T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİM DALI YÖNETİM VE ÇALIŞMA SOSYOLOJİSİ BİLİM DALI YENİ SINIF HAREKETLERİ VE MEKÂNSAL ETKİLERİ: BURSA ÖRNEĞİ (DOKTORA TEZİ) Kemal TEMEL BURSA - 2023 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİM DALI YÖNETİM VE ÇALIŞMA SOSYOLOJİSİ BİLİM DALI YENİ SINIF HAREKETLERİ VE MEKÂNSAL ETKİLERİ: BURSA ÖRNEĞİ (DOKTORA TEZİ) Kemal TEMEL Danışman: Doç Dr. Şenol BAŞTÜRK BURSA – 2023 ii ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Kemal TEMEL Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bilim Dalı : Yönetim ve Çalışma Sosyolojisi Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : Xİ + 282 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışmanı : Doç. Dr. Şenol BAŞTÜRK YENİ SINIF HAREKETLERİ VE MEKÂNSAL ETKİLERİ: BURSA ÖRNEĞİ Çağdaş kapitalist kentler, toplumsal eşitsizlikleri mekânsal düzlemde yeniden üreten yerleşim birimleridir. Bu temel işlev farklı zamanlarda eşitsizliği düzenleyen ilke ve mekanizmalardaki değişime göre farklı düzeylerde ve görünümlerde kendini gösterir. Bu çalışma 21. yüzyılda kentsel mekânların toplumsal sınıflar tarafından nasıl paylaşıldığı sorusuna yanıt ararken kentlerin çok parçalı görünümler almasının altında yatan ilke ve mekanizmaların neler olduğunu araştırmaktadır. Kentsel alanlar, toplumsal sınıfların sürekli müzakere ve mücadelelerine sahne olduğu, farklı toplumsal gruplar arasında etkileşimsel süreçlerin gerçekleştiği coğrafi uzamlardır. Ancak toplumsal sınıfların farklılaşma biçimleri ve bu farklılıkların kent alanlarına tezahürü kentsel mekânın dönüşümünü dinamik hale getirmektedir. Bu çalışma sınıf ve mekân arasındaki ilişkiyi ele alırken sınıf ve kent sosyolojileri arasındaki kurulacak teorik mutabakatın kentsel ayrışmanın yeni biçimlerine ışık tutacağı iddiasını taşımaktadır. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün sınıf yaklaşımının kentsel ayrışmanın yeni biçimlerini çözümlemedeki etkinliği değerlendirilirken; çağdaş toplumsal farklılaşmanın inşasında belirleyici olan Bourdieuyen sermaye teorisinin kentsel ayrışmanın oluşumunu çözümlemede etkin olup olmadığı sorusu Bursa kent alanı üzerinden tartışılmaktadır. Buradan hareketle kent alanında yeni farklılaşma kalıpları kültürel sınıf yaklaşımıyla değerlendirilmektedir. Çalışma kapsamında Bursa’nın üç merkez ilçesi olan Nilüfer, Osmangazi ve Yıldırım’da yürütülen nicel ve nitel araştırmanın sonuçları sınıf temelli eşitsizliklerin bölgesel eşitsizliklerle örtüştüğünü göstermekdir. Anahtar Kelimeler: Kentsel Ayrışma, Kültüralist Sınıf Analizi, Bourdieu, Habitus, Bursa iii ABSTRACT Name And Surname : Kemal TEMEL University : Bursa Uludag University Institution : Social Science Institution Field : Labour Economics and Industrial Relations Branch : Management and Sociology of Work Degree Awarded : Doctorate-PhD Page Number : Xİ + 282 Degree Date : Supervisor : Assoc. Prof. Şenol BAŞTÜRK NEW CLASS MOVEMENTS AND SPATIAL EFFECTS: THE CASE OF BURSA Contemporary capitalist cities are settlements that reproduce social inequalities on a spatial plane. This basic function manifests itself in different levels and appearances according to the change in the principles and mechanisms that regulate inequality at different times. While this study seeks to answer the question of how urban spaces are shared by social classes in the 21st century, it explores the principles and mechanisms underlying the multi-part appearance of cities. Urban areas are geographical spaces where social classes are the scene of constant negotiations and struggles, and interactional processes take place between different social groups. However, the differentiation of social classes and the manifestation of these differences in urban areas make the transformation of urban space dynamic. While this study deals with the relationship between class and space, it claims that the theoretical reconciliation between class and urban sociologies will shed light on new forms of urban segregation While evaluating the effectiveness of French sociologist Pierre Bourdieu's class approach in analyzing new forms of urban segregation; The question of whether the Bourdieuyen theory of capital, which is determinant in the construction of contemporary social differentiation, is effective in analyzing the formation of urban segregation is discussed over the Bursa city area. From this point of view, new differentiation patterns in Bursa city area are evaluated with the cultural class approach. Within the scope of the study, the results of the quantitative and qualitative research carried out in the three central districts of Bursa, Nilüfer, Osmangazi and Yıldırım, show that class-based inequalities overlap with regional inequalities. Key Words: Urban Segregation, Culturalist Class Analysis, Bourdieu, Habitus, Bursa iv ÖNSÖZ Lise yıllarında sosyoloji okumayı hayal ederken ‘buradan sana ekmek çıkmaz’ dediklerinde Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümünü seçip Bursa’nın yolunu tutmamdaki sebep şehrin endüstriyel hacmindeki genişliğin bana ‘ekmek kapısı’ sunacağı düşüncesiydi. Yıllar sonra sosyolojinin ipini, yönetim ve çalışma sosyolojisi ayağından tutarak Bursa’nın kadim bir şehirden endüstriyel/sınıfsal bir kente dönüşümünü doktora tez çalışmamda inceleyeceğimi tahmin etmezdim. Bunun için danışman hocam Doç. Dr. Şenol Baştürk’e teşekkür etmem gerekir. Tez araştırma fikrini ilk ortaya attığında toplumsal sınıflar arasındaki rekabetin kentteki akislerinin arkasında ne olduğu ve bunun teorik zemine nasıl kavuşturulacağına dair kaygılandığım zamanlar çok olmuştur. Hem bu kaygıların bertaraf edilmesinde hem de çalışmanın nicel safhasındaki analizlerin yapılmasında hocamın çok büyük katkıları oldu. Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi’nde henüz lisans yıllarında birçok ders aldığım değerli hocam Dr. Öğr. Üyesi Memet Zencirkıran’ın tezin izleme komitesinde bulunmasının benim için ayrı bir anlamı vardı. Öğrenciliğimin ilk yıllarından itibaren kendisinden çok şey öğrendiğim Memet Hocanın büyük katkıları oldu. İzleme komitesinde bulunan değerli hocam Prof. Dr. Ferudun Yılmaz sadece akademik endüstrinin bir ucunda konuşlanmamı sağlamakla kalmadı; bu araştırmanın yürülmesine imkân sağlayan zor koşulları hayli kolaylaştırdı. Kendisine teşekkürün ötesini boçluyum. Tezin jüri üyelerinden Prof. Dr. Veysel Bozkurt ve Prof. Dr. Nadir Suğur’un tavsiye ve eleştirileri çalışmanın son halini almasında etkili oldu. Hem Veysel hocama (Bozkurt) hem de Nadir (Suğur) hocama teşekkür etmem gerekir. Akademik yükümlülüğünü tek başına üstlensem de çalışmanın yükünü doğrudan ve dolaylı çok sayıda kişi üstlendi. Başta Araş. Gör. Dr. Nagihan Memiş ve Araş. Gör. Neşe Aral Bursa’nın “sınıfsal” haritasının çıkarılmasında çok yardımcı oldular. Doç. Dr. Fatih Gürses anketlerin hazırlanmasında destek verdi. Değerli dostum Öğr. Gör. Dr. Bilal Afşin en sıkışık zamanımda çalışmanın tashih görevini üstlendi. Saha araştırması esnasında katılımcılara ulaşmak nitel bir araştırmayı yürütmenin en zor tarafıydı. Erkan Suveydas bu zorluğun üstesinden gelmemi sağladı. Bazen hafta sonlarını da ayırarak katılımcılarla iletişim kurmama yardımcı oldu. Görüşme yaptığım 21 katılımcı -özellikle işçiler- dar zamanlarını bana ayırdılar, kendilerinin ve başkalarının hikâyelerini anlattılar. Bursa’nın üçe bölünmüş yapısıyla onların hikâyeleri arasındaki özdeşliği kurmamı sağladılar. Sağolsun, varolsunlar. v Bu tezi yazmak meşakkatli ve uzun bir süreçti. Bu süreçte moral ve motivasyon olarak desteğini esirgemeyen çok kişi var. Her görüşmemizde “bitmedi mi bu tez” diyerek kendisiyle görüşmelerimizin giderek daralmasından davacı olduğunu ifade eden kıymetli büyüğüm Tanju Pala’ya; “bitir artık şu işi” diyerek sitemini her defasında bildirirken aynı zamanda ustalıkla motive eden Mustafa Derici’ye (nam-ı diğer Mustafa amca); nadir de olsa her görüşmemizde değerli fikirlerini esirgemeyen Mehmet Aydemir’e de teşekkür etmem gerekir. Bu tezi Bursa Uludağ Üniversitesi’nin sunduğu imkânlarla yazdım. Tez, BUÜ Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından SDK-2022-915 nolu “Yeni Sınıf Hareketleri ve Mekânsal Etkileri: Bursa Örneği” proje adıyla desteklendi. Projenin yürütülmesi esnasında BAP birimine verdiği destekten ötürü de teşekkür etmem gerekir. Çalışmanın nihayete ermesinde en büyük desteği sevgili eşim Nurten’den gördüm. Yaklaşık 3 yılı bulan bu uzun süre zarfında bazen gün aşırı bazen her gün, tezin bitmek bilmeyen “teorik kaygılarını” dinleme zahmetine katlandı; yazdığım her satırı titizlikle okuyarak çalışmanın formüle edilmesine yardım etti; yetmedi, evdeki iş yükümün de tamamını üstlendi. Bunlar için kendisine derin bir minnet ve şükran borçluyum. Son olarak tezin teslimi esnasında 2 yaşına basan oğlum Kerem ayrı bir teşekkürü hak ediyor. Ondan çaldığım oyun hakkına itiraz etmediği gibi çalışma odasının yolunu her tuttuğumda “hadi bitir” mesajını veren buruk gülümsemesiyle beni her daim motive etti. Onunla tez yazmak çok zor olmadı, hatta daha kolayı da olamazdı. Kemal TEMEL Mart 2023, BURSA vi İÇİNDEKİLER ÖZET ......................................................................................................................................... ii ABSTRACT ............................................................................................................................. iii ÖNSÖZ ..................................................................................................................................... iv TABLOLAR LİSTESİ .......................................................................................................... viii ŞEKİLLER LİSTESİ .............................................................................................................. ix KISALTMALAR ..................................................................................................................... xi GİRİŞ ........................................................................................................................................ 1 BİRİNCİ BÖLÜM UNUTULAN MEKÂN 1.1 KLASİK SINIF SOSYOLOJİSİ MEKÂNI NEDEN GÖZARDI EDER? ........................ 12 1.2. KENT ARAŞTIRMALARINDA KAYBOLAN SINIF ................................................... 17 1.3. 21.YÜZYILDA MEKÂNIN ÖNEMİ ............................................................................... 20 İKİNCİ BÖLÜM KENT SINIFA NASIL DAHİL OLUR? 2.1. SINIFIN KÜLTÜREL DÖNÜŞÜ ..................................................................................... 25 2.2. SINIFIN REDDİNİN REDDİ: BİR ARAÇ OLARAK PİERRE BOURDİEU ................ 29 2.3. SINIFIN KÜLTÜREL ANALİZİ VE KENTLER ............................................................ 32 2.4.YENİ BOURDİEUYEN KENT ARAŞTIRMALARI ....................................................... 39 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BURSA’DA KENTSEL AYRIŞMA 3.1. BURSA’NIN ÖZGÜN DEĞERİ ...................................................................................... 44 3.2. BURSA’DA KENTSEL GELİŞİMİN BEŞ DÖNEMİNDE MEKÂNSAL AYRIM ....... 47 3.2.1. 19. Yüzyıldan Cumhuriyet’e Kentsel Ayrım ................................................................. 49 3.2.2. Coğrafi Kuzey’in Gecekondularına Karşı Coğrafi Güney’in Apartmanları 1960- 1980…………………………………………………………. ................................................. 56 3.2.3. “Yukarıdakiler Ve Aşağıdakiler” 1980-1990.............................................................. 62 3.2.4. İşçi Kooperatiflerine Karşı Modern Toplu Konutlar 1990-2000 ................................ 69 3.2.5. “Gülümseyin, Nilüfer’desiniz” 2000-2020 ................................................................. 76 3.2.5.1. Dönüşen Sanayinin Nilüfer'de Örgütlenme Hareketi..…...…...…………….…..86 3.2.5.2. Kentin Sınıfsal Dönüşümü......……………………………………………...…...95 vii DÖRDÜNCÜ BÖLÜM METODOLOJİ 4.1. ARAŞTIRMA DESENİNİN OLUŞUMU ...................................................................... 106 4.2 ÖRNEKLEM SEÇİMİ VE ARAŞTIRMA YÖNTEMİNİN BELİRLENMESİ .............. 114 4.3. KATILIMCILAR VE DEMOGRAFİK BİLGİLERİ ..................................................... 118 4.4. VERİLERİN ANALİZİ .................................................................................................. 122 BEŞİNCİ BÖLÜM BURSA’DA MEKÂNSAL AYRIŞMANIN SINIF-KÜLTÜREL GÖRÜNÜMLERİ 5.1. YILDIRIM: ZORUNLULUĞUN ADRESİ .................................................................... 127 5.1.1 Arabayatağı: Yerliler Ve Sakinler ............................................................................ 129 5.1.2. Mimar Sinan ............................................................................................................ 139 5.2. OSMANGAZİ: KADİM ŞEHİRDEN ENDÜSTRİYEL KENTE .................................. 149 5.2.1. Akpınar: Bursa’nın İlk İşçi Sınıfı Banliyösü ........................................................... 152 5.2.2 Dikkaldırım: Burası Varoş Orası Nişantaşı .............................................................. 160 5.3. NİLÜFER: STEP CEMİYETİNDEN SİTE CEMİYETİNE .......................................... 171 5.3.1. Odunluk: Bursa’nın Manhattan’ı ............................................................................. 175 5.3.2. Yüzüncüyıl: Üye Olmayan Giremez ........................................................................ 187 5.4. TOPLUMSAL SINIFLAR BURSA’YI NASIL PAYLAŞIYOR? ................................. 202 SONUÇ .................................................................................................................................. 210 KAYNAKÇA ........................................................................................................................ 213 ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................................................... 244 EK 1…………………………………………………………………………………………246 viii TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1: İşteki Duruma Göre İstihdam Edilen Nüfus ............................................................. 70 Tablo 2: Bursa’nın İlk 250 Büyük Firmasının 1997-2011 Dönemde İstihdam ve Sektörel Dağlımdaki Değişimler ............................................................................................................ 83 Tablo 3: Bursa’nın İlk 250 Büyük Firmasının 2012-2021 Dönemde İstihdamın Sektörel Dağılımında Değişimler ........................................................................................................... 84 Tablo 4: Bursa’nın 5 Organize Sanayi Bölgesinde 1970-2020 Arasında Sektörel Dağılımlar 87 Tablo 5: Üç Merkez İlçede Profesyonel Meslek Gruplarının Toplam Ücretli Nüfusa Oranı .. 98 Tablo 6: Temel Bileşenler Analizine Dahil Edilen Değişkenler ve Kodları .......................... 110 Tablo 7: KMO ve Barlett Küresellik Testi ............................................................................. 110 Tablo 8: Döndürülmüş Temel Bileşenler için Açıklanan Varyans Tablosu .......................... 111 Tablo 9: Döndürülmüş Bileşen Matrisi .................................................................................. 112 Tablo 10: Katılımcıların Demografik Bilgileri ...................................................................... 120 Tablo 11: Hiyerarşik Regresyon Modeli Sonuçları…………………………………………..203 Tablo 12: Değişkenlere Ait Kategorilerin Boyutları ve Merkezi Koordinatları…………….205 ix ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1: 1958-2019 Arası Kentsel Gelişimin Yönü .................................................................. 72 Şekil 2: 250 Büyük Firmada Otomotiv Ana Sanayiinde 1997-2021 İstihdam Verileri ........... 85 Şekil 3: 250 Büyük Firmada Otomotiv Yan Sanayiinde 1997-2021 İstihdam Verileri ........... 85 Şekil 4: Bursa’nın 250 Büyük Firmasında Makine ve Metal Sanayiinde 1997-2021 İstihdam Verileri ..................................................................................................................................... 86 Şekil 5: 2021 Yılı BOSB Sektörel Dağılım ............................................................................. 88 Şekil 6: 2021 Yılı NOSAB Sektörel Dağılım .......................................................................... 89 Şekil 7: 2021 Yılı DOSAB Sektörel Dağılım .......................................................................... 90 Şekil 8: 2021 Yılı Kayapa OSB Sektörel Dağılım ................................................................... 90 Şekil 9: 2021 Yılı HOSAB Sektörel Dağılım .......................................................................... 91 Şekil 10: Yıldırım-Osmangazi-Nilüfer’de 2000-2022 Döneminde Konut Üretimi ................. 96 Şekil 11: Özdeğerler için Yamaç Birikinti Grafiği ................................................................ 111 Şekil 12: Osmangazi İlçesi Saçılım Grafiği ........................................................................... 112 Şekil 13: Yıldırım İlçesi Saçılım Grafiği ............................................................................... 113 Şekil 14: Nilüfer ilçesi Saçılım Grafiği .................................................................................. 113 Şekil 15: Görüşme Yapılan Alanların Kent Haritasındaki Konumları……………………….127 Şekil 16: Arabayatağı Görsel 1 .............................................................................................. 130 Şekil 17: Arabayatağı Görsel 2 .............................................................................................. 130 Şekil 18: Arabayatağı Görsel 3 .............................................................................................. 131 Şekil 19: Arabayatağı Görsel 4 .............................................................................................. 131 Şekil 20: Mimar Sinan Kooperarif Evleri .............................................................................. 140 Şekil 21: Mimar Sinan Gecekondu Evleri.............................................................................. 141 Şekil 22: Mimar Sinan Barış Manço Kültür Merkezi ............................................................ 141 Şekil 23: Mimar Sinan Ulukent Siteleri ................................................................................. 142 Şekil 24: Akpınar Müstakil-Villa Tipi Evler .......................................................................... 153 Şekil 25: Akpınar Kooperatif Evleri ...................................................................................... 154 Şekil 26: Akpınar Mahallesinden BOSB Görünüm ............................................................... 154 Şekil 27: Akpınar Gecekondu Evleri ..................................................................................... 155 Şekil 28: Dikkaldırım’ın Kükürtlü Sınırındaki Site Tipi Yerleşim Alanları .......................... 161 x Şekil 29:Dikkaldırım ve Hayran Caddesi Arasındaki Alanı Çevreleyen Konutların Görüntüsü 1 ................................................................................................................................................ 162 Şekil 30:Dikkaldırım ve Hayran Caddesi Arasındaki Alanı Çevreleyen Konutların Görüntüsü 2 ................................................................................................................................................ 162 Şekil 31: Nilüfer Çayının İki Yakası ...................................................................................... 176 Şekil 32: Odunluk Akpınar Caddesi Plazalar ve Oteller Bölgesi ........................................... 176 Şekil 33: Odunluk Akademi Caddesi Rezidans Tipi Konutlar .............................................. 177 Şekil 34: Odunluk Kapalı Toplu Konut Siteleri ..................................................................... 177 Şekil 35: Saygınkent Sitesi Çarşı Girişi ................................................................................. 187 Şekil 36: Saygınkent Site İçi Görünüm .................................................................................. 190 Şekil 37: Yüzüncüyıl Uğur Mumcu Bulvarı ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi ................... 190 Şekil 38: Yüzüncüyıl Mahallesi Kooperatif Evleri ................................................................ 191 Şekil 39: İlçeler Arası Çoklu Mütekabiliyet [Uyum] - (MCA) Analizi Grafiği……………...206 xi KISALTMALAR BEBKA: Bursa Eskişehir Bilecik Kalkınma Ajansı BOSB: Bursa Organize Sanayi Bölgesi BTSO: Bursa Ticaret ve Sanayi Odası DOSAB: Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi FSM: Fatih Sultan Mehmet Bulvarı HOSAB: Hasanağa Organize Sanayi Bölgesi İMSİAD: İnşaat Müteahhitleri Sanayici ve İş İnsanları Derneği MCA: Çoklu Mütekabiliyet Analizi (Multiple Correspondence Analysis) MİA: Merkezi İş Alanı NOSAB: Nilüfer Organize Sanayi Bölgesi OSB: Organize Sanayi Bölgesi SGK: Sosyal Güvenlik Kurumu TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu TOKİ: Toplu Konut İdaresi UEDAŞ: Uludağ Elektrik Dağıtım Şirketi xii 1 GİRİŞ “Sosyoloğun, var olduklarını ama bambaşka bir şekilde var olduklarını göstermek için, var olduklarına inanıldığı şekilde var olmadıklarını söylemek durumunda kaldığı bir dolu gerçeklik vardır” (Bourdieu, 2015b: 57). Modern kentler farklı sınıfların bir arada hareket edebildiği birbiriyle temas halinde olan kamusal alanın düzenlenmesi fikrine dayalıdır (Öğün, 1998; Sennett, 2013). Köklerini Yunan düşüncesinde bulan farklı insanların bir arada yaşam ideali, gerçeklik olarak değilse de mit olarak modernliğin dayandığı temel bir söylemdir (Kurutuluş, 2006: 10). Bu söylem bazı toplum bilimciler tarafından toplumların endüstrileşme yolunda ilerlemesi ve rasyonalitenin gelişmesiyle kaynakların daha adil bir biçimde taksim edileceğini ileri sürmelerine zemin oluşturmuştur (Kalaycıoğlu vd, 1998: 126). Modernitenin insanları bir arada yaşatma vaadi, sermaye birikiminin kitle üretimine dayandığı dönemde kent içinde kamusal alanı nispeten farklı sınıfların temasına ve kent arazilerini de sınıflar arasında tahsis ederek, bir biçimde sınıflar arasında çatışmasız bir biçimde yerine getirilmiştir. Neo-liberal birikim ve esnek üretim rejiminin hâkim olduğu yıllarda ise bu vaad kesintiye uğramıştır. Orta-üst sınıfların uydu yerleşimler inşa ederek kentlerin çeperinde yoğunlaşması alternatif yeni kamusallıkları ortaya çıkarmış; bu durum sınıflar arasında temasın önemli ölçüde ortadan kalkmasına yol açmıştır (Kurtuluş, 2003). Böylelikle modern kentin kamusal alan kurgusu büyük ölçüde aşınmıştır (Danış, 2001). Üretimin esnek rejiminin çalışma ilişkilerinde heterojenleşmeyi arttırması kentin fiziksel dokusunu köklü bir biçimde etkilemiştir (Doğan, 2001). Yeni üretim biçiminin talep ettiği uzmanlıklara ve küresel ilişkilere eklemlenen toplumsal gruplar kentte yoğunlaşan kültürel tüketim mekânlarında kümelenirken, vasıf gerektirmeyen, esnek üretimin dezavantajlı alanlarında çalışan alt sınıflar, enformel/kendiliğinden yollarla konut üretiminin gerçekleştiği, kamusal hizmetlerden yoksun dezavantajlı kent alanlarında varlık göstermişlerdir. Bu iki toplumsal grup arasına yerleşen orta sınıfların kümelendiği bölgeler ise bir taraftan geçişliliği sağlarken diğer taraftan hem üretim hem de tüketim mekânlarının kent içinde karmaşık birlikteliklerini sunmuştur. Çağdaş kapitalizm, post-fordist siyasal iktisadın yükselişinde bir taraftan mekâna ilişkin değişikliğe uğramış bir kültürü diğer taraftan yeniden yapılandırılan bir coğrafyayı 2 şekillendirmiştir (Soja, 2019: 40). Özellikle orta sınıf grupların bir dizi yapısal değişimler sonucu toplumsal konumlarında artan tehdit, kentlerde kültürel canlılık ve ekonomik yenilenmenin kaynağının giderek mekânda yaşam tarzı olarak farklılaşmasına yol açmış (Zukin, 1998: 836); kentsel mekânlar çağdaş sınıfların yaşam tarzı ekseninde sürdürdüğü rekabet ilişkilerinin işleme tarzının sınırlarını çizmiştir. Bu durum kentlerdeki yapılı çevre unsurlarının arz ve talebi için birtakım özel sonuçlar üretmiştir (Knox, 1991: 181). Konut alanında gelişmiş endüstrilerdeki firmalar, orta sınıfların ve özellikle gelişmiş hizmetler sektörünün varlıklı çalışanlarının beğeni ve tercihlerini daha etkin bir şekilde kullanmak için esnek stratejiler geliştirmiştir. Bu firmaların statü değeri yüksek semboller yaratarak (Geniş, 2011) ürün farklılaşmasını sağlamaya ve değişim değerini en üst düzeye çıkarmaya çalışmaları kentlerin yapılandırılmasında ve orta sınıfların yer seçimleri ve toplumsal konumlarının saptanmasında önemli değişikliklere yol açmıştır (Knox, 1991: 187). Orta sınıfların pratikleri ve konumları arasındaki ilişkilerin muğlaklığı, toplumsal hiyerarşideki yerini tayin etmek için tasarlanan mekânsal ve (kültürün sembolik formu olarak) yaşam tarzı stratejilerini, en fazla bu gruplar arasında yaygınlaştırmıştır (Bourdieu, 2014b: 378). Bir diğer ifadeyle çağdaş üretim ve tüketim ilişkilerinin oluşturduğu anonimliği aşmaya çalışan orta sınıflar (Bauman, 2000) kültürel ve mekânsal pratiklerle sembolik sınırlar üretmeye başlamıştır. Böylelikle çağdaş kapitalizmin değişen koşullarında mekân hayli katı biçimlerde paylaşım mücadelelerinin konusu olmuştur. Modern deneyimin gelişimini şekillendiren ve sınıfları yaratan çeşitli sermaye, varlık ve kaynakların dağılımındaki değişim, mekânla birlikte kültürün de sınıf rekabetinde öneminin artmasına sebep olmuştur. Kapitalizmin örgütlenme yapısındaki değişimlere toplumsal sınıfların gösterdiği mekânsal ve kültürel refleksler kentsel alanda farklılaşmaların yeni görünümlerini oluşturmuştur. Bu bağlamda insanların yaşadıkları koşulları biçimlendiren değişkenlerden biri olarak sınıf ve sınıfın yapılandırılmasında kültürün tamamlayıcı rolünü ayırt etmeye dayalı bir girişim, bu bileşenin içine eşitsizliklerin zaman içinde [yeniden] üretiminde ve somut görünümler almasında belirleyici olan mekânsal süreçlerin dahil edilmesini gerekli kılar (Bora, 2018: 26). Kültürün sembolik formu olarak yaşam tarzı kavramı klasik tabakalaşma çalışmalarında (özellikle Weber, Veblen ve Simmel tarafından) önemli bir ilgiye sahip olsa da (Flemmen & Jarness & Rosenlund, 2017: 2) bir süre sonra sosyolojik çalışmalarda demode hale gelmiş 3 (Bennett, 2018: 104); kültürel pratiklerin sınıfsal süreçlerle ilişkisi ciddi bir yankı bulmamıştır1. Postmodern teorisyenler tarafından benimsenen, geç modern toplumlarda dahil olunan pratiklerin pek çoğunun sınıf gibi konvansiyonel yaklaşımlarla izah edilmesinin mümkün olmadığı yönündeki yaklaşım ve sınıf eleştirmenlerinin sınıfın, çağdaş eşitsizlik biçimlerini izah etmede yetersiz bir kavrayışa sahip olduğu iddiaları sınıfla birlikte sınıfın kültürel niteliklerini toplumsal analizlerin değişkenlerinden soyutlamıştır. Her iki grupta toplumsal sınıf gibi geleneksel sosyolojik kavramların, daha akışkan ve hareketli sosyal eşitsizlik biçimlerini yeterince kavramaktan yoksun olduğuna dikkat çekmişlerdir. Öte yandan sınıf ve mekân arasındaki ilişki de bu tartışmalardan payını almıştır. 19. ve 20. yüzyılda sınıf çalışmaları mekânı anlamakla doğrudan bağlantılı olsa da 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu bağ, sosyolojik gözlemlerde mekânsal analizin ihmal edilmesiyle kesintiye uğramıştır. 20. yüzyılın son çeyreğinde meslek temelli sınıf yaklaşımı, iktidar ilişkilerinin doğası ve yapısal eşitsizlikleri aydınlatmak için kullanılan bölgesel çalışmalara tercih edilmeye başlanmıştır. Burada sınıfsızlık tehditlerine yanıt üretmek için geliştirilen çağdaş sınıf yaklaşımları sınıfın, daha teknik terimlere indirgemesine yol açmıştır. Gerek Erik Olin Wright gerekse John Goldthorpe’un öncülüğünde yürütülen Neo-Marksist ve Neo- Weberyan yaklaşımlar sınıfın gündemini daha geniş ilgi alanlarından uzaklaştırarak işbölümü ve istihdam temelli bir sınıf yorumu geliştirmişlerdir. 1990’lı yıllardan itibaren bu yaklaşım indirgemeci olduğu yönünde birtakım eleştirilere maruz kalsa da sınıfa dair yeniden değerlendirmeler, analizlerin mekânsal ve bölgesel çalışmaları içerecek şekilde genişletilmesine yol açmamıştır (Savage, 1988). Kent araştırmaları alanında ise 1980'li yıllara kadar hakimiyetini sürdüren Şikago Okulu'nun beşeri ekolojik yaklaşımı ve ona karşıt olarak gelişen Marksist ekonomi-politik yaklaşımların yerine endüstriden arınan, sanayinin kentin dışına çıktığı, hizmet sektörünün yaygınlaştığı temsiliyet ve kimlik üzerinden yaygınlaşan yaklaşımlar gündeme gelmiştir. Buna göre post-modern kent artık tüketim üzerine inşa edilmektedir ve bu mekânda sınıfsal karşıtlıklar artık önemli değildir (Erman, 2010: 37). Buna mukabil kent araştırmalarında yeni bir paradigmaya duyulan ihtiyaca yönelik çağrılar (Knox, 1991; Alemderoğlu, 2017; Walton 1993; Savage, 1988; Zukin, 1998; Wacquant, 2019; Marom, 2014; Agnew vd, 2007) bu 1 20. yüzyılın son çeyreğine kadar sınıf alanında yürütülen çalışmalarda, daha ziyade işçi sınıfının yaşamı merkeze alınmıştır. İşçi sınıfı gruplarının dayanışma ve değerlerini ve eşitsizliklerin yeniden üretimini merkeze almak sınıf kültürlerini anlamakla ilişki halinde olmuştur (Thompson, 2006; Wills, 2017). 4 dönemden itibaren artmaya başlamış; bu çalışmalar kültürel alanın başlı başına sınıf ve kent karakteristiklerinin çözümlenmesinde önemli açılımlar sunacağını iddia etmişlerdir. Bu kritik tarihsel dönemeçte Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün sınıf yaklaşımı 1990’lı yıllardan itibaren sınıf çalışmalarında yaygın biçimde kullanılmaya başlanmış (Wynne, 1990; Warde, 1994) ve sınıf kültürleri Bourdieu’nün geniş kapsamlı sınıfsallık fikriyle iç içe değerlendirilmiştir. Fransız sosyolog, sosyal bilimlere hâkim olan karşıtlıkların ilişkisel yöntemle aşılabileceğini savunarak, sınıf analizini mümkün kılacak (ontolojik) koşulları ve bunun için yerine getirilmesi gereken (epistemolojik) koşulları içeren kapsamlı bir yorum geliştirmiştir. Bunu yaparken gündelik hayatın yapılaşmış anlamlarındaki sıradan kabul edilen varsayımların üzerindeki örtüyü (Dworkin, 2012: 95) kaldırarak sınıfı daha geniş bir toplumsallık düşüncesinin temeline yerleştirmiştir. Bourdieu'nun yaklaşımı habitus, refleksivite ve kimlik arasındaki karmaşık etkileşime odaklanarak bir taraftan toplumsal sınıfların bireyselleşmiş, refleksif kimlikler etrafında çözüldüğünü ileri süren postmodern yaklaşımlara yanıt üretirken diğer taraftan sınıf analizine kültürü ekleyerek daha derinlikli bir kavrayış geliştirmiştir. Bourdieu’nün teorik mirası kendisinden sonra sosyal bilimlerin farklı sahalarında önemli açılımlar sunmuştur. Yeni nesil sınıf teorisyenleri olarak adlandırılan (Bottero, 2004) bir grup yazar, onun toplumsal uzamı ayrım temelli gören yaklaşımını, sınıf analizinin daha geniş gündemine uyarlayarak (Savage & Devine, 2005; Reay, 1998; Skeggs, 2003; Savage & Devine & Warde, 2005; Devine & Savage, 2005; Savage & Devine, 2000) sınıfın kültüralist bir perspektifte ele alınmasını önermişlerdir. Bu öneri önemli karşılıklar bulmuş ve son yıllarda sosyologlar kültürel kaynakların maddi eşitsizliklerin üretiminde ve yeniden üretimindeki rolüne yoğun bir biçimde atıfta bulunmuşlardır (Karademir Hazır, 2014a; 2014b; 2014c; 2016; Savage; 2016; Crompton & Scott, 2005; Savage vd, 2005a; Skeggs, 2003; Reay, 1998; Vester, 2005; Arun, 2014; Flemmen & Jarness & Rosenlund; 2018). Bu çalışmalar sınıflandırılmış yaşam tarzı farklılıklarını sınıf yapılarının ikincil fenomenleri olarak değil, daha geniş sosyal eşitsizlik, sosyal dışlama/içerme ve yaşam fırsatlarının eşitsiz dağılımı ile iç içe geçmiş bir biçimde değerlendirmeye başlamıştır (Flemmen & Jarness & Rosenlund, 2017: 2). Ancak Bourdieu (2015a; 2017)’nün çalışmaları doğrudan mekân analizi içermez. Mekân, etnisite ve yaş gibi değişkenler daha ziyade ikincil sermaye türleri olarak değerlendirilir. Buna karşın Bourdieuyen geleneği takip eden bir dizi yazar, onun kavramsal repertuvarını bölgesel çalışmalara uyarlayarak mekânı sınıf analizine yeniden eklemlemişlerdir. 5 Bourdieu'nün kuramsal yaklaşımını sınıf ve kent araştırmalarına uygulayan çalışmalar (Marom, 2014; Pereira, 2016; Rosenlund, 2017; Pinçon-Charlot & Pinçon, 2018; Wacquant, 2019; Savage, 2020; Mosselson, 2020) kent sosyolojisinin söz konusu çıkmazına yeni bir açılım sunmuş; Bourdieu'nün toplum ve mekân arasındaki ilişkiye dair güçlü formülasyonu, bu çalışmaların temel referanslarından biri olmuştur. Bu çalışmalar sermaye ve habitus gibi kavramların kent alanında toplumsal sınıfların eylemlerini, seçimlerini ve toplumsal güzergâhlarını nasıl etkilediğini incelenmesine önemli katkılarda bulunarak Bourdieuyen perspektifin kent ölçeğinde verimli bir biçimde kullanılabileceğini ortaya koymuşlardır. Böylelikle toplumsal belirteçler olarak farklı toplumsal grupların yaşam tarzı ve mekânla kurduğu aidiyet temelli ilişkiler ve mekânın bu grupların gündelik pratiklerini belirlemedeki hâkimiyeti değerlendirilmeye başlanmıştır. Ancak bu çalışmalar kentsel gelişimde ayrımın değişen rotalarına ya tarihi kayıtlara atıfta bulunarak (Marom, 2014; Pinçon-Charlot & Pinçon, 2018) ya da toplumsal uzam kavramsallaştırmasının kentin sınıfsal ve fiziksel haritasına uygunluğunu ölçerek (Pereira, 2016; Rosenlund, 2017) gerçekleştirmektedir. Her iki grupta kenti bütünsel olarak ele alıp sınıfsal farklılaşmanın hâkim ilkelerinin açığa çıkarılması konusunda oldukça kapsamlı bir analiz sunsa da farklılaşmayı üreten mekanizmalara nadiren değinmektedir. Öte yandan bu çalışmalar endüstrisizleşmiş kentsel alanların farklılaşma biçimine ışık tutmaktadır. Türk sosyal bilim çevrelerinde de Bourdieuyen kuram son dönemde ilgi gören bir araştırma alanı haline gelmiştir (Öğütle & Çeğin, 2013; Arun, 2014; Metin & Demir, 2014; Çeğin & Göker, 2014; Tatlıcan & Çeğin, 2014; Ünal, 2017; Yanıklar, 2017; Gülhan, 2019). Ancak bu çalışmaların çoğunluğu Bourdieu’nün kavramsal repertuvarının sosyal bilimlerin farklı sahalarında elverişliliğini ele alma eğiliminde olmuş; onun pratiğin teorisine dikkat çeken etnografik veya ampirik saha araştırmalarını içeren yaklaşımı az sayıdaki çalışmada karşılık bulmuştur (Akpınar, 2009; Alemdaroğlu, 2017; Özmen, 2017; Akçaoğlu, 2018; 2019; Özet, 2019). Bunlar arasında Türkiye’de sınıf-kültürel farklılaşmanın mekânsal tezahürlerine dikkat çeken az sayıda çalışmadan bahsedilebilir (Akpınar, 2009; Alemdaroğlu, 2017). Bunların dışında bu çalışmalar daha ziyade, (Bourdieu’nün orta sınıfları merkeze alan teorik eğilimiyle uyumlu bir biçimde), orta sınıfları odağına almıştır. Özellikle 21. yüzyılın başında Türkiye’nin daha kentleşmiş bir toplum olarak varlık göstermesi, kadınların işgücüne artan katılımı gibi yeni orta sınıf karakteristikleri (Baştürk, 2022; 5) orta sınıfları sınıf çalışmalarının merkezine taşımıştır. Bu bağlamda özellikle Müslüman yeni orta sınıfları odağına alan araştırmalar (Akçaoğlu, 2018; Özet, 2019) bu grubun toplumsal güzergâhındaki değişimlerin sınıf 6 habitusundaki dönüşümlerini ele almışlardır. Bu araştırmalarda yaygın fenomen, yeni kentli Müslüman orta sınıfların toplumsal ayrımın bir stratejisi olarak mahalle veya sınırlandırılmış bölgelerde toplumsal grupların failliğini vurgulayarak sosyo-mekansal süreçlere odaklanma eğiliminde olmuştur. Ne var ki bu araştırmalar, Bourdieu’nün kentsel mekânla ilgili kapsamlı toplumsal ve fiziksel uzam kavramsallaştırmasından uzak bir biçimde bir bütün olarak şehir ölçeğiyle ilgilenmekten uzak kalmıştır. Türkiye’de kent araştırmaları yazını ise, Marksist coğrafi ekole bağlı bir güzergâhta gelişmiştir. Bu doğrultuda 1980 sonrası ekonomik yeniden yapılandırma, küreselleşme, esnek birikim rejimi, yerel yönetimlerin kentsel süreçlerde artan ağırlığı gibi faktörler, kentlerin çağdaş görünümlerinin oluşumunda belirgin etkiler olarak kabul edilmiştir (Kaygalak, 2001b: 543; Kaygalak, 2001a; Eraydın, 1999; Akgün, 2014). Bu çalışmalarda kentsel ayrışma, toplumsal grupların kültürel, sosyo-ekonomik, iktisadi veya etnik nedenlerle kendi tercihi veya “iradesi dışında” mekânda kümelenmesi olarak tanımlanmaktadır (Işık & Pınarcıoğlu, 2009: 398; Doğan, 2001; Öktem, 2011; Güvenç, 1999; Erder, 1999). Oysa nüfusun kent içinde dağılımını tek bir faktörün belirleyememesi gerekir. Ayrışmayı inşa eden yapısal süreçler tek başına kitle üretiminden esnek uzmanlaşma modeline geçişle (Geniş, 2009; İçli & Deniz, 2008; Akgün, 2014) belirlenmediği gibi, küreselleşme ve neo-liberal ekonominin (Doğan, 2001; 2007; Kaygalak, 2001a; Kaygalak, 2001b; Işık, 1996; Öktem, 2011) tekil belirlenimleri tarafından gerçekleşmez. Daha çok bu yapısal faktörlerin kombinasyonlarıyla sınıfsal pratikler arasındaki bağıntı mekânsal sınırların çizilmesinde etkili olur (Cooke, 1994: 221). Özellikle egemen sınıf pratikleri ve onların baskın eğilimleri belirli alanlarda kümeleşmeleri sağlar. Bunun yanında Türkiye’de kent araştırmaları yazınında mekânsal ayrışmayı ele alan çalışmaların iki kısıtla malûl olduğu görülür. İlki mekânsal ayrışmanın kent içinde belirli bir bölgenin, örneğin uydu kentlerin araştırmalarıyla sınırlanması sorunudur (Aksoy & Robbins, 1999; Firidin Özgür, 2006; Kurtuluş, 2003; Perouse & Danış, 2005; Tanülkü, 2012; Korkmaz, 2019). Bu çalışmalar ayrımları çoğunlukla soylulaşma açısından değerlendirme eğilimindedir (Demiral, 2016; Kurtuluş, 2003; Pérouse & Danış, 2005). Sınırlı sayıdaki çalışmanın dışında (Ayata & Ayata, 2000; Akpınar, 2009; Yüceşahin & Tuysuz, 2011; Ataç, 2013; Ataç & Işık, 2013) kent araştırmaları, kentsel bütünü araştırmak yerine kentin belirli bölgelerine yoğunlaşmaktadır2. İkincisi, kentleri ayrıştıran ilkeler ve mekanizmalar hakkında bir 2 Bu çalışmalarda sınıf ve mekân ilişkisi veya mekânsal ayrışmayı inşa eden ilke ve mekanizmaların ele alınmasından ziyade sosyo-ekonomik ve demografik yapıdaki değişkenlerin mekânsal dağılımları nasıl belirlediği (Ayata & Ayata, 2000; Yüceşahin & Tuysuz, 2011; Ataç & Işık, 2013) analiz edilmektedir. Sadece Akpınar 7 değerlendirme yerine daha ziyade kentlerin son 10 veya 20 yıllık dönemiyle bugünkü durumu mukayese edilerek ayrımların değişen veçhesi göz önüne alınmaktadır (Güvenç, 1999; Pınarcıoğlu & Işık, 2009; Güvenç & Işık, 1996). Bu çalışmaların çoğunda kentlerde farklı mekânların farklı sınıflar tarafından nasıl paylaşıldığı, hangi sınıfsal kategorinin hangi alanda yoğunlaştığı gibi karşılaştırmalı çalışmalara rastlanmaz. Bunun ötesinde mekânsal ayrışmalar, daha ziyade farklı gelir grupları arasındaki farklılaşmalar dikkate alınarak değerlendirilirken farklı sınıfların yer seçim kriterleri ve bunun hangi ilkeler etrafında gerçekleştiğine odağına alan bir çalışmaya rastlanmaz. Kentsel ayrışma Türkiye’nin kentleşme deneyiminde en çok araştırılan konulardan biri olmasına rağmen kent araştırmalarında akademik ilginin Bursa'ya nadiren dikkat çektiği görülür (Ataç & Işık, 2013; Mutlu, 2015; Korkmaz, 2019). Oysa Bursa Türkiye’nin sanayileşme deneyiminin simgesel şehirlerinden biridir. Henüz 19. yüzyılın ikinci yarısında tekstil endüstrisi kent manzarasına eklemlenirken modern sınıfsallığın ilk nüveleri de kentin belirli mekânlarında tezahür etmeye başlar. Bu değişimi 20. Yüzyılın ilk yarısında kamu iktisadi teşebbüslerinin Türkiye’deki en büyük yatırımı olan Merinos Yün Fabrikasının inşası takip eder. Nihayet yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesi, Bursa’ya inşa edildiğinde bu kent, toplumsal farklılaşmanın belirgin görünümlerini yansıtmaya başlar. Bu doğrultuda endüstriyel kent kimliğiyle öne çıkan Bursa’da mekânsal ayrışmayı Bourdieuyen sınıf perspektifinden ele alan bu çalışma ilgili yazındaki söz konusu eksikliği gidermeyi amaçlamaktadır. Her şehir, toplumun sosyal tabakalaşmasını saf bir biçimde yansıtan kendi içinde hiyerarşik yapıları görünür kılar. Ancak tabakalaşmanın düzeyi ve değişen biçimleri şehirleri birbirinden ayırmaktadır. Türkiye’nin kentleşme deneyimi her kent için farklı özellikler ihtiva ederken, buna bağlı olarak her kentte farklı toplumsal desenler çizilir. Bu bakımdan farklı kentleşme deneyimleri genellenebilir olmaktan ziyade özgünlükler taşımaktadır. Türkiye’nin özellikle 1980 ve 2000’li yıllardaki büyük dönüşüm sürecinde kentler, kapitalizmin mekânda yeniden örgütlenmesine; kentsel dönüşümünden nüfus artışına; işgücünün yapısındaki değişimden orta sınıf hacmindeki genişlemeye kadar ülke geneline doğrudan etki eden birtakım dinamikler, farklı kentlerde türlü biçimlere bürünerek değişik kent desenlerini ortaya çıkarmaktadır. Bursa’yı özgün kılan husus kent bütününe dahil olan üç merkez ilçenin (Nilüfer, (2009)’ın Ankara’da mekânsal farklılaşmayı ele alan çalışması ayrışmanın oluşumlarını sınıf sosyolojisinin ışığında değerlendirmektedir. Bunun yanında Kurtuluş (2003)’un İstanbul’da mekânsal ayrışmanın sınıf-kültürel temelli gerçekleştiğine işaret eden çalışması da ender çalışmalar arasındadır. 8 Osmangazi ve Yıldırım) üç farklı toplumsal tabakayı içerme biçimidir. Bu bakımdan Türkiye’de birçok kent, bu çalışmada ortaya konulacak argümanlar açısından benzer özellikler taşısa da kentte mevcut olan tabakalaşma örüntüsü Bursa’yı farklı kılan etkenler arasındadır. Çalışmada kentsel alanlarda ayrışma biçimlerinin sınıf sosyolojisinin penceresinden nasıl çözümleneceği ele alınmaktadır. Ancak sosyo-ekonomik eşitsizliklerin ayrıntılı nedenlerini çözümlemeye yönelik herhangi bir girişim, sınıf ve kent sosyolojilerine hâkim olan tartışmalı teorik ihtilafları açıklığa kavuşturmayı gerektirir. Ayrıca kentin tabakalaşmış yapısında farklılaşma biçimlerini ayırt etmek için hangi operasyonel kriterlerin kullanılacağı sorusuna yanıt üretmeyi gerekli kılmaktadır. Bu doğrultuda çalışmanın birinci bölümünde sınıf ve kent sosyolojilerinin sosyal teoride işgal ettiği konum ve iki alt disiplin arasındaki gelişmesi muhtemel ilişkinin toplumsal tabakalaşmanın yeni görünümlerini analiz etmeye imkân sağlayacak teorik bir çerçeve geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda çağdaş sınıf yaklaşımları ile kent araştırmaları arasındaki ilişkisizliğin nedenleri üzerinde durulmaktadır. Kentte toplumsal tabakalaşma analizinin kullanılmasında sınıf kuramının hangi versiyonunun elverişli olduğunun sarih bir temellendirmesini yapmak için çağdaş sınıf yaklaşımları ele alınırken; mekânın bu yaklaşımlar tarafından neden görmezden gelindiği tartışılmaktadır. Ayrıca kent araştırmalarında sınıfın göz ardı edilmesinin nedenleri üzerinde durulmaktadır. Son olarak bu bölümde, 21. Yüzyılda toplumsal konumları üreten varlıkların dağılımındaki değişimlere karşı toplumsal sınıfların kentsel alanları ayrım üreten sınıfsal pratikler olarak öne çıkardığı ve orta sınıfların toplumsal hiyerarşideki olumsal konumlarına nesnel görünümler kazandırmak amacıyla, mekânı çağdaş toplumsal rekabetin merkezine daha katı biçimlerde taşıdığı ileri sürülmektedir. Çalışmanın ikinci bölümünde endüstriyel örgütlenmede meydana gelen bir dizi dönüşümlerin sınıfın kültürel dönüşüne yol açtığı ve kültürün kamusal alanda artan görünümlerinin post-modern sınıfsızlık yaklaşımlarına zemin oluşturduğu öne sürülmektedir. Buna mukabil Bourdieu’nün kültürel sınıf analizinin bu yaklaşımlara karşı etkin bir sınıf savunusu geliştirdiğine işaret edilmektedir. Bu bağlamda post-modern toplum teorisyenlerinin çağdaş toplumlarda sınıfın etkinliğini yitirdiği yönündeki argümanlarına karşı toplumsal sınıfların kentsel alanlarda kültürel ve mekânsal tüketim pratikleri etrafında toplumsal rekabeti hayli katı biçimlerde sürdürdüğü iddia edilmektedir. Mekânsal ayrışmanın çağdaş toplumlarda katı sınırlar çizmesinin arkasında sınıf-kültürel farklılaşma biçimleri olduğu; özellikle orta sınıf grupları arasında olumsal konumları pekiştirme çabalarının, mekânı paylaşım mücadelelerinin 9 merkezine taşıdığı savunulmaktadır. Böylelikle kentsel alanda mekânsal paylaşımlar ve yaşam tarzı farklılaşmalarında sınıfsal rekabetin dinamik etkilerinin görülebileceğini iddia edilmektedir. Bu bölümün sonunda Bourdieu’nün sınıf fikriyatının kent araştırmalarına uygulanmasındaki elverişliliği sorgulanmaktadır. Bunun yanında Bourdieu’nün teorik mirasını kent araştırmalarına uygulayan çalışmalar hakkında genel bir değerlendirme yapılmaktadır. Bourdieu’nün kavramlarının Bursa’nın kentsel alanına ve bölgesel nüfusuna uygulanması, kentin sosyo-tarihsel özelliklerini belirlemeyi gerektirir. Bunun için çalışmanın üçüncü bölümünde toplumsal tabakaların mekâna yansımasında belirleyici olan mekanizmaların çözümlenmesi için şehrin yaklaşık bir buçuk asırlık tarihsel izleğinin ana hatlarıyla izi sürülmektedir. Bu doğrultuda Bursa’da kentsel ayrışma, şehrin tarihsel serüveninde beş farklı kritik dönemeç üzerinden açıklanmaktadır. İlki 19. Yüzyılda endüstriyel gelişmenin erken hamleleri olarak flatür fabrikalarının kent merkezinde üretime geçmesi (Kaygalak, 2008; Dörtok-Abacı, 2005; Erder, 1976); ikincisi Merinos Yün Fabrikası ve Bursa Organize Sanayiinin inşasıyla birlikte otomotiv sektörünün önde gelen firmalarının ilk fabrikalarının Bursa’da faaliyete geçmesi toplumsal ve ekonomik hayatın kırılma noktalarını oluşturmuştur. Üçüncüsü, 1960’larda tekstil üretiminde küçük girişimciliğin gelişiminin, bir sonraki dönemde (1980’li yıllar) oluşacak ekonomik fırsatların yaratılmasında oldukça etkili olmuştur. Dördüncüsü, 1990’lı yılların sonunda endüstriyel üretimde yaşanan teknolojik gelişmelerin teksil sanayisinin kent merkezinden arındırılmasını beraberinde getirmesidir. Beşincisi ise endüstride yaşanan gelişmelerin 2000’li yıllarda sanayinin farklı sahalarında yaygınlaşarak (özellikle otomotiv yan sanayi, makine ve metal sektöründe) genişleyen endüstriyel hacmin işgücü piyasalarında da bir dizi dönüşümü beraberinde getirmesidir. Bursa’da kent makro formunda tarihsel süreçte meydana gelen söz konusu yapısal değişiklikler kentin tabakalaşma yapısını ve mekânlar (Nilüfer, Osmangazi ve Yıldırım arasında) arası farklılaşma örüntülerini yeniden şekillendirmiştir. Özellikle 2000’li yılların ardından yeni orta sınıf hacminde yaşanan genişleme ve grubun artan talepleri birçok inşaat firmasının Nilüfer’de konut üretimine başlamasında etkili olmuştur. Yeni konut kompleksleri, barınma ve konutun fiziksel özelliklerinin ötesinde mekânsal sermaye olarak sınıfsal farklılığı tahkim etme rolü üstlenmiştir. Bu dönüştürücü dinamikler bölgesel nüfusun yerleşim alanları arasında yeniden dağılımında kurucu bir rol oynamıştır. Bu bölümde her dönemin kendi fiziksel norm ve süreçlerinin özgün mekânsal pratikler ürettiğini ve her dönemin hâkim bölünme ilkelerinin mekânsal hareketliliği dinamik kıldığı iddia edilmektedir. Bunun yanında her 10 dönemin değişen statü mekânlarının oluşum biçimi mekânsal ayrışmayı inşa eden mekanizmalar etrafında değerlendirilmektedir. Farklı sınıfların yer seçim davranışlarına kaynaklık eden mekânsal gelişmelerin ekonomi-politiği ve Bursa’da kentleşme biçimi ele alındıktan sonra araştırmada, analizin farklı seviyelerinde, nicel ve nitel olmak üzere iki farklı veri toplama yöntemi gerçekleştirilmiştir. Ampirik bulgular, uzun vadeli tarihsel süreçler ile yerel, sosyo-mekânsal biçimlenmeler arasındaki ilişkiyi çözümlemek için kullanılmış ve ilk aşamada Nilüfer, Osmangazi ve Yıldırım ilçelerinde, her bir ilçeden 5 mahalle seçilerek toplam 15 mahallede anket araştırması yapılmıştır. Anket araştırmasından elde edilen verilerle her bir ilçede seçilen 2 mahalle olmak üzere toplam 6 farklı mahallede nitel bir araştırma yürütülmüştür. Beşinci bölümde alan araştırmasının sonuçları, Nilüfer, Osmangazi ve Yıldırım ilçelerinde 6 farklı mahalleyi odağına alan 3 alt bölümde formüle edilmektedir. Her mahallenin hem oluşum biçimi hem de sakinlerinin sınıfsal imgesiyle uyumlu yerleşim örüntüsünün nasıl oluştuğu ele alınmaktadır. Bu bölümde kentin toplumsal uzamındaki çeşitlilikleri analiz etmek için toplumsal sınıfların yer seçimleri sınıfsal perspektiften değerlendirilmektedir. Farklı sınıf kültürlerinin kente özgü haritası çıkarılmaya çalışılırken Bourdieu’nün toplumsal uzam, habitus ve sermaye kavramları kullanılmaktadır. Buna göre farklı sınıf habituslarına sahip kişilerin kenti sınıfsal aidiyetlerine göre bölüştüğü ve yaşam tarzlarının bu bölüşümde onlara rehberlik ettiği ileri sürülmektedir. Böylelikle mevcut ayrışma deseninin sınıfın yeni eğilimlerine özgü bir biçimde kenti hiyerarşik bir biçimde haritalandırdığı ifade edilmektedir. Burada kültürel pratikler içine yerleşen sosyo- ekonomik gelişmelerle yeni yaşam tarzlarının, sınıflar arası veya sınıf içi mücadele alanlarını oluşturduğu savunulmaktadır. Son bölümde mekânsal ayrışmanın hangi değişkenler üzerinden şekillendiği ve sınıfın bu değişkenler arasındaki ağırlığının ne olduğu sorusu, nicel araştırmanın sonuçları üzerinden iki farklı analiz yöntemiyle değerlendirilmektedir: Çoklu mütekabiliyet (MCA) ve hiyerarşik lojistik regresyon analizi. MCA analizinden elde edilen veriler yaşam tarzları uzamıyla fiziksel uzam arasındaki örtüşmelerin haritalandırılmasına olanak sağlarken; hiyerarşik regresyon analizi sermaye karmalarının (ekonomik, kültürel ve sosyal) eşit olmayan dağılımlarının kent desenini nasıl şekillendirdiğini analiz etme imkânı sunmaktadır. Bu doğrultuda MCA analizinin sonuçları Bursa şehrinin fiziksel uzam, toplumsal uzam ve yaşam tarzları uzamı arasındaki homolojinin mekânsal ayrışmanın kurucu unsuru olduğu; toplumsal uzamda faillerin 11 konumunu düzenleyen ilkelerin fiziksel uzamda dağılımları belirlediğini göstermektedir. Burada failler arasında uzamsal yakınlıkların fiziki mesafede yakınlaşmayı sağladığı görülür. Çağdaş toplumsal farklılaşmayı şekillendiren iki ilkenin yani sermayenin hacim ve kompozisyonları arasındaki dağılımının mekânsal ayrışmanın üretimine olan etkisi, hiyerarşik lojistik regresyon modeli kullanılarak ölçülmektedir. Analizin sonuçlarına göre ekonomik ve kültürel sermayesi yüksek gruplar Nilüfer ilçesinde ağırlık kazanırken; ekonomik sermayesi düşük, kültürel sermayesi nispeten yüksek gruplar Osmangazi’de; sosyal sermaye hacmi yüksek olup ekonomik ve kültürel sermayesi düşük gruplar ise Yıldırım’da yoğunlaşmaktadır. Bu doğrultuda çalışmanın sonuçları Bursa’da Yıldırım’dan Nilüfer’e uzanan ve kentin doğu- batı ekseninde belirginleşen mekânsal ayrışmanın oluşumu, toplumsal uzamın yapısı ve yaşam tarzları uzamına göre belirlendiği yönündedir. Kentin üç farklı alanında yaşam tarzları, sermayenin hacim ve bileşimleri ve toplumsal güzergahtaki farklılaşmaların, mekânsal bölünmelere tekabül ettiğini göstermektedir. 12 BİRİNCİ BÖLÜM UNUTULAN MEKÂN 1.1 KLASİK SINIF SOSYOLOJİSİ MEKÂNI NEDEN GÖZARDI EDER? Toplumsal sınıflar arasındaki çeşitlilik, olumsal coğrafi mekânlara, endüstrileşmenin erken dönemlerinden itibaren yansıma eğiliminde olmuş (Çalışkan vd., 1996); modern kentin inşası, sınıfların inşasıyla ilişkisel bir yapıya sahip olmuştur (Kurtuluş, 2019: 31; Sennet, 2019). Kapitalist toplumun ortaya çıkışıyla birlikte sermaye birikiminin kent ölçeğinde yoğunlaşması, kentin mekânsal organizasyonunu değiştirmiş; etnik kimlik, cemaat ve din temelli ayrımlar yerini sınıf temelli yapılanmalara bırakmıştır (Kurtuluş, 2003: 77). Bu olgu sosyoloji disiplinin şekillenmesinde de kentleri ve sınıfları önemli hale getirmiş (Giddens, 2000; Savage, 2016); disiplinin doğuşunda modernite ile beraber kentlerin gelişimi önemli amillerin başında gelmiştir (Sunar, 2011: 424). Öyle ki, Engels (2002) henüz 1844’te Büyük Şehirler İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu adlı çalışmasında 19. yüzyılda Manchester’da işçi sınıfı ve orta sınıf mahallelerinin kentin yapılandırma biçiminden dolayı birbirinden ayrıştığını hatta bu sınıfların kent içinde neredeyse birbirine rastlamadan yaşamlarını sürdürdüklerini belirtmiştir. Nitekim Weber (2018) ünlü eseri Ekonomi ve Toplum’da sınıf ve statü tabakalaşmasını ikiye ayırırken kentsel alanlarda belirli bölgelerin statü tabakalaşması üzerinde belirleyiciliğine işaret etmektedir. Ancak sınıf ve mekân arasındaki ilişkisellik 1950 ve 1970'li yıllar arasında sınıf analizi çalışmalarında etkili olurken bu dönemden sonra giderek yok olma eğilimine girmiştir. Mekân ve mekânı şekillendiren ayrımların ne olduğu sorusu gerek kent araştırmacıları gerekse sınıf sosyologları tarafından çoğunlukla ihmal edilmiştir. Mekân, eşitsizliklerin yeniden üretimi ve kapitalist üretim ilişkilerinin sürekliliği anlamında değerlendirilse de (Lefebvre, 2014; Harvey, 2013; Harvey, 2020; Smith, 2019; Castells, 1977; Soja, 2019) sınıfsal süreçlerin bu ilişkilere katkısı çoğunlukla göz ardı edilmiştir. Sınıf sosyologları bir dönem sınıfı, mekânı da içerecek şekilde geniş bir perspektiften yorumlamış ancak bu eğilim bir biçimde kesintiye uğramıştır (Blokland & Savage, 2001: 222). Sınıf ve mekân arasındaki ilişkinin göz ardı edilmesi, disiplinler arasındaki akademik iş bölümünden çok sosyal teoride mekânın yeriyle ilgili çok daha köklü bir sorundan kaynaklanır. 13 Sosyal teoride “tarihsel açıklama ve eleştiri biçimlerinin coğrafi açıklama ve eleştiri biçimleri karşısında kökleşmiş” bir önceliğe sahip olması mekânın önemsiz bir boyut olarak kavranmasına yol açmıştır (Soja, 2019: 65). Özellikle Marksist teoride tarihsel materyalizmin, mekân tasavvurunu ikincil süreçler olarak yorumlaması mekânın sosyal teorideki konumunu tartışmalı hale getirmiştir. Harvey (2020: 19)’e göre Marx’ın analizlerine “belirgin bir biçimde” coğrafi ve mekânsal boyutu dahil etmemesi onun politik vizyonunu ve teorisini baltalamıştır. Buna göre Marx, mekân karşısında zamana öncelik vermiş ve coğrafi çeşitlenme sorununun “gereksiz bir komplikasyon” olduğunu düşünerek göz ardı etmiştir. Benzer biçimde Soja (2019: 67) da sosyal teorinin mekân tasavvurundan arındırılmasında Marx’ı sorumlu tutar. Marx, Hegelci diyalektiği maddi yaşama dayandırarak “tarihin tinsel aracı olarak idealizmin” belirlenmiş mekânsal biçimini reddetmiştir.3 Hal böyleyken 19. yüzyılın son çeyreğinden 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar süren katı tarihselci akım, ardışık bir zaman bilinci etrafında teorik düşünceyi yapılandırmıştır. Böylelikle eleştirel toplumsal teorinin teorik ve politik kerteriz noktası tarihsel bir zeminde gelişimini sürdürmüştür. Kapitalizmin modern eleştirisi de mekânın zaman eliyle imhası sonucunda etkin hale gelmiştir. 1960’ların modern bürokratik devlet yönetimi boyunca teorik önceliğini sürdüren tarihselcilik, mekânı değersizleştirerek etkisini sürdürmüştür. Eleştirel toplum teorisyenleri arasında eşitsiz gelişmenin ardında yatan itici kuvvetin tarihsel olduğu, genel bir kabul görmeye başlamıştır. Bu doğrultuda toplumsal sürecin coğrafyası önemsiz bir sonuç olarak değerlendirilirken, “etki sahibi taşıyıcı değişken tarih” olmuştur 4 (Soja, 2019: 49). Buna mukabil özellikle 1970’li yıllardaki ekonomik krizin ardından, tarihselciliğin mekâna karşı kayıtsızlığına itirazlar yükselmeye başlamıştır. Çağdaş kapitalist süreçleri çözümlemeye matuf teorik karşılık bulma çabası, çağdaş Batı’lı Marksistleri mekânı5 3 Marksist teoride mekânsal analizin tarihselcilik karşısında zayıf konumu birkaç sebebe dayandırılır. Bunlardan biri Marx’ın mekânla ilgili açıklamalarının yoğunlaştığı Grundrisse adlı eserinin İngilizceye tercümesinin ancak 1970’li yıllara bulmasıdır. İkincisi Marx’ın anti-Hegelci tutumudur. Zira Hegel birçok yönden oldukça güçlü bir mekânsal ontoloji ve fenomenoloji ortaya koyar (Soja, 2019: 120). Üçüncüsü ise sınai kapitalizm koşullarında kitlesel kentleşme, emek gücünün yeniden üretiminin baskıcı devlet aygıtlarıyla sağlanması gibi değerlendirmeler dikkatleri mekânın yapılandırılmasından ziyade sömürü süreçlerine çekmiştir. 4 Öyle ki Harvey (2020: 18) Kent Deneyimi adlı eserinin giriş bölümünde mekânın üretimi ile mekânsal organizasyonları Marksçı teori inşasının merkezine etkin bir unsur olarak entegre etmeye çalışmasına rağmen bunun görmezden gelinmesinden yakınır ve itirafta bulunur: “Bu kilit önemdeki teorik yenilik nedeniyle, tarih hakkında kafa yormayı bırakıp tarihsel coğrafyaya yöneldim ve böylece sınıf mücadelesi ve sermaye birikiminin etkin bir parçası olarak kent sürecinin teorisini kurma çalışmalarının yolunu açtım.” 5 Mekânın sosyal teoride yeniden gündeme gelmesinde Lefebvre’nin çalışmalarının bir dönüm noktası teşkil ettiğini belirtmek gerekir (Soja, 2019: 75; Erbaş, 2017). Lefebvre’nin ardından özellikle Harvey (2020)’in Kent Deneyimi adlı çalışmasıyla birlikte tarihsel materyalizm, toplumsal süreçlerle mekânsal biçimlenmenin bağlantılandırılmasında tercih edilen bir yöntem haline gelir. 14 (Lefebvre, 2014; Harvey, 2013; 2020; Smith, 2019) ve sınıfı yeniden ele almaya itmiştir (Wright, 2014a; 2016; Poulantzas, 2013). Birbirinden hayli farklı amaçlara sahip gibi görünseler de temelde çağdaş kapitalizmin işleme biçimine Marksist teoride yer açmaya çalışan bu teorisyenler arasında heterojen bir işbölümünün hâkim olduğunu belirtmek gerekir. Bir tarafta sınıf analizini yeniden yapılandırma ve Marksist teoriyi ona yeniden eklemlemeye çalışan Neo-Marksizmle (Wright, 2014a; 2016; 2017; Poulantzas, 2013) diğer tarafta Marksist teoriyi mekânsallaştırma çabasında olan neo-Marksist yapısalcılık (Harvey, 2013; 2020; Smith, 2019), sınıfı ve mekânı sosyal teoriye yeniden eklemlenme çabasında olmuştur. Ancak taraflar arasında sınıf-mekân arasındaki ilişkiselliğe dair herhangi temasın gerçekleştiğini söylemek güçtür. Marksist coğrafyacıların kapitalizmin mekânsal çözümlemesinde Ortodoks Marksist geleneğe ve onun izinde tarihsel materyalizme katı bağlılığı ve Neo-Marksist sınıf teorisyenlerinin sömürü merkezli sınıf çözümlemeleri, mekân ile sınıf, mekânsallık ve toplum6 arasındaki olumsal ilişkilerin analiz edilmesine set çekmiştir. Öte yandan sınıf sosyolojisinin kriz yıllarında onun etkinliğini sürdürdüğü iddiasını taşıyan Weberyan izlekte sürdürülen sınıf çalışmalarında da (Goldthorpe & Marshall, 1992; Goldthorpe & Lockwood 1963) mekân çoğunlukla ihmal edilmiştir. Bu teorisyenler arasında çağdaş kapitalist sürecin işleyiş biçimine sınıf teorisinde yer açmaya çalışan ABD’li neo-Marksist sosyolog Erik Olin Wright’ın sınıf analizi, orta sınıf sorununa Marksist kuram içinde çözüm arar. Wright (2014b: 25)’a göre Marksist gelenekte sınıf analizini toplumsal iki kutupluluk olarak değerlendiren kritik, çağdaş kapitalist toplumları çözümlemekte yetersizdir. Bu yapıyı sağlıklı bir biçimde değerlendirebilmek için yeni birtakım kavramsal aparatlara ihtiyaç vardır (Wright, 2016: 105). Çelişkili mevkiler, çatışmalı mevkiler, sömürü mekanizmaları, dolayımlı mevkiler ve geçici mevkiler, Wright’ın sınıf ilişkilerini çözümlerken geliştirdiği kavramlar arasında yer alır. Bunlar arasında çelişkili sınıf mevkileri orta sınıf sorununun çözümlenmesinde bilhassa öne çıkar (Öğütle & Çeğin, 2013). Wright başlangıçta toplumsal bölünmeleri sermaye, varlık ve kaynaklar arasındaki dezavantajlı dağılımla açıklamaya çalışırken, daha sonra bu kaynakların sömürü, tahakküm ve kontrol ilişkileri içinde aldığı pozisyonları merkeze alan bir yaklaşım geliştirir (Wright, 2014b; 2016; 2017). Çelişkili sınıf mevkileri “sınıf yapısındaki verili bir mevkinin eş zamanlı olarak 6 1970’lerin sonunda Marksizm, bir yanda coğrafya içerisinde mekân ve toplum arasında diyalektik bir ilişki kurulmasını savunanlarla (Peet, 1981); diğer yanda bu girişimin teorik bir sapma, radikal bir eklektizm, sınıf analizi ve tarihsel materyalizme bağdaşmayacak, politik perspektiften tehlikeli bir mekânsal fetişizm olduğunu düşünenler (Smith, 1981) olmak üzere ikiye bölünür. Bu durum Marksist coğrafyacılar arasında hatırı sayılır bir tartışmanın fitilini ateşler. 15 iki ya da daha fazla sınıf içinde olabileceği nosyonuna” dayanmaktadır. “Verili bir mevkinin birden fazla sömürü mekanizmasına ilişkin olarak konumlandırılabileceği nosyonu” ise toplumsal bölünmeleri “çok boyutlu sömürü ilişkileri içinde” tanımlarken benimsenen ikinci kriterdir. Çelişkili sınıf mevkilerinde sınıf ilişkilerinin temelini “üretici kaynaklar üzerinde etkin kontrol” oluşturur (Wright, 2016: 122). Bu durumda sınıfsal bölünmeler, kaynaklar (yatırım sermayesi, fiziki araçlar ve emek) üzerindeki kontrole dayalı olarak tanımlanır. Wright üretim, kontrol ve mülkiyet üzerinden geliştirdiği sınıf analizinin her ülke için kullanılabileceğini savunsa da (Kalaycıoğlu vd, 1998: 127) bir süre sonra yönünü sömürü merkezli geleneksel yaklaşıma çevirir. Ona göre sınıf ilişkilerinin temelini kontrol veya hâkimiyet değil sömürü oluştururken, çelişkili sınıf mevkilerini merkeze alan yaklaşımı sınıf kavramının bütünlüğüne zarar vermektedir (Wright, 2017a: 15). Bu doğrultuda Sınıflar adlı eserinde çok boyutlu sömürü ilişkilerini esas alan bir yaklaşım geliştirir. Wright’ın analizi ilgili yazında geniş bir yankı bulsa da onun sınıf yaklaşımı hakkında yürütülen tartışmalar, hatırı sayılır bir polemiğin geniş bir uzamını oluşturmuştur (Savage vd., 2005b; Öğütle & Çeğin, 2010; Koşar, 2016; Breen, 2014; Burawoy, 2017; Esping-Andersen, 1993). Wright’ın gerek kaynak kontrolüne dayalı tahakkümü esas alan çelişkili sınıf konumlarından çok boyutlu sömürüye dayalı sınıf yaklaşımına geçişi gerekse toplumsal bölünmelerin mülkiyet ve kontrol ilişkilerinin dışında değişen kaynaklarına dair herhangi bir açıklama sunmaması yoğun eleştirilere maruz kalmıştır (Edgell, 1998: 35; Burawoy, 2017; Gubbay, 1997). Öte yandan Wright’ın analizi çağdaş kapitalist toplumlarda kimlik, rekleksivite ve düşünümsellik gibi kavramların sınıf ilişkilerini görünmez kıldığı iddialarına karşı da bir çözümleme geliştirmediğini söylemek gerekir. Her ne kadar kimlik oluşumu sorununun önemli olduğunu, hatta gündelik pratikler içindeki mikro-deneyimlerin sınıf kimliklerinin önemli bir belirleyeni olduğunu kabul etse de, bu süreçlerin bizatihi bir sınıf yapısı altında toplanmasına mesafeli yaklaşır. Ona göre bir sınıf analizi geliştirmenin en iyi yolu sömürü ve çıkarları merkeze alan bir sınıf yapısı oluşturmaktır (Wright, 2017b: 259). Wright’ın modelini İngiltere’de Goldthorpe’un modeli takip eder. Ancak Goldthorpe’un çalışmaları sınıfla ilgili kuramsal bütünlük inşa etmek yerine sınıfın değişen görünümleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Goldthorpe, sınıf konumlarını istihdam ilişkilerini merkeze alarak çağdaş toplumlarda sınıfsal koşulların çeşitliliğine vurgu yapar. Bu yönelimde işçi sınıfını, hizmet sınıfı ve orta sınıflardan ayıran mesleğe dayalı bir çözümleme geliştirir (Savage, 2016: 63). Goldthorpe erken dönem çalışmalarında (Goldthorpe & Lockwood, 1963), işçi sınıfının refah kazanımları neticesinde toplumsal konumlarını anlamakla meşgul olur. Burada refah 16 artışının sınıfsızlığa yol açacağı fikrine karşı çıkar. İşçi sınıfı kimliğinin anlamını daha bütüncül bir şekilde anlamaya çalışan Goldthorpe, onları daha geniş toplumsal yapı kavramları içine yerleştirir. Daha sonra geliştirdiği sınıf şemasında hizmet sınıfına bağlı çalışanlarla işçi sınıfı arasında bir ayrıma gider. Buna göre hizmet sınıfına bağlı çalışanların mesleki hareketliliği onları orta sınıf değerlerine yaklaştırır.7 Goldthorpe’un meslekleri sözleşme türlerine göre sınıflandırarak geliştirdiği 7 kategorili sınıf modelinde, beyaz yakalı meslekler kendi adına çalışanlar ve teknisyenler geniş bir grubu oluşturur (Kalaycıoğlu vd., 1998: 127). Goldthorpe’un geç dönem çalışmaları ise orta sınıflar üzerine yoğunlaşmıştır (Erikson vd., 1979). Geliştirdiği rasyonel eylem teorisiyle orta sınıfları, sınıfsal kazanımların muhafazası için genellikle eğitime erişim olanakları üzerinden yorumlar. Bu doğrultuda ekonomik, kültürel ve sosyal kaynakları sınıf konumlarının belirlenmesinde nispi avantajlar olarak değerlendirir. Bu varsayım, sınıfsal pozisyonlardaki değişikliğin bu kaynaklara erişim fırsatları üzerinden belirlenmesine dayanmaktadır. Ancak Goldthorpe’un sınıfı kavrayışı biçimi, kaynak ve avantajların dağılımında birtakım belirsizlikler içerdiği gibi (Savage vd., 2005b; Scott, 2002) istihdamı merkeze alan yaklaşımı, avantajlı sınıf ilişkilerinin oluşumunda mülkiyet bölünmelerinin önemini göz ardı etmiştir. Örneğin hizmet sınıfı içerisinde profesyonelleri alt düzey ve üst düzey olarak ayırmasına rağmen bölünmelerin kaynağını tanımlamamıştır. Bunun yanında Goldthorpe eşitsizliklerin modern gündelik hayattaki görünümlerine odaklansa da sınıfları tahlil ederken eşitsizliğe yol açan faktörlerin üzerinde durmaz (Breen, 2014). Wright’un yaklaşımına benzer şekilde, sınıf ilişkilerinin sınıf kimliklerini üretmesine mesafeli yaklaşır (Bottero, 2004). Nitekim sınıf sorununu teknik bir ölçüm sorununa dönüştürdüğü, dolayısıyla sınıf ilişkilerini dar bir çerçeveye sıkıştırdığı yönünde eleştirilir (Crompton & Scott, 2005: 188; Devine & Savage, 2000). Bu eleştirilerin temeli Goldthorpe’un, sınıf hakkında kapsamlı bir yaklaşım geliştirmek yerine, ampirik kanıtlara ağırlık vermesine dayanır (Savage vd., 2005b: 36; Öngen, 2014; Bourse & Yücel, 2017). Gerek Wright gerekse Goldthorpe’un toplumsal eşitsizliğin çağdaş görünümlerine ışık tutma ve toplumsal bölünmelere sınır çizme sorununa dair geliştirdikleri yeni yaklaşımlar, sınıfın konvansiyonel tartışmalarını çağrıştıran bir biçimde, sınıfsal ayrımlara geleneksel yaklaşımdan hareketle çağdaş bir yorum sunmuştur. Sınıfsal farklılıkları meslek ve çalışma konumuyla izah etmeye çalışan bu analizler, endüstri sonrası gelişmelere kapsamlı bir çözüm 7 Goldthorpe’un araştırmasından yaklaşık 20 yıl sonra Devine (1992), onun araştırmasında yer alan katılımcılarla yaptığı görüşmede farklı sonuçlara ulaşır. Devine, hizmet sınıfı işçilerinin yaşam tarzlarında ve toplumsal konumlarında belirgin bir değişim görülmediğini belirtir. 17 sunmaktan yoksundur (Kalaycıoğlu vd, 1998: 127; Savage vd., 2005b). Her iki yaklaşım da fordist temelli birikim rejimine oldukça işlevsel bir çözümleme sunarken, post-fordist yapılara ve bu yapının ortaya çıkardığı çok boyutlu ilişkileri çözümlemekte önemli güçlüklerle karşılaşır (Pakulski, 2014: 209). Nitekim Esping-Andersen (1993)’e göre bu yaklaşımların temel eksiklikleri, post-fordist iş bölümünde tabakalaşmanın yeni eksenlerini tanımlamaktaki başarısızlıktan kaynaklanmaktadır. Özetle Goldthorpe ve Wright’ın sınıf yaklaşımlarındaki eksikliğin temelinde, mekânın ve kültürün sınıf ilişkilerindeki rolünü göz ardı etmeleri yatar. Kültür, mekân, iktidar ve prestij gibi modeller her iki teorisyen tarafından göz ardı edilir (Devine & Savage, 2005). Örneğin Goldthorpe, sınıfın gündelik hayattaki görünümlerini ele alsa da sınıf analizinde yapısal süreçlere ağırlık vermiştir. Nitekim Savage (1988), Wright ve Goldthorpe tarafından geliştirilen modelin mekânsal analizler için elverişli bir yaklaşım olmadığını belirtmektedir. Sınıfın yeni eğilimlerini çözümlemek ve özellikle yeni orta sınıfları ve onların mekânsal ve kültürel ayrım stratejilerini çözümlemek için daha derinlikli bir kavrayışa ihtiyaç vardır (Abercrombie & Urry, 1983). 1.2. KENT ARAŞTIRMALARINDA KAYBOLAN SINIF Kent çalışmalarında ekonomi-politik yaklaşımdan hareketle neo-liberal yeniden yapılanma, sömürü ilişkileri ve kentsel yönetişimle ilgili güçlü analizler geliştirilmiş olsa da (Harvey, 2012; 2013; 2020; Smith, 2019; Castells, 1977; Castells, 1983; Massey, 1995; Massey, 1979) kentlerdeki toplumsal eşitsizliğin sınıf analiziyle nasıl kuramsallaştırılabileceği hakkındaki sosyolojik tartışmalara mesafeli yaklaşılmıştır (Savage, 2014: 107). Marksist kent teorisyenlerinin tarihsel materyalizme sekter bağlılıkları mekânsal biçim-toplumsal süreçler arasında çelişkili konumlanmalara yol açmıştır (Soja, 2019). Harvey (2013; 2020) mekân ve toplum, mekân ile sınıf arasındaki olumsal ilişkilere dair daha ihtiyatlı bir yaklaşım sergilerken, Harvey’in öğrencileri (Smith, 1981; 2019) daha katı bir yaklaşımla toplumsalla mekânsal olan arasındaki etkileşime karşıt bir duruş sergilemiştir. Castells (1977; 1983)’in metinlerde ise mekân-toplum ilişkilerinde ikircikli tutum göze çarpar. Bunun en belirgin yansımaları kentsel alanlardaki bölgesel eşitsizliklerin yorumlamasında dikkati çeker. Marksist kent teorisyenleri (Harvey, 2013; Massey, 1979; 1995; Castells, 1983) kent araştırmalarında sınıfsal süreçlerin aksine kendi kendisini düzenleyen pazarın sınıfları farklı 18 mekânlara yerleştirdiğini savunur. Bu görüş mekânsal farklılaşmanın, kapitalist ekonomideki yapısal durumunun coğrafi karşılığından kaynaklandığı görüşüne dayanmaktadır. Buna göre kentte sınıfsal farklılaşmayı düzenleyen mekanizma önceden inşa edilmiş bir program etrafında (Harvey, 2013: 62) yapısal bir belirlenim sonucunda gerçekleşir (Bıçkı, 2006: 116). Tıpkı Marksist görüşe hakîm olan üstyapının altyapının mekanik bir etkisine indirgenmesinde (Bhaskar, 2017: 116) olduğu üzere ayrışmaların deterministik bir yapıya sahip olduğu görüşü hakîmdir. Örneğin Massey (1979: 234), farklı endüstrilerin mekânsal çeşitliliği farklı şekillerde kullanmasından kaynaklanan ayrışmaların, coğrafi eşitsizlik biçimlerini ürettiğini ileri sürer. Massey (1995: 56) her ne kadar sınıfların kentsel alanlarda eşitsiz olarak dağıldıklarına işaret etse de sınıf ilişkilerindeki coğrafi çeşitliliğin temeline farklılaşmış üretim kalıplarını ve endüstriyel işbölümünü yerleştirir (Massey, 1995: 113). Buna göre endüstrinin kâr maksimizasyonuna elverişli mekânları tercih etmesi sınıf ilişkilerinin yapısını belirlemektedir. Benzer eğilim Harvey (2012; 2013; 2020)’in çalışmalarında da kendisini gösterir. Harvey’in kent analizi sermaye birikim mantığından kaynaklanan sorunlarla ilişkilidir. Söz gelimi alt kentleşmenin/banliyöleşmenin varlığı salt sermayenin karlılığına dayandırılır. Harvey (2013: 72)’in açıklamalarında, kentlerdeki mekânsal yarılmaları üreten mekanizmanın planlama süreçleri yani politik aktörün sermayenin hizmetinde işlediği mantığına dayalı ortodoks Marksist görüş hâkimdir. Harvey (2020) tarihsel materyalizme mekânı eklemleme çabasında olsa da geleneksel Marksist teoriyle kurduğu sıkı bağlılık onun mekânsal çözümlemelerine egemen olur8 (Soja, 2019). Castells (2013; 1977)’in metinlerinde de benzer bir kavrayış hâkimdir. Castells, kentsel yapılanmayı kolektif tüketim etrafında değerlendirirken bu yaklaşımın merkezine devleti yerleştirerek mekânsal parçalanmanın kaynağının devlet aygıtı olduğu görüşündedir. Bunun ötesinde Castells (1983: 4) Kent ve Toplumsal Taban [The City and the GrassRoots] adlı eserinde kentsel değişimin anlaşılmasında sınıf analizine değinse de bunun yetersiz bir yaklaşım olduğunu ileri sürer. Ona göre sınıf ilişkileri kentteki çatışma süreçlerinin anlaşılmasında temel önemini korusa da kentteki toplumsal değişimin anlaşılmasında öncelik kaynağı değildir. Castells sınıfın önemini inkâr etmez. Ancak kent için geliştirilecek analizin, insan deneyiminin çeşitliliğini hesaba katabilecek daha kapsamlı bir sosyal nedensellik 8 Harvey’in çalışmalarının, özellikle Sosyal Adalet ve Şehir adlı eserinin, kent sosyolojisinde bir paradigma değişikliğinin habercisi olarak karşılandığını (Walton, 1993: 302) ve kendinden sonra gelecek çalışmaları önemli ölçüde şekillendirdiğini belirtmek gerekir. Yeni bir kent sosyolojisinin doğmakta olduğunu ilan eden birtakım açıklamalar kent sosyolojisindeki bu paradigma değişimini politik-ekonomik bir güzergah olarak adlandırmıştır. 19 modeliyle entegre edilmesi gerektiğini iddia eder. Bunun için kentteki toplumsal değişimin anlaşılmasında, devletin özerk rolü, cinsiyet ilişkileri, etnik ve ulusal hareketler gibi diğer kaynakların da incelenmesi gerektiğini savunur. (Castells, 1983: XVI). Mekânsal biçim ve toplumsal süreçler arasındaki ilişki Castells’in metinlerinde daha belirgin bir biçimde öne çıksa9 da mekânsal yapı, üretim ve sınıf ilişkilerine uzanan köklerinden ayrılmaktadır (Soja, 2019: 116). Marksist kent yaklaşımları sınıf ilişkilerini çoğunlukla yapısal süreçlerle açıklama eğiliminde olmuş; sınıflar arasındaki mücadelelerin kentlerdeki paylaşım/yer kapma mücadelesinin uzağında bir yaklaşım geliştirmiştir. Nitekim Bıçkı (2006: 126) Marksist yöntemde mekânın, ekonomik sistemin genel nitelikleriyle kısıtlı bir çerçevede ele alındığını belirtir. Toplumsal sınıfları edilgen bir konumda tasavvur eden Harvey (2002), mekânsal farklılaşmaların piyasa ilişkileri içerisinde zaten üretilmiş olduğunu, bireylerin tercihlerinin ise buna uyum sağlamakla sınırlı olduğunu savunur. Bu haliyle ekonomi-politik yaklaşım eşitsizliklerin yeniden üretiminde mekânsal farklılaşmanın önemini kabul etse de (Harvey, 2002: 8) ayrışmaların mekanik bir güzergâhta, tek yönlü olarak yukarıdan aşağı belirlendiğini savunur. Ne var ki kentsel yapılandırma, uzam ve alan ekseninde varlık kazanırken sadece ekonomik örgütlenmeyi değil aynı zamanda kültürel örgütlenmeyi de ifade etmektedir (Aytaç, 2007: 202). Mekânsal farklılaşma, nihai olarak planlama (devlet), konut sektörünün gelişimi (sermaye) etrafında belirleniyor gibi görünse de bunlar toplumsal sınıfların ayrışma mücadelesinin içinde işleyen bir yapıda gelişim gösterir. Şüphesiz sınıf ilişkilerinin yapısı üretim ilişkileri etrafında belirlense de bu durum sınıfların mekanik bir intizam içerisinde bölgelere yerleştiği anlamına gelmez. Bhaskar (2017: 116-117)’a göre “salt ekonomik etkinlik dahil her türlü etkinlik zorunlu olarak düşünsel bir bileşene ya da veçheye sahiptir, bu demektir ki, fail yaptığı şeyin ne olduğuna ve niçin bunu yaptığına dair bir anlayışa sahip olduğu ölçüde, etkinlik bundan bağımsız düşünülemez.” Üretim ilişkilerinin mekânsal sınırların çerçevesinin çizilmesinde etkin olsa da mekânsal tuvalin rengini belirlemede tek değişken olmadığını söylemek gerekir. Bir diğer ifadeyle toplumsal sınıflar, kentsel alanların çok renkli parçalara bölünmesinde aktif müdahalelerde bulunmaktadır. 9Castells (1977: 111) kültür ve mekân arasındaki ilişkilerin önemine değinir ancak mekânın yapılandırılmasında kültürün önemsiz bir değişken olduğunu düşünür. Buna karşın Lefebvre (2007: 213) Marksist düşüncenin ekonomist, politist yorumlarının kültürel perspektifin yolunu tıkadığını ifade eder. 20 Buna rağmen kent teorisyenleri arasında sınıf ilişkileri ve mekânsal süreçler arasındaki etkileşime dair az sayıda çalışmadan bahsedilebilir. Marcuse & Van Kempen (2005: 265) Küreselleşen Şehirler: Yeni Bir Mekânsal Düzen mi? adlı eserinde çağdaş kentlerdeki mekânsal ayrışmanın, tabakalaşmanın çok boyutlu göstergelerinin analiziyle çözümleneceğine işaret eder. Bunun için çok katmanlı bir şehir modelinin farklılaşmaların çözümlenmesinde önemli açılımlar sunacağı ileri sürülmektedir10. Soja (2019: 110) ise mekânsal ilişkilerin toplumsal ve sınıfsal ilişkilerden bağımsız olmadığını ve aralarında diyalektik bir ilişki olduğunu belirtir. “Her iki yapılandırılmış ilişkiler dizisinin kökleri aynı üretim biçimine dayandığı için önemli ölçüde benzeşmektedir”. Soja (2002), toplumsal süreçlerle mekânsal formlar arasındaki karşılıklı etkileşimi vurgulayan sosyo-mekânsal diyalektik kavramını kullanır. Hâkim materyalist formülasyonun aksine “mekânsal örgütlenme iktisadi temel içerisinde faaliyet gösteren karmaşık bir sosyo-mekânsal diyalektik” tarafından inşa edilmektedir (Soja, 2019: 113). Kent araştırmalarında en yaygın yaklaşımlardan biri olan Şikago Okulu ise kentte farklı toplumsal grupların mekân tercihlerini iktidar mücadelelerinden bağımsız, doğal rekabetin sonucu olarak gören bir yaklaşım geliştirir (Pérouse & Danış, 2005: 78; Alkan & Duru, 2002). Toplumsal ve iktisadi ilişkilerin uzağında bir yaklaşım geliştiren (Harvey, 2013: 125) Okul, mekânsal ayrışmaların yer kapma mücadelesi içinde gerçekleştiğine dikkat çekse de bunu kültürel biçimlere dayandırarak 'doğal' bir fenomen olarak görme eğiliminde olmuştur (Marom, 2014: 1345). 1.3. 21.YÜZYILDA MEKÂNIN ÖNEMİ Sınıfsallığı oluşturan süreç, grupların toplumsal ve fiziksel uzamdaki konumlanma biçimlerini tayin eden ilke ve mekanizmalar aracılığıyla gerçekleşir (Wright, 2017b: 353). Bu mekanizmalar arasında mekân, sınıfsallığı inşa eden önemli kaynaklardan biridir. Sınıfsal pozisyonların üretimi, nihai anlamda üretim ilişkilerindeki konum tarafından belirlense de sınıf kimlikleri en güç şekilde belli bir mekândaki mevkide ifade bulur. Thrift ve Williams (2007: 194)’a göre insanların eylem kapasitesini sınırlandıran/harekete geçiren bir yer olarak mekânın 10 Marcuse & Van Kempen (2005) mekânsal ayrışmanın karmaşık boyutlarını açıklayan katmanlı bir şehir modeli önerir. Burada bölünmeleri belirgin kılan ayrımlar bireylerin yaşam tarzlarındaki farklılıkları yansıtan farklı katmanlar olur. Örneğin konutun kentin fiziksel uzamındaki konumu bir katmanı temsil ederken, çalışanların iş yerlerindeki konumu farklı bir katmana tekabül eder. Bunun yanında çocukların gittiği okul, kullanılan eğlence mekânları veya dinlenme tesislerinin sembolik konumları da farklı katmanlara tekabül etmektedir. Bu doğrultuda sınıfsal bölünmeyi kuran, bu bölünmelerden sadece biri değil, tam olarak bu bölünmelerin uyumudur (Brubaker, 2007: 246). 21 yapısı sınıf ilişkilerinin yapısının belirlenmesinde önemli bir konuma sahip olmuştur. Nitekim Lefebvre (2014: 413), "bir grup, bir sınıf ya da sınıf fraksiyonunun ancak bir mekân doğurarak (üreterek) ‘özne’ haline gelebildiğini ve ancak bu yolla kabul görebileceğini" ifade eder. İnsan deneyiminin bir koşulu olarak mekân (Harvey, 2012: 242), üzerinde yaşayan insanlar için yer olmanın ötesinde farklı toplumsal varoluş koşullarına karşılık geldiği (Aytaç, 2007: 202) ve toplumsal farklılığın nesnelleştiği genel ve üretken bir süreçtir (Marom, 2014: 1345). Nesnelliğin üretimi ve temsili kentsel alanlarda bölgesel yerleşimlerin hiyerarşik bir biçimde düzenlenmesinde göze çarpar (Sencer, 1967). Kentsel alanda mekân temelli sınıfsal farklılıklar, belli konutların belirli alanda kümelenmesinde veya kamusal söylemde belli konutların “belirli gruplara özgü” sınıflandırılmasında somut görünümler alır (Savage vd., 2005a). Şehirlerde bulunan aktif ve zorunlu dışlama biçimleri, -ayrıcalıklı topluluklar veya yoksun gettoların uç noktaları gibi- daha geniş bir ayrım/ayrışma sisteminin parçası olarak görülebilir. Bu, sınıfın yerleşik bir uzamsal boyuta sahip olduğunu gösterir. Nitekim son dönemde yapılan araştırmalar toplumsal sınıfın, kentlerde oluşan mekânsal farklılaşmaları ortaya çıkaran nedenlerin başında geldiğinin altını çizmektedir (Kaygalak, 2001a: 131; Yüceşahin & Tuysuz, 2011). Kentlerdeki mekânsal farklılaşma üzerine yapılan birçok çalışmada, ayrışmaların sınıfsal bir temele sahip olduğu, özellikle orta ve üst sınıf toplumsal grupların kentsel alanda mevcudiyetlerini göstermeye daha fazla önem verdiklerine dolaylı da olsa işaret edilmektedir (Aksoy & Robbins, 1999; Akgün, 2014; Ayata & Ayata, 2000; Öncü, 2013; Pérouse & Danış, 2005). Kentsel ayrışma üzerine yapılan çalışmalar (Yanıklar, 2016: 40; Firidin Özgür, 2006; Kurtuluş, 2003; 2009; Aksoy & Robbins, 1999; Alemdaroğlu, 2017; Akpınar, 2009; Özet, 2019; Ayata & Ayata, 2000; Ataç, 2013; Güvenç, 1998; Kaygalak, 2001; Işık & Pınarcıoğlu, 2009; Friedrichs, 2003) alt sınıfların, kentlerin belirli alanlarında kümelendiğini ortaya koyarken ayrıcalıklı orta ve üst sınıf grupların korunaklı yaşam alanlarına yerleştiğini göstermektedir. O halde kentsel yerleşimlerde belirginlik kazanan toplumsal ayrışmanın derecesi ve biçiminin kentin toplumsal tabakalaşma yapısına bağlı olarak şekillendiğini söylemek mümkündür. Özellikle sınıfsal sınırların tanımlanması ve yeniden üretilmesinde kentsel mekânlar merkezi bir öneme sahiptir. Kentin belirli alanlarının belirli gruplarla sınıflandırılması (Kaygalak, 2001a), bazı bölgelerin belirli sınıfların alanı olarak görülmesi (Tanülkü, 2012), sınıfsal konumların saptanmasında dinamik bir işlev görmektedir. Mekânın (ve kültürün), sınıfsal dağılımları tayin eden sermaye türü haline gelmesi özellikle son çeyrek yüzyılda büyük önem arz eder. Zira sınıfsal farklılıkların katı mekânsallıklar inşa etmesi fordist-modernizm (Harvey, 2012) döneminde daha az belirgindir. 22 Toplumsal sınıfların üretim ilişkilerinde nicel ve nitel görünümleri sınıfsal farklılığın mekâna tahvilini gerektirmeyecek kadar belirgin görünümlere sahiptir. Bu dönem toplumsal bölünme ilkeleri ekonomik temelli ayrımlarla gerekli fırsatı sunarken sınıflandırma ilkeleri ve kamusal alanda farklı sınıfların varlığı da henüz ayrımlar için tehdit üretmez. Sınıfların çeşitli iktidar ve sermaye fırsatlarına erişim için kentsel mekânlar arasında hareketliliği, ekonomik ve endüstriyel örgütlenmenin yeniden yapılandırılmasının ardından ivme kazanır. Sermaye birikiminin kent ekonomilerine dayanmasıyla mekân, giderek ayrımcı toplumsal pratikler arasındaki yerini sağlamlaştırır. Sınıfsal farklılıkları mekânsal ayrımlarla pekiştirme eğilimi, toplumsal farklılıkların demografik yapı ve üretim örgütlenmesindeki değişimler tarafından tehdit edilmesiyle dinamik bir boyut kazanmıştır. Bu süreçte esnek üretim ve birikim süreçlerinin bütünsel mantığı, olumsal coğrafi nitelikleri yeniden şekillendirmiş ve kapitalist üretim ilişkilerinin içsel unsurları mekân boyutuna derinlik kazandırmıştır (Kaygalak, 2001b; 544; Marcuse & Van Kempen, 2005). Çağdaş toplumlarda ayrışma biçimleri ve sınıfları belirleyen değişkenlerdeki değişim (Temel, 2021: 3) mekâna önemli bir boyut kazandırır. Çağdaş kapitalist toplumlarda sınıfların belirgin sınırlarında yaşanan aşınma ya da bu sınırların kendisinin bizatihi mücadelenin konusu haline gelmesi kentleri sınıfsal sınırların üretiminde önemli hale getirmiştir. İktisadi engellerin tek başına sınıfsal dağılımları açıklamaktaki yetersizliğine karşı toplumsal sınıflar, dağılımları düzenleyen ilkelere el koyarak farklı sınıfsal stratejiler geliştirmişlerdir. Bu noktada sınıfsal mücadelenin kentsel mekânlara taşınması büyük ölçüde çağdaş üretim ve tüketim ilişkilerinin ifade edilmesindeki güçlüğün sonucu olarak ortaya çıkar (Karademir Hazır, 2016). Farklılıkların dışa vurulmasında yaşanan değişimler, çağdaş kapitalist toplumlarda mekânı, iktidar ilişkilerinin üretiminde önemli hale getirmiş; mekân dolayımlı ayrımları, sınıfsal farklılaşmanın (ve yeniden üretimin) önemli bir fonksiyonu kılmıştır (Marcuse & Van Kempen, 2005: 250). Özellikle işgücünün üretimde sahip olduğu rol ve bu rolün yapılaşmış nitelikleriyle beraber dönüşümü (Baştürk, 2018: 303) toplumsal yarılmaları sınıfsal ayrışmalar olarak açıklamanın nasıl meşrulaştırılacağı sorusunu gündeme getirmiştir. Bu soruya toplumsal gruplar farklı stratejiler etrafında yanıt üretirken sınıf yapılanmasının etmenleri kapitalizmin değişen dinamikleriyle içerilerek sürekli bir özdeşlik kurmuştur (Harvey, 2002). Orta sınıf hacminde yaşanan genişleme (Savage vd, 2013; Giddens, 1999) ve grubun üretim ilişkilerindeki pozisyonlarının belirsizliği (Koşar, 2016) de sınıf mücadelesinde mekânı önemli bir kritere dönüştürmüştür (Swartz, 2015). Orta sınıfların üretim ilişkileri içindeki çelişkili 23 konumları (Wright, 2016) bir taraftan grubun mensuplarını toplumsal pozisyonlarını pekiştiren farklı kaynakları elde etmeye teşvik etmiş; diğer taraftan sürekli müzakere ve mücadele halinde olan bir kimliğin inşasını zorunlu kılmıştır (Aydın, 2012). Özellikle yeni orta sınıflar için konum üreten varlıkların çeşitliliği sınıf rekabetine dinamik bir boyut kazandırmış; bu durum mekânla birlikte kültürün de sınıf rekabetinde öneminin artmasına yol açmıştır (Chaney, 1999). Böylelikle kentsel mekânlar, sınıfsal ayrışmayı belirgin kılan, aslında doğrudan sınıfların ayrışma hatlarında kendisini belirgin kılmasına hizmet etmesini istediği coğrafi uzamlar olmuş ve 21. yüzyılda mekân, çok daha keskin bir biçimde sınıfsal farklılaşmanın göstergesi haline gelmiştir (Altıntaş, 2016; Yılmaz Deniz, 2017; Özet, 2019). Özellikle üretim örgütlenmesinde meydana gelen değişimin toplumsal tabaka yapılarında kırılmalara yol açması, kültür ve mekânı toplumsal sınıflar için bu boşluğu dolduran sermaye türleri olarak kullanmasına yol açmıştır. Kültürel ve “mekânsal sermaye” (Mosselson, 2020) toplumsal konumları iyileştirme veya tahkim etme stratejilerinin bir parçası olurken aynı zamanda eşitsizliklerin üretimi ve yeniden üretimini sağlayan mekanizmalar olmuştur (Kaygalak, 2001a; Wacquant, 2019; Ayata & Ayata, 2000; Doğan; 2001; Harvey, 2013; 2020; Zukin, 1998). Bu haliyle mekân, orta sınıflar için çelişkili pozisyonlara tutarlı görünümler kazandırmanın stratejik silahı olarak değer kazanmış; kentsel alanda mekânsal ayrışma örüntüleri, sınıfsal sınırları bir yere yerleştirme ve düzenleme fonksiyonuna sahip olmuştur (Weininger, 2014: 140). Nitekim Knox (1991) post-modern kültür, esnek uzmanlaşma ve yeni mekânsal ayrışma biçimleri arasında bağlantı kurar. Buna göre ayrışmanın değişen görünümleri, post-modern kültürün taşıyıcısı yeni orta sınıfların, ayrım üretme pratiklerinin sonucudur (Swartz, 2015; Devine & Savage, 2000). Özellikle konut sektöründeki yeni eğilimler yeni orta sınıfları, beğeni ve tercihlerini kullanmak üzere esnek stratejiler geliştirmeye zorlar. Burada farklı ve ayırt edici olma güdüsü kentsel alanların paylaşımını önemli hale getirir. Böylelikle mekânsal ayrımlar orta sınıfların ayrıştırıcı eğilimlerine ve sahip olduğu varlıkların sınıflandırıcı özelliğine göre değişkenlik göstermeye başlar (Bourdieu, 2006). Sahip olunan kaynakların ayrım üreten dağılımlarına el koyma hedefi orta sınıfları kentte belirli aralıklarla yer seçiminde bulunmaya zorlar. Hal böyleyken kentin fiziksel uzamı sembolik bir mücadele alanına dönüşür. İnsanların ikamet ettikleri yerin konumu, türü ve kalitesiyle ilgili yaptıkları seçimler, - ya da iktidar ve sermaye eksikliğinden dolayı yapamadıkları seçimler- beğenilerini ve toplumsal konumlarını gösteren bir seçim olduğu gibi aynı zamanda bir ayrım pratiği olarak öne çıkar. Öte yandan bu 24 seçimler onları toplumsal uzamda kendilerine daha uzak olanlardan fiziksel olarak da uzaklaştırırken, kendilerine daha yakın olanlarla ortak bir fiziksel alana yerleştirir (Marom, 2014: 1348). Kentsel alanlarda nüfusun mekânlar arasında dağılımını belirleyen ilke ve mekanizmaların ne olduğu sorusu da sınıfsal süreçlerin mekânsal bağlamda incelenmesini zorunlu hale getirir. Söz gelimi kentlerdeki mekânsal ayrışmanın değişkenleri (toplumsal cinsiyet, göç, etnik çeşitlik) arasında sınıf, eşitsizlikleri organize eden unsurları açığa çıkarma fırsatı sağlar mı? Ya da kentin farklı bölgeleri arasında eğitime erişim, istihdam biçimleri, kamusal alanda kültürel katılım gibi modern kamusallığı oluşturan faktörler arasındaki farklılığın temelinde ne yatmaktadır? Bu ve benzeri bir dizi soruya verilecek yanıt sınıf ve mekân arasındaki bağ ve bu bağın kurucu niteliklerinin anlaşılmasını sağlar. 25 İKİNCİ BÖLÜM KENT SINIFA NASIL DAHİL OLUR? 2.1. SINIFIN KÜLTÜREL DÖNÜŞÜ Klasik tabakalaşma yaklaşımları (Marx, 2019; Weber, 2018; 2019) eşitsizlik yapıları arasındaki ilişkiyi belirleyen makro-sosyal bir teoriye dayalı olarak inşa edilmiştir. Bu ya kapsayıcı bir sosyal yapının (üretim tarzı gibi) üstünlüğünü ileri süren Marksizme ya da eşitsizliğin çok sayıda farklı boyutları (sınıf, statü, tahakküm) olduğunu belirten daha çoğulcu türden Weberyan bir teoriye dayanır (Devine & Savage, 2005: 15). Ancak kapitalist üretim tarzının değişen dinamikleri sınıf kavramını klasik öncüllerinden büyük ölçüde uzaklaştırmıştır. Sanayisizleşme (de-industrialization) ve ekonomik yeniden yapılanma, mesleki yapıları, emeğin bölünmesini ve işçinin bir yaşam süresince refah ve sürekli yüksek kazanç beklentilerini dönüştürmüştür (Esping-Andersen 1993: 16). Fordist endüstriyel örgütlenme çalışanlara oldukça tahmin edilebilir, düz ve istikrarlı bir kariyer profili sunarken, post-fordist örgütlenmede kariyer eğilimi, büyük ölçüde eğitim, beşeri sermaye kaynakları ve bununla eşit derecede önemli sosyal becerilere bağlı olarak değişmiştir (Esping-Andersen, 1993: 115). Bunun yanında, hizmet yoğun sektörlerdeki artış, işgücü piyasalarındaki heterojenleşme gibi olgular toplumsal tabakaları belirleyen kriterleri dönüşüme uğratmış (Clark & Lipset, 2007); bu durum sınıf analizinde yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Üretim yapısındaki çözülme, özel sektör etrafında gelişen organizasyonlarda yönetici konumların ortaya çıkışı ve profesyonel meslek gruplarının artan sayısı da toplumsal tabakalaşma biçimlerinin karmaşık örüntülerine yansımıştır (Pakulski, 2014: 214). Bu gelişmeler yeni orta sınıfların sınıf piramidinde giderek genişlemesiyle neticelenmiş; genişlemenin tabakalaşma biçimlerini derinden etkilemesi, ilgili sürece farklı bir boyut kazandırmıştır. Artık sınıflar arasındaki yalın bölünmeler ortadan kalkmış; işçi sınıfı ile burjuvazi arasında klasik çatışma yerini, kamusal alanda farklı çatışma biçimlerine bırakmıştır (Turner, 2001: 73). Öte yandan ilgili dönüşümlerin emeğin mahiyet ve vasıf düzeyine dönük endüstri çağına ait hiyerarşik sınıflandırmaları dönüşüme uğratması (Emirgil, 2010: 133) ve çalışma ilişkilerinde artan hetorejenleşme, toplumsal sınıfların ayrım üreten ilkelerinin dönüşümüyle sonuçlanmıştır. Sınıf kimliklerini çeşitli şekillerde temsil eden kaynaklardaki değişim kültürün sembolik formu olarak yaşam tarzlarını kilit unsurlar haline getirmiştir (Entrikın, 1991). Geç modern toplumlarda farklılaşmaların daha çok kültürel biçimler aracılığıyla dışa vurulması, 26 sınıf ilişkilerinin (Chaney, 1999: 85) ayrım üreten kültürel pratikler üzerinden ifade edilmesine yol açmıştır. Özellikle çelişkili konumlara sahip orta sınıfların farklılaştırıcı güç olarak kültürden beslenmesi yaşam tarzlarının önemini bir kat daha arttırmıştır. Ekonomik sermayeye sahip üst sınıfların aksine orta sınıflar nispi ekonomik sermayelerine karşı alt ve üst sınıf arasındaki farklarını/ayrımlarını inşa etmek üzere yatırımlarını yoğunlukla kültürel alanda gerçekleştirmeye başlamışlardır (Savage vd, 2004: 101). Bu durum çağdaş toplumlarda rekabet ilişkilerinde kültürün önemli bir belirleyen konumuna, hatta sermaye formuna dönüştüğünü göstermektedir11 (Bourdieu, 2017). Ancak kültürün toplumsal rekabetin temeline yerleşmesi, çağdaş kapitalist toplumlara has bir olgu değildir. Yaşam tarzına yön veren değerler bütünü olarak kültürün12 ortaya çıkışı, kentli orta sınıf ve aristokrasi arası geriliminin sonucunda kamusal alanın ortaya çıkışıyla ilişkilendirilmektedir (Williams, 1990). Bu gerilim soylu aristokrasiye karşı kentli orta sınıflara, kamusal alanda kültürü aşılama saikini içerir (Öğün, 1998). Nitekim kültürel kurumların ortaya çıkışı 18. yüzyılın başlarında, kulüpler, kahvehaneler, toplantılar, mecmualar ve tiyatrolar olarak aydınlanmış orta sınıf söyleminin yeni alanları olarak görünüm kazanır. Böylece kültür, iktidar üreten bir varlık olarak sınıflar arasında rekabetin kaynağı olmaya başlar. 19. yüzyıla gelindiğinde bu kez entelektüellerin, halk ve plep kültüründen kendi skolastik kültürünü ayırt etmesiyle beraber kültürel sermaye birikimi toplumsal farklılaşmanın göstergesi olur. Bu dönemde kültürel sermaye meşruiyetini okul, üniversite, müze, sanat galerisi gibi organizasyonların ortaya çıkışıyla sağlar. Bu kurumlar kültürel sermayenin önemli bir fonksiyonu olur (Savage vd, 2005b: 44). Ancak sözü edilen kurumsal organizasyonlar bu dönemden itibaren yüksek kültür-aşağı kültür ayrımını entelektüellerin tekelinden alarak meşru bir sermaye türü olarak sunulmasının da yolunu açar. Böylelikle kültürel sermaye 19. yüzyılda yekpare bir forma kavuşur. Bunun sağladığı sınıfsal avantajlar eğitim sistemi aracılığıyla sürdürülmeye başlar. 11 Son dönemde yapılan birçok çalışma çağdaş kapitalist toplumlarda sınıfsal rekabetin kültürel pratikler üzerinden gerçekleştiğine dikkat çekmektedir (Worsley, 2007; Foley, 2007; Devine & Savage, 2005; Skeggs, 2003; Reay, 1998; Mercan, 2018; Vester, 2005; Flemmen vd., 2017; Karademir Hazır, 2014; Karademir Hazır, 2016; Alemdaroğlu, 2017; Akpınar, 2009; Scott, 2002; Bora, 2018; Devine & Savage, 2005). 12 Kültürün moderniteyle kurduğu bağ kavramın anlamını tarihsel süreçte farklı içeriklerde gündeme gelmesine yol açar; (1) sanat ve düşünsel eserler toplamı; (2) ruhsal ve zihinsel gelişim süreci olarak kültür, Aydınlanma ve sonrasına kadar etkisini sürdürür (Williams, 1990). Ancak (3) insanların yaşamlarına yön veren değerler, gelenekler, inançlar ve simgesel pratikler ve (4) bütün bir yaşam tarzı olarak kültür daha sonra modern düşünce ve pratiğin merkezine yerleşir (Yılmaz, 2020). 27 Kültürün toplumsal varoluşun önemli bir aracı haline gelmesi 20. yüzyılın son çeyreğine denk gelir. İşgücü piyasalarında yaşanan köklü dönüşümlerle işçi sınıfının istihdam oranı azalırken (Öngen, 2014; Gibson & Graham, 2010; Emirgil, 2010); bu durum kamusal alanda görünür bir sosyal varlık olarak yeni orta sınıfların öne çıkmasıyla sonuçlanmıştır (Savage, 2003; Burris, 2017; Akarçay, 2016). Yeni orta sınıflar deneyim ve zevkin tüketilmesine ağırlık verirken daha yüksek kültür tüketiminin geleneksel karşılıkları (galeri, müze vd) artık daha geniş bir kesimin hizmetine koşulmak üzere biçim değiştirmiştir (Featherstone, 1996: 161). Öte yandan kültür bir çoğunluk aktivitesine dönüşmüş ve üretim etkinliği olarak sinema, radyo, televizyon, müzik kayıtları, reklamcılık, popüler basın ve edebiyatla beraber yükselişe geçmiştir (Bennett, 2018: 141). “El üstünde tutulan değerler anlamındaki kültür”, artık ortak bir yaşam biçimi manasındaki kültürün içine doğru genişlemeye başlamıştır (Eagleton, 2019: 104). Kültürün kitleselleşerek engelsiz bir biçimde erişilebilirliğe kavuşması sınıflar arası rekabeti yeniden şekillendirmiştir. Bu durum kültürün farklılaştırıcı gücünü, tüketim alanında daha rafine kullanımlara dayandırmış; daha incelikli kullanımların kültürel imajların süzgecinden geçmesini zorunlu kılmıştır. Malların simgesel boyutları önemli bir kaynağa dönüşerek yaşam tarzı farklılıkları, sınıflar arası sınırları yeniden çizmiştir. Böylece yaşam tarzları toplumsal farklılaşma ilişkisini belirleyen simgesel kuvvetler olarak öne çıkmış (Chaney, 1999; Zablock & Kanter, 1976); yaşam tarzlarının imlediği kültürel içeriklerin değeri, farklılıkların inşasında giderek daha fazla belirleyici olmaya başlamıştır. Örneğin müzik, televizyon, film ve moda, turizm ve spor gibi bir ölçüde estetik bir içeriğe sahip nesnelerde tarzın maddeye, formun işleve göre daha önemli hale gelmesi de farklılıkların inşasında belirleyici olmuştur. Buna mukabil kentsel alanda farklı mekânsal deneyimleri içselleştiren toplumsal grupların mekânı, çeşitli kolektif duyarlılıkların (kültürel içeriği işaret eden ahlaki, eğitsel ve sosyal) buluştuğu bir uzama dönüştürmesi, mekânsal ayrımları sınıf-kültürel kodlara daha uyumlu hale getirmiştir (Bennett, 2018: 115). Faillerin toplumsal konumlarına dair sahip oldukları pratik duyu, kolektif duyarlılıklar ekseninde mekânsal stratejiler geliştirmelerini kolaylaştırmıştır. Ayrım üreten dağılımlar arasında mekân, yaşam tarzları üzerinden seçmeci yakınlıkların kurulduğu, belirli iktidar ilişkilerini inşa eden alanlar olarak önemli bir boyut kazanmıştır. Bu bağlamda farklılıkları üreten varlıklardaki değişim, kültür ve yaşam tarzlarının sınıf ilişkilerinin ifadesinde önemini arttırmış; bu durum kentlerde mekânsal ayrışmaların derinleşmesiyle sonuçlanmıştır (Geniş, 2011). 28 Kültür ve tüketime artan ilgi (Dworkin, 2012), değişen yaşam fırsatları, sanayi ve teknolojideki gelişmeler eşitsizlik ve sınıf tartışmalarını farklı bir kulvara sürükler. Meslek temelli sınıf şemaları (Wright, 2016; Erikson vd., 1979) sınıfsal bölünmede toplumsal ve kültürel süreçleri kapsamadığı gibi sınıf mücadelesindeki mekânsal boyutlar da analizin dışında kalır (Savage vd, 2013). Tabakalaştırma araştırmalarının tarihi kültüre yönelik güçlü bir ilgiyi içerse de (Williams, 1990; Wills; 2016; Thompson, 2010), bu ilgi -genellikle öznellik ve farkındalık gibi sınıf bilinci ve sınıf yapısı etrafında- işçi sınıfının kapitalist gelişmenin koşullarına karşı politik eylemliliği veya dayanışma biçimiyle sınırlı kalmıştır (Savage vd., 2005a: 97). Öte yandan kültürün artan görünümleri ve sınıfsal farklılıkların değişen biçimleri 20. yüzyılın sonuna doğru sınıfsızlık iddialarını postmodern teorisyenlerin (Bauman, 2000; Beck, 2019; Giddens, 2019) ve sınıf eleştirmenlerinin gündemine taşımıştır (Pietsch, 2007; Pakulski, 2007; Melucci, 2007; Clark & Lipset, 2007). Bu tartışmalar, çalışan sınıfların üretimde sahip olduğu rol ve bu rollerin yapılaşmış nitelikleri ve dönüşümünü merkeze alır (Giddens, 1999; Edgell, 1998; Dworkin, 2012; Turner, 2001; 2003; Wood, 2011; Anderson, 2016; Callinicos & Harrman, 2006; Clark & Lipset, 2007; Pakulski, 2007; Yanıklar, 2016). Bu tartışmalara post- modern teorisyenler ve sınıf eleştirmeleri sınıfın, üretimde değişen rolleri çözümlemekten yoksun olduğu iddiasında bir araya gelerek yanıt vermişlerdir. Post-modern teorisyenlere göre (Giddens, 2019; Beck, 2019; Bauman, 2000; 2002) sınıf, bir üst anlatıya sahip olup itibarını yitirmiş olan aydınlanmanın teorik temellerine dayanmakta