T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt: 16, Sayı: 1, 2007 s. 121-152 İbn Hazm’ın Râvi Tenkidinde Eleştirilen Yönlerinin Onun Tenkitçi Kimliğine Etkisi - el-Muhallâ Çerçevesinde Değerlendirme - Abdullah Karahan Dr.; U.Ü. İlahiyat Fakültesi Özet İslâmî ilimlerin birçok alanında eserler kaleme almış ve Zâhirî Mezhebi’nin sistemini oluşturmuş bir ilim adamı olan İbn Hazm, sisteminde hadislere özel bir önem atfetmiştir. Özellikle el- Muhallâ’da fıkhî görüşlerinin büyük çoğunluğunu hadislere dayandırmıştır. İbn Hazm kullandığı hadislerin sıhhatlerini ve delil değerlerini belirlemek için klasik hadis usulü kaidelerini kullanmayı öngörmüştür. Ancak onun, bu düşüncesini pratiğe yansıtmakta fazla başarılı olamadığı, özellikle râviler hakkında verdiği hükümlerde bazı hatalara düştüğü iddia edilmektedir. İbn Hazm’ın bu bağlamda yaptığı râvi tenkitleri kendisinden sonra gelen hadis âlimleri tarafından çokça tartışılmış, aynı zamanda ona bu yönde bazı eleştiriler de yöneltilmiştir. Bu makalede söz konusu eleştiriler çerçevesinde onun râvi tenkitlerinin değeri araştırılmıştır. Abstract The Effect of Ibn Hazm’s Aspects that are Criticized in the Criticism of the Narrators on his Critical Individuality-The Case of al-Muhalla- Writing several books on various branches of Islamic Sciences and constituting the system of the Zahirite theologocial sect, Ibn 121 Hazm considered the hadiths important in his system. He based his jurisprudential decisions on hadiths. Ibn Hazm had envisaged using the regulations of classical hadith methodology for evaluating the authenticity and evidence value of the fundamental hadiths he used as evidence for his thoughts. But it is claimed that he failed to carry out his proposal, especially he fall into some mistakes at his decisions about some narrators’ trustworthiness. Ibn Hazm’s criticizing on the narrators has been discussing by the scholars lived after his age, and he also has been criticized on this context. This article studies the significance of his decisions about the trustworthiness of the narrators in the frame of these critiques addressed to him. Anahtar Kelimeler: İbn Hazm, Zâhirî Mezhebi, Cerh ve ta’dîl, Hadis Tenkidi. Key Words: Ibn Hazm, The Sect of Zahirite, al-Jarh wa al-ta’dil, Hadith Criticism. İslâmî ilimlerin birçok alanında eserler kaleme almış ve Zâhirî Mezhebi’nin sistemini oluşturmuş bir ilim adamı olan İbn Hazm (ö. 456/1064), gerek görüşleri ve gerekse yaklaşım tarzı ile İslâm düşüncesinde derin izler bırakmıştır. Özellikle savunduğu zahirîlik düşüncesinin o güne kadar ortaya çıkmış olan diğer mezheplerden farklı bir kulvarı takip etmesi onun fıkhî görüşlerinin her devirde çokça tartışılmasına neden olmuştur. Günümüzde de çeşitli zaman ve zeminlerde gündeme gelen bu tartışmalarda onun fıkhî görüş- leri/sistemi ele alınırken, sisteminde hadislere özel bir önem atfetmesi nedeniyle, hadisçiliği de çeşitli açılardan tartışma alanına sıkça girmektedir. İbn Hazm’ın hadisçiliği konusunda ortaya çıkan tartışma alanlarından biri de onun hadis değerlendirme yönteminde belirleyici konumda olan râvi tenkididir. Onun râvi tenkitleri, doğrudan cerh ve ta’dîl ilmine has bilgiler olmaktan ziyade, fıkhî sisteminin önemli dayanaklarından olan hadislerin sıhhat derece- lerini tespit amacını taşımaktadır. İbn Hazm’ın bu bağlamda yaptığı râvi tenkitleri kendisinden sonra gelen hadis âlimleri tarafından çokça tartışılmış, aynı zamanda ona bu yönde bazı eleştiriler de yöneltilmiştir. Söz konusu tartışmalar çerçevesinde onun râvi tenkit- lerinin değerini araştırmak bu makalenin konusunu teşkil etmek- tedir. Konuyu tüm yönleriyle açıklığa kavuşturabilmek için öncelikle hadis âlimlerinin İbn Hazm’ın râvi değerlendirmelerine yönelttiği eleştirilere değinecek, daha sonra onun râvi tenkitlerinden dikka- timizi çeken bazı örnekler vereceğiz. Bu noktada onun râvilere 122 yönelttiği cerhleri, diğer tenkitçilerin aynı isimler hakkındaki değer- lendirmeleriyle karşılaştırmak suretiyle sınamaya tabi tutmak pratik bir yol olarak görünmektedir. Bu sınamanın geçerliliğini ortaya koyabilmek yani bir nevi sağlamasını yapabilmek amacıyla da, İbn Hazm’ın genel tenkit karakteri ve üslubu çerçevesinde, râviler hakkında verdiği kararların değerini sorgulamaya çalışacağız. A. Cerh ve Ta’dil Âlimlerinin İbn Hazm’ın Tenkitçiliği Hakkındaki Görüşleri İbn Hazm’ın hemşehrisi Endülüslü âlim ve zâhid Ebu’l-‘Abbâs İbnü’l-‘Ârif (ö. 536/1141) İbn Hazm’ın ricâl tenkidindeki üslûbunu “İbn Hazm’ın dili ile Haccâc’ın kılıcı ikiz kardeş idi”1 ilginç benzetmesiyle izâh etmiştir. Tâcüddin es-Sübkî (ö. 771/1369) ise İbn Hazm’ı, sözünde cüretli, tenkitte zannına dayanarak acele karar veren ve sözleriyle İslâm âlimlerine hücum eden birisi olarak nitelemektedir.2 İbn Hacer (ö. 852/1448) Lisânü’l-Mîzân adlı eserinde İbn Hazm’ın biyografisini verirken, “O, hıfzı gerçekten çok geniş olan birisidir. Ancak, hafızası dolayısıyla güvenilir olmakla birlikte, râvilerin kimliklerini açıklama ve onları ta‘dîl ve tecrîh etme amacıyla görüş beyan ederken saldırgan tutum izler. Onun bu davranışı dolayısıyla ciddî yanlışlıklar ortaya çıkmıştır” demektedir.3 Sehâvî (ö. 902/1496) İbn Hazm’ın birçok meşhur güvenilir kimseyi zayıf saymasını tenkit eder ve bu tutumundan dolayı onu cerhte mütesâhil bir tenkitçi olarak niteler.4 Tahir el-Cezâirî (ö. 1338/1920) İbn Hazm’ın bazı güvenilir râvileri sebep belirtmeden zayıf saydığını belirterek onu tenkit etmiş- tir.5 İbn Hazm’ın hadisçiliği üzerine yapılan yeni akademik araştırmalarda da onun ricâl tenkidi karakterine yönelik değerlendirmelere rastlamak mümkündür. Meselâ merhum Selman Başaran (ö. 1993) İbn Hazm’ın hadis metodunu inceleme konusu yaptığı “İbn Hazm ve Hadisteki Metodu” adlı doktora çalışmasında6 1 Zehebî, Siyer, XVIII, 199 2 Sübkî, Tabakât, I, 90 3 İbn Hacer, Lisân, IV, 198 4 Sehâvî, Fethu’l-muğîs, III, 359 5 Cezâirî, Tevcîhu’n-nazar, I, 256 6 Başaran, Selman, İbn Hazm ve Hadisteki Metodu, Ankara Ün. İlahiyat Fakültesi, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1977. 123 onun, ricâl tenkidi konusunda iyice araştırma yapmadan hüküm verdiği neticesine ulaşmıştır.7 Abdülhay el-Leknevî’nin (ö. 1304/1887) er-Raf’u ve’t-tekmîl adlı eserini tahkik eden Abdülfettâh Ebû Gudde (ö. 1417/1997) ise İbn Hazm’ı, tanınmış birçok râviyi mechul sayması nedeniyle müte’annit/aşırı tenkitçiler arasında kabul eder. Ebû Gudde ayrıca İbn Hazm’daki bu tür aşırılığın, yazdığı kitaplarda yaygın olduğu için bariz bir şekilde görüldüğünü ve onun kitaplarını okuyan herkesin bunu fark ettiğini söylemiştir.8 Yine Ürdünlü ilim adamlarından Muhammed el-Umerî, başlığını “İbn Hazm’ın Hadis Rivâyetinde ve Râvileri Tenkitte İzlediği Metod” diye tercüme edebileceğimiz makalesinde9 İbn Hazm’ın birçok râviyi haksız yere zayıf saydığını, ve râvileri tevsik etme (sika sayma) konusunda müteşeddid/titiz/müşkülpesent davranırken taz‘îf etme (zayıf sayma) konusunda mütesahil/gevşek/kayıtsız ve aceleci bir tutum izlediğini belirtir.10 Bu kanaatini rast gele vermediğini söyle- yen el-Umerî, İbn Hazm’ın tenkit metodunu tespit edebilmek ama- cıyla onun el-Muhallâ’da zayıf hükmünü verdiği 60 şahsı inceleme konusu yaptığını ve araştırması neticesinde bunlardan 15’i hakkında tenkitçi âlimlerin çoğunluğunun sika dediğini tespit ettiği için kendisinde bu kanaatin oluştuğu açıklamasını yapar.11 B. İbn Hazm’ın Verdiği Cerh ve Ta’dil Hükümleri İbn Hazm cerh ve ta’dil ile alakalı herhangi bir eser yazma- mıştır. Onun tenkitçi bir âlim olarak nitelenmesi, başta fıkıh olmak üzere İslâmî ilimlerin diğer şubelerinde yazmış olduğu eserlerinde delil olarak kullandığı hadislerin sıhhatini belirleyebilmek amacıyla senedlerde geçen râvilerin durumları hakkında verdiği hükümler nedeniyledir. İbn Hazm üzerine araştırma yapmış olan Muhammed Abdullah Ebû Suaylik onun yaklaşık 880 râvi hakkında cerh veya ta’dil hükmü verdiğini tesbit etmiştir.12 Biz de özellikle el-Muhalla çerçevesinde genel bir tarama yaptık. İbn Hazm’ın dikkatimizi çeken bazı cerh hükümlerinin isabetli olup olmadığını cerh ve ta’dil kitaplarından araştırarak belirlemeye çalıştık. Bu taramada söz konusu eserin muhakkiklerinin İbn 7 Başaran, İbn Hazm, s. 148 8 Leknevî, er-Raf’, s. 292 9 el-Umerî, Muhammed, “Menhecü İbn Hazm fî rivâyeti’l-hadîs ve nakdi’r-ruvât”, Mecelletü Ebhâsi’l-Yermûk, cilt: 11, Sayı: 4, Yıl: 1995, s. 207-239 10 el-Umerî, Menhecü İbn Hazm, s. 224 11 el-Umerî, a.g.m., s. 223 12 Ebû Suaylik, el-İmâm İbn Hazm, s. 52 124 Hazm’a yaptığı bazı itirazlar işimizi kolaylaştırdı.13 Zira söz konusu itirazların bir kısmı İbn Hazm’ın cerh veya ta’dil hükümlerinde hatalı olduğuna dikkat çekiyordu. Tarama neticesinde belirlediğimiz örnekleri birbirlerine benzerliklerini dikkate alarak gruplandır- dığımızda İbn Hazm’ın hatalı cerh ve ta’dil hükümlerinin genellikle aşırılık, verdiği cerh hükümlerinde yalnız kalmak, hükümleri arasında çelişki olması, râviler hakkında mechul hükmünü çok rahat vermek gibi hususlarda ortaya çıktığı görülür. Şimdi bu hatalı karar örneklerini görelim. 1. Aşırılık İbn Hazm’ın râviler hakkındaki değerlendirmeleri incelen- diğinde ilk göze çarpan husus onun râvileri tenkit ederken aşırı bir tutum sergilediğidir. Zaten diğer ilim adamlarının ona yönelttikleri en önemli tenkit de budur. Hatta kimi zaman İbn Hazm tenkitte daha da ileri giderek râvileri haksız yere itham niteliği taşıyan açıklamalar yapar. Böylece râvi hem aşırı bir tenkitle karşılaşır hem de hak etmediği ithamlara maruz kalır. İbn Hazm’ın el-Muhallâ’da tespit edilen tenkitte aşırılık örneklerinden bazıları şunlardır: a. Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerin müelliflerinin kendisinden hadis rivâyet ettiği İkrime b. Ammâr’ın14 (ö. 159/776) zayıf olduğunu ve hadislerinin delil olarak kabul edilemeyeceğini söylemekle birlikte15 bir de onun hadis uydurduğunu iddia etmesi16 İbn Hazm’ın aşırı, ama aynı zamanda tenkit ettiği râviye haksız itham yönelttiği bir hükmüne örnek teşkil etmektedir. 13 el-Muhallâ’nın ilk 6 cildini meşhur âlim Ahmed Muhammed Şakir tahkik etmiştir. Onun tamamlayamadığı bu çalışmayı Abdurrahmân el-Cezîrî yürütmüş ancak o da eserin sadece 7.cildini tahkik edebilmiştir. Eserin geri kalan kısmını (8-13. ciltler) Muhammed Münîr ed-Dımeşkî tamamlamıştır. 14 Hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Sa’d, Tabakât, V, 555-İbn Ebî Hâtim, el- Cerh ve’t-ta’dîl, VII, 10; İbn Adî, el-Kâmil, V, 272-276; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XX, 256-263; Zehebî, Siyer, VII, 134-139; İbn Hacer, Tehzîb, VII, 232-233 15 İbn Hazm, el-Muhallâ adlı eserinin muhtelif yerlerinde İkrime b. Ammâr hakkında “daîfun cidden/çok zayıftır” (XI, 129), “zayıftır, hadisleri delil olarak alınmaz” (IX,251), “zayıftır” (VII, 408;IX, 230; XI, 149) ve “sâkıttır” (II, 32) gibi cerh ifadeleri beyan ederek, onu, hadisleri delil olarak kullanılamayacak derecede zayıf bir râvi olarak değerlendirmiştir. 16 İbn Hazm, el-Muhallâ, II, 32. İbn Hazm’ın İkrime tarafından uydurulduğunu iddia ettiği rivâyet Müslim’de de yer alan Ebû Süfyân’ın fazileti ile alakalı rivâyettir (Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 168). İbn Hazm’ın bu rivâyete uydurma demesi birçok bilgin tarafından tenkit edilmiştir. Bu tenkitler için bkz. Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XVI, 63-64; Cezâirî, Tevcîhu’n-nazar, I, 337-339. 125 Yahya b. Ma’in (ö. 233/847), Ali b. el-Medînî (ö. 234/848), Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), İclî (ö. 261/875), Ebû Dâvûd (ö. 275/888) ve Dârekutnî’nin (ö. 385/995) “sika” dediği,17 Nesâî’nin (ö. 303/915) “leyse bihî be’sün/onda bir beis yoktur” hükmünü verdiği,18 Ebû Hâtim’in (ö. 277/890) ise “sadûk” diyerek19 rivâyete elverişli gördüğü bu şahsı Süfyân es-Sevrî de (ö. 161/778) faziletli bir insan olarak anmış ve ondan rivâyette bulunmuştur.20 Abdur- rahmân b. Mehdî’nin (ö. 198/813) “ondan hayırdan başka hiçbir şey duymadım, o Yemâmeliler’in şeyhidir” diyerek övdüğü21 İkrime’den, tenkitte aşırılığıyla tanınan Şu’be b. el-Haccâc da (ö. 160/777) rivâyette bulunmuştur.22 İkrime b. Ammâr’a zayıf diyenler de vardır. Mesela Yahya b. Saîd el-Kattân (ö. 198/813) bunlardandır.23 Buhârî ve Ahmed b. Hanbel de İkrime’nin Yahyâ b. Ebî Kesîr’den (ö. 129/747) yaptığı rivâyetlerde problem olduğunu belirterek bu yolla gelen rivâyetlerinin kabul edilmemesi gerektiğine dikkat çekmişlerdir.24 Bu sebepten olsa gerek Buhârî Sahîh’inde sadece ta’liklerde bu şahsın rivâyetlerine yer vermiştir. Sika diyen tenkitçiler de dahil olmak üzere tüm münek- kitler İkrime b. Ammâr’ın Yahya b. Ebî Kesîr’den gelen rivâyetlerinin kabul edilmemesi gerektiği hususunda ittifak halindedir. İkrime b. Ammâr hakkında tenkitçi bilginlerin değerlen- dirmelerine bakıldığında genel olarak onu güvenilir bir râvi olarak gördükleri neticesine rahatlıkla varılabilir. Ondan gelen rivâyetleri neredeyse tüm hadis müelliflerinin eserlerine almış olması, uygula- mada da bu tavrı yansıttıklarını gösterir. Yahya b. Ebî Kesîr’den gelen rivâyetlerinin kabul edilmemesi, kayda bağlı, şartlı bir cerh kabul edilmiştir. Buna rağmen İbn Hazm’ın bu şahsı kayda bağlı değil de genel anlamda zayıf bir râvi olarak görmesi normal karşıla- nabilir. Zira kayda bağlı olmakla birlikte diğer tenkitçi bilginlerin onu zayıf saymış olması söz konusudur. Ancak tüm bu bilginlerin genel kanaatini göz ardı edip İkrime’yi hadis uyduran bir râvi konumuna düşürmesi İbn Hazm’ın tenkitçi karakterinde zaman zaman rastla- nan aşırılığa örnek teşkil eden davranışlardan biri olarak görülebilir. 17 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VII, 10; İbn Hacer, a.g.e., VII, 233; Zehebî, a.g.e., VII, 135-138 18 İbn Hacer, a.g.e., VII, 233; Zehebî, a.g.e., VII, 136 19 İbn Hacer, a.g.e., VII, 233 20 İbn Hacer, a.g.e., VII, 233; Zehebî, a.g.e., VII, 137 21 İbn Hacer, a.g.e., VII, 233; Zehebî, a.g.e., VII, 137 22 İbn Hacer, a.g.e., VII, 233; Zehebî, a.g.e., VII, 136 23 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VII, 10 24 A.mlf., a.g.e., VII, 10 126 b. Kasım b. Ubeydullah’ı (ö. ?)25 zayıf sayan İbn Hazm bu hükmünü gerekçelendirirken bilginlerin onun zayıf olduğu hususunda ittifak ettiklerini belirtmiştir.26 Ancak ricâl kitaplarında bu şahıs hakkında söylenenlere bakıldığında durumun hiç de öyle olmadığı görülmektedir. Abdullah b. Ömer’in (ö. 68/687) torunu olan bu şahıs az hadis rivâyet etmiştir. Bununla birlikte hadis rivâyeti açısından yeterli görülmüş ve aktardığı az sayıdaki hadis Buhârî,27 Müslim ve Nesâî başta olmak üzere birçok hadis müellifinin eserlerinde yer almıştır. İbn Hibbân (ö. 354/965) es-Sikât’ında bu şahsı da güvenilir bir râvi olarak zikretmiştir.28 Zikrettiğimiz bu bilgilerden Kasım b. Ubeydullah’ın, İbn Hazm’ın dediği gibi zayıflığı hususunda ulemânın ittifak ettiği bir kimse olmadığı anlaşılmaktadır. Durum böyle olmasına rağmen İbn Hazm’ın, söz konusu râvi hakkındaki bu açıklaması aşırı kaçmak- tadır. c. Kûfe’nin en önde gelen âlimleri arasında kabul edilen ve bu özelliği dolayısıyla Süfyân es-Sevrî (ö. 161/778) gibi bir bilgin tarafından “mîzân, Kûfe’nin mîzânı” nitelemesiyle övülen29 ve ayrıca Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) başta olmak üzere birçok bilgin tarafından “Kûfe’nin hafızı” denilerek otoritesine dikkat çekilen30 Abdülmelik el-Arzemî’yi (ö. 145/763)31 İbn Hazm “metrûk”, “cidden 25 Tam adı Kâsım b. Ubeydullah b. Abdullah b. Ömer el-Kureşî olan bu şahıs hakkında geniş bilgi için bkz. Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, VII, 165; Mizzî, a.g.e., XXIII, 396-398; İbn Hacer, a.g.e., VIII, 292 26 İbn Hazm, a.g.e., XI, 383 27 Kâsım b. Ubeydullah’ın hadisi Buhârî’nin Sahîh’inde değil, el-Edebü’l-müfred adlı eserinde yer almaktadır (Bkz. Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 406). 28 İbn Hibbân, Sikât, VII, 332 29 Süfyân es-Sevrî el-Arzemî’den rivâyette bulunacağı zaman “bana mîzân rivâyet etti” veya “bana mizân Abdülmelik b. Ebî Süleyman rivâyet etti” diyerek sözlerine başlardı (İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-ta’dîl, V, 366; Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, XVIII,324-325; Zehebî, a.g.e., VI, 108). Süfyân es-Sevrî’nin “İnsanların en hafızı İsmail b. Ebî Halid, Abdülmelik b. Ebî Süleyman el- Arzemî ve Yahya b. Saîd el-Ensârîdir” tarzındaki açıklaması (İbn Ebî Hâtim, a.g.e., I, 72; Zehebî, a.g.e., VI, 108), es-Sevrî’nin bu şahsı mîzân olarak değerlendirmesinin yanı sıra onu önde gelen bir hadis hafızı kabul ettiğini gösterir. Yine Süfyân’a Abdülmelik el-Arzemî’nin nasıl biri olduğu sorulduğunda “o mîzândır” cevabını verdiğini Abdullah b. el-Mübârek bize bildirmektedir (İbn Ebî Hâtim, a.g.e., V, 366; Mizzî, a.g.e., XVIII, 325; Zehebî, a.g.e., VI, 108) 30 Mizzî, a.g.e., XVIII,326-327 31 Tam adı Abdülmelik b. Ebî Süleyman el-Arzemî olan bu şahıs hakkında daha geniş bilgi için bkz. Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, V, 417; İbn Ebî Hâtim, a.g.e., V, 127 zayıftır/çok zayıftır” gibi tabirlerle,32 hadisi hiçbir şekilde delil olarak kullanılamayacak bir râvi derecesine düşürür. Halbuki Kütüb-i Sitte müelliflerinin hepsinin hadislerine yer verdiği33 el-Arzemî’yi İbn Sa’d (ö. 230/845), Yahya b. Ma’în (ö. 233/847), Ebû Hâtim (ö. 277/890), el-Fesevî (ö. 277/890) ve Nesâî de (ö. 303/915) sika kabul edenler arasındadır.34 İclî (ö. 261/875) ve İbn Hibbân’ın (ö. 354/965) sika râvileri tanıttıkları eserlerinde yer verdikleri35 Abdülmelik el-Arzemî hakkında sadece Şu’be b. el-Haccâc’ın (ö. 160/777) tenkidi vardır. O da sadece bir kez münker bir hadis rivâyet etmiş olmasından dolayıdır.36 Yoksa Şu’be de tenkitte aşırılığı ile tanınmasına rağmen el-Arzemî’yi hâfız olarak niteler, hatta hıfzına hayret ettiğini belirtmekten çekinmez.37 İbn Hazm’ın, bilginlerin neredeyse ittifakla güvenilir kabul ettiği böyle bir kimseyi “çok zayıf”, “metrûk” gibi ağır tenkit lafızlarıyla cerh etmesi, üstelik râvinin bu derece zayıf sayılmasını gerektirecek herhangi bir kusurunu da zikretmemesi, onun tenkitte aşırılık ve cüretkârlığına örnek olarak gösterilebilir. d. Esbât b. Muhammed el-Kureşî (ö. 200/815) de sebep gösterilmeden zayıf sayılan bir diğer muhaddistir.38 İbn Ebî Şeybe (ö. 235/849), İshâk b. Râhûye (ö. 238/852) ve Ahmed b. Hanbel gibi önde gelen hadis bilginlerinin hocası olan, Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerin hepsinde hadisleri bulunan ve birçok tenkitçinin sika dediği bir şahıs hakkında sebep göstermeden zayıf hükmü vermek39 İbn Hazm’ın bir diğer dikkat çekici kararı olarak kabul edilebilir. Esbât b. Muhammed hakkında Yahyâ b. Ma’în gibi titiz bir münekkit “sika” demiştir.40 Ebû Hâtim er-Râzî “sâlih” diyerek41 güvenilir kabul 366-367; İbn Hibbân, Sikât, VII, 97-98; Mizzî, a.g.e., XVIII, 322-328; Zehebî, a.g.e., VI, 107; Tezkire, I, 155-156 32 Bkz. İbn Hazm, el-Muhallâ, III, 231; VI, 27; VII, 529; IX, 103; X, 33, 73 33 Mizzî, a.g.e., XVIII,322 34 İbn Sa’d, Tabakât, VI, 350, İbn Ebî Hâtim, a.g.e., V, 366-367; Mizzî, a.g.e., XVIII,327-328; Zehebî, Siyer, VI, 109. İbn Sa’d bu şahıs hakkında “sika, me’mun ve sebt bir şahıstır” açıklamasını yapar. 35 İclî, Sikât, II, 103; İbn Hibbân, a.g.e., VII, 97 36 Râvileri tenkitte aşırılığıyla tanınan Şu’be’nin el-Arzemî’yi sadece bir rivâyetinden dolayı zayıf sayması diğer bilginler tarafından tenkit edilmiştir (İbn Ebî Hâtim, a.g.e., V, 366; Zehebî, a.g.e., VI, 108-109) 37 Zehebî, a.g.e., VI, 107 38 Biyografisi hakkında bkz. Mizzî, a.g.e., II, 354-357; Zehebî, a.g.e., IX, 355- 356; a.mlf., Mîzân, I, 324; İbn Hacer, Tehzîb, I, 185 39 İbn Hazm, a.g.e., VII, 483 40 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 332;İbn Hacer, a.g.e., I, 185 41 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 332 128 etmiştir. Nesâî “onda bir beis yoktur” diyerek42 en üst dereceden olmasa da hadisleri alınabilecek düzeyde bir râvi olduğuna hükmetmiştir. İclî ve İbn Hibbân es-Sikât adlı eserlerinde43 onun da adını anmıştır. Aslında Esbât b. Muhammed’in zayıf olduğunu söyleyenler de yok değildir. Mesela İbn Ma’în kendisi sika kabul etmekle birlikte Kûfelilerin bu şahsı zayıf saydığını haber verir.44 İbn Ma’în’den gelen bir diğer rivâyette ise, “onda bir beis yoktur, bazen hata eder” dediği görülür.45 Buradan, onda görülen bu zafiyetin kimi zaman hata etmesinden kaynaklandığı sonucuna varılabilir. İbn Sa’d’ın “Esbât sikadır ancak kendisinde az bir zayıflık vardır” açıklaması46 bu düşünceyi destekler mahiyettedir.47 Abdullah b. el-Mübârek de (ö. 181/797) kendisine bu şahsın durumunu soran bir öğrencisine “arkadaşlarımızın ondan razı olacağını zannetmiyorum” cevabını verir.48 Tüm bu bilgilerden, Esbât b. Muhammed’in adâlet açısından tam anlamıyla güvenilir bir kimse olarak görülmekle birlikte kimi rivâyetlerinde bazı hatalara düştüğü için zabıt yönünden kusurlu sayıldığı neticesine varılabilir. Ancak bu kusur ondan hadis alınmasını engelleyecek seviyede görülmemiş olmalıdır ki, başta Kütüb-i Sitte müellifleri olmak üzere birçok İslâm bilgini onun hadislerini eserlerine almaya değer görmüş ve onun rivâyetlerini delil olarak kullanmıştır. İbn Hazm’ın bu şahsın rivâyetini delil olarak kullanmama hakkı vardır. Zira bir konuda kendine göre bir ictihad yapmaktadır. Ancak bu şahsı zayıflığının derecesini belirtmeden genel anlamda zayıf bir râvi konumuna düşürmesi bir tenkitçi için aşırı bir tavırdır ve aynı zamanda tenkit ettiği şahsa haksızlıktır. “Onu sika olarak kabul edenler olmakla birlikte ben zabt yönünden kusurlu bulduğum için hadisini delil olarak kabul etmiyorum” gibi hakkaniyete daha uygun, ihtiyatlı bir açıklama getirmesi tenkit üslûbu açısından daha uygun bir yaklaşım olurdu. Tüm bunların ötesinde böylesi bir tavır hadis tenkidinin kendi iç tutarlılığını 42 Zehebî, a.g.e., I, 324; İbn Hacer, a.g.e., I, 185 43 İbn Hibbân, a.g.e., VI, 85; İclî, a.g.e., I, 217 44 Zehebî, a.g.e., I, 324. 45 İbn Hacer, a.g.e., I, 185 46 İbn Sa’d, a.g.e., VI, 393 47 Ukaylî’nin zayıf râviler hakkında yazdığı ed-Du‘afâ’ adlı eserinde onun biyografisine “Esbât b. Muhammed el-Kureşî, bazen vehme düşer” diye başlaması aynı düşünceyi yansıtan bir diğer örnek hüküm olarak gösterilebilir (bkz. Ukaylî, a.g.e., I, 119). 48 Zehebî, a.g.e., I, 324. 129 korumak açısından da önemlidir. Zira bu şahsın hadislerine neredeyse bütün hadis âlimleri eserlerinde yer vermiştir. e. Nesâî hariç Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserlerin müelliflerinin hadis rivâyetine ehil gördüğü ve rivâyetlerini eserlerine aldığı Kesîr b. Şinzîr el-Mâzenî (ö. ?)49 hakkında İbn Hazm’ın verdiği “daîfun cidden/çok zayıf” hükmü,50 bir diğer örnektir. Yahya b. Ma’în ve Ahmed b. Hanbel, İbn Şinzîr hakkında “salih” demiştir.51 İbn Sa’d ise “sikatun inşâallah/inşallah sikadır” diyerek,52 onun en üst seviyede olmasa da rivâyetlerine güvenilebilecek seviyede bir şahıs olduğunu belirtmiştir. İbn Şinzîr’e zayıf diyenler de vardır. Mesela, Ebû Zür’a er-Râzî (ö. 264/877) “leyyin/gevşek” olduğunu söylemiş,53 Nesâî “leyse bi’l- kaviyyi/kuvvetli değil” açıklamasını yapmış,54 İbn Adî de (ö. 365/976) zayıf râvileri tanıttığı eserinde ondan bahsederken “rivâyet- leri arasında münker yoktur, güvenilir olduğunu zanne- diyorum/umuyorum” ifadesini kullanmıştır.55 Tüm bunlardan İbn Şinzîr’in, rivâyetleri sahih hadis kaynaklarına girmekle ve delil olarak kullanılmakla birlikte, güve- nilirliğin üst derecelerinde bir şahıs olarak görülmediği anlaşılmaktadır. Tenkitçi bilginler tarafından adâlet açısından herhangi bir cerh sebebi isnat edilmeyen bu şahsın, hafızasının zayıflığı nedeniyle tenkit edildiği anlaşılmaktadır. Onu rivâyete ehil görenler, ona orta seviyede bir güvenilirlik seviyesi takdir ederken, zayıf görenler de yine sikalığa yakın, orta seviyede bir zayıflık derecesini vermeyi uygun görmüşlerdir. İbn Hazm ise onu “daîfun cidden/çok zayıftır” diyerek zayıflığın en alt derecesini takdir etmiş böylece tenkitte aşırı bir tavır sergilemiştir. f. İbn Hazm, Hasyem b. Arrâk el-Gıfârî’nin (ö. ?)56 “zayıflığın en ileri derecesinde” bir şahıs olduğunu söylemekte ve ondan rivâyetin kesinlikle kabul edilemeyeceğini ifade etmektedir.57 Oysa Ahmed b. Hanbel, Buhârî (ö. 256/870), Müslim (ö. 261/874), Nesâî, İbn 49 Hakkında bilgi için bkz. İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VII, 153; Mizzî, a.g.e., XXIV, 122-126; İbn Hacer, a.g.e., VIII, 374 50 İbn Hazm, a.g.e., II, 92 51 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VII, 153; İbn Hacer, a.g.e., VIII, 374 52 İbn Sa’d, a.g.e., VII, 243 53 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VII, 153; İbn Hacer, a.g.e., VIII, 374 54 İbn Hacer, a.g.e., VIII, 374 55 İbn Adî, el-Kâmil, VI, 71 56 Hakkında bilgi için bkz. Mizzî, a.g.e., VIII, 228-230; Zehebî, a.g.e., II, 437; İbn Hacer, a.g.e., III, 118 57 İbn Hazm, a.g.e., VIII, 120 130 Huzeyme (ö. 311/923), İbn Hibbân ve Hâkim en-Neysâbûrî (ö. 405/1014) gibi önde gelen hadis müelliflerinin güvenilir kabul ederek hadislerini eserlerine almaya değer gördükleri bu şahıs hakkında Nesâî “sika” demiş,58 İbn Hibbân da es-Sikât’ında ona da yer vermiştir.59 Kaynaklar araştırıldığında İbn Hazm’dan başka sadece el- Ezdî’nin (ö. 374/984) Hasyem’i “munkeru’l-hadîs” diyerek zayıf saydığı görülmektedir. Ancak rivâyetleri birçok hadis eserinde yer aldığından ve muhtelif âlimler tarafından hadisleri delil olarak kullanıldığından hareketle el-Ezdî’nin bu hükmünün bilginler tarafından kabul görmediği söylenebilir. Aslında Zehebî (ö. 748/1347) ve İbn Hacer (ö. 852/1448) gibi âlimler el-Ezdî’nin ve İbn Hazm’ın bu hükümlerinin kabul edilemeyeceğini açıkça da söylemişlerdir.60 Meselâ İbn Hacer, İbn Hazm’ın bu hükmünü “ölçüp tartmadan verilmiş ağır bir hüküm ve pervasızca konuşmak” olarak nitelendirmiştir.61 İbn Hacer ayrıca Sahîhu’l-Buhârî üzerine yazdığı Fethu’l-Bârî isimli şerhinin mukaddimesinde İbn Hazm’ın Ezdî’ye tabi olarak aşırı bir hükme vardığını belirterek, Ezdî gibi güvenilmez bir insanın sika birini zayıf saymasına kesinlikle itibar edilemeyeceğini söyleyerek hem Ezdî’yi hem de İbn Hazm’ı tenkit etmiştir.62 58 Zehebî, a.g.e., II, 437 59 İbn Hibbân, a.g.e., VI, 274-275 60 Zehebî, er-Ruvât, I, 93; İbn Hacer, Tehzîb, III, 118; Hedyü’s-sârî, s. 400 61 İbn Hacer, Tehzîb, III, 118 62 İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, s. 400-401. Ebu’l-Feth el-Ezdî insafsız tenkitçiler arasında kabul edilen bir münekkit olarak bilinir. Zayıf râvileri toplamayı amaçladığı ed-Du‘afâ’ adlı eserinde sika olarak tanınan birçok kişiyi rasgele sebeplerle cerh etmiştir. Ezdî’nin bu tutumu diğer tenkit âlimleri tarafından hoş karşılanmamış, hatta onu bu davranışından dolayı zayıf kabul edenler bile olmuştur. Mesela Hatîb el-Bağdâdî (ö. 463/1071), Burkânî’nin (ö. 425/1034) onu zayıf saydığını haber vermektedir (bk. Târîh, II, 244. Diğer zayıf sayanlar için bk. Zehebî, Tezkira, III, 967; Siyer, XVI, 348; Muğnî, II, 571). İbn Hacer ricâl alanında yazdığı eserlerinde Ezdî’nin birçok cerh hükmüne itiraz etmiştir. Mesela Ezdî’nin Ahmed b. Şebîb el-Habatî’yi (ö. 229/844), “bu şahıs razı olunan birisi değildir” diyerek cerh etmesi üzerine, “Hiç kimse bu söze iltifat etmemiştir. Bilakis Ezdî’nin kendisi râzı olunmayacak biridir” açıklamasıyla Ezdî’nin ölçüsüzlüğünün, buna bağlı olarak insafsızlığının hoş olmadığını, bu davranışıyla kendisinin zayıf duruma düştüğünü ifade etmiştir (İbn Hacer, Tehzîb, I, 31). Ezdî’nin bir râvi hakkında “o, gevşek birisidir” hükmü üzerine İbn Hacer’in “Değerlendirmesinde yalnız kaldığında Ezdî’ye itimat edilmez. Başkalarına muhâlif olduğunda nasıl itimat edilsin ki!” açıklaması (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, s. 390) bu tür durumlarda nasıl davranılması gerektiği hususunda ölçü kabul edilebilecek bir ilke niteliği 131 Burada yeri gelmişken şu hususa dikkat çekmek faydalı olacaktır. İbn Hazm’ın, Hasyem b. Arrâk hakkında verdiği kararda olduğu gibi, diğer tenkitçilere muhalif kaldığı veya aşırı olmakla tenkit edildiği kararlarının bir kısmı Ezdî’nin hükümleriyle paralellik arz etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, İbn Hazm, Ezdî’nin ed-Du’afâ adlı eserinden çokça istifade etmiş ve birçok noktada ulemânın çoğunluğuna ters olmasına rağmen onun aşırı hükümlerini tercih etmiştir. Bu tutum onun, Ezdî’nin tenkit üslubunu tasvip ettiği ve tenkitte aşırıya kaçma hususunda onunla aynı düzlemde yer aldığını gösterir. 2. Verdiği hükümlerde yalnız kalması İbn Hazm’ın râviler hakkında verdiği kararlara bakılınca onun daha önceki tenkitçi âlimlerin görüşlerine dayandığı anlaşılır. Zaten hicrî V. Asırda ve Endülüs’te yaşayan bir kimsenin böyle yapmaktan başka çaresi de yoktur. Zira hakkında hüküm verdiği râviler, geçmiş asırlarda ve muhtelif bölgelerde yaşamış olan kimselerdir. Dolayısıyla bu râviler hakkındaki değerlendirmeler ancak onlarla aynı dönemde yaşamış ve onları tanıyan kimselerin açıklamalarına dayanmak zorundadır. Bu değerlendirmeler zamanla insanlar arasında nakledilerek ve kitaplar vasıtasıyla yaygınlaşmış, böylece sonraki asırlara intikal etmiştir. Ancak İbn Hazm’ın öyle kararları vardır ki, bunlar râviler hakkında görüş beyan eden tenkitçi bilginlerin hiçbirisinin kararına uymamaktadır. Diğer bütün tenkitçi âlimlerin tersine hüküm vermiş olan İbn Hazm’ın söz konusu kararlarına bir taşımaktadır. Buna göre, Ezdî gibi tenkitte aşırı kimselerin, kararlarında yalnız kaldıklarında yahut başkalarına muhâlif olduklarında sözlerine kesinlikle itibar edilmemelidir. Bu konuda İbn Hacer’in Ezdî’nin hükümleri hakkındaki diğer değerlendirmeleri için bk. İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, s. 386, 392, 393, 430.) Ricâl tenkidi alanında birçok eser kaleme alan Zehebî de Ezdî’nin tenkitlerine dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çeken bir diğer ricâl tenkidi uzmanıdır. Mîzânü’l-i‘tidâl adlı eserinde Ebân b. İshâk el-Medenî’nin (ö. ?) tercemesini verirken, Ezdî’nin onu “metrûk” olarak değerlendirdiğini söyledikten sonra şu açıklamayı yapar: “Ebân b. İshâk metrûk değildir. Ahmed ve ‘Iclî onu tevsik etmiştir. Ebu’l-Feth cerhte müsriflik (aşırılık) yapmaktadır. Onun, zayıf râvileri bir araya toplamayı amaçladığı hacimli bir eseri vardır. Eserinde bazılarını kendi düşüncesine göre cerh etmiştir ve kimse onun bu tarz değerlendirmelerine katılmamış; böyle yaptığı için tenkit edilmiştir” açıklamasını yapmıştır (Zehebî, Mîzân, I, 117). Zehebî, Ezdî’nin hâl tercemesini verirken de, “Onun zayıf râviler hakkında hacimli bir eseri vardır. O, cerhte nefesi kuvvetli, yani aşırı biridir. Âlimlerin çoğunluğu onu hiç itimat edilmeyecek derecede zayıf saymaktadır” sözleriyle aşırı tutumunun onu muteber olmaktan uzaklaştığını ifade etmiştir (Zehebî, Tezkira, III, 967). 132 dayanak da bulunamamaktadır. Bu tür kararlara şu örnekler verilebilir: a. İbn Hazm’ın en son ölen sahâbî olarak kabul edilen,63 sahâbî oluğu hususunda da herhangi bir ihtilaf bulunmayan64 Âmir b. Vâsile el-Leysî’yi (ö. 110/728)65 zayıf sayması ve rivâyetlerini delil olarak kabul etmemesi66 tenkitçi bilginlerin hükmüne ters bir nitelik taşımaktadır. Amir b. Vâsile’den, birçok hadis bilgininin yanı sıra, Zührî (ö. 124/742) gibi kendisiyle aynı devirde yaşamış önde gelen bir hadis bilgini de rivâyette bulunmuştur.67 Kütüb-i Sitte müelliflerinin hepsi istisnasız onun hadislerini eserlerine almışlardır. İbn Hazm, bu şahsı sahâbî kabul edip etmediği hususunda herhangi bir açıklama yapmamıştır. Ancak zayıf saydığına göre, “sahâbîlerin hepsi âdildir” ön kabulünden hareketle,68 onu sahâbî olarak görmediği varsayılabilir. Bu durumda da hadis bilginlerinin neredeyse ittifakla sahâbî kabul ettiği bir şahsın sahâbî olma özelliğini yok saymakla yine diğer bilginlere muhâlif bir karar vermiş olmaktadır. Çoğunluğun görüşüne aykırı olarak onu sahâbî saymadığı, dolayısıyla âdalet yönünden tenkide tâbi tutulması gerektiğini düşündüğü varsayımından hareket edilse bile, bu şahsın rivâyet ehliyeti hakkında tenkitçi âlimlerin sözleri incelendiğinde onu sika bir kimse olarak gördükleri neticesine varılabilir. Mesela Ahmed b. Hanbel onun “sika” olduğunu söylemiş,69 İclî ve İbn Hibbân sika râvileri tanıttıkları eserlerinde ona da yer vermişlerdir.70 Kaldı ki, Kütüb-i Sitte müelliflerinin ve diğer müsned, sünen, musannef vb. hadis eserlerinin müelliflerinin Âmir b. Vâsile’nin hadislerini 63 İbn Hibbân, Meşâhiru ulemâi’l-emsâr, I, 36; Sikât, III, 291; Zehebî, Siyer, IV, 467; İbn Hacer, a.g.e.,VII, 229 64 Amir b. Vâsile Uhud Savaşı’nın yapıldığı yılda doğmuş, Resûlüllah’ı görmüş ve şahit olduğu bazı Peygamber fiillerini başkalarına aktarmıştır (İbn Sa’d, Tabakât, VI, 64; Buhârî, a.g.e., VI, 446; İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 328). Hz. Peygamber vefat ettiğinde henüz sekiz yaşında olduğu için rivâyetleri genellikle Hz. Ali, İbn Mes’ud gibi diğer sahabîlerdendir. 65 Tam adı Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile el-Leysî olan bu şahıs hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VI, 64-65; Buhârî, a.g.e., VI, 446; İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 328; İbn Hibbân, a.g.e., III, 291; Mizzî, a.g.e., XIV, 79-81; İbn Hacer, a.g.e., V, 71 66 İbn Hazm, el-Muhallâ, III, 174 67 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 328 68 İbn Hazm da sahâbenin âdil olduğu hususunda âlimlerin ittifakı olduğunu kendisinin de aynı görüşe katıldığını ifade etmektedir (İbn Hazm, el-İhkâm, I, 136). 69 İbn Hacer, Tehzîb, V, 71 70 İclî, Sikât, II, 15; İbn Hibbân, a.g.e., III, 291 133 eserlerine almakta bir sakınca görmemeleri onu hadis rivâyetine ehil, sika bir kimse olarak kabul ettiklerinin uygulamaya yansımış bir delilidir. İbn Hazm söz konusu hükmüyle hadis bilginlerinin tamamına aykırı bir görüş beyan etmiş olmaktadır. b. İbn Hazm, başta Buhârî olmak üzere birçok önde gelen hadis bilgininin hocası olan ve rivâyetleri delil olarak kullanılan Talk b. Ğannâm’ı (ö. 211/826)71 “zayıf” saymış ve verdiği bu hüküm için herhangi bir neden de belirtmemiştir.72 İbn Hazm haricinde bu şahsı zayıf sayan başka bir tenkitçinin olmaması dikkat çekicidir. İbn Sa’d ve Dârekutnî onun hakkında “sika” demiş Ebû Davud ise “salih” olduğunu söylemiştir.73 Sika râvileri topladıkları eserlerinde İclî ve İbn Hibbân onu güvenilir râviler arasında zikretmiştir.74 el-Muhallâ’da İbn Hazm’ın Talk b. Ğannâm’ı zayıf saydığı satırlara bakıldığında Talk’ın rivâyet ettiği “emaneti, sana emanet edene geri ver ve sana hainlik edene sen hıyanet etme” meâlindeki hadisin İbn Hazm’ın savunduğu görüşün aksine bir delil değeri taşıdığı görülür. Bunun üzerine İbn Hazm “bu hadisi rivâyet eden Talk b. Ğannâm ve diğer râvilerin hepsi zayıftır” hükmünü vererek kestirme bir şekilde hadisin delil olamayacağı iddiasını öne sürmüştür.75 Söz konusu hadis incelendiğinde, sıhhati üzerinde bazı tenkitler bulunmakla birlikte76 Tirmizî (ö. 279/892), Ebû Davud ve Dârimî’nin (ö. 255/869) Sünenlerinde,77 Taberânî’nin (ö. 360/971) el- Mu’cemu’l-evsat’ında78 ve Beyhakî’nin (ö. 458/1066) es-Sünenü’l- kübrâ’sında79 yer aldığı; Hâkim’in de (ö. 405/1014) el-Müstedrek adlı eserinde bu hadisi Müslim’in şartlarına uygun bir hadis kabul ettiği görülür.80 Aynı lafızlarla aktarılmış başka tarîkleri de mevcut olan81 71 Hakkında bilgi için bkz. Zehebi, Siyer, X, 240; 72 el-Muhalla, VIII, 182. İbn Hazm’ın sebebi açıklanmadan herhangi bir şahıs hakkında yapılan cerhin kabul edilmeyeceği görüşünde olmasına rağmen (İhkâm, I, 146), bir sebep belirtmeden bu şahsı cerh etmesi, teorinin uygulama alanına geçtiğinde pratiğe yansıtılamaması yani tutarsızlık olarak değerlendirilmelidir. 73 İbn Sa’d, a.g.e., VI, 406; Mizzî, a.g.e., XIII, 459; Zehebi, a.g.e., X, 240; İbn Hacer, a.g.e., V, 29 74 İclî, a.g.e., I, 482; İbn Hibbân, a.g.e., VIII, 327 75 el-Muhalla, VIII, 181-182 76 İbn Ebî Hâtim, el-İlel, I, 375; İbnu’l-Cevzî, el-İlelü’l-mütenâhiye,II, 593; Zehebî, Mîzân, III, 472 77 Tirmizî, Buyû’, 38; Ebû Davud, İcâre, 45; Dârimî, Büyû’, 57 78 Taberânî, Mu’cemu’l-evsat, IV, 55 79 Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 271 80 Hâkim, el-Müstedrek, II, 53 134 bu rivâyete hadis tekniği açısından bakıldığında İbn Hazm’ın onu zayıf sayması ve delil olarak kullanmaya elverişli bulmaması normal bir davranış olarak kabul edilebilir. Ancak hadis kendi görüşüne ters unsurlar ihtiva ediyor diye, senedindeki râvilerin tümünü hiçbir sebep göstermeden zayıf saymak suretiyle hadisi reddetmek cüretkâr bir tavır olarak görülebilir. c. Umâra b. Gaziyye el-Ensârî (ö. 140/757)82 de İbn Hazm tarafından tenkit edilmiş ve hiçbir gerekçe gösterilmeden zayıf sayılmıştır.83 Müslim ve dört Sünen müellifi bu şahsın hadislerini eserlerine almışlar, Buhârî de Sahîh’inde istişhâd amacıyla bu şahsın rivâyetini kullanmaya değer görmüştür.84 Ayrıca İbn Sa’d, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Zür’a er-Râzî (ö. 264/877) “sika” olduğunu söylemiştir.85 Yahya b. Maîn ise “sâlih” olduğunu belirtmiştir.86 Ebû Hâtim ve Nesâî “kendisinden rivâyet etmekte bir sakınca yoktur” açıklamasını yapmış,87 Ebû Hâtim bu ifadeye “sadûktur” açıkla- masını da eklemiştir.88 İclî ve İbn Hibbân sika râvileri tanıttıkları eserlerinde bu şahsı da tanıtmışlardır.89 Görüldüğü gibi İbn Hazm dışında hiçbir tenkitçi Umâra’yi zayıf saymamıştır. Yazdığı eserlerle ricâl ilmine büyük katkıları olan Zehebî (ö. 748/1347) “İbn Hazm dışında Umâra’yı zayıf sayan hiç kimseyi bilmiyorum” diyerek90 onun bu hükmüne itiraz eder. Hadis rivâyetine ehliyeti herkes tarafından açık bir şekilde kabul edilen bu şahsın sadece İbn Hazm tarafından zayıf sayılması dikkat çekicidir. 81 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 414; Ebû Davud, İcâre, 45; Taberânî, Mu’cemu’l-kebîr, VIII, 127; a.mlf., Mu’cemu’s-sağîr, I, 288; Beyhakî, a.g.e., X, 270; 82 Tam adı Umâra b. Gaziyye b. el-Hâris el-Mâzenî el-Medenî el-Ensârî olan bu şahıs hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-ta’dîl, VI, 368; Zehebî, Siyer, VI, 139; İbn Hacer, a.g.e., VII, 370; 83 İbn Hazm, el-Muhallâ, VI, 153, 401 84 Buhârî, Zekât, 53 85 İbn Sa’d, Tabakât, I, 295; Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 368 86 Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 368 87 Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 368; İbn Hacer, a.g.e., VII, 370 88 Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 368 89 İclî, a.g.e., II, 163; İbn Hibbân, a.g.e., V, 244; VII, 260-261 90 Zehebî, Mîzân, V, 214. 135 d. Mansur b. Abdurrahman el-Kureşî(ö. 138/755)91 İbn Hazm tarafından “zayıftır, rivâyeti delil olarak kullanılamaz” denilerek zayıf sayılmıştır.92 Ricâl kitaplarına bakıldığında onun hadis rivâyetine ehliyeti olduğu görüşünün hâkim olduğu anlaşılır. Mesela İbn Sa’d “sikadır, az hadis rivâyet etmiştir” değerlendirmesinde bulunur.93 Nesâî, onun “sika” olduğunu söyleyen bir diğer âlimdir.94 Ebû Hâtim ise “sâlihu’l-hadîs” diyerek hadis rivâyetine ehliyetli olduğunu belirtmiştir.95 İbn Hibbân’ın es-Sikât’ında yer verdiği ve “güvenilir, takvâ ehli ve iyi bir insan” olduğunu belirttiği96 Mansûr’un hadis rivâyetine ehliyeti Ahmed b. Hanbel’e sorulduğunda, çok güzel sözlerle onu övmüştür. Süfyan b. Uyeyne de (ö. 198/813) ondan övgüyle bahseden bir diğer otorite hadis âlimidir.97 Hadis bilginlerinin bu görüşlerinin pratiğe yansıyıp yansımadığını anlamak için muteber hadis kaynaklarına bakıldığında ise Tirmizî hariç Kütüb-i Sitte müelliflerinin hepsinin onun hadislerini eserlerine almış oldukları görülür. İbn Hazm dışında bu şahsın zayıf olduğunu söyleyen hiçbir hadis bilgini bilinmemektedir. İbn Hacer (ö. 852/1448), İbn Hazm’ın böyle bir görüşü ortaya atarken hiçbir dayanağı olmadığını ve söz konusu tavrıyla İslâm bilginlerinin tamamına ters düştüğünü şu sözlerle dile getirir: “İbn Hazm Mansûr’a zayıf demek suretiyle şâz bir duruma düşmüştür. Hâlbuki Tirmizî hariç bütün hadis bilginleri onun hadislerini eserlerine almışlardır”.98 3. Tutarsızlık İbn Hazm’ın râviler hakkında verdiği hükümler bazen birbiriyle çelişmektedir. Bir yerde zayıf sayarak rivâyetini reddettiği bir râviyi bir başka yerde güvenilir görerek hadisini delil olarak kullandığı 91 Mansur b. Safiyye bint Şeybe olarak da tanınır. Annesi Safiyye, Hz. Âişe ve Esmâ bint Ebîbekr gibi hanım sahâbîlerden rivâyetleri olan yani hadis rivâyetiyle meşgul olan bir hanımdır. Safiyye’nin Hz. Peygamber’i görüp görmediği hususunda ihtilâf bulunmakla birlikte, tâbiî olduğu görüşü daha çok tercih edilmektedir. Mansûr hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., V, 487; Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, VII, 344; İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VIII, 174; Mizzî, a.g.e., XXVIII, 538-540; İbn Hacer, a.g.e., X, 275; 92 İbn Hazm, a.g.e., I, 104 93 İbn Sa’d, a.g.e., V, 487 94 Zehebî, a.g.e., VI, 521 95 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VIII, 174 96 İbn Hibbân, a.g.e., VII, 476 97 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VIII, 174 98 İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, s. 445, 464 136 olmuştur. Bir insan olarak İbn Hazm’ın daha önce bir râvi hakkında verdiği hükmü unutup veya gözden kaçırıp başka bir yerde farklı bir karara varması normal karşılanabilir. Ancak kimi zaman bu tür kararları taassup şüphesi uyandıracak bir görüntü arz eder. Nitekim İbn Hazm’ın birbirine aykırı olarak verdiği bazı hükümlerine bakıldığında râviye “zayıf” hükmü vererek reddettiği hadisin kendi görüşüne muhalif olduğu, buna mukabil lehine delil olabilecek bir rivâyette ise aynı râviyi güvenilir kabul ettiği görülür. Bu tür durumların tesadüf olması muhtemel olmakla birlikte, İbn Hazm’ın kendi görüşüne bağlanma zaafı yani taassup göstermiş olması ihtimalini de gözden uzak tutmamak gerekir. Bu nedenle onun birbirine aykırı gözüken kararlarında dikkatli davranmak, gerekirse başka âlimlerin görüşlerini kaynaklardan inceleyerek konuyu tetkik etmek hatalara düşmemek açısından önemlidir. İbn Hazm’ın birbirine aykırı olan hükümlerine şu iki örnek verilebilir: a. İbn Hazm, Üsame b. Zeyd’in (ö. 153/770)99 rivâyet ettiği bir hadisi değerlendirirken “biz Üsâme b. Zeyd’in ne aleyhimize delil teşkil eden hadislerini ne de lehimize olanlarını delil olarak kabul ederiz” açıklamasını yaparak100 onun, hadisleri hiçbir şekilde delil olarak kullanılamayacak derecede bir râvi olduğu hükmünü verir. İbn Hazm eserinin başka yerlerinde de Üsâme’nin zayıf olduğunu değişik ifadeler kullanarak belirtir.101 Ancak yine aynı eserinde Üsâme’den nakledilen bir rivâyeti sahih kabul edip delil olarak kullanır102 ve bu davranışıyla kendi kendisiyle çelişir. İbn Hazm’ın Üsâme b. Zeyd hakkında el-İhkâm adlı eserinde söyledikleri ise yukarıda bahis konusu ettiğimiz çelişkili durumu daha da derinleştirir. Şöyle ki, İbn Hazm kendi görüşü aleyhine delil olarak kullanılan, senedinde Üsâme b. Zeyd’in de bulunduğu bir hadisi103 reddederken: “Bu, sakıt, uydurulmuş bir hadistir. Çünkü Üsâme b. Zeyd zayıftır, hadisi delil olarak kullanılmaz, onun zayıflığı hususunda âlimlerin ittifakı vardır” açıklamasını yapar.104 Burada dikkat çeken iki önemli iddia vardır. Birincisi “bu hadis uydurul- 99 Hakkında bilgi için bkz. İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 284; Mizzî, a.g.e., II, 347- 351; İbn Hacer, Tehzîb, I, 183 100 İbn Hazm, a.g.e., VI, 258 101 Örnekler için bkz. el-Muhallâ, VI, 106; VII, 364, 365; VII, 530; VIII, 466; IX, 131 102 İbn Hazm, a.g.e., IV, 230-231 103 Ümmü Seleme’den nakledilen ve Ebû Dâvud’un Sünen’inde yer alan (Akdiye, 7) söz konusu hadisin metni şöyledir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ben, bana vahiy gelmediği zamanlarda, aranızda kendi re’yimle hüküm veririm”. 104 İbn Hazm, el-İhkâm, V, 126 137 muştur” sözüyle Üsâme b. Zeyd’in yalancı bir râvi olduğunun iddia edilmesi. Diğeri ise âlimlerin onun zayıflığı konusunda ittifak ettik- lerinin öne sürülmesidir. Söz konusu iddiaların doğruluğu incelendiğinde sağlam temellere dayanmadığı ve çok aşırı olduğu anlaşılır. Zira rivâyet ve tabakât eserlerinde Üsâme b. Zeyd hakkında bir araştırma yapıldığında ona zayıf diyenler bulunduğu gibi güvenilir kabul edenlerin, dolayısıyla rivâyetlerini delil olarak kullananların da var olduğu görülür. Mesela Kütüb-i Sitte’nin hepsinde bu şahsın rivâyetleri yer alır. Ancak Buhârî (ö. 256/870) senedli metinlerde değil, sadece ta’liklerinde bu şahsın hadislerine yer vermiştir. Süfyân es-Sevrî (ö. 161/778), Abdullah b. el-Mübârek (ö. 181/797) ve Vekî’ (ö. 197/812) gibi önde gelen hadis âlimleri ondan rivâyette bulunmuştur.105 Yahya b. Ma’in (ö. 233/847) “sika” olduğunu söylemiştir.106 İclî (ö. 261/875) ve İbn Hibbân (ö. 354/965) sika eserleri tanıttıkları eserlerine onu da almışlardır.107 İbn Adî (ö. 365/976) “leyse bihî be’sün/ondan hadis almakta bir sakınca yoktur” açıklamasını yapar.108 Bununla birlikte zayıf olduğunu iddia edenler de az değildir. Mesela Yahya b. Sa’id el-Kattân (ö. 198/813) ilk zamanlar ondan hadis rivâyet ederken sonraları bu tutumunu değiştirmiştir.109 Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) “Nâfi’den münker rivâyetleri vardır” açıklamasını yapar.110 Ebû Hâtim (ö. 277/890), “hadisi yazılır ancak delil olarak kullanılamaz” değerlendirmesinde bulunur.111 Nesâî de Üsâme’nin zayıf olduğunu söyleyen bir diğer hadis otoritesidir.112 Tüm bu bilgilerden çıkarılabilecek sonuç, İbn Hazm’ın Üsâme hakkında verdiği zayıf hükmünün normal ve kabul edilebilir bir hüküm olduğudur. Ancak bu hükümle yetinmeyip bir adım daha ileri giderek “âlimler bu şahsın zayıflığı hakkında ittifak etmişlerdir” iddiasını öne sürmesi, onun tenkit üslubunda kimi zaman karşılaşılan aşırılık örneklerinden biridir. Haddizatında bu iddia gerçeği de yansıtmamaktadır. Ulemanın Üsâme hakkındaki yukarıda zikredilen farklı görüşleri ve onun hadislerinin birçok hadis eserinde bulunuyor olması böyle bir ittifakın olmadığının en açık delilidir. İbn Hazm’ın burada da duramayıp bu şahsa “yalancı” sıfatını yakıştır- 105 Buhârî, a.g.e., II, 22; 106 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 284 107 İclî, Sikât, I, 216; İbn Hibbân, Sikât, VI, 74 108 İbn Adî, el-Kâmil, I, 394 109 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 284 110 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 284; İbn Adî, a.g.e., I, 394; Zehebî, a.g.e., I, 323 111 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 284 112 Nesâî, ed-Duafâ, I, 19 138 ması ise tasvip edilemeyecek bir tavır olduğu gibi ricâl tenkidinde ölçünün ne kadar önemli olduğu konusunda örnek olarak gösterilebilecek bir tutumdur. Tüm bunların ötesinde Üsâme’nin naklettiği hadis savunduğu görüşü destekler mahiyette olunca, onu delil olarak kullanması ise İbn Hazm’ın ricâl tenkitlerine ihtiyatla yaklaşılması gereğinin açık bir göstergesidir. b. İbn Hazm’ın bir diğer çelişkili kararı Ömer b. Abdullah es- Sekafî113 hakkındadır. İbn Hazm bu şahıs hakkında eserinin bir yerinde zayıf derken,114 bir başka yerinde de onun mechûl bir râvi olduğunu ifade etmiştir.115 Ricâl kitapları araştırıldığında Ömer b. Abdullah’ın, İbn Hazm’ın ifade ettiği gibi, zayıf bir râvi olduğu anlaşılmaktadır. Mesela Enes b. Mâlik’in (ö. 93/712) bu şahsın şarap içtiğini gördüğünü ve rivâyetlerine itibar edilmeyeceğini söylediği nakledilir.116 Bunun yanı sıra Yahya b. Ma’în ve Ahmed b. Hanbel hadislerinin münker olduğu kanaatindedir.117 Ebû Hâtim de “metrûk” bir kimse olduğunu bildirir.118 Ebû Zür’a “leyse bi kaviyyin/güçlü bir râvi değildir” açıklamasını yaparak hadis rivâyeti açısından zayıf bir râvi olduğuna dikkat çeker.119 Buhârî, Ömer b. Abdullah’ın tenkit edilen bir kimse olduğunu belirtmekle120 yetinirken, Nesâî (ö. 303/915) açıkça “zayıf” hükmünü vermiştir.121 İbn Mâce (ö. 273/886) ve Ebû Dâvûd’un (ö. 275/888) sadece bir rivâyetine eserlerinde yer verdikleri bu şahsı yalnız İclî “güvenilir” kabul etmektedir.122 Zikredilen tüm bu bilgilerden İbn Hazm’ın Ömer b. Abdullah’ın zayıf olduğu yönünde vermiş olduğu kararın doğru olduğu anlaşılmaktadır. Ancak İbn Hazm bu şahsın “mechûl” olduğunu da söylemiştir ki, önceki kararıyla bu hükmü tezat teşkil etmektedir. Aslında “cehâlet” de cerh sebeplerinden biri olduğu için ortada bir tezat olmadığı düşüncesi akla gelebilir. Zira bu takdirde İbn Hazm, 113 Tam adı Ömer b. Abdullah b. Ya’lâ b. Mürre es-Sekafî olan bu şahıs hakkında bilgi için bkz. Buhârî, a.g.e., VI, 170; İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 118; Ukaylî, ed-Duafâ, III, 176-177; İbn Hibbân, Mecrûhîn, II, 91-92; Mizzî, a.g.e., XXI, 417-419; İbn Hacer, a.g.e., VII, 413; 114 İbn Hazm, el-Muhallâ, VIII, 74 115 A.e., VIII, 264 116 Buhârî, a.g.e., VI, 170; İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 118 117 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 118 118 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 118 119 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., VI, 118 120 Buhârî, a.g.e., VI, 170 121 Nesâî, a.g.e., I, 83 122 İclî, a.g.e., II, 169 139 bir yerde Ömer b. Abdullah’ın zayıf olduğunu söylerken, bir başka yerde de onun “mechul” bir râvi olduğunu belirterek verdiği bu “zayıf” hükmünü gerekçelendirmiş gibi bir intiba uyanmaktadır. Ancak yukarıda bir kısmı zikredildiği gibi bu şahıs hakkında birçok âlim değerlendirme yapmış ve bu değerlendirmeler çok sayıda eserde bahis konusu edilmiştir. Böyle bir durumda cehâletten bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla söz konusu iki hüküm birbiriyle çelişir duruma düşmektedir. 4. Râviler hakkında sıkça mechûl hükmü vermesi İbn Hazm’ın ilim çevrelerinde şöhret bulmuş birçok râviyi “mechûl” diyerek cerh etmesi, hatta bu konuda daha da ileri giderek ilim adamları arasında tanınan bazı sahâbîleri “mechûl” sayması, yine bunun gibi bir çok meşhur tâbi‘î ve tebe-i tâbi‘îyi de “mechûl” kimseler arasında zikretmesi onun tenkitçi kimliğine zarar veren tutumlarından biri olarak sayılabilir. İbn Hazm’ın eserlerinde bu şekilde mechûl sayılan çok sayıda şahıs mevcuttur. Hatta el- Muhallâ’ya bakıldığında neredeyse her sayfada birkaç tane mechûl olarak değerlendirilmiş râviye rastlamak mümkündür. Bunun normal bir durum olmadığı ise açıktır. İbn Hazm üzerine doktora çalışması yapan merhum Selman Başaran (ö. 1993), onun hadis râvileri hakkında mechûl hükmünü çok sık vermekle tenkit edilmesi dolayısıyla konuyu ayrıntılı bir şekilde ortaya koymak amacıyla iki ayrı makale kaleme almış ve bu makalelerde ona bu yönde yöneltilen tenkitlerin değerini araştırmıştır.123 Başaran’ın bu konudaki kanaati; İbn Hazm’ın yaşadığı bölgenin şartları dikkate alındığında onun bazı râvileri tanımamasının normal karşılanması gerektiği, ancak özellikle sadece İbn Hazm tarafından mechûl olarak nitelendirilen buna mukabil diğer âlimlerin meşhur ve güvenilir kabul ettiği râviler hakkında İbn Hazm’ın görüşüne itibar etmemenin doğru olacağı yönündedir.124 İbn Hazm’ın hatalı görülebilecek mechûl hükümlerinden bazıları şunlardır: a. İbn Hazm, Sünen-i Erba‘a ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde rivâyetleri bulunan Zeynep binti Ka‘b b. ‘Ucra el- 123 Bu makaleler şunlardır: Başaran, Selman, “İbn Hazm’a Göre Hadis Rivâyetinde Mechûl”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 2, sayı: 2, yıl: 1987, s. 9-18; Başaran, Selman, “Tirmizî ve İbn Mâce’yi İbn Hazm’ın Mechûl Olarak Vasıflandırması”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 2, sayı: 2, yıl: 1987, s. 19-25. 124 Başaran, “Tirmizî ve İbn Mâce’yi İbn Hazm’ın Mechûl Olarak Vasıflandırması”, s. 24-25 140 Ensâriyye’yi125 “mechûl” saymıştır.126 Hz. Peygamber’den en çok hadis rivâyet eden sahâbîlerden biri olan Ebû Saîd el-Hudrî’nin (ö. 74/693) hanımı olduğu söylenen bu kadının sahabîler arasında adı geçmektedir.127 Ancak tâbiî olduğunu söyleyenler de vardır.128 İbn Hibbân es-Sikât’ında bu hanıma da yer vermiştir.129 Tirmizî “hadisi sahihtir” demiştir.130 Sahâbî olup olmaması bir tarafa bırakılacak olursa, bu kadar tanınan ve hakkında açıklamalar yapılan bir hanımın İbn Hazm tarafından bilinmeyen râviler arasında sayılması hatalı bir tutum olarak kabul edilebilir. b. İbn Hazm’ın “kim olduğu bilinmiyor” diyerek mechûl râviler kategorisinde gösterdiği131 bir diğer sahâbî de Gâlib b. Ebcer dir.132 Ebû Dâvud’da rivâyeti olan bu şahsın sahâbî olduğunu İbn Hibbân ve İbn Hazm’ın hemşehrisi ve aynı zamanda hocası olan İbn Abdilber de (ö. 463/1071) söylemektedir.133 c. Dört Sünen sahibinin hadislerini eserlerine aldığı, Bu- hârî’nin de ta’liklerinde rivâyetlerine yer verdiği Behz b. Hakîm’i,134 mechûl sayması135 İbn Hazm’ın bir diğer tenkit edilen kararıdır. Halbuki Behz’den Ma’mer b. Râşid (ö. 152/769), Süfyân es- Sevrî, Hammâd b. Seleme (ö. 167/783), Hammâd b. Zeyd (ö. 179/795) ve İbnü’l-Mübârek gibi çok meşhur hadis âlimleri rivâyette bulunmuştur.136 Yahyâ b. Ma’în, Ali b. el-Medînî (ö. 234/848), Ebû Dâvûd ve Nesâî onun “sika” olduğunu söylemiş,137 Ebû Zür’a er-Râzî 125 Hakkında bilgi için bkz. Mizzî, a.g.e., XXXV, 186-188; İbn Hacer, a.g.e., XII, 451; 126 İbn Hazm, a.g.e., X, 302 127 İbn Abdilber, el-İstîâb, IV, 1857; İbn Hacer, el-İsâbe, VII, 679 128 Nevevî, Tehzîbu’l-esmâ, II, 612; İbn Hacer, a.g.e., VII, 679 129 İbn Hibbân, Sikât, IV, 271 130 Zehebî, Mîzân, III, 160 131 İbn Hazm, a.g.e., VII, 407-408 132 Tam adı Gâlib b. Ebcer b. Dîh el-Müzenî olan ve Gâlib b. Dîh olarak da tanınan bu şahıs hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Abdilber, a.g.e., III, 1252; İbn Hacer, Tehzîb, VIII, 216; el-İsâbe, I, 225 133 İbn Hibbân, a.g.e., III, 327; İbn Abdilber, a.g.e., III, 1252 134 Tam adı Behz b. Hakîm b. Muâviye el-Kuşeyrî el-Basrî olan bu şahıs hakkında bilgi için bkz. İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-ta’dîl, II, 430; Zehebî, Siyer, VI, 253; Mîzân, II, 71-72; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, IV, 259-263; İbn Hacer, Tehzîb, I, 437 135 İbn Hazm, a.g.e., VI, 57. İbn Hazm eserinin başka yerlerinde de Behz’i zayıf saymış ancak herhangi bir sebep belirtmemiştir (VIII, 169; XI, 132). 136 Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, II, 142; İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 430 137 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 430; Zehebî, Siyer, VI, 253 141 de “sâlihtir” açıklamasını yapmıştır.138 Ebû Hâtim, onun şeyh olduğunu, hadisinin yazılabileceğini ancak delil olarak kullanılama- yacağını bildirmiştir.139 Bunun yanı sıra İbn Hibbân onun çokça hata yaptığını belirtirken,140 Hâkim en-Neysâbûrî (ö. 405/1014) ise “Behz sikadır; ancak onun, babası ve dedesi yoluyla naklettiği hadislerin şaz olması ve mütâbiinin bulunmaması sebebiyle hadisini Sahîh’e almadım” demektedir.141 İbn Adî de zayıf râvileri tanıttığı eserinde bilginlerin Behz hakkındaki görüşlerini zikrettikten sonra, “kendisinden birçok güvenilir kimse rivâyette bulunmuştur, rivâyetlerinde bir sakınca olmadığını zannediyorum” diyerek kendi görüşünü beyan etmiştir.142 Behz’in güvenilirliği hakkında zikredilen tüm bu bilgiler onun herkes tarafından tanınan meşhur bir kimse olduğunu göstermektedir. Kendisinden en meşhur hadis bilginlerinin rivâyette bulunduğu, en önde gelen cerh ve ta’dil uzmanlarının hakkında görüş beyan ettiği, en muteber hadis kaynaklarının hadislerine yer verdiği ve neredeyse bütün ricâl kitaplarında ismi anılan ve tanıtılan böyle meşhur bir şahıs hakkında “mechûl” hükmünü verivermesi, İbn Hazm’ın tenkit ehliyetine zarar verir nitelikte bir davranıştır. d. İbn Hazm, İsmâ‘îl b. Muhammed es-Saffâr’ı da (ö. 314/926)143 “mechûl” saymıştır.144 Hâlbuki Dârekutnî (ö. 385/995), İbn Mende (ö. 395/1005) ve Hâkim en-Neysâbûrî gibi şahıslar onun “sika” olduğunu söylemişler ve ondan rivâyette bulunmuşlardır.145 Dârekutnî ayrıca onun güvenilir olmakla birlikte sünnete taassup derecesinde bağlı olduğunu söylemiştir.146 İbn Hacer, İbn Hazm’ın İsmail es-Saffâr hakkında verdiği “mechûl” hükmünü tenkit sadedinde şunları söylemektedir: “İbn Hazm ‘mechûl’ tabirini bir remiz gibi kullanır. Eğer bir kimsenin güvenilirlik durumunu tam bilmiyorsa onun sözünün makbul olmadığını belirtmek için ‘o mechûldür’ ifadesine başvurur. İslâm uleması bu tür durumlarda genellikle ‘onu bilmiyorum’ veya 138 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 430 139 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., II, 430 140 İbn Hibbân, el-Mecrûhîn, I, 194 141 Zehebî, Mîzân, II, 72 142 İbn Adî, el-Kâmil, II, 67 143 Hakkında geniş bilgi için bkz. Hatib el-Bağdâdî, Târîh, VI, 302; Zehebî, Siyer, XV, 440-441; İbn Hacer, Lisan, I, 432 144 İbn Hazm, a.g.e., IX, 296 145 Hatib el-Bağdâdî, a.g.e., VI, 302; Zehebî, a.g.e., XV, 440; İbn Hacer, a.g.e., I, 432 146 Hatib el-Bağdâdî, a.g.e., VI, 302; Zehebî, a.g.e., XV, 441; İbn Hacer, a.g.e., I, 432 142 ‘durumunu bilmiyorum’ derler. Başka bir kelime ilave etmeksizin mutlak olarak ‘mechûldür’ şeklindeki bir ifade ya gerçekten o şahsı tanımayan ya da gelişi güzel söz eden bir kimsenin sözüdür” 147 C. İbn Hazm’ın hatalı olarak görülen cerh ve ta’dîl hükümlerinin onun tenkit karakteri ve üslubu açısından değerlendirilmesi İbn Hazm’ın hatalı kararlarını değerlendirirken dikkat edilmesi gereken en önemli husus, onun da diğer insanlar gibi bir beşer olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla bir insanın, günlük hayatını ilgilen- diren herhangi bir konuda kimi zaman yanılması mümkün olduğu gibi, ictihâdın geçerli olduğu ilmî meselelerde de bazen hataya düşmekten kurtulamayacağını hatırdan çıkarmamak gerekir. Konumuz olan cerh ve ta‘dîlin ictihâdî bir çaba olduğu ise açıktır. Şu halde bir münekkit olarak İbn Hazm’ın, yaptığı ictihatta hatalı neticeye varma ihtimali her zaman olacaktır. Çünkü yapılan işin tabiatı böyle bir sonucu zorunlu kılmaktadır. İctihâdın geçerli olduğu ilim dalları incelendiğinde varılan neticelerin farklı farklı olduğu görülür. Bu ictihâdlardan bir kısmı doğru kabul edilirse, geri kalan bazılarının hatalı olacağı aşikârdır. Bazen kesin doğru olan tespit edilemese dahî durum değişmemektedir. Konuya bu yönden bakıldığında İbn Hazm’ın cerh ve ta’dil kararlarının bir kısmının hatalı olmasının doğal olduğu söylenebilir. Burada, “tenkitçi tarafından verilen bir kararın hatalı olup olmadığı nasıl anlaşılacaktır” sorusu akla gelebilir. Bir kararın hatalı olup olmadığı öncelikle onun gerekçesinin ve dayandığı delillerin sorgulanmasıyla belirlenebilir. Ancak bu her zaman yeterli olma- yabilir. Bu nedenle gerektiğinde diğer bilginlerin konu hakkındaki kanaatlerinin ne olduğu da araştırılmalıdır. Bu hususlara dikkat ederek detaylı bir araştırma yapıldıktan sonra kararın hatalı olduğu kanaati beliriyorsa söz konusu karar itibar dışı kalır. Ricâl kitaplarına bakıldığında her münekkidin makul sayıda bu tür itibar görmeyen hükümlerinin bulunduğu müşahede edilir. Ancak bir münekkidin hükümleri incelendiğinde makullük sınırlarını aşacak kadar çok sayıda kararının muteber sayılmadığı yahut diğer bilginlerin çoğunluğunun kararlarıyla sıkça farklılık arz ettiği anlaşılırsa söz konusu şahsın kararlarına ihtiyatla yaklaşmak ve onun tenkitçi karakterini araştırmak bilimsel bir gereklilik olacaktır. İbn Hazm’ın hadis râvileri hakkında verdiği cerh ve ta’dil kararları bu açıdan incelendiğinde, onun ta’dil hükümlerinin çoğunlukla isabetli olduğu, buna mukabil hatalı cerh hükümlerinin doğrulara nisbetle daha yüksek bir sayıya ulaştığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yukarıda zikredilen örneklerde görüldüğü gibi bu hatalı 147 İbn Hacer, a.g.e., I, 432 143 kararlarda birtakım aşırılıklar bulunmaktadır. Dolayısıyla ona bu yönde yöneltilen tenkitlerin haklılık payı olduğu müşahede edilmektedir. Bu durum bir tenkitçi için kabul edilebilir bir durum değildir ve onun tenkit ehliyetinin sorgulanmasını gerektirir. Bir râvinin güvenilirliği ve ilmî yeterliliği hakkında hüküm vermek mesuliyetli bir iştir. Zira verilen hüküm neticesinde bir râvinin ilmî itibarı belirlenmektedir. Yanlış verilen bir hüküm hadislerin sağlıklı bir şekilde nakledilmesine zarar vereceği gibi, kul hakkına tecavüz etmeye de sebep olacaktır. Bu nedenle hadis rivâyet eden kimselerde aranan belli şartlara ilâveten, onların hadis rivâyetine ehil olup olmadıklarını belirleyen münekkitlerin de psikolojik, ilmî ve ahlâkî bazı özelliklere sahip olması istenmekte ve birtakım kusurlardan uzak kalmaları şart koşulmaktadır.148 Bu şartların en önemlilerinden biri münekkidin son derece temkinli davranması ve her türlü aşırılıktan uzak kalmaya gayret etmesidir. Aksi takdirde hatalar kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle tenkitte ölçüyü kaçırıp acımasızca eleştirmek, cerh ve ta‘dîl geleneğinde hiç de hoş karşılanan bir tutum olarak görülmez.149 İbn Dakîk’in (ö. 702/1302) verâdan uzak ve zanna dayalı tenkitçiliği cerh âfeti sayması,150 cerhte sahip olunması gereken sorumluluk duygusuna verdiği önemi göstermektedir. Sehâvî’nin (ö. 902/1496) belirttiğine göre tenkitçide bulunan verâ ve takvâ, ona sorumluluk duygusu aşılar, böylece münekkit, tenkit edeceği râvi hakkında daha detaylı bir araştırmaya yönelir ve ölçüsüz sözler söylemekten kaçınır.151 148 Bu şartlar hakkında bilgi için bkz. Karahan, Hadis Ravilerinin Güvenilirliği, s. 81-89 149 İslâm ulemâsı tenkitte ölçüsüz ve insafsız davranan kimselerin değerlendirmelerine itibâr edilmemesi gerektiğini açıkça belirtmişler, böylelerinin değerlendirmelerini reddetmişlerdir (Bu konuda bazı örnekler için bkz. Zehebî, Mîzân, I, 117; V, 59; VII, 85-86, İbn Hacer, el-Kavlu’l-müsedded, s. 52; Hedyü’s-sârî, s. 386, 392, 393, 400-401, 404, 430; Tehzîb, I, 36). Hatta bazı bilginler daha da ileri giderek tenkitlerinde aşırı davranmayı âdet haline getirenleri zayıf kabul etmişlerdir. Mesela Ebu’l-Feth el-Ezdî (ö. 374/984) zayıf râvileri toplamayı amaçladığı ed-Du‘afâ’ adlı eserinde sika olarak tanınan bir çok kişiyi rastgele sebeplerle cerh ettiği için diğer tenkit âlimleri tarafından eleştirilmiş, hatta onu bu davranışından dolayı zayıf kabul edenler bile olmuştur. Mesela el-Bağdâdî (ö. 463/1071), Burkânî’nin (ö. 425/1034) onu zayıf saydığını haber vermektedir (bk. Hatîb, Târîh, II, 244). Diğer zayıf sayanlar için bk. Zehebî, Mîzân, VI, 118; Tezkira, III, 967; Siyer, XVI, 348; Muğnî, II, 571. 150 İbn Dakîk, İktirâh, s. 342-343 151 Sehâvî, İ‘lân, s. 130 144 Bir münekkid olarak İbn Hazm’ın bu açıdan bazı eksiklikleri olduğunu söylemek mümkündür. Zira yukarıda bazı örnekleri sunulan cerh kararlarına bakıldığında onun tenkitlerinde aşırı davrandığı görülür. İbn Hazm’ın tenkitte aşırılığı bazen daha ileri noktalara gider ve tenkit ettiği şahsa karşı haksız bazı ithamlar yöneltir. Bu durumun tenkitçinin tenkit ehliyetine zarar verdiği muhakkaktır.152 Tenkitçide aranan bir diğer şart tenkitte aceleci davran- mamaktır. Zira yeterli araştırma yapmadan, üstünkörü karara varmak çoğu kez tenkitten istenen sonucu vermemektedir. Bu, aynı zamanda ilmî emanete uygun bir davranış da değildir. İslâm bilginleri böyle davranan tenkitçilerin aceleyle verdikleri kararları hoş karşılamamışlardır. Ricâl ilminde otorite kabul edilen Zehebî’nin (ö. 748/1347) bu konuda edindiği engin tecrübe neticesinde ulaştığı sonuç, ricâl hakkında fikir beyan etmenin, söz konusu şahsı iyi bir şekilde tanımadıkça ve varılan sonuçtan tam emin olmadıkça câiz görülmeyeceğidir.153 Bir diğer otorite İbn Hacer de (ö. 852/1448) âdil ve dikkatli olmayanın cerh ve ta‘dîlinin kabul edilmeyeceğini söylemiştir.154 İbn Hazm’ın bu şarta her zaman riayet ettiği de pek söylenemez. Zira özellikle başta bazı sahâbîler olmak üzere birçok meşhur kimseyi mechûl diyerek zayıf sayması onun yeterince araştırma yapmadan karara vardığını göstermektedir. Bilimsel 152 Ricâl kitaplarını araştırdığımızda İslâm ulemâsının, yapılan tenkitlerde üslubun iyi ayarlanması ve kelimelerin özenli kullanılması hususunda çoğunlukla hassas olduklarını müşâhede etmekteyiz. Mesela Müzenî’nin (ö. 264/878) rivâyet ettiğine göre kendisi bir keresinde bir şahıs hakkında “o kezzâbdır” demiş, bunu duyan İmâm eş-Şâfi‘î (ö. 204/819) onu “Ey Ebû İbrâhim! Sözlerine elbise giydir, onları güzelleştir. ‘o yalancıdır’ deme, onun yerine ‘onun hadîsi bir şey değildir (değer ifade etmez)’ demen daha uygundur” diyerek uyarmıştır (Sehâvî, İ‘lân, s. 125). İmâm eş-Şâfi‘î’nin bu tavrı İslâm ulemâsının bu konudaki hassasiyeti hakkında bize fikir vermektedir. Aynı hassasiyeti Buhârî’de (ö. 256/870) de görüyoruz. Buhârî’nin, ricâl hakkında konuştuğu zaman “kezzâb” ve “vaddâ‘” tâbirlerini nâdiren kullandığı, bunların yerine “seketû ‘anhu/onun hakkında sustular”, “fîhi nazarun/hakkında ihtilâf vardır”, “terekûhu/onu terk ettiler” vb. ifadeler kullanmayı tercih ettiği bilinmektedir. Buhârî hadis râvileri hakkında “kizb” ifadesini nadiren de olsa kullandığında da, “kezzebehû fülânün/falanca onun yalancı olduğunu söylemektedir”, “ramâhu fülânün bi’l-kizbi/falanca onun yalancı olduğunu iddiâ etmektedir” şeklinde sözü başkalarına nispet etmiştir (Sehâvî, a.y.). 153 Zehebî, Mîzân, V, 60 154 İbn Hacer, Şerhu Nuhbe, s. 68 145 mantık açısından böyle bir tavrın müsamaha ile karşılanmasının söz konusu olmayacağı ise açıktır. Yaşadığı bölge ve içinde bulunduğu şartlar dikkate alındığında İbn Hazm’ın bazı râvileri tanımaması mazur görülebilir. Zira yaşadığı Mağrib bölgesi İslâmî ilim merkezlerine uzaktır. Ancak sahâbîlerin ve bazı meşhur tâbiîlerin rivâyetlerini ihtiva eden ve onları tanıtan eserlerin onun yaşadığı dönemde Mağrib’de yaygın olduğu düşünülürse bu geçerli bir mazeret olarak kabul edilemez. Tenkitçide aranan bu iki temel şarta, aslında her ilim dalının temel şartlarından biri olan, dikkatli ve titiz olma hususunu da ilave edebiliriz. Zira tenkit işinde gerekli itinayı göstermeyip yeterince araştırma yapmamak veya araştırma yapıyorken dikkati yapılan işe toplamamak tenkitçinin hatalı kararlar vermesine sebep olur. Yukarıda bahis konusu edilen örneklerin hepsinde İbn Hazm’ın ricâl tenkidinde dikkat ve titizliğinin eksikliği hissedilmekle birlikte, özellikle verdiği hükümler arasında çelişkilerin bulunması, onun râviler hakkındaki kararlarında yeterince titiz davranmadığı düşüncesini daha da güçlendirmektedir. Zira titizlik, yapılan araştırmanın ve verilen kararın tüm yönlerini düşünmeyi gerektirir. Daha önce verdiği kararı dikkate almadan öncekine tezat teşkil eden yeni bir karar vermesi yahut önceki düşüncesini değiştirmiş bile olsa bunu gerekçeleriyle açıklamaması İbn Hazm’ın ricâl tenkidinde kimi zaman yeterince titiz olmadığını gösterir nitelikte bir tutum olarak değerlendirilebilir. İbn Hazm’ın kararları arasındaki tutarsızlık aynı zamanda onu mutaassıp bir kimse konumuna düşürmektedir. Zira onun birbiriyle çelişki arz eden kararlarına bakıldığında, râviye zayıf diyerek reddettiği hadisin kendi görüşüne aykırı olduğu, buna mukabil aynı zayıf râvinin nakletmesine rağmen sahih kabul ettiği hadisin ise kendi görüşünü desteklediği görülmektedir. Bu durum onun ricâl tenkidi kararlarında râvilerin rivâyet ettiği hadislerin kendi görüşüyle uyumlu olup olmamasının etkili olduğu şüphesini uyandırmaktadır. Böyle bir tutumun tenkitçinin tenkit ehliyetine zarar vereceği şüphesizdir. Söz konusu temel şartları yeterince taşımadığı anlaşılan İbn Hazm’ın, tenkitte aşırı tutum sergileyen yani müteşeddid bir tenkitçi olduğu sonucuna varmak mümkündür. Bunun yanı sıra kararları arasında tutarsızlık bulunması ve “mechûl” hükmünü çok kolay vermesi onun tenkitlerinde fazla dikkatli olmadığı, aceleci kararlar verdiği ve ortaya koyduğu kararların sonucunu fazla önemsemediği intibaını uyandırmaktadır. Bu yönüyle de özellikle verdiği cerh kararları açısından mütesâhil bir tenkitçi sayılabilir. Cerh ve ta‘dîlin son derece hassas ölçüleri bünyesinde barın- dıran bir metot olduğunda şüphe yoktur. Bu nedenle tenkitçinin, râviler hakkında araştırma yaparken ve karar aşamasında gerekli 146 dikkat ve hassasiyeti göstermesi, ölçülü ve dengeli kararlar verebilmesi için şarttır.155 Cerh ve ta‘dîl mütehassısları tenkitte aşırı giden münekkitlerin değerlendirmelerini iyice araştırmadan kabul etmemek gerektiğini söylerler. Böyle şahısların tevsîk ve ta‘dîlleri hiç tereddütsüz kabul edilirken, cerhleri ancak başkalarının değerlendirmesiyle aynı olursa kabul edilir. Cerhte yalnız kaldıklarında yahut diğer münekkitlere muhalif olduklarında değerlendirmelerine itibar edilmez. Birçok ricâl eseri kaleme alarak cerh ve ta’dil ilmine büyük katkıları olan Zehebî bu konudaki ölçüyü şu sözleriyle açıklamıştır: “Müteşeddid (tenkitte aşırı giden) tenkitçiler râviyi iki veya üç hatasından dolayı ayıplarlar. Bunlar bir şahsı tevsîk ettikleri vakit sözlerine sımsıkı sarıl. Birisini “zayıf” saydıklarında ise, başkalarının o şahsı taz‘îf edip etmediklerini kontrol et. Eğer onlarla aynı şeyi söylemişse ve söz konusu şahsı ihtisas sahibi tenkitçilerden hiç birisi tevsik etmemişse, o râvi zayıftır. Eğer tevsîk eden varsa, o zaman, ‘sebebi beyân edilmeyen cerh kabul edilmez’ kuralına göre amel et. Yani, mesela, İbn Ma‘în’in (ö. 233/847), za‘f sebebini açıklamadığı halde, bir kimse hakkında zayıftır demesi o kimsenin reddedilmesi için yeterli değildir. Çünkü ondan sonra bir başkası gelip o şahsı tevsîk edebilmektedir”.156 İbn Hazm’ın aşırılığı, cüretkârlığı ve aceleciliği yüzünden kimi zaman düştüğü hatalara karşı İslâm ulemasının tepkisiz kalmaması ve yanlışları ortaya koyarak doğru hareket tarzı hakkında fikir beyan etmeleri, onların bu tür durumlarda dikkatli davrandıklarını göstermektedir. Ayrıca diğer hatalı kararlarda olduğu gibi, bunları da kabul etmemeleri, niçin kabul etmediklerine dair diğer bilginlerin, üzerinde konuşulan şahıs hakkındaki değerlendirmelerine müracaat ederek deliller ortaya koymaları, karşılaşılan teâruzun giderilmesine çözüm sunmuştur. Bu çözümlerden ayrıca İslâm ulemasının özellikle ricâl tenkidi hususunda hassas olunması, ihtiyatın elden bırakılmaması, rasgele karar vermekten sakınılması gerektiği 155 Zehebî, Zikru men yu‘temedü kavluhû fi’l-cerh ve’t-ta‘dîl adlı eserinde münekkidleri, tenkitteki dikkat ve titizliklerine göre üç ana grupta incelemiştir (s. 171-172). Bunlardan ikisi tenkidinde katılıkta yahut müsamahada ölçüyü kaçıranlar (müteşeddid ve mütesâhiller), üçüncüsü ise ifrat ve tefrîte kaçmadan tenkitte olması gereken ölçüyü tutturabilenlerdir. Bunlar da mu‘tedil diye adlandırılmaktadır. Tenkitçide asıl aranan özellik bu olmakla birlikte herkesin bunu başaramadığı bilinmektedir. Mu‘tedillerin de zaman zaman ölçüyü kaçırarak aşırı tenkitlerde bulunduğu olmuştur. Ancak bu aşırılıkların itidâl üzere verdiği kararlara nazaran az sayıda olması, o şahsın mûtedil sayılmasına engel değildir. Yine bunun gibi müteşeddid ve mütesâhillerin de son derece ölçülü ve dengeli kararları vardır. Ancak genel eğilimleri onların bu kategorilerde değerlendirilmelerini gerekli kılmaktadır. 156 Zehebî, a.g.e., s. 171-172 147 hususunda elden geldiğince titiz davrandıkları anlaşılmaktadır. Böylece ihtiyatlı davranarak ve bir şahıs hakkında verilen kararları tartışmak suretiyle en doğru karara ulaşmanın mümkün olacağı kanaatini taşımaktadırlar. Sonuç Hadis hâfızı ve fıkıh ilminde ehl-i hadisin temsilcilerinden biri kabul edilen İbn Hazm İslâmî ilimlerle alakalı araştırmalarında hadise özel bir önem vermiştir. Özellikle el-Muhallâ’da fıkhî görüşlerinin büyük çoğunluğunu hadislere dayandırmıştır. Kullan- dığı hadislerin sıhhatlerini ve delil değerlerini belirlemek için klasik hadis usulü kaidelerini kullanmayı öngörmüştür. Buna göre delil değeri açısından bir hadisi değerlendirirken önce onun senedinin yapısını ve seneddeki râvilerin güvenilirliklerini tartışmış, daha sonra gerekirse metin tenkidi yaparak söz konusu hadisi ya sahih kabul ederek delil olarak kullanmış ya da zayıf olduğuna hükmederek değerlendirme dışı tutmuştur. Râvilerin güvenilirliklerini belirlerken cerh ve ta’dîl kriterlerini uygulamayı temel alan İbn Hazm, geçmiş tenkitçilerin râviler hakkındaki görüşlerinden istifade etmiştir. İbn Hazm’ın hadislerin sıhhatlerini belirlemek amacıyla izlemeği düşündüğü yol, teoride hadis bilginlerinin metotlarıyla büyük ölçüde uygunluk arz etmesine rağmen bu düşüncesini pratiğe yansıtmakta fazla başarılı olamadığı görülmektedir. Özellikle râviler hakkında verdiği hükümlerde bazı hatalara düştüğü müşahede edilmektedir. Bu hataların genellikle râviler hakkında verdiği cerh hükümlerinde olduğu görülür. Ta’dilde ise çoğunlukla isabetli kararlar vermiştir. İbn Hazm’ın hatalı cerh ve ta’dil hükümleri incelendiğinde, bunların onun cerhte aşırılığından kaynaklandığı müşahede edilir. Bu yönüyle onu müteşeddid tenkitçiler arasında sayan ilim adamlarının haklı olduğunu söylemek mümkündür. Bunun yanı sıra râviler hakkındaki kararlarında yeterince titiz davranmaması İbn Hazm’ın aynı zamanda cerhte mütesâhil bir tenkitçi sayılmasını gerekli kılmaktadır. Her iki eğilimin de tenkitçinin tenkit ehliyetine zarar vereceği şüphesizdir. Zira bir nevi hâkim konumunda olan tenkitçiden beklenen, karar aşamasında duygusallıktan uzak kal- ması, ölçülü ve dengeli olmaya çalışması, gerekli dikkat, titizlik ve hassasiyeti göstermesidir. Bu nedenle İbn Hazm’ın cerh kararlarını iyice araştırmadan kabul etmemek hatalara düşmemek açısından önemlidir. Onun bir râvi hakkında verdiği cerh kararı diğer tenkitçilerin değerlendir- meleriyle karşılaştırılmalı, aynı olursa kabul edilmeli, muhalif 148 olduğunda itibar dışı tutulmalıdır. İbn Hazm’ın tevsîk ve ta‘dîllerini kabul etmekte ise herhangi bir sakınca görünmemektedir. Bibliyografya Ahmed b. Hanbel, Ebû ‘Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş- Şeybânî, el-Müsned, I-VI, Çağrı Yay. İstanbul 1982. Başaran, Selman, İbn Hazm ve Hadisteki Metodu, Ankara Ün. İlahiyat Fakültesi, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1977. ———, “Tirmizî ve İbn Mâce’yi İbn Hazm’ın Mechûl Olarak Vasıflandırması”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 2, sayı: 2, yıl: 1987, s. 19-25. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn, es-Sünenü’l-kübrâ, (thk. Muhammed Abdulkadir Atâ), I-X, Mektebetü Dâri’l-Bâz, Mekke 1414/1994. Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâ‘îl, el-Câmi‘u’s-sahîh, I-VIII, el-Mektebetü’l-İslâmî, İstanbul 1979. ———, Kitâbu’t-Târîhi’l-kebîr, I-IX, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Haydarâbad 1943. ———, el-Edebü’l-müfred, (thk. Muhammed Fuad Abdülbâkî), Dâru’l- Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut 1409/1989. Dârimî, Ebû Muhammed Abdullâh b. Abdirrahmân, Sünenü’d- Dârimî, (thk. Mustafâ Dîb el-Buğâ), I-II, Dâru’l-Kalem, Dımaşk 1412/1991. Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as es-Sicistânî, Sünenü Ebî Dâvûd, I- V, Çağrı Yay., İstanbul 1981 Ebû Suaylik, Muhammed Abdullah, el-İmâm İbn Hazm ez-Zâhirî, Dâru’l-Kalem, Dımaşk 1415/1995 Hâkim, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh en-Neysâbûrî, el- Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, (thk. Mustafa Abdulkadir Atâ), I- IV, Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1411/1990. Hatîb, Ebû Bekr Ahmed b. Alî el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, I-XIV, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut ts. İbn Abdilber, Ebu Ömer Yûsuf b. Abdilber en-Nemerî el-Endelûsî, el- İstî’âb fî ma’rifeti’l-ashâb, (thk. Ali Muhammed el-Bicâvî), I-IV, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1412/1992. İbn Adî, Ebû Ahmed Abdullâh b. ‘Adî el-Cürcânî, el-Kâmil fî du‘afâi’r- ricâl, (thk. Yahya Muhtar Gazâvî), I-VIII, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1409/1988. 149 İbn Dakîk, Ebu’l-Feth Muhammed b. Ali b. Dakîk el-‘Îd, el-İktirâh fî beyâni’l-ıstılâh vemâ udîfe ilâ zâlike mine’l-ehâdîsi’l-ma‘dûdeti fi’s-sıhâh, (thk. ‘Âmir Hasen Sabrî), Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut 1417/1996 İbn Ebî Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Ebî Hâtim er-Râzî, Kitâbu’l-Cerh ve’t-ta‘dîl, I-IX, Dâru’l-Kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut 1371/1952-1373/1953. ———, İlelü’l-hadîs, (thk. Muhibbüddîn el-Hatîb), I-II, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1405/1985. İbn Hacer, Ebu’l-Fadl Ahmed b. Alî b. Hacer el-Askalânî, Hedyü’s- sârî Mukaddimetü Fethi’l-bârî Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, (thk. Muhibbuddîn el-Hatîb), Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut ts. ———, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, (thk. Ali Muhammed el-Bicâvî), I- VIII, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1412/1992. ———, el-Kavlu’l-müsedded fi’z-zebbi ‘ani’l-Müsnedi li’l-İmâm Ahmed, Dâru Âlemi’l-kütüb, Beyrut 1404/1984. ———,Lisânü’l-Mîzân, I-VIII, Müessesetü’l-A‘lemî li’l-Matbû‘ât, Beyrut 1406/1986. ———, Şerhu’n-Nuhbe-Nüzhetü’n-nazar fî tavdîhi Nuhbeti’l-fiker fî mustalahi ehli’l-eser, (thk. Nûruddîn ‘İtr), Matba‘atu’s-Sabâh, Dımaşk 1413/1992. ———, Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XIV, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1404/1984 İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm el-Endelûsî ez- Zâhirî, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm, I-VIII, Matba‘atü’s-Sa‘âde, Mısır 1345-1347. ———, el-Muhallâ, I-XI, Dâru’l-Âfâkı’l-cedîde, Beyrut ts. İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân el-Büstî, Kitâbu’s- Sikât, (thk. Es-Seyyid Şerefüddîn Ahmed), I-IX, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1395/1975. ———, el-Mecruhîn mine'l-muhaddisîn ve'd-duafâ ve'l-metrûkîn, (thk. Mahmûd İbrahim Zâyed), I-III, Dâru’l-Va’y, Halep 1369. ———, Meşâhîru ulemâi’l-emsâr, Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1959. İbn Sa’d, Ebû ‘Abdillâh Muhammed b. Sa‘d el-Basrî, et-Tabakâtü’l- kübrâ, I-IX, Dâru Sâdır, Beyrut ts. İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali el-Kureşî, el-İlelü’l- mütenâhiye fi’l-ehâdîsi’l-vâhiye, I-II, Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1403/1983. 150 İclî, Ebu’l-Hasen Ahmed b. Abdullah, Ma’rifetü’s-sikât, (thk. Abdülalîm Abdülazîm el-Bestevî), I-II, Mektebetü’d-Dâr, Medine 1405/1985. Leknevî Ebu’l-Hasenât Muhammed Abdülhayy, er-Raf‘u ve’t-tekmîl fi’l-cerh ve’t-ta‘dîl, (thk. Abdülfettâh Ebû Gudde), Dâru’l- Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut 1407/1987. Karahan, Abdullah, Hadis Ravilerinin Güvenilirliği-Tespiti, İmkânı, Hadisin Sıhhatine Etkisi, Sır Yay., İstanbul 2005. Mizzî, Ebu’l-Haccâc Yûsuf b. ‘Abdirrahmân, Tehzîbü’l-kemâl fî esmâi’r-ricâl, (thk. Beşşâr ‘Avvâd Ma‘rûf), I-XXXV, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1413/1992. Nesâî, Ebû ‘Abdirrahmân Ahmed b. Şu‘ayb, ed-Duafâ’ ve’l-metrûkîn, (thk. Mahmud İbrahim Zâyed), Dâru’l-Va’y, Halep 1369. Nevevî, Ebû Zekeriyâ Yahyâ b. Şeref, Şerhu Sahîhi Müslim, I-XVIII, Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut ts. ———, Tehzîbü’l-esmâ ve’l-lugât, I-IV, Dâru’l-Kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut ts. Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, (thk. Muhammed Fuâd ‘Abdülbâkî), I-V, Dâru İhyâi’l-kütübi’l- ‘Arabiyye, Kâhire 1374/1955 Sehâvî, Ebû ‘Abdillâh Muhammed b. Abdirrahmân, Fethu’l-muğîs şerhu Elfiyyeti’l-hadîs li’l-‘Irâkî, I-III, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1403/1983. ———, el-İ‘lân bi’t-tevbîh limen zemme bi’t-târîh, (thk. Franz Rosenthal), Dâru’l-Kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut ts. Sübkî, Tâcüddîn ‘Abdülvehhâb b. ‘Alî, Tabakâtü’ş-Şâfi‘iyyeti’l-kübrâ, (thk. Mahmûd Muhammed et-Tenûhî), I-X, Matba‘atu‘Îsâ el- Bâbî el-Halebî, Kâhire 1383/1964 Taberânî, Ebu’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-evsat, (thk. Târık b. İvazullâh-Abdülmuhsin b. İbrahim), I-X, Dâru’l- Haremeyn, Kahire 1415. ———, el-Mu’cemu’l-kebîr, (thk. Hamdi b. Abdülmecîd es-Selefî), I- XXV, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-hikem, Mevsıl 1404/1983. ———, el- Mu’cemu’s-sağîr, (thk. Muhammed Şekûr Mahmûd), I-II, el-Mektebü’l-İslâmî, Beyrut 1405/1985. Tâhir el-Cezâirî, Tâhir b. Sâlih el-Cezâirî ed-Dımeşkî, Tevcîhü’n-nazar ilâ usûli’l-eser, (thk. Abdulfettâh Ebû Gudde), I-II, Mektebü’l- matbû’âti’l-İslâmiyye, Beyrut 1416/1995. Tirmizî, Ebû ‘Îsâ Muhammed b. ‘Îsâ, el-Câmi‘u’s-sahîh, (thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Muhammed Fuâd ‘Abdülbâkî, Yûsuf 151 Kemâl el-Hût), I-V, Dâru’l-Kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut 1408/1987. Ukaylî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Ömer, ed-Du’afâu’l-kebîr, (thk. Abdulmu’tî Emîn Kal’acî), I-IV, Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1414/1984. Zehebî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, Mîzânu’l-i‘tidâl fî nakdi’r-ricâl, I-VIII, Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1995. ———, el-Muğnî fi’d-du’afâ’, (thk. Nuruddîn İtr), I-II, Dâru’l-Ma’ârif, Halep 1971. ———, er-Ruvâtu’s-sikâtu’l-mutekellemu fîhim bimâ lâ yûcibu’r- redde, (thk. Muhammed İbrahim el-Mevsılî), Dâru’l-Beşâiri’l- İslâmiyye, Beyrut 1992. ———, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ, I-XXIII, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1405/1985 ———, Tezkiretü’l-huffâz, (thk. Hamdi Abdülmecîd İsmail es-Selefî), I- IV, Dâru’s-Sumey’î, Riyad 1415/1994. ———, Zikru men yu‘temedü kavluhû fi’l-cerh ve’t-ta‘dîl, (thk. Abdülfettâh Ebû Gudde), (Erba‘u resâil fî ‘ulûmi’l-hadîs içinde), Mektebü’l-Matbû‘âti’l-İslâmiyye, Beyrut 1419/1999. 152