T.C. ULUDAĞ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ TÜRK DĐLĐ VE EDEBĐYATI ANABĐLĐM DALI YENĐ TÜRK EDEBĐYATI BĐLĐM DALI TÜRK ROMANINDA AZINLIKLAR (1872-1950) DOKTORA TEZĐ Sacit AYHAN BURSA 2008 T.C. ULUDAĞ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ TÜRK DĐLĐ VE EDEBĐYATI ANABĐLĐM DALI YENĐ TÜRK EDEBĐYATI BĐLĐM DALI TÜRK ROMANINDA AZINLIKLAR (1872-1950) DOKTORA TEZĐ Sacit AYHAN Danışman Doç. Dr. Alev SINAR BURSA 2008 TEZ ONAY SAYFASI T. C. ULUDAĞ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE ........................................................................................................ Anabilim/Anasanat Dalı, ............................................................................ Bilim Dalı’nda ...............................numaralı .......................................................................................................................................... ...................’nın hazırladığı"....................................................................................................................................... ..................................................." konulu ................................................. (Yüksek Lisans/Doktora/Sanatta Yeterlik Tezi/Çalışması) ile ilgili tez savunma sınavı, ...../...../ 20.... günü ……… - ………..saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin/çalışmasının ……………………………..(başarılı/başarısız) olduğuna …………………………(oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Sınav Komisyonu Başkanı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üye (Tez Danışmanı) Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üniversitesi Üye Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üniversitesi Anabilim Dalı Başkanı Akademik Unvanı, Adı Soyadı ....../......./ 20..... Enstitü Müdürü Akademik Unvanı, Adı Soyadı III ÖZET Yazar : Sacit AYHAN Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı : Yeni Türk Edebiyatı Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : IX+ 344 Mezuniyet Tarihi : …. /…. / 2008 Tez Danışmanı : Doç. Dr. Alev SINAR TÜRK ROMANINDA AZINLIKLAR (GAYRĐMÜSLĐMLER) (1872-1950) Bu tezde temel olarak 1872- 1950 yılları arasında yazılan romanlarda azınlıkların hangi sıklıkta ve ne biçimde yer aldığı konusu araştırılmıştır. Yazarların azınlıkları anlatırken hangi bakış açısıyla değerlendirdikleri ve bu değerlendirmenin zaman içinde değişip değişmediği araştırılmış ve varsa değişimin sebepleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu inceleme Giriş, Türk Romanında Azınlıklar ve Sonuç olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde azınlık kavramının dünyadaki gelişimi tespite çalışılmıştır. Đslâm tarihinde, Avrupa’da ve Osmanlı Devleti’nde azınlıkların yaşayışları ve devlet içindeki toplumsal ve siyasi statüleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Türk Romanında Azınlıklar bölümünde ise kronolojik bir okumayla romanlarda yer alan azınlık karakterler veya onlarla ilgili unsurlar tespit edilmiştir. Bu tespit sonucunda azınlıklar Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler olmak üzere üç başlık altında değerlendirilmiştir. Roman kahramanlarının toplumsal çevresiyle incelenmesi hedeflenmiştir. Karakter veya vaka çözümlemelerinde azınlıkların toplumsal, kültürel, ekonomik, siyasi vb. yaşantıları çalışmanın esasını teşkil etmiş, yerli karakter veya vaka çözümlemelerine azınlıklarla ilgili olduğu ölçüde yer verilmiştir. Elde edilen tespitler ve bulgular Sonuç bölümünde değerlendirilmiştir. Đncelenen romanlarda azınlıklara bakışın zamanla değiştiği tespit edilmiştir. Yaşanılan devrin siyasi olaylarının Müslümanlarla azınlıklar arasındaki toplumsal ilişkiyi yaralaması azınlıklara bakışın olumludan olumsuza doğru değişmesinde en önemli etken olmuştur. Anahtar Sözcükler Azınlık Gayrimüslim Rum Ermeni Yahudi IV ABSTRACT Writer: : Sacit AYHAN University: : Uludağ University Đnstitute: : Institute of Social Sciences Department: : Turkısh Language and Literature Quality of The Thesis : Ph. d. Thesis Number of The Pages: : IX+ 344 Date of Graduation: : …. /…. / 2008 Advisor of The Thesis: : Doç. Dr. Alev SINAR THE MINORITY IN TURKISH NOVEL (1872-1950) It was researched in this thesis that in which frequency and in what forms minorities (non-muslims) took part in Turkish novels written between 1872-1950. It was pointed out that from which point of view the authors evaluated the minorities and whether their evaluations changed or not in the course of time and what the reasons of change were if it was. This study has three parts containing introduction, minorities –non muslims in Turkish novel and conclusion. The rise of minority concept in the world was mentioned in the introduction part. The life of the minorities and their political and social status in the history of Islam and Europe and the Ottoman State was brought out. Minority or non muslim characters and the elements related to them were determined in the part of minorities in Turkish novel. According to this evaluation minorities was classified as Greeks, Armenians and Jews. The aim of the study was to evaluate the heroes in the novels within their social environment. The social, cultural, economical and political life of the minorities was the base of the study in the case and character analysis. Native characters and the case analysis related to them were taken into consideration as they were concerning the minorities. Obtaining results were evaluated in the part of conclusion. It was noticed that the view about the minorities changed in the course of time. The political events of the era that affected the social relationship between minorities and non muslims badly were the basic factors for change about the view for minorities from positive to negative. Key Words Minority Non Muslim Greek Armenian Jewish V ÖN SÖZ Türk insanının yüz yıllarca birlikte yaşadığı gayrimüslimlerin Türk romanında geniş bir biçimde işlendiği söylenemez. Tarih kitapları, Đstanbul’un yıllarca Batı’ya açılan kapısının Beyoğlu ve sakinleri olduğunu ifade eder. Türk kültür tarihinde bu kadar önemli olan gayrimüslimlere romanlarda daha çok tali kişiler olarak yer verilir. Bu insanlarla ilgili sorunların bir romanın başlı başına konusu olduğu ya da baştan sona aslî kahraman olarak gayrimüslimlerin yer aldığı sıklıkla görülmez. Ancak bazen roman yazarı, konunun içindeki durumları sebebiyle tali kişiler olarak kalan ve romanın her bölümünde yer almayan kişiler vasıtasıyla da önemli fikirler beyan eder. Türk Romanında Azınlıklar adını taşıyan bu incelemede esas olarak azınlıkların Türk romanına yansıma biçimleri ve romancılarımızın onları algılama ve yansıtmadaki farklılıkları ortaya konmaya çalışılmıştır. Romanlar karakter temelinde incelenerek Türk romanının başlangıcından incelemenin kapsadığı sürenin sonuna kadar (1872-1950) yazarların azınlıklara bakışında bir değişme olup olmadığı, varsa bu değişmenin sebepleri, tespit edilmeye çalışılmıştır. Azınlık kavramının tanımıyla ilgili sorunlar vardır. Bu sebeple önce azınlık kavramının dünyadaki tarihî süreci, tarihçilerden yararlanılarak tespite çalışılmıştır. Bu bilgilerin ışığında azınlık kavramının tanımı yapılmıştır. Azınlık terimi, çeşitli bilim adamlarınca farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Hukukî bir kavram olan “azınlık” teriminin tek bir tanımı olmadığı görüldüğünden bu araştırmada azınlık teriminin yanında, birçok edebiyat araştırmacısının tercih ettiği gayrimüslim terimi de kullanılmıştır. Türk romanında azınlıkları ve yabancıları inceleyen Servet-i Fünûn’dan Önce Türk Romanında Yabancılar ve Azınlıklar ile 1896-1914 Yılları Arasındaki Türk Romanında Yabancılar ve Azınlıklar adlarını taşıyan tezler bu araştırma bağlamında incelenmiştir. Sözü edilen tezler, ilgili devirlerdeki yabancıları da inceleme kapsamına alırken bu çalışmada sadece Lozan Anlaşması’nda çerçevesi çizilen azınlık kavramının kapsamına giren Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler esas alınmıştır. Bu gruplar, farklı kültürel, ırksal ve etnik özellikleri bakımından bir azınlık grubu oluştururlar. Bu grupların dışında Hıristiyanlığı kabul eden Bulgarlar ve bazı Araplar, Osmanlı millet sisteminde Ortodoks kilisesine bağlı oldukları için (Bulgarlar kendi kiliselerini sonradan kurmuşlardır.) Rum olarak değerlendirilmişlerdir. Bu sebeple bir romanın olay örgüsünde genişçe yer alan bu gruplara mensup kişiler de çalışmamızda değerlendirilmiştir. Yabancı bir ülkeden gelip Türkiye’de görevleri vesilesiyle bulunanlar veya başka bir devletin uyruğunda olduğu halde Türkiye'ye yerleşmeyi seçen gayrimüslimler (Alman, Đngiliz, Fransız vs.) azınlık kavramı içinde değerlendirilmediğinden çalışmamızda bunlara yer verilmemiştir. Tarihi romanlarda yer alan karakterlerin azınlık kavramı çerçevesinde incelenmesi mümkün olmadığından bu romanlar, incelemenin kapsamı dışında tutulmuştur. Ancak konuyla ilgisi dolayısıyla değerlendirmeye alınan bazı tarihi romanlardan elde edilen bulgular, dipnotlarda gösterilmiştir. Türk hikâyesi de bu araştırmanın kapsamı dışında tutulmuş, konuyla ilgili olduğu düşünülen hikâyeler ve bunlardaki azınlıklarla ilgili bölümler yine dipnotlarda belirtilmiştir. Ayrıca araştırmanın kapsadığı süre dışında olan bazı romanlar da ana metin VI içinde değil, yine dipnotlarda verilmiştir. Halide Edib, Yakup Kadri, Peyami Safa gibi yazarlarımızın son birkaç romanı 1950’den sonra yazılmıştır. Ancak bu yazarlarımızın Türk edebiyatındaki önemi sebebiyle 1950’den sonra yazılan romanlarının dipnotta verilmesi uygun görülmüştür. Bazı romanlarda yer alan yabancı-azınlık karakterlerin milliyetleri belirtilmemiştir. Bu husus kişilerin milliyetlere göre tasnifinde bir engel teşkil etmektedir. Ancak romanlarda milliyeti belirtilmeyen karakterlerin mensubiyetleri adlarından, aksanlarından, dinî veya kültürel özelliklerinden yola çıkılarak tespit edilmeye çalışılmıştır. Đncelenen romanlardan çıkan malzemenin tasnifi için tematik ortaklık arandığında, romanlardaki kişilerin yaşadıkları toplumsal çevre ile meslekleri ya da uğraşlarının bu ortaklığı sağladığı görülür. Bu sebeple toplanan malzeme önce azınlık kişilerin milliyetlerine göre tasnif edilerek Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler şeklinde bölüm başlıkları tespit edilmiştir. Bölümlerin alt başlıkları, azınlık karakterlerin mesleklerini icra ettikleri veya yaşadıkları toplumsal çevre dikkate alınarak oluşturulmuştur. Üçüncü derecedeki başlıklar ise kişilerin meslekleri veya uğraştıkları işlere göre tespit edilmiştir. Hazırlık çalışmalarımız sırasında Uludağ Üniversitesi Merkez, Bursa Đnebey Yazma Eserler, Bursa Setbaşı, Bursa Atatürk Đl Halk, Umurbey Celal Bayar, Beyazıt Devlet, Atatürk Üniversitesi Seyfettin Özege, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi, Eskişehir Đl Halk, Yenişehir Đlçe Halk, Đnegöl Đlçe Halk Kütüphaneleri’nden ve Đzmir Millî Kütüphane’den yararlanılmıştır. Kronolojik olarak okunan üç yüz yetmiş romandan iki yüz on yedisi bu incelemede esas alınmıştır. Araştırmada romanların birinci baskılarına ulaşmaya gayret edilmiştir. Birinci baskılarına ulaşılamayan romanların da bulunabilen en eski baskıları kullanılmıştır. Đncelenen romanların künyeleri, romanın adının ilk geçtiği yerde verilmiştir. Künyesi verilen romanlardan yapılan alıntılarda tekrar künye verilmeyip sadece sayfa numarası belirtilmiştir. Bu çalışmada, konunun tespitinden itibaren her aşamada büyük desteğini esirgemeyen değerli hocam Doç. Dr. Alev Sınar’a şükranlarımı sunarım. BURSA 2008 Sacit AYHAN VII ĐÇĐNDEKĐLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................. I ÖZET ......................................................................................................................... III ABSTRACT ...............................................................................................................IV ĐÇĐNDEKĐLER ...........................................................................................................VII KISALTMALAR .........................................................................................................IX GĐRĐŞ ..........................................................................................................................1 I. AZINLIK KAVRAMININ TANIMI ................................................................................................................1 II. DÜNYADA AZINLIK KAVRAMI.................................................................................................................3 A. Batı Dünyasında Azınlıklar ................................................................................................................ 3 B. Đslâm Dünyasında Azınlıklar .............................................................................................................. 4 III. OSMANLI DEVLETĐ’NDE AZINLIKLAR ................................................................................................5 A. Osmanlı’da Millet Sistemi ve Tanzimat’a Kadar Azınlıkların Durumu............................................. 5 B. Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı’yla Azınlıklara Verilen Haklar ............................................ 13 C. I. Dünya Savaşında Azınlıklar.......................................................................................................... 20 IV. TÜRKĐYE CUMHURĐYETĐ’NDE AZINLIKLAR ...................................................................................21 A. Lozan ve Azınlıklar.......................................................................................................................... 21 B. Cumhuriyet Dönemi’nde Azınlıklar ................................................................................................. 27 TÜRK ROMANINDA AZINLIKLAR ..........................................................................31 BĐRĐNCĐ BÖLÜM: RUMLAR.....................................................................................31 I. AZINLIKLARLA ÖZDEŞLEŞEN MEKÂN: BEYOĞLU...........................................................................32 II. MÜSLÜMANLARLA AYNI TOPLUMSAL ÇEVREYĐ PAYLAŞAN RUMLAR ..................................45 A. Müslümanlarla Samimi Đlişkileri Olanlar......................................................................................... 46 B. Din Değiştirenler .............................................................................................................................. 62 III. MÜTAREKE’DEN SONRA RUMLAR......................................................................................................73 IV. ĐŞ DÜNYASINDA RUMLAR ......................................................................................................................87 A. Yalı, Köşk, Konak Çevresi (hizmetçiler, aşçılar, uşaklar, kapıcılar vs.) .......................................... 87 B. Eğlence Sektöründe Çalışanlar (pansiyon, otel, meyhane vs.) ....................................................... 114 C. Tüccar ve Esnaf Kesimi (tüccar, sarraf, bakkal vs.) ....................................................................... 127 Ç. Okumuş Kesim (doktorlar, avukatlar, ebeler, eczacılar vs.)........................................................... 139 D. Çeşitli Đşlerde Çalışanlar ................................................................................................................ 148 V. GAYRĐMEŞRU ĐŞLERLE UĞRAŞAN RUMLAR...................................................................................154 A. Fuhuşa Bulaşanlar .......................................................................................................................... 154 B. Suça Bulaşanlar .............................................................................................................................. 190 VI. TOPLUM ÖNDERLERĐ (din adamları, liderler, muhtarlar vs.) ...........................................................194 ĐKĐNCĐ BÖLÜM: ERMENĐLER................................................................................198 I. MÜSLÜMANLARLA SAMĐMĐ ĐLĐŞKĐLERĐ OLAN ERMENĐLER ......................................................199 II. ĐŞ DÜNYASINDA ERMENĐLER ...............................................................................................................200 VIII A. Yalı, Köşk, Konak Çevresi (hizmetçiler, aşçılar, uşaklar, kapıcılar vs.) ........................................ 200 B. Eğlence Sektöründe Çalışanlar (pansiyon, otel, meyhane vs.) ....................................................... 208 C. Tüccar ve Esnaf Kesimi (tüccar, sarraf, bakkal vs.) ....................................................................... 214 Ç. Okumuş Kesim (doktorlar, avukatlar, ebeler, eczacılar vs.)........................................................... 234 D. Çeşitli Đşlerde Çalışanlar ................................................................................................................ 247 III. MÜTAREKE’DEN SONRA ERMENĐLER .............................................................................................255 IV. GAYRĐMEŞRU ĐŞLERLE UĞRAŞAN ERMENĐLER...........................................................................267 A. Fuhuşa Bulaşanlar .......................................................................................................................... 267 B. Suça Bulaşanlar .............................................................................................................................. 274 V. DĐN DEĞĐŞTĐRENLER...............................................................................................................................276 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: YAHUDĐLER ...........................................................................283 I. TÜRK ROMANINDA YAHUDĐLER ..........................................................................................................284 II. MÜSLÜMANLARLA SAMĐMĐ ĐLĐŞKĐLERĐ OLAN YAHUDĐLER.....................................................285 III. ĐŞ DÜNYASINDA YAHUDĐLER..............................................................................................................286 A. Tüccar, Esnaf Kesimi ..................................................................................................................... 286 B. Eğlence Sektöründe Çalışanlar (pansiyon, otel, meyhane vs.) ....................................................... 300 C. Hizmetçiler ..................................................................................................................................... 302 Ç. Okumuş Kesim (doktorlar, eczacılar, öğretmenler, avukatlar vs.) ................................................. 303 D. Çeşitli Đşlerde Çalışanlar ................................................................................................................ 309 IV. SUÇA BULAŞANLAR................................................................................................................................314 SONUÇ ...................................................................................................................316 KAYNAKÇA............................................................................................................333 I. ĐNCELENEN ROMANLAR .........................................................................................................................333 II. YARARLANILAN ESERLER....................................................................................................................339 ÖZGEÇMĐŞ.............................................................................................................344 IX KISALTMALAR a.g.e. Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale ABD Amerika Birleşik Devletleri AÜ Ankara Üniversitesi bkz. Bakınız BM Birleşmiş Milletler çev. Çeviren Dr. Doktor haz. Hazırlayan MEB Millî Eğitim Bakanlığı s. Sayfa ss. Sayfadan sayfaya sy. Sayı ts. Tarihsiz vs. Vesaire y.y. Yayım yeri yok Yay. Yayınları 1 GĐRĐŞ I. AZINLIK KAVRAMININ TANIMI Azınlık kavramının herkesçe kabul edilen bir tanımı olmamasına rağmen belli ortak özellikleri vardır. Baskın Oran, azınlık kavramının iki açıdan ele alınabileceğini belirterek bu kavram hakkında şunları söyler: “1)Geniş (sosyolojik) açıdan: Bir toplulukta sayısal bakımdan azınlık oluşturan, başat olmayan, ve çoğunluktan farklı niteliklere sahip olan gruba azınlık denir. Bu, azınlığın en genel tanımıdır ve örneğin buna eşcinseller de girer. 2) Dar (hukuksal) açıdan: BM raportörü Capotorti’nin yaptığı tanım, bir azınlığın olduğunu kabul edebilmek için gerekli nitelikleri şöyle sıralıyor: a) Çoğunluktan çeşitli bakımlardan farklı olmak. Bu farklar günümüzde ‘etnik, dinsel, dilsel’ olarak ifade edilmekte. b)Ülke genelinde sayıca azınlık olmak. Bu azınlığın, ülkenin belli bir bölgesinde çoğunluk olması bir şey fark ettirmez. c) Başat (dominant) olmamak. Çünkü öyle başat azınlıklar vardır ki, çoğunluğu ezer. Ör. apartheid döneminde Güney Afrika Cumhuriyetindeki beyazlar. d) Yurttaş olmak. Çünkü yurttaş değilse, çok farklı bir kategori olan ‘yabancı’dır.(…) e) Yukarıdaki dört unsur, azınlık olmanın nesnel koşullarını oluşturur. Bir de öznel koşul vardır: Azınlık bilincinin varlığı. (…)”1 Orhan Türkdoğan ise benzer bir tanımda hâkim grup ve alt grup kavramlarına vurgu yapar. O da azınlıkların ayırıcı niteliklerini şu şekilde ortaya koyar: “Azınlıklar, bir kültür içinde fizyonomi, dil, örf ve adetler veya kültürel örnekler (bu öğelerin herhangi bir bileşimi de dahil) açısından farklılaşma nedeniyle hakim gruptan ayırd edilebilen alt gruplardır. Bu gibi alt gruplar aslî olarak farklı ve hakim gruba ‘ait olmayan’ olarak kabul edilirler: Bu nedenle onlar kültürel yaşama tam olarak katılımdan bilinçli veya bilinçsiz olarak dışlanırlar.”2 Ansiklopediler ise kavramın hem hukuksal hem de sosyolojik yönlerini birleştiren tanımlar ortaya koyarlar. Meydan Larousse ansiklopedisinde azınlık kavramı 1 Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2004, s. 26. 2 Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınları, Đstanbul, 1999, s. 22. 2 şu şekilde tanımlanmıştır: “Bir toplulukta sayı veya özellik bakımından diğerlerinden az olan. Dili veya ırkı kendilerinden farklı bir devlet içinde yaşayan ve aralarında ayrı bir dil veya din bağı olan küçük insan topluluğu. Devletlerarası antlaşmalar hukukunda, özel bir himaye konusu olan azınlıklar, eski tarihlerden beri belli bir ülkede yerleşmiş, fakat bünyesine girdikleri devletlerin halkından, gelensel olarak ırk, dil, din vb. bakımından ayrılan topluluklardır.(Devletler Hukuku) 20. yüzyıla kadar Avrupa’ya has olan azınlıklar meselesi, milliyetçiliğin kesinlik kazanmasıyla genişledi; Milletler Cemiyeti’nin gözetimi altında, tam bir hukuk eşitliği ile ‘kavim özelliklerinin, geleneklerin ve millî fizyonominin muhafazasını’ öngören bir çok hal çaresi 1919-1920 antlaşmalarıyla (Polonya’daki Ruslar ve almanlar, Südet Almanları, Romanya’daki Macar ve Almanlar, Makedonya) ele alındı. 1945’ten sonra halkların bir yerden başka bir yere nakledilmesiyle Avrupa meseleleri basitleştiyse de, özellikle Hindistan ve Pakistan’da Araplarla Yahudiler konusunda Güney Afrika’daki Hintlilerle ilgili başka meseleler ortaya çıktı.”3 Britannica Ansiklopedisi ise azınlık kavramını “içinde yaşadıkları toplumdan kültürel, etnik ya da ırksal özellikleri bakımından farklı olan topluluklar” olarak tanımlayarak kavramın sağlıklı tanımını yapmanın güçlüğüne dikkati çeker. Ardından, “azınlık grubu” ve “azınlık koruması”ndan söz edilebilmesi için Birleşmiş Milletler belgelerinin öne sürdüğü şartları sıralar. Bu şartlar şöyledir: “1)Önce kültürel ya da etnik bakımdan toplumun çoğunluğundan farklı bir grubun varlığı gerekir. 2) Bu grup, gelenek ve göreneklerine çok bağlı bir avuç insanla sınırlı kalmamalı, özelliklerini kendi başına koruyabilecek bir sayıya ulaşmalıdır. Ama çoğunlukla neredeyse eşitlenecek kadar da kalabalık olmamalıdır; çünkü bu durumda, ‘bir arada yaşayan’ toplumlardan söz etmek gerekecektir. Coğrafi nüfus yoğunlaşmaları bu azınlık tanımını değiştirmez; örneğin ABD’deki Siyahlar gibi, ülkenin kimi bölgelerinde çoğunlukta bulunan azınlıklar da vardır. 3) Azınlık grubu, ülkede başat konumda olmamalıdır. Örneğin Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, nüfusun yüzde 20’sini oluşturan beyazlar değil, büyük çoğunluğu oluşturan Bantular ‘azınlık’ konumundadır. 4) Yalnızca ilgili ülkenin uyrukları azınlık sayılabilir; başka ülkelerin o ülkedeki uyrukları ‘yabancı’ statüsüne girer. 5) BM Đnsan Hakları Komisyonu Alt Komitesi’ne göre, azınlık grubunun ilgili devlete bağlılık duyması, ayrılma yoluyla devleti parçalamaya yönelmemesi gerekir. 6) Azınlıktaki grup, kendi ayırt edici özelliklerini koruma ve sürdürme isteği, 3 Meydan Larousse Ansiklopedisi, cilt 2, s, 13. 3 yani ‘azınlık bilinci’ taşımalıdır. 7) Çoğunluk da bu grubu toplumun parçası olan bir azınlık olarak görmeli ve dışlayıcı ya da yoksayıcı bir tutum almalıdır. Yoksa azınlıktan değil, ‘farklı grup’tan söz etmek gerekir.” 4 II. DÜNYADA AZINLIK KAVRAMI A. Batı Dünyasında Azınlıklar Batı’da azınlık kavramı ulus devletlerin ortaya çıkışına kadar gelişmemiştir. Aslında gerek dinî gerekse ulusal azınlıklar eski Roma’dan beri vardır. Fakat azınlık kavramı daha çok azınlıkların korunmasıyla ilgili tedbirlerin alınması gerektiği zaman bir siyasi kavrama dönüşmüştür. Bu konuda, terminolojiyi kuran Batılı devletler, azınlıklara hak verilmesi ve onların korunması konusundaki tedbirleri ancak 19. yüzyıldan sonra almaya başlamıştır. Đslâm dünyasında zımmî adı altındaki azınlıklar, Đslâm devletlerinde devletlerin kuruluşundan itibaren belli haklara sahip olmuşlardır. 17. yüzyılda Fransa’da çoğunlukta olan Katoliklerin Protestanlığı yasaklaması sonucunda bu ülkede Protestanlık mezhebi silinmiştir. 15. yüzyılda Yahudilerin Avrupa’dan çıkarılışları azınlıklara şiddet uygulamasını içeren bir başka örnek olarak dikkati çeker. Baskın Oran, Avrupa’daki ilk koruma yasasının 1598’deki Nantes Fermanı olduğunu ifade eder.5 Bu fermanla Avrupa’da ezilen Protestanlara belli haklar verilmiştir. Ayşe Füsun Arsava, Devletler Hukuku açısından koruma yasasının tarihini daha geriye götürür: “DH’da (Devletler Hukuku’nda) azınlıkların himeyesine ilişkin ilk düzünlemeler dini azınlıkların lehine olarak reformasyon döneminde yapılmıştır. Reformasyon hristiyanların Protestanlar ve Katolikler olarak ayrılmasına neden olmuştur. Đmparatorların kendilerine tâbi ülkelerde oturan halkın dinini belirleme hakkı (ius reformandi) reformasyona kadar devam etmiştir. Bu hak 1555 tarihli Ausburg Din anlaşmasında yer almış ve Vestefalya anlaşmasında teyit edilmiştir(…).”6 19. yüzyıla gelinceye kadar dünyada azınlık kavramı ulusal gruplar değil, daha çok dinî gruplar olarak kabul edilmiştir. 1815’te Viyana Kongresi Sonuç Anlaşması’nda azınlıklar “ulusal gruplar” olarak tanımlanmış, dinî özgürlüklerine ek olarak medenî ve 4 AnaBritannica Ansiklopedisi, cilt 3, s, 118. 5 Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, Đmaj Yayıncılık, Ankara, 2001, s. 119. 6 Ayşe Füsun Arsava, Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar Arası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında Đncelenmesi, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Basımevi, Ankara, 1993, s. 1. 4 siyasî özgürlükler kapsamında da haklar verilmiştir. 1878 Berlin Kongresi’nde ise azınlık hakları, yurttaşlık hakları, siyasî özgürlükler, dinî özgürlükler ve kamusal alanda ayrımcılığın önlenmesi olarak tanımlanmıştır. 7 Uluslar arası alanda ilk defa Paris Antlaşması’nda azınlıkların korunması ile ilgili maddeler yer almıştır.8 B. Đslâm Dünyasında Azınlıklar Millet kelimesi Arapça’da“din, mezhep; bir dinde veya mezhepte bulunanların topu; sınıf, topluluk” 9anlamına gelmektedir. Şemsettin Sâmi de kelimenin bu anlamına dikkat çekerek millet kelimesinin dilimizde ümmet, ümmet kelimesinin de millet yerine kullanıldığını söyler. Ona göre ümmet-i Đslâmiye yanlış bir kullanımdır. Bunun yerine Millet-i Đslâmiye terimi kullanılmalıdır: “Çünkü Đslâm milleti bir, Đslâm ümmetleri yani Đslâm dinine bağlı kavimler ise çoktur.”10 Đslâm hukukunda da millet kavramı yukarıda belirtilen anlamıyla kullanılır, Türkçede olduğu gibi ırk temeline dayanmaz. Đslâm hukukuna göre insan toplulukları Müslüman ve gayrimüslim olmak üzere iki kısma ayrılır. Gayrimüslimlerden kendilerine kitap gönderilenler ehl-i kitap; gönderilmeyenler ise ehl-i kitap olmayanlar olarak adlandırılır. Gayrimüslimler, Müslümanlarla olan siyasî ilişkileri bakımından da bir sınıflamaya tabi tutulur. Müslümanlarla savaş halinde olanlara ehl-i harb; Müslümanlarla anlaşma yapmış olanlara da ehl-i ahd denir. Ehl-i ahd olanlar da üç kısma ayrılır. Kendileriyle barış yapılmış olanlara muahed; ticaret yapmak ya da başka bir amaçla Đslâm ülkesine giden ve bir yıldan az olmak şartıyla geçici oturma izni verilenlere müstemin; bir Đslâm devletinin korumasını kabul ederek orada sürekli yaşayanlara ise zımmî denir.11 Zımmîlerin mal, can güvenliği Đslâm devleti tarafından sağlanır. Bu konuda zımmîlerin Müslümanlardan farkı yoktur. Müslümanların verdiği zekâttan muaftırlar. Ayrıca zımmîlerin askerlik yükümlülüğü de yoktur. Kendi inançlarına göre yaşarlar, din 7 Levent Ürer, Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, Derin Yayınları, Đstanbul, 2003, s. 55. 8 Devletler Hukuku açısından azınlıklara verilen hakların tarihi süreci ile ilgili olarak bkz. Arsava, Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar Arası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında Đncelenmesi. 9 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara, 1984, s. 775. 10 Şemsettin Sâmi, Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, Đstanbul, 1978, s. 1400. 11 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Teb’anın Yönetimi, Risale Yayınları, Đstanbul, 1990, ss. 18-19. 5 değiştirmeye zorlanamazlar. Kendi inançlarına göre eğitim yapma hakkına sahiptirler ve sosyal açıdan da devlet onların ihtiyaçlarını gidermekle yükümlüdür. Zımmîler devlete cizye ve haraç adında iki vergi ödemekle yükümlüdürler. Cizye yetişkin erkeklerden alınan bir vergidir. Müslümanların ödediği öşür vergisinin karşılığında ise zımmîler haraç adı altında bir vergi öderler. Zengin zımmîler ise ticarî faaliyetten elde ettikleri gelirden yüzde beş oranında gelir vergisi ödemekle yükümlüdürler. Bu vergi de Müslümanların ödediği zekâtın karşılığıdır. Bunların dışında zımmîlerin bir yükümlülüğü de Müslümanlardan farklı bir kıyafet giymektir.12 Bugün kullanılan azınlık kavramının karşılığı Đslâm hukukunda zımmî kavramıdır. Bu sebeple bu çalışmada zımmî kavramının karşılığında azınlık kelimesi kullanılacaktır. III. OSMANLI DEVLETĐ’NDE AZINLIKLAR A. Osmanlı’da Millet Sistemi ve Tanzimat’a Kadar Azınlıkların Durumu Osmanoğullarının Söğüt civarında daha bir beylikken Hıristiyanlarla ticarî ve toplumsal ilişki içinde oldukları bilinmektedir. Bu ilişkilerde (özellikle ticarî ilişkilerde) Osmanlıların ortaya koydukları adaletli yaklaşım, Hıristiyanları etkilemiştir. Osman Bey’in yaylaya çıkarken Đnegöl Hıristiyanlarından korunmak için eşyalarını Bilecik Hıristiyanlarına emanet etmesi, Hıristiyanların düğünlerine katılıp değerli hediyeler sunması bu türden ilişkilerin örneğidir.13 Osmanoğullarının Hıristiyanlara olan güveni Hıristiyanların da Osmanoğullarına güvenmesini sağlamış, bu sebeple Hıristiyanlar 12 Bu ayrım bazı bilim adamları tarafından negatif bir ayrım (Müslümanları yücelten gayrimüslimleri aşağılayan), bazı bilim adamları tarafından da pozitif bir ayrım (gayrimüslimlerin cemaat özelliklerinin kaybolmasını önleyen, onların asimile olmalarını engelleyen) bir uygulama olarak değerlendirilmiştir. Farklı kıyafet, 12. yüzyılda Bizans tarafından Đstanbul’da yaşayan Yahudilere de uygulanmıştır (Bkz. Tudelalı Benjamin- Ratisbonlu Petachia, Ortaçağ’da Đki Yahudi Seyyahın Avrupa, Asya ve Afrika Gözlemleri, Kaknüs Yayınları, Đstanbul, 2001.) Evangelinos Misailidis, Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş adlı romanında bir paşa kızının rastladığı Hıristiyanların çarşaflarını renginin açık olması veya yakasının “müsaade fermanının ahkâmına” aykırı olması sebebiyle yırttığından söz eder. Đslâm dünyasında zımmîlere çok eskiden uygulanan bu kıyafet sınırlaması, Türk romanında hemen hiç konu edilmez. Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’ten sonraki romanlarda rastlanmayan bu uygulama ve uygulamaya olan tepkiler için roman kahramanı Favini, “Bunlar hükümetin bileceği şeyler ise de, o asırda rast gelen zabitlik eder idi.” (s. 508) diyerek kendi eşi olan bu paşa kızını eleştirir. Ancak aynı zamanda Osmanlı hükümetinin böyle bir uygulaması olduğunu belirtmiş olur. 13 Mehmed Neşrî, Neşrî Tarihi, haz. Mehmet Altan Köymen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1983, s. 45, s. 52. 6 Bursa, Đznik gibi birçok yerde anlaşarak Osmanlı hâkimiyetine girmeyi kabul etmişlerdir.14 Osmanlı hâkimiyetindeki azınlıkların yönetilme biçimlerini anlamak için Osmanlı’da millet sistemini bilmek gerekir.15 Osmanlı Devleti’nde millet sisteminin kuruluşu Fatih Sultan Mehmet devrine kadar gider. Fatih Sultan Mehmet Đstanbul’u fethettikten sonra azınlık cemaatleri oluşturur ve onlara çeşitli haklar verir: “Fatih Sultan Mehmet, Đstanbul’un fethinden sonra Rum kilisesine din ve özel hukuk işlerinde özerklik verdi ve Rum ‘milletine’ seçtirdiği Patriğe, cemaatini idare için gerekli yetkileri kullanma imtiyazı tanıyarak, onu tüm Ortodoksların başına getirdi. Sonradan aynı imtiyazlar Ermeni ve Yahudi topluluklara da tanındı. Bu toplulukların başlarında bulunan Đstanbul Rum ve Ermeni Patrikleri ve Đstanbul Yahudi Hahambaşısına topluluklarını yönetme, masrafları için vergi toplama hakkı verildi. Her milletin yargılama, maliye, eğitim örgütleri vardı. ‘Millet’ gruplarına dahil olan gayrimüslimler devlet nazarında Osmanlı uyruğu idiler. Ama zimmîler ve Müslümanlar aynı statüde olduklarını hiç kabullenmediler.”16 Osmanlı Devleti yönetiminde yaşayan azınlıkların hak ve yükümlülüklerini düzenleyen başlangıçta Đslâm hukuku ve kilise hukuku, daha sonrasında kapitülasyonlar, çöküş dönemlerinde de barış anlaşmaları ve reform hareketleri olmak üzere beş temel kaynak vardır.17 Osmanlı Devleti’nde de önceki Đslâm devletlerinde olduğu gibi millet kavramı Đslâmî geleneğe uygun olarak aynı dinden veya aynı mezhepten olan topluluk olarak kabul edilip bu anlayışa göre millet sistemi biçimlendirilmiştir. Üç kıtaya yayılmış Osmanlı Devleti’nde çok çeşitli etnik gruplar yaşamaktaydı. Osmanlı’nın millet sisteminde ırka dayalı bir adlandırma ve sınıflama değil, din ve mezhebe dayalı bir adlandırma ve sınıflama vardır. Buna göre çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar “Millet-i Đslâmiye” olarak adlandırılırlar. Bunların arasında Arnavut, Boşnak, Türk, Arap, Çerkes, Kürt vs. Müslüman olan bütün diğer etnik gruplar Đslâm milleti olarak adlandırılmışlardır. Đslâm milletinin dışında Rum, Ermeni ve Yahudi milletleri vardır. 14 Âşıkpaşaoğlu, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, haz. H. Nihal Atsız, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1985, s. 36, s. 46. 15 Osmanlı millet sistemi ile ilgili bilgi için bkz. Đlber Ortaylı, Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, Đstanbul, 2007, ss. 170-177. 16 Gülnihâl Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996, s. 10. 17 Bozkurt, a.g.e., s. 4. 7 Rum kelimesi bir ırkı değil, Ortodoks Hıristiyan mezhebini ifade etmektedir. Dolayısıyla Ortodoks olan diğer gruplar da bir süre Rum kilisesine bağlı olarak hayatların sürdürmüşlerdir. Ermeniler ise Gregoryen, Protestan ve Katolik oluşlarına göre farklı milletlere mensup olmuşlardır. Ancak Ermenilerin çoğunluğu, Gregoryen Ermeni milleti olarak tanınmıştır.18 Stefanos Yerasimos, Osmanlı yönetimi altında yaşayan Hıristiyanları Doğu Kiliseleri adı altında toplanabilecek üç gruba ayırır. Bunlardan birincisi Hıristiyanların kaymak tabakasını oluşturan Ortodoks Rumlar’dır. Đstanbul, Antakya, Kudüs ve Đskenderiye Ortodoks patrikliğine bağlı olanlar da bu grubun içindedir. Đkinci grubu ise Gregoryen Ermeniler oluşturur. Bunlar Ortodoks Rumlar kadar çeşitlilik göstermezler. Mısır’daki Kıptî kilisesi, Irak’taki Nesturî kilisesi, Süryanî kilisesi ve Marunî kilisesi bu gruba dâhildir. Üçüncü grup Roma’ya bağlı olan Rum Katolik kiliseleridir. Melkit Katolik, Ermeni Katolik, Katolik Kıptî, Keldanî ve Süryanî kiliseleri de bu grubun içinde yer almaktadır.19 Yavuz Ercan, Osmanlı yönetimindeki gayrimüslimlerin dağılımlarını din- mezhep bakımından ve millet-cemaat bakımından olmak üzere iki şekilde sınıflamıştır.20 Din ve mezhep bakımından dağılım şöyledir: A. Hıristiyanlar 1.Katolikler a. Latinler (Ayin ve ibadetlerini Latince yapan Avrupa milletleri) b. Ermeniler c. Gürcüler ç. Süryaniler d. Kildaniler e. Maruniler 18 Ermenilerin kimlikleri konusunda Etyen Mahçupyan şunları söyler: “Bizans ve Selçuklu’dan bu yana devam eden bir süreklilik içinde Anadolu’da yayılan Ermeniler, kimliklerini kendilerine has bir dil ve mezhepte somutlaştırmışlardı. Her ne kadar bu topluluğun Ortodoks Hıristiyan olduğunu ve Gregoryen adının ilk kez Ruslar tarafından bir aşağılama olarak kullanıldığını bilsek de, bu mezhepsel farklılaşmanın, kimliğin korunmasında yararlı olduğunu varsaymak mümkün.” (Etyen Mahçupyan, Đçimizdeki Öteki, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2005, s. 180.) 19 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2002, ss. 118-119. 20 Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Turhan Kitabevi, Ankara 2001, s. 52-53. 8 f. Kıptiler g. Rumlar 2. Katolik olmayanlar a. Ortodokslar (Pavlaki, Thondrakî, Athinganî, Selikian, ve Bogomiller) b. Gregoryenler c. Nesturîler (Doğu Süryanileri) ç. Yakubî- Süryaniler (Batı Süryanileri) d. Melkitler e. Mandeîler (Subbalar) B. Museviler 1. Rabbaniler 2. Karaîler 3. Samirîler C. Sabiîler (Harran Sabiîleri) Millet ve cemaat bakımından dağılımı ise şu şekilde yapmıştır: A. Rumlar B. Yunanlar C. Bulgarlar Ç. Sırplar D. Bosnalılar ve Hırvatlar E. Karadağlılar F. Arnavutlar G. Romenler (Eflak ve Boğdanlılar) H. Türkler (Gagauzlar) Đ. Macarlar j. Polonyalılar (Lehler) K. Çingeneler L. Ermeniler M. Gürcüler N. Süryaniler 9 O. Kildaniler Ö. Araplar (Marunîler, Melkitler ve diğerleri) P. Yahudiler R. Kıptîler (Mısır’ın yerli halkı) S. Habeşler Yavuz Ercan aynı eserinde Osmanlı Devleti’nde cemaat örgütlerinin kuruluşunu ise şu şekilde vermiştir:21 A. Roma’ya Bağlı Olan Patriklikler 1. Latin Patrikhanesi 2. Ermeni Patrikhanesi 3. Süryani Patrikhanesi 4. Kildanî Patrikhanesi 5. Marunî Patrikhanesi 6. Melkit Patrikhanesi 7. Kıptî Patrikhanesi B. Roma’ya Bağlı Olmayan Patriklikler 1. Sırp Patrikhanesi 2. Bulgar Patrikhanesi 3. Rum Patrikhanesi a. Kudüs Rum Patrikhanesi b. Đstanbul (Fener) Rum Patrikhanesi 4. Ermeni Patrikhaneleri a. Erivan (Eçmiyazin) Ermeni Patrikhanesi b. Kudüs Ermeni Patrikhanesi c. Đstanbul (Kumkapı) Ermeni Patrikhanesi 5. Nesturî Patrikhanesi 6. Süryani Patrikhanesi 7. Melkit Patrikhanesi 8. Kıptî Patrikhanesi 9. Habeş Patrikhanesi 21 Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, ss. 95-112. 10 Osmanlı Devleti’nde azınlıkların hiyerarşik sırası Rumlar (Ortodokslar), Ermeniler, Katolikler, Yahudiler ve Protestanlar şeklindedir. Başlangıçta Osmanlı topraklarında büyük bir çoğunlukla millet olabilecek topluluklar Rumlar ve Ermenilerdir. Katolikler ise daha çok Fransızların Osmanlı yönetimindeki Katolikleri desteklemeleri ve Osmanlı’ya baskı yapmaları sonucu oluşmuş bir cemaattir. Anadolu’nun güneyinde Katolikler aracılığıyla siyasî ve ticarî güç elde eden Fransa’yı izleyen Đngiltere de Osmanlı topraklarında bir Protestan milleti oluşturmak için Kudüs’te bir Protestan kilisesinin kurulmasına çalışır. Đngiltere’nin bu girişimi A.B.D. ve Almanya tarafından da desteklenir. Millet tasavvurundaki geleneksel Đslâmî anlayış Tanzimat’a kadar devam etmiştir. Tanzimat’tan sonra gayrimüslimler ile Müslümanlar teoride eşit sayıldığından eski millet sisteminin hukukî geçerliliği kalmamıştır. Osmanlı topraklarındaki Rumlar daha çok Selanik, Edirne, Yanya, Manastır ve Aydın vilayetlerinde yaşamaktadırlar. Ermeni nüfusu, Đstanbul, Erzurum, Sivas, Van, Bitlis, Elazığ gibi doğu illerinde yoğunlaşmıştır. Yahudilerin yoğun oldukları yerler ise Đstanbul, Aydın, Selanik, Edirne Kırklareli ve Bağdat’tır.22 Osmanlı topraklarının en eski azınlık unsuru Rumlardır. Rumlar, Osmanlı Devleti’nde Đstanbul’un fethinden sonra patrikhaneleri çevresinde hayatlarını sürdürmüşler, devletin çeşitli kademelerinde görev almışlardır. 19. yüzyıla kadar Rumların barışı zorlayan herhangi bir davranışı olmamıştır. 19. yüzyıldan sonra özellikle Fener Rum Mektebi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun etkisiyle Rum milliyetçiliğinin ilk işaretleri verilmeye başlamıştır. 1821’deki Yunan isyanlarına verdikleri destek onların Osmanlı devlet kademelerindeki yerlerini sarsmıştır: “Yunan isyanı sebebiyle 1821’de Divan-ı Hümayundaki Rum mütercimliğinin tasfiye edilmesi, gayrimüslimlerin Osmanlı idari sistemindeki konumlarını hem sayı hem etkinlik bakımından çok zayıflatmışsa da, yenilikçi reformun boyutlarının gelişmesi ve yeni düzenlemeler için gerekli olan teknik niteliklere sahip Müslümanların sayıca yetersiz olmaları, gayrimüslimlere karşı bir bağımlılığı zorunlu hâle getiriyordu. Avrupa üniversitelerinde öğrenim görmüş gayrimüslimlerin sayısının Müslümanlara göre fazla oluşu, dil bilmeleri, kültürel yönelim bakımından Batıcı ve neredeyse bütün memurlar içinde 22 Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Teb’anın Yönetimi, s. 86. 11 gayrimüslimlerin en iyi eğitimliler olmaları, bu bağımlılığın sebepleriydi.”23 Ermeniler ise millet-i sadıka olarak adlandırılacak kadar Osmanlı yönetimine bağlı bir millet halinde 19. yüzyıla kadar yaşamışlardır. Osmanlı Devleti’nde Ermeni asıllı 22 general, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 11 öğretim üyesi, 8 doktor general, 41 yüksek dereceli memur görev yapmıştır.24 Fatih Sultan Mehmet Đstanbul’u fethettikten sonra Đstanbul’un Yahudi nüfusu da artmaya başlamıştır. Almanya, Macaristan, Đspanya, Fransa ve Portekiz’den kaçan çok sayıda Yahudi Đstanbul’a göçmüştür. 1882 yılından sonra Rusların baskılarından kaçan Yahudilerin çoğu da yine Osmanlı topraklarına yerleşmiştir. Fatih Sultan Mehmet devrinde Bizans’ın ağır vergilerinden ve baskılarından bıkmış olan Cenevizliler, Boşnaklar, Süryaniler, Çingeneler gibi farklı etnik kökenlilere de belli haklar verilerek bunların Osmanlı topraklarında daha rahat yaşaması sağlanmıştır.25 Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nin güçlü dönemlerinde ya gerçekten sorunsuz yaşamaktaydılar ya da başka sebeplerden seslerini çıkarmamış, yönetime karşı olumsuz bir tavır içine girmemişlerdir.26 Fakat Osmanlı Devleti’nde çöküş başlayınca Avrupalı koruyucularının da kışkırtmasıyla Yahudiler dışındaki azınlık gruplar bağımsızlığa giden yolun temellerini atmaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti’nde azınlıklar sorunu devletin içinden kaynaklanan bir sorun değildir. Bütün azınlık grupların bölücü hareketlerinin, Küçük Kaynarca Antlaşması ve bununla birlikte Osmanlı’nın Batı’ya ve Rusya’ya karşı siyasî üstünlük sağlayamaması 23 Levent Ali Çanaklı, Türk Romanında Bürokrasi ve Memurlar (1872-1950), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,.Yayınlanmamış Doktora Tezi, Bursa, 2007, s. 32. 24 M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar, M.E.B. Yayınları, Đstanbul, 2005, s. 23. 25 Osmanlı Devleti’nde yaşayan azınlıkların nüfusuyla ilgili bilgi için bkz. Justin McCarty, Müslümanlar ve Azınlıklar, Đnkılâp Yayınevi, Đstanbul, 1998. 26 Mahçupyan Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların sorunsuz yaşamalarını “millet sistemi’ne bağlar: “Temel kaygı istikrarlı bir dış dünyanın garanti altına alınması ve cemat kültürünün hiçbir baskı altında kalınmadan yaşanabilmesiydi. Osmanlı millet sistemi bu açıdan cemaatlere neredeyse ideal bir yaşam alanı sunmaktaydı. Sözkonusu düzenleme tüm cemaatleri mezhep temelinde tanımlıyor ve onları iç hukularında serbest bırakıyordu. Böylece her türlü adet ve gelenekleri içinde kendi dillerini ve inançlarını yaşatan, aile hayatından eğitime, günlük yaşamdan sanata neredeyse mutlak bir özgürlük içinde davranan bir cemaat anlayışı yerleşti. Osmanlı idari mekanizması her cemaati ayrı ayrı kendisine bağlıyor, cemaatin başındaki dinî lideri ise üst düzey bir devlet memuru sayıyordu.” (Mahçupyan, Đçimizdeki Öteki, s. 181.) 12 sonucu ortaya çıktığı söylenebilir. Osmanlı Devleti’nin siyasî ve askerî bakımdan zayıflamasıyla A.B.D., Đngiltere ve Almanya, Osmanlı yönetimindeki Protestanların; Fransa ve Avusturya Katoliklerin; Rusya ise hem Ortodoksların hem de Gregoryen Ermenilerin hamiliğine soyunarak Osmanlı topraklarını paylaşma yarışına girmişlerdir.27 Osmanlı Devleti’nde yaşayan azınlıklar, koruyucu devletlerinin desteklerini görünce ayrılıkçı ve yıkıcı faaliyetlere başlamışlardır. Osmanlı yönetimiyle azınlıklar arasındaki ilk anlaşmazlık ya da halklar arası düşmanlık 1657 yılında meydana gelir. Eflak Voyvodası Konstantin’e gönderdiği mektup sebebiyle Rum patriği III. Partenios idam edilir. 1821’de de Yunan isyanıyla ilgisi bulunan patrik Gregorius patrikhanenin kapısına asılarak idam edilir.28 Bu olayların devamında Avrupa devletlerinin de yardımıyla Yunanistan bağımsızlığını kazanır.29 Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra (1829) Rumlar çeşitli örgütler kurarak Yunanistanla birlikte eski Bizans Đmparatorluğu’nu canlandırmaya çalışırlar. Aynı şekilde hem Batılı devletlerin hem de Rusya’nın desteği ve kışkırtmasıyla Ermeniler de birtakım örgütler kurup Anadolu’nun çeşitli yerlerinde isyanlar çıkararak Büyük Ermenistan’ı kurmak için harekete geçerler. 27 Rusya yalnız bu iki grupla işbirliği yapmaz. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya yaklaştığı yıllarda bütün Osmanlı Devleti’nin hemen her yerinde karışıklık çıkarmak ister. “Batılı devletler, 1871 savaşıyla meşgul iken Rusya hükûmetinin, Rumların Girit isyanına katılmalarını alkışladığı, Karadağ’ı silahlandırdığı, Sırbistan’da isyanları kışkırttığı, Romanya’da Bulgar çetelerinin kurulmasını kolaylaştırdığı, Çerkez muhacirleri vasıtasıyla Anadolu’da asayişi tehdit ettiği, Đran ile Osmanlı Devleti arasında anlaşmazlık meydana getirdiği, kısacası Yunan sınırından Basra Körfezi’ne kadar her tarafta Türkiye’yi meşgul edecek meseleler çıkarmaya çalıştığı görülüyordu.” (Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, çev. Ali Reşad, Kaknüs Yayınları, Đstanbul, 1999, s. 326.) 28 Misailidis, Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş romanında Gregorius’un bir iftiraya kurban gittiğini söyler: “Beşinci Grigorios Patrik 1821 senesi aprilin 11 tarihi pashalya günü üçüncü patrikliği esnada Yunanlıların tuğyanından (başkaldırmasından) dolayı iftira olunmakla Sultan Mahmut Han-ı Gazi hazretlerinin emr-i âlileri üzere Patrikhane kapusundan salb olunmuş (asılmış) idi.” (s. 370) Yazar, 1807 yılında Đngiliz donanmasının Đstanbul’a gelişi sırasında Osmanlı Devleti’ndeki bütün unsurların din adamlarının önderliğinde birleştiğini vurgular. Sonradan idam edilen Gregorius bu sırada ikinci kez patrik olmuştur: “Bir taraftan taife-i Đslâm, 7 yaşından 70 yaşına varıncaya değin, pürsilah olup, yalı tabyalarına seğirdirler idi. Öbür taraftan reaya-i asdika-i (samimi, dost) Devlet-i Aliye’den olan millet-i Rûmiyan o sıradaki patrikleri beşinci Grigorios’un ikinci patrikliğinde Patrik efendi ile bile ve Ermeniyan milleti patrikleri ile ve Yahudiyan milleti hahambaşı (ile) kimi top, kimi tüfenk, kimi taş toprak ve kireç ve levazımat-ı saire taşıyarak, kale ve tabyaları tamir-ü termim ederler idi.” (s. 370- 371) 29 Stanley Lane Poole, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasını isteyen Avrupalıların duygularını “(…)Avrupa, Yunanlıları kurtarmağı aklına koymuştu. Devlet adamlarının coşkunluğu, ozanların, yazarların taşkınlığı yanında hiç kalırdı.” sözleriyle anlatır. (Stanley Lane Poole, Lord Stratford’un Türkiye Hatıraları, çev., Can Yücel, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1959, s. 52) 13 Tanzimat Fermanı biraz da bu baskıların bir siyasî sonucu olarak ortaya çıkmıştır denebilir. Bu siyasi baskılara zemin hazırlayan gayrimüslimlerin karışık durumlarını Davidson şöyle özetler: “Milletler, sadece Müslümanlarla gayri-müslimler arasındaki ayrımı değil, aynı zamanda gayri-müslim mezhepler arasında on dokuzuncu yüzyılda Bab-ı Âli’ye sayısız sorun çıkaran uzlaşmaz düşmanlıkları da vurguluyordu: Hıristiyanların Musevileri hor görmesi, Rumların Ermenilere olan düşmanlığı ve Gregoryen, Katolik, Protestan Ermenilerin birbirleriyle kavgaları, vb. Đmparatorluktaki halklar arasında kısmi bir dil kaynaşması olduğu da doğrudur. Çok sayıda Rum ve Ermeni kendi ulusal dillerini bilmiyor, Rum ve Ermeni harfleriyle yazmakla birlikte sadece Türkçe konuşuyorlardı. Ne var ki yüzyılın ortalarına gelindiğinde, kendi ana dillerine daha çok ağırlık veren azınlık halkları arasında Batılı milliyetçilik kavramı giderek güçlenmekteydi. Osmanlılığı benimsemek yerine giderek ayrılıkçılığa doğru sürükleniyordu bu azınlıklar. Milliyetçilik Sırplara, Romenler ve Rumlara zaten bulaşmış durumdaydı; Bulgarlarla Ermenilere de bulaşmaya başlıyordu. Türkler ve Araplar ise milliyetçilik yoluna girecek Osmanlı halklarının sonuncusuydular.”30 B. Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı’yla Azınlıklara Verilen Haklar Osmanlı Devleti ekonomik, siyasi ve toplumsal alanlarda kötüye gidişi durdurmak için 1839 yılında Tanzimat Fermanı olarak bilinen Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nu ilan eder. “1839 yılı Kasım ayının başlarında Gülhane’de okunan Hatt-ı Hümayun’u çıkaran Sultan Abdülmecid ve Mustafa Reşit Paşa başta olmak üzere devrin aydın bürokratları gerçekten telaş içindeydiler. Yüz yıllık büyük sorun, yani uluslar sorunu her yerde patlak vermekte ve imparatorluğun hayatını tehdit etmekteydi. Sırp ve Yunan ayaklanmalarının sonucu, Mısır olayı Osmanlı yöneticilerini acil bir ıslahatın gereğine inandırmıştı; tartışma ve gruplaşmalar ıslahatın yöntemi ve niteliği üzerindeydi.”31 Tanzimat Fermanı’yla, genel olarak üç konuda düzenleme yapılmıştır. Bunlardan biri Müslüman ve gayrimüslim tebaanın ırz, can, mal güvenliği ve yasalar önünde eşitliği ilkesinin sağlanması; diğeri vergilerin belli bir yönteme göre düzenlenip 30 Roderic H. Davidson, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reform, çev. Osman Akınhay, Papirüs Yayınevi, Đstanbul, 1997, s. 76. 31 Đlber Ortaylı, Đmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2001, s. 29. 14 toplanması; üçüncüsü ise askerlik görevinin belli bir yönteme bağlanmasıdır.32 Tanzimat’a kadar cizye ödeyen azınlıklar askerlik görevinden muaf olurlardı. Tanzimat’tan sonra milletler arasında eşitliğin kabul edilmesiyle azınlıkların da askerlik yapması gündeme gelmiştir. Ancak bu karar gayrimüslimlerin tepkisine sebep olmuştur.33 Birçok bakımdan azınlıklar tarafından eleştirilen Gülhane Hatt-ı Hümayunu, bazı Rumlar tarafından olumlu bulunur.34 Kırım Savaşı’ndan sonra Paris’te toplanan büyük devletlerin temsilcileriyle Osmanlı Devleti arasında yapılan antlaşma galip taraf olan Osmanlı Devleti’ne Islahat Fermanı’nı hazırlatmıştır. “Gerçekte Ali ve Fuat Paşa’lara çaresizlikle ilan ettirilen Islahat Fermanı’yla büyük devletlerin Osmanlı azınlıkları üzerindeki garantörlük isteklerini savmak isetmişler ve gerekli reformları Osmanlı devletinin yapacağını göstermek istemişlerdi. Bununla beraber Avrupa büyükleri Islahat Fermanı’nı her zaman kendilerine Osmanlı içişlerine müdahale hakkı veren bir belge olarak yorumladılar.”35 Gayrimüslimlerin Tanzimat Fermanı’nda yalnız bir yerde adı geçerken –orada da gayrimüslim değil, milel-i saire diye geçer- Islahat Fermanı adeta onlar için hazırlanmıştır.36 Fakat Islahat Fermanı’na en büyük itiraz sosyo-ekonomik durumu iyi 32 Tanzimat’tan Lozan’a kadar kadar azınlıkların Türkiye’deki durumuyla ilgili olarak bkz. Önder Kaya, Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, Đstanbul, 2004. 33 Bu durum romanlara da yansımıştır. Ercüment Ekrem Papeloğlu romanında bu konuda şunları söyler: “(…)Yıllarca, devirlerce, iş kan dökmeye geldi mi, rahat rahat bucaklarında oturmaya alışık olan Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler, meşrutiyet rejiminin müsavat prensipini, yalnız bu askerlik hususunda beğenmişlerdi. ‘Askerlik Türklerin olmalıdır; bizler, canımızı bu yurd uğruna feda edemeyiz, kanımızı bu topraklar için akıtmayız!’ diyorlardı. Bir bakıma hakları da vardı: Türk camiasile ilişkileri kazançlarını burada temin etmekte olduklarından ibaretti. Rumlar büyük Yunanistanı, Ermeniler, Kafkas eteklerinde Açmiyadzin’den, Akdenizde Mersin kıyılarına kadar olan yeleri ihtiva edecek Hayatsan imparatorluğunu, Yahudiler de bütün cihana hâkim olacak Yahudi para saltanatını ülkü edinmişlerdi.” (s. 189) 34 Evangelinos Misailidis’in, Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş adlı romanında aslî kişi Favini, Hıristiyan esnafa yapılan ahlâk dışı baskıdan söz ettikten sonra bu uygulamanın kırk sene önce yapıldığını ve Tanzimat’la birlikte ortadan kalktığını “Bu madde 40 senelik bir maddedir, şükürler olsun 1839 senesi Gülhane Kasr-ı Hümayun’unda Hatt-ı Hümayun kıraat olunarak, icrasına devam olunmaya başlayalıdan beri, medeniyet ilerlemekte olup, bu misilli barbarane ve vahşiyane hareketler de def ü izale olmaya başlamıştır.” (s. 454) sözleriyle dile getirir. Tanzimat’ta alınan kararların uygulanmasından çok memnun olan Favini, bağımsızlığına kavuşan Yunanların eskiyi aradıklarını söyleyen bir dostuna “Elbette, Yunanlar da Tanzimatın lezzetini alsalar, serbestiyetin kadr-ü kıymetini de tanırlar.” (s. 630) diyerek Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların Tanzimat sayesinde daha iyi durumda olduklarını ifade eder. 35 Ortaylı, Đmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s. 115. 36 Englhardt, Islahat Fermanı’nın kaynağını şöyle açıklar: “1855 senesi Viyana Konferansı’nda padişahın Hristiyan tebaanın menfaatlerini temin için Avusturya, Đngiltere ve Osmanlı Devleti arasında ‘anlaşma’ yapılmasını kararlaştırmıştı. Acaba buradaki ‘anlaşma’ kelimesi anlaşma anlamında mıydı? Devletler birbirlerine karşı karşılıklı taahhütlerde mi bulunacaklardı? Yukarıda da söylediğim gibi Babıâli bu tarz 15 olan gayrimüslimlerden, özellikle Rumlardan gelir. 37 Tanzimat’tan sonra askere alınamayan azınlıklar, 1857’de alınan bir kararla cizyenin yerine konan askerlik bedeli (bedel-i askerî) adında bir vergiyle askerlikten muaf tutulmaları sağlanmıştır. Ancak başlangıçta askerlik görevinden kaçmak isteyen azınlıklar, Osmanlı’nın zayıfladığı bu dönemlerde Avrupalı hâmileri tarafından Osmanlı ordusuna girmeleri yönünde teşvik edilmişlerdir. Durumun tehlike oluşturduğunu gören Osmanlı yönetimi de azınlıkların askere alınmaması için önlemler almaya çalışmıştır. II. Meşrutiyet’ten sonra Osmanlı yönetimi daha önce başaramadığı gayrimüslimleri askere alma işini gerçekleştirmek istemiş ancak bu tarihlerde Osmanlı ordusu birçok cephede birden savaştığı için gayrimüslimlerin askere alınmasının büyük bir tehlike oluşturduğu görülmüştür. Müslümanlarla gayrimüslimleri eşit sayan Islahat Fermanı, özellikle Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimler konusunda Batılı devletlere verilmiş büyük bir tavizdir. Rusya da dâhil olmak üzere Avrupa devletleri bu konularda çeşitli imtiyazlar koparmaya çalışmışlardır. Örneğin Đngilizler, “(…)Hıristiyanlardan alınan sayım vergisinin kaldırılması, azınlıkların orduya alınması; mahkemelerde Hıristiyanların tanıklık etmesine müsaade; mahallî meclislere Hıristiyanların daha geniş nispette yorumu, mantık, tedbir ve ihtiyat adına reddediyordu; Đngiltere ise kesin ve ortak taahhütler düşüncesinde ısrar ediyordu. Đleride imzalanacak barış anlaşmasında reayanın durumuna ait hükümlerin zikredilmesi gereğinden söz edildiğinde, Fuad Paşa şu lâtif sözle karşılık vermekteydi: ‘Eğer bize güzel bir söz söylemek istiyorlarsa bundan memnuniyetle vazgeçeriz.’ Bu anlaşmazlık geçici olarak ertelendi, padişahın istemeden tebaasına izin verdiği zannını ortaya atmak için Osmanlı devleti ile müttefik hükûmetlerin elçileri tarafından Đstanbul’da kararlaştırılan maddeleri içeren bir Hatt-ı Hümayunun, geciktirilmeden yazılması ve ilân edilmesi Babıâli’ye tavsiye edildi. Đşte bu şekilde düzenlendiği genellikle bilinmeyen ve tamamen yabancı devletlerin müdahale ve yardımlarıyla ortaya çıkan ıslahatın, meşhur Hatt-ı Hümayun’un kaynağı budur.” (Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, ss. 135-136.) 37 Engelhardt bu konuda şunları söyler: “Rum ruhban heyeti, ruhanî reisleri, Ermeni sarrafları sosyal durumlarının değiştirilmesine hiçbir şekilde ihtiyaç duymuyorlardı. Bunlar, Egemen milletler ile birlikte, avamı kendi çıkarlarına işletiyorlar, âdeta soyuyorlardı; ara sıra kötü muamelelere hedef olan, fakat neticede çok az vergi veren, askerlik hizmetinden muaf olan avam ise kendileri için yapılmak istenilen iyiliği anlayacak derecede akıllı ve dirayet sahibi değildi… Hükûmetin patrikhane işlerine doğrudan doğruya müdahalesi Rum cemaatinin şiddetli itirazlarına hedef oldu; Rumlar Avrupa’nın müdahalesi için basın yoluyla yayınlara başladılar. Babıâli’nin emellerini dürüstlük ve samimilikten uzak, haince sayıyorlar; Osmanlı Hükûmetini yalnız Hristiyanların imtiyaz ve muafiyetlerini kaldırmakla uğraşıp Müslümanların asırlardır yararlandıkları su-i istimalleri ıslah etmeyi ihmal etmekle suçluyorlardı.” (Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 139, ss. 145-146.) 16 katılması; gelirin eşitliğe daha uygun olarak toplanması gibi”38 devletin iç işlerini ilgilendiren düzenlemeleri elçilikleri vasıtasıyla saraya dikte ettirmeye çalışırlar.39 Dolayısıyla Osmanlı gayrimüslimleri, “Osmanlı Hükûmetinin hakimiyetinden kurtulma arzusuna kapılarak Hristiyan dünyasını oluşturan devletlerle kendi aralarındaki din ve mezhep ortaklığına, ruhanî bağa sarılmak hususunda her zamankinden fazla eğilim gösteriyorlardı. Yabancı devletlerde aynı mezhepte bulunanlarla kendileri arasında – yine kendi görüşlerine göre- o derece sıkı bir menfaat ve hissiyat ortaklığı oluşmuştu ki Ortodokslar kendilerini Rus, Katolikler Fransız, Protestanlar ise Đngiliz saymaktaydılar.40 Islahat’la gelen düzenlemelerden sonra azınlıklar birer nizamname hazırlayarak bir bakıma kendi iç yönetimlerini laik bir sisteme göre kurmuş oldular. 1862’de Rum Patrikliği Nizâmâtı adıyla Rumların dolayısıyla Ortodoksların kullanacağı nizamname padişah tarafından onaylanır. Bu düzenlemeye göre oluşturulan meclisler aracılığıyla Rumların dinî ve toplumsal ihtiyaçları giderilmeye çalışılır. Ortodoks Rum meclislerinin başında patrikhane vardır. Patrik ise padişaha karşı 38 Poole, Lord Stratford’un Türkiye Hatıraları, s. 159. 39 Poole’e göre, dönemin Đngiliz elçisi Lord Stratford saray üzerinde o kadar etkilidir ki bazen çıkarılacak düzenlemelere doğrudan müdahale ettiği bile görülür: “(…)Bu sabah Reşid’i görmeye gittim. Keyfi yerinde. Yeniden Sadrıazam olmak istemediğini söyledi. Belli, Rus taleplerine karşı durduğuna memnun. Son günlerde harıl harıl çalışıyor. Hıristiyan, Yahudi uyrukların dinî imtiyazlarını garanti altına alan fermanların kaleme alınmasıyla uğraşıyor. Bu sabah müsveddeleri bana da yollamışlar, bir iki cümle ilâve ettim. Yakında yeni imtiyazlar da koparılabilir.” (Poole, Lord Stratford’un Türkiye Hatıraları, s. 185.) Đlber Ortaylı, Tanzimat’ta Lord Stratford’un etkili olduğu görüşüne katılmadığını belirtir: “(…)Tanzimat Fermanı ve fermanı izleyen reformlar, Metternich gibi tutucu bir Avrupa liderinin mi, yoksa 1822’den beri Đngiliz politikasına hükmeden Canning gibi liberallerin mi etkisiyle oluşturulmaktadır? Hem hepsinin, hem hiçbirisinin diye cevap vermek gerekir. Tanzimatçı devlet adamı imparatorluğun gerçekleriyle, dış devlet adamlarının yorumlarını ve kendi görüşlerini tartarak hareket etmekteydi.” (Ortaylı, Đmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, ss. 240-241.) 40 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 60. Roderic H. Davidson ise özellikle Rumların Islahat Fermanı’na itirazıyla ilgili olarak şunları söyler: “Gayri-müslimler arasındaki önceliğini kaybetmekten korkan Rum hiyerarşisinin hoşuna gitmeyen yan, sadece geleneksel ayrıcalığının tehlikeye girmesi değil, aynı zamanda eşitliğe yapılan genel vurguydu. ‘Devlet bizi Yahudilerle bir tutuyor,’ diyorlardı bazı Rumlar. ‘Oysa biz Đslâm’ın üstünlüğünden memnunduk.’ Đzmit’teki Rum metropolitinin, Bab-ı Ali’deki törenden sonra Hatt-ı Hümayun kırmızı saten torbasına tekrar konurken kendisine atfedilen şu dileği ağzından kaçırmış olması pekâlâ mümkündür: ‘Đnşallah o torbadan bir daha çıkmaz.’ Aslında, Rum din adamlarının diğer gayri- müslim din adamları karşısındaki önceleği bütün Tanzimat dönemi boyunca bir dereceye kadar korunmuş olsa bile, Rumların bu fermanla eşitliğin yavaş yavaş yerleşmesinden endişelenmekte geçerli nedenleri vardı.” Yazarın “Rum hiyerarşisi gayri-müslim milletler içindeki birinci olma konumunu korumak amacıyla mücadele ederken, Ermeni hiyerarşisinin kaygısı imparatorluktaki Rum etkisinde muhtemel bir artış olmasıydı. Đki kesim de Yahudi milletini, üç büyüğün en geri milleti olarak aşağılamaktan hoşlanıyordu.” şeklindeki sözleri milletler arasındaki çatışmayı en kısa bir biçimde özetlemektedir. (Davidson, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reform, ss. 73-74, s. 141.) 17 yükümlü ve sorumludur.41 1863’te ise Ermeni Patrikliği Nizâmâtı yayımlanarak yürürlüğe girer. Gregoryen Ermeni cemaati de bu nizamnameyle meclisini oluşturup kendi kendilerini yönetmeye başlarlar. Ermeni milletinde de Rum milletinde olduğu gibi patrik kendi meclisi ile Osmanlı yönetimi arasındaki iletişimi sağlamakla yükümlüdür.42 Osmanlı Devleti 1865’te de Yahudi cemaatinin nizamnamesini kabul eder. Böylece Yahudiler kendi meclislerini oluşturup idari ve dinî işlerini yürütmeye başlarlar. Hahambaşı Yahudilerin hem dinî hem de idari önderi olarak kabul edilir.43 Hem Bizans kalıntısı Yahudiler hem de Avrupa’dan göçen ya da tehcire uğratılan Yahudiler Osmanlı’da oldukları kadar hiçbir yerde rahat olamamışlardır. On ikinci yüzyılda hem Bizans topraklarını hem de Müslümanların hâkim olduğu toprakları gezen bir Yahudi gezgin Đstanbul’da Yahudilerin zulüm altında olduğunu söylemiştir.44 1831 yılında Katolik Ermeniler de ayrı bir millet olarak kabul edilmişlerdir. Ancak Ermenilerin mezhebi aslında Gregoryenliktir.45 Katolik Ermeniler Anadolu’da 41 Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), s.171. 42 Bozkurt, a.g.e., s. 181. Ermenilerin Tanzimat ve Islahat dönemlerindeki durumu ile ilgili bilgi için bkz. Erdal Çetintaş, Osmanlı Reform Çağında Ermeni Milleti (1808- 1876), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2002. 43 Bozkurt, a.g.e., s. 190. 44 “Konstantiniye'de Yahudiler şehrin diğer kıyısına yerleşmişlerdir Şehir merkezinde hiç bir Yahudi yaşamamaktadır. Onlar herhangi bir işleri için şehre ancak Marmara denizini geçerek gelebilirler. Yahudi mahallesinde 2.000 Rabbani ile 500 Karai Yahudi yaşamaktadır. Bu Yahudilerin arasını (yüksek) bir duvar ayırmaktadır. Yahudiler arasında pek çok alim ve bilge kimse mevcuttur. Cemaatin başında baş rabbi R. Abıalion, R. Obadıah, R Aaron Bechor Shoro, R. Joseph Shir-Guru ve (memur) R. Eliakim bulunmaktadır. Cemaat içinde ipek dokumacılığında mahir sanatkârlar ve ticaret erbabı vardır. Đmparatorun hekimi R. Solomon Hamitsri müstesna hiçbir Yahudinin ata binme müsaadesi yoktur. R. Solomon sayesinde Yahudilere yapılan zulümler önemli derecede hafiflemiştir. Ancak yine de Yahudiler aşağılanmış bir konumda olup kendilerinden nefret edilmektedir. Mesela deri tabakçıları atık sularını Yahudi sokaklarına döker, Yahudi mahallesini (getto) kirletmekte asla çekinmezler, Đyi-kötü bütün Yahudilerden nefret eder onlara çok sert muamelede bulunurlar. Bütün bunlara rağmen Yahudiler zengin, itaatli, müşfik, hayırhah ve sahip oldukları şeylerle mutlu olmasını ve yaşamasını bilen insanlardır. Yahudiler halicin diğer kıyıda Pera adlı semt/mahallede ikamet etmektedirler.” (Tudelalı Benjamin- Ratisbonlu Petachia, Ortaçağ’da Đki Yahudi Seyyahın Avrupa, Asya ve Afrika Gözlemleri, s. 43.) 45 Đlber Ortaylı, misyonerlerin Anadolu’daki etkinlikleri hakkında “(…)daha önce Katolik misyonerler, 19. asırda da Protestanlar, birkaç vâkıaya rağmen kendilerine Musevî ve Müslümanlardan pek sahib-i ruh katılmayacağını anlamışlardır. Aslen faaliyetlerini de daha çok Arap Hıristiyanlar ve mezhep kavgaları içindeki Ermeni toplulukları üzerinde yoğunlaştırmış ve kısmen başarılı olmuşlardır.” (Ortaylı, Batılılaşma Yolunda, s. 33.) şeklinde bir değerlendirme yapar. Gregoryen Ermenilerin farklı mezheplere çekilmesi ve Ermeniler arasında meydana gelen mezhep çatışmalarıyla ilgili bilgi için bkz. Davut Kılıç, Osmanlı Đdaresindeki Ermeni Toplumu Arasında 18 Katolik misyonerlerin çalışmalarıyla Katolikliği seçen Ermenilerdir. Bu sebeple Gregoryen ve Katolik Ermeniler arasında anlaşmazlıklar çıkmıştır. Engelhardt, diğer cemaatler arasında da cereyan eden bu kavgayı ve Osmanlı Devleti’nin bu olaylar karşısındaki tutumunu şu şekilde değerlendirir: “Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki eyaletlerinde yaşayan Katolikler arasında varolup geçici bir süre için bertaraf edilen (aynı sebeplerden kaynaklanan anlaşmazlıklar sonraları Ermeniler arasında ortaya çıkmıştır) fikir ayrılıkları, Hristiyan reaya arasındaki bütünlük dikkate alındığı takdirde zannedildiğinden daha büyük ayrılıkların, rekabetlerin olduğunu gösteriyordu. Osmanlı Devleti’nin bu meseledeki tutumu incelenirse- üstlendiği uzlaştırma vazifesini dikkatten uzak tutmamak şartıyla- cemaatleri ayırmak ve dağıtmak için hiçbir harekette bulunmadığı anlaşılır. Bu durum, Babıâli’nin lehinde bir delildir.”46 Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde Fransa, her fırsatta kapitülasyonları gerekçe göstererek Katoliklerin tek hamisi gibi hareket eder.47 Katolikler de her fırsatta Fransa’nın yardımını isterler. Osmanlı Devleti, 1848’deVatikan’la bir anlaşma yaparak Kudüs patrikliğinin kurulmasına izin verir. Böylece Latin Katolikler de bir millet olarak kabul edilmişlerdir. 1850’de kurulan ve resmen tanınan Protestan cemaatinin nizamnamesi ise 1878 yılında Babıâli tarafından kabul edilir.48 Protestanlar da Rum milleti gibi kendi seçtikleri meclisler tarafından yönetilecekti. Ancak Protestan yönetiminin bir dinî başkanlığı yoktu. Bu millet, Osmanlı yönetimiyle iletişimini daha çok Alman ve Đngiliz büyükelçilikleri aracılığıyla sağlamaya çalışmaktaydı.49 Bu durum da Protestan Meydana Gelen Dinî ve Siyasî Mücadeleler, Đnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Malatya 1997. 46 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 63. 47 Misailidis, Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş romanında 1827 yılında Đstanbul’daki Katolik Ermenilerin Anadolu’ya sürülüş sebeplerini şu şekilde dile getirir: “1832 senesinden evvel Ermeni katolikleri biz Papalıyız ve Frengiz diyerek milel-i saireden (diğer Hıristiyanlardan) ziyade şirazeden çıkma derecede serbestiyete başladıklarından ve kim bilir hangi taraftan Hükümet-i seniyye’ye haber verildiklerinden bunların önü alınmak ve ilerlemelerine sekte verilmek için Đstanbul’daki Ermeni Katoliklerinin cümlesi Anadolu’nun her tarafına nefi olunmuşlardı.” (s. 411-412) 48 “(…)Đngiliz elçisi Canning’in, Babıâli nezdindeki ısrarlı girişimleriyle, 1850 Kasımı’nda Protestan cemaati de resmen tanındı ve Ortodokslarla, Katolikler gibi millet statüsünü elde etti. Protestanlık bundan sonra yayılmaya başlayacak ve ön planda imparatorluğun Ermenileriyle, Suriye ve Filistin’deki Araplar arasında taraftar toplayacaktır. Đlginç olan porotestanlığı yayanların Đngiliz değil, Amerikan misyonerleri oluşudur.” (Ortaylı, Đmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s. 119.) 49 Bazı araştırmacılar, sözü edilen devirde, Đngiliz Büyükelçiliği’nin özellikle azınlıklar konusunda Osmanlı Devleti üzerinde, tahmin edilenden daha fazla etkinliğinin olduğunu belirtirler: “1853 yıllarında 19 cemaatini pek tatmin etmediği için sürekli şikâyetlerde bulunmuşlardır.50 Rum Ortodoks kilisesine bağlı olan Bulgarlar da ileride bağımsızlık elde etmenin hesabını yaparak birtakım anlaşmazlıklar çıkarıp Rum Ortodoks kilisesinden ayrılmışlardır. 1870 yılında çıkarılan bir beratla Bulgar Eksarklığı adı altında bir kilise kurmalarına izin verilmiştir. Türkiye'de azınlıklarla ilgili yurttaşlık hakları ilk anayasada düzenlenmesine rağmen örneğin Fransa, Ermenileri II. Dünya Savaşı’ndan önce sığınmacı olarak kabul etmiş; yurttaşlık hakkını ancak savaştan sonra vermiştir.51 Haklar ve eşitlik konusunda çeşitli tartışmalar yapılırken Đstanbul dışındaki Türklerin Tanzimat ve Islahat’tan aldığı payın ortaya konması, gayrimüslimlerin kazandığı haklarla kıyaslanması açısından yarar sağlayabilir. Türk köylüsünün durumu bir Batılı bilim adamı tarafından “(…)genel olarak sıradan gayri-müslimlerden daha iyi bir durumda değillerdi ve kötü idare karşısında çok fazla eziliyorlardı. Ayrıca sıradan Türkler, 1839’dan sonra getirilen beş yıllık askerlik hizmetinin yükünü taşımak zorundaydılar. Yönetim reformuna duydukları ihtiyaç Hıristiyanlar kadar çoktu, ama kendilerini koruyacak ne bir antlaşma, ne bir yabancı devlet, ne de bir patrik vardı. Üstelik çoğunun Avrupa’dan haberi bile yoktu”52 şeklinde ironik bir dille ortaya konur. Aynı bilim adamı, Türklerin gayrimüslimlere yaptığı baskı konusunda da şunları söyler: “Aslına bakılırsa, Türklerin kendi bağımlı halklarına karşı, Rusların Polonyalılara, Đngilizlerin Đrlandalılara ya da Amerikalıların Zencilere karşı davranışlarından daha baskıcı oldukları iddia edilemezdi. Ancak Avrupa’da genellikle görmezlikten gelinirdi bu durum.”53 Türkiye’nin en ücra yerlerinde yolculuk etmiş olan bir Đngiliz seyyahı, her ırktan her dinden insanların Pera’daki Đngiliz Elçisini nasıl bir koruyucu ve kurtarıcı gözüyle gördüklerini uzun uzun anlatmaktadır. Dürzüler, Marunîler, Yezidîler, Ermeniler, Nesturîler, Yahudiler, Dönmeler, Giritliler, Araplar; Hıristiyanı, Müslümanı, darda kalınca hep Đngiliz Büyük Elçisine baş vurmaktaydılar. Türk topraklarının bir ucundan bir ucuna ‘Büyük Elçinin’ nufuzu hissediliyordu.” (Poole, Lord Stratford’un Türkiye Hatıraları, s. 94.) 50 Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), s. 179. 51 Okutan, M. Çağatay, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Đstanbul, 2004, s. 115. 52 Davidson, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reform, s. 77. 53 Davidson, a.g.e., s. 139. 20 C. I. Dünya Savaşında Azınlıklar I. Dünya Savaşı sırasında Batılı ülkeler Ermeni devletinin kurulması için Anadolu’da bir Ermeni Yurdu oluşturmaya çalışırlar. Ermenilerin en büyük destekçisi Rusya’dır: 8 Şubat 1914'de Yeniköy'de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan bir anlaşmaya göre Doğu Anadolu vilayeti iki bölgeye ayrılmış, her birine iki müfettiş gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Bu müfettişler bölgedeki yüksek rütbeli görevliler hakkında bile soruşturma yapabilecek, vali dışındaki yetkilileri görevden uzaklaştırabilecek, daha alt rütbedeki memurları atayabilecek, diğerlerinin atanmasını da hükümete teklif edebilecek yetkilere sahiptirler. Yine bu anlaşmaya göre Van, Bitlis, Erzurum gibi şehirlerdeki genel meclis üyelerinin yarısının Müslüman, yarısının Hıristiyanlardan seçilmesi, yasaların Türkçe ve Ermenice ilân edilmesi, her cemaatin kendi okulunu kurabilmesi, azınlıkların askerlik görevini oturdukları yerin bağlı bulunduğu müfettişlik sınırları içinde yerine getirmesi karara bağlanmaktadır.54 Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’daki egemenliğini hemen hemen tamamen azınlıklara devretmiş bulunmaktadır. Bunun yanında çeşitli cephelerde savaşmakta olan Osmanlı ordusunda azınlıklar da askerlik yapmakta ve bunlardan özellikle Ermeniler ya silahlı çeteler kurarak ya da Rusya saflarına katılarak Osmanlı Devleti’ne zarar vermektedirler. Bu gelişmeler göstermektedir ki Sevr Antlaşması’nın temelleri daha 1914’lerde atılmaya başlamıştır.”Osmanlı Devleti’nin azınlıklara ilkönce bir lütuf olarak tanıdığı kendi dil, din ve kültürlerinde eğitim ve cemaat halinde yaşama hakkı, devletin zayıflamasına paralel olarak batılı devletlerin teşvik ve destekleriyle Đmparatorluğun siyasi birliği ve varlığına karşı kullanılan bir silah haline gelmiş ve bu hak ve batılı devletlerin sağladığı destek, azınlıklara siyasi bağımsızlıklarını kazanma yolunu açmıştır.”55 Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti’nin toprakları paylaşılmıştır. Ancak savaş Batılıların umduğu gibi gelişmemiştir. Anadolu’da millî mücadele başlamış; Amasya Görüşmeleri, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ve Misak-ı Millî’de 54 Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), s. 205. 55 Ersoy Taşdemirci, “Türk Eğitim Tarihinde Azınlık Okulları ve Yabancı Okullar” Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 10, Kayseri, 2001, ss.13-30, s. 30. 21 azınlıkların resmî ve gayriresmî istekleri şiddetle reddedilmiştir. IV. TÜRKĐYE CUMHURĐYETĐ’NDE AZINLIKLAR A. Lozan ve Azınlıklar Lozan görüşmelerinde azınlık kavramı başlı başına tartışma konusu olmuştur. Türk temsilciler, “Müslüman olmayan azınlıklar” kelimelerinin kullanılmasından yanayken karşı taraf azınlık kelimesinin Misak-ı Millî’de de geçtiğini ileri sürer. Meclis- i Mebusan’ın kabul ettiği Misak-ı Millî’de azınlıklar hakkında “Đtilaf devletleri ile düşmanları ve birtakım ortaklar arasında kararlaştırılan andlaşma esasları içinde azınlıkların hakları (ekalliyetlerin hukuku), komşu ülkelerdeki Müslüman halkların aynı haklardan yararlanmaları şartıyla, bizce de kabul edilecek ve sağlanacaktır.” şeklinde bir madde vardır. Lozan görüşmelerine katılan Türk temsilcileri Misak-ı Millî’deki azınlık kavramının da Müslüman olmayanlar için kullanıldığını savunur. Kürtlerin kaderiyle Türklerin kaderinin aynı olduğu bu iki halkın dışında da Anadolu’da Müslüman halk olmadığı vurgulanır. Sonunda Türk heyeti bu konudaki isteklerini kabul ettirir ve antlaşma metinlerinde azınlıklar yerine Müslüman olmayan azınlıklar ibaresi kullanılır.56 Lozan Barış görüşmelerinde “Azınlıkların Korunması Konusunda Alt- Komisyonda Görüşülecek Sorunların Özeti” şöyledir: 1. Genel af; 2. Soy, dil ve din azınlıklarının özgürlüğü ve korunması için genel güvenceler (garantiler); 3. 1 Kasım 1914 tarihinden bu yana, ailelerinden ayrılmış kimselerle, mallarından yolsuz-yöntemsiz yoksun bırakılmış kimselere mallarının geri verilmesi çalışmalarının benimsenmesi ve bunlara ara verilmemesi; 4. Azınlıkların isteğe bağlı göç özgürlükleri ile yurt içinde dolaşım özgürlükleri; 5. Azınlıkların yurttaşlık hakları (medenî haklar) bakımından eşitliği ile, dinsel ve siyasal eşitlikleri; 56 2000’li yıllarda Aleviler ve Kürtlerle ilgili düşünceleri ortaya çıktığında Batılıların neden genel bir “azınlık” kavramını 1922’den itibaren Türkiye’ye kabul ettirmeye çalıştıkları daha iyi anlaşılmaktadır. Batı’nın Kürtleri ve Alevileri insan hakları çerçevesinde azınlık statüsünde mütalaa ettiğini ya da öyle görmek istediğini iddia edenler de vardır. Bu konuda bkz. Yasemin Özdek, “Globalleşme Đnsan Hakları ve Azınlıklar”, Birikim, sy. 74, Haziran 1995, ss. 19-45. 22 6. Askerlik hizmetinden bağışıklık; 7. Azınlıklar için öğretim, eğitim amaçları ve insancıl amaçlarla dernek kurma özgürlükleri ve kamu giderlerinden hak gözetir paylar ayrılması; 8. Azınlık okul ve kiliselerinin statüsü; 9. Azınlıkların korunması konusunda alınacak tedbirlerin yürürlüğü konulmasına ilişkin güvenceler ve bu konuda Milletler Cemiyeti ile işbirliği; 10. Ermeniler için Ulusal Yurt.57 Avrupa devletleri Türkiye’de genel bir affın kabul edilmesini arzulamaktadırlar. Hatta Fransız temsilci Bargeton, Kilikya bölgesinde ilân edilen affın uygulama koşulların dile getirmiştir.58 Genel afla ilgili uzun tartışmalar yapılmasına rağmen Lozan Barış Antlaşması metninde bu konuyla ilgili herhangi bir madde yer almaz. 59 Lozan Barış Antlaşması’nın 37. maddeden 45. maddeye kadar olan kısmı azınlıkların korunmasıyla ilgili maddelerdir. 37. madde Türkiye’ye yükümlülüklerini bildiren bir maddedir. Azınlıkların korunması hakkında genel hükümler içeren 38. maddenin birinci ve ikinci paragrafları ise şöyledir: “Türk hükümeti, Türkiye'de oturan herkesin, doğum, bir ulusal topluluktan olma [milliyet, nationalite], dil soy ya da din ayrımı yapmaksızın, hayatların ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye'de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin, kamu düzeni ve ahlâk kurallarıyla çatışmayan gereklerin, ister açıkta isterse özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır.”60 Konferansta tartışılan konulardan biri de ayrılmış aileler ve mallarını kaybedenler olmasına rağmen antlaşma metninde bu konuyla ilgili hükümler yer almamıştır. Đsteğe bağlı göç özgürlükleriyle yurt içinde serbest dolaşımları konusunda da 57 Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı –Tutanaklar, Belgeler, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1970, s. 159. 58 Meray, a.g.e., s. 154. 59 Batılıların demokratikleşme, insan hakları, adalet vb. konulardaki duyarlılığı Tanzimat’tan –hatta daha öncesinden- bu yana kendi dindaş ve soydaşlarının yaşadığı bölgelerle sınırlı kalmıştır. Bu durum, Lozan’daki görüşme sürecine de aynı şekilde yansımıştır. Đki binli yıllarda, Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde Avrupalıların Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerde Diyarbakır, Mardin gibi Süryani, Asurî Hıristiyanların yaşadığı bölgeleri gezmeleri de bu geleneğin ve duyarlılığın bir devamıdır. 60 Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı –Tutanaklar, Belgeler, 2. Takım, Cilt II, YKB Yayınları, Đstanbul, 2001, s. 11. 23 Türk heyetinin itirazlarıyla karşılaşan konferans üyeleri, bu konuyu 38. maddenin son paragrafında şu şekilde düzenlemişlerdir: “Müslüman olmayan azınlıklar, bütün Türk uyruklarına uygulanan ve Türk hükümetince, ulusal savunma amacıyla ya da kamu düzeninin korunması için, ülkenin tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve göç etme özgürlüklerinden tam olarak yararlanacaklardır.”61 Azınlıkların medenî haklarını ise 39. madde düzenlemiştir: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye'de oturan herkes, din ayrımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhep ayrılığı, hiçbir Türk uyruğunu, yurttaşlık haklarıyla siyasal haklarından yararlanmasına, özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır. Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçe’den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.”62 Azınlıkların askerlikten muaf tutulmaları konusunda Yunan temsilcilerinin sürekli isteklerine Türk temsilcileri karşı çıkmış, bu konuda hemen hiç tartışmaya girmeyerek azınlıkların askerlikten muaf sayılmalarını reddetmişlerdir. Türk temsilcilerin bu sert tutumu karşısında Đngiliz ve Yunan heyetleri, hiç olmazsa azınlık askerlerin kendi subayları tarafından idare edilecekleri birliklerde askerliklerini yapmalarını istemişse de Türk heyeti, geçmişte bu yöntemin uygulandığını ve devletin aleyhine olduğunu belirterek bu tür istekleri de reddetmiştir. Bu konuda da antlaşmada hiçbir ibare yer almamıştır. Azınlıkların eğitim, öğretim, dernek vb. kuruluşlarına kamu giderlerinden pay ayrılması ise 41. maddenin ikinci paragrafında düzenlenmiştir: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının önemli bir oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklar, devlet 61 Meray, Lozan Barış Konferansı –Tutanaklar, Belgeler, 2. Takım, Cilt II, s. 11. 62 Meray, a.g.e., s. 11. 24 bütçesi, belediye bütçesi ya da öteki bütçelerce, eğitim, din yada hayır işlerine genel gelirlerden sağlanabilecek paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe uygun ölçülerde katılacaklardır.”63 Azınlıkların okul ve kiliselerinin statüsü ise 40. ve 41. maddelerde düzenlenmiştir. 40. maddenin bu konudaki hükmü şöyledir: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”64 Azınlıkların kuracağı okulların eğitimiyle ilgili 41. maddenin birinci paragrafı ise şöyledir: “Genel [kamusal] eğitim konusunda, Türk hükümeti, Müslüman olmayan uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde, bu Türk uyruklarının çocuklarına ilk okullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından, uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm, Türk hükümetinin, söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.”65 “Azınlıkların korunması konusunda alınacak tedbirlerin yürürlüğe konulmasına ilişkin güvenceler ve bu konuda Milletler Cemiyeti ile işbirliği” ise 42., 43. ve 44. maddelerde düzenlenmiştir: “Madde 42. Türk hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla kişisel durumları konusunda, bu sorunların, söz konusu azınlıkların gelenek ve görenekleri uyarınca çözümlenmesine elverecek bütün tedbirleri almağı kabul eder. Bu tedbirler, Türk hükümetiyle ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden kurulu özel Komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa, Türk Hükümetiyle Milletler Cemiyeti Meclisi, Avrupalı hukukçular arasından birlikte seçecekleri bir üst-hakem atayacaklardır. Türk hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, 63 Meray, Lozan Barış Konferansı –Tutanaklar, Belgeler, 2. Takım, Cilt II, s. 12. 64 Meray, a.g.e., s. 11. 65 Meray, a.g.e., s. 12. 25 mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye’deki vakıflarına, din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak ve Türk hükümeti, yeniden din ve hayır kurumları kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir. Madde 43. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmaları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Bununla birlikte bu hüküm, söz konusu Türk uyrukların, kamu düzeninin korunması için, öteki Türk uyruklarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir. Madde 44. Türkiye, bu Kesimin bundan önceki Maddelerindeki hükümlerin, Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça, değiştirilemeyecektir. Đngiliz Đmparatorluğu, Fransa, Đtalya ve Japonya Hükümetleri, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin çoğunluğunca razı olunacak herhangi bir değişikli reddetmemeği, işbu Antlaşma uyarınca kabul ederler. Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma tehlikesini Meclise sunmağa yetkili olacağını ve Meclisin, duruma göre, uygun ve etkili sayacağı yolda davranabileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri verebileceğini kabul eder. Türkiye, bundan başka, bu maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk hükümetiyle imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisi’ne üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, bu anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Misakı’nın 14’üncü Maddesi uyarınca uluslar arası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk hükümeti, böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, Milletlerarası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Divanın kararı kesin ve Milletler Cemiyeti Misakı’nın 13’üncü maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır.”66 Türk heyetinin şiddetle karşı çıktığı ve hemen hiç tartışmaya girmediği bir konu da Ermeniler için “Ulusal Yurt” sorunudur. Amerikan Temsilci Heyeti, Ermenilere daha kolay yardım edilebilmesini bahane göstererek bir Ermeni Yurdu oluşturulması ile ilgili bir bildiri sunmuştur. Beş maddeden oluşan bildiri Ermenilere bir yurt ayrıldığı takdirde 66 Meray, Lozan Barış Konferansı –Tutanaklar, Belgeler, 2. Takım, Cilt II, ss. 12-13. 26 yardım örgütlerinin onlara daha kolay ulaşacağı ve yine toplu bulunmaları sebebiyle korunmalarının daha kolay olacağını ileri sürer. Ermenileri eski yerleşim yerlerine göndermek Amerika’da sert tepkiler uyandırabileceği için bu çözüm hem Amerika’yı memnun edecek hem de eski yerlerine dönmekten çekinen Ermeniler, bu yöntemle yeni bir yere gitmeyi kolayca kabul edeceklerdir. Üstelik böyle bir çözüm sonuçta Türklerin de yararına olacaktır!67 Ermeniler için ayrılması istenen bu yurdun yeri alt komisyona bırakılmakla birlikte bir öneri de yapılmıştır. Bu öneriye göre Ermeniler için en uygun yurt Türkiye'nin güneyi, Suriye ile Türkiye arasında Fırat’ın batısında kalan bölgedir. Yönetimi Milletler Cemiyeti’ne bırakılacak olan bu bölge, hem Türkiye Suriye arasında tarafsız bir bölge oluşturacağı için hem de denize ulaşmak kolay olduğu için Avrupalılar tarafından uygun bulunmuştur. Türkiye'nin bu teklifi kabul etmesi durumunda bu işten doğacak maliyeti karşılamak üzere yardım da yapılacaktır. Konferansa sunulan bu memorandumdan iki gün sonra “Lozan Konferansının Ermeni Ulusal Yurdu için yeterli büyüklükte bir toprak parçası ayırması şartıyla, Başkan’ın yirmi milyon dolarlık bir parayı hazineden ödünç vermeye yetkili kılındığına” dair bir telgraf gelir. Bu komiklikler temsilcilerin konuşmalarında da görülür. Đngiliz temsilci Horace RUMBOLD bu konuda şunları söyler: “Fırat'a kadar uzanan, Sis ve Elbistan dolaylarında genişleyen ve yüzölçümü aşağı yukarı 19,000 kilometre kare olan bu toprak şeridinin, bir Ulusal Yurt olarak Ermenilere ayrılması telkin edilmektedir. Bu toprak parçasının denize çıkış yeri olabilecektir; öyle sanırım ki, burası 200,000-300,000 Ermeni alabilir ve böylece, yakın zamanlarda olan bitenler yüzünden Türkiye'yi bırakıp gitmek zorunda kalmış 700,000 Ermeniden çoğunluğun Küçük Asya'ya yeniden dönebilmeleri olanağı sağlanmış olabilir. Bu Ulusal Yurt'la Türkiye arasındaki siyasal bağlar, Đngiliz Đmparatorluğu Dominion'larından birini Đngiltere'ye bağlayan bağların benzeri olabilecektir; başka bir deyimle, bu ülkenin, genel bir Türk yönetimi altında, ölçülü bir özerkliği olabilecektir. Bu kadar çok sayıda çalışkan işçilerin dönüşleri, Türk Devletinin kaynaklarını arttıracaktır.”68 Đtalyan Montagna ve Rumbold’un konuşmalarına dayanamayan Türk temsilcisi 67 Meray, Lozan Barış Konferansı –Tutanaklar, Belgeler, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s. 243. 68 Meray, a.g.e., s. 277. 27 Rıza Nur’un konuşmaları toplantı tutanaklarına şu şekilde yansır: “Müttefik Devletlerin, biraz önce okunmuş olan bildirilerde bulunmağa hakları olduğunu, çünkü kendilerinin Ermeni ve Asurî halklarına karşı moral yükümler altına koymuş bulunduklarını söyledi. Gerçekten, bu halkları Türkiye’ye karşı saldırtmak için politika araçları onların karşılaştıkları felâketlerin de nedeni olmuşlardır. Bu koşullar altında, Türk Temsilci Heyeti, sunulmuş bulunan bildirileri yapılmamış geçersiz saymaktadır. Rıza Nur Bey, bu çeşit başka bildiriler dinlemektense, oturumdan çekilmesinin daha iyi olacağı kanısındadır.”69 Sonuçta bu konu ile ilgili de antlaşma metninde hiçbir madde yer almamıştır. B. Cumhuriyet Dönemi’nde Azınlıklar Tanzimat Fermanı’yla azınlıklara verilen hakların Osmanlı Devleti’nin yıkılışında rol oynadığı çeşitli bilim adamları tarafından vurgulansa da Đslâm hukuku çerçevesinde Osmanlı’da Tanzimat ve özellikle Islahat fermanlarıyla azınlıklara verilen hakların daha önceden (mesela Fatih zamanında) verilen hakların geri kazanımından ve evrensel hukuk kuralları çerçevesinde düzenlenişinden ileriye gittiği söylenemez. Örneğin Avram Galanti, Tanzimat Fermanı’yla verilen eğitim ve dil hürriyetinin gayrimüslimleri ülkenin birliğine çekmek amacını gütmesine rağmen birlikten uzaklaştırdığını söyler.70 Ancak Osmanlı Devleti’nde bu tür hakların azınlıklara çok önceden verildiği daha evvel belirtilmişti. Tanzimat’ta genel gidiş değişmiş, Osmanlı Devleti siyaseten güçsüzleşmiş, bu durumu değerlendiren Batılılar, azınlıkları açıktan açığa Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya başlamıştır. Osmanlı’nın hâkim olduğu birçok yerleşim yeri, I. Dünya Savaşı’na kadar ölüm veya sürgün gibi sebeplerle Müslümanlardan temizlenmiştir. Amerikalı tarihçi Justin Mccarthy, tarih yazılırken hep Rumların, Ermenilerin, Bulgarların uğradığı sürgün ve ölümlerin dikkate alındığını, Müslümanların ise yok sayıldığını vurgulamaktadır. Bu tutum yalnız yabancı tarihçilerde değil, Türk tarihçilerde de görülmektedir. Tarihçilerimiz, Müslümanların Balkanlardan, Kafkasya’dan, Kırım’dan, Mora’dan Kerkük’ten nasıl çıkarıldığını araştırmaktan çok Ermenilerin gerçekten bir kırıma uğramış olup olmadıkları gibi bir savunma araştırması 69 Meray, Lozan Barış Konferansı –Tutanaklar, Belgeler, Takım 1, Cilt 1, Kitap 2, s. 278. 70 Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, s. 38. 28 yapmak zorunda kalmışlar ya da böyle bir tercihi yeğlemişlerdir. Oysa 19. yüzyılda Türk nüfusun yaşadığı alanlar da Osmanlı Devleti yönetimindeki azınlıkların yaşadığı alanlar gibi büyük felâketlere sahne olmuştur. Bu konuda bir karşılaştırma yapılabilmesi için Osmanlı Devleti üzerine geniş bir nüfus araştırması yapan Mccarthy’nin şu sözleri dikkate değerdir: “1923'de ise, Müslüman ülkesi durumunda kalan, yalnızca Anadolu, Doğu Trakya [Türkiye Trakyası] ve Güneydoğu Kafkasya’nın bir kesiminden ibaretti. Balkanlardaki Müslümanların çoğu gitmişti; ya ölmüşler, ya da göç etmek zorunda bırakılmışlardı; kalanlar, Yunanistan’da, Bulgaristan’da ve Yugoslavya’da cep [adacık] durumundaki yerleşim bölgelerinde yaşıyorlardı. Kırım'ın, Kuzey Kafkasya'nın ve Rusya Ermenistanının Müslümanlarını aynı yazgı haklamıştı; onlar da, kısa söyleyişle, gitmişlerdi [yok olmuşlardı]. Çoğu Türk olan milyonlarca Müslüman, ölmüştü; milyonlarcası da bugünkü Türkiye’yi oluşturan ülkeye sığınmıştı. 1821 ile 1922 arasında, beş milyondan fazla Müslüman, ülkelerinden sürülüp atılmışlardı. Beş buçuk milyon Müslüman, kimi savaşlarda öldürülerek, diğerleri sığıntı durumunda iken açlıktan ve hastalıklardan canını yitirerek, ölmüşlerdi.”71 Türkiye'de gayrimüslimlere azınlık denmesinin sebebini M. Çağatay Okutan Đzmir’i işgal eden Yunanlarla Türkiye’deki Rumların birbirlerine silah çekmemelerine ve Rumların tarafsız kalamamalarına bağlar. Gayrimüslimlerin azınlık olarak görülme sürecini ise 1918’den başlatır.72 Millî Mücadele döneminde de azınlıkların durumunun ne olacağı düşünülmüş, siyasi ve toplumsal dengeyi bozacak şekilde azınlıklara imtiyaz verilmemesi istenmiş; can, mal ve ırzlarının korunması ise dinimizin ve geleneklerimizin bir gereği olarak kabul edilmiştir.73 1924 anayasasında da din ve ırk farkı gözetilmeksizin Türkiye'de yaşayan herkes yurttaş olarak kabul edilmiştir. 1925 yılında ise azınlıklar Lozan Antlaşması’yla kendilerine verilen haklardan vazgeçmişlerdir. Azınlıklar konusunda mecliste de ateşli tartışmalar olmuş, milletvekillerinin bir kısmı sorunun çözümü için mübadeleyi uygun görürken bir kısmı bu uygulamanın doğru olmayacağını savunmuştur. Ancak azınlıkların Türkiye Cumhuriyeti için zararlı unsurlar olduğu ilk dönem meclislerinin ortak fikridir denebilir. Tek partinin ilerleyen 71 Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Đnkılâp Kitabevi, Đstanbul, 1998, s. 1. 72 Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, s. 66. 73 Okutan, a.g.e., s. 66. 29 dönemlerinde ise azınlıklar siyasi haklardan yararlanarak meclise girmeye başlamışlardır.74 Cumhuriyet Dönemi’nde azınlıkların askerlikle ilgili sorunlarında kısmî düzelme olmuştur. Eşit birer yurttaş olarak artık azınlıklar da askere alınmaya başlamıştır. Fakat azınlıkların geçmişteki eylemleri Cumhuriyet Dönemi’nde hem yönetimin hem de halkın onlara güvenmesini engellemiştir. Rumların Mora isyanına ve Yunan bağımsızlık hareketine destek vermeleri, Ermenilerin Rusya’yla işbirliğine gitmeleri Cumhuriyet Türkiye’sinde de unutulmamıştır.75 Bunun yanında Yahudilerin sadık kaldığı söylense de toplumsal şuur, onların II. Abdülhamid’den “arz-ı mevudu” istemelerini ve 15. yüzyılda kendilerine kucak açan bir ulus ateş altında, kendileri maddî bakımdan refah içindeyken Türklere yardımda bulunmamalarını unutmamıştır. Bu yüzden Cumhuriyet Dönemi’nde azınlıklar açısından birtakım olumsuz gelişmeler yaşanmıştır. 1923 mübadelesi76 -ki bu Yunanistan sınırları içinde yaşayan Türkleri de olumsuz etkilemiştir-, Elza Niyego olayı77, Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyla Hronika gazetesinin kapatılması, 1934’teki Trakya olayları78 ve buradaki Yahudilerin göçtürülmesi, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olayları79 gibi olaylar ve uygulamalar, 74 Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, s. 154. 75 Cumhuriyet Dönemi’nde azınlıkların durumu ve devletin azınlık polikikalarıyla ilgili bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, “Cumhuriyet Dönemi’nde Azınlık Politikaları”, Birikim, sy. 115, Kasım 1998, ss. 80-90. 76 Mübadele, 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan sözleşmeye göre gerçekleşir. Mübadelenin milliyet değil, din esaslı bir nüfus değiştirme olduğu bilim adamlarının birleştiği müşterek bir noktadır. Bu sözleşmeye göre Türkiye’den Yunanistan’a göç eden Rumların çoğu, Anadolu’da yaşayan ve genelde Türkçe bilmeyen Rumlardır. Yunanistan’dan Türkiye’ye göçen Türklerin ise pek azı Türkçe bilmektedir. 77 Elza Niyago adlı genç Yahudi kızı, kendisinden daha yaşlı olan Osman Ratıp tarafından başka biriyle nişanlandığı için öldürülür. Bu adi adliye vakası sonucunda Osman Ratıp tutuklanarak cezaevine konur. Ancak Elza Niyago’nun cenazesi bir gösteriye dönüşür. Zamanın Türk basını bu olayı sert bir üslupla eleştirir. Elza Niyago olayının doğurduğu en büyük olumsuz sonuç, Yahudilerin ülke içinde serbest dolaşımının yasaklanması olmuştur. Genç kızın cenazesi sebebiyle meydana gelen olaylar bazı edebiyatçılarımızın eserlerine (Ömer Seyfettin’in Ashab-ı Kehfimiz hikâyesi gibi) yansımıştır. 78 Erol Haker, dedelerini merkez alarak yazdığı Bir Zamanlar Kırklareli’de Yahudiler Yaşardı adlı eserinde Kırklareli’de yaşayan Yahudilerin toplumsal, ekonomik, siyasi vb. durumlarıyla ilgili bilgiler verir. Trakya Olaylarıyla ilgili olarak şunları söyler: “ ‘Millî bir devlet’ olarak örgütlenen Türkiye Cumhuriyeti, ‘artık… tarih boyunca [Osmanlı Đmparatorluğu’nun yapmış] olduğu gibi kendi bünyesinde kültür, din ve dil açısından birbirinden farklı varlıklara tahammül edemezdi.’ Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra Trakya’da Edirne merkez olmak üzere Yahudilere karşı hareketler başladı. Buna karşın Kırklareli’deki küçük Yahudi cemaatiyle çok daha büyük Türk cemaati arasındaki ilişkiler mucizevî bir şekilde dostane kaldı.” (Erol Haker, Bir Zamanlar Kırklareli’de Yahudiler Yaşardı, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2002, s. 183.) Trakya Olayları’yla ilgili daha ayrıntılı bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, Kitabevi, Đstanbul, 2008. 79 6-7 Eylül Olayları olarak anılan ve 1955 yılında meydana gelen bu olaylar da Rum azınlığın aleyhine gelişmiştir. Đncelediğimiz romanlar 1876- 1950 yılları arasındaki romanlar olduğu için bu konu kapsam 30 azınlıkların Türkiye Cumhuriyeti’nde huzurunu kaçıran olaylar ve uygulamalar olarak tarihe geçmiştir.80