T.C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ANA BĠLĠM DALI AĠLE DERGĠSĠNĠN EDEBÎ METĠNLER BAKIMINDAN ĠNCELENMESĠ (YÜKSEK LĠSANS TEZĠ) MELĠH YENER BURSA - 2016 T.C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ANA BĠLĠM DALI AĠLE DERGĠSĠNĠN EDEBÎ METĠNLER BAKIMINDAN ĠNCELENMESĠ (YÜKSEK LĠSANS TEZĠ) Melih YENER 1.DanıĢman: Prof.Dr. Alev SINAR UĞURLU 2.DanıĢman: Doç.Dr. Kelime ERDAL BURSA – 2016 ii iii ÖZET Yazar : Melih YENER Üniversite :Uludağ Üniversitesi Enstitü :Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı :Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı :Türk Edebiyatı Tezin Niteliği :Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xi + 353 Mezuniyet Tarihi : …. /…. /20…. 1.Tez DanıĢmanı : Alev Sınar UĞURLU 2.Tez DanıĢmanı : Kelime ERDAL AĠLE DERGĠSĠNĠN EDEBÎ METĠNLER BAKIMINDAN ĠNCELENMESĠ 1947-1952 yılları arasında yayımlanan Aile dergisi Türk edebiyat ve kültür tarihinin önemli yayın organlarından biridir. Vedat Nedim Tör ve ġevket Rado gibi Türk kültür ve neĢriyat hayatının son derece önemli iki isminin yönetiminde çıkan dergi, yayımlandığı dönem boyunca Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık, Cahit Sıtkı Tarancı, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Orhan Veli Kanık ve bu isimler gibi Türk edebiyatının önemli isimlerini bünyesinde toplamayı baĢarmıĢtır. Bu tez çalıĢması Aile dergisini ve bu dergide yayımlanan metinleri ele almıĢtır. Tezde Aile dergisinde yayımlanan edebî metinler incelenmiĢ ayrıca bu metinlerin doğduğu düĢünce iklimi ve edebî Ģartlar hakkında bilgi verilmiĢtir. Tezde Aile dergisinde yayımlanan edebiyat dıĢı metinler hakkında da bilgi verilmiĢtir. Ancak dergideki edebiyat dıĢı metinlerin incelenmesinde edebî metinlere kıyasla daha az ayrıntıya yer verilmiĢtir. Bu tez çalıĢması Ģu bölümlerden oluĢmaktadır: GiriĢ, Türk Edebiyatında Dergiler, 1947-1952 Yılları Arasında Yayımlanan Aile Dergisi, Aile Dergisindeki Hikâyeler, Aile Dergisindeki ġairler ve ġiirler, Aile Dergisindeki Ġncelemeye Dayalı Yazılar ve Sonuç. Birinci bölümde Türk edebiyat tarihindeki belli baĢlı dergiler tarihi olarak Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet dönemi olmak üzere iki gruba ayrılıp bunlar hakkında bilgi verilmiĢtir. Ġkinci bölümde Aile dergisi ve derginin iki önemli yayıncısı Vedat Nedim Tör ve ġevket Rado hakkında genel bilgiler verilmiĢtir. Üçüncü bölümde Aile dergisinde yayımlanan telif ve tercüme hikâyeler temalarına göre tasnif edilerek incelenmiĢtir. Dördüncü bölümde Aile dergisinde yayımlanan Ģiirler, Ģair adlarına ve temalarına göre incelenmiĢtir. BeĢinci bölümde Aile dergisinde yayımlanan çeĢitli sanat yazıları, fikir yazıları ve sosyal yazılar incelenmiĢtir. Sonuç bölümündeyse dergideki bu metinlerin incelenmesinden sonra ulaĢılan yargılara yer verilmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Aile, Dergi, Edebiyat, Ġnceleme iv ABSTRACT Name and Surname : Melih YENER University :Uludağ University Institution :Social Sciences Field :Turkish Language and Literature Branch :Turkish Literature Degree Awarded :Master Number of Pages :xi + 353 Degree Date : …. /…. /20…. 1st Supervisor : Alev Sınar UĞURLU 2nd Supervisor : Kelime ERDAL ANALYZING OF AĠLE MAGAZINE IN TERMS OF LITERARY TEXTS “Aile Magazine” which was published between the years 1947 and 1952 is one of the important media organs of Turkish literature and culture. The magazine, which was released under the supervison of Vedat Nedim Tör and ġevket Rado both of whom are two important names in Turkish culture and publication world, could bring important names like Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık, Cahit Sıtkı Tarancı, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Orhan Veli Kanık under its roof. This study examined the Aile Magazine and the articles which were published in it. In the study literary texts were examined and also infornmation was given about the literary and regional conditions under which these texts were born. Also information was given about the non-literary texts which was published in the magazine. However this information is less detailed. This study consists of these parts: Introduction, Magazines in Turkish literature, Aile magazine published between 1947 and 1952, The stories published in Aile magazine, poets and poems in the Aile magazine, Texts about the examination of the Aile magazine and conclusion, In the first part important magazines of the Turkish literature was divided into two parts; before the republic and after the republic and information was given about them. In the second part general information was given about the two important publishers of the Aile magazine who are Vedat Nedim Tör and ġevket Rado. In the third part, translated and copyrighted stories were sorted out acoording to their themes and examined. In the fourth part, poems that were published in the Aile magazine were according to their writers and themes. In the fifth part, articles about art, thought and social texts were examined. In the conclusion part, the decisions that were given after the examination of the mentioned texts were mentioned. KeyWords: Aile, Magazine, Literature, Analyzing v ÖNSÖZ Ġnsanoğlu binlerce yıldır edebiyatla ve edebî sanatlarla kendisini ifade etmeye, anlatmaya ve anlamlandırmaya çalıĢmaktadır. Edebiyat, içgüdüsel yahut genetik bir haslet gibi nesilden nesle geçmekte, bir etkileme-etkilenme döngüsü içinde çağları ve milletleri ifadelendiren ses olmaktadır. Hem halk edebiyatlarının hem de bireysel üretim ürünü olan edebiyat eserlerinin varlığı, en sıradan bir adamın duygu ve düĢünce dünyasından toplumsal yapıların büyük bir gürültüyle değiĢtiği iklimlere kadar yayılmıĢtır. Yazılı edebiyatın insanlık tarihinde binlerce yıllık bir geçmiĢi vardır. Ancak matbaanın icadı ve yaygınlaĢması yazılı edebiyata yepyeni bir ivme kazandırmıĢ ve edebiyatın kitlelere ulaĢması bakımından yepyeni imkânlar sağlamıĢtır. Matbaa, kitapların daha kolay ve daha çok basılmasını sağlamıĢ, bundan da öte dergiler ve gazeteler gibi yazılı edebiyatın insanlara ulaĢma potansiyelini geniĢleten yepyeni yayın mecralarının ortaya çıkmasına imkân vermiĢtir. Gazeteler zamanla sayfalarında Ģiir, deneme, hikâye ve roman gibi edebî türlere yer vermeye baĢlamıĢ, hatta sadece edebiyatı gaye ve iĢ edinen edebiyat dergileri ortaya çıkmıĢtır. Bu tezde incelenen ve 1947-1952 yılları arasında Vedat Nedim Tör yönetiminde yayımlanan Aile dergisi ise içinde edebî metinler de barındıran çok yönlü bir dergidir. Aile, sayfalarında sıklıkla edebiyata ve edebî eserlere yer vermiĢ bir aktüalite dergisidir. Derginin kendisini tanımladığı Ģekliyle bir aile ve ev dergisidir ve okuyucularını edebiyat tarihimizde son derece önemli yeri olan birtakım Ģiirlerle ve hikâyelerle ilk kez buluĢturan bir yayın organıdır. Aile zamanının en büyük ediplerinden, Ģairlerinden ve bilim insanlarından bazılarını sayfalarında toplamayı baĢarmıĢ bir dergidir. Buna rağmen 1940‟lı ve 1950‟li yıllarda yayımlanmıĢ edebî içerikli diğer dergilere nazaran dikkatlerden kaçmıĢ ve bugüne kadar ilmî bakımdan hak ettiği ilgiyi görememiĢtir. Bu nedenle bu derginin tanıtılması ve edebî metinler bakımından incelenmesi akademik olarak önemli bir sorumluluktur. Bu tez çalıĢması bu sorumluluğun yerine getirilmesi ve Aile dergisiyle ilgili ilmî boĢluğun giderilmesi düĢüncesiyle ortaya çıkmıĢtır. Bu çalıĢmanın fikir kaynağı olan, bu çalıĢmayı yapmam için beni cesaretlendiren ve teĢvik eden, çalıĢma sürecimde akademik birikiminden engin bir Ģekilde istifade ettiğim kıymetli hocam Prof.Dr. Alev Sınar Uğurlu‟ya, yine çalıĢma sürecimde benden desteklerini esirgemeyen kıymetli hocam Doç. Dr. Kelime Erdal‟a ve dergiyle ilgili malzemelere vi ulaĢmakta yardımlarını gördüğüm, Aile dergisinin genel yayın müdürü Vedat Nedim Tör‟ün torunu olan Eren Tör beyefendiye teĢekkür ederim. BURSA/ 2016 MELĠH YENER vii ĠÇĠNDEKĠLER ÖZET ............................................................................................................................................ İİİ ABSTRACT ................................................................................................................................... V ÖNSÖZ ......................................................................................................................................... Vİ KISALTMALAR .........................................................................................................................Xİ GĠRĠġ .............................................................................................................................................. 1 1.BÖLÜM TÜRK EDEBĠYATINDA DERGĠLER ..................................................................................... 5 1.1.Cumhuriyet Öncesi Edebiyat Dergileri .................................................................................................... 5 1.2. Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Dergileri .................................................................................................. 7 2.BÖLÜM 1947-1952 YILLARI ARASINDA YAYIMLANAN AĠLE DERGĠSĠ ................................ 23 2.1.Aile Dergisinin Ġki Önemli Yayıncısı: Vedat Nedim Tör ve ġevket Rado .............................................. 23 2.1.1. Vedat Nedim Tör ............................................................................................................................ 23 2.1.2.ġevket Rado ..................................................................................................................................... 26 2.2.Aile Dergisi Hakkında Genel Bilgiler...................................................................................................... 28 3.BÖLÜM AĠLE DERGĠSĠNDEKĠ HĠKÂYELER ................................................................................... 32 3.1. Telif Hikâyeler ....................................................................................................................................... 32 3.1.1.Bireysel Konuları ĠĢleyen Telif Hikâyeler ........................................................................................... 32 3.1.1.1.Gündelik Hayat Ġçinde Ġnsan ........................................................................................................ 32 3.1.1.2.Mazi Hasreti ................................................................................................................................ 58 3.1.1.3.AĢk .............................................................................................................................................. 77 3.1.2.Sosyal Konuları ĠĢleyen Hikâyeler ...................................................................................................... 92 3.1.2.1.Bürokrasi EleĢtirisi .......................................................................................................................... 92 3.1.2.2.TaĢralılık- ġehirlilik ÇatıĢması ......................................................................................................... 95 viii 3.3. Tercüme Hikâyeler ................................................................................................................................. 98 3.3.1.Bireysel Konuları ĠĢleyen Tercüme Hikâyeler ..................................................................................... 99 3.3.1.1.Ġçgüdüler ve Tutkular ................................................................................................................... 99 3.3.1.2. Aile ve Evlilik........................................................................................................................... 112 3.3.2.Sosyal Konuları ĠĢleyen Tercüme Hikâyeler ...................................................................................... 118 3.3.2.1. II. Dünya SavaĢı ve II. Dünya SavaĢından Hemen Sonra Avrupa‟da Sosyal Hayat...................... 118 3.3.2.2.Siyasî Ġdarenin EleĢtirisi............................................................................................................. 122 4.BÖLÜM AĠLE DERGĠSĠNDEKĠ ġAĠRLER VE ġĠĠRLER .............................................................. 126 4.1. Aile Dergisinde Yahya Kemal Beyatlı .................................................................................................. 126 4.1.1.Aile Dergisinde Yahya Kemal Beyatlı Hakkında Yazılanlar .............................................................. 127 4.1.2.Yahya Kemal Beyatlı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirleri ......................................................... 136 4.1.2.1.Yahya Kemal Beyatlı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ölüm .................................... 136 4.1.2.2. Yahya Kemal Beyatlı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ġstanbul ............................... 138 4.1.2.3. Yahya Kemal Beyatlı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde AĢk...................................... 142 4.1.2.4. Yahya Kemal Beyatlı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Din, Tasavvuf ve Metafizik .. 143 4.2. Aile Dergisinde Ahmet Hamdi Tanpınar ............................................................................................. 144 4.2.1. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Metafizik Bireysellik ................ 146 4.2.2.Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde AĢk ........................................... 154 4.2.3. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ġstanbul .................................... 155 4.3. Aile Dergisinde Fazıl Hüsnü Dağlarca ................................................................................................. 157 4.3.1.Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ġstanbul‟un Fethi ......................... 158 4.3.2. Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Memleket Sevgisi ...................... 162 4.3.3. Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Atatürk Sevgisi .......................... 164 4.4.Aile Dergisinde Orhan Veli Kanık ........................................................................................................ 166 4.4.1.Orhan Veli Kanık ve ġevket Rado Arasındaki Dostluk ...................................................................... 167 4.4.2.Orhan Veli Kanık‟ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Özgürlük ............................................ 168 4.4.3. Orhan Veli Kanık‟ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde YaĢama Sevgisi ................................. 171 4.4.4. Orhan Veli Kanık‟ın Aile Dergisinde Yayımlanan Manzum Nasrettin Hoca Fıkraları ....................... 175 4.4.5. Orhan Veli Kanık‟ın Aile Dergisinde Yayımlanan Tercüme ġiirleri .................................................. 177 4.5.Aile Dergisinde Cahit Sıtkı Tarancı ...................................................................................................... 183 4.5.1.Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde AĢk ................................................. 184 4.5.2. Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ġnsan Sevgisi .................................. 186 4.5.3. Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Yurtseverlik ................................... 186 4.5.4. Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ölüm.............................................. 186 4.6.Aile Dergisinde Ziya Osman Saba ........................................................................................................ 187 4.6.1.Ziya Osman Saba‟nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Aile .................................................. 187 4.7.Aile Dergisi Etrafında GeliĢen ġair Rabia-Hatun TartıĢmaları ........................................................... 191 4.8.Aile Dergisindeki Diğer ġairler ve ġiirler ............................................................................................. 196 ix 5.BÖLÜM AĠLE DERGĠSĠNDEKĠ ĠNCELEMEYE DAYALI YAZILAR ....................................... 210 5.1.ÇeĢitli Sanatlarla Ġlgili Yazılar ............................................................................................................. 210 5.1.1. Refik Ahmet Sevengil‟in Yazıları ..................................................................................................... 210 5.1.2.Tiyatroyla Ġlgili Yazılar .................................................................................................................... 214 5.1.3.Resimle Ġlgili Yazılar........................................................................................................................ 217 5.1.4. Müzikle Ġlgili Yazılar ...................................................................................................................... 219 5.1.5.Sinema ve Fotoğrafçılıkla Ġlgili Yazılar ............................................................................................. 224 5.1.6.Diğer Sanat Yazıları ......................................................................................................................... 228 5.1.7. Aile Dergisinde Modern Sanat Akımlarına KarĢı Takınılan EleĢtirel Tavır........................................ 231 5.2.Edebiyata Dair Yazılar ......................................................................................................................... 234 5.2.1.Gangster Edebiyatına KarĢı Yayımlanan Yazılar ............................................................................... 235 5.2.2.Edebiyata Dair Diğer Yazılar ............................................................................................................ 237 5.2.3. Kitap Tanıtımları ............................................................................................................................. 243 5.3. Gezi Yazıları ......................................................................................................................................... 244 5.4.Sosyal Yazılar ........................................................................................................................................ 247 5.4.1.Aldous Huxley‟in Yazıları ................................................................................................................ 247 5.4.2.Mesut Cemil‟in Yazıları ................................................................................................................... 250 5.4.3.Falih Rıfkı Atay‟ın Yazıları .............................................................................................................. 252 5.4.4.Diğer Sosyal Yazılar ......................................................................................................................... 258 5.5.Aile Dergisinde Doğu-Batı KarĢılaĢtırması Üzerine Yazılar ................................................................ 274 SONUÇ ...................................................................................................................................... 279 AĠLE DERGĠSĠNĠN YAZARLARI VE ġAĠRLERĠ .......................................................... 289 AĠLE DERGĠSĠNDE YAYIMLANAN ġĠĠRLER ĠNDEKSĠ ............................................ 299 AĠLE DERGĠSĠNDE YAYIMLANAN HĠKÂYELER ĠNDEKSĠ .................................... 305 AĠLE DERGĠSĠ ĠNDEKSĠ ..................................................................................................... 307 AĠLE DERGĠSĠNDE ALINTI YAPILAN DERGĠLER VE GAZETELER .................. 331 KAYNAKÇA ............................................................................................................................ 334 x KISALTMALAR a.g.e. : Adı Geçen Eser CHP :Cumhuriyet Halk Partisi Çin. :Çince Ġng. :Ġngilizce Ġbr. :Ġbranice Ġt. :Ġtalyanca Fr. :Fransızca Mac. :Macarca Ord. :Ordinaryüs Prof.Dr. :Profesör Doktor Rus. :Rusça S. :Sayı s. :Sayfa ss. :Sayfalar Tr. :Türkçe xi GĠRĠġ Bu çalıĢma 1947-1952 yılları arasında yayımlanan ve Türk edebiyatı tarihindeki dergiler içinde önemli bir yeri olan Aile dergisindeki edebî metinlerin incelenmesini kapsamaktadır. Edebiyat dergileri hakkında yapılmıĢ pek çok akademik çalıĢma ve yazılmıĢ kitap olmakla birlikte Aile dergisi üzerine yapılmıĢ bir akademik çalıĢma yoktur. Bu nedenle bu çalıĢma Türk edebiyatının son derece önemli eserlerini yayımlamıĢ Aile dergisini tanıtmak ve bu konudaki eksikliği gidermek amacını taĢır. ÇalıĢma sürecinde öncelikle Aile dergisinin nüshaları internet kaynaklarından, çeĢitli sahaflardan ve kütüphanelerden edinilmiĢ ve bu nüshalar okunmuĢtur. Daha sonra edebiyat dergileriyle ilgili geçmiĢ yıllarda yapılmıĢ yüksek lisans ve doktora tezlerinden bir kısmı yöntem ve içerik bakımından yararlanılmak üzere incelenmiĢtir. Tez yazım sürecinde derginin içeriğiyle ve metin varlığıyla ilgili çeĢitli makalelerden, internet kaynaklarından ve kitaplardan da çalıĢmanın derinleĢtirilmesi ve zenginleĢtirilmesi açsısından yararlanılmıĢtır. Bu çalıĢma yedi bölümden oluĢmaktadır: GiriĢ, Türk Edebiyatında Dergiler, 1947- 1952 Yılları Arasında Yayımlanan Aile Dergisi Hakkında Genel Bilgiler, Aile Dergisindeki Hikâyeler, Aile Dergisindeki ġairler ve ġiirler, Aile Dergisindeki Ġncelemeye Dayalı Yazılar ve Sonuç. Birinci bölümde Türk edebiyatı tarihinde yayımlanmıĢ belli baĢlı dergiler hakkında genel bilgiler verilmiĢtir. Bu bölümde Türk edebiyatındaki dergiler tarihî seyri içinde Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet dönemi olmak üzere ikiye ayrılmıĢtır. Cumhuriyet öncesi edebiyat dergileri hakkında bilgi verilen kısımda Türk edebiyatında dergi yayıncılığının ortaya çıkıĢ süreci ele alınmıĢ ve bu dönemin belli baĢlı edebiyat dergileri bir liste olarak verilmiĢtir. Cumhuriyet dönemi edebiyat dergileri hakkında bilgi verilen kısımdaysa hem sayı bakımından daha çok dergiye yer verilmiĢ hem de bu dergiler hakkında Cumhuriyet öncesi edebiyat dergilerine nazaran daha ayrıntılı bilgiler verilmiĢtir. Bunun nedeni Cumhuriyet döneminde edebiyat dergilerinin sayı bakımından artması ve yayımlanan bu dergilerin Türk edebiyatının seyrinde daha etkin bir yer tutmalarıdır. Edebiyat dergileri hakkında bu bölümde verilen bilgiler bu konudaki yüksek lisans ve doktora tezleriyle kitaplardan ve makalelerden derlenmiĢtir. 1 Ġkinci bölümde Aile dergisinin künyesi, fizikî ve içerik özellikleri hakkında genel bilgiler verilmiĢtir. Dergi hakkında bu genel bilgiler verilirken, edebiyat dergileri hakkında daha önce yapılmıĢ yüksek lisans ve doktora tezlerinden yöntem bakımından yararlanılmıĢtır. Bu bölümde ayrıca Aile dergisinin genel yayın yönetmeni Vedat Nedim Tör ve derginin sekreteri ġevket Rado hakkında biyografik bilgiler verilmiĢ, bu isimlerin Aile dergisini de kapsayan yazarlık ve yayıncılık kariyerleri ortaya konulmuĢtur. Üçüncü bölüm Aile dergisinde yayımlanan hikâyelerin incelendiği bölümdür. Bu bölümde ele alınan hikâyeler telif hikâyeler ve tercüme hikâyeler olmak üzere iki gruba ayrılmıĢtır. Bu gruplandırmadan sonraysa hikâyeler temalarına göre baĢlıklar halinde sınıflandırılarak incelenmiĢtir. Bu incelemeler yapılırken hikâyeler ayrıntılı bir Ģekilde tahlil edilmemiĢ, hikâyelerdeki olay örgüsü verilerek bu hikâyelerin edebî ve düĢünsel boyutları ortaya konulmuĢtur. Hikâyelerin temalarına göre tasnif edildiği bu bölümde malzeme çoktan aza doğru sıralanmıĢtır ve gerekli görülen yerlerde hikâyelerden alıntılar yapılmıĢtır. Hikâyeler incelenirken o hikâyelerin doğduğu edebî iklim ve yazarların edebî ve düĢünsel portresi hakkında da bilgiler verilmiĢ, çeĢitli akademisyen ve yazarların söz konusu hikâyeler hakkındaki görüĢ ve yazılarından yararlanılmıĢtır. Bu bölümde en geniĢ yer Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın hikâyelerine ayrılmıĢtır. Aile‟ de en çok hikâyesi yayımlanmıĢ yazar olması ve dergide yayımlanan hikâyelerinin içerik bakımından diğer hikâyelere nazaran daha karmaĢık bir yapıda olması Ahmet Hamdi Tanpınar hikâyelerine bu bölümde en geniĢ yerin ayrılmasının nedenleridir. Aile dergisinde yayımlanan ancak yazarların kitaplarında rastlanmayan bazı hikâyeler de vardır. Bu durum, bu hikâyelerin incelendiği kısımlarda dipnot olarak gösterilmiĢtir. Tercüme hikâyelerin incelendiği kısımda telif hikâyelerde yapıldığı gibi olay örgüsü verilmiĢ, gerekli görülen yerlerde hikâyelerden alıntılar yapılmıĢ ve bu hikâyelerin ana fikri üzerinde durulmuĢtur. Bu tercüme hikâyelerin yazarlarının bir kısmının yaĢadığı yıllar, ülkesi ve mensup olduğu edebiyat tespit edilerek belirtilmiĢ; bir kısmınınsa tespit edilememiĢtir. Tercüme hikâyelerin incelendiği kısımda ön plana çıkarılan bir yazar yoktur. Çünkü Aile dergisinde herhangi bir yabancı yazarın birden fazla hikâyesi yayımlanmamıĢtır. Dördüncü bölüm Aile dergisindeki Ģiir varlığının incelendiği bölümdür. Bu bölümde önce Ģair adlarına göre sınıflandırma yapılmıĢ sonra da bu Ģairlerin dergide yayımlanan Ģiirleri tematik olarak gruplandırılarak incelenmiĢtir. Bu bölümde ayrıntılı Ģiir tahlilleri yapılmamıĢ, Ģiirleri dokuyan düĢünceler ve duygular ortaya konarak bu Ģiirlerin edebî ve felsefî arka planı açıklanmıĢtır. Bu bölümde en geniĢ yer ayrılan Ģairler Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Veli Kanık‟tır. 2 Yahya Kemal Beyatlı “Sessiz Gemi”, “Endülüs‟te Raks”, “Rindlerin AkĢamı”, “Hayal ġehir”, “Siste SöyleniĢ” gibi Ģiirlerini ilk kez Aile dergisinde yayımlamıĢtır. Bu bakımdan Aile dergisinin Yahya Kemal‟in Ģiir kariyerinde; Yahya Kemal‟in de Aile dergisinin yayın hayatında çok önemli bir yeri vardır. Aile, KıĢ 1950‟de yayımlanan on ikinci sayısınıYahya Kemal Beyatlı özel sayısı olarak çıkarmıĢtır. Dergi, çıkardığı bu özel sayıda yayımladığı çeĢitli türdeki yazılarla o sıralarda altmıĢ beĢinci yaĢ günü yurt sathında büyük bir coĢkuyla kutlanmakta olan Yahya Kemal‟i edebî ve Ģahsî yönleriyle ayrıntılı bir Ģekilde ele almıĢtır. Yahya Kemal bu nedenle bu çalıĢmanın dördüncü bölümünde en geniĢ yer verilen üç Ģairden biridir. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile dergisinde toplam beĢ Ģiiri yayımlanmıĢtır. Bu Ģiirlerden “EĢik” ve “Zaman Kırıntıları” adlı Ģiirlere hem Tanpınar‟ın en büyük Ģiirleri arasında yer almaları hem de onun Ģiirlerinde en çok yer verdiği kavramlar arasında yer alan “eĢik” ve “zaman” gibi karmaĢık kavramlarla ilgili olmaları nedeniyle çalıĢmanın bu bölümünde dergideki diğer Ģiirlere nazaran daha geniĢ bir yer verilmiĢtir. Orhan Veli Kanık ise hem telif Ģiirleri hem tercüme Ģiirleri hem manzum Nasrettin Hoca fıkraları hem de derginin yayımlandığı döneme rastlayan ölümüyle Aile‟ nin sayfalarında en çok yer almıĢ Ģairlerden biridir. Bu nedenle çalıĢmanın bu bölümünde ona da geniĢ bir yer ayrılmıĢtır. Aile dergisinde Ģiir yayımlamıĢ çok sayıda Ģair vardır. Bu Ģairlerden bazıları Türk edebiyatı tarihinin büyük Ģairleri arasında yer alan Ģairlerken bazılarıysa amatör Ģairlerdir. Öte yandan dergide yayımlanan Ģiir sayısının çokluğu tematik çokluğu da beraberinde getirmiĢtir. Bu nedenle Ģiir incelemelerini kapsayan dördüncü bölümdeki sınıflandırma, Ģiir temalarından önce Ģair isimlerine göre yapılmıĢ; ayrı bir baĢlıkta incelenen Ģairlerin Ģiirlerinin tematik olarak sınıflandırılmasının ardından incelemeye geçilmiĢtir. Ayrı bir baĢlık altında incelenen Ģairler Türk edebiyatı tarihinde önemli bir yeri olan veya dergide çoklukla yer almıĢ Ģairlerdir. BeĢinci bölüm Aile dergisinin hikâye ve Ģiir dıĢında kalan yazı varlığının incelendiği bölümdür. Bu bölümdeki yazılar konu ve içeriklerine göre sınıflandırılarak incelenmiĢtir. Falih Rıfkı Atay‟ın fikir yazıları, Yakup Kadri Karaosmanoğlu‟nun gezi yazıları, Refik Ahmet Sevengil‟in Türk süsleme sanatlarıyla ilgili yazıları, Aldous Huxley‟den yapılan tercümeler, Ord. Gerhard Kessler ve Ord. Fritz Neumark gibi düĢünürlere ait yazılar bu bölümde incelenen yazılardan bazılarıdır.Bu bölümde içeriği bakımından fikir, edebiyat ve sanat yazısı mahiyeti taĢıyan yazılar ayrıntılı olarak incelenmiĢtir. 3 Dergide bunların dıĢında kalan ve aile müessesesini ilgilendiren tıp, yeni icatlar, hobi ve alıĢkanlıklar, moda, eğitim, karı-koca-çocuk iliĢkileri v.b. konulardaki yazılaraysa bu tezde yer verilmemiĢ, bu yazılar yalnızca tezin indeks bölümünde gösterilmiĢtir. Sonuç kısmı, Aile dergisindeki metin varlığının incelenmesi sonucunda ulaĢılan yargılara yer verilen kısımdır. Bu kısımda, dergide yayımlanan Ģiirler, hikâyeler ve çeĢitli yazılar ıĢığında derginin düĢünsel ve edebî portresi ortaya konulmuĢtur. 4 1.BÖLÜM TÜRK EDEBĠYATINDA DERGĠLER 1.1.Cumhuriyet Öncesi Edebiyat Dergileri Milletlere ait edebiyatlar içlerinde filizlendikleri ve yaĢadıkları toplumların kaderinden ayrı düĢünülemez. Bir milleti kimliklendiren nitelikler ve eğilimler, o milletin yaĢayıĢına yön ve mahiyet veren oluĢlar ve olmayıĢlar ve millete mensup insanları bir kalıptan alıp baĢka bir kalıba koyan değiĢimler edebiyatı ve edipleri doğrudan etkiler. Çünkü yazar veya Ģair her Ģeyden önce mensup olduğu toplumun bir bireyidir. Köklü bir geleneğe ve bir imparatorluk birikimine sahip olan Türk edebiyatının tarihî seyri de tabiatıyla Türk halkının ve Türk devletlerinin tarihî serüveninden ayrı düĢünülemez. Ancak edebiyatımızın toplumsal geliĢmelere ve halka açık ve duyarlı hale gelmesi XIX. yüzyıldaki sosyal ve siyasî geliĢmelerle yoğunluk kazanmıĢtır. Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda eski ihtiĢamından ve kuvvetinden çok uzakta bulunmaktaydı. Bu yüzyılın baĢında tahtta bulunan III. Selim(1789-1807) ve 1808 yılında cülûs eden II. Mahmut(1808-1839) devletin kurtuluĢunun ve yeniden yükselmesinin ancak Batılı devletler örnek alınarak gerçekleĢtirilecek reformlarla mümkün olabileceğine inanan padiĢahlar olmuĢlardır. Bu çerçevede her iki padiĢah da siyasî, sosyal, medenî ve askerî alanda Batı dünyasından esinlenen reformlar yapmıĢlar ve Osmanlı Devleti‟ni fikir sahasında Batı etkisine açmıĢlardır. 1839 yılında Sultan Abdülmecid‟in kabul ve ilan ettiği Tanzimat Fermanı ve yine aynı padiĢah tarafından 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı Türkiye‟deki batılılaĢmayı bir üst seviyeye taĢımıĢtır. Siyasal sonuçları tartıĢmalı olmakla birlikte bu fermanlar ve 1876 tarihinde ilan edilen I.MeĢrutiyet kültür, politika ve toplumsal hayatta Batı dünyasının etkilerine açık olma durumunu pekiĢtirmiĢ ve yerleĢik hale getirmiĢtir. Bu süreçte politikacılar ve aydınlar arasında Batı tarzı eğitim ve görgüyle yetiĢmiĢ insanlar çoğalmaya baĢlamıĢtır. XIX. yüzyılda yoğunluğunu arttıran batılılaĢma cereyanları tabiatıyla Türk edebiyatının seyrini ve karakterini de etkilemiĢtir. Roman, tiyatro, hikâye gibi yeni türlerin edebiyatımıza girdiği bu asırda yayıncılık anlamında da çok köklü yenilikler ortaya çıkmıĢ, Osmanlı toplumu gazete ve dergi gibi süreli ve kitlesel yayınlarla bu yüzyılda tanıĢmıĢtır. Gazetecilik ve dergicilik Devlet-i Aliyye‟nin Batı‟nın kültürel ve sosyal etkisi altına girmeye 5 baĢlamasının bir sonucudur. Gazetecilik ve dergicilik Türkiye‟de Batı medeniyetinden örnek alınarak ortaya çıkmıĢtır. Gazeteler ve dergiler kitle iletiĢim araçlarıdır. Haberlerin, fikirlerin ve kâğıda basılması mümkün olan her Ģeyin ve doğal olarak da edebiyat eserlerinin geniĢ halk kitlelerine ulaĢtırılmasını sağlarlar. Bu nitelikleriyle gazeteler ve dergiler edebiyatımız için yepyeni mecralar ve imkânlar sunmaya baĢlamıĢlardır. Türkiye‟de yayımlanan ilk gazete Osmanlı Devleti‟nin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayi adlı gazetedir ve 1831 yılında padiĢah II. Mahmut zamanında çıkmaya baĢlamıĢtır. Devlet desteği olmayan özel teĢebbüsle çıkan ilk gazete ise 1860 yılında ġinâsî‟nin Agâh Efendi‟yle birlikte çıkardığı Tercümân-ı Ahval’ dir. ġinâsî bu gazeteyi çıkardıktan iki yıl sonra 1862 yılında Tasvir-i Efkâr gazetesini yayımlamaya baĢlar. Bu bilgiler ıĢığında ġinâsî‟nin Türk basın tarihinde istisnaî bir yerinin olduğu görülür. ġinasî özel teĢebbüs Türk yayıncılığının kurucusu kabul edilebilir. Türkiye‟de yayımlanan ilk dergiyse 1849‟da yarı Türkçe yarı Fransızca yayımlanmaya baĢlayan Vekayi-i Tıbbiye adlı meslekî mensûbiyet dergisidir. Bu dönemlerde çıkan dergiler içinde sadece belli bir konuyla meĢgul olanlar olduğu gibi bilim-siyaset ve edebiyat gibi konuları bir arada iĢleyen dergiler de vardır. Meselâ 1862‟de yayımlanmaya baĢlanan Mecmua-i Fünûn, fen bilimlerine ve toplum bilimlerine, 1871-72 yıllarında yayımlanan Dağarcık ise edebiyat-toplum ve fen bilimlerine yer vermiĢtir. Cumhuriyet öncesinde yayımlanmıĢ belli baĢlı edebiyat dergileri Ģunlardır: Dağarcık (1871-1872) Mirsad (1891-1891) Mâlûmat (1894-1895) Servet-i Fünun (1891-1944) Mecmua-i Edebiye (1899-1902) Sebil’ürreşad (1908-1966) Genç Kalemler (1910-1912) Türk Yurdu (1911-Halen) Rübâb (1912-1914) Halka Doğru (1913-1914) Edebiyat-ı Umûmiye (1916-1919) Yeni Mecmua (1917-1918) 6 Şair Nedim (1918-1919) Şair (1918-1919) Büyük Mecmua (1919-1919) Dergâh (1921-1923) 1.2. Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Dergileri 1923 yılında Cumhuriyet‟in ilan edilmesinden sonra edebiyat dergilerinde sayı bakımından ciddi artıĢlar yaĢanmaya baĢlamıĢtır. Türk basınında yayın sayısı bakımından artıĢı üç tarihi aĢamaya ayırmak gerekirse ilk aĢama Tanzimat fermanının ilanından sonraki dönem; ikinci aĢama II. MeĢrutiyet‟in ilanıyla Cumhuriyet‟in ilanı arasındaki dönem; üçüncü aĢamaysa Cumhuriyet‟in ilanından sonraki dönemdir. Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllar içinde uzun ömürlü olanları sınırlı olmakla birlikte edebiyat dergileri gitgide artan sayılarla kültür hayatımızın parçası durumuna gelmiĢlerdir. Özellikle Cumhuriyet‟in ilk yıllarından itibaren edebiyat dergilerinin sayısı oldukça artmıĢ, biri açılırken diğeri kapanır olmuĢ ve dergilerin yayın sahası ulusaldan bölgesel ve yerele kadar geniĢlemiĢtir. Elbette edebiyat dergilerinin sayısındaki bu artıĢ gazetecilik ve diğer tür neĢriyat faaliyetlerindeki artıĢın tabii bir parçasıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarından 1940‟lı yılların sonuna kadar çıkan edebiyat dergileri kendilerini Atatürk ilke ve inkılaplarına dayandırmak gayreti ve görüntüsü içindedirler. Ancak özellikle çok partili hayata geçiĢten ve Demokrat Parti iktidarının baĢlamasından sonra edebiyat dergilerinin düĢünsel ve ideolojik anlamda çeĢitlenmeye baĢladığı görülür. Burada değinilmesi gereken bir diğer nokta da 1928 harf inkılâbıdır. Harf inkılâbı ve Latin temelli Türk harflerinin kabulünden sonra dergilerin yeni alfabeye uyum sağlamak için zamana ihtiyaç duyduğu ve yeni alfabeye uyum süreci içinde bazılarının ciddi Ģekilde tiraj kaybettiği görülmüĢtür. Ayrıca edebiyat dergisi diye nitelenebilecek pekçok derginin içeriği de edebî metinlerden ibaret değildir. Bu dergilerde genellikle edebî içeriği, sanatın diğer dallarına iliĢkin yazılarla, kültür ve fikir yazılarıyla ve okuyucuların ilgi duyabileceği çeĢitli türdeki yazı ve görsel malzemelerle birlikte sunma eğilimi vardır. Cumhuriyet‟in ilanından sonra yayımlanmaya baĢlayan ilk edebiyat dergilerinden biri Resimli Ay dergisidir. Resimli Ay 1 ġubat 1924 tarihinde çıkmıĢtır. Sabiha ve Zekeriya Sertel tarafından çıkarılan dergi aylık olarak yayımlanmıĢtır. Dergi sadece bir edebiyat dergisi değildir. Dergide tiyatro, moda, eğitim ve magazin türünde yazılar da yayımlanmıĢtır. Dergi 7 hem okurlar hem de yazarlar tarafından ilgiyle karĢılanmıĢtır. Ġlk sayısı kısa sürede biten dergi ikinci baskısını yapmıĢtır. Resimli Ay bir süre Sevimli Ay adı altında çıktıktan sonra yeniden eski adına 1 dönmüĢtür. 1928 yılından sonra derginin yayın politikasında ve yazar kadrosunda önemli değiĢiklikler olmuĢ ve dergi sol edebiyatın en önemli yayın organlarından biri haline gelmiĢtir. 1928-1930 yılları arasını kapsayan bu dönemde dergide Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Suat DerviĢ, Ercüment Behzat, Sadri Ertem, Vâlâ Nûreddin gibi sol ve sosyalist görüĢlü yazarların yazıları yayımlanmaya baĢlamıĢtır. Bu devrede bilhassa Nâzım Hikmet‟in liderliğinde “Putları Yıkıyoruz” baĢlıklı bir yazı dizisi baĢlatan dergi, bu yazı dizisiyle, Türk edebiyatının ve düĢünce hayatının o devre kadar büyük kabul edilmiĢ isimlerini hedef almıĢ ve Abdülhâk Hamid, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Ahmet HaĢim gibi isimlerin hak etmedikleri halde yüceltildiklerini savunmuĢtur. Resimli Ay, yayımlandığı dönemin en çok tartıĢılan dergilerinden biridir. Yayımlandığı süre zarfında sürekli mahkemelere, davalara ve cezalara konu olmuĢtur. Son sayılarında eski kalitesinden uzaklaĢmaya baĢlayan dergi imtiyaz ortakları arasında çıkan birtakım anlaĢmazlıklar sonucu 1931 yılında kapanmıĢtır. Resimli Ay dergisi toplam yetmiĢ sekiz sayı 2 çıkmıĢtır. Resimli Ay dergisinde yukarıda isimleri sayılanlar dıĢında yazısı veya Ģiiri çıkan yazarlar ve Ģairlerden bazıları Ģunlardır: Abdülhak Hamid, Halit Ziya, Yakup Kadri, ReĢat Nuri, Ercüment Ekrem, Mahmut Yesari, Hıfzı Tevfik, Mehmet Rauf, Selim Sırrı Ahmet Hamdi, Mustafa ġakir, Peyami Safa, 3 Fahri Celal, Celal Esat, Nahit Sırrı… Hayat dergisi 1926 yılında Faruk Nafiz Çamlıbel‟in sorumluluğunda Ankara‟da çıkmaya baĢlayan bir edebiyat dergisidir. Yüz otuz beĢinci sayısına kadar haftalık; bu sayısından kapandığı yüz kırk altıncı sayısına kadar da on beĢ günde bir yayımlanmıĢtır. Dergi, “yaĢamda en gerçek yol gösterici bilimdir” ilkesine dayanır. Derginin ilk sayısında özetle Ģöyle denir: Gerçek sanat insan gerçeğini saptar. Sanat yapıtları bir ulus için güç kaynağıdır. Yaşam ve doğa sanatla güzelleşir… Türk ulusu ruh gücünü büyük edebiyatçıların, 1 Vedat Günyol, Sanat ve Edebiyat Dergileri, Alan Yayıncılık, İstanbul,1986,s.27. 2 Mehmet Fatih Uslu, Resimli Ay Magazine (1929-1931) The Emergence Of An Oppositional Focus Between Socialism and Avant-Gardism, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2004, s.24. 3 Cenan Maral İşaşır, Resimli Ay Dergisinde Edebî ve Fikrî Gelişmeler, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006, s.21. 8 ressamların yapıtlarında, yüksek mimarisinde bulacaktır. Hayat sanat sevgisinin ve zevkinin artmasına çalışacaktır. 4 Derginin düĢünsel çizgisini sosyolog Mehmet Ġzzet yönlendirmiĢtir. 1928 yılındaki harf devriminden sonra yavaĢ yavaĢ yeni harflere alıĢmaya çalıĢan dergi yüz beĢinci sayısından itibaren tamamen Latin temeline dayalı Türk alfabesiyle yayımlanmaya baĢlamıĢ fakat bu geçiĢ esnasında önemli derecede tiraj kaybı yaĢamıĢtır. Dergi 1930 yılında yüz kırk altıncı sayısını yayımladıktan sonra kapanmıĢtır. Hayat dergisinde imzası olan bazı yazar ve Ģairler Ģunlardır: Faruk Nafiz Çamlıbel, ReĢat Nuri Güntekin, Halit Fahri Ozansoy, Fazıl Ahmet Aykaç, 5 Necip Fazıl Kısakürek, YaĢar Nabi Nayır, Ahmet Muhip Dıranas. 1932 yılında devrin ileri gelen gazeteci ve yazarlarından olan beĢ isim Kadro adlı bir dergi çıkarmaya baĢlamıĢtır. Bu beĢ isim Ģunlardır: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, ġevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge, Ġsmail Hüsrev Tökin ve Vedat Nedim Tör. Derginin imtiyaz sahibi Yakup Kadri Karaosmanoğlu‟dur. Yazı ĠĢleri Müdürü ise Vedat Nedim Tör‟dür. ġevket Süreyya Aydemir ilk sayıda Kadro'nun çıkıĢ amacını Ģu Ģekilde açıklamıĢtır: ― Türkiye bir inkılâp içindedir. Bu inkılâp kendine prensip ve onu yaşatacaklara şuur olabilecek bütün nazarî ve fikrî unsurlara maliktir. Ancak bu nazarî ve fikrî unsurlar inkılâba ideoloji olabilecek bir fikriyat sistemi içinde terkip ve tedvin edilmiş değildir. Gerek millî mahiyeti gerek beynelmilel şümul ve tesirleri itibarile, tarihin en manalı hareketlerinden biri olan inkılâbımızın, zatinde mündemiç bu ileri fikir ve prensip unsurlarını, şimdi inkılâbın seyri içinde ve onun icaplarına uygun bir şekilde izah işi, bugünkü Türk inkılâp münevverliğine düşen vazifelerin en acil ve en şereflisidir. (...) Cihanın bin bir çeşit hadisata gebe olan bugünkü esrarengiz gidişi içinde, mukadderatını kendi inkılâbının mukadderatına bağlayan inkılâp neslimizin muhtaç olduğu inkılâp şevkini her zaman uyanık tutmak ve inkılâbımızın bir bakışta idrakimizi durdurur gibi görünen coşkun ve mürekkep cereyanına daima hâkim kalabîlmek için, onun prensiplerini hududu muayyen kriteryumlar şeklinde 6 bilmeye, benimsemeye ve benimsetmiye mecburuz. Kadro, bunun için çıkıyor.‖ Vedat Nedim Tör‟se Kadro‟nun varlık amacını Ģu Ģekilde açıklamaktadır: ―Bizi Kadro mecmuası etrafında birleştiren ana fikir şu idi: Milli kurtuluş savaşının yalnız Yunan ordularına karşı değil, bütün bir emperyalist devletler koalisyonuna karşı zaferi ve bizi pervasızca emperyalist hırslara teslim eden ―teokratik Osmanlı Devleti‖ nin yerine 4 Günyol, a.g.e.,s.27. 5 Erdal Doğan, Edebiyatımızda Dergiler, Bağlam Yayınları, İstanbul,1997, ss.19-20. 6 Şevket Süreyya Aydemir, “Başyazı”, Kadro, S.1,Ankara,1932,s.9. 9 yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması tarihte apayrı bir çağın açılmasına işaretti. Atatürk sadece Türkler için değil; bütün mazlum milletler için emperyalizm karşısında bir umut kaynağıydı. O, harp sahası dışında milletlere düşmanlık beslemezdi. Atatürk’ün bu yepyeni dünya görüşü, insanlık anlayışı, içimizdeki boşluğu doldurup bizi büyük bir heyecan ve şevkle sardı. Ve işte Kadro mecmuası yalnız Türkler’in değil; bütün milli kurtuluş hareketlerinin sembolü olan Kemalizm’ in ideolojik fikir sistemi halinde tedvini 7 denemesiydi.‖ Bu ifadeden de anlaĢılacağı üzere Kadro dergisi Atatürk inkılaplarına ideolojik ve düĢünsel bir çerçeve yaratmayı amaç edinmiĢtir. Dergiyi çıkaran ekibin içinde yer alan ġevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör ve Burhan Asaf Belge hayatlarının önceki kısımlarında Marksist düĢünceyle anılmıĢlardır. Kadro dergisi ise Atatürk inkılaplarına fikrî ve iktisadî bir çerçeve oluĢturma amacı taĢıyan bir dergi olmuĢtur. Dergi Türk inkılabını anti-emperyalist bir zaferin meyvesi olarak görmüĢ ve onun nevi Ģahsına münhasır karakteriyle dünyadaki mazlum milletlere örnek teĢkil edebileceğini savunmuĢtur. Dergi 1932-1935 yılları arasında toplam otuz altı sayı çıkmıĢ ve bu sürede çeĢitli tartıĢmalara neden olmuĢtur. Devrin tek parti iktidarı olan CHP içinde bazı idareciler derginin yayın politikasından hoĢnut olmamıĢlardır. Nihayet derginin imtiyaz sahibi Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Arnavutluk‟a elçi olarak tayin edilmiĢ ve bu olaydan sonra dergi yayın hayatına son vermiĢtir. Kadro dergisi düĢünsel ve siyasî anlamda tartıĢmalı bir yayın organı olarak Türk basın tarihindeki yerini almıĢtır. Cumhuriyet Türkiye‟sinin ve Türk edebiyatı tarihinin son derece önemli kültürel ve edebi yayın organlarından biri olan Varlık dergisi 15 Temmuz 1933 tarihinde YaĢar Nabi Nayır tarafından Ankara‟ da yayımlanmaya baĢlamıĢtır. Ġlk sayıdaki “Varlık Niçin Çıkıyor” adlı yazıda derginin çıkıĢ amacı Ģöyle açıklanmıĢtır: ―Memlekette bir tek hakîki sanat mecmuası yok. İnkılâbın her sahada varlıklar yaratmak işine girişmiş olduğu bir devirde acısı hissedilen bu boşluğu doldurmak, duyulan 8 bir ihtiyaca cevap vermek gayesiyledir ki Varlık çıkıyor.‖ Varlık dergisi ilk yıllarında Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba, Sait Faik Abasıyanık, Mahmut Makal, Behçet Necatigil, Ahmet Muhip Dıranas gibi yazar ve Ģairlere sayfalarında yer vermiĢtir. Ġlk çıktığı yıllardan 1950‟li yıllara kadar Garip akımı çizgisindeki Ģiire destek verir bir görünümde olan Varlık dergisi genel itibariyle de mistik ve geleneksel bir anlayıĢa sahip 7 Vedat Nedim Tör, Yıllar Böyle Geçti, 2.b.,Yapı Kredi Yayınları, Yayınları, İstanbul, 2010, s.122. 8 İmzasız, “Varlık Niçin Çıkıyor”, http://www.varlik.com.tr/varlikNeIcinCikiyor.aspx, (05 Temmuz 2015). 10 Dergâh- Hisar- Türk Edebiyatı dergilerinden farklı olarak kozmopolit ve toplumcu edebiyata yakın durur. Her ay, o aya mahsus bir dosya konusu seçen dergi günümüzde de yeni yazar ve Ģairlere de sayfalarında yer vermeye devam etmektedir. Edebiyat tarihine mal olmuĢ eserlerden ziyade güncel edebiyata ve geleneksellikten ziyade felsefî olana ağırlık veren Varlık yayın hayatına baĢladığı günden bu yana dilde sadeleĢmenin ve sade Türkçenin 9 savunucularından ve uygulayıcılarından biri olmuĢtur. Cevdet Kudret Solok‟a göre Varlık “yeni Türk edebiyatını” yaratan dergidir. Cemal Süreya ise özellikle 1940-1956 arasında Türk sanat ve edebiyatının geliĢimini izlemek isteyenlerin Varlık‟ın o dönemdeki sayılarını okumak zorunda oldukları görüĢündedir. Ġlk yıllarında on beĢ günde bir yayımlanan dergi bugün aylık olarak yayın hayatını sürdürmekte ve Türk edebiyatının en uzun ömürlü dergisi olma vasfına sahip 10 bulunmaktadır. Cumhuriyet devri Türk edebiyatının en uzun süre hayatta kalmıĢ dergilerinden biri olan Çığır bir gençlik, fikir ve sanat dergisidir. 1933-1948 yılları arasında yayımlanan bu dergi aylık olarak çıkmıĢ ve toplam yüz doksan üç sayı yayımlanmıĢtır. Derginin yayın yönetmeni Hıfzı Oğuz Bekata‟dır. Ġlk sayısının kapağında Benito Mussolini‟nin ―Faşist rahat hayatı inkâr eder.‖ sözünü özdeyiĢ gibi sunan derginin ilk dönemlerinde Hüseyin Namık, Peyami Safa ve Necip Asım gibi yazarların ve düĢünürlerin fikrî ağırlığı vardır. Sonralarıysa Çığır dergisi ağırlıklı olarak tek parti iktidarının prensiplerini ve Cumhuriyet Halk Partisi‟nin altı okla sembolize edilen ilkelerini benimsemiĢtir. Dergide yazı ve Ģiirleri çıkmıĢ bazı yazar ve Ģairler Ģunlardır: Falih Rıfkı Atay, Hüseyin Nâmık Orkun, Halit Ziya UĢaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hasan Âli Yücel, Halit Fahri Ozansoy, Behçet Kemal Çağlar, Nahit Sırrı Örik, Enis Behiç Koryürek, Ahmet HaĢim, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Muhip Dıranas, Hüseyin Cahit Yalçın, Fazıl Ahmet Aykaç, Ahmet Kutsi Tecer, Munis 11 Faik Ozansoy, Rıfat Ilgaz, Mehmet Kaplan, Orhan ġaik Gökyay, Ümit YaĢar Oğuzcan… Cumhuriyet döneminde yayımlanan önemli edebiyat dergilerinden bir diğeri Ülkü dergisidir. Bu dergiye ismini Mustafa Kemal Atatürk vermiĢtir. Ülkü, Halkevleri kurumu genel merkezinin yayın organı olarak on altı yıl boyunca aksamadan çıkmıĢtır. ġubat 1933‟ten Aralık 1949‟a kadar toplam iki yüz yetmiĢ sayı yayımlanmıĢtır. Dergi sadece bir edebiyat 9 Varlık Dergisi, S.1291,İstanbul, 2015, s.2. 10 Yaşar Nabi Nayır, Türk kültürüne yaptığı hizmetlerden dolayı 1979 yılında Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü‟ne lâyık görülmüştür. 11 Günyol, a.g.e.,34. 11 dergisi değildir. Derginin kültürel ve sanatsal misyonunun yanı sıra Cumhuriyet ilkelerinin geniĢ halk kitlelerine benimsetilmesi gibi bir amacı da vardır. Ülkü dergisi, var oluĢ felsefesini ve yayımlanma gerekçesini ilk sayısında Ģu ifadelerle açıklamıĢtır: Ülkü karanlık devirleri arkada bırakarak şerefli ve aydınlık bir istikbale giden yeni neslin heyecanını beslemek, cemiyetin kanındaki inkılap unsurlarını ısıtmak(…). Ülkü bu büyük yola katılanlar arasında kafa birliği ve gönül birliği ve hareket birliği yapmak için (…). Ülkü, milli dile, milli sanatlara ve kültüre hizmet için… Ülkü bütün bu gayelere hizmet 12 yolunda çalışan Halkevlerinin ruhundaki harareti yazı vasıtalarıyla yaymak için çıkıyor. Bu ifadelerden de anlaĢılacağı üzere Ülkü mecmuası Cumhuriyet inkılaplarını yaymak ve halka benimsetmek gayeleriyle çıkmıĢ ve yayın hayatını sürdürmüĢtür. 1941 yılına kadar edebiyattan çok tarih, ekonomi, toplumbilim alanlarına yer veren dergi yüz ikinci sayısından sonra Ahmet Kutsi Tecer‟in yönetimine geçmiĢ ve bundan sonra edebî mahiyeti ağırlık kazanan bir dergi durumuna gelmiĢtir. “Yeni Seri” diye adlandırılan bu ikinci aĢama yayının ilk sayısında Ahmet Kutsi Tecer “Okuyucularımıza” baĢlığı altında dergi adına özetle Ģunları söylemiĢtir: ―Ulusal yaşam dıştan içe ve içten dışa doğru, tıpkı bir uzviyette olduğu gibi, birtakım hareketlerin tamamıdır. Dış dediğimiz okumuşların aktardığı değerler, iç dediğimiz halkın benimsediği sakladığı değelerdir. Ulusal yaşamın sağlığı için bedendeki kan gibi bu değerlerin dönüp dolaşmasını düzenlemek şarttır. Bu işte birtakım tutukluklar, aksaklıklar olabilir. Bunlar çözülmesi gereken sorunlardır. Dergimizin amacı, aynı amaçla kurulmuş olan Halkevleriyle birlikte, bu sorunlar çevresinde bütün halkı, işçiyi ve uzmanı, köylüyü ve 13 okumuşu, iç ve dışı birleştirmektir. Son söz şu: Ülkü bir milli kültür dergisidir‖ 1941-1945 yılları arasında Ahmet Kutsi Tecer‟in yönetiminde kalan Ülkü bu devirde folklor ve halk edebiyatına daha çok yer vermiĢtir. Ülkü dergisinde yer alan bazı Ģairler ve yazarlar Ģunlardır: Ahmet Kutsi Tecer, Pertev Naili Boratav, Cahit Sıtkı Tarancı, Suut Kemal Yetkin, YaĢar Nabi Nayır, Celal Sahir Erozan, Behçet Kemal Çağlar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ceyhun Atıf Kansu, ÂĢık Veysel. Atatürk ilke ve inkılapları çizgisinde yayın yapan bir diğer dergi olan Yücel dergisi 1935-1956 yılları arasında yayımlanmıĢ aylık bir edebiyat ve kültür dergisidir. Muhtar Fehmi Enata ve Dr.Kemalettin Birsen tarafından yönetilen―Yücel‖ dergisinin üç dönemi vardır. 12 Ülkü Niçin Çıkıyor, Ülkü Mecmuası, C.1., S.1,ss.1-2‟den aktaran Çilem Tercüman, “Ülkü Mecmuası”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C.4,S.7, İstanbul,2006, s.563. 13 Ahmet Kutsi Tecer,”Okuyucularımıza”, Ülkü Dergisi, S.102,Ankara, 1941,s.1. 12 Dergi ġubat 1935-Kasım 1948 arasında yüz kırk beĢ; 1950 yılının Ocak ve Ağustos ayları arasında sekiz; Kasım 1955-Aralık 1956 arasında da on sayı olmak üzere toplam yüz altmıĢ üç sayı çıkmıĢtır. Yücel dergisi, ilk sayısındaki önsözünde çıkıĢ gayesini Ģöyle açıklamıĢtır: ―Bugün ilk sayısını sunduğumuz Yücel, gençlik, kültür ve bilgi cönküdür. Amacı gençlik için çalışmak ve gençliğin yücelmesinde bir varlık olmaktır. Bu amaca erişmek için bu devrimi başaran büyük önderin çizdiği devrim prensiplerinden ayrılmayacağız. Büyükleri ve 14 bilgilerini sayacağız.‖ Dergi bu dünya görüĢü çerçevesinde ağırlıklı olarak gençliği hedef kitle olarak benimsemiĢtir. Dergide Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Sıtkı Tarancı, Celal Sılay, Necati Cumalı, Mehmet BaĢaran, Sabahattin Kudret Aksal, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Haldun Taner, Cevdet Kudret Solok, YaĢar Nabi Nayır, Sabahattin Ali, Halit Ziya UĢaklıgil, Samet Ağaoğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi yazarlar yer almıĢtır. Çınaraltı 1941-1948 yılları arasında Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç tarafından çıkarılan milliyetçi bir sanat-edebiyat ve kültür dergisidir. Dergiye, “Çınaraltı” ismi Ziya Gökalp‟ın Diyarbakır‟da çıkardığı Küçük Mecmua‟nın ilk sayısında yazdığı ve Türk kültürü ve medeniyetini ana hatlarıyla incelediği bir yazı olan “Çınaraltı” dan esinlenerek ve kültür milliyetçiliğine atıfta bulunmak için verilmiĢtir. Çınaraltı‟nda eserleri yayımlanan çekirdek kadro genel olarak aynı dünya görüĢüne sahiptir. Çınaraltı dergisi edebî zihniyet olarak Garip akımına karĢıdır. Genel itibariyle edebiyatta ve Ģiirde estetikten ve sanatkâranelikten yanadır. Dergi kendisini ―Haftalık Türkçü fikir ve sanat mecmuası‖ olarak tanımlar. Dergi birçok sayısında Ziya Gökalp‟ın yazılarından alıntılar yapmıĢ Atatürk, Namık Kemal, Ömer Seyfettin, Ġstanbul‟un Fethi ve Ahmet HaĢim 15 gibi özel sayılar çıkarmıĢtır. Derginin Ģair ve yazar kadrosu bir hayli zengindir. Halit Fahri Ozansoy, Fazıl Ahmet Aykaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halide Nusret Zorlutuna, Peyami Safa, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun, Hüseyin Nihal Atsız ve Enver Behnan ġapolyo dergide yazısı veya Ģiiri yayımlanan önemli isimlerden bazılarıdır. Haftalık olarak çıkan dergi zamanla genç Ģairler ve yazarlar için bir edebiyat akademisi ve prestij kaynağı konumuna gelmiĢtir. Toplam yüz altmıĢ bir sayı çıkmıĢtır. 14 Mehmet Can Doğan, “Yücel Dergisinin Fikrî ve Edebî Tahlili”, Gazi Türkiyat Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, S.3, Ankara,2008, s.98. 15 Necati Tonga, Çınaraltı Dergisi Etrafında Oluşan Edebî Muhit, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2004,s.33. 13 Büyük Doğu Necip Fazıl Kısakürek‟in çıkardığı bir dergidir. Türk fikir hayatında çok önemli bir yeri olan Büyük Doğu’ nun ilk sayısı 1943 tarihinde çıkmıĢtır. Ġslam birliği düĢüncesinin en önemli yayın organlarından biri olan Büyük Doğu ilk otuz sayısında haftalık olarak yayımlanmıĢtır. Dergi siyasî ve edebî nitelikli bir dergidir. Dergi, kapağında kendisini ―Cumaları çıkar haftalık siyasi-edebi mecmua‖ diye tanıtmıĢtır. Ġlk sayılarında Sait Faik Abasıyanık, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ġlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Sıtkı Tarancı gibi isimlere sayfalarında yer veren Büyük Doğu, Mayıs 1944‟ten sonra daha çok bir siyasî yayına dönüĢmüĢ ve tamamen Ġslâmi bir havaya bürünmüĢtür. Necip Fazıl Kısakürek dergiyi çeĢitli aralıklarla 1978 yılına kadar yayımlamıĢ ve bu dergideki yayınlarından ötürü defalarca kovuĢturmaya uğramıĢtır. Büyük Doğu 1 Eylül 1943‟ten baĢlayarak otuz beĢ yıl süreyle ve zaman zaman kapatılarak ve her defasında birinci sayıdan baĢlamak üzere yeniden çıkarılmıĢtır. Haftalık, 16 aylık, günlük olarak toplam beĢ yüz on iki sayı çıkmıĢtır. Seçilmiş Hikâyeler Selim ġangil yönetiminde Ekim 1947‟de Ankara‟da aylık olarak çıkmaya baĢlamıĢ bir edebiyat dergisidir. 1947-1953 arasında sadece öykü yayımlayan Seçilmiş Hikâyeler bu seneden sonra Ģiir, deneme ve sinema eleĢtirisi gibi türlere de yer vermeye baĢlamıĢtır. 1940 kuĢağı öykü yazarları için bir çeĢit atölye olan dergide Orhan Kemal, Nezihe Meriç, Sait Faik Abasıyanık, Memduh ġevket Esendal ve Melih Cevdet Anday gibi yazarların öyküleri yayımlanmıĢtır. Dergi altmıĢ altıncı sayısına ulaĢtığı 1957 yılından sonra ismini “Dost‖ olarak değiĢtirmiĢ ve 1973 yılına kadar da bu isimle yayın hayatını sürdürmüĢtür. Güncel olaylara değinmesiyle selefi Seçilmiş Hikâyeler‟den ayrılan Dost’ta Attila Ġlhan, Can 17 Yücel, Aziz Nesin, Ġlhan Berk, Hasan Ġzzettin Dinamo gibi yazarlar yer almıĢtır. Kaynak dergisi 1 Ocak 1948‟de Ankara‟da Avni Dökmeci yönetiminde çıkmaya baĢlamıĢ bir sanat ve edebiyat dergisidir. Sadece Ģiir ve Ģiir meselelerine yer veren dergi, 1950 kuĢağı Ģairlere sayfalarında yer vermiĢtir. Kaynak dergisi ilk sayısında çıkıĢ gayesini ve kendisini Ģu Ģekilde tanımlamıĢtır: ―Kemalist dünya çapında her fikre saygı gösterir, fikirlerimize saygı gösterilmesini bekleriz. Kemalizmi, ister şahıs ismi olarak alalım ister kelimenin mânâsı bakımından değerlendirelim, yolumuzun ışığı addediyoruz: Bizi aydınlatacak olan Atatürk ve 18 olgunluktur.‖ 16 Ayşe Nevin Yıldız, “Türk Modernleşmesi ve Bir Muhalif Basın Organı Olarak Büyük Doğu Dergisi”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, S.13, İstanbul, 2002, www.journals.istanbul.edu.tr, (01 Ekim 2015), s.582. 17 Doğan, a.g.e., ss.40-41. 18 Doğan, a.g.e., s.42. 14 Kaynak dergisi kısa zamanda pekçok Ģairin bir araya geldiği bir dergi olmuĢ, Türk Ģiiri kadar dünya Ģiirine de yer vermiĢtir. Yirmi beĢinci sayısından sonraysa Ģiir dıĢı türlere de sayfalarında yer vermeye baĢlamıĢtır. 1955 yılında yüz on üçüncü sayısında kapanan Kaynak dergisi Türk edebiyatının en önemli ve ses getiren dergilerinden birisi olmuĢtur. Dergide yer alan bazı Ģairler Ģunlardır: Melih Cevdet Anday, Attila Ġlhan, Özdemir Asaf, Edip Cansever, Cahit Külebi, Ümit YaĢar Oğuzcan, Cahit Sıtkı Tarancı, Berin TaĢan, Arif Hikmet Par, Ayhan Hünalp, Kamuran 19 ġipal. Hisar dergisi Mehmet Çınarlı, Gültekin Sâmanoğlu, Ġlhan Geçer ve Nevzat Yalçın tarafından kurulan ve ilk sayısı 16 Mart 1950 tarihinde çıkan bir edebiyat dergisidir. 1950- 1957 arasında çıktıktan sonra yedi yıllık bir ara vererek 1964 yılında tekrar yayımlanmaya baĢlamıĢ ve 1980 yılına kadar yayımlanmıĢtır. Hisar,1940‟lı yıllarda özellikle Garip anlayıĢı yüzünden Türk edebiyatının gelenekle zayıflayan bağlarını yeniden güçlendirmek, yazdıklarını sanat ve edebiyatseverlere ulaĢtırmak, edebiyat ortamına seviye getirmek, “kökü mazide olan ati” çizgisinde eserler 20 vermek, sosyalist sanat anlayıĢına karĢı bir sanat oluĢturmak gibi amaçlarla çıkmıĢtır. Hisar, yeniyi ve yeniliği Batı‟da, özellikle Fransa‟da ortaya çıkan birtakım Ģekil ve dünya görüĢlerinin taklidinde (zaman zaman da olduğu gibi aktarılmasında) arayan tutumlara 21 karĢıdır. “Kendine dönüĢ” ve “özünü arayıĢ” ifade eden Ģiirlerden yanadır. ġubat 1960 tarih ve otuz sekiz sayılı Hisar dergisinde yayımlanan bir yazıda Hisarcılar‟ın görüĢleri Ģöyle özetlenmiĢtir: Sanatçı bağımsız olmalıdır. Çünkü bir doktrine angaje olmak sanata ihanettir. Milli olmayan sanatın sınırlarımızı aşacağı düşünülemez. Her edebiyatın milli şekilleri ve görüşleri vardır. Yenilik bunların geliştirilmesidir. Sanatçının dili yaşayan dildir. Çünkü sanatçı diliyle vardır ve halka onunla seslenir. Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati bu hakikati hiç umursamadıkları için, üstün şair ve yazarlarına rağmen hiç yokmuş gibi unutuldular. Dergi yayın hayatı boyunca pek çok yazarı bünyesinde toplamıĢtır. Bu yazarlar genel olarak aynı fikirlere sahiptirler. Sanatın bir ideolojinin propaganda aracı olarak kullanılmasına karĢıdırlar. Sanatta batılılaĢmaya tamamen karĢı çıkmamakla birlikte geleneklerin reddine de karĢıdırlar. Dilin ifade gücünü sınırlandırdığı düĢüncesiyle öztürkçe akımına karĢıdırlar. 19 Doğan, a.g.e., ss.42-43. 20 Öztürk Emiroğlu,, “Kaynağını Gelenekten Alan Hisarcılar”, Turkish Studies Dergisi, C.4/1-2,İstanbul, 2009, http://www.turkishstudies.net/Makaleler, (01.10. 2015), s.1309. 21 Kabaklı,a.g.e.,,s.296. 15 Gelenekle bağların sürdürülmesinden yanadırlar. Dergi toplam iki yüz yirmi yedi sayı çıkmıĢtır. Bu dergide yazan yazarlara ve Ģairlere edebiyatımızda “Hisarcılar” denmektedir. Hisar Ģairlerinden ön planda olanları Ģunlardır: Munis Faik Ozansoy, Selâhattin Batu, Mehmet Çınarlı, Bekir Sıtkı Erdoğan, Yavuz Bülent Bâkiler, Mustafa Necati Karaer. Türk edebiyatının en uzun ömürlü dergilerinden biri olan Yeditepe 1 Nisan 1950 22 tarihinde Hüsamettin Bozok‟un yönetiminde yayın hayatına baĢlamıĢtır. On beĢ günlük olarak yayımlanmaya baĢlanan Yeditepe, Hüsamettin Bozok tarafından yüz yetmiĢ ikinci sayısında aylık bir dergiye dönüĢtürülmüĢtür. Dergi çevresinde Yeditepe ġiir Armağanı ve Yeditepe Yayınları kurulmuĢtur. 1974 yılında dört yüz sekizinci sayısında yayımlanmaya ara 23 veren dergi Aralık 1975- Haziran 1984 arasında yeniden yayımlanmıĢtır . Dergi 1984 yılında dört yüz elli dördüncü sayısını yayımladıktan sonra kapanmıĢtır. Yeditepe, dergisi yayın hayatı boyunca yerli ve yabancı Ģairlere ait Ģiirler, yerli ve yabancı yazarlara ait hikâyeler, edebiyat, müzik, resim, heykel, sinema, tiyatro konulu yazılar, güncel sanat olaylarına dair haberler, eser tahlilleri v.b.yazılar yayımlamıĢtır. Dergi, ikinci yeni Ģairlerine sayfalarını sıklıkla açmıĢtır. Yayın hayatı boyunca Yeditepe‟de eser yayımlamıĢ bazı Ģairler ve yazarlar Ģunlardır: Sait Faik Abasıyanık, Oktay Akbal, Samim Kocagöz, Edip Cansever, Ġlhan Berk, Cemal Süreya, Attila Ġlhan, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Salah Birsel, Can Yücel. Pazar Postası 4 ġubat 1951 tarihinde Cemil Sait Barlas tarafından çıkarılan bir siyasî- edebî dergidir. Haftalık olarak çıkmıĢtır. 1956 yılına kadar siyasî yönü ağır basan dergi Muzaffer Erdost‟ un yazı iĢleri müdürü olmasıyla sanat-edebiyat sayfalarını çoğaltmaya baĢlamıĢtır. Pazar Postası dergisinin Türk edebiyatındaki önemi Ġkinci Yeni Ģiirine beĢiklik etmesinden kaynaklanır. Ġlhan Berk, Cemal Süreya ve Turgut Uyar gibi isimlerin Ģiirlerini yayımlayan dergide bir yandan da Ģiirin anlamı, anlamsızlığı üzerine yeni tartıĢmalar yapılmıĢ ve dergide yeni bir Ģiirsel oluĢumun emareleri görülmüĢtür. Derginin yazı iĢleri müdürü Muzaffer Erdost “Ġkinci Yeni” tabirini kullanan ilk kiĢidir.24 Yayın hayatı boyunca Pazar Postası dergisinde eserleri çıkmıĢ bazı Ģairler ve yazarlar Ģunlardır: 22 Satı Yücel, Yeditepe Dergisi Etrafında Gelişen Edebî Faaliyetler, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006, s. 34. 23 Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 15.b.,Varlık Yayınları, İstanbul, 1993, s.82. 24 Doğan, a.g.e., ss.53-54. 16 Nurullah Ataç, Aziz Nesin, Ceyhun Atuf Kansu, Can Yücel, Fethi Naci, Ġlhan Berk, Tarık Dursun K., Metin Eloğlu, Bilge Karasu, Özdemir Ġnce, Ülkü Tamer, Edip Cansever, Cemal Süreya, Attilâ Ġlhan, Hüseyin Cöntürk, Ece Ayhan. Türk Dili, Türk Dil Kurumu tarafından ilk olarak 1951 Ekim ayında yayımlanmaya baĢlamıĢ bir fikir, dil ve edebiyat dergisidir. Dergi ilk sayısındaki “BaĢlarken” adlı yazıda kendisini Ģu Ģekilde tanımlamıĢtır: "Dilimizi dil üzerinde tartışmaların, çekişmelerin değil, yazarlarımızın kurup geliştireceğini biliyoruz. Bugünkü Türkçe ile neyi söyleyebiliyor, neyi söyleyemiyoruz? Ele alınacak asıl konu budur. Bunu bize bildirecek olan günümüzün edebiyatı, yazılarıdır. Bu dergi bunun için, bugünün Türkçesini, daha doğrusu Türkçelerini göstermek için çıkıyor. Bir çığırın, bir görüşün dergisi değil, Türkçeyi sevenlerin, Türkçe için çalışmak isteyenlerin dergisidir. Bu dergiyi Türk Dil Kurumu çıkarıyor, ama yalnız kendi görüşünü yaymak, kendi yaptıklarını bildirmek, kendi fikirlerini savunmak değil, yarının Türkçesini kurmaya çalışanları biraraya toplamak, hepsine de kendi düşüncelerini, dileklerini bildirmek imkânını sağlamak için çıkıyor. Yarınki dil yalnız sizin diliniz, yalnız bizim dilimiz olmayacak, hepimizin dili olacaktır. Bu dergi Türkçeyi seven, Türkçeye inanan, Türkçe için çalışmak 25 isteyen bütün yazarlarımıza açıktır.‖ Bu ifadelerden de anlaĢılabileceği Türk Dili bir “Türkçe” dergisidir. Öncelikli gayesi Türkçenin genel, geçmiĢ ve güncel meselelerine odaklanmak ve Türkçe üzerine fikir üretmektir. Türk Dili dergisini ilk iki yüz elli sayı boyunca Agâh Sırrı Levent yönetmiĢtir. Derginin piyasa satıĢı ve abone sayısı toplamı 1970‟lerin ortalarında on iki binlere kadar ulaĢmıĢtır. Derginin yayın hayatı 19 Ekim 1983 tarihinde Türk Dil Kurumu‟nun kapatılmasıyla son bulmuĢ, dergi daha sonra yeniden yayımlanmaya baĢlamıĢtır. Dergide Türkçe üstüne yazılan yazılar ağırlıktadır. Ancak dergi edebiyat ürünlerine de sayfalarında yer verir. Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanması derginin yayın hayatının uzun sürmesinde etkili olmuĢtur. Türk Dili Kurumu‟nun çalıĢmaları dergi aracılığıyla geniĢ kitlelere ulaĢtırılır. Dergide yayın tarihi boyunca dil üstüne yazıları çıkan yazarların bazıları Ģunlardır: Nurullah Ataç, Falih Rıfkı Atay, Ömer Asım Aksoy, Ġsmail Hakkı Baltacıoğlu, Enver Naci GökĢen. Dergide Ģiirleri yayımlanan Ģairlerden bazıları ise Ģunlardır: 25 İmzasız, “Başlarken”, Türk Dili Dergisi, S.1, Ankara, 1951, s.1. 17 Salâh Birsel, Özdemir Âsaf, Sezai Karakoç, Câhit Külebi, Behçet Necatigil, Ali Püsküllüoğlu, Câhit Zarifoğlu, Behçet Kemal Çağlar, Edip Cansever, Fazıl Hüsnü Dağlarca. Türk Dili dergisi Haziran 2016 itibarıyla iki yüz yetmiĢ dördüncü sayısına ulaĢmıĢtır ve yayın hayatına devam etmektedir. Orhan Burian‟la Vedat Günyol‟un birlikte kurdukları Ufuklar ilk sayısı ġubat 1952‟de çıkan aylık bir sanat ve düĢünce dergisidir. Bu dergi, Orhan Burian‟ın ani ölümü üzerine 1953 Eylül ayında Vedat Günyol yönetiminde Yeni Ufuklar adıyla yayımlanmaya baĢlamıĢtır. Ġlk sayısında doğru, güzel ve iyi için yazıp konuĢacağını söyleyen dergi, Kasım 1976‟ya dek toplam iki yüz yetmiĢ beĢ sayı çıkmıĢ ve Türk edebiyatının uzun ömürlü dergilerinden biri olmuĢtur. Demokrat Parti iktidarını baskıcı ve bağnaz bir iktidar olarak gören dergi bu idareye karĢı yazılar yayımlamıĢtır. Daha çok toplumcu ve sol görüĢlü yazarların yer aldığı bir dergi olan Yeni Ufuklar‟da Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Samim Kocagöz, Fethi Naci, DemirtaĢ Ceyhun, Atalay 26 Yörükoğlu, Oğuz Arıkanlı gibi yazarlar yer almıĢtır. Yeni Dergi, Ġstanbul'da, Ekim 1964-Mayıs 1975 arasında yayımlanan aylık sanat ve edebiyat dergisidir. Derginin yayın yönetmeni Mehmet Fuat‟tır. Ġlk sayılarında çeviri eserlere ve yurtdıĢı edebiyatlarına ağırlık veren dergi 1967 yılından sonra Türk edebiyatına ağırlık vermeye ve sayfalarının çoğunu Türk yazarlarına ayırmaya baĢlamıĢtır. Dergide, Ģiir, öykü gibi türlerin dıĢında, sinema, tiyatro ve resim eleĢtirileri de yayımlanmıĢtır. Dergi yazarlar ve Ģairler arasında ideolojik ayrım gözetmemeye çalıĢan bir dergidir ve yayımlandığı süre içinde sayfalarını çeĢitli düĢünce ve sanat zümrelerinden pek çok isme 27 açmıĢtır. Yeni Dergi birçok genç yazarın edebiyat dünyasına adım attığı mecra olmuĢtur. Türk Düşüncesi dergisi Aralık 1953‟ten Nisan 1960‟a kadar yayımlanmıĢ bir edebiyat, sanat ve fikir dergisidir. Derginin yöneticisi, kurucusu ve baĢyazarı Peyami Safa‟dır. Dergi toplam altmıĢ üç sayı çıkmıĢtır. Ġlk kez yayımlanmaya baĢladığı dönemde dergiyi finansal olarak Prof. Dr.Kazım Ġsmail desteklemiĢtir. Peyami Safa : 28 ―Türk Düşüncesi 19.asrın Marksist veya pozitivist ilim görüşünün düşmanıdır‖. Türk Düşüncesi ne maddeci ne de klasik mânâsı ile ruhçudur. Realite daima iki taraflıdır. Türk Düşüncesi bir sentez aramıyor. Realitenin kendisinde saklı olan gerçeği göstermek 26 Doğan, a.g.e.,s.62-63. 27 Doğan, a.g.e., ss.80-83. 28 Peyami Safa, “Davamızın Yankıları”, Türk Düşüncesi, C.1, S.6, İstanbul, 1954, s.406. 18 istiyor‖ diyerek Türk Düşüncesi dergisinin ruhçuluk ve maddecilik arasında bir senteze inandığını ortaya koymuĢtur. Türk Düşüncesi, yayımlandığı sürece düĢünsel anlamda Doğu-Batı, madde-mânâ, geçmiĢ-gelecek ikilikleri üzerine Batılı standartlarda görüĢler ortaya koyma gayreti içinde olmuĢtur. Türk Düşüncesi’ nde Peyami Safa‟dan baĢka hemen her sayıda yazısı çıkan ünlü kalemler arasında Hilmi Ziya Ülken, Mustafa ġekip Tunç, Ġsmail Hakkı Baltacıoğlu, Ġsmail Hüsrev Tökin, Mesut Cemil, Abdullah Cevdet, ReĢat Ekrem Koçu, Behçet Kemal Çağlar, Elif 29 Naci gibi isimler yer almıĢtır. Diriliş, Sezai Karakoç yönetiminde çıkan bir siyaset, düĢünce ve edebiyat dergisidir. Ġlk olarak 1960‟ta iki sayı çıkıp kapanan dergi Mart 1966‟dan itibaren yeniden çıkmaya baĢlamıĢtır. Kısa aralıklarla da olsa 1980‟e kadar aylık olarak yüz yirmi sekiz sayı yayımlanmıĢtır. 1988 yılında tekrar yayın hayatına atılan Diriliş, 1992 yılına kadar bu defa 30 haftalık olarak yüz otuz üç sayı daha çıkmıĢtır. Diriliş, Batı emperyalizminden ve komünizm tehlikesinden korunmak için 3.Dünya ülkelerinin bir diriliĢe ihtiyaç duyduğunu, Türkiye için ise bu diriliĢin Ġslamiyet‟le olabileceğini savunmuĢtur. Diriliş dergisi edebiyat dergisinden ziyade bir siyaset ve fikir dergisidir. Ancak edebiyat da derginin ayrılmaz bir parçası olmuĢtur. Din ve demokrasi, Ġslam‟ın diriliĢi, Ġslam‟da barıĢ fikri, Ġslam‟da ekonomi gibi konular dergide sık sık iĢlenmiĢtir. Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Ġsmet Özel, Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt gibi Ģair ve yazarlar dergide Ģiir ve öyküleriyle sürekli yer alan isimlerdir. Ayrıca Rainer Maria Rilke, William Faulkner, Karl Jaspers, Lawrence Durell, T.S. Eliot, Heinrich Böll gibi yabancı yazarların çeviri yazı ve Ģiirlerine de dergide sıkça rastlamak mümkündür. 1972 yılı Ocak ayında ilk sayısı çıkan ve günümüzde de yayın hayatına devam eden Türk Edebiyatı, önemli edebiyat dergilerinden biridir. Türk Edebiyatı dergisi ilk sayısında kendisini Ģu satırlarla tanıtmıĢtır: ―Bu dergide ilk iş: Türk edebiyatını en uzak mazisi, uzak ve yakın geçmişi ve bugünü ile yekpare bir bütün halinde düşündüğümüzü söylemeliyiz. Yeni’yi yapabilmek veya yapabileceklere ışık tutmak için geçmişe sık sık döneceğiz. Çünkü içinde yaşadığımız sanat ve kültür buhranının, mazideki unsur ve eserleri yeniden değerlendirmek gücünü göstermemiş olmamızdan doğduğunu biliyoruz. (…) Türk Edebiyatı, memlekete dönecektir; ay çiçeğinin 29 Murat Güvenir, “Peyami Safa Üzerine”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.44/1-2, Ankara, 1989, s.256. 30 Doğan, a.g.e., s.89. 19 gıda ve hayat alabilmek için güneşe dönmesi gibi… Dilde ―Yaşayan Türkçe‖yi esas tutacağız. Bütün dünyada şaheserler yaşayan dil ile verilmiştir. Bizde bu hususun ölümsüz belgeleri Yunus Emre’nin, Yahya Kemal’in şiirleri ile Ömer Seyfettin’in hikâyeleridir. Uydurmacılıki 31 Türkçenin inkârı demektir. İnkâr ise yıkıcılıktır. Türk Edebiyatı dergisini çıkaran ve 2001‟deki ölümüne kadar yöneten Ahmet Kabaklı‟dır. Aylık olarak yayımlanan dergi, tarihî derinliği olan ve genel itibariyle gelenekçi bir edebiyat anlayıĢına sahiptir. Fikir, dil, edebiyat yazıları, Ģiir, hikâye gibi edebî türlerin yanı sıra Türk ülkelerinde ortak bir Türkçe oluĢturulmasını amaç edinen yayınlar yapan Türk Edebiyatı dergisi bugün de yayın hayatını sürdürmektedir. Tarihî seyri içinde Türk Edebiyatı dergisinde yer almıĢ yazar ve Ģairlerden bazıları Ģunlardır: Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Erol Güngör, Ahmet Kabaklı, Ġnci Enginün, Tahsin Banguoğlu, Yavuz Bülent Bakiler, Ġsa Kocakaplan, Sevinç Çokum, Emine IĢınsu, Nazan Bekiroğlu, Tahir Kutsi Makal, Mustafa Kutlu, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya, Bekir Sıtkı Erdoğan, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bahtiyar Vahapzade. Adam Sanat, Memet Fuat yönetiminde Aralık 1985‟te çıkmaya baĢlamıĢ bir edebiyat dergisidir. Dergi aylık olarak yayımlanmıĢtır. Dergide sanatın tüm dallarına yer verilse de sayfalar ağırlıklı olarak Ģiir ve eleĢtiriye ayrılmıĢtır. Adam Sanat, daha önce Yeni Dergi ve Yazko Edebiyat adıyla iki edebiyat dergisi çıkaran Memet Fuat‟ın üçüncü edebiyat dergisidir. Fethi Naci ―Eleştiri Günlüğü‖ adlı yazılarıyla Adam Sanat‟ın ilk sayılarının tamamında yer almıĢtır. Enis Batur, Orhan Barlas, Ali Taygun gibi isimlerle serüvenine baĢlayan Adam Sanat‟ın yazar kadrosuna ilerleyen sayılarda Semih GümüĢ, Tahsin Yücel, Timur Selçuk gibi isimler de katılmıĢtır. Derginin çeĢitli sayılarında Ģiirleri yayımlanan Ģairlerden bazıları da Ģunlardır: Can Yücel, Ġlhan Berk, Sunay Akın, Murathan Mungan, Refik DurbaĢ, Mehmet YaĢın, 32 Salah Birsel, Tarık Günersel. Adam Sanat 1985‟te baĢladığı yayın hayatını Türk edebiyatının uzun ömürlü dergilerinden biri olma vasfını kazanmıĢ olarak 2005 yılında sonlandırmıĢtır. Hece, 15 Ocak 1997'de Ankara'da yayın hayatına baĢlamıĢ aylık bir edebiyat dergisidir. Dergi, adını hece kelimesinin Yunus Emre'nin "BaĢları ucunda hece taĢları/Ne söylerler ne bir haber verirler" dizelerindeki kullanımıyla, hecenin birliktelik ve iĢlevsellik hususiyetinden esinlenerek almıĢtır. 31 Kabaklı, a.g.e.,s.297. 32 Doğan, a.g.e., s.146. 20 Yirmi beĢinci sayısına kadar her ayın on beĢinde yayımlanan Hece, bu sayısından sonra her ayın birinde çıkmaya baĢlamıĢtır. Dergide her ay yeni Ģiirler, öyküler, denemeler, eleĢtiriler, incelemeler, söyleĢiler ve yeni kitap tanıtımları yayımlanmaktadır. Dergi, yayın hayatı boyunca pek çok özel edebiyat dosyası yayımlamıĢtır. Ayrıca yayımladığı özel sayılarla Türk edebiyatında öykü ve Ģiir gibi türlerin mazisini ve dökümünü çıkarmaya gayret 33 etmiĢtir. Hece dergisi bugün de yayın hayatını sürdürmektedir. AĢağıda Cumhuriyet döneminde yayımlanmıĢ ve yukarıda zikredilen dergiler dıĢında kalan edebiyat dergilerini gösteren bir liste verilmiĢtir. Bu liste ilgili yıllarda yayımlanan edebiyat dergilerinin tamamını göstermemekte, yerel ve bölgesel dergilere yer vermemektedir: Meşale: Temmuz 1928-Eylül 1928, 8 Sayı, Yayıncısı: Yusuf Ziya Ortaç Ağaç: Mart 1936-Temmuz 1936, 17 sayı, Yayıncısı: Necip Fazıl Kısakürek Aydabir: 1935-1936,15 sayı,1952-1955,36 sayı, Aylık, Yayıncıları: Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç Tercüme Mecmuası: 1940-1966,87 Sayı, Yayıncısı: Milli Eğitim Bakanlığı Yeni Türk Mecmuası: 1932-1943, 125 Sayı, Yayıncısı: Ġstanbul Halkevi Kültür Haftası: Ocak 1936 – Haziran 1936, 21 Sayı, Yayıncısı: Peyami Safa Fikirler: 1947 -1950, 36 Sayı, Yayıncısı: Vedide Baha Pars Kovan: 1943-1946, 34 Sayı, Yayıncısı: Besim Akımsar Sanat ve Edebiyat Gazetesi: 1947, 50 Sayı, Yayıncısı: Selahattin Batu Şadırvan: Nisan 1949 –Kasım 1949, 35 Sayı, Yayıncısı: Behçet Kemal Çağlar Yaprak: Ocak 1949 - Haziran 1950, 28 Sayı, Yayıncısı: Orhan Veli Kanık Yurt ve Dünya: 1941 - 1944, 42 Sayı, Yayıncısı: Pertev Naili Boratav İstanbul: 1943-1949, 75 Sayı, Yayıncısı: NeĢet Halil Atay Orhun: 1952, 66 Sayı, Yayıncısı: Hüseyin Nihal Atsız Şairler Yaprağı: 1954-1957, 34 Sayı, Yayıncısı: Nedret Gürcan Yenilik: 1952-1957, 62 Sayı, Yayıncısı: Nim Tirali İstanbul: 1953-1957, 37 Sayı, Yayıncısı: Turgut Atasoy Yelken, 1957-1980, 239 Sayı, Yayıncıları: Mübeccel Ġzmirli, Rüknettin Resuloğlu, ġükran Kurdakul, Tahir Kutsi Makal Sesimiz: 1969-1981, 142 Sayı, Yayıncıları: Hasibe Ayten, Remzi Gültekin Soyut: 1965-1977, 107 Sayı, Yayıncıları: Halil Ġbrahim Bahar, Bülent Dalyancı, Mehmet Gürel 33 İmzasız, “Hakkımızda”, http://hece.com.tr/hakkimizda/, (30.06.2015). 21 May: 1967-1970, 31 Sayı, Yayıncısı: Mehmet Ali Yalçın Eylem: 1964 -1966, 34 Sayı, Yayıncısı: ġükran Kurdakul Kitap Belleten: 1960-1965, 43 Sayı, Yayıncısı: Arslan Kaynardağ Papirus: 1960-1970, 51 Sayı, Yayıncısı: Cemal Süreya Türkçe: 1960-1964, 43 Sayı, Yayıncısı: Fazıl Hüsnü Dağlarca Yordam: 1966-1969,21 Sayı, Yayıncısı: Hüseyin Cöntürk Türk Kültürü: 1969 ġubat‟tan sonra Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü yayını Türkiye Defteri: 1971-1975, 20 Sayı, Yayıncısı: Naci Çelik Yansıma: 1972-1975, 45 sayı, Yayıncısı: Tekin Sönmez Oluşum:1974-1984,128 Sayı, Yayıncısı: Farünnisa KadıbeĢegil Mavera: 1976-1987,164 Sayı, Yayıncıları: Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu Birikim: 1975-1980,61 Sayı, Yayıncısı: Murat Belge 34 Bilim ve Sanat: 1981-1989, 97 Sayı, Yayıncısı: Varlık Özmenek 34 Günyol, a.g.e.,ss.7-81., Doğan, a.g.e.,ss.9-222. 22 2.BÖLÜM 1947-1952 YILLARI ARASINDA YAYIMLANAN AĠLE DERGĠSĠ 2.1.Aile Dergisinin Ġki Önemli Yayıncısı: Vedat Nedim Tör ve ġevket Rado 2.1.1. Vedat Nedim Tör (Ġstanbul,1897-Ġstanbul,1985) 1897 yılında Ġstanbul‟da doğan yazar ve yayıncı Vedat Nedim Tör, Harbiye Nezareti baĢkâtiplerinden Nedim Bey‟in oğludur. Galatasaray Sultanisi‟ni bitirdikten(1916) sonra öğrenim için Berlin‟e gitmiĢ, 1921 yılında iktisat doktoru olmuĢtur. Vedat Nedim Tör, yurda dönüĢünden sonra Aydınlık dergisi çevresinde oluĢan sol hareket içinde yer almıĢtır. 1927 yılındaysa Türkiye Komünist Partisi yöneticisi olmakla suçlanarak dört ay hapse mahkûm edilmiĢtir. 1929-1933 yılları arasında Ticaret Bakanlığı‟na bağlı Milli Ġktisat ve Tasarruf Cemiyeti merkez müdürlüğü görevinde bulunan Vedat Nedim Tör, 1932 yılında çıkan Kadro dergisinden baĢlayarak 1977 yılındaki emekliliğine kadar Türkiye‟nin son derece önemli 35 yayınlarını yönetmiĢ ve yayıncılık anlamında önemli iĢlere imza atmıĢtır. Vedat Nedim Tör‟ün yayıncılık hayatı göz önüne alındığında öne çıkarılması gerekenler Ģunlardır: Kadro dergisi yazı iĢleri müdürlüğü, La Turquie Kemaliste dergisi yayıncılığı, Ankara Radyosu müdürlüğü, Doğan Kardeş dergisi yayıncılığı ve Yapı Kredi Bankası kültür ve sanat iĢleri müĢavirliği. Vedat Nedim Tör‟ün yazarlık ve yayıncılık hayatının en önemli dergilerinden biri Kadro dergisidir. Vedat Nedim Tör, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Burhan Asaf Belge, ġevket Süreyya Aydemir ve Ġsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları 36 arasındadır. 1932-1935 yılları arasında toplam otuz altı sayı yayımlanan ve kendisini aylık fikir mecmuası olarak tanıtan bu dergi 1935 yılında siyasî nedenlerden dolayı kapanmak zorunda kalmıĢtır. Vedat Nedim Tör‟ün yayımcılık kariyerinin ve Türk basın ve yayıncılık hayatının son derece önemli dergilerinden biri de La Turquie Kémaliste dergisidir. 1933 yılında Dâhiliye Vekâleti‟ne bağlı Matbuat Umum Müdürlüğü‟ne genel müdür olarak atanan Vedat Nedim, bu göreve baĢlamasının ardından devrin Dâhiliye Vekili ġükrü Kaya‟ya Atatürk Türkiye‟sini dünyaya tanıtacak bir dergi çıkarma teklifinde bulunur. Tör‟ün bu teklifinin kabul görmesiyle 35 Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Editör: Murat Yalçın, Yapı Kredi Yayınları, C.2,3.b., İstanbul, 2010, s.1034. 36 İhsan Işık, Yazarlar Sözlüğü,,Risale Yayınları, İstanbul, 1990, s.428. 23 birlikte Fransızca La Turquie Kémaliste adı verilen bu dergi devrin Ģartlarına göre bir hayli yüksek kaliteli bir baskıyla ve görsel malzemeyle çıkmaya baĢlar. Fransızca olarak yayımlanan ve içinde sınırlı sayıda olmak kaydıyla Almanca ve Ġngilizce yazılar da bulunan La Turquie Kémaliste dergisi Vedat Nedim Tör, Matbuat Umum Müdürlüğü‟ndeki görevinden 1937 yılında ayrıldıktan sonra da yayın hayatına devam etmiĢtir ve eski gücünü kaybetmekle birlikte ve gitgide uzayan aralıklarla 1949 yılına kadar toplam 37 kırk dokuz sayı çıkmıĢtır. Vedat Nedim Tör, Matbuat Genel Müdürlüğü görevi sırasında La Turquie Kémaliste dergisi dıĢında Türkiye‟yi ve Türkiye Cumhuriyeti‟ni dünyaya tanıtmak amacıyla pek çok yayının ortaya çıkmasına öncülük etmiĢtir. Tör bu amaçla geniĢ bir yayın faaliyetine giriĢmiĢtir. Tör‟ün bu kapsamda yayımladığı dergi ve albümlerden bazıları Ģunlardır: Anthologie des Ecrivains Turcs, La Turquie Contemporaine, L’Instruction Publique en Turquie Républicaine, La Turquie en voie, d’Industrialisation, La Guerre de l’Independance, Turquie, LaTurquie en Chiffres, La Ferme modele d’Orman, L’art Turc, 38 Politique des Chemins de fer en Turquie Républicaine, Fotoğraflarla Türkiye Albümü. Vedat Nedim Tör, matbuat genel müdürlüğü görevinden ayrıldıktan sonra önce Ġktisat Vekâleti‟ne bağlı Turizm Müdürlüğü‟ne müdür olarak atanmıĢtır. Ardından da Ankara 39 Radyosu müdürlüğüne atanmıĢtır. Ankara Radyosu‟ndaki görevinden 1943 yılında ayrılan Vedat Nedim Tör kısa bir süre Ankara Elektrik ġirketi müdür muavini olmuĢtur. Vedat Nedim Tör‟ün yayıncılık hayatındaki önemli aĢamalardan biri Ģüphesiz 1945 yılında Yapı Kredi Bankası‟nın kültür ve sanat müĢaviri olmasıdır. Bankanın kurucusu olan iĢ 37 Dergi yaptığı yayınlar ve yayımladığı fotoğraflar yoluyla Atatürk inkılaplarının ülke ve ülke halkı üzerindeki pozitif etkilerini dünyaya göstermeyi amaçlamış ve Batı kamuoyunda, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti‟nin hızla gelişen çağdaş bir ülke olduğu algısını yaratmayı amaç edinmiştir. Bu derginin yayın politikasında çok önemli yeri olan Türkiye fotoğraflarını Avusturyalı fotoğrafçı Othmar Pferchy çekmiştir. Vedat Nedim Tör, La Turquie Kémaliste dergisinin yayımlanmaya başladığı 1933 yılından Kadro dergisinin kapandığı 1935 yılına kadar iki derginin yayın faaliyetini bir arada yürütmüştür. 38 Tör, a.g.e., ss.32-33. 39 Vedat Nedim Tör, Ankara Radyosu‟nda Türk müziğinin son derece önemli isimleriyle birlikte çalışmıştır. Ankara Radyosu‟nun bu yıllarda müzik yayınları şefi Tanbûrî Cemil Bey‟in oğlu Mesut Cemil‟dir. Ayrıca Batı müziği sanatçıları, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses gibi besteciler de radyo için konçerto, opera ve köçekçe formunda eserler bestelemişlerdir. Muzaffer Sarısözen ise bu radyoda “Yurttan Sesler” adlı bir halk müziği programı yapmıştır. Tör, Ankara Radyosu müdürlüğü yaparken benimsediği çalışma prensiplerini Yıllar Böyle Geçti adlı otobiyografik kitabında şöyle sıralar: 1- Radyoda Türkçe‟nin gerek telaffuz gerekse de inşad bakımından en güzel örneklerini vermek. 2- Ukalalık etmeden ve halkı sıkmadan halka yararlı bilgiler vermek. Halkın zevkini ve moralini bozmayan yayınlar yapmak. 3- Halkın sanat zevkini yükseltmek. 4- Müzik yayınlarında hem alaturkanın hem de alafranganın en kaliteli örneklerini vermek. 5- Çocuklar için eğlendirici, eğitici yayınlar yapmak. Radyo programlarında çocuklara istidatları çerçevesinde yer vermek. 6- İnsanların bireysel ve ailevi problemlerine telkin ve nasihatler yoluyla çözüm bulmaya çalışmak 24 40 adamı Kâzım TaĢkent , Tör‟ e bu görevi 1945 yılında teklif etmiĢtir. Teklifi kabul eden Vedat Nedim Tör, Yapı Kredi Bankası Kültür ve Sanat müĢavirliği görevini 1945-1970 yılları arasında yirmi beĢ yıl ve 1974-1977 yılları arasında da üç yıl olmak üzere iki dönem toplam yirmi sekiz yıl sürdürmüĢtür. Tör, Yapı Kredi‟deki kültür sanat müĢavirliği görevinde ilk iĢ olarak Kâzım TaĢkent‟in Ġsviçre‟deki bir dağ kazasında kaybolan oğlu Doğan TaĢkent‟in hatırasını yaĢatmak için bir çocuk dergisi ve çocuk kitapları yayımlamayı düĢünmüĢ ve bu düĢüncesini uygulamaya koymuĢtur. Tör, yazar Eflâtun Cem Güney, çevirmen Nihal Yalaza Taluy, karikatürist Cemal Nadir ve Ģair ġükrü Enis Regü gibi isimlerin de katkısıyla 1945 yılında 41 Doğan Kardeş dergisini yayımlamaya baĢlamıĢtır. Bu tezde incelenen Aile dergisinin on sekizinci sayısında Adile Ayda‟nın Çocuk Yayınları adlı bir makalesi yayımlanmıĢtır. Adile Ayda bu makalesinde Türkiye‟de çocuk yayınlarının durumundan ve özel olarak Doğan Kardeş dergisinin üstlendiği rolden 42 bahseder. Tör, 1970 yılında ayrıldığı Yapı ve Kredi Bankası kültür ve sanat müĢavirliği görevine 1974 yılında geri dönmüĢ ve bu ikinci döneminde Sanat Dünyamız adlı dergiyi yayımlamaya baĢlamıĢtır. Yine bu dönemde Yahya Kemal Beyatlı, Abdülhak ġinasi Hisar ve Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın yazdığı İstanbul adlı kitabı yeniden yayımlatmıĢ, sergiler ve yarıĢmalar düzenlemiĢtir. Vedat Nedim Tör‟ün Kadro, La Turquie Kemaliste, Doğan Kardeş, Aile, Sanat Dünyamız dergileri dıĢında çıkardığı dergiler arasında Yurdunu Tanı! Yurdunu Sev!, Hep Bu 40 1895‟te doğup 1991 yılında hayatını kaybeden Kâzım Taşkent Türk iş hayatının ve siyasetinin önemli şahsiyetlerinden biridir. Yapı ve Kɾedi Bankası‟nın kurucusu olan Kazım Taşkent aynı zamanda IX. Dönem Manisa milletvekilidir. Oğlu Doğan Taşkent‟i İsviçre‟de bir dağ kazasında kaybeden Kâzım Taşkent onun anısını yaşatmak için çocuk dergisi “Doğan Kardeş” i ve Doğan Kardeş Yayınları‟nı kurmuştur. 41 Vedat Nedim Tör yönetimindeki Doğan Kardeş, zamanla ulusal bir marka yayın ve çok popüler bir çocuk dergisi haline gelmiştir. Dergi, okullar arası resim ve şiir yarışmaları düzenlemiş; bu yarışmalara yurdun her tarafından binlerce çocuk katılmıştır. Dergi hedef kitlesi olan çocuklar bakımından çok işlevli bir dergidir. Bir yandan devrin algısına ve anlayışına göre çocukları eğitmeye; bir yandan da onların kişisel gelişimlerine katkıda bulunmaya çalışmıştır. İdil Biret, Suna Kan, Ayşegül Sarıca, Verda Erman, Gülay Uğurata, Hülya Saydam, Arın Karamürsel, Gönül Gökdoğan gibi virtüözler ilk konserlerini Doğan Kardeş dergisinin düzenlediği müsamerelerde vermişlerdir. Ayrıca Ferruh Doğan, Sezgin Burak, Altan Erbulak, İbrahim Ersaraç ve Güngör Kabakçıoğlu gibi karikatüristler de ilk karikatürlerini Doğan Kardeş dergisinde yayımlamışlardır. 42 Bu makalesinde çocukluğun zihinsel ve ruhsal anlamda en kırılgan ve dış etkilere en açık devir olduğunu belirten Ayda, dünyada ve Türkiye‟de çocuklara yönelik yapılan neşriyatın barbarlık, cinayet, hortlak ve haydut edebiyatıyla dolu olduğunu ve bunun çocuk dimağlar için son derece tahrip edici olduğunu savunur. Ayda‟ya göre Doğan Kardeş dergisinin farkı da burada ortaya çıkar. Çünkü Doğan Kardeş dergisi dünyadaki ve Türkiye‟deki çocuk neşriyatı eğilimlerinin aksine kötülük, şiddet ve korku içerikli bir yayın yapmamaktadır. Adile Ayda‟nın söz konusu makalede Doğan Kardeş dergisiyle ilgili ifade ettiği görüşler özetle şöyledir: Bunlardan ruh itibariyle tamamen ayrılan ve bambaşka bir gaye ile çıkan Doğan Kardeş‟te ilk defa olarak çekinmeden ve üzülmeden çocuklarımızın eline verebileceğimiz dergiyi bulduk. Doğan Kardeş‟te tarihi veya fenni bilgileri masal ve hikâye hâlinde sunan yazılara geniş yer ayrıldığı gibi çocuğun merakını ve alâkasını çeken birçok macera romanları, resimli tefrikalar, bilmeceler ve müsabakalar da vardır. Hepsinin ahlâki ve pedagojik esaslar bakımından titiz bir itina ile seçilmiş oldukları aşikâr bir surette sezilmektedir . 25 Topraktan, Türkiyemiz gibi dergiler vardır. Tör, makale ve fıkra türü yazılarını Cumhuriyet, Akşam, Ulus, Vatan ve Milliyet gibi gazetelerde yayımlamıĢtır. 1977 yılında Yapı Kredi Bankası‟ndaki görevinden emekli olarak ayrılan Vedat 43 Nedim Tör 1985 yılında hayatını kaybetmiĢtir. Vedat Nedim Tör‟ün yayımlanmıĢ eserleri Ģunlardır: Oyun: Dağ Başındaki Kız,(çeviri) İşsizler(1924), Fevkalasriler(1928), Hayvan Fikri 44 Yedi(1929),Kör(1935) ,Köksüzler (Varlık Dergisinde Tefrika 1937), Üç Kişi Arasında(1938), Değişen Adam(1941), İmralı’nın İnsanları (1942), Sanatkâr Aşkı(1945), Hep ve Hiç(1951), Siyah-Beyaz(1952), Aşağıdan Yukarı(1952), Sahte Kahramanlar(1975) Deneme: Dinimiz(1940), Kemalizmin Dramı(1980), Atatürk Olmasaydı(1982) Anı: Yıllar Böyle Geçti(1976) Roman: Resim Öğretmeni (1943) 2.1.2.ġevket Rado (RadoviĢte/Üsküp/Makedonya,1913- Ġstanbul,1988) Aile dergisinin sekreteri konumundaki ġevket Rado Türk basın ve edebiyat tarihinin önemli Ģahsiyetlerinden biridir. Kevser Hanım‟la Hıfzı Bey‟in oğlu; Selânik mebusu RadoviĢteli Mustafa Bey‟in torunu olan ġevket Rado 1913‟te Makedonya RadoviĢ‟te doğmuĢ, 45 doğduğu yerden hareketle de soyadı kanunu çıktıktan sonra Rado soyadını almıĢtır. Balkan SavaĢı‟nın patlaması üzerine henüz dokuz aylıkken ailesiyle birlikte Ġstanbul‟a göç eden ġevket Rado, sırasıyla Vefa orta mektebini, Pertevniyal Lisesi‟ni ve Ankara Hukuk Fakültesi‟ni bitirmiĢtir. Gazetecilik ve yayıncılık hayatına da eğitim yıllarında gazete musahhihliği yaparak baĢlamıĢtır. 1940‟lı yıllardan itibaren çeĢitli sanat, edebiyat ve aktüalite dergilerinin yayıncı kadrosunda yer almaya baĢlayan ve uzun yıllar Akşam gazetesinde çalıĢan Rado, lise yıllarında Fransızca hocası Nurullah Ataç‟ın teĢvikiyle edebiyata yönelmiĢ ve 1931-1932 yıllarında ġevket Hıfzı adıyla Milli Mecmua, Muhit ve Varlık dergilerinde Ģiirler yayımlamıĢtır. ġevket Rado‟nun Ģiirlerinde karamsarlık, yalnızlık ve hüzün havası vardır. Nesirlerinde ise daha çok okuyucularının hayat kalitesini yükseltme ve hayatlarını güzelleĢtirme gayesi görülür. 43 Yalçın, a.g.e., s.1035. 44 Kör adlı piyes 1950‟de Paris‟te; 1952‟de de Almanya‟da sahnelenmiştir. Vedat Nedim Tör‟ün Kör adlı oyunu Fransızlar tarafından L’Ombre et la Lumiére olarak adlandırılmıştır ve bu piyes Paris‟te oynanan ilk Türk piyesidir. 45 Şevket Rado‟nun soyadı kanunundan önce kullandığı isim Şevket Hıfzı‟dır. Soyadı kanunu çıktıktan ve Rado soyadını aldıktan sonra da arkadaşları onun bu ismini kullanmaya devam etmiştir. 26 Rado, Ankara Hukuk Fakültesi‟ni bitirince Ġstanbul‟a dönmüĢ ve 1939 yılında Akşam gazetesinde fıkra yazarlığına baĢlamıĢtır. Rado‟nun Akşam gazetesindeki fıkra yazarlığı yirmi beĢ yıl sürmüĢtür. Ġstanbul Radyosu‟nda “Aile Sohbetleri” adlı bir program yapan ġevket Rado bir yandan da çeĢitli liselerde sosyoloji ve edebiyat öğretmenliği yapmıĢtır. ġevket Rado, 1945 yılında Yapı ve Kredi Bankası‟nın basın yayın iĢlerini yürütmeye baĢlar ve Doğan KardeĢ matbaalarının kurulmasında yer alır. Vedat Nedim Tör‟le de yolları burada kesiĢir. ġevket Rado, Vedat Nedim Tör‟le birlikte, Doğan Kardeş ve bu tezde incelenen Aile dergilerini yayımlar. ġevket Rado 1956 yılında magazin ağırlıklı Hayat dergisini çıkarmaya baĢlar. Hayat dergisi içinde magazin, gezi, edebiyat gibi çeĢitli unsurları barındıran bir dergi olarak yayın hayatına baĢlamıĢ ve ilk sayısında yüz doksan üç bin adet satılmıĢtır. UlaĢılan bu satıĢ rakamı Türkiye‟de bir derginin o zamana kadar ulaĢtığı en yüksek satıĢ rakamıdır. Hayat, 1958-1968 yılları arasında ortalama 200 bin adetlik bir satıĢ rakamıyla yayın hayatını sürdürmüĢtür. Rado, bu derginin baĢarısı üzerine Hayat Tarih Mecmuası‟nı yayımlamaya baĢlamıĢtır. ġubat 1965‟ten Aralık 1982‟ye kadar yayımlanan bu dergi Nisan 1978‟den itibaren Hayat Tarih ve Edebiyat adıyla yayımlanmıĢtır. ġevket Rado‟nun mecmua, ansiklopedi ve sözlük türünde yaptığı yayınlar baskı kalitesiyle de dikkat çeken yayınlardır. ġevket Rado bunlara ilaveten 1975 yılında Türkiyemiz adlı bir derginin genel yayın yönetmenliğini üstlenmiĢ, ömrünün son yıllarında ise Tercüman gazetesinde Pazar günleri sohbet yazıları yazmıĢtır. ġevket Rado, yayıncılık ve yazarlık hayatı boyunca geniĢ kitlelere ulaĢmayı baĢarmıĢtır. Yayımladığı dergilerin yüksek tirajlarına bakarak bu kanıya ulaĢmak mümkündür. ġevket Rado yayıncılığı ve yazarlığı dıĢında geleneksel sanat eserlerine düĢkünlüğüyle de tanınan bir kiĢidir. Yazarlık hayatı boyunca hat sanatı ve hattatlık üzerine çeĢitli makaleler yazmıĢtır ve yaĢamı boyunca Cumhuriyet tarihinin en seçkin hat koleksiyonlarından birini oluĢturmuĢtur. Bu koleksiyonun önemli bir kısmı Rado‟nun ölümünden sonra Sakıp Sabancı 46 Müzesi tarafından satın alınmıĢtır. 1983 yılında Türk Dil Kurumu bilim kuruluna seçilen, basın Ģeref kartı sahibi olan ve Türk basınındaki elli yıllık hizmetinden dolayı 1987 yılında Burhan Felek ödülüne layık görülen ġevket Rado 9 Nisan 1988‟de vefat etmiĢ ve Zincirlikuyu Mezarlığı‟nda toprağa verilmiĢtir. ġevket Rado‟nun eserleri Ģunlardır: 46 Yalçın,a.g.e.,s.864. 27 ġiir: Şiirler/Kördüğüm(1970) Yeniden Yazım: Kerem Ġle Aslı (1972) Sohbet: Eşref Saat(1956), Ümit Dünyası(1957), Hayat Böyledir(1962), Aile Sohbetleri(1967), Saadet Yolu(1981), İnsan Severse Yaşar(1981), Sözün Gelişi(2003) Gezi: Bursa(Vedat Nedim Tör‟le Birlikte,1948), Amerikan Masalı(1950), 50.Yılında Sovyet Rusya(1968), Milliyetçi Çin Ne Âlemde?(1969) Derleme, Biyografi: Yunus Emre(1972),Türk Şairlerinden Seçmeler(1972), Karacaoğlan (1974), Kerem ile Aslı(1972), Türk Hattatları(1984) Ġnceleme-Biyografi: Sultan Cem’in Başına Gelenler: Vakıat-ı Sultan Cem(1969), Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Seyahatnamesi (1970), Bostancıbaşı Defteri(1972), Harp İçinde Elçilik: İzzet Paşa’nın Hatıralarından (1976) 2.2.Aile Dergisi Hakkında Genel Bilgiler Aile dergisi 1947-1952 yılları arasında yayımlanmıĢtır. Mevsimlik olarak çıkan derginin ilk sayısı Ġlkbahar 1947‟de; son sayısı ise KıĢ 1952‟de çıkmıĢtır. 1948, 1949, 1950 ve 1951 yıllarında dörder sayı çıkan dergi yayımlanmaya baĢladığı 1947 yılında üç sayı, yayın hayatına son verdiği 1952 yılında ise bir sayı çıkmıĢtır. Derginin künyesinde imtiyaz sahibi birinci sayıdan on altıncı sayıya kadar Vedat Nedim Tör olarak gösterilmiĢtir. On altıncı sayıdan itibarense derginin künyesinde imtiyaz sahibi olarak Kâzım TaĢkent gösterilmiĢtir. Derginin yazı iĢleri müdürü Vedat Nedim Tör‟ dür. Dergi yönetimindeki ikinci isimse Tör‟ün yakın arkadaĢı ġevket Rado‟dur. ġevket Rado derginin künyesinde sekreter olarak tanıtılmıĢtır. Aile dergisi 19,5 X 13,9 ebadında yayımlanan bir dergidir. Dergi ilk sekiz sayısında altmıĢ dört sayfa olarak yayımlanmıĢtır. Dokuzuncu sayıdan on ikinci sayıya kadar toplam dört sayı seksen sekiz sayfa; on üçüncü sayıdan yirminci sayıya kadar toplam on sayı da doksan altı sayfa olarak yayımlanmıĢtır. Ġlk on iki sayının kapağında herhangi bir resim veya fotoğraf bulunmazken on üçüncü sayıdan yirminci sayıya kadar derginin kapağı siyah beyaz resim veya fotoğraflarla süslenmiĢtir. Bu fotoğraflar ya bebek fotoğraflarıdır ya da devrin meĢhur kadın sinema artistlerinin fotoğraflarıdır. Ayrıca derginin ilk on iki sayısında kapak kısmında dergide yer alan Ģair ve yazarların listesi verilmezken on üçüncü sayıdan itibaren Ģair ve yazarların isimleri de kapakta listelenmeye baĢlamıĢtır. 28 Derginin piyasaya çıkması ve yayın hayatını devam ettirmesi 1944 yılında Kâzım TaĢkent tarafından kurulan Yapı ve Kredi Bankası‟yla doğrudan iliĢkilidir. Banka, dergiyi finansal olarak desteklemiĢtir. Derginin ilk sayısındaki tanıtım yazısında Yapı ve Kredi Bankası‟nın ikramiyeli aile cüzdanına sahip olanlara derginin armağan olarak verileceği söylenmiĢ ve bu cüzdana sahip olanların ilgili bankanın Ģubelerinden dergiyi edinebilecekleri vurgulanmıĢtır. Derginin serbest piyasa satıĢı da vardır. Ancak ilk sayıdaki tanıtım yazısında serbest piyasa satıĢının sınırlı sayıda olduğu belirtilmiĢtir. Dergi en geniĢ anlamıyla kendisini bir “ev dergisi” olarak tanımlar ve kapağına da ismini Aile: Ev Dergisi Ģeklinde yazar. Dergi ana çerçevesiyle bir edebiyat ve aile dergisidir. Telif yazılar, çeviri yazılar, yabancı dergilerden yapılan alıntılar, edebî metinler, hikâye, kısa hikâye, anı hikâye, tercüme hikâye, hatıra, fıkra, manzum fıkra ve Ģiirlerden oluĢur. Derginin ilk sayfasındaki yazılar daima ya Vedat Nedim Tör‟e ya da ġevket Rado‟ya aittir. Dergi ilk sayısında çıkıĢ amacını Ģu Ģekilde açıklar: ―Yaşama sanatının acemisi olduğumuz için çabuk ihtiyarlıyor, çabuk verimsizleşiyoruz. Yaşama sanatının en büyük sırlarından biri, dinlenmesini bilmektir. Dinlenmenin en iyi yollarından biri de okumaktır. İşte Aile dergisi, dinlenme ihtiyacını en zevkli ve en faydalı bir tarzda doyurmak için çıkıyor. Aile’de en tanınmış imzaların hikâyelerini, şiirlerini, yazılarını bulacaksınız. Aile’de yaşama bilginizi artıracak, sizi oyalayıp eğlendirecek yazılara ve oyunlara geniş yer verilecektir. Aile, zevkinizi yükselterek 47 sinirlerinizi rahatlandıracak ve yaşama şevkinizi canlandıracaktır.‖ Derginin yazı iĢleri müdürü ve kurucusu Vedat Nedim Tör ise derginin kuruluĢ amacını ve derginin yayımlanma sürecini Yıllar Böyle Geçti adlı otobiyografik kitabında Ģöyle açıklar: ― Yapı ve Kredi Bankasının kültür ve sanat işleri çerçevesi içinde bir de Aile adlı bir dergi yayınladık. Bu dergi aile topluluğunun sanat, kültür, eğitim, sağlık, ev ekonomisi, eğlence gibi ihtiyaçlarına kaliteli düzeyde yanıt verecek olmak amacıyla hazırlandı. Her sayısında en gözde yazarlarımızın hiç basılmamış eserlerini yayınlardık. Mesela Yahya Kemal’in, ―Sessiz Gemi‖, ―Hayal Şehir‖, ―Endülüs’te Raks‖, ―Derin Beste‖ gibi en ölümsüz 48 şiirlerini elinden koparıncaya kadar ne çektiğimi ben bilirim! ‖ 47 İmzasız, “Aile‟yi Kurarken”, Aile Dergisi, S.1, İstanbul, 1947,s.1. 48 Tör,a.g.e., ss.85-86. 29 Görsel olarak Aile illüstrasyonlardan, kara kalem resimlerden ve fotoğraflardan sıkça faydalanmıĢtır. Dergide Ģahıs fotoğrafları kullanılmaz. ġahıslar fotoğraf yerine illüstrasyon çizimler kanalıyla dergide yer alır. Bununla birlikte dergide bolca Ģehir fotoğrafı vardır. Ġstanbul ve Bursa Ģehirlerine ait fotoğraflar derginin çeĢitli sayılarında kullanılmıĢtır. Pek çoğu bu Ģehirlerin tarihi yapılarını veya eski mahallelerini gösteren bu fotoğrafların dergide yayımlanan yazılarla içerik bakımından bir ilgisi yoktur. Derginin her sayısında Fethi KarakaĢ‟ın Ġstanbul gravürleri vardır. Sonraki yıllarda Türkiye‟nin ünlü ressamlarından birisi haline gelen Fethi KarakaĢ‟ın Aile dergisinde pek çok Ġstanbul gravürü yayımlanmıĢtır. Ayrıca dergide çoğunluğu yabancı yayınlardan alıntılanan tamamı apolitik olan ve yine çoğunluğu sosyal mahiyet taĢıyan karikatürler yayımlanır. Bu karikatürlerdeki mizah ölçülü bir mizahtır. 49 Dergide karikatürleri yayımlanan isimlerden biri Selma Emiroğlu‟dur . Selma Emiroğlu‟nun Aile‟deki karikatür sayısı çok fazla değildir. Aile dergisine katkı veren bir diğer çizer-karikatürist ise Ratip Tahir Burak‟tır. Ratip Tahir Aile‟de çeĢitli yazar ve sanatçıların karikatürlerini ve illüstrasyonlarını yapmıĢtır. Dergi sayfalarının önemli bir kısmını da reklamlara ayırmıĢtır. Doğan KardeĢ Matbaası‟nın yayımladığı kitapların reklamı dergide sık sık yer alır. Ayrıca hedef kitle olarak aileleri seçmiĢ bu dergide bu hedef kitle profiline uygun bir Ģekilde çamaĢır makinesi, elektrik süpürgesi, dil kursu reklamları gibi reklamlar sürekli yer alır. Ayrıca ilaç reklamları da dergide çok sık yer alır. Aile dergisi mahiyeti ve misyonu itibariyle hedef kitle olarak Türk ailelerini seçmiĢtir. Dergi kendi varoluĢunu yukarıda da değindiğimiz gibi “dinlenmek için okumak, dinlenme ihtiyacını en zevkli ve en faydalı bir tarzda doyurmak, yaşama bilgisini artırmak, yaşama şevkini canlandırmak ve insanların zevkini yükselterek sinirlerini rahatlatmak‖ gibi gayelere dayandırır. Ġçinde edebiyat da barındıran bir ev dergisi olan bu dergi tabiatıyla bir yüksek zümre dergisi değildir. Derginin her sayısında ilk yazılar daima ya Vedat Nedim Tör‟e ya da ġevket Rado‟ya aittir. Türk edebiyatının büyük olarak kabul edilen Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Sait Faik Abasıyanık gibi isimlerinin eserleri de derginin ilk sayfalarından yayımlanır. 49 1927 yılında doğan ve 2011 yılında hayatını kaybeden Selma Emiroğlu ilk Türk kadın karikatürcüsüdür. Karikatür hayatına Cemal Nadir‟in “Amcabey” dergisinde başlamış ve Vedat Nedim Tör‟ün yayımladığı Doğan Kardeş dergisinde de karikatür dizileri yayımlayarak kariyerini perçinlemiştir. Doğan Kardeş dergisi yayımlanmaya başlayınca evvela Cemal Nadir‟den bu dergiyi resimlemesi istenmiş fakat Cemal Nadir derginin yöneticilerine o devirde çok genç bir karikatürist olan Selma Emiroğlu‟nu önermiş ve bu öneri kabul görmüştür. Vedat Nedim Tör‟ün Selma Emiroğlu ile tanışıklığı Doğan Kardeş dergisine dayanır 30 Dergideki yazılarda halkın anlamakta zorlanacağı Arapça-Farsça, Fransızca ve diğer yabancı dil kökenli kelime ve ibareler nadiren kullanılır. Dergide imzası olan hemen hemen bütün yazar ve Ģairler okuyucular tarafından anlaĢılabilecek bir dil kullanmayı tercih ederler. Dergide geniĢ halk kitlelerinin dil açısından anlamakta zorlanacağı tek Ģiir Yahya Kemal Beyatlı‟nın “Derin Beste” adlı gazelidir. Derginin Türkçesi bu Ģiir hariç halkın kolaylıkla anlayabileceği bir Türkçedir. 31 3.BÖLÜM AĠLE DERGĠSĠNDEKĠ HĠKÂYELER Aile dergisinin edebî tarafını oluĢturan en önemli unsurlardan biri Ģüphesiz dergide yayımlanan telif ve tercüme hikâyelerdir. Dergi her sayısında hikâye yayımlamıĢtır.Bazı sayılarda ise birden fazla hikâye yayımlamıĢtır. Dergide, Refik Halit Karay, Halide Edip Adıvar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık, Ercüment Ekrem Talû, Nahit Sırrı Örik, F.Celâlettin(Fahri Celâl Göktulga), Muhtar Körükçü, ġinasi Tamer ve Oktay Akbal gibi yazarların telif hikâyeleri yayımlanmıĢtır. Hermann Hesse, Hans Franck, Karoly Kisfaludi, S.Cramaussel, Peter Flemington, William Wymark Jacobs, Mihail ZoĢçenko, Somerset Maugham, Ting Ling, William Saroyan ve Arnaldo Fraccaroli gibi dünya edebiyatının çeĢitli yazarlarının da dergide tercüme hikâyeleri yayımlanmıĢtır. 3.1. Telif Hikâyeler Aile dergisinde yayımlanan telif hikâyeleri temaları bakımından “bireysel konuları iĢleyen hikâyeler” ve “sosyal konuları iĢleyen hikâyeler” olarak ikiye ayırmak mümkündür. 3.1.1.Bireysel Konuları ĠĢleyen Telif Hikâyeler Aile dergisindeki bireysel konuları iĢleyen hikâyeler, temaları bakımından “gündelik hayat içinde insan temalı hikâyeler”, “mazi hasretiyle ilgili hikâyeler”, ve “aĢk temalı hikâyeler” Ģeklinde sınıflandırılabilir. 3.1.1.1.Gündelik Hayat Ġçinde Ġnsan Aile dergisinde yayımlanan bazı telif hikâyeler tematik bakımdan “gündelik hayat içinde insan” baĢlığı altında toplanabilir. Tematik bakımdan bu baĢlık altında toplanması gereken telif hikâyeler Ģunlardır: Sait Faik Abasıyanık‟ın derginin dördüncü sayısında yayımlanan “Bulamayan” ve derginin sekizinci sayısında yayımlanan “Bilmem Neden Böyle Yapıyorum” adlı hikâyeleri, 32 Ercüment Ekrem Talû‟nun derginin yedinci sayısında yayımlanan “Dertli Bir Adam” adlı hikâyesi, Nahit Sırrı Örik‟in derginin altıncı sayısında yayımlanan “Bir Emekli” ve derginin onuncu sayısında yayımlanan “Kaybettiğim Kediye Dair” adlı hikâyeleri ve Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın derginin üçüncü sayısında yayımlanan “Bir Tren Yolculuğu”, derginin on altıncı sayısında yayımlanan “Yaz Gecesi” ve derginin yirminci sayısında yayımlanan “Rüyalar” adlı hikâyeleri. Bu tip hikâyeler mevzularını hayatın olağan akıĢından ve Ģehirleri dolduran kalabalıklar içinde sıklıkla tesadüf edilebilecek insanlardan alır. Yazarlar, hikâyelerinde iĢledikleri insanları idealize etme kaygısı gütmezler ve onları ahlâkî, ideolojik veya felsefi bir inancın sözcüsü yapma gayreti içinde olmazlar. Sıradan ve birbirine benzeyen günler içinde caddelerde, meydanlarda, trenlerde, vapurlarda kısacası topluca yaĢanan her yerde karĢımıza çıkabilecek insanlar bu hikâyelerin mevzusunu oluĢturur. Bu çerçevede değerlendirilmesi gereken ilk hikâye Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın (1901- 50 1962) Aile‟nin üçüncü sayısında yayımlanan “Bir Tren Yolculuğu” adlı hikâyesidir. “Bir Tren Yolculuğu” Anadolu‟da yapılan bir tren yolculuğunu ve bu yolculuk esnasında karĢılaĢılan insan manzaralarını ve yine bu yolculuk esnasında bir tiyatro oyuncusunun ölümü üzerine dinlenilen bir hikâyeyi anlatır. Hikâyenin anlatıcısı yağmurlu bir havada trenle Adana‟ya gitmektedir. Bu yolculuk esnasında Anadolu‟ya ve Anadolu‟da yaĢayan insanlara dair pek çok manzarayla karĢılaĢır. Hikâyenin giriĢ kısmında bir merkez yaratıcısının bakıĢ açısı ayna gibi 1947 öncesi Türkiye‟sinin sosyal gerçeklerine tutulmakta ve II. Dünya SavaĢı sonrasında endüstriyel devrimini gerçekleĢtirememiĢ, orta sınıfını oluĢturamamıĢ, sefâlet ve cehâlet içinde bulunan 51 bir toplumun bütün gerçekleri çarpıcı boyutlarıyla ortaya serilmektedir: “Eloğlu’ndan gelen küçük tren buraya bir yığın kalabalık bırakmıştı. Renkli mintanlı, beyaz bez donlu veya şalvarlı bir yığın köylü kimi ayakta, kimi saçak altlarına sığınmış, ellerinde birer tutam yufka, klarşı taraftan gelecek treni bekliyerek karınlarını doyuruyorlardı. İçli bulgur köftesi, haşlanmış yumurta, gözleme ile kaygana arasında siyah undan yapılmış tatlı satan, ―Su‖ diye bağıran satıcılar, trenin pencerelerinden eş dost arayan, yiyecek sepeti uzatan bir yığın halk daha vardı. Hepsi iç içe idiler. Üçüncü mevki vagonlar, kapılarına kadar dolu idi. Behemehâl gitmek isteyen yolcular pencerelerden içeriye 52 girmeğe çalışıyorlardı‖. 50 Ahmet Hamdi Tanpınar, Bir Tren Yolculuğu, Aile Dergisi, S.3, İstanbul, 1947, ss.3-11. 51 Sevim Kantarcıoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar: Yapıbozumcu ve Semiotik Yaklaşımlar Işığında Tanpınar Hikâyeleri, Akçağ Yayınları, Ankara,2004,s.130. 52 Tanpınar,a.g.e., s.3. 33 Bu arada trene gezgin bir tiyatro grubu da biner. Bu grupta bulunan yaĢlı bir aktör Zeynep adlı genç bir tiyatro oyuncusunun acıklı hikâyesini anlatır. Zeynep, üvey anne elinde büyümüĢ ve çok genç yaĢında, kunduracılık eden sevmediği bir adamla evlendirilmiĢtir. Çocukluğundan beri oyunculuk yetenekleri vardır ve tiyatro oyuncusu olmak istemektedir. Evlendikten sonra bir gün iki erkek arkadaĢıyla sinema oyuncusu olmak için Hollywood‟a kaçmaya teĢebbüs eder. Yolda polis tarafından yakalanır ve kocasına teslim edilir. Birlikte Hollywood‟a kaçmaya teĢebbüs edip polis tarafından yakalandığı erkek arkadaĢları açısından olay çabuk kapanır. Fakat Zeynep için baĢarısızlıkla sonuçlanan bu kaçma teĢebbüsü büyük sıkıntılara neden olur. Çevresinde hakkında çirkin dedikodular çıkar. Bu olay üzerine kocasıyla kavga eder, ondan büyük hakaretler iĢitir. Nihayet boĢanırlar. BoĢandıktan sonra bir karıĢanı kalmayan Zeynep oyuncu olmak için daha çok çabalamaya baĢlar. Bu arada ahlâk dıĢı bir hayatın içine girer. Derken bir tiyatro kumpanyasına dâhil olur ve bu kumpanyayla birlikte turnelere çıkmaya baĢlar. Anadolu‟yu Ģehir Ģehir, kasaba kasaba dolaĢırlar. Zeynep‟in Ģöhreti geniĢler. ġöhretinin altın çağına girmek üzereyken zengin bir adamdan evlilik teklifi alır. Bu teklifi kabul eder. Çünkü bu adam onu hem geçim kaygısından kalıcı bir Ģekilde kurtaracak hem de tiyatro oyunculuğu yapmasına karıĢmayacaktır. Fakat bu adamla evlenmek Zeynep‟e nasip olmaz. Nikâh iĢlemleri için evleneceği adamla ilçeye giderken araba kazası geçirip ölürler. Böylece çocukluğundan beri oyuncu olma ve kendisine iyi davranacak insanlar bulma hayaliyle yaĢayan Zeynep Ģöhretin ve evliliğin eĢiğindeyken hayatını kaybeder. Yazar bu hikâyede tren yolculuğunda karĢılaĢtığı insanları ikiye ayırır: trene binip inen halk ve bir tiyatro kumpanyası. Tiyatro kumpanyasını ve kumpanyanın ölen genç oyuncusunu anlatarak da yazar, ülkedeki tiyatro ve tiyatro oyunculuğunu sosyolojik, psikolojik ve insânî bakımlardan tasvir eder. Zeynep, tiyatro oyuncusu olana kadar mutsuz bir hayat yaĢamıĢ bir kadındır. Hem üvey annesi hem de zorla evlendirildiği kocası ona kötü davranmıĢtır. Bu nedenle her Ģeyden korkan ürkek tabiatlı bir insan olmuĢtur: Her şeyden, hayattan başka her şeyden korkardı. Hele yüksek perdede insan sesine tahammül edemezdi. Bu çocukluğundan beri böyle idi. Üvey annesi onu korkutmak için evin şurasına burasına gizlenir, sonra yerinden bağırarak fırlar o ağlamağa başlayınca gülermiş. 53 Bizim ―Kaynana‖ piyesi ondan gelir, beraber yazdık. Ne sahnedir o! Tiyatro oyuncusu olmayı çocukluğundan beri hayal eden Zeynep, bu hayale kavuĢunca ve mesleğine karıĢmayacak zengin bir adamla evlenince mutluluğu yakaladığını zanneder. 53 Tanpınar,a.g.e., s.10. 34 Ancak tam evleneceği sıra ve oyunculuk Ģöhretinin yükseliĢe geçtiği bir devrede araba kazası geçirerek hayatını kaybeder. Çünkü ne yaparsa yapsın bir insan ancak kaderinin müsaade ettiği sürece mutlu olabilir. “Bir Tren Yolculuğu” Anadolu‟da bir tren yolculuğu boyunca karĢılaĢılan insanları ve manzaraları anlatarak hem bir memleket portresi ortaya koyar hem de tiyatro oyuncusu olma savaĢı veren Zeynep‟in hikâyesini anlatarak bu memleketteki Doğu-Batı ikilemine göndermelerde bulunur. Geleneksel bir ahlâk anlayıĢına sahip olan kocası Zeynep‟in oyuncu olmasına karĢı çıkan bir Doğu insanıdır. Zeynepse evli olmasına rağmen oyuncu olma peĢinden koĢacak kadar Doğu‟nun yerleĢik ahlâk ve aile anlayıĢına uzak bir kadındır. Evliliğini bozmak pahasına oyuncu olur. Zeynep‟in evlenmek üzereyken bir kazada birlikte öldüğü adamsa ilk kocasından zihniyet olarak çok baĢka biridir. Zeynep‟i bir tiyatro oyuncusu olarak tanımıĢ ve ona bu kimliği içinde evlilik teklif etmiĢtir. Ancak Zeynep‟in bu adamla evlenmesine de ölüm engel olur. Zeynep Doğu zihniyetine sahip kocasından boĢanır ancak Batı zihniyetine sahip adamla da evlenemez. Zeynep, sanatçı olmak için yaratılmıĢ ama ömrünün her safhasında yakınlarının zulmüne uğramıĢ genç ve güzel bir kadındır. O, kaderiyle savaĢını en son Anadolu turnesine kadar sürdürebilmiĢtir. Hikâyenin anlatıcısına göre Zeynep‟i öldüren içinde yaĢadığı zalim ve duygusuz toplumdur. Onun trajik sonunu, böyle zalim ve duygusuz bir toplumla hassas kiĢiliği arasındaki çatıĢma hazırlamıĢtır. Hikâyenin anlatıcısı hikâyenin sonunda Zeynep‟in trajik 54 kaderiyle ilgili Ģöyle bir yorumda bulunur: ―Ben de bir şey sormaya cesaret edemedim; daha ötesinin bir yığın imkânsızlık; olamayacağını bile bile kurulan hayaller, cılkı çıkan ümitler, birbirini tutmayan hesaplar, farkında olmadan işlenen hatalar, tek çare gibi görünen budalalıklar olduğunu hangimiz 55 bilmeyiz.‖ Hikâyenin sonunda ihtiyar aktör anlatıcıya sanatın fedakârlık istediğini söyler. Oysa anlatılan Zeynep için daha fazlası söz konusudur. O, hayatını feda ederek sanatı yaĢamaya çalıĢmıĢtır. Toplumsal düzensizliğin ve zulmün hâkim olduğu ortamlarda bilinçli, duygulu ve duyarlı insanın kaderi, Zeynep‟in ve kendisinin hayatında olduğu gibi duyarsızlara av olmaktır. Bu hikâyede ideallerle gerçeklerin çeliĢkisinden ve toplumdaki yaygın sefaletten 56 daha ezici olan gerçek bilinçsizlik, duygusuzluk ve sevgisizliktir. 54 Kantarcıoğlu, a.g.e.,s.132. 55 Tanpınar,a.g.e., s.11. 56 Kantarcıoğlu, a.g.e.,ss.133-134. 35 Tanpınar‟ın, hikâyelerini yayımladığı 1940-1950 yılları arasında Türk hikâyeciliğine, isimleri akla ilk gelen Memduh ġevket Esendal, Sabahattin Ali ve Sait Faik gibi hikâyecilerin yazdığı ve daha çok gündelik, sıradan sayılabilecek olaylardan yola çıkılarak bazen toplumsal boyutu da olan, bir tür sosyal gerçekçi hikâye anlayıĢı hâkim durumdadır. Ancak Tanpınar, günün modası denebilecek bu tarz hikâye anlayıĢından çok farklı bir yol izler ve “olay hikâyesi” yazmak yerine, daha çok psikolojik tahlillerin yoğun olduğu, bir tür “durum hikâ- yesi” denebilecek hikâyeler yazmayı tercih eder. Tanpınar‟ın hikâyelerinden meselâ “Abdullah Efendi‟nin Rüyaları” ile “Yaz Gecesi” ve “Rüyalar” bu tip hikâyelerdendir. Ancak Tanpınar, “Bir Tren Yolculuğu” ile 1940‟lı yıllarda, o dönemin diğer yazarları gibi, istediği takdirde pekâlâ sosyal gerçekçi hikâyeler de 57 yazabileceğini göstermek istemiĢtir. Gündelik hayat içinde insan temasını hikâyelerinde en çok kullanan yazarlardan biri 58 olan Sait Faik Abasıyanık‟ın (1910-1956) “Bulamayan” adlı hikâyesi Aile dergisinin dördüncü sayısında yayımlanır. Hikâye, yazarın çocukluk günlerinde Burgazada‟da geçer. Mevsimlerden güzdür. Güz mevsiminin geldiği, Burgazada‟da vapurdan inen insanların hâl ve görüntülerindeki değiĢmelerden belli olur: ―Güzün vapurlar bizim köye yaz insanlarından başka insanlar getirir. Vapurun yaza göre tenha güvertesinde, yüzleri rüzgârla sakaldan hafifçe soluk orta yaşlı insanların düşündüklerini, ciğerlerine hazla, derin deniz havası çektiklerini görmeğe başladınız mı 59 güzün ta içindesiniz demektir.‖ Güz mevsiminde vapurla Burgazada‟ya gelen bu insanlardan biri de yanında çok önem verdiği bir paket taĢıyan bir adamdır. Paket adamın hayatındaki en önemli Ģey gibidir. Adam, bu paketin baĢına bir Ģey gelmesinden veya onu kaybetmekten ölesiye korkar. Vapur adaya gelince adam paketi açar. Ġçinde doğa kanunlarına göre mucizevî olduğunu iddia ettiği bir gemi maketi vardır. Adamın iddiasına göre bu gemi suya temas etmeden yüzdürülebilen bir gemidir. Ancak bu geminin alelade bir rüzgârda savrulup uçacağı çok bellidir. Adamın maket gemisinde var olduğunu iddia ettiği mekanik özellikler en basit ArĢimet kanunlarına bile terstir. Fakat o gün bunu ona kimse söyleyemez, kalbi kırılmasın diye söylemek istemez. 57 Abdullah Uçman, “Değişen Değerler Karşısında Ahmet Hamdi Tanpınar”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C.4, S.7, İstanbul, 2006, s.495. 58 Sait Faik Abasıyanık, Bulamayan, Aile Dergisi, S.4, İstanbul, 1948, ss.2-8. 59 Abasıyanık, a.g.e., s.2. 36 Yazar bu adamı yıllar sonra bir gün tesadüfen tekrar görür. Adam, artık yaptığı maket gemilerin mucizevî olmadığını anlamıĢ gibidir. Fakat bir tarafıyla da hâlâ bir mucize veya kendisini avutacak hoĢ bir yalan arayıĢı içinde gözükmektedir: - Nasıl dedim. Nasıl gidiyor sizin transatlantik? Öyle tuhaf güldü ki; bütün derdini anladım. Ukalânın biri, huylarını ince sopalar kırar gibi çat çat kırmış, ona Arşimed kanunu iyice anlatmıştı. Hiç cevap vermedi. Çabucak uzaklaştı. Dünya yüzünde bir de cazibe kanunu bulunduğunu anlamıştı. Rüyasından uyadırılmıştı ama gülüşünden anlıyordum ki cazibe kanunundan gemisini kurtarmak için, 60 direklerine kocaman mıknatıslar takmağı düşünüyor. Sait Faik Abasıyanık, pek çok hikâyesinde yaptığı gibi “Bulamayan” adlı bu hikâyesinde de yaĢadığı çevreden seçtiği ve hayatının her gününde gözlemlediği insanları anlatmıĢtır. Ömrünün önemli bir kısmını geçirdiği Burgazada ve bu adadaki yaĢayıĢ onun hikâyelerinin baĢlıca kaynaklarındandır. Nurullah Ataç, Sait Faik‟in ölümünden sonra onunla ilgili kaleme aldığı yazısında bu durumu Ģöyle vurgular: Burgaz adasında oturur, balığa çıkar, insanlarla konuşur, hikâyelerinin konularını 61 toplar, hazırlanınca da oturur yazardı. “Bulamayan” hikâyesinin baĢkiĢisi de o insanlardan biridir. Yazarın günlük hayatında sık sık gördüğü, hayatını ve zamanını paylaĢtığı insanlardan yola çıkarak yarattığı bir kahramandır. Sait Faik pek çok hikâyesinde yaptığı gibi denize, adalara ve deniz insanlarına ait tasvirlere ve ayrıntılara “Bulamayan”da da yer vermiĢtir. Yazar, insanı doğadan, doğayı insandan ayrı düĢünemez. Ortaya koyduğu insan gerçekliklerini doğayla iç içe ve bir bütün halinde ele alır. Sait Faik‟te denizi, fırtınayı, öykünün dıĢ dünyasını çizen öğeler olarak buluruz. Yazarın doğayla ilintisinde ana damar doğrudan doğruya insandır. Ġnsanın duyguları, özlemleri, istekleridir. Sait Faik‟in gözünde doğa hem çarpıktır, hem de sayısız zenginliği, güzelliği içermektedir. Ġnsanın ana sorunu, doğadaki çarpıklıklarla, zenginliklerle uyum kurup kuramamasında yatmaktadır. Sait Faik insanın sorunlarından, ruhsal sarsıntılarından yola 62 çıkarak, doğayı kutsar, doğanın erdemlerini, uyumundaki insancıllığı söyler. “Bulamayan” daki insanları da böyle bir ada ve deniz manzarası içinde buluruz: İşte Kınalı iskelesi! Kınalı’dan da vapurumuz kalktı. Artık denizin dibi kapkaranlık kesildi. Denizin dibine, iki yüz metreden sonra, yedi rengin yalnız moru girer. Orada hiç 60 Abasıyanık, a.g.e., s.8. 61 Nurullah Ataç, “Sait Faik Abasıyanık”, http://www.tdk.gov.tr, (06.01.2016),s.1. 62 Selim İleri, “Sait Faik‟te Güzelduyu”, Türk Dili, S.272,Ankara, 1974, s.649. 37 bitmeyen lâciverd bir gece vardır. Bu gecenin içindeki canlıların ışıkları kendiliklerindendir; yıldızlar gibi. İşte Burgaz iskelesi! Yalnız bu adada tecrübelerini rahat rahat yapmağa imkân var. 63 Güz aylarında sessiz kimsesizdir bu ada. Denizi tenha, rüzgârsızdır. Bu hikâyede paketinde taĢıdığı maket geminin mucizevî ve o zamana kadar hiç icat edilmemiĢ teknik özellikleri olduğuna inanan adam, mutlu yaĢamak için kendisine yalandan nedenler yaratan sıradan bir insandır. Bir insan sıradan veya fakir de olsa içgüdüleri ve hayata bağlı kalma gayreti herkes gibidir. Bir yalan yaratmak, o yalana inanmak, bu inanıĢla bir nebze de olsa ruhsal tatmine ulaĢmak ve ruhsal tatmine ulaĢmanın tedarik ettiği manevî kuvvet onu hayata bağlı tutar. Ġnsanoğlu aslında her haliyle yaĢamak için manevî kuvvete muhtaç olan bir canlıdır. Sait Faik‟in “Bulamayan”ındaki baĢkiĢi hayatını mucizevî bir oyuncak gemi icat ettiği inancına dayandırmıĢ ve bu inançtan maneviyatı için sahte bir mutluluk nedeni yaratmıĢtır. Sait Faik Abasıyanık‟ın Aile dergisindeki diğer hikâyesi derginin sekizinci sayısında 64 yayımlanır. Bu hikâyenin adı “Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?” dur. “Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?” adlı bu hikâyede günlerini bir kahvenin önünde oturup etraftaki insanları ve gelip geçenleri izleyerek geçiren bir adam vardır. Bunu yapmak bu adamın en büyük zevkidir. Bu adam hiç tanımadığı insanların yüzüne bakıp onları inceleyerek kendine göre hikâyeler uydurur ve hayata dair çıkarımlarda bulunur: ―Kalabalık bir caddenin oldukça sevimsiz bir kahvesine akşamları çıkıyor, Camın önündeki masaların hemen arkasındaki yere oturup kalıyorum. Saatlerce gelip geçenleri seyrediyorum. Sıkılmıyor muyum? Aksine; müthiş eğleniyorum. İnsanların yüzüne, halü etvarına bakıp hikâyeler mi düzüyorum? Ne münasebet! O halde nasıl eğlenebiliyorsun? Nasıl mı eğleniyorum: Ölümü düşünüyorum, ihtiyarlığı düşünüyorum… Aklıma ne kadar kötü 65 şeyler hücum ederse o kadar eğleniyorum.‖ Bu adam bir defasında bütün dikkatini kahvede oturan yaĢlı bir adama verir. Ona göre bu ihtiyar elli ile seksen yaĢ arasındadır ve büyük ihtimalle Vanlı‟dır. Ġhtiyar Ġstanbullu veya Balıkesirli olduğunu söylese bile adam onun Vanlı olduğuna inanmaya devam edecektir. Bir gün adam, bu ihtiyar adamın oturduğu masanın arkasındaki masaya oturur ve onu daha dikkatli incelemeye baĢlar. Onun kiĢiliği, kimliği, sosyal ve meslekî özellikleri hakkında tahminlerde bulunmaya baĢlar. Çünkü sokaklardaki ve kahvelerdeki insanları inceleyip onlar hakkında tahminlerde bulunmak bu adamın en büyük zevklerinden biridir: 63 Abasıyanık, a.g.e., ss.5-6. 64 Abasıyanık, Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?, Aile Dergisi, S.8, İstanbul, 1949, ss.4-7. 65 Abasıyanık, a.g.e.,s.4. 38 ―Kimdir, nedir, Van’dan ne zaman gelmiş, ne iş yapar? Bu suallerin cevabını veremeyeceğim. Ama bu muhakkak bekâr. Bir han odasında oturuyor, burada Vanlıların ufak tefek işlerini görüyor olmalı. Ona hiçbir iş konduramadım. Komisyoncu dedim, tüccar dedim, hamal kâhyası dedim, eski bir hamal dedim, gece bekçisi dedim, şu dedim bu dedim, hiçbirisi 66 tıpa tıp uymadı.‖ Ġhtiyarın kahvede oturduğu sandalyenin kenarına sürekli astığı bir tespihi vardır. Bir gün ihtiyar kahveye gelerek tespihinin kaybolduğunu ve hikayenini anlatıcısına tespihini görüp görmediğini sorar. Esasen ihtiyar tespihinin çalındığından kuĢkulanmaktadır ve bu çok değerli bir tespihtir. Ġhtiyarın tespihini çaldığından kuĢkulandığı kiĢi de insan incelemekten zevk alan adamdır. O, ihtiyarın tespihini çalmamıĢtır. Fakat kasıtlı olarak ihtiyarın karĢısında kuĢkulu hareketler yapar, onun tespihini çalmıĢ gibi yapar. Günler geçtikçe bunu süregiden bir oyun haline getirir. Ġhtiyarın kahvede oturduğu saatlerde camın önünden geçer ve cebinde bir Ģey saklıyormuĢ gibi yapar. Ġhtiyarın gözünde onun tespihini hem çalan hem de çalmayan adam olmayı baĢarır. Onu merak, öfke ve kuĢku içinde bırakır: ―Zavallı ihtiyara hem acıyorum. Hem de gözünün içine, teşbihini ben çalmışım da hiç utanmazmışım gibi bakıyorum. Çok fena bir hareket biliyorum. Biliyorum ama elimde değil. Bende bu hali uyandıran odur. Bütün bunlardan sonra yaptıklarıma pişman olsam biraz olsun 67 üzülsem ya, hayır!...‖ DıĢ gözlem ve insan sevgisi Sait Faik Abasıyanık‟ın öykücülüğünün en temel özellikleri arasındadır. O, insanlara büyük bir ilgiyle yaklaĢan, çoğunluğu alt ekonomik sınıfa mensup bu insanları dikkatle gözlemleyip bu gözlemlerden hikâyeler çıkaran bir yazardır. Mahallesini, sokağını paylaĢtığı, vapurda, trende, kahvehanede gördüğü insanların dünyasına girerek ve onlarla empati kurarak kendi yazarlığını oluĢturur ve hikayeciliğini inĢa eder. 68 “Alemdağ‟da Var Bir Yılan” adlı hikâyesinde ―Sevmek, bir insanı sevmekle başlar herşey.‖ ; “Kendi Kendime” adlı hikâyesinde “İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok. Herşey onun 69 sayesinde güzel.‖ “Ormanda Uyku” adlı hikâyesindeyse ―İnsanları sevmek, hayatı sevmek 70 ne iyi şey, ancak insanları sevebiliriz.‖ der. “Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?”daki iĢsiz adamın kahvede oturan ihtiyarı ilgiyle gözlemleyip onunla ilgili tahminler yürütmesinde ve kendince ruhsal çözümler yapmasında 66 Abasıyanık, a.g.e.,s.5. 67 Abasıyanık, a.g.e.,s.7. 68 Abasıyanık, Alemdağ‟da Var Bir Yılan, Alemdağ’da Var Bir Yılan,Bilgi Yayınevi, Ankara,2001, s.32. 69 Abasıyanık, Kendi Kendime, Son Kuşlar, Bilgi Yayınevi, Ankara,2002, s.28. 70 Abasıyanık, Ormanda Uyku, Sarnıç, Bilgi Yayınevi, Ankara,2001, s.197. 39 hattâ ihtiyarın tespihinin kaybolmasıyla ilgili oynadığı hırsızlık oyununda hep Sait Faik‟in bu insan sevgisinin izlerini görürüz. ġükran Kurdakul bu durumla ilgili Ģunları söyler: “Hastalar, işsizler, işinden olmuşlar, balıkçı teknelerinde süngü ucunda yaşayanlar, yalnız kalmışlar, insandan sayılmayanlar, vücudunu satan kadınlar Sait Faik duyarlığı ile 71 öykülerde yerini bulur‖. “Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?” da sokakları ve kahveleri dolduran insan kalabalığını incelemekten zevk alan iĢsiz adamın kahvede oturan ihtiyarla yaĢadığı küçük macera Ģunu gösterir: Ġnsanlar ne kadar kalabalık olursa olsun ve bu kalabalık içinde her birey ne kadar sıradan görünürse görünsün esasen her insanın anlatmaya değer bir hikâyesi vardır. Bir hayat hikâyesinin insana dair olması o hikâyenin anlamlı olması için yeterlidir. Aile‟de hikâyesi çıkmıĢ yazarlardan biri de Ercüment Ekrem Talû‟dur.(1886-1956) 72 Onun “ Dertli Bir Adam” adlı hikâyesi Aile dergisinin yedinci sayısında yayımlanır. “Dertli Bir Adam” zayıflık ve zayıflama modasına karĢı eleĢtirel ve mizahî bir hikâyedir. Yazar, bir lokantada Mekteb-i Sultani‟den arkadaĢı Hüseyin‟le karĢılaĢır. Bir okul arkadaĢıyla yıllar sonra karĢılaĢtıkları için iki taraf da son derece mutludur. Fakat Hüseyin bir hayli zayıflamıĢ ve çökmüĢ görünmektedir. Bunun sebebiyse ne bir hastalık ne maddi sefalet ne de baĢka bir beladır. Hüseyin‟in karısı ve kızları hastalık derecesinde zayıflık ve zayıflama modasına kapılmıĢlardır ve ona da her türlü lezzetli ve besleyici yemeği yemeyi yasaklamıĢlardır: ―Karım yatağında semiz adam istemezmiş. Eğer kırk sekiz kiloya kadar inmezsem benden ayrılacağını söylüyor. Kızlar da babalarından utanıyorlarmış. Bu zamanda şişmanlık en büyük ayıp sayılırmış. Anlıyor musun? Hem zaten ben istesem de yediren kim? Geçenlerde 73 balığın üstüne mayonez yaptı diye aşçıyı kovdular.‖ Hüseyin‟in karısı ve kızları neredeyse hayatlarının her anında ve her adımlarında insanların kilosuyla ve endamıyla ilgilenirler. Bu onlar için en önemli meseledir. Sinemada, alıĢveriĢte, misafirlikte ve bunlar gibi yerlerde Hüseyin‟in karısının ve kızlarının tek derdi insanlarının ne kadar zayıf veya ĢiĢman olduğu ve kendi kilolarının diğerlerine karĢı durumudur. Onların bu saplantılarından dolayı da yıllardır Hüseyin‟in evinde doğru dürüst yemek piĢmez. Limon suyu, kozalak elma, haĢlanmıĢ karnabahar, zayıflama hapları gibi Ģeylerle beslenilir. Ailesi onu o kadar korkutmuĢtur ki Hüseyin yalnız baĢına bir lokantaya gittiği zaman bile lezzetli ve yüksek kalorili yiyecekler yiyemez. Fakat lokantada arkadaĢı 71 Şükran Kurdakul,Sait Faik Abasıyanık 90 Yaşında, Bilgi Yayınevi, Ankara,1996,s.198. 72 Ercüment Ekrem Talû, Dertli Bir Adam, Aile Dergisi, S.7, İstanbul,1948, ss.6-10. 73 Talû, a.g.e.,s.8. 40 ısrar edince dayanamaz ve yıllar süren bir kıtlıktan çıkmıĢ gibi masadaki midyelere ve mezelere saldırır. Sonra da yanlıĢ bir Ģey yapmıĢ gibi utanır ve kalkıp gider: “Meze tabaklarından birini tekrar önüne sürdüm. Hüseyin bir ona bir de bana baktı. Sonra birden, midyelere muska böreklerine, fasülye pilâkisine çılgın gibi saldırdı. Yedi, 74 yedi…Ve utanarak, kabahat işlemiş gibi hiçbir şey söylemeden kalktı, gitti.‖ “Dertli Bir Adam” evliliklerin baĢladığı gibi gitmeyebileceği ve mutlu evliliklerin çok tuhaf nedenlerle ıstıraba dönüĢebileceğini anlatan bir hikâyedir. Mekteb-i Sultani mezunu Hüseyin varlıklı bir adam olarak tam da istediği gibi bir kız bulmuĢ ve onunla evlenmiĢtir. Ancak yıllar içinde dünyaya gelen ve büyüyen kızlarının ve karısının moda akımların etkisiyle zayıflama ve zayıf kalma saplantısına kapılması Hüseyin‟in de ağız tadını ve sofra zevkini bozmuĢ ve evliliğini ıstıraba dönüĢtürmüĢtür. Yazar bu hikâyesiyle hem burjuva ailelerdeki özentileri ve moda akımlara uyma saplantılarını eleĢtirir hem de güzel baĢlayan bir evliliğin aynı güzellikte devam etmeyebileceği mesajını verir. Modaya uyma kaygısıyla takıntı haline getirilen birtakım alıĢkanlıklar ailelere ve evliliklere zarar verebilir. Öte yandan bu hikâyede yazarın, karısı ve kızları tarafından çok ağır bir diyete zorlanan adamı ele alıĢındaki mizahî hava ve modern hayatın getirdiği aĢırı zayıflama modasını hicvediĢi, onun hiciv ve mizahla yoğrulmuĢ diğer eserlerini akla getirir. Mizah Ercüment Ekrem Talû‟nun yazarlığında çok belirgin bir unsurdur. Nihat Sami Banarlı, Ercüment Ekrem‟in edebiyatının mizahî karakteriyle ilgili Ģunları söyler: ―Onun ekseriya hiciv karakteri taşıyan mizahî fıkraları, yine küçük mizahî konuşmalar halinde tertip ettiği tekellümî hikâyeleri; roman, hikâye ve tiyatro vadisinde yazdığı diğer eserleri, Nasrettin Hoca’dan beri devam eden kudretli an’anevî Türk zekâsının insanların içtimaî hayattan kaptıkları gülünç huyları ustalıkla karikatürize eden meziyetleriyle süslüdür. Ercüment Ekrem, yine an’anevî Türk mizahını, tarihî meddahların görüş ve anlatış ve onların yarattıkları tarzda canlı ve mübalâğalı cemiyet tiplerini yeni hayatla ve münevver zekâsıyla birleştirerek meşhur Meşhedî tipini yaratmış ve Meşhedî’nin Hikâyeleri, Meşhedî ile 75 Devr-i Âlem gibi eserlerini böyle zengin, taklitli bir mizah ve hiciv havası içinde yazmıştır.” “Dertli Bir Adam”da mizah havası çok belirgin değildir. Fakat bu hikâye moda düĢkünü kadınların zayıflama saplantısını belirgin bir Ģekilde hicvetmesiyle yazarı Ercüment Ekrem Talû‟nun diğer eserleriyle benzer taraflar barındırır. 74 Talû, a.g.e.,s.10. 75 Nihat Sami Banarlı‟dan aktaran Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Ercüment Ekrem, Ortan Metehan Matbaası, İstanbul,1957,s.5. 41 “Dertli Bir Adam” “HerĢey Mümkündür” le birlikte Aile dergisinde yayımlanan telif hikâyeler içinde aile ve evlilik kavramlarına olumsuz bir bakıĢ açısıyla yaklaĢan iki hikâyeden 76 biridir. Bu hikayede sahip olduğu aile adamın hayatını çekilmez kılan ana unsurdur. Ailenin ve mesleğin bir erkeğin hayatındaki önemi üzerine bir hikâye olan Nahit Sırrı 77 Örik‟in (1895-1960) “Bir Emekli” adlı hikâyesi Aile dergisinini altıncı sayısında yayımlanır. Abidin Efendi II. MeĢrutiyet‟in ilan edildiği sıralarda gümrük muhafaza memuru olarak çalıĢan bir adamdır. Hürriyet ilan edilince memurlar arasında bir düzenleme yapılacağı ve yaĢlı memurların açığa alınarak sadece genç, dinç ve bilgili olanların yerinde bırakılacağı haberi çıkar. Bu haber Abidin Efendi‟yi çok endiĢelendirir. Geceleri rahat uyuyamaz olur. Çünkü yaĢlı bir memur olan Abidin Efendi mesleğiyle gurur duymaktadır. Mesleğinin gerektirdiği kılık kıyafet ve mesleğinin ona kazandırdığı sosyal statü Abidin Efendi için çok önemlidir. Abidin Efendi‟nin korktuğu baĢına gelmez. Pekçok memur iĢten çıkarıldığı halde ona dokunulmaz, mesleğine devam etmesine izin verilir. Fakat altmıĢ beĢ yaĢına gelince baĢka bir zorunluluk ortaya çıkar: Artık yaĢ haddinden emekli olmak zorundadur. Abidin Efendi istemeye istemeye yaĢ haddinden emekli olur. Aslen Rizeli olan Abidin Efendi on dört yaĢındayken Ġstanbul‟a gelmiĢ ve babasının yolundan giderek gümrük muhafaza memuru olmuĢtur. Dünyada bu iĢten daha Ģerefli ve önemli bir iĢ olamayacağı inancındadır. Bir çocuğu olsa onu da gümrük muhafaza memuru yapacakmıĢ gibi görünmektedir. Fakat çocuğu olmamıĢtır. Abidin Efendi, mecburen emekliye ayrılınca kendisini çok kötü hisseder. Bu iĢ onu hayata bağlayan, kendisine saygı duymasını sağlayan ve evinde ve çevresinde saygı duyulan bir adam olmasını temin eden tek kıymettir. Emekli olunca kendisini iĢlevini yitirmiĢ ve çürüğe çıkarılmıĢ bir eĢya gibi hissetmeye baĢlar. Oysa hayatı boyunca kafasında emeklilikle ilgili hep olumsuz ve aĢağılayıcı düĢünceler barındırmıĢtır: “Çünkü emekli bir memur öyle bir adamdır ki, sabahtan akşama kadar gecelik entarisiyle evde oturur, ev iki katsa üst kattan alt kata ve alt kattan üst kata sebepsiz yere iner çıkar, emirleri de çok kere ricaya benzer. Ve tekdir etmez, ancak kavga edebilir. Evinin kadınları kendisi evde iken de aynı yüksek sesle konuşur, hattâ onu evde bırakarak ilk önce düğün gibi mühim hâdiselerden dolayı, sukut ve zillet arttıktan sonra da sadece komşuda 76 Ercüment Ekrem Talû‟nun Teravih‟ten Sahura(1923), Sevgiliye Masallar(1925), Kız Ali(1926), Meşhedî‟nin Hikâyeleri(1926), Gün Doğmayınca(1927) ve Güldüren Kitap(1928) adlı altı hikâye kitabı yayımlanmıştır. Yazarın 1928 yılında yayımlanan son hikâye kitabından sonra herhangi bir hikâye kitabı çıkmamış ve ölümünden sonra da bütün hikâyelerinin bir arada toplandığı bir kitap yayımlanmamıştır. Dolayısıyla Aile dergisinde yayımlanan “Dertli Bir Adam” adlı bu hikâyesi yazarın kitaplarının dışında kalan bir hikâyedir. 77 Nahit Sırrı Örik, Bir Emekli, Aile Dergisi, S.6, İstanbul,1948, ss.32-36. 42 oturmak ve ahbaplarıyla bostanda marul, salatalık yiyerek hava almak için kendisini eve 78 bekçi bırakıp giderler.‖ Karısını çok seven ve onun gözündeki saygınlığını çok önemseyen Abidin Efendi, emekli edildiğini karısı Zehra Hanım‟dan saklamak kararını alır. Her günkü alıĢkanlıkarını bozmadan aynı saatte kalkar ve iĢe gidiyormuĢ gibi aynı saatte evden çıkmaya devam eder. Tabii hakikatte artık bir iĢi olmadığı için de günlerini evinin bulunduğu Râmi semtinin kahvelerinde geçirmeye baĢlar. Fakat Abidin Efendi‟nin karısı Zehra Hanım kocasının emekli edildiğini evine gidip gelen ahbaplarından öğrenmiĢtir. Kocasının bunu kendisinden neden sakladığını evvela anlayamaz. Önce onun ikinci bir kadınla evlendiğini düĢünüp çok üzülür. Fakat bir süre sonra gerçeğin farkına varır: “Zehra Hanım vaziyeti tamamıyla anlamış bulunuyordu: Kocası kendisinden utanıyor, hizmetten atılıp bir köşeye atıldığını bildirmemek istiyor, bunun için de işte her gün Râmi’den çıkıp giderek uzak mahallelerin izbe kahvelerinde, kendini sivil elbiseler içinde hâlâ çıplak 79 hissederek saatler geçiriyordu.‖ Kocasını çok sevip sayan Zehra Hanım, emekli edildiğinden haberdar olduğunu kocasına söylemez. Zehra Hanım esasen, kocası emekli de olsa ona hürmet gösterecek ve onun hizmetini titizlikle görmeye devam edecek bir kadındır. Fakat kocasının emekli oluĢunu saklamasındaki hikmeti anlamıĢtır. Gönlü kırılmasın diye de onun oyununa ortak olur. Her sabah kocasını iĢe uğurluyormuĢ gibi yapar. Evde emeklilikle ilgili tek kelime etmez. Kocası nasıl ona meslekî durumuyla ilgili yalan söyleme kararı aldıysa o da kocasının gurunu rencide etmemek adına onun yalanına inanıyormuĢ gibi yapma kararı almıĢtır. Kırk yıldır evli olan bu çocuksuz çift birbirlerine bu oyunu oynayarak, birlikte ihtiyarlamaya devam ederler: ―Her zaman olduğu gibi kapıyı ona eliyle açarak içinde gündüz yemeği bulunan sefer tasını kendisine orada verdi. Rüzgârla savrula savrula kar da yağmağa başlamıştı. Uzaklardaki mahalle kahvelerinde bir türlü geçmek bilmez saatleri yeniden geçirmeğe giden erkeği Râmi’den Eyübe inen kır yollarında sırtı gittikçe kamburlaşarak uzaklaşırken, ihtiyar kadın ona gözlerinde toplanıp inmeyen yaşlarla, o bir nokta hâline gelip kayboluncaya kadar 80 baktı…‖ “Bir Emekli” de Abidin Efendi, geleneksel Türk toplumundaki ve ailesindeki erkek hâkim anlayıĢı temsil eder. Abidin Efendi emekli edilmesini yani mesleksiz hâle geliĢini iki boyutlu bir güç kaybı olarak yorumlar: Toplum nazarındaki güç kaybı ve karısının nazarındaki güç kaybı. Toplum içindeki güç kaybı konusunda yapabileceği çok bir Ģey 78 Örik, a.g.e., s.48. 79 Örik, a.g.e., s.50. 80 Örik, a.g.e., s.50. 43 yoktur. Çünkü üniforması elinden alınmıĢtır. Toplum içinde muhafaza memuru gibi davranamaz. Ancak karısının nazarındaki gücünü ve sosyal konumunu kaybetmek Abidin Efendi için çok daha ağırdır. Evdeki saygınlığını ve “üstünlüğünü” korumak Abidin Efendi için herĢeyden önemlidir. Ona göre bir erkek saygı görüyorsa erkek; bir koca da karısı onu “hâkim güç” olarak kabul ediyorsa gerçek anlamıyla kocadır. Karısı evin içinde onun eĢiti olamaz. Ona azamî ölçüde hürmet göstermekle ve hizmet etmekle mükelleftir. Onun buyruklarının dıĢına çıkamaz. Bunu aklına bile getiremez. Abidin Efendi‟nin evlilik ve aile anlayıĢı budur. Onun evin içindeki bu “üstünlüğünün” en büyük dayanağı önce erkek olması sonra da mesleğidir. Emekli olunca kendisini saygıya lâyık bir adam yapan en büyük değeri kaybetmiĢ gibi olur. Karısının gözündeki sosyal gücünü ve hâkimiyetini korumak için de mesleği olan gümrük muhafaza memurluğuna devam ediyormuĢ gibi yapar. Abidin Efendi‟nin karısı Zehra Hanım‟ın kocasının emekli olduğunu bilmesine rağmen bilmezlikten gelmesi ve onun oyununa iĢtirak etmesi ise hem kocasına duyduğu sevgiyle hem de ataerkil evlilik yapısı içindeki konumunu içselleĢtirmiĢ olmasıyla açıklanabilir. Zehra Hanım kocasını çok sevmektedir. Onun evin içindeki efendiliğini zaten seve seve kabul etmiĢtir. Nahit Sırrı, roman ve hikâyelerinde daha çok kötü karakterleri anlatmayı tercih eder. “Bir Para Hikâyesi” adlı hikâyesinin finalinde ―Çünkü insan kalbinde çok gizli, çok kirli, çok korkunç köşeler bulunur.‖ diye yazar. Onun roman ve hikâyelerinde kadın karakterler çoğunlukla kötücül, kötülüğe sebebiyet veren, narsist, ahlâksız, hırslı, yasak aĢk yaĢayan, kocalarını aldatan ve Ģeytani kiĢiler olarak karĢımıza çıkar. Onun Turnede Bir Artist Öldürüldü, Kıskanmak, Yıldız Olmak Kolay mı? Tersine Giden Yol ve Sultan Hamid Düşerken adlı romanlarındaki baĢ kadın kahramanlar ahlâksız, açgözlü, çıkarcı, amaçlarına ulaĢmak için her yolu mubah sayan kiĢiler olarak resmedilmiĢlerdir. Fakat “Bir Emekli” deki Zehra Hanım bir kadın portresi olarak Nahit Sırrı‟nın kadın karakterler dünyasında çoğunluğu oluĢturan kiĢilerden farklıdır. “Bir Emekli” de yazarın genel edebî eğiliminin dıĢında iki karakter görürüz. Bunlar birbirlerine temiz ve samimi bir sevgiyle bağlı Abidin Efendi ve karısı Zehra Hanım‟dır. Bu karı-kocanın evliliklerinde herhangi bir “Ģeytani” öğe yoktur. Daha çok sevgisizliğin konu edildiği hikâyeler yazsa da iyi bir yazar sevgiyi anlatmayı 81 da becerebilir kuĢkusuz. “Bir Emekli” Nahit Sırrı‟nın kötü olaylara sebebiyet vermeyen 82 sevgiyi anlattığı nadir eserlerinden biridir. 81 Yeşim Dinçer,” Nahit Sırrı‟nın Öyküleri”, Virgül Dergisi, S.41, İstanbul,2001, s.52. 82 Nahit Sırrı Örik‟in bu hikâyesi yazarın 1931 yılında Muhit dergisinin otuz yedinci sayısında yayımlanan “Muhafaza Memuru Abdurrahman Efendi” adlı hikâyesini yeniden yazmasıyla ortaya çıkmıştır. Tema ve olayların seyri bakımından “Muhafaza Memuru Abdurrahman Efendi”yle tamamen aynı olan “Bir Emekli”de yazar kısmi bir 44 83 Nahit Sırrı Örik‟in “Kaybettiğim Kediye Dair” adlı hikâyesi Aile dergisinin onuncu sayısında yayımlanır. Bu hikâye gerçek bir olaya dayanır ve bu bakımdan esasen bir hatıra mahiyeti taĢır. Yazar, bir gün Ankara‟dan Ġstanbul‟a taĢınır ve Rumeli Hisarı‟nda bir ev tutar. Bu evi tuttuğu sıralarda evinin hizmetlerini gören ġ… adlı bir hanım sokaktan çok küçük bir yavru kedi getirir. Yazar küçük kedinin bilhassa gözlerini çok güzel bulur ve onu geri göndermeye kıyamayarak evinde bakıp beslemeye baĢlar. ġ… Hanım‟la yaptıkları bir istiĢare sonunda da kedinin adına “Buldum” koymaya karar verirler. Buldum, yeni geldiği bu evi çok kolay sahiplenir. Büyüdükçe de mağrur ve vakur bir hayvana dönüĢür. Oturduğu sedirlerde adeta kediler padiĢahı gibi davranır: ―Yavaş yavaş serpiliyor, büyüyor, aynı vakar ve gururu ciddiyeti muhafaza ediyor, ev sahiplerine müşterek olan bahçeye etraftan gelip duran kedilerden hiçbiriyle muarefe tesis etmiyordu. Hayvanlara karşı olduğu gibi insanlara karşı da yukarıdan bakan, kendileriyle 84 laubali olmaya tenezzül etmeyen bir hali vardı.‖ Yazar ev iĢlerini görmesi için pek çok hizmetçi tutar ve vakarından ve asaletinden dolayı artık “Buldum Bey” diye hitap ettiği kedisi bu hizmetçilerin hiçbiriyle laubali olmaz. Adeta insanî birtakım tavır ve edâlarla evin içindeki yüksek konumunu muhafaza eder. Fakat yazarın ev iĢlerini görmesi için tuttuğu A… adlı baĢka bir hizmetçi Buldum Bey‟e çok kötü davranmaya baĢlar. Onu kovalar, evin dıĢına atar. Ona sürekli bağırır ve hakaret eder. Uğradığı haksız ve rencide edici muameleleri gururuna yediremeyen ve artık ihtiyar bir kedi olan Buldum Bey‟in ev içindeki tavırları değiĢir. Yazarın yanına, odasına gelmez olur. Hatta evin içinde dahi durmaz. Bahçede ve duvar kenarlarında günlerini geçirmeye baĢlar. Yazar, kedisi Buldum Bey‟i çok sevmektedir ve eve gelen hiçbir hizmetçi gözünde onun kadar kıymetli değildir. Ancak A…‟nın Buldum Bey‟e yaptığı kötü muameleleri çok geç fark eder. Bir gün yazar misafirleriyle evinde otururken Buldum Bey bahçeden eve, yazarın ve misafirlerinin yanına girmek ister. Fakat hizmetçi kadın A… buna çok sinirlenir ve herkesin önünde Buldum Bey‟e fiziksel saldırıda bulunarak onu evden kovar. Yazar, A…‟nın bu metin değişikliğine gitmiştir. Ayrıca ilk hikâyede Abdurrahman Efendi olan gümrük muhafaza memurunun ismini ikinci hikâyede Abidin Efendi olarak; yine muhafaza memurunun ilk hikâyede “Haççe” olan karısının ismini ikinci hikâyede “Zehra” olarak değiştirmiştir. “Muhafaza Memuru Abdurrahman Efendi” yazarın Kayahan Özgül ve Vahide Bilgi tarafından yayına hazırlanan ve Oğlak Yayınları tarafından yayımlanan “Eve Düşen Yıldırım” adlı hikâye kitabında yer alan hikâyelerden biridir. Ancak “Bir Emekli” adlı bu hikâyeye yazarın herhangi bir kitabında rastlanmamıştır. 83 Örik, Kaybettiğim Kediye Dair, Aile Dergisi, S.10, İstanbul,1949, ss.32-36. 84 Örik, a.g.e.,s.33. 45 hareketi üzerine ilk fırsatta onu iĢten çıkarmaya karar verir. Çünkü hiç kimsenin Buldum Bey‟e bu Ģekilde kötü davranmaya hakkı yoktur. Fakat yazar, A…‟yı cezalandırmakta gecikir. Bunun üzerine Buldum Bey, yazarla birlikte yıllardır yaĢadığı yalıyı terk etmeye karar verir. Yazar bir akĢam onu evinin bahçe duvarında son kez görür. Buldum Bey kayıplara karıĢır. Çok sevdiği kedisinin kaybolması yazarı çok üzer. Kedisi kaybolduktan sonra yazar onu son kez gördüğü akĢamı hatırlar. O akĢam Buldum Bey tirĢe rengi gözlerini yazarın üzerine dikmiĢ ve ona sanki Ģunları söylemiĢtir: ―Bu senin gibi gözlüklü, üstelik hafifçe topal ve ağzı kalabalık kadın geldi geleli bana musallattı. Beni kendi evime sokmuyor, bahçede bırakıyor, hatta bazen bahçede bile kovalıyor, yemeğe çağırmağı da sık sık ihmal ettiği oluyordu… Yegâne tesellim, bu işleri senden habersiz yaptığını düşünmekti. Alçaklıklarını nihayet fark edeceğini, bu riyakâr ve fena kadına haddini bildireceğini umuyordum. Hâlbuki bunlar birer vehimden, hüsnüzandan ibaretmiş. Senin her şeyden haberin varmış… Şu halde beni ne yüzle çağırıyor, davetini kabul 85 edeceğime nasıl ihtimal veriyorsun?‖ Nahit Sırrı Örik‟in bu anı hikâyesi vakur ve gururlu hayvanlar olan kediler için bir 86 güzellemedir. Yazar, kaybettiği kedisi Buldum Bey‟e insanî birtakım nitelikler ve meziyetler yükleyerek ona duyduğu sevgiyi, saygıyı ve hasreti dile getirir. Yazara göre Buldum Bey, hem yazarın evindeki yaĢayıĢında hem de bu evi terk ediĢindeki tavır ve reaksiyonlarında insanî bir gurur ve asalet sergilemiĢtir. Yazarın gözündeki konumu edinmesi ve kalbindeki yeri kazanması da zaten bu özellikleri sayesinde olmuĢtur. Buldum Bey‟in dostluğu yazarın nazarında iyi ve vefakâr bir insanın dostluğundan farksızdır. Buldum Bey, bu anı hikâyede bedeni kedi; ruhu insan olan bir canlı gibi resmedilmiĢtir. Vakur ve izzetinefsine düĢkün olmasıyla yazarı kendisine hayran bırakır. Yazar, evinde ve hayatında bir dosta ihtiyaç duyduğu için Buldum Bey‟i gerçek bir dost gibi benimser, ona bir aile ferdi gibi alıĢır. Fakat bu dostluğun kıymetini layıkıyla bilemez. Hizmetçi kadının Buldum Bey‟e evin 85 Örik, a.g.e.,s.36. 86 Türk edebiyatında kedilerle ilgili kaleme alınmış önemli eserlerden biri de Tevfik Fikret‟in “Zerrişte” adlı şiiridir. Tevfik Fikret‟in bu şiirinde, çocukken Zerrişte adını verdiği kedisine duyduğu sevgiyi anlatırken yaptığı tasvirler, Kaybettiğim Kediye Dair‟deki Buldum Bey tasvirleriyle benzerlik gösterir. Tevfik Fikret‟in Zerrişte‟si de tıpkı Nahit Sırrı‟nın Buldum Bey‟i gibi insanlara dostluğunu hesaplı bir şekilde sunar. Gerektiğinde mağrur olmayı ve muhataplarına karşı tavır almayı bilir. Nurullah Ataç‟ın “Kedi” adlı denemesindeki kedi algısı da bunlardan çok farklı değildir. Ataç, bu denemesinde “kedi gururu” için şunları söyler: “Kedi için hayındır derler. Yemek yerken gözlerini kapaması da, kendine edilen iyiliği bilmemek içinmiş. Hiç hazzetmem öyle sözlerden. İnsanoğlunun kendini gözünde ne kadar büyüttüğünü, kediye bir lokma yemek vermesini de büyük bir iyilik sayıp karşılık beklediğini gösterir. Biraz da karşılık beklemeden bir iş görmeye, ettiğiniz iyiliği iyilik saymamaya alışın. Kedi size bağlanacak, minnettar olacak da ne çıkacak? Oynamasını seyrediyorsunuz; okşuyorsunuz, yumuşacık tüyleri elinize zevk veriyor. Daha ne istersiniz? (…)Çok kıskançtır, üzerine ortak gelmesini istemez. Bu da hayın olmadığını, bir insana gerçekten bağlandığını göstermez mi? Biz, hayvanlar bizi ille büyük görsünler, biz onları sevsek de, sevmesek de, eziyet de etsek onlar bizi saysınlar istiyoruz. Hep insanın kendini beğenmesi. Kedinin de sizin gibi kendi keyfini, kendi rahatını arar bir canlı varlık olduğunu, onun da kendisini hayvanların en üstünü sayabileceğini düşünün, artık ondan kulluk, kölelik beklemezsiniz.”, http://www.yenimakale.com/deneme.html, (03.03.2016). 46 içinde ettiği kötü muameleyi ve zulmü zamanında fark edemez. Fark ettikten sonra da kadını cezalandırma konusunu ağırdan alır. Evinin içinde gururuyla yaĢayıp yaĢlanan kedisi yine aynı gururun saikiyle evini terk eder. Bu terk ediĢle de yazara Ģunu öğretir: Ġnsan hayatı ve zamanı paylaĢtığı dostlarının kıymetini – bu dostları kedi bile olsa- çok iyi bilmelidir. Dostlarına ve sevdiklerine gerekli saygıyı ve ilgiyi göstermelidir. Sevdiklerini korumak için bir tedbir alması gerektiğinde tereddüt etmemeli, bunu ertelememelidir. Yoksa yalnızlık ve 87 piĢmanlık kaçınılmazdır. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın “Yaz Gecesi” adlı hikâyesi Aile dergisinin on altıncı 88 sayısında yayımlanır. “Yaz Gecesi” baĢkiĢinin geçmiĢiyle ve çocukluğuyla yüzleĢtiği bir hikâyedir. Elli yaĢında ve bekâr bir adam davet edildiği bir evde zihnen geri dönüĢler yaĢayarak bu evde ve çevresinde geçen çocukluk hatıralarını düĢünür. Hikâyede adamın çocukluğunda yaĢadığı Ģok edici bir iliĢki anımsamalar ve geri dönüĢler yoluyla anlatılır. Zeynep ve Türkân adlı iki kız kardeĢ hikâyede adı zikredilmeyen adamı bir eve davet ederler. Kadınlar adamın çocukluk arkadaĢlarıdır. Kadınların ikisi de evlidir ve birinin dört birinin üç çocuğu vardır. Adam hiç evlenmemiĢtir. Adam buraya geldiğine piĢmandır. Çünkü geldiği bu ev onun çocukluk arkadaĢı olan yanındaki bu kadınlara aittir ama geçmiĢte baĢka birileri burada yaĢamıĢtır. Bu ev adamın çok kötü çocukluk hatıralarına sahne olmuĢ bir yerdir ve bu eve geri dönmek adamı ruhsal olarak yıpratmaktadır: ―Niçin çağırdılar beni? Bilhassa buraya niçin çağırdılar? Burası hastanın odasıydı. Bütün mahalle bunu bilirdi. Sesler hep buradan geliyordu. Gece yarısı bütün mahalle bu seslerle uyanırdık. Hepimiz yatağımızda uyanır, etrafımıza korku ile bakardık… O bağırırken köpekler bile susarlardı. (…) Niçin onlara karşıki evde oturduğumu, bu odada 89 yatamayacağımı söylemedim. O zaman her şeyi söylemek lâzımdı.‖ Adamı bu eve uyuması için davet eden kız arkadaĢları adamın bu evle ilgili kötü hatıralarından habersizdir. Kendi aralarında konuĢup gülüĢmektedirler. 87 Nahit Sırrı Örik‟in Aile dergisinde yayımlanan “Kaybettiğim Kediye Dair” adlı bu anı hikâyesine yazarın herhangi bir kitabında rastlanmamıştır. Yazarın Oğlak Yayınları tarafından yayımlanan ve Kayahan Özgül ve Vahide Bilgi tarafından yayına hazırlanan Kırmızı ve Siyah, Eve Düşen Yıldırım ve yazarın ilk kez 1933 yılında yayımlanan Eski Resimler adlı hikâye kitabını da kapsayan Sanatkârlar adlı hikâye kitaplarında bu anı hikâyeye rastlanmaz. Özlem Kocabıyık tarafından 2006 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesi‟nde yapılan “Nahit Sırrı Örik‟in Roman ve Hikâyelerinde Tema” adlı yüksek lisans tezinde yazarın bütün hikâyeleri bir liste halinde verilmiştir. “Kaybettiğim Kediye Dair ” adlı hikâyeye bu yüksek lisans tezinde de rastlanmaz. 88 Tanpınar, Yaz Gecesi, Aile Dergisi, S.16, İstanbul,1951, ss.3-11. 89 Tanpınar, a.g.e., s.6. 47 Adam çocukken bu eve komĢu bir evde yaĢamıĢtır. Bir süre bu eve, felçli bir adam ve onun ailesini ziyarete gelmiĢtir. Bu evde o zamanlar felçli adamın ailesinden olan iki baĢka kadın vardır: ―Bu odada otuz beş sene evvel iki başka kadın daha tanımıştı. Birbirleriyle böyle kardeş değildiler. Birbirlerini sevmiyorlardı. Daha ziyade düşmandılar. Fakat hastanın başı ucunda birleşiyorlardı. Evlâtlıkla hastanın karısı. Birisi yusyuvarlak, ayakları sargı içinde. 90 İhtiyar ve biçare. Öbürü genç, güzel ve galiba yarı deli…‖ Adam çocukken hasta adamın iĢte bu “yarı deli” ve yetiĢkin bir kız olan evlatlığıyla bir iliĢki yaĢamıĢtır. Altı ay boyunca hemen her gün onunla buluĢmuĢtur. Çocukluğunda bu yetiĢkin kadınla yaĢadığı bu iliĢki kadının da yönlendirmesiyle gizli kapaklı bir Ģekilde devam etmiĢtir: ―Evet, mahalleli öyle diyordu… İlk önce ne olduğunu hakikaten anlamamıştım. Fakat sakın kimseye söyleme dediği için söylemedim. Kendime sakladım. Ve garip zevkle kadının sözlerini hatırlıyordu. Sakın kimseye söyleme. Ben seni fırsat düştükçe bulurum… Sen de canın istediği zaman eve uğra… Hakikaten dediği gibi yapmışlardı. Fırsat buldukça 91 buluşmuşlardı. Bir marşandiz treni dünyanın sonunu müjdeler gibi etrafı sarstı.‖ Çocuk çağda yaĢadığı bu iliĢki adamı ruhen çok kötü etkilemiĢtir. Bu iliĢkinin utancı ve ruhsal sarsıntısıyla bir daha hiçbir kadınla herhangi bir iliĢki yaĢamamıĢ ve evlenmemiĢtir. Hayatının bu kısmını bir sır gibi saklamakta, kimseye söylememektedir. Hikâye adamın getirildiği odada geçmiĢine ait travmatik hatıraları anımsamasından ve bu anımsayıĢların ruhunda yarattığı ıstırapların betimlenmesinden ibarettir. “Yaz Gecesi”, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın imalar ve sezdirmeler yoluyla asıl olayı verdiği bir hikâyedir. Artık elli yaĢına gelmiĢ olan adamın çocukluk kâbuslarına mekân olmuĢ bir evi ziyaret ediĢi ve bu ziyaretin harekete geçirdiği utandırıcı hatıralar kapalı bir dille anlatılır. Adam, bu evde hem sekiz yıl boyunca felçli bir hastanın yatıĢını ve ıstırap çekiĢini görmüĢ hem de çocukken hasta adamın yetiĢkin evlatlığıyla yaĢamaması gereken bir iliĢki yaĢamıĢtır. Tanpınar, bu olayı göndermeler, semboller ve imalar yoluyla okuyucuya sezdirir. Adam bu evde çocukluğunun adeta yeniden canlanan korkunç hatıralarıyla boğuĢmaktadır. Fakat onu buraya davet kız arkadaĢları bu esnada kendi gündelik hayatlarının basit olaylarından bahsetmekte ve hayatı bir espri ve dedikodu sahnesi gibi görmektedirler: 90 Tanpınar, a.g.e., s.6. 91 Tanpınar, a.g.e., s.8. 48 ―Beni çocukluğumun en acayip tarafına misafir ettiklerini acaba biliyorlar mı?...Genç kadın onun içinden geçenlerden habersiz, biraz evvel sofrada başladığı hikâyeye devam ediyordu: - Bereket versin ki dargınlar. Barışık olsalardı mahvolurduk. Günün bütünü birbirlerine bir çift kelime söylemezler. Yalnız tanıdıkları birisi ölürse konuşurlar. Kaynanam sabah gazetesini eline alır almaz, ölüm haberlerine bakar. Sonra da kocasının odasına düşer. İki eliyle saçlarını düzeltti ve karı kocanın arasındaki konuşmayı hemen hemen kendi sesleriyle taklit etti: - Gördün mü Ahmet Bey ölmüş, gazete yazıyor… - Gazeteyi gören kim? Sabahleyin eline bir kere geçirdin mi bir daha bırakıyor 92 musun? Hikâyedeki kiĢilerin bu zıt hâlet-i rûhiyesi kötü hatıraların sadece ve en çok o hatıraların sahibini bağladığını gösterir. Ne kadar geniĢ bir çevrede yaĢarsa yaĢasın her insan ruhsal ve zihinsel anlamda yalnızdır. Her insan kendi hayatının gerçekleri içinde yoğrulur ve en çok kendi gerçeklerinin açtığı yolda yürür. BaĢka insanların yaĢadıkları ya ikinci plandadır ya da görünmezdir. Yaz Gecesi‟nde hikâye metninin yüzeyinde diyalog birkaç cümleyi geçmez. Fakat iç konuĢma düzeyinde yoğun bir monolog vardır. Tanpınar, “Huzur”un bazı kısımlarında görülen kahramanın kendi geçmiĢiyle hesaplaĢma sürecini, “Yaz Gecesi”nde de 93 sürdürmüĢtür. Tanpınar‟ın karakterlerini yaratırken kullandığı psikolojik verilerin büyük bölümü, çocukluk yıllarından kalan ve karakterlerin ruh dünyalarında yaralanmalara sebebiyet veren birtakım olay ve duygulara dayanmaktadır. Çocukluk yıllarının karakter inĢasındaki bu 94 ayrıcalıklı rolüne vurgu, Sigmund Freud‟un „ödipal dönem‟ olarak adlandırdığı süreç ve bu 95 sürecin, yetiĢkinlerin hayatına etkisi bağlamında geliĢtirdiği kuramsal altyapıyı akla getirir. Çocukluk yıllarında yaĢanan olayların kiĢinin bütün hayatına ve kiĢilik geliĢimine etkisi, Tanpınar‟ın hikâyelerinde karakter yaratımının belirgin unsurlarından biri olması 92 Tanpınar,a.g.e.,s.5. 93 İbrahim Şahin, Haz ve Günah: Bir Tanpınar Yorumu, Kapı Yayınları, İstanbul, 2012, s.325. 94 Freud, oldukça erken bir dönemde nevrotik hastalarının bilinç dışı yaşamlarında diğer cinsten olan ana babaya ensest ve aynı cinsten olana karşı öldürücü öfke ve kıskançlık hayallerinin bulunduğunu ortaya koymuştu. Bu hayalle bilmeden babasını öldürüp annesiyle evlenen, Yunan efsanesi kahramanı Ödipus arasındaki benzerlikten dolayı, Freud buna Ödipus kompleksi adını vermiştir. 95 Çocukluk yılları, insanın bütün kişilik gelişiminin çekirdeğini oluşturur. Freud‟a göre, bu dönemde nesnelerle kurulan ilişki, çocuğun, „normal‟ ya da „patolojik‟ yöndeki gelişiminde çok önemli bir rol oynamaktadır. 49 96 dolayısıyla, Henri Bergson‟dan mülhem „durée‟ , yani en genel anlamıyla zamanda süreklilik olarak tanımlanabilecek kavrama da bir yönüyle kapı aralamaktadır. „Durée‟ kavramının iĢaret ettiği zamanda süreklilik olgusu ile Freud‟un Ödipus kompleksi teriminin iĢaret ettiği içerik arasında, bir anlamda paralellik bulmak mümkündür. Buna göre, hem zamanda süreklilik olgusuna yani „geçmiĢin hâle etkisi‟ne, hem de çocukluk yıllarının kiĢilik geliĢimindeki etkisine inanç, Tanpınar‟ın hikâyelerinde sürekli bir geçmiĢ ve çocukluk 97 vurgusuna neden olmaktadır. “Yaz Gecesi”nde hikâyenin adsız baĢkiĢisinin çocukluk hatıraları onun bütün hayatının seyrini belirler. Elli yaĢına gelmiĢ olan adam çocukluğunda yaĢadığı travmatik olayın etkilerini ruhundan ve aklından silemez. Hikâyede geri dönüĢler ve sezdirmeler yoluyla anlatılan çocukluk hatıraları onun kiĢiliğinin geliĢiminde ve kadınlarla olan iliĢkisinde belirleyici faktör olarak hayatı boyunca ağırlığını muhafaza eder. “Yaz Gecesi”yle Tanpınar‟ın Aile‟de yayımlanan hikâyelerinden biri olan “Bir Tren Yolculuğu” travmatik çocukluk hatıralarının hikâye baĢkiĢilerinin hayatlarında geniĢ yer kaplaması bakımından benzer noktalar barındırır. Tanpınar‟ın “Bir Tren Yolculuğu”‟adlı hikâyesinde, üvey anne elinde eziyet görerek büyüyen Zeynep‟in küçük bir kumpanya ile sahneye çıktıgı bir taĢra kasabasındaki trajik ölümü anlatılır. Üvey annenin tuhaf davranıĢlarından kalma korkular, Zeynep‟in kısa süren sahne yaĢamını da etkilemiĢtir: ―Daha, hakiki korkunun, vücutta gizli korkunun eseri yapılmadı. Yahut ben görmedim. İnsanın içine sinmiş, onun hareketlerini ikide bir kesen yahut degiştiren, onu âleminden ayırıp başka bir âleme götüren korku… Bize yapışmış içimizde bizimle beraber her kımıldanışta dalları çatırdayan bir orman gibi büyümüş korku. Zeynep korkardı. Her şeyden, hayattan başka her çeyden korkardı. Hele yüksek perde de insan sesine hiç tahammül edemezdi. Bu çocukluğundan böyle idi. Üvey annesi onu korkutmak için evin şurasına burasına gizlenir 98 sonra yerinden bağırarak fırlar o ağlamaya başlayınca gülermiş. 96 „Durée‟, „geçmişin hâle etkisi‟ne işaret eden, zamanda sürekliliği vurgulayan bir kavramdır. Tanpınar da, „Antalyalı Genç Kıza Mektup‟ta „zaman‟ kavramına bakış açısını belirlemede Bergson‟un etkisini açıkça ifade eder ve “Şiir ve sanat anlayıımda Bergson‟un zaman telâkkisinin mühim bir yeri vardır. Pek az okumakla beraber o da borçlu olduğum insanlardandır”der. 97 Zübeyde Şenderin, “Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Hikâyelerinde Karakter Yaratımında Çocukluk Yıllarının Rolü”, Gazi Üniversitesi Türkiyat Dergisi S.2, Ankara, 2008,s.179. 98 Tanpınar, Bir Tren Yolculuğu,Aile Dergisi, S.3, İstanbul, 1947,ss.9-10. 50 99 “Yaz Gecesi”nde ise, komĢu evin evlatlığı ile arasında geçen olayların sarsıntısını bir ömür boyu taĢıyan adamın, aynı evle ilgili korkulu bir baĢka anısı da yatalak ev sahibinin geceleri bütün mahalleyi uyandıran bağırıĢlarıdır: ―Geceleri hep o adamın sesleriyle korkarak uyandım. Sesini içitince beni yanına çagırıyor sanıyordum. O bağırır bagırmaz annem yanıma gelir, korkmayayım diye benimle 100 konuşurdu.‖ Son tahlilde “Yaz Gecesi” kötü çocukluk hatıralarının insan maneviyatı üzerindeki kalıcı etkilerine ve insanın içine hapsedip kilitlediği dertlerle, açmazlarla ve buhranlarla mücadele ederken aslında yalnız olduğuna vurgu yapan bir hikâyedir. 101 Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın “Rüyalar” adlı hikâyesi Aile dergisinin yirminci sayısında yayımlanır. Cemil bir yazardır. Evlidir, bir çocuğu vardır. Ailesiyle birlikte yaz tatilini geçirmek üzere Ġstanbul yakınlarında bir sayfiyeye gider. Burada bir süre sonra tuhaf rüyalar görmeye baĢlar. Önceleri bu durumu umursamaz. Ancak rüyaların gitgide yoğunlaĢan ve karmaĢıklaĢan bir Ģekilde devam etmesi üzerine içinde bulunduğu durumu sorgulamaya baĢlar. Bu rüyaların manzarası ve mahiyeti çok değiĢiktir. Cemil‟in rüyaları o kadar yoğun ve süreğen bir hal alır ki Cemil gerçek hayatla rüyaları birbirine karıĢtırmaya baĢlar. Yardım almak amacıyla bir doktora gider: ―Bununla beraber vaziyeti hoşuna gitmiyordu. Tanıdığı bir doktora gitti. Macerayı anlattı. --Vesvese, vehim—cevabıyla, bir sürü nasihat ve bir yığın reçeteyle döndü. Kendisine ceza olsun diye ilaçların hepsini aldı. Sıkı bir yemek rejimine başladı. Ayrıca da bedenen yorulmağa çalıştı. Denize girdi, yüzdü, sandal çekti, yürüyüşler yaptı. Fakat rüyalar peşini 102 bırakmadı.‖ Cemil, her gece tuhaf rüyalar görmekten rahatsızdır. Ancak bir hafta kadar rüya görmesi kesilince buna da üzülür. Çünkü bu rüyalarda kendisini hiç olmadığı kadar mânâlı hissetmekte ve rüyalarında yaĢadığı duygusal ve ruhsal yoğunluğu gerçek hayatta bulamamaktadır: ―Bir hafta kadar hiçbir rüya görmedi. Düz ve deliksiz uyudu. Fakat Cemil daha o günlerde, rüya görmeden uyumasına hayret etti, hattâ biraz da üzüldü. Çünkü bu rüyâlarda velev bir lâhza olsun –çünkü hayal vuzuh kazanır kazanmaz başlıyordu- hiç tatmadığı şekilde 99 Öte yandan Süha Oğuzertem, hikâyeyi ayrıntılı biçimde inceledigi yazısında, James Joyce‟un “Kızkardeşler” adlı hikâyesi ile “Yaz Gecesi”arasındaki benzerlikler üzerinde durmakta ve söz konusu olayın çocuk ile evlâtlık arasında değil, çocuk ile hasta ev sahibi arasında yaşanmış olabileceğinin ipuçlarından yola çıkarak, olayın niteliğine ve adamın cinsel kimliği üzerindeki etkilerine farklı bir açıdan önemli yorumlar getirmektedir. 100 Tanpınar, Yaz Gecesi, Aile Dergisi, S.3, İstanbul, 1947,s.9. 101 Tanpınar, Rüyalar, Aile Dergisi, S.20, İstanbul,1952, ss.6-20. 102 Tanpınar, a.g.e.,s.9. 51 103 mânâlı yaşıyordu.‖ (…)―Sanki boşluğun, dağılan şeylerin, şekilsizliğin hamurkârı 104 olmuştu.‖ Rüyalarında sırasıyla küçük bir masa üzerinde cam bir kavanoz içinde yüzen kırmızı balıklar, susturulmuĢ bir insan gibi duran bir ağaç, baĢka hiçbir kapıya benzemeyen bir kapı ve deniz manzaralı tanımadığı bir ev görür. Cemil, gördüğü her rüyayı ve bu rüyaları oluĢturan figür ve olayları analiz edip anlamaya çalıĢır. Ancak bir sonuca ulaĢamaz. Rüyalar, Cemil‟in üzerindeki en büyük etkiyi onun düĢüncelerini gündelik hayattan ve çevresinden kopararak gösterirler. Cemil aklen ve ruhen yaĢadığı hayattan uzaklaĢıp gördüğü ve göreceği rüyalardan baĢka bir Ģeyle meĢgul olamayan bir adama dönüĢür. Derken Cemil‟in rüyaları belirli bir istikamete oturur ve Cemil rüyalarında sürekli genç bir kız görmeye baĢlar. Bu genç kız Cemil‟e rüyalarında iĢkence ve zulüm altında olduğunu söylemekte, inleyip çığlıklar atmakta ve Cemil‟i sürekli yardıma çağırmaktadır. Fakat Cemil bu kızı gerçek hayatta hiç görmemiĢtir ve tanımamaktadır. Cemil, zamanla rüyalarında gördüğü bu kıza alıĢmaya baĢlar. Gündüz uyanıkken de sürekli onu düĢünür. Hattâ sırf onu rüyasında görebilmek için geceyi ve uyumayı sabırsızlıkla bekleyen bir adam hâline gelir. Kızı bir gece rüyasında görmediği zaman üzülür, kendisini eksik hisseder: ―İkinci günü deliksiz bir uykudan, arkasında hasret çektiği, kendisini düşündürecek hiçbir hayal bırakmadan uyandığı zaman içini bomboş, adeta kendisini ufalmış ve fakirleşmiş buldu. Hakikat şuydu: bütün gün ve gece, yatana kadar kendi kendine genç kadını göreceğini ümit etmişti. (…) –Bir daha göremeyecek miyim?--- diye kendi kendine sordu. Rüyalarının 105 esrarı, dünyasını o kadar aşmıştı ki, kendisini şimdi bütün hayata yabancı buluyordu.‖ Bu sıralarda Cemil, bir aĢk romanı yazmakta, bu romanda birebir Ģahit olduğu bir olayı anlatmaktadır. Cemil‟in Ģahit olduğu ve kitabına mevzu olarak seçtiği olay Ģöyledir: Cemil‟in bir zamanlar ġakir Bey adında bir komĢusu olmuĢtur. Bu adamın mesut bir evliliği vardır. Fakat ġakir Bey bir gün genç bir kıza âĢık olur. Üç yıl boyunca devam eden bu aĢk ġakir Bey‟in evliliğini alt üst eder. Bir gün ġakir Bey‟in âĢık olduğu kız aniden ortadan kaybolur. Her Ģey düzelecek zannedilirken Cemil, ġakir Bey‟in delirdiği haberini alır. Bu arada Cemil, ġakir Bey‟in âĢık olduğu genç kızı hiç görmemiĢtir. ġakir Bey delirdikten bir hafta sonra da denizde kim olduğu anlaĢılmayan ve yaĢı ancak tahmin edilen genç bir kızın cesedi bulunur. 103 Tanpınar, a.g.e.,s.7. 104 Tanpınar, a.g.e.,s.11. 105 Tanpınar, a.g.e.,s.15. 52 Cemil, birebir Ģahit olduğu bu olayın romanını yazmaktadır. Fakat son zamanlarda romanı ilerletememekte, yazdıklarına yeni Ģeyler ilave edememektedir. Süregiden rüyaların Cemil‟in maneviyatı üzerindeki etkisi çok kuvvetlidir. Gerçekle irtibatı veya gerçeğe olan ilgisi zayıflamaya baĢlayan Cemil bu rüyaların yarattığı âlem içinde yeni bir ruhsal kimliğe bürünür, duygusal istikrarını kaybeder, algı ve hissediĢ dünyası karmaĢık bir hal alır: Çünkü bütün bu rüyalar, ancak büyük sarhoşlukların, kıskançlık buhranlarının, dönüşsüz ayrılıkların, azapların arifesinde, bazı büyük musiki eserleriyle karşılaştığımız zaman duyduğumuz ve günlerce tesiri altında kaldığımız o tahammülü imkânsız, her hâtırayı her düşünceyi böğrümüze saplanmış çok sivri ve tırtıllı bir bıçak yarası gibi bizde derinleştiren hüzünlerin eşi bir hüzünle geliyordu. (…) Bu rüyadan Cemilde kalan en kuvvetli intiba, bütün bu değişmelerin kalıptan kalıba girmelerin mutlak bir sessizlikte olmasıydı ve Cemili bu sessizlik bir cürüm bir günah işlemiş gibi eziyordu. (...) Ve Cemil bu sessizliğin her an kırılacağını, bir yerden onu kıracak çok zalim bir şeyin fışkıracağını biliyor ve onu 106 bekliyordu.‖ Bu kızla ilgili rüyaları gitgide yoğun, karanlık ve yıpratıcı bir hal alan Cemil, doktordan tekrar yardım ister ancak herhangi bir düzelme alameti göstermez. Bir gün karısı ve küçük kızıyla plaja gider. Denize girer. Denizde beyaz entarili bir kadın gördüğünü zanneder. Fakat aslında hayal yahut rüya görmüĢtür. Gördüğünü zannettiği bu beyaz entarili kadın rüyalarında gördüğü genç kızı andırmaktadır. Cemil, delirmek üzere olduğunu düĢünmeye baĢlar. Karısına ve kızına odaklanarak bu rüyaların yarattığı kaotik halet-i ruhiyeden kurtulmak ister. Fakat bir yandan da rüyasında gördüğü kıza âĢık olduğunu düĢünmektedir: ―İki hayatım var. Birincisi kadar ikincisine de bağlıyım! Korkunç… Korkunç… Namuslu adam safiyetle bu ikinci hayattan karısına bahsetmesi lazımdı. Çünkü bir başkasını seviyordu ve bunu kendisi iyice biliyordu. Rüyada imiş ne çıkar? Uykusu hayatın yarısı olduktan sonra… Fakat kimdi bu kadın? Daha yüzünü bile görmedim… Fakat vardı ve 107 hayatına girmişti.‖ Rüyalarında kızın yüzünü ya görememektedir ya da belli belirsiz görmektedir. Uzun siyah saçlı, beyaz elbiseli ve vücudunun değiĢik yerlerinde yara izi olan bir kızdır bu. Evvelâ hiç konuĢmayan bir kızken zamanla konuĢmaya da baĢlar. Bazen acıyla çığlık atmaktadır bazen de Cemil‟le açık bir Ģekilde konuĢmaktadır: 106 Tanpınar, a.g.e.,s.16-17. 107 Tanpınar, a.g.e.,s.12. 53 ―Nihayet beklediği oldu. Bütün bu karanlıkların arkasından genç kadının sesini duydu. Fakat bu sefer çığlık değildi, çok sarih bir konuşma idi. –Kurtarın beni—diyordu. -- Nolursunuz kurtarın beni… Bilmiyorsunuz ne kadar zulmediyorlar… Bilmiyorsunuz… Kurtarın beni…-- (…) – O masanın başında neler çekiyorum bilmiyorsunuz… İnsanlar hiç 108 yerine ne kadar zalim oluyorlar--.‖ Hikâyenin sonunda Cemil bir gün Ġstanbul‟da gezinirken yolda eski bir arkadaĢıyla karĢılaĢır. ArkadaĢı Cemil‟e bir yerde düzenli olarak yaptıkları ruh çağırma seanslarından bahseder. Bu ruh çağırma seanslarında son zamanlarda Zeynep adında yakın bir zamanda intihar ederek ölmüĢ bir genç kızın ruhuyla konuĢmaktadırlar. Bu kız sürekli o gruptan yardım istemekte, sorulan her soruyu cevaplamakta ancak niçin intihar ettiğini söylememektedir. Hikâyenin sonunda yazar, ruh çağırma seansları düzenleyen gruptaki kiĢilerin Zeynep‟e niçin intihar ettiği dıĢında ne tür sorular sorduklarını söylemeyerek bu kısmı muamma olarak bırakır. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın içinde doğaüstü unsurlar da barındıran “Rüyalar” adlı bu hikâyesi, çok fazla zihinsel faaliyette bulunduğu anlaĢılan bir adama dair ruhsal ve psikolojik bir hikâyedir. “Rüyalar” Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile dergisinde yayımlanan en uzun hikâyesidir. Hikâye aynı zamanda Aile’de yayımlanan bütün hikâyelerin en uzunudur. Tanpınar, bu hikâyesinde baĢkiĢi Cemil‟e art arda kaotik rüyalar gördürerek derin ve sembollerle bezeli bir anlatı inĢa etmiĢtir. Hikâye, baĢkiĢi Cemil‟in ve onun rüyasında gördüğü Zeynep adlı ölü kızın üzerine kurulup giriftleĢtirilmiĢtir. Cemil‟in karısı, küçük kızı, akrabaları ve ziyaret ettiği doktorlar, yazar tarafından asıl olayı yoğunlaĢtırmak dıĢında bir iĢlevleri olmadan Cemil‟in etrafında kümelendirilmiĢlerdir. ġahıs olarak Cemil ön plandadır. Fakat Cemil‟in gördüğü rüyalar hikâyenin ilerleyiĢinde onun da önüne geçerler. Gerçeği söylemek gerekirse hikâyede Cemil de ikinci plandadır. O, hikâyenin görünen kahramanıdır. Hâlbuki bir de hakikî kahraman vardır. Bu, bir insan değildir. Bir Ģeydir. Hikâyeye dikkatli gözlerle bakılırsa ta baĢından beri Cemil‟den daha gerçek, daha hâkim bir varlık, Cemil‟in gördüğü rüyalar konunun kahramanı olarak görülür. Cemil adeta rüyaların anlatılabilmesi için bir alet Ģahıstan ibarettir. Cemil hikâyede rüyalar baĢlayınca tanınır, 109 rüyalar bitince hikâye de biter. Hikâyede gördüğü rüyalar dıĢında Cemil hakkında çok fazla bilgi verilmez, verilen bilgiler de rüyalarıyla iliĢkilendirilir. 108 Tanpınar, a.g.e.,ss.17-18. 109 Orhan Okay, “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Rüyalar Hikayesi”, Sanat ve Edebiyat Yazıları, 2.b., Dergâh Yayınları, İstanbul,1998,s.221-222. 54 Cemil, bir yazar olarak fazlasıyla iç âlemine ve kendisine dönük bir adam olarak resmedilmiĢtir. Ġç âlemine dönük bir adam olması onu tuhaf rüyalar görmeye elveriĢli bir adam yapar, gördüğü rüyalarla da iç âlemine dönüklüğü yoğunluk kazanır. “Rüyalar” hikâyesi Tanpınar‟ın insan psikolojisi, bilinç ve bilinçaltı kavramlarına yönelik merakının ve ilgisinin açık bir yansımasıdır. Hikâyede bu konudaki en açık iĢaretlerden biri deniz metaforunun yoğun bir Ģekilde kullanılmıĢ olmasıdır. Alt, üst, derinlik, dip, karanlık, tabakalaĢma, v.s.kavramlarla izah edilmiĢ olan Ģuuraltı psikolojisi, bu hikâyede deniz istiaresiyle sembolize edilmiĢtir. Tanpınar‟ın bu hikâyede gerek rüyalarla gerekse de gerçek hayatta birkaç defa denizi Cemil‟le yüzyüze getirmesinin arkasında bu istiare endiĢesi bulunmaktadır. AĢağıdaki parçada denizin bilinç-bilinçaltı 110 sembolü olarak ifade edildiği anlaĢılmaktadır: ―El ele denize girdiler. Suya başını batırır batırmaz Cemil’de ihsasların şekli değişti. Sanki rüyalarının içinde, onların vuzuhsuzluğunda idi. Bir dalgayı kucakladı. Üstüne atladı. Fakat küçük yeleli at, altından kaydı. Cemil birdenbire kendisini gizli bir bahçenin yosunları içinde buldu. Bir topuk darbesi neleri değiştirebiliyordu. Rüyalarında da böyle kurtulsa idi. 111 Tekrar daldı.‖ Tanpınar‟ın Aile‟de yayımlanan hikâyelerinden “Bir Tren Yolculuğu” “Acıbadem‟deki KöĢk” ve yazarın dinsel ve mitolojik bir kıssanın yeniden tefsiri Ģeklinde kaleme aldığı“Âdem‟le Havva” olay örgüsü bakımından herhangi bir gizlilik veya muamma barındırmazlar. Fakat Tanpınar, dergide yayımlanan “Yaz Gecesi” adlı hikâyesinde ve “Rüyalar” da birtakım noktaları karanlık bırakmayı tercih etmiĢtir. “Yaz Gecesi”ndeki adsız adamın, çocukluğunda, hasta adamın evlatlığıyla yaĢadığı iliĢki tam anlamıyla malum değildir. Adamın çocukluğunda yaĢadığı sarsıcı olaylar imaların, sembollerin ve sezdirmelerin arkasına saklanarak anlatılmıĢtır. “Rüyalar” da da buna benzer bir durum söz konusudur. Fakat bu hikâyedeki kapalılık yazar Cemil‟e rüyalarında musallat olan ölü kız Zeynep‟in kimliğiyle ilgilidir. Yazar bu hikâyesinde Zeynep‟in kim olduğunu ve niçin intihar ettiğini açık bir Ģekilde söylemez. Fakat okuyucuda Zeynep‟in Cemil‟in komĢusu ġakir Bey‟le aĢk yaĢayan ve onun delirmesine neden olan genç kız olduğu algısını uyandırır. Cemil, evli bir adam olan komĢusu ġakir Bey‟in genç bir kızla aĢk yaĢadığını öğrenmiĢ ancak söz konusu genç kızı hiç görmemiĢtir. ġimdi bu aĢk hadisesinin romanını yazmaktadır. Yine okuyucuda yaratılan algıya göre Zeynep‟in Cemil‟in rüyalarına girmesinin nedeni de bu 110 Okay, a.g.e.,s.221 111 Tanpınar, a.g.e.,s.11. 55 kitaptır. Çünkü Cemil kitabında genç kızın ölümüne(intiharına?) neden olan o olayı anlatmaktadır. Zeynep, hem Cemil‟e rüyalarında hem de ruh çağırma seansıyla göründüğü kiĢilere iĢkence ve zulüm altında olduğunu söylemiĢ ve sürekli yardım istemiĢtir. Fakat Zeynep‟e ne zaman, neden ve kimler tarafından iĢkence edildiği veya gerçekten böyle bir iĢkencenin olup olmadığı hikâyede bir sır olarak bırakılmıĢtır. “Rüyalar” bir yanıyla kahramanın görünen hayatını, diğer yanıyla iç dünyasını; öbür yanıyla rüyadaki kadının trajedisini vererek, tıpkı Tanpınar‟ın “Yaz Gecesi” ve “Evin Sahibi” hikâyeleri gibi birbirine bağlı, iç içe geçmiĢ zıtlığı/ikiliği ve için dıĢı yönlendiriĢini 112 anlatmaktadır. Bu hikâye Saatleri Ayarlama Enstitüsü‟nde ironik bakıĢ açısıyla anlatılan “ispiritizma cemiyeti”ne de bir gönderme içerir. Cemil‟in hikâyenin sonuna doğru karĢılaĢtığı bir arkadaĢı ona bir evde ruh çağırma toplantıları yaptıklarından ve intihar etmiĢ bir kızın ruhuyla iletiĢim kurduklarından bahseder. Burada “Rüyalar” hikâyesinin Peyami Safa‟nın benzer mistik denemelere ağırlık verdiği “Matmazel Noralya‟nın Koltuğu”nu neĢretmesinden üç sene sonra yazıldığını ve Tanpınar‟ın bu roman hakkında “hayat tecrübelerini spiritüel bir plana naklettiği” kanaatinde olduğunu da hatırlamak gerekir. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu hikâyede Freud‟la aĢırı bir Ģekilde materyalist ve patolojik bir mecraya dökülen ruh meselelerini, spiritüalist bir alana 113 çekmek istemiĢtir. “Rüyalar” hikâyesini daha iyi anlamak için rüya kavramının Ahmet Hamdi Tanpınar‟daki yerine de ayrıca değinilmelidir. Tanpınar rüyayı, Ģiirlerinden romanlarına, 114 hikâyelerine değin çok geniĢ bir alanda kullanır. Mazi, eĢik ve zaman gibi kavramlarla birlikte rüya, onun Ģiir ve anlatı estetiğini yaratmada en çok yer verdiği kavramlardır. Tanpınar‟da bu kavramlar daimî birer mesele ve esin kaynağı halindedir. Bu kavramlar Tanpınar‟ın edebî estetiğini oluĢturan temel öğelerdir. Kendisinin ifadesiyle söylenirse, rüya onda bir tür hayatı ve sanatı değerlendirme biçimidir. Biraz da Freud ve modern psikoloji dolayısıyla rüyaların günlük hayattaki yerinin tahminlerin çok üstünde etkili olduğunun deneysel yolla belirlenmesiyle birlikte, birçok modern yazar gibi rüyalar Tanpınar‟ı da meĢgul eder olmuĢtur. Öyle ki, onun hikâyelerinde canlandırdığı kahramanların birçoğu rüya ile gerçek arasında gidip gelen kararsız kiĢiler 112 Şahin,a.g.e.,s.326. 113 Okay, a.g.e.,s.225. 114 Betül Özer, “Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Poetikasının Temel Yapıtaşı Olarak Rüya”, Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, S.1,İstanbul,2010,s.31. 56 115 olarak karĢımıza çıkar. Gerçekten de onun on beĢ öyküsünden çoğu kurgu olarak rüya merkezlidir. Geriye kalan hikâyelerinde de rüya; motif, dil, zaman, geçiĢ imkânları itibariyle hikâyeyi besleyen temel dokudan sayılır. Ahmet Hamdi Tanpınar rüya imkânının kendi tahkiye dünyasına ne denli denk düĢtüğünün, yapmak istedikleriyle ne denli örtüĢtüğünün 116 farkındadır. Tanpınar‟ın rüyalara yöneliĢinin ardında hem kendisine mahsus özgün bir edebiyat evreni yaratma gayesinin hem de yaĢadığı devirde ilim ve sanat çevrelerinde büyük ilgi gören psikoloji kuramcıları Sigmund Freud ve Carl Gustave Jung ile düĢünür Bergson‟u incelemesinin etkisi vardır. Bergson ve psikanalizin kurucusu Freud, Cumhuriyet‟in ilk yıllarında adlarından en çok söz ettiren düĢünürlerdir. Antalyalı gence mektubunun sonunda yer alan ve Tanpınar‟ın 117 Bergson ile Freud‟dan etkilendiğini gösteren sözler Ģöyledir: ―Şiir ve sanat anlayışımda Bergson’un zaman telâkkîsinin mühim bir yeri vardır... 118 Rüya meselesi beni Freud’a ve psikanalistlere götürdü.‖ Tanpınar‟ın hikâyelerinde rüyalar, insanların ruhsal yapıları ve o an içinde bulundukları durumları hakkında belirli bir simgesel dil kullanarak bilgi veren bir alt metin gibidir. Bu noktada Tanpınar‟ın düĢünce mekanizmasıyla psikanalizmin kabulleri arasındaki bir paralellikle karĢılaĢırız. Çünkü psikanalizmde de rüyalar “zihnin bilinçdıĢına ulaĢan 119 yoludur. Tanpınar‟ın rüyalara duyduğu daimî ilginin kökenini 1943 ve 1944 yıllarında Ülkü dergisinde yayımladığı “ġiir ve Rüya I” ve “ġiir ve Rüya II” adlı makalelerde de bulmak mümkündür. Tanpınar bu makalelerinde rüyalara duyduğu ilgiyi ortaya koymuĢ ve yazdığı ve yazacağı eserlerde rüya unsurlarının varlığına dair izahatta bulunmuĢtur. Tanpınar‟ın bu makaleleri yayımladığı dönem rüyalara ait unsurlara geniĢ bir Ģekilde yer veren ilk hikâye kitabı “Abdullah Efendi‟nin Rüyaları” (1943) ve “Mahur Beste”(1944) adlı ilk romanının yayımlandığı dönemdir. Söz konusu makalelerde kısmen de olsa Tanpınar‟ın edebî eserlerinde rüyalara geniĢ yer vermesinin açıklamasını bulmak mümkündür: Bütün mitler rüyaların çocuğudur. Ölüm korkusu ve bizzat ölümün kendisi, onları zihnimizin tezgâhında yoğurmuş ve şekillendirmiştir. Rüya uykuya münhasır bir keyfiyet 115 Uçman, a.g.e., s.497. 116 Hüseyin Su, “Rüya Gören Öyküler”, Hece/Ahmet Hamdi Tanpınar Özel Sayısı, S.20, İstanbul,2000,s.27. 117 Elif Emine Özer, “Tanpınar‟ın Şiir Anlayışı ve Şiirinin Kaynakları Üzerine Bir İnceleme”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S.20, Denizli, 2006,ss.86-87. 118 Zeynep Kerman, Tanpınar’ın Mektupları, Dergâh Yayınları, İstanbul,2010,s.276. 119 Charles Brenner, Psikanaliz / Temel Metinler, çev. Işık Savaşır, Yusuf Savaşır, HYB Yayınları, Ankara, 1998,s.160. 57 değildir. Gece gibi onu da içimizde taşırız. Şuurun duvarına açılan her gedikten rüyaların sırasına göre sıkıntılı, zalim yahut mesut diyarına gideriz. Tecrit ve teksif gibi zihnî ameliyelerimiz bile, bir bakıma göre, rüyaya yakındırlar. Zihnin bazı imkânsız vuzuh anları uyanık halde görülen bir rüyadan başka bir şey değildir. Vecd rüyadır. Çok defa manzara karşısındaki ruh haletimiz de uyanık halde görülen bir 120 rüyadır. (…) İster bir rüyayı anlatalım, ister realiteden bahsedelim sanatta asıl olan bu havayı kurabilmek, bu duygu kesifliği altından eşyayı gösterebilmektir. Ancak bu suretledir ki sanat adamı ömrünün arızalarına, realitelerin akislerine realite üstünde bir çehre verebilir. Herkes kendi varlığının karanlıklarında rüyalarının sırrını gizler. Bu demektir ki eserlerimizde, benliğimizin bir köşesinde bizim için bilinmeyen bir dip tabakada hapsedilmişlerdir. (…) Hakikat şu ki nereden ve nasıl gelirlerse gelsinler, bugün bende musiki ile temasın doğurduğu üç şekil var ki ayrı ayrı ruh haletlerini karşılıyor: Nağmeden bir ağaç, nağmeden bir yükseliş, nağmeden bir yüz… Üçü de ani bir duyuş altında şekillenmiş üç rüyadır. Bu üç şeklin bir gün herhangi bir şiirime girip girmemesi artık benim kendi derinliklerimi yoklayabilmek kabiliyetime bağlıdır. Başlangıçları veren bu duyuş itibarıyla aynı cinsten olan bu üç hayalin yazdığım ve yazacağım şeylerde mahiyetlerini değiştirerek girdikleri ve girecekleri şekillere, mümkün ve muhtemel değişmelerine gelince onları hiç düşünmedim. Bu, geceleyin karanlık suda parıldayan belirsiz ışığın nereden, hangi 121 bilinmeyen âlemden kopup geldiğini düşünmek gibi bir şey olabilir. Tanpınar bu makaleleri oluĢturma devresinde rüya hakkında mevcut olan ilmî literatürü, Bergson‟dan, Jung‟a ve Jones‟e kadar bazı doktorları da dâhil görerek yazdığını 122 belirtmektedir. Dolayısıyla Tanpınar‟ın rüyalara ilgisinin arka planında geniĢ bir birikim ve ilmî çalıĢma vardır. Onun Aile‟de yayımlanan “Rüyalar” adlı hikâyesinin edebî, düĢünsel ve duygusal arka planı budur. 3.1.1.2.Mazi Hasreti Aile dergisinde yayımlanan telif hikâyelerde mazi hasreti veya genel anlamıyla mazi en çok kullanılan temalardan biridir. Derginin çeĢitli sayılarında çeĢitli yazarlar tarafından bu 120 Tanpınar, “Şiir ve Rüya 1”, Edebiyat Üzerine Makaleler, 9.b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011, ss.32-34. 121 Tanpınar, “Şiir ve Rüya 2”, Edebiyat Üzerine Makaleler, 9.b., Dergah Yayınları, İstanbul, 2011, s.38. 122 Kerman, a.g.e.,s.43. 58 mahiyette hikâyeler yazılmıĢtır. Bu tip hikâyelerde genellikle, artık mazide kalmıĢ bir devir anlatılır ve bu devre ait özlemler dile getirilir. Mazinin uzak bir noktasında yaĢamıĢ bir insan veya maziye ait bir nesne ele alınır ve bu insanlar yahut bu nesneler idealize edilerek artık dünyada bulunmayıĢlarına iç geçirilir. Bir iki istisna hariç Aile dergisinde yayımlanan hikâyelerde mazi hep faziletli insanların yaĢadığı bir zaman dilimi olarak gösterilmiĢtir. Maziye duyulan hasretin karakteri veya Ģiddeti hikâyeden hikâyeye ve yazardan yazara farklılık gösterdiği gibi Fikret Ürgüp‟ün yazdığı “Her ġey Mümkündür” adlı hikâyedeki gibi tamamen hayale ve fanteziye dayalı bir mazi algısı da bu hikâyelerde yer alabilmiĢtir. Aile dergisinde yayımlanıp mazi hasreti teması ekseninde ele alınabilecek hikâyeler Ģunlardır: Burhan Felek‟in (1889-1982) derginin birinci sayısında yayımlanan “Ġlk Tokat/Bir Çocukluk Hatırası” adlı anı hikâyesi, Oktay Akbal‟ın derginin dokuzuncu sayısında yayımlanan “Bizans Definesi” adlı hikâyesi, Abdülhak ġinasi Hisar‟ın derginin onuncu sayısında yayımlanan“Saat Meraklısı Tahsin Efendi” ve derginin on üçüncü sayısında yayımlanan “Ġsmi Unutulan Melek Efendi” adlı hikâyeleri, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın derginin on birinci sayısında yayımlanan“Acıbadem‟deki KöĢk” adlı hikâyesi, Fikret Ürgüp‟ün derginin on beĢinci sayısında yayımlanan“Her ġey Mümkündür” adlı hikâyesi ve Ziya Osman Saba‟nın derginin on yedinci sayısında yayımlanan “Neveser” adlı hikâyesi. Aile dergisinin ilk sayısında gazeteci-yazar Burhan Felek‟ in bir çocukluk hatırası “Ġlk 123 Tokat/Bir Çocukluk Hatırası” adıyla yayımlanır. YaĢanmıĢ bir olaya dayanan bu anlatı her ne kadar bir hatıra olsa da anlatıya dayalı ve adeta hikâyeyi andıran bir metindir. Burhan Felek‟ in çocukluğuna dair ilk hatırası babasından yediği ilk tokat ve bu tokada sebep olan olaydır. Bir gün çocuk Burhan sokaktan eve döndüğünde annesini eski bir konak olan evlerinde bulamaz. Annesinin Üsküdar‟ın Saraçlar mahallesinde oturan ġefika Hanım adlı bir aile dostuna komĢuluğa gittiğini düĢünen küçük Burhan onun yanına gitmek üzere yola düĢer. Burhan o sıralarda dört yaĢındadır. Küçük Burhan‟ın ailesiyle birlikte oturduğu eski ev Üsküdar‟ın Ġhsaniye mahallesindedir ve Ġhsaniye mahallesiyle Saraçlar Mahallesi arasındaki uzaklık dört yaĢındaki bir çocuk için çok fazladır. Ancak küçük Burhan annesini bulmak gayesiyle o uzak mesafeyi yürür. Fakat annesini ġefika Hanım‟ın evinde bulamaz. Bu arada eve dönen annesi çocuğunu evde bulamayınca büyük bir telaĢa kapılır. 123 Burhan Felek, İlk Tokat/Bir Çocukluk Hatırası, Aile Dergisi, S.1, İstanbul, 1947, ss.28-29. 59 Bir süre sonra komĢuları ve büyükleri küçük Burhan‟ı sağ salim eve geri getirirler. Burhan o akĢam o küçük haline bakmadan ve habersizce evden bu kadar uzaklaĢtığı için babasının gazabına maruz kalır ve ondan bir tokat yer. Bu Burhan Felek‟in hayatta yediği ilk tokat ve 124 onun ilk çocukluk hatırasıdır. Bu hatırada geleneksel Türk ailelerindeki baba imajına ve babanın, annenin ve çocukların aile içindeki konumuna dair izler bulmak mümkündür. Geleneksel Türk ailelerinde doğal olarak çocukların üzerine titrenir ve çocuklardan babalarının otoritesine mutlak bir Ģekilde itaat etmesi beklenir. Aile içindeki hiyerarĢinin en tepesinde olan baba çocuklar için herĢeyin en güzelini ve en emniyetlisini tayin ve tespit edecek kiĢi olduğu inancındadır. Baba otoritesini korumak için gerektiğinde çocuğunu cezalandırır ve bu cezalandırmayı Burhan‟ın babasının yaptığı gibi bazen tokat atmaya kadar götürür. Tokat atmak bu hatırada babanın çocuğunu etkili bir Ģekilde ikaz etmek için kullandığı bir yöntemdir. Baba bu tokadı oğlu Burhan‟a hem otoritesini korumak hem de onun aynı yanlıĢı tekrar etmesini önlemek için atmıĢtır. Bu tokat Burhan‟da korkulu bir hatıra olarak kalmıĢtır. Fakat bu tokat bir tarafıyla da çocukken ailesinin üzerine nasıl titrediğini ona hatırlatan bir vasıtadır. Yazar bu tokadı korkuyla; tokadı atan babasını hasretle ise yâd eder. 125 Derginin dokuzuncu sayısında Oktay Akbal‟ın (1923-2015) “Bizans Definesi” adlı bir hikâyesi yayımlanır. Bu hikâyede Ġstanbul‟daki Bizans surlarının dibindeki bir mağarada 126 define arayan bir baba ve oğulları anlatılır. Dört erkek kardeĢ Ġstanbul‟daki surların dibindeki karanlık bir mağarada çok kıymetli mücevherler bulma ümidiyle yıllar boyunca bir Bizans definesi ararlar. KardeĢler, bazen Ġstanbul kuĢatması sırasında kaçırılıp buraya gömüldüğü; bazen de Bizans imparatorlarından birinin kızı olan bir prensesin cenazesiyle birlikte buraya gömüldüğü söylenen bu defineyi er geç bulacaklarını düĢünürler. Bu aile aslında nesillerdir bu defineyi aramaktadır ve kimse bir Ģey bulamamıĢtır. Define arayan erkek kardeĢlerin babalarının kuzeni bir ömrünü burada define arama iĢine harcamıĢ ve bir Ģey bulamamıĢtır. Esasen çocukların babası da bu mağarada bir define olmadığını bilir. Fakat oğullarının Ģevki kırılmasın diye onlara bir Ģey söylemez. Hatta define arayıĢlarında bazen onlara yardım bile eder. Sonunda kardeĢler bir define bulamazlar. Yıllar geçer ve bütün o define aramalar tatlı bir çocukluk hatırası olarak kalır. 125 Oktay Akbal, Bizans Definesi, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, ss.55-58. 126 Oktay Akbal‟ın ilk kez 1953 yılında yayımlanan üçüncü hikâye kitabı “Bizans Definesi” ismini taşır. 60 Oktay Akbal “Bizans Definesi” adlı bu hikâyesinde esasen hayata tutunmak ve hayatı sevmek için hayal kurmanın gerekliliğini vurgular. Bu hayal bir define bulup bir anda zengin olmak kadar imkânsız bir hayal de olsa aslında gereklidir ve hiç hayal kurmamaktan iyidir: ―Bizim öyle bol hayallerle yüklü bir Bizans definesi masalına ihtiyacımız vardı. Onu biz yaratıyor, kendimizi belki de isteyerek aldatıyorduk. Bilerek aldanmak saadeti yok şimdi… Ümidini, hayalini, tesellisini bana verecek ne bir Bizans definesi ne de onun heyecanıyle titreyen o günlerin insanları var… Kimi bilinmeyen diyarlara gitti, kimi de bambaşka bir 127 insan halinde içimizde, ama onlarda da o eski zamandan bir iz aramak beyhude.‖ Hayal sahibi olmak demek hayata tutunmak için gerekli olan manevi enerjiye sahip olmak demektir. Ġnsan yıllanıp yaĢlandıkça dünyaya daha gerçekçi gözlerle bakar ve belki bir noktadan sonra hayal kurmayı da bırakır. Fakat hayal kurmayı bıraktığı gün kendi hayatını bir ezbere yaĢanan bir çeĢit zorunluluğa dönüĢtürmüĢ olur. Bu hikâyede çocukluk devri insanın varlığını hayallere en geniĢ ölçüde açabildiği bir devir gibi yansıtılmıĢtır. Hikâyede, çocukluk devri hayal kurulabilen ve bu hayallere inanılabilen bir devir olarak nitelenir. Bu nedenle de çocukluk günleri hasretle hatırlanır. “Bizans Definesi”ndeki kardeĢlerin babası, aile bütünlüğünü muhafaza etmek ve çocuklarının birbirlerine olan bağlılıklarını pekiĢtirmek adına ailenin nesillerdir bir sonuç alamadığı define arama iĢini devam ettirir. Çünkü bu hayalin hayatı cazip yapan ve aile bireyleriyle bir arada olmayı güzelleĢtiren bir etkisi vardır. Bu hikâyede aslında var olmayan ve bir hayalden ibaret olan Bizans definesi aile bireylerinin yaĢama gücünü artıran ve aile bütünlüğünü pekiĢtiren bir Ģeydir. Yazar bu nedenlerle bu defineyi bulmakla ilgili çabaları ve hayalleri özlemle hatırlar. Abdülhak ġinasi Hisar‟ın (1887-1963) yazdığı ve Aile‟nin onuncu sayısında 128 yayımlanan “Saat Meraklısı Tahsin Efendi” saflığı, efendiliği ve basit Ģeylerle mutlu olma özelliğiyle artık mazide kalan bir insan olan Tahsin Efendi‟yi anlatır. Namaz vakitlerini ayarlamaya yarayan muvakkithanelerin varlığını sürdürdüğü zamanlarda saatlerin ve saatçiliğin toplumsal statüsü yüksektir. Abdülhak ġinasi‟nin “Saat Meraklısı Tahsin Efendi” isimli hikâyesi de o devirlerde geçer. Tahsin Efendi Rumeli Hisarı‟ndaki Bey Camii‟nin muvakkididir. Saatleri ve saatçiliği saplantıya varan bir tutkuyla sever. Bozulan, iĢlemeyen ve kimsenin tamir edemediği saatleri ustalıkla tamir eder ve tekrar çalıĢtırır. Eli sadece saatçiliğe değil; pek çok konuya yatkındır. KomĢularının evlerindeki birtakım cihazları ustalıkla tamir eder: 127 Akbal,a.g.e., s.58. 128 Abdülhak Şinasi Hisar, Saat Meraklısı Tahsin Efendi, Aile Dergisi, S.10, İstanbul, 1949, ss.9-16. 61 ―Bu Tahsin Efendi yalnızca muvakkithanenin saatçisi değildi. Aynı zamanda nice işlere yarayan ve bu yüzden zaman zaman, mahallede birçok evlerden aranan bir adamdı. Muhakkak halk arasında yetişip isimleri hiçbir tarihe geçmeyen o sayısız sanatkârlardan yani biraz sihirbaz olan insanlardan biriydi. Onun nasırlı ellerinin süründüğü şeyler her defasında, bir merhamet melhemiyle tedavi görmüş gibi, memulün fevkinde iyileşir ve 129 işlerdi.‖ Tahsin Efendi yalnız bir adamdır. Karısı yahut çocukları yoktur. O da bir aileye sahip olmayıĢının doğurduğu mahrumiyeti saat tutkusuna sarılarak telafi etmeye çalıĢır. Evinde değiĢik devir, tip, ülke ve markalara ait pek çok saat vardır. Saat aĢkı onu hayata bağlayan ve yaĢamasını sağlayan manevi bir motivasyon gibidir. Saatlere sahip olmak, onlarla uğraĢmak Tahsin Efendi‟nin yaĢama gerekçesini oluĢturur: ―Zavallı Tahsin Efendi saatleri o kadar severmiş ki vaktini, sıhhatini, parasını hep bunlar için harcedermiş. Eline biraz toplu bir para geçti mi, güzel ve yeni bir saat daha alır ve biriktirdiği para buna yetmeyince de başkalarının iltifa etmeyecekleri eski, biçimsiz, durmuş saatleri toplar, hattâ başkaları artık saatlerinin büsbütün bozulmuş olduklarına kanaat getirerek bunları atmağa karar verdiler mi, Tahsin Efendi bu saat cesetlerini bile 130 saklar; hiçbir saati terk etmeğe bir türlü razı olmazmış.‖ Tahsin Efendi‟nin adı yaĢadığı çevrede saatlerle ve saatçilikle özdeĢleĢmiĢtir. Saatleriyle meczubâne bir gayretle meĢgul olmaktadır. Ayrıca evinde sakladığı ve bozukken tamir etmeyi baĢardığı pek çok antika saati bir gün yüksek fiyatlarla birilerine satabileceğini düĢünmekte ve bu düĢünceyle evinde eski saatleri biriktirip durmaktadır. Fakat Tahsin Efendi‟nin fakir evinde biriktirdiği çalar saatlerle ilgili çok büyük bir mesele vardır. Tahsin Efendi bu saatleri büyük bir özenle tamir edip ayarını yapar ama bu çalar saatler bir türlü aynı vakitleri gösteremez, mühim zamanlarda aynı anda çalmazlar. DeğiĢik zamanlarda her biri ayrı ayrı çalarak Tahsin Efendi‟nin evinin tuhaf ve intizamsız seslerle dolmasına sebep olurlar. Tahsin Efendi çalar saatlerindeki bu intizamsızlığı ve uyumsuzluğu kendisine dert etmiĢtir. Saatlerinin aynı anda ve bir armoni içinde çalması Tahsin Efendi‟nin en büyük emeli haline gelmiĢtir: ―Zavallı Tahsin Efendi’nin hayatında en büyük emeli bütün tamir edilmiş bu saatlerinin hepsinin hep birden intizam ile işleyerek ve mesut ve mübarek bir dakika içinde 131 birleşerek saat başlarını hep birden, hep beraber çaldıklarını duymakmış.‖ 129 Hisar, a.g.e., s.9. 130 Hisar, a.g.e., s.10. 131 Hisar, a.g.e., s.14. 62 Bir gün komĢuları Tahsin Efendi‟nin muvakkithanesinde birdenbire hastalandığını öğrenirler. Hastalığı ağırlaĢan Tahsin Efendi bir süre sonra ölür. Bu mütevazı ve iyi niyetli eski zaman saatçisinin ölümüne komĢuları çok üzülürler. Ondan geriye miras olarak kalan saatler çok ucuza satılır. Kimse bu saatlere özel bir değer vermez. Tahsin Efendi‟nin sağlığında yıllarca büyük ümitlerle biriktirdiği ancak hiç kimseye satamadığı antika saatleri onun ölümünden sonra da alıcı bulamaz: ―Biçarenin saatleri umduğu kadar değil, başkasının tahmin edeceği değerini bile tutmamıştı… Bütün bu bozuk ve işlemez saatleri sanki ne yapmalıydı? Biçare Tahsin Efendi merak getirmişti diyerek herkes omuz silkiyor, bunların bir para edeceğine artık kimse 132 inanmıyordu.‖ Ancak mahallede anlatılana göre Tahsin Efendi yatağında ölmek üzereyken sağlığında bir türlü aynı zamanda çaldıramadığı çalar saatler saniyesi saniyesine aynı zamanı göstermeye baĢlamıĢtır. BaĢıboĢ iĢleyen bozuk çalar saatler o ölmek üzereyken hep birlikte on ikiyi vurmaya baĢlamıĢtır. Tahsin Efendi ömrünün son anlarında bunu bir baĢarı gibi duyumsamıĢ ve büyük bir iç huzuru içinde ölmüĢtür. Mahalleliye göre saatlerin aynı anda çalması ölmek üzere olan Tahsin Efendi‟ye Allah‟ın bir lütfudur. Bu mucizeyi Allah ona mutlu bir Ģekilde ölmesi için vermiĢtir. Allah‟ın bu lütfuna mazhar olan Tahsin Efendi geride kalan mahalleli tarafından bir çeĢit evliya ve Ģehit gibi yâd edilmeye baĢlar. Mezarında saygıyla dua edilen ulvî ve uhrevî merhumlardan 133 birine dönüĢür. “Saat Meraklısı Tahsin Efendi”nin baĢkiĢisi saat meraklısı, muvakkithane memuru Tahsin Efendi saat merakını aĢırıya götürmüĢ bir çeĢit meczuptur. Hayatındaki yalnızlığın ve kimsesizliğin getirdiği daimi mahrumiyet duygusunu “saat tamir ederek tamir etmeye” çalıĢır. Tahsin Efendi kendisini saat tutkusuna vererek onlardan kendisine bir gaye ve bir hayal yaratmıĢtır. Çünkü gayesiz ve hayalsiz adam yaĢayamaz. 132 Hisar, a.g.e., s.14-15. 133 Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın ilk kez 1961 yılında yayımlanan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” adlı romanı merkezine saat merakını ve saatçiliği alması itibariyle Abdülhak Şinasi Hisar‟ın 1949 yılında Aile dergisinde yayımlanan “Saat Meraklısı Tahsin Efendi” adlı hikayesiyle benzer yönler barındırmaktadır. Tanpınar‟ın romanında Hayri İrdal‟ın saatçiliği öğrendiği kişi olan ve üstadı konumundaki muvakkithane görevlisi Nuri Efendi, karakter ve yaşayış bakımından Hisar‟ın hikâyesindeki saat meraklısı Tahsin Efendi‟yi andırır. Nuri Efendi‟nin saat merakı da Tahsin Efendi‟ninki gibi meslekî bir ilginin çok ötesindedir. O da Tahsin Efendi gibi saatlere ve saatçiliğe adeta tasavvufî ve felsefî bir sevgiyle bağlıdır. Nuri Efendi ömrünün çoğunu saatlerden ibaret bir muvakkithanede geçirir. Mahallesinde çok iyi ve çevresine zararsız biri olarak tanınır. Bir kere hiddetlendiğini yahut bağırdığını gören olmamıştır. Tanıdıklarının bir kısmı onu büyük bir âlim; bir kısmı evliya gibi görür. Saatlerin ayarı konusunda çok titizdir. Ayarsız saatler onu çileden çıkarır. Birbirini tutmayan saatleri cemiyetin en büyük problemlerinden biri gibi görür. Bu bakımlardan Nuri Efendi, Abdülhak Şinasi Hisar‟ın bu hikâyesindeki saat meraklısı Tahsin Efendi‟ye benzer. Fakat Tanpınar‟ın romanındaki Nuri Efendi, Tahsin Efendi‟ye nazaran daha sosyal daha hayatla barışık bir kişidir. Onda Tahsin Efendi‟de olduğu gibi bir sefalet veya inziva durumu söz konusu değildir. 63 Yazar, bunu hikâyede Ģöyle ifade eder: ―Her baş idare etmekle mükellef olduğu vücudü besleyen bir hülya yaratır. İnsanların hayatlarını koruyan böylece başlarında taşıdıkları ve kendi inandıkları kudsî yalanlardır. Çocukken emdiğimiz süt gibi hepimizin gönlünü avutmakla devam eden hülyalarımız vardır. Hepimiz başkalarından gizlediğimiz asıl mahrem hayatımızı onlarla besleyerek yaşarız. Dua 134 etmeliyiz ki Allah kimsenin gönlünü böyle kendini doyuran bir hülyadan mahrum etmesin.‖ Bu hikâyeyle ilgili değinilmesi gereken bir nokta da içinde barındırdığı mazi hasretidir. Abdülhak ġinasi‟nin hikâyelerinde ve diğer eserlerinde mazi çok mühim bir yer kaplar. Bu hikâyede de “mazi” kavramı hikâyenin inĢası içinde en önemli unsurlardan biridir. Maziye karıĢan ve gitgide silikleĢerek anlamını kaybeden pek çok Ģey gibi muvakkithane memurluğu da artık anlamını kaybetmiĢtir. Kimsesiz Tahsin Efendi‟nin ölümü bir bakıma bir mesleğin ve o mesleğin çevresinde oluĢan kültürün maziye gömülmesi demektir. Tahsin Efendi‟nin mazlum birisi oluĢu, mesleğinin en önemli unsuru olan saatlere bağlılığı ve yazarın bu bağlılığı anlatılırkenki çaresizlik ve meczupluk iması ve onun antika saatlerini bir gün satarak zengin olma hayaline hiçbir zaman ulaĢamayıĢı, gitgide uzaklaĢan bir maziye ait hüznü anlatır. Öte yandan Abdülhak ġinasi Hisar‟ın bu hikâyesindeki Tahsin Efendi “özel yabancılaĢma ve bireysel anomi” durumu içinde ele alınabilecek bir kiĢidir. Özel yabancılaĢma XX.yüzyıl felsefesinde Heidegger ve Sartre‟ın da vurguladığı gibi ―insanın 135 toplumdan ve giderek hayattan uzaklaşması durumu‖dur. ABD‟li sosyolog Menton‟a göreyse yabancılaĢma ve onun önemli göstergesi anomi ―toplumsal yapıyı oluşturan değer ve norm gibi etmenlerle, bireyi bunlara uymaya zorlayan toplumsal yapı ya da kurumlar arasındaki kopma durumu‖ olarak tanımlanabilir. Birey, toplumsal yapıdaki konumunu ve rolünü doldurmadığını hissetmeye, yani toplumsal yapı kendisine yabancılaĢmaya baĢladığı anda yabancılaĢma sürecine girer. Bu kopuĢ, beraberinde dıĢ gerçekliği ve genelgeçerlik kazanmıĢ kuralları sorgulamayı getirir. Nihayetinde bireyin yörüngesiyle toplumunki 136 ayrılır. Sosyolojik bağlamdaki toplumsal kuralsızlığı imleyen anominin birey merkezli durumundan baĢka bir Ģey olmayan bireysel anomiyse, en genel tanımıyla kiĢinin içinde yaĢadığı toplumla bağlarının gevĢemesi, giderek kopması sürecinde yaĢadığı ruhsal çözülmeyi, bireysel kurallarını yitirmeyi içermektedir. 134 Hisar, a.g.e., s.11. 135 Robert King Merton, ABD Ulusal Bilim Akademisi, Amerikan Felsefe Topluluğu ve Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi üyesi ABD‟li sosyologtur. 136 Hakan Sazyek, Abdülhak Şinasi Hisar’ın Romanlarında Özel Yabancılaşma, Akçağ Yayınları, Ankara, 2008, ss.30-32. 64 Ansiklopedik bir tanımla da “hiçbir ölçüsü, süreklilik duygusu ya da yükümlülüğü 137 olmayan ve bütün toplumsal bağlarını yadsıyan bireyin ruhsal bozgun durumudur.” Tahsin Efendi‟nin kendisini saatlerden ve saatçilikten ibaret bir dünyada yaĢatması, toplumla saatçilik dıĢında herhangi bir etkileĢim yahut iletiĢim içinde olmaması durumu özel yabancılaĢmaya; yine onun saatleri mükemmelen ayarlamak ve saniyesi saniyesine birbirine uydurmak ülküsü(!) dıĢında bir hayat ülküsüne sahip olmayıĢı bireysel anomiye örnektir. Abdülhak ġinasi Hisar‟ın bu hikâyesinde anlattığı Tahsin Efendi‟ye benzeyen kiĢiler onun romanlarında da vardır. Hisar bir yazısında romancı olarak böylesi insanları öncelediğini, aynı zamanda kendi protagonistlerine seslendiğini hissettiren Ģu sözlerle ifade eder: “Zavallı adamlar! Siz hayatınızı mübarek saydığınız bir iki his namına kurban etmişsiniz! Hâlbuki benden başka bunu anlayan şahidiniz bile kalmamış! Bari ben size 138 şahitlik etmeli değil miyim?‖ Hisar‟ın romanlarındaki baĢkiĢiler yer yer aĢırılığa varan ve içinde yaĢadıkları toplumlarca acayip bulunan saflıklarıyla yer yer de gerçekten aklî melekelerini kaybederek toplumsal yaĢamın dıĢına savrulurlar. Yazarın üç romanında da deli olarak nitelendirilen figürlerin hayatını iĢlemesi, onun modernitenin ve modernizmin yabancılaĢtırıcı ve salt aklı yüceltici bir ilerleme zihniyetine dolaylı bir tepki olarak da yorumlanabilir. Fahim Bey ve Biz‟deki Fahim Bey‟in ve Çamlıca’daki Eniştemiz‟ deki Vamık Bey‟in deliliği ölçülüdür, sınırlı birer nevroz yaĢarlar değiĢik türleriyle. Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği ndeki Ali Nizami Bey ise bir 139 psikotik, sonra da bir Ģizofren olarak finalde gerçekten delirecektir. Tahsin Efendi kendisini toplumsal hayatın dıĢında bir yere konumlandırmıĢ, bunu yaparak da bir topluma ait olmanın getirdiği külfetlerden muaf, nimetlerden de mahrum olmayı tercih etmiĢtir. Esasen Tahsin Efendi‟nin saat koleksiyonunu bir gün yüksek meblağlar karĢılığında satmak gibi dünyevî ve beĢerî bir hayali vardır ama gerçekçilikten çok uzak 140 olmakla bu hayal onun meczupluk emârelerini yoğunlaĢtırmaktan baĢka bir iĢe yaramaz. Abdülhak ġinasi Hisar‟ın Aile‟de yayımlanan ikinci hikâyesi olan ve derginin on 141 üçüncü sayısında yayımlanan “Ġsmi Unutulan Melek Efendi” adlı hikâye baĢkiĢisi bakımından “Saat Meraklısı Tahsin Efendi”yle büyük benzerlik gösteren ve benzer bir edebî 137 Ana Britannica, C.2,s.121. 138 Hisar, “Romancının Şahısları I”, Varlık,S.316,İstanbul, 1946, ss.6-7. 139 Sazyek, a.g.e.,s.244. 140 Abdülhak Şinasi Hisar‟ın hikayelerinin toplu halde yayımlandığı bir kitap yoktur. Dolayısıyla Hisar‟ın“Saat Meraklısı Tahsin Efendi” adlı bu hikâyesi yazarın herhangi bir kitabına girmemiştir. Bu hikâye Kitap-lık dergisinin Mart 2001‟de çıkan 46.sayısında tekrar yayımlanmıştır. 141 Hisar, İsmi Unutulan Melek Efendi, Aile Dergisi, S.13, İstanbul, 1950, ss.11-17. 65 bakıĢ açısıyla ele alınabilecek bir hikâyedir. Hikâyedeki Melek Efendi aĢırı nezaketi ve kibarlığı nedeniyle topluma tam anlamıyla entegre olamamıĢ bir kiĢidir. Hisar mahallesinde yaĢayan bir ailenin evinde bir gün yangın çıkar ve aile bu evi terk etmek zorunda kalır. Yangında yok olan bu eski ev, ailenin bireylerine ait pek çok hatıra barındıran ve bütün aile bireylerinin adeta içine iĢlemiĢ ve ortak hafızasına kazınmıĢ bir yurt ve bir öz vatan gibidir. Aile bu nedenle Göztepe‟de kiralamak zorunda kaldıkları ve taĢındıkları yeni eve bir türlü alıĢamaz. Bu yeni evin muhiti, mecrası, havası ve eĢyası Boğaz‟daki eski evlerine alıĢmıĢ olan aile için yabancılık ve yabanilik doludur. Yattıkları yatakta, içtikleri suda ve sokaktan gelen çocuk ve satıcı gürültülerinde bile bir gariplik ve yabancılık bulurlar: “Bu koltuklar, kanepeler üstünde geçmiş zamanlarda kimlerin oturmuş, düşünmüş, sayıklamış ve düşünmüş olduklarını bilmediğimizden biz rahat edemiyorduk. Ben çocukken, oynıyarak, üstlerine, yüzümü, gözümü sürmemiş olduğum için, eşyaları kaplıyan kumaşların temizliğine itimat edemiyordum. Bu köşkte, bu eşyalar arasında cidden kiracı, geçici ve 142 yabancıydık.‖ Ailenin taĢındığı bu yeni evin sahibi zengin ve okumuĢ bir adamdır. Ancak evin kira sözleĢmesini bir akrabası aracılığıyla yapmıĢtır. Kirayı da her ay bu akraba gelip aileden alacaktır. Ev sahibinin akrabası olan bu beyefendi oldukça saygılı, nezaketi mahcubiyet boyutlarına vardırmıĢ, utangaç ve aĢırı kibar bir adamdır. Bir gün kirasını almak üzere aileyi ziyarete gelir. Evin oğlu bu kibar adamı karĢılar ve onunla sohbet etmeye baĢlar. Sohbet sırasında adama “Melek Efendi” diye hitap eder. Bu Ģekilde hitap ettikçe de adam kızarıp bozarır, bir Ģeyler anlatmaya çalıĢır. Ancak mahcubiyetinden ne dediği pek anlaĢılmaz. Sadece arada “Hayri” diye bir lafız duyulur. Kirasını aldıktan sonra Melek Efendi evden ayrılır. O gittikten sonra evin oğlu Melek diye hitap ettiği kiĢinin isminin aslında Hayri olduğunu ve Melek‟in adamın karısının adı olduğunu annesinden öğrenir. Büyük bir mahcubiyete kapılır. Ertesi gün trende giderken bir arkadaĢıyla bu olayla ilgili konuĢur ve Hayri Bey‟e nasıl karısının ismiyle yani “Melek” diye hitap ettiğini anlatır. Bu isim kısa sürede yayılır ve çevresinde temiz ve kibar bir insan olarak tanınan Hayri Bey‟in ismi toplum ve ahbapları içinde Melek Efendi olarak değiĢir. Eski ismi unutulur. Çünkü Melek ismi ona Hayri isminden çok daha fazla yakıĢmaktadır. Çünkü bu adam insanlara olan davranıĢları ve toplum içindeki aĢırı nezaketi ve kibarlığıyla gerçek bir melek gibidir: 142 Hisar, a.g.e., s.11. 66 ―O, hep önüne bakıyor, mahviyetle mahcubiyetle, adeta mazur görülmek isteyen bir nezaketle konuşuyordu. Bilhassa sükût etmeği, dinlemeği ne güzel biliyor ve dinlediği sözleri âdeta şerheden ne geniş mânalarla tebessüm ediyordu. Bir böyle tebessüm bütün bir medeniyet ifadesidir. (…) Soyadı kanunu daha çıkmamıştı. İhtimal ki bu kanun o zaman kabul edilmiş olsa ona bu ismi takacaklardı. Bir adamın asıl lâyık olduğu kendisinin aldığı değil, lâkin kendisine verilen lâkabtır. Kimi tok gözlü diye bir isim alır. Fakat komşuları ona aç gözlü derler ve onların hakkı vardır. Yabancıların teşhisi çok kere doğrudur. İnsana asıl lâyık 143 olduğu ismi komşuları verirler.‖ Toplum içinde Melek Efendi diye karısının ismiyle çağrılmak gerçek ismi Hayri olan beyin canını çok sıkmıĢtır. Fakat nezaketinden ve utangaçlığından kimseye bir Ģey söyleyemez, herhangi bir sitemde dahi bulunamaz. “Ġsmi Unutulan Melek Efendi”nin yazarı olan Abdülhak ġinasi Hisar‟da Ġstanbul‟un ve bu Ģehrin ruhuna sinmiĢ olan eski hayatların çok önemli bir yeri vardır. O, Boğaziçi Mehtapları adlı Boğaz Ģehrengizinde, Boğaz Köylerinde geçen çocukluğundan övgüyle ve hasretle bahseder. “Ġsmi Unutulan Melek Efendi”de de aslında bir mazi hasreti söz konusudur. Boğaz‟daki evlerini yangında kaybeden aile taĢınmak zorunda kaldıkları yeni evlerine bir türlü alıĢamaz. Onda cezbedici ve kucaklayıcı hiçbir Ģey bulamazlar. Rûhen ve aklen eski evlerine olan aidiyetlerini ve bağlılıklarını sonlandıramazlar. Burayı bir ev gibi göremezler. Bu yeni evde kendilerini sürekli yabancı hissederler. Fakat bu yeni evleri vasıtasıyla tanıĢtıkları Hayri Bey bu yabancılık hissini ve gurbet duygusunu biraz azaltır. Çünkü bu adam o kadar kibar, o kadar beyefendi ve o kadar mahcup biridir ki bu dünyaya yahut insan ırkına mensup değil gibidir. Evin oğlu yanlıĢlıkla da olsa Hayri Bey‟e karısının ismiyle yani Melek diye hitap eder. Bu yanlıĢ hitap ediĢ zamanla yayılır ve adamın ismi Melek Efendi‟ye dönüĢür. Çünkü Melek Efendi gerçek bir melek gibidir ve dostlarının ona Hayri diye hitap etmesi artık mümkün değildir. O bir insan için çok fazla olan davranıĢ temizliği ve asaletiyle hem Melek adını hem de “efendilik” namını fazlasıyla hak 144 eden birisidir. Bu yüzden toplum nazarında eski isminin unutulmasında bir beis yoktur. Abdülhak ġinasi Hisar “Edebiyat ve Roman” baĢlıklı bir yazısında romanı bir olaya dayandırmamak gerektiği görüĢünü ortaya koyan bir yazardır. Ona göre romanda olay öğesi, Ģiirde olduğu gibi gösteriĢsiz ve dozunda bir konumda tutulmalıdır. Romanda temel öğe olay 143 Hisar, a.g.e.,s.15-16. 144 Abdülhak Şinasi Hisar‟ın hikayelerinin toplu halde yayımlandığı bir kitap yoktur. Dolayısıyla yazarın Aile dergisinde yayımlanan “İsmi Unutulan Melek Efendi” adlı bu hikâyesi yazarın herhangi bir kitabına girmemiştir. 67 145 değil; kiĢi, çevre, toplum, hayat, duygu ve düĢüncedir. Bu çerçevede Hisar‟ın, hikâyelerinde ve romanlarında aĢırı bir Ģekilde idealize edilmiĢ, iyilik ve masumiyet timsali insanlara ve geçmiĢ zamanlara yöneliĢ söz konusudur. Yazar, geçmiĢ zamanların bu iyilik ve masumiyet timsali insanları bağrında yaĢattığını varsayar, “Ġsmi Unutulan Melek Efendi” hikâyesinde olduğu gibi buna inanır. “Ġsmi Unutulan Melek Efendi” hikâyesinde yoğun bir Ģekilde yer alan diğer bir duygu olan yaĢanılan muhit ve eve bağlı aidiyet duygusu Abdülhak ġinasi Hisar‟ın eserlerinde sıklıkla iĢlenmiĢ bir konudur. Onda mazi, hem zaman hem mekân hem de insan unsurlarıyla bir aradadır ve maziden tüm bu unsurlarıyla kopamayıĢ söz konusudur. Meselâ yazarın Çamlıca’daki Eniştemiz adlı romanındaki Ģu satırlar onun “Ġsmi Unutulan Melek Efendi”deki aile bireylerinin yanan eski evilerine duydukları özlemle benzer niteliktedir: ―Her evin, hele o kadar hususiyetleri olan büyük eski zaman evlerinin birer tabiat ve hüviyetleri vardır. Yaşanan günlerle geceler içinde çocukla evin arasında büyük bir mahremiyet teessüs eder ve çocuk, içinde yaşadığı evi kendisine süt veren canlı bir mahlûk gibi sevmesini ve onun gönlünü açarak içindeki musikileri duymasını iyi bilir. Zira daima böyle, hülyalarımızla tatlılaştırıp ağdalaştırarak gönlümüze sindirdiğimiz evler ve içinde mevsimlerimizin tatları olgunlaşıp kalbimize sızan mahalleler, başkalarına sevimsiz, lezzetsiz, hatta belki gamlı ve kasvetli gözükse bile bize yine hoş, derin, gönüllü ve âdeta dünya güzeli 146 görünür. ―Yalı, bence, ailemin mevcudiyeti, şefkati, muhabbeti, iklimi olan bir kucaktı. Ve bundan dolayı bir şiir kovanı, bir ruh gibiydi. Ruhumla öyle kaynaşmış bir mevcudiyetle yaşardı ki onun yalnız kendi yerinde ve benim hafızamda değil, kalbimde, asabımda ve kanımda mevcut olduğunu bilirdim. (…) Bir kapısından girer girmez onun vücudum ve ruhumla kucaklaştığını ve beni tamamladığını duyardım. Hâlâ rüyalarımda çok kere ona karışır ve kendi hayatımı onun varlığından ayıramam. Onun içinde geçen bu günler ömrümün 147 belki en iyi, en tatlı günleriydi. Bu kadar çabuk geçen günler görmedim.‖ Burada değinilmesi gereken bir diğer nokta da hikâyede yapılan ev-aile bütünlüğü vurgusunun Aile dergisi içinde tesadüfî olmadığıdır. Hikâyenin bu yönüyle Aile‟de yayımlanıĢı derginin aile ve ev sevgisini okuyucularında diri tutma amacıyla yakından iliĢkilidir. 145 Sazyek,a.g.e., s.63. 146 Hisar, Çamlıca’daki Eniştemiz, Yapı Kredi Yayınları, 3.b., İstanbul,2011,ss.29-30. 147 Hisar, Boğaziçi Yalıları, Yapı Kredi Yayınları, 2. b., İstanbul,2010, s.32. 68 Aile‟de yayımlanan ve genel anlamıyla mazi hasreti teması içinde ele alınabilecek hikâyelerden biri de Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın derginin on birinci sayısında yayımlanan 148 “Acıbadem‟deki KöĢk” adlı hikâyesidir. Bu hikâye Osmanlı Devleti‟nin son yıllarında Ġstanbul Acıbadem‟deki bir köĢkte yaĢayan bir aileyi anlatır. Evin sahibi olan Sani Bey‟in yeğeninin dilinden anlatılan hikâyede baĢkiĢi Sani Bey‟dir. Sani Bey hikâyenin anlatıcısı olan yeğenin büyük dayısıdır. Sani Bey hayatında terakkiye ve yenileĢmenin sonsuzluğuna inanan birisidir. Ona göre iĢleyen bir insan kafasının üç büyük gayesi vardır: icat, ıslah ve tadil… Sani Bey hayata, çevresindeki eĢyaya ve olup bitmelere hep bu prensip çerçevesinde bakar. Bu nedenle de sürekli yeni birtakım cihazlar icat etmek peĢinde koĢar: Fakat bu üç kategori birbirinden o kadar kat’i surette ayrılmazdılar. Tadil ve ıslah yolu ile icat kabil olabileceği gibi, ıslah yolu ile tadil, tadil yolu ile ıslah da kabil ve tavsiyeye şayandı. Eski inşa ile gençliğinde yazdığı küçük mekanik risalesinde –galiba tek cümleden ibaret olan bu yirmi sahifelik risaleye son senelere kadar Sahaflar’da tesadüf etmek kabildi- dayım bu nazariyesinin bir nevi felsefesini yapmıştı. Filhakika eski tasavvuftaki vahdeti vücuttan işe başlayarak cisimlerin ve şekillerin aslındaki birliğine geçiyor ve oldukça karışık bir ayniyet nazariyesinden sonra mihanikin dayanması lazım geldiği terakki fikrinin belli başlı esaslarını anlatıyordu. Ona göre kâinatta her şey fonksiyon ve mahiyet değiştirebilirdi. 149 Bu umumi saadete hizmet için elzem bir çalışma idi. İcat etmeliydi; esas bu idi.‖ Sani Bey‟e göre bir insan bir Ģeyler icat etmeye çalıĢmalı; eğer bunu yapamıyorsa icat edilmiĢ Ģeyleri ıslah ve tadil etmeyi denemelidir. Fakat bu prensip Sani Bey‟in yaptığı iĢlerde pek de iyi sonuçlar vermez. Bundan da öte bu prensip onun bir Ģeyler icat etmesini sağlamak yerine çoktan icat edilmiĢ Ģeyleri yeniden icat edip karmaĢıklaĢtırmasına neden olur. Mesela evinin bir bölümünde üç yıl çalıĢarak kendi tarzına göre yeni bir banyo yapar. Fakat bu banyoda yıkanmak aile bireyleri için dünyanın en zor iĢlerinden biridir. Banyonun karmaĢık mimarisi ve sıcak su soğuk su mekanizmasının anlaĢılmaz ve alıĢılması güç bir mahiyette oluĢu bu banyoda temizlenmeyi ve dinlenmeyi aile bireyleri için bir çeĢit iĢkence haline getirir: “Onun muhayyelesi dolu dizgin yürüyen cinstendi. Gözünün her rastgeldiği şeyi kendi icadına veya o andaki çalışmasına ilâve edebilirdi. Böyle bir zekânın asıl fonksiyon fikrini kaybedeceği tabii idi. İşte gusulhâne onun icat dehâsıyla beraber bu kusurlarının da mahsulü idi. Doğrusu istenirse bu ayağa dikilmiş küçük çapta bir dekovil lokomotifine benzeyen soba 148 Tanpınar, Acıbadem‟deki Köşk, Aile Dergisi, S.11, İstanbul,1949, ss.11-19. 149 Tanpınar, a.g.e., s.12. 69 ve kazanıyla, duvarlarındaki bir yığın çark, büyük vida, musluk, boru ve helezoni borularla, duvar diplerindeki hiçbirimizin tanımadığı bir yığın aletlerle yıkanılacak bir yerden ziyade bir vapurun yeni tertip makine dairesine, bilmediğimiz maddelerle ısınan bir kalorifer 150 teçhizatına, çok lezzetli ve zalim işkencelerin yapıldığı bir yere benziyordu.‖ Bir keresinde de Sani Bey, bir bisikleti tadil etme çabasına giriĢir. Bisiklet süren insanların yağmurda ıslanmasını önlemek amacıyla yeğenlerinden birine alınan bir bisikletten bir çeĢit kapalı araba yapar. Bunu yapmazdan evvel de evin at arabasının evin emektar atı DerviĢ‟le birlikte satılması talimatını verir. Fakat Sani Bey, bisikleti dört tekerlekli kapalı bir arabaya dönüĢtürdükten sonra rahat edemez. Araba-bisikletin insan gücüyle çalıĢması prensibini tadil etmek ister. Böylece araba-bisikleti çekmesi için bir at bulunması talimatını verir. Zaten hiç satılmamıĢ olan evin emektar atı DerviĢ üst katta saklandığı yerden geri getirilir. Böylece Sani Bey altı bin yıl önce icat edilmiĢ at arabasını yeniden icat etmiĢ olur! Sani Bey‟in ölümü de kendi yaptığı banyoda geçirdiği bir kazadan sonra gerçekleĢir. Banyoda aĢırı sıcak sudan haĢlanan Sani Bey bir süre sonra hayatını kaybeder. Ġcat ettiği Ģeylerin hiçbirinde bir iĢlevsellik veya yenilik olmamasına rağmen ölürken yüzünde iĢini yapmıĢ bir adamın huzuru vardır. Onun kendi icat ettiği iĢlevsiz ve yararsız banyoda haĢlanarak ölmesi güçlü bir ironidir: Sani Bey gördüğüm insanlar içinde mesut olmak çaresini bilen tek adamdı ve dehâsına imanı içinde bütün beyhude çalışmalarına, ev halkını kuru tahtaya indiren israflarına, budalalıklarına, söz, nasihat kabul etmemesine rağmen çok mesut öldü. Onu kendi icat ettiği gusulhânede yarı yanmış olarak ölüm döşeğinde benim gibi seyredenlerden hiç kimsenin, yüzündeki derin sükûnete bakıp da: - İşte vazifesini yaptığından hiçbir şüphesi olmayan adam!...diye düşünmemesi kâbil 151 değildi. “Acıbadem‟deki KöĢk” Osmanlı Devleti‟nin son dönemlerindeki kaotik bir konağı ve bu konağı kaotik hâle getiren Sani Bey‟i mizâhî ve ironik bir dille anlatarak Türk toplumunun geçirdiği değiĢimlere değinen bir hikâyedir. Bu hikâye değerlendirilirken ele alınması gereken unsur hikâyede anlatılan köĢk; kiĢilerse Sani Bey ve hikâyenin anlatıcısı olan yeğendir. Modern Türk Edebiyatı‟nın kadim konularından biri konaktır; yıkılan, yakılan, kaybedilen, satılan, eski yaĢayıĢın, Osmanlı‟nın, geçmiĢteki kültürün tasfiyesini simgeleyen köĢkler, konaklar, evler… Ev, dağılan, bozulan ailenin mekânı olarak anlatılır. Tanpınar da yazdığı dönemler itibariyle roman ve öykülerinde, konakları, yalıları ve köĢkleri kullanır. 150 Tanpınar, a.g.e., s.16. 151 Tanpınar, a.g.e., s.19. 70 “Acıbadem‟deki KöĢk” ün baĢkiĢisi Sani Bey‟dir ama hikâyeye ismini veren köĢkün sahnedeki yeri, temsil ve sembolize ettiği değerlerle en az Sani Bey kadar büyüktür. Tanpınar‟ın en popüler metaforlarından biri “ev”dir ve hem bu hikâyenin hem de baĢka hikâyelerinin Ģifresidir. “Emirgân‟da AkĢam Saati”nde, “Yaz Gecesi”nin kapalı dünyasında, “Abdullah Efendinin Rüyaları”nda, “Evin Sahibi”nde, “Bir Yol”da ve “Acıbadem‟deki KöĢk”te ev metaforu görülebilir. Acıbadem‟deki köĢk eski hayatımızdan getirdiğimiz ve dönüĢtürdüğümüz bir evdir. Bir tür sürekliliği vardır. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanında olduğu gibi saçmanın cisimleĢmiĢ hali değildir; ama habercisidir. Özellikle de evin içindeki merdivenler, çeĢitli amaçlarla gerçekleĢtirilmiĢ tadilat, ev içi alanın yeniden tanziminde yoğunlaĢmıĢtır. Bu modernleĢmenin özel alanda kendini hissettiren değiĢim rüzgârının Tanpınarca ifadesidir. Sani bey bu ev içi yaĢantıyı kaosa sürükleyen icatlara tamamen Batılı bilimsel düĢüncelerin etkisiyle giriĢmiĢtir! Ev yıkılmamıĢtır ama ne Batı‟da ne de Doğu‟da bir örneği olmayan bir ucubeye dönüĢmüĢtür. Metindeki ev ve Sani Bey‟in icat-ıslah ve tadil merakının sonucu olarak bütün faaliyetler abestir. Gusülhane için kurulan tesisatın karmaĢıklığı, araba ve köĢkün üst katında bir odada saklanan at gibi unsurlar, zeminden yukarıya doğru geniĢleyen, ahengi kaybetmiĢ 152 bir abes görüntüsüdür. Sani Bey, eski bir çarkçı yüzbaĢısıdır. “Yapan” ve “yaratan” anlamıyla “sani”, kahraman için uygun bir isimdir. KöĢkün sakinleri, kendilerinin emniyet ve rahatı için yaptığı değiĢiklikleri tuhaf ve gülünç bulsalar da, bunlardan zarar görseler de ona karĢı çıkmazlar; özellikle onun önünde bunlar hakkında fikir yürütmekten kaçınırlar. Çünkü Sani Bey, köĢk halkı için bir cazibe merkezi olduğu kadar bir korku kaynağıdır. GiriĢimlerinde son derece samimi olan Sani Bey‟in eleĢtiriye tahammülü yoktur, bağnaz ve alıngan bir tavır takınır. KeĢfedilmiĢ olanı yeniden keĢfetmesi bakımından “sani” kelimesinin “ikinci” anlamının da kendisine uygun düĢtüğü söylenebilir. Bu bakımdan köĢk de değiĢmeyen niteliği ile bir mekân olmaktan çok Sani Bey‟in bir uzantısı, ona uygun bir çerçevedir. Acıbadem‟deki köĢk ve Sani Bey Osmanlı tarihinin belli bir devrini ve o devrin değerlerini temsil etmek için kullanılan bir kültürel yapı ise, bu yapının değerlerinin içini boĢaltan mantık merkezi yeğendir. Yani yeğen, hikâyenin tek değiĢen ve olgunlaĢan karakteridir. O, eleĢtirel gerçekçi tavrıyla eski yapıyı bozan ve eski yapının içi boĢalan kavramlarını tecrübenin denetiminden geçirip onları yeni değerlerle dolduran veya yeni bir yapının temelini atan kiĢidir. Sani Bey kendi kendini aldatarak hayalî bir âlemde sorumluluk taĢımadan, hiç değiĢmeden, ıstırap çekmeden ve hiç olgunlaĢmadan yaĢar. Hayalî 152 Şahin, a.g.e.,s.354. 71 dünyayı aĢıp gerçekle barıĢan ve olgunlaĢan yeğen ise sorumluluk sahibi, gerçekçi olgun bir 153 kiĢidir. Tanpınar‟a göre tasavvuf ile teknolojik geliĢmeyi bir araya getirmek ancak eski zaman simyacılarının yaptığına benzer, ucubik sonuçlar doğurur. O yüzden de “Acıbadem‟deki KöĢk”te Tanpınar‟ın alaya aldığı bu zihniyettir: Doğu felsefesi ile Batı düĢüncesini, dinsel olanla bilimsel olanı yararcı bir zihniyetle bir potada eritmeye çalıĢan aydının komedisidir. Hikâyedeki olaylar II. MeĢrutiyet öncesinde baĢlayıp sonrasına uzandığına göre, tarihî olarak son dönem Osmanlı bürokrasisinin hedeflendiği söylenebilir. Sani Bey‟in üç yıllık zorlu çabası sonucunda köĢk halkının hizmetine sunulan yıkanma mekanizmasının yanında köĢk halkının eski usulle bir ocakta su ısıtıp taĢımak yoluyla yıkanması o dönem Türk sosyal hayatında açıkça görülen ikiliğe iĢaret eder: yerli hayata iyi uyarlanamayan “yeni” ile bütün eksik yönlerine rağmen “eski” yan yanadır. Sani Bey‟in köĢkte mutlak hâkim olması, “iĢ arkadaĢı” Kerim Ağa dıĢında kimseyi „atelye‟sine almaması, eleĢtiriye karĢı tahammülsüz olması meĢrutiyetin padiĢahça hazmedilmemesine bir gönderme olarak okunabilir. Ayrıca köĢkteki bütün önlemlerin dıĢarıya değil, âdeta köĢk halkına yönelik olması da buna eklenebilir. Öte yandan “Acıbdadem‟deki KöĢk”le yazarın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” adlı romanı modernleĢme algısı ve Türkiye‟nin BatılılaĢma sürecine bakıĢ bakımından benzer noktalar barındırır. Tanpınar, Doğu‟nun Batı ile bu Ģekilde iliĢkilendirilmesinin ancak trajikomik bir sonuç vereceğini “Acıbadem‟deki KöĢk”te bir öykü yoğunluğunda verirken “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde bir romana yayacaktır. Orada da tam anlamıyla modern bir dolandırıcı olan Halit Ayarcı‟nın Doğu‟ya özgü bir zaman fikrinden yola çıkarak Batılı anlamda bir bürokratik aygıt yaratmasının komiğini gösterir. Tanpınar bu eserlerinde ciddi bir toplumsal eleĢtiri getirir ancak Türkiye‟nin asla modernleĢemeyeceği gibi bir karamsar noktaya sürüklenmez. Burada Tanpınar‟ın iĢaret ettiği modernliğin Doğu kültüründe 154 kökeninin olmadığıdır. “Acıbadem‟deki KöĢk”, Tanpınar‟ın ironik bir dil kullandığı ilk metindir. Bu bakımdan onun Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanıyla benzerlik barındırır. “Acıbadem‟deki KöĢk”ün bir diğer boyutuyla da insanın yaĢamak için birtakım amaçlara ve yüce olduğunu düĢündüğü gayelere sahip olması gerekliliği üzerine kaleme alınmıĢ bir hikâyedir. Sani Bey‟in inandığı icat-ıslah-tadil prensibi her ne kadar ortaya somut ve yararlı bir Ģey koymasa da o bu prensip sayesinde bir iĢe yaradığını düĢünmüĢ ve bu düĢünceyle mutlu bir hayat sürmüĢtür. Çevresindeki herkes onun icat ettiğini söylediği Ģeyleri 153 Kantarcıoğlu, a.g.e.,s.95. 154 Murat Gülsoy,“Tanpınar‟ın Trajikomiği:Acıbadem‟ deki Köşk”, https://muratgulsoy.wordpress.com, (27.02.2016) 72 gülümsemeyle veya tepkiyle karĢılar. Çünkü icat ettim dediği Ģeyler ya çok evvelden zaten icat edilmiĢ Ģeylerdir ya da icat edilmiĢ bir Ģeyin bozulup karmaĢıklaĢtırılmıĢ halidir. Fakat Sani Bey için insanların ne düĢündüğü çok önemli değildir. Onun için aslolan kendi düĢünceleri ve inançlarıdır, kendi psikolojik ve manevî idamesidir. YanlıĢ yahut eksik de olsa bir ilkeye inanmak ve o ilkeye dayalı amaçlar edinmek Sani Bey‟in mutlu bir insan olarak yaĢamasını sağlamıĢtır. Aile dergisinde yayımlanan “Bizans Definesi”, “Saat Meraklısı Tahsin Efendi” ve “Acıbadem‟deki KöĢk” hikâyeleri arasında tematik olarak mazi hasreti dıĢında bir benzerlik daha vardır. Bu üç hikâyede de “yaĢamak için hayalî de olsa bir gayeye tutunmanın” önemi vurgulanmıĢtır. Yahya Kemal Beyatlı‟nın “Deniz Türküsü” adlı Ģiirinin son mısraı olan “Ġnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaĢar” mısraında vurguladığı gibi bu hikâyelerdeki insanlar hayat enerjilerini kaybetmemek için birtakım hayallere sığınmıĢlardır. “Bizans Definesi”ndeki kardeĢler yıllarca bir Bizans definesi ararlar ancak bulamazlar. “Saat Meraklısı Tahsin Efendi”deki Tahsin Efendi antika saatlerini bir gün satarak zengin olacağına inanarak hayatını sürdürür. Ancak bu hayali hiçbir zaman gerçek olmaz. “Acıbadem‟deki KöĢk” adlı hikâyedeyse Sani Bey kendisini büyük bir mucit gibi görerek mutlu olur. Oysa aslında icat veya ıslah ettiğini iddia ettiği Ģeyler insanların asırlardır zaten kullandığı Ģeylerdir. Aile dergisi bu hikâyeleri yayımlayarak bir ülküye veya bir hayale sahip olmanın önemine dair okuyucularında bir bilinç oluĢturmayı amaçlar. Dergide yayımlanan hikâyeler içinde tematik bakımdan mazi hasreti baĢlığı altında değerlendirilebilecek hikâyelerden biri de Fikret Ürgüp‟ ün (1914-1977) yazdığı “Her ġey 155 Mümkündür” adlı hikâyedir. Derginin on beĢinci sayısında yayımlanan “Her ġey Mümkündür” modern insanın hayatının tekdüzeliği ve heyecansızlığıyla ilgili bir hikâyedir. Hikâyenin adsız kahramanı bir bankada çalıĢan evli bir adamdır. Adamın karısı vardır ama çocuğu yoktur. Bir pazar sabahı yatağından kalkar. Ezbere bildiği dünyaya ve gün ıĢığına karĢı gerinir. Bankacılık hayatındaki tekdüzelikten sıkılmıĢtır. Evliliği ve kendini tekrar etmekten ibaret olan bankacılık iĢi onun gözünde dünyayı sihirsiz, renksiz ve heyecansız bir yere dönüĢtürmüĢtür: ―Her zamanki gibi gözlerini uğuşturarak etrafını yadırgadı. Pencereden giren güneş içeride tatil gününün can sıkıntısını dokumaya başlamıştı. Bu hayat da yaşanmaya değer mi idi? Yuvarlak çenesi, düşük kaşları, yarı kapalı gözleri, uzamış sakalıyla silik bir çehresi 156 vardı.‖ 155 Fikret Ürgüp, Herşey Mümkündür, Aile Dergisi, S.15,İstanbul, 1950, ss.57-60. 156 Ürgüp, a.g.e.,s.57. 73 Bankacı bir süre sonra gazete almak üzere sokağa çıkar. Sokağa çıkınca adam kendisini bir anda kadim Ortadoğu sultanlıklarına benzeyen bir yerde bulur. DıĢarıda gördüğü insanların ne yüzlerine ne de kılık kıyafetlerine aĢinadır. Bir süre yürüdükten sonra saray benzeri bir yere gelir. Sarayda yaĢayanlar ve saray görevlileri ona çok büyük hürmet göstermeye baĢlarlar. Ülkenin hükümdarı yeni ölmüĢtür ve gazete almak için sokağa çıkan bankacı bu ülkenin yeni sultanı olmuĢtur! Sarayında dünyanın en güzel yemekleri vardır. O yemeklerle beslenmeye baĢlar. Etrafındaki insanlar ona insanüstü bir varlık gibi bakarlar. Dünyanın en güzel kadınlarından otuz altı cariyesi olur. Av partileri düzenler. Söylediği her Ģey kanun gibi kabul edilir. Uzun yıllar bu Ģekilde hükümdarlık yaptıktan sonra bir gün atıyla kaza yapar ve ağır bir Ģekilde yaralanır. Ölmek üzere olduğunu anlar. Gözleri kapanmak üzereyken bir su sesi duyar. Bu su sesi banyodaki küveti taĢırmak üzere olan musluğun sesidir. Bankacı ayakta gördüğü rüyadan yahut hayalden uyanır! ÇarĢıdan evine dönmüĢtür… “Her ġey Mümkündür” modern iĢ hayatında ve yeknesak evliliklerde sıkıĢıp kalmıĢ insanların sosyal çaresizliğiyle ilgili bir hikâyedir. Hikâyedeki adsız bankacı eğitimli bir adamdır ve hayatına renk ve anlam katma hayalleri kurup durmaktadır. Kırk yaĢındadır ve hayatta geldiği noktadan memnun değildir. Her gün aynı sıradan hayatı tekrarlamak için yaratılmıĢ gibidir. YaĢadığı hayattan sıkılmıĢ bir adamdır. Ancak kiĢisel kapasitesi ve imkânları daha cazip ve daha güzel bir hayata ulaĢmasına yetmez. O da hayallere, tarihe ve masallara sığınır. Bu hikâyeye göre modern insanın hayatındaki sıradanlıklar ve bastırılmıĢlıklar onu hayallere ve masallara sığınmaya sürükler. Tüm zamanların insanları gibi para kazanmak için çalıĢmak zorunda olan modern insan, modernitenin ona sunduğu iĢ hayatının sınırları içinde kendisini sürekli tekrar eden bir hayat yaĢar ve bir gün bu hayat ezbere bildiği ancak sürekli dinlemek zorunda olduğu bir tekerleme haline gelir. Oysa modern insanın içgüdüleri ve arzuları bin yıl önce zevk, sefa ve azamet içinde saltanat süren sultanlarla aynıdır. En sıradan insanın bile bilinçaltında padiĢahlar gibi yaĢamak ihtirası vardır. Ġçgüdüleri, arzuları ve egosu bankacıyı kadim bir hükümdar gibi yaĢama isteğiyle doldurmaktadır. Fakat böyle bir Ģey doğal olarak sadece rüyalarda mümkündür. Hikâyeye göre ne kadar masal okursa okusun ve ne kadar tarih kitaplarına gömülürse gömülsün bugünün insanı bugünün insanıdır. Modern zamanların orta sınıf çalıĢanı, mütevazı iĢinin ona vereceği Ģeylerden fazlasına ancak rüyalarında ulaĢabilir ve bu tekdüzelikten ancak rüyalarında kaçabilir. “Her ġey Mümkündür”ün ana fikri budur. 74 Öte yandan bu hikâyede Aile dergisindeki pekçok telif ve tercüme hikâyenin aksine aile müessesesine ve evliliğe dair olumsuz bir algı söz konusudur. Hikâyede evlilik, bankacının hayatındaki tekdüzeliği ve sıradanlığı pekiĢtiren bir faktör olarak ortaya konulmuĢtur. Aile‟de yayımlanan ve mazi hasretinin en yoğun bir Ģekilde iĢlendiği hikâyelerden biri 157 de Ziya Osman Saba‟nın (1910-1957) derginin on yedinci sayısında yayımlanan“Neveser” adlı hikâyesidir. Bu hikâyede artık teknolojisi eskimiĢ ve kullanılırlığı kalmamıĢ olan “Neveser” adlı bir vapur ve bu vapurun eski Ġstanbul‟da yolcu taĢıdığı günler anlatılır. Neveser, yazarın çocukluk yıllarında Boğaz gezilerine çıktığı bir vapurdur. Osmanlı Devleti‟nin son devirlerinde Ġngiltere‟den alınmıĢ ve HaydarpaĢa, Fenerbahçe, Gülcemal, Mecidiye gibi adlar verilmiĢ olan diğer vapurlarla birlikte Boğaz üzerinde yolcu taĢımaya baĢlamıĢtır. Bu vapurlar ama en çok da “Neveser” yazarın çocukluk hatıralarının en önemli unsurlarıdır: “Bense Neveser’le İstanbul’a her inip dönüşümde onun her yerinin, her köşe bucağının zevkine ayrı ayrı varıyor, bir sabah, beyaz yağlı boya tavanında güneş vurmuş bir deniz parçasını titrer, ürperir bulduğum alt salonunu bırakamıyor, orada çocukluğumun yalı tavanlarını anarak, yandan çarkların büsbütün köpük içinde bıraktığı ilk, sonra yemyeşil su içindeki, daha sonra deniz seviyesindekilerle bir akvaryuma benzeyen lombozlara dalarak alt salonun hep tenha serinliğinde seyahat ediyor,…incecik burnumuzun denizi sanki üfliyerekten 158 iki yana doğru çukurlaştırıp köpükleri düre düre ikiye biçişini seyrediyordum‖. Neveser‟in, Boğaziçi köyleri ve semtleri arasında gidip geliĢi yazarın çocukluğunun en silinmez hatıraları arasındadır. Neveser ona çocukluğu zamanındaki Ġstanbul‟u ve birlikte vapur gezintilerine çıktığı ailesini ve akrabalarını hatırlatır. SavaĢlar baĢlar biter, devletler yıkılır, devletler kurulur, Osmanlı Devleti sona erer ve Cumhuriyet ilan edilir. Boğaz‟da çalıĢan pek çok vapur eskiyerek çürüğe çıkarılır. Fakat Neveser, geçen zamana direnen bir kıymet gibi Boğaziçi‟nde yolcu taĢımaya ve görev yapmaya devam eder. Ancak yazar çok iyi bilir ki Neveser‟in zamana direniĢi bir noktaya kadar sürebilecek ve sonunda o da geçen zamana teslim olmak zorunda kalacaktır: ―Onunla son defa göz göze bakacak, onunla son defa göz göze geleceğiz… Bir zamanların genç, dinç, acar Neveser’i bir zamanlar dilimli tentesini öylesine bir sevinçle çırpındırdığınaü, burnuyla yanıp köpüklendirdiği suları ta adının hizalarına kadar çıkarttığına bir eski deniz salnamesindeki fotoğrafı şahadet eden vapur, orada insanların 157 Ziya Osman Saba, Neveser, Aile Dergisi, S.17,İstanbul, 1951, ss.10-18. 158 Saba, a.g.e., s.12. 75 yattığı büyük bir mezarlığa baka baka, orada insanların kaderine benzeyen bir kaderle 159 çürüyüp gidecek.‖ Bu hikâyedeki Neveser adlı vapur insanların ve nesnelerin geçen zaman karĢısındaki çaresizliğini ve kırılganlığını temsil eder. Ġnsanın kaderinde eskimek vardır. Ġnsan için bu dünyada hiçbir Ģey ve sahip olunan hiçbir kıymet sonsuz değildir. Yıpranmak, tükenmek ve yok olmak insan için değiĢtirilmesi mümkün olmayan bir kaderdir. Tıpkı insanlar gibi nesneler de geçen zamanın öğütücü çarkları arasında ufalanır ve yok olurlar. Neveser genç ve yeni bir vapurken yazar da bir çocuktur. Ailesiyle ve ahbaplarıyla birlikte Neveser vapurunda unutulmaz Boğaz yolculukları yapmıĢtır. Oysa zaman geçip gitmiĢ ve ortada ne Neveser‟in yeniliğinden ne de yazarın çocukluğundan ve gençliğinden bir eser kalmıĢtır. Zamanın eskiticiliği ve yıpratıcılığı karĢısında insanların ve nesnelerin kaderi 160 aynıdır, Neveser vapurunun ve yazarın kaderi zaman karĢısında aynıdır. Yazar Neveser‟in Boğaz‟da sefer yaptığı ilk zamanları anlatarak kendi çocukluğuna döner ve çocukluğunu yıllar ilerledikçe zorluğu anlaĢılan hayattan bir kaçıĢ olarak görür. Dünya ve Türk edebiyatında çocukluk hatıraları pekçok yazar tarafından kaleme alınmıĢtır. Bu çocukluk hatıraları hasretle yâd edilen bir mahiyette olabildiği gibi korku ve üzüntü duygularına neden olan bir mahiyette de olabilir. Bir yazarın maziye ve çocukluğuna sığınma nedenlerini Cemil Kavukçu‟nun “Öykülerdeki Çocukluk” adlı yazısındaki Ģu ifadelerde bulmak mümkündür: “Sanatın hangi dalında ürün veriyorsanız verin, yaşamla ve kendinizle barışık, mutlu ve huzurlu olduğunuz için değil, tam tersine, bir sorununuz, henüz yanıtlayamadığınız bir sorunuz olduğu için yapıyorsunuz bunu. Ben de sorularımın yanıtının geçmişte, çocukluğumda olduğunu sanıyorum. Yazarak da bunu yapıyorum. Çocukluğumdan birçok 161 şeyi özlüyorum. Özlenmemesi gereken şeyleri bile özlüyorum.‖ “Neveser”de yazar çocukluk günlerini hasretle hatırlamaktadır. Bu hatırlayıĢın hasret dolu oluĢu bir yandan büyüdükçe yitirilen değerlerle bir yandan da maziye intikal eden Ģeylere insanların duyduğu romantik ilgiyle açıklanabilir. “Neveser”de yazar çocukluğunun 159 Saba, a.g.e., s.18. 160 Ziya Osman Saba, İstanbul Beşiktaş‟ta doğmuş ve hayatının büyük kısmını bu şehirde geçirmiştir. Onun hikâyeciliğinde Osmanlı Devleti‟nin son yıllarında İstanbul‟da geçen çocukluğunu ve ilk gençliğini anlatan anı hikâyelerin çok önemli bir yeri vardır. Yazar, “O Mahalle”, “Yaz Gezintileri”, “Kış Gezintileri”, “Misafirlikler” v.b. anı hikâyelerinde hep çocukluğunu ve çocukluğunun İstanbul‟unu anlatır. Osmanlı Devleti‟nin son yıllarındaki İstanbul‟u ve İstanbul insanlarını algılayış ve işleyiş bakımından Ziya Osman Saba‟nın anı hikâyeleri Abdülhak Şinasi Hisar‟ın hikâyelerini ve anılarını andırır. Bu yazarların eserlerinde eski İstanbul‟a ait tasvirlerin ve ayrıntıların ifade ediliş biçimi hissiyat bakımından benzer motifler barındırır.Ziya Osman Saba‟nın bu tip anı hikâyelerinin bir kısmı ilk kez 1952 yılında yayımlanan “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” adıyla; bir kısmı da yazarın ölümünden sonra 1957 yılında “Değişen İstanbul” adıyla kitaplaştırılıp yayımlanmıştır. 161 Cemil Kavukçu, “Öykülerdeki Çocukluk”, Hece/Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, S.46-47,İstanbul,2000, s.120. 76 ve çocukluluğundaki dünyanın mazinin uzak bir noktasında kayboluĢuna iç geçirir ve artık çocukluğundaki lezzeti bulamadığı dünyadan kaçarak zihninde diri tuttuğu hatıralara sığınır. 3.1.1.3.AĢk Aile dergisinde yayımlanan ve teması aĢk olan telif hikâyeler Ģunlardır: Halide Edip Adıvar‟ın (1884-1964) derginin ikinci sayısında yayımlanan “Bir Hayatın Üç Perdesi” adlı hikâyesi, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın derginin beĢinci sayısında yayımlanan “Âdem‟le Havva” adlı hikâyesi, Fahri Celal Göktulga‟nın derginin altıncı sayısında yayımlanan “Öksürük” adlı hikâyesi ve Nahit Sırrı Örik‟in derginin on dördüncü sayısında yayımlanan “Ġki KomĢu Arasında” adlı hikâyesi. AĢkın algılanıĢı, iĢleniĢi veya söz konusu hikâye içindeki yoğunluğu elbette ki hikâyeden hikâyeye farklılık gösterir. Fakat dergide yayımlanan telif hikâyelerde aĢk çoğunlukla kötü olaylara sebep olan bir duygu olarak ele alınmıĢtır. Bunun tek istisnası olan Halide Edip Adıvar‟ ın “Bir Hayatın Üç Perdesi” adlı hikâyesindeyse Selim Sururi-Ulviye aĢkı kötü sonla değil evlilikle sonuçlanır. Dergide yayımlanan aĢk hikâyelerinde aĢk bazen ana gaye olarak iĢlenirken bazen de hikâye kiĢilerinin Ģahsiyet özelliklerini açığa çıkaran bir unsur olarak verilmiĢtir. Mesela Fahri Celal Göktulga‟nın “Öksürük” adlı hikâyesindeki Behnane imkânsız bir aĢka tutularak akıl hastanesine düĢer. Bu hikâyede Behnane‟nin Ģahsiyet özelliklerine çok fazla değinilmez. Yalnızca kendisinden çok genç bir delikanlıya onulmaz bir Ģekilde âĢık oluĢu ve topluma rezil olmamak için akıl hastası numarası yaparak akıl hastanesine yatıĢı hikâye edilir. Halide Edip Adıvar‟ın “Bir Hayatın Üç Perdesi” adlı hikâyesinde ve Nahit Sırrı Örik‟in “Ġki KomĢu Arasında” adlı hikâyesindeyse aĢk daha çok hikâye kiĢilerinin Ģahsiyet özelliklerini tayin eden bir unsur olarak iĢlenmiĢtir. Bu hikâyelerde kötülük, iyilik, bencillik, kindarlık yahut metanet gibi Ģahsiyet özellikleri kiĢilerin yaĢadıkları aĢk hikâyelerinin etkisiyle Ģekillenir. Aile dergisinde yayımlanan ilk aĢk hikâyesi Halide Edip Adıvar‟a aittir. Adıvar‟ın ilk 162 kez Aile dergisinin ikinci sayısında yayımlanan “Bir Hayatın Üç Perdesi” adlı hikâyesi Selim Sururi adlı bir adamın evleninceye kadarki hayatını anlatır. Hikâyenin baĢlangıç kısmında yani birinci perdede Selim Surûri dört yaĢında bir çocuktur. Babası Atıf Surûri ise otuz iki yaĢındadır ve üniversitede doçentlik tezini vermeye 162 Halide Edip Adıvar, Bir Hayatın Üç Perdesi, Aile Dergisi, S.2, İstanbul, 1947, ss.6-14. 77 çalıĢan bir asistandır. Atıf Surûri bütün varlığını doçent olma gayesine hasretmiĢtir. Atıf, hikâyede Ģöyle tanıtılır: ―Atıf, sakin, dürüst, kıyafeti ve hareketleriyle hiçbir ayrılık göstermeyen bir adamdır. Esmerdir, uzunca boyludur, parlak ve ışıltılı kestane renkli gözleri, aynı renkte kısa kesilmiş bıyıkları vardır. Saçlarını briyantinle arkasına doğru yatırır… Atıf Süruri o zaman üniversitede bir asistandı. Birinci ihtirası karısı, ikincisi doçentlik ve bu mukaddes unvana kavuşmak için hazırladığı tezdi. Atıf karısına Filya derdi. Belki sarışın olduğu ve keskin kokulu lavantalar süründüğü için Faliha adı Filya’ya çevrilmişti‖ Onun karısı yani Selim Surûri‟nin annesi olan Faliha ise kocası Âtıf ve tanıdıkları tarafından Filya yahut Fulya gibi kısaltılmıĢ adlarla çağrılan Ģımarık bir kadındır. Filya o sıralarda yirmi üç yaĢındadır ve kocasının ona verebildiği hayatı beğenmeyen birisidir. Hep Ģikâyet etmekte ve sürekli daha varlıklı, daha renkli ve daha güzel bir hayatın hayalini kurmaktadır. Ġstediği gibi giyinip süslenebileceği, istediği gibi gezip tozabileceği bir hayat için yapmayacağı Ģey yok gibidir: (…) Nihayet, kocası notlarını kapar kapamaz konuşmağa başlar. Ne konuşur? Bayan Filân’ın bilmem kaç liraya aldığı tuvalet levazımı, Bayan Falan’ın kürkü, kocasının âşıkının yahut ikisinin beraber satın aldıkları en son otomobili; şunun veya bunun hizmetçisine, çocuk dadısına verdiği (daima asistan maaşından fazla) aylık…(…) Filya, monoloğunun hemen her akşam tekerrür eden bu birinci faslında, Âtıf Surûri gibi bir işe yaramaz ukalâ ve budala bir adamın, kendisi gibi altına Rolsroys, sırtına samur kürk yaraşan bir âfete, değil koca, hattâ uşak olamayacağını mukayese, teşbih ve saire ile 163 açığa vurur. (…) Filya, zamanla gündüzleri oğlu Selim‟i evde yalnız bırakarak arkadaĢlarıyla uzun gezintilere çıkmaya baĢlar. Daha sonra geceleri de eve gelmemeğe baĢlar ve nihayet bir gün oğlu Selim‟i ve kocası Atıf‟ı terk ederek “hergele1e” amcazâdesiyle evden kaçar. Atıf ve oğlu Selim yalnız kalır. Selim‟in hayatının ikinci perdesinde Selim babasıyla birlikte yalnızdır. Babası doçentlik sınavlarını veremediği için üniversiteden ayrılır, baĢka bir iĢ bulur ve bütün varlığını oğlu Selim‟e adar. Selim babasıyla birlikte çok zor ve sefalet dolu bir çocukluk geçirir. Bu hem maddi bir sefalettir hem de annesizlikten kaynaklanan duygusal sefalettir. Çocuğunun ve eski kocasının yoksulluğundan haberdar olan Filya bir gün onlara bir komĢuları vasıtasıyla bir sepet içinde lezzetli yemekler gönderir. Ġçine de :‖Açlığa mahkûm evlâdıma‖ yazılı bir not bırakır. Selim‟in babası bunu çok ağır bir hakâret olarak algılar ve Filya‟nın gönderdiği 163 Adıvar, a.g.e.,s.7. 78 yemekleri pencereden sokağa fırlatır. Bu olay Selim‟in çocukluğunun en kötü hatıralarından biri olur. Zamanla annesini unutur. Kendisini okula ve okumaya verir. Pertevniyal Lisesi‟ni iftihar levhasında bitirir, Fen Fakültesine yazılır. Âtıf, oğlu Selim‟in kendisinin yapamadığı Ģeyi yapmasını ve üniversitede saygın bir hoca olmasını istemektedir. Bu istek onu hayata bağlayan bir gâye hâlini almıĢtır. Bu arada kendi yaĢadığı felaketten dolayı da oğlu Selim‟e sürekli kadın düĢmanlığı aĢılamaktadır. Selim baĢarılı bir öğrenci olur. Okur. Üniversiteye girer. Üniversitede Ulviye adlı temiz, erdemli bir kıza âĢık olur. Ulviye, Selim‟in annesi Filya‟nın tam tersi mizaçta olan bir kızdır: “Ulviye elâ gözlü, geniş alınlı, tatlı gülüşlü bir kızdı. Sınıfta erkek arkadaşlarının ablası, anası, yerine göre dert ortağı ve daima sınıflarındaki zayıf talebeye dersini öğreten, yoldan çıkanı yola getiren mürşit, hülâsa erkek kız bütün sınıfın tapındığı ve güvendiği bir kızcağızdı. Selim Fakülteye girdiği zaman Ulviye ikinci sınıfın birincisi, ahlâk, kafa ve iyilik 164 bakımından insan modeli olan bir talebe idi‖. Fakültedeki öğrencilik yılları boyunca iliĢkileri devam eden Selim ve Ulviye mezun olduktan sonra evlenmeye karar verirler. Bu arada ikisi de asistan olmuĢtur. Babası evvela Selim‟in evlenmesine karĢı çıkar. Çünkü kendi baĢına gelen felaketin oğlunun baĢına da gelmesini istememekte ve oğlunun hayatının bir kadın tarafından mahvedilmesinden korkmaktadır. Fakat oğlu Selim‟in evlenmek istediği Ulviye‟yi tanıdıkça bu korkuları ortadan kalkar. Ulviye gerçekten temiz ve evlenilmeye lâyık bir kızdır. Atıf Surûri, oğlunun Ulviye‟yle evlenmesine razı olur. Selim ile Ulviye evlenirler. Bu arada evlenmeden kısa bir süre önce bir mağazada Selim kendisini terk eden annesiyle karĢılaĢır. Annesi Ģımarık ve ahlâksız bir kadın olarak hayatına devam etmektedir. Annesinde iĢlediği günah ve yaptığı kötülüklerden dolayı en küçük bir piĢmanlık belirtisi yoktur. “Bir Hayatın Üç Perdesi”, Halide Edip Adıvar‟ın bir ailede annenin ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Hikâyenin kahramanı Selim Süruri etrafında; idealizm, alafranga kadın tipi, ailede anne - baba - çocuk arasındaki iliĢkiler ve aĢk olguları değerlendirilir. Üniversitede akademisyen idealist bir genç ile alafranga olarak nitelendirebileceğimiz yozlaĢmıĢ kadın tipinin evliliği hüsranla sonuçlanır. Bir çocukla kalan erkeğin idealleri de bu ayrılık sebebiyle gerçekleĢmez. Baba (Atıf) kendi gerçekleĢtiremediği idealleri oğlunun gerçekleĢtirmesi için hayatını ona vakfeder. 164 Adıvar, a.g.e.,s.9. 79 Halide Edip Adıvar‟ın eserlerinde üzerinde durduğu meselelerden birisi de ailedir. Adıvar‟ın romanlarında sıklıkla karĢımıza çıkan aile içi iliĢkiler, hikâyelerinde de çeĢitli Ģekillerde iĢlenmektedir. Aile, bir toplumun en küçük yapı taĢıdır. Özellikle Türk sosyal hayatında önemli bir yer arz eden bu kurum, sağlam temeller üzerine oturtulduğu vakit, iyi nesillerin oluĢmasına katkıda bulunacaktır. Çünkü eğitimin temeli ailede baĢlar. Kadının aile içindeki rolü, Halide Edip‟in ısrarla vurguladığı konuların baĢında gelir. Halide Edip‟in eserlerinde kadın; anne ve eĢ olarak büyük bir önem arz eder. Ailenin devamlılığı için erkek gibi kadının da sorumluluklarının bilincinde olması gerektiği vurgulanır. “Bir Hayatın Üç Perdesi” adlı hikâyede de Filya aracılığıyla mesuliyet bilincinden yoksun bir kadının aile birliğini nasıl bozduğu anlatılmaya çalıĢılır. Hikâyede Selim‟in, babası ile olan iliĢkisi annesi ile olan iliĢkisinin tam tersi durumundadır. Annesi tarafından terk edilen Selim‟i babası 165 büyütür. Halide Edip, “Bir Hayatın Üç Perdesi”nde; idealizm, yozlaĢma, aile ve aĢk gibi kavramlara değinir. Hikâye, bu hususlardan hareketle ailenin kutsallığını vurgulamaya çalıĢır. Ġdeal bir evlilik için eĢlerin birbirleri ile uyumunu ve kültür seviyelerinin nasıl olması gerektiğini sorgular. Aksi hâlde ayrılıkla neticelenen evliliklerde en çok etkilenen tarafın çocuk olduğu anlatılmak istenir. ―Ve Atıf birkaç defa hastaneye bilhassa röntgene gidip geldikten sonra Selim’e evlenmeyi düşünüp düşünmediğini sordu. - Doçent olmadan hayır, baba. Niçin? - Çünkü… Sustu. İkisi de içlerine akan yaşları saklamak için birdenbire arkalarını döndüler. 166 Fakat kader Selim’in evlenmesini doçent olmasına kadar tehire rıza göstermedi. Baba oğlun arasında geçen bu diyalog, idealizm olgusunun gerçekleĢmesinde eĢlerin birbirine göstereceği saygı ve anlayıĢın ne kadar önemli olduğunu gösterir. EĢi Filya‟nın, mesleğine, ideallerine saygı duymayıĢı ve oğluyla kendisini bir baĢına bırakıp baĢka adama kaçması, Atıf‟ın üniversitede doçent olma idealini de engelleyen en büyük unsurdur. Tek gayenin tehlikeli olduğunu düĢünen Atıf vasıtasıyla insanların hayatlarını, tek ideal üzerine kurmamaları gerektiği mesajı verilmeye çalıĢılır. Bu tek idealin gerçekleĢmemesi durumunda insanların hayatlarının altüst olduğu anlatılmaya çalıĢılır. Atıf‟ın aĢağıdaki düĢünceleri onun 167 aynı zamanda özeleĢtirisi olarak yorumlanabilir: 165 Fatih Sakallı, “Halide Edip Adıvar‟ın Bir Hayatın Üç Perdesi Adlı Hikâyesi Üzerine Bir Tahlil Denemesi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, C.20/1, Ankara, 2013, s.88. 166 Adıvar, a.g.e.,s.12. 167 Sakallı, a.g.e.,s.84. 80 ―-Mutlak insanın kafasında, icabında cankurtaran gibi sarılabileceği birkaç tane merak ve mevzu olmalı… Tek gaye tek kadın kadar tehlikelidir, tahakkuk etmezse insanı bir ot, hatta cansız bir taş parçasına döndürür.- derdi. Bütün bunların arkasında hiç şüphesiz Atıf 168 kendi kırık hayatına belki bilmeyerek temas ediyordu.‖ “Bir Hayatın Üç Perdesi” hayatla ilgili genel-geçer kanaatlere ve önyargılara varmanın her zaman doğru olmayabileceğini de gösteren bir hikâyedir. Bir insanın kötü kadınlarla karĢılaĢması ve evlendiği kadın tarafından terk edilmesi, bütün kadınların kötü ve ahlaksız olduğu anlamına gelmez. Aynı Ģey erkekler için de geçerlidir. Her insan kendi Ģahsiyetiyle vardır. Bir insana ait Ģahsiyet ve karakter özellikleri bütün insanlığa mal edilemez. Öte yandan bu hikâyede vurgulanan önemli bir Ģey de sabır ve tahammüldür. Annesi tarafından terk edildikten sonra çok sıkıntılı bir çocukluk ve ilk gençlik geçiren Selim Sururi yılgınlığa yahut aylaklığa kapılmadan çalıĢır ve hem mesleğini hem de hayatının kadınını bulur. Üstelik bulduğu kadın son derece faziletli ve gerçek bir anne ruhuna sahip bir kadın olan Ulviye‟dir. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın “Âdem‟le Havva” adlı hikâyesi Aile dergisinin beĢinci 169 sayısında yayımlanır . Bu hikâye semavi dinlere göre insanlığın en eski ataları olan Âdem‟le Havva‟nın birbirlerine âĢık olma sürecini yeni bir bakıĢ açısıyla ele alır. Bu aynı zamanda insanlık tarihinin ilk aĢk macerasıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Âdem‟le Havva” adlı hikâyesinde insanoğlunun yaratılıĢ gününe ve dinlere göre en eski atasının dünyaya geldiği güne gider. Hikâyenin olay akıĢı Ģöyledir: Rab, Âdem‟i dünyaya gönderir. Âdem daha önce hiç görmediği bu dünya ve buradaki canlılar karĢısında ĢaĢkınlığa kapılır. Dünya onun için baĢtanbaĢa yeni, bâkir ve muazzam bir diyardır. Âdem bu dünyaya geldiği için ĢaĢkındır ama bir yandan da Rabb‟ı ve meleklerini bir daha göremeyeceğini düĢünerek üzülmektedir. Derken sırtından baĢka bir canlı-baĢka bir insan- çıkar. Âdem, kendi vücudundan peyda olan bu yeni insanı bağrına basar. Bu ilk kadın Havva‟dır. Âdem, Havva‟ya âĢık olur, Havva da Âdem‟e âĢık olur. Birbirlerinin göğüslerinde dertlerini ve korkularını unuturlar: ―O zaman Âdem yalnızlığının aynasına yeni baştan döndü onu kollarının arasına aldı. Uzun uzun baktı. Daha sonra Serendip’te o kadar yorgunluktan sonra ilk rastgeldiği kaynaktan nasıl içmişse, şimdi de Havva’ya öyle bakıyordu. Ne kadar güzel ne kadar sıcak ne 168 Adıvar, a.g.e.,s.11. 169 Tanpınar, Âdem‟le Havva, Aile Dergisi, S.5,İstanbul, 1949, ss.4-10. 81 kadar herşeyin yerine geçebilecek gibiydi. Yarı göğsüne gömülmüş yüzüyle, kendisini 170 seyreden kısık gözleriyle, utanan nefsiyle kendisine herşeyin üstünde göründü.‖ Böylelikle Âdem‟le Havva‟nın dünyadaki yolculukları baĢlar. Bir süre sonra gökyüzünde siyah bir nokta görürler. Bu kaçılması mümkün olmayan kaderdir. Kader, gitgide geniĢler ve siyah bir duman ve bir çığ halinde Âdem ve Havva‟yı içine alır. Kaderle karĢılaĢmlarından sonra Âdem‟le Havva yeryüzünü birlikte keĢfe çıkarlar. Büyük hayvan topluluklarını görürler, dağları, nehirleri, mevsimleri, geceyi ve gündüzü görürler. Gençliği, ihtiyarlığı ve ölümü görürler. Bu dünyada gördükleri her Ģey onlar için yenidir, ĢaĢırtıcıdır, büyüleyici ve ürperticidir: ―Ve otların arasından kıvranan, atılan, bükülen, avlanan, yavrularını emziren hayvanları ve cins cins kuşları gördüler. Coşkun dereleri, ağır başlı büyük nehirleri, köpüre köpüre akan selleri, dumanlı dağ başlarını, yeşil ovaları, sararmış tarlaları gördüler. (…) Sonra gece ile gündüz önlerine geldi. Birinin başı ucunda beyaz güvercinler uçuyordu. Öbürünün gözlerinde bilmedikleri kuşlar tünemişti. (…) Böylece her şey bütün hayat teker teker gözlerinin önünden geçti. Onlar geçtikçe Âdem’in alnı üzüntüden kırışıyor, acayip bir 171 korku içini sarıyordu.‖ Rab melekler aracılığıyla Âdem‟e seslenir ve ona ve istikbaldeki torunlarına rahmet ve selamet diler. Ġnsanoğlunun iyilik, kötülük, mutluluk, kahır, aĢk ve ölümü birlikte tadacağını söyler: Sonra ikisi birden Rabb’ın sesini duydular. Bu ses Âdem’in kalbinde büyük bir çınar ağacı gibi yeşerdi ve Havva’nın yüzünde gül, karnında suçiçeği gibi parıldadı. Rab onlara: - Yolunuz açık olsun, diyordu. İnsan oğluna ve toprağa bizden rahmet ve selâmet… Ve ses devam etti: - Hayrın ve Şerrin, Hazzın ve Istırabın, Aşkın ve Ölümün bahçeleri sizindir. Rahmet ve 172 selâmetimiz toprak ve İnsan Oğluna olsun. Melekler Âdem‟le Havva‟ya secde ederler. Rab, onların aĢkını takdis eder. Fakat kısa süre sonra Âdem‟le Havva‟nın baĢına felâketler ve kötülükler gelmeye baĢlar. Rab, onları dünyaya gönderirken iyiliği ve kötülüğü bir arada vereceğini söylemiĢtir. BaĢlangıçta son derece cazip ve bakir görünen dünya bir anda hırçın ve zorlu bir yere dönüĢür. Bir hengâmede Âdem‟le Havva birbirlerini kaybederler: Sonra birbirlerini görmemeğe başladılar. Âdem Havva’nın aydınlık gecesini, Havva onun göğsünü kaybetti. İçlerine birbirlerinden ayrılmanın hüznü çöktü. (…) Havva Yemen’de 170 Tanpınar, a.g.e.,s.6. 171 Tanpınar, a.g.e.,s.8-9. 172 Tanpınar, a.g.e.,s.9-10. 82 bir kuyu başında idi. Âdem Serendib’te bir dağ tepesinde idi. Havva Âdem’i nasıl arayacağını, Âdem Havva’yı nerede bulacağını düşünüyordu. O zaman ikisi birden birbirlerini çağırmağa başladılar. Yıldızlara doğru iki feryat birbirini karşılıyordu: - Havva Havva… 173 - Âdem Âdem… Ahmet Hamdi Tanpınar “Adem‟le Havva” adlı bu hikayesinde semavî dinlere göre ilk insan ve insanoğlunun ilk atası olan Âdem‟le, ilk kadın ve insanoğlunun ilk annesi olan Havva‟nın hikayesini yeniden tefsir eder. Hikayede, Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim‟in çeĢitli bölümlerinde ilk insan Âdem ekseninde anlatılan yaratılıĢ kıssası Âdem‟le Havva arasındaki bir aĢk rabıtasıyla yoğrularak verilmiĢtir. Ġlk insanın yaratılmasını, ilk aĢk, onu kaderin ortaya çıkıĢı, onu da ilk ayrılık takip eder. Âdem‟le Havva‟nın dünyadaki ilk günlerinde yaĢadıkları onlardan doğacak ve çoğalacak insanlığın gelecekteki kaderini özetleyen bir mahiyet taĢır. “Âdem‟le Havva” Aile dergisindeki din ve mitoloji eksenli tek hikâyedir. Tanpınar, bu hikâyesinde mitlerin temelini teĢkil eden “yaratılıĢ, yaratma” mefhumu 174 üzerinde durarak, bazen de telmihler yaparak sanatsal ve estetik bir yapı kurgular. Bu hikâyesinde Tanpınar, Tanrı‟yı değil Âdem ve Havva‟yı yüceltir, insanoğlunun yeryüzündeki 175 yalnızlık, sevgi, kader ve sorumluluğu üzerinde durur. Böylece bu kurgulanmıĢ metin ilk insan olarak kabul edilen Hz. Âdem‟in yaratılıĢı konusunda bilgi sahibi olmak isteyenlerin merakını cezbeder. Mitlerin en temel soruları olan insan nasıl yaratıldı? Ölümlüler ve ölümsüzler nasıl var oldu? Tanrılar var mıdır? … gibi sorular “Âdem ile Havva” hikayesinde 176 karĢılığını bulur. Âdem, Tevrat‟ta, İncil‟de ve Kur’an‟da ilk insan ve insanlığın ilk atası olarak gösterilir. Âdem‟le Havva kıssası Kur‟an‟da çeĢitli surelerde geçer.(Bakara, Zümer, Taha, Al- 177 i Ġmran, Araf, Nisa, Tevbe sûreleri). Bu sûrelerdeki ortak ifadelere göre çamur, toprak ve su karıĢımı bir maddeden yaratılan Âdem, insanlığın ilk atasıdır ve peygamberdir. Âdem yaradılıĢındaki mucizevî taraflarla(biyolojik babasının olmaması) Ġsa peygamber‟le de benzerlik gösterir. Kitab-ı Mukaddes‟te ise bu kıssa ilk bölüm olan Tekvin‟de (Ġbr. bereĢit=baĢlangıç) 178 anlatılır. Tanpınar‟ın “Âdem ile Havva”da üslup bakımından Kitab-ı Mukaddes‟in Tekvin bölümünü örnek aldığı anlaĢılmaktadır. Hikâyede Âdem‟in ve Havva‟nın yaratılıĢı 173 Tanpınar, a.g.e.,s.9. 174 Meryem Galata, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Eserlerinde Mitolojik Unsurlar, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Eskişehir, 2015, .s.27. 175 Mehmet Kaplan, Hikâye Tahlilleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2012,s.157‟den aktaran Galata, a.g.e.s.27. 176 Galata, a.g.e.,s.28. 177 http://www.tdvislamansiklopedisi.org,(06.04.2016). 178 http://global.britannica.com/topic/Genesis-Old-Testament,(06.04.2016). 83 esnasındaki olağanüstü manzaralar, Kitab-ı Mukaddes‟in Tekvin bölümüyle adeta örtüĢür niteliktedir. Tekvin‟de yaratılıĢ macerası baĢta Allah‟ın gökleri ve yerleri yaratmasıyla baĢlar. Tanpınar‟ın Âdem ve Havva hikâyesinin baĢlangıcı da bir bahçenin tasviri Ģeklindedir: “Büyük hurma yapraklarının, acayip bambuların, tepesi nemli duran okaliptüslerin, akşam güneşi meyveli narların, incirlerin, ağır akışlı berrak suların arasında kendisini, hala 179 eskisi gibi sanmak istiyordu. Fakat birçok şey değişmişti. Uykusunda Rabb’ı görmüştü.‖ Hikâyede yer alan ve kurgusal olduğunun unutulmaması gereken bu metinde Tekvin‟deki gibi ifadeler olmasa bile orada geçen tasvirleri hatırlatır nitelikte betimleyici cümleler olduğu açıktır. Tekvin‟in giriĢ bölümünde Ģu ifadeler yer almaktadır: “Ve Allah dedi: yer ot, tohum veren sebze, ve yer üzerinde tohumu kendisinde olup cinslerine göre meyva veren ağaçlar hâsıl etsin; ve böyle oldu. ve yer ot, cinslerine göre meyva veren ağaçlar çıkardı;, ve Allah iyi olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, 180 üçüncü gün.‖ Yukarıdaki bölümlerde yer alan tasvirler dünyanın yaratılıĢı ile doğrudan iliĢkilidir. Özellikle “ve” bağlacının sıkça kullanıldığı “Âdem‟le Havva” ya Tekvin‟in dil yapısı hâkimdir. “Ve” bağlacı kullanıldığı cümleye birlik ve beraberlik anlamı katmaktan ziyade cümlenin tamamlanmadığını ve anlamın diğer cümlelerde devam ettirildiğini bize gösterir. “Ve Rab Allah adamın üzerine derin uyku getirdi ve uyudu ve onun kaburga kemiklerinden bir 181 kadın yaptı ve onu adama getirdi…” Ģeklinde devam eden cümlelerde akıcılık, anlam 182 birlikteliği söz konusuyken “Âdem ile Havva” hikâyesinde “ve bu yalnızlığın aynasıdır.‖ “ve belkemiğine doğru sert bir rüzgârın estiğini duyuyor, acayip bir sıtma içinde 183 üşüyordu.‖ “ve otların arasından kıvranan atılan, bükülen, avlanan, yavrularını emziren 184 185 hayvanları ve cins cins kuşları gördüler .‖―ve ses devam etti.‖ ―ve Rab onların içinde 186 187 böyle üç defa bağırdı.‖ ―ve melekût insanoğlunu böyle uğurladı‖ Ģeklindeki ifadelerde aynı yapıyı görmek mümkündür. Tanpınar‟ın eserlerinde yapmak istediği ya da yapmaya çalıĢtığı Ģey, aynı kurgu ve dille farklı bir metin meydana getirmektir. Tanpınar,“yaratma ve 179 Tanpınar, a.g.e.,s.4. 180 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin Bölümü, 2.BAP, https://www.kitabimukaddes.com, (01.03.2016). 181 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin Bölümü,2.BAP,ss.21-22/25. 182 Tanpınar, a.g.e.,s.7. 183 Tanpınar, a.g.e.,s.7. 184 Tanpınar, a.g.e.,s.8. 185 Tanpınar, a.g.e.,s.9. 186 Tanpınar, a.g.e.,s.10. 187 Tanpınar, a.g.e.,s.10. 84 yaratılıĢ” denen kavramların dini kitaplarda karĢılıklarını inceleyip kendine Tekvin‟in dilini 188 yakın görmüĢtür. Tanpınar, Âdem‟le Havva hikâyesinde kullanmaktan kaçındığı “yasak meyveli ağaç, yasak meyve” gibi mitsel sembollerin yerine kaderi koymuĢtur. Âdem‟le Havva birbirlerine âĢık olarak Tanrı‟nın iradesine karĢı gelirler ve bunun bedelini birbirlerini kaybederek öderler. Havva Yemen‟de bir kuyu baĢına Âdem‟se Serendip‟te bir dağ tepesine gönderilir. Hikâyeye göre Âdem‟le Havva‟yı bu günaha iten siyah bir duman gibi dünyayı kaplayan kaderdir. Bu aynı zamanda insanoğlundaki ezelî ve ebedî haz-günah çatıĢmasına yapılan bir göndermedir. Ġnsan önce yasak edilen bir Ģeyi yapmanın hazzını yaĢar, daha sonra iĢlediği günahın cezasıyla yüzleĢir, haz azaba dönüĢür. Ġlk yasak Âdem‟e söylenilen yasak ağacın meyvesinden yememesidir. Bu emir, doğal olarak arzuyu doğurmuĢtur. Yasaklanan Ģeye olan ilgiyi arttırarak insanın onu arzulaması 189 sonucunu doğurmuĢtur. Tanpınar‟da meyve yerine Âdem ile Havva‟nın birbirine yaklaĢması sonucunda günah iĢlenmiĢ, bu noktadan sonra insan kendi kaderini kendi elleriyle çizmiĢtir. Mademki yasak olan cezbedici hale gelmiĢtir; o halde bunun cezasını çekmeye de 190 razı olan iki kiĢi (Âdem-Havva) olacaktır. “Âdem‟le Havva”da merkezî bir noktaya konumlandırılan kader kötülükler ve mutsuzluklar ören, önlenemez bir güç gibi betimlenmiĢtir. Âdem‟le Havva‟nın hayatındaki mutsuzluklar kaderin ortaya çıkıĢından sonra baĢlar. Kader, simsiyah bir gölge halinde dünyaya gelmiĢ ve Âdem‟le Havva‟nın birbirlerini kaybetmesiyle sonuçlanacak süreci baĢlatmıĢtır. Rab, insanların hayatını kader vasıtasıyla biçimlendirip kontrol edeceğini Âdem‟e göstermiĢtir. Dünya‟da Âdem‟e de torunlarına da mutlak ve sonsuz mutluluk yoktur. Ġnsanlar yaĢadıkları sürece Rabb‟ın onlar için çizdiği kader ölçüsünce mutluluğu tadacak veya mutsuzlukla yüzleĢeceklerdir. Aile‟de aĢk teması içinde değerlendirilebilecek hikâyelerden biri de Fahri Celal 191 Göktulga‟nın (1895-1975) derginin altıncı sayısında yayımlanan “Öksürük” adlı hikâyesidir. Bu hikâyede imkânsız bir aĢk ve bunun sonuçları mizahî denilebilecek bir dille anlatılır. Behnâne otuz iki yıldır akıl hastanesinde kalan yaĢlı bir kadındır. YetmiĢ yaĢlarındadır. Artık kaldığı bu akıl hastanesinin en kıdemli hastalarından biridir ve akıl hastanesinde kendisi gibi yaĢlı olan yalnız birkaç hasta kalmıĢtır. 188 Galata, a.g.e. s.28. 189 Cengiz Batuk, Mitoloji ve Tarihsellik-Hristiyanlığın Asli Günah Mitinin Tarihsel Dönüşümü, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.53. 190 Galata, a.g.e., s..27. 191 Fahri Celâl Göktulga, Öksürük, Aile Dergisi, S.6, İstanbul, 1948, ss.8-12. 85 Behnâne‟ nin akıl hastanesine düĢmesine neden olan ruh hastalığı oldukça ilginçtir. O, çevresinde öksürülmesine tahammül edemeyen ve öksürükten nefret eden bir kadındır. Biri yanında öksürdüğü zaman yahut bir öksürük sesi duyduğu zaman infiale kapılır, büyük reaksiyon gösterir, aklını kaçıracak gibi olur. Ahbapları ve yakınları da onun bu durumunun bir çeĢit akıl hastalığı olduğuna hükmederek Behnâne‟ yi akıl hastanesine getirirler ve orada bırakırlar. Oysa Behnâne‟ nin öksürükten nefret etmesi onun bilinçli olarak oynadığı bir oyundan baĢka bir Ģey değildir. Behnâne akıl hastanesine düĢtüğü zaman kırk yaĢlarındadır ve henüz evlenmemiĢtir. Gençken o kimseleri beğenmemiĢ, yaĢlanınca da onu kimseler beğenmez olmuĢtur: ―Kırkına kadar ne diye evlenmedin de kız kaldın diyecek olursanız vallahi günahtır, billahi günahtır. Sizin kısmet dediğiniz çöp çatanın tek başına becerdiği iştir. Talibim çoktu. Görücülerimin biri gider, biri gelirdi. Babam Mısırçarşılı idi. Ben kızımı beğendiğime vereceğim der dururdu. Hâlbuki kızı Darülmuallimatı bitirmişti de hoca hanımlığa tenezzül etmemişti. Öyle değme kocaya râm olur muydu? Armudun sapı var üzümün çöpü derken meğer kırkını bulmuşum. Kırkını bulunca da kapılar oldu duvar, ne arayan kaldı ne 192 sorar…‖ Kırk yaĢına gelip bu durumda olan Behnâne bir gün komĢusunun on beĢ yaĢındaki oğluna âĢık olur. Bu onun için çok zor bir durumdur ve baĢtan aĢağı imkânsız bir aĢktır. Delikanlı da bir gün Behnâne‟nin penceresine doğru uzun uzun öksürerek ona seslenir ve Behnane‟ye onu sevdiğini söyler. Ancak Behnâne‟ye göre on beĢ yaĢındaki delikanlının kendisine duyduğunu söylediği aĢk ya gelip geçici bir duygudur yahut bir acımanın ürünüdür. Fakat Behnane bu delikanlıyı karasevdayla sevdiğine emindir. Hem bu karasevdadan biraz olsun uzaklaĢmak hem bu aĢkının ortaya çıkmasıyla rezil olma ihtimalinden kurtulmak hem de aĢkından gerçek manasıyla delirmek üzere olduğu için akıl hastanesine yatmaya karar verir. Onun için de çevresine karĢı bu öksürükten nefret etme oyununu oynar: ―Ben komşunun oğluna vuruldum. Onun mecburuyum diyecek değildim a…Buralara düşmek gerekiyordu. Arkamdan Behnane sevda yüzünden deli oldu… dedirteceğime öksürüğe 193 kızdı da… dedirtmek daha hoş geldi. Ko, bir kız kurusu da böyle mahvolsun…‖ Fahri Celâl Göktulga‟nın “Öksürük” adlı bu hikâyesi esasen bir insanın karĢısına çıkan fırsatları zamanında değerlendirmesi gerektiğiyle ilgilidir. Artık yaĢlanmıĢ bir kız olan Behnane, zamanında kendisiyle evlenmek isteyen taliplerinin hiçbirini beğenmemiĢ, hepsini küçümsemiĢ ve sonunda artık kimsenin evlenmek istemediği yaĢlı bir kıza dönüĢmüĢtür. Eğer 192 Göktulga, a.g.e.,s.11. 193 Göktulga, a.g.e.,s.12. 86 zamanında karĢısına çıkan evlilik fırsatlarından birini değerlendirse belki on beĢ yaĢındaki o delikanlıya âĢık olmayacak ve belki hayatının yarısı akıl hastanesinde geçmeyecektir. Birtakım fırsatlar insanın karĢısına bir defa çıkar. KiĢinin istikbalde ne olacağı bu fırsatları değerlendirip değerlendirmemesine bağlıdır. Öte yandan bu hikâyede toplumsal baskıların ve ön yargıların bir insan üzerinde ne denli etkili olabileceği de gösterilmiĢtir. On beĢ yaĢında bir delikanlıya âĢık olan Behnâne bu aĢkın muhtemel ifĢasıyla ortaya çıkabilecek toplumsal 194 çalkantıyı göğüslemektense hayatını akıl hastanesinde geçirmeyi tercih eder. Bir psikiyatri doktoru olan ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi‟nin baĢhekimliğini de yapmıĢ bulunan Fahri Celâl Göktulga, yazdığı hikâyelerde meslek hayatında edindiği izlenimlerden çok faydalanmıĢtır. Mesleğinin sanatına büyük ölçüde katkısı olmuĢtur. Ömrünün hemen tamamını ruh ve akıl sağlığıyla ilgili sorunlara ayıran ve bu alanda pek çok gözlemlerde bulunan Fahri Celâl, bu sayede insanı, bütünü ile daha derinden tanımak 195 olanağına fırsat bulmuĢtur. Nitekim bu hikâyenin kahramanı olan Behnâne de deliliği sahte 196 de olsa yıllardır akıl hastanesinde yaĢayan bir kiĢidir. Delilik, Türk roman ve hikâyelerinde çeĢitli biçim, seyir ve Ģiddetlerde sıklıkla kullanılmıĢ bir temadır. ÇeĢitli yazarlar bireysel, psikolojik, sosyal, felsefî veya siyasal amaçlarla roman ve hikâyelerine “deli” veya “ruhen aĢırı sağlıksız” kahramanları koymuĢlardır. Fahri Celâl‟in hikâyelerindeki deli kiĢilerse çoğunlukla bireysel maceralardan 197 hareket edilerek toplumsal bir aksaklığın veya yanlıĢın resmedilmesi amacıyla yaratılmıĢtır. Fahri Celâl‟in hikâyelerinde kadın önemli bir malzemedir. Daha ilk hikâyelerinden baĢlayarak kadınla ilgilenmeye baĢlayan yazar tüm edebî hayatı boyunca da bu ilgiyi sürdürmüĢtür. Onun hikâyelerinde erkek tiplerle eĢit sayıda kadın tip vardır. Fahri Celâl‟in hikâyelerinde sağlıklı-sağlıksız, genç-yaĢlı, zengin-fakir, güzel-çirkin, kültürlü-kültürsüz pekçok kadın vardır. Bu kadınların çoğu olumsuz tipler olarak karĢımıza çıkar. Fahri Celâl‟in hikâyelerinde olumlu kadın tipi oldukça azdır. Fahri Celâl‟in hikâyelerinde kadınlarla ilgili 194 Yazarın “Öksürük” hikâyesindeki Behnâne gibi deli numarası yapan başka bir kadın kahraman da “İlaç” adlı hikâyesinde vardır. Bu hikâyede kocasının korkaklığından ve pısırıklığından usanmış olan bir kadın evin içinde sürekli kavga çıkarmakta, kocasını tehdit etmekte ve elinde bıçakla gezmektedir. Adam, karısını muayene ettirmek için eve bir ruh hekimi çağırır. Hekim, kadını muayene ettikten sonra adama karısını belli aralıklarla dövmesini tavsiye eder. Kadının herhangi bir aklî rahatsızlığı yoktur amcak mazoşist eğilimleri vardır. Kocasının güçlü olmasını ve dayak atarak bu gücü kendisine göstermesini arzu etmektedir. Adam, doktorun tavsiyesine uyar ve kavga çıkardıkça karısına fiziksel şiddet uygulamaya başlar. Bunu yapmaya başladıktan sonra karısıyla arası düzelir. “Şeker gibi” geçinmeye başlarlar. 195 Mustafa Baydar, Fahri Celal Göktulga: Bütün Hikâyeler, Cem Yayınevi, İstanbul,1973, ss.9-10. 197 Mesela yazarın “Prodromos Paşa” adlı hikayesindeki Prodromos Paşa, eksantrik giyimi, temizlik ve para bulma takıntısı, sokaklarda yatmasıyla deliler sınıfına giren biridir. Fakat bu deli son derece dürüst ve vicdanlıdır. Birçok akıllıda bulunmayan hak duygusuna sahiptir. “Prdoromos Paşa”da yazarın delilik kurgusunun işlevlerinden biri okuru, birçok akıllıda bulunmayan vicdan ve ahlakın bir delide bulunabileceğine ikna etmektir. 87 kesin ve olumsuz yargılar vardır. Kadınlar sözleri dinlenmez, uğursuz, fitne-fücur bir cins 198 olarak algılanmaktadır. Fakat “Öksürük”teki Behnâne için ahlakî veya sosyal bakımlardan olumsuz bir kadın olduğu yönünde bir yargıda bulunulamaz. Behnâne, toplum tarafından damgalanmaya mahkûm bir aĢka düĢtüğü ve bu damgalanmalardan korunmak için deli numarası yaparak 199 hayatını akıl hastanesinde geçirdiği için daha çok mağdur bir kadındır. 200 Nahit Sırrı Örik‟in “Ġki KomĢu Arasında” adlı hikâyesi Aile dergisinin on dördüncü sayısında yayımlanır. Leman Hanım, Boğaz‟daki yalısında hizmetçisi ġahende‟yle birlikte yaĢayan yaĢlı bir kadındır. Boğaz‟daki bu yalıya elli bir yıl önce Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamit devri valilerinden Sadrettin PaĢa‟nın gelini olarak gelmiĢ ve o zamandan beri hep bu yalıda yaĢamıĢtır. Kocası Kenan Bey yirmi sene önce ölmüĢtür. Hiç çocukları olmamıĢtır. Leman Hanım yaĢlı ve hizmetçisinden baĢka ahbabı olmayan biri gibi görünen bir kadın olsa da aslında hayata bağlı birisidir. Leman Hanım‟ın yaĢadığı yalının yanındaki baĢka bir yalıda ise Selime Hanım adında baĢka bir yaĢlı kadın yaĢar. Selime Hanım‟ın kocası ve üç çocuğu ölmüĢtür. Onun bakımıyla elli yaĢındaki yeğeni ilgilenir. Leman Hanım‟la Selime Hanım arasında mazisi çok eskilere dayanan bir husûmet vardır. Selime Hanım zamanında Leman Hanım‟ın kocası Kenan Bey‟e âĢık olmuĢ ve Kenan Bey de bir süre sonra bu aĢka karĢılık vermiĢtir. Bir bahriye binbaĢısıyla istemeye istemeye evlenen Selime Hanım evlendikten sonra âĢık olduğu Kenan Bey‟le iliĢki yaĢamaya baĢlamıĢtır. Selime Hanım kocasını Kenan Bey‟le, Kenan Bey de karısı Leman Hanım‟ı Selime Hanım‟la aldatmıĢtır. Hatta zamanında Selime Hanım‟ın üç çocuğundan birinin babasının Kenan Bey olduğu söylentisi ortaya çıkmıĢtır. Leman Hanım kocasının kendisini aldattığını ilk baĢlarda kabullenemese de sonraları bunu kabullenmek zorunda kalır. Ses çıkaramaz. Çünkü hem ortaya bir rezalet çıkmasını istememektedir hem de dünyaya bir çocuk getiremediği için kocası Kenan Bey‟in gözünde kendi mevkisini zayıf görmektedir. Aldatıldığını bildiği halde bir köĢede gizli gizli ağlamaktan baĢka elinden bir Ģey gelmez. 198 Sema Çetin, Fahri Celal‟in Öykücülüğü, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Adana, 2000,ss.107-108. 199 “Öksürük” adlı bu hikâyeye Fahri Celâl‟in herhangi bir kitabında rastlanmamıştır. Yazarın Aile dergisinde bu hikâye yayımlandıktan sonra çıkan ilk hikaye kitabı olan ve1953 yılında Varlık Yayınevi tarafından yayımlanan Salgın adlı hikâye kitabında ve Mustafa Baydar tarafından yayına hazırlanıp 1973 yılında Cem Yayınevi tarafından yayımlanan Bütün Hikâyeler adlı kitabında “Öksürük” adlı bu hikâyeye rastlanmaz. Ayrıca Sema Çetin tarafından 2000 yılında Çukurova Üniversitesi‟nde yapılan “Fahri Celâl‟in Öykücülüğü” adlı yayımlanmamış yüksek lisans tezinde de bu hikâyeye rastlanmamıştır. 200 Örik, İki Komşu Arasında, Aile Dergisi, S.14, İstanbul, 1950, ss.29-37. 88 ġimdi hem Kenan Bey hem de Selime Hanım‟ın kocası olan bahriye binbaĢısı ölmüĢtür. Ġki komĢu evde iki yaĢlı ve hasım kadın yalnız kalmıĢtır. Bu iki kadın birbiriyle görüĢmezler. Ġyi veya kötü yönde etkileĢim içinde bulunmazlar. Sokakta birbirlerini gördükleri zaman baĢlarını çevirirler, selamlaĢmazlar. Aynı misafirlikte dahi bulunmazlar. Bütün bu hallere rağmen birbirlerine olan ilgileri uzaktan uzağa devam eder: Selime Hanım’ın üç oğlu ardı ardına ve yetişkin denecek yaşlarda öldükleri zaman- hele kocasından Kenan Bey’den olduğu hakkında bir iddia mevcut olan, hakikaten de ona pek benzeyen- ortancanın ölümünde Leman Hanım matemler etmiş, hatimler indirmiş fakat bu ölümlerin kendisini matem tutmağa sevkettiğini başkalarının farketmemesine bilhassa itina 201 göstermişti. Selime Hanım bir gün hastalanır. Çok umursamıyormuĢ gibi görünmek istese de hasım bellediği Selime Hanım‟ın hastalığı Leman Hanım‟ı içten içe endiĢelendirmektedir. Hizmetçisi ġahende‟den sık sık Selime Hanım‟a dair haberler sorar ve bir gün öldüğü haberini alır. Leman Hanım, komĢusu Selime Hanım‟ın cenazesine katılmaz. Hal ve hareketleri çevresinde onun Selime Hanım‟ın ölümünden memnun olduğu intibaını uyandırır. Ancak esasen komĢusu ve hasmı Selime Hanım‟ın ölümü Leman Hanım‟ı derinden sarsmıĢtır. Bu sarsıntının gerçek nedenini tam tayin edememektedir. Fakat Selime Hanım‟ın ölümü esasen Leman Hanım‟ı hayata bağlayan kin ve düĢmanlığın da ölümü anlamına gelmektedir. Bu da onun için hayatın anlamsızlaĢması demektir: Leman Hanım hakikaten çok sarsılmış hayatı artık tamamen bomboş kesilmişti. Vakıâ Selime Hanım’ı bu açılan mezar karşısında da affetmiş değildi. Fakat kini şiddetini ve mânasını kaybetmişti, kaybetmekle de kendisini bir kat daha hatta denebilir ki yüz kat da ihtiyarlatıyordu. Çünkü Selime Hanım hayatta bulundukça Leman Hanım’ın içinde yaşamış olan kin bir sevdalı kadın kini idi ve bu kin kendisini bir gençlik ve aşk havası içinde 202 yaşatmıştı. Leman Hanım bir süre sonra zamanında kocasını baĢtan çıkarmıĢ olan Selime Hanım‟ın mezarını ziyaret eder. Burada kendisini tutamayıp ağlar. Bir süre sonra kendisi de ölür. KomĢulara göre Leman Hanım‟ı Selime Hanım “öte dünyaya çekmiĢtir.” Selime Hanım‟ın ölümü Leman Hanım‟ın hayatındaki anlamı ve gayeyi teĢkil eden kin ve düĢmanlık faktörlerini sona erdirmiĢtir. Bu faktörlerin ortadan kalkmasıyla Leman Hanım‟ın yaĢamak için yaslanabileceği bir dayanak kalmamıĢtır: 201 Örik, a.g.e.,s.32. 202 Örik,a.g.e., s.37. 89 Ölümü için bütün komşular adeta söz birliği etmişçesine –Selime Hanım çekti- dediler. Bir bakıma bu hüküm doğru idi de. Çünkü Selime Hanım sağ olsaydı Leman Hanım kendisine karşı beslediği ve adına kin dediği his sayesinde nefsini bu derecede tükenmiş, hayatla her alâkasını bu derecede kesmiş hissetmez, bunun neticesinde de ölüm kendisini bu derecede 203 zayıf, bu kadar gevşek ve bu kadar mukavemetten aciz bulmazdı… Nahit Sırrı Örik‟in roman ve hikâyelerinde zaman ağırlıklı olarak II. Abdülhamid devrinin sonları –II. MeĢrutiyet- ve Cumhuriyet‟in ilk yılları çizgisine kurulmuĢtur. 1895 doğumlu olan yazar kuĢku yok ki bu devirlere ve devirden devire geçiĢlere birebir tanıklık etmiĢ ve bu tanıklıklarından anlatılarında istifade etmiĢtir. “Ġki KomĢu Arasında” da anlatılan olaylar da uzun bir zaman dilimini kapsamakla birlikte II. Abdülhamid devrinin sonlarıyla Cumhuriyet devrinin ilk çeyrek asrı arasında cereyan eder. “Ġki KomĢu Arasında”, Osmanlı‟nın son dönemindeki aristokrat ailelere dair bir resim çizer. Selime Hanım, gelenekler, aile baskısı ve duyguları arasında sıkıĢmıĢ bir kadındır. Evlendikten sonra âĢık olduğu adamla gayri meĢru bir iliĢki yaĢamaya baĢlar. Bu iliĢkiyi kocasından yıllarca saklamayı baĢarır. Gelenekler yahut töre halini almıĢ uygulamalar ne kadar kuĢatıcı ve katı olursa olsun duygulara galebe çalamaz. Selime Hanım zorla evlendirildiği kocasını âĢık olduğu adamla aldatır. Leman Hanım‟ın düĢmanı Selime Hanım‟ın ölümünden kısa süre sonra ölmesi de insan ruhuna dair bir kaideyi ortaya koymaktadır. YaĢlı Leman Hanım‟ı hayatta tutan esasen düĢmanı Selime Hanım‟ın yaĢıyor olmasıdır. O ölünce yaĢamına dayanak olan ve kaynaklık teĢkil eden kin, paradoks ve hırs da sonlanmıĢ olur. Ġnsan bir amacı, tutkusu veya bir onu hayata bağlayan bir ihtirası olmadan yaĢayamaz. Leman Hanım, Selime Hanım‟a karĢı iki duyguyu aynı anda içinde barındırmaktadır. Biri açığa vurduğu neftret duygusudur ki bu nefretin nedeni kocasının kendisini Leman Hanım‟la aldatmıĢ olmasıdır. Ġkinci duygu gizli bir duygudur ve hikâye içinde ancak sezdirmeler yoluyla okuyucuya sunulur. Leman Hanım‟ın kocası Kenan Bey‟den hiç çocuğu olmamıĢtır. Kocasına bir çocuk verememiĢtir. Oysa söylentilere göre Selime Hanım‟ın üç çocuğundan birinin babası Kenan Bey‟dir. Bu da Selime Hanım‟ı Leman Hanım‟ın gözünde “doğurganlık” bakımından üstün bir noktaya taĢır. Leman Hanım‟ı gizli bir aĢağılık kompleksine iter. Tema olarak ele alındığında da “Ġki KomĢu Arasında”nın Nahit Sırrı‟nın pekçok hikâyesiyle ortak yönler barındırdığı görülecektir. Bu hikâyenin temasını oluĢturan ana unsur bir kocanın karısına, baĢka bir kadının da kocasına ihanet etmesidir. Nahit Sırrı hikâyeciliğinde anahtar kelimelerden biri ihanettir. evine, iĢine, eĢine, hayallerine ve nihayet 203 Örik,a.g.e., s.37. 90 kendine ihanet onun fiktif dünyasının demirbaĢlarındandır. Hikâyelerdeki ihanetin baĢlıca nesne ve öznesi zevc ve zevcedir. Mutsuz evlilikler, sönmüĢ arzular sonucu eĢini aldatan 204 erkek ve kadınlar ön plandadır bu hikâyelerde. EĢini aldatma, yazarın hikâyelerinde sıklıkla iĢlediği mevzulardandır. Yazar, Kırmızı ve Siyah kitabındaki on üç hikâyeden altı tanesinde aldatma konusuna değinir. Aldatma konusu bu kitaptaki hikâyelerin yüzde ellisini oluĢturmaktadır. “Kırmızı ve Siyah”, “En Büyük AĢk”, “Gözüm Görmesin”, “Bir Nezaket ve Merhamet Hikâyesi”, “Bir ġüphe Hikâyesi”, “Osmanlı Diplomatı Persenosi Bey‟le Madamı” hikâyelerinde eĢini bir baĢkasıyla aldatan karılar veya kocalar anlatılmıĢtır. Eve Düşen Yıldırım kitabındaki on üç hikâyeden iki tanesinde aldatma konusuna değinilir. Aldatma konusu eserdeki hikâyelerin yüzde on beĢini oluĢturur. Bu aldatma eĢini ya da niĢanlısını bir baĢkasıyla aldatma Ģeklinde ortaya çıkar. Aldatma konusunu iĢleyen “Eve DüĢen Yıldırım” ve “Bir Dağ ve Deniz Hikâyesi” adlı iki hikâyede erkeğin kadını aldatması 205 söz konusudur. Yazarın Kıskanmak adlı romanında da bir yasak aĢk vardır. Bu romanda romanın baĢkiĢilerinden Halit adlı bir adamla evli olan Mükerrem, kocasını Nüzhet adlı bir gençle aldatır. Yazarın Turnede Bir Artist Öldürüldü adlı romanında karısı tarafından terk edilen yaĢlı bir koca vardır. bu romanda Ģarkıcı Nezihe Yanıkses yaĢlı kocasını terk ederek Selim Tunçoğlu adlı bir yazarla iki yıl evlilik dıĢı bir Ģekilde birlikte yaĢar. Yazarın Yıldız Olmak Kolay mı? ve Tersine Giden Yol adlı romanındaysa sevgililerin aldatılması söz konusudur. Yıldız Olmak Kolay mı?‟da ünlü bir Ģarkıcı olmaya çalıĢan Selma evlenme teklifini reddettiği patronu ve sevgilisi Hasan Arif Bey‟i baĢka genç erkeklerle aldatır. Tersine Giden Yol‟daysa sürekli daha iyi bir hayat kovalayan Cezmi önce sevgilisi ġayan Hanım‟ı Mahmure‟yle sonra 206 da evlendiği Mahmure Hanım‟ı vekil kızı Rezzan‟la aldatır. Yazarın “Ġki KomĢu Arasında” adlı bu hikâyesi de temel olarak yine aldatan eĢler- 207 aldatılan eĢler kombinasyonu üzerine kurulmuĢtur. 204 Jale Özata Dirlikyapan, “Nahit Sırrı Örik‟in Öykülerinde Var Olmayan Aşklar”, Türkbilig Dergisi, S.18,Ankara, 2009, ss.133-134. 205 Özlem Kocabıyık, Nahit Sıırrı Örik‟in Romanlarında ve Hikâyelerinde Tema, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Afyonkarahisar,2006,s.127. 206 Kocabıyık, a.g.e.,ss.69-89. 207 Nahit Sırrı Örik‟in Aile dergisinde yayımlanan “İki Komşu Arasında” adlı bu hikâyesine yazarın herhangi bir kitabında rastlanmamıştır. Yazarın Oğlak Yayınları tarafından yayımlanan ve Kayahan Özgül ve Vahide Bilgi tarafından yayına hazırlanan Kırmızı ve Siyah, Eve Düşen Yıldırım ve yazarın ilk kez 1933 yılında yayımlanan Eski Resimler adlı hikâye kitabını da kapsayan Sanatkârlar adlı hikâye kitaplarında “İki Komşu Arasında” yer almaz. Özlem Kocabıyık tarafından 2006 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesi‟nde yapılan “Nahit Sırrı Örik‟in Roman ve Hikâyelerinde Tema” adlı yüksek lisans tezinde yazarın bütün hikâyeleri bir liste halinde verilmiştir. “İki Komşu Arasında” adlı hikâyeye bu yüksek lisans tezinde de rastlanmaz. 91 3.1.2.Sosyal Konuları ĠĢleyen Hikâyeler Aile dergisinde yayımlanan ve sosyal konuları iĢleyen telif hikâyeler iki tema altında ele alınabilir: bürokrasi eleĢtirisi ve taĢralılık-Ģehirlilik çatıĢması. 3.1.2.1.Bürokrasi EleĢtirisi Aile dergisinde yayımlanan ve bürokrasi eleĢtirisi teması altında değerlendirilebilecek hikâyeler Ģunlardır: Muhtar Körükçü‟nün (1915-1985) derginin on dördüncü sayısında yayımlanan “Bay MüfettiĢ” adlı hikâyesi ve ġinasi Tamer‟in derginin on beĢinci sayısında yayımlanan “Zabıt Tutma Begim” adlı hikâyesi. Bu hikâyelerde devleti temsil eden bürokrasinin halkla iliĢkisi eleĢtirel bir anlatımla ele alınır. Bu hikâyelere bürokrasi sınıfını temsil eden devlet adamlarının ve çeĢitli unvanlara sahip kamu görevlilerinin halka tepeden baktığı, halkın sıkıntılarını gerçek anlamıyla umursamadıkları düĢüncesi hâkimdir. Halk da bu insanlara korkuyla karıĢık aĢırı bir saygı gösterir. Bürokratların resmi hiyerarĢi ve yürürlükteki yasalar çerçevesinde görevlerini yaparken takındıkları katı tavır halkta bu insanlara karĢı bir korku ve aĢırı bir çekingenlik yaratmıĢtır. Bununla birlikte Aile dergisinde yayımlanan ve bürokrasi eleĢtirisi mahiyeti taĢıyan hikâyelerde iyi ve anlayıĢlı bürokratlar da vardır. Ancak bu durum halkın onlardan duyduğu korkuyu ortadan kaldırmaya yetmez. Dergide yayımlanan bu hikyelere göre ülkede oluĢturulan bürokratik yapı ve bu yapı eliyle oluĢturulan ülke, insan gerçeğini göz ardı etmiĢtir. Halka yönelik yapılan iĢler hayatın ve ülkenin gerçeklerini görmezden gelmiĢ, çıkarılan yasaların ve yapılan uygulamaların sonuçları amaçlanandan çok farklı olmuĢtur. Muhtar Körükçü‟nün Aile dergisinin on dördüncü sayısında yayımlanan “Bay MüfettiĢ” adlı hikâyesi Cumhuriyet‟in erken dönemlerinde Anadolu‟da iyi yetiĢmiĢ insanlara uygun iĢ bulunamaması sıkıntısı ve devrin bürokrasisinin bu sıkıntıyla mücadele etme 208 yöntemleri üzerinedir. Bu kısa hikâye Doğu Anadolu‟nun ücra bir kasabasının 1940‟lı yıllardaki manzarasını 209 çizer. O yıllarda Anadolu‟nun pekçok yerinde halk pekçok hizmet gibi sağlık hizmetinden 208 Muhtar Körükçü, Bay Müfettiş, Aile Dergisi, S.14,İstanbul,1950, ss.15-16. 209 Uzun yıllar Ergani, Devrekâni, Karlıova, Mut gibi Doğu Anadolu ilçelerinde kaymakamlık yapmış olan Muhtar Körükçü bu yerlerde edindiği izlenimlerinden hikayelerinde yararlanmıştır.Körükçü, kaymakamlık yaptığı Anadolu 92 de yeterince yararlanamaz durumdadır. Ancak hikâye kahramanının yaĢadığı kasabada bir doktor vardır. Bir gün bu kasabalının oğlunun diĢi ağırmaya baĢlar. Adam da oğlunu kasabada bulunan bu tek doktora götürür. Kasabadaki doktor diĢ doktoru değildir. Fakat iĢe yarar ümidiyle diĢi ağıran hastaya birkaç ilaç yazar. Fakat bu ilaçlar bir iĢe yaramaz. Çocuk diĢ ağrısıyla kıvranmaya devam eder. Bunun üzerine çocuğun babası olan adam çaresizce doktorun kapısını bir daha çalar. Bu ikinci gidiĢinde doktorun odasında bir de sağlık bakanlığı müfettiĢi vardır. Doktor hastayı görünce elinden bir Ģey gelmeyeceğini hastanın vilayetteki diĢ doktoruna götürülmesi gerektiğini söyler: O gün de aksi gibi müfettişi gelmiş doktorun. Etekleri tutuşmuş, kan ter içinde şuraya buraya koşuyor, dolaşıyor, cedveller, arap sabunu sandıklarıyla uğraşıyor. Bizim derdimizi dinleyecek halde değil. Ama evlat acısı, sırayı saygıyı unutturuyor insana. Meşhur tabiriyle fese basıp içeri girdik. Doktor o anda gösterebileceği azami nezaketle, yani kabaya yakın bir halde, fakat müfettiş yanında bizi tersler görünmek de istemeyen bir şaşkınlıkla dinledi: - Kardeşim, benim yapabileceğim bu kadar… Çenede apse teşekkül etmiş… Götürün 210 vilâyete bir de dişçi baksın. Doktorun bu tavrı üzerine o sırada doktorun odasında bulunan müfettiĢ olaya müdahil olur ve hastayı bir de kendisinin muayene etmek istediğini söyler. Kısa bir hazırlıktan sonra çocuğun çenesine küçük bir ameliyat uygular ve çocuğu derdinden kurtarır. Doktorun odasındaki müfettiĢ aslında Almanya‟da ve Amerika‟da tahsil görmüĢ bir çene cerrahisi uzmanıdır. Fakat o devir Türkiye‟sinde uzmanlığını ve ilmini uygulayabileceği bir alan olmadığı için müfettiĢ yapılmıĢtır. Almanya‟da ve Amerika‟da devlet tarafından okutulduğu için bu çene cerrahisi uzmanı kendisine verilen müfettiĢlik görevini kabul etmek zorunda kalmıĢtır. Çünkü devlet için çalıĢmaya mecburdur: - Benim param yok… Yer gösterin çalışayım dedim. Şaşırır gibi oldular ama memurlardan biri derhal formülünü buldu: Müfettiş yapalım dedi. - Aman etmeyin, ne yapıyorsunuz? Ben Amerika’da çene cerrahisi ihtisası yaptım. Müfettişlik değil! dedimse de önüme kaleler yığdılar. Şurayi devlete, divanı muhasebata, 211 mahkemeye falan vereceklerini söylediler. Çaresiz razı olduk. “Bay MüfettiĢ” Türkiye‟nin 1940‟lı yıllardaki ve muhtemelen daha geniĢ zaman dilimlerindeki geliĢmiĢlik düzeyini ve ülkedeki hayallerle hakikatler arasındaki farkı anlatan ilçelerinde edindiği izlenimlerini hikâyeleştirerek “Anadolu Hikâyeleri”(1954) ve “Doğu‟dan Hikâyeler”(1968) adlı kitaplarında toplamıştır. 210 Körükçü, a.g.e., s.15. 211 Körükçü, a.g.e., s.16. 93 bir hikâyedir. Devlet, bir yetiĢmiĢ insanlar zümresi yaratmak için Avrupa‟ya ve Amerika‟ya öğrenci gönderir. Bu öğrenciler yetenekleri, istekleri ve eğilimleri doğrultusunda birtakım konularda uzmanlaĢırlar. Ancak ülkede onların bu uzmanlığından istifade edecek ortam, Ģartlar ve iklim henüz oluĢmuĢ değildir. Yıllarca yurt dıĢında eğitim görüp belli konularda uzmanlaĢan insanlar Türkiye‟nin geri kalmıĢlığından ve henüz olgunlaĢmamıĢ Ģartlarından dolayı ülkeye döndüklerinde hiç hayal ve tahmin etmedikleri iĢleri yapmak zorunda kalırlar. Tıpkı bu kısa hikâyedeki çene cerrahisi uzmanı gibi. Bürokrasi eleĢtirisi üzerine Aile‟de yayımlanan diğer hikâye olan ġinasi Tamer‟in 212 “Zabıt Tutma Begim” adlı hikâyesi derginin on beĢinci sayısında yayımlanır. Malatya‟nın Akçadağ ilçesinde bir gün yaĢlı bir köylü ilçe mal müdürünün odasına girer ve müdürün karĢısında durur. YaĢlı adam resmî makamların usul ve erkânını bilmemektedir, elleri cebindedir ve mal müdürünün karĢısında takınması gereken duruĢu bilmez görünmektedir. Ġçeriye de kapıyı vurmadan girmiĢtir. Mal müdürü, yaĢlı köylünün tavırlarını saygısız bulur, kapıyı vurmadan içeri girmesine sinirlenir ve onu azarlar: - Dışarı çık…Kapıyı vur öyle içeri gir. Siz daha bir yere nasıl girilir onu dahi 213 bilmiyorsunuz. Müdür köylünün ellerini cebinde tutmasına da çok sinirlenmiĢtir. Fakat köylünün ellerini cebinde tutuĢunun sebebi saygısızlık etmek değil ellerinin yara oluĢudur. Köylü, müdüre sahip olduğu davarlarla ilgili henüz mal beyanında bulunmadığını ve ceza yemek istemediği için mal beyanında bulunmak üzere geldiğini söyler. Müdür, evvelâ bu beyanın süresinin geçtiğini söyleyerek köylüyü bir kez daha azarlar. Fakat yanında oturan iyi niyetli bir vâridat müdürü köylünün fukara haline acıyarak ona on altı kuruĢluk bir pul alarak bir dilekçe yazmasını, gereğinin yapılacağını söyler. Fakat köylünün on altı kuruĢu yoktur. Onun için dilekçe yazacak durumu da yoktur. Bu duruma çok üzülen vâridat müdürü baĢka bir yöntem ortaya atar. Mal müdürüne bir zabıt kâğıdı tutulmasını ve adamın parasının olmadığının kayda geçirilerek iĢinin halledilmesini tavsiye eder. Mal müdürü de bu tavsiyeye uyar ve içerideki memura köylünün parasının olmadığını gösteren bir zabıt tutulmasını ve malının kayda geçirilmesini emreder. Zabıt lafını duyan köylü ceza alacağını zannederek dehĢete kapılır ve korkuyla zabıt tutulmamasını, gerekirse on altı kuruĢu köyüne gidip getireceğini söyler. Çünkü yaĢlı köylünün kelime dağarcığına göre zabıt kelimesi sadece tehdit ve ceza anlamına gelmektedir: 212 Şinasi Tamer, Zabıt Tutma Begim, Aile Dergisi, S.15, İstanbul,1950, ss.27-28. 213 Tamer, a.g.e.,s.27. 94 ―Ayahlaran gurban begim. Gulun olam begim. Rece ederim zabıt tutma. Ahan köyüm 214 5 saat. İzin ver 16 guruş getirem begim. Rece ederim zabıt tutma begim.‖ Bu hikâye o devir Türk köylüsünün hem saffetini hem cehaletini hem de bürokrasiden ve devletten duyduğu korkuyu anlatır. Hikâyede o yörenin köylü halkını temsil eden yaĢlı köylü, kasabasındaki mal müdürünün makamına kapısını vurmadan ve elleri cebinde gider. Ġsteğini korka korka ve adeta bir suç iĢliyormuĢçasına dile getirir. Mal müdürü tarafından geri çevrildiğinde de isteğini elde etmek için üsteleyecek cesareti kendisinde bulamaz. Bu köylüde ve onun temsil ettiği halkta korkuya, aĢırı bir saygıya ve çekingenliğe dayalı bir bürokrasi 215 algısı vardır. 3.1.2.2.TaĢralılık- ġehirlilik ÇatıĢması Refik Halit Karay‟ın (1888-1965) Aile dergisinin birinci sayısında yayımlanan 216 “Garez” adlı hikâyesi taĢralılık-Ģehirlilik çatıĢması üzerine bir hikâyedir. “Garez”, Refik Halit Karay‟ın Aile dergisi için yazmıĢ olduğu bir hikâyedir. Hikâye okuyuculara Ģu Ģekilde takdim edilir: ―Otuz sene önce ―Memleket Hikâyeleri‖ ile hikâye edebiyatımızın en güzel örneklerini veren Refik Halit Karay, o zamandan beri ilk defa olarak bu hikâyeyi ―Aile‖ dergisi için yazdı‖. Ekonomik ve sosyal nedenlerle Anadolu‟nun çeĢitli köy ve kasabalarından baĢta Ġstanbul olmak üzere büyük Ģehirlere doğru yaĢanan göç doğal olarak birtakım sosyo- psikolojik sorunlara neden olabilir. ġahsiyeti ve dünya algısı yaĢadığı toprak tarafından Ģekillendirilen taĢralı halk büyük Ģehirlere göç edip de yepyeni bir hayatla karĢılaĢtığı zaman hem bu yeni hayata uyum sorunu yaĢar hem de doğup büyüdüğü Ģehirle göç ettiği Ģehir arasında bir aidiyet çatıĢmasına düĢer. Refik Halit Karay‟ın Aile‟de yayımlanan “Garez” adlı hikâyesi de iĢte bu uyum sorunu ve aidiyet çatıĢması üzerinedir. Nebile, Anadolu‟nun sıradan ve küçük bir kasabasında annesi ve babasıyla birlikte yaĢayan genç bir kızdır. Babası Çerçi Halil‟in kasabada küçük bir dükkânı vardır. Nebile ve ailesi bu dükkândan gelen küçük bir gelirle kasabada mütevazı bir hayat sürmektedirler. 214 Tamer, a.g.e., s.28. 215 Uzun yıllar Anadolu‟da öğretmenlik yapmış Şinasi Tamer‟in yayımlanmış tek kitabı bir Resim-İş ders kitabıdır. Söz konusu yazarın yayımlanmış bir hikâye kitabı yoktur. Yazarın “Zabıt Tutma Begim” adlı bu hikâyesi tespit edebildiğimiz kadarıyla herhangi bir kitaba girmemiştir. 216 Refik Halit Karay, Garez, Aile Dergisi, S.1, İstanbul,1947, ss.7-11. 95 Bir gün Çerçi Halil dükkânına malzeme ve mal almak için Ġstanbul‟a gider. Yaptığı plana göre Ġstanbul‟dan dükkânı için gerekli malları alacak ve kasabaya dönecektir. Ancak öyle olmaz. Ġstanbul‟da kalarak çeĢitli iĢlere giren ve ticaretini büyüten Çerçi Halil zengin olur. Kısa bir süre sonra da kızı Nebile‟yi ve karısını Ġstanbul‟a yanına getirtir. Nebile, Ġstanbul‟ a geldikten sonra kısa bir süre Ģehre uyum sorunu yaĢar. Ancak bu durum fazla uzun sürmez. Bir süre sonra Ģehir hayatına alıĢmaya baĢlayan Nebile, babasının da iĢlerinin iyi gitmesi sayesinde Ġstanbul‟un eğlenceli ve Ģatafatlı hayatına kendini kaptırır. AlıĢveriĢlerden, partilerden, sinemalardan, balolardan çıkmaz olur. Aldığı bazı elbise ve kürkleri bir kez dahi giymeden gardırobunda unutur. Köylü oldukları için annesinden ve babasından utanmaya baĢlar: ―Şehirli görünmek gururu kasaba kızının İstanbul’dan aldığı ilk kötü huy oldu ve birkaç hafta geçince babasıyla anasının yeni hayata kendisi gibi uyamayacaklarını, daima kaba, geri taşralı kalacaklarını anlayınca hırçınlaştı. Onlarla beraber bulunmaktan, insan 217 içine çıkmaktan utanmağa başladı ‖ Kimseleri beğenmemeye baĢlayan Nebile‟nin kasabadaki o mütevazı halinden eser kalmamıĢtır: ―Nebile yalnız başına mağaza mağaza dolaşıyor, en pahalısından el çantaları, eşarplar, eldivenler ne bulursa alıyordu. Birçok şoför dükkâncı kız, pastacı tarafından tanınan, ―küçük hanımefendi‖ diye çağrılan sayılı tiplerdendi artık… İkinci sene plajlara da dadandı; yüzüyor, kumda yatıp güneşleniyor, dans ediyor, kürek çekiyordu. İşsiz güçsüz 218 delikanlıların etrafında dönüp dolaştıkları Nebile bir şımarmış bir arsızlaşmıştı ki… ‖ Nebile Ġstanbul‟a taĢındıktan sonra iki defa niĢanlanır ama ikisinde de niĢanı bozar. Çünkü dâhil olduğu muhitin kızları arasında niĢan bozmak da bir çeĢit moda haline gelmiĢtir. Fakat bir zaman sonra Nebile‟nin babasının iĢleri bozulmaya baĢlar. Parasız kalırlar ve Çerçi Halil ve ailesinin geldikleri kasabaya geri dönme zorunluluğu ortaya çıkar. Ġstanbul‟daki zengin ve eğlenceli hayata alıĢmıĢ olan Nebile için bu geri dönüĢ bir yıkım olur. Doğup on altı yaĢına kadar yaĢadığı bu küçük kasaba Nebile için artık dayanılmaz bir yerdir. Çünkü o beĢ yıl zenginlik içinde yaĢadığı Ġstanbul‟a çok alıĢmıĢtır. Artık Nebile babasına büyük bir garez duymaktadır. Onu kasabadan Ġstanbul‟a götürüp oranın Ģatafatlı hayatına alıĢmasına sebep olduğu için ve Ġstanbul‟da tutunamayıp bu tozlu ve sıradan kasabaya geri dönmek zorunda kaldıkları için… 217 Karay, a.g.e.,s.8. 218 Karay, a.g.e.,s.9. 96 Cumhuriyet‟in ilk yıllarında Anadolu‟nun birçok Ģehrinde ve kasabasında insanlar Nebile‟nin kendi kasabasında yaĢadığı gibi yaĢarlar. Sosyal çevreleri ve eğlence hayatları son derece kısıtlı ve sığdır. Her gün aynı insanları görürler, her gün aynı Ģeyleri yaparlar ve her gün benzer Ģeylerin peĢinde koĢarlar. Farklı ve cazip bir hayat yaĢamaya, hem yaĢadıkları küçük Ģehrin Ģartları hem de ekonomik durumları müsait değildir. Bu tip insanlar için Ġstanbul hem ekonomik hem de sosyal anlamda büyük fırsatlar vaat eden bir Ģehirdir. Hikâyenin ana kahramanı Nebile de on altı yaĢına kadar Anadolu‟nun o küçük kasabalarından birinde tekdüze ve mahrumiyet içinde bir hayat sürmüĢtür. Fakat ailesiyle birlikte Ġstanbul‟a gidince o yaĢa kadar içinde tuttuğu ve baskıladığı arzuları ve hayata olan açlığı ortaya çıkar. Ġstanbul, kanı kaynayan bir genç kızın isteyebileceği her Ģeyi ona verebilecek bir yerdir. Genç bir kız sıradan ve kalendermeĢrep bir hayat sürüyorsa bu hayata rıza gösterdiği için değil; baĢka Ģansı olmadığı içindir. Oysa Nebile‟nin artık baĢka Ģansı vardır. Hem Ġstanbul‟da yaĢamaktadır hem de babasının parası çoktur. Hikâye esasen Cumhuriyet‟in ilk yıllarındaki taĢra- Ģehir ve daha geniĢ ölçekte de Anadolu- Ġstanbul çeliĢkileri üzerine kurulmuĢtur. Bu çeliĢkiler sosyal, ekonomik, beĢeri, ahlaki ve kültürel yönleri olan çeliĢkilerdir. TaĢra yahut Anadolu tevazuyu, kısıtlı bir hayatı, az parayı, yokluğu ve her gün birbirini tekrar eden resimleri sembolize eder. Ġstanbul ise her gün ve her an baĢka imkânların ve maceraların insanı bulabileceği bir yerdir. Anadolu‟da Çerçi Halil gibi pek çok aile babası ve onun kızı Nebile gibi pek çok genç kız, yaĢadıkları muhit onlara dayattığı için fakir ve renksiz bir hayat sürerler. Bir bakıma buna mecburdurlar. Bir kez Ġstanbul‟a gidip bu Ģehrin “zehrini” aldıktan sonraysa kasabalarında veya köylerinde yaĢadıkları eski hayatları gözlerine berbat bir devir gibi görünmeye baĢlar. Nebile‟nin Ġstanbul‟da annesinden ve babasından utanması gibi asıllarını ve kimliklerini reddetmeye baĢlarlar. Fakat Ġstanbul ve bu Ģehrin insana sunduğu tatlı hayat parayla kaim olan bir Ģeydir. Para bitince taĢralı aile ve onun sonradan görme Ģımarık kızı için Ġstanbul da biter. Ġstanbul‟dan Anadolu‟nun o kötü kasabalarından birine geri dönmek ise bir genç kız için felaketlerin en büyüğüdür. Tıpkı Nebile‟nin baĢına gelenler gibi. Hikâyedeki Çerçi Halil, zengin olmaya çalıĢan taĢralıyı, onun kızı Nebile ise babası zengin olunca Ģımaran ve aslını inkâr eden “sonradan görme” yi temsil eder. Refik Halit Karay Anadolu‟da bulunduğu yılların Ģekillendirdiği hikayelerini “Memleket Hikayeleri”, yurt dıĢında bulunduğu yılların intibalarından oluĢan hikayelerini de “Gurbet Hikayeleri” isimli kitaplarda toplamıĢtır. 97 Karay‟ın hikâyelerindeki gözlem ve temalarda Ģüphesiz ki sürgün hayatının büyük etkileri olmuĢtur. Yazar önce sürgün olarak gittiği Anadolu‟yu görmüĢ, tanımıĢ ve gerçekçi bir anlayıĢla hikâyeleĢtirmiĢtir. Daha sonra yurtdıĢında sürgün bulunduğu yerlerde gördüklerini, duyduklarını ve yaĢadığı hayatı, hatıralarını hikâyelerine konu yapmak suretiyle ölümsüzleĢtirmiĢtir. Bu değiĢik yerler ve insanlar, onun duygu ve görüĢ ufkunu geniĢletmiĢ, 219 zihnini intibalarla doldurmuĢtur. Yazarın “memleket hikâyeleri” edebiyatımızda Anadolu‟ya derinlemesine ilk gerçekçi yaklaĢımdır. Hepsinde objektif bir anlayıĢ hâkimdir. Gezdiği ve gördüğü yerlerin kötü, acı ve sefil yönlerin olduğu kadar iyi, güzel ve neĢeli yönlerini de görerek her Ģeyi olduğu vermek yolunu tutmuĢtur. Sanatçı kendisine kadar Ġstanbul dıĢına uzanamayan Türk hikâyeciliğinin milletine kapalı dünyasının kapısını açmıĢ, Anadolu‟yu hedef olarak göstererek yetiĢecek sanatçılara yön vermiĢ ve edebiyatımıza yeni bir ruh kazandırmıĢtır. Genç yaĢta sürgün olarak gittiği Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik‟teki gözlemlerinden faydalanarak yazdığı bu hikâyelere Memleket Hikâyeleri adını vermesi ise bu iĢi Ģuurlu olarak yaptığının açık ifadesidir. O zamana kadar yalnız türkülerde ve halk hikâyelerinde sözü edilen Anadolu “Memleket Hikâyeleri”yle sürekli, düzenli ve Ģuurlu olarak aydın toplulukların edebiyatına 220 girmiĢ, günümüze kadar geliĢmesini sürdürmüĢtür. Bu bakımlardan “Garez” Refik Halit‟in memleket gerçekliğine yönelmiĢ edebiyat 221 anlayıĢının bir uzantısı niteliğindedir. 3.3. Tercüme Hikâyeler Aile dergisindeki edebî metin varlığının önemli bir kısmını da tercüme hikâyeler oluĢturur. Dünya edebiyatından çeĢitli yazarlara ait hikâyeler edebiyat hayatımızın önemli mütercimleri tarafından tercüme edilerek Aile‟de yayımlanmıĢtır. Aile‟de yayımlanan tercüme hikâyeler Ģunlardır: Hermann Hesse‟in, “Kurt” adlı hikâyesi birinci sayıda Burhan Arpad tarafından; Arnaldo Fraccaroli‟nin, “Bir Apartman Arıyorum” adlı hikâyesi beĢinci sayıda Nazım Dersan tarafından; Karoly Kisfaludi‟nin, “Görünmeyen Yara” adlı hikâyesi yedinci sayıda Mübeccel Ulu tarafından; Somerset Maugham‟ın “Kara Gün Dostu” adlı hikâyesi sekizinci sayıda Orhan Azizoğlu tarafından, Mihail ZoĢçenko‟un, “Vesika Resmi” adlı hikâyesi on birinci sayıda Ġbrahim Hoyi tarafından, William Saroyan‟ın “Hasır ġapka” adlı hikâyesi on ikinci 219 Osman Nuri Ekiz, Refik Halit Karay: Hayatı, Sanatı ve Eserleri, Gökşin Yayınları, İstanbul, 1984,ss.30-31. 220 Ekiz, a.g.e.,ss.37-38 221 “Garez” Refik Halit Karay‟ın yayımlanma tarihi bakımından Memleket Hikâyeleri adlı kitabındaki son hikâyedir. 98 sayıda Cahit Sıtkı Tarancı tarafından; Willam Wymark Jacobs‟ın, “Maymun Pençesi” adlı hikâyesi on üçüncü sayıda Melih Cevdet Anday tarafından; Ting Ling‟in “Bir Çin Hikâyesi: Sel” adlı hikâyesi on dördüncü sayıda Bedriye ġanda tarafından; Pearl S.Buck‟ın, “AĢk ġehirde Kaldı” adlı hikâyesi on beĢinci sayıda Nazım Dersan tarafından; Joanna Lecey Drex‟in “Pazar Çayı” adlı hikâyesi on altıncı sayıda ve Peter Flemington‟un “Hafızasını Kaybeden Adam” adlı hikâyesi on yedinci sayıda Seza Göksel tarafından; S. Cramaussel‟in, “Misafir” adlı hikâyesi on sekizinci sayıda Nihal Yalaza Taluy tarafından, aynı sayıda yazarı belirtilmeyen “Randevu” adlı hikâye ġehbal Erdeniz tarafından; Kenneth Robb‟un, “Siyah Çekmecenin Sırrı” adlı hikâyesi yirminci sayıda Nihal Yalaza Taluy tarafından çevrilerek dergide yayımlanmıĢtır. Lucie Wallace‟ın yazdığı ancak çevireni belirtilmemiĢ “Gölge Oyunu” adlı hikâye de derginin yirminci sayısında yayımlanmıĢtır. Aile‟de yayımlanan tercüme hikâyeler temaları bakımından bireysel konuları iĢleyen tercüme hikâyeler ve sosyal konuları iĢleyen tercüme hikâyeler Ģeklinde iki gruba ayrılabilir. 3.3.1.Bireysel Konuları ĠĢleyen Tercüme Hikâyeler 3.3.1.1.Ġçgüdüler ve Tutkular Ġnsan, et ve kemikten ibaret bir varlık değildir. Mutluluğu ve duygusal istikrarı asgarî fizyolojik ihtiyaçlardan çok daha öte ihtiyaçların giderilmesine bağlıdır. Ġnsan karmaĢık bir ruha, girift bir duygu dünyasına ve kuvvetli içgüdülere sahiptir. Bunlara sahip olmakla da anlaĢılması ve öngörülmesi zor bir varlık haline gelir. Duygusal ve psikolojik bakımdan bir insanın baĢka bir insanla tamamen aynı olması mümkün değildir. Bir olayla, bir durumla, olumlu veya olumsuz bir gerçeklikle yüzyüze gelindiğinde her insan kendi duygusal evrenine göre tepkisini ve tavrını belirler. Ġnsanların birbirinden farklı hayat hikâyelerine sahip olmasının arkasında yatan bir sebep de budur. Farklı duygusal yoğunluklar farklı tavır ve tepkileri; farklı tavır ve tepkiler de farklı sonuçları ve hayat hikâyelerini doğurur. Ġnsan maneviyatı, merhamet, nefret, aĢk, bencillik, fedakârlık, öfke, itidal, vicdan azabı, acımasızlık, vahĢet, sevgi, Ģefkat, kıskançlık, intikam tutkusu, üstün olma hırsı, açgözlülük gibi birçok duygunun ve içgüdünün bir arada bulunmasıyla oluĢur. En büyük kaynağı ve malzemesi insan olan edebiyat da doğal olarak insana ait bu duygulardan ve içgüdülerden beslenir. Bir insanın duygularınca ve içgüdülerince yönlendirilmesi veya insana 99 has duyguların ve içgüdülerin bastırılması birtakım kötü olaylara, kötü akıbetlere veya felaketlere neden olabilir. Aile dergisinde yayımlanan tercüme hikâyelerin bir kısmında iĢte bu duygu, tutku ve içgüdü yoğunluğunun dokuyup Ģekillendirdiği olayları görürüz. Aile dergisinde yayımlanan tercüme hikâyeler tematik bakımdan tasnif edildiğinde içgüdüler ve tutkular baĢlığı altında yer alması gereken hikâyeler Ģunlardır: Alman yazar Hermann Hesse‟in yazdığı ve derginin birinci sayısında yayımlanan “Kurt” adlı hikâye, Macar yazar Karoly Kısfaludi‟nin yazdığı ve derginin yedinci sayısında yayımlanan “Görünmeyen Yara” adlı hikâye, Ġngiliz yazar Somerset Maugham‟ın yazdığı ve derginin sekizinci sayısında yayımlanan“Kara Gün Dostu” adlı hikâye, Alman yazar Hans Franck‟ın yazdığı ve derginin onuncu sayısında yayımlanan “Vode” adlı hikâye, Ġngiliz yazar William Wymark Jacobs‟ın yazdığı ve derginin on üçüncü sayısında yayımlanan “Maymun Pençesi” adlı hikâye, Amerikalı yazar Peter Flemington tarafından yazılan ve derginin on yedinci sayısında yayımlanan “Hafızasını Kaybeden Adam” adlı hikâye ve Fransız yazar S.Cramaussel tarafından yazılan ve derginin on sekizinci sayısında yayımlanan “Misafir” adlı hikâye. 1946 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi olan Alman yazar Hermanne Hess‟in (1877-1962) 222 Aile dergisinin ilk sayısında “Kurt”(Alm.Der Wolf) adlı bir hikâyesi yayımlanır. Bu hikâye insan-doğa çatıĢması üzerine bir hikâyedir. Karlı bir kıĢ gününde açlıktan kıvranan bir kurt sürüsü bir köye girer ve köyün ahırındaki bir kuzuyu ve bir atı parçalar. Fakat kurt saldırılarına alıĢkın olan köy ahalisi silahlanarak ahır hayvanlarına saldıran üç kurttan ikisini öldürür, en genç ve en güzel olanını da baltayla yaralar. Yaralı kurt kaçar, köylüler onu takip ederler ve dağdaki ormanlık bir alanda vurup öldürürler. Hikâyenin büyük kısmı ölmek üzere olan ve öleceğini anlayan genç kurdun son anlarını anlatır. Bu hikâye tabiatın ve vahĢi yaĢam içindeki hayvanların insan aklı karĢısındaki çaresizliği üzerine kaleme alınmıĢtır. Doğanın en güçlü hayvanlarından olan kurt insanların karĢısında çaresizdir. Çünkü akıl silahıyla donatılmıĢ olan insan en güçlü ve en vahĢi hayvandan bile daha güçlüdür. Çetin kıĢ Ģartlarında yaĢadığı dağda yiyecek bulamayan kurtlar insanların yaĢadığı köylere kadar sokulmak zorunda kalırlar. Açlıktan ölmek istemeyen kurtlar insanların silahından çıkan kurĢunlarla ölürler. Ölüm, kurtlar için çok sevdikleri ve bir parçası oldukları doğadan ilelebet ayrılmak demektir. Öbür taraftan kurtları öldürmek insanlar için bir sevinç 222 Hermann Hesse, Kurt, çev. Burhan Arpad, Aile Dergisi, S.1,İstanbul,1947,ss.44-47. 100 ve gurur kaynağıdır. Çünkü kurtları öldürerek hem evcil hayvanlarını korumuĢ olurlar hem de kendilerini doğanın karĢısında daha güçlü hissederler. Her canlı her Ģeyden önce kendi hayatını düĢünür. Bu da dünyayı acımasız ve vahĢi bir yer yapar. Eğer karnı acıkan kurt insanlara ait evcil hayvanlara saldırırken tereddüt göstermiyorsa insanlar da kurdu öldürmekte tereddüt göstermezler. Hayata tutunma içgüdüsü, kurdu ve insanı birbine benzeyen vahĢet eylemlerinde buluĢturur. Bu hikâyede yazar ölmek üzere olan kurdun son anlarını anlatırken ortaya aynı zamanda ayrıntılı doğa betimlemeleri de koyar. Bütün o kovalamaca ve vahĢet sırasında bile doğanın ve dünyanın çok güzel bir yer olduğunu anlatır. Kurt doğada yaĢayan bir hayvandır. Doğa kurdun anavatanıdır. Hayatını geçirdiği güzel doğadan ilelebet ayrılmasına neden olduğu için ölüm kurda daha acı gelmektedir: “Kurt inleyerek doğruldu. Güzel başını, ışıktan yana çevirdi. Işık, oralarda pek iri kan renginde doğan ve gamlı gökyüzünde yavaş yavaş yükselen aydan geliyordu. Ay, haftalardan beri bu derece iri, bu derece kan renginde olmamıştı. Ölmek üzere olan hayvanın gözleri, ayın 223 donuk yüzüne mahzun mahzun takılıp kaldı…‖ Yazar bu hikâyesinde yaptığı tasvirlerle, insanları duygusuz, bencil ve en az kurtlar kadar vahĢi göstermiĢtir. Ġnsanlar bu hikâyede hem kendilerini hem de geçim kaynakları olan kuzuları kurtlara karĢı savunurlar. Oysa yazar, okuyucunun dikkatini insanlar tarafından vurulan kurdun acıklı hikâyesine çeker. Güzel bir gecede acılar içinde ölen kurt mazlum, onu öldüren insanlarsa barbar gibi gösterilmiĢtir. Yazar bunu yaparak bir bakıma doğayı insana karĢı yüceltmiĢ olur: “Köylüler her tarafı parça parça olmuş kurdu, şehre doğru sürüklediler. Hep yokuş iniyorlar, gülüşüyorlardı, son derece neşeli idiler. Kahveyi, içkiyi düşünüp seviniyor, şarkılar söylüyor, küfürler savuruyorlardı. Fakat hiçbirisinin de, şu karlı ormanın güzelliğini, ne yaylanın ihtişamını, hatta ne de, zayıf ışığı mavzerlerinin namlusuna, donmuş karlara ve ölü 224 kurdun gözlerine vuran kan rengindeki ayı gördükleri yoktu.‖ Modern Macar edebiyatının önemli isimlerinden olan Karoly Kisfaludi(1788-1830) çok sayıda olmamakla beraber dünya edebiyatına mal olmuĢ hikâyeler yazmayı baĢarmıĢ bir 225 226 yazardır. Karoly Kisfaludi‟nin “Görünmeyen Yara” (Mac. A láthatatlan seb) adlı hikâyesi Mübeccel Ulu‟nun çevirisiyle Aile dergisinin yedinci sayısında yayımlanır. 223 Hesse, a.g.e.,ss.46-47. 224 Hesse, a.g.e.,s.47. 225 Aile dergisi Karoli Kisfaludiyi okuyucularına şöyle tanıtır: Karoly Kisfaludi ve kardeşi Alexander‟in Macarların modern edebiyatında pek büyük rolleri olmuştur. Ilk adımı onlar atmıştır denebilir. Karoly her ne kadar bir dram yazarı olarak tanınmış ise de, kısa fakat macera dolu geçen hayatında birkaç çok güzel hikaye yazmağa da muvaffak olmuştur. Klasik bir yazar olmasına rağmen eserlerinde sanki bugünkü nesle hitap eden bir hava eser. 101 “Görünmeyen Yara”da bir gün bir cerrahı son derce tuhaf bir hasta ziyaret eder. Hasta olduğunu iddia eden bu adam fazlasıyla endiĢeli ve korkmuĢ görünmektedir. Hasta, kolundaki bir noktada geçmek bilmeyen “derin bir ağrıdan” söz etmektedir ve doktordan ne pahasına olursa olsun bu ağrıyı dindirmesini ister. Doktor kısa bir muayeneden sonra adamın kolunda ağrıya sebep olabilecek herhangi bir hastalığın izine rastlamaz ve adamın ruhsal problemleri olduğunu düĢünmeye baĢlar. Fakat adam, kolunda bir rahatsızlık olduğu konusunda ısrarcıdır ve vakit geçirilmeden kolunun tedavi edilmesi gerektiği kanaatindedir. Derken doktordan ağrıyan bölgeyi kesmesini ister. Doktor bunu meslekî ahlâk ve doktorluk prensiplerini mazeret göstererek reddeder. Bunun üzerine adam doktorun önünde kolunun ağrıyan bölgesini kendisi kesmeye baĢlar. Adamın ciddiyetini anlayan doktor ameliyata razı olur ve adamın kolunda ağrı olduğunu söylediği yeri keser. Adam ameliyat süresince hiçbir telaĢ ve korku emaresi göstermez. Büyük bir rahatlıkla kolunun ameliyat ediliĢini seyreder: Hiçbir insan başkasının ameliyatını bile bu kadar lakaytça seyredemez. Ne eli titriyor, ne gözünden bir damla yaş akıyor, ne de ağzından bir inilti çıkıyordu. Parmağıyla gösterdiği nokta adam akıllı oyulduktan sonra geniş bir nefes aldı. Omuzlarından hayatın bütün yükünü atmış kadar hafiflik ve saadet duyuyordu. Doktor: - Şimdi hiçbir ağrı duymuyor musunuz? diye sordu. Adam gülümseyrek: - Hayır, en ufak bir ıstırabım bile kalmadı. Bütün ağrılar kesilen kısımla beraber yok oldu. Oralarda şimdi cehennemî bir ateşten sonra serin bir rüzgâr esiyormuş gibi bir his var. Bırakınız kanlar aksın; kan akması içime 227 ferahlık veriyor, dedi. Ameliyattan sonra adam artık ağrı hissetmediğini söyleyerek gider. Fakat birkaç hafta aynı Ģikâyetle tekrar gelir ve doktor aynı ameliyatı tekrarlar. Ġkinci ameliyattan sonra adam doktora hastalığının tekrar nüksedeceğini ve belki bir ay sonra tekrar bir ameliyat geçirmek zorunda kalacağını düĢündüğünü söyler. Oysa doktor adamın kolunda herhangi bir hastalık veya sakatlık emaresi görememektedir. Aradan birkaç hafta geçer. Bu defa hasta doktorun muayenehanesine geri gelmez. Fakat ondan bir mektup gelir. Adam bu mektubunda kolundaki “hastalığın” gerçek sebebini açıklamıĢtır. Mektup büyük bir vicdan azabından söz etmektedir. Adam bir kız sevmiĢ ve onunla evlenmiĢtir. Karı- koca birbirlerini çok sevmiĢ ve birbirlerine çok iyi davranmıĢlardır. Ancak adam bir gün karısının dikiĢ makinesinde sakladığı aĢk mektuplarını bulmuĢ ve mektupları okuduktan sonra çok sevdiği karısının kendisini aldattığına hükmetmiĢtir. Büyük 226 Karoli Kisfaludi, Görünmeyen Yara, çev. Mübeccel Ulu, Aile Dergisi, S.7, İstanbul,1948, ss.46-51. 227 Kisfaludi, a.g.e.,s.48. 102 bir öfkeye ve nefrete kapılan adam bir gece karısını boğarak öldürür. Karısı kendisini hiç savunmaz, sessizce ölür, ağzından kendisini boğan kocasının koluna bir damla kan düĢer. Adam, karısını öldürdükten sonra sessiz bir cenaze töreniyle gömülmesini sağlar. Karısının ölümüyle ilgili kimse ondan Ģüphelenmez. Bir zaman sonra öldürdüğü karısının ahbabı olan bir kontes adamı ziyaret eder ve merhume sağken ona saklaması için birtakım aĢk mektupları emanet ettiğini söyler. Adamın karısını öldürmesine sebep olan aĢk mektupları aslında karısının arkadaĢı olan kontese aittir. Adam, karısından boĢ yere ĢüphelenmiĢ ve onu yok yere öldürmüĢtür. Büyük bir vicdan azabına ve piĢmanlığa kapılan adamın kolunun karısının ağzından kan damlayan yeri ağrımaya baĢlar. Adamın kolundaki ağrıların gerçek sebebi budur. Adam, doktora yazdığı mektubu yaĢadığı vicdan azabından dolayı intihar edeceğini söyleyerek bitirir: Bu belki de bir telkini nefstir. Fakat kendimi kurtarmak imkânını bulamıyorum. Bu benim masum ve güzel karımı zalimcesine ve alelacele öldürmemin cezasıdır. Artık boş yere uğraşmanın anlamı yok. Ona kavuşmaya, affını dilemeye gidiyorum. Beni affedeceğinden eminim. Hayatta olduğu gibi beni seveceğini biliyorum. Size de doktor bana gösterdiğiniz ilgi 228 için candan teşekkürler. “Görünmeyen Yara”, anlık öfkelerle ve mantıktan uzak içgüdülerle hareket etmenin insanların hayatında neden olabileceği felaketlerle ilgili bir hikâyedir. AĢktan kaynaklanan kıskançlık çok tehlikeli bir duygudur. Kıskançlık insanların geri dönülmez hatalar yapmasına neden olabilir. “Görünmeyen Yara”da karısını çok seven adam onun dikiĢ makinesinde sakladığı mektupları okuyunca karısının onu aldattığı düĢüncesine kapılmıĢ ve çok sevdiği karısını gözünü kırpmadan boğmuĢtur. Burada bu cinayete neden olan Ģey Ģiddetli aĢktan kaynaklanan kıskançlıktır. Karısına duyduğu humma derecesindeki kıskançlık adamın gözünü ve mantığını kör etmiĢtir. Aldatılma duygusu karısına duyduğu aĢkı büyük bir nefrete dönüĢtürmüĢ ve tamamen içgüdüsel bir kıskançlık duygusuyla karısını öldürmüĢtür. Öfkeyle ve düĢünmeden hareket etmek çok büyük facialara neden olabilir. Bir insanın, kendisinin ve sevdiklerinin iyiliği ve selâmeti için içgüdüleriyle değil; aklıyla hareket etmesi gerekir. “Görünmeyen Yara”, içgüdüleri ve duyguları akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden hareket etmenin büyük ve onarılmaz felâketlere neden olabileceğini vurgular. Aile‟de yayımlanan ve insan tabiatındaki kötü taraflarla ilgili olan diğer bir tercüme 229 hikâye Ġngiliz yazar William Somerset Maugham‟ın(1874-1965) “Kara Gün Dostu” (Ġng. 228 Kisfaludi, a.g.e.,s.51. 229 Somerset Maugham, Kara Gün Dostu, çev. Orhan Azizoğlu, Aile Dergisi, S.8, İstanbul,1949, ss.41-44. 103 A Friend In Need) adlı hikâyesidir. Bu hikâye Orhan Azizoğlu‟nun çevirisiyle Aile dergisinin sekizinci sayısında yayımlanır. Bu hikâye insanları tanımanın zorluğu ve görüntülerine bakarak insanlara dair çıkarımlarda bulunmanın yanlıĢlığıyla ilgilidir. Temiz yüzlü bir insan gerçekte çok kötü birisi olabilir. Bunun tersi de mümkündür: Otuz yıldır insanları anlamaya çalışıyorum. Onlar hakkındaki bilgim o kadar kıt ki... Yanıma alacağım bir adamın ne mal olduğunu yüzüne ilk bakışta anlamak isterdim. İnsanların yüzüne bakınca onlar hakkında bir fikir edindiğimizi sanırız. Çenenin biçimi, gözler, ağzın şekli bize ekseriya yanlış kararlar verdirir. Bu hükümlerine ne dereceye kadar 230 doğru olduğunu bazan kendime sorarım. Hoş, henüz cevabını vermiş değilim ya... Edward Hyde Burton, Japonya‟da yaĢayan altmıĢ yaĢlarında saygın bir tüccardır. MüĢfik görünümlü ve iyi kalpli görünen bir adamdır. Yüzü ve özellikle mavi gözleri insana huzur ve ferahlık verir. Fakat Edward Hyde Burton aslında çok kötü kalpli ve acımasız bir adamdır. Kendisiyle aynı soyadı taĢıyan Lenny Burton adlı bir adamın ölümüne sebep olmuĢtur. Lenny Burton, Edward Hyde Burton‟ın uzak bir arkadaĢıdır. Hayatını kumar oynayarak kazanan biriyken bir gün bütün varlığını yine kumar masasında kaybeder. ĠĢsiz ve parasız kalan Lenny, bölgede tanınmıĢ bir iĢ adamı olan Edward‟dan kendisine iĢ vermesini ister. Bu istek karĢısında ĢaĢıran Edward, Lenny‟e ne gibi vasıfları olduğunu sorar. Biraz düĢündükten sonra Lenny bu soruya yüzme bildiğini söyleyerek yanıt verir. Edward, Lenny‟ye alaycı bir Ģekilde Tarumi akıntısını yüzerek geçmeyi baĢarırsa kendisine iĢ vereceğini söyler. Tarumi akıntısı bölgede bulunan uzun ve çetin bir deniz akıntısıdır. ĠĢ bulmaya mecbur olan Lenny, Edward‟ın bu isteğini kabul eder. Fakat söz konusu akıntıyı yüzerek geçmeye çalıĢırken boğulur, cesedi de üç gün sonra bulunur. ArkadaĢının bu Ģekilde ölümüne sebep olmaktan herhangi bir üzüntü duymayan Edward, Lenny ölmemiĢ olsa bile ona iĢ vermeyi düĢünmediğini söyler. Çünkü personele ihtiyacı yoktur. Lenny boĢuna ölmüĢtür. Edward onu o tehlikeli deniz akıntısına sırf eğlence olsun diye yollamıĢtır. Somerset Maugham‟ın “Kara Gün Dostu” adlı bu hikâyesi insanoğlunun ne kadar umursamaz ve acımasız olabileceğini anlatır. Kendisinden iĢ isteyen arkadaĢıyla hem alay eden hem de onun ölümüne neden olan Edward Hyde Burton, vahĢi kapitalizmin tipik bir temsilcisidir. Kendi iĢinden ve kazandığı paraların ona sağladığı toplumsal statüden baĢka hiçbir Ģeyi umursamayan kendini beğenmiĢ bir adamdır. ArkadaĢının iĢsiz kalması onda herhangi bir üzüntü doğurmaz. Yoksul duruma düĢmek ona göre alay edilecek bir durumdur. Nitekim iĢsiz kalan arkadaĢını onunla alay etmek için ölüme gönderir. Oysa Edward Hyde 230 Maugham, a.g.e.,s.41. 104 Burton‟ın oldukça temiz ve Ģefkatli görünen bir yüzü vardır. Bu yüze bakan birisi ondan hiçbir kötülük beklemez. Bu hikâyeye göre insanların görüntüsünden hareket ederek onlara dair önyargılara ulaĢmak veya sadece yüz Ģekillerine ve zahiri hareketlerine göre insanlar hakkında bir karar vermek çok yanlıĢtır. Bir insanın gerçekte kim olduğunu görüntüsü değil; yaptığı iĢler ve sergilediği davranıĢlar ortaya koyar. 231 Alman yazar Hans Franck‟ın “Vode” adlı hikâyesi Melahat Tugar‟ın çevirisiyle Aile dergisinin onuncu sayısında yayımlanır. Bu hikâyede mekân Almanya‟nın Ballenstedt ve Magdesprung Ģehirleri arasındaki bir bölgededir. Hikâyede yazarın ad vermediği bir kasap vardır. Bu kasabın ise her Ģeyden ve herkesten çok sevdiği Vode adlı bir köpeği vardır. Kasap, Vode adlı köpeğini o kadar çok sever ki bir an bile yanından ayırmaz. Geceleri kasap yatağında uyurken Vode de onun ayaklarının dibinde uyur. Vode efendisi olan kasaba çok bağlıdır ve onu her tehdide karĢı canı pahasına savunmaya hazırdır. Vode, hiçbir Ģeyden korkmaz, hiçbir tehdit karĢısında yolunu değiĢtirmez, her Ģart ve durumda efendisi olan kasabı vahĢi diĢleriyle savunur, savunmaya hazır bulunur. Kasap da kendisini köpeği Vode‟nin yanında çok emniyette hisseder. Bir gün kasap Ballenstedt‟ten Magdesprung‟a kesimlik hayvan almak üzere yola çıkar. Yolda kaldığı hanın sahibi kasaba yol üzerinde mutfak korusu denen bir bölgeden geçmemesi gerektiğini mümkünse yolunu değiĢtirmesini söyler. Çünkü o bölge haydutlara mesken olmuĢ bir bölgedir. Kasap, hancının bu uyarısına kulak asmaz. O, yanında köpeği Vode olduğu sürece kimsenin ona bir Ģey yapamayacağını inanmıĢ bir adamdır. Yola koyulur ve yol üzerinde Papas Çiftliği denilen yerde han sahibinin söylediği gibi haydutlarla karĢılaĢır. BeĢ haydut birden kasaba saldırır. Kasabın yanında bulunan köpeği Vode, efendisini savunmak üzere derhal karĢı saldırıya geçer ve haydutların beĢini de yaralayarak yere serer, zararsız hale getirir. Haydutlar artık etkisizdir. Ancak uğradığı saldırı sonucu kasabın gözünü kan bürümüĢtür. Elindeki bastonla yerde yatan yaralı haydutlara vurmaya baĢlar. Köpeği Vode‟ye iĢaret vererek yerde yaralı yatan haydutları parçalamasını emreder. Efendisinin buyruğuyla gözü dönen Vode, yerde yatan yaralı haydutları tek tek parçalar. Ağzı ve diĢlerinin arası parçaladığı insanların kanıyla dolar. Vode, haydutları parçalayıp öldürdükten sonra kasap çok memnun olur ve köpeğini okĢamak üzere elini uzatır. Ancak Vode‟nin gözünü artık kan bürümüĢtür. Efendisinin 231 Hans Franck, Vode, çev. Melahat Tugar, Aile Dergisi, S.10, İstanbul,1949, ss.55-58. 105 buyruğuyla beĢ kiĢiyi öldüren Vode, kontrolden çıkmıĢtır. Kendisini okĢamak üzere elini uzatan kasaba da saldırır ve onu da parçalayıp öldürür. Canını emanet ettiği biricik köpeği Vode, kasabı öldürmüĢtür. Çevreden gelen köylüler, öldürdüğü haydutların ve sahibinin ceseleri arasında uluyup duran Vode‟yi tüfekle vurarak öldürürler. Haydutları, kasabı ve onların katili olan köpeği Papas Çiftliği mezarlığına gömerler. Köpeğe bir mezar taĢı dikerler ve üzerine Ģu Ģiiri yazarlar: Vode, bak düşman ne çok ,Vode atıl korku yok! Vode’m gel benden yana, Vode ısır parçala Vode, Vode!! Vode hırsından yanar, Vode bir bir paralar. Vode ayırt edemez, dost demez düşman demez. 232 Vode!! Vode!! Bu hikâyede insanoğlundaki vahĢet içgüdüsünün ve Ģiddet eğiliminin sebep olabileceği olaylar anlatılmıĢtır. Yazarın ana karakterler olarak bir kasabı ve onun vahĢi köpeğini seçmesi tesadüf değildir. Bu hikâyedeki kasap, toplumdan izole ve devamlı savunma refleksi içinde bulunan bir kiĢidir. Kasabın tek dostu vahĢi bir köpektir. Haydutların saldırısına uğradığı zaman köpeği, haydutları yaralayarak kasabın canını ve malını kurtarır. Ama bu, vahĢet içgüdüsüyle dolmuĢ olan kasaba yetmez. Bastonuyla yerde yatan haydutlara vurur ve Vode‟den onları parçalamasını ister. Oysa kasap bilmemektedir ki hayvanların içgüdülerine olan sadakati insanlara nazaran çok daha baskın ve tehlikelidir. Kasap, köpeği karĢısına çıkan haydutları yaraladıktan sonra yoluna devam etse ne köpeği ne de kendisinin ölümüyle sonuçlanan olaylar olacaktır. Ancak kasap vahĢi bir köpeğin önünde gereksiz ve haddinden fazla kan dökerek bir vahĢet manzarası ortaya çıkarmıĢtır ve çok sevdiği köpeği, baĢka bir köpeğe saldırır gibi saldırarak onu öldürmüĢtür. Çünkü içgüdüleriyle hareket eden Vode, sahibinin vahĢet ve cinayet talep ediĢ biçimini köpekleĢme olarak algılamıĢ ve karĢısında birdenbire peyda olan bu insan uzviyetindeki köpeğe yaĢama Ģansı tanımamıĢtır. Hans Franck‟ın bu hikâyesi bir vahĢet ve Ģiddet eleĢtirisidir. Yazar, insanları merhamete ve vicdanıyla ve aklıyla hareket etmeye çağırır. Esasen Aile‟de yayımlanan ve bu tema altında incelenebilecek tüm hikâyelerde yazarlar okurlarını akla, mantığa ve vicdana uygun hareket etmeye çağırırlar. 232 Franck, a.g.e., s.55. 106 Aile, popüler kültür yayınlarında sıkça yer alan Ģiddet ve gangsterlik unsurlarına savaĢ açmıĢ bir dergidir. Sinemanın, edebiyatın ve gazete ve dergilerin Ģiddet içermesinin özellikle çocuklar ve gençler üzerinde ruhsal tahribat yaptığı görüĢündedir. Gangesterlik ve Ģiddet edebiyatına karĢı yoğun bir mücadele veren Aile, Hans Franck‟ın “Vode” adlı bu hikâyesini de yine Ģiddet karĢıtı çizgisinin bir uzantısı olarak yayımlar. 233 Ġlk defa 1902 yılında Ġngiltere‟de yayımlanan “Maymun Pençesi” (Ġng. The Monkey‟s Paw) Ġngiliz yazar William Wymark Jacobs(1863-1943) tarafından yazılmıĢ ve Aile dergisinin on üçüncü sayısında Melih Cevdet Anday‟ın çevirisiyle yayımlanmıĢtır. Ġçinde korku öğeleri de barındıran ve bilhassa Batı klasikleri arasına girmiĢ bir metin olan bu hikâyede Ġngiliz yazar William Wymark Jacobs esas olarak hiçbir Ģeyin karĢılıksız olmayacağını ve hiçbir dileğin bedel ödemeden gerçekleĢmeyeceğini anlatmak ister. Yağmurlu bir gecede Bay White oğlu Herbert‟la satranç oynamaktadır. Oyunu Herbert kazanır ve Bay White buna çok sinirlenir. Fakat daha sonra kendi kendine gülümseyerek yatıĢır. Bu tek çocuklu üç kiĢilik bir ailedir. O gece Bay White, Hindistan‟da askerlik yapmıĢ BaĢçavuĢ Tom Morris adlı eski bir arkadaĢını misafir olarak beklemektedir. Derken adam gelir, yemekler yenir, içkiler içilir. Bay White ve hanımı Bayan White, BaĢçavuĢ Morris‟e Hindistan‟da baĢından geçenleri anlatmasını ister. Çünkü Hindistan onlara göre fazlasıyla ilginç ve masalsı bir yerdir. BaĢçavuĢ Morris onları kırmayarak Hindistan‟la ilgili hatıralarını anlatır. Ancak konu bir süre sonra esrarengiz bir Ģey olan maymun pençesine gelir. BaĢçavuĢ Morris‟in yanında bir maymun pençesi vardır. BaĢçavuĢ Morris bu maymun pençesinden hiç bahsetmek istemez ama ev sahipleri ısrar edince konuĢmak zorunda kalır. Maymun pençesi esrarengiz bir Ģeydir. Ona sahip olan kiĢi üç dilek dileme hakkına sahiptir. Bu üç dilek ne olursa olsun gerçekleĢir. ġu anda maymun pençesi BaĢçavuĢ Morris‟tedir ve onun üç dileği de gerçek olmuĢtur. Fakat BaĢçavuĢ Morris hiç mutlu görünmemektedir. Anlattığına göre pençenin bir önceki sahibinin son dileği ölüm olmuĢtur ve dileği kabul edilip adam ölmüĢtür. Tom Morris maymun pençesinin insanlara sürekli kötülük getirdiğini söyler ve onu birdenbire ateĢe atar. Fakat Bay White pençeyi ateĢten çıkarır ve onun yeni sahibi olur. BaĢçavuĢ Morris giderken Bay White‟a maymun pençesinden dileklerde bulunurken çok dikkatli olmasını söyler. Bay White ve ailesi BaĢçavuĢ‟n 233 William Wymark Jacobs, Maymun Pençesi, çev. Melih Cevdet Anday, Aile Dergisi, S.13,İstanbul,1950, ss.54- 57. 107 arkasından onunla alay ederler ve pençenin mucizevî bir gücü olduğuna inanmazlar. Fakat ertesi gün bir deney yapmak isterler. YaĢadıkları evin iki yüz sterlin borcu vardır. Pençeden iki yüz sterlin dilerler. Daha sonra evin oğlu Herbert çalıĢtığı fabrikaya iĢe gider. Öğleden sonra esrarengiz bir adam White‟ların evine gelir. Oğul Herbert‟ın çalıĢtığı fabrikadaki idari sorumlulardan biri olan bu adam Herbert‟ın iĢ kazası geçirerek öldüğünü babasına ve annesine bildirir. Oğullarının ölüm haberini alan Bay ve Bayan White yıkılır. Gelen adam ayrıca bir de oğul Herbert‟ın ölümüne karĢılık tazminat parası getirmiĢtir. Bu para iki yüz sterlindir! Bay ve Bayan White maymun pençesinin korkunç gücünü artık anlamıĢtır ve ondan böyle bir dilekte bulundukları için çok piĢmandırlar. Çünkü pençe, onlara iki yüz sterlini oğullarının ölümü karĢılığında vermiĢtir. Bununla birlikte Anne Bayan White oğlunun ölümüne bir türlü alıĢamaz, bunu kabullenemez. Maymun pençesinden iki dilek daha dileme hakları vardır. Kocasından oğullarının dirilmesini dilemesini ister. Bay White buna Ģiddetle karĢı çıkar. Ancak karısının çılgınca ısrarı karĢısında mecbur kalır. Maymun pençesinden oğlunu diriltmesini diler. Dileğin gerçek olacağını biliyordur. Fakat iĢ kazasında parçalanan ve bir süredir mezarda olan oğlunu görünce karısının düĢeceği durum Bay White‟ı dehĢete düĢürür. Kapı çalmaya baĢlar. Belli ki gelen maymun pençesinin ölümden geri getirdiği oğul Herbert‟tır. Bay White oğlunun bu Ģekilde geri gelmesinin kesinlikle iyi bir Ģey olmadığını anlar. Son dileğini de diler ve Herbert kapıyı çalmayı bırakır. Dirilen oğul ortadan kaybolur. Ġngiliz edebiyatının en önemli hikâyelerinden biri olan, baĢka edebiyat eserlerine ve 234 filmlere de ilham kaynağı olan ve içinde masal öğeleri de barındıran “Maymun Pençesi” adlı bu hikâye insanların hiçbir Ģeye bir bedel ödemeden ulaĢamayacağı öğretisi ve uyarısı üzerine kuruludur. YaratılıĢ itibariyle açgözlü bir mahlûk olan insan kolay ve kısa yoldan güzel bir hayata, zenginliğe ve konfora kavuĢmak ister. Fakat hayatın iĢleyiĢ düzeni öyle değildir. KiĢi bir Ģeye kavuĢmak istiyorsa bunun için çaba göstermeli ve emek harcamalıdır. Kısa ve kolay yoldan eriĢilen dilekler peĢlerinde kiĢinin hayatını yıkıp mahvedecek kötülüklerle gelebilir. Bu hikâye içinde doğaüstü öğeler barındırır. Hikâyede sözü edilen maymun pençesi gibi bir nesnenin gerçek hayatta var olması mümkün değildir. Ancak yazar bu öğeyi 234 Bu hikâye 1933 yılında Wesley Ruggles, 1948 yılında Norman Lee, 2010 yılında Ricky Lewis Jr. tarafından filme uyarlanmıştır. Amerikalı yazar Stephen King‟in Hayvan Mezarlığı (İng. Pet Cemetery) adlı romanı da olay örgüsü ve metinsel bağlamda Maymun Pençesi‟yle ortak noktalar taşır. King, romanının bir bölümüne Maymun Pençesi‟nden yaptığı alıntıyla başlar. 108 kullanarak insanları hayatın doğal akıĢına karĢı çıkmamaya ve hak edilmemiĢ kazançların peĢinden koĢmamaya çağırır. Dergide yayımlanan ve insan doğasıyla ilgili olan diğer bir hikâye de Peter Flemington tarafından yazılan ve Seza Göksel tarafından Türkçeye çevrilen “Hafızasını Kaybeden Adam” 235 adlı hikâyedir. Bu hikâye Aile dergisinin on yedinci sayısında yayımlanır. “Hafızasını Kaybeden Adam” içinde bir cinayet öyküsü de barındıran kısa bir psikolojik hikâyedir. Bir gün bir adam kırsal bir alanda uyanır. Kafasında bir zonkalama vardır. Etrafına bakmaya baĢlar. Bulunduğu yerin biraz ilerisinden bir demiryolu geçmektedir. Adam trenden düĢmüĢ olmalıyım diye düĢünür. Kendisine ve mazisine ait hiçbir Ģey hatırlamamaktadır. Adını ve mesleğini dahi unutmuĢtur. Ceplerini yoklar. Ceplerinde bir miktar para, bir kalem, ucuz sigara ve bir gazete bulur: ―Ceketinde terzi ismi aradı, bulamadı. İçinden bir his ona gazetenin mühim olduğunu söylüyordu. Gazeteyi tetkike koyuldu ve ayın Ağustos olduğunu, Portekiz’de isyan çıktığını, bir İngiliz film kumpanyasının ―Cymbeline’i‖ çevireceğini; gençliğe fırsat verilmesi lazım geldiğini, polisin karısını öldüren veznedarın peşinde olduğunu, sahil semtlere fazla rağbet edildiğini, bir amirin genç bir memurunu yegâne vâris bırakarak öldüğünü ve eteklerin 236 kısalmakta devam edeceğini öğrendi.‖ Hafızasını kaybeden adamın bu okuduğu haberlerden iki tanesi dikkatini çeker. Bunlar bir veznedarın karısını öldürüp ortadan kaybolduğunu ve polisin adamın peĢine düĢtüğünü bildiren haber ve bir patronun bütün servetini bir memuruna miras bırakarak öldüğü bildiren haberdir. Gazete katil veznedarı kırmızı saçlı otuz yaĢlarında bir adam olarak tarif etmektedir. Hafızasını kaybeden adam bu gazeteyi cebine ne zaman koyduğunu hatırlamaz. Ama bu gazeteyi yanında taĢımasının bir anlamı olduğunu anlamıĢtır. Biraz düĢündükten sonra kendisinin gazetede sözü edilen ve mirasa konan memur olduğuna inanır. Onun için hafızasını kaybetmeden önce bu gazeteyi cebine koyduğunu düĢünür. Yerinden kalkarak rastgele yürümeye baĢlar. Bir süre sonra Wittenden adlı bir köye varır ve karnı aç olduğu için bir lokantaya girer. Buradaki insanlar ona tuhaf ve tehditkâr gözlerle bakarlar. Maruz kaldığı bu bakıĢlar hafızasını kaybeden adamı korkutur, endiĢeye sevk eder: ―Sebepsiz bir korku –haksızca cezalandırılmak üzere olan bir çocuğun korkusu- yavaş yavaş benliğini sarıyordu. Saniyeler geçiyor, etrafına bakmaya cesaret edemiyordu. Salonun 235 Peter Flemington, Hafızasını Kaybeden Adam, çev. Seza Göksel, Aile Dergisi, S.17,İstanbul,1951, ss.4-6. 236 Flemington, a.g.e.,s.4. 109 küçüldüğünü, her şeyin kendine yaklaştığını hissediyordu. Bir kapı çarptı, döşeme tahtası 237 gıcırdadı.‖ Lokantadaki adamlar hafızasını kaybeden adama nefret dolu bakıĢlarla bakmaktadır. Çünkü onu tanımıĢlardır. Lokantanın aynasında kendi suratını gören hafızasını kaybeden adam kısa kesilmiĢ kırmızı saçlara sahip olduğunu fark eder ve gerçekte kim olduğunu anlar. Hafızasını kaybeden adam aslında miras bırakılan memur değil; karısını öldüren ve polis tarafından aranan katil veznedardır. “Hafızasını Kaybeden Adam”, cinayet iĢleyen bir kiĢinin vicdan azabını yansıtmak üzere kaleme alınmıĢ bir hikâyedir. En yakınını, karısını öldüren erkek iĢlediği cinayetten sonra hiçbir Ģey hatırlamaz hale gelmiĢ, hafızasını kaybeden bir adam olarak okuyucunun karĢısına çıkmıĢtır. Bu hafızanın kaybedilmesi aslında vicdan azabının beyne müdahalesi Ģeklinde yorumlanabilir. Hafızasını kaybeden adam bir bakıma kendi insanlığının en ham hâline dönüĢ yapmıĢtır. Ġnsanın bu ham hâlinde kötülüğe ve kötümserliğe ait hiçbir Ģey yoktur. Hikâyeye göre kötülük hayatın hafızalara ektiği kötü hatıralardan doğar. S.Cramaussel tarafından yazılan ve Nihal Yalaza Taluy tarafından Türkçeye çevrilen 238 “Misafir.” adlı hikâye Aile dergisinin on sekizinci sayısında yayımlanır.“Misafir”, bir adamın intikam hırsının merhamete dönüĢü üzerine kaleme alınmıĢ bir hikâyedir. Jan Matey, çocukluk aĢkı Katrin Ode‟yi çok seven ve onunla evlenme planları yapan bir adamdır. Ancak Katrin Ode halasından kendisine kalan bir mirasla bir gün Paris‟e gider ve burada Ģımarık ve eğlence düĢkünü kızların arasına katılır. Bu arada Jan da Paris‟e gelir ve Sorbonne‟da okumaya baĢlar. Fakat Katrin Jan‟ı artık umursamamaktadır. Katrin‟e göre fakir ve mütevazı bir hayatı olan Jan, ona ayak uyduramamıĢtır ve Katrin‟in gözünde önemsiz ve sıradan birine dönüĢmüĢtür. Bir gün Katrin Jan‟ın yanına gelerek çok fazla kumar borcu olduğunu söyler ve Jan‟dan yardım ister. Jan çok sevdiği Katrin‟e yardım etmek için kaldığı pansiyonun kasasındaki paraları çalar ve paraları Katrin‟e verir. Katrin kumar borcunu öder, Jan hapse girer. Hapse girerken Katrin‟e üzülmemesini hapisten çıkınca onunla evleneceğini söyler. Fakat Jan hapisteyken Katrin onu unutur ve Jak Lemonye adlı zengin bir avukatla evlenir. Jan‟ın uğruna hırsızlık yapıp hapse girdiği kadın bir sene içinde gidip baĢka bir adamla evlenmiĢtir. Jan intikam hırsıyla dolar. Hapisten çıkınca dosdoğru Katrin‟in evine gider. Onu öldürmek kararındadır. Katrin evde yoktur. Jan Katrin‟i beklemeye baĢlar. Onu öldürmek ve 237 Flemington, a.g.e.,s.6. 238 S.Cramaussel, Misafir, çev. Nihal Yalaza Taluy, Aile Dergisi, S.18, İstanbul,1951, ss.70-72. 110 intikamını almak kararı kesindir. Ancak evde Katrin‟i beklerken bir kız çocuğu yanına gelir. Bu Katrin‟in kocası Jak Lemonye‟den olan küçük kızıdır. Küçük kız okumayı yeni öğrenmiĢtir ve okuma kabiliyetini evlerindeki bu misafire göstermek isteğindedir. Jan‟a bir masal kitabından Ģu masalı okur: - ―Bak, bu kurtla kuzuların masalı. Okuyayım mı? - Oda karanlık göremezsin. - Zarar yok; okuya okuya ezberledim zaten. Hele sonunu acıklı olduğu için pek seviyorum. Dinle. Anneleri de çayırda sıçrayan kuzucuklarına bakıyor, için için seviniyormuş. Oh ne mesut aileyiz diye. Hâlbuki zavallıcık ağacın arkasında onları gözetleyen koca kurdu görmemiş. Koca kurt bir sıçrayışta kuzuların annelerini kapmış. Böylece her şey bitmiş… 239 Artık zavallı kuzular ondan sonra ne taze çimen yemiş ne de güneşte hoplamışlar…‖ Jan bu masaldan çok etkilenir. Kendisini masalda kuzuların annesini katleden kurt gibi görmeye baĢlar. O da bu eve masalı anlatan küçük kızın annesi Katrin‟i öldürmeye gelmiĢtir. Ancak hem Katrin‟in artık bir anne olması hem de Katrin‟in küçük kızının okuduğu bu masal Jan‟ın nefretinin sönmesini sağlar. Jan merhamete gelir ve artık bir anne olan Katrin‟i öldürmekten vazgeçer. Evden çıkıp gider. “Misafir”, barındırdığı intikam ve merhamet unsurları dıĢında aĢk duygusunun insana neler yaptırabileceği ve bir insanın hayatını nasıl mahvedebileceği üzerine kaleme alınmıĢ bir hikâyedir. Hikâyede tek taraflı ve karĢılıksız bir aĢk söz konusudur. ÂĢık erkektir. AĢka karĢılık vermeyen Ģımarık ve bencil taraf ise kadındır. Jan‟ın âĢık olduğı Katrin Ode paradan ve kiĢisel çıkarlarından baĢka bir Ģey düĢünmeyen duygusuz bir kadındır. Jan Matey, çok sevdiği ve hiçbir karĢılık görmediği Katrin‟e hayatını mahvetmek pahasına iyilik yapar. Hırsızlık yaparak onun kumar borcunu öder. Ancak kadın o kadar bencil ve Ģımarıktır ve Jan‟ı o kadar sevmemektedir ki Jan‟ın kendisi için hapse düĢmesine aldırıĢ etmeden ilk fırsatta zengin bir adamla evlenir. Bunun üzerine Katrin‟e duyduğu aĢk nefrete ve intikam hırsına dönüĢen Jan, hapisten çıkınca Katrin‟i öldürmek ister. Fakat Katrin‟in evinde Katrin yerine onun küçük kızını bulur. Bu sefer de intikam hırsının yerini merhamet duygusu alır. Jan, küçük kıza acır ve onun annesini öldürmekten vazgeçer. Bu hikâyede bir yandan insanın her Ģart ve durumda aklını duygularının önüne koyması gerektiği vurgusu yapılırken bir yandan da annelik kavramı yüceltilmiĢtir. Katrin kumar borcuna giren, bu borcu ödemek için kendisini seven adamı hırsızlığa teĢvik eden ve kendisi yüzünden hırsızlık yapan adam hapisteyken baĢkasıyla evlenen bir kadındır. 239 Cramaussel, a.g.e., s.72. 111 Ahlâksızdır, zelildir, sevgiye layık değildir. Bu hikâyede Jan Matey vicdan sahibi olmayı, merhameti ve saf aĢkı temsil eder. Katrin ise tam tersine bencilliği, acımasızlığı ve duygusuzluğu temsil eder. Ancak anne olmak Katrin‟i apayrı bir mevkie taĢır. Anne olmak demek masum ve sevgiye muhtaç çocukların en büyük dayanağı olmak demektir. Ne kadar kötü tabiatlı olursa olsun bir anne sırf annelik vasfına sahip olduğu için kutsaldır, dokunulmazdır. Ne sebeple olursa olsun bir anneyi “kuzularından” yani çocuklarından koparmak affedilmez bir suçtur. Hem bu hikâye hem de bu hikâyeyi yayımlayarak da Aile dergisi anneliği yüceltir. Öte yandan “Misafir” Aile dergisinde yayımlanan ve içinde kumar oynamanın neden olabileceği felaketlerle ilgili uyarılar barındıran ikinci hikâyedir. “Kara Gün Dostu” adlı hikâyede Lenny Burton kumar borcu yüzünden bütün varlığını kaybeder. Bu hikâyede kumar Lenny‟nin dolaylı bir yoldan da olsa ölümüne neden olur. “Misafir”de ise Katrin Ode aĢırı kumar oynayarak büyük bir borca girer ve kendisini çok sevdiğini bildiği Jan Matey‟den borç para ister. Jan Matey, Katrin‟i kumar borcundan kurtarmak için hırsızlık yapmak zorunda kalır ve hapse düĢer. Aile, yayımladığı bu iki hikâyeyle kumarın kötülüğünü ortaya koymuĢ, okuyucularını kumarın neden olabileceği felâketlere karĢı uyarmıĢtır. 3.3.1.2. Aile ve Evlilik Aile dergisi çıkıĢ prensipleri ve mahiyeti gereği zaman zaman “aile ve evlilik” temalı hikâyeler yayımlamıĢtır. Bu çerçevede dergide aile ve evlilik konuları üzerine yazılmıĢ tercüme hikâyeler de vardır. Aile ve evlilik teması üzerine kaleme alınıp dergide yayımlanmıĢ tercüme hikâyeler Ģunlardır: 240 Amerikalı yazar Pearl Sydenstricker Buck (1892-1973) tarafından yazılan ve Nazım Dersan‟ın çevirisiyle derginin on beĢinci sayısında yayımlanan “AĢk ġehirde Kaldı” adlı hikâye; Joanna Lecey Drex tarafından yazılıp Seza Göksel‟in çevirisiyle derginin on altıncı sayısında yayımlanan “Pazar Çayı” adlı hikâye, yazarı ve çevireni belirtilmeyen ve derginin yirminci sayısında yayımlanan “Eve Aldığımız Çocuk” adlı hikâye ve Lucie Wallace‟ın kaleme aldığı, çevireni belirtilmemiĢ ve derginin yirminci sayısında yayımlanan “Gö lge Oyunu”adlı hikâye. Pearl S. Buck tarafından yazılan ve Nazım Dersan tarafından Türkçeye çevrilen “AĢk 241 ġehirde Kaldı” adlı hikâye Aile dergisinin on beĢinci sayısında yayımlanır. Bu hikâye mutlu 240 1938 yılında Nobel edebiyat ödülünü alan Pearl Sydenstricker Buck, bu ödülü alan ilk Amerikalı kadın yazardır. 241 Pearl S. Buck, Aşk Şehirde Kaldı, çev. Nazım Dersan, Aile Dergisi, S.15, İstanbul,1951, ss.9-11. 112 bir hayata, mutlu bir evliliğe ve mutlu bir aileye sahip olmak için zenginliğin ve büyük Ģehirlerdeki eğlenceli zaruri olmadığını vurgulayan bir hikâyedir. John sekiz yıl önce bir köyde yaĢayan ve çiftçilikle geçinen ailesini terk etmiĢ ve büyük Ģehre taĢınmıĢtır. John Ģehirde çeĢitli iĢlerde çalıĢır ve Sally adlı bir kıza âĢık olur, ona evlilik teklif eder. Fakat büyük ekonomik buhrandan sonra John o sırada çalıĢmakta olduğu fabrikadaki iĢini kaybeder. Uzun zaman iĢ arar fakat bulamaz. ĠĢsiz kaldığı için de Sally‟le evlenmesi imkânsız hâle gelir. Çünkü Sally, John‟un aĢkına karĢılık verse de evlenmek için John‟un iyi bir iĢi olması Ģartını koĢmuĢtur. ġehirde iĢ bulma ve evlenme umudunu kaybeden John hiç istemese de köyde yaĢayan ailesinin yanına dönmeye mecbur kalır. Annesi ve babası John‟u köyde çok iyi karĢılar. Artık yaĢlandıklarını söylerler ve oğulları John‟dan çiftlikteki iĢleri devralmasını rica ederler. John esasen köy hayatını küçümseyen bir kiĢidir ve köye mecbur kaldığı için dönmüĢtür. Fakat babasının çiftliğinde çalıĢtıkça bu hayata alıĢır ve bu hayatı sevmeye baĢlar. Artık kendisini daha sağlıklı, daha dinç ve rûhen daha güçlü hissetmektedir. Yine de köyde mutlu olunamayacağı inancından henüz kurtulamamıĢtır. Bir gün annesine köyde geçen hayatından memnun olup olmadığını sorar. Annesi John‟a Ģu karĢılığı verir: - ―Buraya on dokuz yaşında iken geldim. O zaman baban yirmi iki yaşında idi. Elbette ki çalıştık, fakat zevkle memnuniyetle çalıştık. (…) Babanla birlikte yaşamak benim için en büyük zevk ve eğlence idi. O, toprakta çalışırdı, ben tavuklarla ve ineklerle meşgul olurdum. Sonra her zaman beraberdik. Halbuki memur olsaydı onu yalnız akşamları görebilecektim ve hiç şüphesiz şimdi ki gibi sıhhatli de olmayacaktı.(…) Biz çalıştık. Toprak 242 da bize saadet ve refah getirdi.‖ Annesiyle yaptığı bu konuĢmadan güzel bir aile hayatının ve tabiatla iç içe yaĢamanın insan hayatındaki önemini anlayan John köyünde ailesiyle birlikte kalmaya ve sevdiği kız olan Sally‟i mektupla köyüne davet etmeye karar verir. Bu hikâye mutluluğun merkezine istikrarlı ve sade aile hayatını ve doğal hayatı koyan bir hikâyedir. Büyük Ģehirler insanlara debdebeli bir eğlence hayatı veya sıra dıĢı maceralar vaat edebilir. Fakat bu hikâye gerçek ve kalıcı bir mutluluğun ancak iyi bir aileyle ve bu aileyi çevreleyen doğal bir hayat içinde mümkün olabileceğini savunur. Evliliğin ruhu ve olağan bir zamanda karı-koca iliĢkileri üzerine kaleme alınmıĢ 243 tercüme hikâyelerden biri derginin on altıncı sayısında yayımlanan “Pazar Çayı” adlı 242 Buck, a.g.e.,ss.10-11. 243 Joanna Lecey Drex, Pazar Çayı, çev. Seza Göksel, Aile Dergisi, S.16, İstanbul,1951, ss.54-56. 113 hikâyedir. Joanna Lecey Drex tarafından yazılan bu hikâye Seza Göksel tarafından Türkçeye çevrilmiĢtir. Otuz yıldır evli olan bir çiftin evliliğinde artık eski heyecan kalmamıĢtır. Henry ve Alice adlı bu karı-kocanın birbirlerine söyleyecekleri bir söz ve üzerlerine konuĢacakları bir konu kalmamıĢ gibidir: ―Otuz seneden beri evlidirler. Tedricî değişmeyi hiç fark etmedikleri halde çoktan beri artık birbirlerine şefkatli sözler söylememektedirler. Bu kadar seneden sonra konuşacak 244 mevzuları tükenmiş, birbirlerinin söyleyeceği sözleri evvelden anlar olmuşlardı.‖ Henry ve Alice bir pazar günü her pazar yaptıkları gibi ikindi çayı içmek için sofra kurarlar ve yine sessiz sedasız çaylarını içmeye baĢlarlar. Bu sırada yeni evli bir çift ziyaretlerine gelir. Ted ve Alice adlı yeni evli bu çift birbirlerine duydukları sevgi ve tutkuyla Henry ve Alice‟ e evliliklerinin ilk günlerini ve gençliklerini hatırlatır. Otuz yıldır evli olan Henry ve Alice bu gençler sayesinde evliliklerinin ilk günlerindeki heyecanı yeniden hissetmeye baĢlarlar: ―Genç evliler hüsnüniyet saçıyor, dünyayı pembe görüyorlardı. Güneş bile onların 245 hislerini kuvvetlendirmek ister gibi pencerelerden içeri dolarak gümüşleri parlatıyordu.‖ Henry ve Alice genç çift gittikten sonra birbirlerine daha iyimser ve anlayıĢlı gözlerle bakmaya baĢlarlar. Genç evlilerin birbirlerine duydukları sevgi, sıcaklık ve yaydıkları güzel enerji Henry ve Alice‟i çok olumlu yönde etkiler. Normal çay vakitlerinde Henry gazete okuyan ve karısıyla hiç konuĢmayan bir adamken misafirler gittikten sonra gazete okumayı bırakır ve karısına bulaĢık yıkamada yardım etme teklifinde bulunur. Olağan bir günde sıradan bir karı-kocanın bir gününü anlatan bu kısa hikâye Aile dergisinin evlilikler ve aileler üzerine yaptığı eğitici ve motive edici yayınların bir uzantısı ve bir parçası niteliğindedir. Zaman, evlilikler üzerinde yıpratıcı ve sıradanlaĢtırıcı bir etki yapabilir. Fakat hayat, içinde bu sıradanlaĢmayı tersine çevirebilme gücüne sahip fırsatlar ve olaylar barındırır. Bu hikâye, çok eskimiĢ evliliklerin bile bir Ģekilde heyecanını ve cazibesini koruyabileceği ve yeniden canlanabileceği fikrini içinde barındırır. Ayrıca güzel dostluklara ve komĢuluklara sahip olmanın evlilikler üzerinde olumlu bir etkisi olacağı fikri de bu hikâyenin barındırdığı fikirlerden biridir. Dergide aile müessesesi üzerine yazılmıĢ diğer bir tercüme hikâye, yazarı 246 belirtilmemiĢ olan ve Your Life dergisinden alıntılanmıĢ olan “Eve Aldığımız Çocuk” adlı hikâyedir. 244 Drex, a.g.e.,s.54. 245 Drex, a.g.e.,s.55. 114 Johnny, babası iĢsiz annesi de ölmüĢ olan on yaĢında bir çocuktur. Devlet ona barınmak için uygun bir yer bulana kadar bakıcı bir ailenin yanında kalması gerekmektedir. Üç çocuklu bir aile iki haftalığına Johnny‟nin bakıcı ailesi olmayı kabul eder ve çocuğu evlerine alırlar. Bir annesi ve kendisiyle ilgilenen bir babası olmadığı için Johnny bedenen ve ahlaken son derece sağlıksız bir çocuktur. Hastalıklıdır, zayıftır ve ahlakî olarak hiçbir iyi vasfı yok gibidir: ―Bize gelmeden önce yaşça kendinden büyük birkaç serseri çocuğun çetesindeydi. Bir gün demiryoluna taş yığarak marşandiz katarının yoldan çıkmasına sebep oldular. (…) Johnny’yi yatağa yatırdık. 6 yaşındaki oğlumun pijaması, bu iskelete benzeyen vücuttan düşecek gibi sarkıyordu. Kaburgaları bir bir sayılacak gibi fırlamıştı. Sipsivri kürek 247 kemikleri, Noel eğlentilerinde çocukların sırtlarına bağladıkları kanatları andırıyordu.‖ Johnny bakıcı ailesinin yanında bir çocuğun yaĢaması gerektiği gibi emniyet ve Ģefkat içinde yaĢadıkça hem bedenen hem de ahlaken düzelmeye baĢlar. Ġki hafta dolup da ayrılık zamanı gelince bakıcı annesine ağlayarak yalvarır ve ondan ayrılmak istemediğini söyler. Bakıcı ailesi de Johnny‟yi evlat edinir. Johnny zamanla piyano çalmayı öğrenir. Piyano çalmak Johnny‟ye ahlakî ve terbiyevî anlamda çok olumlu katkı yapar. Kendisini sürekli geliĢtiren ve çalıĢkan bir çocuk olan Johnny hem beyzbol oynamayı öğrenerek okul takımına girmeyi baĢarır hem de büyüyünce pilotluk lisansı alır. Kendisini evlat edinen annesi hastalanıp kana ihtiyaç duyunca da ona kan verir. Böylece Johnny‟yle üvey annesi arasında gerçek bir kan bağı meydana gelmiĢ olur: Vazife başına giderken; kan naklini icap ettiren mühim bir ameliyat geçirdim. Johnny bana kan verdi. Kan verme ameliyesi bitince, sevinç içinde: - ―Şimdi her şey tamam anne, dedi. Artık damarlarımızda aynı kan var; gerçekten 248 akraba olduk!‖ “Eve Aldığımız Çocuk” ailenin çocukların ruhsal ve sosyal geliĢimi üzerindeki hayâtî etkisi üzerine kaleme alınmıĢ bir hikâyedir. Her çocuk, ilgiye ve Ģefkate ihtiyaç duyar. Bundan da öte kendisine kol kanat gerecek sıcak bir aileye ihtiyaç duyar. Tüm bunlardan mahrum bir çocuğun iyi ve ahlâklı bir birey olarak yetiĢip topluma katılması çok zordur. Johnny bakıcı ailesi onu sahiplenene kadar küçük bir sokak haydutu gibidir. Çünkü annesi yoktur, babası da onunla ilgilenmeyen sorumsuz bir adamdır. Bu durumda Johnny‟ye 246 İmzasız, Eve Aldığımız Çocuk, çeviren belirtilmemiş, Your Life Dergisinden Alıntı, Aile Dergisi, S.19,İstanbul,1951, ss.65-68. 247 İmzasız,a.g.e.,s.66. 248 İmzasız,a.g.e.,s.68. 115 hayat bakıcı ailesi onu sahipleninceye ve ardından evlat edininceye kadar haydutluk ve serserilikten baĢka bir alternatif sunmamıĢ gibidir. Üvey de olsa iyi bir anne babaya sahip olmak Johnny‟nin karakterindeki iyi tarafları ortaya çıkarır. Bu hikâyeye göre çocukların kiĢiliğini ve davranıĢ biçimlerini belirleyen temel etken aileleridir. Kötü ailelere sahip çocukların kötü bireyler olarak yetiĢme ihtimali artar. Ġyi bir anne baba tarafından yetiĢtirilen ve psikolojik ve sosyal bakımdan erdemli bireyler olmak yönünde eğitilen çocuklarsa hem kendilerine hem de topluma yararlı bireyler olurlar. Sağlıklı, sorumlu ve sıcak bir ailede kalmaya baĢlayan Johnny‟nin karakterindeki olumsuz taraflar birer ikiĢer ortadan kalkmaya baĢlar. Johnny bedenen ve ruhen hızla sağlıklı bir çocuğa dönüĢür. Topluma, ailesine ve kendisine yararlı bir birey olarak yetiĢir. Çünkü bir çocuğun yetiĢmesindeki ve hayat çizgisindeki en önemli rol ailesinin oynadığı roldür. Bu hikâye bu bakımdan aile kurulmasını teĢvik eden ve kurulan ailelerin korunması için sürekli tavsiyelerde bulunan Aile dergisinin yayın politikasına da uygundur. Aile dergisinin yirminci sayısında aile ve evlilik teması içinde değerlendirilebilecek iki tercüme hikâye yayımlanır. Bunlardan ilki Kenneth Robb‟un Nihal Yalaza Taluy tarafından 249 tercüme edilen “Siyah Çekmecenin Sırrı” adlı hikâyesidir. “Siyah Çekmecenin Sırrı”, Amerikalı orta sınıf bir ailenin hikâyesini anlatır. Bu hikâyede, papaz bir baba ailesine bağlı bir anne ve onların yedi çocuğundan oluĢan bir aile vardır. Bu aile babanın görevi nedeniyle sürekli Ģehir değiĢtirerek oradan oraya sürüklenen bir ailedir. Ailenin en küçük çocuğunun gittiği ilkokulda arkadaĢları sürekli ailelerinin sahip oldukları Ģeylerle ve zenginlikleriyle övünür. Hikâyede adı verilmeyen küçük çocuk ise evlerinde siyah bir çekmece olduğunu ve içindekileri asla görmediği bu çekmecenin kıymetli taĢlarla ve elmaslarla dolu olduğunu söyleyerek arkadaĢlarına karĢılık verir. Bu siyah çekmecenin içindekileri anneleri çocuklarına hiç göstermemiĢtir. Ancak muhtemel bir yangında kendileriyle birlikte bu çekmeceyi öncelikli olarak kurtarmalarını onlara sıkı sıkı tembih etmiĢtir. Bu tembih çocukları çekmecenin içinde çok değerli Ģeyler olduğuna büsbütün inandırır. Oysa en küçük kardeĢin ağabeylerinden biri olan Ben çekmecenin içinde sadece birtakım resmi kâğıtların olduğunu söylemektedir. Yıllar sonra bir gün annesi çekmeceyi bir masaya boĢaltır. Çekmecede ne elmas ne para ne de değerli taĢlar vardır. Çekmecede sadece ağabey Ben‟in söylediği birtakım fotoğraflar ve resmi belgeler vardır. Bu belgeler anneyle babanın evlilik belgesi, çocukların doğum belgesi gibi aile mazisinin çok önemli gün ve anlarını ölümsüzleĢtiren kâğıtlardır. 249 Kenneth Robb, Siyah Çekmecenin Sırrı, çev. Nihal Yalaza Taluy, Aile Dergisi, S.20, İstanbul,1952, ss.21-22. 116 Anne bu belgeleri çok değerli ve dokunulmaz elmaslar gibi bu siyah çekmecede saklamıĢtır. Çünkü bir aileyi var eden, sürdüren ve bir arada tutan maziye duyulan sadakat ve bağlılıktır. Yedi kardeĢ de evlenince evlerinde annelerininkine benzer bir siyah çekmece oluĢtururlar. Önemli aile günlerini ölümsüzleĢtirirler. Annelerinden ailenin, aile mazisine sadakatin ve maziyi unutmamanın bir ailenin hayatiyeti için önemini öğrenirler. Zenginliklerin en büyüğü birbirine bağlı ve birbirini seven bireylerden oluĢan bir ailedir: “Seneler geçtikçe esrarengiz siyah çekmecenin değerini anladım. O, ailemizin tarihçesinin bekçisi, ölümler, harp kâbusları, günlük hayat mücâdelesi arasında bizi birbirimize bağlı tutan bir varlıktı. Evlendikten sonra evimi kurarken ben de bir siyah 250 çekmece edinmeyi gayet tabii buldum.‖ “Siyah Çekmecenin Sırrı” Aile dergisinin yayın politikası içinde didaktik, ahlâkçı ve iĢlevsel bir hikâyedir. Okuyanlarına aile kurumunun dayandığı ortak temelleri öğretme ve benimsetme amacı taĢır. Bir ailenin “özel” olması için muhakkak maddî zenginliklere sahip olması gerekmez. Hikâyeye göre bir aile için en büyük zenginlik aile bireylerinin kendisidir. Bu aile bireylerinin birbirine bağlılığı ve sevgisidir. Aileye ait ortak hatıralar ve ortak gelecektir. Aile olmak baĢlı baĢına bir ayrıcalıktır. Çocukların annesi aile geçmiĢine ait önemli fotoğrafları ve belgeleri siyah bir çekmecede koruyarak ailesine duyduğu sevgiyi gösterir. Bir aileyi aile yapan ve bir arada tutan en önemli etken para ve zenginlik değil; sevgidir. “Siyah Çekmecenin Sırrı” bu gerçeği okuyucularına anlatır. Aile‟nin yirminci sayısında yayımlanan diğer tercüme hikâye Lucie Wallace tarafından 251 kaleme alınan ancak çevireni belirtilmeyen “Gölge Oyunu” adlı hikâyedir. “Gölge Oyunu”, karı-kocaların birbirleri için ruhsal ve sosyal önemi ve aile kurumunun devamlılığı üzerine bir hikâyedir. Hikâyede anlatılan bir kiĢi, uzunca bir süre oturduğu apartmanın karĢısındaki bir apartmanda oturan ve eve gece geç dönen bir çiftin hayatını ve onların mutfakta yapıp ettiklerini seyreder. KarĢıda oturan evli çift hikâyenin anlatıcısı uykuya dalmadan önce evlerine gelir ve mutfakta hem sohbet eder hem de yemek yer. Bu çift komĢuları tarafından seyredildiklerinden habersizdir. Bir perdenin arkasında kıpırdayan gölgeler Ģeklinde seyredilen bu hayatta bir ailenin güzelliğine, yalnız olmamanın kıymetine ve evliliğin sıcaklığına dair izler vardır. Fakat eĢler arasında çıkan bir kavga sonucu eĢlerden biri evi terk 250 Robb, a.g.e., s.22. 251 Lucie Wallace, Gölge Oyunu, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.20, İstanbul,1952, ss.75-76. 117 eder. Artık hikâyenin anlatıcısı geceleri perdenin arkasında sadece bir kiĢinin gölgesini izleyebilmektedir. Bu gölge mutsuz, aceleci ve sessiz bir gölgedir: ―İşte nihayet gölgelerden biri kaybolmuştu. Lamba yine yanıyor, içerden birtakım sesler geliyordu. Ama bir kişinin yaşadığı evde çekilen tek sandalyenin, açılıp kapanan kapını 252 yorgun, bezgin gıcırdamalarını hiç duymadınız mı?‖ Derken evden ayrılan eĢ bir süre sonra gelir. Çift birbirine sarılır ve tekrar beraber olarak aile mutluluklarına geri dönerler. Zehirleyici yalnızlıktan kurtulurlar. Birbirlerinin ve evliliklerinin kıymetini anlarlar. “Gölge Oyunu”, Aile dergisinin içeriği bakımından bilinçli bir Ģekilde seçilmiĢ bir öyküdür. Dergi sayfalarında düzenli aralıklarla evliliklerin korunması ve ailenin önemi üzerine yazılar çıkar. Bu öykü de bir evliliği sürdürmenin ruhsal ve sosyal gerekliliği üzerine bir öyküdür. Her ne kadar kavgalar, tartıĢmalar, huzursuzluklar barındırabilirlerse de evlilikler korunmalıdır. Çünkü hikâyeye göre evliliği biten bir erkeği veya kadını her Ģeyden önce bir bunalım ve yalnızlık bekler. 3.3.2.Sosyal Konuları ĠĢleyen Tercüme Hikâyeler 3.3.2.1. II. Dünya SavaĢı ve II. Dünya SavaĢından Hemen Sonra Avrupa’da Sosyal Hayat Aile dergisi II. Dünya SavaĢı‟ndan iki yıl sonra yayımlanmaya baĢlamıĢ bir dergidir. Bu savaĢı bütün vahĢetiyle yaĢamıĢ olan Avrupa ve dünya ülkeleri, bu yıllarda, savaĢın yarattığı psikolojik ve sosyolojik yıkım eĢliğinde kendilerini yeniden inĢa etme çabası içindedirler. Ġnsanlık tarihindeki büyük olaylardan etkilenen edebiyat doğal olarak II. Dünya SavaĢı‟ndan da etkilenmiĢtir. Türkiye bu savaĢa fiilen girmemiĢtir ama bu durum Aile‟nin bu savaĢın yarattığı siyasal ve sosyolojik gerçekliklere ilgisiz kalmasına neden olmamıĢtır. Aile dergisi, II. Dünya SavaĢı ve bu savaĢtan hemen sonraki Avrupa‟yı konu alan tercüme hikâyelere, politik yazılara ve düĢünce yazılarına sayfalarında zaman zaman yer vermiĢtir. Dergide II. Dünya SavaĢıyla ilgili telif hikâye yoktur. Bu savaĢ ve sonrasıyla ilgili siyasî ve sosyal içerikli yazılar yazan Türk yazarlar vardır. Dergide yayımlanan ve bu tema içinde incelenebilecek tercüme hikâyelerse Ģunlardır: 252 Wallace, a.g.e., s.76. 118 Ġtalyan yazar Arnaldo Fracarroli‟nin yazdığı ve derginin beĢinci sayısında yayımlanan “Bir Apartman Arıyorum” adlı hikâye, Ermeni asıllı Amerikalı yazar William Saroyan tarafından yazılan ve derginin on ikinci sayısında yayımlanan “Hasır ġapka” adlı hikâye ve yazarı belirtilmemiĢ olan ve derginin on sekizinci sayısında yayımlanan “Randevu” adlı hikâye. II. Dünya SavaĢı‟nın hemen sonrasının Avrupa‟sındaki sosyal hayatı konu alan tercüme hikâyelerden ilki derginin beĢinci sayısında yayımlanır. Ġtalyan yazar Arnaldo Fraccaroli‟nin (1882-1956) Nâzım Dersan tarafından Türkçeye çevrilen “Bir Apartman 253 Arıyorum ”(Ġt. Cercando Un Appartamento) adlı bu hikâyesi II. Dünya SavaĢı sonrası Avrupa‟sında evlenmenin ve yeni bir ev kurmanın zorluğu üzerinedir. Milano‟da Ercole Rammoli adında bir adam sevdiği kıza evlilik teklif eder. Kız adamın teklifini güzel bir ev bulması Ģartıyla kabul eder. Fakat Ģehirde boĢ ev hemen hemen yoktur. Ercole‟nin zorlukla bulabildiği kiralanmaya müsait evlerin kirası ise çok yüksektir. Çaresiz kalan ve kiralık ev arayıĢlarından bir sonuç çıkmayan adam sonunda ölümcül hastaların veya yaĢlı insanların ölümünü beklemeye kadar iĢi götürür. Çünkü onlar ölünce boĢ kalan evlerine yerleĢebilecektir. Fakat bu yöntem de bir iĢe yaramaz. Çünkü ev sırasında bekleyen çok kiĢi vardır ve ev bulmak için yaĢlıların ve hastaların ölmesini bekleyen tek kiĢi kendisi değildir! Ercole, nihayet bir gün bir gazetede Ģehirde salgın bir hastalık çıktığını okur. Bu haberi okuyunca büyük bir sevince kapılır. Nihayet evler boĢalacak ve aradığı evi bulabilecektir. Hâlbuki bu salgın hastalıkta kendisi ve müstakbel zevcesi de ölebilir. Fakat Ercole sevinçten bu ihtimali aklına bile getirmez: Ercole’nin bütün ümitleri kaybolmak üzereydi ki bir aralık gazetelerin birinde şöyle bir başlık gözüne çarptı: Şehrimizde korkunç bir salgın: Encephalite letargique… Gözünde bir umut ışığı yandı. Hemen telgrafhaneye koşarak sevgilisine şu telgrafı çekti: Şehirde müthiş bir salgın başladı. Herhalde bundan kaçanlar olacak. Yakında evimize 254 kavuşacağız. Arnaldo Fraccaroli‟nin bu hikâyesi II. Dünya SavaĢı sonrasında Avrupa‟nın pekçok ülkesinde baĢ gösteren mesken sıkıntısını satirik ve abartılı bir üslupla anlatmıĢtır. Ġnsanlar savaĢtan sonra normal hayatlarına dönmeye çalıĢmaktadırlar. Fakat bu hiç de kolay değildir. SavaĢın neden olduğu tahribat ve ekonomik yıkım savaĢ sonrasında kiralık ev bulmayı bile imkânsız bir hale getirmiĢtir. Çünkü ya evler savaĢ boyunca tahrip olmuĢtur ya 253 Arnaldo Fraccaroli, Bir Apartman Arıyorum, çev. Nazım Dersan, Aile Dergisi, S.5, İstanbul,1948,ss.42-44. 254 Fraccaroli, a.g.e., s.44. 119 da savaĢ sonrasının zayıf ekonomik Ģartları içinde müteĢebbisler bütün nüfusun barınma ihtiyacını karĢılayacak yapılaĢma ve inĢaat hamlesini henüz gerçekleĢtirememiĢtir. SavaĢın neden olduğu tahribat ve sefaletten kurtulmak için insanların uzun bir zamana ve bu zaman içinde birlik içinde çalıĢmaya ihtiyaçları vardır. Bu sayede önce asgari ihtiyaçlarını karĢılayabilecek (yaĢayacak ev bulmak gibi!) noktaya gelebilirler, daha sonra da refah düzeylerini artırabilirler. SavaĢ, insanların büyük bir zaman ve emek harcayarak meydana getirdiği birikimleri, medeniyeti ve refahı yok eden bir felakettir. SavaĢın yok ettiği refaha yeniden kavuĢmak için tekrar büyük bir zaman harcamak ve yine büyük bir emek sarf etmek zorunluluğu vardır. Bu süreçte birtakım mahrumiyetlerin yaĢanması durumu ise bu hikâyede olduğu gibi kaçınılmazdır. Bitlis‟ten ABD‟nin California eyaletine göç etmiĢ Ermeni asıllı bir ailenin çocuğu olan 255 Amerikalı yazar William Saroyan‟ın (1908-1981) “Hasır ġapka” (Ġng.Straw Hat) adlı hikâyesi Aile‟de yayımlanan ve temasını II. Dünya SavaĢı‟nın yarattığı gerçekliklerden alan diğer bir hikâyedir. Hikâye, Cahit Sıtkı Tarancı‟nın çevirisiyle dergisinin on ikinci sayısında yayımlanır. Bu hikâye savaĢ ortamında birbirine düĢman olan değiĢik milletlerden askerlerin müzik vasıtasıyla insani taraflarının ortaya çıkıĢını anlatan bir hikâyedir. II. Dünya SavaĢı‟nın sonuna doğru 1944 yılı temmuz ayında bir Alman esir kampındaki askerler kurtarılacakları günü beklemektedir. Bu arada esir kamptaki Amerikalı askerlerden Wynstanley isimli bir askerin çok iyi trombon çaldığı ortaya çıkar. Ancak Wynstanley‟in trombonu layıkıyla çalabilmesi için hasır bir Ģapka takması gereklidir. Hasır Ģapka takmadan trombonu sürekli ve iyi bir Ģekilde çalamamaktadır. Bunun üzerine kamptaki bütün askerler ve düĢman Alman askerleri dahi hasır Ģapka bulmak için seferber olur. Çünkü savaĢın o çetin Ģartları içinde musiki dinlemek istemektedirler. Uzun uğraĢlar sonucunda Wynstanley‟e Paris Ģehrinden bir hasır Ģapka getirtilir ve Wynsanley bütün ustalığıyla trombon çalmaya baĢlar. “Hasır ġapka” müziğin evrensel ve birleĢtirici gücünü anlatır. Müzik sayesinde birbirine düĢman olan ve yürekleri nasırlaĢmıĢ askerlerin insanî tarafı yeniden ortaya çıkar. Müzik din, dil, ırk farkı gözetmeksizin insanları bir çatı altında ve ortak duygu etrafında toplama büyüsüne sahiptir. Hikaye evrensel bir dil taĢıyan müziğin savaĢ sırasında esir kampının ağır Ģartları içinde ruhları beslediğine, asker ya da esir herkese insan olduklarını hatırlattığına dikkat çekerken bir yandan da gelecek için kamptaki insanlara ümit ıĢığı vermektedir. 255 William Saroyan, Hasır Şapka, çev. Cahit Sıtkı Tarancı, Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950, ss.51-54. 120 Dergide savaĢ ve savaĢ sonrası psikolojisini aĢk motifiyle süsleyerek anlatan bir tercüme hikâye de yayımlanmıĢtır. ġehbal Karadeniz tarafından çevrilen, Amerikan Reader’s 256 Digest dergisinden alıntılanan ve yazarı belirtilmemiĢ olan “Randevu” adlı bu kısa hikâyede Teğmen Blandford adlı muharip bir askerle onun savaĢ boyunca mektuplaĢtığı bir kadının aĢk macerası anlatılır. Teğmen Blandford mektuplaĢma vasıtasıyla Hollis Meynell adlı genç bir kadınla tanıĢır. Ġlk mektuptan sonra II. Dünya SavaĢı‟na katılmak üzere cepheye gider. Fakat genç teğmenle hiç görmediği Hollis Meynell adlı genç kadın savaĢ boyunca mektuplaĢmaya devam ederler. Teğmen Blandford çok istemesine rağmen Hollis ona bir fotoğrafını göndermeyi kabul etmez. Çünkü Teğmen‟in sadece güzelliği için onunla beraber olmasını istememektedir. SavaĢtan sonra birbirlerini hiç görmemiĢ olan Teğmen Blandford ve Hollis Meynell New York Ģehrinde buluĢmaya karar verir. Hollis buluĢmaya yakasında kırmızı bir gülle gelecek ve teğmen onu bu Ģekilde tanıyacaktır. Teğmen Hollis‟le buluĢacağı yere gelir. Ancak buluĢma yerine biraz sonra yakasında kırmızı bir gülle kırk beĢ yaĢlarında ĢiĢman ve geçkin bir kadın gelir. Teğmen Blandford büyük bir hayal kırıklığına uğrar ama bunu belli etmemeye çalıĢarak gelen kadını akĢam yemeğine davet eder. YaĢlı kadının teğmene cevabı Ģu olur: ―Yavrum bunun ne olduğunu pek anlayamadım. Şu geçen yeşilli genç hanım mantoma şu gülü takmamı rica etti ve eğer benimle konuşup bir yere gitmeği teklif ettiğiniz takdirde sokağın köşesindeki pastanede sizi beklediğini söylememi tembih etti. Galiba bu bir 257 denememiymiş ne.‖ Teğmen Blandford gerçekte güzel ve genç bir kadın olan Hollis‟in bu sınavını saflığı ve nezaketi sayesinde geçmeyi baĢarmıĢtır. Hollis, Teğmen Blandford‟un kendisini yalnızca fiziksel güzelliğinden ötürü beğenmesini istememiĢ bu nedenle ona bu küçük oyunu oynamıĢtır. Hollis‟in bir aĢk iliĢkisinden beklediği tek Ģey fiziksel çekim değildir. Manevi yüceliktir, ruh temizliğidir. Teğmen Blandford buluĢma yerinde Hollis zannederek konuĢtuğu yaĢlı kadını yemek yemeye davet ederek Hollis‟in ondan beklediği temiz ahlâk sınavını geçmiĢ olur. Bu hikâyede insanların mutlu duygusal birliktelikler yapmak için sadece fiziksel güzelliklere bağlanmaması gerektiği vurgusu yapılmaktadır. Hikâye, Teğmen Blandford‟un karĢısına geçkin ve ĢiĢman bir kadın çıkararak onun iyi niyetini test eden Hollis Meynell vasıtasıyla aĢkta ahlaki ve manevi güzelliği ön plana çıkarır. Öte yandan bu hikâyede II. Dünya SavaĢı‟nda ölümle yüzyüze gelmiĢ insanların mutluluk ve huzur arayıĢına dikkat 256 İmzasız, Randevu, çev. Şehbal Karadeniz, Aile Dergisi, S.18, İstanbul,1951,ss.62-63. 257 İmzasız, a.g.e., s.63. 121 çekilmiĢtir. SavaĢ sırasında mektuplaĢan ve birbirlerini sadece mektuplarla tanıyan bu iki genç ruh arasında bir duygu köprüsü kurulmuĢtur. Bu duygu köprüsünün sağlam olup olmadığını hikâyenin kadın kahramanı sınamak ister. Delikanlı da bu sınavda baĢarılı olur. Hikâyenin erkek kahramanının dıĢ görünüĢe değer vermediğini ispat etmesi savaĢ sırasında ölüm makinesine dönüĢen insanın maneviyata yöneldiğinin ya da yönelmesi gerektiğinin iĢaretidir. Aile dergisinde yayımlanan ve II. Dünya SavaĢı ve sonrasıyla ilgili olan hikâyelerde savaĢın kendisi veya savaĢa sebep olan sosyo-politik nedenlere odaklanılmaz. Bunun yerine savaĢın insanların üzerindeki etkisine odaklanılır. SavaĢın çıkmasına neden olan ideoloji ve menfaat farklılıkları insanları politik, ekonomik ve sosyolojik anlamda bölüp birbirine düĢman etmiĢ olabilir. Ancak aĢk gibi insana mahsus duygular ve müzik gibi yine insana mahsus zevkler bütün insanlığın ortak değerleridir. Bu değerler savaĢ gibi insanlar arasındaki bölünmüĢlüğün en yoğun bir Ģekilde ortaya çıktığı zamanlarda bile insanları birleĢtiren unsurlar olabilir. Aile dergisi II. Dünya SavaĢı‟yla ilgili yayımladığı tercüme hikâyelerin hümanist bir bakıĢ açısına sahip olmasına dikkat etmiĢtir. SavaĢı veya savaĢa dâhil olan herhangi bir ideolojiyi yücelten hikâyelere sayfalarında yer vermemiĢtir. 3.3.2.2.Siyasî Ġdarenin EleĢtirisi Aile dergisinde ülkeyi yöneten siyasî idareyi eleĢtirme amacı taĢıyan tercüme hikâyeler de yayımlanmıĢtır. Bu tercüme hikâyelerin genel anlamıyla bir siyasî idare eleĢtirisi mahiyeti taĢıdığı söylenebilir. Ancak yapılan eleĢtiri sadece siyasi idareye yönelik değildir. Siyasi idarenin emrindeki bürokrasi ve siyasi idare tarafından yönetilip Ģekillendirilen toplum da bu tercüme hikâyelerdeki dolaylı eleĢtirilerden payını alır. Aile dergisinde yayımlanan bu tip hikâyeler Ģunlardır: Sovyet yazar Mihayil Mihayloviç ZoĢçenko tarafından yazılan ve derginin on birinci sayısında yayımlanan “Vesika Resmi” adlı hikâye ve Çinli yazar Ting Ling tarafından yazılıp derginin on dördüncü sayısında yayımlanan “Bir Çin Hikâyesi: Sel” adlı hikâye. 258 Sovyet yazar Mihail Mihayloviç ZoĢçenko(1895-1958) tarafından yazılan ve Aile dergisinin on birinci sayısında yayımlanan “Vesika Resmi”(Rus. кружка выстрел) Sovyet idaresi ve bürokrasisi üzerine bir eleĢtiridir. Hikâye, Ġbrahim Hoyi tarafından çevrilmiĢtir. 258 Mihayil Mihayloviç Zoşçenko, Vesika Resmi, çev.İbrahim Hoyi,Aile Dergisi, S.11,İstanbul,1949,ss.57-60. 122 Seyahat kartı çıkarmak için fotoğraf çekilmek isteyen hikâyenin adsız kahramanı bir sanat atölyesine baĢvurur. Çünkü Sovyet Rusya‟da sadece bazı sanat atölyelerinde fotoğraf çekilmek mümkündür. Üstelik fotoğraf çekilmek isteyen kiĢiler bu sanat atölyelerine aylar öncesinden baĢvurup sıra beklemek zorundadırlar. Uzunca bir süre bekledikten sonra hikâyenin bu adsız kahramanı bu atölyelerden birinde fotoğraf çekilmeyi baĢarır. Ancak çıkan fotoğraf kendisine hiç benzememektedir. Adam tekrar fotoğraf çekilmek ister. Ancak sanat atölyesindeki fotoğrafçı adamın fotoğrafını tekrar çekmeyi kabul etmez. Onu azarlar: - Opera yıldızlarının resmini çekerim. Onlar bile seslerini çıkarmaz, darılmaz, gücenmezler. Sen ise karşıma geçmiş buruşuklardan şikâyet edip duruyorsun. Makine senin resmini çok keskin almış, onun için yüzündeki çizgiler fazla belli. Hem fotoğraf tekniğini 259 bilmez hem de tenkide kalkışırsın! Adam tekrar fotoğraf çekilemez. Bürokratik aksilikler birbirini kovalamaya baĢlar. Seyahat kartları dağıtan karakol, adamın elindeki fotoğrafı adama benzetemediği için seyahat kartı vermeyi kabul etmez. Bu süre içinde rastgele fotoğraflar satan bir yere gitmekten fotoğraf çeken sanat atölyesine tekrar baĢvurmaya kadar pek çok yol deneyen hikâyenin adsız kahramanı bir keresinde sıkıntıdan baygınlık geçirir: ―Bütün bir hafta sanki siste bocalarmışçasına, bir fotoğraf uydurmakla uğraştım. Sekizinci gün fotoğrafçı ile çene yatıştırıp, ağız dalaşı ederken hastalanıp bayıldım. Beni bahçeye çıkarıp yeşilliğin üzerine yatırıverdiler. Ayılınca karakola gittim. Yanaksız resmi masanın üzerine koyarak, çavuşa: - ―Memur yoldaş, bundan başka resmim yok. Bulacağım çıkaracağım da yok‖ 260 dedim.‖ Adam bu süreç içinde yine sıkıntıdan ciddi Ģekilde kilo kaybeder. Ancak kilo kaybetmesi sayesinde rasgele fotoğraflar satan dükkândan aldığı fotoğrafa biraz olsun benzer duruma gelir ve bu sayede karakoldan seyahat kartı almayı baĢarır. Bu hikâye, Sovyetler Birliği‟ndeki bürokrasiye, insana karĢı anlayıĢsızlığa ve ülkedeki 261 makineleĢmiĢ kısır iĢleyiĢe dair satirik bir hikâyedir. Sovyetler Birliği‟nde kurallar ne kadar saçma ve ne kadar hayatı zorlaĢtırıcı mahiyette olursa olsun her Ģeyin üstündedirler. Hikâyenin kahramanının adsız oluĢu dikkat çekicidir. Yazar ona bir ad vermeyerek onu bütün 259 Zoşçenko, a.g.e., s.58. 260 Zoşçenko, a.g.e., s.59. 261 Vesika Resmi yazarı Zoşçenko‟nun Moskova Merkezi Komünist Partisi Komisyonu tarafından eleştirilmesine yol açmış hikâyelerden biridir. Mihail Zoşçenko hikâyelerindeki bu tavır nedeniyle 1946 yılında Sovyet Yazarlar Birliği‟nden atılmıştır.Ancak Stalin‟in ölümünden sonra yazarlar birliğine tekrar kabul edilmiştir. http://www.britannica.com/biography/Mikhail-Mikhaylovich-Zoshchenko, (11.11.2015). 123 orta ve alt sınıf Sovyet halkının temsilcisi yapmak istemiĢ, bu kahramanın bürokrasinin gadrine uğrayan herhangi bir vatandaĢ olabileceğine vurgu yapmıĢtır. Hikâyede ilk planda bürokrasinin gadrine uğramıĢ mağdur bir vatandaĢ görülmekle birlikte bu mağduriyet üzerinde düĢünüldüğünde bürokrasinin ötesinde bir sebep akla gelmektedir. Bu sebep de siyasi idaredir. Bürokratik problemler siyasi idareden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle hikâyede asıl eleĢtirilen Stalin dönemi Rusya‟sıdır. Sovyetler Birliği‟nde kurallar konurken ve uygulanırken insan faktörü dikkate alınmaz. Bürokratik sistem bir makine duyarsızlığında ve katılığında iĢler, insanlardan da kurallara makine gibi itaat etmesini bekler. Oysa duygusal bir varlık olan insanın bu katılığa dayanma kuvveti sınırlıdır. Mantıktan uzak ve uzlaĢmaz kurallar sadece mutsuz insanlar yaratır. Mihail ZoĢçenko‟nun bu hikâyesinde çizdiği Sovyetler Birliği portresi bu bakımlardan olumsuz bir portredir. Yazar bu hikâyesiyle ülkesinde yürürlükte olan kuralları ve iĢleyiĢi eleĢtirir. Bu kuralların ve iĢleyiĢin insanların mutsuz olmasına ve kaosa neden olduğunu savunur. 262 Çinli yazar Ting Ling (1904-1986) tarafından yazılan ve Bedriye ġanda tarafından 263 Türkçeye “Bir Çin Hikâyesi: Sel” (Çin.洪水) adıyla çevrilen hikâye Aile dergisinin on dördüncü sayısında yayımlanır. Çin‟in ücra bir köyünde insanlar yaklaĢan sel felâketi karĢısında çaresizdir. Belirli aralıklarla tekrar eden sel felâketlerine bölgedeki köylerde yaĢayan insanlar, kadın-erkek, genç-yaĢlı, ihtiyar-çocuk alıĢkındır ve adeta sel felâketlerini kader gibi görüp benimsemiĢ durumdadırlar. Evlerinin etrafını setlerle korumaya almıĢ ve korkuyla beklemekte olan halkın içinde sürekli yaĢanan sel felâketlerinden dolayı Buddha‟yı suçlayanlar da çıkar felâketi kötü ruhlara bağlayan da: - ―Ne bileyim? Bunu büyük Buddha bile söylemez. Buddha mı? Bizimle derdi nedir bilmem ki? Sel, sel, sel. Bunu yapan her sene aynı Buddha. Şeytan götürsün onu. Hepimiz birleşip Buddha’yı yıkmalıyız. Neden sedleri tamir edelim, neden gece vakti böyle bekleşelim? 264 Kızıl sular, saldırın! Bu Buddha’yı boğun! Bu düşmanımızı alın aşağı!‖ Bu arada köy ahalisi içindeki ihtiyarlar hayatları süresince pek çok defa yaĢadıkları sel felaketlerini hatırlamakta ve bu ihtiyarlardan biri çocukken yaĢadığı bir seli çevresindeki 262 20.Yüzyıl Çin ve Dünya edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Çinli kadın yazar Ting Ling 1951 yılında edebiyat alanında Sovyetler Birliği Devlet Ödülü‟nü kazanmıştır. Ting Ling, Çin‟de Mao dönemi öncesinde ve Mao döneminde kadın hakları ve kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesi için mücadele vermiş bir yazardır. 263 Ting Ling, Bir Çin Hikâyesi: Sel, çev. Bedriye Şanda, Aile Dergisi, S.14, İstanbul,1950, ss.57-63. 264 Ting Ling, a.g.e.,ss.57-58. 124 kalabalığa anlatmaktadır. Bu hatıra selin bölgede sebep olduğu yıkımı bütün dehĢetiyle gösteren bir hatıradır: ―Şimdi kaç yıl evvel olduğunu pek iyi hatırlamıyorum. Aşağı yukarı küçük Lung-erk kadar vardım. O sene kıtlıktan toprakla ağaç kabuğu yemek zorunda kaldık. Yalanım yok. Aile içinde insanların birini bırakıp ötekinin imdadına koştum. Sayımız gittikçe biraz daha azalıyordu. Her gün birisi ölüyordu. Bir taraftan açlık, bir taraftan hastalık. Neler, ne sıkıntılar çektik! Her taraf insan ölüsü ile doldu. Kargalarla köpeklere ziyafet oldu. Galiba evvela küçük oğlan kardeşim gitti. Zavallı annemin sütsüz kuru memelerini emerek can verdi. Arkasından kız kardeşim. Onun arkasından teyzem, onun da arkasından da Mien amca gitti. Ben o zaman yedi yaşında idim. Şöyle böyle bugüne kadar yaşadım. Açlıktan da ölmedim; hatta o zaman bir köle kızla dilendik bile. İnanır mısınız dilendik. Şimdi artık altmış yaşını 265 geçtim. Evet tam altmış beş yaşındayım. İşte bu benim ilk gördüğüm seldi. Köylüler sel yaklaĢtıkça paniğe kapılırlar. Hikâye büyük sel köyü basmak üzereyken sona erer ve yazar köylülerin akıbetini bir muamma olarak bırakır. Sefâlet, geliĢmemiĢlik, kadercilik, cehalet, batıl inançlar ve kötü yönetimler doğal afetleri baĢ edilmez felâketler durumuna getirir. Ġnsan, felâketlerle ancak bilgi, bilim, maddî güç ve iyi organize olmuĢ yönetimler sayesinde mücadele edebilir. Cehaletin, boĢ inançların, umursamaz ve kötü yönetimlerin hükümran olduğu bir yerde felâketler bir çeĢit gelenek haline gelir, kaçınılmaz olur. “Bir Çin Hikâyesi: Sel” hem bir köy manzarası içinde anlattığı bu ilkel topluma hem de o toplumu geliĢtirme görevi olan ama bunu yapamayan siyasi idareye yönelik eleĢtiriler barındıran bir hikâyedir. Hikâyede cehalet, batıl inançlar ya da kadercilik eleĢtirilmekle birlikte üstü örtülü bir Ģekilde asıl eleĢtiri siyasî idareyedir. 265 Ting Ling, a.g.e.,s.58. 125 4.BÖLÜM AĠLE DERGĠSĠNDEKĠ ġAĠRLER VE ġĠĠRLER Aile dergisinin son derece geniĢ bir Ģair kadrosu vardır. Bu Ģairler çeĢitli anlayıĢ ve sanat ekollerine mensupturlar. Yahya Kemal Beyatlı gibi derginin yayımlandığı devirde artık üstat mertebesine eriĢmiĢ ve yaĢı kemale ermiĢ Ģairlerin yanı sıra derginin yayımlandığı devirde henüz genç yaĢta olan Ümit YaĢar Oğuzcan ve Attila Ġlhan gibi Ģairler de dergide Ģiir yayımlamıĢlardır. Bu açıdan dergiyi belirli bir Ģiir anlayıĢının temsilcisi olmaktan ziyade devrin ve Türk edebiyatının meĢhur Ģairlerinin Ģiirlerini yayımlamıĢ olan bir yayın organı olarak görmek gerekir. Dergide yayımlanan Ģiirler ölçü, sanat ve tema bakımından da çeĢitlilik arz eder. Hem klasik Türk Ģiiri ekolüne bağlı hem de serbest vezin cereyanları çizgisinde Ģiirler dergide yayımlanmıĢtır. Dergide yayımlanan Ģiirler ilk defa bu dergide yayımlanan Ģiirlerdir. Vedat Nedim Tör bu konuyu Yıllar Böyle Geçti adlı anı kitabında Ģöyle açıklar: ―Her sayısında en gözde yazarlarımızın hiç basılmamış eserlerini yayınlardık. Mesela, Yahya Kemal’in Sessiz Gemi, Hayal Şehir, Endülüs’te Raks, Derin Beste gibi en ölümsüz 266 şiirlerini elinden koparıncaya kadar ne çektiğimi ben bilirim! ‖ Vedat Nedim Tör‟ün bu sözlerinde bahsettiği Ģiirler arasında Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının son derece önemli Ģiirleri de vardır. 4.1. Aile Dergisinde Yahya Kemal Beyatlı Yahya Kemal Beyatlı(1884-1958) hem yayımladığı Ģiirleri hem de hakkında yazılanlarla Aile dergisinde en sık sözü edilen Ģairlerden biridir. Yahya Kemal Beyatlı Aile dergisinin yayın hayatı boyunca derginin yayıncıları ve diğer Ģair ve yazarları tarafından en çok saygı ve alaka gösterilen isimdir. Onun Aile dergisinde yayımlanan her yeni Ģiiri adeta yeni bir edebî vakâdır. Yahya Kemal‟in Ģiirleri derginin daima ilk sayfalarında yayımlanır. Derginin çeĢitli sayılarında çeĢitli vesilelerle çeĢitli yazarlar Yahya Kemal‟le ilgili görüĢlerini ve hatıralarını aktarırlar. Yahya Kemal‟in Aile dergisinde sadece yeni Ģiirleri yayımlanmıĢtır. Yahya Kemal Aile dergisinde Ģiir dıĢında herhangi bir eser yayımlamamıĢtır. 266 Tör, a.g.e., s.86. 126 Derginin çeĢitli sayılarında çeĢitli yazarlar tarafından bazı sanat ve edebiyat portreleri üzerine yazılar kaleme alınmıĢtır. Fakat hakkında en çok yazı yazılan edip Yahya Kemal Beyatlı‟dır. Aile‟de Yahya Kemal sürekli devrin en büyük Ģairi, dünya Ģairi gibi ifadelerle övülür ve yer yer onunla aynı sohbet ortamında bulunmak bile bir ikbal ve ayrıcalık gibi anlatılır. Yahya Kemal‟in Türk tarihi, Türk kültürü, Türk sanatı ve tüm bunların dünya medeniyetleriyle iliĢkisi ve etkileĢimi konusundaki görüĢleri Aile dergisinde çok önemli bulunur ve Yahya Kemal derginin diğer yazar ve Ģairleri tarafından üstat olarak kabul edilir. 4.1.1.Aile Dergisinde Yahya Kemal Beyatlı Hakkında Yazılanlar 267 Derginin ilk sayısındaki ―Yahya Kemal Beyatlı‖ adlı yazısında Nurullah Ataç büyük Ģairle ilgili bir hatırasını ve bu hatıra vesilesiyle ona olan hayranlığını dile getirir. Bu yazı Nurullah Ataç‟ın Günlerin Getirdiği adlı kitabından alıntılanmıĢtır. Yapılan bu alıntıda Ataç, Yahya Kemal Beyatlı‟nın o devrin aydınları ve Ģairleri arasında sahip olduğu mevkii anlatır: ―Yahya Kemal şiiri, edebiyatı seven herkese öyle bir Tanrı gibi gözüküyor. Olympos’taki Tanrılar gibi büyüklükleri de olan, meziyetleri yanında kusurları da olan bir Tanrı. Kendisiyle konuştuğumuz zaman genişliğini, birçok şeyleri hepimizden daha iyi kavradığını duyuyoruz, ama sınırlarını da görüyoruz. …Zamanımız Türk şiirinin merkezi olmuştur. Bugün aruzla ne yazılıyorsa bir yandan 268 ona bağlanır; onun kabul etmediği bazı yenilikler bile bir bakıma ondan doğmuştur.‖ ġairin “Endülüs‟te Raks” adlı Ģiirinin yayımlandığı beĢinci sayıda ise Valâ Nurettin 269 Ġspanya‟da ―Yahya Kemal‟in Bir Ay Misafiri OlmuĢtum‖ adlı hatıra mahiyeti taĢıyan bir yazı yayımlar ve Yahya Kemal‟in büyükelçi olarak bulunduğu Ġspanya‟da gözlemlediklerini okuyuculara aktarır. Yahya Kemal Beyatlı‟nın altmıĢ beĢinci doğum günü vesilesiyle Aile dergisi on ikinci sayısını Yahya Kemal özel sayısı olarak hazırlamıĢtır. Bu sayıda on üç değiĢik yazar tarafından Yahya Kemal‟le ilgili yazı kaleme alınmıĢtır. Ayrıca bu sayıda Ģairin “Siste SöyleniĢ” adlı bir Ģiiri ve “Tercih” adlı bir rubaisi yayımlanmıĢtır. 267 Ataç, “Yahya Kemal Beyatlı”, Aile Dergisi, S.1, İstanbul, 1947, ss.4-5. 268 Ataç, a.g.e., s.4. 269 Vâlâ Nurettin, “Yahya Kemal‟in Bir Ay Misafiri Olmuştum”, Aile Dergisi, S.5, İstanbul, 1948, ss.16-19. 127 Bu sayıda Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülhak ġinasi Hisar, Vedat Nedim Tör, ġevket Rado, Cahit Tanyol, Vehbi Eralp, ġükûfe Nihal, Ġsveç Elçisi Eric Von Post, Zeki Faik Ġzer, Nihat ReĢat Belger, Ġsmail Habip Sevük, Kazım Ġsmail Gürkan ve Mustafa ġekip Tunç, Yahya Kemal Beyatlı‟ya dair fikirlerini ifade etmiĢler ve hatıralarını dile getirmiĢlerdir. Derginin on ikinci sayısında Yahya Kemal hakkındaki ilk yazıyı Vedat Nedim Tör 270 yazar. Tör, ―Şairin Kalbi‖ baĢlıklı yazısında Yahya Kemal‟in altmıĢ beiĢnci doğum günü kutlamalarının yurtta yarattığı heyecandan bahseder ve Yahya Kemal‟in yüksek sanatı ve Ģairlik kudretiyle millî bir sembol haline geldiğini ifade eder. Tör‟e göre altmıĢ beĢinci yaĢı müĢterek bir millî heyecanla kutlanan Yahya Kemal, milleti tek vücut halinde etrafında toplamayı baĢarabilen bir Ģairdir. Tör, Yahya Kemal‟in altmıĢ beĢinci doğum günü merasiminde oluĢan manzarayı Ģu Ģekilde tasvir eder: ―O gün Yahya Kemal’in heyecandan sararmış yüzüne tatlı, yumuşak bir tebessüm halinde yayılan halaveti hiç unutamayacağım. Kendisini bir alkış şelalesi içinde karşılayan halkı, bir elini havaya kaldırarak, ötekini de kalbinin üstüne basarak selamlaması ne mânalıydı: Şairin büyük sevgiler taşıyan büyük sevgiler yaratan kalbi milli şevkimizin sembolü 271 olmuştu.‖ 272 Aynı sayıda Cahit Tanyol “Dünyanın Büyük ġairi” baĢlıklı yazısında Yahya Kemal‟in Ģiirlerinin estetik ve felsefî alt yapısını açıkladıktan sonra onu Alman Ģair Goethe ve Fransız Ģair Paul Valéry ile kıyaslar. Ona göre Yahya Kemal kültürümüzün “üstün insanıdır” ve Homeros, Aristo, Sofokles, Euripides gibi isimlerin Yunan kültür ve medeniyet tarihindeki yeri neyse Yahya Kemal‟in de Türk kültür ve medeniyet tarihi açısından yeri onlarla aynıdır. Tanyol‟a göre Yahya Kemal de tıpkı Goethe ve Valéry gibi dünyanın en büyük Ģairlerinden biridir fakat onlar kadar ünlü değildir. Çünkü ne Türkiye emperyal bir devlettir ne de Türkçe dünya çapında kudreti olan bir dildir. Tanyol‟a göre Türkçe yazıyor olması Yahya Kemal‟in Ģöhretini ve evrensel saygınlığını kısıtlayan bir faktördür: ―Valéry yeryüzünün bütün aydınları tarafından bilinir. Çünkü Fransız dili dünyanın her tarafında öğrenilir ve mekteplerde okutulur… Buna karşılık Yunus Emre, Karacaoğlan gibi eşine çok güç rastlanan şairlerden dünya habersiz yaşar. Bunun suçunu onlarda değil yabancıların dilimizi bilmemesinde aramak gerek… Yahya Kemal’in nasıl büyük bir şair 270 Tör, “Şairin Kalbi”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950, İstanbul, s.3. 271 Tör, a.g.e.,s.3 272 Cahit Tanyol, “Dünyanın Büyük Şairi”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950, ss.4-7. 128 olduğunu batı aydınlarının anlaması için Türkçe bilmeleri ve Türkçenin zevkine ermeleri 273 gerekir.‖ Yahya Kemal‟in Ģiirlerinin en önemli tematik unsurlarından biri Ġstanbul‟dur. Yahya Kemal için Ġstanbul Ģehri hem tarihî anlamı ve kıymeti hem de coğrafî manzaralarıyla sembol bir Ģehirdir. Bu bakımdan o Ģiirlerinde Ġstanbul temasını defalarca kullanmıĢ ve yeni Türk edebiyatının en güzel Ġstanbul Ģiirlerini yazmıĢtır. Nitekim Aile‟nin Yahya Kemal‟e ayırdığı on ikinci sayısında onun Ģiirlerindeki Ġstanbul algısıyla ilgili iki farklı yazı yayımlanır. Bu yazılardan ilki Ahmet Hamdi Tanpınar‟a aittir. Tanpınar, bu sayıda “Yahya Kemal Şiirleri ve 274 İstanbul‖ adlı bir yazı yayımlar. Tanpınar‟a göre Yahya Kemal, yazdığı Ģiirlerle Türk kültürünü daha ileri merhalelere taĢıyan bir Ģairdir, aynı zamanda gerçek bir vatan Ģairidir. Fakat onun vatan Ģairliği Ģiirlerinde vatan kelimesini sık sık kullanmasından değil; bu ülkeyi bir vatan yapan unsurları bir cevher gibi iĢlemesinden kaynaklanır. Yahya Kemal, zaman içinde unutulan ve unutulduğu için kültürel yoksullaĢmaya neden olan kıymetleri Türk halkına ve aydın sınıfına yeniden hatırlatan Ģairdir. Tanpınar‟a göre Türkçe mısra Yahya Kemal‟le doğmuĢtur. Yahya Kemal Türkçe‟nin en büyük epik Ģairidir. Ancak bunlardan da öte Yahya Kemal Türk kültürünün bütün unsurlarını birbirine bağlayarak ideal vatan mefhumunu bulmuĢtur. Türk tarihi, Türk Ġstanbul, Türk musikisi, Türklere ait sufilik ve bunlar gibi bu toprakları Türk yapan milli unsurlar Yahya Kemal‟in Ģiirlerinde yeniden doğmuĢ ve bu Ģiirlerde en ideal yorumlarını bulmuĢlardır: ―Evet, İstanbul’u ve bütün vatanı tarihimizle, halkımızla, ıztırap ve neşemizle, bizi birçok şeylerde o kadar üstün yapan macera ve tecrübelerden miras hayat ve dünya görüşümüzle, kendimizi hep onun sesinde duyduk. Güneş- madedî- azametli ve öyle aydınlık manzumelerinde o bize kendimizden bahsetti. Onun ilhamı millî hayatın en mucizeli aynası oldu. Yıllardır bu aynanın ışık tufanında yıkanıyoruz. Böyle olduğu için hayatımıza ve kendimize şimdi bir yabancı gibi bakmıyoruz. Gerçek vatan şairini onunla tanıdık. (…) Tarihin bazı düğüm noktalarında sanatın aynasında kendimizi daha vazıh çizgilerle görmek isteriz. İşte Yahya Kemal şiirini yaparken bize bu tatmini getirdi. O bize elinde bir fihrist veya çok defa bir ucu politikada biten, yani birtakım anlaşmamazlıkların açık kapısı bir hissîlikle 275 gelmedi; bize kültürümüzü tanıttı.‖ 273 Tanyol, a.g.e.,ss.6-7. 274 Tanpınar, “Yahya Kemal Şiirleri ve İstanbul”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950, ss.8-12. 275 Tanpınar, a.g.e.,s.8. 129 Tanpınar‟a göre Ģiir sanatındaki bu tavır ve baĢarısıyla Yahya Kemal, kültürel gerçeklere ve kıymetlere dayalı bir vatan kavramı yaratmıĢtır. Tanpınar bu yazısında ağırlıklı olarak Yahya Kemal Ģiirlerindeki Ġstanbul algısına temas eder. Bu çerçevede onun “Bir Tepeden”, “GeçmiĢ Yaz”, “Hayal ġehir”, “Koca MustâpaĢa”, “Kar Musikisi” gibi Ģiirlerini zikreder ve bu Ģiirlerde Yahya Kemal‟in Ġstanbul Ģehrine bakıĢındaki nizamı açıklar. Derginin on ikinci sayısında Yahya Kemal‟in Ģiirlerindeki Ġstanbul algısı üzerine yazı 276 yazan diğer yazar Ġsmail Habip Sevük‟tür. Sevük, ―Yahya Kemal’de İstanbul‖ baĢlıklı yazısında Yahya Kemal‟in Ġstanbul Ģehri üzerine yazdığı Ģiirleri çeĢitli kategorilere ayırır ve yaptığı bu kategorizasyon üzerinden Yahya Kemal‟in Ģiirlerindeki Ġstanbul algısı üzerine değerlendirmelerde bulunur. Ġsmail Habip Sevük yazısında Yahya Kemal‟in Ġstanbul Ģiirlerini Ģu Ģekilde sınıflandırır: Fetih Zamanı, Lâle Devri, Adalar ġiirleri, Üsküdar ġiirleri, Ġstanbul AĢkı. Ġsmail Habip Sevük‟e göre Yahya Kemal Ġstanbul‟un güzelliklerini Ģiirleriyle ebedîleĢtiren bir Ģairdir, bir Ġstanbul Ģairidir. Onun Ġstanbul‟a bu ilgisi ve Ģiirlerinde Ġstanbul‟u bu kadar yüksek bir sanatla meĢk ediĢi onun kara sevdalı bir Ġstanbul aĢığı oluĢundan kaynaklanır. Yahya Kemal, Ġstanbul‟da yaĢamayı hatta Ġstanbul‟da ölmeyi ve gömülmeyi bile dünyanın en büyük mutluluğu addeder ve Sevük‟e göre Ģairin Ġstanbul‟a karĢı duyduğu bu büyük sevgi onu en büyük Ġstanbul Ģairi yapar. Fakat Yahya Kemal‟in Ġstanbul‟a bakıĢında dikkat çekilmesi gereken en önemli husus onun Türk Ġstanbul‟u Ģiirlerine tema seçme eğiliminde oluĢudur. Söz gelimi, minareleri, kubbeleri ve ezan sedâlarıyla her adımı Müslüman Türk olan Üsküdar çeĢitli Ģiirlerinde Yahya Kemal tarafından iĢlenmiĢtir. Ancak nispeten tarafsız bir manzarası ve hayat telâkkisi olan Kadıköy edebî anlamda Yahya Kemal‟in ilgi alanına girmez. Yahya Kemal, Ġstanbul‟un hem tarihteki hem de hâldeki varlığıyla ilgilidir. Ġsmail Habip Sevük, yazısında Yahya Kemal‟in Ġstanbul‟un fetih zamanı ve Lâle Devri üzerine yazdığı Ģiirlere dikkat çeker. Onun bu devirlerle ilgili Ģiirler yazarken adeta o devirleri yaĢamıĢ bir insan gibi hissettiğini anlatır. Ġsmail Habip‟in yazısında belirttiğine göre Yahya Kemal Lâle Devri‟yle ilgili gazellerini ilk olarak Ziya Gökalp‟ın Yeni Mecmua‟sında 1918 Mart ayında yayımlamıĢtır. Aruz vezniyle olan bu gazelleri hece veznini savunan Ziya Gökalp “BulunmuĢ Sahifeler” adlı bir bölümde yayımlamıĢtır. Yahya Kemal‟in Lâle Devri gazelleri klasik Divan Edebiyatı 276 İsmail Habip Sevük, “Yahya Kemal‟de İstanbul”,Aile Dergisi,S.12, ,İstanbul,1950, ss.29-36. 130 gazellerinden farklı olarak yekpare bir görüntü çizer ve bu gazellerde devrin ruhuna dair hareketli tablolar yer alır. Ġsmail Habip, Ģairin Üsküdar‟a olan ilgisini ise Ģu sözlerle gerekçelendirir: ―İçinde zamanın ırmağı akan belde, yani mazinin ezeline doğru derinliği olan yer, yani tarihin enginliğiyle uğuldayıp sanat abidelerinin asaletiyle ruhları dolduran füsunlu diyar. Beş asırlık Türk İstanbul’dan dört asır önce Türklerin eline geçmiş olan dokuz asırlık Türk Üsküdar ve yine Yahya Kemal’in bir şiirinde anlattığı üzere İstanbul fethi gibi 277 yeryüzünün en büyük hadisesini elli üç gün heyecanla seyreden tek belde.‖ 278 ġevket Rado bu sayıdaki “Yahya Kemal ve Hürriyet” adlı kısa yazısında Yahya Kemal‟in sanatın ve sanatçının özgürlüğü hakkındaki düĢüncelerini açıklar. Rado‟nun yazısında aktardığına göre Yahya Kemal sanatçının sanat yaratma sürecindeki hürriyetine müdahale edilmesini mahsurlu görür ve siyaset tarafından kısıtlanıp tehdit edilmesi durumunda sanatın kökünün kuruyacağına inanır. Yahya Kemal‟e göre zengin ve üretken bir Ģiir ve sanat evreni oluĢabilmesi için ilk Ģart sanatkârın sanatında ve fikirlerinde özgür olmasıdır. ġevket Rado da onun bu düĢüncesini destekler. Bugünde ve gelecekte sanatkârın dıĢ müdahaleyle biçimlendirilmeye kalkıĢılmaması gerektiğini savunur. Devrin Ġsveç büyükelçisi Eric von Post da bu sayıda Yahya Kemal‟le ilgili kısa bir 279 yazı yazmıĢtır. ―Bir Mayıs Gecesinde‖ adlı bu kısa yazısında von Post Yahya Kemal‟in Paris günlerinden bahseder ve onun Doğu‟yla Batı arasında bir köprü olduğunu vurgular. Yahya Kemal Osmanlı‟nın son devrinde imparatorluğun Balkan coğrafyasında doğmuĢ ve on dokuz yaĢındayken Paris‟e gitmiĢtir. Yazıya göre onun Ģahsiyetini ve edebî kimliğini oluĢturan da iĢte bu terkiptir. Büyükelçi von Post‟a göre Yahya Kemal, çocukluğunda aldığı Balkan Türklüğüne ait terbiyenin ve Paris yıllarında tanıdığı Batı kültürü ve edebiyatının bir terkibidir, bu terkibin de sembol isimlerinden biridir. 280 Ressam Zeki Faik Ġzer, bu sayıdaki “Ressam Yahya Kemal” baĢlıklı yazısında Yahya Kemal‟in Ģiirlerindeki resim sanatını çağrıĢtıran motiflere ve edebi unsurlara temas eder. Ġzer‟e göre Yahya Kemal, bilhassa Ġstanbul‟un bazı semtlerine dair yazdığı Ģiirlerinde bir ressam gibi tasvirlerde bulunmuĢtur. Yahya Kemal bir ressam değildir. Ancak Ģiirlerinde sergilediği edebî tavır ve yarattığı lisanla renkler yerine kelimeleri kullanan bir ressam gibidir: ― Şair Yahya Kemal’in yanı başında, daha doğrusu içinde daima bir ressam Yahya Kemal’in de bulunduğunu hatırlamalıyız… Lakin Yahya Kemal’in şiirlerindeki resim 277 Sevük, a.g.e.,s.35. 278 Şevket Rado, “Yahya Kemal ve Hürriyet”,Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950, s.10. 279 Eric Von Post, “Bir Mayıs Gecesinde”,Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950, s.19. 280 Zeki Faik İzer, “Ressam Yahya Kemal”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul, 1950, s.21-22. 131 unsurunu sadece tabiat tasvirleri hududu içinde mütalaa etmek istersek, resimden asıl kast ettiğimiz manayı kaybetmiş bulunacağız. Çünkü Yahya Kemal’in şiirindeki büyük resim idraki bazen iki kelimeyle bütün bir tabloyu dokuyacak kadar beliğ ifade kudretine malik 281 olmasından ileri geliyor.‖ Ġzer‟e göre onun Ģiirindeki bu resim edası en çok da Bebek, Üsküdar, Kanlıca, Kandilli ve Ġstinye semtleri üzerine yazdığı Ģiirlerde ortaya çıkar. Ressam Zeki Faik Ġzer bu sayıda Yahya Kemal‟e ait kısa bir hatırasını da “Bir Hatıra” 282 baĢlığıyla okuyucularla paylaĢır. Bu hatıra aynı zamanda Ahmet HaĢim‟in Yahya Kemal‟le ilgili görüĢlerine dair de ipuçları barındırır. Hatırasında anlattığına göre Zeki Faik Ġzer Ahmet HaĢim‟in yönlendirmesiyle Ġstanbul Radyosu‟nda Ģiir okuma programları yapmaya baĢlar. Bu sıralarda Ahmet HaĢim de Ġstanbul Radyosu‟nda çalıĢmaktadır. Sıra radyoda okunacak Ģiirleri seçmeye gelir. Zeki Faik programında okumayı düĢündüğü Ģiirleri Ahmet HaĢim‟e götürür. HaĢim bu Ģiirler arasından sadece Yahya Kemal‟in Ģiirlerinin radyoda okunmaya müsait olduğunu söyler ve Zeki Faik‟in anlattığına göre Yahya Kemal‟le ilgili Ģu görüĢleri dile getirir: ― Fransızlar, okumaya müsait şiirlerin çok defa iyi şiirler olmadığını söylerler. Fakat bu Yahya Kemal için mevzuu bahsolamaz. – Yüzünün manaslı hatlarını da kelimelerine tefrik 283 ederek- O başkadır‖. Bu sayıda Yahya Kemal‟in Paris‟te geçirdiği yıllarla ilgili anı mahiyetinde iki ayrı yazı kaleme alınmıĢtır. Bu yazılardan biri Abdülhak ġinasi Hisar‟a, diğeri Mustafa Kemal Atatürk‟ün de Ģahsî doktorluğunu yapmıĢ olan Dr.Nihat ReĢat Belger‟e aittir. Dr.Nihat ReĢat Belger, Yahya Kemal‟i ilk defa tıp eğitimi almak üzere gittiği Paris‟te 1904 yılında görmüĢtür. Bu zamandan sonra da onunla ahbap olmuĢtur. Belger, Yahya Kemal‟e dair Paris hatıralarını Aile dergisinin on ikinci sayısında “Paris‟te Gördüğüm Yahya 284 Kemal” baĢlıklı yazısında anlatır. Belger‟in anlattıklarına göre Yahya Kemal Paris‟teyken çoğunluğu siyasi sebeplerle bu Ģehirde bulunan Türkler‟in arasına pek karıĢmamıĢtır. O daha çok Paris‟in edebî muhitlerinde vakit geçirir ve beğendiği Fransız Ģair ve yazarların sohbet ortamlarında bulunmaya gayret etmiĢtir. Belger yazısında Yahya Kemal‟in Paris‟te geçirdiği eğitim hayatına da temas eder. Yahya Kemal, Paris‟te Siyasal Bilgiler Akademisi‟nin öğrencisi olmuĢtur ve burada devrin 281 İzer, a.g.e., s.21. 282 İzer, “Bir Hatıra”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul, 1950, s.22. 283 İzer, a.g.e.,s.22. 284 Nihat Reşat Belger, “Paris‟te Gördüğüm Yahya Kemal”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950, ss.23-24. 132 büyük âlimleri olan Albert Sorel, Albert Vandal, Louis Renon gibi isimlerin derslerine katılma Ģansı elde etmiĢtir. Yahya Kemal‟e millî tarih ve tarih üzerine milliyet inĢa etme ilhamını verenler de bu isimler olmuĢtur: ―En ziyade beğendiği ve meftun olduğu hoca Albert Sorel idi. Onun derslerini asla kaçırmazdı. Avrupa tarihinin tetkik ve tedris usullerini bu büyük hocalardan öğrendikten sonra, Yahya Kemal’de milli tarihimizi aynı usullerle tetkik etmek ve öğrenmek hevesi 285 uyandı.‖ Belger‟e göre Yahya Kemal‟in Ģiir anlayıĢının ve kudretinin oluĢmasında da Paris Ģehrinin yine çok önemli bir rolü vardır. Onun Paris‟te bulunduğu yıllarda Baudelaire, Mallarme ve Verlaine gibi Ģairlerin etkisi Ģehrin edebî muhitlerinde çok yoğun bir Ģekilde teneffüs edilebilmektedir ve Yahya Kemal kendi Ģiirini inĢa ederken bu Ģairlerin Ģehrin edebi muhitlerine yaydığı Ģiir ruhundan fazlasıyla yararlanmıĢtır. Ancak Belger‟e göre Yahya Kemal bu büyük Ģairleri taklit etmekten ziyade onlardan aldığı ilhamı Türk ruhuyla harmanlamak yolunu seçmiĢ, kendisini büyük bir yenilikçi Ģair yapan terkibi de bu Ģekilde bulmuĢtur: ―Yahya Kemal, Paris’te bulunduğu müddetçe alafranga şairlerimizin takip ettiği yoldan asla yürümedi. Bilakis tamamıyla onların zıddına bir istikamet takip etti. İstanbul’daki alafranga şairlerimiz, Fransız şairlerinin peşinden alabildiğine gitmeyi şiar edinmişlerdi. Yahya Kemal ise Fransız şairlerini çok okur, onları şiirlerini ezber bilir, Fransızca mısraları tahlil edecek kabiliyet ve kudret gösterirdi. Fakat o Fransızların Fransızcada yaptıklarını Türkçede Türk selikasına göre yapmak gayesini güderdi. Yahya Kemal ile alafranga 286 şairlerimiz arasındaki fark burada idi ve itiraf etmeli ki bu çok büyük bir fark idi.‖ Yahya Kemal‟in Paris yıllarıyla ilgili aynı sayıda yazı yazan diğer isim Abdülhak ġinasi Hisar‟dır. Hisar, Yahya Kemal‟i Paris‟te tanımıĢ, onunla ahbap olmuĢ ve aynı 287 muhitlerde zaman geçirmiĢtir. Hisar, “Paris‟te Yahya Kemal” baĢlıklı yazısında daha çok Paris Ģehrinin Yahya Kemal üzerindeki edebî etkisine temas eder. Buna göre Yahya Kemal Paris‟te yaĢadığı dokuz yıl boyunca zamanının çoğunu edebiyat ve sanat muhitlerinde geçirmiĢ ve bütün mevcudiyetiyle Fransız Ģiirini tanımaya ve özümsemeye çalıĢmıĢtır. O devirde Fransa‟da meĢhur olan pek çok yazar ve Ģairi iyi bilmekle beraber Hisar‟a göre Yahya Kemal‟in en çok sevdiği Fransız Ģair, Paul Verlaine‟dir. 285 Belger, a.g.e.,s.23. 286 Belger, a.g.e.,s.24. 287 Hisar, “Paris‟te Yahya Kemal”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul, 1950, ss.17-20. 133 Yahya Kemal‟in Paris yıllarıyla ilgili görüĢler bakımından Ģair hakkında yazan bütün yazarlar hemen hemen aynı fikirdedir: Yahya Kemal Fransız Ģiirini tutkuyla sevmiĢ ve kendi poetikasını inĢa etmede bu edebiyattan çok Ģey öğrenmiĢtir. Ancak bu ona milli Ģuurunu unutturmamıĢtır. O, hep Fransız Ģairlerinin eriĢtiği Ģiir söyleme kabiliyetine Türkçeyle ulaĢma gayesi gütmüĢtür. Bu bakımdan Yahya Kemal Doğu ve Batı edebiyatlarının mükemmel bir terkibidir. Abdülhak ġinasi Hisar, yazısında bu konuyla ilgili Ģunları söyler: ―Yahya Kemal, bizim neslimizin her genci gibi muasır Fransız şiirini bir öncü olarak okuyordu. Ancak Fransız şiirinde bir manzume bir kıta bir beyit yahut bir mısraın cazibesine kapıldığı zaman, kendi içindeki o hiç göz yummayan sabit bakışlı sanatkâr hiç şüphesiz bu şivenin, bu nüktenin Türkçede nasıl eda edilebileceğini düşünüyordu. Ve Yahya Kemal’in muasırları olan gençlerden belki ayrıldığı ve onlara muhakkak üstün kaldığı esaslı nokta bu 288 idi.‖ Derginin bu sayısında Yahya Kemal hakkında övgü yazısı yazan isimlerden biri de 289 bürokrat ve Ģair Cemal YeĢil‟dir. YeĢil, “IĢık Pınarı” adlı kısa yazısında 1916 yılında on altı yaĢında bir gençken Yahya Kemal‟in Ģiirini tanıdığını ve o zamandan beri her Ģiirini bulunmaz hazineler ve nadir içkiler gibi görüp okuduğunu ifade eder. Yazısının sonunda bir de Yahya Kemal üzerine yazdığı bir rubaisini yayımlar. Ġstanbul Üniversitesi‟nin rektörlüğünü de yapmıĢ olan Prof.Dr. Kazım Ġsmail Gürkan 290 Yahya Kemal‟i Aile dergisinin on ikinci sayısında yazdığı “Büyük Ses” adlı yazısıyla selamlar. Gürkan, bu kısa yazısında özetle Türklüğü yaratan medeniyet unsurlarının Yahya Kemal‟in sanatına da kaynaklık ettiğini vurgular. Gürkan‟a göre gelecek nesiller Yahya Kemal‟i anlamak konusunda onun çağdaĢlarından daha Ģanslıdır. Çünkü onun Ģiirlerinin azametini bir zaman mesafesinden bakınca daha iyi anlayacaklardır: ―Bu ―büyük ses‖ in akislerini yüzyıllar sonra sezenler, ona bir zaman mesafesinin ötesinden kulak verenler azametini belki bizden daha iyi duyacaklar ve onu ebedi Türk tarihinin havası içinde yalnız milli mefahirimizden bir parça gibi değil, milli varlığımızda 291 zaruri bir unsur gibi yaşatacaklardır.‖ Ünlü psikolog Prof. Mustafa ġekip Tunç Yahya Kemal için bu sayıda “Tanrı Ģair” 292 ifadesini kullanan isimdir. Tunç, ―Onun Sesi‖ baĢlıklı yazısında yaĢadığı devri bir inkâr kasırgası ve kıymetler katliamı devri olarak niteler. Yahya Kemal ise iĢte bu katledilen kıymetlerin koruyucusu olan bir Ģairdir. Çünkü yazdığı Ģiirlerle tarihte kalan ve unutulma 288 Hisar, a.g.e., s.20. 289 Cemal Yeşil, “Işık Pınarı”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul, 1950, s.31. 290 İsmail Kâzım Gürkan, “Büyük Ses”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul, 1950, s.33. 291 Gürkan, a.g.e., s.33. 292 Mustafa Şekip Tunç, “Onun Sesi”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950,s.36. 134 eğiliminde olan kıymetleri diri tutar, üstelik bunu bir “Tanrı Ģair” gibi muazzam ve eriĢilmez bir sanat kabiliyetiyle yapar. Bu sayıda Yahya Kemal üzerine yazı yazan tek kadın yazar ġükûfe Nihal‟dir. ġükûfe 293 Nihal, ―Doğumunun 65.yılında Yahya Kemal‖ baĢlıklı yazısında Yahya Kemal‟in daha ziyade Türkçeye olan katkılarına temas eder. Bu sayıda yazdığı yazısında Tanrı Ģair ifadesini kullanan Mustafa ġekip Tunç gibi ġükûfe Nihal de Yahya Kemal‟de Ģiirsel anlamda “Tanrısal bir yaratma kudreti” olduğunu düĢünür. ġükûfe Nihal‟e göre bir sanat eserinin eski veya yeni olması değil; güzel olması önemlidir. Kalıcı olmak ve unutulmamak için en temel Ģart budur. Yahya Kemal‟in poetikası da iĢte bu prensip üzerine inĢa edilmiĢtir. Üstelik yazara göre Yahya Kemal bunu yepyeni bir Türkçe inĢa ederek yapmıĢtır: “Her vatandaşın yurduna karşı bir vazifesi vardır. Şairin de ilk vazifesi hiç şüphe yok vatanına karşıdır ve bu vazifesinin en başında da dili korumak ve yükseltmek gelir… Yahya Kemal’in sesiyle Türk dili en olgun ahengi kazandı. Güneş altında ışıklanmış 294 çağlayanlar kadar berrak, coşkun bir akışa sahne oldu.‖ Aynı sayıda Prof.Dr. Halil Vehbi Eralp, yazdığı “Yahya Kemal‟in ġiirimizdeki Yeri” 295 baĢlıklı yazısında Yahya Kemal‟in Ģiir anlayıĢındaki estetik mükemmeliyet gayesine odaklanır. Buna göre Yahya Kemal hem duygu ve tema hem de lisan bakımından bir “deruni ahenk” ve “öz Ģiir” Ģairidir. O Ģiirdeki estetik mükemmeliyet ülküsünü bu ifadelerle adlandırır ve onunla çağdaĢ olan bazı Batılı edipler de buna benzer ifadeler kullanmıĢlardır. Mesela Fransa‟da Bremoud derûnî ahenk için “rhytme interieur”, öz Ģiir yahut tat Ģiir içinse “poésie pure” tabirlerini kullanır ki bu Fransızca tabirler Yahya Kemal‟in kullandığı Türkçe tabirlerin birebir aynısıdır. Eralp‟e göre Yahya Kemal gerçek Ģiirin Ģairidir. O, musikimizdeki ve mimarimizdeki mükemmeliyeti Ģiirimize taĢımıĢ olan Ģairdir: ―Yahya Kemal’in şiirde önce tasarladığı, sonra o kadar parlak bir şekilde gerçekleştirdiği yenilik teferruata değil esasa aittir. O şiirimize yeni bir anlayış yeni bir iklim getiren insandır. Bu anlayışın getirdiği ışık altındadır ki, yalnız yeni şiir değil eski şiirimiz hakkındaki görüşümüz de değişmiş bulunuyor; zira bu anlayış gerçek şiirin ne olduğunu bize öğretmiştir… Mimarimizde ve musikimizde o kadar göz kamaştırıcı bir şekilde gerçekleştirmiş olduğumuz yekpareliğe ve bütünlüğe şiirimiz henüz ulaşamamıştı. Burada güzel mısralar var 293 Şükûfe Nihal, “Doğumunun 65.Yılında Yahya Kemal”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul, 1950,s.16. 294 Nihal, a.g.e.,s.16. 295 Vehbi Eralp, “Yahya Kemal‟in Şiirimizdeki Yeri”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul, 1950, ss.13-15. 135 fakat güzel manzume yoktu; Yahya Kemal’in bir bütün olan manzumeye nasıl can verdiğini 296 bugün hepimiz biliyoruz.‖ 4.1.2.Yahya Kemal Beyatlı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirleri Aile dergisinde Yahya Kemal Beyatlı‟nın toplam altı adet Ģiiri bir de rubaisi yayımlanmıĢtır. Derginin kurucusu ve yayın müdürü Vedat Nedim Tör bu Ģiirlerin ilk defa Aile dergisinde yayımlandığını söylemektedir. Buna göre Yahya Kemal‟in “Sessiz Gemi”, “Endülüs‟te Raks”, “Derin Beste”, “Hayal ġehir”, “Rindlerin AkĢamı” ve “Siste SöyleniĢ” adlı Ģiirleri ilk kez Aile dergisinde yayımlanmıĢtır. Bu Ģiirlerden yalnızca “Derin Beste” Divan Edebiyatı nazım biçimi olan gazel formunda yazılmıĢtır. Yahya Kemal‟in Ģiirlerinde kullandığı baĢlıca temalar, tarih, mâzi, akıncılık, Ġstanbul, musikî, ölüm ve aĢktır. Genel olarak bu temler onun Ģiirlerinde birbirine karıĢmıĢ bir halde 297 bulunur. O, bütün duygu ve düĢüncelerini rüya, hülya ve hatıra içinde yoğurarak sunar. Yahya Kemal‟in Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerinde ise temalar ölüm, Ġstanbul, aĢk ve tasavvuftur. 4.1.2.1.Yahya Kemal Beyatlı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ölüm Yahya Kemal Beyatlı‟nın Aile dergisinde yayımlanan iki Ģiirinde tema ölümdür. Bu Ģiirler onun “Rindlerin AkĢamı” ve “Sessiz Gemi” adlı Ģiirleridir. 298 Yahya Kemal‟in en önemli Ģiirlerinden biri olan “Rindlerin AkĢamı” adlı Ģiiri ilk kez Aile dergisinin birinci sayısında yayımlanır. 299 Yahya Kemal Beyatlı Ģiirlerinde rindlik ve rindânelik kavramlarını sık sık kullanır. Onun rindlikle ilgili bir üçlemesi vardır: “Rindlerin Hayatı”, “Rindlerin AkĢamı” ve “Rindlerin Ölümü”. Aile dergisinde yayımlanan “Rindlerin AkĢamı” bu üçlemenin ikinci halkasını teĢkil eder. ġair, bu Ģiirinde ölüme yaklaĢtığını hisseden rindâne karakterli bir adamın diliyle konuĢur ve kendisini “dönülmez akĢam” olarak nitelediği ölümün eĢiğinde hisseder. Ömrün 296 Eralp, a.g.e.,s.14. 297 Bilge Ercilasun, Türk Şiiri Üzerine, Dergâh Yayınları, İstanbul,2014, s.366. 298 Beyatlı, Rindlerin Akşamı, Aile Dergisi, S.1,İstanbul, 1947,s.3. 299 Farsça kökenli bir kelime olan “rind” anlam itibariyle aldırışsız ve kemâle ererek dünya işlerini umursamamayı öğrenen kimse demektir. Rindlik dini, gösterişe ve zahirî olana dayalı bir kavram olarak değil öze ve ruha dayalı bir kavram olarak kabul eder. Zahitlik ise ibadetle ve dinin ameli tarafıyla meşguldür. Divan edebiyatında rindlik övülen bir kavramken zahitlik yerilen ve olumsuz görülen bir kavramdır. Rind gamsız adamdır. Bu gamsızlık zahiri bir gamsızlık değil; gerçek ve mutlak bir gamsızlıktır. Ancak rindin gamsızlığı ruhsal tekâmülünün ileri düzeyde olmasından ileri gelir. Eğlenceye ve dünya hayatına düşkün gibi görünür. İbâdet ve amel bakımından zayıftır. Ancak kalbi gerçek ilâhî aşkla doludur. Dünyayı ve dini bu şekilde algılar ve kabul eder. 136 son demi olan bu çağda kaçınılmaz olan ölüm hızla yaklaĢmaktayken artık Ģair hayata azametli bir tevekkül ve umursamazlıkla bakmaktadır. Çünkü dünyada ne olursa ve ne olacaksa olsun ―bitmeyen sükûnlu gece‖ yani ölüm bütün hakikatlere, olmuĢlara ve olacaklara galip gelecektir. Hiçbir hakikat ölümün hükmünü ortadan kaldıramayacaktır. Bununla birlikte gerçek bir rind ölümden korkmaz. Onu tevekkülle karĢılar. ġiirde dönülmez akĢamın ufku, fiziksel âlemin sınırlarını tasvir eder. Bu âlemin ötesi, ―geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan ve arkasında güneş doğmayan büyük bir kapıdır.” Dünyanın sınırları aĢıldığında bir bitmeyen sükûnlu gece baĢlayacaktır. ġiirde konuĢan kiĢinin bu bakıĢ açısı, öte dünyaya iliĢkin Ġslâm doktrinine has iyimser vaatlerden uzaktır. Yani bu Ģiirde iyi amellere karĢılık vaat edilen cennet ya da tasavvufa özgü Allah‟la bir olma arzusu hakkında herhangi bir ifadeye rastlanmaz. Aksine, bu Ģiirde fiziksel âlemin ötesine göçmeden önceki günlerin haz içinde yaĢanması yönünde bir telkin görülür. Bu âlemin ötesi bitmeyen “sükûnlu gecedir”; ve mademki bu âlemi bilmek mümkün değildir, o halde onun hakkında 300 konuĢulamaz. Bu nedenle Ģair ölüm sonrasıyla ilgili konuĢmak yerine ölümün eĢiğine geldiğini düĢünen rind karakterli bir kiĢinin dilinden konuĢur. 301 Yahya Kemal‟in Aile‟de yayımlanan ölüm temalı diğer Ģiiri “Sessiz Gemi”dir. Türk edebiyatının büyük Ģiirlerinden biri olan “Sessiz Gemi” ilk defa, Aile dergisinin üçüncü sayısında yayımlanmıĢtır. Bu Ģiirde ölen insanları mezarlığa taĢımak için kullanılan tabut, Ģair tarafından sessiz bir gemiye benzetilir. Çünkü ölen insan meçhul bir yolculuğa çıkmaktadır, tabut da ölen insanın bu meçhul yolculuğa çıkaran vasıtadır.“Rindlerin AkĢamı” nda ölüme karĢı mütevekkil ve nispeten aldırıĢsız bir eda içinde olan Yahya Kemal, “Sessiz Gemi”de bu tevekkülü kaybetmiĢ gibidir. Yahya Kemal‟in “Sessiz Gemi” adlı Ģiirini okuduğumuzda, fiziksel âlemin ötesini 302 “meçhul” olarak tanımlayan bir persona ile karĢılaĢırız. Persona bu âlemden ötekine doğru olan bir yolculuğun sadece veda sahnesine odaklanır. Çünkü ötesi bilinmeyendir. Onun 303 hakkında susmak gerekir. ġiirde geçen “gemi”, “liman”, “rıhtım”, “yol”, “sefer” ve “yolcu” sözcükleri yolculuk temasını verir. “Matem” , “biçâre”, ve “elem” keder duygusuna “hicran” ayrılığa “mendil” ve “gözleri nemli” ifadeleri ise ağlayıĢa tekâbül eder. “Zamandan demir almak” ifadesi 300 Alphan Akgül, Anlamın Sesi Yahya Kemal Beyatlı’nın Şiir Estetiği, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2014, s.193. 301 Yahya Kemal Beyatlı, Sessiz Gemi, Aile Dergisi, S.3,İstanbul, 1947,s.2. 302 Carl Gustave Jung‟un kullandığı bir terim olan Persona bireyin kişiliğini örten bir şahsiyet maskesidir. Kişinin gerçek kişiliğini saklayarak kendisini dış dünyaya sunduğu yüzüdür. Jung bu terimi, arketipal dürtüselliğin dış gerçekliğe ve verili düzene yönelik dışavurumunu tanımlamak üzere kullanır. Persona, rüyalarda, söz konusu mask imgeselliği ya da sorunları şeklinde temsil edilir. Persona ile aşırı özdeşim, uyum gereksinimini yansıtan, bir örnekliği ve yetersizliği ile öne çıkan kişiliklere işaret ederken; yetersiz persona, ortaklaşa ve toplumsal beklentilere uyum yetersizliğine işaret eder. 303 Akgül, a.g.e., s.193. 137 yolculuğun zamanın dıĢına doğru olduğunu gösterir. Ayrıca “dünyada sevilmiĢ ve seven nafile bekler” dizesi de gidenin dünya dıĢına çıktığını gösterir. Zamanın dıĢına iki türlü çıkılabilir. Ya tasavvufî anlamda, yani mistik bir aydınlanma yaĢayıp fiziksel âlemin bütün kayıtlarından kurtularak ya da maddî anlamda ölerek. ġiirde tasavvufa ait herhangi bir iĢaret 304 yoktur. Geriye Ģu seçenek kalmaktadır: Maddî ölüm. “Sessiz Gemi”ye ağır bir üzüntü havası ve karanlık hâkimdir. ġiirde baĢtan sona bir hüzün ve matem manzarası çizilir. Sessiz gemiyi uğurlayan insanların yani ölen insanın cenazesine katılanların gözleri nemlidir, elem ve üzüntü içinde siyah ufka bakarlar. Matemi ve bilinmeyeni sembolize eden siyaha bakarlar. Ölüm sonu olmayan bir süreçtir. Ne kadar sevinçle, heyecanla, iyi Ģeylerle ve baĢarıyla dolu olursa olsun hayat gelip geçidir, tükenicidir, biticidir. Ölüm mutlak varlığıyla hayatı bir gün sonlandırır ve kiĢiden geriye son olarak matem ve hicran duygularının kararttığı hatıralar kalır. “Rindlerin AkĢamı”nda ölümü “bitmeyen sükûnlu gece” olarak niteleyen Yahya Kemal “Sessiz Gemi”de ölümü “meçhul bir diyar” olarak görür. Ġlk Ģiirde rindane tavrın tesiriyle ölümü huzurlu ancak karanlık yani bilinmez bir diyar olarak gören Ģair “Sessiz Gemi”de de benzer bir tavır içindedir. Ancak burada huzur artık resmin dıĢındadır. Sadece bilinmezlik söz konusudur. Yahya Kemal bu Ģiirlerinde, ölüm sonrasıyla ilgili agnostik bir tavır içindedir. “Sessiz Gemi”de ölüm sonrasında ne olacağının bilinemeyeceği inancı sezilir. Yahya Kemal “GeçiĢ”, “DüĢünce”, “DuyuĢ” ve DüĢünüĢ”, “Sonbahar”, “O Taraf”, “Eylül Sonu” gibi Ģiirlerinde ölümü ve ölüme yaklaĢtığını hisseden bir insanın ruh halini tasvir eder. ġairin hayatının son dönemlerinde tamamlanıp yayımlanmıĢ bu Ģiirlerden hareketle yaĢlandıkça Ģairin ruhunda ve kafasında ölüm düĢüncesinin ağırlığının arttığı anlaĢılmaktadır. 4.1.2.2. Yahya Kemal Beyatlı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ġstanbul Yahya Kemal‟in Aile dergisinde yayımlanan Ġstanbul temalı iki Ģiiri vardır: “Hayal ġehir” ve “Siste SöyleniĢ”. 305 “Hayal ġehir” , Yahya Kemal‟in Aile dergisinde yayımlanan ikinci Ģiiridir ve derginin ikinci sayısında yayımlanmıĢtır. Yahya Kemal‟in bu Ģiiri Ġstanbul‟un Üsküdar semti üzerine kaleme alınmıĢtır. 304 Akgül, a.g.e., s.195. 305 Beyatlı, Hayal Şehir, Aile Dergisi, S.2,İstanbul, 1947,ss.2-3. 138 “Hayal ġehir”de Üsküdar, fakir, mütevazı ve dünya zenginliğinden ziyade iç aydınlığıyla mutlu olan bir Ģehir olarak resmedilir. ġair, güneĢin batmak üzere olduğu gurup vaktinde Cihangir semtinden Üsküdar‟ı seyreder. GüneĢ ıĢıklarının Üsküdar‟daki evlerin camlarına vurmasıyla bu evlerin “mutantan” saraylara dönüĢtüğünü hayal eder. Orhan Gazi tarafından 1352 yılında fethedilen Üsküdar‟ın Türklüğü ve Ġslamlığı tarihi yarımada içindeki Ġstanbul‟dan daha eskidir. Bu daha eski oluĢ Üsküdar‟ı Ģairin gözünde daha ahlâkî ve daha mücerret bir noktaya getirir. Üsküdar Yahya Kemal‟de Türk‟ün tevekkülünü, sabrını ve kadere ve Allah‟a olan teslimiyetini sembolize eder. Gurup vaktinin kızıl akĢam güneĢi Üsküdar‟daki evlere vurunca Ģairin zihninde bu Ģehre dair bir rüya ve hayal âlemi açılır. Fakir Üsküdar güneĢ ıĢığının altın gibi parlattığı camların etkisiyle Doğu‟nun yüzlerce yıl evvelki görkemli Ģehirlerine dönüĢmüĢ gibi olur. Oysa dünyanın en büyük mezarlıklarından biri olan Karacaahmet mezarlığına ev sahipliği yapan Üsküdar “bir serviler Ģehridir”. Burada esas olan dünya saltanatı değil “iç aydınlığıdır”. GüneĢin batmasıyla camlar kararır ve asıl Üsküdar tekrar ortaya çıkar. Asıl Üsküdar, yani süregiden fıkaralık, mütevvekilâne bir mutluluk ve adeta içgüdüsel ve geleneksel bir eğilimle Allah‟la iç içe oluĢ… Halkının az Ģeylerle mutlu olma yeteneği ve sakinlerinin hayattaki her Ģeyi Ģükür ve tevekkülle karĢılama eğilimi içinde oluĢu Ģaire göre Üsküdar‟ı diğer Ġstanbul semtlerinden daha farklı bir âleme dönüĢtürür. GüneĢ ıĢıklarının parıltılar içinde gösterdiği Üsküdar hayal; gece karanlığı içinde yanan fıkara lambalarının oluĢturduğu tablo sahihtir: … Ezelî mağrifetin böyle bir iklîminde Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de. Halkının hilkati her semtini bir cennet eden Karşı sâhilde, karanlıkta kalan her tepeden, Gece, birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları 306 En sahîh aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı … Yahya Kemal‟in Ģiirlerinde Üsküdar‟ın önemli bir yeri vardır. ÇeĢitli Ģiirlerinde çeĢitli vesilelerle Üsküdar‟ı zikreden Ģair merkezine Üsküdar‟ı kondurduğu Ģiirler de yazmıĢtır. Onun “Hayal ġehir” dıĢında Üsküdar üzerine yazdığı Ģiirler Ģunlardır: 306 Beyatlı, a.g.e.,s.3. 139 “Üsküdar‟ın Dost IĢıkları”, “Üsküdar Vasfında Gazel”, “Ġstanbul‟un Fethini Gören Üsküdar”, “Atik Valde‟den Ġnen Sokakta”. Ahmet Hamdi Tanpınar 19 Temmuz 1947 tarihinde çıkan Cumhuriyet gazetesinde “Hayal ġehir” Ģiiriyle ilgili bir makale yayımlamıĢtır. Tanpınar, bu makalesinde Yahya Kemal için “Türk dili Yahya Kemal’in mevsiminde yani en güzel en velut ve besleyici çağındadır. Bu 307 bizim en büyük mazhariyetimiz ve sevincimizdir.‖ demektedir. Tanpınar‟ın Yahya Kemal‟in “Hayal ġehir” Ģiiri hakkındaki görüĢleri Ģöyledir: ―Yahya Kemal Hayal Şehir manzumesiyle İstanbul’un çok sevdiği, gerçek şiire bizzat kapısını açtığı bir semti, Üsküdar’ı bir kere daha şiirin büyüsü ile giydirdi. Üsküdar, bundan böyle bizim için ve bizden sonrakiler için, İstanbul akşamlarının mücevher aynası olacak. İstanbul tepelerinden Üsküdar’ bakan herkes, batan güneşin bir an içim camları nasıl bir hayal âlemi yaptığını, sonra ışığın masalı bitince, ―serviler şehrinin‖ nasıl kendi rüyasına daldığını, nasıl kendi talihini yahut geniş çerçevesinde topladığı talihleri bekleyen küçük lamba ışıklarında gecesine devam ettiğini bilir. İşte bu en basit görüşler içinde gerçek olmak keyfiyeti, bu herkesin malı olabilecek bir dikkatin saf mücevher parıltısı haline gelişidir ki, bu mısralara iptidai maddenin imkânlarını düzelterek erişilmiş bir güzellik halini veriyor. Bundan sonra da akşamın içimize yerleştiği anda, ―bu Üsküdar evlerinin camlarında güneşin tutuştuğu saattir‖ diyeceğiz ve bir güneş dininin duasını tekrarlar gibi Hayal Şehir’in mısralarını kendi kendimize 308 tekrarlayacağız.‖ Yahya Kemal‟in Aile dergisinde Ġstanbul üzerine yayımlanan ikinci Ģiiri “Siste 309 SöyleniĢ‟tir.” “Siste SöyleniĢ”, derginin on ikinci sayısında yayımlanmıĢtır. Bilindiği gibi Tevfik Fikret “Sis” adlı Ģiirinde Ġstanbul Ģehrine karĢı duyduğu nefreti, öfkeyi ve tiksintiyi dile getirir. Fikret, ―fertût-ı musahhar‖, ―bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir‖, ―sahn-ı mezâlim‖, ―levs-i riyâ‖, ―fâcire-i dehr‖ gibi sıfat ve yakıĢtırmalarla adeta bu Ģehri lanetler. Bir bunalım, sıkıntı ve lanet Ģiiri olan Tevfik Fikret‟in “Sis” Ģiirindeki öznenin, içinde yaĢadığı baĢkent uzamıyla bir dostluğu yoktur; tersine, bu uzamdan kaçmak, Yeni Zelanda‟ya ya da Manisa‟ya sığınmak ister, bu uzama lanetler yağdırır. “Sis” bir baĢkente, Ġstanbul‟a bir lânet Ģiiridir. Kent burada bir imgedir. KiĢileĢtirilen kent üzerinden lânetlenen Abdülhamit dönemi ve Abdülhamit yönetimidir. “Türk edebiyatında Ġstanbul ilk defa “Sis” ile menfur ve 307 Tanpınar, “Hayal Şehir”, Edebiyat Üzerine Makaleler, 9.b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011, s.337. 308 Tanpınar, a.g.e.,ss.337-339. 309 Beyatlı, Siste Söyleniş, Aile Dergisi, S.12,İstanbul, 1950,s.7. 140 310 mel‟un bir Ģehir olarak ele alınmıĢtır. Bundan sonra da romanlarımızda Ġstanbul ahlâk olarak çökmüĢ, rezil bir kent olarak yerini alacaktır: Sözde Kızlar, Sodom Gomore, Üç 311 İstanbul bu çöküntüyü anlatan romanlardır. Fikret, Sis adlı Ģiirinde Ġstanbul‟u çirkinliklerini kapatacak bir örtüyle örtünmeye ve ilelebet sürecek bir uykuya dalmaya çağırır. Oysa Yahya Kemal, “Siste SöyleniĢ” adlı Ģiirinde Tevfik Fikret‟in aksine Ġstanbul‟a karĢı sevgiyle doludur. Ġstanbul‟u bir güzellik ve esenlik yurdu gibi görür. Yahya Kemal‟in Ģiirindeki uzam, Tevfik Fikret‟in Ģiirindeki uzamın tersine, esenlikli bir uzamdır. Özne her durumda, kıĢ da olsa, yaz da olsa sis de olsa bu mutluluk uzamında 312 yaĢamak ister. ġehri sisli bir günde hayal eden Yahya Kemal çok sevdiği semtlerin birdenbire sisler içinde kaybolduğunu görür ve üzüntü ve endiĢeye kapılır.―Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?‖ diye sorar. Bu semtler Boğaz‟ın en güzel semtleridir ve çöken sis onları görünmez kılmıĢtır. Fikret, “Sis” Ģiirinde Ġstanbul‟a çöken sisin ilelebet kalmasını ister. Oysa Yahya Kemal Ġstanbul‟u görünmez kılan bu sisin bir an evvel dağılmasını arzu eder. Çünkü Ġstanbul hem hüznüyle hem de sevinciyle Ģairin âĢık olduğu Ģehirdir, gözbebeğidir. ġiirinin bir bölümünde Yahya Kemal, Fikret‟in “Sis” Ģiirindeki bir mısraa atıfta bulunarak kendisine bu Ģiiri yazdıran nedeni açıkça ortaya koyar: Hülyâma bir ezâ gibi aksetti bir daha; - Örtün! Müebbeden uyu! Ey şehr! – O beddua! Yahya Kemal‟in bir miktar değiĢtirerek Tevfik Fikret‟in “Sis”inden Ģiirine aldığı mısraların orijinalinde Fikret Ģunları söyler: Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr; Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!.. Fikret‟in sonsuza kadar uyumasını ve beyaz bir karanlık içinde kaybolmasını istediği Ġstanbul‟u Yahya Kemal, berrak ve parıl parıl bir Ģekilde yeniden karĢısında görmek ister. Fikret‟in nefret ettiği ve en küçük bir bağlılık duymadığı Ġstanbul, Yahya Kemal‟in sonsuza kadar birlikte yaĢamak istediği dostu, sevgilisi ve yoldaĢıdır: 310 Kaplan,Şiir Tahlilleri I, 16.b.,Dergâh Yayınları,İstanbul, 1998, s.110. 311 Hilmi Uçan, “Sis” “Siste Söyleniş” ve “Sonuç” Şiirleri Çerçevesinde Üç Şair: Tevfik Fikret, Yahya Kemal ve Baudelaire, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.3, Afyon, 2008,s.190. 312 Uçan, a.g.e.,s.193. 141 Hüznün ferahlığın bizim olsun kışın yazın Hiçbir zaman kader bizi senden ayırmasın Bilge Ercilasun “Türk Şiiri Üzerine‖ adlı eserinde “Siste SöyleniĢ” Ģiiri hakkında Ģu değerlendirmelerde bulunur: Yahya Kemal’in en karakteristik tarafı, İstanbul’a dair yazdığı şiirlerdir. onun İstanbul’a bakış tarzını en iyi ifade eden ve onu diğer şairlerden, bilhassa Tevfik Fikret’ten en fazla ayıran şiiri bence ―Siste Söyleniş‖ tir. ―Siste Söyleniş‖ ile Sis‖ konu ve hayal bakımından aynı, fakat bakış tarzı bakımından çok farklıdır. ―Sis‖ teki nefret ve bedbinlik, Yahya Kemal’in şiirinde yerini hayranlık ve sevgiye bırakır. Yahya Kemal, İstanbul’un semtlerini, Boğaz’ın mavi suyunu hasretle, sevgiyle 313 adeta çocuğuna gösterdiği bir ilgiyle aramaktadır. 4.1.2.3. Yahya Kemal Beyatlı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde AĢk Yahya Kemal‟in Aile dergisinde yayımlanan aĢk temalı iki Ģiiri yayımlanmıĢtır. Bunlar onun “Endülüste Raks” adlı Ģiiri ve “Tercih” adlı bir rubaisidir. 314 “Endülüs‟te Raks” Yahya Kemal‟in Ġspanya yıllarından izlenimlerini taĢıyan bir 315 Ģiirdir. “Endülüs‟te Raks” ilk olarak Aile dergisinin beĢinci sayısında yayımlanmıĢtır. Yahya Kemal bu Ģiirinde Ġspanyol halkının geleneksel raks ve dans gösterilerini resmeder. Sahnede geleneksel Ġspanyol dans kıyafetleri içinde raks eden bir kadın vardır. Raks eden kadının kıyafeti kırmızıdır. Kırmızı bir Ģalı vardır ve göğsüne kırmızı bir gül takmıĢtır. Ayrıca parmaklarında flamenko dansçılarının taktığı kırmızımsı ziller vardır ki Ģairin raks dediği dans da geleneksel Ġspanyol dansı flamenkodur. ġair, bu kırmızılar âleminde aĢkı, Ģevki, arzuyu bulur. Sahnede dans eden kadının yaptığı kıvrak hareketler ve yarattığı heyecan dalgasıyla coĢar. 313 Ercilasun, a.g.e., s.366. 314 Beyatlı, Endülüste Raks, Aile Dergisi, S.5,İstanbul, 1948,ss.2-3. 315 Yahya Kemal, cumhuriyet ilan edildikten sonra önemli diplomatik görevlerle yurt dışına gönderilmiştir. Sırasıyla Varşova, Lizbon, Madrid ve son olarak Pakistan‟ın başkenti Karaçi‟ de büyükelçi olarak görev yapmıştır. Yahya Kemal, diplomatik görevle bulunduğu bu ülkelerden önemli hatıralarla dönmüş ve bazı şiirlerinde de bu dış ülkelerde edindiği izlenimleri tema olarak seçmiştir. “Kar Musikileri” adlı şiiri Varşova şehrinin şairin halet-i ruhiyesi üzerindeki etkilerini anlatan bir şiirdir. “Madrid‟de Kahvehane” adlı şiir ise şairin büyükelçi olarak bulunduğu Madrid şehrine ve bu şehrin halkına dair görüşlerini ihtiva eden bir şiirdir. Bu şiir “Endülüs‟te Raks” şiiriyle birlikte şairin İspanya izlenimlerini taşıyan iki şiirden biridir. 142 Yahya Kemal‟in bu Ģiirine yaĢamak sevinci, sorgusuz sualsiz bir Ģekilde dünyevî zevklere teslim olma ve ânın bahĢettiği güzelliklerle mutlu olma motifleri hâkimdir. Ġspanyol 316 kültürünün canlılığı ve zarâfeti Ģaire “Endülüs‟te Raks”ı yazdırmıĢtır . 317 Derginin on ikinci sayısında Yahya Kemal‟in bir de “Tercih ” adlı bir rubaisi yayımlanır. Yahya Kemal‟in bu rubaisine göre mutlulukların en büyüğü sevgiliyle buluĢmak ve dostlarla sohbet etmektir. Ahbaplık ve aĢk mutlulukların en büyüğüdür: Dünyada ne ikbal ne servet dileriz Hattâ ne de ukbâda saadet dileriz Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde 318 Yaranla tarab yâr ile vuslat dileriz Bu rubai Yahya Kemal‟in Aile dergisinde yayımlanan tek rubaisidir. 4.1.2.4. Yahya Kemal Beyatlı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Din, Tasavvuf ve Metafizik 319 Yahya Kemal‟in Aile dergisinde yayımlanan “Derin Beste” adlı Ģiiri tasavvufi ve metafiziksel bir mahiyet taĢır. “Derin Beste” Yahya Kemal‟in Aile dergisinde yayımlanan tek gazelidir. Bu gazel derginin dördüncü sayısında yayımlanmıĢtır. Gazel, yaratılıĢa dair sırların ve Tanrı‟nın varlığına dair emarelerin tabiat içinde bulunabileceğini anlatır. Dünyanın her günkü hali, ağaçlar, nehirler, sabah, akĢam ve deniz Tanrı‟yı anlatan iĢaretler ve emarelerle doludur. Onlar, Tanrı‟yı Tanrı‟nın ismini söylemeden zikrederler. Dünyayı yaratan büyük Tanrı onu kendi mevcudiyetine ait iĢaretlerle yoğurmuĢtur. Dünya ancak görmesini bilen gözlerin ve duymasını bilen kalplerin algılayabileceği sırlarla doludur. Bu gazel esas itibarıyla dinî ve tasavvufî görüĢler barındıran bir gazeldir. ġair tabiattaki intizama ve kompozisyona bakarak Tanrı‟nın varlığına dair çıkarsamalarda bulunur. YaratılıĢın kaynağını ve yaratıcının kudretini tabiatta bulur. Tabiatı oluĢturan unsurlara bakarak bir yaratıcının var olduğuna ikna olur. 316 Endülüste Raks bestekâr Münir Nurettin Selçuk tarafından bestelenmiş Yahya Kemal Beyatlı şiirlerinden biridir. Eser Kürdili Hicazkâr makamında ve yürük semai formundadır. 317 Beyatlı, Tercih, Aile Dergisi, S.12,İstanbul, 1950,s.15. 318 Beyatlı, a.g.e.,s.15. 319 Beyatlı, Derin Beste, Aile Dergisi, S.4, İstanbul, 1948, s.3. 143 Bu gazel kullanılan metaforlar, imajlar ve barındırdığı anlamlar bakımından Yahya Kemal‟in Aile‟de yayımlanan en kapalı Ģiiridir. ġiir esas itibariyle dünyanın ve hayatın sırlarla yüklü olduğu ve bu sırların farkına ancak belirli Ģartlarla varılabileceği düĢüncesi üzerine kurulmuĢtur. Gazeldeki, “etmeyüb ızmâr”, “cuybâr” “bâd-ı subh ü Ģâm”, “keĢtî-i hayâl”, râz” “deryâ” ve “esrâr” gibi ifade, kelime ve tamlamalar dünyanın coğrafî nizamının Tanrı‟ya, yaratılıĢa, aĢka ve daha bir yığın muammaya dair cevapları perdelediğini anlatmak için kullanılmıĢtır. Bu bakımdan gazel Ġslâm tasavvufundaki vahdet-i vücut inancına ve 320 panteizme ait izler barındırır. Gazeldeki hâkim inanç yaratılıĢa dair soruların dünyanın kendisine bakarak cevaplandırılabileceği (veya cevaplandırılamayacağı) inancıdır. 4.2. Aile Dergisinde Ahmet Hamdi Tanpınar Ahmet Hamdi Tanpınar(1901-1962) Aile dergisinde sıklıkla yer almıĢ Ģairlerdendir. Onun bu dergide beĢ Ģiiri yayımlanmıĢtır. Bu Ģiirler “Mavi Maviydi Gökyüzü”, EĢik”, “Ömrün Sahili”, “Bir Gün Ġcadiye‟de” ve “Zaman Kırıntıları” adlı Ģiirlerdir. Söz konusu Ģiirlerin ilk yayımlandığı yer Aile dergisidir. Bunun tek istisnası “EĢik” adlı Ģiirdir. “EĢik” ilk olarak Kültür Haftası dergisinin 15 Kasım 1936‟da çıkan ilk sayısında yayımlanmıĢtır. Ancak Ahmet Hamdi Tanpınar, “EĢik” Ģiiri üzerinde çalıĢmaya devam etmiĢ ve üzerinde yaptığı değiĢikliklerle bu Ģiiri Aile dergisinde tekrar yayımlamıĢtır. Tanpınar‟ın Aile‟de yayımlanmıĢ Ģiirlerini incelemeden önce onun Ģiir anlayıĢı hakkında kısaca bilgi vermek yerinde olacaktır. Ahmet Hamdi Tanpınar, bir mektubunda; ―Şiir, söylemekten ziyade susma işidir. Ben şiirde sustuğum şeyleri romanda anlatırım‖ diyerek kendi Ģiirinin tekçi ve soyut vasıflarını belirtmiĢ olur. “Türk Edebiyatında Cereyanlar” adlı inceleme yazısında ise kendisini Ģöyle anlatmaktadır: Ahmet Hamdi Tanpınar, kendi şiir dilini, rüya nizamının hâkim olmasını istediği bir estetiğin içinde aramıştır. ―Abdullah Efendi’nin Rüyaları‖ hikâyesi, bu estetiğin bir tarafını verir. Bu şair, diğer hikâye ve romanlarında, yukarıda bahsettiğimiz medeniyet buhranını ve onun doğurduğu medeniyet ikiliğini tema olarak alanlardandır. Beş Şehir adlı denemesi, 320 Panteizm bir bütün olarak kavranan evrenin Tanrı ile özdeş olduğu ve evrende açığa çıkan bileşik töz, güçler ve yasalar dışında bir Tanrı olmadığı öğretisidir. Batı felsefesinin yakın dönemlerinde panteizm düşüncesini en yetkin biçimde dile getiren filozof Baruch Spinoza'dır. Sonsuz niteliklere sahip bir tek sınırsız varlığın olabileceğini öne süren Spinoza'ya göre Tanrı ve doğa aynı gerçekliğe verilen iki ayrı addan başka şeyler değildir. 144 bugünün meseleleri arasından mazi ile kaynaşma çareleri arar. Hece vezninde aruzun sesini 321 bulmaya çalışanlardandır. Tanpınar‟ın Ģiiri, Türk edebiyatında doğrudan doğruya ne divan ne de halk Ģiiri geleneğine bağlanabilir. Yahya Kemal‟in Ģiirine, fikirlerine veya dünya görüĢlerine hayran olduğu halde, nesirlerinde bunu geliĢtirdiği halde Ģiirde onu da izlemekten kaçınmıĢtır. Birçok çağdaĢları gibi Anadolu Ģiirine ve folklora da gitmemiĢtir. ġiir anlayıĢıyla biraz Ahmet HaĢim‟e yaklaĢtığı söylenebilir. Fakat Tanpınar‟ın benzerlerini bilhassa Fransa‟da en çok da sembolistler arasında bulabiliriz. Önce Baudelaire ile sımsıkı ilgilenmiĢ; Verlaine‟i Mallarme‟yi beğenmiĢ, Goethe, Hoffman, Dostoyevski, Edgar Allen Poe, Valery, Andre 322 Gide, Marcel Proust en çok sevdiği yazarlar ve Ģairler olmuĢtur. Ahmet Hamdi Tanpınar Ģiirde yer yer Ģahsî duygularını dile getirir yer yer de Ģahsî duygularını bütün insanlığa mal ederek “biz” adına konuĢur. Mehmet Kaplan onun bütün Ģiirlerini tem bakımından; 1. DıĢ âlemi tasvir edenler 2. Ruh hallerini imajlar ve sembollerle anlatan Ģiirler 3. Serbest imajlara dayanan Ģiirler olmak üzere üç kısma ayırır ve onun asıl Ģahsiyetine uygun Ģiirlerinin serbest tarzdakiler olduğunu vurgular: ―Tanpınar, mizacı, muhayyilesi ve düşünüş tarzı bakımından dağınıklığa daha meyyaldir. Bundan dolayı onun kendi şahsiyetine en uygun şiirler, kanaatime göre, ―Eşik‖ ile ―Zaman Kırıntıları‖dır. Tanpınar, Valery’nin şekilci şiirine ısrarla bağlı kalmasaydı, serbest 323 tarzda çok daha bol, çok daha güzel şiirler verebilirdi sanıyorum.‖ Tanpınar, aruzla baĢladığı Ģiir hayatında hece ile uzun bir süre Ģiirler verdikten sonra, XX. yüzyılın ilk yarısında artık Türkiye‟de kesin zaferini ilan eden serbest vezinle de Ģiirler yazmıĢtır. Ġki klasik vezinle birlikte, serbest biçimli Ģiirlerini, heceyle kaleme aldığı “EĢik” ile birlikte ayrı bir kitap halinde yayınlamayı düĢündüğü için, Şiirler kitabına almamıĢtır. Bu Ģiirler: “EĢik”, “Zaman Kırıntıları”, “Avare Ġlhamlar”, “Üst Üste”, “Son Yağma”, “BaĢımızın Üstünde Bir Bulut”, “Altın Güzeldir”, “KıĢ Bahçesi”, “Boğazda Gece”, “Ġnsanlar Arasında” baĢlıklarını taĢır. ġairin ayrıca yayınlanmamıĢ ve tamamlanamamıĢ serbest Ģiirleri 321 Tanpınar, Türk Edebiyatında Cereyanlar‟dan aktaran Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı C.3, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 13.b., İstanbul 2006, s.582. 322 Kabaklı, a.g.e., s.583. 323 Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, Dergâh Yayınları, İstanbul,1982, s.189. 145 bulunmaktadır. Bunlar da “Duru Bir Su Üstünde Uçsuz Bucaksız”, “Merdiven”, “Hangi 324 EĢikte”, “Ölüler”, “KıĢ Bahçesi” ve “Sis” baĢlıklı Ģiirlerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Ģiirinde divan edebiyatı, halk Ģiiri, Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet HaĢim gibi yerli kaynaklardan ve Charles Baudelaire, Stephane Mallarmé, Paul Verlaine, Paul Valery, Gerard de Nerval gibi Fransız edebiyatının büyük isimlerinden beslenmiĢtir. Ancak o, farklı bir Ģair olmanın ve farklı bir sanat estetiği yaratmanın yeni birtakım imaj ve meselelerle meĢgul olmaya bağlı olduğunun farkındadır. Edebiyatımızda o zamana kadar pek değinilmemiĢ rüya ve zaman kavramlarıyla bu derece meĢgul olması biraz 325 da bu sebebe dayanır. Tanpınar, daha çok hecenin 6+5 ile 4+4 veznini kullanır. Bu vezinlerin az heceli kelimeleri ve bu kelimelerden mürekkep mısraları sevdiği bilinmektedir. Onun için Tanpınar‟ın Ģiirlerinde uzun soluklu ve ritmin “ben buradayım” dediği dalgalanmalar yoktur. Ustası Yahya Kemal‟in aruz ısrarı Tanpınar‟da hiç yoktur. Onun Ģiir estetiğinde divan ve halk Ģiirinden gelen unsurlar çeĢitli olmakla beraber bunların daha çok mazmunlarda kendini gösterdiğini gözlemlenir. Fakat kelime seçiminde neredeyse divan Ģiirinde kullanılan bütün mücevher ruhlu kelimeleri Ģiirine taĢır. O kelimelerin taĢıdığı iç musiki ile mısra seviyesinde 326 uyandırdığı müzikalite Tanpınar‟ın kelime ve mısra müzikalitesini oluĢtururlar. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile‟de yayımlanan Ģiirleri tematik olarak aĢk, Ġstanbul ve metafizik bireysellik Ģeklinde üçe ayrılabilir. 4.2.1. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Metafizik Bireysellik Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile dergisinde yayımlanan “EĢik”, “Ömrün Sahili”ve “Zaman Kırıntıları” adlı Ģiirleri temaları bakımından metafizik bir bireysellik barındırırlar. Tanpınar bu Ģiirlerinde kiĢisel duygu dünyasını metafizik motiflerle yoğurarak dile getirmiĢtir. 327 Tanpınar‟ın en uzun ve en önemli Ģiirlerinden biri olan “EĢik” Aile dergisinin dokuzuncu sayısında yayımlanır. Tanpınar “EĢik” te yoğun semboller ve istiareler yoluyla duygusal ve ruhsal bir otoportre ortaya koyar, ġiirde özleyiĢ, arayıĢ, bulamayıĢ, bulamayıĢı kabulleniĢ ve bu 324 Emine Elif Özer, “Tanpınar‟ın Şiir Anlayışı ve Şiirinin Kaynakları Üzerine Bir İnceleme, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Denizli, 2012, s.7. 325 Kabaklı, a.g.e., s.583. 326 Ali İhsan Kolcu, Zamana Düşen Çığlık:Tanpınar Şirinin Epistemolojik Temelleri & Tanpınar’ın Şiir Estetiği, Akçağ Yayınları, Ankara, 2002, s.222. 327 Tanpınar, Eşik, Aile Dergisi, S.9, İstanbul 1949, ss.6-9. 146 kabulleniĢin eĢlik ettiği ruhsal tatminsizliklerin betimlenmesi ve ifadelendirilmesi söz konusudur. Prof.Dr. Mehmet Kaplan‟ın Tanpınar’ın Şiir Dünyası adlı eserinde belirttiğine göre Tanpınar‟ın “EĢik” adlı Ģiiri on, on beĢ senelik bir çalıĢmanın ürünüdür. Bu Ģiirin ilk Ģekli Kültür Haftası adlı derginin 15 Kasım 1936‟da çıkan ilk sayısında yayımlanmıĢtır. Fakat Tanpınar bu Ģiir üzerinde çalıĢmaya devam etmiĢ ve ilk kez yayımlanıĢının üzerinden on üç sene geçtikten sonra Aile dergisinin dokuzuncu sayısında tekrar yayımlamıĢtır. Yine Prof.Kaplan‟ın belirttiğine göre Tanpınar, “EĢik” adıyla ikinci defa olarak Aile dergisinde yayımladıktan sonra da bu Ģiir üzerinde çalıĢmaya devam etmiĢtir. Çünkü ona göre “EĢik” hâlâ onun istediği mükemmeliyete ulaĢmıĢ değildir. Fakat Tanpınar‟ın ömrü bu Ģiiri nihai 328 haline getirmeye yetmemiĢtir. Dolayısıyla “EĢik” manzumesinin son hali Aile dergisinde 329 yayımlanan halidir. Ayrıca bu Ģiirin ilk haliyle ikinci hali arasında ciddi farklar vardır. Prof. Dr. Mehmet Kaplan “EĢik” Ģiirinin Kültür Haftası dergisinde yayımlanan ilk haliyle Aile dergisinde yayımlanan ikinci hali arasındaki farklar üzerine Ģunları söyler: ―Zamanla gelişen, değişen ve zenginleşen hayat tecrübesi, kültürü, ifade vasıtaları, ikinci ―Eşik‖e birincisiyle mukayese edilemeyecek kadar karmaşık ve mükemmel bir şekil vermiştir. Bu esnada Tanpınar, Valéry’den duygu ve düşüncelerini sembollerle ifade etmesini ve bilhassa kelimelerden çok daha mühim olan şiir sentaksını öğrenmiş bulunuyordu. Şairdeki psikolojik değişmeyi ―eşik‖ kelimesinin bu ikinci devrede kazandığı yeni sembolik manalardan da çıkarmak mümkündür. Bu kelime artık, şairin dış âleme kapalı ―ben‖ini değil, dış âlemde karşılaştığı iki muammayı, kadını ve kâinatın sırlarını anlatır. Eşik kelimesi onda derin bir duyguyu sembolize eder. Fakat bu duyguyu uzun yıllar 330 şekillendiremez. Tanpınar bu Ģiirinde diğer Ģiirlerinde kullandığı temaları bir araya getirmiĢ hatta bazı Ģiirlerindeki mısraları birebir bu Ģiirine de koymuĢtur. Mesela “Raks” Ģiirindeki: Tılsımlı kadehi her susuzluğun mısraı aynen, “Güller ve Kadehler”in ilk Ģeklindeki: Yıldızların sana ördüğü masal 328 Kaplan, a.g.e.,s.124. 329 Tanpınar bu şiiri sağlığında yayımladığı Şiirler kitabına almamıştır. 330 Kaplan, a.g.e.,s.126. 147 mısraı: Yıldızların bize ördüğü masal Ģeklinde, “Deniz” Ģiirindeki: Bin elmas parıltısı ve mahrem mırıltıdan mısraı ise, Bin elmas parıltı oyun ve halka 331 olarak “EĢik” Ģiirinde yer alır. “EĢik” Ģiirine genel bir pencereden bakıldığında bireysel bir mahrumiyet manzarasının çizildiği ve “mahrumiyet” ile “kavuĢma” arasındaki eĢiği geçememe durumundan yakınıldığı görülür. ġiirde bir dileğe veya bir hayale eriĢmek için çaba sarf etme ancak sukuttan ve mevcut halin devamından baĢka bir Ģey bulamama söz konusudur. ġair, zihinsel ve ruhsal medcezirlerle, metafizik çağrıĢımlarla ve yer yer derinleĢip yer yer alenîleĢen metaforlarla iç içe geçmiĢ Ģiir katmanları inĢa etmiĢ bu Ģiir katmanlarıyla gerisinde veya üzerinde kaldığı eĢikleri anlatmıĢtır. Tanpınar‟ın bu Ģiirinde “eĢik” iki âlem arasındaki sınırı sembolize eder. Gerçekle hayal ve içle dıĢ arasındaki sınırı…Ġnsanların çoğu ya kendi dıĢlarında yahut içlerinde yaĢarlar. Tanpınar ise hayatı boyunca bu ikisi arasında kalmıĢtır. Denemelerinde, hikâye ve romanlarında “iç” ve “dıĢ”a “gerçek” ve “hülya”ya hemen hemen aynı ehemmiyeti verir. Ve 332 birinden ötekine kolaylıkla geçer . Tanpınar, “EĢik”te bu dünya ile öte dünya, azap ile haz, gece ile gündüz, Doğu ile Batı, hayal ile hakikat suç ile ceza, aĢk ile ölüm, sevgi ile nefret 333 gibi zıtların eĢiğindedir. “EĢik” ve “Zaman Kırıntıları” Ģairin üzerlerinde en çok uğraĢtığı kendi ilham ve sanatını en fazla ortaya koyduğu kompozisyonlardır. Tanpınar, bu iki Ģiirini vücuda getirirken diğer Ģiirlerinde olduğu gibi Paul Valéry‟yi örnek almıĢtır. “EĢik” ve “Zaman Kırıntıları” Valéry tarzındadır. Fakat Valéry taklidi değildir. Bu Valérien karakter her iki Ģiirin uzun ve 334 karmaĢık yapılarında, duygu ve düĢünceleri zengin imajlarla anlatan örgülerinde görülür. EĢik kavramı rüya ve zaman kavramları gibi Tanpınar‟ın edebî muhayyilesinde devamlı aktif haldedir. Tanpınar kendisini bu kavramlardan kurtaramaz. Tanpınar, edebiyat 331 Kaplan, a.g.e., s.128. 332 Kaplan, a.g.e., s.126. 333 Şahin,a.g.e., s.29. 334 Kaplan,,a.g.e.,s.123. 148 üzerine yazdığı makalelerde aĢkla ölümün iç içe olma halini ve uykuyla uyanıklık arasını veya rüyadan arta kalan zamanı ifade ederken de eĢik kavramını kullanır. Bu çerçevede: “Aşk, ruhun ebediyete doğru yaptığı geniş hamlede kendi kendisini ikrarı, zamanı yenmek için insan iradesinin muhtaç olduğu teksif kudretine ve iradeye erişmesidir; ölüm bu merhalede bir kemalin bir tamamiyetle bekçisi olur. Birincisinden yorulunca öbürüne, ikincisinden korkunca birincisine sığınanlar, bu ikiz tecrübenin verebileceği mazhariyetlerin 335 eşiğinde kalmış olur ve “Öteden beri rüyanın ikinci bir hayat olduğu söylenir. ―İç içe iki oda gibi, uyanık hayat ile rüya hali yan yana dururlar. Dramın kahramanları maddeden ziyade ruh olduğu için, birinden öbürüne çabuk geçilir. Bir anda karanlık bir eşik atlanır ve bir başka yıldızın kendisine mahsus nizamı altında, başka bir zaman ve uyanık halden çok 336 ayrı, daha geniş imkânı, daha kesif, son derece hızlı ve tesadüfe bağlı bir hayat başlar gibi ifadeler kullanan Tanpınar “EĢik” Ģiirinin yanı sıra “Üst Üste”, “Deniz” ve “Hangi EĢik” gibi Ģiirlerinde de bu imgeyi kullanmıĢtır. EĢik kavramının müzik ve coğrafya terimlerindeki anlamları dikkate alınmazsa; eĢik, Türkçede umumiyetle mekân olarak evin en dıĢ kapısının altında bulunan küçük basamak olarak adlandırılabilir. Bu basamak, evi dıĢ mekânla iç mekâna bağlayan bir nevi küçük, dar ve çok az yükseltisi olan bir aralıktır. Tasavvufta ve genelde Doğulu kavimlerde eĢiğin bir kutsiyeti vardır. Ulu kiĢilerin ululuğunu anlatmak için oturdukları evlerin eĢiklerinin ululuğundan söz edilir. EĢik mahviyeti simgeler. Müridin, Ģeyhin kapısının eĢiğini öpmesine eĢiğe baĢ koyma denir. „Aldım himmetimi geçtim zulmeti Kestim zünnârı şeyh eşiğinde (A.M. Hüdai) Yûnus el hak dildâra müştak Eriştim aşka şeyh eşiğinde. (Yunus Emre) 335 Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul,2005,s.134. 336 Tanpınar, a.g.e,s.32. 149 EĢik zahirden bâtına, mecazdan hakikate geçilmesini sağlayan veya hücrede oturan mürĢide, o vasıtayla Hakk‟a ermeyi temin eden önemli bir yerdir. Bunun için değerli sayılır. 337 EĢiğe baĢ koymak bir bağlılık ifadesidir. EĢiğe basılmaz, eĢik öpülür. Tanpınar‟da ise eĢik kavramının kendine has anlamları vardır. Tanpınar‟ın Ģiirlerinde imgeler ve motiflerle dolu birçok kavram vardır. Bu kavramlardan biri de “eĢik kavramı”dır. EĢik kavramı bir yönüyle diğer kavramlardan ayrılır, çünkü Tanpınar‟ın dünyasını açan bütün kavramların ve sözcüklerin gelip oturduğu yerdir eĢik: tereddüt, rüya, sis, ikilik, bitmemiĢlik, 338 arta kalmak… Fert ve cemiyet, ġark ve Garp, eski ve yeni. Bir de bu kavramlara Tanpınar‟ın zaman algısı eklenebilir. Tanpınar‟ın eĢik kavramını kullanmasının nedenlerinden biri, Tanzimat dönemiyle baĢlayan süreçte modernizmi ve medeniyet değiĢimini içselleĢtirmeyen insanların ikilik içinde kalmasıdır. Bu ikilik, evvelâ hayatta baĢlamıĢ, sonra cemiyetimizi zihniyet itibariyle ikiye 339 ayırmıĢ, nihayet ameliyesini derinleĢtirerek fert olarak da içimize yerleĢtirmiĢtir . Ġkilik kavramı, Tanpınar‟da her iki medeniyetin arâfı kabul edilebileceği eĢik olarak tezahür eder. Bunda, Türk toplumunun “mazisinde kalan izlerle modern hayatın yeni Ģeklini 340 341 yaratmasının” da rolü vardır. Tanpınar; Bir huzursuzluğun romanı “Huzur”da ,ironik bir dille kaleme aldığı iki medeniyet arasına sıkıĢıp kalmıĢ insanlarla Saatleri Ayarlama Enstitüsü‟nde, hayatlarını seyirciler önünde değil de perdenin arkasında yaĢayanlarla Sahnenin Dışındakiler’de, günlerini gerçekle hayal, uykuyla uyanıklık arasında geçirenlerle “Abdullah Efendi‟nin Rüyaları”nda bu eĢikte yaĢayan insanların hayat hikâyesini anlatır. Aslında Tanpınar‟ın eĢik kavramına sıkça baĢvurması toplumun Doğu-Batı medeniyetleri arasında sıkıĢıp kalmasının yanı sıra kendi mizacından da kaynaklanır. Çünkü roman ve hikâyelerindeki kiĢiler gibi kendisi de hayatını eĢikte yaĢamaktadır. Çünkü eĢik, Tanpınar‟ın 342 evidir. Tanpınar, hayatın her alanında eĢikte kalmıĢlığın ikilemini yaĢamıĢtır. “Mizacı itibariyle dıĢ âlemin uyarılarını kuvvetle hisseden Tanpınar‟da duyularını imajlar hâline sokan bir muhayyile gücü vardır. O dıĢ âlemin güzellikleri kadar, rüyaların esrarlı dünyasını seyretmekten de hoĢlanır. Buna “EĢikte durmak veya yaĢamak” adı verilebilir. Gerçek olan hangisidir? Duyuların bize bildirdiği dıĢ dünya mı, yoksa hülya ve rüyaların sezdirdiği baĢka 337 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü,Kabalcı Yayınları, İstanbul,2001, ss.127-128. 338 Handan İnci, “Eşikte Bir Yazar”, Eşik Cini Dergisi, S.3,İstanbul, 2006,s.5. 339 Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2005, s.34. 340 Tolga Bayındır, “Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Eserlerinde Ölüm-Hayat Çatışması ve Trajik Olan”, Turkish Studies, s.8/4,İstanbul,2013,s.340‟tan aktaran Karçığa, a.g.e.,s.133. 341 Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İletişim Yayınları, İstanbul,2007,s.269. 342 İnci, a.g.e.,s.5. 150 343 bir âlem mi?” sorularının cevabını arayan Tanpınar, zamanla mekân arasında eĢikten hakikatleri anlamaya çalıĢır. Bu sorular, bu arayıĢ Tanpınar‟ı “Üst Üste” Ģiirinde varlıkların yaratılıĢ sırlarına kadar götürür ve kabulle ret arasında yine eĢikte bırakır. Tanpınar‟ın takındığı bu ontolojik tavrı Mehmet Kaplan:“Buna ―eşikte yaşamanın tradejisi‖ de diyebiliriz. Zira Tanpınar, hayallerinin çağrısını dinlemeyerek kendisini tamamıyla dış âleme verebilseydi, hiç olmazsa maddî hazlarla tatmin olacaktı. Yahut tam tersine, içinden Tanrı’ya, din duygusuna yükselebilseydi manevî bir huzura kavuşacaktı. Bu ikisini de yapamadı; ―eşikte‖ kaldı.”cümleleriyle açıklar. “EĢik” Ģiirinin edebî ve düĢünsel arka planı budur. 344 Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın en büyük Ģiirlerinden biri olan “Zaman Kırıntıları” ilk olarak Aile dergisinin on üçüncü sayısında yayımlanır. “Zaman Kırıntıları” Ahmet Hamdi Tanpınar‟ ın serbest vezinle yazdığı Ģiirlerden biridir. ġiirin geneline karamsarlık, yılgınlık ve bu duyguların dokuduğu bir kabullenmiĢlik hâkimdir. ġair, dünyadan ve bu dünyaya nizam veren beĢerî hakikatlerden kendisi ve insanlık adına Ģikâyetçidir. Ona göre dünya hatalı bir Ģekilde yaratılmıĢtır. Dünya, yaratılıĢ ve var ediliĢ itibariyle ideal bir yer değildir. Bunun için Ģair sevdiği kadına, kadını yücelten bir üslupla ―Niçin sen yaratmadın bu dünyayı?‖ diye sorar. Tanpınar “Zaman Kırıntıları”nda bu soruyu sorar ancak dünyanın yaratıcısını değiĢtirmenin imkânsız olduğunun da farkındadır. Bu farkında oluĢ ve dünyanın değiĢmeyeceğine dair bu bilinç Ģairi dünyanın kötücül hallerini kabullenmeye iter. “Zaman Kırıntıları” Ģiiri bu Ģekilde oluĢur. Bu Ģiirinde Ģair, zaman kırıntılarının yani birbirlerinden bağımsız anların kozmos içindeki değiĢik görüntülerini belli bir plana bağlı kalmadan gözler önüne sermeye çalıĢır. ġiirin serbest vezinle yazılmıĢ olması savrulan ve birbirinden bağımsız zaman kırıntılarının (an) ruhuna uygun düĢmektedir. Zira Tanpınar‟ın zaman anlayıĢında zamanı zapt ü rapt altına 345 almak yoktur. Zaman kavramı rüya ve eĢik kavramları gibi Tanpınar‟ı en çok meĢgul eden kavramlardandır. Bu durum Ģiirlerinde açıkça görülmektedir. Nitekim Ģiirlerinin bir kısmının baĢlığında bile zaman sözcükleri yer almaktadır: “Ne Ġçindeyim Zamanın”, “Sabah”, “Sabaha KarĢı”, “Yollar Çok Erken”, “Bütün Yaz”, “KarıĢan Saatler Ġçinde”, “Bursa‟da Zaman”, “AkĢam”. 343 Kaplan,,a.g.e.,s.126. 344 Tanpınar, Zaman Kırıntıları, Aile Dergisi, S.13, İstanbul 1950, s.9. 345 Kolcu, a.g.e. s.215. 151 BaĢlıklar dıĢında, bilinçli bir biçimde Tanpınar‟ın tüm Ģiirlerinde zamanla ilgili birçok sözcük geçer. Tanpınar‟ın zamanı, Ģiirlerindeki genel ve egemen havaya uygun olarak, tılsımlı 346 ve mucizevî anlardan oluĢur. “EĢik” Ģiirinde kapalı ve sembolik olarak anlatılan hayal ile gerçek arasındaki tezat ve bunların çatıĢmasından doğan trajedi “Zaman Kırıntıları” nda daha açık ve kuvvetli bir Ģekilde ifade edilmiĢtir. Diğer Ģiirlerinde umumiyetle hayallerinin yarattığı ideal âleme daha fazla yer veren Ģair, burada çıplak, çirkin ve abes realiteyi ön plana alır ve kendinde uyandırdığı duyguları Ģiddetli, çarpıcı imajlar ve serbest nazmın imkân verdiği patetik(ihtilaçlı) bir sentaksla anlatır. Birbirinden ayrı, küçük ve miskin bir hayat süren insanlar, yani biz, “günlerin tozlu aynalarında, sessiz kanat çırpan ve bu aydınlıkta artık 347 kendi gölgelerini lüzumsuz gören sinekler haline gelir. Bu durumdaki insanların mazilerinden yahut tarihten bahsetmesi hiç bir Ģeye yaramaz: Biz, zaman kırıntıları, Zaman sinekleri, Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar Ve lüzumsuz görenler artık Bu aydınlıkta kendi gölgelerini! Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz, Sanki hiç görmedik birbirimizi, Sanki hiç tanışmadık! Dünya bize öyle kapattı kendisini… Neye yarar hatırlamak, Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde Hatırlamak geçmiş şeyleri, Bu beyhude akşam bahçesinde Kapanırken üstümüze böyle Zaman çemberi Hatırlıyor yetmez mi? 346 Ece Korkut, “Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Şiir Dili ve Evreni”, Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.26,S.1,Ankara,2009, ss.127-128. 347 Kaplan, a.g.e., s.136. 152 348 Güneşe uzanan ellerimiz! … Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın zaman anlayıĢını bütün cepheleriyle “Zaman Kırıntıları” Ģiirinde bulabiliriz. Onda Bergson‟un süre ve zaman kavramlarıyla Proust‟un hatırlama yoluyla geçmiĢi yeniden zihinsel anlamda yaratmasıyla, eĢyaya sinmiĢ zamanın görüntülerini 349 deĢifre etme ameliyesine kadar bütün zaman biçimleri bir arada kullanılmıĢtır. Tanpınar‟ın serbest Ģiirleri arasında “Zaman Kırıntıları” onun sanatının en iyi yansıdığı Ģiirlerdendir. Bu Ģiirde onun poetikasını kuran bütün hatıra, etkilenme, düĢünme ve yorumların yansımalarını bulmak mümkündür. “Zaman Kırıntıları”nda aruz ve hecenin biçim kaygılarından kurtulan Ģair, bütün hayatında ve sanatında sorguladığı temel kavrama ulaĢmıĢ 350 olmaktadır: Zaman. Ġlk kez Aile dergisinde yayımlanan “Zaman Kırıntıları” daha sonra herhangi bir değiĢikliğe uğramamıĢ ve Aile dergisinde yayımlandığı haliyle Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Şiirler kitabına girmiĢtir. 351 Aile‟nin on dördüncü sayısında Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın “Ömrün Sahili” adıyla yayımladığı ve tabiat tasvirleriyle bezeli bir Ģiiri vardır. ġair mahmur bir yaz sabahında seyrettiği bir sahil manzarasını tasvir ederek baĢladığı Ģiirinde bir deniz evreni oluĢturur. Bu deniz evrenini oluĢturan tabiat unsurlarının zihniyet ve hissiyat dünyasında yarattığı çağrıĢımlarla bir Ģiir meydana getirir. “Ömrün Sahili” Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Ģiirlerinde sıklıkla baĢvurduğu rüya, deniz, kader gibi imgeleri içinde barındıran bir Ģiirdir. ġiir esasen bir tabiat ve bu tabiatın uyandırdğı duygular ve hayaller üzerine bir Ģiiridir. Fakat öte yandan bu Ģiirde sanki bir rüya manzarası tasvir edilmekte ve bir perdenin arkasından konuĢulmakta gibidir. ġair “Ömrün Sahili”nde yarattığı deniz ve rüya evreninde birden çok soyut ve somut kavrama ait çağrıĢımlar bulur. GüneĢin doğuĢunu kanlı bir manzaraya, yosun bahçelerini uzak vehimlere, güney rüzgârını rüyalara, duyduğu sesleri eriĢilmez hayallere benzetir. Uçup giden güvercinlerde hayatın güzelliğini gören Ģaire baĢucunda durup bekleyen kader ölümü hatırlatır. “Ömrün Sahili” mutlulukla hüzün, yaĢama sevinciyle ölüm korkusu gibi zıt duyguların bir arada olduğu bir Ģiirdir. ġiirdeki tüm bu imajlar, çağrıĢımlar ve benzetmeler Ģairi tek bir hakikate götürür: kaderin değiĢmez oluĢu. ġair bu Ģiirde yarattığı sahil evrenini oluĢturan 348 Tanpınar, a.g.e.,ss.6-10. 349 Kolcu, a.g.e., s.206. 350 Özer, a.g.e., s.8. 351 Tanpınar, Ömrün Sahili, Aile Dergisi, S.14, İstanbul 1950, s.9. 153 unsurlarda değiĢmeyen ve değiĢtirilmesi mümkün olmayan kaderi görür. Bu, tüm güzelliklere 352 son verecek olan ölümü getirecek kaderdir. 4.2.2.Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde AĢk Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile dergisinde yayımlanan ilk Ģiiri derginin sekizinci 353 sayısında çıkan “Mavi Maviydi Gökyüzü” adlı Ģiirdir ve bu Ģiir bir tabiat ve aĢk Ģiiridir. ġair bu Ģiirinde tabiata ait birtakım motif ve renklerle beĢerî aĢkı bir çağrıĢım iliĢkisi içinde birlikte düĢünür. Tabiat, bu Ģiirde bütün varlığıyla Ģairin geçmiĢte yaĢadığı bir aĢkın sahnesi gibi resmedilir. Tanpınar‟ın bu Ģiirinde tabiat, en bakir ve en saf haliyle resmedilmiĢtir. Gökyüzü, ağaçlar, bulutlar, gölgeler ve bunlar gibi tabiat unsurları ayrı ayrı en olağan ve en doğal halleriyle Ģaire aĢkını anımsatan bir armoni sergilerler. ġair, tabiatın güzelliğini âĢık olduğu kadının zarafetinden ayrı düĢünemez. Tabiat bir güzellikler ve teskin edici renkler armonisidir ama aynı zamanda da bir çeliĢkiler ve uyumsuzluklar ülkesidir. IĢıklı havalarda yağmur yağması, rüzgârın bitmeyen uğultusuna karĢılık çiçeklerin sessizliği ve gamlı türküleri andıran tabiat manzaralarına karĢılık açılan kırmızı güller Ģairin Ģiirinde zikrettiği tabiata ait uyumsuzluk unsurlarından bazılarıdır. Tabiattaki tüm bu uyumsuzluk ve çeliĢki unsurları da Ģaire sevgilinin halet-i ruhiyesindeki ve davranıĢlarındaki çeliĢkileri ve tutarsızlıkları hatırlatır. Tabiat hem temizliği ve saffetiyle hem de içinde süregiden karĢıtlıklarla Ģaire âĢık olduğu kadını hatırlatır. Bu bakımdan “Mavi Maviydi Gökyüzü” içinde hem pastoral hem de lirik unsurlar barındıran bir Ģiirdir. Burada Ģiirin ilk kez yayımlandığı Aile dergisindeki haliyle Tanpınar‟ın Ģiirlerini topladığı kitaptaki halinin farklı olduğunu da belirtmek gereklidir. Aile dergisinde Ģiirin ilk dörtlüğü Ģu Ģekildedir: Mavi, maviydi gökyüzü Bulutlar beyaz, beyazdı Dalgaların üzüntüsü 354 Söyleyin ne garip yazdı ... 352 Ahmet Hamdi Tanpınar bu şiiri Şiirler kitabına alırken şiirin isminde bir değişikliğe gitmiştir. Aile dergisinde “Ömrün Sahili” ismiyle yayımlanan bu şiir Tanpınar‟ın “Şiirler” kitabına“Bir Gül Tazeliği” ismiyle girmiştir. 353 Tanpınar, Mavi Maviydi Gökyüzü, Aile Dergisi, S.8,İstanbul,1949,s.5. 354 Tanpınar, a.g.e., s.5. 154 ġair, Ģiirinin bu ilk dörtlüğünün son iki mısraını “ġiirler” kitabına alırken Ģu Ģekilde değiĢtirmiĢtir: Mavi, maviydi gökyüzü Bulutlar beyaz, beyazdı Boşluğu ve üzüntüsü 355 İçinde ne garip yazdı ... Ahmet Hamdi Tanpınar, bu Ģiirinin diğer dörtlüklerindeyse daha sonra herhangi bir değiĢiklik yapmamıĢtır. 4.2.3. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ġstanbul Cumhuriyet devri edebiyatımızda Ġstanbul‟u tarihî, coğrafî ve kültürel yönleriyle en çok mevzu edinmiĢ ediplerden biri Ahmet Hamdi Tanpınar‟dır. Beş Şehir adlı kitabında en geniĢ yeri istanbul‟a ayıran Tanpınar, roman ve hikâyelerinde de Ġstanbul‟a geniĢ bir Ģekilde yer vermiĢtir. Onun özellikle Huzur adlı romanında Ġstanbul birçok semt ve mahallesiyle Mümtaz ve Nuran‟ın aĢklarına sahne ve mekân yapılmıĢ ve soyut-somut, açık-kapalı pekçok yönleriyle betimlenmiĢtir. Tanpınar‟ın Aile‟de Ġstanbul temalı bir Ģiiri yayımlanmıĢtır. Bu Ģiir derginin onuncu 356 sayısında yayımlanan“Bir Gün Ġcadiye‟ de” adlı Ģiirdir. Tanpınar bu Ģiirinde Üsküdar‟ın eski mahalleleri olan Ġcadiye ve Sultantepe‟de geçirdiği bir günün, ruhunda, bilinçaltında ve hayal dünyasında yarattığı yansımaları anlatır. Tanpınar, bu mahalleleri kendi Ģiir ve anlatı dünyasında çok önemli bir yeri olan musikî motifleriyle bezeyerek tasvir eder. Ġcâdiye‟nin ve Sultantepe‟nin Osmanlı devirlerinden izler taĢıyan tarihî manzarası Ģairin zaman algısını geniĢletir, duyuĢ ve düĢünüĢ dünyasında maziyi ve bugünü harmanlar ve Ģairin ruhunda mazinin ve bugünün yoğun bir Ģekilde iç içe geçmiĢliğinden kaynaklanan medcezirlere neden olur. Bu mahalleler Ģairin ruhunda esrarengiz bir bestenin yapabileceği etkiyi yapar. Ömür ve onun içini dolduran Ģeyler bu bestenin(bu mahallelerin) etkisiyle bambaĢka bir kimliğe bürünür ve Ģair tarafından bambaĢka bir yorumlanıĢ ve algılanıĢla 355 Tanpınar,Mavi Maviydi Gökyüzü, Bütün Şiirleri, 16.b.,Hazırlayan: İnci Enginün, Dergâh Yayınları,İstanbul,2015,s.49. 356 Tanpınar, Bir Gün İcadiye‟de, Aile Dergisi, S.10, İstanbul 1949, s.7. 155 görülmeye baĢlar. ġairin zihnini sürekli meĢgul eden ömür, zaman ve aĢk gibi kavramlar bu mahallelerde yepyeni anlamlar kazanır. “Bir Gün Ġcadiye‟de”de zihninin derinliklerinde küllenip unutulmuĢ birtakım hatıralar Ģairin bilincinde yeniden gün ıĢığına çıkar. Yahut belki de hiç yaĢamadığı ve bu bakımdan hayal mahiyeti taĢıyan Ģeyler Ģairin zihin ve hissiyat dünyasında tütmeye baĢlar. Ġcadiye ve Sultantepe mahallelerinde Ģair aslında var olmayan bir besteyi dinlemekte; bu beste de Ģairin hatıralarını yepyeni renk ve biçimlerle donatmaktadır. Çünkü Ģehirlerin ve mekânların Ģairin ruhunda ve hissiyat dünyasında doğrudan etkisi vardır. Tanpınar, Ģehirleri binalar, köprüler ve yollardan oluĢan bir yığın olarak görmez. ġehirlerin ruhu olduğunu düĢünür, Ģehirlere birtakım metafizik vasıflar yakıĢtırmaktan hoĢlanır. Öte yandan bu Ģiirdeki Üsküdar algısıyla Yahya Kemal‟in Ģiirlerindeki Üsküdar algısı benzer taraflar barındırır. Yahya Kemal‟in Ģiirlerinde uhrevî yönleriyle ön plana çıkarılıp bugünden ziyade maziye ait bir Ģehir gibi görülen Üsküdar “Bir Gün Ġcadiye‟de” de benzer bir soyut algılanıĢla ele alınmıĢtır. Yahya Kemal‟in “Hayal ġehir” adlı Ģiirinde: Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına diyerek vasıflandırdığı Üsküdar‟da Ahmet Hamdi: Harap mezarlıklarda ölülerin duası‟nı duyar ve Yahya Kemal‟in Başkadır bu akşam bütün akşamlardan Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan diyerek seyrettiği Üsküdar‟da: Belki en hülyalısı duyduğun masalların O şafak saltanatı korularda dalların diyerek gezinir. Bu mahalleler Ģaire eskilikleriyle zamanın durduralamayacağını ve ölümün kaçınılmaz olduğunu hatırlatır. Ġnsan ömrünün bir masal gibi gelip geçici olduğunu ikaz eder. ġair Ġcadiye‟de ve Sultantepe‟de geçirdiği zaman süresince kendisini hayal-hakikat, mazi-bugün, 156 ömür-ölüm gibi zıtlıkların ortasında bulur. Bu mahallelerin manzarasında bir masal ve hülya âlemi görür ve Ģiirinde o âlemden ruhuna ekilen duygu ve düĢünceleri ortaya koyar. 4.3. Aile Dergisinde Fazıl Hüsnü Dağlarca Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-2008), Aile dergisinde sık sık yer alan Ģairlerdendir. Cumhuriyet dönemi Ģiirimizin en çok Ģiir yazan isimlerinden biri olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, 357 ―gerçek şiir muhayyilesi ile doğmuş‖ Ģairlerimizdendir. Dağlarca, yüze yakın Ģiir kitabı ve yirmi bine yakın Ģiiriyle Türk Ģiirinin önemli temsilcilerinden birisi olmuĢ ve pek çok Ģairi etkilemiĢ, döneminin Ģiir anlayıĢlarının dıĢında, kendine has bir Ģiir anlayıĢı çerçevesinde, aĢırılıktan uzak, özgün söyleyiĢ ve imaj sistemiyle Türk Ģiirindeki yerini almıĢtır. ġükran Kurdakul, Dağlarca‟nın değiĢik dönemlerinde Ģiirine kaynak olan duyarlıkların üç yönde geliĢtiğini ifade etmiĢ ve bunlardan ikincisini, “insanın doğa ve aykırı toplum güçleri, kurulu düzenin görünen, görünmeyen yasaları içinde günlük yaşamlarını saran sıkıntı ve acıları, yoksulluk ve yoksunlukları, buhran ve patlamaları işlediği dışa açık, 358 toplumsal şiirler‖ olarak belirtmiĢtir. Tacettin ġimĢek ise; ―dil ve tarih bilinci açısından 359 bakıldığında Dağlarca’nın millî edebiyat çizgisine eklenen bireysel bir tavrın şairi olduğu ‖ düĢüncesindedir. Bütün edebî yaĢamını Ģiire hasreden Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ģiir dıĢında baĢka türlerde yazmamıĢ, söylemek istediklerini Ģiirin imkânları vasıtasıyla dile getirmiĢtir. ġiir denizi çocuklardan mitlere, eĢyadan insana, evrenden doğaya, köyden kente, ölüm düĢüncesinden Tanrı‟ya sığınma arzusuna kadar uzanan birçok kaynaktan beslenmiĢtir. ġair, Ģiirlerinde 360 doğrudan ve dolaysız bir Ģekilde okuyucusunun karĢısındadır. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının en çok Ģiir yazmıĢ Ģairlerinden olan Fazıl Hüsnü‟nün Ģiirlerindeki tema çeĢitliliği de bu ölçüde zengindir. Kahramanlık, ilahî aĢk, Allah, memleket sevgisi, kadın, çocuk sevgisi, içkiye düĢkünlük, BatılılaĢma, Akdeniz medeniyeti, Ģehir hayatı, köy hayatı, arkadaĢlık, yalnızlık, evrenin kaynağı, evrenin yaratılıĢ sebebi, ölüm, 357 İnci Enginün, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, Türk Şiiri Özel Sayısı IV, (Çağdaş Türk Şiiri), TDK Yay., Ankara 1992, S. 481-482, s. 594. 358 Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı 3/Cumhuriyet Dönemi I-Şiir, Evrensel Basım Yayın, 4. b., İstanbul 2002, s. 188. 359 Tacettin Şimşek, “Masaldan Destana: Dağlarca‟nın Şiiri”, Hece (Türk Şiiri Özel Sayısı), S. 54/55/56, Ankara 2001,s. 181. 360 Yaşar Şimşek, a.g.e., Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Kızılırmak Kıyıları Şiirini Sosyolojik Okuma Denemesi, Turkish Studies,C.8/1, Ankara, 2013, s. 2551. 157 insan sevgisi, milli mücadele, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarihi, Ġstanbul‟un fethi, 361 Çanakkale SavaĢı, v.b. Ģiirlerindeki temalardan bazılarıdır. Onun Aile dergisinde yayımladığı Ģiirlerse tema olarak üç kategoriye ayrılabilir: Ġstanbul‟un fethi, memleket sevgisi ve Atatürk sevgisi. 4.3.1.Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ġstanbul’un Fethi Fazıl Hüsnü‟nün Aile dergisindeki kahramanlık Ģiirlerinde Türk tarihindeki askerî zaferlere dayalı bir kahramanlık tasviri söz konusudur. ġairin bu Ģiirlerde en çok kullandığı tema Fatih Sultan Mehmet ve Ġstanbul‟un fethidir. Bu Ģiirlerde Ġstanbul‟un fethi destânî bir hadise gibi görülür ve doğaüstü birtakım motif ve imajlarla süslenerek fetih yüceltilir. Daha önce Yıldırım Beyazıt ve II. Murat tarafından kuĢatılan ancak fethedilemeyen Ġstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından 29 Mayıs 1453 tarihinde elli üç günlük çetin bir kuĢatmanın ardından fethedilmiĢtir. Bu fethin Türk ve Ġslam tarihi açısından stratejik ve manevî önemi çok büyüktür. Türkler, bu fetihle asırlardır hayalini kurdukları bir Ģehre sahip olmuĢlardır. Osmanlı Devleti de bu fetihle büyük bir prestij ve yükseliĢ ivmesi kazanmıĢtır. Türkler, Ġstanbul‟u ele geçirdikten sonra giriĢtikleri bayındırlık faaliyetleriyle ve kültürlerini bu Ģehirde inkiĢaf ettirip yerleĢtirmek ve yaymak suretiyle Ģehrin çehresini değiĢtirmiĢler, Ģehri TürkleĢtirmiĢlerdir. Fetihten sonra devletin payitahtı yapılan Ġstanbul, kısa zaman içinde Türk-Ġslam medeniyetinin de baĢkenti durumuna gelmiĢtir. Ġstanbul‟un 362 fethi bu yönleriyle Türk edebiyatında pekçok Ģairin ve yazarın eserlerine mevzu olmuĢtur . Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Ġstanbul‟un fethiyle ilgili Aile dergisinde yayımlanmıĢ altı Ģiiri vardır. Bu Ģiirler Ģunlardır: “Fatih‟in Gemileri”, “Fatih‟in Sancaktarı”, “Fetih Gecesinde Ġstanbul”, “Fetih 363 Aydınlığı”, “Gemi Ġstanbul” ve “Ġçinde” 364 Bu Ģiirlerden ilki olan “Fatih‟in Gemileri ” Aile‟nin sekizinci sayısında yayımlanır. Bu Ģiirinde fethe katılan bir askerin dilinden konuĢan Fazıl Hüsnü, giriĢilen fetih hareketini 361 Türkan Yeşilyurt, Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Şiirlerindeki Temalar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara,2010, ss.37-351. 362 Edebiyatımızda Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul‟un fethi üzerine birçok şiir vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Abdülhak Hamit Tarhan‟ın, “Merkad-i Fatih‟i Ziyaret”; Mithat Cemal Kuntay‟ın, “Tekfur Sarayı ve Türbe-i Fatih”; Yahya Kemal Beyatlı‟nın “İstanbul Fethini Gören Üsküdar”, “İstanbul‟u Fetheden Yeniçeriye Gazel”; Orhan Seyfi Orhon‟un “İstanbul‟un Fethi”; Faruk Nafiz Çamlıbel‟in “Fetih Rüyası”; Behçet Kemal Çağlar‟ın “Battal Bizans Yolunda”; Mustafa Necati Karaer‟in “İstanbul Kapılarında”; Arif Nihat Asya‟nın “Fetih Marşı”; Mustafa Şerif Onaran‟ın “Yol Ortasında Bir Çınar”. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Nurullah Çetin, Türk Şiirinde Fâtih Sultan Mehmet ve İstanbul‟un Fethi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürlüğü, İstanbul, 2005. 363 Fazıl Hüsnü Dağlarca, İstanbul‟un Fethi ve Fatih Sultan Mehmet‟le ilgili şiirlerini ilk baskısı 1953 yılında Varlık Yayınları tarafından yapılan İstanbul Fetih Destanı adlı kitabında toplamıştır. 158 coĢkuyla karĢılar ve bu hareketi ilâhî ve dünyevi âlemlerin ortak bir kendinden geçme haliyle karĢıladığı bir hamle olarak görür. ġair, bu Ģiirinde Ġstanbul‟un fethini epik bir üslupla yansıtır ve fetih hadisesini gemilerin karadan yürütülmesi olayının penceresinden görmeyi tercih eder: Çektik süslü kadırgaları binlerce kişi Morarmış omuzlarımızda sanki bir demet Sanki bahçeler genişliyordu kopardıklarımızla, Sanki bizimle yürüyordu, 365 Kısmet … Fazıl Hüsnü, bu Ģiirinde Ġstanbul‟un fethine katılan askerleri insanüstü ve rahmânî bir boyuta taĢıyarak tasvir eder. Askerlerle birlikte, dünyayı, tabiatı ve Allah‟ı da fetih olayının azameti ve heyecanına katar. 366 Fazıl Hüsnü Aile‟nin onuncu sayısındaki “Fetih Gecesinde Ġstanbul” adlı Ģiirinde fethedilen Ģehrin yani Ġstanbul‟un diliyle konuĢur. ġiire göre fetihle birlikte Ġstanbul‟un binlerce yıllık kaderi değiĢmiĢ ve Ģehir yeni sahiplerinin elinde hüviyet değiĢtirmeye ve yeni bir ruha bürünmeye baĢlamıĢtır. ġair Ġstanbul‟u bu Ģiirinde bir insan gibi duygulandırır, konuĢturur ve düĢündürür. SavaĢ bu Ģehir için yapılmıĢtır. ġehir fethin ilk gecesinde manzarasında meydana gelmeye baĢlayan değiĢimleri bir insanın gözleriyle görür, bir insanın beyniyle muhakeme eder ve bir insanın ruhuyla anlamlandırır. Ġstanbul, sâde bir üslûp ve lisanla adeta yeni evlenmiĢ bir gelin gibi konuĢur. Bir yandan o güne kadarki tarihini yâd eder bir yandan da yeni sahiplerinin asaletine, mertliğine, müsamahakârlığına minnet duyar: Ellememişler meyvelerime aziz bahçelerde Bir tek nefes dokunmamışlar canıma. İhtiyar tarih görmemiş böylesini, Tören yapmışlar vurulan kadersiz sultanıma. Gönülleri ne büyük, Zerre ilişmemişler dinime, imanıma. 364 Fazıl Hüsnü Dağlarca, Fatih‟in Gemileri, Aile Dergisi, S.8, İstanbul, 1949, ss.8-9. 365 Dağlarca, a.g.e.,ss.8-9. 366 Dağlarca, Fetih Gecesinde İstanbul, Aile Dergisi, S.10,İstanbul,1949,ss.17-18. 159 367 Götürüyordu bir desti su yeniçeri. … ġair “Fetih Gecesinde Ġstanbul”da fetih hadisesini baĢtanbaĢa kutsar ve fetihle ilgili en küçük bir olumsuz manzara çizmez. Fethedilen Ġstanbul ĢaĢkındır ama mutludur, Ġstanbul‟un yerli halkı olan Hıristiyanlar dinlerine ve inançlarına iliĢilmediği için müteĢekkirdir. ġehri fetheden Türk askerleri kazandıkları zaferden dolayı gururlu ve huzurludurlar. Ġstanbul‟u fetheden Türkler Ģehre büyük bir aydınlıkla gelmiĢtir sanki. ġair, fethi Ġstanbul için bir aydınlık ve aydınlanma hadisesi olarak görür. 368 Nitekim Ģair, Aile‟de yayımlanan bir sonraki fetih Ģiirine “Fetih Aydınlığı ” ismini koyar ve Ġstanbul‟un kaderinde bir “parıltı” devri açıldığını ilan eder. “Fatih‟in Gemileri”inde bir askeri; “Fetih Gecesinde Ġstanbul”da Ġstanbul‟u konuĢturan Ģair, “Fetih Aydınlığı” nda Ģehrin fetih hadisesiyle aydınlanıĢını gözlemleyen bir dıĢ göz olur. ġair bu Ģiirinde Ģehrin MüslümanlaĢmaya baĢlamasını ve Ģehre yeni törelerin, anlayıĢların ve yeni bir kaderin hâkim olmaya baĢlayıĢını resmeder. ġaire göre fetih, Ġstanbul için bir fırsattır, nimettir hatta bir kurtuluĢtur. Fatih Sultan Mehmet, Ġstanbul‟a girdiğinde yıkılmıĢ bir Ģehir ve yoksul bir halkla karĢılaĢır. Büyük bir eser olarak Ayasofya‟yı bulur. Fazıl Hüsnü Dağlarca,“Fetih Aydınlığı” 369 adlı Ģiirinde Ayasofya‟ya gönderme yapar: … Hem kısaydı Ayasofya tekbir seslerine, Dardı hem. Hava bir yeşille bismillah gibiydi, 370 Gökyüzü bir bahardı hem … Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın, derginin on yedinci sayısında yayımlanan “Fatih‟in 371 Sancaktarı” adlı Ģiirinde de yine Ġstanbul‟un fethine katılan bir Türk askeri tasvir edilir. ġiirde tasvir edilen asker bir sancaktardır. Bu askerin bir sancaktar olması tesadüf değildir. Zira bir Ģehre bir sancağın dikilmesi demek o Ģehre sahip olmak demektir. Bu bakımdan sancak semboldür, sancak taĢıyan asker de sembol askerdir. 367 Dağlarca, a.g.e., ss.17-18. 368 Dağlarca, Fetih Aydınlığı, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951, s.25. 369 Yeşilyurt, a.g.e., s.259. 370 Dağlarca, a.g.e., s.25. 371 Dağlarca, Fatih‟in Sancaktarı, Aile Dergisi, S.17,İstanbul,1951,s.13. 160 Fazıl Hüsnü, “Fatih‟in Sancaktarı”nda Türkler‟in Kızıl Elma olarak gördükleri Ġstanbul‟un fethi için çarpıĢmıĢ sancak taĢıyıcısı bir askeri tasvir eder. Sancağı taĢıdığı için bütün gözler onun üzerindedir. Sancaktar asker, fethi gerçekleĢtirecek Türk ruhunu oluĢturan bütün istisnai vasıfları varlığında toplamıĢtır. Gözü fetih ülküsünden baĢka hiçbir Ģey görmez. Bu ülkü için yaratılmıĢ ve varlığı bu ülküden ibaret gibidir. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Aile‟de yayımlanan fetih Ģiirlerinin tamamında hamasi bir düĢünüĢ ve algılayıĢla fetih ordusunu idealize eder. Bu orduyu hem cesaret ve ruh hem de insaniyet bakımından en kusursuz sıfatlarla sıfatlandırır. Fetih, tarihi tarih yapan, insanı da insan yapan hakikatlerden arındırılarak epik bir manzara içinde tasvir edilir: Gürz ayaklı Kalkan elli Sancaktar olduğu Sancak tutuşundan belli … Dağ inanmamış, derya inanmamış, İnanmış o Dağ düşer, derya düşer, 372 Sancaktar düşmez Fazıl Hüsnü Dağlarca, derginin yirminci sayısında Ġstanbul‟un fethini bu defa iki 373 374 farklı Ģiirde iĢlemiĢtir. Bunlar Ģairin “Gemi Ġstanbul” ve “Ġçinde” adını verdiği Ģiirlerdir. Bu Ģiirlerdeki fetih algısı ve yorumlayıĢı Ģairin önceki fetih Ģiirleriyle hemen hemen aynıdır. Bu Ģiirlerde de idealize edilen bir Ģehir ve fetih söz konusudur. Ġstanbul ve onu fetheden askerler yüceltilmiĢtir. Bu Ģiirler epik ve hamasi bir dille söylenniĢtir. ġair bu sayıdaki Ģiirlerinde fetih için hazırlanan askerlere seslenerek onları motive etmeye ve cesaretlendirmeye çalıĢır. “Gemi Ġstanbul”da bir levende seslenen Ģair Ġstanbul Ģehrini yedi yelkeninden yedi iklim görünen bir gemiye benzetir. Aynı sayıdaki “Ġçinde” adlı Ģiirde ise Ģair Ġstanbul kuĢatmasının tam kalbinde meydana gelen bir sahne yaratmaya çalıĢır. Kendisini savaĢın ortasındaki bir komutan yahut eren kimliğine bürüyerek Fatih‟in askerlerini yüreklendirmeye çalıĢır. ġairin Aile dergisinde yayımladığı fetih Ģiirlerinin tamamında epik bir tavır ve hamasi bir söyleyiĢ vardır. ġair fetih olayından beĢ yüz sene sonra yaĢamıĢ bir kiĢi olarak hayal 372 Dağlarca, a.g.e., s.13. 373 Dağlarca, Gemi İstanbul, Aile Dergisi, S.20, İstanbul, 1952, s.10. 374 Dağlarca, İçinde, Aile Dergisi, S.20, İstanbul, 1952, s.11. 161 dünyasında fetihle ilgili idealize edilmiĢ sahneler üretir. Okuyucularında Ġstanbul‟un fethini temel alan bir ulusal gurur inĢa etmeye çalıĢır. Bu Ģiirlerde, Fatih Sultan Mehmet, fetih askerleri, Türklere ait ulusal değerler ve Ġslam dini yüceltilir. Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Aile dergisindeki epik fetih Ģiirlerinde tarih bir ulusal büyüklük aracıdır. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ġstanbul Fetih Destanı‟nda yer yer tarihi telmihler yaparak Ġstanbul‟un fethini Ģiir düzleminde anlatır. ġair bu fethi Ġsmail Parlatır‟ın “ġairlerimizin Diliyle Türk Zaferleri” adlı yazısında belirttiği gibi “kardeĢliğe, aĢka, hakka, sevgiye açılan 375 bir kapı olarak” görür. 4.3.2. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Memleket Sevgisi Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Aile‟de yayımlanmıĢ memleket sevgisi temalı Ģiirleri de vardır. ġair, memleket Ģiirleri bağlamında değerlendirilebilecek çizgideki ürünleriyle, Anadolu‟yu hâli ve görüntüsüyle Ģiire taĢımıĢtır. Memleket üzerine Ģiirler yazan, “Ģairin dikkatinin üzerinde yoğunlaĢtığı mekânın sınırlandırılmıĢ olması, onu çok daha iyi görmesi, tanıması ve sezmesine imkân vermektedir.” Bu yönüyle Dağlarca‟nın memleket temalı Ģiirleri 376 yoğun bir dikkatin ürünleri olarak karĢımıza çıkar. Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Ģiir haritasında gerek yurtiçinden gerekse yurtdıĢından pek çok Ģehir vardır. Bu haritada, yurtiçinden Adana, Afyon, Ağrı, Ankara, Antalya, Antep, Batman, Bayburt, Bitlis, Bursa, Çanakkale, Edirne, Erzincan, Erzurum, Giresun, Hakkâri, Iğdır, Ġzmir, Ġstanbul, Kars, Kayseri, Konya, MaraĢ, Mersin, MuĢ, Niğde, Samsun, Sivas, 377 Trabzon, Urfa, Yozgat ve Zonguldak gibi Ģehirler vardır. ġairin Aile‟de yayımlanan memleket sevgisi temalı iki Ģiiri de Ģehir eksenli kaleme alınmıĢtır ve Konya ve Sivas üzerinedir. Fazıl Hüsnü‟nün Aile dergisinde yayımlanan ilk Ģiiri de bir memleket Ģiiridir, bir Ģehir 378 Ģiiridir. “Konya” adlı bu Ģiirinde Fazıl Hüsnü, Konya Ģehrini tarihi perspektifi içinde ele alır. Konya Ģehrinin Selçuklular ve Mevlâna devrinden Cumhuriyet Türkiyesi‟ ne uzanan tarihini Ģiir diliyle özetler. 375 Yeşilyurt, a.g.e., s.260. 376 Şimşek, a.g.e.,ss.2551-2552. 377 Yeşilyurt, a.g.e.,s.215. 378 Dağlarca, Konya, Aile Dergisi, S.6, İstanbul, 1948, ss.10-11. 162 ġairin “Konya” Ģiirindeki Konya Ģehri çok boyutlu ve çok kimlikli bir Ģehirdir. Hem bir bilginler ve âlimler Ģehridir hem de alplar ve akıncılar Ģehridir. “Alperen” ruh ve kimliğinin ĢehirleĢmiĢ halidir: Asya’dan atlılar inmiş boy boy Kuvvet ve adalet toplamış suları. Taze bir imanla payidar, Akmış küffar illerine orduları … Her yanda rüzgâr ve hikmetler, 379 Mevlana doldurmuş her tarafı … Fazıl Hüsnü‟nün diğer Ģiirleri gibi sade bir dille kaleme alınmıĢ olan “Konya” Ģiiri Anadolu‟nun ortasındaki bu tarih Ģehrinin Ģiirsel bir tarihçesidir ve bu Ģehrin kültürel varlıklarına dair bir özettir. Anadolu‟nun merkezindeki Konya, Anadolu‟ya bir yurt olarak Ģahsiyet kazandıran kavramların, motiflerin ve renklerin beĢiğidir. Sadece Anadolu‟nun değil dünyanın namlı Ģehirlerinden biridir. ġair Konya‟yı böyle görür. Konya‟yı Konya yapan 380 vasıflar ve hakikatler külliyatını gururla yâd eder ve zikreder. Fazıl Hüsnü‟nün Aile dergisinde yayımlanan memleket sevgisi temalı diğer Ģiiri 381 derginin dokuzuncu sayısında yayımlanmıĢtır ve bu da bir Ģehir Ģiiridir. “Sivas‟a” adlı bu Ģiirinde Fazıl Hüsnü Sivas Ģehrini tarihi, destani ve coğrafi motifleriyle ele alır. Fakat “Konya” Ģiirinin aksine “Sivas‟a” Ģiirinde baskın olan unsur Ģehrin tarihi ve kültürel özellikleri değil; coğrafi özellikleridir. KıĢıdır, dağlarıdır, kuĢudur, çiçeğidir, gökyüzüdür. Konya Ģiirinde ilim ve tarih kavramlarını ön plana çıkaran Fazıl Hüsnü, “Sivas‟a” Ģiirinde Ģehrin çetin coğrafi Ģartlarını ön plana çıkarır. Hatta yer yer bu çetin coğrafyayı insan unsurundan arındırır ve bir Ģair olarak tek baĢına görüp gözlemlediği bir masal yurdunu tasvir eder gibi bir eda takınır. Sivas‟ın bir Ģiir Ģehri olarak Ģair tarafından seçilmesi tesadüfi değildir. Çünkü Sivas da tıpkı Konya gibi Anadolu‟daki Müslüman-Türk kimliğinin sembol Ģehirlerinden biridir. Fazıl Hüsnü, sade bir dil ve söyleyiĢle Sivas‟ın Müslüman-Türk kimliğinin tarihini özetlemeye ve bu tarihe beĢiklik etmiĢ coğrafyayı betimlemeye çalıĢır. Konya‟da Mevlana‟yı ve 379 Dağlarca, a.g.e.,10-11. 380 Fazıl Hüsnü Dağlarca anne tarafından Konyalı‟dır. Şairin çocukluğunun bir kısmı bu şehirde geçmiştir. Bu şiir şairin bu şehirde geçen çocukluğundan izler taşır. 381 Dağlarca, Sivas‟a, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, s.11. 163 Selçuklular‟ı hatırlayan Ģair Sivas‟ta çileyi, derdi, tasayı ve hayatın meĢakkatli tarafını hatırlar. Elbette ki Sivas da derin bir tarihi geçmiĢe sahiptir. Ancak Konya‟nın tarihi görkemli bir imparatorluğa payitaht olmakla ve sufilikle yazılmıĢken Sivas‟ın tarihini kara kıĢlar ve aĢılmaz dağlar yazmıĢtır. Çünkü her Ģehir toprağından kendi kültürünü yaratır. ġiirlerinde memleket sevgisi vatan toprağına ve o toprağın sahip olduğu varlıklara duyulan sevgi demektir. Bir milletin kaderi üzerinde yaĢadığı topraktan ve toprağı donatan Ģehirlerden ayrı düĢünülemez. Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Ģiirlerinde geçen Ģehirler; tarihiyle, insanıyla “mekânın 382 ruhu”nu taĢır. Çünkü bu Ģehirler yalnızca “mekân” değil, “yerleĢilen mekân”dır. Jean Robert‟in Ivan Ġllich‟ten aktardığına göre “yerleĢmek, bir insanın kendi izleri arasında 383 yaĢaması” demektir. Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Ģiirlerindeki Ģehirlerde de “mekânın ruhu” 384 vardır. Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Aile dergisinde yayımlanan memleket Ģiirleri yer yer lirik, yer yer epik yer yer de pastoral unsurlar barındırır. Onun Ģiirlerinde memleket sevgisi, memleketin sahip olduğu kıymetleri mütevazı-muazzam, iyi-kötü ayrımı yapmadan sevmek demektir. 4.3.3. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Atatürk Sevgisi Fazıl Hüsnü Dağlarca, Aile dergisinde Atatürk sevgisi üzerine bir Ģiir yayımlamıĢtır. 385 “Mustafa Kemal‟in Kartalı ” adlı bu Ģiir Aile dergisinin on üçüncü sayısında yayımlanmıĢtır. Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale SavaĢları‟ndaki baĢarılarından itibaren Türk Ģiirine mevzu olmaya baĢlamıĢtır. Çanakkale SavaĢları devam ederken Harbiye Nezareti‟nin düzenlediği bir gezide bir grup Ģair ve yazarla bu cepheye giden Mehmet Emin Yurdakul cephe dönüĢü yazdığı Ordunun Destanı adlı uzun Ģiirinin bir kıtasında Mustafa Kemal‟in adını ilk defa zikreder. Milli Mücadele‟nin önderi ve Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurucusu olmakla Mustafa Kemal Atatürk edebiyatımızda pekçok esere konu olmuĢtur. Edebiyatımızda Atatürk‟ü konu alan bir hayli eser vardır. Türk Edebiyatında bir “Atatürk edebiyatından” bahsetmek mümkündür. 382 Yeşilyurt, a.g.e.,s.215. 383 Jean Robert, Kent ve Halk: Kent Üzerine Alternatif Düşünceler, çev. Özgür Orhangazi, Ütopya Yayınevi, Ankara 1999, s. 126‟dan aktaran Yeşilyurt, a.g.e.,s.215. 384 Yeşilyurt, a.g.e.,s.215. 385 Dağlarca, Mustafa Kemal‟in Kartalı, Aile Dergisi, S.13, İstanbul, 1950, ss.18-19. 164 Mustafa Kemal Atatürk‟le (direkt ya da dolaylı olarak) ilgili bu güne kadar pek çok 386 Ģiir, hikâye, roman, tiyatro vadisinde eser kaleme alınmıĢtır . Özellikle Ģiirlerin sayısı 387 oldukça fazladır ve bu Ģiirlerin derlenmesinden oluĢan birçok antoloji hazırlanmıĢtır . Fazıl Hüsnü Dağlarca da Ģiirlerinde Atatürk‟ü en çok konu alan Ģairlerden biridir. Dağlarca, Atatürk üzerine kaleme aldığı Ģiirlerini, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs Destanı ve Anıtkabir adlı Ģiir kitaplarında toplamıĢtır. “Mustafa Kemal‟in Kartalı” Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Aile‟de yayımlanan Atatürk temalı tek Ģiiridir. Bu Ģiirdeki Mustafa Kemal, asker Mustafa Kemal‟dir ve Ģair onu bu Ģiirinde tabiattaki en yırtıcı ve kuvvetli canlılardan biri olan kartalla özdeĢleĢtirmiĢtir. Bundan da öte asker Mustafa Kemal bu Ģiirdeki algılanıĢ ve yansıtılıĢıyla masalsı ve mitolojik bir kahramana benzer: Masaldı dağlar taşlar gerçekten masaldı ha, Geçiyordu Mustafa Kemal Çamlıbel’den Yabanın kurdu kuşu seyrine inmiştiler, Kara pençelerle, ak gagalarla Susmuştu yeryüzü efsaneler içinde, 388 Masaldı dağlar taşlar gerçekten masaldı ha … ġiir boyunca Ģair, Mustafa Kemal‟i meçhul bir yerden gelen heybetli bir kartalla 389 birlikte zikreder. Özgürlüğün, cesaretin, kuvvetin sembolü olan kartal Ģiirde Mustafa Kemal‟i kendisine yoldaĢ ve sırdaĢ olarak seçmiĢtir. Çünkü Mustafa Kemal, kartalın insan cinsindeki muadilidir. Mustafa Kemal, kazanacağı zaferlerin müjdesini ilk olarak bu kartaldan alır. Fazıl Hüsnü bu Ģiiri sade bir dille hatta bir odada bulunan küçük bir toplulukla konuĢur gibi yazmıĢtır. ġiir kırk iki mısradan oluĢur. ġiirde uzak bir zamanda kalmıĢ bir devre ait hatıralar masalsı bir üslup ve sesleniĢle anlatılır gibidir. ġiir dili içinde asker Mustafa Kemal, tabiatla iletiĢim kurabilen ve paganik güçleri olan mitolojik bir figür gibi tasvir edilir. 386 Geniş Bilgi İçin bkz.İnci Enginün, “Edebî Eser Kahramanı Olarak Atatürk”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yayınları, 2.b.., İstanbul, 1991, ss.451-457. 387 Bunlardan bazıları şunlardır: Behçet Necatigil, Atatürk Şiirleri, T.D.K. Yayınları, Ankara, 1963; Mehmet Kaplan- Necat Birinci, Atatürk Şiirleri Antolojisi, K.T.B. Yayınları., Ankara, 1992; Muzaffer Reşit, Atatürk Şiirleri Antolojisi, Varlık Yayınları, İstanbul, 1950; Vecihi Timuroğlu, Atatürk Şiirleri, K.T.B. Yayınları, Ankara, 1994; Yekta Güngör Özden, Atatürk Şiirleri, Bilgi Yayınları, Ankara, 1994; Necdet Alpay, Türk Şiirinde Atatürk, Hürriyet Yayınları,1. b., İstanbul., 1980. 388 Dağlarca, a.g.e.,ss.18-19. 389 Pekçok ulusal mitolojide önemli bir yeri olan kartal Yunan mitolojisinde de Olimpos Tanrıları‟nın lideri Zeus‟un sembol hayvanlarından biridir. Kartalın Zeus‟un yıldırımlarını taşıdığına inanılır. Ayrıca savaşlarda Zeus‟un yardımının ve zaferin işaretidir. Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın bu şiirini kartal imgesi üzerine kurması şiirde Mustafa Kemal‟in mitolojik bir kahraman gibi yüceltilişine dönük açık bir işarettir. 165 Öte yandan Ģiirde Çamlıbel kelimesi ile Köroğlu hikâyesine telmih yapılmakta ve Mustafa Kemal, Köroğlu‟na benzetilmektedir. Mustafa Kemal‟in, Köoğlu‟nun özelliklerini taĢıyan, yani cesur efsanevî, bir kahraman olduğu söylenmektedir. Mısra sonlarındaki “ha” ünlemiyle de Ģiire bir koçaklama ve türkü havası verilmekte ve söyleyiĢ bakımından da 390 Köroğlu hatırlatılmaktadır. 4.4.Aile Dergisinde Orhan Veli Kanık Orhan Veli Kanık (1914-1950) Aile dergisine en çok eser ve katkı vermiĢ Ģairlerden biridir. Derginin yayımlanmaya baĢladığı 1947 yılından, 1950 yılındaki vefatına kadar Orhan Veli hem Ģiirleri hem de tercümeleriyle Aile dergisindeki varlığını sürdürmüĢ, ölümünden sonra da onun Ģiirleri ve tercümeleri Aile dergisinin çeĢitli sayılarında yayımlanmaya devam etmiĢtir. Orhan Veli‟nin Ģiirleri, ilk yazdıkları hariç olmak üzere bir bütün teĢkil eder. ġair, Ģiire 1936‟da baĢlamıĢ, 1937‟den itibaren Ģiirde yeni bir tarz ve üslup yaratmıĢ, bu yeni sesi ölünceye kadar devam ettirmiĢtir. Onun Ģiirlerini, ilk Ģiirleri ve Garip hareketi diye iki grupta incelemek mümkündür. Orhan Veli, 1937‟den itibaren denediği yeni tarzı, 1941‟de Melih Cevdet ve Oktay Rıfat‟la birlikte yayımladığı Garip adlı kitapta bir de Ģiir teorisi ile takviye etmiĢtir. Orhan Veli‟nin Garip kitabına koyduğu önsöz Türk Ģiirinde baĢlı baĢına bir merhale ve inkılaptır. Orhan Veli‟nin gerek 1937‟den sonra yazdığı Ģiirleri gerekse Garip önsözü, edebiyatımızda büyük tartıĢmalara yol açmıĢ ve daha sonra da Ģiir dilinin değiĢmesine sebep 391 olmuĢtur. Orhan Veli, Garip hareketiyle o güne kadar gelmiĢ olan cansız, yüzeysel, insandan ve yaĢamdan uzak Ģiir anlayıĢını yıkmıĢ, daha gerçekçi, doğayla insanla, insanın 392 mücadeleleriyle bağları daha sıkı bir Ģiire yolu açmıĢtır. Orhan Veli Kanık‟ın Aile‟de yayımlanan telif Ģiirleri de dil ve söyleyiĢ bakımından Garip havasını devam ettiren Ģiirlerdir. Onun telif Ģiirlerinin yanı sıra Aile‟de manzum LaFontaine masalları çevirileri, çeĢitli Fransız Ģairlerinden yaptığı Ģiir çevirileri ve manzum Nasrettin Hoca fıkraları yayımlanmıĢtır. Orhan Veli Kanık‟ın Aile dergisinde yayımlanan telif Ģiirleri Ģunlardır: 390 Ercilasun, a.g.e.,s.286-287. 391 Ercilasun, a.g.e., s.127. 392 Mehmet H. Doğan, “Yaprak Döneminde Orhan Veli”,Türk Dili, S.291, Ankara, 1975, s.730. 166 “Denizi Özliyenler Ġçin”, “Gün Olur” ,“Hürriyete Doğru”, “Doğan Güne KarĢı” , “AyrılıĢ”,“YaĢamak” , bir rubai. Bu Ģiirlerdeki belli baĢlı iki tema özgürlük ve yaĢama sevgisidir. Orhan Veli Kanık‟ın Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerinin incelenmesine geçmeden önce Aile dergisinin sekreteri ġevket Rado‟yla olan dostluğuna değinmek yerinde olacaktır. 4.4.1.Orhan Veli Kanık ve ġevket Rado Arasındaki Dostluk Orhan Veli Kanık, Aile dergisinin sekreteri konumundaki ġevket Rado‟ nun yakın dostlarından biridir. ġairin Aile dergisindeki varlığı bu dostlukla yakından ilgilidir. Orhan Veli‟nin ġevket Rado‟yla olan dostluğu 1930‟lu yılların ikinci yarısına dayanır. 1936‟da ġevket Rado Ģiirden çok gazetecilikle uğraĢan biridir. ġevket Rado, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday‟la bu dönemde tanıĢmıĢ ve dörtlü arkadaĢlık böyle baĢlamıĢtır. Şevket Rado’ya Mektuplar adlı kitapta bu tanıĢma hakkında Ģu bilgiler verilir: ―Şevket Hıfzı artık şairlikten çok gazetecilikle uğraşıyor, şiir yazmaktan çok şiir okuyor, Varlık mecmuasına ve Akşam gazetesine şiire ve şairlere dair yazılar yazıyor, röportajlar yapıyordu. Ankara’da Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet üçlüsüyle bu sıralarda tanıştı. Hatta ilk tanışmaları askerlik kampında olmuştur. Üçü de henüz klasik tarzda, vezinli, kafiyeli şiirler yazıyorlardı. Ama bu ilk şiirlerinde de yeni bir hava getirmekte oldukları seziliyordu. Sonradan ―şairâneyi‖ yıkan şiirlerini de onlardan ilk defa Şevket Hıfzı dinlemiş ve Akşam gazetesinde onların isimlerinden ve yeni şiirlerinden ilk defa Şevket Hıfzı bahsetmiştir. Garip ile ortaya çıktıkları zaman ise bilhassa Hececiler grubu ve eski zevke bağlı olanlar tarafından uğradıkları hücumlarda müdafaalarını hep Şevket Hıfzı 393 yapmıştır.‖ Memurluk görevi nedeniyle uzun yıllar Ankara‟da yaĢayan Orhan Veli Kanık‟la Ġstanbul‟da yaĢayan ġevket Rado arasındaki dostluk o devirdeki pek çok dostluk gibi mektuplaĢmalar vasıtasıyla devam etmiĢtir. Orhan Veli yaptığı birtakım edebî çalıĢmalarla ilgili dostu ġevket Rado‟yla mektuplar vasıtasıyla istiĢarelerde bulunmuĢ, Rado‟nun çıkardığı yayınlarda çevirilerini ve Ģiirlerini yayımlatmıĢtır. Orhan Veli Kanık‟ın edebî kariyerinin oluĢmasında ġevket Rado‟nun çıkardığı yayınların önemli katkısı olmuĢtur. 393 Şevket Rado’ya Mektuplar, Hazırlayan: Nedret İşli, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,2014, ss.18-19. 167 4.4.2.Orhan Veli Kanık’ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Özgürlük Orhan Veli‟nin Aile‟de yayımlanan Ģiirlerinde özgürlük teması geniĢ bir Ģekilde iĢlenmiĢtir. Bu Ģiirlerdeki özgürlük betimlemelerinde deniz sevgisi, avârelik, kalendermeĢreplik, toplum hayatından uzaklaĢma arzusu, zaman zaman da umutsuzluk ve karamsarlık gibi motiflerin ağırlığı görülür. Orhan Veli Kanık‟ın Aile dergisinde yayımlanan özgürlük temalı Ģiirleri Ģunlardır: “Denizi Özliyenler Ġçin”, “Gün Olur” ve “Hürriyete Doğru”. 394 Derginin ilk sayısında Ģairin “Denizi Özliyenler Ġçin” adlı bir Ģiiri yayımlanır. Bu Ģiirinde Orhan Veli, denize duyduğu, tutkuyu ve bağlılığı anlatır. ġair bu Ģiirinde dünyaya denizde gelmiĢ ve anavatanı deniz olan bir hayalî varlığın diliyle konuĢur. ġair için dünyada yaĢadığı yer bir sürgün yeri gibidir. Çünkü o, rûhen denize aittir. Denizin sakinlerine bahĢettiği enginliğe ve özgürlüğe aittir. ġair, bu nedenle bir sürgün gibi yaĢadığı Ģehirlerde denizin hasretiyle yanar, rüyalarında Ģehrin çatılarının üzerinden geçen gemiler görür. Denizin suyundan, kokusundan, tuzundan ve köpüklerinden ayrı kalmak hasretlerin en büyüğüdür: Gemiler geçer rüyalarımda, Allı pullu gemiler, damların üzerinden, Ben zavallı, Ben yıllardır denize hasret, Bakar bakar ağlarım Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı, Bir midye kabuğunun aralığından: Suların yeşili, göklerin mavisi, Lâpinaların en harelisi... Hâlâ tuzlu akar kanım 395 İstiridyelerin kestiği yerden. … Deniz, engin maviliği, çalkantılarına sınır olmaması ve baĢıboĢ ve hırçın rüzgârların yurdu olmasıyla aynı zamanda bir özgürlükler ve eriĢilen hayaller âlemidir. Ġnsan doğası ve 394 Orhan Veli Kanık, Denizi Özliyenler İçin, Aile Dergisi, S.1, İstanbul,1947,s.13. 395 Kanık, a.g.e.,s.13. 168 yaratılıĢı gereği içinde bir yığın, hayal ve istek barındırır. Fakat hayat pekçok insana isteklerine kavuĢma fırsatı vermez. Ġnsanları sürekli isteklerini baskılamaya veya ertelemeye zorlar. Ġstediği Ģeylere kavuĢamayan, dilekleri hayat tarafından söndürülen ve yaratılıĢ anında varlığına zerk edilmiĢ hayalleri gerçek yapacak imkânları yaĢadığı Ģehirlerde bulamayan insan kendisini sürekli sürgünde ve gurbette hisseder. Orhan Veli‟nin bu Ģiirinde denize özlem duyulması bir anlamıyla da eriĢilemeyen dilekleri ve gerçekleĢtirilemeyen hayalleri temsil eder. Aile dergisinde yayımlanan Orhan Veli Ģiirlerinde özgürlük kavramıyla deniz imajı birbirleriyle özdeĢleĢmiĢ durumdadır. Denizi düĢününce Ģairin aklına özgürlük gelir ve yine Ģairin imajlar dünyasında özgürlüğü en iyi sembolize eden Ģey denizdir. Deniz uçsuz bucaksızdır. Uçsuz bucaksız rüzgârların beĢiği ve ana yurdudur. Deniz, göz alabildiğince uzanan enginliğiyle insanı yaĢama tutkusuyla ve özgürlük aĢkıyla doldurur. ġairin zihniyet ve duygu dünyasındaki deniz-hürriyet birlikteliğine dair diğer örnek 396 Aile dergisinin ikinci sayısında yayımlanan “Gün Olur” adlı Ģiirdir. Bu Ģiirde deniz, Ģairde zamanı ve menzili belli olmayan yolculuklara çıkma isteği uyandırır. Deniz, Ģairi bir gayeye veya bir mecburiyete bağlanmadan yaĢanan bir hayata çağırır. Deniz, Ģaire eğer hayatın bir gayesi olmak zorundaysa bu geliĢigüzel gezmek ve gönül nereyi çekerse oraya gitmektir diye telkinlerde bulunur. ġiire göre özgürlük geleceğin, hatta bir gün sonrasının bile kaygısını gütmeden yaĢayabilmektir. Bu Ģiire göre özgürlük doğayla ve doğayı doğa yapan unsurlarla iç içe olmak ve yoldaĢlık etmektir. Orhan Veli Kanık‟ın Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerinde deniz özgürlüğü çağrıĢtırır, özgür adam sürekli bir deniz arayıĢı ve hasreti içinde olur. ġairin özgürlük-deniz özdeĢleĢtirmelerinin bir diğeri derginin üçüncü sayısında 397 yayımlanan “Hürriyete Doğru” adlı Ģiirdir. Orhan Veli bu Ģiirinde gün doğmadan denize açılan balıkçıların algı ve duygu penceresinden dünyaya bakar. Denizin bu insanlarda yarattığı yaĢama tutkusuna ve özgürlük coĢkusuna iĢtirak eder, insanları denizler dolusu özgürlüğe davet eder: Gün doğmadan, Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola. Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında, İçinde bir iş görmenin saadeti, 396 Kanık, Gün Olur, Aile Dergisi, S.2, İstanbul,1947,s.33. 397 Kanık, Hürriyete Doğru, Aile Dergisi, S.3, İstanbul,1947,s.10. 169 Gideceksin Gideceksin ırıpların çalkantısında. Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı; 398 Sevineceksin. … Görüldüğü gibi Ģairi denize bağlayan faktör denizin insana verdiği dünyanın kaygılarından uzaklaĢıyor olma duygusudur. Denize açılınca karadaki hayata ait boğucu mecburiyetler ve yıpratıcı kliĢeler geride kalır. Denizde sadece denizin düzen ve yasaları geçerlidir. Bu yasalarda da aslolan Ģey kaygısızlıktır, kalendermeĢrepliktir, bedenen özgür olmak ve ruhen özgür hissetmektir. Diğer taraftan Ģairin deniz ve özgürlük temalarına Ģiirlerinde geniĢ bir Ģekilde yer vermesi maneviyatında yer alan toplumdan kaçıĢ ve medenî hayattan çekiliĢ ihtiyaçlarıyla da açıklanabilir. Çekilme/kaçıĢ, bireyin ilkin inandığı, katıldığı sosyal amaçlardan temelli olarak 399 uzaklaĢması demektir. KiĢi kurduğu kiĢisel ideali gerçekleĢtirmekten vazgeçmemekle birlikte, bunu baĢarıya ulaĢtırmadaki yolların tıkandığı sanısıyla bir “bozgun ve karamsarlık” ya da “suskunluk” ve gizli bir küskünlük içine girmeyi tercih eder. Bireyin amacını gerçekleĢtirmekten en azından fiilî olarak vazgeçmesinde, içinde bulunduğu toplumsal 400 yapının, çevrenin, dolaylı ama büyük bir rolü vardır. Orhan Veli‟nin Aile‟de yayımlanan deniz ve özgürlük temalı Ģiirlerinde bu tip bir kaçıĢın izleri görülür. 401 Mustafa ġerif Onaran Orhan Veli için ―Gözyaşları bol bir şairdir ” ve “Denizde 402 yitip gitmeyi özgürlüğe kavuşmak bilen bir şairdir.” der. Orhan Veli, hayatının tamamını ülkenin en çalkantılı günlerinde geçirmiĢtir. O, çocukluğunu I. Dünya SavaĢı yılları ile Millî Mücadele döneminde, gençlik yıllarını genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin yoklukla geçen sancılı kuruluĢ günlerinde, kemal çağını ise II. Dünya SavaĢı‟nın bütün dünyayı kasıp kavuran çığlıkları arasında geçirmek zorunda kalmıĢ bir Ģairdir. Bu dıĢ çevreye yönelik olumsuzluklara eĢlik eden ferdî sıkıntılar Ģairi oldukça derinden sarsmıĢtır. 398 Kanık, a.g.e.,s.10. 399 Barlas Tolan, Çağdaş Toplumun Bunalım-Anomi ve Yabancılaşma, Ankara İktisadi ve İdari İlimler Akademisi Yayınları, Ankara, 1980,s.76. 400 Sazyek, a.g.e.,s.35. 401 Mustafa Şerif Onaran, “Orhan Veli‟de Ozansılık”, Türk Dili, S.291, Ankara, 1975, s.719. 402 Onaran, a.g.e., s.721. 170 SavaĢ yıllarının bunalımları ve iĢsizliğin getirdiği sıkıntılara, materyalizm, mekanizm, pozitivizm üçlemesiyle ifade edilen metafizik kıymetleri yok sayan fikir hareketlerinin etkisi eklenmiĢ ve onu toplumun değer yargılarıyla çatıĢmaya itmiĢtir. Bunların etkilerini ve ferdî ıstıraplarını, çocukluğunun mutlu, sorumsuz, dertsiz, ıstırapsız dünyasına kaçarak azaltmaya çalıĢmıĢ; bu kaçıĢın hayatın gerçeklerinden kurtaracak devamlı bir etkisi olmayınca çeĢitli sığınaklara sığınmıĢtır. Bir nevi kendi “fildiĢi” kulesine çekilmiĢtir. Zaman zaman bu hayatı çekilmez bulan Ģair, öte inancının kaybıyla tekrar yaĢama bağlanmıĢtır. YaĢama sevinci ve kara alayla sıkıntılarının yükünü hafifletmeye yönelmiĢtir. Bazen de hayallerinin peĢinde 403 sürüklenerek bilinmeyen, mutluluğun hüküm sürdüğü dünyalara kaçmaya çalıĢmıĢtır. ġairin denizi bir kaçıĢ yeri ve sığınak gibi görmesinin ardında Ģairin ruh dünyasına ait bu bireysel gerçeklikler yatar. ġair, karada yani Ģehirde süregiden bir hoĢnutsuzluk ve kıstırılmıĢlık halet-i ruhiyesi içindedir. Ġnsan Ģehir hayatının getirdiği toplu yaĢama kurallarına ve monotonluğa ancak içgüdülerine kodlanmıĢ olan özgürlük duygusunu baskılayarak ve kısıtlayarak uyum sağlayabilir. ġairde bu kıstırılmıĢlık duygusundan ve monotonluk halinden yorulmuĢluk hâli sezilir. KurtuluĢu ise insanlardan uzaklaĢmakta ve ömrünü deniz hayatına adamakta görür. 4.4.3. Orhan Veli Kanık’ın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde YaĢama Sevgisi YaĢama sevgisi teması Orhan Veli‟nin Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerinde iĢlediği diğer temadır. Onun Aile dergisinde yayımlanan yaĢama sevgisi temalı Ģiirleri Ģunlardır: “Doğan Güne KarĢı”, “AyrılıĢ” ve “YaĢamak”. Orhan Veli‟nin Aile dergisinde yayımlanan yaĢama sevgisi temalı ilk Ģiiri derginin on 404 birinci sayısında yayımlanan “Doğan Güne KarĢı” adlı Ģiirdir. ġair bu Ģiirinde dünyanın sıradan ve her günkü güzelliklerini anlatır. Bir gün uykusundan uyanan Ģair dünyanın güzelliklerle dolu olduğunu düĢünür ve ruhunu ve bedenini bu güzelliklere açarak mutlu olabileceğini kendi kendisine telkin eder. Ancak en saf ve en basit haliyle dünya, ne kadar güneĢ pırıltıları ve ıĢıkla doluysa bir o kadar da çatıĢma ve hayal kırıklıklarıyla doludur. Ġnsan yatağından kalkar, penceresinden dünyaya bakar. Ġnsan, bu bakıĢ esnasında ömrünü ve kafasının içini doldurmuĢ olan meselelerden, muammalardan ve sıkıntılardan 403 Arif Yılmaz, “Orhan Veli‟de Kaçış”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.2011/10(1), ss.276-277. 404 Kanık, Doğan Güne Karşı, Aile Dergisi, S.11, İstanbul,1949,s.7. 171 arınarak güneĢe bakarsa mutlu olabilir. Yeni bir günde her gün olduğu gibi güneĢin doğması ve ıĢıklarıyla dünyayı doldurması, yaĢamanın güzel olduğunu düĢünmek için yeterlidir. Fakat o güneĢ aynı zamanda çatıĢmaların, çekiĢmelerin, bireysel ve toplumsal hayal kırıklıklarının ve tükenmeyecek gibi görünen adaletsizliklerin ve ıstırapların üzerine doğar. Ġnsan gündoğumunda bedenini doğan güneĢe açarken aynı zamanda o güneĢin altındaki kötülüklere ve süregiden kahırlara da açmıĢ olur. Ġyiyle kötü, güzelle çirkin dünyada hep yan yanadır. Birinin diğerinden tamamen uzaklaĢabildiği bir hal söz konusu değildir. Dünyadaki basit Ģeylerle, dünyayı dünya yapan ve her gün kendisini tekrar edip duran resim ve seslerle mutlu olunabilir. Ġnsan olmak mutluluğa her zaman aç olmak demektir. Orhan Veli‟nin Ģiirlerinde dünyanın bu her günkü hallerinden mutluluk ve yaĢama enerjisi çıkarma önemli bir motiftir. Yeni bir güne uyanmak bile bir mutlu olma sebebidir. Ama dünya sadece güneĢ ıĢıklarının bir günün baĢlangıcındaki tazeliğinden ibaret değildir. KiĢi, ihtiyaç duyduğu mutluluğa dünyanın bitmek tükenmek bilmeyen kötülüklerine rağmen ulaĢmak zorundadır. 405 Aynı sayıda üç mısralık “AyrılıĢ” Ģiirinde ise Orhan Veli biraz daha karamsardır: Bakakalırım giden geminin ardından; Atamam kendimi denize, dünya güzel; 406 Serde erkeklik var, ağlayamam. Bu Ģiirde yaĢanılan dünyadan memnuniyetsizlik hissedilmektedir. Bir gemi bazı insanları kötü bir dünyadan alıp güzel bir âleme götürür ancak o gemide Ģaire yer yoktur. Artık yaĢamaya sebep yoktur belki ama dünya en kötü haliyle bile yaĢamaya değecek kadar güzeldir. Belki bu çeliĢkinin yarattığı ruhsal çöküntüden insan ağlayarak kurtulabilir. Fakat Ģaire göre ağlamak bir erkeğe yakıĢmaz. Toplum, ağlamayı bir erkekte zayıflık olarak görür. Bu nedenle Ģair ağlamanın getirebileceği ferahlama ve teskin olma halinden de mahrum kalır. Günler, kırılan hayallerden, umutsuzluklardan ve yıpratıcı paradokslardan ibaret bir mecrada ilerleyip gider. Aile dergisi yayın hayatına devam ederken Orhan Veli Kanık 16 Kasım 1950 tarihinde ansızın vefat eder. Dergi bu vefatı on altıncı sayısında okuyucularına Ģöyle duyurur: ―Kıymetli şair Orhan Veli Kanık henüz pek genç yaşında iken ansızın vefat etti. Yeni bir şiir anlayışı getiren eserlerinden başka Türk edebiyatına La Fontaine tercümeleri ve 405 Kanık, Ayrılış, Aile Dergisi, S.11, İstanbul,1949,s.5. 406 Kanık, a.g.e.,,s.5. 172 Nasrettin Hoca hikâyeleriyle büyük hizmet eden bu kıymetli şairin ölümü matbuatımızda derin bir teessür uyandırmıştır. Bu teessüre biz de iştirak ederken bu nüshamızdan itibaren, onun hiç neşredilmemiş Nasrettin Hoca hikâyelerini okuyucularımıza takdim ediyoruz. Orhan Veli’nin elimizde bunlardan başka daha 5 Nasrettin Hoca hikâyesiyle son yazdığı bir şiiri, bir rubaisi, bir de Baudelaire’ den tercüme ettiği ―Yoksulların Ölmü‖ adlı bir şiir tercümesi vardır. Bunları da gelecek sayılarımızda okuyucularımıza sunacağız.” Orhan Veli‟nin vefatını bu Ģekilde duyuran Aile vefat duyurusunda söz ettiği manzum Nasrettin Hoca fıkralarını o sayıda yayımlar. Bir sonraki sayısı olan on yedinci sayısındaysa 407 Ģairin bir rubaisini bir de “YaĢamak” adlı bir Ģiirini yayımlar. Manzum Nasrettin Hoca fıkraları ayrı tutulursa bu Ģiirler onun ölümünden sonra dergide yayımlanan ilk Ģiirleridir. Bu Ģiirleri derginin sekreteri ġevket Rado kısa bir yazı yazarak takdim eder ve “YaĢamak” adlı Ģiirin hikâyesini derginin okuyucularıyla paylaĢır. Buna göre yaĢamaya dair bu Ģiirleri Orhan Veli, ölmeden iki ay evvel ġevket Rado‟ya Aile 408 dergisinde yayımlanması için getirmiĢtir. ġevket Rado “Orhan Veli‟nin Son ġiirleri” adlı kısa yazısında bu Ģiirlerin hikâyesini Ģöyle anlatır: ―Bu nüshamızda Orhan Veli’nin en son yazdığı iki şiirini neşrediyoruz. Orhan Veli bu şiirleri bana ölmeden iki ay evvel getirmişti. İkisinin de yaşamaya dair oluşu şimdi insanın yüreğini sızlatıyor. Arka sahifelerde göreceğiniz bu şiirleri Aile dergisi üç ayda bir çıktığı için hemen neşredememiştik. Orhan Veli şiirleri bıraktıktan bir ay sonra tekrar geldi. ―Yaşamak‖ adlı şiirinin son üç mısraını çıkaracağını söyledi. Ben bu üç mısraın şiirdeki en güzel mısralar olduğunu söyledim. - Evet, dedi, öyle ama lüzum yok. Ondan evvelki mısralarda her şey anlatılmış oluyor. Son üç mısra bir tekrardır; lüzumsuz tafsilattır. Çıkarırsak şiir daha tamam, daha mükemmel olur. Ben kendisine aynı fikirde olmadığımı tekrarlamakla beraber neşrederken 409 çıkaracağımı söyledim. Müsterih; çıktı gitti.‖ ġevket Rado Orhan Veli‟ye “YaĢamak” Ģiirinin son üç mısraını dergide yayımlamayacağını söylemiĢtir. Fakat Orhan Veli‟nin çok geçmeden ölmesi üzerine ona verdiği bu sözü tutmamaya karar verir. Çünkü bu son üç mısra Orhan Veli öldükten sonra daha anlamlı bir hale gelmiĢtir. O mısralar Ģunlardır: 407 Kanık, Yaşamak, Aile Dergisi, S.17, İstanbul,1951,s.9. 408 Rado, “Orhan Veli‟nin Son Şiirleri”, Aile Dergisi, S.17, İstanbul, 1951,s.7. 409 Rado, a.g.e.,s.7. 173 … Yaşamak kolay değil ya kardeşler Ölmek de değil 410 Kolay değil bu dünyadan ayrılmak ġiirlerinde sıkıntı, ıstırap ve çilelerinden kaçmak için ölümü özleyen bir görüntüde olan Orhan Veli, bazen de ölmek istemez. “Denize Doğru” adlı hikâyesinde intiharı bir iradesizlik olarak görür ve bu hayatın zorluklarını yenen birisinin ölümü istemeyeceğini söyler: ―İntihar bir iradesizliktir. Dünyadaki güçlükleri yenebilen, o iradeyi gösterebilen kimse kolay kolay ölüme razı olmaz. Ölüme razı olan, hiçbir şeyle cedelleşemeyen, bu savaşta bütün ümitlerini kaybeden kişidir. O ümitleri kaybetmek için de, insanın kendisini dünyaya bağlayacak hiçbir şeyi olmamalı Ne para, ne aşk, ne muhabbet, ne şeref, ne namus.‖ (…) 411 ―Hayır, ölmek istemiyorum.‖ 412 ġair Aile‟de yayımlanan“YaĢamak” Ģiirinde de yaĢamla ölüm arasında tercih yapmaya çalıĢan bir görüntüdedir. ġair bu Ģiirinde yaĢamak ve ölmek arasında gider gelir; yaĢamak da istemez, ölmek de. Bu sayıda yayımlanan Orhan Veli Ģiirleri “yaĢamak” ve “insandaki yaĢamak içgüdüsü” üzerine kaleme alınmıĢtır. ġair bu Ģiirlerinde insanların hayata kopmaz bağlarla bağlı olduğunu söyler, hangi durum ve Ģartlar içinde olursa olsun insanların hayattan vazgeçmek istemeyeceklerini ifade eder. Onun derginin bu sayısında yayımlanan bir rubaisinin teması da yine yaĢamak sevgisi ve içgüdüsüdür. Aile‟de yayımlanan tek Orhan Veli rubaisi de budur: Ömrün o büyük sırrını gör bir bak da Bir tek kökü kalmış ağacın toprakta Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi 413 Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta 410 Kanık, a.g.e., s.9. 411 Kanık, Denize Doğru, s.34. 412 Kanık, Yaşamak, Aile Dergisi, S.17, İstanbul,1951,s.9. 413 Kanık, Rubai, Aile Dergisi, S.17, İstanbul,1951,s.8. 174 4.4.4. Orhan Veli Kanık’ın Aile Dergisinde Yayımlanan Manzum Nasrettin Hoca Fıkraları Orhan Veli Kanık‟ın Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerinin önemli bir kısmını da manzum Nasrettin Hoca fıkraları oluĢturur. Onun 1950‟deki ölümünden sonra dergide yayımlanmaya baĢlanan bu manzum fıkralar derginin on altıncı ve on sekizinci sayılarında toplam dokuz parça olarak yayımlanır. Bu manzum fıkralar daha önce hiçbir yerde yayımlanmamıĢtır. Orhan Veli, Nasrettin Hoca Hikâyeleri adlı kitabında Nasrettin Hoca fıkralarını ĢiirleĢtirmesinin öyküsünü Ģöyle anlatır: ― La Fontaine'in masallarını Türkçe’ ye çevirdiğim sıralarda dostum Şevket Rado bana Nasrettin Hoca'ya ait fıkraları da manzum olarak yazmanın iyi bir şey olacağını söylemişti. Böyle bir işin ehemmiyeti üzerinde, doğrusu, o zaman pek düşünmemiştim. Bu fıkraları bulabilmek için bir kaç kitap karıştırdıktan sonra gördüm ki ünü yabancı ülkelere kadar yayılmış olan bu millî kahramanın hikâyeleri daha hâlâ Türkçe olarak yazılmamış. Güzel bir üslûptan geçtim, okuduğum kitaplarda, doğru dürüst bir Türkçe bile yoktu. Bunun üzerine de, bu fıkraları okunabilir bir dille yazmanın, küçümsenmeyecek bir iş olduğuna 414 inandım.‖ Görüldüğü gibi Orhan Veli‟nin Nasrettin Hoca fıkralarını ĢiirleĢtirmesinde ġevket Rado‟ nun da etkisi vardır. Orhan Veli‟nin Nasrettin Hoca: 70 Manzum Hikâye adlı bu kitabı ilk olarak 1949 yılında Doğan KardeĢ Yayınevi tarafından yayımlanır. Fakat Aile dergisinde yayımlanan dokuz manzum fıkra bu kitapta yayımlanan fıkraların dıĢındadır. Manzum Nasrettin Hoca hikâyelerinin Ģiir dili ve üslup olarak Orhan Veli‟nin Ģiirlerinde farklı bir yeri vardır ve onun Garip akımı çerçevesinde yazdığı Ģiirlere benzemezler. Kafiyeli ve yer yer vezinli bir örgüleri vardır. Orhan Veli manzum Nasrettin Hoca fıkralarında kullandığı Ģiir dilini Ģöyle açıklar: “Bunları yazarken La Fontaine'in, fablelerinde kullandığına benzer bir nazım şekli kullandım, ölçünün yer yer değişmesi, bu manzumeleri, hep aynı ölçüyle sürüp giden manzumelerdeki biteviyelikten kurtardı. Ayaklarda da dilimizin Türkçeleşmesinden sonra şunun bunun uydurduğu kafiye kaidelerine bağlı kalmadım. Zaten, öteden beri, bu kaidelerin 415 batı dillerindeki kaidelere benzemediğini görüp üzülürdüm.‖ 414 Kanık, Nasrettin Hoca:70 Manzum Hikâye, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1949,s.3. 415 Kanık, a.g.e., s.3. 175 Aile dergisinin on altıncı sayısında Orhan Veli Kanık‟a ait toplam beĢ manzum 416 417 Nasrettin Hoca fıkrası yayımlanır. Bunlar sırasıyla “Hızlı Çocuk” , “Öteye Git” , “Yeni 418 419 420 EĢek” ,“Korkacak Ne Var?” ve “Mum” adlı manzum hikâyelerdir. On sekizinci sayıda ise Orhan Veli‟nin son dört manzum Nasrettin Hoca hikâyesi yayımlanır. Bu manzum 421 422 423 hikâyeler de sırasıyla, “Çok Gezen” , “Azrail Beğenecek” , “Beğenecek” “Geçinmeye 424 425 Niyet” ve “Ölmeseydi” adlı manzum fıkralardır. Bu son manzum fıkralar Aile dergisinin bu sayısında okuyucuya Ģu cümlelerle takdim edilir: ―Rahmetli şair Orhan Veli’nin hiçbir yerde çıkmamış Nasrettin Hoca hikâyelerinden 426 son dört tanesini de bu sayımızda yayınlıyoruz.‖ Aile dergisinde Orhan Veli Kanık imzasıyla yayımlanmıĢ manzum Nasrettin Hoca fıkralarından bir örnek Ģudur: Mum Hocamızın karısı doğuracak Doğum sancısı gece vakti tutar. Hemen çağırılır yakın komşular; Ebe falan getirilir çabucak; Hep birden geçilir faaliyete. Hocamız da katılır bu heyete Odayı aydınlatır elinde mum. Ala ala Heylerle olur doğum. Daha vakit kalmadan sevinmeye Başlar bir yavru daha görünmeye. Hoca hemen püf der söndürür mumu. Hepsi aman hoca derler oldu mu? Şimdi arap saçına dönecek bütün işler. 416 Kanık, Hızlı Çocuk, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951, s.11. 417 Kanık, Öteye Git, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951, s.12. 418 Kanık, Yeni Eşek, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951, s.13. 419 Kanık, Korkacak Ne Var?, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951, s.14. 420 Kanık, Mum, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951, s.15. 421 Kanık, Çok Gezen, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1951, s.7. 422 Kanık, Azrail, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1951, s.8. 423 Kanık, Beğenecek, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1951, s.9. 424 Kanık, Geçinmeye Niyet, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1951, s.10. 425 Kanık, Öteye Git, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1951, s.12. 426 Şairin Aile dergisinde yayımlanan dokuz manzum Nasrettin Hoca fıkrası onun bu yetmiş manzum fıkradan oluşan Nasrettin Hoca kitabının sonraki baskılarına eklenmiş ve kitaptaki manzum fıkra sayısı yetmiş dokuza çıkmıştır. 176 ―Hani tam da ışığı söndürmenin sırası!‖ O zaman bizim hoca kızgın kızgın şöyle der: 427 - Mumu gören geliyor. İmaret mi burası?‖ 4.4.5. Orhan Veli Kanık’ın Aile Dergisinde Yayımlanan Tercüme ġiirleri Aile dergisinde Orhan Veli Kanık‟ın çevirisiyle toplam altı adet çeviri Ģiir yayımlanmıĢtır. Tamamı Fransız edebiyatından olan bu çevirilerde Orhan Veli, Arthur Rimbaud‟dan iki, Charles Baudelaire‟den iki, Pierre de Ronsard ve Paul Verlaine‟den de birer Ģiir tercüme etmiĢtir. Paul Verlaine‟in “Nevermore” adlı Ģiiri “GeçmiĢ Ola” baĢlığıyla dördüncü sayıda, Arthur Rimbaud‟un “Sensation” adlı Ģiiri “Duyum” baĢlığıyla beĢinci sayıda; “Ophélie” adlı Ģiiri “Ofelya” baĢlığıyla yedinci sayıda; Pierre de Ronsard‟ın bir sonesi “Sonnet” baĢlığıyla dokuzuncu sayıda; Charles Baudelaire‟in “L‟Homme et la Mer” adlı Ģiiri “Ġnsan ve Deniz” baĢlığıyla altıncı sayıda; “La Mort des pauvres” adlı Ģiiri “Yoksulların Ölümü” baĢlığıyla yirminci sayıda Orhan Veli Kanık‟ın çevirileriyle yayımlanmıĢtır. Orhan Veli Kanık, Çeviri Şiirler adlı kitabında Ģiir tercüme etmesinin gerekçelerini Ģöyle açıklar: ―Şiir tercümesinin adamakıllı güç, hatta çok kere imkânsız bir şey olduğunu hatırdan çıkarmamak lazım. Burada sadece mütercim olarak konuşmuyorum. Kendim de şiir yazdım. Bir şiirin ancak bir defa söylenebileceğini, ancak bir türlü söylenebileceğini kendi tecrübelerimle biliyorum. Bu gerçeği Fransız şairi Cocteau şöyle anlatıyor: ― Bir şiir hiçbir dile tercüme edilemez. Hatta yazılmış göründüğü dile bile.‖ Peki mademki öyle, insan bu kadar güç, bu kadar imkansız bir işe niçin girişiyor? Bunun cevabını kendime göre vermeye çalışayım. Şiir başka bir dile ister çevrilsin ister çevrilmesin, bir şair başka memleketlerin şairleri gibi duymaya, onların düşündüklerini düşünmeye, onların usullerini kullanmaya kalktı mı kendi imkânlarının başka hiçbir suretler genişletilemeyecek bir şekilde genişlediğini 428 görüyor. Bu yalnız şair için değil, okuyucu için de böyle.‖ Aile dergisinde Orhan Veli Kanık çevirisiyle yayımlanan ilk Ģiir Paul Verlaine‟in 429 (1844-1896) derginin dördüncü sayısında yayımlanan “GeçmiĢ Ola” (Fr. Nevermore) adlı 430 Ģiiridir. Bu Ģiir bir aĢk ve tabiat Ģiiridir: 427 Kanık, Mum, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951, s.15. 428 Kanık, Çeviri Şiirler, 2.b.,Adam Yayınları, İstanbul, 2000, s.119. 429 Paul Verlaine, Geçmiş Ola(Fr.Nevermore), çev.Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.4, İstanbul, 1948, s.5. 177 Derginin beĢinci sayısında Orhan Veli‟nin Arthur Rimbaud‟dan (1854-1891) 431 Duyum (Fr. Sensation) adıyla çevirdiği Ģiir, hem aĢk hem özgürlük hem de tabiat hasreti çeken bir adamın ruhsal durumu ve düĢleri üzerine kaleme alınmıĢtır. Rimbaud, bu Ģiirinde insanlardan ve Ģehirlerden uzaklaĢma arzusunu dile getirir, mutluluğa ve özgürlüğe eriĢme gayesiyle tabiata yönelir. Tabiatta, modernite ve Ģehirlerdeki kolektif hayat sayesinde ulaĢılabilen imkânlardan mahrumiyet söz konusudur belki ama insan Ģehirdeki bu imkânlara özgürlüğünden ve mutluluğundan kısmen de olsa feragat ederek ulaĢabilir. ġehirlerde topluluk halinde yaĢamanın getirdiği yazılı olan ve olmayan kurallar bütünü, insanı kendisini sınırlandırmaya, baskılamaya hatta inkâr etmeye sevk eder. Oysa tabiat insan için bir yalnızlık ve inziva yurdudur. Hayallerini, hissediĢlerini ve dileklerini serbest bırakabileceği bir mecradır. Rimbaud “Duyum” adlı bu Ģiirinde Ģehirlerden birtakım fedakârlıklar ve feragatler karĢılığında alınabilen yarım mutlulukları terk eder, tabiatın engin özgürlüğünde baĢıboĢ bir gezintiye çıkarak içgüdülerini ve hayal dünyasını Ģehrin kir ve pasından arındırır. Tabiatın bağrı Ģairin bedenine ve ruhuna ferahlık verir, uğultular içinde uzayıp giden buğday tarlaları ve gökyüzünün berrak maviliği Ģairi hür olmanın zevkiyle doldurur: Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın, Gideceğim, sürtüne sürtüne buğdaylara: Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların, Yıkasın bırakacağım başımı rüzgâra! Ne bir şey düşünecek, ne bir lâf edeceğim. Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi; Göçebeler gibi, uzaklara gideceğim, 432 Mutlu, sanki yanımda bir kadın varmış gibi. Orhan Veli‟nin Aile‟de yayımlanan bir sonraki tercüme Ģiiri derginin altıncı sayısında 433 Charles Baudelaire‟den (1821-1867) çevirdiği “Ġnsan ve Deniz” (Fr. L‟Homme et la Mer) adlı Ģiirdir. Bu Ģiirinde Baudelaire, insanın özgürlük tutkusu ve açlığıyla denizi 430 Geçmiş Ola (Fr. Nevermore) adlı bu şiir Paul Verlaine‟in 1866 yılında yayımlanan Zühal Şiirleri (Fr. Poémes Saturnienes) adlı şiir kitabında yer alan şiirlerden biridir. 431 Arthur Rimbaud, Duyum, çev.Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.5, İstanbul, 1948,s.7. 432 Rimbaud, a.g.e.,s.7. 433 Charles Baudelaire, İnsan ve Deniz, çev. Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.6,İstanbul,1948,s.23. 178 434 özdeĢleĢtirir. Deniz özgürlüğün sembolüdür. Çünkü ucu bucağı ve hududu yoktur. Denizin hareketlerini sınırlandıracak bir irade ve kudret yok gibidir. Bir kıyıdan seyredilen engin denizlerin ruhlarda uyandırdığı ilk duygu özgürlük duygusudur. Deniz, güneĢli günlerde masmavi parıldayarak, rüzgârlı ve yağmurlu günlerde de çırpınıp dalgalanarak Ģaire bir özgürlük resitali sunar. Özgür adam ve kendisini özgür hisseden adam için deniz bir kardeĢ gibidir. Ġnsan ve deniz hem özgürlüğe olan açlıkları ve tutkularıyla kardeĢ gibidir hem de varlıklarında büyük sırları ve acıları sessizce saklamalarıyla kardeĢ gibidir. ġair, denizin o büyük cüssesiyle içinde büyük acılar, isyanlar ve öfkeler barındırdığını düĢünür. Deniz sanki hem özgürlük tutkusuyla hem de içinde büyüyüp geniĢleyen dertlerin tazyikiyle çırpınır. ġaire göre deniz bu tarafıyla insanların kendilerini seyredebilecekleri bir ayna gibidir. Bu Ģiire göre deniz insanın aynasıdır, denizle insan kardeĢ gibidir. Fakat hem denizin hem de özgür adamın hırslarına gem vurulamayacağı için ezelden ebede kadar birbirleriyle kavga edip dururlar. Derginin yedinci sayısıda Orhan Veli Kanık‟ın Arthur Rimbaud‟dan tercüme ettiği 435 ikinci Ģiir yayımlanır. Ofelya (Fr. Ophélie) adlı bu Ģiirinde Rimbaud, dünya edebiyatının en büyük klasiklerinden biri olan Shakespeare‟in Hamlet trajedisindeki ana kahramanlardan biri 436 olan Ophelia ‟nın nehirde boğulma sahnesini ĢiirleĢtirmiĢtir. Rimbaud bu Ģiirinde Ofelya‟ yı nehir üzerinde yüzen mahzun çiçeklere benzetir ve tabiata Ofelya‟nın matemini tutturur: … Mahzun Ofelya, beyaz bir tayf gibi, yıllardır Dolaşır bu siyah nehrin suları içinde. Deliliği içinde bir şarkı mırıldanır, Bir çocukluk şarkısı, akşam serinliğinde. Rüzgâr göğsünü öper ve açar yaprak yaprak Sularda ağır ağır savrulan etekleri. Söğütler omuzlarına sarkar ağlaşarak, 437 Hülyalı alnına eğilir su çiçekleri 434 İnsan ve Deniz (Fr.L‟Homme et la mer) Charles Baudelaire‟in ilk kez 1857 yılında yayımlanan Kötülük Çiçekleri (Fr.Les Fleurs du mal) adlı şiir kitabının Melankoli ve Mükemmeliyet (Fr. Spleen et Idéal) adlı bölümünde yer alan bir şiirdir. 435 Rimbaud, Ofelya, çev. Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.7,İstanbul,1948,s.19. 436 Ofelya, babası Polonius‟un Hamlet tarafından yanlışlıkla öldürülmesi sonucu aklını kaçırır ve bir gün bir nehirde boğulmuş bir halde bulunur. Ancak Ofelya‟nın intihar mı ettiği yoksa bir kaza sonucu mu boğulduğu muammadır. 437 Rimbaud, a.g.e.,s.19. 179 … Aile‟nin dokuzuncu sayısında Orhan Veli, Rönesans dönemi Fransız Ģairi Pierre de 438 439 Ronsard‟dan (1524-1585) bir sone çevirisi yapar. Pierre de Ronsard bu sonesinde ömrün faniliğinden ve gençliğin ve güzelliğin geçiciliğinden yakınır. Ġnsanları henüz fırsatları varken âĢık olmaya ve dünyadan zevk almaya çağırır. Aile dergisinde Orhan Veli Kanık çevirisiyle yayımlanan son Ģiir Charles 440 441 Baudelaire‟in “Yoksulların Ölümü” (Fr. La Mort des Pauvres) adlı Ģiiridir. Karamsar bir Ģiir olan bu Ģiirinde Baudelaire ölümü yoksulluğun tek çaresi olarak tarif eder. Yoksul insanlar, hayatın bitmeyen kahır, çile ve zorluklarına “bir gün ölerek tüm bunlardan kurtulacakları” düĢüncesiyle tahammül ederler. Ölüm düĢüncesi yoksul insanların hayata tutunup tahammül etmesini sağlar! Çünkü yaĢamak çilesini hiçbir Ģey bitirmeyecekse ölüm bir gün mutlaka bitirecektir: Ölüm, avutan da -ne çare ki- yaşatan da; Hayatın sonu; yine de tek ümit, tek güven; Bizi bir iksir gibi kavrayan, sarhoş eden; Karda kışta, boralar, tipiler arasında. … Sihirli parmaklarla, üstüne titreyerek, Uykuların en güzelini getiren melek; 442 Yoksulun, çıplağın yatağını yapan eller … Bu çevirileri yapan Orhan Veli‟nin Baudelaire ile ilgili görüĢleri Ģunlardır: “His, hayal ve ruh coşkunluğu bakımından romantisme’e enikonu yakın olan Baudelaire, romantique’lerden farklı olarak, bulanık fakat derin bir iç âlemine sahipti. Bu 438 Ronsard Rönesans dönemi Fransız edebiyatının en büyük lirik şairlerindendir. Bu lirizmin kaynağı şairin hayatında her biri bir dönüm noktası olan üç büyük aşkıdır: Ronsard; 1545‟te Cassandre, 1550‟de Marie ve 1575‟te Héléne adında üç kadın sevmiş ve her üçünü de sonelerinde ölümsüzleştirmiştir. Ronsard‟ın eserlerinin ve denediği edebi nevilerin sayısına bakınca onun velut bir şair olduğunu kabul etmek gerekir. Latin edebiyatındaki ode, eglogue, elegie gibi nazım tarzlarını, İtalyan şairlerinin kullandığı soneyi Fransız şiirine sokan hatta modern epopeyi yaratan odur.( Cevdet Perin, Fransız Edebiyatı Tarihi, Elips Kitap, İstanbul, 2011, ss.105- 106). 439 Pierre de Ronsard, Sonnet, çev. Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.9,İstanbul,1949,s.15. 440 Baudelaire, Yoksulların Ölümü, çev. Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.20,İstanbul,1952,s.13. 441 Yoksulların Ölümü (Fr. La Mort Des Pauvres) Charles Baudelaire‟in 1857 yılında yayımlanan Kötülük Çiçekleri (Fr. Les Fleurs Du Mal) adlı şiir kitabının “Ölüm” (Fr. La Mort) adlı bölümünde yayımlanmıştır. 442 Baudelaire, a.g.e.,s.13. 180 tarafıyla da Fransız şiirine yeni bir hava, yeni bir tat getirdi. 1860’dan sonra şiir yazan bütün şairler üzerinde tesiri oldu. Symbolisme’in doğuşunu hazırlayan üç şair –Mallarmé, Rimbaud, Verlaine- bu tesirden adamakıllı faydalandılar. Baudelaire’i bu bakımdan yeni Fransız şiirinin öncülerinden sayanlar çok. Baudelaire, şiirlerinde sık sık görülen çeşitli kusurlara, çekilmez bayağılıklara rağmen, çok hayran kazanmış, şiirlerinden birçoğu orta halliden ileriye geçemeyen şeyler 443 olmasına rağmen, XIX. yüzyılın, üzerinde durulmaya değer üç dört şairinden biridir.‖ Fransız edebiyat eleĢtirmeni Daniel Mornet ise Baudelaire hakkında Orhan Veli‟ye nazaran daha olumlu görüĢler besler: Baudelaire’in şiirine evvela çok ahlaksız nazarı ile bakılmıştır. Onun ahlak ve mantığa karşı koyduğu ileri sürülmüş, ve bu şiir yargıçlar tarafından mahkum edilmişti. Baudelaire’in adeta marazi bir meylin tesiri ile gayri tabii zevkleri, karanlıklar içinde kaynaşan kötülükleri terennüm etmeyi istediği muhakkaktır. Baudelaire, daima düşük bayağı riyalı şeylerden adi ahlakın maskelerinden kaçınır. Onda sabit bir fikir halinde hissedilen kötülük asla bayağı olmayan bir ruhun acizliğinden ve ye’sinden ileri gelir. Baudelaire’in sanatı harikuladedir. Kendinden sonra gelişen şiirin büyük bir kısmına yeni bir yol göstermiştir. Baudelaire bizi sonsuz hayallere sürükleyen şiirler yazmıştır. Esrarlı bir sis tabakası ve tannan ürpertiler daima kıtalarını veya şiirlerini genişletir ve bütün bu esrar, bütün bu ahenk, klasik bir mısraın plastik ve vezinli kudretine, sağlamlığına malik olan 444 şiirlerini çevreler. Otuz altı yaĢında vefat eden Orhan Veli Kanık‟ın kısa hayatına sığdırdığı bir diğer eser 445 de manzum LaFontaine Masallarıdır. Aile dergisi Orhan Veli‟nin bu eserinin tanıtımını sekizinci sayısında birinci sayfadan yapar ve hem o sayıda hem dokuzuncu sayıda hem de on dokuzuncu sayıda Orhan Veli‟nin manzum olarak çevirisini yaptığı LaFontaine masallarından örnekler yayımlar. Bu tezde daha önce de değinildiği gibi Aile dergisinin baskısı Doğan KardeĢ matbaasında yapılmıĢtır. Bu bakımdan Aile dergisiyle Orhan Veli‟nin manzum LaFontaine çevirileri ticari bakımdan aynı Ģirkete aittir. Bu bakımdan Aile dergisinde Orhan Veli‟nin söz konusu masal çevirilerinden örneklerin yayımlanması onun LaFontaine kitabına yönelik bir tanıtım faaliyeti olarak da görülebilir. 443 Kanık, a.g.e., s.134 . 444 Mornet, a.g.e., ss.236-237. 445 Fransız yazar Jean de LaFontaine‟in kırk dokuz masalını manzum olarak Türkçeye çeviren Orhan Veli‟nin bu çalışması iki cilt olarak Doğan Kardeş Yayınevi tarafından 1949 yılında yayımlanmıştır. 181 Orhan Veli LaFontaine masallarını ölçülü ve kafiyeli olarak Türkçeye çevirmiĢtir. Çevirilerde kullandığı dil son derece sade bir dildir. Vedat Nedim Tör, Orhan Veli‟nin LaFontaine masalları tercümeleriyle ilgili Ģunları söyler: ―Bütün kültür dillerine çevrilmiş olan La Fontaine’in masalları zaman zaman Türkçemize de tercüme edilmiştir. Fakat bunların hemen hepsi, yaşayan Türkçemize aykırı, yapma bir nazım dili ile çevrilmiş olduktan başka, çok kere de asıllarına benzememektedirler. İşte Orhan Veli, bu tercümeleri ile hem asıllarına şekil manaca sadakat bakımından hem de dilindeki tabiilik, sadelik ve canlılık bakımından Türkçemize çok kıymetli klasik bir eser kazandırmış oluyor. Ayrıca her masal, çok derin manalı, düşündürücü bir ahlak ibret ve hayat 446 dersi de taşımaktadır.‖ Orhan Veli Kanık ise bu masalları tercüme etmesinin gayesini çevirilerin yayımlandığı kitapta Ģöyle açıklar: ―Sevgili çocuklar, bu kitapta okuyacağınız şiirleri gerçi sizler için tercüme ettim. Ama hiçbir zaman onları çocukça bulmadım. Zaten sizi de küçük görmüyorum. Bilginizin anlayışınızın artması zevkinizin incelmesi ancak büyük eserler, kıymetli eserler okumakla olur. Bunu pek sevdiğiniz Doğan Kardeş’iniz de düşünmüş olacak ki bana bu şiirleri tercüme 447 ettirmiş, kitap halinde de sizlere sunmuş.‖ LaFontaine masallarının ana kahramanları genellikle kiĢileĢtirilmiĢ hayvanlardır. Bu bakımdan bu masallar genel olarak birer teĢhis sanatı mahsulüdürler. LaFontaine hayvanları konuĢturup onların baĢından geçmiĢ birtakım maceraları anlatarak insanları eleĢtirir yahut onlara öğüt vermeye çalıĢır. Mektuplarından anlaĢıldığına göre Orhan Veli Kanık, LaFontaine masallarını ġevket Rado‟nun talebi üzerine Doğan KardeĢ Yayınları için tercüme etmiĢtir. Orhan Veli bu tercümeleri peyderpey yaparak ġevket Rado‟ya göndermiĢtir. Bu çevirilerle ilgili olarak Orhan Veli‟nin ġevket Rado‟ya gönderdiği mektuplardan biri Ģöyledir: Sevgili Kardeşim Şevket, 2.6.1948 Sana acil olan ihtiyacıma binaen birkaç tane daha La Fontaine tercümesi gönderiyorum. Sen de bana elli lira gönderebilirsen memnun olurum. Böylelikle alacağım 446 LaFontaine’in Masalları, çev. Orhan Veli Kanık, 16.b., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010, ss.7-8. 447 a.g.e.,s.9. 182 paranın üçte birini almış olacağım. Teslim ettiğim tercümeler de aşağı yukarı üçte biridir. Senet imzalama işini nasıl istersen öyle halledelim. İstersen gönder, imza edip geri yollayayım. İstersen İstanbul’a gelince imzalarım. Esasen senden bu parayı aldıktan sonra burada kalmayacağım. Parayı, masrafını içinden kesmek suretiyle telgraf havalesiyle ve mektubumu alır almaz gönderebilirsen ayrıca çok makbule geçer. Sana yeni bir adres yazıyorum. Bu adrese göndermeni rica ederim. Vedat Nedim Bey’e pek çok hürmetler. Senin 448 de hasret ve muhabbetle gözlerinden öperim. Aile dergisinde Orhan Veli‟nin manzum olarak TürkçeleĢtirdiği LaFontaine masallarından üç tanesi yayımlanır. Bunlar, sekizinci sayıda “Cırcır Böceği ile Karınca” )449 (Fr.La Cigale et la fourmi , dokuzuncu sayıda “KocamıĢ Arslan” (Fr.Le Lion devenu 450 vieux) ve on dokuzuncu sayıda da “Sütçü Kadınla Süt Kabı” (Fr.La laitière et le Pot au 451 452 Lait) adlı masallardır. 4.5.Aile Dergisinde Cahit Sıtkı Tarancı Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) Ģiirleriyle Aile dergisinde sıklıkla yer almıĢ Ģairlerdendir. Cahit Sıtkı Tarancı, Cumhuriyet devrinin en çok okunan Ģairlerindendir. Onu, edebiyat âlemine ilk tanıtan Peyami Safa olmuĢtur. Onu “zamanın en büyük kabiliyeti” olarak gören Peyami Safa, Cahit Sıtkı‟nın “ıĢıkların çekildiği, seslerin dindiği, kokuların dağıldığı ve 453 lezzetlerin uyuĢtuğu anları bekleyen bir Ģair” olduğunu söyler. Tanpınar‟a göreyse o, yalnız Ģiirle mesut olan insanlardandır: Cahit Sıtkı’da içine gömülü bir taraf vardı. Şiirimize asıl getirdiği de bu tarafıydı. Onun eseri Türkçede bütün bir mahremiyet havasıdır. Şu şartla ki, Cahit bu intimisme’i bütün 454 insanlığa doğru genişletmesini bilmişti . Ayrıca Tanpınar onda daha ilk şiirlerinden itibaren saz ve tekke şairlerinden gelen bir taraf olduğunu, Verlaine’in kıvrak lirizmine çok 448 İşli,a.g.e.,s.39. 449 Jean de LaFontaine, Cırcır Böceği İle Karınca (Fr.La Cigale et la Fourmi), çev.Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.8,İstanbul,1949,s.1. 450 LaFontaine, Kocamış Arslan (Fr. Le Lion devenu vieux), çev. Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.9,İstanbul,1949, s.45. 451 LaFontaine, Sütçü Kadınla Süt Kabı (Fr. La laitière et le Pot au Lait), çev.Orhan Veli Kanık, Aile Dergisi, S.19, İstanbul,1951, s.11. 452 Aile dergisinin dokuzuncu sayısında yayımlanan Kocamış Aslan ve on dokuzuncu sayısında yayımlanan Sütçü Kadınla Süt Kabı adlı LaFontaine çevirisi iki manzum masal Orhan Veli Kanık‟ın 1949 yılında yayımlanan LaFontaine‟in Masalları kitabında yer alan kırk dokuz masalın içinde yer almaz. Bu iki masal ilk defa Aile dergisinde yayımlanmıştır. Bu iki masal söz konusu kırk dokuz masala daha sonra eklenerek kitabın sonraki baskılarında yer alır. İlk baskıdaki kırk dokuz masal sonraki baskılarda elli bir masala çıkar. 453 Ercilasun, a.g.e.,s.102. 454 Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, İstanbul,2005,s.447. 183 455 yakın bir duyuşa erdiğini de söyler . Gültekin Samanoğlu onun yalnız şiir için yaşadığı, yalnız şiir düşündüğü görüşündedir: Şiir onu hayata bağlayan tek bağ ve mutluluğa götüren 456 tek yoldur. Cahit Sıtkı‟nın Ģiirleri Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel(1952) ve Sonrası(1957) adlarıyla dört kitap halinde yayımlamıĢtır. Bu kitaplarındaki Ģiirlerinde konu, temler, iĢleyiĢ ve dil bakımından büyük farklar görülmez. Yalnız onun asıl Ģöhretini sağlayan Ģiirleri, ikinci kitabı olan Otuz Beş Yaş‟ta toplanmıĢtır. Cahit Sıtkı‟nın en çok kullandığı temler ölüm, yalnızlık, sevgi ve dostluk, aĢk ve tabiattır. O, bütün bu konuları ferdî bir tarzda ele alır. ĠĢlediği konular zengin, çeĢitli ve derin değildir. ġair, zaman-ömür-hayat-ölüm temlerini, birbirlerine bağlı olarak kullanır. Bunlar onun Ģiirlerinde herhangi bir felsefi duygu ve düĢünceyi ifade etmeksizin, sadece ferde bağlı olarak ele alınmıĢlardır. ġair bu konularda fazla derinleĢmez, sadece insanın faniliği, maddi ve 457 fizikî yaĢlanması üzerinde durur. ġiirlerinde en hâkim duygu, ölüm korkusudur, Cahit Sıtkı yok olmaktan korkar. Kullandığı dil, onun Ģiirlerinin en önemli unsurudur. Cahit Sıtkı, Türkçeyi çok güzel kullanan 458 bir Ģairdir. ġiirlerinde kendi varlığını ve iç dünyasını, âhenkli kelimeleriyle dile getirir. Cahit Sıtkı‟nın Aile‟de yayımlanmıĢ Ģiirleriyse aĢk, yurtseverlik, insan sevgisi, gündelik yaĢam ve ölüm temaları üzerine kaleme alınmıĢtır. 4.5.1.Cahit Sıtkı Tarancı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde AĢk Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Aile dergisinde yayımlanan aĢk temalı Ģiirleri Ģunlardır: “Fantezi”, “Kırık Kalpler”, “AĢkımız”ve “DüĢten Güzel”. Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Aile‟de yayımlanan ilk aĢk Ģiiri derginin altıncı sayısında çıkan 459 “Fantezi” adlı Ģiirdir. Cahit Sıtkı, bu lirik Ģiirinde seveceği kadının fizyolojik özelliklerini sıralar. ġairin bir kadını sevmesi için onun gerçekten güzel olması lazımdır. Hem güzel olması 460 hem de ömrü boyunca Ģaire sadakat göstermesi lazımdır: ġairin Aile‟de yayımlanan bir sonraki aĢk Ģiiri on beĢinci sayıda çıkan “Kırık Kalpler” 461 adlı Ģiirdir. ġair bu Ģiirde çocukluğunda yaĢadığı ve ayrılıkla sonuçlanan üzüntülü bir aĢk 455 Tanpınar, a.g.e.,s.114. 456 Gültekin Sâmanoğlu, Cahit Sıtkı Tarancı Seçme Şiirler(Giriş Kısmı) ,1000 TemeL Eser, İstanbul, 1971,s.7. 457 Ercilasun, a.g.e.,ss.102-103. 458 Ercilasun, a.g.e.,ss.111-112. 459 Cahit Sıtkı Tarancı, Fantezi, Aile Dergisi, S.6,İstanbul, 1948,s.9. 460 Cahit Sıtkı Tarancı, Aile dergisinde “Fantezi” adıyla yayımlanan bu şiirini 1953 yılında yayımlanan Düşten Güzel adlı şiir kitabına “Portre” adıyla almıştır. 461 Tarancı, Kırık Kalpler, Aile Dergisi, S.15,İstanbul, 1950,s.5. 184 hikâyesini anlatır. Çocukluk psikolojisi ve saffeti içinde dünyayı aĢktan ibaret zannederek birbirini seven iki çocuk baĢka insanlar tarafından birbirlerinden ayrılmaya zorlanır. ġair, çocukluk aĢkından ayrılmasına sebep olan insanları büyük bir öfkeyle suçlar. Bu ayrılık Ģairin çocukken aĢktan ibaret zannettiği dünyayı gözyaĢından ibaret bir yere dönüĢtürmüĢtür. Kim ne karıştı ne istedi bizden? Göz mü değdi ne oldu bu sevdaya? Ayırdılar bizi birbirimizden Hem de göz göre yürek parçalaya (…) Birer kalp bıraktılar bize kırık 462 Ömrümüzce gözyaşı döktürecek Cahit Sıtkı, Aile dergisinde yayımlanan bütün aĢk Ģiirlerinde sade bir dil kullanır ve kapalılıktan uzak bir söyleyiĢ edası benimser. Onun poetikasında aĢk unsuru, metafizikten, ruhsal derinlikten ve Ģiir için yaratılmıĢ duygusal karmaĢalardan ve muammalardan uzaktır. O, her çağda ve her memlekette yaĢanabilecek aĢk hikâyeciklerini geniĢ halk kitlelerinin rahatlıkla anlayabileceği bir Türkçeyle ve edebî söyleyiĢle ĢiirleĢtirir. Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Aile‟de yayımlanan diğer bir aĢk Ģiiri de derginin on altıncı 463 sayısında yayımlanan “AĢkımız” adlı Ģiirdir. ġair bu Ģiirinde aĢkı bir yol arkadaĢlığı ve kaderdaĢlık olarak tarif eder. AĢkın tılsımı dünyadaki her Ģeyi kendi anlamıyla anlamlandırır, her Ģeyi güzellik ve iyimserlikle doldurur ve hayat enerjisini ve sevincini yükseltir. 464 ġairin derginin on sekizinci sayısınmda çıkan “DüĢten Güzel” adlı Ģiiri de yine bir aĢk Ģiiridir. ġair, ömrün olgunluk çağının baĢladığı kırk yaĢında ilk defa gönlüne göre bir aĢk ve sevgili bulmuĢtur. ġair, bu sevgilinin hayatına geliĢiyle kendisini düĢle gerçek, sarhoĢlukla ayıklık arası bir durumda hissetmeye baĢlamıĢtır. KavuĢulan sevgili dünyayı çok güzel ve yaĢanılası bir yere dönüĢtürmüĢtür. ġair sevgilisine kavuĢmakla muradına ermiĢ ve ruhsal dinginliğe kavuĢmuĢtur. Çünkü aĢk, 465 dünyanın bütün dertlerini ve çirkinliklerini unutturabilecek bir tılsımdır. 462 Tarancı, a.g.e.,s.5. 463 Tarancı, Aşkımız, Aile Dergisi, S.16,İstanbul, 1951,s.7. 464 Tarancı, Düşten Güzel, Aile Dergisi, S.18,İstanbul, 1951,s.5. 465 Cahit Sıtkı Tarancı‟nın 1953 yılında Varlık Yayınları tarafından yayımlanan şiir kitabı Düşten Güzel adını taşır. Şair, kitabına bu şiirin ismini vermiştir. Şairin Aile dergisinde yayımlanan şiirlerinin tamamı ilk olarak onun bu kitabında toplanmıştır. 185 4.5.2. Cahit Sıtkı Tarancı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ġnsan Sevgisi Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Aile dergisinde yayımlanan iki Ģiirinde tema insan sevgisidir. Bu Ģiirler “Karanlıktaki Hazine” ve “Müjde” adlı Ģiirlerdir. 466 ġairin Aile‟nin beĢinci sayısında yayımlanan “Karanlıktaki Hazine” adlı Ģiiri dünyaya ve insanlığa ait düĢler barındıran bir Ģiirdir. ġair, bu Ģiirinde insanlığın ve dünyanın geleceğine dair umutlarını vurgular. Dünyanın mevcut hali kötüdür ve iç karartıcıdır. Ancak büyümekte olan çocuklar ve gençlik dünyanın bu karamsar manzarasını değiĢtirecek ve güzel bir dünya kuracaktır. ġairin bu Ģiirinde dile getirdiği inanç budur. Genellikle ölüm üzerine yazdığı karamsar Ģiirleriyle tanınan Cahit Sıtkı Tarancı Aile 467 dergisinin yedinci sayısında yayımlanan “Müjde” adlı Ģiirinde çok iyimserdir. ġair insanlığa dair umutlarını dile getirdiği bu Ģiirinde istikbalin çok güzel olacağını söylemekte ve bunu bir müjde olarak insanlarla paylaĢmaktadır. ġaire göre gelecek o kadar güzel olacaktır ki sadece insanlar değil kurtlarla kuzular bile mutlu olacaktır. 4.5.3. Cahit Sıtkı Tarancı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Yurtseverlik Cahit Sıtkı‟nın Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerinden biri “Ġstiklal MarĢını 468 Dinlerken” adlı bir yurtseverlik Ģiiridir. ġair bu Ģiirinde Ġstiklal MarĢı‟nı dinlerken yaĢadığı vatanî coĢkuyu anlatır. Ġstiklal MarĢı Ģairin gözünün önüne Yemen ve SarıkamıĢ cepheleriyle Milli Mücadele gibi yakın dönem Türk tarihinin önemli olaylarını getirir ve Ģair Türk milletini kıyamet diye nitelediği büyük felaketlerden kurtaran Mustafa Kemal PaĢa‟yı Ģükranla yâd eder. 4.5.4. Cahit Sıtkı Tarancı’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Ölüm Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Ģiirlerinde en çok yer verdiği tema olan ölüm onun Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerinden sadece birisinde tema olarak seçilmiĢtir. Bu Ģiir derginin 469 ikinci sayısında çıkan “Fani Dünya” adlı Ģiirdir. ġair, bu Ģiirinde dünyanın her gün kendini tekrar eden ancak yine de güzel olan Ģeylerinden ölümle ayrılacak olmanın acısından yakınır. 466 Tarancı, Karanlıktaki Hazine, Aile Dergisi, S.5,İstanbul, 1948,s.9. 467 Tarancı, Müjde, Aile Dergisi, S.7,İstanbul, 1948,s.13. 468 Tarancı, İstiklal Marşını Dinlerken, Aile Dergisi, S.3,İstanbul, 1947,s.9. 469 Tarancı, Fani Dünya, Aile Dergisi, S.2,İstanbul, 1947,s.7. 186 ġiire göre dünya doyulmaz güzelliklerle doludur. Her gün gördüğümüz yüzler, her gün doğup batan güneĢ ve baĢımızın üstünden bir an olsun ayrılmayan gökyüzü çok ama çok güzeldir. Ancak ne yazık ki ölüm bu tüm bu güzelliklerle olan münasebetimizi sonlandıracaktır: … Her mevsimiyle insanı ayrı ayrı saran, Bunca güzelliği nasıl koyup gideceğiz; Yaman çalacak o çalmayası saat yaman, 470 471 Geçmiş ola bir kez yumuldu mu gözlerimiz , ġairin Aile‟de yayımlanan ve bu temalar dıĢında ele alınabilecek tek Ģiiri derginin 472 sekizinci sayısında yayımlanan “Sağ El” adlı Ģiirdir. Cahit Sıtkı bu Ģiirinde sağ elinin hayatındaki öneminden ve vazgeçilmezliğinden söz eder. 4.6.Aile Dergisinde Ziya Osman Saba Ziya Osman Saba (1910-1957) Ģiirleriyle Aile dergisinde yer almıĢ Ģairlerden biridir. Onun Aile‟de yayımlanan Ģiirleri biri dıĢında aile sevgisi üzerine kaleme alınmıĢtır. 4.6.1.Ziya Osman Saba’nın Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirlerinde Aile Ziya Osman Saba‟nın Ģiirlerinde ev ve aile sevgisinin önemli bir yeri vardır. ġair, ilk dönem Ģiirlerinden baĢlamak üzere bu tema üzerine Ģiir yazmayı edebî bir alıĢkanlık haline getirmiĢ ve ömrünün sonuna kadar bu tema üzerine Ģiir yazmayı sürdürmüĢtür. Bu Ģiirlerinde Ģair, aile ve ev kavramlarına bazen sahip olunan büyük bir kıymet olarak bazen de geçmiĢte kalmıĢ ve kaybedilmiĢ bir kıymet olarak bakar. ġairin edebî hayatı boyunca aile teması üzerine yazdğı Ģiirlerden bazıları Ģunlardır: “Hayat! Ömrüm Boyunca”, “YaĢadım, Artık Bitti”, “Geçen Zaman”, “Evim, Karım, Çocuğum”, “Beyaz Ev”, “Ana, Baba, Evlat”, “Eski Odalarda”, “Açmak Ġstersen Eğer”, “Bir Kapı”, “Yağmurlu Bir Günde”, “Sizleri Görüyorum”, “Hayat! Ömrüm Boyunca”, “Bir 470 Tarancı, a.g.e.,s.7. 471 Cahit Sıtkı Tarancı 1953 yılında yayımlanan “Düşten Güzel” adlı şiirin kitabında bu şiirin ismini “Yalan Dünya” olarak değiştirmiştir. 472 Tarancı, Sağ El, Aile Dergisi, S.8,İstanbul, 1949,s.7. 187 Zamanlar”, “Ne Oldu?”, “Büyülü Resim”, “Artık Günlerimiz”, “Bir Yer DüĢünüyorum”, 473 “Misakımillî Sokağı No.37”, “Herkesin Evi Ġçin”, “Deniz Kıyısındaki Kulübe.” Ziya Osman Saba‟da aile ve ev sevgisinin onun hayatıyla da yakın ilgisi vardır. ġair, sekiz yaĢındayken annesini kaybetmiĢtir. Ziya Osman, bu kaybın üzüntüsünü ömrü boyunca içinde taĢımıĢ ve eserlerine de bu hüznü yansıtmıĢtır. ġair liseyi bitirince sinir hastası olan amca kızıyla bir evlilik yapmıĢtır. On iki yıl süren bu evlilik çok mutsuz bir evliliktir. Bu yaĢadıkları Ģairi bir yandan karamsar bir ruh haline sokmuĢ bir yandan da mutlu bir aileye özlem duymasına neden olmuĢtur. 1944 yılında ikinci eĢi Rezzan Hanım‟la evlenen Ziya Osman Saba‟nın bu evliliği ilk evliliğinin aksine mutlu bir evliliktir. ġairin Rezzan Hanım‟dan iki oğlu olmuĢtur. Ziya Osman Saba ikinci evliliğiyle birlikte âdeta yaĢama yeniden dönmüĢtür. Çocuklarının olması da bu mutluluğu arttırır. Saba‟nın yaĢama sevinciyle dolu olduğu yıllar 474 bu dönemlere rastlar. Çocuk yaĢta öksüz kalma, mutsuz evlilik- mutlu evlilik gibi aile hayatının pek çok yönünü yaĢayarak deneyimlemiĢ olan Ģairin yazdığı aile ve ev Ģiirlerinin kaynağını Ģairin yaĢadıklarında aramak lazımdır. Ziya Osman Saba‟nın aile ve ev Ģiirleri mahiyetlerinin anlaĢılması bakımından pekçok yazar ve eleĢtirmenin ilgi alanına girmiĢ ve bu Ģiirler hakkında Türk edebiyatının önemli isimleri tarafından değerlendirmelerde bulunulmuĢtur. Bu değerlendirmeler, Ģairin bu Ģiirleri aileyi bir sığınma ve mahremiyet yuvası olarak gördüğü ve bu Ģiirlerdeki ev ve aile imajlarının geleneksel yaĢama vurgu yaptığı konusuna ortak bir Ģekilde vurgu yaparlar. Saba için kaleme aldığı “Ziya Osman‟a Devam” baĢlıklı yazısında da Necatigil, Ziya Osman‟ın, kendisine ait Ģiirler içinde en çok “Misakımilli no. 37”yi beğendiğini belirtmesinden hareketle, onun Ģiirindeki esas temleri ortaya koyar. Necatigil‟in dikkat çektiği nokta, Saba‟daki ev Ģiirlerinin sığınma ve aile içi mahremiyet kavramlarıyla sıkı bir iliĢki 475 içinde olduğudur: Bu şiir Türk edebiyatında aile çevre ve sevgisini en duygulu, en içten veren şiirlerin başında gelir. Ziya Osman’ın bu şiiri anması, onun çocukluktan sonra, çocukluk özleminin devamı olarak evliliği, eş ve evlat sevgisini, ev sıcaklığını dünya mihnetlerine karşı bir korunma aracı diye kabul ettiğini gösterir. Saba bu noktada Tevfik Fikret’in devamıdır. Aşk şiirlerinde iffetten hiçbir zaman ayrılmamış olan Tevfik Fikret gibi, Ziya Osman da çeşitli 473 Ziya Osman Saba, Cümlemiz: Bütün Şiirleri, Can Yayınları, İstanbul,2014,ss.1-192. 474 Selda Uygur, Türlerarası İlişkiler Açısında Ziya Osman Saba‟nın Şiir ve Öyküleri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü,(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2005,s.115. 475 Serhat Demirel, Ziya Osman Saba‟nın Şiirinde Ev, Bilkent Üniversitesi(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara,2007,s.13. 188 etmenlerde güçlesen hayattan yıldıkça, muhtaç olduğu huzur ve sükûnu evinin mahremiyetinde, sıcaklığında buluyor, yuvasının saadetini hatıra ve hakikatlerle anlatan şiirlerinde bilhassa başarılı ve benzersiz oluyordu. Aile şiirlerinde birey-toplum münasebet ve çatışmalarında ailenin kurtarıcılığını göstermekle, Ziya Osman, Cumhuriyet devri şiirimizde 476 bu konuda bir yol gösterici değerini taşır. Behçet Necatigil, bu sözlerle Saba‟nın Ģiirinde evin bir sığınma mekânı olması kadar, aileyle bütünlenen bir yuva huzuru ve mutluluğunun da altını çizmekte, öte yandan ondaki ev mahremiyeti olgusunun da Ģiirlerinde hatırı sayılır bir öneme sahip olduğuna iĢaret etmektedir. Konuya, “sığınma” bağlamında yaklaĢan bir baĢka eleĢtirmense ġerif AktaĢ‟tır. AktaĢ, “YenileĢme Dönemi Türk ġiiri Antolojisi”nde, Saba‟nın ev Ģiirlerini sığınma kavramıyla açıklamayı tercih eder. Ziya Osman Saba‟nın yakın arkadaĢı olan Cahit Sıtkı Tarancı da onun ev ve aile Ģiirleriyle ilgili değerlendirmelerde bulunan yazarlardan biridir. Tarancı, Ziya Osman Saba‟nın Ģiirlerdeki “ev”in geleneksel yaĢama dönük imajlar taĢıdığı iddiasındadır. Özellikle Saba‟nın ―Ne kadar istiyorum akşamleyin, ezanda / Eski bir evde olmak, orda, Eyüpsultanda” dizeleriyle baĢlayan “Toprağım” Ģiirini çok beğendiğini her fırsatta yineleyen Tarancı, bu Ģiir üzerinden Saba‟daki ev temasına iliĢkin önemli saptamalar yapar. Saba‟nın Ģiirinde geleneksel yaĢantıya duyulan bağlılık ve özlemin bu Ģiirdeki ev 477 tasviriyle ortaya çıktığı fikrinde olan Tarancı, düĢüncesini Ģu sözlerle açıklar: “„Eski’ sıfatı burada çok yerinde kullanılmıştır. O kadar yerinde ki, gözümüzün önüne getirdiği ev, harap bir evden ziyade eski zaman mimarisi tarzında inşa edilmiş, içi Şark usulü 478 döşenmiş bir evdir.‖ Saba‟daki ev tasvirlerinin geleneksel yaĢama vurgu yaptığına dikkati çeken bir baĢka yazar da Abdülhâk ġinasi Hisar‟dır. Hisar, Saba‟nın Ģiirindeki evi hem içindeki eĢyalar hem de bulunduğu semt açısından gelenekle iliĢkilendirerek Ģöyle söyler: ―Bütün bu şiir kitabının hatırlattığına göre, o zamanlarda böyle, bu eski zaman tiryakilikleriyle evlerimiz öyle bir şiir kovanı oluyordu ki, hepsi büyülenmiş gibi, içlerinde bulunan bütün maddi eşyalar da içlerinden taşan şiirleri söyler ve isimleri birer şiir ismine benzerdi. En hakir, küçük eşyalar bile helmesini döken yemekler gibi, tadlarını duyururdu. Bu çocukluk zamanlarımızın evleri, münferit ve yalnız kalan evler değildi. Yolları, bahçeleri, mesireleri, mahalleleri vardı. Etraflarında bir cemiyet, bir medeniyet, bir mescit, bir mezarlık, bir sebil ve beyaz guvercinler vardı. Bu hatırlanan, yavaşça geçtiğini hafifçe duyuran asude 476 Necatigil, Düzyazılar 1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,1999,s.123. 477 Demirel,a.g.e.,s.13. 478 Tarancı, Ziya’ya Mektuplar, Varlık Yayınları, İstanbul,1957,s.122. 189 saatlerin verdiği huzur icinde calan saatler bizi çocukluğumuzun beyaz saatlerine 479 kavuşturuyor.‖ Ziya Osman Saba‟nın Aile‟de yayımlanan aile temalı ilk Ģiiri derginin birinci sayısında 480 çıkan “Çocuk GülüĢleri” adlı Ģiirdir. ġair bu Ģiirinde mesut bir aile manzarası çizer ve çocuğu aile mutluluğunun merkezine koyar. Bir çocuğa sahip olmak ve o çocuğun evi dolduran gülümsemeleri anne ve baba için dünyanın en büyük kıymetidir. ġaire göre çocuk gülümsemeleri eve ıĢık, eĢyaya renk saçar. Ziya Osman Saba‟nın dergide yayımlanan aile temalı bir sonraki Ģiiri derginin ikinci 481 saysında çıkan “Aile” adlı Ģiiridir. ġair, bu Ģiirinde bir aile kurmanın getirdiği mutluluktan, sıradan ve klasik bir ev hayatının mutluluğundan ve huzurundan ve bir çocuk sahibi olmanın bahtiyarlığından ve gururundan söz eder. ġairin çocuk ve aile sevgisi üzerine bir sonraki Ģiiri derginin dördüncü sayısında 482 yayımlanan “ġu Güzel Gün” adlı Ģiirdir. ġair bu Ģiirinde hem dünyanın güzelliğinden hem de bir çocuğa sahip olmanın verdiği mutluluktan bahseder. Dünya gecesiyle gündüzüyle, uykusuyla uyanıklığıyla, rüzgârıyla, bulutuyla, kuĢuyla kurduyla çok ama çok güzeldir ve bir çocuğa sahip olmak dünyanın güzelliğini büsbütün artırmaktadır. 483 Ziya Osman Saba derginin altıncı sayısında yayımlanan “Herkesin Evi Ġçin ” adlı Ģiirinde mütevazı ve fakir ailelerin mutluluğu için dua eder. Fakir bir mahalle ve bu mahalledeki evlerin küçük Ģeylerden oluĢan mutluluğunu anlatan Ģair, Tanrı‟dan ailelerin mutluluklarını korumasını diler. ġiire bir insanın dünyada sahip olduğu en büyük mutluluk aile mutluluğudur. Aile mutluluğu dünyanın kahrı ve ıstırabından kaçılıp sığınılabilecek en güvenli limandır. Bahçelerde gülüĢen çocuklar, piĢen çorbalar, sallanan beĢikler ve birbirini seven karı-kocalar bu dünyadaki huzurun ve mutluluğun en güzelidir. Ziya Osman Saba, Aile dergisinde yayımlanmıĢ Ģiirlerinde Ġstanbul‟un ve yurdun çeĢitli Ģehirlerinin mahallelerinde mutlu aileler ve mutlu evler tahayyül ederek onları 484 ĢiirleĢtirir. Yedinci sayıda yayımlan “Bir Yer DüĢünüyorum” adlı Ģiirinde de Ģair yine mutlu bir ev ve her bireyi mutlu bir aile resmeder. 485 ġair Aile‟nin on birinci sayısında yayımlanan “Eski Resimler” adlı Ģiirinde bir fotoğraf albümünün içindeki fotoğraflara ve bir evin duvarında asılı bulunan baĢka fotoğraflara bakarak bir ailenin mazisini yâd eder. Fotoğraflarda insanlar ölümsüz gibidir. 479 Hisar, “Kaybettiklerimiz:Ziya Osman Saba”, Türk Yurdu Dergisi, S.265,İstanbul,1957,s.623. 480 Saba, “Çocuk Gülüşleri”, Aile Dergisi, S.1, İstanbul, 1947, s.27. 481 Saba, “Aile”, Aile Dergisi, S.2, İstanbul, 1947, s.47. 482 Saba, “Şu Güzel Gün”, Aile Dergisi, S.4, İstanbul, 1948, s.7. 483 Saba, “Herkesin Evi İçin”, Aile Dergisi, S.6, İstanbul, 1948, s.45. 484 Saba, “Bir Yer Düşünüyorum”, Aile Dergisi, S.7, İstanbul, 1948, s.13. 485 Saba, “Eski Resimler”, Aile Dergisi, S.11, İstanbul, 1949, s.13. 190 Fotoğraflar güzel, istisnai yahut son derece sıradan bir anı donduran mucizelerdir. ġiire göre fotoğraf albümleri bir ailenin en kıymetli ve unutulmaz mazi hatıraların saklayıp muhafaza eden Ģeylerdir. ġair, bu Ģiirinde bir fotoğraf albümünü karıĢtırır ve bu albümde annelerin, babaların, dedelerin, ninelerin ve çocukların artık geçmiĢte kalan güzel zamanlarını yâd eder. Ziya Osman Saba‟nın Aile‟nin on sekizinci sayısında yayımlanan “Misak-ı Milli 486 Sokağı No.37” adlı Ģiiri de aile temalı bir Ģiirdir. ġair, bu Ģiirinde, Ġstanbul Kadıköy‟deki Misak-ı Milli Sokağı‟ndaki bir evde ailesiyle birlikte geçirdiği güzel günleri yâd etmiĢtir. Bu Ģiir bir aile olmanın ve mutlu bir aileyle bir evi paylaĢmanın güzelliği düĢüncesini okuyucuya aĢılama gayesi taĢır. Ziya Osman Saba Aile dergisinde yayımladığı bu aile ve ev Ģiirleri külliyatıyla derginin “aile inĢası ve korumasına” dönük yayın politikasını en iyi yansıtan Ģair olmuĢtur. ġairin Aile dergisinde yayımlanan Ģiirleri içinde aile temalı olmayan tek Ģiiri vardır. 487 Bu tek Ģiir Ģairin derginin on dördüncü sayısında yayımlanan “DenizleraĢırı ” adlı Ģiiridir. ġair bu Ģiirinde dünyanın uzak ülkelerine ve liman Ģehirlerine gitmek hayalini dile getirir. Ġspanya, Portekiz, Fransa gibi ülkelere giden gemileri Ġstanbul Boğazı‟nda gören Ģair bir gün kendisi de bu gemilere binerek o ülkelere gitmek istemektedir. ġaire göre dünya bu güzel ülkeler ve bu güzel ülkelere gitmek hayali oldukça güzel bir yerdir. 4.7.Aile Dergisi Etrafında GeliĢen ġair Rabia-Hatun TartıĢmaları 1940‟lı yılların sonuna doğru Türk edebiyatında ġair Rabia-Hatun adı etrafında bir tartıĢma baĢlamıĢtır. Rabia Hatun adlı Ģairin Ģiirleri Aile dergisinin altıncı sayısından itibaren bir seri halinde yayımlanmaya baĢlamıĢ ve bu olay o zamana kadar söz konusu Ģair etrafında geliĢen tartıĢmaları yepyeni bir boyuta taĢımıĢtır. Gerçi derginin ilk sayısında Rabia-Hatun‟un bir kıtası yayımlanmıĢtır ancak Rabia-Hatun‟un Ģiirleri bir seri halinde Aile‟nin altıncı sayısından itibaren yayımlanmaya baĢlamıĢtır. Rabia Hatun adlı Ģairin Ģiirlerini yayımlayan Aile dergisinde yazılanlara göre bu Ģiirler edebiyat çevreleri tarafından çok güzel hatta harikulade bulunur. Konuyla ilgili 2001 yılında Yeni Şafak gazetesinde bir köĢe yazısı yazmıĢ olan Enis Batur da, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın bu Ģiirleri okuyunca Rabia Hatun‟u edebiyatımızın en büyük Ģairi ilan ettiğini ancak Yahya 486 Saba, “Misak-ı Milli Sokağı”, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1950, ss.13-15. 487 Saba, “Denizleraşırı”, Aile Dergisi, S.14, İstanbul, 1950, ss.18-19. 191 Kemal‟in söz konusu Ģiirleri okur okumaz onların Divan Edebiyatı devirlerinde yazılmadığını 488 anladığını belirtir. Kıta ve beyit formunda olan Rabia Hatun Ģiirlerinin lisanı Ģive olarak Doğu Anadolu‟yu zaman dilimi olarak XVI.-XVII. yüzyıl dolaylarını çağrıĢtırır. Tarihçi Ġsmail Hâmi DaniĢment bu Ģiirlerin Aile mecmuasında yayımlandığı dönemlerde merhum eĢi Nazan Hanım‟a ait olduğunu söyler. Ancak sonraki senelerde bu Ģiirleri kitap haline getiren DaniĢment, bu kitaba yazdığı önsözde söz konusu Ģiirlerin 489 kendisine ait olduğu Ģeklinde ifadeler kullanır. O devir matbuatında gitgide alevlenerek hakaret davası açmalara kadar uzanan ve adeta bir “edebiyat savaĢına” dönüĢen Rabia Hatun tartıĢmaları Ģu sorular etrafında ĢekillenmiĢtir: 1- Rabia-Hatun‟un hüviyeti nedir? O, tarihi bir Ģair midir yoksa bu müstear isimle Ģiirler yazmıĢ güncel bir Ģair mi? 2- Bu Ģiirler gerçekte ne zaman yazılmıĢtır? 3- Rabia-Hatun imzasıyla yayımlanan Ģiirlerin edebî kıymeti nedir? Bu kıt‟alar ve beyitler sanat ve edebi estetik bakımından değerli midir? Yoksa acemice yazılmıĢ uydurma Ģeyler midir? Rabia-Hatun‟un Ģiirleri Aile dergisinde yayımlanmaya baĢladıktan sonra bu sorular etrafında baĢlayan tartıĢmalara Ġsmail Hami DaniĢment, Ġsmail Habib Sevük, Nihat Sami Banarlı, Vâlâ Nûreddin, Vedat Nedim Tör ve hatta Fuat Köprülü gibi isimler katılmıĢtır. 1948 yılında Türk matbuatı meseleye büyük ilgi göstermiĢtir. Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimlerin yanı sıra devrin Ģair-i azamı Yahya Kemal dahi bu meselede fikir beyan etmiĢtir. Derken tartıĢmalar Nihat Sami Banarlı ve Ġsmail Hami DaniĢment arasında kronik bir polemik halini alır ve taraflar karĢılıklı olarak birbirlerine hakaret etmeye baĢlarlar. Ġsmail Hami, Akşam gazetesindeki yazılarında Nihat Sami Banarlı‟yı cahillik, ukalalık ve eski edebiyattan bihaber olmakla itham eder; Banarlı ise Hürriyet gazetesindeki köĢesinde Ġsmail Hami‟yi halka yalan söylemekle suçlar. Alpay Kabacalı, Mehmet Kasım müstear ismiyle 1 Eylül 1984‟te Milliyet Sanat dergisinde yayımlandığı yazısında edebiyatımızda Rabia-Hatun meselesini Ģu Ģekilde özetler: 488 Enis Batur, “Bir Rabia Hatun Vardı”, Yeni Şafak Gazetesi, 27.02.2001. http://www.yenisafak.com/arsiv/2001/subat/27/kultur.html,(25.06.2015). 489 Murat Bardakçı, “Büyük Tarihçi İsmail Hâmi Danişmend Aynı Zamanda Çok Büyük Bir Âşıkmış”, http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/643082-buyuk-tarihci-ismail-hami-danismend-ayni-zamanda- cok-buyuk-bir-asikmis, (25.05.2015). 192 “Rabia-Hatun imzalı şiirler, 1930’lu yıllardan beri elden ele dolaşıyordu. Kimi okul kitaplarıyla, antolojilere bile girmişti. Ayrıca Cumhuriyet ve Tasvir gazetelerinde Peyami Safa’nın yazıları içerisinde yer almıştı. Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Mustafa Şekip Tunç ile Abdülkadir Karahan da kimi yazılarında bu şiirlerin sözünü etmişlerdi. 1947 yılında H.Basri Erk’in yayımladığı ―Erzurumlu Bilginler‖ adlı kitabın ilk fasikülünde şair Rabia Hatun üzerine geniş bilgi veriliyor. Rabia Hatun’un şiirlerinin ―Aile‖ dergisinde yayımlanmasından sonra ilk tepki Vâlâ Nureddin’den gelir. Yazar Akşam gazetesindeki yazılarından birinde, çeşitli gerekçeler göstererek bu şiirlerin çağdaş bir şairin kaleminden çıktığını ifade eder. Birkaç gün sonra, 12 Haziran 1948 günü, Nihat Sami Banarlı’nın Hürriyet gazetesindeki söyleşi köşesinde, bu şiirlerin çok uzun süre öncesine ait olamayacağı kanıtlanmak istenir. Bu konuda birkaç yazı yazan Banarlı’ya göre, bunlar dil, vezin, uyak ve söyleyiş yönlerinden son yüzyılların izlerini taşımaktadırlar. Banarlı’nın bu ve benzeri kanıtları öne sürmesinden sonra gazete sütunlarında geniş bir tartışma başlar. Bu tartışmaya katılanlar arasında Nurullah Ataç, Rıza Tevfik, İsmail 490 Habip Sevük, Mithat Cemal Kuntay gibi yazarlar da vardır.” Rabia Hatun‟un gerçek hüviyeti ve Ģiirlerin ait olduğu zaman üzerine yapılan tartıĢmalar Konya‟daki Babalık gazetesinin ve Erzurum‟daki Hamle dergisinin sayfalarına kadar uzanır. Süleyman Nazif‟in kardeĢi Ģair Faik Ali Ozansoy Rabia-Hatun‟un kendisinin ve kardeĢinin Diyarbakırlı büyük ninelerinden biri olduğunu iddia eder. Erzurum matbuatında ve Erzurum folkloruyla alakalı çeĢitli etkinliklerde söylenense Rabia Hatun‟un Selçuklu zamanında yaĢamıĢ Erzurumlu bir Türk Ģairi olduğudur. TartıĢmalar bu Ģekilde devam ederken Ġsmail Hami DaniĢment‟den bir itiraf gelir: DaniĢmend, 27 Ağustos 1948 tarihli Tasvir gazetesinde Aile dergisinde yayımlanan söz konusu Ģiirlerin birkaç ay önce vefat eden merhum eĢi Nazan DaniĢment‟e ait olduğunu söyler. Ancak bu itiraf da Rabia-Hatun‟un gerçek kimliği ve bu imzayla yayımlanan Ģiirlerin ait olduğu zamanla ilgili muammayı sonlandırmaya yetmez. Ġsmail Hami DaniĢment‟in bu itirafına inananlar vardır. Ancak Peyami Safa gibi bazı yazarlar Nazan DaniĢment‟in bu Ģiirleri tek baĢına yazamayacağına inanır. Bu Ģiirlerin üslubuna dıĢarıdan müdahale edildiğini savunanlar çıkar. ġüphesiz Ġsmail Hami DaniĢment‟in Tasvir gazetesindeki itirafı Ģair Rabia Hatun üzerinde yapılan tartıĢmalarda en önemli geliĢmelerden biridir. Ancak hem bu itirafa inanmayanların hem de bu itirafı eksik bulanların çıkması bu konudaki muammanın tam 490 Mehmet Kasım, “Edebiyatımızda Rabia Hatun Muamması”, Milliyet Sanat Dergisi, İstanbul,1984, ss.28-30. 193 olarak ortadan kalkmasına ve söz konusu Ģiirler ve Ģairle ilgili ortaya çıkan soruların tam anlamıyla yanıtlanmasına engel olmuĢtur. Rabia Hatun imzalı Ģiirleri yayımlayarak bu konudaki tartıĢmaların baĢlamasına neden olan Aile dergisinde de bu konuda yazılar yayımlanmıĢtır. Derginin yedinci sayısında Rabia-Hatun‟un Ģiirleri ve bu isim etrafında yapılan tartıĢmalarla ilgili üç yazı yayımlanmıĢtır. 491 Vedat Nedim Tör “Rabia Hatun ve ġiirlerindeki AĢk AnlayıĢı” adlı yazısında, söz konusu Ģairin Ģiirlerini acemice, özenti, basit ve yanlıĢlarla dolu olarak değerlendiren edebiyat çevrelerine karĢı hem Rabia Hatun müstear isimli Ģairi hem de onun Ģiirlerini yayımlayan Aile dergisini savunur. Tör‟e göre Rabia-Hatun‟un aĢk Ģiirleri zamanları ve mekânları aĢan bir mahiyette ve yoğunluktadır. Bu Ģiirler beĢerî aĢkı en ulvi ve en masum bir algılayıĢ ve anlatıĢla ele alır, duymasını ve hissetmesini bilen bünyeleri kendisine hayran bırakır. Onun için Aile dergisi bu Ģiirleri yayımladığı için piĢman değildir hatta bundan gurur duyar. Derginin aynı sayısında Vâlâ Nurettin de bu konuda bir yazı yazar. Vâ-Nû “Rabia- 492 Hatun Muamması” adlı yazısında ilk defa Ģairin kimliğine odaklanmıĢ ve onun hüviyeti hakkında birkaç teori ortaya atmıĢtır. Ulusal basın bir zamandan beri Aile dergisinin Ģiirlerini yayımlayıp meĢhur ettiği Rabia Hatun ve onun hüviyeti meselesiyle meĢguldür. Hatta bazı kitle iletiĢim mecraları bu olaya güncel siyasal olaylardan daha fazla yer vermiĢtir. Vâ-Nû‟nun yazısında anlattığına göre söz konusu Ģiirlerin Aile dergisinde yayımlama hikâyesi Ģudur: “Edebiyatçı, ihtisasına ve ciddiyetine hürmeti vecibe bildiğimiz İsmail Hâmi Dânişmend, uzun zamandan beri yakın dostlarına uzak ahbaplarına rastladıkça cebinden şiirler çıkarırmış: - Size Azeri lehçesiyle yazılmış şiirler okuyayım, der, şiirleri okur herkesi hayran bırakırmış. Nihayet bunları Aile mecmuasına vermiş Rabia-Hatun Türk okuyucularına ve dünya edebiyat âlemlerine bir Âzeri şairesi gibi tanıtılmış. Derken ortalıkta bir dedikodu koptu: - Bu manzumeler kimindir biliyor musunuz? Şayet yaşasaydı, şimdi 38 yaşına girecek olan İsmail Hami Danişmend’in merhum zevcesi Nâzan Hanım’a aittirler. ‖ 493 Yakınları bu sırra aşinadırlar; fakat İsmail Hâmi itiraf etmiyor. Vâ-Nû bu hikâyeyi naklettikten sonra Ģair Rabia-Hatun‟un hüviyetiyle ilgili muammayı derinleĢtiren bilgiler ve teoriler ortaya atar. Buna göre aslında bir tane Rabia 491 Tör, “Rabia-Hatun ve Şiirlerindeki Aşk Anlayışı”, Aile Dergisi, S.7,İstanbul,1948, ss.1-2. 492 Vâlâ Nurettin, “Rabia-Hatun Muamması”, Aile Dergisi, S.7, İstanbul,1948, ss.3-5. 493 Vâlâ Nurettin, a.g.e. s.5. 194 Hatun yoktur. Bu manzumelerin bir kısmı eski asırlarda yaĢamıĢ baĢka bir Rabia Hatun‟a aittir. Çünkü bu bir kısım manzumeler lisan ve söyleyiĢ olarak eski asırları çağrıĢtırırlar. Aile dergisinin yedinci sayısında “Rabia Hatun Muammasıyla” ilgili yayımlanan 494 üçüncü yazı ise ġevket Rado‟ya aittir. ġevket Rado “Sanatkârla Eseri” baĢlıklı yazısında tartıĢmalar süresince çeĢitli kiĢilerce iki ayrı kiĢi olduğu söylenen Rabia Hatun meselesine ölen sanatçı-yaĢayan sanatçı perspektifinden bakmakta ve sanat eserlerinin layık olduğu saygıyı görmesinin sanatçının ölmesine bağlı olduğunu savunmaktadır. Rado‟ya göre yayımlandığı ilk zamanlarda eski bir Ģaire ait olduğu düĢünüldüğü için hayranlık uyandıran bu Ģiirler insanların tanıyıp ahbaplık ettiği bir kiĢiye ait olma Ģüphesiyle gölgelenince eski tılsımlarını kaybetmiĢlerdir. Çünkü yakın bir zaman önce ölmüĢ de olsa eski olmayan Rabia Hatun yani Nazan Hanım pek çok kiĢinin arkadaĢıdır, görüp konuĢtuğu bir kiĢidir. Öyleyse bu kıtalar ve beyitler o kadar da muazzam değildir. Çünkü günlük hayatta tanıĢılıp konuĢulmuĢ bir faniye aittir! Büyük sanatçıların yaĢarken umursanmaması ve öldükten sonra kıymete binmesi gerçeğiyle ilgili Ģunları söyleyen Ahmet HaĢim ġevket Rado‟ya göre çok haklıdır: ― Birçok dâhilerin çetin ve karanlık bir hayattan sonra, ancak öldükten ve hayatlarının maddi izleri silindikten sonra halk tarafından keşfedilmiş olmalarında benim için artık şaşılacak bir şey yoktur. Hayat ve vücudun maniası, muzlim bir duvar gibi yıkıldıktan 495 sonradır ki, ruhun beyaz ışıkları semalara vurabiliyor.‖ Aile dergisinde Rabia- Hatun imzasıyla yayımlanan kıta ve beyitler aĢk Ģiirleridir ve hemen hemen tamamı idealize edilmiĢ sevgili imajları barındırırlar. Rabian Hatun‟un Aile dergisindeki ilk Ģiiri derginin birinci sayısında; son Ģiiriyse onuncu sayısında yayımlanmıĢtır. Dergideki Rabia Hatun Ģiirleri on sekiz kıta ve iki beyitten ibarettir. Dergide yayımlanan kıtaların üçüne herhangi bir isim konmamıĢ, kalan kıtalara ise çeĢitli isimler verilmiĢtir. Aile dergisinde Rabia Hatun imzasıyla yayımlanan Ģiirlerden bir örnek aĢağıya alınmıĢtır: Tutsam Hayâl-i Yârı Dutsam hayâl-i yârı nigâhumla bağlasam 494 Rado, “Sanatkârla Eseri”, Aile Dergisi, S.7, İstanbul,1948, s.11. 495 Ahmet Haşim‟den aktaran Rado, a.g.e., s.11. 195 Her göz-yaşumda aksini gördükçe ağlasam Yeldây-i hecre belki zıyâ-bahş olur diyû 496 Aşk âteşiyle hâtır-ı cânânı dağlasam 4.8.Aile Dergisindeki Diğer ġairler ve ġiirler Aile dergisinde bu Ģairler dıĢında Ģairler de Ģiir yayımlamıĢtır. Bu Ģairler arasında derginin yayımlandığı devirde Ģiir kitapları yayımlanmıĢ isimler olduğu gibi genç ve amatör Ģairler de vardır. Bu Ģiirlerin tema yelpazesi de geniĢtir. Doğa sevgisinden memleket sevgisine ve günün herhangi bir zamanının yarattığı ruh halinden kadınların tarihteki durumuna kadar pekçok tema bu Ģiirler de iĢlenmiĢtir. Bu çerçevede değerlendirilmesi gereken Ģairlerden biri ġinasi Özdenoğlu‟dur(1922-). Özdenoğlu‟nun Aile‟de yayımlanan Ģiirleri aĢk ve yaĢama sevgisi temalarını iĢler. Özdenoğlu‟nun dergideki ilk Ģiiri derginin dördüncü sayısında çıkar. “Ellerin Ġçin 497 498 Noktürn” adlı bu Ģiir bir aĢk Ģiiridir. Özdenoğlu‟nun dergideki bir sonraki Ģiiri derginin 499 sekizinci sayısında çıkar. “Kavgalardan Uzak” adlı bu Ģiirinde Ģair, savaĢlardan, kavgalardan ve hastalıklardan uzak bir dünya hayal eder. Mevcut haliyle dünya kötü bir yerdir. Ġnsanlar hayatı dayanılmaz acılarla doldurmuĢlardır. Bir insanın bu sonu gelmeyen savaĢlara, yıkımlara ve üzüntülere tahammül etmesi mümkün değildir. ġiire göre tek çare kaçmak ve bu dünyadan her Ģeyiyle farklı, hayâlî bir dünyaya gitmektir. ġiire huzur ancak insanlardan uzak kalınarak ve doğaya sığınılarak bulunabilir. ġinasi Özdenoğlu‟nun Aile‟nin dokuzuncu sayısında yayımlanan “Ben O Adam 500 mıyım?” adlı Ģiiri yaĢama sevgisi ve ölüm korkusu üzerine kaleme alınmıĢtır. ġair bu Ģiirinde ölüme yaklaĢtığını düĢünen yaĢlı bir adamın diliyle konuĢur. Gençliğin harareti, enerjisi, ihtirasları ve gözüpekliği artık çok gerilerde kalmıĢtır. ġair yaĢamayı hâlâ çok sevmekte ve hâlâ dünyaya dair içinde tutkular barındırmaktadır. Ancak geçip giden zamanın pençesinde yıpranıp yavaĢlayan bedeni ona artık kaçınılmaz sonun yaklaĢmakta olduğunu haber verir. Oysa Ģair dünyaya henüz doyamamıĢtır ve hâlâ bu dünyada yapmak istediği çok Ģey vardır. 496 Rabia-Hatun, Tutsam Hayâl-İ Yârı, Aile Dergisi, S.8, İstanbul,1949, s.19. 497 Şinasi Özdenoğlu, Ellerin İçin Noktürn, Aile Dergisi, S.4,İstanbul, 1949, s.13. 498 Noktürn (Fr. nocturne), Batı müziğinde, geceden esinlenen ya da geceye çağrışım yapan beste türüdür. On sekizinci yüzyılda İtalyanca notturno ("geceye özgü")olarak anılan noktürn, aslen akşamları çalınması öngörülen oda müziği besteleridir. Geceyi çağrıştırması aranan bir özellik değildir. Edebiyatta ise noktürn daha çok duygusal ve lirik şiir formları için kullanılan bir ifadedir. 499 Özdenoğlu, Kavgalardan Uzak, Aile Dergisi, S.8,İstanbul, 1949, s.23. 500 Özdenoğlu, Ben O Adam mıyım?, Aile Dergisi, S.9,İstanbul, 1949, s.35. 196 501 ġinasi Özdenoğlu, Aile‟nin onuncu sayısında yayımlanan “Gözlerin” adlı Ģiirinde sevgilinin siyah gözlerini över. ġaire göre sevgilinin siyah gözleri Haçlı iĢgallerinden kurtulmuĢ bir Ģehir kadar kıymetlidir ve bozkırların ortasında bir nehir kadar güzeldir. 502 “Baharla Beraber Gelen AĢk” adlı Ģiirindeyse Ģair bahar mevsiminin gelmesiyle birlikte yeniden tattığı aĢk duygusunu anlatır. Bahar mevsiminin gelmesiyle toprağa, suya ve havaya cemre düĢer. Fakat Ģaire göre cemrelerin en ateĢlisi aĢktır. ġair bu bahar mevsiminde 503 cemrelerin en ateĢlisi olan aĢk kalbine düĢtüğü için çok mutludur. “Hatırım Kalır” , adlı Ģiirinde Ģair sevgiliye duyduğu aĢktan bahseder. ġiire göre sevgili dünyayı anlamlandıran tek Ģeydir ve sevgilinin olmadığı bir dünyada hiçbir Ģey tam değildir. ġinasi Özdenoğlu‟nun 504 “Ağaçlar Üstüne” adlı Ģiirindeyse doğa sevgisi söz konusudur. ġair bu Ģiirinde doğanın güzelliğine ve ağaçların sükûnetine bakarak aĢkı düĢünür, doğa ona aĢkı ilham eder. Aile dergisinde çeĢitli temalarda Ģiirler yayımlamıĢ Ģairlerden biri de Sabahattin Kudret Aksal‟dır(1920-1993). 505 Onun Aile‟de çıkan ilk Ģiiri derginin beĢinci sayısında yayımlanan “Aile” adlı Ģiirdir. ġair bu Ģiirinde mutlu bir aile tasviri yapar. Baba, anne erkek ve kız çocuktan oluĢan bu ailenin bireyleri tek tek kendi sosyal ve ruhsal gerçeklikleri içinde yaĢarlar. Her birinin baĢka hayalleri ve kaderleri vardır. Aynı aileye mensup olsalar da aileyi oluĢturan bireylerin tabi olduğu hakikatler ve kaderleri farklıdır. Ancak Ģiire göre tüm bu farklılıklar onların huzurlu ve birbirine bağlı bireylerden oluĢan bir aile olmalarına engel olmaz. 506 Sabahattin Kudret Aksal, derginin bir sonraki sayısında “Övgü” adlı bir aĢk Ģiiri yayımlar. ġair bu Ģiirinde artık mazide kalan bir sonbahar aĢkını ve bu aĢka ait anıları hasretle 507 yâd eder. Aksal‟ın derginin yedinci sayısında yayımlanan “Yarı Karanlık” adlı Ģiiri de bir aĢk Ģiiridir. Bu Ģiir kadın güzelliğinin Ģairde yarattığı heyecanlar ve hayaller üzerine kaleme 508 alınmıĢtır. Sabahattin Kudret Aile‟nin dokuzuncu sayısında ise “Uyku” adlı bir Ģiir yayımlamıĢtır. ġair bu Ģiirinde uykuyu engin bir okyanusta yüzen bayraksız bir gemiye benzetir ve huzurlu bir uykuyu bu benzetiĢten yola çıkarak ĢiirleĢtirip tasvir eder. 509 Sabahattin Kudret‟in derginin onuncu sayısında yayımlanan “Anadolu Yaylası” ve 510 on birinci sayısında yayımlanan “Etimesgut ġiiri” adlı Ģiirleri düĢünsel ve duygusal tavır 501 Özdenoğlu, Gözlerin, Aile Dergisi, S.10 ,İstanbul, 1949, s.33. 502 Özdenoğlu, Baharla Beraber Gelen Aşk, Aile Dergisi, S.13, İstanbul, 1950, s.27. 503 Özdenoğlu, Hatırım Kalır, Aile Dergisi, S.17 ,İstanbul, 1951, s.15. 504 Özdenoğlu, Ağaçlar Üstüne, Aile Dergisi, S.20 ,İstanbul, 1952, s.16. 505 Sabahattin Kudret Aksal, Aile, Aile Dergisi, S.5, İstanbul, 1948, 506 Aksal, Övgü, Aile Dergisi, S.6, İstanbul, 1948, s.15. 507 Aksal, Yarı Karanlık, Aile Dergisi, S.7, İstanbul, 1948, s.20. 508 Aksal, Uyku, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, s.30. 509 Aksal, Anadolu Yaylası, Aile Dergisi, S.10, İstanbul, 1949, s.12-13. 510 Aksal, Etimesgut Şiiri, Aile Dergisi, S.11, İstanbul, 1949, s.10. 197 olarak Anadolu‟yu bir bütün olarak olduğu gibi kabul eden memleket sevgisi temalı Ģiirlerdir. ġair bu Ģiirlerinde Anadolu‟yu dertleri, mutlulukları, ağaçları, insanları, hayvanları, dereleri, ovaları, gecesi, gündüzü, yağmuru ve güneĢiyle bir bütün olarak görmekte ve Anadolu 511 Yaylası‟na duyduğu topyekûn sevgiyi dile getirmektedir. Bâki Süha Edipoğlu (1915-1972) Aile dergisinde çeĢitli temalarda ve sâde bir dil ve söyleyiĢle yazdığı Ģiirlerle yer almıĢ bir Ģairdir. Onun Aile‟de çıkan ilk Ģiiri derginin ilk 512 sayısında çıkan “Dağ Rüzgârı” adlı Ģiirdir. “Dağ Rüzgârı” Aile dergisinde yayımlanan “modern hayattan tabiata kaçma isteği” içerikli Ģiirlerden biridir. Edipoğlu bu kısa Ģiirinde bir dağ rüzgârının ruhunda yarattığı yaĢama sevincini ve coĢkusunu anlatır. Tabiatın en temiz ve en cazip nimetlerinden olan dağ rüzgârları Ģaire göre dünyayı güzelleĢtirir. ġair bu dağ rüzgârının onu sürükleyeceği her yere gitmeye razıdır. 513 Bâki Süha Edipoğlu, Aile‟de yayımlanan bir sonraki Ģiiri olan “Çocuklar, ġairler” adlı Ģiirinde hem çocuklara hem de Ģairlere duyduğu sevgiden söz eder. ġiirinde çocukları en safiyane ve en tabii bir sevgiyle sevdiğini ve bütün çocukların üzerine titrediğini söyleyen Ģair, Ģair arkadaĢlarını da çocuk ruhlu büyükler olarak görür ve onları da çocuklar gibi çok sever. Bâki Süha Edipoğlu‟nun Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerinde Ġstanbul‟un ve Antalya‟nın özel bir yeri vardır. ġairin bu Ģehirler üzerine kaleme aldığı Ģiirler derginin çeĢitli sayılarında yayımlanmıĢtır. Edipoğlu‟nun Aile dergisinde Ġstanbul üzerine kaleme aldığı iki Ģiiri yayımlanmıĢtır. 514 Bunlar derginin beĢinci sayısında yayımlanan “Ġstanbul‟u Dün DolaĢtım” ve on beĢinci 515 sayısında yayımlanan “Eylül DüĢünceleri” adlı Ģiirlerdir. ġair, bunlardan”Ġstanbul‟u Dün DolaĢtım” adlı Ģiirinde Ġstanbul‟un Sarıyer, Edirnekapı, Üsküdar, Kandilli gibi semtlerinde yaptığı bir günlük bir gezintiden bahseder. Ġstanbul bu semtlerde bütün tarihi, ihtiĢamı ve güzelliğiyle Ģairi kendisine hayran bırakmıĢtır. Edipoğlu, “Eylül DüĢünceleri” adlı Ģiirindeyse Ġstanbul‟un Boğaz semtlerinin ve Erenköyü‟nün güzelliğini ve bu semtlere duyduğu hayranlığı anlatır. 511 Sabahattin Kudret Aksal askerliğini 1948-1949 yılları arasında Ankara Etimesugut‟ta nakliye subayı olarak yapmıştır. Şairin Aile‟de yayımlanan Anadolu Yaylası ve Etimesgut Şiiri adlı şiirleriyle “Anadolu Yolculuğu”, “Sincanköy”, “Bir Kasabada Uyanmak” gibi şiirlerinde o günlerde edindiği izlenimlerden faydalandığı anlaşılmaktadır. 512 Baki Süha Edipoğlu, Dağ Rüzgârı, Aile Dergisi, S.1, İstanbul,1949, s.9. 513 Edipoğlu, Çocuklar ve Şairler, Aile Dergisi, S.4, İstanbul,1948, s.9. 514 Edipoğlu, İstanbul‟u Dün Dolaştım, Aile Dergisi, S.5, İstanbul,1948, s.9. 515 Edipoğlu, Eylül Düşünceleri, Aile Dergisi, S.15, İstanbul,1950, s.11. 198 Bâki Süha Edipoğlu‟nun Aile dergisinde Antalya üzerine de iki Ģiiri yayımlanmıĢtır. 516 517 Bunlar derginin dokuzuncu sayısında yayımlanan “Kara Sevda” ve on altıncı sayısında 518 yayımlanan “Antalya” adlı Ģiirlerdir. Bunlardan “Kara Sevda” hem Akdeniz‟e hem Antalya „ya güzelleme mahiyeti taĢıyan bir memleket sevgisi Ģiiridir hem de buraların Ģaire bir sevgiliyi hatırlatması yönüyle bir aĢk Ģiiridir. ġair, limon çiçeklerinin, portakal bahçelerinin ve deniz üzerinde giden yelkenlilerin dokuduğu bu iklimde sevgiliyi düĢünür, aĢkı hatırlar. ġair Antalya üzerine kaleme aldığı diğer Ģiiri olan“Antalya”da ise Antalya Ģehrinin güzelliğini tarihi ve doğal derinliği içinde dile getirir. Antalya, Roma Ġmparatorluğu devrine ait hatıraları, kalıntıları, tarihî eserleri ve Akdeniz ikliminin bahĢettiği portakal ve limon bahçeleriyle Ģairin gönlünü fethetmiĢtir. ġairin Antalya algısı Ģehrin Ģu vasıfları üzerine kuruludur: Eski Roma ve Yunan devletlerinden kalan yapılar, Akdeniz meyveleri ve deniz. 519 Sabahattin Teoman‟ın(1914-1957), “Dinlenmek Yorgunluğu ”adlı Ģiiri Aile‟nin ilk sayısında yayımlanan Ģiirlerden biridir. Bu Ģiir Ģairin artık geçmiĢte kalan güzel günlerine dair bir Ģiirdir. Hayatının geçmekte olduğu çevre ve mekânlar Ģairin hatıralarını harekete geçiren üzücü unsurlardır. Mekânlar ve çevre hatıraları uyandırır. Uyanan hatıralar Ģairin bugününü zehirler ve acıyla doldurur. Sabahattin Teoman‟ın derginin üçüncü sayısında yayımlanan “IĢığın Çapraz Geldiği 520 Saat adlı Ģiiri yalnız kalma isteği fakat bu isteğe ulaĢamama durumuyla ilgili bir Ģiirdir. ġair bu Ģiirinde kendisini odasına kapatır ve mutlak bir yalnızlığa ulaĢmak ister. Ancak kapandığı odadaki eĢyalara Ģairin ruhu, insanî vasıflar yükler ve Ģair adeta bu eĢyaların dile geldiğini duyumsar. Kitaplar söylenmeye baĢlar. Ġskemle oturulma, ayna bakılma isteğini dile getirir. ġair, gözlerini kapattığı anda baĢının içine mazisine ait hatıralar doluĢur. Ġnsanın kendisini unutamadığı bir yerde mutlak ve kesin bir yalnızlık mümkün değildir. 521 Sabahattin Teoman, derginin dördüncü sayısında yayımlanan “Kavga” adlı Ģiirinde çeliĢkilerle dolu bir ruhsal durumdan söz eder. ġiire hâkim duygu öfkedir. ġair en olmadık Ģeye öfke duyar. Yağmur sesi ve hatta güneĢ ıĢığı dahi öfkesini alevlendirir. Fakat bunun tam aksine sevgilinin donuk ve duygusuz suratını çok güzel bulur. Bu Ģiir, insanların bazen içine düĢtüğü küçük ruhsal buhranlara ve dengesizliklere dair bir Ģiirdir. ġairin “Masalın En Tatlı 522 Yeri adlı Ģiiriyse sembolik unsurların ağırlıkta olduğu bir Ģiirdir. ġair bu Ģiirinde geçmiĢte 516 Baki Süha Edipoğlu Antalyalı bir şairdir. Onun Aile dergisinde yayımlanan Kara Sevda ve Antalya adlı şiirlerinde doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Antalya‟ya ait izlenimlerini bulmak mümkündür. 517 Edipoğlu, Kara Sevda, Aile Dergisi, S.9, İstanbul,1949, s.14. 518 Edipoğlu, Antalya, Aile Dergisi, S.16, İstanbul,1950, s.11. 519 Sabahattin Teoman, Dinlenmek Yorgunluğu, Aile Dergisi, S.1,İstanbul,1947,s.61. 520 Teoman, Işığın Çapraz Geldiği Saat, Aile Dergisi, S.3,İstanbul,1947,s.25. 521 Teoman, Kavga, Aile Dergisi, S.4,İstanbul,1948,s.41. 522 Teoman, Masalın En Tatlı Yeri,, Aile Dergisi, S.6,İstanbul,1948,s.49. 199 kalan güzel bir hatıradan ima yoluyla söz eder. Yalnız bir adam elleri arkasında baĢı önünde meçhul bir geleceğe doğru yürümektedir. Fakat zihni geçmiĢte yaĢadığı güzel günlerin parıltısıyla doludur. Bu parıltı o kadar yoğundur ki geleceği görünmez yapmakta ve geleceğe uzanan yolları yarattığı göz kamaĢmasıyla seçilmez kılmaktadır. Sıhhatli bir gelecek kurmanın en iyi yolu mazinin artık geri gelmesi mümkün olmayan güzel anlarına saplanıp kalmaktan kurtulmaktır. Fakat Ģair bunu baĢaramaz. 523 Aile dergisinde yer almıĢ Ģairlerden biri de ġükrü Enis Regü‟dür.(1923-1976) O, dergide yayımlanmıĢ Ģiirlerinin birinde Ġstanbul‟un yaĢadığı hızlı değiĢimi ikisinde de aile sevgisini konu edinmiĢtir. Regü‟nün Aile‟deki ilk Ģiiri derginin birinci sayısında çıkar. ġükrü Enis Regü, 524 “Yıllardan Sonra” adlı bu Ģiirinde, yıllar sonra döndüğü Ġstanbul‟da gördüğü değiĢimleri anlatır. Yüksek yüksek binalar inĢa edilmiĢ ve Ģehri dolduran ve ona tarihi Ģahsiyetini veren minareler yeni yapılan bu yüksek binaların yanında bodur kalmıĢtır. Köprüler gitgide kalabalıklaĢan insanlara yetmez olmuĢ, yelkenli gemilerin yerini motorlu ve buharlı gemiler almıĢtır. Gitgide mekanik ve gri bir görünüme bürünmeye baĢlayan Ģehir insanları da mekanikleĢtirmeye baĢlamıĢ ve insanlar doğal hallerini kaybeder olmuĢlardır. ġair büyük bir hızla gerçekleĢen bu değiĢim karĢısında ĢaĢkındır. 525 ġükrü Enis Regü‟nün, “Sabah ġiiri” adlı Ģiiri Aile dergisindeki aile sıcaklığı üzerine Ģiirlerden biridir. ġair bu Ģiirinde güzel bir Üsküdar sabahında karısına seslenir ve sabahın ilk ıĢıklarının evinin içine yaydığı huzuru ve ferahlığı karısıyla paylaĢır. “Sabah ġiiri”nde 526 karısına sabahın güzelliğinden bahseden Ģair “Gece ġiiri” adlı Ģiirindeyse gecenin güzelliğinden bahseder. GeniĢ gökyüzü, geceyi dolduran ağaç hıĢırtıları ve ateĢ böceği sesleri evin içinden onları dinlemekte olan Ģaire huzur ve mutluluk verir. ġair, böyle bir gecede karısı ve çocuklarıyla bir arada olmanın huzuruna erer ve bunun dıĢında hiçbir Ģey düĢünmek istemez. ġair Sabahattin Ergi (1916-?) de Ģiirleriyle Aile dergisinde yer almıĢ Ģairlerden biridir. 527 Onun dergideki ilk Ģiiri olan “Rüya” derginin yedinci sayısında çıkar. “Rüya” Aile dergisinde yayımlanmıĢ aĢk Ģiirlerinden biridir. Ergi, bu Ģiirinde geçmiĢi hep sevgiliyle ilintili unsurlarla hatırlar ve dünyayı hep sevgiliye dair emarelerle algılar. Dünya sevgiliyi bağrında barındıran bir sahneden ibaret gibidir. Sabah rüzgârı, batan bir gün, bahçedeki güzel koku ve 523 Şükrü Enis Regü, Aile dergisinin yayıncısı Vedat Nedim Tör‟ün yakın arkadaşıdır. Uzun yıllar Tör‟ün çıkardığı Doğan Kardeş dergisinde yöneticilik ve sayfa sekreterliği yapmıştır. Şiire çok genç yaşta başlayan Şükrü Enis Regü daha çok yazdığı çocuk şiirleriyle tanınmıştır. 524 Regü, Yıllardan Sonra, Aile Dergisi, S.1, İstanbul,1947, s.45. 525 Regü, Sabah Şiiri, Aile Dergisi, S.10, İstanbul,1949, s.20. 526 Regü, Gece Şiiri, Aile Dergisi, S.10, İstanbul,1949, s.20. 527 Sabahattin Ergi, Rüya, Aile Dergisi, S.7,İstanbul, 1948,s.49. 200 bir kitabın sayfaları arasında bulunan saç telleri Ģaire sevgiliyi hatırlatır, onu düĢündürür. 528 Ergi, “ErciĢ‟te AkĢam Saati” adlı Ģiirindeyse Van‟ın ErciĢ ilçesini bir gurup vaktinde 529 büründüğü manzaralarla tasvir eder . “ErciĢ‟te AkĢam Saati”, ErciĢ‟te bir akĢam vaktinin Ģairin ruhunda yarattığı gelgitler, kırılmalar ve değiĢmeler üzerinedir. Melâl, inziva, hülya, gam gibi pek çok duyguyu ve ruh halini harekete geçiren ErciĢ‟te akĢam vakti nihaî olarak ve herĢeyin sonunda bir huzur kaynağı olarak Ģairi kuĢatır ve sarmalar: … Bu solan gün ile ruh hali serapa değişir, Öyle bir an ki bu gözlerdeki mânâ değişir. … Ezilir vecd ile ruhlardaki son katre gurur 530 Serpilir akşam ezanıyla yanan kalbe huzur Aile dergisinde bu Ģiir gibi pekçok memleket Ģiiri yayımlanmıĢtır. Bu Ģiirlere ruhunu veren asıl unsur, bunların çoğunlukla, memleketin coğrafi hallerinin ve güzelliklerinin Ģairlerin ruhlarına ve maneviyatlarına yaptığı tesirleri betimliyor olmasıdır. Sabahattin Ergi‟nin Aile‟de yayımlanan Ģiirlerine yoğun bir doğa sevgisi ve özlemi 531 hâkimdir. ġair, “Saadet” adlı Ģiirinde bahar mevsiminin gelmesiyle kendisini çocukluk çağının mutlu günlerine dönmüĢ gibi hisseder ve bütün dünyayı ve özellikle çocukları kendisi 532 gibi mutlu olmaya, dünyayı sevmeye çağırır. Ergi, “Bahçelerde” adlı Ģiirindeyse ömrünü geniĢ bir bahçede geçirme isteğini dile getirir. Çünkü Ģehir demek, beton demek, makine demek ve huzursuzluk demektir. GeniĢ bir bahçedeyse dünya her haliyle güzeldir ve seyrine doyum olmayan bir yerdir. 533 Oktay Rıfat(1914-1988), “Ağaca Dedim Ki” adlı Ģiirinde bir nisan gününde bir ağaçla hayâlî bir sohbet yapar. Onunla hayata, Ģehirlere ve geçen zamana dair hasbihalde 534 bulunur. Oktay Rıfat, “Mahzun Tarafım” adlı Ģiirinde ruhunun daima mahzun ve mutsuz bir tarafı bulunduğunu dile getirmekte ve en mutlu göründüğü anlarda dahi duygularının bir tarafına hâkim bulunan mutsuzluğun içinde yaĢamaya ve soluk alıp vermeye devam ettiğini 528 Ergi, Erciş‟te Akşam Saati, Aile Dergisi, S.9,İstanbul, 1949,s.58. 529 Mesleği askerlik olan ve 1938 yılından 1969 yılına Türk Silahlı Kuvvetleri‟nin çeşitli kademelerinde görev yapan Sabahattin Ergi, görevi nedeniyle Van‟ın Erciş ilçesinde de bulunmuştur. Şairin bu şiiri Erciş‟te asker olarak hizmet verdiği yılların izlerini taşır. 530 Ergi, a.g.e., s.58. 531 Ergi, Saadet, Aile Dergisi, S.17,İstanbul, 1951,s.17. 532 Ergi, Bahçelerde, Aile Dergisi, S.19,İstanbul, 1951,s.66. 533 Oktay Rıfat, Ağaca Dedim ki, Aile Dergisi, S.1,İstanbul,1947, s.18. 534 Oktay Rıfat, Mahzun Tarafım, Aile Dergisi, S.2,İstanbul,1947, s.9. 201 535 anlatmaktadır. ġair “Karıma” adlı Ģiirindeyse karısının hayatındaki yerinden söz eder. Evlilik ve aile müessesesinin güzelliğini anlatma amacıyla yayımlanmıĢ bu Ģiiriinde Ģair karısının hayatının en büyük güzellik ve neĢe kaynağı olduğunu söyler. ġair karısıyla kendisini bir elmanın yarısı gibi görür. 536 Oğuz Kazım Atok(1912-1980), “Ellerinden Belli” adlı Ģiirinde köylü bir kadının çilekeĢ ve nasırlı ellerinden söz eder. Anadolu kadını hem yoksulluk içinde ailesine bakan ve çocuk büyüten hem de vatan iĢgal edildiğinde cepheye yardım gönderen yiğit bir kadındır. O kadar zor hayat Ģartları içinde yaĢamıĢtır ki elleri kapkara olmuĢtur. Buna rağmen asi olmaz, yılgınlığa kapılmaz. Bu Ģiirde anlatılan Anadolu kadını yiğitlik ve iffet timsalidir. Atok‟un 537 adlı Ģiiri “Bir Gün Geliyor” gençlikte ve yaĢlılıkta hayatın farklı farklı algılanıĢıyla ilgilidir. ġiire göre gençlikte dünya nimetlerine karĢı oldukça hevesli ve aç olan insanoğlu yaĢlanınca 538 eski heyecanını kaybeder ve hiçbir Ģeyden heyecan duymaz olur. Aynı Ģair Beyazlığı adlı Ģiirindeyse dünyayı anlamlandıran en önemli Ģeyin sevgilinin beyaz teni olduğunu söyler. ġair, ölünce bile o beyazlığın ıĢığında uyumak ister. 539 Fatma Esen‟in, “DüĢünen Adam” , adlı Ģiiri aile birlikteliğiyle ilgili bir Ģiirdir. ġair, bu Ģiirinde dertli ve düĢünceli görünen kocasına seslenir ve dertlerinin sıkıntılarının çözümünün dıĢarıda değil evinde olduğunu söyler. Fatma Esen‟in Aile‟nin dokuzuncu 540 sayısında iki Ģiiri yayımlanır. ġair, “Öğüt” adlı Ģiirinde kendi kendisine ve okuyucularına dünyanın kötü hadiselerine fazla üzülmemeyi ve iyimser kalmaya çalıĢmayı nasihat ederken 541 “Kararsızlık” adlı Ģiirinde yaĢadığı manevi çeliĢkilerin kısa bir betimlemesini yapar. Esen, 542 bir sonraki sayıdaki “Saray Gözdesi” adlı Ģiirindeyse Osmanlı sarayındaki cariyelerden söz eder. Bir çeĢit esir olan ve herhangi bir söz söyleme hakkı bulunmayan cariyeler padiĢahın iki dudağı arasından çıkacak bir sözle ihya olabilir veya öldürülebilir. Cariye Osmanlı sarayında değersiz bir eĢya gibidir. Kaderi tamamen padiĢahın sözlerine bağlıdır. ġair, Ģiirinde artık tarihte kalmıĢ bu durumdan duyduğu ürpertiyi anlatır. 543 Sumru Tunç‟un Aile dergisinin ilk sayısında üç Ģiiri yayımlanmıĢtır. “Bakırköyü‟ 544 nde” adlı Ģiirinde Ġstanbul‟un Bakırköy semtinin güzellikleri anlatılır. ġair, yaĢamakta olduğu bu semtin doğal güzelliklerinden, rüzgârlarından, sabahlarından ve gecelerinden 535 Oktay Rıfat, Karıma, Aile Dergisi, S.3,İstanbul,1947, s.6. 536 Oğuz Kazım Atok, Ellerinden Belli, Aile Dergisi, S.14, İtsnbul, 1950, ss.33-34. 537 Atok, Bir Gün Geliyor, Aile Dergisi, S.17, İstanbul,1951,s.16. 538 Atok, Beyazlığı, Aile Dergisi, S.20, İstanbul,1952,s.20. 539 Fatma Esen, Düşünen Adam, Aile Dergisi, S.8, İstanbul, 1949, s.15. 540 Esen, Öğüt, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, s.56. 541 Esen, Kararsızlık, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, s.56. 542 Esen, Saray Gözdesi, Aile Dergisi, S.10, İstanbul, 1949, s.22. 543 Sumru Tunç, Cumhuriyet tarihinin önemli psikologlarından olan ve Aile dergisinde de yazıları çıkmış olan Prof.Dr. Mustafa Şekip Tunç‟un kızıdır. 544 Sumru Tunç, Bakırköyü‟nde Sabah, Aile Dergisi, S.1, İstanbul,1947, s.53. 202 545 sevgiyle ve övgüyle bahseder. Sumru Tunç, “Yazlar” , adlı kısa Ģiirinde yaz mevsiminin evlerinin bahçesinde yarattığı değiĢimlerden ve güzelliklerden bahsederken 546 “Çocukluğum” adlı Ģiirinde çocukluğuna duyduğu hasreti anlatır. Çocukluk ve çocukluk 547 çağındaki dünya algısı artık çok eskilerde kalmıĢtır. Aynı Ģairin “Çiçek” adlı Ģiiri çiçek sevgisiyle ilgili bir Ģiirdir. ġair burada bir saksıdaki bir çiçeğe insani vasıflar yükleyerek 548 onunla duygusal bir bağ kurmaktadır. ġairin “Ağaçla Ben ” adlı kısa Ģiirindeyse bir ağaca seslenilmektedir. Gençlik çağını yaĢamakta olan Ģair ağacın bahar mevsimindeki hallerine, onun köklerini derinlemesine uzatarak toprağa sağlam basıĢına ve gövdesinin dik ve sağlam oluĢuna imrenir ve ağaçtan gençliğin nasıl olması gerektiğini kendisine göstermesini ister. Bunu yaparak da aslında Ģair doğanın güzelliğine övgüde bulunur. Attila Ġlhan (1925-2005) da Aile dergisinde Ģiirleri çıkmıĢ Ģairlerden biridir. Onun 549 dergide çıkan ilk Ģiiri “Türkiye” adlı bir Ģiirdir. Attila Ġlhan gençlik dönemi Ģiirlerinden olan bu uzun Ģiirinde Türkiye‟yi Ģehir Ģehir, isim isim ve renk renk taramakta ve toprağa ve geleneklere dayalı bir memleket sevgisi ortaya koymaktadır. Türkiye‟yi Türkiye yapan ve Anadolu‟yu bir yurt olarak dokuyan motifler bu Ģiirde Ģair tarafından sevgiyle benimsenmekte ve sade bir dille tasvir edilmektedir. ġiire göre Mersin‟den Ardahan‟a, Bursa‟dan MaraĢ‟a Ġstanbul‟dan Karadeniz‟e, Aladağlar‟a ve Toroslar‟a memleket bütün mevcudiyeti ve hakikatleriyle sevilmeye değerdir. Aile dergisi bu Ģiiri okuyucularına Ģu Ģekilde takdim etmiĢtir: ―Bu sayımızda çıkan iki memleket şiiri, garip bir tesadüf eseri olarak birer gün ara ile elimize geçti. Yine garip bir tesadüf eseri olarak, bunlardan biri, yani ―İstiklal Marşını 550 Dinlerken‖ adlı şiir geçen yıl parti mükâfatının birinciliğini kazanan Cahit Sıtkı Tarancı’nın, bu ―Türkiye‖ adlısı da aynı mükâfatın ikincisi olan Attila İlhan’ındır. Bu eserlerde biz, vatan şiirinin adiye ve beyliğe kaçmayan güzel örneklerini selamlıyoruz. ‖ 551 Attila Ġlhan‟ın Aile‟de “Deryalar” adında bir Ģiiri de çıkmıĢtır. Attila Ġlhan bu Ģiirinde deniz sevgisini ve bu sevginin ruhunda yarattığı yaĢama sevgisini betimler. Cahit Külebi (1917-1997), Aile dergisinin beĢinci sayısında yayımlanan“Deniz 552 Kıyısı” adlı Ģiirinde insanlarla dolu bir deniz kıyısı tasviri yapar. Külebi, derginin 545 Tunç, Yazlar, Aile Dergisi, S.1, İstanbul,1947, s.53. 546 Tunç, Çocukluğum, Aile Dergisi, S.1, İstanbul,1947, s.53. 547 Tunç, Çiçek, Aile Dergisi, S.2, İstanbul,1947, s.18. 548 Tunç, Ağaçla Ben, Aile Dergisi, S.3, İstanbul,1947, s.18. 549 Attila İlhan, Türkiye, Aile Dergisi, S.4,İstanbul,1947, s.45. 550 Bu takdimde sözü edilen parti mükâfatı 1946 yılı CHP şiir mükâfatıdır. 1946 yılı CHP şiir mükâfatında birinciliği Cahit Sıtkı Tarancı “Otuz Beş Yaş” şiiriyle, ikinciliği Attila İlhan “Cebbaroğlu Mehemmed” adlı şiiriyle, üçüncülüğü de Fazıl Hüsnü Dağlarca “Çakır Destanı” adlı şiiriyle almıştır. Aynı yıl çıkan bir kanunla bu mükafatın ismi İnönü Armağanı olarak değiştirilmiş, bu armağan da 1947 yılına mahsus olmak üzere bir defa verilebilmiştir. 551 İlhan, Deryalalar, Aile Dergisi, S.4,İstanbul,1947, s.15-16. 203 553 dokuzuncu sayısında yayımlanan“Yolculuk” adlı Ģiirindeyse memlekette geliĢigüzel bir yolculuğa çıkıĢı anlatır. YaĢadığı Ģehirde ruhsal bir açmaza düĢen Ģair bir gün aniden memleket içinde menzili belli olmayan bir yolculuğa çıkar. ġair, trenle çıktığı bu yolculukta yurdun kitaplarda okuduğu güzelliklerini bizzat görme Ģansı elde eder. Memleketin güzelliklerini, suyunu, dağını, karını, yağmurunu görmek, duymak ve solumak Ģairin sıkıntılarını hafifletir. Cahit Külebi‟nin bu memleketçi Ģiirinde Anadolu toprağını ve Anadolu‟nun saf kıymetlerini yüceltme tavrı vardır: … Bir dikili ağacın bile yok yeryüzünde Ama bir memleketin var gezilecek! Eriyen karlar gibi içinden Sıkıntıların akıp gidecek, 554 Ağlamayacak kimse peşinden, gülmeyecek Nahit Ulvi Akgün (1918-1996), Aile dergisinin on beĢinci sayısında yayımlanan“Ġlk 555 Göz Ağrısı ”adlı Ģiirinde sevdiği kadına dair duygu ve heyecanlarını anlatır. Sevgilinin Ģair üzerinde son derece kuvvetli bir etkisi vardır. Bu, Ģairin yürüyüĢüne, nefes alıp veriĢine ve gerçekle hayal arasındaki konumuna tesir eden bir etkidir. Hatta Ģairin hal ve hareketleri dahi sevdiği kadına benzemeye baĢlamıĢtır. Akgün, derginin aynı sayısında yayımlanan 556 “Rahatlık” , adlı Ģiirindeyse huzurlu bir aile hayatına tekrar kavuĢmanın hayatına getirdiği olumlu etkilerden ve iyimser duygulardan bahseder. Huzurlu bir aileye ve eve sahip olmak Ģairin dünyaya ve dünyanın güzelliklerine yeniden ısınmasını sağlamıĢtır. Ġbrahim Minnetoğlu‟nun (1920-1993) Aile dergisinin on beĢinci saysında yayımlanan 557 “Eski Konak-Yeni Ev” adlı Ģiiri eski konakların yerini apartman dairelerine bırakmasından söz eder. Eski konakların o geniĢ ve kalabalık aileleri artık mazide kalmıĢtır. Zaman ilerledikçe aileler daha çok apartman dairelerini tercih eder olmuĢtur. Fakat apartman dairelerinde o eski konakların masalsı ve sıcak havası yoktur. Apartmanlar dairelerinde estetikten ve manevi sıcaklıktan ziyade iĢlevsellik ön plandadır. Oysa Ģair dadılar, cin peri hikâyeleri, geniĢ bir bahçe ve bu bahçede oynayan çocuklarla dolu o eski konakları 552 Cahit Külebi, Deniz Kıyısı, Aile Dergisi, S.5, İstanbul,1948, s.17. 553 Külebi, Yolculuk, Aile Dergisi, S.9, İstanbul,1949, s.17. 554 Külebi, a.g.e.,s.12. 555 Nihat Ulvi Akgün, İlk Göz Ağrısı, Aile Dergisi, S.15,İstanbul,1950,s.18. 556 Akgün, Rahatlık, Aile Dergisi, S.15,İstanbul,1950,s.18. 557 İbrahim Minnetoğlu, Eski Konak-Yeni Ev ,Aile Dergisi, s.4, İstanbul,1948, s.18. 204 558 özlemektedir. Minnetoğlu‟nun aynı sayıda çıkan “Mangal” adlı Ģiiriyse geniĢ bir ailenin artık mazide kalan güzel hatırlarına dair bir Ģiirdir. Bu Ģiirinde Ģair bir mangalın çevresinde geçirilen kıĢ gecelerini ve o gecelerdeki mutluluğu ve huzuru yâd eder. Zaman ilerledikçe bir evi güzel yapan ve insanı ruhsal anlamda besleyip güçlendiren eden mutluluk unsurları ortadan kaybolmuĢtur. Bunlar aslında kahve piĢirilen mangal, ut, tanbur, oyalı yemeni, Ģal kuĢağı gibi basit Ģeylerdir. Fakat ne kadar basit olurlarsa olsunlar bu eĢyalar bir zamanlar aileleri mutlulukla ve sıcaklıkla dolduran büyülü Ģeylerdir. ġair, artık çok uzakta kalan o güzel günlere dönüp baktığında yine ve öncelikle bu basit eĢyaları hatırlar ve mazinin gidiĢine bu eĢyaları yâd ederek üzülür. Salâh Birsel(1919-1999), yazdığı aĢk Ģiirleriyle Aile dergisinde yer almıĢ bir Ģairdir. 559 Birsel, Aile dergisinin yedinci sayısında yayımlanan “ġiirler ġiiri” adlı Ģiirinde Ģiirlerini okuyan genç kızlara seslenir ve Ģiirlerinde sözünü ettiği o güzel kızların okuyucuları arasında bulunduğunu söyler. ġairin Ģiirlerinde zikrettiği Jale, Beyhan ve Güzin adlı güzel kızlar onun 560 okuyucusu olan hanımlardan baĢkası değildir. Salâh Birsel, Meydandan “Geçen Kızlar” adlı Ģiirindeyse Ģehrin büyük bir meydanında gezinen genç ve güzel kızlardan söz eder. Bu kızlar neĢeli, aĢktan baĢka bir Ģey düĢünmüyor gibi görünen, alımlı ve bakımlı kızlardır. 561 Sabih ġendil(1926-2002), Aile dergisinin onuncu sayısında yayımlanan “Peyzaj” adlı Ģiirinde Ġstanbul‟un kırsal bölgelerine ait peyzajlar sunar ve balıkçılar, üzüm bağları, böğürtlen toplayan çingeneler gibi imajlarla Ġstanbul‟u anlatır. Aynı Ģair, derginin on 562 dokuzuncu sayısında yayımlanan “Güzellik Üstüne ġiir” adlı Ģiirindeyse güzellik kavramının ve güzellik algısının kiĢiden kiĢiye değiĢtiğini anlatır. ġaire göre dünyadaki her Ģey en doğal halleriyle ve tabiatın onlara biçtiği rollerle güzeldir. Cemal YeĢil(1900-1977), Aile dergisinin beĢinci sayısında iki rubai yayımlamıĢtır. 563 564 “EĢime” ve “Oğluma” adlı bu iki rubaide Ģair, eĢine ve oğluna duyduğu sevgiyi dile getirir. ġair, “EĢime” adlı Ģiirinde tanıdığı ve gördüğü onca kadın arasından evlenmek için eĢini seçerek ne kadar doğru yaptığını; “Oğluma” adlı Ģiirindeyse dünyadaki en büyük eserinin hatta Ģaheserinin oğlu olduğunu söyler. 565 Halim Güzelson‟un(1913-1990) Aile dergisinin beĢinci sayısında, “Kız” adlı bir Ģiiri vardır. Bu Ģiir bir muamma yaratmak ve okuyucuda merak uyandırmak amacıyla 558 Minnetoğlu, Mangal, Aile Dergisi, S.15, İstanbul,1950, s.58. 559 Salâh Birsel, Şiirler Şiiri ,Aile Dergisi, S.7, İstanbul,1948,s.15. 560 Birsel, Meydandan Geçen Kızlar ,Aile Dergisi, S.8, İstanbul,1949,s.15. 561 Sabih Şendil, Peyzaj, Aile Dergisi, S.10,İstanbul,1949, s.57. 562 Şendil, Güzellik Üstüne Şiir, Aile Dergisi, S.19,İstanbul,1949, s.57. 563 Cemal Yeşil, Eşime, Aile Dergisi, S.5,İstanbul,1948, s.28. 564 Yeşil, Oğluma, Aile Dergisi, S.5,İstanbul,1948, s.28. 565 Halim Güzelson, Kız , Aile Dergisi, S.5,İstanbul,1948, s.43. 205 yazılmıĢtır. ġair bu Ģiirinde bir yaz akĢamı genç bir kıza bakamadığını söyler fakat bu bakamayıĢın nedenini açığa vurmaz. Belki utangaçlık belki bir suç belki de kızın aĢırı güzelliğinin Ģairde yarattığı heyecan, Ģairin bir yaz akĢamı bu kıza bakmasına engel olmuĢtur. ġair, bu bakamayıĢın sebebini bulmayı okuyucuya bırakır. 566 Halim Güzelson, “Sarıyer ÇeĢmesi” adlı Ģiirindeyse geceleri Sarıyer‟den denize açılan balıkçıları anlatır. Kılıç balığı avlamaya çıkan balıkçılar sabaha doğru avladıkları kılıç balıklarını, kılıç teslim eden Ģövalyeler gibi teslim ederler. Balıkçılar hem avladıkları kılıç balıklarıyla hem de balık avından ağları yırtılmıĢ ve elbiseleri periĢan bir vaziyette dönmeleriyle Ģiirde savaĢçı Ģövalyelere benzetilir. 567 Mustafa ġerif Onaran(1927-2013), “Bir ġehidin Rüyası” adlı Ģiirinde bir Ģehidin dilinden konuĢur. Bu Ģiirde artık hayatta olmayan Ģehit bir asker yaĢayamadığı hayatını, dünyada tadamadığı lezzetleri ve yarım kalan hayallerini düĢünür, zikreder ve üzülür. ġair, Ģehitliğin Ġslâm inancındaki konumundan uzak bir Ģekilde karamsar ve üzüntülü bir Ģehit portresi çizer. Yahya Kemal‟in “Mohaç Türküsü” ve “Akıncı” Ģiirlerindekine benzer bir gurura ve cennete gitmiĢ olmanın mutluluğu gibi motiflere bu Ģiirde değinilmez. Bu Ģiirde 568 genç Ģehit üzgündür. Çünkü dünyaya doyamamıĢtır. Aynı Ģair, “Yalnız” adlı Ģiirindeyse karlı bir Ġstanbul gecesinde hissettiği yalnızlığı ve karamsarlığı anlatır. Fehmi Arman, Aile dergisinin on üçüncü sayısında yayımlanan ve içinde pastoral 569 öğeler barındıran “Dolap” adlı Ģiirinde köylü kızlarının hayatını ve hayallerini resmeder. 570 Nihat Faik AĢar‟ın(1928-2005), derginin onuncu sayısında yayımlanan “Korku ”adlı Ģiiri insanın hayatında aynı anda yaĢadığı çeliĢkili duygular üzerine kaleme alınmıĢtır. ġair baĢlangıçta iyimser ve mutlu bir halet-i ruhiye içindedir. Derken ümitvarlık, mutluluk, korku ve vehim gibi duyguları aynı anda yaĢamaya baĢlar. ġiirin sonunda ise rüyaları ve zihnine hücum eden hayalleri artık sadece kötümserlik ve korku dolu bir hâle gelir. 571 Hikmet Omay‟ın Aile dergisinin on altıncı sayısında yayımlanan “Uzak” adlı Ģiirinin konusu insanların birbirine gitgide yabancılaĢması ve gitgide birbirlerinden uzaklaĢmalarıdır. Ġnsanlar doğaları gereği arkadaĢlık edecek insanlara ihtiyaç duyarlar. Ancak Ģiire göre modern zamanların getirdiği karakter değiĢimleri ve anlayıĢ farklılıkları nedeniyle aynı evlerde yaĢayan insanlar bile ruhen birbirlerinden uzak bir hâle gelmiĢlerdir. 566 Güzelson, Sarıyer Çeşmesi, Aile Dergisi, S.6,İstanbul,1948, s.16. 567 Mustafa Şerif Onaran, Bir Şehidin Rüyası, Aile Dergisi, S.14, İstanbul,1950, ss.31-32. 568 Onaran, Yalnız, Aile Dergisi, S.16, İstanbul,1951, s.56. 569 Fehmi Arman, Dolap, Aile Dergisi, S.13,İstanbul, 1950,s.59. 570 Nihat Faik Aşar, Korku, Aile Dergisi, S.10,İstanbul, 1949,s.56. 571 Hikmet Omay, Uzak, Aile Dergisi, S.16,İstanbul, 1949,s.55. 206 572 M.Vedat Okay, Aile dergisinin yedinci sayısında yayımlanan “Yaz AkĢamları” adlı aĢk Ģiirinde sevgilisini evinin kapısı önünde hayal eder. Sevgilisiyle geçirdiği bir günün ardından onu evine bırakır fakat ayrılma zamanı gelince veda etmek bir türlü içinden gelmez. Sevgiliyle geçirilen bir yaz gününde Ģaire dünya bütün unsurlarıyla güzel görünür. Ancak ertesi gün tekrar buluĢulacak olsa da sevgilisinden ayrılmak Ģaire her zaman zor gelir. Kâmran Yüce(1926-1986), Aile dergisinin on dokuzuncu sayısında yayımlanan 573 “Hâlbuki” adlı Ģiirinde evlenmek hayalleri kurarken ayrıldığı eski sevgilisini üzüntüyle yâd eder. Bir akĢam vakti hüzünlü bir Ģekilde bir köprüde yürüyen Ģair yolda gördüğü kadınlara, gökte uçan kuĢlara ve etrafta gördüğü kiremitli evlere bakarak artık yanında olmayan ve olmayacak olan sevgilisini düĢünür. Sevgili varken istikbale dair güzel hayaller kurulup planlar yapılırken sevgilinin olmadığı bir dünyada kurulacak hayal ve yapılacak plan kalmamıĢtır. C.TaĢkınoğlu‟nun, Aile dergisinin yirminci sayısında yayımlanan ve soyut ve 574 sembolik öğelerle oluĢturulmuĢ “Maviliklerin Bittiği Yer” adlı Ģiirinde kayıp bir sevgiliden söz edilir. Sevgilinin kaybolduğu yer olarak zikredilen yer engin bir denizdir. Engin deniz metaforu muhtemelen sonsuzluğun sembolü olarak kullanılmıĢtır ve buradan hareketle anlaĢılan odur ki kayboldu denilen sevgili aslında ölmüĢtür. Nitekim Ģair Ģiirinin sonunda kayıp sevgilisinden kendisini yanına almasını ister. Necmettin Halil Onan(1902-1968), Aile dergisinin on dokuzuncu sayısında 575 yayımlanan “Boğaz Rüyası” adlı Ģiirinde Ġstanbul‟u yaz mevsimi içinde hayal etmektedir. Artık güz gelmiĢ ve Boğaz‟a güz mevsiminin serinliği, sükûneti ve hüznü çökmeye baĢlamıĢtır. Ancak Ģair Bebek, Küçüksu gibi Boğaz semtlerini hala yaz aylarının neĢesi ve parıltısı içinde hayal etmek istemektedir. ġair, bu Ģiirinde güz manzaraları içinde yaz rüyaları görmektedir. Bedri Rahmi Eyüboğlu(1911-1973) Aile dergisinin ikinci sayısında yayımlanan 576 “Sitem” adlı Ģiirinde 1946 yılına ait bir aĢk acısından ve sevgiliye kavuĢamamanın üzüntüsünden bahseder. Cahit Tanyol‟un(1914-), Aile dergisinin on dördüncü sayısında yayımlanan “Ġçimin 577 Memleketinde” adlı Ģiirinde Ģair bütün varlığı sevgiliyle doludur. Sevgilinin Ģaire verdiği 572 M.Vedat Okay, Yaz Akşamları, Aile Dergisi, S.7,İstanbul,1948, s.47. 573 Kâmran Yüce, Hâlbuki, Aile Dergisi, S.19,İstanbul,1951, s.30. 574 C.Taşkınoğlu, Maviliklerin Bittiği Yer, Aile Dergisi, S.20,İstanbul,1952, s.18 575 Necmettin Halil Onan, Boğaz Rüyası, Aile Dergisi, S.19,İstanbul,1951, s.8. 576 Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sitem, Aile Dergisi, S.2,İstanbul,1947, s.12. 577 Cahit Tanyol, İçimin Memleketinde, Aile Dergisi, S.14,İstanbul,1951, s.24. 207 mutluluk hissi ve iyimserlik, Ģaire düĢmanlarını bile Ģirin gösterir. Sevgili, Ģairin dünyayı ve dünyaya dair algılarını Ģekillendiren en en önemli faktördür. 578 579 “Yaz Rüyası” ġevket Rado ‟nun Aile‟de yayımlanmıĢ tek Ģiiridir. Rado, bu Ģiirinde mazide kalmıĢ bir aĢkı, üzüntüyle ve hasretle yâd eder. 580 Behçet Necatigil (1916-1979), Aile‟de “Evcik” adında aile temalı bir Ģiir yayımlamıĢtır. “Evcik” Behçet Necatigil‟in Aile dergisinde yayımlanmıĢ tek Ģiiridir. Necatigil, bu Ģiirinde evcilik oyunu oynamayı seven kız çocuklarını betimler ve büyüyünce bu çocukların gerçek evlerin anneleri olacaklarını söyler. Ancak hayat her çocuğa yuva kurmak, evlenmek ve çocuk sahibi olmak fırsatını vermez. ġair bu Ģiirinde bir yandan aile kavramını yüceltirken bir yandan da hayatın adaletsizliğini vurgular ve ev ve yuva sahibi olmamayı en büyük talihsizliklerden biri olarak görür. 581 Nurettin Özdemir(1927-), Aile dergisinin on birinci sayısında yayımlanan “Kapı” adlı Ģiirinde tarihi bir yapının hayal dünyasında yarattığı mazi resimlerini tasvir eder. ġaire göre tarih bir azamet ve romantizm ülkesidir. Tarih, Ģairin aklında zafer, görkem ve Ģehirler dolusu zarafet ve güzellik tabloları çizmektedir. ġiirde romantik bir tarih algısı söz konusudur. Ümit YaĢar Oğuzcan(1926-1984), Aile dergisinin üçüncü sayısında yayımlanan 582 “Sonbahar DüĢünceleri” adlı gençlik dönemi Ģiirinde sonbahar mevsiminin ruhunda yarattığı melankolik ve karamsar havayı betimler. YetmiĢ dizelik bu uzun bir Ģiirinde sonbahar Ģaire en çok ölümü hatırlatmaktadır. ġair sonbahar mevsimini ümitsizlik, veda, ağlamak, gözyaĢı, uzakta kalan sevinçler ve endiĢe gibi kavramların arasından algılar. Sonbahar, Ģairin ruhunu bu kavramlarla doldurur. Yazın bitiĢi, gençliğin ve hayatı güzel ve cazip kılan ruhsal enerji ve bedensel enerjinin tükeniĢi demektir. Sonbahar sisler, yağmurlar ve karanlıklar dolusu kasvetiyle gelir ve Ģairin zihnini ve ruhunu ölüm gerçeğiyle doldurur. 583 Ahmet Muhip Dıranas‟ın(1909-1980), Aile‟nin ilk sayısında “Büyük Olsun” adında bir Ģiiri vardır. ġair bu Ģiirinde hayata karĢı duyduğu tutkuyu dile getirir. Ona göre hayatta yapılan herĢey tutkuyla yapılmalı, sevgiler büyük olmalı, abartılmalı ve hayatta daima hudutsuzluk aranmalıdır. 578 Şevket Hıfzı, Yaz Rüyası, Aile Dergisi, S.20,İstanbul,1952, s.8. 579 Şevket Hıfzı, Şevket Rado‟nun şiirlerinde kullandığı isimdir. Bu isim yazarın soyadı kanunundan önceki ismidir. 580 Necatigil, Evcik, Aile Dergisi, S.11,İstanbul,1949, s.28. 581 Nurettin Özdemir, Kapı, Aile Dergisi, S.11,İstanbul,1949, s.60. 582 Ümit Yaşar Oğuzcan, Sonbahar Düşünceleri, Aile Dergisi, S.3,İstanbul,1947, s.48. 583 Ahmet Muhip Dıranas, Büyük Olsun, Aile Dergisi, S.1,İstanbul,1947, s.14. 208 Hüsnü Göksel(1919-2002), Aile dergisinin on dördüncü sayısında yayımlanan 584 “Sabah” adlı Ģiirinde bir sabah seyrettiği gün doğumunu anlatır. ġiire göre güneĢ doğarken dünya çok güzel bir yer olur. Ġnsan kendisini bir rüya ve hayal âleminde gibi hisseder. 584 H.A.Göksel, “Sabah”,Aile Dergisi, S.14,İstanbul, 1950, s.35. 209 5.BÖLÜM AĠLE DERGĠSĠNDEKĠ ĠNCELEMEYE DAYALI YAZILAR 5.1.ÇeĢitli Sanatlarla Ġlgili Yazılar Aile, sanatın birçok dalına ilgi göstermiĢ ve belirli sayılarında belirli sanat dallarıyla ilgili çeĢitli yazarların kaleminden çıkan yazılar yayımlamıĢtır. Kültürel ve sanatsal bakımdan donanımlı ve yüksek zevk sahibi bir toplum hayali kuran Vedat Nedim Tör, Aile dergisinin yayın politikasını da bu hayal doğrultusunda ĢekillendirmiĢtir. Bu bakımdan Aile, içerisinde bir hayli sanat yazısı barındıran bir dergidir. 5.1.1. Refik Ahmet Sevengil’in Yazıları 585 Romancı ve Türk tiyatrosu tarihi araĢtırmacısı Refik Ahmet Sevengil (1903-1970) Aile dergisinde Türk sanatı, Türk estetik anlayıĢı ve Türk süsleme sanatlarının gündelik hayatta uygulandığı alanlar hakkında yazılar yazmıĢtır. Sevengil‟in bu yazılarında Osmanlı Türkleri‟nin dünyayı algılayıĢlarındaki ve Ģehirlerini ve hayatlarını donatıĢlarındaki zarafet ve incelik anlatılır, Türk zarafet dünyası hakkında ayrıntılı bilgiler verilir. Refik Ahmet Sevengil‟in Aile dergisindeki ilk yazısı derginin yedinci sayısında çıkar. 586 “Eski Evimiz” baĢlıklı bu yazısında Sevengil, Osmanlı asırlarındaki geleneksel ve karakteristik Türk evinin mimari yapısı hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Bir evi Türk yapan mimarî motifler, ayrıntılar, renkler, nüanslar ve tercihler okuyucuya anlatılır ve bunlar aracılığıyla pek çoğu artık apartman dairelerinde yaĢayan okuyucuların zihninde geleneksel bir Türk evi resmi çizilmeye çalıĢılır. Yazıda anlatıldığına göre eski Türk evleri geniĢçedir. Mutlaka bir bahçesi bulunur. Evin hem dıĢı hem de içi Türkler‟e mahsus süsleme sanatlarıyla süslenir. Çünkü eski Türkler‟e göre ev yalnızca insan baĢlarını yağmurdan ve kardan koruyan bir barınak değil; ruhları ve gönülleri Ģâd eden bir yuvadır. Yazıda anlatılanlara göre her biri birer sanat değeri taĢıyan bu eski Türk evlerinden zamanımıza çok fazla numûne kalmamıĢtır. Çünkü çoğunluğu ahĢap veya kerpiç olan bu evler 585 1903 yılında Libya Bingazi‟de doğup 1970 yılında Ankara‟da vefat eden Refik Ahmet Sevengil‟in Türk tiyatrosu tarihiyle ilgili önemli eserleri vardır. Onun “Türk Tiyatrosu Tarihi” adlı 5 ciltlik eseri ilk olarak 1959-1968 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. Eser, Türk tiyatro geleneğinin yanısıra Türkler‟in sosyal hayatı ve Türk tarihindeki önemli hadiseleri içeririr. 2011 yılında Ankara‟da Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü bünyesinde açılan tiyatro kütüphanesine “Refik Ahmet Sevengil Tiyatro Kütüphanesi” adı verilmiştir. 586 Refik Ahmet Sevengil, “Eski Evimiz”, Aile Dergisi, S.7, İstanbul, 1948, ss.17-20. 210 asırlar içinde çıkan büyük yangınlarda topyekûn yanıp yok olmuĢlardır. AhĢap ve kerpiç evlere zarif süslemeler uygulamak ve bu evlere sanatlı bir mimari tavır vermek kolaydır. Fakat ahĢap ve kerpiç olmalarından dolayı bu güzel evleri büyük Ģehir yangınlarından kurtarmak neredeyse imkânsızdır. Refik Ahmet Sevengil, maziye büyük bir hasretle bağlıdır. Onun yazılarında mazi, bir kaybolan kıymetler atlası gibi hatırlanır ve anlatılır. Sanki mazi uzaklaĢtıkça Ģehirlerde güzellik kalmamakta, güzellikler çirkinliklere doğru evrilmektedir. Onun Aile dergisindeki yazılarında mazide kalan Ģeylerle ilgili tek olumsuz satır bulunmaz. Sevengil‟in Aile‟deki bir sonraki yazısı derginin sekizinci sayısında çıkar. Onun bu 587 sayıdaki yazısının adı “Eski Türk ĠĢlemeleri”dir . Sevengil bu yazısında eski Türk iĢleme sanatının güzelliğinden ve zarafetinden bahseder. Yazıya göre elbiseleri, halıları, padiĢah kaftanlarını, baĢörtülerini, mendilleri, seccâdeleri, ok keselerini, kısacası kumaĢtan yapılan eĢya yahut örtü mahiyeti taĢıyan hemen her Ģeyi eski Türkler kendilerine mahsus iĢlemelerle süsleyip güzelleĢtirirler. Bu iĢlemelerde çok zarif ve gönül okĢayan bir renk armonisi vardır. Türk iĢlemelerinde güzellik kadar sâdelik ve kibarlık da esastır. Türkler, süsleme ve güzelleĢtirme sanatlarında aĢırıya ve abartıya kaçmazlar. Sevengil yazısının ilk kısmında iĢlemelerin nasıl yapıldığını izah eder. Daha sonraysa Türk motifleri bahsini açar. Sevengil‟e göre eski Türk iĢleme ve motiflerinde ana kaygı özgünlüktür. Hiçbir iĢleme diğerinin taklidi değildir: ―Zira eski Türk işlemelerinde standart yoktur. Hiçbiri ötekisinin taklidi değildir ve 588 hemen hepsi ayrı bir çeşit, ayrı bir terkip ve ayrı bir manzara göstermektedir .‖ Türkler, iĢleme ve motif sanatlarında tabiatı olduğu gibi yansıtmazlar. Ona kendi ruh dünyalarını, zevklerini ve yorumlarını katarlar. Tabiatı sanatlarıyla değiĢtirip yeniden yorumlayarak yansıtırlar. Yazıya göre Türk iĢlemelerine ve motiflerine hem saray hem de yabancı devlet temsilcileri yüksek ilgi göstermiĢlerdir. Alman, Amerikalı, Macar meraklılar Anadolu‟ya gelerek bu iĢlemelerden örnek almıĢlar, hem kendi kumaĢ endüstrilerinde yararlanmıĢlar hem de bu konuda hacimli kitaplar yazmıĢlardır. Refik Ahmet Sevengil, eski Türk iĢleme ve motif sanatlarının çağdaĢ moda ve tekstil endüstrisinde de kullanılması gerektiği düĢüncesini dile getirerek bu yazısını sonlandırır: 587 Sevengil, “Eski Türk İşlemeleri”, Aile Dergisi, S.8, İstanbul, 1949, ss.16-20. 588 Sevengil, a.g.e., s.17. 211 ―Eski Türk işlemeleri mazi kıymeti olarak paha biçilmez değerdedir; fakat zamanımız sanatı için ve ev eşyası bahsinde bu eski işlerin tezyinî güzelliklerinden edeceğimiz pek çok 589 istifadeler bulunduğunu da unutmayalım.‖ Derginin dokuzuncu sayısında Sevengil bu defa eski Türk çinileri üzerine bir yazı 590 yazar. “Türk Çinilerindeki MuhteĢem Bahar” adını verdiğini yazısında Sevengil, çini sanatının kısa tarihinden bahseder ve bu sanatın Türkleri‟in elinde eriĢtiği seviyeyi dile getirir. Çini tabletleri en eski tarihlerde Çin‟de yapıldığı için bu adı almıĢlardır ve bu sanata bu yüzden “çini” sanatı denir. Ancak Türkler‟in çini sanatını icra ediĢ, yorumlayıĢ ve kullanıĢ biçimi bambaĢkadır. Sevengil‟e göre Türkler her zaman faydayla güzelliği bir araya getirmeye çalıĢmıĢ bir millettir ve onlar çiniciliği de bu milli içgüdüye uygun olarak icra etmiĢlerdir. Türkler, çiniciliği Ġslâm öncesi devirlerde de bilmekte ve icra etmekteydiler. Ġslâmiyet‟i kabul ettikten sonra ise onu Ġslâmi kurallara ve ihtiyaçlara uyarlamıĢlar ve çinicilikte yeni estetik formlara ulaĢmıĢlardır. Yazara göre Osmanlı devrine ait en muhteĢem çini süslemeleri Rüstem PaĢa Camii‟nde, Sultan Ahmet Camii‟nde ve Topkapı Sarayı‟ndaki III. Murat‟a ait odadadır. Sevengil‟in Türk çiniciliğini algılayıĢ ve duyumsayıĢ biçimi diğer eski Türk sanatlarını algılayıĢ ve duyumsayıĢ biçimiyle aynıdır. Yani Ģiirseldir, soyuttur, kültür milliyetçiliği motiflidir: ―Bunlar manevi bir âlemin, bir huzur ve sükûn dünyasının habercileridir; ruhların güzelliğinden içip de rahata kavuşacağı bir şiir kaynağından boşalmış gibi duran temsili bahçelerdir… Onlara bu sonsuz canlılığı veren Türk dehasıdır; dünkü isimsiz Türk 591 sanatkârının fırçasıdır; birleşmiş ve sonsuzluğa doğru sefere çıkmış Türk ruhudur.‖ Sevengil, Aile‟deki bir önceki yazısında Türk iĢleme sanatının çağdaĢ modaya ve giyim endüstrisine uygulanabileceğini savunmuĢtur. Fakat Sevengil‟e göre eski Türkler‟in sivil ve dinî mimarî eserleri süslemek için kullandıkları çini sanatı modern mimariye uygulanamaz. Çünkü mimarlık sanatı tepeden tırnağa bir üslûp ve renk bütünlüğü gerektirir. Modern mimarî teknikleriyle çini sanatı ahenkli bir Ģekilde bir araya getirilemez. 592 Derginin on birinci sayısında “Eski Türk Bahçeleri ve Türk Çiçekleri” adlı bir yazı yazan Sevengil, Osmanlı Türkleri ‟nin çiçek tutkusuna ve çiçek kültürüne dair açıklamalarda ve değerlendirmelerde bulunur. 589 Sevengil, a.g.e., s.18. 590 Sevengil,”Türk Çinilerindeki Muhteşem Bahar”, Aile Dergisi, S.9,İstanbul,1949, ss.29-32. 591 Sevengil, a.g.e, s.31-32. 592 Sevengil, “Eski Türk Bahçeleri ve Türk Çiçekleri”, Aile Dergisi, S.11, İstanbul, 1949, s.53-56. 212 Yazıya göre Türkler, yüksek güzelliğe ve zarafete her zaman derin bir ilgi duymuĢ ve güzelliği hayatlarının her safhasının ayrılmaz bir parçası haline getirmeye gayret etmiĢlerdir. Osmanlı Türkleri‟ nin çiçeklere olan yüksek ilgisi ve tutkusu da bu sebepledir. Asırlar boyunca hem giydikleri elbiseleri hem de mimarî eserlerini çiçek motifleriyle süsleyen Türkler, Anadolu‟da ve Ġstanbul‟da pek çok husûsî çiçek bahçeleri oluĢturmuĢtur. Yazar, Türkler‟in gül, sümbül, karanfil, zerrin, nergis gibi çiçeklere olan sevgisinden söz ettikten sonra lâle bahsini açar ve Türk tarihinde Lâle Devri diye bir devrin yaĢanmasına vesile olan lâlenin Türk havsalasındaki ve hayatındaki yerini izah eder. Lâleyi Türkler, bir çeĢit saplantı ve çılgınlık derecesinde severler. Yazar, bu sevgiyle ilgili tarihi bir örneği Ģu Ģekilde nakleder: ―Sefirlerden biri tarafından yabancı memleketlerden getirilen ve İstanbul’da Tac-ı Keyser=Hükümadarın Tacı adı verilen lâlenin soğanı kaybolunca Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın sokaklarda günlerce tellal dolaştırıp ilan ederek arattığını ve bulup getirene büyük mükâfatlar vaat ettiğini on sekizinci asra ait vesikalardan öğreniyoruz… Çiçeklere gösterilen bakımı anlatmak üzere de şu noktayı kaydedelim: On sekizinci asırda Lü-lü-i Ezrak= Mavi İnci isimli lâlenin rengi uçmasın diye sıcak havalarda bahçelerdeki lâle tarhının üstüne beyaz 593 ince örtüler konulduğunu da bize tarih kitapları söylemektedir .‖ Türkler çiçekler ve çiçekçilik hakkında kitaplar yazmıĢ ve bazı çiçekler için husûsî 594 adlar da yaratmıĢlardır . Hatta yazarın verdiği bilgilere göre Türkler, IV. Mehmet zamanında Meclis-i ġükûfe adlı bir çeĢit çiçek akademisi dahi kurmuĢlardır. Refik Ahmet Sevengil derginin on ikinci sayısında “Eski Türk Yapılarını Saran ġiirli 595 Hava” baĢlıklı bir yazı yazar. Bu yazıda Osmanlı Türkleri‟ nin Ģehirlerini imar ediĢindeki ve mimarlık sanatındaki incelik ve güzellik vurgulanır. Osmanlı Türkleri için bir yapının iĢlevi kadar zarâfeti de önemlidir. Her çeĢit sivil ve askerî yapıda kendini gösteren bu mimarî anlayıĢ Türkler‟in Anadolu‟ya ve Rumeli‟ne mührünü vurmasını sağlamıĢtır. Ülkeleri kılıçla fetheden Türkler, ancak inĢâ ettikleri yüksek sanatlı ve özgün mimarî eserlerle bu ülkelerin gerçek sahibi olabilmiĢlerdir. Osmanlı Türkler‟i geliĢigüzel ve çirkin binalar yapmazlar. YaĢadıkları yerleri kendi yüksek sanat anlayıĢlarına göre inĢâ eder ve donatırlar. Sevengil, Türk mimarisindeki yüksek estetik anlayıĢın sivil, asker ve dinî mimarî eserlerdeki tezâhürünü ayrı ayrı izah eder. Türk sanatının özgünlüğünü ve bu sanatın mimarî eserlere uygulanıĢındaki mantaliteyi açıklar: 593 Sevengil, a.g.e., s.54-56. 594 Türkler‟in çiçek ve bitkilere verdiği hususî adlarla ilgili olarak Turhan Baytop‟un yazdığı, ve 1994 yılında Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan “Türkçe Bitki Adları Sözlüğü” önemli bir kaynaktır. 595 Sevengil, “Eski Türk Yapılarını Saran Şiirli Hava”, Aile dergisi, S.12,İstanbul,1950, ss.55-59. 213 ―Eski mimarlarımız evleri, dükkânları, hanları, kervansarayları, köprüleri, kışlaları ve kaleleri yaparken ihtiyaçları cevaplandırmakla beraber göz ve gönül zevkini doyurmayı da hiçbir zaman ihmal etmemiştir; mimarlarımız Türk süsleyici sanatlarının en zarif bezemelerini bu yapıların hepsinde kendilerine yardımcı olarak kullanmışlardır… Onun içindir ki eski Türk evini gözlerimizin önünde canlandırdığımız zaman içimize tatlı bir sükûn 596 ve rahatlık dolduğunu hissederiz.‖ Sevengil, Aile‟deki bu son yazısında da önceki yazılarında yaptığı gibi eski Türkler‟i sanat ve zarafet anlayıĢları bakımından yüceltir, över ve örnek gösterir. Aile‟de Refik Ahmet Sevengil‟in Türk görsel sanatlarıyla ilgili yayımladığı bu yazıların dıĢında zamanın OlgunlaĢma Enstitüsü Müdürü Refia Övüç‟ün de aynı konuda bir 597 yazısı yayımlanmıĢtır. ―Türk ĠĢleme Sanatı” adlı bu haber-yazı Milli Eğitim Bakanlığı‟nın Londra Halkevi‟nde açacağı bir sergiyi haber verir. Devrin Kız Enstitüleri‟nin ve AkĢam Kız Sanat Okulları‟nın da iĢtirak edeceği bu sergide Türk iĢleme sanatına ait örnekler de bulunacaktır. OlgunlaĢma Enstitüsü Müdürü Refia Övüç, yazısında bu sergiyi, Türk kızlarının, ninelerinin el iĢi ve iĢleme sanatlarını yeniden ihya etmekte olmasına bir kanıt olarak görür ve bundan duyduğu gururu dile getirir. 5.1.2.Tiyatroyla Ġlgili Yazılar Aile dergisinde yayımlanan sanatla ilgili yazılar arasında tiyatro yazıları da vardır. Çok sık bir Ģekilde olmasa da tiyatroyla ilgili konular da derginin ilgi gösterdiği konular arasında yerini almıĢtır. Bu yazılar bir yandan Avrupa‟daki tiyatroları ve tiyatro algısını okuyucularına tanıtmak, bir yandan Türkiye‟deki tiyatroları ve tiyatroculuğu geliĢtirmek bir yandan da okuyucuların ilgisini tiyatroya çekmek gayesini taĢır. Bu çerçevedeki ilk yazıyı Vedat Nedim Tör yazar. Derginin üçüncü sayısındaki “Açık 598 Hava Tiyatrosu” baĢlıklı yazısında Vedat Nedim Tör, tiyatro binalarını gereksiz gören insanlara seslenir. Tör, bu yazısında sanattan mahrum toplumların ruhen sağlıklı olamayacaklarını savunur. Ruhen sağlıklı olmayan bireyler vücutça da sağlıklı olamaz. Yazıya göre tiyatro binaları, sergi sarayları ve konser evleri gibi sanat icra edilen yerler sayesinde toplumların ruh sağlığı tesis edilir ve güçlendirilir. Bu yerler sayesinde milletler ruhlarını ve vücutlarını bakımsızlığın esaretinden kurtarabilirler: 596 Sevengil, a.g.e., s.57. 597 Refia Övüç, “Türk İşleme Sanatı”, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, ss.75-76. 598 Tör, “Açık Hava Tiyatrosu”, Aile Dergisi, S.3, İstanbul, 1947, s.15. 214 “Tiyatro binalarını, konser ve sergi evlerini, kısaca geniş halk yığınlarının ruh sağlığını koruyacak kültür müesseselerini lüzumsuz, yersiz birer israf sayan iptidai görüşün kandırıcı ve demogojik tesirlerine sakın kendini kaptırma. Ruhu ve kafası sağlam olmayan insanların vücutları da sağlam olamaz. Vücudu koruyabilmek için herşeyden önce kafayı kurtarmak gerek. (…) İşte bu israf saydığımız, hor görüp alaya aldığımız tiyaro binaları, sergi sarayları ve konser evleri sayesindedir ki, milletler ruhlarını ve vücutlarını 599 bakımsızlığın esaretinden kurtarabilirler.‖ 600 Derginin yine üçüncü sayısında Ord. Prof. Dr. Gerhard Kessler‟in (1883-1963) “Oyun ve Kültür” adlı bir yazısından bir alıntı yapılmıĢ fakat bu alıntılanan kısma dergide 601 “Oyun ve ġiir” adı konmuĢtur. Yazı, antik çağlardaki tiyatro oyunlarıyla nazım arasındaki ilgiyle alakalıdır ve Ģiir sanatının ve Ģiir söylemenin eski çağlardaki tiyatro oyunlarından doğduğu bilgisini verir. Yazıya göre izleyicilerin dikkatini üzerlerinde tutmak isteyen tiyatro oyuncuları oyun esnasında Ģiir okuma yöntemini geliĢtirmiĢler Ģiir sanatı da bu sayede doğmuĢ ve yayılmıĢtır. Aile dergisi yayın hayatı boyunca ülkedeki sanat faaliyetlerini ve sanatkârları destekleyip teĢvik etme gayesi güden yazılar yayımlar ve bu çerçevede haberler verir. Derginin on yedinci sayısındaki “Küçük Sahne” adlı haber-yazı da yine bu mahiyette bir yazıdır. Bu haber- yazıda Yapı Kredi Bankası‟nın teĢvikiyle Beyoğlu‟nda açılan Küçük Sahne tanıtılır. Küçük Sahne çocuklara yönelik sinema filmlerinin gösterileceği ve yine çocuklara yönelik tiyatro oyunlarının sahneleneceği bir yerdir. Ayrıca dergi, bu yeni sanat mekânında yetiĢkinlere yönelik müzik, edebiyat ve folklor etkinlikleri düzenleneceğini de bildirir ve Küçük Sahne‟nin çocuklara yönelik olacak sinemasında kesinlikle Ģiddeti, haydutluğu ve kötü adamlığı teĢvik edici filmler gösterilmeyeceğini duyurur. Derginin on dokuzuncu sayısında tiyatro sanatıyla ilgili iki yazı vardır. Bu yazılar Ģunlardır: Muhsin Ertuğrul‟un “Küçük Tiyatro” adlı yazısı ve Francis Ambriere‟nin Fransız tiyatro yönetmeni ve oyuncusu Louis Jouvet ile ilgili yazdığı hatıra mahiyetindeki yazı. 599 Tör, a.g.e., s.15. 600 Sosyolog ve iktisatçı Ord. Prof. Dr.Gerhard Kessler Almanya‟da Leipzig Üniversitesi‟nde İktisadi Bilimler ve Sosyal Politika kürsüsü başkanıyken Nazi partisinin iktidara gelmesinden sonra 1933 yılında profesörlükten atılmıştır. İktidardaki Nazi Partisi‟ne karşı aktif bir şekilde faaliyet gösteren Kessler, 1933 yılında 2 ay hapis yatmış, Cumhurbaşkanı Hindenburg‟un müdahalesiyle hapisten çıkabilmiştir. Üzerindeki politik baskı sürekli artan ve Gestapo tarafından sürekli takip edilen Kessler Türk Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Türkiye‟ye davet edilmiş ve bu davete icabet ederek 1933 yılı Aralık ayında Türkiye‟ye gelmiştir. Kessler 1933-1951 yılları arasında İstanbul Üniversitesi‟nde sosyoloji, siyaset bilimi, yerel yönetimler, iktisadi bilimler dersleri vermiş, 1935 yılında İktisadi Bilimler ve Sosyoloji Enstitüsü‟ni kurmuştur. Aile dergisinde yazıları yayımlanmış ve Almanya‟dan Türkiye‟ye iltica etmiş diğer bir ordinaryüs de Fritz Neumark‟tır. 601 Gerhard Kessler, “Oyun ve Şiir”, Aile Dergisi, S.3,İstanbul, 1947,s.16. 215 602 Muhsin Ertuğrul(1892-1979), “Küçük Tiyatro” adlı yazısında küçük tiyatroların kısa bir tarihçesini verir ve bu tiyatroların ortaya çıkıĢ nedenlerini açıklar. Muhsin Ertuğrul‟un yazdıklarına göre küçük tiyatroların veya küçük sahnelerin ortaya çıkıĢı Avrupa tiyatrosunda romantizm akımından natüralizm akımına geçiĢle gerçekleĢmiĢtir. Natüralist piyeslerde kalıplaĢmıĢ tipler ve hepsi birbirine benzeyen hikâyeler romantizme nazaran daha azdır. Natüralist piyeslerde her insan kendi Ģahsiyetini ortaya koymakta ve kendi kaderini yaĢamaktadır. Bu da tiyatroyu doğallığa ve hayata yaklaĢtıran bir faktördür. Natüralist piyeslerin bir diğer özelliği de ruh tahlillerine önem vermeleri ve ruha dönük bir mevzu eğilimi göstermeleridir. Bu durumsa seyircinin sahneyi ve sahnedeki aktörleri daha yakından görüp dinlemesini gerektirir. Muhsin Ertuğrul‟un yazdıklarına göre küçük tiyatrolarda seyirciler sahnedeki oyuncularla; oyuncular da koltuklardaki seyircilerle daha yakın bir ruhsal etkileĢim ve daha yoğun bir bütünleĢme içine girerler. Bu durum hem seyircilerin daha yoğun bir tiyatro deneyimi yaĢamasını hem de aktörlerin daha doğal ve yapmacıktan uzak oynamalarını sağlar. Muhsin Ertuğrul, Avrupa‟da küçük sahnelere ihtiyaç duyulmasını bu gerekçelere dayandırır. Derginin on dokuzuncu sayısındaki ikinci tiyatro yazısı ise Fransız tiyatro yönetmeni 603 ve oyuncusu Louis Jouvet(1887-1951) ile ilgilidir. Hatıra mahiyeti taĢıyan bu yazıyı yazan Uzun Tatil (Fr. (Les Grandes Vacances) adlı romanın yazarı olan Fransız yazar Francis Ambriére‟dir. Ambriére bu yazıyı tiyatro dâhisi olarak nitelediği Louis Jouvet‟in ölümü münasebetiyle yazmıĢtır. Yazıda, devrin en büyük tiyatro sanatçısı olarak kabul edilen Louis Jouvet‟in sanatına dair ayrıntı verilmez yahut değerlendirmelerde bulunulmaz. Yazar, bunun yerine Jouvet ile yaĢadığı bir edebî tartıĢmayı ve Jouvet‟in yoğun sahne hayatını anlatmayı tercih eder. Aile zaman zaman çeĢitli konularla ilgili haberler de yayımlamıĢtır. Dergide yayımlanan haberler arasında derginin önemli gördüğü sanat geliĢmelerine dair haberler de vardır. Çoğunluğu tiyatro sanatıyla ilgili olan bu haberlerde yeni bir tiyatro sahnesinin açılıĢı, önemli bir oyunun sahnelenmesi gibi haberler yayımlanır. Bunun dıĢında usta bir müzisyenin Türkiye‟de konser vermesi veya yeni bir kitabın çıkması da dergi açısından haber değeri taĢıyıp yayımlanabilmiĢtir. Fakat belirtilmelidir ki Aile dergisinin sanat kavramını ele alıĢ biçimi daha çok eleĢtiri yahut inceleme perspektifindendir. 602 Muhsin Ertuğrul, “Küçük Tiyatro”, Aile Dergisi, S.19, İstanbul,1949,ss.6-7. 603 Francis Ambriere, “Tiyatro Dahisinin Ölümü Münasebetiyle: Louis Jouvet”, Aile Dergisi, S.19, İstanbul, 1951, ss.9-10. 216 Derginin on dokuzuncu sayısında Ġngiltere Türk Talebe Cemiyeti BaĢkanı Özcan Erdüder‟in BBC Radyosu‟nda yaptığı bir konuĢmanın metni vardır. Erdüder, bu konuĢmasında Muasır Modern Sanatlar Enstitüsü‟nde açılan “XX. Yüzyıl Ġngiliz ġiir Sergisini” tanıtır. Erdüder‟in konuĢmasında belirttiğine göre bu Ģiir sergisinde söz konusu döneme ait Gilbert Keith Chesterton, Robert Bridges, Thomas Ernest Hulme, Wilfrid Wilson Gibson, Stephen Spender, Louis Mc Neice ve Thomas Stearns Eliot gibi Ģairlerin fotoğrafları ve ünlü Ģiirlerini yazma süreçlerini gösteren kiĢisel notlar sergilenmiĢtir. Erdüder, konuĢmasında XX. Yüzyıl Ġngiliz Ģiirinin tarihçesiyle ilgili de kısa bilgiler verir. Sergi, John Masefield, Robert Bridges, William Wilfrid gibi Georgian Ģairleriyle baĢlamaktadır. Georgian Ģairleri tam anlamıyla klasik düĢüncede olan ve pastoral Ģiirler yazan Ģairlerdir. Onlardan sonra Imagistler gelir ki Thomas Sterns Eliot ve Thomas Ernest Hulme bu sınıfa tabidir. Erdüder‟in belirttiğine göre 1920‟li yıllar Ġngiliz Ģiirine birinci dünya savaĢı sonrasının karamsarlığı ve ümitsizliği hâkimdir. 1930 ve 1940‟ların Ġngiliz Ģairleri ise geçmiĢ dönemlere nazaran çok daha politik ve toplumsal geliĢmelere duyarlı Ģiirler yazarlar. ĠĢte XX. Yüzyıl Ġngiliz ġiir Sergisi, XX. Yüzyıl Ġngiliz Ģiirinin tüm bu tarihi seyrini Ģairlere ait kiĢisel belgeler ve fotoğraflarla gözler önüne seren bir sergidir. 5.1.3.Resimle Ġlgili Yazılar Aile‟nin sanat yayınlarının önemli kısımlarından birini de resim sanatıyla ilgili yazılar oluĢturur. Bu yazılar resim sanatının dünyadaki ve Türkiye‟deki durumuna odaklanan ve pekçoğu eleĢtiri mahiyeti taĢıyan yazılardır. Derginin ikinci sayısında Picasso‟nun resimleriyle ilgili bir anket yapılmıĢtır. Bu ankette devrin meĢhur yazar, karikatürist ve ressamlarına Picasso‟nun seçilmiĢ iki resmiyle ilgili iki soru sorulmuĢ ve yanıtlamaları istenmiĢtir. Sorulan sorular Ģunlardır: 1- Bu sorulara bakarken bedii bir zevk ve heyecan duyuyor musunuz? 2- Bu resimler nasıl bir sosyal veya psikolojik Ģartların mahsulü olabilir? Sorulan bu sorulara karĢılık olarak Picasso ile olumlu görüĢ bildirenler Vâlâ Nureddin, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve arkeoloji profesörü Helmuth Theodor Bossert‟tir. Soruların yöneltildiği yazarlar Halide Edip Adıvar, Necmettin Sadak, Refik Halit Karay, Vedat Nedim Tör, psikolog Mustafa ġekip Tunç, aktör Galip Arcan, ressam Edip Hakkı ve karikatürist 217 Selma Emiroğlu, Picasso ile ilgili olumsuz kanaat bildirmiĢ ve onun sanatını sevmediklerini söylemiĢlerdir. Derginin üçüncü sayısında Vedat Nedim Tör, Ġspanyol ressam Pablo Picasso 604 hakkında bir tenkit yazısı yazmıĢtır. “Ġnsan DüĢmanı Picasso” baĢlıklı yazısında Tör, Pablo Picasso‟yu ve sanatını çok ağır bir Ģekilde eleĢtirir ve Picasso‟yu soysuz, acayip ve insan düĢmanı olarak nitelendirir. Tör‟ün Picasso‟ya bakıĢı olumsuzdur hatta nefret doludur. Ona göre Picasso‟nun temsil ettiği modernizm, insanoğlunun hastalıklı ve çağın getirdiği kötülüklere teslim olmuĢ tarafını temsil eder. Yazıya göre modern diye adlandırılan her Ģeye hayranlık duymak acınası bir durumdur. Bir Ģeyin modern olarak adlandırılması onun mutlak bir Ģekilde iyi ve muteber olduğu anlamına gelmez. Her Ģeyin hastalıklı ve tahripkâr tarafı olabileceği gibi modern diye adlandırılan sanatın da hastalıklı tarafı olabilir. Vedat Nedim Tör‟e göre Pablo Picasso‟nun sanatı iĢte böyle bir sanattır. Picasso, tabiatı ve insanları sevmediği için kübik diye adlandırılan o tiksindirici resimleri yapar. Tör, Picasso‟nun insanları ve tabiatı sevmediğini düĢünür ve ona karĢı eleĢtirilerinin merkezine de bu düĢünceyi oturtur. Tör‟e göre Picasso, Ģekle karĢı Ģekilsizliği; güzele karĢı acayibi tercih eder. Tör‟ün Picasso ile ilgili nihai düĢüncesi Ģudur: ―Bırakın o meczubu, snoplar ve moda düşkünleri istedikleri kadar göklere çıkaradursunlar. Bir zamanlar Hitler de tanrılaştırılmıştı. Fakat o da insanı sevmiyordu. Ve 605 insan onu çarptı. Ve insan bütün kendisini sevmeyenleri ve saymayanları çarpacak.‖ Aile dergisinde resim sanatı bir bakıma da Batı medeniyetine açılan kapılardan biri gibi algılanır. Bu algı en somut bir Ģekilde derginin dokuzuncu sayısında yayımlanan Vedat 606 Nedim Tör‟ün “Yazık Oldu Süleyman Efendi‟ye” adlı yazısında görülür. Tör, bu yazısında resim sanatının Türkiye‟deki baĢarısızlığından yakınır. Tör‟e göre Türk inkılap hareketi bu konuda baĢarısız olmuĢtur. Oysa Batı kültürünün medenî seviyesine eriĢmek, sadece kanunlar yapmak veya devlet kademesinde sınırlı olarak gerçekleĢtirilen bir takım düzen değiĢikliklerine gitmekle mümkün değildir. Yazıya göre insanımız görsel sanatlar söz konusu olduğunda hâlâ klasik Osmanlı sanatlarına bağlıdır. Bugün evlerde, iĢ yerlerinde veya otobüslerde, minibüslerde ve bunlar gibi kamusal alanlarda resimlerden çok hat sanatı mahsulü yazılar asılıdır. Bu anlamda Türk inkılâp hareketi sanatsal anlamda Batı kültürüne uyum sağlama konusunda baĢarılı 604 Tör, “İnsan Düşmanı Picasso”, Aile Dergisi, S.3,İstanbul,1947, s.44. 605 Tör, a.g.e., s.44. 606 Tör, “Yazık Oldu Süleyman Efendi‟ye”, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, s.16. 218 olamamıĢtır. Halk, görsel sanatlar konusunda hâlâ eskiye teveccüh göstermekte eskiyi beğenmektedir ki Vedat Nedim Tör‟e göre bu durum AvrupalılaĢma maceramızı yarım bırakmaktadır: ―Sadece kıyafet, şekil, kalıp ve kanun değiştirmekle bir cemiyet Avrupalı olmuş sayılır mı? … Eskiden evlerimizin, devlet dairelerinin, dükkânların duvarlarını hattatın eserleri süslerdi. Hattatın yerini ressam alabildi mi? Tam tersine garplılaşma inkılabımızdan kaçışın, geriye dönme hasretimizin en canlı delili, hattatın yine, hem de hiçbir güzellik değeri olmayan levhalarla, otobüsün, otomobilin dükkânın, evin ve derginin içine yeniden girmesidir… Sözün kısası, inkılap milletçe garp kültürüne intibak davasında büyük roller oynamaya namzet olan 607 sanatkârı gereği gibi vazifelendirmesini bilmedi.‖ Derginin on üçüncü sayısında karikatürist Selma Emiroğlu‟nun Cemal Nadir‟le ilgili 608 bir yazısı vardır. Bu “Hocam Cemal Nadir” adını taĢıyan ve Selma Emiroğlu‟nun Bursa‟daki bir Cemal Nadir anma töreninde yaptığı konuĢmadan ibaret olan bir yazıdır. Selma Emiroğlu bu konuĢmasında yazıda ressam ve karikatürist Cemal Nadir‟in hayata ve sanata bakıĢıyla ressamlık ve karikatüristlik vasıfları dile getirilir. KonuĢmacı hocası olarak nitelediği Cemal Nadir‟le ilgili birtakım anılarını aktarır. 5.1.4. Müzikle Ġlgili Yazılar Aile dergisinin sanat sayfalarında zaman zaman müzik konularına da değinilmiĢtir. Ancak dergide söz konusu edilen yegâne müzik türü Klasik Batı Müziği‟dir, daha doğrusu Klasik Batı Müziği‟yle meĢgul olan Türk bestecilerdir. Klasik Türk Müziği veya Türk Halk Müziği herhangi bir Ģekilde dergide söz konusu edilmediği gibi herhangi bir popüler müzik türü de derginin sayfalarında kendisine yer bulamaz. Klasik Türk Müziği formunda eserler veren Mesut Cemil derginin yazar kadrosundadır. Ancak o da müzik üzerine değil; tanıdığı ve sahip olduğu kediler üzerine yazılar yazar. Piyano sanatçısı Ġdil Biret Aile dergisinin özel olarak ilgi gösterdiği bir müzisyendir. Yayın hayatı boyunca yüksek sanatı halka yaymaya çalıĢan ve hayatın her alanında estetik ve zarafet değerlerinin hâkim olmasına gayret eden Aile, bu bakımdan piyano sanatçısı Ġdil Biret”e özel bir ilgi göstermiĢtir. 607 Tör, a.g.e., s.16 . 608 Selma Emiroğlu, “Hocam Cemal Nadir”,Aile Dergisi, S.13,ss.74-76. 219 Bestekâr Hikmet Münir Ebcioğlu, Aile dergisinin ikinci sayısında o zaman henüz 6 yaĢında olan Ġdil Biret‟le bir röportaj yapmıĢtır. Hikmet Münir röportajının giriĢ kısmında derginin okuyucularına küçük piyano virtüözünü Ģöyle tanıtır: ―İdil Biret üç yaşındayken piyano çalmaya başlamış, beş yaşında en büyük musikişinasların eserlerini bir dinleyişte tekrarlayarak herkesi hayrette bırakmış bir Türk çocuğudur. Dünyanın her tarafından istenen bu çocuğu ailesiyle beraber Fransa’ya göndermek üzere hazırlanan ―İdil Kanunu‖ bundan sonra dikkati çekecek cevherli 609 çocuklarımıza da geniş yetişme ufku açıyor.‖ Küçük Ġdil‟in evine giden Hikmet Münir onu sıhhi bakımdan rahatsız bulur. Ġdil bir karyolada yatmaktadır. Ancak kendisiyle konuĢmaya gelen Hikmet Münir‟i görünce onu içeri davet eder ve onunla konuĢmaya baĢlar. Röportaj boyunca Ġdil Biret‟ten övgü ve hayranlıkla söz eden Hikmet Münir, onunla Batı müziği hakkında konuĢur ve ona en çok hangi Klasik Batı Müziği bestekârlarını sevdiğini sorar. Altı yaĢındaki Ġdil bu konuda yetiĢkin pekçok insandan daha donanımlıdır: - ―Sen hangi müzisyenleri seviyorsun bakayım? Tatlı, fakat kesin bir ifadeyle: - Bach’ı seviyorum. - En çok nesini seviyorsun Bach’ın? - Prelude’lerini… Ben Bach’ın prelude’lerini kendim de çalıyorum. Schubert’i, Chopin’i, Mozart’ı da seviyorum. Bach’ın resimlerini gördüm. Babam bana kitaptan gösterdi. Çok saçlı, şişman, kızgın bir adam. Ama müzikte ciddi. - Chopin’in nesini seviyorsun? - İmpromtu’sünü seviyorum. - Daha neler çalıyorsun? - Kendi kompozisyonlarımı. - Senin kompozisyonların var öyle mi? - Bir tanesi ―Kuzular‖… Sonra ―Kedilerin Kavgası‖ diye bir kompozisyonum 610 var…―10 Numaralı Kapris‖ im var… Siz ―Kedilerin Kavgası‖ nı dinlediniz mi?‖ Hikmet Münir, Ġdil‟in ailesiyle de konuĢur ve küçük dehânın günlük alıĢkanlıkları ve yaĢam biçimi hakkında bilgi alır. Ġdil‟in müzik dehâsının ortaya çıkıĢ ve geliĢim sürecini anlatır. Buna göre Ġdil Biret henüz iki yaĢındayken piyano çalmaya baĢlamıĢ, bu konuda çok süratli bir geliĢim göstermiĢ ve daha altı yaĢına gelmeden Mozart ve Bach gibi büyük 609 Hikmet Münir Ebcioğlu, “Harika Çocuk İdil Biret‟le Bir Konuşma”, Aile Dergisi, S.2, , İstanbul, 1947, s.15. 610 Ebcioğlu, a.g.e., s.15-16. 220 isimlerin en karmaĢık eserlerini baĢtan sona ezbere çalmayı baĢarabilmiĢtir. Babası keman annesi piyano çalan Ġdil Biret, seçkin bir müzik muhitinde doğup büyüdüğü için Ģanslıdır da. Viyolonist Bedia Kösemihal, piyanist Mithat Fenmen ve ses sanatçısı Nurullah TaĢkıran küçük Ġdil Biret‟in en yakın arkadaĢları ve sürekli ziyaretçileri arasındadır. Bu insanlar hem Ġdil‟i hayranlıkla dinlemekte hem de müzikal geliĢimine büyük katkı yapmaktadırlar. Aile dergisinin yöneticisi Vedat Nedim Tör de bu sayıda Ġdil Biret‟in dehası üzerine 611 kısa bir yazı yazmıĢtır. “Bak Cami Sana Ne Getirdim” adını verdiği yazısında Tör, Ġdil Biret‟in mucizevi bir deha olduğunu söyler. Ankara‟da yaĢayan Ġdil, henüz beĢ yaĢındayken ailesiyle birlikte Ġstanbul‟a gitmiĢ ve bu Ģehrin camilerine hayran kalmıĢtır. Bu hayranlığın sonucu olarak da “Ayasosyfa‟nın Mozaikleri” ve “Bak Cami Sana Ne Getirdim” adını verdiği iki beste yapmıĢtır. Vedat Nedim‟e göre Ġdil‟e ilâhî bir mûsikî mucizesi bahĢedilmiĢtir. Bu mucize sayesinde de iĢte o küçücük yaĢında dünyayı en asil güzellikleriyle algılayıp yorumlayabilmekte ve besteler yapmaktadır: ―Demek, bu beş yaşındaki İdil kız, nasıl ki musiki eserlerinin yalnız en asillerini beğeniyor ve yalnız onları dinlemek ve çalmak istiyorsa, İstanbul’un da yalnız muhteşem mimari eserlerine karşı içinde bir çekiliş duymuş ve bu eserlerin ululuğu, ruhunda öyle bir basınç doğurmuş ki, iki eser yaratarak boşanmak ve ferahlamak istemiş… İçinde taşıdığı büyük sırrı, ilahi mucizeyi sezen bu yavrucuk, Allah’ın evini ziyaret ederken ona kendisine layık bir armağan getirdiğini, Bak cami sana ne getirdim; bak cami sana ne getirdim! diye 612 haykırmasını, siz de insanı ağlatacak kadar ulvi bulmuyor musunuz?‖ Vedat Nedim, Aile dergisinin beĢinci sayısında Ġdil Biret‟le ilgili bir yazı daha kaleme almıĢtır. “Ġdil Ġhtiyarlıyor” adlı bu yazısında Vedat Nedim, TBMM‟ye sunulan “Harika 613 Çocuklar Kanun Tasarasının” bir türlü kanunlaĢamamasını eleĢtirir ve zamanın bu mucize çocuklar için en önemli kıymet olduğunu dile getirir. Tör‟ e göre Ġdil Biret ve Suna Kan gibi dahi çocukların yurt dıĢında eğitilmesini öngören “Ġdil Biret Kanunu” bir an evvel çıkmalıdır. Çünkü bürokratik sebeplerle boĢuna zaman kaybedilmesi durumunda Türk milletine Allah‟ın bir lütfu olan bu çocukların yetenekleri sönebilir. 611 Tör, “Bak Cami Sana Ne Getirdim”, Aile Dergisi, S.2, İstanbul,1947, s.16. 612 Tör, a.g.e., s.16. 613 Kamuoyunda Harika Çocuk Yasası, İdil Yasası, İdil-Suna Yasası olarak bilinen ve yetenekli Türk çocuklarının Avrupa‟da devlet bursuyla eğitim almasını sağlayan 5245 sayılı kanun 7 Temmuz 1948‟de çıkarılmıştır. Biizzat dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü TBMM‟ye sunduğu tekliflle çıkan bu kanunla İdil Biret ve Suna Kan müzik eğitimi almaları için Fransa‟ya gönderilmiştir. Biret, ilerleyen yıllarda dünyanın saygın Klasik Batı Müziği icracılarından biri konumuna gelmiştir. Aile dergisi İdil Yasası‟nın çıkması için yayımladığı yazılarla çaba göstermiştir. 221 Vedat Nedim, yazısında ülkenin zenginlerine de bir çağrıda bulunur. Söz konusu kanun TBMM‟den geçinceye kadar Ġdil Biret ve Suna Kan gibi dahi çocukların eğitimini üstlenecek hayırsever zenginlerimiz olup olmadığını sorar. Derginin beĢinci sayısında “Sanatkârlarımız Nelere Hazırlıyorlar” adlı bir bölüm vardır. Bu bölümde Hikmet Münir Ebcioğlu birtakım Ģair ve bestekârlarla konuĢarak gelecekteki projeleri ve yeni çalıĢmaları hakkında bilgi alır. Hikmet Münir‟in konuĢtuğu Ģairler Yahya Kemal, Orhan Veli ve Ahmet Kutsi‟dir. Bestekârlar ise Ulvi Cemal Erkin, Necil 614 Kazım Akses ve Adnan Saygun‟dur . Derginin bazı sayılarında Avrupalı bazı bestekâr ve müzisyenleri tanıtan yazılar yayımlanmıĢtır. BeĢinci sayıda “Aile ve Sanat” adlı bir bölüm vardır ve bu bölümünün konuğu Ġspanyol çello virtüözü ve bestekâr Gaspar Cassado‟dur. On yedinci sayıda ise Avusturyalı keman virtüözü Fritz Kreisler üzerine bir yazı vardır. Yazıda Kreisler‟in hayatı ve sanat macerası üzerine bilgiler verilir ve onun hayatından küçük parçalar okuyucularla paylaĢılır. Derginin on birinci sayısında Vedat Nedim Tör, Cemal ReĢit Rey‟in Filarmoni dergisi için yazdığı bir yazıdan alıntı yaparak modern sanatın mekanikliği ve gayri insanîliğinden 615 yakınır. Tör‟ün “Güzellik ve Derinlik Ġstiyoruz” adını verdiği bu yazıya göre sanatın tüm dallarındaki moda cereyanlar estetikten mahrum olma eğilimindedir, estetiği ve zarâfeti umursamazlar. Ġnsan ruhuna ve insan ruhunun güzelliğe duyduğu ihtiyaca kayıtsızdırlar. Sanki yüksek bir sanat eserinin sahip olması gereken en önemli vasıflardan biri olan kalıcılığa ulaĢmak gibi bir dertleri yoktur. Farklı olmak ve yenileĢmek adına mekanik, ruhsuz, çirkin, zevksiz ve sakat sanat eserleri ortaya koymak, modern mimarinin, resmin ve müziğin ortak yönü durumuna gelmiĢtir. Oysa sanat insan ve dünya düĢmanı bir mecrada olamaz. Böyle bir sanatın tutunma Ģansı da yoktur, benimsenme Ģansı da yoktur, kalıcı olma Ģansı da yoktur. Ancak insanlığa kötülük ve ruhsal illetler bulaĢtırma Ģansı vardır. Türkiye‟deki sanatçılar ise hem bu tehlikeli moda cereyanlarla hem de “geri Ģark kafasıyla” savaĢmak zorundadır. Cemal ReĢit Rey Filarmoni dergisindeki yazısında Ģunu söylemiĢtir: ―Büyük musikişinasların yazılarındaki şekil, ritm, melodi ve armonilerin güzel ilham kaynaklarının da derin olması için bütün hayatları boyunca çetin mücadelelere girmişlerdir. 614 Cumhuriyet‟in ilk yıllarında yetiştirilen ve Klasik Batı müziği formunda yaptıkları bestelerle “Türk Beşleri” olarak adlandırılan bestekârlar vardır. Türk Beşleri şu bestekârlardan oluşur: Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses. 615 Tör, “Güzellik ve Derinlik İstiyoruz”, Aile Dergisi, S.11,İstanbul,1949,s.65. 222 Hiçbir zaman eser yaratma keyfiyetini oluruna bırakmamışlar ve dinleyicilerin üzerindeki 616 tesirin daima esaslı ve devamlı olmasına çalışmışlardır.‖ Vedat Nedim bu görüĢleri Ģu Ģekilde onaylar: “Üstadın yerden göğe hakkı var: Modern müzik eserleri, çokluk, güzellik ve derinlikten mahrumdur. Tıpkı modern resim, modern mimari gibi, modern musikinin de mekanik, gayrı insani, ruhsuz, sathi akrobasi hünerleri içinde soysuzlaşıp gittiğini en nihayet 617 görmek gerekti.‖ Klasik Batı Müziği alanında derginin on dokuzuncu sayısındaki konuğu Ġtalyan orkestra Ģefi Arturo Toscanini‟dir. Liberty dergisinden alıntılanan yazıda Toscanini‟nin hayat öyküsü ve orkestra Ģefliği kariyeri anlatılır. Yazıda Toscanini bir müzik dehası olarak nitelenir. Radyo ve gramofon sayesinde dünyanın her yerinde dinleyeni ve hayranı olan Toscanini yazıda belirtildiğine göre altmıĢ beĢ yıllık orkestra Ģefliği hayatında bir kez dahi hataya düĢmemiĢtir. Binlerce Klasik Batı Müziği eserini ezbere bilir. Orkestrasındaki her enstrümanı ayrı ayrı duyup dinler ve takip eder. Toscanini dünya müzik tarihinin en meĢhur orkestra Ģeflerindendir. Kendisini dünyaya on dokuz yaĢındayken Rio‟da verdiği bir konserle tanıtmıĢtır. O zamandan sonra da dünyanın en çok tanınan ve kazanan Batı müziği icracılarından biri olmuĢtur. Toscanini yazıda belirtildiğine göre kendisini dahi olarak niteleyenlere katılmamaktadır. Ona göre eserlerini çaldırdığı bestekârlar kendisiyle kıyas edilmeyecek kadar yüksektirler. Kendisinin çok müstesna görünmesinin nedeni ise diğer orkestra Ģeflerinin yeterince çalıĢmamasıdır. Derginin on dokuzuncu sayısında bir sitar virtüözünün Ģöhret olma hikâyesi de vardır. Avusturyalı sitar çalgıcısı Anton Karas Ġngiliz sinemacılar onu ve enstrümanını keĢfedene kadar Viyana kahvelerinde ve lokantalarında enstrüman çalan yüzlerce çingeneden biridir. Bir gece Viyana ormanındaki bir gazinoda yabancı sinemacılara sitar çalar. Gazinodaki yabancı sinemacılar arasında o sıralarda Üçüncü Adam” adında bir film hazırlamakta olan Ġngiliz film prodüktörü Carol Reed de vardır. Reed, Anton Karas‟ın çaldığı sitardan çok etkilenir. Onu hazırlamakta olduğu filmin müziklerini yapması için Londra‟ya çağırır. “Üçüncü Adam” filminin gösterime girmesinden sonra hem o tarihe kadar Avrupa‟da pek bilinmeyen bir enstrüman olan sitar hem de sitarıyla filmin müziklerini yapan Anton Karas büyük Ģöhrete kavuĢur. Karas, sitar çalmayı çocukluğunda annesinin ısrarıyla öğrenmiĢtir. Ġngiliz film yönetmeni Carol Reed tarafından tesadüfen keĢfedilene kadar da sokaklarda bu enstrümanı 616 Cemal Reşit Rey, “Bir Sitem”, Filarmoni Dergisi, İstanbul,1949‟dan aktaran Tör, a.g.e.,s.65. 617 Tör,a.g.e., s.65. 223 çalarak geçimini temin etmiĢtir. Film sayesinde tanınıp hiçbir sokak çalgıcısının hayal edemeyeceği bir Ģöhrete kavuĢan Karas, Hollywood stüdyolarından da yeni filmler için teklifler almaya baĢlar. 5.1.5.Sinema ve Fotoğrafçılıkla Ġlgili Yazılar Sinema XIX. yüzyılın sonundan itibaren gitgide yükselen bir çizgiyle evrensel bir eğlence ve iletiĢim aracı haline gelmiĢtir. Görselliğe dayalı olan ve genel itibariyle çok yoğun bir zihinsel ve entelektüel çaba gerektirmeyen sinema, popülerlik bakımından hem geleneksel ve ulusal tiyatroların hem de edebiyatın önündedir. Ġnsanları aynı ve göreceli olarak kısa zaman dilimleri içinde sinema salonlarına dolduran ve birkaç saat süren bir ses ve ıĢık bombardımanıyla ruhlara ve akıllara Ģekil verme potansiyeli olan sinema, XX. yüzyılın en büyük sosyal, sanatsal, iletiĢimsel ve teknolojik olgularından biridir. Resim, müzik, heykel, dans, mimari ve edebiyattan sonra sinema yedinci sanat olarak adlandırılır. XX. yüzyılın ilk yarısında, Batı Cephesinde Yeni Bir ġey Yok( Ġng.All Quiet On The Western Front) Rüzgâr Gibi Geçti (Ġng.Gone With The Wind) ve YurttaĢ Kane(Ġng.Citizen Kane) gibi uluslararası filmler vasıtasıyla muazzam bir güce ve popülerliğe ulaĢan sinema kitle kültürü-sanat iliĢkisi üzerine kafa yoran düĢünürleri de meĢgul eder olmuĢtur. Aile dergisi de gözlerini sinema perdesinden uzakta tutamamıĢ ve sürekli olmasa da belirli sayılarda sinema ve sinema sanatı üstüne yazılar yayımlamıĢtır. Dergide sinema üzerine yazılan ilk yazı ikinci sayıda yayımlanır. Sinema eleĢtirmeni ve dublaj sanatçısı Adalet Cimcoz 1947 yılında Ġstanbul ve Ankara sinemalarında büyük ilgiyle karĢılanan ve Frederic Chopin‟in hayatını anlatan Unutulmayan ġarkı (Ġng. A Song to Remember) adlı film üzerine bir eleĢtiri yazısı yazar. Söz konusu eleĢtiri yazısında film hakkındaki görüĢleri olumsuz olan Cimcoz ayrıca düĢük seviyeli Amerikan filmlerinin bütün dünyayla birlikte ülkemizde de yayılıyor olmasından yakınır. 618 Derginin üçüncü sayısındaki “Bir Film Nasıl Hazırlanır?” adlı yazıda sinema filmlerinin çekilmesindeki güçlükler, maliyet ve uzmanlaĢma gereksinimi anlatılır. Somerset Maugham‟ın “Usturanın Ucu”(Ġng. The Razor‟s Edge) adlı romanı 1946 yılında filme uyarlanmıĢtır. Yazıda söz konusu romanın filme çekilmesi sürecinde harcanan emek, para ve zamandan yola çıkılarak sinema sanatının güçlükleri vurgulanır. 618 İmzasız, Bir Film Nasıl Hazırlanır, Aile Dergisi, S.3,İstanbul, 1947,ss.46-47. 224 Yazıda değinilenlere göre romanın yazarı olan Somerset Maugham bu romanı tek kiĢilik bir çabayla ve son derece düĢük bir maliyetle yazmıĢtır. Oysa aynı romanın filme çekilmesi milyon dolarlara mal olmuĢ ve yüzlerce insanın ortaklaĢa çalıĢmasını gerektirmiĢtir. Bu durum bir sinema filmi yapmanın güçlüğünü ortaya koyar. 619 Derginin dördüncü sayısında Jean Habe imzasıyla çıkan “Holivud‟un Ġçyüzü” baĢlıklı yazıysa magazin yazısı mahiyeti taĢır. Yazıda dönemin ünlü Amerikalı film yıldızları Clark Gable ve Rita Hayworth gibi isimlerin günlük hayatları hakkında küçük bilgiler verilir. Ayrıca soğuk savaĢ atmosferi içinde Hollywood‟da siyasal fraksiyonlara ayrılan sinema yıldızlarının politik görüĢlerinden bahsedilir. Aile dergisinde devrin meĢhur Hollywood oyuncularının hayat hikâyelerini anlatan yazılar da yayımlanmıĢtır. Dergide hayat hikâyeleri anlatılan artistler Ingrid Bergman, Olivia de Haviland ve Sir Laurence Olivier‟dir. BeĢinci sayıda Ġsveç asıllı sinema yıldızı Ingrid Bergman‟ın hayat hikâyesi 620 “Holivud‟un Hanımefendisi” baĢlıklı yazıda anlatılır. O sıralarda dünyanın en önemli sinema yıldızlarından biri konumunda olan Ingrid Bergman‟ın Ģöhrete uzanan yolu anlatılır ve bir sinema yıldızı olarak kiĢiliği ve Ģahsi hayatı hakkında bilgi verilir. Yazıya göre Ingrid Bergman dünya çapında bir sinema yıldızı olmasına rağmen özel hayatında son derece mütevazıdır ve ailesine ve çocuğuna bağlı bir annedir. Tam anlamıyla bir hanımefendidir. Derginin on yedinci sayısında “Bir Sinema Yıldızı Nasıl Parlar” diye bir bölüm vardır. Bu bölümde iki Oscar ödülü kazanmıĢ Ġngiliz aktris Olivia de Havilland‟ın o zamana kadarki biyografisi ve sinema kariyeri Reader’s Digest dergisinden alıntı yapılarak anlatılır. On sekizinci sayıda ise Ġngiliz tiyatro ve sinema oyuncusu Sir Laurence Olivier‟in bir sinema ve tiyatro yıldızı olarak parlayıĢı ve onun aktörlükteki baĢarısının arkasında yatan sebepler anlatılır. Reader’s Digest dergisinden alınan yazıda Laurence Olivier hem büyük bir sanatçı hem de sanatın ifade kabiliyetini geniĢleten bir aktör olarak tanıtılır. Derginin on birinci sayısında Batılı bir yayın organında yapıldığı hissi veren ancak kaynağı belirtilmeden yayımlanan bir münazara vardır. Münazarada sorulan soru Ģudur : Sinemayı Sever misiniz? Soru Avusturyalı film yönetmeni George Wilhelm Pabst, Fransız romancı ve oyun yazarı Henry de Montherlant, Fransız eleĢtirmen Rene Doumic, Ġrlandalı oyun yazarı Bernard Shaw, Polonyalı sinema ve tiyatro oyuncusu Pola Negri ve Fransız senaryo yazarı Georges de La Fouchardière‟ye yöneltilmiĢtir. 619 Jean Habe, “Holivud‟un İçyüzü”, Aile Dergisi, S.4,İstanbul,1948,ss.49-51. 620 Donald Culross Peattie, “Holivud‟un Hanımefendisi”, Aile Dergisi, S.5,İstanbul,1948,ss.45-48. 225 Bu soruya “evet” cevabı veren yani sinemayı sevdiğini söyleyenler, Pabst, La Fouchardiere ve Pola Negri‟dir. Pabst sinemayı matbaa kadar önemli bir icat olarak görmekte ve sinema sayesinde insanlığın mükemmel bir iletiĢim ve ifade aracına kavuĢtuğunu düĢünmektedir. Oyuncu Pola Negri de sinemanın iletiĢim gücüne vurgu yapar ve sinema sayesinde farklı kültürlerden ve milletlerden insanların birbirlerini tanıma Ģansına kavuĢtuklarını, bu sayede birbirlerini sevmeye ve anlamaya baĢladıkları görüĢünü savunur. Fransız senarist La Fouchardiere‟in sinemayı sevme nedeniyse kendi titri ve mesleğiyle yakından alakalıdır. Onun sinemayı sevme nedeni idealist ve manipülatif filmlerin insanları iyi bir dünyada yaĢadıklarına inandırma potansiyelidir. La Fouchardiere sinemayı sever ve yararlı bulur. Çünkü sinemalara doluĢup toplu halde filmler izleyen insanlar bu filmlerde ezilenlerin ve haksızlığa uğrayanların intikam aldığını görerek dünyada adaletin var olduğuna inanırlar. Filmlerde iyiler kazanmasa bile iyilik övülür. Ġyi olmanın iyi bir Ģey olduğu vurgulanır. Bu da La Fouchardiere‟e göre sinemayı bir fazilet ve iyimserlik mektebi yapar. Münazaranın “Hayır” tarafında ise Shaw, Rene Doumic ve Montherlant vardır. Montherlant sinemanın insanları aptallaĢtırdığını savunmaktadır. Ona göre sinemanın muazzam bir öğretme ve eğitme kudreti vardır. Ama sinemacılar ve sektör bunun tam tersini yapmakta ve çektikleri filmlerle insanların entelektüel zekâ seviyesini dibe çekmektedirler. Çünkü filmlerin senaryo derinliği ne kadar zayıf olursa müĢterisi o kadar fazla; hedef kitlesi de o kadar geniĢ olur. Kısacası sinema sektörü daha çok kâr etmek için sersemleĢtirici filmler yapmaktadır. Bernard Shaw da Montherlant gibi filmlerin düĢük seviye senaryolarından yakınmaktadır. Büyük maliyetlerle çekilen bir sinema filmi harcadığını geri almak ve kâr elde etmek için insanlığın neredeyse tamamına hitap etmek zorundadır. Bu da ancak filmlerin seviyesini ve derinliğini bir hayli düĢürmekle mümkündür. Sanatsal ve düĢünsel seviyesi yüksek olan filmler insanlığı çoğunluğu tarafından anlaĢılmaz veya ilginç bulunmaz. Ġnsanlar anlamadıkları bir Ģeye de para vermezler. Para kazanamayan bir sinemacının ise yaĢama Ģansı yoktur. O halde varlığını sürdürmek ve kapital kazanımlar elde etmek isteyen sinemacıların yapması gereken ilk Ģey bellidir: Seviyeyi olabildiğince düĢürmek. Shaw, bu görüĢtedir. Fransız eleĢtirmen Rene Doumic ise sinemayı insanlığın barbarlık ve vahĢet içgüdülerini harekete geçirdiği düĢüncesiyle sevmemektedir. Ona göre filmlerdeki savaĢ, cinayet, intikam, düello gibi sahneler seyircinin biyolojik tarihinde gömülü bulunan barbarlık, ilkellik ve vahĢet içgüdülerini harekete geçirme potansiyeline sahiptir. Bu bakımdan sinema insanlık için tehlikeli bir Ģeydir. Derginin on sekizinci sayısınd sinema sanatıyla ilgili bir anket vardır. Ankette sorulan soru Ģudur: 226 621 “Film yıldızları Sahnede Muvaffak Olabilirler mi?” Soru Ġngiliz tiyatro eleĢtirmeni William Aubrey Darlington ve sinema eleĢtirmeni Campbell Dixon‟a sorulmuĢtur. Darlington sinema oyuncularının tiyatroda baĢarılı olamayacaklarını savunmaktadır. Ona göre bir aktörün gerçek sanat kabiliyeti ve kapasitesi tiyatro sahnesinde belli olur. Çünkü tiyatro sahnesinde aktörle seyirci arasında kimse yoktur. Piyesler her halükarda canlı ve spontane oynanmaktadır. Dolayısıyla aktörün hata yapıp baĢa sarma Ģansı yoktur. Oysa sinema filmlerinde kötü bir oyuncu da iyi bir yönetmenin talimat ve yönlendirmeleriyle iyi bir iĢ çıkarabilir. Sinemadaki sanat aktöre değil rejisöre aittir. Nitekim iyi aktörler sinemada para kazandıktan sonra sanatlarını layıkıyla icra edebildiklerini düĢündükleri tiyatroya geri dönerler. Sinema eleĢtirmeni ve piyes yazarı Campbell Dixon‟a göreyse film aktörlerinin tiyatro sahnesinde de baĢarılı olup olmaması söz konusu aktörün sahne kabiliyetine ve oyunculuk yeteneğine bağlıdır. Ona göre bir sahne sanatçısı mükemmel bir aktör de olsa büyük bir tiyatro sadece ön koltukta oturanlara sanatını ve oyunculuk kabiliyetini gösterebilir. Çünkü tiyatro salonlarında arka sırada oturan seyirciler aktörü bir cüce kadar küçük görürler. Bu durumda tiyatro oyuncusunun mimik ve jestlerinin arka sırada oturan seyirci için pek bir anlamı kalmaz. Oysa sinema perdesinin büyüklüğü bir oyuncunun kabiliyetini de zaaflarını da seyirciye eĢit olarak dağıtmaktadır. Ġyi bir aktör hem sinemada hem tiyatroda baĢarılı olabilir diyen Dixon sözlerini Ģöyle tamamlar: ― Tecrübemin bana öğrettiği hakikatlere dayanarak söyleyebilirim ki hem perde hem de sahne aktörleri aynı derecede sanatkârdırlar. Öyle ki birinin diğerine olan üstünlüğü 622 hiçbir zaman münakaşa mevzuu olamaz.‖ Aile‟de merkezinde Avusturyalı fotoğrafçı Othmar Pferschy‟nin yer aldığı fotoğrafçılıkla yazılar da yayımlanmıĢtır. Othmar Pferschy Türkiye Cumhuriyeti kültür tarihi açısından önemli bir isimdir. Othmar Pfesrchy‟nin bir fotoğrafçı olarak keĢfedilmesinin 623 hikâyesi derginin dokuzuncu sayısındaki “Güzel Fotoğraf” adlı yazıda anlatılır. 1933 yılında çıkan La Turquie Kemaliste dergisinde kullanılmak üzere Türkiye‟yi pozitif yönde yansıtacak kaliteli fotoğraflara ihtiyaç vardır. Çok geçmeden dâhiliye vekili ġükrü Kaya illerin valilerine bir yazı gönderir ve La Turquie Kemaliste dergisinin ihtiyaç duyduğu bu fotoğrafların teminini ister. Türkiye‟nin birçok yerinden fotoğraf yağmaya baĢlar. Ancak bu fotoğrafların pek çoğu hiçbir sanat değeri taĢımayan sıradan fotoğraflardır. Sadece 621 “Film Yıldızları Sahnede Muvaffak Olabilirler mi?”, (Anket Çalışması), The Daily Telegraph Gazetesinden Alıntı, Aile Dergisi, S.17,İstanbul,1951,ss.66-67. 622 a.g.e., s.67. 623 İmzasız, “Güzel Fotoğraf”,Aile Dergisi,S.9,İstanbul,1949,s.24. 227 Ġstanbul‟dan gelen bir zarftan çıkan bazı fotoğraflar ĢaĢılacak kadar güzeldirler. Derhal bu fotoğrafları çeken fotoğrafçı aranmaya baĢlanır ve çok geçmeden bu fotoğrafçının Ġstanbul‟da yaĢayan Avuturyalı fotoğrafçı Othmar Pfesrchy olduğu anlaĢılır. Othmar Pferschy derhal Matbuat Umum Müdürlüğü‟ünde fotoğraf uzmanı olarak iĢe alınır. Pferschy, Anadolu‟ya dört büyük seyahat yaparak her seferinde Ankara‟ya zengin bir fotoğraf koleksiyonuyla döner. “La Turquie Kemaliste‖ dergisi, Fotoğraflarla Türkiye albümü, çeĢitli takvimler ve kitaplar hep Pferschy‟nin çektiği bu fotoğraflarla süslenir. Pferschy‟nin çektiği fotoğraflardan bir seçki Aile dergisinin dokuzuncu sayısında da yayımlanır ve derginin bu sayısında onun gibi fotoğrafçıların çektiği yüksek kaliteli fotoğraflar sayesinde fotoğrafçılığın da artık bir sanat payesi taĢıdığı savunulur. 5.1.6.Diğer Sanat Yazıları Aile dergisinde “Aile ve Sanat” adlı bir bölüm vardır. Bu bölümde devrin muteber yazarları ve sanat uzmanları ulusal ve uluslararası bir sanat adamı yahut meselesi üzerine bilgilendirici, eleĢtirici veya yol gösterici mahiyette yazılar yazarlar. Derginin ilk sayısında Vedat Nedim Tör bu bölümde cumhuriyet tarihinin en önemli karikatüristlerinden olan Cemal Nadir‟in hayatı ve sanat yaĢamı hakkında bilgi verir ve değerlendirmelerde bulunur. Bu yazı Cemal Nadir‟in 1947‟deki vefatı üzerine yayımlanmıĢtır. Tör‟e göre Cemal Nadir, çizdiği karikatürlerle Türk fikir ve sanat hayatının en müstesna ve yeri doldurulmaz isimlerinden biridir. Çok zor bir hayat yaĢamıĢ, sanatı ve fikri mühimsemeyen bir toplumda seviyeyi düĢürmeden mizah yaratmak ve hayatını idame ettirmek için sürekli çalıĢmak zorunda kalarak kendini hırpalamıĢ ve bunun sonucu olarak genç yaĢta vefat etmiĢtir. Onun yarattığı Amca Bey tipiyle ilgili Vedat Nedim‟in görüĢü Ģudur: ― Yarattığı ölümsüz tip Amca Bey bizde daima güler yüzlü tatlı dilli bir halk filozofunun hatırasını yaşatacaktır. Amca Bey daima rahimdi. Daima hoş görür ve affederdi. Amca Bey ukalalık nedir bilmezdi. Esprilerini nefes alır gibi su içer gibi birer sehli mümteni 624 gibi kolaylıkla yapardı. Kendisini hiç zorlamazdı.‖ Cemal Nadir‟in genç yaĢtaki vefatı Vedat Nedim‟e göre çok büyük bir kayıptır ve bu kaybı telafi etmek çok zordur: 624 Tör, “Aile ve Sanat”, Aile Dergisi, S.1, İstanbul,1947, s.58. 228 ―İnsanoğlu çok kere elindekini kaybedince değerini anlamaya yeltenir. Biz de Cemal Nadir’i bıraktığı büyük boşluk karşısında şaşırarak daha iyi anlamaya başlayacağız. Türk tefekkür dünyası, Cemal Nadir’nde boşalan uçurumun önünde bugün baş dönmeleri içindedir. 625 Gözlerimiz kararıyor.‖ Derginin ikinci sayısında “Aile ve Sanat bölümünün konuğu Fikret Adil‟dir. Fikret 626 Adil “Hudutları AĢan Türk Sanatı” adlı yazısında genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin yetiĢtirdiği musikiĢinas ve ressamlardan övgüyle bahsederek bu sanatçıların Avrupa‟da da artık ilgi ve hürmetle karĢılanmaya baĢladığını belirtmiĢ ve bundan duyduğu kıvanç ve mutluluğu dile getirmiĢtir. Fikret Adil‟e göre dünyada sanatın baĢkenti Paris‟tir. Ve bu Ģehirde bir sergi açmak veya konser vermek sanat adamları için büyük bir takdir ediliĢ ve onaylanma anlamına gelir. Bu anlamda Fikret Adil, ressam Nejad Devrim‟in Paris‟in “Allard” galerisinde açtığı sergiyle gururlanmakta ve Fransız basınında bu sergi hakkında çıkan taltif edici yazı ve beyanatları gururuna dayanak yapmaktadır. Klasik Batı müziği formunda besteleriyle ünlü Türk bestekârı Adnan Saygun‟un yine Paris‟te “Pleyel” salonunda ve Paris radyosunda kendi bestesi olan Yunus Emre Oratoryosu‟ nu icra etmesi de yazara göre bir övünç kaynağıdır ve Türk sanatının ulaĢtığı seviyeyi gösteren bir kanıt niteliği taĢır. Yazıda bu bestekârlardan Adnan Saygun‟un yanı sıra, Ulvi Cemal Erkin ve Hasan Ferit Alnar‟a da değinilmektedir. Yazara göre Ulvi Cemal Erkin Prag‟da, Hasan Ferit Alnar da orkestra Ģefi olarak Atina‟da verdikleri konserlerle yeni Türk sanatının ulaĢtığı seviyeyi göstermiĢlerdir. Türk sanatıyla ilgili bu ve bunun gibi yazılardan anlaĢıldığına göre devrin entelektüelleri için Batı‟nın çeĢitli aydın zümreleri tarafından beğenilmek ve övülmek çok önemlidir. Bir bestenin, bir resmin veya bir tiyatro eserinin Batı‟da kendisini önemsetebilmesi onun kalitesinin kanıtlandığı anlamına gelir. Avrupa‟daki sanat mecralarında eserlerini icra etme, okuma veya sergileme Ģansı yakalamak da sanatçılar büyük bir ikbal demektir. Aile dergisinin yayın hayatı boyunca yüksek zevk ürünü sanatı ve estetiği savunan Vedat Nedim Tör‟ ün, halkın sanat zevkiyle ilgili görüĢleri kötümserdir. Ona göre halk, kötü, zevksiz ve basit olana ilgi gösterir. Yüksek kalite ve yüksek estetik, yoz ve sıradan olanın 625 Tör, a.g.e.,s.58. 626 Fikret Adil, “Hudutları Aşan Türk Sanatı”, Aile Dergisi, S.2,İstanbul,1947, ss.50-51. 229 karĢısında her zaman kaybeder. Tör, bu konudaki kötümser görüĢlerini derginin dokuzuncu 627 sayısında yayımladığı “Kötünün Üstünlüğü” yazısında açığa vurur: ―En çok rağbet gören ressamlarımız iyileri değil kötüleridir. Kültür musikisi değil, aşağılık meyhane ve bar musikisi revaçtadır. Yüksek sanat edebiyatı değil, baldır bacak, fuhuş 628 ve zina edebiyatı kapışılır.‖ Tör, bu durumun tersine çevrilmesi için “geniĢ bir kalite mücadelesi” çağrısı yapar. Aksi takdirde kötünün üstünlüğü bütün gücüyle devam edecektir. 629 Derginin on üçüncü sayısında Vedat Nedim Tör‟ün bu defa “Niçin Sanatı TeĢvik” baĢlıklı bir yazısı vardır. Bu yazıda Vedat Nedim Tör, sanat ödüllerinin lüzumu ve sanatın ve sanatçının hayatiyeti bakımından önemini vurgulamaktadır. Tör‟e göre baĢarılı sanat eserlerinin belirli kurum ve kuruluĢlarca mükâfatlandırılması gerekir. Çünkü geçmiĢ yüzyıllarda sanatçıları maddi ve manevi anlamda destekleyen aristokrat aileler, saray, yüksek devlet adamları veya din kuruluĢları artık yoktur. Onların yokluğundan doğan boĢluğu ise ancak sanat ödülleri ve mükâfatları doldurabilir. Sanat ödülleri sanatçıları daha iyi eserler ortaya koyması için teĢvik eder. Yaptığının mükâfatlandırıldığını gören sanatçı iĢine ve kendisine daha çok inanır ve yeni eserler ortaya koymak için ruhunda ve bünyesinde enerji bulur. Sanat ödülleri sanatın devamlılığı açısından bir zarurettir. Ancak Vedat Nedim, Türkiye‟nin durumunun sanat ödülleri konusunda yetersiz olduğunu ve bu zaruretin yeterince umursanmadığını savunmaktadır. Tör‟e göre Türkiye‟de sanatçıların teĢvik edilmesi için gerekli mükâfatlar yahut müesseseler tesis edilmemiĢtir. Bu durum ise Türk milletinin ödüllendirilmeye layık sanat eseri ortaya koyamadığı gibi bir algı oluĢturmaktadır: ―Onun için ne yapıp yapıp sanatkârın emeğine saygı göstererek onu yeni yeni yaratmalara heveslendirecek tedbirleri almalıyız. Böyle bir zaruret karşısında bulunduğumuz halde, tek sanat mükâfatımız olan İnönü mükâfatını bile bu yıl dağıtmayıp tasarruf etmeyi tercih ettik. Bu karar, milletimizin bütün bir yıl içinde mükâfatlandırılmaya layık tek bir eser bile yaratamadığının resmen tevsikidir. Bu hazin hükmün mesuliyetini inşallah bir gün idrak 630 ederiz.‖ 627 Tör, “Kötünün Üstünlüğü”, Aile Dergisi, S.99, İstanbul, 1949, s.19. 628 Tör, a.g.e.,s.19. 629 Tör, “Niçin Sanatı Teşvik”, Aile Dergisi, S.13, İstanbul,1950, s.13. 630 Tör, a.g.e.,s.13. 230 5.1.7. Aile Dergisinde Modern Sanat Akımlarına KarĢı Takınılan EleĢtirel Tavır Aile dergisi yayımlandığı devrin moda sanat cereyanlarına ve akımlarına karĢı eleĢtirel bir tavır takınmıĢtır. Dergi moda sanat akımlarını sığ, yoz ve düĢük kaliteli olarak görür. Dergide yayımlanan pek çok yazıda modern diye tanımlanan sanat cereyanlarının yapay, tiksinç ve estetikten yoksun olduğu dile getirilir. Derginin “moda” diye tanımladığı modern sanat cereyanlarına karĢı eleĢtirel tavır takınanların baĢını ise Vedat Nedim Tör çeker. Vedat Nedim Tör yayın müdürü olduğu Aile dergisinde yayımladığı sanat yazılarında “modern” kavramını ahenksizlik, insan düĢmanlığı ve anlaĢılmazlık olarak görmüĢ ve bu tavrı dergide yayımladığı çeĢitli yazılarda tekrarlamıĢtır. Vedat Nedim Tör, derginin altıncı sayısının “Aile ve Sanat” bölümündeki 631 “Anlamıyoruz” baĢlıklı yazısında, modern sanat cereyanlarındaki anlaĢılmama paradoksuna değinir. Yazıya göre modern sanatçılar bir bestenin, bir Ģiirin veya bir resmin anlaĢılmamasının sorumluluğunu halka yükler. Yani modern sanatçılar bir bestenin ne anlatmaya çalıĢtığı anlaĢılmıyorsa kabahatin dinleyicide; bir Ģiirin ne anlatmaya çalıĢtığı anlaĢılmıyorsa suçun okuyucuda olduğunu düĢünür. Vedat Nedim Tör yazısında sanat dallarında “moda” diye adlandırdığı modernlik cereyanlarının temsilcisi olan sanatçılar böyle düĢünmektedir der. Oysa Tör‟e göre anlaĢılmamak marifet değildir. Eğer ressamlar, Ģairler yahut bestekârlar anlaĢılmamanın bir meziyet ve istisnai bir kalite emaresi olduğunu düĢünüyorlarsa eserlerini kimin için ve niçin yayımlıyorlar? diye sorar. Modern diye tanımlanan “modalar” yenidir fakat kalıcı değer taĢımaz. Hâlbuki sanatta en ulvî rütbe kalıcılık rütbesidir. Bu ise ancak yeni Ģeyler söylemekle olur. Tör‟e göre moda cereyanlara kapılan sanatçılar modern oluyorum düĢüncesiyle eserlerini garip ve yer yer tiksindirici unsurlarla doldurmaktadırlar. Vedat Nedim‟e göre Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet HaĢim gibi Ģairler teknik, lisan ve nazım biçimi olarak klasik yani eski edebiyata bağlıdırlar. Fakat onların Ģiirleri buna rağmen yenidir ve çağdaĢtır. Çünkü bu Ģairler sanatlarına çağdaĢlığı moda akımlarla değil Ģahsiyetleriyle kazandırmaktadırlar. Vedat Nedim bu görüĢünü yazısında Ģöyle özetlemiĢtir: ― Modern‖i teknik yenilikte arayan sanatkârlar, şekli, manayı, ölçüyü inkâr eden bir acayiplik, âlemine daldılar mı, kendilerini modernleşmiş sanarak avunuyorlar. Hâlbuki teknik sadece bir vasıta olduğuna göre, içinde söyleyecek yeni bir şeyi olmayan insan, dilediği kadar 631 Tör, “Anlamıyoruz”, Aile Dergisi, S.6, İstanbul,1948,s.51. 231 tekniğini yenileştirsin, yine de yeni sayılmayacaktır. Şahsiyet sahibi olabilmek için garip 632 olmaya hiç de lüzum yoktur .‖ Modern sanat akımlarına karĢı eleĢtiri yönelten diğer bir yazı derginin sekizinci sayısında Fransız heykeltraĢ ve Marsilya Güzel Sanatlar Okulu Müdürü Prof.Jean Wezien 633 imzasıyla çıkar. Prof.Wezien Aile dergisi için “Mücerret Sanat” adında bir yazı yazar ve bilhassa resim sanatındaki moda cereyanları “kaçık” olarak damgalar. Wezien‟in mücerret sanat akımları hakkındaki kanaatleri Vedat Nedim Tör‟ün aynı konudaki kanaatleriyle büyük bir benzerlik arz eder. Wezien‟e göre mücerret sanat denen cereyanlar insanlığın içinde bulunduğu küresel ruhsal bunalımın bir tezahürüdür ve uzun ömürlü olmayacaklardır: ―Bugünkü dünyamız kaçık olduğu için sanatkârı da işte böyle sapıtmıştır. Mücerret 634 sanat taraflıları, medeniyetimizin geçirmekte olduğu buhranın kurbanlarıdır.‖ Sanatta yenilik cereyanları elbette her devirde olagelmiĢtir. Fakat binlerce yıllık birikimleri topyekûn reddeden ve her Ģeyden öte insan kavramından uzak olan cereyanların yaĢama Ģansı yoktur. Bu tip sanat akımları sanatın hedef kitlesi olan insanları sanattan yüz çevirtebilir. Prof. Wezien bilhassa resim sanatıyla meĢgul olan bu mücerret ve moda sanat akımlarının taraftarı olan sanatçıları Ģu Ģekilde niteler: ―Modaya boyun eğerek kolaya kaçma, kifayetsizliklerini, kabiliyet ve bilgi noksanlıklarını ötmek için derin mesaiye yer vermeme. Gerçek sanatkârdan ziyade, alelâde 635 basit taklitçiler.‖ Derginin mücerret sanat denen modern sanat cereyanlarına karĢı yürüttüğü entelektüel mücadeleye dokuzuncu sayıda Fransız münevver ve devlet adamı François Poncet de katılır. 636 Poncet “Mücerret Sanat ve Demokrasi” baĢlıklı röportaj yazıda mücerret sanat akımlarını sanat bezirgânları, Ģarlatanlar, safdiller, sapıklar ve meczupların mensup olduğu bir cereyan olarak tavsif etmekte ve halkın bu sanat akımlarına karĢı içtimai elit ve yüksek zümre tarafından korunması gerektiğini savunur. Derginin 10.sayısındaki “Moda Sanatlara Ölüm Çanı” baĢlıklı yazısında Vedat Nedim Tör, modern mimariyi mekanik ve estetikten uzak olması bakımından eleĢtirir ve mimarların yeniden güzel binalar ve Ģehirler vücuda getirebilmesi için hem mazide kalmıĢ büyük uygarlıkları örnek almaları hem de ressam ve heykeltıraĢlarla iĢbirliği yapmaları gerektiğini 632 Tör, a.g.e.,s.51. 633 Jean Wezien,”Mücerret Sanat”,çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.8,İstanbul,1949,ss.11-12. 634 Wezien, a.g.e.,s.12. 635 Wezien, a.g.e., s.12. 636 François Poncet, “Mücerret Sanat ve Demokrasi”, çev.Selmin Evrim, Aile Dergisi, S.9,ss.73-74. 232 söyler. Tör‟ün bu düĢünceyi dile getirmesine vesile olan Ģey ünlü heykeltraĢ Profesör Belling‟in ĠTÜ‟de verdiği bir konferanstır. Belling‟in bu konferansta aktardığına göre Hitit, Mısır, Asur, Ġran, Hint, Helen ve Roma devri mimarları yeni yapılar ve Ģehirler inĢa ederken ressamlarla ve heykeltıraĢlarla birlikte çalıĢırlar bu da estetik ve sanatsal açıdan son derece zarif ve güzel Ģehirler oluĢmasını sağlardı. Yalnızca faydacı, fonksiyonel ve maksat odaklı düĢünen ve Ģehir estetiği kavramını umursamayan çağdaĢ mimarlar ise soğuk, ruhsuz ve mekanik Ģehirler inĢa ederler. Vedat Nedim Tör, heykeltıraĢ Belling‟in bu düĢüncelerinden hareketle konuyu “yaĢayan sanat” kavramına getirir. Tör‟e göre “yaĢayan sanat” denilen Ģey insan ruhuna ve tabiata aykırı, ahenksiz, mekanik ve anarĢik bir dünya yaratmaktadır. Ölçüden, ahenkten ve muvazeneden mahrum olan “yaĢayan sanat” cereyanları insana yakın olmaktan ve ona mutluluk vermekten çok uzaktır. Ġnsanoğlu yaĢadığı dünyadan memnun değildir ve modern sanatlar hem bu memnuniyetsizlikten beslenmekte hem de bu memnuniyetsizliği artırmaktadır. Mutsuzluktan beslenen ve mevcut mutsuzlukları daha kötü bir hale getiren bir sanatın insanoğlunun hayrına bir Ģey yapması beklenemez. O halde mücerret sanat denen kaotik ve karamsarlık uyandırıcı “ucubeler” terk edilmelidir. Sanat insana ve tabiata düĢman olamaz. Vedat Nedim Tör, derginin on üçüncü sayısında çocuk ressam Hasan Kaptan‟la ilgili aktardığı bir anekdotla da modern sanat ve ondan da öte Picasso eleĢtirisini sürdürür. Çocuk ressam Hasan Kaptan, Ankara‟da bir resim sergisi açmıĢtır ve bu sergiyi görmeye giden Suut Kemal Yetkin çocuk ressama Picasso‟yu sevip sevmediğini sormuĢtur. Çocuk ressamın bu soruya verdiği cevap Tör‟e göre Picasso hakkında yapılabilecek tariflerin en güzelidir: -Renkleri güzel ama desenleri komik Tör‟e göre bu cevap Picasso ile ilgili verilebilecek hükümlerin en güzelidir. Çünkü çocuğun bozulmamıĢ içgüdüleri moda sanat akımlarınca henüz kirletilip bulanıklaĢtırılmamıĢtır. Aynı sayıda Manuel Gosser‟in Die Weltwoche adlı haftalık bir dergide çıkan yazısı 637 alıntılanarak modern sanat eleĢtirisi sürdürülür. Gosser, “Modern Sanat ÇatıĢması” bu yazısında özetle Georgio Chirico ve Salvador Dali gibi ressamların moda cereyanlardan ayrılmalarını ve bu cereyanları telin etmelerini gündeme getirir ve cihan harbinden sonra ortaya çıkan kübizm, ekspresyonizm, sürrealizm gibi gayri insani sanat akımlarının artık terk edilmeye baĢlandığını savunur. Yazıda Hausenstein ve Herbert Read gibi sanat 637 Manuel Gosser, “Modern Sanat Çatışması”,çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.13, İstanbul,1950, s.67. 233 eleĢtirmenlerinin de modern sanatı eleĢtirmeye baĢladığı belirtilir ve bu eleĢtirilerin esasen modern dünyaya duyulan tiksintiyi de ifade ettiği savunulur. Yazıda Ġngiliz sanat eleĢtirmeni Herbert Read‟in modern resimle ilgili Ģu görüĢü aktarılarak resim yapma faaliyetinin artık her türlü sosyal ve mana ve lüzumdan mahrum bir nevi heves ve meraktan baĢka bir Ģey olmadığı vurgulanır. Derginin on dördüncü sayısında bu defa dokuz genç ressamın Beyoğlu‟nda açtığı bir 638 resim sergisiyle ilgili haber-eleĢtiri mahiyeti taĢıyan kısa bir yazı vardır. “Hakikat Yürüyor” adlı bu yazıda da yine modern sanat akımları eleĢtirilmiĢ ve klasik çağların estetik algısı ve disiplini yüceltilmiĢtir. Yazının yazarı Nurullah Berk, sergilerini ziyaret ettiği gençlerin resimlerini klasik çağların havasına yakın bulmuĢtur. Yazar gençleri hem klasik çağların teknik ve estetiğine özendikleri için hem de yıkıcı modern resim cereyanlarına kapılmadıkları için över. Aile dergisi Nurullah Berk‟i memleketin sanat dünyasında yenilik cereyanlarını savunurken bu yoldan dönen ve sanatta neo klasik bir arayıĢ içine giren bir artist olarak tanıtır. Aile dergisinde modern sanat cereyanlarını en hırçın bir Ģekilde eleĢtiren derginin genel yayın müdürü Vedat Nedim Tör‟dür denilebilir. Tör, modern sanat cereyanlarına karĢı eleĢtirilerine derginin on dördüncü sayısında da devam eder. Tör, bu sayıdaki “Açık 639 KonuĢma” baĢlıklı yazısında sanatın gitgide dar bir zümreye mahsus bir meĢgale olmaya baĢladığını, sanatçının gittikçe cemiyet dıĢı ve cemiyet üstü bir mecraya savrulduğunu söyler ki sanatçı bu durumdan adeta memnundur. Tör‟e göre bu durum toplumları sanatsız cemiyetlere dönüĢtürmektedir. 5.2.Edebiyata Dair Yazılar Aile dergisinin edebiyatla ilgisi yayımladığı hikâyelerden ve Ģiirlerden ibaret değildir. Derginin çeĢitli sayılarında edebiyat sanatının çatısı altında değerlendirilebilecek fikir ve araĢtırma yazıları da yayımlanmıĢtır. 638 Nurullah Berk, “Hakikat Yürüyor”, Aile Dergisi, S.14, İstanbul, 1950, s.66. 639 Tör, “Açık Konuşma”, Aile Dergisi, S.14,İstanbul,1950,s.17. 234 5.2.1.Gangster Edebiyatına KarĢı Yayımlanan Yazılar Aile dergisi yayın hayatı boyunca gangster ve Ģiddet edebiyatına karĢı mücadele etmiĢ ve bu çerçevede yayınlar yapmıĢtır. Dergi bu çerçevede, hem bu tip edebiyat ürünlerine ve dergilere hem de bu içerikteki sinema filmlerine karĢı yayın yapmıĢtır. Bu tip Ģiddet ve haydutluk içeren dergilerin, sinema filmlerinin ve hikâyelerin menĢei çoğunlukla ABD‟dir. Fakat ABD‟de popüler olan bir Ģey hızla dünyanın geri kalanında da popüler hale gelir. Dolayısıyla ABD‟li çocuklar için risk faktörü oluĢturan gangsterlik hikâyeleri dünyadaki diğer çocuklarla birlikte Türk çocukları için de ruhsal ve ahlâkî bakımdan tehlikelidir. Dergide bu çerçevede çıkan ilk yazı sekizinci sayıda yayımlanan bir tercüme yazıdır. Yazı Alman asıllı Amerikalı psikiyatrist, New York Lafarque Kliniği ve Queens General Hastanesi BaĢhekimi Dr. Frederic Wertham tarafından yazılmıĢtır. “Gangster Hikâyeleri 640 Zararlıdır” baĢlıklı yazısında Dr. Wertham kliniğine gelen hastaların profilinden ve meslekî yaĢamı boyunca edindiği tecrübelerden yola çıkarak haydut ve gangster edebiyatının çocukların ruhsal ve ahlâkî geliĢimi üzerinde yaptığı olumsuz etkilerden söz eder. Wertham‟a göre çocuklar arasında barbarlık ve Ģiddet gitgide yayılmaktadır. Bunun en büyük nedenlerinden biri çocukların çok severek okuduğu gangster hikâyeleri ve cinayet mecmualarıdır. Dr. Wertham bu tezini suç iĢlemiĢ veya Ģiddet içerikli eylemlerde bulunmuĢ çocuklarla yaptığı mülakatlara dayandırır. Wertham klinik hayatı boyunca çocuk yaĢtaki suçlularla çok karĢılaĢmıĢ ve onlarla mülakatlar yapmıĢtır. Bunlardan biri Ģöyledir: ―Kliniğe getirilen 11 yaşındaki bir erkek çocuğun okulda hiç söz dinlemeyip durmadan arkadaşlarına çattığından, onlarla dövüştüğünden şikâyet ediliyordu. Kendisiyle hasbihal edince bana büyük bir merak ve heyecanla şunları anlattı: ―Her hafta gangster mecmuaları alırım. Bunlarda insanların bazen hayvanları, bazen de insanları öldürdüklerini okurum. Hele bu hikâyelerdeki bir kız öyle yaman dövüşür ki… Bazen onun iple elini kolunu 641 bağlarlar bazen de yılanlar soksun diye yılan kovuklarına atarlar .‖ Dr. Wertham psikiyatri kliniğinde buna benzer olaylarla çok karĢılaĢmıĢtır. Çocuklar gitgide Ģiddete mütemayil, saldırgan ve haydutvari tiplere dönüĢmektedir. Öyle ki New York‟ta orta seviyeli okullarda polisler nöbet tutmaya baĢlamıĢ hatta sınıflarda sınavlar polis nezaretinde yapılabilir olmuĢtur. Dr.Wetham‟a göre gençliğin ahlaki ve insani bakımdan bu 640 Frederic Wertham, “Gangster Hikâyeleri Zararlıdır”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.8, İstanbul,1949, s.13. 641 Wertham, a.g.e.,s.13. 235 kötü gidiĢatında en büyük sorumlulardan biri gangster edebiyatıdır. Dr. Wertham bu tip neĢriyata karĢı halkın bilinçlenmesi gerektiğini savunur. Bu sayıda gangster edebiyatına ve neĢriyatına dair Dr.Wertham‟ın savunduğu olumsuz görüĢlerin benzerlerinin ilerleyen sayılarda Aile‟de sıkça tekrarlandığını görürüz. Derginin haydut edebiyatına karĢı açtığı savaĢın dokuzuncu sayıdaki destekçisi 642 gazeteci Ali Rauf Akan‟dır. Gece Postası gazetesinden alıntılanan ve “Haydut Edebiyatıyla Mücadele” adını taĢıyan yazısında Ali Rauf Akan haydut edebiyatıyla mücadelenin uluslararası boyutuna dikkat çeker. Akan‟ın yazdıklarına göre Fransız Meclisi, Tarzan, gangster hikâyeleri ve kovboy maceraları gibi yayınlara karĢı endiĢe duymaktadır. Hatta Fransız milletvekillerinden biri parlamentoda “ Haydutluğun, yalancılığın, zorbalığın, hırsızlığın methiyesine son verilsin.” demiĢtir. Fransa‟da ayrıca bir milyon üyesi bulunan Tedrisat Birliği, haydut edebiyatına karĢı aktif mücadeleye giriĢmiĢ ve gangster edebiyatının fena taraflarını teĢhir eden seyyar bir sergi düzenlemiĢtir. Bu sergiyi Fransız cumhurbaĢkanı bile ziyaret etmiĢtir. Yazara göre bu durum, Fransız aydın sınıfının, cumhurbaĢkanından en küçük köy öğretmenine kadar, çocuk dimağları zehirleyen bu yayınlara karĢı taarruza geçtiğini gösterir. Yazara göre Türkiye‟deki yetkililer ve ilgili zümreler de gangster edebiyatı mahiyeti taĢıyan yayınlara karĢı bir an evvel etkin mücadele baĢlatmalıdır. Aksi takdirde kan ve Ģiddet dolu bu neĢriyat küçük Türk çocuklarının ruhunda onarılmaz bir tahribat yapacaktır. 643 Derginin on üçüncü sayısında “Haydut Filmleriyle SavaĢ” adlı bir yazı yayımlayan Vedat Nedim Tör bu filmlerin çocukların ahlakını ve geliĢimini çok negatif yönde etkilediğini ve bu filmlere karĢı tedbir alınması gerektiğini savunur. Gangster, mafya ve suç filmlerinin çocukları kötülüğe ve haydutluğa teĢvik ettiğini söyleyen Vedat Nedim Tör “Türk ailesinin manevi sağlığı tehlikededir” diyerek milletin ve devletin bu filmlere karĢı tedbir alması gerektiğini söyler. Fakat devletin ve milletin alacağı bu tedbirin ne olduğunu doğrudan söylemez. Yazı bu bakımdan okuyucuda bu filmlere sansür uygulanması veya bu filmlerin ithal edilmesinin durdurulması çağrısı gibi bir algı uyandırır. On dördüncü sayısında da gangster edebiyatıyla savaĢını sürdüren ―Aile‖ bu sayıda konuyla ilgili Parent’s Magazine dergisinden imzasız bir yazı alıntılamıĢtır. Yazının baĢlığı 644 Ģudur: “Çocuklarınızın Kötülüklerinden Gangster Dergileri Sorumludur.” 642 Ali Rauf Akan, “Haydut Edebiyatıyla Mücadele”, Aile Dergisi,Gece Postası Gazetesinden Alıntı, S.9, İstanbul, 1949, s.46. 643 Tör, “Haydut Filmleriyle Savaş”, Aile Dergisi, S.13,İstanbul,1950,s.33. 236 Bu yazı da yine gangster hikâyelerinin çocukların ruhsal geliĢimi üzerinde yaptığı tahribatı anlatır. Bu tip yayınların çocukları kötü ve topluma zararlı insanlara dönüĢtürdüğünü iddia eder. Bu görüĢünü de Ģu Ģekilde açıklar: ―Gangster hikâyelerinin niçin zararlı olduğuna bakacak olursak: Bunlar hayatın kötü taraflarını süsleyerek çocuklara hoş göstermekle ona fena tesir ederler. Birçok gangster hikâyelerinde renklendirilen cinayet ve zulüm çocuk karakterinde hainlik meydana getirdiği gibi, onları vahşete ve cinayete alıştırır… Çocuklar taklit edicidirler. Kendilerini okudukları 645 gangster hikâyesinin kahramanı yerine koyarak vurup kıracaklar asıp keseceklerdir.‖ Yazı gangster hikâyeleriyle ilgili alınan tedbirlere de değinir. ABD‟nin Cincinati eyaletinde gangster dergilerinin zararlarının incelenmesi ve gerekli tedbirlerin alınması için resmî makamlarca bir komite kurulmuĢtur. Buna göre komite, Cincinati eyaletinde bu tip dergileri zararsız, az zararlı, zararlı ve çok zararlı olarak gruplandırmıĢ ve zararlı olarak değerlendirdiği dergilerin yayıncılarıyla görüĢerek bu tip dergilerin ıslah edilmesi çağrısında bulunmuĢtur. Bununla birlikte komite gangster dergilerinin yasaklanması yoluna gitmemiĢtir. 5.2.2.Edebiyata Dair Diğer Yazılar 646 Gazeteci-yazar Kemal Salih Sel derginin birinci sayısında “Bu Toprağın Masalları” adlı bir yazı yazar. Sel, bu yazısında Türk halk edebiyatının en büyük araĢtırmacısının Macar Prof.Dr. Ignas Kunos olduğunu belirtir ve Eflatun Cem Güney‟in de onun izinden giden ilk Türk olduğunu dile getirir. Ignas Kunos‟un Türk halk edebiyatına yöneliĢinin hikâyesi de bu yazı da vardır. Buna göre Macar Türkolog Ignas Kunos ilk gençliğinden beri Türk kültürüne ilgi duyan birisidir. Türkçe öğrenmeye de yine ilk gençlik yıllarında baĢlamıĢtır. Kunos,1887 yılında Ġstanbul‟da ġair Nigar Hanım‟ın evindeki bir edebi davete katılmıĢtır. Davet liler arasında Recaizade Mahmut Ekrem ve Maarif Nazırı Münif PaĢa da vardır. O gece avam edebiyatı üzerine baĢlayan bir tartıĢmadan sonra ġair Nigar Hanım‟ın ihtiyar annesi odada bulunanlara ezberinden “Bir Odun Yarıcısı” adlı masalı anlatır. Bu masalı dinledikten sonra Türk halk edebiyatına olan alakası iyice kuvvetlenen genç Ignas Kunos ömrünün kırk yılını Türk halk edebiyatını araĢtırmaya hasreder ve sayılı Türkologlardan biri haline gelir. 644 İmzasız, “Çocuklarınızın Kötülüklerinden Gangster Dergileri Sorumludur”, Aile Dergisi, S.14, İstanbul,1950, s.68. 645 İmzasız, a.g.e., s.68. 646 Kemal Salih Sel, “Bu Toprağın Masalları”, Aile Dergisi, S.1,İstanbul, 1947, ss.59-61. 237 647 Derginin üçüncü sayısında “Ballar Balını Buldum Koğanım Yağma Olsun” adında bir seçki yayımlanır. Bu seçki, aynı zamanda sanat tarihçisi olan ve 1935-1948 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi‟nde müdürlük görevinde bulunan Burhan Ümit Toprak‟ın Ballar Balını Buldum adlı kitabından yapılmıĢtır. Burhan Toprak‟ın söz konusu kitabı ahlak felsefesi türünde bir kitaptır. 648 Hüseyin Avni BaĢman‟ın “Dil Davası” adlı yazısı Aile dergisinde, Türkçe tartıĢmaları üzerine yazılmıĢ tek yazıdır. Dokuzuncu sayıda yayımlanan ve dergi standartlarına göre oldukça uzun bir yazı olan bu yazısında BaĢman, Türkçe‟nin sadeleĢip sadeleĢmeyeceği ve sadeleĢecekse ne kadar sadeleĢeleceği hakkındaki çeĢitli fikirleri ve cepheleri ele aldıktan sonra bunların hepsinde haklılık payı olduğunu belirtir. Yazıda belirtildiğine göre Türk Dil Kurumu, Türkçe‟nin yapısına uymayan Arapça ve Farsça kelimelerin dilimizden çıkarılması gerektiğini savunur ki bunda haklılık payı vardır. Nurullah Ataç tamamen özleĢtirilmiĢ bir Türkçe‟ yi savunur ki haklıdır. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, siyasi kudretin müdahalesiyle dilin inĢa edilip değiĢtirilemeyeceğini savunur ki haklıdır. Ġsmail Habip Sevük, bin yıllık bir edebiyat mazisi olan bir dilden bazı kelimelerin sırf yabancı kökenli oldukları gerekçesiyle geliĢigüzel çıkarılamayacağını savunur ki o da haklıdır. BaĢman‟ a göre dil davasının makul bir çözüme kavuĢmasının en güzel yolu tüm bu görüĢlerin haklı taraflarından bir terkip oluĢturmak ve bu görüĢlerdeki müfrit tarafların budanarak uygulanabilir bir sonuca ulaĢmaktır: ―Evet, herkes haklı. Tıpkı meşhur fıkradaki gibi: davacı da haklı, davalı da - ve hocanın karısı da. Fakat Türkçe’nin pek ağır bir haksızlığa uğradığı meydandadır. Bu hale göre bütün haklılar birbirlerini tenkitle vakit geçireceklerine hepsi bir araya gelip müşterek bir esas bulmaya ve onun üzerine çalışarak şu ilim ıstılahlarını bir hale koymaya uğraşsalar 649 olmaz mı?‖ BaĢman, özellikle fen bilimlerindeki ibarelerin kurumsal müdahalelerle TürkçeleĢtirilmesi sürecinde yanlıĢlar yapıldığını ve Türkçenin Arapça ve Farsça kelime ve ibarelerden arındırılması sürecinde Türkçe adına birtakım garipliklerin ortaya çıktığını savunur: ―Coğrafyada: güney (gün gören, güneşe maruz kalan satıh demektir) cenup yerine, kuzey( gölgede kalan, güne görmeyen satıh demektir) de şimâl yerine ―terim‖ yapıldı. Güney kutbu daima günlük güneşlik midir? Kuzey Kutbu ebediyen gölgede mi kalır, hiç gün,güneş 647 Burhan Ümit Toprak, “Ballar Balını Buldum Koğanım Yağma Olsun”, Aile Dergisi, S.3, İstanbul,1947, ss.12- 13. 648 Hüseyin Avni Başman,”Dil Davası”, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, ss.10-15. 649 Başman,a.g.e., s.13. 238 görmez mi? Daha Charlemagne zamanında mahallîlikten çıkarak kevnîleşen cihet isimleri için dünya çevresi seyahatinin dört güne indiği bu asırda bu derece dar mânâlı kelimeleri 650 ―terim‖leştirmekte isabet var mıdır?‖ BaĢman kendi Türkçe anlayıĢını Ģöyle açıklar: “Bize ileri milletlerin lisanlarında gördüğümüz gibi prensipli, kaideli, dilin ruhuna uygun her türlü cümle içinde, dili ve kulağı yadırgatmadan, kullanılmaya elverişli ıstılahlar lâzım: Garp Türkçesinin canlı kelimeleri ile yaşayan kök ve ekler ile yapılmış ıstılahlar; zaruret halinde, yakıştırma ve benzetmelere gitmeden, Yunan ve Lâtin kökleri ve ekleri ile 651 sağlam esaslara ve kaidelere göre Türkçeleştirmek şartıyla yapılmış ıstılahlar istiyoruz.‖ Yine BaĢman‟a göre dilin yapısına ve gramerine uymayan ve hem ilme hem de halkın kullandığı doğal lisana aykırı bir dil yeniliği olamaz. Böyle bir yenilik gayreti zorlamadır ve sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Siyasi irade, kurumlar, cemiyetler ve kiĢiler dayatma ve zorlamayla dil yapmak yerine hem Türkçe‟nin zenginliğini koruyan hem de artık miadını doldurmuĢ kelime ve ıstılahlardan arınmıĢ bir Türkçe‟ ye ulaĢma gayreti içinde olmalıdırlar. 652 Vedat Nedim Tör, derginin onuncu sayısındaki “Tenkidin Kalitesi” adlı yazısında sanatın iĢlevselliğini tartıĢır. Sanat bir ihtiyaç mıdır? Sanatçı insan lüzumlu mudur? Sanatın sosyal iĢlevi nedir veya böyle bir iĢlevi olmalı mıdır? Sanatçının faydacı anlamda yaĢadığı topluma ne katkısı vardır? Tör, bu yazısında bu sorulara verilebilecek cevapları tartıĢır. Tör, bu yazıyı Kaynak dergisinde yapılan bir ankete Fahir Onger‟in verdiği yanıt üzerine yazar. Fahir Onger, Kaynak‟ın sorusuna verdiği cevapta Yahya Kemal‟den söz etmiĢ ve onun sanatının toplumsal bir fonksiyonu olmadığını ima etmiĢtir. Vedat Nedim Tör‟ün sanatçının iĢlevi ve ondan beklenen toplumsal faydayla ilgili görüĢleri çok farklıdır. Tör‟e göre sanat icra etmek insanı hayvandan ayıran en temel farktır: ―İnsan ancak ―güzeli‖ aramaya ve sanat eseri yaratmaya başladığı günden beridir ki hayvan olmaktan çıktı. Mağarasının duvarlarına yaptığı ilk resimler, balık tutarken söylediği ilk nağmeler, ateş karşısında oynadığı ilk rakslar, bütün bu hayvanın yapmadığı ve hiçbir 653 zaman yapamayacağı işlerdir ki insanı insan olmak payesine eriştirdi.‖ Yazıya göre insan ancak yüksek sanat ve güzellik yarattıkça insan olur, insan olma derecesi artar. Sanatçının esas toplumsal iĢlevi de budur. Tör‟e göre Yahya Kemal ve onun gibi diğer sanatçılar da yarattıkları muazzam eserlerle güzellik yaratma medeniyetimizi 650 Başman,a.g.e., s.14. 651 Başman,a.g.e., s.15. 652 Tör, “Tenkidin Kalitesi”, Aile Dergisi, S.10, İstanbul, 1949,s.30. 653 Tör, a.g.e.,s.30. 239 pekiĢtirip güçlendirmekte ve bu bakımdan son derece faydalı bir toplumsal görev yapmaktadırlar. Aile‟nin on birinci sayısında edebiyat üzerine üç yazı yayımlanmıĢtır. Bu yazılar Ģunlardır: 654 ġevket Rado‟nun “Kâğıtlar Arasından” adlı yazısı bir öğretici mahiyetli kısa hikâyeler ve vecizeler derlemesidir. Fransız yazar André Maurois, Corneille Lisesi‟ni 1949 yılında bitiren öğrencilere yönelik bir konuĢma yapmıĢtır. Aile dergisi de eğitim-öğretim prensipleri bakımından yüksek fikirler barındırdığını düĢünerek bu konuĢmayı Les Nouvelles 655 Literaires dergisinden alıntılayarak on birinci sayısında “Sevgili ArkadaĢlarım” baĢlığıyla yayımlar. Yine aynı sayıda “ Oscar Wilde Böyle DüĢünürdü” adlı bir bölüm vardır. L’Esprit de Wilde dergisinden alıntılanan bu bölümde Oscar Wilde‟a ait birtakım özdeyiĢler derginin okuyucularıyla paylaĢılır. Abdülhak ġinasi Hisar, derginin on birinci sayısındaki “Bir Edebiyatçıya 656 Nasihatlar” baĢlıklı yazısında edebiyatla meĢgul olan yahut edebiyata alaka duyan kiĢilere birtakım nasihat ve tavsiyelerde bulunur. Bu nasihatler edebiyatın dil ve üslup tarafından ziyade fikrî tarafına yöneliktir. Bu nasihatlerden bir kısmını buraya almak yararlı olacaktır: ―Söylediğin sözler bari hoşuna gitmeli ki söylenmeye değsin. Söylediklerinden hiç olmazsa kendin zevk almalısın. Hoşnut olmayacağın şeylerden ne diye bahsedersin? Sözüne değmeyeceklerle ne diye konuşursun? Tariz etmek için bile bir üstadı intihap et! Ruhun kabul etmeden kapı dışına bıraktığı malumattan sanat namına bir hayır gelmez. Emniyetimizi temin için malumatımızı bir iman haline koymak lazım gelir. Bir edibin vazifesi kafasının inandığı fikirleri ruhunun hisleri haline yükseltmektir. Çıkmaz sokaklardan çıkarak sonsuz ufukları seyret; laubaliliğin bozuk havasından kurtularak, açıklıkta mensup olduğun millete hitap et; samimiyetin mahrem birkaç arkadaşına değil, bütün beşeriyete açılsın! Morfine alışanlar gittikçe daha çok morfin ararlar. Edebiyata alışanlar da gittikçe 657 daha su katılmamış, daha koyu, daha safi, daha çok edebiyat ararlar.‖ Aile dergisi dünya edebiyatıyla ilgili konulara da zaman zaman sayfalarında yer vermiĢtir. Goethe‟nin 200. doğum yıldönümü olan 1949 yılı dünyada Goethe olarak yılı ilan edilmiĢtir. Bu nedenle Vedat Bedim Tör ve sosyolog Cahit Tanyol Alman Ģairle ilgili Aile’nin on birinci ve on üçüncü sayılarında fikir yazısı mahiyetinde yazılar yayımlamıĢlardır. 654 Rado, “Kâğıtlar Arasında”,Aile Dergisi, S.11,İstanbul,1949,ss.22-23. 655 André Maurois, “Sevgili Arkadaşlarım”, Aile Dergisi, S.11,İstanbul,1949,ss.29-31. 656 Hisar , “Bir Edebiyatçıya Nasihatler”, Aile Dergisi, S.11, İstanbul, 1949, ss.8-9. 657 Hisar , a.g.e.,ss.8-9. 240 658 Derginin on birinci sayısındaki “Niçin Goethe Yılı” baĢlıklı yazısında Vedat Nedim Tör, Goethe‟yi “zamanımızın peygamberi” ve “Alman milletinin gururu” olarak niteleyerek onun fikirlerinin ve kozmopolit sanatının medenîleĢtikçe barbarlaĢan insanlığı kurtaracak reçete olduğunu savunur. Goethe Faust adlı eseriyle canavarlığın yerine birleĢtirici ve ahlâklı olgun insan ruhunu; politika Ģeytanının yerine sanatkâr filozofu, yıkıcı kudret yerine yaratıcı kudreti koymak rüyasını görür. Ġnsanlık ya Goethe‟nin bu rüyasını paylaĢacak ya da gitgide Ģiddetlenen bir barbarlıkla birbirini yiyecek ve yok olacaktır: ―Karabahtlı dünyamızın beş kıtasından Goethe’nin asil ruhuna doğru uzanan binlerce ve binlerce ümitsiz el ve onun güzel yüzüne doğru huşuyla çevrilen binlerce ve binlerce bezgin gövde, bu netameli çağrımızdan kurtulup feraha, sükûna kavuşmak için yalvarıyor. Gözlerini hayata ―ışık, daha fazla ışık‖ diye kapayan Goethe’den şimdi bütün insanlık felâhın ve 659 necâtın nurlarını bekliyor.‖ Sosyolog ve yazar Cahit Tanyol Aile dergisinin on üçüncü sayısında Johann Wolfgang 660 von Goethe‟ye dair “Goethe‟ye, ġaire ve ÇağdaĢ Ġnsana Dair” adlı bir övgü yazısı yazmıĢtır. Goethe‟yi çağdaĢ insanlık âleminin en büyük Ģairi olarak niteleyen Tanyol‟a göre Rönesans ve aydınlanma çağı sonrası dönemde doğmuĢ ve yetiĢmiĢ olan Goethe yaĢayan insanlığın Dante ve Shakespeare gibi isimlere nazaran daha çok sahiplendiği ve içselleĢtirdiği bir isimdir. Dante ve Shakespeare sanatlarını doğaüstülükten, dinlerden ve insan ötesi âlemlerden alırken Goethe tastamam insan odaklıdır ve onun saf insanı sanata ve Ģiire mevzu olmak için efsanelere veya mucizelere muhtaç değildir: ―Goethe, beşerî (humaine) olmanın ve beşeri kalmanın sırrını bilen, hayatında ve eserlerinde daima insaniyi temsil eden adamdır… O sadece insanı ve insan mahiyetinin icaplarını kendisinde en aydınlık şekilde aksettiren adamdır. Bunun tek şahidi, onun hiçbir masalı, hiçbir mucizeyi imdadına çağırmadan, büyüklüğünü ve dehasını korumasıdır. O tarihe yeni bir efsane getirmedi. Peygamberlerin tam tersine, efsaneye insaniyeti soktu. 661 Ömrünü baştanbaşa kuşatan Faust’un ana hedeflerinden biridir.‖ Tanyol‟a göre sanatların prensi Ģiirdir ve hiçbir sanat insanı Ģiir kadar iyi anlatamaz. 1749 ile 1832 yılları arasında yaĢayan Goethe ise Ģiirini besleyen kaynağın ilahîlik veya mucizevîlik değil; beĢer ve beĢeriyet olması bakımından eski Ģairlerden ayrılır. Tanyol, insanı saf haliyle algılayıp kabullenen ve Ģiirine malzeme yapan Goethe‟nin ilahî culte‟ün yerine beĢerî culte‟ ü getirdiğini söyler. 658 Tör, “Niçin Goethe Yılı?”, Aile Dergisi, S.11, İstanbul,1949, s.21. 659 Tör, a.g.e.,s.21. 660 Tanyol, “Goethe‟ye, Şaire ve Çağdaş İnsana Dair”, Aile Dergisi, S.13, İstanbul, 1950, ss.25-28. 661 Tanyol, a.g.e., s.26. 241 Tanyol, yazısında Goethe‟yi Dante ve Shakespeare ile kıyaslar. Fakat kıyaslama sanat ve Ģiir kudretleri bakımından değildir. Onun bu üç sanatçıyı kıyaslayıĢı insanlık üzerinde yarattıkları benimsenme ve kabullenilme etkisiyle ilgilidir: ―Bugünkü insanlığın Dante ve Shakespeare’e, Goethe’yi tercih etmeleri onların daha küçük çapta olmalarından değil, daha ziyade modern düşüncenin Goethe ile aynı dünya 662 vatandaşlığında birleşmesindedir.‖ Tanyol‟a göre Goethe müĢterek insanlığın ve dünya vatandaĢlığı ülküsünün en önemli sembollerinden biridir. Onun sanatında mucizelerden ve efsanelerden arınmıĢ bir halde merkezde bulunan saf insan din, dil, ırk farkı gözetmeden onda kendisini bulur ve onun yarattığı beĢeri medeniyetin bir parçası olduğunu hissetmekten haz duyar. Goethe, insanı efsanelere muhtaç görmez, insanı en saf haliyle efsanevi ve mucizevi bulur. Aile‟de Goethe ile ilgili iki yazı yayımlanmıĢtır ve dergi 1949 Goethe Yılı‟nda ünlü Ģairi yayımladığı bu iki yazıyla anmıĢtır. Goethe üzerine Aile dergisinde yayımlanan yazıların adedi ikiden ibarettir. 663 Sabahattin Kudret Aksal derginin on beĢinci sayısındaki “Halkın Zevki” baĢlıklı yazısında elitist sanatla halk için yapılan sanat meselesini tartıĢır. Sabahattin Kudret‟in bu yazısında sorduğu soru aslında evrensel ve tüm zamanları kapsayan bir sorudur. Sanat halk için mi yapılır yoksa sadece yüksek zümreden mürekkep yalamıĢ kiĢilerin anlayabileceği bir estetik gayeyle mi yapılır? Sabahattin Kudret bu soruya Ģu soruyu da ilave eder: Sanatçının halk için yazması ne demektir? Yazıda temel olarak halk için yazmanın kötü yazmaya mazeret olamayacağı ve halkın sanat zevkini yükseltme sorumluluğunun da yine sanatçının omuzlarında olduğu fikri savunulmuĢtur. Her sanatçı bilinmek, tanınmak, umursanmak ister. Eğer öyle olmasaydı yazdıkları kitapları, yaptıkları besteleri yayımlamaz veya resim sergisi açmazlardı. Halk tarafından rağbet görmek sanatçı için hem iyidir hem de kötüdür. Ġyidir, çünkü eserine halk içinde rağbet ve alaka bulmakla sanatçı sanatının maddi ve manevi karĢılığını almıĢ olur. Kötüdür, çünkü bir esere halkın aĢırı ilgi göstermesi o sanat eserin estetik değeri hakkında kuĢkulara yol açar. Fakat tekrar etmekte fayda vardır ki halkın estetik değerini ve sanat eserlerine karĢı beğeni durumunu tayin eden de yine sanatçının kendisidir. Sabahattin Kudret bu görüĢünü Ģu cümlelerle açıklar: “Kabiliyetsizliklerini halkın, okuyucunun zevki perdesi altında gizlemeye çalışanlar herhalde gerçeği söylemiyorlar. Hiçbir zaman halk, okuyucu bir zevki ortaya atmaz. Ortaya 662 Tanyol, a.g.e., s.27. 663 Aksal, “Halkın Zevki”, Aile Dergisi, S.15, İstanbul, 1950, ss.25-26. 242 bir zevk atmak işi sanatçınındır. Sanat adamı, fikir adamı her an daha yeni, daha gerçek bir düşüncenin peşindedir. Peşinde olması gerektir. Okuyucunun da bazen sanatçının görüşüne uymayan görüşleri olabilir. Ama o da tam manasıyla okuyucunun değildir gerçekte. Kim bilir 664 hangi geçmiş zaman sanatçısının malıdır.‖ Derginin on dokuzuncu sayısındaki Illinois Tech Engineer dergisinden alıntılan 665 “Çabuk Okumak” baĢlıklı yazı anlayarak çabuk okumak konusu üzerinedir. Zaman ilerledikçe ve devirler değiĢtikçe okunmaya değer ve okunması gereken kitap sayısı çoğalmaktadır. ĠĢte bu yazı da entelektüel birikimini okuyarak zenginleĢtirmek isteyen insanlara anlayarak hızlı okumakla ilgili birtakım bilgiler ve ipuçları verir. 666 Yirminci sayıda ise “Büyük Yazarlar ĠĢ BaĢında” isimli Colophon dergisinden alıntılanan imzasız bir yazı vardır. Bu yazıda meĢhur yabancı yazarların sıra dıĢı çalıĢma alıĢkanlıkları hakkında bilgi verilir. Mesela Fransız yazar Victor Hugo ayakta yazar ve bazen aralıksız on dört saat boyunca ayakta dikilerek yazdığı olurdu. Yine yazıya Alexandre Dumas ve Walter Scott gibi yazarlar bir kitaba baĢladıkları zaman kendilerini evlerine hapsederler ve kitabı bitirene kadar evden çıkmazlardı. 5.2.3. Kitap Tanıtımları Aile dergisinin belli sayılarında kitap tanıtma amaçlı yazılar da yayımlanmıĢtır. Dergide tanıtımı yapılan kitaplar, Doğan KardeĢ Yayınları‟nın yayımladığı kitaplardır ki bu tezin ikinci bölümünde söz edildiği gibi Aile dergisi bu matbaada basılmıĢtır. Bu bakımdan dergide yapılan kitap tanıtımlarında kültürel kaygılarla birlikte ticarî kaygıların da etkisinin olduğunu söylemek yanlıĢ olmaz. Hemen belirtilmelidir ki kitap tanıtımlarına ayrılmıĢ bu tip bölümler Aile dergisinin her sayısında yoktur. Bu çerçevede derginin birinci sayısında Fahir Onger, “Ġki Okunacak Kitap” adlı bir bölüm hazırlamıĢtır. Bu bölümde Faik Baysal‟ın 1944 yılında çıkan romanı Sarduvan ve Üniversite Kitabevi adlı yayınevinin “Delilik” adını verdiği kültür yayınları serisi tanıtılır. Derginin bir sonraki sayısında Fahir Onger, Vedat Nedim Tör‟ün Resim Öğretmeni adlı hikâye kitabını okuyuculara tanıtır. Derginin dokuzuncu sayısında Doğan KardeĢ Yayınları‟nın Orhan Veli Kanık‟ın tercümesiyle yayımladığı La Fontaine’in Masalları tanıtılır. Bu tanıtım bir çeĢit reklam gibidir. Ercüment Ekrem Talu, Mithat Cemal Kuntay, Abidin Daver gibi yazarların bu 664 Aksal, a.g.e., ss.25-26. 665 İmzasız, “Çabuk Okumak”, Aile Dergisi, S.19,İstanbul,1951, ss.62-63. 666 İmzasız, “Büyük Yazarlar İş Başında”,Aile Dergisi, S.20,İstanbul, 1952, ss.25-26. 243 masalların tercüme edilip yayımlanmasıyla ilgili çeĢitli gazetelerde yazdığı övgü yazılarından bir seçki yapılarak dergideki bu tanıtım yazısına konmuĢtur. On üçüncü sayıdaki “Tabiat Ana Anlatıyor” adlı yazıda ise Doğan KardeĢ Yayınları arasından çıkan Tabiat Ana Anlatıyor adlı çocuk masalları kitabı hakkında ünlü yazarların görüĢleri aktarılarak kitabın tanıtımı yapılmıĢtır. Tabiat Ana Anlatıyor Eflatun Cem Güney‟in yazdığı Açıl Sofram Açıl adlı masal kitabından sonra Doğan KardeĢ Yayınları‟nın kurduğu Güzel Kitaplar serisinden çıkan ikinci kitaptır. Vala Nurettin, Sadun Galip ve Burhan Felek gibi yazarlar derginin bu bölümünde bu kitapla ilgili olumlu görüĢlerini açıklamıĢlardır. Bu yazı Doğan KardeĢ Yayınları tarafından iki masal kitabı yayımlanması üzerine kaleme alınmıĢtır. “Nar Tanesi” ve “Kara Yılan” adlı bu halk masalları kitaplarını yayımlayan Eflatun Cem Güney‟dir ve bu masal kitapları Türkiye‟de basılan ilk Türk halk masallarıdır. 5.3. Gezi Yazıları Aile dergisinin yazar kadrosuna on dördüncü sayıdan itibaren Yakup Kadri Karaosmanoğlu da katılmıĢtır. Dergi, Yakup Kadri‟nin yazar kadrosuna katılımını okuyucularına Ģu Ģekilde duyurur: “Büyük edibimiz Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu ―Aile‖ miz içinde görmekle bahtiyarız. Bundan böyle her sayımız için bir yazı vermeyi vaat ettiğini de okuyucularımıza bildiririz.‖ Dergi böyle söylemiĢtir. Ancak Yakup Kadri‟nin dergideki varlığı iki sayıdan ibaret kalmıĢtır. On dördüncü ve on beĢinci sayılarda yayımlanan iki bölümlük Tahran Mektupları‟ ndan sonra Yakup Kadri dergiye bir daha yazı vermemiĢtir. 667 Ġki bölüm halinde yayımlanan ve bir gezi yazısı olan “Tahran Mektupları” nın ilk 668 bölümü derginin on dördüncü sayısında yayımlanır. Yakup Kadri, Ġran‟ın baĢkenti Tahran‟a yaptığı bir ziyarete dair izlenimlerini ve duygularını bu yazıda dile getirmiĢtir. Bu izlenimler ve duygular Tahran‟ın kültürel ve sanatsal durumuyla ilgilidir. Yazıdan yazarın Tahran‟a giderken büyük kültürel ve sanatsal beklentiler içinde olduğu anlaĢılmaktadır. Çünkü Ġran Doğu‟nun en büyük medeniyetlerinden birisidir ve Tahran da bu büyük medeniyetin baĢkentidir. Fakat Tahran yazarı büyük bir hayal kırıklığına uğratır. Çünkü modern Tahran büyük bir zevksizlik ve estetiksizlik yurdu gibidir. 667 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Tahran Mektupları 1”, Aile Dergisi, S.14, İstanbul, 1950, ss.4-6 ve “Tahran Mektupları 2”, Aile Dergisi, S.15, İstanbul, 1950,ss.4-6. 668 Karaosmanoğlu, “Tahran Mektupları 1”, Aile Dergisi, S.14, İstanbul, 1950, ss.4-6. 244 Tahran‟ın Hıyaban-ı Firdevsi adında bir caddesi vardır. Yazar bu caddeye gitmiĢ ve burada Firdevsi‟ nin büyük bir tunç heykelini görmüĢtür. Ancak heykel sanatsal anlamda pek bir Ģey ifade etmediği gibi Firdevsi‟ nin tarihi kimliğini de doğru bir biçimde yansıtmaktan uzaktır. Ġran tarih boyunca Doğu‟nun en büyük Ģairlerini yetiĢtirmiĢtir. Farsça son derece güzel ve kulağa zarif gelen bir dildir. Tüm bunlar Yakup Kadri‟de Ġran‟ın bütün bir ülke olarak yüksek kültür ve estetik değerler çevresinde oluĢtuğu ön yargısını oluĢturmuĢtur. Fakat hakikat hiç de öyle değildir. Ülke tarihin yadigârı olan yüksek kültürle zevksizlik arasında ikiye bölünmüĢ gibidir. Yakup Kadri, bu kültürel bölünmüĢlüğü Firdevsi örneğinden yola çıkarak anlatır. Firdevsî edebiyat tarihinin en büyük destan Ģairlerinden biridir. Ġran ulusal destanlarından yola çıkarak ġehnâme adlı altmıĢ bin beyitlik dev manzum eserini yazmıĢtır. Ancak çağdaĢ Tahran‟da Firdevsi‟nin büyük kültüründen ve sanatından pek eser kalmamıĢtır. Tahran‟da sinemalar, fotoğrafçılar, inĢaatçılar ve hırdavatçı dükkânı gibi yerler mekânlarına Firdevsî‟nin adını vermiĢlerdir. Fakat bu Yakup Kadri‟ye göre kültürel anlamda çürümeye ve yozlaĢmaya delalet eder. Nitekim ona göre Tahran Ģehri de güzellikten mahrum, kaotik ve zevksiz bir Ģehirdir: ―…o destan devirlerinin hasreti ile yanıp tutuşmaktan ve bu katranlı çimento caddelerdeki makine mahşerinin vahşi yaygaralarından bir cehennem azabı duymaktayım. Düşünüyorum ki görgüsüz ve çığırtkan bir medeniyetin istilasına uğramış bu eski hülya ülkesinde artık ne bana ne ona yer kalmıştır. Farsça dediğimiz somaki mermer renkli, altın parıltılı söz malzemesinin bu ustabaşını çevreleyen şu derme çatma çerden çöpten 669 evceğizlerle dükkâncıklar da onun namına gözümü gönlümü incitip durmaktadır.‖ Yakup Kadri‟ye göre Farsça büyük ve çok güzel bir lisandır. Söz varlığı ve telaffuzu musiki ve zarafet doludur. Ġranlı Ģairler “atalarımızın taptığı Tanrılardır”. Farsça‟nın bu güzelliği yazarda Tahran‟a dair büyük beklentiler oluĢturmuĢtur. Böylesine güzel ve büyük bir lisanı konuĢan bir milletin Ģehirleri de güzel olmalıdır. Ancak hiç de öyle değildir. Tahran‟ı oluĢturan evlere ve mahallere çirkinlik hâkimdir: ―Hele başımızı bu levhaların biraz daha yukarısına kaldırıp bazı evlerin balkon parmaklıklarından sarkan ıslak çocuk donlarıyla kadın gömleklerini görünce bu rüyadan uyanış haliniz bir nevi isyana inkılap eder. Şehname şairinin etrafını saran bütün bu süprüntü 669 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.5. 245 yığınlarını ateşe vermek, bu saygısız bezirgânlarla bu kuru kalabalığı savıp dağıtmak ve bu 670 makine mahşerinin vahşi uğultusuna ―dur!‖ diye haykırmak isteriz . Yakup Kadri Tahran‟a büyük kültürel beklentilerle gitmiĢtir ve karĢılaĢtığı Tahran onu hayal kırıklığına uğratmıĢtır. Ancak yine de Fars kültürünün ana vatanında bulunmaktan memnundur. Çünkü orada bulunmak yazara büyük Fars kültürünü daha yoğun bir Ģekilde yaĢamak ve solumak Ģansı vermiĢtir. Nitekim derginin bir sonraki sayısı olan on beĢinci sayıda yayımlanan Tahran Mektupları‟ nın ikinci bölümünde yazar bu defa bir minekâri ustasının atölyesini ziyaret eder ve bu atölyede Ġran‟ın ve ġark‟ın büyük mazisinin bir kez daha inkiĢaf ettiği bir sanat eseriyle 671 karĢılaĢır. Modern dünyadan uzak bir halde çalıĢan ve bir uzlet hayatı sürmekte olan minekâri ustası yazara ve yanındakilere “Yusuf ile Züleyha‟yı mı görmeye geldiniz?” diye sorar ve dükkânını geliĢigüzel doldurmuĢ olan bir yığın eĢyanın arasından bir minyatür çıkarıp uzatır. Minekâri ustası bir karıĢ fildiĢi parçası üzerine Yusuf ile Züleyha hikâyesinin en heyecanlı sahnelerinden birini muazzam bir sanatla nakĢetmiĢtir ve bu eser Yakup Kadri‟yi Ġran kültürüne bir kez daha hayran bırakır ve yazar antik Yunan kültürüne hayran Batı‟yı büyük Ġran kültürünü keĢfetmeye çağırır: ―Lakin minakâri ustasının bir karış fildişi parçası üzerine serdiği hayranlık sahnesi başlı başına bir Kısas-ı Enbiya cildini dolduracak kadar geniş bir cezbe ve şeydalık âlemidir… Anakreon neredesin? Pindar neredesin? Bakanta’lar neredesiniz? Gelin de şu paçavralara bürülü ihtiyar Şark satirinin barbar diye andığınız Farslar diyarının çorak 672 toprakları üstünde yaptığı şu Diyonizos ayinini seyredin.‖ Yakup Kadri‟nin Tahran izlenimlerinin iki yönü vardır: 1- Tahran yer yer pejmürde bir Ģehir görüntüsünde olsa da bu Ģehirde Ġran kültürüne ait çok önemli zenginlikler hâlâ yaĢamaktadır. 2- ġehrin sokaklarına, binalarına ve halkına hâkim olan paspallık, kaos, düzensizlik ve zevksizlik yaĢayan Ġran halkıyla Ġran kültürü arasında estetik bir bağ olmadığını gösterir. 673 Aile‟nin on ikinci sayısında “Bir Fin Hamamı Röportajı” adında bir yazı vardır. Bir gezi yazısı olan bu yazıda yazar Ġsveç‟e yaptığı bir ziyarette deneyimlediği Fin hamamlarıyla ilgili izlenim ve duygularını anlatmaktadır. “Bastu” denilen Fin hamamları Ġsveç‟te yeniden canlandırılmıĢ ve yazar bu hamamlardan birine uğramadan Ġsveç‟ten ayrılmak istememiĢtir. 670 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.5. 671 Karaosmanoğlu, “Tahran Mektupları 2”, Aile Dergisi, S.15,İstanbul, 1950, ss.4-6. 672 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.6. 673 İmzasız, “Bir Fin Hamamı Röportajı”,çev. Gülgün Üstündağ, Aile Dergisi, S.12,İstanbul, 1950, ss.60-66. 246 Birkaç aylık bir arayıĢtan sonra yazar tam istediği gibi bir Fin Hamamı bulur ve gece girdiği bu hamamda yaĢadıklarını ve hissettiklerini okuyucularıyla paylaĢır. Derginin on altıncı sayısında Amerika ve Amerikalılar‟ la ilgili olumlu ve övgü dolu 674 bir yazı vardır. “Mühim Bir ġey” adlı bu yazı ABD‟ye bir seyahatte bulunan ġevket Rado‟ ya aittir. ġevket Rado Amerika‟nın görkemli binalarından, yeraltı ulaĢım sistemlerinden ve insanlarının çalıĢkanlığından çok etkilenmiĢtir. Ancak onu Amerika‟da en çok etkileyen Ģey toplum hayatında ve aile içlerinde çocuklara verilen önem ve duyulan saygıdır. Amerika‟da çocuklar en küçük yaĢlarından itibaren birer birey muamelesi görürler, fikirleri sorulur ve sordukları sorulara yahut taleplerine çok mantıklı ve makul cevaplar verilir. Bu sayede Amerikalı bir çocuk on dört-on beĢ yaĢına geldiğinde hayatına yön çizecek olgunluğa ve ehliyete eriĢmiĢ olur. Rado‟ya göreyse Türkiye‟deki çocuk yetiĢtirme tarzından dolayı yirmi beĢ-otuz yaĢına gelip hâlâ babasının eline bakan ve bir türlü olgunlaĢamayan insanlar vardır. 5.4.Sosyal Yazılar 5.4.1.Aldous Huxley’in Yazıları Ġngiliz romancı, yazar ve fikir adamı Aldous Huxley de yazılarıyla Aile dergisinde yer alan isimlerdendir. Huxley, Aile dergisinde yayımlanan yazılarında genel olarak modern insana ve moderniteye ait kusurları ortaya koyar ve eleĢtirir. Huxley‟in dergide yayımlanan yazılarının baĢka kaynaklardan alıntılanmıĢ olması ihtimali yüksektir. Fakat dergide bu yazıların alıntılandığı kaynağa dair bilgi verilmez. Aldous Huxley‟in Aile dergisindeki ilk yazısı derginin ikinci sayısında çıkar. “Konfor 675 ve Ruhi Hayat” (Ġng.Comfort And Spiritual Life) baĢlıklı bu yazısında Aldous Huxley günlük hayattaki oturma biçimleriyle demokrasi arasında bir iliĢki kurar ve insanların çeĢitli yerlerde rahat rahat oturabilmesinin bile demokrasinin geliĢmesi sayesinde mümkün olduğunu söyler. Huxley‟e göre günlük hayatta rahat ve geniĢ davranmak eğer demokrasi evrensel ölçekte geliĢmeseydi mümkün olmayacaktı. Yazıya göre mutlak monarĢilerin ve krallık düzenlerinin dünyaya hâkim olduğu dönemde insanlar arasındaki hiyerarĢi ve günlük saygı kuralları o kadar katıdır ki topluluk içinde arkaya yaslanmak veya vücudun rahat edebileceği bir pozisyonda oturmak sadece 674 Rado, “Mühim Bir Şey”, Aile Dergisi, S.16,İstanbul, 1951, s.3. 675 Aldous Huxley, “Konfor ve Ruhi Hayat”, çev. Vahit Turhan, Aile Dergisi, S.2, İstanbul, 1947, ss.20-22. 247 krallara mahsus bir imtiyazdır. Fakat onlar dahi kalabalık içinde karizmalarını ve haĢmetlerini zedelemeyecek bir Ģekilde oturmak zorundadırlar: Hâlbuki eski devirlerde insan cemiyeti öyle bir silsile-i meratibe tabi idi ki her an küçüklere karşı müessir, büyüklere karşı saygılı görünmek icap ediyordu. Böyle bir cemiyette tembel tembel uzanmak imkânsızdı. (…) O zaman tembel tembel uzanmak sadece bir merasim meselesi idi, vakardan hiçbir şey kaybettirmiyordu. Doğru, alelade zamanlarda Kral otururdu. Fakat bu oturuş dik ve vakarlı idi. Haşmetli görünüşünü muhafaza etmesi lazım geliyordu.(Zira eninde sonunda haşmet haşmetli görünmekten başka bir şey değil ki!) (…) Kralın sarayında cari olan bu usul asillerin malikânelerinde de yürürlükte idi. Köy ağasının adamlarına tâcirin çırak ve hizmetkârlarına karşı takındığı tavır, Kralın saray erkânına karşı takındığı tavrın ayni idi. Bütün hallerde büyükler vakarlı olarak büyüklüklerini, küçükler hürmetkâr durarak küçük 676 olduklarını göstermek zorunda idiler . Yazara göre eski zamanlarda kralın sarayındaki hiyerarĢi ve katı kurallar silsilesi aile içinde de geçerlidir. Çocuklar babalarının karĢısında edeple ve saygıyla oturmalı ve çok dikkatli olmalıdırlar. Aksi takdirde ağır bir Ģekilde cezalandırılabilirler. Aldous Huxley ironik ve mizahi bir üslupla yazdığı bu yazısında demokrasinin sadece ülkeyi yönetecek erki seçme fonksiyonu olmadığını anlatır. Demokrasi toplumsal hayatın en ücra köĢelerine kadar nüfuz edebilen bir yönetim biçimidir ve icabında günlük hayattaki toplumsal ve kiĢilerarası iliĢkilerin mahiyetini, hüviyetini ve yönünü belirleyen en büyük faktör olur. Öyle ki gücünü Tanrı‟dan aldığına inanılan krallar ve babalar karĢısında sıradan insanlar kiĢilik haklarını ancak demokrasi sayesinde elde edebilmiĢ ve koruyabilmiĢtir. Demokrasinin insan hayatındaki basit adet ve alıĢkanlıklar üzerindeki etkisini anlatmak için bu yazısında bir eski zamanlar-modern zamanlar kıyaslaması yapan Huxley derginin yedinci sayısında yayımlanan yazısında aynı kıyaslama üzerinden bu sefer insanoğlunun değiĢen zaman algısını dile getirir. “Zaman ve Makine” (Ġng.Time And Machine) baĢlıklı bu yazısında Huxley sanayi 677 devrimi öncesinde yaĢayan insanların zaman algısının büsbütün baĢka olduğunu dile getirir . Huxley, bu yazısında insanoğlunun kozmik zaman algısından mekanik zaman algısına doğru evrilmesini anlatır. Huxley‟e göre sanayi devrimi ve makineleĢme saatlere ve saniyelere dayalı zamanın gerçek mucididir. Çünkü günlük yaĢam temposu çok artmıĢ ve hızlanan yaĢamın içinde 676 Huxley, a.g.e., ss.20-21. 677 Huxley, “Zaman ve Makine”, Aile Dergisi, S.7, İstanbul, 1948,ss.12-14. 248 insanlar sürekli bir yerlere ve bir Ģeylere yetiĢmek zorunluluğuna düĢmüĢlerdir. Bu tür zaman algısı aslında insanlığın baĢına belâdır: ―Zaman başımızın belâsıdır. Yelkovanın kadran üzerinde yürüyüşünün, hattâ saniyelerin geçişinin daima farkındayız. Bunu fark etmeye mecburuz da. Çünkü yetişilecek trenler, tam vaktine kurulacak kontrol saatleri, muayyen müddetler içinde görülecek işler, saniyenin bilmem kaçta kaçıyla kırılacak rekorlar, hayatın gidişini tayin eden ve bizim uymak 678 zorunda olduğumuz makineler vardır.‖ Yazıya göre eski insanlar için geçerli olan zaman çeĢidi kozmik zamandır. Eski insanlar zamanı çarklardan oluĢan duvar veya kol saatleriyle değil; güneĢin ve ayın hareketlerine göre belirlerlemiĢlerdir. Çünkü eski insanların günlük hayatı sanayi devriminin yarattığı toplumların günlük hayatı kadar karmaĢık ve mekanik değildir. Hayatını kozmik zamana göre organize eden eski zaman zanaatçıları bir iĢi bitirmek için saatlerin hatta dakikaların baskısı altında değillerdir. Eski zamanın üretim hayatı, burçlar ve birtakım dini kurallar, kozmik zamana göre ĢekillenmiĢtir. Hayat yavaĢtır. Sanayi devrimi öncesi insanları kendilerini her saniye bir Ģey yapmak zorunda hissetmezler: ―Bizim her biri bir iş veya zevkle dolu olması lazım gelen bir dakikalar koleksiyonu saydığımız mefhumumuz, eski Yunanlılara nasıl tamamile yabancı idi ise Şarklıya da öylece yabancıdır. Sanayi devrine henüz girmemiş adam için zaman rahat ve yavaş bir akışla geçer; 679 o, her dakika ile alakalı değildir, çünkü dakikaların varlığı fikrine alıştırılmamıştır.‖ Oysa sanayi devrimi sonrası insanlarının zaman algısı tamamen mekanik ve makineye dayalı bir iĢleyiĢe dayanır. Sürekli bir Ģeylere veya bir yerlere yetiĢmek zorunda olan, yüklendiği iĢi veya ödevi bitirmek zorunda olan yeni insan, hayatını saatlere, dakikalara hatta saniyelere göre organize etmek zorunluluğuna düĢmüĢtür. Bu zamansa sun‟i bir zamandır. GüneĢle, ayla ölçülen kozmik zamandan bu yeni insan habersiz gibidir. Oysa eski insanlar güneĢin ve mevsimlerin hareketlerine göre Ģekillenen kozmik zamanın doğal ve düĢük temposuna göre yaĢamıĢlardır. Aldous Huxley Aile dergisinin on beĢinci sayısında yayımlanan “AĢırı Züppelikler” (Ġng. English Snobbery) adlı yazısında modern insanın ikiyüzlülüğünü, yapaylığını, sanayi devrimi, küreselleĢme ve kültür endüstrisi gibi hakikatlerin yarattığı bireyleri ve toplumları 680 satirik bir üslupla eleĢtirir. 678 Huxley,a.g.e., s.12 . 679 Huxley,a.g.e.,s.13. 680 Huxley, “Aşırı Züppelikler”, çev. Arif Derebeyoğlu, Aile Dergisi, S.15, İstanbul,1950, ss.16-19. 249 Huxley, yazısında hastalık züppeliği, iĢret züppeliği, yenilik züppeliği ve sanat züppeliği olarak toplam dört züppelik tanımlar ve alaycı bir dille bunları eleĢtirir. Ona göre bu züppelerin ortak gayesi dikkat çekmek ve ilginç görünmektir. Huxley‟ e göre peĢinde koĢacak bir gayesi yahut bir amacı kalmayan modern insan, dikkat çekmek için olmadık aĢırılıklara ve züppeliklere baĢvurur. Sanayi devriminin getirdiği yozlaĢma ve ahlaki çürüme insanları kendisine göre kutsal amaçlardan mahrum bırakmıĢ olabilir. Ama insanların dikkat çekme açlığı devam etmektedir. Modern zamanlarda insanlar romantik amaçlardan ve masalsı hüviyetlerden mahrum oldukları için birtakım aĢırılıklarla ve aĢırılığa varan züppeliklerle ilgi odağı olmaya çalıĢırlar. Bazıları bir hastalığın pençesindeymiĢ gibi davranır, bazıları herkesin görebileceği yerlerde kendisini içkiye vererek berduĢu oynar, bazıları da her türlü modayı ve yeniliği takip ve tatbik ederek dikkat çekmeye çalıĢır. Kapitalizm ve modern endüstri bu tip aĢırılıkları ve züppelikleri teĢvik eder, cesaretlendirir. Çünkü bir yenilik ne kadar kolay eskir ve bir moda ne kadar çabuk unutulursa Ģirketler yeni ürettikleri malları o kadar kolay satarlar. Huxley‟in “yenilik snobluğu” dediği olgu Ģirketler ve kapital markalar için büyük bir yaĢam ve kâr kaynağıdır: “Müstehlik satın aldığı her hangi bir şeyi elinden ne kadar çabuk kaldırıp atarsa, bu hal istihsalcinin işine o nispette çok yarayacaktır ve istihsalci de bir taraftan daha çürük 681 mallar yapmaya başlayacaktır .‖ Sanat züppeleri ise sanat eserlerine ve bilhassa resim sanatına düĢkünlükleriyle bilinirler. Huxley‟in platonik sanat snobu olarak tanımladığı kiĢiler zengin olmadıkları için pahalı sanat eserlerini alamazlar ve ancak sanat düĢkünlüğünün kültürlü görünme faydasından istifade ederler. Platonik olmayan zengin sanat snobları paraları pahalı resimlere ve eski yahut yeni sanat eserlerine yatırarak prestij kazanma peĢindedirler. Ancak bu tip snobluk Huxley‟e göre sanat için faydalıdır. Çünkü zengin sanat snobları sanatçının para kazanmasını ve yeni sanat eserleri için gayretlenmesini sağlarlar. 5.4.2.Mesut Cemil’in Yazıları Aile dergisinin kedilere özel bir merakı vardır. Derginin çeĢitli sayılarında çeĢitli yazarlar gözlemledikleri veya evlerinde besledikleri kedilerle ilgili izlenim, fikir ve duygularını paylaĢırlar. Derginin kedilerle ilgili yazıları sayfalarına sık sık taĢımasında 681 Huxley, a.g.e.,s.17. 250 kedilerin geleneksel olarak Türk evlerinde çok sevilen ve beslenen bir evcil hayvan olmasının etkisi vardır. Dergide bu konuda en çok yazı yazan isim ünlü klasik Türk müziği bestekârı Tanburi Cemil Bey‟in yine müzisyen ve tanburi olan oğlu Mesut Cemil‟dir. Mesut Cemil dergide mûsiki veya sanatın baĢka bir branĢı üzerine değil ev kedileri ve kedi sevgisi üzerine yazmıĢtır. Bu yazılar, Mesut Cemil‟in kendi evinde beslediği, sokakta bulduğu ve sahiplendiği kedilere karĢı beslediği yoğun ilgi, merak ve sevgi üzerinedir.Mesut Cemil‟in kediler üzerine yazdığı yazılar çoğunlukla hatıra formundadır. Ġlki derginin üçüncü sayısında yayımlanan bu yazılar dergide Ģöyle tanıtılır: “Mesut Cemil Tel sadece bir musiki üstadı değildir; yaman bir kedi meraklısıdır da. Evinde daima beş altı besler ve her birini tıpkı bir ruh hekimi gibi müşahede altında bulundurur. Bu yazılarda üstat bize tanıdığı kedilerden birini anlatıyor.‖ Mesut Cemil bu yazılarında, Sârime, Pisingot, Pamuli, Ponçik, CemĢit, Fidelio, Mavi Cadı, Çekiç gibi adlarla adlandırdığı ve evinde beslediği kedilerin baĢından geçen olayları anlatmıĢtır. Bu anlatılardaki kediler bir insan veya bir roman kiĢisi gibi etraflı bir psikolojik 682 tahlil ve yer yer fabl benzeri kiĢileĢtirmelerle ele alınmıĢtır. Mesut Cemil Aile dergisinde yazdığı bu “edebi kedi yazılarıyla” kendi hayatındaki kedilerden bahsederek bir bakıma da Türk ailelerindeki yaygın ve geleneksel kedi sevgisini paylaĢmak ve pekiĢtirmek ister. Mesut Cemil‟in Aile‟de kediler üzerine toplam altı adet yazısı çıkmıĢtır. Kedilerle ilgili bir yazı da derginin on yedinci sayısında Vesey Fitzegerald‟ın “Kediler 683 Âleminde” adlı yazısıdır.Fitzgerald yazısında yıllardır kedileri incelediğini belirterek onların mizaçları ve fizyolojik birtakım özellikleri hakkında bilgiler verir. Kedilerin insanlara karĢı daima bir miktar mesafeli olduğunu, göreceli olarak mağrur ve gözü tok hayvanlar olduklarını söyler ve daha sonra da onların duyu alma yeteneklerini analiz eder. Aile dergisi on dokuzuncu sayısında baĢka bir yazıyla kediler konusuna geri döner. 684 “Kedim” adlı bu yazıda yaĢlı bir adam hayatı boyunca evinde beslediği elliden fazla kediye dair hatıralarını okuyucularla paylaĢmaktadır. 682 Dünya ve Türk edebiyatında kediler ve kedi hayranlığı çeşitli zamanlarda, çeşitli yazar ve şairler tarafından hep ilgiyle karşılanmıştır. Dünya edebiyatında, Emile Zola, Mark Twain, Rudyard Kipling, Doris Lessing, Patricia Highsmith, Tenesse Williams ve Günter Grass gibi yazarların kediler üzerine hikâyeleri vardır. Türk edebiyatında da Bilge Karasu, Enis Batur ve Salah Birsel gibi yazar ve şairlerin kediler üzerine kitapları vardır. Kediler özellikle Müslüman ailelerde ve İslam kültüründe sevilen ve benimsenen hayvanlardır ve İslam medeniyetinde temizliğin simgelerinden biridir. Hz. Muhammed‟in Uhut savaşı sırasında yol üzerinde ordunun karşısına çıkan bir kediyi sahiplendiğine ve Müezza adını verdiği bu kediyi çok sevdiğine inanılır. Bu bakımdan kediler ve kedi sevgisi Osmanlı ve Türk aile hayatının da hem şehir hem de taşrada önemli bir rengidir. 683 Vesey Fitzgerald, “Kediler Aleminde”, Aile Dergisi, S.17, İstanbul,1951, ss.25-26. 684 İmzasız, “Kedim”, Aile Dergisi, S.19, İstanbul, 1951, ss.13-14. 251 5.4.3.Falih Rıfkı Atay’ın Yazıları Cumhuriyet tarihinin son derece önemli gazeteci ve yazarlarından Falih Rıfkı Atay da Aile dergisinin çeĢitli sayılarında yazıları yayımlanmıĢ bir kalemdir. Atay‟ın Aile dergisindeki yazıları genel itibariyle yakın dönem Türk tarihi veya o devir dünyasının güncel meseleleriyle ilgili sosyolojik ve politik değerlendirmelerden ibarettir. Falih Rıfkı Atay‟ın Aile dergisindeki ilk yazısı derginin dokuzuncu sayısında 685 yayımlanır. Atay, “Atatürk‟ten Bir Hatıra: Ġkinci Ders” adlı bu yazısında Hitler‟in doğum günü münasebetiyle Almanya‟ya yaptığı bir ziyaretten hareketle Atatürk‟le ilgili bir hatırasını nakleder. Hitler, bütün dünyaya savaĢ açarak ülkesinin mahvolmasına sebep olmuĢ bir politik figürdür. Oysa Atay‟a göre Atatürk makul, gereksiz yere savaĢ çıkarmaktan nefret eden ve vatanseverlikle reel politikayı çok iyi birleĢtiren bir liderdir. Falih Rıfkı Atay Almanya‟yı ziyaretinde Hitler‟in Ali Fuat Cebesoy‟a Ģu sözleri söylediğini aktarır: ― Atatürk bütün varı yoğu elinden alınsa dahi, bir milletin kendini kurtarabilecek vasıtaları yaratabileceğini göstermiştir. Ondan ilk dersi Mussolini almıştır. İkincisi 686 benim .‖ Oysa Falih Rıfkı Atay‟ a göre Hitler‟in Atatürk‟ten alması gereken ikinci bir ders daha vardır. O da Ģudur: Atatürk Hatay meselesinde Suriye‟ye asker sokmasını telkin eden arkadaĢlarına böyle bir askerî hareketin Türkiye‟yi Fransa‟yla savaĢa sokabileceği cevabını vermiĢ ve bir vilayet için bütün Türkiye‟yi tehlikeye sokamayacağını söyleyerek Hatay‟a askerî müdahalede bulunmamıĢtır. Atay‟a göre bu olay Atatürk‟ün gerçekçi ve mantığını hiçbir zaman kaybetmeyen tarafını ortaya koyar. Hitler‟in Atatürk‟ten alması gereken ikinci ders de budur: ―Hitler bu ikinci dersi almamıştı. Birinci ders Münih’e kadar işine yaradı. Fakat 687 ikinci ders, Almanya’yı yok olmaktan kurtarırdı .‖ 688 Atay, derginin onuncu sayısında “Geçit” adlı bir yazı yayımlar. Denilebilir ki bu yazı dergide yayımlanmıĢ en politik yazıdır. Bu yazısında Falih Rıfkı Türkiye‟de demokrasiye geçiĢ sürecini değerlendirir ve demokrasiye geçiĢin Türkiye‟deki inkılap ve yenileĢme hamlelerinden geri dönmeye yol açmaması gerektiğini savunur. Atay‟a göre demokrasi kökleri Batı medeniyetinde olan bir 685 Falih Rıfkı Atay, “Atatürk‟ten Bir Hatıra: İkinci Ders”, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, s.4. 686 Atay,a.g.e., s.4. 687 Atay, a.g.e.,s.5. 688 Atay, “Geçit”, Aile Dergisi, S.10, İstanbul, 1949, ss.6-8. 252 rejimdir ve vicdan ve düĢünce özgürlüğüne ve müspet bilimlerin serbest iĢleyiĢi ilkesine dayanır. Öte yandan demokrasiye geçiĢ Atay‟a göre Türkiye‟de birtakım riskler de barındırmaktadır: ―Türkiye’de demokrasi ile yalnız hukuk değil, bir de medeniyet mücadelesine devam ediyoruz. Bu ikisi arasında tezatlaşma olunca ya hukuk ya medeniyet düşecektir. Ben haber vereyim ki şapkayı, Latin yazısını, layisizmi tutmayan demokrasi Türkiye’de yaşayamaz ve devam edemez. Çünkü Garp medeniyetçiliğini yani Türk milletinin kurtuluşunu tekrar 689 tehlikeye koyar . Atay‟ın bu yazısından hareketle onun, Türkiye‟de çok partili hayata geçiĢin Atatürk inkılaplarından geri dönüĢe yol açacağı endiĢesini taĢıdığı anlaĢılmaktadır. 690 Derginin on birinci sayısında Falih Rıfkı‟nın “Bir Hatıra” baĢlıklı bir yazısı yayımlanır. Bu yazıda Falih Rıfkı 1928-1930 yılları arasında yaptığı bir Avrupa seyahatinden yola çıkarak bir Doğu- Batı karĢılaĢtırması yapar. Falih Rıfkı‟nın söz konusu tarihler arasında seyahat ettiği coğrafya eski Osmanlı ülkeleridir. Yazar, bu ülkelere dair izlenimlerini ve düĢüncelerini kâh olumlu kâh olumsuz fikirlerle anlatır ve ortaya koyar. Ancak yazara göre kaybedilmiĢ topraklardaki en dikkat çekici gerçeklerden biri Müslümanlar‟ ın geliĢmeye kapalı oluĢlarıdır ve yazar yazısında en çok bundan yakınmaktadır. Yazar kısa zaman öncesine kadar Türk okullarındaki coğrafya derslerinde çocuklara Türk toprağı olduğu için adları ezberletilen Ģehirlerin kaybedilmiĢ olmasına üzülmektedir. Fakat Türkler‟in kaybettiği ülkelerde üzüntü uyandıracak bir Ģey daha vardır. O da mesela Saray-Bosna gibi kozmopolit Ģehirlerde Hıristiyan mahallelerin Müslüman mahallelerden daha geliĢmiĢ durumda olmasıdır. Falih Rıfkı geri kalmıĢlığın Müslüman Doğu‟da yerleĢik bir hale gelmiĢ ve artık içlere iĢlemiĢ bir mesele olduğu düĢüncesindedir: “Garp, asfaltı veya betonu yahut dükkân vitrini ile dokundukça Boşnak Müslüman Mahallesi dağa doğru kaçıyor. Eğer Şadırvan Dağı eteklerinde gördüğüm rüya doğru çıksaydı Müslüman garbının ne güzel örneğini görmüş olacaktık. Hayır, karşıya doğru yürüdükçe yavaş yavaş Garp’tan sıyrılıyorsunuz ve Arnavut kaldırımları üzerinde sendeleyerek Kahire’de olduğu gibi, Cezayir’de olduğu gibi Suriye, Irak ve çürüyücü ve çürütücü mistiği bile kabalaşan ve kartlaşan kapalı Şark âlemi içine giriyorsunuz. Bu tezadı Kemalist Türkiye’de dahi bulmaz mısınız? Ankara’da Yenişehir ile ona uzaktan ve yandan 689 Atay, a.g.e.,ss.6-8. 690 Atay, “Bir Hatıra”, Aile Dergisi, S.11, İstanbul,1949, ss.4-6. 253 bakan eski mahalleleri mukayese ediniz. Meseleyi o kadar halletmiş göründüğümüz halde, 691 yepyeni Ankara’da bile kalabalık ve inşa, garp kadar şark nispeti ile de artıyor .‖ Yazara göre din farkından dolayı Avrupa‟daki Ģehirlerde bu tip geliĢmiĢlik ve zihniyet çeliĢkilerinin olması bir noktaya kadar anlaĢılabilir. Fakat inkılap Türkiye‟sinde dahi Doğululuk ve Batılılık yan yana yaĢayagiden bir Ģeydir. Falih Rıfkı, Doğu‟nun geri kalmıĢlığına ve geri kalmıĢlıkta ısrar etmesine, mahrumiyet ve mutsuzluk içinde yaĢamasına üzülmektedir. Asırlar boyunca süregiden gerileyiĢi içinde Doğu, yeniden ayağa kalkmak ve dünya mutluluğu inĢa etmek yeteneğini yitirmiĢ gibidir. Mustafa Kemal PaĢa‟nın Türkiye‟de yaptığı yenileĢme hamleleri yazar tarafından onaylanmaktadır. Ancak bu inkılaplar toplumun tamamını sarmıĢ gibi görünmemektedir. Atay, Doğu‟nun geriliğini dine bağlamaz. Ona göre Doğu âlemindeki müzmin geriliğin ve terakkiden kaçıĢın nedeni din değildir. Yazara göre eğitim ve inkılaplar yoluyla Batı medeniyetinin eriĢmiĢ olduğu mutluluk ve ilerlemiĢlik seviyesine Doğu da eriĢebilir: ―Dâva, garp tefekkürünün bütün masallar altına kadar ışık verebilmesinde, başın da başlık kadar değişmesindedir. Kusur dinde mi? Sanki Filistin ve Suriye’de iken hıristiyanlık daha mı farklı bir şeydi? Tanrı dünya nimetlerini bir dine, dünyanın bütün ıstıraplarını ve işkencelerini de öteki dine mi nasip etmiştir? Ben ne tevekkülcü, ne de kaderciyim. Medeniyet davasını hallettiğimiz vakit, şarklıların dünya saadetlerini garplılar kadar paylaşacağına inanmışımdır ve bunun da bir eğitim, bir inkılapçı mektep işi olduğuna en aşağı gene o kadar 692 inanmışımdır .‖ Falih Rıfkı Atay‟a göre Batı ile Doğu arasındaki en büyük fark zihniyet farkıdır. Doğu âleminde geri kalmıĢlık müzmin bir hastalık gibi içlere iĢlemiĢtir. Tabii burada Atay‟ın kastettiği Doğu, Türkiye, Ġran ve Arap âlemini kapsayan Müslüman Doğu‟dur. Atay‟ın Aile dergisinde yayımlanan yazılarındaki ana unsur Batı âlemi-Doğu âlemi ekseninde yapılan kıyaslamalardır. Bu yazılarda Batı âlemi ileri, sürekli kendini yenileyen ve dünya mutluluğunu inĢa etme konusunda yetenekli insanların yaĢadığı dünyadır. Doğu âlemi ise kronik bir sefalet, mutsuzluk ve geri kalmıĢlık hastalığının pençesinde kıvranan mustarip bir diyardır. 693 Derginin on üçüncü sayısında yayımlanan “Dinleyici Saati” adlı yazısında da Atay, Doğu milletlerinin geri kalmıĢlığından ve geri kalmakta ısrar etmesinden yakınmaya devam eder. 691 Atay,a.g.e.,s.5. 692 Atay,a.g.e.,s.6. 693 Atay,“Dinleyici Saati”, Aile Dergisi, S.13, İstanbul, 1950, ss.4-5. 254 Yazıya göre zaman icatlar, keĢifler zamanıdır. Ġnanılmaz bir hızla iletiĢim ve haberleĢme teknikleri geliĢmektedir. Atay‟ın teknik geliĢmeden kast ettiği icatlar o devrin en ileri teknolojileri olan sesli sinema ve radyolardır. Evindeki radyoda dünyanın belli baĢlı Ģehirlerinden yapılan yayınları dinleme Ģansına sahip olan Atay, bunu bir çeĢit mucize gibi algılamaktadır. Londra, Paris, Moskova, Tahran, Yeni Delhi gibi Ģehirlerden yapılan çeĢitli yayınlara sadece radyo cihazının üstündeki bir düğmeyi sağa sola çevirerek eriĢmek Atay‟a göre muazzam bir nimettir ve insanlık bu nimeti de her teknolojik ve bilimsel geliĢmenin kaynağı olan Batı âlemine borçludur. Peki, Doğu neden herhangi bir bilimsel keĢfe veya teknolojik ilerlemeye imza atamamaktadır? Yapılan onca ıslahat ve açılan onca teknik mektep neden Türkiye‟den büyük kâĢiflerin çıkmasına yeterli olamamaktadır? : ―Şu cihazın içinde bir düğmemiz, bir vidamız, bir cam parçamız, bir çelik telimiz, hiçbir şeyimiz yok… Acaba beyin kıvrımlarımızdan birkaçı birbirine mi takılmıştır? Geri giden bir saat gibi radyoda her Londra çanı vurdukça, ileriye doğru ayarlamaksızın neden 694 vaktimizi bulamıyoruz?‖ Ġnsanoğlunda bütün geliĢmelerin ve ilerlemelerin kaynağı tek bir Ģeydir: beyin! Atay‟a göre istisnasız her insanın sahip olduğu beyin Batı‟da ve Doğu‟da aynı verimle kullanılmaz. Batılılar son asırlarda kendi beyinlerini ilerleme, kalkınma ve bilimsel düĢünme konusunda eğitmeyi baĢarmıĢlardır. Doğulular‟ın beyni ise asırlık kültürel çeliĢkiler ve yön tayin edememe dertleri tarafından verimsizleĢtirilmiĢtir. Doğu‟da insanlar ne tam Doğulu‟dur ne de tam Batılı!: ―İki medeniyet, iki kültür gibi iki ses de aklımızın önünde karıştığı vakit, büyük bir iman sarsıntısı geçirmişiz. Böyle bir sarsıntı yaratıcılığı durdurur… Birinde yaratmaya yarayan bütün manevi unsurları kaybetmişiz. Ötekinde yaratıcılığı veren kültürü, zevki ve 695 terbiyeyi almamışız. Eskisi donmuş bir klişe yenisi cansız bir taklit!‖ Atay‟a göre Batı‟nın ulaĢtığı teknik ve bilimsel seviyeye ulaĢmak onu yüzeysel bir Ģekilde taklit etmekle mümkün değildir. Batı, bugünkü teknik ve bilimsel seviyesine asırlar süren bir geliĢme ve zihinsel evrim sürecinden sonra eriĢmiĢtir. Doğu‟nun bahtsızlığı Batı‟nın geçirdiği bu zihinsel evrim asırlarını kaçırmıĢ olmasındadır ve bugün ne kadar çaba sarf ederse etsin bu açığı kapatamamaktadır. Atay, bu açığın kapatılması konusunda ümitsizdir. 694 Atay, a.g.e.,ss.4-5. 695 Atay, a.g.e. ,s.5. 255 Falih Rıfkı Atay “Ģark zihniyeti” ne yönelttiği eleĢtirilere derginin bir sonraki sayısı 696 olan on dördüncü sayıda da devam eder. Bu sayıdaki “Rapor” adlı yazısında Atay‟ın hedefinde bu kez Türkiye‟ye çeĢitli konularda danıĢmak üzere Batı‟dan uzman çağıran ancak daha sonra o Batılı uzmanların yazdığı raporları umursamayan kiĢiler vardır. Bu yazı Cumhuriyet gazetesinden alınmıĢtır. Yazıya göre memleketimize belli zamanlarda ve belli konularda akıl danıĢmak üzere ABD, Ġngiltere, Ġsviçre, Fransa ve Ġsveç gibi ülkelerden uzmanlar davet edilir. Gelen bu insanlar memleketimizi ve söz konusu meseleyi yerinde inceledikten sonra görüĢ ve önerilerini içeren raporlar yazarlar. Fakat rapor yazsın diye çağrılan bu adamların raporları bizzat onları çağıranlar tarafından göz ardı edilir, bir süre sonra da unutulur. Yine eski uygulamalara dönülür. Gerilik, gerilik olarak; bozulma da bozulma olarak yaĢamaya devam eder. Çünkü Türk insanının geleneksel zihniyeti köklü ıslahatlara ve süregiden yenileĢmelere müsait değildir. Yeniliğe muhtaç bir konuda meselenin uzmanı olan bir Batılı‟ dan akıl alınır. Fakat o iĢ daha sonra yine Doğu‟ya mahsus yöntemlerle yapılır veya savsaklanır. Falih Rıfkı Atay‟ın bu yazısında görüĢlerini belirttiği önemli konulardan biri de Ġstanbul Boğazı‟nın doğal güzelliğinin korunması meselesidir. Atay‟a göre Bolu ormanlarından Uludağ‟a kadar bütün Marmara bir turizm beldesi haline dönüĢtürülmelidir. Ancak bu Ġstanbul Boğazı‟nın kıyıları betonarme ve çirkin yapılarla kirletilmeden yapılmalıdır. Yapılan hiçbir iĢte bilim ve sanatsal estetik göz ardı edilmemelidir: ―Yalnız ilmin ve sanatın değil, cehalet ve zevksizliğin de elinden bir şey kurtulmaz. 697 Biri çölü cennet öteki de cenneti çöl kılabilir .‖ Türkiye‟deki estetik sefaleti ve sanatsızlık Falih Rıfkı Atay‟a göre trajikomik boyutlardadır. Eski asırlarda büyük mimari Ģaheserler yaratmıĢ ve her iĢini zarafet ve güzellik prensipleri üzerine inĢa etmeyi adet edinmiĢ milletin yerinde artık yeller esmektedir. Atay, 698 derginin on beĢinci sayısında yayımlanan “Ġkinci Ölüm” adlı yazısında bu durumdan yakınır. Yazar, gazetelerde ġeyh Edebali ve onun kızı Mal Hatun‟un kabirlerinin yeniden yapılacağını ve bunun için bir eksiltme açıldığı haberini okur. Yani bu iĢ büyük ihtimalle kâr etmekten baĢka bir amaç gütmeyen kurumsal Ģirket tarafından yapılacaktır. Oysa Atay‟a göre tarihi eserler tamir edilirken veya restore edilirken her Ģeyden önce içinde doğdukları tarihsel 696 Atay, “Rapor”,Aile Dergisi, S.14, İstanbul,1950, ss.7-8. 697 Atay, a.g.e.,ss.7-8. 698 Atay, “İkinci Ölüm”, Aile Dergisi, S.15, ,İstanbul,1950, ss.7-8. 256 estetik iklimi dikkate alınmalıdır. Bir iĢ yapılırken iĢlevsellik ne kadar düĢünülüyorsa estetik ve zarafet de o kadar düĢünülmelidir. Medeni ve büyük bir millet olmak bunu gerektirir: “Tarihe çimento girmez, Latin yazısı girmez, Yeni mimari çizgi girmez. Tarih ya 699 olduğu gibi durur yahut artık o gündelik bir gazete havadisidir .‖ Tarihsel kıymeti ve derinliği olan bir eseri geliĢigüzel onarmak o eseri vücuda getiren sanatçıyı ikinci kez öldürmek gibidir. Yazarının yazısına baĢlık olarak seçtiği “Ġkinci Ölüm” den kastı budur. Türkiye gerileme ve çözülme asırlarından sonra sadece siyasal ve askeri gücünü değil, sanat ve estetik zevkini de kaybetmiĢtir. Yazarın yazısında belirttiğine göre zamanında Bursa‟daki Osman Gazi türbesi onarılmak yerine yeniden yapılmıĢtır. Ve o zamandan beri türbede II. Abdülhamit devrinin bir Ģehzadesi veya veziri yatmaktadır. Bu yazara göre çok büyük bir tarih ve sanat cinayetidir. Güzel Ģehirler inĢa etmek ve mevcut güzellikleri korumak bir para meselesinden ziyade bir sanat ve estetik zevk meselesidir. Türk toplumu dedelerinin sahip olduğu incelik duygusu ve zarafeti unutmuĢ gibidir. Modern Türkler bir iĢe yalnızca faydacı ve kârcı bir anlayıĢla giriĢir ve o iĢi oldubittiye getirme yolunu seçerler. Oysa yazara göre Türk milleti aslında zarif ve sanatlı yapılar vücuda getirecek kadrolara artık sahiptir. Tek eksik yaĢadıkları Ģehirlerde sanata, zarafete ve estetiğe açlık duyan insanların olmayıĢıdır: “ Mimarlarımız, ressamlarımız, dekoratörlerimiz, oymacılarımız, hepsi var. Kültür buhranlarını da hemen hemen atlattılar. Cemiyetimiz bunların değerleri kadar vazifelerini de vermelidir. Böylece biz sanata yardım etmiş olmayız, sanat bizi gelecek zamanların 700 lanetinden kurtarmış olur .‖ Falih Rıfkı Atay‟ın Aile dergisinde yayımlanan yazıları okunduğunda esas olarak iki temel konunun eleĢtirildiği görülür: 1- Doğu âleminin Batı âlemi karĢısındaki müzmin geriliği. Doğu âlemini baĢtanbaĢa kuĢatmıĢ bulunan sefalet, mutsuzluk ve gerilik ve Doğu âlemine mensup insanların bu gerilikten kurtulmak için bir Ģey yapmaya niyetli görünmemesi. 2- ÇağdaĢ Türkler‟ in sanat zevkinden, zarafet duygusundan ve estetik algılardan mahrum bulunması. 699 Atay, a.g.e.,ss.7-8. 700 Atay, a.g.e., s.8. 257 5.4.4.Diğer Sosyal Yazılar 701 Vedat Nedim Tör, derginin ilk sayısında “Acep Saadet Ne Ola ki?” baĢlıklı bir yazı yayımlamıĢtır. Bu yazı, yazarı Vedat Nedim Tör‟ün mutluluk kavramı ve mutlu olmakla ilgili görüĢleri üzerinedir. Yazara göre dünyada mutlu olmak için gereken en önemli Ģey sevgidir. Kalbinde sevgi barındırmayan bir insanın mutlu olmasına imkân yoktur. Ġnsanlara ve dünyaya sevgiyle bakan bir insan kendisi dıĢındaki birtakım insanlar ve kavramlar için de çalıĢma gereği duyar ve bu sayede huzura ve mutluluğa kavuĢur. Bu yazıda yazarın sevgi kavramıyla ilgili bazı görüĢleri Ģöyledir: ―Sevmeyen insan saadeti hiç tadabilir mi? Sevebildiğimiz nispette insanız. Sevginin rahmetini içinde duymayan insan için hayat gerçekten bir azaptır. Yeryüzünde sevgi kadar değerli bir cevher daha bulunamadı. Sevgi sarf edildikçe çoğalır. Ve hiçbir vakit israf edilmiş 702 sayılmaz.‖ Türk tıbbının en önemli isimlerinden olan ve Nurullah Ataç‟ın da ağabeyi olan Dr.Galip Ata Ataç 1947 yılında hayatını kaybetmiĢtir. Aile dergisi de bu vefatın üzerine Dr.Ataç‟ın Ankara Radyosu‟nda yayımlanan sohbetlerinden yaptığı bir derlemeyi derginin ilk iki sayısında yayımlar. “Dr.Galip Ataç Evin Saatinde Derdi ki” adlı bölümde yayımlanan söz konusu sohbetlerde Dr.Ataç mutlu evlilikler ve mutlu bir hayat inĢa etmek üzerine görüĢlerini insanlarla paylaĢır. Derginin ikinci sayısında Vâlâ Nurettin‟in “Mesleğiniz DıĢında Neye Merakınız Var?” 703 adında bir yazısı yayımlanmıĢtır. tavsiye ve nasihat mahiyeti taĢıyan bu yazısında insanları hem asıl mesleklerinde uzmanlaĢmaya hem de meslekleri dıĢında amatör uğraĢ ve hobiler edinmeye çağırır. Çünkü yazıya göre makbul hobileri ve amatör uğraĢları olan insanlar hayatta sosyal iktisadî bakımdan daha güvenli bir durumda olurlar. BaĢlarına bir felaket gelmesi durumunda meslekleri dıĢındaki bu hobileri ve uğraĢları sayesinde hayata tutunma Ģansları artar. 704 Aynı sayıda Refik Halit Karay‟ın “Yaprağa Muhabbet” adında bir yazısı yayımlanmıĢtır. Karay bu yazısında yaprakların ihmal edilen güzelliği ve zarafeti üzerinde durur. Karay‟a göre insanlar güzellik deyince hemen zambak, yasemin, karanfil ve lâle gibi çiçekleri hatırlarlar. Oysa defne, salkım söğüt, dut ve kavak ağacı gibi ağaçların yaprakları zarafet bakımından en az bu çiçekler kadar güzeldir ki eski devirlerde insanlar bu yaprakları 701 Tör, “Acep Saadet Ne Ola ki?”, Aile Dergisi, S.1,İstanbul,1947,s.21. 702 Tör, a.g.e., s.21. 703 Vâlâ Nurettin, Mesleğiniz Dışında Neye Merakınız Var?, Aile Dergisi, S.2, İstanbul, 1947, ss.23-24. 704 Karay, “Yaprağa Muhabbet”, Aile Dergisi, S.2, İstanbul, 1947, ss.4-5. 258 baĢlarına taç yapmıĢlardır. Karay‟a göre tabiat yaprakları iĢlerken çiçeklere göre daha ölçülü bir sanat göstermiĢtir. Güzelliklerindeki sanatın ölçülü olması nedeniyle de yapraklar sanatçıların gözünde çiçeklere göre arka planda kalmıĢlardır. Karay yazısında hem bu durumdan yakınır hem de değiĢik yaprak türlerinin duygu dünyasında yaptığı etkilerden bahseder: ―Tabiat yaprakları çiçeklerden daha az itina ile mi işlemiştir? Aksine, renk ve rayiha ile göz alıcı şekilde süslemekten esirgediği yapraklara ince, nazik, titiz bir sanatkârlıkla çiçeklerden fazla çalışmış, sanatın yüksek ilhamından aldığı hünerbazlığı yaprakta göstermiştir. Çiçek yaratmakta, mübalağaya, avamfiribliğe, gözbağcılığa tenezzül eden tabiat, yaprakta çok ölçülü ve derinine sanatkârdır. (…) Ağaç yapraklarından salkım söğüdünkine, kavağınkine, hele kirazınkine zariflik ve şekil inceliği bakımından ne buyurulur? Zaten bütün kadınların yaprağa karşı hususi bir saygı beslemeleri yerinde olur. Zira çok sevdikleri ve şüphesiz ki kadına en fazla yakışan kumaşta güzelim dut yaprağının hayati bir 705 rolü vardır.‖ Aile dergisinde zaman zaman çeĢitli yönlerden Doğu-Batı kıyaslamaları yapılmıĢtır. Bu kıyaslamalardan biri ġevket Rado tarafından derginin dördüncü sayısında yapılmıĢtır. 706 ġevket Rado bu sayıdaki “ġehir ve Vücut Temizliği” adlı yazısında temizlik kavramının farklı ülkeler ve milletlerdeki tarihi seyrini ele alır, Doğu ile Batı‟yı temizlik açısından kıyaslar. Yazıya göre Almanya ve Fransa‟nın büyük Ģehirleri eski tarihlerde pislikleriyle meĢhurdur ve bu büyük Ģehirlerde genel bir temizlik yapmak uzunca bir süre hiçbir Avrupalı‟ nın aklına gelmemiĢtir. Ġnsanların çöplerini pencerelerden sokaklara boĢaltması ve tabii ihtiyaçlarını sokaklarda ve bahçelerde gidermesi her günkü alıĢkanlıklardandır. Paris Ģehri pis koku ve çamur içindedir ve bu Ģehirdeki ilk genel temizlik 1666 yılında yapılmıĢ, yapılan bu temizlik o kadar ĢaĢırtıcı olmuĢ ki bununla ilgili halk Ģarkıları ortaya çıkmıĢtır. Tarihte Avrupa Ģehirlerinin bu geleneksel pisliğine rağmen Türk Ģehirleri ve Türk halkı temizliğiyle meĢhurdur. Ġstanbul‟u ziyaret eden Avrupalı gezginler Türkler‟ in temizlik alıĢkanlığı karĢısında hayran kalırlar. Yazar, bu tarihi seyri anlattıktan sonra temizlik alıĢkanlıklarının Türkler‟den Avrupalılar‟a geçtiğini belirtir. Fakat yazara göre Türk Ģehirleri ne yazık ki temizlik bakımından bugün Avrupa‟nın gerisine düĢmüĢtür: ―Avrupa’nın kültür merkezlerinde vaziyet böyleyken XVII.yüzyılda Türklerin temizliği dillere destandı. Seyyahlar şadırvanlı, çeşmeli şehirlerimizin, erkek ve kadınlarımızın 705 Karay, a.g.e.,ss.4-5. 706 Rado, “Şehir ve Vücut Temizliği”, Aile Dergisi, S.4, İstanbul, 1948, ss.21-24. 259 temizliğinden imrenerek bahseder, sıcak hamamlarda Türklerin vücutlarını tahta ovar gibi ovduklarını gören Avrupalılar insan yapısının bu kadar temizliğe nasıl dayandığına şaşar, memleketlerine döndükleri zaman, Türklerde gördükleri temizlik merakını hayretle anlatırlardı. (…) Vücut temizliğinin de şehir temizliğinin de Türklerden Avrupalılara geçtiği doğrudur. Fakat bugün ne yazık ki şehirlerimizi tertemiz tutmayı hayli unutmuşa 707 benziyoruz.‖ Bu sayıdaki sosyal içerikli yazılardan biri de yaĢlılık çağındaki dostluklar üzerine 708 kaleme alınmıĢtır. Dr.A. L.Visher tarafından yazılan “Hayatın Ġkinci Yarısında Dostluk” adlı yazının ana düĢüncesi insanın toplum içinde yaĢamak için yaratılmıĢ bir varlık olduğudur. Dolayısıyla insan hayatının her devresinde dostlara ve dostluklara ihtiyaç duyar. Fakat yazarın hayatın ikinci yarısı diye nitelendirdiği yaĢlılık çağındaki dostluklar daha kıymetlidir. Çünkü yalnızlık tehlikesi insan yaĢlandıkça artar. Yazara göre insan yaĢlılık çağında mutsuzluğa düĢmemek ve hayattaki verimliliğini sürdürebilmek için dostluklarını korumasını bilmelidir. ArkadaĢ bulmak ve yeni ahbaplıklar inĢa etmekse insan hayatının her çağında mümkündür. 709 Derginin beĢinci sayısındaki “Bahara Girerken” adlı yazısında Vedat Nedim Tör, her yıl tekrar gelen bahar mevsiminin tabiatta yarattığı yeniden doğuĢa atıfta bulunarak insanların hiçbir zaman yaĢama enerjisini ve sevincini kaybetmemesi gerektiğini vurgular. Derginin altıncı sayısında kadınlarla erkeklerin lisan kullanımıyla ilgili “Kadınlarla 710 Erkeklere Göre Kelimelerin Mânâları” bir yazı vardır. La Femme dergisinden alıntılanan bu imzasız yazıya göre kadınlar ve erkekler aynı lisanı konuĢsalar bile kullandıkları kelimelerin ve kurdukları cümlelerin gerçek anlamları birbirinden çoğunlukla farklıdır. Çünkü kadının ve erkeğin hayat ve dünya algılarında köklü ve değiĢmez farklılıklar vardır. Yazıya göre kelimelerin gerçek anlamını bir bakıma o kelimeyi kullanan cinsiyet belirler. 711 Aynı sayıdaki “Ġnsanları Tanıyalım” baĢlıklı yazı ise insanların fizyolojik yapısıyla hayattaki baĢarıları ve karakter özellikleri arasındaki iliĢkiyi inceler. Yazı, insanların vücut yapılarının onların karakterleriyle ilgili oluĢturduğu önyargılar ve doğru ve yanlıĢ bilgiler hakkında okuyucularını aydınlatmayı amaçlar. 707 Rado, a.g.e.,s.24. 708 A.L.Visher, “Hayatın İkinci Yarısında Dostluk”,çev. Burhan Arpad, Aile Dergisi, S.4, İstanbul, 1948,ss.52-53. 709 Tör, “Bahara Girerken”, Aile Dergisi, S.5,İstanbul,1948, s.1. 710 İmzasız, “Kadınlarla Erkeklere Göre Kelimelerin Mânâları”,çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi,S.6, İstanbul,1948, ss.44-45. 711 İmzasız, “İnsanları Tanıyalım”,çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.6, İstanbul, 1948,ss.52-53. 260 712 Derginin yedinci sayısında “Fikirler” adında bir bölüm vardır. Bu yazı, Ġtalyan yazar, gazeteci ve romancı Giovanni Papini‟ye ait fikirlerden yapılan iki sayfalık bir seçkiden ibarettir. 713 Vedat Nedim Tör, aynı sayıdaki “Ġdealist Ġnsan” adlı yazısında bir idealist insan tarifi yapar ve idealist insanların ne Ģartlarda yetiĢip mayasını bulduğunu kendi anlayıĢına göre açıklar. Tör‟e göre idealist olmak bir yaratılıĢ meselesi değil; bir cemiyet meselesidir. Ġdealist olmak insanlara doğuĢtan verilmiĢ bir armağan değildir. KiĢinin toplum içinde kendisini konumlandırıĢ biçimi, kendi kendisine verdiği terbiye ve dünyaya dair hayal ve beklentileri onu idealist yapar. Milletler ve insanlık idealist insanlar sayesinde geliĢir ve daha iyiye doğru giderler. Ġnsanlığı ayakta tutan da, daha iyi ve daha mutlu bir dünyaya götüren de idealist insanlardır. Bu bakımdan insanlık idealist insanlara muhtaçtır, mahkûmdur. Tör‟e göre insanların idealist olması için gereken ruh terbiyesi de ancak sanatla verilebilir. Ruh terbiyesinden mahrum toplumlarda yüksek ideallerle donatılmıĢ insanlar yetiĢmez: ― Bir nevi ruh felci diyebileceğimiz bu illetten korunmanın tek yolu sanat terbiyesidir. Çünkü ruh, yüksek manevi değerler uğrunda heyecanlanmak kabiliyetini ancak sanat terbiyesi 714 sayesinde kazanabilir .‖ 715 Yine bu sayıda “Ġhtiyarlık Ne Zaman BaĢlar” adlı yazıda insan hayatı verimlilik bakımından çeĢitli evrelere ayrılarak ihtiyarlığını gerçek anlamıyla ne zaman baĢladığı tartıĢılır. Ġnsanların hayattaki fonksiyonları zamana ve Ģartlara göre değiĢebildiği gibi yaĢları aynı insanların tamamen aynı verimlilikte yahut verimsizlikte olması da beklenemez. Yazıya göre yaĢı ilerleyen insan değil kabiliyetleri gerileyen insan ihtiyarlamaktadır. Derginin sekizinci sayısında Reader’s Digest dergisinden alıntılanmıĢ “Halka Hizmet 716 Örneği” adında bir yazı vardır. Yazıda anlatıldığına göre Salvatore Cascavilla, New York Ģehrinde Ģehir içi otobüs Ģoförlüğü yapan orta yaĢlı bir adamdır. New York‟a Ġtalya‟dan yirmi beĢ sene önce göç etmiĢtir. Salvatore Cascavilla dünyanın en meĢhur Ģoförüdür. Çünkü her gün otobüsüne binen yüzlerce insana nezaket, sabır ve güleryüzle muamele eder. ĠĢine, okuluna veya baĢka yerlere yetiĢmekten baĢka bir derdi olmayan telaĢlı ve stres yüklü insanları nezaketiyle ve güleryüzlü metanetiyle teskin eder. Otobüsüne binen en aksi insanlar bile onun bu nezaketi sayesinde hiç değilse otobüs yolculuğunu boyunca iyi insanlar olurlar. 712 Giovanni Papini, Fikirler,çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.7,İstanbul,1948,ss.15-16. 713 Tör, “İdealist İnsan”, Aile Dergisi, S.7,İstanbul,1948, s.16. 714 Tör, a.g.e.,s.16. 715 İmzasız, “İhtiyarlık Ne Zaman Başlar”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.7, İstanbul, 1948, ss.27-28. 716 İmzasız, “Halka Hizmet Örneği”, çeviren belirtilmemiş,Aile Dergisi, S.8,İstnbul, 1949, ss.54-55 . 261 Salvatore yolcularıyla konuĢurken ağzından “lütfen” ve “teĢekkür ederim” sözlerini düĢürmez. Yolculuk süresince neĢesini üzerinden hiç eksik etmez. Onun bu pozitif hâlet-i rûhiyesi sürekli bir yerden bir yere koĢturan ve stresli bir Ģehirde yaĢayan yolculara da sirayet eder ve otobüsündeki yolcular adeta bir Ģehir gezintisine çıkmıĢ gibi ferahlarlar. Salvatore‟nin büyük bir istikrarla sürdürdüğü bu meslekî tavır ve davranıĢ biçimleri yazıya göre mükemmel bir halk hizmeti örneğidir. 717 Derginin dokuzuncu sayısındaki “ Türkiye‟de Kültür Hareketleri” baĢlıklı yazısında Amerikalı tarihçi Bernard Lewis Türkiye‟nin BatılılaĢma macerasını kültürel perspektiften ele almıĢtır. Türkler‟in Tanzimat Fermanı‟nın ilanıyla hız kazanan BatılılaĢma sürecinin dil, edebiyat ve bilim boyutlarını kısaca izah eden yazar, Türkler‟ in bu tarihî seyir içinde eriĢtiği entelektüel kapasite hakkında değerlendirmelerde bulunmuĢtur. Lewis‟e göre Tanzimat edipleri bilhassa Fransız edebiyatını örnek alarak yeni bir edebiyat yaratmaya çalıĢmıĢlar fakat iyi sonuçlar elde edememiĢlerdir. Fakat XX. yüzyılın ilk çeyreği ve Cumhuriyet döneminde Türk Ģiiri Ahmet HaĢim ve Yahya Kemal gibi iki usta Ģair yetiĢtirmeyi baĢarmıĢtır. Lewis‟e göre roman konusunda da Türkler Ömer Seyfettin ve Refik Halit gibi yazarların açtığı yol sayesinde dikkate değer eserler yazmaya baĢlamıĢtır. Lewis‟e göre Latin yazısı Türkçeyi ifade etme konusunda Arap yazısına göre daha kullanıĢlıdır. Bu bakımdan harf inkılâbının yapılması doğrudur. Ancak Lewis, bin yıllık bir edebiyat mazisi olan Ġslâmî dönem Türkçesinin sadeleĢtirme gerekçesiyle geliĢigüzel budanmasının doğru olmayabileceği kanaatindedir: ―Binlerce yıllık bir kültürel gelişmenin husule getirmiş olduğu ve sağlam bir ağaç gölgesindeki tabakalar gibi lisanı zenginleştiren, koruyan terakümleri kesip atmak basit bir iş değildir; lisanı saflaştırmak hususundaki gayret neticesinde lisanın fakir düşmek tehlikesi de vardır. Mamafih bu, Türk edebiyatını yaratanların zevk-i selimine, hiss-i selimine 718 bırakılabilecek bir meseledir.‖ 719 Aynı sayıda “Ġyi KonuĢmak Sanatı” adında bir yazı yayımlanmıĢtır. Bu yazıda konuĢmaları dinlenip umursanan hoĢ sohbet bir insan olmak için uyulması gereken temel konuĢma ve sohbet kurallarından bahsedilir. Buna göre aĢağıdaki tavsiyelere uyan bir insanın sohbeti sevilir ve söylediği sözler memnuniyetle dinlenir: Ġnsan sadece kendinden bahsetmemeli, karĢısındakine de konuĢma fırsatı vermeli, karĢısındakinin fikrini derhal yıkmaya çalıĢmamalı, birdenbire mevzu değiĢtirmemeli, karĢısındaki insanı ilgiyle dinlemeli, ne pahasına olursa olsun görüĢlerinde ısrar etmeli, yıkıcı 717 Bernard Lewis, “Türkiye‟de Kültür Hareketleri”,çeviren belirtilmemiş,Aile Dergisi, S.9,İstanbul, 1949, ss.33-36. 718 Lewis, a.g.e., s.35. 719 İmzasız, “İyi Konuşmak Sanatı”,çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.9, İstanbul, 1949, ss.59-60. 262 konuĢmalardan sakınmalı ve yarıda kalan bahislere geri dönme fırsatlarını kaçırmamalı, bilgi ve tecrübeye dayalı ve açık bir lisanla konuĢmaya çalıĢmalıdır. Dergiye göre bu tavsiyelere uyan insanların sözleri ve sohbeti daha yüksek bir rağbetle dinlenir. 720 ġevket Rado derginin onuncu sayısında yazarlıkla ilgili “Aziz Tembellik” adında bir yazı yazar. Bu kısa yazı Fransız siyasî düĢünür ve yazar Benjamin Constant‟ ın Kırmızı Defter adlı kitabında anlattığı bir hatırayla ilgilidir. Constant, anlattığı hatırasına göre zamanında bir kitap okumuĢ ve bu kitaptaki görüĢlere hayran kalarak bu görüĢleri savunan baĢka bir kitap yazmak istemiĢtir. Ancak Constant‟ın tembelliği tutmuĢtur ve yazmak istediği bu kitaba hiçbir zaman baĢlamamıĢtır. Sonraları Constant‟ın siyasî görüĢleri değiĢmiĢtir ve okuduğu o kitaptaki görüĢleri artık desteklemez olmuĢtur. Dolayısıyla Constant, o kitaptaki görüĢleri desteklemek için yazacağı kitaba baĢlamakta gösterdiği tembelliğe artık müteĢekkirdir. Çünkü o tembellik onu sonradan piĢman olacağı bir kitabı yazmaktan kurtarmıĢtır. ġevket Rado, yazısında genç aydınlar için de böyle bir tembellik temenni eder. Aynı sayıda Your Life dergisinden alınmıĢ “Fikirlerinizi BaĢkalarına Kabul Ettirmek 721 Ġstiyorsanız” adında bir yazı vardır. Yazıya göre insanlar umumiyetle yeni fikirlere karĢı direnç gösterirler ve onları tepkiyle karĢılarlar. Ġnsanlara göre baĢkalarının fikirlerini kabul etmek ve kabul ettiğini beyan etmek bir bakıma kiĢiliğinden taviz vermektir. Yazı bu konuyu iĢler ve insanlara fikirlerin kabul ettirilebilmesi için üç yol önerir. Birinci yolda nazik bir dille karĢıdaki insanın fikri benimsenmiĢ gibi yapılır ve aĢılanmak istenen fikirler benimsermiĢ gibi yapılan karĢıt fikirlerin içine yerleĢtirilir. Böylece insanları fikrî taraftarlığını kazanmak kolaylaĢır. Ġkinci yolda kabul ettirilmek istenen fikrin zıddı ortaya atılarak onun kötülüğü açıklanmaya çalıĢılır. Üçüncü yolda ise fikri dayatmadan stratejik ve akıllıca sorular sorulur ve insanlar sorulan bu stratejik sorular vasıtasıyla istenilen fikirleri savunmak durumunda bırakılır. Ġngiliz Genelkurmay BaĢkanı General Slim‟in Aile dergisinin on birinci sayısında 722 “Hürriyet ve Disiplin” adlı bir yazısı yayımlanır. Bu yazının alıntı bir yazı olup olmadığına dair dergide bir bilgi yoktur. General Slim, yazısında disiplin ve hürriyet kavramlarıyla ilgili görüĢlerini açıklar ve özetle disiplinsiz bir toplumda bütün düzenin bozulacağını savunur. General Slim‟e göre hürriyet, karĢılığında hiçbir Ģey vermeden elde edilebilecek bir nimet 720 Rado, “Aziz Tembellik”, Aile Dergisi, S.10, İstanbul, 1949, s.15. 721 İmzasız, “Fikirlerinizi Başkalarına Kabul Ettirmek İstiyorsanız” , çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.10, İstanbul, 1949, s.24. 722 William Slim, “Hürriyet ve Disiplin”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.10,İstanbul,1949, s.20-21 263 değildir. Ġnsanlar hür bir Ģekilde yaĢamak ve hürriyetlerini korumak istiyorlarsa disiplin ilkelerini hayatlarından çıkarmamaya mecburdurlar. 723 Derginin on ikinci sayısında Vedat Nedim Tör‟ün “Üç Kıymet” adlı bir yazısı vardır. Vedat Nedim Tör bu yazıda, gitgide yaĢlandığını belirtmiĢ ve yaĢı ilerledikçe Ģu üç Ģeyin kıymetini daha iyi anladığını dile getirmiĢtir: dostlar, sağlık, güzelliğe dayanan sanat. Yazıya göre insan yaĢlandıkça dostları azalır ve gitgide artan bir yalnızlığın içine düĢer. Bu yüzden yaĢlılıkta sahip olunan tek bir gerçek dost dahi çok kıymetlidir. Yine insan yaĢlandıkça sağlığı bozulmaya baĢlar, vücudunun ve organlarının iĢleyiĢindeki düzen bozulur. Bu sebeple insan yaĢlanınca sağlığının kıymetini daha iyi anlar. Son olarak güzele ve estetiğe dayanan sanat eserleri insanın ruhunu doyuran kıymetlerdir ve yazar, yaĢlandıkça bunların değerini daha iyi anladığını belirtir. 724 Yine on ikinci sayıdaki “Öfke Ġle Kalkan Ziyanla Oturur” adlı bir yazı vardır. Bu yazı hiddetin psikolojik ve fizyolojik temellerini ele alarak hiddet analizi ve kontrolü üzerine tavsiyelerde bulunur. Hiddeti içe atmak da kontrolsüz bir Ģekilde dıĢarı yansıtmak da kiĢinin zararınadır. Yazıya göre birincisi fizyolojik hastalıklara ikincisi sosyal çevrenin tahribatına sebep olabilir. Bu yüzden insanlar hiddetlerini kontrol etmeyi öğrenmelidirler. 725 On ikinci sayıdaki bir diğer sosyal içerikli yazı olan “Nasıl Enteresan Olursunuz?” adlı yazı Marijorie H.Mighell imzasını taĢır. Bu yazıda tüm insanların ve tüm zamanların en büyük heveslerinden ve amaçlarından biri olan “dikkat çekmenin” nasıl baĢarılabileceği üzerine tavsiyelerde bulunulur. Yazıya göre enteresan olmanın belirli birtakım Ģartları vardır ve bu Ģartlara uymayan insanlar enteresan olmak bir yana can sıkıcı ve soğuk bulunurlar. Bir insan ilgi çekici olmak istiyorsa evvela çevresine ilgi duymalıdır. Yazıya göre hiçbir Ģeye ilgi duymayan insana hiç kimse ilgi duymaz. Yazı enteresan olmak konusunda çok ayrtıntılı tavsiyelerde bulunacak uzunlukta değildir ve çevreye ve insanlara ilgi duymak dıĢında önerdiği tek Ģey bir hobi sahibi olmaktır. 726 Bu sayıda ayrıca Sucess Today dergisinden alınmıĢ “BaĢarının 4 Sırrı” adında bir yazı vardır. Yazı hayatta baĢarılı olmak için dört temel kural ortaya koyar ve bu kurallar hakkında ayrıntılı değerlendirmelerde bulunur. Yazıya göre hayatta baĢarılı olmak için dört temel kural Ģudur: 1- Lüzumsuz zahmetlerden kurtulmak 2- Zararı Faydaya Çevirmek 723 Tör, “Üç Kıymet”, Aile Dergisi, S.12,İstanbul, 1950, s.3. 724 İmzasız, “Öfke İle Kalkan Zararla Oturur”, çev. Şehbal Erdeniz,Aile Dergisi, S.12, İstanbul,1950, ss.41-43. 725 Marijorie H.Mighell,”Nasıl Enteresan Olursunuz?”, çev. Seza Göksel, Aile Dergisi, S.12,İstanbul,1950,ss.70- 71. 726 İmzasız, “Başarının 4 Sırrı”, çev. Meliha Z. Yenerden, Aile Dergisi, S.12,İstanbul,1950,ss.75-78. 264 3- Hareketlerimizi değiĢen hadiselere göre ayarlamak. 4- Kendi benliğimizi tanıyıp inkiĢaf ettirmek Bu sayıdaki son sosyal içerikli yazı olan “Kendi El Yazınız ġahsiyetinizin Aynasıdır” 727 adlı yazı ise insanların el yazısından yola çıkarak kiĢilik özellikleriyle ilgili ipuçlarına ulaĢmakla ilgilidir. Yazıya göre el yazıları kiĢilik özellikleriyle ilgili çok güçlü iĢaretler ve 728 ipuçları barındırır . 729 Derginin on üçüncü sayısında ġevket Rado‟nun “Muamma” adlı bir yazısı vardır. ġevket Rado bu kısa yazısında çocukların arabalara ve oyuncak makinelere çocukluklarında çok yoğun ilgi duyduğunu söyler. Ancak makinelere ve oyuncak arabalara bu kadar düĢkün olan çocuklar büyüdüklerinde aynı ilgiyi sürdürmezler. Oysa aynı ilgi yetiĢkinlikte de devam etse bu çocuklar birer mucit yahut büyük giriĢimci olabilir. Fakat çocukken oyuncak arabalara, oyuncak makinelere ilgi duyan çocukların pek çoğu büyüyünce sadece memur olmak isterler. Bu da ülkemizde ciddi bir giriĢimci ve yarayıĢlı insan açığı oluĢturur. On üçüncü sayıda Haluk ġahsuvaroğlu‟nun on dokuzuncu yüzyıldaki Boğaziçi 730 gezintilerini anlattığı “On Dokuzuncu Asırda Boğaziçi Gezintileri” adlı bir yazısı vardır. Yazar bu yazısında on dokuzuncu yüzyılda Ġstanbul Boğazı‟ndaki gezintilerin tarihi seyri hakkında bilgiler verir. Yazıya göre Ġstanbul halkının ve padiĢah ve çevresinin Boğaziçi gezintileri birbirlerinden farklı alıĢkanlıklara, âdetlere ve kurallara tabidir. PadiĢah Boğaziçi gezintisine çıktığı zaman halk saklanır. Sonra II. Mahmut bu âdeti kaldırmıĢtır. Boğaziçi‟nde gezinti yapılan deniz araçlarına, talika, kuço, kâtip odası, hinto gibi adlar verilir. Yüzyılın ortalarından itibarense buharlı vapurlar da bu gezintilerde kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Türk kadınları istedikleri zaman istedikleri yere gezintiye gidemezler ve yüzyıl boyunca birtakım yasaklama ve kısıtlamalara maruz kalmıĢlardır. Bu kısıtlamalar yüzyıl içinde gazeteler vasıtasıyla halka duyurulur ve yasaklara uymayan kadınların görevli memurlar tarafından yasaklara uymaya zorlanacağı belirtilir. Yazıya göre Boğaziçi gezintileri on dokuzuncu yüzyıl boyunca halkın en büyük eğlencelerinden biridir. Fakat II. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra konulan birtakım yasaklarla Boğaz‟ın eski hayatı ve mesirelerin canlılığı yavaĢ yavaĢ kaybolup gitmiĢtir. 727 İmzasız, Kendi El Yazınız Şahsiyetinizin Aynasıdır, çev. Arif Derebeyoğlu, S.12,Aile Dergisi, İstanbul,1950, ss.81-83. 728 El yazısından yola çıkarak kişilik analizi yapmaya çalışan ilgi alanına “grafoloji” denir. (Grapho+logy=grafoloji/yazı bilim). Grafoloji el yazılarının eşsiz ve taklit edilemez olduğu inancından hareketle insanların el yazılarını inceleyerek onların kişilik özellikleri hakkında ipuçları elde etmeye çalışır. 729 Rado, “Muamma”, Aile Dergisi, S.13,İstanbul, 1950, s.15. 730 Haluk Şahsuvaroğlu, “On Dokuzuncu Asırda Boğaziçi Gezintileri”,Aile Dergisi, S.13,İstanbul,1950,ss.37-39. 265 Derginin on dördüncü sayısında Vedat Nedim Tör, Türkiye‟deki çirkin yapılaĢmaya 731 dikkat çektiği “Bir Yapı Polisi Ġstiyoruz” adında bir yazı kaleme almıĢtır . Tör, bu yazısında Türkiye‟deki Ģehirlerin hızla çirkinleĢtiğini belirterek bu çirkinleĢmenin önüne geçmek için bir yapı polisi kurulmasını teklif etmektedir. Yapı polisi yüksek sanat, zevk ve ihtisas erbabından olacak ve Türk Ģehirlerini tarihi zarafetinden hızla koparan çirkinleĢme sürecine karĢı yasal yaptırımlar uygulayacaktır. 732 Yine bu sayıda Ata Tokgöz imzalı “Korktuğum” isimli bir yazı vardır. KiĢisel korkulardan yola çıkılarak birtakım sosyal yargılara varılan bu bu yazısında yazar, hayatını bağladığı tutku ve heyecanların bir gün anlamlarını kaybetmesinden korktuğunu anlatır. Bir insanı hayata bağlayan sevgileri, hayalleri, heyecanları ve beklentileridir. Ġnsan bazı Ģeylere kıymet vererek, bazı Ģeyleri severek ve bazı Ģeyleri arzulayarak hayata bağlanır ve yaĢamasının devam etmesini sağlayacak manevi enerjiyi bulur. Fakat eğer bir gün insan dünyadaki hiçbir Ģeyde bir kıymet ve bir tılsım bulmaz olursa o zaman hayat katlanılması gereken bir angarya ve taĢınılması gereken bir yük görülmeye baĢlanır. Ve hayatta her zaman kıymetlerin gözden düĢmesi ihtimali vardır. Bu sayıda yaĢlanmanın insanın psikolojisinde neden olduğu değiĢimler üzerine “ġu 733 Hayat Ne Tuhaf” adında bir yazı da vardır. Yazarı belirtilmeyen bu alıntı yazıda insanın yaĢlandıkça dünyayı algılayıĢındaki değiĢimlerden bahsedilir. Yazıya göre insan yaĢlandıkça fiziksel görünümünün yanı sıra dünya algısı ve dünya iĢlerindeki konumu da değiĢir. Ġnsanlara bakıĢındaki tutkunun ve heyecanın yerini tahammülsüzlük ve kötümserlik alır. Mevsimler ve yemekler kiĢi üzerinde daha olumsuz etkiler yaratmaya baĢlar. Ġnsanda her Ģeyden Ģikâyet etme eğilimi ortaya çıkar. Oysa insanlar gençliklerinde hiç de böyle değildir. Yazara göre hem fiziksel olarak yıpranmıĢlık hem de ruhsal olarak doyuma ulaĢmıĢlık hali yaĢlılıkta insanı edilgen bir karamsarlığa sürükler. 734 Aynı sayıdaki “24 Saatinizi YaĢamayı Biliyor musunuz?” adlı yazıda ise her günün çok kıymetli olduğu belirtilerek günleri verimli ve hoĢ bir Ģekilde geçirmenin temel prensibinin acele etmemek olduğu vurgulanır. Yazıya göre insan her saniyesinde bir Ģeylere koĢturmak yerine kendi Ģahsiyet özelliklerini tespit etmeli ve hayatı sürekli bir Ģeylerden kaçar gibi veya bir yerlere koĢturur gibi yaĢamamalıdır. 731 Tör, “Bir Yapı Polisi İstiyoruz”, Aile Dergisi, S.14, İstanbul, 1950, s.12. 732 Ata Tokgöz, “Korktuğum”, Aile Dergisi,S.14,İstanbul,1950, s.28. 733 İmzasız, “Şu Hayat Ne Tuhaf”, çev. Şehbal Erdeniz, Aile Dergisi, S.14, İstanbul,1950, s.47. 734 Margaret Blair Johnstone,”24 Saatinizi Yaşamayı Biliyor musunuz?”,çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.14,İstanbul,1950, ss.81-82. 266 Derginin on beĢinci sayısında Sokrates‟in karısı Ksantip‟le ilgili “Sokrat‟ın Karısı 735 Ksantip” bir yazı vardır. Bu yazı ünlü filozof Sokrates‟in karısı Ksantip‟le ilgili hikâye ve söylentilerle ilgilidir. Ksantip‟le ilgili anlatılan hikâyelere göre o, kocası Sokrates‟e hayatı zindan etmiĢ Ģirret ve geçimsiz bir kadındır. Oysa onunla ilgili menfi hikâyelerin çoğu Laertli Diojen tarafından uydurulmuĢtur ve gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ancak Ksantip‟le çoğu uydurma yahut abartı mahsulü olan bu menfî hikâyeler bütün dünyada kabul görmekte ve gerçekmiĢ gibi kabul edilmektedir. 736 Aynı sayıda “Aleyhte Bulunmak Sanatı” adında bir yazı da vardır. Eski bir Çin yazısı olduğu belirtilen fakat yazının kaynağı hakkında daha fazla ayrıntı verilmeyen bu yazıda kiĢilere hasımlarıyla kavga ederken izlemeleri gereken strateji konusunda tavsiyelerde bulunulur. Burada kast edilen düĢmanları yüzlerine karĢı kötülerken veya onları toplum içinde küçük düĢürmeye çalıĢırken izlenmesi gereken yol ve yöntemlerdir. Yazıya göre kiĢi aynı anda birden fazla kiĢiyle kavga etmemeli, bir kiĢiyi kötülerken bağırmamalı ve kendinden emin bir ses tonuyla konuĢmalı ve düĢmanlarını kendisinde de bulunan bir kusur üzerinden karalamamalıdır. Yazıya göre düĢman kabul edilen kiĢilerle psikolojik ve sosyal bir mücadeleye giriĢmek bir sanattır. Büyük bir dikkat ve sağlam bir strateji ister. Derginin on altıncı sayısında misafirliklerin veda faslıyla ilgili “Veda Etmek de Bir 737 Sanattır” adında bir yazı vardır. Bu yazıda bir misafirliğin sonunda ev sahibiyle vedalaĢmanın adab-ı muaĢereti üzerine tavsiyelerde bulunulur. Misafirliğin en zor kısımlarından biri vedalaĢma faslıdır ve hem ev sahibi hem de misafir için sıkıntılı dakikaların ortaya çıkmasına neden olur. Yazıda tadında bir misafirlik için ve misafirliğin sıkıntısızca sonlandırılması için tüyolar verilir. 738 Derginin yine on altıncı sayısında “Bir Fantezi Kadın Dili” adlı yazıda kadınların günlük hayatta kullandıkları lisan ve sıklıkla baĢvurdukları kelime ve ifadelerden yola çıkılarak kadınlarla ilgili birtakım yargılara ulaĢılır. 739 Aynı sayıda “Yapılan Son AraĢtırmalara Göre Ġlim ve AĢk” adlı bir yazı da vardır. Bu yazıda çeĢitli düĢünür ve bilim adamlarının aĢk hakkındaki görüĢ ve tahlilleri yer alır. Yazıda ruhsal bakımdan hasta olan bazı kiĢilere sevgi tedavisinin uygulandığı ve olumlu sonuçlar alındığı belirtilir. Yazıya göre gerçek anlamıyla aĢkın ve sevginin inĢa ettiği bir toplum daha sağlıklı ve mutlu olacaktır. Ve kiĢi baĢkalarını sevmeyi öğrenmek istiyorsa iĢe 735 İmzasız, “Sokrat‟ın Karısı Ksantip”, , çev. Haldun Taner, Aile Dergisi, S.15, İstanbul, 1950, ss.29-30. 736 İmzasız, “Aleyhte Bulunmak Sanatı”, Eski Bir Çin Yazısı, Aile Dergisi, S.15, İstanbul,1950, ss.89-90. 737 İmzasız, Veda Etmek de Bir Sanattır, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.16,İstanbul, 1951,s.22. 738 Christopher Morley, “Bir Fantezi Kadın Dili”, çev. Arif Derebeyoğlu, Aile Dergisi,S.16,İstanbul, 1951, ss.26-28. 739İmzasız, “Yapılan Son Araştırmalara Göre İlim ve Aşk”, çeviren belirtilmemiş, S.16, Aile Dergisi, İstanbul, 1951, ss.29-31. 267 evvela kendisini sevmekle baĢlamalıdır. Çünkü kendisinden nefret eden bir kiĢi baĢkalarını da sevemez. Yine bu sayıda yaptığı çevirilerle Aile dergisinde sıklıkla yer alan ġehbal Erdeniz‟in 740 “YaĢama AĢkı” adlı bir yazısı vardır. Bu yazıda ġehbal Erdeniz, insanların yaĢamak için kutsal veya önemli addettikleri bir gayeye tutunması gerektiğini anlatır. Yazara göre insan en genç zamanlarından ölünceye kadar bir amaç ve bir hayal uğruna yaĢamalıdır ki hayatın en büyük manevi enerjisi olan yaĢama aĢkına ancak bu Ģekilde kavuĢulabilir. Bu sayıda cinsiyetlere göre düĢünme biçimleri üzerine kaleme alınmıĢ “Kadın Gibi mi 741 Erkek Gibi mi DüĢünüyorsunuz?” adlı bir yazı da vardır. Bu yazı Stanford Üniversitesi‟nden Dr. Lewis Terman ve Yale Üniversitesi‟nden Dr.Catharine Cox Miles‟ın yaptığı Cinsiyet ve ġahsiyet adlı araĢtırma hakkında bilgi verir. Bu araĢtırma belirli kelimelere veya birtakım kavramlara insanların verdiği tepkilerden yola çıkarak onlardaki baskın sosyal cinsiyeti ortaya çıkarmayı amaçlar. Diğer bir deyiĢle bu araĢtırma erkeklik-kadınlık belirtilerini veya E.K. emsalini tespite yarar. 742 Yine bu sayıda “Yeni Mektep” adlı eğitim-öğretimle ilgili bir yazı vardır. Bu yazıda ABD‟nin New York Ģehrinin bir banliyösündeki bir okulda uygulanan eğitim yöntemlerinden bahsedilir. Bu okulda mevcut öğretmenlerin yanı sıra herhangi bir konunun uzmanları okula gelip öğrencilere ders verebilmektedir. Mesela mesleklerinin erbabı olan marangozlar, muslukçular ve çiftçiler. Bundan da öte herhangi bir konuda uzman olduğu tescil edilmiĢ kiĢiler sosyal veya mesleki unvanlarına bakılmaksızın uzman oldukları konuda gelip okulda öğrencilere ders vermektedir ve bu eğitim baĢarısı bakımından oldukça verimli sonuçlar doğurmaktadır. 743 Derginin on yedinci sayısında Ģans kavramıyla ilgili “Talih Diyip Geçmeyiniz” adlı bir yazı vardır. Ġnsanlar hayatlarının pek çok merhalesinde Ģans kavramından bahseder ve olayları Ģansa bağlama eğilimi içinde yaĢarlar. Oysa bu yazıya göre çok istisnai durumlar hariç Ģans kavramı insanın kendi yapıp etmelerine bağlıdır. Ġnsan Ģansını kendisi yaratır. Yazıya göre insanın Ģansı, kendine duyduğu güvene, sahip olduğu cesarete, yaĢamı içinde edindiği bilgilere ve cesaretine bağlıdır. Tüm bu faktörlere yüksek derecede sahip olanların talihsiz olması son derece istisnai bir durumdur. ġans yahut talih kavramı sadece piyango çekiliĢleri veya tanınmayan akrabalardan miras kalması gibi durumlarda geçerlidir yazıya göre ki bu durumlar da yine pek nadir görülen istisnai durumlardandır. 740 Şehbal Erdeniz, “Yaşama Aşkı”, Aile Dergisi,S.16,İstanbul,1951, s.59. 741 Jock Harrison Pollack,”Kadın Gibi mi Erkek Gibi mi Düşünüyorsunuz?”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951, ss.74-77. 742 İmzasız, “Yeni Mektep”, çeviren belirtilmemiş, S.16,Aile Dergisi, İstanbul,1951,ss.86-87. 743 İmzasız, “Talih Diyip Geçmeyiniz”, çeviren belirtilmemiş ,S.17,Aile Dergisi, İstanbul, 1951,ss.84-86. 268 Bu sayıda ManĢ Denizi‟ndeki Sark adasında bulunan bir hapishane üzerine “Dünyanın 744 En Tenha Hapishanesi” adında bir yazı da yayımlanmıĢtır. Yazıya göre bu hapishane dünyanın en tenha hapishanesidir. ManĢ Denizi‟ndeki Sark adasında bulunan doksan dört yıllık bu hapishaneye bu süre içinde sadece beĢ mahkûm konulmuĢtur. Bu mahkûmlardan ikisi fazla içki içip sarhoĢ oldukları için birer gün, birisi güzel bir kıza laf attığı için iki gün, hırsızlık suçundan mahkûm olan bir kız da yirmi dört saat hapishanede kalmıĢtır. Son suçlu ise cinayet zannıyla tutuklanmıĢtır ki yazıda belirtilene göre ada tarihinde bu bir ilktir. Adanın yerel mahkemesi yerli bir adamı öldürmekten hapse konan cinayet zanlısını bir gün sonra memleketi Ġngiltere‟ye dönmek üzere adayı terk etmekle cezalandırmıĢtır. Ve “dünyanın en tenha hapishanesi” yine bomboĢ kalmıĢtır. Yazıda belirtildiğine göre Sark adasında silahlı bir polis gücü bile yoktur. Çünkü buna ihtiyaç yoktur. Yine bu sayıda geleneksel Japon 745 kadınlarının hayatlarıyla ilgili Dünyanın “En Bahtsız Kadınları Japon Kadınlarıdır” adında bir yazı vardır. Bu yazı geleneksel Japon kadınlarının ev içinde ve kocaları karĢısında uymak zorunda oldukları kurallar nedeniyle yaĢadıkları çileli hayatı anlatır. Eski Japon törelerine uygun bir Ģekilde yaĢayan ailelerde baskın bir ataerkillik söz konusudur ve Japon kadınları kocalarına hürmet göstermek konusunda oldukça sıkı geleneksel kurallara tabidirler. Geleneksel Japon kadınları için iki yol vardır: ya evlenmek ya da geyĢa olmak. Evli bir Japon kadının baĢka hiçbir kanuni hakkı yoktur. Kocası istediği zaman onu boĢayabilir. Kocasını sürekli ayakta karĢılamak zorundadır. O izin vermeden divan yahut sedir gibi yerlere oturamaz. Kocasının yanında kuru tahta üstünde oturmak zorundadır. Kadınlar kocalarının ev içinde her türlü iĢini görmeye mecburdur. Çocuklar kanuni olarak babaya aittir ve annenin hiçbir hakkı yoktur. Ev içinde tartıĢmasız olarak erkeğin hükümdarlığı ve efendiliği vardır. Kadın erkeğin kölesi olmakla mükelleftir. Yazıda Japon kadınlarının kocaları karĢısındaki geleneksel mahkûmiyeti ve kölelik statüsüyle ilgili oldukça çarpıcı bilgiler vardır: ―Genç bir Japon erkeği kadına, hatta çantasını mantosunu tutmak gibi en ufak bir ihtimam göstermekle şerefine leke sürmüş olur… Japon cemiyetinde kadının vazifesi yalnızca hizmet etmek ve doğurmaktır. Öte yandan kadın, doğururken bil serbest değildir: ne 746 anesteziye ne de doğum sancılarının verdiği ıstırabı göstermesine müsaade edilir.‖ Yazıda Japon kadınları için oldukça karamsar bir tablo çizilmiĢtir. Yazıya göre onların çileli ve ıstırap dolu hayatlarından kurtulmasının tek yolu intihar etmeleridir ki onu da 744 İmzasız, “Dünyanın En Tenha Hapishanesi”, Aile Dergisi,S.17,İstanbul,1951,s.73. 745 Helene Mosicki, “Dünyanın En Bahtsız Kadınları Japon Kadınlarıdır” çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.17, İstanbul,1951, ss.29-31. 746 Moscicki, a.g.e.,s.30-31. 269 baĢlarına buyruk yapamazlar. Bir Japon kadını intihar edecekse ya suya ya da yanardağa atlamalıdır. Harakiri yaparak intihar etmeye Japon kadınları layık değildir. Aile dergisinde zaman zaman insanlarla etkili iletiĢim kurabilmek ve toplumun sempatiyle baktığı bir insan olabilmek için öneri mahiyeti taĢıyan alıntı yazılar yayımlanmıĢtır. Derginin on yedinci sayısında yayımlanan “Acaba Mizaha Kabiliyetiniz Var 747 Mı?” adlı yazı da böyle bir yazıdır. Bu yazıda, insanların mizah kabiliyeti ve algısıyla ilgili birtakım sorulara verilen bilimsel cevaplar okuyuculara aktarılır. Esprili bir kiĢi olmanın toplum içindeki değeri ve toplumun esprili insan parametreleriyle ilgili çeĢitli bilim adamlarının yaptığı araĢtırmalar hakkında bilgi verilir. Derginin bu sayısında etkili konuĢma ve iletiĢim üzerine “Amerikalılar Radyoda Nasıl 748 KonuĢurlar?” adında R.Potter imzalı bir yazı vardır. Bir radyo programcısı olan yazar, bu yazısında düzgün ve etkili konuĢmayı nasıl öğrendiğini anlatır. Radyoda program yapmaya baĢlamadan önce yazar birtakım profesyonel kiĢilerden anlaĢılır ve etkileyici konuĢmak üzerine birtakım eğitimler almıĢ ve bu eğitimlerden sonra konuĢması ve insanlara hitabeti muazzam ölçüde değiĢmiĢtir. Yazıda da vurgulandığı dar bir çevrede veya yakın arkadaĢlarla konuĢmakla binlerce insanın dinlediği bir radyoda konuĢmak aynı Ģey değildir. Yazıya göre topluluklara hitap eden hem lisanı hem de seslerini mükemmelen kontrol etmek zorundadırlar Derginin on sekizinci sayısında Fransız yazar Georges Duhamel‟in açık mektup 749 biçiminde “Delikanlılarıma Mektup” adında bir yazısı yayımlanmıĢtır. Georges Duhamel, oğullarına ve onların Ģahsında bütün gençlere hitaben yazdığı bu açık mektubunda dünyanın mevcut durumundan dolayı özür diler. Çünkü dünya, düzeni altüst olmuĢ, yaĢanması zorlaĢmıĢ ve kaos içinde bırakılmıĢ bir yerdir ve Duhamel‟e göre bunun sorumlusu da büyükler, babalar ve dedelerdir. Babalar oğullarına kötü bir dünya miras bırakmaktadırlar. Onun için de onlara bir özür borçludurlar: ―Yalana ne hacet: kötü zamanda dünyaya geldiniz. İnsanlar mesut olmaktan çok uzaktır. Beşeri kıymetlerin hepsi altüst olmuş, çılgınca fikirler her yanı kaplamıştır. Herkes yarından bahsettiği halde beklediğimiz yarın hiç bu kadar müphem ve endişe verici olmadı… Dünya nimetleri etrafında bu derece amansız didişme şimdiye kadar görülmemiştir. Bu 750 hengâme içinde nice özlü zekâ ve ruh heba olup gitti.‖ 747 İmzasız, Acaba Mizah Kabiliyetiniz Var Mı?, Aile Dergisi, S.17, İstanbul, 1951, ss.89-90. 748 İmzasız, R. Potter, Amerikalılar Radyoda Nasıl Konuşurlar?, , çev.Nihal Yalaza Taluy, Aile Dergisi, S.17,İstanbul, 1951, ss.79-81. 749 Georges Duhamel, “Delikanlılarıma Mektup”, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1951, ss.4-6. 750 Duhamel, a.g.e.,s.6. 270 Georges Duhamel oğullarına miras kalan dünyanın içinde bulunduğu vahim Ģartlar nedeniyle karamsardır. Ancak gençlerde kendisi gibi bir karamsarlık değil tam tersine yaĢama ve mutlu olma azmi görmektedir. Bu da onu “delikanlılarına” saygı duymaya iter. 751 Bu sayıda zaman kavramı ve zaman algısıyla ilgili “En Büyük Dostumuz Zaman” adında bir yazı da vardır. Yazıya göre zaman bir yönüyle insanın varlığını yıpratıcı, yorucu ve azaltıcı bir etki yapar. Zaman geçtikçe ömür azalır, ruh yıpranır, beden yorulur ve eskir. Fakat bu yazı zamanın iyileĢtirici etkisini ele almayı tercih eden bir yazıdır. Çünkü zaman iyileĢtirici etkisi de olan bir kavramdır. Mesela yazıya göre en çok kadınlar zamanın geçmesinden Ģikâyetçidirler. Çünkü zaman geçtikçe güzelliklerinin kaybolduğunu gözlerindeki ıĢığın soluklaĢıp söndüğünü düĢünürler. Fakat geçen zamanın kadınlara kattığı ruhsal olgunluk onları esasen bambaĢka bir güzellikle donatmaktadır yazıya göre. Bundan da öte zaman acı çeken ruhların üzerinde iyileĢtirici ve teskin edici bir ilaç gibi çalıĢır. En büyük dertlere duçar olup büyük felaketlere uğramıĢ insanlar zaman geçtikçe dertlerini unuturlar, hiç değilse kaderin onları layık gördüğü hakikate alıĢırlar. Zaman hem sessiz ve ağrısız bir hastalık, hem de deva getiren bir ilaçtır. 752 Bu sayıda toplumsal nezaket kurallarıyla ilgili “Nezaket Öldü mü?” adında bir yazı da vardır. Yazı insanlar kalabalıklaĢtıkça ve Ģehirler büyüdükçe asgari nezaket kurallarının önemsenmez hale geldiğinden yakınır. Çok da uzak olmayan eski zamanlarda erkek kadına, kadın erkeğe büyük bir nezaket, saygı ve görgü kuralları gereğince davranırdı. Ancak artık bu abartılı nezaket kuralları unutulduğu gibi asgari nezaket kuralları dahi kolektif bir Ģekilde unutulmuĢtur. Yazıya göre bunun nedeni insanların büyüyen Ģehirlerde hayat kavgası vermek zorunda oluĢu ve bu nedenle egoistleĢmesidir ki bundan artık geri dönüĢ mümkün değildir. Kapitalizm vahĢileĢip hayat Ģartları çetinleĢtikçe insanlar tabiatın doğal akıĢına uygun olarak nezaketi ve birbirlerine saygı unuturlar. Bu tip insani kuralları angarya gibi görmeye baĢlarlar. 753 Bu sayıda Serge Rove imzasıyla çıkan “Güle Dair” adlı bir yazı da vardır. Gül, dünya edebiyatında ve çeĢitli kültürlerde çok mühim bir yeri olan bir çiçektir. Güzelliğin, zarafetin, saflığın ve sevginin sembolüdür. “Güle Dair” adlı bu yazı da gülün dünya kültürlerindeki yeri, gül yetiĢtiriciliği tarihi, güllerin adlandırılmasına iliĢkin adet ve alıĢkanlıklar ve imkânsız renklerde güller yetiĢtirmek için gül tutkunu bilim adamlarının yaptığı çalıĢmalar hakkında bilgi verir. Yazıya göre gül merakı eski Mısırlılar ve Romalılar devrinden itibaren baĢlamıĢtır. Gülün doğudan batıya her kültürde müstesna bir yeri vardır. 1900‟lü yıllardan itibaren 751 İmzasız, “En Büyük Dostumuz Zaman”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.18 ,İstanbul, 1951, ss.23-24. 752 İmzasız, “Nezaket Öldü mü?”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.18, İstanbul,1951, ss.60-61. 753 Serge Rove,” Güle Dair”,çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1951, ss.81-82. 271 Avrupa‟da melez güllerin oluĢturulabilmesi için ihtisas alanları oluĢmuĢ hatta bu çiçeğe musallat olan hastalıkları tedavi etmek için mütehassıslar bile ortaya çıkmıĢtır. Bu yazı gülün değiĢik milletler arasındaki kültürel ve sanatsal algılanıĢından ziyade dünyadaki gül yetiĢtiriciliği üzerine bilgiler veren bir yazıdır. 754 Bu sayıdaki sosyal içerikli bir diğer yazı ise “Hayatımızda Renklerin Rolü” adlı yazıdır. Bu yazı insanların renk tercihleriyle Ģahsiyet özellikleri arasındaki iliĢki üzerinedir. Ayrıca yine renklerle diğer duyular arasındaki iliĢki ve renklerin insan psikolojisi üzerindeki etkisi de bu kısa yazının değindiği diğer konulardır. Yazıya göre bazı sesler insanlarda bazı renkleri çağrıĢtırırlar. Mesela ağır müzik parçaları maviyi, hızlı çalınan parçalar kırmızıyı, ince notalar açık renkleri, kalın notalar koyu renkleri çağrıĢtırır. Renk tercihleriyle Ģahsiyet özellikleri arasında da kuvvetli bir iliĢki vardır: ―Bu hususta yapılan sayısız ince tecrübelerden sonra, atletik kabiliyeti olan kimselerin kırmızıyı tercih ettiklerini, entelektüel şahsiyete sahip olanların ise maviyi sevdiklerini göstermiştir. Bundan başka mor ekseriya artist ve sanatkâr ruhlu kimselere, sarı spiritüel 755 yahut feylesof mizaçlı kimselere cazip gelmektedir.‖ 756 Derginin on dokuzuncu sayısındaki “Herkesin Sevdiği Spor: Futbol” adlı yazıda çok sevilen bir spor olan futbolun kısa tarihi anlatılır ve futbol fanatizminin dünya çapında eriĢtiği nokta hakkında çarpıcı örnekler verilir. Bu sayıdaki diğer bir yazı ise çay tarihi ve 757 çayın dünyadaki popülarite durumu üzerinedir . Bu yazıda çay yetiĢtiriciliğinin tarihi, çayın en çok hangi ülkelerde içildiği ve çayın insanların hayatındaki yeriyle ilgili kısa bilgiler verilir. Buna göre çay beĢ bin yıl önce Çin‟de keĢfedilmiĢ ve 1610 yılında Hollandalı denizciler tarafından Batı‟ya getirilmiĢtir. Yazıya göre dünyada en çok çay ise Ġngiltere, Ġrlanda ve Avustralya‟ da tüketilir. 758 Bu sayıda kadın güzelliğinin değiĢik kültürlerdeki algısıyla ilgili “Kadın Güzelliği” adlı bir yazı da vardır. Bu yazıda kadın güzelliği algısının değiĢik toplumlarda tarih içindeki seyri ele alınır. Eski Mısır, Eski Yunan, Ortaçağ, Rönesans Devri, XIX.yüzyıl ve zamanımızda hangi fiziksel özelliklere sahip kadınların “güzel” olarak algılandığıyla ilgili kısa bilgiler verilir. Derginin etkili iletiĢim yöntemleri üzerine yayımladığı yazılardan biri de on 759 dokuzuncu sayıda çıkmıĢtır. “Ġkna Etme Sanatı” adlı bu yazıya göre insanları ikna etmek 754 Faber Birren,”Hayatımızda Renklerin Rolü”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.18, İstanbul, 1951, s.69. 755 Birren, a.g.e.,s.69. 756 İmzasız, “Herkesin Sevdiği Spor: Futbol”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.19,İstanbul, 1951, ss.74-75. 757 İmzasız, “Çay”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.19,İstanbul, 1951, s.69. 758 Cifford Bax ve H.Renier, “Kadın Güzelliği”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.19,İstanbul, 1951, ss.18-19. 759 İmzasız, İkna Etme Sanatı, çeviren belirtilmemiş,Aile Dergisi, S.19,İstanbul, 1951, ss.29-31. 272 çok zaman pek güç bir iĢtir. Ġnsanlar inandıkları bir Ģeyden kolay kolay vazgeçmezler. Bu nedenle de bu yazı ikna etmeyi bir sanat olarak niteler ve insanları bir Ģeye daha kolay ikna etmek için birtakım tavsiyelerde bulunur. Buna göre bir insanı ikna etmeye çalıĢırken kullanılan üslup çok önemlidir. Ġkna edilmek istenen insana mümkünse bir vaatte bulunulmalı, makul bir sebep seçilmeli, konuĢurken acele etmemelidir. Ayrıca insanlarda heyecan uyandırmaya çalıĢmalı ve karĢı görüĢ ifade etmeleri durumunda sükûnetle cevap vermelidir. Yazıya göre tarihin en önemli iknacıları Bismark, Richelieu, Disraeli, Franklin gibi devlet adamlarıdır. Bu sayıda Hindistan‟da kurtlar tarafından bakılıp büyütüldüğü iddia edilen iki çocuk 760 üzerine Leon Binet‟in yazdığı “Kurtlarda Analık” adında bir yazı da yayımlanmıĢtır. Yazı doğada analık içgüdüsü en kuvvetli vahĢi hayvan olan kurtlarla ve kurtlar tarafından tarafından büyütüldüğü iddia edilen çocuklarla ilgilidir. Birtakım mitolojilerde kurtlar tarafından emzirilip büyütülen kahramanlar vardır. Mesela mitolojik inançlara göre Romalı Romus ve Romulus ikiz kardeĢleri diĢi bir kurt emzirip büyütmüĢtür. Bu yazıda ise Hindistan‟da kurtlar tarafından beslenip bakıldığı iddia edilen çocuklardan bahsedilir. Bunlardan biri Sultanpoor civarında bir atlının bir kurt sürüsüyle birlikte gördüğü dokuz-on yaĢlarında bir çocuktur. Çocuk kurtların içinde tıpkı vahĢi bir kurt gibi hareket etmektedir ve atlıyı görünce diğer kurtlar gibi kaçarak uzaklaĢmıĢtır. Diğer çocuksa Kamala adı verilen bir kız çocuğudur. Hayatının sekiz yılını kurtlar arasında geçiren Kamala tıpkı onlar gibi davranıyordu. Daha sonra Midnapur‟da bir yetimhaneye yerleĢtirilir ve yazıda belirtildiğine göre kurt tabiat ve adetlerinden vazgeçmesi dokuz yıl sürer. Derginin yirminci sayısında yirmi sekiz yıl hiç uyumayan Ernest Lanchbery adında 761 bir adam üzerine “28 Yıl Hiç Uyumayan Adam” adlı bir yazı yayımlanır. Yazıda verilen bilgilere göre Ġngiliz Ernest Lanchbery seksen iki yaĢında bir ihtiyardır ve bu yaĢına kadar hiç uyumamıĢtır. Yazı bu uykusuz ihtiyarın hikâyesini anlatır ve hiçbir tavsiye ve tedbirin adamı uyutamadığından söz etmektedir. Yazının içeriğinde Lanchbery‟ nin seksen iki yaĢında olduğu ve hiç uyumadığı birkaç defa vurgulanmaktadır. Ancak Lanchbery‟ nin yazının baĢlığındaki uykusuzluk süresi 28 yıldır. Biz bu çeliĢkinin bir matbaa yanlıĢından kaynaklandığına inanıyor ve baĢlıkta 82 yerine yanlıĢlıkla 28 yazıldığını düĢünüyoruz. 762 Bu sayıdaki “Ġstidanız?” adlı yazı ABD‟de insanların çalıĢma Ģartlarıyla ilgili yapılan bir test hakkında bilgi verir. Yazıda bildirildiğine göre ABD‟de Johnson O‟Connor isimli bir mühendis çalıĢtığı Ģirkette birçok insanın tabiatlarına hiç uygun olmayan iĢlerde 760 Leon Binet, “Kurtlarda Analık”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.19,İstanbul,1951, s.73. 761 İmzasız, “28 Yıl Hiç Uyumayan Adam”,çeviren belirtilmemiş,Aile Dergisi, S.20, İstanbul, 1952, s.27. 762 İmzasız, “İstidadınız?”, çeviren belirtilmemiş,Aile Dergisi, S.20,İstanbul,1952,ss.53-54. 273 çalıĢtırıldığını fark eder ve iĢle iĢ gören arasındaki intibakı sağlamak için insanların yetenek ve eğilimlerini ölçen bir test geliĢtirir. Bu yazı bu test ve sonuçlarıyla ilgilidir. Bu sayıda etkili ve yaratıcı düĢünme üzerine “Parlak Fikirler Ġnsana Nereden Gelir?” 763 adlı bir yazı da yayımlanmıĢtır. Bu yazıda tarihe mal olmuĢ bazı yazarlara ve müzisyenlere parlak fikirlerin ne zaman ve ne Ģartlarda geldiği hakkında malumat verilmektedir. Yazıda belirtilenlere göre pek çok parlak fikir bu insanların aklına geliĢigüzel yerlerde ve alakasız zamanlarda gelmektedir. Örneğin Mozart “Sihirli Flüt” adlı eserinin melodisini bilardo oynarken bulmuĢtur. Bazı insanlarsa en parlak fikirlerini uykularında edinirler. Yazı bu tip örnekleri sıralamakla birlikte zihnin ani gelene yaratıcı düĢüncelere açık olması için birtakım tavsiyelerde de bulunur. Bu sayıda etkili iletiĢim üzerine yayımlanmıĢ ikinci yazı William Ziff tarafından 764 kaleme alınan “Hareketlerin Dili” adlı yazıdır. Bu yazı insanların tekrar eden hareket, jest ve mimiklerinden yola çıkarak onların karakter özelliklerini tespit etmekle ilgili bir yazıdır. Yazı, jest, bakıĢ, mimik ve hareketlerdeki birtakım küçük ayrıntıların kiĢilerin Ģahsiyet özellikleri ve gerçek niyetleriyle ilgili ĢaĢmaz ipuçları verebileceğini savunur ve bunu örneklerle izah eder. Mesela egoist insanlar el sıkıĢmalarını kısa tutarlar. Mantıktan çok duygularıyla hareket eden insanların elleri de sürekli oynar veya suçluluk hisseden kimseler gözünüzün içine bakamazlar. 5.5.Aile Dergisinde Doğu-Batı KarĢılaĢtırması Üzerine Yazılar Aile dergisinin yayımlanmaya baĢladığı 1947 yılında Türkiye Cumhuriyeti henüz yirmi dört yaĢındadır ve çok genç bir devlettir. Yeni devletin üzerine inĢa edildiği altı Atatürk ilkesinden biri de inkılapçılıktır ve büyük bir enerji ve hızla gerçekleĢtirilen inkılaplarda Avrupa örnek alınmıĢtır. Türkiye geliĢmiĢ ve güçlü Avrupa devletlerini örnek alarak kendisini yenilemeye çalıĢmıĢtır. Bu örnek alıĢ hem zahiri ve maddi değiĢimleri hem de kültürel ve zihinsel değiĢimleri etkileyen ve biçimlendiren bir olgudur. Oryantalizm, bilindiği gibi aydınlanma çağı ve sanayi devrimi sonrası Batılı düĢünürlerin Doğulu toplumlarla ilgili ürettikleri fikir, yargı, tanımlama, önyargı, genelleme ve stereotipleri doğuran çatı mantaliteye verilen addır. 763 İmzasız, “Parlak Fikirler İnsana Nereden Gelir?”, çev. Şehbal Erdeniz, Aile Dergisi, S.20,İstanbul,1952, ss.53- 54. 764 William Ziff, “Hareketlerin Dili”, çeviren belirtilmemiş, Aile Dergisi, S.20, İstanbul, 1952, ss.85-86. 274 Aile dergisinde yayımlanan çeĢitli yazılardaki Doğu-Batı kıyaslamalarında Doğu, olumsuzluğu ve geri kalmıĢlığı temsil eden taraftır. Batı ise olumlu yönleriyle ön plandadır ve Doğu‟nun yaptığı veya yapmaya çalıĢtığı iĢleri onaylaması beklenen üst merci rolündedir. Dergide Batı ve Batılılar‟ ın Doğu‟yla ilgili fikirleri bir hayli önemsenir ve Batılılar genellikle bir nasihat ve tasdik etme havası içinde konuĢurlar. Dergi yöneticileri çeĢitli sayılarda Batılı birtakım kalemlerden Türkiye hakkındaki görüĢlerini yazmalarını istemiĢtir. Bu çerçevede Amerika BirleĢik Devletleri‟nde 1911 yılından 1980 yılına kadar yayımlanan Photoplay ve 1919 yılında yayımlanmaya baĢlayıp günümüzde de yayın hayatını sürdüren True Story dergilerinin o zamanki temsilcisi olarak Türkiye‟ye gelen Amerikalı yazar Carroll Rheinstrom‟dan Aile dergisi için bir yazı yazması istenmiĢ ve o da Türkiye‟ye gelip gördüğü Türkler‟le ilgili görüĢ ve izlenimlerini yazmıĢtır. Rheinstrom‟un Türkler‟le ilgili görüĢ ve izlenimlerini açıkladığı yazının adı “Türkler‟i 765 Hiç de Bilmiyordum” dur. Rheinstrom yazısına Türkiye‟ye gelmeden önce Türkler hakkında ne düĢündüğünü açıklayarak baĢlar ve oryantalizmin ortaya çıktığı zamanlardan beri Doğu ve Türkler hakkında oluĢmuĢ birtakım kliĢeleri eleĢtirel bir dille tekrarlayarak kendi fikirlerini açıklamaya giriĢir: ―Gerçi sizleri ister inanın, ister inanmayın, bazı Amerikalıların hâlâ tasavvur ettikleri gibi ipek döşekler üzerine yan gelmiş, ağzında nargilenin marpucu, etrafında huriler dönen cennetlikler gibi tahayyül etmiyordum…Lakin Şark alemiyle pek ünsiyetim olmadığından itiraf edeyim ki sizleri hayalimde hâlâ esrarengiz, anlaşılamaz ve başka bir alemden imişsiniz gibi canlandırıyordum…Meğer siz Türkler, Avrupa’da, Afrika’da veya Güney Amerika’da temas ettiğim herhangi bir milletten ziyade biz Amerikalılara yakınmışsınız! İşte buna 766 şaştım .‖ Rheinstrom‟un Türkler‟le ve Türkiye‟yle ilgili görüĢleri olumludur. Ancak bu olumlu görüĢler Türkiye‟nin toplumsal ve kültürel hayatından ziyade iĢ ve meslek âlemiyle alakalıdır. Yazar, havaalanındaki doktordan, tanıĢıp sohbet ettiği iĢ adamlarına ve lokantada hizmetini gören garsona kadar bütün meslek ve iĢ gruplarının pratikliğini ve pragmatikliğini över ve bu bakımdan Türkler‟le Amerikalılar‟ ı birbirine benzetir. Türkler bir iĢi en kısa ve en faydacı yoldan çözmeye çalıĢırlar bu bakımdan da Rheinstrom‟ a vatanı olan Amerika‟yı ve vatandaĢları olan Amerikalılar‟ ı hatırlatırlar. 765 Carroll Rheinstrom, “Türkler‟i Hiç de Böyle Bilmiyordum”, Aile Dergisi, S.5, İstanbul,1948, s.14. 766 Rheinstrom, a.g.e.,s.14. 275 767 Onuncu sayıda Vedat Nedim Tör “Bergama‟yı Seven Nilla Cook” baĢlıklı yazısında Amerikalı Nilla Cram Cook‟u tanıtır. Yazıda anlatıldığına göre Nilla Cram Cook 1939 yılında Ġstanbul‟a gelmiĢ ve geldikten sonra Vatan gazetesinde yazarlık yapmaya baĢlamıĢ Amerikalı bir gazetecidir. “Türk dostu Müslüman bir Amerikalı kadın” olan Nilla Cram Cook Amerikan gazete ve dergilerine Türkler lehine pek çok röportaj göndermiĢ ve Bursa, Ġzmir ve Ankara gibi illere yaptığı seyahatler sonucunda Türkler‟e duyduğu sevgi büsbütün artmıĢtır. Oysa tanımadan önce onun da fikirleri oryantalist Batılılar‟ın fikir ve ön yargılarından çok farklı değildir: ― Benim de, birçok Amerikalılar gibi Türkler hakkında yanlış ve aleyhte kanaatlerim vardı. Sizi Ermeni katili, zalim, kana susamış, yalnız harp etmesini beceren, sanat ve 768 incelikten mahrum bir millet olarak tanıyordum .‖ Oysa Nilla Cook, 1923 yılında Yunanistan‟a yerleĢtikten sonra Yunanlılar‟ın Türkler‟den övgü ve hasretle bahsettiklerini duymuĢtur. Yunan kültürü üzerinde de Türk kültürünün çok pozitif bir etkisi vardır. Bu Ģekilde ön yargıları yıkılmaya baĢlayan Cook, Türkiye‟ye gelip Ġstanbul‟da gazetecilik yapmaya baĢlar ve Türkiye‟de yaĢadıkça Türkler‟ i çok sever ve Türk milletiyle ilgili olumsuz fikirlerinden eser kalmaz! Vedat Nedim Tör, Amerikalı gazeteci Nilla Cram Cook‟taki bu fikir ve duygu değiĢikliğini çok önemser. Yunanistan‟da da bulunmuĢ olan ve o ülkedeki Ġtalyan ve Nazi iĢgallerine karĢı direniĢlere aktif bir Ģekilde katılmıĢ olan Nilla Cook, Tör‟e göre önemli bir Batılı aktivisttir ve onun Türkler‟e olan sevgisi ve muhabbeti kaybedilmemesi gereken bir Ģeydir. Tör, yazısını Cook‟a Türkiye‟de önemli görevler verilmesi gerektiğini söyleyerek noktalar. “Bergama‟yı Seven Nilla Cook” Aile dergisinin onuncu sayısına kendi yazısıyla da 769 konuk olmuĢtur. Bu sayıda “Rüyalarıma Giren Türk Dansları” adlı bir yazı yazan Cook, Türkiye‟de kaldığı zaman zarfında izleme Ģansı bulduğu ve çok sevdiği dansları sıralar. Cook, bu dansları bölgelerine göre adlandırarak bu dansların tarihi ve kültürel kaynakları hakkında malumat verir. Cook‟un yazısında anlattığı Türk danslarına verdiği adlar Ģunlardır: Vakıflar Dansı, Nilüfer‟in ġarkısı, Fıratın DoğuĢu, Boğaziçi Rapsodisi, Ġzmir Dansı. Derginin on altıncı sayısında bu defa bir Ġngiliz kızından Türkiye izlenimlerini okuruz. Ġngiltere‟den Ankara‟ya 1947 yılının Ağustos ayında ne olduğu dergide belirtilmeyen bir 767 Tör, “Bergama‟yı Seven Nilla Cook Kimdir?”, Aile Dergisi, S.10, İstanbul,1949, ss.74-75. 768 Tör, a.g.e.,s.74. 769 Nilla Cram Cook, “Rüyalarıma Giren Türk Dansları”, Aile Dergisi, S.10, İstanbul,1949, ss.19-22. 276 görevle gönderilen Pauline Espir, geliĢmekte ve kendisini yenilemekte olan Türkiye‟nin çeĢitli Ģehirleri ve insanları hakkındaki görüĢ ve izlenimlerini paylaĢır. Dergi bu yazıyı “Bir 770 Ġngiliz Kızı Türkiye‟yi Nasıl Görüyor” baĢlığıyla yayımlar. Espir, yazısında Ankara‟yı Atatürk‟ün dehâsı ve Türk milletinin azmiyle Anadolu‟nun çorak yaylasında yaratılan bir baĢĢehir olarak tanımlar. Bu Ģehre gelmeden karanlık ve kirli sokaklarla örülü bir Ģehir beklemektedir ama Ankara onu yanıltmıĢtır. Çünkü inanç ve azimle çalıĢan insanlar Anadolu‟nun bozkırında son derece zarif, intizamlı ve gitgide büyüyen bir Ģehir yaratmıĢlardır. Ancak Espir‟i asıl heyecanlandıran Ankara değil Ġstanbul‟dur. ―Marmara kıyıları Tuzla ve Pendik’ten başlayarak Adalar göründükten sonra uzakta cami ve minarelerinin siluetleriyle İstanbul, efsanelerden çıkma bir şehir hissini 771 veriyordu .‖ Espir, Ankara ve Ġstanbul‟u mimari, coğrafi ve tarihi kimlikleriyle anlatırken bu Ģehirleri dolduran insanlarla ilgili en çok vurguladığı Ģey onların misafirperverliği ve dostluğudur. Espir‟e göre Türkler akıl almayacak derece misafirperverdirler ve onlar insanlara gönülden gelen bir hararetle dostluk gösterirler. Mesela Iğdır‟da bir gece yolculuk ettikleri kamyon arızalanmıĢ ve yolda mahsur kalmıĢlardır. Köylüler yazarın da içinde bulunduğu yolculara battaniye ve yiyecek vermiĢtir. Daha sonra gittikleri Ardahan‟da ise köyün ağası yazarı ve diğer misafirlerini mükemmelen ağırlamıĢtır. Espir, Türk insanından övgüyle bahsederken onların demokrasiye ve serbest seçimlere adapte olma hızına da değinmeden geçemez ve 1946 seçimlerinden Ģu Ģekilde bahseder: “ Bir de memleketteki terakkiye işaret edeyim. Son intihabatta halkın aldığı vaziyet; sanki Türkiye kırk yıldan beri demokratik ve serbest intihabata alışıkmış gibi gürültüsüz ve muntazam şekilde reylerin verilmiş olması. Bu doğrusu gürültüsüz bir değişikliğin 772 zaferiydi . Pauline Espir Aile dergisine on sekizinci sayısına yazdığı bir 23 Nisan yazıyla da konuk olur. Espir, bu yazısında 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı‟nın BBC radyosunun Türkçe servisindeki kutlanma törenini anlatır. Dergide, Batı hayranlığına karĢıt yazılar da vardır. Bunlardan biri röportaj Ģeklinde on üçüncü sayıda yayımlanır. Burada Batı‟nın bir tarafı olan ABD diğer bir tarafı olan Avrupa karĢısında eleĢtirilmektedir. “Bir Amerikalı‟ya Göre Amerikalılar Ne Okurlar Ne Yazarlar?” 770 Pauline Espir, “Bir İngiliz Kızı Türkiye‟yi Nasıl Görüyor?”, Aile Dergisi, S.16, İstanbul,1951, ss.23-25. 771 Espir, a.g.e.,s.24 . 772 Espir, a.g.e.,s.25. 277 773 adlı yazı Les Nouvelle Literraires adlı bir gazeteye ABD‟li yazar Frederic Prokoch‟un verdiği bir röportajdan alıntılanmıĢtır. Bu röportajında Prokoch vatandaĢı olan Amerikalılar‟ın devamlı popüler kültür peĢinde koĢtuğunu ve sanatsal anlamda iyiyle kötüyü Avrupalılar gibi ayırt edebilecek kapasitede olmadıklarını ileri sürer. Prokoch‟a göre ABD‟de eğer bir Ģey popüler değilse değersizdir. Bunun nedeni Prokoch‟a göre hem Amerikalılar‟ ın düĢünecek zamanlarının olmaması hem de büyük Ģirketlerin insanların beğenisini ve entelektüel kapasitesini belirleyen en büyük faktör olmasıdır. Amerika büyük bir maziden mahrumdur. Henüz kendi klasik kültürünü yaratamamıĢtır. Bunun için de çoğunlukla basit kitaplara, basit müziklere ve basit filmlere yönelirler. Çünkü kültürel ve entelektüel birikimlerinin beslenebileceği bir maziden mahrumdurlar. Batı kültürüne eleĢtirel bir gözle bakan diğer bir yazı da derginin on ikinci sayısında 774 yayımlanır. Vedat Nedim Tör‟ün yazdığı “Caz Hayranlığı” bu kısa yazıda Türk halkının Amerikan kültürünün yoz ve basit taraflarına kolaylıkla hayran olması eleĢtirilmektedir. Ġnsanlarımız Amerikan medeniyetinin iyi taraflarından ziyade hastalıklı ve niteliksiz taraflarına hayran olmaktadır. Gangster filmleri ve caz müzik Amerikan kültürüne ait iki pespaye örnektir. Ancak kötü olan her Ģey gibi memleketimizde kolaylıkla yayılmıĢtır. Vedat Nedim Tör yazısında hem gangster filmlerine hem de caz müziğe karĢı tedbir alınması gerektiğini savunur: ―Amerikan medeniyetinin yüksek ve faydalı eserlerinden faydalanmak yalnız akıl harcıdır. Fakat hiçbir değer taşımayan kültür ve sanat mallarına karşı bu uluorta teslimiyet bu ayırt etme ve seçme kabiliyetinden mahrumiyet doğrusu hazindir. Amerika’da bile gittikçe artan bir hoşnutsuzlukla karşılanan bu gibi kültür ve sanat dışı yayınlara gümrük 775 kapılarımızda biraz daha az ― misafirperver‖ davranmanın zamanı herhalde gelmiştir.‖ Aktör Feridun Çölgeçen derginin on altıncı sayısındaki “17 Haziran 1914-17 Nisan 776 1950” baĢlıklı yazısında, Vedat Nedim Tör‟ün “Kör” adlı piyesinin Paris‟te sergilenmesine büyük önem atfetmiĢ ve yazısında söz konusu olayı adeta milli bir zafer gibi değerlendirmiĢtir. Çölgeçen‟e göre bu piyesin Paris‟teki küçük bir tiyatroda sahnelenmesi sanat tarihimiz bakımından 17 Haziran 1914 tarihinde Darülbedayi‟nin kurulması kadar önemlidir. Çünkü piyesin sahnelendiği yer Paris‟tir ve yazdığı bir oyunun Paris‟te sahnelenmesi bir Türk oyun yazarı için büyük bir zaferdir. 773 İmzasız, “Bir Amerikalıya Göre Amerikalılar Ne Okurlar Ne Yazarlar?”, Aile Dergisi, S.13, İstanbul, 1950, ss.65-66. 774 Tör, “Caz Hayranlığı”, Aile Dergisi, S.12, İstanbul, 1950, s.77. 775 Tör, a.g.e.,s.77. 776 Feridun Çölgeçen, “17 Haziran 1914-17 Nisan 1950”, Aile Dergisi, S.16, İstanbul, 1951,s.77. 278 SONUÇ Aile dergisinde yayımlanan edebî ve edebiyat dıĢı metinler incelendiğinde dergiyle ilgili edebî, düĢünsel, sanatsal ve sosyal birtakım sonuçlara ulaĢmak mümkündür. Aile dergisi Türk edebiyatı tarihi bakımından son derece önemli bir dergidir. Bu önem, derginin Türk edebiyatı tarihinde çok önemli yeri olan birtakım Ģiir, hikâye ve gezi yazılarının ilk kez yayımlandığı mecra olmasından ileri gelir. Ayrıca yabancı birtakım dergi ve gazetelerin yayın programını ve kalitesini örnek almaya çalıĢan bir dergi olması ve bu yabancı gazete ve dergilerden alıntı yazılar yayımlaması Aile‟ yi edebiyat ve basın tarihimizin kaliteli kültür-sanat dergilerinden biri durumuna getirmiĢtir. Aile dergisi, dilsel, düĢünsel ve edebî anlamda ilk sayısından son sayısına kadar aynı çizgiyi korumuĢtur. Okuyucunun anlamakta sıkıntı çekmeyeceği bir yazı dili benimsemiĢ olan dergi, bir yandan da okuyucusunun entelektüel seviyesini yükseltmek gayesini gütmüĢ ve bu gayeden son sayısına kadar sapmamıĢtır. Dergi, yeni bir edebiyat akımının baĢladığı veya bünyesinden yeni yazarlar ve Ģairler çıkaran bir edebî mecra olmamıĢtır. Fakat sayfalarında yer verdiği son derece önemli yazar ve Ģair kadrosu ve bu kadronun dergide neĢrettiği eserler Aile dergisini Türk edebiyatı tarihinde istisnaî bir yere taĢımıĢtır. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli Kanık, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Abdülhâk ġinasi Hisar, Nahit Sırrı Örik ve Sait Faik Abasıyanık gibi Türk edebiyatının çok önemli isimlerinin bazı yapıtlarının ilk defa yayımlandığı bir dergi olması Aile‟ yi edebî bakımdan değerli kılan en büyük faktördür. Yayımladığı Ģiirlere bakıldığında Aile dergisinin devrin Ģiir ekollerine ve anlayıĢlarına tarafgir bir pencereden bakmadığı görülür. Dergi, sayfalarını çok farklı sanat anlayıĢlarına sahip Ģairlere açmıĢtır. Dergide gelenekçi, mistik ve yüksek estetik değerlere bağlı Ģiir anlayıĢına sahip Ģairler olan Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar‟la Orhan Veli Kanık ve Oktay Rıfat gibi Garip akımının kurucusu olan Ģairlere bir arada yer verilmiĢtir. Derginin Ģiir ve Ģair yelpazesi çok geniĢ tutulmuĢ ve meĢhur ve büyük kabul edilen Ģairlerle birlikte Türk edebiyatı tarihinde önemli bir yeri olmayan Ģairler de dergide kendilerine yer bulabilmiĢtir. Aile dergisinde yayımlanan Ģiirlerde Yahya Kemal Beyatlı ve Orhan Veli Kanık‟ın ön planda olduğu görülür. Yahya Kemal Beyatlı hem yayımladığı Ģiir sayısı hem de dergide hakkında yazılanlarla; Orhan Veli Kanık ise vefatından önce ve sonra dergide yayımlanan değiĢik türlerdeki Ģiirleriyle ve çevirileriyle Aile dergisinin ön plana çıkardığı Ģairler olmuĢtur. 279 Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yahya Kemal Beyatlı‟nın Ģiirleri ve bunların dıĢındaki birkaç istisna bir tarafa bırakılacak olursa dergide yayımlanan Ģiirlerin çok büyük bir çoğunluğunun hem lisan hem de anlam bakımından geniĢ halk kitlelerinin kolaylıkla anlayabileceği bir yapıda olduğu görülür. Bu, kendisini bir aile ve ev dergisi olarak tanımlayan derginin Ģiirsel anlamda seçkin bir okuyucu zümresini hedef kitle olarak benimsemekten kaçındığını gösterir. Bu Ģiirlerde insanlara herhangi bir politik, felsefî ve dinsel görüĢ aĢılanmaya çalıĢılmaz. Aile dergisinde yayımlanan Ģiirler pek çok tema barındırmakla birlikte bu Ģiirlerde en çok Ģu temalar kullanılmıĢtır: AĢk, memleket sevgisi, doğa sevgisi, aile sevgisi, Türk tarihi, Ġstanbul sevgisi, modern hayatta insanın içine düĢtüğü yalnızlık ve bireysel sıkıntılar. Bir bütün olarak bakıldığında Aile dergisi Ģiir sanatında estetik, geleneksel ve mistik olanı yüceltmiĢ ancak bu yüceltiĢ derginin Ģiir sanatına tutucu bir tavırla yaklaĢması Ģeklinde olmamıĢtır. Dergide yayımlanan Ģiirlerde ve hikâyelerde ortak temalardan biri aile müessesesi olmuĢtur. Dergi hem yayımladığı Ģiirlerle ve hikâyelerle hem de edebiyat dıĢı yazılarla okuyucularını aile kurmaya teĢvik etmiĢ, evliliklerin sağlıklı bir Ģekilde yürümesi yönünde rehberlik mahiyeti taĢıyan yayınlar yapmıĢ ve sağlıklı ailelerin maddiyattan ziyade sevgi ve ruh uyumu üzerine inĢa edilebileceğini vurgulamıĢtır. Ziya Osman Saba, Cemal YeĢil, Behçet Necatigil gibi Ģairlerin bu çerçevede yazdıkları Ģiirler Aile dergisinde yayımlanmıĢtır. Aile müessesini güçlendirmek ve genç insanları evlilik konusunda bilinçlendirmek, Aile dergisinin en önemli gayelerinden biridir. Dergi, bu gaye çerçevesinde toplumsal, sosyolojik ve psiko-sosyolojik mahiyetteki makale ve araĢtırmalara sayfalarında bol bol yer vermiĢtir. Bu da internetin ve televizyonun olmadığı bir devirde bu dergiyi aile müessesesinin korunması ve sağlıklı tutulması bakımından önemli bir baĢvuru kaynağı yapmıĢtır. Dergide yayımlanan aile temalı Ģiirlerde bu tema okuyucuya doğrudan ve Ģiirin anlamını karmaĢıklaĢtırıcı herhangi bir söz sanatına baĢvurulmadan verilmiĢtir. En çok Ziya Osman Saba imzasıyla çıkan aile Ģiirlerinde aile, okuyuculara büyük bir değer olarak sunulmuĢ ve okuyucularda huzurlu ve mutlu hayatın ancak güzel bir aile hayatından inkiĢaf edebileceği inancı uyandırılmaya çalıĢılmıĢtır. Bu Ģiirlerde genellikle mütevazı evlerde yaĢayan aileler söz konusu edilmiĢtir. Bu Ģiirlerde aile bireyleri mutluluğu maddî zenginlikte değil; birbirlerine duydukları sevgide bulurlar. EĢ olmak, çocuk büyütmek hayatın en temel gayelerinden biri olarak yansıtılır ve teĢvik edilir. 280 Aile dergisinde memleket Ģiirleri farklı Ģairler tarafından yazılmıĢ olsalar da aynı edebî zihniyetin ve memleket algısının ürünü gibidirler. Aile dergisinde Fazıl Hüsnü Dağlarca, Attila Ġlhan, Sabahattin Ergi ve Baki Süha Edipoğlu gibi farklı Ģairlerin memleket sevgisi temalı Ģiirleri yayımlanmıĢtır. Ancak Türkiye‟yi bir memleket olarak Ģiir malzemesi yapan bu Ģairlerin Ģiirlerindeki memleket algısı hemen hemen aynıdır. Aile dergisindeki memleket Ģiirleri, Türkiye‟yi bir memleket yapan gerçekler, gelenekler, iyi ve kötü Ģeyler arasında ayrım yapmadan kaleme alınmıĢtır. Memleket sevgisi temalı Ģiir yazan Ģairler, vatan toprağını ve insanını bir biçimden baĢka bir biçime sokmaya çalıĢmamıĢ ve memleketi olduğu gibi sevmiĢlerdir. Bu Ģiirlerde memleket iyi ve kötü taraflarıyla olduğu gibi kabul edilmiĢtir. Aile dergisindeki Ģiirlerle ilgili değinilmesi gereken bir diğer nokta da bu Ģiirlerde hamâsete dayalı bir tarih anlayıĢı olduğudur. Fazıl Hüsnü Dağlarca imzasıyla çıkan fetih, Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk Ģiirleri tarihi ve tarihî figürleri hamasî bir bakıĢ açısıyla ele almıĢtır ve masalvâri bir algılayıĢla iĢlemiĢtir. Genel itibarıyla Doğu ve Türk âleminin mevcut durumuna eleĢtirel bir gözle bakan Aile dergisi tarih söz konusu olduğunda bu tavrını değiĢtirir ve Türk tarihine gururla yaklaĢır. Dergi, yayımladığı Ģiirler yoluyla Türk askerî tarihini; edebiyat dıĢı çeĢitli metinler yoluyla da tarih içindeki Türk kültürünü yüceltmiĢtir. Dergide yayımlanan telif hikâyelere bakıldığında Ahmet Hamdi Tanpınar isminin ön planda olduğu görülür. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Aile dergisinde toplam beĢ hikâyesi yayımlanmıĢtır ve Aile dergisi Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın hikâye külliyatı açısından önemli bir yere sahip olmuĢtur. Tanpınar‟ın 1955 yılında yayımlanan “Yaz Yağmuru” adlı hikâye kitabındaki yedi hikâyeden beĢi ilk kez Aile dergisinde yayımlanmıĢtır. Aile dergisinde yayımlanan hikâyeler Ahmet Hamdi Tanpınar‟a ait olanlar bir tarafa bırakılacak olursa dil, üslûp ve anlam bakımından sâde hikâyelerdir. Dergide yayımlanan hikâyelerde aile kavramı Ģiirlere nazaran biraz daha karmaĢık bir Ģekilde ele alınmıĢtır. ġiirlerde aile kavramı idealize edilmekte ve yüceltilmekteyken dergideki aile kavramını iĢleyen hikâyelerde aile ve evlilik kavramını idealize etmeyen ve evliliklerde insanların baĢına gelebilecek felaketleri iĢleyen hikâyeler de vardır. Bu, dergideki hikâyelerde aile ve evlilik kavramına bakıĢın Ģiirlerden farklı olduğunu ortaya koyar. Dergide yayımlanan hikâyelere göre kısa olan Ģiirlerde aile kavramı idealize edilmiĢ ve yüceltilmiĢtir. Çünkü bu Ģiirlerde fikir okuyucuya daha kısa ve dolaysız yoldan verilmiĢtir. ġiirlere göre daha uzun ve daha karmaĢık olan hikâyelerin bir kısmındaysa problemli veya erdemsiz aileler söz konusudur. 281 Dergide yayımlanan hikâyeler içinde ahlâkî değerler bakımından olumsuz aile tablosu çizilen hikâyeler, Halide Edip Adıvar‟ın “Bir Hayatın Üç Perdesi” ve Nahit Sırrı Örik‟ in “Ġki KomĢu Arasında” adlı hikâyeleridir. Bu hikâyelerde hayatın zorluklarına karĢı birlikte mücadele eden aileler ve karı-kocalar değil; maddî nedenler dolayısıyla çatırdayıp dağılan evlilikler veya birbirini aldatan eĢler söz konusudur. Dergi hikâye yelpazesindeki bu bakıĢ çeĢitliliğiyle bütün ailelerin ve bütün evliliklerin mükemmel olamayacağını vurgulamıĢ olur. Dergide yayımlanan telif hikâyelere bakıldığında birtakım kavramların yüceltildiği ve romantikleĢtirildiği görülür. Yüceltilen bu kavramların baĢında mazi ve idealist ve ihtiraslı insan olma kavramları gelir. Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın “Yaz Gecesi” ve Nahit Sırrı Örik‟in “Ġki KomĢu Arasında” adlı hikâyeleri hariç dergide yayımlanan mazi temalı hikâyelerde mazi hep iyi insanların yaĢadığı ve hasret çekilen bir zaman dilimini temsil eder. Özellikle Abdülhâk ġinasi Hisar, Fikret Ürgüp ve Oktay Akbal gibi yazarların hikâyelerinde görülen bu mazi algısı derginin modern hayatın insan maneviyatı üzerinde yarattığı tahribata dikkat çekmesi olarak yorumlanabilir. Dergide yayımlanan hikâyelerde iyilik ve huzur, mazi - aile - doğa üçgeninde aranır. Dergide yayımlanan hikâyeler arasında taĢra-Ģehir karĢılaĢması üzerine yazılmıĢ olanlar da vardır. Bu hikâyelerde taĢra sefaleti, cehaleti ve saffeti; Ģehir ise kibri, gururu ve azgınlığı temsil eder. Dergide taĢralılık-Ģehirlilik karĢılaĢmalarının yer aldığı hikâyelerde Ģehirlilik kötü taraflarıyla ön plana çıkarılmıĢtır. Fakat taĢralılık-Ģehirlilik karĢılaĢmalarından ortaya çıkmamıĢ hikâyelerde Ģehirlilikle ilgili olumsuz bir yaklaĢıma rastlanmaz. Dergide kötülük ve ahlâksızlık gibi kavramların vurgulandığı telif hikâyeler de vardır. Bu tip telif hikâyelerde kötülüğü ve ahlâksızlığı çoğunlukla kadınlar temsil eder. Refik Halit Karay‟ın “Garez”, Nahit Sırrı Örik‟in “Ġki KomĢu Arasında ve “Kaybettiğim Kediye Dair”; Halide Edip Adıvar‟ın “Bir Hayatın Üç Perdesi”; Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın “Yaz Gecesi” ; Ercüment Ekrem Talû‟nun “Dertli Bir Adam” adlı hikâyelerinde kadınlar, ahlâksız, kocalarını aldatan veya onlara zulmeden, yoldan çıkmaya yatkın ve vicdansız kiĢiler olarak resmedilmiĢtir. Bu telif hikâyelerde ortada bir kötülük varsa bu kötülüğü kadınlar yapar. Dergide yayımlanan telif hikâyelerde Ģeytani olarak nitelenebilecek bir erkek tip yoktur. Bu hikâyelerde erkekler çoğunlukla mazlum, mülayim ve gadre uğrayan kiĢilerdir. Aile dergisinde yayımlanan hikâyelerde vurgulanan en önemli konulardan biri de hayatta bir gayeye sahip olmanın gerekliliğidir. Dergide bu konuya değinmiĢ telif hikâyeler Ģunlardır: “Bir Hayatın Üç Perdesi”, “Acıbadem‟deki KöĢk”, “Saat Meraklısı Tahsin Efendi”, “Bulamayan”, “Ġki KomĢu Arasında”, “Bir Emekli” ve “Bizans Definesi”. 282 Bu telif hikâyelerde okuyuculara, verimli ve mutlu bir hayat için kiĢinin büyük olduğuna inandığı bir amaca sahip olması gerektiği anlatılmıĢtır. “Bir Hayatın Üç Perdesi” nde Atıf Surûri‟ yi önce doçent olma sonra baĢarılı bir oğul yetiĢtirme hayali, “Ġki KomĢu Arasında” da Leman Hanım‟ı hasmı Selime Hanım‟a duyduğu kin ve nefret, “Bir Emekli” de Abdurrahman Efendi‟yi çok önemli olduğuna inandığı mesleği hayata bağlar. “Acıbadem‟deki KöĢk” te Sani Bey‟e icat ettiğini düĢündüğü cihazlar, “Saat Meraklısı Tahsin Efendi” de Tahsin Efendi‟ye saat tamir etmek ve tamir ettiği antika saatleri bir gün yüksek fiyatlarla satmak hayali, “Bulamayan” daki adsız kahramana ise mucizevî bir gemi icat ettiği düĢüncesi yaĢama tutkusu verir. “Bizans Definesi” ndeki aileyi ise bulamayacaklarını bile bile aradıkları define mutlu eder. Aile dergisi bu hikâyeleri yayımlayarak iki yönlü bir uyarıda bulunmuĢ ve hem insanın bir gayeye yaslanmadan manevî olarak sağlıklı olamayacağını hem de amaçsız ve hayalsiz geçen bir hayatın boĢa taĢınan bir yük gibi insana ağır geleceğini vurgulamak istemiĢtir. Sonuç olarak dergideki telif hikâyeler bireysel konuları ön plana çıkarmıĢ, doğrudan doğruya insana ve insanın iç dünyasına ait problemlere temas etmiĢtir. Dergide yayımlanan tercüme hikâyelere bakıldığında toplumsal olay ve olgulardan çok bireysel gerçeklere ve insanı insan yapan hasletlere odaklanıldığı görülür. Bu tercüme hikâyelerde insanların Ģahsiyetini oluĢturan olumlu veya olumsuz duygular ön plana çıkarılmıĢ, içgüdülerin ve hırsların yönlendirdiği davranıĢların neden olabileceği kötülükler hakkında uyarılarda bulunulmuĢ ve hayatta mutlu olmak ve mutlu kalmak için akıl ve sağduyuyla hareket etmenin temel Ģartlardan biri olduğu sezdirilmiĢtir. Bu tercüme hikâyelerde açgözlülük, aĢırı hırs, canilik, kibir, vicdansızlık gibi insana mahsus olumsuz beĢerî hallerle merhamet, kanaatkârlık, aĢk, insan sevgisi, aile sevgisi ve ahde vefa gibi olumlu beĢerî haller birlikte verilmiĢtir. Bu durum Aile dergisinin edebiyatın asıl amacı olan duygu eğitimini ön plana aldığını ve duygu eğitimi verebilecek, içgüdülerin ve tutkuların kontrol altında tutulması gerektiğini aktarabilecek tercüme hikâyelere sayfalarında yer verdiğini gösterir. Aile dergisi, yayımladığı ancak yazarlarının kitaplarına girmeyen hikâyeler bakımından da önemli bir dergidir. Abdülhâk ġinasi Hisar‟ın “Saat Meraklısı Tahsin Efendi” ve “Ġsmi Unutulan Melek Efendi”, Nahit Sırrı Örik‟in “Ġki KomĢu Arasında”, “Kaybettiğim Kediye Dair” ve “Bir Emekli”, Fahri Celâl Göktulga‟ nın “Öksürük” ve Ercüment Ekrem Talû‟ nun “Dertli Bir Adam” adlı hikâyeleri Aile‟ de yayımlanmıĢ ancak yazarlarının herhangi bir kitabına girmemiĢtir. 283 Dergide Ģiiri, hikâyesi veya deneme türünde yazısı çıkan yabancı yazarların biri hariç hepsi Batılı‟dır. Tercüme hikâye türünde çoğunlukla Ġngiliz ve Amerikalı yazarlara yer verilen dergide tercüme Ģiirlerin tamamı Fransız Ģairlere aittir. Dergide yayımlanan tercüme eserlere bakıldığında Batı dünyası dıĢında yalnızca Çinli yazar Ting-Ling‟ ten çeviri yapıldığı görülür. Dergide Ġslâm dünyasına mensup herhangi bir yazardan tercüme eser yayımlanmamıĢtır. Toplumun eğitim seviyesinin göreceli olarak düĢük olduğu 1940‟lı yıllarda Aile‟nin birtakım uluslararası dergilerden çeviri yazılar yayımlaması derginin okuyucuları için önemli bir fırsat ve kazanımdır. Çünkü bu çeviri metinler sayesinde dergiyi takip eden insanlar, edebiyat, fikir, tıp, bilim, aile ve evlilik gibi konu ve meselelerde evrensel cereyan ve eğilimlerden haberdar olma Ģansını yakalamıĢlardır. Aile dergisi kediler ve kedi sevgisi üzerinde sıklıkla durmuĢ bir dergidir. Bestekâr Mesut Cemil dergide sadece bu konuda yazılar yazmıĢtır. Nahit Sırrı Örik kedi sevgisi üzerine dergide “Kaybettiğim Kediye Dair” adlı bir anı-hikâye yayımlamıĢtır. Ayrıca derginin çeĢitli sayılarında kediler üzerine baĢka yazılar da yayımlanmıĢtır. Ġslâm peygamberinin iltifatına mazhar olmuĢ olması itibarıyla kedi Türk toplumunda ve Türk ailelerinde çok sevilen bir hayvandır. Aile dergisinin kedi sevgisini yansıtma ve pekiĢtirme amacı güden yazıları sık sık yayımlaması da bu hayvanın Türk toplumunda ve ailesinde gördüğü sevgiyle açıklanabilir. Derginin düĢünsel cephesine göz atıldığında değinilmesi gereken bir nokta Doğu-Batı karĢılaĢtırmalarıyla ilgilidir. Falih Rıfkı Atay, ġevket Rado, Vedat Nedim Tör, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi yazarların çeĢitli sayılarda kaleme aldıkları Doğu-Batı karĢılaĢtırması eksenli yazılarda Doğu geri kalmıĢlıkla ve yozlaĢmayla birlikte anılmıĢ Batı ise her türlü geliĢmenin ve ilerlemenin öncüsü olarak yansıtılmıĢtır. Dergideki Doğu-Batı karĢılaĢtırmalarında Doğu‟yu Türkiye, Ġran ve Arap ülkelerini kapsayan Müslüman ülkeler Batı‟yı ise Avrupa ülkeleri ve Amerika BirleĢik Devletleri temsil eder. Dergideki yazılarda Doğu ülkelerinin ve medeniyetlerinin mevcut geri kalmıĢlığına, maddî ve manevî sefaletine vurgu yapılmakta ve bunlara iç geçirilmektedir. Doğu, eski asırlarda kalan parlak devirlerinde medeniyetin, asaletin ve yüksek sanatın merkezi durumundadır. Oysa geçen asırlar içinde büyük bir miskinliğin, yozlaĢmanın ve çürümenin içine düĢmüĢtür. Doğu halkları yokluk ve cehalet içindedir. Bilimsel ve sanatsal anlamda ortaya önemli eserler koyma yeteneklerini kaybetmiĢlerdir. Atatürk inkılapları sayesinde Türkiye, Doğulu ülkelere mahsus geri kalmıĢlığı ve miskinliği üzerinden atmaya baĢlamıĢtır. Fakat derginin yazarlarına göre henüz Türkiye‟nin de kat etmesi gereken çok uzun bir yol vardır. 284 Dergi, Batı medeniyetini sanatsal, bilimsel, sosyal ve insanî geliĢmiĢliğin kaynağı ve merkezi gibi görür. Batılı ülkelerin kendilerini sürekli yenilediklerine ve her türlü sıkıntıdan ve musibetten akıl yoluyla kurtulduklarına vurgu yapar. Batılı ülkelerin özellikle bilimdeki ve sanat dallarındaki geliĢmiĢliğini vurgular. Dergide yayımlanan çeĢitli yazılara göre Batı medeniyeti bilimde ve sanatta en ileri seviyededir ve Batı medeniyetinin bu alanlardaki geliĢmiĢliği bütün insanlığa yön gösterecek noktaya eriĢmiĢtir. Dergideki genel algıya göre bir sanat eserinin Batılı ülkelerde beğenilip onaylanması o sanat eserinin iyi olduğuna iĢaret eder. Dergide yayımlanan çeĢitli yazı ve haberlere bakıldığında sanat dallarında Fransa‟nın; bilimde ise ABD, Almanya ve Ġngiltere gibi ülkelerin geliĢmiĢliğine vurgu yapıldığı görülür. Aile dergisindeki Doğu algısı Osmanlı sanatının zikredildiği yazılar hariç olumsuzdur. Doğu âlemi, Aile dergisinde, geri kalmıĢ, eğitilmesi gereken, yol gösterilmesi gereken ve süregiden bir yozlaĢma hastalığından mustarip bir medeniyet olarak görülmüĢtür. Dergi, Batı medeniyetinin kolektif olarak geliĢmiĢliğini kabul etmiĢ ve geri kalmıĢ ülkelerin ve toplumların bu durumdan kurtulmak için Batı medeniyetini rehber edinmeleri gerektiğini savunan veya ima eden yazılar yayımlamıĢtır. Fakat dergi Batı medeniyetinin olduğu gibi kabulünden yana da değildir. Dergi, ahlâkî ve manevî olarak zararlı olduğunu düĢündüğü Batı kaynaklı popüler kültür ürünlerinin Türk toplumunda yayılmasına engel olmaya çalıĢmıĢ ve insanları Ģiddete ve ahlâksızlığa sürükleyen filmlere, romanlara ve dergilere karĢı okuyucularını uyarmıĢtır. Aile dergisinde yayımlanan yazılara genel bir pencereden bakıldığında ahlâk ve barıĢ temelli bir Batıcılığın dergiye hâkim olduğu görülür. II. Dünya SavaĢı‟nın sona ermesinden iki yıl sonra yayımlanmaya baĢlayan Aile dergisinde bu savaĢın siyasal ve sosyal sonuçlarının yansımalarını görmek de mümkündür. Dergi, bu savaĢın öncesi ve sonrasıyla ilgili değerlendirmelerini Almanya penceresinden yapmıĢtır. Dergide Batı dünyasıyla ilgili çok sınırlı olan olumsuz görüĢlerin bir kısmı da II. Dünya SavaĢı öncesinde ve sırasında Almanya‟yı yöneten Hitler ve Nazi Partisi‟yle ve bu yönetimin Almanya‟yı ve Avrupa‟yı felakete sürüklemesiyle ilgilidir. Ancak savaĢtan yenik ve periĢan çıkan Almanya‟nın kısa sürede toparlanması derginin yazarlarınca övgüyle ve saygıyla karĢılanmıĢtır. Genel olarak bakıldığında Aile dergisinde Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, ġevket Rado, Vedat Nedim Tör ve Cahit Tanyol gibi yazarlar Batı medeniyetini Ģu nedenlerle yüceltmiĢtir: 1- Batı ülkelerinin bilim ve teknolojideki geliĢmiĢliği 285 2- Batı ülkelerinin müzik, edebiyat, resim, tiyatro ve sinema gibi sanat dallarındaki geliĢmiĢliği 3- Avrupa Ģehirlerinin temiz ve düzenli olması Genel olarak bakıldığında Aile dergisinde Doğu medeniyeti Ģu nedenlerle eleĢtirilmiĢtir: 1- Doğu medeniyetine mensup halkların zihinsel ve ruhsal olarak kendilerini geliĢmeye kapatmıĢ olması 2- Doğu medeniyetine mensup halkların modern dünyada karĢılığı ve iĢlevselliği olmayan ve eski çağlarda kalmıĢ olan töreleri ve batıl inançları sürdürmesi 3- Doğu medeniyetine mensup ülkelerin mazide sahip oldukları ihtiĢamlı sanat ve zarafet değerlerinden kopmuĢ olması Aile dergisi, çocuklara yönelik yayınlar konusunda açık bir tavır almıĢ ve Ģiddet içeren roman, çizgi roman ve filmlerin çocuklardan uzak tutulması konusunda düzenli olarak yazılar yayımlamıĢtır. Aile dergisi, eğitim, sağlık, sanat ve entelektüel seviye bakımlarından Batı standartlarını örnek alan, ahlâklı ve barıĢçıl bir toplum hedeflemiĢtir. Aile dergisinde yayımlanan metinlere toplu olarak bakıldığında çift yönlü bir modernite algısının olduğu görülür. Dergi, bilim, teknoloji, moda ve tıpta modern geliĢmeleri takip eder ve okuyucularını modernitenin insan hayatını güzelleĢtirip kolaylaĢtırıcı unsurlarına adapte etmeye çalıĢır. Fakat dergide modernleĢme her Ģeyiyle kusursuz bir olgu olarak görülmemiĢtir. Aile dergisi, modern hayatın insan maneviyatı üzerinde tahrip edici ve sanat dalları üzerinde yozlaĢtırıcı bir etkisi olduğuna inanmıĢ ve bu inancı çeĢitli yazılar aracılığıyla ifade etmiĢtir. Dergide yayımlanan birtakım Ģiirlerde modern hayattan ve Ģehirlerden kaçıp doğaya sığınma isteği vurgulanmıĢtır. Aldous Huxley‟den tercüme edilen yazılardaysa modern hayatın insanı bencilleĢtirdiği ve ahlâkî olarak süflîleĢtirdiği savunulmuĢtur. Yine dergide sık sık yayımlanan sanat yazılarında resim, tiyatro ve müzik gibi çeĢitli sanatlarda ortaya çıkan modern cereyanlar eleĢtirilmiĢ ve bu cereyanların sanat dallarını zarafetten ve güzellikten mahrum bir duruma soktuğu savunulmuĢtur. Dergi, klasik sanatların estetik değer bakımından daha yüksek olduğunu ve sanatta modern cereyanların geleneksel ekollerin verdiği hazzı veremeyeceğini savunmuĢtur. 286 ModernleĢmenin bilim, teknoloji ve tıp alanlarında ortaya çıkardığı ilerlemeler dergi tarafından heyecanla karĢılanmıĢ ve desteklenmiĢtir. Ancak dergide yayımlanan yazılarda ve Ģiirlerde modern hayatın insan maneviyatı üzerindeki olumsuz ve yıpratıcı etkilerine ağırlık verilmiĢtir. Bu yazılarda ve Ģiirlerde modern hayat ve Ģehirler bir bunalım kaynağı gibi görülmüĢ, doğa ve doğaya mensubiyet yüceltilmiĢtir. Dergi modernleĢmenin ve modern hayatın Ģu görüĢler çerçevesinde olumsuz taraflar barındırdığını savunmuĢtur: - ÇeĢitli sanat branĢlarında kendisini gösteren modern cereyanlar, bu sanatların yozlaĢmasına, sıradanlaĢmasına hatta yer yer çirkinleĢmesine neden olur. Dergiye göre modern sanat akımları zarafet ve estetik duygusundan mahrumdur. Kaos ve anlaĢılmazlık üretirler. - Modern hayat ve gitgide kalabalıklaĢıp mekanikleĢen Ģehirler, barındırdıkları teknik imkân ve vasıtalarla insanların hayatını fiziksel olarak kolaylaĢtırmakta ancak insanları ruhsal olarak zayıflatmaktadır. Modern Ģehirler insanları yalnızlığa, yabancılaĢmaya ve bunalıma sürükler. Derginin yazarları ve Ģairleri modern hayatın neden olduğu bunalımdan ve kıstırılmıĢlık duygusundan doğaya kaçarak kurtulma hayalleri kurarlar ve dergide bu yönde eserler yayımlarlar. - ModernleĢme insanlara istedikleri Ģeylere kolayca ve kısa yoldan eriĢme Ģansı vermiĢtir. Bu durum insanları ahlâkî bakımdan çürümeye sürüklemektedir. Ġnsanlar bencilleĢmekte, merhametten ve alçakgönüllülükten uzaklaĢmaktadır. Dergi, düzenli olarak yayımladığı yazılarla okuyucularında yüksek sanata dayalı bir zarafet ve güzellik bilinci uyandırmayı amaçlamıĢtır. Bu çerçevede Vedat Nedim Tör, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, ġevket Rado, Refik Ahmet Sevengil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu v.b. yazarlar çeĢitli sayılarda çeĢitli yazılar kaleme almıĢlardır. Bu yazılarda doğrudan veya dolaylı olarak Ģehir estetiği, davranıĢ estetiği, giyim-kuĢam estetiği, müzik ve edebiyat estetiği üzerine düĢünceler ve dilekler ortaya konulmuĢ, Türk toplumu özelinde genel bir zarafetten uzaklaĢma durumundan yakınılmıĢtır. Dergi yazarları, Türk toplumunun geçmiĢ asırlarda hayatın hiçbir yönünde güzelliği ve zarafeti ihmal etmediğini ve yaptığı her iĢe bir estetik katmaya çalıĢtığını vurgulamıĢtır. Yazarlara göre bu zarafet toplumunun yeniden inĢası ancak geçmiĢ asırlarda yaratılmıĢ eserlerin ve o eserleri inĢa edip korumuĢ insanların örnek alınmasıyla mümkündür. Fakat dergi yazarları bu konuda karamsardır. Dergi yazarlarına, modern çağın, çirkinliğin rağbet gördüğü ve kötülüğün galip geleceği bir çağ olduğu inancı hâkimdir. 287 Aile dergisinde popüler kültüre veya hayatın ve dünyanın popüler kültür penceresinden algılanıĢına dair izlere rastlanmaz. Aksine dergi, okuyucularını popüler kültürün, kitle kültürünün ve kültür endüstrisinin beĢerî, ruhsal ve entelektüel anlamdaki zararlı etkilerinden korumaya çalıĢır. Meselâ dergi yayın hayatı boyunca o devirlerde çok popüler olduğu anlaĢılan gangster edebiyatıyla mücadele etmiĢ, okuyucularını bu tip yayınların neden olduğu tehlike ve tahribata karĢı sürekli uyarmıĢtır. Barbarlığa, vandalizme ve süfliliğe karĢı derginin önerdiği panzehirse zarafet, yüksek sanat ve estetik değerler olmuĢtur. Aile, halka yüksek sanat zevki aĢılamaya gayret etmiĢ ve okuyucularını hayatın her noktasında estetik ve zarafet kıymetlerine bağlı tutma çabası içinde kalmıĢtır. Dergi, yüksek zevk sahibi bir kitle oluĢturmaya çalıĢmıĢ ama bunu o kitleye tepeden bakarak yapmamıĢtır. Aile dergisi elbette ki edebî etkinliği bakımından Servet-i Fünun, Dergâh, Varlık, Hisar veya Çınaraltı gibi bir “okul dergi” olmamıĢtır. Yeni ekollerin doğduğu bir edebî mecra veya mevcut bir ekole mensup ediplerin kümelendiği bir “sembol yayın” da olmamıĢtır. Esasen derginin böyle bir edebî ülküsü de yoktur. Aile dergisi için bir yayıncılık ülküsünden söz etmek gerekirse bu ülkünün kültürlü bireyler, kültürlü ve mutlu aileler ve nihayet kültürlü ve yüksek zevk sahibi bir toplum inĢa etmek olduğu söylenmelidir. Aile dergisi beĢ yıl boyunca yayın hayatını sürdürmüĢ bir dergidir. Ancak üç ayda bir yayımlandığı için Aile bu beĢ yıl içinde sadece yirmi sayı çıkabilmiĢtir. Bu da onu edebiyat ve basın tarihimizin kısa ömürlü dergilerinden biri yapar. 288 Aile Dergisinin Yazarları ve ġairleri A: ABASIYANIK, Sait Faik ADIVAR, Halide Edip ADĠL, Fikret AKAN, Ali Rauf AKBAL, Oktay AKGÜN, Nihat Ulvi AKERS, James AKSAL, Sabahattin Kudret AKSEL, Ġhsan ġükrü ALANTAR, Ġhsan Hilmi ALLEN, Robert Lewis AMBRIERE, Francis ARMAN, Fehmi AġAR, Nihat Faik ATAÇ, Nurullah ATAY, Falih Rıfkı ATOK, Oğuz Kazım AYDA, ReĢit AYDA, Adile B: BACAL, Jacques BAX, Clifford BASMAN, Gülgün BAġMAN, Avni BAUDELAIRE, Charles BAYKAL, Handan 289 BELGER, Nihat ReĢat BENGĠSU, Naci BERK, Nurullah BEYATLI, Yahya Kemal BINET, Leon BIRREN, Faber BISCH, Louis E. BĠRSEL, Salah BLOCK, Jean Libman BJERLÖV Herbert BORCA, Robert BOSWELL, Victor R. BREAL, Auguste BUCK, Pearl S. BURGESS, Gelett BURKHAR, Roy A. C: CARPENTER, Allan CASTLE, M. CEMĠL,Mesut CĠMCOZ, Adalet COLEMAN, Lester COOK, Nilla Cram COOREMAN, Marga CRAMAUSSEL, S. CRONIN, Archibald Joseph 290 Ç: ÇÖLGEÇEN, Feridun D: DAĞLARCA, Fazıl Hüsnü DEVOE,Alan DIRANAS, Ahmet Muhip DREX, Joanna Lecey DUBLIN, L. DUHAMEL, Georges DURSLER, Fulton E: EASTMAN, Max EBCĠOĞLU, Hikmet Münir EDĠPOĞLU, Baki Süha EGE, Nezahet Nurettin EMĠROĞLU, Selma EPPRIGHT, Ercel S. ERALP, Vehbi ERDENĠZ, ġehbal ERDÜDER, Özcan ERTUĞRUL, Muhsin ERGĠ, Sabahattin ESEN, Fatma ESPIR, Pauline ESPY, Hilda Cole EYÜBOĞLU, Bedri Rahmi 291 F: FAJRAZJEN, S. FANSLER, Thomas FELEK, Burhan FERREAX, M. FITZGERALD, Vesey FLEMINGTON, Peter FRACCAROLI, Arnaldo FRANCE, Mari FRANCK, Hans FREEMAN, Charles FRISCH, Karl von G: GIBSON, John GOSSER, Manuel GÖKSEL , H.A. GÖKTULGA, Fahri Celâl GÜRKAN, Kazım Ġsmail GÜRSES, Hulûsi GÜZELSON, Halim H: HABE, Jean HAUSER, Gayelord HARUN, Kenan HESSE, Hermann HĠSAR, Abdülhak ġinasi HUXLEY, Aldous 292 Ġ: ĠLHAN, Attila ĠYRĠBOZ, Nihat ĠZER, Zeki Faik J: JACOBS, William Wymark K: KANIK, Orhan Veli KÂĞITÇI, Mehmet Ali KARAY, Refik Halit KAZANCIGĠL, Tevfik Remzi KENBER, Lütfi Arif KESSLER, Gerhard KISFALUDI, Karoly KARAY, Refik Halit KÖRÜKÇÜ, Muhtar KÜLEBĠ, Cahit L: LAMBERT, G. LEFEBVRE, Georges LEWIS, Bernard LINK, Henry C. LOKE, Eleanor LULLY,P. 293 M: MAGOUN, Alexander MATTERS, Fhobe M. MAUGHAM, Somerset MAUROIS, Andre MESTIVIER, Janine McCOLLUM, E.V. MIGHELL, Marijorie H. MĠNNETOĞLU, Ġbrahim MORGAN, Edward P. MORLEY, Christopher MOSCICKI, Helene MULLER, Edwin N: NECATĠGĠL, Behçet NEUMARK, Fritz NĠHAL, ġükûfe O: OĞUZCAN, Ümit YaĢar OKAY, M. Vedat Oktay Rıfat OMAY, Hikmet ONAN, Necmettin Halil ONARAN, Mustafa ġerif ONGER, Fahir 294 Ö: ÖRĠK, Nahit Sırrı ÖZDEMĠR, Nureddin ÖZDENOĞLU, ġinasi ÖVÜÇ, Refia P: PALAISEUL, Jean PAPINI, Giovanni PAUL,Charlotte PEATTIE, Donald Culross POLLACK, Jack Harrison PONCET François POTTER,R. R: Rabia HATUN RADO, ġevket REGÜ, ġükrü Enis RENIER,H. RHEINSTORM,Carroll RIMBAUD, Arthur ROBB, Kenneth RONSARD, Pierre de ROVE, Serge ROY, Marie Beynon RUARK, Robert C. RUSSELL, Bertrand 295 S: SABA, Ziya Osman SAROYAN, William SAVA, G. SAYGIN, Rauf SEL, Kemal Salih SELWYN, Anny SEVENGĠL, Refik Ahmet SEVÜK, Ġsmail Habip SLIM, William SOMERSAN, Naci SUBWAYS, Helen ġ: ġEHSUVAROĞLU, Haluk ġENDĠL, Sabih T: TALÛ, Ercüment Ekrem TAMER, ġinasi TANMAN, Saffet TANPINAR, Ahmet Hamdi TAġKINOĞLU, C. TANYOL, Cahit TARANCI, Cahit Sıtkı TEOMAN, Sabahattin TĠNER, ġükrü Hazım TOKGÖZ, Ata TOOMBS, Alfred 296 TOPRAK, Burhan TÖR, Vedat Nedim TRENT, Sarah T‟SERSTEVENS, A. TUNÇ, Mustafa ġekip TUNÇ, Sumru Ü: ÜRGÜP, Fikret W: WALLACE, Lucie WASSERSUNK, Joseph WELLS, C.Updegraff WERTHAM, Frederic WEZIEN, Jean WHITMAN, Howard V: Vâlâ Nureddin VERLAINE, Paul VILLARS, Daniele VISHER, A.L. VON POST, Eric Y: YAMAÇ, N. YEGEN, Ekrem Muhiddin YEġĠL, Cemil 297 YÜCE, Kamran Z: ZIFF, William ZOġÇENKO, Mihail 298 Aile Dergisinde Yayımlanan ġiirler Ġndeksi 1.SAYI- Ġlkbahar 1947 Yahya Kemal BEYATLI, Rindlerin AkĢamı, s.3 Baki Süha EDĠPOĞLU, Dağ Rüzgârı, s.9 Rabia Hatun, Kıta, s.9-s.37 Orhan Veli KANIK, Denizi Özleyenler Ġçin, s.13 Ahmet Muhip DIRANAS, Büyük Olsun, s.14 Oktay Rıfat, Ağaca Dedim ki, s.18 Ziya Osman SABA, Çocuk GülüĢleri, s.27 ġükrü Enis REGÜ, Yıllardan Sonra, s.45 Sumru TUNÇ, Çocukluğum-Bakırköyü‟ nde-Yazlar, s.53 Sabahattin TEOMAN, Dinlenmek Yorgunluğu, s.61 2.SAYI-Yaz 1947 Yahya Kemal BEYATLI, Hayal ġehir, S.2, s.2-3 Cahit Sıtkı TARANCI, Fani Dünya S.2, s.7 Oktay Rıfat, Mahzun Tarafım, S.2, s.9 Bedri Rahmi EYÜBOĞLU, Sitem, S.2, s.11 Sumru TUNÇ, Çiçek, S.2, s.18 Orhan Veli KANIK, Gün Olur, S.2, s.33 Ziya Osman SABA, Aile, S.2, s.47 3.SAYI- Sonbahar 1947 Yahya Kemal BEYATLI, Sessiz Gemi, S.3, s.2 Oktay Rıfat, Karıma, S.3, s.6 Cahit Sıtkı TARANCI, Ġstiklal MarĢını Dinlerken, S.3, s.7 Orhan Veli KANIK, Hürriyete Doğru, S.3, s.10 Sumru TUNÇ, Ağaçla Ben, S.3, s.21 Sabahattin TEOMAN, IĢığın Çapraz Geldiği Saat, S.3, s.25 299 Attila ĠLHAN, Türkiye, S.3, s.45 Ümit YaĢar OĞUZCAN, Sonbahar DüĢünceleri, S.3, s.48 4.SAYI- KıĢ 1948 Yahya Kemal BEYATLI, Derin Beste, S.4, s.3 Paul VERLAINE, GeçmiĢ Ola, çev. Orhan Veli KANIK, S.4, s.5 Baki Süha EDĠPOĞLU, Çocuklar, ġairler, S.4 ,s.6 Ziya Osman SABA, ġu Güzel Gün, S.4, s.7 ġinasi ÖZDENOĞLU, Ellerin Ġçin Noktürn, S.4, s.13 Attila ĠLHAN, Deryalar, S.4, s.15-16 Ġbrahim MĠNNETOĞLU, Eski Konak-Yeni Ev, S.4, s.18 Sabahattin TEOMAN, Kavga, S.4, s.41 Rabia Hatun, Kıta, S.4, s.47 5.SAYI – Ġlkbahar 1948 Yahya Kemal BEYATLI, Endülüs‟te Raks, S.5, s.2-3 Arthur RIMBAUD, Duyum, çev. Orhan Veli KANIK, S.5, s.7 Baki Süha EDĠPOĞLU, Ġstanbul‟u Dün DolaĢtım, S.5, s.9 Cahit KÜLEBĠ, Deniz Sıkıntısı, S.5, s.17 Sabahattin Kudret AKSAL, Aile, S.5, s.21 Cemil YEġĠL, EĢime-Oğlumun Portresi, S.5, s.28 Halim GÜZELSON, Kız, S.5,s.43 6.SAYI-Yaz 1948 Rabia Hatun, Bir Gül, Sönseydi, S.6, s.3-Hasret, s.5, Bir Kâsedir, s.7 Cahit Sıtkı TARANCI, Fantezi, S.6, s.9 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Konya, S.6, s.10-11 Sabahattin Kudret AKSAL, Övgü, S.6, s.15 Halim GÜZELSON, Sarıyer ÇeĢmesi, S.6, s.16 Orhan Veli KANIK, Ġnsan ve Deniz, S.6, s.23 Ziya Osman SABA, Herkesin Evi Ġçin, S.6, s.45 Sabahattin TEOMAN, Masalın En Tatlı Yeri, S.6, s.49 300 7.SAYI- Sonbahar 1948 Rabia Hatun, Canan Ġçimdedir, S.7, s.2, Güllerde Nola, s.4, Nakz Ġt Ki, s.5, Mağrıbda Gün Doğaydı, s.7, Payün Sadası, s.10 Cahit Sıtkı TARANCI, Müjde, S.7, s.13 Ziya Osman SABA, Bir Yer DüĢünüyorum, S.7, s.13 Salah BĠRSEL, ġiirler ġiiri, s.15 Arthur RIMBAUD, Ofelya, çev. Orhan Veli KANIK, s.19 Sabahattin Kudret AKSAL, Yarı Karanlık, s.20 M.Vedat OKAY, Yaz AkĢamları, s.47 Sabahaddin ERGĠ, Rüya, s.49 8.SAYI-KıĢ 1949 Ahmet Hamdi TANPINAR, Mavi Maviydi Gökyüzü, s.5 Cahit Sıtkı TARANCI, Sağ El, s.7 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Fatih‟in Gemileri, s.8-9 Fatma ESEN, DüĢünen Adam, s.15 Rabia Hatun, Buy-i Gül, s.17, KâĢ-Ey, Tutsam Hayâl-i Yâri, s.19 ġinasi ÖZDENOĞLU, s. Kavgalardan Uzak, s.23 Salah BĠRSEL, Meydandan Geçen Kızlar, s.43 9.SAYI-Ġlkbahar 1949 Ahmet Hamdi TANPINAR, EĢik, ss.6-9 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Sivas‟a, s.11 Cahit KÜLEBĠ, Yolculuk, s.12 Baki Süha EDĠPOĞLU, Kara Sevda, s.14 Pierre de RONSARD, Sonnet, çev. Orhan Veli KANIK, s.15 Sabahattin Kudret AKSAL, Uyku, s.30 ġinasi ÖZDENOĞLU, Ben O Adam mıyım?, s.35 Fatma ESEN, Öğüt, s.56 Fatma ESEN, Kararsızlık, s.56 301 Sabahattin ERGĠ, ErciĢ‟te AkĢam Saati, s.58 10.SAYI-Yaz 1949 Ahmet Hamdi TANPINAR, Bir Gün Ġcadiye‟ de, s.7 Sabahattin Kudret AKSAL, Anadolu Yaylası, ss.12-13 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Fetih Gecesinde Ġstanbul, ss.17-18 ġükrü Enis REGÜ, Sabah ġiiri-Gece ġiiri, Ġstanbul, s.20 Fatma ESEN, Saray Gözdesi, s.22 ġinasi ÖZDENOĞLU, Gözlerin, s.33 Rabia Hatun, Yıldızların Ziyası, s.35 Nihat Faik AġAR,, Korku, s.56 Sabih ġENDĠL, Peyzaj, s.57 11.SAYI-Sonbahar 1949 Orhan Veli KANIK, AyrılıĢ, s.5, Doğan Güne KarĢı, s.7 Sabahattin Kudret AKSAL, Etimesgut ġiiri, s.10 Ziya Osman SABA, Eski Resimler, s.13 Behçet NECATĠGĠL, Evcik, s.31 Nureddin ÖZDEMĠR, Kapı II, s.60 12.SAYI-KıĢ 1950 Yahya Kemal BEYATLI, Siste SöyleniĢ, s.7 Yahya Kemal BEYATLI, Tercih, s.15 Cemal YEġĠL, IĢık Pınarı-Ne Zaman Olsa, s.31 Sumru TUNÇ, Usanç,s.57 13.SAYI- Ġlkbahar 1950 Ahmet Hamdi TANPINAR, Zaman Kırıntıları, s.6-10 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Mustafa Kemal‟in Kartalı, s.18-19 ġinasi ÖZDENOĞLU, Baharla Beraber Gelen AĢk, s.27 302 Fehmi ARMAN, Dolap, s.59 14.SAYI- Yaz 1950 Ahmet Hamdi TANPINAR, Ömrün Sahili, s.9 Ziya Osman SABA, DenizleraĢırı, ss.18-19 Cahit TANYOL, Ġçimin Memleketinde, s.24 Mustafa ġerif ONARAN, Bir ġehidin Rüyası, ss.31-32 Oğuz Kazım ATOK, Ellerinden Belli, ss.33-34 H.A.GÖKSEL, Sabah, s.35 15.SAYI- Sonbahar 1950 Cahit Sıtkı TARANCI, Kırık Kalpler, s.5 Baki Süha EDĠPOĞLU, Eylül DüĢünceleri, s.11 Nihat Ulvi AKGÜN, Ġlk Göz Ağrısı, Rahatlık s.18 Ġbrahim MĠNNETOĞLU, Mangal, s.58 16.SAYI- KıĢ 1951 Cahit Sıtkı TARANCI, AĢkımız, s.7 Baki Süha EDĠPOĞLU, Antalya, s.9 Orhan Veli KANIK,, Hızlı Çocuk, s.11 Orhan Veli KANIK,, Öteye Git, s.12 Orhan Veli KANIK,, Yeni EĢek, s.13 Orhan Veli KANIK,, Korkacak Ne Var?, s.14 Orhan Veli KANIK, Mum, s.15 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Fetih Aydınlığı, s.25 Mustafa ġerif ONARAN, Yalnız, s.56 Hikmet OMAY, Uzak, s.55 17.SAYI- Ġlkbahar 1951 Orhan Veli KANIK,, Rubai ,s.8 Orhan Veli KANIK, YaĢamak, s.9 303 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Fatih‟in Sancaktarı, s.13 ġinasi ÖZDENOĞLU, Hatırım Kalır, s.15 Oğuz Kazım ATOK, Bir Gün Geliyor, s.16 Sabahattin ERGĠ, Saadet, s.17 18.SAYI - Yaz 1951 Cahit Sıtkı TARANCI, DüĢten Güzel, s.5 Orhan Veli KANIK, Çok Gezen, Manzum Nasrettin Hoca Hikâyesi, s.7 Orhan Veli KANIK, Azrail Beğenecek, Manzum Nasrettin Hoca Hikâyesi, s.8 Orhan Veli KANIK, Geçinmeye Niyet, Manzum Nasrettin Hoca Hikâyesi, s.9 Orhan Veli KANIK, Ölmeseydi, Manzum Nasrettin Hoca Hikâyesi, s.10 Ziya Osman SABA, Misak-ı Milli Sokağı No.37, ss.13-15 19.SAYI- Sonbahar 1951 Necmettin Halil ONAN, Boğaz ġarkısı, s.8 Orhan Veli KANIK, Sütçü Kadınla Süt Kabı, Bir La Fontaine Masalı Tercümesi, s.11 Kamran YÜCE, Halbuki, s.30 Sabahattin ERGĠ, Bahçelerde, s.66 Sabih ġENDĠL, Güzellik Üstüne, s.67 20. SAYI-KıĢ 1952 ġevket HIFZI, Yaz Rüyası, s.8 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Gemi Ġstanbul, s.10, Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Ġçinde, s.11 Charles Baudlaire, Yoksulların Ölümü, çev. Orhan Veli Kanık, s.13 ġinasi ÖZDENOĞLU, Ağaçlar Üstüne, s.16 C.TAġKINOĞLU, Maviliklerin Bittiği Yer, s.18 Oğuz Kazım ATOK, Beyazlığı, s.20 304 Aile Dergisinde Yayımlanan Hikâyeler Ġndeksi 1.SAYI- Ġlkbahar 1947 Refik Halit KARAY, Garez, ss.7-11. Hermann HESSE, Kurt, çev.Burhan ARPAD, ss. 44-47. 2.SAYI- Yaz 1947 Halide Edip ADIVAR, Bir Hayatın Üç Perdesi, ss.6-14. 3.SAYI- Sonbahar 1947 Ahmet Hamdi TANPINAR, Bir Tren Yolculuğu, ss.3-11. 4.SAYI- KıĢ 1948 Sait Faik ABASIYANIK, Bulamayan, ss.2-8. 5.SAYI-Ġlkbahar 1948 Ahmet Hamdi TANPINAR, Âdem‟le Havva, ss.4-10. Arnaldo FRACCAROLI, Bir Apartman Arıyorum, çev. Nazım Dersan, ss.42-44. 6.SAYI- Yaz 1948 Fahri Celâl GÖKTULGA, Öksürük, ss.8-12. Nahit Sırrı ÖRĠK, Bir Emekli, ss.46-50. 7.SAYI- Sonbahar1948 Ercüment Ekrem TALÛ, Dertli Bir Adam, ss.6-10. Karoly KISFALUDI, Görünmeyen Yara, çev. Mübeccel ULU ss.46-51. 8.SAYI- KıĢ 1949 Sait Faik ABASIYANIK, Bilmem Neden Böyle Yapıyorum, ss.4-7. Somerset MAUGHAM, Kara Gün Dostu, çev. Orhan AZĠZOĞLU, ss.41-44. 9.SAYI- Ġlkbahar 1949 Oktay AKBAL, Bizans Definesi, ss.55-58. 10.SAYI-Yaz 1949 Abdülhak ġinasi Hisar, Saat Meraklısı Tahsin Efendi, ss.9-16. Nahit Sırrı Örik, Kaybettiğim Kediye Dair, ss.32-36 Hans FRANCK, Vode, çev. Melâhat Tugar, ss.55-58. 11.SAYI -Sonbahar 1949 Ahmet Hamdi TANPINAR, Acıbadem‟deki KöĢk, ss.11-19. Mihail ZOġÇENKO, Vesika Resmi, çev. Ġbrahim HOYĠ, ss.57-60. 12.SAYI-KıĢ 1950 William SAROYAN, Hasır ġapka, çev.Cahit Sıtkı Tarancı, ss.51-54. 305 13.SAYI - Ġlkbahar 1950 Abdülhak ġinasi HĠSAR, Ġsmi Unutulan Melek Efendi, ss.11-17. W.JACOB, Maymun Pençesi, çev. Melih Cevdet Anday, ss.57-64. 14.SAYI - Yaz 1950 Muhtar KÖRÜKÇÜ, Küçük Bir Hikâye: Bay MüfettiĢ, ss.15-16. Nahit Sırrı ÖRĠK, Ġki KomĢu Arasında, ss.29-37. Ting Ling, Bir Çin Hikâyesi: Sel, çev. Bedriye ġanda, ss.57-63. 15.SAYI-Sonbahar 1950 ġinasi TAMER, Zabıt Tutma Begim:Akçedağ‟dan Bir Reportaj,ss.27-28 Fikret ÜRGÜP, Her Ģey Mümkündür, ss.57-60. Pearl S.BUCK, AĢk ġehirde Kaldı, çev. Nazım Dersan, ss.9-11. 16.SAYI-KıĢ 1951 Ahmet Hamdi TANPINAR, Yaz Gecesi, s.4-10. Joanna Lecey DREX, Pazar Çayı çev. Seza Göksel, s.54-56. 17.SAYI-Ġlkbahar 1951 Ziya Osman SABA, Bir Çocukluk Hatırası: Neveser,ss.10-18. Peter FLEMINGTON, Hafızasını Kaybeden Adam, çev. Seza Göksel, Ġlkbahar 1951, ss.4-6. 18.SAYI-Yaz 1951 ĠMZASIZ, Randevu, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.62-63. S.CRAMAUSSEL, Misafir, çev.Nihal Yalaza Taluy,ss.70-72. 19.SAYI-Sonbahar 1951 ĠMZASIZ, Eve Aldığımız Çocuk, Your Life dergisinden Alıntı, S.19, ss.65-68. 20.SAYI-KıĢ 1952 Ahmet Hamdi TANPINAR, Rüyalar, s.6-20. Kenneth ROBB, Siyah Çekmecenin Sırrı, çev. Nihal Yalaza Taluy, ss.21-22. Lucie WALLACE, Gölge Oyunu, Çeviren BelirtilmemiĢ, ss.75-76. 306 Aile Dergisi Ġndeksi 1. Sayı -Ġlkbahar 1947 TÖR, Vedat Nedim, Yahya Kemal Ġçin, s.5 ATAÇ, Nurullah, Yahya Kemal Beyatlı,ss.1-6 TUNÇ, Mustafa ġekip, Eski Aileden Yeni Aileye, ss.12-14 Vâlâ Nureddin, ,Ġnsan Ev Sahibi Olunca, ss.15-17 ĠMZASIZ, Biz Bir Aile Oluyoruz,ss.19-22 ĠMZASIZ, Okula Giden Bir Çocuk Yardımınıza Muhtaçtır, ss.24-27 FELEK, Burhan, Ġlk Tokat/Burhan Felek‟ in Bir Çocukluk Hatırası, ss.28-29 AYDA, ReĢit, Yeni BuluĢlar: Ġpsofon, ss.30-31 ĠMZASIZ, Çok YaĢamanın Sırları, s.32 ĠMZASIZ, Çocuğunuz Hastalanınca Nelere Dikkat Etmelisiniz,s.33 ĠMZASIZ, Ailenin DüĢmanları,ss.34-35 ĠMZASIZ, Dr. Galip Ataç Evin Saatinde Derdi ki, ss.36-37 ĠMZASIZ, Spor Daha Biçimli Daha Sıhhatli Daha NeĢeli Olmak Ġçin, ss.38-39 ĠMZASIZ, Nezle Olmayabilirsiniz,s.40 ĠMZASIZ, GüneĢ ve Hayat, s.40 YEGEN, Ekrem Muhiddin, 3 Lezzetli Yemek,ss.41-43 ĠMZASIZ, Neden Yuvarlak?,s.43 PALAISEUL, Jean (Tercüme), Aman Güvelenmeyelim, ss.50-52 TÖR, Vedat Nedim, Aile ve Sanat, ss.56-58 SEL, Kemal Salih, Bu Toprağın Masalları, ss.59-61 ONGER, Fahir, Ġki Okunacak Kitap: Sarduvan-Delilik,s.62 2. Sayı - Yaz 1947 RADO, ġevket, YaĢama Sevinci, s.1 KARAY, Refik Halit, Yaprağa Muhabbet, ss.4-5 Hikmet Münir, Harika Çocuk Ġdil Biret‟ le Bir KonuĢma,ss.15-19 HUXLEY, Aldous, Konfor ve Ruhi Hayat, çev. Vahit Turhan,ss.20-22 Vâlâ Nûreddin, Mesleğiniz DıĢında Neye Merakınız Var?,ss.23-24 ĠMZASIZ, Çocuk Büyütmek Sanatı, Parents‟ Magazine Dergisinden Alıntı, ,ss.25-26 307 TÖR, Vedat Nedim, Oyun,s.26 AKSEL, Ġhsan ġükrü, Evde Sinir Muvazenesi, ss.30-31 Hygeia Sağlık Dergisi‟nden Çeviri, GüneĢ Dost mu DüĢman mı?, ss.32-33 ĠMZASIZ, Dr. Galip Ataç Evin Saatinde Derdi ki, s ss.34-35 ĠMZASIZ, Ailenin DüĢmanları, s.36 ĠMZASIZ, Annelik Ġmtihanının Cevapları, Parents‟ Magazine Dergisinden Alıntı s.37 ĠMZASIZ, 3 Lezzetli Yemek,ss.38-41 ĠMZASIZ, Tuz Neye Yarar, s.41 KENBER, Lütfi Arif, Evde Çiçek Bir Ġhtiyaçtır, ss.42-43 BAYKAL, Handan, Ailenin Modası, ss.44-45 VILLARS, Daniele, EĢref Saatı Kollayınız, ss.46-47 ADĠL, Fikret, Hudutları AĢan Türk Sanatı, ss.50-51 ĠMZASIZ, Picasso Sanatı, ss.52-54 TÖR, Vedat Nedim, Canı Sıkılan Ġnsan, ss.55 ALAIN, Aile Ġçinde, çev. Naile Turhan,ss.55 CĠMCOZ, Adalet, Unutulmayan ġarkı,ss.57-58. ONGER, Fahir, Okunacak Bir Kitap: Resim Öğretmeni,ss.60-61 ĠMZASIZ, Ailenin Avukatı: Sorun Söyleyelim,ss.62-63 ĠMZASIZ, DiĢli Doğan Çocuklar, La Femme Dergisi‟nden Alıntı, ,s.63 3. Sayı - Sonbahar 1947 TÖR, Vedat Nedim, Temizlik ve Güzellik Ġhtiyacı, s.1 RADO, ġevket, Usta ġair, s.5 TOPRAK, Burhan, Ballar Balını Buldum Koğanım Yağma Olsun, ss.12-13 CEMĠL,Mesut, Tanıdığım Kediler, ss.14-15 TÖR, Vedat Nedim, Açık Hava Tiyatrosu, s.15 KAZANCIGĠL, Tevfik Remzi, Kadın Hayatının Altı Merhalesi, ss.17- 19 Vâlâ Nûreddin, Karı Koca Geçimsizliğinin Tedavisi Mümkün müdür?, ss.20-23 AYDA, ReĢit, Yeni BuluĢlar-Elektron Mikroskopları, ss.24-26 ĠMZASIZ, Ġnsanlara Acımalı mıyız?,ss.27-28 ĠMZASIZ, Çocuğunuz Uslu Ġse Pek Sevinmeyiniz, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, ss.29-30 308 ĠMZASIZ,Her Çocuğun Kendine Göre Bir Büyüme Tarzı Vardır, Parents‟ Magazine‟den Alıntı, ss.30-31 ĠMZASIZ, Çocuğunuz Neden Yemek Yemiyor?, Parents‟ Magazine Dergisinden Alıntı, ss.32-33 ĠMZASIZ, Parents‟ Magazine‟ den Alıntı, Yemeklerin Lezzeti ve Manzarası, s.33 Hikmet Münir, AyĢe Abla‟nın Çocuk Yuvası, ss.34-36 ĠMZASIZ, Uyku Hakkında Ne Biliyorsunuz?,Reader‟s Digest‟ten Alıntı, ss.37-38 ĠYRĠBOZ, Nihat, Evlerimizin Davetsiz Misafirleri: Hamam Böcekleri, s.39 FANSLER, Thomas, Kazalardan Sonra Ġlk Yardım, Healthy Dergisi‟nden Alıntı, ss.40-42 ĠMZASIZ, Ailenin DüĢmanları(Enflüenza, ġeker Hastalığı, Zatürrie, Böbrek Ġltihabı),s.43 TÖR, Vedat Nedim, Ġnsan DüĢmanı Picasso, s.44 ĠMZASIZ, Bir Film Nasıl Hazırlanır, ss.46-47 ĠMZASIZ, Ailede EliĢleri: Taklitten Yaratıcılığa Doğru, ss.50-51 BAYKAL,Handan, Sonbahar Mevsiminde Moda Yenilikleri,ss.52-53 PAUL,Charlotte, Evlilik Bir Ortaklıktır, çev. ġeküre Basman, ss.54-56 BREAL, Auguste, Miras, s.56 YEGEN, Ekrem Muhittin, Ailenin Mutfağı, ss.57-59 ĠMZASIZ,Yiyecekler Hakkında Ne Biliyoruz?, Healthy Dergisi‟nden Alıntı, Yiyecekler Hakkında Ne Biliyoruz?,s.60 ĠMZASIZ, Ailenin Avukatı: Sorun Söyleyelim,ss.62-63 4. Sayı -KıĢ 1948 TÖR, Vedat Nedim, Yeni Yıla Girerken,s.1 KESSLER, Gerhard, Aile Siyaseti, ,ss.9-10 GÜRKAN, Kazım Ġsmail, Londra Kongresi ve Cerrahlıkta Yeni Ġlerlemeler, ss.11-14 NEUMARK, Fritz, Mesken Meselesi ve Aile,ss.17-19 RADO, ġevket, ġehir ve Vücut Temizliği,ss.21-24 TÖR,Vedat Nedim, Sokağımız, s.23 COLEMAN, Lester, Sinüzit Nedir?, çev. ġehbal Erdeniz , ss.25-26 ĠMZASIZ, Yeni BuluĢlar: Benzaminomalonyloxphenopyridin, Die Lupe Dergisi‟nden Alıntı, ss.27-28 ROY, Marie Beynon, Yorulmadan ÇalıĢabilirsiniz, Today‟s Woman dergisi‟nden Alıntı, s.29 309 ĠMZASIZ,Erkekler Hakkında Ne Biliyorsunuz?,Companion Dergisinden Alıntı, ss.31-32 ĠMZASIZ,Ġlk Çocuğun Ġkinciyi Kıskanmaması Ġçin Bazı Çareler-Karı-Koca Ayrılıklarında Çocuklar Parents‟ Magazine‟ den Kısaltılarak Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.33-34 ĠMZASIZ, Çocuklarınız Ġçin, s.35 ĠMZASIZ, Çocuklarınızı Lüzumsuz Korkulara Kaptırmayınız, Parents‟ Magazine‟ den Alıntı, çev. ġeküre Basman, ss.36-38 ĠMZASIZ, Redbook‟tan Alıntı, Karı-Kocalarda Görülen 8 Esaslı Kusur, ss.39-41 BAYKAL, Handan, Ailenin Modası: KıĢ Mevsiminde Yenilikler, ss.42-43 ĠYRĠBOZ, Nihat, Ġpek DüĢmanı Bir Böcek, s.44 Vâlâ Nûreddin, Ailenin Röportajları: Giyim EĢyası Neden Bu Kadar Pahalı?, ss.45-48 HABE, Jean, Holivut‟un Ġçyüzü, S.4, ss.49-51 VISHER, A.L., Hayatın Ġkinci Yarısında Dostluk, çev. Burhan Arpad, ss.52-53 ĠMZASIZ, Leke Çıkartmanın Usulleri, ss.54-55 YEGEN, Ekrem Muhittin, Ailenin Mutfağı, ss.56-59 ĠMZASIZ, Ailenin Avukatı: Sorun Söyleyelim, ss.62-63 5. Sayı -Ġlkbahar 1948 TÖR, Vedat Nedim, Bahara Girerken,s.1 TÖR, Vedat Nedim, Muhsin Ertuğrul‟un Sevinci, s.8 KESSLER, Gerhard, Mesken Sıkıntısı Nasıl Giderilir?, çev.Dr. Ekmel Zadıl, ss.11-13 RHEINSTORM,Carroll, Türkleri Hiç de Böyle Sanmıyordum, s.14 RADO, ġevket, Ayıran ve BirleĢtiren Kitap, s.15 Vâlâ Nûreddin, Ġspanya‟da Yahya Kemal‟in Bir Ay Misafiri OlmuĢtum,ss.16-19 CEMĠL,Mesut, HaydutlaĢan Pisingot,ss.20-22 AKSEL, Ġhsan ġükrü, Akıl Hastalıklarında Ameliyatla Tedavi, ss.23-24 ĠMZASIZ,Hanımefendiyi Köpek IsırmıĢtı-Kırmızı Balık, Christian Science Monitor‟dan Alıntı, S.5,Ġlkbahar 1948, s.24 AYDA, ReĢit Mazhar, Kabiliyet Ölçen Makine, ss.25-26 MATTERS, Fhobe M., Boyun Uru(Goitre), çev. ġehbal Erdeniz, ss.27-28 T‟SERSTEVENS, A. Siz Hangisindensiniz?,s.29 ĠMZASIZ, Eski Kadınlar Yeni Kadınlar, New York Times Magazine‟ den Alıntı, s.31 ĠMZASIZ, Neden Çocuğunuz Olmuyor?, Parents‟ Magazine Dergisinden Alıntı, ss.32-33 310 ĠMZASIZ,Çocuklar Muntazam Olmaya AlıĢtırılabilir, Parents‟ Magazine‟ den Alıntı, çev. ġeküre Basman, s.35-36 ĠMZASIZ,Çocuğunuz Uzun Boylu mu Olacak Yoksa Kısa Boylu mu?, Parents‟ Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.37-38 ĠMZASIZ,Doğacak Çocuğunuz Hakkında Neler Bilebilirsiniz?,Companion Dergisi‟nden Alıntı, ss.39-40 TOOMBS, Alfred, Kadınların Neden Sakalı Yok?, Collier‟s dergisinden alıntı, s.41 PEATTIE, Donald Culross, Holivud‟un Hanımefendisi, çev. Nuri Pere, ss.45-48 ĠMZASIZ, Cassado Ġle Bir KonuĢma ve Sanat Dostları Birliği, ss.49-50 TÖR, Vedat Nedim, Onu Dinlerken, s.50 Hikmet Münir(Röportaj), Sanatkarlarımız Neler Hazırlıyorlar?, ss.51-53 TÖR, Vedat Nedim, Ġdil Ġhtiyarlıyor, s.52 GIBSON, John, Today‟s Woman dergisinden alıntı, çev. AyĢe Silay, Unutmamanın Çareleri, ss.54-55 BAYKAL, Handan, Ailenin Modası: Ġlkbaharın Moda Yenilikleri, ss.56-57 YEGEN, Ekrem Muhittin, Ailenin Mutfağı, ss.58-59 McCOLLUM, E.V., Genç Kalmak Ġçin Yiyiniz, ss.59-60 ĠMZASIZ, Nezaket, Evening Standard‟tan Alıntı, s.60 ĠMZASIZ, Ailenin Avukatı: Sorun Söyleyelim,ss.61-62 6. Sayı - Yaz 1948 RADO, ġevket, Yaz KonuĢması, s.1 ĠMZASIZ, Rabia Hatun‟un ġiirleri, s.2 ADIVAR, Halide Edip, Sohbet, ss.4-7 TÖR, Vedat Nedim, Evlilik Sanatı, ss.13-16 Vâlâ Nûreddin, Laubali BoĢanmalar Laubali Evlenmeler, ss.17-19 ĠMZASIZ, Ailenin Münazarası: BoĢanma Olmalı mı?, s.20 KAZANCIGĠL, Tevfik Remzi, Hormonların Kırbacı, ss.21-24 ALANTAR, Ġhsan Hilmi, Süt Çocuklarında Mevsim Hastalığı, ss.25-26 ĠMZASIZ, Ailenin Sağlığı: Egzema, Hygeia Sağlık dergisinden alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.27-28 ĠMZASIZ, Kızınıza Önceden Haber Veriniz, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, ss.29-30 311 ĠMZASIZ, Ufak Tefek Yaz Dertleri, Family Healty dergisinden Alıntı, ss.31-32 ĠMZASIZ, Rüya Hakkında Ne Biliyorsunuz?, ss.33-34 ĠMZASIZ, Hayvan Hikâyeleri, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, s.34 ĠMZASIZ, Ailede Çocuk: Okula Giden Çocuğunuza Faydalı Olabiliyor musunuz?, Woman‟s Home Companion Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.35-36 ĠMZASIZ,Çocuğun Kızması Nasıl Sizin HoĢunuza Gitmiyorsa Sizin Kızmanız da Çocuğun HoĢuna Gitmez, Reader‟s Digest dergisinden Alıntı, ss.37-38 ĠMZASIZ, Çocuklarınızın Resimleri Daha Güzel Olabilir, Companion Dergisinden Alıntı, çev. ġeküre Basman, ss.39-40 RUSSELL, Bertrand, Dayak Terbiye Vasıtası Değildir, Essais Sceptiques‟ten Alıntı, s.43 ĠMZASIZ,Kadınlara ve Erkeklere Göre Kelimelerin Mânâları, La Femme Dergisinden Alıntı, ss.44-45 TÖR, Vedat Nedim, Aile ve Sanat: Anlamıyoruz, ,s.51 ĠMZASIZ,Ġnsanları Tanıyalım, Companion dergisinden Alıntı, ss.52-53 ĠMZASIZ, Ailenin Modası: Yaz Mevsiminin Moda Yenilikleri,ss.54-55 YEGEN, Ekrem Muhittin, Ailenin Mutfağı, ss.56-58 BISCH, Louis E., Niçin Ġçtiğinizi Hiç DüĢündünüz mü?, çev. Arif Gürgül, ss.60-62 7. Sayı -Sonbahar 1948 TÖR, Vedat Nedim, Rabia Hatun ve ġiirlerindeki AĢk AnlayıĢı, ss.1-2 Vâlâ Nûreddin, Rabia-Hatun Muamması, ss.3-5 RADO, ġevket, Sanatkârla Eseri, s.11 HUXLEY, Aldous, Zaman ve Makine, ss.12-14 PAPINI ,Giovanni, Fikirler,ss.15-16 TÖR, Vedat Nedim, Ġdealist Ġnsan, s.16 SEVENGĠL, Refik Ahmet, Eski Evimiz, ss.17-21 ĠMZASIZ, Kötümser Olmaya Lüzum Var mı?, s.22 ĠMZASIZ,Yeni BuluĢlar: ĠĢitmediğimiz Sesler Harikalar Yaratıyor,Atlantic Monthly Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.23-24 ĠMZASIZ, ġu BaĢ Belası Sinekler, Scienca e Lavore Dergisinden Alıntı, s.24 ĠMZASIZ,ġu Kalp Denen Meçhul, Science Digest Dergisinden Alıntı,çev. Berna ĠĢman, ss.25-27 312 ĠMZASIZ,Ġhtiyarlık Ne Zaman BaĢlar, Hygeia Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Karadeniz, s.27-28 SOMERSAN, Naci, Süt Çocuğunda Huy Terbiyesi, ss.29-32 ĠMZASIZ, Çocuk ve Oyun, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Karadeniz, ss.33-34 ĠMZASIZ, Küçük Çocuk DiĢleri, Hygeia Dergisinden Alıntı, ss.35-36 Lester F. Miles‟ın Bir Testi, Acaba Evlenmekte Acele mi Ediyorsunuz?, s.37 BURKHAR, Roy A., Niçin Mesut Olamıyorlar?, çev. Arif Gürgül, ss.38-40 Modern Motoring and Travel dergisinden alıntı, Her Hizmeti Atom Görecek: Ev ĠĢlerinde Eski Usuller Tarihe KarıĢıyor, çev. Arif Gürgül, ss.42-44 ĠMZASIZ, Dr. Galip Ataç Evin Saati‟nde Derdi ki, Evin Saati KonuĢmalarından, ss.44-45 BASMAN, Gülgün, Ailenin Modası: Sonbahar Mevsiminin Moda Yenilikleri, ss.56-57 ĠMZASIZ, YaĢ Bahsi, ss.54-56 ĠMZASIZ, Neler Yemeli Nasıl Yemeli, ss-57-58 ĠMZASIZ, Ġçecekler ve Vitaminler, ss.59-60 ĠMZASIZ,Et Mi Sebze Mi?, La Femme Dergisinden Alıntı, s.60 ĠYRĠBOZ, Nihat, Sevimsiz Ortaklar, s.61 8. Sayı -KıĢ 1949 TÖR, Vedat Nedim, AĢk Olmazsa, s.3 RADO, ġevket, Yalnız Kalmayı Bilmek Sanatı, s.10 WEZIEN, Jean, Mücerret Sanat,ss.11-12 WERTHAM, Frederic, Gangster Hikâyeleri Zararlıdır, ss.13-15 TÖR, Vedat Nedim, Çocukların Hakkı, s.14 SEVENGĠL, Refik Ahmet, Eski Türk ĠĢlemeleri, ss.16-20 KAZANCIGĠL, Tevfik Remzi, Babasız Çocuklar, ss.21-24 ĠMZASIZ, Zaman Zaman Herkesin Tutulduğu Bir Hastalık: Kızamık, Healty Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.25-26 CAPRIO, Frank S., Ruh Doktorunun Muayenehanesinde Bir Saat, çev.Arif Gürgül, ss.27-29 ĠMZASIZ, Hasta Ziyaret Etmek Ġnce Bir Sanattır, Hygeia Dergisinden Alıntı, ss.30-31 ĠMZASIZ, Ailede Çocuk: Disiplin Nedir?, Parent‟s Magazine DergisindenAlıntı, ss.33-35 ĠMZASIZ, Çocuğunuz Kendine Yetecek Kadar Uyuyor mu?, S.8, s.36-38 313 ĠMZASIZ, Kundaklı Despot, Selection Dergisinden Alıntı, s.38 ĠMZASIZ, Çocuklarımızı Besleyelim, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.39-40 SUBWAYS, Helen, Kızlar Ġçin Güzel Olmak Kâfi Değildir, ss.45-46 BENDER, James F., Evlilik Bahislerinde Çok Bilen Az Yanılır, çev. Berna ĠĢman, ss.47-49 ĠMZASIZ, Ailenin Münazarası: Akademiye Taraftar mısınız?,s.50 BJERLÖV, Herbert, Sigara Ġçmek Veya Ġçmemek ĠĢte Bütün Mesele, çev. Nuri Pere, ss.51- 53 ĠMZASIZ, Halka Hizmet Örneği, Reader‟s Digest Dergisinden Özet, ss.54-55 BASMAN, Gülgün, Ailenin Modası: KıĢ Mevsiminin Moda Yenilikleri, ss.56-57 ĠMZASIZ,Hangi Yiyeceklerde Hangi Vitaminler Var? Bunlar Neye Yarar?, Healthy Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.58-59 ĠMZASIZ, AĢağılık Duygusunu Yenebilirsiniz Ladie‟s Home Journal Dergisinden Alıntı, ,s.60 9. Sayı -Ġlkbahar 1949 TÖR, Vedat Nedim, Evli Kalabilmek, s.3 ATAY, Falih Rıfkı, Atatürk‟ten Bir Hatıra: Ġkinci Ders, ss.4-5 BAġMAN, Avni, Dil Davası, ss.10-15 RADO, ġevket, BoĢuna Zahmet, s.13 TÖR, Vedat Nedim, Yazık Oldu Süleyman Efendi‟ye, s.16 CEMĠL, Mesut, Gomuğun Kızı, ss.17-21 TÖR, Vedat Nedim, Kötünün Üstünlüğü, s.19 AKSEL, Ġhsan ġükrü, Hayvanlar Delirir mi? ss.22-23 ĠMZASIZ, Güzel Fotoğraf, s.24 SEVENGĠL, Refik Ahmet, Türk Çinilerindeki MuhteĢem Bahar, ss.29-32 LEWIS, Bernard, Türkiye‟de Kültür Hareketleri, BBC Yayınlarından Alıntı, ss.33-36 ĠMZASIZ, Ailenin Sağlığı: Verem AĢısı, ss.37-38 ĠMZASIZ, Gözlerinize Dikkat Ediyor musunuz?, s.38 Devrimizin Mucize Yaratan Ġlaçları, çev.ġeküre Basman, ss.39-41 ĠMZASIZ, Ailede Çocuk: Çocuğunuzun Zekâsına Dair Bilgiler, Hygeia Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.42-43 314 ĠMZASIZ, 1949 Yılının Edebi Hadisesi, ss.44-45 AKAN, Ali Rauf, Haydut Edebiyatıyla Mücadele, Gece Postası‟ndan Alıntı, s.46 ĠMZASIZ, Oyunun ve Oyuncağın Psikolojisi,Britannia Eve Dergisinden Alıntı, ss.47-48 ĠMZASIZ,Good Housekeeping Dergisinden Alıntı, ĠĢtahsız Çocuk, çev. ġeküre Basman, ss.49-51 MAGOUN, Alexander, Gerçek AĢk, Love and Marriage dergisinden alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.53-54 ĠMZASIZ,Ġyi KonuĢmak Sanatı, Your Life dergisinden Alıntı, ss.59-60 ĠMZASIZ,Kocanızı KarĢılamayı Biliyor musunuz?, Women dergisinden Alıntı, çev. GüneĢ EĢiyok, ss.65-66 ĠMZASIZ,Ġyi Koca Kime Derler?, Woman‟s Home Companion dergisinden Alıntı, s.67 WHITMAN, Howard, Rorschach Testi Ġle Karakter Tahlili: Mürekkep Lekelerini Neye Benzetiyorsunuz?, çev. ġehbal Erdeniz, ss.68-71 ĠMZASIZ, Ailenin Münazarası: Ġyilik Etmeli mi?,s.72 PONCET François, Mücerret Sanat ve Demokrasi Meseleleri (Röportaj), çev. Selmin Evrim, ss.73-74 ÖVÜÇ, Refia, Türk ĠĢleme Sanatı, Türk ĠĢleme Sanatı, ss.75-76 BASMAN, Gülgün, Ġlkbaharın Moda Haberleri,ss.77-78 ĠMZASIZ, Ailenin Mutfağı: ġeker Ne Zaman Faydalı ne Zaman Zararlı?,,s.79 AYDA, ReĢid Mazhar, DondurulmuĢ Yiyecekler,ss.80-81 10. Sayı -Yaz 1949 TÖR, Vedat, Nedim, Okuyan Aile, s.5 ATAY, Falih Rıfkı, Geçit, ss.6-8 RADO, ġevket, Aziz Tembellik,s.15 COOK, Nilla Cram, Rüyalarıma Giren Türk Dansları, ss.19-22 ĠMZASIZ, Fikirlerinizi BaĢkalarına Kabul Ettirmek Ġstiyorsanız, Your Life Dergisinden Alıntı, s.24 TÖR, Vedat Nedim, Tenkidin Kalitesi, ss.29-30 ĠMZASIZ, Anket ÇalıĢması, Ailenin Münazarası: Kültür Lazım mıdır?, s.31 ĠMZASIZ,Ailenin Sağlığı: ġeker Hastalığı,Harper‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. Nail ġenkal, ss.37-38 315 BENGĠSU, Naci, Bazı Körlüklerde Görmeyi Temin Eden Ameliyatlar,ss.39-40 ĠMZASIZ,Nezleye KarĢı Açılan SavaĢta Yeni Bir BaĢarı, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.41-42 EPPRIGHT, Ercel S., Gebelikte Gıda, Sexology Dergisinden Alıntı,ss.43-44 FRANCE, Mari, Küçük Vakalarda Küçük Tedaviler, s.44 ĠMZASIZ, Büyüklere Yapmadığınızı Küçüklere de Yapmayınız, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.45-47 TANMAN, Saffet, Çocukların Konforuna Dair, s.47 ĠMZASIZ,Kız ve Erkek Çocuklar Arasında Ne Farklar Var?, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, ss.48-49 EGE ,Nezahet Nurettin, Evlenmeden Evvel ĠstiĢare Büroları, ss.51-54 FRANCK Hans, Vode(Hikâye), çev. Melahat Tugar, ss.55-58 ĠMZASIZ, Acaba, Sahiden AĢık mısınız?, s.59 ĠMZASIZ, Serinlemek Ġçin Ne Biliyorsunuz?, ss.60-66 Ġçkiyi Tadında Bırakamayanları AyyaĢlığa Götüren 13 Adım, Hygeia Dergisinden Alıntı, çev. Nail ġenkal, ss.67-70 Çok YaĢamanın Sırrı Hayatımıza Seneler Katmak Değil; Senelerimize Hayat Katmak, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġeküre Basman, ss.71-72 TÖR, Vedat Nedim, Aile ve Sanat: Moda Sanatlara Ölüm Çanı, s.73 TÖR, Vedat Nedim, Bergama‟yı Nilla Cook Kimdir?, ss.74-75 ĠMZASIZ, Ailenin Modası: Yaz Modası, ss.76-77 ĠMZASIZ, Kıskançlığın Gerçek Yapısı, Companion Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.79-82 ĠMZASIZ, Kocalarınızı Ağlatınız, s.81 ĠMZASIZ, Sinirlerinizi BoĢuna Yoruyorsunuz, Journal of Living Dergisinden Alıntı, ss.83- 84 11. Sayı -Sonbahar 1949 TÖR, Vedat Nedim, Üç Kıymet, s.3 ATAY, Falih Rıfkı, Bir Hatıra, ss.4-6 HĠSAR, Abdülhak ġinasi, Bir Edebiyatçıya Nasihatler, ss.8-10 SLIM, William, Hürriyet ve Disiplin, ss.20-21 TÖR, Vedat Nedim, Niçin Goethe Yılı, s.21 316 RADO, ġevket, Kâğıtlar Arasında, ss.22-23 ĠMZASIZ, Bir Edebi Hadise, s.24 KANIK, Orhan Veli, Yazısız Mektup, s.24 MAUROIS, Andre, Sevgili ArkadaĢlarım, Les Nouvelles Literaires dergisinden Alıntı, ss.29- 31 CEMĠL,Mesut, Okuldaki Hortlak, ss.32-36 ĠMZASIZ, Ailenin Sağlığı: Tansiyon Hakkında Ne Biliyorsunuz?, Better Homes Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.37-39 ĠMZASIZ,Üzüntü Romatizma Yapar, Everybody‟s Digest Dergisinden Alıntı, ss.40-42 ĠMZASIZ, Ġnsanlar 150 Sene YaĢamalı, s.42 ĠMZASIZ,Çocukta Ana ile Babayı TelaĢlandıran Ġtiyatlar, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.43-45 ĠMZASIZ,Çocuklarınız Sizin Hakkınızda Ne DüĢünüyorlar?, Women‟s Digest Dergisinden Alıntı, çev. Arif Derebeyoğlu, ss.47-49 ĠMZASIZ, Nezle Deyip Geçmeyiniz, s.49 ERDENĠZ, ġehbal, Siz Olsaydınız Ne Yapardınız?, ,ss.50-52 SEVENGĠL, Refik Ahmet, Eski Türk Bahçeleri ve Türk Çiçekleri, ss.53-56 ZOġÇENKO, Mihail, Vesika Resmi (Hikâye), çev. Ġbrahim Hoyi,ss.57-60 TÖR, Vedat Nedim, Güzellik ve Derinlik Ġstiyoruz, s.65 ĠMZASIZ, Çok YaĢamak Ġstiyorsanız Evleniniz, Hygeia Dergisinden Alıntı, ss.66-67 ĠMZASIZ, Kıskanmak Huyunuz Var mı?, Women‟s Digest Dergisinden Alıntı, s.68 ĠMZASIZ, Kaynana Olmaktan Korkmayınız, Magazine Digest Dergisinden Alıntı, ss.69-70 Anket ÇalıĢması, Sinemayı Sever misiniz?,s.71 ĠMZASIZ,Oscar Wilde Böyle DüĢünürdü, L‟Esprit de Wilde‟dan Alıntı, s.72 TÖR, Vedat Nedim, Aile ve ĠĢ Hizmetinde 5 Yıl, s.73 ĠMZASIZ, Ailenin Modası: Sonbahar Modasında Yenilikler, ss.74-75 KÂĞITÇI, Mehmet Ali, Besin Kılavuzu‟nu Niçin Yazdım?, ss.76-78 ĠMZASIZ, Koku ve Lezzet Hakkında Bildikleriniz Doğru mu?, Women‟s Home Dergisinden Alıntı, ss.79-80 12. Sayı –KıĢ 1950 TÖR, Vedat Nedim, ġairin Kalbi, s.3 317 TANYOL, Cahit, Dünyanın Büyük ġairi, ss.4-7 TANPINAR, Ahmet Hamdi, Yahya Kemal ġiirleri ve Ġstanbul, ss.8-12 RADO, ġevket, Yahya Kemal ve Hürriyet, s.10 ERALP, Vehbi, Yahya Kemal‟in ġiirimizdeki Yeri,ss.13-15 NĠHAL, ġükûfe, Doğumunun 65.Yılında Yahya Kemal, s.16 HĠSAR, Abdülhak ġinasi, Paris‟te Yahya Kemal, ss.17-20 VON POST, Eric, Bir Mayıs Gecesinde, s.19 ĠZER, Zeki Faik, Ressam Yahya Kemal, ss.21-22 ĠZER, Zeki Faik, Bir Hatıra, ĠZER, Zeki Faik, s.22 BELGER, Nihat ReĢat, Paris‟te Gördüğüm Yahya Kemal, ss.23-24 SEVÜK, Ġsmail Habip, Yahya Kemal‟de Ġstanbul, ss.29-35 GÜRKAN, Kazım Ġsmail, Büyük Ses, s.33 TUNÇ, Mustafa ġekip, Onun Sesi,s.36 ĠMZASIZ,Ailenin Sağlığı: Kapalı Yerlerden Korkmak Ġlleti, Everybody‟s Health Dergisinden Alıntı, çev.Arif Derebeyoğlu, ss.37-38 ĠMZASIZ, Sağlık Bilgileri Yenileniyor,ss.39-40 ĠMZASIZ, Öfkeyle Kalkan Ziyanla Oturur, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.41-43 ĠMZASIZ, Ailede Çocuk: Çocuğunuzu Anne Sütüyle Besleyiniz, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, ss.46-47 ĠMZASIZ, Çocukta Korku, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, ss.48-50 SAROYAN, William, Hasır ġapka, çev. Cahit Sıtkı Tarancı, ss.51-54 SEVENGĠL, Refik Ahmet, Eski Türk Yapılarını Saran ġiirli Hava,ss.55-59 TÖR, Vedat Nedim, Daha Ne Bekliyoruz?, s.56 TUNÇ, Sumru, Usanç, s.57 ĠMZASIZ, Bir Fin Hamamı Röportajı, Holiday Dergisinden Alıntı, çev. Gülgün Üstündağ, ss.60-66 BURGESS, Gelett, Kadınlar Kocalarının Bütün Kusurlarını Düzeltebilirler, Selection dergisinden alıntı, çev. Nuri Pere, ss.67-69 MIGHELL, Marijorie H., Nasıl Enteresan Olursunuz?, çev. Seza Göksel, ss.70-71 ĠMZASIZ, Bunları Biliyor muydunuz?, s.71 ĠMZASIZ, Hisleriniz Bakımından Olgun musunuz?, s.72 318 GÜLGÜN, Ailenin Modası: KıĢ Mevsiminin Moda Yenilikleri, ss.73-74 ĠMZASIZ, BaĢarının 4 Sırrı, Success Today dergisinden alıntı, çev. Meliha Z.Yenerden, ss.75-78 TÖR, Vedat Nedim, Caz Hayranlığı, s.77 ĠMZASIZ, Aile Ġçindeki AnlaĢmazlıkları Gidermenin Yolları Vardır, Parent‟s Magazine‟ den Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.79-80 ĠMZASIZ, Kendi El Yazınız ġahsiyetinizin Aynasıdır, Coronet Dergisinden Alıntı, çev. Arif Derebeyoğlu, ss.81-83 13. Sayı –Ġlkbahar 1950 ATAY, Falih Rıfkı, Dinleyici Saati, s.4-5 ĠMZASIZ, Ġki Cevap, s.5 TÖR, Vedat Nedim, Niçin Sanatı TeĢvik, s.13 RADO, ġevket, Muamma, s.15 KARAY, Refik Halit, Nasrettin Hoca Hikâyeciliğinin Esas Vasıfları, Yeni Ġstanbul dergisinden Alıntı, ss.20-21 CEMĠL,Mesut, Pamuli Niçin Kaçtı, ss.22-23 KÖRÜKÇÜ, Muhtar, Anadolu‟da Yahya Kemal,s.24 TANYOL, Cahit Goethe‟ye, ġaire ve ÇağdaĢ Ġnsana Dair, ss.25-28 SEVÜK, Ġsmail Habip, Yahya Kemal‟de Boğaziçi, S.13, ss.29-36 TÖR, Vedat Nedim, Haydut Filmleriyle SavaĢ, s.33 ġEHSUVAROĞLU, Haluk, On Dokuzuncu Asırda Boğaziçi Gezintileri, ss.37-39 ĠMZASIZ, Ailenin Sağlığı: Kanser, Hygeia Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.41-42 ĠMZASIZ, Mikropsuz Hastalıklar, Hygeia Dergisinden Alıntı, çev. A.Derebeyoğlu, ss.43-45 ĠMZASIZ, Kendi Kendini Muayene, Lilliput Dergisinden Alıntı, s.46-47 ĠMZASIZ,Açıl Sofram Açıl Adlı Güzel Kitaptan Sonra Tabiat Ana, Cumhuriyet Gazetesinden Alıntı, ss.48-49 ĠMZASIZ, Bir Okuyucumuz Soruyor, ss.50-51 alınmadı ĠMZASIZ, Ailede Çocuk: Çocuğunuzun Mesut Olmasını Ġstiyor musunuz? Better Homes And Gardens Dergisinden Alıntı,çev. Nail ġenkal, ss.52-54 ĠMZASIZ, Neden Yemek Yemiyorlar?, Parent‟s Magazine dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, s.55-56 319 TÖR, Vedat Nedim, Çocuktan Al Haberi, s.61 ĠMZASIZ, Bir Amerikalıya Göre Amerikalılar Ne Okurlar Ne Yazarlar, ss.65-66 GOSSER, Manuel, Modern Sanat ÇatıĢması, s.67 ĠMZASIZ, Kırk YaĢ Hayatın En Verimli YaĢı, The Star dergisinden Alıntı, çev. A.Derebeyoğlu, ss.68-69 ĠMZASIZ, ĠĢinizden Memnun musunuz?, Changing Times Dergisinden Alıntı, ss.70-71 ĠMZASIZ, Prostat Hakkında Ne Biliyorsunuz?, Die Lupe‟den alıntı, ss.72-73 EMĠROĞLU, Selma, Hocam Cemal Nadir, Bursa‟da Yapılan Bir KonuĢma, ss.74-76 ĠMZASIZ, Aileyi Kuran ve Yıkan ġeyler, Companion Dergisinden Alıntı, ss.77-78 ĠMZASIZ, Fen Adamları Bize Neler Hazırlıyorlar?, Science Digest Dergisinden Alıntı, ss.84- 86 ĠMZASIZ, Niçin Evlenirler, Ladie‟s Home Journal Dergisinden Alıntı, çev. Zeza Göksel, ss.87-88 14. Sayı - Yaz 1950 TÖR, Vedat Nedim, Yaza AĢığım, s.3 KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri, Tahran Mektupları I, ss.4-6 ATAY, Falih Rıfkı, Rapor, Cumhuriyet Gazetesinden alıntı, ss.7-8 TĠNER, ġükrü Hazım, Ruh Sağlığı, s.10-11 TÖR, Vedat Nedim, Bir Yapı Polisi Arıyoruz, s.12 TANYOL, Cahit, Hayata Atıldığınız Zaman, ss.13-14 TÖR, Vedat Nedim, Bir Açık KonuĢma,s.17 HARUN, Kenan, Kör‟ ün Paris‟te Temsili Münasebetiyle, s.20-24 SAYGIN, Rauf, Akciğer Veremi Tedavisindeki Yenilikleri Münasebetiyle, ss.25-27 TOKGÖZ, Ata, Korktuğum, s.28 ĠMZASIZ, Evliliğin Felaketi: BoĢanmak, Magazine Digest Dergisinden Alıntı, çev.Arif Derebeyoğlu, s.39-40 ĠMZASIZ, Sinir Hastalıkları Tedavisinde Kullanılan En Son Ġlaç: Ayran, Magazine Digest Dergisinden Alıntı, ss.41-42 ĠMZASIZ, Çocuk DüĢürtmek Yalnız Bir Cürüm Değildir, ss.43-44 ĠMZASIZ, Nasıl GüneĢ Gözlüğü Kullanmalıyız, Everbody‟s Digest Dergisinden Alıntı,ss.45- 46 320 ĠMZASIZ, ġu Hayat Ne Tuhaf, Collier‟s Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, s.47 ERDENĠZ, ġehbal, Çocuk Oyunu Niçin Sever, ss.49-50 ĠMZASIZ,Büyükler Çocukların Kavgalarına KarıĢmalı mı, KarıĢmamalı mı?, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, ss.51-52 ĠMZASIZ, Ġkizler Hakkında Ne Biliyorsunuz?, Woman‟s Home Companion‟dan alıntı, çev.ġehbnal Erdeniz, ss.53-54 ĠMZASIZ, Acı Duymayan Çocuk, New York Star‟dan alıntı, çev.Arif Derebeyoğlu, ss.55-56 MAUROIS, Andre, Hayat, Küçük Olmak Ġçin Çok Kısadır, s.59 ĠMZASIZ, AĢk Hakkında Ne Biliyorsunuz?, Woman‟s Home Companion Dergisinden Alıntı, ss.65 BERK, Nurullah, Hakikat Yürüyor, s.66 ĠMZASIZ, Çocuklarınızın Kötülüklerinden Gangster Dergileri Sorumludur, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı,ss.67-68 LINK, Henry C., Saadet ġahsiyetle Ġlgilidir, ss.69-70 ĠMZASIZ, D.D.T. Hakkında Ne Biliyorsunuz?, The Baltimore Sunday Sun Dergisinden Alıntı, çev. Orhan Azizoğlu, ss.71-72 ĠMZASIZ, ġeker Hastalığı, Seventeen Dergisinden Alıntı, ss.73-74 ĠMZASIZ, Ağaç YaĢken Eğilir, Lecomte du Noüy‟den Alıntı, çev. Seza Göksel, ss. 75-76 ĠMZASIZ, Dünya Erkeklerin mi Kadınların mı?, Woman‟s Home Companion Dergisinden Alıntı,ss.77-78 BLOCK, Jean Libman, Bayanlar! Dul Kalmak Ġstemezseniz, ss.79-80 24 Saatinizi YaĢamayı Biliyor musunuz?, Margaret Blair Johnstone‟dan Alıntı, ss.81-82 ĠMZASIZ,Yalnız Hekimler Değil, Siz de…, Life Can Be Beautiful‟dan Alıntı, çev. Dr. Enis Canbakan, ss.83-85 15. Sayı –Sonbahar 1950 KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri, Tahran Mektupları II, ss.4-6 ATAY, Falih Rıfkı, Ġkinci Ölüm, ss.7-8 TÖR, Vedat Nedim, Halk Oyunlarımız ve Halk Türkülerimiz, ss.12-13 CEMĠL,Mesut, Tanıdığım Kedilerden: Ponçik ve Ġnsanlar, ss.14-15 HUXLEY, Aldous, AĢırı Züppelikler, çev.Arif Derebeyoğlu, ss.16-19 ALLEN, Robert Lewis, Ev ĠĢleri mi? Tövbeler Tövbesi,ss.20-23 321 AKSAL, Sabahattin Kudret, Halkın Zevki, S.15, Sonbahar 1950, ss.25-26 Das Illustrierte Blatt‟dan, Sokrat‟ın Karısı Ksantip, çev. Haldun Taner, ss.29-30 ÇÖLGEÇEN, Feridun, 17 Haziran 1914- 17 Nisan 1950, s.31 RADO, ġevket, Romatizmayı Kat‟i Olarak Tedavi Etmek mi?, ss.32-34 ĠMZASIZ, Ailenin Sağlığı: Zatüree, Hygeia Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.35- 37 ĠMZASIZ, Niçin Yoruluruz, Science Digest Dergisinden Alıntı, ss.38-39 ĠMZASIZ, Günün En Mühim Yemeği Sabah Kahvaltısı, Christian Herald Dergisinden Alıntı, ss.41-43 ĠMZASIZ, Kahve Zararlı mı?, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, ss.44-46 ĠMZASIZ, Çocuk Terbiyesinde Dün ve Bugün,Woman‟s Day Dergisinden Kısaltılarak Alıntı, ss.47-49 DEREBEYOĞLU, Arif, Çocuğunuzun Bir Dahi Olduğundan Haberiniz Var mı?, ss.50-53 ĠMZASIZ, Kaç Ayda Çocuk Doğurabilirsiniz?, Science Digest Dergisinden Alıntı, ĠMZASIZ, Habersiz Doğumlar-Doğumsuz Haberler, çev.Arif Derebeyoğlu, ss.54-56 ĠMZASIZ, Alimler Bize Neler Hazırlıyorlar?, Hygeia, Chicago Sun Times, The Sun Times,Science Digest, Philadelphia Evening Bulletin,New York Times Dergilerinden Alıntı, ss.61-62 ĠMZASIZ, Evlenecek Kadar OlgunlaĢtığınıza Ġnanıyor musunuz?, Argosy Dergisinden Alıntı, ss.63-65 ĠMZASIZ, Saadet YanlıĢ AnlaĢılmıĢ Bir Kelimedir, This Week Dergisinden Alıntı, ss.66-68 HARUN, Kenan, Çocuk Kitap ve Dergileri, Radyoda Çocuk Saati, Çocuk Sineması, Anket ÇalıĢması, ss.69-73 YAMAÇ, N., Çocuk Yayınları, s.72 ĠMZASIZ, Evli Bir Kadın Kocasının BaĢarısına Nasıl Yardım Edebilir?, Pageant Dergisinden Alıntı, ss.74-76 ĠMZASIZ, Her Türlü Mânasında Rüyalar Kısa Sürer, Your Dreams Dergisinden Alıntı, ss.82- 83 FRISCH, Karl von, Pireleri Tanıyor muyuz?,On Küçük Kapı YoldaĢımız(çev.Nezihe Alsaç)‟dan alıntı, ss.84-86 ĠMZASIZ, Aleyhte Bulunmak Sanatı, Eski Bir Çin Yazısından, ss.89-90 BACAL, Jacques, Ġkinci Ġzdivaçlar Saadet Getirir mi?, ss.91-92 322 16.Sayı-KıĢ 1951 RADO, ġevket, Mühim Bir ġey, s.3 TÖR, Vedat Nedim, Almanya‟nın Sırrı, ss.16-17 ĠMZASIZ, Ailenin Anketi: Evde BoĢ Oturmak Kadınları Dedikoduya ve Kumara Sevk Eder mi?,ss.18-21 ĠMZASIZ, Veda Etmek de Bir Sanattır, Mc. Coll‟s‟ Dergisinden Alıntı, s.22 ESPIR, Pauline, Bir Ġngiliz Kızı Türkiye‟yi Nasıl Görüyor?,ss.23-25 MORLEY, Christopher, Bir Fantezi: Kadın Dili, çev. Arif Derebeyoğlu, ss.26-28 ĠMZASIZ, Yapılan Son AraĢtırmalara Göre Ġlim ve AĢk, This Week Magazine Dergisinden Alıntı, ss.29-31 ĠMZASIZ, Kalbi Olan Herkesin Ani Ölümden Korkması BoĢunadır, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz,ss.33-34 ĠMZASIZ, Nezle Hakkında Yeni Bir KeĢif Nezlenin Sebebi Yalnız Soğuk Almak Değildir, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev.ġehbal Erdeniz, ss.35-36 ĠMZASIZ, Kim Kimden Daha Ġyi Uyur?, s.37 ĠMZASIZ, Hiç ÇalıĢmadan da Yorulabilirsiniz, Science Digest Dergisinden Alıntı, ss.38-39 ĠMZASIZ, Yorgunluğun 13 Sebebi, Look Magazine Dergisinden Alıntı, s.39 DEREBEYOĞLU, Arif, Herkes Ruhen Hastadır, ss.40-41 ĠMZASIZ, Doğurmak ġarkı Söylemek Gibi Kolay Bir ĠĢtir, Collier‟s Dergisinden Alıntı, S.16, ss.42-43 ĠMZASIZ, Sinirleriniz Ne Alemde?, s.44 ĠMZASIZ, Çocuklarınızın Süt DiĢlerine Önem Veriniz, Parents‟ Magazine Dergisinden Alıntı,ss.45-46 ĠMZASIZ, Çocuğunuza Nasıl Ġyi Baba Olabilirsiniz, Parents‟ Magazine Dergisinden Alıntı, ss.47-48 LOKE, Eleanor, Çocuk Emzirmek Bir Zevktir, ss.49-50 MAUROIS, Andre, Çocuklara Hangi Kitapları Okutmalı?, Kısaltarak Çev. Haldun Taner, ss.51-53 ĠMZASIZ,Anneler ÇalıĢmalı mı?, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, ss.57-58 ERDENĠZ, ġehbal, YaĢama AĢkı, s.59 ĠMZASIZ, Öğretmenler Nasıl Ana Baba Ġsterler?,ss.60-62 323 ĠMZASIZ, Kırkından Sonra Genç Kalmak Yemeklere Dikkat Etmekle Kabildir, The American Mercury‟den Kısaltılarak Alıntı, ss.63-65 ĠMZASIZ, Sıhhi ve Ucuz Bir Spor : YürüyüĢ, Recreation Dergisinden Alıntı, çev. Arif Derebeyoğlu, ss.66-67 ĠMZASIZ, Kuru Temizlemenin Sırları, ss.68-70 ĠMZASIZ, Tasarruf Parayı Yerinde Harcamasını Bilmektir, ss.71-73 POLLACK, Jack Harrison, Kadın Gibi mi, Erkek Gibi Mi DüĢünüyorsanız, ss.74-77 ĠMZASIZ, KıĢ Modasında Yenilikler, ss.78-80 ĠMZASIZ, Modern Ġlaçlardan Çoğu VahĢilerin Kullandığı Ġlaçlardan Ġlham Alınarak YapılmıĢtır, Magazine Digest Dergisinden Alıntı, çev. Arif Derebeyoğlu, ss.81-83 ĠMZASIZ, Köpekler Zeki Hayvanların BaĢında Gelirler, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, ss.84-85 ĠMZASIZ, Yeni Mektep, ss.86-87 ĠMZASIZ, ġundan, Bundan, s.91 17. Sayı -Ġlkbahar 1951 RADO, ġevket, Aile Terbiyesi, s.3 RADO,ġevket, Orhan Veli‟nin Son ġiirleri, s.7 ĠMZASIZ, Küçük Sahne, ,ss.19-20 ĠMZASIZ, Fen Adamları Bize Neler Hazırlıyorlar?, ss.22-23 ĠMZASIZ, KıĢla Yazdan Kurtuluyor muyuz?, Hart Dergisinden Alıntı, s.24 FITZGERALD, Vesey, Kediler Âleminde, çev. Nihal Yalaza Taluy, ss.25-26 ĠMZASIZ, Dahiler ve Sanatkarlar Ġyi Koca Olamazlar mı?, Caliban Dergisinden Alıntı, ss.27-28 MOSCICKI, Helene, Dünyanın En Bahtsız Kadınları Japon Kadınlarıdır,ss.29-31 ĠMZASIZ,Ailenin Sağlığı: BaĢ Ağrısı Neden Olur? Nasıl Tedavi Edilir?, Today‟s Health dergisinden Alıntı, çev.Enis Canbakan, , ss.33-36 FREEMAN, Charles, DiĢleri Çürüten ġekerdir,ss.37-38 ĠMZASIZ, Uyku Ġlaçları GeliĢigüzel Alınacak Ġlaçlardan Değildir, Saturday Evening Post Dergisinden Alıntı, ss.39-40 ĠMZASIZ, BoĢuna Yorgunluklar, Hygeia Dergisinden Alıntı, s.41 324 ĠMZASIZ, Ġnsan Hayatının En Olgun ve En Güzel YaĢı 40, Reynold‟s News Dergisinden Alıntı, ss.42-43 ĠMZASIZ, Ġçkiyi Bırakabilirsiniz, The Progressive Dergisinden Alıntı, s.44 ĠMZASIZ, Ailede Çocuk: Doğum Denen Mucize, Woman‟s Home Companion Dergisinden Alıntı, çev. Nihal Yalaza Taluy, ss.45-47 ĠMZASIZ, Geri KalmıĢ Çocuklar Ameliyatla Tedavi Edilebiliyor, Chicago Tribune Gazetesinden Alıntı, , s.47 GÜRSES, Hulusi, Musiki Ġstidadı Ana-Babadan Çocuğa Geçer mi?, ss.48-49 DURSLER, Fulton, Mücrim Çocuklardan Analarla Babalar Mesuldür, çev.Arif Derebeyoğlu, ss.50-52 CARPENTER, Allan, Çocuğunuzun Zekâsını Yoklayınız,s.53 ĠMZASIZ, Çocuğu Evde Yalnız Bırakırken Nasıl Davranmalı?, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev.Bekir Tutak, ss.55-56 ĠMZASIZ, Güzel Olmadığınıza Memnun Olabilirsiniz, The American Magazine Dergisinden Alıntı, ss.57-60 ĠMZASIZ, Her Ne Kadar Bekârlık Sultanlıktır Derlerse de, Coronet Dergisinden Alıntı,ss.60- 61 ĠMZASIZ, Harika Ġlaçlardan Daha Müessir Bir Gıda: Et, Coronet Dergisinden Alıntı, çev.Arif Derebeyoğlu, ss.62-63 ĠMZASIZ,Olivia de Havilland, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı,ss.64-65 Bir Anket: Film Yıldızları Sahnede Muvaffak Olabilirler mi?, The Daily Telegraph‟tan Alıntı, ss.66-67 BORCA, Robert, Cüceler Büyüyebilirler mi?, S.17, Ġlkbahar 1951,s.68 ĠMZASIZ, Büyük Kemancı Kreisler, ss.69-72 ĠMZASIZ, Dünyanın En Tenha Hapishanesi, s.73 ĠMZASIZ, Ailenin Modası: Ġlkbaharın Moda Yenilikleri,ss.74-76 ĠMZASIZ, Dostlarınızı BeĢ Dakikada Tanıyabilirsiniz,ss.77-78 POTTER,R., Amerikalılar Radyoda Nasıl KonuĢurlar?,çev. Nihal Yalaza Taluy,ss.79-81 Talih Deyip Geçmemeli, Coronet Dergisinden Alıntı, ss.84-86 ĠMZASIZ, Acaba Mizah Kabiliyetiniz Var mı?, This Week Magazine Dergisinden Alıntı, çev. Arif Derebeyoğlu, ss.89-90 DEVOE,Alan, Oyun Seven Hayvanlar,s.93 325 18. Sayı –Yaz 1951 RADO, ġevket, En Büyük Kuvvet, s.3 DUHAMEL, Georges, Delikanlılarıma Mektup, ss.4-6 ĠMZASIZ, Bayan Einstein‟ın Hayreti, s.6 ĠMZASIZ, Ahmet Karamustafaoğlu, S.18, s.11-12 ĠMZASIZ, Japon Nezaketi, s.12 AYDA, Adile, Çocuk Yayınları, Cumhuriyet Gazetesinden Alıntı, ss.15-19 LEFEBVRE, Georges, Karaaltının ġehri Abadan, çev. Nihal Yalaza Taluy, ss.20-21 ĠMZASIZ, Çocuklar Bizi Nasıl Görürler?, s.21 MESTIVIER, Janine, Kadın ve Nezaket, s.22 ĠMZASIZ, En Büyük Dostumuz Zaman, New Orleans Times‟dan Alıntı, ss.23-24 ĠMZASIZ, Ailede Çocuk: Çocuğunuzu Takdir Ediniz, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı,1951, ss.25-26 ERDENĠZ, ġehbal, Büyüklerden Küçüklere,s.27 ĠMZASIZ, Çocuğun Dünyaya Gelmeden Evvelki Hayatı, The Women Dergisinden Alıntı, ss.29-30 ESPIR, Pauline, BBC Radyosunda Çocuk Bayramı Nasıl Kutlandı?, ss.31-32 Yalnız Çocuklar, Parent‟s Magazine‟den Alıntı,ss.33-34 AKERS, James, Ailenin Sağlığı: Bademcikler ve Burun Etleri Çıkarılmalı mı?, çev. Dr. Enis Canbakan, ss.37-38 ĠMZASIZ, Ġki Dakikalık Sinir Muayenesi, The Weekly Telegraph Gazetesinden Alıntı, ss.39- 40 HAUSER, Gayelord, Çok YaĢamak Ġçin Genç Kalınız, çev. Nihal Yalaza Taluy,ss.41-51 ĠMZASIZ, Ne Kadar YaĢayacaksınız?, The New You and Heredity Dergisinden Alıntı, ss.52- 53 FAJRAZJEN, S., Hayali Hastalıklar Doktor Kurbanları, ss.54-55 SAVA, G., Sağırlar Duyacak mı?, s.57 ĠMZASIZ, Anket ÇalıĢması, Karımı Neden Severim?, Elle dergisinden alıntı, çev.H.T., ss.58- 59 ĠMZASIZ, Nezaket Öldü mü?, Maclean‟s Magazine Dergisinden Alıntı,ss.60-61 Bir Küçük Hikâye: Randevu, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz,ss.62- 63 326 ĠMZASIZ, Sevgiden Kuvvetli Ġlaç Yoktur, This Week Magazine Dergisinden Alıntı, çev. Arif Derebeyoğlu,ss.64-66 ĠMZASIZ, Bir Sinema Yıldızı Nasıl Parlar: Laurence Olivier, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, ss.67-68 BIRREN, Faber, Hayatımızda Renklerin Rolü, s.69 CRAMAUSSEL, S., Misafir, çev.Nihal Yalaza Taluy,ss.70-72 LULLY,P.,Tabiat Sırlarından Biri:Ġkizler,ss.73-74 ĠMZASIZ, Göz Göre Göre Söylenen Yalanlar, s.75 RUARK, Robert C., Hakiki Margaret Mitchell,ss.76-78 ĠMZASIZ, Hafıza Denilen Muamma, Toronto Star Gazetesinden Alıntı ,ss.79-80 ROVE, Serge, Güle Dair, s.81 ĠMZASIZ, KomĢularınızla Ġyi Geçinebiliyor musunuz?,s.82 ĠMZASIZ, Ailenin Modası: Yaz Mevsiminin Moda Yenilikleri, ss.83-85 EASTMAN, Max, Hayvanat Bahçesinde,ss.86-88 ĠMZASIZ, Saçlarınızın Dökülmemesi Elinizdedir, The American Weekly Dergisinden Alıntı, ss.89-90 19. Sayı - Sonbahar 1951 RADO, ġevket, Her Sene, Ekim Ayında s.5 ERTUĞRUL, Muhsin, Küçük Tiyatro, ss.6-7 AMBRIERE, Francis, Tiyatro Dahisinin Ölümü Münasebetiyle: Louis Jouvet,ss.9-10 ĠMZASIZ, Kedim, Colette Dergisinden Alıntı,ss.13-14 DUHAMEL, Georges, Bahçemize Dair, s.14 ĠMZASIZ, Denizlerin Zenginliği, Science Pour Tous Dergisinden Alıntı, s.15 ERDÜDER, Özcan, 20.Yüzyıl Ġngiliz ġiir Sergisi,ss.16-17 BAX, Clifford ve RENIER,H., Kadın Güzelliği, ss.18-19 CRONIN, Archibald Joseph, Hayattan AlınmıĢ Bir Hikaye: En Büyük Kâr, çev.Nihal Yalaza Taluy, ss.21-24 ESPY, Hilda Cole, KomĢum Kırlangıç, s.24 ĠMZASIZ, MeĢhur Orkestra ġefi Toscanini, Liberty Dergisinden Alıntı, ss.25-26 ĠMZASIZ, Kadınların Üstünlüğü, St.Louis Post-Dispatch‟ten Alıntı, ss.27-28 ĠMZASIZ, Ġkna Etme Sanatı, Vagne Dergisinden Alıntı, ss.29-31 ĠMZASIZ, Ailenin Sağlığı: Arka Ağrıları, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, ss.33-34 WASSERSUNK, Joseph, Hastalığınızı Diliniz Haber Verir, ss.35-36 327 ĠMZASIZ, DiĢlerin Çürümemesi Elinizdedir, Sunday Graphic Dergisinden Alıntı, s.36 ĠMZASIZ, Ġnsan Vücudunun En CefakeĢ Uzvu: Ayaklar, Hygeia Dergisinden Alıntı,ss.37-38 ĠMZASIZ, Zayıflamak Elinizdedir, New York Times Gazetesinden Alıntı, ss.39-40 ĠMZASIZ, Sabah Kahvaltılarını Ġhmal Etmeyin, Daily Herald Gazetesinden Alıntı, s.40 ĠMZASIZ, Müzik Ġlacın Yerini Tutabilir mi?, English Digest Dergisinden Alıntı, ss.41-43 ĠMZASIZ, Körlerin Karanlık Dünyası, ss.44-45 ĠMZASIZ, Bilginler Bize Neler Hazırlıyorlar, New York Times Gazetesinden Alıntı,ss.46-47 ĠMZASIZ, Ġhmale Gelmeyen Bir Hastalık: Sinüsit, Health For All Dergisinden Alıntı, s.47 AĢk Okulu, Toronto Star‟dan Alıntı, çev. Arif Derebeyoğlu, ss.48-49 ĠMZASIZ, Evlendikten Sonra DeğiĢtiniz mi?, s.50 ĠMZASIZ, Çocuk Okulda Değil Evde YetiĢir, The Art of Teaching Dergisinden Alıntı, ss.53- 54 ĠMZASIZ, Çocuk Okula Giderken, Redbook‟tan Alıntı, s.55 FERREAX, M., Kızınız YetiĢiyor, s.56-57 ĠMZASIZ, Yardımcı Çocuk,s.57 ĠMZASIZ, Ay Hastalıklarının Ne Olduğunu Kızlarınız Bilir Mi?, Woman‟s Life Dergisinden Alıntı, ss.58-59 MORGAN, Edward P., Sitar Çalgıcısı Anton Karas, ss.60-61 ĠMZASIZ, Çabuk Okumak, Illinois Tech Engineer Dergisinden Alıntı, ss.62-63 ĠMZASIZ, Eve Aldığımız Çocuk, Your Life Dergisinden Alıntı, ss.65-68 ĠMZASIZ, Çay, English Digest Dergisinden Alıntı, s.69 BOSWELL, Victor R., Sebzelerin Nereden Geldiğini Hiç Merak Ettiniz mi?,ss.70-71 Bir Mucit Olabilir misiniz?, Invertor‟s Handbook‟ tan Alıntı, s.72 BINET, Leon, Kurtlarda Analık, s.73 ĠMZASIZ, Herkesin Sevdiği Spor: Futbol, La Pensa Dergisinden Alıntı, ss.74-75 ĠMZASIZ, Ailenize Coğrafya Dersi Verebilirsiniz, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.78-80 ĠMZASIZ, Ailenin Modası: Sonbahar Mevsiminin Moda Yenilikleri, ss.81-83 COOREMAN, Marga, Mevsimler ve Biz, ss.84-85 ĠMZASIZ, Erkeklerle ArkadaĢ Olmanın Ġlk ġartları, ss.87-88 LAMBERT, G., Kocanızı Mesut Edin, çev.Nihal Yalaza Taluy,ss.90-92 ĠMZASIZ,Meraklı ġeyler, Everbody‟s, Sunday Chronicle, Daily Express, The Star, Discovery Dergilerinden Alıntı, s.93 328 20. Sayı - KıĢ 1952 RADO, ġevket, Ev ve Aile, s.5 ROBB, Kenneth, Siyah Çekmecenin Sırrı, çev. Nihal Yalaza Taluy, ss.21-22 ĠMZASIZ, Yeni Bir Yıl Ġçin Hediye, ss.23-24 ĠMZASIZ, Colophon Dergisinden Alıntı, Büyük Yazarlar ĠĢ BaĢında, ss.25-26 ĠMZASIZ, Daily Herald Gazetesinden Alıntı, 28 Yıl Hiç Uyumayan Adam, s.27 ĠMZASIZ, Our Bird Book (kitap) „tan Alıntı, KuĢları Unutmayın!,Çeviren BelirtilmemiĢ, ss.28-29 ĠMZASIZ, Ġrade Sahibi Bir Ġnsan mısınız?, s.29 ĠMZASIZ, Ömrü Uzatmanın Çaresi, ss.30-31 ĠMZASIZ, Sunday Graphic Dergisinden Alıntı, Ailenin Sağlığı: Görme ve ĠĢitme Duygularımızın Sağlığı Aldığımız Gıdaya Bağlıdır, çev. Arif Derebeyoğlu, ss.33-34 ĠMZASIZ, Every Woman‟s Magazine Dergisinden Alıntı, Sari Bir Hastalık: Korku, ss.35-36 Çocuk Felci Polio, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz,ss.37-39 ĠMZASIZ, Amper‟in Dalgınlığı, s.39 ĠMZASIZ, Mağara Devri Ġnsanları da Bizim Kadar Hastalanırlardı, Scientific American Dergisinden Alıntı, çev.Arif Derebeyoğlu,ss.40-42 ĠMZASIZ, Journal of Living‟ten Alıntı, YaĢamasını Biliyor musunuz?, s.42 ĠMZASIZ, Collier‟s Dergisinden Alıntı, Niçin Esneriz?, çev.Arif Derebeyoğlu, ss.43-44 ĠMZASIZ, Elizabeth Blackwell, Independent Woman Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Erdeniz, ss.45-47 Orta YaĢ, Changing Times Dergisinden Alıntı, ss.49-50 ĠMZASIZ, Sporların Ġyi ve Fena Tarafları,ss.51-52 MULLER, Edwin, Ġstidadınız?, ss.53-54 ĠMZASIZ, Sormayınız, s.54 ĠMZASIZ, Parlak Fikirler Ġnsanlara Nereden Gelir?, Reader‟s Digest Dergisinden Alıntı, çev. ġehbal Karadeniz,ss.55-56 WELLS, C.Updegraff, Çocukla Nasıl KonuĢmalı?, ss.57-59 SELWYN, Anny, Eve Verilen Çocuk Ödevleri, s.59 ESPIR, Pauline, Kızlarımızı Nasıl YetiĢtirmeliyiz?, ss.60-61 ĠMZASIZ, Çocuğunuzu Doğmadan Önce Besleyiniz, Parent‟s Magazine Dergisinden Alıntı, ss.62-64 LINK, Henry, Çocuk ve Yarını,ss.65-66 329 ĠMZASIZ, Ġyi Bir Gelin Kaynana mısınız?, Pageant Dergisinden Alıntı,ss.67-70 ĠMZASIZ, Yakında Eni, Boyu ve Derinliği Olan Filmler Seyredebileceğiz?, Chamber‟s Journal Dergisinden Alıntı,s.71-72 ĠMZASIZ, Sabun Nasıl Ġcat Edildi?, Contemporary Review Dergisinden Alıntı, s.73 ĠMZASIZ, Tuvalet Sabununuzu Alırken, La Femme Dergisinden Alıntı, s.74 WALLACE, Lucie, Gölge Oyunu, ss.75-76 DUBLIN, L., CASTLE M., Mutfağınızda Ölüm Tehlikesi, ss.77-78 ĠMZASIZ, SarıĢınların BaĢındaki Tehlike, s.78 ĠMZASIZ, Psychology Dergisinden Alıntı, Çabuk Kızar mısınız?, ss.79-80 ĠMZASIZ, Ailenin Modası: ÇamaĢırlarda Yenilikler, ss.81-83 ZIFF, William, Hareketlerin Dili, ss.85-86 TRENT, Sarah, Dönemeç, ss.87-88 330 Aile Dergisinde Alıntı Yapılan Dergiler ve Gazeteler 1.Parent‟s Magazine, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 21 2. Hygeia,Dergi, 1923-1976, Yayımlandığı Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 14 3. The Reader‟s Digest, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 12 4. Women‟s Home Companion,Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 9 5. Companion, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 6 6. Science Digest,Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 5 7. La Femme, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 4 8. Coronet, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 4 9. Your Life, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 3 10. Magazine Digest, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 3 11. Healthy, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 3 12. Cumhuriyet Gazetesi, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 3 13. Magazine Digest, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 3 14. Collier‟s, 1888-1957,Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 3 15. This Week, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 3 16. This Week Magazine, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 3 17. Redbook, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 18. Selection, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 19. The Star, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 20. Changing Times, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 21. Ladies‟ Home Journal, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 22. Die Lupe, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 23. Journal of Living, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 24. Pageant, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 25. Your Dreams, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 26. Women‟s Digest, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 27. Sunday Graphic, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 28. Daily Herald Gazetesi, , Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 29. English Digest, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 2 30. Atlantic Monthly, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 31. L‟Esprit de Wilde, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 331 32. Women‟s Home, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 33. Everybody‟s Health, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 34.Holiday, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 35. The New York Times Magazine, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 36.Success Today, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 37.Yeni Ġstanbul, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 38. Modern Motoring and Travel, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 39.Better Homes and Gardens, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 40. Family Healthy, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 41. Christian Science Monitor, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 42. Psychology, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 43. Britannia Eve, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 44. Good Housekeeping, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 45. The Baltimore Sunday Sun, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 46.Seventeen, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 47.Lecomte du Noüy, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 48.Life Can Be Beautiful, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 49.Das Illustrierte Blatt, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 50.Christian Herald, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 51.Woman‟s Day, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 52.Bulletin,Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 53.Argosy, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 54. Essais Sceptique, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 55. Women, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 56. Harper‟s Magazine, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 57.Hart, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 58.Caliban, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 59.Today‟s Health, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 60.Saturday Evening Post, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 61.Reynold‟s News, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 62.The Progressive, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 63.Chicago Tribune Gazetesi, 1847-Halen, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 64. The American Magazine, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 65.The Daily Telegraph, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 332 66. Scienca e Lavore, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 67.New Orleans Times, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 68.The Women, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 69.The New You and Heredity, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 70. Maclean‟s Magazine, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 71. Contemporary Review, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 72.Toronto Star Gazetesi, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 73.The American Weekly, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 74.Science pour Tous, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 75. Chamber‟s Journal, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 76.Liberty, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 77. St.Louis Post-Dispatch Gazetesi, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 78. Vagne, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 79. Better Homes, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 80. Everybody‟s Digest, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 81. New York Times, Gazete, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 82.Health For All, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 83. The Art of Teaching, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 84.Woman‟s Life, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 85.Illinois Tech Engineer, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 86.Invertor‟s Handbook, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 87. La Pensa, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 88.Everbody‟s, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 89. Sunday Chronicle Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 90.Daily Express, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 91. Changing Times, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 92.Discovery, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 93.Colophon, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 94.Our Bird Book , Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 95.Every Woman‟s Magazine, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 96.Scientific American, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 97.Independent Woman, Alıntı Yapılan Yazı Sayısı: 1 333 KAYNAKÇA A- Kitaplar: AKGÜL Alphan, Anlamın Sesi: Yahya Kemal Beyatlı’nın ġiir Estetiği, Dergâh Yayınları, Ġstanbul,2014. ATAÇ Nurullah, Günlerin Getirdiği, YKY Yayınları, Ġstanbul,2014. BATUK Cengiz, Mitoloji ve Tarihsellik-Hristiyanlığın Aslî Günah Mitinin Tarihsel DönüĢümü, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul, 2006. BATUR Enis, Rabia Hatun: Tuhaf Bir Kıyamet+ 41 ġiir, YKY Yayınları, Ġstanbul,2000. BRENNER Charles, Psikanaliz / Temel Metinler, çev. IĢık SavaĢır, Yusuf SavaĢır, HYB Yayınları, Ankara, 1998. DOĞAN Erdal, Edebiyatımızda Dergiler, Bağlam Yayıncılık, Ġstanbul,1997. EKĠZ Osman Nuri, Refik Halit Karay:Hayatı, Sanatı ve Eserleri, GökĢin Yayınları, Ġstanbul,1984. ERCĠLASUN Bilge, Türk ġiiri Üzerine, Dergâh Yayınları, Ġstanbul,2014. ENGĠNÜN Ġnci, Halide Edip Adıvar, Toker Yayınları, Ġstanbul,1975. ENGĠNÜN Ġnci, Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, Ġstanbul,2015. FUAT Memet(1999), Tevfik Fikret, YKY Yayınları, Ġstanbul,1999. GÖKTULGA Fahri Celâl, Salgın, Varlık Yayınları, Ġstanbul,1953. GÖKTULGA Fahri Celâl, Rüzgâr, Varlık Yayınları, Ġstanbul,1955. GÖKTULGA Fahri Celâl, Bütün Hikâyeler, Cem Yayınevi, Ġstanbul,1973. GÜN Fahrettin, SebiürreĢad Dergisi Ekseninde Çok Partili Hayata Geçerken Ġslamcılara Göre Din-Siyaset ve Laiklik, Beyan Yayınları, Ġstanbul,2001. GÜNYOL Vedat, Sanat ve Edebiyat Dergileri, Alan Yayıncılık, Ġstanbul,1986. GÜZELSON Halim ġefik, Otopsi, Adam Yayınları, Ġstanbul,1984. HĠSAR Abdülhak ġinasi, Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve ġeyhliği, YKY Yayınları, Ġstanbul,2005. HĠSAR Abdülhak ġinasi, Boğaziçi Yalıları, YKY Yayınları, Ġstanbul,2010. HĠSAR Abdülhak ġinasi, Çamlıca’daki EniĢtemiz, YKY Yayınları, Ġstanbul,2011. IġIK Ġhsan, Yazarlar Sözlüğü, Risale Yayınları, Ġstanbul,1990. KABAKLI Ahmet, Türk Edebiyatı, C.3,Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, Ġstanbul,2006. 334 KANIK Orhan Veli, Nasrettin Hoca 70 Manzum Hikâye, Ġstanbul,1949. KANIK Orhan Veli, Çeviri ġiirler, Ġstanbul,1990. KANIK Orhan Veli, La Fontaine’in Masalları, Ġstanbul,2010. ĠġLĠ Nedret, ġevket Rado’ya Mektuplar, YKY Yayınları, Ġstanbul,2000. KANTARCIOĞLU Sevim, Ahmet Hamdi Tanpınar: Yapıbozumcu ve Semiotik YaklaĢımlar IĢığında Tanpınar Hikâyeleri, Akçağ Yayınları, Ankara,2004. KAPLAN Mehmet, ġiir Tahlilleri 2, Ġstanbul,2011. KAPLAN Mehmet, Hikâye Tahlillleri, Dergâh Yayınları, Ġstanbul, 2013. KAPLAN Mehmet, Tanpınar’ın ġiir Dünyası, Dergâh Yayınları, Ġstanbul,2013. KERMAN Zeynep, Tanpınar’ın Mektupları, YKY Yayınları, Ġstanbul,2013. KURDAKUL ġükran, ÇağdaĢ Türk Edebiyatı 3/Cumhuriyet Dönemi I-ġiir, Evrensel Basım Yayın, 4. b., Ġstanbul, 2002. KURDAKUL ġükran, Sait Faik Abasıyanık 90 YaĢında, Bilgi Yayınevi, Ankara,1996. LEKESĠZ Ömer, Yeni Türk Edebiyatında Öykü, Kaknüs Yayınları,5 Cilt, Ġstanbul,1997. MERĠÇ Ümit, KARIġMAN Selma Ümit(2006),Ahmet Hamdi Tanpınar, Ebediyetin Huzurunda, EtkileĢim Yayınları, Ġstanbul,2006. MĠNNETOĞLU Ġbrahim, Sevgiler:ġiirler,Minnetoğlu Yayınları,Ġstanbul,1979. MORNET Daniel, Fransız Edebiyatı Tarihi, NARLI Mehmet, Edebiyat ve Delilik, Akçağ Yayınları, Ġstanbul,2012. NECATĠGĠL Behçet, Edebiyatımızda Ġsimler Sözlüğü, Varlık Yayınları, Ġstanbul,1993. NECATĠGĠL Behçet, Düzyazılar 1, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul,1999. OKAY Orhan, Sanat ve Edebiyat Yazıları, 2.b., Dergâh Yayınları, Ġstanbul,1998. ÖZDENOĞLU ġinasi, Vatanım Benim, Eroğlu Yayınevi,Ankara,1973. PERĠN Cevdet, Fransız Edebiyatı Tarihi, Ġstanbul RADO ġevket, ġiirler, Doğan KardeĢ Yayınları, Ġstanbul,1970. SABA Ziya Osman, Cümlemiz: Bütün ġiirleri, Can Yayınları, Ġstanbul,2014. SABA Ziya Osman, Mesut Ġnsanlar Fotoğrafhanesi, Can Yayınları, Ġstanbul,2014. SÂMANOĞLU Gültekin, Cahit Sıtkı Tarancı Seçme ġiirler(GiriĢ Kısmı) ,1000 Temel Eser, Ġstanbul, 1971. SAZYEK Hakan, Abdülhak ġinasi Hisar’ın Romanlarında Özel YabancılaĢma, Akçağ Yayınları, Ankara,2008. SUNAT Haluk, BoĢluğa Açılan Kapı: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yapıtlarına Psikanalitik Duyarlıklı Bir BakıĢ, Bağlam Yayınları, Ġstanbul,2004. 335 ġAHĠN Ġbrahim, Ahmet Hamdi Tanpınar: Haz ve Günah- Bir Tanpınar Yorumu, Kapı Yayınları,Ġstanbul,2012. ġENDĠL Sabih, Gelin Dünya, Milli Mecmua Basımevi, Ġstanbul,1952. TANPINAR Ahmet Hamdi, ġiirler, Yeditepe Yayınları, Ġstanbul,1961. TANPINAR Ahmet Hamdi, Bütün ġiirleri, Dergâh Yayınları, Ġstanbul,2000. TANPINAR Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, Ġstanbul,2009. TARANCI Cahit Sıtkı, DüĢten Güzel, Varlık Yayınları, Ġstanbul,1953. TARANCI Cahit, Ziya’ya Mektuplar, Varlık Yayınları, Ġstanbul,1957. TARANCI Cahit Sıtkı, Sonrası, Varlık Yayınları, Ġstanbul,1962. TÜRĠNAY Necmettin, Abdülhâk ġinasi Hisar, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Yayınları, Ġstanbul, 1988. ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, Ġstanbul,2001. UYGUNER Muzaffer, Cahit Sıtkı Tarancı:Hayatı-Sanatı-Eserleri, Varlık Yayınları, Ġstanbul,1966. TÖR Vedat Nedim, Yıllar Böyle Geçti, YKY Yayınları, Ġstanbul,2010. YEġĠL Cemal, Rübailer, Ankara,1950 YÜCEBAġ Hilmi,Bütün Cepheleriyle Ercüment Ekrem Talu, Ortan Mete Matbaası, Ġstanbul,1957. Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Sözlüğü, Editör: YALÇIN Murat, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul,2010. B-Tezler AFAT Tanzer, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Romanlarına Yapısalcı Bir YaklaĢım, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi),Kayseri, 2005. AKBULUT Sami, Ziya Osman Saba‟nın ġiiri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Van,2008 ARIK Efe, Türk Milliyetçiliğinde Spiritüalist YaklaĢım, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 2011. 336 BABACAN, Mehmet Emin, Birikim Dergisi ve Dergi Etrafında GeliĢen Din TartıĢmaları, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale, 2009. BEDĠR Ahmet Cemil, Türk Edebiyatı Dergisi Hakkında Bir Değerlendirme ÇalıĢması (1- 86.sayılar), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢYüksek Lisans Tezi), Ankara, ġubat 2015. ÇAKMAK Özgür, Varlık Dergisinde ġiir ve Edebi Ġnceleme (280-330, 1-15 Mart 1945- 1 Ocak 1948), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2008. ÇAY YETĠM Hilal, SebilürreĢad‟daki Makaleleri IĢığında Ahmet Hamdi Akseki‟nin Kelâmi GörüĢleri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ġlahiyat Ana Bilim Dalı Kelam Bilim Dalı, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 2007. ÇETĠN Sema, Fahri Celâl‟in Öykücülüğü, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü , (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Adana, 2000. DEMĠRAL Hilmi, Varlık Dergisinin 400-500 Sayılarının Edebi Yönden Ġncelenmesi, EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), EskiĢehir, 2003. DEMĠREL Serhat, Ziya Osman Saba‟nın ġiirinde Ev, Bilkent Üniversiresi Türk Edebiyatı Bölümü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2007. DOST Sarper, Fotoğraf ve Ġdeoloji: Ülkü Dergisi Örneği(1941-1950), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2007 DÜNDAR Hülya, Nahit Sırrı Örik‟in Romanlarında Narsist Entrikalar, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü, (YayımlanmamıĢ Doktora Tezi), Ankara, 2009. 337 GALATA Meryem, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Eserlerinde Mitolojik Unsurlar, EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢYüksek Lisans Tezi), EskiĢehir, 2015. GÜMÜġ Seval ġahin, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Hikaye ve Romanlarında Oyun, Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırnaları Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Doktora Lisans Tezi), Ġstanbul, 2005. GÜNGÖR Canan, Türk Dili Dergisi Üzerine Bir Ġnceleme, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2007. ĠġAġIR MARAL Canan, Resimli Ay Dergisinde (1928-1930) Edebî ve Fikrî GeliĢmeler, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006 KAHRAMAN Aslı, 1912–1925 Yılları Arasında SebilürreĢad Dergisinde Yayınlanan Hıristiyanlıkla Ġlgili Makaleler Ve Tahlilleri, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi),Adana, 2009. KARA Esra, Ercüment Ekrem Talû‟nun Hikâyelerinde Kadın-Erkek ĠliĢkilerinin Mizahî Dille EleĢtirisi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Samsun, 2009. KARÇIĞA Servet, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Eserlerinde Ġroni, Ġstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢYüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 2009. KELKĠT NeĢe, Refik Halit Karay‟ın Hikâyelerinde Yapı ve Tema, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Gaziantep, 2013. KOCABIYIK Özlem, Nahit Sırrı Örik'in Romanlarında ve Hikâyelerinde Yapı ve Tema, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Afyonkarahisar, 2006. 338 KORKMAZ Selman Burak, Türkiye‟de Tek Parti Ġktidarı (1931-1946) ve Basın: Yücel Dergisi(1935-1956) Örneği, Ġstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 2014. LEVĠ Özlem Ece, Abdülhak ġinasi Hisar ve Mario Levi‟nin Eserlerinde Ġstanbul Daüssılası, Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi),Ġstanbul, 2014. ÖZAYDIN Burcu, Ali Ekrem Bolayır‟ın Dergi ve Gazetelerde YayımlanmıĢ Yazıları, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Bursa,2012. ÖZER BarıĢ, Türk ModernleĢmesi ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Doktora Tezi), Ġzmir, 2009. ÖZTÜRK CoĢkun, Cumhuriyete GeçiĢ Süreci ve Türk Romancılara Göre ModernleĢme Olgusu: Ahmet Hamdi Tanpınar Örneği, Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve Ġslam Ülkeleri Enstitüsü, (YayımlanmamıĢYüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 1998. SÜRÜCÜ Gülden, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Marcel Proust‟ta Zaman, Ġstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢYüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 2015. ġAHĠN ġadan, Halide Edip Adıvar‟ın Yedi Gün Dergisi ve Tan Gazetesinde Çıkan Yazıları (1936-1944) Ġnceleme-Metin, Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 2008. ġENOL Derya, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Hikaye ve Romanlarında Kadın, Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 2005. TEPEBAġI, AyĢe, Mihrab, ġen Yuva, Çağlayan, MeĢale, Çığır Dergilerinin Değerlendirilmesi, Tahlili ve Fihristi, GaziosmanpaĢa Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Tokat, 2011. TONGA Necati, Çınaraltı Dergisi Etrafında OluĢan Edebî Muhit, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2004. 339 TORUN, Elvan, Yücel Dergisi ve Etrafında GeliĢen Edebi Faaliyetler, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2004. TÜRKKAN Yasemin, Türk ModernleĢmesinde Yeni Adam Dergisi (1934-1938), Hacettepe Üniversitesi Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılap Tarihi Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2008. ULUTAġ Nurullah, Türk Romanında Ġntihar (1872-1960), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Doktora Tezi), Bursa, 2006. ULUTÜRK Yasemin, MeĢale Dergisi (Ġnceleme-Metin), Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Edirne, 2011. USLU Mehmet Fatih, Resimli Ay Magazine (1929-1931) The Emergence Of An Oppositional Focus Between Socialism and Avant-Gardism, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılap Tarihi Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul, 2004. UYGUR Selda, Türlerarası ĠliĢkiler Bakımından Ziya Osman Saba‟nın ġiir ve Öyküleri, Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ġstanbul,2005. YEġĠLYURT Türkân, Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın ġiirlerinde Temalar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Doktora Tezi), Ankara, 2010. YILDIRIM Ġlker Ozan, Eski Harfli Çocuk Dergilerinden Resimli Dünya Dergisi, Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Kilis, 2013. YILMAZ Nejla, Cumhuriyet Dönemi Dergilerinden GüneĢ Dergisi Üzerine Bir Ġnceleme, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Kütahya, 2011. 340 YÜCEL Satı, Yeditepe Dergisi Etrafında GeliĢen Edebî Faaliyetler, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006. C-Makaleler AKALIN ġükrü Haluk, “Yeni Lisan Hareketinin Yüzüncü Yılında Türkçe”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, S.715, Temmuz 2011, s.3. AKBAġ Onur, “Antalyalı Genç Kıza Mektup Etrafında Bir Tren Yolculuğu Ġsimli Hikâyede Tanpınar‟ın Sanatının Ġzleri”, Turkish Studies Dergisi, C.8/4,Ankara, 2013, ss.25-32. AKTAġ ġerif, “Sait Faik Abasıyanık”, Türk Dili Dergisi, S.590,Ankara,2001,ss.187-199. AYDEMĠR ġevket Süreyya, “BaĢyazı”, Kadro, S.1, Ankara,1932, s.9. BARDAKÇI Murat,“Büyük Tarihçi Ġsmail Hâmi DaniĢmend Aynı Zamanda Çok Büyük Bir ÂĢıkmıĢ”,http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/643082, (25.05.2015). BATUR Enis, “Bir Rabia Hatun Vardı”, Yeni ġafak, Ġstanbul,27 ġubat 2001. BĠNYAZAR Adnan, “Sait Faik‟te Ġnsan Gerçeği”, http://turkoloji.cu.edu.tr. ÇAKIR Ömer, “Servet-i Fünun Edebiyatı‟nın Öğretiminde Görsel Materyal Kullanımı”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.11,2009, s.214 ÇAKLI Lâle, GÜLTEKĠN Ali, “Sait Faik Abasıyanık ve Andre Gide‟de Doğa Sevgisi”, EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.6,S.1, EskiĢehir,2005, ss.117- 128. ÇELĠK Yakup, “Tarih-Edebiyat ĠliĢkisi Bağlamında Bir Devrin EleĢtirel Panoraması: Abdülhamit DüĢerken”, Turkish Studies Dergisi, C.4/1, Ankara, 2009, ss.295-318. 341 ÇIKLA Selçuk, “1940‟lı Yıllarda Düzenlenen Sanat YarıĢmaları ve Ġnönü Sanat Armağanları”, Ġlmî AraĢtırmalar Dergisi, S.23, Ġstanbul, 2007, ss.29-46. DĠRLĠKYAPAN Jale Özata, “Nahit Sırrı Örik‟in Öykülerinde Var Olmayan AĢklar”, Türkbilig Dergisi, S.18, Ankara, 2009,ss.133-134. DĠNÇER YeĢim, “Nahit Sırrı‟nın Öyküleri”, Virgül Dergisi, S.41, ,s.52, Ġstanbul,2001. DOĞAN Mehmet Can, “Yücel Dergisinin Fikrî ve Edebî Tahlili”, Gazi Türkiyat Türklük Bilimi AraĢtırmaları Dergisi, S.3, Ankara,2008,s.98. DOĞAN Mehmet H., “Yaprak Döneminde Orhan Veli”,Türk Dili Dergisi, S.291, Ankara, 1975, s.730. EMĠROĞLU Öztürk,, “Kaynağını Gelenekten Alan Hisarcılar”, Turkish Studies Dergisi, C.4/1-2,Ġstanbul, 2009, s.1309. GÜLSOY Murat,“Tanpınar‟ın Trajikomiği: Acıbadem‟ deki KöĢk”, https://muratgulsoy.wordpress.com GÜR Âlim, “Dergâh Mecmuası ve Ahmet HaĢim”,Uluslararası Sosyal AraĢtırmalar Dergisi, S.10, 2010, s.316. GÜVENĠR Murat, “Peyami Safa Üzerine”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.44/1, Ankara, 1989, ss.253-263. HĠSAR Abdülhak ġinasi, “Kaybettiklerimiz:Ziya Osman Saba”, Türk Yurdu, S.265, Ġstanbul,1957, s.623. ĠLERĠ Selim, “Sait Faik‟te Güzelduyu”, Türk Dili, S.272, Ankara, 1974, s.649. ĠNCĠ Handan, “EĢikte Bir Yazar”, EĢik Cini Dergisi, S.3, Ġstanbul, 2006, s.5. 342 KASIM Mehmet, “Edebiyatımızda Rabia Hatun Muamması”, Milliyet Sanat Dergisi, Ġstanbul,1984, ss.28-30. KAVUKÇU Cemil, “Öykülerdeki Çocukluk”, Hece/Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, S.46- 47,Ġstanbul,S.120,2000. KIRAN AyĢe Eziler, “Bir Yaz Gecesi”, Ankara Üniversitesi DTCF Türkoloji Dergisi, C.16/2, Ankara, 2003, ss.117-130. ONARAN Mustafa ġerif, “Orhan Veli‟de Ozansılık”, Türk Dili, S.291, Ankara, 1975, s.719. ÖZATA DĠRLĠKYAPAN Jale, “Nahit Sırrı Örik‟in Öykülerinde Var Olmayan AĢklar”, Türkbilig Dergisi, S.18, Ankara, 2009, ss.133-143. ÖZER Betül, “Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Poetikasının Temel YapıtaĢı Olarak Rüya”, Dil ve Edebiyat AraĢtırmaları Dergisi, S.1, Ġstanbul,2010, s.31. ÖZER Elif Emine, “Tanpınar‟ın ġiir AnlayıĢı ve ġiirinin Kaynakları Üzerine Bir Ġnceleme”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S.20, Denizli, 2006, ss.86-87. ÖZTÜRK Tuncay, “Sait Faik Hikâyeciliğinde Merkez ve TaĢra Arasında Bir KaçıĢ Mekânı Olarak Ada”, Turkish Studies Dergisi, C.6/4, Ankara, 2011,ss.775-788. SAĞLAM M.Halil, “II. MeĢrûtiyet Dönemi Türk Basınında Rübâb Dergisinin Yeri ve Önemi”, S.21,Balıkesir, 2009,ss.435-439. SAFA Peyami, “Davamızın Yankıları”, Türk DüĢüncesi, C.1, S.6, Ġstanbul, 1954,s.406. SAKALLI Fatih, “Halide Edip Adıvar‟ın Bir Hayatın Üç Perdesi Adlı Hikayesi Üzerine Bir Tahlil Denemesi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, C.20/1, Ankara, 2013, ss.81-92. SOYLU Özge, Nahit Sırrı Örik, “Kıskanmak ve Psikanaliz”, Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2001. 343 SU Hüseyin “Rüya Gören Öyküler”, Hece/Ahmet Hamdi Tanpınar Özel Sayısı, S.20, Ġstanbul,2000, s.27. ġENDERĠN Zübeyde, “Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın Hikâyelerinde Karakter Yaratımında Çocukluk Yıllarının Rolü”, Gazi Üniversitesi Türkiyat Dergisi S.2, Ankara, 2008,s.179. ġĠMġEK Tacettin, “Masaldan Destana: Dağlarca‟nın ġiiri”, Hece (Türk ġiiri Özel Sayısı), S.54/55/56, Ankara, 2001, s. 181. TECER Ahmet Kutsi,”Okuyucularımıza”, Ülkü Dergisi, S.102,Ankara, 1941, s.1. TERCÜMAN Çilem, “Ülkü Mecmuası”, Türkiye AraĢtırmaları Literatür Dergisi, C.4,S.7, Ġstanbul, 2006, s.563. TOLAN Barlas, ÇağdaĢ Toplumun Bunalım-Anomi ve YabancılaĢma, Ankara Ġktisadi ve Ġdari Ġlimler Akademisi Yayınları, Ankara, 1980,s.76. UÇAN Hilmi, “Sis” “Siste SöyleniĢ” ve “Sonuç” ġiirleri Çerçevesinde Üç ġair: Tevfik Fikret, Yahya Kemal ve Baudelaire, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.3, Afyon, 2008, ss.181-197. UÇMAN Abdullah, “DeğiĢen Değerler KarĢısında Ahmet Hamdi Tanpınar”, Türkiye AraĢtırmaları Literatür Dergisi, C.4, S.7, Ġstanbul, 2006, ss.479-509. YILDIZ AyĢe Nevin, “Türk ModernleĢmesi ve Bir Muhalif Basın Organı Olarak Büyük Doğu Dergisi”, Ġstanbul Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi Dergisi, S.13, Ġstanbul, 2002, s.582. YILMAZ Arif, “Orhan Veli‟de KaçıĢ”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.2011/10(1), Gaziantep, 2009 ,ss.276-277. Ç-Dergiler Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.3, Afyon, 2008. 344 Aile, Sayı: 1-20, Ġlkbahar 1947-KıĢ 1952. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, C.16/2, Ankara, 2003. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, C.20/1, Ankara, 2013. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.44/1, Ankara,1989. Dil ve Edebiyat AraĢtırmaları Dergisi, S.1, Ġstanbul,2010. EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.6,S.1, EskiĢehir,2005. EĢik Cini Dergisi,S.3,2006. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.2011/10(1), Gaziantep, 2009. Gazi Türkiyat Türklük Bilimi AraĢtırmaları Dergisi,S.3,Ankara,2008. Hece/Ahmet Hamdi Tanpınar Özel Sayısı, S.20, Ġstanbul,2000. Hece/Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, S.46-47,Ġstanbul,2000. Hece, S.54-55-56,Ankara,2001. Kadro, S.1, Ankara, 1932. Kitap-lık, S.46, Ġstanbul, 2001. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.11,Hatay,2009. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S.20,Denizli, 2006. Türkbilig, S.18,Ankara, 2009. Türk Dili, S.272,Ankara, 1974. Türk Dili, S.291, Ankara,1975 Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, S.715, 2011. Türk DüĢüncesi, C.1, S.6, Ġstanbul, 1954. Türk Yurdu, S.265, 1957. Türkiye AraĢtırmaları Literatür Dergisi, C.4, S.7, Ġstanbul, 2006. Uluslararası Sosyal AraĢtırmalar Dergisi, S.10, 2010. Ülkü Dergisi, S.102,Ankara, s.1,1941. Varlık, S.1291, Ġstanbul,2015. D-Ġnternet Siteleri http://www.aku.edu.tr http://www.atam.gov.tr http://www.britannica.com http://dergiler.ankara.edu.tr http://global.britannica.com 345 http://www.haberturk.com http://hece.com.tr http://www.idilbiret.eu http://www.istanbulkadinmuzesi.org http://www.journals.istanbul.edu.tr http://www.politics.ankara.edu.tr http://www.sosyalarastirmalar.com http://tdk.gov.tr http://www.tdvislamansiklopedisi.org http://www.turkishstudies.net http://turkiyat.gazi.edu.tr http://www.turkmeclisi.org http://turkoloji.cu.edu.tr http://uwf.edu http://www.varlik.com.tr http://yeniedebiyat.blogcu.com http://www.yenimakale.com 346 AĠLE DERGĠSĠNĠN YAZI ĠġLERĠ MÜDÜRÜ VEDAT NEDĠM TÖR AĠLE DERGĠSĠNĠN YAYIMLANDIĞI YILLARDA 347 AĠLE DERGĠSĠNĠN YAZI ĠġLERĠ MÜDÜRÜ VEDAT NEDĠM TÖR‟ÜN AĠLE DERGĠSĠNĠN YAYIMLANDIĞI YILLARA AĠT BAġKA BĠR FOTOĞRAFI 348 AĠLE DERGĠSĠNĠN SEKRETERĠ ġEVKET RADO 349 AĠLE‟NĠN ĠLKBAHAR 1947‟DE ÇIKAN ĠLK SAYISI 350 AĠLE‟NĠN FOTOĞRAFLI KAPAKLA ÇIKAN BĠR SAYISI 351 AĠLE DERGĠSĠNĠN SAYFALARINDAN BĠR ÖRNEK 352 AĠLE DERGĠSĠNĠN SAYFALARINDAN ÖRNEKLER 353