T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TASAVVUF BİLİM DALI OSMANLI DÖNEMİ SEM DEVRÂN TARTIŞMALARI AÇISINDAN İBRAHİM NİKSÂRÎ’NİN BURHÂN’ÜL-ELHÂN FÎ HÜKMİ’T-TEGANNÎ VE’D-DEVRÂN ADLI RİSALESİNİN İNCELEMESİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Sümeyye ATMACA BURSA – 2023 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TASAVVUF BİLİM DALI OSMANLI DÖNEMİ SEM DEVRÂN TARTIŞMALARI AÇISINDAN İBRAHİM NİKSÂRÎ’NİN BURHÂN’ÜL-ELHÂN FÎ HÜKMİ’T-TEGANNÎ VE’D-DEVRÂN ADLI RİSALESİNİN İNCELEMESİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Sümeyye ATMACA Danışman: Prof. Dr. Abdurrezzak TEK BURSA – 2023 TEZ ONAY SAYFASI T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Tasavvuf Bilim Dalı’nda 702023053 numaralı Sümeyye ATMACA’nın hazırladığı “OSMANLI DÖNEMİ SEM DEVRÂN TARTIŞMALARI AÇISINDAN İBRAHİM NİKSÂRÎ’NİN BURHÂNÜ’L-ELHÂN FÎ HÜKMİ’T-TEGANNÎ VE’D-DEVRÂN ADLI RİSALESİNİN İNCELEMESİ” konulu yüksek lisans ile ilgili tez savunma sınavı, ...../...../ 20.... günü ……… - ………..saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin …………………………..….. (başarılı / başarısız) olduğuna ……………………………… (oybirliği / oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye Tez Danışmanı: Prof. Dr. Abdurrezzak TEK Bursa Uludağ Üniversitesi Üye Üye Dr. Öğr. Üyesi Serhat GÜLTAŞ Dr. Öğr. Üyesi Abdullah ÇAKIR Bursa Uludağ Üniversitesi Kütahya Dumlupınar Üniversitesi ....../......./ 20..... SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Tarih: 07/07/2023 Tez Başlığı / Konusu: “Osmanlı Dönemi Semâ Devrân Tartışmaları Açısından İbrahim Niksârî’nin Burhânü’l-elhân fî hükmi’t-tegannî ve’d-devrân Adlı Risalesinin İncelemesi” Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam 185 sayfalık kısmına ilişkin, 23/06/2023 tarihinde şahsım tarafından Turnitin adlı intihal tespit programından (Turnitin)* aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı %8’dir. Uygulanan filtrelemeler: 1- Kaynakça hariç 2- Alıntılar dahil 3- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. 07/07//2023 Adı Soyadı: Sümeyye ATMACA Öğrenci No: 702023053 Anabilim Dalı: Temel İslâm Bilimleri Programı: Tasavvuf Statüsü: Y.Lisans Doktora Danışman Prof. Dr. Abdurrezzak TEK 07/07/2023 YEMİN METNİ Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Osmanlı Dönemi Semâ Devrân Tartışmaları Açısından İbrahim Niksârî’nin Burhânü’l-elhân fî hükmi’t-tegannî ve’d-devrân Adlı Risalesinin İncelemesi” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. 07/07/2023 Adı Soyadı: SÜMEYYE ATMACA Öğrenci No: 702023053 Anabilim Dalı: Temel İslâm Bilimleri Programı: Tasavvuf Statüsü: Yüksek Lisans ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Sümeyye ATMACA Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel İslâm Bilimleri Bilim Dalı : Tasavvuf Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tez Danışman(lar)ı : Prof. Dr. Abdurrezzak TEK OSMANLI DÖNEMİ SEM DEVRÂN TARTIŞMALARI AÇISINDAN İBRAHİM NİKSÂRÎ’NİN BURHÂN’ÜL-ELHÂN FÎ HÜKMİ’T-TEGANNÎ VE’D- DEVRÂN ADLI RİSALESİNİN İNCELEMESİ İbrahim b. es-Seyyid Muhammed en-Niksârî, 17. yüzyıl Osmanlı coğrafyasında, Kadızâdeliler hareketinin en güçlü olduğu dönemlerde yaşamış, sûfî meşreb bir şahıstır. Bu çalışmada, İbrahim Niksârî’nin Burhânü’l-elhân fî hükmi’t-tegannî ve’d-devrân adlı eseri incelenerek semâ ve devrân hakkındaki görüşleri tespit edilmiş ve görüşlerinin yaşadığı dönemdeki tartışmalara ışık tutması amaçlanmıştır. Eserde, tasavvufun tartışmalı konularından olan cehrî zikir, semâ, devrân, lahn ve tegannî konuları ele alınmıştır. Ayrıca Halvetîlere yapılan haksız eleştiriler ve Kadızâdeliler’in dinî ve toplumsal amaçları hakkında bilgiler verilmiştir. Bu çalışmanın son bölümünde, ünik nüsha olma özelliğine sahip eserin, günümüz harflerine aktarılmış hâli sunulmuştur. Anahtar kelimeler: Tasavvuf, İbrahim Niksârî, Cehrî Zikir, Semâ, Devrân, Lahn, Tegannî. iv ABSTRACT Name andSurname Sümeyye ATMACA University Bursa Uludağ University İnstitution Social Sciences Field Basıc İslamic Sciences DegreeAwarded Master DegreeDate ………/………/2023 Supervisor Prof. Dr. Abdurrezzak TEK AN ANALYSIS OF NIKSARI'S TREATISE, BURHÂNÜ'L-ELHÂN FÎ HÜKMI'T-TEGANNÎ VE'D-DEVRÂN, IN TERMS OF THE OTTOMAN PERIOD SEM DEVRÂN DISCUSSIONS İbrahim b. es-Seyyid Muhammed en-Niksârî is a sufi person who lived in the 17th century Ottoman geography, whenThe Kadızâdeliler Movement was at its strongest. In this study, İbrahim Niksari's work named Burhânü'l elhan fî Hükmi't-tegannî ve'd- devrân was examined and his views on sama and sufi whirling were determined. In this way, it is aimed to shed light on the debates made in the period when İbrahim Niksari lived. In the work, the controversial subjects of sufism, dhikr jahri, sama, sufi whirling, descant (lahn) and melody are discussed. In addition, information about the unfair criticisms made against the Halvetites and the religious and social aims of the Kadızade liler were given. In the last part of this study, the translation of this work, which was written as a single copy, into today's Turkish is presented. KeyWords: Islamic Mysticism, İbrahim Niksârî, Dhikr Jahri, Sama, Sufi Whirling (dawran), Melody, Descant (lahn). v ÖNSÖZ Tasavvufun tartışmalı konuları arasında önemli bir yere sahip olan cehrî zikir, semâ ve devrân konuları, ilk sûfîlerden bu yana ele alınarak incelenmiş, hakkında kesin bir nass bulunmaması ve riyâya sebep olacağı endişesiyle çözüme kavuşturulamayan konular arasında yer almıştır. Çalışma, 17. asrın başlarında yaşayan İbrahim b. es-Seyyid Muhammed Niksârî’nin Burhânü’l-elhân fî hükmi’t-tegannî ve’d-devrân eseri üzerine hazırlanmıştır. Aynı zamanda, eseri tarihi ve kültürel bağlamda anlamayı, dönemin semâ-devrân tartışmalarını incelemeyi ve eserin günümüzdeki akademik değerini ortaya koymayı hedeflemiştir. Bu çalışma giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümünde İbrahim b. es- Seyyid Muhammed en-Niksârî’nin hayatı ve ilk dönem sûfîlerinden Osmanlı dönemine kadar geçen sürede cereyan eden semâ ve devrân tartışmaları incelenmiştir. İkinci bölümde semâ, devrân, raks, cehrî zikir, tegannî ve lahn kavramları ele alınarak bu konu hakkında yapılan tartışmalara yer verilmiştir. Üçüncü bölümde ise Burhânü’l-elhân adlı eser günümüz Türkçesine aktarılmıştır. Çalışmalarım sırasında yardımını ve hoşgörüsünü esirgemeyen kıymetli danışman hocam Prof. Dr. Abdurrezzak TEK’e, tezimi okuyarak katkıda bulunan kıymetli arkadaşım Kevser Demir’e, desteklerini ve duâlarını eksik etmeyen aileme şükranlarımı sunarım. Tevfik ve başarı yalnız Allah’tandır. Sümeyye ATMACA BURSA, 2023 vi İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................... İ YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU .................................................. İİ YEMİN METNİ ........................................................................................................... İİİ ÖZET ............................................................................................................................. İV ABSTRACT .................................................................................................................... V ÖNSÖZ .......................................................................................................................... Vİ İÇİNDEKİLER ........................................................................................................... Vİİ A. ARAŞTIRMANIN KONUSU VE KAPSAMI ......................................................... 1 B. ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ .................................................................. 2 C. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE LİTERATÜR DEĞERLENDİRMESİ ............. 2 D. ARAŞTIRMANIN SINIRLILIKLARI ..................................................................... 3 BİRİNCİ BÖLÜM SEM‘IN TARİHÎ SÜRECİ A. İSLAM KÜLTÜRÜNDE VE OSMANLI DEVLETİ’NDE SEM‘A BAKIŞ ........................................................................................................................... 5 1. Hz. Peygamber, Sahâbe ve Tâbiûn Döneminde Semâ .......................................... 5 2. Zühd Devrinde Semâ ............................................................................................. 6 3. Tarikatlar Döneminde Semâ .................................................................................. 8 B. OSMANLI DÖNEMİNDE SEM‘A BAKIŞ .......................................................... 8 1. Osmanlı Döneminde Semâ ile İlgili Literatür ....................................................... 9 2. Osmanlı Toplumunun Semâ Kavramına Bakışı .................................................. 10 a. Kadızâde–Sivâsî Tartışmaları ......................................................................... 11 3. Osmanlılar Döneminde Semâ-Devrân Çerçevesinde Meydana Gelen Tartışmalar ............................................................................................................... 14 4. Niksârî ve Burhânü’l-elhân ................................................................................. 16 5. Burhânü’l-elhân’ın Kaynakları ............................................................................ 17 a. Tefsir Kaynakları ............................................................................................ 18 b. Hadis Kaynakları ............................................................................................ 20 c. Fıkıh Kaynakları ............................................................................................. 23 d. Kelâm Kaynakları ........................................................................................... 27 e. Tasavvuf Kaynakları ....................................................................................... 27 f. Lügat Kaynakları ............................................................................................. 29 g. Edebiyat Kaynakları ....................................................................................... 30 h. Felsefe-Mantık Kaynakları ............................................................................. 30 vii İKİNCİ BÖLÜM CEHRÎ ZİKİR, SEMÂ, DEVRÂN KAVRAMLARI ÇERÇEVESİNDE BURHANÜ’L-ELHÂN’IN İNCELENMESİ A. MÛSİKİ .................................................................................................................... 31 1. Mûsikinin Tasavvufî Açıdan Önemi ................................................................... 31 2. İslâm’ın Mûsikiye Bakışı .................................................................................... 32 3. Sûfînin Mûsikiye Bakışı ...................................................................................... 33 4. Niksârî’nin Mûsikiye Bakışı ................................................................................ 34 B. CEHRÎ ZİKİR ............................................................................................................. 34 1. Cehrî Zikir ve Fazîleti ......................................................................................... 34 a. Yüksek Sesle Yapılan Cehrî Zikrin Hükmü ................................................... 38 b. Cehrî Zikir İçin Söylenen İtirazların Değerlendirilmesi ................................. 38 C. SEM ....................................................................................................................... 39 1. Semâ‘ın Tanımı ................................................................................................... 39 2. Semâ ve Vecd ...................................................................................................... 40 3. Semâ‘ın Cevazına Delil Olan Âyet ..................................................................... 42 4. Semâ ve Devrânla İlgili Meseleler ...................................................................... 43 a. Yere Vurmanın Câiz Oluşu ............................................................................. 43 5. İmam Şafiî’nin Semâ Hakkındaki Görüşleri ....................................................... 45 D. DEVRÂN VE RAKS .................................................................................................... 45 1. Devrân ve Raksın Tanımı .................................................................................... 45 2. Devrân ve Bid‘at .................................................................................................. 46 3. Semâ–Devrâna Cevaz Verenlerin Hukûkî Delilleri ............................................ 48 4. Devrân ve Raksı Mübah Gören Ulemânın Delilleri ............................................ 53 5. Devrânın Helalliğinden Bahseden Fakîh ve Mutasavvıflar ................................. 55 6. Muhtelif Fıkhî ve Tasavvufî Kitapların Semâ ve Devrâna Bakışı ...................... 56 7. Devrân ve Raksı Haram Sayanların Hukûkî Delilleri ......................................... 57 8. Devrâna Karşı Çıkanların Özellikleri .................................................................. 59 9. Niksârî’nin Devrâna Karşı Çıkan Kimseleri Değerlendirmesi ............................ 60 E. LAHN VE TEGANNÎ ................................................................................................... 61 1. Lahn ve Tegannî’nin Tanımı ............................................................................... 61 2. Tegannî ile Zikretmenin Hükmü ......................................................................... 62 3. Tegannînin Kısımları ........................................................................................... 63 4. Tegannî’nin Helal Olduğuna Dair Deliller .......................................................... 63 a. Fetâvâ’t-Tatarhâniyye’nin Def ve Tegannîye Dair Delilleri ........................... 70 5. Lahn ve Tegannî Dinlemenin Faydaları .............................................................. 70 F. NİKSÂRÎ’NİN KENDİ DÖNEMİNDE MÛSİKİ SEM VE DEVRÂNA KARŞI ÇIKAN GRUPLARA REDDİYESİ ................................................................................................. 71 1. Râfizî ................................................................................................................... 72 2. Râfizîlerin Zikir Ehline Yaklaşımı ...................................................................... 72 3. Râfizîlerin Hileleri ............................................................................................... 73 viii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İBRAHİM NİKSÂRÎ’NİN BURHÂNÜ’L-ELHÂN FÎ HÜKMİ-T- TEGANNÎ VE’D-DEVRÂN ADLI ESERİ A. METNİN HAZIRLANMASINDA İZLENEN USÛL ............................................ 78 B. BURHÂNÜ’L-ELHÂN FÎ HÜKMİ’T-TEGANNÎ VE’D-DEVRÂN .................... 79 SONUÇ ......................................................................................................................... 172 EKLER ......................................................................................................................... 175 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 178 ix GİRİŞ A. ARAŞTIRMANIN KONUSU VE KAPSAMI Tasavvuf, bir ilim dalı olarak ortaya çıktığından bu yana içerdiği konular, yöntem ve uygulamalar bakımından eleştirilere maruz kalmış; bu tenkitleri gerçekleştirenler arasında kimi zaman sûfîler, çoğunlukla zâhir ulemâ yer almıştır. Tasavvufun içerdiği konulara semâ-devrân tartışmaları da eklenmiş ve bu durum zaman zaman eleştirilere neden olmuştur. Semâ, devrân ve cehrî zikir tartışmaları, Osmanlı Devleti zamanında da yoğun bir şekilde yaşanmıştır. Konuyla alakalı şeyhülislâmlar ve zâhir ulemâ, aleyhte fetvalar vermiş dönemin mutasavvıfları da tartışmanın helâlliğini ispat mahiyetinde eserler telif etmiştir. İbrahim Niksârî Burhânü’l-elhân eserinde, Halvetîler başta olmak üzere cehrî zikri benimseyen tarikatlara yapılan haksız eleştirileri ve bu eleştirilerin Ehl-i sünnet çizgisine muhalif olduğunu ortaya koymuştur. Bu bağlamda çalışmamızın konusu, tartışmalı konular arasında yer alan mûsiki, cehrî zikir, semâ, devrân, lahn ve tegannî kavramlarını İbrahim b. es-Seyyid Muhammed Niksârî’nin Burhânü’l-elhân fî hükmi’t- tegannî ve’d-devrân çerçevesinde değerlendirilmesidir. Çalışmamızın ilk bölümünde İslam kültüründe ve Osmanlı Devleti’nde semâ kavramına bakış ele alınmıştır. Bu minvalde Hz. Peygamber döneminde, zühd devrinde, tarikatler döneminde ve Osmanlı Devleti’nde semâ kavramının nasıl anlaşıldığı ve değerlendirildiği incelenmiştir. Aynı zamanda İbrahim Niksârî’nin biyografisi ortaya konulmuştur. İfade etmek gerekir ki İbrahim Niksârî’nin hayatı hakkında şimdilik herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Eserde belirttiği bazı malumat çerçevesinde yaşadığı döneme ulaşılmıştır. Semâ ve devrân lehinde eser te’lif etmiş olması tasavvufî kişiliği hakkında da bilgiler vermiştir. İkinci bölümde mûsiki, cehrî zikir, semâ, devrân–raks, lahn–tegannî kavramları analiz edilmiştir. Bu kavramların daha iyi anlaşılabilmesi için sözlük ve terim anlamları ele alınarak kavramsal çerçeve oluşturulmuştur. Devamında ise bu kavramların helâlliği ve haramlığı hususunda gerçekleştirilen tartışmalar ele alınmıştır. Aynı zamanda mûsiki, semâ ve devrâna karşı çıkan grupların zikir ehline yaklaşımı incelenmiştir. Bu bağlamda Kadızâde, Kızılbaş ve Rafizîler hakkında bilgiler verilmiştir. 1 Üçüncü bölümde İbrahim Niksârî’nin Buhânü’l-elhân adlı eseri, günümüz harflerine aktarılmıştır. Bu süreçte, eserin orijinal hâlinin korunması ve anlamının değişmeden aktarılmasına özen gösterilmiştir. Müellif, eserini dört bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde tegannî ile zikrin câizliği; ikinci bölümde Râfizîlerin hileleri; üçüncü bölümde Reğaib, Berat ve Kadir gecesi namazlarının fazileti; dördüncü bölümde ise devrân ve semâ ile zikretmenin helâlliği ele alınmıştır. Eser, Osmanlı Türkçesi ile yazılmış olup âyet ve hadîsler bakımından zengin, üslûbu sade ve akıcıdır. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar Koleksiyonu’nda tek nüsha olarak bulunan, koleksiyon numarası 701 olan eser, toplamda 72 varaktan meydana gelmiştir. B. ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ Çalışmanın amacı İbrahim Niksârî'nin semâ ve devrân konularındaki görüşlerini tespit etmeye, bu görüşlerin yaşadığı dönemdeki tartışmalara nasıl ışık tuttuğunu anlamaya çalışmaktır. Bu çalışma 17. yüzyıla dair araştırma yapmak isteyenlere ve bu kavramlar üzerinde çalışacak araştırmacılara bir kaynak teşkil etmesi açısından önemlidir. Bu çalışmanın hedefi, eserde ele alınan tasavvufun tartışmalı konularından olan cehrî zikir, semâ, devrân, lahn ve tegannî meselelerinin araştırılmasını aynı zamanda, Halvetîlere yöneltilen haksız eleştirileri ve Kadızâdeliler'in dinî ve toplumsal amaçlarını eleştirel bir gözle incelemektir. C. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE LİTERATÜR DEĞERLENDİRMESİ İbrahim Niksârî'nin semâ ve devrân tartışmalarını ele almadan önce, İslâm kültüründeki ve Osmanlı Devleti'ndeki yansımaları ile bu konunun ele alınma biçimi detaylı bir şekilde incelenmiştir. Ardından, çalışmamızda 17. yüzyıl bağlamında meydana gelen tartışmalar ile İbrahim Niksârî'nin bu konudaki görüşleri detaylı bir şekilde aktarılmıştır. Bunun devamında, söz konusu tartışmaları ortaya çıkaran gruplar hakkında ayrıntılı bilgiler sunulmuştur. Bu alana dair yapılan çalışmalar arasında Süleyman Uludağ’ın İslam Açısından Müzik ve Semâ (2020) kitâbı bulunmaktadır. Uludağ bu eserde, müzik tarihi üzerine genel bir bakışla konuya başlangıç yaptıktan sonra, Kur'ân ve hadislerde müziğe dair tutum ve 2 görüşleri ortaya koymuştur. Ardından, fakihlerin ve mutasavvıfların bu konudaki yaklaşımlarını inceleyerek müzik çeşitlerine değinmiştir. Mustafa Demirci Semâ Risâleleri (1996) yüksek lisans tezinde, İsmail Ankaravî'nin (öl. 1041/1631) Hüccetü’s- semâ adlı eserini, Abdülahad Nûri'nin (öl. 1061/1651) Risâle fî cevâzi devrâni’s-sûfiyye adlı eserini ve Sünbül Sinan Efendi'nin (öl 936/1529) Risâle fî deverâni’s-sûfiyye adlı eserini tercüme ederek değerlendirmiştir. Yusuf Dülger Ahmed b. Muhammed et-Tûsî el-Gazzâlî ve Niyâzî-i Mısrî’nin Semâ Risâleleri (1998) yüksek lisans tezinde, Niyâzî Mısrî'nin (öl. 1105/1694) Risâle fî devrâni's-sûfîyye ve Ahmed el-Gazzâlî'nin (öl. 520/1126) Bevâriḳu’l-ilmâʿ kiâbını tercüme etmiş ve değerlendirmiştir. Fatih Keskin Ali el-Atvel Karabaş Velî ve Risâletü’d-deverân (2004) yüksek lisans tezinde, eseri tercüme etmiş ve zikrin önemi ve devrânın delillerini ortaya koymuştur. Ahmet Vural Hocazâde Muhammed Râsim Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Zübdetü’t-Tarîka Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (2016) yüksek lisans tezinde, semâ-devrân, cehrî zikir, lahn-tegannî, râbıta ve tecellî konularını ele almıştır. Yunus Bozbuğa’nın Bir Fetva Tercih ve Tahrîc Örneği Olarak Sünbül Sinan Efendi’nin Risâle-i Tahkîkiye’si (2019) yüksek lisans tezinde, Risâle-i Tahkîkiye’yi tercüme etmiş ve cehrî zikir, semâ, devran-raks tartışmalarını incelemiştir. Sevde Duran Farklı Zamanlarda Yazılmış Semâ Risâlelerinin Mukayeseli Analizi (2021) yüksek lisans tezinde, Çivizâde'nin (öl. 954/1547) Risâle fi hakkı’d-devrân risâlesi ile Eşrefzâde'nin (öl. 874/1469-70 [?]) Sırr-ı devrân risâlesini ortaya konulan deliller çerçevesinde analiz etmiştir. Niksârî, Burhânü’l-elhân adlı eserinde Sühreverdî’nin (öl. 632/1234) Avârifü’l-maârif’i, Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) Risâle’si, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin (öl. 386/996) Kûtü’l- kulûb’u, Gazzâlî’nin (öl. 505/1111) İhyâu ulûmi’d-dîn’i, İbn Arabî’nin (öl. 638/1240) Fütûhâtü’l-Mekkiyye’si ve Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin (öl. 672/1273) Mesnevi’si gibi tasavvuf klasiklerinden bilgiler naklederek konuya dair kendi fikirlerini ortaya koymaya çalışmıştır. D. ARAŞTIRMANIN SINIRLILIKLARI İbrahim Niksârî'nin Burhânü'l-elhân eserinde, 17. yüzyılda meydana gelen cehrî zikir semâ, devrân, lahn ve tegannî konuları ele alınmıştır. Bu konular eserde detaylı bir şekilde incelenmiştir. Ancak, bu kavramlar ilk dönem sûfîlerinden itibaren süregelen tartışmaların bir parçası olmuş ve her dönemde önemini korumuştur. Özellikle 3 incelenen eser, 17. yüzyıl bağlamında ele alındığı için, bu tartışmalar bu yüzyıl etrafında sınırlı tutulmuştur. Kaynaklarda İbrahim Niksârî ile ilgili herhangi bir bilgiye ulaşamamış olmamız çalışmamızın sınırlılıklarından biridir. Konuyla ilgili bilgiler eserin içeriği detaylı okunarak elde edilmiştir. Bir sayfada yirmi bir satırın bulunması, metnin karışık ve iç içe bir yazım stiline sahip olmasına yol açmış ve bu durum okumanın zorlaşmasına sebep olmuştur. Metinde bazı kelimelerin yanlış yazıldığı, silindiği ya da mürekkebin dağılması nedeniyle okunamaz hale geldiği gözlemlenmiştir. Eserde atıfta bulunulan bazı kitapların kime ait olduğu belirlenememiştir. Bu kitaplar arasında Behcetü’l-kulûb, Tasvîru’l-kulûb, Kitabü’ş- Şehâde, Hulâsatü’l-hakāyik, Kitabü’l-Ezhâr, Kitabü Tevfîku’l-mesâbîh, Hatîb Makdîs(î) Esmâ’ül-hüsnâ şerhi, Kitab-ı Muhâzarât, Kitabü’l-Emtâʻ bi-ahkâmi’s-semâ, Kitab-ı Muharrez, Kitab-ı Metâin-i Sûfiyye, Fetâvâ-yı Abbâsiyye, Fetâvâ-yı Semerkandî zikredilebilir. 4 BİRİNCİ BÖLÜM SEM‘IN TARİHÎ SÜRECİ A. İSLAM KÜLTÜRÜNDE VE OSMANLI DEVLETİ’NDE SEM‘A BAKIŞ Semâ, İslâm kültüründe ve Osmanlı Devleti'nde önemli bir yer teşkil etmiştir. Hz. Peygamber döneminde semâ'nın temelleri atılmış, sahâbe ve tabiûn dönemlerinde ise bu anlayış benimsenerek sürdürülmüştür. Zühd devrinde semâ, daha derin bir anlam kazanarak dünyevi arzulardan uzaklaşmayı hedeflemiştir. Tarikatlar döneminde ise semâ, hem bireysel hem de cemaatin manevi birliğinin oluşmasına katkı sağlamıştır. 1. Hz. Peygamber, Sahâbe ve Tâbiûn Döneminde Semâ Semâ, İslâm'dan önce de bilinen bir kavram olmakla birlikte, İslâmiyet’in yayılışıyla daha geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Bu kavramın ilk örnekleri Hz. Peygamber’in hayatında ve ashab arasında görülmüştür. Semâ kavramı, ölçülü veya ölçüsüz ses ve hoş sadâ manalarına gelmektedir. Vecd hâli semâ‘ın bir meyvesidir. Vecd ise ölçülü veya ölçüsüz hareketlerdir.1 Bu bağlamda Hz. Peygamber’in hayatına bakıldığında birçok örnek tespit edilmiştir. Hz. Peygamber’in “Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı.” sözü vecd hâlinin bir göstergesidir. Çünkü ihtiyarlamak hüzün ve endişe verici şeylerin tesiriyle gerçekleşir. “Her ümmetten bir şahit getirip seni de onlara şahit kıldığımız zaman hâl ne olacak.”2, “Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır.”3 Ashabın bü minvalde zikredilen âyetleri dinleyince ağlaması, müjde âyetlerine gelince sevinmesi, Allah’ın azabından bahseden âyetlerde ise Allah’a sığınması vecd hâlinin bir göstergesidir.4 Buna ek olarak Kur’ân-ı Kerîm okunduğunda tüylerin ürpermesi, kalplerin yumuşaması, korku, titreme ve endişe hâllerinin meydana gelmesi de vecd hâlinin bir göstergesidir.5 Sahâbe ve tâbiûn döneminde ise Kur’ân okunurken ağlayan, bayılan, hatta ölen kimselerin var olduğu bilinmektedir. Hz. Ömer, “Şüphesiz ki, Allah’ın azabı vukua 1 Ebû Hâmid Muhammed b. Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî, İhyâü ulûmi’d-dîn, Ahmed Serdaroğlu (İstanbul: Bedir Yayınları, 1975), 2/724. 2 Kur’an Yolu Meali, çev. Hayreddin Karaman vd. (İstanbul: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2016), en-Nisâ 4/41. 3 el-Mâide 5/118. 4 Süleyman Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 2. Baskı (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2020), 174. 5 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 176. 5 gelecek ve onu hiçbir kimse geri çevirmeye muktedir olamayacaktır.”6 âyeti okunduğunda çığlık atıp bayılmıştır.7 Tâbiûn’dan Ebu Cerîre, Salihü’l-Merî, Kur’ân okumuş, hüznünden feryad ederek ölmüştür.8 Gazzâlî (öl. 505/1111), bu ve benzeri hâllerin eski ümmetlerde de meydana geldiğini İhyâ’da belirtmiştir. Anlatılanlara göre, Hz. Dâvûd’un kıraatini insanlar, cinler, kuşlar ve hatta bütün vahşi hayvanlar dinlerdi. O, Zebûr’u okuduğu zaman bazen onun halâvetini işitip de aynı okuyuş sırasında ölenlerden dört yüz kişinin cenazesi kaldırılırdı.9 İnsan tabiatı gereği ruhuna tesir eden güzel, etkili söz ve ses karşısında tepkisiz kalamamıştır. Bu bağlamda esrar-ı ilâhiyye ve esmâ-ı ilâhiyye’nin insanın varlığına yansıması ile birlikte, insanın kalbi ve ruhu bu ilahî titreşimlere duyarlı hâle gelmiştir. Hz. Peygamber ve önceki dönemlere ait verilen örneklerde de semâ‘ın insan üzerindeki etkisi bu minvalde görülmüştür. 2. Zühd Devrinde Semâ İlk dönem sûfîleri, sûfîliğin şeriate uygunluğunu vurgulamak için sünnî ve gayri sünnî ayrımlarını belirgin hâle getirmiştir.10 Bu bağlamda, sûfîliği daha net tanımlamak ve yanlış anlaşılmaları önlemek amacıyla, müzik, gınâ, tegannî, elhân, telhin gibi kavramlar yerine semâ terimini benimsemiştir. Semâ kavramı, hem kendine gelen ilâhî mesajları işitmeyi ve kalbe aktarmayı ifade eder, hem de kalpte çeşitli hâlleri meydana getirir.11 Semâ sırasında ölçüsüz seslerin veya sessizliğin duyulması gerektiği, Allah Teâlâ ve Hz. Peygamber’i kapsayan geniş bir alana şâmil olması nedeniyle, dini bozma ve bid‘at uydurma suçlamalarına maruz kalmamak, oyun eğlence olarak algılanmamak adına gınâ, elhân ve müzik kelimeleri yerine semâ kavramı tercih edilmiştir.12 Bu çerçevede Zünnûn el-Mısrî (öl. 245/859), semâ‘ı Hak’tan gelen bir mânâ (vârid) olarak tanımlamış kalbleri harekete geçirip Hakk’a yönlendirmek için geldiğini ifade 6 et-Tûr 52/6. 7 Ebû Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/733. 8 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/ 734. 9 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/682-683. 10 Jamal J. Elias, “Zikr-i Dervişâne’den Divân Musikisine Kadar Osmanlılar Devrinde Semâya Bir Bakış”, çev. İdil Eser, Cogito, Osmanlılar Özel Sayısı, 19 (1999), 217. 11 Semih Ceyhan, “Semâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 36/455. 12 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 168-172. 6 etmiştir. Ona göre semâ‘ı, Hak ile dinleyen hakikat seviyesine ulaşırken, nefsâniyetle dinleyen ise zındıklaşır.13 Semâ‘ın yapılmasıyla meydana gelen vecd hâli de birlikte değerlendirilen kavramlar arasında yer almıştır. İbrahim b. Edhem “Gökyüzü parçalara ayrıldığında…”14 âyetini dinlerken titremesi, semâ uygulamasının bir sonucu olarak meydana gelen vecd hâlinin açık bir örneğidir. Vecd hâlinin tasavvufî bir terim olarak anlamı, ölçülü ve ölçüsüz hareketlerdir. Bu hâl, meydana gelirken insan bedenini etkileyebilir; kişi titreme gibi belirtiler gösterebilir. İbrahim b. Edhem’in yaşadığı bu hâl, semâ‘ın meyvesi olan vecd hâlinin bir göstergesidir.15 Mutasavvıfların öncüsü kabul edilen bazı zâhidler, müzik ve semâ hakkında olumsuz bir tavır takınmışlardır. Fudayl b. Iyaz (öl. 187/803), Hâris el-Muhâsibî (öl. 243/857), Ebu Tâlib el-Mekki (öl. 386/996), Ebû Ali er-Ruzbârî (öl. 322/934), Ebu Bekir el- Acûrrî (öl. 360/979) bu zâhidler arasında zikredilebilir. Serî es-Sakatî (öl. 251/865), İbrahim b. Edhem (öl. 161/778), Ebu Süleyman ed-Dârânî (öl. 215/830), Fudayl b. Iyâz, Ma’rûf el-Kerhî (öl. 200/815-816) gibi zâhidlerin semâ yapmadıkları nakledilmiştir.16 Cüneyd-i Bağdâdî (öl. 297/909) ise semâ kavramını, hoş sesleri dinlemeyi “elest bezmindeki” Hakk’ın hitâbını işitmekle irtibat kurarak açıklamıştır. Fakat kendisi semâ yapılırken zamanın, mekânın ve semâ yapacak kimselerin titizlikle belirlenmesi gerektiğine vurgu yapmıştır.17 Semâ, kalpte var olan duygu ve hisleri harekete geçirerek açığa çıkarmaya yarayan bir araçtır. Ebu Süleyman ed-Dârânî, semâ‘ın kalpte olmayan bir şeyi kalbe sokmadığını, sadece kalpte var olan duyguların semâ ile harekete geçirildiğini belirtmiştir.18 Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’ye (öl. 283/896) göre semâ, Allah Teâlâ’nın kişiye bahşettiği ve sadece onun tarafından idrak edilebilen ilahi bir sırdır.19 13 Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lümâ‘: İslam Tasavvufu, çev. H.Kâmil Yılmaz (İstanbul: Ensar Yayınları, 2014), 271; Abdülkerim Kuşeyrî, Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risâlesi, haz. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014), 425; Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/722. 14 el-İnşikâk 84/1. 15 Ceyhan, “Semâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 36/455. 16 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 182. 17 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 181-182. 18 Kuşeyrî, Risâle, 43; Ebû Hafs Ömer Şihâbüddîn Sühreverdî, Avârifü’l-Maârif: Tasavvufun Esasları, çev. H.Kâmil Yılmaz – İrfan Gündüz ( İstanbul: Vefa Yayınları, 1990), 2/265. 19 Kuşeyrî, Risâle, 427. 7 Zühd hayatı, tasavvuf hayatına dönüşürken semâ gibi bir takım hâller bu sürece dâhil edilmiş ve zaman içinde bu hâller, zühd hayatının ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir. Bu hâller, tasavvuf yolunu takip edenler için ibâdet olarak kabul edilmiştir. 3. Tarikatlar Döneminde Semâ Tarikatlar dönemi itibarıyla semâ, devrân ve raks kavramları, aynı anlamda hatta birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Fakat aralarında bazı farklar söz konusudur. Dönmek manasında kullanılan “devrân” kavramı, zamanla Kâdirîler’in ayakta sağa sola ve kendi etrafında dönerek yaptıkları zikir çeşidi hâlini almıştır. İşitme, duyma ve dinleme anlamındaki “semâ” kavramı ise Hakk’ın hitâbını işitme anlamında kullanılmış, zamanla tarikat mensuplarının icra ettiği zikrin adı olarak yaygınlaşmıştır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin, dinî toplantılarda hissettiği vecd ve semâ hâli, zamanla geliştirilerek şekillenmiş, Mevlânâ'nın ardından belirli bir kural ve kâideye tabi tutularak yeni bir hâle dönüştürülmüştür.20 Oynamak, dans etmek manalarında kullanılan, “raks” ise sûfîlerin hareketli ve sesli olarak yaptıkları bir zikir türüdür ve bu kelime daha çok tasavvufa karşı olan kimselerin kullandığı bir kavram hâline gelmiştir.21 Nakşîbendîlik gibi bazı tarikatlar ise müziğin ve semâ‘ın Allah’a yaklaştıran yönünü inkâr etmemekle birlikte tarîkatlerinde buna yer vermemişlerdir.22 B. OSMANLI DÖNEMİNDE SEM‘A BAKIŞ Osmanlı döneminde semâ kavramı, hem literatürde yer bulmuş hemde toplumun farklı kesimleri arasında çeşitli yorumlara sebep olmuştur. Özellikle Osmanlı edebiyatında semâ ile ilgili eserler, bunun önemini göstermiştir. Aynı zamanda toplumun semâ konusunda çeşitli görüşleri, zaman zaman tartışmalara yol açmıştır. Kadızâde-Sivâsî arasında cereyan eden olaylar bunun bir göstergesidir. 20 Nuri Özcan, “Mevlevî Âyini”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 29/464. 21 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü (İstanbul: Meb Yayınları, 1993), “Semâ”, 3/162-168; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (İstanbul: Marifet Yayınları, 1991), “Devrân”, 138-139, 390-391; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü (Ankara: Rehber Yay., 1997), “Semâ”, 220, 629-30. 22 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 254. 8 1. Osmanlı Döneminde Semâ ile İlgili Literatür Semâ ve devrân hakkındaki tartışmalar, İslam düşünce tarihinin erken dönemlerinde başlamış, Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Bu tartışmalar Halvetî ve Mevlevîler’in semâ-devrân şeklinde icrâ ettiği zikir çeşidi etrafında şekillenmiştir. Bazı âlimler, şeyhülislâmlar ve kadılar, semâ ve devrân aleyhinde fetva verip risâleler yazmış, sûfîler -başta Halvetî ve Mevlevîler olmak üzere- bu durumun dine aykırı bir tarafı olmadığını ispatlamak amacıyla kitaplar telif etmişlerdir.23 Bu konuda oluşturulan metinler genellikle iki farklı açıdan ele alınır: Birincisi, semâ ve devrânı yasaklamak yönünde dinî nassları yorumlayan ve insanları bu yasağa karşı bilgilendirenlerdir. Diğeri ise, semâ ve devrânın helâlliğini savunan, bu savunmayı nasslarla destekleyen ve yasaklama eğilimini eleştirenlerdir.24 Semâ ve devrâna ilişkin tartışmalar Türk tasavvuf edebiyatı içerisinde bir tür oluşturacak kadar zengin eserlerin verilmesine zemin hazırlamıştır.25 Bu minvalde eser telif eden kimseler arasında; Eşrefoğlu Rûmî (öl. 874/1469-70?) Sırru’d-devrân; Muhammed b. Mahmud el-Aksarâyî (öl. 899/1494), Risâle fî beyâni devrâni’s-sûfiyye; Zenbilli Ali Efendi (öl. 932/1525), Risâle fi hakkı’d-devrânı’s-sûfiyye; Sünbül Sinan Efendi (öl.936/1529), Risâle fî cevâzi devrânı’s-sûfiyye; Beşir Efendi (Ahmed Beşir, öl. 978/1570-71), Semâ ve Devrân Risâlesi; Aziz Mahmud el-Hüdâyî (ö.1038/1628), Keşfu’l-kına’ an vechi’s-semâ; İsmail b. Ahmed er-Rüsûhî el-Ankaravî (öl.1041/1631), Hüccetü’s-semâ; Mustafa b. Ali el-Boluvî (öl. 1086/1675), Tercüme-i risâle fi’d- devrân; Ali b. Muhammed el-Kastamonî (Karabaş Veli) (öl.1097/1686), Risâletü’d- devrân; Niyâzî-i Mısrî (öl.1106/1694), Risâletü’d-devrân; Mehmed Emin Tokadî (öl. 1158/1745), Sıyânet-i Dervişân der Bahs-i Devrânı Sûfiyyân; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin (öl. 1202/1788), Ma’kûlât-ı Devriye zikredilebilir. Ele almış olduğumuz eser de bu tür içerisinde zikredilen semâ ve devrânın helâlliğini ele alıp ispatlamaya çalışmıştır. Semâ, devrân ve cehrî zikir aleyhinde risâle yazanlar ise; İbn Kemâl (öl. 940/1534), Risâle fî devrâni’s-sûfiyye ve raksihim; İbrahim b. Muhammed el-Halebî (öl. 956/1549), 23 H. Gazi Yurdaydın, “Türkiye’nin Dini Tarihine Umûmî Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 9/1 (1961), 117. 24 Bilal Kemikli, “Türk Tasavvuf Edebiyatında Risale-i Devran ve Semâ Türü ve Gaybî’nin Konuya İlişkin Görüşleri”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat FakültesiDergisi, XXXVII (1997), 451-452. 25 Bilal Kemikli, “Tasavvuf Edebiyatında Risale-i Devran ve Semâ Türü ve Gaybî’nin Konuya İlişkin Görüşleri”, 460. 9 er-Raksu ve’l-vaks li-müstahilli’r-raks; Birgivî Mehmed Efendi (öl. 981/1574), er- Risâle fi’z-zikri’l-cehrî; Ahmed b. Muhammed el-Akhisârî (öl. 1041/1631), Risâle fî hurmeti’r-raks ve’d-devrân ve kerâheti’z-zikr; Kadızâde Mehmed Efendi (öl. 1045/1635), Risâle-i devrân-ı sûfiyye; Muhammed b. Mustafa el-Bucavî (öl. 1059/1649), Risâle fî zemmi’t-tegannî ve’r-raks; Abdülkerim b. Veliyüddin (Veliyüddinzâde) (öl. 1100/1689), Risâle fî hakkı devrâni’s-sûfiyye yer almaktardır.26 Konuyla alakalı aleyhte fetva verenler arasında ise İbn Kemal, Ebussuûd Efendi (öl. 982/1574), Muhammed b. Abdullah el-Üskübî (öl. 1030/1620), Minkârîzâde Yahya Efendi (öl. 1088/1677), Menteşezâde Abdürrahim Efendi (öl. 1128/1716) yer almaktadır.27 2. Osmanlı Toplumunun Semâ Kavramına Bakışı Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve büyüyüp gelişmesinde sûfîlerin yardımı ve desteği yadsınamaz bir gerçektir. Bu sebeple her padişah, sûfîlere gereken değeri ve önemi vermeye çalışmıştır. Bu itibarla, tasavvufî düşünce toplumda rahat bir şekilde yayılma imkânı bulmuş ve bu topraklar birçok tarikate ev sahipliği yapmıştır. Devletin sünnî din anlayışını benimsemesinden ötürü fukahâ ile sûfîler arasında bazen tartışmalar meydana gelmiştir. 16. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti Safavîler’in şiîlik propagandasına karşı Ehl-i beyt sevgisini öne çıkaran Halvetî tarikatını ideolojik bir denge unsuru olarak desteklemesi konuyla alakalı tartışmaların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.28 İlerleyen dönemlerde şiddetlenerek artan semâ ve devrân tartışmalarının ilk başlangıcı Zenbilli Ali Efendi (öl. 932/1526) dönemine denk gelmektedir. Şeyhülislâmlık makamında olan Zenbilli Ali Efendi’nin semâ ve devrân lehine cevaz veren risaleler ve fetvalar yayınlaması üzerine dönemin âlimlerinden “Molla Arap” veya “Vaiz Arap” lakaplı Muhammed b. Ömer (öl. 938/1531) bu konunun aleyhinde vaazlar vermiş hatta görüşlerini yazdığı bir mektubu İstanbul’daki Halvetiyye mensuplarına göndermiştir. Gereken cevabı Halvetiyye’nin ileri gelenlerinden Cemâleddîn İshâk Karamânî (öl. 26 Ferhat Koca, “Osmanlı Fakihlerinin Semâ, Raks ve Devrân Hakkındaki Tartışmaları”, Tasavvuf 13(Temmuz-Aralık 2004), 66-68. 27 Abdürrezzak Tek, “Vânî Mehmet Efendi’nin Sesli Zikir Konusunda Sûfilere Yönelttiği Eleştiriler”, Ulusal Vânî Mehmed Efendi Sempzyumu, ed. Mehmet Yalar, Celil Kiraz (Bursa: 2011), 118-119. 28 Ahmet İnanır, “Sema, Raks ve Devran Tartışmaları Bağlamında Osmanlı Düşüncesinde Zikir Esnasında Mûsiki ve Meşrûiyeti”, Geşmişten Günümüze Uluslararası Dinî Mûsiki Sempozyumu (Amasya: Amasya Üniversitesi Rektörlüğü Bilimsel Araştımalar Koordinatörlüğü, 2017), 573. 10 933/1526-1527) vermiş, tartışma ilerlemeden son bulmuştur.29 Daha sonra şeyhülislâmlık makamına getirilen Kemalpaşazâde (öl. 940/1534) bu konunun aleyhine fetvalar yayınlayınca tartışmalar yeniden alevlenmiştir.30 Kendisi de ilk dönemde bu konunun aleyhine kitap telif etmiş ve fetvalar yayınlamıştır. Bu dönemin semâ ve devrân aleyhtarlığını yapan kimseler arasında İbrâhim el-Halebî (öl. 956/1549) ve Muhammed Birgivî (öl. 981/1573) zikredilir. Kemalpaşazâde ile aynı görüşü benimseyen İstanbul kadısı Nûreddin Sarıgürz (öl. 928/1522) devrân ile zikreden dervişlerin yakalanıp cezaya çarptırılmaları için şikâyetnâme hazırlamış ve şeyhülislâma sunmuştur. Halvetî şeyhi Sünbül Sinan’ın (öl. 936/1529) dirâyetli duruşu, ilmî ve manevî yetkinliğiyle şikâyetnâme işleme konulmamıştır. Şeyh Sünbül Sinan Efendi semâ ve devrân konusunda yapılan tartışmalara son vermek amacıyla cehrî zikrin helâl oluşuna dair Arapça ve Türkçe olmak üzere eserler telif etmiştir. Bu gayreti sonucu çoğu âlim iknâ olmuş, kiminin de sert tavırlarının yumuşadığı görülmüştür. Kemalpaşazâde, Sünbül Sinan Efendi’ye semâ ve devrânla alakalı görüşlerini şöyle ifâde etmiştir: “Efendi! Bizim fetvamız sizlere değildir. Aslını bilmez … sefihleredir.”31 Buradan hareketle Kemalpaşazâde’nin eski görüşlerinden vazgeçerek fikrini yumuşattığı görülmektedir. 16. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde Ebüssuûd Efendi’yle (öl. 982/1574) tartışmaların yeniden alevlendiği bilinmektedir. Onun bu konuya yaklaşımı zikre bazı sınırlamalar getirilmesi yönündedir. Sünbül Sinan Efendi (öl. 936/1529), Kemalpaşazâde’nin fikirlerini yumuşattığı gibi İbrahim Ümmî Sinan (öl. 1067/1657) da Ebüssuûd’u katı tutumundan vazgeçirmiştir.32 a. Kadızâde–Sivâsî Tartışmaları Osmanlı Devleti, 16. yüzyılın ilerleyen dönemlerinde gücünü kaybetmeye başlamış ve duraklama sürecine girmiştir. Bu dönemde karışıklıklar, savaşlar, ekonomik bozukluklar, toprak kayıpları ve işgaller nedeniyle istikrarsızlık ortaya çıkmıştır. Bu durum neticesinde ordu-saraya, medrese-tekkeye ve vâiz-tarikat mensuplarına hücum 29 Reşat Öngeren, Osmanlılarda Tasavvuf, 4. Baskı ( İstanbul: İz Yayınları, 2016), 371. 30 Reşat Öngeren, Osmanlılarda Tasavvuf, 4. Baskı ( İstanbul: İz Yayınları, 2016), 372. 31 Beşir Efendi, Semâ ve Devrân Risâlesi (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1352), 46a. 32 Reşat Öngören, “Osmanlılar Döneminde Semâ ve Devran Tartışmaları”, Tasavvuf 25(Ocak 2010), 130. 11 etmeye başlamıştır.33 Aynı zamanda bu istikrarsızlığı fırsat bilen gruplar meydana çıkmış, fikir ve görüşlerine taraftar bularak halkı kutuplaştırmayı hedeflemişlerdir. Devletlerin kaderini belirleyen bu tarz fikirlerin milletlerin çöküş dönemlerinde taraftarlar bulduğu, yükselme devirlerinde ise bu tarz konulara halkın itibar etmediği de görülmüştür.34 Günümüz uzantıları dikkate aldındığında bu hareketin başlangıcının İbn Teymiye (öl. 1328) ile olduğu anlaşılmaktadır. 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Birgivi Mehmed Efendi (öl. 981/1573) bu ekolü devam ettirmiş, 17. yüzyılda Kadızâdeliler hareketiyle, 18. yüzyılda Vehhâbîlik, 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında ise Cemâluddîn- i Afgânî (öl. 1897) ve Muhammed Abduh (öl. 1905) kanalıyla günümüze kadar ulaştığı görülmüştür.35 Kadızâde-Sivâsî tartışmaları IV. Murad (1623-1640) döneminin ortalarında Kadızâde Mehmed Efendi ile Halvetî şeyhlerinden Abdülmecid Sivâsî (öl. 1049/1639) arasında başlayarak önce fikrî daha sonra sosyal ve dinî hayatı kapsayan, devletin ana kurumlarını etki altında bırakan IV. Mehmed’in (1648-1687) hükümranlığının yedinci yılında tekke-medrese ayrılığını körükleyen bir hareket olarak devam etmiştir.36 Kadızâdeliler hareketi, İslamiyeti Hz. Peygamber devrindeki asli durumuna döndürme, Kur’ân ve sünnet dışında dine sonradan dâhil olan her türlü unsuru temizleme gayesiyle ortaya çıkmış bir tasfiye hareketidir. Bu hareketin amacı dini, bid‘at sayılan unsurlardan arındırarak insanları Kur’ân ve sünnete yönlendirmektir. Bu bağlamda mutasavvıfların hâl ve hareketlerini, uygulamalarını hedef almış; önce eleştirerek değersizleştirmiş, daha sonra saf dışı bırakarak amacına ulaşmıştır.37 Kadızâde Mehmed Efendi ile Abdülmecid Sivâsî arasında yaşanan tartışma konuları şu şekildedir. -Musikî, raks ve devrânın dindeki yeri -Hızır’ın (a.s.) hayatı meselesi 33 Cengiz Gündoğdu, “XVII. Yüzyılda Tekke-Medrese Münasebetleri Açısından Sivâsîler-Kadızâdeliler Mücâdelesi”, İlam Araştırma Dergisi 3/1 (Ocak-Haziran 1998), 40. 34 Dilaver Gürer, “Osmanlılarda Semâ Devrân ve Raks Tartışmaları ve İki Şeyhülislâm Risalesi”, Tasavvuf 26/2 (2010), 9. 35 Ahmet Yaşar Ocak, “XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Dinde Tasfiye (Pürütanizm) Teşebbüslerine Bir Bakış: “Kadızâdeliler Haraketi”, Türk Kültürü Araştırmaları XVII-XXI/1-2 (1979- 1983), 208. 36 Semiramis Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 24/100. 37 Müzekkir Kızılkaya, “Sivâsiler-Kadızâdeliler Mücadelesinde Mevlevîler”, Balıkesirli Bir İslam Âlimi İmâm Birgivî, ed. Mehmet Bayyiğit vd. (Balıkesir: Balıkesir Büyükşehir Belediyesi, 2018), 2/406; Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 24/100. 12 -Hz. Peygamber’e salavat okuma ve sahâbeye tarziyede bulunma -Hz. Peygamber’in anne ve babasının dinî durumu -Firavun’un imanı ve Şeyh Muhyiddin İbn Arabî’nin dinî konumu -Yezid’e lanet okuma meselesi -Bid‘atler -Kabir ziyareti -Kandil gecelerine ait namazlar -Bayram ve Cuma namazlarından sonra musafaha -Selam verirken eğilmek veya el işareti yapmak -İyiliği emir kötülüğü nehiy -Rüşvet meselesi -Sigara, kahve ve afyon gibi keyif verici maddelerin dinî hükmü -Aklî-naklî ilim tartışması38 Semâ ve devrân tartışmalarının en şiddetli hâli “Kadızâdeliler” örneğinde görülmüştür. Kadızâde Mehmed Efendi karşısında bu davayı Sivasî Abdülmecid Efendi savunmuştur. Bu grup birçok olayı bid‘at olduğu için reddederek katı bir anlayışa sahip olmuş, sûfîlerin semâ ve devrân yaparak gerçekleştirmiş olduğu zikir çeşidini de kabul etmeyip tepki göstermişler, görüşlerinin kaynağı olarak Birgivî’nin Tarîkat-i Muhammediyye adlı eserini göstermişlerdir. Kadızâdelilerden Üstüvâni Mehmed Efendi’nin (öl. 1072– 1661) yapmış olduğu vaazlarda semâ ve devrân aleyhtarlığı şiddetlenince, taraftarları tarafından tekkeler basılmış, kimi yerlerde ise yıkılmış ve yakılmış, dervişler dağıtılmıştır. Bu durumu haber alan vezîr-i âzam Köprülü Mehmed Paşa kimine nasîhatte bulunarak, kimini yakalayıp hapse atarak kimini de sürgüne göndererek kontrol altına almaya çalışmıştır.39 Kadızâde'nin üzerinde durduğu konulardan biri, toplumun dini ve içtimai sorunlarıdır. Bununla birlikte, dikkat çekmek amacıyla Hz. Peygamber'in anne-babasının ve Firavun'un imanı gibi konular üzerinde tartışma ortamı oluşturma niyeti, dinî 38 Kâtip Çelebi, Mizânü’l-hakk fî ihtiyâri’l-ehakk: İhtilaf İçinde İtidal, çev. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergâh yayınları, 2018). Bu kitabın bölüm başlıklarıdır. 39 Dilaver Gürer, “Osmanlılarda Semâ Devrân ve Raks Tartışmaları”, 7-8. 13 bid'atlerden arındırmak hedefinden ziyâde makam, mevki veya şöhret elde etme amacıyla yapıldığı ihtimalini ortaya çıkarmıştır.40 Bu hareketin ikinci safhası Üstüvânî Mehmed Efendi ile Halvetî şeyhi Abdülehad Nûri (öl. 1061-1651) arasında, üçüncü safhası ise Vanî Mehmed Efendi (öl. 1096-1685) ile Niyâzî-i Mısrî (öl. 1105-1694) arasında cereyan etmiştir.41 3. Osmanlılar Döneminde Semâ-Devrân Çerçevesinde Meydana Gelen Tartışmalar İlk dönem sûfîlerinden Osmanlılar dönemine kadar geçen sürede telif edilmiş klasik kaynaklara bakıldığında, meydana gelen tartışmalar arasında cehrî zikir yapılırken veya dinlenirken vecdin tesiriyle meydana gelen semâ ve devrânın helâlliği konusu ele alınmıştır.42 Bu hususta sûfîler konuyla alakalı yasaklayıcı bir emir olmadığını ileri sürerek câiz görmüşler ve helâl kabul edenlerin küfürle itham edilmesini ise reddetmişlerdir. Çünkü itham doğru kabul edilecek olursa İmam Şâfiî (öl. 204/820), İmam Gazzâlî (öl. 505/1111), Ebu Talib Mekkî (öl. 386/996) , Şehâbeddin Sühreverdî (öl. 632/1234) , Hz. Mevlânâ (öl. 672/1273), Sa‘dî-i Şirâzî (öl. 691/1292) gibi zâtların zan altında kalmaları söz konusu olur. İçtihadî bir konuda ise ehl-i kıble tekfir edilemez.43 Bu bağlamda gerçekleştirilen bir diğer tartışma konusu ise semâ ve devrânın oyun olduğu iddialarıdır. Zikir bir oyun çeşidi, zikredenler ise oyun oynayan kimseler değildir. “Onlar ayakta, oturarak ve yanlarına yatmış hâlde Allah’ı zikrederler.”44 âyeti her hâl üzere Allah’ı zikretmeyi vurgular. Fetva kitaplarında ve bazı tefsirlerde zikredilen haramlık hükmü bu işi oyun ve eğlence noktasına götüren kimseler içindir. 40 Mustafa Naîmâ, Naîmâ Tarihi, çev. Zuhuri Danışman (İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi, 1968), 4/219; Kâtip Çelebi, Mîzânü’l-hak fî ihtiyâri’l-ehak, çev. Orhan Şaik Gökbay (İstanbul, M.E.B Yayınları, 1972), 132. 41 İbrahim Baz, Kadızadeliler-Sivasiler Tartışması (Ankara: Otto Yayınları, 2019), 67-90; Ali Durmuş, “Kadızâdeliler ve Halvetîler Arasında Semâ-Deverân Tartışmaları ve Kadızâdelilerin. Deverân Aleyhtarlığının Altında Yatan Sebeplerin Mezhebî-Tasavvufî Aidiyetleri Açısından Analizi”, Kalemname 6/11 (Ocak-Haziran 2021), 42-43. 42 Kelabazi, Doğuş Devrinde Tasavvuf: Ta’arruf, haz. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013), 225; Ebû Nasr Serrâc et-Tûsî, el- Lüma’: İslâm Tasavvufu, haz. H. Kâmil Yılmaz (İstanbul: Altınoluk Yayınları, 1996), 261-288; Ali b. Osman el-Hücvirî, Keşfü’l-mahcûb: Hakikat Bilgisi, haz. Süleyman Uludağ ( İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014), 458-467; Kuşeyrî, Risale, 420-433; Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 678-705. 43 Süleyman Çelebi (eş-Şehir bi Geleryânî), Risaletün makbûletün ala reddi risaleti’l-Müftî Ali Çelebi (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Harput 11), 127b. 44 Âl-i İmran, 3/191. 14 “Allah’ı zikretmek (ibâdetlerin) en büyüğüdür”45 âyeti ve Hz. Peygamber’in “Zirâ Allah’ı çokça zikredin ta ki size deli desinler”46 hadîsi zikrin fazileti ve önemi hakkında bilgi vermektedir. Bu konuyla alakalı Hâfızüddin Nesefî (öl. 710/1310), Hasan Ali b. Ahmed el-Vâhidî en-Nîsâbûrî (öl. 468/1075-1076) tefsirlerinde zikri, farz ibâdetler arasında saymışlardır. Farz ibâdetlerin de açıktan yapılmasının daha doğru olduğunu belirtmişlerdir.47 Fahrü’l-İslam Pezdevî’ye (öl. 493/1100) göre “Devrânın haram oluşu sarih nas ile sabittir.” sözü papazların elbisesini giyinen ve onların kullandığı kuşağı takan putlara tapan kimseler hakkındadır. “Bir kimse bir kavme benzerse onlardandır”48 hadîsine göre semâ ve devrân eden sûfîler Arş’ın etrafında dönerek Allah’ı tesbih eden meleklere veyahut Kâbe’nin etrafını tavaf eden hacılara benzetilebilir.49 Devrân raks değildir. Raks kavramı oyun ve eğlence manasında kullanıldığından devrânı bu manaya hamletmek dil ve lügat açısından yanlış olur. Haram olan raks Sâmirî’nin raksıdır ve bununla Allah’a şirk koşmak amaçlanmıştır. Fakat tevhid ehli olan sûfîler, devrânı ibâdet maksadıyla yapmışlardır.50 Sesli zikirden maksat Allah’a işittirmek değil, kalpte olan mâsivâyı gidererek tüm benliğiyle zikrin kalbe yerleşmesine vesile olmaktır. Sûfîlere göre fakihlerin böyle düşünmelerinin sebebi, meselenin özünü kavrayamamaları, hissî ve nefsânî davranmalarıdır.51 Hz. Peygamber: “Allah ilmi tutup da kullarının kalplerinden çıkarmaz fakat O, evvela hakiki âlimleri toplumdan alır. Toplumda âlim kalmayınca halk cahilleri ilim mevkiine getirir ve bilgisizleri kendine önder yapar. İnsanlar bunlara 45 Ahzâb, 33/41. 46 Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Muhammed b. Abdilhâdî el-Cerrâhî el-Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, Şeyh Ahmed el- Halebî el-Attâr (Beyrut: Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, ts.),1/65. 47 Ahmet İnanır, “XVI. yüzyıl Osmanlı Fakih ve Sûfîlerinin Semâ, Raks ve Devrân Tartışmalarında Lehte ve Aleyhte Kullandıkları Hukûki Delîller ve Değerlendirilmesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 17/2 (2013), 241-242. 48 “Bir topluma benzeyen onlardandır” hadisi kastedilmektedir. Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş’as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî, es-Sünen, nşr. Muhammed Abdülaziz el-Halidî (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2010), “Libâs”, 4; Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî, el-Müsned, thk. Şuayb el- Arnavût (Kahire: Müessesetü Kurtuba, ts.), 2/50. 49 İnanır, “XVI. yüzyıl Osmanlı Fakih ve Sûfîlerinin Semâ, Raks ve Devrân Tartışmalarında Lehte ve Aleyhte Kullandıkları Hukûki Delîller”, 242. 50 Zenbilli Ali Efendi, Risâle fi hakkı’d-devrân ve’r-raks (Harput, 11), 123a-b. 51 Tek, “Vânî Mehmet Efendi’nin Sesli Zikir Konusunda Sûfilere Yönelttiği Eleştiriler”, 125. 15 soru sorar, bunlar da onlara fetva verirler. Verdikleri fetvalar sonucunda hem kendileri sapıtırlar hem de başkalarını saptırırlar.”52 4. Niksârî ve Burhânü’l-elhân “Niksârî” lakabıyla tanınan İbrahim b. es-Seyyid Muhammed Niksârî’nin nesebi ve kendisi hakkında ayrıntılı bir bilgiye rastlanmamıştır. İslâm Ansiklopedisi’nde Muhyiddin Muhammed b. İbrahim b. Hasan Niksârî maddesi içerisinde bu şahsın babası olarak İbrahim Niksârî ismi geçmiştir. Fakat Muhyiddin Niksârî’nin 15. Yüzyılda yaşadığı ve 1495 yılında vefat ettiği görülmüştür. 53 Bu durum müellifin söz konusu şahısla ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. Eserde Sarıgürz (öl.928/1522) ismi yer almaktadır. Ebüssuûd (öl. 982/1574) fetvalarına bolca yer verilmiştir. Sultan I. Selim (öl. 926/1520) ve Sultan I. Ahmed Han (öl. 1026/1617) için “rahimellâhu aleyh” ibaresi kullanılmıştır. Aynı zamnda İbrahim Niksârî, zamanımızda Münkir Arap adını taşıyan bir şahsın semâ- devrân aleyhinde vaazlar vermeye başlandığını ifade etmesi, ve bu kişinin, Üsküdar ve Kasımpaşa'ya dellallar göndererek Halvetî vâizlerinin ve müntesiplerinin öldürülmesi gerektiğine dair fermanlar yayınlaması ayrıca, tekkelerin ve Mevlevîhânelerin yıkılması gerektiğini savunarak insanları teşvik etmesi, bunun sonucunda halk arasında bölünmeler yaşanması bu durumun, Kadızâde-Sivâsî olaylarını yansıttığını göstermiştir. Bunun yanı sıra, dört karıştan uzun minare bırakılmaması, türbelerdeki gümüş şamdanların bid'at olduğunu belirterek yağmalanmasını teşvik etmeleri, tasliye tarziye sala ve temcidin kaldırılmasını talep etmeleri bunun göstergelerinden biridir. Burada "Münkir Arap" olarak adlandırdığı kişinin Üstüvanı Mehmed Efendi (öl. 1072/1661) olma ihtimalini ortaya çıkarmıştır. IV. Mehmed tarafından olayın bastırılması ve bu şahsın padişah tarafından sürgüne gönderilmesi, Üstüvanı Mehmed Efendi'nin bu kişi olma ihtimalini güçlendirmiştir. Aynı zamanda Köprülü Mehmed Paşa’nın (öl. 1072/1661) isyanı durdurması hakkında malumat vermesi ve son olarak Sultan IV. Mehmed Han (öl. 1104/1693) için “Allah ömrünü uzatsın” ibaresini kullanması, bu eserin en erken 17. yüzyıl civarında yazıldığı bilgisine ulaştırmıştır. Aynı zamanda Bu 52 Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmi‘u’s-sahîh, nşr. Abdülaziz b. Celvî (Riyad: Dârü’s-Selâm, 1419/1999), “İ’tisâm”, 7; “İlim”, 34. 53 Hasan Gökbulut, “Niksârî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 33/122; Hasan Gökbulut, Muhyiddin Muhammed b. İbrahim Niksârî (öl. 1494)’nin Hayatı ve Duhân Sûresi Tefsîrînin Tahkiki (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1993). 16 şahsın Kadızâde–Sivâsî tartışmalarına görgü tanığı olabileceği, vermiş olduğu bilgiler doğrultusunda tespit edilmiştir. Niksârî’nin doğum yeri ve yılı konusunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Nisbesini Niksârî olarak kullanılmasının muhtemel sebebi, Niksar'ın Tokat il sınırları içinde yer almasındandır. Bu durum onun, Niksâr’da doğduğu ve eğitim hayatını burada geçirmiş olabileceği ihtimalini ortaya koymaktadır. Okuduğu dersler, hocalarının isimleri ve nerelerde eğitim aldığına dair bir bilgi de mevcut değildir. Halvetîler’e yapılan eziyet ve eleştirilerin haksız olduğuna, yaptıkları hâl ve hareketlerin dine aykırı bir yanı olmadığını savunması, Kadızâdenin hem de Kızılbaşın54 benimsediği akîdenin Ehl-i sünnete muhalif olduğunu belirtmesi ve insanlara doğru ile yanlışı göstermek amacıyla eser yazması, sûfî meşrep bir şahıs olacağı ihtimalini kuvvetlendirmiştir. İncelemiş olduğumuz eserde, kendisinin de bahsettiği üzere İran’a gittiği, sosyal kültürel ve dinî hayatı gözlemlediği, bunun üzerine insanları Kızılbaşın tehlikelerine karşı uyarma maksadıyla böyle bir eseri kaleme aldığı görülmüştür. Çünkü ona göre bir papaz Müslüman’ı kâfir yapamaz ama bir Kızılbaş az bilgisiyle birçok Müslüman’ı yolundan saptırabilir. Bu sebeple Niksârî, Kızılbaşın başta Halvetîler olmak üzere sair Müslümanlar’a yaptığı zulmü Frenk keferesinin yapamayacağını ifade etmiştir.55 5. Burhânü’l-elhân’ın Kaynakları Her bir ilim, önceki bilgilerin üzerine eklemeler yaparak şekillenir. Bu bakış açısıyla, yeni bir çalışma ortaya koyan âlimin, daha önceden var olan kaynaklara başvurması sadece beklenen bir durum değil, aynı zamanda bir zorunluluktur. Dayandığı kaynaklar ne kadar kapsamlı ve sağlam olursa, çalışma da o kadar güçlü ve güvenilir olur. İbrahim Niksârî, bu çalışmasında tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, tasavvuf, edebiyat ve felsefe alanlarındaki kaynakları kullanmıştır. Kullandığı kaynakların birçoğunda ya yazarın adını ya da eserin adını belirtmiştir. Bazen hem yazarın adını hem de eserin adını birlikte de vermiştir. Fakat çoğunlukla doğrudan alıntı yapmaksızın sadece âlimin ismini zikrederek "o bu konuda bu görüştedir" diye belirtmiştir. 54 Niksârî’nin, Kızılbaş, Râfizî ve Kadızâde olarak tanımladığı gruplar Ehl-i sünnet dışındaki topluluklardır. Bundan sonra bu gruplar kimi yerde Rafizî kimi yerde Kızılbaş adı altında zikredilecektir. 55 İbrahim Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 33a. 17 a. Tefsir Kaynakları Niksârî; Kurtubî, İbn Abbas, Katâde, İbn Cerîr’e ait olan kitapların sadece müelliflerini zikretmiş ve bu kitaplardan herhangi bir bilgi aktarmamıştır. Yalnızca kitapların yazarlarının isimlerine değinerek, eserlerinde semâ‘nın helâl kabul edildiğini ifade etmiştir.56 1. Ebü’l-Abbâs Abdullāh b. el-Abbâs b. Abdilmuttalib el-Kureşî (öl. 68/687-88), Tefsîru İbn ʿAbbâs (Kahire: Mektebetü’s-sünne, ts.) 2. Ebü’l-Hattâb Katâde b. Diâme b. Katâde es-Sedûsî el-Basrî (öl. 117/735), Kitâbü’t-Tefsîr.57 3. Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî (öl. 310/923), Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Kurʾân, nşr. Mustafa b. Muhammed el-Bâbî el-Halebî (Kahire: Darü'l-Hadis, 1321). 4. Ebü’l-Leys İmâmü’l-hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm es- Semerkandî (öl. 373/983), Tefsîrü’l-Kurʾâni’l-Kerîm (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1993). Tefsîrü’l-Kurʾâni’l-Kerîm: Ebü'l-Leys'in tefsiri, içerdiği tasavvufî yorumlar nedeniyle işârî tefsir olarak adlandırılmış ve aynı zamanda sûfî-fıkhî bir yaklaşımı da benimsemiştir. Eser rivayetlere dayalıdır ve yazar, kendi yorumlarını "kāle'l-fakīh" şeklinde ifade etmiştir.58 5. Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî (öl.538/1144), el-Keşşâf ʿan hakāʾikı gavâmizi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-ekāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl (Riyad: Mektebetü’l-Ubeykan, 1998). Keşşâf: Zemahşerî, eserini hem dirâyet metoduna ve hem de Mûtezile mezhebinin ilkelerine göre kaleme almıştır. el-Keşşâf'’ın eleştirilen yönleri arasında âyetlerin zâhiri ma’nâlarını terk etmesi, sûfilerin sert eleştirilere maruz kalması ve Ehl-i sünnet'in eleştirilmesi yer almıştır.59 56 İbrahim Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 70b. 57Bu tefsir hakkında yapılan araştırmalar arasında bkz. Fahri Gökcan, Katâde b. Diâme ve Tefsiri (Erzurum: Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi, Doçentlik Tezi, 1977). 58 İshak Yazıcı, “Semerkandî, Ebü’l-Leys”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 36/475. 59 Ali Özek, “el-Keşşâf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 25/329-330; Mustafa Öztürk-M. Suat Mertoğlu, “Zemahşerî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 44/236. 18 6. Ebu Abdillah Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî (öl. 606/1210), et-Tefsîrü’l-kebîr ev Mefâtihu’l-gayb (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1411/1990). Tefsîrü’l-kebîr: Fahreddin er-Râzî, tefsir alanında dirâyet metodunu benimsemiş ve sonraki müfessirlere öncülük etmiştir. Ona göre, en sağlam tefsir yöntemi, Kur'an'ın Kur’ân’la açıklanmasıdır. Eserini, İslâm'a yöneltilen olumsuz düşünceleri çürütmek amacıyla yazmıştır.60 7. Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî’nin (öl. 671/1273), el-Câmiʿ li-ahkâmi’l- Kurʾân ve’l-mübeyyin limâ tezammenehû mine’s-sünneti ve âyi’l-furkān, nşr. Ahmed Abdülalîm el-Berdûnî (Kahire: Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, 1953). 8. Nâsıruddîn Ebû Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Beyzâvî (öl. 685/1286), Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl el-ma’rûf bi-tefsîri’l-Beyzâvî (Beyrut: Daru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî ts.). Tefsîrü’l-Beyzâvî: Beyzâvî, tefsir çalışmasında, daha önceki tefsir kitaplarından nakillerde bulunmuştur. Beyzâvî’nin bu eseri, âyetlere yüklediği anlamların çelişmesi, bazen zayıf hadisleri referans alması, felsefî yorumlarla ayetleri ele alması, mecaz ve kinayelere dayanarak Sünnî anlayıştan ayrılması ve ara sıra İsrâiliyat'a yer vermesi nedeniyle eleştirilere maruz kalmıştır. Yine de Kadı Beyzâvî'nin bu çalışması kendisinden sonra gelen birçok tefsir eserine de kaynaklık etmiştir.61 9. Sa‘düddîn Mes‘ûd b. Fahriddîn Ömer b. Burhâniddîn Abdillâh el-Herevî el- Horâsânî et-Teftâzânî (öl. 792/1390), Hâşiye ʿale’l-Keşşâf (Şerhu’l-Keşşâf) (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Ayasofya, 364, 365). 10. Şehâbeddin Sivâsî (öl. 860/1456 [?]), ʿUyûnü’t-tefâsîr li’l-fuzalâʾi’s-semâsîr, nşr. Bahattin Dartma (İstanbul: Mektebetü'l-İrşad, ts.). ʿUyûnü’t-tefâsîr: Bu eserde dirâyet tefsirinin etkisi belirgin olup, rivayet yönü daha zayıf kalmıştır. İşârî yorumların bulunmaması da müellifin bu eseri tasavvufa yönelmeden yazdığı ihtimalini güçlendirmektedir.62 11. Ebüssuûd Efendi (öl. 982/1574), İrşâdü’l-ʿakli’s-selîm ilâ mezâya’l-Kitâbi’l- Kerîm (Beyrut: Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, ts.) 60 Yusuf Şevki Yavuz, “Fahreddin er-Râzî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 12/89, 92; Lütfullah Cebeci, “Mefâtihu’l-Gayb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 28/348-350. 61 Yusuf Şevki Yavuz, “Beyzâvî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 6/101; İsmail Cerrahoğlu, “Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 11/260-261. 62 Murat Sülün, “Şehâbeddin Sivâsî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 38/420. 19 İrşâdü’l-ʿakli’s-selîm: Ebüssuûd Efendi, Kur'an'ı tefsir ederken, Kur'an'ın Kur'ân ve hadislerle açıklanmasına önem vermiştir. Esbâb-ı nüzûl, nesih, kıssalar, dilbilgisi, fıkhî ve kelâmî konular, kıraatler, İsrâiliyat bilgileri ile muhkem ve müteşâbih âyetler hakkında detaylı bilgiler sunmuştur. Belâgatın ve i‘câzın özelliklerine ve âyetler arasındaki bağlantılara dikkat çekmiştir. Ehl-i sünnet akîdesine sadık kalmıştır.63 b. Hadis Kaynakları 1. Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî (öl. 241/855), el- Müsned, thk. Şuayb el-Arnavût (Kahire: Müessesetü Kurtuba, ts.). 2. Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân b. el-Fazl ed-Dârimî (öl. 255/869), es-Sünen, thk. Hüseyin Selim Esed ed-Dârânî (Riyad: Daru’l Muğnî, 2000). 3. Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî (öl. 256/870), el-Câmi‘u’s-sahîh, nşr. Abdülaziz b. Celvî (Riyad: Dârü’s-Selâm, 1419/1999). 4. Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî (öl. 261/875), el- Câmi’u’s-Sahîh/Sahih-i Müslim ( Tunus: Dâru Sahnûn, 1413/1992). 5. Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî (öl. 273/887), es-Sünen, nşr. M. Mustafa el-A‘zamî (Riyad: y.y. 1403/1983). 6. Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş’as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî (öl. 275/889), es- Sünen, nşr. Muhammed Abdülaziz el-Halidî (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2010). 7. Ebû İsâ Muhammed b. İsâ b. Sevre (Yezîd) et-Tirmizî (öl. 279/892), el- Câmi‘u’s-Sahîh (İstanbul: Çağrı Yay., Tunus: Dâru Sahnûn, 1413/1992). 8. Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî en-Nesâî (öl. 303/915), es-Sünen, nşr. Ebû Tâhir Zübeyr Ali Ziî (Riyad: Dâru’s-Selâm, 1430/2009). 9. Ebû Ya‘lâ Ahmed b. Ali El-Müsannâ et-Temîmî (öl. 307/919), Müsned-i Ebî Ya’lâ el-Mevsılî, thk. Hüseyin Selim Esed (Dımeşk: Dâru’l-Me’mûnli’t-Turâs, 1410/1990). 10. Alâuddin Ali b. Belbân el-Fârisî (öl. 354/965), Sahîh-i İbn Hibban bi Tertîb-i Belbân, thk. Şuayb el-Arnavut (Kahire: Müessesetü’r-Risâle, ts.). 63 Ahmet Akgündüz, “Ebüssuuûd Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 10/370. 20 11. Ebu’l-Kāsım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî (öl. 360/971), el-Mu’cemu’l- kebîr, thk. Hamdî Abdülmecid es-Selefî (Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1405/1984). 12. Ebü’l-Hasen Alî b. Ömer b. Ahmed ed- Dârekutnî (öl. 385/995), es-Sünen, nşr. Şuayb el-Arnavut vd. (Beyrût: Dâru’l-Ma’rife, 2003). 13. Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hâkim en-Nîsâbûrî (öl. 405/1014), el- Müstedrek ala’s-sahihayn, thk. Mustafa Abdülkadir Atâ (Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, 1411/1990). 14. Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes’ûd b. Muhammed el-Ferra’ el- Begavî (öl. 516/1122), Mesabihu’s-sünen (Beyrut: Dârü’l-Ma’rife, 1407/1987). Mesabihu’s-sünen: Zeynü’l-Arab’ın Mesâbîh şerhi, el-Begavî’nin (öl. 516/1122) Mesâbîhu’s-sünne adlı eseri üzerine kaleme alınmış bir şerhtir. Mesâbîhu’s-sünne, Kütüb-i sitte, Sünen-i Dârimî, el-Muvatta, Şâfiî'nin es-Sünen’i, Dârekutnî'nin (öl. 385/995) es-Sünen’i, Beyhakī'nin (öl. 458/1066) Şu’abü’l-imân’ı ve es-Sarakustî'nin et- Tecrîd li’s-sıhah ve’s-sünen’i gibi kaynaklara dayanılarak derlenen sahih ve hasen ihtiva eden eserdir. Eserin en meşhur şerhi, Hatîb et-Tebrîzî’nin (ö. 741/1340) Mişkâtu’l- mesâbîh adlı eseridir.64 15. Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Ali el-Beyhakī (öl. 458/1066), es-Sünenü’l-kübrâ (Kahire: Merkezu Hecr(?) li’l-Buhus ve’d-Dirâseti’l-Arabiyye ve’l-İslâmiyye, 1432/2011). 16. Hatîb el-Bağdâdî’nin (öl. 463/1071), el-Kifâye fî (maʿrifeti usûli) ʿilmi’r-rivâye, nşr. Ahmed Ömer Hâşim (Beyrut: Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, 1405/1984). el-Kifâye: Hadis terimleri ve usul konularına hakim olmadan hadis aktaranlar için yazılmış bu eserde, önceki usul kitaplarının değinmediği birçok hadis konusuna derinlemesine yer verilmiştir. Bu konular arasında sünnetin din içindeki önemi, nasların teâruz ve tercihi gibi konular senedleriyle birlikte detaylı olarak işlenmiştir.65 17. Radıyyüddin es-Sâgānî (öl. 650/1252), Meşâriku’l-envâri’n-nebeviyye min (ʿalâ) sıhâhi’l-ahbâri’l-Mustafaviyye, (İstanbul: 1309, 1311, 1315, 1328). Meşâriku’l-envâri’n-nebeviyye: Sâgānî eserinde, sahih hadisleri seçerek hadisleri nahiv konularına göre sistematik bir şekilde sıralamıştır.66 64 İbrahim Hatipoğlu, “Mesâbîhu’s-sünne”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 29/259. 65 M. Yaşar Kandemir, “Hatîb el-Bağdâdî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 16/458. 66 Mermet Görmez, “Sâgānî, Radıyüddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 35/489. 21 18. Ekmelüddîn Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed el-Bâbertî er-Rûmî el-Mısrî (öl. 786/1384), Tuhfetü’l-ebrâr fî şerhi Meşâriki’l-envâr fi’l-cemʿ beyne’s-Sahîhayn (Amasya: Beyazıt İl Halk kütüphanesi, 1252). Tuhfetü’l-ebrâr fî şerhi Meşâriki’l-envâr: Babertî, hadisleri şerh ederken genellikle kelime tahlilleriyle başlangıç yapmıştır. Eğer varsa hadisin sebeb-i vürûdunu ele almış ve gerektiğinde hadisin genel anlamını açıklamıştır. Kelime tahlilinin ardından karşılaşılan anlaşılması güç kısımları aydınlatmıştır. Ayrıca, hadisin diğer İslamî ilimlerle olan ilişkisini belirterek ve hükümleri ile ilgili sonuçlara değinmiştir.67 19. İbn Melek (öl. 821/1418’den sonra), Mebâriku’l-ezhâr fî şerhi Meşârikı’l-envâr, nşr. Eşref b. Abdülmaksûd ( Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1415/1995). Mebâriku’l-ezhâr fî şerhi Meşârikı’l-envâr: Radıyyüddin es-Sâgānî'nin Meşâriku’l- envâri’n-nebeviyye isimli eseri, Buhârî ve Müslim'deki hadislerin senedleri ve tekrarları hariç tutularak derlenmiştir ve yaklaşık 2250 hadis ihtiva etmektedir.68 20. İbn Hacer el-Askalânî (öl. 852/1449), el-İsâbe fî temyîzî’s-sahâbe, nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî (Kahire: y.y. 1413/1992). 21. Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es- Süyûtî eş-Şâfiî (öl. 911/1505), el-Câmiʿu’s-sagīr (Beyrut: Darü'l-Kütübü'l- İlmiyye, 2012). el-Câmiʿu’s-sagīr: Süyûtî, Cemʿu’l-cevâmiʿ adlı eserinden derlediği bu çalışmada 10.010 kısa ve özlü hadisi alfabetik sıraya göre düzenlemiştir. Aynı zamanda, bu hadislerin güvenilirlik seviyelerini ve kaynaklarını kısa notlarla belirtmiştir.69 22. Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es- Süyûtî eş-Şâfiî (öl. 911/1505), el-Makāmetü’l-lüʾlüʾiyye (Matba‘atu’l-Cevâib, Kustantiniyye, 1298). el-Makāmetü’l-lüʾlüʾiyye: Bu makāme yedi madeni ele almıştır. Bunlar; yakut, lü’lü’/inci, zümrüt, mercan, zebercet, akik ve fîrûze/turkuaz gibi değerli madenlerdir. Bu taşların konuşmaları sırasında zikrettiği hadisleri içermektedir.70 67 Muhammet Beyler, “Bâbertî’nin Tuhfetü’l-ebrâr fî şerhi Meşâriki’l-envâr İsimli Eserindeki Hadis şerh Metodu”, Ekmelüddîn Bâbertî’yi Keşif Yolunda I.Ekmelüddîn Babertî Sempozyumu, ed. Selçuk Çoşkun (Bayburt: Bayburt Üniversitesi Yayınları, 2010), 5/181-182. 68 Bustafa Baktır, “İbn Melek”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 20/176. 69 Halit Özkan, “Süyûtî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 38/200. 70 Hacı Çiçek, "es-Suyûtî'nin Makâmât'ında Konuşan değerli Taşlar: el-Makâmatu'l-yâkûtiyye Örneği", Adıyaman Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi İslâmi İlimler Araştırmaları Dergisi 1 (2/2007), 25. 22 23. Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Muhammed b. Abdilhâdî el-Cerrâhî el-Aclûnî (öl. 1162/1749), Keşfu’l-hafâ, Şeyh Ahmed el-Halebî el-Attâr (Beyrut: Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, ts.). c. Fıkıh Kaynakları 1. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (öl. 189/805), es-Siyerü'l kebîr, nşr. Mecîd Haddûrî (Karaçi: y.y., 1417). Siyerü'l kebîr: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (öl. 189/805) devletler hukukuna dair eseridir.71 2. Ebu’l-Leys İmâmü’l-Hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm es- Semerkandî (öl. 373/983) Fetâva’n-nevâzil, thk. Seyyid Yusuf Ahmed (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1425/2004). Fetâva’n-nevâzil: Ebu’l-Leys İmâmü’l-Hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim es-Semerkandî’nin (öl. 373/983), fıkıh alanına dair bi eseridir. Bu eser, bazı literatürlerde el-Fetâvâ olarak da geçmektedir. Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Ebû Hanîfe ile onun öğrencilerinin görüşlerini aktarmış ve mezhep imamları sonrası dönemdeki fakihlerin görüşlerini birleştirme çabasında bulunmuştur. Nevâzil türünde öncü bir çalışma sunmuş ve yazdığı eser, güvenilir kaynaklar arasında kabul edilmiştir.72 1. Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî el-Hacrî el-Mısrî et-Tahâvî (öl. 321/933) Şerḥu’l-Câmiʿi’l-kebîr. İbrahim Niksârî bu eseri Câmiʿi’l-envâr olarak zikretmiştir fakat Tahâvî’ye ait eserler arasında Şerḥu’l-Câmiʿi’l-kebîr bulunmaktadır.73 2. Hüseyn bin Yahya Zendüvisti (öl. 382/992), Ravzatü’l-Ulemâ’ ve nüzhetü’l- fudalâ thk. Beşir Boremen (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye, 2020). 3. Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib el-Basrî el-Maverdî (öl. 450/1088), el- Hâvi’l-kebîr, thk. Ali Muhammed Muavvaz ve Âdil Ahmed Abdülmevcûd (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1414/1994). el-Hâvi’l-kebîr: el-Maverdî (öl. 450/1088), el-Hâvi’l-kebîr adlı eserini, Müzenî'nin (öl. 264/878) el-Muhtasar'ına şerh olarak yazmıştır. Mâverdî’nin Şâfiî fıkhına dair yazdığı eserdir.74 71 Ahmet Yaman, “es-Siyerü'l kebîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 37/327. 72 İshak Yazıcı, “Semerkandî, Ebü’l-Leys”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 36/473-75. 73 Davut İltaş, Tahâvî, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 39/388. 23 4. Hüccetü’l-İslam Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî (öl. 505/1111), el-Vasit fi’l-mezheb, thk. Ali Muhyiddin el-Karadâğî (Katar: Şirketu Dirâseti li-Buhûsi ve’l- İstişârâti’l-Masrafiyyeti’l-İslâmiyye, 1436/2015). el-Vasit: Kullandığı kaynaklar, telif yöntemi ve metoduyla dikkat çeken eser, müellifinin ünü sebebiyle de geniş bir şöhrete kavuşmuştur. Nevevî'ye gelinceye dek bu eser, Şâfiî mezhebinin öğretildiği yerlerde ana kaynak olarak kabul edilmiştir.75 5. Ebu’l-Mehâsin Rüknülislam Seîdüddîn Muhammed b. Ebî Bekr İbrahim eş- Şargî el-Buhârî (öl. 573/1177), Şir’atü’l-İslâm ilâ dâri’s-selâm, Mâzın Kâmil Hasûne, İmamzâde Mahmud b. Ebî Bekr eş-Şergî el-Buhârî el-Hanefî’nin Şir’atu’l-İslâm (Gazze: İslam Üniversitesi, Usûlu’d-Dîn Fakültesi, Basılamamış Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002). Şir’atü’l-İslâm: İmamzâde’nin (öl. 573/1177) kaleme aldığı Şir’atü’l-İslâm, Osmanlı dönemindeki âlimler tarafından muteber görülen ilmihal ve ahlak kitabıdır. 6. Ebû Muhammed (Ebü’l-Hasen) Sirâcüddîn Alî b. Osmân b. Muhammed b. Süleymân et-Teymî eş-Şehîdî el-Fergânî el-Ûşî (öl. 575/1179), Fetâva’s- Sirâciyye, thk. Muhammed Osmân el-Büstevî (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l- İlmiyye/Line Şiya, Güney Afrika: Dâru Ulûm-i Zekeriyya, 1432/2011). Fetâva’s-Sirâciyye: Fetâva’s-Sirâciyye adında iki âlimin eseri bulunmaktadır. İlk eserin sahibi, Sirâcüddîn Ali b. Osman b. Muhammed b. Süleyman et-Teymî eş-Şehîdî el- Fergânî el-Ûşî'dir (öl. 575/1179). Maturidî kelamcı olarak tanınmıştır. Diğer eserin sahibi ise Ebû Hafs Sirâcüddin Ömer b. Alî b. Fâris el-Kinânî el-Mısrî'dir (öl. 829/1426). Kendisi, el-Hidâye adlı eseri Ekmeleddin el-Bâbertî'den sıkça okumuştur. Bu sebeple "Kâriülhidâye" ismiyle de anılmıştır. Müellifin hangi eseri kastettiği bilinmemektedir. 76 7. Muhammed b. Eyyüb, Muhammed b. Eyyüb Fazlullah el-Mültânî/el-Macvî el- Hanefî (öl. 666/1268), Fetâvâ-yı Sûfiyye, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Fatih, 002377). 74 Hasan Ali Görgülü, “el-Hâvi’l-kebîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 16/534. 75 Bilal Aybakan, “el-Vasît”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 42/551. 76 Hüseyin Kayapınar, “Kâriülhidâye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 24/495. 24 8. Ebü’l-Kâsım Abdülkerim b. Muhammed b. Abdülkerim b. el-Fadl er-Râfiî el- Kavzînî (öl. 665/1266), el-Lübâb (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Mikrofilm, 05535). el-Lübâb: Şâfiî mezhebinin görüşlerini içermektedir. 9. Ebû Zekeriyya Yahya b. Şeref b. Mürî en-Nevevî (öl. 676/1277), Minhâcü’t- tâlibîn ve umdetü’l-müftîn, thk. Muhammed Tahir Şa’bân (Cidde: Dârü’l- Minhâc, 1426/2005). Minhâcü’t-tâlibîn: Niksârî, söz konusu eseri farklı yerlerde el-Umde ve Kitâb-ı Minhâc şeklinde adlandırmıştır. Bununla birlikte, eserin asıl ismi Minhâcü’t-tâlîbîn’dir. Bu eser, Nevevî tarafından, er-Rafiî'nin el-Muharrer adlı eserinin muhtasarıdır. Nevevî, el- Muharrer'i ezberlemeyi kolaylaştırmak ve bazı kapalı bölümlerini açıklamak amacıyla bu eseri kaleme almıştır. Müteahhirîn dönemindeki Şâfiî fakihleri tarafından muteber bir eser görülmüştür.77 10. Cemâlüddîn (İzzüddîn) Yusuf b. İbrahim el-Erdebîlî (öl. 779/1377), el-Envâr li- ‘amâli’l-ebrâr, thk. el-Fâzıl Halef Mufzî el-Mutlak (Cidde: Dâru’z-Ziya’, 1427/2006). el-Envâr: Şafiî fıkhına dair yazılmış bir eserdir. 11. Ekmelüddîn Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed el-Bâbertî er-Rûmî el-Mısrî (öl. 786/1384), el-ʿİnâye, thk. Ebu Mahrus Amır bin Mahrus (Beyrut: Darü'l- Kütübi'l-İlmiyye, 2019) el-ʿİnâye: Ekmelüddîn el-Bâbertî’nin el-‘İnâye’si, Mergīnânî’nin (öl. 593/1197) meşhur eseri el-Hidâye’nin şerhlerinden biridir. Özellikle Signâkī’nin (öl. 714/1314) en- Nihâye’si olmak üzere çeşitli el-Hidâye şerhlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır. Hanefî fıkhına dair yazılmış bir eserdir.78 12. Âlim b. Alâ (öl. 786/1384), el-Fetâva’t-Tatarhâniyye (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Reîsülküttâb Mustafa Efendi, 412-415). el-Fetâva’t-Tatarhâniyye: Eser, ilmin önemini ve faziletini vurgulayarak başlamıştır. Ardından, İslâm fıkhının tahâret konusundan ferâiz konusuna kadar fürûun bütün meselelerini detaylı bir şekilde ele almıştır.79 77 M. Kâmil Yaşaroğlu, “Minhâcü’t-tâlibîn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 30/111-112. 78 Arif Tekin, "Bâbertî", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 4/377 79 Ferhat Koca, "el-Fetâva’t-Tatarḫâniyye", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 12/446. 25 13. Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkâm (İstanbul, 1317); Arif Erkan, Dürer ve Gürer Tercümesi (İstanbul: Eser Neşriyat, 1980). Dürerü’l-hükkâm: Molla Hüsrev (öl. 885/1480), Gurerü’l-ahkâm adlı fıkıh kitabına yazmış olduğu şerhdir.80 14. Abdurrahman b. Yûsuf Aksarâyî (öl. 950/1543’ten sonra), İmâdü’l-İslâm (İstanbul: MÜİF Ktp., Ali Rıza Hakses, 202); (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Fâtih, 2740). İmâdü’l-İslâm: İnanç, ibadet ve ahlâk konularında yazılmış bir ilmihal kitabıdır.81 15. Aclî, (ö. ?), Şerhü’l-Vecîz, y.y., ts. Şerhü’l-Vecîz: Bu eser muhtemelen Şâfiî mezhebi fıkıh kitaplarından Abdülkerim b. Muhammed b. Abdilkerim er-Râfiî’nin el-Azîz Şerhu’l-Vecîz adlı eseridir.82 16. Burhânpûrlu Şeyh Nizâm (öl. 1090/1679), el-Fetâva’l-Hindiyye (Beyrut: Darü'l- Fikr, 2014). Hanefî mezhebinin görüşlerini bir araya getiren Arapça fetva kitâbı, Hindistan dışında el-Fetâva’l-Hindiyye adıyla bilinir.83 17. Hayreddin er-Remlî, el-Fetâva’l-Hayriyye ( Bulak: 1273, 1300). el-Fetâva’l-Hayriyye: Remle müftüsü Hayreddin er-Remlî'nin fetvaların bir araya getirilmiş hâlidir. Bu fetvalar, Hayreddin er-Remlî hayatta iken oğlu Muhyiddîn tarafından toplanmaya başlanmıştır. Ancak, mehir bölümü sırasında Muhyiddîn yaşamını yitirmiştir. Bu nedenle eserin geriye kalan kısmını Remlî’nin öğrencisi İbrahim b. Süleyman er-Remlî el-Cînînî (öl. 1108/1696-1697) tamamlamıştır. Kitap, el- Hidâye'nin bölüm başlıkları dikkate alınarak hazırlanmıştır. Muhyiddîn, babasının diğer kaynaklarda fazla yer bulamayan ancak sıkça karşılaşılan konulardaki fetvalarına öncelik vermiştir. 84 80 Ahmet Akgündüz, “Dürerü’l-hükkâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 10/27. 81 Hatice Kelpetin Arpaguş, “İmâdü’l-İslâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 22/172-173. 82 Bilal Aybakan, "Râfiî, Abdülkerim b. Muhammed”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 34/394-396. 83 Ahmet Özel, “el-Âlemgîriyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2/365. 84 Cengiz Kallek, “el-Fetâva’l-Hayriyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklop/edisi, 12/444. 26 d. Kelâm Kaynakları 1. Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakī (öl. 458/1066), el-Câmiʿu’l- musannef fî beyâni şuʿabi’l-îmân, nşr. Ebû Hâcer Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl (Beyrut: 1410/1990). Şuʿabi’l-îmân: Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakī (öl. 458/1066) muhaddis ve Şâfiî fakihidir. el-Câmiʿu’l-musannef fî beyâni şuʿabi’l-îmân eserinde, imanın altmış veya yetmişten fazla şubesi olduğuna dikkat çekilmiştir. Ve bu şubeler, ilgili âyet ve hadislerle tanımlanmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır.85 2. Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Es‘ad b. Muhammed ed-Devvânî es- Sıddîkī (öl. 908/1502), Şerhu’l-ʿAkāʾidi’l-ʿAdudiyye, trc. Serbestzâde Ahmed Hamdi (Trabzon, 1309). e. Tasavvuf Kaynakları 1. Ebû Bekr Tâcülislâm Muhammed b. Ebû İshâk İbrâhîm b. Ya‘kūb el-Buhârî el- Kelâbâzî'nin (öl. 380/990) Meʿâni’l-ahbâr, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Çorlulu Ali Paşa, 128); thk. Muhammed Hasan Muhammed İsmail-Ahmed Ferîd el-Mezîdî (Beyrut: 1999). Bahru’l-fevâid/Me‘âni’l ahbar: Bu eserde hadisler, tasavvufî açıdan yorumlanmıştır.86 2. Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillâh b. İshâk el-İsfahânî (öl. 430/1038) Hilyetü’l- evliyâʾ ve tabakātü’l-asfiyâ, nşr. Mustafa Abdülkādir Atâ (Beyrut: 1418/1997) Müellif, eserinde zâhid, âbid ve sûfîlerin hayat hikâyelerini anlatmış aynı zamanda bu kişilere yöneltilen suçlamaların gerçek dışı olduğunu göstermek ve onları savunmak amacıyla eseri telif etmiştir.87 3. Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî (öl. 505/1111), İhyâü ulûmi’d-dîn (Cidde: Dâru’l- Minhâc, 1432/2011). 4. Aynülkudât el-Hemedânî (öl. 525/1131), Zübdetü’l-hakāʾik fî keşfi’d-dekāʾik (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., 2016). 85 M. Yaşar Kandemir, “Beyhakī, Amed b. Hüseyin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 6/60. 86 Zeliha Öteleş, "Kelâbâzî’nin Bahru’l-fevâid/Me‘âni’l ahbâr İsimli Eserinde Temel Tasavvufî Kavramlar", Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 11(2017), 59. 87 Osman Türer, “Hilyetü’l-evliyâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 18/51. 27 5. Ebû Hamid Ferîdüddîn Muhammed b. Ebi Bekr İbrahim-i Nîsâbûrî (öl. 618/1221), Tezkiretü’l-evliyâ, trc. Süleyman Uludağ (İstanbul: Kabalcı Yay., 2007). Tezkiretü’l-evliyâ: Evliyâ menkıbelerini içen bir eserdir. 6. Necmeddîn-i Kübrâ (öl. 618/1221), Âdâbü’s-sûfiyye, nşr. Mes‘ûd Kāsımî (Tahran: y.y., 1361/1983). Âdâbü’s-sûfiyye: Ebü’n-Necîb Abdülkāhir b. Abdullah es-Sühreverdî’nin (öl. 563/1167) Âdâbü’l-mürîdîn eseridir. Necmeddîn-i Kübrâ'nın (öl. 618/1221) eserinin adı ise Âdâbü’s-sûfiyye'dir. Âdâbü’s-sûfiyye, Sühreverdî’nin Âdâbü’l-mürîdîn'in muhtevasına benzemektedir.88 7. Ebû Hafs Şihâbüddin Ömer b. Muhammed b. Abdillah b. Ammûye el-Kureşî el- Bekrî es-Sühreverdî (öl. 632/1234), el-Avârifü’l-maârif (Mekke: el-Mektebetü’l- Mekkiyye, 1422/2001). el-Avârifü’l-maârif: Sühreverdî, sahte sûfîlerin sayısının arttığını, bu nedenle birçok kişinin tasavvufa ve mutasavvıflara olumsuz bir bakış açısı geliştirdiğini belirterek gerçek sûfîliğin şeriata uygun olduğunu ifade etmek amacıyla bu eseri kaleme aldığını belirtmiştir.89 8. Muhyiddin Muhammed b. Ali B. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtîmî (öl. 638/1241), el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye fî maʿrifeti’l-esrâri’l-mâlikiyye ve’l-mülkiyye (Kahire: Mektebetü’s-Sekâfetü’d-Dîniyye, t.y.); çev. Ekrem Demirli (İstanbul: Litera Yay., 2012). el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye: Muhyiddin İbn Arabî'nin tasavvufî görüşlerini en kapsamlı şekilde açıkladığı eserdir.90 9. Ebû Muhammed Afîfüddîn el-Yâfiî el-Yemeni (öl. 768/1367), Neşrü’l- mehâsini’l-gāliye fî meşâyihi’s-sûfîyye ashâbi’l-makāmati’l-âliye çev. Halil Mansur (Beyrut: Darü’l-Kütübü’l-İlmiyye, 2000). Neşrü’l-mehâsin: Bu eserde, Ehl-i sünnet âlimlerinin kerametleri ve bunların caiz olup olmadığına dair görüşler ele alınmıştır.91 88 Hamid Algar, “Necmeddîn-i Kübrâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 32/499. 89 Süleyman Uludağ, “Avârifu’l-maârif”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 4/109. 90 Mahmud Erol Kılıç, “el-Fütûhatü’l-Mekkiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,13/251-258. 91 Derya Baş, "Yâfiî", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 43/176. 28 10. Ahmed Ali Şâzeli, Hallur-rumûz ve mefâtihu’l-künûz (Mısır: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1317). 11. Molla Câmî (öl. 898/1492), Nefehâtü’l-üns. Lâmiî Çelebi, Nefehâtü’l-üns: Evliyâ Menkıbeleri haz. Süleyman Uludağ – Mustafa Kara (İstanbul: Marifet Yayınları, 1995). Nefeḥâtü’l-üns: Molla Câmî'nin Nefehâtü’l-üns eseri erkek ve kadın sûfî şahsiyetlerin hayat hikâyelerini ve tasavvufî terimlerin tanımlamalarını içeren önemli bir eserdir.92 12. Nebî b. Turhan b. Durmuş es-Sinobî, Hayâtü’l-kulûb (İstanbul: Süleymâniye Kütüphânesi, Süleymâniye bl., 703). 13. Ebû Muhammed Sa‘dî Müşerrifüddîn (Şerefüddîn) Muslih b. Abdillâh b. Müşerrif Şîrâzî (öl. 691/1292), Bostân, (İstanbul: Ravza Yayınları, 2019). Bostân: Sa‘dî Şîrâzî, Fars edebiyatının büyük şairlerinden biridir. Eserde, ideal dünyanın nasıl olması gerektiğini anlatmıştır.93 14. Sûdî-i Bosnevî (öl. 1008/1599-1600), Şerh-i Bostân (İstanbul: Mabaa-i Âmire, 1871). 15. Şem‘i, Şerh-i Bostân (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Tâhir Ağa Tekkesi, 509). Şerh-i Bostân: Çoğunlukla Şem‘i mahlasını zikretmekle birlikte bazı eserlerde Muhammed b. Mustafa eş-Şehir Şem‘i Halîfe (öl. 1011/1602-1603 [?] ) ismi geçmektedir. Bostân şârihlerinden biridir.94 f. Lügat Kaynakları 1. Ebu’t-Tâhir Mecmüddin Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, el- Kāmûsü’l-muhît ve’l-kabesü’l-vasît el-câmiʿ limâ zehebe min luġati’l-ʿArab şemâtît (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1426/2005). el-Kāmûsü’l-muhît: Arapça'dan Arapça'ya yazılmış ve yaklaşık 2000 kitabın özeti niteliğindedir.95 92 Ömer Okumuş, “Câmî, Abdurahman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 7/94. 93 Adnan Karaismailoğlu, "Bostân", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 6/307. 94 Şeyda Öztürk, “Şem‘î”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 38/503. 95 Hulusi Kılıç, “Fîrûzâbâdî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 13/144. 29 g. Edebiyat Kaynakları 1. Taşköprizâde Ahmed Efendi (öl. 968/1561), eş-Şeḳāʾiku’n-nuʿmâniyye fî ʿulemâʾi’d-Devleti’l-ʿOs̱mâniyye haz. Muhammet Hekimoğlu (İstanbul: Türkiye Tazma EserlerKurumu Başkanlığı, 2019). eş-Şekāʾiku’n-nuʿmâniyye: Osmanlı ulemâ, meşâyihi hakkındaki ilk kapsamlı biyografi sözlüğüdür. 71 âlim ve 150 şeyh toplam 521 kişinin biyografisi, ölüm tarihlerine göre sıralanarak verilmiştir.96 2. Âşık Çelebi (öl. 979/1572), Ravzatü'l-ahbâr el-müntehab min rebi'i'l-ebrâr (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Kilisli Rıfat Bilge 1548). Ravzatü'l-ahbâr: Zemahşeri'nin Rebî'ü’l-ebrâr adlı eseri, muhazarat ve siyasetname alanında öne çıkan başlıca eserlerdendir. Bu önemli metin üzerine Hatibzade Muhyiddin Mehmed (öl. 1460/1534) ihtisar çaılşması yapmış ve metne kendi katkılarını da eklemiştir. Âşık Çelebi'nin Ravzatü’l-Ahbâr el-müntehab min rebî'ü’l-ebrâr adlı tercümesi, Hatibzade'nin bu ihtisar çalışması temel alınarak hazırlanmıştır. Bu eser, İslâm ahlâkı ve toplumsal konulara dair değerli bilgiler içermektedir.97 h. Felsefe-Mantık Kaynakları 1. Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Es‘ad b. Muhammed ed-Devvânî es- Sıddîkī (öl. 908/1502) Şevâkilü’l-hûr fî şerhi Heyâkili’n-nûr, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Ayasofya, 2332). Şevâkilü’l-hûr fî şerhi Heyâkili’n-nûr: Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Es‘ad b. Muhammed ed-Devvânî es-Sıddîkī (öl. 908/1502) Şevâkilü’l-hûr fî şerhi Heyâkili’n- nûr, Sühreverdî el-Maktûl'ün Heyâkilü’n-nûr eseri hakkında yazılmıştır.98 2. Molla Sadrüddîn Muhammed b. İbrâhîm b. Yahyâ Kavâmî Şîrâzî (öl. 1050/1641), Kitâbü’l-Meşâʿir; nşr. Parviz Morewedge, The Metaphysics of Mullā Sadrā (New York, 1992). 96 Taşköprizâde Ahmed Efendi, eş-Şekāʾiku’n-nuʿmâniyye fî ʿulemâʾi’d-Devleti’l-ʿOsmâniyye haz. Muhammet Hekimoğlu (İstanbul: Türkiye Tazma EserlerKurumu Başkanlığı, 2019). 97 Ümit Tokatlı, Âşık Çelebi’nin Ravza Tercümesi (İnceleme-Metin-Sözlük) (Kayseri: Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi, 2015), 6-7. 98 Harun Anay, “Devvânî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 9/260. 30 İKİNCİ BÖLÜM CEHRÎ ZİKİR, SEMÂ, DEVRÂN KAVRAMLARI ÇERÇEVESİNDE BURHANÜ’L-ELHÂN’IN İNCELENMESİ A. Mûsiki Mûsiki, sadece bir sanat formu olmanın ötesinde, insanın en derin duygularını, arayışlarını ve maneviyatını yansıtan bir dildir. Tasavvuf geleneğine göre, evrendeki her bir ses, aslında Yaratıcı'nın bize sunduğu bir lütuftur; her bir melodi, kâinattaki ilâhî düzeni ve bu düzenin insana nasıl yansıdığını gösterir. Bir sûfî için mûsiki, sadece kulakla değil, kalp ile dinlenir. Bu durum, hem dış dünyanın düzenini hem de sûfînin iç dünyasındaki dengeyi yansıtır. Dolayısıyla, mûsiki tasavvufta sadece bir sanat dalı değil, aynı zamanda ilâhi aşka ulaşma yöntemidir. 1. Mûsikinin Tasavvufî Açıdan Önemi İnsanoğlu tarih boyunca duygu ve düşüncelerini söz ve seslerle ifade etmiştir. Bu sebeple mûsiki kavramı, insanlık tarihi kadar eskidir. Ayrıca mûsiki sevgisi insan fıtratına yerleştirilmiş bir özelliktir. Tasavvuf ilmi de müziğin cezbedici vasfını, nefsi Allah’a yaklaştırmada, kalbi tasfiye etmede ve insanı terbiye etme hususunda bir araç olarak kullanmıştır. 99 Bu konuda Hz. Peygamber’in hayatı, mutasavvıflar için örneklik teşkil etmiştir. Hz. Peygamber döneminde onun müziğe bakışını anlatan birçok olay gerçekleşmiştir. Sesi güzel olan sahâbîlerden Ebu Musa el-Eş’ari’nin Kur’ân’ı güzel okuması hasebiyle Hz. Peygamber’in ona ithafen “Ey Musa! Sana Dâvûd (aleyhi’s-selâmın) mezâmirinden (nağmelerinden bir nağme/güzel bir ses) bir mizmâr verilmiştir”100 diyerek onu takdir etmesi ve ilk ezânı sesi güzel olan Hz. Bilal’e okutması, bunun yanı sıra güzel ses ile icra edilen bayram salâtları, tekbir ve tehliller güzel ve nağmeli sesin insan nefsini Allah’a yaklaştırmada etkisini ön plana çıkaran hadîseler arasında yer almıştır.101 99 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 163. 100 Buhârî, “Edebü’l-Müfred”, 504; Müslim, “Salât’ül-Müsâfirîn ve Kasruhâ”, 236; Tirmizî, “Menâkıb”, 55; Dârimî, “Salat”, 2/933 (no:171). 101 Arif Demir, “İlk Mutasavvıfların Musiki Anlayışları”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 15/2 (2015), 66. 31 2. İslâm’ın Mûsikiye Bakışı İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’ân-ı Kerim ve hadîslerde, müzikle ilgili doğrudan bir yasaklama bulunmaması, İslâm geleneği içerisinde müzik konusunda çeşitli tartışmaları ve farklı görüşleri ortaya çıkarmıştır. Bazı İslâm âlimleri müziği eleştirerek birtakım sınırlamalar getirmiştir. Onlara göre müzik, dünyevî arzuları harekete geçiren ve ahlakî değerleri zaafa uğratan bir etkiye sahiptir. Bu sebeple kısıtlama ve yasaklama eğiliminde olmuşlardır. Bazı İslâm âlimleri ve fakihler ise bunu hoş karşılamış ve duyguları harekete geçiren bir araç olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre mûsiki, “kulağa yumuşak gelen nağmelerin birleştirilmesi” ya da “sesler vasıtasıyla birbirini takip eden güzel hisleri ifade etme sanatı” dır. 102 Kur’ân-ı Kerim’de bu anlamıyla müziği ifade eden doğrudan bir anlatım mevcut değildir. Delil olarak ileri sürülen âyetlerden, dolaylı olarak bu mana çıkarılmıştır.103 Hadîslerde müzik kültürünü ifade sadedinde zikredilen el-Gınâ, el- Hudâ/el-Hidâ, el-İnşâd, en-Nasb, en-Niyâhe, er-Recez ile müzisyenleri tanımlayan el- Kayne, el-Muğannî/el-Muğanniye, el-Mürinne, en-Nâiha, ez-Zemmâre kelimeleri; çalgı âletleri olarak el-Berbat, el-Celâcîl, el-Ceres, ed-Def, el-Gırbâl, el-Gubeyrâ, el- Kennârât, el-Kınnîn, el-Kîr, el-Kûbe, el-Me‘âzif, el-Mezâmîr, el-Melâhî, el-Mizher, es- Sanc, et-Tabl/Davul, Urtube/Artabe ve ez-Zemmâre yer almıştır.104 Hadîslere bakıldığında müziğin icra alanları olarak düğün (evlilik ve sünnet), bayram, karşılama, yolculuk, gazâ ve cihat yer almaktadır. Âyet ve hadîslerdeki yasaklayıcılık vurgusu Allah’ın yolundan saptıran eğlendirici sözler, meyhane müzikleri ve çalgı aletlerinedir.105 Sonuç olarak âlimler arasında müziğe bakış çeşitlilik göstermiştir. Bundan dolayı bazı kesimlerde müzik, geleneksel ve kültürel olarak önemli bir yer tutmuş, bazı kesimlerde 102 Nuri Özcan–Yalçın Çetinkaya, “Mûsiki”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 31/257. 103 er-Rûm 30/15 “İman edip ameli salih işleyenler Cennet bahçelerinde neşelendirileceklerdir.” Lokmân 31/19 “Seslerin en fenası eşeklerin sesidir.” ez-Zümer 39/18 “Onlar ki, söz dinlerler ve en güzeline tâbi olurlar, işte Allah’ın hidayete erdirdikleri kimseler bunlardır, idrak ve insaf sahibi olanlarda yine bunlardır.” A‘râf 7/32 “De ki: Allah’ın kulları için var ettiği zinetleri haram kılan kimdir? Bunlar dünyada, özellikle kıyamet gününde iman edenler içindir; bilen kavimler için âyetlerimizi böylece tafsîl ediyoruz.” A‘râf 7/172 “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? dedi. ‘Evet, Rabbimizsin şâhidiz’ dediler.”Bu âyetlerden bir kaçıdır. 104 Pehlül Düzenli, “XX. Yüzyılda Müslüman ve Müzik: Problemler ve Çözüm Önerileri”, İslam ve Sanat, ed. Şeref Göküş vd. (İstanbul: İslami İlimler Araştırmalar Vakfı, 2015), 689. 105 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 39-76. 32 de eleştirilere maruz kalmıştır. İslâm’ın temel prensiplerine ve ahlakî değerlere riayet edilerek icra edilen müziklerde ise bir sakınca görülmemiştir. 3. Sûfînin Mûsikiye Bakışı Güzel ses ile Kur’ân’ın eşsiz manaları birleştirilerek insanda ulvî duyguların oluşmasına zemin hazırlaması açısından, sûfîler mûsikiye önem vermiştir. Çünkü nağmelerin güzelliğiyle, dinî ve estetik zevkler bir araya getirilmiştir.106 Bu sebeple ilk sûfîlerden başlayarak mutasavvıfların büyük çoğunluğu mûsiki hakkında olumlu bir tavır takınmıştır. Mutasavvıflara göre mûsiki, sûfîlerin zikir esnasında şevke gelmesine yardımcı olması açısından tercih edilmiş,107 ibâdet niyetiyle yapıldığı için helâlliğine hükmedilmiştir. Bunun yanı sıra mûsikiye karşı olumsuz bir tavır takınan sûfîler ve tarikatler de vardır.108 Hicri III. asır itibarıyla müziğe yapılan eleştiriler neticesinde müziği nefsanî zevk için dinleyen kimselerden ayrılmak maksadıyla mûsiki yerine semâ kavramı tercih edilmiştir.109 Çünkü semâ ölçülü ve ölçüsüz tüm seslere şamil bir mana ihtiva etmektedir.110 Mutasavvıfların bazılarına göre semâ, dinî mûsikidir, kimine göre de kâinattaki bütün sesler hatta sessizlik bile bu kavram içerisinde ele alınır.111 Bu yönüyle semâ, âlemdeki ritmik seslerden hareketle bütün varlığın Allah’ı zikretmesini hatta insanoğlunun da buna dâhil olmasını ifade etmektedir.112 Kuşeyrî, Ebu Talib Mekkî, Sühreverdi ve Gazzâlî gibi âlimler eserlerinde mûsiki ile ilgili bölümlere yer vermiştir. Gazzâlî mûsikiyi haram, mekruh ve mübah olarak üç başlıkta incelemiştir. Dünya arzusu ve şehvet hisleri ile dolup taşan kimseler için bu sesler haram; vakitlerinin çoğunda bununla meşgul olanlar için mekruh; Allah sevgisiyle dolup taşan, duyduğu sesler güzel şeyleri çağrıştıran kimseler için ise müstehabtır. İmam Gazzâlî mûsikiyi haram kılan şeyin kendisinin değil ona ârız olan sebepler olduğunu ifade etmiştir.113 106 Arif Demir, “İlk Mutasavvıfların Musiki Anlayışları”, 66. 107 Ahmet İnanır, “İbn Bahhâeddin’in‘Risâle alâ Risâle Ali Çelebi fi’d-deverân ve’r-raks’ Adlı Eserinin Tahkik, Tercüme ve Değerlendirilmesi”, 128. 108 Bkz. Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 162-168. 109 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 168. 110 H. Kamil Yılmaz, “Aziz Mahmud Hüdayi’nin Semâ Risalesi” MÜİF Dergisi, 4, 273-284. 111 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ,169. 112 William Chittick, Tasavvuf, trc. Turan Koç, (İstanbul: İz. Yay., 2003), 173. 113 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/704. 33 4. Niksârî’nin Mûsikiye Bakışı Niksârî, mûsikinin yani nağmeli sözlerin ya da güzel sesin insan fıtratına olan etkisini göz ardı etmemiştir. Ona göre hüzünlü bir müzik insanları derinden etkileyip üzüntü hissi oluştururken, çoşkulu ve ritmik nağmeler ise insanları harekete geçirip neşelendirmiştir. Bu bağlamda ritmi yüksek müzikler, düğün, eğlence gibi çoşkulu ortamlarda ya da savaşlarda orduları hücuma kaldırmak için kullanılmıştır. Hz. Peygamber zamanında bayram günlerinde Habeşlilerin icra ettiği oyunu, Hz. Aişe’nin izlediği bilinmektedir.114 Benzer şekilde ritmi düşük nağmeler ise hüzünlü zamanlarda, ölüm ve ayrılık anlarında tercih edilmiştir. Niksârî’ye göre bir kimse yüksek sesle ve ritmik bir şekilde zikrettiğinde, aklına dünyalık meşgaleler gelmez. Sadece yaptığı ibâdete ve zikre odaklanır, Allah’ı anar. Bu sayede yapmış olduğu ibâdetten zevk alır ve istifadesi artar.115 Bu hususta herhangi bir sakınca yoktur. Günaha sürükleyen, Allah’a isyan içeren, dünyaya meylettiren müziklerin sakıncalı hatta haram olduğunu da belirtmiştir. Kurallara riayet edildiği takdirde insanın bu fıtrî ihtiyacını meşru yollarla gidermesinde herhangi bir sakınca görmemiştir. B. Cehrî Zikir Cehrî zikir, tasavvuf geleneğinde, Allah'ı yüksek sesle, topluluk içinde ya da bireysel olarak anma şeklidir. Bu zikir çeşidi, insanları bir araya getiren, birlik ve beraberlik duygusunu pekiştiren, aynı zamanda bireyin kalbiyle dili arasında manevî bir köprü kuran ibadet çeşitidir. 1. Cehrî Zikir ve Fazîleti Zikir sözlükte, “unutmamak, unutulanı hatırlamak, sürekli zihinde tutmak, bir şeyi ezberleyip korumak, şeref, öğüt, namaz, duâ ve övgü” gibi anlamları ihtivâ etmektedir.116 Tasavvuf terminolojisinde zikir, “Allah’ı -belirli kelime ve cümlelerle- anmak, tesbih etmek, hatırdan çıkarmamak ve unutmamak” manalarına gelmektedir.117 114 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 56b, 61a. 115 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 11b. 116 Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisanü’l-Arab (Beyrut: Dâru Sâdır, 1955), “zikir”, 308; Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredatü li-elfâzi’l-Kur’ân, tahk. Savân Adnan Davudî (Beyrut: y.y., 1998), “zikir”, 179. 117 Cebecioğlu, “Zikir”, 377. 34 İnsanoğlunun en büyük zaaflarından biri de unutkanlık olduğu için “Hâfıza-yı beşer nisyân ile mâlüldür.” denilmiştir.118 Bu sebeple kişinin ruhlar âleminde verdiği sözü hatırlaması ancak zikir ile mümkün olur. İki çeşit zikir vardır: Hafî ve cehrî zikir. Hafî zikrin cevazı konusunda âlimler hem- fikirdir fakat cehrî zikirde bir kısım âlim ihtiyatlı davranırken diğerleri cevaz vermiştir. Cehrî zikrin cevazına delâlet eden birçok âyet ve hadîs vardır.“Hac ibâdetinizi bitirdiğinizde, (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın.”119 âyeti bunlardan biridir. Beyzâvî (öl. 685/1286) hac vazifelerini yerine getiren kimselerin Allah’ı zikretmeyi arttırmalarını ve O’nda aşırılığa gitmelerini tavsiye etmiştir. Çünkü Araplar hac menâsikini yaptıkları zaman Mina’daki mescit ve dağ arasında dururlar ve babalarının iyi hasletlerini zikrederlerdi. 120 Burada kastedilen iyi hasletleri zikretmek ancak cehrî bir şekilde mümkün olur. Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen “Sesini yükseltsen de yükseltmesen de hiç şüphe yok ki o gizliyi de açığa vurulanı da bilir.”121 âyeti, insanları doğruluğa ve dürüstlüğe teşvik ederken, aynı zamanda zikrullah ve duânın da önemine işaret etmiştir. Kadı Beyzâvî bu âyetin tefsirinde cehrî zikrin faziletine değinerek, nefiste rusûh bulmaya, kalbe yerleşmeye ve dünyevî işlerden uzaklaşmaya vesile olduğunu ifade etmiştir.122 Bu zikir tarzı, kalbe doğru bir etki yapar ve nefsin ruhanî gelişimine yardımcı olur. Beyzâvî (öl. 685/1286) ve Zemahşerî (öl. 538/1144) gibi tefsir âlimleri farz ibâdetleri açıktan; nafile ibâdetleri ise gizli olarak yapmanın daha fazîletli olduğunu beyân etmiştir. Zikir de farz ibâdetlerden biri olması dolayısyla açıktan ve çokça yapılmasına dair hadîslerde bir teşvik söz konusudur. Nitekim Hz. Peygamber bir hadisinde “Allah’ı zikretmeyi çokça yapınız, ta ki onlar (münafıklar) o delidir/mecnundur deyinceye kadar.”123 Bir başka rivayette ise “Allah’ı çokça zikrediniz. Hatta münafıklar ‘Siz riyakârsınız’ desinler.”124 Sahâbe, Hz. Peygamber’in bu hadîsine dayanarak devrân 118 Akşemseddin, Risâle-i Zikrullâh- Zikir ve Semâ Hakkında, çev. Adem Çatak, Ahmet Vural (İstanbul: H Yayınları, 2020), 9. 119 el-Bakara 2/220. 120 Nâsırüddîn Ebû Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammedel-Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl, thk. Muhammed Abdurrahman Maraşlı (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1418), 1/132. 121 Tâhâ 20/7. 122 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 39/b. 123 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/68. 124 Ebu’l-Kāsım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, thk. Hamdî Abdülmecid es-Selefî (Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1405/1984), 12/169; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ’, 1/165. Aclûnî’ye göre hadisi Beyhakī, Ebi’l- Cevzâî’den mürsel olarak rivâyet etmiştir. Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 19b. 35 ederek zikretmiştir. Yine Hz. Peygamber’in “Allah’ı zikretmeyi unutmayın ve onu her hâlde zikredin. Zirâ zikrullahı unutan kişinin kalbi katı olur.” hadisi gereğince her hâlde zikri câiz görüp uygulamışlardır. Bir kimse neyi talep eder neyle meşgul olursa Allah Teâlâ da ona o hususta başarı ve gayret nasip eder. Mevlânâ da bu konu hakkında bir kimse neyi talep ederse talep ettiği nesnenin aynısı olduğunu ifade etmiştir.125 Kişi vaktinin bir kısmını zikirle geçirir, zihninde her an zikri taze tutarsa bu, onun bağışlanmasına, günahlarının affedilmesine, ebedî kurtuluşa ulaşmasına vesile olur. Hz. Peygamber bir başka hadîsinde: “Allah Teâlâ: Ben, kulumun (hakkımdaki) zannı üzereyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni kendi içinde zikrederse ben de onu kendi içimde zikrederim. Eğer beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu ondan daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim.”126 buyurmuştur. Bu hadîste Peygamber, Alah’ın kullarına olan yakınlığını ve ilgisini vurgulamıştır. Allah, kullarının zikrine karşılık verir ve onları anar, bu da kulun öncesinde Allah’ı anması ve O’na yönelmesiyle gerçekleşir. Kulun her an Allah’ı anması, derin bir bağ kurmasına ve Allah’ın kendisine lütuf ve rahmet vermesine vesile olur. Dolayısıyla bu hadîs, Allah’ı zikretmenin ve O’na yönelmenin önemini hatırlatarak, kulun Allah’a yaklaşmasının yollarını göstermiştir. Âyet ve hadîslerin yanı sıra Gazzâlî ve birçok meşâyıh, riyâdan korkan müminler için hafî zikrin faziletli olduğunu, riyâ korkusu barındırmayan kimseler için de cehrî zikrin efdal olduğunu vurgulamıştır. Aynı zamanda zikirde mertebe kat eden kimselerin hafî olarak devam ettirmesini, zikre yeni başlayaların ise zihnini dünyalık işlerden uzaklaştırması için cehrî yapmasını, tavsiye etmiştir. Çünkü kişi zikri cehrî yaptığı zaman kalbini uyandırır, zihnini zikrettiği lafızlara yoğunlaştırır, malayâni işlerden uzaklaştırır. Aynı zamanda başkalarına örnek olarak hayrına vesîle olur. Karabaş Velî (öl. 1097/1686), şeyhlerin müridlerine cehrî zikri tavsiye etmelerinin sebebi olarak kalplerinde dönen felekleri, kötü huyları, kötü fikirleri söküp atmayı ve ruhlarını gaflet ve tembellikten uyandırmayı gösterir.127 Şarih Mustafa Efendi (öl 1129/1718), kalbin etrafında dönen felekleri havâssı-ı hamse-i zâhire ve havâssı-ı hamse-i bâtıne olarak 125 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 54b. 126 Buhârî, “Tevhid”, 10, 50; Müslim, “Zikir, Dua, Tevbe, İstiğfâr”, 1, 6; Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî, es-Sünen, nşr. M. Mustafa el-A‘zamî (Riyad: b.y. 1403/1983), “Edeb”, 58; Tirmizî, “Zühd”, 51; Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân b. el-Fazl ed-Dârimî, es-Sünen, thk. Hüseyin Selim Esed ed-Dârânî (Riyad: Daru’l Muğnî, 2000), “Rikâk”, 22. 127 Karabaş Velî, Risaletü’d-devrân (İstanbul: Fatih-Millet Kütüphânesi Ali Emîrî Arabî, 1146), 3b. 36 açıklamakta ve bunların devamlı devir hâlinde olduklarını belirtip, kötü huylara sahip olan kalbin ancak cehrî zikir ile temizleneceğini vurgulamaktadır.128 Aynı zamanda cehrî zikir, Allah’ı zikretmek, vücut azalarının yerlerini bulması ve müritlerin kalplerinin nurlanması içindir. Allah’a işittirmek, makam ve derece elde etmek için değildir.129 Bu zikrin amaçlarından biri de işiten kimselerin şahit olmasıdır. Âyette de zikredildiği üzere yaş ve kuru ne varsa hepsinin kıyamet gününde şehâdet etmesi130 ve insanların gafletini gidermesi, kalbe yerleşip derinleşmiş olan dünyevî arzulardan insanları uzaklaştırması için bu zikir efdal olandır.131 Cehrî zikrin insana sağladığı maddî-manevî faydaların yanı sıra, insanın eşref-i mahlûk olarak Allah katındaki değerini yükselttiği ve hatta meleklerin imrenmesine sebep olduğu bilinmektedir. Niksârî bu bağlamda Hz. Peygamber’den rivayet edilen bazı hadislere yer vermiştir: “Hudâ’nın bir grup melekleri vardır ki, yolları dolaşırlar ve ehl-i zikri ararlar, zikreden kavmi bulan melekler bulmayanlara nidâ edip, geliniz zikir eden kavmi bulduk derler. Dünyaya varıncaya kadar kanatlarıyla oturup ihâta ederler. Zikir halkası dağıldığı zaman ise tekrar göğe çıkarlar. Allah Teâlâ meleklere hitâben onların ne yaptıklarını bildiği halde diğer meleklere de duyurmak maksadıyla nereden geldiklerini sorar. Onlar da yeryüzünde olan kullarının yanından geldiklerini söyler. Allah Teâlâ meleklerin vereceği cevabı bildiği halde ‘Kullarım ne der?’ diye sual eder. Melekler de Rablerine hitâben ‘Seni tesbîh, tehlîl ve tekbîr getirirler ve seni hamdederler’ der. Allah Teâlâ kullarım ‘Beni gördü mü?’ diye sual eder. Melekler ise, ‘Hayır görmediler eğer görselerdi halleri nice olur ve sana tesbîh, tekbîr, tahmîd, temcîd ve tehlîl getirirlerdi’, der. Hudâ, ‘Benden ne isterler’ der. Melekler de, ‘Senden cenneti isterler’. ‘Onlar cenneti gördüler mi?’ Melekler, ‘Hayır onlar cenneti görmediler. Eğer görselerdi hırs ve taleb ve rağbet yönünden çokca istekli olurlardı’. Hudâ devamında neden korktuklarını sorar. Melekler, ‘Cehennemden korktuklarını söyler’. ‘Cehennemi gördüler mi?’ Melekler ise ‘Hayır görmediler eğer görselerdi hemen kaçarlar ve çokça korkarlardı’, der. Melekler Rablerine hitâben, zikreden kavim senden mağfiret taleb eder. Allah Teâlâ da ‘Halka kurup zikreden kavmi bağışladım’. Meleklerden biri ‘Ya Rabbi zikredenler içinde bir kimse vardı ki zikrullah etmezdi. Hâcetini gidermek için 128 Mustafa b. Ali el-Boluvî, Âdâbu’t-turuk (İstanbul: Fatih-Millet Kütüphânesi Ali Emîrî Şer’iyye,802), 7. 129 Velî, Risaletü’d-devrân (İstanbul: Fatih-Millet Kütüphânesi Ali Emîrî Arabî, 1146), 3b. 130 el-En’âm 6/165 “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” 131 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 40a. 37 gelmiş idi’. Allah Teâlâ da zikir meclisinde oturan kimselerin şakī olamayacağını bildirir.”132 Buna göre zikir yapan kimselerin yanı sıra dinleyen ve izleyenlerin de aynı bağlamda değerlendirildiği ve Allah katında iyi kimseler arasında zikredildiği görülmüştür. Ayrıca cehrî zikrin bir topluluk içinde yapılması durumunda diğer kişilere örneklik teşkil etmesi de, bu zikrin faziletini ortaya koyma sadedinde önemlidir. Bu bilgiler doğrultusunda sesli zikir, insanın kalbinde ve ruhunda derin etkiler bırakmıştır. Zikrin anlamını ve etkisini daha derinden hissetmesine katkı sağlamıştır. Bu durum, insanların manevi gelişimini desteklemiş ve Allah'la yakın bir bağ kurmalarına yardımcı olmuştur. a. Yüksek Sesle Yapılan Cehrî Zikrin Hükmü Yüksek sesle yapılan zikrin haramlığına dair âyet ve hadîslerden çıkarılmış sarih bir nas yoktur. İmamlar, hatipler, vâizler, devirhanlar “Allah” ve “Lâ ilâhe illallah” kelimelerini cehrî bir şekilde zikretmişlerdir. Şayet bu hususta yasaklayıcı bir kural olsaydı bu tüm insanlığa şâmil olur, bir grup zümre bu durumdan hariç tutulamazdı. Bu bağlamda bir kimsenin cehrî olarak “Allah” ve “Lâ ilâhe illallah” kelimelerini zikretmesinde herhangi bir sakınca yoktur. 133 b. Cehrî Zikir İçin Söylenen İtirazların Değerlendirilmesi Cehrî zikrin haram olduğunu iddia edenler, “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice duâ edin.”134 âyetini delil olarak ileri sürmüşlerdir. Fakat bu âyet âlimler tarafından cehrî zikrin haramlığına delalet eder şeklinde yorumlanmamıştır. Hz. Peygamber zamanında sahâbe arasından bir takım kimseler bayram günü musallâda zikrediyorlardı. Sahâbeden başka bir zat “Allah Teâlâ’yı, ayaklarınız üzere zikredin” âyetini söyleyince zikirlerini ayakta devam ettirdiler.135 Burada itiraz edilen husus zikrin sadece üç hâl üzere sınırlandırılması gerektiğine dairdir. Çünkü âyet “Ayakları üzerine kaldıkları hâllerde ve oturdukları hâllerde ve yanları üzerine yattıkları hâllerde 132 Buhârî, “Daavât”, 66; İbrahim b. es-Seyyid Muhammed en-Niksârî, Burhânü’l-elhân fî hükmi’t- tegannî ve’d-devrân (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Yazmabağışlar, 701), 53a-53b. 133 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 19a. 134 el-A’râf 7/55. 135 Söz konusu hadis, kaynaklarda bulunamamıştır. Hadis içerisinde atıfta bulunulan âyet ise Âl-i İmrân 3/190-191. Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 40b. 38 zikrullah ederler.”136 şeklindedir. Ebüssuûd’a göre, âyetin zikri üç hâl ile sınırlı tutmasının sebebi, insan ömrünün çoğunu ayakta, oturarak ve yatarak geçirmesinden kaynaklıdır. Bu durum diğer hâlleri de içinde barındırır. Diğer hâllerin zikredilmemesi yasaklayıcılık olduğundan değil bilakis ömrünün çoğunu bu üç hâl ile geçirmesinden kaynaklıdır.137 C. Semâ Semâ, insanın kendi içine dönüşünü, evrenle kurduğu ilişkiyi ve ilâhi aşkın tecellîlerini deneyimlediği bir hâldir. Bu durum kişinin kendi varlığını ve sınırlılıklarını aşarak ilâhi varlığa yaklaşma arzusunu meydana getirir. Bu sayede insan, Allah'a yönelerek O'nunla birlikte olmuş olur. 1. Semâ‘ın Tanımı Semâ “s-m-‘a” kökünden türemiş Arapça bir kelimedir. Sözlükte “kulağın sesi ve anlamı işitmesi, duymak, dinlemek, işitilen söz, güzel ses” anlamına gelen semâ “şarkı, nağme, mûsiki” manalarını da çağrıştırmaktadır.138 Tasavvuf ıstılahında ise duyma ve dinlemeye bağlı olarak Allah tarafından gelen ve kalpte zuhur eden manadır.139 Bu mananın hidayete ulaşması âyette de zikredildiği gibi kalplerin ürpermesi ve imanlarının artması şeklinde gerçekleşir.140 İlk dönem sûfîleri bu kavramı kendilerine gelen vâridi işitme ve onu kalbe aktarma şeklinde ifade etmiştir. Hücvîrî ise dinî hükümlerin kabulünün işitme ile mümkün olduğu bu sebeple duymanın ve dinlemenin görmeden daha üstün kabul edildiğini vurgulayarak semâ fiilinin diğer tüm tasavvufî fiil ve hâllerden önce geldiğini belirtmiştir.141 Bu terim sonraki dönemlerde ise ritimli ve ahenkli kelimelerin dinlenilmesi şeklini almıştır.142 Bu kavram, zamanla mûsiki ve zikir meclislerine için kullanılmış, ritmik ve ahengli bir şekilde çalınan nağmeler eşliğinde gerçekleştirilen bir ibâdet çeşidi hâlini almıştır. Bu ibâdet, kişinin fikrini ve nefsini 136 Âl-i İmrân 3/190-191. 137 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 41a. 138 Ceyhan, “Semâ”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,36/455. 139 Ebu’l Kâsım el-Hüseyin b. Muhammed el-Ma‘rûf bi-Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kurân (Beyrut: Dâru’l Ma’rife, 1431/2010), “Semâ”, 248-249; Muhammed b. Mukerrem b. Manzûr, Lisânu’l- Arab (Beyrut: Dâru Sâdır, ts.), 8/162-65; Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî ( İstanbul: Çağrı Yayınları, 2009) “Semâ”, 756; Cebecioğlu “Semâ” 220; Serrâc, el-Lüma’, 342-343; Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 168-172; Ceyhan, “Semâ”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 36/455. 140 El- Enfâl 8/2. 141 Hücvirî, Keşfü’l-Mahcûb: Hakikat Bilgisi, 448-449. 142 Ceyhan, “Semâ”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,36/455 39 başka şeylere meyletmeden, kalpteki düşünceleri temizleyerek Allah’a yöneltmesine yardımcı olmuştur. 2. Semâ ve Vecd Semâ, İslâm geleneğinde hem manevî hem de hukukî açılardan farklı bakış açılarını içinde barındırır. İsmail Ankaravî, Mevlânâ ve diğer sûfî âlimler, semâ'ın hukukî boyutlarını ve bu ibadeti gerçekleştirenlerin manevî seviyelerine göre nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda fikirler ileri sürmüştür. İsmail Ankaravî’ye göre, semâ eyleminin haram olduğunu belirten açık bir kıyas veya icma yoktur. Bu sebeple, semâ konusunda hüküm, kişinin kalpteki niyetine ve harekete geçen hissine göre verilmiştir.143 Semâ kişinin ruh hâli ve manevi durumuna göre farklılık arz edebilir. Mevlânâ’ya göre farz ve nafile ibâdetleri tam olarak yerine getiren kimselerin yapmış olduğu zikir ile semâ‘da herhangi bir sakınca yoktur. Bilakis insanların olgunlaşmaları adına faydalıdır.144 Sûfîler, kişilerin manevi olgunluk hâllerini dikkate alarak insanları mübtediler, mutavassıtlar ve kâmiller olmak üzere üç kısma ayırmıştır.145 Bundan dolayı semâ yapan herkesi aynı şartlarda değerlendirmemek, kalbinde meydana gelen tesire göre hüküm vermek gerekmiştir.146 Buna göre nefsânî duygularla icra edilen semâ haram, içine eğlence unsuru karışmış olan şeyleri dinlemek şüpheli, Hakk’ın tecellîlerini temâşa eden bir kalbin dinlemesi ise helâl kabul edilmiştir.147 Mutasavvıflardan bazıları başlangıç seviyesinde olan mübtedîler için semâ‘ı tavsiye etmemiştir.148 Çünkü hissiyatının gelen vâride muhalif olmasını ileri sürmüşlerdir.149 Niksârî ise semâ‘ın helâl olduğunu, sahâbenin zikrini açıklayarak ifade etmiştir. Sahâbenin zikrini, rüzgârlı günlerde ağaçların hareket etmesine benzetip halhal gibi devrederek döndüklerini ifade etmiştir.150 Bu konunun devamında semâ‘ın helâlliğini 143 İsmail Rusûhî Ankaravî, “Hücceti’s-semâ, XVII. Yüzyıl Toplumunda Mûsiki, Semâ ve Devran Hakkındaki Dini Tartışmalar ve İsmail Ankaravî’nin Semâ Müdâfası”, çev. Sâfî Arpaguş, Marife 3 (2007), 389. 144 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 54b. 145 el-Hücvirî, Keşfü’l-mahcûb: Hakîkat Bilgisi, 463; Serrâc, el-Lüma’, 270. 146 el-Hücvirî,Keşfü’l-mahcûb: Hakîkat Bilgisi, 466. 147 Sühreverdî, Avârifu’l-meârif: Tasavvufun Esasları, 225. 148 Serrâc, el-Lüma’, 289. 149 el-Hücvirî, Keşfü’l-mahcûb: Hakîkat Bilgisi, 463. 150 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 55b. 40 ispat mahiyetinde Fetâvâ’t-Tatarhâniyye’den deliller getirmiştir. Fetâvâ’t- Tatarhâniyye’ye göre, devr ve semâ yapmak için belirli şartların gerektiği ifade edilmiştir. Bu şartlardan ilki, devrân yapacak kimselerin nefislerinden emin olmaları gerekmektedir. Bu şart yerine getirilmediği takdirde, o mecliste genç erkek ve kadınların bulunmaması önem arz etmiştir. İkincisi devrân eden kimselerin içinde fâsık ve dünya ehli kişilerin yer almaması, üçüncüsü ilâhi okuyan zâkirlerin samimi niyetle okuması ve herhangi bir ücret beklememesi, dördüncüsü yemek yemek ve açılış yemekleri maksadıyla bir araya gelmemek, beşinci şart ise galebe hâli olmadıkça vecd hâlinde bulunmamak gerektiğini belirtmiştir. Altıncı şart vecd hâli ancak hakîki manada gerçekleştiğinde izhâr edilmelidir.151 Vecd ise semâ‘ın meyvesidir. Vecdin meyvesi ölçülü veya ölçüsüz hareket etmektir.152 Zikre başlayan kimsede öncelikle tevâcüd hâli sonra vecd son olarak vücûd hâsıl olur.153 İradeyle gerçekleşene tevâcüd, kasıt ve zorlama olmaksızın gelene ise vecd denir. Vecdin en mükemmel haline ise vücûd (bulma) adı verilmiştir.154 Sühreverdî vecd hâlini ikiye ayırmıştır. İlki ehl-i Hakk’ın yapmış olduğu ruh ile kalbin müşareketi hâlinde gerçekleşen vecd, diğeri ise sadece nağmeleri dinlemekten kaynaklı oluşan nefsî bir rahatlama oluşturan batıl ehlinin vecdidir.155 Semâ eyleminin değerlendirilmesi konusunda kişinin manevî durumunun önem arz ettiği görülmüştür. Bu konu hakkında kesin bir yasaklamanın olmayışı kişinin manevî durumunu ve kalbî hissini ön plana çıkarmıştır. İnsan, semâ eylemini gerçekleştirirken vecde ulaşma hâlini de deneyimlemiştir. Bu açıdan bakıldığında, semâ eylemi sadece dönme hareketi olarak algılanmamıştır. Tam tersine, semâ içsel bir vecd hâliyle birlikte yapılan manevî bir ibâdet olarak değerlendirilmiştir. Dolayısyla semâ eylemiyle birlikte kişinin kalbindeki sadakat ve olgunluk seviyesi, değerlendirme sürecinde önemli bir etken olmuştur. 151 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 65b-66a-66b. 152 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 172. 153 Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-nüfûs, çev. Abdullah Uçman ( İstanbul: İnsan Yayınları 1996), 363. 154 Semih Ceyhan, “Vecd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,42/583. 155 Adem Çatak, Şihâbeddin Sühreverdî Hayatı Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, (Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2007), 434. 41 3. Semâ‘ın Cevazına Delil Olan Âyet Semâ‘ın helâl olduğunu iddia edenler, “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda akıl sahiblerine elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken, hep Allah’ı anarlar.”156 âyetini delil olarak ileri sürmüştür. Bu âyet Allah’ın büyüklüğünü hatırlatması, insanları O’nu anmaya yönlendirmesi ve hayatlarının her anında Allah’ı zikretmelerini öğütlemesi açısından önemlidir. Bu âyete göre herhâlde zikretmenin önemli olduğu, özellikle ayak üzere zikrin diğerlerinden daha fazîletli olduğu anlaşılmıştır. Kur’ân’da ilk olarak zikredilen fiil diğerlerinden efdal kabul edilir. Bu hususa“Sizi karada ve denizde yürüten Allah'dır.”157 âyeti delil getirilmiştir. Berri (kara parçasını) bahrdan önce zikretmiş olması kara parçasının daha kıymetli olduğunu belirtmek içindir. “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın.”158 Bu âyette de tertîbin sünnet olduğu vurgulanmıştır. Buradan hareketle âyetlerdeki sıralamanın önem arz ettiği anlaşılmaktadır. “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken, hep Allah’ı anarlar.”159 âyeti de ayakta yapılan zikrin diğerlerinden daha faziletli olduğunun kanıtıdır. Ebüssuûd bu âyetin tefsîrinde güneşin doğumu ve batımıyla gece ve gündüzün var olup birbirlerini takip etmesinin akıl sahipleri için ibretler ihtiva ettiğini nakletmiştir. Buradaki akıl sahibi kimseleri ise nefsî arzularından arınmış kimseler olarak niteler. O akıl sahipleri ki gerek ayak üzeri devr ettikleri hâllerde, ayak üzeri semâ edip döndükleri hâllerde, gerek raks edip sıçradıkları hâllerde, gerek rukûya eğildiklerinde veyahut secdeye eğildiklerinde, yürüdüklerinde veyahut yolculuk yaptıklarında, gerek cünüp veya temiz oldukları hâllerde, sakin ve hareketli olduklarında veyahut oturdukları ve yattıkları, gerek uyudukları ve uyanık oldukları hâllerde, gerek âlim veyahut câhil oldukları tüm hallerde Allah’ı daima zikrederler.160 Ayrıca Ebüssuûd bu âyeti kerîmeyi , “O akıl sahipleri ki Allah Teâlâyı bütün hâller üzere zikreder.” şeklinde tefsir etmiştir. Kadı Beyzâvî de âyeti “Tüm hâller üzere zikr 156 Âl-i İmrân 3/190-191. 157 Yûnus 10/22. 158 el-Mâide 5/6. 159 Âl-i İmrân 3/190-191. 160 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 41b-42a. 42 eder.” şeklinde yorumlayınca bu kapsama devr, zikr ve cenaze önünde zikr de dâhil edilmiştir.161 İnsanın ömrü, yatmak, oturmak ve ayak üzere gezmekle geçer. Allah Teâlâ bu üç hâl üzere zikretmeyi bizlere emretmiştir. Bu üç hâl asgari olandır dileyen daha fazlasını da gerçekleştirebilir. Gerek oturarak, yatarak, uyuyarak, yakaza hâlinde gerek oruçluyken, iftar ederken gerek tâhir iken veya cünüp iken, gerek açken veya tokken, yürürken veya binerken, gerek âlim iken veya cahil iken gerek semâ ederken veya raks ederken tüm bu hâller üzere zikir etmek caizdir. Ehl-i sünnet’e göre ise, bir kimse gerek yürüsün gerek sıçrasın gerek raks ve devrân etsin veya sekr hâlinde bulunsun, tüm bu hâller kıyâma dâhildir. “ يذكرون للا âyetiyle raks-ı sûfiyye ve devrânın helâlliği câiz olmuştur.162 ”الذين Hz. Peygamber de bu konu hakkında haramlığına dair bir delil ileri sürmemiştir. Zikir için bir zaman ve mekân kısıtlaması yoktur. Ancak âlimler kenef ve inzal hâllerinde câiz görmemiş onun harici tüm hâllerde ister hafî ister cehrî olsun her daim Allah’ı zikretmek gerektiğini vurgulamışlardır. 4. Semâ ve Devrânla İlgili Meseleler Semâ kavramı tartışmalı konulardan olması hasebiyle bu konuda birçok itiraz dile getirilmiştir. Bunlardan bir tanesi semâ yapılırken yere ayak vurmanın caiz olup olmaması meselesidir. Bu hususta Niksârî konuyu âyetlerden ve muhtelif kitaplardan delîller getirerek açıklamaya çalışmıştır: a. Yere Vurmanın Câiz Oluşu Şeyh Sa‘dî’ye göre semâ ve devrân yaparken yere vurmak câizdir. “Kulumuz Eyyûb’ü hatırla.”163 âyeti, Hz. Eyyûb’ün kıssasını anlatır ve yere ayak vurmayı emreder. Buradan hareketle Şeyh Sa‘dî bu âyeti semâ ve devrân yaparken yere ayak vurmanın cevazına delil olarak ileri sürmüştürr. Bu minvalde zikredilenler arasında “Bir zamanlar Rabbine seslenmişti. Şeytan bana dert ve azap dokundurdu.”164 âyeti delil getirilmiştir. Şeytan, Hz. Eyyûb’e azap vererek ulaşırdı. Onu susatarak ve çektiği azabın büyüklüğünden dem vurarak Allah’ın 161 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 38b. 162 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 38b-39a. 163 Sâd 38/41. 164 el-Enbiyâ 21/83. 43 rahmetinden ümidini kesmesini isterdi. Fakat o, belanın büyüklüğünden korkarak Allah’ın rahmetinden ümit kesmedi. Hz. Eyyûb, Rabbine hitâben “Şeytan beni kandırmaya çalışıyor.” deyince Allah Teâlâ da “Ayağını vur.”165 şeklinde nidâ etmiştir. Kadı Beyzâvi ve Ebüssuûd bu âyeti “Ayağını yere vur.” şeklinde tefsir etmiştir.166 Hz. Eyyûb, sağ ayağını yere vurduğunda sıcak su çıkmıştır. Bu sıcak suyu kullanarak gusletmiş ve zâhiri yaraları iyileşmiştir. Ardından sol ayağını yere vurduğunda ise soğuk ve tatlı bir su çıkmıştır. Hz. Eyyûb, bu suyu içerek bâtınındaki hastalıklardan kurtulmuştur.167 Bu nedenle Allah deyip yere ayak vuran ilk kişi Hz. Eyyûb’dür. Allah’ı zikrederken yere ayak vurmanın haram olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Çünkü tefsir âlimleri âyeti bu şekilde yorumlamışlardır. Niksârî’ye göre, aksi iddia edildiği takdirde müfessirlere küfür isnad edilmiş olur bu ise câiz değildir.168 Kızılbaş buradaki yere ayak vurunuz emrini Samirî’nin raksına benzetmiştirr. Niksârî ise bu durumda Samirî’nin raksının bilinip Allah’ın kelamı olan âyetin hatıra getirilmemesine tepki göstermiştir. İkinci olarak ise, peygamberlerden birinin bir şeyi istemesi üzerine Allah Teâlâ’nın onu Kur’ân’da kıssa tarikiyle hikâye edip işlemesi bizler için sünnettir. Hz. Eyyûb’ün yere ayak vurması gibi, bizlerin de devr ve semâ yaparken yere ayak vurmamız bu kabilden değerlendirilmiştir.169 Eğer peygamberlerden birinin bir kere işlediğini Allah Teâlâ Kur’ân’da emr tarikiyle ifade ederse onu yapmak ise bizlere farz olur.170 Niksârî, Şeyh Ekmel'in171 (öl. 786/1384) Şerh-i Hidâye'deki "vakitler" bölümünde belirttiğine göre, Hz. Âdem, Hz. İbrâhim, Hz. İsâ, Hz. Yûnus ve Hz. Mûsâ'nın nafile olarak kıldığı namazlar, bizlere emir yoluyla aktarıldığı için beş vakit namaz farz olmuştur 165 Sâd 38/42. 166 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 48a. 167 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 48b. 168 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 47b-48a. 169 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 48b. 170 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 49b. 171 Adı Ekmelüddîn Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed el-Bâbertî er-Rûmî el-Mısrî’dir. Kitabının adı el- ʿİnâye'dir. Mergīnânî'nin ünlü eseri el-Hidâye üzerine yazılan önemli şerhlerden biridir. Özellikle Siğnâkī'nin en-Nihâye'si başta olmak üzere birçok el-Hidâye şerhlerinden alıntılar yaparak oluşturulmuştur. Dil, gramer ve fıkıh usulü açısından tahlilllerin yapıldığı, delillerin değerlendirildiği bir eserdir. Arif Aytekin, "Bâbertî", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 4/378. 44 5. İmam Şafiî’nin Semâ Hakkındaki Görüşleri İmam Şafiî ve Şafiî âlimlerinin semâ hakkındaki görüşleri farklılık arz etmiştir. Bazıları mübah olduğuna hükmetmişken kimi de cevâz vermemiştir.172 Fakat tercih edilen görüş mübah olduğu yönündedir. Konuya dair Kuşeyrî Risâlesi’nde: “Şafiî mezhebinde haram veya mekruh olduğu söylenmeyip mübah olduğu belirtilmiştir. İmam Şafiî semâ ve raksın haram olmadığını söylemiş ancak halka mekruh demiştir. Ayrıca mûsikiyi/semâı kazanç kapısı ve eğlence maksadıyla alışkanlık haline getiren kişinin şahitliğinin kabul edilmeyeceğini bununla birlikte mûsiki dinlemenin mürûet sıfatını düşürdüğünü söylemiş ancak mûsikiyi haram fiiller arasına dâhil etmemiştir, denilmiştir.”173 Niksârî ise, İmam Şafiî’nin kenef ve cima’ hâlleri dışında her zaman sevilen güzel bir iş olduğunu belirtmiştir. Buradan hareketle kişiyi harama sürükleyen oyun ve eğlence noktasına götüren semâ‘ın câiz olmadığı bu hususlara dikkat edildiği takdirde ise mübah olacağı ifade edilmiştir. D. Devrân ve Raks Devrân ve raks kavramları, sûfîler için, kâinatın sürekli hareket halinde olmasını ve bu hareketin ilâhi düzen ve ahenge işaret ettiğini simgeler. Sûfîlere göre, insanın kendi etrafında yapmış olduğu dönüş, hem dünyayla kurulan derin bir bağın hem de ilâhi aşka duyulan özlemin bir tezahürüdür. Bu deneyimle, insan manevî âleme doğru bir yolculuk gerçekleştirmiş olur. 1. Devrân ve Raksın Tanımı Devrân “d-v-r” kökünden türemiş Arapça bir kelimedir. Sözlükte “dönmek, dolaşmak” anlamına gelmektedir.174 Sûfînin tek başına dönmesiyle veya tarikatlerde toplu olarak yapılan zikirlerde ayağa kalkıp halka oluşturarak dönmeye denir.175 Bir başka ifadeyle ise daire şeklinde dizilen dervişlerin, ayağa kalkarak tarikatinin usûlüne uygun, sağa sola dönüp yükse sesle Alah’ın isimlerini andığı zikre verilen isimdir.176 Sûfî; Kur’ân, vaaz veya ilâhi dinlerken kalbine gelen vâridin tesiriyle duygulanır. Kişinin mizacına 172 Yunus Bozbuğa, Bir Fetvâ Tercih Tahrîc Örneği Olarak Sünbül Sinan Efendi’nin Risâle-i tahkîkiyye’si (Yalova: Yalova Üniversitesi, Sosyal Bililmler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2019), 104- 118. Detaylı bilgi için bkz. 173 Kuşeyrî, Risâle, 421. 174 İbn Manzûr, “Devrân”, 4/294-295. 175 Cebecioğlu, “Devrân”, 222. 176 Nuri Özcan, “Devrân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 9/249. 45 göre kimi bu hâli muhafaza edip sakinliğini korur, kimi sıçrar ve dönmeye başlar, kimi de baygınlık geçirir, heyecanı geçince sakinleşir.177 Bu olay sûfîlerin iradesi dışında meydana geldiğinde kabul edilir bir hâl olurken, iradeli bir şekilde cereyan ettiğinde ise ilk dönem sûfîleri tarafından hoş karşılamamıştır. Daha sonra tarikat mensupları arasında usûle uygun ve samimi bir şekilde yapılmak kaydıyla bir mahzur görülmemiştir.178 Devrânı anlayabilmek ancak semâ‘ın doğru bir şekilde kavranmasıyla mümkün olur. Semâ dinlemek, işitmek, dikkat kesilmek, kulak vermek anlamlarını ihtiva eder. Bir kimsenin ilâhi, şiir veya dinî bir metin dinlediğinde vecde gelip dönmeye başlamasına devrân denilmiştir.179 Raks ise sözlükte “oynamak ve dans etmek” manalarına gelir.180 Zikir esnasında dervişlerin ölçülü ve ritmik olarak icra ettikleri harekete verilen isimdir. Raks ve devrân kavramları çoğu zaman birbirlerinin yerine hatta birlikte kullanılmıştır. Fakat bu hususta hassas davranan, haksız eleştirilere maruz kalmak istemeyen mutasavvıflar ise bu iki kavramı birlikte kullanmamaya dikkat etmiştir. 2. Devrân ve Bid‘at Devrân, semâ törenlerinde dervişlerin dönmesiyle gerçekleşen hareketin adıdır. Sûfîler arasında bu hareketi yapmak, semâ‘ı tamamlamak ve Allah’a ulaşmak için önemli kabul edilmiştir. Fakat bazıları bu hareketi bid‘at olarak nitelendirmiş ve İslâm dini ile uyumsuz olduğunu savunmuştur. Konu hakkında farklı görüşler olsa da devrân yapılması veya yapılmaması konusunda net bir hüküm yoktur. Ancak fıkıh ilmine göre eşyada aslolan ibâhadır. Bir şeyin haram oluşu dört şey ile sabittir. Bunlar Kur’ân, sünnet, icmâ ve kıyas-ı fukahâdır. Sahâbe bir konu üzerinde ihtilafsız icmâ ettiyse onu inkâr eden kâfir olur. Niksarî bu duruma delil olarak terâvîh namazını göstermiştir. Eğer tâbiûn bir konu üzerine ihtilafsız icmâ ettiyse onu inkâr eden sapıtmış olur. Bu duruma da Regaib, Berât ve Kadîr gecesi namazlarını örnek olarak vermiştir.181 Bu bilgileri 177 Süleyman Uludağ, “Devrân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 9/248. 178 Serrâc, el- Lüma‘, 377-382. 179 Uludağ, “Devrân”, 461; Hasan Kamil Yılmaz, Anahtarlarıyla Tasavvuf ve Tarikatler (İstanbul: Ensar Neşriyat, 1997), 187. 180 İbn Manzûr, Lisanü’l-Arab, “Raks”, 7/42-43. 181 Niksârî bu namazların ne zaman kılınacağını, kaç rekât olduğunu, hangi surelerin okunduğunu, namazın akabinde çekilecek tesbihatları ve nasıl dua edilmesi gerektiğini ayrıntılarıyla ele alarak eserinde işlemiştir. Fakat konumuzun dışında olduğu için buna değinilmemiştir. 46 verdikten sonra sünnet namazlarını dahi kılmayan insanların bu namazı kabul edip uygulamasını beklemenin imkânsız olduğunu, bu şahıslara semâ ve devrânın hak olduğunu ispat etmenin mümkün olamayacağını belirtmiştir. Karabaş Velî de tabiûn döneminde devrânın haramlığına dair bir bilginin bulunmadığını nakletmiştir.182 Âlimlerin bir kısmına göre ise devrân bid‘attir. Bid‘at olarak kabul edilecek olsa dahi bu durum devrânı haram kılmış olmaz. Çünkü Hz. Peygamber “Kim rızâmız olmayan bir şeyi ihdas ederse o şey reddedilir,183 ancak ibâdet cinsi hariçtir”184sözü ibâdet niyetiyle yapılan eylemlerin kabul edileceğine delîl olur. Bu bağlamda nâfile namaz kılmak, cenaze önünde zikretmek, zikir ile tavaf edip devr etmek ibâdet cinsinden kabul edilir ve bunlar farzlara engel değildir, insanların malına ve ırzına zarar vermez. Bid‘at iki kısımda ele alınır. Birincisi bid‘at-i hasene diğeri ise bid‘at-i seyyi’e’dir. Bir konu hakkında Hz. Peygamber’den herhangi bir söz rivayet edilmemiş ise ve o mevzu halkın malına zarar, ırzına halel vermiyor, farzlara da engel bir durum barındırmıyor sıkıntı ve zahmet taşımıyorsa buna bid‘at-ı hasene denir. Buna verilebilecek örnekler; cenaze önünde zikretmek, minare dikmek, vaaz için kürsîler inşâ etmek, zikrederken devr ve semâ yapmak, kaşık ve elek kullanmak, askerlerin taktığı külâh, keçe ve kisvetler takmak, kitap telif etmek, halifeleri hutbede zikretmek, tasliye, tarziye, temcîd ve na’t-ı Resûl okumak, padişahlar zikredildiği zaman “Eyyedehullah”, “Nasarahullah”, “Edâmellah”, “Eyyamehû” demek bunlardan bir kaçıdır.185 Bu davranışı takdir etmek amacıyla Hz. Peygamber’den rivayetle “Kim İslam’da güzel bir âdet ortaya koyarsa o âdeti koyan için ecir vardır. O âdeti koyan kimseden sonra onunla amel eden kimselerin sevabı o ameli koyan kişiye de verilir.”186 hadîsi nakledilmiştir. Buradan hareketle devrân ancak bid‘at-i hasene olarak değerlendirilebilir. Bu da ancak övgü ve takdire mazhar olur. Bir konu hakkında Hz. Peygamber’den herhangi bir söz rivayet edilmemiş ve o mevzu halkın malına zarar ve ırzına halel veriyor, sıkıntı ve zahmet ihtiva ediyor, farzlara da engel bir durum taşıyorsa buna bid‘at-ı seyyi’e denir. Bir kimse vakit geçiyorken nâfile 182 Velî, Risaletü’d-devrân (İstanbul: Fatih-Millet Kütüphânesi Ali Emîrî Arabî, 1146), 5b. 183 İbn Mâce, “Sunne”, 2; Müslim, “Akdiye”, 17; Ibn Hanbel, el-Müsned, 4/271; Beyhakî, Sünenü’l- kübrâ, 10/ 251; Ebü’l-Hasen Alî b. Ömer b. Ahmed ed- Dârekutnî, es-Sünen, nşr. Şuayb el-Arnavut vd. (Beyrût: Dâru’l-Ma’rife, 2003), 4/223; Beyhakī, Ma’rifetü’s-sunenve’l-âsâr, 4/468. 184 Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, 2/120. Aclûnî rivâyetin son kısmını el-Hâfız b. Hacer’in Firdevs’in Müsned’inin tahricinden getirdiğini söylemektedir. 185 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 26a. 186 Müslim, “Zekat”, 69. 47 namaz kılmaya niyet ederse bu da bidʻat-ı seyyi’e’dir.187 Hz. Peygamber: “Bir kimse İslam’da halkın malına zarar ve ırzına halel veren bir şeyi kendine âdet edinirse, o âdeti koyan adam üzerine günah yazılır. Onu İşleyen kimselerin günahından bir şey eksilmeden onu koyan zalime de günah yazılır.”188 Devrânı ise bu kabilden değerlendirmek mümkün olmaz. Dinî uygulamaların değerlendirilmesinde İslâm’ın temel prensiplerini göz önünde bulundurarark hareket etmek önemlidir. Bid‘at uygulamalarının, dinî esasların dışına çıkmadan ve zarar vermeden gerçekleştirilmesi durumunda, bid‘at-i hasene olarak değerlendirilebileceği görülmüştür. Ancak bu tarz uygulamalarda İslâm’ın sınırlarının aşılmaması önem arz etmiştir. 3. Semâ–Devrâna Cevaz Verenlerin Hukûkî Delilleri Semâ ve devrânı helâl kabul eden kimseler, bu uygulamaların manevî yönüne ve İslâm tasavvufundaki önemine dayanarak semâ ve devrânın ibâdet ve zikir şeklinde yapılmasının câiz olduğunu savunmuş, ibâdet niyetiyle yapılmasında bir sakınca olmadığını belirtmiştir. Bu hususta zikredilen birçok âyet ve hadîs vardır. “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken, hep Allah’ı anarlar.”189 âyeti semâ ve devrânın haramlığına delalet etmez. Bezzâzi’ye (öl. 827/1424) göre “Sûfîlerin zikir meclislerindeki devrânı oyundur ve haramdır, kötü bir fiil olduğu için imamın onu yasaklaması gerekir.” sözünden anlaşılacağı üzere oyun ve eğlence noktasına götüren kimseler için bir yasaklayıcılık söz konusu olabilir.190 Âlimler farz ibâdetleri açıktan, nafile olanları ise gizli yapmanın daha faziletli olduğunu belirtmiş ve bu hususta teşvik etmiştir. “Bir topluma benzeyen onlardandır.”191 hadîsi bağlamında devrân ve raks eden kimseler arşın etrafında dönen meleklere benzetilmiştir. Meleklerin her an arşın etrafından devr ederek Allah’ı tesbîh ettikleri bilinmektedir. Allah Teâlâ’nın bu hususta “Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbîh edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış hâlde görürsün.”192 187 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 31b. 188 Müslim, “Zekat”, 69. 189 Âl-i İmrân 3/190-191. 190 Zenbilli Ali Efendi, Risâle fi hakkı’d-devrân ve’r-raks (Harput, 11), 123a. 191 Ebû Dâvûd ,“Libâs”, 4. 192 ez-Zümer 39/75. 48 âyetini zikretmesi, insanoğluna hitâben de “Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.”193 diyerek Kâbe’yi devr etmeyi emretmesi, bu eylemin kıymetini belirtmesi açısından önem arz etmiştir. Niksârî’ye göre dönmek kötü bir eylem olsaydı Allah Teâlâ gökleri döndürmezdi ve Kur’ân’da da bunun haramlığına dair açık bir ifade bulunurdu.194 Pezdevî’nin (ö. 482/1089) “Devrânın haram oluşu sarih nass ile sabittir.” sözü gerçek dışıdır. Çünkü bu hususta sarîh bir nass yoktur. Bu konudaki hadîs, papazların elbisesini giyen, onların kullandığı kuşağı kuşanan ve putlara tapan kimseler hakkındadır. Devrân ve raksla Allah’ı zikredenler müşriklere benzetilemez.195 Onlar ancak Kâbe’nin etrafında tavaf eden hacılara veyahut Arş’ın etrafında dönerek Allah’ı tesbîh eden meleklere benzetilebilir. Bu hususta Zenbilli Ali Efendi (öl. 932/1526), “Kim sûfîlerin devrânını müşriklerin raksına benzetirse, bu yanlış bir benzetme olur. Devrân yapanlara iftira etmiş ve sû-i zanda bulunmuştur, hâlbuki sû-i zan küfürdür” demiştir.196 Mesele: Bir mü’min hey’etde, hareketde, libâsda, saçlı olmada, kıblede kâfire benzese kâfir olur mu olmaz mı? Cevap: “Kim bir topluma benzerse, o da onlardandır.” hadîsi bağlamında bir mü’min kâfirin dinine muhabbet ederek benzerse, o kâfirlerden olur. Yani benzemekte muhabbetin söz konusu olması gerekir. Bir mü’min sadece benzemek kaydıyla kâfir olmaz veya bir şey harama benzemekle haram olmaz. Bunda umûmu’l-belvâ vardır. Umûmu’l-belvâ, çokça karşılaşıldığı ve toplumda yaygınlaştığı için mükelleflerin kaçınmasının zor olduğu durumlardır.197 Mesela bir mü’min beyaz gömlek, sade çuka, sarı papuç ve sarı mest giyerek kâfire benzese, dört mezhebe göre kâfir olmaz. Kâfirin dinine muhabbet etmesi şartı aranır.198 Râfizîlere göre mücerred benzemek ile mü’min kâfir olur. Ehl-i sünnete göre ise böyle diyen kimse kâfir olur. Râfizîlere benzeyen Ermeniler çoktur. Birbirlerine sakalda, boyda, ekmek yemekte, su içmekte, beyaz sade ve sarı pabuç giymekte benzerler. Mesele: Râfizîler kâfire benzemeyi ibâdette benzemeye hasrederlerse hüküm ne olur? Cevap: Bir mü’min ibâdette kâfire benzemekle kâfir olmaz. Benzemenin haramlığı âyet ve hadîsle delillendirilmesi gerekir. Misal; zünnâr kuşanmak, putlara secde etmek, güneş doğarken veya tepede veya batarken namaz kılmak gibi şeylerin haramlığı Hz. 193 el-Hac 22/29. 194 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 59b-60a. 195 İnanır, “XVI. yüzyıl Osmanlı Fakih ve Sûfîlerinin Semâ, Raks ve Devrân Tartışmalarında Lehte ve Aleyhte Kullandıkları Hukûki Delîller, 242. 196 Zenbilli Ali Efendi, Risale fi hakkı'd-devrân ve'r-raks (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Harput, 11), 124a. 197 Mustafa Baktır, “Umûmü’l-Belvâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,42/155. 198 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 16a. 49 Peygamber’in kavliyle sâbit olmuştur. Burada benzemek veya muhabbet etmek şartı aranmaz. Eğer âyet veya hadîs de haramlığına dair bir delil yoksa muhabbet etmedikçe benzemek suretiyle o şey haram olmaz. Diyâr-ı Rûm’da yaşayan bir mü’min mücerred ibâdette benzemek kaydıyla kâfir olmaz. Misal bir mü’min ve bir Hıristiyan her ikisi de Hz. İsâ’yı tasdîk eder, Hudâ’nın kelâmını okur. Muhabbet etme kasdı olmadığı takdirde, benzemek sûretiyle haramlık söz konusu olmaz. Mü’min de kâfir de tesbîh taşır, köprü, çeşme binâ inşâ eder, astronomi, tıp, mantık, matematik ilmi öğrenir. Bu örneklerin hepsinde benzemek yönünden ortaklık vardır fakat haramlığına dair bir kavîl söz konusu değildir. Hz. Mûsâ’nın nübüvvetini tasdîk etmede Yahûdîlerle, Hz. İsâ’nın nübüvvetini tasdîk etmede Hıristiyanlarla ibâdette ortaklık söz konusudur. Bunun haram oluşuna dair bir delil yoktur. Fakat Kızılbaş mezhebine göre mücerred benzemek ve iştirâk (ortaklık) haramdır.199 “Devrân rakstır onu ilk ihdas eden Sâmirî’dir.” sözü bağlamında Zenbilli Ali Efendi (öl. 932/1526), devrânın müşriklerin fiili olduğunu, sûfîlerin raksına benzerlik gösterdiğini, bu davranışın Hakk’ı gözeten kimseler nazarında oyun ve eğlenceden ibâret olduğunu ifade etmiştir.”200 Fakat evliyâdan başkası zâhir mana haricinde hüküm veremez. Niksâri’ye göre Mâliki mezhebinden olan Akīl oğlu Ebü’l-Vefâ’ya201(öl. 513/1119) dayandırılan “Raks-ı sûfîyye ve tevâcüdü Sâmirî ihdas etti.” sözü Turtûşî202(öl. 520/1126) yalanıdır.203 Sâmirî’nin yaptığı raks, buzağıya taparak Allah’a şirk koşmaktır. Hâlbuki sûfîler tevhid ehli olup Allah’a ibâdet için devrân etmişlerdir. Hz. Peygamber zamanında Habeşistan’dan mizmar ve def ile oynayan bir grup gelmişti. Hz. Peygamber onların geldiğini duyunca Hz. Aişe'ye (öl. 58/678): “Ey Hümeyrâ, Habeşlilerin oyununu seyretmek ister misin?” diye sormuş; o da "Evet!" cevâbını verince, onun elini tutarak kapıyı açmış ve Hz. Âişe, Hz. Peygamber'in koltuğunun altında Habeşlilerin gösterisini izlemiştir.204 199 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 16b-17a. 200 Zenbilli Ali Efendi, Risâle fi hakkı’d-devrân ve’r-raks (Harput, 11), 123a-b. 201 Ebü’l-Vefâ Alî b. Akīl b. Muhammed b. Akīl el-Bağdâdî (öl. 513/1119) adıyla tanınan bu önemli âlim, Hanbelî geleneğinde akılcılığın kapısını aralamış bir Selefi temsilcisidir. Ancak İbrahim Niksârî, onu Mâlikî mezhebine mensup biri olarak tanıtmıştır. Bu tanımlama, her iki mezhebin semâ' konusunda ortak karşıtlıklarını yansıtan bir ifade olması sebebiyledir. 202 Ebû Bekr Muhammed b. Velîd b. Muhammed b. Halef el-Fihrî et-Turtûşî (öl. 520/1126), Endülüs kökenli bir Mâlikî fıkıh âlimidir. İbrahim Niksârî'nin "Turtûşî" ifadesini kullanmasının sebebi, bu âlimin yanı sıra, onunla aynı görüşleri benimseyen diğer âlimleri de bu mezheb içerisine dâhil etmesinden kaynaklanmaktadır. 203 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701),71a. 204 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/11. 50 Niksârî, İmam Gazzâlî gibi müçtehitlerin semâ ve devrâna cevaz verdiğini belirtmiştir. Haram diyenlerin tekfîr edilmeleri gerekecektir ki bunun fıkhî hükmü ise tövbe etmeleri veya recm edilmeleridir. Çünkü ictihâdî bir konuda ehl-i kıble tekfir edilemez. Ehl-i kıbleyi tekfir etmek ise küfürdür. Tekfiri gerektiren icma, sahâbeler arasında vukû bulan ve mevcudiyeti tevatür ile kesin olarak sabit olan icmadır. Böyle bir icmânın gerçekleştiği de bilinmemektedir.205 Hz. Aişe’nin Habeşlileri izlemesi üzerine nakledilen bir başka rivayet ise şu şekildedir: Habeşliler mescidde oyun oynarlarken ben de Habeşlilere bakıyordum. Hz. Peygamber beni ridasıyla örtüyordu. Hz. Ömer (öl. 23/644), Habeşlileri oyunlarından engellemeye çalıştı. Hz. Peygamber de ona hitâben “Onları bırak! Ey Erfide oğulları, emniyet içinde (oyunlarınıza) devam edin.”206 Bazı rivayetlere göre ise Hz. Peygamber, Yahudilere karşı İslam'ın oyun eğlenceyi yasaklayan, meşrû zevk ve eğlenceyi haram sayan bir din olmadığını göstermek amacıyla Habeşlerin oyunlarına devam etmelerini sağlamıştır.207 Buhârî şârihi olan Aynî’ye208(öl. 855/1451) göre, bu hadîs mescide lu’b’ün cevazına delil olmuştur. Aynı zamanda mübah olan oyuna bakmanın ruhsatını da vermiştir. Çünkü hem Hz. Peygamber hem de Hz. Âişe, Habeşe’nin raksını izlemiştir.209 Buhârî şârihi Kirmâni’ye210(öl. 786/1384) göre ise, Hz. Peygamber’in Hz. Âişeyi Habeşlilerin raksına baktırması bu fiilin ruhsât olduğunun delilidir.211 Hz. Enes (öl. 93/711-712), Hz. Peygamber’den bu konu hakkında hadîsler rivayet etmiştir. Biz Hz. Peygamber’in yanındayken Cebrâîl geldi ve şöyle dedi: “Ümmetin fukarâsı zengin olanlardan yarım gün evvel cennete girecekler. Bu yarım gün ise beş yüz yıla tekâbül eder.”212 Hz. Peygamber bunu duyunca rahatladı ve sahâbeye hitâben ‘Sizin içinizde bize şiir okuyacak kimse var mıdır?’ diye sordu. Bir bedevî vardır dedi ve okumaya başladı: ‘Hevâ yılanı ciğerimizi soktu / O hevâyı bilen için tabîb yoktur / Onu tedâvi edecek veya zehri giderecek ne ilaç ne de doktor vardır / Onu tedavi edecek kimse 205 İnanır, “XVI. yüzyıl Osmanlı Fakih ve Sûfîlerinin Semâ, Raks ve Devrân Tartışmalarında Lehte ve Aleyhte Kullandıkları Hukûki Delîller ve Değerlendirilmesi”, 244. 206 Buhâri, “Kitabu’l-İydeyn”, 25; Müslim, “Kitabu’l-İydeyn”. Hadisin farklı rivayetleride mevcuttur. 207 Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, 55. 208 Ebû Muhammed Bedrûddîn Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed el-Aynî’nin (öl. 855/1451) ‘Umdetü’l-kārî fî şerhi Sahîh-i Buhârî adlı eserdir. 209 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 60b. 210 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Yûsuf b. Alî el-Kirmânî’nin (öl. 786/1384) el-Kevâkibü’d- derârî fî şerhi Sahihi’l Buhârî adlı eserdir. 211 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 61a. 212 İbn Mâce, “Zühd”, 6; Tirmizî, “Zühd”, 37; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (No. 7946). 51 sadece Habîbullâhdır / Onun tedâvisi ve ilacı Habîbullâh katındadır.’ Bunun üzerine Hz. Peygamber semâ edip tevâcüd eyledi ve ashâbda eşlik etti. Hatta o kadar tevâcüd eyledi ki ridâ-i şerîfleri yere düştü. Sonra herkes yerlerine geçti. Ebî Süfyân oğlu Muâviye ‘Ne hoş oyununuz var yâ Rasûllallah’ deyince, Hz. Peygamber ‘Sus, Kerim değildir. Kim dostunun adını işitip hareket etmiye. Bundan sonra ridâ-i şerîfleri dört yüz parçaya bölünüp ashâb-ı suffeye taksîm edildi.’ İmâm Sühreverdî, bu hadîsi hadîs kitablarında bulduğu şekilde naklettiğini bildirmiştir.213 Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye “Sen bendensin, ben sendenim.” buyurması üzerine Hz.Ali mutluluktan semâ edip raks etmiştir. Hz. Peygamber Hz. Ca‘fer’e “Hilkatta ve huyda bana benzedin.” sözü üzerine Hz. Cafer hitâbın lezzetinden semâ edip raks etmiştir.214 Hz. Peygamber Hz. Zeyd’e “Sen karındaşımızsın ve velimizsin.” diyince Hz. Zeyd raks etmiştir.215 Bunlar raks-ı Ali, raks-ı Ca‘fer ve raks-ı Zeyd olarak hadîs kitaplarında yer almıştır. Bu hadîsler, sûfîlerin semâ ve devrânına delil olarak görülmüştür.216 Enʻâm sûresinde zikredilen: “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir.”217 âyetini Kızılbaşlar, “Semâ devrân ve raksın haramlığına delalet eder.” şeklinde yorumlamıştır. Fakat Kadı Beyzâvî bu âyeti, “Dünya amelleri oyun ve eğlenceden ibarettir.” şeklinde tefsir etmiştir. Ebüssuûd’a göre ise dünyaya müteallık olan ameller bu cihetten incelendiği takdirde oyun ve eğlencedir. Papuç dikmek, terzilik yapmak, çift sürmek, yemek pişirmek ve buna benzer işler bu cihetten sayılır. Allah Teâlâ bunların tamamını oyun ve eğlence olarak nitelendirmiştir. Buradaki oyun ve eğlence haram olarak ifade edilmemiştir. Hz. Peygamber’den de dört imamdan da bu konunun haramlığına dair bir nakîl yoktur. “Tüm oyunlar haramdır.” hadîsini sûfîlerin devrânına kıyas edip haram olduğunu iddia etmek doğru değildir. “Kütüb-i usûl’de lügat kıyas ile sâbit olmaz.” denmiştir.218 Faraza mahmûrluk veren her içeceğe hamr ismi verilmediği gibi, kimine boza kimine nebiz kimine de ‘arak denmiştir. Bu sebepten yapılan her hareketi oyun olarak değerlendirmek de mümkün değildir. Kimine nezevân, devrân, 213 Sühreverdî, Avârifü’l-maârif, 2/261. Nevevî bu hadisin batıl olup rivayet edilmesinin haram olduğunu belirtmiştir. “bk.” Ebu’l-Hasan b. Annâkî el-Kenânî, Tenzîhü’ş-şerîati’l-merfûa ‘ani’l-ahbârî’ş-şenîati’l- mevzûa, thk. Abdülvehhab Abdüllatif, Abdullah Muhammed es-Sıddîk ( Kahire: Mektebetü’l Kahire, t.y.), 2/ 295; Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 62a. 214 Buhârî, “Kitabu Ashâbü’n-Nebî”, 10; “Sulh”, 6. 215 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/537 (857) 216 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 63a. 217 el-En’âm 6/32. 218 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 44a. 52 reml, tavaf, semâ, raks, kimine tevâcîd veya ıztırâb kimine de oyun denir. Her ayağa kalkmayı, sıçramayı ve hareketi oyun olarak nitelendirmek de doğru değildir.219 Devrânı savunan kimseler ise “Beni bir toplulukta zikredeni, ben, onu onlardan daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim.”220 hadîsine vurgu yaparak toplu halde zikir yapmanın daha makbul olduğunu kabul edip221 bunu hayatlarına tatbik etmişlerdir. 4. Devrân ve Raksı Mübah Gören Ulemânın Delilleri Niksârî, devrân ve raks konusunda ifade edilen delilleri birkaç kısma ayırmıştır. Bunların en önemlisi âyet, sonra sahîh hadîs-i şerîfler, akabinde kıyas yapılarak elde edilen hükümler, halkın malına zarar ırzına halel veren farzlara ve nafilelere engel haramlığı ittifak olan hükümler şeklindedir. Sonra aşağı tabakadan olan ulemâ-i izâmın kitablarından devrân ve raksın helâlliğine dair nakiller ve deliller getirmiştir. Devrân ve raksı mübah görenler arasında İmam Gazzâlî, Şeyh Sa‘dî, Üsküdârî Mahmûd Efendi yer almıştır. İmam Gazzâlî raksı mübah görmüştür. İhyâü ulûmi’d-dîn’de semâ konusunu iki bölümde ele almıştır. Birinci bölüm semânın mübah olduğunun beyânı, ikinci bölüm dönme âdâbının beyânı şeklindedir. Gazzâlî’ye göre semâ; kalpte vecdi meydana getirir. Bedenin hareketlerinde ise, feryat ve elbiselerini yırtmak şeklinde kendini gösterir. Gazzâlî’ye göre; ilk emir elhânı dinlemektir. Semâ ise kalpte ilahi bir çoşku ve şevk uyandırır, bu da vecd olarak adlandırılmıştır. Vecd, hem ıstılahta hem de lügata göre hüzün anlamına gelir. Vecd halini yaşayan kişinin kalbi coşkuyla sıçramak ister. Bu sıçrama hareketi, amaçsız bir şekilde gerçekleşirse buna raks denilebilir. İmam Gazzâlî, raksın helâlliğini vurguladıktan sonra, âyetlerin ve hadîslerin raksın meşruiyetine işaret ettiğini belirtmiştir.222 Gazzâlî’ye göre, Alalh’ın rahmetinde uzaklaştırılmış bir kalp, katılaşmış ve semâ‘ın lezzetinden mahrum kalmıştır. Hayvanların tatlıdan zevk alamadıkları gibi, katılaşmış 219 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 43b-44a. 220 Buhârî, “Tevhid”, 15. 221 Halil İbrahim Şimşek, “İki Nakşbendî Müceddidinin Devrân Savunması-Mehmet Emin-i Tokâdî (ö. 1745) ve Müstakimzâde Süleyman Sadeddin (ö.1788) Örneği”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, ( 2003), 288. 222 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/723, 750,751. 53 kalp de devrân ve semâ ile tat alamaz.223 Buradan hareketle semâ, kalp ve beden arasında cereyan eden ve Allah’ın lütuflarının tecrübe edildiği bir haldir. Şeyh Sa‘dî (öl. 691/1292) Bostân’nın da raks-ı sûfiyye ve devrânın helâlliğini kimini zımnen kimini ise sarâhaten kırka yakın beyitle izâh etmiştir. Niksârî eserine zımnen olanları değil sarâheten delâlet eden delilleri aldığını belirtmiştir. Kişinin raks ederken ellerini birbirine vurmasının sebebi Hudâ’dan kalbe gelen feyz-i ilâhiyyedir. Bu feyz-i ilâhiden muhabbetullah meydana gelir ve kalbe yerleşir. Kalbine muhabettullah yerleşen kimsenin raksı helâldir. Bostân şârihleri olan Sûdî Efendi (öl. 1007/1599-?) ve Şem’î Efendi (öl. 1011/1602-1603?) bu beytlerin şerhinde, zikr ile raks eden kimsenin her yerinde bir can olduğunu, muhabbetullah sebebiyle her azâsına bir ruh eklendiğini ve o uzvun öncekinden daha kuvvetli olup hareketler meydana getirdiğini söylemişlerdir. Şeyh Sa‘dî’ye göre, bir kimsenin velî olmasına devlet mâni‘ değildir fakat devlete muhabbet etmek ise velî olmaya engeldir. Yani bir kimsenin devlet işine muhabbet etmesi aşk-ı ilâhiye’ye perde olur. Bir kimse devlete olan muhabbetini keserse zikr ile raksın zevkine varır. Günden güne kalbindeki muhabbetullah artınca âlemde var olan her sesin tegannîsini dinler. Kişinin beşeriyet tarafı gâlip olduğunda ses duymaz fakat ruhaniyet tarafı gâlip ise can kulağı açık olur ve devrân ederek ağlar. Bağırıp çağırmaya başlar. Hudâ’dan gelen aşkın tesiriyle dönmeyi bırakıp başlarını yakalarına eğer. Tıpkı Mevlevîlerin devrânları gibi. Mevlevîler de devrânla zikrederken bir müddet sâkin kalıp, ilâhi okurlar, akabinde ruhaniyet tarafları gâlip olduğunda tegannînin de etkisiyle takatleri kalmayıncaya değin yakalarını yırtarlar ve devr ü semâ ederler. Yaptıkları devrile hararet hâsıl olup terlerler ve hırkalarından buharlar çıkar. Ehl-i zikir attıkları na’ra ile dağı yerinden koparır. Bundan maksat münkirlerin vücûdudur. Bu sebepten zikrullah ile meşgul olan dervişi ayıplamamak gerekir.224 Şeyh Sa‘dî’ye göre “Semâ ve raks yapan kimselerin kalplerinde muhabbetullah yoktur.” denilmesi doğru değildir. Onların kalblerinde var olan aşk-ı ilâhi belki herkesten fazladır. Raks ve ilâhiler sebebiyle gül gibi olan kalpler açılır. Arab’ın şiirleri deveyi heyecanlandırıp raksa getirdiği gibi, tegannî ile okunan ilâhiler de kişiyi coşturur. Kişinin kalbine Allah yerleştiğinde ise melekler o kimseye hayran olup hayret içinde bakarlar.225 223 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 70b. 224 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 45a-45b-46a. 225 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/688-689. 54 Üsküdârî Mahmûd Efendi (öl. 1038/1628) devr ve semânın helâlliğini Cüneydî Bağdâdî’nin (öl. 297/909) hikâyesini anlatarak izah etmiştir: “Tûr Dağı’nda fukarâ ile oldum. Hıristiyan kilisesinin altına indik. Zâkirler lahn ve tegannî ile ilâhiler okudular. Hüzünlendik. Hüzün, lugâtte ve hadîslerde vecd manasıyla ifâde edilir. Fukara raks ederek kalktı. Kilise sahibleri ise bize bakıyordu. Papazlardan en tecrûbelisi bize geldi. ‘Sizin dininizde raks ve semâ husûs mudur yoksa umûm mudur?’ diye sordu. Bende 'Zühd şartıyla raks ve semâ husustur.’ dedim. Akabinde papazlar ‘Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlüh.’ diyerek şehâdet getirdi. Deyyâr: İncil’de Allah Teâlâ hazretleri buyurur ki: Nebî’nin âhir zamanda gelen hâs ümmetleri zikr ile hareket eder ve zühd şartıyla semâ katında raks ederler”.226 Bu hikâyeyi Şeyh Sühreverdî (öl. 632/1234) de Avârifü’l-meʻârif ‘te yazmıştır. Pendnâme sâhibi Şeyh Attâr (öl. 618/1221), Tezkiretü’l-evliyâ adlı kitabında bu durumu aynı şekilde nakletmiştir.227 Niksârî eserinde ulemâ’nın delilleri arasında İmam Gazzâlî, Şeyh Sa‘dî, Üsküdârî Mahmûd Efendi gibi şahısların görüşlerine yer vermiş olsa da bu minvalde eser telif eden birçok kimse vardır. Bunların ortak kanaati ise Allah’a yönelik samimi bir niyet ve ibâdet amacıyla gerçekleştirilmiş olmasıdır. 5. Devrânın Helalliğinden Bahseden Fakîh ve Mutasavvıflar Niksârî, Mevlana Celâleddin ed-Devvânî’nin (öl. 908/1502) Şerh-i Heyâkil’de, Kitab-ı Muharrez’de, Kitab-ı Metâin-i Sûfiyye’de, Gunyetü’l Fetâvâ’da, Fetâvâ-yı Sûfiyye’de, Şeyh-i Ekber İbnü’l-Arabî’nin (öl. 638/1240) Fütûhâtü’l-Mekkiyye’de, Ebu Dâvûd’un (öl. 275/889) Sünen’inde, Hüseyin Vâîz’in (öl. 910/1504-1505) Âdâbü’l-Ashâb’ında, Kimyaü’s-Sa‘âde, Hüccetü’n-Neyyire, Ravzatü’l-Ulemâ’ gibi kitaplarda, Develizâde Efendi’nin Müfti Ali Çelebi’nin (öl. 940/1534), Ali Kârî’nin (öl. 1014/ 1605) risalelerinde, İmam Tahâvî (öl. 321/933) Camîu’l-Envâr adlı fetvasında, Ravzatü’l- Ahbâr’da semâ ve devrânın helâlliğine dair delillerin olduğunu belirtmiştir.228 226 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 58a; Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l- Mekkiyye, çev., Ekrem Demirli (İstanbul: Litera Yay., 2012), 439-40. 227 Süleyman Uludağ Tezkiretü’l-evliyâ’ya yaptığı tercümede aslı İbn Arabî’nin Fütûhât-ı Mekkiye’sinde zikredilen Cüneyd-i Bağdâdî’nin Tûr-i Sînâ’da raksettiğine dair anlatılan hikâyenin Tezkiretü’l-evliyâ’nin asıl metinde olmayıp tercümelerde yer aldığı bildirir. Bkz. Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ, çev. Süleyman Uludağ (İstanbul: Semerkand Yayınları, 2013), 27-28. 228 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 62b. 55 Dâvûd-i Kayserî (öl. 751/1350), Sadreddin Konevî (öl. 673/1274), İmam Ali es- Semerkandî (öl. 373/983), Zeyneddin Hafî (öl. 838/1435), Abdülvehhâb eş-Şa’rânî (öl. 973/1565), Molla Arab (öl. 938/1531), Kadı Karamânî kitaplarında devrânın helâlliğine dair fetva vermiştir. Niksârî, Molla Arab’ı devrâna cevaz verenler arasında zikretmiştir fakat bu şahısın vaazlarında semâ ve devrânın aleyhine konuşmalar yaptığı bilinmektedir. Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi (ba‘de’r-rucû‘)229 (öl. 982/1574), Şeyhülislâm Esad Efendi (öl. 1166/1753), Şeyhülislâm Bostanzâde Efendi (öl. 1006/1598), Şeyhülislâm Bahâî Mehmed Efendi (öl. 1064/1654), Şeyhülislâm Mes’ud Efendi (öl. 1066/1656), Şeyhülislâm Kemalpaşazâde Efendi(ba‘de’r-rucû‘) (öl. 940/1534), Ekmelpaşazâde semâ ve devrânın helâlliğini kabul etmişlerdir.230 6. Muhtelif Fıkhî ve Tasavvufî Kitapların Semâ ve Devrâna Bakışı Osmanlı Devleti’nin bulunduğu coğrafya ve sahip olduğu kültür önceki devletlerin bir mirasdır. Bu devletlerin çoğu itikadi manada ehl-i sünnet çizgisinde idiler. Osmanlı Devleti de bu hukuki devamlılığı sürdürerek yüzyıllar boyunca oluşmuş zengin ilmî geleneğe sahip çıkmış, fetvalarında bu görüşlere yer vermiştir.231 Dolayısıyla şeyhülislâmların vermiş olduğu fetvalarda veya müelliflerin telif ettiği kitaplarda, fikirlerini ispat mahiyetinde bu zengin mirasa dair en sahih görüşleri eserlerine aldıkları görülmüştür. Niksârî de eserini telif ederken bu ilmî geleneğe sahip çıkmış önceki müelliflerin yazmış olduğu eserleri bizlere aktarma hususunda gayretli davranmıştır. Bu konuyla alakalı fikir ve görüşlere yer vermiştir. Niksârî’nin bir araya topladığı görüşler şu şekildedir: Kitâb-ı Vasît’te semâ ve raksın mübahlığına hükmedilmiştir. 232 Kitâb-ı Minhâc’a göre, avratlanmak ve kırklanmak gibi durumlar olmadığı sürece sıkıntı yoktur. Onu ancak Allah Teâlâ bilir.233 Kitâb-ı Kifâye’de de böyle beyân edilmiştir. 234 229 "Ba‘de’r-rucû" ifadesi ile kişinin hayatının ilerleyen dönemlerinde semâ-devrâna dair olumsuz kanaatini yumuşattığı vurgulanmak istenmiştir.. 230 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 62b. 231 Ahmet İnanır, “İbn Bahhâeddin’in‘Risâle alâ Risâle Ali Çelebi fi’d-deverân ve’r-raks’ Adlı Eserinin Tahkik, Tercüme ve Değerlendirilmesi”, Gaziosmanpaşa Üniveersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1/2(2013), 129. 232 Gazzâlî, el-Vasît fi’l-fıkh, 7/352. 233 Nevevî, Kitab-ı Minhâc, 345. 56 İmâm Yâfiî de Kitabü Neşru’l-Mehâsin’de: “Her bir uzuv için semâ meclisinde nasîb vardır. Öyle bir şey ki göze vâki olur göz ağlar, lisâna vâki olur feryâd eder, ele vâki olur elbisesini parçalar, ayağa vâki olur raks eder.” 235 İmâm Süyûtî el-Hâvi li’l-fetâvâ’da, sûfî cemaati hakkında şu bilgileri vermiştir: “Onlar zikir meclisinde cem’ oldular. Bir şahıs kalktı ve okudu. Bu zikir ve okumanın üzerine sürekli devr ettiler. Burada inkâr durumu var mıdır? Sûfîlerin bu hâllerinde inkâr durumu yoktur. Sûfîlerin hâllerinde raksa benzer durumlar söz konusu olursa inkâr olmaz. Hz. Peygamberin önünde Cafer bin Ebî Tâlib’in raksı vârid olmuştur. Hz. Peygamber bu durumu inkâr etmemiş ve kerih görmemiştir. Bu sebeple bu durum takrîrî sünnet olmuştur.236 İmâmlardan Sirâceddîn Bulkînî237 (öl. 805/1403) ve şeyhülislâm olan İzzeddîn İbni Abdullah238 (öl. 660/1262) raks ile zikrden kimselerdendir. Buradan hareketle İslâm kaynaklarında semâ ve raksın mübah olduğuna dair ifadeler yer almakta ve âlimlerin bu durumu kabul ettiği anlaşılmaktadır. 7. Devrân ve Raksı Haram Sayanların Hukûkî Delilleri 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde cereyan eden tartışmaların en önemlilerinden biri, semâ ve devrânın meşru olup olmadığı meselesidir. Bu hususta onlarca kitap telif edilmiş, risaleler yazılmış, fetvalar verilmiştir. Bu konudaki tartışmaların asırlardan beri sürdüğü düşünülürse bazı kitapların diğerlerine kaynaklık teşkil ettiği görülmüştür. Fukaha raksın ölçülü, ızdırabı ise ölçüsüz hareketler olarak kabul etmiş ve her ikisinin de haram olduğunu iddia etmiştir. “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken, hep Allah’ı anarlar.”239 âyetinin raksın meşruluğuna değil, zikrin faziletine delalet ettiğini iddia etmişlerdir.240 234 Ebu Şucca, Kifayetü’l-ahyar, 343-350. 235 Ebû Muhammed Afîfüddîn el-Yâfiî el-Yemeni, Neşrü’l-mehâsin, 240-241. Kitabın tam adı Neşrü’l- mehâsini’l-gāliye fî meşâyihi’s-sûfîyye ashâbi’l-makāmati’l-âliye’dir. Eserde Ehl-i sünnet ulemâsının kerametine dair görüşler yer alır. 236 İmam Süyûtî, el-Hâvi lil fetâvâ, 2/282-283. 237 Adı Ebû Hafs Sirâcüddîn Ömer b. Reslân b. Nâsir b. Sâlih el-Kinânî’dir. Şâfiî fakihidir. 238 Adı Ebû Muhammed İzzüddîn Abdülazîz b. Abdisselâm b. Ebi’l-Kāsım es-Sülemî ed-Dımaşkī’dir. Kendisi “sultânülulemâ” ve “şeyhülislâm” lakaplarıyla da anılmaktadır. Şâfiî fakihidir. 239 Âl-i İmrân 3/191. 240 İbn Kemal, Fetâvâ-yı İbn Kemal (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Nuruosmaniye, 1967), 75b, 79a-b. 57 Fukahâya göre semâ devran ve tegannînin haramlığı; âyet, hadîs, kıyas ve icmâ ile sabittir. Onlara göre İmam Şâfiî’nin semâ ve devrân hususunda vermiş olduğu fetva doğru değildir.241 Devrân hakkında ortaya çıkan tartışmaların başında cehrî zikrin câiz olup olmadığı meselesi gelmektedir. Onlara göre “Sözü açık söylesen de, muhakkak O, gizliyi de, ondan daha gizlisini de bilir.”242 âyeti kendilerine delil olarak ileri sürmüşlerdir. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen ve gören Rabbimize bir şey işittirmek ve duyurmak söz konusu olamaz.243 Niksârî, semâ ve devrânın haram olduğunu iddia eden kimselerden örnekler vermiştir. Câmiu’l-Fetâvâ’da “Devrânı helâl kabul eden kimse kâfir olur.” sözü ve yine aynı kitaptan “Sûfîlerin devrânı haramdır, onlara katılmak haramdır, haramı helâl kabul eden kimse ise kâfirdir.”244 sözleri bunlardan biridir. Bezzâzî’ye245 (öl. 827/1424) göre sûfîlerin zikir meclislerindeki devrânı oyundur ve haramdır, kötü bir fiil olduğu için imamın onu yasaklaması gerekir sözü bu minvalde zikredilmiştir. Pezdevi’ye (öl. 493/1100) sûfîlerin devrânını çirkin bir fiil olarak kabul etmiş, haram olduğunu ifade etmiştir. Zemahşerî ise “Eğer sen sözü açıktan söylersen, bilesin ki o gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.”246 âyetini cehrî zikir ve devrânın haramlığına delalet eder şeklinde tefsîr etmiştir. Zemahşerî (öl. 538/1144), “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.”247,“Allah Teâlâ kendisinin onları sevdiği ve onların da onu sevdiği mü’minlere karşı alçak gönüllüdür.”248 âyetlerinin tegannî, na’ra, devrân ve raksın haramlığına delalet ettiğini belirtmiştir.249 Fukaha’ya göre sünnete muhalif olan hâl ve davranışlar bid‘at olarak isimlendirilir. Devrân da bi‘attir. Çünkü dine sonradan dâhil olmuştur. Enʻâm sûresinde zikredilen “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir.”250 âyetini Kızılbaşlar semâ, devrân ve raksın haramlığına delil olarak ileri sürmüştür.251 241 İbn Kemal, Fetâvâ-yı İbn Kemal (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Darü’l Mesnevî, 118), 28b-29a. 242 Tâhâ 20/7. 243 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 244 Zenbilli Ali Efendi, Risâle-i fi hakkı’d-devrân ve’r-raks (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Harput, 11), 123a. 245 Hâfızüddîn Muhammed b. Muhammed b. Şihâb el-Kerderî el-Hârizmî el-Bezzâzî’ nin el-Fetâva’l- Bezzâzî’ye adlı eseridir. 246 Tâhâ 20/7. 247 Âl-i İmrân 3/31. 248 el-Mâide 5/54. 249 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701),69a- 69b. 250 el-En’âm 6/32. 58 Devrânı haram sayanlar “Bir kavme benzeyen onlardandır.”252 hadîsini delil getirmişlerdir. Devrân oyundur ve icmâ ile haramdır. “Devrân rakstır onu ilk ihdas eden Sâmirî’dir.” Devrân müşriklerin fiilidir. Sûfîlerin raksı da onlara benzerlik gösterir. Bu davranışın Hakk’ı gözeten kimseler nazarında oyun ve eğlenceden ibâret olduğu aşikârdır.”253 Fukahaya göre, zikir ancak edep ile ve riyâya sebep olmayacak şekilde gerçekleştiğinde ibâdet olarak zikredilebilir. Zirâ Hz. Peygamber’i dinleyen ve onunla zikir eden sahabiler başlarında kuş varmışçasına dinleyerek edepli bir şekilde oturduklarını belirtmiştir.254 Devrâna karşı çıkan görüşleri üç kısımda değerlendirmek ve özetlemek mümkündür. Birincisi, devrân oyun ve eğlencedir bu sebeple haramdır. İkincisi, devrân bid‘attir. Üçüncüsü ise sesli zikir yapmak riyâya sebep olacağı için câiz değildir.255 Sonuç olarak dinî konulardaki tartışmalar ve farklı görüşler her zaman olmuştur. Fukahanın bid‘at olarak nitelendirdiği devrân, bazı gruplar tarafından haram kabul edilirken, diğerleri tarafından mübah hatta ibâdet olarak görülmüştür. Buradan hareketle devrânın haramlığına dair kesin bir nassın olmayışı ihtilafa sebep olmuştur. Fakat bu husustaki ortak kanaat ise zikir yaparken edep ve ihlâsın korunması gerektiğidir. 8. Devrâna Karşı Çıkanların Özellikleri Niksârî devrâna karşı çıkan kimselerin; teheccüd, duha ve evvâbîn namazlarını kılmadıklarını, Kadir, Regaib ve Berat namazını, tasliye ve tarziyeyi, müsâfaha yapmayı, Hızır ve İlyas kırklarını, ölünün ruhuna hibe edilen biş-i cân aşını, kabir ziyâretini, salavât-ı şerîfenin fazîletini, Şeyhi Ekber Hazretlerinin Müslümanlığını inkâr ettiğine vurgu yapmıştır. Hz. Peygamber’in anne ve babasının cehennemde olduğuna inanmışlar ve Hz. Hasan ve Hüseyin’in şehit olduklarını inkâr etmişlerdir. Sa‘düddîn et- Teftâzânî ve Muhammediyye256 sahibi gibi ulemâ-ı müteahhirîn ve mütekaddimînin Yezîde yapılan lânetinin caîzliğini inkâr etmişlerdir. Niksârî bu kimseleri, İmam 251 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 43b. 252 Ebû Dâvûd, Libâs/4; Ahmed Hanbel, el-Müsned, 11/50 253 Zenbilli Ali Efendi, Risâle fi hakkı’d-devrân ve’r-raks (Harput, 11), 123a-b. 254 İbn Kemâl, Risale fi beyâni’r-raks ve’d-deverân (İstanbul: Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, 858), 207a. 255 H. İbrahim Şimşek, “İki Nakşibendî MüceddidininDeverân Savunması–Mehmed Emin-i Tokâdî (ö. 1745) ve Müstakim-zâde Süleyman Sadeddin (ö. 1788) Örneği-“, Tasavvuf (2003), 288. 256 Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’ye (öl. 855/1451) ait bir eserdir. 59 Hüseyin’i şehit eden Şimr-i La’î’nin sarığını taklit eden kimseler olarak tanımlamıştır.257 9. Niksârî’nin Devrâna Karşı Çıkan Kimseleri Değerlendirmesi Niksârî, Ehl-i sünnet olan fukahânın semâ, devrân ve raks-ı sûfiyyeyi inkâr etmediğini, âlim ve fakîhlerden sûfîlerin icrâ ettiği semâ ve devrânı inkâr edenlerin âkibetinin imansız gitmek olduğunu belirtmiştir. Niksârî, Dürer’de258 tegannînin lehv ü lu’b olduğu ve tüm dinlerde haram olduğu bilgisinin doğru olmadığını iddia etmiştir. Niksârî, Mutarrizî’nin259 (öl. 610/1213) kitabında mevzû, münker ve bâtıl hadîsler ihtiva ettiğini İdrâkü’t-tahkîkîyyeti fî tahrici ehâdis’it-tarîkâti’yi delil göstererek açıklamıştır. Niksârî, Berkī’nin260 (öl. 274/887) Allah ve resûlünden korkmadan mevzû hadîs ihdas ettiğini, Hz. Peygamber’den rivayet ettiği hadîsle ispatlamaya çalışmıştır. “Ahir zamanda deccal ve kezzâblar vardır. Sizin ve muhâddis olan babalarınızın işitmediği hadîsleri nakl ederler. Deccal ve kezzâb vâiz ve âlimlerden kendinizi uzak tutunuz sizleri idlâl etmesinler.”261 Bu hadîse göre Niksârî, Berkī’nin kitabıyla amel edip okuyan ve okutanların deccal ve kezzâb olduğunu ifade etmiştir. Hz. Peygamber’e yalan yere hadîs isnâd etmenin haram olduğunu ve cehennem azâbını gerektirdiğini bildirmiştir. “Bir kimse benim üzerime yalan söylerse o cehennemdedir.”262, “Bir kimse kasden benim üzerime yalan isnadında bulunursa ma’kadına ateşten yer ayarlasın.”263 hadîsleri Hz. Peygamber’e yalan isnâdında bulunmanın tehlikesini belirtmiştir. Bezzâzî’ye, devr ve semâ hakkında ehl-i fıskın yani cengîlerin ve cingânelerin raksını kötülemiştir. Onun söylediği söz namazlarını terk eden garaz-ı raksile lu’b, def ve mizmâr dinleyenleredir. Niksârî, Bezzâzî’yenin sûfilerin zikri, devrânı ve raksın haramlığına dair bir bilgi aktarmadığını belirtmiştir. Bu bilgi doğru olsa bile bir şeye delilsiz haram demenin mümkün olamayacağını ifade etmiştir.. 257 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 67b-68a. 258 Müellifi Molla Hüsrev’dir (öl. 885/1480). Kendisinin fıkha dair Gurerü’l-ahkâm eserine yazdığı şerhdir. 259 Adı Ebü’l-Feth Burhânüddîn Nâsır b. Abdisseyyid b. Alî el-Mutarrizî el-Hârizmî’dir. Arap dili ve edebiyatı âlimidir. 260 Adı Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Hâlid el-Berkī’dir. İmâmiyye mezhebine mensup Şiî fakihidir. 261 Müslim, “Mukaddime”, 7. 262 Buhârî, “İlim”, 38; Müslim, “Zühd ve Rekâik”, 72; Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el- Kazvînî, “es-Sünen”, nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkī (Kahire: Dâru İhyâ Kütübi’l-Arabiyye, 1336/1918), “Sunne”, 4; Müslim, “Mukaddime”, 3. 263 Buhârî, “İlim” 38; Müslim, “Mukaddime”, 2-4. 60 Niksârî; Bezzâzî’ye, Kırk Emre (öl. 822/1420) ve Pezdevî’ye (öl. 482/1089) bir konuya haram demesiyle o şeyin haram olmayacağı, edille-i erba‘a’dan delillendirmeleri gerektiğini bildirmiştir. Müftî Ali Halebî risâlesinde bu şahısların ilm-i kelâm ve ilm-i usûl bilmeyip câhil olduklarını açıklamıştır. Hüccetü’n-Neyyire’yi telif eden Ömer Efendi ve Abdülehad Efendi (öl. 1061/1651), Bezzâzî’ye, Kırk Emre ve Pezdevîye’nin i’tizâle müte‘allik bilgilerini beyân etmiştir. Niksârî’ye göre, Zemahşerî (öl. 538/1144), devr ve semâ karşıtı olduğu hâlde haramlığına dair delil olarak âyet ve hadîs getirmemiştir. İmam Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), Zemahşerî’ye hitâben “Evliyâullah üzerine ta‘n ettiği için sözleri geçersiz oldu.” demiştir. İmam Ali Semerkandî (öl. 373/983) tefsirinde Zemahşerî’nin, evliyalar hakkındaki olumsuz eleştirilerinde aşırıya kaçmasını, bâtınî sapkınlığına ve ehl-i Hakk’a olan düşmanlığına bağlamıştır. Sa‘düddîn et-Teftâzânî (öl. 792/1390),264 Keşşâf tefsirine yazdığı hâşiyesinde evliya üzerine ta’n eden Zemahşerî’ye karşı onu uyarıcı sözler serdetmiştir. Buradan hareketle, hakkında kesin bir hüküm bulunmayan konularda aşırıya giderek hüküm vermek doğru değildir. Bu hükümleri kabul edip uygulayan veli ve evliyalara olumsuz bir bakış açısıyla yaklaşmak da aynı şekilde yanlıştır. Yapılması gereken, bu kişilere gereken hassasiyeti göstermektir. Bu sayede nice keşf kapıları açılmış olur. E. Lahn ve Tegannî Lahn, bir eserin melodik ve ritmik yapısını ifade ederken; tegannî ise sesin, nağmeyle bir bütünlük içerisinde söylenme şeklidir. Bir eserin ya da Kur'ân'ın dinleyici üzerinde bir etki yaratması için, lahn ve tegannî ile okunması gerekir. Bu sayede lahn ve tegannînin kulağa değil aynı zamanda rûha hitâbı da gerçekleşmiş olur. 1. Lahn ve Tegannî’nin Tanımı Tegannî, Arapça “gınâ” kökünden gelmiştir. Terim anlamı, Kur’ân’ı Kerîm okurken sesi güzelleştirmek, manaya göre seste mutluluk ve hüznü ortaya çıkarmak, sesi 264 Sa‘düddîn Mes‘ûd b. Fahriddîn Ömer b. Burhâniddîn Abdillâh el-Herevî el-Horâsânî et-Teftâzânî’nin Hâşiye ‘ale’l-Keşşâf (Şerhu’l-Keşşâf) adlı eseridir. 61 yükselterek bir söz mırıldanmak ve heyecan verici şekilde okumak şeklinde ifade edilmiştir. Kelimenin bulunduğu konuma göre en uygun anlam tercih edilir.265 Lahn “l-h-n” Arapça bir kelimedir. Sözlük anlamı nağme, ezgi, melodi, makam, kıraatte dilde ve i’rapta hata etmek, anlaşılmayacak şekilde konuşmak, doğrudan sapmak gibi anlamlarda kullanılmıştır. Terim anlamı ise harfleri ve kelimeleri okurken yanlış okumaktır. Kur’ân’ı Kerîm’de bir âyette geçen lahn kelimesi (Muhammed 47/30)266 “ima, ta’riz, kinaye”, hadîslerde ise “ezgi, nağme, tegannî” anlamlarını ihtiva etmiştir.267 İncelemiş olduğumuz eserde ise lahn kavramı sesi güzelleştirerek okumak anlamında kullanılmıştır. 2. Tegannî ile Zikretmenin Hükmü Allah’ı birlemek, dil ile ikrar ve kalp ile tasdîk etmekle mümkün olur. Diliyle “Lâ ilâhe illallah” deyip kalbiyle inanması her Müslümana farzdır. Bir kimse bu farzı cehr ile ikrar ederse o kişinin Müslüman olduğuna hükmedilmiştir. Hz. Peygamber zamanında Üsâme, savaşta bir kâfire gâlip gelmek üzereyken, kâfir korkusundan “Lâ ilâhe illallah” dediği hâlde onu katletmiştir. Bu durumu sahâbe Hz. Peygamber’e iletmiş, Hz. Peygamber de Üsâme’ye hitâben “Niçin onu öldürdün?” demiştir. Oda kalbiyle değil korkusundan diliyle “Lâ ilâhe illallah” dedi buyurunca, Hz. Peygamber ise “O adamın kalbini yarıp baktın mı, bir daha böyle yapma demiştir.”268 Bu olay üzerine Hz. Peygamber: Bir kimse cehr ile “Lâ ilâhe illallah” deyip Allah’dan başkasına ibâdet etmez ise, onun malı ve canı haramdır. Eğer kalbiyle “Lâ ilâhe illallah” demez ise hesabı kıyamet gününde Allah üzerinedir.269 demiştir. Bu hadîsten hareketle gerek tegannî ile gerek tegannîsiz cehr ile “Lâ ilâhe illallah” denildiği takdirde e’imme-i müfessirîn ve muhaddisîn İslamına hükmetmiş yani Müslüman olarak kabul etmiştir. İmâm-ı Muhammed’e göre bir helâl bir helâle karışsa cemîʻi helâl olur. Bu kural 265 İbn Manzûr, “Tegannî”, 15/135-140; Râgıb el-lsfehânî, “Tegannî”, 366; H. Yunus Apaydın, “Mûsiki”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 31/261. 266 “Biz dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları, konuşma tarzından da tanırsın. Allah yaptıklarınızı bilir.” Muhammed 47/30. 267 İbn Manzur, “Lahn”, 13/ 379-383; Râgıb el-lsfehani, “Lahn”, 738; Abdurrahman Çetin, “Lahn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 27/55. 268 Müslim, “İmân”, 158. Bu hadisin farklı rivayetleri mevcuttur. 269 Ibn Hanbel, el-Müsned, 3/ 472. Hadisin orijinali farklıdır. 62 babında zikrettiğimiz takdirde de gerek tegannî ile gerek tegannîsiz cehr ile “Lâ ilâhe illallah” demekte bir sakınca yoktur.270 3. Tegannînin Kısımları Tegannî birkaç kısımdır: Birincisi haram olan tegannî, ikincisi hem helâl hem de haram olan tegannî, üçüncüsü ise helâl olan tegannîdir. Tegannî yapan veya dinleyen kişi bakılması haram olan (kadın veya genç oğlan) kimselerden ise bi’l-ittifak haramdır. Kadını veya genç oğlanı överek medh edici ifadeler kullanan şairlerin şiirlerini veya beyitlerini okumak ve dinlemek de haramdır. Çünkü şiirin helâli ve haramı vardır. Okuması helâl olan şiirler arasında gazeliyât, murabbaʻlar, Muhammediye, Mesnevî-i Şerîf, Mevlid-i Şerîf zikredilebilir. Ehl-i sünnet olan fukaha, kadın veya oğlanı medhederek yapılan tegannîyi câiz görmemişler ve haramlığına hükmetmişlerdir. Bakılması haram olan kişi bir şiir veya beyti lahn ve tegannî ile okursa haram olur. Yani namahrem olan bir kimsenin lahn ve tegannî ile ilâhiler, Muhammediyye ve Mevlid kitablarından okuması haramdır. Bu hususta İmâm Gazzâlî İhyâü ulûmi’d-dîn’de, Kuşeyrî’nin (öl. 465/1072) Zünnûn el-Mısrî (öl. 245/859 [?]) hakkındaki görüşlerine yer vermiştir. Ona göre semâ yani lahn ve tegannî dinlemek feyz-i Hak’tır. Öyleki kalpleri Hakk’a sevkeder. Onu hakkıyla dinleyen kimse hedefe varır, şehvet kastıyla dinleyen ise zındıklaşır. Bakılması helâl olan bir kimse okuması helâl olan şiir ve beyti lahn ve tegannî ile okur veya dinlerse ehl-i sünnete göre bi’l-ittifâk helâldir ve mübahdır.271 4. Tegannî’nin Helal Olduğuna Dair Deliller Bazı fakih, âlim ve müçtehid imamlara göre, lahn ve tegannî; riya, itibar, kötü niyet ve dünya nimetlerini elde etme gayesi taşımadığı müddetçe helâl olarak kabul edilmiştir. Niksarî, eserinde lahn ve tegannî hususunda Hz. Peygamber’in hadîslerine ve fukâhanın görüşlerine yer vererek helâlliğini ispatlamaya çalışmıştır. Hz. Peygamber’in “Kur’ân’ı seslerinizle süsleyiniz.”272 hadîsi, Kur’ân okumalarında lahn ve tegannî yapılmasını teşvik etmiştir. Şirʻatü’l-İslâm’ın şârihi Yahya bin Bahşî 270 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 2b-3a. 271 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 3b-4b-5a. 272 Buhâri, “Tevhid”, 52; “Fezâilü’l-Kur’an”, 31; Müslim, “Müsâfirîn”, 235-236; Ebû Davud, “Tefriu’ ebvabi’l-vitr”, 20; İbn Mâce, “İkâmetu’s-Salavât”, 176; Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî en- Nesâî, es-Sünen, nşr. Ebû Tâhir Zübeyr Ali Ziî (Riyad: Dâru’s-Selâm, 1430/2009) ,“İftitah”, 83, 96; İbn Hanbel, el-Müsned, 4/ 285. 63 (öl. 840/1436) bu mahalde iki rivayetin var olduğunu, ilki “Sesinizle Kur’ân’ı güzelleştiriniz.” hadîsi diğeri ise “Kur’ân’ı seslerinizle güzelleştirin.” şeklinde olduğunu zikretmiştir. İkinci vechin sahîh olduğunu belirtmiştir. 273 Bu durumda, lahn ve tegannînin Kur’ân okunurken kullanılması, sesin lafzı ve manayı etkileyici ve güzel bir hâle getireceği anlamına gelir. Dolayısıyla, bir kişi hüzün verici bir lahn ve güzel bir ses işittiği zaman heyecanlanması, lahnın lafzı ve ma’nâyı güzelleştirdiğinin delilidir. Niksârî “Arab’ın lahinleriyle Kur’ân’ı okuyunuz.”274 hadîsinin lahn ve tegannînin cevazına işaret ettiğini vurgulamıştır. Vankulu Tercümân-ı Sıhah’da275 ise lahnın, sesin boğazda güzel bir şekilde titretilmesiyle ifade edilen anlamı bulunduğunu belirtmiştir.276 Bu ifade, Kur’ân’ı okurken sesin zarif bir şekilde kullanılmasının önemini ve güzelliğini yansıtmıştır. “Allah Teâlâ nebîsine izin verdiği kadar başka bir kimseye izin vermemiştir. Öyle ki Kur’ân’ı tegannî ile cehr ederdi.”277 Hadîs şerhlerinde, tegannî teriminin ya cehrî okumak ya da ref‘i savt ile okumak anlamına geldiği vurgulanmıştır. Çünkü sessiz bir şekilde tegannî mümkün değildir. İbni Melek, Ebû Hanîfe ve bazı selef âlimleri, tegannînin mübah olduğunu ve Kur’ân’a olan bağlılıklarını ifade etmek için tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Meşârik şârihî Şeyh Ekmel (öl. 786/1384) ise, İmâm Şâfiî’nin (öl. 204/820) zikredilen hadîsten sonra lahinlerle kıraati câiz gördüğünü beyân etmiştir.278 Bu da, lahinlerle kıraatin helâl olduğunu göstermiştir. Bu bilgilere göre, Kur’ân’ı tegannî etmek ve cehrî olarak okumak, mübah olarak kabul edilmiştir. Konuyla ilgili başka bir hadîste nakledildiğine göre, “Kur’ân’ı tegannî ile okumayan bizden değildir.”279 Gınâ; nağme, hoş sadâ, şiir terennüm etmek gibi anlamlar ihtiva eder.280 Buradaki tegannî ile kastedilen terennüm ve elhânla Kur’ân okumaktır. Meşârik şârihi olan İbni Melek (öl. 821/1418), Hz. Peygamber’in bu sözünden murâdının halkı 273 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 5b. 274 Hadis kaynaklarda bulunamamıştır. 275 Vankulu (öl. 1000/1592) Cevherî’nin es-Sıhâh adlı Arapça sözlüğünün tercümesini yapan kişidir. 276 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 6a. 277 Müslim, “Salâtü’l-Müsâfirîn ve Kasruhâ”, 234; Buhârî, “Fedâilu’l-Kur’ân”, 19; Nesâî,” İftitah”, 83; Buhârî, “Tevhid”, 32; Ebû Dâvûd, “Tefriu’ ebvabi’l-vitr”, 20; Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân b. el-Fazled-Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 34; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakī, es-Sünenü’l- kübrâ, thk. Muhammed Ziyâurrahman el-A’zamî (Riyad: Advâ’u’s-Selef, 1420/1999), 3/20; ter. “Allah Teâlâ, güzel sesli bir Peygamber’in Kur’ân’ı tegannî etmesini, onu yüksek sesle okumasını dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlememiştir.” 278 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701),6a-6b. 279 Buhârî, “Tevhid”, 44; Ebû Dâvûd, “Tefriu’ebvabi’l-vitr”, 20; İbn Mâce, “İkâmetu’s-Salavât”, 176; İbn Hanbel, el-Müsned, 1/175; Dârimî, “Salat”, 2/933(No:171); Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, , 2/72. 280 İbn Manzûr, “Gınâ”, 15/139-140. 64 tegannîye muhabbet ettirmek olduğunu beyân etmiştir. Tegannî ile okumayan ümmetimden değildir manası kastedilmemiştir. Râfizîler, Hz. Peygamber’in bu hadîsten maksadının, tecvîd ile okumak olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak eğer bu doğru olsaydı “Tecvîd ile okumayan kişi bizden değildir.” şeklinde bir ibare kullanılırdı.281 Niksârî bu konu altında yapılmış olan tartışmalara soru–cevap tekniğiyle yanıtlar vermiştir. İmam Şâfiî, lahinle olan kıraati lafzı değiştirmemek ve Kelâm-ı Bârî’nin nazm-ı şerîfine halel getirmemek şartıyla kabul etmiştir.282 Birinci cevap: Münkirlerin eleştirisi Halvetiye meşâyihinin tegannî ile okudukları ilâhileredir. İmâm-ı Şâfiî, lahinlerin lafzı değiştirdiğini belirtmemiştir. Onun bu kelâmı münkirlere delil olmaz. İkinci cevap: Kutbü’s-sûfiye olan Üsküdârî Mahmûd Efendi hazretlerinin huzûrunda mukaffâ şiiri lahn ve tegannî ile okunurdu. İlâhilerin içlerinde lafzatullâh ve “Lâ ilâhe illallah” kelimeleri vardı. İlâhiler lahn ve tegannî ile okunurken onları men‘ eylemedi ve lafzı değiştirirsiniz dememiştir. Üçüncü cevap: Hz. Peygamber’in huzurunda lahn ve tegannî ile kasîdeler okunurdu. Bu kasîdeleri ve ilâhileri dinlediği hâlde onları engelleyip lafzı değiştiriyorsunuz dememiştir. Dördüncü cevap: Lafzı değişirse manası da değişir dememiştir Beşinci cevap: Allah Teâlâ Kur’ân’da tegannî haramdır da dememiştir. Bir şeyi haram kılmak Allah ve rasûlüne mahsustur. Haramdır ifadesi, ahirette Rabbi tarafından cezalandırılır ve azaba çarptırılır manasındadır. Allah’ın haram etmediği şeye haram demek kişiyi küfre götürür. Altıncı cevap: Râfizîler kendileri için âyet ve hadîsle amel ettiklerini iddia edip, bunlarla âmel etmeyenlere kâfir isnadında bulunmuşlardır. Ehl-i sünnet bir şeyin haram olduğuna dair delil olarak âyet ve hadîs talep ederken, bununla amel etmeyenler Şiî veya Mûtezilî veyâhud bir Dürzî’nin kitabını delil olarak ileri sürmüşlerdir. Yedinci cevap: Hz. Peygamber’in huzurunda Kur’ân lahn ve tegannî ile okununca, onlara lafzını değiştirip nazm-ı şerîfine halel veriyorsunuz, lafzı değişen şeyin ma’nâsı da değişir ve günahkar olursunuz denilmemiştir. Fukahâ-i izâm Kur’ân’ın lafzını lahn ve tegannî ile tağyîr edip nazm-ı şerîfine halel vermeği câiz görmemiştir. Şeyh Ekmel (öl. 786/1384) “Kur’ân’ı tegannî ile okumayan bizden değildir.” hadîsini şerh ettikten sonra kelâm-ı Bârî’nin nazmına halel gelmediği sürece Kur’ân’ı lahn ve tegannî ile okumak güzeldir ve müstehabtır, demiştir. 281 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701),7a. 282 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/686. 65 Berkī, Şeyh Ekmel’in aktardığı bir söze göre, lahn ve tegannînin fazlalığından dolayı Kur’ân harfleri anlaşılmaz hâle gelirse, buna bid’at-ı şenî’a denir.283 Kur’ân’ın lafzı değiştirilmediği sürece ve nazmına zarar gelmediği müddetçe, lahn ve tegannî ile okumak câizdir ve mübahdır. Ancak, lahn ve tegannîyle beraber lafızlar değiştirilir ve nazmına zarar verilirse, Şeyh Ekmel’in de ifade ettiği gibi, bu durum bidʻat-ı şenîʻa olarak kabul edilir ve kesinlikle haramdır.284 Mesele: “Allah” ve “Lâ ilâhe illallah” kelimesi Kur’ân’dan değil midir, lafzını lahn ve tegannîyle tağyîr edersiniz? Birinci cevap: Kur’ân’dan olur veya olmaz. Kur’ân niyetiyle okunursa Kur’ân’dan olur. O niyetle okunmazsa Kur’ân’a ıtlâkı sahîh olmaz. “Lâ ilâhe illallah” kelimesine kelime-i tehlîl ve tevhid denilmiştir. İsim kelimesine ism-i Zât ve ism-i Aʻzam ve ism-i Celâl denilmiştir. İkinci cevap: Eğer Kur’ân’a ıtlâkı sahîh olsaydı yanı üzerine, keşf-i ʻavret eylediği hâlde ve cenâbet iken “Allah” demek ve “Lâ ilâhe illallah” demek câiz olmazdı. Yani bir kimse yanı üzerine yattığı hâlde, keşf-i avret eylediği hâlde ve cünüb olduğu hâlde Kur’ân okumak câiz değildir fakat bu hâllerde “Allah” demek ve “Lâ ilâhe illallah” demek câizdir ve ibâdettir. “Allah” demek ve “Lâ ilâhe illallah” demek duâ değildir. Duâ bir kişinin husûlünü, acziyetini veya ihtiyacını taleb etmektir. Duâ olmadığı için cenâbet hâlinde “Allah” ve “Lâ ilâhe illallah” demenin bir sakıncası yoktur. Üçüncü cevap: Fukahâ-i ʻizâmın bidʻat olarak yasakladığı tegannî, lafızların ve harflerin değiştirilip anlaşılmaz bir hâle dönüştürülmesidir. Dördüncü cevap: Duyulan her Arapça lafız Kur’ân’dan değildir. Beşinci cevap: Zâkirler zikir okurken harfler ve manâ anlaşıldığı sürece câizdir. Altıncı cevap: Hz. Dâvûd’un sesi güzeldi. Güzel sesiyle Zebûr’u okuduğunda insan,cin vahşi hayvanlar ve kuşlar bile onu dinlemeye gelirdi.285 Hz. Dâvûd’un meclisinde, onun tegannîsinin tesirinde kalarak helâk olan dörtyüz canlının cenazesi götürülmüştür.286 Yedinci cevap: Kur’ân mahlûk olmadığı için tagyîr olmaz. Sekizinci cevap: Kelimeyi tahrîfden kastedilen ihtilaflı meseleleri ele almaktır. Lahn ve tegannîyle tahrîf etmek değildir. Lahn ve tegannîyle olan tahrîf ve tağyîr evliyaullah katında maʻzûr ve makbûldür. “Allah” ism-i zâtdır, vâcibü’l-vücûd’dur. O, ism-i zât, yâni “Allah” kelimesini gerek lahn ve tegannîyle tağyîr etsin gerek diliyle tağyîr etsin ma’nâsı Hak Teâlâ’nın zâtıdır.287 283Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 7b-8a-8b-9a. 284Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 9b. 285 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/682. 286 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/692. 287 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 12a-12b-13a. 66 Dokuzuncu cevap: Tarîkat katında câizdir. Evliyaullah olan meşâyih-i ʻizâmdan Üsküdârî Mahmûd Efendi, Akşemseddin, Mevlâna, Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, Habîb-i Acemî, Dâvud-ı Tâi, Zünnûnü’l-Mısrî, Seriyyü’s-Sakatî, Marûf-ı Kerhî, Cüneyd-i Bağdâdî, İmâm-ı Azam ve İmâm-ı Şâfiî ve İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Hanbel ve İmâm-ı Fahr-ı Râzi ve İmâm- ı Gazzâlî ve Ebü’l-Leys es-Semerkandî ve İmâm-ı Kuşeyrî ve Abdürrezzak Kâşânî gibi sultanlar câiz görmüşlerdir. Çünkü şiirlerde lahn ve tegannî zorunludur ve birbirinden ayrılmaz.288 Başka bir hadîse göre, “Hz. Ebû Bekir kızı Âişe validemizin çadırına girdiği vakit hacıların Mina’da bulundukları vakitti. Hz. Âişe’nin yanında iki cariye vardı. Tegannîyle ilâhiler söylüyorlardı. Resûlullah elbiselerine bürünmüş yatıyordu. Manzarayı müşahede eden Ebû Bekir cariyeleri azarladı. Bu esnada Resûlullah yüzünden perdeyi kaldırarak: Ey Ebû Bekir! Bırak, onlar istediğini yapsınlar. Zirâ bu günler bayram günleridir.”289 Hz. Ebû Bekir, cariyelerin hareketlerini engellemek istese de Hz. Peygamber, onların özgürce davranmalarına izin vererek bu olayın meşruluğunu göstermiştir. Özellikle bayram günlerinde insanların seviçlerini ifade etmelerine müsamaha göstererek, onlara fırsat tanımıştır. Bu tutumuyla Hz. Peygamber, insanların çoşku ve sevinçlerini özgürce yaşamalarını teşvik ettiğini ortaya koymuştur. İbn-i Melek (öl. 821/1418), “Her kavim için bir bayram vardır. Bu da bizim bayramımızdır.” hadîsini açıkladıktan sonra şu ifadeyi kullanır: Hz. Peygamber’in, cariyeler ilahiler okurken yüzünü örtmesi, hem huyunun güzelliğindendir hem de cariyelerin utanıp okudukları şiiri bırakmamaları için bir tavsiye niteliği taşır. Bu ifade de İbn-i Melek, Hz. Peygamber’in cariyelerin okuduğu ilahileri duyunca yüzünü ötmesini olumlu bir davranış olarak kabul etmiştir. Bu da Hz. Peygamber’in hassasiyetini ve incelikli davranışını yansıtan bir örnektir. Şârihu’l-Hidâye olan Şeyh Ekmel bu hadîsin şerhinden sonra Hicâz ehlinin lahn ve tegannîyi mübah gördüğünü dile getirmiştir. Bu söz İmam Mâlik’in rivayetidir. Şeyh Ekmel devamında tavsiye edilen lahn ve tegannînin, oyun ve eğlence ihtiva etmediğini dile getirmiştir. Kişinin yalnızlığını ve hüznünü gidermek maksadıyla yapıldığını ifade etmiştir. Fuhakânın haram olarak isimlendirdiği lahn ve tegannî, insanları kandırarak kötülüğe götüren ve 288 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 9b. 289 Buhârî, “Iydeyn”, 3; Müslim, “Iydeyn”, 4. 67 sırat-i müstakîmden uzaklaştırandır.290 İmâm Gazzâlî de İhyâ’nın semâ bâbında tegannî yapmanın ve dinlemenin cevazı hakkında bir bölüm ayırmıştır.291 Mesele: Kibârın önünde sen şöylesin, sen böylesin diyerek ağzın gözün eğip lahn ve tegannî edersen, o kibâr seni huzûrunda değil reddetmek öldürür de. Hak’ın huzûrunda hâzır ve nâzır iken niçin ağzın gözün eğerek lahn ve tegannî edersin? Birinci cevap: Kızılbaşların getirdiği delil aklî bir delildir. Mücerred akılla ile olan delille amel edilmez. Müslümanlar âyetten ve hadîsten çıkarılan naklî delille amel etmiştir. İkinci cevap: Ehl-i sünnete göre Hudâ’yı, kibâra ve kibârı, Hudâ’ya benzetmek küfürdür. Böyle teşbîh eden ise kâfirdir. Üçüncü cevap: Kızılbaşların “kibâr” olarak isimlendirdikleri Hz. Peygamber’den daha mı büyüktür. Dördüncü cevap: Eğer Kızılbaş değilseniz, gâyeniz halkı zikrullahdan men‘ etmek değilse, kibârdan birisini huzûrunda şiirle medh edip lahn ve tegannî ile okuması, duâ ve senâda bulunması, o şahsı mutlu eder. Veyahut bir pehlivânın şecaati şiirle vasf olunup lahn ve tegannî ile okunsa, o kişi bu durumdan haz alır. Kibâr ve pehlivân da lahn ve tegannî eden şahsa karşı izzet ve ikramda bulunur. Özetlemek gerekirse birinin, güzel bir vasfı lahn ve tegannî ile okunarak duâ ve senâda bulunulması o şahsın hoşuna gider. Bunu alay etmek kastı olmadan yapması gerekir.292 Konuyla alakalı başka bir hadîste ise “Bu adama (Ebû Musa el-Eş’ârî) Dâvûd mezâmîrinden (nağmelerinden bir nağme/ güzel bir ses) bir mizmâr verilmiştir.”293 Hz. Dâvûd sesinin güzelliğiyle bilinmektedir. Dâvûdî ses deyimi buna dayanmaktadır. Mizmar ise düdük kaval cinsi müzik aletlerine verilen isimdir. Ebu Mûsâ’nın sesinin güzelliği bu sebeple mizmar sesine benzetilmiştir. Şeyh Ekmel ve İbni Melek hadîsin şerhinden sonra, Hz. Peygamber’in, Ebû Mûsâ Eşʻarî’nin sesini düdüğe benzettiğini ifade etmiştir.294 Bu durum, Hz. Peygamber’in güzel seslere önem verdiğini göstermiştir. Yine bir hadîste aktarıldığına göre, kadınların binmiş olduğu develeri Enceşe isimli bir sahâbe yönlendiriyordu. Bu şahsın sesi güzeldi. Bunu dinleyen develer müziğin tesiriyle hızlarını arttırıyor binicileri rahatsız ediyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kadınlar yorulmasın ve rahatsız olmasın diye Enceşe’ye hitâben “Ya Enceşe! Zayıf kadınları 290 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 14b. 291 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/681-683. 292 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 14a. 293 Buhârî, “Edebü’l-Müfred”, 504; Müslim, “Salâtü’l-l Müsâfirîn ve Kasruhâ”, 236; Tirmizî, “Menâkıb”, 55; Dârimî, “Salat”, 2/933 (no:171). 294 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 15a-15b. 68 yürütme ameliyende yavaş ol! Onlara şefkat göster.”295 demiştir. Şeyh Ekmel ve İbni Melek, bu hadîsi yavaş ve aheste okumak şeklinde tefsir etmiştir.296 Hz. Peygamber’in bir hadîsinde şiir ve ilahi söylemeye ruhsat verdiği görülmüştür. Söz konusu hadîse konu olan olay şöyledir: “Mâlik’in oğlu Berâe (Hz. Enes’in kardeşidir) yolculukta erkekleri heyecana getiren şiirler okurdu. Bir sefer esnasında Hz. Peygamber için de ilâhiler okumuştur. Bir gün Hz. Enes kardeşi Berâe’nin yanına gitmiş ve onu güzel sesiyle şiir okurken bulmuştur bunun üzerine ona hitâben ‘Allah bundan daha hayırlı Kur’ân’ı vermiştir.’ demiştir. Hz. Peygamber Berâe hakkında, ‘Yemin etse Allah onu yemininde doğru çıkarır.’297 diyerek takdir etmiştir. O fazîletli ve kahraman sahâbelerdendir. Tek başına katlettiği müşriklerin sayısı yüzden fazladır.”298 Bu sözler doğrultusunda Hz. Peygamber’in sefer esnasında şiir ve ilâhi söylenmesine ruhsat verdiği görülmüştür. Bu hadîste güzel sesle Kur’ân’ı okumaya teşvik vardır. Burada yolculuk yapan kimseler sahâbe-i güzîndir, Mâlik’in oğlu Berâ’nin okudukları ise ilâhilerdir. Avrat, oğlan vasfiyle şiir ve şarkı okuma ihtimali yoktur. Bu konuda İmâm Gazzâlî, deve kervanın arkasında şarkı söylemenin Ashâb-ı Kirâm ve Hz. Peygamber’in zamanında var olan Arapların süregelen bir geleneği olduğunu belirtmiştir.299 Abdürrezzak Kâşânî’nin anlattığı bir hikâyeye göre, bir kişi güzel bir ses duymuş ve bu sesin etkisiyle alışılmışın dışında davranışlar sergilemiştir. Cüneyd-i Bağdâdî’ye bu durum sorulduğunda, ruhlar âleminde “Elestü bi Rabbiküm nidâsının halâveti ve kelâmının lezzeti ruhta bâkî kaldığı için, bir kişi güzel bir ses işittiğinde yerinden kalkar ve alışılmışın dışında hareketler meydana getirir.” şeklinde yanıt vermiştir. 300 Bu hikâye, insanın iç dünyasında meydana gelen sesin etkisinin nasıl davranışlara yansıyabileceğini göstermiştir. Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in güzel seslere ve estetik unsurlara değer verdiği, sesin güzelliğinin övüldüğü görülmüştür. Sesin, dinî ibâdetlerde ve Kur’ân tilavetinde kullanılmasına teşvik edildiği, farklı sesleri ve müzik aletleri kullanmanın doğru bir şekilde yapıldığı durumlarda mübah ve hatta teşvik edilen bir davranış olduğu 295 Müslim, “Fedâil”, 70-71-73; Buhârî, “Edep”, 90-95-116-111; Ibn Hanbel, el-Müsned, 3/ 107-111-176- 185-285-228-253-254. 296 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 18a. 297 İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzî’s-sahâbe, nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî (Kahire:1413/1992), 1/147. 298 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 64a. 299 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/688. 300 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 10a. 69 anlaşılmıştır. Ancak, herhangi bir uygulamanın Kur’ân’ın lafzını değiştirmesi veya nazmına zarar vermesi durumunda ise ittifakla haram kabul edildiği görülmüştür. a. Fetâvâ’t-Tatarhâniyye’nin Def ve Tegannîye Dair Delilleri Niksârî, Fetâvâ’t-Tatarhâniyye’nin301 içerisinde yer alan fetva kitaplarından def ve tegannînin helâlliğine dair nakillerde bulunmuştur. Bu fetva kitaplarından ilki Siyerü’l- kebîr’dir. Ravisi Enes b. Malik’tir. “Enes’in kardeşi Mâlik oğlu Berâ tegannî ediyordu. Enes de kardeşine hitâben tegannî mi ediyorsun diye sordu? Bunun üzerine Mâlik oğlu Berâ, bu yatakta ölmekten korkuyorum. Hâlbuki Müslümanların yardımıyla müşriklerden doksan dokuz kişiyi öldürdüm.”302 Hadîsin içerisinde geçen “Hüve yeteğannâ” lafzı tegannînin meşruluğuna delalet eder. İkincisi Fetâvâ-yı Hayriyye’dir.303 Fukaha bayramlarda tegannî etmeyi ve def çalmayı uygun görmüştür. Fasîh bir şekilde yapılan tegannîde sıkıntı yoktur. Fakat lehv (oyun) ve eğlence maksadıyla yapılan tegannî mekrûhtur. Mâlik oğlu Berâe hadîsinde ise Berâe’nın marazdan kaynaklı ve şeytanın verdiği vesveseleri def etmek için tegannî ettiği belirtilmiştir. Üçüncü kitap Fetâvâ-yı Sirâciyye’dir.304 Mübah olan bir şiiri, bakılması haram olmayan kimse okursa bunda sakınca yoktur. Fakat şiirin içinde bakılması haram olan bir kadın tasvîr edilirse ve o kişi de yaşıyor ise o şiiri okumak mekrûh olur. Tasvîr edilen kadın ölmüş ise mekrûh olmaz.305 5. Lahn ve Tegannî Dinlemenin Faydaları Şiirlerde lahn ve tegannî yaparken, sözlerin tahrîf ve tağyîr edilebileceği bir durum söz konusudur. Daha önce de geçtiği üzere Cüneyd-i Bağdâdî, kişinin misak anında “Elestü bi-Rabbiküm?” nidasının etkisiyle heycanlandığını, yerinden sıçrayarak alışılmışın dışında hareketler izhar ettiğini belirtmiştir. Nitekim âlimler, kalbinde fazîle-i şerîfe adı verilen ilahi bir nitelik bulunan kişilerin, bu hitâbın ve kelamın etkisiyle 301 Âlim b. El-A’lâ el-Ensârîed-Dihlevî Hindî’nin (öl. 786/1384) el-Fetâvâ’t-Tatarhâniyye isimli beş cildlik fetvâ mecmuasıdır. 302 Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedre kala’s-sahihayn, thk. Mustafa Abdülkadir Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1411/1990), 5/1957. 303 Hanefi fıkıh âlimi Hayreddin b. Ahmed er-Remlî’nin (öl. 1081/1671) fetvâlarını bir araya getiren eserdir. 304 Kāriülhidâye diye tanınan Hanefî hukukçusu Ebû Hafs Sirâceddin Ömer b. Ali’nin (öl. 829/1426) fıkha dair eseridir. 305 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 64b-65a. 70 hareketlendiğini ifade etmişlerdir. Bu fazîle-i şerîfe “Elestü bi-Rabbiküm?” hitâbının halâveti ve lezzetidir. Bu güzelliğin sözlerle tam olarak ifade edilemeyeceği, çünkü Allah’ın hitâbının ve kelâmının sesten ve lafızlardan üstün olduğu belirtilmiştir. Bu fazîle-i şerîfe, elhân ile ortaya çıkmış ve kalp mesrûr olmuştur. Bu sebeple bazı ulemâ, lahinlerin kişide güzel fikirler ortaya çıkardığını ifade etmiştir Böylece güzel olan fikirler kalbe rücû‘ ederek, kalp karşısında aciz olduğu keder veren fikirlerden sâfî olmuş olur. Artık her bir görüşünde isabet eder, hata etmez. Bazı âlimler, semâ yani lahn ve tegannî dinlemenin kalbi ruhani âleme götürdüğünü, bazıları da mârifet ehli kimseler için ruhların gıdası olduğunu ifade etmişlerdir.306 İmâm Gazzâlî İhyâ’sında güzel sesin ruha tesirini ifade etmiştir. Ona göre, bir kimse her neye bakarsa Allah’ın kudretini görür. Sesleri dinlerken Allah’ın kuvvetini bilir. Bu şekilde olan bir kişi, dinledikçe aşkını ve sevgisini arttırır. Kalbindeki ateşi yakar ve keşiflerini ortaya çıkarır. Bu hâlleri ancak yaşayanlar anlar. Buna tasavvuf ilminde vecd denir. Bu hâller, kalpteki kirlilikleri temizleyen ve saf hâllerin ortaya çıkmasını gerektiren sebeplere dönüşür. Ardından müşahade ve mükâşefelerin ortaya çıkmasına neden olan bir safiyet gelir. Bu safiyetteki müşahade ve mükâşefeler, Allah dostlarının en büyük meyveleri ve Allah’a yaklaşmanın son aşamalarıdır. Bunun semâ yoluyla kalpte ortaya çıkmasının nedeni, nağmelerin ruha uygun hâle getirilmesindeki ilahi sırdır. Ruhların seslerden etkilenmesinin nedeni ise mükâşefe ilminin inceliklerindendir. Tegannînin lezzetinden yoksun olan, kalbi sert bir kişi; başkalarının vecdine ve acılarına hayret eder. 307 Buradan hareketle ilahi sesler, lahinler ve tegannî, kalbin sırlarnı harekete geçiren, sıkıntıları hafifleten ve manevi keşflere vesile olan unsurlardır. Bu sebeple mahzun ve kederli bir kişi lahinleri dinleyerek huzur bulabilirken, kin ve düşmalıkla dolu bir kalp ilahi nağmelerin zevkine varamaz. 308 F. Niksârî’nin Kendi Döneminde Mûsiki Semâ ve Devrâna Karşı Çıkan Gruplara Reddiyesi İbrahim Niksârî, kitabını telif ederken belirttiği üzere, bazı şahısların, insanları dinlerinden tedricen uzaklaştırdıklarını vurgulamıştır. Bu kişiler, dinî hükümleri doğrudan reddetmek ya da inkâr etmek yerine, yavaşça bu hükümleri göz ardı 306 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 10b-11a. 307 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/697. 308 Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, 2/723-724. 71 etmişlerdir. Bu yaklaşımlarıyla birçok insanın dininden uzaklaşmasına neden olmuşlardır. Niksârî'nin görüşüne göre, bir papaz bir Müslüman'ı doğrudan kâfir yapamaz; fakat az bilgisiyle bir Müslüman, birçok insanı yanıltarak dinden çıkmasına yol açabilir. 1. Râfizî Râfizî terimi, sözlükte "terk etmek, bırakmak, ayrılmak" anlamına gelen "rafz" kökünden türetilmiştir. İslâm tarihinde ise, ilk üç halifenin hilafetini reddeden Şiî grupları kapsayan bir kavram olarak kullanılmıştır. Osmanlı Devleti'nde ise Râfizî terimi, 16. yüzyıldan itibaren Kızılbaş kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır.309 İbrahim Niksârî ise Râfizî kelimesiyle Kızılbaş, Kadızâde ve Ehl-sünnet karşısında bulunan tüm grupları kastetmiştir. 2. Râfizîlerin Zikir Ehline Yaklaşımı Râfizîlerin hedefi, Ehl-i sünnet çizgisinde yaşayan Müslümanları dinden ve ibâdetten uzaklaştırmak olduğundan, dindar insanlarla alay edip onları küçümseme yoluna gitmişlerdir. Bu sebeple halkın cehrî zikir yapmasını engellemek amacıyla yapılanları gösteriş ve riyakârlık olarak değerlendirmişlerdir. Bu konuda Hz. Peygamber’in “Münafıklar size gösterişçi (riyakâr) deyinceye kadar Allah’ı çokça zikredin”310 hadîsi önemlidir. Başka bir rivayette ise “Başkaları size deli (mecnun) deyinceye kadar Allah Teâlâ’yı çok zikredin”311 şeklindedir. Bu hadîsler, münafıkların zikir ehline riyakâr demesinin sorun teşkil etmeyeceğini, ancak zikir meclisinde bulunanlarla alay eden kimselerin münafık olduğunu ortaya çıkarmış olur. Kadı Beyzâvî ve Ebüssuûd, Nisâ sûresi’nde münafıkların durumuyla ilgili nâzil olan “Şüphesiz münafıklar cehennem 309 Mustafa Öz, “Râfizîler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 34/396. 310 Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, 1/165. Aclûnî’ ye göre hadisi Beyhakî, Ebi’l Cevzâî’den mürsel olarak rivâyet etmiştir. Süleyman b. Ahmed b. Eyyüb b. Mutîru’l-Lehamî eş-Şâmî Ebü’l-Kâsım et-Taberânî, ed-Duâ, thk. Mustafa Abdülkadir Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1413/1992), 521 (No. 1859); Ahmed b. Hüseyn el-Beyhâkî, el-Câmiu li-şu‘abi’l-îmân, thk. Hamdîed-Dimrâş, Muhammed el-Adl (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1424/2003), 1/ 397. 311 Ibn Hanbel, el-Müsned, 3/68 (No. 11671); 3/71 (No. 11692); Ahmed b. Ali El-Müsannâ et-Temîmî, Müsned-i Ebî Ya’lâ el-Mevsılî, thk. Hüseyin Selim Esed (Dımeşk: Dâru’l-Me’mûnli’t-turâs, 1410/1990), 2/521 (No: 1376); Alâuddin Ali b. Belbân el-Fârisî, Sahîh-i İbn Hibban bi Tertîb-i Belbân, thk. Şuayb el- Arnavut (Kahire: Müessesetü’r-Risâle, t.y.), 3/ 99 (No. 817); Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el- Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrekala’s-Sahihayn, thk. Mustafa Abdülkadir Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1411/1990), 1/ 677. 72 ateşinin en alt tabakasındadırlar.”312 âyetini tefsirlerinde bu kişilerin cehennemin en alt tabakasında yer aldığını belirtmişler ve onları “Hâdi’ü’l-müslimîn”313 şeklinde nitelendirmişlerdir. Kadı Beyzâvî ve Ebüssuûd, münafıkların Müslümanları aldatmalarından dolayı küfre girdiklerini beyân etmişlerdir.314 Bu grup, küfredenler arasında en kötü olanıdır. Çünkü onlar, Müslüman gibi kelime-i şehâdet getirip namaz kılmışlar ve Müslüman gibi görünerek insanları aldatmışlardır. Şeyh İmâm Ali es-Semerkandî, Âl-i İmrân sûresi’ndeki “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.”315 âyetini tefsîr ettikten sonra, Cüneyd-i Bağdâdî’ye zikir ehlinin sayhası sorulmuş, o da bu kişilerin ism-i azam sahibi olduğunu belirterek onu inkar edenin kıyamet gününde sayha lezzeti bulamayacağını belirtmiştir.316 Ancak, Berkī, ehl-i zikrin sayhasını küçük görüp küçümsediği için farklı bir görüşe sahiptir. Niksârî’ye göre Berkī’nin kitapları ve risaleleri yayıldıkça, Karayazıcı317(öl. 1010/1602), Saruyazıcı318 gibi diğer kişiler de artarak çoğalmıştır. Sultan Ahmed Hân, Üsküdârî Mahmud Efendi’ye intisap edince, Berkī’nin risalelerinin yayılmasını engellemiş ve zikir ehlini Kızılbaşların zulmünden kurtarmıştır. Sultan, zikir ehlinin duâsını almıştır.319 3. Râfizîlerin Hileleri Râfizî olarak isimlendirilen bu grup ve diğerleri insanları tedricen dinden uzaklaştırma gayreti içerisinde olmuşlar ve bu meyanda çalışmalarını yürütmüşlerdir. İbadetlere olan yaklaşımları, peşinen reddetmek yerine yavaş yavaş inkâr etme yönündedir. Nitekim münafıklar zikrullah ile devr ve semâ etmenin haram olduğunu iddia etmişlerdir. Sonrasında oturulan yerde ve ayakta yapılan zikrullahın, zakirlerin okuduğu ilâhilerin, tegannîsiz cehr ile “La ilâhe illallah” ve “Hû” demenin kabul olacağını ifade etmişlerdir. Ancak ardından ayakta yapılan zikrullahın ve cehr ile “Lâ ilâhe illallah” demenin haram olduğunu, “Hû” demenin de zikirden sayılmayacağını söylemişlerdir. Münafıklar, 312 en-Nisâ 4/145. 313 Ebüssuûd bu kimseleri “Müslümanları aldatanlar” olarak tanımlamıştır. 314 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701),21a. 315 Âl-i İmrân 3/31. 316 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 19b-20a. 317 Karayazıcı Abdülhalim, III. Mehmed devrinde büyük bir isyan çıkaran Celâlî lideridr. 318 Kaynaklarda Saruyazıcı adında bir kişiye rastlanmamıştır. Fakat müellif burada isyan çıkaran kişileri kastetmiştir. 319 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 20a-20b. 73 tekkelere ibâdet niyetiyle gidenin kâfir, seyr niyetiyle gidenin büyük günah işlediğini de savunmuşlardır. Son olarak, Müslüman olan bir kimsenin bir kere “Lâ ilâhe illallah” demesinin yeterli olduğunu iddia ederek aşamalı olarak insanları zikirden ve ibâdetten uzaklaştırmışlardır. Bunlar, münafıkların gerçek niyetlerini gizlemek ve insanları yanıltarak İslam’dan uzaklaştırmak için kullandıkları söylemlerdir. Tasliye320 ve tarziye321 işlemlemlerinin tegannî ile yapılmasının haram olduğunu, tegannîsiz yapılanın ise mübah olduğunu belirten münafıklar, Hz. Peygamber’i medh etmede bir sakınca olmadığını ancak na’t ve tarif şeklinde okunanların haram olduğunu iddia etmişlerdir. Ayrıca, ezanın yüksek sesle okunmasının güzel, fakat salâ ve temcîd322 gibi şeylerin yüksek sesle okunmasının haram olduğunu ifade etmişlerdir. Bu söylemler, münafıkların İslâmi uygulamalara dair yanlış ve sapkın görüşlere sahip olduklarını ve insanları yanıltmak için kullandıkları hileleri göstermiştir. Berkī’nin yaşamış olduğu şehirde tasliye, tarziye, salâ, temcîd gibi zikirler yapılmamıştır. Padişah anıldığında “Eyyedehullah”, “Nasarahullah”, “Edâmellahü”, “Eyyameh” gibi ifadeler kullanılmamıştır. Güneş doğarken ve batarken yapılan zikirler, padişah ve devletin selâmeti için okunan duâ ve senâlar, selâtîn camilerinde ikişer ve yedişer halka olup okunan zikir ve tevhitler de bir bir kaldırılmaya başlanmıştır.323 Padişahların ve ecdâdının bazıları Mevlevî tarîkatine mensupken, kimi Halvetî kimi de Celvetî tarîkatine mensuptu. Hatta Sultan IV. Murâd Hân (ö. 1049/1640), Bağdat seferine çıkmadan önce Konya’daki Mevlevî dergâhını ziyaret ederek duâ almıştır. Eğer münafıkların iddia ettiği gibi ibâdet niyetiyle girenlerin kâfir, seyr niyetiyle girenlerin büyük günah işlediği kabul edilseydi, padişahlar zan altında tutulmuş olurdu.324 Münafıklar, halifeleri hutbede zikretmeyi inkâr etmediklerini beyân ettikten sonra Hz. Ebû Bekir’in imametinin hak olduğunu diğerlerinin bu hakka sahip olmadıklarını ifade etmişlerdir. Halifeleri sevdiklerini, hutbede Hz. Ebû Bekir’i, Hz. Ömer’i ve Hz. Osman’ı zikretmekte bir sakınca olmadığını fakat Hz. Ali’nin bu vazifeye uygun olmadığını belirtmişlerdir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in damatları olduğu için Hz. Osman’dan daha şerefli olduklarını söylemişlerdir. Sonrasında Hz. Ebû Bekir’in Hz. Peygamber’in damadı ve en yakın arkadaşı olması sebebiyle daha kıymetli 320 Hz. Peygamber’in adı anıldığında salât ü selâm getirmektir. 321 “Radıyallahü-anh” ibaresidir. 322 Minarelerde ezanın yanı sıra ayrıca Allah'a yapılan dualardır. 323 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 22b. 324 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 23a. 74 olduğunu ve hutbede zikredilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Son olarak halifeleri sevdiklerini, ancak hutbelerde halifelerin isimlerinin özel olarak zikredilmemesi gerektiğini ifade etmişler ve bu uygulamanın Hz. Peygamber tarafından yapılmadığını belirterek bunu bid‘at ve haram olarak değerlendirmişlerdir.325 Kızılbaşlar, “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah’da sizi sevsin.”326 âyeti bağlamında Hz. Peygamber’e tâbi olduklarını, yaptığını yapıp, yapmadığını kendilerine yasakladıklarını belirtmişlerdir. Hutbede halifeleri zikretmediklerini, Hz.Peygamber’in Kâbe’nin etrafında devr ederek zikrullah ettiğini hatırlarlamadıkları için devr ederek zikri câiz görmediklerini ifade etmişlerdir. Hz. Peygamber'in Allah'ı her an zikrettiği bilinmesine rağmen, cenaze önünde zikretmeyi câiz görmeyenler, ayrıca büyük günah işleyen birine de tabi olamayacaklarını ifade etmişlerdir. Hâlbuki Hz. Peygamber, her gece teheccüd namazı kılmış, bir iftarla savm-ı visâl orucu tutmuş ve mirâca çıkmıştır. Niksârî, Acem seyâhati sırasında Râfizî birinden dokuz kadınla evliliğin câiz olduğunu duymuş ve bu kişi delil olarak Hz. Peygamber’in dokuz eşi olduğunu göstermiştir. Niksârî, bu kişilerin dört mezhebin dışında olduğunu ifade ederek onların farklı bir görüşe sahip olduklarını belirtmiştir Râfizîler, cemaati inkâr etmediklerini, ancak Hz. Peygamber’in vazîfeli imama iktidâ etmediği için, kendilerinin de ancak vazîfesiz imama tâbi olacağını ifade etmişler ve böyle birine uymanın bid‘at ve haram olduğuna inanmışlardır. Ayrıca günah işleyen bir kişinin imam olmasını da kabul etmemişlerdir. Ehl-i sünnet ise, bu konu hakkında Hz. Peygamber’in “İyinin fâcirin ve fâsıkın ardında namaz kılınız.”327 hadîsini delil göstermiştir. Ancak Râfizîler, bu hadîsin Kur’ân’a uygun olmadığını belirtmişler ve Kur’ân’a uymayan hadîsleri kabul etmemişlerdir. Bu sebeple, Râfizîler, Kur’ân’da yer almayan mest üzerine meshi, terâvih, küsûf ve husûf namazlarını, Regaib, Berat, Kadir ve diğer nafile namazları reddetmişlerdir. Ehl-i sünnet olan ulemâ, hadîslerin Kur’ân’ın müfessiri olduğunu kabul etmişler, beş vakit namazın farz olduğunu Kur’ân’da belirtildiğini, rek‘at sayılarının ise hadîslerle sâbit olduğunu delil olarak göstermişlerdir.328 325 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 23b-24a. 326 Âl-i İmrân 3/31. 327 Hadis kaynaklarda bulunamamıştır. 328 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 26a-26b-27a. 75 Kızılbaşlar, sünnet namazları inkâr etmediklerini fakat bir kimsenin kazâ namazı varken sünnet ve nâfile namaz kılmasının câiz olmadığını belirtmişlerdir. Niksârî, bu kişilere, boş vakitlerinde tavla ve satranç gibi oyunlarla vakit harcamak ve sanatla ilgilenmek yerine kazâ namazlarını kılmalarını önermiştir.329 Ehl-i sünnete göre itikadî delil iki türlüdür. İlki mucize ile desteklenen Kur’ân ve sünnet haberleridir. İkincisi ise halkın dilinde yaygın olan haberlerdir. Mütevâtir haber için ise âyet ve hadîsten delil aranmaz, çünkü kesin hüküm taşır. Bir kişi Bağdat’ı görmediği hâlde onu inkâr edemez ve Kur’ân ve sünnet delili talep edemez. Bu mütevâtir haber ile sâbittir.330 Bu bağlamda Kızılbaşlar, evliyanın velî olmayıp, imanla gittiklerine inanmadıklarını ifade etmişler, bu fikre karşı çıkan kimselerden ise âyet ve hadîsten delil getirmelerini beklemişledir. Üsküdârî Mahmûd Efendi, Ümmî Sinan, Akşemseddin, Hazret-i Mevlâna, Şeyh Abdülkâdir el-Geylânî, İmâm-ı Âzam ve diğer zâtların velî olduğu halkın dilinde mütevâtir haberle sâbittir. Mütevatir haber ise kesin hüküm taşıdığı için yalan ihtimali yoktur. Bu kişilerin velî oldukları, halkın gözünde kesinleşmiştir, bu nedenle imansız gitme ihtimali söz konusu değildir.331 Allah Teâlâ Yûnus sûresi’nde “İyi bilin ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.” Âyeti ile bu gerçeği vurgulamıştır.332 Kızılbaşlar, bu konunun devamında ise evliyanın nevʻini ikrar ve efrâdını inkâr ettiklerini söylemişlerdir. Fakat bir şeyin efrâdı inkâr edildiğinde nev‘i de inkâr edilmiş olur. Bu durum gece gökyüzüne bakıldığında görünen yıldızların gerçekte yıldız olmadığının iddia edilmesine benzetilebilir. Bu da Kızılbaşın oyunlarından birisidir.333 Râfizîler, bir şeyin zâtını ikrar edip sıfatını inkâr etmişlerdir. Tegannî hadîslerinin sahîh ve tegannînin helâl olduğunu iddia edip, kabul görmüş tegannînin böyle olmadığını ileri sürmüşlerdir. Tegannî yaparken rast, dügâh, segâh, çihârgâh, pençgâh, nevâ, gazzâl, ʻacem , ʻaşîrân, üç ʻırâk gibi makamların kullanılmaması önerilmiştir. Fakat bir kimse yüksek sesle bir şey söylemiş olsa zikrolunan makamlardan birini kullanması gerekir. Buda Râfizîlerin hilelerindendir.334 329 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 27b. 330 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 28a. 331 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 28b. 332 Yûnus 10/62. 333 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 28b 334 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 29a. 76 Râfizîler, semâ ve devrânı inkâr etmediklerini belirtmişlerdir. Ancak bu zamanda semâ ve devrân yapanları hevâ ehli olarak nitelendirirken, geçmişte bunu yapanları ise evliyaullah olarak tanımladıklarını ifade etmişlerdir. Niksârî, geçmişte devr ve semâ yapanların aşere-i mübeşşere, dört halife, İmâm Yûsuf ve İmâm Âzam gibi âlimler, Hasan-ı Basrî ve Yahya bin Muâz gibi vâizler olduğunu ve onların evliyaullah olarak zikredildiğini ifade etmiştir. Şimdiki hâkimlerimiz aşere-i mübeşşereyi, padişahımız Hz. Peygamber’i teşebbühen taklid etmişlerdir. Müftîlerimiz e’imme-i müctehidîni, kadılarımız ise evliyaullahdan olan kadıları teşebbühen taklid edip fetva vermişlerdir. İmamlarımız, vâizlerimiz ve sûfîlerimiz geçmiş zamanın insanlarını taklid edip devr ve semâ yapmışlardır. Fakat Kızılbaşlar teşebbühen taklidin câiz olmadığını iddia etmişlerdir. Bu da onların hilelerinden biridir. Kızılbaşlar, Hz. Peygamber’in “Bir kimse bizim emrimiz ve rızâmız olmayan bir şeyi ihdas etse ve o şey ibâdet cinsi dışında ise reddedilir.”335 hadîsine dayanarak, emredilmeyen şeyleri yapamayacaklarını ifade etmişlerdir. İnançlarına göre, eşyada asıl hurmettir. Bu sebeple her şeyin helalliği için bir emir bulunması gerektiği düşüncesindedirler. Ancak hadîsler, ibâdet dışındaki şeyleri reddedilebilir olarak nitelendirmiştir. Nâfile namaz kılmak, cenaze önünde zikretmek, zikrullah ile tavaf edip semâ yapmak gibi eylemler, Ehl-i sünnet’in kabul ettiği ibâdet türlerindendir.336 Buradan hareketle, Kızılbaşların ibâdet ve inanç anlayışlarıyla Ehl-i sünnet’in itikad ve ibâdet anlayışları arasındaki farklılık ortaya konulmuştur. Niksârî, Kızılbaşların fıkıh ve akâid konularında yavaş yavaş değişiklik yaparak kendi mezheplerini oluşturduklarını ve bu durumun insanları sapkınlığa süreklediğini belirtmiştir. Sonuç olarak Kızılbaşlar, geleneksel İslam öğretilerinden saparak kendi yorumlarını ve pratiklerini benimsemiş, İslâm toplumunda bir tür bozulmaya sebep olmuştur. 335 Müslim, “Akdiye”, 17; Ibn Mâce, “Sunne”, 2; Ibn Hanbel, el-Müsned, 4/ 271; Beyhakî, Sünenü’l- kübrâ, 10/ 251. Hadisin orjinali farklıdır. 336 Niksârî, Burhânü’l-elhân (Yazmabağışlar, 701), 32a-32b. 77 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İBRAHİM NİKSÂRÎ’NİN BURHÂNÜ’L-ELHÂN FÎ HÜKMİ-T- TEGANNÎ VE’D-DEVRÂN ADLI ESERİ A. METNİN HAZIRLANMASINDA İZLENEN USÛL Eserin, kütüphane araştırmaları sırasında ünik nüsha olduğu sonucuna ulaşıldı. Eser, müellif nüshasıdır. Günümüz harflerine aktarmada Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar Koleksiyon’unda yer alan 701 numaralı nüsha esas alındı. 1. Transkripsiyon kuralları göz önünde bulundurularak Arap alfabesindeki hemze yerine apostrof, ayn harfi yerine de ters apostrof kullanıldı. 2. Derkenarda belirtilen bilgiler cümleyi tamamlıyorsa köşeli parantezle metin içinde gösterildi; eğer konuyla alakalı başka bir bilgiyse, bu dipnotta verildi. 3. Metnin aslına sadık kalma adına sadeleştirilmeye gidilmedi. Ancak “idüp” yerine “edip” gibi bazı kelimeler günümüz Türkçesine daha uygun hale getirilmeye çalışıldı. 4. Eserde yer alan âyetler, hadîsler ve farsça beyitler orijinal haline bağlı kalınarak Arap harfleriyle yazıldı. 5. Farsça ibareler parantez içinde belirtildi. 6. Âyet ve hadislerin dışındaki Arapça ibareler italik olarak yazıldı. 7. Meâli verilmeyen âyetlerin meâlleri, sûre ismi, âyet numaraları ve hadîslerin kaynakları dipnotta verildi. 8. Metin içerisindeki cümlelerin anlam bütünlüğü açısından yapılması gereken eklemeler parantez içerisinde gösterildi. 9. Metni yazarken varak numaraları köşeli paranteze alınıp kalın yazı tipiyle verildi. 10. Metin yazılırken gerek duyulan yerlerde paragraf yapıldı. 11. Metin içerisinde geçen şahısların ismleri ve ölüm tarihleri dipnotta belirtildi. 12. Metinde içinde kaynak olarak gösterilen kitapların müellifleri ve kitapların içeriğine dair bilgiler dipnotta açıklandı. 78 B. BURHÂNÜ’L-ELHÂN FÎ HÜKMİ’T-TEGANNÎ VE’D-DEVRÂN بسم للا الرحمن الرحيم الحمد هلل الذي علم القران خلق االنسان علمه البيان وزينه ? والنغمة والترنم وااللحان والصالة على جميع االنبياء هذه لما تصورت ان... و يوم كل في اله واصحابه الزمان وعلى اخر في المبعوث محمد المنان خصوصا على المتفخرا والنسيان وبالخطاء والنقصان معتذرا بالقصور االلحان برهان وسميتها ها فحررت الجبان المقدمة بالفضيلة والعرفان. رب تمم خاتمتي بااليمان واحفظني من مكر المنكر والشيطان وادخلني زمرة المشايخ واالعيان. فيقول الحقير المفتقر الى للا الغني المقتدر ابراهيم ابن السيد محمد النكسارى ادركته هداية الهادي ورحمة الباري. لما كان الناس بقول ? والعناد متحيرين و بانكار المنكرين الذين ال يعرفون ما بين ايديهم مترددين. فلزم علينا بيان الحق بالبرهان حتى يزول الفك عن قلوب ذوى الطغيان و على الخصوص في هذه الزمان. الن اكثر الناس مفتونون القران. لخلق قولهم لعدم االيمان اهل من كثيرا قتل بعض المتغلبة ان ومعلوم وااللحان. الدوران جهال بفتنة التهلكة الى بايديكم تلقوا وال تعالى لقوله والعوام الخواص على يجب االوهام وغياهب التهلكة عن فاالجتناب [1/B] لالعالم. فيجب تعلم هذه المقدمة على المؤمنين الكرام لتخليص انفسهم عن اضالل جهال وال الحلقومية االصوات بالنغمة عنهم يتجاوز ال البرية وخير الناس ايامن يقولون الذين كالوهم هم الذين العوام تجهرخناجرهم بالتغني الحروف المجهرية. ربي اني اخاف ان يرموا عن دين االسالم كما ترى عن الرمية السهام. ثم اعلم انا قد وجدنا الكتب المشتملة على االدلة التي من االيات واالحاديث الصحيحة. ونقلت منها الى هذه االسلوب الذى القلوب خفاء للا بها الخلوتية ? لتستدل وتنشط الجهاد. وهداه تريق الخالفة العالء اعالم به في المعتصم االعظم السلطان اال وهو االلحاد وادي اتخذ قد الخلوتية المشايخ لهالك من طعن و سيف حد و والرشاد والعدل واللطف البر الى المائل الشيم. وجميل الجود واليم صاحب البر اشرف سالطين والعجم. والعرب ملجاء جناويذ والكرم. السلطان محمد خان ابن السلطان ابراهيم خان افاض للا عليه سجال العدل واالحسان وزاد عمره وسلطنته الكتاب في اياته من يتلي بما االسباب مسبب يا امين حشروالميزان. يوم الى اعدائه مر ود الدوران غاية الى اربعة على وترجمتها المعين. ونعم المولى نعم وهو المبين باهلل اال توفيقي وما بالصواب نطق من وبحرمة -el-Faslü’l-evvelü fî beyani hilli’z-zikri bi’t-tegannî.338 İʻlem enne tevhîde’l فصول.337 337Kur’ân’ı öğreten, insanı yaratan, ona belâğatı nağmeyi ve terennüm etmeyi ve lahnı öğreten Allah’a hamd olsun. Ayrıca peygamberlere özellikle ahir zamanda gönderilmiş Hz. Muhammed’e (s.a.v.) onun ailesine ve ashabına salat olsun. Bu mukaddimeyi endişelenerek yazdım ve onu Burhânü’l-elhân olarak isimlendirdim. Kusur, noksanlık, hata ve unutkanlıktan dolayı af dilerim. Ben kendimi yüceltmek ve övünmek için yazmadım. Allah’ım, hayatımı imanla tamamla ve beni kötülüklerin ve şeytanın hilelerinden koru. Ayrıca beni meşayıh zümresine dahil et. Aciz olan İbrahim bin Seyyid Muhammed en- Niksârî ğani ve muktedir olan Allah’tan hidayete ulaşmayı diliyor. İnsanlar, ellerinde ne olduğunu bilmeden, kötülükleri inkar edenler ve kararsızlık içinde olan kimselerin arasında yer almıştır. Özellikle bu çağda kalplerdeki şüpheler ortadan kalkana kadar delillerle hakikati açıklamak bizler için elzemdir. Çoğu insanlar lahn ve teğannî’nin fitnesine kapılmış durumdadır. Bazı galip gelen kimseler, “Kur’ân mahlûktur” demedikleri için nice müminleri öldürdükleri bilinmektedir. Allah Teâlâ “Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız” âyeti doğrultusunda avam ve havas’ın tehlikeye ve evhama kapılmaması gerekir. Bu mukaddime, müminlerin kendileri ve cahillerin sapkınlıklarından kurtulmaları için önemlidir. Halk, “Eski günlerimizde insanlar daha iyiydi” gibi boş söylemlerde bulunup, sadece boğazlarını kullanarak ve harfleri şarkı söyleyerek dile getirmekten öteye gidemeyen insanlardır. Rabbim, okun 79 Bârî fardun. Ma’lûm olsun ki Allah Teâlâ’yı tevhîd eylemek farzdır. Ve ikrârun bi’l- lisâni ve tasdîkun bi’l-cinân. Ve bu tevhîd kalbi ile inanmakdır ve dili ile ikrârdır. Velhâsıl kalbi ile inanıp ve diliyle Lâ ilâhe illallah demek farzdır. Fe-ikrâru’l-fardi fardun bi’l-kavli’l-cehriyyi ʻalâ men lehü’n-nutku. Pes imdi söylemeğe kâdir olan [2/A] kimse âşikâre cehr ile farzı ikrâr edip Lâ ilâhe illallah demek farzdır ki tâ İslâmına hükm oluna. Nitekim Meşârik’in339 bâb-ı evvelinde evâ’ili men ile musaddere olan ehâdîs-i sahîhadandır. Resûlullah (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: بما اله اال للا وكفر من قال ال Teâlâ’dan gayriye derse ve dahî Allah llahaâ ilâhe illLYani bir kimse 340يعبد من دون للا ibâdet olunmağı inkâr ederse yani “Hudâ’dan gayri ibâdete lâyık ve müstehak yokdur” deyip âşikâre cehr ile Lâ ilâhe illallah derse.341 حرم ماله ودمه وحسابه على للا تعالى Ol cehr ile Lâ ilâhe illallah diyen kimsenin nâhak yere malını almak ve nâhak yere öldürüp katl eylemek haram olur. Velhâsıl bu makûle kimseye nâhak yere rencîde ve remîde eylememek gerekdir. Eğer kalbi ile Lâ ilâhe illallah demez ise hesâbı kıyamet gününde Allah üzerinedir. Yani Peygamber (aleyhi’s-selâm) böyle ferman etdi. Hatta Peygamber (aleyhi’s-selâm) zamanında sahâbe-i kirâmdan Üsâme (radıyallâhu anh) cenkde bir kâfire galib olup kâfir korkusundan Lâ ilâhe illallah dedikde Üsâme (radıyallâhu anh) fakat yalnız diliyle Lâ ilâhe illallah deyince Müslüman olmaz zannedip ol kimseyi katl edip Peygambere (aleyhi’s-selâm) haber verdikde Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi ki: قتلته بقلبه :Niçin onu katl eyledin deyince Üsâme (radıyallâhu anh) dedi ki لما قال ما علمته “Bildim ki kalbiyle Lâ ilâhe illallah demedi korkusundan diliyle dedi” deyince Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi ki:342 قلب ه Ol adamın kalbini şakk edip yardın هل شققت mı neden bildin kalbiyle Lâ ilâhe illallah demediğini deyip Üsâme’ye hitâb etdi ki [2/B] fırladığı gibi dini İslam’a yapılan saldırılardan korkuyorum. O halde bilin ki biz ayetlerden ve sahih hadislerden deliller içeren kitaplar bulduk. Hilafette cihat sancaklarını yüceltmek ve kalpleri anlamak ve harekete geçirmek için bu uslüp ile naklettim. İyilik, cömertlik ve güzel ahlaka sahip olan, karanın ve denizin şerefli hükümdarlarından, Sultan İbrahim Han’ın oğlu Sultan Muhammed Han’a, adalet ve iyi davranışlarıyla ömrüne ve saltanatına bereket ihsan eden Allah, dünya döndüğü sürece onun hüküm sürmesini sağlasın. Amin, Ey sebepler sahibi kitaplardaki ayetlerden ve doğru sözlerden elde edilenlere göre başarı yalnız Allah’tandır. O, en iyi koruyucu ve en iyi yardımcıdır. Onu dört bölümde tercüme ettim. 338 Birinci Bölüm: Teganni İle Zikretmenin Helal Oluşu 339 Radıyyüddin es-Sâgānî (öl. 650/1252), sahih hadisleri nahiv konularına göre düzenlemiştir. Kitap üzerine birçok şerh yazılmış olup en tanınmışlarından biri İbn Melek'in, Mebâriku’l-ezhâr fî şerhi Meşâriki’l-envâr eseridir. Eserde Meşârik’teki müşkil ve garîb kelimeler açıklanmış, râvilere dair bilgiler verilmiş ve hadislerden fıkhî hükümler çıkarılmıştır. İbrahim Hatiboğlu, “Meşâriku’l-Envâri’n- Nebeviyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 29/361-362. 340 Müslim, “İman”, 37; Taberânî, el-Mu‘cemu’l kebir, 8/318. 341 Yukarıda zikredilen hadisin devamı. 80 bir dahî böyle eyleme. Ve bir kimse dahî asla böyle demesinler için yani adamın Lâ ilâhe illallah dediği diliyledir kalbiyle değildir demesinler için Peygamber (aleyhi’s- selâm) böyle dedi ki: يعبد من دون للا حرم ماله ودمه وحسابه على للا تعالى بما اله اال للا وكفر قال ال İmdi ma’lûm oldu ki herkese âşikâre cehr ile Lâ ilâhe illallah demek farzdır, hatta İslâmına hükm oluna. Velâkin Râfizîler “Bir adam ibtidâ-yı İslâmda bir kerre âşikâre cehr ile Lâ ilâhe illallah dese kifâyet eder” derler. Ve bir kerre cehrile Lâ ilâhe illallah demeğe razı olurlar. Amma üç dört yüz kerre cehr ile Lâ ilâhe illallah demeğe razı olmayıp haramdır derler. Velhâsıl dili olan kimseye âşikâre cehr ile Lâ ilâhe illallah demek farzdır. Gerek tegannî ile olsun ve gerek tegannîsiz olsun İslâmına hükm olunur. Hatta bir kâfir ref-ʻi savt ile yani çağırı çağırı tegannî ile beş on kerre “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah” dese Ehl-i sünnet ve cemaat’den olan ulemâ, İslâmına hükmederler. Eğer iʻtimâd etmezseniz fetvâ etdirin. Ammâ Râfizîler ref-ʻi savtile yani çağırı çağırı tegannî ile “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah” diyenin küfrüne hükmederler ve haramdır derler. Amma ehl-i usûl ve ehl-i kelâm olan e’imme-i müfessirîn ve muhaddisîn İslâmına hükmeder. Zirâ buyururlar ki “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” demek helâldir ve tegannî helâldir. Pes iki helâl biri birine karışsa cümlesi helâl olur. Nitekim İmâm-ı Muhammed (aleyhi’r-rahme) bu husûsda buyurur ki: İzâ inzamme mübâhun ilâ mübâhin yekûnü’l-mecmûʻu mübâhan. Bir helâl bir helâle karışsa cemîʻi helâl olur. İmdi Ehl-i sünnet ve cemaat’den olan [3/A] mü’min- i muvahhide imamların helâl dedikleri tegannî ve haram dedikleri tegannîyi bilmek lâzımdır ki biri biriyle cidâl ve biri birilerini ikfâr edip kıtâl eylemeyeler ve kezzâb Berkī’nin343 mezhebine zâhib olmayalar. Ma’lûm ola ki benim Sünnî karındaşlarım tegannî birkaç kısımdır. Evvelki kısım budur ki: Bakması haram olan olan kimsenin mehdi ile (ve) vasfı ile tegannî olursa bi’l-ittifâk haramdır. Tegannî eden de ve dinleyen de ve bakması haram olan da gerek avrat olsun gerek oğlan olsun. Velhâsıl bazı şairler şiirle ve beytile avrat ve oğlan medh ve vasf ederler, ol şiir ve beyti okuyana da ve dinleyene de haramdır. Belki tegannîsiz bu makûle şiir ve beyti okumak ve dinlemek haramdır. Zirâ şiirin helâli var haramı var. Eğer şiir bakması haram olan avrat oğlan medhiyle (ve) vasfıyla olursa haramdır. Gazeliyât ve murabbaʻlar gibi. Ve eğer olmazsa haram değildir. İlâhiyât okumak gibi. 343 Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Hâlid el-Berkī (öl. 274/887) İmâmiyye mezhebine mensup Şiî fakihidir. 81 Muhammediyye344 ve Mesnevî-i Şerîf ve Mevlûd-i Şerîf kitabları okumak gibi. Amma Râfizîler katında Muhammediyye ve Mesnevî-i Şerîf ve Mevlûd-i Şerîf ve ilâhiyât okumak haramdır. Zirâ bu kitâplarda Çihâr Yâr’ın (radıyallâhu anhüm) vasfı vardır. Ol ecilden hazzetmezler. Ve İmâdü’l-İslâm345 kitabından hiç hazzetmezler. Velhâsıl bu makûle avrat ve oğlan medhiyle (ve) vasfiyle olan tegannîye Ehl-i sünnet ve cemaat’den olan fukahâ-i izâm savt-ı melâhî diye tesmiye edip ad verdiler. Ve “savt-ı melâhî” bi’l- ittifâk haramdır. Lakin hurmeti katʻiyyü’s-sübût değildir. Müstehilli ikfâr olunmaz. [3/B] Ve hurmeti katʻiyyü’s-sübût ona derler ki bir şeyin adı âyet-i kerîme ile veyâhud hadîs-i şerîf-i sahîhle anıla ve zikrola. Amma münkirler katında bir şeye birkaç münkirler haramdır deseler hurmeti katʻiyyü’s-sübût [olandandır. Velhâsıl Ehl-i sünnet ve cemaat katında ona derler ki] haram olan şeyin kelimesi ismi ile Kur’ân’da veyahud hadîsde anılıp zikrola. Mesela katl-i baʻîr hak ve zinâ ve livâta ve lahm-ı hınzîr ve hamr (ve) meysir ve ribâ ve sirkat ve bühtân ve zulüm ve şiddet ve mâl-i yetîm ve dahî bunlardan gayrı adı zikrolmuş vardır, kamu ve külli haramdır hurmeti katʻiyyü’s-sübût olandandır. Ve dahî gıybet ve mesâvî gibi ale’l-husûs câmi-ʻi şerîfde kürsîde tegannîyi müstehil olan peygamberân (aleyhimü’s-selâm) ve evliyâullah-i izâm ve fukahâ (rahimehümullâh) ikfâr olunsa meşâyih-i Halvetiyye olan vâizler gıybet olunup dahl olunsa ve Ehl-i sünnet ve kıbleden olan fukarâsı istihzâ olunup ikfâr olunsa ikfâr eden câhil vâizler de bu makûle vâizlere mürîd ve muhib olup meclisine hâzır olup da dahlinden hazzeyleyip ikfârına îtikâd edenler de kâfir olurlar. Ve tecdîd-i îman ve tecdîd-i nikâh lâzım gelir. Eğer rücûʻ etmez ise ahbes-i kefere zümresine dâhil olurlar. Nitekim ikinci fasılda beyân olunur. Ve “Bunlar niçin kâfir olurlar ve niçin tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh lâzım gelir?” diye sual olunur ise el-cevab: Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) hadîsiyle usûl ve kelâm kitâblarında imamların ittifâkı bu meselenin üzerinedir ki bir mü’min hurmeti katʻiyyü’s-sübût olanın hurmetini inkâr etmese itikâden ikfâr eden [4/A] kâfir olur. Yani bir mü’min Kur’ân’la ve hadîsle haram olan şeyin haramlığını inkâr etmese ol mü’mine “kâfir olursun” diyen kimse kâfir olur bi’l-ittifâk. Eğer suâl olunursa ki “Câhil vâizler 344 Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin (öl. 855/1451) Osmanlı dinî-tasavvufî kültürünün oluşmasına katkı sağlayan manzum eseridir. 345 Abdurrahman b. Yûsuf Aksarâyî (öl. 950/1543’ten sonra) tarafından kaleme alınan Türkçe ilmihal kitâbıdır. Abdurrahman b. Yûsuf Aksarâyî (öl. 950/1543’ten sonra), İmâdü’l-İslâm (İstanbul: MÜİF Ktp., Ali Rıza Hakses, 202); (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Fâtih, 2740). 82 niçin dedin?” el-Cevab: Bir âlim-i tahrîr ve muhaddis-i müksir ki Mutavvel’den346 ve Şerh-i Akâid’den347 ve Akâyid-i Monla Celâl’den348 ve Şerh-i Mevâkıf’dan349 ve Şerh-i Metâliʻden350 ve Meşârik’den351 ve Mesâbîh’den352 ve Menâr’dan353 ve Tavzîh’den354 ve Telvîh’den355 ve Tevârîh’den356 ders okuda meşâyih-i Halvetiyye’ye ve vâizlerine dahl ve taʻn eylemek ihtimâli yokdur. Zirâ bilir ki bunlar gece ve gündüz evrâd-ı şerîfe okuyup zikir ve tesbîh ederler. Bu ecilden evliyâullahdandır ki onun için dahl ve taʻn eylemez. Meğer Mûteziliyyü’l-mezheb ola Keşşâf357 gibi. Nitekim Şeyh Cemâleddîn (rahmetullâhi aleyh) kitâbında Resûl (aleyhi’s-selâm) zamanında ve sahâbe ve tâbiîn zamânlarında zikrullâh meclisinde olan ehl-i zikrin raks-ı tevâcüdünü ve devrânını tafsîl edip tamamladıkdan sonra der ki: Fe-inne’l-inkâre min ʻademi’l-ʻilmi. Yani “Ehl-i zikrin raks-ı tevâcüdünü ve devrânını inkâr eylemek ve dahl eylemek tahkîk câhil olup bilmemekden ötürüdür,” der. Fi’l-hakîka bir dehhâl Râfizî’nin önüne bu zikrolunan kitâbları getirip cümlesinden ders okutmağa kâdir olursa kitâbımı ihrâk bi’n-nâr eyleyiniz. Maʻa-hâzâ bu zikrolunan kitâblar Ehl-i sünnet ve cemaat kitâblarından iken bilmezler. Amma Kızılbaş kitâbların aʻlâ bilirler. 346 Sa‘düddîn Mes‘ud b. Fahriddîn Ömer b. Burhâniddîn Abdillâh el-Herevî el-Horâsânî et-Teftâzânî’nin (öl. 792/1390) Arap dili ve edebiyatı üzerine yazmış olduğu eserdir. 347 Necmeddin en-Nesefî’nin akaide dair risâlesine Sa‘düddîn et-Teftâzânî’nin yazmış olduğu şerhdir. 348 Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Es‘ad b. Muhammed ed-Devvânî es-Sıddîkî’nin (öl. 908/1502) kelâm ilmine dair yazmış olduğu Şerhu’l-‘Akâidi’l-‘Adudiyye adlı eseridir. 349 Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Ali es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcânî el-Hanefî’nin (öl. 816/1413) Adudüddîn el-Îcî’ye (öl. 756/1355) ait olan el-Mevâkıf eserine yazmış olduğu şerhdir. Kelâma dair yazılmış bir eserdir. Mustafa Sinanoğlu, “el-Mevâkıf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 29/423. 350 Ebû Abdillâh Muhammed b. Muhammed er-Râzî et-Tahtânî’nin (öl. 766/1365) Levâmi‘ul-esrâr fî şerhi Metâli‘i’l-envâr adlı eseridir. 351 Radıyyüddin es-Sâgānî’nin (öl. 650/1252) Meşârikü’l-envâri’n-nebeviyye eseridir. Sahih hadîsler nahiv konularına göre düzenlenmiştir. 352 Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes’ûd b. Muhammed el-Ferra el-Begavî'nin (öl. 516/1122) Mesâbîhu’s-sünne adlı eseridir. Güvenilir hadis kaynaklarından derlediği hadisleri ihtiva etmektedir. 353 Hâfızüddin en-Nesefî lakabıyla meşhur olan Ebü'l-Berekât Abdullah b. Ahmed'in (öl. 710/1310) Menâru'l-envâr adlı usûl-i fıkha dair yazmış olduğu eserdir. 354 Sadrüşşerîa es-Sânî Ubeydullâh b. Mes‘ud b.Tâcişşerîa Ömer b. Sadrişşerîa el-Evvel Ubeydillâh b. Mahmûd el-Mahbûbî el-Buhârî’nin (öl. 747/1346) kelâm ve usul konularına dair yazmış olduğu eseridir. 355 Sa‘düddîn et-Teftâzânî’nin et-Telvîh ilâ keşfi hakâ’iki’t-Tenkîh adlı eseridir. 356 Hoca Sâdeddîn Efendi’nin (öl. 1008/1599) Osmanlı tarihine dair yazmış olduğu Tâcü’t-tevârîh adlı eseridir; Fatih dönemi tarihçilerinden Şükrullah’ın (öl. 864/1459-60) Vezîriâzam Mahmud Paşa adına yazdığı tarih kitâbı ise Behcetü’t-tevârîh kitâbıdır. Bu kitâplar arasında İbrahim Niksârî’nin hangi kitâbı kastettiği bilinmemektedir. Ayla Demiroğlu, “Behcetü’t-tevârîh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 5/349. 357 Keşşâf, Mu‘tezile âlimlerinden Zemahşerî'ye (öl. 538/1144) aittir. Tefsirini dirâyet metoduyla yazmıştır. 83 Ve ikinci kısmı tegannînin helâldir. Ve bu ikinci kısım da gâh helâldir gâh haramdır. Zirâ fukahâ-i [4/B] izâm buyururlar ki: Bakması haram olan kimse okuması helâl olan şiir ve beyti lahn ve tegannî edib okursa haram olur. Yani nâ-mahrem olan kimse lahn ve tegannîyle ilâhîler ve Muhammediye ve Mevlûd kitâbların okursa haram [olur]. Zirâ fukahâ-i izâm buyururlar ki: El-ğinâ’ü rukyetü’z-zinâ. Yani lahn ve tegannî zinânın efsûnudur ve sihridir. Pes imdi bir adama efsûn edip sihir eylemek haramdır. Nitekim İmâm-ı Gazzâlî (aleyhi’r-rahme) İhyâü ulûmi’d-dîn’in358 kitâb-ı semâ‘ının bâb-ı sânîsinin makâm-ı sânîsinde der ki: Kâle Zünnûnü’l-Mısrî (rahimehullâh) es-semâ‘u vâridü Hak. Zünnûn-ı Mısrî (rahimehullâh) der ki: Semâ yani lahn ve tegannî dinlemek feyz-i Hak’dır. Yüzʻicü’l-kulûbe ile’l-Hak. Öyle feyz-i Hakdır (ki) kalbleri Hak Teâlâ’ya izʻâc edip koparır, diye bildir(ir). Fe-men esğâ ileyhi bi-hakkin tehakkaka. Bir kimse ol lahn ve tegannîye hak(kıy)la kulak dutarsa ol Hakk’ı bulur. Ve men esğâ ileyhi bi-nefsin ey bi-bâtilin tezendeka. Ve bir kimse ol lahn ve tegannîye şehvet kasdıyla kulak dutarsa ol kimse zındîk olmağı kabûl eder. Ve İmâm-ı Kuşeyrî (aleyhi’r-rahme) kitâbının bâb-ı semâ‘ında bilâ-tağyîr velâ tashîf Zünnûn-ı Mısrî hazretlerinden böylece nakl eder. Ve bakılması helâl olan kimse okuması helâl olan şiir ve beyti lahn ve tegannî ile okumak ve dinlemek bi’l-ittifâk Ehl-i sünnet ve cemaat katında helâldir ve mübâhdır. Hatta Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ı da [lahn (ve)] tegannî ile okumak lâzımdır, belki vâcibdir. Nitekim fukahâ-i izâmdan Şirʻatü’l-İslâm359 sâhibi Şirʻatü’l-İslâm’ın altıncı faslında fasl fî süneni’l-kırâ’eti [5/A] dediği mahalde der ki: Ve yüzeyyinü’l-Kurʻâne bi-savtih. Kur’ân’ı okuyan kimse Kur’ân’ı savtıyla tezyîn edip bezer. Ve Şirʻatü’l-İslâm şârihi olan Seyyid Alioğlu360 der ki: Fe-innehû izâ semiʻa bi-savtin tayyibin ve lahnin hazîn. Ma’nâ-yı ? demek ola ki Zirâ Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân kaçan işitdiyse ? savtile ve dahî hüzün verici lahnile. Yekûnü evkaʻu fi’l-kalbi ve erakku li-sâmiʻih. Kalbinde ziyâde vâkiʻ olur. Ve dahî dinleyene ve işidene ziyâde rikkat ve şefkat olur. Li-ennehû yüzeyyinü’l-lafza ve’l-ma’nâ. Zirâ lahn lafzı ve ma’nâyı tezyîn edip bezer. 358 Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî (öl. 505/1111), İhyâü ulûmi’d-din (Cidde: Dâru’l-Minhâc, 1432/2011). 359 Şirʻatü’l-İslâm, Ebü’l-Mehâsin Rüknülislâm Sedîdüddîn Muhammed b. Ebî Bekr İbrâhîm eş-Şargî el- Buhârî’ye (öl. 573/1177) ait ilmihal ve ahlâk kitabıdır. Bu şahıs babasının görevinden dolayı İmamzâde olarak anılmıştır. Ebü’l-Mehâsin Rüknülislâm Sedîdüddîn Muhammed b. Ebî Bekr İbrâhîm eş-Şargî el- Buhârî, Şir’atu’l-İslâm (Gazze: İslam Üniversitesi, Usûlu’d-Dîn Fakültesi, Basılamamış Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002). 360 Seyyid Alizâde diye anılan Ya‘kub b. Seyyid Ali er-Rûmî el-Bursevî, Mefâtîhu’l-cinân ve mesâbîhu’l- cenân (Şerhu Şir‘ati’l-İslâm, İstanbul 1299, 1306, 1317, 1326). İmamzâde’nin Şirʻatü’l-İslâm kitâbının şerhlerinden biridir. 84 Ve dahî Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: باصواتكم القران Savtınızla Kur’ân’ı زينوا tezyîn edip bezeyiniz. Ve Şirʻatü’l-İslâm’ın ikinci şârihi olan Yayha bin Bahşî361 (rahmetullâhi aleyh) der ki: Bu makâlde Peygamber’den (aleyhi’s-selâm) iki rivâyet vardır. Evvelki budur ki: Peygamber (aleyhi’s-selâm) باصواتكم القران .buyurmuş ola زينوا Veyâhud 362زينوا اصواتكم بالقران buyurmuş ola. Velâkin hitâbı (rahmetullâhi aleyh) sâninci vechi sahîh gördü. Berkī dahî Tarîkat’inin363 sınıf-ı sânîsinin kısm-ı sânîsinin on yedinci mebhasinde böylece beyân eylemişdir. Ve dahî sâhibü’ş-Şirʻa (rahimehullâh) der ki: Ve yakra’ü’l-kur’âne bi-lühûni’l-ʻarabi. Ve dahî Kur’ân’ı okuyan kimse Kur’ân’ı Arab’ın lahinleriyle okur ve öyle okumak gerekdir. Ve şârihi olan Ya‘kūb bin Seyyid Ali der ki: el-Lühûnu cemʻu lahnin ke’l-elhâni. Lühûn kelimesi lahnin cemʻidir, elhân kelimesi lahnin cemʻi olduğu gibi. Ve sâhibü’l-Mağrib der ki: Lehhane kırâ’etehû telhînen. Falan kimesne kırâ’atinde lahn etmekle lahn eyledi. Ey tarrebe fîhâ ve teranneme. [5/B] Yani kırâ’atinde tegannî ve terennüm eyledi. Ve Tercümân-ı Sıhah364 da der ki: Lehhane kirâ’etehû telhînen. Ey ğarrara tağrîran. Yani boğazında âvâzını ditretmekle ditretdi. Netîcetü’l-kelâm lahnin ma’nâsı boğazından âvâzını hüsn-i savt ile ditretmeğe derler. Ve dahî Şirʻatü’l-İslâm kitabının altıncı faslında tegannînin hilline delîl olan ikinci hadîs-i şerîf budur ki: Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: العرب بلحون القران اقرؤوا Arab’ın lahinleriyle Kur’ân’ı okuyunuz. Ve sâhibü’l-Mağrib der ki: Ve hüve me’hûzün min elhâni’l-eğânî. Ve bu lahn eğânînin lahinlerinden me’hûzdur. Ma’lûmdur kim el- eğânî cemʻu uğniye ve hiye cemʻu ğinâ’ bi’t-Türkî ırlamak. Yani eğânî uğniyenin ve uğniye ğinânın cemʻidir. Nitekim esâvire esûrenin ve esûre süvârın cemʻi olduğu gibi. Râfizîler zikrolunan kitâbların sözüne ve hadîs-i şerîflere amel etmeziz derler. Ve dahî tegannînin hilline delîl olan üçüncü hadîs-i şerîf budur ki: Meşârik’in beşinci bâbında ikinci hadîs-i şerîfdir ki Müslim ile Buhârî hazretlerinin ittifâk etdikleri ehâdîs-i sahîhadandır ki râvîsi Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) dır. Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: لشيء أذن للا لنبي .Bir şeye Hudâ izin vermedi ما أذن Nebîsine izin verdiği ما 361 Yahyâ Halîfe olarak bilinen Yahyâ b. Bahşî’nin (öl. 840/1436) Şerhu Şir‘ati’l-İslâm (Nuruosmaniye Ktp., 2240, 2241) eseri İmamzâde’nin Şirʻatü’l-İslâm kitâbının şerhlerinden biridir. 362 Buhâri, “Tevhid”, 52; “Fezâilü’l-Kur’an”, 31; Müslim, “Müsâfirîn”, 235-236; Ebû Davud, “Tefriu’ ebvabi’l-vitr”, 20; İbn Mâce, “İkâmetu’s-Salavât”, 176; Nesâî, es-Sünen, “İftitah”, 83, 96; İbn Hanbel, el- Müsned, 4/ 285. 363 İbrahim Niksârî, Târikat kitâbını Berkī'ye atfetmiştir. İslâm Ansiklopedisi'nde Berkī'ye ait kitâplar arasında bu kitap zikredilmemiştir. Orhan Çeker, “Berkī”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 5/509. 364 Cevherî’nin Tâcü’l-luga adlı Arapça sözlüğünü Vankulu (öl. 1000/1592) Tercüme-i Sıhâh adıyla Türkçeye tercüme etmiştir. 85 gibi.365 به يجهر بالقرآن .Öyle Nebî ki Kur’ân’da tegannî eder, cehr eder Kur’ân’la يتغنى Yani Kur’ân’da tegannî edip cehr ile okurdu. Bu hadîs-i şerîfin şerhinde şârihler dediler ki: Fe-inne’t-tegannî lâ yekûnü illâ bi’l-cehri ev bi-refʻi savtin. Tahkîk tegannî olamaz illâ cehr ile olur veyâhud ref-ʻi savt ile olur. [6/A] Zirâ ihfâ ile tegannî mümkin değildir. Ve Meşârik şârihi olan İbni Melek366 (rahmetullâhi aleyh) bu hadîs-i şerîfin şerhinden sonra der ki: Ebâhahû Ebû Hanîfetü ve cemaatün mine’s-selefi. Mübâh eyledi tegannîyi Ebû Hanîfe (rahmetullâhi aleyh) ve selefden (bir) cemaat. Ve selefden olan cemaatden murâd İmâm Ebû Hanîfe (rahmetullâhi aleyh) hazretlerinini şâkirdleridir. Ve dahî İbni Melek (rahmetullâhi aleyh) der ki: Li-ennehû zâlike sebebün li-rikkatihî ve ikbâli’n- nüfûsi ileyhâ. Zirâ bu tegannî rikkat-i lühûna sebebdir ve nefisleri Kur’ân’a yöneltmekdir. Ve Meşârik şârihî Şeyh Ekmel367 bu hadîs-i şerîfin şerhinden sonra der ki: Ve li-zâlike cevveze’ş-Şâfiʻîyyü el-kirâ’ete bi’l-elhâni. Bu hadîs-i şerîf Peygamber’den (aleyhi’s-selâm) sahîh vârid olduğu için İmâm-ı Şâfiî kırâati lahinler ile câiz gördü. Ve dahî tegannînin hilline delîl olan dördüncü hadîs-i şerîf budur ki: Meşârik’in altıncı bâbında Buhârî’nin münferid olduğu ehâdîs-i sahîhadandır. Ve râvîsi Ebû Hureyre’dir. Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: ليس منا Bizden değildir. من Şol kimseki368 لم يتغن Kırâ’atinde tegannî etmeyen yani Kur’ân’ı tegannî ile oku[ma]yan bizden بالقران değildir. Pes lâzım geldi ki Kur’ân’ı tegannî ile okumayan ümmet-i Muhammed’den olmaya. Bu ecilden, şârihi olan İbni Melek (rahmetullâhi aleyh) der ki: Resûl (aleyhi’s- selâm) erâde bihi’l-hasse ʻale’t-tegannî bi’l-Kur’âni lâ bi-gayrih. Yani Peygamber (aleyhi’s-selâm) bu hadîs-i şerîfle murâd eyledi. el-Hasse. Kandırmak.369 ʻAle’t-tegannî, tegannî üzerine. Bi’l-Kur’ân, Kur’ân’la. Lâ bi-gayrih. Kur’ân’la kandırmakdan gayrı murâd eylemedi. Bu iki hadîs-i şerîf Berkī’nin Tarîkat’inin sınıf-ı sânî- [6/B] sinin 365 Ebû Dâvûd, “Tefriu‘ ebvabi’l vitr”, 20; Müslim, “Salatü’l Misâfirîn ve Kasruhâ”, 233, 234; Buhârî, “Fedailü’l-Kur’ân”, 19; Nesâî, “İftitah”, 83; Dârimî, Süneni Dârimî, 2/171. 366 İbn Melek (öl. 821/1418) Radıyüddin es-Sâgānî’nin Meşâriku’l-envâri’n-nebeviyye eserini Mebâriku’l-ezhâr fî şerhi Meşârikı’l-envâr adıyla şerh etmiştir. İbn Melek (öl. 821/1418’den sonra), Mebâriku’l-ezhâr fî şerhi Meşârikı’l-envâr, nşr. Eşref b. Abdülmaksûd ( Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1415/1995). 367 Ekmelüddîn Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed el-Bâbertî (öl. 786/1384) Radıyüddin es-Sâgānî’nin Meşâriku’l-envâri’n-nebeviyye eserini Tuhfetü’l-ebrâr fî şerhi Meşâriki’l-envâr fi’l-cem‘ beyne’s- Sahîhayn adıyla şerh etmiştir. 368 Buhârî, “Tevhid”, 44;Ebû Dâvûd, “Tefriu’ebvabi’l-vitr”, 20;İbn Mâce, “İkâmetu’s-Salavât”, 176; İbn Hanbel, el-Müsned, 1/175; Dârimî, “Salat”, 2/933(No:171); Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, , 2/72. 369 Müellif “kandırmak” kelimesiyle Kur’ân’ı tegannîyle süslemek veya güzelleştirmek mânasını kastetmiştir. 86 kısm-ı sânîsinde on yedinci mebhasinde mevcûddur. Eğer şâb tegannîye kâdir olmaz ise va’îde müstehak olmaz. Zirâ lâ harace fi’d-dîn buyurulmuşdur. Ve hatta mükellef değildir. İmdi Berkī’nin Tarîkat’inde ? kelâmı lağv olduğu zâhirdir. Velhâsıl Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) âhirki hadîs-i şerîfle murâdı halkı tegannîye kandırmakdır ve muhabbet ettirmekdir. Yoksa Kur’ân’ı tegannî ile oku(ma)yan ümmetimden değildir ve ümmetimden olamaz demek değildir. Zirâ hadîs-i şerîfin zâhir ma’nâsına nazar olunursa tegannî etmeyen kâfir olmak lâzım gelir. İmdi mü’min olana lâzımdır ki tegannîye çalışıp öğrene. İmdi Râfizîlere bu yazdığımız hadîs-i şerîfler dersen ve Meşârik şârihleri olan Şeyh Ekmel ki şârihu’l-Hidâye’dir370 ve İbni Melek (rahimehumallah) hazretlerine ne dersin diye sual olunursa ekseriyâ kimi köle ve kimi Boşnak kâfirden Müslüman olmuşlar cevab verip der ki: Üsteyânî Efendi371 ve Kadızâde Efendi372 bu cenâpları çevirdi mi? Bu kerre Üsteyânî demeyiniz, Üsteyânî kâfir adıdır. Kâfir âyetin ve hadîsin ma’nâsın bilmez dersin. Niçin bilmez demekdir gayrı bilmez. Belki tahâret ve îmânı ve İslâm’ı bilmez. Ve bazı Râfizî “Bu hadîslerle ve kitâblarla amel etmeziz” derler. Eğer Turtûşîler373 derlerse ki Peygamber (aleyhi’s- selâm) bu hadîsle murâdı fakat yalnız Kur’ân’ı lühûn ile okumakdır. el-Cevab: Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) bu hadîsle murâdı yalnız tecvîd olaydı buyururdu ki leyse minnâ men lem yücevvidü’l-Kur’âne. Yani Kur’ân’ı tecvîd ile okumayan bizden değildir, derdi. Maʻa-hâzâ böyle demedi. Eğer Turtûşîler derlerse [7/A] biz hadîs-i şerîfin zâhir ma’nâsından ʻudûl edip tecvîd ma’nâsına alırız. el-Cevâb: Ulema-i ʻilm-i kelâm’a ve ʻilm-i usûle ma’lûm-ı ʻizzetdir ki mâdem nusûs yani âyât ve ehâdîs Hudâ’ya cisim ve cihât isbât eylemeye ve cisim [ve] cihâtı müşʻir olmaya evliyâdan gayriye zâhir ma’nâsından ʻudûl etmek ilhâd ve küfürdür. Amma evliyâullah olanlara ʻudûl eylemek 370 Ekmelüddîn el-Bâbertî’nin el-‘İnâye’si, Mergīnânî’nin (öl. 593/1197) meşhur eseri el-Hidâye’nin şerhlerinden biridir. Özellikle Signâkī’nin (öl. 714/1314) en-Nihâye’si olmak üzere çeşitli el-Hidâye şerhlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır. Hanefî fıkhına dair yazılmış bir eserdir. Aynı zamanda Meşârik şarihlerinden biridir. Ekmelüddîn Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed el-Bâbertî er-Rûmî el-Mısrî (öl. 786/1384), Tuhfetü’l-ebrâr fî şerhi Meşâriki’l-envâr fi’l-cemʿ beyne’s-Sahîhayn (Amasya: Beyazıt İl Halk kütüphanesi, 1252). Arif Aytekin, "Bâbertî", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 4/378. 371 Üsteyânî olarak kastedilen kişi Üstüvânî Mehmed Efendi’dir (öl. 1072/1661). Kadızâde hareketinin önde gelen isimlerinden biridir. 372 Kadızâde Mehmed Efendi (öl. 1045/1635) IV. Murad vâizlerinden biridir. XVII. yüzyılda Osmanlılar’da ortaya çıkan dinî ve içtimaî hareket, adını bu şahıstan almıştır. Semiramis Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 24/100. 373 Ebû Bekr Muhammed b. Velîd b. Muhammed b. Halef el-Fihrî et-Turtûşî'dir (öl. 520/1126). Endülüslü Mâlikî fıkıh âlimi ve muhaddisidir. Fakat İbrahim Niksârî "Turtûşî" ismiyle Mâlikî fakihlerinden başta bu şahıs olmak üzere semâ ve devrâna karşı çıkan tüm grupları kastetmiştir. Bu sebeple bunlara “Turtîşîyyü’l-mezhep” demiştir. 87 câizdir, küfür değildir. İmdi tegannînin hilli husûsunda vârid olan ehâdîs-i sahîha Hudâ’ya (kanda) cisim ve cihât isbât eyledi ve kanda cisim ve cihâtı müşʻir oldu ki zâhir ma’nâsından ʻudûl edip te’vîl edersiniz buyurun Turtûşîler efendiler. Eğer münkirler suâl ederlerse ki ve kad cevveze’ş-Şâfî (rahimehullâh) el-kirâ’ete bi’l- elhâni bi-şartin en lâ yuğayyira’l-lafza ve yuhille nazme’l-kelâmi. Yani İmâm-ı Şâfiî (rahimehullâh) kırâ’ati câiz gördü lahinler ile şol şartla ki lafzı tağyîr olunmaya veyâhud lafzı tağyîr eylemeye. Ve Kelâm-ı Bârî’nin nazm-ı şerîfine halel olunmaya ve halel gelmeye diye. Yani münkirler bunu suâl ederlerse el-cevabü’l-evvelü: Ey münkirler sizin nizâʻınız meşâyih-i Halvetiye’nin zikirlerinin tegannîyle okudukları ilâhîlerdedir. İmâm-ı Şâfiî (rahmetullâhi aleyh) ilâhîler lafzı tağyîr olmaya dememiş. İmâm-ı Şâfiî’nin bu kelâmı size delîl olamaz. el-Cevabü’s-sânî: Kutbü’s-sûfiye olan Üsküdârî Mahmûd Efendi374 hazretlerinin mukaffâ şiiriyle olan ilâhîleri kendi huzûrunda lahn ve tegannî ile okudukları zamanda niçin benim ilâhîlerimi içinde lafzatullâh var iken ve Lâ ilâhe illallah kelimesi var iken lafzı tağyîr edersiniz [7/B] ve lafzına halel verirsiniz demezdi ve menʻ eylemezdi. Maʻa-hâzâ evliyâullah helâli ve haramı ziyâde bilirler iken haramdır demediler. Evliyâya teslîm olana bu delîl kifâyet eder. Velâkin ey Kızılbaşlar sizin evliyâya teslîminiz yokdur. Bu ecilden dava edersiniz. el-Cevabü’s-sâlis: Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) zaman-ı sa’âdetlerinde huzûrunda lahn ve tegannî ile kasîdeler okunurdu. Maʻa-hâzâ hiçbir kerre lahn ve tegannîyle kasîdelerin ve ilâhîlerin lafzını tağyîr eylemeyiniz ve lafzına halel vermeyiniz demedi ve menʻ eylemedi. Eğer Peygamber (aleyhi’s-selâm) kasîdelerin lahn ve tegannî ile lafızlarını tağyîr eylemeyiniz ve lafzına halel vermeyiniz dedi ise ve sözünüzde sâdık iseniz hadîs-i sahîh getirip mahallini göstermediğinize göre lime amel edelim. el- Cevabü’r-râbiʻ: Peygamber (aleyhi’s-selâm) lahn ve tegannîyle lazfı tağyîr olursa ma’nâsı da tağyîr olur demedi. Eğer dediyse hadîs-i sahîh getirin mahallin gösterin amel edelim. el-Cevabü’l-hâmis: Hak Sübhânehû ve Teâlâ Kelâm-ı Kadîm’inde et-tegannî haramün demedi. Eğer böyle dedi ise Ehl-i sünnet ve cemaat’den olan imâmların kitâblarından hadîs-i sahîh getirip mahallin gösterin sözünüzde sâdık iseniz. İmdi ey münkirler bir şeyi Allah ve Resûlü haramdır demeyeler, kitâba haramdır diye yazdırmağla ol şey haram olmaz. Zirâ şeyleri haram eden Hudâ ve Resûl’dür. Bir nesneyi haram kılmak Hudâ’ya ve Hudâ’sı iʻlâmıyla Resûlüne mahsûsdur. Ve bir şeyi 374 Üsküdârî Mahmud Efendi ile kastedilen kişi Aziz Mahmud Hüdâyî’dir (öl. 1038/1628). 88 ki Hudâ ve Resûlü haram etmemiş ola, mücerred akılla haram diyen kâfir olur. Zirâ ki tegannî haramdır demenin ma’nâsı budur ki tegannî edene Allah Teâlâ kıyâmetde ʻukûbet eder. [Edeceğin bu sözü] sana Allah Teâlâ mı dedi yohsa Resûlü mü dedi. [8/A] Kitâbta yazmışlar demekle olmaz. Zirâ şâir Nefʻî375 de kitâblara çok yâve yazmışdır. Velâkin âyet ve hadîsle delîli yokdur. Ve ma’lûmdur ki şâir Nefʻî İslâmbol’un ulemâsının ekserîsini hicv eyleyip ol hicv ile bir alay dîvânlar ve risâleler yazdı gitdi. Kezâlik sahâbe zamânından beri bir alay melâhide gelmişler, meşâyih-i Halvetiyeyi hicv eyleyip bir alay dîvânlar ve risâleler peydâ etmişler. Ol hicviyyâtla mezheb dutanların mezhebine mezheb diyelim mi. Fe’l-yetefekker. el-Cevabü’s-sâdis: Ey Râfizîler “Hîn ve mahalde âyetle ve hadîsle amel ederiz” derseniz ve “Âyet ve hadîs ile amel etmeyen kâfirdir” derseniz bu kerre Ehl-i sünnet ve cemaat bir şeyin hurmetine sizden âyet ve hadîs delîl taleb edince ve âyet ve hadîs getirin deyince bu kerre biz âyet ve hadîs ile amel etmeziz dersiniz. Baʻdehû âyet ve hadîsi bırakıp kanda bir Kızılbaş ve kanda bir Şiî ve kanda bir Mutezilî ve kanda bir Dürzî kitâbı var ise nakil getirirsiniz. Velhâsıl meşhûr olan Ehl-i sünnet ve cemaat’in kitâblarından ve imâmların kitâblarından onların verdiği ma’nâ üzere olan âyet ve ehâdîsi getirmezsiniz ve nakil getirdiğiniz takdîrce ol Müslümânların kitâblarına iftirâ ve mevzûʻ ve sahte ve kizb nakiller ve bir alay telbîsât ve tezvîrât nakiller ve fetvâlar ve risâleler usûl ve kelâma uymaz ve Müslümân olan onları eline almaz. Velhâsıl Kızılbaş gibi hîle bâbında şei‘de ve hudʻa bâbında ol kadar hokkabâzlardır ki gûne gûne görünürler. Gûyâ ki bunlar ferşe bukalemundur mevc mevc görünürler. el-Cevabü’s-sâbiʻ: Peygamber (aleyhi’s-selâm) lahn ve tegannîyle Kur’ân okuyunca lafzını [8/B] tağyîr eylemeyiniz ve nazm-ı şerîfine halel vermeyiniz demedi. Ve lahn ve tegannî ile Kur’ân’ın lafzı tağyîr olursa ma’nâsı da tağyîr olur ve nazm-ı şerîfine halel gelirse ma’nâsına da halel gelir kâfir olursuz veyahud günahkâr olursuz demedi. İmdi ey münkirler bu makâmda akıl sâhiblerine ma’lûm oldu ki sizin sözleriniz bidʻat imiş ve sizler ehl-i bidʻat olduğunuz güneşden âşikâre oldu. Velâkin fukahâ-i izâm Kur’ân’ın lafzını tegannî ile ve lahn ile tağyîr edip nazm-ı şerîfine halel vermeği câiz görmediler. Nitekim âlim-i tahrîr ve muhaddis-i müksir şârihu’l-Hidâye Şeyh Ekmel (rahmetullâhi aleyh) hazretleri يتغن لم من منا ليس hadîs-i şerîfini şerh etdikden sonra der ki: Ve ekûlü hâzâ hasenün. Yani ben derim بالقران ki Kur’ân’da lahn ve tegannîyle savt güzeldir. İn lem yuhille nazme’l-kelâmi. Kelâm-ı 375 Nef‘i (öl. 1044/1635) hiciv ve kasideleriyle ünlü divan şairidir. 89 Bârî’nin nazmına halel vermezse ve halel gelmezse. Bi-katʻi’l-lafzi ve izâleti’l-hurûfi ʻan mahallihâ. Kelâm-ı Bârî’nin lafzını katʻ edip ve hurûflarını mahallerinden izâle eylemekle halel gelmezse ve halel vermezse lahn ve tegannîyle Kur’ân okumak güzeldir ve müstehabdır. “Tegannî hadîs-i şerîflerin yazdığı yerde” Berkī de böyle demişdir. Şeyh Ekmel (rahmetullâhi aleyh) der ki: Ve emmellezî ahdesehû baʻdü’l-mütekellifîne. Amma şol lahn ve tegannî ki tekellüf edicilerin ve mürâ’îlerin bazısı onu ihdâs eyledi. Yebhasü lâ yekâdü yefhemü min elfâzi’l-Kur’âni şey’en min kesreti’l-‘anʻaneti. Yani şol mikdâr ve şol kadar ziyâde lahn ve tegannî ihdâs eylediler ki lahn ve tegannînin kesretinden Kur’ân’ın lafızlarından bir şeyi kulak fehm eylemeğe yaklaşmaz idi. Velhâsıl şol kadar ziyâde lahn ve tegannî ederler (ve) etdiler ki lahn ve tegannînin çokluğundan Kur’ân’ın [9/A] harflerinden bir harfi kulak fehm edip işitmez idi. Fe- innehû men istemeʻa bi’l-bidʻi fi’l-islâmi. Pes imdi Kur’ân’da bu makûle harfleri fehm olunmayan lahn ve tegannî İslâm’da bidʻatların ziyâde şenîʻidir ve kabîhidir gör. İmdi el-insâf Şeyh Ekmel (rahmetullâhi aleyh) bu kadar fazîlet-i bâhire sâhibi iken kâfir olur demedi, amma zamânımız câhilleri kâfir olur derler. Ve’l-hâsıl zübdeti’l-kelâm mezâhib-i erbaʻada Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ın lahn ve tegannîyle lafzı tağyîr olmazsa ve nazm-ı şerîfine halel gelmezse Kur’ân’ı lahn ve tegannîyle okumak helâldir ve mübâhdır. Velâkin beşinci mezhebde değil. Amma Kur’ân’ın lahn ve tegannîyle lafzı tağyîr olup nazm-ı şerîfine halel gelirse Şeyh Ekmel (rahmetullâhi aleyh) dediği gibi bidʻat-ı şenîʻdir. Amma savt-ı melâhînin lahn ve tegannîsiyle gerek lafzı tağyîr olsun ve gerek olmasın bi’l-ittifâk haramdır. Amma okuması helâl olan eşʻârı bakması helâl olan kimse lahn ve tegannîyle okursa gerek eşʻârın lafzını tağyîr olsun gerek olmasın helâldir ve mübâhdır. Eğer münkirler dahl ederlerse (ki) Allah kelimesi ve Lâ ilâhe illallah kelimesi Kur’ân’dan değil midir, lafzını niçin tağyîr edersiniz? el-Cevabü’l-evvel: Hukemâ-i tarîkat katında câizdir. Nitekim evliyâullah olan meşâyih-i ʻizâm(dan) Üsküdârî Mahmûd Efendi gibi ve dahî Akşemseddin gibi ve Hazret-i Mevlâna gibi ve Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî ve Habîb-i Acemî ve Dâvud-ı Tâi ve Zünnûnü’l-Mısrî ve Seriyyü’s-Sakatî ve Marûf-ı Kerhî ve Cüneyd-i Bağdâdî (rahimehümullâhü Teâlâ) gibi sultanlar câiz gördüler. Ve İmâm-ı Âzam ve İmâm-ı Şâfiî ve İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Hanbel ve İmâm-ı Fahr-ı Râzi ve İmâm-ı Gazzâlî ve Ebü’l-Leys es-Semerkandî ve 90 İmâm-ı Kuşeyrî ve İmâm-ı Kâşânî376 (rahimehümullâh) [9/B] gibi sultanlar câiz gördüler. Zirâ lahn ve tegannî eşʻârda tahrîfi ve tağyîri müstelzimdir. Ekseriyâ münfek olmaz. Nitekim İmâm-ı Kâşânî (rahimehullâh) Cüneyd-i Bağdâdî (rahimehullâh) hazretlerinden hikâyet edip der ki: Ve lekad sü’ile seyyidü’t-tâ’ifeti Cüneyd Bağdâdî (rahimehullâh). Meşâyihin ulusu (ve) seyyidi olan Cüneyd-i Bağdâdî’ye tahkîk suâl olundu. ʻAn şahsin vakûrin. Akıllı ve uslu vakar sâhibi şahısdan. Yestemiʻu savten tayyiben. Öyle vakâr sâhibi şahıs ki iyi savt işidir de. Fe-yazheru minhu kalakun. Ol vakâr sâhibi şahısdan kalkımak377 zâhir olur. Ve yasduru minhu harekâtün gayru muʻtâdetin. Ve ol vakâr sâhibi şahısdan harekât-ı gayr-i muʻtâde sâdır olur. Böyle diye suâl olundukda kâle: İzâ hâtebellâhü teâlâ yevme’l-mîsâki. Cüneyd-i Bağdâdî dedi ki: Kaçan Allah Teâlâ yevm-i mîsâkda hitâb etdiyse. Yani cemîʻan ervâhı âlem-i ezelde halk edip 378برك م diye hitâb etdiyse. Zerrâte zürriyyâtin. Benî-Âdemoğlunun الست zürriyyâtının zerrelerine yani birinin rûhuna hitâb etdiyse. Fe-bakiyet halâvetü zâlike’l- hitâbi ve ʻazûbü zâlike’l-kelâmi. Pes Allah Teâlânın hitâbının halâveti ve kelâmının lezzeti bâkî kaldı. Fî mesâmiʻi ervâhihim. Âdemoğlunun ruhlarının kulaklarında. Fe-lâ cereme ennehüm izâ semiʻû savten tayyiben. Elbette tahkîk ol ruhlar bir iyi savt işitdikleri zamânda. Tezekkerû halâvete zâlike’l-hitâbi ve ʻazûbe zâlike’l-kelâmi. Ol Allah Teâlânın بركم diye nidâ eylediği hitâbın halâvetini ve ol kelâmın ve الست mükâlemenin lezzetini ruhlar hâtıra getirirler de. Fe-yazheru minhü’l-kalak. Pes ol mükâleme edip hitâbı işiden rûhun cesedinden [10/A] kalkımak zâhir olur. Ve yasduru minhü’l-harekâtü’l-ğayri’l-muʻtâdeti şavkan ve taraben. Ol hitâbı ve kelâmı işiden ruhların cesedinden şevk ve şâdânlık yüzünden kalkımak zâhir olur ve dahî harekât-ı gayr-i muʻtâde sâdır olur. Kâle’l-hukemâ’u fi’l-kalbi fazîletün şerîfetün. Hukemâ derler ki âdemin kalbinde fazîle-i şerîfe vardır. Ol fazîle-i şerîfe elestü bi-Rabbiküm hitâbının ve kelâmının halâveti ve lezzetidir. Teʻazzera ʻalâ kuvveti’n-nutki ihrâcühâ bi’l-lafzi. Öyle fazîle-i şerîfe ki ol fazîle-i şerîfenin lafzıyla ihrâcı müteʻazzir olup güç oldu kuvvet-i nâtıkanın üzerine. Yani Allah Teâlânın hitâbının ve kelâmının halâvetini kuvvet-i nâtıka lafız ile taʻbîre ve takrîre kâdir olmadı. Zirâ Hudâ’nın hitâbı ve kelâmı savtdan ve lafızdan münezzehdir. Fe-ahrecethe’n-nefsü bi’l-elhâni. Pes ol fazîle-i şerîfeyi elhân sebebiyle nefs-i nâtıka ihrâc eyledi. Fe-lemmâ zaharat serrat ve tarabet 376 Kastedilen şahıs Abdurrezzak Kâşânî’dir (öl. 736/1335). 377 Kalkmak. 378 “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Âraf, 172 91 ileyhâ. Pes vaktâ ki ol fazîle-i şerîfe elhân sebebiyle zâhir oldu ise kalb mesrûr oldu ve fazîle-i şerîfe şâd oldu. Ve’s-temeʻû mine’n-nefsi. Nefs-i nâtıkadan ol fazîle-i şerîfeyi istimâʻ edip işidiniz. Ve nâcûhâ vedʻû münâcâti’z-zavâhiri. Ol nefs-i nâtıkaya münâcât ediniz ve duâ ediniz, zâhirlerde münâcât ve duâ etdikleriniz gibi. Ve kâle baʻduhüm netâ’icü’s-semâ istinhâzu’l-ʻâcizi mine’r-re’yi. Ve bazı ulemâ dediler ki semâ‘ın netîceleri re’y-i fâsidinden aciz olan kimseyi dorğurup müstakîm eylemekdir. Ve istihlâbü’l-ʻâzibi mine’l-ezkâri. Ve ? olan fikirlerden kendi özüne celb edip çekmekdir. Ve hiddetü’l-? mine’l-efhâmi ve’l-ârâ. Ve fehimlerden ve re’ylerden yorulmuş ve ? olanlar tîz ve keskin [10/B] olmakdır semâ‘ın netîceleri. Hattâ yesûbe mâ ʻuzibe. Hatta tatlı olan fikirler kalbe rücûʻ eder. Ve yünhidu mâ ʻucize. Ve dahî kalb aciz olduğu fikirlerden doğru olup müstakîm olur. Ve yasğû mâ kedera. Ve dahî kalbe keder veren fikirlerden kalb sâfî olur. (Ve) yümerrihu fî külli re’yin ve niyyetin. Ve her bir re’yinde ve her bir niyetinden ziyâde ferah bulup katî şâd olur. Fe-yusîbü velâ yahta’u. Pes isâbet eder hatâ eylemez. Ve ye’tî velâ yübti’u. Feyz-i ilâhî gelir eğlenmez. Ve kâle baʻduhüm kemâ enne’l-fikra yutriku’l-ʻilme ile’l-ma’lûm. Bazı hukemâ dediler ki tahkîk fikir ʻilmi ma’lûm eylediği gibi. Fe’s-semâ‘u yutriku’l-kalbe ile’l-ʻâlemi’r- rûhâniyyi. Pes semâ da yani lahn ve tegannî dinlemek kalbi âlem-i rûhâniyete yolladır. Kâle baʻduhüm es-semâ‘u ğıdâ’u’l-ervâhi li-ehli’l-maʻrifeti. Bazı hukemâ derler ki semâ yani lahn ve tegannî dinlemek ehl-i maʻrifet için olan rûhların gıdâsıdır. Eşekler için olan ruhların gıdâsı değildir. Li-ennehû vasfün yedükku ʻan sâiri’l-aʻmâli. Zirâ bu semâ sâir amellerden ince bir vasıfdır ki eşek bunu idrâk edemez. Ve yüdrikü bi- rikkati’t-tabʻi’r-rikkate. Bu semâ ince olduğu için insan tabʻının inceliği sebebiyle idrâk eder. Ve bi-safâ’i’s-sirri li-safâ’ih. Semâ‘ın safâsı olduğu için insan, tabʻının sırrının safâsı sebebi ile idrâk eder. İmâm-ı Gazzâlî (rahimehullâh) İhyâü ulûmi’d-dîn’in kitâb-ı semâ‘ın bâb-ı evvelin derece-i râbiʻin(in) yedinci vasfında der ki: Ve maʻrifetü’s-sebebi min te’essüri’l-ervâhi bi’l-asvâti. Savtlarla ruhların müte’essir olmasından sebeb ne idüğünü bilmek. Min dekâ’iki ʻulûmi’l-mükâşefât. Ulûm-ı mükâşefâtın dekâyikindendir. Kızılbaş bu sözleri anlamadıkları için [11/A] lahn ve tegannîye dahl ederler. Ve İmâm-ı Gazzâlî de İhyâ’da kitâb-ı semâ‘ın bâb-ı sânîsinin makâm-ı sânîsinde der ki: Men hazine fe’l-yestemiʻi’l- elhâne. Bir kimse mahzûn olup gamlı olursa lahinler dinlesin. Fe-inne’n-nefse izâ dehalehe’l-hüzne. Zirâ nefse kaçan hüzün dâhil olsa yani adamın kalbi mahzûn olursa. 92 Hamede nûruhâ. Yani mahzûn olan kalbin nûrunun ? sâkin olur. Ehl-i aşk olamaz ve müştâkına râzılık edemez. Ve izâ ferihat işteʻale nûruhâ. Kaçan mahzûn gönül mesrûr ola, mahzûn gönlün nûru şuʻlelenir. Ve zahere ? Ve mahzûn olan gönlün arayışı ve zîb ü zîneti zâhir olur. Fe-yazherü’l-hanîn. Pes müştâkına inlemek ve deve gibi böğürmek zâhir olur. Bi-kadri kabûli’l-kabâil elhâni. Elhânı kabul edecek kadarıyla deve gibi böğürmek zâhir olur. Ve zâlike bi-kadri safâ’ihî ve likâ’ihî mine’l-ğişşi ve’d-denesi. Ve bu deve gibi böğürmek, kişinin kalbinin safâsının ve likâsının kadarıyladır. Ğiş ve denesden yani kişinin dünyâya tamaʻı olduğu ecilden kalbinde kir ve pâs ve küdûret ola, elhândan zevk edip aşkullâha vâsıl olamaz. Müştâkına zârîlik edemez. Amma şol adamın kalbinde kîn ve ʻadâvet olmaya, gamlı ve gussalı ola elhân gam ve gussayı giderir. Pes gam ve gussa gidince deve gibi böğürüp müştâkâre inleyip dîdâr ister. Fe’s- semâ‘u mü’essirun fî tasfiyeti’l-kalbi. Pes imdi elhân işitmek kalbi sâfî etmekde müessirdir. Yani elhân kalbi sâfî eder ve kalbe safâ hâsıl olur. Fe’s-safâ’u sebebün li’l- keşfi. Pes kalbin safâsı keşfe sebebdir. Ve amelü’l-kalbi [11/B] el-istikşâfü. Hâlbuki kalbin ameli keşf taleb etmekdir. Fe-bi vâsıtati hâzihi’l-esbâbi. Pes bu sebebler vasıtasıyla. Yekûnü sebeben li’l-keşfi. Elhân keşfe sebeb olur. Beli’l-kalbü izâ safâ. Belki kalb elhânla safâlana. Rubbemâ temessele lehü’l-hakku fî sûratin müşâhedetin. Hak Teâlâ müşâhede etdiği sûretde Hak Teâlâ onun kalbine ekseriyâ temessül eder. Fe’s-semâ‘u sebebün li’l-keşfi. Pes imdi elhânı dinlemek keşfe sebebdir. Nitekim İmâm-ı Muhammed (rahimehullâh) kitâbının bâb-ı evvelinde rivâyet eder ki: Hızır en- Nebî (aleyhi’s-selâm) ilâhilerle olan lahinden suâl olundukda Hızır en-Nebî (aleyhi’s- selâm) dedi ki: Hüve’s-safâ’ü’z-zülâl. Bu lahinle olan ilâhîler öyle safâ-i zülâldir ki. [Lâ yesbütü ʻaleyhi illâ akdâmü’l-ulemâ’i]. Onun üzerine bir kimsenin ayakları sâbit olamaz illâ ulemânın ayakları sâbit olur. Li-ennehû müteharrikün li-esrâri’l-kulûbi. Zirâ bu lahin kalblerin sırlarını tahrîk edicidir. Fel-yete’emmel. İmdi Allah kelimesi ve Lâ ilâhe illallah kelimesi Kur’ân’dan değil midir niçin lafzını lahn ve tegannîyle tağyîr edersiniz” diyene el-cevabü’s-sânî: Neʻam bir kelime ve bir lafız (gâh) Kur’ân’dan olur ve gâh Kur’ân’dan olmaz. Eğer Kur’âniyet hasebiyle okunur ise Kur’ân’dandır. Eğer Kur’âniyet hasebiyle okunmaz ise Kur’ân ıtlâkı sahîh olmaz. Belki bi-hasebi’l-luğa Lâ ilâhe illallah kelimesine kelime-i tehlîl ve tevhîd derler. Ve isim kelimesine ism-i Zât ve ism-i Aʻzam ve ism-i Celâl derler. el-Cevabü’s-sâlis: Eğer Kur’ân ıtlâkı sahîh olaydı yanı üzerine ve keşf-i ʻavret eylediği halde ve cenâbet iken 93 Allah demek ve Lâ ilâhe illallah demek câiz olmazdı. Zirâ yanı üzerine yatdığı hâlde ve keşf-i ʻavret eylediği hâlde ve cünüb olduğu hâlde Kur’ân okumak câiz değildir. Maʻa- hâzâ yanının üzerine yatdığı hâlde ve keşf-i ʻavret [12/A] eylediği halde ve cünüb olduğu halde Allah demek ve Lâ ilâhe illallah demek câizdir ve ibâdetdir. Neʻam eğer cünüb iken duâ âyetini bilip de duâ kasdına ve duâ niyetine okur ise câizdir. Ve ma’lûmdur ki Allah demek ve Lâ ilâhe illallah demek duâ değildir. Zirâ duâ bir kişinin husûlünü veya ʻadem-i infikâkini taleb eylemekdir. İmdi Allah kelimesi ve Lâ ilâhe illallah kelimesi duâ olmadığı zâhirdir. Pes duâ olmayınca cenâbetle Allah ve Lâ ilâhe illallah demek nice câiz olur. Turtûşî efendiler buyurun el-cevabü’r-râbiʻ: Fukahâ-i ʻizâmın “bidʻatdır” diye menʻ eyledikleri şol tegannîdir ki kesret-i tegannîden ve kesret- i ʻanʻaneden lafızların harflerini kulak fehm etmeğe yaklaşmaz idi dedikleri Kur’ân’dadır. el-Cevabü’l-hâmis: Ey eşekler her görüp istimâʻ etdiğiniz Arabî lafızları ve Arabî kelimelerini Kur’ân’dan ʻaddedip Kur’ân ıtlâk ederseniz evlâd-ı Arab’a tenbîh ve te’yîd ediniz, cenâbet iken biri birine Arapça söylemesinler işâret eylesinler. el- Cevabü’s-sâdis: Men-ʻi kesret-i ʻanʻane men-ʻi mücerreddir. Ve men-ʻi mücerredi mürtekib olan âsim olmaz. Bu söz tab-ʻı derrâke oldu yakîn. Buʻd olmaya tab-ʻı derrâke Çîn. el-Cevabü’s-sâbiʻ: Zâkirler zikir okudukları zamânda ol kesret-i ʻanʻane yokdur. Zirâ hurûfları fehm olur ve ma’nâsı fehm olur idi. Hurûfları ve ma’nâsı mehmâ-emken fehm ola câizdir. Nitekim İmâm-ı Gazzâlî (rahimehullâh) kitab-ı semâ‘ın bâb-ı evvelinde derece-i evvelde der ki: Ve izâ câze semâ‘u savti kaflin lâ yüfhemü minhü’l- ma’nâ. Ma’nâ fehm olunmayan kelîd münkirlere dinlemek ve işitmek câiz ola. Fe-lem yecûz semâ‘a savtin nefhemü minhü’l-hikmete ve’l-meʻâni’s-sahîhate. Ve niçin câiz olmaz şol savtı işitmek ve dinlemek ki ondan hikmet fehm olunur. [12/B] Ve dahî meʻânî-i sahîha fehm olunur. Yine bu mahalde İmâm-ı Gazzâlî (rahmetullâhi aleyh) der ki: Ve fi’l-hadîs fî maʻradi’l-medhi li-Dâvûde (aleyhi’s-selâm). Dâvud’a (aleyhi’s- selâm) medh mahallinde ve medh tarîkiyle hadîs-i şerîfde vâkiʻ olundu. Nitekim Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi ki: نفسه على النياحة في الصوت حسن كان Dâvud’un أنه (aleyhi’s-selâm) tahkîk savtı güzel idi kendi nefsi üzerine tegannî eylemede. تالوة وفي اإلنس .Ve dahî Zebûr’u tegannîyle tilâvet eylemede savtı güzel idi الزبور يجتمع كان حتى وكان يحمل من مجلسه .Hatta insan ve cinler ve vahşî hayvanlar cemʻ olurlar idi والجن والوحش Dâvud’un (aleyhi’s-selâm) tegannîsinin te’sîrinden helâk olan canlının dört أربعمائة جنازة yüz cenazesi götürülürdü. وما يقرب من ذلك في األوقات (Ve) dahî (baʻzı) vakitlerde dört yüze 94 karîb cenaze götürürlerdi. el-Cevabü’s-sâmin: “Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ın ma’nâsı mahlûk değildir ki lahn ve tegannîyle ma’nâsı tağyîr ola”, diyen kâfir olur. [Bir şey ki mahlûk olmaya müteğayyir olmaz ve teğayyür kabul eylemez. İmdi mahlûk olmayan bir şey ve zâta tağyîr olur diyen kâfir olur]. Eğer himârlar derlerse ki yuharrifûne’l-kelime ʻan mevâdiʻihî âyet-i kerîmesine ne dersin. el-Cevab: A Yahûdiler tefsîrlere nazar ediniz, görünüz lahn ve tegannîyle kelimeyi tahrîf ederler diye tefsîr ederler mi. Bu işde kelimeyi tahrîfden murâd sizin gibi hilâf-ı mesâ’il eylemekdir. Yoksa lahn ve tegannîyle tahrîf ederler demek değildir. Zirâ lahn ve tegannîyle olan tahrîf ve tağyîr maʻzûr (ve) makbûldür evliyâullah katında. Nitekim an-karîbi’z-zamân beyân eyledik. Velhâsıl Allah ism-i zâtdır. Ma’nâsı Hak Sübhânehû ve Teâlânın zâtıdır ki Vâcibü’l-Vücûd’dur. Gerek ol ism-i zâtı yani Allah kelimesini gerek lahn ve tegannîyle tağyîr olsun gerek diliyle tağyîr olsun kalemtıraş ile tağyîr olsun ma’nâsı [13/A] Hak Sübhânehû ve Teâlânın zâtıdır. Müteğayyir olmak ihtimâli yokdur. Velâkin lahn ve tegannîyle Lâ ilâhe illallah dedikleri zamanda şeytan (aleyhi’l- la’ne) gibi Turtûşiyyü’l-mezheb olan Râfizîlerin vücûdları müteğayyir olur da kaçarlar. Zirâ Ey Râfizîler sizin kalbiniz hurûfdadır ve fukarânın kalbi Hudâ’dadır. Fukarâ ne tağyîr bilirler ve ne hurûfu bilirler. Fakat yalnız kalbinde Hudâ’dır. İmdi bir adamın kalbi hurûfda ola ve bir âhar adamın kalbi Hudâ’da ola Hudâ’da olan kalb bin kat müreccahdır hurûfda olan kalbin üzerine benim katımda. Ve dahî tegannînin hilline delîl olan beşinci hadîs budur ki: Meşârik’in beşinci bâbında evâ’ili hurûf-ı nidâ ile olan ehâdîs-i sahîhadandır. Müslim ile Buhârî’nin ittifâk etdikleri ehâdîs-i sahîhadandır ve râvîsi Âişe (radıyallâhu anhâ) hazretleridir. Ve der ki: دخل ابو Hâlbuki benim yanımda وعندى جاريتان تغنيان .radıyallâhu anh). Ebû Bekir içeri girdi) بكر iki câriyeler var idi. Öyle câriyeler ki ilâhîler ile tegannî ederlerdi. االصر تقاولت بما Ensâr’ın (radıyallâhu anhüm) sözleriyle. Yani Hudâ’nın evsâf-ı hamîdesiyle ve Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) medhiyle olan ensârın şiirlerini lahn ve tegannî edip okurlardı. Ve ensâr-ı güzîn (radıyallâhu anhüm ecmaʻîn) avrat oğlan medhi (ve) vasfı söylemek ihtimâlleri yokdur. Ve Resulullah (aleyhi’s-selâm) بثوبه Sevbiyle مسحبي bürünmüşdü.أبو بكرفمنعهم ا Ol iki câriyeleri Ebû Bekir (radıyallâhu anh) menʻ eyledi379 فقال Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi ki. Yâ Ebû Bekir terk et bu iki عليه السالم دعهما يا ابا بكر câriyeleri. Yani incitme ko okusunlar dedi. 379 Buhârî, “Iydeyn”, 3; Müslim, “Iydeyn”, 4. 95 İmdi Kızılbaş halka-i zikretmeğe [13/B] ümmet-i Muhammed’i idlâl edip menʻ eylemek için tegannîyle olan ilâhîlerin haramlığına delîl-i aklî getirip eğer derlerse ki “Kibârın önünde sen şöylesin sen böylesin” diye ağzın gözün eğib de lahn ve tegannî edersen ol kibâr seni huzûrunda reddeylemek değil belki seni öldürür de Hak Sübhânehû ve Teâlâ hâzır ve nâzır iken huzûrunda nice ağzın gözün eğip de nice lahn ve tegannî edersin. Böyle derlerse. el-Cevabü’l-evvel: Ey Kızılbaşlar bu sizin getirdiğiniz delîl-i aklîdir. Mücerred akılla olan delîl (ile) amel edilmez. Zirâ biz Müslümanlar âyetden ve hadîsde müstenbat olan delîl-i nakl(iy)le amel ederiz. el-Cevabü’s-sânî: Ehl-i sünnet ve cemaat derler ki Hudâ’yı kibâra ve kibârı Hudâ’ya teşbîh edip de bu makûle teşbîhi söylemek küfürdür diye böyle teşbîh eden kâfirdir derler. el-Cevabü’s-sâlis: Ey Kızılbaşlar sizin kibâr dediğiniz Peygamber’den (aleyhi’s-selâm) kibâr mıdır? Peygamber’in (aleyhi’s- selâm) huzûr-ı izzetlerinde lahn ve tegannî olunca Kızılbaşlar bu sözü böyle söylemek katı eşeklikdir. el-Cevabü’r-râbiʻ: Müşebbeh müşebbehün bihe aynı olmak lâzım gelmezse ve Kızılbaşlıkda alâkanız yok ise ve murâdınız bu hîle ile halkı zikrullahdan menʻ eylemek değilse bu gûne teşbîh eyleseniz olmaz mı? Mesela kibârdan birisinin evsâf-ı hasenesi şiirle medh olunup lahn ve tegannîyle huzûrunda okunsa ve duâ ve senâ olunsa ol kibâr ne kadar haz ve safâ eder. Veyâhud şerîr bir pehlüvânın şecâʻati şiirle vasf olunup lahn ve tegannîyle türkü çağırılsa ol pehlüvân ne kadar haz ve safâ eder. Belki kibâr da ve pehlüvân da ol lahn ve tegannî(yi) edip [14/A] türküsünü çağırana inʻâm ve ihsân ederler. Ey münkirler evsâf-ı hasene ile kendüyi medh eyleseler lahn ve tegannî ile vasfını meclislerde okuyup sana duâ ve senâ eyleseler bu husûsu kendi nefsine bir kerre arz eyle gör ki haz ve safâ eder misin etmez misin fikr eyle. Meşhûrdur hiç eşek kadar aklın yok mudur derler. Neʻam istihzâ lağlanmak tarîkiyle olursa küfürdür ve bunu ise kimse etmez. Hatta kâfir küfrüyle Rabbisini istihzâ edip lağlanmak ihtimâli yokdur, kanda kaldı ki mü’min böyle ede. Velâkin ey Kızılbaşlar bu sözleri ki söylersiniz hep bâtınınızın habâsetindendir. Kâle (aleyhi’s-selâm):380 قال عليه هلسالم يا ابا عيدا وهذا عيدنا قوم لكل ان Tahkîk her bir kavim için bayram vardır bu da bizim بكر bayramımızdır. Bu hadîs-i şerîfin şerhinden sonra İbni Melek (rahmetullâhi aleyh) der ki: Ve teshîbatühû (aleyhi’s-selâm). Ve Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerinin bürünmesi yani câriyeler ilâhî okurken Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) yüzünü örtmesi. Kâne min hüsni hulukih. Huyunun güzelliğinden ötürü idi. Li-ellâ [teshîben] fe- 380 Buhârî, “Iydeyn”, 3; Müslim, “Iydeyn”, 16; İbn Mâce, “Nikâh”, 21; Beyhakī, Ma‘rifetü’s-sünen ve’l- âsâr, 7/435. 96 tekattaʻâ şiʻrahümâ. Ol iki câriyeler utanıp da lahn ve tegannîyle olan şiirlerini kesmesinler için idi. Ve şârihu’l-Hidâye olan Şeyh Ekmel (rahmetullâhi aleyh) bu hadîs-i şerîfin şerhinden sonra der ki: Fe-ebâha cemaatün min ehli’l-Hicâzi. Bu lahn ve tegannîyi mübâh eylediler Hicâz’dan olan cemaatler. Ve hüve rivâyetün ʻan Mâlikin (rahimehullâh). Bu söz İmâm Mâlik (rahimehullâh) hazretlerinden rivâyetdir. Ve dahî İmâm-ı Gazzâlî de İhyâü ulûm’un kitâb-ı semâ‘ının bâb-ı evvelinde ehl-i Hicâz’dan böylece ve dahî ziyâdece nakl eder. Baʻdehû Şeyh Ekmel (rahmetullâhi aleyh) der ki: Ve fi’l-hadîsi işâratün ilâ enne menâzile ehli’s-salâhi [14/B] tetenezzeʻu ʻani’l-lehvi ve’l-luʻbi ve’l-lağvi. Bu hadîs-i şerîfde işâret vardır ki tahkîk ehl-i selâhın menzilleri nezʻ olur çıkar lehvden ve luʻbdan ve lağvden. Velhâsıl Ekmel’in (rahmetullâhi aleyh) murâdı budur ki salâh ehlinin etdikleri ve etdirdikleri lahn ve tegannîye lehv ü luʻb denilmez der. Zirâ salâh ehlinin menzilleri lehv ü luʻb olmadan nezʻ olup çıkmışdır ve onlar luʻb ve lehvden berîdirler. Amma Kızılbaş-ı bed-meʻâş olan ahbes-i kefere Şeyh Ekmel ve imâmların sözlerini dutmazlar. Biz, ehl-i salâhın etdikleri ve etdirdikleri lahn ve tegannîye lehv ü luʻb deriz derler. Kâtelehümullâhü Teâlâ. Ve dahî Şeyh Ekmel (rahmetullâhi aleyh) bu kelâmdan sonra der ki: Ve inneme’l-kelâmü fîmâ yüheyyicü’n-nâse ʻale’ş-şürûri. Ve fukahâ-i izâmın lahn ve tegannî haramdır dedikleri kelâmları şol asl-ı lahn ve tegannîdedir ki nâsı şerler üzerine tahrîk edip kandıra. Âişe (radıyallâhu anhâ) hazretlerini Kızılbaş sevmez. Bu hadîs-i şerîfi yalandır ve mensûhdur derler. Maʻa-hâzâ müttefekun-ʻaleyh olan ehâdîs-i sahîhadan iken gâfil olunmaya. Ve dahî Meşârik’in yine beşinci bâbında tegannînin hilline delîl olan altıncı hadîs-i şerîf budur ki: Müslim ile Buhârî’nin ittifâk etdikleri ehâdîs-i sahîhadandır ve râvîsi Ebû Mûsâ Eşarî hazretleridir (radıyallâhu anh). Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki:381 يا (Yani yâ Ebâ Mûsâ Dâvud’un (aleyhi’s-selâm ابا موسى لقد اعطيت مزمارا من مزامير ال داوود düdüklerinden bir düdük tahkîk bana iʻtâ olundu. Yani bana bir düdük verildi. Ve Şeyh Ekmel ve İbni Melek (rahimehümallah) bu hadîs-i şerîfin şerhinden sonra buyururlar ki: Şebbehe savtehû (aleyhi’s-selâm). Peygamber (aleyhi’s-selâm) [15/A] Ebû Mûsâ Eşarî (radıyallâhu anh) hazretlerinin âvâzını düdüğe teşbîh eyledi. Fi’l-hüsni ve halâveti’n- nağmeti bi’l-mizmâri. Savtı güzel olmada ve nağmesi tatlı olmada Peygamber (aleyhi’s- selâm) hazretleri Ebû Mûsâ hazretlerinin âvâzını düdüğe teşbîh eyledi. Eğer cehele 381 Buhârî, “Edebü’l-Müfred”, 504;Müslim, “Salât’ül Müsâfirîn ve Kasruhâ”, 236; Tirmizî, “Menâkıb”, 55; Dârimî, “Salat”, 2/933 (no:171). 97 nağme kelimesinin ma’nâsını bilseler idi lahn ve tegannî edenlere ağzınız ve gözünüz eğersiniz diye dahl ve taʻn etmekden ferâgat edip tâ’ib ve tâhir olurlar idiler. Ma’lûm ola ki Râfizîler katında mezâmîr yani düdük cinsi bi’l-külliyye haramdır. Peygamber (aleyhi’s-selâm) ise Ebû Mûsâ’nın âvâzını haram olan düdüğe teşbîh eyledi. Maʻa-hâzâ Râfizîlerin mezheblerinde ahvalleri budur ki: Bir şey harama teşbîh olunup harama benzeye ol şey haram olur. İmdi Râfizîlerin cevâblarına ve usûllerine göre Ebû Mûsâ hazretlerinin âvâzı haram olmak lâzım gelir. Zirâ evliyâullâhın zikrullâh olan devrânlarını keferenin haram olan horoz tepmesine teşbîh edip haram derler. Bu hadîs-i şerîfle istidlâl ederler ki382منهم فهو بقوم تشبه Ve zuʻm ederler ki bu hadîs-i şerîfin من ma’nâsı budur ki: Bir mü’min hey’etde ve harekâtda ve libâsda ve başı saçlı olmada kâfire benzerse ol mü’min kâfir olur derler neʻûzü billâh. Zirâ Kızılbaşlar derler ki bir mü’min Lâ ilâhe illallah deyip cenaze önünde görünse veyâhud devr ederse veyâhud başını etdirmeyip saçını uzadırsa kâfire benzemiş olur derler. Ve böyle kâfire benzerse kâfir olur derler. Ve bu hadîs-i şerîfin ma’nâsını böyle zuʻm ve böyle zannederler. Ve böyle zuʻm ve zanneden Râfizîlerin mezhebi mezâhib-i erbaʻadan hâricdir. Belki mezhebi yokdur. [15/B] Eğer bu takrîrime i’timâd eylemezseniz bunların vâizlerinden tefahhus buyurunuz ki bir mü’min, hey’etde ve hareketde ve libâsda ve saçlı olmada ve kıblede fi’l-cümle kâfire benzese kâfir olur mu olmaz mı diye. Ve bundan sonra nazar ediniz ki size ne cevab verirler. Maʻa-hâzâ bunlar bu i’tikâdda iken Ehl-i sünnet ve cemaat’den ? ʻaceb sırdır. Amma hak Ehl-i sünnet ve cemaat’in verdikleri ma’nâdır ki Ehl-i sünnet ve cemaat derler ki383منهم فهو بقوم تشبه Bu hadîs-i şerîfle Peygamber من (aleyhi’s-selâm) hazretlerinin murâd-ı şerîfi bu ola ki bir mü’min, kâfirin dînine muhabbeten benzemek kasd eylese ol kimse kâfirlerdendir. Velhâsıl bir kimse bir kâfirin dînine muhabbeten benzemek kasd eylese ve benzemek murâd eylese ol kimse bilâ-nizâʻ bi’l-ittifâk kâfir olur. İmdi mezâhib-i erbaʻada ittifâk bu ma’nânın üzerinedir ki benzemekde muhabbet olmadıkça bir mü’min mücerred kâfire benzemek ile kâfir olmaz. Ve mücerred bir şey harama benzemekle haram olmaz. Zirâ bunda umûm-ı belvâ vardır. Umûm-ı belvâ budur ki bir mü’min beyaz gömlek ve beyaz sâde ve çuka ve sarı papuç ve sarı mest giyse kezâlik kâfir de bu zikrolunan esvâbları giyse ol mü’min mücerred kâfire benzemek ile mezâhib-i erbaʻada kâfir olmaz. Mâdem ki ol benzemekle kâfirin dînine girmez, muhabbet etmedikçe kavl-i sahîh budur ki şapka urup ve zünnâr 382 Ebû Dâvûd, es-Sünen, “Libâs”, 4; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/50. 383Ebû Dâvûd, es-Sünen, “Libâs”, 4; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/50. 98 kuşanıp ve esnâma secde eden mü’minlerin küfrü min haysü hüve hüve li-husûsihî hadîs-i şerîf vârid olduğu içindir. Yoksa teşebbühden nâşî eğer Râfizîler derlerse ki li- husûsihî hadîs-i şerîfden katʻu’n-nazar ahvâl-i mezkûreden kâfirin dînine muhabbet etmez [16/A] sözün mücerred benzemek ile mü’min kâfir olur yani böyle derlerse kendileri kâfir olurlar. Zirâ ahvâl-i mezkûrede Râfizîlere benzer Ermeni keferesi çokdur. Hattâ sakalda ve boyda ve ekmek yemekde ve su içmekde ve çuka giymekde ve beyaz sâde ve sarı mest ve sarı papuç giymekde ve iki ayak üzerine durmada ve dahî buna benzer ne var ise fe’l-yetefekker. Eğer Râfizîler iddiâ ederler ise ki bizim teşebbühden murâdımız ve kâfire benzerse kâfir olur dediğimiz ibâdetde benzerse kâfir olur. Yani böyle da’vâ ederler ise el-cevab: Ey Râfizîler mücerred kâfirin dînine muhabbet etmez sözün ibâdetde kâfire benzemekle mü’min kâfir olmaz. Mücerred bir şey harama benzemekle ol şey haram olmaz. Mâdem ki ol benzemenin hurmeti Peygamber’in (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) kavliyle sâbit olmaya haram olmaz. Nitekim ? urunup ve zünnâr kuşanıp ve esnâma secde etmek gibi bu benzemeklik hurmeti Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) kavliyle sâbitdir. Ve dahî tulûʻuş-şemsde ve zevâlde ve gurûbda namâz kılmak gibi bu hallerde kefereye benzemenin hurmeti Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) kavliyle sâbitdir. Ve bu hâllerde benzemenin hurmetine fürâdâ fürâdâ li-husûsihî haysü vârid olmuşdur. Velâkin ihtisâr için hadîs-i şerîfleri îrâd eylemedim. Velhâsıl şol benzemeği Peygamber (aleyhi’s- selâm) haram kıldı ise haramdır. Ve amma şol benzemenin hurmetine li-husûsihî hadîs-i şerîf vârid olmaya haram olmaz. Velhâsıl benzemenin hurmeti âyetle veyâhud hadîs-i sahîhle sâbit olmaya haram olmaz. Zirâ umûm-ı belvâ vardır. Umûm-ı belvâ budur ki meselâ emkine-i garbiyede sâkin olan mü’minlerin ve nasârânın kıbleleri bir [16/B] İkisinin maʻbedleri var ve ikisi bile İsa’yı (aleyhi’s-selâm) tasdîk ederler. Ve Allah birdir derler ve ikisi de Hudâ’nın kelâmını okurlar. Ve müşebbeh müşebbehün-bih (ile) aynı olmak şart değildir. Maʻa-hâzâ emkine-i garbiyede olan mü’minler mücerred ibâdetde benzemekle kâfir olmazlar. Mâdem ki ol keferenin dînine muhabbet etmedikçe kâfir olmazlar. Zirâ ol benzemenin hurmeti Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) kavliyle sâbit değildir. Ve dahî bismillâh demek ibâdetdir. Maʻa-hâzâ koyun ve sığır boğazlar iken kâfir de bismillâh derler. Hatta fukahâ-i izâmın ittifâkları bu meselenin üzerinedir ki kitâbî olan keferenin boğazladıkları helâldir. Zirâ bismillâh ile zebh ederler. Velâkin Mecûsî kitâbî değildir. Zebh ederken bismillâh demezler. Bismillâh demedikleri ecilden 99 Mecûsî’nin zebhi bi’l-ittifâk haramdır. Ey Kızılbaşlar bunları siz anlamadığınızdan değildir. Velâkin hep bâtınınızın habâsetindendir. Ve amma cenâze önünde Lâ ilâhe illallah demekde ve salavât-ı şerîfe getirmekde mü’minle kâfir mâbeyninde benzemek yokdur. Amma cenazeyi tabut içine koyup da kavâ’im-i erbaʻasından ahz etmekde mü’minle kâfir mâbeyninde benzemek vardır Velâkin hurmeti Peygamber (aleyhi’s- selâm) kavliyle sâbit değildir. Ve mü’min de tesbîh taşır ve kâfir de taşır. Tesbîh taşımak cihetinden mâbeynlerinde benzemek var velâkin hurmeti sâbit değildir. Ve dahî ibâdet niyetine kâfir de köprü ve çeşme binâ eder ve mü’min de binâ eder. Ve Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân ve ilm-i tıb ve ilm-i nücûm ve ilm-i mantık ve ilm-i hendese mü’minle kâfir ta’lîm ederler ve taʻallüm cihetinden müşâkelet var velâkin hurmeti Peygamber (aleyhi’s-selâm) kavliyle sâbit değildir. Velhâsıl zikrolunan [17/A] ahvâlleri ibâdât-ı mahzadır. Maʻa-hâzâ mü’minle kâfir beyninde benzemek var ve iştirâk var velâkin hurmeti Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) kavliyle sâbit değildir. İmdi mezâhib-i erbaʻada mücerred benzemek ve iştirâk, hurmeti mûcib olmaz. Amma Kızılbaş mezhebinde mücerred benzemek (ve) iştirâk, hurmeti mûcib olur. Maʻa-hâzâ bunlar bu i’tikâdda iken iddiâ ederler ki biz Ehl-i sünnet ve cemaat’deyiz diye. Ve dahî Mûsâ’nın (aleyhi’s- selâm) nübüvvetini tasdîk eylemek ibâdet-i mahzdır. Maʻa-hâzâ bu tasdîk mü’minle Yahûdî mâbeyninde (müşterek)dir. Ve dahî İsa’nın (aleyhi’s-selâm) nübüvvetini tasdîk eylemek ibâdet-i mahzdır. Maʻa-hâzâ bu tasdîk mü’minle maʻa-baʻdu’n-nasârâ müşterekdir. Ve kis ʻalâ hâzâ sâira’l-enbiyâ’i’l-müştereki bi-tasdîkihim. İmdi ibâdetde mü’minle kâfir mâbeyninde müşterek olması ve benzemek olması hurmeti mûcib değildir. Yabana söyler Kızılbaşlar. Zirâ kâfir mâbeyninde müşterek olması ve benzemek, hurmeti mûcib değildir. Ehl-i sünnet ve cemaat derler ki: Bir şeyi haram olan şeye teşbîh etmekden haram olmak lâzım gelirse hayât-ı dünyânın cemîʻi haram olmak lâzım gelir. Nitekim Allah Teâlâ sûre-i Enʻâm’da buyurur ki: وما الحيوة الدنيا . yetefekker-Fe’lda hemân luʻbdür ve lehvdir. ı dünyâ-Yani hayât 384لهو و لعب اال Veyâhud من تشبه بقوم فهو منهم Bu hadîs-i şerîfle Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) murâdı bu ola ki: من Şol kâfir ki, تشبه بقوم Müslüman olan kavme teşebbüh eylese, فهو ol Müslümana teşebbüh eden kâfir, منهم Müslümandandır. Meselâ bir kâfir bizim kıblemize istikbâl eylemekle ve “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh” demekle teşebbüh eylese, maʻa-hâzâ münâfık gibi kalbiyle [17/B] tasdîk eylemese 384 el-En’âm 6/32. 100 kalbine nazar olunmaz. Eğer ölür ise gasl olunur ve kefenlenir ve namazı kılınır ve defn olunur. Nitekim cumhûr-ı muhakkikînin ve İmâm Ebû Mansûr Matürîdî (rahimehümullâh) hazretlerinin mezhebleri ve bizim mezhebimiz de budur. Ve dahî Meşârik’in beşinci bâbında tegannînin hilline delîl olan yedinci hadîs-i şerîf budur ki: Müslim’in münferid olduğu ehâdîs-i sahîhadandır ve râvîsi Enes (radıyallâhu anh) dır. Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi:385 بالقوارير صوتك رويد انجشة Şârihleri olan يا Şeyh Ekmel ve İbni Melek (rahmetullahi aleyhimâ) derler ki: Enceşe te elifin fethiyle ve nûnun sükûnu ile ve cîmin ve şînin fethalarıyla ism-i gulâm-ı esveddir. Ve kâne hüsne’s-savti ve’l-ğinâ’i. Ve bir siyah kölenin adıdır, öyle siyah köle ki savtı güzel ve dahî tegannîsi güzel idi. Ve kâne yahdû ve yenşüdü şey’en fi’r-riczi. Yahdû kelimesi fiʻl- i muzâriʻdir. Hadâ yahdû ve hudâ’en dersin deʻâ yedʻû ve duâ dediğin gibi nâkıs-ı vâvîdir. Ve yenşüdü fiʻl-i muzâriʻdir. Gayri kimsenin şiirini okur demekdir. Ve ricz ilm- i arûzdan her mısraʻında kâfiye olan ebyâta derler. Ve kâne yahdû ve yenşüdü şey’en fi’r-riczi. Türkî ma’nâsı demek olur ki savtı güzel ve tegannîsi güzel siyah Enceşe lahn ve tegannîyle her mısrada kâfiye olan gayrın ebyât ve eşʻârından şey okur idi. Pes Peygamber (aleyhi’s-selam) buyurdu ki: روي د انجشة .Yani âheste âheste oku rıfk ile يا Nitekim şârihler ruveyde kelimesini imhil ve irfik ile tefsîr eylediler. Ve bu makâmda bazı şârihlerin kavillerin ve kelâmların kimini kasr eyledim ve kimini hazf eyledim ve kimini îcâz eyledim. Zirâ avâm-ı nâsa her kelâmı keşf eylemek lâyık değildir ve terk-i edebdir. Ve dahî tegannînin [18/A] hilline delîl olan sekizinci hadîs-i sahîh ki İmâm-ı Gazzâlî’nin İhyâü ulûmi’d-dîn adlı kitâbında kitâb-ı semâ‘ın bâb-ı evvelinde derece-i sâlisede Enes’den (radıyallâhu anh) hadîs nakl edip der ki: البراء ابن مالك كان يحدو للرجال في mdur ki bunların ırladıkları ûl’ricâle ırlar idi. Ma(Mâlik) oğlu Berâ seferde 386السفر cemîʻan ilâhiyâtdır. Zirâ bunlar sahâbe-i güzîndirler. Avrat, oğlan medhiyle (ve) vasfiyle olan ebyât ve eşʻârı ırlamak ihtimâlleri yokdur. Ve vardır diyen Kızılbaşı katl eylemek yetmiş kâfir öldürmek kadar vardır. Eğer sahâbenin ırladıkları ebyât ve eşʻârı bilmek dilersen Kitâb-ı Meşâʻiriye387 ve İmâm-ı Gazzâlî’nin İhyâü ulûmi’d-dîn’inde kitâb-ı semâ‘a bir hoşça nazar eyle. Bu makâmda İmâm-ı Gazzâlî (rahimehullâh) der ki: 385 Müslim, “Fedâil”, 70-71-73;Buhârî, “Edep”, 90-95-116-111;Ibn Hanbel, el-Müsned, 3/ 107-111-176- 185-285-228-253-254. 386 İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzî’s-sahâbe, 1/147. 387 Molla Sadrüddîn Muhammed b. İbrâhîm b. Yahyâ Kavâmî Şîrâzî'nin (öl. 1050/1641) Kitâbü’l-Meşâʿir kitâbıdır. İranlı âlim ve filozoftur. 101 Ve lem yenzili’l-hudâ’u verâ’el-cemâli min ʻâdeti’l-ʻarabi fî zemâni resûlillâhi (aleyhi’s-selâm) ve zemâni’s-sahâbeti. Deveden mâʻadâ hudâ ırlamadı. Deveden gayriden ırlamak zâ’il olmadı Peygamber (aleyhi’s-selâm) zamanında ve dahî sahâbe (radıyallâhu anhüm) zamânında. Eğer Râfizîler derlerse ki bu zikrolunan ehâdîs yalandır ve mensûhdur el-cevab: Bu hadîs-i şerîflerin şârihi olan Şeyh Ekmel ve İbn-i Melek ve Kadı İyâz ve sâir şurrâh-ı ehâdîs ve imâmlar (rahimehümullâh) yalandır ve mensûhdur dememişlerdir. Ve meşâyih-i izamın etdikleri lahn ve tegannîye haramdır diye haramlığına âyet ve hadîs getirmemişler iken kâfir diyen siz Kızılbaşlar sizin amel etdiğiniz kitâbların sâhibleri İmâm-ı Gazzâlî’den ve şârihu’l-Hidâye’den ve İbni Melek’den ve İmâm-ı Âzam’dan ve bu kitâbda nakillerden yazdığım kitabların sâhiblerinden âlimler ve fâzıllar mıdır? Onlar bu zikretdiğiniz kitâbların sâhibleri anlayamamışlar da helâli [18/B] ve haramı anlayamamışlar Kızılbaşlar mı anlamış? Buyurun Râfizî efendiler. Eğer bu kitâbları Kızılbaşlar görmedi mi diye suâl olunur ise el-cevab: Neʻam Kızılbaşlar bu nakilleri ve bu kitâbları gördüler ve hânı çıfıt da gördü velâkin îmanâ gelmedi. Eğer ihvân i’tirâz ederler ise ki bu senin kitâbında olan cerb şerrinden garaz fehm olunur el-cevab: Neʻam Kızılbaşa garazım vardır ve Kızılbaşa garaz eylemek ibâdetdir. Bu kadar ehâdîs inkâr eden tâifeye garaz ve adâvet etmeyen adamda İslâm mün’akiddir Zirâ tegannînin müstehilli Peygamber (aleyhi’s-selâm)dır. Bu kerre Peygamber (aleyhi’s-selâm) haram etdi demek olur. Eğer Râfizîler derler ise ki ref-ʻi savt ile zikir haramdır ve haramı helâl diye eden kâfir olur. el-Cevabü’l-evvel: Ey Kızılbaşlar bu sizin getirdiğiniz bir kavildir ki Kâdıhân’a388 iftirâ edersiniz. Hudâ’dan korkunuz. Ve hem biz Müslümanız. Mücerred kuru kavlile amel etmeziz. Velâkin âyetden ve hadîsden müstenbat olan kavlile amel ederiz. el- Cevabü’s-sânî: Fakat yalnız Allah demek zikirdendir. Kürsîlerde ref-ʻi savt ile Allah derseniz imdi ref-ʻi savt ile zikir haram olup helâl diye eden kâfir olmak lâzım gelirse evvelâ siz kâfir olursunuz. el-Cevabü’s-sâlis: Devirhânlar Kur’ân okudukları zamanda Kur’ân içinde Lâ ilâhe illallah kelimesini ref-ʻi savt ile zikredip helâldir derler. İmdi Râfizîlerin cevablarına göre cemîʻan devirhânlar kâfir olmak lâzım gelir. el-Cevabü’r- râbiʻ: Hatîbler hutbede ve “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” kelimesini ref-ʻi savt ile helâl diye çağırırlar. İmdi Râfizîlerin itikadlarına göre cemîʻan hatîbler [19/A] kâfir olmak lâzım gelir. Râfizîler hod mü’minleri çokdan ikfâr eylediler. Eğer Râfizîler derlerse ki 388 Ebü’l-Mehâsin Fahrüddîn Hasen b. Mansûr b. Mahmûd el-Özkendî el-Fergānî’ye ait (öl. 592/1196) Fetâvâ adlı kitâptır. Hanefî fakihidir. 102 ref-ʻi savt ile bize Allah demek ve devirhânlara ref-ʻi savt ile Lâ ilâhe illallah demek haram değildir. el-Cevab: Hudâ bir nesneyi haram edince cemî-ʻi halka haram eder. Yoksa zikrullah meclisine hâzır olanlara ve cenaze önünde gidenlere haram eylemez. Velhâsıl ref-ʻi savt (ile) Lâ ilâhe illallah demek haram olursa cümleye haram olur. Eğer cümleye haram olmazsa hiçbirine haram olmaz. Velhâsıl âşikâre Allah demesinler diyen taifeye Müslüman diyelim mi Allah’ü aʻlemü bi’s-savâb. El-Faslü’s-Sânî fî Hiyeli’r-Rafzi bi’t-Tedrîci.389 Hiyel-i rafzdan biri budur ki: Halka-i zikirden halkı menʻ eylemek için Râfizîler derlerse ki ref-ʻi savt ile zikr-i cehrî edince halk riyâ derler. Ref-ʻi savt ile zikr-i cehrî eden halk mürâ’îdir derler. el-Cevab: Ko desinler Zirâ ref-ʻi savt ile zikr-i cehrî edip de halkı kendine mürâ’î dedirmeğe Peygamber (aleyhi’s-selâm) emreyledi ve emre imtisâl ise lâzım ve vâcibdir. Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) emri budur ki der ki390 اذكروا للا ذكرا كثيرا حتى يقول المنافقون Yani Allah’ı ol kadar çok zikrediniz ki Hatta münâfıklar sizlere tahkîk mürâ’î انكم مراؤون diyeler. İmdi bu hadîs-i şerîfden zâhir oldu ki zikrullah husûsunda münâfıkları kendine mürâ’î dedirmek câiz imiş. Ve dahî hadîs-i şerîfden bu da zâhir oldu ki zikrullahdan ötürü zikrullah eden adama mürâ’î diyen münâfık imiş. İmdi münâfıkın yeri cehennemde derk-i esfel olduğu Kur’ân’la sâbitdir. Nitekim sûre-i Nisâ’da Hak Teâlâ hazretleri buyurur ki: [19/B] i -Tahkîk münâfıklar derk 391ان المنافقىن فى الدرك االسفل من النار esfeldedirler ateşden olduğu halde. Muhassalü’l-kelâm tahkîk münâfıkların yeri cehennemin dibindedir. Nitekim Kadı Beyzâvi392 ve Ebüssuûd (rahimehümullâh) derler ki: Ve hüve’t-tabakatülletî min kaʻri cehenneme. Ve bu derk-i esfel bir tabakadır ki öyle tabaka ki cehennemin dibindedir. Ve Kadı ve Ebüssuûd (rahimehümullâh) derler ki: Ve innemâ kâne kezâlik. Bu münâfıkların yeri cehennemin dibindedir. Niçin. Li-ennehüm ahbesü’l-keferati. Zirâ münâfıklar keferenin ziyâde habîsleridir. Ve münâfık şol asıl kimsedirler ki Müslüman şeklinde kelime-i şehâdet getirirler ve Müslüman heyetinde namaz kılarlar ve Müslüman sûretinde gezip hîle tarîkiyle vaʻz u nasîhat ederler. İslâm’ı ve ehl-i İslâmı [istihzâ edip] aldatmakdan ötürü. Nitekim Kadı Beyzâvî ve Ebüssuûd derler ki: İz zammû ile’l-küfri istihzâ’en bi’l-islâmi ve ehlih. Zirâ İslâm’ı ve ehl-i İslâmı istihzâ etdikleri için küfre zam olup karışdılar. Ol ecilden ahbes-i keferedir. Nitekim 389 İkinci Bölüm: Râfizîlerin Aşamalı Hileleri 390 Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, Şeyh, 1/65. 391 en-Nisâ 4/145. 392 Adı Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullāh b. Ömer b. Muhammed el-Beyzâvî'dir (öl. 685/1286) ve tefsir kitâbının ismi Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl'dir. 103 zikrullah eden ehl-i İslâma suhte diyenler diye kulb takıp istihzâ eyleyip lağlandıkları gibi. Ma’lûm ola ki Şeyh İmâm Ali es-Semerkandî393 (rahimehullâh) tefsîrinde sûre-i Âl-i İmrân’da 394 قل ان كنتم تحبون للا فالتبعونى يحببكم للا âyetini tefsîr edenden sonra der ki: Ve lekad sü’ile seyyidü’t-tâ’ifeti Cüneyd el-Bağdâdî (rahimehullâh) ʻan sayhati fiʻli’z-zikri. Meşâyihin seyyidi olan Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine ehl-i zikrin sayhasından suâl olundu. Fe-kâle hiye ismullâhi’l-aʻzam. Cüneyd-i Bağdâdî cevab verip dedi ki: Ol ehl-i zikrin sahyası ismullâhi’l-aʻazamdır. Fe-men enkerahâ ev kerihehâ lem yecid lezzete’s- sayhati yevme’l-kıyameti. Bir kimse ehl-i zikrin sayhasını inkâr eylese veyâhud mekrûh görse ol kimse kıyamet gününde [20/A] sayha lezzetini bulamaz. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri böyle demişken Berkī dedikleri şahıs evliyâullahın sözüyle amel etmeyip ve Hudâ’dan korkmayıp Tarîkat nâmına olan kitâbının sınıf-ı tâsiʻinde ehl-i zikrin sayhasına zebîr ve zaʻîk ve nihân diye lakab takıp yazmıştır. Hele ol yazmış ol mahalli okudan himârlara ne buyurursunuz. İmdi ey Müslümanlar Allah kelimesine ve Lâ ilâhe illallah kelimesine zebîr ve zaʻîk ve nihân diye Frenk kâfiri lakab takar mı beyân buyurun? Fel-yete’emmel. Âl-i Osman memleketinde Celâlî nâmına ve Saruca nâmına eşkiyâdan bir şakî zuhûr etmemiş idi ve kimse görmemiş idi. Nice ki Tire vilâyetinden Berkī’nin müzahrefât kitâbı ve risâleleri şâyiʻ oldu ise fiten zâhire olup Karayazıcı395 ve Saruyazıcı ve Tavîl ve bunun emsâli eşkiyâ bi’l-külliye Anadolu memleketin kabz eyleyip Sultan Ahmed Hân396 Üsküdârî Mahmud Efendi (rahimehullâh) hazretlerine beyʻat edip Berkī’nin müzahrefât risâlelerine şöhret verdirmeyip ehl-i zikri yani meşâyih-i Halvetiyeyi ve fukarâsını Kızılbaşların dahl ve taʻnından halâs edip duâ-i hayırların alıp bi-emrillâhi Teâlâ ve bi-himmet-i evliyâillâh memâlik-i Anadolu’yu feth eyleyip ve sâir aʻdâsı hor ve hakîr olup cemîʻan aʻdâya galib olduğu herkesin ma’lûmudur. Velhâsıl âşikâre Allah demesinler diyenler ve Allah ve Lâ ilâhe illallah kelimelerini zebîr ve zaʻîk ve nihân diye lakab takıp okurlar ve okudurlar. Fiten eksik olmadığına bâʻis budur. Ve dahî ehl-i İslâmın mübâh olan esvâbına Peygamber (aleyhi’s-selâm) bunu giymedi diye kimine kehle nerdübânı ve kimine bir alay elfâz-ı mühmele ile lakab takıp istihzâ edip lağlandıkları gibi maʻa-hâzâ kendilerin giydiği esvâbı [20/B] Peygamber (aleyhi’s- 393 Adı Ebû Bekr Alâüddîn Muhammed b. Ahmed b. Ebî Ahmed es-Semerkandî'dir (öl. 539/1144) ve tefsir kitâbı Şerḥu Teʾvîlâti’l-Ḳurʾân'dır. Semerkandî, Şerḥu Teʾvîlâti’l-Ḳurʾân ( Hamidiye, 176). 394 “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmran, 31. 395Karayazıcı Abdülhalim (öl. 1010/1602) III. Mehmed devrinde büyük bir isyan çıkaran Celâlî lideridir. 396 I. Ahmed’dir (öl. 1026/1617). 104 selâm) giymemiş iken ve dahî ehl-i İslâmın zikrullah ile olan harekât ve sekenâtını istihzâ edip lağlandıkları gibi imdi bu makûle tâyife ahbes-i kefereden olan münâfıklar olduğuna zikrolunan âyât ve ehâdîs şehâdet eder. Ve dahî Kadı Beyzâvi ve Ebüssuûd (rahimehümullâh) derler ki: Hidâ’ü’l-müslimîn. Hidâʻ kelimesi kesr-i hâ ile hâdiʻin cemʻi ola. Kuyâm kelimesi kıyâmın cemʻi olduğu gibi. Bu kerre ma’nâ demek olur ki münâfıklar Müslümanları aldayıcı oldukları hâllerde küfre zam olup karışdılar. Velâkin masdar olmak sahîhdir. Zirâ zammû kelimesinin mefʻûlün-lehidir. Bu makamda mefʻûlün-lehden lâm-ı cârre hazf olundu masdar olduğu için ve zaman mukâreneti olduğu için. Ve fiʻl-i muʻallelin fâʻilinin fiʻli olduğu için. Fiʻl-i muʻallel zammû kelimesidir ve fâʻil münâfıklardır ve münâfıkların fiʻli hudʻadır ki Türkçe aldatmak ve hudâʻan li’l-müslimîn Türkînin maʻnâsı oldur ki Müslümanları aldatmak için münâfıklar küfre zam olup karışdılar. İmdi münâfıklar tarîk-i meşâyihe (ve) halka-i zikre varanları ve halka-i zikre dâhil olanları tedrîc ile ne şekil alda(tı)rlar ve ne şekil menʻ ederler ve tarîk-i meşâyihi tedrîc ile ne şekil inkâr ederler ve ne şekil ibtâl ederler münâfıkların hudʻaların sana bir bir beyân edeyim ki daim hîlelerine düşüp kâfir ve Kızılbaş olmayasın. Evvelâ ehl-i rafzın hudʻalarının bir nevʻi budur ki derler ki: Ey Müslümanlar bize derler imiş tarîk-i meşâyihi ve zikrullahı inkâr ederler. Hâşâ inkâr etmeziz velâkin zikrullah ile devr ve semâ haramdır. Ve amma Üsküdârî Mamud Efendi397 tarîki gibi oturduğunuz yerde ve ayak üzerine zikrullah ediniz ve hû deyiniz. Ve zâkirleriniz ilâhîler okusunlar böyleceye sözümüz [21/A] yokdur derler. Bu kerre bu makûle Kızılbaşın meclisine hâzır olan hazeleye desen ki bu vâiz evliyâullah tarîki olan tarîk-i meşâyihi inkâr ediyor. Bir alay kâfirden Müslüman ekserî köle ve kimi Boşnak ve kimi Türk ve kimi Acem ve kimi Dürûzî ve kimi Yahûdîden Müslüman olma abdest ve tahâretin bilmeyenler ki îmân nedir diye suâl eylesen bilmezler. Derler ki Üsteyânî Efendi zikrullahı ve tarîk-i meşâyihi inkâr etmez velâkin devr ve semâ haramdır derler. Böyle cevab verirler. Bu kerre ehl-i zikir devr ve semâ‘dan ferâgat edip Mahmûd Efendi tarîki gibi zikrullaha şürûʻ edip birkaç ay geçenden sonra münâfıklar derler ki: Ey Müslümanlar bize derler imiş ki zikrullahı ve tarîk-i meşâyihi inkâr eder. Hâşâ inkâr etmeziz velâkin ol sizin zâkirler dedikleriniz şeytan borularıdır onu etdirmeyiniz. Ve dahî ayak üzerine olup da o yanına ve bu yanına hareket 397 Üsküdârî Mamud Efendi (öl. 1038/1628) ile kastedilen kişi Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Celvetiyye tarikatının kurucusudur. 105 etmeyiniz. [Velâkin oturduğunuz yerde tegannîsiz cehrile Lâ ilâhe illallah deyiniz ve Hû deyiniz. Böylece sözümüz yokdur derler]. Bu kere ehl-i zikir ayak üzerine olmakdan ferâgat edip ve zâkirler ilâhîler okumakdan ferâgat edip oturdukları yerde tegannîsiz cehrile Lâ ilâhe illallah deyip ve Hû deyip birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey Müslümanlar bize derler imişki zikrullahı ve tarîk-i meşâyihi inkâr eder. Hâşâ inkâr etmeziz velâkin Hû demek zikrullah değildir Hû demeyiniz. Ve hem âşikâre cehrile Lâ ilâhe illallah demeyiniz haramdır. Tenhâda ihfâ ile ne kadar zikrederseniz böylece sözümüz yokdur derler. Bu kerre ehl-i zikir Hû demekden ve cehr ile zikirden ferâgat edip birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey Müslümanlar tarîk-i meşâyihe (ve) tekkelere eğer ibâdet niyetine varırsanız kâfir olursunuz. Eğer seyr niyetine varırsanız [21/B] günâh-ı kebâ’irdendir derler. İmdi tarîk-i meşâyihi tedrîcile bu hâle koyuncaya değin ve bu hâle varıncaya değin avam-ı nâsın hazelesi ve suhtevâtın cehelesi ol kadar çoklar ki tağyîri kâbil değildir. Baʻdehû münâfıklar derler ki: Ey Müslümanlar bize derler imiş ki zikrullahı inkâr eder. Hâşâ inkâr etmeziz velâkin bıyıklı olanlar ve halka kurup da zikrullah edenlere selâm ve sadaka ve zekât vermeyiniz derler. Baʻdehû münâfıklar derler ki: Ey Müslümanlar bize derler imiş ki zikrullahı inkâr eder. Hâşâ inkâr etmeziz velâkin ibtidâ-i İslâmda bir kerre Lâ ilâhe illallah demek kifâyet eder her gün demek abesdir derler. Ve ibtidâ-i İslâmda bir kerre Lâ ilâhe illallahdemeği bunu da inkâr eder ise halk çıkışır derler korkusundan inkâr eylemez. İmdi tarîk-i meşâyihi ahbes-i kefere ke-ennehû inkâr etmedi ve dahî hiyel-i rafzdandır. Velâkin nevʻ deyiniz der. Evvelâ ehl-i rafzın hudʻaların bir nevʻi budur ki tedrîc ile derler ki: Ey müezzinler biz size tasliye ve tarziye etmeyiniz demeziz velâkin tegannîyle haramdır. Amma tegannîsiz cehr ile ediniz böylece sözümüz yoktur derler. Bu kerre müezzinler tegannîyle tasliye ve tarziye etmekten ferâgat edip tegannîsiz cehr ile tasliye ve tarziye edip birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey Müslümanlar bize derler imiş ki tasliye ve tarziye(yi) inkâr eder. Hâşâ inkâr etmeziz ve size tasliye ve tarziye etmeyiniz demeziz cümleniz ediniz velâkin ihfâ ile ediniz derler. Bu kerre müezzinler tasliye ve tarziye etmekden ferâgat edip birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey müezzinler Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerini medh (ile) taʻrîf etmeyiniz demeziz ve inkâr etmeziz velâkin ol sizin naʻt diye okuduğunuz haramdır derler. Bu kerre müezzinler naʻt-i Resûl (aleyhi’s-selâm) 106 [22/A] okumakdan ferâgat edip birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey müezzinler biz size Peygamber’i (aleyhi’s-selâm) taʻrîf etmeyiniz demeziz velâkin ol taʻrîf diye okuduğunuz haramdır derler. Bu kerre müezzinler taʻrîf okumakdan ferâgat edip birkaç ay geçenden sonra derler ki: Biz size ey müezzinler çağırıp bağırmayınız demeziz. Ezânda ne kadar ki çağırıp bağırsanız güzeldir velâkin ol salâ ve temcîd diye çağırıp bağırdığınız haramdır derler. Bu kerre müezzinler salâ ve temcîdden ferâgat ederler. Hâlâ Berkī vilâyetinde tasliye ve tarziye ve salâ ve temcîd ve padişah zikrolunduğu zamanda Eyyedehullâh ve Nasarahullâh (ve) Edâmellâhü Eyyâmehû demek yokdur. Ve şehr-i İslâmbol’da nice camilerde tasliye ve tarziye ve salâ ve temcîd ve padişah zikrolunduğu zamanda Eyyedehullâh ve Nasarahullâh (ve) Edâmellâhü Eyyâmehû demeği refʻ etmişlerdir. Bundan mâʻadâ kanı Sultan Ahmed Hân (rahimehullâh) zamanlarında tulûʻu’ş-şemsde ve gurûbü’ş-şemsde mescidlerde olan zikir ve tevhîdler kanı. Ve bu tevhîdlerin akabinde padişahın devâm-ı devletiyçün meccanen olan duâlar ve senâlar bâ-husûs selâtîn camilerde tulûʻu’ş-şemsde ve gurûbü’ş-şemsde ikişer ve yedişerde halka olup da olan zikir ve tevhîdler ve padişahın ecdâdı zamanlarında olan zikir ve tevhîdler şimdi Ayasofya-i Kebîr’den gayrı selâtîn camilerde halka-i zikir refʻ olmuşdur. Velhâsıl zikrolunan şeʻâ’ir-i Ehl-i sünnet ve cemaat bi’l-külliye refʻ olmuşdur. Hak Sübhânehû ve Teâlâdan recâ ve temennâ budur ki padişahımıza ömr-i tavîl ve rüşd müyesser eyleye. Âbâ ve ecdâdının zâhib olduğu mezhebe zâhib olmakdan münfek eylemeye. Ve bu Kızılbaş-ı bed-meʻâşın menʻ eyledikleri şeʻâ’ir-i İslâmı ki âbâ ve ecdâdı etdire gelmişlerdir kendi dahî âbâ ve ecdâdı [22/B] gibi etdire. Ve bu Kızılbaş-ı bed-meʻâşın yedi yaşından yukarısını Sultan Selim Hân398 ve Ebü’l-Feth399 gibi katl eyleye. Zirâ padişahımızın âbâ ve ecdâdı kimi Hazret-i Mevlâna tarîkinden ve kimi Halvetî tarîkinden ve kimi Celvetî tarîkinden beyʻat edip evliyâullahın duâsın alıp nice iklîmler feth eylemişlerdir. Hatta Sultan Murâd Gâzi Hân400 Konya’da Mevlevîhâne’ye varıp Mevlevî ocağından duâ alıp Bağdât’a gitdi ve Bağdât gibi metîn kalʻayı bi- emrillâhi Teâlâ ve Tebâreke ve bi-himmeti evliyâillâh feth eyledi. Hatta hikâyet ederler ki saadetlü padişahımızın âbâ ve ecdâdı meşâyih-i Halvetiyye’den ve meşâyih-i Mevlevîyye’den beyʻat edip ve kisvet urunup kisvetleri ve alâmetleri Sultan Ahmed 398 I. Selim (öl. 926/1520) Yavuz lakabıyla bilinen Osmanlı padişahıdır. 399 Kastedilen padişah II. Mehmed (öl. 886/1481) yani Fatih Sultan Mehmed'dir. 400 Kastedilen padişah IV. Murad’dır. Bağdat seferini 1638-39 yılları arasında düzenlemiştir. 107 Hân (rahimehullâh) zaman-ı saadetlerine gelinceye değin hâlâ hazînede mevcûddur derler. Ey kâfir Kızılbaşlar hiç korkmaz mısınız ki Mevlevîhâne’ye seyr tarîkine varırsa günâh- ı kebâ’irdir ve ibâdet niyetine varırsa kâfir olur dersiniz. Maʻa-hâzâ etmeğiyle perverde olduğumuz padişahımızın âbâ ve ecdâdı seyr niyetinde vardılar ve ibâdet niyetinde vardılar. A kâfir Kızılbaşlar öyle ya sizin bâtıl cevabınıza göre padişahımızın âbâ ve ecdâdı kâfir olmak lâzım gelir neʻûzü billâh. Ve bu dahî hiyel-i rafzdandır: Bu makûle Kızılbaş hâkim huzûruna veyâhud padişah huzûruna ihzâr olunur ise yani inkâr ederler ki bu sözü biz halka söylemedik diye. İmdi âbâ ve ecdâdını intikâmın almak için ve ıslâh-ı dîn için padişah-ı âlempenâh hazretlerinin üzerine vâcibdir ki bu makûle cevablar ve kelâmlar ne şekil Kızılbaşdan sâdır olursa teftîş edip katl eylemek yetmiş kâfir katl eylemek kadar vardır. Ve bu dahî hiyel-i Razdandır: Evvelâ [23/A] tedrîc ile derler ki: Ey Müslümanlar biz Çihâr Yârı hutbeden zikrolmasın demeziz ve inkâr etmeziz velâkin Ebû Bekir (radiyallahu anh) hazretlerine el-imamü ʻale’t-tahkîk deyiniz. Velâkin Ömer’e Ali’ye ve Osman’a (radıyallâhu anhüm) hazretlerine el-imamü ʻale’t-tahkîk demeyiniz. Zirâ üçünün imametleri ʻale’t-tahkîk değildir ve hem kâfiye uymaz derler. Bu kerre Ebû Bekir (radıyallâhu anh) hazretlerine el-imamü ʻale’t-tahkîk deyip üçünden el-imamü ʻale’t-tahkîk kaldırıp birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey Müslümanlar halk bize Kızılbaş Çihâr Yârı sevmez derler imiş. Hâşâ severiz ve inkâr etmeziz velâkin Ebû Bekir’i ve Ömer’i ve Osman’ı (radıyallâhu anhüm) hazretlerini hutbede zikrediniz amma Ali (radıyallâhu anh) hazretlerini hutbede zikretmeyiniz. Zirâ imametde alâkası yoktur. Zirâ imamet vesâ’il-i hakîkatdendir vesâ’il-i hakîkî Ali değildir gayrıdır derler. Bu kerre hatîbler hutbede Ali (radıyallâhu anh) hazretlerini zikretmekden ferâgat edip birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey Müslümanlar bize derler imiş ki Kızılbaşdır. Hâşâ biz Kızılbaş değiliz. Çihâr Yârı severiz velâkin hutbede Osman (radıyallâhu anh) hazretlerini zikretmeyiniz. Amma Ebû Bekir ve Ömer’i (radıyallâhu anhümâ) hazretlerini hutbede zikrediniz. Zirâ Ebû Bekir ve Ömer (radıyallâhu anhümâ) Peygamber’ in (aleyhi’s-selâm) kayın atalarıdır ve kayın atalar dâmâddan şerîfdir. İmdi Ebû Bekir’i ve Ömer’i (radıyallâhu anhümâ) hazretlerini hutbede zikrediniz amma Osman (radıyallâhu anh) hazretini zikretmeyiniz 108 derler. Bu kerre hatîbler hutbede Osman (radıyallâhu anh) hazretini zikretmekden ferâgat edip birkaç ay geçenden sonra münâfıklar derler ki: Ey Müslümanlar bize derler imiş ki Kızılbaşdır Çihâr Yârı sevmez (ve) inkâr eder derler imiş. Hâşâ severiz ve inkâr etmeziz velâkin Ebû Bekir-i Sıddîk’i (radıyallâhu anh) hazretlerini hutbede [zikr]ediniz. Zirâ Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) kayın [23/B] atasıdır ve hem yâr-i gârıdır ve hem şefîk-i refîkidir. Hutbede zikrediniz. Amma Ömer (radıyallâhu anh) hazretini hâric-i hutbede zikrediniz kifâyet eder derler. Bu kerre Ömer (radıyallâhu anh) hazretini (hatîbler) hutbede zikretmekden ferâgat edip birkaç ay geçdikden sonra derler ki: Ey Müslüman bize derler imiş Kızılbaşdır Çihâr Yârı sevmez inkâr eder derler imiş. Hâşâ inkâr etmeziz ve severiz velâkin hutbede Ebû Bekir (radıyallâhu anh) hazretini zikretmeyiniz. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) hutbede Ebû Bekir’i (radıyallâhu anh) zikretmedi. Bidʻatdır ve haramdır derler. Velhâsıl Peygamber (aleyhi’s-selâm) Çihâr Yârı hutbede zikretmedi. Pes ümmetce Çihâr Yâr-ı güzîni hutbede bi’l-külliye zikretmek bidʻatdır ve haramdır derler. Bu makûle Kızılbaşa tâbiʻ olan avam-ı nâsın hazelesi ve suhtevâtın cehelesi on bin kadar erâzil-i nâs hatîblere hücûm ederler ki sen bu vâiz efendiden ziyâde (mi) bilirsin diye hatîblere bi’zarûr(e) terk etdirirler. Nitekim gâhî cumhûr ve cemaat tekkeleri yakıp vezîr-i aʻzam katline hüküm kıldıkları gibi ve Şemsi Paşa401 gibi bir ʻâlî-şân vezîrin katline bâʻs oldu(lar). Ve bu dahî hiyel-i rafzdandır. Kızılbaşlar bir âyet-i kerîme ile istidlâl edip derler ki: Eʻûzü billâhi mine’ş-şeytani’r- racîm 402 للا يحببكم فالتبعونى للا تحبون كنتم ان Yani habîbim halka sen de ki: Eğer sizler قل Allah Teâlâya muhabbet eder oldunuz ise sizler bana tâbiʻ olunuz ki Allah Teâlâ sizlere muhabbet ede. İmdi Kızılbaşlar der ki: Biz Peygamber’e (aleyhi’s-selâm) tâbiʻ oluruz. Pes tâbiʻ olunca Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) etmediğini etmez ve etdiğini ederiz derler kizb ederler. Bu cevaba câhiller yûh yûh derler. Bu kerre Kızılbaşlar derler ki: Çihâr Yârı Peygamber (aleyhi’s-selâm) hutbede zikretmedi biz de zikretmeziz derler ve Çihâr Yâr zikrolduğu zamanda Peygamber (aleyhi’s-selâm) radıyallâhu anh [24/A] demezdi biz de demeziz derler. Zirâ Peygamber’e (aleyhi’s-selâm) tâbiiz derler. Peygamber (aleyhi’s-selâm) Kaʻbe’nin etrâfında devr ederek zikrullah etdiğini hatırlarına getirmezler idi. Peygamber (aleyhi’s-selâm) devr ederek zikrullah etmedi biz 401 Şemsi Ahmed Paşa (öl. 988/1580) Osmanlı beylerbeyi olarak görev yapmıştır. 402 Âl-i İmrân 3/31. 109 de etmeziz derler. Ve Peygamber (aleyhi’s-selâm) cenaze önünde giderken zikrullah etmedi biz de etmeziz derler. Neʻûzü billâh bu itikadda olan kâfir olur. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) cenazenin önünde gitdi de Allah’ı zikretmedi demek Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerine bühtândır. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) bir ân ve bir vakit zikrullahdan hâlî olmazlar idiler böyle münkiri hemân katl. Ve dahî Kızılbaşlar derler ki: Peygamber (aleyhi’s-selâm) gümüşlü bıçağla ve gümüşlü kuşağla ve harîrle namaz kılmadı biz de kılmazız derler. Ve Peygamber günâh-ı kebâ’ir sâdır olan adama iktidâ eylemedi biz de iktidâ eylemeziz derler. Velhâsıl Kızılbaşlar(ın) usûlü ve i’tikâdı budur ki: Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) etmediğini etmeziz ve etdiğini ederiz derler. İmdi Kızılbaşlar Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) etdiğini ve nice Kızıbaşlara lâzım gelir ki her gece teheccüd namazı kılalar. Ve Peygamber (aleyhi’s-selâm) haftada bi kerre fütûr edip visâl savm(ı) dutar idi. Buna beşer tâkat getiremez. Peygamber (aleyhi’s- selâm) bu kadar mûcize etdi ve miʻraca çıkdı. Bu kerre bunlara desen ki Peygamber’in etdiğini ederiz dersiniz geliniz bunları ediniz desen kâdir değiliz diye cevab verirler. Hattâ âlem-i seyâhatimde diyâr-ı Acem’de Râfiziye’den biri bana dedi ki: Mezhebimizde dokuz hâtun almak câizdir ve ʻuhdesinden gelmek şartıyladır. Zirâ Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) dokuz hâtunu var idi. Peygamber’e (aleyhi’s-selâm) tâbiʻ olunca biz(e) de dokuz hâtun almak câizdir der. Muhassalü’l-kelâm Kızılbaşların [24/B] usûlü ve i’tikâdları ma’lûm oldu ki Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) etdiğini ederiz ve etmediğini etmeziz derler. Bu usûlde ve bu i’tikâdda olan kimseler mezâhib-i erbaʻadan hâricdir. Amma Ehl-i sünnet ve cemaat Kızılbaşlara derler ki bu sizin usûlünüz ve i’tikâdınız fâsiddir belki râyiha-i küfür vardır. Zirâ bu âyet-i kerîmede ittibâʻdan murâd ittibâ-ʻı küllî değildir belki ittibâ-ʻı ilâhîdir. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerine ittibâ- ʻı küllî muhâldir. Nitekim Ehl-i sünnet ve cemaat’den olan Tefsîr-i Kebîr sâhibi seyyidü’l-müfessirîn İmâm Fahr-i Râzi403 (rahmetullâhi aleyh) bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde yani 404 للا يحببكم فالتبعونى للا تحبون كنتم ان âyetinin tefsîrinde yani yâ قل Muhammed sen halka de ki: Eğer sizler Allah Teâlâ hazretlerine muhabbet eder oldunuz ise sizler bana tâbiʻ olunuz ki Allah Teâlâ sizlere muhabbet ede. Buyururlar ki iʻlem ennehû Teâlâ lemmâ deʻa’l-kavme ile’l-îmâni bihî ve’l-îmânü bi-Rasûlihî ʻalâ sebîli’t- 403 Adı Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî'dir (öl. 606/1210) ve tefsir kitâbı ise Mefâtîhu’l-ġayb'dır. 404 Âl-i İmrân 3/31. 110 tehdîdi ve’l-vâidi. Ma’lûm olsun ki vaktâ kim Allah Teâlâ kavmi kendine ve Resûlüne tehdîd ve vâid tarîki üzerine îmanâ davet etdiyse. Ve deʻâhüm ilâ zâlike min tarîkin âher. Ve dahî Allah Teâlâ kavmi tarîk-i âherden îmanâ davet etdiyse. Ve hüve enne’l- yehûdü kânû yekûlûne 405 احباؤه و ابناء للا Ol tarîk-i âher budur ki tahkîk Yahûdiler نحن derler idi ki: Biz Allah Teâlânın oğullarıyız ve dahî ehibbâsıyız. Böyle derlerdi. Fe- nezelet hâzihi’l-âyetü. Pes bu âyet-i kerîme nâzile oldu ki böyle demesinler için. Ve dahî İmâm Râzi (rahmetullâhi aleyh) der ki: قريش على وقف السالم عليه انه Ve dahî ويروى rivâyet olundu ki tahkîk Peygamber (aleyhi’s-selâm) Kureyş’in üzerine vâkıf oldu. وهم لالصنام معشر .Hâlbuki Kureyş tâifesi putlara secde ederler idi يسجدون يا السالم عليه فقال A] Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi ki: Yâ Kureyş tâifesi/25] القريش وللا لقد خالفتم ملة ابراهيم tahkîk muhâlefet etdiniz millet-i İbrâhim’e. تعالى للا الى ليقربونا هلل حبا هذه نعبد انما وقالت Kureyş tâifesi dedi ki biz putlara ibâdet etmeziz illâ Allah Teâlâya muhabbet için ibâdet ederiz ki bizi Allah Teâlâya karîb eylesinler için. Fe-nezelet hâzihi’l-âyetü. Pes bu âyet-i kerîme nâzile oldu böyle demesinler için. Fe-kâle li-rasûlihî kul in küntüm sâdikîne fî iddiʻâ’i mahabbetillâh. Hak Sübhânehû ve Teâlâ Peygamber’e (aleyhi’s-selâm) hitâb etdi ki. Kul. Habîbim Kureyş tâifesine sen de ki: Allah Teâlâya muhabbet iddiasında sâdıklar oldunuz ise. Fe-kûnû münkâdîne li-evâmirih. Pes Resûlünün emirlerine inkıyâd ediciler olunuz. Yani Allah Teâlânın Rüsûlünün emretdiği şeyleri dutunuz. Ma’lûm ola ki İmâm Fahr-i Râzi (rahmetullâhi aleyh) evâmir kelimesini zikretdi ve nevâhî kelimesini zikretmedi şuna binâ’en ki emir eʻamdır emre de nehye de şâmildir. Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) evâmiri (ve) nevâhîyi maʻan zikreyledi îzâh için. Velhâsıl Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) der ki:406 للا يحببكم فالتبعونى للا تحبون كنتم ان قل âyetinde ittibâʻdan murâd ve 407اطيعوا للا و اطيعوا الرسول âyetinde itaatden murâd Resûlüne emr olunanları dutmakdır ve neyh olunandan kaçmakdır. Velhâsıl dört mezhebde Ehl-i sünnet ve cemaat’in usûlü ve i’tikâdıları bu meselenin üzerinedir ki Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) emretdiğini tutmakdır ve neyh etdiğini işlememekdir. Ve bir alay şeyler dahî vardır ki Peygamber (aleyhi’s-selâm) ediniz diye emretmedi ve etmeyiniz diye neyih de etmedi. Ol emir ve nehy olunan şey halkın malına zarar ve ırzına halel verir ise ve ferâ’ize mâniʻ ve müzâhim olur ise ona bidʻat-ı seyyi’e derler. [25/B] An-karîb hadîs-i şerîfle beyân olunur. Ve eğer vermezse bidʻat-ı 405 el-Mâide 6/18. 406 “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân 3/31. 407 “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” en-Nisâ 4/59. 111 hasene derler. İmdi Peygamber (aleyhi’s-selâm) emir ve neyh etmeyip de halkın malına zarar vermeyen ve ırzına halel vermeyen ve ferâ’ize mâniʻ ve müzâhim olmayan bidʻat-ı hasenenin misalleri minâre gibi ve vaaz için kürsîler gibi ve iksâr-i zikrullah için devr ve semâ gibi ve don ve kaşık ve elek gibi ve kitâp telif eylemek gibi ve Çihâr Yârı hutbede zikreylemek gibi ve tasliye ve tarziye ve salâ ve temcîd ve naʻt-i Resûl ve ülûf okumak gibi ve padişah-ı âlempenâh hazretleri zikrolunduğu zamanda Eyyedehullâh ve Nasarahullâh (ve) Edâmellâh Eyyamehû demek gibi. İmdi a Kızılbaşçıklar ne var lillâh ve li-Rasûlih bir pâre fikr ediniz. İnsâfa geliniz. Revâ mıdır ki âşikâre Allah diyenlere ʻadâvet edersiniz. Ve dahî Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) etmediğini etmeziz ve etdiğini ederiz deyip kizb edersiniz. Maʻa-hâzâ bu itikadda iken Ehl-i sünnet ve cemaat dâvasını edersiniz. Ve Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) cümle etdiğini ederiz ve etmediğini etmeziz demek dört mezhebden hâric hatâ sözdür. Meselâ nikâh ile dokuz avratalmak gibi. Ve bu i’tikâdı bunlar yakın zamanda vazʻ etdiler. Kâtelellâhü vâziʻahû ve men iʻtekade ʻaleyhi. Muhassalü’l-kelâm Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerinin etdiğini ederiz ve etmediğini etmeziz demek hiyel-i rafzdandır. Ve bu dahî hiyel-i rafzdandır evvelâ derler: Ey Müslümanlar biz cemaati inkâr etmeziz velâkin vazîfeli imama iktidâ etmekden vazîfesiz imama iktidâ etmek sahîhdir. Zirâ ki Peygamber (aleyhi’s-selâm) vazîfeli imama iktidâ eylemedi. İmdi vazîfeli imama iktidâ eylemek bidʻatdır ve haramdır derler. Bu kerre avam-ı nâsın hazelesi ve suhtevâtın cehelesi vazîfeli imama iktidâ etmeden [26/A] ferâgat edip biribirlerin(i) imam edip biribirlerine iktidâ edip birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey Müslümanlar bunu derler imiş ki cemaati inkâr eder(ler). Hâşâ etmeziz velâkin günâh-ı kebâ’ir sâdır olan adama iktidâ etmeyiniz ve imam etmeyiniz câiz değildir. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) günâh-ı kebâ’ir sâdır olan adama iktidâ etmedi ve imam eylemedi. Ve biz Peygamber’e (aleyhi’s-selâm) tâbiʻiz ve Peygamber’in etdiğini ederiz ve etmediğini etmeziz. İmdi günâh-ı kebâ’ir sâdır olan adama iktidâ eylemek ve imam etmek bidʻâtdır ve haramdır derler. Bu kerre Ehl-i sünnet ve cemaat delîl-i naklî getirip derler ki: Peygamber (aleyhi’s-selâm)408 وفاجر بر كل خلف buyurmuş. Yani iyinin ve fâcirin ve fâsıkın صلوا ardında namaz kılınız ve iktidâ ediniz buyurmuş. Bu hadîs-i şerîfe ne dersin desen Kızılbaşlar bu hadîs-i şerîfi menʻ eylemek için ve bunun emsali ehâdîsi red eylemek için hadîs vazʻ edip derler ki: Biz zâhir-i hadîsi zâhir-i Kur’ân’a tatbîk ve tevfîk ederiz. Eğer 408 Beyhakī, Sünen-i kebîr, 7/26; Dârekutnî, Sünen-i Dârekutnî, 2/56. 112 zâhir-i hadîs zâhir-i Kur’ân’a mutâbık ve muvâfık gelirse hadîs sahîhdir. Ve eğer zâhir-i hadîs Kur’ân’a mutâbık ve muvâfık gelmezse hadîs sahîh değildir derler. Ve Kızılbaşların kelâmına avam-ı nâsın hazelesi ve suhtevâtın cehelesi yûh yûh derler. Bu kerre صلوا خلف كل بر وفاجر kelâmı Kur’ân’da yokdur ve fâcire iktidâ ediniz diye zâhir-i Kur’ân’da Allah Teâlâ buyurmadı. Ve bu hadîs Kur’ân’a mutâbık ve muvâfık değildir. Pes zâhir-i Kur’ân’a mutâbık olmayınca hadîsler yalandır derler. Ve huffeyn üzerine mesh eylemek yani mest Kur’ân’da yokdur deyip Kızılbaşlar mesh eylemez. Velhâsıl günâh-ı kebâ’ir sâdır olan adama iktidâ eylemek ve huffeyn üzerine [26/B] mesh eylemek ve terâvîh ve salât-ı küsûfü’ş-şems ve salât-ı husûfü’l-kamer ve salât-ı Regâib ve Berât ve Kadir ve bu namazlar ve sünnetler Kur’ân’da yokdur. Bunlar için ve bunun emsâli şeyler için getirdiğiniz hadîsler mevzûʻdur derler. [Muhassalü’l-kelâm Kızılbaşın usûlü budur ki Kur’ân’a mutâbık ve muvâfık gelmeyen hadîslere yalandır ve mevzûʻdur]. Bu ecilden Kızılbaşlar fakat yalnız ezân okurlar ve ardı sıra fâtiha okuya demez. Ve beş vaktin farzını kılarlar ve Ramazan-ı şerîfi dutarlar. Ve zuʻm-ı fâsidince dindâr olanı zekât verir ve Hacc-ı şerîfe giderler. Ve Regâib ve Berat ve Kadir namazların kılmazlar ve ekserîsi sünnetleri kılmazlar. Ehl-i sünnet ve cemaat olan ulemâ derler ki: Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân mücmeldir. Ma’nâ-yı şerîfi fehm olunmaz. Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) hadîs-i şerîfleri Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ın ma’nâ-i mücmelini müfessirdir. Zirâ bazı âyet bir şeyin fiiline zımnen delâlet eder. Hatta sabah namazının farzı iki rekʻat olduğu Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) hadîs-i şerîfiyle sâbitdir. Ve ö(ğ)le namazının ve ikindi namazının ve yatsı namazının rekʻatları dört olduğu Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) hadîs-i şerîfiyle sâbitdir. Ve akşam namazının ve salât-ı vitrin rekʻatları üçer olduğu Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) kavliyle sâbitdir. Zâhir-i Kur’ân’da yokdur. Zirâ Kur’ân’da Allah Teâlâ hazretleri salâtü’l-fecri rekʻatâni ve salâtü’z-zuhri erbaʻun ve salâtü’l-ʻasri erbaʻu rekʻâtin ve salâtü’l-ʻişâ’i erbaʻu rekʻâtin ve salâtü’l-mağribi ve salâtü’l-vitri selâse rekʻâtin diye tasrîh ve îzâh eylemedi. Velâkin rekʻatların adedi Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) kavliyle sâbitdir. Amma beş vakit namazın farz olduğu mücmelen Kur’ân’da sâbitdir. Zirâ Allah Teâlâ mücmelen emreyledi ki حين فسبحان للا i -mezâhib Velhâsıl 409 تمسون و حين تصبحون و له الحم د فى السموات و االرض و عشيا و حين تظهرون 409“Akşam vaktine eriştiğinizde ve sabah kalktığınızda Allah’ı teshib edin. Göklerde ve yerde her türlü övgü O’na mahsustur. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde de O’nu tesbih edin.” er-Rûm 30/17-18 113 erbaʻada ehâdîsin sıhhati şartdır ve Kur’ân’a mutâbık [27/A] ve muvâfık olması şart değildir. Amma beşinci mezhebde Kur’ân’a mutâbık ve muvâfık olmak şartdır. Ve eğer ehâdîs-i sahîha-i Nebeviyeyi Kur’ân’a tatbîk ve tevfîk eylemek lâzım gelir ise Allah Teâlâ aʻlemü ve Rasûlühü tahmînen sülüsü Kur’ân’a mutâbık ve muvâfık gelir. Bu kelâm hadîsi okuyup ve okudanlara ma’lûmdur. Bu kerre halk namazı başlı başına kılıp birkaç ay geçenden sonra derler ki: Ey Müslümanlar biz sünneti inkâr etmeziz ve kılmayınız demeziz velâkin bir adamın kazâya kalmış namazı var iken sünnet ve nevâfil kılmak câiz değildir derler. Zirâ bir adamın borcu var iken sadaka ve bahşiş vermek câizdir Amma beşinci mezhebde câiz değildir. Ve dahî Regâib ve Berât ve Kadir ve terâvîh sünnetleri ve sâir nevâfil namazları kılmak câiz değildir derler. A kâfir Kızılbaşlar kazâya kalmış namazınız var iken nevâfil ve sünnetler kılmasınlar diyeceğinize kazâya kalmış namazınız var iken kaldırım üzerinde gezmeyiniz ve tavla ve satranç oynamayınız ve sanâʻat işlemeyiniz desenize. A kâfir Kızılbaşlar yukarıdan beri inkâr etmeziz inkâr etmeziz diye diye ne kodunuz. Kızılbaşlar şeriat-ı Muhammedî’yeyi böyle edenden sonra ve halkı bu itikadda koyup ve halkın kalbleri bu i’tikâda mutma’în olandan sonra günden güne başlar Ali (radıyallâhu anh) hazretini medh ü senâ edip üçüne seb eylemeğe. Zirâ halkı bu mertebeye getirmeyince üçüne seb eylemezler ve üçü zikrolduğu zamanda radıyallâhu anhüm derler. İmdi benim mü’min karındaşım Kızılbaşın hîlelerini bi’l-külliye bilmek murâd edersen benim kitabımda olan hiyel-i rafz faslını ibtidâsından intihâsına varıncaya değin tamam oku. İmdi Kızılbaşlığın ibtidâsı neredendir ve intihâsı [27/B] nereye değindir bir bir îzâh ve tasrîh eyledim ki şeytandan (aleyhi’n-naʻle) ne şekil istiʻâze edersen bu makûle Kızılbaşlardan ve bu makûle vâizlerden ictinâb edip âl-i Osman padişahının tutduğu mezhebi tutasınız. Ve bu kitâbı tahrîre baʻis bu oldu ki: Bazı Kadızâdeliler bu Kızılbaş akâyidine i’tikâd bağlamışlar ve bu zikreylediğimiz Kızılbaşın akîdesi üzerine i’tikâd eylemişler ve böyle iken Ehl-i sünnet ve cemâaat’deniz derler. Maʻa-hâzâ bu kadar mesâ’ilde Ehl-i sünnet ve cemaat’in i’tikâdlarına i’tikâdları muhâlif iken yine şimdi bu meselede i’tikâdları Ehl-i sünnet ve cemaat’in itikadlarına muhâlif oldukları zâhir olur. İmdi ma’lûm ola ki mezâhib-i erbaʻada sâdık iki kısımdır. Yani i’tikâda delîl ikidir. Evvelki kısmı mûcize ile mü’eyyed olan Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) haberidir ki 114 Kur’ân’la ve hadîsle(dir). Ve ikinci kısmı halkın lisânından mütevâtir olan haber ve mütevâtir olan haberdir. Ve mütevâtir olan haber için âyetten ve hadîsten delîl taleb olunmaz ve delîl istenmez Zirâ nass-ı kâtıʻ gibidir. Bir münkir Bağdat’ı inkâr edip yokdur derse ve Bağdat’ın mevcûd olduğuna âyetten ve hadîsten delîl nedir derse Bağdat’ın mevcûd olduğuna âyetten ve hadîsten delîl bulunmamağla ve biz Bağdat’ı görmemekle yok olması lâzım gelmez ve Bağdat yalan olmak lâzım gelmez. Zirâ haber- i mütevâtir ile sâbitdir ki meselâ Sultan Selim Hân’ın ve sâir padişahların pâdişah olduklarına âyetten ve hadîsten delîl bulunmamağla ve biz onların padişah olduklarını görmemekle onların pâdişah oldukları yalan olmak lâzım gelmez Zirâ haber-i mütevâtir ile sâbitdir. Ve bu mesele ilm-i kelâm meselesidir. Ekser-i nâs bundan gâfillerdir velâkin ilm-i kelâmdan Akâyid-i Monla Celâl ve Şerh-i akâyid okuyanlara ma’lûmdur ki bu kitâbların [28/A] okuyanlar Kızılbaş olmaz. İmdi bu mesele bir hoş hıfz et ki Kızılbaşlar seni hîle tarîkiyle kâfir etmeyeler. Zirâ Kızılbaşlar hîle tarîki ile evliyâullahın nevʻini ikrâr edip kerâmâtü’l-evliyâ hak derler velâkin efrâdın inkâr edip derler ki: Ey Müslümanlar sizin evliyâ dediğiniz adamların velî oldukları hele dursun da velî olduklarından geçtik îmânla gitdiklerine âyetten ve hadîsten delîl nedir derler. O mahalde Kızılbaşlara cevab ver ki “A densizler haber-i mütevâtirdir”, diye. Zirâ haber-i mütevâtir nass-ı kâtıʻ gibidir kizbe ihtimâli yoktur. Üsküdârî Mahmûd Efendi ve Ümmî Sinan410 gibi (rahmetullahi aleyhimâ) ve Ebü’l- Feth’in şeyhi Akşemseddin411 ve Hazret-i Mevlâna412 ve Şeyh Abdülkādir el-Geylânî413 ve İmâm-ı Âzam414 ve sâir evliyâullahın (rahimehümullâh) velî oldukları halkın lisânında haber-i mütevâtir ile sâbittir. Ve dahî kütüb-i muʻteberede hâriku’l-ʻâde kerâmâtı yazılmış olan evliyâullah gibi. İmdi kütüb-i muʻteberede halkın lisânından bunların ve sâirlerinin velî oldukları haber-i mütevâtir ile sâbit olunca îmânla gitmeleri mukarrer ve muhakkakdır. Zirâ evliyâullah îmânsız gitmek ihtimâlleri yokdur. Kızılbaşlar herze söyler. Evliyâullah îmânsız gitmek 410 Ümmî Sinan (öl. 1067/1657) Halvetî şeyhlerinden biridir. 411 Adı Şemseddin Muhammed b. Hamza (öl. 863/1459) Fatih Sultan Mehmed'in hocalarından biridir. 412 Mevlânâ Celâleddin Rûmî (öl. 672/1273) Mevleviyye tarikatının kurucusudur. 413 Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdülkādir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî (öl. 561/1166) Kādiriyye tarikatının kurucusudur. 414 Ebû Hanîfe Nu‘mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh (öl. 150/767) Hanefî mezhebinin imamıdır. 115 olmaz. Zirâ Hak Sübhânehû ve Teâlâ bunların hakkında buyurur ki:415 ال اولياء للا ان اال .Bâ-husûs hamele’l-mü’mine ʻale’s-salâh خوف عليهم و ال هم يحزنون İmdi eğer haber-i mütevâtiri inkâr edip de Kızılbaşlar kerâmat-ı evliyâ hak dediklerine i’tikâd edersen bu kerre evliyânın nevʻini ikrâr ve efrâdını inkâr etmiş olursun. Ulemâ-i dîne ma’lûmdur ki en-nevʻu lâ yûcedü illâ fî zımni’l-efrâdi. Zirâ nevʻ bulunmaz illâ efrâdın zımnında bulunur. Velhâsıl efrâdı inkâr eylemekden nevʻin(i) inkâr lâzım gelir. Meselâ açık [28/B] gecede âsuma’nâ nazar edip dersen ki yıldız vardır velâkin âsumânda görünenler yıldız değildir desen yıldızı inkâr etmiş olursun. İmdi evliyânın nevʻini ikrâr edip efrâdını inkâr eylemek hiyel-i rafzdandır. Bu dahî hiyel-i rafzdandır derler ki: Velî şol asıl kimsedir ki ârif-i billâh ola yani Allah bilici ola. Ve Allah’ın sıfâtlarını bilici ola. Yani doksan (dokuz) esmâ-i hüsna ile. Ve meʻâsîden müctenib ola ve hırsdan iʻrâz edici ola. Ve bu asıl kimseye derler deyip sıfâtını ikrâr ederler velâkin dünyâda şimdi böyle adam yoktur deyip velînin zâtını inkâr edip kâfir olurlar. Neʻûzü billâhi min hâzihi’t-tâ’ifeti’l-habîseti. Ve bu dahî hiyel-i rafzdandır ki bir şeyin zâtını ikrâr edip sıfâtını inkâr eylemek. Meselâ derler ki tegannî hadîsleri sahîhdir ve kitâbta vardır ve tegannî helâldir velâkin halkın eyledikleri meşhûr olan tegannî değildir derler. Bu kerre ne şekil tegannî helâldir desen bilmem derler. Bu kelâm şuna benzer ki kitâpta ekmek vardır ve kitâpta ekmek ve yemek helâldir velâkin halkın yediği meşhûr olan ekmek değildir. Bu dahî hiyel-i rafzdandır. Derler ki: Tegannî etsinler ve eylemesinler demeziz velâkin rast ve dügâh ve segâh ve çihârgâh ve pençgâh ve nevâ ve gazzâl ve ʻacem ve ʻaşîrân ve üç ʻırâk ve mâhûr eylemesinler derler. Bu kelam şuna benzer ki elime yapışma ve ayağıma yapışma ve hiç aʻzâma yapışma seninle güreş edelim derler. Zirâ bir adam hüsn-i sûretle âvâz kaldırsa elbette bu zikrolunan makamâtın içinden hâric olamaz. Ve (bu) dahî hiyel-i rafzdandır. Tegannî ve devr ve semâ cemîʻan kitâplarda haramdır ve kitâplarda tegannî [29/A] ve devr ve semâ yokdur diye bi’l-külliye inkâr ederler amma kizb ederler kizb haram iken. Ve gâh biz devr ve semâ‘ı inkâr etmeziz derler ve gâh inkâr ederler. Ne şekil mezhebdir bunların mezhebleri bunda akıl mütehayyir olur. Ve bu dahî hiyel-i rafzdandır derler ki: Biz devr ve semâ‘ı inkâr etmeziz velâkin evvel zamanın devr ve semâ‘ı edenleri evliyâullahdan idiler onlara sözümüz yokdur. Amma şimdi bir alay ehl-i hevâ 415 “İyi bilin ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.” Yûnus 10/62. 116 adamlardan lâyık oldular evliyâullahın tahtası üzerine çıkmağa ve neden müstehik oldular devr ve semâ eylemeğe. Evvel zamanın devr ve semâ eden adamları gibi olsunlar da devr ve semâ eylesinler sözümüz yokdur derler. el-Cevab: Neʻam evvel zamanda devr ve semâ edenler evliyâullahdan idiler. Kezâlik evvel zamanın hâkimleri aşere-i mübeşşere gibi evliyâullahdan idiler. Ve evvel zamanın vüzerâsı Çihâr Yâr (radıyallâhu anhüm) gibi evliyâullahdan idiler. Ve evvel zamanın imamları evliyâullahdan idiler. Ve evvel zamanın kadıları İmâm Yusuf416 (rahmetullâhi aleyh) gibi evliyâullahdan idiler. Evvel zamanın müftîleri İmâm-ı Âzam (rahmetullâhi aleyh) gibi evliyâullahdan idiler. [Ve ol zamanın vâizleri Hasan-ı Basrî417 ve Yahya bin Muâz418 (rahmetullâhi aleyhim) gibi evliyâullahdan idiler]. Velâkin şimdiki hâkimlerimiz aşere-i mübeşşereye teşebbühen taklîd edip hükûmet ederler. Ve şimdiki halîfemiz yani padişahımız Peygamber’e (aleyhi’s-selâm) taklîden (ve) teşebbühen hilâfet eder. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: 419منهم فهو بقوم تشبه Ve من şimdiki imamlarımız evvel zamanın evliyâullahdan olup da imamet edenleri teşebbühen taklîd edip imamet ederler. Ve şimdiki vâizlerimiz evvel zamanın evliyâullahdan olup da ve vaʻz eden vâizler(ini) teşebbühen taklîd edip vâaz ederler. Ve şimdiki ehl-i hevâ olan sûfîlerimiz ol zamanın evliyâullahdan olan sûfîlerine teşebbühen taklîd [29/B] edip devr ve semâ ederler. Ve şimdiki müftîlerimiz e’imme-i müctehidîne teşebbühen taklîd edip fetvâ verirler. Ve şimdiki kadılarımız evvel zamanın evliyâullahdan olan kadılara teşebbühen taklîd edip icrâ-yı ahkâm ederler. Taklîd etmezlerse günâhkâr olurlar. Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinden daima duâmız budur ki cümlesinin taklîdlerini tahkîke erişdire ve cümlesinin teşebbühlerin mahz-ı nûr eyleye. Amma ol Kızılbaş-ı bed-meʻâş olan ahbes-i kefere bu zikrolunan husûslarda teşebbühen taklîd câiz değildir derler. Ekseriyâ halkın itikadların bozdular teşebbühen taklîd câiz değildir diye. Bu sebebden halk ikide bir cülûs-ı padişahîye haml ederler. Onun için fiten eksik değildir. Ve amma Ehl-i sünnet ve cemaat derler ki: Bu zikrolunan husûslarda teşebbühen taklîd câiz değildir diyen Kızılbaşdır. Ve ? Kızılbaşı katl eylemek yetmiş kâfir katl eylemek kadar vardır. 416 Ebû Yûsuf Ya‘kūb b. İbrâhîm b. Habîb b. Sa‘d el-Kûfî (öl. 182/798) Ebû Hanîfe’nin talebelerinden biridir. 417 Ebû Saîd el-Hasen b. Yesâr el-Basrî (öl. 110/728) Basralı zâhitlerden biridir. 418 Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Muâz b. Ca‘fer er-Râzî (öl. 258/872) . 419 “Kim bir topluluğa benzemeye çalışırsa onlardan olur.” Ebû Dâvûd, “Libâs”, 4; Ahmed Hanbel, el- Müsned, 11/50. 117 Zirâ bir papas bir ümmî adamı idlâl edip kâfir edemez. Amma bir Kızılbaşın bir mikdâr okuması olsa on bin Müslümanı idlâl eder. Sebebi budur ki: Ehl-i sünnet ile Kızılbaş ikisi de Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerine şehâdet getirirler ve ikisi de beş vakit namaz kılarlar ve ikisi de ezân okurlar ve ikisi de Hacc-ı şerîfe giderler ve ikisi de zekât verirler ve ikisi de Farsî okurlar ve Kur’ân-ı Azîmüş’ş-şân okurlar. Bu sebebden câhil olan Müslümanlar aklına mutâbık Kızılbaşdan bir mesele işidirse hemân Kızılbaş mezhebine zâhib olur. Zirâ Kızılbaşın aslı Ehl-i sünet ve cemaat’den bozmadır. Yani aslında Ehl-i sünnet ve cemaat’dendirler. Yakın zamanda [30/A] Kızılbaş oldular. Tedrîc ile hilâf-ı mesâ’il ve akâ’id vazʻ ederek mezheblerin böyle eylediler. Hatta âlem- i seyâhatimde rafz ilmini diyâr-ı Acem’de tahsîl eyledim. Ve Kızılbaşların savm ve salâtları ve zikir ve tesbîhleri azdır. Hatta Kızılbaş vilâyetinde bir adam beş vakit namazdan ziyâde namaz kılsa ve Ramazân-ı şerîfden ziyâde oruç dutsa ol adama Ehl-i sünnet derler. Zirâ sünnet âdet ma’nâsınadır. Bu kerre Ehl-i sünnet demek ehl-i âdet demekdir. Ehl-i âdet demek ehl-i bidʻat demekdir derler. Ve ehl-i bidʻât yaramazdır ona selâm vermeyiniz derler. Amma Ehl-i sünnet ve cemaat derler ki: Ehl-i âdet olmak güzeldir ve sevâbdır ve ol âdeti koyana ecr-i ʻazîm vardır. Eğer ol âdet ferâ’ize mâniʻ ve müzâhim olmazsa ve halkın malına zarar ve ırzına halel vermezse ve ferâ’ize müzâhim olmazsa güzeldir ve müstahsendir. An-karîb fîmâ-sebakda misalleri zikrolundu. Husûs(an) ol âdetin içinde bir kerre Allah derler ol âdete sünnet-i hasene derler. Nitekim Meşârik’in bâb-ı evvelinde men ile musaddere olan ehâdîs-i sahîhadandır: Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: سنة حسنة االسالم في سن Bir kimse dîn-i İslâmda bir güzel âdetetmekle من âdeteylerse yani bir güzel âdet korsa. اجره Ol güzel âdeti koyan için ecir ve ʻavz فله vardır. بعده من بها عمل من Ol âdeti koyan adamdan sonra ol âdetle amel eden وأجر kimselerin ecir ve sevâbından ol koyana sevâb vardır. من غيرانينقص من أجورهم شيئ Sonra ol âdet ile amel eden kimselerin ecirlerinden ve sevâblarından bir şey noksan olmaksızın ol koyana da ecir ve sevâb vardır. Çihâr Yârı hutbede zikreylemek gibi. Ve kaşık [30/B] ve don ve askerî tâifesinin urundukları külâhlar ve keçeler ve kisvetler gibi. Ey Kızılbaşlar ne demek istersiniz. Peygamber (aleyhi’s-selâm) bunları giymedi etmedi demekle bu kadar askerî tâifesi kâfir olsunlar mı? Buyurun Kızılbaşçıklar. Ve telif -i kitâp ve minâre ve tasliye ve tarziye ve naʻt-ı şerîf ve taʻrîf ve salâ ve temcîd ve devr ve semâ gibi şeyler ferâ’ize mâniʻve müzâhim değil ve halkın malına zarar ve ırzına haleli 118 yok. Ve cenaze önünde zikrullah etmek gibi. Peygamber (aleyhi’s-selâm) kendi de etmedi diyen mutlak kâfirdir. Ve Regâ’ib ve Berât ve Kadir namazlarını kılmak gibi. Bâ-husûs bu zikrolunanları evliyâullah etdire gelmişlerdir ve kıla gelmişlerdir. Ve bu dahî hiyel-i rafzdandır: Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerini cemaatle nâfile namaz kıldığın bilirler iken inkâr ederler. Zirâ cemîʻan kütüb-i fıkhiyede bâbü’n-nevâfil deyip ʻakibinde sünnet-i müekkede deyip ve sünnet-i gayr-i müekkedeyi ve terâvîhi ve salâtü’l-küsûfi’ş-şems ve salât-ı husûfü’l-kamer ve salât-ı istiskâyı zikredip beyân ederler. Ve Kâmus’da420 ve Mağrib’de ve sâir kütüb-i lugatda vâcibden ve farzdan gayrı namazlara nâfile demişlerdir. Velhâsıl ehl-i lugât ve fukahâ-i e’immenin ittifâkları bu ma’nânın üzerinedir ki terâvîh ve salât-ı küsûfü’ş-şems ve salât-ı husûfü’l-kamer nâfiledir ve bu nâfile namazları Peygamber (aleyhi’s-selâm) cemaat ile kıldılar bilâ-şek velâ şübhe. Hatta Zeyd dese Peygamber (aleyhi’s-selâm) cemaatle nâfile namaz kılmadı. Eğer kıldı ise avratım benden talâk-ı selâse ile mutallaka olsun dese Peygamber (aleyhi’s-selâm) cemaatle nâfile namaz kılmadı diyen Zeyd’in zevcesi dört mezhebde mutallaka olur. Amma Kızılbaşlar mezhebinde mutallaka olmaz zirâ Kızılbaş Peygamber (aleyhi’s-selâm) cemaatle nâfile namaz kılmadı derler. Ve Peygamber (aleyhi’s-selâm) cemaatle nâfile namaz kılmadı diyen [31/A] adamların rafzı güneşden ayân oldu. Ve amma sünnet-i seyyi’e şuna derler ki ferâ’ize mâniʻ ve müzâhim ola. Meselâ bir adamın salât-ı vaktiyesi fevt olur yani vakit geçiyor nâfile namaz kılar durur. Bu makûle nâfileye bidʻât-ı seyyi’e derler. Ve halkın mâlına zarar ve ırzına halel verene de bidʻat-ı seyyi’e derler. Nitekim Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki:421 سنة االسالم في من سن Bir kimse İslâm’da halkın malına zarar ve ırzına halel verir bir şeyi âdet eylese yani سيئة yaramaz âdet etmekle yaramaz âdet eylese. كان عليه وزره Ol yaramaz âdeti koyan adamın üzerine günâhı yazılır. Nitekim tâife-i zâlimler Kitâbullah içinde olan tekâlîfe ve salyâneye bid‘at kanâat etmeyip reâyâ fukarâsına türlü türlü tekâlîfi ve gûne gûne salyâneleri sünnet-i seyyi’e etdikleri gibi. İmdi Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) ve Ehl-i sünnet ve cemaat’in sünnet-i seyyi’e ve bidʻat dedikleri bu makûlelerdir. Amma Kızılbaşlar vâaz ve nasîhatlerinde bu makûley(i) bidʻat diye zikretmezler. Hemân devr 420 Tam adı el-Ḳāmûsü’l-muhît ve’l-kabesü’l-vasît el-câmiʿ limâ zehebe min luġati’l-ʿArab şemâtît’tir. Fîrûzâbâdî’nin (öl. 817/1415) Arapça sözlüğüdür. Ebu’t-Tâhir Mecmüddin Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, el-Kāmûsü’l-muhît ve’l-kabesü’l-vasît el-câmiʿ limâ zehebe min luġati’l-ʿArab şemâtît (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1426/2005). 421Müslim, “Zekat”, 69; Müslim, “İlim” 15; Nesâî, “Zekat”, 64. 119 ve semâ‘a bidʻât derler. İmdi Kitâbullah’dan hâric sulb siyâset ve gûne gûne eziyet ve cevr ve zulüm ve rüşvet ve rencîde ve remîde sennet-i seyyi’e edenlere günâh-ı ʻazîm ve ʻazâb-ı elîm olmasına Kur’ân nâtıkdır. Ve amma Kızılbaşların devr ve semâ sünnet-i seyyi’e dediklerine Kur’ân nâtık değildir. بعده من بها عمل من Ol sünnet-i seyyi’e ووزر koyan zâlimden sonra ve ol sünnet-i seyyi’e ile amel eden zâlimlerin günâhından evvel kendiye de günâh-ı ʻazîm olur. شيئ اوزارهم من غيرانينقص Sonraki zâlimlerin من günâhından bir şey noksân olma(ksızın) evvelki koyan zâlime de günâh olur. Nitekim Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: 422 من عمل عمال ليس عليه امرنا فهو ر د Bir kimse bir amel eylese ki ol amelin üzerine [31/B] bizim emrimiz yani rızâmız olmaya ol amel merdûddur. İmdi zikrolunan tekâlîf-i ırziye-i şâkkaya Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) rızâsı yokdur. Velâkin nâfile namaza ve Allah demeğe rızâsı vardır. Amma Kızılbaşlar bu hadîs-i şerîfde emir kelimesinden murâd sîğa-i emirdir derler. Yani Peygamber (aleyhi’s-selâm) bir şeyi ediniz diye emretmedikçe biz bir şeyi etmeziz derler. İmdi Kızılbaşların i’tikâdlarına göre eşyâda asıl hurmet olmak lâzım gelir. Bu kerre her şeyin hilline birer birer sîğa-i emir bulmağa muhtâc olur hatta buğday ekmek yemeğe varıncaya değin. Maʻa-hâzâ buğday yememeğe sîğa-i nehy Kur’ân’da vardır velâkin yemeğe sîğa-i emr yokdur. Velhâsıl Kızılbaş mezhebi bâtıldır ve zikir ve ibâdet husûsunda akılları kâsırdır ve eşyâda asıl ibâhatdır. Ve dahî Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: فهو ر د منه ليس امرنا هذا في Bir kimse bizim şu emrimizde yani bizim من احدث rızâmızda bir şeyi ihdas eylese ki dînimizde olan ibâdet cinsinden olmasa ol merdûddur. Velhâsıl ? bir adam bir ibâdet ihdâs eylese ki dînimizde olan ibâdet cinsinden olmasa ol merdûddur. Zirâ min-i tebyîn cins içindir. İmdi fikr et ki ferâ’ize mâniʻ ve müzâhim olan ve halkın malına zarar ve ırzına halel veren şeyler dînimizde ibâdet cinsinden midir değil midir? Tefekkür eyle. Nâfile namaz kılmak ve cenaze önünde zikretmek dînimizde olan ibâdet cinsinden midir ve zikrullah ile tavâf edip devr eylemek dînimizde olan ibâdet cinsinden midir? Ehl-i sünnet ve cemaat cinsindendir derler amma Kızılbaşlar değildir derler. Hatta Zeyd dese ki zikrullah ile tavâf edip devr eylemek dînimizde olan [32/A] ibâdet cinsinden değildir eğer ibâdet cinsinden olacak olursa avratım benden talâk-ı selâse ile mutallaka olsun dese zikrullah ile devr eylemek ibâdet cinsinden değildir diyen Zeyd’in zevcesi dört 422 Buhârî, “İ‘tisâm”, 20;Buhârî, “Büyu‘”, 60; Müslim, “Akdiye”, 18; Ahmed b. Hanbel, es-Müsned, 6/180. 120 mezhebde de mutallaka olur. Amma Kızılbaş mezhebinde mutallaka olmaz. Bu dahî hiyel-i rafzdandır. Padişah-ı âlempenâh hazretleri bu Râfizî vâizlerine ve her bir vâize yevmî ikişer yüz ve dahî üçer yüz ulûfe belki beşer yüz ulûfe (ve)rirler. Sâkin oldukları mahallenin mescidlerinde gurûb-ı şemse karîb oturdukları yerde tegannîsiz cehrile halka-i zikir kurup da Lâ ilâhe illallah desinler baʻdehû devâm-ı ömr ü devletim için duâ eylesinler diye emreylese bidʻâtdır ve haramdır diye etmezler. Eğer işlerini terşe terşe eylese etmezler bidʻatdır derler. Maʻa-hâzâ halka-i zikrullah mezâheb-i erbaʻada sünnet iken ve cemîʻan evliyâullah etmişler iken. Amma bunlara vakıfdan vazîfe ihdâs eylese bidʻatdır demezler kabul ederler. Maʻa-hâzâ vakıfdan vazîfe ihdâs edib de bu makûle vazîfeyi kabul eylemek kütüb-i fıkhiyede haram iken. Ve bu dahî hiyel-i rafzdandır: Bu tâ’ifeye rızâ’en lillâh Regâib ve Berât namazına imamet edip kılıver desen bidʻatdır ve haramdır diye kaçarlar. Amma gel falan kadar gurûş verelim imamet edip Berât ve Kadir namazını kılıver desen kılarlar kaçmazlar. Hemân padişah-ı alempenâh hazretlerinden bunlara seyf. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) hazretleri buyurur ki:423 السيوف ظالل تحت الجنة ابواب Tahkîk cennet kapıları kılıçlar gölgesi ان altındadır. Ve dahî Peygamber (alehi’s-salâtü ve’s-selâm) hazretleri buyurur ki:424 من قتل هي العليا كلمة للا Bir kimse kital eylese Allah’ın [32/B] kelimesi ʻâlî olsun için, Lâ لتكون ilâhe illallah kelimesi ʻâlî olsun için kital eylese. للا سبيل في Ol kimse tarîk-i فهو Hak’dadır. İmdi Lâ ilâhe illallah kelimesinin ʻâlî olması âşikâre cehr ile demekle olur. Zirâ bir padişah gizli olsa ʻâlî olmaz. Fikret ki bu makûle Kızılbaşları sâirinden fark edip ve bilmek murâd edersen zikrullah ile devrânın helâllığını suâl et. Tahkîk haramdır der ise artık onun ötesi ötedir. Eğer dahî söyletirsen başlar bu Kızılbaş edillesin birer birer îrâd eylemeğe. Bu dahî hiyel-i rafzdandır. Faraz(â) padişah bir dervişi veyâhud bir Müslümanı bu Râfizîlerin sâkin oldukları mahallenin mescidlerine gönderirse ki var gurûb-ı şemsde ve tulû-ʻı şemsde âşikâre cehr ile Lâ ilâhe illallah de diye. Ol Müslüman da varsa böyle etse üç dört güne değin zikrullah eylese Allah’u aʻlem beşinci güne komazlar başını gözünü yararlar ve kovarlar. İmdi bizim içimizde böyle ola kâfir bize nice gâlib olmasın. Niçin böyle edersiniz diye bu Kızılbaşlara suâl olunsa cevab verirler ki namazımıza mâniʻ olur diye. Maʻa-hâzâ tulû-ʻı şemsde ve gurûb-ı şemsde yevm-i ʻusrdan gayri namaz câiz değildir. 423 Tirmizî, “Fedâilü’l-Cihat”, 23; Müslim, “İmare”, 146; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/410. 424 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/406. 121 Ve yevm-i ʻusr ise nâdir vâkiʻ olur. Velhâsıl tulû-ʻı şemsde ve gurûb-ı şemsde kazaya kalmış namaz ve nâfile ve farz ve sücûd câiz değildir. Namazımıza mâniʻ olur diye bahâne ederler de ol zikredip Lâ ilâhe illallah diyen Müslümanı rüvsây ederler. Bunların ehl-i tevhîde etdikleri ihâneti hâşâ Frenk keferesi etmez idi. Bu makûle tâifeye bir akçe sadaka veren Allah Teâlânın ʻadüvvüne vermiş olur. Bilmez misin ki bir mahbûba muhabbet eylesen ol mahbûbu kendin mehd eylemek (şöyle) dursun sâirleri ol mahbûbun [33/A] pâk âdâb olduğunu ve hüsnünü medh eyleseler safâ edersin. Kezâlik Allah Teâlâya muhabbet edip ve Allah’ı mahbûb dutan kimesneye Allah Teâlâyı sâirleri medh ve vasf eylese safâ ederler. Ol dünya mahbûbun(un) medhin işitenler ne kadar safâ eder ise onlar dahî ziyâde safâ ederler. Amma bir düşmanın huzûrunda anılıp zikrolunsa tabîatın yorulur safâ etmezsin. Kezâlik Allah Teâlâ hazretleri anılıp zikrolunsa tabîatı bozulup safâ etmeyenler Allah Tealâyı sevmediğindendir. Ve severiz demek ile olmaz. Bir adam bir adamı sevmek sevmemek ihtiyâr ile değildir. Bu kelâmı ehl-i aşk ve ehl-i hâl anlar. İmdi bu mahalde fikr et gâyetle ki Allah Teâlâya muhabbet eden kimler ve etmeyen kimler imiş. Allah Teâlâya muhabbet edenlere inʻâm ve ihsânla muhabbet et ki inʻâm ve ihsânın zâyiʻ olmaya. Ve amma (kim) Allah Teâlânın ʻadüvlerine inʻâm ve ihsân ederse o da onlar zümresinden olur. Tahharallahü’l-arda ʻan ecsâmihimi’l-habîsete. Velhâsıl rafz semtini dutan vâiz on kadar var ola kâtelehümullâhü Teâlâ. El-Faslü’s-Sâlis fî Fazîleti Salâti’r-Reğâ’ibi ve’l-Berâ’eti ve’l-Kadri.425 Nitekim İmâm- ı Gazzâlî (rahmetullâhi aleyh) İhyâü ulûm’da kitâb-ı esrârü’s-salâtın yedinci bâbının kısm-ı sâlisinde buyurur ki: Ve emmâ salâtü recebe fe-kad ruviye ʻani’n-nebiyyi (sallallahü aleyhi ve sellem). Ve amma Receb ayının namazı tahkîk rivâyet olundu Peygamber’den (aleyhi’s-selâm) ki: رجب من خميس اول يصوم احد من ما قال Tahkîk انه Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: Her mü’min Perşembe günü olanda sâ’im olur ise öyle Perşembe günü ki Receb ayında ola. رجب من خميس اول يصوم احد من ما قال انه Tahkîk Receb ayının evvelki Perşembe günü sâ’im olandan sonra yatsı ile akşam namazının mâbeyninde on iki rekʻat [33/B] namaz kılar. بتسليمة بين كل ركعتين Öyle يفصل on iki rekʻat namaz ki her iki rekʻatin mâbeynlerini selâm vermekle fasl edip ayırır. و مرة الكتاب بفاتحة ركعة كل في Ve her bir [on iki rekʻat namazın her bir rekʻatinde bir يقرأ 425 Üçüncü Bölüm: Regâib, Berat ve Kadir Gecesi Namazlarının Fazîleti 122 fâtiha okur. Ve 426القدر ا ليلة فى انزلناه selâse merrâtin. Ve her bir rek’atda innâ انا enzelnâhü okur üç kerre]. Ve 427 قل هو للا اح د isnâ ʻaşere merratin. Ve her bir rekʻatında on iki اح د للا هو okur. İmdi taʻyîn-i sûre mekrûh değildir eğer sahâbeden menkûl قل olunursa. Nitekim sabah namazının sünnetinin evvelki rekʻatında ve 428قل يا ايها الكافرون rekʻat-ı sânîyede قل هو للا اح د taʻyîn edip okumak mekrûh değildir. Ve dahî salâtü’l-vitrin rekʻat-ı ûlâsında 429 رب ك اسم الكافرون ve rekʻat-ı sânîyede سبح ايها يا taʻyîn olunduğu قل kütüb-i fıhkiyede mestûrdur. Velâkin Kızılbaşlar âsârı yani sahâbe sözlerini tutmazlar mevzûʻdur derler. Zirâ bu kâfirlerin âdetleri budur ki her bâr ki hadîs-i şerîf tabîatlarına muvâfık ve mezheblerine mutâbık olmaya mevzûʻdur derler. Korkarım ki bu kâfirler giderek âyetler de mevzûʻdur derler. Zirâ imamların kitâplarında olan ehâdîse mevzûʻdur diyen Kızılbaşlara kılıç yok. İnkâr ederek tedrîc ile bir bir ibâdâtı kaldırırlar. Velhâsıl alem-i ʻunfuvânımızda cemîʻan halk Regâib namazını bu hadîs-i şerîfde beyân olunduğu üzere kılarlar idiler. Velâkin padişah olanın bir ikisi halkın umûr-ı dîniyesiyle meşgûl olmayıp münkirler zuhûr edip bu namazlara taʻn topların ura ura burç ve bedenlerin yıkdılar harâb etdiler. Fakat yalnız rekʻat-ı ûlâda bir انزلناه ve rekʻat-ı انا sâniyede bir قل هو للا اح د kodular. Bunu da zamanımız münkirleri mahalle mescidlerinin ekserinden kaldırdılar. Padişah-ı alem- [34/A] penâh bunların vücûdların kaldıra. Zirâ âbâ ve ecdâdı kılagelmişlerdir. Ve dahî Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretleri buyurur ki: فاذا فرغ من صالته صلى علي سبعين مرة Bu Regâib namazını kılıp tamam edip yetmiş kerre benim üzerime salavât-ı şerîfe getire. ويقول Der ki: اله وعلى االمي النبي محمد على صل اللهم Yetmiş kerre böylece salavât-ı şerîfe getire. ثم يسج د Salavât-ı şerîfe getirdikden sonra bir kerre secde eder. والروح المالئكة رب قدوس سبوح مرة سبعين سجوده deyip secdesinde ويقول في yetmiş kerre okur. رأسه يرفع ويقول .Bunu okudukdan sonra secdeden başını kaldırır ثم العلي .Oturduğu yerde yetmiş kerre der سبعين مرة انت فانك تعلم لي وارحم وتجاوز عما اغفر رب Bu duâyı tamam ثم يسجد سجدة اخرى .Yetmiş kerre oturduğu yerde bu duâ(yı) okur األعظم etdikden sonra bir kerre dahî secde eder.ويقول فيها مثل ما قال في االولى Secde-i ûlâda dediği gibi secde-i sâniyede öyle der. ثم يسأل حاجته في سجوده Bundan sonra secde-i sâniyesi içinde Allah Teâlâ hazretlerinden hâcetini ister. تقضى Tahkîk ol kimsenin hâceti kazâ فانها olunur yani dâdı hâsıl olur. Sadaka Rasûlullâh (aleyhi’s-selâm). قال النبي عليه السالم ال يصلي 426 “Biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik.” el-Kadr 97/1. 427 “De ki O Allah birdir.” el-İhlâs 112/1. 428 “De ki ey kâfirler.” el-Kâfirûn 109/1. 429 “Rabbinin ismini tesbih et.” el-Â’lâ 87/1. 123 اال الصالة هذه ذنوبه .Bir kimse bu Regâib namazını kılmaya illâ kılarsa احد جميع له غفر للا Allah Teâlâ bu Regâib namazını kılanın cemî-ʻi günâhlarını yarlığar. ولو كانت مثل زبد البح ر Eğer ki deryâ köpükleri gibi olursa da. وعدد الرمل Ve kumlar adedi gibi olursa da. ووزن [34/B] الجبال Ve dağlar ağırlığı misli olursa da. االشجار Ve ağaçlar yaprağı kadar وورق olursa da. و يشفع يوم القيامة في سبع مأة من اهل بيته Ehl-i beytinden yedi yüz kimseye kıyamet gününde şefâat olunur. النار استوجب قد Nâra vâcib olan kimseden. Yani akraba ve ممن taʻallukâtından cehenneme müstehak olan yedi yüz kimseye şefâat olunur. Bundan sonra İmâm-ı Gazzâlî (rahmetullâhi aleyh) der ki: Fe-hâzihi salâtün müstehabbetün. Bu Regâib namazı bir müstehab salâtdır. Ve innemâ evradnâ fî hâzâ’l-fasli. Bu Regâib namazını bu fasılda îrâd eyledik. Li-ennehâ tekerrara bi-tekerruri’s-sinîne. Zirâ senelerin tekerrürü sebebiyle bu da mütekerrir olur. Ve in kâne [lâ yebluğu] rutbetehâ rütbete’t-terâvîhi ve salâte’l-ʻîdi. Eğer ki bu Regâib namazının rütbesi terâvîh namazının rütbesine erişmez de ve salât-ı ʻîd rütbesine erişmez ise de bu fasılda îrâd eyledim. Niçin. Li-enne hâzihi’s-salâte kad nekalehe’l-âhâdü. Zirâ bu Regâib namazını âhâd-ı ümmet-i Muhammed (aleyhi’s-selâm) nakl eylediler. Ve lakinnî ra’eytü ehle’l- kudsi bi-ecmaʻihim. Velâkin ben Kuds-i Şerîf’in ulemâ ve sulehâsının cemîʻisini gördüm ki. Yuvâzibûne ʻaleyhâ. Bu Regâib nazamının terkine müsâmaha eylemez idiler. Kılınması üzerine müdâvemet ederler gördüm. Ve lâ yesmehûne bi-terkihâ. Hâlbuki bu Regâib namazının terkine müsâmaha eylemez idiler. Yani hiç terk eylemez idiler. Fe- ahbebtü îrâdehâ. Bu Regâib namazını îrâd eylemeğe muhabbet eyledim. İmâm-ı Gazzâlî (rahmetullâhi aleyh) hazretlerinin Regâib namazı hakkında olan delilleri ve kelâmları tamam oldu. Ve İmâm Ebü’l-Leys Semerkandî (rahmetullâhi aleyh) kitâbında Regâib namazını yine böylece beyân eylemişdir. Velâkin İmâm Ebü’l-Leys der ki: Vahtelefe’l- [35/A] ulemâ’u fî ru’yeti hilâle recebin fî leyleti’l-cumuʻati. Cuma gecesi Receb ayını görmede ulemâ ihtilâf ederler. Ve’l-hamîsü leyse min recebe. Ay Cuma gecesi yeni olur ise Perşembe günü Receb ayından olamaz. Pes Perşembe günü Receb ayından olmayınca. Hel yüsallûnehâ em lâ. Regâib namazını mü’minler kılarlar mı kılmazlar mı diye ulemâ ihtilâf etdiler. Kâle baʻduhüm yü’ahhirûnehâ ile’l-cümuʻati’l-uhrâ. Bazı ulemâ dediler ki [gelecek Cuma gecesine Regâib namazını te’hîr ederler Perşembe günü sâ’im olmak için]. Li-kavlihi (aleyhi’s- selâm). [Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki]: رج من خميس اول صام Bir من mü’min Receb ayından evvelki Perşembe günü sâ’im olursa. عشر اثنا الجمعة ليلة يصلي ثم 124 اعطاه .Perşembe günü sâ’im oldukdan sonra Cuma gecesi on iki rekʻat namaz kılarsa ركعة Sâdıklar مأة قصر في مقعد صدق .Allah Teâlâ hazretleri ol mü’mine iʻtâ eder للا تعالى لكل ركعة oturacağı yerde yüz köşk verir. İmdi bazı ulemâ dediler ki bu hadîs-i şerîfe göre ay Cuma gecesi görünürse Regâib namazını gelecek Cuma gecesine te’hîr eylemek efdaldir. Ve kâle baʻduhüm yüsallûnehâ. Bazı ulemâ dediler ki ay göründüğü Cuma gecesi Regâib namazını kılarlar. Ve lâ yü’ahhirûnehâ ile’l-cumuʻati’l-uhrâ. Gelecek Cuma gecesi(ne) Regâib namazını te’hîr eylemezler. Eğer ki Perşembe günü sâ’im olmak müyesser olmadı ise de kılarlar. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretleri buyurur ki: رجب في االولى الجمعة ليلة عن صالة تغفلوا Receb ayından olan evvelki Cuma ال gecesinin namazından gâfil olmayınız. فيها .Bir mü’mîn ol gecede namaz kılsa من صلى Ve القابل [B/35] ومالئكته الى سنة .Hudâ ol mü’minin üzerine rahmet indirir صلى للا تعالى عليه melekler ol mü’minin yarlığanmasını taleb ederler gelecek seneye değin. ومن صلى عليه رب Bir mü’minin ki Hudâ üzerine rahmet ede ve melekler yarlığanmasını taleb العزة والمالئكة edeler. ال يخرج من الدنيا اال مع االيمان Ol mü’min dünyâdan çıkmaz illâ îmân ile çıkar. وال يعيش وال يحشر يوم القيامة اال .Ol mü’min dünyâda geçinmez illâ İslâm’la geçinir في الدنيا اال مع االسالم وقال عليه السالم .Ol mü’min kıyamet gününde haşr olunmaz illâ iyiler ile haşr olur مع االبرار Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: Receb cennetde bir ırmağın رجب اسم النهرفي الجنة adıdır. وله اثنا عشر شعب Ol ırmağın on iki şuʻbesi vardır. من صلى في الجمعة االولى في رجب اثنا .Bir mü’min Receb ayında olan evvelki Cuma gecesi on iki rekʻat namaz kılsa عشر ركعة كشعب ركعتة لكل تعالى للا .Ol ırmağın her bir şuʻbesini her bir rekʻatden ötürü verir يقابل Hâzâ. Şu yani Regâib namazının on iki rekʻat olduğu. Hüve’l-hikmetü. Hikmeti budur. Elletî salleyte salâte’r-reğâibi isnâ ʻaşere rekʻaten. Öyle hikmet ki on iki rekʻat kılındı. Regâib namazı yani Regâib namazının on iki rekʻat olduğunun hikmeti budur. İmâm Ebü’l-Leys es-Semerkandî (rahmetullâhi aleyh) hazretelerinin Regâib namazlar(ı) hakkında olan delilleri ve kelâmları tamam oldu. Velhâsıl iki büyük imamlar (rahimehümallah) Regâib namazının varlığını isbât edip varlığına şehâdet eylediler. Amma münkirler bu namâzı nefy edip yokdur (derler ve) nefyine şehâdet ederler. Maʻa- hâzâ Mevâzin’den gayri mahalde dört mezhebdir. Nefye şehâdet eylemek câiz değildir ve şâhid zordur. Türkçe yalan şâhidi derler. İmdi münkirler yalan şâhidi olurlar. Ve dahî İmâm-ı Gazzâlî (rahimehullâh) der ki: Ve innemâ [36/A] salavâtü şaʻbân. Amma Şâban ayının namazları. Fî leyleti’l-hâmisi ʻaşere men yüsalli mi’ete rekʻatin. (Kim) Şâban ayında on beşinci gecede yüz rekʻat namaz kılar. Yefsilü beyne külli 125 rekʻateyni bi-teslîmetin. Öyle yüz rekʻat namaz ki her iki rekʻatin mâbeynini selâm vermekle fasl eder. Ve yakra’u fî külli rekʻatin baʻde’l-fâtihati kul hüvellâhü ehad ʻaşere merratin. On kerre kul hüvellâhü ehad okur fâtihadan sonra her bir rekʻatin içinde. Hiç münkirler buna tâkat getir(ir) ler mi. Ve in şâ’e ʻaşera rekʻâtin. Dilerse on rekʻat namaz kılar. Ve İmâm-ı Gazzâlî (rahimehullâh) der ki: Hâzâ. Yani Şâban’ın on beşinci gecesinde namaz kılmak. Merviyyün fî cümeli’s-salâti. Cümel-i salâtda rivâyet olunmuşdur ki. Kâne’s-selefü yüsallûne hâzihi’s-salât. Selef yani sahâbe-i güzin (rıdvânullâhi Teâlâ aleyhim ecmaʻîn) bu namazı kılarlar idi. Ve yüsemmûne hâzihi’s- salâte salâte’l-hayr. Hayır (namazı) diye tesmiye ederler. Ve rubbemâ sallûha cemaaten ekseriyyen. Bu namazı kılarlar idi cemaatla. Ve ruviye ʻani’l-haseni’l-basrîyyi (rahimehullâh) ennehû kâle. Hasan-ı Basrî430 hazretlerinden rivâyet olundu tahkîk Hasan-ı Basrî (rahimehullâh) dedi ki: Haddesenî selâsûne min ashâbi’n-nebiyyi (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm). Ashâbü’n-Nebî (aleyhi’s-selâm) hazretlerinden otuz sahâbe bana haber verdiler ve böyle diye haber verdiler ki Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi ki: ان من صلى هذه الصالة في هذه الليلة Tahkîk bir mü’min şu Berât namazını Şâban’ın on beşinci gecesi kılarsa. نظره للا تعالى سبعين نظرة Nazarallahü Teâlâ sebʻîne nazraten. Hudâ ol mü’mine yetmiş kerre nazar etmekle nazar eder. قضي له بكل نظرة سبعين حاجة Hudâ her bir nazarı sebebiyle ol mü’minin yetmiş hâcetini kazâ eder murâdın hâsıl eder. ادناها .Ol hâcetin ednâsı mağfiretdir. [36/B] Sadaka Rasûlullâhi ve sadaka Habîbullâh المغفرة İmâm-ı Gazzâlî’nin (rahimehullâh) Berât namazı hakkında olan delilleri ve kelâmları tamam oldu. Ve Berât namazını İmâm Ebü’l-Leys (rahimehullâh) böylece beyân eder. Ve İmâm Ebü’l-Leys der ki: Ve emmâ [salâtü] leyleti’l-kadri. Amma Kadir gecesinin namazı. Ekallühâ eydan rekʻatân. Kadir namazının ekalli Berât namazının ekalli iki rekʻat olduğu gibi bu da öyledir. Yakra’u fîhâ kadra mâ yakra’u fi’r-rekʻateyni min salâti’l-berâeti. Öyle iki rekʻat kadar namazı ki her iki rekʻatında okur Berât namazının iki rekʻatında okuduğu kadar. Yani Berât namazını iki rekʻat kılınca ne kadar okursa bunda öyle okur. Ve ekseruhâ elfü rekʻatin. Ve Kadir namazının ekseri bin rekʻatdır. Hiç münkirler buna tâkat getirirler mi. Onun için Berât ve Kadir namazı yokdur derler. Yakra’u fî külli rekʻatin kadra mâ şâ’e mine’l-Kur’âni. Öyle bin rekʻat Kadir namazı ki her bir rekʻatinde Kur’ân’dan dilediği kadar okur. Ve evsetuhâ eydan ʻinde ʻâmmeti’l- ‘ulemâ’i mi’ete rekʻatin. Ve Kadir namazının ortası Berât namazının ortası gibidir yüz 430 Ebû Saîd el-Hasen b. Yesâr el-Basrî (öl. 110/728) Basralı zâhitlerden biridir. 126 rekʻatdır. Yakra’u fî külli rekʻatin fâtihate’l-kitabi merraten. Öyle yüz rekʻat Kadir namazı ki her rekʻatında bir Fâtiha okur. Ve innâ enzelnâhü merraten. Ve bir kerre innâ enzelnâhü okur. Ve kul hüvellâhü ehad selâse merrâtin. Ve üç kerre kul hüvellâhü ehad okur. Ve yüsellimü fî külli rekʻateyni ve her iki rekʻat tamam olunca selâm verir. Ve yüsallî ʻale’n-nebiyyi (aleyhi’s-selâm). Ve her selâmından sonra Peygamber’e (aleyhi’s- selâm) salavât-ı şerîfe getirir. Fe-sallâ mûsilen bihâ bilâ-te’hîrin. Te’hîr etmeksizin iki rekʻat dahî kılar. Evvelki iki rekʻata ulaşdırıcı olduğu halde. Hatta etemme ʻaşerate rekʻatin. On rekʻati tamam edince(ye) değin. Sümme yaktaʻu beyne külli ʻaşeratin [37/A] bi’t-tesbîhi ve’d-duâ’. Bundan sonra her on rekʻatin mâbeynini katʻ eder yüz rekʻata varıncaya değin. Ve lev lem yaktaʻ le-câze. Eğer her on rekʻatin mâbeynini tesbîh ve duâ ile katʻ etmez ise câiz olur. İmâm Ebü’l-Leys (rahimehullâh) hazretlerinin Kadir namazı hakkında olan delilleri tamam oldu. Ve Meşârik’den de bir hadîs-i şerîf nakl edelim. Müslüman olana kifâyet eder. Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) rivâyet eder. Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki:431 من قام ايمانا واحتسابا القدر ليلة Kim ki) Hudâ’ya ve Resûlüne îmân getirdiği için ve dahî hâlis) في olmak için Kadir gecesinde kâ’im olur ise. ذنبه من تقدم ما له للا Günahlarından غفر takaddüm eden şeyler mağfiret olunur. Ve Kızılbaşlar Âişe (radıyallâhu anhâ) hazretlerini ve Kadir namazını sevmezler. Kızılbaşa rağmen bir hadîs nakl edelim. Nitekim Behcetü’l-kulûb adlı kitâpta fî meclisi zikri fazîleti’l-kadri dediği mahalde der ki:قالت عائشة رضي للا عنها قال رسول للا صلى للا تعالى عليه وسلم من احياء الليلة القدروصلى فيها ركعتي ن Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretleri buyurur ki: Bir mü’min Kadir gecesin ihyâ eylese ve Kadir gecesi iki rekʻat namaz kılarsa. له وخاضفي رحمة للا .Hudâ onu yarlığar غفر للا -O mü’mini Cebrâ’îl (aleyhi’s ومسحه جبريل عليه السالم .Hudâ’nın rahmetine gark olur تعالى selâm) mesh edip sağar. دخل الجنةومن مسحه جبريل عليه السالم Bir mü’min ki Cibrîl (aleyhi’s- selâm) mesh ede cennete dâhil olur. القيامة يوم له شفيعا السالم عليه جبريل Cebrâ’îl وكان (aleyhi’s-selâm) ol mü’min için kıyamet gününde şefâʻat edici olur. Ve Kadir gecesinin fazîleti hakkında olan ehâdîs-i Nebeviyeyi yazarsam çoğa gider. [37/B] Velâkin432 ليلة شهر الف من خير âyet-i kerîmesi kifâyet eder. Muhassalü’l-kelâm Kadir gecesinde القدر ibâdet etmek bin ay ibâdet etmekden hayırlıdır. Yukarıdan beri yazdığım âyât ve ehâdîs- i şerîfe mevzûʻdur ve mensûhdur diyen ahbes-i kefereye sadaka ve zekât câiz değildir. 431 Hadisin devamı aşağıdadır. Buhârî, “Fazlu leyletü’l-kadr”, 1; Ebû Dâvûd, “Şehru Ramazan”, 1; Nesâî, “Sıyam”, 39; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 27/239, 5/319, 2/348, 2/409, 5/322. 432 “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” el-Kadr 97/3. 127 Eğer zekâtını bunlara verirse farzı edâ etmiş olmaz. Eğer zekât verirseniz meşâyih-i Halvetîyye’den beyʻatlı olan ehl-i tevhîde veriniz. Husûsan hem tâlib-i ilm ola ve hem beyʻatlı ola ve ehl-i tevhîd ola. Kızılbaşlar da beyʻatlıyız derler. Şeyh kimdir ma’lûm olmadıkça zinhâr hîle ederler. Bu makam makam-ı ihtiyâtdır. Fe’l-yete’emmel. El-Faslü’r-Râbiʻ fî Hilli’z-Zikri bi’d-Devrân ve’s-Semâ‘i.433 Eʻûzü billâhi mine’ş- şeytani’r-racîm. 434 اليل والنهلر اختالف السموات واالرض و فى خلق Ebüssuûd (rahmetullâhi ان aleyh) (bu) âyet-i kerîmenin tefsîrinde Dürer435 yerlerini nazm edip buyururlar ki: Ey fe- teʻâkubühümâ fi vechi’l-ardi. Vech-i arzda şeb ve rûzun teʻâkubunde hâsıldır. Ve kevnü küllin minhümâ halefnâ li’l-âhari bi-hasebi tulûʻiş-şemsi ve gurûbihe’t-tâbiʻîne. Fe- harekâti’s-semâvati ve sükûni’l-ardi. Şeb ve rûzun her biri âher için hilfet olması cins-i âsumanâ ve devr-i semâvâta tâbiʻ olan şems-i münevverenin tulûʻu ve gurûbu hasebiyle ve kürre-i arz-ı sâkineye şaʻşaʻası nâzile olan hurşîd-i âlem-tâbın tulûʻu ve gurûbu hasebiyle olan leyl ve nehârın ihtilâfında semâvât (ve) arzı halk eylemesinde vardır. االلباب الولى Sâhibü’l-ʻukûl için alâmât vardır. Yani şevâ’ib-i hisden hâlisa olan اليات ʻukûl için ve ʻalâ’ik-i nefsâniyeden mücerred olan vehmin sâhibleri için âyât vardır.436 جنوبهم على و قعودا و قياما يذكرون للا Öyle akıllar ve vehimler sâhibleri ki Allah Teâlâ الذين hazretini ayak üzerine kalkdıkları halde ve yürüdükleri [38/A] halde gerek ayak üzerine devr etdikleri halde ve gerek ayak üzerine semâ edip döndükleri hallerde ve gerek raks edip sıçradıkları halde ve gerek eğildikleri hallerde yani rükûʻda ve gerek büküldükleri hallerde yani sücûdda ve gerek keşf-i ʻavret olduğu hallerde ve gerek mestûr olduğu halde ve gerek râkiben olduğu halde ve râhilen ve gerek cünüben ve tâhiren ve gerek berren ve bahren ve gerek sâkinen ve müteharriken ve gerek kâʻiden ve muztaciʻan ve gerek yakzan ve nâ’imen ve gerek ʻâmiden ve sâhiyen ve gerek âlimen ve câhilen Allah’ı daima zikrederler. Nitekim Kadı Beyzâvi (rahimehullâh) bu âyet-i kerîmeyi tefsîr eder ki: Ey yezkürûnehû daimen ʻale’l-hâlâti küllihâ. Yani akıllar ve vehimler sâhibleri Allah Teâlâ hazretlerini cemî-ʻi haller üzerine zikrederler. İmdi bu âyet e’imme-i müfessirîn ʻale’l-hâlâti küllihâ diye tefsîr edince külli hallerde devrile zikir ve cenaze önünde zikir dâhildir. Hatta Zeyd dese ki devr ile zikir ve cenaze önünde zikir ʻale’l-hâlâti küllihâda dâhil değildir. Eğer dâhil ise avratım benden üç talâk ile boş 433 Dördüncü Bölüm: Devrân ve Semâ ile Zikretmenin Helal Oluşu 434 “Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaratılışında gece ile gündüzün ihtilafında elbette akıl sahipleri için açıkça deliller vardır.” Âl-i İmrân 3/190. 435 Molla Hüsrev’in (öl. 885/1480) fıkha dair Gurerü’l-ahkâm adlı eserine kendisinin yazdığı şerhtir. 436 “Onlar ayaktadururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar.” Âl-i İmrân 3/191. 128 olsun dese dört mezhebde de avratı boş olur. Amma Kızılbaş ırzından boş olmaz. Zirâ onlar devr ile zikir ve cenaze önünde zikir külli hallere dâhil değildir derler. İmdi devr ile zikir ve cenaze önünde zikreylemek dört mezhebde müfessirîn(in) ʻale’l-hâlâti küllihâ kavliyle sâbitdir. Velhâsıl e’imme-i müfessirîn bu âyeti daima ve cemî-ʻi halde Allah’ı zikretmek gerekdir diye tefsîr eylemişler iken bu husûsa îmân getirmeyip de Peygamber (aleyhi’s-selâm) Üsküdar’da Lâ ilâhe illallah dedi mi ve Peygamber (aleyhi’s-selâm) İslâmbol’da Allah’ı zikretdi mi? Peygamber (aleyhi’s-selâm) orta suffada Allah’ı zikretdi mi? Peygamber (aleyhi’s-selâm) falan odada Allah’ı [38/B] zikretdi mi? Peygamber (aleyhi’s-selâm) falan sokakda Allah’ı zikretdi mi? Peygamber (aleyhi’s-selâm) cenazenin önünde Allah’ı zikretdi mi? Ve cenazenin sağ yanında Allah’ı zikretdi mi? Ve cenazenin sol yanında Allah’ı zikretdi mi? Ve devrile zikretdi mi? Ve bir okun eline yapışdığı halde zikretdi mi? Yok bu zikrolunan mahallerde Peygamber (aleyhi’s-selâm) Allah’ı zikretmedi. Ey adamlar sizler de zikretmeyiniz diyen Kızılbaşlara Müslüman diyelim mi? Kâtelehümullâh. Eğer zikrullah âyetle hurmeti sâbit harama mukârin olursa câiz değildir. Ve mücerred kuru kavl ve mugâlata âyet-i kerîmeye muhassasa olamaz. Ve âyetin ma’nâsını mahsûsa eylemeğe muhassas ayet-i kerîme gerekdir. İlm-i usûl ve ilm-i kelâm okudanlara suâl buyurun. Velhâsıl Ehl- i sünnet ve cemaat’dan olan e’imme-i müfessirîn cehr ile zikrullah etmekde iki mahalde câiz görmediler. Evvelkisi inzâl olur iken ve ikincisi kenefde iken. Velâkin inzâl olur iken ve kenefde iken kalbile zikrullah etmeği câiz görürdüler. Amma bazı Râfizî zikrullah(ı) kıyâmen ve kâʻiden câiz gördü velâkin kazık gibi dikilip depreşmemeği şart kıldı. Amma Ehl-i sünnet ve cemaat indinde zikrullah mutlakdır ve mutlak kemâle masrûfdur. Nitekim Ebüssuûd (rahimehullâh) buyurur ki: Fe’l-murâdü bihî zikrahû Teâlâ mutlakan. Yani يذكرون nazm-ı şerîf(i) ile murâd olunan Allah Teâlâ الذىن hazretlerini her ne şekil olursa mutlak zikretmekdir. Yoksa Râfizîlerin akdâmınız mâşiye ve aslabınız müteharrike olmasın ve revi(ş)iniz cünbüşe gelmesin diye zikre sükûn kaydını ve âdâb kaydını kayd etdikleri değildir. Gerek zikrullah ism-i zât ve sıfât haysiyetinden olsun beraberdir. Sevaun kârinehu ez-zikru el-lisâni [39/A] ola ve gerek zikrullah cehr ile mukârin ola yâhud olmaya ikisi de beraberdir. Ve dahi Kadı Beyzâvi sûre-i Tâhâ’da i -âyet 437 اخفى و السر يعلم فانه بالقول تجهر ان و kerîmesinin tefsîrinde zikr-i cehrînin fazlı hakkında buyurur ki: Ve fîhi tenbîhün. Bu 437 “Sen sözü ister açığa vur (ister gizle), O gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.” Tâhâ 20/7. 129 âyet-i kerîmede tenbîh vardır ki. Alâ enne şerʻaz-zikri ve’d-duâ’i. Tahkîk zikrullah ve duânın meşrû olup câiz olması. Ve’l-cehru fîhâ leyse li-iʻlâmillâhi Teâlâ. Ve tahkîk duâda ve zikrullahda cehr eylemek Hudâ’ya iʻlâm için değildir. Bel li-tasvîri’n-nefsi bi’z-zikri. Belki cehr ile zikrullah etmek zikrullah nefisde rüsûh bulsun içindir. Yani mütemekkin olsun yerleşsin içindir. Ve menʻuhâ ʻani’l-iştiğâli bi-ğayrih. Ve cehr ile zikrullah etmek içindir ve gayrı seyyi’e (ile) meşgûl olmadan nefsi menʻ eylemek içindir. Ve hazmühâ bi’t-tazarruʻi ve’l-civâri. Ve cehr ile zikrullah etmek tazarruʻ ve niyâzla nefsi [kırmak] içindir. Ve dahî Şerîʻat-ı İslâm’ın438 faslün fî süneni’z-zikri dediği mahalde buyurur ki: Ez-zikru bi-rafʻis-savti câizün. Ref-ʻi savtla Lâ ilâhe illallah demek câizdir. Bel müstehabbün. Belki ref-ʻi savtla Lâ ilâhe illallah demek müstehabdır. İzâ lem yekün ʻan riyâ’in. Riyâdan olmadığı zamanda. Riyâ ona derler ki âhiret ameliyle dünyâda akçe harc edesin. Akçe ile cüz-i şerîf okumak gibi ve imamet etmek gibi. Li-yağtenime’n-nâsü bi- izhâri’d-dîni. Ref-ʻi savtla Lâ ilâhe illallah demek müstehabdır. Nâs muğtenim olup fâ’idelensin için dîni izhâr eylemek ile. Ve vüsûli beraketi’z-zikri ile’s-sâmiʻîne. Ve zikrullahın bereketi işidenlere vâsıl olsun için çağırı [39/B] çağırı zikrullah etmek müstehabdır. Ve bi-hayvânâtin. Ve dahî hayvanlar işitsinler için çağırı çağırı zikretmek müstehabdır. Ve li-yuvâfika’l-kâ’ile men yesmaʻu savteh. Ve dahî kâ’ile muvâfık olsun için yani çağırı çağırı zikreden kimsenin savtını işidenler gelsin tâbiʻ olsun. Zirâ bir adam bir yerde çağırı çağırı zikre başlasa her kim ki işidirse varırlar. Bu kerre bir alay adamları zikrullah etmeğe bâʻis ve sebeb olur. Ve yüşhide lehû yevme’l-kıyameti küllü ratbin ve yâbisin semiʻa savteh. Her ne kadar yaş ve kuru var ise savtını işitdi kıyamet gününde şehâdet eylesinler için çağırı çağırı zikretmek müstehabdır. Ve zâlet ğafletühüm. Ve halkın gafletini gidermek için ref-ʻi savt ile zikir müstehabdır. Ve dahî Meşârik şârihi İbni Melek (rahimehullâh) eyyühe’n-nâs hadîs-i şerîflerin şerh etdikden sonra irfaʻû asvâteküm hadîs-i şerîf(i) ile istidlâl edip cehr ile zikri haram diyen Kızılbaşları red için ref-ʻi savt ile zikr-i cehrî efdaldir der. Niçin. Li-yenkaliʻa ʻan kalbihi’l-havâtira’r-râsihati fîh. Kalbinde râsiha olan havâtir kovulsun için. Yani adamın kalbinde yerleşmiş olan gam ve gussaları ve fikr-i fâsideler kopsun için çağırı çağırı zikretmek efdaldir. Ve eğer fukahâ-i izâmın ve e’imme-i müfessirînin zikr-i cehrînin fazîleti hakkında olan kelâmlarını ve Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerinin 438 Kastedilen eser, Şirʿatü’l-İslâm’dır. 130 hadîs-i şerîflerini yazarsam bu kitabın rubʻu kadar olur. Velâkin Müslüman olana bu kifâyet eder. İmdi. 439 40] ادعو ربكم تضرعا و خفية/A] âyet-i kerîmesiyle zikr-i cehrînin hurmetine istidlâl edip zikr-i cehrî haramdır derler. Maʻa-hâzâ e’imme-i müfessirînin birisi bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde zikr-i cehrî haramdır diye tefsîr etmemişler. Tefsîrlere nazar olunup zinhâr Kızılbaşların sözüyle amel olunmaya. Velhâsıl mezâhib-i erbaʻada zikr-i cehrî haram demiş yoktur. Amma beşinci mezhebde vardır. Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) halka-i zikrullahı isbât edip ve suâl-i mukaddere edip buyurur ki: Ve emmâ mâ yahkî ʻan’ibni ʻumara ʻUrvete’bni’z-Zübeyrin ve cemaatin mine’s-sahâbeti. Ve amma şol kişi ki Ömer oğlundan ve Zübeyr oğlu Urve’den ve sahâbeden olan cemaatdan ki. Muğire bin Şuʻbe ve Muâviye ve Cerîr (radıyallâhu anhüm) hazretlerinden hikâyet olundu ki: Men ennehüm harecû yevme’l-ʻîdi ile’l-musallâ fe-ceʻalû yezkürûnellâh. Hikâyet olunan şundan idi ki tahkîk sahâbe (radıyallâhu Teâlâ anhüm) bayram günü musallâya çıkdılar zikrullah etmeğe şürûʻ etdiler. Fe-kâle baʻduhüm emmâ kâlellâhü Teâlâ الذىن يذكرون للا Pes sahâbenin bazısı dedi ki Allah Teâlâ demedimi ki ayak üzerine de zikrederler قيام ا440ا deyince fe-kâmû yezkürûnellâhe ʻalâ akdâmihim. Pes sahâbe (radıyallâhu anhüm) ayakları üzerine zikrullah ederek kalkdılar ve ayakları üzerine zikretdiler. İmdi sahâbe (radıyallâhu anhüm) bu üç hâller üzerine zikrullah etdikleri üç hâlden gayrı hâlde ve zikrullah câiz değildir ve üç hâl üzerine zikrullah etdikleri âyetin ma’nâsını tefsîr ve zikri bu üç hâle taʻyîndir diyen Râfizîlerin suâl-i mukadderesini menʻ ve refʻ için ve bu üç hâlden gayrı halde zikrullah câʻiz değildir [40/B] demesinler için Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) bunları red edip der ki: Fe-leyse murâdühüm bihî tefsîra’l-âyeti. Sahabe (radıyallâhu anhüm) hazretleri ol bayram gününde musallâda üç hâl üzerine zikrullah etmeleriyle murâdları âyetin ma’nâsını tefsîr değildir. Ve tahkîk misdâkuhâ ʻale’t-taʻyîn. Ve zikrullaha üç hâl taʻyîn olmak üzere âyetin misdâkını tahkîk değildir. Zirâ sahâbe her haller üzerine zikrullah ederler idiler. Amma musallâda bayram günü üç hâl üzerine zikrullah ettiklerinden murâd âyet-i kerîmeye nev-ʻi muvâfakatla teberrük murâd etdiler. Nitekim Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) der ki: Ve innemâ erâdû bihi’t-teberruke bi- nevʻin muvâfakatin lehâ. Sahâbe (radıyallâhu anhüm) bayram günü üç hâl üzerine zikrullah etdikleri ile murâdları âyet-i kerîmeye nev-ʻi muvâfakatla teberrük murâd 439 “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin.” El-A’râf 7/55. 440 Âl-i İmrân 3/191. 131 etdikleriyle ma’lûm ola ki her kanda Allah’a zikre müteallik âyât ve ehâdîs varsa Mûtezile ve Râfizîler te’vîl edip namaz ma’nâsına alırlar. Amma Ehl-i sünnet ve cemaat mezhebinde zikrullah hakkında vârid olan âyât ve ehâdîsi namaz ma’nâsına haml etmek ve zikrullahı terk etmek beşinci mezhebdir câiz değildir. Nitekim Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) der ki: Ve emmâ hamle’z-zikri ʻale’s-salâti fe-mâ lâ yüsâʻdühû nazmü’l-celîli ve lâ yüsâkuh. Ve amma zikir kelimesi(ni) salât ma’nâsı üzere haml eylemek ve zikir kelimesine namaz ma’nâsını vermek nazm-ı celîlin siyâk ve sibâkı müsâʻade vermeyen şeydendir. Velhâsıl Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ın zikrullah husûsunda olan nazm-ı celîline namaz ma’nâsını vermek câiz olandan değildir. Baʻdehû Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) der ki: El-kıyâmü ve’l-kuʻûdü cemʻu kâʻimin ve kâ’idin ke-niyâmin ve rukûdin cemʻu nâ’imin ve râkid. [41/A] Kıyâm kelimesi kâ’imin cemʻi ve kuʻûd kelimesi kaʻidin cemʻidir. Nitekim niyâm kelimesi na’imin ve rukûd kelimesi râkidin cemʻi olduğu gibidir. Baʻdehû der ki: Ey yezkürûnellâhe kâ’imîne ve kâʻidîne. Ayakları üzerine kalkdıkları hallerde ve oturdukları hâllerde zikrullah ederler. Baʻdehû der ki: Ve ʻalâ cünûbihim ey ve kâ’inîne ey muztaciʻîne. Yani ve ʻalâ cünûbihim terkîbi ma’nâsı yanlar(ı) üzerine yatdıkları hâllerde zikrullah ederler. Baʻdehû der ki: Ve’l-murâdü taʻmîmü’z-zikri lil-evkâti. Vakitler için zikrullahı umûm kılmaktır murâd olan buyurur. Baʻdehû der ki: Ve tahsîsu’l-ahvâli’l-mezkûri bi’z-zikri. Ahvâl-i mezkûru zikre mahsûs etmek. Li-tahsîsi’z-zikri bihâ. Zikrullah ahvâl-i mezkûreye mahsûs olduğu için. Bel li- ennehe’l-ahvâli’l-maʻhûdeti. Belki ahvâl-i mezkûreye mahsûs olduğu şunun içindir ki ahvâl-i mezkûre ve ahvâl-i maʻhûdedir. Elletî lâ yahlû ʻanhe’l-insânü ğâliben. Öyle ahvâl-i maʻhûde ki ol ahvâl-i maʻhûdeden insan ekseriyâ hâlî olmaz. Netîcetü’l-kelâm yanı üzerine yatmağla ve oturmağla ve ayak üzerine gezmekle geçer insanın ömrünün ekseri. Allah Sübhânehû ve Teâlâ bu üç hâllerde zikretdiği ekseriyete binâendir. Zirâ ekseriya insan yüz üzerine yani yüzü koyu yatmak ve arkası üzerine yatmak az vâkiʻ olur. Velhâsıl gerek muztaciʻan ve kâʻiden ve gerek yakzan ve nâ’imen ve gerek câyiʻan ve şâbiʻan ve gerek sâ’imen ve müftiran ve gerek cünüben ve tâhiren ve gerek ʻâmiden ve sahiyen ve gerek zaʻîfen ve müstelikan ve gerek râkiben ve râhilen ve gerek mestûren ve mekşûfen ve gerek berren ve bahren ve gerek sâdikan ve kâziben ve gerek ʻâdilen ve zâlimen ve gerek âlimen [41/B] ve câhilen gerek âkilen ve sükrânen ve gerek sâkinen ve müteharriken ve gerek kâ’imen ve sâlimen ve gerek kâfiren ve 132 mü’minen ve gerek semâ‘an ve râkisen ve gerek sâiren ve dâiren yani devr edici olduğu halde ve bu cümle hâllerde zikir câizdir. Ve hâl-i devrân ise hâllerden bir hâldir diye zikrolunan hâllerden hâric olmak ihtimâli yodur. Ve zikrullah hâllerden bir hâlden menʻ olunmuş değildir ve menʻ eden eşek suhte kâfirdir. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) bu zikrolunan hâllerden birinden zikri menʻ eylemedi. Ve devrân-ı sûfiyenin haramlığına li-husûsihî Peygamber’den (aleyhi’s-selâm) bir delîl-i kâtıʻ veyâhud bir delîl-i zannî vârid olmadı. Ve e’imme-i erbaʻadan bir kavl şâyiʻ olmadı. Ma’lûm ola ki devrân-ı sûfiye haramdır demek ma’nâsı Allah Teâlâ kıyamet gününde devrân eden sûfîlere ʻukûbet eder demekdir. Bu sözü sana Allah Teâlâ mı dedi yoksa Resûlü mü dedi? Her şeyler(i) hod haram eden Peygamber (aleyhi’s-selâm)dır Rabbisinin iʻlâmıyla. Fe’l- yete’emmel. İmdi raks-ı sûfiye ve devrân ahvâl-i mezkûre ve kıyâmda dâhildir. Hatta Zeyd dese ki raks-ı sûfiye ve devrân kıyâmda dâhil değildir eğer dâhil ise avratım benden talâk-ı selâse ile mutallaka olsun dese raks-ı sûfiye ve devrân kıyâmda dâhil değildir diyenin avratı dört mezhebde boş olur. Amma Kızılbaş mezhebinde boş olmaz zirâ Kızılbaşlar raks-ı sûfiye ve devrân kıyâmda dâhil değildir deyince dâhil değildir diyenlerin rafzı zâhir olur. Zirâ âyetin zâhir ma’nâsı(nı) terk edince Râfizî [42/A] olur. Zirâ râfiz târik ma’nâsınadır. Velhâsıl raks-ı sûfiye ve devrân dört mezhebde kıyâmda dâhildir. İmdi kıyâmda dâhil olunca 441 قياما للا يذكرون âyet-i kerîmesi raks-ı sûfiye ve devrânın الذين helâllığı sâbit oldu. Hatta Zeyd derse ki ben seni bir dahî kıyâmda görürsem yani ayak üzerine görürsem avratım benden talâk-ı selâse ile mutallaka olsun dese baʻdehû Zeyd Amr’ı cenaze önünde giderken görse veyâhud raks ve devrân eder iken görse Zeyd’in avratı dört mezhebde boş olur. Zirâ cenaze önünde gitmek kıyâm ile olur. Yani ayak üzerine doğru olmağla gidebilir ki ona kıyâm derler. Kezâlik sokaklarda kıyâm ile gezebilir. Yani ayak üzerine gezilir ve zikrullah olunur. Kezâlik raks-ı sûfiye ve devrân kıyâm ile olur yani ayak üzerine gezilir (ve) zikrolunur. [Amma Kızılbaşlar kıyâm kelimesini(in) mücerred kazık gibi dikilip deprenmemek ma’nâsını istiʻmâl ederler. Bu ecilden sûret-i mezbûrede] Zeyd’in avratı boş olmaz derler. Velhâsıl Ehl-i sünnet ve cemaat katında bir adam gerek yürüsün ve gerek sıçrasın ve gerek raks ve devrân eylesin ve gerek seğirdsin bu hâller kıyâmla yani ayak üzerine olmağla olur. İmdi m’alûm oldu ki mezâhib-i erbaʻada raks-ı sûfiye ve devrân kıyâmda dâhildir. Kıyâmda 441 Âl-i İmrân 3/191. 133 dâhil olunca قيام ا للا يذكرون âyet-i kerîmesiyle raks-ı sûfiye ve devrân(ın) helâllığı الذين dört mezhebde sâbitdir. İmdi fî zemâninâ raks-ı sûfiye ve devrâna haramdır deyip helâldir diyenlere kâfir olursun diyenler mutlak kâfir olur. Zirâ bir şeyin hilli âyetle sâbit ola ʻinâd [42/B] edip hakkı kabul etmeyip haram diyen kâfir olur. Nitekim Şeyh Cemâleddin442 kitâbında ve Müfti’r-Rûm İbni Efdaleddin443 (rahimehümallah) fetâvâsında buyurur ki: Fukahâ-i izâm (rahimehümullah) derler ki: Kefera men ekfera bi-kavmin. Kâfir olur şol kimse ki ehl-i İslâmdan olan kavmi ikfâr eyledi. Yani ehl-i İslâmdan olan kavme kâfir dedi. İctemeʻû ve tehallekû. Öyle kavim ki cemʻ oldular ve halka oldular. Fe-zekerullâhe rafiʻîne asvâte(hüm). Pes savtlarını kaldırıcı oldukları hâllerde zikrullah eylediler. Râkisîne (ve) da’irîne. Raks edici oldukları hâllerde ve devr edici oldukları hâllerde bir yere cemʻ olup da zikreden kavme kâfir olursun diyen kâfir olur. Şol şartla ki in kâne ikfâruhû itikaden lâ şetmen ʻan ğazabin. İkfârı i’tikâdên olursa kâfir olur yoksa gazabından ötürü şetmden değil. Yani şetm tarîkiyle kâfir olursun derse kâfir olmaz Velâkin taʻzîr-i şedîd lâzım gelir. Amma fî zemâninâ katl efdaldir. Zirâ ki tevhîdi yeryüzünden tedrîcile kaldırıyorlar. Zirâ cemîʻan reâyâ fukarâsı harman zamanında harman döğerken döğen üzerine binip döğen üzerinde döğen tutarken bile dönüp döne döne zikrullah edip harman döğerler idiler ve her şeyde bereket var idi. Velâkin suhtevâtdan melâhide zuhûr edip döne döne demek câiz değildir diye reâyâ fukarâsından zikri kaldırdılar bereket de kalkdı. Padişah-ı âlempenâh bu kâfirlerin vücûdlarını kaldıra. Sultan Mehmed ve Sultan Selim ve Sultan Ahmed Hân (rahımehumullâhü Teâlâ) zaman-ı saadetlerinde etrâfda olan beylerbeyliklere ve hâkimler(e) emirler gönderilip ol cânibde bazı ulemâdan [43/A] geçinen kimse fukarâ-i muvahhidîni ve sulehâ-i müteveccidîni nedir sizler devr ve semâ ile zikredip tevâcüd edip kalkarsınız diye cevr ve eziyet etmeleriyle mesmû-ʻı hümâyûnum olup buyurdum ki emr-i şerîfim vardıkda onları tefahhus edip devr ve semâ edip ömr ü devletim için duâ eden Müslümanlara eziyet edenlerin ve dahl ü taʻn edenlerin hakkından gelip taʻzîr- i şedîd edip devr ve semâ haramdır deyip inâd edenleri ve işleyenleri südde-i saadetime 442 Cemâleddin İshak Karamânî (öl. 933/1527) Halvetî şeyhidir. Cemâleddin İshak Karamânî Risâle fî devrâni’s-sûfiyye ve raksıhim eserini, Vâiz Molla Arab'ın devrân eden sûfîlerin aleyhine yazdığı ve dönemin Halvetiyye üyelerine gönderdiği mektuba cevap olarak yazmıştır. Reşat Öngören, “Karamânî, Cemâleddin İshak”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 24/448. 443 İbn Efdaleddin (öl. 908/1503) Osmanlı dönemi âlimlerindendir. 134 arz edesiz diye buyurmuşlar. Eğer ulemâmızın ittifâkıyla böyle olur ise kelime-i tevhîdin nûru sebebiyle aʻdâ-i dîne galib oluruz inşâallahü Teâlâ. Ma’lûm ola ki raks-ı sûfiye ve devr ve semâ haramdır diyen Hâriciyelerin bir delilleri var ve beyân edelim. Sûre-i Enʻâm’da Allah Teâlâ hazretleri buyurur ki: 444 و ما الحياة الدنيا له و و لعب Kadı Beyzâvi (rahmetullâhi aleyh) bu âyeti tefsîr edip der ki: Ey velâ .اال aʻmâlühâ illâ laʻibün ve lehvün. Yani dünyâ amelleri değildir illâ luʻbdur ve lehvdir. Ve Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) der ki: Dünyâya müteʻallik olan ameller dünyâya müteʻallik olduğu haysiyetden luʻbdur ve lehvdir. Papuç dikmek gibi ve terzilik gibi ve çift sürmek gibi ve aş pişirmek gibi ve hallâçlık gibi. Dahî bunlara benzer ne kadar dünyâ amelleri var ise Allah Teâlâ küllisini luʻbdur ve lehvdir buyurur. Velâkin luʻb haram (dır) buyurmadı. Yani külli oyun haramdır buyurmadı. Ve Peygamber (aleyhi’s- selâm) da buyurmadı. Ve e’imme-i erbaʻa da buyurmadı. Velâkin bazı câhil münkir küllü luʻbin haramün der. Bu küllü luʻbin haramün sözünü münzü münkir âyet ve hadîs zanneder. Neʻûzü billâh bu söz bakkal çakkal sözüdür delîl olmaz. [43/B] Faraz(â) küllü luʻbin haramün hadîs olduğu takdîrce devrân-ı sûfiye luʻba kıyâsla luʻb ıtlâk(ı) sahîh değildir. Nitekim kütüb-i usûlde îzâh olmuşdur ki: Lâ yesbütü’l-luğatü bi’l-kıyâsi. Kıyâs ile lugat sâbit olmaz. Fe-lâ yutlaku ismü’l-hamri külle şarâbin fîhi maʻne’l-muhâmereti. Hamr ismi ıtlâk olunmaz her içilenin üzerine ki onda mahmûrluk ola. Yani adamı mahmûr edenin cemîʻîsine hamr denmez. Belki her birinin her bir adı vardır. Kimine boza derler ve kimine ʻarak derler ve kimine nebîz derler. İmdi ahmak Kızılbaşçıklar her gördüğünüz hareket(e) luʻb denilmez ve her gördüğünüz kalkımağa luʻb denilmez. Velâkin kimine hacelân derler ve kimine nezevân derler ve kimine devrân derler ve kimine reml derler ve kimine tavâf derler ve kimine semâ derler ve kimine tevâcîd derler ve kimine ıztırâb derler ve kimine raks derler ve kimine luʻb derler. ? hareket edip kalkıdıkları gibi. İmdi ey ahmak münkir zannetme ki her beyaz kar ola ve kar diyesin. Böyle değildir. Ve her ayağı uzun kuşa laklak diyesin. Böyle değildir. Balıkçılın da ayağı uzundur. Ve her harekete ve sıçramağa ve kalkımağa luʻb diyesin. Böyle değildir. Zirâ her birinin murâdı var. Ve nitekim beyân eyledim. Ve adını mülâbese ile ve cüz’î münâsebetle bir şey bir şeye kıyâs olunmaz. Zirâ kıyâsa mâniʻ dört şey vardır. Tebâyün-i ʻillet ve tebâyün-i millet ve tebâyün-i rütbet ve tebâyün-i niyet. Bu dört şey kıyâsa mâniʻdir. Ve bu kitâbın içinde olan âyât ve 444 “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir.” el-En’âm 6/32. 135 ehâdîsin ve emsâlinin mahallerin münkirler yani devr ve semâ haramdır diyen câhillere okuyuvermeyiniz [44/A] ve mahallerin deyivermeyiniz. Ve bir meseleyi suâl ediniz baʻdehû temâşâ ediniz. Her birinin mahallini bilmeye kâdir olur mu olmaz mı? Ma’lûm ola ki eşref-i edille âyetdir. Baʻdehû hadîs-i sahîhdir. Baʻdehû e’imme-i erbaʻanın âyet ve hadîs-i sahîha kıyâslarıyla müstenbat olan mesâ’ildir. Baʻdehû halkın malına zarar ve ırzına halel veren ve ferâ’ize ve nevâfile mâniʻ ve müzâhim olan şeyin hurmetine ittifâklarıdır. Baʻdehû fî zemâninâ ? raks-ı sûfiye ve devr ve semâ ve zikr-i cehrî haramdır dedikleri mugâlatadır. Nitekim ? sözlerini ve delillerinin cümlesini bu kitâba derc eyledim. Ve eşref-i edilleden olan الذين يذكرون للا قياما âyet-i kerîmesiyle raks-ı sûfiye ve devrânın hilli zâhir oldu. Şimden sonra aşağı tabakada olan ulemâ-i izâmın kitâblarından raks-ı sûfiye ve devrânın hilline zâhib oldukları nakillerden ve delillerden getirelim. Ve Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) semâʻı şerîflerinden beyân edelim. Hatta imamların kitâplarına varıncaya değin. İmdi aşağı tabakada ulemâ-i ʻizâm ve evliyâ-i kirâmdan olan Şeyh Sa‘dî (rahmetullâhi aleyh) Kitab-ı Bostân’da445 bâb-ı sâlisde kimi zımnen ve kimi sarâhaten otuz kırk mikdârı ebyâtla raks-ı sûfiye ve devrânın hilline zâhib oldu. Velâkin zımnen delâlet eden ebyât(ı) terk eyledim. Münkir ahmak olur ma’nâsını fehm edemez. Amma sarâhaten delâlet eden [ebyât bunlardır ki zikrolunur. (ندانى كه شوريده حاالنى مست) Bilmez misin ki Hudâ’nı muhabbetiyle mest ve şûrîdeleri ve halleri şûrîde]. Ebyât-ı şûrîde olan mestleri (مست و رقص مشانندورر Niçin ellerin birbirine raks ederken (جرابرا tasfîr edip çalarlar sebebi budur ki (واردات آ ت ازوار و ب زول B] Hudâ’dan/44] (كشايزورى kalbe gelen füyûz-ı ilâhiyeye derler. Gâh Hudâ’dan bir bâb feth olup kulların kalbine feyz-i ilâhîden muhabbetullâh müstevlî olur ki mâsivâyı terk edip dağlara düşeceği gelir. Velhâsıl vâridât-ı ilâhiyeden bir kapı feth olur da ve muhabbetullâh kalbe müstevlî olur da. (نشاند سبرد ست ازكائنات اللرن) Sekr-i kâinâtdan yani dünyânın terkisine işâret için ? böyle niyet etmek gerekdir. (حاللش بدر رقص بربار دوست) Hudâ’dan kalbine muhabbetullâh müstakbaz olan kimseye ? üzerine raks helâldir. Yani Hudâ’nın zikri üzerine raks helâldir ki. ( استينس جرجانى در د ستهر) Hudâ’dan kalbine muhabbetullâh gelip de raks eden 445 Ebû Muhammed Sa‘dî Müşerrifüddîn (Şerefüddîn) Muslih b. Abdillâh b. Müşerrif Şîrâzî (öl. 691/1292) ait bir kitâptır. Fars edebiyatının büyük şairlerinden biridir. Eserde, ideal dünyanın nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. Adnan Karaismailoğlu, "Bostân", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 6/307. 136 kimsenin her birinin içinde bir can vardır. Nitekim Bostân şârihleri olan Sûdî Efendi446 ve Şem’i Efendi447 (rahimehümallah) bu beytin şerhinde buyururlar ki zikr ile raks eden kimsenin her yerinde bir can vardır ve zikr-i muhabbetullâh sebebiyle her bir azâsına bir rûh fâʻiz olur. Ve her bir uzvuna evvelkinden ziyâde kuvvet sârî olur. Başdan ayağa can ve ziyâde zevk ve şevkden bî-ârâm ve bî-karâr olur. Ma’lûm ola ki velî olmağa devlet mâniʻ değildir Velâkin devlete muhabbet etmek velî olmağa mâniʻdir. ( تعلق حجابست بى .Adamın devlete taʻalluku yani devlete muhabbeti perdedir ve hâsılsızlıkdır (حاصلى Velhâsıl devlete muhabbet eylemek aşk-ı ilâhiyeye perdedir ve ayağında pâ-yi benddir. [45/A] (واصلى ببونديكستى Çünkü ayağındaki pâ-yi bendleri kırarsan yani devletden (جو muhabbeti katʻ edersen zikr ile raksın zevkine vâsıl olursun. Pes devletden muhabbeti katʻ edince günden güne muhabbetullah kalbinde ziyâde olur. Pes muhabbet ziyâde olunca. (نستور ياى آوآزى مطرب Yani tegannî edicinin tegannîsini dinle. Belki at (نه ayağının âvâzı(nı) istimâʻ (et). ( اللهى عشق اكر در ووجد ر سماعد شور و دارى عشق Ve (اكر şûrîdelik varsa sende münkirler derler ki her zaman at ayağının âvâzı var ve her zaman tegannî edici hâli değil. Niçin ehl-i zikir her zamanda vecd ve semâ‘a gelmezler dediklerini red için ve suâllerin defʻ için Şeyh Sa‘dî cevab verip der ki: سزاينده خود قى( حموش( ر Tegannî edici zâkirler hod hâmûş olup sükût etmezler. Yani âlem hergizنلرد tegannîden ve savt ü sadâdan hâlî olmazlar. ( ولكن هر وقت بادست كوش) Velâkin her vakitde rûhâniyât kulağı açık değildir. Zirâ gâh beşeriyet tarafı galib olur gâh rûhâniyet tarafı galib olur. Eğer ki rûhâniyet tarafı galib olup da can kulağı açık olsa ? dolab var ve dolab kimi dönmeğe gelirler. Yani dolab gibi dönüp devrân ederler. خور بر دوالب )جد Dolab kendi kendine feryâd edip göz yaşı döküp zârlık etdiği gibi ehl-i zikir يكرسييززا ر( dolab gibi devrân eyleyip kendi kendine [45/B] ağlarlar. ( كنن د شتى بر مى (جو شوريده كان Dîvâneler gibi serhoşluk edip çağırırlar bağırırlar. (باواز دوالب مستى كنن د) Dolab gibi olan devrânın âvâzıyla serhoşluk ederler. (برن د بيان كر د سزه Hudâ’dan gelen aşkın (بلتسليم bâlâsına teslîm edip ve dönmekden ferâgat edip başlarını yakalarına iledirler. Nitekim Mevlevîlerin ve devrânla zikredenlerin âdetleri budur ki bir mikdâr sâkin olup zâkirler ilâhî okurlar. Eğer rûhâniyet tarafı galib olup zâkirlerin tegannîsiyle okudukları ilâhî 446 Sûdî-i Bosnevî (öl. 1008/1599-1600) asıl adı Ahmed’dir. Sûdî-i Bosnevî, Şerh-i Bostân (İstanbul: Mabaa-i Âmire, 1871). 447 Çoğunlukla Şem‘i mahlasını zikretmekle birlikte bazı eserlerde Muhammed b. Mustafa eş-Şehir Şem‘i Halîfe (öl. 1011/1602-1603 [?] ) ismi geçmektedir. Bostân şârihlerinden biridir. Şem‘i, Şerh-i Bostân (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Tâhir Ağa Tekkesi, 509). Şeyda Öztürk, “Şem‘î”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 38/503. 137 tesîr edip Hudâ’ya muhabbetleri ve aşk u şevkleri ziyâde olur ise. جو طاقت نماند كر بيان( Çünki takatleri kalmaya yakalarını pâre pâre yırtarlar ve cûş u hurûş edip devrü ورن د( semâ ederler. Öyle raks ve devr ve semâ ederler ki. (ري د دور آتش سجو Pervâne (جوبروانه gibi raks ve devr eyleyip kendilerin ateşe ururlar. Yani devr ile harâret hâsıl edip terlerler. (تنن د دور بيلهسخو كرم جون İpek böceği gibi kendilerin sarmazlar. Yani ipek (نه böceği kendi taşralarını ipekle sarıp sarmayıp kendilerine zîb ü zînet verdiği gibi ehl-i zikir kendilerini harîr ile zînetlemezler. Velhâsıl harîre ve semmûra muhabbeti olan kimse ehl-i aşk ve ehl-i şevk olamaz. Zirâ çatal kazık yere girmez. Muhabbet fakat Hudâ’ya gerekdir. (بيك نعره كوهى زجايز كنن د) Bir nara ile ehl-i zikir dağı yerinden koparır. برزنن د) بهم شهرى ناله A] Bir âhile zikir ehli şehir halkını biribirine urur. Şeyh/46] (بيك Sa‘dî’nin (rahmetullâhi aleyh) bu kelâmı vâkiʻdir. Zirâ bizim zamanımızda bir kâtil Münkir Arap448 vâiz peydâ oldu ve bazı söz sâhibleri olan avam-ı nâsın hazelesini ve suhtevâtın cehelesini kendi mezhebine zâhib edip post ü penâh ittihâz eyledi. Bu kerre her vaʻzda siz devr ve semâ edip kalgırsınız diye ol kadar dahl ü taʻn eder ki tabîri kâbil değildir. Bu kerre ehl-i zikrin bed duâsına rast gelip gözünün biri kör oldu mütenebbih olmadı. Baʻdehû ayağı sâkından kırılıp topal oldu mütenebbih olmadı. Âhirü’l-kelâm ehl-i zikrin âh ve naʻrası şehir halkını biribirine urup fiten zâhir olup münkir Arab’a iğmâz-ı ʻayn eden Şeyhülislâm vezîr-i aʻzam saʻdetlü pâdişahımız maʻzûl nefy-i beled eyledi. Badehû olan vezîr-i aʻzam üç ay vezâret edip fevt oldu. Ve bu şeyhülislâm Münkir Arab’ın ırzını pâyimâl edip buçuk akçeye değmez eyledi mütenebbih olmadı. Münkir Arab’ın ırzını pâyimâl eden şeyhülislâm münkir otuz kırk bin mikdârı hazele muhibbi vardır diye havfından iğmâz-ı ʻayn etdikde mağdûb-ı padişahî olup nefy-i beled oldu. Asrı olan vezîr-i aʻzam maʻzûl oldu. Baʻdehû Münkir Arab Üsküdar’a ve Kasımpaşa’ya dellallar gönderir ki: Ey Müslümanlar geliniz bidʻatları kalıralım. Halvetî vâizlerin katl edelim ve bize tâbiʻ olmayan mevâlî ve kibârı katl edelim. [46/B] Bunlar ehl-i bidʻat kâfirlerdir. Malları helâldir ve tekyeleri ve Mevlevîhâneleri yakalım ve dört karışdan ziyâde minâre ve dört ayak nerdübandan ziyâde minber bidʻâtdır yakalım. Ve türbelerde olan gümüş şamdanları bidʻatdır yağma edelim. Ve tasliye ve tarziye ve salâ ve temcîdi ve taʻrîfi ve naʻt-ı Resûlü kaldıralım 448 İbrahim Niksârî’nin Münkir Arab olarak tanımladığı şahıs, muhtemelen Üstüvânî Mehmed Efendi'dir (öl. 1072/1661). Bu tarihlerde yaşayan bu kişi, Halvetî vâizlerinin öldürülmesini talep etmiş ve tekkelerin yıkılması gerektiğini öne sürmüştür. Çıkarmış olduğu bu ayaklanma Sultan IV. Mehmed tarafından bastırılmış ve bu şahıs sürgüne gönderilmiştir. 138 diye. Ebü’l-Feth camiine449 hazele ? cemʻ oldukda bunların bu ahvâli Sultan Mehmed Hân450 (edâmellâhü ʻumrahû) hazretlerine münʻakis oldukda münkir-i ? nefy-i beled eyledi. Ve münkir Arab ile dindâş olan bir Türk vâizi dahî nefy-i beled edip bu zümreden olan bir şehir oğlanı vâizi nefy-i beled eyledi. Ve münkir Arab’ın hazelesinden kimini küreğe verdi ve kimini zindâna koydu. Gûyâ ki Kızılbaş elinden İslâmbol’u alıp feth eyledi. Allah Teâlâ ve Peygamber (aleyhi’s-selâm) şefîʻ ola âmîn yâ rabbe’l-ʻâlemîn. İmdi Şeyh Sa‘dî (rahmetullâhi aleyh) bir naʻra ile ehl-i zikir dağı yerinden koparırlar dediğinden murâdı münkirlerin vücûdudur. Ve münkire iğmâz-ı ʻayn eden söz sâhiblerinin ve vüzerânın azlidir ki Zirâ vüzerâ dağlar gibidir. Nitekim bir adam rüyâsında dağlar görse vüzerâ ile taʻbîr olunur. (آسوده در كوشه خرقه دون) Ehl-i zikir devr ve semâ‘dan ferâgat edip gâh âsûde-hâl olup bir köşede hırkaların ve eski pöstekiciklerin dikerler ve yamarlar. )سوز خرقه مجلسى در آشقنه Ve gâh zikrullah (كه meclisinde dîvânelenip hırkalarını yakarlar. Yani ol kadar devr ve semâ [47/A] ederler ki bedenlerinde ziyâde harâret hâsıl olup hırkalarından buharlar çıkar. Gûyâ ki dersin hırkaların yakarlar. İmdi bir adam zikre böylece çalışırsa ol adam velî olur. Yoksa böyle zikrullah etmek bidʻatdır diyen eşek münkir suhte velî olmağa kanda bulur. عيب )كمن دست( حيران Zikrullah ile hayrân ve mest olan dervişi ayıplama. Ayıplarsan belki جويش kâfir olursun. (كه غرقت ازان من رند باد دست) Zirâ ki zikrullah deryâsız ʻarakdır. Ol ecilden elini urur kakar ve ayağın yere urur. Eğer himârlar derlerse ayağı yere urmak ve yere kakmak haramdır ne aceb Şeyh Sa‘dî hilline zâhib oldu. el-Cevab: Ayağı yere kakmağın hilli Kur’ân’la te’yîddir. Nitekim sûre-i Sâd’da Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) kıssasını Allah Teâlâ hikâyet et diye Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerine emredip buyurur ki: Bizim 451 ا يُّو ب َٓن ا واْذُكْر عْبد ʻabdimiz olan Eyyûb’u halka zikredip söyle. Yani Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) kıssasın söyle. Kadı Beyzâvi ve Ebüssuûd (rahimehümullâh) derler ki: Hüve ibnü ʻays bin İshâk. Bu Eyyûb (aleyhi’s-selâm) İshak’ın (aleyhi’s-selam) oğlu olan Ays’ın oğludur. Ve imra’atühû liyâ binti Yaʻkûb. Ve avratı (Liyâ) Yâkub’un (aleyhi’s-selâm) kızıdır. ِاْذ ناٰدى . Bizim ʻabdimiz elem-taʻibin ve ʻazâbin ey bi-Ey bi 452 بنصب و عذاب الشطان انى مسنى ربه 449 Müellifin, Ebü’l-Feth olarak isimlendirdiği şahıs Fatih Sultan Mehmed’dir (öl. 886/1481). Ebü’l-Feth cami ise Fatih cami‘idir. 450 IV. Mehmed’dir. 451 “Kulumuz Eyyüb’ü hatırla.” Sâd 38/41. 452 “Bir zamanlar Rabbine seslenmişti. Şeytan bana dert ve azap dokundurdu.” Sâd 38/41. 139 olan Eyyûb Rabbisine nidâ edip duâ etdi ki taʻible ve ʻazâbla şeytan tahkîk bana misâs edip [47/B] ulaşdı. Yani bana taʻib ve elem ve ıztırab verdi. Ma’lûm ola ki şeytan Eyyûb’e (aleyhi’s-selâm) misâs etdiği çokdur velâkin birin zikredelim. Kadı Beyzâvi ve Ebüssuûd (rahimehümullâhü Teâlâ) derler ki: Ev bi-enne’l-murâdü mine’n-nusbi ve’l- azâbi. Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) şeytan bana taʻib ve azâb verip ulaşdı dediğinde murâd yâhud tahkîk. Mâ kâne yüvesvisü ileyhi fî marazih. Şol şeydir ki Eyyûb’e (aleyhi’s-selâm) marazından vesvese verirdi. Min ʻazmi’l-belâ’i el-kunûtu mine’r- rahmeti. Belânın büyüklüğünden ve ümîdini Hudâ’nın rahmetinden kesmekle vesvese verirdi. Yani bu senin marazın belâ-i ʻazîmdir. Sen bu belâ-i ʻazîmden iflâh olmazsın ve sıhhat bulmazsın. Hudâ’nın rahmetinden ümîdini kes diye Eyyûb’e (aleyhi’s-selâm) vesvese verirdi. Bu kerre Eyyûb (aleyhi’s-selâm) şeytan bana misâs etdi deyip nidâ edince Hak Sübhânehû ve Teâlâ emretdi ki 453 َ ayağını kak. Kadı Beyzâvi اركض برجلك ve Ebüssuûd (rahimehümullâh) tefsîr ederler ki: İdrib bi-riclike’l-arda. Ayağını yere darb edip kak. İmdi zikrullah ile yere ayak urup ve yere uyak kakmak haramdır ve Allah deyip yere ayak kakan kâfir olur diyenlerin küfrü zâhir oldu. Zirâ ibtidâ-i emirde Allah deyip ayak kakan Eyyûb’e (aleyhi’s-selâm) darb-ı ricli câiz görüp darb-ı riclile tefsîr eden e’imme-i müfessirîne kâfir demiş olur neʻûzü billâh. Ve bu sözü kimse söylemez illâ devrân-ı sûfiye ve tegannî haramdır [48/A] diyen hazele söyler. Fî zemâninâ bir adam devrân-ı sûfiyeyi ve tegannîyi haramdır dedimi sâir i’tikâdda da bu yukarıdan beri zikretdiğimiz Kızılbaşlar i’tikâdındadır. Eğer dahî söyledirsen başlar ahbes-i kefere zümresine dâhil olmağa. Pes bu makûle tâifeye bir adam zekkertü derse farzı edâ etmiş olmaz. İmdi Eyyûb’e (aleyhi’s-selâm) Hudâ ayağını yere kak diye emir buyurdukda Eyyûb (aleyhi’s-selâm) yere sağ ayağını yere kakdı bir su çıkdı. Nitekim Şeyh Uyûnü’t- tefâsîr’inde454 der ki: Fe-rakeza fe-nebeʻat ʻaynün. Pes Eyyûb (aleyhi’s-selâm) ayağını yere kakdı bir çeşme çıkdı. Fe-kîle 455مغتس ل Ol zamanda denildi ki bu gasl edecek هذا mekândır. Şeyh der ki ve kâne mâ’en hârran fe’ğ-tesele bih. Ol uruşda çıkan su ıscak idi. Su ile gasl eyledi. Ve hüvellezî darabehû bi-riclihi’l-yemîn. Bu şol ıscak sudur ki sağ ayağıyla kakdı da çıkardı. Sümme harace mine’l-mağseli sahîhan. Bundan sonra gasl etdiği mekândan [sahîh] sağ çıkdı gitdi. Ve rekaza bi-riclihi’l-yüsrâ fe-haracet ʻaynün bâridetün. Ve sol ayağını kakdı bir soğuk çeşme çıkdı. Fe-şeribe minha ma’en 453 “Ayağını yere vur.” Sâd 38/42. 454 Şehâbeddin Sivâsî'nin (ö. 860/1456 [?])ʿUyûnü’t-tefâsîr li’l-fuzalâʾi’s-semâsîr adlı tefsir kitâbıdır. 455 “Bu yıkanılacak su.” Sâd 38/42. 140 ʻazben bâriden. Ol çeşmeden çıkan soğuk tatlı suyu içdi. Fe-zâle ʻanhü küllü elemin bi- zâhirihî ve bâtinih. Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) zâhirinde ve bâtınında olan elemin küllisi zâ’il oldu. Ve kîle hâzâ 456 شراب و B] Bu soğuk içmeli sudur denildi. Kadı/48] بارد Beyzâvi (aleyhi’r-rahmetü’l-bârî) ve Ebüssuûd (rahmetullâhi aleyh) derler ki: Nebeʻat ʻaynâni hârretün ve bâridetün. İki çeşme çıkdı biri ıscak biri soğuk. Fe’ğ-tesele mine’l- hârrati ve şeribe mine’l-uhrâ. Iscağından gasl eyledi ve soğuğundan içdi. Eğer münkirler derlerse ki Eyyûb (aleyhi’s-selâm) yerden su çıkarıp sağılmak için Hudâ emretmişdir. Bize Allah diye yere kakınız diye emr olunmadı. Pes emr olunmayan nesneyi niçin ederiz. Böyle derlerse el-cevab: Yere ayağı kakmak vechen mine’l-vücûh hiç Kur’ân’da ve hadîsde yokdur deyip inkâr edersiniz hele ? ve küfrünüz zâhir oldu. Evvelâ eğer derseniz ki bilmez idik el-cevab: Ne aceb Kur’ân’da ayak kakmak emr olunduğu(nu) bilmezsiniz velâkin ehl-i zikrin Allah deyip yere ayak kakıp raks ve tevâcüdünü ashâb-ı Sâmirî ihdâs etdi (diyen) Turtûşî’nin457 kizbini ve iftirâsını bilirsiniz. Ve Kızılbaşlar size bir Turtûşî yalanını ne aceb ezber etdirmişler. Amma ki Rabbinizin kelâmında olan ayak kakmağı bilmezsiniz. İmdi aya(ğı) Rabbisi kelâmıyla istidlâl etmeyip Turtûşî dedikleri Mû‘tezilenin ve kezzâbın kelâmıyla istidlâl edenlere Müslüman diyelim mi. el-Cevabü’s-sânî: Şerîatımız bunun üzerinedir ki Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerinden birinin bir kerre bir şeyi işlediğini Allah Teâlâ Kur’ân’da kıssa tarîkiyle hikâyet ederse onu Allah deyip işlemek sünnetdir. Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) Allah deyip yere ayak kakdığı gibi. Eğer Peygamber [49/A] (aleyhimü’s-selâm) birinin bir kerre işlediğini Allah Teâlâ Kur’ân’da emir tarîkiyle ediniz diye buyurursa onu işlemek ve etmek farz olur. Nitekim şârihu’l-Hidâye Şeyh Ekmel (rahmetullâhi aleyh) Şerh-i Hidâye’de bâb-ı mevâkît’de der ki: Ve evvelü men sallâ salâte’l-fecri âdemü (aleyhi’s-selâm). İbtidâ sabah namazını kılan Âdem’dir (aleyhi’s-selâm). Hîne ühbita mine’l-cenneti ile’l-ardi. Şol vakitde ki cennetden yere indirdiler. Ve azleme ʻaleyhi’d-dünyâ ve hîne’l-leyl. Dünyâ Âdem (aleyhi’s-selâm) üzerine zulmet ve gece karanlık oldu. Ve lem yekün yerâ kable zâlik. Bundan evvel zikrolunanı görmedi. İmdi yani dünyaya inmezden evvel karanlık görmedi idi. Zirâ cennetde gece ve karanlık yokdur. Fe-hâfe havfen şedîden. Ziyâde 456 “İçilecek serin bir su.” Sâd 38/42. 457 Müellifin “Turtîşî” sıfatıyla atıfta bulunduğu kişiler, özellikle Mû'tezile âlimlerini içeren Ehl-i sünnet dışındaki âlimlerdir. 141 korkmağla korkdu. Fe-lemmâ inşakka’l-fecru ve sallâ rekʻateyni şükran lillâhi Teâlâ. Vaktâ kim fecr şak oldu ise yani sabah yeri ağardıysa Hudâ’ya şükür için iki rekʻat nemaz kıldı. Er-rekʻatü’l-ûlâ li’n-necâti mine’z-zulmeti’l-leyli. Evvelki rekʻatı gecenin zulmetinden necât içindir. Ve’s-sânî li-vücûdi dav’en-nehâri. Sâninci rekʻatı nehârın ziyâsı bulunduğu içindir. Fe-kâne zâlike sebebü kevnihâ rekʻateyni. Sabah namazının rekʻati iki olmasına sebeb bu oldu. Ve kendi bir kerre nâfile kıldı. Ve furizat aleynâ. Sabah namazı üzerimize farz oldu. Gör imdi her şeyin işlemesine peygamber sebebdir. Sabah namazının farz olmasına Âdem (aleyhi’s-selâm) sebeb olduğu gibi. Ve evvelü men sallâ baʻde’z-zevâli erbaʻan İbrâhim (aleyhi’s-selâm). İbtidâ zevâlden sonra dört rekʻat [49/B] namaz kılan İbrâhim’dir (aleyhi’s-selâm). Hîne umira bi- zebhi’l-veledi. Şol zamanda ki oğlunu boğazla diye emr olundu. El-ûlâ şükran lillâhi Teâlâ li-zehâbi ğamme’l-veledi. Rekʻat-i ûlâ Hudâ’ya şükür içindir oğlunun gamı gitdiği için. Ve’s-sâniyetü li-nüzûli’l-ğidâ’i. Ve rekʻat-i sâniye fedâ kurbanı nâzil olduğu içindir. Ve’s-sâlisetü li-rıdallahi Teâlâ hîne nûdiye kad saddakte’r-rüya. Rekʻat-i sâlise Hudâ razı olduğu içindir şol zamandaki nidâ olundu ki yâ İbrâhim tahkîk rüyanı tasdîk eyledin ve yerine getirdin diye. Ve’r-râbiʻatü bi-sabri veledihî ʻalâ maʻarrati’z-zebh. Ve rekʻat-ı râbiʻa oğlu boğazlanmak savt ve sadâsının üzerine sabr etdiği içindir. Ve kâne zâlike minhu tatavvuʻan. Zevâlden sonra bu dört rekʻat namaz İbrâhim’den (aleyhi’s-selâm) tatavvuʻ oldu. Yani bir kerre nâfile kıldı. Ve kad furidat aleynâ. Ol nâfile namaz bizim üzerimize farz olundu. Zirâ kütüb-i usûlde şeriatımız bu kâidenin üzerinedir ki Allah Teâlâ peygamberlerden bir peygamberin etdiğini Kur’ân’da ediniz diye emrederse ol şeyi etmek bize farz olur. Bu zikrolunan namazlar gibi. Amma peygamberlerden bir peygamberin etdiğini Kur’ân’da kıssa tarîkiyle hikâyet ed(ili)r ise ol şeyi etmek bize lâzım gelir. Zirâ kütüb-i usûlde ittifâk bunun üzerinedir ki şerâyiʻu men kablenâ nülzimünâ. Peygamberimizden evvel olan peygamberlerin şerîatları bize lâzım gelir. Yani bizim peygamberimizden evvel gelen peygamberlere emr olunanı bize etmek lâzım gelir. Ve ol peygamberlere olunanı biz ederiz. İzâ kassallah’ü Teâlâ ve Rasûlühû (aleyhi’s-selâm). Kaçan Allah Teâlâ ve Resûlü (aleyhi’s-selâm) Kur’ân’da [50/A] kıssa edip hikâyet eder ise. Nitekim Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) Allah deyip ayağını yere kakdığı gibi. Allah Teâlâ Kur’ân’da kıssa edip kullarına beyân eyledi. Pes mü’min olana lâzımdır ki Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) sünnetini edâ için gâh Allah deyip 142 ayağını darb edip ura. Ma’lûm ola ki ibâdet Allah Teâlâ hazretinin emrine inkıyâb etmeğe derler. Her ne emreder ise olsun. Allah’ü aʻlemü bi’s-savâb. Ve evvelü men salle’l-ʻasra Yûnus (aleyhi’s-selâm). İbtidâ ikinci vaktinde namaz kılan Yûnus’dur (aleyhi’s-selâm). Ve hîne encâhullâhü min erbaʻi zulümâtin vakte’l-ʻasr. İkindi vaktinde Allah Teâlâ Yûnus’a (aleyhi’s-selâm) dört zulümâtdan necât verdikde dört rekʻat namaz kıldı. Her bir rekʻati bir zulmetden halâs olunduğu için. Zulmetü’z- zilleti. Dört zulümâtın evvelkisi zelîl ve zebûn olmak zulmetidir. Ve zulmetü’l-leyli. Ve ikinci gecenin zulmetidir. Ve zulmetü’l-mâ’i. Ve üçüncü suyun zulmetidir. Ve zulmetü batni’l-hûti. Dördüncü balığın karnın zulmetidir. Ve sallâ bihâ şükran lillâhi Teâlâ. Ol dört rekʻat namazı Hudâ’ya şükür için kıldı. Ve kâne zâlike minhu tatavvuʻan. Bu dört rekʻat namaz Yûnus’dan (aleyhi’s-selâm) tatavvuʻ oldu. Yani bir kerre nâfile kıldı. Ve umirnâ bihâ. Ol dört rekʻat namazı bize emr olundu. Pes emr olunca farz olur. Amma emr olunmasa sünnet olur idi. Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) Allah deyip ayağın yere kakdığı gibi. Kızılbaşçıklar bilmem ne sayıklar. Ve evvelü men salle’l-mağribe îsâ (aleyhi’s-selâm). İbtidâ [50/B] akşam namazını kılan İsâ’dır (aleyhi’s-selâm). Hîne hâtabellâhü Teâlâ bi-kavlih. Şol zamanda ki Allah Teâlâ kendi kavl-i şerîfi ile hitâb etdi ki böyle diye: Yâ İsâ 458 ءانت قلت للناس اتخذونى و امى الهين sen mi dedin nâsa beni ve anamı tengriler ittihâz ediniz diye. Ve kâne zâlike gurûbü’ş- şemsi. Hudâ’nın bu hitâbı İsâ (aleyhi’s-selâm)a gurûb-ı şemsden sonra oldu. Bu kerre İsâ (aleyhi’s-selâm) Hudâ’dan bu hitâbı istimâʻ edenden sonra namaz kıldı. Fe’l-ûlâ li- nefyi[’l-ulûhiyyeti] ʻan nefsih. Rekʻat-ı ûlâ kendi nefsinden ulûhiyeti nefy içindir. Yani ben tengri değilim ve bu sözü söylemedim diye kıldı. Ve’s-sâniyetü li-nefyihâ ʻan vâlidetih. Ve rekʻat-ı sâniye ulûhiyeti vâlidesinden nefy içindir. Yani anam tengri değildir ve anam tengridir demedim diye kıldı. Ve’s-sâlisü li-isbâtihâ lillâhi Teâlâ. Ve rekʻat-ı sâlise Hudâ’ya ulûhiyeti isbât içindir. Yani rekʻat-ı sâlise kıldı ki yâ Rabbi ulûhiyet ve tengrilık sana mahsûsdur diye. Ve kâne zâlike minhu tatavvuʻan. Bu üç rekʻat namaz İsâ’dan (aleyhi’s-selâm) tatavvuʻ oldu. Yani bir kerre nâfile kıldı. Ve umirnâ bihâ. Ol üç rekʻat namazı bize emr olundu. Pes emr olunca farz olur. Ve evvelü men salle’l-ʻişâ’e Mûsâ (aleyhi’s-selâm). İbtidâ yatsı namazını kılan Mûsâ’dır (aleyhi’s-selâm). Hîne harace min medyen. Şol zamanda kıldı ki Medyen diyârından çıkdı. Ve dalle’t-tarîka. Ve yolu yitirdi. Ve kâne fî ğammi’l-mer’eti. Mûsâ (aleyhi’s- 458“Allah kıyamet gününde şöyle diyecek: Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin, dedin?” el-Mâide 5/116. 143 selâm) avratının ? oldu. Ve ğammi ehîhi Hârun. Ve kendi karındaşı Hârun’un gamından oldu. Ve ğammi ʻadüvvihî firʻavne. Ve ʻadüvvü olan Firavun’un [51/A] gamından oldu. Ve ğammi evlâdih. Ve evlâdının gamından oldu. Fe-lemmâ encâhallahü Teâlâ min zâlike küllih. Vaktâ kim (Allah) Mûsâ (aleyhi’s-selâm) hazretlerine bu dört gamın küllisinden necât verdi ise. Ve nûdiye min şâti’il-vâdi. Derenin tarafından nidâ olundu ise. Sallâ erbaʻan. Dört rekʻat namaz kıldı. Her bir rekʻatını dört gamın her birinden halâs oldu(ğu) için. Ve kâne zâlike minhu tatavvuʻan. Ve bu dört rekʻat namaz Mûsâ’dan (aleyhi’s-selâm) tatavvuʻ oldu. Yani bir kerre nâfile kıldı. Ve umirnâ bihâ. Ol dört rekʻat namaz ki ʻişâdır bize emr oldu. Pes emr olunca (farz) olur. Amma emr olunmasa lakin Kur’an’da kıssa tarîkiyle hikâyet olunsa idi sünnet olurdu. Eyyûb’ün (aleyhi’s-selâm) Allah deyip yere ayağın kakdığı gibi. İmdi Şeyh Sa‘dî (rahmetullâhi aleyh) hazretinin ehl-i zikir zikrullah ile ayağın yere deperler. Câhil Kızılbaşlar asla ne olduğunu bilmezler de dahl ederler. İmdi fukarâ ayak kakmağı evliyâullah kelâmıyla istidlâl ederler ve evliyâullah Kur’ân’la istidlâl ederler. Velhâsıl suğarâdan mevzûʻ ve küberâdan mahmûl ittihâz ederseniz bu tâifenin ahbes-i kefere zümresine dâhil olduğu netîcedir. Ve bu kelam ulemâ-i dîne malumdur. Ve dahî Şeyh Sa‘dî (rahmetullâhi aleyh) der ki (? ) Bir peri sûretli raksa gelip semâ eyledi. İmdi bu dilber oğlandır muhabbetullah bunun kalbinde yokdur deme ve ehl-i câzibe değildir deme. Zirâ senin dilber oğlan dediğin kimsenin kalbinde olan muhabbetullah ve aşk-ı ilâhî belki senin ve benim kalbimde [51/B] olan muhabbetullahdan onların kalbinde ziyâde ola. (و سحر ببا كل نشور Gül gibi olan (بريشان kalbleri perîşân olup açılır. Yani raks (ve) harekete gelir seher yeli gibi olan ilâhîler sebebiyle. (اودوني تبر جز مشكاقرش كه هرم Ve gül urucu teberden gayri açmaz. Yani (نه odun gibi olan tabîatı baltadan gayrı bir şey açmaz. (جهان بر سماع است و مستي و شور) Ve şol ehl-i cihân dönmek üzeredir mestlikle ve aşk-ı ilâhî ile şûrîde olmakdadır. و ليكن جه( كور( ايلينه ودر عرب) .Velâkin kör olan münkir nice görür görmez بيز خداء شنرير ببني (نه Görmez misin Arab’ın ırlamasına ki. (كه مجوش برقص اندرر و طرب كه) Deveyi nice raksa getirir Hudâ ile olan şâdlık. (مستور اجوشور طرب در سرآست) Devenin başında şûrîdelik ve şâdlık vardır raksa gelir. (خراست سر ميزانيا او Eğer adamın başında aşk-ı ilâhiyle (اكر şûrîdelik ve şâdlık edip tegannîyle okunan ilâhîlerin lezzeti olmaya ol adam eşekdir. Bu dâʻî der ki: Sübhâne men haleka’l-himâra alâ sûreti’l-insân. كر اربورج معني بر و طراء اكر( Devrân eden kimsenin gönlü kuşu ma’nâ burcundan uçar. Yani kalbi Allah رقص( 144 tarafına gidip ve kalbine Allah gelir ise. (فرشته ما ندان سير) Melekler ol kimsenin seyrinde ve temâşâsında mütehayyir olur yani hayrân olup hayretde kalır. Şeyh Sa‘dî’nin (rahmetullâhi aleyh) melekler seyrinden hayrân olup hayretde kalır dediği kelâmlar hadîs-i kudsî(yi) müştemil [52/A] olan hadîs-i sahîh ile mükerreren sâbitdir. Nitekim İhyâü ulûmi’d-dîn’in Kitabü’l-Ezkâr’ında İmâm-ı Gazzâlî (rahmetullâhi aleyh) Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerinden hadîs-i sahîhle nakl edip der ki: إن هلل تعالى مالئكة Tahkîk Hudâ’nın bir alay melekleri vardır ki. يطوفون في الطرق Yolları dolanırlar.الذكر أهل يذكرون للا Ehl-i zikri iltimâs edip ararlar يلتمسون قوما وجدوا فإذا Kaçan bir kavmi zikrederlerken bulur(lar) ise. حاجتكم إلى Zikreden kavmi bulan هلموا melekler bulmayan meleklere nidâ ederler ki geliniz hâcetinize. Yani zikrullah eden kavmi bulduk diye biribirlerine nidâ ederler de zikrullah eden kavmin üzerine gelirler. الدنيا السماء إلى بأجنحتهم Semâ‘i dünyâya varıncaya değin kanadlarıyla oturup ihâta فيحفونهم ederler. السماء تفرقو عرج و الى Kaçan zikrullah eden kavim dağıldıkları zamanda فإذا melekler göğe ʻurûc edip çıkarlar. ربهم Meleklerin Rabbi olan Allah Teâlâ suâl فيسألهم buyurur. وهو أعلمبهم منهم Hâlbuki Allah Teâlâ meleklerin kandan geldiğini (ve) zikreden kavmi meleklerden ziyâde bilirken sâir meleklere işitdirmek için suâl buyurur ki: من اين Yerde جئنا من عندي عبادك في االرض.Melekler derler ki فيقولون .Kandan gelirsiniz diye طبتم olan kulların katından geliriz. ربهم Meleklerin Rabbisi olan Allah Tebâreke ve فيسألهم Teâlâ suâl eder buyurur ki. أعلمبهم منهم Hâlbuki Allah Teâlâ meleklerin cevabını ve وهو zikreden kavmin ne dediğini ziyâde bilir iken böyle diye suâl buyurur. عبادي يقول ما Benim kullarım ne derler. فيقولون Melekler derler ki.يسبحونك Sana tesbîh ederler. [52/B] Sana tehlîl edip ويهللونك .Sana ziyâde hamd ederler ويحمدونك .Sana tekbîr ederler ويكبرونك Lâ ilâhe illallah derler. ويمجدونك Sana temcîd eder(ler).فيقول Hudâ buyurur ki.رأوني هل Onlar (beni) gördüler mi. فيقولون Melekler derler ki. رأوك ما وللا Yok vallahi seni ال görmediler.رأون لو كيف فيقولون .Eğer onlar beni göreler idi hâlleri nice olurdu فيقول Melekler derler ki. رأوك وتكبيرا .Onlar seni göreydi لو تسبيحا اشد وتمجيدا كانو وتحميدا وتهليال Tesbîh ve tekbîr ve (ve tahmîd) ve temcîd ve tehlîl etmek yönünden eşed olurlardı. فيقول Hudâ der ki. [يسألونن ي الجنة .Melekler derler ki فيقولون .Benden ne şey isterler فما يسألونك Senden cennet isterler. فيقول Hudâ der ki]. رأوها فيقولون .Onlar cenneti gördüler mi وهل Melekler derler ki. يا رب ما رأوها .Yok vallah’i yâ Rab onlar cenneti görmediler ال وللا لو رأوها .Hudâ der ki يقول Melekler يقولون .Eğer onlar cenneti görelerdi nice olurdu فكيف derler ki. رأوها أنهم حرصا .Eğer tahkîk onlar cenneti görelerdi لو عليها أشد Cennetin كانوا 145 üzerine hırs yönünden eşed olur(lar)dı. طلبا بها Cennet(i) taleb yönünden eşed وأشد olurlardı. لها رغبة فمم .Hudâ der ki يقول .Cennete rağbet yönünden aʻzam olurlardı وأعظم .Hudâ der ki يقول .Cehennemden من النار .Melekler der ki يقولون .Neden korkarlar يتعوذون Onlar cehennemi gördüler mi. يقولون Melekler der ki. ال وللا يا رب ما رأوها Vallahi yâ Rab onlar cehennemi görmediler. يقول Hudâ buyurur ki. رأوها لو Onlar cehennemi فكيف görelerdi halleri nice olurdu. يقولون Melekler derler ki. لو انهم رأوها Eğer tahkîk cehennemi görelerdi.فرارا منها أشد [Cehennemden kaçmak yönünden eşed olur(lar) idi. [53/A لكانوا ويستغفرونك .Melekler derler ki يقولون .Ve cehennem için havfları eşed olurdu وأشد منها مخاف ة Ve zikreden kavim senden mağfiret taleb ederler. فيقول Hudâ meleklere hitâb edip der ki. Tahkîk ben ol zikreden أني قد غفرت لهم .Men sizi işhâd edip şâhidler eyler(im) ki فأشهدكم kavmi yarlığadım. Yani ey melekler halka kurup da zikrullah ederken kanadlarınız ile ö(r)tdüğünüz kavmi tahkîk yarlığadım. يقول ملك من المالئكة Ol zikreden kavmi kanatlarıyla örten meleklerden. ملك Biri der ki. منهم ليس فالن فيهم رب Yâ Rabbi zikreden kavmin يا içinde falan kimse var idi zikredenden değil idi ve zikrullah etmezdi. لحاجة جاء Ol إنما zikretmeyen falan kimse tahkîk gelmedi illâ bir hâcet için geldi ve zikrullah etmedi. يقول Hak Sübhânehû ve Teâlâ der ki. هم القوم ال يشقى بهم جليسهم Ol halka kurup da zikrullah eden bir kavimdir ki. ال يشقى جليسهم Ol zikrullah eden kavmin celîsleri şakî olmaz. Yani halka-i zikrullaha hâcet ve maslahat için varır ise de celîsleriyle oturur ise şakî denilmez.459 Ve bu zikrolunan hadîs Meşârik’in ikinci bâbında enne ile musadder olan ehâdîs-i sahîhadandır. Ve Müslim ile Buhârî’nin ittifâk etdikleri hadîs-i sahîhdendir. Ve râvîsi Ebû Hureyre (radıyallâhu anh)dır. Ve Meşârik’in üçüncü bâbında Müslim ile Buhârî’nin ittifâk etdikleri hadîs-i sahîhdir. Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki. للا ال يذكرون قوم Bir kavim ki otururlar] يقعد Allah’ı zikredeler]. االخفتهمالمالئكة İllâ ol kavmi yani ol zikrullah eden kavmi melekler kuşadırlar ve ihâta ederler. وغشيتهم الرحمة Ve Hudâ’nın rahmeti ol zikreden [53/B] kavmi bürür. و نزلت عليهم السكينة Ol zikreden kavmin üzerine sekînet nâzil olur. Şeyh Alâaddin460 (rahmetullâhi aleyh) der ki: Sekînet bir cins ak nurdur ki ol nur sebebiyle ol zikreden cemaatin kulûbü Hudâ etrâfına teveccüh eder. Ve nefis arzuların terk eder. وذكرهم للا فيمن Ve Allah Teâlâ zikreden kavmi katında olanlara zikreder. Yani zikrullah eden عنده 459Buhârî, “Daavât”, 66. 460 Ebû Bekr Alâüddîn Muhammed b. Ahmed b. Ebî Ahmed es-Semerkandî (öl. 539/1144) Hanefî fakihidir. 146 kavmin hâllerini mukarreb olan meleklere zikreder ki benim yerde şöyle zikreden kullarım vardır diye. Sadaka Rasûlullâh (aleyhi’s-selâm). Ve dahî raks-ı sûfiyenin hilline delîl nitekim Hazret-i Mevlâna (kuddise sirruhü’l-ʻazîz) Hudâ’nın muhiblerini altun ve gümüş pâresinde(ki) zerreye teşbîh-i belîğ ile teşbîh edip der ki: (رقصان شواى قراصنه كر اصل) Eğer kâfî aslının aslı isen yani الست بربكم bezminden bir katre nûş etdin ise raks edici ol. Ey altun ve gümüş ufağı gibi olan muhibler. جو باي( آني ( عين ميدانكه هسي Her (ne) varlığı isteyici isen bil ki onun aynısın. Mesela bir هرخه adam gece ve gündüz hâşâ zinâ ve livâta etmek fikrinde ve talebinde olursa ol adamın içi ve taşrası sam sâfî zinâ ve livâta olur. Sâir fesâdâtı buna göre kıyâs et. Eğer ol adam kâbiliyetin zikr-i tehlîle sarf edip Lâ ilâhe illallah demek fikrinde ve talebinde olursa ol adamın vücûdu sâfî zikir ve tehlîl olup rüyasında Lâ ilâhe illallah der. Ona hüsn-i hâtime müyesser olur. Bu ecilden [54/A] Mevlâna (kuddise sirruhû) der ki her ne taleb etdiğin nesnenin aynısın.)خورشيددر نمايد ازرزه رقص حواهد( Güneş yüzünü gösterdi zerreden raks diler. Yani tecellî-i mahabbetullâh yüz gösterdi zerre gibi olan muhiblerden raks diler. )امن هي كشاني آري و ني كه رقص Ol dilekle raks getirenin de etek çekesin. Yani )آن zikir ile raks edersen [ferâyiz ve nevâfilden etek çekersen ona raks denilmez. Eğer ferâyiz ve nevâfili edâ etdikden sonra zikir ile raks edersen]. (روزي كنار كيزي اي زره افيابي) Bir gün kucağında dutarsın ey zerre güneşi. Yani tecellî-i mahabbetullâhı kalbinizde dutarsınız ey zerre gibi olan muhibler. (مرشش ؟ نكته دابداني بر Ol tecellî-i (بر mahabbetullahın göğsü üzerine göğüs konulmuş oldu. Bu nükteyi bilirsen bu kerre tecellî-i mahabbetullahı göğsü üzerine göğüs koyandan sonra. (بش آردن شرابي كه اي زره ؟) Ol tecellî-i mahabbetullah senin önüne bir şarâb getirir ki ey zerre gibi olan muhib. ؟( Ol şarâbı yedin içdin mahv oldun canlanıp âfitâbda بونى ديوخور دى و كوكثنى در آفتاب جانى( yani mahabbetullahda.)شرابى ازخوردن آفتابى زره .Zerre âfitâb oldu şarâbı içme(k)den )؟ Yani zerre gibi olan muhib mahabbetullahdan güneş oldu muhib şarâbın içmekden. Der- i devlet-i tecellî-i taʻn-ı len terânî. Tecell(î-i) mahabbetullâh devletinde len terânî taʻnından zerre gibi olan mahabbet âfitâb old(u). Yani ayn-ı mahabbetullâh oldu. ما ميوه( )و رقص زيرا [Mîvelerden âfitâba mensûb olan ıscakda.[54/B هاى خاميم ورتاب آفتابى نرحيك( Raks edelim zirâ sen bişirirsin. Hazret-i Mevlâna’nın bu kelâmından zâhir oldu نوميدانى( ki raksile zikir ? âdem imiş bişmek için. Hatta e’immeden menkûldür ki sol tarafında olan lahm-ı sanevberînin yağı eriyip kalb sağ olsun içindir. Bu ecilden İllallah ve Hû kelimelerini darb-ı şedîd ile sola darb edip ve sola dönmek enfaʻdır. İmdi enbiyâ 147 (aleyhimü’s-selâm) hazerâtı çiğler değillerdir. Zikir ile raksa ihtiyâçları yokdur. Kezâlik evliyâullah çiğ değildir. Zikir ile raksa ihtiyâcı yokdur. Ve evliyâullahın biz çiğ mîvelerin dediğinden murâdları çiğ olan adamlar(a) taʻrîzdir raksile zikrediniz diye. Ve bu taʻrîze misâl Kur’ân’da çokdur. 461 َ المؤمنين اول انا و اليك سبحانك تبت -Ve kâle’l قال habîbü’n-neccâr 462 ترجعون اليه و فطرنى الذى اعبد ال لى Ahsente ey (?) Raks bişüre ki وما şâd olsun lezzetin. )ثانى انبور كور جانى آفتاب Ol câna mensûb âfitâbdan pişmenin ve )از lezzetin ? olmaz. ) تبريز شه شاهين الدىن Tebrîz’den şâhlar şâhı Şemseddîn’nin )مخدوم شمس mahdûmuyum. ( جان ؟ اى جانا سن Ey benim cânım gönlüm olan Şems-i Tebrîzî463 (تسليم canlar sana teslîmdir. )حقا كه سماع ما ببافى ؟ حقا كه بنم( Dönmemiz oyuna mensûb değildir. Evliyâullah lisânından semâ kelimesi gâ(h) işlemek ve gâh dönmek ma’nâsına müstaʻmeldir. (مجاز ى كه الهى .Ve sırr-ı İlâhîdir mecâza mensûb [55/A] değildir (سريت Ol kimse ki bizim dönmemizi oyun addeder. Murdâr bûd hîç (انكس كه سماع ما ببازى شم ر) nemâzi bûd. Murdâr olup ol kimse hiç namazı namaz olmaz. Ve dahî semâ‘ın hilline delîl Hilye464 a(d)lu kitâpta çokdur. Velâkin bir ikisin îrâd edelim. Nitekim Harakânî hazretleri ve Ebû Nuaym (rahimehümullâh) rivâyet ederler ki: عنهم للا رضي الصحابة .Ve sahâbe (radıyallahu Teâlâ anhüm) deprenürler idiler كانت .Ve hareket-i şedîde ile zikrullah ederken hareket ederler idi ويحركون عند ذكر للا حركة شديدة الريح االشجار عند شدة تحرك ثمغلبت عليهم .Şiddet-i rüzgârda ağaçların hareket etdiği gibi كما الدور الذكر والحاءهم على (Bundan sonra sultân-ı zikir sahâbenin (radıyallâhu anhüm سلطان üzerlerine galebe etdi ise ve onları devr etmek üzerine ilhâ etdiyse. كانوا يذكرون للا دائرين Sahâbe (radıyallâhu anh) halhal gibi devr edici oldukları hallerde zikrullah كالخلخال ederler idiler. İmdi ma’lûm olaki bu husûsu fukahâ-i ʻizâmdan olan Harakânî (rahimehullâh) ve Ebû Nuaym (rahimehullâh) ve İmâm Ahmed ve Hâkim ve Ebû Yâlâ465 ve İbn Cübbân her biri kitâblarında yazmışlardır ve her biri sıhhatine zâhib olmuşlardır. 461 “Musa dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sana tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim.” el- A’râf 7/143. 462 “Hem neden beni yaratan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah’a kulluk etmiyeyim ki.” Yâsîn 36/22. 463 Tam adı Şemsüddîn Muhammed b. Alî b. Melikdâd Tebrîzî’dir (öl. 645/1247 [?]). 464 Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillâh b. İshâk el-İsfahânî'nin (öl. 430/1038) Hilyetü’l-evliyâʾ ve tabakātü’l- asfiyâ eseridir. Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillâh b. İshâk el-İsfahânî (öl. 430/1038) Hilyetü’l-evliyâʾ ve tabakātü’l-asfiyâ, nşr. Mustafa Abdülkādir Atâ (Beyrut: 1418/1997). 465 Ebû Ya‘lâ Ahmed b. Alî b. el-Müsennâ et-Temîmî el-Mevsılî (öl. 307/919) hadis âlimidir. 148 Ve dahî devrânın hilline delîl: Nitekim fukahâ-i izâmdan Beyhakī (rahimehullâh) Şuʻabü’l-îmân466 adlı kitabında Ebû Saîd el-Hudrî467 (radıyallâhu anh)den ve Ebû Sâd dahî Peygamber (aleyhi’s-selâm)dan rivâyet eder. Resûl hazreti (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: مجنون انك يقولوا حتى للا ذكر Zikrullahı ol kadar çok ediniz ki hattâ اكثروا münâfıklar ve münkirler diyeler ki [55/B] tahkîk sizler mecnûnlarsız.468 [Vech-i istidlâl budur ki: Bir kimseye cünûn ıtlâkı sahîh olmaz illâ ondan efʻâl-i garîbe ve etvâr-ı acîbe sâdır olmağla olur. İmdi zikir hakkında mutasavver olan efʻâl-i acîbe oldur ki: Bir kimse cehr maʻa’l-ifrâtla ve hareket maʻa’d-devrân ile iksâr-ı zikredicek ol hâlden lezzet eyleyenler onu cünûna haml edip teşbîh ve tahmîl ederler. Ve dahî zaman-ı Resûl’den bunun gibi efʻâl vâkiʻ olmadı diye inkâr ederler imiş. Onun menşe’i ʻadem-i tebaʻiyetdir. Kütüb-i ehâdîsde ve Avârifü’l-me’ârif’de469 tafsîl üzere yazılmışdır. Murâd eden ihvân tetebbuʻ eylesinler]. Sümme yezkürûnellâhe vâkifîne ʻalâ akdâmihim. Peygamber (aleyhi’s-selâm) böyle emredenden sonra sahâbe (radıyallâhu anhüm) ayakları üzerine vâkıf oldukları hâllerde zikrederler idiler. Müstemiʻîne li-kemâli’ş- şevkati mine’l-kavvâl. Zâkirlerden ilâhîleri kemâl-i (şevk) ile dinleyici oldukları hâllerde zikrederledi. [Sahâbe (radıyallâhu anhüm) ayakları üzerine zikrullah etdikden sonra devrân edici oldukları hâllerde zikrederler(di)]. Sümme mühervilîne. Bundan sonra yeldürerek devrân ederlerdi. Ve yüberrikûne bi’l-ezkâri fî cemîʻi’l-ahvâli. Sahâbe (radıyallâhu anhüm) cemîʻ hâllerde zikrullah eylemeği mübârek dutarlardı. Ve Peygamber’în (aleyhi’s-selâm) bu kelâm-ı latîfleriyle istidlâl ederlerdi. Nitekim Peygamber (aleyhi’s-selâm) sahâbeye (radıyallâhu anhüm) hitâb etdi ki: تنسواالذكر ال في كل حال Ey ashâbım zikrullahı ferâmûş etmeyiniz. Ve Allah Teâlâ hazretlerini فاذكروه her hâlde zikrediniz. فان نسيانه يقسوا القلب Zirâ tahkîk zikrullahı ferâmûş etmeniz ile adamın 466 Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakī (öl. 458/1066) muhaddis ve Şâfiî fakihidir. el- Câmiʿu’l-musannef fî beyâni şuʿabi’l-îmân eserinde, imanın altmış veya yetmişten fazla şubesi olduğuna dikkat çekilmiştir. Ve bu şubeler, ilgili âyet ve hadislerle tanımlanmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır. Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Ali el-Beyhakī (öl. 458/1066), el-Câmiʿu’l-muṣannef fî beyâni şuʿabi’l-îmân, nşr. Ebû Hâcer Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl (Beyrut: 1410/1990). M. Yaşar Kandemir, “Beyhakī, Amed b. Hüseyin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 6/60. 467 Ebû Saîd Sa‘d b. Mâlik b. Sinân el-Hudrî (öl. 74/693-94) çok hadis rivayet eden sahâbîler arasında yer almaktadır. 468 Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, 1/65. 469 Şehâbeddin es-Sühreverdî’nin (öl. 632/1234) Avârifü’l-maʿârif eseridir. Ebû Hafs Şihâbüddin Ömer b. Muhammed b. Abdillah b. Ammûye el-Kureşî el-Bekrî es-Sühreverdî (öl. 632/1234), el-Avârifü’l-maârif (Mekke: el-Mektebetü’l-Mekkiyye, 1422/2001). 149 kalbi kâsî ve künd olur. Bu husûs fukahâ-i izâmdan Deylemî470 (rahimehullâh) hazretlerinin Müsned adlı kitabında Seyyid es-Sâdî (radıyallâhu anh)den mervîdir. Velhâsıl bu yazdığımız rivâyetler ve hadîs-i şerîfler sahîh olduğu ecilden bazı fukahâ dediler ki: Es-semâ‘u li-kavmin fardun. Dönmek bir kavme farzdır. Ve li-kavmin sünnetün. Ve bir kavme sünnetdir. Ve li-kavmin bidʻatün. Ve bir kavme bidʻatdir. Fardun li’l-havâssi. Allah’ın hâs kulları için farzdır. Ve sünnetün li’t-tâlibîne. Ve mahabbet-i Hudâ’ya tâlibler için sünnetdir. Ve bidʻatün li’l-ğâfilîne. Ve gâfiller için bidʻatdir. Velâkin esah kavl budur ki devr eyleyip dönmek farz değildir amma vâcibdir. Nitekim âlim fâzıl ve muhakkik ? [56/A] Şeyh Abdülehad (rahmetullâhi aleyh) Risâle-i kebîre’sinin471 yedinci ravzasında devrânın vâcib olduğunu beyân edip çok delîl îrâd etmişdir. Ve dahî âlim ve muharrir şârihu’l-Kâfiye Molla Câmî472 (rahimehullâh) Nefehât473 adlı kitâbında beyân eylemişdir. Hattâ Tasvîru’l-kulûb adlı kitâbında devrâna haramdır diyen kâfir olur der. Zirâ haram demenin delîli yokdur. Ancak küllü luʻbin haramün demeğ(i) bilirler. Maʻa-hâzâ bu söz âyet ve hadîse muhâlifdir. ? Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki: والعبوا Ey ashâbım sizler lehv ü luʻb ediniz. Yani الهو oynayınız. غلظة دينكم في يرى ان اكره Tahkîk sizin dîninizde ben galîzlik görmeği فاني mekrûh gördüm. Yani sizin oynamayıp gülmediğinizi mekrûh gördüm. Zirâ kefere tâifesi Muhammed’in (aleyhi’s-selâm) dîninde oynamak ve gülmek yok imiş diye İslâm’a gelmekden ibâ edip kaçarlar. Bu ecilden Paygamber (aleyhi’s-selâm) haramün küllü luʻbin demedi. Hatta Meşârik şârihleri olan İbn Melek ve Şeyh-i Ekmel ve sâirleri (rahimehümullâh) nakl ederler ki: Bir gün Habeşe tâ’ifesi luʻb ve raks ederken Peygamber (aleyhi’s-selâm) üzerlerine mürûr etdikde Habeşe tâ’ifesi luʻb ve raksdan fâriğ olmak üzere olunca Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurdu ki:474 ارفد ة بني يا دونكم Şârihler tefsîr ederler ki: Ey huzû yâ benî Erfide. Yani oyunlarınızı tutunuz ve 470 Ebü’d-Dahhâk Fîrûz (Feyrûz) ed-Deylemî'dir (öl. 53/673). Fakat Müsned ona ait değildir. Rivayet etmiş olduğu hadisler Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i içerisinde vardır. 471 Şeyh Abdülehad'ın Risâle-i kebîre adlı eseri yazdığına dair bilgi bulunamamıştır. 472 Nûrüddîn Abdurrahmân b. Nizâmiddîn Ahmed b. Muhammed el-Câmî'nin (öl. 898/1492) el- Fevâʾidü’z-Ziyâʾiyye eseri Cemâleddin İbnü’l-Hâcib’in el-Kâfiye’sinin şerhidir. Bu sebeple şârihu’l- Kâfiye olarak anılmıştır. Ömer Okumuş, “Câmî, Abdurahman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 7/94. 473 Molla Câmî'nin Nefeḥâtü’l-üns eseri erkek ve kadın sûfî şahsiyetlerin hayat hikâyelerini ve tasavvufî terimlerin tanımlamalarını içeren önemli bir eserdir. Lâmiî Çelebi, Nefehâtü’l-üns: Evliyâ Menkıbeleri haz. Süleyman Uludağ – Mustafa Kara (İstanbul: Marifet ayayınları, 1995). Ömer Okumuş, “Câmî, Abdurahman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 7/94. 474 Buhâri, “Kitâbu’l-İydeyn”, 25; Müslim, “Kitâbu’l İydeyn”. Hadisin farklı rivayetleride mevcuttur. 150 oyununuza şürûʻ ediniz yâ Erfide oğulları. ديننا فسحة اليهود والنصارى ان في تعلم Tahkîk حتى bizim dînimizde oynayıp gülmeğe [56/B] vüsʻat ve ruhsat olduğını hatta Yahûdî ve Nasârâ bil(e)ler. Ve bu hadîs-i şerîf Müslim ile Buhâr(î)’nin ittifâk etdikleri ehâdîs-i şerîfedendir. Ve İhyâ’nın kitâb-ı semâ‘ında ve Camiu’s-sağîr’de475 ve Şuʻabü’l-îmân’da ve Meşârik’in yedinci bâbında mevcûddur ve hem hakîmânedir. Dahl eden kâfir olur. Ve dahî devr ve semâın hilline delîl: Nitekim Ebû Tâlib el-Mekkî (rahmetullâhi aleyh) Kûtü’l-kulûb adlı kitâbında devr ve semâ‘ın delâilin îrâd edenden sonra der ki: İnkâru’s- semâ‘i ve’d-devri inkârun ʻalâ sebʻîne siddîkan. Yani devr ve semâ‘ı inkâr eylemek yetmiş sıddîki inkâr eylemekdir. Ve dahî Şerh-i vecîz’de476 Kitâbü’ş-Şehâde’de der ki: er-Raksu leyse’l-haramü. Raks haram değildir. Zirâ Kur’ân’da ve hadîs-i şerîfde er- raksu haramün diye yokdur. Ve dahî Hulâsatü’l-hakāyik’da der ki: İmâm Ahmed Hanbelî (rahmetullâhi aleyh)den suâl olundu ki: Enne cemaaten kezâ yekûmûne ve yerkusûne. Bir cemaat kalkarlar ve raks ederler. Cevabında: Kâle hüm ʻuşşâkun yefrahûne billâh. Der ki: Onlar bir âşıklardır ki Allah Teâlâ ile ferahlanırlar. Ve dahî Kitâbü’l-Ezhâr’da -ki şerhu’l-Mesâhîb’dir- raksın delâilini îrâd etdikden sonra der ki: Darbü’l-keffi mübâhun ve kezâ’r-raksu. Eli urmak mübâhdır. Böylece raks da mübâhdır. İn lem yekün fîhi tesennün ve teksîrun. Eğer ol raksda avratlanmak ve kırklanmak yok ise yani kendini avrat gibi edip avrat tonuna girmediyse raks mübâhdır. Ve dahî Kitâbü Tevfîku’l-mesâbîh’de yine böylece beyân olmuşdur. Ve dahî İmâm Yâfiî de Kitâbü Neşri’l-mehâsin’de477 raksın [57/A] hilline edille olanı itmâm etdikden sonra der ki: Fi’s-semâ‘i nasîbün li-külli ʻuzvin. Her bir ʻuzv için semâ meclisinde nasîb vardır. Fe-mâ yekaʻu ile’l-ʻayni. Nitekim şol şey ki göze vâkiʻ olur göz ağlar. Ve mâ yekaʻu ile’l-lisâni yesîhu. Şol şey ki lisâna vâkiʻ olur lisân feryâd eder. Ve mâ yekaʻu ile’l-yedi tümezziku. Şol şey ki ele vâkiʻ olur el esvâbı pâreler. Ve tulattimü. Ve dahî dabancalar. Vemâ yekaʻu ile’-ricli türakkisu. Şol şey ki ayağa vâkiʻ olur ayak rakseder. Ve dahî Hatîb Makdîs(î) Esmâ’ül-hüsnâ şerhi’nde el-Vâhid ism-i şerîfini şerh edip baʻdehu luʻba müteʻallik olan ehâdîs(i) şerh edenden sonra der ki: Ve fi’l-hadîsi delîlün 475 Süyûtî’nin (öl. 911/1505) kısa hadisleri derlediği eseridir. Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Süyûtî eş-Şâfiî (öl. 911/1505), el-Câmiʿu’s-sagīr (Beyrut: Darü'l- Kütübü'l-İlmiyye, 2012). 476 Şerhu’l-Vecîz, Şâfiî mezhebine ait fıkıh âlimi Abdülkerim b. Muhammed b. Abdilkerim er-Râfiî olma olasılığı yüksektir. Eserin doğru ismi el-Azîz Şerhu’l-Vecîz'dir. Bilal Aybakan, "Râfiî, Abdülkerim b. Muhammed”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 34/394-396. 477 Ebû Muhammed Afîfüddîn el-Yâfiî el-Yemeni’nin Neşrü’l-mehâsini’l-gāliye fî meşâyihi’s-sûfîyye ashâbi’l-makāmati’l-âliye, çev. Halil Mansur (Beyrut: Darü’l-Kütübü’l-İlmiyye, 2000). 151 ʻalâ cevazi’r-raksi bi’z-zikri. Yani zikir ile raksın câiz olmasının üzerine delîl vardır hadîs-i şerîfde. Ve dahî Dürer-i müneşşer’de478 yine böylece beyân olmuşdur. Ve dahî Mefâtihu’l-künûz479 adlı kitâpta devrin ve raksın hilline edillesin itmâm edenden sonra der ki: Ve emmâ darbü’d-deffi ve’r-raksu bi’z-zikri kad câ’eti’r-ruhsatü fî ibâhatih. Ve amma def çalmak ve zikrile raks eylemek tahkîk ibâhatında ruhsat geldi. Ve dahî Kitâb- ı Manzûme-i hakāyik’da480 tegannî ve raksın edillesin itmâm edenden sonra der ki: Et- tegannî mübâhun aslüh. Tegannînin aslı mübâhdır. Ve kezâ’s-semâ‘u ve’r-raksu bi’z- zikri ve’d-darbu bi’l-kazîbi. Yine böylece zikir ile semâ (ve) raksın aslı mübâhdır. Ve kazîbi darb eylemenin aslı mübâhdır. Ve mâ eşbehe zâlike. Ve buna benzer ne var ise. Ve dahî Hayâtü’l-kulûb481 adlı kitâpta: Er-raksu bi’z-zikri mübâhun. zikir ile [57/B] raks mübâhdır. Ve Şeyh Şehâbeddîn482 (rahimehullâh) Kitâb-ı Avârif’in yirmi ikinci bâbında raksın edillesin itmâm etdikden sonra der ki: Fe-yekûnu hareketühû ve raksuhû min kabîli’l-mübâhâti. Pes imdi sûfîlerin hareketi ve raksı mübâhât kabîlinden olur. Şeyh Şehâbeddîn’in ne mertebede idüğün bilmek murâd edersen Molla Câmî hazretinin Nefehât’ına nazar eyle. Ve dahî Kitâb-ı Muhâzarât’da edillesin itmâm edenden sonra der ki: İnne ‘İzzüddîn ʻAbdüsselâm yahzuru fî meclisi’z-zikri ve yerkusu fîh. Meclis-i zikir hâzır olurdu ve onda raks ederdi. Ve dahî Kitâbü’l-Emtâʻ bi-ahkâmi’s-semâ adlı kitâpta raksın edillesin îrâd edenden sonra der ki: Ve kad zehebe tâifetün mine’l-fukahâ’i ilâ ibâhatih. Fukahâdan çok tâife raksın ibâhatine zâhib olup çok edille îrâd eylediler der. Ve dahî Kitâb-ı Vasît’de483 raks ve semâ‘ın ibâhatine hükm olundu. Ve dahî Kitâb-ı Minhâc’da484 edillesin îrâd edenden sonra der ki: Er-raksu bi’z-zikri izâ lem yekün fîhi tesennün ve tekessürun fe-lâ be’se bih. Zikir ile raks ki kaçan ol raksda avratlanmak ve 478 Müellif Dürer kitâbının Molla Hüsrev’e ait olduğunu belirtmiştir. Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkâm (İstanbul, 1317); Arif Erkan, Dürer ve Gürer Tercümesi (İstanbul: Eser Neşriyat, 1980). Molla Hüsrev, Gurerü’l-ahkâm adlı fıkhî eserine yazmış olduğu şerhdir. Ahmet Akgündüz, “Dürerü’l-hükkâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 10/27. 479 Ahmed Ali Şâzeli’nin Hallur-rumûz ve mefâtihu’l-künûz eseridir. Ahmed Ali Şâzeli, Hallur-rumûz ve mefâtihu’l-künûz (Mısır: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1317). 480 Müellif Kitâb-ı Manzûme-i hakāyik olarak isimlendirmiş bu eser muhtemelen Hemedânî’ye aittir. Aynülkudât el-Hemedânî (öl. 525/1131), Zübdetü’l-hakāʾik fî keşfi’d-dekāʾik (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., 2016). 481 Nebî b. Turhan b. Durmuş es-Sinobî'nin (öl. 936/1530), Hayâtü’l-Kulûb eseridir. Nebî b. Turhan b. Durmuş es-Sinobî, Hayâtü’l-Kulûb (İstanbul: Süleymâniye Kütüphânesi, Süleymâniye bl., 703). 482 Adı Ebû Hafs Şihâbüddîn Ömer b. Muhammed b. Abdillâh b. Ammûye el-Kureşî el-Bekrî es- Sühreverdî'dir(öl. 632/1234). 483 Hüccetü’l-İslâm Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el- Gazzâlî et-Tûsî (öl. 505/1111), el-Vasit fi’l-mezheb, thk. Ali Muhyiddin el-Karadâğî (Katar: Şirketu Dirâseti li-Buhûsi ve’l-İstişârâti’l-Masrafiyyeti’l-İslâmiyye, 1436/2015). 484 Ebû Zekeriyya Yahya b. Şeref b. Mürî en-Nevevî (öl. 676/1277), Minhâcü’t-tâlibîn ve umdetü’l- müftîn, thk. Muhammed Tahir Şa’bân (Cidde: Dârü’l-Minhâc, 1426/2005). 152 kırklanmak olmaz ise yani avrat kıyâfetine girmezse be’s yokdur. Ve ol kırklanmak kadına râciʻ bir nesnedir. Onu AllahTeâlâ hazretleri bilir. Ve dahî Kitâb-ı Kifâye’de485 ve Kitâb-ı Umde’de486 böylece beyân olmuşdur. Ve dahî Kitâbü’l-Envâr’da487 baʻde itmâmi’l-edille: Er-raksu bi’z-zikri gayru muharremin. Zikir ile raks eylemek haram olunmuş değildir. Ve dahî Kitâb-ı Lübâb’da488 ve kitâb şerhi olan Kitâb-ı Hâvi’ye489 de böylece beyân olmuşdur. Ve dahî Üsküdârî [58/A] Mahmûd Efendi (rahimehullâh) risâlesinde devr ve semâ‘ın hilline edillesin itmâm edenden sonra der ki: Kâle’l-Cüneydü (rahimehullâh) küntü maʻa’l-fukarâ’i fî cebeli tûr. Cüneyd (rahimehullâh) dedi ki: Tûr Dağı’nda fukarâ ile oldum. Fe-nezelnâ tahte deyri’n-nasâra. Nasarânın kilisesinin altında nâzil olduk. Fe- kâle’l-kavvâlü şey’en. Pes zâkirler lahn ve tegannîyle ilâhîlerden bir iki şey okudular. Fe-zahere’l-vecdü. Pes hüzün zâhir oldu. Nitekim cemîʻan kütüb-i lugâtda ve hadîs-i Resulullah’da vecd hüzün ma’nâsınadır. Fe-kâme’l-fukarâ’u rakkisîne. Pes fukarâ raks edici oldukları hâllerde zikrederek kalkdılar. Ve ashâbü’d-deyri yenzurûne ileynâ. Hâlbuki deyr sâhibleri bizlere nazar ederlerdi. Fe-lemmâ sekene’l-hâlü câ’eni’d- deyyâru. Vaktâ kim fukarânın raks ile olan hâlleri sâkin ise papazların eskisi bize geldi. Fe-kâle hâze’s-semâ‘u ve’r-raksu husûsun fî dînikum em ʻumûmün. Bu kerre papaz dedi ki bu raks ve semâ sizin dîninizde husûs mudur yoksa ʻumûm mudur ki. Fe-kultü bel hüve husûsun bi-şarti’z-zühdi. Belki ben dedim ki: Bu raks ve semâ zühd şartıyla husûsdur. Fe-kâle’d-deyyâru. Papaslar döndüler dediler ki: Eşhedü en Lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden ʻabdühû ve Rüsûlüh. Bu kerre deyyâr dedi ki: Hâkezâ vecedtü fi’l-incîl. İncil’de böyle buldum. Yekûlü enne havâssa’n-nebiyyi’l-lezî yecî’ü fî âhiri’z-zemân. İncil’de Allah Teâlâ hazretleri buyurur ki: Tahkîk âhir zamanda gelen 485 Hatîb el-Bağdâdî’nin (öl. 463/1071) el-Kifâye fî (maʿrifeti usûli) ʿilmi’r-rivâye eseri hadis usulüne dair yazılmıştır. Hatîb el-Bağdâdî’nin (öl. 463/1071), el-Kifâye fî (maʿrifeti usûli) ʿilmi’r-rivâye, nşr. Ahmed Ömer Hâşim (Beyrut: 1405/1984). 486 Ebû Zekeriyya Yahya b. Şeref b. Mürî en-Nevevî (öl. 676/1277), Minhâcü’t-tâlibîn ve umdetü’l- müftîn, thk. Muhammed Tahir Şa’bân (Cidde: Dârü’l-Minhâc, 1426/2005). er-Rafiî’nin el-Muharrer kitâbının muhtasarıdır. 487 Cemâlüddîn (İzzüddîn) Yusuf b. İbrahim el-Erdebîlî (öl. 779/1377), el-Envâr li-‘amâli’l-ebrâr, thk. el- Fâzıl Halef Mufzî el-Mutlak (Cidde: Dâru’z-Ziya’, 1427/2006). 488 Ebü’l-Kâsım Abdülkerim b. Muhammed b. Abdülkerim b. el-Fadl er-Râfiî el-Kavzînî'nin (öl. 665/1266), el-Lübâb (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Mikrofilm, 05535). Şâfiî mezhebine dair görüşleri içermektedir. 489 Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib el-Basrî el-Maverdî (öl. 450/1088), el-Hâvi’l-kebîr, thk. Ali Muhammed Muavvaz, Âdil Ahmed Abdülmevcûd (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1414/1994).el- Maverdî (öl. 450/1088), el-Hâvi’l-kebîr adlı eserini, Müzenî'nin (öl. 264/878) el-Muhtasar'ına şerh olarak yazmıştır. Mâverdî’nin Şâfiî fıkhına dair yazdığı eserdir. Hasan Ali Görgülü, “el-Hâvi’l-kebîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 16/534. 153 nebînin hâs ümmetleri. Yeteharrekûne ve yerkusûne ʻinde’s-semaʻi bi-şarti’z-zühdi. Zikir ile hareket ederler ve zühd şartıyla semâ katında raks ederler. Cüneyd’in [58/B] bu ahvâlini Avârifü’l-maʻârif’de Şeyh Sühreverdî de yazmışdır. Ve dahî yine bunu Pendnâme sâhibi Şeyh Attâr (rahimehullâh) Tezkiretü’l-evliyâ490 adlı kitâbında raks ve semâ‘ın edillesin itmâm edenden sonra Üsküdârî Mahmûd Efendi (rahimehullâh) ne şekil îrâd e(t)di ise bu da öylece etmişdir. Ve dahî İmâm Süyûtî (rahimehullâh) Fetâvâ’l Hindiyye’sinde491 der ki: İn se’elte eyyühe’l-ah ʻan cemaatin sûfiyyetin. Ey dîn karındaşları eğer sûfîler cemaatinden suâl ederseniz. İctemeʻû fî meclisi’z-zikri. Öyle sûfîler ki zikir meclisinde cemʻ oldular. Ve kâme şahsun yakra’u. Ve bir şahıs kalkdı ve okudu. Ve’s-temerrû ʻalâ zâlike bi’l- ihtiyâri. Bu kerre bu zikrin ve okumanın üzerine müstemir olup daim oldular ihtiyârlarıyla. Hel yünkirûne ʻalâ zalik. Bunun üzerine inkâr olunur mu diye suâl olunur ise. Ekûlü fi’l-cevabi. Cevabında derim ki. Yani İmâm Süyûtî der ki: Ben cevab verdim ki lâ inkâra ʻaleyhim. Sûfîlerin bu hâllerinin üzerine inkâr yokdur ve bu hâlleri inkâr olunmaz. Ve in inzamme ʻalâ zâlike(’r-)raksi ev nahveh. Eğer ki sûfîlerin hâllerine raksda ve raksa benzer şeylerde zam olursa da inkâr olunmaz. Ve kad verade raksu Caʻfer bin Ebî Tâlib beyne yedey Resûlillâhi (aleyhi’s-selâm). Zirâ Resulullah (aleyhi’s- selâm)ın önünde Caʻfer bin Ebî Tâlib raksı vârid oldu. Ve lem yünkir ʻaleyh. Peygamber (aleyhi’s-selâm) Caʻfer bin Ebî Tâlib’in raksını inkâr eylemedi. Yani münker görmedi. Fe-kânet sünnetün takrîriyyetün. Pes raks ile zikir sünnet-i takrî(ri)ye oldu. Ve li-zâlike vakaʻa’s-semâu ve’r-raksu [59/A] ʻan cemaatin min kibâri’l-e’immeti. Ve bu zikr ile raks sünnet-i takrîriye olduğu ecilden kibâr-ı e’immeden olan cemaatden raks vâkiʻ oldu. Minhüm Sirâcüddîn el-Bulkînî492 ve minhüm şeyhülislâm ʻİzzüddîn ibni ʻAbdillâh.493 Ve raks ile zikreden imamlardandır Sirâceddîn (el-Bulkînî) ve şeyhülislâm olan İzzeddîn ibni Abdullâh. İmâm Süyûtî’nin (rahimehullâh) kelâmları tamam oldu ve ben derim ki: Kibâr-ı e’immeden ne kadar adam devr ve raks ve semâ etdiğin bilmek 490 Ebû Hamid Ferîdüddîn Muhammed b. Ebi Bekr İbrahim-i Nîsâbûrî (öl. 618/1221), Tezkiretü’l-evliyâ, trc. Süleyman Uludağ (İstanbul: Kabalcı Yay., 2007). 491 Hanefî mezhebinin görüşlerini bir araya getiren Arapça fetva kitâbı, Hindistan dışında el-Fetâva’l- Hindiyye adıyla bilinir. Burhânpûrlu Şeyh Nizâm (öl. 1090/1679), el-Fetâva’l-Hindiyye (Beyrut: Darü'l- Fikr, 2014). Ahmet Özel, “el-Âlemgîriyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2/365. 492 Ebû Hafs Sirâcüddîn Ömer b. Reslân b. Nasîr b. Sâlih el-Kinânî (öl. 805/1403) Şâfiî fakihidir. 493 Ebû Muhammed İzzüddîn Abdülazîz b. Abdisselâm b. Ebi’l-Kāsım es-Sülemî ed-Dımaşkī (öl. 660/1262) Şâfiî fakihidir. 154 murâd edersen Şakâyik-i nuʻmâniyye494 adlı kitâba ve Tabakât-ı şaʻrânîye adlı kitâba ve İmâm Süyûtî’nin Makamât495 adlı kitâbına mürâcaʻat edip min evvelihi ilâ âhirihi mütâlaʻa et. Ve dahî İştibî Efendi (rahimehullâh) risâlesinde devrânın hilline edillesin îrâd etdikden sonra der ki: Faʻlem enne’d-devrâne bi’z-zikri leyse bi-haramin. Pes bu edilleden sonra Ma’lûm olduki zikir ile devrân haram değildir. Ve kad kâne vâciben fi’l-kaʻbeti. Hâlbuki Kaʻbe’de devrân vâcib oldu. Nitekim Allah Teâlâ (celle celâlühû) hazretleri buyurur ki: وتر ى :Mü’minler Beyt-i Atîk’i devr eylesinler. Ve dahî buyurdu ki و ليطوفوا بالبيت العتىق496 العتيق .Habîbim melekleri görürsün المالئكة حول من Arşın havlinde devrân edici حافين oldukları hâllerde. ) der ki: radıyallâhu anhTesbîh ederler görürsün. Ve Vehb ( 497يسبحون İnne havle’l-ʻarşi elfü saffin mine’l-melâ’iketi. Tahkîk ʻarşın havli melâ’ikeden bin safdır. Saffün halfe saffin yetûfûne fîh. Her safın ardındaki saf devr ederler. Mühellilîne ve mükebbirîne. Lâ ilâhe illallah diyerek tesbîh ederek ve tekbîr ederek. Fe-yâ ahî el- insâf. [59/B] İştibî (rahimehullâh) der ki: Ey mü’min karındaş insâf et ki. İn kâne’d- devrânü bi’z-zikri şey’en mezmûmen. Eğer zikir ile devran mezmûm şey olaydı. Lem yecʻalillâhü Teâlâ meşrûʻan tavâfe beytih. Allah Teâlâ hazretleri kendi beytinde tavâfını meşrûʻ kılmazdı. Ve lem yecʻali’l-melâ’ikete havle’l-ʻarşi dâ’irîne ve zâkirîne. Ve ʻarşın havlinde melekleri devr edici ve zikredici kılmazdı. İştibî Efendi’nin (rahimehullâh) kelâmları tamam oldu. Ve ben derim ki: Dönmek nefsinde bir fenâ şey olaydı Allah Teâlâ gökleri döndürmezdi. Ve Kur’ân’da dönmenin haram olduğun bildirir idi. Ve İmâm Ahmed Gazzâlî (rahmetullâhi aleyh) Bevâriku’l-lemmâʻ fî ikfâri men yüharrimü’s-semâ adlı risâlesinde der ki: Buhâri’yle Müslim’in ittifâk etdikleri hadîs-i şerîfdir ki Afrâ kızı Rebʻî (radıyallâhu anhâ) rivâyet eder ki: جاء النبي عليه السالم فجلس على فجعلت جويرتان تضربان .Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretleri geldi döşeğime oturdu فراشي بدر .İki câriyecikler def çalmağa şürûʻ etdiler الدف يوم آبائهن من قتل من Ve Bedir وتندان Gazâsı gününde babalarından katl olunanı mersiye ederlerdi. احداهما وقالت احداهما فتركت اخر Pes câriyenin biri okumağı terk etdi. Ve ol câriye-i âher şiirdedi. Bu kerre شعرا 494 Taşköprizâde Ahmed Efendi’nin (öl. 968/1561) biyografik eseridir. Taşköprizâde Ahmed Efendi (öl. 968/1561), eş-Şekāʾiku’n-nuʿmâniyye fî ʿulemâʾi’d-Devleti’l-ʿOsmâniyye, haz. Muhammet Hekimoğlu (İstanbul: Türkiye Tazma EserlerKurumu Başkanlığı, 2019). 495 Bu makāme yedi madeni ele almıştır. Bunlar; yakut, lü’lü’/inci, zümrüt, mercan, zebercet, akik ve fîrûze/turkuaz gibi değerli madenlerdir. Bu taşların konuşmaları sırasında zikrettiği hadisleri içermektedir. Hacı Çiçek, "es-Suyûtî'nin Makâmât'ında Konuşan değerli Taşlar: el-Makâmatu'l-Yâkûtiyye Örneği", Adıyaman Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi İslâmi İlimler Araştırmaları Dergisi 1 (2/2017), 25. 496 el-Hac 22/29. 497 ez-Zümer 39/75. 155 Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi ki: دعي هذا Şimdi okuduğun şiiri terk et.498 وقولي ماتقولي ن Ve evvelki okuduğın oku dedi. Ve câriyelerin def çalması yine böyle Âişe’den (radıyallâhu anhâ) mervîdir. Ve yine Buhârî ile Müslim’in ittifâk etdikleri hadîs sahîhdir. Âişe (radıyallâhu anhâ) [60/A] rivâyet eder ki: يسترني السالم عليه النبي كان Peygamber (aleyhi’s-selâm) beni setr ederdi. الحبشه الى انظر Hâlbuki ben Habeşe’ye وانا nazar ederdim.499 المسج د في يرقصون Hâlbuki Habeşe mescidde raks ederlerdi. Ve وهم hâze’l-hadîsü yedüllü ʻale’s-tihbâbi semâi’d-deffi ve’l-ğinâ’i. Bu hadîs-i şerîf def ve tegannî dinlemek müstehab olması üzerine delâlet eder. Fe-men enkera semâa’n-nebiyyi (aleyhi’s-selâm) fe-kad kefera. Pes bir kimse Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) semâ‘ını inkâr eder ise tahkîk kâfir olur. Zirâ Hak buyurdu ki: َُ Ve şol nesne و ما اتيكم الرسول فخذوه ki Peygamber (aleyhi’s-selâm) size getirdi ve ol nesneyi eyitdirdi siz ona şurûʻ ediniz ve onu dutunuz. ) sizi nehy selâm-aleyhi’sO şol nesneden Peygamber ( 500مما نهيكم عنه فانتهوا etdi onu etmeyiniz. Ve bundan sonra İmâm Ahmed Gazzâlî (rahimehullâh) der ki: Münkirler iʻtirâz ederse ki Habeşe’nin raks etdikleri bayram günü idi bu delîl olamaz. El-cevabında der ki: İcmâ-ʻı e’imme bunun üzerinedir ki sebebin husûsu hükmün ʻumûmunu menʻ eylemez. Ve ben derim ki menʻ eder diyen Kızılbaşdır. İmâm Ahmed Gazzâlî’nin (rahimehullâh) cemîʻ delillerin yazarsam çoğa gider. Bu kadar kifâyet eder. Ve kâle’ş-şârihu el-ʻaynî (rahimehullâh). Fukahâ-i ʻizâmdan Buhârî şârihi olan Aynî501 dedi ki: Fîhi cevâzü’l-luʻbi’l-mübâhi fi’l-mescid. Mescidde mübâh olan luʻbün cevâzı vardır bu hadîsde. Ve cevâzü’n-nazari ileyh. Mübâh olan luʻba nazarın cevâzı vardır bu hadîsde. Li-ennehû (aleyhi’s-selâm) nazara raksa’l-habeşeti ve enzara ʻâ’işete’s- sıddîkate. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) Habeşe’nin raksına nazar etdi ve Âişe-i [60/B] Sıddîka’ya nazar etdirdi. Ve fukahâ-i ʻizâmdan Buhârî şârihi olan Kirmânî502 (rahimehullâh) der ki: Ve enzara’n-nebiyyü (aleyhi’s-selâm) Âişete’s-sıddîkate (radıyallâhu anhâ) ilâ raksihim. Peygamber (aleyhi’s-selâm) Âişe (radıyallâhu anhâ) hazretini Habeşe’nin raksına nazar etdirdiği (şunun) (i)çindir: Li-tüzabbita’s-sünnete ve tünakkile ilâ ebnâ’il-müslimîne. Âişe (radıyallâhu anhâ) raks sünnet olduğu(nu) zabt etsin içindir ve Müslümanların oğullarına nakl etsin içindir. 498 Buhârî, “ Megâzî”, 12. 499 Buhâri, “Kitâbu’l-İydeyn”, 25; Müslim, “Kitâbu’l İydeyn”. Hadisin farklı rivayetleride mevcuttur. 500 el-Haşr 59/7. 501 Ebû Muhammed (Ebü’s-Senâ) Bedrüddîn Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed el-Aynî (öl. 855/1451) Sahîh-i Buhârî’nin şerhini yapan kişilerden biridir. 502 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Yûsuf b. Alî el-Kirmânî (öl. 786/1384) Buhârî şârihlerindendir. 156 Ve dahî İmâm Şehâbeddîn es-Sühreverdî’nin (rahimehullâh) Avârifü’l-meʻârif adlı kitâbının yirmi beşinci bâbında devr ve raks ve semâın hilline delîl çokdur. Velâkin Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) semâ-ʻı şerîflerini îrâd edelim. قال انس رضي للا عنه كنا عند السالم عليه للا Enes (radıyallâhu anh) dedi ki: Biz Peygamber’in (aleyhi’s-salâtü رسول ve’s-selâm) katında hâzırlar idik. عليهالسالم جبريل نزل (Nâgâh Cebrâ’îl (aleyhi’s-selâm اذ nâzil oldu.امتك فقراء ان للا رسول يا Cebrâ’îl (aleyhi’s-selâm) dedi ki: Yâ Rasûlallah قال tahkîk ümmetin(in) fukarâsı. ي دخلون الجنه قبل االغنياء بنصف يوم Ağniyâdan yarım gün evvel cennete dâhil olurlar. وهو خمسة مأة عام Ve bu yarım gün beş yüz yıldır.503 Zirâki cennetin bir günü bin yılcadır. ففرح رسوالهلل Pes Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretleri ferahlandı. Bu kerre Peygamber (aleyhi’s-selâm) sahâbeye hitâb edip dedi ki: Sizin وقال أفيكم من نشيدنا içinizde bize şiir okuyudurur kimse var mıdır deyince: رسول للا يا نعم بدويا Pes bir فقال bedevî [61/A] dedi ki: Vardır yâ Rasûlallah. فقال هات Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi ki getir. البدوي كبدي :Pes bedevî de okudu böyle diye فأنشد الهوى حيه لست Tahkîk hevâ قد yılanı ciğerimizi sokdu.والراق لها طبيب Ol hevâyı bilen için tabîb yokdur ve tiryâk ال yokdur. Yani hevâ (ve) heves yılanları sokdu. Ve ol hevâ ve heves yılanlarının bizden zehrini giderir tiryâk ve timâr eder hekîm yokdur. به شغفت الذي الحبيب İllâ şol اال Habîbullâh vardır. Öyle Habîbullâh ki onun mahabbetiyle ve âteş-i aşkıyla yandık. فعنده وترياق السالم .Pes ol Habîbullâh katındadır bana ilâc ve tiryâk رقيتي عليه للا رسول فتواجد معه االصحاب Pes Peygamber (aleyhi’s-selâm) semâ edip tevâcüd eyledi ve ashâb وتواجد (radıyallâhu anhüm) Peygamber (aleyhi’s-selâm)la bile tevâcüd eylediler. حتى سقط رداءه Hatta ol kadar tevâcüd eylediler ki Peygamber’in (aleyhi’s-selâm) ridâ-i şerîfleri عن منكبه menkib-i şerîfinden sâkıt oldu. مكانه الى منهم واحد كل أوى ذلك عن Vaktâ kim فلمافرغو tevâcüdden fâriğ oldular ise her biri evvelden oturdukları mekâna vardılar. ثم قالت معاوية بن ما احسن لعبكم :Bundan sonra Ebî Süfyân oğlu Muâviye (radıyallâhu anh) dedi ki ابي سفيان Peygamber (aleyhi’s-selâm) dedi فقال .Luʻbünüz ne güzel oldu yâ Rasûlallah يا رسول للا ki.الحبيب ذكر عند يهتز لم من بكريم ليس معاوية يا Kerîm değildir şol kimse ki dostunun اسكت zikri katında kalgımaya. رسول للا رداء قطعت [B/61] ثم مأة باربع الصفه اصحاب بين السالم عليه Bundan sonra Peygamber (aleyhi’s-selâm) ridâ-i şerîfleri dört yüz kıtʻa olup ashâb-ı suffe mâbeyninde taksîm olundu. Fe-hâze’l-hadîsü evradnâhü kemâ semiʻnâ ve vecednâhû fi’l-kütübi. İmâm Sühreverdî (rahimehullâh) der ki: Bu hadîs-i şerîfi 503 İbn Mâce, “Zühd”, 6; Tirmizî, “Zühd”, 37; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (No. 7946). 157 işitdiğimiz gibi ve kütüb-i ehâdîsde bulduğumuz gibi îrâd eyledim. İmâm Sühreverdî’nin (rahimehullâh) kelâmları tamam oldu. Ve ben dahî bu hadîs-i şerîfi yine böylece Ebû İshâk Kelâbâzî’nin Meʻâni’l-ahbâr504 adlı kitâbında ve Necmeddînü’l-Kübrâ (rahimehullâh)ın Âdâbü’l-mürîdîn505 adlı kitâbında buldum. Ve hevâdan paşmağıyla papasları indiren Ebü’l-Feth’in şeyhi Akşemseddîn hazretlerinin devr ve semâ‘ın hilli hakkında olan kitâbında ve Sultan Bâyezid-i Velî’nin şeyhi olan Ali Cemâleddîn’in506 kitâbında ve İştibî Efendi’nin risâlesinde böyle buldum. Ve her birinin kitâbında devr ve semaʻın hilline delîl çokdur (rahmetullâhi aleyhim ecmaʻîn). Velâkin bazı münkirler bu hadîs-i şerîfi inkâr edip Peygamber (aleyhi’s-selâm) bunu etmedi dediler. İnkâr edenin hâli kıyametde ma’lûm olur. Ey münkirler bu hadîs(i) ben vazʻ etmedim ki kıyametde sahîh çıkmaz ise mes’ûl olavuz. Velâkin siz inkâr edip ikfâr edersiniz. Eğer ki kıyamette huzûr-ı Hak’da sahîh çıkmaz ise bize husrân yokdur. Fe-ʻaleykümü’l-husrânu. Velhâsıl bu hadîsi inkâr edenlerin ekseri Mûtezilîdir. [Ve mütecessimedendir. Teylemî dedikleri şahıs gibi]. Hatta Akâyid-i Monla Celâl’de507 Teylem(î-i) münkir ve mezhebi tafsîl olunmuşdur. [62/A] Hak Sübhânehû ve Teâlâ ʻulüvven kebîrâ hakkında kıvırcık saçlı şâbdır ve kendi karışıyla yedi karışdır der. Ve ben bu sözi lisân-ı kalemimle tahrîr etmezdim Velâkin iktiza etdirdi mi bir vizri d(i)yeni hilkat işide. Raks-ı sûfiye haram diyenin biri budur. Ve dahî devr ve semâ‘ın hilline delîl olan delîl Mevlâna Celâleddîn ed-Devvânî’nin (rahimehullâh) Şerh-i Heyâkil’inde508 ve Kitâb-ı Muharrez’de ve Kitâb-ı Metâʻin-i 504 Ebû Bekr Tâcülislâm Muhammed b. Ebû İshâk İbrâhîm b. Ya‘kūb el-Buhârî el-Kelâbâzî'nin (öl. 380/990) Meʿâni’l-ahbâr eseridir. İbadet, tasavvuf, ahlâk ilgili hadisler şerh edilmiştir. Ebû Bekr Tâcülislâm Muhammed b. Ebû İshâk İbrâhîm b. Ya‘kūb el-Buhârî el-Kelâbâzî'nin (öl. 380/990) Meʿâni’l- ahbâr, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Çorlulu Ali Paşa, 128); thk. Muhammed Hasan Muhammed İsmail-Ahmed Ferîd el-Mezîdî (Beyrut: 1999). Zeliha Öteleş, "Kelâbâzî’nin Bahru’l-fevâid/Me‘âni’l ahbâr İsimli Eserinde Temel Tasavvufî Kavramlar", Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 11(2017), 59. 505 Ebü’n-Necîb Abdülkāhir b. Abdullah es-Sühreverdî’nin (öl. 563/1167) Âdâbü’l-mürîdîn eseridir. Necmeddîn-i Kübrâ'nin (öl. 618/1221) eserinin adı ise Âdâbü’s-sûfiyye'dir. Âdâbü’s-sûfiyye, Sühreverdî’nin Âdâbü’l-mürîdîn'in muhtevasına benzemektedir. Hamid Algar, “Necmeddîn-i Kübrâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 32/499. 506 Kastedilen padişah II. Bayezid (öl. 918/1512), şeyhi olarak nitelendirilen kişi Çelebi Halîfe (öl. 899/1494) olarak bilinen olan Cemâl-i Halvetî’dir. 507 Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Es‘ad b. Muhammed ed-Devvânî es-Sıddîkī (öl. 908/1502), Şerhu’l-ʿAkāʾidi’l-ʿAdudiyye, trc. Serbestzâde Ahmed Hamdi (Trabzon 1309). 508Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Es‘ad b. Muhammed ed-Devvânî es-Sıddîkī (öl. 908/1502) Şevâkilü’l-hûr fî şerhi Heyâkili’n-nûr, Sühreverdî el-Maktûl'ün Heyâkilü’n-nûr eseri hakkında yazılmıştır. Celâlüddîn ed-Devvânî Şevâkilü’l-hûr fî şerhi Heyâkili’n-nûr (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Ayasofya, 2332). Harun Anay, “Devvânî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 9/260. 158 Sûfiyye’de çokdur. Ve Gunyetü’l-Fetâvâ’da ve Fetâvâ-yı Sûfiyye’de509 kütüb-i kudemâdan çok nakli vardır. Ve Şeyh-i Ekber Arabî’nin (rahimehullâh) Fütûhâtü’l- Mekkiyye510 adlı kitâbında delîl çokdur. Ve Dâvud-ı Kayserî511 ve Sadreddîn el- Konevî512 ve İmâm Ali es-Semerkandî ve Zeyn(eddîn) el-Hâfî513 ve Abdülvehhâb eş- Şârânî514 ve Monla Arab ve Kadı Karamânî’nin her birinin kitâblarında delîl çokdur ve devrânın hilline fetvâ verenlerdendir. Şeyhü’lislâm Ebüssuûd baʻde’r-rucûʻ ve Şeyhülislâm Esad Efendi ve Şeyhülislâm Bostânzâde Efendi ve Şeyhülislâm Mehmed Bahâeddîn ve Şeyhülislâm Mesûd Efendi ve Şeyhülislâm Kemâl Paşazâde baʻde’r- rücûʻ. Hatta Ekmel Paşazâde’nin mufassal Arabî Fetâvâ’sının sûreti merhûm Abdülehad Efendi’nin risâlesinde ketb olunmuştur ve raks-ı sûfiyenin hilline delîldir. Peygamber (aleyhi’s-selâm) Hazret-i Ali’ye hitâb قال عليه السالم لعلي انت مني وانا منك فرق ص etdi ki: Sen bendensin ve ben sendenim. Böyle deyince Ali (radıyallâhu anh) [62/B] safâsından semâ edip raks etdi. فرقص وخلقي خلقي اشبهت لجعفر السالم عليه Peygamber وقال (aleyhi’s-selâm) Caʻfer’e (radıyallâhu anh) hitâb etdi ki: Sen benzedin benim halkime ve hulükum(e). Yani hilkatde ve huyda bana benzedin deyince Caʻfer (radıyallâhu anh) semâ edip raks eyledi.515 فرقص وموالنا اخونا انت لزيد السالم عليه -Peygamber (aleyhi’s وقال selâm) Zeyd’e (radıyallâhu anh) hitâb etdi ki: Sen karındaşımızsın ve velîmizsin deyince Zeyd (radıyallahu Teâlâ anh) raks eyledi.516 Ve bu raks-ı Ali ve raks-ı Caʻfer ve raks-ı Zeyd (radıyallâhu anhüm) kütüb-i ehâdîsde müttefekun-ʻaleyh olandandır. İnkâr eden melʻûndur. Ve dahî İmâm Muhammed (rahimehullâh) İhyâ’ü-ulûmi’d-dîn’in kitâb-ı semâ‘ında der ki: El-bâbü’l-evvelü fî beyani ibâhati’s-semâ‘i. Evvelki bâb semâ mübâh olduğunun 509 Muhammed b. Eyyüb, Fazlullah el-Macvî'ye (öl.666/1268) ait bir eserdir. Muhammed b. Eyyüb, Fetâvâ-yı Sûfiyye (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Fatih, 002377). 510 Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (öl. 638/1240) el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye fî maʿrifeti’l-esrâri’l-mâlikiyye ve’l-mülkiyye eseri tasavvufa dair görüşlerini en kapsamlı şekilde ele aldığı eserdir. Muhyiddin Muhammed b. Ali B. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtîmî (öl. 638/1241), el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye fî maʿrifeti’l-esrâri’l-mâlikiyye ve’l-mülkiyye (Kahire: Mektebetü’s-Sekâfetü’d-Dîniyye, ts.); çev. Ekrem Demirli (İstanbul: Litera Yay., 2012). 511 Dâvûd-i Kayserî (öl. 751/1350) ilk Osmanlı müderrisidir. 512 Ebü’l-Meâlî Sadrüddîn Muhammed b. İshâk b. Muhammed b. Yûsuf Konevî (öl. 673/1274) Muhyiddin İbnü’l-Arabî'den sonra vahdet-i vücûd anlayışının en önemli savunucusudur. 513 Ebû Bekr Zeynüddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Hâfî (öl. 838/1435) Sühreverdiyye tarikatının Zeyniyye kolunun kurucusudur. 514 Ebü’l-Mevâhib (Ebû Abdirrahmân) Abdülvehhâb b. Ahmed b. Alî eş-Şa‘rânî el-Mısrî (öl. 973/1565) Mısırlı âlim ve sûfîdir. 515 Buhârî, “Kitâbu Ashâbü’n-Nebî”, 10; “Sulh”, 6. 516 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/537 (857). 159 beyânındadır. El-bâbü’s-sânî fî âdâbih. İkinci bâb dönmenin âdâbının beyânında olur. Ve âsârihî fi’l-kalbi bi’l-vecdi fi’l-cevârih. Semâ‘ın kalbde vecd sebebiyle cevârihde eserlerinin beyânındadır. Eserleri ne ile ola. Bi’r-raksi ve’z-zeʻfeti ve temzîki(’l-esvâbi). Raks ile ve feryâd ile ve sevblerini pâre pâre yırtmak ile. İmdi dönmenin âdâbı ne idüğünü İmâm Muhammed Gazzâlî (rahimehullâh) sana bildirdi. Baʻdehu der ki: İʻlem enne’s-semâa hüve evvelü’l-emri. Ma’lûm olsun ki bu semâ yani elhânı dinlemek evvel- i emrdir. Yani ibtidâ elhânı dinlemek gerekdir. Ve yüsmiru’s-semâ‘u hâleten fi’l-kalbi sümmiye’l-vecdü. Ve semâ kalbde bir hâleti müsmir olur. Yani kalbe bir şevk-i ilâhî getirir. Ona vecd tesmiye olunur. Istılâhâtda ve kütüb-i [63/A] luğâtda vecd gam ve hüzün ma’nâsınadır. Ve yüsmiru’l-vecdü tahrîke’l-etrâfi. Ve vecd de etrâfın tahrîkini müsmir olur. Yani adamın gönlü kalgımak ister ve kalgar. Emmâ teharrukühû ğayru mevzûnetin. Kalgımak hareket-i gayr-i mevzûne iledir. Fe-tüsemme’l-ıztırâbü. Eğer kalgımak hareket-i gayr-i mevzûne(y)le olursa ona ıztırâb tesmiye olunur. Ve emmâ bi- hareketin mevzûnetin. Kalgımak ya hareket-i mevzûne ile olur. Fe-tüsemme’r-raksu. Eğer kalgımak hareket-i mevzûne ile olursa ona raks tesmiye olunur. Baʻdehu İmâm Muhammed Gazzâlî (rahimehullâh) raksın hilline edillesini îrâd edenden sonra der ki: Ve’n-nusûsu tedüllü ʻalâ enne’r-raksa mübâhun. Nusûs yani âyât ve ehâdîs delâlet eder ki tahkîk raks mübâhdır. Ve eğer İmâm Muhammed Gazzâlî’nin (rahimehullâh) kitab-ı semâ‘ın bâb-ı evvelinde raksın hilli husûsunda olan edillesin yazsam bu kitâb kadar olur. Velâkin bâb-ı evvelde ve derece-i râbiʻada devr ve raks-ı sûfiye haramdır diyen himârlara cerb-i şîrîn çaldığın îrâd edelim. Ve men lem yüharrikühü’s-semʻu. Bir kimse ki elhânı dinlemek tahrîk edip kalgıtmaya. Fe-hüve nâkisun ? ʻani’l-iʻtidâli. Ol kalgımayan kimse noksân(dır) ve ? halli insân olmadan berîdir. Ve rûnâniyetden baʻîd(dir). Zâ’idün fî ğalti’t-tabʻi. Ve tabîʻatı kalın olmada ziyâdedir. Ve kesâfetühû ʻale’l-himâri. Ve tabîʻatı kesîf olup ahmak olmada himârın üzerine ziyâdedir. Yani eşekden ahmakdır. Ve’t-tuyûri bel ʻalâ sâiri’l-behâ’imi. Ve kuşlardan belki sâir behâimden yani hınzîrden ve kelbden tabîatı ke(s)îfdir. Fe-inne cemîʻuhâ tübâşiru bi’n- nağamâti’l-mevzûneti. Zirâ hınzîr ve kelb ve sâir canavarlar nağamât-ı mevzûne [63/B] sebebiyle tebâşür olurlar. İmâm Muhammed Gazzâlî (rahimehullâh) kelâmları tamam oldu. 160 Ve dahî Ebû Dâvud’un Sünen517 adlı kitâbında ve Hüseyin Vâiz’in518 Âdâbü’l-ashâb adlı kitâbında ve Kimyâü’s-saʻâde519 adlı kitâbında ve Huccetü’n-neyyire520 adlı kitâbında ve Ravzatü’l-Ulemâ521 adlı kitâbında devr ve semâ (ve) raksın hilline delîl çokdur. Develizâde Efendi’nin risâlesinde ve Sultan Selim Hân’ın522 müftüsü olan Müftî Ali Çelebî’nin523 risâlesinde ve Ali Kârî’nin524 risâlesinde delîl çokdur. Ve İmâm Tahâvî’nin (rahimehullâh) Camiu’l-envâr525 adlı fetâvâsının kitabü’l-hatr dediği mahallin fasl-ı sâlisinin âhirinde raks (ve) semâ‘ın ibâhati(ni) bir iki kâğıd mikdârı edille ile beyân eder. Ve Ravzatü’l-Ahbâr’ın526 otuz üçünci ravzasında delîl çokdur. Ve Fetâvâ’t-Tatarhâniyye’nin527 beşinci cildinde kitâbü’l-istihsân dediği kitâbın on sekizinci faslında yedi pâre kütüb-i fetâvâdan nakl eder. Ve yedi pâre kitabın evvelkisi İmâm-ı Azam’ın şâkirdi olan İmâm Muhammed’in (rahimehullâh) Siyeru’l- kebîr’idir.528 Ve bu Siyeru’l-kebîr’den nakl edip der ki: Enes b.Mâlik’in (radıyallâhu anh) ennehû dehale ʻalâ ahîhi’l-berâ ibni mâlikin ve hüve yeteğannâ. Mâlik oğlu Enes (radıyallâhu anh)den rivâyet olundu. Enes karındaşı olan Mâlik oğlu Berâ’nın üzerine dâhil oldu. Hâlbuki Ber(â) tegannî ederdi. Fe-kâle enesün etüğannî. Enes (radıyallâhu anh) 517 Ebû Dâvûd es-Sicistânî’nin (öl. 275/889) Kütüb-i Sitte içerisinde zikredilen eseridir. 518 Mevlânâ Kemâlüddîn Hüseyn b. Alî-i Beyhakī-yi Sebzevârî (öl. 910/1504-1505) İranlı müfessir ve mutasavvıftır. Kaynaklarda, bu şahsa ait Âdâbü’l-ashâb isimli bir esere rastlanmamıştır. 519 Gazzâlî, Kimyâü's-saâde, nşr. Ahmed Şemseddin (Beyrut: Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1409/1988). 520 Ömer Fânî Efendi’nin (öl. 1032/1622) el-Huccetü’n-neyyire fî beyâni’t-tarîkati’l-münîre eseridir. Ömer Fânî Efendi el-Huccetü’n-neyyire fî beyâni’t-tarîkati’l-münîre (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi Arapça Yazmalar, 3808). 521 Hüseyn bin Yahya Zendüvisti ait Ravzatü’l-Ulemâ’ ve nüzhetü’l-fudalâ eseridir. Hüseyn bin Yahya Zendüvisti Ravzatü’l-Ulemâ’ ve nüzhetü’l-fudalâ thk. Beşir Boremen (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2020). 522 Yavuz lakabıyla tanınan I. Selim’dir (öl. 926/1520). 523 Zenbilli Ali Cemâlî Efendi (öl. 932/1526) I. Selim zamanında şeyhülislâmlık yapmıştır 524 Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Sultân Muhammed el-Kārî el-Herevî (öl. 1014/1605) Hanefî fakihidir. 525 Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî el-Hacrî el-Mısrî et-Tahâvî'ye ait olan eser (öl. 321/933) Şerḥu’l-Câmiʿi’l-kebîr'dir. 526Zemahşeri'nin Rebî'ü’l-ebrâr adlı eseri, muhazarat ve siyasetname alanında öne çıkan başlıca eserlerdendir. Bu önemli metin üzerine Hatibzade Muhyiddin Mehmed (öl. 1460/1534) ihtisar çalışması yapmış ve metne kendi katkılarını da eklemiştir. Âşık Çelebi'nin Ravzatü’l-Ahbâr el-müntehab min rebî'ü’l-ebrâr adlı tercümesi, Hatibzade'nin bu ihtisar çalışması temel alınarak hazırlanmıştır. Bu eser, İslâm ahlâkı ve toplumsal konulara dair değerli bilgiler içermektedir. Âşık Çelebi, Ravzatü'l-Ahbâr el- müntehab min rebi'i'l-ebrâr (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Kilisli Rıfat Bilge 1548). Ümit Tokatlı, Âşık Çelebi’nin Ravza Tercümesi (İnceleme-Metin-Sözlük) (Kayseri: Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi, 2015). 527 Âlim bin El-A’lâ el-Ensârî ed-Dihlevî Hindî’nin el-Fetâvâ’t-Tatarhâniyye isimli fetvâ kitâbıdır. Âlim b. Alâ, el-Fetâva’t-Tatarħâniyye (İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Reîsülküttâb Mustafa Efendi, 416- 419) 528 Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (öl. 189/805) devletler hukukuna dair eseridir. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Kitâbü’s-Siyer ve’l-harâc ve’l-ʿuşr min Kitâbi’l-Asl el-maʿrûf bi’l-Mebsûṭ, nşr. Mecîd Haddûrî (Karaçi: 1417). 161 karındaşına hitâb edip dedi ki tegannî mi edersin. Böyle deyince fe-kâle ahşâ en emûte ʻalâ firâşî. Enes’in (radıyallâhu anh) karındaşı dedi ki: Döşeğim üzerinde ölürüm diye korkarım. Ve kad kateltü tisʻatün ve tisʻîne [64/A] mübârizen mine’l-müşrikîne. Hâlbuki müşriklerden doksan dokuz bahâdır katl etdim. Sivâ mâ yüşârikü’l-müslimîne fîh. Müslümanların şirketiyle katl etdiğimden gayrı.529 Kavlühû ve hüve yeteğannâ bi- zâhirihî huccetün. Enes’in (radıyallâhu anh) ve hüve yeteğannâ kavli tegannînin hilline hüccetdir. Li-men yekûlü lâ be’se li’n-nâsi en yeteğannev. Ünâs için tegannî eylemekte be’s yoktur diyenler hüccetdir. İzâ kâne yüsmiʻu ve yûnisü nefseh. Kaçan semâ eder ise. Ve yeteğannâ. Kendine mûnis eder ise. Ve innemâ yekrahu izâ kâne yüsmiʻu ve yûnisü gayrah. Ve bu tegannî mekrûh olmaz illâ olur kaçan semâ ederse ve bakması haram olan kimseyi kendine mûnis ederse. Ve mine’n-nâsi men yekûlü lâ be’se bihi fi’l-aʻrâsi ve’l-velîmeti. Ve fukahâ-i nâsdan kimesneler dediler ki: Düğünlerde ve konaklıkda tegannî etmeğe be’s yokdur. Yani günâh değildir. Elâ türâ ennehû lâ be’se bi-darbi’d- düfû(fi) fi’l-aʻrâsi ve’l-velîmeti. Görmez misin ki düğünlerde ve konaklıkda defleri darb etmekde günâh yokdur. Zirâ Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki:530 ولو النكاح اعلنوا Ümmetim nikâhı izhâr ediniz def ile olursa da. Ve kezâ et-tegannî. Tegannî de yine بالدف böylecedir. Ve in kâne zâlike min nevʻi lehvin. Eğer ki oyun nevʻiyle olursa da. Ve ikincisi Fetâvâ-yı (zü)Hayr(iyye)’den531 ve bundan nakl edip der ki: Ve minhüm men kâle lâ be’se bihi fi’l-aʻyâdi. Ve fukahâdan kimesneler dediler ki: Bayramlarda bile def ve tegannîye be’s yokdur. Ve minhüm men kâle izâ kâne li-yestefîde bihi nazmü’l- kavâfî. Ve fukahâdan kimesneler dediler ki: Kâ(f)iyelerin nazmı müstefîd olsun için tegannî eder ise. Fe-yesîru fasîha’l-lisâni [64/B] lâ be’se bih. Fasîhu’l-lisân olayım diye ederse tegannîye be’s yokdur. Ve bundan sonra Tatarhâniye der ki: Ve inneme’l- mekrûhü mâ yekûnü ʻalâ sebîli’l-lehvi. Lehv tarîki üzerine olan tegannî mekrûhdur. Nitekim Monla Hüsrev Dürer’de532 böyle beyân eder. Ve Tatarhâniye sâhibi 529Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ala’s-sahihayn, thk. Mustafa Abdülkadir Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1411/1990), 5/1957. 530 Beyhakī, es-Sünenü’l kübrâ, 7/456. 531 el-Fetâva’l-Hayriyye, Remle müftüsü Hayreddin er-Remlî'nin fetvaların bir araya getirilmiş hâlidir. Bu fetvalar, Hayreddin er-Remlî hayatta iken oğlu Muhyiddîn tarafından toplanmaya başlanmıştır. Ancak, mehir bölümü sırasında Muhyiddîn yaşamını yitirmiştir. Bu nedenle eserin geriye kalan kısmını Remlî’nin öğrencisi İbrahim b. Süleyman er-Remlî el-Cînînî (öl. 1108/1696-1697) tamamlamıştır. Kitap, el-Hidâye'nin bölüm başlıkları dikkate alınarak hazırlanmıştır. Muhyiddîn, babasının diğer kaynaklarda fazla yer bulamayan ancak sıkça karşılaşılan konulardaki fetvalarına öncelik vermiştir. Cengiz Kallek, “el-Fetâva’l-Hayriyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 12/444. 532 Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkâm (İstanbul, 1317); Arif Erkan, Dürer ve Gürer Tercümesi (İstanbul: Eser Neşriyat, 1980). 162 (zü)Hayrî’den nakl edip der ki: el-Berâ’ bin mâlikin kâne min zühhâdi’s-sahâbeti. Mâlik oğlu Berâ sahâbenin (radıyallâhu anh) zâhidlerinden idi. Ve kâne yeteğannâ fî maradih. Hâlbuki marazdan tegannî ederdi. Fe-tebeyyene ennehû lâ yefʻalü zâlike telehhiyen. Pes bundan zâhir oldu ki bu tegannî lehv için olmaz idi. Velâkin li-defʻil- vesâvisi ʻan nefsih. Velâkin vesâvis-i şeytaniyeyi nefsinden defʻ için. İlâ âhiri’t-terkîb. Ve üçüncü kitab Fetâvâ-yı Sirâciyye’dir.533 Ve bu Sirâciyye’den nakl edip der ki: Kirâ’etü’l-eşʻâri bi’t-tegannî. Tegannîyle eşʻâr okumak. İn lem yekün fîhâ zikru’l-fiski ve nahvehû lâ yekrahü. Eğer ki eşʻâr okumak zikri ve bakması haram olan avrat ve oğlan kişinin zikri olmaz ise mekrûh olmaz. Ve Tatarhâniye sâhibi der ki: Ve inşâ’ü’ş- şiʻrillezî fîhi’l-vaʻzu ve’l-hikmetü. Şol şiiri okumak onda vaaz u hikmet olur. Ve inşâ’uhâ mübâhun mine’l-eşʻâri lâ be’se bih. Ve şiirlerden mübâh olan şiiri yani bakması haram olan avrat ve oğlan vasfıyla olmayan şiiri okumakda be’s yokdur. Ve in kâne fi’ş-şiʻri sıfatü’l-mer’eti bi-ʻaynihâ. Eğer şiirin içinde bakması haram olan bi- ʻaynihâ avrat vasfı olursa. Ve hiye hayyetün yekrahü. Hâlbuki ol avrat diridir. Ol şiiri okumak [65/A] mekrûh olur. Ve in kânet meyteten lâ yekrahü. Eğer ol avrat öldüyse ol şiiri okumak mekrûh olmaz. Ve dahî Tatarhâniye sâhibi Fetâvâ-yı (zu)Hayriyye’den ve Fetâvâ-yı Abbâsiyye’den ve Nisâbü’l-ihtisâb534 adlı kitabdan ve Uyûn535 adlı kitâptan ve Fetâvâ-yı Semerkandî’den ve Fetâvâ-yı nevâzil’den536 yine bu kitâplar gibi devr ve semâ‘ın hil ve hurmeti ve ibâhati ve kerâhiyeti(ni) beyân eder. Hatta Tatarhâniye sâhibi der ki: Ve lehû şerâ’itun. Ve bu devr ve raks-ı sûfiye için bir alay şartlar vardır. Ehadühâ en lâ yekûne imru’ün ve lâ imra’atün. Ve devrânın evvelki şartı budur ki devrân eder iken içlerinde dilber ve oğlan olmaya ve avrat olmaya. Eğer ki nefislerinden emîn değiller ise. Ve eğer emîn olurlar ise zarar vermez. Nitekim nefsinden emîn olmayan mahbûb ve dostların namazda yanında veyâhud önünde 533 Fetâvâ-yı Sirâciyye adında iki âlimin eseri bulunmaktadır. İlk eserin sahibi, Sirâcüddîn Ali b. Osman b. Muhammed b. Süleyman et-Teymî eş-Şehîdî el-Fergânî el-Ûşî'dir (öl. 575/1179) Maturidî kelamcı olarak tanınmıştır. Diğer eserin sahibi ise Ebû Hafs Sirâcüddin Ömer b. Alî b. Fâris el-Kinânî el-Mısrî'dir (öl. 829/1426). Kendisi, "el-Hidâye" adlı eseri Ekmeleddin el-Bâbertî'den sıkça okumuştur. Bu sebeple "Kâriülhidâye" ismiyle de anılmıştır. Müellifin hangi eseri kastetiği bilinmemektedir. Hüseyin Kayapınar, “Kâriülhidâye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 24/495. 534 Ömer b. Muhammed b. ‘Ivaz es-Sunnâmi'ye ait bir eserdir. Dönemin Hanefi âlimlerinden biridir. 535 Ebü'l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim es-Semerkandî'nin (öl. 373/983 veya 393/1003) fürû-ı fıkhına dair eseridir. 536 Ebü’l-Leys İmâmü’l-hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm es-Semerkandî'nin (öl. 373/983) Fetâva’n-nevâzil eseridir. Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Ebu’l-Leys İmâmü’l-Hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm es-Semerkandî (öl. 373/983) Fetâva’n-nevâzil, thk. Seyyid Yusuf Ahmed (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1425/2004). 163 hâ’ilsiz bir dilber oğlan muhâzî olur ise ol adamın namazı fâsid olur. İmâmeyn katında eğer ki ol namazı kazâ etmezse borçlu kalır. Amma nefsinden emîn olmayıp mahbûb ve dostların devrânda yanında dilber oğlan muhâzî olursa devrânı fâsid olur. Velâkin borçlu kalmaz. İmdi mü’mine lâzımdır ki devrânın fesâdı kaydında olmaya. Namazın fesâdı kaydında ve gamında ola. Fikr et. Ve’s-sânî en yekûne cemaatühüm min cinsihim. Ve devrânın ikinci şartı budur ki cemaatleri kendi cinsinden ola. Leyse min fâsikin ve lâ min ehli’d-dünyâ. Devrânın edenlerin içinde fâsık ve ehl-i dünyâ olmaya. Tatarhâniye sâhibi böyle der. Ve ben derim ki: Ne olaydı fâsık fıskıyla ve ehl-i dünyâ dünyâsıyla ve kâfir küfrü ile devrân edip Lâ ilâhe illallah diyelerdi. [65/B] Ve’s-sâlisü en yekûne niyyetü’l-kavvâli’l-ihlâs. Ve devrânın üçüncü şartı budur ki kavvâlın yani ilâhî okuyan zâkirlerin niyeti ihlâs olmakdır. Yani rızâ’en lillâh olmakdır. Lâ ahzü’l-ecri ve’t-taʻâmi. Ücret almak için ve taʻâm için olmaya. Tatarhâniye sâhibi der. Ve ben derim ki ne olaydı müftîler fetvâ için ücret (ve) dersiʻâmlar tedrîs için ücret ve vâizler vaaz için ücret ve imamlar imamet için ücret almayalardı. Ma’lûm olaki devrân ve iyi zâkirler kesret-i cemaate ve kesret-i zikre sebebdir. Ve’r-râbiʻu en lâ yecmeʻû li-ekli’t-taʻâmi ev fütûhin. Ve devrânın dördüncü şartı budur ki taʻâm için veyâhud (fütûh) için cemʻ olmamakdır. Tatarhâniye böyle der. Ve ben derim ki cemîʻan ne kadar ibâdât var ise mecer ve taʻâm ve fütûh için câiz değildir. Ve bu şartı devr ve semâ‘a tahsîs edip ? dır dır söylemek rafzdan ve inkârdan neş’et eder. Ve’l-hâmisetü en lâ yekûmû illâ mağlûbîne. Ve devrânın beşinci şartı budur ki ayak üzerine kalkmayalar. İllâ mağlûb oldukları hallerde kalkalar. Tatarhâniye böyle der. Ve ben derim ki Tatarhâniye’nin bu kelâmı Kur’ân’a muhâlifdir. Zirâ Kur’ân’da her kangı şey mukaddem zikrolur ise efdaliyet ondadır. Nitekim 537البحر و البر فى âyet(-i) şerîf(esin)in tefsîrinde يسيركم müfessirler dediler ki: Berri Allah Teâlâ hazretleri bahrden mukaddem zikretdi. Niçin. Efdaliyet berde olduğu için. Yani karada olduğu için. Ve vech-i efdaliyet te’mmülden hâsıl olur. Vellezîne yezkürûnellâhe kıyâmen ve kuʻûden ve ʻalâ cünûbihim âyetinde Allah Teâlâ [66/A] kıyâmı mukaddem zikretdi. Sonra zikir efdal ol(ma)dığı için. Zirâ efdal zikir ayak üzerine zikretmekdir. Baʻdehu oturduğu yerde baʻdehî yanı üzerinde. İmdi Tatarhâniye demek gerek idi ki zikrullah ederken ayak üzerine zikredip oturması(n)lar. İllâ mağlûb olurlar ise oturalarsa oturalar. Ve yatdıkları yerde zikretmesinler. İllâ mağlûb olurlarsa yatdıkları yerde zikredeler. Böyle beyân etmek 537 “Karada ve denizde yol alıp ilerlemenizi sağlayan O’dur.” Yûnus 10/22. 164 gerek idi. Zirâ mezheb-i Hanefiye’de âyet-i kerîmenin tertîbine riâyet sünnetdir. Ve Şâfiî’de farzdır. Nitekim538 فاغسلوا وجوهكم و ايديكم الى المرافق وامسحوا برؤسكم وارجلكم الى الكعبين âyetinde tertîb sünnet olduğunu Kudûrî539 okuyup ve okudan suhteler bilirler. Velhâsıl bazı fukahânın murâdı hakkı beyân eylemek değil hemân ancak sûfiye fukarâsına cevr ü eziyet etmek(dir). Ve’s-sâdisetü lâ yuzhirûne vecden ille’s-sadikîne. Ve devrânın altıncı şartı budur ki yalancı vecd izhâr etmeyeler illâ gerçekten vecd izhâr edeler. [Yalandan devr (e)ylemeyeler]. Tatarhâniye’nin kelâmları tamam oldu. İmdi ma’lûm ola ki kezzâb bir tarîkat nâmına olan kitâbın kısm-ı sânîsinin on yedinci mebhasinde der ki: Ve fi’t-tatarhâniyyeti iʻlem enne’t-tegannî haramün fî cemîʻil-edyani ? diye (bir) söz Tatarhâniye’de yokdur. Habeşler Tatarhâniye’ye iftirâ ederler. Nitekim on iki Dürer kitâbından lehv ü luʻbü karış(dır)ıp et-tegannî haramün fî cemîʻil-(e)dyani diye Dürer sâhibine iftirâ ederler. Ve bundan mâʻadâ kezzâb Börklü İmâm Mutarrizî’nin tarîkat nâmına olan kitâbının [66/B] içine kırk iki yalan hadîs getirip yazmış. Maʻa-hâzâ e’imme-i muhaddisîn ittifâk edip cümlesi mevzûʻdur ve yalandır ve münkerdir ve bâtıldır ve cemîʻi Peygamber (aleyhi’s-selâm) hazretlerine iftiradır diye yazmışlar. Bu sözüme (iʻtimâd) etmeyenler İdrâkü’t-tahkîkiyyeti fî tahrîci ehâdîsi’t- tarîkati adlı kitâbda yaz(ıl)mışdır mürâcaat etsinler. İmdi kezzâb Berkī Hudâ’dan korkmayıp ve Peygamber’den (aleyhi’s-selâm) utanmayıp kırk iki yalan hadîs getir(di). Bâ-husûs Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyur(du) ki: الزمان دجالون كذابون Âhir يكون في اخر zamanda deccâl ve kezzâb olur. انتم تسمعوا لم بما االحاديث من Ümmetim sizin ياتونكم işitmediğiniz hadîslerden size hadîs getirip nakl ederler. ابائكم Ve muhaddisîn olan وال babalarınızın işitmedikleri hadîslerden size hadîs getirirler. فاياكم واياهم Pes ol asıl deccâl ve kezzâb vâizlerden ve âlimlerden kendinizi ırak ediniz. Ve ol asıl deccâl ve kezzâb âlimleri ve vâizleri kendinizden ırak ediniz. Yani yanına yaklaşmayınız.540 الن ال يضلونكم يفتنونكم Ümmetim sizi idlâl etmeyeler ve size fitne vermeyeler. Ravâhü’l-buhârîyyü و (rahimehullâh) min ashâbi’l-mesâbîh ʻan bâbi’l-iʻtisâmi. İmdi bu hadîs-i şerîfe göre kezzâb Berkī ve Berkī’nin kitâbını amel ve i’tikâd cihetinden okuyup ve okutanlar deccâlûn ve kezzâbûn oldukları hâlinde şek ve şübhe yokdur. Ve ʻale’l-husûs Resûl-i Ekrem cemîlü’ş-şiyem ve şefîʻul-ümem ve habîb-i muhterem (sallallahü Teâlâ aleyhi ve 538 “Ey iman edenler (namaz kılacağınız zaman) yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınızı meshedin.” el-Mâide 5/6. 539 Ebü’l-Hüseyn Ahmed b. Ebî Bekr Muhammed b. Ahmed el-Kudûrî (öl. 428/1037) Hanefî âlimidir. 540 Müslim, “Mukaddime”, 7. 165 sellem) tekrâr buyurdu ki:541 67] من كذب علي فهو فيالنار/A] Bir kimse benim üzerime kizb ederse yani demediğim sözü halka der ise hadîs diye ol kimesne cehennemdedir. Nukile min camii’s-sağîr. Ve dahî Peygamber (aleyhi’s-selâm) buyurur ki:542 من كذب علي Ateşden makʻadına فليتبوأ مقعده من النار .Bir kimse kasden benim üzerime kizb ederse متعمدا yer dutsun. Ravâhü’l-Buhâriyyü ve Müslim. İmdi benim karındaşım fî zemâninâ bir kimse devr ve semâ(ı) inkâr ede ol Peygambere (aleyhi’s-selâm) iftirâ eder ve yalan hadîs peydâ eder ve yalan söyler. Hatta der ki ben devr ve semâ‘ı inkâr etmem eğer devr eden adamın ayağı altına kebkeb konup ve eğer konup tutmaz ise ol adama dönmek helâldir ve gayrı kimseye haramdır der ve fukahâ-i izâm böyle câiz görmüşlerdir (der) kizb eder ve fukahâ(ya) iftirâ eder ve yalan nakl peydâ ederler. Ve devr ve semâ‘ı inkâr etdikden sonra buna kanâat etmezler. Kadir ve Berât ve Regâib namazlarını inkâr ederler. Ve teheccüd namazını ve duhâ namazını ve salât-ı evvâbîni kılmazlar. Ve Seyyid Yahyâ543 derdi ki: Settâr virdi demekle meşhûr olan evrâd-ı şerîfeye dahl eder okumazlar. Ve tasliye ve tarziye ve cenaze önünde zikri inkâr ederler. Ve müsâmaha sünnet iken inkâr ederler. Ve Hızır ve İlyâs ve kırkları inkâr ederler. Ve meyyitin rûhuna sevâbın hibe etmek için fukarâya bişicân aşını buhl edip sevâbın inkâr ederler. Ve ziyâret-i kubûru inkâr ederler. Ve salavât-ı şerîfe getire getire Peygamber’in karnını mı doyurursun diye salavât-ı şerîf(e)nin fazîletini inkâr ederler. Ve neʻûzü billâhi Teâlâ [67/B] Peygamber (aleyhi’s- selâm) hazretlerinin hâlen anası ve babası cehennemdedir deyip cennetlik olduğunu inkâr ederler. Ve Şeyh-i Ekber (rahimehullâh) hazretin(in) İslâmı(nı) inkâr ederler. Ve İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin babası kılıcından gitdi deyip şehîd olduklarını inkâr ederler. Ve Sâd et-Teftazâni544 ve Muhammediye sâhibi (ve) bunların emsâli olan ulemâ-i müteahhirîn ve mütekaddimîn Yezîd-i melʻûna lanet edip lâneti tevcîz görmüşler iken lânetin cevâzın inkâr ederler. Ve İmâm Hüseyin’i katl eden Şimr-i laʻînin sarığını taklîd edip ekseriyâ kolansız taylesânı ardında sinâb alası gibi sarık sarınıp sâir evliyâullahın kisvetin inkâr ederler. Ve külah uranların ve ? terekli kavuk örtünenlerin dört mezhebde de ardında namaz kılıp iktidâ etmek sahîh iken iktidâ 541 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/46. 542 Tirmizî, “Tefsiru’l Kur’ân”, 11, “Fiten”, 70; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/436 – 3/39 – 3/56. 543 Seyyid Cemâlüddîn Yahyâ b. Seyyid Bahâiddîn eş-Şirvânî (öl. 870/1466) Halvetiyye tarikatının ikinci kurucusudur. 544 Sa‘düddîn Mes‘ûd b. Fahriddîn Ömer b. Burhâniddîn Abdillâh el-Herevî el-Horâsânî et-Teftâzânî'dir (öl. 792/1390). 166 sıhhatini inkâr ederler. Ve ekalli günde bin kerre Lâ ilâhe illallah demezler. Bu söze itimâd olmaz ise bir devrân haramdır diyen münkire yemîn teklîf oluna. Ma’lûm ola ki benim karındaşım eğer bir kâfire ihtiyâriyle “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullâh” dedirebilirsen sâir şerâ’it-i İslâmı inkâr etmez. Kezâlik bir münkire devr ve semâ‘ı helâldir dedirebilirsen artık zikr olunanların birisini inkâr etmez. Mûcib-i cennet olur. Kad ittefeka’l-ulemâ’u’l-ʻizâmi ve’l-e’immetü’l-kirâmi. Ulemâ-i ʻizâm ve e’imme-i kirâm ittifâk etdiler şunun üzerine. Alâ enne ednâ ʻukûbete münkirin bihim sû’ül- hâtimeti. Tahkîk sûfîlerin devr ve semâ‘ını inkâr eden münkirlerin ʻukûbetinin azı sû-i hâtimedir. Yani îmânsız [68/A] gitmekdir. Ve mehâfetü zevâli’l-îmâni. Ve îmânının zevâlinin mefâfetidir. Nukile min Neşru’l-mehâsin. Nitekim bir pîr hikâyet etdi ki ben gözümle gördüm ki bir kişi öldükde simsiyâh bir karış lisânı taşra çıkdı idi diye. Ve çok kimseler hikâyet etdiler ki Kadızâde öldükde can verirken necâseti ağzından geldi diye. El-? ʻale’r-râddî. Neʻûzü billâh ehl-i zikrin devr ve semâ‘ını inkâr etmeden. Velhâsıl ehl-i sünnet ve cemaat’den olan kibâr-ı e’immeden mutlak devr ve raks-ı sûfiye ve semâa haram demiş yokdur. Hatta habîs münkirler Bezzâziye545 sâhibine iftirâ ederler. Zirâ Bezzâziye sâhibi devr ve raks-ı sûfiye haramdır demedi. Velâkin Bezzâziye sâhibi kitâb-ı elfâz-ı küfrün müteferrikâtında ve kerâhiyet bâbının üstünde ehl-i fıskın raksını yani çengîlerin ve çingân(e)lerin raksını zem edip der ki: Senin zannın nedir şol asıl adamların hakkında ki namazlarını terk edip garaz-ı raksile luʻb ve def ve mizmâr dinlemek ola. İşde Bezzâziye’nin sözü budur. Ve devrân-ı sûfiye ve raks-ı sûfiye haramdır demedi. Yani sûfîlerin zikri haramdır demedi. Teslîm edelim ki demiş: Bir şeyi delîlsiz kitaba haramdır diye yazmağla ol şey haram olmaz. Bezzâziye ve Pezdeviye546 ve bunun emsâli kimseler bizim peygamberimiz değildir ki bunların haram demesiyle bir şey haram ola. Bâ-husûs bir alay fetvâları bir merciʻ edip de Camiu’l- fetâvâ547 diye ad veren Kırk Emr(e)’nin ve Pezdeviye’nin ve Bezzâziye’nin ilm-i kelâm ve ilm-i usûl bilmeyip câhil olduklarını ve kâfir olduklarını Müftî Ali Halebî [68/B] risâlesinde tasrîh etmişdir. Bu sözüme itimâd etmeyen ol risâleye mürâcaat eylesin. Ve dahî Huccetü’n-Neyyire sâhibi tefsîr(î) Ömer Efendi Huccetü’n-neyyire’de548 ve 545 Hâfizüddin Muhammed b. Muhammed b. Şihâb el-Kerderî el-Hârizmî el-Bezzâzî (öl. 827/1424), el- Fetâva’l-Bezzâziyye, thk. Mahmud Matraci (Diyubend: Mektebetü’l-İttihâd, ts.). 546 Sadrü’l-İslâm Ebü’l-Yüsr Muhammed b. Muhammed b. el-Hüseyn b. Abdilkerîm el-Pezdevî (öl. 493/1100) Mâtürîdî kelâmcısı ve Hanefî fakihidir. 547 Kara Emre el-Hamidi el-Karamânî'nin (öl. 860/1455) eseridir. 548 Ömer Fânî Efendi’nin (öl. 1032/1622) el-Huccetü’n-neyyire fî beyâni’t-tarîkati’l-münîre eseridir. 167 Abdülehad Efendi risâlesinde Bezzâziye’nin ve Pezdeviye’nin ve Kırk Em(r)e’nin itizâle müteallik olan mesâilini ? ve tasliye kitablarında beyân ederler. Bu söze iʻtimâd etmeyenler ol risâlelere mürâcaat eylesin. Ona da iʻtimâd etmezse aslına mürâcaat eylesin. Ona da iʻtimâd etmez ise ? ve Bezzâziye sâhibi elfâz-ı küfrün beşinci faslında der ki: İnne’l-mecûsiyye esʻadü hâlen mine’l-muʻtezileti. Tahkîk Mecûsî’nin hâli iyidir yani Mecûsî’nin mezhebi iyidir Mûtezile’nin mezhebinden. Ve bu kelâmdan zâhir oldu ki Mûtezile kendine Mûtezile demez. Ve Tatar kendine Tatar demez. Ve Boşnak kendine Boşnak demez. Ve Arab kendine Arab demez. Ve Türk kendine Türk demez. Ve şehir oğlanı kendine şehir oğlanı demez. Hatta fâsık fiskıyla kendine fâsık ve kâfir küfriyle kendine kâfir demez. Ve deli dalaşıyla kendine deli demez. Velhâsıl raks-ı sûfiye (ve) devr ve semâ‘a bi’l-külliye haram diyen Mûtezilîdir. Hatta sâhibü’l-Keşşâf’ın raks-ı sûfiye (ve) devr ve semâ menfûru iken ve sevmez iken ve bu kadar fazîle-i bâhire sâhibi iken devr ve raksın haramlığına hadîslerden bir hadîs ve âyetlerden bir âyet istidlâl eylemedi ve getirmedi. Amma Keşşâf’ın suhtesi olmağa liyâkati olmayan himârlar devr ve raksın hurmetine âyet-i kerîme ve hadîs getirip kâfir olurlar. Velâkin sâhibü’l-Keşşâf’ın Sûre-i Âl-i İmrân: تحبون للا كنتم ان فاتبعونى [A/69] قل بقوم يحبهم و يحبونه âyetini tefsîr edenden sonra ve sûre-i Mâ’ide: 549 يحببكم للا ياتى للا فسوف âyet-i kerîmesini tefsîr edenden sonra tâife-i sûfiyenin tazʻîf ve tarab ve tegannî ve naʻra ve saʻka ve raks ve devrânlarına taʻn etdikde seyyidü’l-müfessirîn İmâm Fahr-ı Râzi (rahimehullâh) Keşşâf’a cerb urup der ki: (Hâda) sâhibü’l-keşşâfi fî hâze’l-mekâmi fi’t- taʻni ʻalâ evliyâillâh. Evliyâullah üzerine taʻn etmekde bu makamda sâhibü’l-Keşşâf bâtıla oldu. Ve ketebe hünâ mâ-lâ yelîku bi’l-ʻâkili. Ve ʻâkile lâyık olmayan türrehâ(t)ı bu makamda yazdı. Ve in yektüb mislehû fî kütübi’l-fuhşi. Ve kütüb-i fuhşda yani hicv kitabında bunun gibi ʻâkile lâyık olmayan türrehâtı yazdı. Fe-hâzihî ennehû. Teslîm edelim ki tahkîk Keşşâf. İctera’e fi’t-taʻni ʻalâ evliyâillâh. Evliyâullah üzerine taʻn etmekde cerâ’et etdi. Yani evliyâullahdan korkdu. Fe-keyfe ictera’e ʻalâ kütübin misle zâlike’l-kelâmi’l-fâhişi fî tefsîri kelâmillâhi Teâlâ. Allah Teâlânın kelâmının tefsîrinde bunun gibi fâhiş kelâmı yazmağa nice cür(’e)t etdi. Hudâ’dan korkmadan nice yazdı. Ve nes’elullâhe’l-ʻismete ve’l-hidâyete. Ve biz Allah Teâlâdan ismet ve hidâyet taleb ederiz. İmâm Fahr(-ı) Râzi’nin cerbi tamam oldu. 549 “Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever onlar da Allah’ı severler.” el-Mâide 5/54. 168 Ve Sâdeddîn et-Teftazâni (rahimehullâh) Keşşâf üzerine hâşiyesinde yine bu makamda Keşşâf’a cerb urup der: Ve ennâ tükşefü’l-mahabbetü’l-hâlisa. Allah Teâlâ hazretlerine mahabbet-i hâlisa kanda keşf olur. Yani Hudâ’ya nice mahabbeti olur. Li-men kânet akîdetühû fî evliyâ’illahi Teâlâ ehabbü. [69/B] Ve şol kimse ki onun akîdesi evliyâullah hakkında ve Hudâ’nın dostları hakkında ola. Te’tî ʻanhü vakîʻatüh. Akîdesi şol şey ola ki vakîʻası ondan haber verir. Yani bir âlimin i’tikâdı Allah’ın dostlarını ve evliyâullahı gıybet etmek ola ona mahabbetullâh nice keşf olur. Neʻam kâle’l-imamü’r-râzî fî hâze’l- mekâmi. İmâm Fahr-ı Râzi (rahimehullâh) Keşşâf hakkında ne güzel söz söyledi bu makamda. Sâdeddîn’in Keşşâf’a cerbi tamam oldu. Ve İmâm Semerkandî (rahimehullâh) tefsîrinde bu mahalde Keşşâf’a cerb edip der ki: Ve medde zikru sâhibi’l-keşşâfi hünâ haşven kesîran mine’t-taʻni ʻalâ evliyâillâh. Ve sâhib-i Keşşâf bu makamda evliyâullah üzerine taʻn etmekde haşv-i kesîr yazdı. Yani türrehât yazdı. Ve ketebe fîhi mâ-lâ yelîku bi’l-ʻâkili. Âkile lâyık olmayan türrehâtı bu makamda yazdı. Ve in yektüb mislehû fî kütübi’l-hezli ve’l-fuhşi. Ve âkile lâyık olmayan bunun gibi türrehâtı kütüb-i hezlde ve kütüb-i fuhşda yazmak. Ve zâlike leyse illâ ʻan hubsi bâtinihi ve ʻadâveti ehli’l-hakki. Ve Keşşâf sûfîlere bu taʻnı yazdığı değildir illâ bâtınının habâ’isindendir ve ehl-i hakka adâvetindendir. Ve kelâmün müzâddün li- kelâmi ehli’l-hakki. Keşşâf’ın kelâmı ehl-i hakkın kelâmına zıddır. İmâm Ali Semerkadî cerbi tamam oldu. Ve İmâm Muhammed Gazzâlî (rahimehullâh) der ki: Fe’l-pelîdü’l-câmid. Şol donmuş murdâr ki. El-kâsiyyü’l-kalbi. Öyle murdâr ki kalbi künd. El-mahrûmü ʻan lezzeti’s- semâ‘i. Öyle kalbi künd ki semâın lezzetinden mahrûm [70/A] olan. Nitekim teʻaccebe ʻani’l-lez(zeti) iz istemeʻa. Semâ edicek mütelezziz olduğundan acebler. Ve vecdihi ve teğayyüri levnihi ve’z-tırâbi hâlih. Ve semâ edenin vecdinden yani hüznünden ve benzinin bozulmasından ve hâlinin ıztırâbından acebler behîmenin gibi. Teʻaccebeti’l- behîmetü ʻan lezzeti’l-levzenci ? Helvânın lezzetinden behâ’im taʻaccüb etdiği gibi. Yani kelb ve hınzîr ve himâr helvâdan haz etmedikleri gibi pelîd ve câmid olan kimse de devr ve semâ‘dan haz etmez. İmdi bu kadar e’imme böyle dediler ise ben de derim ki: Devrânü’s-sûfiyyeti bi-zikrillâhi hibâlühû halâlün ve mübâhun. Fe-men ekfera müstehille hâze’d-devrâni yekûnü kâfiran. Yecibü ʻale’s-sultâni katleh. Ve dahî İbn-i Abbâs’ın ve Katâde’nin ve İbn-i Cerîr’in ve Ebü’l-Muâfî’nin ve Allâme-i Asfiyâ’nın ve İmâm Süyûtî’nin ve Kurtubî’nin ve Şeyh’in ve Nisâbûrî’nin ve ? ve İmâm İzzeddîn’in 169 ve İmâm Fahr-ı Râzi’nin ve Ebü’l-Leys Semerkandî’nin ve sâhibü’l-Keşşâf’ın ve Kadı Beyzâvi’nin ve Ebüssuûd’un tefsîrlerinde ve sâirlerinin tefsîrlerinde 550 السموات خلقنا وما و ال فى االرض مرحا ve vücûh sâir âyetlerden -e vechen mine’lv 551 واالرض وما بينهما العبين bir âyeti ehl-i zikrin tazʻîf ve tarab ve tegannî ve naʻra ve saʻka ve raks ve devrânların haramlığına delîl getirmemişler iken ve meriha kelimesini zikrolunan müfessirînin cemîʻi batar ve haylâ’ ve kibrile tefsîr edip raks ve devr ma’nâsına biri zâhib olmamış iken ve ʻale’l- [70/B] husûs sâhibü’l-kâmûs meriha ke-feriha ve batira vehtâle ile tasrîh etmiş iken ve zikrolunan fukahâ-i ʻizâmın ve e’imme-i kirâmın ekseri evliyâullahdan olup helâli ve haramı ziyâde bilirler iken ehl-i zikrin tazʻîf ve tarab ve tegannî ve naʻra ve saʻka ve raks ve devrânlarının hurmetine vechen mine’l-vücûh hadîslerinden ve âyetlerinden bir âyet delîl getirmemişler iken ey kâfir Turtûşiyyü’l-mezhebler sizin amel etdiğiniz kitabların müellifleri zikrolunan fukahâ-i ʻizâmdan ve e’imme-i müfessirînden âlimler ve fâzıllar mıdırlar. Ve sizler de fukahâ-i mezkûreden ve e’imme-i mezkûreden muhakkik ve müdakkik mi oldunuz ki ehl-izikrin tasʻîf ve tatarrub ve tegannî ve saʻka ve raks ve devrânlarının hurmetine hadîs ve âyet getirirsiniz. İmdi men fessera’l-kurʻâne bi-ra’yihî fe-kad kefera zümresine bunların dâhil oldukları ve zâhir-i nusûs Hudâ’ya cism ve cihât isbât etmedikçe evliyâdan gayriye zâhir ma’nâsından ʻudûl ilhâd olduğu ve Mâlikiyyü’l-mezheb olan Akîl oğlu Ebü’l-Vefâ’nın552 zâhir-i nasdan ʻudûlünü ve raks-ı sûfiye ve tevâcüdü Sâmirî ihdâs eyledi dediği Turtûşî’nin kizbi Berkī dedikleri Mûtezile (ve) yine Mûtezile’den olan İmâm Mutarrizî’nin Tarîkat’inin553 sınıf-ı tâsiʻinde halt etdiği ve kırk iki münker mevzûʻ ve bâtıl hadîs getirdiğinden mâʻadâ iki yüzaltı zaʻîf hadîs halt etdiği ve nice mevâziʻde ehl-i usûlün ve ehl-i kelâmın usûlüne ve kelâmına muğâyir ve muhâlif kimi [71/A] Râfizî kimi Şiî ve kimi Dürzî kimi Mûtezilî fırak-ı dâllenin türre(h)âtını hatta âfât ve fereci beyân etdikde bir adam avratını ve câriyesini ve kölesini dübüründen helâldir diye tasarruf eylese kâfir olmaz dediği ve el- ʻaklü ve’n-naklü müsâviyani dediği ve selefin riyâzâtına ve kesret-i mücâhedâtına ve ibâdâtına (ve) ictihâdlarına ki sıyâm-ı dehrlerine ve visâl-i savmlarına ve her hâlde kâim olduklarına ve müşteh(ey)âtdan ve tayyibâtdan ictinâb etdiklerine ve günde bir kerre 550 “Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri oynayıp eğlemek için yaratmadık.” ed-Duhân 44/38. 551 “Yeryüzünde kibirlenerek yürüme.” el-İsrâ 17/37. 552 Müellifin kastettiği kişi Ebü’l-Vefâ Alî b. Akīl b. Muhammed b. Akīl el-Bağdâdî (öl. 513/1119) Hanbelî âlimi olmalıdır. 553 Ebü’l-Feth Burhânüddîn Nâsır b. Abdisseyyid b. Alî el-Mutarrizî el-Hârizmî (öl. 610/1213) Arap dili ve edebiyatı âlimidir. Fakat bu şahsa ait kaynaklarda Tarîkat adında bir kitâba rastlanmamıştır. 170 veya iki kerre veya üç kerre hatm etdiklerine ve senden hâlî idi diye râzî olmayıp üç şart ile ta(l)ak etmeği câiz gördüği ve Turtûşî (ve) Mâlikiyyü’l-mezheb (ve) Kızılbaş ve Mûtezile (ve) Mecûsî’den eşed olduğu ve Mûtezile olduğun fukahâdan çok kimse beyân etdikleri ve ümmet-i Muhammed (aleyhi’s-selâm) arasına fitne ilkâ edip kezzâb olduğu fi’l-hakîka Berkī’nin Şeyh Zemahşerî ve Turtûşî dedikleri şahıslar i -âyet 554لن ترين ى kerîmesinin tefsîrinde her biri tefsîrlerinde âhiretde Allah Teâlâ hazretlerinin cemâlin görürüz diyen evliyâullâhı şiiriyle semerlü merkeblerdir diye hicv eyleyip evliyâullâhı ne kadar tahfîf ve tahkîr eylediği ve elini kürsîde tahtaya pat pat urup eşek gibi bar bar bağırıp dört mezhebde de raks-ı sûfiye ve devr ve semâ haramdır diye müstehil olan fukahâ-i ʻizâmı ikfâr eden ve zikrullah ile devr ve raks eden meşâyih-i Halvetiyeye dahl edip ve ehl-i kalbden olan [71/B] fukarâsını ikfâr eden kâfir ve vâizler(in) küfrü ve kizbi bu makûle vâizlerin meclisine hâzır olup da dahlinden haz eyleyip ikfârına i’tikâd eden keferenin küfrü (ve) bu makûle revâfizin küfrüne razı olup nefy-i beled olmasına mâniʻ ve müzâhim olan keferenin küfrü ve bu makûle kefereye bahşîş ve sadaka ve zekât ve iʻzâz ve ikrâm câiz olmadığı ulemâ-i dîn-i Nebevî ve hukemâ-i şer-ʻi Mustafevî (kavvâhümullâhu bi’r-ra’yi’s-seviy) olanlara ma’lûm-ı ʻizzetdir. Temme ʻan yedi’z- zaʻîfi’l-hanîf. [72/A] 554 “Sen beni asla göremezsin.” El-A’râf 7/143. 171 SONUÇ İslâm tarihinin ilk dönemlerinden itibaren var olan semâ ve devrân kavramları zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılmış dinî bir uygulamayı ifade etmektedir. Bu uygulamalar sûfîler tarafından uygulana gelmiş, zâhir ulema tarafından ciddi bir tenkide maruz kalmış, hatta bunu yapan kimseler küfürle itham edilmiştir. Fukahânın vermiş olduğu fetvalarda, devletin mevcut durumu ve kamu düzeni gibi faktörlerin dikkate alındığı görülmüştür. Osmanlı döneminde devlet, tasavvuf kaynaklı problemlere karşı teyakkuz hâlinde olmuş, gerekmedikçe de müdahale etmemiştir. Kadızâde-Sivâsî tartışmalarında IV. Murad dönemine kadar geçen safhada denge politikası izlenmiş fakat bu grup IV. Mehmed döneminde sarayda nüfuz elde ederek zorbalığa başlamış, tekkeleri basıp dervişleri dağıtmışlardır. Köprülü Mehmed Paşa, sadrazamlığa getirilmesiyle birlikte bu grubun öldürülmesi için padişahtan ferman çıkarmış fakat bu cezayı sürgüne çevirerek ayaklanmayı bastırmıştır. Semâ ve devrân çerçevesinde ifade edilen tüm veriler bu konunun tasavvuf tarihi açısından önemini ve gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, öncelikle İslam kültürü içerisinde yer alan Hz. Peygamberin, sûfîlerin, tarikatler döneminin ve Osmanlı Devletinin konuya bakışı ortaya konulmuştur. Niksârî'nin hayatıyla ilgili sınırlı bilgilere sahip olunsa da, eserinde yer alan bilgilere dayanarak Köprülü Mehmed Paşa'nın isyanı durdurması hakkında bilgiler verdiği ve Sultan Mehmed Han için 'Allah ömrünü uzatsın' ifadelerini kullandığı göz önüne alındığında, Niksârî'nin 17. yüzyıl civarında yaşamış olabileceği anlaşılmaktadır. Ayrıca rivayet ettiği hadîslerden, fetvalardan, nakilde bulunduğu tefsir ve tasavvufî kitaplardan hareketle zahiri ilimleri tahsil ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Fakat aktarmış olduğu hadîs metinlerinin bir kısmı orijinallerinden farklılık arz etmektedir. Eseri yazarken sahih ve muteber olan delillere öncelik vermesi; diğerlerini ise sonda zikretmesi, dikkat çekici özelliklerden bir tanesidir. Gazzâlî’nin İhyâ’sı, Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Mesnevî’si, Sadî Şirâzî’nin Bostân’ı, Sühreverdî’nin Avârifü’l-maârif’i ve daha birçok eserden iktibaslar yaparak görüşlerini aktarmıştır. Zemahşerî, Berkī ve Bezzâzi gibi şahısları da eleştirmiştir. Bu şahısların kitablarından alıntılar yaparak cehrî zikrin haram olmadığını ispatlamaya çalışmıştır. Acem diyarına yaptığı seyahatlerle Kızılbaş veya Rafizî olarak isimlendirdiği grubun dinî inanç ve öğretilerini ve insanları yoldan saptırmak için nasıl bir metot 172 uyguladıklarını tespit etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda eseri, Halvetîlere yapılan haksız eleştirilere karşı kayıtsız kalamaması sebebiyle telif etmesi sûfî meşreb bir şahıs olduğunun da göstergesidir. Bu çalışma, tasavvuf ve tarikatler için önem arz eden mûsiki, cehrî zikir, semâ, devrân, lahn ve tegannî konularını ele alması bakımından önemlidir. İlk olarak bu kavramların tanımları, hukukî delilleri ve mutasavvıf yazarların konuya dair görüşleri incelenmiştir. Cehrî zikir, bir kişinin, nefsinin ve aklının başka düşüncelere yönelmesini engellemek kalpteki olumsuz düşünceleri yok etmek amacıyla yaptığı bir ibâdettir. Semâ ise sûfilere göre manayı anlamak ve dinlemektir. Sonraki dönemlerde bu kavram, ritmik ve uyumlu bir şekilde söylenen nağmelerin dinlenilmesi şeklini almıştır. Devrân, dinî bir metin dinlenildiğinde vâridin etkisiyle vecde gelip dönmeye verilen isimdir. Lahn ve tegannî ise sesi yükselterek ve güzelleştirerek okumak demektir. Bu tartışmaların tarih boyunca devam eden ve ileriki zamanlarda da sürecek olan tartışmalar arasında olması, bu kavramların hukuki delilleri hakkında açık bir nassın bulunmayışından kaynaklanmaktadır. Birçok mutasavvıf tarafından devrân-raks kavramları eşanlamlı yani birbirlerinin yerine kullanılmıştır. İncelemiş olduğumuz eserde de müellif bu ayrıma gitmemiştir. Fakat bazı mutasavvıflar bu tarz eleştirilere son verme mahiyetinde devrân-raks ayrımına giderek devrânın oyun ve eğlence manası olan raks anlamına hamledilemeyeceğini ifade etmiştir. Bu meyanda bizatihi devrân, lahn ve tegannî ve mûsiki gibi kavramların önceki dönemlerde bahsedilmese de Hz. Peygamber döneminden itibaren semâ kavramının ele alındığı sonucuna ulaşılmıştır. Hz. Peygamber güzel seslere değer verdiği gibi, sesin güzelliğini de övmüştür. Sesin dinî ibâdetlerde ve özellikle Kur’ân tilavetinde kullanılmasını da teşvik etmiştir. İbrahim Niksârî mûsiki, cehrî zikir, semâ, devrân, lahn ve tegannî tartışmalarının yanı sıra bid‘at, tasliye, tarziye, Peygamberimizin anne ve babasının imanı, Hz. Hüseyin’in şahadetine sebep olan Yezid’e lanet, Regaib, Berat ve Kadir gibi mübarek gün ve gecelerde kılınacak nafile namazlara da değinmiştir. Bu çalışmayı farklı kılan, İbrahim Niksârî’nın gözüyle mûsiki, cehrî zikir, semâ, devrân, raks, tegannî gibi konuların bütüncül işlenmesidir. Sonuç olarak İbrahim Niksârî Burhânü’l-elhân adlı eserinde, asırlardır tartışma konusu olan ve çözüme kavuşturulamamış cehrî zikir, semâ, devrân, raks, lahn ve tegannî konularını ele 173 almıştır. Günümüz Türkçesine aktarılan bu çalışmanın, kendinden sonraki çalışmalara katkı sağlaması beklenmektedir. 174 EKLER EK-1: Burhânü’l-elhân fî hükmi’t-tegannî ve’d-devrân risalesinin orijinal nüshasından birkaç örnek. ” 175 176 177 KAYNAKÇA Aclûnî, Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Muhammed b. Abdilhâdî el-Cerrâhî. Keşfu’l-hafâ. nşr. Şeyh Ahmed el-Halebî el-Attâr. Beyrut: Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, ts. Akşemseddin. Risâle-i zikrullâh- Zikir ve Semâ Hakkında. çev. Adem Çatak, Ahmet Vural. İstanbul: H Yayınları, 2020. Akgündüz, Ahmet. “Ebüssuuûd Efendi”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 10. İstanbul, 1994. Akgündüz, Ahmet. “Dürerü’l-hükkâm”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 10. İstanbul, 1994. Anay, Harun. “Devvânî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.9. İstanbul, 1994. Ankaravî, İsmail Rusûhî. “Hücceti’s-semâ, XVII. Yüzyıl Toplumunda Mûsiki, Semâ ve Devran Hakkındaki Dinî Tartışmalar ve İsmail Ankaravî’nin Semâ Müdâfası”. çev. Sâfî Arpaguş. Marife 3 (2007), 369-399. Attâr, Ferîdüddin. Tezkiretü’l-evliyâ. çev. Süleyman Uludağ. İstanbul: Semerkand Yayınları, 2013. Apaydın, H. Yunus. “Mûsiki”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 31. Ankara, 2020. Askalânî, İbn Hacer. el-İsâbe fî temyîzî’s-sahâbe. nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî. Kahire: 1413/1992. Ahmet Yaşar Ocak. “XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Dinde Tasfiye (Pürütanizm) Teşebbüslerine Bir Bakış: “Kadızâdeliler Haraketi”. Türk Kültürü Araştırmaları XVII-XXI/1-2 (1979-1983), 208-225. Algar, Hamid. “Necmeddîn-i Kübrâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 32. İstanbul, 2006. Aybakan, Bilal. “el-Vasît”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 42. İstanbul, 2012. Aybakan, Bilal. "Râfiî, Abdülkerîm b. Muhammed”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 34. İstanbul, 2007. Aytekin, Arif. "Bâbertî". Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul, 1991. Baktır, Mustafa. “Umûmü’l Belvâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 42. İstanbul, 2012. Baktır, Mustafa. “İbn Melek”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 20. İstanbul, 1999. Baş, Derya. "Yâfiî". Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 43. İstanbul, 2013. Baz, İbrahim. Kadızadeliler Sivasiler Tartışması. Ankara: Otto Yayınları, 2019. Beşir Efendi. Semâ ve Devrân Risâlesi. İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1352, 1a-116b. 178 Beyzâvî, Nâsırüddîn Ebû Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed. Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl. thk. Muhammed Abdurrahman Maraşlı. Beyrut: Dâru İhyâi’t- Türâsi’l-Arabî, 1418. Beyhakī, Ahmed b. Hüseyn. el-Câmiu li-şuabi’l-îmân. thk. Hamdî ed-Dimrâş, Muhammed el-Adl. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1424/2003, I, 397. Beyler, Muhammet. “Bâbertî’nin Tuhfetü’l-ebrâr fî şerhi meşâriki’l-envâr İsimli Eserindeki Hadis şerh Metodu”. Ekmelüddîn Bâbertî’yi Keşif Yolunda I.Ekmelüddîn Babertî Sempozyumu. ed. Selçuk Çoşkun. 5/177-184. Bayburt: Bayburt Üniversitesi Yayınları, 2010. Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail. el-Câmi‘u’s-sahîh. nşr. Abdülaziz b. Celvî. Riyad: Dârü’s-Selâm, 1419/1999. Bursevî, İsmail Hakkı. Rûhu’l-beyân: Kur’ân Meâli ve Tefsiri. trc. Ali Namlı-Ömer Çelik. 15. Cilt. İstanbul: Erkam Yayınları, 2013. Boluvî, Mustafa b. Ali. Âdâbu’t-turuk. İstanbul: Fatih-Millet Kütüphânesi Ali Emîrî Şer’iyye, 802, 63. Bozbuğa, Yunus. Bir Fetvâ Tercih Tahrîc Örneği Olarak Sünbül Sinan Efendi’nin Risâle-i Tahkîkiye’si. Yalova: Yalova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2019. Çatak, Adem. Şihâbeddin Sühreverdî Hayatı Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2007. Çavuşoğlu, Semiramis. “Kadızâdeliler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 24. İstanbul, 2001. Cebeci, Lütfullah. “Mefâtîhu’l-gayb”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 28. Ankara, 2003. Cebecioğlu, Ethem. Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü. Ankara: Anka Yayınları, 2005. Cebecioğlu, Ethem. Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü. Ankara: Rehber Yay., 1997. Ceyhan, Semih. “Semâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C. 36. İstanbul, 2009. Ceyhan, Semih. “Vecd”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 42. İstanbul, 2012. Chittick, William. Tasavvuf. trc. Turan Koç. İstanbul: İz. Yay., 2003. Çelebi, Kâtip. Mizânü’l-hakk fî ihtiyâri’l-ehakk, İhtilaf İçinde İtidal. çev. Süleyman Uludağ. İstanbul: Dergâh yayınları, 2018. Çelebi, Kâtip. Mîzânü’l-hak fî ihtiyâri’l-ehak. çev. Orhan ŞaikGökbay. İstanbul, M.E.B Yayınları, 1972 Çelebi, Süleyman (eş-Şehir bi Geleryânî). Risaletün makbûletün ala reddi risaleti’l- Müftî Ali Çelebi. İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Harput, 11, 125b-127b. Çeker, Orhan. “Berkī”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.5. İstanbu, 1992 179 Çetin, Abdurrahman.“Lahn”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 27. Ankara, 2003. Cerrahoğlu, İsmail. “Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 11. İstanbul, 1995. Çiçek, Hacı. "es-Suyûtî'nin Makâmât'ında Konuşan Değerli Taşlar: el-Makâmatu'l- yâkûtiyye Örneği". Adıyaman Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi İslâmi İlimler Araştırmaları Dergisi. 2 (Eylül 2007), 21-42. Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân b. el-Fazl. es-Sünen-i Dârimî. İstanbul: Çağrı Yay., Tunus: Dâru Sahnûn, 1413/1992. Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân b. el-Fazl. es-Sünen. thk. Hüseyin Selim Eseded-Dârânî. Riyad: Dâru’l Muğnî, 2000. Dârekutnî, Ebü’l-Hasen Alî b. Ömer b. Ahmed. es-Sünen. nşr. Şuayb el-Arnavut vd. 4.Cilt. Beyrût: Dâru’l-Ma’rife, 2003. Demir, Arif . “İlk Mutasavvıfların Musiki Anlayışları”. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 15/2 (2015), 65-87. Demiroğlu, Ayla. “Behcetü’t-tevârîh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.5. İstanbul, 1992. Durmuş, Ali. “Kadızâdeliler ile Halvetîler Arasında Semâ-DeverânTarışmaları ve Kadızâdelilerin Deverân Aleyhtarlığının Altında Yatan Sebeplerin Mezhebî- Tasavvufî Aidiyetleri Açısından Analizi”. Kalemname 6/11 (Ocak-Haziran 2021), 34-64. Düzenli, Pehlül. “XX. Yüzyılda Müslüman ve Müzik: Problemler ve Çözüm Önerileri”. İslâm ve Sanat. ed. Şeref Göküş vd. İstanbul: İslami İlimler Araştırmalar Vakfı, 2015, 689-719. Düzdağ, M. Ertuğrul. Efendi’nin Fetvalarına Göre, Kanuni Devrinde Osmanlı Hayatı. İstanbul: Şûle Yay., 1998. Ebû Bekr, Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî. es-Sünenü’l-kübrâ. thk. Muhammed Ziyâ’urrahman el-A’zamî. 3. Cilt. Riyad: Advâ’u’s-Selef, 1420/1999. Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş’as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî. es-Sünen. nşr. Muhammed Abdülaziz el-Halidî. Beyrut: Dârü’l Kütübi’l İlmiyye, 2010. Elias, Jamal J. “Zikr-i Dervişâne’den Divân Musikisine Kadar Osmanlılar Devrinde Semâya Bir Bakış”. çev. İdil Eser. Cogito Osmanlılar Özel Sayısı 19 (1999), 216-224. Fârisî, Alâuddin Ali b. Belbân. Sahîh-i İbn Hibban bi Tertîb-i Belbân. thk. Şuayb el- Arnavut. 3. Cilt. Kahire: Müessesetü’r-Risâle, ts. Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Ahmed. İhyâü ulûmi’d-dîn. Ahmed Serdaroğlu. İstanbul: Bedir Yayınları, 1975. Gündoğdu, Cengiz .“XVII. Yüzyılda Tekke-Medrese Münasebetleri Açısından Sivâsîler-Kadızâdeliler Mücâdelesi”. İlam Araştırma Dergisi 3/1 (Ocak-Haziran 1998), 37-72. 180 Gürer, Dilaver. “ Osmanlılarda Semâ Devrân ve Raks Tartışmaları ve İki Şeyhülislâm Risalesi”. Tasavvuf 26/2 (2010), 1-23. Gökbulut, Hasan. Muhyiddin Muhammed b. İbrahim Niksârî(ö. 1494)’nin Hayatı ve Duhân Sûresi Tefsîrînin Tahkiki. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1993. Gökbulut, Hasan.“Niksârî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.33/122. Gökcan, Fahri. Katâde b. Diâme ve Tefsiri. Erzurum: Atatürk Üniversitesi, İslâmî İlimler Fakültesi, Doçentlik Tezi, 1977. Görmez, Mermet. “Sâgānî, Radıyüddin”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 35. İstanbul, 2008. Görgülü, Hasan Ali. “el-Hâvi’l-kebîr”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 16. İstanbul, 1997. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî. el-Müsned. thk. Şuayb el-Arnavût. Kahire: Müessesetü Kurtuba, ts. Hatiboğlu, İbrahim. “Meşâriku’l-envâri’n-nebeviyye”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 29. Ankara, 2004. Hatipoğlu, İbrahim. “Mesâbîhu’s-sünne”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 29. Ankara, 2004. Hücvirî, Ali b. Osman. Keşfü’l-mahcûb Hakikat Bilgisi. haz. Süleyman Uludağ. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014. İbn Manzûr, Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem. Lisanü’l-arab. Beyrut: Dâru Sâdır, 1955. İbn Kemâl. Risale fi beyâni’r-raks ve’d-deverân. İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi., Reşid Efendi, 858, 213-214 vr. İbn Kemal. Fetâvâ-yı İbn Kemal. İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Nuruosmaniye, 1967, 178 vr. İbn Kemal. Fetâvâ-yı İbn Kemal. İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Darü’l Mesnevî, 118. İnanır, Ahmet. “Semâ, Raks ve Devran Tartışmaları Bağlamında Osmanlı Düşüncesinde Zikir Esnasında Mûsiki ve Meşrûiyeti”. Geşmişten Günümüze Uluslararası Dinî Mûsiki Sempozyumu. 573-581. Amasya: Amasya Üniversitesi Rektörlüğü Bilimsel Araştımalar Koordinatörlüğü, 2017. İnanır, Ahmet. “XVI. yüzyıl Osmanlı Fakih ve Sûfîlerinin Semâ, Raks ve Devrân Tartışmalarında Lehte ve Aleyhte Kullandıkları Hukûki Deliller ve Değerlendirilmesi”. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 17/2 (2013), 237-269. İnanır, Ahmet. “İbn Bahhâeddin’in ‘Risâle alâ Risâle Ali Çelebi fi’d deverânve’r-raks’ Adlı Eserinin Tahkik, Tercüme ve Değerlendirilmesi”. Gaziosmanpaşa Üniveersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1/2(2013), 128. İsfahânî, Rağıb. el-Müfredât fî garibi’l-Kur’ân. nşr. Mustafa Yıldız. İstanbul: Çıra Yayınları, 2017. 181 İsfehânî, Rağıb. el-Müfredât fî garîbi’l-Kurân. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1431/2010. İbnü’l-Arabî, Muhyiddin. el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye. Çev. Ekrem Demirli. İstanbul: Litera Yay., 2012. İsfahânî, Râgıb. el-Müfredatü li-elfâzi’l-Kur’ân. tahk. Savân Adnan Davudî. Beyrut: y.y., 1998. İltaş, Davut. “Tahâvî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 39. İstanbul, 2010. Kandemir, M. Yaşar. “Hatîb el-Bağdâdî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.16. İstanbul, 1997. Kandemir, M. Yaşar. “Beyhakī, Amed b. Hüseyin”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 6. İstanbul, 1992. Kallek, Cengiz. “el-Fetâva’l-Hayriyye”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklop/edisi. C. 12. Karaismailoğlu, Adnan. "Bostân". Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 6. İstanbul, 1992. Kayapınar, Hüseyin. “Kâriülhidâye”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 24. İstanbul, 2001. Kazvînî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce. es-Sünen. nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkı. Kahire: Dâru İhyâ Kütübi’l-Arabiyye, 1403/1983. Kemikli, Bilal. “Türk Tasavvuf Edebiyatında Risale-i Devran ve Semâ Türü ve Gaybî’nin Konuya İlişkin Görüşleri”. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi XXXVII (1997), 443-460. Kenânî, Ebu’l-Hasan b. Annâkî. Tenzîhü’ş-şerîati’l-merfûa ‘ani’l-ahbârî’ş-şenîati’l- mevzûa. thk. Abdülvehhab Abdüllatif, Abdullah Muhammed es-Sıddîk. 2. Cilt. Kahire: Mektebetü’l-Kahire, ts. Kelabazi. Doğuş Devrinde Tasavvuf: Ta’arruf. haz. Süleyman Uludağ. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013. Kelpetin Arpaguş, Hatice. “İmâdü’l-İslâm”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 22. İstanbul, 2000. Kılıç, Mahmud Erol. “el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 13. İstanbul, 1996. Kılıç, Hulusi. “Fîrûzâbâdî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 13. İstanbul, 1996. Kızılkaya, Müzekkir. “Sivâsiler-Kadızâdeliler Mücadelesinde Mevlevîler”. Balıkkesirli Bir İslam Âlimi İmâm Birgivî. ed. Mehmed Bayyiğit vd. 2/403-414. Balıkkesir: Balıkkesir Büyükşehir Belediyesi Kent Arşivi Yayınları, 1. Basım, 2021. Kur’an Yolu Meali. çev. Hayreddin Karaman vd. 1. Baskı. İstanbul: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2016. Kuşeyrî, Abdülkerim. Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risâlesi. haz. Süleyman Uludağ. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014. 182 Koca, Ferhat. “Osmanlı Fakihlerinin Semâ, Raks ve Devrân Hakkındaki Tartışmaları”. Tasavvuf 13(Temmuz-Aralık 2004), 25-74. Koca, Ferhat. "el-Fetâva’t-Tatarhâniyye". Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 12. İstanbul, 1995. Müslim, Ebü’l Hüseyn Müslim b. el-Haccâc. el-Câmî‘u’s-sahîh. Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, 1349/1930. Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî. es-Sünen. nşr. Ebû Tâhir Zübeyr Ali Ziî. Riyad: Dâru’s-Selâm, 1430/2009. Naîmâ, Mustafa. Naîmâ Tarihi. çev. Zuhuri Danışman. 4. Cilt. İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi, 1968. Niksârî, İbrahim b. es-Seyyid Muhammed. Burhânü’l-elhân fî hükmi’t-tegannî ve’d- devrân. İstanbul: Süleymaniye Kütüphânesi, Yazmabağışlar, 701, 1b-72a. Nîsâbûrî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hâkim. el-Müstedrek ala’s-sahihayn. thk. Mustafa Abdülkadir Atâ. 5. Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1411/1990. Okumuş, Ömer. “Câmî, Abdurahman”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 7. İstanbul, 1993. Özcan, Nuri – Çetinkaya, Yalçın. “Mûsiki”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 31. Ankara, 2020. Özcan, Nuri. “Devrân”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 9. İstanbul, 1994. Özcan, Nuri. “Mevlevî Âyini”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 29. Ankara, 2004. Öngeren, Reşat. Osmanlılarda Tasavvuf. İstanbul: İz Yayınları, 4. Baskı, 2016. Öngören, Reşat. “Osmanlılar Döneminde Semâ ve Devran Tartışmaları”. Tasavvuf 25(Ocak 2010), 123-132. Öngören, Reşat. “Karamânî, Cemâleddin İshak”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.24. İstanbul, 2001. Öteleş, Zeliha. "Kelâbâzî’nin Bahru’l-fevâid/Me‘âni’l ahbâr İsimli Eserinde Temel Tasavvufî Kavramlar". Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 11 (2017), 59-72. Öz, Mustafa. “Râfizîler”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 34. İstanbul, 2007. Özek, Ali. “el-Keşşâf”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 25. Ankara, 2022. Özel, Ahmet. “el-Âlemgîriyye”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 2. İstanbul, 1989. Öztürk, Mustafa-Mertoğlu, M. Suat. “Zemahşerî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 44. İstanbul, 2013. Öztürk, Şeyda. “Şem‘î”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 38. İstanbul, 2010. 183 Özkan, Halit. “Süyûtî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 38. İstanbul, 2010. Pakalın, Mehmed Zeki. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. 3. Cilt. İstanbul, Meb Yayınları, 1993. Rûmî, Eşrefoğlu. Müzekki’n-nüfûs. çev. Abdullah Uçman. İstanbul: İnsan Yayınları 1996. Sâmi, Şemseddin. Kâmûs-ı Türkî. İstanbul: Çağrı Yayınları, 2009. Serrâc, Ebû Nasr. el-Lümâ‘ İslam Tasavvufu. çev. H. Kâmil Yılmaz. İstanbul: Ensar Yayınları, 2014. Sühreverdî, Ebu Hafs Şihâbüddin Ömer. Avârifü’l-maârif Tasavvufun Esasları. çev. H.Kâmil Yılmaz – İrfan Gündüz. İstanbul: Vefa Yayınları, 1990. Sülün, Murat. “Şehâbeddin Sivâsî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 38. İstanbul, 2010. Sinanoğlu, Mustafa. “el-Mevâkıf”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.29. Ankara, 2004. Şimşek, Halil İbrahim.“İki Nakşbendî Müceddidinin Devrân Savunması - Mehmed Emin-i Tokadî (ö. 1745) ve Müstakim-zâde Süleyman Sadeddin (ö.1788) Örneği”. Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi. ( 2003), 283-298. Taberânî, Ebü’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb b. Mutîru’l-Lehamî eş-Şâmî. Duâ. thk. Mustafa Abdülkadir Atâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1413/1992. Taberânî, Ebü’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb b. Mutîru’l-Lehamî eş-Şâmî. el- Mu’cemu’l-kebîr. thk. Hamdî Abdülmecid es-Selefî. 20. Cilt. Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1405/1984. Taşköprizâde, Ahmed Efendi. eş-Şekāʾiku’n-nuʿmâniyye fî ʿulemâʾi’d-Devleti’l- ʿOsmâniyye. haz. Muhammet Hekimoğlu. İstanbul: Türkiye Tazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2019. Tebrîzî, Muhammed b. Abdillah el-Hatîb. Mişkâtu’l-Mesâbîh. thk. Abdülhamid el- Hindâvî. Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, 1432/2011, Temîmî, Ahmed b. Ali El-Müsannâ. Müsned-i Ebî Ya’lâ el-Mevsılî. thk. Hüseyin Selim Esed. 2. Cilt. Dımeşk: Dâru’l-Me’mûnli’t-Turâs, 1410/1990. Tek, Abdürrezzak. “Vânî Mehmed Efendi’nin Sesli Zikir Konusunda Sûfilere Yönelttiği Eleştiriler”. Ulusal Vânî Mehmed Efendi Sempozyumu. ed. Mehmed Yalar, Celil Kiraz. 117-129. Bursa: 2011. Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre. el-Câmî‘u’s-sahîh. nşr. Ahmed Muhammed Şâkir. Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1357/1938. Tûsî, Ebû Nasr Serrâc. el- Lüma’: İslâm Tasavvufu. haz. H. Kâmil Yılmaz. İstanbul: Altınoluk Yayınları, 1996. Türer, Osman. “Hilyetü’l-evliyâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 18. İstanbul, 1998. Tokatlı, Ümit. Âşık Çelebi’nin Ravza Tercümesi (İnceleme-Metin-Sözlük). Kayseri: Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi, 2015. 184 Uludağ, Süleyman. İslam Açısından Müzik ve Semâ. İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2. Baskı, 2020. Uludağ, Süleyman. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Marifet Yayınları, 1991. Uludağ, Süleyman. “Devrân”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 9. İstanbul,1994. Uludağ, Süleyman. “Avârifü’l-maârif”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul, 1994. Velî, Karabaş. Risaletü’d-devrân. İstanbul: Fatih-Millet Kütüphânesi Ali Emîrî Arabî, 1146, 2-10 vr. Yaman, Ahmet. “es-Siyerü'l kebîr”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.37. İstanbul, 2009. Yaşaroğlu, M. Kâmil. “Minhâcü’t-tâlibîn”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 30. Ankara, 2020. Yavuz, Yusuf Şevki. “Fahreddin er-Râzî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 12. İstanbul, 1995. Yavuz, Yusuf Şevki. “Beyzâvî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 6. İstanbul, 1992. Yurdaydın, H. Gazi. “Türkiye’nin Dini Tarihine Umûmî Bakış”. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi IX/I (1961), 109-120. Yazıcı, Tahsin. “Mevlânâ Devrinde Semâ”. Şarkiyat Mecmuası. 5, 135-150. Yazıcı, İshak. “Semerkandî, Ebü’l-Leys”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C.36. İstanbul, 2009. Yılmaz, Hasan Kamil. Anahtarlarıyla Tasavvuf ve Tarikatler. İstanbul: Ensar Neşriyat, 1997. Yılmaz, Hasan Kamil. “Aziz Mahmud Hüdayi’nin Semâ Risalesi”. MÜİF Dergisi. 4, 273-284. Zenbilli, Ali Efendi. Risale fi hakkı'd-devrân ve'r-raks. İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Harput, 11, 122b-125a. 185