T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI ARAP DİLİ VE BELAGATI BİLİM DALI EL-ENBÂRÎ’NİN MU’ALLAKÂT ŞERHİNE BASRA VE KÛFE DİL EKOLLERİNİN YANSIMASI (DOKTORA TEZİ) Seyfettin HARUNİ BURSA – 2018 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI ARAP DİLİ VE BELAGATI BİLİM DALI EL-ENBÂRÎ’NİN MU’ALLAKÂT ŞERHİNE BASRA VE KÛFE DİL EKOLLERİNİN YANSIMASI (DOKTORA TEZİ) Seyfettin HARUNİ DANIŞMAN Prof. Dr. İsmail GÜLER BURSA – 2018 v ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Seyfettin HARUNİ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel İslâm Bilimleri Bilim dalı : Arap Dili ve Belagatı Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : xii+199 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 2018 Tez Danışmanı : Prof. Dr. İsmail GÜLER EL-ENBÂRÎ’NİN MU’ALLAKÂT ŞERHİNE BASRA VE KÛFE DİL EKOLLERİNİN YANSIMASI İslâmî fetihlerle birlikte Arap orduları çok geniş sınırlara sahip olan bir imparatorluğun üzerinde egemen oldu. Fethedilen birçok çok yerde Arapça konuşanlar azınlıktaydı. Gayri Müslimler veya yeni Müslüman olmuş insanların çoğu, Arapça’yı eğitimin gerektirdiği kurallara uymadan öğrendi. Bu dönemlerde Arap dili orijinalliğini korumakta oldukça zorlanmış ve dilde lahn (dil hataları) zuhûr etmeye başlamıştır. Günlük konuşmaları aşıp Kur’ân’ın yanlış okunmasına kadar giden bu dil bozulmaları (el-lahn), özellikle Arap dili gramerinin tespitini gerektirmiştir. Bu ihtiyaca yönelik dil çalışmaları önce Basra’da, yaklaşık bir asır sonra da ona paralel olarak Kûfe’de başlamıştır. Bu iki muhitteki dil ve edebiyat çalışmalarının farklı usûl ve prensipleri, meseleleri kendilerine mahsus bir düşünceyle ele alış ve inceleyiş tarzları olan iki filoloji ekolün doğmasına yol açmıştır. Dil ekolleri arasındaki hilaf meselesi tarih boyunca eserlerde konu edinmiştir. Unutulmamalıdır ki Arap dil bilimi tarihi içerisinde zaman zaman aynı ekolün mensupları arasında zuhûr eden ihtilâf iki farklı ekolün mensupları arasındaki ihtilâftan daha şiddetli boyutlarda olabiliyordu. Bu yönüyle hilâf meselesinin mukayeseli olarak ilmî ve fikrî çerçeve içerisinde incelenmesi önem arz etmektedir. Üç asır kadar devam eden Arap dili gramerinin tespiti sırasında, Kur’ân’dan sonra başvurulan en önemli kaynaklardan bir tanesi şüphesiz şiirdi. Eski Arap şiiri denilince de akla ilk gelen, eşsiz güzelliklerinden ötürü İslâm öncesi devirde Kâbe’nin duvarlarına asılmış olduğu diye anlatılan, bizim de bu çalışmada Kûfe ekolü imamı el-Enbârî’nin şerhini inceleyeceğimiz mu’allaka şiirleridir. Anahtar sözcükler: el-Enbârî, Nahiv, Sarf, Mu’allaka, Basra ve Kûfe Dil Ekolleri Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Yeni Damga Emin Yeni Damga Emin Daktilo Metni 188 Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni vi ABSTRACT Name and Surname : Seyfettin HARUNI University : Uludag University İnstitution : Social Science İnstitution Field : Basic Islamic Sciences Branch : Arabic Language and Literature Degree Awardeed : Ph. D. Page Number : xii+199 Degree Date : …./…./2018 Supervisor : Prof. Dr. Ismail GULER REFLECTION OF BASRA AND KÛFA SCHOOLS IN AL-ANBÂRÎ’S COMMENTARY ON MU’ALLAQÂT POEMS Along with the Islamic conquests, Arab armies became dominant over an empire with very wide margins. Many conquered Arabic-speaking people were in a minority. Many non-Muslims or new Muslims learned Arabic without complying the grammatical rules. During this period, it became very difficult to maintain the authenticity of the language and lahn (language mistakes) began to appear. The language distortion (el-lahn) in everyday conversations exceeded to that extent that leaded to misreading the Quran, and that is why it is required to determine Arabic language grammar in particular. Necessary language studies were first initiated in Basra and parallelly, after about a century later, they started in Kufa. These two scopes, who had different principles and methods of language and literature studies, led to the birth of two philological schools. These schools had distinctive methodology and research approach. However, in the history of Arabic language studies, the conflicts that occasionally occurred among the members of the same school, could have been more severe than the conflicts between the members of two different schools. In this respect, it is important to examine the contravention between the schools directions from both intellectual and political frames. During the discernment of Arabic grammar, which lasted for three centuries, poetry was undoubtedly one of the most important referenced sources, after the Quran. When mentioning Arabic classical poetry, muallaka is the first association, which because of its unique beauty was hanged on the walls of Kaba, in that time. In this study we will examine the commentary of al- Anbarri, the imam of Kufa school. Keywords: al-Anbârî, Nahv, Sarf, Basra, Kûfa, Mu’allaqa, Grammar School Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Yeni Damga Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni Emin Daktilo Metni 188 Emin Daktilo Metni vii KISALTMALAR LİSTESİ Kısaltmalar Bibliyografik Bilgiler a.g.e Adı Geçen Eser a.g.m. Adı Geçen Makale a.g.t. Adı Geçen Tez Ay. Aynı Yer b. Baskı Bkz. Bakınız C. Cilt. Çev. Çeviri / Çeviren DİA Diyanet İslâm Ansiklopedisi DİB Diyanet İşleri Başkanlığı Ed. Editör h. Hicrî İ.F.D. İlahiyat Fakültesi Dergisi m. Milâdî Mad. Maddesi ö. Vefat S. Sayı s. / ss. Sayfa / Sayfalar S.B.E. Sosyal Bilimler Enstitüsü Şrh. Şerh / Şerheden viii Thk. Tahkik / Tahkik eden Trc. Tercüme / Tercüme eden ts. Tarihsiz (Basım tarihi yok) Tsh. Tashih vb. Ve benzeri vd. Ve diğerleri / Ve devamı vs. Vesaire y.y. Yayın (Basım) yeri yok ix İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................... ii YÜKSEK LİSANS/DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU ............................ iii YEMİN METNİ ............................................................................................................. iv ÖZET ............................................................................................................................... v ABSTRACT .................................................................................................................... vi KISALTMALAR LİSTESİ .......................................................................................... vii İÇİNDEKİLER .............................................................................................................. ix GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 1. ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ ............................................................... 4 2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEM, KAPSAM VE SINIRLARI ................................ 7 I. BÖLÜM MU’ALLAKA ŞİİRLERİ VE İLK NAHİV EKOLLERİ 1. MU’ALLAKA ŞİİRLERİ ......................................................................................... 9 1.1. İslâm Öncesi Arap Şiirinin Başlangıcı ............................................................... 9 1.2. İslâm Öncesi Devirde Şiir ve Şairin Önemi ..................................................... 13 1.3. İslâm Öncesi Devrin En Güzel Şiir Örnekleri: Mu’allakât .............................. 16 1.3.1. Mu’allaka Kelimesinin Menşei ve Mu’allakât’a Verilen Diğer İsimler ... 17 1.3.2. Mu’allakât’ın Şekli ve İhtiva Ettiği Konular ............................................ 20 1.3.3. Mu’allakât’ın Sayısı ve Şairleri ................................................................ 21 1.3.4. Mu’allakât’ın Şerhleri ............................................................................... 22 1.3.4.1. Basılmış Olanlar ................................................................................ 23 1.3.4.2. Yazma Halinde Olanlar ..................................................................... 24 1.3.4.3. Mu’allakât’ın Türkçe’ye ve Diğer Dillere Tercümeleri .................... 25 1.4. İslâm Öncesi Şiirin Rivayeti ve Tedvini .......................................................... 26 2. NAHİV EKOLLERİ ............................................................................................... 30 2.1. Nahiv Kelimesinin Sözlük ve Terim Anlamı .................................................. 30 2.2. Nahiv Kelimesinin Menşei ve Nahiv İlminin Doğuşu ..................................... 31 2.2.1. Nahiv İlminin Doğuşunu Hazırlayan Ana Etken – Lahn .......................... 34 2.2.1.1. Lahnla Mücadelenin Dinî Boyutu ...................................................... 35 2.2.1.2. Lahnla Mücâdelenin Toplumsal Boyutu ............................................ 37 2.3. Ekolleşme ve İlk Nahiv Ekolleri ...................................................................... 39 2.3.1. Basra Nahiv Ekolü: Özellikleri ve Önemli Temsilcileri ........................... 41 2.3.2. Kûfe Nahiv Ekolü: Özellikleri ve Önemli Temsilcileri ............................ 44 2.3.3. İki Ekol Arasındaki Istılah ve Görüş Ayrılıkları ...................................... 48 x II. BÖLÜM EBÛ BEKR İBNÜ’L-ENBÂRÎ’NİN HAYATI 1. HAYATI VE ŞAHSİYETİ ...................................................................................... 55 1.1. İsmi ve Nesebi ................................................................................................. 55 1.2. Doğumu ve Yetişmesi ...................................................................................... 55 1.3. Kültürü ve Yaşadığı Dönemin Üzerindeki Etkisi ............................................ 57 1.4. Mezhebi ........................................................................................................... 58 1.5. İlmî Konumu ve Kûfe Nahiv Ekolüne Mensûbiyeti ........................................ 59 1.6. Rivayet Ettiği ve Kendine Ait Şiirler ............................................................... 60 1.7. Kişisel Özellikleri ............................................................................................ 61 1.7.1. Hafızası ..................................................................................................... 61 1.7.2. Zühd Hayatı .............................................................................................. 62 1.7.3. Mütevâziliği .............................................................................................. 63 1.7.4. Cimriliği .................................................................................................... 64 1.8. Hocaları ............................................................................................................ 64 1.9. Talebeleri ......................................................................................................... 68 1.10. Vefatı ............................................................................................................. 70 2. EL-ENBÂRÎ’NİN ESERLERİ ................................................................................ 70 2.1. Matbû Eserleri .................................................................................................. 70 2.1.1. Kitâbü’l-Ezdâd .......................................................................................... 70 2.1.2. Îdâhu’l-Vakf ve’l-İbtidâ fî Kitâbillah ....................................................... 71 2.1.3. ez-Zâhir fî Me’ânî-Kelimâti’n-Nâs ........................................................... 71 2.1.4. Şerhu’l-Elifât el-Mubtediât fi’l-Esmâ ve’l-Ef’âl ...................................... 71 2.1.5. Şerhu Hutbeti Âişe Ummi’l-Mü’minîn fî Ebîhâ ....................................... 72 2.1.6. Şerhu Dîvân ‘Âmir b. et-Tufeyl ................................................................ 72 2.1.7. Şerhu’l-Kasâ’idi’s-Seb’i’t-Tivâli’l-Câhiliyyât ......................................... 72 2.1.8. el-Muzekker ve’l-Mu’ennes ..................................................................... 73 2.1.9. Mes’ele fi’t-Ta’accub ............................................................................... 73 2.1.10. el-Hâ’ât fî Kitâbillâh ............................................................................... 74 2.2. Yazma Eserleri ................................................................................................. 74 2.2.1. el-Emâlî ..................................................................................................... 74 2.2.2. Şerh-u Ğâyeti’l-Maksûd fi’l-Maksûr vel’l-Memdûd li-bni Dureyd ......... 74 2.2.3. Kasîde fî Muşkili’l-Luğa ve Şerhuhâ ........................................................ 75 3. EL-ENBÂRÎ’NİN ‘ŞERHU’L-KASÂ’İDİ’S-SEB’İ’T-TİVÂLİ’L-CÂHİLİYYÂT’ İSİMLİ ESERİ ............................................................................................................ 78 3.1. Eserdeki Konuların Ele Alış Biçimi ve İstifade Edilen Kişiler ve Kaynaklar . 78 3.2. Eserin İlmî Değeri ............................................................................................ 79 xi III. BÖLÜM BASRA VE KÛFE DİL EKOLLERİNİN ‘ŞERHU’L-KASÂ’İDİ’S-SEB’İ’T- TİVÂLİ’L-CÂHİLİYYÂT’ ADLI ESERE YANSIMASI 1. EL-ENBÂRÎ’NİN ŞERHTEKİ METODU ............................................................. 82 1.1. SEMÂ METODU ............................................................................................ 82 1.1.1. Kur’ân-ı Kerîm’le İstişhâdı ....................................................................... 83 1.1.2. Kıraatlerle İstişhâdı ................................................................................... 84 1.1.3. Hadisle İstişhâdı ........................................................................................ 84 1.1.4. Şiirle İstişhâdı ........................................................................................... 85 1.1.5. Emsâllerle (Araplar’ın kelamıyla, atasözleriyle) İstişhâdı ....................... 87 1.2. KIYÂS METODU ........................................................................................... 87 1.2.1. Şâz Olan Rivayetleri Reddetmesi ............................................................. 88 1.2.2. Şiirde Zaruret Olarak Görülen Bazı Örneklere Göre Kıyâsı Reddetmesi 89 2. KÛFE VE BASRA EKOLÜNE AİT GRAMER TERİMLERİ ............................... 91 2.1. Sürekli Fiil ( ُِالفِعْلُ الداّئم) ile İsm-i Fâil (اسْمُ الفاعِل) ................................................ 91 2.2. Fiil-i Müstakbel ( ُالفِعْلُ المُسْتقَْبَل( ile Fiil-i Muzârî (الفعل المضارِع) ......................... 95 2.3. Nesak ( ُالنَّسَق) ile Atıf ( ُالعطَْف) ........................................................................... 97 2.4. Kinâye ve Meknî (الكناية و المكني) ile Zamir ve Muzmer (الضمير و المضمر) ...... 100 2.5. Meçhul Zamir (الضمير المجهول) ile Şân Zamiri (ضمير الشأن) ............................ 103 2.6. Fâili Zikredilmeyen (Fiilin) İsmi ( ُُاسمُ ما لم يسُمّ فاعِله) ile Nâibu’l-Fâil (نائبُ الفاعِل)................................................................................. 104 2.7. Sıla (الصِلة( ve Haşv (الحشْو( ile Ziyâde )َالزيادة( ve Lağv (اللغّْو) ........................ 106 2.8. Vâkî ve Ğayri Vâkî Fiil (الفعل الواقع و غير الواقع) ile Mute’addî ve Lâzım Fiil (الفعل المتعدي و الفعل اللازم) ........................................................................... 109 2.9. Mahal )ّالمَحل) ile Zarf (110 ......................................................................... )الظّرْف 2.10. Kat’ (القطع) ile Hâl (الحال) .............................................................................. 113 2.11. Cahd )الجحد) ile Nefiy (116 ......................................................................... )النفي 2.12. Lâ et-Tebri’e (التبرئة) ile Lâ en-Nâfiye li’l-Cins (لا النافية للجنس) .................... 118 2.13. el-Hafd (الخفض) ile el-Cer ( ّالجَر) ................................................................... 120 2.14. Red ( ّالرد) ve Merdûd (المردود( ile Tâbî )التابع( ve Metbû )المتبوع( ................ 123 2.15. Terceme (الترجمة) ve Tekrîr (التكرير) ile Bedel (البدل) ................................... 125 2.16. Vakit (الوقت) ile Zaman Zarfı (ظرف الزمان) ................................................... 129 3. KÛFE VE BASRA EKOLÜNE AİT GRAMER ANALİZLERİ .......................... 131 3.1. Cer ale’l-Mücâvera )131 ............................................................ )الجر على المجاورة 3.2. Ğayrü’l-Münsarif )132 .............................................................. )الممنوع من الصرف 3.3. Cezm (الجزم) ................................................................................................... 133 3.4. Hazif (الحذف) ................................................................................................... 135 3.5. ‘Rubbe’ Edatı ( َّرُب) ........................................................................................ 138 3.6. Zâid Olan ‘من’ Harfi (مِن الزّائدة) ...................................................................... 139 3.7. Emir Fiilinin Mu’rab Olması ( فعل الأمر معرب) ................................................ 140 Sîğasının Zaruret için Münsarif Olup Olamayacağı ........................ 143 ’أفْعَلُ مِنْ ‘ .3.8 xii 3.9. Mansûb bir Mankûs İsmin Sakin Okunması (Teskîni) .................................. 144 3.10. Mübtedâ ve Haberin Âmili .......................................................................... 146 Harfinin Zâid Olup Olmadığı Meselesi ........ 147 ’إن‘ den Sonra Gelen’ما النافية‘ .3.11 3.12. Mastarın Hâl veya Mef’ûl-u Mutlak Olarak Îrâb Edilmesi ......................... 149 3.13. Tenvinli Mastarın Amel Edip Etmemesi ..................................................... 151 Anlamına Gelip Gelemeyeceği........................... 153 ’و‘ ve ’بل‘ Bağlacının ’أو‘ .3.14 Edatlarının Fiili Muzârîyi Nasb Etmesi ......................... 155 ’لام التعليل‘ ve ’حتىّ‘ .3.15 Nidâ Edatının Îrâbı .............................................................................. 158 ’أيهّا‘ .3.16 3.17. Te’kîd Nûnu (نون التأكيد) ................................................................................ 159 3.18. Mehmûz Fiil (الفعل المهموز) ............................................................................ 162 4. ENBÂRİ’NİN KENDİNE HAS NAHİV GÖRÜŞLERİ ....................................... 164 4.1. Cer Harflerine Îrâbî bir Konum Tahsis Etmesi .............................................. 164 4.2. Ef’âl-ı Kulûb Fillerinin Ma’mûllerini İsim ve Haber Olarak Değerlendirmesi ............................................................................................. 165 4.3. Cer Halinde Olan Ğayr-ı Münsarifi Mansûb Olarak Değerlendirmesi .......... 166 4.4. ‘Nûnu’l-Vikâye’ye (نون الوِقاية) Îrâbî Bir Konum Tahsis Etmesi .................... 167 SONUÇ ........................................................................................................................ 168 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 172 ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................ 187 1 GİRİŞ Arap yarımadasında İslâm öncesi devirde çöl şartlarında müstakil kabilelerce sürdürülen yaşam, bizi İslâm’dan önce Arap dilinin tamamen homojen bir yapıya sahip olmadığını düşünmeye zorlar. Ancak, yaşam şartlarının düzelmesiyle birlikte, Câhiliye döneminde dinî, siyasî ve ticarî merkez konumuna gelen Mekke’de, birçok kabilenin birbirleriyle karışması neticesinde ortak bir dilin oluştuğu düşünülebilir. Bu ortak dilin oluşmasına, Mekke ile Tâif arasında kurulan ve çeşitli sanatsal işlere (hat, şiir vb.) ev sahipliği yapan Ukâz, Mecenne ve benzeri panayırlar da katkı sunmuştur. Bu panayırlarda şairler bir araya gelip, karşılıklı şiirler söylerler, nutuklar atarlar ve fesâhat alanında birbirleriyle yarışırlardı. Câhiliye dönemi ve İslâm’ın ilk yıllarında orada oluşan bu ortak dil (sonrasında klasik Arapça) Kur’ân’nın indirilmesinden sonra kemale ermiştir. Klasik Arapça, ilk ve ciddi darbeyi milâdî VII. ve VIII. yüzyıllarda yapılan İslâmî fetihlerle yemiştir. İslâm’ın ilk yıllarında zaten homojen bir yapıya sahip olmayan bu dil, Arap yarımadasının dışına çıktığı zaman kendisini korumakta oldukça zorlanmıştır. İslâmî fetihlerle birlikte Arap orduları, çok geniş sınırlara sahip olan bir imparatorluğun üzerinde egemen oldu. Araplar, İranlılar, Bizanslılar ve Habeşlilerle karıştılar. Fethedilen birçok yerde Arapça konuşanlar azınlıktaydı. Yeni Müslüman olmuş insanların çoğu ise Arapça’yı, eğitimin gerektirdiği kurallara uymadan öğrendi. Gayrı Müslimler, kendilerine zor gelen îrâbtan kaçınarak, vakıf sîgalarına yönelmişler ve günlük hayatta artık îrâbsız dili kullanmaya başlamışlardı. Günlük konuşmaları aşıp Kur’ân’ın yanlış okunmasına kadar giden bu dil bozulmaları (el-lahn), Arap dili gramerinin tespitini gerektirmiş, özellikle bedevi Arapların konuşmalarında yer alan lügat malzemelerinin derlenmesini bir ihtiyaç haline getirmişti. Üç asır kadar devam eden Arap dili gramerinin tespiti sırasında, Kur’ân’dan sonra başvurulan en önemli kaynaklardan birisi şüphesiz şiirdi. Eski Arap şiiri denilince de akla ilk gelen, eşsiz güzelliklerinden ötürü o zamanlar Kâbe’nin duvarlarına asılmış olduğu anlatılan, bizim de bu çalışmada şerhini inceleyeceğimiz mu’allaka şiirleridir. Dil ve edebiyat malzemesinin derlenmesi, ayrıca ihtiyaç duyulan gramer ve sözlük çalışmaları, önce Basra’da, yaklaşık bir asır sonra da ona paralel olarak Kûfe’de 2 başlamıştır. Bu iki muhitteki dil ve edebiyat çalışmalarının farklı usûl ve prensipleri, meseleleri kendilerine mahsus bir düşünceyle ele alış ve inceleyiş tarzları, dolayısıyla ihtilafları ve belli konularda münakaşaları olan iki fıloloji ekolünün doğmasına yol açmıştır. Klasik ve modern dönemin nahivcileri ve tarihçileri ile müsteşrikler arasında nahiv ekollerinin sayısı konusunda uzlaşılmış bir görüş yoktur. Yine de âlimler tarafından bugüne kadar en çok Basra, Kûfe ve Bağdad ekollerinin varlığı hususunda görüş birliği kaydedilmiştir.1 Arap tarihçilerin çoğu Basra ve Kûfe ekollerinin varlığını kabul ederken, Alman müsteşrik Gotthold Weil (1882-1960) yalnızca Basra ekolünün varlığından söz etmektedir.2 Carl Brockelmann ve Mehdî el-Mahzûmî Basra ve Kûfe ekollerine Bağdad ekolünü de eklemektedirler.3 Bu ekollerin yanı sıra, müsteşrik Howell (1841-1925) Mısır ve Mağrib (Fas) ekollerinden4, Tâhâ er-Râvî (1890-1946) ve Muhammed Esad Talas (1913-1959) gibi âlimler ise Endulüs ekolünden de bahsetmektedirler.5 Nahiv ekolleri konusunda en kapsamlı eserin sahibi Şevkî Dayf, Mağrib (Fas) ekolüne ve orada yapılan faaliyetlere fazla önem atfetmeden, Basra, Kûfe, Bağdat, Endülüs ve Mısır olmak üzere toplamda beş nahiv ekolünden bahsetmektedir.6 ez-Zübeydî (ö. 379/989) hepsinden farklı olarak Tabakat’ında nahivcileri ve dilcileri, Basralılar, Kûfeliler, Mısırlılar, Karaviyyûn (Faslılar) ve Endülüslüler şeklinde tertip ederken, ilginçtir, müstakil tabaka altında Bağdatlı nahivcilerden hiç bahsetmemektedir.7 ez-Zübeydî’nin konuyu bu şekilde ele alması, Bağdat şehrinin Basra ve Kûfe’ye yakın olmasından da kaynaklanmış olabilir. Şüphesiz coğrafî konum Arap dil ekollerinin taksimatında önemli rol oynamıştır. el-Bahs el-Luğavi adlı eserinde ‘ekol’ kavramı üzerinde duran Ahmed Muhtâr Ömer’in bu konudaki görüşleri dikkate değerdir. Ona göre klasik dönemde Arap dil ekollerinin taksimatında çoğrafî kriter tek esas olarak 1 Carl Brockelmann, a.g.e., C. II, s. 124-125. 2 Ahmed Muhtâr Ömer, el-Bahsu’l-Luğavî ‘inde’l-Arab, 6. b., Kahire, Âlemü’l-kütüb, 1988, s. 134.; Bkz., Gotthold Weil, Die gramatischen Schulen von Kufa und Basra, Leiden, 1913, s. 329. 3 Brockelmann, a.g.e., C. II, ss. 122-256. 4 Muhtâr Ömer, a.g.e., s. 135.; Bkz., Mortimer Sloper Howell, A Grammar of the Classical Arabic, 1888. 5 Muhtâr, a.g.e., s. 134-135. 6 Şevkî Dayf, el-Medârisü'n-Nahviyye, 7. b., Kahire, Dârü’l-meârif, ts.  Burada Muhtâr Ömer, Zubeydî’nin tabakalarından bahsederken Faslıları (Karaviyyûnu) atlamıştır.; Bkz., Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan ez-Zübeydî, Tabakâtü'n-Nahviyyîn ve’l-Luğaviyyîn, (thk., Muhammed Ebü’l-Fadl İbrâhim), 2. b., Kahire, Dârü’l-meârif, ts., s. 223. 7 Muhtâr, a.g.e., s. 135. 3 görülüyordu. Her bir Arap dil ekolünün belli bir bölgenin ismini taşıması bu iddiaya ışık tutmaktadır.8 Oysa bir nahiv ekolü, nahvin incelenmesinde fikir ve usûl birliği esası üzerinde birleşen nahivciler topluluğunu ifade etmelidir. Böyle bir toplulukta, çalışmaların usûlü, planı ve programını belirleyecek bir önderin, bir de onun usûlünü ve adımlarını takip edecek, bu ûsûlün geliştirilmesinde ve savunulmasında yer alacak ekol mensuplarının da olması gerekmektedir. Aynı şekilde bir ekolün yalnızca usûl ve teorisini ortaya atmak değil, tesis edilen ekolün nazariyesi ve usulünün senelerce bazen de asırlar boyunca devam göstermesi de önemli esastır.9 Unutulmamalıdır ki, Arap dil bilimi tarihi içerisinde zaman zaman aynı ekolün mensupları arasında zuhur eden ihtilaf iki farklı ekolün mensupları arasındaki ihtilâftan daha şiddetli boyutlarda olabiliyordu. Bazı gramer meseleleri hakkında Basralı Sîbeveyh’e (ö. 180/796) en şiddetli itirazı yine aynı ekolün mensubu el-Müberred (ö. 286/900) yöneltmiştir. Kaynaklar el-Müberred’in bu konuda er-Redd alâ Sîbeveyh adında bir kitap telif ettiğini de zikretmektedir. Yine, Kûfeli el-Ferrâ ve el-Kisâî arasındaki gramerle ilgili ihtilaflı konular Ebü’l-Berekât’ın el-İnsâf adlı eserinde olduğu gibi klasik kaynakların birçoğunda yer almıştır. Hal böyle iken hilâf konusunda çok sayıda eserin ortaya çıkmasının altında, kanaatimce, âlimlerin gramer konusunda yapacakları ince araştırmalar ve incelemelerden kendilerine pay çıkarma isteği de olabilir. Belli dilciler etrafında şekillenen Basra ve Kûfe dil ekolleri arasındaki ilk ihtilaflar Kûfeli er-Ruâsî (ö. 187/803) ile Basralı el-Halîl (ö. 175/791) arasında başlamış, daha sonra el-Kisâî ve Sîbeveyh gibi âlimler arasında devam etmiştir. Abbâsî halifesi Hârûn er-Reşîd’in huzurunda tertiplenen ve zikri geçen son iki âlim arasında cereyan eden ‘zunbûriyye’ münazarası ilmi muhitte oldukça meşhurdur. Bu ve benzeri münazaralar nahivcilere dair yazılmış ilk tabakât kitaplarında yer almış, daha sonra bunların bir kısmını ez-Zeccâcî (ö. 337/949) Mecâlisü’l-Ulemâ adlı eserinde toplamıştır. İlk kitaplar, iki ekolün ihtilaflarını konu edinen eserlere de kaynak olmuştur.  Bunun zıt örnekleri çoktur; Alman dilbilimcisi Karl Vossler’e nispet edilen Vossler Ekolü; A.B.D. yapısalcılığının başlıca temsilcisi Leonard Bloomfield’e nisbet edilen Bloomfield Ekolü vd. 8 Muhtâr, a.g.e., s. 129. 9 Muhtâr, a.g.e., s. 128.  İbn Cinnî bu kitaptan Mesâ’ilu’l-Ğalat adıyla bahseder; Bkz., Muhtâr, a.g.e., s. 124-125. 4 Hilâf konusunda yazılmış eserlerin en tanınmışı Kemâleddin İbnü’l-Enbârî'nin (ö. 577/1181) el-İnsâf fî Mesâ’ili’i-Hilâf Beyne’l-Basriyyîn ve’l-Kûfiyyîn adlı kitabıdır. Ancak bu hususta ilk çalışmayı yapan İhtilâfu'n-Nahviyyîn adlı eseriyle Sa'leb (ö. 291/903) olup onu İbn Keysân’nın (ö. 320/932) el-Mesâ'il alâ Mezhebi'n-Nahviyyîn mimma-Htelefe fîhi'l-Basriyyûn ve'l-Kûfiyyûn adlı eseri takip eder. Daha sonra Ebû Ca'fer en-Nehhâs (ö. 338/949) (el-Mukni' fî-Htilâfi’l-Basriyyîn ve’l-Kûfiyyîn), Ubeydullah el- Ezdî (ö. 348/959) (Kitâbü'l-İhtilâf), Ebû Hasan er-Rummânî (ö. 384/994) (el-Hilâf beyne'n-Nahviyyîn), Ebü’l-Bekâ el-Ukberî (ö. 616/1219) (et-Tebyîn alâ Mezâhibi’n- Nahviyyîn el-Basriyyîn ve’l-Kûfiyyîn), Abdüllatîf ez-Zebîdî (ö. 802/1399) (İ'tilâfu'n- Nusra fi-Htilâfi’n-Nuhâti’l-Kûfe ve’l-Basra) gibi âlimler bu konuda eserler kaleme almışlardır. 1. ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ Bu çalışmada Kûfe nahiv ekolü âlimlerinden Ebû Bekr Muhammed ibnü’l-Kâsım el-Enbârî’nin mu’allaka şiirlerini konu alan Şerhu'l-Kasâ’idi’s-Seb'i't-Tivâli’l-Câhiliyyât adlı eserinde gramere dayalı olarak serdettiği açıklamalarında, Basra ve Kûfe ekollerinin etkisi ortaya konulması amaçlanmaktadır. Basralılar ile Kûfeliler arasında cereyan eden gramer münazaraları zaman zaman ileri boyutlara ulaşsa da, unutmamalıdır ki bu münazaralar, genelde taassuptan uzak, belli usûl ve kaideler çerçevesinde yapılmış ve ortaya konulan çeşitli örnek ve delillerle birlikte devam ettirilmiştir. Ne var ki, İslâm tarihi boyunca ve özellikle modern çağda bu iki ekol, mutaassıp, objektiflikten uzak ve kavgacı olarak zihinlere yerleşmiş veyahut yerleştirilmiştir. Harun Öğmüş’ün “Nahivle ilgili çalışmalar, hicrî II. asırda önce Basra’da, sonra da Kûfe’de birbirine rakip iki ekolün gelişmesiyle başlamış…”10 şeklindeki ifadesi, bu anlayışın ilim adamlarının ve araştırmacıların bu konudaki uslûbunu ne denli etkilediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu durumu göz önünde bulundurup, bir Kûfe dil ekolü imamı olan Ebû Bekr el-Enbârî’nin ele alacağımız eseri üzerinde, hem Kûfe hem de Basra ekollerinin etkisini değerlendirmek, ayrıca eserde 10 Harun Öğmüş, “Nahvin Kur’ân’ı Anlaşılması Etkisi Bağlamında İbn Medâ el-Kurtubî’nin ‘Kitabü’r- Red ‘ale’n-Nuhât’ Adlı Eserinin Değerlendirilmesi”, İstanbul, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. XXXV, S. 2, 2008, s. 5. 5 kendisinin takındığı ilmî tutumu, yol ve yöntemini ortaya koymak ve nihayetinde Basra ve Kûfe tartışmalarının sürdüğü bir zamanda bir ilim adamının portresini çizmek açısından önem arz etmektedir. Basralılar ile Kûfeliler arasındaki ihtilâf sadece metot ve îrâbı farklı ele alış biçimiyle sınırlı kalmamış, gramerde kullanılan terminolojiye de sirayet etmiştir. Genel kanaate göre Arap gramerinin terminolojisi Basralı el-Halîl b. Ahmed döneminde oluşmaya başlamıştır.11 Daha sonraki dönemlerde Kûfeli dilciler, Basralılar’ın daha önce ortaya koydukları terimlerini esas alarak ihtiyaca yönelik farklı terimler ihdas etmeye çalışmışlardır. Bu çalışmada her iki ekole ait terminoloji karşılaştırmalı olarak ele alınacak ve özellikle çeşitli sebeplerden ötürü fazla yaygınlaşmayan Kûfe gramer terminolojisinin menşei, orijinalliği ve el-Enbârî’deki karşılığı ortaya konulmaya çalışılacaktır. Ebü’l-Berekât, Ebû Bekr el-Enbârî hakkında “O, Kûfe nahvinin en iyilerinden ve en bilgililerindendi” demiştir.12 el-Ezherî de, Tehzîbu'l-Luğa adlı eserinde "…O, yaşadığı dönemin en büyük âlimiydi. Allah'ın kitabı, mânaları ve îrâbı, ve Kur’ân’da bulunan müşkiller konusundaki ilim ehlinin ihtilafları konusunda gördüğüm en bilgili kişiydi. Kur’ân ilimleri hakkında değerli eserleri vardır. Hâfız, tatlı sözlü, hitabeti (beyanı) güçlü olan birisiydi. Doğru sözlü, kendisine başvurulan ve kendisine iyi bakan bir insan olarak biliniyordu. Irak'ta ve Irak dışındaki bölgelerde onun yerini doldurabilecek hiçbir âlimin ismini duymadım.." demiştir.13 el-Enbârî arkasında, Kur’ân ilimleri, hadis, tefsir, gramer, dil ve edebiyat alanında bir çok eser bırakmıştır. Bugün, onun ez-Zâhir fî Me'âni Kelimâti'n-Nâs ve el-Vakf ve’l- İbtidâ kitapları ilmî muhitte bu kadar ün salmışsa, yine onun el-Ezdâd kitabı, bu alanda yazılan en iyi kitap olarak biliniyorsa, bu tezde ele alacağımız mu’allaka şerhi de mu’allaka şerhleri içerisinde çoğu âlimlerce en iyi ve en kapsamlı şerh olarak görülüyorsa, kuşkusuz Ebû Bekr el-Enbârî, eserleri araştırılmaya değer bir âlimdir. Yaşadığı dönemde ‘en-Nahvî’ lakabını alması, onun özellikle dil ve gramer konusunda ilmini ve kültürünü ortaya koymaktadır. 11 Mehdî el-Mahzûmî, Medresetü’l-Kûfe, s. 303. 12 Ebü’l-Berekât el-Enbârî, Nüzhetu’l-Elibbâ, s. 181. 13 Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed, Tehzîbu'l-Luğa, (thk., Abdüsselâm Muhammed Hârûn), C. I, Kahire, ed-Dârü’l-Mısriyye li't-te'lîf ve't-terceme, ts., s. 24. 6 Tezimizin ana kaynağını oluşturan Şerhu'l-Kasâ'idi's-Seb'i't-Tivâli’l-Câhiliyyât adlı eser, günümüze kadar eksiksiz olarak ulaşabilen en eski muallaka şerhi olması açısından önem arz etmektedir. Yine, içinde en fazla gramer tahlili bulunduran şerh olması bakımından özellikle dilcilerin ve gramercilerin dikkatlerini üzerine toplamaktadır. el-Enbârî şerhte, şevâhid olarak bolca Kur’ân, şiir, emsâl ve hadis örneği kullanmıştır. Şerhte gramere de önem vermesi, özellikle Kur’ân ve Hadis ile gramer arasındaki dilsel bağı ortaya koyma açısından önemlidir. Gramer tahlili alanı, zorluğundan dolayı olsa gerek, araştırmacılar tarafından genelde kaçınılan bir alandır. Bu alana az da olsa katkı sağlamanın önemli bir iş olacağını düşünmekteyim. Çalışmanın konusu belirlenmeden önce hem ülkemizde hem de Arap dünyasında benzer çalışmaların var olup olmadığı incelendi. Ülkemizde konumuza benzer bir konuya rastlanılmadı. Ancak mu’allakât şerhini inceleyeceğimiz Ebû Bekr el-Enbârî’nin el- Ezdâd ve ez-Zâhir kitapları Türkiye’de üç araştırmacı tarafından çalışılmıştır: 1. Fadime Kavak, Arap Dilinde Karşıt Anlamlı Kelimeler (Ezdad) ve el-Enbârî'nin el-Ezdâd Adlı Eserinin Tahlili, Uludağ Üniversitesi S.B.E., (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa, 2003. 2. Murat Kaya, Ebû Bekr İbnü’l-Enbârî ve el-Ezdâd Fi'l-Luğa Adlı Eseri, Selçuk Üniversitesi S.B.E., (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2007. 3. Kamran Abdullayev, Ebû Bekr Muhammed b. el - Kâsım el - Enbârî'nin ez - Zâhir fî Maânî Kelimâti'n-Nâs adlı kitabındaki sözlerin tahlili, Necmettin Erbakan Üniversitesi S.B.E., (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2015. Kısıtlı imkânlarla yaptığımız araştırmanın neticesine göre, Arap dünyasında Ebû Bekr el-Enbârî’nin mu’allakât şerhini inceleyen çalışmaların listesi ise aşağıdaki gibidir: 1. Mahâ bnt. Sâlih b. Abdirrahmân el-Mîmân, el-Mesâ’ilü’n-Nahviyye fî Kitâbi Şerhu’l-Kasâ’idi’s-Seb’i’t-Tivâli’l-Câhiliyyât, Melik Suud Üniversitesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Riyad, 1987. 7 2. İbrâhim Yûsuf Şeybe, en-Nahvu’l-Kûfî fî Şerhi’l-Kasâ’idi’s-Seb’ et-Tivâl el- Câhiliyyât, Ümmü’l-Kurâ Üniversitesi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Mekke, 1988. 3. İbrâhim Sa’d Mecîd Sâlih, ez-Zavâhiru’l-Luğaviyye fî Kitâb Şerhu’l- Kasâ’idi’s-Seb’i’t-Tivâli’l-Câhiliyyât, Ayn Şems Üniversitesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Kahire, 2008. 2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEM, KAPSAM VE SINIRLARI Araştırma, Ebû Bekr el-Enbârî’nin Şerhu'l-Kasâ'idi's-Seb'i't-Tivâli’l-Câhiliyyât adlı eseriyle sınırlı tutulmuş olsa da, zaman zaman bir gramer meselesi veyahut terminoloji hakkında destekleyici bilgilere rastlanılan diğer eserlerine de atıfta bulunulmuştur. Ayrıca literatür konusundaki çalışmalarda kaynak kitaplar, süreli yayınlar, makale ve araştırmalarla birlikte konuyla ilgili internet kaynaklarından da istifade edilmiştir. Araştırmada literatür incelemesi, tasvirî ve tahlilî metodundan faydalanılmıştır. Çalışma, giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın giriş bölümünde konunun amaç ve öneminden bahsedilmiş ve konu ile ilgili hazırlayıcı, kısa bilgiler verilmiştir. Birinci bölümde tez başlığının ana unsurlarından olan mu’allaka şiirleri, sonrasında ise nahvin doğuşu ve ilk ekolleşme süreci konusunda gerekli bilgiler sunulmuştur. İkinci bölümde, Ebû Bekr el-Enbârî’nin hayatı, ilmî kişiliği, eserleri ve yaşadığı döneme değinilmiştir. Konunun temelini oluşturan son bölümde ise, ilk önce şerhteki usûlden bahsedilmiş, akabinde eserde kullanılan iki ekole ait terminoloji detaylı bir şekilde incelenmiş ve mukayesesi yapılmıştır. Daha sonra şerhte yer alan dil bilgisel tahliller ele alınmış ve bu tahlillerde Basra ve Kûfe ekollerinin el-Enbârî üzerindeki etkisi saptanmaya çalışılmıştır. Bu bölümde, bunun dışında, el-Enbârî’ye özgü bazı gramer tahlillerine de değinilmiştir. Sonuç kısmında, araştırmanın genel özetine ve bulgulara dayalı tespit edilen sonuçlara yer verilmiştir.  http://ia902606.us.archive.org/3/items/Rasa2l_Game3yah_31/AnnahwulKufi.pdf (Çevrimiçi erişim: 12.03.2018). http://ia902606.us.archive.org/3/items/Rasa2l_Game3yah_31/AnnahwulKufi.pdf 8 I. BÖLÜM MU’ALLAKA ŞİİRLERİ VE İLK NAHİV EKOLLERİ 9 1. MU’ALLAKA ŞİİRLERİ 1.1. İslâm Öncesi Arap Şiirinin Başlangıcı İslâm öncesi Arap şiirinin başlangıcı ve menşei hakkında çok az bilgiye sahibiz. Ancak öyle görünüyor ki, en az VI. yüzyıldan beri varlığını koruyan ‘Câhiliye’ şiirleri, İslâm döneminden çok öncesine dayanan uzun bir gelişim sürecinden* geçmiş, böylelikle de hem muhteva hem de şekil yönünden bizim önümüze “olgunlaşmış” olarak çıkabilmiştir.14 Dolayısıyla, yazıya geçen, belge niteliği kazanan ilk şiirleri, Arap yazısının ilk ürünleri diye benimseme gereği duymamız, bizi o şiirlerin ortaya çıkmasında birinci derecede rol oynayan ve onların arka planı olan uzun bir gelişim sürecini görmezlikten gelmeye itmemelidir. İslâm öncesi şiirin başlangıcı hakkında birçok dil tarihçisi görüş beyan etmiştir. Biz burada sadece birkaç tanesinin görüşünü zikredip konunun kısa bir analizini vermeye çalışacağız. Söz konusu olguyu İbn Sellâm el-Cumahî (ö. 232/846) ve daha sonra İbn Kuteybe (ö. 276/889) gibi dil tarihçileri aydınlatma teşebbüsünde bulunmuşlardır. Onların çalışmalarında, Arap şiirinin ne zaman ortaya çıktığı hususunda bir takım bilgilere rastlamak mümkünse de, bunlardan hareketle kesin bir şey söylemek zordur. el-Cumahî  ‘İslâm Öncesi Şiir’ ve ‘Câhiliye Şiiri’ terimleriyle genel olarak ileride kendilerinden söz edilecek olan mu'allaka şiirleri kastedilir. Burada Bosna Hersek'in meşhur Arap dil bilimcisi Esad Durakoviç'in sözlerine dayanarak, özellikle Türkiye'de ve Arap ülkelerinde yazılan 'Arap Edebiyatı Tarihi' kitaplarını göz önünde bulundurup, şu önermeyi sunmanın yerinde olacağı kanaatindeyim. Arapça ve Türkçe olarak yazılan kitaplarda Arap edebiyatı tarihinin devrelerinden bahsedilirken hemen her kitapta 'Câhiliye Devri' başlığını görmek mümkündür (bkz., Kenan Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi, Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri; Ahmet Subhî Furat, Arap Edebiyatı Tarihi, Şevkî Dayf, Târîhü'l-Edebî'l- Arabî, v.b). Ancak hepimizin bildiği üzere 'Câhiliye' kelimesi, Kur'ân'nın savunduğu tevhid dininin karşıtı olan müşrik-politesit dine karşı kullanılmış ve yine Kur'ân'dan alınmıştır. (Câhiliye kelimesinin mâna ve menşei hak. daha geniş bilgi için bkz., Mehmet Yalar, “Câhiliyenin Kavramsal ve Tarihsel Mahiyeti Isığında Şiirin Sosyal Arka Planı”, Bursa, U.Ü.İ.F.D., C.XIV, S. 2, 2005, s. 77.; Nafiz Danışman, “Câhiliye Kelimesinin Mâna ve Menşeî”, Ankara, A.İ.F.D., C. V, S. 1, 1956, s. 192; Şevkî Dayf, Târîhü'l-Edebî'l-Arabî (el-'Asru'l-Câhilî), s. 38, 39). Özellikle edebiyat tarihi çalışmalarında 'Câhiliye devri ve Câhiliye şiiri' terimlerinin yerine, ideolojik açıdan daha bağımsız olan 'İslâm öncesi devir ve İslâm öncesi şiir' terimlerinin kullanılması daha uygun olacağının kanaatindeyim. * Bu süreç hakkında hiçbir yazılı belgeye sahip değiliz. 14 Necîb Muhammed el-Behbîtî, Târîhu'ş-Şi'ri'l-Arabî, Kahire, Matbaatü dâri'l-kütübi'l-Mısriyye, 1950, s. 5.; Kenan Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi – Caviliye Dönemi, C. I, 1. b., Erzurum, Fenomen Yayınları, 2009, s. 70, 71.; Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, 2. b., İstanbul, Kapı Yayınları, 2011, s. 4, 18, 19.; Esad Duraković, Sedam Zlatnih Oda ili Herojsko Doba Arapske Književnosti, Sarajevo, Sarajevo Publishing, 2004, s. 7-8.; Jusuf Ramić, Obzorja Arapsko-Islamske Književnosti, Sarajevo, el- Kalem, 1999, s. 9. 10 Tabakâtü Fuhûli’ş-Şu’arâ adlı kitabında, şiirin Abdülmuttalib (ö. 578) ve Hâşim b. Abdi Menâf (ö. 524) zamanında uzatılarak kaside şeklini aldığını, ilk kasideyi de kardeşi Kuleyb’in öldürülmesi üzerine el-Mühelhil b. Rebîa’nın (ö. 531) nazmettiğini iddia eder. Ondan öncesinde Araplar sadece özel olaylar ve ihtiyaçları sebebiyle bir ya da en fazla birkaç beyitten oluşan şiirler söylüyorlardı.15 Benzer görüşü yukarıda zikrettiğimiz İbn Kuteybe,16 meşhur el-Câhız (ö. 255/869) ve es-Süyûtî17 (ö. 911/1505) de savunur. İlk uzun şiire giden yolu İmruülkays’ın (ö. 565) ve Mühelhil b. Rebîa’nın açtığını söyleyen el-Câhız, Arap şiirinin varlığının İslâm’dan önce en fazla 200 yıl öncesine kadar varabildiğini iddia etmektedir.18 Bu konudaki araştırmamız sonucunda es-Süyûtî’nin el-Müzhir adlı eserinde el-Esmaî’den (ö. 216/831) naklen verdiği bilgiler, el-Câhız’ın özellikle Mühelhil b. Rebîa’nın yaşadığı dönemi konusundaki görüşüyle tam örtüşmediğini tespit ettik. el-Esmaî, kendilerinden şiir rivâyet edilen ilk kişilerin el-Mühelhil b. Rebîa, sonra Züeyb b. K’ab b. Amr b. Temîm, sonra Benû Kinâne’den Damra adında biri ve Edbat b. Kârî’ olduğunu söyledikten sonra, bu kişilerle İslâmiyet’in gelişi arasında 400 yıl bulunduğunu, İmruülkays’ın da bu kişilerden çok daha sonraki dönemlerde yaşamış olduğunu iddia etmektedir.19 Diğer taraftan el-Cumahî’nin Tabakatı’nda ve diğer birçok rivayette el- Mühelhil’in İmruülkays’ın dayısı olduğuna ve ikisinin de aynı dönemde yaşamış olduklarına dair iddialar mevcuttur.20 Arap edebiyatının temel kaynaklarından sayılan bazı kitaplara bakıldığında, orada aslında İslâm öncesi şiirin önde gelen olan Mühelhil b. Rebîa’nın ismi21 ve vefat tarihi22 konusunda uzlaşılmış bir görüşün olmadığı görülmektedir. Okuduğumuz görüşlerin çoğu 15 Muhammed b. Sellâm el-Cumahî, Tabakâtü Fuhûli'ş-Şu'arâ, (thk., Mahmûd Muhammed Şâkir), C. I, Cidde, Dârü’l-medenî, s. 26, 39. 16 İbn Kuteybe, eş-Şi'ru ve'ş-Şu'arâ, (thk., Ahmed Muhammed Şâkir), C. I, Kahire, Dârü’l-meârif, s. 104. 17 Abdurrahman Celâleddin es-Süyûtî, el-Müzhir fî 'Ulumi'l-Luğa ve Envâ'ihâ, (thk., Muhammed Ahmed Câde'l-Mevlâ vd.) C. II, 3. b., Kahire, Mektebetü dâri't-türâs, ts., s. 474. 18 Ebû Osmân Amr b. Bahr el-Câhız, Kitâbü'l-Hayevân, (thk., Abdüsselâm Muhammed Hârûn), C. I, 2. b., Mısır, Matbaatü Mustafa el-Bâbi el-Halebî, s. 74. 19 es-Süyûtî, a.g.e., s. 477. 20 el-Cumahî, a.g.e., s. 43.; Ebü’l-Ferac Ali b. Hüseyn el-İsfehânî, Kitâbü'l-Eğânî, (thk., İhsân Abbâs vd.), C. IX, 3. b., Beyrut, Dâru sâdır, 2008, s. 59. 21 Ebû Ubeydullah Muhammed b. İmrân el-Merzubânî, Mu’cemü'ş-Şu'arâ, (tsh., Fritz Krenkow), 2. b., Beyrut, Dârü’l-kütübi'l-'ilmiyye, 1982, s. 248.; İsfehânî, a.g.e., C. V, s. 37. 22 Talal Harb (şrh.), Dîvânu Mühelhil b. Rebîa, ed-Dârü’l-âlemiyye, 1993, s. 18-19. 11 tahminden ibaret olduğundan, cumhurun konu ile alâkalı bu güne kadar söylediği şeyleri yalnızca varsayım çerçevesi içerisinde değerlendirme imkânımız vardır. Çoğu âlimlerce ölüm tarihi VI. asrın ilk otuz yılı içerisinde verilen el-Mühelhil’in, İmruülkays’tan önce doğduğunu ve yine ondan önce vefat ettiğini söyleyebiliriz. Buna göre günümüze kadar ulaşabilen ilk uzun şiirler V. yüzyılın şairlerinden el-Mühelhil b. Rebîa’da, bu şiirlerin ya da kasidelerin tekâmül etmiş şekli ise İslâm öncesi şiirin belki de en meşhur şairi kabul edilen İmruülkays’ta görülür. Sonuç olarak da, bu şairlerin vefat tarihlerine bakıldığında, V. asrın sonları ve VI. asrın başları arası, bu gün güvenilir olarak kabul edebileceğimiz şiirlerin ortaya çıkma vaktidir diyebiliriz. Bundan ötesi için konuşmak ancak tahmin mahiyetinde olabilir. Çağdaş Arap müelliflerinden Şevkî Dayf, müsteşriklerden de Carl Brockelmann ve Ignace Goldziher ise somut üzerinde konuşmayı tercih ederek, önemli eserlerinde sadece bugün elimizde olan en eski İslâm öncesi şiirlerden bahsederler (ki onlar VI yüzyıla ait) ve onların arka planına fazla girmemektedirler.23 Öbür taraftan Ömer Ferruh gibi Arap şiirinin başlangıcını, belki de mübalağalı bir şekilde, İslâm’dan en az iki bin yıl öncesine kadar götürenler olduğu gibi24, müsteşriklerden Th. Nöldeke, D. Samuel Margoliouth, Araplar’dan da Tâhâ Hüseyn gibi bu devrin şiirinin neredeyse tamamını reddedenler de yok değildir.25 İslâm öncesi Arap şiirini konu alan bir makalesinde ünlü Alman şarkiyatçısı Theodor Nöldeke (1836-1930): “Şüphe yok ki biz, eski Arap şiirinin sonunu (bitiş ve takâmül zamanını), başlangıcından daha dakik bir şekilde belirleyebiliriz” demektedir.26 Aslında mâlum bir şeyi ifade eden bu cümleye katılarak denebilir ki, sadece Arap şiiri için değil, genel olarak her bir milletin şiir geleneği için aynı şeyi söylemek mümkündür. Her şeye rağmen, bize kadar ulaşabilen en eski İslâm öncesi şiirlerden hareketle, Arap 23 Şevkî Dayf, Târîhü'l-Edebî'l-Arabî (el-'Asru'l-Câhilî), C. I, 24. b., Kahire, Dârü’l-meârif, ts., s. 38-39.; Carl Brockelmann, Târîhü'l-Edebi'l-Arabî, (Arap. çev., Abdülhalîm en-Neccâr), C I, 5. b., Kahire, Dârü’l-meârif, s. 55.; İgnace Goldziher, Klasik Arap Literatürü, (çev., Rahmi Er, Azmi Yüksel), 2. b., Ankara, Vadi Yayınları, 2012, s. 6. 24 Ömer Ferrûh, Târîhü'l-Edebi'l-Arabî (el-Edebü’l-Kadîm), C. I, 4. b., Beyrut, Dârü’l-'ilm li'l-melâyîn, 1981, s. 73. 25 Çetin, a.g.e., s. 41, 42.; Daha geniş bilgi için bkz. Tâhâ Hüseyn, fi'l-Edebi'l-Câhilî, 2. b., Kahire, Matbaatü Fârûk, 1933; İslâm öncesi şiiri ve şiirin güvenilirlik problemini konu alan bazı müsteşriklerin makaleleri için ayrıca bkz., (Arap. çev., Abdurrahman Bedevî, Dirâsâtü'l-Müsteşrikîn Havle Sihhati'ş- Şi'ri'l-Câhilî, 1. b., Beyrut, Dârü’l-'ilm li'l-melâyîn, 1979. 26 Abdurrahman Bedevî (Arap. çev.), Dirâsâtü'l-Müsteşrikîn Havle Sihhati'ş-Şi'ri'l-Câhilî, 1. b., Beyrut, Dârü’l-'ilm li'l-melâyîn, 1979, s. 18. 12 şiiri geleneğinin başlangıcı hususunda bir takım varsayımlar geliştirilebilir. İslâm öncesi Arap şairlerinin dile getirdikleri bazı beyitler bu hususa ışık tutar mahiyettedir. Mu’allaka sahibi Antere b. Şeddâd (ö. 614 m.) mesela, mu’allakasını ilginç bir yakınma ile başlatır: هَلْ غَادرََ الشُّعرََاء مِنْ مُترََدَّمِ أمَْ هَلْ عَرَفْتَ الدَّارَ بَعْدَ توََهُّمِ 27 Şairler, söylemedik bir söz bıraktılar mı ki? Yoksa sen, biraz durakladıktan sonra (sevgilinin) evini (evinin izlerini) seçebildin mi?* İslâm öncesi şiiri tasdik eden Kur’ân’ın yanında (önünde bulduğu şiire ve şairlere karşı takındığı açık ve net tavırla),28 şiirin başlangıcı konusunda m. 600 yılların başında ölen Antere’nin bu sözleri de kenara atılmamalıdır. Anlaşılan o ki Antere zamanına kadar şiir o kadar gelişmiş ki, artık büyük şair olmak için yeni bir şeyler söylemek zorlaşmıştır. Ondan önce sayısız şairin gelip geçtiğini açıkça söyleyen Antere, her şeye rağmen kendi şiirini söylemeye cesaret eder ve bu kasidesiyle mu’allaka sahibi olan yedi büyük şairin arasına girmeyi başarır. Dolayısıyla sadece o değil, kasidesi de, büyük bir şiir geleneğinden geldiğine işaret etmektedir Bunun dışında İmruülkays’ın, bir kasidesinin beytinde zikrettiği bir şairin ismi, dil tarihçilerin kafasını hep yormuş, hakkında birçok iddia atılmıştır. يَارَ كَمَا بكََى ابْنُ خِذاَم29 عُوجَا عَ لى الطَّللَِ المُحِيلِ لَ علَنَّا نَبْكِ ي الدِّ Durun, şu terk edilmiş kalıntıların yanında biz de, İbn Hizam’ın, (sevgilisinin evinin) arkasından ağladığı gibi, şu evlerin (hatıraları) arkasından ağlayalım. Rivayetlerde, bu şiirde zikredilen şaire (İbn Hizâm) isnat edilen hiçbir şiir yoktur aslında. Ancak İmruükays’a nispet edilen bu şiirin sahihliğini kabul edersek, İmruülkays’tan önce yaşamış İbn Hizâm adında bir şair ortaya çıkıyor ki, bu da, Arap şiiri 27 Emîn Saîd (tsh. ve şrh.), Şerhu dîvâni Antere b. Şeddâd, Mısır, el-Matbaatü'l-arabiyye, ts., s. 122. * Tez boyunca kullanacağım mu'allaka şiirlerinin tercümelerinin tamamı olmasa da büyük bir bölümü Şerafeddin Yaltkaya'nın Yedi Askı" adlı kitabından alınacaktır. Kitap için bkz. Şerafeddin Yaltkaya, Yedi Askı, Maarif Matbaası, 1943. 28 Kur’ân'nın 28. sûresi ‘Şu'arâ’ (Şairler) ismini taşır. 'Şiir, şair ve şairler' kelimeleri içeren bazı âyetler için bkz. Kur’ân, 36/69, 52/30, 37/36, 26/224-226. 29 Abdurrahman el-Mustâvî (şrh.), Divânu’Mri'i'l-Kays, 2. b., Beyrut, Dârü’l-mârife, 2004, s. 151. 13 geleneğinin, zannedildiğinden (İslâm’dan 100 yıl önce) çok daha eski zamanlarda mevcut olduğuna dair işaretlerden bir tanesidir. Buna işaret eden başka şiirler de mevcuttur.30 Siyer kitaplarında Abdülmuttalib Zemzem kuyusunu kazarken etrafında çeşitli şiirlerin söylendiği rivayet edilmektedir. Kuyular kazılırken şiirlerin söylenmesinin Araplar’da eski bir adet olduğu benzer rivayetlerden bilinmektedir.31 Araplar’ın hayatında kuyuların önemini göz önünde bulundurursak, bu gibi şiirlerin, şiirin en eski türünü temsil ettiğini ve belki de milattan önce Araplar’da kullanıldığını varsayabiliriz. Araplar aslında sadece kuyuları kazarken değil, evler yaparken, hendek kazarken, ekip biçerken de, kısacası günlük hayatın çeşitli olayları dolayısıyla şiirler dile getirirlerdi.32 Bu da bize, eski Araplar’da şiirin, sadece özel ve seçkin kişilerin dillerinde değil, neredeyse her kesim insanın dilinde dolandığını göstermektedir. V. yüzyılda yaşayan ve Yeni Tarih (Historia Nova) adlı eserin sahibi olan Yunan tarihçisi Zosimus, kendi eserinde Araplar’dan ve onların, gazvelerinde terennüm ettikleri şiirlerden bahsetmektedir. Cevâd Ali’nin dediği gibi, Zosimus’un bu rivayetinden iki şeyi kolayca anlayabiliriz; 1- Araplar’da şiir geleneği VI. yüzyıldan çok daha eski dönemlere dayanır, 2- Bu şiir geleneği o zamanlar o kadar ün salmış ki, yabancıların kulaklarına kadar gitmiş ve kendileri onu kitaplara taşımayı uygun görmüştür. Bu, üzerinde düşünülmeyi hak eden bir meseledir. Bütün söylenenlere rağmen İslâm öncesi şiirin önemli şairlerinin hayatları ve devirleri hakkında klasik kitaplarda bulunan görüş ayrılıklarının, bu dönemin edebiyatına savaş açan müsteşrikler için önemli bir silah olacağı açıktır. 1.2. İslâm Öncesi Devirde Şiir ve Şairin Önemi Bu konu özellikle İslâm öncesi şiirin rivayeti ve tedvini meselesi hakkında sağlıklı bir fikre sahip olmak ve konuya daha az bir önyargı ile yaklaşmak için kanaatimizce mutlaka mütalaa edilmesi gerekmektedir. 30 Cevâd Ali, el-Mufassal fî Târîhi'l-Arabi Kable'l-İslâm, C. IX, 2. b., Bağdat, Câmiatü Bağdâd, 1993, s. 440, 441. 31 Cevâd Ali, a.g.e., C. IX, s. 410, 411, 412. 32 Cevâd Ali, a.g.e, C. IX, s. 412, 413. 14 Dünya edebiyatlarının çoğunda önemli bir yere sahip olan şiirin, Arap edebiyatında da önde gelen edebî sanat olarak tebarüz ettiği bilinmektedir.33 Arapların İslâmiyet’ten önceki hayatlarından kalan en büyük sanat eserleri şiirleridir. Bu topluluk şiir sanatından tecrit edilirse, kaba, haşin ve basit bir topluluk halini alır, hemen hemen bütün cazibesini kaybeder. Şiir ve şairin eski Araplar arasındaki kadar itibar gördüğü, halkta bu derecede canlı ve müessir bir rol oynadığı devir ve muhitler pek azdır. Nihad Çetin’in de belirttiği gibi İslâm öncesi şiirin kısmen de olsa üç asır hafızalarda yaşayabilmesini her şeyden önce bu devrin şiirlerinin hayata, topluluğun müşterek duygularına sıkı sıkıya bağlı olması sağlamıştır. Bu devirde toplumsal hayatta şiirin pek büyük ve hayati bir tesiri, dolayısıyla aynı derecede çok önemli bir yeri vardı. Şairin hissiyatı ile yaşadığı çevrenin hissiyatının birleştiği noktalar şairin şiirinin kaynağını oluştururdu.34 Bu yüzden de erkek, kadın, genç, ihtiyar, efendi hatta köle bile şiir söylemiş, duygu ve düşüncelerini bu yolla nakletmiştir. Şiire karşı bu düşkünlüğün temelinde yaradılışın da büyük payı olmalıdır, ama bunun yanı sıra hayatın geçirildiği ortamın etkisi de inkâr edilemez. Masmavi gök kubbesi, altında gözü yoran çapta çöl, barındırdığı insana ilham kaynağı olmuştur.35 Bunun yanı sıra İslâm öncesi dönemde, şairlerin birbirlerine adeta meydan okudukları şiir müsabakaları gibi şiiri teşvik eden başka bir takım vesileler de vardı. Bu şiir müsabakalarının belli günlerde ve bir ananesi bulunan merasimler halinde cereyan ettiği anlaşılmaktadır. Bu merasimler umumiyetle, Ukâz, Zu’l-Mecâz, Mecennet es-Sahr, Dûmet el-Cendel, Hecer ve Suhâr gibi her yıl belli günlerde kurulan panayırlarda36 cereyan ederdi. Zamanın en büyük şairinin hakemlik ettiği bu müsabakaya katılan şairler en güzel elbiselerini giyerek, donatılmış binek hayvanlarıyla gelirler, etraflarını çeviren halkın ortasında ve hakemin huzurunda eserlerini inşad ederlerdi. Neticede birinci gelen şair ilan edilirdi.37 Bilinmelidir ki, İslâm öncesi şiir hadarî (yerleşik) topluluklarda değil, daha çok bedevîlerde (göçebelerde) vardır. Dolayısıyla yukarıda da değindiğimiz gibi bu şiirin temel özelliği aslında elitizim değil bilakis genel yaygınlıktır. Halkın her kesiminde var olan bu şiir geleneği hakkında normal popülerlik çerçevesinde konuşmak yanlış olur. 33 Nejdet Gürkan, Şiir ve Dil – Arap Edebiyatı, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2005, s. 14. 34 Çetin, a.g.e., s. 9. 35 Ahmet Subhi Furat, Arap Edebiyatı Tarihi, İstanbul, Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1996, s. 64. 36 Tafsilat için bkz., İbrahim Yılmaz, Panayırlar ve Arap Dili ve Edebiyatının Gelişmesinde Oynadığı Rol, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), AÜSBE, Erzurum, 1997. 37 Çetin, a.g.e., s. 13, 14. 15 Câhiliye devri Araplar’ında şiir popülerlik sınırlarını aşar ve çok daha öteye gider. O devirde şiir hayatın özü ve temel parçasıdır.38 Bedevi Arap bir yerden diğerine göçerken devesine şiirin ritmiyle hız katmış, düşmanına karşı gösterdiği kahramanlığını, üstünlüğünü şiirle perçinlemek istemiş ve tüm bu teşebbüslerinde Arap dilinin sağladığı kelime zenginliğinden faydalanmıştır. Şiirin arz ettiği bu ehemmiyet, sahibine de büyük imtiyazlar sağlamıştı. Şair, kabilesinin, üzerinde hassasiyet ve ihtimamla eğildiği hasletlerin mümessiliydi. Kabileler arasındaki ihtilafların çözümü için kurulan heyette seyyidlik ve hatîblik gibi onun da önemli bir yeri vardı.39 el-Câhız’ın Ebû Amr ibn Alâ’dan naklen verdiği bilgilerde, İslâm öncesi devirde şiire duyulan şiddetli ihtiyaçtan dolayı şairin hatipten daha yüksek bir mevkide bulunduğunu görüyoruz.40 Örneğin, Tağlib ve Bekr kabileleri arasında yıllarca devam eden ihtilaflarına son vermek için Hire Kralı Amr ibn Hind hükmünü verirken, bu kabilelerin en meşhur şairleri ve dolayısıyla sözcüleri olan Amr ibn Küslûm (ö. 584 m.) ve Hâris bin Hillize’nin (ö. 570 m.) şiir atışmasına şahit olmuş ve ona göre hükmünü vermiştir.41 Herhalde hiçbir tarih, şiir sözünün bundan daha büyük bir otoritesini kaydetmemiştir. Şairin cinlerin ilhamlarına mazhar olduğuna inanıldığından kendisinden korkulur, hakkına hürmet ve riayet edilirdi. Bu durum şairin özellikle hicivlerinin tesirli olmasına neden olurdu. Çadırların kurulduğu yer, şairin emri ile değiştirilir, onun uygun gördüğü yer ve zamanda kurulurdu. Savaş hakkında onun görüşü alınır, ganimetin taksimi sırasında en çok kahramanlık gösteren savaşçılar kadar ona hisse ayrılırdı.42 Eski Araplar’da şiirin yaratabileceği etkinin büyüklüğünü gösteren örneklerden biri de Kureyş kabilesinin reisi Ebû Sufyân (ö. 652 m.) ile Câhiliye döneminin sonu ve İslâm’ın ilk yıllarında yaşamış olan şair el-A’şâ arasında vuku bulmuştur. Ebû Sufyân en meşhur şairlerinden el-A’şâ’nın Peygamber (s.a.v.)’i öven bir şiir yazdığını ve Yesrib’e gidip Müslüman olmak istediğini öğrenince kendi adamlarıyla derhal bir toplantı tertip eder ve onu bu yoldan vazgeçirmek için adamlarına kendisine yüz kızıl deve teklif etmelerini 38 Duraković, a.g.s., s. 11. 39 Furat, a.g.e., s. 9. 40 Ebû Osmân Amr b. Bahr el-Câhız, el-Beyân ve't-Tebyîn, (thk., ve şrh., Abdüsselâm Muhammed Hârûn), C. I, 7. b., Kahire, Mektebetü'l-Hancî, 1998, s. 241. 41 el-İsfehânî, a.g.e., C. XI, s. 29, 30, 31, 32, 33.; Ebû Ömer eş-Şeybânî, Şerhu'l-Mu'allakâti't-Tis'i, (thk., ve şrh.), Abdülmecîd Hemû, 1.b., Beyrut, Müessesetü'l-a'lem li'l-matbûât, 2001, s. 352. 42 Demirayak, a.g.e., s. 73. 16 emreder. Ebû Sufyân, şayet el-A’şâ gibi bir şair İslâm’a girerse, İslâm için, bugünkü tabiriyle, çok etkin bir medya aracı konumunda olacağını çok iyi biliyordu.43 Şairler hadiselerin ve tarihi olayların koruyucuları, bilgi nakledicileri idiler. Câhiliye döneminde Araplar’ın başlarından geçen hadiselere, âdâbına, bilgisine ve ahlâkına dair elde edilen bilgiler şiir vasıtasıyla elde edilmiştir. Bu itibarla eski yazarlar şiirin eski Arap toplumundaki önemine değinirken şiirin onların divanı (Divânu’l-Arab), yani Araplar’ın, bütün bilgilerini içine alan, bunların muhafazasını temin eden, daima başvurdukları, istifade ettikleri eserleri olduğunu belirtirler.44 Bütün bunlar, Araplar’ın, içlerinde bir şair yetişmesini büyük bir kumandanın yetişmesinden bile üstün tutmalarına neden olmuştur. Nitekim İbn Reşîk (ö. 456/1064) bu durumu: “Araplar’dan bir kabilede bir şair yetişse diğer kabileler gelip tebrik ederlerdi, o kabile ziyafet verir, kadınlar toplanır, düğün merasimlerinde olduğu gibi çalgı çalarlar, oynarlar, erkeklerle çocuklar birbirlerini tebrik ederlerdi. Çünkü bu şair onların namuslarını korur, faziletlerini kuvvetlendirir, şanlarını devam ettirirdi. Zaten Araplar ya bir erkek çocuğun doğmasından veya bir atın yavrulamasından yahut içlerinden bir şair çıkmasından dolayı sevinirdi”45 şeklindeki sözleriyle anlatmaktadır.46 Yukarıdan beri İslâm öncesi devirdeki şiir ve şairin önemi hakkında oluşturmaya çalıştığımız görüntü, ileride değineceğimiz İslâm öncesi şiirin rivayeti ve tedvini konusuna daha az bir önyargı ile yaklaşmamıza yardımcı olacağına inanıyoruz. 1.3. İslâm Öncesi Devrin En Güzel Şiir Örnekleri: Mu’allakât Mu’allakât’ uzun kasideler olup İslâm öncesi şiirin şaheserleridir. Bu kasidelerin her biri, müellifinin en güzel parçası kabul edilmiştir. Müellifleri de M. VI. yüzyılın en ünlü şairleri arasında yer aldığı için bu şiir koleksiyonu, eski Arap şiiri mahsulünün en güzel örneğini temsil ederek, Arap edebiyatında emsalsiz bir mevki kazanmıştır. 43 Ebû Ali el-Hasan ibn Reşîk el-Kayravânî, el-'Umde fî Mehâsini'ş-Şi'ri ve Âdâbihî ve Nakdih, (thk., Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd), C. I, 5. b., Beyrut, Dârü’l-cîl, 1981, s. 257. 44 el-Kayravânî, a.g.e., C. I, s. 16.; el-Cumahî, a.g.e., C. I, s. 24.; es-Süyûtî, a.g.e., C II, s. 470. 45 el-Kayravânî, a.g.e., C. I, s. 65. 46 Nurettin Ceviz vd. (çev.), Yedi Askı – Arap Edebiyatının Harikaları, 2. b., Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2010, s. 12. 17 Mu’allakât günümüze kadar tam olarak ulaşabilen en eski şiir antolojisidir. Mu’allakât’ı mecmua haline getirenin, rivayet konusunda güvenilirliği birçok klasik eserde tartışılan meşhur şiir toplayıcısı Hammâd er-Râviye (ö. 160/776-777) olduğu kaynaklarda kaydedilmektedir.47 1.3.1. Mu’allaka Kelimesinin Menşei ve Mu’allakât’a Verilen Diğer İsimler Sözlükte, isim olarak “sevgi, tutku; beğenilen, hoşlanılan şey; nefis, çok değerli şey; tutunan, asılan, yapışan, yapışılan şey”, fiil olarak ise “bir şeyi diğeriyle irtibatlandırmak, bir şeyle ilgilenip onu beğenmek ve sevmek, tutulmak; bağlanmak; asılıp kalmak”48 anlamındaki ‘a-l-k’ kökünden türeyen mu’allaka kelimesinin çoğulu olan ve İslâm öncesi devrin seçkin şiirlerini ifade eden mu’allakât kelimesine âlimler de farklı anlamlar yüklemişlerdir. Türkiye’de mu’allaka şiirleri konusunda makaleler yazan ve mu’allakât isminin menşei hakkında görüş beyan edenlerden biri Süleyman Tülücü’dür. (d. 1945). Ne var ki bu kelimenin menşei hakkında makalelerinde sadece çeşitli rivayetler verilmiş ancak kronolojik sırasına riayet edilmemiştir.49 Her hangi bir ilimde özellikle bir şeyin menşei ve zuhuru araştırılırken kronolojik sıranın takip edilmesi önem arz ettiği kanısındayız. Mu’allakât isminin ilk defa zuhuru muhtemelen M. 900 tarihinde telif edilen Cemheratü Eş’âri’l-Arab adlı eserdedir. Bu, yedişerden yedi grup halinde tasnif edilmiş 49 şiirin yer aldığı bir antolojidir ve orada yer alan her bir şiir grubuna hayalî bir isim verilmiştir:50 el-Mu’allakât (Asılmış olanlar - birinci grup), el-Mucemherât (toplananlar), el-Muntekayât (seçilenler) v.s. Birçok müsteşrik (Th. Nöldeke, C.J. Lyall, R.A. Nicholson) mu’allaka kelimesinin ‘عِلْق’ (değerli şey) isminden müştak olduğu görüşüne 47 Nâsiruddîn el-Esed, Mesâdiru'ş-Şi'ri'l-Câhilî, 5. b., Kahire, Dârü’l-meârif, 1978, s. 169.; Brockelmann, a.g.e., C. I, s. 67.; Ayrıca bkz., İslâm M. Omara, Menhecu’l-İhtiyâr fî Mecmûâti’ş-Şi’ri’l-Arabiyyi’l- Kadîm, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Câmiatü’l-Kâhire, Kâhire, 2016, s. 93-95. 48 Ebü’l-Fadl Cemâleddin Muhammed b. Mukerrem ibn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 1. b., C. X, Beyrut, Dâru sâdır, ts., 'a-l-k' mad.; Ebû Nasr İsmâil b. Hammâd el-Cevherî, es-Sihâh Tâcü'l-Luğa ve Sihâhu'l- Arabiyye, (thk., Ahmed Abdülğafûr Attâr), 4. b., C. XI, Beyrut, Dârü’l-'ilm li'l-melâyîn, 1987, 'a-l-k' mad. 49 Süleyman Tülücü, “Mu'allakât ve Şairleri Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi-I (Türkiye)”, Erzurum, A.Ü.İ.F.D., S. 23, 2005. 50 Alfred Felix Landon Beeston, “Mu'allakât”, (çev. Süleyman Tülücü), A.Ü.İ.F.D., S. 3, 1979, s. 421.; Ayrıca bkz., Ebû Zeyd Muhammed ibn Ebi'l-Hattâb el-Kuraşî, Cemheratü Eş'âri'l-Arab, (thk., Ali Muhammed el-Bicâvî), Mısır, Nehdatü Mısır, 1981, s. 110-113. 18 sahip olmuşlardır. Yani onlara göre bu kelimenin anlamı "beğenilmiş kıymetli şiirler" olmalıdır.51 Eğer el-Mu’allakât’ın gerçek mânasının "kıymeti takdir edilmiş şiirler" olduğu yönündeki bu görüş doğru ise, yukarıda sözü geçen eserde (Cemhera) tertibe uygun gelmesi için, müellifi tarafından bu ismin ilk defa icat edilmiş olması da imkânsız değildir. Mu’allaka ismi hakkında diğer bir görüş J. Robson tarafından yazılan bir makalede ifade edilmiştir. Kendisi bu kelimenin Kur’ân’da52 zikredildiğini ve ilgili şiirler için aynı anlamda kullanıldığını söylemektedir. Orada el-Mu’allaka kelimesi, bilfiil dul bırakma ve boşanma olmaksızın, kocası tarafından terk edilen ve bakılmayan kadın münasebetiyle kullanılmıştır. Robson’un ifadesine göre bu kelime; müelliflerin antolojik eserlerinde yer alan, eşsiz ve çok önemli olmalarına rağmen değerleri takdir edilmemiş olan bu şiirlere işaret etmek için kullanılmıştır.53 Yukarıda sözü geçen bu şiirlerin toplayıcısı Hammâd’ın bizzat bu ismi kullandığı kesinlikle belli değildir. Eğer belli olsaydı Jobson’un bu rivayeti daha da önem kazanırdı. Çünkü takdir edilebilir ki, bu şiirleri toplamaya heves eden Hammâd er-Râviye onları parça parça, ihmal edilmiş ve terk edilmiş vaziyette bulmuştur. Mu’allaka adının menşei ve ifade ettiği anlam oldukça kapalılık arzetmektedir. En meşhur fakat yine de zayıf bir rivayete göre bu şiirler, yukarıda değindiğimiz Câhiliye döneminde Arap Yarımadası’nın çeşitli yörelerinde kurulan Ukâz vb. panayırlarda her yıl düzenlenen şiir yarışmalarında tenkit süzgecinden geçerek seçilmiş, keten bezinden yapılmış tomarlara altın harflerle yazılarak, Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Üstünlükleri dolayısıyla mu’allakât’ın Kâbe’nin duvarlarına asılma menkıbesi ilk defa İbn Abdi Rabbih (ö. 328/940)’in el-İkdü’l-Ferîd adlı eserinde yer almıştır.54 Bu görüşün ilk râvisi aslında İbnü’l-Kelbî’dir55 ancak İbn Abdi Rabbih tarafından kullanılmasından sonra, M. X. asrın başlarında çokça tanınmıştır. Bu görüşe İbn Reşîk56, İbn Haldun57 ve el- 51 Süleyman Tülücü, “Mu'allakât ve Şairleri Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi-I (Türkiye)”, Erzurum, A.Ü.İ.F.D., S. 23, 2005, s. 3. 52 en-Nisâ, 4/129. 53 Beeston, a.g.m., s. 421. 54 İbn Abdi Rabbih, el-İkdü'l-Ferîd, (thk., Muhammed Saîd el-Aryân), C. VI, 2. b., Kahire, Matbaatü'l- istikâmet, 1953, s. 103.; Ayrıca bkz., Tülücü, a.g.m., s. 2-3. 55 Mustafa Sâdık er-Rafiî, Târîhu Âdâbi'l-Arab, (thk., Muhammed Saîd el-Aryân), C. III, 1. b., Kahire, Matbaatü'l-istikâmet, 1940, s. 187. 56 İbn Reşîk, a.g.e., C. I, s. 96. 57 İbn Haldûn, Mukaddimetü ibni Haldûn, (thk., Abdullah Muhammed ed-Dervîş), C. II, 1. b., Dimaşk, Dâru Ya'rib, 2004, s. 413. 19 Bağdâdî58 gibi âlimler de katılmışlardır. Ancak onlar bu asma (ta’lîk) işinin Mu’allakât sahiplerinin bizzat kendileri tarafından yapıldığını ileri sürerken, İbn Abdi Rabbih onlardan farklı olarak, bu işin söz konusu şiirlerin sahipleri öldükten sonra münekkitler tarafından yapıldığını iddia etmektedir. İbn Abdi Rabbih bu görüşü kimden rivayet ettiğini kitabında zikretmediği için, bu görüş güvenilir olarak kabul edilmemiştir. Diğer yandan İbn Sellâm el-Cumahî, el-Câhız, el-Müberred (ö. 286/900), el-İsfehânî (ö. 502- 1108) gibi otoriteler, ilgili şiirlerin Kâbe’ye asıldıkları yönündeki görüşe katılmamışlardır. İlginçtir ki, bu şiirlerin en meşhur yorumcuları (şârihleri)59 da ‘Mu’allakât’ ismini kullanmamışlardır. Hatta onlardan Ebû Ca’fer en-Nehhâs (ö. 338/950) Mu’allakât’ın Kâbe örtülerine asılması ile ilgili hiçbir râvinin rivayette bulunmadığını söylemektedir.60 Bugün çağdaş edebiyat tenkitçileri ise bu görüşü reddetme hususunda genel olarak şu iki mantıkî delile dayanmaktadırlar: 1) Câhiliye dönemi Araplar’da yazı gelişmiş değildi. Bunun açık örneği Kur’ân-ı Kerim’dir. Kur’ân- ı Kerim kutsiyetine rağmen ancak Peygamberimizin (s.a.v) vefatından sonra Mushaf haline getirilmiştir. 2) Kâbe’nin kutsiyeti; Kâbe’ye duyulan saygı, herhangi bir yazıyı duvarına asmayı müsaade edemezdi.61 Yukarıdan beri sıraladığımız görüşlerin hepsi kabul edilebilir, reddedilebilir de, zira hiçbirinin sağlam bir isnadı yoktur. Ancak şu soru da, şüphe yok ki, bu konuyu araştıran herkesin kafasını meşgul etmektedir; Madem Mu’allakât’ın Kâbe’ye asıldıkları yönündeki görüş zayıf ve isnadı olmayan bir rivayet, insanlar arasında neden bu kadar meşhur? Bu görüşün doğruluğu tartışılabilir ancak şöhreti, kanaatimizce onu savunan otoritelerden değil (çünkü onu savunmayan otoriteler de çoktur), bu görüşün güzelliği ve cazibesinden kaynaklanmaktadır. Araplar için Kâbe kutsaldır, ancak Câhiliye Arapları’nda şiirin kutsiyeti de azımsanacak cinsten değildir. Dolayısıyla bu iki kutsalı bir arada düşünmek ve tasavvur etmek, şiire âşık olan bu toplumun hoşuna gitmiş, dolayısıyla bu tabloyu o şekilde sevmiş ve rivayet etmiştir. 58 Abdülkadîr ibn Ömer el-Bağdâdî, Hizânetu'l-Edeb ve Lübbü Lübâbi Lisâni'l-Arab, (thk. ve şrh., Abdüsselâm Muahmmed Hârûn, C. I, 4. b., Kahire, Mektebetü'l-Hancî, 1997, s. 126. 59 el-Enbârî – es'Seb'u't-Tivâl el-Câhiliyyât; en-Nehhâs – et-Tis'u'l-Meşhûrât; et-Tebrîzî – el-Kasâ'idu'l- Aşr v.s. 60 el-Esed, a.g.e., s. 169.; Yahyâ el-Cebbûrî, eş-Şi'ru'l-Câhilî, Hasâisuhu ve Funûnuhu, 3. b., Beyrut, Müessesetü'r-risâle, 1982, s. 82. 61 el-Esed, a.g.e., s. 170. 20 Şunu da söylemek gerekir ki, bugün Câhiliye Araplar’ında yazının varlığını kanıtlayan birçok yazıt bulunmuştur.62 Bunun yanında Câhiliye döneminde ve sonrasında Araplar’ın, önemli gördükleri sahifeleri Kâbe’ye asma alışkanlıkları63 ve nihayetinde o zamanki Araplar’ın nezdinde bu mu’allaka şiirlerinin eşsizliği ve ehemmiyeti de göz önünde bulundurulursa, ilgili şiirlerin Kâbe’ye asıldıkları görüşünün hiç de garipsenecek bir şey olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu şiirler için yaygın olarak Mu’allakât ismi kullanıldığı gibi es-Seb’u’t-Tivâl (yedi uzun kaside), Sumût (dizili inciler), Muzehhebât (yaldızlı şiirler), Seb’iyyât (yediler, yedi kaside), Vâhide (yegâne, tek, eşsiz), Meşhûrât (meşhur şiirler), el-Câhiliyyât (Câhiliye dönemine ait şiirler), daha yeni eserlerde Mukalledât (asırdan asra devredilen eski şiirler) ve Musemmetât (dizilmiş inciler, inci dizileri) isimleri de kullanılmaktadır.64 1.3.2. Mu’allakât’ın Şekli ve İhtiva Ettiği Konular Mu’allaka şiirleri tamamen klasik kaside tarzında yazılmıştır. Sözlükte "kastetmek, azmetmek, bir şeye doğru yönelmek" gibi anlamlara gelen ‘kasd’ kökünden türeyen kaside, terim olarak "belli bir amaçla söylenmiş, üzerinde düşünülmüş, gözden geçirilmiş şiir" demektir. Bir tür olarak ilk defa Arap edebiyatında ortaya çıkmış, oradan da Fars ve Türk edebiyatlarına geçmiştir. İçe doğduğu şekilde belli bir maksatla ve bilinçli olarak söylendikten sonra gözden geçirilip düzeltildiği, mısraları ve vezni sağlam olduğu, on beşten fazla beyit ihtiva ettiği için, türe bu adın verildiği kaydedilir.65 Kaside aruzla yazılır ve iki mısralık beyitlerden oluşur. Bu nazım şeklinin özelliği (yaklaşık 60 ile 100 beyit), bütün parçada, mısraların sonlarında tek bir kafiye tekrarının olmasıdır. İlk beytin her iki mısraı arasındaki kâfiye birliği, diğer beyitlerin ikinci mısralarıyla da sağlanmakta, böylece oluşan aa, ba, ca, da… biçimindeki uyak yapısı, tüm beyitlerin aynı tef’ile düzeninden oluşan yapısıyla (vezin) birlikte kasidenin organik bütünlüğünü 62 Şevkî Dayf, a.g.e., s. 138.; Abdülcebbâr 'Alvân, eş-Şevâhid ve'l-İstişhâd fi'n-Nahv, 1. b., Bağdat, Mektebetü'z-zehrâ, 1976, s. 29-30.; Frančesko Gabrijeli, Arapska Književnost, Sarajevo, Svetlost, 1985, s. 9. 63 Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Târîhü'l-Edebi'l-Arabî, Kahire, Dâru nehadati Mısır, ts., s. 34.  Bazı araştırmacılar bu ismin ilk defa tezimizin ana kaynağı olan şerhin yazarı Ebû Bekr el-Enbârî tarafından kullanıldığını söylerler. Bkz. Bedevî Tabâne, Mu'allakâtü'l-Arab, 1. b., Beyrut, Dârü's- sekâfe, ts., s. 182. 64 Tülücü, a.g.m., s. 4. 65 Hüseyin Elmalı, “Kaside”, DİA, C. XXIV, İstanbul, 2001, s. 562. 21 gerçekleştirmektedir. Her beyit, cümle yapısı ve anlam bakımından müstakil bir varlığa sahiptir (vahdetu’l-beyt). Klasik Arap şiirinde kasideler genellikle ya ilk beyitleriyle veya kafiye harflerine göre sonradan adlandırılırlar. Kafiyesi lâm olduğundan ‘Lâmiyyetu İmruülkays’ denilmesi gibi.66 Klasik kaside genel olarak üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm bir tür gazelden oluşur. Burada sevgilisinin bir zamanlar yaşadığı konak yeri şair tarafından ziyaret edilir, sevgilisinin geride bıraktığı izler karşısındaki şairin duyguları ve acısı hüzünlü bir dil ile anlatılır. Sevgiliyle yaşanmış hatıralara yer veren, çöl ve vahalardaki terk edilmiş konak yerleriyle oralarda dağınık vaziyette bulunan isli ocak taşları, küller, su kabı, testi kırığı, çadır ve kazık izleri gibi kalıntılar aşk ve özlemle yoğrulmuş duygu seli halinde dile getirilir. Şair bunları hatırlayarak ağlar ve ağlatır; tabiat tasvirleri arasında sevgiliden ve onun fizikî güzelliklerinden söz eder. ‘Nesîb’ adı verilen bu girişten sonra şiirine bir yolculukla devam eder. ‘Rahîl’ adı verilen bu bölümde şair, daha çok, betimleme (tasvir) becerisini ortaya koymaya çalışır. Bu bölümde sıklıkla betimlenenler, birlikte yolculuk yapılan develer, yolculuk sırasında karşılaşılan yaban hayvanlarıdır. Bazen yolculukta maruz kaldığı aşırı sıcaklık, kızgın çöl, susuzluk, sıkıntılar, baştan geçen olaylar, içki âlemi, şimşek, yıldırım, fırtına ve sağanaklar gibi tabiat hadiseleri, hayvan otlakları, vahalar, avcılarla av köpeklerinin yaban hayvanlarıyla mücadelesi ve bu sırada karşılaşılan tehlikeler dile getirilir. Bu yollardan geçerek şair kasidesini söylemekteki asıl amacına, yani kasidesinin ana konusuna ulaşır ve böylece kasidenin üçüncü ve son bölümü baslar. Kasidenin türünü de belirleyen bu bölüm ya övgü (medih), ya yergi (hicâ) ya övünme (fahr) ya da kahramanlık taslama (hamâset) üzerine kurulabilmektedir.67 1.3.3. Mu’allakât’ın Sayısı ve Şairleri Çoğu edebiyat tarihçisine göre mu’allakât’ın sayısı yedi, bazılarına göre dokuz, bazılarına göre ise ondur. Yani, adı geçen şiirlerin adlandırılışı hususunda olduğu gibi hangi şairlerin şiirlerinin bu gruba dâhil edildiği hususunda da farklı görüşler vardır. 66 Jusuf Ramić, Obzorja Arapsko-Islamske Književnosti, Sarajevo, el-Kalem, 1999, s.10. 67 Butrus el-Bustânî, Udebâ'ü'l-Arab, 6. b., Beyrut, Mektebetü sâdır, 1953, s. 48 vd.; Dayf, a.g.e., s. 183- 184.; Borckelmann, a.g.e., s. 59-60.; Elmalı, a.g.m., s. 562-563.; Çetin, a.g.e., s. 73. 22 Ancak, rivayetler beş mu’allaka sahibi hakkında hemfikirdir. Bu beş şair, İmruülkays (ö. m. 545), Tarafe b. el-Abd (ö. m. 564), Züheyr b. Ebî Sülmâ (ö. m. 609), Lebîd b. Rebîa (ö. m. 661), Amr b. Külsûm (ö. m. 584)’dur.68 İbn Abdi Rabbih mu’allaka sahibi olarak bu beş şaire, Antere b. Şeddâd’ı (ö. m. 600) ve el-Hâris b. Hillize’yi (ö. m. 570) eklemektedir.69 Son iki şair birçok rivâyete göre Mu’allakât’ın yedi şairi arasında yer almaktadır. Fakat el-Mufaddal ed-Dabbî (178/794) eserine, Antere b. Şeddâd ve Hâris b. Hillize’nin kasideleri yerine en-Nâbiğâ ez-Zübyânî (ö. 604) ve el-A’şâ’nın kasidelerini koymuştur.70 Ebû Zeyd el-Kuraşî de ed-Dabbî’nin bu görüşüne uygun bir seçim71 yapmıştır. İbn Kuteybe (ö. 276/889) bu şairlere Abîd b. el-Abras’ı ilave eder.72 en- Nehhâs, bu şairlerin sayısını Abîd hariç dokuz, et-Tebrîzî (ö. 502/1109) ve eş-Şenkîtî (ö. 1913) tüm bu zikredilen şairlerin üstüne Ibn Kuteybe gibi Abîd b. el-Abras’ı ilave ederek73 on olarak verirler. Ebû Bekr ibnü’l-Enbârî (ö. 328/940) ve ez-Zevzenî (ö. 486/1093) şerhlerinde ibn Abdi Rabbih’in verdiği listeye bağlı kalmışlardır.74 1.3.4. Mu’allakât’ın Şerhleri Mu’allakât’ı çeşitli açılardan açıklamak üzere, özellikle h. III. / m. IX. asırdan itibaren birçok şerh kaleme alınmıştır. Bazıları (Ebû Bekr ibnü’l-Enbârî, Ebû Ca’fer en- Nehhâs, ez-Zevzenî, et-Tebrîzî vb.) hemen hemen mu’allakât’ın tamamını, bir kısmı (Ebû Usâme Cunâde b. Muhammed el-Ezdî el-Herevî, Muhammed b. Bedreddin el-Avfî vb.) da mu’allakât’ın birini veya birkaçını şerh etmiştir.75 68 Duraković, a.g.e., s. 13.; Brockelmann, a.g.e., C. I, s. 67. 69 İbn Abdi Rabbih, a.g.e., C. VI, s. 103-104. 70 Brockelmann, a.g.e., C I, s. 67. 71 el-Kuraşî, a.g.e., s. 97-98, 113 vd.  Bu konuda Süleyman Tülücü ve Kenan Demirayak'ın “Ebû Zeyd el-Kuraşî, İbn Abdi Rabbih'in verdiği listeden el-Hâris b. Hillize'yi çıkarıp en-Nâbiğâ ez-Zübyânî ve el-A'şâ'yı koymak suretiyle Mu'allaka sahibi şairlerin sayısını sekiz olarak verir” şeklinde verdikleri bilgi doğru değildir. Bkz., Tülücü, a.g.m., s. 4.; Kenan Demirayak, a.g.e., s. 178-179. 72 Kenan Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi – Câhiliye Dönemi, 1. b., Erzurum, Fenomen Yayınları, 2009, s. 178-179. 73 Matbu şerhlerine bakınız.  et-Tebrîzî'nin şerhinde ele aldığı mu’allakâtın şairleri konusunda Kenan Demirayak yanılmıştır. Bkz., Demirayak, a.g.e., s. 179. 74 Tülücü, a.g.m., s. 4. 75 Tülücü, a.g.m., s. 6. 23 1.3.4.1. Basılmış Olanlar:  Ebû Bekr İbnü’l-Enbârî (ö. 328/940): Şerhu’l-Kasâ’idi’s-Seb’i’t-Tivâli’l- Câhiliyyât, nşr. Abdüsselâm M.Hârûn, Kahire 1963.  Ebû Ca’fer en-Nehhâs (ö. 338) (ö. 338/950): Şerhu’l-Kasâ’idi’t-Tis’i’l- Meşhûrât, I-II, nşr. Ahmed Hattâb, Bagdat 1393/1973.  Ebû Abdullah ez-Zevzenî (ö. 486/1093): Şerhu’l-Mu’allakâti’s-Seb’, şerhli nşr. Abdurrahim es-Safîbûrî-M.Lumbsden, Kalküta 1823; Lübnan 1269; İstanbul 1277; Kahire 1277, 1292, 1304, 1311, 1315, 1319, 1328/1910, 1340; Tahran 1282; İskenderiye 1288; Dehli 1895; Dâru sâdır, Beyrut 1382/1963; nşr. M. Muhyeddin Abdülhamîd, Kahire, ts.; nşr. M. Ali Hamdullâh, Dimaşk 1383/1963; Beyrut 1972; Dârü’l-Erkam, Beyrut, ts.  Ebû Zekeriyyâ et-Tebrîzî (ö. 502/1109): Şerhu’l-Kasâ’idi’l-Aşr: A Commentary on Ten Ancient Arabic Poems…" adı ile nşr. C.J.Lyall, Calcutta 1894, tekrar basımı: N.J.Ridgewood, 1965; Kahire 1324, 1343, 1352 vb.; Mısır 1952; nşr. M. Muhyiddîn Abdülhamîd, 2. baskı, Mısır 1384/1964; nşr. Fahreddin Kabâve, Halep 1388/1969, Beyrut 1980; nşr. Abdüsselâm el-Hûfî, Beyrut 1405/1985.  Ali b. Ali es-Safîpûrî (ö. ? ): Şerhi H. 1291’de Hindistan’da basılmıştır.  Resîdünnebî b. Habîbünnebî (ö. ? ): Şerh-i Seb’a-i Mu’allaka, Hindistan 1876.  el-Feyz es-Sehârnefûrî el-Kureşî el-Hanefî (XIII./XIX. asır): Riyâzu’l- Feyz Şerhu’l-Mu’allakât, Lahor 1299/1881.  Ahmed Emîn es-Şinkîtî (ö. 1331/1913): el-Mu’allakât ev el-Kasâ’idü’l- Aşrü’t-Tıvâl, Kahire 1329/1911; yeni neşirleri: Şerhu’l-Mu’allakâti’l-Aşr ve Ahbâru Ka’ilîhâ (Şu’arâ’ihâ) adı ile, Kahire 1913, 1338, 1945; nşr. Fâyiz Terhînî, Beyrut 1988; Dârü’l-Endelüs, Beyrut, ts.  Ebû Firâs Muhammed b. Mustafa en-Na’sânî el-Halebî (ö. 1362/1943): Nihâyetü’l-Ereb min Şerhi Mu’allakâti’l-Arab, Kahire 1324/1906, 1329/1911.  Ahmed Tercânîzâde: Şerh-i Mu’allakât-i Seb’, Tebriz 1348 hs. Farsça şerh.  Tezimizin ana kaynağı olan bu şerhe, ileride ibnü’l-Enbârî'nin kitaplarından bahsedilirken daha geniş yer verilecektir. 24  Mevlânâ Muhammed İsmâil es-Selefî (ö. 1387/1967): Şerhu’l- Mu’allakâti’s-Seb’, Lahor 1399/1979. Arapça şerhli, Urduca tercümeli.  Fevzî Atavî. Eseri 1969’da Beyrut’ta basılmıştır.76 1.3.4.2. Yazma Halinde Olanlar:  Ebû Saîd ed-Darîr el-Cürcânî Ahmed b. Hâlid (ö. 282/895): Şerhu’l- Mu’allakâti’s-Seb’, Kahire, Dârü’l-Kütüb, edeb, nr. 3900.  İbn Keysân (ö. 299/911): Şerhu’s-Seb’i’t-Tıvâl, Berlin Staatsbibliothek, nr.7440; London, India Off., nr. 80023.  Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkî (ö. 540/1145): Şerhu’l-Mu’allakât, Paris, nr.3279.  Ebü’l-Berekât İbnü’l-Enbârî (ö. 577/1181): Şerhu’s-Seb’i’t-Tıvâl, Kahire, Dârü’l-Kütüb, Mekke (Mektebetü’l-Haremi’s-Serîf), edeb, nr. 81; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2815.  Ahmed b. el-Fakîh Muhammed b. Ebû Bekr (ö. ? ): Şerhu’l-Mu’allakât, Kılıç Ali Pasa, nr. 825.  Muhammed b. İbrâhim el-Hadramî ibn Harûf (H. VIII. asır): Şerh alâ Mu’allakâti’s-Şu’arâ’i’s-Sitteti’l-Câhiliyyîn, Rabat, nr. 1792 (D 923). 7. Muhammed b. Bedreddîn el-Avfî (ö. 893/1488): Tuhfetü’l-Lebîb (İmruülkays, Züheyr ve Tarafe Mu’allakalarının Şerhi), Leiden, nr. 511; Paris, nr. 3404.  Abdülkadir b. Ahmed el-Fâkihî (ö. 982/1574): Fethu’l-Mugallakat li- Ebyâti’s-Seb’i’l-Mu’allakât, Ragıp Pasa, nr. 1154.  Osmân b. Abdurrahman et-Tenûhî (ö. ? ). Kahire, Dârü’l-Kütüb, edeb, nr. 443. en-Nehhâs (ö. 338) ve ez-Zevzenî Şerhlerinin telhîsi.  Muhammed b. Ali et-Taberî (ö. 1173/1760): Kitâbü İmtâ’i’l-Basar ve’l- Kalb ve’s-Sem’ fî Şerhi’l-Mu’allakâti’s-Seb’, bk. Garrett 1 (268 vr.).  Ahmed b. Muhammed el-Mûsevî el-Mu’allim (ö. 1279/1862’ye dogru): Miftâhu’l-Mugallakat fî Şerhi’l- Mu’allakât, Cambridge, Or., nr. 501/8. 76 Tülücü, a.g.m., s. 6-7. 25  Ahmed b. Muhammed el-Muâfâ en-Nahvî (ö. 1280/1863’e doğru): ‘Ukudü’l-Le’âli’i’l-Müntesekat fî Şerhi’s-Seb’i’s-Sümût ve’s-Selâsi’l-Mülhakat (Mu’allakât), Kahire, Dârü’l-Kütüb, edeb, nr. 4576.  Abdurrahîm b. Abdülkerîm (XIII./XIX. asır): Kitâbü Şerhi’l-Mu’allakât ale’t-Temâm ve’l-Kemâl, Kahire, Dârü’l-Kütüb, nr. 13515z. ez-Zevzenî Şerhinin telhîsi.77 1.3.4.3. Mu’allakât’ın Türkçe’ye ve Diğer Dillere Tercümeleri Mu’allaka şiirleri birçok doğu ve batı dillerine tercüme edilmiştir. Bu tercümeler için Süleyman Tülücü’nün ‘bibliyografyası’ iyi bir kaynaktır.78 Biz burada sadece Türkçe, İngilizce ve Tülücü’nün bibliyografyasında bulunmayan Slav dillerine (Boşnakça, Sırpça vb.) yapılan tercümelerinden bahsedeceğiz. Mu’allakât’ın tam olarak Türkçe’ye çevirisi ilk defa M. Şerafeddin Yaltkaya tarafından yapılmıştır (Yedi Askı, İstanbul 1943, 1985, 1989). Son yıllarda da İsmet Zeki Eyuboğlu (Yedi Askı-Arap Şiirinin İlk Parlak Dönemi, İstanbul 1985) ve Sadık Yalsızuçanlar (Mu’allakât-ı Seb’a-Yedi Askı, İstanbul 1998), Mu’allakât’ı tam olarak nazmen Türkçe’ye uyarlamışlardır. Ayrıca, son günlerde Mu’allakât’ın; Nurettin Ceviz, Kenan Demirayak ve Nevzat H.Yanık tarafından yapılan bir çevirisi yayınlanmıştır (Yedi Askı-Arap Edebiyatının Harikaları, Ankara 2004; Şemseddin Sami’nin el-Mu’allakâtü’s- Seb’ (Kostantîniyye 1320) adlı Mu’allaka çevirisi, notlar hâlinde olup basılmamıştır. Diğer kısmî ve parça hâlindeki tercümeleri ise şunlardır: Hersekli Mehmed Kâmil, Terceme-i Mu’allakât-ı Seb’a, Dersaâdet, 1305 (İmru’ülkays Mu’allakasının tercümesi); Abdullah Hasîb, İmru’ülkays Kasîde-i Mu’allakasının Şerhi (İstanbul 1316); Şerafeddîn [Yaltkaya], Arab Edebiyâtı, Bilgi Mecmuası, yıl: 1, c. 1, sy. 4 (Şubat 1329), s. 364-397 a. mlf., Yedi Askı’dan: İmrü-el-Kays ve Askısı, Tercüme, c. IV, sy. 19 (19 Mayıs 1943), s. 6-11; Mehmed Fehmî, Târîh-i Edebiyyât-ı Arabiyye, Câhiliye Devri, c. I, İstanbul 1332/1917, tür. yer.; a. mlf., Hâris bin Hıllize ve Muallakası; Cemal Süreya’nın 77 Tülücü, a.g.m., s. 7-8. 78 Süleymen Tülücü, “Mu'allakât ve Şairleri Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi-I (Türkiye)”, A.Ü.İ.F.D. S. 23, Erzurum, 2005, s. 8-10.  sad. Nevin Karabela, Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, III/9 (Bahar 2003), s. 129-144.  Osmanlıca’dan sadeleştiren ve yayına haz. Faruk Bozgöz, Dicle Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. V, S. 1 (2003), s. 79-99. 26 İmru’ülkays Mu’allakasını nazmen Türkçe’ye çevirisi (bk. Hüseyin Karakan, Dünya Şiiri, İstanbul 1963, III, 190-192); Mehmet Çakır, Yedi Askı-İmruülkays ve Tarefe, İzmir 1980; Necip Fazıl Kısakürek, Edebiyat Mahkemeleri, İstanbul 1997, s. 79-101.79 Mu’allakât’ın İngilizce’ye tam olarak tercümeleri ise şunlardır: W.Jones, Moallakât, or Seven Arabian Poems..., London 1782; F. E. Johnson, Mu’allakât. The Seven Poems Suspended in the Temple at Mecca, Bombay 1893, London 1894, New York 1973; Lady Anne Blunt and Wilfrid Scawen Blunt, The Seven Golden Odes of Pagan Arabia, London 1903; A. J. Arberry, The Seven Odes, London-New York 1957; Desmond O’Grady, The Golden Odes of Love: Al-Mu’allaqat, A Verse Rendering from Arabic, Cairo 1997.80 Balkanlar’ın meşhur Arap dilbilimcisi Esad Duraković, ilk defa Mu’allakât’ı tam olarak nazmen Boşnakça’ya uyarlamıştır (Muallaqe, Sedam Zlatnih Arabljanskih Oda, Sarajevo 2004). Ondan önce Sulejman Grozdanić (Stara Arapska Poezija, Sarajevo, 1971) ve Sırp müsteşrik Vojislav Simić (Arapska književnost predİslâmskog perioda, "Mogućnosti", sayı 8-9, Split, 1985) mu’allakât’ı parça parça Sırpça’ya tercüme etmişlerdir. 1.4. İslâm Öncesi Şiirin Rivayeti ve Tedvini Eski şiirin rivayeti ve tedvini konusu, doğrudan eski Araplar’da yazının kullanıp kullanılmadığı meselesi ile ilgilidir. Daha önce de belirtildiği üzere Câhiliye dönemi Arapları yazıyı biliyorlardı. Son yüzyıllarda yazının varlığını kanıtlayan birçok yazıt da bulunmuştur.81 Bunun yanında İslâm öncesi şairlerin şiirlerinde de yazının varlığına delâlet eden mısralar mevcuttur. Buna örnek olarak el-Murakkış el-Ekber’in (ö. m. 552) şu beytini verebiliriz:82 79 Tülücü, a.g.m., s. 8-9.  Parça hâlindeki tercümeleri için bkz., Fuat Sezgin, GAS (Ar.), II/1, 77 vd. 80 Tülücü, a.g.m., s. 9. 81 Şevkî Dayf, a.g.e., s. 138.; 'Alvân, a.g.e., s. 29-30.; Kemal Tuzcu, “Arap Yazısının Ortaya Çıkışı (I)”, Ankara, Nüsha Dergisi, S. 2, 2001, s. 158-162. 82 el-Mufaddal b. Muhammed b. Ya'lâ b. Sâlim ed-Dabbî, el-Mufaddaliyyât, 6. b., Kahire, Dârü’l-meârif, ts., s. 237. 27 مْ لَ قَ الأديمِ رِ هْ ش في ظَ قّ ا رَ مَ كَ مُ وسو الرَّ ر قفُ ارُ الدَّ Ev harabe… izleri de deri üzerine yazılmış yazı gibi silik. İslâm öncesi dönemde yazının kullanıldığına dair başka bir örnek de Lebîd b. Rebîa’nın mu’allakasından verilebilir:83 اهَ لامُ ها أقْ ونَتُ مُ جدُّ تُ ر بُ ا زُ هَ أنَّ كَ ولِ لُ ن الطُّ عَ يولُ السُّ لاجَ وَ Kalıntıların üzerini öylesine açmış ki seller, üzerinden kalem yürütülüp yazıları yenilenmiş sayfalara benzerler.. Bu ve buna benzer örnekler ve benzetmeler çoğaltılabilir. Öte yandan yazı özellikle o zamanlar ticarî merkez konumunda bulunan ve farklı medeniyetlerin uğrak yeri olan Mekke’de yaygındı.84 Siyer kitaplarında da geçtiği üzere Hz. Muhammed (s.a.v.), Bedir savaşında esir düşen ve okuma yazma bilen müşriklerden, serbest kalmaları karşılığında, on müslüman çocuğa okuma yazma öğretmelerini istemiştir. Bütün bunlar, Câhiliye döneminde Araplar’ın yazıyı bildiklerini göstermektedir.85 Ancak bu noktada şöyle bir soru akla gelmektedir; Câhiliye dönemi Arapları yazıyı, şiirin kaydedilmesi ve daha sonraki nesillere aktarılması için bir vasıta olarak kullandılar mı? Bununla alâkalı olarak en meşhur bilgi İbn Cinnî’nin (ö. 392/1002) Hammâd er-Râviye’den naklen verdiği rivayettir.86 Hammâd er-Râviye’nin söylediğine göre Hîre hükümdârı en-Nu’mân b. el-Munzir şifahî yolla nakledilen şiirlerin kâtipler tarafından yazıya geçirilip kendisine takdim edilmesini talep etmiştir. Kendisine ulaştırılan şiirleri daha sonra Hîre’deki Beyaz Saray’ın altına gömmüştür. Bunlar bilahare, 684. yılında orayı fetheden el-Muhtâr b. Ebî Ubeyd tarafından ortaya çıkartılmıştır.87 Hammad er-Râviye bununla, bu şiirlerden kendisinin haberi olduğunu ve bu yüzden de şiir rivayeti konusunda diğerlere nazaran daha bilgili olduğunu söylemek istemiştir. Ancak şu var ki, yazıya geçirilmiş diye söylenen bu şiirlere hiçbir zaman ulaşılmamıştır. 83 Ebû Bekr Muhammed ibnü’l-Kâsım el-Enbârî, Şerhu'l-Kasâ'idi's-Seb'i't-Tivâli’l-Câhiliyyât, (thk., Abdüsselâm Muhammed Hârûn, 5. b., Kahire, Dârü’l-meârif, 2008, s. 510. 84 Şevkî Dayf, a.g.e., s. 139. 85 a.y. 86 Ebü’l-Feth Osmân ibn Cinnî, el-Hasâ'is, (thk., Muhammed Ali en-Neccâr), C. I, Beyrut, el-Mektebetü'l- 'ilmiyye, ts., s. 387. 87 es-Süyûtî, el-Müzhir, C. I, s. 249.; Brockelmann, a.g.e., s. 65. 28 Hammâd rivayeti daha sonraki âlimlerce zayıf bulunmuştur. Onun güvenilirlik problemini el-İsfehânî, meşhur eseri el-Eğânî’sine taşımıştır.88 Şevkî Dayf gibi çağdaş müellifler de Hammâd’ın rivayet hususunda güvenilir olmadığını öne sürerek Câhiliye döneminde şiir tedvini ile ilgili rivayetleri efsane kabilinde değerlendirip bu hususta somut bir delilin bulunmadığını belirtir.89 İlk dilcilerden Ebû Amr b. el-Alâ, “Araplar’ın ilmi ve şiirinden size ulaşanlar onların söylediklerinin pek azıdır. Eğer çoğu ulaşmış olsaydı pek çok ilim ve şiiriniz olurdu” demiştir.90 Hz. Ömer’in “Şiir Araplar’ın ilmiydi, onların şiirden daha sahih ilimleri mevcut değildi” dediğini rivayet eden Cumahî de, el-Alâ’nın sözünü biraz daha açarak şöyle devam etmektedir: “İslâm geldi ve Araplar’ı Rum ve İran harpleriyle meşgul ederek şiir söylemekten ve rivayet etmekten alıkoydu. Ancak daha sonra Müslümanlar çoğalıp (islâmî) fetihler başlayınca ve Araplar şehirlerde rahatı bulunca şiir rivayetine döndüler. Ancak tedvin edilmiş bir divanları ve yazılı bir kitapları yoktu. Râvilerden pek çoğu da bu savaşlarla veya eceliyle vefat etmişti. Bu sebeple şiirin pek azını muhafaza edebildiler. Onun çoğu ise zâyi olup gitti”.91 Bugün elimizde Câhiliye dönemi metinlerinden sadece nesir (düz yazı) örnekleri mevcuttur. Bugüne kadar Câhiliye dönemine ait yazılı hiçbir nazım (şiir) örneğine rastlanılmamıştır.92 Yine de, yazıyı bilen ve düz yazı örneklerine rastlanılan eski Araplar’ın, şiirlerini de tedvin etmiş olabilecekleri tâbî ki uzak bir ihtimal değildir. Bize kadar ulaşamamaların sebebi ise, üzerine yazıldıkları nesnelerin dayanıksız olmalarından kaynaklanmış olabilir. Bildiğimiz gibi o zamanlar üzerine yazı yazılabilecek malzemelerden en önemlileri, hayvan derileri, ahşap ve kemiklerdi. Bütün bunlar hem zamana karşı mukavemet göstermede zayıftır hem de su veya ateşle temasları durumunda çabucak telef olabilmektedirler. Kaldı ki deriler, pahalı ve zor bulunur olmasından dolayı, üzerine başka bir yazı yazmak için yıkanıyordu. Üzerine yeni bir yazı yazabilmek için sahifeleri ve derileri yıkama ve silme işlemi sadece Câhiliye dönemi Araplar’ında değil, İslâmî dönemde de görülür.93 88 el-İsfehânî, Kitâbü'l-Eğânî, C. VI, s. 66. vd. 89 Demirayak, a.g.e., s. 95. 90 Cumehî, a.g.e., s. 25. 91 Cumehî, a.g.e., s. 24-25. 92 Cevâd Ali, a.g.e., C. VIII, s. 250. 93 Ay. 29 Bu bağlamda Arap şiirinin, tedvin edildiği II. (VIII.) asra kadar büyük ölçüde şifahî yolla rivayet edildiği anlaşılmaktadır. Câhiliye dönemi Araplar’ının arasında şiirin özel statüsüne yukarıda yer vermiştik. Bedeviler arasında, kabile geçmişinin nişanı ve geleceğinin teminatı olan şiirin ezberlenmesi ve rivayet edilmesi büyük bir öneme sahipti. İşte bu yüzden ‘er-Rivâye’ dediğimiz, şiirin sözlü olarak intikalini sağlayan müstakil bir kurum ortaya çıkmıştır.94 Eski şairlerin özel bir râvisi hatta bazen râvileri vardı. Şaire refakat eden râvi onun şiirlerini ezberler ve icabında inşat ederdi.95 Özellikle şair olmak isteyenler bir şairin râvisi olur ve onun şiirlerini rivayet ederlerdi. Böylece râvi, kendisini yetiştirirdi.96 Özellikle 1. Abbâsi asrının başlarında Basra ve Kûfe’de şiir rivâyetine önem verildiğini görüyoruz. Bu dönemde Basra’da Ebû Amr b. el-Alâ’nın, Kûfe’de ise Hammâd er-Râviye’nin öncülük ettiği şiir ve edebiyat âlimlerinin oluşturduğu iki ayrı şiir rivayeti ekolü meydana geldi.97 Söylenenlerden anlaşılıyor ki, eski Arap şiirinin intikali uzun zaman hafızaya dayanan sözlü rivayet şeklinde olmuştur. Bu durum iki önemli mesele doğurmuştur. Bunlardan birisi edebi mahsullerin, yazıya aktarılması sırasına kadar büyük bir kısmının unutulması, ikincisi ise hafızadan hafızaya, dilden dile nakli esnasında uğraması zarurî değişikliklerdir. Bunun yanında, o dönemlerde şiirin hem şaire hem de râviye büyük imtiyazlar sağladığı yönünde rivayetler mevcuttur. Bu sebepten dolayı şiire yatkınlığı olan bir râvinin, bir şiir uydurup sonra da onu meşhur bir şaire isnat etmesi uzak bir ihtimal değildir. Nitekim bu konuyu klasik âlimler de her zaman tartışmıştır.98 Bugün eski şiirden bize pek az şey kalabildiği muhakkak ve tâbîdir. Bize kadar ulaşan şiirlerin ise iki-üç asır boyunca nasıl korunduğunu ve hafızalarda kalabildiğini anlamak için, yukarıda özellikle altını çizdiğimiz İslâm öncesi devirde şiir ve şairin önemi konusu gözden geçirilmelidir. 94 Duraković, a.g.e., s. 9. 95 Çetin, a.g.e., s. 20. 96 Şevkî Dayf, a.g.e., s. 142. 97 Demirayak, a.g.e., s. 98. 98 Şevkî Dayf, a.g.e., s. 149. 30 2. NAHİV EKOLLERİ 2.1. Nahiv Kelimesinin Sözlük ve Terim Anlamı Nahiv sözcüğü, sözlük anlamı itibarıyla; “yön, yol ve kasıt, yöntem, tarz, metot” demektir. Kök olarak َوًاحْ نَ –و حُ نْ يَ –ا حَ ن fiilinden türemiş olup mastar ve zarf olarak kullanılan nahiv kelimesi ( وحْ النّ ), zarf olarak: -e doğru, gibi, kadar, göre anlamlarını ifade eder (Örnek: ُلان نَحوْتُ نحْوَ ف (Falan kişiye doğru yöneldim); mastar olarak ise: yönelmek, kastetmek, bir yana meyletmek gibi anlamları ifade eder (Örnek: نحوْتُ نحوًا -Bir yöne yöneldim).99 Nahiv kelimesi, önceleri mastar olarak kullanılırken daha sonra gramer ilmine has bir isim olmuştur. Bunun başka örnekleri de vardır. Örneğin fıkıh kelimesi, َفقَِه fiilinin mastarı olduğu halde daha sonra İslâm hukuku ilmine isim olmuştur.100 Kadîm dilciler nahvi geniş mânasıyla gramer karşılığı olarak anlamışlardır. Dolayısıyla nahiv kelimesi başlangıçta morfolojiyi (الصرف) ve sentaksı (النحو) içine alan geniş mânasıyla gramer karşılığı olarak kullanılıyordu. Ancak III. (IX.) yüzyılda morfoloji, sarf adıyla hemen hemen ayrı bir ihtisas sahası haline geldi ve nahiv daha çok sentaksı ifade etti.101 Nahiv kitaplarında nahvin tanımına genellikle yer verilmemiş, yer verenler de bilimsel bir tanım yapmaktan çok öznel yaklaşımlarını yansıtmışlardır. Günümüzdeki yaygın kabule göre de geçerli olan ve gramerin söz dizimi (terkip) kuralları ile îrâb olgusuna has kısmını kapsayan nahvin dar çerçevedeki anlamına Ebû Ya’kûb es-Sekkâkî (ö. 626/1229), Abdullah b. Ahmed el-Fâkihî (ö. 972/1564) ve Sabbân (ö. 1206/1792) gibi dilcilerde rastlanır. Bugün nahiv söz dizimi, cümle bilimi, sentaks terimleriyle karşılanır ve dil bilgisinin söz dizimi kurallarıyla îrâb olgusuna ilişkin kısmını içerir. Bu bakımdan nahvin konusu terkip ve cümlelerin kuruluşu, öğeleri, çeşitleri, îrâb olgusu, âmiller, mâmuller, îrâb alâmetleri, mu’rab ve mebnîler gibi meseleleri kapsamaktadır.102 Bütün 99 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, C. XV, 'نحا' mad.; el-Cevherî, es-Sihâh, C. VI, 'نحا' mad.; es-Seyyid Muhammed Murtedâ el-Hüseynî ez-Zebîdî, Tâcü'l-Arûs min Cevâhiri'l-Kâmûs, C. XL, Dârü’l-hidâye, ts., 'نحا' mad. 100 İbn Cinnî, a.g.e., C. I, s. 34. 101 Nihad M. Çetin, “Arap mad.”, DİA, C. III, İstanbul, 1991, s. 296. 102 İsmail Durmuş, “Nahiv mad.”, DİA, C. XXXII, Ankara, 2006, s. 301. 31 bunları göz önünde bulundurarak nahvin bir de şu şekilde tarifini vermek yerinde olacaktır: “Nahiv, cümle içindeki kelimelerin yerlerini, îrâb ve binâ bakımından sonlarının durumlarını ve aralarındaki ilişkiyi araştıran ilim dalıdır”.103 2.2. Nahiv Kelimesinin Menşei ve Nahiv İlminin Doğuşu Nahiv ilminin, İslâmî dönemde tedvin edilen ilk ilim olduğu ileri sürülmektedir.104 İslâmiyet’in doğuşundan sonra Araplar’ın, Arapça bilmeyen milletlerle ve topluluklarla karşılaşmaları ve bunlarla olan ilişkileri sebebiyle hayat tarzlarında bazı değişmeler ve dillerinde bozulmalar olmuştur. Günlük konuşmaları aşıp Kur’ân’ın yanlış okunmasına kadar giden bu dil bozulmaları, Arap dili gramerinin tespitini gerektirmiş, özellikle bedevi Araplar’ın konuşmalarında yer alan lügat malzemelerinin derlenmesini bir ihtiyaç haline getirmişti. Bu sebeple dil ve edebiyat malzemesinin derlenmesi, ayrıca ihtiyaç duyulan gramer ve lügat çalışmaları, önce Basra’da, yaklaşık bir asır sonra da ona paralel olarak Küfe’de başlayıp üç asır kadar devam etmiştir.105 Bu konudaki ilk çalışmalar, Kur’ân’ın yazılması ve kitap haline getirilmesi ile başlamış ve bunun neticesinde gramer, Kur’ân yazısının ıslâhı çalışmalarına bağlı olarak doğmuştur. Gramere bağlı ilk önemli çalışma olan Kur’ân’ın noktalanması, Ebü’l-Esved ed-Dü’elî’ye (ö. 69/688) aittir.106 Klasik kaynakların çoğu, onu Arap nahvinin kurucusu olarak takdim etmektedir. Ancak kronolojik bir sıralama yapmak gerekirse rivayetlerde nahvi ortaya koyduğu söylenen ilk kişinin Ali b. Ebî Tâlib olduğu görülmektedir. el- Enbârî: “Doğru olan, ilk nahivcinin Hz. Ali olduğudur. Çünkü bütün rivayetler, Ebü’l- 103 İbn Cinnî, a.g.e., C. I, s. 34.; Talâl Alâme, Neş'etü'n-Nahvi'l-Arabî fî Medresetey el-Basra ve'l-Kûfe, 1. b., Beyrut, Dârü’l-fikr el-Lübnânî, 1992, s. 24-25.; Ebû Ya'kûb Yûsuf b. Ebî Bekr b. es-Sekkâkî, Miftâhu'l-Ulûm, (thk., Abdülhamîd Hindâvî, 1. b., Beyrut, Dârü’l-kütübi'l-'ilmiyye, 2000, s. 125. 104 Ali en-Necdî Nâsif, Târîhu’n-Nahv, Kahire, Dârü’l-meârif, ts., s. 3. 105 Çetin, “Arap”, DİA, C. III, s. 296.; Hulûsi Kılıç, “Basriyyûn”, DİA, C. V, İstanbul, 1992, s. 117. 106 Çetin, a.g.m., C. III, s. 296.; İgnace Goldziher, “Arap Dili Mektepleri”, (çev. Süleyman Tülücü), Erzurum, A.Ü.İ.F.D., S. 9, 1990, s. 331.  İbn Sellâm el-Cumahî'den itibaren İbn Kuteybe, el-Müberred (ö. 285-6/898), Ebu't-Tayyib el-Luğavî ve Ebû Saîd es-Sîrâfî gibi tabakat ve dil âlimleri Ebü’l-Esved ed-Du'elî'nin nahiv ilminin kurucusu olduğunu kabul ederler. Yakın zaman Arap dilcilerinden Hadîce el-Hadîsî, Enîs Ferîha, Muhammed Tantâvî de nahvin kurucusunun Ebü’l-Esved ed-Du'elî olduğu görüşündedirler. Bkz., İsmail Durmuş, a.g.m., s. 302. 32 Esved’i göstermekte, o da bu bilgileri Hz. Ali’ye isnat etmektedir.” demiştir.107 Nahvin esaslarının bizzat Hz. Ali tarafından konulduğuna dair başka nakiller de olmakla beraber onun siyasi çalkantılarla yoğun biçimde meşgul olması sebebiyle sadece fikir vermekle yetinmesi ve bizzat telif işine girişmemiş olması daha makuldür.108 Aşağıda zikredeceğimiz rivayetler de bunu doğrular mahiyettedir. Diğer yandan nahiv ilminin kuruluşunu Ebü’l-Esved’e nispet eden rivayetleri efsane kabilinden gören Carl Brockelmann, “kaynak göstermeden”109 bu işin İbn Ebî İshak el-Hadramî (ö. 117/735) ile el-Halil b. Ahmed (175/791) ve Sîbeveyh’in hocası İsâ b. Ömer es-Sekâfî (ö. 149/766) zamanında gerçekleştiğini ileri sürmüştür.110 Ahmed Emîn ve öğrencisi Şevkî Dayf da bu isimler üzerinde durmuşlardır.111 Aslında gramer alanında yapılan daha somut işlerden bahsedilecekse Brockelmann ve diğerlerinin verdiği isimler hiç de geri plana itilecek isimler değildir. Aksine, akla gelen ilk isimlerdir. Dolayısıyla yukarıda İsmail Durmuş’un Brockelmann’a karşı “kaynak göstermeden” diye kullandığı sitemkâr sözlerinin kanaatimce pek de haklı tarafı yoktur. Nahiv ilminin nasıl isimlendirildiği ile ilgili birbirine benzer birkaç rivayet vardır. Bu rivayetlerden en meşhuru Ebü’l-Esved ile Hz. Ali arasında geçen diyalogdur. Bu rivayette Ebü’l-Esved şöyle demektedir: “Bir gün Hz. Ali’nin yanına girdim. Onu düşünceli bir halde buldum. Bunun üzerine ona ne konuda düşündüğünü sordum. Bana “Şehrinizde lahn’ın ortaya çıktığını duydum. Bu yüzden Arapçanın kaidelerini içeren bir kitap yazmaya karar verdim” dedi. Ben de kendisine “Bunu yaparsanız bizim için Arapça’yı ebedîleştirmiş olursunuz” diye söyledim. Günler sonra ona tekrar uğradığımda bana bir sahife verdi. Bu sahifede şunlar yazılıydı: “...Dilin tamamı isim, fiil ve harften ibarettir”… Sonra dedi ki: “Bunu takip et ve bulduklarını buna ekle”… Sonra ben bir şeyler topladım ve onları ona sundum”… Yine Ebü’l-Esved: “Ne zaman nahivle ilgili bir konuyu ele alsam Hz. Ali’ye arz ederdim 107 Ebü’l-Berekât Kemâleddîn Abdurrahman Muhammed el-Enbârî, Nüzhetu’l-Elibbâ' fî Tabakâti'l- Udeba', (thk., İbrâhim es-Sâmerrâî), 3. b., Ürdün (ez-Zerkâ), Mektebetü'l-menâr, 1985, s. 21. 108 İsmail Durmuş, a.g.m., s., 302.; Bu konuda ayrıca bkz., Şevkî Dayf, el-Medârisü'n-Nahviyye, 7. b., Kahire, Dârü’l-meârif, Kahire, ts., s. 14. 109 İsmail Durmuş, a.g.m., s. 302. 110 Ay. 111 Ay. 33 ta ki kifayet hâsıl olsun. Sonunda bana şöyle dedi: “ تَ وْ حَ ذي نَالّ وَ حْ ذا