayıtam olarak ortaya konulamamıştır.173 AT Yugoslavya bunalımının ilk aşamasında kararsız bir tutum sergilemiştir. 1991 yılıHaziran ayında Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık ilan etmesinin hemen ardından Federal Ordu’nun müdahalesi ile çatışmalar başladığında AT bir açıklama yaparak “Yugoslavya’nın toprak bütünlüğü”nü desteklediğini bildirmiştir. AT Yugoslavya krizinin Hırvatistan-Sırbistan çatışmalarışeklinde cereyan eden birinci aşamasında bir yandan gözlemci göndererek durumu kontrol etmeye, öte yandan savaşan taraflar arasında arabuluculuk yapamaya özen göstermiştir. Bu önlemlerin etkili olmadığıortaya çıkınca, ekonomik yaptırım kararlarının uygulanmasıtartışmaya açılmıştır.174 Federal Ordu desteğindeki Sırpların Hırvatistan’a saldırmasıile 1991 ortasında başlayan çatışmalar aralıklarla devam ederken AT’nin önerisi ile savaşan taraflar 5 Kasım’da Lahey BarışKonferansı’nda bir araya gelmiştir. Konferansta AT’nin Yugoslavya’yıoluşturan Cumhuriyetlerin mevcut sınırlarının uluslararasısınır olmasını öngören siyasal çözüm önerisi, ekonomik yaptırım tehditlerine rağmen Sırbistan 173 Başak Kale, “Avrupa Birliği’nin Balakn Politikası: Çelişkilerİçinde Bir Yanılsama?”, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 293- 311, s. 293. 174 Ülger, “Ortadoğu Sorunu” ve …, a.y. 70 tarafından kabul edilmemiştir. Konferansın başarısızlığıüzerine, AT tarafından diplomatik çabalara ek olarak ekonomik yaptırımların uygulanmasıkararıalınmıştır. Konferansın ardından çatışan taraflar arasında tampon bölge oluşturulmasıve buralara barışgücü askerleri yerleştirilmesi önerilmiştir. Bu konuda AT tarafından bir eylemde bulunulmazken çatışmaların yoğunlaşarak devam etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi, Kasım ayısonunda Yugoslavya’ya BarışGücü gönderme kararıalmıştır. Öte yandan 12 Kasım 1992’de Avrupa Siyasi İşbirliği çerçevesinde konu tartışılmışve AT Yugoslavya’ya ekonomik yaptırım kararıalmıştır. Söz konusu kararın içeriği şu şekildedir: - Yugoslavya’nın AT ile imzalamaya hazırlandığıticaret ve işbirliği anlaşmasının dondurulması, - Tekstil limitlerinin düşürülmesi, - Silah ambargosu ve petrol ambargosu için BM’ye çağrıyapılması, - Yugoslavya’nın PHARE programından yararlanan ülkeler listesinden çıkarılması, - G-24 forumundan çıkarılması. Yugoslavya krizinde AT için dönüm noktasıVukovar kentinin düşmesi olmuştur. Kentin Sırpların eline geçmesinden sonra AT tarafından yapılan açıklamada “koşulların oluşmasıhalinde”, Yugoslavya’dan ayrılan cumhuriyetlerin 15 Ocak 1992’den itibaren tanınabileceği ifade edilmiştir. Bu çerçevede bağımsızlık ilan eden cumhuriyetlerin tanınma yeterliliklerini saptamak için Fransız hukukçu Robert Badinter başkanlığında bir komisyon kurulmuştur. Komisyonun görevi, bağımsızlık ilan eden ülkelerin ekonomik yeterliliklerini ve insan haklarıve demokrasi bakımından içinde bulunduklarıdurumu saptamak olarak belirlenmiştir.175 AT üye ülkelerinin kesin olarak inandıklarıbir gerçek vardıki o da AT üyesi devletlerin ferdi hareketlerinin oluşturulmaya çalışan ortak dışpolitika girişimlerinin altınıoymasının kaçınılmaz olacağıgerçeği idi. Ancak 1 Temmuz 1991 tarihine Almanya Başbakanı Helmut Kohl’un self-determinasyon hakkının tanıması 175 a.g.m., a.y. 71 gerektirdiğini açıklamasıile ortak cephe dağılmıştır.176 Dolayısıyla Almanya 23 Aralık 1991’de daha önce bağımsızlık ilan eden Hırvatistan ve Slovenya’yıtanımıştır. Böylece Yugoslavya’nın çözülmesinin geri dönülmez bir noktaya ulaştığıortaya çıkmışhe mde aynızamanda AT ortak dışpolitikasının zayıflığıgösterilmiştir. 177 Bu tanımayla ilgili Almanya’da dışa yansıyan genel anlayışeğer Almanlar self- determinasyon hakkısayesinde kendi birliklerini gerçekleştirdiyseler aynı hak Hırvatistan için neden tanınmamalıdırşeklindedir. Ayrıca Almanya’nın partnerlerini bu yönde ikna etmesi gerektiği düşünülmektedir. Alman davranışlarıAB içerisinde büyük bir kızgınlık ve karışıklık yaratmıştır. Almanya’nın Balkanlar için revizyonist bir perspektif geliştirdiği noktasında şüpheler uyanmıştır. Fransız basınına göre Almanya büyük güçler arasında yerini alarak bir dünya politikasıgeliştirmeye başlamışve bunu göstermek için de hiç duraksamamaktadır.178 Almanya bu konuda Fransa, İngiltere ve ABD’nin görüşlerine karşıgelerek, meydan okuma cesaretini göstermişve bu Almanya’nın dış politikasında radikal bir değişiklik olarak algılanmıştır. İki Almanya’nın birleşmesinden sonra yürüttüğü dışpolitikada Almanya, çok daha aktif ve özerk bir rol üstlenmişve bunu her fırsatta göstermekten çekinmemiştir.179 Bu bağlamda İngiltere’nin politikalarına bakacak olursak, İngiltere’nin Yugoslavya’ya karşıyürüttüğü politikanın en fazla tartışmaya yol açan noktası Slovenya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’in tanınması konusu olmuştur. Krizin başlangıcında Mayıs 1991’de toprak bütünlüğü konusunda ısrarcıdavranırken, aynı yılın Temmuz ayına gelindiğinde; toprak bütünlüğünün sağlanmasıkonusunda ilk şüphelerini açıklamak durumunda kalmıştır. Her ne kadar diğer AT üye ülkelerini kendisi uyararak, politik bir çözüme ulaşmadan erken tanıma kararının cumhuriyetler arasında şiddete neden olabileceğini belirtmişse de, İngiltere, 15 Ocak 1992 tarihinde Slovenya ve Hırvatistan, 7 Nisan 1992 tarihinde de Bosna-Hersek’i tanımıştır. Krizin ortaya çıkmasınıtakip eden uzun bir süre boyunca, ABD, bu bölge ile olan ilgisini net olarak ortaya koymamıştır. Bu yüzden Yugoslavya sorunu Avrupa’ya 176 Dursun Aslan,“ Soğuk SavaşSonrasıAlmanya“, Avrasya Dosyası, Cilt-5, Sayı:4, Kış-1999, ss, 101 112, s. 106. 177 Ülger, “Ortadoğu Sorunu” ve …, a.y. 178 Aslan, a.g.m., s. 107. 179 Kale, a.g.m., s. 300. 72 bırakılmıştır.180 Ancak o dönemde Soğuk Savaşın sona ermesinden kaynaklanan uluslararasıdengelerin değişikliği ve uluslararasıörgütlerin bu gibi krizlerde ne gibi ve ne kapsamda rol oynayacaklarıda belirsizlik halindeydi. AGİK, NATO, BAB ve AT bu krizde, hangi konularda işbirliğine giderek, hangi konularda farlı görevler üstleneceklerine ilişkin belirsizliği yok edememişlerdir. AT devletleri’nin diplomatik ve siyasi tepkilerinin hız ve nitelik farklılıklarıAT’nin ortak bir dışpolitika ekseninde hareket etmediğinin bir göstergesidir. Tüm bunların sebebi olarak, AT’nin politik önceliklerinin farklıolması, ortak ve tutarlıbir dışpolitikanın olmaması, bu politikayı oluşturabilecek araçlardan topluluğun yoksun olmasıve son olarak krizin boyutlarının ve etkisinin geç anlaşılmasısayılabilir.181 ABD’nin bölgeye girmesi ile beraber bölgede yaşanan gelişmelere aşağıda ayrıntılıolarak değinilecektir. 3. BOSNA SAVAŞI VE ULUSLARARASI TOPLUMUN TUTUMU Bosna-Hersek 29 Şubat 1992’de bağımsızlığınıilan etmişve 1 Mart 1992’de Bosna’da dört yıla yakın sürecek bir İç Savaşbaşlamıştır. Bu savaşbaşta Sırp-Boşnak savaşıniteliğini taşımaktaydı. 1993 yılına gelindiğinde, Bosna-Hersek etnik yapısı dolayısıyla bir taraftan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, diğer taraftan da Hırvatistan saldırılarına maruz kalmaya başlamıştır.182 Çatışmalar bütünşiddetiyle devam ediyordu, ama daha önce de belirttiğimiz gibi bölge bir bakıma AB’nin etki alanına bırakılmıştı dolayısıyla, konunun çözümüyle ilgili AB içerisinde ortak bir uzlaşma yoktu. ABD ise daha önce de belirttiğimiz gibi, Balkanlardaki bunalımın ilk safhasında Körfez bölgesinde sağladığıkesin üstünlük karşılığıDoğu Avrupa’nın, NATO’yu genişletme operasyonlarıdışında, genelde Avrupa’nın özelde ise Almanya’nın etki alanına kaymasına sınırlıbir şekilde göz yummuştur. Bu çerçevede Avrupa-içi çelişkilerin nabzınıson derece soğukkanlıbir diplomasi ile tutan ABD bu karşı 180 Tufik Burnazoviç, „Bosna Öreneğinde ABD’nin Balkan Siyasetini Anlamak,“ Çev: Emir Türkoğlu Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 279-291, s. 281. 181 Kale, loc.cit., s., 297. 182 Burnazoviç, loc.cit., s., 282. 73 hamlelerin Balkanlar üzerindeki etkisini 90’lıyılların başlarından itibaren yakın takibe almıştır.183 Nitekim Almanya’nın bu dolaylı etki alanı bölüşümünün sonucunda Yugoslavya’nın bölünmesi sürecini bir süper devlet adayıpsikolojisi ile yürütmesi ve etki alanınıSlovenya ve Hırvatistan üzerinden Adriyatik’e doğru genişletmesi Avrupa- içi dengeleri harekete geçirmiştir. BM Güvenlik Konseyi kararıile devreye giren İngiliz-Fransız bloğu, klasik Germen-Slav rekabetini dengeleyen üçüncü bir unsur olarak Bosna’daki statünün Sırbistan lehine devamınısağlayan müdahale karşıtıbir politika takip etmeye başlamıştır. Avrupa’da artan Alman etkisinden kaygıduyan İngiliz-Fransız diplomatik ve askeri misyonu bir denge unsuru olmanın tabii psikolojisi içinde risk üstlenmeksizin bunalımıuzun döneme yayarak dondurma taktiğini izlemiştir. Bosna’daki etnik kıyıma dayanan statükonun hukukileşmesini isteyen Rusya’nın desteğini kazanan bu politika Bosna’daki katliamın iki yıl süre ile seyredilmesi sonucunu doğurmuştur.184 Bu arada şüphesizdir ki Ruslar ve Sırplar “etkinlik alanlarının artması” yönündeki arzularının gerçekleşebilmesi için “ Hıristiyanlığıve Ortodoksluğu” bir araç olarak kullanmışlardır. Fakat İngiltere’nin “ Müslüman bir Saraybosna’ya” el altından karşıçıkmasınıyalnızca “Hıristiyanlığın korunması” düşüncesine bağlamak mümkün değildir. Zira Balkanlar’da Rus etkinliğinin artışıİngiliz dini duygularından çok “siyasi çıkarlarıyla” ilgili olmak durumundaydı. NATO kararının alınmasısırasında neredeyse tamamen devre dışıtutulan Rusya niçin bir anda problemin en etkin taraflarından biri haline gelmiştir? Bu sürecin, özellikle İngiliz Başbakanı’nın Rusya’yıziyaretinden hemen ardından büyük bir ivme kazandığıda unutulmamalıdır.185 Son yıllarda Avrupa’da giderek artan bir etkinlik grafiğine sahip olan Almanya, daha önce de belirtildiği gibi, Slovenya ve Hırvatistan’ın tanınmasısırasında sergilediği aktif politikayla Balkanlarda nüfuz sahasınıarttırmıştır. Almanya’nın bu önlenemez yükselişini kendi siyasi gücüyle dengeleyemeyen İngiltere özellikle Yugoslavya krizi sırasında, bir denge unsuru olarak Rusya’yıkullanmak istemiştir.186 183 Davutoğlu, a.g.e., s. 294. 184 a.g.e., s., 295. 185 Ahat Andıcan, Değişim Sürecinde Türk Dünyası, Emre Yayınları,İstanbul, 1996, s. 248-249. 186 a.g.e., s. 249. 74 Soğuk Savaş sonrasıuluslararasısistemde ortaya çıkmakta olan yapıda, ABD’nin askeri gücü kabul ediliyor ama ABD’nin bu gücü kullanmaktaki kararlılığı konusunda giderek artan bir endişe yaratmıştır. Başarısız devletler konusu ile ilgili olarak, alternatif çözümler inanılırlığınıyitirdikçe ABD üzerindeki odaklanma artmıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle bir örgüt olarak BM’den daha fazla şeyler beklenmeye, ona daha fazla umut bağlanmaya başlamıştır. BM her ne kadar birçok yerde takdirle karşılanacak çalışmalar yürütmüşise de, bazıbaşarısızlıkları(özellikle Ruanda ve Yugoslavya’da ki gibi) bu örgütün maddi ve kültürel sınırlarınıortaya koydu. Ve bütün kurumlarıve gücüne rağmen Avrupa’da Yugoslavya’nın dağılmasına yol açan sorunları çözmekte başarısız olmuştur. Bu durumda ABD’nin olayların içine çekilmesi ve Yugoslavya’nın dağılmasına neden olan savaşlardan geriye kalan parçalarıbir araya getirecek (ilk önce Bosna ve Hersek, sonra Kosova) ve barışa arabuluculuk yapacak tek güç olarak görülmesi ABD’nin “kaçınılmaz bir güç” olduğu kavramının gelişmesine yardımcıolmuştur.187 Bosna savaşına son vermeye yönelik AB girişimlerinden memnun olmayan ABD hükümetinin Boşnak ile Hırvatlar arasında barışısağlamak amacıyla taraflarıbir araya getirmesi sonucunda, Washington Anlaşmasıimzalanmıştır. 1994 yılında imzalanan bu anlaşmanın doğrudan sonucu, Bosna-Hersek Federasyonu’nun kurulması olmuştur.188 Bundan sonra artık ABD’nin bölgeye el attığınısöyleyebiliriz. Bosna Savaşıboyunca siviller kitlesel bir şekilde hayatlarınıyitirmişlerdir. Boşnaklara, dünya kameralarıönünde, soykırım uygulanmıştır. Bundan sonra Clinton yönetimi bu ülke ve bütün bölge ile ilgili ABD politikasının yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacınıduymuştur. Clinton daha önce, ABD Devlet Başkanlığıseçimleri için, Demokrat Parti’nin adayı olarak ortaya çıktığında, düzenlenmiş olan seçim kampanyalarında, seçilmesi durumunda öncelik vereceği sekiz konudan yedincisinin Bosna-Hersek sorunu olduğunu duyurmuştu. Ancak seçimleri kazan Clinton vermiş olduğu sözü derhal uygulamaya koymamıştır.189 187 Dana H. Allin , „Müdahale Tartışması“, http://www.nato.int/docu/review/2002/issue4/turkish/art1.html#top, 13 Eylül 2005 188 Amer Kapetanoviç, „Bosna-Hersek’in On Yıllık DışPolitika Tecrübesi“, Çev: Emir Türkoğlu, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 183-204, s. 190. 189 Burnazoviç, a.g.m., s. 281. 75 ABD yetkilileri, ancak Srebrenica trajedisinden sonra, yani 1995 yılının trajik yazında, ABD’nin NATO içindeki üstünlüğünü göstermek ve Clinton’un konumunu güçlendirmek için, Bosna-Hersek’e ABD askerlerinin gönderilmesinin riskli olmadığını ABD Kongresi’ne açıklamaya çalışmıştır. Bununla beraber ABD, Avrupa’da kendisi olmadan karar verme sürecinin bittiği mesajınıvermiştir. Yani, ABD Avrupa’da olduğu gibi Balkanlar’da da üstün bir güç olduğunun itiraf edilmesi gerektiğini, Avrupalıların Hırvatistan ve Bosna-Hersek’teki savaşile ilgili dört yıl içerisinde yaptıklarıyetersiz kalırken, kendisinin Balkanlarıyönetebileceğini belirtmiştir.190 21 Kasım 1995 yılında imzalanan Dayton BarışAdlaşmasıBosna’da barışı sağlamış, ancak dünyanın en karmaşık hukuki ve siyasi sistemini de beraberinde getirmiştir. Başta ABD olmak üzere, dünya diplomasisi Bosna konusunda stratejik hatalar yapmaya devam etmiştir. Diğer taraftan Bosnalıtemsilciler sözleşmelere fazla düşünmeden imza atmışlardır. Ne pahasına olursa olsun, Bosna’daki savaşa son vermeye çalışan uluslararasıtopluluğun bütün anlamsız çözümleri kabul edilmiştir. Ve her şeyden önce, dünyada anayasasıbir anlaşmanın eki* olan tek devlet Bosna Hersek’tir.191 Bu bağlamda, Bosna bunalımınıson derece etkin bir diplomasi için kullanan ABD hem Avrupa’nın bunalım çözme ve güç kullanma konusundaki zaaflarınıortaya koymuş, hem de ABD ve NATO olmaksızın Avrupa’nın iç güvenlik meselelerinin çözülemeyeceğini göstererek fiili olarak bölgeye girme şansıelde etmiştir. Dayton sürecinden sonra da NATO, AB’nin ekonomik olarak yayıldığıher alana, bir güvenlik unsuru olarak girmeye başlamıştır, yani Avrupa’nın ekonomik etki alanının güvenliği NATO ve ABD’nin fiili gücü ile sağlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Bosna’yı tanımlanmasıgüç bir politik varlık haline getiren Dayton BarışAnlaşmasınihai bir çözüm değil, küresel rekabetin bölgesel bunalım alanlarına yayılmasınıkontrol eden geçici bir bunalım erteleme operasyonu olarak görülebilir192 190 a.g.m., s. 281-283. * Bosna-Hersek anayasası, Dayton Andlaşması’nın 4 no’lu ekidir; daha genişbilgi için bkz: http://www.bihpress.com. 191 Kapetanoviç, a.g.m., s. 193. 192 Davutoğlu, a.g.e., s. 295-296. 76 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SOĞUK SAVAŞSONRASI ULUSLARARASI SİSTEMDEKİYENİGÜVENLİK YAPILANMASI BAĞLAMINDA KOSOVA SAVAŞI, SONRASI VE NİHAİ STATÜSÜ SORUNU 1. SOĞUK SAVAŞSONRASI KOSOVA SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞI Sırbistan Devlet Başkanlığıgörevine gelir gelmez Miloseviç'in yaptığıilk iş, Sırbistan'a bağlıbulunan Kosova ve Voyvodina özerk bölgelerinin özerkliklerini iptal etmek olmuştur. Bu ilk icraatıMiloseviç'in takip edeceği stratejinin başlangıç adımlarını teşkil etmekteydi ve yakın gelecekte Eski Yugoslavya topraklarınıkan gölüne çevirecek Sırp saldırganlığının ilk işaretlerini vermekteydi. Miloseviç, Sırbistan'a bağlıbu iki özerk bölge üzerinde tam denetim kurmak amacındaydı. Böylece ilk aşamada resmen Sırbistan'a ait bölgelerin işi bitirerek Büyük Sırbistan'a uzanacak yolda kolay elmaların sepete atılmasıhedeflenmekteydi ve bu hedefe de kolaylıkla ulaşıldı. Kosova ve Voyvodina’nın anayasal güvence altındaki özerk yönetim haklarıellerinden alınmıştı.193 Bu dönemde yaşanan eşzamanlıgelişmeler arasında sağlıklıbir neden-sonuç ilişkisi kurmak güç görünmektedir. 1989'dan sonra, Arnavut çalışanlar yaygın bir biçimde işten çıkarılmış; Kosova ekonomisinin % 90'ınıoluşturan ve "sosyal olarak korunan işletme" statüsündeki işletmelerin özelleştirilerek Sırplara ya da yabancılara satılmış; Arnavut esnaf mali polisin ağır baskısıaltında alınmış; mahkemelerde, poliste, okullarda ve üniversitede Arnavut varlığına son verilmiş; Sırpça tek resmi dil olarak kabul edilmiş; Arnavut ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarıkapanmıştır.194 Özerkliğin kaldırılmasıyla Kosova’nın yönetimi doğrudan doğruya Sırbistan’a bağlanmıştır. Buna karşılık, KosovalıArnavutlar, özerk Kosova’da faaliyet yapan organlarıhayatta tutmayıkararlaştırmışlardır. Kosova’nın eski statüsünün geri alınması o sıralarda imkansız olduğu için, Sırbistan’dan bağımsız olarak hareket edilmeye ihtiyaç duyulmuştur. Kosova bağımsızlığa doğru ilk ciddi adımını28 Aralık 1989 tarihinde, Kosova Demokratik Birliği (LDK) partisinin kurulmasıile atmıştır. Parti başkanlığını 193 “Kosova Meydanından Kosova Katliamına”, http://www.netpano.com/kos.html, 15 Mayıs 2003 194 Gökçen Alpakaya, “NATO Müdahalesi Üzerine”, http://politics.ankara.edu.tr/~alpkaya/kosova.htm, 27 Mart 2004. 77 yapan İbrahim Rugova, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasıiçin gereken alt yapıyı oluşturmaya başlamıştır.195 KosovalıArnavutlar ise 1989'dan başlayarak kararlıbir direniş tutumu benimsemişlerdir. Kosova parlamentosunun beşte dördünü oluşturan Arnavut temsilciler, 2 Temmuz 1989'da Kosova'yıYugoslavya Federasyonu içinde ayrıbir cumhuriyet olarak kabul eden bir karar almış, 1990'da yeni bir anayasa yapmış, 22 Eylül 1991'de de bağımsız Kosova Cumhuriyeti'ni ilan etmiştir.196 Kosova Cumhuriyeti'nin ilanıile birlikte 26–30 Eylül 1991 tarihleri arasında Arnavutlar bir halk oylaması düzenlemişlerdir. Bu oylamaya Kosova nüfusunun % 87’si katılmış, Kosova’nın cumhuriyet olarak ilan edilmesi için %99.87 oranında oy verilmiştir.197 1.1. Sosyalist Teori Çerçevesinde Kendi Kaderini Tayin Hakkıve Kosova Bugünün Kosova’sı11.000 km2 ve %90’ıolan 2 milyon üstünde bir nüfustan oluşmaktadır. Kosova halkının kendi kaderini tayin ve bağımsız bir devlet olma hakkı, Kosova’nın daha önceki devletin ağılamasıyla bağlantılıolarak, son on yılda geliştirmeye çalıştığı devlet yapısı ve tarihi, etnik ve hukuki konumundan kaynaklanmaktadır. Kosova’nın kendi kaderini tayin hakkını mümkün kılan argümanların başında: etnik realitesi, halkın isteği, Kosova’nın Yugoslavya’daki statüsü, toprağıve anayasa ile belirlenmişolan sınırlarısayılabilir. Kosova’nın Yugoslavya’dan ayrılan diğer devletlerden farklıolarak, etnik bakımdan daha belirgin bir yapısıvardır. Halkın % 90’ıetnik bakımdan Arnavut’tur, %10’luk azınlığıise %7 oranında Sırplar, %3 oranında Müslümanlar, Karadağlılar, Türkler ve Romlar oluşturmaktadır.198 Kosova’nın hukuki statüsü bildiğimiz gibi 1974 senesindeki anayasa değişikliği ile genişletilmişti. Ama diğer cumhuriyetlere tanınmayan ayrılma hakkıKosova’ya tanınmamıştı. Ancak komünist teori ve uygulamaya göre ayrılmaya kadar uzanan kendi kaderini tayin hakkının sadece keyfi olarak federal cumhuriyetlere ait olduğuna 195 Türkoğlu, a.g.e., s. 116. 196 Alpkaya, a.g.m. 197 Türkoğlu, a.g.m., a.y. 198 Edita Tahiri, The Rambouillet Conference, Negotiating Process&Documents, Dukagjini, İpek, 2001, s. 15. 78 inanılırdıki bu statüde keyfi olarak komünist ülkelerin bazıbölgelerine verilirken bazı bölgelerine verilmemiştir.*199 Buna rağmen 1974 anayasasınıbaz alacak olursak, Kosova’nın dayatılmışolsa dahi, çok belirgin bir şekilde tanımlanmışbir toprağıve uluslararasıilişkiler alanında kendi kimliği olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Kosova’nın yetkileri söz konusu olur ise, Kosova birisi Almanya Demokratik Cumhuriyeti diğeri Dünya Bankasıile olmak üzere iki uluslararasıanlaşma imzalamıştır ki hiçbir eski federal cumhuriyet veya bölgenin imzaladığıböyle bir anlaşma yoktur. Burada tabi ki Kosova’nın diğer cumhuriyetler ve Voyvodina özerk bölgesi ile aynıolan haklarıve görevlerinin olduğunu unutmamak lazım. Kosova’nın Merkez bankasıkurma, vergi toplama vs. yetkileri vardı. Bu geniş hakların yanında Federal Başkanlık da dahil olmak üzere federasyon organlarında eşit temsil hakkıvardı.200 Dolayısıyla, özerkliğinin kaldırılmasından sonra Kosova Parlamentosu tarafından Kosova Cumhuriyeti’nin ilanıbu argümanla dayandırılmaya çalışılmıştır. Kendi kaderini tayin hakkıile uyum içinde olan özgür iradenin dile getirilmesi anlamında yapılan referandum, Badinter Komisyonu aracılığıile AB’nin ve BM’nin Yugoslavya’nın çözülme sürecinde olduğunu kabulünden kısa bir süre sonra gerçekleşmiştir. Kosova’da bütün bağımsızlık isteyenlerle birlikte 21 Aralık 1991’de AB’nin 16 Aralık 1991’de açıkladığıilkeler doğrultusunda uluslararasıtanıma için başvurmuşancak olumlu cevap alamamıştır.201 Bütün bunlardan sonra, KosovalıArnavutların bir dönemdeki tutumu, "pasif direniş" adına, Sırbistan ve Yugoslavya ile her türlü ilişkiyi, hatta iletişimi reddetmek, dolayısıyla Sırp demokratik muhalefetini de yalnız bırakmak olmuştur. Kosovalı Arnavutların, sorunun çözümü için uluslararasımüdahaleye güvendikleri, pasif *Ayrılmaya varan kendi kaderini tayin hakkısadece federal cumhuriyetlere verilmiştir, bu SSCB ve Çekosolovakya gibi bazıülkelerde anayasa ile belirtilirken, Yugoslavya gibi bazıülkelerde ise anyasa ile belirtilmemiştir. 199 Enver Hasani, “Kosova Krizi: Hukuki ve Siyasi Boyutu”, Avrasya Dosyası, Sayı1-2, Cilt 4,İlkbahar- Yaz, 1998, ss. 121-130, s. 126. 200 a.y. 201 Tahiri, a.g.e. s. 16. 79 direnişin bekledikleri desteği sağlamadığınıgörünce silahlımücadele seçeneğinin ağırlık kazanmaya başladığınıgörürüz.202 1.2. Kosova KurtuluşOrdusu (UÇK)’nun Ortaya Çıkışı Bosna-Hersek savaşınıdurdurmak için yapılacak olan Dayton Andlaşması Kosovalılara bir umut ışığıolmuştur. Ancak bu anlaşma Kosovalılarıbir hayal kırıklığına daha uğratmıştır. Görüşmelere hiçbir Kosovalıtemsilci çağırılmamışve Kosova sorununa acil bir çözüm gerekmediği üzerinde durulmuştur. Uluslararası toplumun o andaki tek odak noktasıBosna-Hersek topraklarının bütünlüğü olmuştur. Bu şekilde Dayton AnlaşmasıKosova’daki sorunun büyümesine ivme kazandırmıştır. Arnavut siyasetçilerinin sorunun barışçıl yollarla çözülmesi için bunca yıllık yoğun çabalarıboşa çıkmışoluyordu. Kosova’daki çatışmaların giderek artmasının tek sorumlusu olan Miloşeviç ise burada uluslararasıbir anlaşmanın garantörü olarak boy göstermiştir. Bütün bölgeyi kapsamasıgereken anlaşma Kosova’yıtamamen bir kenara itmiştir.203 Uluslararasıtoplumun bu döneme kadar ki amaçlarına bakacak olursak: Aslında söz konusu “topluluğun” heterojen bir yapıda olduğunu söylememiz mümkündür. Bu belirleme özellikle Avrupalıaktörler için söz konusudur. ABD tek bir sesle konuşma konusunda zorluk çekmezken, Avrupalılar “harmonik” bir şekilde karar verme konusunda son derece zor ve uyumsuz bir polifonik sese sahip idiler. Yugoslavya problemi o dönemde bir bakıma Avrupa’nın etki alanında olduğu için başlangıç aşamasında genelde AB tarafından ele alınmıştır. Avrupalıdevletlerin bu dönemde ortak bir dışpolitika alanında ortak amaçlarında uygun bir birlikten söz edebilmek mümkün değildir. Savaşın patlamasıyla beraber hazırlıksız bir durumda idiler ve kriz yönetme konusundaki girişimleri oldukça düşük düzeyde kalmıştır. Ayrıca Kosova konusunu ikinci plana itmelerinin sebeplerinden biri de Yugoslavya’da patlak veren savaşlardan dolayıAB’nin dışpolitikasına aşırıbir yük gelmesidir. Bu yüzden asıl dikkat Sırp-Hırvat-Boşnak savaşına barışçıl bir çözüm bulmak için verilmiştir. Bu 202 Alpakaya, a.g.m. 203 Wolfgang Petritsch - Robert Pichler, Rruga e Gjate ne Lufte,Kosova dhe Bashkesia Nderkombetare 1989-1999, (Savaşa Doğru Uzun bir Yol, Kosova ve UluslararasıToplum 1989- 1999), Koha Print, Prishtine, 2002, s. 72. 80 yüzden araya Kosova sorununun da sıkıştırılmasıBelgrat’ın hazır olmadığıbir konu olacağıiçin Dayton’dan da sonuç alınmamasına neden olacaktı.204 1995 yılıgerçekten de Kosova için bir dönüm noktasıolmuştur. Dayton Anlaşması’nın,İbrahim Rugova’nın sivil itaatsizlik politikasıyla bir yere varılmadığının kanıtıolduğunu öne süren Kosova muhalefeti bu tarihten sonra giderek güçlenmiştir. Muhalefet liderlerinden Adem Demaçi ve Kosova dışındaki hükümetin başkanıBuyar Bukoşi’nin isimleri giderek daha çok duyulur hale gelmiştir. Her üç lider de Kosova’nın bağımsızlığınısavunmakla birlikte, bu hedefe hangi aşamalardan geçilerek varılacağı konusunda aralarında görüşayrılıklarıortaya çıkmıştır. Ama üçünün de öngöremediği bir gelişme olarak Kosova KurtuluşOrdusu (Ushtrija Çlirimtare e Kosoves-UÇK) 1997’de ortaya çıkmıştır.205 Sırbistan’ın Kosova’yıişgalinin kabul edilemeyecek olmasıve sorunun siyasi çözüm olanaksızlığıgörüldükten sonra, 1990 yıllarının başlarında UÇK’nın oluşumu için hazırlıklar başlamıştır.206 AmacıKosova sorununu uluslararasıgündeme taşıyarak Batı’nın desteğini almaktı. UÇK’nın kuruluşunun bilindiği yıl 1993’tür. Başlıca taktiği, Sırp güçlerine saldırılar düzenleyerek, Sırpların Arnavutlara karşısaldırıya geçmelerini sağlamak olmuştur. Çıkan çatışmalarda Sırplar masum halka saldırdıkça, Kosova sorunu uluslararasıtoplulukta önemli bir yer işgal etmeye başlamış, bu şekilde Arnavutlar bekledikleri desteği Batıdan sağlamışlardır.207 UÇK’nın asıl ve açık bir şekilde sahneye çıkışyılı1997 yılıdır. 1997 yılıayrıca Arnavutluk’ta banker skandalının ardından girilen kargaşa ortamında silah depolarının yağmalandığıyıl olmuştur. Silahların bir bölümü Kosova ve Makedonya’ya geçmiştir. Artık Kosova’da silahlıdirenişe geçilebilirdi.208 Kurtuluşamacıyla kurulan UÇK kısa bir süre içerisinde halkın desteğini almayı ve aynızamanda sorunun çözümü ile ilgili uluslararasıgörüşmelerde temel belirleyici unsur olmayıbaşarabilmiştir. Ortaya çıkışının ilk günlerinden itibaren UÇK’nın yabancı diplomatlarla diplomatik ilişkileri başlamıştır. Bu ilişkiler sonucunda UÇK de facto 204 Petritsch-Pichler, a.g.e., s. 80-81. 205 Kut, a.g.m., s. 59. 206 Arsim Bajrami, Kosova’s Law in Transition, Priştine Üniversitesi Yayını, Prishitine, 2001, s. 69. 207 Türkoğlu, a.g.m., s. 119. 208 Kut, a.g.m., s. 59. 81 olarak tanınmış, de jure olarak tanınması ise Rambouillet Konferansında gerçekleşmiştir.209 Daha 1997 yılıbaşlarında UÇK bir gerilla grubu iken, çok kısa bir zamanda bir orduya dönüşmüştür. Sırp polisleri Drenica bölgesinde, UÇK mensuplarınıbastırmak için, Şubat 1998’de düzenlemişolduklarıoperasyon sonucunda direnişçilerin başıolan Adem Yaşari’yi öldürmeyi başarmıştır. Ancak ölenler arasında kadın ve çocuklar da vardı. Bu durum UÇK’nın işine yaramıştır, çünkü ilgili fotoğraflar dünyayıdolaşmaya başlamıştır. Milliyetçi duygularıiyice kabaran gerek Kosova içindeki, gerek yurt dışındaki genç Arnavutlar bu örgüte katılmaya başlamışlardır. Toplanan vergiler ve yurt dışında bulunan Arnavut ailelerin gönderdikleri paralar sayesinde, UÇK mali yönden de destek bulmuştur. Böylece gerekli silahların alımıiçin gerekli fonlar oluşturulmuştur.210 UÇK’nın ortaya çıkışıve silahlımücadelenin başlamasıen sonunda uluslararası topluluğun dikkatini çekmeyi başarabilmiştir. Yıllarca barışçıl yollarla gerçekleşemeyen şey birkaç ay içerisinde şiddete başvurma yoluyla başarılmıştı. Gerçi AGİT Kosova’da insani bir vahşet tehlikesinin söz konusu olabileceği haberini ta 1992 yılında vermişti, ama bu dönemde uluslararası dinamikler bölgeye müdahale etme gereği duymamışlardır.211 1.3. UluslararasıDinamiklerin Kosova Sorununu Çözme Çabaları UÇK ile Sırp güçleri arasında sürekli artan gerilim uluslararasıdinamiklerin sorunun çözümüne yönelik hareket alanınıdaraltmaya başlamıştır. Sorunun çözümüne yönelik ilk başta yapılamasıgerekenşey ABD, Rusya Federasyonu ve Avrupa’nın ortak bir platformda uzlaşmaya varmalarıydı. Bu yüzden 1994 yılında Bosna savaşıesnasında kurulan “Temas Grubu” bu amaç için uygun bir enstrümandı. Temas Grubu ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve İtalya’dan oluşmaktaydı. Bu yüzden bu grup 1997 yılında Kosova sorunun çözümü için yeniden aktivize edilmiştir.212 29 Nisan 1998 tarihinde Roma’da Temas Grubu’nun bir toplantısıolmuştur. Toplantıda çatışan taraflardan durumun düzeltilmesi için gerekli önlemlerin acilen 209 Bajrami, a.g.e., s. 69-70. 210 Türkoğlu, a.g.m., s. 119-120. 211 Petritsch-Pichler, a.g.e., s. 72. 212 Verli, Kosova ne Fokusin ...., s. 332. 82 alınmasıistenmiştir. BM GK’nın 1160 sayılıkararıçerçevesinde Belgrat’ın bütün savaş eylemelerini hemen durdurmasıistenmiştir.213 GK 31 Mart 1998 tarihinde aldığı1160 sayılıkararda, gerek Sırp polisinin sivillere ve barışçıgöstericilere karşıaşırıgüç kullanımını, gerekse UÇK'nın terörizm eylemlerini kınamış, Yugoslavya'yıdiyalog yoluyla siyasi bir çözüm bulmaya, KosovalıArnavut liderliği de her türlü terörist eylemi mahkûm ederek amaçlarınısadece barışçıeylemlerle gerçekleştirmeye davet etmiştir.GK, aynıkararında, Kosova'da barışve istikrarısağlamak için, Kosova da dahil olmak üzere Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'ne her türlü silah satışınıya da sağlanmasınıyasaklamıştır. Yine aynıkararda, Yugoslavya'nın, Temas Grubu'yla işbirliği içinde yapıcıbir diyaloga başlamasından, özel polis birimini çekerek güvenlik güçlerinin sivil halkıetkileyen eylemlerini sona erdirmesinden, Kosova'ya insani örgütlerin, Temas Grubu temsilcilerinin ve diğer büyükelçiliklerin girişine izin vermesinden, AGIT özel temsilcisinin misyonunu ve AGİT misyonlarının Kosova'ya dönüşünü kabul etmesinden sonra durumun gözden geçirileceği belirtilmektedir.214 Belgrat’ın özel tim polislerini geri çekmeyi kabul etmemesi üzerine Temas Grubu Yugoslavya’nın yurt dışında bulunan fonlarınıdondurma kararıalmıştır. 9 Mayıs’ta diyalog için temel şartlar oluşana kadar bu böyle devam edecekti ve ancak ondan sonra bu yaptırım kaldırılmasısöz konusu olacaktıaksi takdirde Yugoslavya’ya yatırımların durdurulmasıkararıda alınacaktı. Bu tutum Sırbistan tarafından iç işlerine karışma olarak değerlendirilirken, Kosova tarafından ise çok etkisiz ve yetersiz olarak değerlendirilmiştir.215 Durumun gittikçe gerginleşmesi ile birlikte NATO Konseyi 28 Mayıs’ta Lüksemburg da toplanmışve görüşmelerden sonra NATO askerlerinin Arnavutluk- Kosova sınırına yerleştirilmesi kararıalınmıştır. Rusya bu gelişmelerden tedirgin olmuş ve NATO’nun böyle bir görevi üstlenmesine ve Arnavutluk ve Makedonya sınırlarına NATO askerlerinin yerleştirilmesine karşıçıkmıştır. ABD yönetimindeki Batıise NATO müdahalesi olasılıklarınıgöz önünde bulundurmaya başlamıştır. Moskova yönetimi buna karşıçıkıyordu ama gerekeli başka alternatifler de sunamıyordu.216 213 Petritsch-Pichler,a.g.e., s. 102. 214 Alpakaya, a.g.m. 215 Petritsch-Pichler, a.g.e., s. 102-103. 216 a.g.e., s. 106. 83 NATO askerleri 15 Haziran 1998’de Arnavutluk ve Makedonya’da 15 NATO ülkesinin katılımıyla ve 83 savaşuçağıile bir askeri manevra yapmıştır. Bu durumda Miloşeviç hemen Moskova’ya gitmişBoris Yeltsin ile bir centilmenlik anlaşması imzalayarak ilk defa uluslararasıgözlemcilerin (AGİT) Kosova’ya girmesini kabul etmiştir. Yabancıgözlemci misyonun amacıbölgedeki olaylarısürekli gözleyip belgelendirmekti. Bölgeye ABD, AB ve Rusya’dan gözlemci gelmiştir. Bu misyonun çalışmalarıGüvenlik Konseyi’nin Eylül ve Ekim aylarında aldığı kararların şekillenmesinde belirleyici olmuştur.217 Güvenlik Konseyi, bu konudaki 23 Eylül 1998 tarihli 1190 sayılıikinci kararında, Kosova'daki durumun kötüleşmesinin bölgede barışve güvenliğe bir tehdit oluşturduğu saptamasınıyaparak, bütün tarafları, gruplarıve bireyleri derhal ateşkes yapmaya çağırmış; Yugoslavya'dan ve KosovalıArnavut liderlerinden derhal insani durumu iyileştirecek ve insani felaketi önleyecek adımlar atmalarınıistemiş; her ikisini de derhal ve önkoşulsuz olarak diyaloga girmeye çağırmıştır. Bu kararın ardından NATO'nun kuvvet kullanma tehdidiyle devreye girdiği bilinmektedir. NATO Genel Sekreteri, 9 Ekim 1998'de Yugoslavya'nın GK kararlarına uymadığını, Yugoslavya’nın soruna barışçıbir çözüm bulmak üzere somut önlem almadığıiçin Kosova'da insani bir felaket yaşanmakta olduğunu, GK’dan görülebilir bir gelecekte Kosova'ya ilişkin açık bir zorlama eylemi kararıçıkmasının beklenmediğini, Kosova'daki durumun kötüleşmesinin 1199 sayılıkararda belirtildiği gibi bölgede uluslararasıbarışve güvenliğe ciddi bir tehdit oluşturduğunu, NATO'nun Kosova'daki krizin bu özel koşullarında, kuvvet kullanma tehdidinde bulunmasıve gerekirse kuvvet kullanmasıiçin meşru temeller bulunduğunu belirtmektedir. 218 GK, 24 Ekim tarihli ve 1203 sayılıson kararında, Kosova'da çözülmeyen durumun, bölgede barışve güvenliğe sürekli bir tehdit oluşturduğunu saptamakta; Yugoslavya'nın NATO ve AGİT ile 1199 sayılıkararın uygulanmasınıdenetlemek üzere yaptığıanlaşmalarıdesteklediğini belirtmektedir. Kararda NATO tehdidine değinilmediği ve kararın uygulanmasıiçin NATO'ya veya devletlere herhangi bir yetki verilmediği vurgulanmalıdır. 217 Tahiri, a.g.e., s. 43. 218 Alpkaya, a.g.m. 84 Bundan sonraki bütün gelişmeler NATO tehdidi altında gerçekleşmiştir. Bu süreçte Yugoslavya iki kez GK'ya başvurarak egemenliğine yönelik NATO tehdidine karşıönlem almasınıistemiştir. 219 Uluslararasıtoplumun devreye girerek çözüm üretmeye çalışmasıile beraber, Amerikalıdiplomat Richard Holbrook’un arabuluculuk girişimi üzerine, Miloşeviç ateşkes anlaşmasıimzalamıştır. Ancak iki ay sonra Arnavutluk sınırından Kosova’ya sızmak isteyen 140 UÇK mensubu ile Yugoslav sınır muhafızlarıarasında çatışma meydana gelince, bu anlaşma bozulmuştur. UÇK bu çatışmada 36 mensubunu kaybetmiştir. Ardından gerçekleşen Raçak katliamıdünyanın dikkatini ciddi boyutta Kosova’ya çekmiştir. Raçak’ta 45 sivil Arnavut cesedi ortaya çıkmıştır. Hemen ardından, barışiçin seferber olan uluslararasıtoplum Kosova’da çatışan tarafları6 Şubat 1999’da Fransa’nın başkenti Paris’in yakınlarındaki Rambouillet şatosunda bir araya getirmiştir. 220 1.3.1. Rambouillet Konferansı Rambouillet KonferansıKosovalıArnavutlara karşıişlenen jenosidin politik yollarla çözülmesinin son aşaması, Kosova’nın NATO gözetimini altına girmesi, Kosova için geçici bir statünün belirlenmesi ve sorunun uluslararasıbarışve güvenliği tehdit ettiğinin teyidi için yapılan bir konferanstı. 221 Konferans Temas Grubu tarafından düzenlenmiştir. Konferansa Arnavut delegasyonu, Sırp-Yugoslav delegasyonu ve uluslararasıtaraf katılmıştır. Arnavut delegasyonu o zamanki politik süjeler, UÇK temsilcileri ve bağımsız uzmanlar tarafından oluşmaktaydı. Sırp-Yugoslav delegasyonu ise Sırp yüksek yetkileri ve Sırp hükümetinin temsilcileri tarafından oluşmaktaydı. Konferans üç yüksek başyürütücü olan, ABD’li Kristofer Hil, Avrupa Konseyi’nden Volfagang Petriç ve Rusya Federasyonu’ndan Boris Mayorski tarafından yürütülmekteydi.222 Bu konferansın temel amacı, Kosova’nın siyasal geleceğine dair hukuki ve siyasi bir çözüm bulmak olmuştur. Kosova’nın geçici bir süre için NATO’nun denetimi altına 219 a.y. 220 Türkoğlu,a.g.m., s. 120-121. 221 Gjeke Gjonlekaj, “Ne Rambouillet Kosoves i ishte bere Gjyqi i Solomonit” ( Rambouillete Kosova’ya Solomon YargısıYapılmıştır), Koha Ditore, sayı3128, 2 Mart 2006, s.12. 222Tahiri, a.g.e., s. 52. 85 girmesi, üç yıllık bir süre içerisinde Kosova’nın kendi kendini yönetmesini ve bununla beraber üç yıl sonra nihai siyasal statüsüyle ilgili karar vermesi bu konferansın temel prensiplerini oluşturmuştur. 223* Sırplar anlaşama metnine karşıçıkarak görüşmeleri zora sokmaya başlamıştır. Bunun temel nedeni ise NATO’nun EK B’yi imzalamasını istemesinden kaynaklanmaktadır. Ek B Sırplara göre, bu anlaşmanın temelini oluşturan amaçlarından dolayı, egemenliklerinden vazgeçmek demekti, aynızamanda ise NATO’nun sadece Kosova’da değil, tüm Sırbistan’da serbestçe hareket etmesine izin verilmesi istenmiştir.224 Sırplarıgörüşme sürecine bağlamak için Rusya’nın sorumluluğunun arttırılması konusunda karar verilmiştir. Moskova anlaşmanın sivil konularıyla ilgili konulara karşı çıkmaz iken askeri konularla ilgili bölüme sadece Belgrat’ın evet demesi durumunda karşıçıkmayacaktı. Bu görüşmelerin yavaşilerlemesinin nedeni Sırpların izlediği taktiktir. Görüşmeler 20 Şubat’a kadar devam ettirilmiştir. Sırplara bu durumda tekrar tekrar tanınan süreler caydırıcılığızayıflatmışve Bosna Savaşı’ndan sonra Sırplara tekrar meşruiyet zemini hazırlanmıştır. Bütün çabalara rağmen Rambouillet Konferansı Arnavutlar tarafından imzalanmasına rağmen Sırplar tarafından imzalanmayınca geçerliliğini yitirmiştir.225 Böylece Rambouillet görüşmelerinden bir sonuç alınamayınca 78 gün sürecek olan NATO müdahalesi 24 Mart 1999 tarihinde başlamıştır.226 223Bajrami, a.g.e., s.71. * Rambouillet tasarısının metni için bkz: http://jurist.law.pitt.edu/ramb.htm, ayrıca bkz, Edita Tahiri ,The Rambouillet Conference, Negotiating Process&Documents, Dukagjini,İpek, 2001. 224Vassilis K. Fouskas, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya, Çev. Ali Çakıroğlu, AykırıYayıncılık, İstanbul, 2004, s.59 . 225 Bajrami, a.g.e., s. 74. 226 Türkoğlu, a.g.m., s. 121. 86 1.3.2. Yeni güvenlik algılamalarıçerçevesinde NATO ve Kosova’ya müdahalesi NATO 1999 yılının Mart ayında gerçekleşen olaylar çerçevesinde Yugoslavya’ya saldırarak savaşa girişmişoluyordu. Bunu, hep varolan bireysel veya kolektif nefsi müdafaa hakkınıdesteklemek amacıyla ya da BM GK’nın kesin onayını alarak yapmamıştır227, çünkü ABD öncülüğünde NATO’nun amacıetnik kıyıma giden bu çatışmalarıbir an önce durdurmaktıve BM Anlaşmasına uyarak GK kararının bu bakımdan olumlu çıkmasıRusya ve Çin’nin VETO haklarınıkullanmak istemeleri nedeniyle mümkün gözükmemiştir. BM Anlaşmasına bakıcak olursak, bir ülkeye bombalama gibi bir müdahalede bulunabilmesi için: a) BM Anlaşmasının 39. Maddesine göre GK’nın barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu ya da bir saldırıeylemi gerçekleştiğinin saptaması* b) 42’nci Maddeye göre de her türlü kuvvet kullanımına izin verilmesi gerekmektedir.*228 Daha önce GK’nın Kosova’ya yönelik 3 temel karar aldığınıbelirtmiştik. Bunlardan 1190 sayılıkarar ile GK 39’uncu Madde çerçevesinde belirlenen formüle uyarak Kosova’daki durumun bölgede barışve güvenliğe karşıtehdit oluşturduğunu belirlemiştir. Ama kuvvet kullanmasıiçin gerekli olan ikinci adımıatarak 42’nci Maddeye göre önlem alınmasıyönünde bir karar almamıştır. Bu nedenle, NATO’nun bu 1190 sayılıkarada yapılan belirlemeye dayanarak BM kararınıyerine getirdiğini söylemek mümkün değildir.229 NATO 1999’daki askeri kuvvet kullanımınıGK’nın onayına sunmamıştır, zira Rusya Çin’in de sessiz desteğini alarak bu yönde herhangi bir kararıVETO edeceğini belirtmiştir. Buna karşılık ne Moskova ne Pekin NATO 227 Ivo H. Daalder-Michael E.O’Hanlon, „Kosova’dan FarklıDersler Çıkarmak“, Foreign Policy, Bilgi Üniversitesi Yayını,İstanbul, Güz 1999, ss. 76-88, s. 82. * BM Md. 39. Güvenlik Konseyi, barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu veya saldırıfiilinin oluştuğunu tesbit ederse uluslararasıbarışve güvenliğin korunmasıveya yeniden tesisi için tavsiyelerde bulunur ve 41 ve 42’nci maddeler gereğince hangi önlemlerin alınacağınıkarlaştırır. Bkz: Mehmet Genç, BM ve Uzmanlık Örgütleri Mevzuatı, Ezgi Kitabevi, Bursa-1999, s.,40 * BM Md 42. Güvenlik Konseyi 41’nci md. De belirtilen önlemlerin uygun olmayacaklarına veya uygun olmadıklarının sabit olduğuna hükmderse, uluslararasıbarışve güvenliğin korumasınıveya yeniden tesisi için, hava, kara ve deniz kuvvetleri aracılığıyla gerekli gördüğü her türlü teşebbüse geçebilir. Bu teşebbüse, nümayişler, abluka önlemleri ve Bm üyelerinin hava, deniz veya kara kuvvetleri tarafından yapılabak başka hareketler dahil olabilir. Bkz, Genç, a.g.e., s., 40. 228 Funda Keskin, “Yugoslavya’nın Bombalanmasıve UluslararasıHukuk“, TDP, KurtuluşSavaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II, ed. Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 512. 229 a.g.m., s. 513. 87 müdahalesini engelleyebilecek ve burada yaşanan etnik kıyımıdurdurabilecek alternatif bir çözüm ve strateji sunamamıştır. 230 Diğer yandan, Kosova müdahalesinin herşeyden önce insancıl amaçlıbir müdahale olduğunu görmek çok zor olmamaktadır. Çünkü, bir devlet kendi vatandaşlarına temel insan haklarınıreddedecek ve insanlığın vicdanınısarsacak biçimde davranıyorsa, bu onun iç işi olmaktan çıkar ve müdahale etmek hukuka uygun olur. Bu durumda Sırbistan kendisine verilen uyarılara rağmen Kosova’da yaşayan Arnavutlarıacımasızca öldürerek ve sürgüne zorlayarak kendi vatandaşlarıniteliğinde olan bu halkın temel insan haklarınıreddetmişve insanlık vicdanınısarsacak biçimde davranmıştır. Her nekadar bazıyazarlar Kosova müdahalesini uluslararasıhukuka aykırıolarak görselerde, bu ülkede yaşanan insanlık dramıve 20 bin insanın ölmesi müdahalenin haklıolarak yapıldığının bir kanıtıolmaktadır. 1.3.3. Soğuk Savaşsonrasıbölgeye hâkim olabilme çabalarıile AB ve ABD’nin müdahale ile ilgili tutumları Avrupa devletlerinden Fransa ve İngiltere’nin Kosova sürecinde de öne çıkarak NATO müdahalesi öncesinde yapılan görüşmeler esnasında NATO kararlığınıolumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz. İngiliz-Fransız bloğunun müdahale öncesi barış görüşmeleri esnasında Bosna’ya göre daha sert bir söylem benimsemeleri de Bosna tecrübesinden ders almışolmaktan değil, Dayton ile birlikte bölgeye kaçınılmaz olarak giren ABD’nin bölge politikasındaki ağırlığını yitirmeme çabasından kaynaklanmıştır.231 ABD artık NATO üzerinden Orta ve Doğu Avrupa’da doğrudan müdahil bir konumdadır ve bu konum bölge problemlerini Amerikan stratejisinin doğrudan unsurlarıhaline dönüştürmektedir. Bu nedenledir ki, NATO müdahalesi sürecinde ve sonrasında kendi içinde çatlama yaşayan İngiliz-Fransız-Rus bloğunun hareket alanı Bosna’ya göre daralırken, kıta içi güçler arasındaki diplomatik esneklik alanınıetkin bir şekilde kullanan Almanya önemli bir manevra kabiliyeti kazanmıştır. Almanya böyle bir durumda doğrudan bir ABD etkisinden çok NATO’nun çok taraflıetki alanının 230 Daalder-O’Hanlon, a.g.m., s. 82. 231 Davutoğlu, a.g.e., s. 297. 88 devreye girmesini istemiştir ve böylece Almanya II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk Alman askeri güç kullanımına uluslararasıve ulusal meşruiyet zemininin önü açılmıştır.232 Kosova konusundaki etkisizliğin bölgeye yayılabileceğini ve gerek Bosna gerekse Makedonya’daki ABD ve NATO güçlerini zaafa uğratabileceğini düşünen ABD bu kez zamanlama konusunda daha hassas davranmıştır.233 Amerika’nın liderliğinde 1999’da Yugoslavya’ya yönelik gerçekleştirilen NATO müdahalesi “insani müdahale” olarak tanıtılmış, bunun yanında Sırbistan’daki Miloşeviç rejimine son vermek istemişolmasıda göz önünde bulundurulmalıdır.234 Bu açıdan bakıldığında, müdahalenin hedefi insanlık trajedisini durdurmak ne aynızamanda NATO’nun Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru genişlemesi (Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya) ile beraber Orta ve Doğu Avrupa’da oluşmakta olan yeni stratejik dengelerin merkezine oturmaya başladığıve bu yeni dönemde saldırgan politikalarını sürdüren Miloşeviç’in askeri ve stratejik gücünün törpülenmek istenmesidir. Yugoslavya’nın Soğuk Savaşsüresince Avrupa’nın belli başlıaskeri gücü olmasıda düşünülürse bu törpülenmenin taşıdığıönem daha da netlik kazanmaktadır.235 Ayrıca, bişindiği gibi Arnavutluk, Balkanların güney batısında yer alan, stratejik konumu itibarıyla önemli bir coğrafyada bulunmaktadır. Adriyatik Denizinin çıkış noktasıolmasıve deniz ticareti açısından taşıdığıönemin yanısıra Trakya-Adriyatik karayolu bağlantısının bulunması, otoyol projesinin ve hatta petrol boru hattı projelerinin gündemde olmasınedeni ile son dönemlerde ilgi görmeye başlayan bir ülkedir. Arnavutların yoğun olarak yaşadığıKosova ve Makedonya’nın batısıda, Balkanların kilit noktalarıolarak dikkati çekmektedir. Bu açıdan Arnavutların yaşadığı coğrafya jeopolitik dengeler açısından önemli bir bölgedir. Arnavutların özellikle Kosova ve Makedonya’daki taleplerinin bölge dengelerinde önemli değişikliklere yol açacağınıgören Büyük devletler mevcut dengeleri kendi lehlerine değiştirmenin yollarınıaramaktadırlar. Balkanlara yerleşerek 232 a.g.e., s. 297-298. 233 a.y. 234 Erhan Türbedar, “Kosova Sorunu: Yarım Bırakılmışİş“, Stratejik Analiz, Cilt 5, Sayı49, Mayıs- 2004, ss. 59-65, s. 63. 235 Davutoğlu, a.g.e., s. 299. 89 hem AB hem de Rusya karşısında önemli bir avantaj yakalamak isteyen ABD, Bosna ve Kosova Krizlerinden akıllıca yararlanarak bölgede etkinlik kazanmıştır. Balkanlarda süren rekabette gelişmelerin Rusya aleyhine ilerlediğini görmemek mümkün değildir.236 ABD, küreselleşme sürecinde ortaya koyduğu yeni stratejik hedefleri gerçekleştirmek için Balkanlara yerleşmeyi çıkarlarıaçısından hayati olarak görüyordu. Bu bölgede çıkan sorunlar ve karışıklıkların Avrupalı Devletler tarafından çözülememesi ABD’ye bölgeye yerleşmek için uygun fırsatıvermiştir.237 ABD ve NATO’nun Balkanlar’daki çatışma bölgelerinde gerçekten konuşlanmasıancak bütün taraflar arasında anlaşmaların imzalanmasından sonra olmuştur. Esas mesele, NATO’nun Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin birçoğunda üsler kurarak bu bölgede yayılmasınısağlamak ve bu arada Amerikan donanmasına da liman temin etmekti.238 Balkanlar, “...petrol ve doğal gaz boru hatlarıiçin önemli bir ulaşım yolu ve bu yüzden stratejik bir köprüdür. Bu açıdan Balkanlar, Batıve Doğu Avrasya arasında NATO ve ABD için önemli bir güvenlik boyutu taşıyan jeopolitik bir bekçi olarak” değerlendirilmektedir.239 Önde gelen ABD ve Avrupa petrol yatırımcılarının ortak olduğu Arnavutluk-Makedonya-Bulgaristan Petrolü’nün başınıçektiği Balkanlardan geçen boru hattıprojesi, Bulgaristan’ın Karadeniz’deki Burgaz liman kentinden başlamakta, Makedonya’yıaşarak Arnavutluk’un Adriyatik’teki liman kenti Draç’ta son bulmaktadır. 2005 yılında bitmesi planlanan projede boru hattıKosova’nın güney sınırından sadece 20km. uzağından geçmektedir.240 ABD enerji kaynaklarınıkontrol altına almak ve enerji akışınıgüvence altına almak için bölgeye yerleşme isteğini daha Soğuk Savaşın hemen ardından toplanan NATO konferanslarında açıkça göstermişve doğuya doğru yayılma stratejisini uygulamaya koymuştu. Eski Varşova Paktıülkelerini NATO’ya alarak genişleme süreci başlatılırken, ABD küresel bir güç olarak Doğu Avrupa ve Balkanlara nüfuz etmeye başlamıştır. Sırpların Bosna ve Kosova’da giriştiği “etnik temizlik ve soykırım” ABD’nin bölgeye yerleşmesine ortam hazırlamıştır. 236 http://kisi.deu.edu.tr/bilgin.celik/Tarih%20.html, 19 Aralık 2005. 237 Fouskas, a.g.e., s. 38 238 Catherine Samary, “Protektoralar”, http://www.kozmopolit.com/Druck/haziran03, 15 Haziran 2005. 239 Balkanlarda yapılmasıplanlanan boru hattıprojeleri hakkında bilgi için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, “Balkanlarda Boru HattıYarışı”, Cumhuriyet Strateji, 11 Nisan 2005, sayı:41, s.17-18 240 Fouskas, a.g.e., s. 38-39. 90 NATO ve ABD’nin Kosova harekâtının bölgede stratejik bir konuma kavuşmak amacıtaşıdığıileri sürülürken harekâtın sonuçlarıhakkındaşu yorum yapılmaktadır; “ Sırbistan’ın NATO politikalarıyla uyumlu bir çizgiye getirilmesi, Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’ya NATO’nun denetimde istikrar kazandırılması, başka şeylerin yanısıra Yunanistan ve Türkiye arasında işbirliği sağlanması, BalkanlarıHazar Denizine bağlayan petrol ve doğal gaz boru hatlarıprojelerine ilişkin olasıpürüzlerin giderilmesi” ‘dir.241 Balkanlarda 1990’larda yaşanan karışıklıklar NATO ve ABD’ye, Yugoslavya’daki gelişmeleri Bosna ve Kosova krizleri aracılığıyla zor kullanarak yönetmek, böylece Balkanlar’ıAlman ve Rus etkisinden arındırıp, denetim altına almak için uygun zemini hazırlamıştır. Kosova’ya NATO müdahalesinin en önemli amacının, insani nedenlerden çok NATO’nun doğuya doğru yayılmasıve ABD’nin enerji alanındaki çıkarlarınıgüvence altına alarak Balkanlarda Alman ve Avrupa etkisine son vermek olduğu ileri sürülmektedir.242 Rusya ise bu gelişmeler karşısında sınırlıtepkiler vermiş, karar alma sürecinde dışarıda bırakılmasına ve BM kararıolmaksızın hava saldırısının başlatılmasına karşı çıkmıştır. Şu an için Balkanlarda önemli bir dışgüç görüntüsünden uzaklaşmıştır. Bu durum en çok Sırplarda hayal kırıklığıyaratmıştır. 243 Dolayısıyla, 1999 Washington NATO zirvesi öncesinde müdahalenin gerçekleşmesi bir tesadüf değildir. Soğuk Savaşdengelerinin sarsılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa’da ortaya çıkan jeopolitik boşluk alanınıdoldurmaya kararlıolan ABD ve NATO, Polonya’dan Adriyatik’e inen kuşak üzerinden en ciddi askeri güce sahip olan ve bu gücü bir saldırganlık halinde gösteren Sırp askeri gücü bu operasyonla belli bir düzeyin altına indirilmek istenmişve bunda da başarılıolunmuştur. Operasyonun özellikle hava savunma sistemine yönetilmişolmasının belki de ana sebebi budur. Oysaki Kosova’daki etnik kıyımıgerçekleştiren bu savunma sistemi değildir.244 241 a.g.e., s. 34. 242 a.g.e., s.15. 243 Alexander Nikitin, “BarışıKorumada Ortaklar” http://www.nato.int/docu/review/2004, 28 Ağustos 2005. 244 Davutoğlu, a.g.e., s., 299-300 91 Bilindiği gibi NATO sadece hava harekâtına girişmişve kara gücü kullanımını da baştan devre dışıbırakmıştır. Bu durumda Miloşeviç’in üzerinden büyük bir kısıt kalkmışoldu.245 Kara harekâtına yönelik gerekli lojistik hazırlığın yapılmamışolması hava operasyonlarının ilk safhasında karada yürütülen etnik temizlik harekâtının ivme kazanmasına yol açmıştır. Muhtemel bir kara harekâtıiçin en azından 6 hafta gerekli olduğunun NATO yetkililerince ifade edilmesi de Sırplara bir zaman esnekliği tanımak suretiyle etnik temizlik harekâtının hızlandırılmasına zemin hazırlamıştır.246 Clinton, 18 Mayıs tarihli konuşmasında ”hiçbir seçeneği dışlamadık ve dışlamayacağız” diyerek kara kuvvetlerinin kullanılmasının söz konusu olabileceğinin üzerinde durmuştur. Miloşeviç, kara gücü kullanma konusunda süren tartışmalardan haberdardı. Batıbasınındaki yaygın spekülasyonların yanısıra, Rus barıştemsilcisi Viktor Çernomirdin, NATO’nun hava harekâtısonuç vermezse kara kuvvetlerinin kullanılacağını ve Rusya’nın bunu engellemeye kalkışmayacağını, Miloşeviç’e bildirmişti. Çernomirdin’e göre, Miloşeviç için tek çıkışyolu bir kara savaşıNATO’nun taleplerini arttırmadan önce anlaşmaya razıolmaktı. 3 Haziran’da yani Clinton’un Kuvvet Komutanlarıile toplanıp, kara harekâtıseçeneklerini görüşeceği gün, Miloşeviç kendisine söyleneni yapmıştır.247 NATO hava saldırılarının 72. gününde Yugoslavya Devlet BaşkanıSlobodan Miloseviç, G8'lerin hazırladığıbarışplanınıkabul etmiştir. Miloseviç, planın Sırbistan parlamentosunda 74'e karşılık 136 oyla onaylanmasından sonra, Belgrat’ta bulunan Avrupa Birliği Kosova Özel Temsilci Finlandiya Devlet BaşkanıMartti Ahtisaari ile Rusya Özel Temsilcisi Victor Çernomirdin'e ülkesinin barışplanınıkabul ettiğini bildirdi. Ahtissari, bu gelişme üzerine, Belgrad'dan Avrupa Birliği zirvesi için Köln'de bulunan Avrupa ülkeleri liderlerine bilgi vermek üzere Almanya'ya geçmiştir. Çernomirdin de Moskova'ya dönmüştür. Rus İnterfax haber ajansı, NATO askeri yetkililerinin barış planınıgörüşmek üzere yakında Belgrad'a gidebileceklerini duyurmuştur. 248 245 Daalder-O’Hanlon, a.g.m., s. 78. 246 Davutoğlu, a.g.e., s. 311. 247 Daalder-O’Hanlon, , a.g.m., s. 79-80. 248 “Slobo’dan Barışa Evet”, http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/99/06/04/dunya/01dun.htm, 19 Nisan 2003. 92 Ahtissari, Belgrat'tan ayrılırken yaptığıaçıklamada, iyimser olduğunu, her türlü askeri harekâtısona erdirebilecek duruma gelindiği söylemiştir. Ahtissari, Miloseviç'le görüşmesinde herhangi bir belge imzalamadıklarınıbelirtmiştir. Ahtissari'nin AB liderlerini bilgilendirdiği saatlerde, G8'i oluşturan ABD, Rusya, Japonya, Kanada, Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya'nın atadığıdiplomatlar, barışplanınıBirleşmişMilletler Güvenlik Konseyi kararına dönüştürme çalışmalarına başlamışlardır. Batılıbir diplomat, karar taslağının çok hızlıbir biçimde hazırlanarak Güvenlik Konseyi'ne ulaştırılacağınıbildirmiştir.249 Barışplanında neler var: Yugoslavya’nın kabul ettiği G8'lerce hazırlanan barış planı10 maddede oluşmaktadır:  Kosova'daki baskıve şiddete derhal son verilecek.  Mültecilerin yurtlarına dönmelerine izin verilecek.  Kosova'daki bütün Sırp askeri ve milis gücü belirlenecek süre içinde geri çekilecek.  Bu gücün yerini BM gözetiminde uluslararasıbir güvenlik gücü alacak.  Uluslararasıgüçte NATO askeri varlığıda bulunacak.  Kosova idari olarak da BM'nin denetimine verilecek.  Kosova Ulusal KurtuluşOrdusu silahsızlandırılacak.  Bu işlemlerin tamamlanmasından sonra sınırlımiktarda Sırp askeri ve polis gücü Kosova'ya girebilecek.  Sırp askeri varlığı, uluslararasıinsanıyardım kuruluşlarına destek verecek, mayınlıalanların temizlenmesine katkıda bulunacak.  Yugoslavya toprak bütünlüğü içinde Kosova'ya otonomi verilecek. 250 Bu olaylarıtakiben Sırbistan ile Makedonya Cumhuriyeti sınırındaki Blace ve Kumanova’da KFOR (Kosovo Force) ile Yugoslav SilahlıKuvvetleri ve İçişleri arasında günlerce süren yoğun tartışmalar başlamıştır. Bu görüşmeler Haziran’da bir Askeri teknik Anlaşma ile sonuçlanmıştır. Bu Anlaşma Yugoslav güçlerinin geri çekilişi ve KFOR askerlerinin onların yerini almak üzere ilerlemeleri ile ilgili ayrıntıları belirliyordu. Bundan bir gün sonra ise, 10 Haziran’da BM Güvenlik Konseyi 1244 249 a.g.m., a.y. 250 a.g.m., a.y. 93 sayılı kararıkabul etmiştir.; böylece UluslararasıGüvenlik görevinin NATO başkanlığındaki KFOR tarafından sağlanmasıve UluslararasıSivil Unsur’un UNMİK (BM Kosova Geçici İdari Misyonu) adıaltında bölgede mevcudiyeti resmiyet kazanmıştır. Böylece Kosova’da bundan sonra: -İnsani Yardım Görevi, UNCHR, - Sivilİdare, UNMİK, - Kurum Oluşturma Görevi, AGİT ve - Yeniden Yapılanma Görevi AB, tarafından gerçekleşecekti.251 2. NATO MÜDAHALESI SONRASINDA KOSOVA’NIN DURUMU BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 numaralıkararıgereğince, Kosova kağıt üzerinde Sırbistan ve Karadağ’ın bir parçasıolarak gözükmektedir. Ancak fiili durumuna bakıldığında, Sırbistan’ın Kosova’daki gelişmelerde neredeyse tamamen devre dışıkaldığıgözlemlenmektedir.252 İlk başta Kosova’nın iç egemenliğe dayalıbir otonomiye sahip olmasıtemel çözüm alternatifi olarak sunulmaktaydı. Ancak soyut bir otonomi alternatifinden çok otonominin muhtevasıönem taşımaktadır. Yugoslavya içerisinde Karadağ benzeri kurucu bir statü ya da Bosna içindeki Sırp Cumhuriyeti gibi iç sınırlarıegemenlik alanı şeklinde tanımlanmışbir de facto otonomi benzeri bir çözüm Kosova’nın geleceği için bir kıyas niteliği taşıyabilir. Yoksa Sırbistan içinde tanınan kültürel/ekonomik ağırlıklı bir otonomi, Kosova için herhangi bir güvenlik ve istikrar garantisi oluşturmayacaktır. Daha önce çok daha kuvvetli bir otonominin Sırp yetkililerce merkezi bir kararla kaldırıldığınıbilen Kosovalılar için otonomi ancak ve ancak iç egemenlik alanının net olarak tanımlandığıbir durumda kısmi bir çözüm niteliği taşıyabilir.253 Ancak hiç kimse sorunun otonomi ile çözülmesinin mümkün olmayacağı üzerinde kafa yormak istememiştir. Çünkü Kosova’daki sorunlar 1974 Yugoslav 251 Mike Jackson, “KFOR Kosova’nın Geleceğiİçin Güvenlik Sağlıyor”, NATO Dergisi, No 3, Sayı48, Sonbahar-1999, ss., 14-17, s.15. 252 Türbedar, a.g.m., s. 59. 253 Davutoğlu, a.g.e., s. 313. 94 Anayasasıile bu bölgeye verilen kapsamlıözerkliğin 1980 sonrasında yeterli olmaması ve Arnavutların Yugoslavya içerisinde yedinci cumhuriyet olamaya çalışmasıile başladığıbilinmek zorundadır.254 28 Ekim 2000’de Kosova’da düzenlenen yerel seçimlerden, Kosovalı Arnavutların ılımlılideri olarak tanınan İbrahim Rugova’nın, eski UÇK lideri Hashim Thaqi’nin karşısında galip çıkması, Kosova’nın statüsünün çözümü konusunda, Arnavutların şiddeti değil, en başta demokratik araçlarıtercih ettiklerini göstermiştir. Buna rağmen, hem Rugova’nın hem de Thaqi’nin Kosova yerel seçimlerini bağımsız Kosova’ya doğru atılan ilk adım olarak yorumlamaları, ikisinin de Kosova’nın bağımsızlığından vazgeçmeyeceklerini göstermektedir. Durumun böyle olması, Kosova’ya bağımsızlığın tanınmamasıdurumunda, Arnavutlar arasında yeni bir milliyetçilik dalgasının yükseleceğine, bölgenin tekrar istikrarsızlaşacağına dair önemli ipuçlarıvermektedir ki Mayıs 2004 olaylarıbunun en önemli göstergesidir. UNMIK, Kosova’da öz-yönetimi yapılandırma, kurumlar oluşturulduktan sonra idari sorumlulukları öz-yönetim geçici kurumlarına devretme, nihai statüsün belirlenmesine yönelik siyasal süreci hazırlamak konusunda yardımda bulunmak ve son aşamada öz-yönetim geçici kurumlarından yetkiyi siyasal anlaşmayla kurulmuş kurumlara devretmek amacınıgütmektedir. UNMİK sivil idareyi organize etme konusunda olabildiğince yavaşdavranmıştır. Yönetimde de başarılıolduğunu söylemek pek mümkün değildir (bazıalt yapıinşalarıve adil seçimlerin gerçekleşmesinin başarısı dışında). Ayrıca nihai statü konusundaki çalışmalarda ve yetkilerini devretme konusunda da pek fazla birşey yaptığısöylenemez. 255 17 Mart 2004’te Kosova ve ardından Sırbistan’da yaşanmaya başlayan şiddet eylemleri, Sırp ve Arnavutlar arasındaki nefret dolu duyguların son derece taze olduğunu ve en küçük bir sokak kavgasının bile, bölgesel bir çatışmaya dönüşme eğilimini taşıdığınıgöstermiştir. Özellikle Arnavutların ezici bir çoğunluğu teşkil ettiği Kosovalıların, bağımsızlık arzularınızedeleyebilecek olan bütün gelişmelere karşı koyacaklarımesajınıhem Sırbistan’a hem de uluslararası topluluğa ilettikleri söylenebilir. Dolayısıyla, normal koşullarda Kosova’nın nihai statüsünün 254 Ünal, a.g.m., s. 132. 255 Perritt, a.g.m., s. 4. 95 görüşülmesinin planlandığı2005 yılında, bölgede sıcak gelişmelerin yaşanabileceğini söylemek mümkündür. 256 2.1. Kosova Geçici Özyönetim Anayasa Çerçevesi ve Kosova’nin Yapısı 10 Haziran 1999 tarih ve 1244 SayılıBirleşmişMilletler Güvenlik Konseyi Kararı(1999) ile kendisine verilen yetkiye dayanarak, Genel Sekreter Özel Temsilcisi, Kosova’da Geçici Yönetim Yetkisine ilişkin olarak 25 Temmuz 1999 tarih ve 1999/1 SayılıBirleşmişMilletler Kosova Geçici Yönetim Misyonu (UNMIK) Yönetmeliğini dikkate alarak, Kosova halkının serbest ve adil seçimlere katılımıile yasama, yürütme ve yargıalanlarında öz-yönetim geçici kurumlarıtesis edilene ve nihai bir çözüme varılana kadar, Kosova’da anlamlıbir öz-yönetimin geliştirilmesi için, mevcut düzenleme ekinde yer alan “ Kosova Geçici Öz-yönetim Anayasal Çerçevesini” 15 Mayıs 2001 de yürürlüğe koymuştur. Kosova, bu Anayasal Çerçeve ve BM GK 1244 SayılıKararına (1999) uygun olarak yasama, yürütme ve yargıorganlarıve kurumlarıtarafından demokratik bir biçimde yönetilmelidir. Öz-Yönetim Geçici Kurumlarışunlardır: (a) Meclis, (b) Kosova Başkanı, (c) Hükümet, (d) Mahkemeler ve (e) Bu Anayasal Çerçevede belirtilen diğer kurum ve kuruluşlar. Öz-Yönetim Geçici Kurumlarının merkezi Priştine’dir. Öz-Yönetim Geçici Kurumları, sadece UNMIK yönetmeliklerince belirlenen ya da belirlenecek olan sembolleri kullanır. Öz-Yönetim Geçici Kurumlarıaşağıdaki alanlarda sorumluluklara sahiptir: (a) Ekonomi ve finans politikası, (b) Mali ve bütçe konuları, (c) Yönetim ve yürütülen gümrük çalışmaları, 256 Türbedar, a.g.m., s. 59. 96 (d) Yerli ve yabancıticaret, endüstri ve yatırımlar, (e) Eğitim, bilim ve teknoloji, (f) Gençlik ve spor,. (g) Kültür, (h) Sağlık, (i)Çevre koruma, (j) Çalışma ve sosyal refah, (k) Aile, cinsiyet ve küçükler, (l) Ulaşım, posta, telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri, (m) Kamu yönetimi ve hizmetleri, (n) Ziraat, ormancılık ve kırsal gelişim, (o)İstatistik, (p) Saha planlama, (q) Turizm, (r)İyi yönetim, insan haklarıve eşit fırsatlar, (s) Yabancılarla ilgili işler (Kosova dışında yaşayan kişiler). Meclis, Kosova’daki Öz-Yönetim Geçici Kurumlarının en üst düzeydeki temsil ve yasama organıdır. Meclis, gizli oylama ile seçilen 120 üyeden oluşur. Mecliste, Meclisin 120 sandalyesinden yüz (100) adeti, seçimlerde aldıklarıgeçerli oylarla orantılıolarak tüm partiler, koalisyonlar, yurttaşinisiyatifleri ve bağımsız adaylar arasında paylaştırılır. Mecliste 120 sandalyeden yirmi (20) adeti, Kosova’daki Arnavutlar dışında kalan toplulukların ek temsilinin sağlanmasıiçin aşağıdakişekilde paylaştırılır: On (10) sandalye, Kosova Sırp Topluluğunu temsil ettiğini ilan eden partiler, koalisyonlar, yurttaşinisiyatifleri ve bağımsız adaylar arasında paylaştırılır. Mecliste, bu sandalyeler seçimlerde aldıklarıgeçerli oylarla orantılıolarak anılan bu partiler, koalisyonlar, yurttaşinisiyatifleri ve bağımsız adaylar arasında paylaştırılır. Diğer on (10) sandalye ise şu şekilde paylaştırılır: Roma, Aşkali ve Mısır Topluluklarıdört (4), Boşnak Topluluğu üç (3), Türk Topluluğu iki (2) ve Gorani Topluluğu bir (1). Mecliste, bu Topluluk ya da Topluluk gruplarına ayrılan sandalyeler seçimlerde aldıklarıgeçerli oylarla orantılıolarak bu tür Topluluklarıtemsil ettiklerini 97 ilan eden partiler, koalisyonlar, yurttaşİnisiyatifleri ve bağımsız adaylar arasında paylaştırılır.257 2.2. Kosova’da 17 Mart 2004 Olaylarıve Bölgede Güvenlik 17 Mart 2004’te Kosova’da yaşanmaya başlayan ve üç gün sürenşiddet olayları, Balkanlarda savaşların bitmediğini, sadece uluslararası topluluk tarafından yasaklandığınıortaya koymuştur.258 Kosova’nın Sırplarla Arnavutlar arasında bölünmüşşehri Mitroviça’da 17 Mart’ta bir Arnavut’un bir Sırp öğrenciyi yaraladığı, ardından da Sırpların kovaladığı iki ya da üç Arnavut çocuğun nehirde boğulduğu iddiasışiddetin fitilini tekrar ateşlemiştir. NATO’nun ArnavutlarıSırp şiddetinden kurtarmak için düzenlemişolduğu harekâttan yaklaşık beşyıl sonra yeniden tırmanan etnik gerilimin bilançosu 28 ölü ve 600’ün üzerinde yaralıolmuştur. Ölenler arasında bir BM aracına düzenlenen saldırıda hayatınıkaybeden iki BM polisi de bulunmakta olup yaralıların ise en az 61’ini KFOR’a bağlıaskerler oluşturmaktadır. Olaylarda Sırplara ait evler de zarar görmüştür: 400’den fazla ev harabeye dönmüş, 72 BM aracıdaşiddet nedeniyle zarar görmüştür.259 Olayların bir anda Kosova’nın diğer şehirlerine yayılması, hatta Sırbistan’da da yansımalarının görülmesi farklışekillerde yorumlanabilir: Bir bakışaçısına göre Sırplarla Arnavutlar arasındaki gerilim zaten mevcuttu ve bu olay gizli nefretin yeniden gün ışığına çıkmasına neden olmuştu. Başka bir bakışaçısıise son günlerde bölgede yaşananların önceden örgütlenmiş, planlanmışbir eylem olduğu şeklindedir. Aslında gerek BM gerekse AB’den gelen son açıklamalar yaşanan şiddetin organize olduğu yolundadır. AB’nin Dışİlişkiler Komiseri Javier Solana, bu eylemlerin bazıgrupların planlarıçerçevesinde gerçekleştiğini belirtmiştir. Solana bu bağlamda doğrudan Arnavut siyasi partilerine seslenerek olaylarıgerçekleştirdiği düşünülen grupların saf dışıbırakılmalarınıistemiştir. Olayların kendiliğinden gerçekleşmediğini belirten AB 257 genis bilgi icin bkz , ww.unmikonline.org/pub/misc/FrameworkPocket_TUR.pdf, 11 Ağustos 2005. 258 a.g.m., s.59. 259 http://fbc.binghamton.edu/commentr.htm 98 Komiseri, bu olaylarıdüzenleyenlerin muhtemelen siyasi partilere üye olduklarınıifade etmiştir.260 Ekim 2003’te uluslararasıtopluluğun baskılarıyla Kosova ile Sırbistan arasında bir diyalog süreci başlatılmıştır. Normal koşullarda bu sürecin Mart veya Nisan 2004’te devam etmesi gerekirdi. 23 Ekim 2004’te Kosova’da parlamento seçimleri düzenlenecek, dolayısıyla, Sırplarla müzakere etmek oy kaybetmek anlamına gelecektir. Bü yüzden son olaylar bir bakıma siyasetçiler için yararlıolmuştur. Çünkü şu anda Sırbistan Kosova’daki gelişmelerde devre dışıkalmıştır ve istisnalar hariç neredeyse bütün kontrol Arnavutların elindedir. 261 Kosova’nın Sırbistan ile müzakeresini talep eden Temas Grubu’dur. Temas Grubu içinde yer alan ülkelerden 4’ü, aynızamanda VETO hakkına sahip BM GK’nın daimi üyeleridir. Dolayısıyla Temas Grubunun karar ve kurallarına uymayan taraf Kosova’nın nihai statüsü konusunda son sözü söyleme hakkına sahip olan GK’yı karşısında bulabilecektir.262 Bilindiği gibi Kosova’daki savaşıbüyük bir ölçüde Amerikalılar yürütmüştü. Saldırıuçuşlarının 2/3’si ABD uçaklarıtarafından gerçekleşmiştir. Hemen hemen tüm hedefler ABD’nin istihbarat birikimi kullanılarak tespit edilmişve hassas güdümlü silahların tümüne yakını, Amerikan uçaklarından fırlatılmıştır.263 Ne var ki, Amerika’nın Arnavutlara olan desteği, Orta Doğu’daki meşguliyeti yüzünden mevcut koşullarda yarım kalmışgözükmektedir. ABD bölgedeki sorunların çözümü ve bölgenin yeniden yapılanmasıiçin topu AB’ye atmışbulunmaktadır. Burada vurgulanmaya çalışılan, işin mali kısmıyüzünden, Amerika’nın Balkanlar’ısiyasi anlamda AB’ye terk ettiğidir. Günümüzde Kosova’nın yeniden yapılanmasıiçin verilen bağışlardan sadece %15’i Amerika’ya aittir. Bütün bunlar, ABD’nin Kosova’daki varlığınısona erdirmeye çalıştığışeklinde algılanmamalıdır. Herşeyden önce ABD’nin Kosova’daki askeri varlığının daha uzun süreceği ortadadır. 1999’da Kosova’da inşa 260“Kosovo LDK, PDK, AAK Parties Deny Organizing 17-18 March Violence”, http:// www.bbc.uk., 29 Mart 2004. 261 Erhan Türbedar, “Sırbistan-Kosova Diyaloğu: Ekranların Yeni Yarışma Programı”, Stratejik Analiz , Cilt 4, No 43, Kasım 2003, ss. 55-60, s.52. 262 Türbedar, Kosova Sorunu: …, s. 61. 263 Daalder-O’Hanlon, a.g.e., s. 84. 99 edilen “Bondsteel” askeri üssü, Vietnam savaşından bu yana, Amerika sınırlarıdışında inşa edilen en büyük askeri üs olarak bilinmektedir.264 AB’nin ve ABD’nin Kosova’ya yaklaşımlarındaki ortak nokta, Kosova’nın Sırp ve Arnavutlar arasında bölünmesine karşıçıkmalarında yatmaktadır. 2.3. 2004 Parlamento Seçimleri Kosova 23 Ekim 2004’te parlamento seçimleri için sandık başına gitmiştir. Dünya medya kaynaklarıKosova seçimlerine genişyer verip, genel olarak Kosova’nın nihai statüsünün çözüme kavuşturulamadığınıhatırlatmışve seçimleri boykot eden KosovalıSırpların zor koşullarda yaşadığınıkaydetmiştir. Birçok medya kaynağı, Sırpların seçim boykotunu, UNMIK’in çok etnikli projesinin suya düştüğü şeklinde yorumlamıştır. Buradan bir kez daha, uluslararasıtopluluğun çok etnikli Kosova ile genelde Sırp ile Arnavutların bir arada yaşamasınıkast ettiği, Kosova’da yaşayan diğer topluluklarıise ihmal ettiği anlaşılmaktadır. Açıklanan seçim sonuçlarına göre, ilk üç parti içinden Kosova Demokratik Birliği (LDK) oyların %45,30’unu, Kosova Demokratik Partisi (PDK) % 28,65’ini, Kosova’nın Geleceği için İttifak (AAK) ise % 8,28 oy alabilmiştir. 2001’deki seçim sonuçlarına kıyasla aşağıyukarıbenzer bir siyasi dengenin ortaya çıkmışolması, Kosova siyasi sahnesinin istikrarlıolduğu şeklinde yorumlanabilir. Ancak bu, Kosova içi siyasi ilişkilerin normal olduğu anlamına gelmez. Geçen hükümetin çok zor bir şekilde kurulabilmişolmasının yanısıra, hükümette hizmet etmişolan bazıbakanların muhalefet gibi davrandıklarıda bilinmektedir. Bu yüzden LDK yeni hükümeti kurmakta yine zor bir seçim yapmak durumunda kalmıştır.265 Nitekim LDK bu kez hükümetini AAK ile koalisyona girerek kurmuştur. AAK başkanıolan Ramush Haradinaj Başbakanlık koltuğuna geçmiş, ancak kısa bir süre sonra, 2004 yıllarının sonunda Kosova savaşısırasında Arnavut olamayan topluluklara karşıkıyım gerçekleştirdiği gerekçesiyle Lahey UluslararasıSuçlar Mahkemesine bir suçlu olarak çağırılmıştır, Haradinaj ise gönüllü olarak hiç çekinmeden kendisi Başbakanlıktan istifa ederek La 264 Türbedar, Kosova Sorunu: …, s. 63. 265 Erhan Turbedar, „Kosova: Aktörler Aynı, Roller Değişti“, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=106&kat1=3&kat2, 27 Aralık 2006. 100 Hay’e gitmiştir. Onun yerine AAK parti başkanıolan Bajram Kosumi başbakanlığa getirilmişancak onunda standartlarıgerçekleştirme yolunda gerektiği kadar başarı sağlamamasısonucu, KPC’nin (Kosova Protection Corps) başında olan Agim Çeku, ordudan çekilerek 2005 yılının sonunda başbakanlığa getirilmiştir. 2.4. Kosova İçin Yeni Statüko’nun Hazırlanmasıve Statü için Müzakerelerin Açılması — Kosova için Standartlar Kosova Sorununun çözümü öylesine güçlüklerle dolu ki, BM’nin Kosova’ya atadığıtemsilciler ya görev sürelerini zorlukla tamamlamakta ya da tamamlamadan çeşitli bahanelerle görevlerinden istifa etmektedirler. 1999 yılından beri BM’nin Kosova’ya atadığıtemsilci sayısının altıya çıkmasıbunun göstergesidir. Dördüncü temsilci Finli Harri Holkeri süresinin dolmasına 2 ay kala sağlık sorunlarınıgerekçe göstererek istifa etmiştir. 2004 Haziranından itibaren Danimarkalıdiplomat Soren Jessen-Petersen bu görevini 2006 Haziran’a kadar devam ettirmiştir. Son olarak bu görevi Johacim Ruker yürütmektedir.266 Kosova’nın geleceği konusunda BM’nin yaptığı ilk önemli çalışma, Kosova’nın nihai statüsüne ulaşmasıiçin izlenmesi gereken aşamalarıbelirten bir yol haritasıhazırlamasıdır. 10 Aralık 2003 tarihinde Kosova İçin Standartlar belgesi olarak adlandırılan belgenin açıklanmasısırasında yapılan törene KosovalıSırp liderlerin katılmamasıçözümün zorluğunu açıkça göstermiştir. Dönemin UNMIK başkanıHolkeri, belgede; “Etnik kökeni ne olursa olsun bütün toplumların saygı gördüğü, serbestçe dolaşabildiği, çalışabildiği ve kendi dillerini kullanabildiği, hükümet kurumlarının ayrım yapmaksızın bütün Kosova halkına hizmet ettiği ve herkes için adil hak ve güvenliğin mevcut olduğu bir toplumun” ayrıntılıbir tanımlamasının yer aldığınıifade etmiştir.267 10 sayfadan oluşan belgede BM, nihai statü görüşmelerine başlanmasıiçin 8 standarda ulaşılmasışartınıkoymuştur. Bu standartlar; 266 http://www.zaman.com.tr/ Fikret Ertan, 29 Mayıs 2004. 267 “UNMİKŞefi Kosova HaritasınıSundu“, www.balkan-info.com, 25 Mart 2006. 101 1. Demokratik kurumların yerleşmesi 2. Mültecilerin geri dönüşü-ki bu daha çok Sırpların dönüşü anlamınıtaşıyor 3. Etnik gruplar arasında diyalogun yerleşmesi 4. Hukukun üstünlüğünün yerleştirilmesi 5. Serbest dolaşım 6. Mülkiyet haklarının güvenliğe kavuşturulması 7. Ekonomik kurumların oluşturulması 8. Kosova Koruma Güçleri’nin ordu görüntüsünden uzaklaştırılması, dır.268 Kosova ile ilgili haberlerde en çok anılan isimlerden biri, BM Kosova Özel Elçisi Kai Eide olmuştur. Norveçli diplomat Eide, Kosova için belirlenmiş standartların ne ölçüde yerine getirilmişolduğunu değerlendirmek üzere, BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından Haziran 2005’te görevlendirilmiştir. 2005 yılında Kosova’nın statüsü üzerine müzakerelerin başlayıp başlamayacağımeselesinin, Eide’nin değerlendirmesine bağlıolacağıbelirtilmektedir. Hatırlatmak gerekirse, uluslararasıtopluluk Kosova’da “önce standartlar sonra statü politikası” izlemekte ve bununla Kosova’nın nihai statüsünün belirlenmesinden önce, sekiz başlık altında toplanmışstandartların yerine getirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.269 Medya kaynaklarına yansıyan bilgiler, Eide’nin Kosova’da gördüklerinden pek memnun olmadığınıgöstermektedir. Nitekim Annan’ın GK’ya sunduğu 23 Mayıs 2005 tarihli raporda da standartlar konusunda daha çok şeyin yapılmasıgerektiği belirtilmektedir. Standartların yerine getirilmesi konusunda Kosova’nın yeterince ilerleyemediği hususu uzun süreden beri konuşulmaktadır. Buna rağmen uluslararası topluluk Kosovalıları, 2005’te statü müzakerelerinin başlatılabileceği konusunda ümitlendirmiştir. Uluslararası topluluğun Kosova’daki şiddet tehlikesinin farkında olduğu apaçıktır. Bu yüzden bir daha Kosova’da “yanan BM arabalarını” görmemek için, statü üzerine başlatılmasıbeklenmektedir. 2005 yılının sonuna doğru adalet ve içişleri alanlarında bazıyetkilerin bakanlıklar düzeyinde, Kosova’nın geçici BM yönetimi 268 Bilgin Çelik, „Vesayetten Bagimsizliga mi? :Kosova’nin Gelecegini Belirleyecek Muzakere Süreci Yakinda Basliyor“, http://www.usakgundem.com/makale, 09 Mayıs 2007. 269 Erhan Türbedar, “Kosova Sorunu’na Yeni Statüko Hazırlanıyor”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=674&kat1=23&kat2, 02 Mayıs 2005 102 UNMIK’ten Kosova Hükümeti'ne devredilmişolmasının gerisinde yatan temel nedenin, o sıralarda Kosova’da iyice gerginleşmesi beklenen ortamın yumuşatılmasını sağlamak olduğu söylenebilir. 270 BirleşmişMilletler, varlığının 60. yıldönümünü kutladığı24 Ekim 2005 tarihinde, GK’nın kararıyla Kosova’nın gelecekteki statüsü üzerine müzakerelerin başlatılmasına yeşilışık yakmıştır. Bununla, son altıyıldan beri BM yönetimi UNMIK tarafından idare edilen Kosova’nın tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Diğer taraftan Sırbistan, tarihinde ilk defa silaha sarılmadan, bir toprak sorununa medeni yoldan çözüm aranan bir sürece girmişbulunmaktadır271 BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından, Sırpların pek fazla hoşlanmadığıeski Finlandiya Devlet BaşkanıMarti Ahtisaari’nin arabulucu olarak atanacağı ve müzakerelere mekik diplomasisini (shuttle diplomacy) uygulanacaktır.272 1999’daki NATO’nun Yugoslavya’ya müdahalesi öncesinde Sırp ve Arnavut taraflarıarasında arabuluculuk yapmışolan Ahtisaari’nin ismi, UluslararasıKriz Grubu’nun (ICG) yönetim kurulu üyeleri arasında da geçmektedir. Oysa ICG’nin 24 Ocak 2005 tarihli raporunda yer alan Kosova’ya bağımsızlığın verilmesi gerektiği çağrısıyüzünden, Sırbistan’da Ahtisaari’ye tereddütle bakılmaktadır.273 KosovalıArnavutların Amerika’nın desteğine güvenmekte oldukları, Sırpların ise BM GK’nın sözünden dönmeyeceğini ümit ettikleri görülmektedir. Hatırlatmak gerekirse, BM GK’nın 1244 sayılıve 10 Haziran 1999 tarihli kararında, Kosova’nın gelecekte Sırbistan ve Karadağ’ın bir parçasıolarak kalmasıöngörülmüştür. GK 1244 SayılıKararıkabul ettiği gibi, bu kararıdeğiştirmeye yetkili tek kurumdur. Ne var ki Sırbistan, veto hakkına sahip GK daimi üyelerinden sadece Rusya ve Çin’e güvenebilmektedir. Çünkü diğer daimi üyeler ABD,İngiltere ve Fransa’nın, Kosova’ya “şartlıbağımsızlığın” tanınmasıgerektiği düşüncesini benimsedikleri bilinmektedir. 270Türbedar, “Kosova Sorunu’na..., a.g.m. 271 Erhan Türbedar, “Kosova’nın Statüsü Müzakereye Açılıyor”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=728&kat1=23&kat2, 25 Mayıs 2005. 272 a.y. 273 Erhan Türbedar, “Müzakelere Doğru Kosova”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=722&kat1=23&kat2, 21 Ekim 2006. 103 Oysa şartlıbağımsızlık, eninde sonunda Kosova’yıtam bağımsızlığa doğru götüreceği için, Arnavutlar için kabul edilir bir çözümdür.274 2.5. Sırbistan-KaradağCumhuriyetinin Kurulmasıve Karadağ’ın Ayrılması Bu arada, Sırbistan-Karadağeski Yugoslavya'nın bir arada kalan iki parçasıolan Sırbistan ve Karadağarasında, önce 1992'de Yugoslavya Federal Cumhuriyeti adıyla oluşturdukları, ancak bu tanımın uluslararasıcamiada kabul görmemesi üzerine, 4Şubat 2003'de resmen benimsedikleri birliğin adıdır. Bu birlik içinde ki iki ulusal oluşumu teşkil eden Sırbistan ve Karadağ pek çok alanda kendi politikalarınıbelirleme serbestliğine sahiptirler. Kosova ve Voyvodina bu birliğin içinde otonom bölgeler olarak otomatikman yer almışlardır.275 Sırbistan ve Karadağ devlet birliğinin beşortak bakanlığıvardı: Dışişleri bakanlığı, savunma bakanlığı, uluslararasıekonomik ilişkilerden sorumlu bakanlık, iç ekonomik ilişkilerden sorumlu bakanlık ve insan ile azınlık haklarının korunmasıyla ilgili bakanlık. Ancak, bu bakanlıkların hiçbiri gerektiği ölçüde işlevsel olamamıştır. Yürürlüğe giren yeni devlet anayasasıda, hem Sırbistan hem de Karadağtarafından defalarca çiğnenmiştir. Bu süreç içinde Karadağiktidarı, Sırbistan yüzünden AB yolunda yavaşilerlediklerini sık sık dile getirmişve bağımsızlık durumunda Karadağ’ın AB’ye daha erken üye olabileceğini savunmuştur. Nitekim Karadağyetkilileri bu konuda haklıolduklarınıdefalarca göstermişlerdir. Örneğin, en son olarak 3 Mayıs 2006’da, Belgrat’ın eski Yugoslavya ile ilgili UluslararasıSavaşSuçlarıMahkemesi ile yetersiz işbirliği yüzünden, Karadağda cezalandırılmıştır. Sırbistan, savaşsuçlusu Ratko Mladiç’i bu Mahkeme’ye teslim etmediği için, AB, Sırbistan ve Karadağile başlattığı“İstikrar ve Katılım Anlaşması” müzakerelerini askıya almıştır.276 Podgoritsa’nın, Sırbistan ve KaradağDevleti’nin Çekoslovakya modeline göre bölünmesi önerisini Belgrat reddedince, Karadağhalkoylamasıyolunu tutmak zorunda 274 a.g.m. 275 “Sırbistan-Karadağ”, http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C4%B1rbistan-Karada%C4%9F, 21 Aralık 2006. 276 “Prekinuti Pregovori sa EU”, http://www.b92.net ,03 Mayıs 2006 104 kaldı.277 AB’nin, Karadağ’ın bu kararınıbeğenmediğini gösteren olgu, Podgoritsa’ya halkoylamasıyla ilgili dayatılan kriterdir. Resmi görüşünü 16 Şubat 2006’da açıklayan Brüksel, Karadağ’ın statüsünü değiştirme kararının geçerli olabilmesi için, halkoylamasına katılanlardan en az yüzde 55’inin oyunu almasıgerektiğini belirtmiştir. 21 Mayıs 2006’daki halkoylamasında, Karadağhalkıtarihî bağımsızlığınıgeri almayıbaşardı. Bağımsızlığın küçük bir farkla kazanılmışolması, Sırbistan ile beraberliğin devam etmesi için mücadele eden siyasi bloğu usulsüzlük şikâyetlerinde bulunmaya sevk etmiştir. Ancak, bütün halkoylamasısüreci AB ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın sıkıdenetimi altında gerçekleştiği için, şaibeye pek yer bırakılmamıştır. Bu arada halkoylamasısonuçları, ülke statüsü konusunda Karadağ vatandaşlarının neredeyse yarıyarıya bölünmüşolduğunu (bağımsızlığa yüzde 55,5 evet oyuna karşılık, yüzde 44,5 hayır oyu) bir kez daha ortaya koymuştur. Bu bölünmüşlük, Karadağ’daki toplumsal barışın en büyük tehdididir. 21 Mayıs gecesi Karadağ’ın bir kargaşaya sürüklenmesi engellenmişse, bunun temel sebebi, halkoylamasıile ilgili sürecin bütün aşamalarında AB temsilcilerinin yer almışolmasıdır.278 Karadağ bağımsızlığının Balkan ülkeleri tarafından sıcak karşılandığı belirtilmelidir. Özellikle Hırvatistan ve Bosna-Hersek gibi Karadağ’ın komşuları, söz konusu bağımsızlığın nihayet “Büyük Sırbistan” hayalini tarihe gömeceğine inanmaktadır. Büyük ihtimalle Karadağ’ın bağımsızlığınıilk tanıyacak olan bu Balkan ülkeleridir. Karadağ’ın bağımsızlığına en çok sevinenlerden biri Kosova olmuştur. Karadağ’dan farklıolarak, YSFC içinde Self Determinasyon hakkınıhiçbir zaman elde edememişolan Kosova, en çok Sırbistan’ın özerk bir bölgesi statüsüne yükselebilmiştir. Gelinen noktaya bakıldığızaman, benzer durumun kâğıt üzerinde günümüzde de devam ettiği görülmektedir. Sırbistan’ın bütün hukuki belgelerinde, Kosova’ya özerk bölge muamelesi yapılmaktadır. Diğer taraftan 10 Haziran 1999’da BM GK tarafından kabul edilen 1244 sayılıKarar’da da, Kosova’ya YFC sınırlarıiçinde genişbir özerklik vaat edilmektedir. BM GK’nın 1244 sayılıKararı’nın kabul edilmesinden sonra yaşanan önemli bir gelişme, YFC’nin tarihe karışmasıve yerine “Sırbistan ve Karadağ” devlet 27714 Mart 2002 tarihli anlaşma gereğince, 4Şubat 2006’dan sonra hem Sırbistan’ın hem de Karadağ’ın bağımsızlık halkoylamasıdüzenleme hakkıdoğmuştur. 278 Erhan Turbedar, “Sırbisan ve Karadağın Yollari Ayrıldı,” , http://www.asam.org.tr/temp/temp101.pdf, 22Şubat 2007. 105 birliğinin ilan edilmişolmasıdır. Bu yüzden, 1244 sayılıBağımsız Sırbistan’ın yapması gereken ilk işlerden birisi, daha önce Sırbistan ve Karadağ’ın ortak olan bazı bakanlıklarını, bu sefer Sırbistan düzeyinde belirlemektir. Benzer şekilde eskiden ortak olan ordu, Sırbistan ordusuna dönüştürülüp, yeni genelkurmay atanmalıdır. Sırbistan’da mevcut koalisyon hükümetinin “kırılgan ayaklarla” yere bastığıbir dönemde, bu tür konular üzerinde uzlaşmaya varmak kolay değildir. Bu ve diğer sebepler yüzünden, 2006 yılıiçinde Sırbistan’da erken seçimlerin düzenlenmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Bu seçimlerin ardından ise; Karadağ’ın kopması, Kosova’da işlerin yolunda gitmemesi, savaşsuçlarıkonusunda uluslararası topluluğun artan baskıları gibi nedenlerden dolayı, Sırbistan’daki radikalleşme eğilimleri yükselebilir.279 2.6. Müzakerelerin Başlaması, Tarafların Tutumu ve UluslararasıTopluluğun Görüşleri Uluslararasıtoplum, savaşve barışkonularında eski Yugoslavya içerisinde 15 yıldan beri faal durumdadır. Balkanlar’ın bu bölümü, daha önce tarihte hiç bir zaman ve hiç bir yere gerçekleşmemişfinansal ve askeri yardımlarla boğulmuştur. Bunun sonuçlarının yer yer olumlu olduğunu söylemek mümkündür. Buna göre, 1990’larda etnik olarak temiz devletlerin oluşturulmak istenmesi sonucu patlak veren savaşlar sona ermiştir. Bugün ise Balkanların bu bölgesine baktığımızda durumun giderek daha da olumlu yöne uzandığınıgörmemiz mümkündür. Yugoslavya’dan ilk ayrılan cumhuriyet olan Slovenya AB ve NATO’nun üyesidir. Hırvatısan, General Ante Gotovina’nın yakalanmasınıve Lahey Uluslararası suçlar mahkemesine teslim edilmesinden sonra, AB ile tam üyelik konusunda görüşmelere başlamıştır. Bosna-Hersek siyasal liderleri kendi hükümetlerini daha da güçlendirmek ve AB’ye uygunluk sağlamak için, Dayton Anlaşmasınıreform etme çabasıiçerisindedirler. Makedonya, 2001 yılındaki Makedon ile Arnavutlar arasındaki küçük ölçekli çatışmadan sonra, AB’ye girmek için çok daha yakın hale gelmiştir. Ohri Anlaşması, ülkeye barışıgetirmişve ayrıca Arnavutlara genişhaklar verilerek, Makedonya kurumlarıiçerisinde yer almalarıve temsil edilmeleri sağlamıştır. Böylece 279 a.g.m. 106 Aralık 2005 yılında AB’ye üyelik başvurusunda bulunmuş, şimdi ise AB’ye girme müzakerelerinin başlamasınıbeklemektedir. 280 Kosova’nın gelecek siyasal statüsü Balkanlarda çözümlenmemiştek konu olarak kalmıştır. Temas Gurubu açık bir şekilde statü ile ilgili yapılacak müzakere prensiplerinde Kosova’nın ayrılmayacağını ve 1999 öncesine dönemeyeceğini vurgulamıştır.281 Bütün gelişecek olan olaylar ve müzakereler bu prensip altında yürüyecektir. Yeni bir devletin oluşumu, en iyi koşullarda bile çok karmaşık bir ticari nitelik taşır. Yeni kurulan devlet, kendi istikrarıve onu tanımasıgereken diğer devletler tarafından yok edilebilir. Bu durum adeta bir barut fıçısınıandıran Balkanlardan daha fazla başka hiçbir bölgede bu kadar net bir biçimde karşımıza çıkamaz. Bugün Kosova’nın devlet olma yolunda önemli bir yol kat ettiğini söylememiz mümkündür. Aslında hala yasal olarak Sırbistan’dın parçasıolarak gözüken Kosova, yasal bakım dışında her açıdan Sırbistan’dan ayrıdır. Kosova hala BM himayesi altında bulunmaktadır.Şimdi ise, 2005 yılısonunda başlatılan müzakerelerde Kosova bağımsız bir devlet olabilecek mi ve olursa nasıl ve neye istinaden sorusuna cevap aranmaktadır. Bu konuyla ilgilenen diplomatların, Kosova’nın bağımsızlığınıkazanmasıgerektiği konusunda genişbir konsensüse vardığınısöylememiz mümkündür. Ama, bu konsensüs aynızamanda bu oluşumun barışçıl bir şekilde nasıl gerçekleşeceği konusunda endişe duymaktadır. Yapılan müzakereler, Kosova’daki diğer topluluklar ve özellikle de Sırplar arasında çeşitli endişe durumlarıortaya çıkmaktadır. Düşmanlık duygusu, artık eskisinden çok daha az saldırgan olmasına rağmen, birçok Sırp hala kendisini güvende hissetmemektedir.282 Dolayısıyla, Kosova’nın bir an önce azınlıklarıen kapsamlı biçimde koruma ve kurumlara bütünleşmişetme konusundaki görevlerini yerine getirmesi gerekmektedir. 280 Daniel Serwer - Yll Bajraktari, “Kosovo, Ethnic Nationalism at Its Territorial Worst”, United States Institute of Peace Special Report, www.usip.org., 02 Eylül 2006. 281 United Nations Office of the Special Envoy for Kosovo, Guiding Principles of the Contact Group for a Settlement of the Status of Kosovo, http://www.unosek.org, 19 Mart 2006 282 Carne Ross, “Krijimi i Shtetit” (Devletin Oluşumu), Koha Ditore, sayı3130, 4 mart 2006, s. 10. 107 Daha yukarıda da vurgulandığıgibi, Kosova’nın geleceği hakkında birçok kişi ve yetkili bağımsızlık öngörse de, şuan için baskın olarak üç olasılık üzerinde durulmaktadır. - Statüko, - Sırbistan himayesi altına geri dönme ve - Gözetim altındaki bir “şartlıbağımsızlık”. Bu üç olasılık arasında bölgeyi en az istikrarsızlaştıracak olasılık “şartlı bağımsızlık” olarak gözükmektedir. Statüko’nun devam etmesi durumunda, AB egemenliği altına girme koşuluyla önce karşıprodüktif sonra ise destrüktif bir yapıortaya çıkacaktır. Bu durum belirsizliği güçlendirecek ve aynızamanda Sırp ve Arnavutların radikalleşmesini sağlayacaktır. Bu yapılanma içerisinde Sırplar Kosova’yıkendi himayeleri altına çekmeyi isteyecekler, Arnavutlar ise çok istenilen bağımsızlığıkazanamamanın etkisi altında kalacaklar ve böylece yerine getirilmesi gereken standartlar konusunda yerinde sayacaktır. Kosova’nın Sırbistan’a geri verilmesi daha da destrüktif bir yapının oluşmasına yol açacaktır. Kosova, daha önce Sırbistan’ın otonom bölgesi olmasına karşın hem otonomisi hem de bütün yetkileri elinden alınmıştır, bundan dolayı1999 yılıöncesine dönmek Kosova için kabul edilebilir olmadığıgibi, Arnavutlarıçok ciddi bir şekilde kızdıracak ve dolayısıyla yeni ayaklanmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bunlara ilaveten, Sırplar tarafından iki tane daha olasılık ortaya atılmıştır. Bunların ikisi de yeni istikrarsızlıklar getirebilecek olasılıklardır. Bunlardan biri Kosova’nın ayrılması öbürü ise, Kosova’nın ayrı bölgelerde (etnik bazlı) kurumsallaşmasıdır. Kosova’nın ayrılmasıdurumu, sınırların sadece Kosova’da değil bütün Balkanlar’da yeniden çizilmesini gerekecektir. Etnik bazlıolarak Bosna’daki gibi bir Sırp Cumhuriyetinin kurulmasıise olasıgözükmemektedir, ayriyeten uluslararası toplum da yeni ve zayıf bir devlete asla evet demeyecektir.283 Burada ilgi ile izlenmesi gereken Sırp ve Arnavut tarafların deklarasyonlarıdır. Arnavutlar, kesinlikle şartsız “bağımsızlık” isterken, Sırplar ise “otonomiden fazla, bağımsızlıktan az” bir statü üzerinde durmaktadırlar. Aslında Sırplar tarafından öne 283 Janusz Bugajski, “A do te destabilizoje Kosova Balkanin” (Kosova Balkanıİstikrarsızlaştırırmı), Koha Ditore, Sayı3100, 2Şubat 2006, s. 12. 108 sürülen bu olasılıklar, Temas Gurubu üyelerinin KosovalıArnavutlar tarafından KosovalıSırplara otonomi statüsü verilmemesinin ardında yatan hayal kırıklığıdır. Bu düşüncenin arkasında yatan sebep, Sırbistan’ın Kosova’ya şartlıbağımsızlık verilmesi durumunda bu durumun sadece kabul edilemezliği değil, ayrıca Sırbistan’ın olabildiğince kazançlıçıkmaya çalışmasıdır. Kosova’nın bağımsızlığıdurumu ise, Sırp milliyetçiliğinin artmasıolasılığı üzerine, SırplarıBeyaz Rusya yada Brüksel arasında bir seçim yapma konusuna yönlendireceği bir gerçektir. Eğer ki seçimlerde bu bağımsızlığa karşıçıkacak olan radikal bir parti hükümete geçerse o zaman Sırbistan’ın yollarıAB ye tamamen kapanacaktır.284 Kosova’nın nihai staüsü yolunda, uluslararasıtoplumun denetimi altında, NATO, ABD ve AB’yıkapsayacak şekilde şartlıbağımsızlık olursa, o zaman Sırbistan’ın AB ye girmesi konusu güçlenecek ve ayrıca NATO’nun güçlü yerleşimi altında, Sırp azınlığına güvenlik ve gerekli bütün diğer garantiler verilerek olası çalkantılar minimize edilecek ve dolayısıyla ortaya daha istikralıdevletler çıkacaktır. Balkanlarda, Kosova’nın bağımsızlığından yararlanmak isteyecek olan ve dolayısıyla bölgesel güvenliği sarsabilecek tek milliyetçi temellere dayanan yapı Bosna’daki Republika Sırpska’dır (Bosna Sırp Cumhuriyeti). Republika Sırpska liderlerinin Kosova’nın durumundan yararlanması, uluslararasıtoplumun buna karşı güçlü bir sesle hayır demeleri durumunda olasıgörülmemektedir. Kosova’nın statüsü belli olana kadar ki sürede ABD ve AB aynısafta yer alarak, Kosova’da çözüm ne olursa olsun Sıpska Republika’da bu durumun uygulanmasının söz konusu olamayacağınıbildirmeleri ve sürekli olarak bu konuyu yenilemeleri gerekmektedir. Bununla beraber, Washington ve Brüksel, Bosna’da Saray Bosna’nın merkezi hükümetini güçlendirmeye çalışarak fonksiyonel bir devlet yapısıoluşturma çabaları içindeyken, herşeyin bir anda yok olmasıve yeni bir uluslararasıkrizin ortaya çıkması, Bosna Sırp liderleri tamamen izole edecek ve buradaki yoksulluğun marjinalleşmesini ortaya çıkaracaktır.285 284 Tim Judah, “Viti Ose-Ose” (Ya-Ya yılı), Koha Ditore , Sayı3070, 31 Aralık 2005, s. 13 285 Bugajski, a.g.m. s.12. 109 KosovalıArnavutlar ile Sırplar arasında 2006 yılının başlarında başlayan müzakerelerde Arnavut taraf kesin olarak amacınıbelli etmiştir: Bağımsızlık. Sırbistan BaşbakanıVoyislav Koştunitsa, Temmuz ayında BM de yapılan bir konuşmasında bu durumu keskin bir dille ret etmiştir. Bu durum karşısında Sırp yöneticilerinin uluslararasıtoplum tarafından kati suretle bir cevap almasıgerekmektedir. Sırbistan geçmişve gelecek arasında seçim yapabilir, ama ikisine aynıanda sahip olamaz. Sırbistan liderinin ve yöneticilerinin bilmeleri gereken şey eğer Miloşeviç milliyetçiliğini kucaklamaya devam ederlerse uluslararası toplum tarafından dışlanacaklarıdır. Öbür taraftan eğer müzakerelerin şimdiki sonuçlarıkabul edilirse ki bu yeni bir devletin uluslararasıtoplum denetiminde, azınlıkların tam korunması anlamında bağımsız bir devlet oluşumudur, o zaman Sırbistan’ıAB ile NATO içerisinde bir gelecek bekleyecektir.286 Savaştan sonra geçen yedi yıl içinde UNMIK bölgeyi yönetmiş, şimdi ise UNMIK’in yetki devri ile idare birçok alanda geçici öz-yönetim adıaltında kurulan hükümetin elindedir. BM ve Temas Gurubu baskılarıyla şu anki hükümet standartlar konusunda gelişme kaydetmişlerdir. Ama Arnavutlar tabi ki kendi çıkarları doğrultusunda ellerini daha fazla Sırbistan’a uzatamazlar. Statünün belirlenmesinde en önemli standart aşamasınıoluşturan Ademi-Merkeziyetçilik konusunda Sırplara verilecek belediyeler sayısıhakkında iki taraf bir türlü anlaşmaya varamamıştır. Ayrıca, kültürel varlıkların korunmasıve mültecilerin geri dönüşü konularıda müzakerelerin önemli bir kısmınıkapsamaktadır.287 Sırbistan’dın bu durumda en önemli dayanağıRusya’dır. Rusya Temas Gurubu üyelerinden biri ve Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip daimi ülkelerden biridir. Rusya Kosova’nın statüsü ile ilgi çözümü evrensel normlara uygun olarak değerlendirmekte ve burada alınacak olan kararların kendi sınırlarıiçerisinde de uygulanabilir olmasından korkmaktadır. Rusya kendi sınırlarıiçerisinde Çeçenistanı tutmak istemekte öbür tarafta ise Abazistan ve Güney Osetya’yı, Gürcistan’dan ayırıp kendi bünyesine katmak istemektedir. Rusya aslında Belgrat ve Priştina arasında Kosova’nın statüsü konusunda aralarında anlaşmaya varmalarıdurumunda buna karşı 286 Morton Abramowitz - Mark Schneider, “Zgjidhje ne Ballkan”, (Balkanlarda Çözüm), Koha Ditore, sayı3275, 28 Temmuz 2006, s. 13. 287 a.y. 110 çıkmayacağınıbelirtmişama Kosova’nın Sırbistan’dan tek taraflıolarak kopartılması durumunda aynışeyin Gürcistan’da gerçekleşeceğini açıklamıştır. Rusya’nın bu durum karşısında her iki bakımdan da kazançlıçıkacağını söyleyebiliriz. Eğer ki Rusya, Kosova’nın bağımsızlık kazanmasınıengelleyebilirse, bu durum Rusya’nın yararına olacaktır, çünkü bu durumda Çeçenistan’ın bağımsızlık hakkının olmadığınısavunacaktır. Kosova’nın bağımsızlık kazanmasıdurumunda ise Rusya, Güney Osetya ve Abhazistan ve Transdnyester de ayrılıkçıhareketleri teşvik edecek ve dolayısıyla bu bölgelerin bağımsızlık haklarınıolduğunu savunacaktır.288 Güney Osetya ve Kosova arasındaki farklılıklardan bir diğeri ise bu bölgelerin jeopolitik yapılarıdır. BatıGürcistan’a karşı, Güney Osetya Rusya açısından tarafsız bir bölge konumundadır. Gürcistan ise ABD açısından Rusya’ya karşıtarafsız bir bölgedir. Burada dikkate alınmasıgereken sorunlardan birisi elektrik enerjisidir. Hatırlamak gerekirse, Hazar Denizi, burada daha fazla etki kurmaya çalışan, ABD, Rusya ve Çin arasında yoğun mücadele alanıdır. 2006 ortalarında Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattıaçılmıştır. BTC petrolu Hazar Denizinden, Rusya’yıgeride bırakarak Türkiye Akdenizinden geçirmektedir. Tiflisten geçen bu boru hattının Güney Osetya yakınlarından da geçtiğini göz önünde bulundurursak, o zaman Güney Osetya’ya bağımsızlığın verilmesi Gürcistan’ıbir bakımdan zor bir duruma sürükleyecektir. Ve ayrıca Gürcistan’da ABD’nin etkisi hesaplandığında bu bölgeye neden bağımsızlık verilemeyeceği açıkça ortaya çıkar. Oysa ki Kosova’ya bağımsızlık vermek daha kolay gözükmektedir. Sırbistan’nın Batıaçısından pek fazla bir stratejik değeri yoktur, bundan dolayıdır ki uluslararasıtoplum burada ateşle oynamaktan pek fazla korkmaktadır. Bu durum sadece Belgrad tarafından kabul edilemez bir olay olarak görülür ve olabilecek tek negatif şey Sırbistan’da hükümete aşırımilliyetçiler gelebilir ki bu durum da zaten Sırbistan için, Sırbistan’ın demokratikleşme ve AB’ye üye olma yolunda geride kalır.289 Temas Gurubu içerisinde varılan bir konsensüs vardır o da Kosova’nın statüsü ile ilgili müzakerelerin 2006 yılının sonuna kadar bitmesi gerektiğidir. Son döneme 288Tim Judah, “Rusja Pobednik” (Kazanan taraf Rusya), http://www.b92.net/info/vesti/index.php?yyyy=2006&mm=09&dd=20&nav_category=11&nav_id=21 2921&fs=1, 12 Ocak 2007 289 Jen Aliq, “Kosova vs Osetia Jugore” (Kosova ve Güney Osetya), Koha Ditore, sayı3312, 16.11.2006, s.11. 111 kadar bu doğrultuda Viyana’da yapılan görüşme ve müzakerelerden tam bir sonuç alınamamıştır. Bu yüzdendir ki Temas Gurubu, Baş müzakereci olan Marti Ahtisaari’den 2006 Kasım ayına kadar Kosova’nın statüsüyle ilgili bir teklif tasarısının hazırlanmasınıbeklemektedir. Müzakerelerde teknik konularla ilgili görüşmeler bir çıkmaz sokağa saptanmış, dolayısıyla Ahtisaari Temas Gurubuna en son verdiği raporda onlardan bu tasarının hazırlanmasıiçin kendisine yeşilışık vermelerini istemiştir. Sırbistan Dışişleri Bakanıolan Vuk Draşkoviç, Rusya’nın bir süre belirtilmesi karşısında olduğunu söylemişve bu süre hakkında Temas Grubu diğer üyeleri arasında da tam bir konsensüsün olmadığınıvurgulamıştır.290 Rusya, bu arada BM 1244 kararına uyulmasıgerektiğini ve bu doğrultuda statü ile ilgili çalışmaların süreye bağlanmasına kesin olarak karşıçıkmıştır. Hala Kosova’yla ilgili alınacak kararın evrensel nitelikte olmasıgerektiğini savunan Rusya bu doğrultuda konun aceleye getirilmemesinin üzerinde durmaktadır. Rusya’nın bu tutumu şüphesiz Sırp Hükümetini sevindirmişve şimdiye kadar Rusya’nın Temas Gurubu üyeleri ile aynıkanıda olmasının yanlışolduğunun anlamasınısevinçle karşılamışlardır.291 2006 yılın sonuna kadar açıklanmasıbeklenen Kosova’nın nihai statüsünü belirleyecek karar, Sırbistan’da 21 Ocak’ta yapılacak genel seçimlerin sonrasına bırakılmıştır. BM’nin Kosova özel temsilcisi Martti Ahtisaari’nin ofisinden yapılan açıklamada, Şubat’ta Kosova nihai statüsü ile ilgili önerini iki tarafın yetkililerine gönderileceği duyurulmuştur. Kararın ertelenmesi, AB’nin Sırbistan’da demokrasi çizgisi üzerinde bulunan partilere destek niteliğinde bir gelişme olarak görülebilir. Çünkü söz konusu kararın, Kosova’nın Sırbistan’dan tamamen ayrılmasıtavsiyesi içermesi beklenmekteydi ve bu durumda Sırp Radikal Partisi’nin (SRS) Sırbistan’da iktidara gelmesi kolaylaşacaktı. Sırbistan’daki seçimlerin Demokratik Parti (DS) ile SRS arasında geçeceği beklenmekte ve başta AB olmak üzere tüm uluslararasıtoplum 290 “Ahtisari S Kontakt Grupom” (Ahtisari Temas Gurubu ile Birlikte), ttp://www.b92.net/info/vesti/index.php?yyyy=2006&mm=09&dd=20&nav_category=11&nav_id=21 2442&fs=1, 19 Ekim 2006. 291 „Stav Rusije O Kosovu“ ( Rusya’nın Kosova hakkındaki tutumu), http://www.b92.net/info/vesti/index.php?yyyy=2006&mm=09&dd=21&nav_id=212623&nav_categ ory=11, 13 Kasım 2006. 112 DS’nin bu yarışın galibi olmasınıistemektedir. Bu da “iki kötüden daha az kötüsünü al” demektir. Çünkü hatırlatmak gerekirse, DS’nin de içinde bulunduğu Sırbistan Hükümeti, devlet kurumlarının yardımıyla, saklanan savaş suçu zanlılarını yakalamadığıiçin AB ile ilişkilerin dondurulmasına neden olmuştur. 292 Karadağ’ın ayrılmasıyla büyük darbe alan Sırp milliyetçiliği, “Sırp ulusunun beşiği” olarak kabul edilen Kosova’yıda kaybetmek üzeredir. Son derece gururlu bir ulus olan Sırplar, son gelişmeler nedeniyle SRS’ye çok sıcak bakmaya başlamıştır. Bu nedenle, Koştunitsa’nın son zamanlarda yaptığıkonuşmalara bakıldığında, Sırp milliyetçilerin oylarınıtoplamaya çalıştığıkolayca anlaşılabilmektedir. Kişisel çabaları sayesinde, Karadağ’ın ayrılmasından sonra oluşturulan anayasada Sırbistan Parlamentosu’nda kabul ettirdiği anayasada Kosova’nın Sırbistan’ın bir parçası olduğunun açıkça vurgulanması, Koştunitsa’nın başbakanlık döneminde en büyük başarısıolduğu söylenebilir.293 Kosova tarafında ise, ertelemeye rağmen bağımsızlık seslerinin her zamankinden daha güçlü olduğu görülmüştür. Ayrıca başlatılan diplomasi çalışmaları son derece olumlu sonuçlar vermiştir. Kosova’da muhalefetteki iki parti lideri Veton Surroi ve Hashim Thaçi, ABD’ye yaptıklarıziyaret sonrasında yaptıklarıaçıklamalarda Kosova’ya bağımsızlık verilmesi kararıgetirildiği ve bunun Sırbistan seçimleri sonrasında açıklanacağınısöylemişlerdir.294 2.7. Kosova Statüsü ile İlgili Planın Açıklanmasıve Bağımsızlığın Uluslararası Güvenliğe Etkileri BM Genel Sekreteri’nin özel elçisi Marti Ahtisaari, 14 ay süren müzakerelerden sonra, Kosova’nın nihai statüsü ile ilgili hazırladığıplanıBM’ye göndermiştir. 21 Ocak 2007’de gerçekleşen erken meclis seçimleri ardından, Sırbistan belirsizlik yoluna girmiştir. Savaşsuçlarından dolayıyargılanmakta olan Voyislav Şeşely’in liderliğindeki SRS aldığıyaklaşık yüzde 29’luk oyla, birinci parti olmayıyine 292 Mirzet Muyezinoviç, “Kosova’nın Nihai Statüsü Konusu ve Sırbistan Seçimleri”, http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=214&type=16, 31 Ocak 2007. 293 „Zgjedhjet e Serbise”, (Sırbistan Seçimleri), http: //www.lajm.info 294 Muyezinoviç, a.g.m. 113 başarmıştır. Seçim sonuçları, demokratik bir hükümetin işbaşına gelmesine müsaade ediyor. Nitekim, aktörler rasyonel davranırsa, yeni koalisyon hükümeti Sırbistan CumhurbaşkanıBoris Tadiç’in liderliğindeki DS, Sırbistan BaşbakanıVoyislav Koştunitsa’nın önderlik ettiği DSS-NS koalisyonu ve G17 Plus isimli siyasi parti arasında kurulabilir. Sırbistan’ıAvrupa Birliği üyeliğine götürebilecek tek seçenek de, böyle bir hükümetin kurulmasından geçer. Ancak, bu hükümetin kurulabilmesi için, DS ve DSS bir anlaşmaya varabilmelidir. Oysa bu iki siyasi parti, karşılıklıdesteğe ihtiyaç duymalarına rağmen, birbiriyle iyi geçinememektedirler295. Nitekim, 21 Ocak 2007 tarihinde Sırbistan’da yapılan seçimlerin ardından, hükümet, yasalarca kendisine tanınan sürenin bitimine saatler kala 15 Mayıs 2007 tarihinde kulmuştur. Batıyanlısıpartiler arasındaki anlaşmazlığın temel nedeni, oyların % 16,6’sıalan Voyislav Koştunitsa’nın liderliğindeki DSS’nin hem Başbakan hem de İçişleri Bakanlığıkoltuklarınıistemesiydi. Miloşeviç sonrasıdemokratik Sırbistan’ın birinci yüzü olan Boris Tadiç’in Demokrat Partisi, aldığı%22,9 oyla Başbakanlık ve özellikle güvenlik birimleri üzerindeki kontrolünü almak istemiştir. Ayrıca Tadiç’in bu isteklerinin, AB ve ABD tarafından desteklendiği bilinmektedir. Tadiç’in kendisinin desteği olmadan hükümeti kuramayacağınıbilen Koştunitsa, görüşmeler boyunca bahsedilen isteklerden vazgeçmemiştir. Hükümetin kurulmasıiçin öngörülen son tarih olan 15 Mayıs yaklaştığında, Tadiç’ten istediklerini alamayacağını anlayınca Parlamento Başkanıseçimlerinde Tadiç’in DS adayıyerine Sırp Radikal Partisi Başkan YardımcısıTomislav Nikoliç’e destek vermiştir. Böylece Tadiç’e, istediğini alamaması halinde Radikallerle koalisyona girip hükümeti kurabileceği mesajınıgöndermiştir. Tüm uluslararasıkamuoyunun tepkisini çeken bu siyasi manevranın, Koştunitsa için iyi sonuçlandığını söylemek mümkündür. Sırbistan’ın Miloşeviç dönemine geri sürüklenmesinden korkan AB’nin baskısıyla Tadiç, Koştunitsa’ya Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı’nıvermek zorunda kalmıştır. Bunun karşılığında Tadiç, tüm güvenlik birimlerini (Sırbistan Güvenlik-İstihbarat Teşkilatı-BIA dahil) bir çatı altında buluşturacak Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Başkanıolacaktır. Ayrıca Tadiç, BIA’nın başına bir siyasetçinin değil bağımsız bir uzmanın getirilmesini istemektedir. 295 Erhan Türbedar, “Sırbistan’da Belirsizlik Günleri” http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=722&kat1=23&kat2, 17Şubat 2007. 114 Sonuç olarak, AB’nin tabiriyle Sırbistan’da (tekrar) Batıyanlısıve “demokratik” bir hükümet kurulmuştur. Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, yaptığıaçıklamada, Sırbistan’da demokratik hükümetin kurulmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve AB’nin, dondurduğu İstikrar ve Katılım Anlaşması’nı tekrar başlatabileceği sinyalini vermiştir. Koştunitsa ve Tadiç arasındaki görüşmelerin olumlu sonuçlanmasınımemnuniyetle karşılayan uluslararasıkamuoyu, söz konusu hükümetin sürekliliği konusunda hiç düşünmese de, demokrasiye zıt yönlerden bakan iki liderin koalisyonunun uzun ömürlü olmasınıbeklemek yanlışolacaktır. Çünkü aynı iki partinin önderliğindeki koalisyon hükümeti, Miloşeviç sonrasıdönemde Sırbistan’ı büyük bir izolasyona sürüklemiştir.296 Sırbistan’daki seçimlerin ardından hükümetin kurulmasını beklemeden Ahtisaari, Kosova’nın statüsüyle ilgili hazırladığıplanıtaraflarıaçıklamıştır. Nihai statü planında, Kosova’daşu anki statüko durumunun çok zayıf ve devam edemez olduğunu ve Kosova’nın bağımsız olmasıgerektiğini açıkça belirten görüşler hakimdir. 2 Şubat 2007 de Sırp ve Kosovalıyetkililere gönderilen plan taslağıile ilgili şikâyet ve önerilerini sunmalarıiçin, iki ülke yetkilileri 10 Mart’ta son bir kez müzakere masasında buluşmuş, ancak bu toplantıda da herhangi bir sonuç alınamamıştır. Söz konusu toplantıda Sırbistan temsilcileri, KosovalıSırpların kontrolünde olacak bir entitenin oluşturulmasınıtalep etmişlerdir. Kosovalıyetkililer ise bu talebe karşı çıkarak, Kosova’nın idari olarak bölünmesini öngören bu öneriyi reddetmiştir. Sırbistan’ın bu talebi arkasında, Bosna Hersek’te yaşanan benzer ortamın ortaya çıkarmasıbulunmaktadır. Anlaşma sağlanamadığıiçin de Maarti Ahtisaari, BM GK’da Mart ayının sonunda veya Nisan’ın başında ele alınmasıbeklenen Nihai Statü Planı’nı 15 Mart 2007 BM’ye göndermiştir.297 Söz konusu planda, Kosova’nın 1999’dan itibaren belirsiz olan anayasal statü ile ilgili önerinin kesinlikle yer aldığıAhtisaari’nin resmi sözcüsü Remi Durlo tarafından doğrulanmıştır. Rusya’nın karşıçıkmasına rağmen, bu plan çok yakında BM GK’de ele alınacaktır. BM GK gündemini belirleyen o ay Konsey’in Başkanlığınıyürüten ülke 296 Mirzet Muyezinoviç, “ Aylık Balkan Raporu” http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=711&type=16, 03 Haziran 2007 297 Mirzet Muyezinoviç, “Kosova Nihai Statüsü PlanıBirleşmişMiletlere Teslim Edildi” http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=214&type=16, 20 Mart 2007 115 olduğu dikkate alındığında, Kosova’nın bağımsızlığına yakın bir tavır sergileyen ülkeler olan İngiltere Nisan’da, ABD ise Mayıs’ta Başkanlığıdevralacağıve dolayısıyla söz konusu planın ele alınacağıbeklenebilir. Ahtisaari’nin PlanıBM GK’ye gönderildiğine göre bundan sonraki süreç iki yolla devam edecektir. Birincisi, BM GK, Ahtisaari Planı’nıkabul ederek, yeni bir kararla Kosova’ya bağımsızlık verilip planda belirtilen koşulların yerine getirilmesinde Bosna Hersek’te benzeri bulunan bir UluslararasıSivil Temsilciliği’nin kurulmasını onaylayacaktır. İkinci yol ise, BM GK’de (Rusya’nın karşıtlığınedeniyle) bir karar alınmamasıhalinde, Kosova’nın tek taraflıolarak bağımsızlığınıilan etmesidir. Bu durumda, Batılıülkeler Kosova’yıtanımaya başlayacaklardır.298 Kosova’daki güvenlik misyonunu NATO, sivil misyonu ise AB yürütecektir. AB’nin geliştirdiği ayrıntılıplana göre, genişyetkilere sahip UluslararasıSivil Temsilciliği’nin başına, 2000’li yılların başında Sırbistan’ın güneyinde Sırp ile Arnavutlar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi için BM Genel Sekreteri’nin özel elçisi olarak görev yapan HollandalıPieter Feith getirilmesi beklenmektedir. Tüm bunlar doğruysa, BM GK’nin Kosova’ya bağımsızlık verilmesi konusunda bir anlaşma sağlanabileceği söylenebilir, çünkü BM GK’nin kararıolmadan AB’nin bu tür misyona girmesi beklenemez. Bu nedenle Kosova’nın bağımsızlığıönünde tek bir engel vardır; o da Rusya’nın olasıvetosu. Rusya’nın veto hakkınıkullanıp kullanmayacağıhakkında çeşitli yorum ve analiz yapılmaktadır. Ancak Rusya’nın veto tehdidinin çok ciddiye alındığının son göstergesi olarak, eski ABD BM Elçisi ve Balkan Temsilcisi Richard Holbrooke’nin 13 Mart 2007’de bir Amerikan gazetesinde yayınladığımakalesi gösterilebilir. Holbrooke, yazdığımakalesinde, BM GK’nin karar alınmasında bir Rus vetosu ile karşılandığı takdirde, çıkacak olaylardan (hatta savaştan da) Rusya’nın sorumlu olacağını belirtmekle kalmayıp, Rusya’nın Batıile ilişkilerinin ciddi boyutta zarar göreceğini de vurgulamıştır.299 BM Genel Sekreteri Ki Mun Ban yaptığıaçıklamada, sekiz yıl sonra Kosova halkının geleceğini bilmesi gerektiğini söylemesi, Ahtisaari’nin Planı’na bir destek 298 a.y. 299 a.y. 116 olarak yorumlandı. Ayrıca, AB Parlamentosu verdiği kararla, Ahtisaari Planı’na destek verilmesi ve Plan’a dayanılarak, BM GK’nin yeni kararınıgecikmeden almasını istenmektedir. Kosova’nın özgürlüğüne kavuşmasıKosova ve Balkanlarda güvenliği sağlayacak tek yoldur. Bugüne kadar Kosova’nın bu bağımsızlık konusundaki bu meşru hakkını görmezden gelmek bir savaşa ve en az iki çatışmaya mal oldu. Eğer BM GK’de Kosova’nın nihai statüsü ile ilgili görüşmeler bir an önce bağımsızlıkla sonuçlanmazsa, daha başka çatışmaların, hem de Kosova’nın dışına sıçrayacak çatışmaların patlak vermesi büyük olasılıktır. Alternatifler düşünülünce, özgürlüğün getireceği istikrar daha net olarak görülebilir. İşin manevi açıdan yanlışlığıbir yana, Kosova’yıtekrar Sırplara vermenin uluslararasıistikrar üzerindeki etkisini kim tahmin edebilir ki? Bu aynen 1952’de Fransa’ya tekrar Nazi hâkimiyetini dayatmak gibi bir şey olur. Veya “üç cumhuriyet” veya Belgrat’a gevşek bağlarla bağlıbir başka alternatif? Kosova böyle bir bağlantıyıkabul etmeye ikna edilse bile, bu iki toplumun birbiriyle dostane ilişkiler içinde yaşayıp işbirliği yapacaklarınıdüşünmek çok güçtür.300 Bağımsızlıktan sonra durum ne olacak? Bu konudaki düşünceler yine çok ciddi. Uluslararasıtoplumun da yardımıyla, KosovalıArnavutlar zaten demokrasinin temellerini atmışdurumdalar. Kosova’nın bağımsızlığına kavuşması, etnik uyumun sağlanmasıve mültecilerin geri dönmeleri için de bir ön şarttır. Kosova’nın geleceği belirsiz kaldığısürece gerek Arnavutlar gerek Sırplar gelecekteki bir değişikliğe karşı durumlarınısağlamlaştırmak için kendi toplumlarından destek alacaklardır. Oysa bağımsız bir Kosova’da Arnavutlar kendilerine güven duymaya başlayacak ve Sırplara dostluk elini uzatacaklar; burada kalmak isteyen Sırplar da Kosova’nın geleceklerini kuracaklarıanayurtlarıolduğunu anlayacaklardır. Tabii ki bağımsızlık konusunda ortaya tamamen aksi yöne giden bir sonuç da çıkabilir. Eğer uluslararasıtoplum bağımsızlık konusunu erteler, veya bunu bir başka “standartlar” turuna bağlar, veya verilecek bağımsızlık sözde bir bağımsızlık olursa (örneğin BM’ye hemen üyelik sağlamayan) Kosovalıların ihanete uğradıklarına inanıp sorunu kendi başlarına çözmeye karar vermeleri (1997-99 yıllarıarasında Kosova KurtuluşOrdusu’nun yaptığıgibi) tehlikesi 300 Louis Sell, “Kosova’nın BağımsızlığıUluslararasıGüvenliği Güçlendirir mi, Zayıflatır mı?”, http://www.nato.int/docu/review/2006/issue1/turkish/debate.html#header, 23 Temmuz 2004. 117 mevcuttur. Bölünme - ister kuzeyde ağırlıklıolarak Arnavutların bulunduğu alanı ayırarak, ister etnik kantonlar yaratarak – Kosova içinde ve çevresinde şiddet olaylarının başlamasıriskini getirir. 301 Önümüzdeki günlerde BM üyelerinin Kosova’nın bağımsızlığınıtanımaya hazır olup olmadıklarına karar vermeleri gerekecektir. Bu devletlerin birçoğu bölünmüş toplumlardan oluşmaktadır ve bazılarıda ayrılıkçıçatışmaların şiddete dönüşmesine şahit olmuşlardır. Dolayısıyla bu ülkeler için Kosova’nın bağımsızlığının tanınması sadece bir uluslararasıdiplomasi konusu değil, aynızamanda kendi devletleri için de akıllara sorular getirebilecek bir karardır. Kosova’ya daha şimdiden dünyanın her yerinde bir örnek olarak bakılıyor. Başka çatışmalardaki taraflar kendi durumlarını meşru kılmak için Kosova örneğini kullanacaklar. Tabii “Kosova modeli”nin çok farklı yorumlarıvar, ama bu yorumların ortak noktasıayrılıkçıçatışmaların istenilen sonucu vermesi için tek yolun kuvvet kullanılmasıveya diğer tek taraflıeylemler olduğu görüşüdür. Kosova’nın nihai statüsü konusundaki görüşmelere katılan bazıdevletler bir “Kosova modeli”nin varlığınıreddediyorlar ve bu çatışmayıçözümlemekte esas alınacak ilkelerin bir başka çatışma için emsal oluşturmayacağınıiddia ediyorlar.302 Gerçekten de, NATO’nun 1999 hava harekâtına yol açan karmaşık faktörlerin ve bugünkü nihai statü görüşmelerinin aynışekilde bir başka yerde bir araya gelmesi pek olasıdeğil. Ancak sorun bu modelin küresel olarak uygulanıp uygulanamayacağıdeğil, alınacak kararın gerisinde yatan ilkelerin küresel olarak geçerli olup olmadığıdır. Eğer Kosova’dan alacağımız ders çatışmaya getirilecek çözümlerin duruma özel kriterlere dayanmasıgerektiği olacaksa, bağımsızlık uluslararasıgüvenlik açısından istikrarı bozacak bir olguya dönüşebilir.303 Kosova’da küresel ilkelerin uygulanmasınısavunanlar, benzer çatışmalarda duruma özel tavır almak zorunda kalabilirler (Rusya’nın kendi çıkarlarıiçin ayrılıkçı hareketleri destekleme durumu gibi). Kosova’dan alınabilecek ve istikrarıtehlikeye sokabilecek nitelikteki ikinci ders ise ayrılıkçıçatışmalarda kuvvet kullanımıdır. 1999’daki NATO hava harekâtının hemen arkasından o zamanki Gürcistan devlet 301 a.y. 302 Bruno Coppieters, “Kosova’nın BağımsızlığıUluslararasıGüvenliği Güçlendirirmi, Zayıflatır mı?” http://www.nato.int/docu/review/2006/issue1/turkish/debate.html#header, 23 Temmuz 20 303 www.lajm.info/doc, 24 Nisan 2007. 118 başkanıEduard Shevardnadze ülkesindeki ayrılıkçıçatışmaların Kosova modeli doğrultusunda çözüme kavuşturulmasıiçin ilk çağrıda bulunan kişi olmuştu. O güne kadar Gürcistan’ın yasalara aykırıolan Abhaz hükümetini bastırmasıiçin Birleşmiş Milletlere yaptığıçağrı, cevapsız kalmıştı(özellikle Rusya’nın muhalefetinden dolayı). Ama Batılıdevletler, Rusya’nın muhalefetini de göz ardıederek, ayrılıkçıbir krize müdahale edebileceklerini göstermişlerdir. NATO’nun ayrılıkçı bir hareketi desteklemek amacıyla müdahale etmişolduğu gerçeği Shevardnadze için o kadar da önemli değildi. Onun için daha önemli olan, tarafların çatışan iradeleri durdurmak için en güçlü aracın askeri kuvvet kullanımıolduğu düşüncesinin ortaya çıkmışolmasıydı– tek taraflıolarak ayrılma düşüncesini benimseyen pek çoğu bu sonucu çıkarmıştı. 304 Tabii bir de adalet konusu var. Eğer uluslararasıtoplum Kosova’nın bağımsızlığını reddedecekse veya karalayacaksa, bunun nedenini Kosova halkına açıklamak zorundadır. Bağımsızlıklarının Trans-Dinyester bölgesinden dolayı kabul edilemeyeceğini söylemek hiç de inandırıcıolmayacaktır. 1830 yılında, muhafazakar Viyana Kongresi’nin dengesini bozmamak için bağımsızlık arzularınıdizginlemeyi kabul etmeyen Belçikalılar gibi, Kosova halkıda böyle bir açıklamayıkabul etmeyecektir. Bugün Kosova’da geçerli olabilecek tek ve en yararlıçözüm insan hakları ve tüm azınlık haklarına saygıgösteren demokratik bir devletin bağımsızlığıdır.305 Tüm bunlara bakıldığında uluslararasıtoplum (en azından güçlü devletlerin yer aldığıbir ülke grubu), Birinci Dünya Savaşısırasında, ittifak devletlerine verdiği destekten dolayıkendisine ödül olarak verilen Kosova’nın, Sırbistan’dan geri alınmasını onaylamaktadır. Kosova’nın bağımsızlığının, Miloşeviç’in uyguladığıve yürüttüğü şiddet dolu politikasının bir sonucu olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Ayrıca Kosova, bağımsızlığını, büyük ölçüde rahmetli İbrahim Rugova’nın önderliğinde KosovalıArnavutların Miloşeviç rejimine karşıyürüttükleri silah dışımücadeleye borçludur. Çünkü KosovalıArnavutlar siyasi araçlar yerine silahlımücadeleyi seçmiş olsalardı, bugünkü durum çok farklıolurdu. Sonuç olarak, bir zamanlar otonomisi (anayasaya aykırıolarak) elinde alınan Kosova, emin adımlarla bağımsızlığa doğru ilerlemektedir. 304 Coppieters, a.g.m. 305 Sell, a.g.m. 119 SONUÇ “Değişen Uluslararası Güvenlik Sorunları Bağlamında Yugoslavya’nın Dağılmasıve Kosova Nihai Statüsü Sorunu” adlıbu çalışmada, uluslararasısistemde görülen güvenlik sorunlarıve Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber, bu sorunlarda meydana gelen farklılıklar ve çeşitlikle beraber, farklıuluslararasısistem dönemleri çerçevesinde Yugoslavya’nın nasıl dağıldığıve Kosova’nın bu dağılma sonucunda nasıl etkilendiği incelenmeye çalışılmıştır. Uluslararasısitem teorisi ve modelleri baz alınarak uluslararasısistem düzeyi analiz düzeyi olarak benimsenen bu tez konusunda yer yer devlet ve toplum analiz düzeylerine de yer verilerek konu ayrıntılıbir biçimde ele alınmıştır. I. Dünya Savaşı’nın ardından, 1918 yılında Sırp-Hırvat-Sloven Krallığıadıyla kurulan Yugoslavya, 1990’ların ilk yarısından itibaren, çift kutuplu sistemin dağılmasından sonra, uluslararasıgüvenliğin temel tehdidi haline gelen milliyetçilik akımlarının özgürce ifade edilmesinin ardından, fiilen ve hukuksal olarak dağılmıştır.Haziran 1991’de Hırvatistan ve Slovenya, Kasım ayında Makedonya ve 1992 Mart başında Bosna-Hersek Cumhuriyeti bağımsızlığınıilan ederek Yugoslavya Federasyon’dan ayrılmıştır. “Bakiye Yugoslavya” olarak kalan Sırbistan ve Karadağ, “Yeni Yugoslavya” adınıalmıştır. Ancak 15 Mart 2002 yılında alınan ortak kararla Yugoslavya adını, “Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti” olarak değiştirmiştir. Yeni düzenlemeye göre, bu iki devletin savunma ve dışpolitikalarıortak olarak kalırken, ekonomik ve gümrük hizmetleri birbirinden ayrılmıştır. Nitekim 2006’nın sonlarına doğru Karadağ’da gerçekleşen referandumda katılımcıların %55’i ayrılmaya evet diyerek bağımsızlığınıkazanmışve ortaya bu sefer Sırbistan ve Karadağolarak iki devlet çıkmıştır. Yugoslavya’nın özgül koşullarından kaynaklanan azınlık sorunları ve milliyetçilik dışında, dışdünyanın tutumunun da ülkelerin dağılmasında rol oynadığını 120 belirtmek gerekir. AT ülkeleri başta olmak üzere, uluslararasıtoplum, Yugoslavya bunalımında kararlıbir tutum ortaya koyamamıştır. Cumhuriyetler arasında ilişkilerin gerildiği ortamda bir yanda Yugoslavya’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğine vurgu yapılmış, öte yandan bağımsızlık ilan edenleri tanımak için arayışiçerisine girilmiştir. Uluslararasıtoplumun ikilemini derinleştiren bir önemli faktör de self- determinasyon hakkının sınırlarının belirsizliği olmuştur. Cumhuriyetlerin kendi geleceklerini belirleme ilkesinin kabul edilmesi durumunda, Cumhuriyet sınırları içerisinde yaşayan azınlıkların durumunun ne olacağıve self-determinasyon hakkından onların hangi koşullarda ve nereye kadar yararlanacağının tartışmalıolması, Batıyıuzun bir süre edilgen halinde bırakmıştır. Almanya’nın Hırvatistan ve Slovenya’yı tanımasının ardından, bağımsızlık ilan eden diğer Cumhuriyetler de Batıülkeleri tarafından tanınmışlardır. Sırbistan’a bağlıözerk bir bölge iken, Sırbistan’ın tek yönlü kararıile bu statüsünü kaybeden Kosova’ya, 1999 baharında NATO güçleri müdahale etmiştir. Miloşeviç rejiminin etnik temizlik uyulmasına tepki olarak gerçekleşen operasyonun ardından Kosova’ya barışgücü konuşlanmıştır. BM Güvenlik Konseyi’nin Kosova ile ilgi almışolduğu 1244 sayılıkara göre Kosova geçici bir süre içerisinde BM’nin himayesi altında kalacaktır. Dolayısıyla, Kosova, 1999 yılından itibaren de facto olarak Sırbistan’dan ayrılmıştır. Ancak Kosova’nın daha uzun süre BM’nin denetimi altında kalmasımümkün değildir, statükonun devam etmesi mümkün gözükmemekle beraber Kosovalıhalkın daha fazla bu durumu içlerine sindiremeyip ayaklanma çıkararak bölgedeki güvenliği ve dolayısıyla uluslararasıgüvenliği tehdit eder niteliğe varabilmesi mümkündür. Bu yüzden 2006 yılının Mart ayından itibaren Kosova’nın nihai statüsü konusunda tarflar ve uluslararasıtoplumun katılımıyla müzakerelere başlanmışve Kosova yine uluslararasıgündeme taşınmıştır. BM Genel Sekreteri’nin Kosova’nın nihai statüsüyle ilgi müzakereleri yürütmesi için atadığıeski Finlandiya başkanıMarti Ahtisari, müzakereleden hiçbir sonuç alınamamasının ardından Kosova için şartlıbağımsızlığınıöngördüğü planınıhazırlamış ve BM GK sunmuştur. Prensip olarak GK üyelerinin Rusya dışındaki birçok üyesi bu planın desteklenmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Sırbistan’ın reddettiği Ahtisaari’nin raporunun Nisan ayının başında BM GK’da görüşülmeye başlanmışve 121 Rusya, Kosova’ya bir BM heyetinin gönderilmesini ve nihai statüsü görüşmeleri öncesinde Kosovalıyetkilileri gerekli standartların yerine getirip getirmedikleri araştırılmasınıistemiştir. Hatırlatmak gerekirse, 1244 satılıBM GK kararına göre, Kosova’nın özellikle insan hakları, hukukun üstünlüğü, azınlık haklarıve mültecilerin geri dönüşümü gibi konularda uluslararasıstandartlarıkarşılamasıgerekmektedir. Rusya’nın bu önerisi BM’de kabul görmüşve 26 Nisan’da, Belçika’nın BMGK Büyükelçisi’nin başkanlığında, Güvenlik Konseyi’ne üye olan 15 ülkenin büyükelçileri veya yardımcılarından oluşan bir heyet Belgrat’a gelmiştir. Belgrat’tan sonra Kosova’ya giden heyet, Kosovalıyetkililer, uluslararasıtoplum temsilcileri ve etnik Sırplarla görüşmek üzere Priştine'ye gimiştir. Sırbistan BaşbakanıVoyislav Koştunitsa yaptığıaçıklamada, BM heyetinin ziyaretinin, Kosova'nın nihai statüsünü belirleme sürecinde "tamamen yeni bir safha" olduğunu söylerken, BM özel elçisi Martti Ahtisaari'nin öne sürdüğü statü planının başarısızlığa uğradığınıda sözlerine eklrmiştir. Diğer taraftan, Kosova BaşbakanıAgim Çeku'ya göre, heyetin gelişi BM üye ülkelerinin Kosova'daki mevcut durumla ilgili sahip olabilecekleri bütün şüpheleri ortadan kaldırmak için bulunmaz bir fırsat. BM heyeti, Kosova’da üç gün boyunca Kosovalıyetkililer, Kosova’daki AB, ABD ve BM yetkilileri ile diğer ülke temsilcileriyle görüştükten sonra, bazıSırp yetkilileri, Müslüman, Katolik ve Ortodoks din adamlarıyla görüşmeler yapmıştır. BMGK heyetinin Kosova’ya gönderilmesi, AB ve ABD’nin Rusya’ya verdiği bir taviz olarak yorumlanabilir. Çünkü Rusya, her iki tarafın kabul etmediği bir statü kararınıkabul etmeyeceği beyanıyla, Kosova sorunundan daha çok ABD’ye karşıbir politikayıizlemektedir. Kosova’nın nihai statüsü ile ilgili Belgrat ve Priştine arasında bir görüşbirliğinden bahsetmek ise imkânsızdır. Belgrat yönetimi Rusya’nın Batı’ya karşıbaşkaldırışınıen iyi şekilde kullanarak, BM K’nin Kosova ile ilgili kararını mümkün olduğunca ertelemek istemektedir. Ayrıca Belgrat yönetimi, BM K’nin heyet raporunun olumsuz olacağıve bu nedenle Kosova ile Sırbistan arasında yeni statü müzakerelerin başlatılabileceği umut etmektedir. Ancak bu durum birkaç nedenden dolayıpek mümkün görülmemektedir. En önemli nedenlerden biri, UNMIK’in Kosova’daki son sekiz yıl içerisindeki gelişmelerini düzenli olarak takip ettiği ve en son Mart ayında hazırlanan raporda Kosova’da önemli ölçüde ilerleme sağlandığı 122 belirtmesidir. UNMIK BaşkanıJoakim Riker’in sunduğu Mart raporunda, Kosova’nın 1244 sayılıBM GK kararında belirtilen standartların büyük ölçüde sağlandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla, Kosova’ya gelen yeni heyetin, UNMIK misyon raporlarına ters düşecek tespitleri yapmasızordur. Bu nedenle, BM GK heyetinin hazırlayacağı raporun, Kosova’nın “gözetmeli bağımsızlığı”nıengelleyecek beklentisi yanlıştır. Bu çerçevede Rusya'nın baskısısonucu BM Güvenlik Konseyi'nin bölgeye gönderdiği 'gerçekleri yerinde tespit heyeti' taraflarla yaptığıgörüşmeleri tamamlamıştır. Heyet başkanı, 2007 Mayıs’ın ilk haftasında BM GK’de misyon raporunu sunmuşve standartların tam olarak yerine gertirilmediği kanısına varmışsa da planın GK görüşülmesi içinşartların oluştuğunu açıklamıştır. Kosova'nın nihai statüsü ile ilgili gelişmelerde son dönemece yaklaşılıyor. Bu rapor Kosova ile ilgili son BM raporu olacak şüphesiz ve bundan sonra konu son defa GK'da ele alınacak. Üyeler son raporun ışığında Konsey'de nasıl davranacaklar, Kosova'ya şartlıve denetime tabi bağımsızlığıöneren Ahtisaari planınıbir kararla sonuca bağlayacaklar mı, henüz tam anlamıyla bilinmemektedir; ama Ahtisaari planına baştan bu yana karşıçıkan Rusya'nın Konsey'de problem çıkarmaya devam edeceğine hiçşüphe yoktur. Bu bapta en son olarak Rusya'nın Dışişleri Bakan YardımcısıVladimir Titov'un birkaç gün önce yaptığıson açıklamada Rus haber ajanslarına göre, Titov, Sırbistan ve Kosova'nın kabulü olmadan Ahtisaari planının Konsey'den geçmesinin mümkün olmadığınısöylemiştir. Sırbistan'ın, Ahtisaari planınıhiçbir zaman kabul etmeyeceğini defalarca açıkladığıgöz önüne alındığında Kosova ve diğer Konsey üyeleri kabul etse bile planın Konsey'de Rus vetosuyla karşılaşabileceği hususunu Titov'un sözlerinden kolaylıkla çıkarmak mümkündür. Peki Rusya neden Sırbistan'ıdestekliyor, neden Kosova'nın bağımsızlığına karşı çıkıyor? Bunun birkaç önemli sebebi var. Bunlar da şöyle ifade edilebilir: Geleneksel Slav ve Ortodoks dayanışması; Sırbistan'ın Balkanlar'da işyapan ve yayılma eğilimi içindeki Rusşirketleri için bir üs olmasıdurumu; Kosova'nın Balkanlar'daki eski güç ve nüfuzunu yeniden kazanmak isteyen Rusya için uygun bir siyasi fırsat olması; NATO'nun Kosova'ya 1999 yılında yaptığımüdahaleyi hala içine sindirememişve bunun rövanşınıalmak istemesi; Kosova konusunda AB içinde var olan görüş 123 farklarından yararlanmak istemesi ki burada İspanya'nın muhalefetine işaret etmek gerekiyor; son olarak da Kosova'nın bağımsızlığının tanınmasıhalinde bunun başka ihtilaflıbölgeler için emsal ya da model teşkil edeceği yönündeki mülahazalar, burada da Abhazya, G.Osetya ve Transdinyester bölgesi akla hemen gelmektedir. Rusya'nın Kosova mülahazalarıböyle; ama Rusya'nın muhalefetine rağmen GK'dan bağımsızlık yönünde bir karar da çıkabilir. Bu Rusya'nın çekimser kalması, vetosunu kullanmamayıtercih etmesiyle pekâlâ olabilir. Bir diğer ihtimal de Konsey'den bağımsızlık kararıçıkmasa bile Kosova'nın tek taraflıolarak bağımsızlığınıilan etmesi; bu da bugün güçlenen bir ihtimal; üstelik Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın 3 No'lu adamıNicholas Burns tarafından bu hafta desteklenen bir ihtimal. Burns, 'Konsey'den bağımsızlık kararıçıkmazsa ve Kosova bağımsızlığınıkendiliğinden ilan ederse Amerika tek taraflıolarak bu ilanıdestekler' diye konuşmuştur. Kosova’nın nihai statüsünün belirlenmesi sürecinin sonuna yaklaşıldığı, ABD ve AB’nin BM elçisi Martti Ahtisaari'nin uluslararasıdenetim altında bağımsızlık önerisini destekleyen taslak bir kararı11 Mayıs 2007 Cuma günü BM GK'ya sunmalarından anlaşılmaktadır. Balkanların çözülmeyi bekleyen son sorunu olarak görülen bu sürecin sonu, Kosova’nın bağımsızlığına karşıçıktığıRusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkınıkullanmamasına bağlıdır. Kosova statüsü, her ne kadar ABD ve Rusya arasındaki prestij yarışına dönülmüş olsa da, 6 Haziran 2007’de Almanya’da gerçekleştirilecek G8 Zirvesi’nde, iki ülke arasında bir anlaşmanın sağlanabileceği düşünülmektedir. ABD ve AB, Martti Ahtisaari’nin önerisi ışığındaki Kosova statüsünü belirleyecek kararının en geç Haziran ayında alınmasınıistemektedir. Bu nedenle, G8 Zirvesi bunun için büyük bir fırsat olarak görülmektedir. Nitekim bazıAmerikan ve Hırvat gazeteleri, Rusya'nın üç şartıyerine getirildiği takdirde BM GK'nın Ahtisaari planına dayalı bir karar çıkarmasına engel olmayacağına yönelik bir haber yayınlamışlardır. Bu habere göre, söz konusu şartlar, Kosova'nın BM'ye üyeliği konusunda iki yıllık bir moratoryum söz konusu olması, Rusya'nın Kosova'daki askeri varlığıbaşta Sırpların yoğun olarak yaşadıklarıbölgelerde arttırmasıve son olarak NATO'nun Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya'yı üyeliğe davet etmesinin 124 beklendiği 2008 yılında Ukrayna ve Gürcistan'a üyelik daveti göndermemesidir. Son şart, Rusya’nın Kosova’nın bağımsızlığına karşıçıkmasının asıl nedeni olarak görülebilir. Ntekim G-8b Zirvesinde de Kosova ile olumlu bir sonuç çıkmamıştır. BM ve AB'de tıkanan Kosova'nın nihai statüsüne G-8 liderleri de çözüm bulamamıştır. Kosova'ya bağımsızlık verilmesine karşıçıkan Rusya, Fransa'nın, konunun 6 ay sonra ele alınmasıyönündeki teklifini reddedince, konu daha fazla tartışılmamıştır. Sonuç olarak, Kosova’nın geleceğini pek fazla etkilemeyen Sırbistan’ın son kozunu oynayacağı beklenebilir. Kosova’nın bağımsızlığını hiçbir şekilde önleyemeyecek (veya erteleyemeyecek) duruma gelen Sırbistan, Kosova’nın bölünmesi veya başka bir deyişle, Sırpların yoğun olarak yaşadıklarıKuzey Kosova’yıSırbistan’a bağlamak adına girişimde bulunmasıoldukça muhtemeldir. Nitekim bazıaraştırma kuruluşları, Sırbistanlıyetkililerin bu planıçoktan hazırladıklarınıve bununla ilgili Sırp Bilim ve Sanat Akademisi’nden destek aldıklarınıiddia etmektedir. Ancak ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve İtalya temsilcilerden oluşan UluslararasıTemas Grubu’nun Kasım 2005’te belirlediği Kosova müzakere kriterlere göre, Kosova’nın bölünmesine izin verilmeyecektir. Buna göre, istediğini alamayacak olan Sırbistan, Bosna Hersek’te Dayton Anlaşmasıile oluşturulan idari yapının Kosova’da da oluşturulmasınıtalep edebilir. Ancak, AB’nin BatıBalkanlara genişleme sürecinde Bosna Hersek’in en kötü durumda olması, Dayton Anlaşması’nın getirdiği düzen ve Sırplara verilen genişotonomi yetkilerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, uluslararası toplumun Kosova’da aynıhatayıyapmayacağıkesin olarak söylenebilir. Her nekadar Haziran ayısonuna kadar Kosova statüsünün balirlenmesi konusunda genel bir fikirbirliği oluşmuşolsa da, son günlerde bu sürenin taraflar arasında yeni bir müzakere turuna zemin hazırlamasıiçin 120 gün daha uzatılması gündeme gelmiştir. Bu müzakerelerden de sonuç alınamazsa o zaman Ahtisaari Planı’nın bazı küçük revizyonlarla BM GK dan bir karar olarak geçmesi beklenmektedir. Şimdi ise tarfların bu yeni müzakereler turuna nasıl yaklaşacağı gündem konusu olmuştur. Arnavut tarafın bu müzakerlere katılmamasıbeklenirken, Sırbistan’nın son kozlarınıoynamasıaçısından bu olasıkarara sıcak bakacağı söylenebilir. 125 Bu çalışmada genel olarak Kosova’nın siyasal statüsünün neden hala çözümlenmediğini, bu konuda Kosova’ya verilecek olan bağımsızlığın en doğru karar olacağınıaçıklamaya çalışarak bir uluslararasısorun niteliği taşıyan bu probleme hangi şekilde nokta konarak en doğru biçimde sonuçlanmasıgerektiği yönünde açıklama getirilmeye çalışılmıştır. 126 KAYNAKÇA ABRAMOWİTZ, Morton - Schneider, Mark, “Zgjidhje ne Ballkan”, (Balkanlarda Çözüm), Koha Ditore, sayı3275, 28 Temmuz 2006, ALLİN, Dana H., Müdahale Tartışması“, http://www.nato.int/docu/review/2002/issue4/turkish/art1.html#top, 13 Eylül 2005. ALİQ, Jen, “Kosova vs Osetia Jugore” (Kosova ve Güney Osetya), Koha Ditore, sayı3312, 16.11.2006, ALKAN, Necmettin, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde BOSNA, Beyan yayınları, İstanbul, 1995, ALPKAYA, Gökçen, AGİK Sürecinden AGİT’e İnasan Hakları, Kavram Yayınları, İstanbul,1996, ANDICAN, Ahat, Değişim Sürecinde Türk Dünyası, Emre Yayınları,İstanbul, 1996, ARAS, Bülent, “Büyük Ortadoğu, Türkiye ve AB”, www.moraldergisi.com.tr/arsiv/2004/04/21/g9.htm, 10 Nisan 2007 ARI, Tayyar, “Uluslararasıİlişkiler Teorileri – Çatışma, Hegemonya, İşbirliği”, Alfa Yayınevi,İstanbul, 2002, ARI, Tayyar, Uluslararasıİlişkiler ve DışPolitika, Alfa Yayınları,İstanbul, 1999, ASLAN, Dursun,“ Soğuk SavaşSonrasıAlmanya“, Avrasya Dosyası, Cilt-5, Sayı:4, Kış- 1999, ss, 101-112, ARMAĞAN, Yusuf, “Balkanlar: Balkanlar'daki son komşumuz: Amerika!”. http://www.dusuncegundem.com/sayi-26/balkanlar-balkanlardaki-son-komsumuzamerika.html, 22 Mayıs 2007 ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınevi,İstanbul, 1997. BABUNA, Aydın, “Kosova Sorunu Üzerine”. http://www.foreignpolicy.org.tr/turkish/dosyalar/ababuna_p.html, 25 Kasım 2005. BALETİÇ, Milovan, Croatia 1994, Zagreb, 1994. BAJRAMI, Arsim, Kosova’s Law in Transition, Priştine Üniversitesi Yayını, Prishitine, 2001, Boğaziçi Üniversitesi – TÜSİAD, DışPolitika Forumu, Riga Konferansı, http://dispolitikaforumu.com/etkin.htm-48k, 12Şubat 2007. BORA, Tanıl, Milliyetçiliğin Provokasyonu, Birikim Yayınları,İstanbul, 1995, 127 BRZEZİNSKİ, Zbigniew, The Choice, Global Domination or Global Leadership, Zenith Yayınları, Prishtine, 2006. BUGAJSKİ, Janusz, “A do te destabilizoje Kosova Balkanin” (Kosova Balkanı İstikrarsızlaştırırmı), Koha Ditore, Sayı3100, 2Şubat 2006, BURNAZOVIÇ, Tufik , „Bosna Öreneğinde ABD’nin Balkan Siyasetini Anlamak,“ Çev: Emir Türkoğlu Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 279-291, CANBOLAT, İbrahim S., Yeni Dünya ve Türkiye (Aşkın Olma Zamanı), Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 2000, CASTELLAN, Georges, Histori e Ballkanit (Balkan Tarihi), Çev: Arben Puto, Luan Omari, Çabej Yayınevi, Tirana, 1991, COPPİETERS, Bruno, “Kosova’nın BağımsızlığıUluslararasıGüvenliği Güçlendirir mi, Zayıflatır mı?”, http://www.nato.int/docu/review/2006/issue1/turkish/debate.html#header, 23 Temmuz 2004, ÇELIK, Bilgin, „Vesayetten Bagimsizliga mi? :Kosova’nin Gelecegini Belirleyecek Muzakere Süreci Yakinda Basliyor“, http://www.usakgundem.com/makale, 09 Mayıs 2007. DAALDER, Ivo H.-O’ Hanlon, Michael E., „Kosova’dan FarklıDersler Çıkarmak“, Foreign Policy, Bilgi Üniversitesi Yayını,İstanbul, Güz 1999, ss. 76-88, DAVUTOĞLU, Ahmet, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları,İstanbul , 2001, DECAUX, Emmanuel, AGİK, Çev:, Gökçen TunaylıAlpakaya, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, DEDEOĞLU, Beril, Uluslararasi Güvenlik ve Strateji, Derin Yayınlari,İstanbul, 2003, DRAŞKOVİÇ, D., Osnovi na Metodologijata na İstrajuvanje na Bezbednosnite Pojavi (Güvenlik Belirtilerini Araştırma Metodolojisinin Temelleri), Univerzitet “ Kiril i Metodij “- Üsküp, 1984, FIHER, Dietrich , “Nonmilitary Aspects of Security: A Systems Approach UNDIR”, 1993, Fouskas, Vassilis K., Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya, Çev. Ali Çakıroğlu, AykırıYayıncılık, İstanbul, 2004, GENÇ, Mehmet, BM ve Uzmanlık Örgütleri Mevzuatı, Ezgi Kitabevi, Bursa-1999. GJONLEKAJ,Gjeke, “Ne Rambouillet Kosoves i ishte bere Gjyqi i Solomonit” ( Rambouillete Kosova’ya Solomon YargısıYapılmıştır), Koha Ditore, sayı3128, 2 Mart 2006, GOLDSTAİN, Joshua S., Marredheniet Nderkombetare (Uluslararasıİlişkiler), Çev. Arian ve Teuta Starova, Dituria Yayınevi, Tirana, 2004, 128 “Guiding Principles of the Contact Group for a Settlement of the Status of Kosovo”, United Nations Office of the Special Envoy for Kosovo, http://www.unosek.org, 19 Mart 2006 GÜRER, Cüneyt – SEZGIN Erkan , “MİT’in DışPolitika Değerlendirmesi ve Uluslararası İlişkiler Teorileri”, http://www.usakgundem.com/makale:php?id=248-86, 20 Mayıs 2007 GÜRKAN, İhsan, Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye , Orta Doğu ve Balkanİncelemeleri VakfıYayınları,İstanbul, 1997, HASANI Enver, “Kosova Krizi: Hukuki ve Siyasi Boyutu”, Avrasya Dosyası, Sayı1-2, Cilt 4, İlkbahar-Yaz, 1998, ss. 121-130, HATIPOĞLU, M. Murat , „Kuruluşundan Günümüze Makedonya Cumhuriyeti’nin Dış Politikasıve Balkan Ülkeleriyle İlişkileri (1991-2000)“, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 165-181, . İLHAN, Suat, Balkanlar’ın Gelişen Jeopolitiği , Türk Kültürü Yayınları, Ankara,Şubat 1999, JACKSON, Mike, “KFOR Kosova’nın Geleceği İçin Güvenlik Sağlıyor”, NATO Dergisi, No 3, Sayı48, Sonbahar-1999, ss., 14-17, JELAWİCH, Charles and Barbara, History of the Balkans, Vol I, Cambridge Univ. Press, London , 1985, JELAWİCH, Charles and Barbara, History of the Balkan, Vol II, Cambridge Univ. Press, London, 1985, JUDAH, Tim, “Viti Ose-Ose” (Ya-Ya yılı), Koha Ditore, Sayı3070, 31 Aralık 2005, JUDAH, Tim, “Rusja Pobednik” (Kazanan taraf Rusya), http://www.b92.net/info/vesti/index.php?yyyy=2006&mm=09&dd=20&nav_category=11&nav _id=212921&fs=1, 12 Ocak 2007 KALE, Başak, “Avrupa Birliği’nin Balakn Politikası: Çelişkiler İçinde Bir Yanılsama?”, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 293-311, KAPETANOVIÇ, Amir, „Bosna-Hersek’in On Yıllık DışPolitika Tecrübesi“, Çev: Emir Türkoğlu, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 183-204, KARATAY, Osman, Kosova KanlıOva,İz Yayıncılık,İstanbul, 1998, KASIM, Kamer – MURİEL MONTREO, Zerrin A. Bakan, “UluslararsıGüvenlik Sorunları”, Asam Yayınları, Ankara, 2004. Keesing’s Contemporary Archives, 1990, s. 38324 129 KESKIN, Funda, “Yugoslavya’nın Bombalanmasıve UluslararasıHukuk“, TDP, Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II, ed. Baskın Oran, İletişim Yayınları,İstanbul, 2001, ss. 510-525. KISTERSKY, Leonid, “New Dimensions of the International Security System after the Cold War”, http://cisac.stanford.edu/publications/new_dimensions_of_the_international_security_system_af ter_the_cold_war/, 27 Temmuz 2005. KÖNI, Hasan, “Genel Sistem KuramıVe UluslararasıSıyasetteki Yeri“, Asam Yayınları, Ankara, 2001, http://www.kho.edu.tr/kutuphane/kitap/ozetler/00065ozet.htm, 5 Nisan 2006. KUT, Şule, “Kosova, Milliyetçiliğin Kör Düğümü”, Foreign Policy, Sayı3, İstanbul,1998, ss., 55-64. MALCOLM, Noel, Kosova, Nje Histori e Shkurter ( Kosova, Kısa bir Tarih), Koha&Shtepıa e Librit Yayınevleri, Prishtina-Tirana, 2001, MUYEZİNOVİÇ, Mirzet, “ Aylık Balkan Raporu” http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=711&type=16, 03 Haziran 2007 MUYEZİNOVİÇ, Mirzet, “Kosova’nın Nihai Statüsü Konusu ve Sırbistan Seçimleri”, http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=214&type=16, 31 Ocak 2007. MUYEZİNOVİÇ, Mirzet, “Kosova Nihai Statüsü PlanıBirleşmişMiletlere Teslim Edildi”, http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=214&type=16, 20 Mart 2007. NİKİTİN, Alexander, “BarışıKorumada Ortaklar” http://www.nato.int/docu/review/2004, 28 Ağustos 2005. NİCOLET, Claude, “The Interrelationship Between the Evolution of Civil Society and Progress in Regional Security: The Case of the Balkans”, www.iews.org/publications.nsf, 17 Ocak 2006 NOBIRDALI, Beyto, Çağdaşbir Önder Tito, Çağdaşbir Ülke Yugoslavya, Tan Yayınevi, İstanbul, 1977. PERRİT, Henry, Satus for Kosovo”, Chicago-Kent Law Review, Vol, 80:3. PETRİTSCH, Wolfgang – PİCHLER, Robert, Rruga e Gjate ne Lufte,Kosova dhe Bashkesia Nderkombetare 1989-1999, (Savaşa Doğru Uzun bir Yol, Kosova ve UluslararasıToplum 1989-1999), Koha Print, Prishtine, 2002. POULTON, Hough, Balkanlar, Çatışan Azınlıkar, Çatışan Devletler, Çev: Yavuz Alagon, Sarmal Yayınevi,İstanbul, 1993, REÇBER, Kamuran, “BatıAvrupa Birliği’nin Evrensel ve Bölgesel BarışıKorumada Üstlendiği Rol”, Balıkesir Üniversitesi, Bandırmaİ.İ. B. F. D., Bandırma,1999, ss. 23-32. ROSS, Carne, “Krijimi i Shtetit” (Devletin Oluşumu), Koha Ditore, sayı3130, 4 mart 2006. 130 SAMARY,Catherine “Protektoralar”, http://www.kozmopolit.com/Druck/haziran03, 15 Haziran 2005. SANDER, Oral, SiyasıTarih, A.Ü. SBF Yayınları, Ankara, 1984. SANDER, Oral , Siyasi Tarih, Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980’e Kadar , İmge Yayınları, Ankara, 1989. SAPİRO, Miriam, “The OSCE: An Essential Component of European Security”, http://www.asil.org/insights/insight8.htm, 7 Aralık 2004. SELL, Louis, “Kosova’nın BağımsızlığıUluslararasıGüvenliği Güçlendirir mi, Zayıflatır mı?”, http://www.nato.int/docu/review/2006/issue1/turkish/debate.html#header, 23 Temmuz 2004. SERWER, Daniel – BAJRAKTARİ, Yll, “Kosovo, Ethnic Nationalism at Its Territorial Worst”, United States Institute of Peace Special Report, www.usip.org., 02 Eylül 2006. SPASESKİ, Jordan – ASLİMOSKİ, Pere, Bezbednost, Odbrana, Mir (Güvenlik, Savunma, Barış), İnstitut za İstrajuvanje na Turizmot Pri Fakultetot za Turizam i Ugostitelstvo, Ohrid, 2000. ŞEN, Sebahattin, “Yeni Dünya Düzeninde Avrupa ve Türkiye”, ed. Sebahhatin Şen, Yeni Dünya ve Türkiye, Bağlam Yayınları,İstanbul, 1994, ss. 288- 318. TÜRKOĞLU, Emir, “Kosova Arnavutlarının Milliyetçiliği”, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 103-130. TAHİRİ, Edita, The Rambouillet Conference, Negotiating Process&Documents, Dukagjini, İpek, 2001. TÜRBEDAR, Erhan, “Sırbistan-Kosova Diyaloğu: Ekranların Yeni Yarışma Programı”, Stratejik Analiz, Cilt 4, No 43, Kasım 2003, ss. 55-60. TÜRBEDAR, Erhan,“Kosova: Aktörler Aynı, Roller Değişti“, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=106&kat1=3&kat2, 27 Aralık 2006. TÜRBEDAR, Erhan, “Kosova Sorunu’na Yeni Statüko Hazırlanıyor”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=674&kat1=23&kat2, 02 Mayıs 2005 TÜRBEDAR, Erhan, “Kosova’nın Statüsü Müzakerelere Açılıyor”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=728&kat1=23&kat2, 25 Mayıs 2005. TÜRBEDAR,Erhan, “Müzakelere Doğru Kosova”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=722&kat1=23&kat2, 21 Ekim 2006. TÜRBEDAR, Erhan, “Sırbistan’da Belirsizlik Günleri”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=722&kat1=23&kat2, 17Şubat 2007. TÜRBEDAR, Erhan, “Sırbisan ve Karadağın Yollari Ayrıldı”, 131 http://www.asam.org.tr/temp/temp101.pdf, 22Şubat 2007 UZGEL, İlhan , “Kosova Sorunu”, TDP, KurtuluşSavaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, ed. Baskın Oran, Cilt II, 1980-2001,İletişim Yayınları,İstanbul, 2001. UZGEL, İlhan, “Yugoslavya’nın Kuruluşu”, TDP, KurtuluşSavaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II, ed. Baskın Oran,İletişim Yayınları,İstanbul, 2001. UZGEL, İlhan , “Doğu Blokunda Sosyalist Rejimlerin Çöküşü Balkanlar ve Türkiye”, TDP, KurtuluşSavaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II, ed. Baskın Oran,İletişim Yayınları,İstanbul, 2001, ss. 480-498. UZGEL, İlhan,“ Makedonya Sorunu“, TDP, Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar,1980-2001, Cilt II, ed, Baskın Oran, İletişim Yayınları,İstanbul, 2001, ss. 495-517. ÜLGER,İrfan Kaya, Yugoslavya Neden Parçalandı?, Seçkin Yayınları, Ankara , 2003. ÜLGER, İrfan Kaya, “Ortadoğu Sorunu ve Yugoslavya’nın Dağılması’nın Avrupa Dış PolitikasıÇerçevesinde Analizi”, http://stradigma.com/turkce/eylul2003/ print04.html, 16 Mayıs 2003 ÜLGER, İrfan Kaya, “Sırplar’a Göre Kosova Sorunu”, Avrasya Dosyası, Sayı1-2, Cilt 4, İlkbahar-Yaz, Ankara, 1998, ss. 162-174. ÜNAL, Hasan, “Balkanlar’da Geniş“Arnavut Meselesi” ve Türkiye”, Avrasya Dosyası, Sayı 1-2, Cilt 4,İlkbahar-Yaz, 1998, ss., 111-149. VERLİ, Marangelen, “Perpjekjet e Serbise dhe te Malit te Zıper Pushtimin e Kosoves” ( Sırbistan ve Karadağın Kosovayıİşgal etme Çabaları), Studime Historike, Sayı4, Tirana, 1993. VERLİ, Marangelen, Kosova ne Fokusin e Historise (Tarihin Foküsünde Kosova), Botimpex, Tirana, 2002. VEBSTER, S: New International Dictionari , II.izdanie, içinde T. Stojanovski, “Funkcija na Policijata vo Demokratskoto Opştestvo” (Demokratik Toplumda Polisin Fonksiyonu), Bezbednost, Sayı: 4, Üsküp, 1992 YURDUSEV, A.Nuri, “Uluslararasıİlişkiler Öncesi”, ed. Atila Eralp, Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararasıİlişkilerde Temel Yaklaşımlar,İletişim Yayınları,İstanbul, 1996. YÜRÜR, Pınar, “Tarihi Süreç İçerisnde Hırvatistan DışPolitikası”, Balkan Diplomasisi, ed. Ömer E.Lütem, Birgül DemirtaşCoşkun, Asam Yayınları, Ankara, 2001, ss. 205-225. YAŞİN, Gözde Kılıç, “Balkanlarda Boru HattıYarışı”, Cumhuriyet Strateji, sayı: 41, 11 Nisan 2005. www.encyclopedia.com/doc/1G1-17100943.html, “The illusion of collective security (post cold war international security” 22Şubat 2005 132 http: //www.lajm.info, “Zgjedhjet e Serbise” (Sırbistan Seçimleri), 24 Nisan 2007 www.balkan-info.com, „UNMİKŞefi Kosova HaritasınıSundu“, 25 Mart 2006 www.enfal.de/sosyalbilimler/u/006.htm, “UluslararasıSistem”, 28 Mayıs 2007, http://www.b92.net/info/vesti/index.php?yyyy=2006&mm=09&dd=21&nav_id=212623&nav_c ategory=11, “Stav Rusije O Kosovu“ ( Rusya’nın Kosova hakkındaki tutumu), 13 Kasım 2006. http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/99/06/04/dunya/01dun.htm, “Slobo’dan Barışa Evet”, 19 Nisan 2003 http://www.tbmm.gov.tr/agitpa/sil3/osce/www.osce.at/osze/agit.html, “PARİS ŞARTI”, 24 Nisan2005 http://www.ihh.com/kosova, “OsmanlıÖncesi Dönem”, 11 Mayıs 2007, http://www.ihh.com/kosova, “Sırp-Sloven-Hırvat KrallığıDönemi”, 11 Mayıs 2007. http://www.b92.net/info/vesti/index.php?yyyy=2006&mm=09&dd=20&nav_category=11&nav _id=212442&fs=1 “Ahtisari S Kontakt Grupom” (Ahtisari Temas Gurubu ile Birlikte), 19 Ekim 2006. http:// www.bbc.uk, “Kosovo LDK, PDK, AAK Parties Deny Organizing 17-18 March Violence”, 29 Mart 2004. www.enfal.de/sosyalbilimler/u/006.htm, 05 Mayıs 2005 http://www.grazian-archive.com/autobiography/journals/67-09-AL.htm, 28 Haziran 2006 http://www.nstarinformation.blogspot.com/2007_03_18_archive, 10 Mart 2007 www.nato.int, “21. Yüzyılda NATO”, 17 Mart 2004. http://kisi.deu.edu.tr/bilgin.celik/Tarih%20.html, 19 Aralık 2005. http://www.tbmm.gov.tr/agitpa/sil3/osce/www.osce.at/osze/agit.html, 16 Nisan 2005. www.unmikonline.org/pub/misc/FrameworkPocket_TUR.pdf, 11 Ağustos 2005 http://www.zaman.com.tr/ Fikret Ertan, 29 Mayıs 2004. http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C4%B1rbistan-Karada%C4%9F, “Sırbistan-Karadağ”, 21 Aralık 2006. http://www.b92.net , “Prekinuti Pregovori sa EU”, 03 Mayıs 2006 133 EK 1. Yugoslavya Haritası 134 EK 2. Kosova Haritası 135 EK 3. Kosova Kronolojisi Sırplar, Kosova Meydan Muharebesi'nde Osmanlı 1389 İmparatorluğu önünde büyük bir yenilgiye uğradılar. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yıkılmasından ve 1918 Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra Kosova, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı'nın bir parçasıoldu. Ülke bu tarihte mutlak bir anarşiye kaydı. Ayrıbölgeler 1929 birleştirilerek Yugoslavya adıaltında yeni bir yapıkuruldu. Alman orduları, bu tarihte Kosova'yıişgal ettiler. Hemen 1941 ardından da ülkeyi Bulgarlar, Macarlar veİtalyanlar işgal ettiler. İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra Yugoslavya 1945 komünist rejime geçti. KosovalıArnavutlar, ilk kez tam bağımsızlık için gösteri 1968 yaptılar, çok sayıda kişi tutuklandı. Eski Yugoslavya`nın anayasası yeniden şekillendirildi, 1974 Kosova, Sırbistan Cumhuriyeti içinde özerk bölge ilan edildi. 1980 Yugoslavya lideri Mareşal Josip Broz Tito öldü. Kosova`da Arnavut asıllılar, Kosova`nın da ``federal birlik 1981 içinde ayrıcumhuriyet ilan edilmesi`` için sokak gösterileri düzenlediler, çıkan çatışmalarda çok sayıda kişi yaralandı. Slobodan Miloseviç, iktidara geldi. Arnavut kökenlerin haklarını çiğneyerek Sırp milliyetçiliği politikaları gütmeye 1987 başlayan Miloseviç, savaşın ilk kıvılcımlarınıpolitik söylemleriyle attı. Sırbistan Devlet BaşkanıSlobodan Miloseviç, Kosova`nın 1989 özerkliğini lağveden bir karar aldı. Bunun üzerine yapılan şiddetli protesto gösterilerinde 20 kişi hayatınıkaybetti. Yugoslavya Federal Ordusu, Kosova`da tam hakimiyetin 1990 tesisi için bölgeye birlikler gönderdi; Sırbistan parlamentosu Kosova hükümetini feshetti. Kosova bağımsızlık teşkilatları, bölgeyi ``ayrı bir 1991 cumhuriyet`` ilan etti, bu ilan, komşu Arnavutluk tarafından tanındı. 136 Bosna Hersek, Hırvatistan, Makedonya ve Slovenya’nın Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetinden ayrılmasının Nisan 1992 ardından, Sırbistan ve Karadağ, Yugoslavya Federal Cumhuriyetini kurdu. KosovalıArnavutlar, ne Belgrad ne de diğer yabancıülkeler tarafından tanınan bir plebizit gerçekleştirdi. "Pasif direniş” 1992 savunucusu, yazar İbrahim Rugova, kendi kendine bağımsızlığınıilan eden Kosova Cumhuriyetinin cumhurbaşkanıseçildi ve bir meclis kuruldu. Bağımsızlık için savaşan Kosova KurtuluşOrdusu (UCK) ilk 1996 kez meydana çıktı, polis karakollarına saldırılarıüstlendi. Kosovalımilitan Arnavutlar, iki Sırp polisini öldürdüler. 28Şubat 1998 Yugoslavya Devlet BaşkanıSlobodan Miloseviç, güvenlik güçlerine gereken yanıtın verilmesi için emir verdi. Sırp güvenlik güçlerinin şüpheli ayrılıkçıArnavutlara karşı Mart 1998 şiddetli saldırılarında 40`a yakın kişi hayatınıkaybetti. Sırbistan`da düzenlenen Kosova referandumunda halkın yüzde 95`i sorunun uluslararasımüdahaleyle çözülmesine karşı Nisan 1998 çıktı. Yugoslavya`ya yönelik uluslararasıyaptırımlar başladı. Miloseviç ile Rugova yüz yüze ilk kez konuştular. Arnavut Mayıs 1998 tarafı, bu temasın sürdürülmesini boykot etti. UCK`nın Kosova toprağının yüzde 40`ınıele geçirdiğinin Temmuz anlaşılmasından sonra Sırp güvenlik güçlerinin, ayrılıkçıörgütün Ağustos 1998 tüm üslerine yönelik kök söktürücü harekatıyoğunlaşmaya başladı. Sırp kuvvetleri Kosova`nın orta kesiminde taarruza geçti, 22 kişi katledildi. BM Güvenlik Konseyi, Kosova için derhal Eylül 1998 toplanarak, acil ateşkes ve taraflar arasısiyasi diyalog çağrısında bulundu. NATO müttefikleri, Sırp askeri hedeflerine yönelik hava operasyonu için onay verdi; Miloseviç, Kosova`daki Sırp askerlerinin çekilmesini kabul etti ve evlerinden-yurtlarından olan on binlerce sığınmacının evlerine geri dönüşlerini kolaylaştırma Ekim 1998 sözü verdi. Belgrad hükümeti, Devlet BaşkanıMiloseviç`in bu taahhüdünün yerine getirilip getirilmediğinin doğrulanmasıiçin Kosova`da silahsız 2 bin uluslararasıgözlemcinin görev almasını kabul etti. 137 ABD`nin Üsküp Büyükelçisi Christopher Hill, arabulucu Ekim - Aralık olarak Kosova`da siyasi çözüm uğraşına başladı; yer yer patlak 1998 veren çatışmalar çok kırılgan bir haldeki ateşkesi yıktı. Yugoslav ordusu askerleri 36 UCK militanınıöldürdü. Bir kahvehanede 6 genç Sırp öldürüldü; Kosova`daki Sırp kökenli Aralık 1998 halkın protestolarıpatlak verdi. Kuzeydeki çatışmalarda 15 kişi öldü. Racak`ta 45 Arnavut kökenli Kosovalıkatledildi. Katliam 15 Ocak 1999 üzerine barışın sağlanmasıiçin uluslararasıçabalar hız kazandı. Sırp polisi, UCK`nın saklanma noktalarından birinde 24 kişiyi öldürdü. Batılı müttefik devletler, tarafları, Kosova barış 29 Ocak 1999 müzakerelerine davet etti, bu davete karşılık verilmediği takdirde NATO`nun askeri müdahalede bulunacağınıilan etti. Fransa`da başkent Paris`in 50 km yakınındaki tarihi kraliyet 6-17Şubat 1999 köşkü Rambouillet`de Belgrad hükümeti ile KosovalıArnavutlar arasında barışgörüşmeleri yapıldı. Yugoslav ordu birlikleri Makedonya sınırında tarama harekatlarına girişti, kuzey bölgede UCK mevzileri bombalandı. UCK militanlarıSırp güçlerine yönelik birkaç saldırıda bulundu. Şubat - Mart Sınırın öte yanında ise barışgörüşmelerinde esas koşullardan biri 1999 olan, Sırp tarafınının kabul etmediği NATO barışıdenetleme birlikleri, Kosova`daki olasıbarışmisyonu için binlerce askeri hazırlamaya devam ediyordu. KosovalıArnavut halkının temsilcileri, Paris`te yeniden başlatılan barışmüzakerelerinde üç yıllık geçici özerk yönetim anlaşmasıve bu anlaşmanın 28 bin mevcutlu NATO barışgücü 18 Mart 1999 tarafından teminat altına alınmasınıöngören anlaşmayıimzaladı. Sırp heyeti, anlaşmayıimzalamaya yanaşmayınca müzakereler tıkandı. Uluslararasıbarışgözlemcileri Kosova`yıterketmeye başladı. Yugoslavya ordu birlikleri yığınağını yoğunlaştırıp UCK 20 Mart 1999 mevzilerine daha ağır biçinde yüklenmeye başladı. NATO uçakları ve gemileri olasıbombardıman harekatıiçin hazır beklemeye başladı. 22 Mart 1999 Bosna`ya barışgetiren Dayton BarışAnlaşması̀nın mimarı ABD`li kıdemli arabulucu diplolat Richard Holbrooke, Miloseviç`i son kez uyarmak için Belgrad`a gitti ve ``Paris`teki barış anlaşmasını imzalayın, aksi halde NATO hava harekatına 138 girişecektir`` mesajınıverdi; Miloseviç, barışı korumak için de olsa, ``Yugoslavya toprağında NATO askerlerinin yer almasına izin verilmeyeceğini`` yineledi. Holbrooke, son Belgrad temaslarından sonuç alamadığınıilan 23 Mart 1999 etti. Yugoslavya devleti, II. Dünya Savaşı̀ndan beri ilk kez olağanüstü hal ilan etti. NATO`nun hava harekatı, Genel Sekreter Javier Solana`nın verdiği yetkiyle birlikte beklenmeye başlanırken, Belgrad polisi, 24 Mart 1999 başkentin en büyük bağımsız yayın organıB-92 radyosuna kilit vurdu, radyonun başeditörü gözaltına alındı 24 Mart 1999 NATO, Yugoslavya’ya yönelik hava saldırılarına başladı. NATO Genel Sekreteri Javier Solana hava saldırılarını durdurdu. BM Güvenlik Konseyinin 1244 No’lu Kararıile Yugoslavya’nın,şiddet eylemlerine bir an önce son vererek, askeri, 10 Haziran 1999 polis ve paramiliter güçlerini hızla bölgeden çekmesi kararlaştırıldı. Kosova’yıBM idaresine bırakan karar çerçevesinde ayrıca UNMIK’in kurulmasıve NATO liderliğindeki barışıkoruma gücü KFOR’un bölgede konuşlanmasıöngörülüyordu. Kosova’da gerçekleştirilen ilk demokratik genel seçimi Kasım 2001 Rugova'nın partisi Kosova Demokratik Ligi (LDK) kazandı Rugova, Kosova cumhurbaşkanıseçildi. Bayram Recepi, Şubat 2002 başbakanlık görevine getirildi Sırp ve KosovalıArnavut liderler, 1998-1999 yıllarında 14 Ekim 2003 yaşanan çatışmaların ardından ilk kez Viyana’da yüz yüze görüştüler BM, Kosova'nın nihai statüsünü belirlemeye yönelik Aralık 2003 görüşmelerin 2005 yılında başlayabilmesi için Kosova’nın uyması gereken standartlarıaçıkladı Üç gün süren ve 1998-1999 yıllarında yaşanan çatışmalardan bu yana bölgede görülen en şiddetli olay olarak kabul edilen etnik Mart 2004 çatışmalar sonucunda 19 kişi öldü ve yüzlercesi de yaralandı. Çatışmalar sırasında yüzlerce konut ve düzinelerce dini eser tahrip LDK’nın seçimleri kazanmasının ardından Rugova yeniden Ekim 2004 cumhurbaşkanıseçildi; Rugova’nın tekrar seçilmesi Kosovalı Sırplar tarafından boykot edildi. Eski KLA komutanıve Kosova'nın Geleceği için İttifak’ın lideri Ramush Haradinaj, başbakanlık 139 koltuğuna oturdu Haradinaj, Eski Yugoslavya Hakkındaki UluslararasıCeza Mahkemesinde (ICTY) savaşsuçu iddialarıyla yargılanacağıiçin Mart 2005 başbakanlıktan istifa etti. Haradinaj’dan boşalan koltuğu Bayram Kosumi devraldı. Cumhurbaşkanı Rugova, Priştine’deki evinde akciğer 21 Ocak 2006 kanserinden öldü. Kendisinden sonra Fatmir Sejdiu cumhurbaşkanı oldu. Kosova’nın nihai statüsü ile ilgili olarak Sırp ve Kosovalı Arnavut yetkililer arasında ve doğrudan BM sponsorluğunda 20Şubat 2006 gerçekleşen görüşmeler Viyana’da başladı. Görüşmelere, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın temsilcisi, eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari başkanlık etti. Partisinin eleştirilerine maruz kalan Kosumi başbakanlık 2006 görevinden istifa etti. Kosumi’nin ardından Kosova’nın yeni başbakanı, eski KLA komutanlarından Agim Ceku oldu. Ekim – Yapılan referandumda Sırp seçmenler, Kosova’yıSırp 2006 topraklarının ayrılmaz bir parçasıolarak nitelendiren yeni anayasayı kabul etti. 2006 Karadağ-Sırbistan Federsyonu, Karadağda gerçekleşen refendumdan sonra sona erdi. 21 Ocak 2007 Sırbistan’da Kosova’nın Statüsünde belirleyici rol oynayacak olan hükümetin kurulmasıiçin genel seçimler yapıldıç 10Şubat 2007 Kosova Nıhai Statüsü Planıbaşmüzakereci olan Ahtisaari tarafından açıklnadı 140