T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN ANABİLİM DALI DİN SOSYOLOJİSİ BİLİM DALI TÜRK DİNÎ DÜŞÜNCESİNE MODERN KAVRAMLARIN GİRİŞİ VE DÖNÜŞÜMÜ ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA (DOKTORA TEZİ) Orhan AYAZ BURSA- 2020 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN ANABİLİM DALI DİN SOSYOLOJİSİ BİLİM DALI TÜRK DİNÎ DÜŞÜNCESİNE MODERN KAVRAMLARIN GİRİŞİ VE DÖNÜŞÜMÜ ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA (DOKTORA TEZİ) Orhan AYAZ Danışman: Prof. Dr. Vejdi BİLGİN BURSA- 2020 YEMİN METNİ Doktora tezi olarak sunduğum “Türk Dinî Düşüncesine Modern Kavramların Girişi ve Dönüşümü Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Tarih ve İmza . Adı Soyadı : Orhan Ayaz Öğrenci No : 711521018 Ana Bilim Dalı : Felsefe ve Din Bilimleri Programı : Din Sosyolojisi Statüsü : Doktora v ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Orhan Ayaz Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Felsefe ve Din Bilimleri Bilim Dalı : Din Sosyolojisi Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : xii + 271 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışmanı : Prof. Dr. Vejdi BİLGİN Türk Dinî Düşüncesine Modern Kavramların Girişi ve Dönüşümü Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma Modern siyasi düşünce, Batı dünyasının etkileşimsel koşullarında doğmuştur. Eski siyasi ve sosyal düzeni tepetaklak eden bu düşünce, yeni bir ahlaki düzen inşa etmiştir. Bu yeni ahlakta yönetim, meşruluğunu doğal olarak eşit özgürlüğe sahip bireylerin rızasına dayandırmış ve yönetimin temel amacı bireylerin özgürlüğünü, güvenliğini ve mülkiyet haklarını keyfi muamelelere karşı korumak olmuştur. Bu yeni ahlaki düzen Batı dışı toplumlar için hem yıkım hem de kurtuluş imkânı anlamına gelmiştir. İslam siyasi düşüncesinin inşa ettiği ahlaki düzen içindeki Türk dinî düşüncesi de, hem tehdit eden hem de umut veren modern siyasi düşünceyle yüzleşmek durumunda kalmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde bilgi sosyolojisi bakış açısından bilgi-toplum ilişkileri tartışıldı. Ayrıca siyasi modernleşmenin felsefi, siyasi ve sosyal arka planı, ilgili literatür yardımıyla tartışıldı. Bu bölümde son olarak cumhuriyet, meşrutiyet, demokrasi, eşitlik ve özgürlük kavramlarının, antik Yunan’dan başlayan Batı dünyasındaki serüvenleri ele alındı. İkinci bölümde, Cumhuriyet’in ilanına kadarki dinî düşünceyi temsil eden düşünürlerin metinlerine yorumlayıcı bir yaklaşımla içerik analizi uygulandı. Dinî düşünürler, çökmekte olan Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için modern siyasi kavramları, asimetrik bir tarzda dinî terimlerle dinîleştirip halkı seferber etmek istemiştir. Türk dinî düşüncesinin asıl amacı, korkuları olan ve çıkarını düşünmesi gereken eşit özgürlüğe sahip bireyleri toplumsal sözleşmeyle kendilerinin efendisi yapmak değildir. Dinî düşünce, halkı seferber ederek devleti kurtarmayı hedeflediği için modern siyasi kavramlara da araçsal bakmıştır. Üçüncü bölümde, 1950-1980 yılları arasında Türk dinî düşüncesini temsil eden isimler üzerinden modern siyasi kavramların nasıl dönüştüğü analiz edildi. Bu dönemde dinî düşüncenin gözünde modern siyasi kavramlar, daha çok “düşman” Batı’nın “hastalıklı” siyasi hayatının bir ürünüdür. Böylece 1950-1980 yılları arasında Türk dinî düşüncesinin, bu sefer de Batı’daki milliyetçi/nasyonal siyasi düşünceleri asimetrik bir şekilde dinîleştirmeye çalıştığını görmek mümkündür. vi Anahtar Kelimeler: Bilgi sosyolojisi, kavramlar, İslamcılık, dinî düşünce, siyasal modernite, hürriyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi. vii ABSTRACT Name and Surname : Orhan Ayaz University : Bursa Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Philosophy and Religious Studies Branch : Sociology of Religion Degree Awarded : Doctorate Page Number : xii + 271 Degree Date : …. / …. / 2020 Supervisor : Prof. Dr. Vejdi Bilgin A Sociological Research on the Introduction and Transformation of Modern Concepts in Turkish Religious Thought Modern political thought was born in the interactive conditions of the Western world. This idea, which upset the old political and social order, constructed a new moral system. In this new morality, management based its legitimacy on the consent of individuals naturally own equal freedom, and the main purpose of management was to protect the freedom, security and property rights of individuals against arbitrary treatment. This new moral order meant both destruction and opportunity for liberation for non-Western societies. Turkish religious thought, which is in the moral order built by Islamic political thought, had to face modern modern political thought, both threatening and promising. In the first part of the study, information-society relations were discussed from the perspective of knowledge sociology. Also, the philosophical, political and social background of political modernization has been tried to reveal with the help of related literature. In this section, the adventures of the concepts of republic, constitutionalism, democracy, equality and freedom in the Western world starting from ancient Greece were discussed. In the second part, content analysis has been applied with an interpretive approach to the texts of thinkers representing the religious thought up to the declaration of the Republic. Religious thinkers wanted to mobilize the people by religiousizing modern political concepts in an asymmetrical manner in religious terms to save the decadent Ottoman State. The main purpose of Turkish religious thought is not to make individuals with fears and equal liberties who should consider their interests their Owner and Lord by social contract. Since religious thought aimed to save the state by mobilizing the public, it also looked at modern political concepts instrumentally. In the third part, how modern political concepts were transformed were analyzed over the names representing Turkish religious thought between 1950 and 1980. In this period, modern political concepts in the eyes of religious thought are mostly a product of the “diseased” political life of the “enemy” West. Thus, it is possible to see that between 1950 and 1980 Turkish religious thought attempted trying asymmetrically religiousize nationalist political thoughts in the West, this time. viii Keywords: Sociology of knowledge, concepts, Islamism, religious thought, political modernity, liberty, constitutional monarchy, republic, democracy. ix ÖN SÖZ Avrupa’da din savaşlarının neden olduğu kargaşaya tepki olarak ortaya çıkan doğal hukuk teorilerine göre insanlar doğarken, birbirleri üzerinde herhangi bir hâkimiyet/efendilik iddia edecek şekilde bir ayrıcalığa sahip olmazlar. Bu hukuk teorileri Avrupa’da hâkimiyetin, bir kişinin keyfi iradesi yerine eşit şekilde özgür olan insanların rızasına dayanması gerektiği düşüncesini güçlendirmiştir. Böylece halk egemenliği, eşitlik, özgürlük gibi modern siyasi kavramlar, geleneksel siyasi düşüncenin aleyhine güçlenip özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra toplumun daha geniş kesimlerini seferber ederek Batı dünyasının siyasi hayatında radikal değişikliklere neden olmuştur. 19. yüzyılda modern siyasi kavramlar, Osmanlı Devleti’nin siyasi hayatına girmiş ve yüzyılın ortasından sonra Türk dinî düşüncesi de bu kavramları tartışmaya başlamıştır. Bu kavramların Türk dinî düşüncesi üzerindeki etkisini, tarihsel sosyolojik bir çalışmayla ortaya koymanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Zira Türkiye’de modern dönemle birlikte din-toplum ve din-siyaset ilişkilerinin neye benzediğinin tespiti hem bugünün hem de geleceğin neye benzediği/benzeyeceği hakkında bize fikir verecektir. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında emeği geçen şahısları burada zikretmeyi üzerimde borç bilirim. Öncelikle hem çalışma konusunun ortaya çıkmasında hem de çalışma süreci boyunca müsamahakâr ve fedakâr kişiliğiyle tez çalışmasının sorunsuz ve nispeten kısa zamanda bitirilmesinde belirleyici olan hocam Prof. Dr. Vejdi Bilgin’e takdir ve şükranlarımı sunuyorum. Dersleriyle sosyolojik kavrayışıma katkı sağlayan Prof.Dr. İzzet Er, Prof. Dr. Abdurrahman Kurt, Prof. Dr. Kemal Ataman ve Prof. Dr. Özcan Güngör’e sonsuz teşekkür ediyorum. Tez izleme Komitesi’nin üyesi olarak tez yazım sürecinde katkılarından dolayı Dr. Öğr. Üyesi Ali İhsan Akçay’a ve jüri üyesi olarak çalışmaya yaptığı katkılarından dolayı Doç. Dr. Sefer Yavuz’a teşekkür ediyorum. x Tez çalışması boyunca çalışma imkânı ve kolaylıklar sağlayan Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanımız Prof. Dr. Celil Abuzar’a gösterdikleri anlayış için teşekkür ediyorum. En özel teşekkürlerim ise çalışmanın yorucu sürecine tahammül gösteren ve maddi, manevi desteğini esirgemeyen eşim Selma Ayaz’a, kızım Nurefşan ve oğlum Mirhan’a… Orhan AYAZ Şanlıurfa 2020 xi İÇİNDEKİLER ÖZET .......................................................................................................................... V ABSTRACT ............................................................................................................. Vİİ ÖNSÖZ ..................................................................................................................... İX İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ Xİ GİRİŞ ........................................................................................................................... 1 A)ARAŞTIRMANIN KONUSU .................................................................................1 B)ARAŞTIRMANIN AMACI .....................................................................................1 C)ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ve İLGİLİ ÇALIŞMALAR .......................................6 D)PROBLEM VE ALT PROBLEMLER ...................................................................2 E) ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ ...................................................................3 F)ARAŞTIRMANIN KAPSAM VE SINIRLARI ......................................................7 BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE A)TEORİK ÇERÇEVE ..............................................................................................9 1)Bilgi Sosyolojisi .....................................................................................................9 2)Sosyolojik Perspektifte Bilgi................................................................................. 15 3)Bilgi - Toplum İlişkisi .......................................................................................... 20 4)Birer Bilgi İfadesi Olarak Kavramlar .................................................................... 24 B.KAVRAMSAL ÇERÇEVE ................................................................................... 28 1)Siyasi Modernleşmenin Fikrî/Entelektüel Arka Planı ............................................ 28 2)Siyasi Ve Sosyal Arka Plan .................................................................................. 42 a)İngiliz Devrimi .................................................................................................. 50 b)Amerikan Devrimi ............................................................................................ 57 c)Fransız Devrimi................................................................................................. 67 3)Modern Siyasi Kavramlar ..................................................................................... 82 a) Cumhuriyet ...................................................................................................... 83 b) Demokrasi ........................................................................................................ 91 c)Anayasal Monarşi (Meşrutiyet) ....................................................................... 103 d) Özgürlük ........................................................................................................ 105 e) Eşitlik ............................................................................................................. 114 İKİNCİ BÖLÜM KAVRAMLARIN GİRİŞİ A)Siyasi, Sosyal ve Fikri Arka Plan ....................................................................... 121 B) Halk Egemenliği (Meşrutiyet, Cumhuriyet, Demokrasi) .................................... 128 1)Yönetimin Kaynağı ve Nedenleri .................................................................... 128 xii 2)Yönetimin Meşruiyeti ..................................................................................... 132 3)Yönetimin Özellikleri...................................................................................... 137 4)Halk Egemenliğinin Sınırları ........................................................................... 140 5)Milletleşme (Uluslaşma) ................................................................................. 145 6)Kanun ve Adalet ............................................................................................. 151 7)Pragmatizm ..................................................................................................... 157 8)Sekülerleşme ................................................................................................... 162 C) Özgürlük (Hürriyet) .......................................................................................... 166 1) Özgürlüğün Anlamı ve Asimetrik Sentez ....................................................... 166 2)Pragmatizm ve Özgürlüğün Sınırı ................................................................... 173 D) Eşitlik (Müsâvat) .............................................................................................. 180 1)Pragmatizm ve Asimetrik Sentez ..................................................................... 180 2) Eşitliğin Anlamı ............................................................................................. 183 3) Dinî Düşüncede Modern Eşitliğin İmkânı ....................................................... 188 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KAVRAMLARIN DÖNÜŞÜMÜ A)Siyasi, Sosyal ve Fikri Arka Plan ....................................................................... 193 1)1923-1945 Yılları ............................................................................................ 193 2)1945-1950 Yılları ............................................................................................ 196 3)1950-1960 Yılları ............................................................................................ 200 4)1960-1971 Yılları ............................................................................................ 204 5)1971-1980 Yılları ............................................................................................ 214 B)Halk Egemenliği (Cumhuriyet, Demokrasi) ....................................................... 220 1)Devamlılık ...................................................................................................... 221 2)Değişim (Sapma) ............................................................................................ 225 3)Kavimler Birliğinden “İslam’ın Türk Haline”.................................................. 232 4)Asimetrik Sentez ve Sekülerleşme................................................................... 239 C) Özgürlük ve Eşitlik ........................................................................................... 242 SONUÇ .................................................................................................................... 247 BİBLİYOGRAFYA ................................................................................................. 251 ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................ 271 1 GİRİŞ A)ARAŞTIRMANIN ARKA PLANI Bilgi bir taraftan toplumsal koşullardan etkilenirken diğer taraftan toplumsal koşulların inşasında ve dönüştürülmesinde önemli bir dinamiktir. Başka bir ifadeyle bilgi ya da en geniş anlamıyla kültür bazen toplumsal değişmenin başlatıcısı bazen de sonucudur. Bununla birlikte kendi etkileşimsel koşullarının ürünü olmayan bir bilginin o toplumu değiştirme imkânı konuyu daha da karmaşık hale getirmektedir. Modern siyasi bilginin temelleri antik Yunan’a kadar uzanmaktadır. Özellikle 16. yüzyıldan itibaren bu temeller üzerinden yeni bir siyasi düşünce ortaya çıktı. Bu modern siyasi düşünce doğal hukuk teorilerinden hareketle toplumsal sözleşmeye dayalı yeni bir toplumsal tahayyül biçimi inşa etmeye başladı. Bu entelektüel bağlam, özellikle Amerika ve Batı Avrupa’da insanları yeni bir siyasi ve sosyal dünya için mücadeleye itmiştir. Bu mücadelenin sonunda, otoriter ve hoşgörüsüz, başka bir ifadeyle aristokratik ve hiyerarşik siyasi ve sosyal yapılar, yerlerini nispeten eşitlik ve özgürlüğü temel alan yapılara bırakmıştır. Gerek sömürgecilik ve küreselleşmenin sonucu gerekse Batı dışı toplumların kurtuluş yolu olarak bu siyasi kavramlara ilgi duyması sonucu modern siyasi düşünce dünyanın çoğu bölgsini etkilemiştir. 19. yüzyıldan itibaren modern siyasi kavramlar Osmanlı Devleti’nin siyasi ve entelektüel hayatına dâhil olmuştur. Bu yüzyılın ortasından itibaren Türk dinî düşüncesi de hürriyet, eşitlik, meşrutiyet, cumhuriyet ve demokrasi kavramlarını yoğun bir şekilde tartışmaya başlamıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kesintiye rağmen Türk dinî düşüncesi modern siyasi kavramlara ilgisini devam ettirmiştir. Bu bağlamda çalışmanın konusu, Türk dinî düşüncesinin modern siyasi kavramları ilk nasıl karşıladığı ve sonrasında bu kavramların dinî düşüncede nasıl dönüştüğü olacaktır. 2 B)ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ Günümüzde Batı dışı toplumların siyasi ve sosyal hayatlarını; halk egemenliği, eşitlik ve özgürlük gibi Batılı kavramları göz ardı ederek düşünmek mümkün görünmemektedir. Bu aynı zamanda, modern siyasi kavramların tam olarak neye benzediklerini kavramadan, Batı dışı toplumların tam olarak nerede durduklarının analizinin zorlaşacağı sonucunu da doğurmaktadır. Bu anlamda öncelikli amacımız modern siyasi kavramların Batı’daki serüvenlerini ilgili literatür yardımıyla ortaya koymaya çalışmaktır. Ayrıca bu amaç için kavramların doğduğu siyasi ve sosyal bağlam ortaya konacaktır. Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra modern siyasi düşünce, Osmanlı Devleti’nin siyasi hayatına hâkim olmaya başlamıştır. Devlet bürokrasisi gibi, Türk dinî düşüncesi de bu kavramlara ilgisiz kalmamıştır. Dinî düşüncenin bu ilk ilgisinin hangi karakterde olduğunun analiz edilmesi bugünü anlamak için zorunlu görünmektedir. Bu bağlamda çalışmamızın bir diğer önemli amacı Türk dinî düşüncesinin, Cumhuriyet’in ilanına kadar halk egemenliği, eşitlik ve özgürlük gibi siyasi kavramlara nasıl yaklaştığını ortaya koymaktır. Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda, siyasi tartışmalardan uzaklaştırılan Türk dinî düşüncesi, 1950’den sonra siyasi hayata geri dönmüştür. Bu dönemde dinî düşüncenin daha önce tartıştığı modern siyasi kavramlara yönelik bakış açısının ne yönde değiştiğinin analiz edilmesi, bugünü anlamamıza yardım edeceği gibi modernleşme karşısında dinî düşüncenin tavrına yönelik teorik bir çerçeve çizmemize de yardım edecektir. Böylece başka bir amacımız da, 1950 sonrası Türk dinî düşüncesini 1950 öncesi dönemle karşılaştırarak muhtemel değişim üzerinden Türkiye özelinde Batı dışı toplumların modern düşüncenin neresinde durduğuna/durabileceğine yönelik bir tipoloji denemesine gitmektir. C)PROBLEM VE ALT PROBLEMLER Bu çalışmada asıl problemimiz Türk dinî düşüncesinin, siyasi modernleşmeyle ilk temasının nasıl olduğu ve bunun süreç içinde nasıl dönüştüğüdür. Bu asıl problemi aşağıdaki alt problemler takip edecektir. 3 1. Türkiye’nin siyasi modernleşmeyle ilişkisinde Türk dinî düşüncesinin yeri nedir? 2. Türkiye’nin demokrasi, eşitlik ve özgürlük kavramlarıyla ilişkisinde uluslararası dengelerin etkisi nedir? 3. Türk dinî düşüncesinin; halk egemenliği, eşitlik ve özgürlük gibi modern siyasi kavramlarla İslam siyasi düşüncesini kaynaştırma çabası nasıldır? 4. Türk dinî düşüncesinin seküler modern ahlaki düzeni benimseme imkânı nedir? 5. Türk dinî düşüncesinin modern siyasi kavramlara ilgisinin merkezinde ne vardır? 6. Modern siyasi kavramların, Batı dışı toplumların siyasi ve sosyal yapılarını değiştirmesi ne kadar mümkündür? 7. Modern siyasi düşüncenin ön gördüğü ahlaki düzeni benimsemek sekülerleştirir mi? Farklı bir ifadeyle sekülerleşmeden modern anlamda eşitlikçi, özgürlükçü olmanın imkânı var mıdır? D) ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ Sosyolojiyi “bilimsel” yapan şey onun metodolojisidir.1 Metodoloji daha çok bilim adamlarının “nasıl ve niçin bilgi elde ettikleri hakkında teoridir.”2 Ancak kendini sürekli sağduyu bilgisine üstün bir alternatif olarak sunan sosyoloji disiplini, gelinen noktada hem araştırma nesnesinin gerçekte ne olduğuna hem bu nesneye nasıl yaklaşacağına hem de nesnesine ilişkin bilgi elde ederken hangi prosedürleri kullanacağına dair bir konsensüse varmamıştır. Hâlbuki klasik sosyologlar doğa bilimlerini kendine model alarak toplumsal gerçeklik hakkında doğa bilimlerine yakın bir kesinlikte bilgi elde edebileceği iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Ki bugün doğa bilimlerinin bu iddiası bile esaslı eleştirilerle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Daha sonra pozitivist bilim anlayışının karşısına, bir anlam kuramı olan hermenötik ile ilişkili olan ve kökleri Max Weber ile Wilhem Dilthey’e kadar giden yorumlayıcı sosyal bilim çıkacaktır. Dilthey, araştırma nesnelerinin doğalarının 1 W. Lawrence Neuman, Toplumsal Araştırma Yöntemleri, çev. Sedef Özge, Ankara: Yayınodası Yayıncılık, 2013, c. 1, s. 117. 2 David Scott, Marlene Morrison, Eğitim Araştırmasında Temel Fikirler ve Kavramlar, çev. Ümit Tatlıcan, İstanbul: Sentez Yayıncılık, 2016, s. 199. 4 farklılığı itibariyle bilimleri, Doğa Bilimleri (Naturwissenschaft) ve Kültür Bilimleri (Geisteswissenschaft) olarak ikiye ayıracaktır. İlki soyut açıklamaya dayanırken, ikincisi Verstehen’ (anlamaya) dayanır: Başka bir ifadeyle belirli tarihsel ortamlardaki başkaları kendinde hissetme yoluyla anlama.3 Araştırmacı kendini sosyal faillerin yerine koyarak onların amaçlarını ve niyetlerini anlamaya çalışır. Birincisi nesnesini açıklayacak yasa peşinde koşarken, ikincisi Weberyen anlamda insanın kendi ördüğü anlamlılık ağında oturan bir hayvan4 olduğu görüşüne inanarak anlamların peşinde koşar. Kültür bilimlerinin temel metodolojik problemi, bir topluma ve kültüre mensup birinin kendi dışındaki bir kültürü veya tarihsel dönemi tecrübe eden bir başkasını nasıl anlayabileceğidir. Bu probleme nitel gelenek içinde birçok çözüm yolu önerilmiştir. Örneğin yorumlayıcı yaklaşımda, Durkheimci anlamda ‘orada’ keşfedilmeyi/açıklamayı bekleyen bir sosyal gerçeklik yoktur. Aksine insanların gerçekliği farklı biçimde yorumladıkları bir anlamlandırma süreci vardır. Dahası ayağı sağlam yere basan ve gerçekliği keşfetme ehliyeti olan bir “özne” de yoktur. Zaman içinde bu dikotomiye alternatif yaklaşımlar da eklenmiştir. Bu yaklaşımlardan biri Karl Marx’ta temellenen ve Frankfurt Okulu temsilcileriyle devam eden eleştirel sosyal bilimdir. Bu yaklaşım, aklın imkânını kullanarak “insanların koşulları değiştirmesine ve kendileri için daha iyi bir dünya kurmasına yardımcı olmak üzere maddi dünyanın gerçek yapılarını açığa çıkarmak için yüzeydeki illüzyonların ötesine geçen eleştirel bir sorgulama süreci” başlatır.5 Bu yaklaşımlara 1980’lerden sonra feminist ve postmodern yaklaşımlar da eklenmiştir. Feminist araştırma kadınların hayatı tecrübe biçiminin erkeklerden farklı olduğunu varsayar. Özellikle eleştirisi pozitivizmedir. Onu cinsiyetçi bir erkek bakış açısı olarak görür. Buna sebep olarak da kültürel inançları ve araştırmacıların çoğunlukla erkeklerden meydana gelmesini gösterir. Postmodern araştırma ise kendini modernizmin reddi olarak konumlandırır. Bu yaklaşım bilimsel açıklamaya üstünlük 3 Neuman, Toplumsal Araştırma Yöntemleri, c. 1, s. 132. 4 Clifford Geertz, Kültürlerin Yorumlanması, çev. Hakan Gür, Ankara: Dost Kitabevi, 2010, s. 19. 5 Neuman, Toplumsal Araştırma Yöntemleri, 2013, c. 1, s. 142. 5 atfetmez. Bilimsel açıklamayı, sanat gibi diğer açıklama türleriyle eşit değerde görür. Hatta radikal postmodernistler sosyolojinin bir bilim olma imkânını reddederler.6 Kabul etmek gerekir ki yaklaşımların hemen hepsi birtakım soyut varsayımlar üzerinden hareket ederek bunları somut araştırma tekniklerine bağlamaktadır.7 Bu çalışmada araştırmanın “nihai amacı”, toplumsal dünyanın ve insan doğasının “ne”liği gibi felsefi motivasyonlar yorumlayıcı yaklaşımı tercih etmemizin temel nedeni olmuştur. Bu yaklaşımı benimsemekle aslında bir çeşit çifte hermenötik ya da çifte yorum yaptığımızın farkındayız. Şöyle ki, bu yaklaşıma göre sosyal failler dünya hakkında yorum yaparlar, diğer bir ifadeyle onu her zaman anlamlandırmaya çalışırlar. Aslında sosyal bilimcinin de yaptığı farklı bir şey değildir. Sosyolog bunu sadece daha sistematik bir şekilde yapar. Bu yüzden sosyolog insanların yorumladıkları dünyanın yorumunu yapar.8 Başka bir ifadeyle, yorumlayıcı yaklaşımı benimseyen bir sosyolog, anlamak istediği tarihsel sosyal dünyaya dair kayıtları okurken “geçmişe dair bir bilinçten ve şimdiki zamanda yaşıyor olmaktan etkilendiğini kabul eder.”9 Hemenötikte tarihsel bilinç, yorumlayıcının kendi kavrayışını etkileyen ön yargılarının bilincinde olmasını gerektirir.10 Çalışmamız yorumlayıcı bir yaklaşımla literatür okuma ve belge analizine dayalı olmuştur. Yaptığımız çalışma tarihsel sosyolojik bir araştırma olduğu için doğrudan gözlem yapmamız veya anlamaya çalıştığımız duruma dâhil olmamız imkânsızdır. Biz daha çok gerçekleşmiş olanı tarihsel kayıtlardan yola çıkarak yeniden inşa ettik. Bizim verilerimiz kitap, gazete ve dergi gibi belgelerden ibarettir. Geçmişte yaşanmış olanı bilme imkânımız, ona ilişkin bozulmadan elimize geçen kayıtlarla sınırlıdır. Nihayetinde çalışmamız belge türünden yazılı metinlerin analizi olduğundan, öncelikle kavramlarla ilgili metinlere ulaştık. Bu metinleri öncelikle benzer özelikler temelinde kategorilere ayırdık. Daha sonra, bu metinlere içerik analizi uyguladık. Metinlere bakış açımız, “metinlerin içeriklerini oluşturan fikirler ve bilgilerin bir grubun 6 Neuman, Toplumsal Araştırma Yöntemleri, 2013, c. 1, ss. 152-156. 7 Neuman, Toplumsal Araştırma Yöntemleri, 2013, c. 1, s. 118. 8 Scott, Morrison, Eğitim Araştırmasında Temel Fikirler ve Kavramlar, s. 135. 9 Neuman, Toplumsal Araştırma Yöntemleri, c. 2, s. 611. 10 Susan Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, çev. Bekir Balkız, Hüsamettin Arslan, İstanbul: Paradigma Yayınları, 1999, s. 141. 6 bir başka grubu (veya grupları) kontrol etmek için kullanabileceği bir güç biçimini”11 yansıtabileceği veya böyle bir güce karşı koymak için kullanabileceğinden hareketle eleştireldir. E)KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR Çalışmamızla ilgili biçok araştırmaya rastlamak mümkündür. Şerif Mardin’nin Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu çalışması dinî düşünürlerin modernleşmeyle ilk yüzleşmelerini konu edinmesi açısından literatüre önemli katkılar sunmuştur. Mardin’e göre Yeni Osmanlılar modern siyasi kavramlarla İslam siyasi düşüncesini başarılı bir şekilde sentezlemişlerdir. İsmail Kara’nın İslamcıların Siyasi Görüşleri 2 Hürriyet Müsavat Uhuvvet ve Din İle Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri çalışmaları özellikle Cumhuriyet öncesi dinî düşünürlerin modern siyasi kavramlara bakışını ele alan kavrayışlı analizleriyle ilgili literatüre önemli katkılar sağlamıştır. İsmail Kara ağırlıklı olarak dinî düşünürlerin dini terminoloji ve söylemi modern düşünce lehine bağlamından kopardığını ve/veya modern siyasi düşünceyi kapsayacak şekilde genişlettiğini ifade etmiştir. Adem Efe’nin Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e İslamcılar ve Modernleşme (1908’den 1924’e) adlı doktora tez çalışması kavramlardan ziyade dini düşünürlerin genel görüşlerini ele almış ve onların modernleşmeye karşı olmadığını savunmuştur. Yine sırasıyla Sedat Doğan ve Aydoğan Kutlu’nun Tanzimat Dönemi Türk Düşüncesinde Hürriyet Anlayışı ve Cumhuriyet Kavramı ve Türkiye’deki Evrimi adlı yüksek lisans tez çalışmaları bir tek kavramı ve sedece dinî düşünceyle sınırlandırmayarak ele almışlardır. Bizim çalışmamızı bütün bu çalışmalardan farklı kılacak nokta bilgi sosyolojisi perspektifiyle konuyu ele almamız olmuştur. Böylece kendi etkileşimsel koşullarının ürünü olmayan bir bilgi sisteminin başka bir toplumu değiştirme imkânına eğildik. Araştırma yapacağımız zamanı iki döneme ayırarak bilginin toplum üzerindeki etkisini ve bu bilginin koşullarının değişmesiyle nasıl değiştiğini başka bir ifadeyle toplumun bilgiyi nasıl değiştirdiğini analiz ettik. Bu anlamda çalışmamızın alana en büyük katkısı kavramların söz konusu değişimi üzerinden dinî düşünürlerin modern siyasi kavramlara karşı aldığı konuma ilişkin oluşturduğumuz tipolojidir. 11 Scott, Morrison, Eğitim Araştırmasında Temel Fikirler ve Kavramlar, s. 70. 7 Ziya Paşa ve Namık Kemal, siyasi düşünce ve programlarını, diğer yayınlara nispeten Hürriyet gazetesinde daha kapsamlı ve derinlemesine ele almışlardı. Dolayısıyla bu gazetedeki makalelerin, dönemin dinî düşüncesini iyi temsil ettiğini söylemek mümkündür. Bunun için kavramların girişinin bu ilk evresinde, içerik analizini uygulayacağımız materyal Hürriyet gazetesinin bütün koleksiyonu olacaktır. Ayrıca Namık Kemal’in İbret ve Hadika’daki makaleleri başvuracağımız diğer metinler olacaktır. 1908 tarihli Meşrutiyet döneminde ise Sırat-ı Müstakim ve onun devamı niteliğindeki Sebîlürreşad mecmualarındaki makalelerle birlikte yine o dönemin dinî düşüncesini temsil eden kişilerin yazıları asıl analiz metinlerimizi oluşturacaktır. 1950’den sonra dönemin dinî düşüncesini temsil eden Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu ve Erol Güngör’ün kitap olarak yayınlanmış çalışmaları temel analiz metinlerimizi oluşturdu. Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü, Nurettin Topçu’nun İradenin Davası Devlet ve Demokrasi, Sezai Karakoç’un Günlük Yazılar I Farklar ve Günlük Yazılar II Sütun ve Erol Güngör’ün İslamın Bugünkü Meseleleri çalışması en fazla başvurduğumuz kaynaklar oldu. F)ARAŞTIRMANIN KAPSAM VE SINIRLARI Araştırmanın kapsadığı zaman dilimi yaklaşık olarak 19. yüzyılın ortalarından başlayıp 1980’e kadar uzanmaktadır. 1980 sonrasını çalışmamıza dâhil etmememizin temel nedeni ortalama bir doktora tez çalışmasının üzerinde zaman ve imkânı gerektirmesidir. Çalışmamızda “dinî düşünce”yi temsil eden “dinî düşünürler”in dergi, gazete ve kitap gibi kaynaklarda geçen modern siyasi kavramlarla iligili metinlerini analiz ettik. “Dinî düşünür”den kastettiğimiz, metinlerinde siyasi ve sosyla düzenle ilgili konuları tartışırken nihai referans olarak dinî metinleri kullanan kişilerdir. Dolayısıyla bu kişilerin temsil ettiği düşünceyi “dinî düşünce” olarak kavramsallaştırdık. Çalışmamızın analiz kısmı iki bölümden oluşmaktadır. Tanzimat döneminden Cumhuriyet’in ilanına kadarki zaman diliminde modern siyasi kavramlara ilgi duyan dinî düşünürlerinin metinleri üzerinden, Türk dinî düşüncesinin modern kavramları nasıl ele aldığını analiz etmeye çalıştık. Bu ilk dönemi en iyi temsil ettiğini düşündüğümüz Yeni Osmanlılar hareketinden Namık Kemal, Ziya Paşa ve az da olsa Ali Suavi ile II. Meşrutiyet döneminde Musa Kazım Paşa, Mehmed İzzet, Said Nursi, 8 Eşref Edip ve Manastırlı İsmail Hakkı metinlerini analiz edeceğimiz kişiler olacaktır. Bu dönemde modern siyasi düşünceye ilgi duymayan ya da sert bir şekilde muhalefet eden Ahmed Cevdet Paşa, Şeyhülislâm Mustafa Sabri12 ve değinmemize rağmen Said Halim Paşa13 gibi dinî düşünürlerin metinlerini çalışmamızın kapsamı dışında tuttuk. 1950’den sonrasında ise Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu ve Erol Güngör metinlerini analiz edeceğimiz dinî düşünürler olacaktır. Benzer şekilde bu zamanda dliminde dinî referanslarına rağmen daha çok akademik kişiliğiyle ön plana çıkan Ali Fuad Başgil14, ayrıca değinmemize rağmen daha çok siyasi yönüyle ön plana çıkan ve ona göre söylem geliştiren Necmettin Erbakan ve modern siyasi düşünceyi tamamen reddeden Ercümend Özkan15 gibi şahısların metinlerini de analizimizin kapsamı dışında tuttuk. Zaman ve metin sınırlamasına bizzat modern siyasi kavramların kendilerini de eklememiz lazımdır. Bütün modern siyasi kavramların izlerini sürmek çalışmamız için şüphesiz daha faydalı olurdu fakat bunu, bir doktora çalışması içine sığdırmak mümkün değildir. Bununla birlikte modern düşüncenin gerçekte ne olduğunu temsil edeceğini düşündüğümüz halk egemenliği, eşitlik ve özgürlük kavramlarını doğrudan; millet, devlet ve sosyal sınıf gibi kavramaları da dolaylı olarak ele alıp siyasi modernleşmeyle ilgili en geniş analizi yapmaya çalıştık. 12 Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Hilâfet ve Kemalizm, ed. Sadık Albayrak, İstanbul: Araştırma Yayınları, 1992. 13 Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri, ed. M. Ertuğrul Düzdağ, 3. bs., İstanbul: İz Yayıncılık, 1998. 14 Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik, 6. bs., İstanbul: Yağmur Yayınları, 1991. 15 Alev Erkilet, Orta Doğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler, İstanbul: Büyüyenay Yayınları, 2015. 9 BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE A)TEORİK ÇERÇEVE 1)Bilgi Sosyolojisi Bilgi sosyolojisi gelişim süreci içinde birçok güzergâhta yol aldığı ve birden çok problemle ilgilendiği için, tezimizin sınırlılığı açısından, burada bilgi sosyolojisinin ayrıntılı bir tarihini ve bu disiplinin ele aldığı bütün problemleri ortaya koymaya çalışmayacağız. Bu başlık altında, her ne kadar epistemolojik problemlere kayıtsız kalmasak da, asıl odaklanacağımız husus, toplumsal değişim bağlamında insani düşünce ile insani varoluş arasındaki ilişki olacaktır. Daha açık bir ifadeyle, toplumsal etkileşim ürünü olan bilgiyle, bu bilginin toplumsal değişimin önemli bir dinamiğine dönüşmesi bağlamında konuya ilgi duyacağız. Daha çok epistemolojik bir problem özelliği de taşıyan “bilgideki sosyal unsurla”1 dolaylı olarak ilgileneceğiz. Böylece bilgi sosyolojisiyle ilgilenen düşünürlerin bazı çalışmalarına odaklanacağız. Bir disiplin olarak bilgi sosyolojisinin tarihi, sosyal bilimlerin tarihiyle başlar. Francis Bacon, entelektüel çalışmanın hedefini, insan aklını kuşatan putları temizlemek şeklinde belirler. Bu hedef bütün bir Aydınlanma düşüncesinin hedefidir.2 Bu bağlamda, Aydınlanma felsefesi kendi ürünü olan sosyal bilimlere şöyle bir program çizmiştir: “Tarihsel ve kültürel ön yargılardan arındırılmış insan doğasına ilişkin ezeli ve ebedi hakikatlere/doğrulara dayanan bir sosyal bilim metodolojisi geliştirmek ve insanlar hakkında bilimsel yasalar formüle etmek için doğa bilimlerinin nomolojik-tümevarımcı yöntemini takip etmek.” 3 Bu programda eğer Aydınlanmacı sosyal bilimlerin görevi saf bilgiyi saf olmayan bilgiden ayırmak ise, bilgi sosyolojisinin görevi de saf olmayan bilgiyi tanımlamak ve ayırt etmekti. Saf bilgi objektif/nesnel bilgidir, dolayısıyla tarihsel ve kültürel koşulların kiriyle kirlenmemiştir. Beşeri kusurlardan ve çıkarlardan masun olan objektif bilginin aksine, sübjektif/öznel bilgi insani koşulların eseridir, dolayısıyla çarpıktır. 1 Peter Burke, A Social History of Knowledge From Gutenberg to Diderot, USA: Polity Press, 2000, s. 2. 2 Hüseyin Bal, Bilgi Sosyolojisi, İstanbul: Sentez Yayıncılık, 2015, s. 121. 3 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, ss. 15-17. 10 Bacon ve devamında Vico, Montesqueiu, Comte, Marks, Durkheim ve Weber gibi düşünürler farklı bağlamlarda, “bilgi sosyolojisi” terimini kullanmasalar da bilgi sosyolojisinin konularını eserlerinde işlemişlerdir. Scheler ve devamındaki Mannheim’e kadar -Marks’ın büyük katkılarına rağmen- bilgi sosyolojisi bir disiplin olarak henüz ortaya çıkmamıştır. 19. yüzyılda sosyal bilimler spesifik disiplinlere ayrılmaya başladığında Scheler ve akabinde Mannheim çalışmalarıyla bilgi sosyolojisinin bir disiplin olarak doğmasına ön ayak oldular. Bu iki düşünürün, bilgi sosyolojisinin çalışma nesnesinin ne olması gerektiği ve bu alanın diğer sosyal bilim dallarıyla ilişkisinin ne olduğu konusunda katkıları büyüktür.4 Scheler ve Mannheim’in belirleyici çalışmalarına rağmen, bilgi sosyolojisi açısından selefleri olan Marks, üzerinde konuşulmayı hak etmektedir. Marks entelektüel biyografisinin daha en başlarında felsefeler/fikirler ile onların tezahür ettiği maddi toplumsal yapılar arasındaki ilişkiye büyük ilgi duydu.5 19. yüzyıla geldiğimizde Bacon’ın “zihin putları” Marks’ta artık “ideoloji” olmuştur. Marks, hâkim konumdakilerin “doğanın ve aklın ebedî yasaları” olarak kabul ettiklerini, onların sınıf çıkarlarının bir ifadesi olarak gördü.6 Marks’a göre ideolojiler objektif, saf bilginin karşısında yer alan çarpık, yanlış, saf olmayan düşüncelerdir. İdeolojiler burjuva sınıfının haksız konumunu makul gösteren ve destekleyen yanlış bilinçtir. Benliğin ve dünyanın ideolojik kavrayışının karşısında gerçek bir kavrayış olan bilimsel kavrayış yer almalıdır. İdeolojinin karşısında bilim yer alır.7 Bilim adamı, siyasetçinin ve burjuvazinin çıkar merkezli yanlış bilince dayanan fikirlerden kendisini kurtarmış kişidir. Marks Alman İdeolojisinin hemen girişinde bu tarz bir bilim adamlığının havariliğine soyunur: “İnsanlar şimdiye dek kendileri hakkında, ne oldukları ve ne olmaları gerektiği hakkında daima yanlış tasavvurlar geliştirdiler… Biz onları boyunduruğu altında köreldikleri kuruntulardan, fikirlerden, dogmalardan, hayali yaratıklardan kurtaralım. Fikirlerin bu egemenliğine isyan edelim.”8 Marks’a göre her ideolojik fikir, insanlar ile onları kuşatan koşulları ters görür. İdeolojiyle insanlar, 4 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 12. 5 Lewis A. Coser, Sosyolojik Düşüncenin Ustaları Tarihsel ve Toplumsal Bağlamlarında Fikirler, çev. Himmet Hülür, Serhat Toker, İbrahim Mazman, 2. bs., Ankara: De Ki Basım Yayım, 2008, s. 65. 6 Karl Marx, Friedrich Engels, Komünist Manifesto, çev. Tanıl Bora, İstanbul: İletişim Yayınları, 2018, s. 71. 7 Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, çev. Olcay Geridönmez, Tonguç Ok, İstanbul: Kor Kitap, 2018, s. 35. 8 Marx, Engels, Alman İdeolojisi, s. 23. 11 fikirleri maddi koşulların ürünü olarak görmek yerine, maddi koşulları fikirlerin bir ürünü olarak görür.9 Hâlbuki görülmesi gereken şey, maddi üretimi kontrol eden sınıfın diğer bir üretim tarzını, başka bir ifadeyle ideolojik kavramların zihinsel üretimini de kontrol ettiğinin bilincine varılmasıdır.10 Aydınlanma’nın “akıl putları” ve “ön yargıları” ile Marks’ın ideolojisi hakikatin karşı kutbunda yer alır. Ancak Aydınlanma’nın hakikati doğru kavramların hakikati iken, Marks’nın hakikati, insanların gerçek maddi koşullarına dayanılarak yapılan “hakiki pozitif bilim”dir. İdeolojik kavramlar maddi şartlardan soyutlanmışken, Marks’ın bilimsel kavramları toplumun maddi koşullarına kök salmışlardır.11 Dolayısıyla proletarya objektif bilgiye (doğru bilince) daha yakındır. Proletarya yapacağı devrimle, yanlış bilince dayanan ideolojik bilgiyi objektif bilgiyle ikame edecektir. Bununla birlikte Marks, Aydınlanma’nın çocuğudur ve bilgi-toplum bağlamında temel dikotomileri aynıdır: objektif bilgi-sübjektif bilgi. Bu temel benzerliğe rağmen, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Aydınlanma düşüncesine nispeten Marks’ın bilgi sosyolojisine katkısı benzersizdir. Marks Aydınlanma filozoflarının “hakikatin sosyal ve tarihsel alandan kopuk soyut kavramlar aleminde ikamet ettiği şeklindeki ön kabullerinin yerine, hakikatin sosyal-tarihsel bir gerçeklik üzerine oturduğu ve ampirik gözlem yoluyla kavranması gerektiği tezini koyar.”12 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başındaki Methodenstreit adıyla bilinen metodoloji tartışmalarının, bilgi sosyolojisinin ne yönde gelişeceği üzerinde su götürmez etkisi olmuştur. Bu entelektüel bağlamdan (Alman Okulu) çıkan çalışmaların etkileri günümüze kadar devam etmektedir. Bu okulun disipline en çok katkı yapan ismi Max Scheler’dir.13 Scheler de Marks gibi tartışmasını, reel-ideal dikotomisine dayandırır. Marks’ın aksine Scheler’de, bu iki alan arasında hiyerarşi değil gerilim vardır. Marks’ta daha önce gördüğümüz gibi reel olan ideali belirlerdi, fakat Scheler’de bu iki alan karşılıklı ilişki içinde bir arada var olurlar ve aralarında herhangi bir hiyerarşi yoktur. Ancak bu ve birçok konuda Scheler’in bilgi sosyolojisi, müphemlikler 9 Peter L. Berger, Thomas Luckmann, Gerçekliğin Sosyal İnşası, çev. Vefa Saygın Öğütle, Ankara: Atıf Yayınları, 2018, s. 7. 10 Marx, Engels, Komünist Manifesto, s. 71. 11 Marx, Engels, Alman İdeolojisi, s. 35. 12 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 37; Derek Sayer, Marx’s Method Ideology, Science and Critique in Capital, New Jersey: Humanities Press, 1979, ss. 114-144. 13 Berger, Luckmann, Gerçekliğin Sosyal İnşası, s. 4. 12 ve çelişkilerle doludur. O her ne kadar bilginin toplumsal olarak belirlendiğini ifade etse de, rölativite problemini bazı mutlakçı öğelere dayanarak çözmeye çalışması tutarsızlığına örnek gösterilebilir.14 Karl Mannheim’in sosyolojik düşünceye en büyük katkısı bilgi sosyolojisine ilişkin olmuştur. Mannheim’de bilgi, hiçbir zaman grup hayatının etkilerinden bağımsız olarak düşünülemez. Bireyin icra ettiği her fiil ve bireyin kendisine ve dünyaya ilişkin her bilgisi, ancak sosyal grubun faaliyetleri ve bilgisi bağlamında yorumlanabilir.15 Mannheim, anlamı kolektif bir fenomen olarak kabul eder. Yazar veya sosyal aktörlerin niyetlerini ortaya koymak için onların bireysel iradelerinin “iç işleyişine değil; sosyo- tarihsel kontekstin paylaşılan anlamlarına” bakmamız lazımdır.16 Birey düşünürken yalnız başına değildir. Kendinden önceki insanlardan miras aldığı düşünceler ona eşlik eder. Koşullarda meydana gelen değişikliklerle birlikte miras alınan düşünceler de ya gelişir ya da başka düşüncelerle yer değiştirir.17 Böylelikle Mannheim, kolektif fikirlerin toplumsal kökenlerine ve bu fikirlerin insanların siyasi, kamusal ve özel hayatları üzerindeki etkilerine odaklanır.18 Kolektif fikirler (ideolojiler, cereyanlar) örgütlenmiş gruplar içinde ve kolektif faaliyetlerde üretilir. İnsanlar dışarıdaki gerçekliği tefekküre dalmış ve bunun sonucu olarak tek başına hareket eden varlıklar değildir. “Tersine, farklı şekillerde örgütlenmiş gruplar içinde birlikte ve birbirlerine karşı hareket ederler; bunu yaparken de birlikte ve birbirlerine karşı düşünürler. Birbirlerine gruplar aracılığıyla bağlı olan kişiler, kendilerini çevreleyen doğayı ve toplumu değiştirme veya olduğu gibi muhafaza etme eylemine, ancak ait oldukları grupların özelliklerini ve tutumlarını esas alarak girişirler. Değişime uğratma veya muhafaza etme iradesinin, yani kolektif faaliyetin yönü; insanların problemlerinin, kavramlarının ve düşünce biçimlerinin oluşumu için kılavuzluk edecek tema üretmektedir.”19 Bu perspektifte gerçekliğin inşası kamusal alanda meydana gelir. Bu alanda insanların fikirleri, dolayısıyla bilgileri, ortaya çıkar. Bilgi, insanların değişen koşullarla karşı karşıya kalmaları sonucunda üretilir. Bu 14 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, ss. 40-42. 15 Coser, Sosyolojik Düşüncenin Ustaları Tarihsel ve Toplumsal Bağlamlarında Fikirler, s. 373. 16 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 114. 17 Karl Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, çev. Mehmet Okyayuz, Ankara: De Ki Basım Yayım, 2009, s. 32. 18 E. Doyle McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, çev. A. Figen Yılmaz, İstanbul: Chiviyazıları Yayınevi, 2002, s. 16. 19 Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, s. 32. 13 kamusal alanda, hakemler ve otoriteler olan toplumsal örgütlenmeler, karşı karşıya kaldıkları gerçekliği tanımlama ve kavramayı kapsayan bir soyutlamaya başvururlar.20 Mannheim, bütün bilgilerin, dolayısıyla gerçekliklerin, üretildikleri sosyal ve tarihsel varoluşla ilişkili oldukları ve büyük oranda ondan etkilendiğini savundu. Çıkarlar belirli sosyal grupları belirli şeylere daha duyarlı yapar. Bilgi sistemleri dönemlerle, milletlerle, kuşaklarla ve en önemlisi sosyal sınıflarla ilişkiliydi.21 Ancak o, anlamın tarihsel inşasını benimsemesine rağmen, epistemolojik bir problem olan rölativizm kavramından da rahatsızdır. Nitekim bu entelektüel kavrayışı, sonraları daha radikal bir rölativizme kapı aralayarak, her şeyin uzlaşımsal kültürel bir yorumdan ibaret olduğunu savunan düşünürlere ön ayak olmuştur.22 Rölativizme saplanmak istemeyen Mannheim, Alfred Weber’in kavramsallaştırmasından ilham alarak objektif bilginin elde edilebileceğini hâlâ mümkün görür. Ona göre bu bilgiyi elde etme yeteneği olan insan, toplumsal kökünden, sınıfsal bağlarından ve aidiyetlerinden kurtulmuş “yüzergezer entelijensiya”dır.23 Bunların toplumsal köklerinden görece bağımsız (detached) olmaları, onlara, sosyal eğilimleri başkalarına nispeten daya iyi görme imtiyazı vermektedir.24 Bununla birlikte Mannheim, kendisini eleştirenler tarafından rölativizm ve nihilizm suçlamasından kurtulamamıştır. O da bunu anlamış olmalı ki daha ılımlı bir çizgiye çekilmiştir. Sonuçta o, bütün düşüncelerin ideolojik, dolayısıyla geçersiz olduğu düşüncesi ile ilahi bir tarafsızlığa sahip entelijensiya düşüncesini uzlaştırma çabası içine girmiştir. Coser’ın da dediği gibi tarih sahnesinde “aydınların ihanetleri” göz önünde bulundurulduğunda, “eğitim ve entelektüel çabalar aslında bir ölçüde eleştirel tarafsızlığa yol açabilir ancak bunlar entelektüelleri saf aklın bozulmamış koruyucuları yapmaya yetmez.”25 Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilgi sosyolojisinde bir paradigma değişikliği yaşanmıştır. Materyalist ve sosyal yapı teorileri gözden düşmüş 20 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 17. 21 Burke, A Social History of Knowledge From Gutenberg to Diderot, s. 5. 22 Alejandro Romero Reche, “The Postmodern Condition of Sociology of Knowledge | Relativism | Postmodernism”, Scribd, 21.12.2017, s. 2, https://www.scribd.com/document/349465877/The- Postmodern-Condition-of-Sociology-of-Knowledge. 23 Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, s. 13. (Çevirenin Sunuşu). 24 Burke, A Social History of Knowledge From Gutenberg to Diderot, s. 5. 25 Coser, Sosyolojik Düşüncenin Ustaları Tarihsel ve Toplumsal Bağlamlarında Fikirler, s. 379. 14 ve entelektüel yöneliş, anlamın toplumsal olarak iletilmesi ve yeniden üretilmesine odaklanan yeni yaklaşımlara olmuştur.26 Söz konusu yaklaşımın kökleri Weber, Simmel ve Scheler’e götürülebilir. Bu yeni yaklaşım teorik olarak güçlenmesini fenomenolojik okulun güçlenmesine borçludur. Fenomenolojik okulun bilgi sosyolojisine asıl katkısı Alfred Schütz’la başlar. Schütz’un amacı mümkün olan en geniş anlamıyla “bilgi”nin sosyal dünyadaki inşasını mercek altına almaktır.27 Ona göre her türlü bilgi toplumsal, yani öznelerarasıdır.28 Bununla birlikte, Schütz her ne kadar anlamın öznelerarasılığını, dolayısıyla toplumsallığını vurgulasa da Husserlci fenomenolojisinin temeli sayılan “bütün anlam birey ego’nun intensiyonel edimleriyle inşa edilir” postülasından kurtulamamıştır.29 Başka bir ifadeyle Schütz ve devamında Luckmann ile Berger, anlamın dünyadaki toplumsal aktörlerin etkileşimsel eylemleriyle kurulduğunu savunma gayreti içine girse de, son tahlilde anlamın kaynağı Husserlci fenomenolojiye dayanan intensiyanolitedir (niyetlilik, yönelmişlik).30 Bu problemi Gadamer ile Wittgenstein açığa çıkararak, bir “ego” nun (ben) konuştuğunu söylemenin doğru olamayacağını ifade etmişlerdir. Bu iki düşünür de, toplumsal dil dünyasında yaşayan toplumsal aktörlerin, dilin kendilerine sundukları anlamları paylaştıklarını dile getirmişlerdir. Bu bağlamda Schütz, anlamın bireysel oluşumu düşüncesini aşmadığı için anlamın sosyal inşasını da problemli bırakmıştır. Anlam hem sosyal inşaya hem de bireysel intensiyonaliteye bağlanamaz.31 Bütün külliyatı bilgi sosyolojisi kapsamında değerlendirilebilecek olan Schütz, bilgi sosyolojisine sağlam bir temel oluşturmuştur. Peter Berger ile Thomas Luckmann öznelerarası olarak inşa edilen gerçekliğin (aynı zamanda bilginin) hangi süreçlerle meydana geldiğinin teorisini ortaya koyarlar. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra Berger ile Luckmann’nın bu feneomenolojik temel üzerinde yazdığı Gerçekliğin Toplumsal İnşası (The Social Construction of Reality) çalışması bilgi sosyolojisinde yeni bir temayülün habercisidir. Bu yeni bilgi sosyolojisi türü, bilginin toplum tarafından belirlendiği paradigmasından insanın günlük yaşamını yönlendiren bilgi paradigmasına 26 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 49. 27 Alfred Schütz, Fenomenoloji ve Toplumsal İlişkiler, çev. Adnan Akan, Seyda Kesikoğlu, Ankara: Heretik Yayınları, 2018, s. 91. 28 Schütz, Fenomenoloji ve Toplumsal İlişkiler, s. 85. 29 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, ss. 44-45. 30 Berger, Luckmann, Gerçekliğin Sosyal İnşası, s. 31. 31 Hans -George Gadamer, Hakikat ve Yöntem, çev. Hüsamettin Arslan, İsmail Yavuzcan, İstanbul: Paradigma Yayınları, 2009, c. 2, s. 253; Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 47. 15 doğru meydana gelen değişikliği ifade etmektedir. Yeni teorik çerçeve gerçekliğin toplumsal dünyada nasıl inşa edildiğiyle ilgilidir.32 Bu anlamda, Peter Berger ile Thomas Luckmann bilgi ve gerçekliğin karşılıklı ya da diyalektik bir etkileşimli oluşum ilişkisi içinde olduğunu düşünmektedirler.33 Bilgi sosyolojisi ile ilgili daha başka çalışmalar ve gelişmeler de olmuştur. Özellikle bu gelişmeler sosyoloji dışından gelmiştir. Antropolojide Levi-Strauss, bilim tarihinde Thomas Kuhn ve felsefede Michel Foucault bilgi sosyolojisine büyük katkı sunmuşlardır.34 Ancak daha önce de ifade ettiğimiz gibi çalışmamız daha çok sosyal değişim bağlamında bilgi-toplum ilişkileri olduğundan, bilgi sosyolojisiyle ilgimiz bu çerçevede olacaktır. Örneğin Thomas Kuhn’nun çalışması daha çok bilgiyi üretenlerin tarihsel ve sosyal koşullarının bilgiyi büyük oranda belirlediği anlamında, bilgideki toplumu soruşturduğu için bizi doğrudan ilgilendirmemektedir. Dolayısıyla onların bilgi sosyolojilerini burada tartışmayacağız. 2)Sosyolojik Perspektifte Bilgi Bilgi sosyolojisi tarihinde, sübjektif bilgi objektif bilgi aleyhine sürekli genişlemiştir. Aydınlanmacı paradigmanın etkisinde ilk dönem düşünürler, objektif bilgi anlayışını yüceltip sübjektif bilgiyi önemsiz görürken sonraki düşünürler tam tersini yapmışlardır. Sübjektif bilgiye önem atfetme 20. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Fenomenolojik okulun çalışmalarında ve Mannheim’de bu durmun çok belirgin olduğu yukarıda ifade edildi. Onlar objektif bilginin imkânını tartışma konusu yapmasalar da, sübjektif bilginin sınırlarıyla sosyal bilimin sınırlarının çakıştığını göstermişlerdir.35 Hâlbuki o zamana kadar bilgi anlayışı Kartezyen felsefenin hegemonyası altındaydı. Kartezyen bilgi, insani değildir. Burada bilgi zamansız ve sabittir. Bilen özne, kültür ve dil gibi tarihsel ve değişebilir özelliklerden uzak olduğu gibi bilinen obje de arızi doğasından sıyrılmıştır.36 Bu tarz bilgi teorisinde, objeyle ilişkiye geçen süjenin hangi toplumda, 32 Berger, Luckmann, Gerçekliğin Sosyal İnşası, s. 4. 33 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 15. 34 Burke, A Social History of Knowledge From Gutenberg to Diderot, s. 6. 35 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 30. 36 Larry Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, çev. Ahmet Kemal Bayram, 6. bs., Ankara: Adres Yayınları, 2017, s. 146. 16 hangi coğrafyada, hangi sosyal sınıf ve cinsiyete mensup olduğuna bakılmaz.37 Ancak bilgi sosyolojisinin bir disiplin olarak temayüz etmesiyle birlikte Aydınlanmacı Kartezyen paradigma güç kaybetmeye başlamıştır. Bu süreçte bilgi sosyolojisi bilginin imkânı problemini askıya alarak epistemolojik spekülasyonları göz ardı etmiştir. Dahası, kimi düşünürlere göre bilgi sosyolojisi, sosyal bilimlerinin “özsel bilgi” ve “bilimsel hakikat” iddiasının başarısızlığını bizzat ortaya koyarak sosyal bilimlerin “önemsiz” bir alt disiplini olmaktan ziyade sosyal bilimlerin doğası ile ilgili temel bir düşünceye dönüşmüştür.38 Bu anlamda sosyoloji bilgiyi, ne Grek felsefesinin bir mirası olan ve Aydınlanma filozofları tarafından da kabul edilen akıl (logos) ve doğa (ontos) arasında birebir uygunluğu (adequatio) esas alarak temellendirir ne de Kant gibi bilmenin doğasını ve “bilginin bilgisini” ortaya koymaya çalışır.39 Sosyoloji daha çok bilginin toplumsal kökenleri ve işlevleriyle değişken ve izafi karakteri üzerinde durmuştur. Bilginin toplumsal kökenleri ve fonksiyonları ile bilginin değişken ve izafi karakterine yönelik arayış, felsefecilerin bilginin kaynağı ve doğru bilginin imkânı konusunda gösterdikleri çabadan farklıdır.40 Gerçi zamanla felsefi gelişmelerde sosyolojik bakış açısı lehine birçok gelişme yaşanmıştır. Aralarında Heidegger, Wittgenstein ve son yazılarıyla Husserl gibi 20. yüzyıl filozofları “insani düşünce ve varoluşun temelinde, ister nesnel/objektif bilimsel olgular şeklinde, ister mutlak etik hakikatler veya aşkın Ego şeklinde olsun herhangi bir kesin alanın bulunduğu yolundaki hâkim varsayıma meydan okumuşlardır.”41 Bu anlamda temelini kaybeden bilgi, gerçekliği temsil kabiliyetini de kaybetmiştir. Bununla bağlantılı olarak felsefi düzlemde “gerçeklik” ile “onun hakkında ne söylediğimiz” arasındaki mütekabiliyet (correspondence) ciddi eleştirilere maruz kalarak parçalanma eğilimine girmiştir.42 Bilgi hakikat ilişkisinde değişen felsefi kavrayışlardan sosyolojik perspektif güçlenerek çıkmıştır. Bugün sosyolojinin bilgiye yaklaşımı, insanın tarihsel varoluşundan bağımsız ne bir düşünüş biçimi vardır ne de bu 37 Mustafa Aydın, Bilgi Sosyolojisi, İstanbul: Açılım Kitap, 2016, s. 19. 38 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 13. 39 Doğan Özlem, Kavramlar ve Düşünce Tarihi Çalışmaları / Kavramlar ve Tarihleri 2, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2006, s. 178. 40 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 38. 41 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 120. 42 Burke, A Social History of Knowledge From Gutenberg to Diderot, s. 3. 17 düşünüşün ürettiği zaman aşırı ve sabit bilgi ve kavramlar vardır yaklaşımını benimseyen 20. yüzyıl hermenötiğinin en önemli isimlerinden Gadamer’in çizgisine daha yakındır.43 Sosyoloji, “bilgi” kavramına sosyolojik perspektiften bakar ve toplumda “bilgi” olarak kabul edilen her şeyle ilgilenir.44 Bilgi Sosyolojisi bilgiye, daimi değişim süreçleri altındaki büyük oranda izafi sosyal formlar olarak bakar. “Bilgi” kavramı günümüzde halk inançları, teknik ve hayat reçetelerinden dinî inanç ve kolektif fikirlere kadar bilgi olarak kabul edilen her şeye gönderme yapmaktadır. Bilgiler aynı zamanda ilgi ve çıkar gruplarının, bölgelerin ve sosyal toplulukların kolektif tecrübelerinin ifade edilişi olarak da anlaşılmalıdır. Bununla birlikte bilgiler bilim adamı, doktor ve avukat gibi profesyonel grupların özel ortamlarda geliştirdiği ve yaydığı fikirleri de içine alır.45 Bugün bilgi, bütün sembolik sistemleri kapsayan “kültür” kategorisi içinde değerlendirilmektedir.46 Son tahlilde bilgi sosyolojisi bir “bilgi”nin geçerli kabul edilip edilmediğine bakmaksızın, toplumda bilgi sayılan her şeyi konusu kapsamına alır.47 Bilgiler doğal ve toplumsal dünyalar, dahası görünmeyen şeylere ilişkin de olabilir. Bu bilgilerin meşruiyet dayanakları bireyler, toplumlar, otorite şahsiyetler, dinî ve ladinî metinler olabilir. Bu bilgiler insanlar için nerede nasıl davranacağı, neye inanıp inanmayacağı gibi birçok fonksiyonu karşılar.48 Sosyolojinin bilgiyi ele alış tarzı, gerçekliğin bilgisi (knowledge of reality) şeklindedir. Diğer bir ifadeyle “bilgi”, benliğimiz ve bizi kuşatan dünya hakkında bizi gerçek ve doğru olarak bilgilendirdiğini kabul ettiğimiz fikirler anlamına gelmektedir.49 W. E. Percy’in ifadesiyle birinin bir şeyin bilincinde olduğunu söylemek yeterli değildir; aynı zamanda birinin bir şeyin bir şey olduğunun bilincinde olduğunu söylemeliyiz.50 43 Doğan Özlem, Kavramlar ve Tarihleri 1, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2002, s. 47. 44 Berger, Luckmann, Gerçekliğin Sosyal İnşası, s. 22. 45 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, ss. 49-50. 46 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 52. 47 Berger, Luckmann, Gerçekliğin Sosyal İnşası, s. 4. 48 Adil Çiftçi, Bilgi Sosyolojisi ve İslam Araştırmaları Bir Sosyal Bilimler Felsefesi Çalışması, 2. bs., Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2015, s. 41. 49 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 50. 50 Walker Percy, “Symbol, Consciousness and Intersubjectivity”, Journal of Philosophy, sy. 55 (1958), ss. 631-641. 18 Bilgi insanın refleksif yeterlilikleri sayesinde elde edilir. İnsan dış dünyada algıladıklarını zihninde yeniden canlandırır.51 Bilgi, algı izlenimlerimizin zihinde sağlam kategoriler ve/veya sınıflar olarak düzenlenmesine dayanır. Sokrates’ten Nietzsche’ye kadar tüm filozoflar insan bilgisinin, fenomenlerin ortak kategoriler olarak sınıflandırılmasına dayandığını ifade ederler.52 “Dünyayı salt dolaysız duyum yoluyla anlayamayız. Duyumlara dayatılan kavramlara ve anlam kategorilerine ihtiyaç duyarız.”53 Kavramlar dünyası bir soyutlama ve genelleme dünyasıdır.54 İnsan zihni bu sınıflandırmayı sembollerle özdeşleştirerek algısal dünyayı sembolik bir düzleme taşır. Bu bağlamda insan kavramsal düşünme ve sembolik konuşma yeteneğine sahiptir ve bunu mümkün kılan dildir.55 Kelimeler nesnelerin basit işaretleri değildir. Kelimeler aynı zamanda anlam sembolleri ve dolayısıyla da düşüncenin araçlarıdırlar. Algısal soyutlamaların aksine, sembolik kavramlar sadece genelleştirilmiş algısal imajlara dayandırılmaz. Bunun içindir ki insan, algı tecrübesinin nesnesi olmayan şeyler hakkında da düşünür.56 Dil, dolayısıyla bilgi, bizlerin zihinsel gözlükleridir. İnşa ettiğimiz kelimelerin anlamsal uzantıları sayesinde bizler fenomenal dünyayı müşahede ederiz.57 Gadamer’de olduğu gibi dünya ve hatta kendimiz hakkında dil vasıtasıyla bilgi sahibi oluruz. “Her anlama yorumlamadır ve her yorumlama nesnenin kelimelerle dile gelmesine ve fakat aynı zamanda yorumcunun kendi diline gelmesine imkân sağlayan dil ortamında gerçekleşir.”58 Dil bize dünyayı verdiği gibi dili bize veren de dünyadır.59 Bu bağlamda McCarthy bilgiyi, insanlar tarafından kabul edilen her türlü düşünce ve edim (act) ile “onların kendileri ve ötekiler için gerçek kabul ettikleri olgulara ilişkin fikirler ve edimler” olarak tanımlar. McCarthy yaptığı bu tanımın iki can alıcı noktası olduğunu söyler. Bu noktaların ilki sosyal gerçekliğin süreç halinde olduğu, ikincisi ise bu gerçekliğin bir toplumun veya insan grubunun hâkim 51 Aydın, Bilgi Sosyolojisi, s. 21. 52 Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, s. 289. 53 Michael Mann, İktidarın Tarihi Başlangıcından 1760’a Kadar Toplumsal İktidarın Kaynakları, ed. Gülben Salman, Soner Torlak, çev. Esin Saraçoğlu vd., Ankara: Phoenix Yayınevi, 2012, c. 1, s. 35. 54 Cemal Bali Akal, İktidarın Üç Yüzü, Ankara: Dost Kitabevi, 1998, s. 315. 55 Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, çev. Tunçer Karamustafaoğlu, Mehmet Turhan, 3. bs., İstanbul: Sentez Yayıcılık, 2017, s. 13. 56 Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, s. 57. 57 Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, s. 323. 58 Gadamer, Hakikat ve Yöntem, c. 2, s. 177. 59 Gadamer, Hakikat ve Yöntem, c. 2, s. 253. 19 bilgilerinden oluştuğudur. Bir insan grubunu sosyal dünya yapan şey, ne ve nasıl düşündükleri ve ne bildikleridir.60 Bir insan kalabalığına “toplum” ismini veren şey, üyeler arasında benzer duygu ve düşüncelerin olmasıdır.61 İnsan cemaatleri her zaman lingüistik cemaatlerdir. Bir cemaate/sosyal gruba dâhil olmak aynı zamanda bir dil oyunun içine girmektir. Bu bağlamda, “Dil, bir oyun gibi, içine girdiğimiz bir şey ve paylaştığımız bir aktivitedir.”62 Dil sadece gerçekliğin sembolik bir temsili değildir. Bir kavramın anlamını bilmek, o kavramın dünyada neyi temsil ettiğini bilmek demek değildir, aynı zamanda onunla ne yapılması gerektiğini de bilmek demektir. Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar’ında dilin görevinin sadece nesneleri adlandırmak olmadığını, aynı zamanda eylemde bulunmak olduğunu bize öğretmiştir.63 Bir sosyal dünyanın belli oranda aynı şeyleri hissetmesi, düşünmesi ve yapması anlamında, Dilthey’in “ortaklaşalık”, Heidegger’in “das Man” ve de Gadamer’in “ön yargılar” dediği bir toplumsallık hali içinde yaşar. Felsefi soruşturma bu toplumsallık halini, insan hayatının oluşması için temel sağlayıcı ön anlamlar (kavrayışlar) olarak kabul eder.64 Sosyolojik düşünce buna sağduyu bilgisi (common sense) ya da gündelik bilgi der. Bizim çalışmamıza konu olacak “bilgi” unsuru Rönesans döneminde başlayan, günümüz okul ve üniversitelerde üretilen uzman bilgisinden ziyade, dönemin siyasi ve sosyal koşullarıyla etkileşimde olan aydınların ürettiği ve yaydığı bilgiler olacaktır.65 Machiavelli, Hobbes ve Locke gibi entelektüeller, kendi siyasi ve sosyal koşullarıyla girdikleri etkileşim neticesinde çalışmalarını ortaya koymuşlardır. Bilindiği gibi modernite öncesinde “bilgi” ilahi olsun insani olsun, üstün bir akıl tarafından ortaya atılırdı ve diğerleri onları anlar ve tabi olurlardı. Orta Çağ’da Avrupa’daki bilgiyi belirleyen en büyük kurum olan Katolik kilisesi sadece dinî bilgiyle yetinmemişti. Aynı zamanda siyasi ve felsefi bilgiyi de tekelinde bulundurmuştu. Rönesans’tan itibaren yükselişe geçen rasyonelleşme ve sekülerleşmenin gölgesinde modern siyasal bilgi temaları oluşmuştur. Dolayısıyla modern siyasal bilgiler logosentriktir ve bu bilgilerde 60 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 50. 61 Mary Douglas, How Institutions Think, New York: Syrracuse University Press, 1986., s. 9. 62 Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 158. 63 Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, çev. Haluk Barışcan, 4. bs., İstanbul: Metis Yayınları, 2017, s. 24. 64 Özlem, Kavramlar ve Düşünce Tarihi Çalışmaları / Kavramlar ve Tarihleri 2, s. 259; Hekman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, s. 13. 65 Burke, A Social History of Knowledge From Gutenberg to Diderot, s. 18. 20 metafizik referanslar çok nadirdir. Sonuç olarak, hem akıl temelli bilimsel ve felsefi gelişmeler hem de Protestan Reformasyonu Katolik kilisesine alternatifler olarak ortaya çıkınca, Katolik kilisesinin kültürel tekeli kırılmış oldu.66 Tanzimat dönemiyle birlikte Osmanlı siyasi-sosyal gerçekliğini inşa eden ve büyük oranda dinî kaynaklardan referans alan bilgi sistemi, modern siyasal bilgi sisteminin meydan okumasıyla karşılamıştır. O dönemden itibaren “dinî düşünürler” bu savaşın bir tarafı olmuştur. Fikirlerin bu savaşından dinî düşünürler için dinî referanslı bilgiye tutunup, siyasal moderniteyi dışlamak hiç de kolay olmamıştır. Çünkü seküler bilgi sistemlerinin geldiği “diyar-ı küfr”de “kâşâneler” varken, dinî referanslı bilgilerin zihinsel temel olduğu “mülk-i İslâm”da “virâneler”67 vardır. Dahası bu taklit edilmesi kaçınılmaz görülen dünya aynı zamanda hayati tehditler oluşturmaktadır. Dinî düşünürler, siyasal moderniteyle ilişkilerinde iki dünya arasında ve çapraz baskı altında entelektüel bir çabanın içerisine gireceklerdir. Bizim de bu çalışmamızda bilgi unsurumuz dinî düşünürlerin bu koşullarda ortaya koydukları düşünceler olacaktır. 3)Bilgi - Toplum İlişkisi Bilgi önemli bir iktidar kaynağı ve sosyal değişim faktörüdür. Bilginin toplumsal değişimdeki rolü modern zamanlarda daha önce hiç olmadığı kadar artmıştır. Modernleşme öncesinde bilgilerin geniş toplumsal kesimlere ulaşması için çok az alt yapı imkânı vardı.68 Modern zamanlarda altyapının gelişmesiyle birlikte artan okuryazarlık, sarsıcı toplumsal değişikliklere neden olmuştur. Bilgi ilk defa bu kadar güçlü bir toplumsal değişim dinamiğine dönüşmüştür. İngiliz ve Fransız İhtilalleri erkek nüfusun yarısının okuryazar olduğu bir zamanda meydana geldi.69 Bilgi sosyolojisi, doğuşundan beri sağduyu bilgisinin toplumsal kökenleri, ideolojik bilgi ve işlevleri, bilimsel bilgideki toplumsallık gibi bir dizi problemi ele almıştır. Bizim bu çalışmada bilgiyi ele alacağımız bağlam, bilgi ile toplumsal koşullar 66 Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, s. 141. 67 Önder Göçgün, Ziya Paşa, İzmir: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987, s. 7. 68 Mann, İktidarın Tarihi Başlangıcından 1760’a Kadar Toplumsal İktidarın Kaynakları, c. 1, s. 424. 69 Mann, İktidarın Tarihi Başlangıcından 1760’a Kadar Toplumsal İktidarın Kaynakları, c. 1, s. 369. 21 arasındaki ilişki olacaktır. Bu ilişkiyi kısaca “tarihte şekillenen ve tarihi şekillendiren”70 bilgi şeklinde formüle edebiliriz. Çalışmamız bağlamında bilgi ile toplum arasındaki ilişki her şeyden önce bir toplumsal değişim meselesidir. Başka bir ifadeyle bilginin insanlar arası ilişkilerin değişimine etkisi bizim üzerinde duracağımız esas konudur.71 Bu konu bilgi sosyolojisi tarihinde iki tema etrafında konuşulmuştur. Birinci tema bilginin sosyal olana kök salmışlığı üzerinde durur. Bu anlayışta maddi ve tarihsel şartların, fikirlerin biçimi ve içeriği üzerindeki belirleyici etkisi vurgulanır. Burada insani düşünceyle sosyal hayat arasındaki ilişkide sosyal hayat baskın ve belirleyicidir. Hakikat veya bilgi olarak kabul ettiğimiz şeyler, toplumsal koşullar tarafından belirlenir ya da hiç olmazsa onlardan etkilenir.72 “Bilgi, toplumsal olarak belirlenir” önermesiyle dile getirebileceğimiz bu tema, başlangıcından beri bilgi sosyolojisinde etkili olmuştur. Bu önermeyi Marx ve Engels, “yaşamı belirleyen bilinç değildir, tersine, bilinci belirleyen yaşamdır”73 şeklinde formüle etmiştir. Başka bir deyişle insan düşüncesi ve bilinci, maddi toplumsal koşulların pasif bir yansımasıdır.74 Bu temada insani varoluştan insani düşünceye doğru tek yönlü, determinist bir ilişkinin var olduğu düşüncesi aksiyomatiktir.75 Benzer şekilde bağlamı farklı da olsa Durkheim de insani varoluşun insani düşünceyi belirlediğini ifade etmiştir. Durkheim’in bilgi sosyolojisinde zaman ve mekân gibi temel zihinsel kategoriler o toplumun hayat şartlarına dayandırılır. Başka bir ifadeyle insanın bilgisini teşkil eden düşünce kategorileri köken itibariyle toplumsaldır.76 Görüleceği gibi bu anlayışta (özellikle İngilizce konuşulan dünyada) belirleyici olan, ontolojik olarak üste olan maddi güçler ve toplumsal yapılardır.77 Mannheim bilginin toplumsal düzen içindeki yeri ile ilgili, toplumsal determinizmi bilgi sosyolojisinin merkezine oturtmuştu. 70 Elif Çırakman, “Düşünmek ve Eylemek", (16.09.2019), https://www.youtube.com/watch?v=_17GirN9OBo&t=4514s. 71 Emre Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, 6. bs., İstanbul: Remzi Kitabevi, 1995, s. 23. 72 Burke, A Social History of Knowledge From Gutenberg to Diderot, s. 2. 73 Marx, Engels, Alman İdeolojisi, s. 35. 74 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 33. 75 Çiftçi, Bilgi Sosyolojisi ve İslam Araştırmaları Bir Sosyal Bilimler Felsefesi Çalışması, s. 39. 76 Emile Durkheim, Avusturalya Totem Sistemi’nde Dinî Hayatın İlk Şekilleri, çev. İzzet Er, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2009, s. 34. 77 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 37. 22 İkinci tema Max Weber’le başlatılabilir. Marks ve Durkheim’den farklı olarak Weber, fikirleri ekonomik ve sosyal şartların basit bir yansıması olarak görmeyi reddetti. Bu anlamda Weber ekonominin fikirleri belirlediğini değil, bilakis dinî fikirlerin önemli ölçüde ekonomik davranışı etkilediğini savundu.78 O, fikirler ile toplumsal koşullar arasında tek yönlü bir ilişki olduğu tezine karşı çıktı. Ona göre nedensel bağlantılar, sadece altyapıdan üstyapıya doğru hareket etmiyordu, her iki yönde de bir hareket söz konusuydu.79 Başka bir ifadeyle entelektüel, psişik, bilimsel, dinî ve siyasi faktörler birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler ve her biri nispeten diğeri karşısında özerktir.80 1960’lardan sonra bilgiyi sosyal yapı ve maddi faktörlerin bir sonucu olarak görme anlayışı zayıflamış ve bilgi otonom bir güç olarak düşünülmeye başlanmıştır. 81 Bu noktada “gerçekliği”, yaşandığı ve iletildiği sembolik sistemlerden ayırmanın zorluklarına dikkat çekilmiştir. “Toplumsal gerçeklik, toplumsal oyuncular tarafından temsil edilmesini ve iletilmesini olanaklı kılan semboller ve anlamlardan oluşur. Gerçeklik kaçınılmaz bir biçimde semboliktir.” 82 Bu konuda Schütz, Weber’i aşacaktır, Berger ve Luckmann da Schütz’un fikirlerini geliştirecektir. “Bilgi, toplumsal bir düzen oluşturur” şeklindeki ikinci tema, bilgilerin toplumsal yapı ve değişimin birer basit yansıması olmadığını, bilakis toplumsal bir düzenin üretilmesinde ve iletilmesinde aktif güçler olduklarını öne sürer.83 Hatta sosyal koşullar ile bilgi arasında bir tercih söz konusu olursa bu tercihin, insan zihninden sosyal koşullara doğru olması gerektiği yönündedir. Bu eğilimin en önemli temsilcilerinden Berger ve Luckmann’dan (ki onlar kendi dönemlerinin bu konuyla ilgili düşüncelerini özetlemişlerdir) hareket edersek, insanlar bazı zihni süreçleri (öznel anlamlandırmalar) dışa vurarak, davranış kalıpları, örf ve adetler, kurumlar şeklinde  Marks bilgi ile o bilgiyi yüklenen ve savunan insanlar arasında kurduğu ilişkiyi daha sonraları yumuşatmış ve fikirlerin altyapının sırf bir yansıması olmadığını ve gerektiğinde onlara reaksiyonda bulunabileceğini kabul etmiştir (Coser, Sosyolojik Düşüncenin Ustaları Tarihsel ve Toplumsal Bağlamlarında Fikirler, s. 67). 78 Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev. Zeynep Gürata, Ankara: Ayraç Yayınevi, 2002, s. 77. 79 Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 33. 80 Coser, Sosyolojik Düşüncenin Ustaları Tarihsel ve Toplumsal Bağlamlarında Fikirler, s. 210. 81 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 40. 82 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 41. 83 Raymond Williams, The Sociology of Culture, New York: Schocken Books, 1981, ss. 12-13; McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 33. 23 toplum dediğimiz gerçekliği üretirler. Bu ürünler kişileri aşarak nesnel bir varlık kazanır ve bu varlık kendi üreticisi de dâhil diğerlerini biçimlendirir.84 Sonuç olarak Marks’ın yanılgısı, her türlü düşünce maddi koşullar tarafından belirlense de, bu düşüncenin (ya da bilgi) maddi koşulları aşıp onları değiştirebilme potansiyelini ihmal etmesiydi. 85 Gelinen noktada ilk önerme ikinci önermenin lehine zayıflamakta ve çoğu sosyolog, bilginin toplumsal olarak belirlendiğini savunan teorinin yerini, “gerçekliğin toplumsal inşasının” bilgiler ve sembol sistemleri yoluyla meydana geldiğini savunan teorinin aldığını kabul etmektedir.86 Berger ve Luckmann’ın iddialarıyla da uyumlu olan bu önermeye göre “gerçeklik ve bilgiler karşılıklı ilişki içindedir ve toplum içinde üretilir.”87 Emile Durkheim, bu kavrayışı, “Dünya, sadece bize gösterildiği kadarıyla var olmaktadır”88 şeklinde formüle etmektedir. İnsanların gerçekliğe dair bilgisi değişirse gerçeklik de değişir. Gerçekliğe dair bilgimiz varsa gerçeklik vardır, bilgi yoksa gerçekliğin varlığından bahsedilemez.89 McCarthy (Berger ve Luckmann’la aynı doğrultuda) toplumsal belirleyicilik tezinin insan tecrübesinin kültürel olarak inşa edildiğine yönelik teoriyle kaynaştırılması gerektiğini savunmaktadır. İnsani tecrübe, insanın kavramsallaştırma yeteneği ve davranışından oluşur; yani, bir toplumun dili, inançları, normları ve dünya görüşü şeklinde ortaya çıkan kültürel bilgiden oluşur. Bilgi sosyolojisinde bu iki temanın birleşimi tek önerme halinde ifade edilebilir. İnsani düşünce insani varoluş tarafından belirlenirken, insanın tecrübe ettiği her şey, sosyal dünyanın düşünceye ve ahlaka dair yargıları ve lingustik pratikleri tarafından seçilir ve düzenlenir. İnsani tecrübe ancak dil, düşünce kategorileri, normlar gibi sosyal özellikler aracılığıyla bilinçli ve iletilebilir bir forma dönüşür.90 Başka bir deyişle, insan hayatına dair her şey tecrübelerden/deneyimlerden oluşur. Tecrübeleri yaşamak, onları bir araya getirmek ve hayata bağlamak için kavramlara ihtiyaç duyarız. Yok olmayla yüz yüze olan 84 Peter L. Berger, Kutsal Şemsiye Dinin Sosyolojik Teorisinin Ana Unsurları, çev. Ali Coşkun, 5. bs., İstanbul: Rağbet Yayınları, 2015, s. 53; Çiftçi, Bilgi Sosyolojisi ve İslam Araştırmaları Bir Sosyal Bilimler Felsefesi Çalışması, s. 39. 85 George Lichtheim, “The Concept of Ideology”,(21.01.2019). https://thecharnelhouse.org/wp- content/uploads/2016/02/george-lichtheim-the-concept-of-ideology.pdf 86 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 34. 87 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 15. 88 Emile Durkheim, The Rules of Sociological Method, ed. Steven Lukes, çev. W.D. Halls, New York: The Free Press, 1982, s. 238. 89 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, s. 15. 90 McCarthy, Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi , s. 14. 24 tecrübeleri korumak, ne tecrübe edildiğini bilmek ve tecrübe edileni dilimizde muhafaza etmek için kavramlar olmazsa olmazdır. Kant’ın dediği gibi tecrübe olmadan kavram olmaz, kavram olmadan tecrübe olmaz.91 Bilgi sosyolojisindeki yeni yaklaşımlar bilgiyi bilgi-dışı koşulların bir gölge fenomeni olarak görmediği gibi onu deneyim-öncesi insan zihninde doğuştan ve hazır olarak var olan bir form olarak da görmez. Burada bilgi ve ona göndermede bulunduğu durumlar iki farklı kutbu temsil etmez. Bu anlamda “yeni bilgi sosyolojisi” ne materyalist ne de idealisttir. Yeni yaklaşımlardan çıkaracağımız sonuç, bilginin bir taraftan toplumsal maddi koşullardan etkilendiği, diğer taraftan toplumsal koşulların inşasında ve dönüştürülmesinde temel bir faktör olduğudur. Başka bir ifadeyle bilgi ya da en geniş anlamıyla kültür bazen toplumsal değişmenin başlatıcısı bazen de sonucudur.92 Sonuç olarak, toplum ve bilginin birbirlerini karşılıklı olarak etkiledikleri ve sosyal bir fenomen olarak bilginin ele alınması gerektiği konusunda geniş bir uzlaşı vardır.93 4)Birer Bilgi İfadesi Olarak Kavramlar Araştırma konumuz bağlamında kavramlar, birer bilgi ifadesi oldukları için doğrudan bilgi sosyolojisinin araştırma nesnesidirler. Dolayısıyla aşağıda birer bilgi unsuru olan kavramlar üzerinde durmamız bu kontekste değerlendirilmelidir. Kavramlar insan bilgisinin yapıtaşlarıdır. Kavram, sembol veya kelimelerle (aslında kelimeler de birer semboldür) ifade edilen fikirdir.94 Kedi kavramı bir “şey” değil, belirli sıfatlardan oluşan bir varlık hakkında düşüncelerdir: “Kürklü bir hayvan”, “evcil”, “fare yakalayan” olması vb.95 Kavramsallaştırma, “başka türlü neredeyse sınırsız derecede karmaşık olan gerçeklikten bir anlam çıkarma”96 ve onu sembollere entegre ederek zihinsel bir varlık alanı inşa etmektir. Sırf algıladığımız dünya bize bir şey vermez. Bir “şey”in bir şey olduğunu ancak kavramsallaştırma (anlam olarak 91 Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 1993, s. 66; Reinhart Koselleck, Kavramlar Tarihi Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar, çev. Atilla Dirim, İstanbul: İletişim Yayınları, 2016, s. 58. 92 Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, s. 24. 93 Kadir Canatan, Bilgi Sosyolojisi İbn Haldun Perspektifinden, İstanbul: Açılım Kitap, 2013, s. 20. 94 Neuman, Toplumsal Araştırma Yöntemleri, 2013, c. 1, s. 80. 95 Andrew Heywood, Siyasetin Temel Kavramları, çev. Hayrettin Özler, 2. bs., Ankara: Adres Yayınları, 2015, s. 17. 96 Heywood, Siyasetin Temel Kavramları, s. 22. 25 kategorileştirme) kabiliyetlerimizle ve kavramlar inşa etme yoluyla bilebiliriz ki inşa ettiğimiz kavramlar arka planıyla yeni tecrübelere yöneliriz. İnsanların, fikirleri (aynı zamanda kavramları) temsil etmesi için yazılı karakterler veya sesler üzerinde konsensüse varması dili netice verir. O halde şunu söyleyebiliriz: Kavramların “sembol” (kelime veya terim) ve “tanım” olmak üzere iki boyutu vardır.97 İnsan kavramsallaştırarak bilir ve dil de bu kavramsallaştırmanın (dolayısıyla kavramın) kabı ve taşıyıcısıdır.98 Gerçekliği sadece dil ile sınırlayan teorilerin aksine, dil iki yanı keskin bir bıçaktır. Dil, hem dünyanın “dil-öncesi” koşullarını tespit edip kaydeder hem de “dil- dışı” koşulları değiştirme potansiyeli taşır. Dil, tecrübeyi kaydettiği aynı anda dönüştürmeyi mümkün kılan bir bilgi faktörüdür. Hiçbir gerçeklik, dil ve kavramsal yorumuna indirgenemez, ancak bilgi de diyebileceğimiz bu linguistik icralar olmadan gerçekliğin de var olmayacağını daha önce ifade etmiştik. 99 Gadamer’de olduğu gibi “insanın bir şekilde bir dünyasının olması”100 dile bağlıdır, başka bir ifadeyle bütün anlam liguistiktir ve dil ortamında aktarılıp incelenebilir. Özetle kültürel etkileşim zincirinde bir geçmişi olan ve bu süreçte anlam yüklenen kolektif temsiller olan dilin kelimeleri, ya spesifik etkileşimsel koşullarda üretilerek veya yeni bireylere tanıtılarak kişilerin veya grupların repertuarına girdikten sonra, başka koşulların yorumlanması ve değiştirilmesi için birer araca dönüşürler.101 Diğer bir ifadeyle, insanların kendi inşa ettikleri dünya kendilerinin haricinde bir mevcudiyet kazanıp, dil vasıtasıyla onları ve başkalarını şekillendirmektedir.102 Bu bağlamda siyasi kavramlar da sadece dışardaki gerçekliğin sembolik temsilleri değillerdir. Bilgilerimiz, sadece dış dünyanın kavramsallaşmasından oluşmaz. Tecrübe/deneyim ile elde edilen kavramlar kullanılarak akıl yürütme yoluyla deneyim dışı bilgiler de inşa edilebilir. Dolayısıyla dil, daha ötesine uzanma veya bir olması gereken ortaya atma konusunda insana imkân tanımaktadır. Kavramlar hem olana hem de olması gerekene 97 Neuman, Toplumsal Araştırma Yöntemleri, 2013, c. 1, s. 81. 98 Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, s. 325. 99 Koselleck, Kavramlar Tarihi Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar, 2016, s. 61. 100 Gadamer, Hakikat ve Yöntem, c. 2, s. 253. 101 Randall Collins, Felsefelerin Sosyolojisi Entelektüel Değişimin Global Teorisi, çev. Tufan Göbekçin, Ankara: Sakarya Üniversitesi Yayınları, 2016, s. 70. 102 Çiftçi, Bilgi Sosyolojisi ve İslam Araştırmaları Bir Sosyal Bilimler Felsefesi Çalışması, s. 52. 26 gönderme yapıp faaliyete geçmek için birer dinamik olabilmektedirler. Bu anlamda örneğin, demokrasinin ne olması gerektiği (ideali) ile gerçekte ne olduğu arasında bir tekabüliyet söz konusu değildir. Dolayısıyla demokrasi “onun idealleri ile gerçeği arasındaki karşılıklı etkileşimden, olanla olması gereken’in çekişmesinden doğar ve bunlar tarafından şekillendirilir.”103 Bu anlamda, biz demokrasi kelimesini kullanırken hem bir hedefi veya ideali hem de bu idealin vuku bulmuş sahadaki halini belirtmiş oluyoruz.104 Wittgenstein’in izinden gidersek demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar belirli şeyleri düşünmek ve konuşmak demeye geldiği gibi belirli şeyleri yapmak demeye de gelir.105 Terminolojik bir kargaşayı önlemek için “Kavramlar Tarihi”nden bahsetmeden önce şunu tekrar vurgulamakta fayda var: Kavram tarihçileri kavramları kelimelerden ayrı tutarlar. Bir kavram bir kelimeden daha fazlasına gönderme yapabilir. Kimi zaman bir kavramı tarihsel olarak ortaya koyabilmek için birçok kelimenin izini sürmemiz gerekebilir.106 Dahası bir kelime aynı anda iki rakip kavrayışa gönderme yapabilir.107 Bu anlamda Yeni Osmanlıların kullandığı “hürriyet” ve “serbesti” kelimeleri aynı kavramı (dolayısıyla kavrayışı) karşılayacaklardır. Aynı şekilde liberal ve sosyalist gelenekler “demokrasi” kelimesini birbirine zıt gelebilecek anlamlarda kullanırlar. Bu çalışmada meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi ve hürriyeti bir kelime olarak değil, bir kavram olarak ele alacağız. Özellikle 1950’den beri “Kavramlar Tarihi” -bilgi sosyolojisine paralel olarak- dili ve kavramları gölge fenomen kabul eden Marksçı geleneğin aksine, kavramsız dünyaya ve topluma dair ne bir tecrübenin ne de bir bilimin söz konusu olmayacağını savunan bir araştırma alanı olarak hatırı sayılır gelişme göstermiştir.108 Burada kavramların tarihselliğini özellikle vurgulayan hermenötik kavram tarihçiliği özel bir yere sahiptir. Ezeli ebedi doğruları, evrensellikleri ve ontos-logos denkliğinin reddini 103 Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, s. 24. 104 Robert A. Dahl, Demokrasi Üzerine, çev. Betül Kadıoğlu, 4. bs., Ankara: Phoenix Yayınevi, 2017, s. 97. 105 Gerald F. Gaus, Siyaset Kavramları ve Siyaset Kuramları, çev. Nihal Akdere, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2016, s. 96. 106 Richter Melvin, The History of Political and Social Concepts: A Critical Introduction, New York: Oxford University Press, 1966, s. 9. 107 Heywood, Siyasetin Temel Kavramları, s. 21. 108 Koselleck, Kavramlar Tarihi Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar, 2016, s. 101. 27 savunan hermenötik yönelimli kavram tarihçiliği, kavramları tarihsel “geleneğin önüne koymak” yerine onları bu geleneğin ürünü olarak kabul eder. Dil, düşünce ve kavramlar “kültürün arkasına sarkamaz.”109 Hermenötik kavram tarihçiliği, kavramların ilk doğdukları zamandaki anlamlarını temel almaksızın, onları kültür mirası olarak tevarüs eden tarihsel ürünler olarak kabul edecek ve onlara “bugünün ufkundan bakacaktır.”110 Kavramlar da dünyadaki diğer her şey gibi bir süre var olduktan sonra ya gerçekliğin değişmesiyle semantik değişikliklere uğrarlar ya da artık gerçekliği temsil etme kabiliyetlerini kaybederek tarihe mal olurlar.111 Kavramlarla içerdikleri fenomenler asla birbirleriyle tam bir tekabüliyet göstermezler. Birbirlerine atıfta bulunmalarına ve birbirlerini etkilemelerine rağmen, kavramlar ve gerçekliklerin her birisinin kendine has bir tarihi vardır. Birer bilgi ifadesi olan kavramlar, tarihsel süreç içinde değiştiği gibi temsil ettiği gerçeklik de değişir. Dahası, kavram ve gerçekliklerin değişimleri farklı hızlarda olduğu için kimi zaman kavramsallık gerçekliğin kimi zamanda gerçeklik kavramsallığın önüne geçer.112 Kosseleck, Heiner Schultz’tan mülhem olarak kavramların ve içerdikleri durumların karşılıklı olarak değişimlerinin şekillendireceği dört ihtimal üzerinde durur: “Birincisi: Bir sözcüğün anlamı ve kavradığı içerik, senkron ve diyakron olarak birbiriyle aynıdır. İkincisi: Bir sözcüğün anlamı aynı kalır, fakat kavradığı içerik değişir. Önceki anlamından uzaklaşır. Dolayısıyla değişen gerçeklik dilsel olarak yeniden oluşturulmalı, yeniden kavranmalıdır. Üçüncüsü: Bir sözcüğün anlamı değişir, fakat değişim öncesinde kavradığı gerçeklik aynı kalır. Dolayısıyla değişen semantiğin realiteye uygun olması için dilsel olarak yeni ifade formları bulması gerekir. Dördüncüsü: Durumlar ve sözcüklerin anlamları birbirlerinden tümüyle bağımsız olarak gelişir, bu nedenle eski tekabüliyetler artık kurulamaz.” 113 109 Özlem, Kavramlar ve Tarihleri 1, s. 48. 110 Özlem, Kavramlar ve Tarihleri 1, s. 48. 111 Nejat Bozkurt (ed.), Kavramların Evrimi Filozof ve Düşünürlerin Tanıklıklarıyla, İstanbul: Say Yayınları, 2008, s. 14. 112 Koselleck, Kavramlar Tarihi Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar, 2016, s. 66. 113 Koselleck, Kavramlar Tarihi Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar, 2016, s. 62. 28 B.KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1)Siyasi Modernleşmenin Fikrî/Entelektüel Arka Planı Devletler, insanın güvenlik ve ekonomik yetersizliklerini azaltmak için tarih sahnesine çıkmıştı. Siyaset felsefesi henüz ortada yokken insanlar, ya bir kabile ortamında ya da bir ordu-imparatorluğunu idare eden kralın egemenliği altında yaşamaktaydı. Yeni siyasi seçeneklerin ortaya çıkması, felsefi düşüncenin ortaya çıkması ve dönüşmesiyle mümkün olmuştur.114 Geleneği, miti, dinsel ve siyasal otoriteleri tartışmaya açan felsefenin doğuşuyla asgari düzeyde eşitlikçi talepler ve temsilleri mümkün kılan siyasi hürriyetlerin ortaya çıkması birbirinden bağımsız olmamıştır.115 Modern siyasi düşüncenin temelleri de Aristoteles’in Politika eserinin keşfedilip tercüme edilmesiyle atılmıştır. Bunu bu alanda yazılan eserler takip etmiştir. 16. yüzyılda siyasi olana yönelik gerçekçi (realist) bir bakış açısı belirmeye başladı.116 Machiavelli’nin Prens’i bu alandaki gelişmelere en önemli referanstır.117 Bu entelektüel canlanmanın toplumsal değişmeyi mümkün kılacak hale gelmesi için 17. yüzyılı beklemek gerekecekti. Bu yüzyılda yeni bir hukuk anlayışı ortaya çıkar, bu yeni anlayış siyasi olanın da hukuken temellendirilmesi anlayışını tetikler.118 Bu bağlamda modern toplumsal örgütlenme modellerinin ortaya çıkmasında, 17. yüzyılda din savaşlarının sebep olduğu siyasi ve sosyal çalkantılara tepki olarak beliren yeni “doğal hukuk” temalı eserlerin payı büyük olmuştur. Doğal hukuk teorisyenlerine göre insanlar tarafından keşfedilebilir özellikte evrensel bazı adalet ilkeleri vardır. Bu ilkeler insanların iradi tercihlerini aşan doğal dünyanın nesnel özellikleridir.119 Bu ilkeler temelinde modern siyasi düşünce, geleneksel siyasi düşüncenin aleyhine güçlenip özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra toplumun daha geniş kesimlerini seferber ederek, onları geleneksel siyasi ve sosyal kurumları yıkmak için harekete geçirmişti. 114 Donald G. Tannenbaum, Siyasi Düşünce Tarihi, çev. Özgüç Orhan, 11. bs., Ankara: BBB101 Yayınları, 2018, s. 377. 115 Philippe Raynaud, “Eşitlik”, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, ed. Philippe Raynaud, Stéphane Rials, çev. İsmail Yerguz vd., İstanbul: İletişim Yayınları, 2017, s. 325. (Costoriadis, 1986’den akt.). 116 Quentin Skinner, Modern Siyasal Düşüncenin Temelleri, çev. Eren Buğlalılar, Barış Yıldırım, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2016, c. 2, s. 540. 117 Niccolò Machiavelli, Hükümdar, çev. Necdet Adabağ, 15. bs., İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018, s. 59. 118 Marcel Gauchet, Yurttaşını Arayan Demokrasi, çev. Zeynep Savaşçın, İstanbul: İletişim Yayınları, 2013, s. 27. 119 Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, s. 97. 29 Yeni siyasi toplumun temellendiği doğal hukuk teorilerini ele alan en önemli teorisyenlerden biri şüphesiz Hugo Grotius’tur. Grotius yeni siyasi düzeni, toplumu oluşturan bireylerin doğasına dayandırıp teolojik temellendirmelerden uzak durmaya çalışır. Bu entelektüel çabalarla birlikte artık siyasi bir toplumda yaşamanın ahlaki zemini doğal haklar olmuştur.120 Grotius’a göre insanın doğasında toplum içinde yaşama isteği vardır; başka bir ifadeyle, insanlar benzerleriyle rasyonel bir temelde barış içinde hayatını sürdürme isteğine sahiptir.121 Ona göre insanın doğasındaki bu rasyonel ve sosyal fail olma durumu doğal hukukun da kaynağıdır. Doğal hukuka eşlik eden en önemli şey çıkarını sağlama isteğidir. Herkes doğa durumunda tek başınadır ve güçsüzdür. Kişi bu güçsüzlüğünü ancak bir toplum içinde hayatını sürdürerek giderebilir. Toplumsal sözleşmeyle bir mükellefiyet altına girmeyi doğuran şey, çıkarını sağlama talebidir. Toplum içinde yaşama daha doğrusu ortak bir güce boyun eğme de temelde üyelerin çıkarını sağlama isteğinden gelir. Bu bizi şuna götürür: Sivil bir toplumu ayakta tutan ve insanların karşılıklı istekleriyle kabul ettikleri yurttaşlar hukukunu yerleştirmeye çalışanlar, muhtemel çıkarı dikkate almak zorundadır.122 Groitus’un bu kilit konumuna rağmen doğal hukuk kesinlikle kendi döneminin icadı değildir. Genelde doğal hukukun ve uluslararası hukukun mucidi olarak kabul edilen Grotius aslında bunları yeniden canlandıran bir zihniyet değişiminin temsilcisi olarak görülebilir. Bu yeni zihniyet doğayı anlamak ve değiştirmekle yetinmeyip insan ve toplum alanına da el atıp onu da değiştirmeyi arzulamıştı. Groitus’un şahsında bu yenilikçiler, Stoacılara kadar uzanan bir tarihe sahip olan ve Orta Çağ’da da bazı teologlar tarafından ele alınan doğal hukuku canlandırdılar. Groitus’un eserleri üslup ve içerik olarak skolastik geleneğin damgasını taşır, bundan dolayı bu çalışmalar “metafizik doğal hukuk”tan “rasyonalist doğal hukuk”a geçiş çalışmaları olarak kabul edilebilir.123 Hem antiklerin “doğal hak” kavramlaştırması hem de Thomasçı Orta Çağ metafizik ağırlıklı “doğal hukuk” kavramlaştırmasının merkezinde erdem vardır. Bu 120 Charles Taylor, Seküler Çağ, çev. Dost Körpe, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009, s. 191. 121 Hugo Grotius, Savaş ve Barış Hukuku, çev. Seha L. Meray, İstanbul: Say Yayınları, 2011, s. 19. 122 Grotius, Savaş ve Barış Hukuku, s. 21. 123 Jean Touchard, Siyasal Düşünceler Tarihi, çev. İsmail Yerguz, İstanbul: Islık Yayınları, 2015, s. 334. 30 erdemler de daha çok toplumsal sorumlulukları akla getirir. Modern “doğal hukuk” kavramlaştırması ise daha çok mülkiyet ve özgürlük gibi kişisel haklarla ilgilidir.124 Grotius ve çağdaşı doğal hukukçular siyasal sistemde mutlak monarşisttirler. Bunlar günümüz halk egemenliği doktrininden hayli uzak olup halkın zorba yönetimlere direnme hakkını tanımamışlardı. Ancak her şeye rağmen siyasi otoritenin meşruiyetini bireylerin rızasına dayandırması teması modern siyasal düşüncede devrim niteliğindedir.125 Bu yüzden hem Amerikalılar hem de Fransızlar siyasi devrimler yaparken; başta Locke, Montesquieu ve Rousseau olmak üzere “doğal hukukçu” felsefe okuluna ve bu okulun en seçkin temsilcilerine çok şey borçludurlar.126 Siyasi modernitede, Machiavelli gibi çoğu entelektüelin modern siyasi düşüncenin ilk filozofu olarak kabul ettiği birini göz ardı ederek yapılacak her açıklama girişimi eksik olacaktır. Machiavelli, Hobbes ve Locke gibi kendinden sonraki modern siyasi düşünce teorisyenlerine entelektüel sahneyi hazırlamıştı.127 Orta Çağ Hıristiyanlığında, siyaset kurumu büyük ölçüde Hıristiyan ahlakının etkisi altındaydı. Bu ahlakta kralların kutsal hakları ve görevleri vardı. Kilise ekonomik kaynakların eşitsiz bir şekilde paylaşılmasında meşrulaştırıcı rol oynuyordu. Dahası soylular ile köylüler arasında varoluşsal bir fark olduğu tezine ideolojik altyapı sunuyordu.128 Machiavelli, harcadığı zihinsel gayretle siyaset kurumundaki bütün metafizik temaları uzaklaştırmaya çalışır. Bunun sonucu olarak Tanrı krallığıyla insan krallığı keskin bir biçimde birbirinden ayrılır ve insan krallığının insan aklıyla kavranabileceği teması kabul görür.129 Machiavelli’nin bütün çabası devleti dinin ve ahlakın emirlerinden bağımsızlaştırmak ve devleti kendinde amacı olan bir kuruma dönüştürmekti. Böylece o, Orta Çağ’a damgasını vuran siyaset modelini reddederek siyaseti dinin ve ahlakın vesayetinden kurtarır. Machiavelli’nin siyasal düşünce tarihine etkisi sadece siyaseti din ve ahlaktan bağımsızlaştırmakla sınırlı değildir. O, dinin siyasete üstünlüğü düşüncesine karşı çıkarak onu siyaset alanının hizmetine sokar. Bu durum siyaset ve din arasındaki 124 Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, s. 100. 125 Taylor, Seküler Çağ, s. 192. 126 George Rudé, Fransız Devrimi, çev. Ali İhsan Dalgıç, 3. bs., İstanbul: İletişim Yayınları, 2018, s. 92. 127 Tannenbaum, Siyasi Düşünce Tarihi, 2018, s. 198. 128 Mann, İktidarın Tarihi Başlangıcından 1760’a Kadar Toplumsal İktidarın Kaynakları, c. 1, s. 444. 129 Machiavelli, Hükümdar, s. 94; Touchard, Siyasal Düşünceler Tarihi, 2015, s. 270. 31 bilindik ilişkilerin köklü bir dönüşüm geçirdiği anlamına gelir.130 Bu bağlamda Machiavelli her ne kadar eserlerinde halk yönetimi temasını çok işlemese de siyasal yaşamın inşa eseri olması, diktacı bir güç olarak yönetim anlayışı, kişisel çıkarın en önemli insan motivasyonu olması gibi temaları ele alması onu modern siyasal düşüncenin kurucusu konumuna taşımıştır.131 17. yüzyıl başında, öncesinde Grotius’un tartıştığı ve siyaset felsefesinin iki temel kavramı olan “doğal durum” ile “toplum sözleşmesi”, daha sonra Hobbes’un siyaset felsefesinde de yerini alır. Hobbes’un doğal durumunda, herkes her şey üzerinde hak sahibi olurken aynı zamanda herkesin kendini kendi kuvvetiyle koruma hakkı vardır.132 Yani doğal olarak herkes eşittir, bu eşitlik beraberinde anarşi ve güvensizliği getirir. Burada kaçınılmaz olarak doğal durum savaş durumuna eşitlenmektedir: Herkesin herkesle savaşı. Bu savaş durumundan ancak toplumsal sözleşmeyle çıkılabilir. Toplumsal sözleşmeyle kişiler, kendi aralarında sözleşme yaparak kişisel haklarını tarafsız bir egemene transfer ederler ve savaş durumundan kurtulurlar.133 Hobbes’un doğa durumundaki insana bakışı kötümserdir. Bu yönüyle Hobbes, doğal hukuk teorisyenleri ve insanın doğuştan sosyalleşmeye eğilimli olduğunu söyleyen filozoflarla zıtlaşır. Onun doğa durumunda işbirliği değil rekabet teması baskındır. Hobbes’un doğal hukuku daha çok bireyin kendini koruma içgüdüsüyle ilişkilidir. Doğal hukuk teorisyenlerinde toplumsal sözleşmenin amacı üyelerin genel çıkarı iken Hobbes’ta ise temel amaç herkesin herkesle savaşına son veren barışı aramak ve güvenliği sağlamaktır. Doğal hukukçular gibi Hobbes da Aristoteles’ten farklı olarak siyasal bir bütünün, doğal (doğada var olan, keyfi ve insan yapımı olmayan) bir fenomen olmadığını, bilakis iradi bir antlaşmanın sonucu olduğunu söyler. Aritoteles’in polisi/devleti doğası gereği vardır. Çünkü bu siyasal birlik, doğası gereği bir toplulukta yeşeren insani meyillere karşılık gelmektedir. Aristoteles’in kenti doğanın ürünüyken Hobbes ve Machiavelli’nin modern devleti, temelini sözleşmeden alan ve insani inşadan 130 Machiavelli, Hükümdar, s. 68; Maurice Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, çev. Özkan Gözel, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1999, ss. 108-109. 131 Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, s. 54. 132 Thomas Hobbes, Leviathan, çev. Semih Lim, Ankara: Yapı Kredi Yayınları, 2017, s. 141. 133 Hobbes, Leviathan, s. 137. 32 oluşan bir sanat eseridir.134 Ancak Hobbes’ta bu sözleşme, bir hükümdar ile tebaası arasında olmayıp, daha çok haklarını bir hükümdara transfer etmek isteyen bireyler arasındadır. Burada sözleşme siyasal egemenliği sınırlandırmak için değildir, aksine siyasal egemenliğin temellerini sağlamlaştırmayı amaçlar. Tabii ki güç aktarılan siyasal egemen monarktır. Hobbes, mutlakiyetçiliği savunur fakat bu savunma, hükümdarların ilahi veya geleneksel yasası namına olmayıp, daha çok sözleşmeye dâhil olan bireylerin barışı, korunması ve çıkarı adına olmuştur. O, iktidarın meşruiyetini rızaya dayalı rasyonel ve seküler bir zeminde temellendirir, onun ihtişamını değil yararını vurgular.135 Hobbes’ta gözlemlenen; kurumların, çıkarları ve kişisel hakları güvence altına alması nispetinde meşruiyet kazanması düşüncesi İngiltere kralı I. Charles’ın idam edilmesi sonrasında gittikçe güçlenir. Özellikle 1660 Restorasyonu’nda da 1688 Devriminde de bu henüz formüle edilmemiş pragmatizm hâkim eğilim olmuştur.136 Hâlbuki Antik dünyada ve Orta Çağ Avrupa’sında, siyaset düşüncesinde siyasal eylemin amacı güvenlik ve çıkarın korunması gibi dar hedeflerle sınırlı değildi. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Aristoteles’te siyasal hayatın nihai amacı insanların “doğaları gereği sahip oldukları potansiyelleri, siyasal topluluklarda yaşayarak gerçekleştirme” gibi daha geniş bir çerçevededir.137 Siyasi modernitenin gelişmesinde referans alınacak önemli kişilerden birisi de John Locke’tur. John Locke Hükümet Üzerine İkinci İnceleme’sinde temelde mutlak monarşiye ve onun İngiliz savunucularına karşı bir tartışmanın içerisine girer. Locke mutlakçı tezlerin reddini ve temsili hükümeti, insanların doğuştan eşit ve özgür oldukları tezi üzerine kurar. İlk incelemesinde 17. yüzyıl mutlak monarşinin savunucularından Sir Robert Filmer’in tezlerini tartışır. Filmer, hükümdarların mutlak idari meşruiyetini, Âdem’in bunu Tanrı’dan aldıktan sonra tarih içinde hükümdarlara devrederek kazandığını ileri sürer. Onun temel argümanı insanların özgür değil köle olduklarıydı. Locke, Filmer’in söz konusu doktrinini sistematik bir tarzda çürütmeyi 134 Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, s. 122. 135 Touchard, Siyasal Düşünceler Tarihi, 2015, s. 344. 136 Touchard, Siyasal Düşünceler Tarihi, 2015, s. 385. 137 Arnhart, Platon’dan Rawls’a Siyasi Düşünce Tarihi, s. 54. 33 amaçlar.138 İkinci incel