T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA BURSA: SİYASAL, TOPLUMSAL, EKONOMİK VE KÜLTÜREL YAŞAM (1939-1945) (DOKTORA) GÖKÇE SÜZGÜN IŞIK BURSA – 2021 B .U .Ü . S .B .E . T A R İH A N A B İL İM D A L I T Ü R K İY E C U M H U R İY E T İ T A R İH İ B İL İM D A L I II. D Ü N Y A S A V A Ş I Y IL L A R IN D A B U R S A : S İY A S A L , T O P L U M S A L , E K O N O M İK V E K Ü L T Ü R E L Y A Ş A M (1 9 3 9 -1 9 4 5 ) G Ö K Ç E S Ü Z G Ü N IŞ IK B U R S A 2 0 2 1 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA BURSA: SİYASAL, TOPLUMSAL, EKONOMİK VE KÜLTÜREL YAŞAM (1939-1945) (DOKTORA) Gökçe SÜZGÜN IŞIK ORCID: 0000-0002-4679-2862 Danışman: Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA BURSA-2021 23/11/2021 Yemin Metni Doktora tezi olarak sunduğum “II. Dünya Savaşı Yıllarında Bursa: Siyasal, Toplumsal, Ekonomik ve Kültürel Yaşam (1939-1945)” başlıklı çalışmanın; bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Adı Soyadı: Gökçe SÜZGÜN IŞIK Öğrenci No: 711542005 Anabilim Dalı: TARİH Programı: Doktora Tezin Türü: Yüksek Lisans/ X Doktora/ Sanatta Yeterlilik/ x x x x i II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA BURSA: SİYASAL, TOPLUMSAL, EKONOMİK VE KÜLTÜREL YAŞAM (1939-1945) “II. Dünya Savaşı Yıllarında Bursa: Siyasal, Toplumsal, Ekonomik ve Kültürel Yaşam (1939-1945)” adlı bu çalışmada, 1939 ve 1945 arasında dünyayı saran küresel savaş ile Türkiye’de ortaya çıkan tablo, Bursa yereli bağlamında ele alınmıştır. Sahip olduğu yoğun nüfus ile Türkiye’nin önde gelen kentlerinden biri olan Bursa, bu dönemde takip edilen sosyal ve ekonomik politikalardan etkilenmiştir. Ülkede kendini gösteren ağır yaşam koşullarının Bursalıları nasıl etkilediği, çalışmada ayrıntılarıyla ortaya konulmuş, yerelde var olan tablo; siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan irdelenerek kent bütüncül olarak değerlendirilmiştir. Savaş yıllarında; parti-devlet bütünleşmesiyle, parti örgütünün kentin en ücra köşelerine dahi ulaştırıldığı, fakat savaşla birlikte ortaya çıkan koşulların etkisiyle parti üye sayısının düşüşe geçtiği ve hatta partinin yerel örgütlenmesinde çeşitli anlaşmazlık, uyumsuzluk ve güven eksikliklerinin kendisini gösterdiği tespit edilmiştir. Bu süreçte, Hükümetin iaşenin düzenlenmesi ve piyasadaki para dengelerinin sağlanması gibi amaçlarla yürürlüğe koyduğu Toprak Mahsulleri Vergisi ve Varlık Vergisi gibi olağanüstü uygulamaların, kent ekonomisinin iki önemli unsuru olan köylüler ve ticaretle uğraşan gayrimüslim vatandaşlar üzerinde yıkıcı bir etki yarattığı görülmüştür. Bu durum karşısında, kentteki pek çok sosyal yardım kuruluşu çalışmalarıyla fakir ve muhtaç vatandaşlara yardımda bulunarak sosyal dayanışma bilincinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Aynı zamanda, kentin nüfus verileri ve evlenme rakamlarında düşüş yaşanırken, boşanmalar da artış görülmüştür. Yerelde yaşanan toplumsal bozulma, ahlaki çöküntüyü de beraberinde getirerek, dilenciler ve sokak çocukları gibi unsurları ortaya çıkarmıştır. Kent genelinde kumardan fuhuşa, hırsızlıktan gaspa suç ve asayiş olaylarında önemli bir artış yaşanmıştır. Savaşın getirdiği tüm olumsuzluklara rağmen, kentin sahip olduğu eğitim kurumları, çalışmalarını başarıyla sürdürmüş, canlı bir kültür-sanat hayatı ve spor etkinlikleri, kentteki dinamizmin ana kaynağını oluşturmuştur. Anahtar kelimeler: II. Dünya Savaşı, Bursa, Siyaset, Ekonomi, Toplum, Kültür. Yazar Adı Soyadı Gökçe SÜZGÜN IŞIK Üniversite Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı Tarih Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Tezin Niteliği Doktora Mezuniyet Tarihi 28/12/2021 Tez Danışmanı Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA ii Name & Surname Gökçe SÜZGÜN IŞIK University Bursa Uludağ University Institute Institute of Social Sciences Field History Subfield History of The Republic of Turkey Degree Awarded Ph. D. Date of Degree Awarded 12/28/2021 Supervisor Prof. Behçet Kemal YEŞİLBURSA BURSA IN THE WORLD WAR II: POLITICAL, SOCIAL, ECONOMIC AND CULTURAL LIFE (1939-1945) The global war surrounded the world between 1939 and 1945. In this period Bursa was one of the leading cities of Turkey having dense population. Which it had been affected by the social and economic policies followed by government. This study examines how the harsh living conditions in the country affected the people are revealed in detail and the picture existing in the locality. Which is evaluated by examining from political, economic, social and cultural aspects. In this period, it has been seen that the extraordinary practices such as the taxes Agricultural Products Tax and Wealth Tax put into effect to regulate the food supply and to ensure the money balance in the market had a devastating effect on the villagers and non-Muslim citizens. By the help of many local social aid organizations to the poor and needy citizens had been effective in the emergence of social solidarity awareness against this situation. Meanwhile, while the population of the city and the number of marriages decreased, there has been an increase in divorces. The social deterioration experienced in the locality caused moral collapse and emergence of elements such as beggars and street children. There has been a significant increase in crimes from gambling to prostitution, theft to extortion and public disorder throughout the city. Despite all the negativities brought by the war, educational institutions were carried out their works successfully. Moreover, a colorful culture-art life & sports activities constituted the main source of dynamism in the city. Keywords: Bursa, World War II, Politics, Economy, Society, Culture. iii ÖNSÖZ 20. Yüzyılın ikinci yarısına girilirken 1939- 1945 yılları arasında dünyayı etkisi altına alan küresel savaş, yaşandığı dönemde sebep olduğu koşullar ve ortaya çıkardığı sonuçlar ile insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturmuştur. Savaş, Avrupa’nın büyük başkentlerinde yol açtığı yıkımların yanında cephe gerisi kavramının da yok olduğu bir anlayışı beraberinde getirmiştir. Bu durum sivillerin maruz kaldığı büyük katliamların da yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Bu yıllarda insanlığın yaşadığı büyük buhran ve istikrarsızlık, tüm dünyayı kuşatarak, büyük felaketin etkilerinin her alanda hissedilmesine sebebiyet vermiştir. II. Dünya Savaşı ülkemizde siyaset, toplum ve ekonomi başta olmak üzere pek çok alanda çeşitli gelişmelerin yaşanmasına yol açmış ve ülkemiz her yönüyle bu savaştan etkilenmiştir. Bu yıllarda sahip olduğu nüfus ile Türkiye’nin dördüncü büyük kenti olan ve imkanları ile ön plana çıkan Bursa, savaşın beraberinde getirdiği sorunların en yoğun olarak yaşandığı kentlerden biri olmuştur. Bu çalışma, II. Dünya Savaşı’nın Bursa’da ortaya çıkardığı siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel tabloyu bütünüyle ele alarak savaş yıllarını Bursa yereli perspektifinden sunmayı amaçlamaktadır. Bu döneme kadar Bursa’yı çeşitli dönemlerde ele alan pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen II. Dünya Savaşı’na uzanan sürece ve bu savaş yıllarının yereldeki etkilerine odaklanılmamıştır. Dolayısıyla bu çalışma, bu konuda bir ilk olma özelliğini taşımaktadır. Ailemin birkaç kuşaktan beri bu kentin bir parçası olması, Bursa’da doğup, bu kentte yaşıyor olmam, aile büyüklerimin yerelde bu savaşın etkilerini bizzat yaşamış kişiler olması ve onlardan dinlediğim hatıralar, yaşadığım kentin bu döneminin araştırılması ve incelenmesi yönünde bende büyük bir ilgi uyandırdı. Ayrıca değerli hocalarımın yönlendirmeleri de tez çalışmamda bu konuyu seçmemde etkili oldu. Bu çalışmamda bana desteğini ve yardımlarını esirgemeyen; Değerli Hocam Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA başta olmak üzere, bu alanda yetişmemde bana büyük katkılarda bulunan Sayın Hocam Prof. Dr. Saime YÜCEER’e, tez çalışmam süresince fikir ve tecrübeleriyle beni yönlendiren Sayın Hocam Prof. Dr. Zeynep DÖRTOK ABACI’ya, değerli bilgi ve kaynaklarını benden esirgemeyen Sayın Hocam Doç. Dr. Fevzi ÇAKMAK ve Sayın Hocam Doç. Dr. Seher (BOYKOY) AKÇA’ya çok teşekkür ederim. Ayrıca tez çalışmama daha fazla zaman ayırmam ve yazmak için gerekli ortamı sağlamam konusunda, bana büyük bir özveri ile destek olan değerli eşim Ensar IŞIK’a ve çalışmam konusunda beni her zaman teşvik eden anne ve babam Saliha ve Mehmet SÜZGÜN’e sonsuz teşekkür ederim. Son olarak, II. Dünya Savaşı yıllarının Bursa’sını bütünüyle analiz ederek bu yılları Bursa’daki sıradan insanın gözünden aktarmayı amaçlayan bu çalışma; savaş yıllarına bizzat tanıklık ederek, o dönemin Bursa’sında yaşamış dedem Sabri SAN ve anneannem Emine SAN ile döneme ilişkin aile arşivini bizlerle paylaşan teyzem Sabriye SAN’ın aziz hatıralarına armağan edilmiştir. iv İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ................................................................................................................................ i ABSTRACT .................................................................................................................... ii ÖNSÖZ ........................................................................................................................... iii İÇİNDEKİLER ............................................................................................................... iv TABLOLAR ................................................................................................................. viii ŞEKİLLER ..................................................................................................................... ix KISALTMALAR ............................................................................................................. x GİRİŞ .............................................................................................................................. 1 1. II. DÜNYA SAVAŞI VE TÜRKİYE ........................................................................ 8 1.1. II. Dünya Savaşı Öncesinde Türkiye’nin Genel Durumu ....................... 8 1.2. II. Dünya Savaşı ve Türkiye’nin Dış Politikası ...................................... 24 1.3. II. Dünya Savaşı’nın Türkiye’deki Sosyal ve Ekonomik Etkileri ........ 42 2. II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA BURSA’DA SİYASAL YAPILANMA ... 56 2.1. Türkiye’de Parti-Devlet Bütünleşmesi .................................................... 56 2.2. Atatürk’ün Vefatı ile Başlayan Süreç ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Durumu ...................................................................................................... 68 2.3. Tek Parti Yönetiminin Bursa Yerelindeki Yansımaları ....................... 84 2.3.1. Teşkilat Yapısı ............................................................................. 85 2.3.2. Üyeler ........................................................................................... 97 2.3.3. Mülki İdare ile İlişkiler ............................................................. 104 2.4. Savaş Sonunda Bursa Yerelindeki Siyasal Durum .............................. 110 3. II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA BURSA’DA EKONOMİK YAŞAM ...... 129 3.1. İktisadi Politikalar ve Uygulamaların Bursa Yereline Yansıması ..... 129 3.1.1. Bursa’da Sanayi Kuruluşlarının Yapısı ve Sahip Olduğu Koşullar ...................................................................................... 129 3.1.2. Bursa’daki Yerel İşletmeler, Esnaf Örgütleri ve Kooperatif Çalışmaları ................................................................................. 137 3.1.3. Bursa’daki Bankalar ve Finans Kurumları’nın Durumu ....... 141 3.2. Tarım Politikaları ve Bursa’daki Etkileri ............................................ 144 v 3.2.1. Tarım Politikaları ve Bursa Köylüsü ........................................ 146 3.2.2. Orman Politikaları ve Bursa’da Ormanların Kullanımına Yansıması ................................................................................... 154 3. 3. Bursa’da Ticari Yaşam ......................................................................... 159 3.3.1. Ekonomi Politikaları ve Savaş Koşullarının Piyasalar Üzerindeki Etkisi ........................................................................ 160 3.3.2. Devletin İaşe Politikası, Bursa’da Karaborsa ve İhtikâr Olayları ....................................................................................... 164 3.3.3. Bursa’da Hayat Pahalılığı ve Yoksulluk .................................. 171 3.3.4. Varlık Vergisi ve Bursa’daki Yansımaları ............................... 177 3.4. Bursa’da Sosyal Yardım Kuruluşları ve Etkinlikleri .......................... 184 3.4.1. Yardım Sevenler Cemiyeti Bursa Şubesi .................................. 185 3.4.2. Kızılay ........................................................................................ 189 3.4.3. Çocuk Esirgeme Kurumu Şubesi .............................................. 194 3.4.4. Darülaceze’ye Yardım Cemiyeti ............................................... 197 3.4.5. Yoksul Talebelere Yardım Cemiyeti ......................................... 199 3.4.6. Bursa Halkevi Sosyal Yardım Komitesi ................................... 200 4. II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA BURSA’DA TOPLUMSAL YAŞAM .... 204 4.1. Kent Nüfusunun Yapısı .......................................................................... 204 4.1.1. Bursa Nüfusunun Genel Özellikleri ......................................... 204 4.1.2. II. Dünya Savaşı Döneminde Takip Edilen Nüfus Politikalarının Bursa Üzerindeki Etkisi ................................... 211 4.2. Bursa’da İmar, Altyapı ve Ulaşım ......................................................... 219 4.2.1.Bursa’nın İmarı ......................................................................... 219 4.2.2. Bayındırlık ve Alt yapı Hizmetleri ............................................ 226 4.2.2.1. Elektrik ........................................................................ 226 4.2.2.2. Su ................................................................................. 229 4.2.3. Ulaşım ........................................................................................ 234 4.2.3.1. Kara Yolları ve Şehir içi Ulaşım ................................. 235 4.2.3.2. Demiryolu Ulaşımı ...................................................... 242 4.2.3.3. Denizyolu Ulaşımı ....................................................... 245 4.2.3.4. Havayolu Ulaşımı ........................................................ 248 vi 4.3. II. Dünya Savaşının Bursa’da Toplumsal Yapı Üzerindeki Etkisi .... 250 4.3.1. Toplumsal Değerlerdeki Değişimin Suç ve Asayiş Olayları Üzerindeki Etkisi ..................................................................... 250 4.3.2. Bursa’daki Ceza ve Tevkif Evleri ............................................. 255 4.3.3. Pasif Korunma Yöntemlerine ve Sivil Savunma Politikalarına Yönelik Çalışmalar ............................................ 260 4.4. Bursa’da Savaş ve Sağlık ....................................................................... 264 4.4.1. Sağlık Hizmetleri ....................................................................... 264 4.4.1.1. Memleket Hastanesi .................................................... 266 4.4.1.2. Uludağ Verem Sanatoryumu ....................................... 268 4.4.2. Savaş ve Salgın Hastalıklarla Mücadele .................................. 272 4.4.2.1.Çiçek ............................................................................. 274 4.4.2.2. Tifüs (Lekeli Humma) .................................................. 277 4.4.2.3. Sıtma ............................................................................ 282 4.4.2.4. Verem .......................................................................... 288 5. II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA BURSA’DA KÜLTÜREL YAŞAM ....... 292 5.1. 1939-1945 Yılları Arasında Bursa’da Eğitim Hayatı .......................... 292 5.1.1. Savaş Yıllarında Takip Edilen Eğitim Politikaları ve Bursa ... 297 5.1.2. II. Dünya Savaşı Yıllarında Bursa’da Eğitim Kurumları ....... 307 5.1.2.1. Askeri Lise ................................................................... 307 5.1.2.2. Erkek Lisesi ................................................................. 309 5.1.2.3. Erkek Sanat Enstitüsü .................................................. 311 5.1.2.4. Kız Lisesi ..................................................................... 314 5.1.2.5. Kız Öğretmen Okulu .................................................... 316 5.1.2.6. Necatibey Kız Enstitüsü ............................................... 318 5.1.2.7. Orman Okulu ............................................................... 321 5.1.2.8. Ticaret Lisesi ............................................................... 322 5.1.2.9. Ziraat Mektebi ............................................................. 324 5.2. Bursa’da Kültürel ve Sanatsal Faaliyetler ........................................... 326 5.2.1. Bursa’da Sosyal Yaşam ve Kulüpler ........................................ 327 5.2.2. Kültürel ve Sanatsal Faaliyetler ............................................... 335 vii 5.2.2.1. Sergiler ........................................................................ 335 5.2.2.2. Müzik Etkinlikleri ........................................................ 340 5.2.2.3. Tiyatro ve Sinema ........................................................ 346 5.2.2.4. Konferanslar ............................................................... 354 5.3. 1939-1945 Yılları Arasında Bursa’da Spor Etkinlikleri ..................... 357 5.3.1. Futbol ......................................................................................... 360 5.3.2. Dağ Sporları .............................................................................. 364 5.3.3. Atletizm ...................................................................................... 369 5.3.4. Yüzme ......................................................................................... 373 5.3.5. Boks ........................................................................................... 376 5.3.6. Güreş .......................................................................................... 380 SONUÇ ....................................................................................................................... 383 KAYNAKÇA .............................................................................................................. 391 EKLER ........................................................................................................................ 404 ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................. 418 viii TABLOLAR Tablo 1. 1943 Yılı Seçimlerinde Bursa Milletvekilliği Adaylığına Başvuranlar Listesi. Tablo 2. Bursa Milletvekilleri Listesi (6. ve 7. Dönem: 1939-1943) Tablo 3. CHP Bursa il Teşkilatı Genel Toplam Cetveli. Tablo 4. CHP Üye Sayısının Yıllara Göre Miktarı ve Ülke Nüfusuna Oranı. Tablo 5. 1936-1945 Yılları Arasında CHP Bursa İl Teşkilatı Üye Sayısı ve Değişim Oranı. Tablo 6. CHP Bursa Teşkilatında Yıllara Göre Üyelerin Eğitim Durumu. Tablo 7. 1937-1945 Yılları Arasında Bursa İl ve İlçelerinde İl Örgütlerinin Üyelerden Topladığı Aidat Oranı. Tablo 8. 1944 Bursa’daki Sanayi ve Ticaret Kuruluşları. Tablo 9. Bursa’da Ekonomik Faaliyetler (1927-1945) Tablo 10. 1938-1944 Bursa’da Gıda Üretimi Yapan İşletme ve Fabrikalar. Tablo 11. Bursa’da Kadın ve Erkek İstihdamının Sektörlere Dağılımı (1945) Tablo 12. Bursa’da Yıllara Göre İşçi ve Müstahdem Ücretleri ile Değişimi. Tablo 13. Bursa: Tahakkuk ve Tahsil İtibarıyla Toprak Mahsulleri Vergisi. Tablo 14. Bursa’da 1940-1947 Temel İhtiyaç Maddelerinin Fiyat İndeksi. Tablo 15. Bursa’da Varlık Vergisi Mükelleflerin Satışa Çıkartılan Taşınmazları. Tablo 16. Bursa’da Varlık Vergisi Uygulaması (1942-1945) Tablo 17. Bursa Halkevi Sosyal Yardım Komitesi Tarafından Sunulan Sağlık Yardımları (1938-1943) Tablo 18. Bursa’da Nüfus Yoğunluğu (1935-1945). Tablo 19. 1935-1945 Bursa ve Türkiye Genelinde Doğum Oranları. Tablo 20. 1935-1945 Yılları Arasında Doğum Yeri İtibariyle Bursa Nüfusu. Tablo 21. Bursa’da Kent ve Köy Nüfusu. Tablo 22. 1945 Nüfus Sayımına Göre Bursa Merkez ve İlçelerinde Nüfus Durumu. Tablo 23. Bursa’da İşledikleri Suça Göre Hükümlüler. Tablo 24. Bursa'da Hastanenin Çalışmaları (1945-1948) Tablo 25. Yıllara Göre Karacabey ve Mustafakemalpaşa’da Tedavi Edilen Sıtmalı Kişi Sayısı. Tablo 26. 1939-1946 Yılları arasında Bursa Sıtma Savaşı Bölgesi’nin Çalışmaları Tablo 27. Bursa’da On Yıllık Verem Ölümleri Oranı (1938-1948) Tablo 28. Savaş Yıllarında Bursa’da İlköğretim (1939-1945) Tablo 29. 1934-1945 Bursa’da Halk Dershanelerinin Durumu. Tablo 30. Bursa Vilayeti Köylerinin 1937-1938 Yılı Maarif Durumu. Tablo 31. Köy Okulları İnşasına Vilayet Bütçesinden Yapılan Yardımı Miktarı. (1933- 1938) Tablo 32. Erkek Sanat Enstitüsü Yıllara Göre Öğrenci sayısı (1938-1944) Tablo 33. Kuruma Kayıtlı Parasız Yatılı ve Parasız Gündüzlü Öğrenciler ile İndirimli Öğrencilerin Sayıları (1937-1941) Tablo 34. II. Dünya Savaşı Yıllarında Bursa’da Etkin Olan Sosyal Kulüpler. Tablo 35. Bursa Halkevi ve Mustafakemalpaşa Halkevi’ne Gönderilen Filmler (1940- 1943) Tablo 36. Bursa Köylerinde Öğretmenler Tarafından Verilen Konferanslar. Tablo 37. Bursa’daki Spor Kulüplerinin Kuruluş Tarihi ve Üye Sayılarını Gösterir Tablo (1943) ix ŞEKİLLER Şekil 1. Bursa-Başlıca Tarım Ürünlerinin 1939-1946 Yıllık Ortalaması. Şekil 2. 1940-1945 Türkiye Geneli ve Bursa Yerelinde Buğday Üretimi. Şekil 3. 1941-1946 Yılları Arasında Bursa’da Ekmek Fiyatları. Şekil 4. 1939-1944 Yılları Arasında Bursa'da Evlenme ve Boşanma Oranları. x KISALTMALAR ASD : Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ATTB : Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri ABD : Amerika Birleşik Devletleri BCA : Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi bk. : Bakınız B. : Birleşim CHF : Cumhuriyet Halk Fırkası CHP : Cumhuriyet Halk Partisi C. : Cilt çev. : Çeviren DİE : Devlet İstatistik Enstitüsü DP : Demokrat Parti Dn. : Dönem D. : Devre ed. : Editör Fon : Fon Kodu İ. : İçtima Kg. : Kilogram Km./ km. : Kilometre M. : Madde m. : Metre MKK : Milli Korunma Kanunu OKP : Orman Koruma Postası O. : Oturum PhD diss. : Yayımlanmamış Doktora Tezi YYLT : Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği S. : Sayı TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi TBMM Z.C. : Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi T.C. R.G. : Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete T. : Toplantı vb. : ve benzeri vd. : ve diğerleri Y. : Yıl Yer : Yer Kodu YÖK : Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı 1 GİRİŞ Dünya tarihinde savaşların 20. yüzyılda özellikleri ve etkileri bakımından dönüşüm geçirdiği görülmektedir. Bu yüzyıldan itibaren savaş, sadece cephede askerler arasında gerçekleşen bir olay olmaktan çıkarak toplumları da kapsar bir hale gelmiştir. Böylece savaş, cephe gerisinde yaşayan toplumların yaşamını da etki alanı içerisine dahil etmiştir. Bu bağlamda savaşlar artık taraf olan devletlerin sıradan yurttaşlarını da kapsayarak, onları da seferber eder bir niteliğe bürünmüştür. Diğer yandan savaşlar yüksek bir askeri ve lojistik donanımla sürdürüldüğünden, ülkelerin ekonomik yapılarını bu ihtiyacı karşılayacak şekilde yönlendirmelerini de gerektirir. Savaşların genel ve küresel bir etkide olmalarında, günümüzde topyekûn bir nitelik kazanmalarının payı vardır. Bu nedenle geçmiş yüzyılın sonunda gerçekleşen modern ve büyük ölçekli savaşlar, sadece askeri değil, siyasal alandan toplumsal alana kadar geniş bir çerçevede pek çok konuyu içerisinde barındırmıştır. Bunun yanında sadece savaşan ülkeleri değil, savaşa müdahil olmayan ülkeleri ve toplumları da ortaya çıkardığı sonuçlar ile etkisi altına almıştır. Savaşlar, dünya üzerinde telafi edilmesi çok güç büyük yıkıma yol açmışlardır. Bununla birlikte, dünya tarihinde pek çok siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümün temelindeki ana hızlandırıcı etken olmuştur. Cumhuriyet Türkiye’sinin ortaya çıkış sürecinde de alt yapı oluşumunu hızlandıran faktör savaştır. Savaş; siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alanların her birinde etki sahibi olurken, Türkiye’de dönüşümü gerçekleştiren ana unsur olmuştur. Toplumların yaşamında bu kadar büyük bir etkiye sahip olan savaş kavramı, tarih ve tarih yazımı alanında daha çok siyasi ve askerî açıdan ele alınmaktadır. Bu bağlamda savaş döneminde devletin sahip olduğu gücü oluşturan siyasi dinamiklerin yanında toplum ve insan gerçeğinin göz ardı edilmiş olduğunu söylemek mümkündür. 2 1939 ve 1945 yılları arasında tüm dünyayı etkisi altına alan II. Dünya Savaşı söz konusu olduğunda, savaşa katılmamış olmasına rağmen savaş baskısı altında olan Türkiye’nin izlediği politikalar, toplumu yoğun biçimde etkilemiştir. Ancak akademik alanda savaş sürecine odaklanan çalışmalarda, Türkiye’deki siyasal yapı ve toplum arasındaki etkileşim genellikle üzerinde durulmayan bir nokta olmuştur. Oysa savaş yıllarında Türkiye’de ortaya çıkan devlet yapılanması, izlenen savaş politikaları ve bu politikalara karşı sıradan insanların davranış, deneyim ve tutumları ile savaş sonunda ortaya çıkan dönüşüm göz önünde bulundurulduğunda tarihsel bir öneme sahiptir. II. Dünya Savaşı sürecinde, Türkiye’de parti-devlet bütünleşmesinin tam olarak yaşandığı ve Milli Şef’e dayalı siyasi bir yapının ön plana çıkarıldığı bu dönemde, devletin özellikle ekonomik alanda uyguladığı politikaların etkisiyle Türk toplumu bir çöküntü evresi yaşamıştır. Bu aşamada sınıfsal yapı derinleşmiş ve bireyler arasındaki çatışmalar belirginleşmiştir. Buna rağmen bu yıllara yönelik olarak gerçekleştirilen çalışmalar büyük ölçüde siyaset-ticaret arasındaki ilişkiye, devlet politikalarına, idari, diplomatik ve ekonomik gelişmelere odaklanmıştır. Diğer taraftan devlet ile toplumdaki alt sınıflar, sermaye grupları arasındaki ilişki ortaya konulmamıştır. Sürece hâkim olan devlet yapısı, bu yapının etkinlikleri, benimsediği ve uyguladığı politikalar nedeniyle toplumsal alanda oluşan gerilim, sosyal adaletsizlik ve zorlaşan ekonomik koşulların, dönemi inceleyen pek çok çalışmanın ana noktasını oluşturmadığı ifade edilebilir. Bu bağlamda, II. Dünya Savaşı sürecine ilişkin gelişmelere yönelik değerlendirmelerin hem devlet öğesinden hem de toplumsal tarih bağlamından kopar hale geldiğini söylemek mümkündür. Oysa devleti oluşturan temel öğelerin insan ve toplum olması dolayısıyla bu öğeler arasındaki etkileşimin taşıdığı önem mutlaktır. Takip edilen devlet politikalarının karşısında mikro düzeyde toplum bireylerinin sergilediği tutum, makro düzeyde önemli siyasi, ekonomik ve sosyal sonuçlar doğurabilmektedir. Bu alandaki çalışmaların önemli bir kısmında, savaşın ve devlet politikalarının toplum üzerinde nasıl bir etkide bulunduğu konusu belirginleştirilmemiştir. Dolayısıyla bu alanda sosyal tarihin göz ardı edildiğini söylemek mümkündür. 3 Bu döneme kadar Bursa ile ilgili pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen II. Dünya Savaşı’na uzanan sürece ve savaş yıllarına değinilmemiştir. Bu döneme yerel bağlamda odaklanan, savaş dönemi Bursa’sını doğrudan, ayrıntılı bir biçimde açıklayan bir çalışmanın yapılmamış olması ve yerel kent tarihinin bu yönüyle aydınlatılmaması bu tez çalışmasının yapılmasını gerekli kılan en önemli nokta olmuştur. Dolayısıyla bu çalışma, kent tarihi alanında yapılacak araştırma ve tartışmalara katkıda bulunarak amacına ulaşmış olacaktır. II. Dünya Savaşı yıllarında Bursa’ya odaklanan bu tez çalışmasında; devlet, siyaset ve iktisadi ilişkiler gibi unsurların yanında, yaşamın odağında bulunan ve halkı oluşturan sıradan insanın döneme ilişkin hayat tecrübelerini kapsayan toplumsal yaşam konusu üzerinde durulmuştur. Böylece makro düzeyde ülke genelinde etkili olan koşulların mikro bağlamda ortaya çıkardığı durum değerlendirilerek, yerel ölçekte Bursa ve Bursalılar üzerine odaklanılmış, 1939 ve 1945 yılları arasındaki siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel dinamikler Bursa çerçevesinden sunulmuştur. 1927 nüfus sayımına göre Bursa, Türkiye’nin dördüncü büyük kentidir. Bu dönemde nüfusun yoğun olduğu kentler, savaşın etkisini daha fazla hissetmiştir. Bursa da bu kentlerden bir tanesidir. Bunun yanında Anadolu’ya açılan kapı niteliğinde olan Bursa’nın, takip edilecek devlet politikalarının kırsalda ortaya çıkaracağı etkiye yönelik bir ön uygulama ve izleme noktası rolünü üstlendiğini söylemek mümkündür. Bu noktada savaşın Türkiye genelinde ortaya çıkardığı etkinin Bursa yereli bağlamındaki referanslarına ulaşabilmek, 1939-1945 yılları arasındaki altı yıllık süreçte Bursalıların yaşamındaki siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alandaki dinamikleri değerlendirmek ve Bursalıların toplumsal tavrını bütüncül bir biçimde ortaya koyabilmek gerçekleştirilecek çalışmanın başlıca amacı olmuştur. 4 II. Dünya Savaşı yıllarında Bursa yerelini inceleyen bu çalışmada, sıradan insanı merkeze alan bir anlayış çerçevesinde, toplumsal yaşam kavramının insan hayatının pek çok alanını içermesinden de yola çıkarak, “Savaşın, Bursalıların yaşamında ortaya çıkardığı etki ve sonuçlar nelerdir?” sorusunun cevabı aranmıştır. Cevap aranan bir diğer soru ise, bu süreçte “Atatürk’ün vefatıyla ortaya çıkan devlet yapılanması, uygulanan politikalar ve savaşın etkisi karşısında Bursalıların sergilediği toplumsal tavır ne olmuştur?” Bunun yanında özellikle ekonomik alanda kendisini hissettiren savaş koşullarının toplumsal boyuttaki yansımaları, Bursa yereli bağlamında ayrıntılı olarak ortaya konulmuş ve savaş yıllarında Türk insanın yaşadığı zorlu koşullar Bursa çerçevesinden sunulmuştur. Çalışmamız boyunca II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’de var olan parti-devlet bütünleşmesinin Bursa yerelinde nasıl bir görünüme sahip olduğu, savaşın ortaya çıkardığı zorlu yaşam şartları ve hayat pahalılığı karşısında, kentin TBMM’de yer alan temsilcileri ile yerel idarecilerinin, halkın yaşam koşullarının düzenlenmesi için ne gibi çalışmalar yaptığı üzerinde durularak, Bursa’da toplumun yaşamını etkileyen faktörler ve gelişmelerin bütünüyle görülmesi sağlanmıştır. Bu bağlamda savaş yıllarında Bursalıların gerçekleştirdiği ekonomik faaliyetler ve iktisadi tablonun irdelenmesiyle, halkın düştüğü zor durum üzerinde durulmuş ve bu tablo karşısında sosyal alanda halka hizmet veren kuruluşlar ve kentte yürütülen yardım faaliyetleri hakkında ayrıntılı bir biçimde bilgilendirme yapılmıştır. Savaşların toplumları dönüştüren temel unsurlardan biri olduğu düşünüldüğünde, II. Dünya Savaşı felaketinin sona erdiği süreçte Türkiye genelinde yaşanan değişim ve siyasal dönüşümün Bursa yerelindeki yansımaları irdelenmiş ve böylece mikro düzeyde kent yerelinde var olan tablonun bütünüyle açıklanması yoluna gidilmiştir. Gerçekleştirilen tez çalışmasında yararlanılan resmi materyaller içerisinde öncelikli olarak başvurulan kaynaklar, Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi’nde Cumhuriyet Halk Partisi Kataloğu içerisinde yer alan, dönemin Bursa milletvekillerinin CHP Genel Sekreterliği’ne gönderdiği teftiş ve çalışma raporları olmuştur. Bu materyaller, Bursa milletvekillerinin merkez, kaza ve köylerdeki çeşitli sosyal 5 kesimlerden insanlarla, yerel parti yöneticileriyle ve çeşitli noktalardaki önemli kişilerle yapılan görüşmelere dayanmaktadır. Bu raporlar, dönem Bursa’sının nabzını tuttuğu gibi kentin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamını, ayrıca parti ve devlet teşkilatının uyguladığı politikaların toplumsal yaşamdaki etkisini ortaya koyar. Söz konusu raporlar, gerçekleştirilen çalışma açısından paha biçilemez nitelikte olmuştur. Elde edilen veriler sayesinde Bursalıların devlete yönelik istek, beklenti ve şikâyetleri öğrenilerek, Bursa’da savaşın toplum noktasındaki yansıması irdelenmiş ve konuya sosyal tarih açısından yaklaşılmıştır. Çalışmada yine Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık; Özel Kalem Müdürlüğü, Muamelât Genel Müdürlüğü ve Kararlar Daire Başkanlığı katalogları gibi çeşitli fonlarda yer alan belgeler de kullanılmıştır. Bu belgeler, II. Dünya Savaşı sürecinde takip edilen savaş ekonomisi ve izlenen kamu politikalarının Bursa yereli çerçevesinden incelenebilmesi noktasında yararlanılan başlıca kaynaklar olmuştur. Genel bağlamda kullanılacak olan kaynaklar arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ilişkin materyaller de önemli yer tutmuştur. İlk olarak TBMM Zabıt Ceridelerinden yararlanılarak Bursa milletvekillerinin mecliste oturumlarda yaptıkları konuşmalar ve faaliyetleri üzerinde durularak, Bursa yereline dair tartışma, istek, beklenti ve politikaların mecliste nasıl bir yansımaya sahip olduğu irdelenmiştir. Diğer taraftan bu dönemde Bursa’dan TBMM’ye gönderilen dilekçeler, çalışmamızı Bursa’da toplumsal yapının aydınlatılması noktasında zenginleştirmiştir. Böylece parti teşkilatının devlet ve toplum arasındaki iletişimi nasıl sağladığı da ortaya konulmuştur. TBMM Arzuhal Encümeni tarafından değerlendirilen ve TBMM yıllıklarında yayınlanan pek çok dilekçenin kısa özeti, Bursa kamuoyuna dair genel bilgi edinme de etkili olan önemli bir kaynak niteliğindedir. Söz konusu dilekçeler, hem Bursa’da halkın sıradan yaşamını aydınlatan bir kaynak, hem de Bursalıların devletle kurduğu ilişkilerde sergilediği tutumu ve tavrı ortaya koyan önemli bir araçtır. Bu kaynaklar sayesinde dilekçeyi kaleme alan Bursalıların deneyimleri, duygu ve düşüncelerini anlama imkânı yakalanmıştır. 6 Diğer yandan Savaş sürecinin Bursa yerelinde yansımalarını ve halk üzerindeki etkilerini görebilmek noktasında, Türkiye İstatistik Kurumunun 1939-1945 sürecine ilişkin hazırlamış olduğu fiyat, nüfus hareketleri, eğitim, adalet, sağlık gibi çeşitli alanlardaki istatistiklerden yararlanılmıştır. Böylece, çalışmada Bursa yerelinde toplumsal cephenin özelliklerini ve yapısını resmi istatistiklere dayanarak yorumlayabilmek de mümkün olmuştur. II. Dünya Savaşı yıllarında Bursa’da, savaş, devlet ve toplum arasındaki etkileşime odaklanan bu çalışmada, söz konusu dönemde devlet tarafından takip edilen politikaların insan hayatına nasıl nüfuz ettiğini görebilmek noktasında, bu süreçte yayım faaliyetlerini sürdüren pek çok ulusal süreli yayın kaynağının yanında, Bursa’nın kent olarak nabzını tutan yerel basın ve süreli yayın örneklerinden de yararlanılmıştır. O yıllarda vilayetin resmi yayın organı olması dolayısıyla 1934-1953 yılları arasında yayın yapan Bursa Gazetesi, yararlanılan temel yerel kaynaklardan olmuştur. Bunun yanında yine aynı yıllarda aktif olan, fakat resmi yayın organı olmayan Açıkses Gazetesi (1936-1946) belli oranda muhalefeti içerisinde barındırdığından diğer kaynaklar ile karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. Ayrıca 1944 yılından itibaren çıkarılmaya başlanan Ant Gazetesi de taranarak ele alınan dönemde Bursa toplumunun yapısı ve durumuna ilişkin çıkarımlarda bulunulmuştur. Dönem Bursa’sını bütüncül olarak görebilmek noktasında 1938-1945 sürecinde, kent yerelinde Bursa Halkevi tarafından çıkarılan Uludağ’ın yanında Demet, Nilüfer, Klinik ve Köylüye Buyruklar gibi pek çok dergi, çalışmamızda önemli bir başvuru kaynağı niteliğinde olmuştur. Bu kaynaklar sayesinde kenti, kadınların gündemini, modayı ve gençler arasında yaygın olan akımlar gibi popüler kültür öğelerini değerlendirebilmek imkânı yakalanmıştır. 1939-1945 yılları Türkiye’sinde olduğu gibi Bursa’da da kırsal kesim en önemli demografik öğe olmuştur. Dolayısıyla bu sürece ilişkin olarak ortaya konulan Bursa tablosunda, köy ve köylü öğeleri tamamlayıcı bir nitelik arz etmiştir. Bu bağlamda, 7 gerçekleştirdiğimiz tez çalışmasında, savaş döneminde uygulanan devlet politikalarının Bursa kırsalında belirginleştiği ortam ile Bursa köylülerinin yaşamında ortaya çıkardığı etki de ele alınmış ve böylece söz konusu sürecin toplumsal açıdan irdelemesi kolaylaşmıştır. 1939-1945 yılları arasını kapsayan bu çalışmada, yerel bağlamda yararlanılan bir diğer önemli kaynak, Bursa Vilayeti Umumi Meclisi’nin görüşmelerinde tutulan tutanaklardan oluşan, Bursa Vilayeti Umumi Meclisi Zabıtnameleri’dir. Bu kaynaklar kentin nabzının tutulmasının yanında, ilçe ve köylerde ortaya çıkan gelişmelerin takip edilebilmesi, şehrin önde gelen yerel yöneticilerinin halk ile kurmuş olduğu ilişkilerin irdelenmesi ve başkent Ankara ile Bursa arasındaki iletişimin hangi ölçüde başarılı olduğu noktasında, döneme ilişkin kapsamlı bir bakış açısı elde etmemizde etkili olmuştur. Bursa’ya ilişkin bayındırlık, eğitim, sağlık, ulaşım vb. pek çok konuda bilgi edinmemizi sağlayan bu kaynaklar, çalışmamızda yararlanacağımız önemli yerel kaynaklardan bir tanesidir. Bunların yanında, savaş yıllarında basılmış ve bu yıllarda Bursa’da var olan yapıya ışık tutan çok sayıda birinci el telif eserden söz konusu doktora çalışmasında yararlanıldığı da altı çizilmesi gereken başka bir husustur. Dönem Bursa’sının önemli simalarından Musa Ataş, Enver Atafırat, Sedat Ataman, Vedat Nedim Tör ve Rükneddin Akbulut gibi isimlerin kaleme aldığı bu telif eserlerden elde edilen veriler, kentte var olan tabloyu daha iyi bir biçimde kavramamıza imkân tanımıştır. Son olarak, bu döneme tanıklık eden kişilerin deneyimleri, tecrübe ve anıları da başvurulan temel kaynaklardandır. Bu bağlamda, toplumun çeşitli kesimlerinden örnekler ile yapılan sözlü tarih çalışmalarından elde edilen veriler, II. Dünya Savaşı yılları Bursa yereli perspektifinden sunulmuş ve kent tarihinin bu sürecinin aydınlatılması yoluna gidilmiştir. 8 1. II. DÜNYA SAVAŞI VE TÜRKİYE 1.1. II. Dünya Savaşı Öncesinde Türkiye’nin Genel Durumu 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması ile başlayan Anadolu’nun işgal süreci, Türk tarihinde yeni bir dönemin başlangıç noktasını teşkil etmiştir. Bu tarihten itibaren verilen Millî Mücadele, Türk Milleti’nin bağımsız bir ulus olarak yaşam hakkını elde etmesi ve tekrar Anadolu’nun hâkimi konumuna gelmesi ile sonuçlanmıştır. Yurt topraklarının işgal sürecini, kazandığı Büyük Zafer ile sona erdiren Türk Milleti, kurduğu yeni Ulus Devlet ile çağdaş dünyada zafer kazanan bir millet olarak yerini almıştır. Kurtuluş Savaşı, ulusal bilincin gelişmesi ve biçimlenmesinde bizzat etkili olmuş, böylece Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluş sürecini de hızlandırmıştır. Türk Milliyetçiliği ve Millet Egemenliği temelleri üzerine oturan Kurtuluş savaşının, bu özelliği milli savaşımın ilk günlerinden itibaren ortaya konulmuş, yönetim erkinin bir kişi ya da hükümdara değil, millete ait olduğu vurgulanmıştır. Amasya Genelgesi'nde yer alan “Milletin Bağımsızlığını yine Milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” maddesi ile Erzurum Kongresinde alınan öncelikli kararın “Kuvay-ı Milliyeyi amil, İrade-i Milliyeyi hâkim kılmak” esası olması bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.1 Bu bağlamda Halkçılık düşüncesinin Milli Egemenlik ilkesinin doğal ve zorunlu bir sonucu olarak karşımıza çıktığını ifade etmek mümkündür. Halkçılık; milli egemenlik, tam bağımsızlık, milliyetçilik, ilkeleriyle birlikte Millî Mücadelenin başından itibaren en çok vurgulanan öğelerden biri olmuş, kurulacak yeni Türk Devletinin temelleri arasında yer almıştır.2 1. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2005), 21-46. 2. Ergun Özbudun, “Atatürk ve Demokrasi,” Atatürkçü Düşünce El Kitabı (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2004), 1:161-170. 9 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’de açılışı ile Millet Egemenliği fikri fiili olarak uygulamaya konulmuş, Kurtuluş savaşı bir Halk Devleti düşüncesi etrafında gelişmeye başlamış, ayrıca bu durum bağımsızlık savaşının meşruluk ve hukuki yönünü de pekiştirmiştir.3 24 Nisan tarihinde yeni bir hükümetin kurulması için Meclis başkanlığına Mustafa Kemal tarafından verilen önergede kurulacak hükümet şeklinin Halk Hükümeti olmasına dikkat edilmiştir.4 Bu süreçte ülkede yeni bir siyasal yönetim biçiminin güçlenerek ortaya çıktığı görülmektedir. İlerleyen süreçte, 18 Eylül 1920'de Mustafa Kemal tarafından hazırlanarak meclis gündemine getirilen "Halkçılık Programı" ile yeni devletin halk egemenliğine dayanan yapısı güçlendirmiştir. Otuz bir madde ve üç bölümden oluşan bu programda, TBMM’nin milli sınırlar içerisinde bağımsızlığın kazanılarak hilafet ile saltanat makamlarının kurtarılması hedefiyle kurulduğu, Meclisin başlıca amacının halkın yaşam ve bağımsızlığını kazanmak, onu emperyalizmin ve kapitalizmin zülüm ve baskısından koruyarak, yönetim ve egemenliğin gerçek sahibi haline getirmek olduğu belirtiliyordu. Meclis, halkın içinde bulunduğu bu sıkıntılı koşullardan kurtarılarak mutluluk ve refahın sağlanması için çalışacak, hilafet ve saltanat makamları kurtarıldıktan sonra kanunlara göre konumları belirlenecekti.5 Yeni Türk Devleti’nin siyasi yapısının tam olarak ortaya konulduğu programın temel esaslar bölümünde, egemenliğin, kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu, yönetim biçiminin de halkın kendi kendini yönetmesi esasına dayandığının altı çiziliyor, yasama ve yürütme yetkilerinin ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan TBMM’de toplandığı ifade ediliyordu. 3. Turan Feyzioğlu, “Atatürk ve Milliyetçilik,” Atatürkçü Düşünce El Kitabı (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2004), 1:62. 4. TBMM Z.C. D. 1, İ.1, 24 Nisan 1920. İhsan Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,1997), 196. 5. TBMM Z.C. İ. 67, C.3, 18 Eylül 1929. 10 Son olarak, “Türkiye Halk Hükümeti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve TBMM Hükümeti unvanını taşır.” cümleleriyle Millet Egemenliğinin altı çiziliyordu.6 Türk Devletinin siyasal yapısını ana hatları ile çizen bu belge, 20 Ocak 1921 tarihinde ilan edilen Teşkilat-ı Esasiye kanununa da kaynaklık etmiştir. Böylece, Halkçılık kurulan yeni devletin temel dinamikleri arasında yer almıştır. Millî Mücadele sürecinde siyasi iktidarın sahibi konumunda bulunan padişahın İtilaf Devletlerinden yana olan tavrı, egemenliğin kaynağının değişmesinde ve hatta saltanatın kaldırılmasında etkili olmuştur. 1 Kasım 1922'de Meclis, TBMM Hükümetinin dış ilişkilerini zedelediğinden bu kurumu kaldırmıştır.7 Böylece padişahın dinsel kaynaklı geleneksel gücü, halk egemenliğini temsil eden TBMM'nin gücü ile değiştirilmiş ve dünyevileşmiştir. Aralık 1922’de Mustafa Kemal, ilerleyen süreçte Halk Fırkası adını alacak yeni bir partinin oluşumu hakkında ilk duyurusunu yapmış, 8 Nisan 1923’te bu partinin programı niteliğinde olan 9 maddelik bir bildirge yayınlamıştır. Bu maddelerle Mustafa Kemal, halk egemenliği, temsili hükümet ve saltanatın kaldırılması gibi konulardaki görüşlerinin tekrar altını çizmiş ve ardından ilerleyen süreçte mali ve idari alanlarda gerçekleştirilmesi gerekli olan reformları ortaya koymuştur.8 Bu zamanda öncelikle siyasal güç kaynağında bir değişim ortaya çıkarılarak toplum yapılacak yeni devrimlere hazır hale getirmiştir. Siyasi yapıda yaşanan değişim, Türk toplumunun yeniden şekillenmesinin de önünü açarak pek çok alandaki değişimi beraberinde getirmiştir.9 Türk Devletinin kuruluş süreci 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile tamamlanmış, böylece egemenlik tanrısal kaynaklı olma özelliğini tamamen kaybederek laik, çağdaş ve demokratik bir yapı kazanmıştır. Yeni devletin kuruluş sürecinde temel amaçlar, milli, laik, çağdaş ve güçlü bir devlet kurmak olmuştur. Bu bağlamda çağdaş devlet aynı 6. TBMM Z.C., İ: 67, C.3, 18 Eylül 1929. 7. Atatürk, Nutuk, 468-469. 8. Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu (Ankara: Arkadaş Yayınevi, 2008), 349. 9. Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye (İstanbul: Remzi Kitapevi, 2007), 111. 11 zamanda demokratik devlet olarak da düşünülmüştür.10 Ancak bu noktada diğer bir aşama halifeliğin kaldırılması ile gerçekleştirilecek ve ilerleyen süreçte uygulamaya konulan devrimlerle sürdürülecektir. Kurum olarak halifelik, yapılması tasarlanan toplumsal ve laik devrimlerle çatışma içerisinde olduğundan, 3 Mart 1924 tarihli Halifeliğin Kaldırılmasına Dair Kanun’un kabul edilmesi ile laiklik alanında çok önemli adımların atılması sağlanmıştır.11 Bu tarihte halifeliğin kaldırılmasının yanında, arka arkaya teklif edilen 429, 430 ve 431 sayılı kanunlarla Şeriye ve Evkaf ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletleri kaldırılmış, Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu uygulamaya konulmuştur.12 Laiklik ilkesi bağlamında atılan bu adımlar, beraberinde hukuk düzeninin de laikleşmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilen Türk Medeni Kanunu’yla toplumsal ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları da laik bir yapı kazanmıştır.13 Son olarak devlet yapısında anayasal laikliğin tam olarak sağlanabilmesi şartının 1928 yılında Anayasada yapılan değişiklerle sağlandığı görülmektedir. Buna göre Anayasanın 2. maddesinden “Türkiye Cumhuriyeti’nin Dini İslam’dır.” ibaresinin kaldırılması ve 26. maddede yapılan bir değişiklikle TBMM'nin şeriatın uygulayıcısı olmaktan çıkartılmasıyla, devlet anayasal olarak tam anlamıyla laik hale gelmiştir.14 Genç devletin laik bir yapıya oturtulması doğrultusunda atılan siyasi ve hukuki adımlar, beraberinde bu ilkeyi halka indirecek devrimleri de getirmiştir. 25 Kasım 1925'te çıkartılan Şapka Kanunu, bir bakıma laikliğin günlük hayatta yerini alması anlamına geliyordu. Bu önemli uygulamayı takip eden günlerde takvim, saat ve ölçülerde yapılan 10. Özbudun, “Atatürk ve Demokrasi,” 162-163. 11. Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, 112. 12. Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete, S. 63, 6 Mart 1924. 13. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2006), 532. 14. Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, 13. 12 değişiklikler de Batı kültürü ve toplumları ile iletişim ve sosyal etkileşim hızlandırılmıştır.15 Erken Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen hemen hemen tüm önemli devrimler, laiklik ilkesine dayandırılmıştır. Türk devrimi olarak adlandırılan süreç, Batıyı tüm felsefesi ve hayat görüşü ile benimseyen topyekûn bir nitelik taşıdığından, devrimlerle amaçlanan zihniyet değişikliği, Türk sosyal ve toplumsal hayatını tüm yönleriyle Batı medeniyetine uyumlu hale getirmeyi ve bu alanı dinin etkisinden arındırmayı amaçlıyordu.16 Diğer yandan bu dönemde Genç Türk Devleti, yabancı denetiminden bağımsız ulusal bir ekonomi yaratmaya yönelmişti. Önceleri serbest bir ekonomi politikası takip edilmişse de, 1929 Dünya Buhranının ardından ekonomi alanında takip edilen devletçilik ilkesi, çağdaş devlet niteliklerine geçişte gerçekleştirilen toplumsal ve siyasal dönüşümün ekonomik yönünü tamamlayan bir nitelikte olmuştu.17 İlerleyen süreçte takip edilecek olan Birinci ve İkinci Sanayi Planları ile Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir ekonomi politikası için gerekli olan sanayi alt yapısını önemli ölçüde oluşturmuştu.18 Bu dönemde elde ettiği Büyük Zafer sonrasında gerçekleşen Lozan Barış Konferansı ile onurlu bir barış imzalayan Genç Türk Devleti, Avrupa’nın bütün güçlü devletleriyle komşu durumuna gelmişti. Sovyetler Birliği Doğu bölgesinde, İngiltere Irak Himayesi ve Kıbrıs’taki konumu aracılığıyla, Fransa, Suriye Himayesiyle, İtalya ise On iki Adadaki yönetimi ve Meis adasını işgali dolayısıyla Türk Devleti’nin komşusu haline gelmişti. Diğer yandan Barış Anlaşmasının imzalanmasının ardından Türkiye, toplumun günlük yaşamında önemli değişiklikler ortaya çıkaran bir devrim ve kalkınma hareketi gerçekleştirmişti. Bu durum huzur ve barışı gerekli kılan bir ortam yaratmıştır.19 15. Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 363-364. 16. Halil İnalcık, “Atatürk ve Türkiye'nin Modernleşmesi,” Atatürkçü Düşünce El Kitabı (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2004), 1:137-144. 17. Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, 120. 18. Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994), 303-304. 19. Mehmet Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası: 1919-1995 (Ankara: Siyasal Kitapevi, 1996), 59-60. 13 Dolayısıyla Genç Türk Devleti, bu aşamadan itibaren dış politikadaki siyasal ilişkilerini “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesine göre şekillendirmiştir. Ayrıca iki savaş arası dönemde Türkiye'nin gerçeklik temeli üzerine oturtulan bir dış politika izlemesi, etrafında olumlu bir uluslararası ortam oluşmasını da sağlamıştır.20 Türkiye, barışın imzalanmasının adından çeşitli ülkelerle arasında olan sorunları, diploması ve barış yolu ile çözümlemeyi tercih etmiştir. Bu aşamada Yunanistan ile arasında var olan sorunların çözümünde ortak noktada buluşmuş, Musul sorunu konusunda çeşitli aşamalar sonrasında İngiltere ile arasında olan bu önemli sorunu da 1926 Ankara Antlaşması ile ortadan kaldırmıştır. Ayrıca iki devletin arasında bulunan tüm sorunlara rağmen, ilerleyen aşamada Hatay konusunda Fransa'nın da olumlu tavrını sağlayarak bu sorunu da 1939 yılında çözecektir.21 Ancak bu dönemde dünyaya, revizyonist ve statükocu devletler arasındaki çekişme damgasını vurmuştur. Birinci Dünya Savaşını sonlandıran temel anlaşma olan Versailles Anlaşması’nın uygulanamaz seviyedeki sert koşulları, Avrupa kıtasındaki barışı engellemiş, İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki mücadeleyi başlatmıştır. Bunun yanında, 1929 yılında yaşanan büyük Dünya Buhranı içe kapanan ve millileşen ekonomileri ortaya çıkarmıştır. Böylece Türkiye, uluslararası ilişkilerinde denge politikası takip ettiği gibi, sahip olduğu jeostratejik konumuyla da büyük devletlerin kazanmak istediği bir müttefik konumuna gelmiştir.22 Revizyonist devletlerin yayılmacı politikaları bağlamında önemli bir tehdit altında bulunan Avrupa’da, büyük buhranların yaşandığı bu dönemde, Türkiye dünyada kolektif barış ve güvenliğin savunucularından biri olmuş ve anti-revizyonist bir politika izlemiştir. Birinci Dünya savaşının sonunda elde ettiği sonuçlardan hoşnut olmayan Almanya ve 20. Oral Sander, Siyasi Tarih: 1918-1994 (Ankara: İmge Kitapevi, 2012), 92. 21. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi: 1914-1995 (İstanbul: Timaş Yayınları, 2017), 312-316. 22. Baskın Oran, Türk Dış Politikası (İstanbul: İletişim Yayınları, 2009), 1:242. 14 İtalya gibi devletler, uluslararası politikada şiddete dayalı olup-bittilerle hareket ederken, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak amacında olan Türkiye’nin, Lozan’dan kalan sorunların çözümünde barıştan yana, diplomatik çözümlere dayalı ve uluslararası sisteme saygılı tavrı, dış politikada Türk Devletine avantaj kazandırmıştır.23 Bu aşamada uluslararası alanda gerçekleştirilen iş birliği ve barış çalışmalarında Türkiye’nin de yer alması, 1928 yılında gerçekleşen Silahsızlanma Konferansına hazırlık komisyonu çalışmalarına davet edilmesiyle başlamıştır. Komisyon çalışmaları sırasında sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik önemi dolayısıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin teklifinin kabul edilmesiyle, bilfiil komisyon çalışmalarına katılan Türkiye, SSCB ile silahların devreden çıkarılması yönündeki görüşü savunmuştur.24 İlerleyen süreçte Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri Dış İşleri Bakanı Kellog ile Fransız Dışişleri Bakanı Briand arasında imzalanan, savaşın milli siyaset aracı olarak kullanılmasının yasaklanmasını ön gören pakta katılan ve bu belgeyi imzalayan ilk devlet olmuştur. Bu paktın Doğu Avrupa devletleri arasında ivedilikle uygulamaya konulması noktasında, 9 Şubat 1929’da Moskova’da, Polonya, Romanya, Letonya ve Estonya ile Litvinov Protokolü’nü imzalamıştır.25 Savaş öncesinde Türkiye’nin uluslararası iş birliğine ve barış çalışmalarına katılmasında, bu dönemde Batılı Devletlere yakın bir politika takip eden Sovyetler Birliği’nin önemli bir rolü olmuş, Türkiye’nin Alman ve İtalyan tehdidi karşısında anti-revizyonist çalışmalara katkıda bulunması, onun İngiltere başta olmak üzere Avrupa Devletleri ile ilişkilerinin gelişmesinde etkili olmuştur.26 23. Sander, Siyasi Tarih, 106. 24. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 301. 25. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 80. 26. Elif Uyar, “İkinci Dünya Savaşı Öncesinde Türkiye’nin Batı Blokuna Yakınlaşması: Türk-İngiliz İlişkileri Örneği,” Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri (Ankara: Genel Kurmay Basımevi, 1999), 2:580. 15 Ancak, Türkiye’nin uluslararası iş birliğine katılmasında en önemli aşamayı 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne üye olması oluşturacaktır. Türkiye, Milletler Cemiyeti üyeliği süresince cemiyet içerisinde aktif bir politika izlemiş, bu politika özellikle İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ile kendisini göstermiştir. Türkiye, bu işgal ile İtalya’ya karşı alınan yaptırımlara katılmış; Habeşistan’a yardım konusunda Milletler Cemiyeti çerçevesinde oluşturulan beşli komisyona üye olmuş ve ayrıca bu ülkeye Kızılay aracılığıyla yardım gönderiminde de bulunmuştur. Fakat, Cemiyet bu işgale karşı duramadığı gibi ilerleyen aşamada Japonya’nın Mançurya’yı işgalini de engelleyememiş, Almanya’nın saldırgan ve yayılmacı tutumuna karşı bir önlem alamamış ve varlık gösterememişti.27 Türkiye, bu aşamada barışa yönelik çalışmalarda daha aktif bir rol üstlenecektir. Batılı devletlerle daha sıkı bir iş birliği içerisinde olacak ve bu bunalımda özellikle Türk-İngiliz ilişkileri gelişme gösterecektir.28 Diğer yandan, Türkiye Milletler Cemiyeti’ne katıldığında, Balkan devletleri arasında önemli bir yakınlaşma ve iş birliği de başlamış durumdaydı. Bu gelişme Balkan Antantı olarak anılan ittifakı ortaya çıkaracaktı.29 Bu dönemde, Balkan Devletleri arasındaki yakınlaşmanın asıl unsuru 1930 yılında Türkiye ve Yunanistan’ın aralarındaki sorunları bir anlaşmaya bağlayarak çözmeleri ve iki devlet ilişkilerinde yaşanan yakınlaşma olmuştur.30 İki savaş arasındaki tüm güçlüklere rağmen Balkan devletleri, aralarında birlik kurmayı başarmışlar, Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan rahatlama, Balkan Devletleri arasında Bulgaristan’ın da katılım gösterdiği bir konferanslar dizisini başlatmıştır. Ancak bu görüşmeler sırasında İtalya’nın etkisi altında bulunun Bulgaristan ve Arnavutluk’un yayılmacı talepleri karşılanmayınca, bu iki devlet görüşmelerden çekilmişler ve antant, bu devletler olmaksızın Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanmıştır.31 27. Oran, Türk Dış Politikası, 1:312. 28. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 306. 29. Ibid., 302. 30. Feridun Koskosoğlu, “İkinci Dünya Savaşı Öncesinde Bir Dostluk Köprüsü: Türkiye (Balkan Antantı- Sadabat Paktı),” Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri (Ankara, Genel Kurmay Basımevi, 1999), 2:542. 31. Sander, Siyasi Tarih, 102-103. 16 Böylece Kurtuluş savaşı sırasında İngiltere ve Fransa ile iş birliği yapmış olan Yunanistan ile kurulan yakın ilişki, Türkiye’nin Batı’ya yakınlaşmasının da yeni ve somut bir göstergesi olarak ortaya çıkmıştı. Ayrıca antantta yer alan Romanya ve Yugoslavya, daha önceki yıllarda imzalanmış olan Küçük Antant içinde Fransa’nın müttefiki konumunda olduğundan, Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında dolaylı bir yakınlaşma durumu da söz konusu olmuştu.32 Antantın imzalanmasında öncelikli bir role sahip olan Türkiye, bu anlaşmaya sonuna kadar bağlanmış ve bağımsız dış politika anlayışı gereğince diğer devletlere karşılıklılık ve eşitlik garantisi vermiştir. Ancak bu siyasal anlaşma dört Balkan Devleti arasında istenen sıkı siyasal iş birliğini gerçekleştiremediği gibi, ilerleyen süreçte Almanya’nın Balkan Devletlerini iktisaden kontrolü altına alması ve bu devletlerin revizyonist devletlere yakınlaşmasına sebebiyet vermişti.33 Bu bağlamda, Mihver Devletlerin doğuya olan durdurulamaz ilerleyişi sebebiyle, Balkan Antantının tüm savunma sistemleri dağılmış ve Türkiye dışındaki Balkan ülkeleri arka arkaya Nazi işgali altına girmişlerdir. Bu ortamda İtalya’nın 1935 Kasımından itibaren zorlama tedbirlerine katılan devletleri tehdit etmesi ile devreye Akdeniz’in güvenliği noktasında endişe içerisinde olan İngiltere girerek, İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’ye, İtalya’ya karşı askeri güvence vermiştir. İspanya bu güvenceyi reddederken, Yunanistan, Yugoslavya ve Türkiye kabul etmiş ve kendileri de İngiltere’ye karşı güvence taahhüdünde bulunmuşlardır. İşte, İtalya’nın Akdeniz’de ortaya çıkardığı tehlike sebebiyle ortaya çıkan bu karşılıklı güvenceler sistemi, tarihsel süreçte “Akdeniz Paktı” olarak adlandırılmıştır. Bu pakt ile Türkiye, İtalya’nın yayılmacı politikası ve tehditlerine karşı güvenliğini sağlarken, İngiltere ile hareket etmiştir. Bu gelişme iki devletin uluslararası iş birliği alanında bir 32. Mehmet Gönlübol ve Ömer Kürkçüoğlu, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına Genel Bir Bakış,” Atatürkçü Düşünce El Kitabı (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2004), 1:145-160. 33. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 104-105. 17 dönüm noktası teşkil etmiş ve ilerleyen süreçte iki devlet arasında yapılacak bir ittifakın yolunu da açmıştır.34 Bu aşamada Türkiye, Revizyonist devletlerin uluslararası hukuka aykırı hareketleri karşısında, Akdeniz ve Boğazlardaki konumunu güçlendirmek istedi. Lozan’da Boğazlara ilişkin olarak kabul edilen koşullar ve şartlarla çıkarlarının koruyamayacağını ileri sürerek Lozan Konferansı’na katılan devletlere nota göndererek bu konunun tekrar görüşülmesi talebinde bulundu.35 Türkiye gibi temelde bölgesel nitelikte bir devletin dünyanın en stratejik suyollarından birinin hâkimiyetini elinde bulundurması, bu devletin bir bölgesel güç olmak ötesinde bir öneme sahip olmasını sağlamıştır. Boğazlar, Türkiye’yi küresel gelişmelere etki edebilecek ve olumsuz gelişmelerden de aynı şekilde etkilenebilecek bir konuma getirmektedir.36 Katılımcı devletlerin olumlu yanıt verdiği konferansta SSCB de olumlu bir tavır sergiledi. Bu devlet de Lozan’da gerçekleştirilen düzenlemeden rahatsız olduğu gibi, sistem üzerinde yapılacak değişikliklerden yanaydı. Bu nedenle Boğazların Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin gemilerine kapalı tutulmasını, kıyıdaş devletlerin savaş gemilerinin ise serbest olarak geçişini savundu. Ayrıca, Türkiye’nin Boğazları silahlandırma isteğini destekleyerek, silahların SSCB tarafından sağlanmasını da önerdi. Bu öneri kabul edilmemişse de Montreux Boğazlar Sözleşmesi 22 Temmuz 1936 tarihinde imzalandı.37 Bu sözleşmenin imzalanmasının ardından Boğazlarda Türk hâkimiyetinin yeniden kurulması Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki ağırlığını artırmıştır. Diğer yandan bu tarihten sonra Türkiye, iki karşıt grup tarafından da dostluğu ve müttefikliği aranan bir konuma gelmiştir.38 34. Sander, Siyasi Tarih, 104. 35. Elif Uyar, “Türk-İngiliz İlişkileri Örneği,” 582. 36. Sander, Siyasi Tarih, 107. 37. Oran, Türk Dış Politikası, 1:321. 38. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 126. 18 Savaşa uzanan süreçte İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ile Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan İtalyan tehdidi, Türkiye’yi Batı’da birtakım iş birliklerine sevk ederken diğer yandan da Ortadoğu devletleriyle savunmaya yönelik önlemler almaya yöneltmiştir. İtalya’nın gerçekleştirdiği bu işgal ile Arap yarımadası ve üzerindeki ülkeler de tehlike altına girmişlerdir. Bu alandaki çalışmalar, Ekim 1935’ten itibaren İran, Türkiye ve Irak arasında, Cenevre’de imzalanan saldırmazlık anlaşması ile başlamıştı. Bu pakt, ilerleyen süreçte imzalanacak Sadabat Paktı için de bir öncül konumunda olacaktı.39 Ancak daha önceki yıllarda yapılan antlaşmaya rağmen, paktın imzalanması zaman almıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında, İran ve Irak arasındaki sınır uyuşmazlığı sorununun çözümünün zaman alması etkili olmuştur. Bu aşamada, Türkiye ve Mısır arasındaki ilk dostluk Antlaşması, 7 Nisan 1937’de imzalanmış ve böylece Türkiye’nin Ortadoğu Devletleri ile kurduğu ilişkiler de hızlanmıştır.40 Bu çalışmalar sonunda nihayet İran ve Irak devletleri arasındaki sorunların ortadan kalkması ile Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasındaki Sadabat Paktı, 8 Temmuz 1937 tarihinde imzalanmıştır.41 İmzalanan bu pakta göre, taraflar Milletler Cemiyeti ve Kellog Paktına bağlı hareket ederek birbirlerinin iç işlerine karışmamayı, ortak sınırlarına saygı göstermeyi, ortak çıkarlarını ilgilendiren konularda birbirlerine danışmayı, birbirlerine karşı herhangi bir saldırı hareketine girişmemeyi ve saldırı amacına yönelik hiçbir siyasal oluşuma katılmamayı taahhüt etmişlerdir.42 Böylece Türkiye, savaştan hemen önceki süreçte gerçekleştirdiği çalışmalarla bulunduğu bölgede, batı ve doğu sınırlarını güvence altına alan bir güvenlik sistemi kurmuş ve bu bölgede barış yanlısı ortamı güçlendirmişti. Ayrıca pakt, anti-revizyonist devletlerden, 39. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl Montreux ve Savaş Öncesi Yılları: 1935-1939 (Ankara: Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü, 1973), 151-152. 40. Koskosoğlu, “İkinci Dünya Savaşı Öncesinde Bir Dostluk Köprüsü: Türkiye,” 545. 41. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl, 152. 42. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 312. 19 özellikle İngiltere tarafından da olumlu karşılanmıştı. Ancak ilerleyen süreçte ortaya çıkan uluslararası gelişmeler bağlamında pakt işlevsiz hale gelmiş, taraflarca feshedilmemiş olmasına rağmen, II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan yeni dünya düzeni ile unutulmuştur. Revizyonist devletlerin yayılmacı politikalarını fiili olarak ortaya koymaları ile başlayan süreçte, İngiltere, Türkiye’nin Almanya’nın ekonomik etkisi altına girmesini önlemeyi ve bu bağlamda iki devlet arasındaki ticari ilişkileri artırmayı hedeflemişti. İki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesinde, 1936 yılında İngiliz Kralı VIII. Edward’ın İstanbul ziyareti ve 1937’de İsmet İnönü’nün Kralın taç giyme töreni vesilesiyle Londra’ya gerçekleştirdiği iade ziyareti önemli etki sahibi olmuştur. Diğer yandan bu dönemde iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişimi ekonomi alanına da yansımış, Karabük Demir-Çelik işletmelerinin inşaatına İngiltere tarafından önemli miktarda kredi sağlanmış ve Montreux’nün ardından boğazların silahlandırılması işi de bir İngiliz şirketine verilmiştir.43 1937 yılında Türk-İngiliz İlişkilerinin gelişimini sağlayan bir diğer konu da İspanya iç savaşı olmuştu. İtalya ve SSCB bu iç soruna müdahil olduysa da Türkiye, İngiltere ve Fransa bu konuda taraf olmamıştı. Ancak bu süreçte İtalyan denizaltılarının Akdeniz’deki gemileri batırdığı yönündeki iddialar, Türkiye’nin Akdeniz’deki güvenlik noktasındaki endişelerini tekrar ön plana çıkardı. Denizaltı saldırılarına karşı alınacak önlemlerin görüşüldüğü Nyon Konferansı; İngiltere, Fransa, Yugoslavya, Yunanistan, SSCB, Mısır, Bulgaristan ve Türkiye’nin katılımıyla gerçekleştirildi.44 Türkiye bu konferansta Akdeniz’deki trafiği güvenlik altına almaya yönelik önlemler konusunda İngiltere ile hareket ederek iş birliği içerisinde olmuştur. Konferanstan kısa 43. Elif Uyar, “İkinci Dünya Savaşı Öncesinde Türkiye’nin Batı Blokuna Yakınlaşması,” 583. 44. Oran, Türk Dış Politikası, 1:273. 20 süre sonra 17 Eylül 1937’de imzalanan Cenevre Antlaşmasıyla, deniz üstü savaş gemileri ve uçakların saldırılarına karşı alınacak önlemler belirlenmiştir.45 Diğer yandan bu yıllarda İngiltere, göreve gelen Chamberlain hükümeti ile revizyonist devletlerin eylemlerine karşı “yatıştırma” politikası takip etmeye başlarken, Türkiye ile ilişkilerinde de devamlı bir gelişme mevcut olmuştur. Söz konusu yakın ilişkiler sonucu iki ülke arasında Türkiye’ye 10 Milyon Sterlin kredi açılmasını ön gören bir antlaşma da imzalanmıştır. İki ülke arasında yaşanan söz konusu siyasi ve iktisadi yakınlaşma ve olumlu dış politika ilişkileri, ilerleyen süreçte bir ittifak anlaşmasını beraberinde getirecekti. Ancak bu ittifak anlaşmasının imzalanması İngiltere’nin önde gelen müttefiki Fransa’nın da katılımını gerektirdiğinden, Türkiye ve Fransa arasındaki Hatay meselesi kesin bir sonuca bağlanmadan mümkün olmamıştır.46 Savaşın giderek yaklaştığı bu süreçte Türkiye, Avrupa’da yaşanan gerilimler ve sıkıntılar karşısında güvenliğini sağlamak üzere başarılı, barışçıl ve diplomatik girişimlerde bulunurken, Fransa ile olan ilişkilerinde “sancak meselesi” uyuşmazlığıyla karşı karşıya gelmişti.47 Millî Mücadele sonunda iki devlet arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşmasıyla Türkiye’nin güney sınırı belirlenerek, Hatay bölgesi Türk toprakları dışında bırakılmıştı. Diğer yandan bu anlaşma ile, Suriye toprakları içerisinde kalan İskenderun sancağına özel bir yönetim statüsü tanınmıştı. Bunun yanında, Türk parası orada resmi olarak geçerli olacak ve sancak halkı kültürlerinin gelişimi için her türlü imkândan yararlanabilecekti.48 Ancak özellikle 1930’lu yılların ortalarına gelindiğinde Avrupa’da giderek daha da artan gerilimler karşısında Fransa, 1936 yılı Eylül ayında Suriye’ye bağımsızlık vererek bu ülkelerle ilişkilerini yeniden düzenledi.49 45. Elif Uyar, “İkinci Dünya Savaşı Öncesinde Türkiye’nin Batı Blokuna Yakınlaşması,” 583. 46. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 139. 47. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl: 1935-1939, 157. 48. Ibid.; Ankara itirafnamesinin 7. Maddesinde bu durum şöyle ifade ediliyordu: “İskenderun Mıntıkası için hususi bir idare rejimi tesis olunacaktır. Bu bölgenin Türk ırkından olan sekenesi kültürlerinin inkişafı için her türlü kolaylıklardan müstefit olacaklardır.” 49. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 313. 21 Ancak Fransa, İskenderun’dan çekilirken Suriye hükümetiyle yaptığı anlaşmada Suriye üzerindeki tüm haklarını hükümete devretmiştir. Dolayısıyla bu durum Fransa’nın İskenderun sancağı üzerindeki hak ve yükümlülüklerinin de Suriye’ye devredilmesi anlamına geliyordu. Fakat Türkiye bu durumu kabul etmeyerek 9 Eylül 1936’da Fransa’ya resmi bir nota vermişti. Notada, Suriye’de yapıldığı gibi İskenderun sancağına da bağımsızlık verilmesi istenmiştir.50 Fransa’nın sancağa bağımsızlık verilmesinin Suriye’nin parçalanması anlamına geleceğini belirterek, mandater devlet olarak buna yetkisi bulunmadığını ifade etmesi ile iki ülke arasında uzunca devam edecek problemli bir süreç de başlamıştır.51 Aralık 1936’dan itibaren Milletler Cemiyeti’nin devreye girmesi ve İngiltere’nin arabuluculuğu ile Ocak 1937’de Sancak için yeni bir statü kabul edilmiştir. Buna göre iç işlerinde tamamen bağımsız olacak sancağın, dış işlerinde Suriye’ye bağlı ve kendine ait bir anayasası bulunan ayrı bir idari bölge olacaktı. İlerleyen günlerde Sancak anayasasının hazırlanması için Cemiyet tarafından bir komisyon oluşturulduğu gibi, Türkiye ve Fransa’da Hatay’ın toprak bütünlüğünü koruma altına alan bir antlaşmaya imza atmışlardı.52 Anayasanın Kasım 1937’de yürürlüğe girmesi ve iki devletin de olumlu hareket etmesine rağmen, Suriye’deki Arapların protestoları ve Fransız sömürge idaresinin kışkırtıcı hareketleri sebebiyle sorun yine çözümlenememişti. Hatay’da Temmuz 1938’de yapılması planlanan seçimlerin engellenmesine yönelik girişimler karşısında Türkiye, Sancak sınırına yaklaşık 30 Bin kişilik asker yığınağı yapmıştı. Diğer yandan, kıta Avrupa’sında durum gittikçe daha da kötüleşiyordu. Bu durum Fransa’nın Hatay konusunda Türkiye’ye karşı daha yumuşak bir tutum sergilemesine sebep olmuştur.53 50. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 128. 51. Oran, Türk Dış Politikası, 1:283. 52. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl, 174-175. 53. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 314-315. 22 Ağustos 1938’e gelindiğinde Sancakta seçimler yapılıyor, Türk topluluğu mecliste yer alan 40 milletvekilliğinin 22’sini kazanıyor ve ilk meclis toplantısı 2 Eylül 1938 tarihinde gerçekleştiriliyordu. Tüm Milletvekili yeminlerinin Türkçe olarak edildiği toplantıda Tayfur Sökmen Devlet Başkanı, Abdurrahman Melek de Başbakan oldu. O güne dek uluslararası ortamda Sancak olarak kabul edilen devletin adı Hatay olarak değiştirildi. Türk bayrağına çok benzer bir bayrak Hatay bayrağı olarak seçildi.54 Bu aşamadan itibaren Hatay ve Türkiye arasında yakın bağlar kurulmuş, Hatay Meclisi Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nu kabul etmişti. Diğer yandan, Hatay Devleti yöneticileri Türkiye’ye katılma isteklerini pek çok kez dile getirmişti. Bu istek Türkiye tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Hatay Devleti Meclisi, 29 Haziran 1939’da son toplantısını gerçekleştirerek oy birliği ile anavatana katılma kararı almıştır.55 Bu noktadan itibaren Türkiye ve Fransa arasındaki ilişkiler hızla gelişme sürecine girmiştir. Bunun yanında Mart 1939 itibaren Almanya’nın izlediği “bir devlet bir millet” politikasını uygulamaya koyarak Çekoslovakya’yı işgal etmesi ve “hayat sahası” politikasını canlandırması ile Nisan ayına gelindiğinde, İtalya’nın Arnavutluk’u işgal etmesi Avrupa’yı savaşa hızla yaklaştırmıştır. İtalya’nın Arnavutluk’u işgali üzerine, İngiltere ve Fransa, Yunanistan ve Romanya’ya garantide bulunmuştu. Bu teklif Türkiye için de tekrarlanmış, Türkiye 1939 yılının 15 Nisan gününde bu teklife verdiği olumlu cevapta, Arnavutluk’un İtalya tarafından işgal edilmesinden dolayı duyduğu endişe üzerinde durmuş, Akdeniz’in İtalyan egemenliği altına girmesi ihtimalinin İngiltere için olduğu kadar Türkiye için de açık bir tehdit ve tehlike olacağını ifade etmiştir. Böylece İngiltere’nin teklifi kabul edilerek, mihver devletleri çekincesine karşın iki devlet arasındaki garantinin karşılıklı olması istenmiştir.56 54. Oran, Türk Dış Politikası, 1:289. 55. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 133. 56. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl, 193-194. 23 12 Mayıs 1939’da İngiltere ve Türkiye arasında, Türkiye’yi barış cephesine bağlayan bir bildirge yayınlanmış ve iki devlet ulusal güvenlikleri için bir ittifak anlaşması imzalayacaklarını açıklamışlardır. Diğer yandan, Fransa ile bu doğrultuda bir bildirinin yayımlanması ancak Hatay Sorununun çözümünün ardından, 23 Haziran 1939 tarihinde mümkün olabilmiştir.57 19 Ekim 1939 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında imzalanan ittifak anlaşmasının önemli noktaları ise şunlar olmuştur: 1. Bir Avrupa Devleti’nin saldırısı ile başlayan ve İngiltere ile Fransa’nın katılacakları savaş, Akdeniz’e sıçradığı takdirde yani İtalya’nın savaşa girmesi halinde, Türkiye müttefiklerine yardım edecekti. 2. İngiltere ile Fransa, Türkiye bir Avrupa Devleti’nin saldırısına uğradığı takdirde yardımda bulunacaklardı. 3. Türkiye, Romanya ve Yunanistan’a verilen güvencenin yerine getirilmesi için İngiltere ve Fransa’ya yardım edecekti. 4. Müttefikleri Türkiye’ ye silah yardımında bulunacaktı. 5. Bunların yanında Türkiye, ittifaka ek olarak hazırlanan iki numaralı protokolle, antlaşma ile Türkiye’nin üzerine aldığı taahhütler, onu Sovyetler birliği ile silahlı bir çatışmaya sürükleyecek olursa, ittifak işlemeyecekti.58 İttifakın imzalanmasından kısa bir süre sonra, 20 Ekim tarihinde Antlaşmaya ek olarak iktisadi ve mali anlaşmalar da imzalanmıştı. Buna göre İngiltere ve Fransa, savaş malzemesi lojistiğini sağlamak üzere Türkiye’ye 25 Milyon Sterlin, yirmi yıl vadeli %4 faizli kredi de açıyorlardı. Diğer yandan olası koşulların gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin çatışmaya girmesi söz konusu askeri ve ekonomik yardımların yapılması esasına bağlanmıştı.59 57. Sander, Siyasi Tarih,109. 58. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 322-323. 59. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 144. 24 Müttefikler ile imzaladığı bu ittifak anlaşması ile Türkiye, Avrupa’da başlayan ve giderek yayılan ikinci büyük savaşta resmen bir taraf haline gelmiş ve Batı devletleri ittifakının güçlü bir üyesi olmuştur. İttifaka rağmen Türkiye savaşa girmeyi, antlaşmaya eklettiği açık ve gizli maddelerle şartlara bağlamış, askeri ve ekonomik yükümlülükler yerine getirilmeden üçüncü devletlerin ve özellikle Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı oluşturulması muhtemel olan tehdit ve tehlikeleri göz ardı ederek savaşa girmesini engelleyecek önemli tedbirleri, metin içine ekleterek İngiltere ve Fransa’ya imzalatmıştır. Bu sayede, Türkiye taraf olmasına rağmen, müttefikleri yükümlülüklerini yerine getirmediği sürece savaş dışı tutumunu sürdürebilmiştir.60 1.2. İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye’nin Dış Politikası 1939 yılının 1 Eylül günü Alman ordularının Polonya topraklarını işgal etmesi ile Genç Türk Devleti, Cumhuriyetin ilanından kısa süre sonra kendisini büyük bir savaşın kıyısında bulmuştur. Oysa, Kurtuluş Savaşının sonrasındaki yaklaşık 15 yıllık süreçte ülkede, altyapı yeniden oluşturmuş, temel sanayi tesisleri kurmuş ve çağdaşlaşma yolunda gerçekleştirilen devrimlerle sosyal, kültüreli ekonomik pek çok çeşitli kazanım elde edilmişti. Yeni dünya savaşı bu döneme kadar elde edilen tüm kazanımları ortadan kaldırabilir, Türkiye’ye çok şek kaybettirebilirdi.61 Bu nedenle savaş yılları boyunca dış politikadaki temel amaç, savaş dışı kalarak toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığı taviz vermeksizin korumak olmuştur.62 Ancak II. Dünya Savaşı yılları boyunca Türkiye, stratejik konumunun önemi dolayısıyla hem Müttefik Devletler hem de Mihver Devletler tarafından kendi yanlarında savaşa dahil olması noktasında ağır bir baskıya maruz kalmışsa da aktif tarafsızlık politikası sürdürülerek, ülkeyi savaşa sürükleyecek maceracı politikalardan kaçınılmıştır. Devletin 60. Yavuz Özgüldür, “II. Dünya Savaşında Türk Dış Politikasını Belirleyen İki Antlaşması ve Sonuçları: Türk-İngiliz-Fransız İttifak Antlaşması ve Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması,” Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri (Ankara: Genel Kurmay Basımevi, 1999), 2:87. 61. İlhan Tekeli ve Selim İlkin, II. Dünya Savaşı Türkiye’si: Dış Siyaseti ve Askeri Stratejileriyle (İstanbul: İletişim Yayınları, 2018), 1:654. 62. Oran, Türk Dış Politikası, 1:399. 25 güvenliği her koşulda ön planda tutularak, Müttefik ve Mihver Devletler arasında bir denge öğesi olmaya önem verilmiştir. Bu bağlamda Türkiye, 1935'ten itibaren kendisinin de içerisinde yer alacağı bir Rusya, Fransa ve İngiltere ittifak zincirinin oluşumu için gayret ettiyse de başarılı olamamıştır.63 Nihayet İtalya'nın savaşa dahil olması üzerine, daha önceki süreçte Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile imzaladığı üçlü ittifak antlaşması dolayısıyla İngiltere ve Fransa Büyükelçileri, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterini ziyaret ederek Türkiye'den genel seferberlik ilan etmesini, deniz ve hava üslerini müttefiklerin kullanımına açarak ivedilikle İtalya’ya savaş ilanında bulunmasını talep etmişlerdir.64 Söz konusu talepler karşısında İttifak Antlaşmasının II. Protokol koşullarına göre, Türkiye’nin bu çağrılara uymayacağı ve müttefik isteklerinin kabul edilmeyeceği bildirilerek savaş dışı durumun sürdürüleceği açıklanmıştır.65 İlerleyen süreçte 28 Ekim 1940 tarihinde, İtalya’nın Yunanistan’a saldırması ve Almanya’nın askerlerini Romanya’ya sokarak Bulgaristan topraklarına girmeye hazırlanması, Türkiye ve Sovyet Rusya’yı endişelendirdiği gibi, Balkan topraklarında bir nüfuz mücadelesini de ortaya çıkmıştır. Bu aşamadan itibaren Alman ve Sovyet ilişkileri, gerginleşerek bir çatışma alanına dönüşmüştür. Dolayısıyla bu süreçte Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye karşı izlediği politikalarda da bir farklılaşma kendisini göstermiş ve iki ülke ilişkilerinin yumuşamasıyla, 25 Mart 1941 tarihinde, Türkiye’nin dış politikada daha rahat hareket etmesini sağlayacak, Türk-Sovyet ortak deklarasyonu yayınlanmıştır.66 1941 yılının 6 Nisan tarihine gelindiğinde, Almanya’nın Yugoslavya ve Yunanistan’a savaş ilan ederek bu ülkeleri işgal etmesinin ardından, Müttefik Devletler yine Türkiye’nin hemen savaşa dahil olmasını istemişlerdir. Bunun yanında, aynı şekilde 63. Edward Weisband, II. Dünya Savaşı ve Türkiye (İstanbul: Örgün Yayınevi, 2002), 24-25. 64. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl, 3-5. 65. Osman Akandere, Milli Şef Dönemi (İstanbul: İz Yayıncılık, 2016), 256. 66. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 368. 26 Yugoslavya da Türkiye’nin Balkan Antantı dolayısıyla var olan yükümlülüklerini yerine getirmesini talep etmiş, fakat Türkiye bu aşamada savaşa katılmayı kabul etmediği gibi Almanya’nın yanı başına geldiği bu süreçte, müttefiklere yönelik olumlu bir açıklama yapmaktan da kaçınmıştır.67 Almanya’nın, Balkan coğrafyasında gittikçe güçlenerek Yunanistan’ı da tamamen işgal etmesi ile Türk-Yunan sınırına kadar ulaştığı bir aşamada, İngilizlerin bu bölgedeki konumlarını kaybetmeleri karşısında, Türkiye’yi müttefiklerden uzaklaştırarak kendi yanına çekmek isteyerek Türkiye ile olan ilişkilerini güçlendirecek adımlar atmayı hedeflemiştir.68 Balkan coğrafyasında bu gelişmeler yaşanırken, 1941 yılında Irak’ta Alman yanlısı General Raşit Ali Geylani’nin iktidarı ele geçirmesi ile Müttefik ve Mihver Devletlerin nüfuz mücadelesinin odağı yakın doğuya kaymış oluyordu. İngilizlerin, Generale karşı harekete geçmesi üzerine, Geylani Almanya’dan yardım talebinde bulunmuş ve Almanya buraya hızlıca müdahale etmeyi amaçlamıştı. Böylece tüm Ortadoğu petrollerini kontrol ederek gücüne güç katacaktı. Ancak Hitler, buraya yardım gönderebilmek için Türk topraklarını kullanarak kamufle edilmiş asker ve malzeme geçirmek istedi ve bu yöndeki baskısını artırdı.69 Almanya, kendisiyle yapılacak iş birliğine karşılık Batı Trakya ve Ege Adalarından toprak teklif ettiyse de, Türkiye bu teklifi de kabul etmeyerek Almanya’nın baskısına boyun eğmedi. Türkiye, İngiltere ile imzalamış olduğu İttifak Antlaşmasından doğan yükümlülüklerinin arkasında durmuş, Mihver Devletlere karşı savaşa katılmadan, savaş dışı durumunu sürdürerek ve sadece kendisine saldırıldığı takdirde savaşa katılmayı kabul ederek, Orta ve Yakın Doğu’ya inen en kısa yolu Mihver Güçlerine kapatmıştır.70 67. Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2007), 1:552. 68. Tekeli ve İlkin, II. Dünya Savaşı Türkiye’si, 1:198. 69. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 369. 70. Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, 1:547. 27 Diğer yandan, Almanya’nın Balkanlardaki etkinliği ve Alman ordusu tehdidi karşısında, Türkiye’nin ordusunu Trakya’ya yığması ve savunma durumuna geçmesi ile, Hitler Türk Hükümetiyle temas kurarak, Türkiye’nin Almanya ile sıcak çatışmaya niyeti olup olmadığını sorması üzerine Hükümet, Almanya ne şekilde davranırsa ona göre cevap verilerek aynı şekilde davranılacağını açıklamıştır.71 Söz konusu süreçte Almanya, doğrultusunu Sovyet Rusya topraklarına çevirmeden önce Türkiye ile anlaşma yoluna gitmek istemiştir. Dolayısıyla, Hitler’in önerdiği saldırmazlık paktının kabul etmesiyle Türk-Alman Saldırmazlık Paktı, iki ülke arasında 18 Haziran 1941 de imzalanmış ve 25 Haziran tarihinde ise TBMM’de görüşülerek onaylanmıştır.72 Ancak, ABD bu anlaşmanın imzalanmasına tepki göstererek, Türkiye’ye yaptığı silah yardımını durdurmuştur. Fakat Türkiye, bu Anlaşma ile dış politikada hareket serbestisi kazanabilmişti. Bu sayede hem İngiltere hem de Almanya ile ticari faaliyetlerini sürdürebileceği gibi her iki ülkeden de askeri yardım ve silah alabilecekti. Diğer yandan Almanya ve İngiltere’den yapılan karşılıklı baskılar her iki ülkeye karşı zaman kazanmasını da sağlayacaktı.73 Bu süreçte Türkiye’nin takip ettiği denge politikası, ilki bir cepheden aşırı baskıya maruz kalması halinde diğer cepheye kayabilme serbestisi, ikincisi ülkeye gerçekleştirilecek herhangi bir saldırı halinde sonuna kadar savaşacağını ortaya koyan kararlı tutumu olmak üzere iki esas üzerine oturuyordu.74 Türkiye’nin savaş dışı kalma politikası, İngiltere ve Almanya’nın birbirine karşı olan çıkarlarını kullanmak aracılığı ile mümkün olduğundan bu yönde hareket etmiştir. Böylece savaşan devletler arasında kurduğu denge ile savaşın dışında kalmayı hedeflemiştir.75 22 Haziran 1941 tarihinde Almanya, Sovyetler birliğine savaş ilan ederek bu ülkeye yönelik olarak Barbarossa Harekâtını başlatmıştır. Bu harekât, Türkiye’nin üzerindeki 71. Sander, Siyasi Tarih, 152. 72. TBMM Z.C., D. 4, İ. 2, C. 9, 25 Haziran 1941. 73. Akandere, Milli Şef Dönemi, 263-264. 74. Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, 1:562. 75. Akandere, Milli Şef Dönemi, 261. 28 Alman ve Rus baskısının ortadan kalkmasını sağlayarak, Türkiye’yi bir anlamda rahatlatmıştır. Savaşın başladığı ilk günlerden itibaren her iki devlet de Türkiye için bir tehdit niteliğinde olmuşlar, ancak bu aşamada birbirleri ile mücadele içerisinde olduklarından tehlike ortadan kalkmıştır. Böylece Türkiye, her iki devlete karşı tarafsızlığını ilan etmiştir.76 Savaşın odağında yaşanan değişiklik, Türkiye’nin durumuna önem kazandırmıştır. Ege’nin denetim altına alınması, Suriye’nin Vichy Hükümeti’nin kontrolünde olması ve Irak’ta Alman taraftarı Raşit Ali’nin gerçekleştirdiği darbe, Türkiye’nin Almanya tarafından çevrilmesi anlamına geliyor ve tarafsızlığını sürdürmesini zorlaştırıyordu. Bu nedenle Türkiye, Almanya’nın topraklarını kullanımına izin vermeyerek, İngilizlerin, Irak’ta denetimi ele geçirmelerini kolaylaştırmıştı.77 Almanların Rus hatlarını yararak hızla ilerlemesi karşısında, İngilizler ve Sovyetler arasındaki Ortak Harekât Anlaşması 13 Temmuz tarihinde imzalandı. Artık, İngiltere hem Türkiye hem de Rusya’nın ortak müttefikiydi.78 Diğer yandan bu dönemde Sovyetlerin Türkiye’ye yönelik olan tavrı ve tutumu de bilinmekteydi. İngiltere ile bir araya gelinen konferansta Stalin, On İki Ada ve Bulgaristan ile Kuzey Suriye’den bazı toprakların Türkiye’ye verilmesi düşüncesini hükümete bildirmişti. Yani, ilerleyen süreçte Rusya Boğazlar ile ilgili taleplerini dile getirecekti.79 İki devlet arasında imzalanan bu anlaşmada Sovyetlere yardım amacıyla, Boğazların kullanımına atıf yapan bir maddenin bulunması karşısında, Türkiye harekete geçti. Almanya ile yapılan anlaşma çerçevesinde bu durum, Türkiye savaşa girmeksizin gerçekleşemezdi. Bu nedenle Türkiye, Sovyetlere yapılacak yardımlarda, Basra Körfezi’nin kullanımının daha uygun olacağını belirterek, bu maddeye itirazda bulunmuştur.80 76. Sander, Siyasi Tarih, 152. 77. Tekeli ve İlkin, II. Dünya Savaşı Türkiye’si, 1:210. 78. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 338. 79. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl, 127. 80. Tekeli ve İlkin, II. Dünya Savaşı Türkiye’si, 1:211. 29 Türkiye’nin tarafsızlığını koruması ve Almanların Rusya’da hızla ilerlemesi karşısında, İran Körfezi ve İran bağlantısının kurulması, Sovyetler Birliği’nin ABD ve İngiltere tarafından desteklenmesi açısından önem kazanıyordu. Türkiye böyle bir harekatın kendisi için örnek teşkil edebileceği düşüncesindeydi. Bu noktada İngiltere ve Rusya, İran’ın işgaline yönelik harekatın kesinleşmesi üzerine, Türkiye’nin bu çekincelerini ortadan kaldırma amacıyla, toprak bütünlüğünü garantileyen ve Montreux sözleşmesine riayet edileceğini bildiren bir nota düzenlemişlerdir.81 Nihayet, 25 Ağustos 1941’de İran, İngiltere ve Sovyet iş birliği ile işgal edilmiştir. Rıza Şah tahttan indirilip yerine oğlu Muhammed Rıza Pehlevi geçirilmiş ve Tahran bölgesi tarafsız olmak üzere İran nüfuz bölgelerine ayrılmıştır.82 Bu süreçte İngiltere, Türkiye’nin Sovyetlere güveni sağlandığı takdirde savaşa dahil olacağına inanmış, bu nedenle Türk- Sovyet ilişkilerinin düzelmesi yolunda çaba sarf etmiştir. Fakat, 1942 yılı Türkiye için zorlu bir yıl olmuştur. Savaş malzemesi durumunda olumlu gelişmeler yaşansa da savaş dışı durumu sürdürmek gittikçe güçleşmiştir. 1942 Kasım’ında Alman ilerlemesinin, Stalingrad’da Sovyet orduları tarafından durdurulmasıyla, Rusya savaşta da üstün bir konuma geçmiş ve Türkiye üzerindeki Sovyet tehdidi kendisini yeniden göstermiştir.83 Diğer yandan Alman ordularının Kuzey Afrika cephelerinde ABD ve İngiliz orduları karşısında aldığı yenilgiler müttefiklerin Türkiye’nin savaşa dahil olması konusunu gündeme getirmiştir.84 Almanya’nın aldığı yenilgiler devam ederken, batı veya güney Avrupa’da yeni bir cephe açarak Almanya’yı zorlamak, böylece Sovyetler üzerindeki Alman baskısını da hafifleterek, Rusların nihayet karşı taarruza geçmesini sağlamak planı tasarlanırken, Türkiye bu planda yer alan kilit ülke olarak öne çıkıyordu.85 81. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl, 125. 82. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 340. 83. Sander, Siyasi Tarih, 153-154. 84. Akandere, Milli Şef Dönemi, 268. 85. Oran, Türk Dış Politikası, 1:450. 30 Müttefik Devletler, ordularının Avrupa stratejisini belirlemek için 14-24 Ocak 1943’te Kazablanka’da bir araya geldiler. Roosevelt ve Churchill arasında yapılan bu konferansa Stalin davet edilmişse de gelememişti.86 Bu toplantının savaşın kaderi açısından en önemli kararı, kayıtsız ve şartsız teslim ilkesinin kabul edilmesi olmuştur. Bu karar, bir tür, “tükeninceye kadar savaşma” sonucunu doğuracak ve savaşın toplam tahribatını da artıracaktı.87 Türkiye açısından bu konferansın en rahatsız edici kararı, yukarıda bahsedilen Mihver ülkelerin kayıtsız ve şartsız teslimiyeti olmuştur. Bu koşul, Türkiye tarafından savaş sonunda Almanya’nın Avrupa’dan silinmesi olarak yorumlanmıştı. Bu durum sonrasında ise Rusya’nın egemen olacağı bir Avrupa dengesi, Türkiye’yi endişeye sevk ediyordu.88 Diğer yandan, bu konferansta Churchill, Balkanlarda yeni bir cephenin açılmasını ve Türkiye’nin savaşa girmesi konusunu gündeme getirmiş ve bu fikrinde ısrarcı olmuştu. Bu girişimi bizzat doğrudan Churchill yapacaktı. Ayrıca Türkiye’nin savaşa girmesini sağlamak için yapılacak Amerikan askeri yardımı da İngiltere acılığıyla gerçekleşecekti.89 Kazablanka Konferansı’nda kararlaştırıldığı biçimde Churchill, Türkiye’ye gelerek İnönü ile görüşmek istemiş ve bu görüşme 30-31 Ocak 1943 tarihinde Adana’da gerçekleştirilmiştir.90 Görüşmelerde ağırlıklı olarak, Türkiye’nin savaş dışı durumu, Türk-Sovyet ilişkilerinin son hali, Balkanların durumu ve Türk silahlı kuvvetlerinin güçlendirilmesi zorunluluğu üzerinde durulmuştur.91 Görüşmelerde Churchill, Almanya’nın kesin yenilgisinin gerçekleşmesi için Türk topraklarından ve üslerinden yararlanılmasının zorunlu olduğunu ifade ederek, Türkiye’nin muhtemel bir Sovyet tehdidine karşı koyabilmesi için en güvenli yolun savaşa dahil olması olduğunu belirtmiştir. Savaş sonrasında Türkiye’nin güvenliğinin Birleşmiş Milletler tarafından sağlanacağı, İngiltere ve ABD’nin bu konuda Türkiye’ye 86. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 350. 87. Tekeli ve İlkin, II. Dünya Savaşı Türkiye’si, 1:261. 88. Weisband, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, 117-118. 89. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl, 136. 90. Akandere, Milli Şef Dönemi, 269. 91. Oran, Türk Dış Politikası, 1:451. 31 güvence vereceklerinin altını çizmiştir.92 Görüşmelerde Türk tarafı, Sovyet tehdidine karşı bir güvence istemişler ve Türk Ordusunun çağdaşlaştırılmasının gerekliliği zerinde durmuşlardır. Bu istekler, Churchill tarafından kabul görmüş ve Türkiye’ye yapılan askeri yardımın artırılarak devam edeceği belirtilmiştir.93 Buna göre, Türkiye’nin bir yıllık savaş ihtiyacı olarak savaş malzemesi, saldırıya uğraması mümkün olan yerlerin korunması için İngiliz uçak filosu ve Türk komutası altına verilecek olan belli miktarda uçaksavar ve tanksavarlar Türkiye’ye sağlanacaktı. Bunun yanında konferansta, Türkiye’nin askeri gücünün zayıf olduğu ve güçlendirilmesinin zorunluluğu ile Türkiye’nin istediği gibi hareket etme serbestisi ön plana çıkan iki nokta olmuştu.94 Adana Konferansı sonrasında, İngiltere’nin Türkiye’yi müttefiklerin yanında savaşa sokmaya yönelik çaba ve çalışmaları devam etmiş, Mihver Devletlerin her yenilgisi Türkiye üzerindeki baskıyı daha da artırmıştır.95 Amerikan Başkanı Roosevelt ve Churchill, savaşın seyrini değerlendirmek amacıyla, 1943 yılının 12-25 Mayıs tarihleri arasında, ABD’nin başkenti Washington’da bir araya gelmişlerdir. Görüşmelerde, Sicilya’ya asker çıkarılması planlanırken, savaştaki durumunu İtalya’ya göre belirleyen Türkiye’nin savaşa dahil olmasını sağlamanın gerekliliği üzerinde durulmuştur. Böylece Almanya’nın kullanımında bulunan Romanya petrol alan ve tesislerine, Türk Hava üslerinden saldırıda bulunabilmek ve Balkanlarda ikinci bir cephe açmak mümkün olacaktı.96 Bu bağlamda müttefiklerin Kuzey Afrika’da elde edecekleri başarıları Türkiye’yi olumlu bir biçimde etkileyecekti. Türkiye aktif ya da pasif bir şekilde savaşa dahil olmalıydı. 92. Akandere, Milli Şef Dönemi, 269. 93. Ergun Korbek, “II. Dünya Savaşı’nda İngiltere Başbakanı Winston Churchill ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Arasındaki Adana Görüşmesi,” Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri, (Ankara: Genel Kurmay Basımevi, 1999), 2:90-91. 94. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 167. 95. Weisband, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, 129-132. 96. Oran, Türk Dış Politikası, 1:454. 32 İlerleyen süreçte, Quebec Konferansı 11-24 Ağustos tarihleri arasında yine Roosevelt ve Churchill’in katılımı ile toplandı. Diğer konuların yanında Türkiye açısından ön plana çıkan kararlar, müttefiklerin yanında savaşa katılmasının erken olduğuna, ancak Balkan coğrafyasında açılacak yeni cepheye yönelik olarak, Türk hava üslerinin vakit kaybetmeksizin Müttefiklerin kullanımına açılmasının talep edilmesine karar verildi. Diğer yandan Türkiye’nin askeri gücüne katkıda bulunulmaya devam edilecekti. Çünkü, Türkiye’nin Almanya’ya ihraç ettiği kromu durdurması ve Boğazlardan geçen Alman gemilerini engellemesi gerekiyordu. Sovyetler ise, Türkiye’nin tarafsızlığının giderek daha fazla Almanya’nın işine yaradığı hakkında rahatsızlığını dile getiriyordu.97 Sovyet Rusya, Balkan coğrafyasını savaşın sonunda kendi doğal nüfuz bölgesi olarak gördüğünden, bu bölgede Batılı Müttefik Devletlerin askerlerinin konuşlanmasını istemiyordu. Bu nedenle Türkiye’nin bir an önce savaşa girmesi için ısrarcı oluyor ve Müttefiklerin Balkanlarda ikinci cepheyi açmasının önüne geçmeyi amaçlıyordu.98 İlerleyen süreçte Müttefiklerin Dışişleri Bakanları; Hull, Eden ve Molotov, 19 Ekim 1943’te Moskova’da bir araya geldi. Konferansta Sovyetler Birliği, Almanya’ya karşı kesin zafer elde edene kadar savaşacağının garantisini vermiş ve ayrıca savaş sonunda kurulacak olan uluslararası kuruluşu destekleyeceğini de belirtmiştir.99 Diğer yandan konferansın gündeminde yer tutan konu, Türkiye’nin savaşa girmesi olmuştur. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin savaşa dahil olmasını isteyerek bu konuda ısrarcı olmuştur. Sovyetlerin ısrarcı tutumunda, Türkiye’nin savaş dışı durumu dolayısıyla, Almanların Balkanlarda çok büyük bir kuvvet bulundurmadan bu bölgeyi güvence altında tutabildiği, bu nedenle Sovyet cephesine daha fazla asker yığdığı düşüncesi etkili olmuştur. Sovyetlerin bu yöndeki isteği ve ısrarı, Türkiye’nin savaşa girmesini daha çok 97. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 171-172. 98. Weisband, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, 156. 99. Sander, Siyasi Tarih, 190. 33 Rusya’nın Balkanları denetlemesini engellemek için isteyen İngiltere tarafından olumlu karşılanmıştır.100 Moskova Konferansı, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin Türkiye’nin 1943 yılı sonundan evvel savaşa girmesi noktasında anlaşması ile son bulmuştur. Müttefikler bu taleplerini yazılı olarak Türkiye’ye bildirmişler ve ilerleyen aşamada ABD’de bu talebe katılmıştır. Nihayet ABD, SSCB ve İngiltere, Türkiye’nin savaşa dahil olması konusunda bir görüş birliğine varmışlardır.101 İngiltere Dışişleri Bakanı Eden, konferansta alınan kararları bildirmek üzere Türk Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu ile 5-8 Kasım 1943 tarihinde Kahire’de görüşmüştür. Eden, Türkiye’nin bir ay içerisinde savaşa dahil olmasını istemiş, ancak kendisine verilen cevap, yeteri kadar yardım yapılmadıkça Türkiye’nin savaşa katılmayacağı olmuştur. Görüşmede, Türkiye’nin olumsuz cevabının Türk-İngiliz ilişkilerinin gerilmesine yol açacağının altı çizilmişe de Türkiye savaşa katılmayı reddetmiştir.102 İlerleyen süreçle ortaya çıkan koşullar doğrultusunda savaşı müttefiklerin kazanacağının belirmesi ile Müttefiklerin yaptıkları görüşmeler, savaş sonrası dünya düzeni konusunu da içermeğe başlamıştır. Bu noktada 28 Kasım-1 Aralık 1943 tarihleri arasında Churchill, Roosevelt ve Stalin’in katılımıyla gerçekleşen Tahran Konferansı önemli bir rol oynamıştır. Konferansta aynı zamanda Türkiye’nin savaşa dahil olması noktasındaki ısrar da sürdürülmüştür.103 Müttefiklerin Batı Avrupa’da açılmasını tasarladıkları yeni cephe üzerindeki çalışmaların yürütüldüğü konferansta, Türkiye’yi savaşa dahil etme yönündeki çalışmaların ve yardımın, Batıda yapılacak söz konusu harekata zarar vermemesi şartı ile şartı ile sürdürülebileceğinin altı çizilmiştir. Bu durumda, ABD de bunun başka cephelerden 100. Tekeli ve İlkin, II. Dünya Savaşı Türkiye’si, 1: 292. 101. Akandere, Milli Şef Dönemi, 273. 102. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 372. 103. Tekeli ve İlkin, II. Dünya Savaşı Türkiye’si, 1:300. 34 kuvvetlerin kaydırılmaması şartı ile kabul edebileceğini belirtiyordu. İngiltere ise müttefiklerini bu konuda ikna etmeye çalışırken, Türkiye’yi savaşmaya ikna etme noktasında sınırlı bir yardımın yeterli olacağını ve Almanya’nın da zaten Türkiye’ye saldırmayacağını ifade ediyordu.104 Fakat Stalin, Türkiye’nin savaşa dahil edilmesi hakkındaki görüşünü değiştirmişti. Fransa’da yapılacak savaşın ertelenmesine yol açacaksa askeri kuvvetlerin Türkiye’ye kaydırılmaması gerektiğini öne sürüyor, bu nedenle Türkiye’nin savaşa ikna edilmesinin önemsiz olduğunu savunuyordu. Buna rağmen konferansta, Türkiye’nin savaşa dahil olmasının önemli bir gereksinim olduğu ve Türkiye’nin 14 Şubat 1944 tarihine kadar aktif olarak savaşa dahil olması gerektiği kararı alınmıştır.105 Türkiye, savaşa ikna edildiği takdirde Müttefikler, Boğazlar üzerinden Rusya’ya ulaşabilecekti. Karadeniz bağlantısının sağlanmasıyla hem SSCB rahatlatılabilecek hem de Rusya’ya ulaşılan yol kısalacağından, bu güzergahta kullanılan donanma gemilerinin yükü azalacaktı. Diğer yandan, Türkiye’de kurulacak hava üsleri sayesinde, Almanların denetiminde bulunan Romanya’daki petrol tesislerine hava saldırıları düzenlenebilecekti. Böylece Bulgaristan ve Romanya’nın savaş dışı kalması sağlanabilirdi.106 Bu doğrultuda konferans sonunda Türkiye’ye savaşa katılması için son bir kez daha çağrı yapılmasına ve Cumhurbaşkanı İnönü ile görüşülmesine karar verilmiş. Türkiye’nin savaşa ikna edilmesinin sağlaması amacıyla, İnönü’nün Kahire’ye davet edilmesinin ardından Türk tarafı, bir karar tebliğine maruz kalmamak ve serbestçe görüş alışverişinde bulunmak şartı ile teklifi kabul etmiştir. Roosevelt, Churchill ve İnönü, Kahire’de eşit koşullar altında görüşmek ve herhangi bir tek taraflı tebligatın söz konusu olmaması konusunda anlaşmışlardır.107 104. Oran, Türk Dış Politikası, 1:460. 105. William Hale, Türk Dış Politikası (İstanbul: Mozaik Yayınları, 2003), 95. 106. Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, 175-176. 107. Berna Dönmez, “İkinci Dünya Savaşının Son Döneminde Türk Dış Politikası,” Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri (Ankara: Genel Kurmay Basımevi, 1999), 2:519. 35 4-7 Aralık 1943 tarihlerinde gerçekleşen İkinci Kahire Konferansında yaptığı ilk konuşmada Churchill, Türkiye’nin de savaşa dahil olması isteğini tekrarlamıştır. Görüşmelerde Roosevelt, konu hakkında daha esnek bir tutum sergilerken Türkiye’yi Birleşmiş Milletler üyeleri arasında görmekten duyacağı memnuniyeti belirtmiştir. Görüşmeler sırasında Churchill, Türkiye’nin SSCB ile dost ve müttefik olarak savaş sonunda muzaffer devletler arasında yer alabilmesi için, 15 Şubat 1944 tarihine kadar mutlaka Almanya’ya savaş ilan etmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır.108 Konferansta Türk tarafı mümkün olduğu kadar uzun süre tarafsız kalarak gücünü korumak, çok silah alarak Rusların olası bir oldu-bittisi ile karşı karşıya kalmamak için hazırlıklı bulunmayı amaçlamıştır.109 Ancak Churchill, Türkiye’nin savaşa katılması noktasında ısrarcı olmuş ve savaş ilan etmesi halinde SSCB dahil tüm müttefiklerle dostane ilişkilerinin devam edeceğini, savaş sonunda dost ve müttefik olarak galipler arasında yer alacağını belirterek, aksi halde yalnız kalacağı ve Sovyetler Birliği’ne karşı desteklenemeyeceği konusunda Türkiye’yi uyarmıştır.110 Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, prensip olarak savaşa katılmayı kabul etmiştir. Ancak Türkiye’nin savunma gücü için gerekli olan silah ve teçhizat verilmedikçe Türkiye’nin savaşa girmeyeceğinin altını çizmiştir.111 Genel olarak değerlendirildiğinde bu konferansın sonunda Türkiye’nin savaşa dahil olması konusunda İngiltere’nin yoğun baskılarına rağmen ABD ve Rusya’nın artık bu konuya sıcak bakmamaları dolayısıyla hareket serbestliği kazanmış ve denge sağlayabilmiştir.112 Konferansta alınan kararlar gereği, Türkiye ile gerçekleştirilecek ikili görüşmeler için İngiliz Heyeti 1944 Ocak ayında Türkiye’ye gelmiştir. Hava savunması ve üs hazırlıkları 108. Akandere, Milli Şef Dönemi, 276. 109. Weisband, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, 194. 110. Oran, Türk Dış Politikası, 1:462; Hale, Türk Dış Politikası, 96. 111. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 372. 112. Türkiye Dış Politikasında 50. Yıl :1939-1945, 187-219. 36 ile Türkiye’ye verilecek malzeme ve sevkiyat konularının gündeme geldiği görüşmelerde, uzlaşma sağlanamadığı gibi süre de uzamıştır. Bu görüşmelerde Türkiye, kendisine yeterli silah ve teçhizat temin edilmeden müttefiklere üslerini kesinlikle kullandırmayacağının altını çizmiştir. Bu bağlamda iki heyet arasında müzakerelerin