T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MALİYE ANABİLİM DALI MALİYE BİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN TÜRK SAVUNMA HARCAMALARINA ETKİSİ (DOKTORA TEZİ) Fikrullah ERDEM Danışman Prof. Dr. Metin ERDEM BURSA 2008 ii T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Maliye Anabilim Dalı, Maliye Bilim Dalı’nda 20013806 numaralı Fikrullah ERDEM’in hazırladığı “Avrupa Birliği Sürecinin Türk Savunma Harcamalarına Etkisi” konulu Doktora Tezi ile ilgili tez savunma sınavı, 24/10/ 2008 günü 10.30- 12.30 saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin başarılı olduğuna oy çokluğu ile karar verilmiştir. (İMZALIDIR) (İMZALIDIR) Prof.Dr.Metin ERDEM (Başkan) Uludağ Üniversitesi Prof.Dr.Nuri BURHAN Uludağ Üniversitesi (İMZALIDIR) (İMZALIDIR) Prof.Dr.Metin TAŞ Gazi Üniversitesi Prof.Dr.Ümit GÜCENME Uludağ Üniversitesi (İMZALIDIR) Prof.Dr.Mircan Yıldız TOKATLIOĞLU Uludağ Üniversitesi iii ÖZET Yazar : FikrullahERDEM Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : Maliye Bilim Dalı : Maliye Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : XVI + 168 Mezuniyet Tarihi : 24 /10 / 2008 Tez Danışman(lar)ı : Prof.Dr.Metin ERDEM Avrupa Birliği Sürecinin Türk Savunma Harcamalarına Etkisi Savunma harcamaları tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de oldukça önemli bir yere sahiptir bütçeden önemli bir pay almaktadır. Türkiye soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikasına karşı 1952 yılında NATO’ya üye olmuştur. Türkiye NATO güvenlik şemsiyesine katılmakla savunma harcamalarını daha da artırmadan yüksek bir güvenlik düzeyine ulaşmıştır. Küreselleşme ile birlikte bölgesel entegrasyonlar da hız kazanmış çeşitli ittifak arayışları ortaya çıkmıştır. Bu entegrasyonu en iyi uygulayan Avrupa olmuştur. AB kendi güvenlik politikasını kurma yolunda, Türkiye ise AB’ye üyelik süreci içindedir. Türkiye’nin savunma ihtiyacını gerektiren nedenler gerek AB, gerekse NATO ülkelerinden farklılık arz etmektedir. Türkiye’nin tehdit algılaması daha farklıdır. Çünkü Türkiye dünyanın en istikrarsız bölgesinde bulunmaktadır. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar dünyadaki en önemli kriz bölgeleridir. Avrupa’nın NATO dışında bir güvenlik sistemi oluşturması ciddi bir savunma gideri anlamına gelmektedir. Avrupa’nın bugünkü güvenlik yapısıyla üye devletler, soğuk savaşın sona ermesi ve hâlen devam eden NATO güvenlik şemsiyesine rağmen savunma harcamalarını azaltamamışlardır. AB AGSP’yi NATO’dan daha yüksek bir güvenlik düzeyine çıkaramadığından, bugüne kadar olan Türkiye’nin AB sürecinin Türk savunma harcamalarına önemli bir etkisinin olmadığı söylenebilir. Ayrıca AB’de savunma harcamaları incelendiğinde, özellikle AB’ye üye ülkelerin üyelikten önceki ve sonraki savunma harcamaları düzeyinin korunduğu görülmektedir. Bugünün güvenlik ortamında; Türkiye özellikle bölgesindeki istikrarsızlık ortamının barış ortamına bırakılmadığı ve komşu ülkelerin savunma harcamalarının azalmadığı sürece kedini güvende hissedemeyecektir. Bütün bunlara değişen yeni tehdit algılamasında da tanımlanan ve dış desteğe de sahip terör sorunu eklenince Türkiye’nin caydırıcılığı yüksek bir silahlı kuvvetler bulundurmaya, dolayısıyla savunma harcamalarını mevcut düzeyde tutmaya devam edeceği değerlendirilmektedir. Anahtar Sözcükler Avrupa Birliği Savunma Harcamaları NATO Güvenlik Savunma Avrupa Kamu Harcamaları iv ABSTRACT Yazar : FikrullahERDEM Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : Maliye Bilim Dalı : Maliye Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı :XVI + 168 Mezuniyet Tarihi : 24 /10 / 2008 Tez Danışman(lar)ı : Prof.Dr.Metin ERDEM Effect Of The European Union Process On Turkish Defense Expenditure Defense Spending has, as in almost all countries, an important place in our country and gets a huge portion of the budget. Turkey became a member of NATO in 1952 against hostile policies of the Soviet Union. By joining the security umbrella of NATO, Turkey has assured a high level of security without having to further increase her defense spending. By globalization, regional integratins and search for various alliances have quickly become the trend. The best example of this integration is Europe. Europe is on its way to establishing her own security policy, whereas Turkey is in the process of membership to the European Union (EU). The reasons for Turkey’s defense spending differ from those of both EU and NATO countries threat perception of Turkey is much more different, because Turkey is located in the most instable region of the world. The Middle East, Balkans and the Caucasus are the most important crises regions in the world. To establish a security system apart from NATO means a serious defense expenditure for Europe. Despite the end of the cold War and the currently available NATO defense umbrella, EU member countries have been unable to reduce defense spending due to Europe’s current security structure. Because the EU has been unable to bring Eropean Security and Defense Policy to a higher security level than that of NATO, it is right to state that Turkey’s EU process has has not had an important influence on Turkish defence spending. Furthermore, when defense spending in EU is examined, it is clear that level of defense spending of EU countries before and after becoming members of the EU has not changed. In today’s security environment; Turkey will not feel safe unless the neighboring countries reduce their defense spending and the instable situation in the region becomes one of peace. If the externally supported and funded terror problem defined in the new threat perception is added to all of these, Turkey is forced to maintain a highly deterrent armed forces and thus to maintain her defense spending in its current level. Key Words European Union Defense Expenditure NATO Security Defense Europe Public Expenditure v Önsöz Türk dış politikasının en önemli amaçlarından biri AB üyeliğidir. Bu süreç Türkiye’de birçok alanı etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Çalışmada bu süreçte kamu harcamalarının bir parçası olan savunma harcamalarının nasıl etkilendiği ve bu etkiye neden olan faktörler ortaya konulmaya çalışılmıştır. AB’nin savunma harcamalarına etkisi konusunda öncelikle AB güvenliği kavramı ortaya çıkmaktadır. AB’nin ekonomik boyutta gösterdiği başarıya karşın güvenlik boyutunda şimdiye kadar çok ileri gittiği söylenemez. Bu bağlamda AB üyelerinin büyük bir kısmının aynı zamanda NATO’ya da üye olması AB-NATO güvenlik ilişkisinin ortaya konulmasını gerektirmiştir. NATO üyesi olan Türkiye AB’nin özellikle güvenlik alanındaki faaliyetlerini titizlikle takip etmektedir. Ancak AB sürecinde olan Türkiye’nin tehdit algılaması AB ve NATO ülkelerinden daha farklıdır. Türkiye dünyanın en istikrarsız bölgesinde bulunmaktadır. Çalışmaya küreselleşmenin açıklanmasıyla başlanmış, müteakiben bölgesel entegrasyon boyutunda Avrupa Birliği incelenmiştir. Avrupa Birliğinin bütünleşme ve genişleme süreci ile Türkiye-Avrupa Birliği entegrasyon süreci ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Çalışmanın sonraki bölümünde, kamu harcamaları ve savunma harcamalarının incelenmesini müteakip Avrupa güvenliği konusu ele alınmış, Avrupa güvenliğinde önemli ortaklıklar, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının süreci ve uygulamaları ile Türkiye’nin katkıları ortaya konmuştur. Son bölümde ise Türkiye’nin temel ekonomik göstergeleri ve AB ülkeleri içindeki durumu ile dünyada ve Türkiye’de savunma harcamalarının durumu tablolarla ortaya konmuştur. Müteakiben Türkiye ile Avrupa Birliği ve NATO ülkelerinin savunma harcamalarının yıllar içindeki değişimi ve karşılaştırmalı analizi yapılmış ve Avrupa Birliği sürecinin Türk savunma harcamalarına etkisi konusunda genel bir değerlendirmesiyle birlikte sonuca gidilmiştir. vi İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI................................................................................. ÖZET......................................................................................................... ABSTRACT................................................................................................ ÖNSÖZ ..................................................................................................... İÇİNDEKİLER............................................................................................ KISALTMALAR………………………………………………………………… TABLOLAR................................................................................................ ŞEKİLLER.................................................................................................. GİRİŞ ........................................................................................................ BİRİNCİ BÖLÜM KÜRESELLEŞME VE ULUSLAR ARASI ENTEGRASYON SÜRECİ I. KÜRESELLEŞME………………………….……………..………………... A. Küreselleşmenin Tanımı……..………………………………………… B. Küreselleşmenin Gelişimi……………………………………………… C. Küreselleşmenin Boyutları…………..………………………………… 1. Ekonomik Boyutu………….…………………………………… 2. Siyasi Boyutu……………………..………………………………… 3. Kültürel Boyutu…………….………………….…………………… 4. Bilgi, İletişim Ve Teknoloji Boyutu…….…………….…………… 5. Çevre Boyutu……………………………….……………………… 6. Askerî Boyutu……………….……………………………………… D. Küreselleşme ve Ulus Devlet…..……………………………………… 1. Genel…………………………………………………………… 2. Küreselleşme Sürecinde Ulus Devletlerin Sorunları………… a. Gelir Dağılımının Bozulması…………………………………… b. İşsizlik Tehlikeleri………………………………………………... c. İstikrarsız Sermaye……………………………………………… d. Sosyal Güvenlik ve Sendikasızlaşma………………………… e. Nüfus ve Göçler…………………………………………………. f. Çevre Problemleri………………………………………………. g. Sosyal Bozulmalar………………………………………………. h. Ulus Devlet Etkinliğinin Azalması……………………………… i. Tekelleşme………………………………………………………. II III IV V VI XI XIV XVI 1 3 3 4 7 7 8 9 11 12 15 16 16 20 20 22 23 24 25 26 27 27 28 vii j. Vergi Düzenlemeleri……………………………………………. k. Özelleştirme……………………………………………………… l. Eğitim…………………………………………………………….. II. AVRUPA BİRLİĞİ ……………..…………………………………………… A. Avrupa Birliğinin Doğuşu……….……………………………………… B. Avrupa Birliği Bütünleşme Süreci…………..………………………… 1. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun Kurulması……..…..…… 2. Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunun Kurulması……………………………..………… 3. Topluluk Organlarının Birleştirilmesi: Füzyon Anlaşması….. 4. AET’de Gümrük Birliğinin Kurulması….……………………… 5. Avrupa Tek Senedi…………………..…..……………………… 6. Avrupa Birliği Antlaşması (Maastricht Antlaşması) …..……… C. Avrupa Birliği Genişleme Süreci…………………….…………… 1. Birinci Genişleme:İngiltere, İrlanda, Danimarka….………….. 2. İkinci Genişleme: Yunanistan…………….……………………. 3. Üçüncü Genişleme: İspanya ve Portekiz…….………….……. 4. Dördüncü Genişleme: İsveç, Finlandiya ve Avusturya….…. 5. Beşinci Genişleme: 10 Yeni Ülkenin Katılımı…..……………. 6. Beşinci Genişlemenin Tamamlanması: Bulgaristan ve Romanya………………………………………….………………. D. Avrupa Birliğine Üyelik Süreci ………….………………………….. III. TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ ENTEGRASYON SÜRECİ…….……….. A. Avrupa Ekonomik Topluluğuna Ortak Üyelik Başvurusu…….…….. B. Ankara Anlaşması………………………………………….…………… C. Katma Protokol………………………………….……………………… D. Türkiye-AB İlişkilerinde Problemli Yıllar ……………..………………. E. Türkiye’nin Tam Üyelik Müracaatı……………………….…………… F. Gümrük Birliğinin Gerçekleşmesi………….………………………… G. Lüksemburg Zirvesi ve Türkiye………………………………………. H. Helsinki Zirvesi ve Türkiye……………………………………………. İ. Katılım Ortaklığı Belgesi ve Türkiye’nin AB Ulusal Programı…..… J. Brüksel Zirvesi………………………………..…………………………. K. Müzakere Süreci………………………………..………………………. 1. Brüksel Zirvesi Sonrası Gelişmeler……........................………… 2. Müzakerelerin Başlaması………………………………………….. 3. 2006 Yılından Günümüze Gelişmeler…………………………… 29 30 30 31 31 32 32 33 34 34 35 35 36 36 37 38 38 39 40 41 44 44 44 46 47 48 48 50 51 52 53 53 53 54 57 viii İKİNCİ BÖLÜM SAVUNMA HARCAMALARI VE AVRUPA GÜVENLİĞİ I. KAMU HARCAMALARI ve ARTIŞI……………………………..……….. A. Genel Olarak Kamu Harcamaları……………………………...……… B. Kamu Harcamalarının Artışı …………………………………………... 1. Kamu Harcamalarının Artışı ile ilgili yaklaşımlar………………... a. Artan Devlet Maliyetleri………………………….………….. b. Sıçrama Tezi Yaklaşımı……………………………………... 2. Kamu Harcamalarının Artış Sebepleri……….…………………... II. SAVUNMA HARCAMALARI…………………………………………..….. A. Savunma ve Güvenlik………………………………………………….. 1. Savunma Kavramı…………………………….…………………… 2. Güvenlik…………………………………………………………….. B. Savunma Hizmetinin Niteliği ve Özelliği……………………………… C. Savunma Harcamaları …………………………………………………. D. Savunma İhtiyacını Gerektiren Nedenler…………………………….. E. Savunma Hizmetinin Ekonomik Etkileri……………………………… 1. Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkileri…………………………… 2. İstihdam Üzerine Etkileri…………………………………………… 3. Kaynak Dağılımı Üzerindeki Etkileri……………………………… 4. Enflasyon Üzerine Etkileri…………………………………………. F. Savunma Harcamalarının Dolaylı Ekonomik Etkileri……………….. 1. Toplam Talebe Etkileri……………………………………………... 2. Spin Off Etkisi………………………………………………….…… 3. Yan Sanayi ve İstihdama Etkisi…………………………………… G. Savunma Harcamalarında Etkinlik ve Verimlilik……………………. III. AVRUPA GÜVENLİĞİ…………………………………………………….. A. Avrupa Güvenliğinde Önemli Ortaklıklar…………………………... 1. BAB………………..………………………………………………… 2. NATO……………………………………………………………….. 3. AGİT…………………………………………………….…………… B. Avrupa Güvenliği ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası …… 1. Genel……………………………………………………………….. 2. AGSP Süreci…….…………………………………………………. a. Maastricht Zirvesi ve Öncesi………..………………………... b. Amsterdam Zirvesi…………………………………..………… c. St. Malo Zirvesi………………………………………………... d. Washington Zirvesi…………………………………………..... 61 61 63 64 64 66 69 72 72 72 73 74 76 77 78 78 80 81 82 82 82 83 83 83 89 89 89 90 91 92 92 95 95 98 98 99 ix e. Köln Zirvesi……………………………………………………… f. Helsinki Zirvesi……………………………...………………….. g. Feira Zirvesi………………………...…………………………... h. Nice Zirvesi……………………………………………………… i. Goteborg Zirvesi…………………………………………...…… j. Laeken Zirvesi……… ………………………………………... k. Sevilla Zirvesi…………………………………………………. l. Kopenhag Zirvesi…………………………………………….. m. Brüksel Zirvesi………………………………………………... C. AGSP’nin İlk Uygulamaları……….……………………………….….. D. 2004 Sonrası Gelişmeler……….………………….…………………. E. Türkiye’nin Üyeliğinin Güvenlik ve Savunma Politikasına (AGSP) Katkısı………………………….………………………………. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE SAVUNMA HARCAMALARI VE AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN ETKİSİ I. TÜRKİYENİN TEMEL EKONOMİK GÖSTERGELERİ VE AB ÜLKELERİ İÇİNDEKİ DURUMU……………………………………….. A. Nüfus…………………………………………………………………… B. GSYİH………………………………………………………………….. C. Kişi Başına GSYİH…….……………………......…………………….. D. AB ülkelerinin GSMH Büyüme Oranları…………………………….. E. Kamu Borçlarının GSMH’ye Oranı…………….…………………….. F. Enflasyon Oranı……………………………………………………….. G. İşsizlik…………….…………………………………………………….. II. DÜNYADA VE TÜRKİYEDE SAVUNMA HARCAMALARI İLE AB VE NATO ÜLKELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI…..…………………….... A. Dünyada Savunma Harcamaları……………….…….………………. B. Türkiye’de Savunma Harcamaları………….………………………... 1. Türkiye’de Savunma İhtiyacını Gerektiren Nedenler…….…….. a. Türkiye’nin Jeopolitik Durumu……………………………… b. İç ve Dış Tehdit………………………………………………. c. Komşu Ülkelerin Savunma Harcamalarının Büyüklüğü…. d. Türkiye’nin Siyasal Yapısı ve Yaşanan İstikrarsızlıklar … e. Uluslar Arası İttifaklara Katılım…………………………….. 2. Türkiye’de Savunma Harcamalarının Kaynakları……………… 100 101 102 103 104 104 106 107 108 110 111 112 114 114 116 119 119 121 123 123 126 126 130 131 131 132 134 136 136 136 x a. Bütçe Kaynakları……………….……………………………….. b. Bütçe Dışı Kaynaklar…………………………………………… C. Türkiye ve AB Ülkelerinin Savunma Harcamalarının Karşılaştırılması………………………………..……………………. D. Türkiye ve NATO Ülkelerinin Savunma Harcamalarının Karşılaştırılması…………………………………………………….… SONUÇ....................................................................................................... KAYNAKLAR............................................................................................... ÖZGEÇMİŞ................................................................................................. 137 138 140 143 148 159 168 xi KISALTMALAR: a.g.e. Adı Geçen Eser a.g.m. Adı Geçen Makale AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri ABGS Avrupa Birliği Genel Sekreterliği AET Avrupa Ekonomik Topluluğu AGİT Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGSK Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği AGSP Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası AKÇT Avrupa Kömür Çelik Topluluğu AR-GE Araştırma Geliştirme ASO Ankara Sanayi Odası AT Avrupa Topluluğu BAB Batı Avrupa Birliği Çev. Çeviren xii DPT Devlet Planlama Teşkilatı DTM Dış Ticaret Müsteşarlığı EFTA Avrupa Serbest Ticaret Alanı EURATOM Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu GİDİK Genel İlişkiler ve Dış İlişkiler Konseyi GKRY Güney Kıbrıs Rum Yönetimi GNR Genetik-Nanoteknoloji-Robotik GSMH Gayrisafi Milli Hasıla GSYİH Gayrisafi yurt İçi Hasıla İKV İktisadi Kalkınma Vakfı İSO İstanbul Sanayi Odası KİT Kamu İktisadi Teşekkülleri KKTC Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti MÇB Müzakere Çerçeve Belgesi MSB Milli Savunma Bakanlığı xiii NATO Kuzey Atlantik Örgütü ODGP Ortak Dış ve Güvenlik Politikası OECD Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü OEEK Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı s. Sayfa SHAPE Avrupa Müttefik Kuvvetleri Ana Karargahı SIPRI Stokholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği TDV Türk Demokrasi Vakfı TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği TSK Türk Silahlı Kuvvetleri UNEP Birleşmiş Milletler Çevre Programı xiv TABLOLAR Tablo-1 Tablo-2 Tablo-3 Tablo-4 Tablo-5 Tablo-6 Tablo-7 Tablo-8 Tablo-9 Tablo-10 Tablo-11 Tablo-12 Tablo-13 Dünyada Gelir Dağılımı…………………………………………. AB ve Aday Ülkelerin Nüfus Yapısı……………………………. AB ve Aday Ülkelere Ait Cari Fiyatlarla GSYİH………………. AB ve Aday Ülkelere Ait Kişi Başına GSYİH………………….. AB Ülkelerinin GSMH Büyüme Oranları………………………. AB Ülkelerinin Kamu Borçlarının GSMH’ye Oranı…………… AB Ülkeleri Enflasyon Oranları…………………………………. AB Ülkelerinde İşsizlik Oranı …………………………………... Dünyada 1988-2006 Yılları Savunma Harcamalarının Bölgelere Göre Seyri……………………………………………. 2003-2007 Yılları Arasında En Çok Silah İthalatı Yapan Ülkeler…………………………………………………………….. Türkiye ve Komşu Ülkelerin Savunma Harcamaları…………. Türkiye ve Komşu Ülkelerin Savunma Harcamalarının GSMH’ya Oranı………………………………………………….. 1999 Yılı Türkiye ile Komşu Ülkelerin Asker ve Nüfus Sayıları……………………………………………………………. 22 115 117 118 120 122 124 125 129 130 133 133 135 xv Tablo-14 Tablo-15 Tablo-16 Tablo-17 Tablo-18 Tablo-19 Tablo-20 MSB.lığı Bütçesinin, GSMH ve Konsolide Bütçe İle Karşılaştırılması…………………………………………………. Türkiye’de 1995-2005 Yılları Bütçe Dışı Kaynakların Dağılımı…………………………………………………………… AB Ülkeleri Savunma Harcamaları…………………………….. AB Ülkelerinin Savunma Harcamalarının GSMH’ye Oranı….. NATO Ülkeleri Savunma Harcamaları………………………… NATO Ülkelerinin Savunma Harcamalarının GSMH’ya Oranı NATO Ülkeleri Kişi Başına Savunma Harcamaları…………... 137 139 141 142 144 145 146 xvi ŞEKİLLER Şekil-1 Şekil-2 Şekil-3 Şekil-4 Şekil-5 27 Üyeli Avrupa Birliği Haritası……………………………………. Avrupa Birliğine Üyelik Süreci……………………………………… Kamu Harcamaları Trendi………………………………………….. Dünyada 1988-2006 Yılları Arasında Savunma Harcamalarının Seyri ………………………………………………………………….. MSB.lığı 2005 Yılı Bütçesinin Kuruluş Payları …………………... 41 43 68 127 138 1 GİRİŞ Avrupa Birliği kendi güvenlik politikasını kurma yolunda, Türkiye ise AB’ye üyelik süreci içindedir. Savunma harcamaları tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de oldukça önemli bir yere sahiptir ve bütçeden önemli bir pay almaktadır. Türkiye içinde bulunduğu jeopolitik durum ve diğer nedenlerle yüksek bir savunma harcamasıyla karşı karşıya kalmaktadır. Türkiye, soğuk savaş yıllarında Sovyetler birliğinin yayılmacı politikasına karşı 1952 yılında NATO’ya üye olmuştur. Türkiye NATO güvenlik şemsiyesine katılmakla savunma harcamalarını daha da artırmadan yüksek bir güvenlik düzeyine ulaşmıştır. Tezimiz, Avrupa Birliği sürecinde savunma harcamalarının nasıl etkilendiği konusunda bir çalışma niteliğindedir. Çalışmamız üç bölüm halinde sunulmaktadır. Birinci bölümde küreselleşme ve uluslar arası entegrasyon süreci analiz edilmiştir. Bu bölümde; Küreselleşme ile ilgili olarak küreselleşmenin tanımı, küreselleşmenin gelişimi, küreselleşmenin boyutlarından, ekonomik, siyasi, kültürel, bilgi, iletişim ve teknoloji, çevre ve askerî boyutu ile küreselleşme ve ulus devlet ilişkisi incelenmiştir. Avrupa birliği ile ilgili olarak, Avrupa Birliğinin doğuşu, bütünleşme süreci, genişleme süreci, Avrupa Birliğine üyelik süreci anlatılmıştır. Türkiye-Avrupa Birliği entegrasyon süreci ile ilgili olarak; Avrupa ekonomik topluluğuna ortak üyelik başvurusu, Ankara anlaşması, katma protokol, Türkiye- AB ilişkilerinde problemli yıllar, Türkiye’nin tam üyelik müracaatı, gümrük birliğinin gerçekleşmesi, Lüksemburg ve Helsinki zirvesi, katılım ortaklığı belgesi ve Türkiye’nin AB ulusal programı, Brüksel zirvesi, müzakere süreci, Brüksel zirvesi sonrası gelişmeler, müzakerelerin başlaması ile 2006 yılından günümüze gelişmeler ele alınmıştır. 2 İkinci bölümde savunma harcamaları ve Avrupa güvenliği analiz edilmiştir. Bu bölümde; Kamu harcamaları ve artışı ile ilgili olarak genel olarak kamu harcamaları, kamu harcamalarının artışı ve yaklaşımları ve kamu harcamalarının artış sebepleri incelenmiştir. Savunma harcamaları ile ilgili olarak savunma ve güvenlik, savunma hizmetinin niteliği ve özelliği, savunma harcamaları savunma ihtiyacını gerektiren nedenler, savunma hizmetinin ekonomik etkileri, dolaylı ekonomik etkileri ile savunma harcamalarında etkinlik ve verimlilik konuları ele alınmıştır. Avrupa güvenliği ile ilgili olarak; Avrupa güvenliğinde önemli ortaklıklar; Avrupa güvenliği ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası(AGSP), AGSP’nin ilk uygulamaları, 2004 sonrası gelişmeler, Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına katkısı anlatılmaktadır. Üçüncü bölümde ise Türkiye’de savunma harcamaları ve Avrupa Birliği sürecinin etkisi analiz edilmiştir. Bu bölümde; Türkiye’nin temel ekonomik göstergeleri ve AB ülkeleri içindeki durumu ile ilgili olarak; nüfus, GSYİH, kişi başına GSYİH, GSMH büyüme oranları, kamu borçlarının GSMH’ya oranı, enflasyon oranı ve işsizlik konularıyla ilgili analizler yapılmıştır. Dünyada ve Türkiye’de savunma harcamaları, AB ve NATO ülkelerinin karşılaştırılması ile ilgili olarak, dünyada savunma harcamaları, Türkiye’de savunma harcamaları bu konu bünyesinde, Türkiye’de savunma ihtiyacını gerektiren nedenler, Türkiye’de savunma harcamalarının kaynakları, Türkiye ve AB ülkelerinin savunma harcamaları ile Türkiye ve NATO ülkelerinin savunma harcamalarının karşılaştırılması yapılmış Türkiye’nin AB sürecinin savunma harcamalarını nasıl etkileyebileceği hakkında sonuca gidilmiştir. Sonuç bölümü ise, çalışmanın genel bir değerlendirmesi niteliğindedir. 3 BİRİNCİ BÖLÜM KÜRESELLEŞME VE ULUSLARARASI ENTEGRASYON SÜRECİ I. KÜRESELLEŞME A. Küreselleşmenin Tanımı: Dünyada özellikle bilişim, iletişim ve ulaşım teknolojisinde büyük ve önemli gelişmeler gerçekleşmiştir. Dünyanın her yerinden, çeşitli vasıtalarla her yerine, her an erişilebilmek olanaklı hâle gelmiştir. Teknolojik gelişmenin sağladığı imkânlarla dünya küçülmektedir. Bunun sonucunda dünyanın herhangi bir yerinde olan gelişmeler çok çabuk başka yerlere yayılmakta ve hissedilmektedir. Küreselleşmenin ve buna bağlı olarak ekonomik, kültürel ve teknolojik entegrasyonun sonucu, herhangi bir yerde meydana gelen bir kriz, millî sınırları aşan ekonomik faaliyetler ve medyanın etkin ve sınır tanımaz gücü nedeniyle, o bölgeye coğrafî olarak irtibatlı olmayan ülkeleri de dolaylı veya doğrudan ilgilendirmekte, ülke güvenliğini ve millî çıkarlarını etkileyebilmektedir. Küreselleşme kavramının kesinleşmiş bir tanımı yapılmamıştır. Yaklaşımlara göre tanıma yüklenen anlam değişmektedir. Meydan Larousse’un tarifine göre, küresel “tümüyle ele alınmış olan” manasındadır. Thomas L.Friedman’a göre bugün küreselleşme hemen her ülkenin iç siyasetini ve dış ilişkilerini biçimlendiren kapsayıcı bir uluslararası sistemdir. Friedman, küreselleşmeyi serbest piyasa kapitalizminin hemen hemen her 4 ülkeye yayılması olarak algılamaktadır.1 Amerikan Ulusal Savunma Üniversitesi küreselleşmeyi “malların, hizmetlerin, paranın, teknolojinin, fikirlerin, enformasyonun, kültürün ve halkların hızlı ve sürekli biçimde sınır ötesine akışı” şeklinde tanımlamaktadır.2 BM İnsan Hakları Komisyonu ise küreselleşmeyi “sadece ekonomik olmayan, sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve hukuksal boyutları da olan bir süreç” olarak tanımlamaktadır.3 Bazılarına göre küreselleşme ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin ulusal sınırlar dışına taşarak dünya geneline yayılmasıdır. 4 Küreselleşmenin daha genel bir tanımı yapılacak olursa; küreselleşme; teknoloji ve haberleşmedeki baş döndürücü gelişmeler sonucu dünyanın küçülmesi ekonomik ve siyasal sınırların giderek ortadan kalkması ve neticede maddi ve manevi değerlerin milli sınırları aşarak dünya çapında yayılması ile, ülkeler ve milletlerarası iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel temas ve etkilerin giderek artması5 olarak tanımlanabilir. B. Küreselleşmenin Gelişimi Küreselleşme kavramının bugün anladığımız manada kullanılmaya başlaması hususunda değişik iddialar vardır. Bazı iddialara göre, ilk olarak 1963 yılında Kanadalı Sosyoloji Profesörü Marshall Mcluhan “global köy” (global village) kavramını kullanmıştır. Ona göre, en azından dünyanın belli bir bölümü global köy haline dönüşmektedir.6 Ancak küreselleşme kavramının sonradan kullanılmaya başlanmasına karşılık, küreselleşme süreci çok daha eski bir süreçtir. 1 Friedman Thomas L., Lexus ve Zeytin ağacı, Küreselleşmenin Geleceği, Çev.Elif Özsayar, Boyner Yayınları, 2000, s. 30-31 2 Öymen Onur, Geleceği Yakalamak, Remzi Kitapevi 2000, 2 nci Basım, s.26. 3 Öymen, a.g.e., s. 26-27. 4 Erbay Yusuf, Kavram olarak globalleşme, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri, Ocak- Şubat, Ankara, 1998, s. 170. 5 Demirci Rasih, Globalleşme ve bütünleşme hareketleri, Karınca Basım Evi, İstanbul, 1997, Sayı:723, s.3-6. 6 Erbay, a.g.e., s. 169. 5 Thomas Friedman 2006 basımlı “Dünya Düzdür: 21.Yüzyılda Küreselleşen Dünya” başlıklı kitabında, küreselleşmeyi değişik dönemlere ayırarak incelemektedir. Friedman’a göre şu ana kadar küreselleşme üç büyük safhadan geçmiştir.7 Buna göre; İlk küreselleşme çağı Kolombus’un Hindistana gitmeye niyetlenerek batıya yelken açtığı 1492 yılından 1800 yılına kadar sürmüştür. Bu çağda eski ve yeni dünya arasında ticaret başlamış ve gelişmiştir. Friedman bu çağa küreselleşme 1.0 demektedir. Küreselleşme 1.0’da ana sorular: “Küresel rekabet ve fırsatlarda benim ülkem nerede yer almaktadır? Nasıl küreselleşebilirim ve ülkem sayesinde diğerleriyle iş birliği yapabilirim? tarzında olmuştur. Küreselleşmenin 2. büyük çağı küreselleşme 2.0, kabaca 1800-2000 yılları arasında gerçekleşmekle birlikte, dünyada yaşanan büyük kriz, 1. ve 2. dünya savaşları esnasında sekteye uğramıştır. Bu çağda dünya orta büyüklükte küçük bir yer haline gelmiştir. Bu çağda küresel entegrasyonun ardındaki itici güç uluslararası şirketler olmuştur. Bu çağ küresel bir ekonominin doğumunu ve olgunlaşmasını görmüştür. Mal, bilgi, hizmetler ve iş gücü kıtalar arasında rahatlıkla hareket eder hale gelmiştir. Bu çağda ana sorular: Benim şirketim küresel ekonominin neresinde yer almaktadır? Şirketimle nasıl küreselleşip diğerleriyle iş birliği yapabilirim? tarzında olmuştur. Friedman 2000 yılı civarında küreselleşme 3.0 çağının başladığını savunmaktadır. Dünya artık küçük değil küçücük bir yer haline gelmiş ve oyun sahası da düzleşmiştir. Küreselleşme 3.0’da artık, sadece ülkeler veya şirketler değil, şahıslar(bireyler) da küresel ortamda iş birliği yapıp rekabet edebilmektedir. Bunu mümkün kılan Friedman’ın “düz-dünya-platformu” adını verdiği olgudur. Düz-dünya-platformu her bireyin kişisel bilgisayarın, fiber-optik kablolar ve artan sayıda iş akışı yazılımları ile entegrasyonu sonucu meydana gelmiştir. Küreselleşme 3.0, hem dünyayı daha küçük ve daha düz bir hale getirmesiyle, hem de bireylere müthiş bir güç sağlamasıyla vücuda gelmiştir. 7 Friedman Thomas L., The World is Flat: The Globalized Wold in The Twenty-First Century, Penguin Boks Ltd.,London, England, 2006, s. 9-11. 6 Küreselleşme, ülkeler arasındaki iktisadi, siyasi, sosyal ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi, ideolojik ayrımlara dayalı kutuplaşmaların çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi tanınması, ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi farklı görünen ancak birbirleriyle bağlantılı olguları içermektedir. Küreselleşme, maddi ve manevi değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin ulusal unsurları aşarak, dünya çapında yayılması anlamına gelmektedir. Bu değerler iktisadi nitelikli olabildiği gibi siyasi sosyal ve kültürel özellikte de olabilmektedir.8 Telekomünikasyon ve medyadaki baş döndürücü gelişmeler de dünyayı küçülterek küreselleşme sürecini hızlandırmıştır. Bütün bunların yanında, terörizm ve uyuşturucu ticareti gibi örgütlü suçlar ile insan hakları ihlalleri, göç hareketleri ve çevre kirlenmesi gibi hususlar süratle sınırları aşan bir nitelik kazanarak uluslararası toplumun büyük bir kesiminin ortak sorunları haline gelmiştir. 9 Önümüzdeki çeyrek yüzyılda da jeopolitika ve enerji yapılanmasının parasal, teknolojik, ekonomik ve toplumsal ortamın dramatik şekilde bugünkünden farklı olacağı yeni bir küresel güçler dengesinin ortaya çıkacağı görülmektedir. Soğuk savaş düzeninin çöküşü, sadece siyasi ve güvenlik konfigürasyonlarını değil, ideolojik sınırları ortadan kalkan dünya ekonomik sisteminin de kökten değişmesine, yeni ekonomik güçler dengesi doğmasına yol açmıştır. Çok kutuplu yeni sistemde, ABD-Japonya-Avrupa Birliği üçgeni küresel ekonomiye hükmederken, bir zamanlar hepsi üçüncü dünya sepetinde görülen, çoğu içe dönük kalkınma stratejileri izleyen ülkelerin bugün büyük bir hızla sanayileşmekte olan ülkeler haline gelmesi, dengelerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır.10 Önceleri keşif ve göçlerle başlayan adına küreselleşme denebilecek dünyanın değişik bölgeleriyle ortaya çıkan etkileşim, 1800’lü yıllardan itibaren 8 Güzelcik Ebru, Küreselleşme ve İşletmelerde Değişen Kurum İmajı, Kurtiş Matbaacılık, İstanbul, 1999, s.17. 9 DPT, Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyonlar ve Türkiye, Ankara, 1995, s. 1. 10 Öğütçü Mehmet, 2023 Türkiye Yol Haritası, Gelecek Şimdi Başlıyor, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 31. 7 daha da hız kazanmış özellikle ticaret hacimleri ve sınırlar arası sermaye akışlarına bakıldığında bugünün dünyasına benzer gelişmeler yaşanmıştır. Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasında geçen süre içinde barış ortamının sağlanamaması küreselleşme hareketlerini de etkilemiş, ülkeler güvenlik sorunlarıyla uğraşmışlardır. İkinci dünya savaşından sonra oluşan iki kutuplu dünyada küreselleşme hareketleri sınırlı bir biçimde gelişmesine devam etmiştir. Bunun en büyük nedeni iki kutuplu dünyanın bir kutbunu oluşturan demir perde ülkelerinin dışa kapalı olmalarıdır. Ancak 1989 yılında Berlin Duvarının çökmesi, 1991 yılında da SSCB’nin hukuki olarak sona ermesi, küreselleşme hareketlerine büyük bir hız kazandırmıştır. Dışa kapalı ekonomilerin yerini serbest ekonominin alması küreselleşmenin etkisinin daha da hissedilmesine neden olmuştur. C. Küreselleşmenin boyutları 1. Ekonomik Boyutu Ekonomik alanda küreselleşmenin başlangıcı 1800’lü yıllara dayanmaktadır. 1800’lü yılların başlarından itibaren keşif ve icatlardaki artış sonucu ulaştırma ve haberleşmede ulaşılan yeni boyutlar sermayenin küreselleşmesi hareketlerini başlatmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ardından İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde küreselleşme oldukça yavaşlamıştır. Ekonomide küreselleşme 1970’li yılların başlarından itibaren tekrar gündeme gelmeye başlamıştır. 1989 yılında Berlin duvarının çökmesiyle ABD hakimiyetinde tek kutuplu dünya düzeni oluşturma çabaları sonucu sermayenin küreselleşmesi hareketleri, az gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin yani tüm dünyanın gündemine “yeni ekonomik düzen” adı altında yerleşmeye başlamıştır.11 Yaşanan bu gelişmeler sonucunda ulusal mali piyasaların aralarındaki sınırların çoğu ortadan kalkmak suretiyle küresel bir sermaye piyasası 11 Kazgan Gülten, Küreselleşme ve Yeni Ekonomik Düzen, Akdeniz Yayınları, İstanbul,1997, s. 64. 8 oluşmaya başlamış, uluslararası alanda yeni aktörlerin ve çokuluslu şirketlerin sayısında inanılmaz derecede artışlar meydana gelmiştir. 12 Ancak ekonomideki küreselleşme gelişmiş ülkelerin işine yaramış, refah bölüşümünde adalet gelişmiş ülkeler lehine daha da bozulmuştur. Sonuçta gelişmiş ülkeler daha zengin, az gelişmiş ülkeler de daha fakir hale gelmeye başlamışlardır. Uluslararası ekonomik ilişkilerin şimdiye kadar görülmedik biçimde artması, uluslararası işbirliğini ve koordinasyonu gerekli kılmıştır. Uluslararası ekonomik (ve siyasi) ilişkilerin barışçı ve istikrarlı bir biçimde devamı ancak bu işbirliği ve koordinasyonun sağlanmasına bağlıdır.13 Genel olarak üretim kalıpları ve yöntemleri de değişmiştir. Artık herhangi bir malın üretiminin tek bir ülkenin sınırları içinde olması söz konusu olmamaktadır. Tasarımı bir ülkede imalatı başka bir ülkede yapılan bir mal diğer bir ülkeye satılmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkeler, üretim faaliyetlerini az gelişmiş ülkelere devretmektedir. Gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkelerde üretim standartlarını belirlemekte, ürettikleri yeni teknoloji ürünlerini gelişmemiş ülkelere ihraç ederek daha da zenginleşmektedir. Dolayısıyla küreselleşmenin faydası sadece gelişmiş ülkelerle sınırlı kalmaktadır. Gelişmiş ülkeler bilgi ve teknoloji ihraç etmektedir. Az gelişmiş ülkeler de teknoloji ithal ederek, gelişmiş ülkelerin ürün taleplerini karşılayan ülkeler haline gelmektedir. 2. Siyasi Boyutu Soğuk Savaş döneminin noktalanmasının ardından sahneye ABD çıkmıştır. ABD, en büyük rakibi SSCB’nin saf dışı kalması sonucu yıllar önce planladığı şekilde tek kutuplu dünyanın liderliğine soyunmuştur. 10 Mayıs 1965 tarihinde ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Dean Rusk tarafından söylenen şu sözler, bu görüşü doğrular nitelik taşımaktadır. “Sadece Kuzey Amerika, sadece Batı Yarımküresi ya da sadece Kuzey Atlantik Topluluğu ile sınırlandırılmış 12 Yıldızoğlu Ergin, Globalleşme ve Kriz, Alan Yayınları, İstanbul, 1996, s. 32. 13 Savaş Vural Fuat, Uluslar Arası Ekonomik Anayasal Düzen, Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü Araştırma Dergisi, Cilt : 6, Sayı :1, Erler matbaacılık, İstanbul 1998, s. 158. 9 savunma taktiklerinin artık güven ve refah sağlayamayacağını biliyoruz. Dünya çok küçülmüştür. Toprak ile, su ile, atmosfer ile kısaca bunları paylaşan uzay ile, her şey ile ilgilenmeliyiz.”14 Günümüzde ülkeler sadece kendi ülkesindeki gelişmelerle değil başka ülkelerdeki gelişmelerle de ilgilenmekte ve bir ülkede ortaya çıkan siyasi sorunlar başka ülkeleri de etkilemektedir. Artık; Çin, Japonya hatta Almanya ve Fransa tek kutuplu dünya düzenini açıkça istememeye başlamıştır. Bu görüşler, küreselleşme sonucu oluşan yeni siyasal ortamdaki farklılaşmaları ve çelişkili ilişkileri de ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir. 15 3. Kültürel Boyutu Toplumların karşılıklı etkileşimi ile kültürlerde de bütünleşmeler olmaya başlamıştır. İngilizce bir dünya dili haline gelmiştir. Diplomaside, bilimde, uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel kurumların faaliyetlerinde, ticarette en fazla İngilizce konuşulmaktadır. Şehirlerimizde mağazaların isimleri, vitrinlerdeki blucinler ABD’nin kültürünü, Japon ve Çin restoranları Japon ve Çin kültürünü, Almanya’daki kebapçı Türk kültürünü yansıtmaktadır. Bunlar hep küreselleşmenin sonucudur. Özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra aşırı dinci ve milliyetçilik akımları artmıştır. Şehirlerin mimarisinden, toplumun (özellikle şehirlerde yaşayan) yaşama biçimine kadar değişiklikler oluşmaktadır. Kentler gökdelen ve iş merkezleri ile dolmuştur. Artık rekabet başlamıştır. Aile yaşamı kutsallığını yitirmeye başlamıştır. Yabancı filmler sevilerek izlenmekte ve diğer ülkelerde gişe rekorları kırmaktadır. Dünyada süregelen hızlı kültür alışverişi, insanlığa çeşitliliğin güzelliğini tattırmaktadır. Birçok ülkede Çin, Japonya, Meksika, Fransız, Amerikan ve Türk mutfaklarının çeşitlerine rastlanmakta, müzik sınır tanımaz biçimde insanları etkilemekte, sanat eserleri uluslar üstü bir anlatımla beğeni kazanmakta, moda 14 Magdoff Harry, Emperyalizm Çağı, Çev. Odak Yayınları, Ankara 1974, s. 55. 15 Hacısalihoğlu İ.Yaşar, Yeni Dünya Düzeni Arayışı ve Türkiye, Çantay Yayınları, İstanbul 2001, s. 45. 10 rüzgarları giyimde millet ayrımı yapmaya imkan vermez biçimde etkili olmaktadır. Edebi ve bilimsel eserler pek çok dile çevrilirken, insan kendinden binlerce kilometre uzaklıktaki bir yazarı, düşünürü, bilim adamını duygu ve düşünceleri ile tanıyıp, onunla özdeşleşebilmektedir. Folklorik özellikler ise dünya kültürüne ayrı bir renk ve özellik katmaktadır. Bilgi toplumunda kültür bir yönü ile bütünleştirici bir fonksiyon görürken, diğer yandan yerel kültürel zenginliklerin korunmasına titizlik gösteren ve geçmişin birikimini ve kültürel zenginliğini yaşatmayı amaçlayan bir anlayışla ele alınmalıdır.16 Etnik köken, dil, kültür, din ve yerel inançlar giderek gelişmektedir. Yeni liderler artık devletler arasında değil, bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracak ya da en azından karşı çıkmayacaktır. Bugün dünyamızda tanık olduğumuz şey birbirinden ayrı ve karmaşık bir olaylar yumağı değil, bir süreçtir. Bu süreç, hükümetsiz yönetimlerin yayılmasına doğru ilerleme gösteren bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.17 Kültürel alanda etkileri olan önemli unsurlardan birini de uluslararası şirketler oluşturmaktadırlar. Dünyanın her yerinde denetlenmesi pek de kolay olmayan uluslararası dev şirketler, üretimden eğitime, tüketimden kültüre kadar toplumsal yaşamın her alanında etkilerini artırmaktadırlar. Philip Morris’in yıllık cirosu, Yeni Zelanda’nın yıllık gelirinden daha fazla olabilmektedir.18 Toplumlar gelişen haberleşme ve ulaşım imkanları sayesinde birbirlerinin kültürlerinden hızlı bir şekilde etkilenmektedirler. Bu etkileşimde basını, film endüstrisini ve reklamları en iyi ve etkili kullanabilen ülkeler daha avantajlı konuma gelmişlerdir. Yaratılan moda ve markalar ülkelerin tüketimlerini de etkilemiş, insanların tüketim anlayışları büyük değişimler göstermiştir. Değişimin hızla yaşandığı dünyada toplumsal yaşamın her alanında yeni değer yargıları ve yeni alışkanlıklar ortaya çıkmış, kültürel değerlerin çarpıtılması, toplumların doğru ile yanlış arasında ikilemde bırakılması sosyal ve ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getirmiştir. 16 Hacısalihoğlu, a.g.e., s. 27. 17 Aydoğan Metin, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye, 20. Yüzyılın Sorgulanması, Otopsi Yayınları, Cilt 2, İstanbul 1999, s.620. 18 Aydoğan, a.g.e., Cilt 1, s. 19. 11 4. Bilgi, İletişim ve Teknoloji Boyutu Bu üç kelime birbirine bağlı, birbirini etkilemekte ve küreselleşmenin temelini oluşturmaktadır. Günümüzde ve gelecekte en değerli varlık bilgi olacaktır. Bilgiyi kontrol etmek giderek önem kazanmakla birlikte, güç mücadelesinde de en önemli unsurlardan biridir. Bilginin paylaşılması ile ortak değerler artmakta ve küreselleşme hız kazanmaktadır. Bilginin temelinde yer alan Araştırma-Geliştirme (AR-GE) çalışmaları hızlanmakta, bu da yeni teknolojileri ortaya çıkarmaktadır. Yeni teknolojilerin uzaydan, ekonomiye kadar her alanda etkili olması ile bu güçleri elinde bulunduran ülkeler dünyada söz sahibi ülkeler olacaktır. 19 Ülkelerin küreselleşmenin faydalarından yararlanabilmesi için yeni koşulların gerektirdiği teknolojik alt yapıya ve eğitimli insan gücüne sahip olması gerekmektedir. Ayrıca rekabet gücünün muhafazası için AR-GE çalışmalarına önem verilmelidir. Ancak olumlu bazı gelişmelerin yanı sıra, teknoloji, birçok konuda önemli küresel sorunları beraberinde getirmiştir. Örneğin; robot teknolojisinde görülen akıl almaz gelişmeler, acaba gelecekte insanların yerine robotlar mı geçecek? Gelecekte robotların çoğunluğu oluşturduğu bir dünyada mı yaşayacağız? gibi soruların sıkça sorulmasına neden olmaktadır. Bu konuda dünyada ciddi boyutlarda kuşkular duyulmaya başlanmıştır. Sun Microsytems şirketinin kurucularından Bill Joy, Wired dergisinin Nisan 2000 sayısında; “GNR’de (Genetik-Nanoteknoloji-Robotik) görülen gelişmeler insanlığın sonunu getirebilecek bir sonuca doğru ilerlemektedir. Bu sonucu görmemek için robotlarla ilgili yapılan araştırmalara sınırlama getirilmelidir” diyerek endişelerini dile getirmiştir.20 Ayrıca teknolojik ilerleme sayesinde daha az işgücüne ihtiyaç olması işsizliği artırmaktadır. Bunun sonucunda yaşanan göçler başka toplumsal sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Diğer bir yönden teknolojinin etkisiyle dünyadaki savaşlar bugün bu 19 Sonat Arslan, Globalleşme, Kriz ve Ücretler, Ekonomide Durum, Yeni Türkiye, Kitap : 5 Ankara, 1998, s. 205. 20 Ulagay Osman, 2001 Krizi ve Küreselleşme Korkusu, 1.Basım, Timaş Yayınları, İstanbul, 2001, s.81 12 kadar yıkıcı olmaktadır. Barış ortamının yaratılmasıyla teknolojik gayretlerin insanlığın yararına olacak şekilde artırılması ve yönlendirilmesi daha yaşanır bir dünya için gereklidir. 5. Çevre Boyutu Günümüzde küresel çevre sorunları denilince; ozon tabakasının incelmesi, küresel iklim değişikliği, tropik ormanların yok olması, nükleer kirlenmeler, nüfus artışı, hava, su, toprak kirlenmesi, biyolojik çeşitlilikte azalma ve biyolojik güvenlik konuları gündeme gelmektedir.21 Küreselleşme ile birlikte teknolojik gelişmelerin artmasına paralel olarak özellikle ekonomik alanda yapılan faaliyetlerle çevre kirliliği artmıştır. Hiçbir devlet bu benim sorunum değil diyememektedir. Çünkü çevre kirlenmiş, ozon tabakası delinmiş, havalar ısınmış, kutuplarda buzullar son zamanlarda yaşanmayan bir şekilde erimeye başlamıştır. Bu gün dünyamızın önünde bulunan çevre bunalımı evvelce vuku bulmuş buhranlardan hem nitelik hem de nicelik olarak daha farklı bir yapı arz etmektedir. Yeryüzünü saran atmosferdeki kirlenmenin artması nüfus artısının ve yaşam standartlarını artırma arzusunun bir sonucu olduğu ifade edilmektedir. Geri kalmışlığı telafi etmek için çaba sarf eden gelişme yolundaki ülkelerin bir kısmı da halkın sağlığı ve çevrenin kirlenmesini düşünmek yerine kalkınmayı ön plana aldıklarından bu kirlenmenin daha da artacağı görülmektedir. Yapılan tahminlere göre, sadece yüzyılımızın ortalarından beri dünya, tarım alanlarındaki yüzey toprağının beşte birini, tropikal yağmur ormanlarının beşte birini, bitki ve hayvan türlerinin de on binlercesini kaybetmiş bulunmaktadır.22 Bilim adamlarının mutabık kaldığı husus yerküredeki ortalama ısıların yüzyıl önceki ısılardan 0.3 derece ile 0.7 derece arasında daha yüksek olduğudur. Bu artışın boyutları mütevazı ölçülerdedir. Fakat, özellikle dünyada nüfus ve sanayi faaliyetleri arttıkça ısının gelecek yüzyılda ulaşacağı artış hızı 21 Alacadağlı Esmeray, Organize Sanayi Bölgelerinde Çevre Yönetim Sistemleri, Ankara Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2004, s. 123. 22 Kennedy Paul,Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken, Çeviren, Fikret ÜÇCAN, Minpa Matbaacılık, Ankara, 1999, s. 124. 13 gerçek bir endişe kaynağı oluşturmaktadır. Yapılan tahminlere göre, CO2 seviyelerinin iki katına çıkması yirmi birinci yüzyılın ortalarına doğru ortalama 1.5 derece ile 4.5 derece arasında ısı artışlarına sebep olacaktır.23 Küresel ısınma, deniz seviyesinin yükselmesi, nüfus artışı, tarım alanları ve ormanların süratle azalması süratle dünya çapında bir reformun yapılmasını ortaya koymaktadır. Günümüzde fabrikaların, petro-kimya tesislerinin, çelik haddehanelerinin, petrol yakıtlı taşıt araçlarının doğaya her gün milyonlarca ton zehirli atık bıraktıkları bir gerçektir. Bu atıkların çok büyük bir bölümü ise, küreselleşmenin savunucusu durumundaki gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeler tarafından oluşturulmaktadır. Havadaki kirletici emisyonların %62.2’si, (karbon monoksitin %71.5’i, sülfür oksidin %58.5’i, nitrojen oksidin %55.8’i) tüm dünya ülkelerinin %12.7’sini oluşturan 24 gelişmiş ülke kaynaklıdır. 1995 yılı verilerine göre dünya üzerinde bulunan 445.9 milyon otomobilin %77.4’lük bölümünü oluşturan 345.5 milyon otomobil, dünya nüfusunun %11’lik bölümünü oluşturan OECD ülkelerinde bulunmaktadır.24 Bugün dünya topraklarının %29’u orta ya da yüksek düzeyde çölleşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Her yıl 6 milyon hektar arazi çöle dönüşmektedir. Dünyada her otuz yılda Suudi Arabistan’ın yüzölçümü kadar toprak çölleşmekte, Hindistan’ın yüzölçümü kadar tropikal orman zarar görmektedir. Son 25 yılda Afrika’nın tahıl üretimi %28 azalmıştır. Dünyadaki akarsuların %10’u canlı yaşayamayacak şekilde kirlenmiştir. Okyanuslara her yıl 6.5 milyon ton çöp dökülmektedir. Ozon tabakasının incelmesi sonucu oluşan hasar net olarak ortaya konamamıştır. Ancak; kuraklık, iklim değişikleri gibi olaylarla deri kanserlerindeki artışların, ozon tabakasının incelmesi sonucu ortaya çıktığı gerçeği tüm çevrelerce kabul görmektedir. Çevre kirliliğinin neden olduğu çocuk 23 Kennedy, a.g.e., s.138. 24 Aydoğan, a.g.e., Cilt 2, s. 662-663 14 travması ve oksijensizlik, akut solunum enfeksiyonları, yetersiz beslenme ve ishal gibi nedenlerle yılda yaklaşık olarak 15 milyon çocuk ölmektedir.25 Günümüzde özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin sınırları içinde kurulu bulunan birçok endüstri kuruluşunun çevre ile ilgili faaliyetleri, yabancı sermayenin ürkütülmesi ya da kaçırılması gibi endişeler sonucunda denetimsiz bırakılmaktadır. Çevrenin ve atmosferin kirlenmesinde etkin rol oynayan gelişmiş ülkeler ve kuruluşlar, bu konudaki hassasiyetlerini bildirmelerine rağmen somut adım atmamaktadırlar. 1987 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP) düzenlediği konferans sonucu alınan kararlar, 1991 yılı itibariyle Türkiye dahil 37 ülke tarafından imzalanırken konferans kararlarının küreselleşmenin savunucusu ABD tarafından imzalanmaması dikkat çekici bir durumdur. Bu komisyon kararlarına ABD’den sonra Japonya ve Almanya’nın da karşı çıkması gelişmiş ülkelerin bu konudaki samimiyetinin anlaşılması bakımından önemlidir. Ayrıca; İngiltere, Hollanda, Belçika ve İsviçre, Atık Konvansiyonu tarafından 1983 yılında alınan kararlara uymayacaklarını deklere etmişlerdir.26 Bu sorunların temel özelliği, belirli bir yer ya da bölgeyi ilgilendirmekten ziyade küresel ölçekte sonuçlara neden olmalarıdır. Bu itibarla, anılan sorunların çözümü için ulus-devlet ötesi bir çaba gerekmekte, küresel düzeyde bir bilinçlenme sonucunda oluşacak bir uluslararası dayanışma ve iş birliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Öte yandan, küreselleşmenin çevre boyutu, yerkürenin demografik durumuyla da yakından ilintilidir. Dünya nüfusunun artışı, en azından bazı bölgelerde, mevcut kaynakların yok olması anlamına gelmektedir. Günümüzde 6,3 milyar civarında olan dünya nüfusunun 2050’de 9,4 milyara ulaşacağı ve bu artışın % 95’inden fazlasının gelişmekte olan ülkelerde yaşanacağı dikkate alındığında, bölgesel düzeyde ortaya çıksa da küresel etkiler doğurabilecek olan açlık, kıtlık, kuraklık, kirlilik ve göç gibi çevresel sorunlar ciddiyet arz etmektedir.27 25 http://soruvecevap.blogcu.com/12484321 (20.01.2008) 26 http://www.onsayfa.com/forum/diger-odev-konulari/277869-kuresellesmenin-turkiyeye- etkileri.html (14.04.2008) 27 Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8 s.91. 15 Türkiye’de de çevre sorunları önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu sorunların en önemlilerinden biri erozyondur. Ülke arazilerinin; %20’ si orta, % 36.4' ü şiddetli ve % 22.3' ü çok şiddetli olmak üzere erozyona maruzdur. Türkiye için çok önemli bir toprak ve çevre sorunu olan erozyonun önlenmesi ve olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi için çok ciddi tedbirlere ihtiyaç vardır.28 6. Askerî Boyutu Bilgisayar, elektronik ve uzay-havacılık alanlarındaki teknolojik gelişmelerin, vizyonu daha geniş ufuklara taşıdığını, stratejik ve taktik seviyede konsept değişikliklerine neden olduğu görülmektedir. Artık harekat sahasının boyutları büyümüş ve üç boyutlu hale gelmiştir. Bilginin korunması ve bilgi yoğun işlerin sistematize edilmesi olarak tanımlanabilecek bilgi savaşı, önümüzdeki yılın temel harp şekillerinden biri olacak ve barış dönemini de tamamen kapsayacaktır. Harp ve çatışmalar muhtemelen düşük yoğunlukta ve bölgesel olarak sürecektir. 29 Tehdit kavramı şekil değiştirmiştir. Ülkeler silahlı kuvvetlerini bu tehditlere göre hazırlamalıdır. Dünyada iki kutuplu cepheleşmenin sona ermesi ve geleneksel tehdidin değişmesi; Avrupa’daki ortak güvenlik sistemlerini de yeniden şekillendirmiş bu bağlamda merkezi ve Doğu Avrupa daha güvenli ve istikrarlı bir ortama kavuşmuştur. Ancak bazı siyaset bilimcilerinin ikinci Ortadoğu olarak nitelendirdikleri Balkanlar ve Kafkaslar bölgesinde, yeniden alevlenen etnik çatışmaların doğurduğu istikrarsızlık, tüm bölge ülkeleri için yeni tehlikeleri ve tehditleri de beraberinde getirmiştir. Eskiden potansiyel tehdit teşkil edebilecek ülkelerin sadece askeri güçleri çerçevesinde şekillenen tehdit kavramı bugün artık; - Bölgesel krizler ve etnik çatışmalar - Çeşitli radikal akımlar - Ülkelerdeki siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar ve belirsizlikler - Kitle imha silahları ve uzun menzilli füzelerin yayılması 28 Çevre ve Orman Bakanlığı, Türkiye Çevre Durum Raporu, Yayın no.5, Görsel Matbaacılık, Ankara, 2007, s. 4. 29 Evin Bekir, Dünyada Yaşanan Globalleşmenin Türkiye’ye Etkileri, Deniz Kuvvetleri Dergisi, Ankara, 2000, s. 26-27. 16 - Kökten dincilik - Uyuşturucu ve her türlü silah kaçakçılığı - Uluslararası terörizm şeklinde ortaya çıkan yeni tehdit ve riskleri gündeme getirmiştir. 30 Bugün bir çok ülke dünyada mevcut düzen içinde, NATO ve BM kararları çerçevesinde sınırlarının dışına askeri güç göndermekte, güvenliğini ve menfaatlerini aynı zamanda uzaktan sağlamaktadır. Küreselleşme ile birlikte dünyada nükleer ve kimyasal silahlar ve konvansiyonel silahlarda indirime gitme çabaları artmış, fakat hala nükleer silahlara sahip ülkeler bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Uzay çalışmaları ve mücadelesi ağırlık kazanmıştır. D. Küreselleşme ve Ulus Devlet 1. Genel Ulus, çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu31olarak tanımlanmaktadır. Giddens ulus devletin mutlakiyetçi devletten ayrı tutulması gerektiğini ve ulus devleti geçtiğimiz iki yüzyılın doğurduğu modern bir fenomen olarak tanımlamaktadır. Ulusu ulus devletin zorunlu bir öğesi kılan ulusçuluk duygularının varlığı değil(bunlar ne denli güçlü olursa olsun ), kesin bir şekilde tanımlanmış toprak sınırları üzerinde iktidar uygulayan bir yönetsel aygıtın pekiştirilmesidir.32 Ulus devlet; varlığını tek bir millete dayandıran ve kişiliğini onunla özdeşleştirmiş bulunan devlettir. Çağımızda, milli devletleri özellikle bunlardan gelişme sürecinde olanları tehdit eden iki büyük tehlike vardır. 33 30 Şenoğul Nahit, 21'inci Yüzyılın İlk Çeyreğinde Türkiye'nin Genel Vizyonu, Politikası ve Stratejisi (sempozyum), Harp Akademileri Basımevi, İstanbul 2000, s. 2. 31 Türk Dil Kurumu, Türkçe sözlük, Ankara, 1998, Cilt 2, S. 2280 32 Schlesinger Philip, Medya, Devlet ve Ulus, Çev. Mehmet Küçük, Mart matbaacılık sanatları, İstanbul, 1994, s. 281. 33 Bayat Mert, Milli Güç ve Devlet, Amaç Basım Evi, İstanbul, 1986, s. 15-16. 17 Birincisi, gelişimi kişilik ve karakterini, gelişmişlerinkine benzetmekte görmek ve bu amaçla millilik niteliğinden tavizler verip ondan uzaklaşmaktır. Bu durumda, devlet sürer fakat Ulus devlet olma avantajlarını yitirir. İkincisi, Millilik ve tutuculuk kavramlarını eşdeğer kabul etmekten doğar. Bu durumda, millilik sürer fakat devlet çağdışına düşerek zaman içinde yıkılır. Devletin çöküşü, milletin şu veya bu biçimde, başkalarının yönetimi ve kontrolü altına girmesi ve onların ölçülerine bağımlı olarak yaşamaya zorunlu tutulmasıyla sonuçlanır. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, gerçek milli devlet; milli olan niteliklerinin temel ilkelerini çok duyarlı biçimde korurken, onları çağdaş olumlu ölçüler içinde yorumlayıp geliştirerek uygulayan devlettir. Küreselleşme kavramını ortaya çıkardığı sonuçları ve etkilerini incelediğimizde ulus-devletle çok yakından ilgili olduğu görülmektedir. Ulus devlet kavramı 1789 Fransız devrimi ve sonrasında Avrupa içinde en önemli siyasi varlık haline gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı esnasında açıklanan Wilson Prensipleri ile bir hak olarak görülmeye başlanmış ve değişik uluslar kendi ulus devletlerini kurmaya teşebbüs etmişlerdir. Bu çabalar İkinci Dünya Savaşından sonra hızla yayılan sömürge devrimlerine yol açmış ve BM yeni kurulan devletlerin tanınma merci olmuştur. Soğuk savaş döneminin sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla dünya sahnesine çıkan yeni cumhuriyetlerde milliyetçilik hareketleri hız kazanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, dünyanın önce ABD’nin önderliğinde tek kutuplu bir düzene gireceği sanılmış, ancak müteakiben belirsizlik ortamına sürüklenmiş ve şimdi de çok kutuplu bir düzene doğru ilerlemektedir. Bu ortam küreselleşme ve ulus devlet mücadelesine dönüşmektedir. Geleneksel devletin görevleri değişmeye başlamıştır. Ekonomik küreselleşme ile, devletin otoritesini kullanmasını etkileyen, hatta yönlendiren, devletin kontrolü dışında çok uluslu ve ulus ötesi şirketler ve kuruluşlar politik ve ekonomik yapıda söz sahibi olmaya başlamıştır. Günümüzde küreselleşme özellikle ulus-devletlerin işlevlerini yok etmeye yönelik, gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkeler üzerinde sömürüsünün yeni adı 18 olarak görülmektedir.34 Dolayısıyla ulus devletler küreselleşmeyle beraber sürekli bir aşındırılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Ulus-devletin aşındırılmasında iki boyut devreye girmektedir. Birincisi ulus devletin ekonomi düzlemindeki yetkilerini ulus-üstü kurumlara devretmesi ve bölgesel işbirliği, ikincisi ise yerel yönetimlerin giderek güçlendirilmesi, merkezi devletin olanaklarının, yetkilerinin ve sorumluluklarının kendi içindeki alt birimlere devredilmesidir.35 Ulus devletlerin, en önemli özelliğini oluşturan sınırlar tartışılır hale gelmiştir. Farklı kültürlere, dinlere ve dillere sahip Rusya ve Çin gibi ülkeler değişik bir yapılanmayı temsil ederken, kendi insan topluluğu ile komşu ülkelerin insan toplulukları arasında ciddi bir farklılık olmayan, Kuveyt ve Dubai gibi daha küçük ülkeleri de ciddi meşrulaşma bunalımları beklemektedir. Sonuç olarak ekonomik alanda meydana gelen gelişmeler, ulus devletin önemini azaltmış görünmektedir. Ancak dünyada ekonomik olarak işbirliğinin ve küresel piyasalara tabi olmanın devletin faaliyetinde bir gerileme yaratmayacağını savunan düşünürler de vardır. Küreselleşmenin gerçek anlamda devletlerin iktidarını yıktığına karşı çıkmışlardır. Küreselleşme muhtemelen, ulus devletlerin iktidarını azaltarak denge kurmaktadır. Hükümetler üstü düzenlemeler giderek daha önemli hale gelmekte, bazı uluslar üstü aktörlerin güçlerinin arttığı görülmektedir. Fakat hiç kimsenin skor saymadığı bir oyunda daha güçlü devletlerin hala etrafındaki en büyük oyuncular olması muhtemeldir. Gerçekçilerin görüşündeki gerçeğin özü, budur.36 Tarihsel olarak, ulus-devlet çerçevesinde şekillenen insan hakları ve yükümlülükleri, giderek artan ölçülerde ulus-devlet sınırlarını aşarak evrensel bir aşamaya doğru yol almaktadır. Bu ve benzeri sebeplerle, artık, dünya vatandaşlığının inşasından söz edilmektedir. Dünya vatandaşlığı, İnsan Hakları 34 Kocacık Faruk, Küreselleşme ve sosyal güvenlik, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2001, Cilt : 25, No: 2, ss. 193-199, s. 193. 35 Kazgan Gülten, Küreselleşme ve Ulus-Devlet, Yeni ekonomik Düzen, İstanbul Üniversitesi Yayınları 5, 2. Baskı, İstanbul, 2002, s. 34. 36 Pierson Christopfer, Modern Devlet, Çev. Dilek Hattatoğlu, Berdan matbaası, İstanbul 2000, s. 266. 19 Evrensel Beyannamesi’nde düzenlemeye konu edilmiştir. Bu beyanname, millî sınırları aşan haklara sahip bir küresel vatandaşlık yaklaşımını sergilemektedir. Beyanname, her devletin kendi vatandaşlarına haklar tanıması gerektiğini ve her insanin millî vatandaşlık hakkına sahip olduğunu ısrarla belirtmektedir. Ancak bu hakları sağlamak ve korumak bakımından yetkili uluslar üstü bir otorite de yoktur. Yine bu konuda devletleri zorlayacak bir dünya devleti de söz konusu değildir. Bu durumda, dünya vatandaşı hâline gelen insanlar, haklarının korunması için yine ulus-devletlere başvuracaklardır.37 Bütün bu değişmelere ve ulus-devletin gücünü yitirdiğiyle ilgili iddialara rağmen, günümüzde dünya hâlâ ulus-devletler dünyasıdır. Dünya küresel çapta bir ulus-devletler sistemidir. Bu sistem içinde ulus-devletler, çok çeşitli siyasî, ekonomik, ticarî, kültürel ve iletişim ilişkileri içindedirler. Bu ilişkiler, dünya ölçeğinde bir uluslararası ilişkiler sistemine temel oluşturmaktadır. Ancak, uzun bir siyasî, sosyal ve ekonomik evrimin ürünü olan geleneksel ulus-devlet yapılanmasının baslıca üç kaynaktan beslenen bir tehdit altında olduğu söylenebilir.38 Bunlar; küresel ekonomik dinamikler, ekolojik meseleler ve ulus- devletin normatif çerçeve ya da bir referans çerçevesi olarak meşrûiyetinin erozyona uğraması olarak sıralanabilir. Diğer yandan, sayıları giderek artan ve birçok alanda faaliyet gösteren hükümetler arası örgütlerin ve hükümetler dışı oluşumların dünya sistemi içinde, hukuku yaratmak ve şekillendirmek bakımından önemli roller oynadıkları da söylenebilir. Bu süreçte ulus devletler, sadece siyasî egemenlik alanlarına giren nüfusun siyasî olarak eklemlenmiş çıkarlarına göre davranırken, hesap yapamaz hâle geldiklerinden, siyasî olarak kontrol etme umutlarını giderek daha çok kaybettikleri kuvvetlerin icra kurumları ve tam yetkili temsilcilerine dönüşmektedirler.39 37 Yüksel Mehmet, Küreselleşme Ulusal Hukuk ve Türkiye, Siyasal Kitabevi, İstanbul 2001, s.122. 38 Yüksel, a.g.e., s. 143. 39 Bauman Zygmunt, Küreselleşme -Toplumsal Sonuçları, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999, s. 77. 20 Bu anlamda, teknolojik ilerlemeler, pazar serbestisinin gelişmesi, yurttaşların kendi hükümet yapılarıyla değişen ilişkileri gibi etkenler, ulus- devletin kimliğine yönelik doğrudan bir tehdidi temsil etmekte, ulus-devlet bünyesindeki nispeten istikrarlı siyasî, sosyal ve ekonomik organizasyon, hem merkezcil hem de merkezkaç güçler tarafından aşındırılmaktadır. Bu duruma son verecek bir oluşum ise henüz ortada gözükmemektedir. Ekonomik bakımdan, yetkilerini giderek uluslar üstü kurumlara devretme durumuyla karşı karşıya kalan ulus-devlet, uluslararası sermayenin önündeki engel olarak algılanmakta, bir yandan millî egemenlik aşındırılırken, diğer yandan uluslararası sermayenin kendi kuralları egemen kılınmak istenmektedir.40 Ulus devletin ticari alandaki varlığı, korumacı gümrük yasaları; ekonomideki varlığı bağımsız maliye ve KİT’ler, siyasi varlığı ise ulusal yönetim ve hukuktur. Bunlar doğal olarak ulus devlet karşıtlığının temel hedefleri haline geldiler. Günümüzün kaçınılmaz gerçekleri olarak sunulan; serbest piyasa ekonomisi, gümrük birliği anlaşmaları, özelleştirme, yerel yönetimcilik ve uluslararası tahkim gibi uygulamalarla, ulus devletlerin varlık nedenleri ve bu nedenlere kaynaklık eden yaşam alanları birer birer kontrol altına alınmaya başlanmıştır. 41 2. Küreselleşme Sürecinde Ulus Devletlerin Sorunları: a. Gelir Dağılımının Bozulması : Küreselleşme varlıklı ve yoksul ülkeler arasındaki gelir dağılımının iyice bozulmasına yol açmıştır. Küreselleşme uygulaması; özelleştirme, işten çıkarma, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, sosyal devleti küçültme, ücretleri düşürme, emeği koruyan araçları ortadan kaldırma, sosyal hakları kısıtlama gibi yöntemlerle hem gelişmekte olan ülkelerin yoksullaştırılmasına, hem de uluslararası sermayenin sınır tanımayan egemenliği nedeniyle yoksul ülkelerden zengin ülkelere kaynak aktarılmasına neden olmaktadır. Bu gelişmelerin sonucunda dünya nüfusunun en varlıklı %20’si, dünya gelirinin 40 Işıklı Alpaslan, Yeni Dünya Düzeninde Emek Sermaye Çelişkisi, Mülkiye Dergisi, Eylül-Ekim 2000, Cilt:XXIV, s.28. 41 Aydoğan, a.g.e., Cilt:2, s. 593 21 %85’ine el koymaktadır. Buna karşılık en yoksul %20 dünya gelirinin ancak %1,4’üne sahiptir. 1960’da dünyanın en varlıklıları, en yoksullardan 30 kat daha varlıklı iken 1990’da bu fark 60 katına çıkmıştır.42 Cari döviz kurlarına göre yapılan hesaplamalara göre 1997 yılında bir ABD' linin yıllık geliri bir Türk’ün yıllık gelirinden ortalama 9,2 kat; bir Türkün yıllık geliri’ de bir Etiyopyalıdan ortalama 28,5 kat daha fazla idi. Ülkeler arasında gelir ve refah farklılıkları satın alma gücü paritesi cinsinden hesaplandığında, yine 1997 yılında ortalama bir ABD' li bir yılda, bir Türkün kazandığından 4,5 kat fazla gelir sağlamakta idi. Buna karşılık ortalama bir Türkün bir yıllık geliri de bir Etiyopyalının yıllık gelirinden 12.6 kat fazla idi.43 Dünya Bankası istatistiklerine göre, dünya nüfusunun yarısından çoğu, günümüzde yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Dünyada varolan 210 devletten 157’sinin ortalamanın çok altında GSMH’ ya sahip olduğu belirtilmektedir. Ortak birey başına düşen gelirin 800 doların altında olduğu nüfusun dünya nüfusuna oranının %56’sına vardığı ileri sürülmektedir. Dünya nüfusunun %20’sinin eline birey başına gelir olarak 801 ile 3200 dolar, %8’inin eline 3201 ile 10000 dolar ve %16’sının eline ise 10000 dolardan fazla geçmektedir.44 Dünya nüfusunun gelir gruplarına göre dağılımına baktığımızda % 60' ı düşük gelir grubundaki ülkeler, %25' i orta gelir grubundaki ülkeler, % 15' i yüksek gelir grubundaki ülkelerdir.45 Tablo-1’de gelişmiş ülkeler ile gelişmekte ve az gelişmiş ülkeler arasındaki nüfus, GSYİH ve ihracat rakamlarının 1990 ve 2006 yıllarındaki karşılaştırması yapılmaktadır. Tabloya göre 1990 dan 2006 yılına toplam nüfusta gelişmekte ve az gelişmiş ülkeler lehine bir artma gözlenirken Toplam GSYİH ile toplam ihracatta gelişmiş ülkeler lehine artış yaşanmıştır. Gelişmiş 42 Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye'nin Dış Ekonomik İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara,2000, s. 8 43,ASO, Türkiye ve Dünyada Devlet ve Özel Sektör II, Ankara Sanayi Odası Aylık Yayın Organı Haziran, 2000, Ankara, s. 33 44 DPT, a.g.e., s.9 45 ASO, a.g.d., s. 29 22 ülkelerin nüfusu %1,4 azalırken, Toplam GSYİH’ları %7,5, Toplam ihracatları ise %5,7 artmıştır. Tablo-1: Dünyada Gelir Dağılımı Kaynak: Dedeoğlu Soner, Küreselleşmenin Sosyo-Ekonomik Yansımaları, Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı 394, Ekim 2007, Genelkurmay Basımevi, Ankara, ss. 4-27. s. 8. Küreselleşme süreci ile hızlanan, ülkeler arasındaki gelir dağılımındaki dengesizlikler ve bu süreci yaşamak zorunda olan veya bırakılan, esas görevi toplumun refahını sağlamakla görevli ulus devletlerin her şeyden önce kendi durumunu çok iyi tartarak, çok çalışarak, çok uluslu şirketlerin belirleyeceği şartlarda değil de, kendi menfaatlerine uygun şartları ileri sürecek iradeyi göstererek, halkının refahını sağlayacak çözümler bulmaları gerekmektedir. b. İşsizlik Tehlikeleri : Teknolojik gelişmelerin her alanda kullanılması özellikle ekonomik faaliyetlerde insan gücüne olan ihtiyacı azaltmış ve işsizlik ortaya çıkmıştır. 6 milyar civarındaki dünya nüfusu içinde işgücü bugün 2 milyar, işsiz sayısı ise 800 milyondur. 2025 yılında dünya işgücünün 3 milyar civarında olması beklenmektedir. Günümüzün nüfus artışı verilerine göre, hem dünya Yıllar Ülkeler Toplam Nüfus (%) Toplam GSYİH (%) Toplam İhracat (%) Gelişmiş Ülkeler 15,5 73,2 80,2 1990 Gelişmekte Olan ve Az Gelişmiş Ülkeler 84,5 26,8 19,8 Gelişmiş Ülkeler 14,1 80,7 85,9 2006 Gelişmekte Olan ve Az Gelişmiş Ülkeler 85,9 19,3 14,1 23 nüfusu hem dünya işgücü yılda 100 milyon artmakta ama buna karşılık yılda sadece 50 milyonluk bir istihdam yaratılabilmektedir.46 İşsizliğe yol açacak iki yeni teknolojik gelişme; biyoteknoloji ve robot teknolojisi gelecekte ulus devletlere problem yaratacaktır. Biyoteknoloji ile sanayileşmiş ülkeler yapay şeker, vanilya, kakao üretebilecektir. Bu ürünlere portakal suları, domates ve daha birçok ürün eklenebilir. Sanayisi tarıma dayanan ve bu ürünleri satarak ihtiyaçlarını karşılayan birçok gelişmekte olan ülkenin geliri azalacak, tarım işçileri işsizliğe sürüklenecek ve sosyal buhranlar oluşacaktır. Grev-lokavt baskıları nedeni ile artan talebi karşılamak maksadıyla her alanda çok yönlü kullanılabilecek robotlar üretilmektedir. Robotların kullanım alanları genişledikçe bu alanlarda çalışan işçiler işsiz kalacak, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerdeki ucuz iş gücü de çalışma alanı bulamayacak ve işsizler ordusu çoğalacaktır. c. İstikrarsız Sermaye İletişim ve teknolojideki gelişmelerin de etkisiyle sermayenin ülkeler arasındaki dolaşım hızı ve miktarı artmıştır. Ülkelerin ekonomileri de birbirine bağımlı hale gelmiştir. Ancak bu çok sesli orkestrayı yönetecek ve yönlendirecek şeflere ihtiyaç duyulmuş ve bunu sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu çok uluslu şirketler üstlenmiştir. Sermaye çeşitli ülke pazarlarına hızla girip çok ufak spekülasyonlarla hızla çıkabilmekte, bu da ulus devletlerin ekonomik politikalarını olumsuz etkilemektedir. 1997 yılında Güney Doğu Asya ülkelerinde başlayan finansal kriz küreselleşmenin etkisi ile tüm dünyaya yayılmış ve olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Asya krizinin birçok nedeni olmasına rağmen küreselleşmenin sonucunda ortaya çıkan sermaye hareketleri ve dış ticaretteki gelişmelerin krizde önemli rolü vardır. Çünkü yabancı sermaye denetimsiz bir şekilde krize düşen ülkelere girmiştir. Gelen bu sermaye sanayide ve inşaat sektöründe verimsiz alanlarda kullanılmış, banka ve finans sistemine geri dönüşü zorlaşmıştır. Banka ve finans sisteminin zayıflığı buna eklenince kriz 46 Sonat, a.g.e., s. 220, 221 24 yaygınlaşmış, uluslararası boyuta ulaşmıştır. Sadece emek piyasası değil, ekonomiler genel anlamıyla krizin etki alanına girmiştir.47 İstikrarsız sermayenin yol açtığı krizlere ülkemizden de örnek vermek mümkündür. 29 Kasım 2000 tarihinde ortaya çıkan ve “Kara Çarşamba” olarak adlandırılan mali krizde; gecelik repo faizleri yüzde 1700’lere kadar çıkmış, borsa 7977 puana düşmüş ve Demirbank’a el konmuştur. Bu mali bunalım, Amerika merkezli iki spekülatör firmanın yabancı bir banka aracılığı ile aniden bir milyar dolar çekmesi ve buna bağlı olarak yapay bir krizin ortaya çıkmasıyla başlamıştır.48 Bu krizin hemen arkasından 20 Şubat 2001 tarihinde meydana gelen ikinci kriz ise dünyanın en ünlü yatırım fonlarından “Meryill Lynch”in müşterilerine gönderdiği raporda Türkiye’den çekilmelerini istemesi ile başlamıştır.49 Bu krizde, bir Fransız, iki Japon ve iki Alman bankası piyasadan hızla çekilerek Türkiye’den iki gün içerisinde 5.5 milyar dolar çıkmasına sebep olmuşlardır. d. Sosyal Güvenlik ve Sendikasızlaştırma Küreselleşmenin hedef aldığı başlıca kurumlardan biri sosyal refah devletinin temelinde yatan sosyal güvenlik sistemidir. Bu sistemi devletin güçlü katılımının yarattığı yerler (Örneğin Batı Avrupa ) olduğu gibi, sistemin "İşveren ile İşçiye" dayandığı ülkeler de vardır. Küreselleşmenin refahı tabana yayan bu kurumlara saldırma nedeni çeşitlidir: Bir kere sosyal refah devleti halkın güvenini, bağlılığını güçlendirdiği ölçüde ulus devlet bir güç merkezi olur ve zayıflatılması zorlaşır. Bu da uluslararası şirketlere karşı en güçlü direnme kurumunun ayakta kalması demektir. Öte yandan sosyal güvenlik kurumlarına işverenin katkı payı, dünyayı ele geçirmek üzere adeta bir "cihat ilan eden" uluslararası şirketlerin karlarının törpülenmesine yol açar. Ayrıca işçinin bu kurumlar sayesinde işveren karşısında direnç gücü artar, ücret talepleri yüksek olur; nedeni işsiz kalsa da güveneceği bir kaynak bulunmasıdır. Bunlara 47 İyibozkurt Erol , Küreselleşme ve Türkiye, Ceren Basım Evi, Bursa, 1999, s. 73 48 Aydoğan, a.g.e, Cilt 1, s.248 49 Aydoğan, a.g.e, Cilt 1, s.250 25 uluslararası sigorta şirketlerinin kendilerine yeni pazar yaratma baskısı eklenmelidir.50 Küreselleşme ile yerli işçi yerine yabancı işçilerin istihdamına olanak yaratılmıştır. Sonuçta işçiler zayıf duruma gelmiş, iş güvencesi ve ücret dışı sosyal haklar erimiş, sendikalar zayıflamıştır. Zaten niteliksiz işçilerin ücretleri oransal olarak gerilemektedir. Küreselleşme ile birlikte uluslararası şirketler yatırımlarını daha ucuz işgücü ve hammaddenin bulunduğu ülkelere yapmışlardır. Bunun sonuçlarını iki taraf açısından değerlendirecek olursak sanayileşmiş ülkeler için; bu ülkelerde yaşayan binlerce kişi işsiz kalmış, üretim azalmış; güçlükle buldukları işlerini kaybetmekten korkan işçiler, grev hakkını ve diğer sosyal haklarını düşünmemeyi, ellerindekine razı olmayı kabullenmişlerdir. e. Nüfus ve Göçler Dünya nüfusunun hızla arttığı gözlemlenmektedir. Ancak nüfusun bugünkü artışına bakılarak Asya ve Afrika’da daha hızlı, gelişmiş ülkelerde ise daha az artacağını söylemek mümkündür. Fakir ülkelerin nüfusunun artması ülke insanlarının milli gelirden daha az pay almaları ve daha fakirleşmeleri anlamına gelmektedir. Bugün fakir olan ülkelerden daha iyi şartlara sahip olmak için çoğu zaman hayatı ile ödediği ve yakalanarak kendi ülkesine sınır dışı edilen binlerce göç eden insan, dünyanın her tarafında özellikle sanayileşmiş ülkelerde farklı bir yapı oluşmasına sebep olacaktır. Göç hareketlerinde özellikle kaçak işçi ve siyasi sığınmacı yolları en çok baş vurulan yöntem olarak gözükmektedir. Avusturya Göç İdaresinin bir raporuna göre her yıl kaçak işçi olarak AB ülkelerine gelenlerin sayısı 400.000’i bulmaktadır.51 Siyasi sığınma konusunda ise en çok tercih edilen Avrupa ülkesi İngiltere’dir. Bu ülkeye 1989 yılından önce 5000 civarında siyasi sığınma talebi yapılırken, bu sayı 1999 yılında 70.000’e çıkmıştır. Bir cins insan ticareti halini alan bu tür yasa dışı göç hareketlerine aracılık eden kişi ve örgütlerin 3-4 milyar dolar gelir sağladıkları tahmin 50 Kazgan Gülten,Tanzimat'tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Akdeniz Matbaacılık, İstanbul,1999, s. 382 51 Öymen, a.g.e., s.68. 26 edilmektedir. Bu aracılık işleminin önemli bir kısmının terörist örgütler tarafından yapıldığı dikkate alındığında göç hareketlerinin terörizme sağladığı katkı ortaya çıkar. Tabi ki göçler sadece yasa dışı yollardan olmamaktadır. Bazı ülkeler yetersiz iş gücünü takviye etmek maksadıyla da göçmen kabul etmektedirler. Örneğin, ABD yılda ortalama 250.000 göçmen kabul etmektedir. 1960’lı yılların başında Alman hükümetinin talebi üzerine bu ülkeye giden işçilerimizle başlayan Türk göçmen işçi uygulaması neticesinde günümüzde 3.3 milyon Türk işçisi Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde çalışır durumdadır. f. Çevre Problemleri Teknolojik gelişme ile birlikte; ozon tabakası delinmiş, sıcaklar artmış, denizler kirlenmiş, kutuplarda buzullar erimeye başlamıştır. Artık dünyanın herhangi bir yerinde oluşan bir çevre problemine hiçbir ülke ilgisiz kalamamaktadır. Çevre kirliliğinde ülkelerin ortak menfaatlerine uygun olarak yeni teknolojilerden yararlanılmalıdır. Öncelikle çevrenin kirlenmesine engel olunmaya çalışılmalı, engel olunamazsa veya önceden kirletilmiş bölgeler içinde yeni teknolojilerden yararlanarak zararı asgari tutulmaya çalışılmalıdır. Gelişmiş ülkeler sanayi devriminden günümüze kadar geçen sürede kendi ülkelerinde sebep oldukları çevre sorunlarını asgariye indirmek ve geri döndürmek maksadıyla çevre sorunları yaratan teknoloji ve üretim tesislerini gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere ihraç etmektedirler. Ancak yine de çevre kirliliğine yaptıkları katkı diğer ülkelerden daha fazladır. Çevreyi olumsuz yönde etkileyen unsurlardan biri de hızlı kentleşmedir. İş sahalarının kentlerde kurulması nedeniyle hızla artan kentleşme beraberinde altyapı sorunlarını ve çevre kirliliğini de getirmektedir. Dünyada kentlerde yaşayan insanların 1.1 milyarı sağlıksız bir hava solumak zorundadır, 220 milyonu temiz içme suyundan yoksundur, 600 milyonu uygun bir barınağa sahip değildir ve 100 milyonu açıkta yaşamaktadır.52 52Öymen, a.g.e, s. 117-119 27 g. Sosyal Bozulmalar Küreselleşme sadece mal ve sermayenin serbest dolaşımı, devletin küçülmesi ve özelleştirme talepleri ile gelmemiştir. Ekonomiye ilişkin taleplerde olduğu gibi, siyasal ve sosyal talepler koşulları ve yaptırımları ile birlikte gelmiştir. Ekonomik problemler, işsizlik vb. nedenlerle insanların aile yapısı bozulmakta, alkol tüketimi, uyuşturucu kaçakçılığı ve kullanımı özellikle büyük şehirlerde endişe verici boyutlara ulaşmaktadır. Dünyada milyonlarca insan açlık sınırında bulunmaktadır. Küreselleşme ile birlikte uyuşturucu, terörizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı artmaktadır. Ulusal kimliklerin dejenerasyonu, anlamsız bir şekilde kimlik arama sorunu yaratmakta, bu da kültürsüzleşmeye yol açarak insanlar arası sosyal ve kültürel bağları zayıflatarak kendi aralarında bölünmelere yol açmaktadır. h. Ulus Devlet Etkinliğin Azalması Bilginin, iletişim ve teknolojinin süratle hareket etmesi ile ulus devletler artık ekonomik faaliyetlerde her şeyi kontrol edemez hale gelmişlerdir. Çok uluslu şirketlerin etkisi ve gücü ulus devletleri zayıflatarak, kendi amaçlarını daha kolay gerçekleştirmektedir. Bu amaçla özelleştirme, sosyal haklar, insan hakları, devlet korumacılığının kaldırılması, serbest ticaret gibi bir çok yönden harekete geçmekte ve dünyada kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kendilerinin kurdukları ve görünüşte insani değerlerle hareket edecek kuruluşları da bu amaçla bir araç olarak kullanmaktadır. Serbest piyasa ekonomisi ve küresel ticaretin erdemleri o denli yoğunlukla propaganda edilirken beyin yıkama operasyonuna dönüşen bu tutum toplumun hemen her kesiminde kalıcı etkiler yapmaktadır. Yaratılan psikolojik ortam sosyal devlet ve ulus devlet kavramlarını, ulusal bağımsızlık işlemlerini neredeyse yasası olmayan bir suç haline getirmektedir. Aydınların ulusal bağımsızlığa ve ekonomik gerçeklere yönelik görüş, araştırma ve önerileri halkın bilgi ve değerlendirilmesinden neredeyse saklanmaktadır. Ulusal 28 bağımsızlık kavramı yerine “eşit koşullu karşılıklı bağımsızlık” gibi, gerçekle ilgisi olmayan garip sloganlar ortaya çıkmıştır. Küreselleşme sürecinde ulusal devletin oynayabileceği rolü düşünürken üç temel işlev ortaya çıkmaktadır53; - Uluslararası plandaki tehdit ve olanakları da hesaba katarak ulusal bir strateji belirleme ve yönlendirme işlevi, - Makro ekonomik istikrarı sağlamada bölüşüm yönetimi işlevi, - Kuralları koyma ve denetleme işlevi. Ulus devlet yapılarını etkisiz hale getirme çalışmaları sistemli bir şekilde yürütülen çabaların bir ürünüdür. Başlangıçta ulus devlet yöneticileri kendi düşüncesinde olanlardan seçtirmiştir. Daha sonra kredi ve teşvik uygulamaları ile bu ulus devletler ekonomik olarak bağımlı hale getirilmiştir. 1990’dan sonra da ekonomik olarak bağımlı hale gelmeyen çok az ülke kaldığından, ulus devlet yapılarını yıkmak için açık faaliyetler yürütülmeye başlanmış ve uluslararası şirketler de bu konuda baskı yapmaya, gümrük duvarlarını aşarak karlarını arttırmaya, dünya pazarlarında menfaatlerini engelleyecek ulus devlet yetkilerini azaltmak için girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Ulus devletin ticari alandaki varlığı, korumacı gümrük yasaları; ekonomideki varlığı bağımsız maliye ve KİT’ler, siyasi varlığı ise ulusal yönetim ve hukuktur. Bunlar doğal olarak ulus devlet karşıtlığının temel hedefleri haline gelmişlerdir. Günümüzün kaçınılmaz gerçekleri olarak sunulan; serbest piyasa ekonomisi, gümrük birliği anlaşmaları, özelleştirme, yerel yönetimcilik ve uluslararası tahkim gibi uygulamalarla, ulus devletlerin varlık nedenleri ve bu nedenlere kaynaklık eden yaşam alanları birer birer kontrol altına alınmaya başlanmıştır. 54 i. Tekelleşme Küreselleşme ile birlikte tekelleşme de paralel olarak artmaktadır. Birçok üretim dalında birkaç uluslararası şirket dünya pazarlarını kontrol etmektedir. Ulus devlet yapılarını zayıflatan politikaları ile siyasi, ekonomik, sosyal her 53 Ulagay Osman, Quo Vadis, Küreselleşmenin İki Yüzü, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 1999, s. 104 54 Aydoğan, a.g.e.,Cilt:2, s. 593 29 konuda söz sahibi olmuşlardır. Bu da denetlenmesi mümkün olmayan, ulus devletlerin karşılaşabileceği en ciddi sorunlardan biridir. Tekelleşmeye sadece ekonomik faaliyetler açısından bakmak yanlıştır. Bilgi tekeli, basın tekeli vb. eklenebilir. Bugün küreselleşme etkisini daha çok göstermeye başlayan ve ulus devletlerin belki de üzerinde durması ve tedbir alması gereken basın ve yayın tekelidir. Yani radyo, TV, yazılı basın, haber ajansları, uydu ve bilgisayar teknolojisi ile telefondur. Bunların hepsi etkili bir silahtan daha tahrip edici etkiye sahiptir. Ulus devletlerin sosyal yapısını bozabilmekte, uluslararası kamuoyu oluşturabilmekte, kendi amaçlarına ters düşen hiçbir haberi yayınlamadığı gibi, yeni dünya düzeninde menfaatine olacak konular özelikle işlemektedir. Dünya haber pazarının hemen hemen tümü, dört ajansın tekelindedir. Associated Press ve United Press (ABD), Reuters (İngiltere), France Press (Fransa), dünyanın bütün radyolarına, televizyon kanallarına, bütün gazetelerine haber satmaktadırlar. Dünya “haberlerinin” %65’i ABD kaynaklıdır. Kamuoyu oluşturmada son derece becerikli bu “kültürel istila” araçları, diledikleri zaman, diledikleri konularda başlattıkları haber-yorum programlarıyla milyonlarca insanı etkileyip, diledikleri biçimde yönlendirebilirler. Yeni düzen ideolojisine aykırı düşen hemen hiçbir haber ajans bültenlerinde gerçek boyutuyla yer alamaz.55 j. Vergi Düzenlemeleri Dünyada ulus devletler kamu düzenini ve güvenliği sağlamakta, toplumsal yaşamı düzenlemektedir. Milletin menfaatlerine aykırı olabilecek her türlü iç ve dış tehditlere karşı korumacılık görevini yapmaktadır. Devletin maddi gücü alınan vergilerden sağlanmaktadır. Ancak son zamanlarda dünya pazarlarında tekel haline gelen uluslararası şirketler, yatırım yaptıkları ülkelerde devlet yapısına müdahalelerde bulunarak vergi vermedikleri gibi kendi ülkelerinde de kanunların açıklarından yararlanarak yeterli vergi vermemektedir. 55 Demirkan Tarık, Küresel Düşünce Grubu Paneller Dizisi, Melisa Matbaacılık, İstanbul,1997, s. 28 30 k. Özelleştirme: 1980’lerin başında devletin ekonomideki etkinliği konusundaki yaklaşımlar değişmeye başlamıştır. Başta petrol krizi olmak üzere uluslararası alanda yaşanan bazı güçlükler, durgunluklar, sosyal harcamalar nedeniyle üretim maliyetlerindeki artışlar, ucuz emek avantajından yararlanan bazı gelişmekte olan ülkelerin mallarıyla rekabet etmekte karşılaşılan güçlükler ve sosyal harcamaların bütçe olanaklarını zorlaması gibi nedenlerle ekonomide yeni politika arayışları ortaya çıkmaya başlamıştır. ABD’de Başkan Ronald REAGAN, İngiltere’de Başbakan Margaret THATCHER devletin ekonomideki rolünü iyice kısıtlamaya karar vermişlerdi. İngiltere bu dönemde özelleştirmeye büyük önem ve öncelik vermiştir. THATCHER’ın yaklaşımı diğer ülkeleri de etkilemiş ve 1980’li yılların ortalarında 60 ülkede özelleştirme çalışmalarına başlanmıştır. 1988-1993 yılları arasında dünyanın çeşitli ülkelerinde özelleştirilen kamu şirketlerinin toplam değeri 250 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır.56 Bu yaygın özelleştirme çalışmalarının sakıncaları da görülmüş, ilk yıllarda özelleştirilen şirketlerde büyük miktarda işçi azaltılarak işsizliğin artmasına neden olunmuştur. Bazı iş kollarında ise tekelleşme artmıştır. l. Eğitim Küreselleşmenin temelinde bütün dünyada yaşayan insanların barış, mutluluk, refah içinde olması yatmaktadır. Ancak teknolojideki gelişmeler; iyi yetişmiş, teknolojik gelişmeleri yakın takip edebilen ve bunlara ayak uydurabilen eğitimli insan gücünü ön plana çıkarmaktadır. Bu noktada eğitimin kalitesi de önem arz etmekte ve bu eğitimin toplumun her kesimine yaygınlaştırılması gerekmektedir. Aksi takdirde, eğitim konusundaki fırsat eşitsizliği ve kalitesiz eğitimin getireceği sorunlar bilinçli birey yetiştirme çabasını boşa çıkartarak, eğitim kavramı üzerine oturtulan ulusal savunma, güvenlik, milli birlik ve beraberlik gibi bir devlet için hayati değeri haiz fonksiyonları sekteye uğratabilir. Bu husus, küreselleşmenin bir olumsuz sonucu olarak ortaya çıkan mikro milliyetçilik, etnik ayırımcılık, aşırı dini akımlar, terörizm, yasa dışı suç örgütleri 56 Öymen a.g.e., s.306 31 oluşturma (mafya) gibi bir ülkeyi ve beraberinde onu meydana getiren ulusu felakete götürecek bir süreci başlatır. Bilgi çağının haberleşme ve iletişimde sağladığı imkanlar kaçınılmaz olarak toplumları ve birey olarak insanı özellikle fikir ve ideoloji bazında olumlu- olumsuz etkilere açık hale getirmiştir. Bununla beraberi küreselleşmenin getirdiği serbest piyasa ekonomisi ve bununla birlikte gelişen insan hakları ile demokrasi anlayışı bireyin ön plana çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bilgi çağının insanı ön plana çıkarması, insanın önemini artırdığı gibi onu bir hedef haline de getirmiştir. Böylece ulus devletler açısından kaliteli ve milli nitelikli eğitimin önemi daha da artmıştır. II. AVRUPA BİRLİĞİ A. Avrupa Birliğinin Doğuşu : Avrupa Birliği düşüncesi XIV’ncü yy.dan itibaren tarihçileri, filozofları, yazarları, ozanları, hukukçuları ve siyaset adamları tarafından değişik zamanlarda dile getirilmiştir. Bir kısım yazarlara göre Avrupa’nın bütünleşmesi düşüncesinin temelleri, Fransız hukukçusu Pierre Dubois’in bir eserinde bulunabilir. Bazı yazarlar da bu düşüncenin temellerini Rousseau ve Kant’ın eserlerinden başlatırlar. Avrupa Birliği konusunda görüşler ileri süren bir çok düşünür olmuştu. Bunlar arasında Sully, Sait Simon, Penn, Leibniz, Saint Pierre, ve Bluntscheli ilk başta göze çarpan önemli düşünürlerdir.57 Avrupa’da bir birlik yaratma düşüncesi ciddi olarak 2. dünya savaşı içinde ortaya çıkmıştır. Müteakiben İngiltere Başbakanı Churchill’in 19 Eylül 1946’da yaptığı ünlü konuşmasında, Avrupa Birleşik Devletleri için ilk adımın Fransa ile Almanya arasında ortaklık oluşturmaktan geçtiğini; bu çerçevede Fransa’nın Avrupa’nın manevi liderliğini yapabileceğini, Fransa ve Almanya olmadan 57 Bozkurt Enver- Özcan Mehmet- Köktaş Arif, Avrupa Birliği Hukuku, Asil Yayın, Ankara, 2004, s.2. 32 Avrupa’nın kendine gelemeyeceğini, İngiltere’nin ve İngiliz Uluslar Topluluğu’nun Birleşik Avrupa Devletleri fikrinin destekleyicisi olacağını ifade etmiştir..58 Avrupa’da birlik yaratma konusunda en önemli girişim, savaş sonrasında Fransa Planlama Teşkilatı’nın Başkanı Jean Monnet’den gelmiştir. Monnet, savaş sonrası Avrupada düzenin korunmasının güvencesinin, Almanya’nın büyümesinin sınırlanmasında değil Almanya’yı Avrupa içinde “asimile” etmekte görmüştür.59 Avrupa Birliği’nin kurulmasında fikir babalığı yapan Monnet’in düşüncelerinden esinlenen zamanın Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman 9 Mayıs 1950 tarihinde Fransa ile Almanya arasında kömür ve çelik kaynaklarının birleştirilmesini, savaş sanayiinin temel girdileri olan bu maddelerin üretim ve kullanımının uluslar üstü bir organın sorumluluğuna bırakılmasını önermiştir. Schumann planı olarak bilinen bu plana Almanya ve diğer ülkeler de olumlu yaklaşmışlardır.60 B. Avrupa Birliğinin Bütünleşme Süreci 1. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun Kurulması Bu çerçevede, 1951 yılında Federal Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg, Paris’te imzaladıkları bir Antlaşma ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kurmuşlardır.61 Böylece Avrupa Birliği’nin temeli atılmıştır Savaştan önce Almanya’nın denetiminde olan Ruhr ve Saarland havzalarının statüsü savaş sonunda temel anlaşmazlık konularının başında gelmektedir. Fransa, Almanya’nın savaş sonrası durumunun belirsizlik olmasından rahatsız olmakta ve söz konusu bölgelerin Almanya denetimine bırakılmasına muhalefet etmektedir. Fransa’ya göre, o dönem endüstrisi için hayati önem taşıyan kömür ve çelik zenginliği nedeniyle Ruhr ve Saarland havzalarının uluslararası yönetim altına alınmasını zorunluluk taşımaktadır. 58 Ülger İrfan Kaya, TDV,Avrupa Birliğinin ABC’si, Sinemis Yayıncılık, Ankara, 2003, s. 5-6. 59 Karluk Rıdvan, Avrupa Birliği ve Türkiye, 4. Baskı, Emir Ofset, İstanbul 1996, s.38. 60 Karluk, a.g.e., s. 39. 61 İKV, Avrupa Birliğinin Tarihçesi, http://www.ikv.org.tr/abtarihce.php (25.02.2008) 33 8 Nisan 1949 Washington Anlaşması ile siyasi kimlik kazanan Batı Almanya’nın öncelik verdiği husus ise meşruiyet tesis etmek ve Avrupa devletleri ile iyi ilişkiler kurmaktır. Bu çerçevede, Almanya önce Marshall yardımlarının dağıtımında koordinasyon sağlamak amacıyla kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatına (OEEC) üye olmuş, ardından 31 Mart 1950’de Avrupa Konseyi’ne ortak üye sıfatıyla katılmıştır. Fransa’nın bu gelişmelere karşı tutumu ise daha nettir: Fransa, Almanya’nın yeni maceralara sürüklenmemesi için Avrupa sistemi içerisine alınması ve sıkı denetime tabii olması görüşündedir. Bu konjonktürde, 9 Mayıs 1950’de Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, hükümeti adına bir bildiri yayınlayarak, kömür ve çelik üretiminin ulus üstü bir örgütün denetimine girmesi teklifini ortaya atmıştır. 62 Sonuçta 18 Nisan 1951 tarihinde Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) 6 üye ile Paris Anlaşmasıyla kurulmuştur. Bu ülkelerdeki kömür ve çelik sanayii ile ilgili alınan kararlar, bağımsız ve devletlerüstü bir kuruma (Yüksek Otorite) devredilmiştir. Söz konusu kurumun ilk başkanı ise Jean Monnet olmuştur.63 2. Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunun Kurulması Paris Antlaşmasını imzalayan altı ülke arasında, AKÇT ile sınırlı alanda başlatılan bütünleşme çabalarını çeşitli alanlara yaygınlaştırma girişimleri kapsamında, öncelikle Avrupa genelinde siyasi alanda bir bütünleşme gerçekleştirme yoluna gidilmiştir. Ancak 1952 yılında Avrupa Savunma Topluluğu ve 1953 yılında Avrupa Siyasal Topluluğu (European Political Economy) olarak somutlaşan dış politika ve savunma politikası alanlarındaki bütünleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması neticesinde, ekonomik entegrasyon gerçekleştirmeden siyasi entegrasyona ulaşılamayacağı şeklindeki görüş ortaya çıkmış ve bu doğrultuda ekonomik entegrasyon çabaları yoğunluk kazanmıştır.64 62 Ülger İrfan Kaya, Avrupa Birliği Rehberi,Türk Demokrasi Vakfı Tasarım stüdyosu, Ankara, 2007, s.4-5. 63 ABGS,Avrupa birliğinin tarihçesi http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=105&l=1 , (13.04.2008) 64 DTM-TOBB,Avrupa Birliği ve Türkiye, Doğuşum Matbaacılık, 5. Baskı, Ankara, 2002,s.11-12. 34 Kömür ve çelik ile başlayan işbirliğinin boyutu 25 Mart 1957 (Roma) tarihinde aynı üyeler tarafından kurulan iki ayrı toplulukla genişletilmiştir..65 Bunlardan birincisi olan Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nda (EURATOM) üye ülkeler arasında atom enerjisi alanında işbirliğine gidilmesi; ikincisi olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nda (AET) ise ekonomik bütünleşme öngörülmüştür. Her iki teşkilatın örgütlenmesinde model olarak AKÇT esas alınmıştır. Bir başka ifade ile, Roma Antlaşmaları ile kurulan EURATOM ve AET, tıpkı Paris Antlaşması ile kurulan AKÇT gibi ulus üstü yapıda örgütlenmiştir.66 3. Topluluk Organlarının Birleştirilmesi: Füzyon Anlaşması Avrupa Topluluklarının bütünleşmesinde ilk adım Kurucu Antlaşmalar olmuştur. 25 Mart 1957’de Roma Antlaşmalarıyla aynı tarihte imzalanan kurumlar arası anlaşma (interinstutional agreement) ile Paris Antlaşmasının AKÇT için oluşturduğu Asamble ve Adalet Divanının, aynı zamanda AET ve AKÇT’nin organı olduğu hükme bağlanmıştı. Bütünleşmede ikinci adım Füzyon Anlaşması olmuştur. 8 Nisan 1965’de imzalanan ve 1 Temmuz 1967’de yürürlüğe giren Füzyon Anlaşmasının resmi adı “Avrupa Topluluklarında Tek Komisyon ve Tek Konsey Kuran Anlaşma”dır. Füzyon Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle AKÇT, AET ve EURATOM’un yürütme organları birleştirilmiştir. Her Toplulukta ayrı ayrı bulunan Konsey ve Komisyonların sayısı bire indirilmiş ve bunların her üç Topluluk için de hizmet vermesi kabul edilmiştir. 67 4. AET’de Gümrük Birliğinin Kurulması Avrupa Ekonomik Topluluğunun kurucu ülkeleri arasında gümrük birliği ise, 1 Temmuz 1968’de tamamlanmıştır. AET’yi kuran Roma Antlaşmasında gümrük birliği için 12 yıllık süre öngörülmüştü. Roma Antlaşması, 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla kurucu ülkeler arasında gümrük birliğinin 1 Ocak 1970’e kadar tesis edilmesi beklenmekteydi. Ancak gelişmeler 65 Bilici Nurettin, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri (Genel Bilgiler, İktisadi-Mali Konular, Vergilendirme), Seçkin Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara, 2005, s.38. 66 Ülger İrfan Kaya, Avrupa Birliğinin ABC’si, TDV,Sinemis Yayıncılık, Ankara 2003, s.14. 67 Ülger İrfan Kaya, Avrupa Birliği Rehberi, TDV,Tasarım Stüdyosu, Ankara 2006, s. 10. 35 daha hızlı bir seyir izlemiş ve gümrük birliği öngörülen tarihten 18 ay önce tamamlanmıştır.68 Gümrük birliği ile üye ülkeler arasındaki gümrük tarifeleri de dâhil tüm ticaret engelleri kaldırılmış ve üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük politikası izlenmeye başlanmıştır.69 5. Avrupa Tek Senedi Gümrük Birliği, üye ülkeler arası ticareti çok önemli ölçülerde artırmıştır. Bu aşamadan sonra, uygulaması devam eden üye ülkeler arasındaki gümrük formalitelerinin de kaldırılarak, gerçek anlamda bir iç pazara ulaşılması hedefi hep gündemde kalmıştır. Bu önlemler üye ülkeler tarafından kabul edilerek 1 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Avrupa tek senedi ile tek pazara ilave olarak ekonomik ve parasal birliğin sağlanması, Avrupa parlamentonun yetkilerinin genişletilmesi ve çevrenin korunmasına yönelik düzenlemeler de yapılmıştır.70 Bir başka deyişle, Avrupa tek senedinde geleceğin Avrupa Birliğini oluşturmak için alınması gereken önlemler yansıtılmaktadır.71 6. Avrupa Birliği Antlaşması (Maastricht Antlaşması) Maastrichht Zirvesi 9-10 Aralık 1991 tarihinde Hollanda’nın aynı isimli şehrinde yapılmıştır. Burada alınan kararlar, Avrupa Birliği Antlaşması (Maastrichht Antlaşması) ismi altında 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanmıştır. 53 maddeden oluşan antlaşmanın yürürlüğe girişi ise 1 Kasım 1993 tarihinde gerçekleşmiştir.72 Maastrichht Antlaşması’nın ortaya çıkardığı AB’nin temelini Avrupa Toplulukları oluşturmakla beraber, AB, üç sütun üzerine oturmaktadır. Birinci sütunda var olan üç topluluk daha sağlam bir temele oturtulmuş ve ilave olarak parasal birlik eklenmiştir. İkinci sütunda üye devletler arasında ortak bir dış politika ve güvenlik politikası üzerinde işbirliğinin gerçekleştirilmesi, üçüncü 68 Ülger, Avrupa Birliği Rehberi, a.g.e., s. 15. 69 Palabıyık Serdar M.-Yıldız Ali, Avrupa Birliği;ODTÜ Bilim ve Toplum Kitapları Dizisi, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 17. 70 Bilici, a.g.e., s.30. 71 Palabıyık-Yıldız, a.g.e., s. 22. 72 Bilici, a.g.e., s.41. 36 sütunda ise adalet ve içişleri konularında üye devletler arasında işbirliğinin gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır.73 Böylelikle Avrupa Birliği Antlaşması oldukça sorunlu bir konu olan politikalar ile yetkilerin eşleştirilmesi konusunda önemli yenilikler getirmiş ve hangi konuların hangi aktörlerin yetkisi altında yürütüleceği belirlenmiştir. Bununla beraber daha etkin bir işleyiş için çeşitli araçlar tasarlanmış ve uygulamaya konmuştur. 74 C. Avrupa Birliğinin Genişleme Süreci : Roma Antlaşması’nın 1958 yılında yürürlüğe girmesinden sonra, gerek Avrupa Toplulukları’nın temellerini atan (AKÇT, EURATOM, AET) bakımından gerek Roma Antlaşması’nda yer alan politikaların uygulanması açısından başarılı bir dönem başlamıştır. Üye devletler arasındaki Gümrük Birliği, Roma Antlaşması’nda öngörülen tarihten bir buçuk yıl önce, 1 Temmuz 1968’de tamamlanmış, ulaştırma ve enerji alanlarındaki gecikmelere rağmen AET, “geçiş dönemi” adı verilen ilk uygulama devresinin sonunda 31 Aralık 1969 tarihinde Antlaşma ile saptanan hedeflerin çoğuna ulaşmayı başarmıştır.75 Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda’dan oluşan Avrupa Topluluğu’nun başarıları diğer Avrupa devletlerinin dikkatini çekmiş ve genişleme süreci başlamıştır. 1. Birinci Genişleme:İngiltere, İrlanda, Danimarka EFTA kurucu üyelerinden İngiltere ve Norveç, sırasıyla, 9 ve 10 Ağustos 1961 tarihlerinde, İrlanda'nın 31 Temmuz 1961 tarihinde yaptığı başvurunun ardından, AT'na üye olmak için resmen başvuruda bulunmuştur. Ancak, Fransa Cumhuriyeti Başkanı General de Gaulle, İngiltere'nin üye olmak istediğinden kuşku duyduğunu 14 Ocak 1963 tarihinde yaptığı bir basın toplantısında dile getirmiş, bir kaç gün sonra, adaylık başvurusunda bulunan ülkelerle ilgili müzakereler askıya alınmıştır. İngiltere, 11 Mayıs 1967 tarihinde, AT'na katılmak için tekrar başvuruda bulunmuştur. İngiltere'nin üyelik başvurusunu, 73 Bozkurt-Özcan-Köktaş, a.g.e., s. 29-30. 74 Palabıyık-Yıldız, a.g.e., s. 25. 75 İKV, Avrupa Birliğinin Genişlemesi, http://www.ikv.org.tr/abgenislemesi.php (25.03.2008) 37 İrlanda, Danimarka ve Norveç'in başvuruları izlemiştir. Ancak, General de Gaulle, İngiltere'nin AT'na katılma isteğini kabul etme konusundaki olumsuz tutumunu sürdürmüştür. Bununla birlikte, Komisyon, İngiltere, Danimarka, İrlanda ve Norveç’in AT'na üyelik başvuruları konusunda görüşünü 13 Eylül 1967 tarihinde bildirmiştir. Konsey, 22-23 Temmuz 1969 tarihlerinde gerçekleştirdiği toplantıda, Komisyonun anılan ülkeler ile ilgili görüşünü güncelleştirmesini talep etmiş ve Komisyon, 1 Ekim 1969 tarinde görüşünü güncelleştirmiştir. 30 Haziran 1970 tarihinde ise, aday ülkeler ile katılım müzakereleri Lüksemburg'da başlamış ve Danimarka, İrlanda ile İngiltere 1 Ocak 1973 tarihinde AT'na katılmıştır.76 Bu ülkelerin Topluluğa katılmasıyla ilk genişleme gerçekleşmiş ve üye sayısı altıdan dokuza yükselmiştir. 1973 yılında iki EFTA kurucu üyesi ülkenin - İngiltere ve Danimarka – Topluluğa katılımı sonucunda Topluluk EFTA ülkeleri ile ilişkilerini yeniden düzenlemiştir. (Norveç’in Katılım Antlaşması ise, ülkede yapılan bir referandum ile reddedilmiştir.)77 2. İkinci Genişleme: Yunanistan Toplam 7 yıl süren Albaylar Cuntasının ardından Yunanistan; Karamanlis önderliğinde demokrasiye geçmiştir. Karamanlis, işbaşına geldikten sonra ilk iş olarak demokrasisinin teminatı olarak gördüğü Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Yunanistan’ın tam üyelik başvurusu sonucunda hazırlanan Komisyon görüşü olumsuzdur. Ancak Bakanlar Konseyi, ekonomik gerekçeleri geri plana iterek, siyasi gerekçeleri ön plana çıkarmış ve böylece Yunanistan ile tam üyelik müzakerelerinin başlanmasına yeşil ışık yakılmıştır. Uzun müzakerelerin ardından 1 Ocak 1981’de Yunanistan Avrupa Topluluklarına tam üye olarak katılmıştır.78 Yunanistan’ın katılmasıyla üye sayısı 10’a yükselmiştir. 76 Kavalalı Murat, Avrupa Birliği’nin Genişleme Süreci,