T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI TÜRK TASAVVUF ŞİİRİNDE NAKŞÎ GELENEK DOKTORA TEZİ ÖMER FARUK YİĞİTEROL BURSA – 2023 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI TÜRK TASAVVUF ŞİİRİNDE NAKŞÎ GELENEK DOKTORA TEZİ ÖMER FARUK YİĞİTEROL Danışman: PROF. DR. BİLAL KEMİKLİ BURSA – 2023 TEZ ONAY SAYFASI T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE İslam Tarihi ve Sanatları ana bilim dalı, Türk İslam Edebiyatı bilim dalında 711722003 numaralı Ömer Faruk YİĞİTEROL’un hazırladığı “Türk Tasavvuf Şiirinde Nakşî Gelenek” başlıklı doktora tezi ile ilgili savunma sınavı, 20/03/2023 günü 11:00 - 13:00 saatleri arasında yapılmıştır. Alınan cevaplar sonunda adayın başarılı olduğuna oybirliği ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ Bursa Uludağ Üniversitesi Üye Üye Dr. Öğr. Üyesi Ali İhsan AKÇAY Prof. Dr. Ali ÖZTÜRK Bursa Uludağ Üniversitesi Trakya Üniversitesi Üye Dr. Öğr. Üyesi Olcay KOCATÜRK Selçuk Üniversitesi 20/03/2023 Üye Prof. Dr. Süleyman EROĞLU Bursa Uludağ Üniversitesi I YEMİN METNİ Doktora tezi olarak sunduğum “Türk Tasavvuf Şiirinde Nakşî Gelenek" başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. 20/03/2023 Adı Soyadı: Ömer Faruk YİĞİTEROL Öğrenci No: 711722003 Ana Bilim Dalı: İslam Tarihi ve Sanatları Programı: Doktora Tezin Türü: Yüksek Lisans Doktora Sanatta Yeterlilik i TÜRKÇE ÖZET Yazar Adı Soyadı Ömer Faruk YİĞİTEROL Üniversite Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü Sosyal Bilimler Enstitüsü Ana Bilim Dalı İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı Türk İslam Edebiyatı Tezin Niteliği Doktora Mezuniyet Tarihi 20/03/2023 Tez Danışmanı Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ Türk Tasavvuf Şiirinde Nakşî Gelenek Bu çalışma, Türk İslam Edebiyatı bilim dalında hazırlanmıştır. 247 sayfadan oluşan çalışma, giriş ve sonuç bölümleri haricinde 3 bölümden müteşekkildir. Giriş bölümünde, zümre edebiyatı tabirinden yola çıkılarak çalışmanın niteliğine dair hususlar verilmiştir. İlk bölümde, çalışma Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti öncelikli alanında hazırlandığı için bu alanla ilgili olduğu düşünülen tasavvuf, tarikat ve tekkelerden söz edilmiş; Nakşibendî tarikatına değinilmiş ve Nakşî tekkeleri sayesinde oluşan şiir muhitlerinden bahsedilmiştir. İkinci bölüm, 180 Nakşî şair biyografisiyle birlikte, bir tezkire hüviyetine bürünmüştür. Yaklaşık 100 kadar temel biyografik kaynaktan elde edilen bilgilerle, kronolojik sıra gözetilerek şairlerin hayat hikâyeleri kısa ve öz bir şekilde ele alınmıştır. Bu bölümün içinde, Nakşibendiyye’ye intisabı şüpheli olan 3 şair için ayrı bir başlık açılmış ve burada şüphe sebebiyle birlikte şairlerin hayatlarından bahsedilmiştir. Ayrıca biyografilerden elde edilen verilerle, istatiksel bir analiz ve meslek-memleket tablosu hazırlanmıştır. Üçüncü ve son bölüm olan Nakşî Şairlerin Şiirlerinde Nakşibendîlik isimli kısımda, bu geleneğe has olduğu düşünülen 21 kavram tahlil edilmeye çalışılmıştır. Bu kavramlar tahlil edilirken 16, 17, 18, 19 ve 20. yüzyıldan birer divan seçilmiş ve bu divanlardan şiir örnekleri alınmıştır. Divanlar seçilirken şairlerin şeyhlik yapmış olmaları ve şiirdeki yetenekleri göz önünde bulundurulmuştur. Sonuç kısmında ise çalışmada tespit edilmiş sonuçlar maddeler hâlinde verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Nakşibendiyye, Şiir, Zümre Edebiyatı. ii ABSTRACT Name & Surname Ömer Faruk YİĞİTEROL University Bursa Uludağ University Institute Institute of Social Sciences Field Islamic History and Arts Subfield Turkish Islamic Literature Degree Awarded PhD Date of Degree Awarded 20/03/2023 Supervisor Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ Traditional of Naqsbandiyya in Turkish Sufism Poetry This study was prepared in the field of Turkish-Islamic Literature. The study, which consists of 247 pages, consists of 3 parts, except for the introduction and conclusion parts. In the introductory part, the issues related to the qualification of the study are given based on the term coterie literature. In the first part, since the study was prepared in the priority field of Ottoman Institutions and Civilization, sufism, sects and lodges that are thought to be related to this field are mentioned. The Naqshbandi sect is mentioned and the poetic circles formed by the Naqshi lodges are mentioned. The second part, together with the biographies of 180 Naqshi poets, has taken on the identity of a “tezkire”. With the information obtained from about 100 basic biographical sources, the life stories of the poets are discussed in a short and concise way by considering the chronological order. In this section, a title was opened for 3 poets whose affiliation with the Naqshbandiyya was doubtful, and the reason for doubt and the lives of the poets were mentioned here. In addition, a statistical analysis and job- home town table were prepared with the data obtained from the biographies. In the third and last chapter, Naqshbandiyya in the Poems of Naqshi Poets, 21 concepts that are thought to be unique to this tradition have been tried to be analyzed. While analyzing these concepts, one divan was chosen from each of the 16th, 17th, 18th, 19th and 20th centuries and poetry samples were taken from these divans. While choosing the divans, the poets' being sheikhs and their talents in poetry were taken into consideration. In the conclusion part, the results determined in the study are given as items. Keywords: Sufism, Naqshbandiyya, Poem, Coterie Literature. iii ÖN SÖZ Günümüze dek tasavvuf edebiyatı sahasında yapılmış bilimsel araştırmaların birçoğunda, Abdülbaki Gölpınarlı’nın kendisi yahut büyük tesiri görülmektedir. Bu araştırmalarda da “zümre edebiyatı” kapsamında ağırlıklı olarak Bektaşî ve Mevlevî muhitlerinin çalışıldığı dikkat çekmektedir. Ancak Gölpınarlı’nın zümre edebiyatı kapsamında başlattığı ve bu konudaki araştırmaların temelini oluşturan eserleri; zaman zaman objektif bakıştan uzaklaşarak yazarın sübjektif dil evreniyle ve bir “müntesip” yahut “muhip” yaklaşımıyla kaleme aldığı metinler olarak gözükmektedir. Keza bu yaklaşım, birtakım anakronizmler de doğurarak Mevlânâ ve Yûnus Emre’yi “hümanist”; Fuzûlî’yi ise “Şii” yapmıştır. Edebiyat araştırmalarında, alanın duayenlerinden biri olarak kabul edilen Gölpınarlı’nın perspektifinin uzun yıllar devam etmesi Kâdiriyye, Celvetiyye ve Nakşibendiyye gibi birçok mühim geleneğin göz ardı edilmesine sebep olmuştur. Zümre edebiyatı denilince akla Bektaşîlik ve Mevlevîlik dışında üçüncü bir ekolün gelmemesi, bu çalışmanın ortaya çıkış sebeplerinin başlıcasıdır. Bu meyanda tez danışmanı Prof. Dr. Bilal Kemikli’yle istişareler yapılmış; şu ana dek zümre edebiyatı tabirinin dar bir çerçevede ele alındığı ve Nakşibendiyye’nin edebî yönü üzerine şümullü bir çalışmanın yapılmadığı gözlemlenmiştir. Bu sebeple “Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi Işığında Tasavvuf, Tekke, Tarikat ve Nakşibendiyye ile Nakşî Edebî Muhitleri”, “Nakşî Şairlerin Hayatları (15. yy – 20. yy)” ve “Kavramlar ve Tahlil: Nakşî Şairlerin Şiirlerinde Nakşibendîlik” başlıklı üç ana bölümden müteşekkil “Türk Tasavvuf Şiirinde Nakşî Gelenek” isimli bu çalışma hazırlanmıştır. Bu çalışmayla, zümre edebiyatı tabirinin anlamını genişletmek ve Nakşibendiyye’nin edebiyata, kültüre ve medeniyete katkısını gösterebilmek amaçlanmıştır. Çalışmanın isminde zikredilen “Türk, tasavvuf, şiir, Nakşî ve gelenek” kavramları, tezin muhteviyatına dair bilgi vermenin yanında aynı zamanda tezin sınırlarını da çizmiştir. Anadolu Türkçesi konuşulan topraklarla sınırlandırılan çalışmada, esasında sufî Türk şairler ve köken itibarıyla Türk olmasalar dahi Türk’ün gönül coğrafyasından kalkıp gelen mutasavvıf şairler ele alınmıştır. Bahsedilen sufîlikten kasıt, elbette Nakşibendiyye geleneğidir. Çalışmada Nakşibendiyye’nin, şairleriyle, şiir muhitleriyle ve şairlerinin iv tarikin müfredatına binaen şiirlerinde işledikleri müşterek kavramlarla kendi geleneklerini ve zümre edebiyatlarını nasıl inşa ettikleri gösterilmeye çalışılmıştır. Tez konusunun seçiminden tezin son okumasına kadar birçok konuda desteğini esirgemeyen ve hakkını ödeyemeyeceğim danışman hocam Prof. Dr. Bilal Kemikli başta olmak üzere; tez izleme komitesinde yer alıp her altı ayda bir değerli görüşleriyle bu çalışmanın daha sağlıklı bir şekilde hazırlanmasına vesilen olan hocalarım Prof. Dr. Süleyman Eroğlu ve Dr. Öğr. Üyesi Ali İhsan Akçay’a; tez savunma jürisinde yer alıp eleştirileriyle çalışmaya değer katan çok kıymetli hocalarım Prof. Dr. Ali Öztürk ve Dr. Öğr. Üyesi Olcay Kocatürk’e; araştırma esnasında karşılaştığım müşkülleri âsân eden Prof. Dr. Mustafa Kara, Dr. Öğr. Üyesi İlhami Oruçoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Serhat Gültaş ve Dr. M. Faruk Çakır hocalarıma; teknik birçok problemin giderilmesi için yardımlarını gördüğüm oda arkadaşım Araş. Gör. Tahir Ayas, kıymetli kardeşlerim Araş. Gör. Cihat Ekiz ile Ömer Faruk Kaygısız’a ve 100/2000 Doktora Projesi’yle bu çalışmaya destek olan YÖK’e teşekkürlerimi arz ediyorum. Son olarak, saçlarıma aklar düşüren, iki göz yetmez deyip gözlerimi bozarak bilgisayara “dört gözle” bakmamı sağlayan bu çalışmanın arka planında yer alan; anneme, babama, kardeşlerime ve kıymetli eşim Halime Hanımefendi’ye en kalbî şükranlarımı sunuyorum. Elbette her çalışmanın bazı eksiklikleri, kusurları ve yanlışları vardır. Bu itibarla “Bir eser, söyledikleri kadar söylemediklerinden de mesuldür.” şiarından hareketle, hem sehven söylediğim yanlışlar için hem de nedamet duyacağım, söylemeyi unuttuğum doğrular için her bir okuyucudan ayrı ayrı affımı talep ediyorum. Ömer Faruk Yiğiterol Nilüfer, 2023 v İÇİNDEKİLER TÜRKÇE ÖZET .............................................................................................................. i ABSTRACT ..................................................................................................................... ii ÖN SÖZ ........................................................................................................................... iii KISALTMALAR .......................................................................................................... xii GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM: OSMANLI MÜESSESELERİ VE MEDENİYET TARİHİ IŞIĞINDA TASAVVUF, TEKKE, TARİKAT VE NAKŞİBENDİYYE İLE NAKŞÎ EDEBÎ MUHİTLERİ Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi Işığında Nakşibendiyye ......................... 6 1. Tasavvuf ve Tekke ................................................................................................. 6 1.1. Tasavvuf.......................................................................................................... 6 1.2. Tekke ............................................................................................................ 10 2. Tarikat ve Nakşibendiyye .................................................................................... 12 3. Nakşibendiyye’nin Anadolu’ya Gelişi ................................................................. 18 4. Sosyal Müessese Olarak Tekkeler ve Nakşibendiyye’deki Edebî Muhitler ........ 21 4.1. Ubeydullah Ahrâr’ın Muhiti ......................................................................... 26 4.2. Ahmed-i Yekdest’in Muhiti .......................................................................... 27 4.3. Mehmed Emîn Kerkükî’nin Muhiti .............................................................. 29 4.4. Hâlid-i Bağdadî’nin Muhiti .......................................................................... 30 İKİNCİ BÖLÜM: NAKŞÎ ŞAİRLERİN HAYATLARI (15. YY – 20. YY) 1. Nakşibendiyye’ye İntisabı Kesin Olan Şairler .................................................... 32 1.1. Abdullah İlâhî (ö. 896/1491) ............................................................................ 33 1.2. İlâhî (ö. 922/1516) ............................................................................................ 35 1.3. Emîr Buhârî (ö. 922/1516) ............................................................................... 36 1.4. Hızrî (ö. 923/1518) ........................................................................................... 37 1.5. Atâ (ö. 930/1523) ............................................................................................. 38 1.6. Sûzî (ö. 931/1524) ............................................................................................ 39 1.7. Lâmi‘î Çelebi (ö. 938/1532) ............................................................................. 40 1.8. Enverî (ö. 953/1546) ......................................................................................... 44 vi 1.9. Tâbî Çelebi (ö. 960/1553)................................................................................. 44 1.10. Sürûrî (ö. 969/1562) ...................................................................................... 45 1.11. Gubârî (ö. 974/1566)..................................................................................... 46 1.12. Bahrî (ö. 974/1566) ....................................................................................... 47 1.13. Necmî (ö. 978/1570) ..................................................................................... 48 1.14. Ulûmî (ö. 983/1575) ..................................................................................... 49 1.15. Rızâyî (ö. 987/1579) ..................................................................................... 49 1.16. Vâlihî (ö. 994/1585) ...................................................................................... 50 1.17. Semâ‘î (ö. 996/1586) .................................................................................... 50 1.18. Nevâlî (ö. 1000/1591) ................................................................................... 51 1.19. Münşî (ö. 1000/1592) ................................................................................... 51 1.20. Fürûgî (ö. 16. yy) .......................................................................................... 52 1.21. Dâ‘î (ö. 16. yy) .............................................................................................. 53 1.22. Gâfûrî Çelebi (ö. 16. yy) ............................................................................... 53 1.23. İlhâmî Efendi (ö. 16. yy) ............................................................................... 54 1.24. Ulvî (ö. 16. yy) .............................................................................................. 54 1.25. Zâifî (ö. 16. yy) ............................................................................................. 55 1.26. Halîmî (ö. 1013/1604)................................................................................... 55 1.27. Celâl (ö. 1020/1611) ..................................................................................... 56 1.28. Nâdirî (ö. 1036/1626) ................................................................................... 56 1.29. Fazlî (ö. 1046/1637) ...................................................................................... 57 1.30. Âcizî (ö. 1048/1639) ..................................................................................... 58 1.31. Hayâtî (ö. 1050/1640) ................................................................................... 58 1.32. Bahâyî (ö. 1064/1654) .................................................................................. 59 1.33. Resmî (ö. 1077/1666) ................................................................................... 60 1.34. Saîdâ (ö. 1092/1681) ..................................................................................... 60 1.35. Lâgarî (ö. 1093/1682) ................................................................................... 61 1.36. Feyzî (ö. 1102/1690) ..................................................................................... 61 1.37. Enverî (ö. 1106/1694) ................................................................................... 62 1.38. Zülâlî (ö. 17. yy) ........................................................................................... 62 1.39. Resâ (ö. 1112/1700) ...................................................................................... 63 1.40. Rahmî (ö. 1127/1715) ................................................................................... 63 1.41. Vak‘î (ö. 1129/1716)..................................................................................... 64 1.42. İlmî (ö. 1130/1718) ....................................................................................... 64 1.43. Feyzî (ö. 1136/1723) ..................................................................................... 65 1.44. Müfîd (ö. 1139/1726) .................................................................................... 65 vii 1.45. Âgâh (ö. 1141/1729) ..................................................................................... 66 1.46. Şeyhî (ö. 1144/1731)..................................................................................... 67 1.47. Es‘ad (ö. 1144/1731)..................................................................................... 67 1.48. Visâlî (ö. 1144/1731) .................................................................................... 68 1.49. İshâk (ö. 1147/1734) ..................................................................................... 69 1.50. Merâmî (ö. 1156/1743) ................................................................................. 69 1.51. Ahmed Kırımî (ö. 1156/1743) ...................................................................... 70 1.52. Mehmed Emîn Tokadî (ö. 1158/1745) ......................................................... 70 1.53. Rızâ (ö. 1159/1746) ...................................................................................... 72 1.54. Yetîmî (ö. 1159/1746)................................................................................... 73 1.55. İsmet (ö. 1160/1747) ..................................................................................... 74 1.56. İbrâhîm-i Vâsık Billâh bin Yûsuf (ö. 1750 Sonrası) ..................................... 74 1.57. Nazîmâ (ö. 1165/1751) ................................................................................. 75 1.58. Hâlis (ö. 1165/1752) ..................................................................................... 75 1.59. Sâlih (ö. 1166/1753) ..................................................................................... 76 1.60. Sa‘îd (ö. 1166/1753) ..................................................................................... 76 1.61. Bahtî (ö. 1167/1754) ..................................................................................... 77 1.62. Hâtem (ö. 1168/1755) ................................................................................... 77 1.63. İzzî (ö. 1168/1755) ........................................................................................ 78 1.64. Râsim (ö. 1169/1756) ................................................................................... 79 1.65. Şem‘î (ö. 1171/1758) .................................................................................... 79 1.66. Hasîb (ö. 1172/1759) .................................................................................... 80 1.67. Vesîm (ö. 1173/1760) ................................................................................... 80 1.68. Nidâî (ö. 1174/1760) ..................................................................................... 81 1.69. Tevfîk (ö. 1175/1761) ................................................................................... 81 1.70. Âkif (ö. 1175/1761) ...................................................................................... 82 1.71. Hâdimî (ö. 1176/1762) .................................................................................. 82 1.72. Râtib Ahmed Paşa (ö. 1175/1762) ................................................................ 83 1.73. Es‘ad (ö. 1180/1766)..................................................................................... 84 1.74. İzzet (ö. 1180/1766 Sonrası) ......................................................................... 84 1.75. Hâkim (ö. 1184/1770) ................................................................................... 85 1.76. Ali Efendi (ö. 1772 Sonrası) ......................................................................... 86 1.77. Bâkî (ö. 1187/1773) ...................................................................................... 86 1.78. Kösec Ahmed (ö. 1191/1777) ....................................................................... 87 1.79. Hakkî (ö. 1194/1780) .................................................................................... 88 1.80. Nüzhet (ö. 1196/1781) .................................................................................. 89 viii 1.81. Beyzâde Mustafa Efendi (ö. 1200/1786) ...................................................... 90 1.82. İsâm (ö. 1203/1788) ...................................................................................... 90 1.83. Müstakimzâde Süleyman Sadeddin (ö. 1202/1788) ..................................... 91 1.84. Atâullah (ö. 1204/1789) ................................................................................ 92 1.85. Nusret (ö. 1208/1794) ................................................................................... 93 1.86. Sâdık (ö. 1209/1794)..................................................................................... 93 1.87. Sıddîk (ö. 1208/1794) ................................................................................... 94 1.88. Râtib (ö. 1214/1799) ..................................................................................... 95 1.89. Şeyhî (ö. 1214/1799)..................................................................................... 95 1.90. Sâlim (ö. 18. yy) ........................................................................................... 96 1.91. Şeydâ (ö. 18. yy) ........................................................................................... 96 1.92. Müfîd (ö. 1217/1802) .................................................................................... 97 1.93. Nüzhet (ö. 1220/1806) .................................................................................. 97 1.94. Neş’et (ö. 1222/1807) ................................................................................... 98 1.95. Selâmî (ö. 1228/1813)................................................................................... 99 1.96. Hâkî (1229/1814) .......................................................................................... 99 1.97. Râşid (ö. 1231/1815)................................................................................... 100 1.98. Vahyî (ö. 1233/1817) .................................................................................. 100 1.99. Şeyhî (ö. 1235/1819)................................................................................... 101 1.100. Rüşdî (ö. 1236/1821) .................................................................................. 102 1.101. Behcet (ö. 1238/1822)................................................................................. 102 1.102. Mûsâ (ö. 1239/1824) ................................................................................... 103 1.103. Avnî (ö. 1242/1826) .................................................................................... 104 1.104. Râgıb (ö. 1244/1828) .................................................................................. 104 1.105. Fâik (ö. 1245/1829)..................................................................................... 105 1.106. İzzet (ö. 1245/1829) .................................................................................... 105 1.107. Cezbî (ö. 1245/1829) .................................................................................. 106 1.108. Dâniş (ö. 1245/1830) .................................................................................. 107 1.109. Abdüllatîf (ö. 1247/1832) ........................................................................... 107 1.110. Ra‘nâ (ö. 1248/1832) .................................................................................. 108 1.111. Necîb (ö. 1252/1836) .................................................................................. 109 1.112. Pertev (ö. 1253/1837) ................................................................................. 109 1.113. Sıdkî (ö. 1253/1837) ................................................................................... 110 1.114. Sâhib (ö. 1255/1839)................................................................................... 110 1.115. İffet (ö. 1256/1840) ..................................................................................... 111 1.116. Gâlib (ö. 1260/1844) ................................................................................... 111 ix 1.117. İbret (ö. 1261/1845) .................................................................................... 112 1.118. Murâd (ö. 1264/1847) ................................................................................. 112 1.119. Hayyât Vehbî (ö. 1264/1848) ..................................................................... 113 1.120. Kuddûsî (ö. 1265/1849) .............................................................................. 114 1.121. Muhib (ö. 1266/1850) ................................................................................. 115 1.122. Sâfî (ö. 1267/1851) ..................................................................................... 115 1.123. Râsim (ö. 1270/1853) ................................................................................. 116 1.124. Rıfkî (ö. 1271/1854) ................................................................................... 116 1.125. Ferdî (ö. 1274/1857) ................................................................................... 117 1.126. Hikmet (ö. 1275/1859) ................................................................................ 118 1.127. Emrah (ö. 1277/1860) ................................................................................. 119 1.128. Tahsîn (ö. 1278/1861) ................................................................................. 120 1.129. Şemseddîn (1280/1864) .............................................................................. 120 1.130. Reşîd (ö. 1282/1865)................................................................................... 121 1.131. Gâlib (1284/1867) ....................................................................................... 121 1.132. Necâtî (ö. 1286/1869) ................................................................................. 122 1.133. Saîd (ö. 1288/1871)..................................................................................... 123 1.134. Vehbî (ö. 1292/1875) .................................................................................. 123 1.135. Rif‘at (ö. 1293/1876) .................................................................................. 124 1.136. İzzet (ö. 1294/1877) .................................................................................... 124 1.137. Sezâî (ö. 1294/1877) ................................................................................... 125 1.138. Süleymân Hâce (1294/1877) ...................................................................... 125 1.139. Sa‘dî (ö. 1299/1881) ................................................................................... 126 1.140. Hilmî (ö. 1302/1884) .................................................................................. 126 1.141. Nigârî (ö. 1304/1886) ................................................................................. 127 1.142. Kudsî (ö. 1304/1886) .................................................................................. 128 1.143. Seyyid (ö. 1306/1888)................................................................................. 129 1.144. Esrâr (ö. 1307/1889) ................................................................................... 129 1.145. Nakşî (ö. 1308/1890) .................................................................................. 130 1.146. Kemâl (ö. 1307/1890) ................................................................................. 130 1.147. Şems / Nûrî (ö. 1311/1893)......................................................................... 131 1.148. Kâmil (ö. 1312/1894) .................................................................................. 131 1.149. Seyfî (ö. 1311/1894) ................................................................................... 132 1.150. Nâcim (ö. 1312/1895) ................................................................................. 132 1.151. Âdile (ö. 1316/1899) ................................................................................... 133 1.152. Hüsnî (ö. 19. yy) ......................................................................................... 134 x 1.153. Fevzî (ö. 1318/1900) ................................................................................... 134 1.154. Şâdî (ö. 1318/1900)..................................................................................... 135 1.155. Fâik (ö. 1317/1900)..................................................................................... 136 1.156. Âsaf (ö. 1320/1903) .................................................................................... 136 1.157. Hâfız (ö. 1321/1903) ................................................................................... 137 1.158. Sebâtî (ö. 1321/1905) .................................................................................. 138 1.159. Hâlid (ö. 1324/1906) ................................................................................... 138 1.160. İlmî (ö. 1325/1907) ..................................................................................... 139 1.161. Keşfî (ö. 1325/1907) ................................................................................... 139 1.162. Sâlih Baba (ö. 1325/1907) .......................................................................... 140 1.163. Emîn Paşa (ö. 1326/1908) ........................................................................... 141 1.164. Vasfî (ö. 1328/1910) ................................................................................... 141 1.165. Muhtâr (ö. 1328/1910) ................................................................................ 142 1.166. Cemîl (ö. 1332/1914) .................................................................................. 143 1.167. İlhâmî (ö. 1914 Sonrası) ............................................................................. 143 1.168. Mecbûr (ö. 1335/1919) ............................................................................... 144 1.169. Fatma Kâmile (ö. 1339/1921) ..................................................................... 145 1.170. Fethî (ö. 1341/1922) ................................................................................... 145 1.171. Belhî (ö. 1341/1923) ................................................................................... 146 1.172. Fevzî (ö. 1343/1924) ................................................................................... 147 1.173. Nûrî (ö. 1924 Sonrası) ................................................................................ 148 1.174. Kâmil (ö. 1346/1927) .................................................................................. 148 1.175. Hüsnü (ö. 1347/1928) ................................................................................. 149 1.176. Fakrî (ö. 1347/1929) ................................................................................... 149 1.177. Burhân (ö. 1348/1930) ................................................................................ 150 1.178. Es‘ad (ö. 1349/1931)................................................................................... 151 1.179. Behcet (ö. 1935?) ........................................................................................ 151 1.180. Kemâl/Nâlânî (ö. 1376/1957) ..................................................................... 152 2. Nakşibendiyye’ye İntisabı Şüpheli Şairler ........................................................ 154 3. Nakşî Şairlerin Biyografileri Üzerine İstatistikî Bir İnceleme ........................ 155 4. Nakşî Şairlerin Meslekleri ve Memleketleri ...................................................... 157 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KAVRAMLAR VE TAHLİL: NAKŞÎ ŞAİRLERİN ŞİİRLERİNDE NAKŞİBENDÎLİK Nakşî Şairlerin Şiirlerinde Nakşibendîlik ................................................................. 167 xi Kavramlar .................................................................................................................. 170 1. Kelimât-ı Kudsiyye ............................................................................................ 170 1.1. Hûş Der Dem .............................................................................................. 172 1.2. Nazar Ber Kadem........................................................................................ 174 1.3. Sefer Der Vatan .......................................................................................... 175 1.4. Halvet Der Encümen ................................................................................... 177 1.5. Yâd Kerd ..................................................................................................... 179 1.6. Bâz Geşt ...................................................................................................... 180 1.7. Nigâh Dâşt .................................................................................................. 181 1.8. Yâd Dâşt ..................................................................................................... 182 1.9. Vukûf-ı Zamânî........................................................................................... 183 1.10. Vukûf-ı ‘Adedî ........................................................................................ 184 1.11. Vukûf-ı Kalbî .......................................................................................... 185 2. Vird / Evrâd ........................................................................................................ 187 3. Hâcegân .............................................................................................................. 190 4. Hizmet ................................................................................................................ 192 5. Râbıta ................................................................................................................. 195 6. Sohbet ................................................................................................................. 198 7. Terk .................................................................................................................... 201 8. Teveccüh ............................................................................................................ 204 9. Zikr-i Hafî .......................................................................................................... 206 10. Melâmet .......................................................................................................... 208 11. Nakşibendiyye ................................................................................................ 210 11.1. Nakşibendî Tarikatı ................................................................................. 210 11.2. Nakşibendî Tarikatının Önemli İsimleri ................................................. 214 11.2.1. Bahâeddin Nakşibend.............................................................................. 214 11.2.2. Diğer İsimler ........................................................................................... 217 SONUÇ ......................................................................................................................... 224 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 229 ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................. 246 xii KISALTMALAR bk. bakınız Bld. Belediyesi çev. çeviren DİA Diyanet İslâm Ansiklopedisi ed. editör Erişim erişim tarihi G gazel h. Hicrî haz. hazırlayan K kaside KIT kıt‘a KK kıt‘a-i kebîre m. Miladî MEB Millî Eğitim Bakanlığı MUR murabba ö. ölüm tarihi SBE Sosyal Bilimler Enstitüsü TAH tahmîs TAR tarih TERK terkîb-i bend TDV Türkiye Diyanet Vakfı vd. ve diğerleri Yay. yayınları, yayınevi xiii GİRİŞ 1 GİRİŞ Bir varlığın doğru tanımını yapabilmenin en iyi yolu, onu benzerlerinden yani bütününden ayırarak niteliklerini sıralamaktır. Hakkında söylenilecek özel nitelikleri bittikten sonra da onu, bütününün yanına koyarak yerini tespit etmek ve bütünlük içindeki paydaşlarıyla kıyas etmek gerekmektedir. Bir topluluğu oluşturan yani bütününden ayrılan onlarca, yüzlerce, binlerce zümre bulunmaktadır. En kısa anlatımıyla, “takım, grup, camia” gibi tanımları bulunan zümre, karakteristik özellikleriyle topluluktan ayrılmış her bir küçük parçaya verilen isimdir. Bu küçük parçalar, kendine has nitelikleriyle müstakil olarak var olabildikleri gibi, aynı zamanda organik bağı bulunan diğer küçük parçalarla birleşerek bir bütünü oluşturmaktadır. Ortak küme ve alt küme ilişkisiyle oluşan bu birliktelik, aslında bir zenginliğin ifade ediliş şeklidir. Okay’ın Hegel’den aktardığı tasnife göre, güzel sanatların paydaşlarından biri olan edebiyat da bünyesinde oluşan birçok zümreyle yukarıda bahsedilen zenginlikten nasibini almıştır.1 Burada bahse konu olan edebiyattan kasıt, bu çalışmanın uhdesinde gerçekleştiği Türk İslam edebiyatı yahut eski Türk edebiyatıdır. Modern olarak adlandırılan üniversiteler kurulduktan sonra da bilim olarak kabul gören edebiyat, konularına göre alt dallara, alt zümrelere ayrılmıştır. “Zümre” deyince edebiyat literatüründe akla ilk olarak divan edebiyatı için yapılmış isim tartışmaları ve dolayısıyla da “yüksek zümre edebiyatı” tabiri gelmektedir.2 Çalışmasında bu tartışmalara yer veren Mehmet Kahraman, “zümre edebiyatı” ifadesinin belirli bir kesmi kapsadığını; bu ifadenin Türk edebiyatı kavramına uygun olmayacağını ve bu sebeplerden ötürü de “zümre edebiyatı” isimlendirmesinin divan edebiyatı için yapılmış en büyük suçlamalardan olduğunu iddia etmiştir.3 Ayrıca Türk tasavvuf edebiyatı için “zümre- 1 Orhan Okay, “Edebiyat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 10/395. 2 Ömer Faruk Akün, Divan Edebiyatı (İstanbul: İSAM Yayınları, 2014), 16. 3 Mehmet Kahraman, “Divan Edebiyatı Tartışmaları” (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 1989) 151. 2 tarikat edebiyatı” gibi isimlendirmeler yapıldığı da bilinen bir gerçektir.4 Bunların yanı sıra Gölpınarlı’nın yıllar önce Türk tasavvuf edebiyatı için yaptığı tasnifte bu edebiyatı, “Tasavvufî-Zühdî Edebiyat, Melâmî-Hamzavî Halk Edebiyatı ve Alevî-Bektaşî Halk Edebiyatı” isimlendirmeleriyle farklı zümrelere ayırdığı ve kitabını da bu tasnife göre hazırladığı bilinmektedir.5 Bu isimlendirme ve tasnifler dışında, zümre kelimesiyle Türk Dili ve Edebiyatı ana bilim dalındaki; Yeni Türk Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı, Halk Edebiyatı ve Eski-Yeni Türk Dili bilim dalları da akla gelmektedir. Ancak bahsedilen bu “zümre”lerden hiçbiri, birazdan izahı yapılmaya çalışılacak olan “zümre” tabirini karşılamamaktadır. Türk tasavvuf edebiyatında, farklı tariklere mensup şair ve müellifler tarafından ortaya konulan edebî ürünlerle, farklı zümre edebiyatlarının oluştuğundan bahsetmek mümkündür.6 Çünkü her bir zümre kendi içinde edebî muhit oluşturmuş; kendi geleneğini inşa etmiştir. Nitekim toplumdaki farklı zümrelerin varlığı ve her zümrenin kendisine has bediî eserler telif ettiği, malum bir hakikattir.7 Anadolu’da özellikle tekke ve zaviyelerin tesis edilmesiyle birlikte, her tarikatın başlı başına bir edebiyat zümresi oluşturduğu görülmektedir.8 Örneğin tasavvuf edebiyatı içinde, müstakil bir Mevlevî edebiyatı varlığından söz etmek yanlış olmayacaktır. Çünkü Mevlevîliğin kendisine has adap ve erkânı, tasavvuf edebiyatı içinde ayrıca bir Mevlevî edebiyatının oluşmasına zemin sunmuş;9 keza İlhan Genç, Necip Fazıl Duru, Nilgün Açık ve Eda Tok gibi araştırmacılar, bu sebeple Mevlevî edebiyatı üzerine doktora çalışmaları hazırlayabilmişlerdir.10 Zümre edebiyatı kapsamında incelenebilecek zümrelerden biri de bu çalışmanın temelini teşkil 4 Azmi Bilgin, “Türk Tasavvuf Edebiyatı Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 5/10, 331. 5 Abdülbaki Gölpınarlı, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1972), XXI-XXIII. 6 Abdülkadir Dağlar, “Mevlevî Edebiyatı Kaynaklarından Tezkire-i Şu’arâ-yı Mevleviyye ile Semâ’-hâne- i Edeb’in Mukâyesesi”, Turkish Studies 3/2 2008, 229. 7 Fevziye Abdullah Tansel, “Günümüze Kadar Bilinmeyen Beş Saz Şairimiz”, Belleten 36/123 1972, 294. 8 Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar (Ankara: DİB Yayınları, 1976), 341. 9 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik (İstanbul: İnkılap Yayınları, 1983), 449. 10 Detaylı bilgi için bk.; İlhan Genç, Esrar Dede Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, 1986) Necip Fazıl Duru, Mevlevi Şairlerin Mevlevilik Unsurları (Ankara: Gazi Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, 1999) Nilgün Açık, Divan Edebiyatında Mevlevilik Etkisi ve Mevlevi Şairler (Ankara: Gazi Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, 2002) Eda Tok, 17.yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Mevlânâ ve Mevlevîlik (Sakarya: Sakarya Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, 2015) 3 eden ve daha önce inceleme konusu edilmemiş Nakşibendî edebiyatı, daha özelde ise Nakşibendî şiiridir. Tecrübe, duygu ve bilgiye dayalı hikmet şiirlerinin ve hikemî türün halk nazarında makes bulmasıyla oluşan tekke yahut tasavvuf edebiyatının başlıca merkezi Nakşibendî tekkeleridir.11 Ancak bugüne değin edebiyat araştırmalarında “zümre edebiyatı” kapsamında yalnızca birkaç tasavvufî ekol (Bektaşîlik, Halvetîlik, Mevlevîlik) üzerine çalışmalar yapılmış; geri kalan çoğunluk üzerinde yalnızca münferit bazı çalışmalar hazırlanmıştır. Nakşibendiyye geleneği de bu çoğunluk içerisinde yer almış; Nakşî tekkelerinin kültürümüze katkılarından bahsedilmediği gibi zümre edebiyatı perspektifiyle tarikatı kuşatıcı bir eser de yazılmamıştır. Mezkûr çalışmaların yokluğu sebebiyle ve zümre edebiyatı tabirini yeniden yorumlayabilmek üzere “Türk Tasavvuf Şiirinde Nakşî Gelenek” isimli bu doktora tezi hazırlanmıştır. Bu çalışmanın önemli bir boşluğu dolduracağı düşünülmekle birlikte, bir diğer amaç olarak da bazı araştırmacılar nazarında “kaba sofu” imajına sahip Nakşibendî tarikatının, aslında kültür ve edebiyat özelinde medeniyetimize yaptığı katkıyı gözler önüne sermek hedeflenmiştir. Türk Tasavvuf Şiirinde Nakşî Gelenek isimli bu çalışma, giriş ve sonuç bölümleri haricinde üç bölümden oluşmaktadır. Çalışma, “Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi” öncelikli alanında yapıldığı için bu tema, çalışmanın konusuyla irtibatlandırılarak ilk bölümde, bir müessese olarak tekkelerden ve medeniyetin inşasındaki rolü gereği tasavvuf ve tarikatlardan bahsedilmiştir. Hemen akabinde, Nakşibendiyye tarikatının Anadolu coğrafyasında tespit edilebilen edebî muhitlerine yer verilmiştir. İkinci bölüm, eski Türk edebiyatının biyografik özellikli kaynaklarının taranmasıyla elde edilen 180 Nakşî şairin hayatını konu edinmiş; ilgili bölüm bu özelliğiyle âdeta Nakşî şairler tezkiresi hüviyetini kazanmıştır. Bu bölüm içerisinde, tarikata intisabı şüpheli şairlerin kısa biyografilerinden hemen sonra şairlere yönelik muhtelif konularda istatistikî analizler yapılmıştır. Son bölümde ise divan tahlillerinde yer alan klişeleşmiş madde 11 Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, 356-357. 4 başlıkları bir kenara bırakılarak Nakşibendî tarikatına has adap, erkân ve terimler üzerinde incelemeler ve tahliller yapılmaya çalışılmıştır. Çalışma hazırlanırken dikkat edilen hususlar, yöntemler ve sınırlandırmalar şöyle izah edilebilir: Öncelikle çalışma, coğrafi açıdan sadece Anadolu’yu ele almış; böylelikle saha anlamında sınırlandırmaya gidilmiştir. Çünkü Nakşibendiyye tarikatı zaman içinde çok geniş coğrafyalara ulaşmıştır. Osmanlı’nın hüküm sürdüğü, Nakşîliğin de Anadolu’nun peşisıra gittiği bugünkü Rumeli toprakları da konunun makul seviyede sınırlandırılması adına çalışma dışında bırakılmıştır. Zaman açısından çalışmanın başlangıç dönemi olarak tarikatın Anadolu’ya gelişi olan 15. yüzyıl; bitiş sınırı olarak da tekkelerin kapatıldığı 20. yüzyıl temel alınmıştır. Bu süre zarfı içinde Anadolu’da yaşamış; biyografik, bibliyografik kaynaklarla tarih kitaplarının yanı sıra lisansüstü tez, ansiklopedi maddeleri, makale ve kitaplarda yer alan Nakşî şairler taranarak tespit edilmiş ve kaynaklardan derlenen bilgilerle tarihsel yöntem kullanılarak şairlerin hayat hikâyeleri inşa edilmiştir. Şiiri olmayan Nakşî müellifler de tez konusunu sınırlandırmak adına çalışma dışında bırakılmıştır. Son bölümde Nakşî tarikatına has kavramlar, sözlükler ve başlıca ilgili kaynaklarla açıklanmaya; 16, 17, 18, 19 ve 20. yüzyıldan seçilen divanlardan alınan şiir örnekleriyle de bu kavramların semantik açıdan şair ve şiirdeki yansımaları analiz edilmeye çalışılmıştır. Divanlar belirlenirken kıstas olarak öncelikle şairlerin postnişin olmalarına; ardından da nazımdaki kabiliyetlerine dikkat edilmiştir. Başa dönülecek olursa bu çalışmada, zümre edebiyatı kapsamında Nakşî şiiri incelenmiş; benzerlerinden ayrı tutularak nitelikleri sıralanmıştır. Çalışmanın sonuç kısmında ise bu zümrenin niteliklerinden hareketle bütünündeki yeri tespit edilmeye çalışılmıştır. 5 1. BÖLÜM: OSMANLI MÜESSESELERİ VE MEDENİYET TARİHİ IŞIĞINDA TASAVVUF, TEKKE, TARİKAT VE NAKŞİBENDİYYE İLE NAKŞÎ EDEBÎ MUHİTLERİ 6 Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi Işığında Nakşibendiyye “Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi” isimli öncelikli alanda yapılan çalışmanın bu bölümünde, medeniyet ve kültür tarihimizin önemli unsurlarından tasavvuf, tarikat ve Nakşibendiyye kavramları üzerinde durulmuş ve Osmanlı devletinde halk yararına faaliyet gösteren müesseselerden olan tekke kurumundan söz edilmiştir. Kendi içinde dört başlığa ayrılan bu bölümde; “Tasavvuf ve Tekke” başlığı altında, kavramların sözlük, terim ve etimolojik anlamları üzerinde durulmuş ve kısaca aralarındaki ilişkiden bahsedilip ne olup ne olmadıklarına değinilmiştir. “Tarikatlar ve Nakşibendiyye” isimli başlıkta, tarikatın ne olduğu anlatılmaya çalışıldıktan sonra Nakşibendiyye yolunun neden ve nasıl ortaya çıktığından söz edilmiş ve bu tarikata dair bilgiler verilmiştir. “Nakşibendiyye’nin Anadolu’ya Gelişi” başlığında da mezkûr tarikatın Anadolu topraklarına ne zaman ve kimler aracılığıyla geldiğinden bahsedilmiştir. Son başlık “Sosyal Müessese Tekkeler ve Nakşibendiyye’deki Edebî Muhitler”de ise tekkelerin sosyal faaliyetlerine ana hatlarıyla yer verilip bu faaliyetlerden biri olan edebiyatın, Nakşibendiyye’deki -dört önemli şiir muhitiyle- varlığına temas edilmiştir. 1. Tasavvuf ve Tekke 1.1.Tasavvuf Tasavvufun hangi kökten geldiğine dair birçok iddia bulunmaktadır. Safâ ve vefâ kelimelerinin terkibiyle oluştuğu; dervişlerin çölde yedikleri sufâne bitkisinden geldiği; Kâbe’nin hizmetiyle uğraşan Sûfe kabilesinin isminden mülhem olduğu;12 temiz anlamındaki saf kelimesinden türediği; tertemiz anlamındaki safavî kelimesinin söyleyişinin zorluğundan dolayı kelimenin sûfîye döndüğü; okun nişandan sapması anlamındaki suvûf kelimesinden olduğu13 gibi düşünceler, tasavvufun etimolojisi hakkındaki en yaygın iddialardandır. Bu yaygın iddialara rağmen en çok kabul gören 12 Reşat Öngören, “Tasavvuf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1989), 40/119. 13 Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Tasavvuf (İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1985), 8. 7 kanaat ise tasavvufun “yün elbise”14 anlamına gelen sûf15 kelimesinden geldiğidir.16 Ancak Kuşeyrî, risalesindeki tasavvuf başlığı altında, tasavvuf ve sufi kelimelerinin etimolojilerine dair iddiaları zikrettikten sonra bu kelimelerin “vasıflarını gösterecek lafız kıyası ve iştikaklarını arama çabaları” için fazlaca meşhur olduklarını söylemiştir.17 Bir başka deyişle Kuşeyrî, tasavvuf kelimesinin kabul görüp kullanımda olmasına rağmen kökeninin tartışılmasını gereksiz bir çaba olarak görmüştür. Tasavvufun İslam medeniyeti ve kültürü içerisinde kazandığı terim anlam, etimolojisi gibi karışık ve belirsiz değildir. Tasavvuf, ahlak merkezli bir hayat;18 örnek insan, iyi Müslüman yetiştirmek isteyen bir faaliyet;19 insanın nefsini yok etmesi;20 Allah’a yakınlaşma yolu21 gibi mana cihetiyle birbiriyle aynı istikamet üzere giden anlamlara gelmektedir. Osmanlı’nın mütefekkir şairlerinden Nev‘î ise farklı bir pencereden bakmış ve kelimenin harflerinden yola çıkarak tasavvufun “tövbe, sıdk, vera’ ve fenâ” kavramlarını remzettiği söylemiştir.22 Tasavvufu benimseyip hayatlarını ona göre planlayan ve şekillendirenlere de sûfî, mutasavvıf ve ehl-i tasavvuf denilmiştir. Bunlara ek olarak Erol Güngör, -tasavvufun öncülü zühd hayatınından hareketle- ilk sûfîlere zâhid denilmesinin daha doğru olacağını belirtmiştir.23 Nitekim Nicholson da tasavvuf hareketinin Hicrî birinci asırda ortaya çıkan zühd hayatında gizli olduğunu iddia etmiştir.24 14 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü (Ankara: Rehber Yayıncılık, 1997), 689. 15 Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî (İstanbul: Şifa Yayınevi, 2019), 339. 16 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2016), 345. 17 Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, çev. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991), 450. 18 Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar (İstanbul: Sır Yayıncılık, 2008), 22. 19 Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, 15. 20 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü (İstanbul: MEB Yayınları, 1993), 3/413. 21 Mertol Tulum, Osmanlı Türkçesi Büyük El Sözlüğü (İstanbul: Kapı Yayınları, 2013), 190. 22 Olcay Kocatürk, Şairin İlimle İmtihanı (İstanbul: DBY Yayınları, 2020), 182. 23 Erol Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri (İstanbul: Ötüken Yayınları, 1982), 66. 24 Reynold Nicholson, Tasavvufun Menşei Problemi, çev. Abdullah Kartal (İstanbul: İz Yayıncılık, 2004), 38. 8 Aynı zamanda şairlik yönü de bulunan Halvetî şeyhi Dede Ömer Ruşenî, tasavvufu kısaca şöyle açıklamıştır:25 Tasavvuf terk-i da‘vâdur dimişler Dahı kitmân-ı ma‘nâdur dimişler … Tasavvuf bir hidâyetdür Hudâdan Bunı men söylemedüm bil hevâdan … Tasavvuf kalbi Hakk’a baglamakdur Yüregin aşk odıyla daglamakdur … Tasavvuf yâr olup bâr olmamakdur Gül-i gülzâr olup hâr olmamakdur Oğlanlar şeyhi İbrahim Efendi ise Dede Ömer Rûşenî’nin kaldığı yerden şöyle devam etmiştir:26 Bidâyetde tasavvuf sûfî bî-cân olmaga derler Nihâyetde gönül tahtında sultân olmaga derler … 25 Necip Fazıl Şenarslan, Rûşenî Dede Ömer Aydınî Külliyâtı (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, 2020), 261. 26 Rahmi Yananlı, Hazret-i Dil-i Dânâ Oğlan Şeyh İbrahim Efendi Külliyatı (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2008), 291. 9 Tasavvuf cümle zerrât-ı cihânda Hakk’ı görmekdir Tasavvuf gün gibi kevne nümâyân olmaga derler … Tasavvuf günde bin kerre ölüp yine dirilmekdir Tasavvuf cümle âlem cismine cân olmaga derler Bu çalışmanın temelini oluşturan Nakşî şairlerden olan Lâmi‘î Çelebi ise şatahat örneği olarak gösterilebilecek bir gazelinde,27 Sıgmaz benüm etvâruma güftâr-ı tasavvuf Dîvâne vü mestem bana tâmât gerekmez demiştir. Beyte ilk bakıldığında Lâmi‘î, tasavvufa karşıymış gibi gözükse de divâne ve mest olduğunu söyleyip söze ihtiyacı olmadığını belirtmesi, aslında tasavvufun “kâl değil, hâl ilmi”28 olduğunu vurgulamak içindir. Kısaca etimolojisinden, sözlük anlamı ve terim anlamlarından bahsedilip şiir örnekleriyle de ne olduğuna dair izahatta bulunmaya çalışılan tasavvuf, toplum içindeki kurumsal kimliğini müesseseleşmeyle birlikte kazanmıştır. Yani manevi inşa ile uğraşan tasavvuf, maddi inşa olan tekkelerle birlikte, toplumda ve sosyal hayatta yer edinmiştir. Çünkü tekkeler, hem İslam toplumunun teşekkülünde ve gayrimüslim halkın irşadında önemli rol oynamış,29 hem toplumun irfan ve sanat yönünden gelişmesine katkıda bulunmuş, hem de sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın temin edilmesini sağlamıştır. 30 Ayrıca 12. 27 Hamit Bilen Burmaoğlu, Lâmi‘î Çelebi Dîvânı (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, 1983), 178. 28 Bilal Kemikli, Dost İlinden Gelen Ses (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2004), 7. 29 Kadir Özköse, “Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Tasavvufî Zümre ve Akımların Rolü”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi VII/1 (Haziran 2003), 276-277. 30 Semih Ceyhan (ed), Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür (İstanbul: İSAM Yayınları, 2018), 34. 10 yüzyıldan sonra, şeyh ile mürid arasındaki ilişkinin sınırının kurallarla belirlenmesi, tarikatları birer müessese kimliğine bürümüştür.31 1.2.Tekke Etimolojik anlamda tekke kelimesi de tasavvufa benzer bir şekilde, kökeni itibarıyla bilinmezlikler içermektedir. Aslı “tekye” olduğu düşünülen bu kelimenin, Arapça ve Farsça’dan gelip gelmediğine dair tartışmalar bulunmaktadır. Bu doğrultuda Şemseddin Sami, kelimenin Arapça olduğunu ve dayanma anlamına geldiğini32; Mertol Tulum ise kelimenin Farsça olduğunu, Türkçe konuşma dilinde tekke olarak telaffuz edildiğini ve “dayanacak şey, destek, dayak” anlamlarına geldiğini iddia etmiştir.33 Süleyman Uludağ, kelimenin Arapça34; Ethem Cebecioğlu ise Farsça35 olduğunu ileri sürmüştür. Kısacası hem dil bilimciler hem de tasavvuf alanının uzmanları, kelimenin kökenine dair farklı fikirler dile getirmişlerdir. Çok daha farklı bir bilgi ise Kahire merkezli Arap Dili Konseyi’nin hazırlamış olduğu el-Mu‘cemü’l-Vasît adlı Arapça sözlükte yer almaktadır. Tekke kelimesi bu sözlükte, sufîlerin mekânı anlamıyla verilmiş ve kökeni itibarıyla Türkçe olarak kabul edilmiştir.36 Nitekim “tekke” yahut “tekye” kelimelerine Türk dili açısından bakıldığında, kelimenin hem küçük hem de büyük ünlü uyumuna uyduğu gözükmekte ve Türkçe olduğu iddiasını reddedecek bir delil bulunmamaktadır. İslam Ansiklopedisi’nin tekke maddesinin yazarı Mustafa Kara, kelimenin etimolojisi konusuna daha itidalli yaklaşmış; farklı görüşlerin olduğunu belirttikten sonra, kelimenin dilimizde 15. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlanmış olabileceğini ifade etmiştir.37 31 Erol Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, 99. 32 Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, 357. 33 Mertol Tulum, Osmanlı Türkçesi Büyük El Sözlüğü, 204. 34 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 350. 35 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 707. 36 Komisyon, el-Mu‘cemül-Vasît (Kahire: 4. Baskı, 2008), 1/86. 37 Mustafa Kara, “Tekke”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2011), 40/370. 11 Sözlük bilimci Nişanyan da kelimenin en eski kullanımı için -1451 yılından önce yazıldığını düşündüğü el-Ferec Ba‘de’ş-Şidde38 eserini örnek olarak göstermiştir.39 Dergâh, hankâh, zâviye ve ribât gibi isimlerle de anılan tekke, tasavvuf ilmi ve kültürü içinde bir mürşidin tasavvuf eğitimi verdiği mekân;40 müridlerin şeyh idaresinde sohbet, zikir ve ibadet ettikleri yer;41 tasavvuf ehlinin sülûk çıkarttıkları yer42 ve ehl-i tarîkin ayin icra ettikleri mekân43 gibi manalarla terim anlamını kazanmıştır. Böylelikle tekkenin terim anlamıyla birlikte, tasavvuf - tekke arasındaki ilişki daha belirgin hâle gelmiştir. Yaratılışından itibaren insanoğlunun en vazgeçilmez ihtiyaçlarının başında barınma gelmektedir. Barınmadan kasıt, insanın sığınacağı; yaşam için uygun şartları olan mekândır. Bu mekânlardan birisi de ehl-i tasavvufun sığınağı olan tekkelerdir. Çünkü tekkeler, gönül eğitimi için hazırlanmış özel mekânlarıdır.44 Tekke, sadece bina ya da inşa değil; aynı zamanda ruhaniyetli bir yerdir. Harcı irfanla yoğrulmuş, duvarları ilim tuğlalarıyla örülü ve bahçesi her daim gül kokan nezih bir mekândır. Tekkeler, manevi özelliklerinin yanında, kurumsal bir kimlik taşımışlardır. Elbette istisnaları olsa da vakıflarla desteklenmiş; mutfak (matbah), ambar, hamam, kütüphane, mescid gibi farklı mekânlarıyla; şeyh ve müridler haricindeki kapıcı, aşçı, bulaşıkçı, imam gibi farklı görevlileriyle varlığını sürdürmüştür.45 Padişahların, paşaların yaptırdığı ve desteklediği tekkeler olduğu gibi, imece usulü ve mütevazı imkânlarla kurulmuş tekkeler de vardır. Kimlerin yaptırdığından ziyade 38 Adı geçen eser, Arap ve Fars edebiyatlarında klasik hâline gelmiş; tercümelerle edebiyatımıza geçmiş; içinde onlarca hikâye barındıran ve genellikle müellifleri bilinmeyen mensur metinlerdir. Detaylı bilgi için bk.; György Hazai, Andreas Tietze, Ferec Ba‘d eş-Şidde (Ankara: TÜBA Yayınları, 2017) 39 Nişanyan Sözlük, “Tekke” (Erişim: 1 Aralık 2022) 40 Mustafa Kara, “Tekke”, 40/370. 41 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 350. 42 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 707. 43 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 3/445. 44 Mustafa Kara, Tanzimât’tan Cumhuriyet’e Derviş Tekke ve Hüzün (Bursa: Verka Yayınları, 2009), 15. 45 Mustafa Kara, “Tekke”, 40/370. 12 kimlerin kullandığı, tekkelerin akıbetini belirlemiş; “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn.” düsturu gereği şeyhler ve dervişler, tekkelere kendi ağırlıklarınca değer katmışlardır. 2. Tarikat ve Nakşibendiyye Arapça asıllı tarîkat kelimesi, sözlüklerde “yol, meslek, râh”,46 “manevî yol”47 ve “Allah’a ulaşmak arzusuyla tutulan yol; tasavvufî meslek”48 gibi anlamlara gelmektedir. Tasavvuf kültüründe ise terim olarak sâliki hakikate götüren,49 Hakk’a ermek için birtakım kuralları bulunan,50 şeyh nezaretinde talibin Allah’a ulaşma noktasında takip ettiği51 ve farzlardan sonra nafile ibadetlerle Allah’a yakınlaştıran yol52 anlamlarını kazanmıştır. Tarikatların temel hedefi, fertlerin maddi ve manevi yönden gelişmeleridir. Çünkü toplumun ayağa kalkması ancak ferdin gelişimine bağlıdır.53 Bu gelişim de tarikat vasıtasıyla insanın biliş hâlinden oluş hâline54 varmasıyla mümkündür. Bu yüzden tarikatları, sıkıntıya düşen insanların sığınağı yahut bir köşeye çekilip sadece ölümü bekleyen insan toplulukları olarak görmek son derece yanlış olup bu olguyu, insanın manevi ihtiyacı ve gönüllerin ruhî tatmini olarak değerlendirmek gerekmektedir.55 Burada “sıkıntıya düşen” ve “ölümü bekleyen” ifadeleriyle akla gelmemesi gerektiği hâlde gelen “miskin” kelimesinin doğru izahı, hem tarikatın hem de tasavvufun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Çünkü miskin kelimesinin yoksul, düşkün, tembel anlamlarıyla kullanımı,56 tarikat mensuplarını ve dolayısıyla da tarikat ve tasavvuf müesseselerini zedelemektedir. Arapça “sakin olma, durma” anlamlarındaki sükûn kökünden gelen; Yûnus Emre’nin de şiirlerinde zaman zaman mahlas olarak kullandığı 46 Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, 730. 47 Mertol Tulum, Osmanlı Türkçesi Büyük El Sözlüğü, 379. 48 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat (Ankara: Aydın Kitabevi, 1984), 1237. 49 Reşat Öngören, “Tarikat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2011), 40/95. 50 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 343. 51 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 687. 52 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 3/403. 53 Semih Ceyhan (ed.), Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, 30. 54 Bilal Kemikli, Sun‘ullâh-ı Gaybî Dîvânı (İstanbul: H Yayınları, 2017), 184. 55 Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, 36. 56 Cengiz Kallek, “Miskin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2020), 30/183. 13 miskin, aslında “yaratıcısının karşısında kendisine bir ad koyamayan, onun kudreti karşısında kendini yok sayan”57 ve durması gerektiği yeri iyi bilen sâliklerin sıfatıdır. Dolayısıyla miskin tabirinin, sıkıntıya düşmüş ve ölümü bekleyen yakıştırmalarıyla bir ilgisi bulunmamaktadır. Bir Müslüman için mutlak bir tarikten söz edilecekse bu yol, kuşkusuz Hz. Muhammed’in yoludur. Onun sünnet-i seniyyesi ile süslenmiş ehl-i sünnetin58 de koşar adım yürüdüğü bu yol; çıkmaz sokakları olmayan, haramileri bertaraf edilmiş, köşe başlarında çeşmeleri ve kenarlarında gülleri olan, İslam mülkünün en güzel yoludur. Bu yolun en güzel duraklarından biri, Hz. Peygamber tarafından Mescid-i Nebevî’nin hemen bitişiğine kurulan Suffe’dir. Suffe, asıl kuruluş amacı yoksul sahabilerin barınma ihtiyacını gidermek olsa da zaman içindeki eğitim faaliyetleriyle ilk dönem zühd hareketlerinin çıkış noktası, tasavvufun da filizlenmeye başladığı yer olarak görülmektedir.59 Hz. Peygamber’in vefatından günümüze dek İslam medeniyetinde, mezhepler başta olmak üzere sayısız tarikat ortaya çıkmıştır. Anadolu coğrafyası, bu sayısız zenginlikten nasiplenmiş; hem Kâdiriyye, Rıfâiyye, Nakşibendiyye, Halvetiyye, Zeyniyye ve Vefâiyye gibi tarikatlara mihmandarlık etmiş hem de Bektaşiyye, Mevleviyye ve Bayramiyye gibi tarikatların, bünyesinde neşvünema bulmasını sağlamıştır. Anadolu özelinde, İslam âlemindeki bu yolların zenginliğinin sebebi, farklı mizaçlar, çeşitli meşrepler ve muhtelif ihtiyaçlardır.60 Kara’nın insan fıtratının renkliliği61 olarak açıkladığı bu çeşitliliği, yaratılışla da açıklamak mümkündür; Allah tek, mahlûkât ise çoktur. Anadolu’yu tasavvuf ve tarikat anlamında, canlı ve zengin kılan yollardan biri de Nakşibendiyye’dir. Nakşibendî tarikatı, Hâcegân yolunun unutulmaya yüz tutmuş 57 Abdurrahman Güzel, “Yunus Emre’de İnsan Kavramı”, Vakıf Haftası Dergisi 8 (1991), 95. 58 Detaylı bilgi için bk.; Yunus Şevki Yavuz “Ehl-i Sünnet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 10/525. 59 Mustafa Baktır, “Suffe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2009), 37/470. 60 Semih Ceyhan (ed.), Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, 28. 61 Mustafa Kara, Tanzimât’tan Cumhuriyet’e Derviş Tekke ve Hüzün, 18. 14 ilkelerinin yeniden canlandırılmasıyla ortaya çıkmış; hafî zikri benimsemiş müstakil bir tarikattır.62 Tarikatın kurucusu ve isim babası, 1389 yılında vefat eden Bahâeddin Muhammed b. Muhammed Buhârî’dir.63 Hâce Bahâeddin olarak da anılan Bahâeddin Nakşibend, üveysî yolla Abdülhâlik Gucdüvanî’den; rûberû ise Baba Semmâsî ve Seyyid Emîr Külâl’den ders almıştır.64 Çıkış yeri olarak Orta Asya merkezli tarikatlardan olan Nakşibendiyye, silsile itibarıyla Hz. Ebubekir’e dayanmakta ve bu yüzden de zikir usulü olarak hafî zikri benimsemiş tarikatlar arasında yer almaktadır.65 Kadiriyye’den sonra İslam âleminin en yaygın tarikatı olarak kabul edilen Nakşibendiyye, İslam’ı yaşayan coğrafyanın neredeyse her bir bölgesine gitmiş ve varlığını devam ettirmiştir.66 Nakşibendiyye’nin hem varlığını sürdürmesinde hem de yayılmasında, Bahâeddin Nakşibend’in yetiştirdiği halifeler ve onların talebeleri önemli roller üstlenmiştir. Bu isimlerin başında, Muhammed Pârsâ, Alâeddin Attâr ve Yakûb-ı Çerhî gelmektedir.67 Halifelerin Maveraünnehir, Horasan, Herat, Kâşgar ve Semerkant gibi önemli ilim merkezlerinde yaptıkları ilmî ve irfânî faaliyetler, tarikatın bu bölgede kökleşmesini sağlamıştır.68 Tarikatın inanç noktasında, en bilinen özelliklerinin başında şeriata, Sünnî itikada ve sünnete bağlılığı gelmektedir. Kuşkusuz, diğer tarikatlarda da bu özellikler bulunuyor olsa da Nakşibendiyye, sadece sünnete riayet eden değil, aynı zamanda sünneti ihya eden bir harekettir.69 Ayrıca takvada ve ilim-irfan yolunda belirli bir noktaya geldikten sonra şeriat emirlerine uyulmasa da olur diyen Bâtınîleri reddeden Nakşibendiyye, bu yönüyle müteşerri bir ekol ve gelenek; Weismann’a göre ise şiddetli bir şeriat savunucusudur.70 Nitekim Bahâeddin Nakşibend, medrese hocalarıyla birlikte bulundukları bir ortamda, onlara “Yolumuz şeriata ve sünnete uygunsa yürüyelim, değilse vazgeçelim.” diyerek 62 Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı (İstanbul: İnsan Yayınları, 2015), 95. 63 Necdet Tosun, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, 611. 64 Kamilcan Rahimov, Hâcegân – Nakşibendiyye Tarikatı ve Yedi Pir (Ankara: Fecr Yayınları, 2021), 206-208. 65 Hamid Algar, Nakşibendîlik (İstanbul: İnsan Yayınları, 2019), 18. 66 Hamid Algar, “Nakşibendiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2006) 32/335. 67 Hamid Algar, “Nakşibendiyye”, 32/336. 68 Dina Le Gall, Osmanlı’da Nakşibendilik, çev. İrfan Kelkitli (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2016), 45-46. 69 Dina Le Gall, Osmanlı’da Nakşibendilik, 187. 70 Itzchak Weismann, Nakşibendîlik, çev. İrfan Kelkitli (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2021), 41. 15 şeriat ve sünnete bağlılığını göstermiştir.71 Ancak Nakşibendiyye’nin şeriata ve sünnete sıkı bağlılığı, toplumdaki yansıması bir kenara, bazı günümüz tasavvuf araştırmacıları tarafından da “katılık” ve menfi anlamda “titizlik” olarak değerlendirilmiş72, tarikat “mutaassıp bir oluşum” olarak zikredilmiş73 ve muhtemeldir ki yine bu sebeple müntesiplerine “mutaassıp hoca güruhu” yakıştırmaları yapılmıştır.74 Son dönem Nakşî şeyhlerinden Osman Hulusi Efendi, tarikatın şeriata ve sünnete bağlılığını şu şekilde ifade etmiştir: O Şâh-ı Nakşbendin bendesiyiz bâb-ı lütfunda Sırât-ı müstakîme muttasıl dergâhımız vardır75 Tarikatın inanç konusundaki ikinci özgün karakteri ise Nakşibendî öğretisinin temelinde yatan kelimât-ı kudsiyye’dir. Kelimât-ı kudsiyye, hûş der dem, nazar ber kadem, sefer der vatan, halvet der encümen, yâd kerd, bâz geşt, nigâh dâşt, yâd dâşt, vukûf-ı zamânî, vukûf-ı adedî ve vukûf-ı kalbî ilkelerinden oluşan, Nakşî yolunun sâliklerinin uyması gereken kurallar bütünüdür.76 Bu kurallar bütünü, bir nevi tarikatın müfredatı özelliğini de haizdir. Değerli sözler şeklinde dilimize çevrilen bu düsturların ilk sekizinin Abdülhâlik Gucdüvânî tarafından; son üçünün ise Bahâeddin Nakşibend tarafından ortaya konduğu iddia edilmektedir.77 Ancak hûş der dem, nazar ber kadem, sefer der vatan ve halvet der encümen ilkelerini, çok önceleri Gucdüvânî’nin mürşidi Yûsuf-ı Hemedânî’nin talebelerine telkin ettiği; vukûf-ı adedînin Gucdüvânî’den geldiği ve bu ilkeye de Bahâeddin Nakşibend’in pek sıcak bakmadığı bilinmektedir.78 Dolayısıyla 71 Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı, 339. 72 Hamid Algar, Nakşibendîlik, 140. 73 Fatih Şeker, Cumhuriyet İdeolojisinin Nakşibendîlik Tasavvuru Şerif Mardin Örneği (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2007), 78-79. 74 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, 319-322. 75 Osman Hulusi-i Darendevi ̧ Dîvân-ı Hulûsi-i Dârendevî, haz. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz (İstanbul: Nasihat Yayınları, 2006), 86. 76 Kelimât-ı kudsiyye, bu çalışmanın üçüncü bölümünde detaylı olarak tahlil edildiği için burada sadece ilkelerin isimleri zikredilmiştir. 77 Hamid Algar, Nakşibendîlik, 130. 78 Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı, 334-335. 16 ilkelerin birçoğunun ne zaman ortaya çıktığı ve kim tarafından ortaya konduğu, -şu an için- kesin olarak bilinmemektedir. Tarikata has özelliklerden biri de toplu gerçekleştirilen “hatm-i Hâcegân” zikridir. Hatm- i Hâcegân, adından da anlaşılacağı üzere Hâcegân’dan79 Nakşibendiyye’ye miras kalmıştır. Tarikatın en meşhur dinî ritüelinin adıdır. Bu adın, yani bitirmek, sonuçlandırmak gibi anlamlara gelen “hatm”in tercih edilme sebepleri, kaynaklarda şöyle sıralanmıştır: - Olması istenen bir muradın, bu zikir sayesinde olacağının düşünülmesi, - Fatiha ile başlayıp Fatiha ile biten zikrin, âdeta bir hatimmiş gibi düşünülmesi, - Sohbet meclisinin hatme ile bitirilmesi, gibi sebeplerden mülhem, zikrin ismi için hatm-i Hâcegân uygun görülmüştür.80 Bu usulün kim tarafından ne zaman başlatıldığı bilinmemektedir. Kısaca “hatme” denilen bu zikir şekli, belirli sayılardaki Fatiha, İnşirah ve İhlas sureleri ile salavat ve istiğfarlarla yapılmaktadır.81 Geçen asrın Nakşî meşâyihinden Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî, şu 10 ilke ile Nakşibendî tarikatının müntesibi olabilmenin şartlarını sıralamıştır:82 1. Ehl-i sünnet itikadına bağlılık, 79 Türkçe “hocalar” anlamına gelen Farsça kökenli “hâcegân”, Yûsuf Hemedânî’den başlayıp Bahâeddin Nakşibend’e kadarki süreçte silsilede yer almış şahsiyetleri kapsayan bir isimlendirme olmakla birlikte, aynı zamanda bu şahsiyetlerin yaşattığı ekolün ismidir. Detaylı bilgi için bk.; Hamid Algar, “Hâcegân” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 14/431. 80 Dilaver Selvi, “Nakşilikte İcra Edilen Gizli Zikir ve Hatm-i Hâcegân”, Uluslararası Bahâeddin Nakşibend ve Nakşibendîlik Sempozyumu (İstanbul: 2016), 145. 81 Reşat Öngören, “Hatm-i Hâcegân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 16/476. 82 Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-Usûl Velîler ve Tarikatlarda Usûl, çev. Rahmi Serin (İstanbul: Pamuk Yayınları, 1977) 85-86. 17 2. Samimi tevbe, 3. Hakkı olanlarla helalleşmek, 4. Zulümden uzak durmak ve zalime yardım etmemek, 5. Eş dostun gönlünü almak, 6. Günlük işlerde sünnet-i seniyyenin edebiyle hareket etmek, 7. Daima dikkatli olmak, 8. Bütün amel, dua ve ibadetin şeriata uygun olmasını gözetmek, 9. Şeriatın yasakladığı şeylerden büyük küçük demeden uzak durmak, 10. Heva ve hevese uymadan İslam’ın çirkin saydığı davranışlarda bulunmamak. Tarikatın kuruluşundan bu yana medreseyle ilişkisi her zaman iyi olmuş ve bu sayede Nakşî tekkeleri hiçbir zaman ilimden uzak kalmamıştır. Zahirî ve batınî ilimler, her zaman bir bütün olarak görülmüştür. Nitekim Nakşî büyüklerinden Molla Câmî, üç grupta tasnif ettiği âlimlerden en üstününü, hem ilm-i zâhir hem de ilm-i bâtın bilenler olarak nitelemiştir.83 Tarikatın öncülü olan Hâcegân ekolünün benimsediği “Âlimler bizim efendilerimizdir.”84 sözü, Nakşibendî tarikatının medreseye ve ilme bakışını olumlu yönde etkilemiştir. Gucdüvânî’nin fıkıh ve hadis ilimlerini tavsiye etmesi ve Emîr Külâl’in âlimleri ümmetin kandili olarak görmesi, Nakşibendiyye’nin zahirî ilimlere daha müspet bakmasını sağlamıştır. Nitekim Bahâeddin Nakşibend’in hadis ilminde kendisini geliştirdiği ve âlimlere de büyük saygı gösterdiği bilinmektedir.85 Nakşibendî tarikatının zahirî ilimlere verdiği önemin son dönem örneklerinden biri, Konya’da bulunan bir Nakşî dergâhının Konya Islâh-ı Medâris-i İslâmiye ismiyle bir medreseye dönüştürülmesidir.86 Hırka giyme ve sarık takma gibi uygulamalardan uzak duran87 tarikatın kurucusu Bahâeddin Nakşibend’in vefatından sonra, halifeleriyle ve onların da talebeleriyle, tarikat hem farklı coğrafyalara yayılmış hem de yeni müntesiplerle birlikte oldukça büyümüştür. 83 Mollâ Câmî, Nefehâtü’l-Üns, çev. Kamil Candoğan, Sefer Malak (İstanbul: Bedir Yayınevi, 1971), 58. 84 Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı, 339. 85 Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı, 339. 86 İsmail Bilgili, “Bekir Sami Paşa Nakşibendî Hâlidî Zaviyesinin Konya Islah-ı Medâris-i İslamiye Medresesine Dönüşümü Bağlamında Nakşibendîliğin İlmi Hayata Tesiri”, Uluslararası Bahâeddin Nakşibend ve Nakşibendîlik Sempozyumu (İstanbul: 2016), 312. 87 Dina Le Gall, Osmanlı’da Nakşibendilik, 276-277. 18 Bu sayede Ahrâriyye, Kâsâniyye, Urmeviyye, Müceddidiyye, Murâdiyye, Cûryâniyye ve Hâlidiyye gibi kollar teşekkül etmiştir.88 3. Nakşibendiyye’nin Anadolu’ya Gelişi Orta Asya’da teşekkül eden Nakşibendiyye tarikatı, 15. yüzyılla birlikte dünyaya yayılmaya başlamış ve bu yayılmalar sonucu çok çeşitli coğrafyalara ulaşmıştır. Mâverâünnehir, Horasan, Hint alt kıtası, Arap yarımadası ve Kuzey Afrika gibi bölgeler, tarikatın birkaç yüzyıl içinde ulaştığı yerler arasındadır. Tarikatın yayıldığı ilk bölgelerden biri de Anadolu coğrafyası, yani Osmanlı devleti topraklarıdır. Nakşiliğin geldiği sıralarda bu topraklar, ağırlıklı olarak Mevleviyye, Halvetiyye, Bayramiyye ve Zeyniyye gibi tarikatların etkisi altındaydı.89 Anadolu, -o günün şartları için- tarikatın anavatanına çok uzak olmasına rağmen manevi göç almış ve Orta Asya’dan sonra Nakşibendiyye’nin en büyük ikinci merkezi hâline gelmiştir.90 Bu durumun siyasi, sosyolojik ve kültürel birçok sebebi vardır. Dönemin padişahlarından Fatih Sultan Mehmed’in, Türk tasavvuf şiirine önemli tesiri olan Nakşî şeyhi Molla Câmî’i91 İstanbul’a davet etmesi,92 siyasi otoritenin Nakşibendî tarikatına menfi bakmadığının bir delilidir. Ancak sosyolog ve siyaset bilimci Şerif Mardin, bu duruma farklı bir pencereden bakarak Nakşiliğin Anadolu’da kendisini kabul ettirmesini, Moğol istilası sonrasında oluşan kargaşaya bağlamış; bu iddiasını da tasavvufun buhranlı dönemlere reçete olduğu gerekçesiyle açıklamıştır.93 Ayrıca tarikatın Anadolu’daki kalıcılığını da dar bir perspektiften bakarak devlet otoritesinin güvenini kazanmalarına ve perde arkası siyasette işbirliği yapmalarına bağlamıştır.94 Hamid Algar ise Nakşiliğin Anadolu’ya gelişini, tarikatın şeriata bağlılığı ve sünnete riayeti açılarından değerlendirmiş ve bu açılardan Nakşibendiyye ile Osmanlı’yı birbirlerine uygun 88 Necdet Tosun, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, 629-651. 89 Abdurrezzak Tek, Nakşîliğin Osmanlı Topraklarına Gelişi Molla Abdullah İlâhî (Bursa: Emin Yayınları, 2012), 14. 90 Hamid Algar, “Nakşibendiyye”, 32/337. 91 Muhsin Macit, “Molla Câmî’nin Osmanlı Edebiyatına Tesiri”, Erdem 7/20 (1991), 519. 92 Mollâ Câmî, Nefehâtü’l-Üns, 462. 93 Fatih Şeker, Cumhuriyet İdeolojisinin Nakşibendîlik Tasavvuru Şerif Mardin Örneği, 71. 94 Fatih Şeker, Cumhuriyet İdeolojisinin Nakşibendîlik Tasavvuru Şerif Mardin Örneği, 87. 19 bulmuştur.95 Yani bir başka deyimle otorite ve tarikat arasındaki doku uyumuna dikkat çekmiştir. Tarikatı, Orta Asya’nın kalbinden Anadolu’nun gönlüne getiren ilk şahsiyet96, Ubeydullah Ahrâr’ın halifesi Simavlı Abdullah İlâhî olarak bilinmektedir.97 Ancak bazı kaynaklarda, tarikatın -Abdullah İlâhî’den önce- Anadolu’ya, ilk olarak Timur’un ordusundaki Nakşî müridlerle98 ve İstanbul’un fethine katılmak için gelen Nakşî dervişleriyle99 geldiği iddia edilmektedir. Nitekim Amasya’da 15. yüzyılın hemen başında (m.1405), Bahâeddin Nakşibend’in halifesi Rükneddin Mahmud Buhârî100 tarafından kurulan dergâh101 ve aynı yüzyılın ortasında (m.1453) yine Amasya’da Selâmet Hâtun tarafından inşa ettirilen Yâ Vedûd tekkesi102, bu iddiaları doğrular niteliktedir.103 Ayrıca Halvetî şeyhi Pîr İlyas’ın tarikatını Amasya’ya getirdiğinde (15. yy), şehirde Nakşibendiyye mensuplarının bulunduğu da bilinmektedir.104 Ancak bazı çalışmalarda, bu bilgilere rastlanılmadığı için Anadolu’daki ilk Nakşî tekkesi olarak, Bursa’daki Ahmed İlâhî dergâhı gösterilmiştir.105 Fatih Sultan Mehmed tarafından İshak Buhârî Hindî için Aksaray’da inşa ettirilen -sonradan Hindîler tekkesi ismini alan- tekke de Abdullah İlâhî’den önceki Anadolu Nakşibendiyye tarihinde mühim bir yere sahiptir.106 Keza, mahlas benzerliğinden dolayı karışıklığa sebep olan Buharalı Nakşî 95 Hamid Algar, “Nakşibendî Tarihinin Siyasi Boyutları”, İlim ve Sanat Dergisi 33 (1992), 15. 96 Hamid Algar, “Nakşbendiyye Tarikatı Üzerine Bibliyografik Notlar”, İslam Medeniyeti Dergisi 43 (1982), 40. 97 Mustafa Kara, Hamid Algar, “Abdullah-ı İlâhî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1988), 1/110. 98 Dina Le Gall, Osmanlı’da Nakşibendilik, 46. 99 Abdurrezzak Tek, Nakşîliğin Osmanlı Topraklarına Gelişi Molla Abdullah İlâhî, 17. 100 Necdet Tosun, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, 628. 101 Hasan Demirtaş, “Nakşibendîlik’in Anadolu’da Ortaya Çıkışının Belgesi: Şeyh Hâce İshak er-Rumî Vakfiyesi”, Vakıflar Dergisi 50 (2018), 25. 102 Abdurrezzak Tek, Nakşîliğin Osmanlı Topraklarına Gelişi Molla Abdullah İlâhî, 17. 103 Dina Le Gall, Osmanlı’da Nakşibendilik, 47. 104 Ali Öztürk, XVI. Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf (Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2003), 19. 105 Abdullah Damar, Bursa’da Nakşibendiyye Kültürü ve Ahmed İlâhî Tekkesi (Bursa: Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1993), 16. 106 Kasım Kufralı, “Mollâ İlâhî ve Kendisinden Sonraki Nakşibendîye Muhiti”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi 3/1-2 (1949), 130. 20 dervişi Ahmed İlâhî de Abdullah İlâhî’den az bir zaman önce Anadolu’ya gelmiş ve faaliyetlerine ondan önce başlamıştır.107 Sonuç olarak çeşitli kaynaklarda, Abdullah İlâhî’nin Nakşiliği Anadolu’ya getirdiği ya da daha mutedil kaynaklarda, İstanbul özelinde İlâhî’nin yol açıcı olduğu zikredilmiş ancak gerçeğin böyle olmadığı görülmüştür. İlâhî’nin ilk olduğu iddiasını gerçeğe dönüştürebilecek tek ihtimal, Abdullah İlâhî’yi kastederek “ilk Anadolulu Nakşî”108 sıfatını kullanmaktır. Aslında buna benzer bir sıfat, Algar tarafından kullanılmış olmasına rağmen bu sıfatı kullandığı paragrafta belirttiği İlâhî’nin “ilk Nakşî merkezini kurduğu” bilgisiyle boşa çıkmıştır.109 Özet olarak İlâhî’nin Nakşibendîliği Anadolu’ya getiren ilk isim olduğu iddiası çürütülmüş olsa da tarikatı Anadolu’nun kalbine nakşeden önemli şahsiyetlerden biri olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Nakşibendiyye’yi Anadolu’ya getiren âmillerden ve yollardan biri de Orta Asyalı Nakşî şeyhleri ve Abdullah İlâhî’den çok sonraki dönemde yaşayan Türk hacılardır. 16 ve 17. yüzyıllarda Haremeyn bölgesinde bulunan Nakşi şeyhlerinden Muhammed Ma‘sûm ve Ahmed Yekdest, hacca giden Türk hacıları etkilemiş ve böylece Anadolu’da, tarikatın ve zikredilen şeyhlerin şöhreti yayılmıştır.110 Mehmed Emin Tokadî, Ahmed Hâtem, Ahmed Kırımî ve Abdullah Nidâî gibi isimler de hac görevini ifa ederken Şeyh Ahmed Yekdest’e intisap eden isimlerdendir.111 Şairliklerinin yanında aynı zamanda postnişin de olan bu isimler, tarikatın bir başka yolla Anadolu topraklarına gelmesini sağlamış ve bu yolda öncülük etmişlerdir. Genel bir değerlendirmeyle, sadece Nakşibendî tarikatı özelinde değil, Anadolu’nun tasavvufî hayatının düzene ve sisteme oturmasının, Mâverâünnehir, Hârizm ve Horasan bölgelerinden gelen mutasavvıflar sayesinde olduğu görülmektedir.112 107 Dina Le Gall, Osmanlı’da Nakşibendilik, 73. 108 Hamid Algar, Nakşibendîlik, 377. 109 Hamid Algar, Nakşibendîlik, 377. 110 Weismann, Nakşibendîlik, 162. 111 Bu bilgi, bu çalışmanın üçüncü bölümündeki taramalardan elde edilmiştir. 112 Abdurrezzak Tek, Nakşîliğin Osmanlı Topraklarına Gelişi Molla Abdullah İlâhî, 13. 21 4. Sosyal Müessese Olarak Tekkeler ve Nakşibendiyye’deki Edebî Muhitler İslam medeniyetinin ve özelde Anadolu topraklarının en temel müesseselerinden biri tekkelerdir. Tekkeler, kuruldukları dönemden itibaren sadece dinî anlamda değil, toplumsal anlamda da faydalı birçok fonksiyonu icra etmiştir. Tasavvufun toplumdaki müesseseleşmiş hâli olan tekkeler; dinî, ilmî, siyasî, kültürel hatta spor gibi birçok alanda faaliyet yürütmüştür. Tekkelerin sosyal fonksiyonları üzerinde çalışma yapan Özsaray, tekkelerin sosyal görevlerini şu 7 maddede hülasa etmiştir:113 1. Misafir Ağırlama Hizmeti 2. Mazlumlara Kucak Açma 3. Vatan Mücadelesine Destek 4. İskân Faaliyetlerindeki Önemli Rolü 5. Emniyeti Sağlamadaki Yardımı 6. İslamî Şuuru Tesis Etmedeki Önemi 7. Meslekî ve Kültürel Alanda Katkı Ortaya çıktıkları andan itibaren aralarında çekişme ve rekabet olmasına rağmen tekkeler ve medreseler, Osmanlı’da medeniyetin iki kutbunu oluşturmuştur.114 Medreselerin birer okul hüviyetinde olduğu herkesçe malumdur ancak din eğitiminin verildiği yerlerden biri olan tekkeler115 de hem uygulamalı ve hâl eğitimleri ile eğitim öğretim mekânları hem de meslekî öğretileriyle eğitim veren kuruluşlar gibi faaliyet göstermişlerdir.116 Ayrıca tekkeler bünyesinde bulunan kütüphaneler de tekkelerin ilme verdiği önemin bir delili olmuştur. Örneğin; son dönem Nakşî tekkelerinden olan Eyüp’teki Hasan Hüsnü Paşa tekkesi, 1468 kitabın yer aldığı kitaplığıyla, âdeta bir kütüphane hüviyetine 113 Mustafa Özsaray, “Sosyal Fonksiyonları Bakımından Tekkelerin Osmanlı’daki Yeri”, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi 17 (2021), 661-667. 114 Klaus Kreiser, “Tekke ve Dervişlik”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi 22 (2008), 345. 115 Mustafa Kara, “Tekke Eğitimi ve Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 12 (2008), 107. 116 Hasan Kamil Yılmaz, “Tekkelerde Eğitim ve Öğretim”, Uluslararası Eğitimde Kalite Kongresi (Konya, 1996), 72-73. 22 dönüşmüştür.117 Ayrıca Nakşibendî Hâlidî şeyhlerinden Ahmed Ziyâeddin Efendi’nin tekkelere kurdurduğu ve müstakil olarak inşa ettirdiği kütüphaneler de bulunmaktadır.118 Tekkelerin topluma dönük faaliyetlerinden biri de günümüz kulüp ve dernekleri gibi toplumun sosyalleşmesini sağlayan fonksiyonları icra etmiş olmalarıdır.119 Örgütlü sivil yapılar gibi işlevi olan tekkeler, yoksullara dağıttıkları yemeklerle birer aşevi, uzak yoldan gelenlere verdikleri konaklama hizmetiyle birer otel, o günün kitap yokluğunda kurdukları kitaplıklarla birer kütüphane olmanın yanında, aynı zamanda sportif alanda da faaliyetler göstermiştir. Osmanlı’da sadece spora ve sporcuya verdikleri katkıyla ünlenmiş tekkeler yer almış; bu alanda faaliyet gösteren tekkelerin en bilindik olanları, Okçular tekkesi ve Güreşçiler tekkesi120 isimleriyle anılmıştır. Tekkelerin toplumsal katkı yaptığı sahalardan biri de sosyoloji, iskân ve şehirleşme alanlarıdır. Tekkelerin bir yerin İslamlaşmasında ve Müslüman kalmasında önemli rol üstlenişi121 aslî görevi olarak görülürse göçebe hayattan yerleşik hayata geçişteki etkisi122, tekkelerin medeniyet inşa eden bir unsur olduğunun göstergesidir. Nitekim İslam şehirlerinin kurulmasında, düzeninin oturmasında ve şehirleşmesinde, tekkeler önemli görevler icra etmiştir.123 Tüm bu özelliklerin yanında tekkeler, sağlık kuruluşu gibi de faaliyet göstermiş; bazı tekkelerin psikiyatrik tedavi mekânı olarak kullanıldığı görülmüştür.124 Ayrıca cüzzamlı hastaların tecrid edildiği yerlere “miskinler tekkesi” denilmesi ve buraların 117 Hamit Er, “Bir Eğitim Kurumu Olan: Eyüp’te Hasan Hüsnü Paşa Tekkesi ve Vakfiyesi”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi 11 (2003), 139. 118 Müşerref Avcı, “Osmanlı Dönemi Vakıf Kütüphaneleri ve Bu Kütüphanelerin Toplum Hayatına Etkileri”, Siirt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 9/2 (2021), 247. 119 Ahmet Rıfat Güzey, “Osmanlı Tekkelerinde İşleyiş ve Eğitim”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi 34 (2019), 381. 120 Osman İmamoğlu vd, “Osmanlı İmparatorluğunda Spor Tekkeleri ve Kulüpleşme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 58 (2018), 907. 121 Adem Efe, “Balkanların İslâmlaşmasında Tekkelerin Rolü ve Kosova/Prizren Şeyh Osman Efendi Tekkesi”, Uluslararası Balkan Sempozyumu Bildirileri (5-7 Ekim 2012, Isparta), 457. 122 Ahmet Cahid Haksever, “Göçebelikten Yerleşik Hayata Geçişte Tekke ve Zaviyelerin Rolü: Çorum Örneği”, Çorum ve Kültür (Çorum: İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, 2012), 89. 123 Mehmet Ulukan, “İslam Kentleri ve Kentleşme Olgusunun Gelişiminde Bir Odak Noktası Olarak Tekkeler”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 31 (2013/2), 60. 124 Taner Tosun, “Karaca Ahmet Tekkeleri ve Bu Tekkelerdeki Psikiyatrik Tedavi”, Tıp Tarihi Araştırmaları (2014), 54. 23 yöneticilerinin “şeyh” olarak adlandırılması125, tekkelerin toplumun kalbinde kabul gördüğünün ve sosyal anlamda manevi olarak hizmet ettiğinin bir göstergesidir. Ayrıca, ruhun şifası olarak anılan musiki de -tüm sosyal işlevlerinin yanında- konservatuar görevi üstlenen tekkelerde de icra edilmiş126 ve bu sebeple tekkeyi toplumla buluşturma görevini ifa etmiştir. Tekkeleriyle toplum içinde yer edinen tasavvuf ve tarikatların, toplumdan soyutlanmaları mümkün değildir. Hele ki 11 temel ilkesinden biri “halvet der encümen” olan Nakşibendî tarikatının halktan kopuk olduğunu düşünmek hiç mümkün değildir. Tekkeler ve özelde Nakşî tekkeleri, sanat üretim merkezi ve atölye gibi işlevselliğiyle medreselerin dolduramadığı alanlarda hizmet vermiştir.127 Edebiyat da tekkelerin hizmet verdikleri bu alanlardan biri olmuştur. Güzel sanatlardan biri olarak kabul edilen edebiyat; güzel görmek, güzel düşünmek, güzel konuşmak isteyen tasavvuf ehli tarafından her daim el üstünde tutulmuştur. Gönüllerdeki incelik, kaleme aksetmiş; ardından da başka ince gönüllere sefer etmiştir. Ancak sufiler için edebiyat, hiçbir zaman amaç olarak görülmemiş, aksine bir araç mesabesinde kabul edilmiştir. Yani edebiyat ürünü ortaya koymak isteyen bir sufi, sanat kaygısından uzak durmuş; gösterişli tamlamalara yeltenmemiş ve teknik anlamda mükemmeli aramamıştır. Bir başka deyişle sufi şairi diğer şairlerden ayıran en önemli özellik, sufi şairin tasavvufi tecrübesinden mülhem öze odaklanmasıdır.128 Böyle olmasına rağmen en büyük şairlerin, en önemli musiki üstatlarının tasavvuf ehli olması da tesadüf olmamıştır.129 Tekke ile edebiyatın bir arada anılmasını sağlayacak en bariz gerekçe ise isminden de anlaşılacağı üzere tekke edebiyatıdır. Her ne kadar bu edebiyat koluna, “dinî-tasavvufî edebiyat”, “tasavvuf edebiyatı”, “tasavvufî halk edebiyatı”130, “irfânî şiir”131 gibi 125 Nuran Yıldırım, “Miskinler Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2020), 30/185. 126 Yavuz Demirtaş, XIX. Yüzyıl İstanbul’unda Tekke Mûsikîsi (Ankara: Ankara Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, 2007), 23. 127 Semih Ceyhan, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, 36. 128 Bilal Kemikli, Türk İslam Edebiyatı Giriş (Bursa: Emin Yayınları, 2015), 28. 129 Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, 268. 130 Azmi Bilgin, Türk Tasavvuf Edebiyatı Makaleleri (Ankara: TDK Yayınları, 2020), 65. 131 Bilal Kemikli, Şiir ve Hikmet (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2017), 179. 24 isimlendirmeler yapılmış olsa da “tekke edebiyatı” ismini geçerli kılan en güzel sebep, eserlerin tekkelerde yazılmış olmasıdır. Tekkelerde yazılan bu eserler, şekil ve form açısından divan edebiyatından çok farklı olmasa da muhteva anlamında, belirgin bir çizgi ile ayrılmaktadır. Tekke edebiyatında ortaya çıkarılmış ürün, ister manzum ister mensur olsun içerik anlamında merkezinde din ve tasavvuf bulundurmaktadır. Tekke ehlinin edebiyatla uğraşmasının sebeplerinden biri de merkezinde din ve tasavvuf bulunan eserlerindeki “düşünce ve inançlarını” halka ulaştırmaktır.132 Her meslekte ve her sanat dalında olduğu gibi edebiyatta da kemâle ulaşma, usta çırak ilişkisi sayesinde olmuştur. Bu usta çırak ilişkisi, özellikle şiir alanında kendisini göstermiş; şairlerin mahlaslarında dahi ustalarının isim babalıkları söz konusu olmuştur. Mahlaslar verilirken de kişilerin meslekleri, meşrepleri ve meyillerine dikkat edilmiştir.133 Zaman içinde gelişen usta çırak ilişkisi, icazet ve icazetname134 müesseseleriyle çırakların usta olmasıyla ve kendilerine çırak bulmalarıyla birlikte, kendiliğinden bir silsile doğmasına vesile olmuştur. Silsile oluşturacak kadar genişleyen bu topluluk, zamanla muhitlere evrilmiştir. Arapça görüp gözetmek anlamındaki “havt > ihâta” köklerinden135 gelen muhit, Allah’ın isimlerinden biri olmasının yanı sıra, TDK’nin güncel Türkçe sözlüğünde “çevre, yöre, etraf” ve mecazen de “Bir kimsenin sürekli ilişkide bulunduğu insanlar topluluğu.” anlamlarına gelmektedir. Muhitin merkez noktasının edebiyat olması sebebiyle kavram, burada “edebî muhit” şeklinde de kullanılacaktır. Eserlerinde muhit kavramına sıklıkla yer veren Kemikli, edebî muhit için şöyle bir tanımda bulunmuştur: Edebî muhit, edebiyatçının içinde yetiştiği, izini süreceği ustaların şiirlerini ve sohbetlerini dinlediği, kendi şiirlerini okuduğu ve icabında eleştiriler alarak yetiştiği ortamlardır. Şairin içinden geldiği edebî muhit, ona ortak dil, tecrübe ve üslup 132 Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014), 35. 133 Ömer Faruk Akün, Divan Edebiyatı, 45. 134 Cemil Akpınar, “İcâzet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2000), 21/393. 135 Bekir Topaloğlu, “Muhit”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1989), 31/40. 25 kazandıran bir okuldur. Nitekim tekkelerin hemen her biri, birer edebî muhit olarak faaliyetlerini sürdürmüştür.136 Ayrıca Kemikli, tekkelerden bahsettiği yerlerde bu kavram yerine “irfanî muhit” ifadesini de tercih etmiştir.137 Halûk İpekten ise Divan Edebiyatında Edebî Muhitler isimli kitabında, edebî muhitlerin edebiyata ve edebiyatçıya değer veren şahsiyetler sayesinde kurulduğunu ifade etmiştir.138 Osmanlı özelinde Nakşibendîlik çalışmaları yapan Le Gall de çalışmasının bir bölümünde muhit kavramına kısaca değinmiştir. Ubeydullah Ahrâr’ı, tarikat tarihinde farklı bir yere koyan araştırmacı, onun benzeri görülmemiş siyaset ve organizatörlük yeteneğine sahip olduğunu söylemiştir. Farklı bölgelerden gelen talebeleri kendi muhitinde pişirdiğini; onları birer halife yaptığını ve sonrasında farklı coğrafyalara gönderip muhitini genişlettiğini vurgulamıştır.139 Nakşibendiyye geleneğine müntesip şairlerin Anadolu’da kurduğu iddia edilen edebî muhitleri üzerine incelemeyi esas alan aşağıdaki kısımda, çalışmanın ikinci bölümünü oluşturan biyografilerden yararlanılmış; taramalar, tespitler ve kısaca tahliller yapılmaya çalışılmıştır. Silsilesinde en az 5 kişi bulunan her bir muhitin bânîsi tespit edilmiş; edebî silsilesi, intisap ilişkisi ve kronoloji gözetilerek verilmeye çalışılmıştır. Ayrıca silsilede yer alan isimlerin -varsa- birbiriyle olan özel ilişkisine değinilmiştir. Türk tasavvuf edebiyatında tespit edilebilen Nakşî edebî muhitleri şunlardır: 136 Bilal Kemikli, Türk İslam Edebiyatı Giriş, 29. 137 Bilal Kemikli, Şiir ve İrfan (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2010), 194. 138 Halûk İpekten, Divan Edebiyatında Edebî Muhitler (İstanbul: MEB Yayınları, 1996), 11. 139 Dina Le Gall, Osmanlı’da Nakşibendilik, 70. 26 4.1. Ubeydullah Ahrâr’ın Muhiti Akaidnâme geleneği gibi farklı bir konuda da yol açıcı ve kurucu şahsiyet rolüyle muhit oluşturan140 Ubeydullah Ahrâr’ın kurduğu bu edebî muhit, kendisiyle birlikte toplamda 7 kişiden müteşekkildir. İlk isim, Ahrâr’ın halifesi ve ilk Türk edip Nakşî olma özelliklerini taşıyan Simavlı Abdullah İlâhî’dir. Taramalardan elde edilen verilere göre, İlâhî’nin Anadolu’da sürdürdüğü bir kol bulunamamıştır. Emîr Buhârî’nin Molla İlâhî’ye intisabı biliniyor olsa da muhit kurucusu Hâce Ahrâr’a doğrudan intisabı olduğu için Buhârî, İlâhî’den ayrı, müstakil bir kol gibi kabul edilmiştir. Emîr Ahmed Buhârî, Ubeydullah Ahrâr’a intisap etmiş; Molla İlâhî’den de hilafet almıştır. Emîr Buhârî, İstanbul’da kurmuş olduğu tekkesiyle birlikte postnişin olmuş ve irşad faaliyetlerine başlamış; Hızrî, Lâmi‘î Çelebi, Tâbi‘î ve Necmî de burada kendisine intisap etmiştir. Bu isimlerin -içlerinde şeyhlik yapanlar olsa da- kendilerinden sonra bu edebî 140 Ali İhsan Akçay, Türk Edebiyatında Manzûm Akâidnâmeler: İnceleme Metin (Bursa: Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2011), 101. Ubeydullah Ahrâr (ö. 1490) Abdullah İlâhî (ö. 1491) Emîr Buhârî (ö. 1516) Hızrî (ö. 1518) Lâmi‘î (ö. 1532) Tâbi‘î (ö. 1553) Necmî (ö. 1570) 27 muhiti devam ettirecek bir silsileye sahip olmadıkları tespit edilmiştir. Ayrıca bu isimler arasında tek bağlantı, Lâmi‘î Çelebi ve Necmî’nin kurmuş oldukları dostluk bağı olmuştur. 4.2. Ahmed-i Yekdest’in Muhiti Ahmed-i Yekdest (ö. 1707) Ahmed Kırımî (ö. 1743) Râsim (ö. 1756) Hasîb (ö. 1759) Mehmed Emîn Tokadî (ö. 1745) Rahmî (ö. 1715) Merâmî (ö. 1743) Sa‘îd (ö. 1753) Bahtî (ö. 1754) Tevfîk (ö. 1761) Es‘ad (ö. 1766) Müstakîmzâde (ö. 1788) Hâtem (ö. 1755) Râtib (ö. 1762) Sâdık (ö. 1794) 28 Buhara’nın Cüryân kasabasında doğduğu için Cüryânî; tek eli haydutlar tarafından kesildiği için de Yekdest lakabıyla anılan Nakşî şeyhi Ahmed Efendi, Anadolu’nun ikinci Nakşî edebî muhitini inşa eden isimdir. Yaklaşık 40 sene boyunca Mekke’de tebliğ vazifesini sürdüren Ahmed-i Yekdest, Nakşibendiyye’nin Hicaz bölgesi üzerinden Anadolu’ya gelmesini sağlamıştır. Sırasıyla Ahmed Kırımî, Mehmed Emîn Tokadî, Akovalızâde Ahmed Hâtem ve halifesi Süleyman Kürdî’ye intisap eden Mehmed Sâdık, Ahmed-i Yekdest’in huzurunda bulunup onun inşa ettiği edebî muhitte yer alan şairlerdendir. Bu isimler arasında, Rahmî, Merâmî, Sa‘îd, Bahtî, Tevfîk, Es‘ad ve Müstakîmzâde Süleyman Sadeddîn gibi şairleri yetiştiren Mehmed Emîn Tokadî, Yekdest’in inşa ettiği edebî muhitin genişlemesine vesile olmuş en önemli şahsiyettir. Muhiti zenginleştiren bir diğer isim de Kırımlı Ahmed Efendi’dir. Kırımî, şair ve hattat Eğrikapılı Mehmed Râsim Efendi gibi önemli bir ismin yetişmesine vesile olmuş; aynı zamanda Râsim’in de yetiştirmiş olduğu Hasîb’le birlikte bu muhite genişlik kazandırmıştır. Fen ilimlerinde dahi kendisini yetiştirmesiyle bilinen Akovalızâde Ahmed Efendi ise önemli bir devlet adamı ve şair olan Râtib Ahmed Paşa’nın bu edebî muhitte bulunmasına vesile olmuştur. Muhitin son halkasında da Ahmed-i Yekdest’in halifesi Süleyman Kürdî’nin müntesibi Erzurumlu Mehmed Sâdık Efendi bulunmaktadır. Bu isimler arasında; Akovalızâde Hâtem ile Tokadî’nin ve Hasîb ile Mehmed Râsim’in hoca talebe ilişkisi bulunmaktadır. Hâtem, Tokadî’nin ders halkalarında bulunmuş ve onun işaretiyle Molla Yekdest’e intisap etmiş; Hasîb ise Mehmed Râsim Efendi’den hat meşk etmiştir. 29 4.3. Mehmed Emîn Kerkükî’nin Muhiti Kronolojik olarak Anadolu’daki üçüncü Nakşî muhitinin kurucu ismi Mehmed Emîn Kerkükî’dir. İlk eğitimini memleketinde alan Kerkükî, önce İstanbul’a ardından da Bursa’ya gelmiş ve çoğu kaynakta Bursalı diye anılmıştır. Nakşî hilafetini almasından sonra da Hoca Neş’et, Vahyî, Ali Behcet Efendi, Avnî ve Gazzîzâde Abdüllatîf gibi önemli isimlerin ruhanî yolculuğunda onlara rehberlik etmiştir. Hoca Neş’et ve Üsküdarlı Ali Behcet Efendi, muhitlerinin genişlemesinde en büyük pay sahibi olan iki isimdir. Ancak önemli bir farklılıkları bulunmaktadır. Hoca Neş’et, -eldeki verilere göre- talebelerine sadece şiir ve şairlik hususunda hocalık yapmış; tarikatın edebî muhitinin ya da silsilesinin devamına yönelik bir katkıda bulunmamıştır. Aynı zamanda bir Mesnevîhan olan Ali Behcet Efendi ise yetiştirdiği Pertev, İffet, Rıfkî ve Şemseddîn mahlaslı dört Nakşî şair ile Kerkükî’nin şiir muhitinin büyümesine yardımcı olmuştur. Mehmed Emîn Kerkükî (ö. 1722) Neş'et (ö. 1807) Vahyî (ö. 1817) Behcet (ö. 1822) Pertev (ö. 1837) İffet (ö. 1840) Rıfkî (ö. 1854) Şemseddîn (ö. 1864) Avnî (ö. 1826) Abdüllatîf (ö. 1832) 30 Bu muhitte, Hoca Neş’et ile Ali Behcet Efendi arasında dostluk ilişkisi; Ali Behcet Efendi ile Gazzîzâde arasında hoca talebe ilişkisi ve Hoca Neş’et ile Vahyî arasında da hoca talebe ilişkisi bulunmaktadır. 4.4. Hâlid-i Bağdadî’nin Muhiti 1827 yılında vefat eden ve Nakşibendiyye’nin Hâlidîlik kolunun pîri Mevlana Hâlid-i Bağdadî, Nakşibendiyye’nin Anadolu’daki dördüncü ve son muhitinin bânîsidir. Aynı