T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY’UN EŞ’ȂR-I ŞEMSÎ ADLI DÎVȂNI (İNCELEME-METİN) (DOKTORA TEZİ) Mustafa EFE BURSA - 2018 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY’UN EŞ’ȂR-I ŞEMSÎ ADLI DÎVȂNI (İNCELEME-METİN) (DOKTORA TEZİ) Mustafa EFE Danışman Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ BURSA - 2018 iv ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Mustafa EFE Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı : Türk İslam Edebiyatı Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : X+1146 Mezuniyet Tarihi : …/…/ Tez Danışmanı : Prof. Dr. Bilal Kemikli MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY’UN EŞ’ȂR-I ŞEMSÎ ADLI DİVAN’I (İNCELEME-METİN) Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi Dinȋ-Tasavvufȋ Türk Edebiyatı’nın son devir önemli temsilcilerinden olan bir şairdir. 1867-1936 yılları arasında yaşamış olan şair 62 eser kaleme almış velud bir yazardır. Müellifin bu kitaplarının en önemlilerinden biri şüphesiz “Eş’ȃr-ı Şemsȋ” adlı dȋvȃnıdır. Yaşadığı dönemin önemli mutasavvıflarından ve Halvetiyye tarikatına mensup olan şair Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi, Bursa’daki Niyȃzȋ-i Mısrȋ Dergȃhı’nın son şeyhidir. Bu çalışmanın, hem Klasik Türk Edebiyatı Tarihi açısından, hem de Dinȋ-Tasavvufȋ Türk Edebiyatı Tarihi ve Türk Tasavvuf Tarihi açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Çalışmanın giriş ve 1.bölümünde Mehmet Şemseddin Efendi’nin yaşadığı döneminin siyasi ve kültürel durumu, hayatı, eserleri, edebȋ şahsiyeti, dȋvȃnının teknik ve muhtevȃ özellikleri üzerinde durulmuştur. 2. Bölümde ise “Eş’ȃr-ı Şemsȋ” adlı dȋvȃnın, ilmȋ usûl ve yöntemlerle yazı çevirimi yapılmıştır. Böylelikle Mehmet Şemseddin Efendi’nin Klasik Türk Edebiyatı Tarihi ve Dinȋ-Tasavvufȋ Edebiyat Tarihimizdeki yeri ve önemi belirtilmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Klasik Türk Edebiyatı, Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi, Eş’ȃr-ı Şemsȋ, Dȋvȃn v ABSTRACT Name and Surname : Mustafa EFE University : Uludag University İnstitution : İnstitute of Social Sciences Field : History of Islam and Arts Branch : Turkish İslamic Litarature Degree Awarded : Ph. D. Page Number : X+1146 Degree Date : …/…/ Supervisor : Prof. Dr. Bilal Kemikli DIVAN OF MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY EŞ’AR-I ŞEMSI (RESEARCH-TEXT) Mehmed Şemseddin (Ulusoy) Efendi is a poet who is one of the important representatives of religious-sufic literatüre in the last era. Mehmed Şemseddin who lived between the years of 1867 and 1936, is a productive writer with his 62 books. Undoubtedly, one of his prominent works is the divan titled “Eş’ar-ı Şemsi”. Mehmed Şemseddin Efendi -one of the important sufis in his period- is a member of Halvetiyye cult and the last sheikh of Niyazi-i Mısri dervish lodge in Bursa. It is considered that this study is important from the aspects of the History of Classical Turkish Literature, the History of Religious- Sufistic Turkish Literature and the History of Turkish Sufism. In the introduction and first chapter, the political and cultural atmosphere of Mehmed Şemseddin Efendi’s era, his life, his works, his literal personality, technical and content characteristic of his ‘Divan’ are examined. The second chapter of this study is consist of transcription of the divan titled “Eş’ar-ı Şemsi”, with scientific methods. Hereby, this study is an effort to state Mehmed Şemseddin Efendi’s place and importance in the History of Classical Turkish Literature and the History of Religious- Sufistic Turkish Literature. Keywords: Classical Turkish Literature, Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ar-ı Şemsi, Divan vi İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI…………………………………..……………………… ii ÖZET…………………………………………………………………………… iv ABSTRACT……………………………………………………………… …… v İÇİNDEKİLER………………………………………………………………… vi ÖNSÖZ…………………………………………………………………………. vii KISALTMALAR……………………………………………………………….. ix GİRİŞ…………………………………………………………………………… 1 MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY’UN YAŞADIĞI DÖNEM…………. 1 Siyȃsi ve Sosyal Durum…………………………………………………… 1 Kültürel ve Edebȋ Hayat…………………………………………………… 9 BİRİNCİ BÖLÜM MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY HAYATI, ESERLERİ, EDEBÎ ŞAHSİYETİ VE EŞ’ȂR-I ŞEMSÎ 1. MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY HAYATI, ESERLERİ VE EDEBÎ ŞAHSİYETİ……………………… 14 1.1.Hayatı……………………………………………………………….. 14 1.2.Eserleri……………………………………………………………… 24 1.3.Edebȋ Şahsiyeti……………………………………………………… 47 2. EŞ’ȂR-I ŞEMSÎ………...……………………………………………….. 63 2.1. Şekil Özellikleri…………………………………………….. 63 2.1.1. Tertip Şekli………………………………………... 63 2.1.2. Nazım Şekilleri ve Türleri………………………… 64 2.1.3. Vezin……………………………………………… 66 2.1.4. Redif ve Kafiye…………………………………… 67 2.2. Dil ve Muhtevȃ…………………………………………….. 72 2.2.1. Dil ve Üslûp………………………………………. 72 2.2.2. Muhtevȃ…………………………………………… 79 İKİNCİ BÖLÜM EŞ’ȂR-I ŞEMSÎ NÜSHANIN TANITIMI A. NÜSHA TAVSİFİ VE NÜSHANIN DEĞERLENDİRMESİ…………. 107 B. METNİN KURULMASINDA TAKİP EDİLEN YOL………………… 109 1. Türkçe Kelime ve Eklerin İmlȃsı…………………………………… 109 2. Farsça ve Arapça Terkȋp, Kelime ve Edatların İmlȃsı……………… 109 3. Teknik Özellikler…………………………………………………… 111 C. EŞ’ȂR-I ŞEMSÎ/METİN……………………………………………… 113 SONUÇ………………………………………………………………………… 1106 KAYNAKLAR………………………………………………………………… 1108 EK: ŞİİRLERİN TARİHLERİNİ GÖSTEREN TABLO……………………… 1118 ÖZGEÇMİŞ…………………………………………………………………… 1146 vii ÖNSÖZ “İslamiyetten sonraki Türk Edebiyatı’nda millȋ ruh ve millȋ zevki anlayabilmek için en çok tetkȋke lȃyık devir, halk lisanını ve veznini kullanmak suretiyle geniş bir kitleye hitap etmiş ve eserleri asırlarca yaşamış büyük mutasavvıflar devridir.” Bu sözler bundan tam 100 yıl önce 1918’de neşredilmiş Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar’ın müellifi olan Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü’ye aittir. Elimizdeki işte bu çalışmamız, Fuat Köprülü’nün “millȋ ruh ve millȋ zevki anlayabilmek için en çok tetkȋke lȃyık” diye bahsettiği o devrin, yani Yunus, Niyȃzȋ-i Mısrȋ gibi mutasavvıfların ve şȃirlerin izinde giden, dinȋ-tasavvufȋ edebiyatımızın son temsilcilerinden, 62 adet eserin müellifi, bir mutasavvıf şȃir Mehmet Şemseddin el-Mısrȋ’nin “Eşȃr-ı Şemsȋ” adlı dȋvȃnı ile ilgili yapılmış bir çalışmadır. Müellifin bütün eserlerinden bizi haberdar ettiği gibi, bu dȋvȃndan da haberdar eden, dȋvȃndaki şiirlerden bazılarını neşreden ve bugüne kadar müellif hakkında en fazla çalışması bulunan Prof. Dr. Mustafa Kara hocamdır. Bu vesile ile, genellikle önsözün sonunda yapılan teşekkür geleneğini bozarak, ilk teşekkür edeceğim isim olan Prof. Dr. Mustafa Kara hocama önsözün başında bir vefȃ borcu olarak şükranlarımı arzediyorum. Yine önsözün hemen başında, bu mütevȃzi çalışmamın her aşamasında yardım ve teşviklerini gördüğüm, bilgi ve tecrübelerinden her zaman istifade ettiğim tez danışmanı muhterem hocam Prof. Dr. Bilal Kemikli’ye en kalbȋ şükranlarımı ve hürmetlerimi sunuyorum. Bu çalışma, Türk edebiyat tarihi için olduğu kadar, dinȋ-tasavvufȋ edebiyat tarihimiz ve Türk tasavvuf tarihi açısından da önemi haizdir. Mehmet Şemseddin Efendi’nin en önemli eserleri arasında yer alan çalışmamıza konu Eş’ȃr-ı Şemsi adlı dȋvȃnın metin yazı çeviriminin ve incelemesinin en doğru şekilde yapılması çalışmamızın temel hedefi olmuşdur. Tezimize konu olan bu çalışma giriş ve iki ana bölümden oluşmaktadır. Çalışmamızın giriş bölümünde Mehmet Şemseddin Efendi’nin yaşadığı dönem ele alınmıştır. Müellifin eserini kaleme alırken mutlaka etkilenmiş olduğu düşünülerek, yaşadığı yüzyılın siyȃsȋ, sosyal, edebȋ ve kültürel ortamı genel hatlarıyla verilmeye çalışılmıştır. Bu yüzyılın siyȃsȋ, sosyal, edebȋ ve kültürel tarihi ile ilgili yapılan belli başlı çalışma ve yayınlar gözden geçirilerek özet bir bilgi sunulmuştur. Şüphesiz, müellifimizin yaşadığı, Tanzimat döneminin hemen ardından gelen Meşrutiyet ve Cumhuriyetin ilk yıllarını kapsayan bu dönem, bugün hala tartışılmakta, yeni araştırmalarla yeni bilgiler ortaya çıkmaya devam etmektedir. Nitekim müellifimizin yaşadığı ve bugün hala tartışılan bu kriz döneminin izlerine dȋvȃnındaki şiirlerinde de çalışmamız esnasında şahit olduk. Çalışmamızın birinci bölümünde ise Mehmet Şemseddin Efendi’nin hayatı, eserleri ve edebȋ şahsiyetine dair bilgiler sunulmuştur. Müellifin hayatına dair kendisinin yazmış olduğu ve Mustafa Kara tarafından neşredilen otobiyografisi bu konuda elimizde bulunan en güvenilir kaynak olmuştur. Hayatıyla ilgili yapılan çalışmalardan ve kaynaklarda yer alan bilgilerden de istifade edilmiştir. Eserleri yazılırken, müellifin “ȃsȃrımın esȃmȋsi” viii adıyla yazdığı ve dȋvȃnında yer alan şiirinden de istifade edilmiş ve eserleri manzum ve mensur eserler adı altında iki kategoride değerlendirilmeye çalışılmıştır. Eserlerinden görebildiklerimiz hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. Görmeye muvaffak olamadığımız eserleri hakkında ise müellifin dȋvȃnında verdiği bilgilerle yetinilmiştir. Eserleri ile ilgili yapılan çalışmalardan da istifade edilmiştir. Edebȋ şahsiyetine dȃir vermeye çalıştığımız bilgiler, şairin kendisine ait bazı manzum ve mensur eserlerinden, kaynaklarda yer alan şairle ilgili bilgilerden ve dȋvȃnından faydalanılarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Birinci bölümde ele aldığımız bir diğer konu, metin incelemesini yapmış olduğumuz “Eş’ȃr-ı Şemsȋ” ile ilgilidir. Burada, dȋvȃnın şekil özellikleri olan tertȋp şekli, nazım şekilleri ve türleri, vezin, kafiye, redif; dil ve muhtevȃ özellikleri olan dil, üslup ve muhtevȃ konuları ele alınmış ve dȋvȃn bu yönüyle ilk kez bu çalışmamızda değerlendirilmiştir. Dȋvȃnın muhtevȃ özellikleri verilirken şȃirin şiirinde dile getirdiği en önemli konular, dȋvanın ana temȃsı, daha çok şȃirin diliyle zikredilmekle yetinilmiştir. Çalışmamızın ikinci bölümünde, müellif hattı nüshadan çoğaltılan ve elimizde mevcut dȋvȃnın fotokopi nüshasından faydalanılarak nüsha tavsifi ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Bütün çabamıza rağmen dȋvȃnın orijinal nüshasını görme imkȃnı bulunamamıştır. İkinci bölümün sonunda çalışma konumuz olan dȋvȃn metninin yazı çevirisi yapılırken, Türkçe, Arapça ve Farsça kelime ve eklerin, terkȋb ve edatların imlȃsına dair takip edilen yol hakkında bilgi verilmiştir. Dȋvȃnda dikkat çeken bir diğer husus, müellifin her şiirinin sonuna, şiirini yazdığı tarihi, saat, gün, ay ve yıl olarak yazmış olmasıdır. Bu husus dȋvȃnlarda çok rastlanan bir durum değildir. Bu tarihler bazı şiirlerde hicrȋ, rumȋ olarak bazılarında ise hicrȋ, rumȋ ve milȃdȋ olarak yazılmıştır. Bu tarihler, çalışmamızın sonundaki ekte bir tablo şeklinde sunulmuştur. Bu mütevȃzȋ çalışmamızda yakın alakalarını gördüğüm, metni okuma aşamasında yardımlarına müracaat ettiğim ve benim için değerli vakitlerini ayıran kıymetli dostlarım ve hocalarım Doç. Dr. Mehmet Fatih Birgül’e, Yrd. Doç. Dr. Kenan Özçelik’e, Arş. Görevlisi Olcay Kocatürk’e, eşim Firdevs Efe’ye, metinde geçen ayetlerin numaraları konusunda yardımına başvurduğum ağabeyim Yrd. Doç. Dr. Mehmet Efe’ye, kütüphanesinden istifade ettiğim değerli büyüğüm şair İhsan Deniz ağabeye çok teşekkür ederim. Mustafa Efe Mart 2018 Bursa ix KISALTMALAR a.g.e. : Adı Geçen Eser a.g.m. : Adı Geçen Makale a.mlf. : Adı Geçen Müellif a.g.y. : Adı Geçen Yazar bkz. : Bakınız c. : Cilt çev. : Çeviren der. : Derleyen DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı h. : Hicrî haz. : Hazırlayan M. : Müellif m. : Milȃdî MEB : Milli Eğitim Bakanlığı nşr. : Neşreden s. : Sayfa ss. : Sayfa Sayısı S. : Sayı sad. : Sadeleştiren terc. : Tercüme eden vb. : Ve benzeri vr. : Varak Yay. : Yayınları x BİBLİYOGRAFYA KISALTMALARI AÜDTCFD : Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi AÜEF : Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Eş’ȃr : Mehmet Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsȋ Güftȃr : Mehmet Şemseddin Ulusoy, Güftȃr-ı Şemsȋ İA : Milli Eğitim Bakanlığı, İslam Ansiklopedisi Karpat : Kemal Karpat, Kısa Türkiye Tarihi MÜİFV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları M.Ş. : Mehmet Şemseddin Ulusoy Sefȋne-i Evliyȃ: Sefȋne-i Evliyȃ-yı Ebrȃr Şerh-i Esmȃr-ı Esrȃr TDV : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları TDK : Türk Dil Kurumu Yayınları TTK : Türk Tarih Kurumu Yayınları UÜİFD : Uludağ Üniversitesi İlȃhiyat Fakültesi Dergisi 1 GİRİŞ MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY’UN YAŞADIĞI DÖNEM Çalışmamızın konusu olan Eş’ȃr-ı Şemsî’nin müellifi Mehmet Şemseddin Ulusoy 1867-1936 yılları arasında yaşamıştır. Yaşadığı zaman dilimi Osmanlı Devleti’nin en sancılı dönemlerinden biridir. Türlü yeniliklerle ayakta kalması engellenemeyen bir imparatorluğun bakiyesi ile yeni kurulan bir ulus devletin ilk yılları. Mehmet Şemseddin Efendi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamış, her iki dönemin de sancılı ve sıkıntılı günlerine şahit olmuş bir münevverdir. Siyasî, idarî, askerî ve edebî alanlarda kadîm-cedîd tartışmalarının en uç noktalara vardığı bir kriz döneminin Mehmet Şemseddin Efendi’nin hayatına, düşüncesine ve şiirine etkisinin olması kaçınılmazdır. Bu düşünceden hareketle Mehmet Şemseddin Ulusoy’un hayatı, eserleri ve edebî şahsiyetinden önce, yaşadığı devrin siyasi ve sosyal, kültürel ve edebî tarihini kısa bir şekilde hatırlamakta fayda olacağını düşünüyoruz. Siyasî ve Sosyal Durum Müellifimiz Mehmet Şemseddin Ulusoy’un yaşadığı dönem, Osmanlı sultanları ve halifelerinden Abdülaziz (1861-1876), V. Murat (1876/3 Ay), II. Abdülhamit (1876- 1909), Mehmed Reşad (1909-1918), Mehmet Vahdeddin (1918-1922), II. Abdülmecid (1922-1924) ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sonrasında, yeni devletin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk (1923-1938) dönemlerini kapsamaktadır. Bu dönemin siyasal hareketleri; 1.Tanzimat Dönemi (1839-1876), 2. Sultan II. Abdülhamit Dönemi (1876-1908), 3. İttihad ve Terakki Dönemi (1908-1918), 4. Milli Kurtuluş Hareketi (1918-1922), 5.İnkılaplar Devri (1923-1938) şeklinde sınıflandırılmıştır.1 1 Kemal Karpat, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012, s. 46-139. 2 Bu dönem kimi tarihçilere göre bir “çöküş” dönemi, kimi tarihçilere göre bir “modernleşme”, “yenileşme”, kimilerine göre ise “batılılaşma” dönemidir. Dönemin siyasal alanda yaşanan modernleşme hareketlerinin en önemlilerinden biri şüphesiz Tanzimat’tır.2 Son araştırmalar genellikle; 3 Kasım 1839’da ilân edilen Gülhane Hatt-ı Hümâyunu ile (Tanzimat Fermanı) başlatılan dönemin ilk icraatlarının 1830 yılına kadar geri götürülebileceğini ortaya koymuştur. Ne zaman sona erdiği ise tartışmalı olup bunun için Sadrazam Âlî Paşa’nın öldüğü 1871, Midhat Paşa’nın sürgüne gönderildiği 1877, Meclis-i Meb‘ûsân’ın kapatıldığı 1878 veya Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi’nin kurulduğu 1881 gibi tarihler verilir; ancak 1878’de meclisin kapatılmasıyla dönemin sona erdiği yönünde genel bir fikir oluşmuştur.3 Tanzimat devri tarihi, kelimenin tam anlamıyla bir trajedidir. Bir toplumun kurumlarıyla, gelenekleriyle, devlet adamlarıyla kaçınılmaz bir yazgıya doğru ilerlediği, karanlığın ve gafletin yanında, fazilet ve aydınlığın ortaya çıktığı: çöküşle ilerleyişin boğuştuğu Osmanlı tarihinin en uzun asrıdır.4 Sultan Abdülmecid, saltanatının dördüncü ayında, niteliği itibariyle, daha öncekilerden çok farklı bir yenilik hareketine girişti. Hariciye Nȃzırı Mustafa Reşit Paşa 3 Kasım 1839 günü, Gülhane Meydanı’nda Padişahın bir Hatt-ı Hümayun”unu okudu. Tarihimizde Tanzimat Fermanı veya Gülhane Hatt-ı Hümayun’u denen belge budur.5 Tanzimat Fermanı bütün tebaanın can, mal, ırz ve namusunu korumayı ve mahkeme edilmeden kimsenin idam edilmeyeceğini, herkesin mülkiyet hakkına sahip olabileceğini ve bu hakkı devletin müdafaa edeceğini teyit ve taahhüt ediyordu. Bu fermanla ayrıca, vergilerin belli oranlara göre ve eşitliğe uygun olarak alınacağı ve bilhassa farklı dinlerden olanlara da eşit muamelede bulunulacağı belirtiliyordu.6 2 Tanzimat Dönemi için bkz; Tanzimat: Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu (der. Halil İnalcık - Mehmet Seyitdanlıoğlu), Ankara: Phoenix Yayınevi, 2006, s. 187-203; Cevad Eren, “Tanzimat”, İA, XI, 718-720; Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Ankara: TTK, 1997, s. 218-227. 3 Ali Akyıldız, “Tanzimat”, DİA, c. 40, İstanbul 2011, s. 1-10. 4 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Hil Yayınevi, 1987, s. 24. 5 Tanzimat Fermanı belgesi için bkz: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.V, Ankara: TTK, 1983, s. 255- 258; Reşat Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara: TTK, 1991, s. 176-180. 6 Karpat, a.g.e. , s. 46. 3 İdari örgütte bazı yenilikler yapıldı. Memleket eyaletlere, sancak, kaza, nahiye ve köylere ayrıldı. Bazı eyalet ve sancaklarda yerel meclisler kuruldu.7 Bu meclislerde, Müslüman ve Hristiyan ahali, nüfusları oranında temsil edildi.8 Dönemin bir diğer önemli gelişmesi Islahat Fermanı’nın ilanıdır. Gayri müslimlerden cizye alınmasını Tanzimat Fermanı’yla ilân edilen eşitlik ilkesine aykırı bulan Avrupa devletleri, öteden beri hükümet üzerinde ciddi bir baskı kurmuşlardı. Neticede, konuyu müzakere eden Meşveret Meclisi’nin görüşüne istinaden Sultan Abdülmecid’in 28 Mart 1855 tarihinde çıkan iradesiyle cizyenin iâne-i askeriyye adı altında tahsili kararlaştırıldı. Osmanlı Devleti ayrıca Kırım Savaşı’nın ardından toplanacak olan Paris Kongresi’nden önce Sadrazam Âlî Paşa, Hariciye Nâzırı Fuad Paşa ve Şeyhülislâm Mehmed Ârif Efendi ile İngiltere, Fransa ve Avusturya sefirlerinin de yer aldığı bir komisyon kurup Avrupa devletlerinin gayri müslim tebaaya haklar tanınması yönündeki taleplerini değerlendirdi ve 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanı ilân edildi. Burada gayri müslimlere vatandaşlık hukuku açısından Müslümanlarla tam eşitlik sağlayan önemli haklar tanındı; böylece yabancı güçlerin devletin iç işlerine müdahalesi önlenmek istendi. Yeni fermanla, Tanzimat Fermanı’yla tebaaya verilen haklar ve daha önceki dönemlerde gayri müslimlere verilen muafiyetler teyit edildiği gibi bunların yeni ihtiyaçlara uyarlanması için hükümetin kontrolünde patrikhânelerde meclislerin kurulması öngörüldü. Gayri müslim cemaatlere hükümetin izniyle mâbed, hastahane, mektep gibi kurumları tamir etme ve yenilerini yapma imkânı tanındı. Bunların işlerinin ruhbanın ve halkın temsilcilerinden oluşan karma meclislerce yönetilmesi kararlaştırıldı. Müslümanlarla gayri müslimler arasında veya her iki tarafın kendi aralarındaki davalara bakmak üzere karma mahkemelerin kurulmasına karar verildi. Bu hususlar, Tanzimat Fermanı’nın bütün tebaanın; Islahat Fermanı’nın ise bilhassa gayri müslimlerin durumunu iyileştirmeyi amaçladığını göstermektedir. Öte yandan Paris Antlaşması’nın 9. maddesinde fermanın söz konusu edilmesi devleti taahhüt altına soktuğu gibi dış müdahaleyi davete zemin hazırladı. 9 7 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Ankara: TTK, 1997, s. 222. 8 Tanzimatın bu uygulamalarının ayrıntıları için bkz: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.V, Ankara: TTK, 1983, s. 172-184; 150. Yılında Tanzimat, (Kollektif eser, Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1992. 9 Ali Akyıldız, “Tanzimat”, DİA, c. 40, İstanbul 2011, s. 1-10. 4 Tanzimat Fermanı ile Islahat Fermanı, hazırlanışları bakımından da önemli farklılık arzetmekteydi. Birincisi, dış tesirlerden çok iç dinamiklerin zorlamasıyla Osmanlı devlet adamlarınca hazırlandığı halde, ikincisi tamamen dış baskılar sonucunda yabancı temsilcilerle birlikte hazırlanmıştı. Tanzimat Fermanı devletlere tebliğ edilmekle birlikte herhangi bir taahhüde girilmemişti. Fakat Islahat Fermanı’nın Paris Antlaşması’nda özel bir madde halinde zikredilmesi devleti taahhüt altına sokmaktaydı. Bu yüzden Tanzimat Fermanı’nın mimarı sayılan Mustafa Reşid Paşa, Islahat Fermanı’nın ülkeyi tahrip etmek için Avrupa’ya verilmiş bir silâh olduğunu ileri sürüyordu. Bu tâvizleri veren Âlî ve Fuad paşaları da hainlikle itham ediyordu. Aslında Reşid Paşa da Islahat Fermanı’nı destekliyordu. Nitekim ferman hakkındaki düşüncelerini açıkladığı lâyihasında, itirazının fermanın geneline değil bazı maddelerine olduğunu belirtiyordu. Paşaya göre Müslümanların tepkisi düşünülmeden Hıristiyanlara havsalalarının alamayacağı derecede imtiyazlar verilmişti. Islahat, zaman içinde toplumda huzursuzluk yaratacak dış müdahalelere meydan verilmeden yapılması gerekirken bu önemli nokta gözden kaçırılmıştı. Reşid Paşa, eşitliğe dayalı yeni düzenlemelerin içtimaî huzursuzluklara yol açmasından ve bilhassa Anadolu ve Arabistan’da sosyal patlamalara sebep olmasından endişe ediyordu. Hükümeti muhtemel olaylara karşı bir hazırlık yapmadığı için eleştiriyordu. Ayrıca Islahat Fermanı’nın yabancı sefirlerle birlikte hazırlanmış olması ve ayrıca Paris Antlaşması’nda yer almasının Osmanlı Devleti’ni yeni siyasî sıkıntılara sokacağını ileri sürüyordu. 10 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile 1856 Islahat Fermanı’nın asıl ağırlık noktası müslim ve gayr-ı müslim teba arasında eşitliği sağlamaya yönelik hükümlerdir. Bu gelişme, o zamanki toplumda büyük bir gürültü kopardığı gibi, bugün de her görüşten tarihçiler arasında faklı yorumlara konu olmaktadır. 11 Tanzimat devrinin sonu, Sultan Abdülaziz’in saltanatı sırasındadır. Sultan Abdülaziz’in saltanatı sırasında (1861-1876) meydana gelen olaylar, Abdülmecid devrinden pek farklı değildir. Zira bu devirde de iç ve dış olaylar bir kat daha kuvvetlenerek kendini hissettirmiştir.12 Sultan Abdülaziz’in saltanat yılları, tezimize konu olan Eş’ȃr-ı Şemsî’nin müellifi Mehmet Şemsettin Efendi’nin de doğduğu yıllardır. 10 Ufuk Gülsoy, “Islahat”, DİA, c. 19, İstanbul 1999, s. 185-190. 11 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Hil Yay. , 1987, s. 74. 12 Karpat, a.g.e. , s. 55. 5 Bu yıllar içinde, 1866-1877 Osmanlı Devleti, bazı iç isyanlara rağmen herhangi bir devletle savaşa girmeyerek nispi bir sükûn içinde yaşamıştır. Bu nispi rahatlık, geniş çapta Avrupa’nın geçirdiği siyasi ve askeri bunalımların bir sonucu idi. Avrupa’da bu gelişmeler olurken Sultan Abdülaziz’in son devirlerinde Osmanlı cemiyeti içinde yeni bir hareket kendini hissettirmekte idi. “Genç Osmanlılar” adını alan bu hareket, hem Abdülaziz’in şahsi idaresine karşı geliyor; hem de devlet idaresini yeni bir teşkilata tȃbi tutmak isteyerek çok taraflı bir faaliyete öncülük ediyordu. Genç Osmanlılar, kendi ülkesinde Müslümanların ikinci sınıf vatandaş olarak görülmesine razı olmadıkları gibi, yabancı ülkelerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmalarına da karşıydılar. Bu hareketin başında İbrahim Şinasi, Ali Suavi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi çok değişik görüş ve mizaçlara sahip kimseler vardı. 1871’den sonra sadrazamları sık sık değiştiren padişah, kendi şahsi güvenliğini alabildiğine genişletme yolunu tutmuştu. Kısmen padişahın yetkilerini kısmak ve bir denetim sistemi kurabilmek için daha 1872 senesinde Mithat Paşa ve arkadaşları, bir anayasa hazırlanması hususunda fikir birliğine varmışlardı. Devletin meşruti bir idareye kavuşturulması, İslam birliğini hayata geçirecek bir siyaset takibi, Avrupa’yı körü körüne taklitten vazgeçilmesi gibi konular, Genç Osmanlılar arasında da hararetle tartışılıyordu.13 Anayasaya dayalı meşrutî bir idare kurmak isteyen ve bu yüzden Abdülaziz ile V. Murad’ı tahttan indiren Midhat Paşa ve arkadaşlarıyla anlaşan II. Abdülhamid, 31 Ağustos 1876 Perşembe günü tahta çıktı. Bu sırada devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Abdülaziz devrinde başlamış olan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına V. Murad devrinde Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti. Bu isyanları kışkırtan ve destekleyen Rusya “Şark meselesi”ni halletmek üzere fırsat kollamakta idi. Malî imkânsızlıklar yüzünden isyanlar bastırılamıyordu. Abdülaziz’in son yıllarında Mahmud Nedim Paşa’nın dış borçların ödenmesiyle ilgili kararı, Avrupa’da büyük tepkilere yol açmış ve bu yüzden yeni bir yardım alınması imkânsızlaşmıştı. Avrupa kamuoyu Osmanlı Devleti aleyhine dönmüş durumda idi.14 13 Karpat, a.g.e, s. 62-67. 14 bkz: Cevdet Küçük, “Abdülhamit (II)” DİA, c. 1, İstanbul 1988, s. 216-224. 6 Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla15, böylece 1876-1922 yıllarını kapsayan Meşrutiyet yılları16 da Osmanlı Devleti’nde başlamış oldu.17 Dönemin en önemli siyasal olaylarından biri Kanun-ı Esasi’nin ilȃnıdır. Birçok tartışmanın18 ardından 23 Aralık 1876’da Beyazıt Meydanı’nda eski ve yeni vükelȃ, ulema ve askerî ricȃl huzurunda ilȃn edilen Kanun-ı Esasi19 modern dönem siyasal tarihimizin de ilk anayasa metni olarak kayıtlara geçmiştir. Bu anayasanın getirdiği asıl yenilik, temsil fikri idi. Modernleşme hareketinin başlamasından beri halkın idareye şu veya bu şekilde katılması konusu tartışılmakta, öteden beri bilinen “şura” ve “meşveret” yolları buna örnek olarak verilmekte idi. Gayrımüslimlerin sayılarının üstünde temsil edilmelerine rağmen, tabıatıyla büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşan meclis, hükümetin icraatlarını inanılmayacak derecede sert bir şekilde eleştirerek işe başladı. Meclisin bu tutumu ve ülkenin içinde bulunduğu savaş felaketini göz önünde bulunduran II. Abdülhamid, 14 Şubat 1878 günü parlamentoyu süresiz tatil ederek tekrar eski yönetim idare tarzına döndü.20 1876’dan tahtan indirildiği 1909 yılına kadar 33 yıl Osmanlı Devletini padişah ve halife olarak idare eden Sultan II. Abdülhamid dönemi, devletin en sıkıntılı dönemlerinden biri olmuştur. Bir yanda Rusya ile mücadele edilirken, bir yanda İngiltere ve Avusturya ile, diğer yanda Balkanlarda Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan ile mücadele edilmiştir. Bu dönem büyük dış olaylar ve büyük toprak kayıpları ile geçmiştir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin ilişki kurduğu ülkeleri iki gruba ayırmak gerekir. Birinci grup, Avrupa ülkelerinden, diğer grup ise Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparak bağımsız birer devlet haline gelmiş Balkan ülkelerinden meydana gelmekte idi. Almanya’nın 15 Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkması ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.8, Ankara: TTK, 1988, s. 1-3. 16 Kemal Karpat bu devrin siyasal tarihini adlandırırken Meşrutiyet dönemi yerine II. Abdülhamit Dönemi şeklinde adlandırırken, II. Abdülhamit sonrası dönemleri de şu şekilde adlandırmıştır: II. Abdülhamit Dönemi (1876-1908), 3. İttihad ve Terakki Dönemi (1908-1918), 4.Milli Kurtuluş Hareketi (1918-1922), Şükrü Hanioğlu ise Meşrutiyet döneminin sonu olarak 1922 tarihini vermiştir. Bkz: Kemal Karpat, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012, s. 46-139; Şükrü Hanioğlu, “Meşrutiyet” DİA, İstanbul 2004, c.29, s. 388-393. 17 bkz. Şükrü Hanioğlu, “Meşrutiyet” DİA, c. 29, İstanbul 2004, s. 388-393. 18 bkz: İsmail Kara, İslamcılara göre Meşrutiyet İdaresi 1908-1914, (Doktora tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1993; Yılmaz Kızıltan, I. Meşrutiyet ve İlk Osmanlı Meclis-i Mebusanı, (Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1994. 19 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.8, Ankara 1988, s. 9. 20 Karpat, a.g.e, s.79-82. 7 büyük bir devlet olarak nüfuzunu doğuya yaymak istemesi, Osmanlı Devleti’ne Fransa ve İngiltere’ye karşı kullanabileceği yeni bir dayanak sağlamıştır. II. Abdülhamid devrinde Osmanlı toplumu tedricen bile olsa, bir takım büyük değişikliklere uğramıştır. Osmanlı toplumunu bünyesinde önemli değişiklikler meydana getiren ve derin yaralar açan hadiselerden belki en önemlilerinden birisi göçlerdir. Nüfus hareketlerinin sosyal bünyeyi değiştirebileceğinin en açık misalini 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin verdiğini söyleyebiliriz. Rus baskısına dayanamayan, geleneklerine bağlı olarak Müslüman bir hükümdardan başkasının hakimiyetini tanımak istemeyen Kırımlı Müslümanlar bu yıllarda kitleler halinde Anadolu’ya göç etmişlerdir. Kırım Göçü’nü çok daha büyük Kafkas göçleri takip etmiştir. Aynı tarihlerde Rumeli’den göçler başta Bulgaristan olmak üzere, Bosna Hersek ve Arnavutluk’tan iki milyon insan Osmanlı topraklarına göç etmiştir ve toplamda yaklaşık beş milyon insan göç etmiştir. Devlet, idaresi ve müesseseleriyle Avrupalılaşmaya çalışırken, ortaya çıkan yeni şartlar, devletin İslami karakterini daha da kuvvetlendirmiştir. Yerlerinden sökülüp atılan bu insanlar, Anadolu’yu, Türk-Osmanlı varlığının son kalesi olarak görmekte ve onu korumak için her türlü fedȃkarlığı göze almakta idiler. Din, ilk defa bu devirde Osmanlı toplumuna yön veren ideolojik bir temel haline gelmiştir. Panislamist bir siyaset takip eden Abdülhamid, bu realist politikası ile fikren seferber olan halkın, devletin ayrılmaz bir parçası haline gelmesini ve halkla devletin tek vücut olmasını kolaylaştırmıştır. Meydana gelen bu dayanışma bir taklit olmayıp zamanın siyasi şartlarına cevap verebilecek realist bir siyasi tedbir idi.21 Eş’ȃr-ı Şemsî Müellifi Mehmet Şemseddin Ulusoy’un yaşadığı devrin önemli siyasal hareketlerinden biri de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faaliyetleridir. 1908-1918 arasında etkin olan bu hareketin faaliyetlerini 1908-1909 (II. Abdülhamid’in hal’ine kadar), 1909-1913 ve 1913-1918 senelerini içine almak üzere üç kısma ayırmak mümkündür. 17 Aralık 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ve 27 Nisan 1909’da Abdülhamid’in tahtan indirilişi İttihad Terakki’nin ilk döneminde gerçekleşmiştir. 31 Mart olayını22 fırsat bilen İttihatçılar, hadiseyi siyasi çıkarları uğruna istismar etmişlerdir. İttihatçılar şeklen şeyhülislamın fetvasını da temin ettikten sonra hal’ kararını meclisçe 21 Karpat, a.g.e, s. 79-82. 22 Geniş bilgi için bkz: Faik Reşit Unat, İkinci Meşrutiyet’in İlanı ve Otuz Bir Mart Hȃdisesi, Ankara: TTK, 1960; İsmail Hami Danişmend, 31 Mart Vak’ası, İstanbul: İstanbul Kitabevi, 1961. 8 almışlardır. 27 Nisan 1909’da tahttan indirilen II. Abdülhamid’in yerine, kardeşi Sultan Abdülmecid’in oğlu V. Mehmed Reşad geçmiştir.23 İttihad ve Terakki döneminin ikinci devresi (1909-1913), V. Mehmed Reşad’ın tahta çıkmasıyla başlamıştır.24 Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki topraklarının büyük bölümü Balkan savaşları25 ile elden çıkmış, İtalya ile olan savaşta, Trablusgarb ve Bingazi de elden gitmiştir. İttihat ve Terakki’nin üçüncü evresi 1913 yılı sonlarından mütareke yılı olan 1918 yılına kadar sürmüştür. Bu devrenin büyük bir kısmı İttihatçılara yakın olan Mehmed Said Halim Paşa’nın (12 Haziran 1913-3 Şubat 1917) sadrazamlığı altında geçmiştir. Ancak gerçek iktidar İttihat ve Terakki’nin üç lideri Mehmed Talat (1874-1921), Ahmet Cemal (1872-1922) ve Harbiye Nazırı Enver (1881- 1922) paşaların elinde bulunmakta idi. Bu üçüncü devrede meydana gelen en mühim hadise Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesidir. Savaşa katılma kararı esasen İttihatçı liderlerin ve bilhassa Enver, Talat ve Said Halim paşaların eseridir.26 İttihatçılar bakımından Almanya ile varılan gizli anlaşmanın ana gayesi 1878’de Rusya’ya verilen ve 1912-1913’de Balkan Savaşları’nda kaybedilen toprakları geri almaktı. 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Almanların yanında savaşa giren Osmanlı Devleti, birçok cephede savaşmak durumunda kalmıştı. Çanakkale’de, Suriye, Filistin ve Irak Cephesinde İngilizlere, Fransızlara; Kafkas Cephesinde Rusya’ya karşı savaşan Osmanlı Orduları Çanakkale’de ve Kutu’l Amare’de önemli zaferler kazanmıştır. Bu dönemdeki askerlerin en büyük silahı, yeni filizlenmeye başlayan milli şuur içinde bağımsız bir vatanda hür olarak yaşama kararıydı. Neticede 30 Ekim 1918’de Mondros’ta imzalanan ve Osmanlı Devleti’nin yenilgisini tescil eden bir mütareke ile Birinci Dünya Savaşı fiilen sona ermiştir. İttihat ve Terakki liderleri ise kurtuluşu Almanya’ya kaçmakta bulmuşlardır. 27 Bundan sonraki döneme damgasını vuran siyasi hareket Milli Kurtuluş Hareketi olmuştur. 1918-1922 arasında yabancı işgallere karşı direniş hareketleri Anadolu’nun her 23 Karpat, a.g.e, s. 87. 24 Bu dönemde kurulan hükümetler ve göreve gelen sadrazamlar için bkz. İbnü’l-emin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, c. I-III, İstanbul: Dergȃh Yayınları, 1982; Ahmet Mehmetefendioğlu, İkinci Meşrutiyet Döneminde Osmanlı Hükümetleri ve İttihat ve Terakki, (Doktora Tezi) Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir 1996. 25 Balkan Savaşları ve yapılan anlaşmaların ayrıntısı için bkz: Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Ankara: TTK, 1997, s. 651-695. 26 Karpat, a.g.e, s. 93-94. 27 Karpat, a.g.e, s. 98. 9 tarafına yayılmış, yapılan Milli Mücadele ile kazanılan milli zaferler sonucunda 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ve ardından yapılan inkılaplarla devlet yeni bir siyasal sürece girmiştir.28 Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemini yakından tanıyan bir ȃlim-şȃir bir tekke şeyhi olarak29 böyle bir siyasal ortamda yaşamış ve eserlerini kaleme almış bir köprü şahsiyettir.30 Kültürel ve Edebî Hayat Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi’nin yaşadığı dönemin kültürel ve edebî hayatı da devletin siyasal ortamı gibi bir kriz dönemini yaşamaktadır. Osmanlı Devleti’nin Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde yaşadığı siyasal ve sosyal bunalımlar, kendini edebî ve kültürel alanda da derinden hissettirmiştir. Bu dönem siyasal hareketlere paralel Osmanlı düşünce hayatını, kendilerini ilmi çalışmalara, felsefeye ve fikir meselelerine adamış şahsiyetler değil, daha çok edebiyatçılar sürdürmüştür. On dokuzuncu yüzyılın ortalarından başlayarak değişik yazarların kaleminden Avrupalılaşmak, modernleşmek, muasırlaşmak, batılılaşmak gibi adlar altında toplanabilecek olan düşünce hareketleri, devrin yazarlarının, pek de bilinçli olmayarak, Batı düşünce akımları içinden yerli basına aksettirebildikleri fikirlerden ibarettir.31 Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi’nin yaşadığı devrin bir öncesi olan Tanzimat hakkında düşüncesini şu cümle ile özetler: “İmparatorluk, asırlar içinde yaşadığı bir medeniyet dairesinden çıkarak, mücadele halinde olduğu başka bir medeniyetin dairesine girdiğini ilan ediyor, onun değerlerini açıkça kabul ediyordu”.32 Siyasi, askeri ve toplumsal alanda yaşanan modernleşme hareketleri ve hızlı değişiklikler edebiyat ve özellikle şiir alanında o kadar hızlı olmamıştır. Bununla birlikte yeni şiir, eski şiirden tamamıyla kopmuş değildi. Dil, vezin ve nazım şekilleri büyük 28 Geniş bilgi için bkz: Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1974; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Ankara: TTK, 1952. 29 Mustafa Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, İstanbul: Dergȃh Yayınları, 2010 s. 294-310. 30 Can Ulusoy’un konu ile ilgili “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Bir Köprü Şahsiyet: Mehmet Şemseddin Ulusoy” başlıklı makalesi için bkz: Mustafa Kara, Saklı Tarihin Muhafızı: Şemseddin Ulusoy, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2016, s. 61-71. 31 Orhan Okay, Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2005, s. 15. 32 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 2003, s. 64. 10 ölçüde aynı idi.33 Yine A. Hamdi Tanpınar’ın ifadesi ile; “Eski, yürüyen hayat karşısında son sözünü söylemesine rağmen, cemiyetin içinde, ruhlarda bütün unsurları ile çok derin surette hakimdi. Bütün hayat onunla dolu idi”34 19. yüzyılda divan şairlerinin yetişmesinde iki önemli çevrenin büyük katkısı olmuştur. Bunlardan birincisi devlet dairelerinin kalemleridir. Dönemin pek çok şairi meslek hayatına kâtiplikle atılmış, mahlaslarını girdikleri dairenin başkanından yahut bir büyüğünden almışlardır. Diğer önemli çevre ise tarikat çevreleridir. 35 Tanzimat devri edebiyat sahasındaki ortaya çıkan edebiyat ekolleri/toplulukları, edebiyat tarihçileri tarafından genellikle, Tanzimat’ın ilk dönem eserleri, Servet-i Fünun, Edebiyat-ı Cedîde, şeklinde tasnif edilmiştir. Cumhuriyet döneminin ilk edebiyat tarihi olan İsmail Habib Sevük’ün Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi 36(1924) devirlerin tasnifini yaparken; yenileşmenin hazırlık safhası olarak Akif Paşa, Pertev Paşa, Şinasi ve Ziya Paşa’yı bir grup telakki ederken, yenileşme safhası adını verdiği Namık Kemal, Ekrem, Hamid ve Sezai’yi ayrı bir grup olarak inceler. “Eski Zevkin devamı” başlığıyla da “Encümen-i Şuara” şairlerini ve Muallim Naci’yi ele alır. Bütün bu dönem hakkında Tanzimat Edebiyatı adını telaffuz eden ilk edebiyat tarihi de budur. Tanpınar, hiçbir devirde edebî hadisenin bu yıllar37 arasında olduğu kadar içtimaî bir karakter taşımadığını belirtir.38 Encümen-i Şuara39 bu devrin önemli bir edebî muhiti olarak görülmektedir. 1861’de başlayıp 1862’de dağılan, A. Hamdi Tanpınar’ın 16. yüzyıl Paris'indeki "Le Pleiade" grubunun edebî zihniyetine benzer bir temele oturduğunu söyleyerek: "eski 33 İsmail Ünver, “XIX. Yüzyıl Divan Şiiri”, AÜDTCFD, c.XXXII, S.1-2, Ankara 1988, s. 131. 34 Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 38. 35 İsmail Ünver, a.g.e. , s. 132. 36 Orhan Okay, a.g.e. , s. 211; Aynı sayfada yer alan dipnotta Orhan Okay şu bilgiye de yer vermektedir: “Tanzimat Edebiyatı teriminin isabetli olmadığını öne süren Ömer Faruk Akün, terimin en eski kullanılışının 1917’de Fuat Köprülü’nün bir yazısında olduğunu, ilk defa da İsmail Habib Sevük’ün kalemiyle edebiyat tarihine girdiğini söyler. “Tanzimat Edebiyatı Sözü Ne Dereceye Kadar Doğrudur?”, Kubbealtı Akademisi Mecmuası, c. V, S. 4, Nisan 1977, s. 6.” 37 Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. IX; Ne zaman başlayıp ne zaman bittiği konusunda farklı görüşlerin olduğu Tanzimat Edebiyatını Tanpınar, “Garptan yapılmış ilk tercüme eserlerin başladığı 1859 yılıyla ‘Makber’in çıktığı 1885 yılı” arası olarak görür. 38 Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. IX. 39 Geniş bilgi için bkz. Metin Kayahan Özgül, XIX. Asrın Özel bir Edebiyat Mahfili Olarak Encümen-i Şuara, (Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1988. 11 şiirimizin son pleiadı"40 ifadesi ile tanımladığı Encümen-i Şuara’ya katılan şairler41 arasında şu isimler yer almakta idi: Encümen-i Şuara'nın reisi Leskofçalı Galip Bey (ö. 1867), toplantılara ev sahipliği yapan Hersekli Ârif Hikmet Bey (ö. 1903), Mehmet Lebib Efendi (ö. 1867), Mustafa İzzet Efendi (ö.1876), Nakşibendi Şeyhi Osman Nurettin Şems Efendi (ö. 1893), Koniçeli Musa Kâzım Bey (ö. 1889), Üsküdarlı İbrahim Hakkı Bey (ö. 1895), Manastırlı Hoca Salih Nailî Efendi (ö. 1876), Manastırlı Salih Fâik Bey (ö. 1900), Ziya Bey (ö. 1880), İbrahim Hâlet Bey (ö. 1878), Recaizade Mehmed Celal Bey (ö. 1882), Mehmet Memduh Fâik Bey (ö. 1925), Niğdeli Deli Hikmet Bey, Namık Kemal Bey (ö. 1888), Mustafa Refik Bey (ö. 1865).42 “Encümen-i Şuarâ, genel kanaatlerin aksine, büyük ölçüde ve tam anlamıyla şiirde eskiye dönüşü temsil etmez. Klasik nazım şekillerine, nazîreciliğe, mazmun sistemine bağlanmaları, onları tamamıyla eski şiirin devamı gibi göstermeye yeterli değildir. Divan şiirinin ince bir estetik özelliği gösteren Sebk-i Hindî yolunu benimsemiş olmaları, en azından onların bu gelenekte bile farklı bir hedefe yöneldiklerini düşündürür. Bu sebeple takip ettikleri nazîre tarzında da Nef‘î, Nâilî ve Fehîm-i Kadîm gibi şairlerin şiirlerine yönelmişler veya meclislerinde onları okumayı tavsiye etmişlerdir. Bunun dışında onları eskilerden ayıran bazı özellikler de dikkati çeker. Aralarında divan şiirini bazı yönleriyle tenkit hatta tahkir edenler, eski şiire “nevzemin” bir yol açmaya çalışanlar, hece veznini, halk şiiri tarzını ve sade Türkçe’yi benimseyenler, şiirlerine gelenekte olmadığı şekilde başlık koyanlar, yeni temalar arayanlar, özellikle siyasî-içtimaî konularla ilişkisi olan kavramları, hatta Fransızca birtakım kelimeleri kullananlar bile vardır. Bu bakımdan encümenin, daha sonra yenileşme dönemi edebiyatının öncüleri arasında yer alacak neslin edebî görüşlerini belli ölçüde de olsa etkilediği söylenebilir. Edebiyat tarihlerinin hemen hepsinde Encümen-i Şuarâ’nın eski şiirin son temsilcisi olduğu hükmü yer alır. Son devir edebiyatçılarından Rıza Tevfik, Tanzimat’la birlikte şiir ve edebiyat dahil hemen her alanda Batılılaşma’nın başladığı bir dönemde Encümen-i Şuarâ mensuplarının eski şiiri 40 Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 26. 41 Bu şairlerin divanları ile ilgili yapılmış bazı tezler; Ahmet Hamit Yıldız, Leskofçalı Galip Divanı, (Yüksek Lisans Tezi), Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2003; H. Ali Şahin, Hersekli Arif Hikmet Bey Divanı, (Yüksek Lisans Tezi), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994; Yusuf Yıldırım, Osman Şems Efendi, Hayatı, Eserleri ve Divanı, (Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2013. 42 Metin Kayahan Özgül, a.g.e. , s. 77-78. 12 yeniden canlandırma gayretlerini boş bir çaba olarak değerlendirirken Ahmet Hamdi Tanpınar da topluluğu eski şiirin son seçkin zümresi olarak görür.” 43 Bu devrin önemli bir diğer edebi muhiti Fecr-i Ȃti’dir. Servet-i Fünun dergisinin 1901’de kapatılmasından sonra edebiyat topluluğu da dağılır. Bu tarihten Meşrutiyet’in ilanına kadar geçen 7-8 yıl içinde yalnız edebiyat ve fikir alanında değil genel olarak her türlü yayın hayatında da hissedilir bir düşüş vardır. Bu durumun ortaya çıkmasında, daha sıkı tutulan sansürün rolü kadar yazarların üzerinde hissettikleri psikolojik baskı ve korkunun da tesiri olmalıdır. İkinci Meşrutiyet’le beraber tarihin en hür devresini yaşayan Türk toplumunda da, basında da alabildiğine serbest bir devre açılır. Tanzimat’ın ilk dönemlerinden sonra edebiyat ikinci defa, bu sefer daha güçlü olarak ve çoğunlukla seviyesiz bir politik-sosyal konular hücumuna maruz kalır. Edebiyat, hemen bütünüyle bir sanat olmaktan çıkıp aktüel politikanın bir arenası haline gelir. Bu krizden sanat namına endişe duyan bazı genç yazarlar, 1909 başlarında bir araya gelerek Servet-i Fünun dergisinde yayımladıkları bir beyanname ile, teşkil ettikleri topluluğun adını “Fecr-i Ȃti” olarak ilan ederler. Yeni ve biraz daha Batı’ya yakın, bununla beraber milli gelişmeye hizmet edecek bu topluluğun en önemli prensibi “sanatın şahsî ve muhterem olması”dır. Beyannamede önemli imzalardan başlıcaları: Ahmet Haşim, Hamdullah Suphi, Köprülüzade Fuad, Yakup Kadri, Celal Sahir Erozan, Ali Canip Yöntem, Refik Halit Karay gibi isimlerdir. 44 İkinci Meşrutiyet’ten sonra yakın yıllara kadar adından bahsedilen, fakat belli bir beyannamesi olmadığından sınırları ve mensupları münakaşa konusu olan bir akım da Milli Edebiyat olmuştur. Milli Edebiyat, özellikle 1910-1913 yılları arasında fikrî ve edebî faaliyetlerin önemli odak noktalarından biridir.45 Milli Edebiyat, Meşrutiyet’ten sonra benimsenen İstanbul Türkçesiyle, yerli konu ve tiplerin işlenmesini, özellikle estetik değerlerin de ihmal edilmemesini esas alan bir edebiyat akımı olmuştur. Aynı yıllarda ortaya çıkan Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık hatta çok aykırı görünen Nev- Yunanilik gibi akımların, belki daha doğrusu bunların mensuplarının tarihi ve siyasi şartların zorlamasıyla geldikleri bir muhassala (bileşke) çizgisidir. Bu dönemde 43 DiA, “Encümeni Şuara”, c. 11, İstanbul 1995, s. 180-181. 44 Orhan Okay, a.g.e. , s. 55-56. 45 Geniş bilgi için bkz: Hayriye Kabadayı, 1908-1923 Yılları Arası Türk Şiiri ve Şiir Teorisi, (Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1994. 13 dağılmakta olan devleti İslam ideali etrafında toplamak isteyen İslamcı görüşün şiirdeki temsilcisi Mehmet Akif iken, Türkçülüğün Ziya Gökalp ve Mehmet Emin; Meşrutiyet’ten sonra değişen fikirleri ile Tevfik Fikret’in batıcılığı ve 1912’de Fransa’dan dönen Yahya Kemal’in Yakup Kadri ile beraber tasavvur ettikleri “asri Türklerin artık Ortaasya veya Osmanlı Türkleri değil, diğer komşuları ile beraber bir Akdeniz havzası medeniyeti çocukları olduğu” felsefesinin mahsülü görüştür.46 Bütün bu akımlar 1908-1922 yılları arasında vuku bulan ve devleti inkıraza götüren, sonuçta yeni bir rejimi zorunlu kılan Balkan, I. Dünya ve İstiklal Savaşlarıyla birbirine yaklaşmıştı. Milli Mücadele’nin gayesi, bu savaşın sonunda elde kalan toprak parçası yeni bir vatan ve millet anlayışını zorluyordu. İşte Meşrutiyet yıllarından sonra başlayan Milli Edebiyat akımının milli oluşunun böyle bir anlayıştan doğduğunu söyleyebiliriz. 47 Bu devirde yaşayan, şairlikleri ve edebî sahadaki günümüze kadar intikal eden kıymetli araştırmaları ile de bilinen şu isimlerin de zikredilmesi dönemin kültürel ve edebî muhitlerinin tanınması açısından önemlidir. İbnülemin Mahmut Kemal İnal48, Hüseyin Vassȃf Efendi49, Emrî Murad50, Tahirül Mevlevi51, Ali Emiri52. Müellifimiz Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi’nin, bu isimlerden İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Hüseyin Vassaf ve Murat Emri ile çok yakın dostlukları olduğu da bilinmektedir. 46 Orhan Okay, a.g.e., s. 56-57. 47 Orhan Okay, a.g.e. , s. 56-57. 48 Muhittin Öztürk, İbnü’l-emin Mahmut Kemal İnal, Hayatı ve Eserleri, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1996. 49 İsmail Kasap, Hüseyin Vassȃf ve Divanı, (Yüksek Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1996. 50 İbrahim İmran Öztahtalı, Bursalı Emrî Murad Efendi ve Divanı, Bursa: Yıldırım Belediyesi Yayınları, 2017. 51 Zülfikar Güngör, Tȃhirü’l Mevlevî, (Tahir Olgun) Hayatı, Eserleri ve Dinî Edebiyat İle İlgili Şiirleri, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1994 52 Sefer Serin, Ali Emirî Divanı, (Yüksek Lisans Tezi), Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. 14 BİRİNCİ BÖLÜM MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY’UN HAYATI, ESERLERİ, EDEBÎ ŞAHSİYETİ VE EŞ’ȂR-I ŞEMSÎ 1. MEHMET ŞEMSEDDİN ULUSOY’UN HAYATI, ESERLERİ VE EDEBÎ ŞAHSİYETİ 1.1. Hayatı Mehmet Şemseddin Ulusoy Efendi’nin hayatı ve eserlerine dair bugüne kadar epeyce kitap ve makale neşredilmiştir.53 Mehmet Şemseddin Ulusoy Efendi’nin hayatına dair vereceğimiz bilgiler bu makalelerde yazılanın bir tekrarından öteye geçmeyecektir. Zaten müellif, hayatını bir otobiyografi olarak kaleme almıştır. Bursa Mısrî Dergȃhı’nın tarihçesini kaleme aldığı “Gülzȃr-ı Mısrî”54 adlı eserinin sonunda yer alan müellifin otobiyografisi Mustafa Kara tarafından neşredilmiştir.55 Mehmed Şemseddîn Efendi, 26 Şabân 1283/ 3 Kânûn-ı Sâni 1867 (3 Ocak 1867) tarihinde Bursa'da doğmuştur. Doğumu için müellif şu tarihi yazmıştır. “Velȃdet tȃrihim Şemsȋ ne hoş ni’me’t-tesȃdüfdür 53 Mehmet Şemseddin Efendi’nin hayatı hakkında neşredilmiş kitap ve makaleler: Hüseyin Vasaf, Sefîne-i Evliyȃ, nşr: Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, c. 5, İstanbul: Kitabevi Yay., 2006, s. 103-120; İbnü’l-emin Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, c. IV, İstanbul: Dergȃh Yay., s. 1807; Mustafa Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, İstanbul: Dergȃh Yay., 2005, s. 294-310; a.g.y., Buhara, Bursa, Bosna, İstanbul: Dergȃh Yay., 2012, s. 485-510; a.g.y.“Şemseddin Ulusoy, Saklı Tarihin Muhafızı” Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay. 2016; Tâhirü’l-mevlevî, “Şemseddin Efendi’nin İrtihali ve Tarihi”, Mahfil, II, İstanbul 1340, s. 108; Hikmet Turan Dağlıoğlu, “M. Şemseddin Ulusoy”, Ülkü, IX/53, Ankara 1937, s. 385; Rıza Ruşen Yücer, “Mehmed Şemseddin Ulusoy”, Türkün, S. 9, Bursa 1937, s. 38-41; Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Bursa Müverrihlerinden Mehmed Şemseddin’in Hayatı ve Eserleri”, Uludağ, S. 34, Bursa 1941, s. 34; Kâzım Baykal, “Bursa Hakkında Etütler”, S. 80, Bursa 1946, s. 25-32; Raif Kaplanoğlu, “Mısrî Dergâhı Son Şeyhi Mehmet Şemsettin Ulusoy’un Kitapları, Hâkisâr-ı Şemsî”, Bursa Araştırmaları, S. 2, Bursa 2003, s. 56-57; Yusuf Kabakçı, “Bursalı Mutasavvıf Tarihçi Mehmed Şemseddin Efendi ve Seyahatnamesi Dildâr-ı Şemsî”, UÜİFD, XVII/1 Bursa 2008, s. 263-282; Mustafa Tatçı-Mehmet Cemal Öztürk, “Ulusoy, Mehmet Şemsettin” DİA, c.42, İstanbul 2012, s. 135-136. 54 Mehmet Şemseddin Ulusoy’un bu eseri Mustafa Kara Özel Kütüphanesindedir. 55 Mustafa Kara “Bursalı Bir Tarihçi; Mehmet Şemsettin Ulusoy Efendi”, UÜİFD, III, Bursa 1991, s. 99- 105; a.g.y., Bursalı Bir Mutasavvıf Tarihçi: “Mehmet Şemsettin (Ulusoy) Efendi’nin Otobiyografisi”, Dervişin Hayatı Sûfi’nin Kelȃmı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2012, s. 510-515. 15 Gelürken ȃleme rûhum, muhibb-i Ȃl-i Beyt geldi”56 (Hicri, 1283) Niyâzî-i Mısrî silsilesinden Mehmed Sahfî Efendi'nin sülalesine mensup Mısrî Zâviyesi Şeyhi İsmâil Nazîf Efendi (ö. 1888)'nin oğludur. İsmâil Efendi, Bursa Emlâk Kalemi memûrlarındandır. Bursa'dan sonra Aydın; İzmir, Milas, Köşk, Sultanhisar gibi beldelerde üç buçuk sene çalıştıktan sonra tekrar memleketine dönmüş (M. 1877) ve Muhacir Komisyonu'yla Karacabey vergi dairesinde memuriyet yapmıştır. Mehmed Şemseddîn Efendi'nin annesi ise, Fatıma Hanımdır. Müellif, soy ağacını/künyesini Dîvân'ına yazdığı dibâce sonunda şöyle vermektedir: "El-Fakîr Mehmed Şemseddîn el-Mısrî ibnü'ş-Şeyh İsmâîl Nazîf ibnü'ş-Şeyh Ahmed Şemseddîn ibnü'ş-Şeyh Mehmed Zeyne'l-âbidîn ibnü'ş-Şeyh Ahmed Nu'mânî ibnü'ş-Şeyh Alî ibnü'ş-Şeyh es-Seyyid el-Hâc Mehmed Sahfi'l-Halvetî el-Kâdiri's-Sa'dî 'an-Hulefâ-i Hazret-i Pîr Muhammedü'l-Mısri't-Tebârî kaddesa’llâhu sirruhu'l-'âlî." Şemseddîn Efendi, babası İsmâil Efendi'nin memuriyetleri vesilesiyle ilk tahsilini Aydın, İzmir ve Bursa'da yaptı. Babasından özel dersler aldı. Vergi ve nüfus dairelerinde, yabancı komisyonluğunda vazifelerde bulundu. Babasının vefatından sonra -şimdi yerinde PTT bulunan- Bursa Niyazî-i Mısrî Tekkesi’ne şeyh oldu. Bu sıralarda Pınarbaşı İzzeddin Câmii’nde elli sene kadar hatiplik yaptı. Durmadan bilgisini arttırdı. Şeyh Vahyî Efendi'den akâid ve tasavvuf okudu. Fen ilimlerinde ve tarih sahasında kendisini yetiştirdi. Meşrutiyetten sonra 7 Nisan 1327/ 20 Nisan 1911'de teşkil olunan Tarih Encümeni'ne azâ ve Bursa şubesinin idâreciliğine tayin oldu . Yine, Meşâyıh Meclisinde, Donanma Cemiyeti'nde, Cihat Komisyonu'nda azâlıklarda bulundu. Bursa Kütüphânesi'nde tasnif çalışmaları yaptı. 1927'de, Kütüphane teftiş ve tetkik memuru oldu. Bursa Halkevi'nin kuruluşundan sonra tarih, dil ve edebiyat şubesi şefliğinde bulundu. Bu arada pek çok eser kaleme aldı. Mehmed Şemseddîn Efendi kendi hayatını, mensubu olduğu Halvetî/Mısrî tarîkatinin Pîri Niyâzî-i Mısrî'yi ve onun silsilesini anlattığı Gülzâr-ı Mısrî adlı eserinde geniş olarak yazmıştır . Bu eserinde o, doğumundan çalışma hayatına kadar yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: 56 Mehmet Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsȋ, 434/725. 16 "Nâmıku'l-hurûf bu abd-i âciz ise yukarlarda yazıldığı vechile seksen üç (1283) tarihinde tevellüd idüp mahallemiz bulunan Şeker Hoca Mektebi’ne dört-beş yaşında devam ve seksen dokuz (1289) tarihinde pederimle Aydın vilâyeti dahilinde buIunarak yedi-sekiz yaşında iken hatm-i Kur'ân'a muvaffak olup doksan (1290) tarihinde Köşk, Sultanhisar, Atça kaza ve nevahîlerinde bulunduktan sonra doksan ikide (1292) İzmir'e gelmiş ve orada Sultaniye mektebine devam ve bilahare Bursa'ya avdetle Rüşdiye mektebine giderek pederimin Mihalıç vergi ve nüfus memuriyetine tayininden dolayı birlikte gidilmiş ve ora Rüşdiyesinden doksan yedi (1297) tarihinde birincilik ile şehâdetnâme ahzine muvaffak olunmuşdu. Doksan dokuzda (1299) Bursa'da, Dergâh'ın mesdûd olmasına mebni gelerek küşâd ve icrâ-yı usûl-i tarîkatına pederim tarafindan mübâşeret olunmağla Fakîr de, kendilerinden Kırâat ve Akâid okuyarak biraz mâlûmat kesb etmeğe gayret eyledim. Evvelce vergi ve arazi ve istinafâ mülâzemetle devam ve bilâhare nüfûs idâresine girerek iki sene kadar yabancı komisyonunda kitâbet vazifesini ifâ eyledim. Pederimin irtihalinden sonra Münzevî Dergâhı postnişîni Vahyî Efendi'den Akâid ve Tasavvuf okuyarak boş vakit bulundukça fünûna müteallik Hikmet, Hey'et gibi şeylerle de meşgû1 oldum. Tarîkat-i aliyyenin usûl ve furû'unu Yâdigâr-i Şemsî'de Harfu'l-elifde Atinalı Ali Rıza Efendi Dergâhı faslında terceme-i hâli yazılan eş-Şeyh Mustafa Lütfullah Efendi'den ikmâle muvaffak oldum. İbtidâ-yı intisâbdan ikmâl-i esmâya kadar olan müddeti ber vech-i zîr yazıyorum: 1-18 Şabân 1305 yevm-i pazar 1. ism-i şerîf ile bazı virdin telkîni, 2-23 Receb 1306 pazartesi 2. ism-i şerîf ile bazı virdin telkîni, 3-3 Zilkade 1306 pazartesi 3. ism-i şerîf ile furûun telkîni, 4-19 Rabiülahir 1308 salı 4. ism-i şerîf ile furûun telkîni, 5-24 Cemaziyelevvel 1310 çarşanba 5. ism-i şerîf ile furûun telkîni, 6-1 Receb 1310 perşembe. Libâs-ı tâc ve hırka idülüp akşamı leyle-i regâibinde cemiyet-i iclâs icrâsı, 7-23 Rabiü'l-evvel 1318 cuma 6. ism-i şerîf ile bazı furûât-ı esmâ telkîni, 8-5 Cemâziye'l-âhir 1318, cumartesi 7. ism-i şerîf ile furûât telkîni. 17 Receb 1310 tarihinde leyle-i regâibde umûm meşâyih ve dervîşân davet olunup ba'del-it'âm yatsı namazından sonra cemâat-ı kübrâ ile âcizâne liyâkat ve haddim olmadığı halde mahza Cenâb-ı Pîr-i destgîr efendimizin himem-i âli ve feyz-i sâmileri sâyesinde, o makâm-ı aliyyeye iclâsım vukû bulmuştur. Bundan sonra da ikmâl-i sülûk gayretle 5 cemâziyelâhir 1318 tarihinde tekmîl-i esmâ idülüp furûat ve esmâ tebdîlat ve tasarrufat ve sırr-ı hilâfet telkin idilmişdir ki, cümlesi on iki seneye karîb bir müddetle itmâmı müyesser olmuştur. Maamafih, Azîz'im o esnâda cânib-i Hicâz'a azîmete niyet etmekle "belki ömrüm vefâ itmez" diyerek noksan bırakmak istememişler idi. Filhakika avdetlerinden sonra da vakitleri müsait olmayıp rahatsızlıkları husule gelmiş 8 Şabân 1321 tarihinde irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemişlerdir. Pederimin hayatında 9 Şaban 1303/1 Mayıs 1302 (14 Mayıs 1886) tarihinde Fındıkzâde Râşid Ağa'nın kerîmesi Feride ile izdivâç itmiş isem de imtizâç hâsıl olamadığından 3 Rabiu'l-evvel 1306 (7 Kasım 1888) tarihinde tatlîk idilmiş bir hayli zahmetler çekilmişdi. 27 Zilhicce 1304 tarihinde Dersaadet'te Etyemez Dergâhı Şeyhi Ferid Efendi'nin hulefâsından olup 1 Receb 1305 tarihinde irtihal ile Sadî dergâh-ı şerîfinde defnolunan Şeyh Neş'et Efendi'nin kerîmesi Sadberk Hanımla izdivâç edilmiştir. Mümaileyhadan 22 Receb 1306 tarihinde mahdûmum Mehmet Tacüddin; 27 Ramazan 1309 tarihinde diğeri Mehmet Zeynelabidîn; 27 Ramazan 1315 tarihinde diğeri Mehmet Ali Efdalüddin âlem-i dünyaya gelmişlerdir. Tacüddin, fatin ve zeki bir çocuk olup bununla beraber zayıf ve nahif olmakla her hastalığa mârûz kalır idi. Akibet 4 Cemaziye'l- evve1 1314 tarihinde pazartesi gicesi vedâ-ı âlem-i fâni eylemiş dergâhın hazîresinde ceddinin karîbine defnolunmuştur. Mehmet Ali Efdalüddîn'in tevellüdünde vâlidesi rahatsız olmağla otuz iki gün sonra Zilhicce 1315 tarihinde perşembe günü vefat idüp dergâhın kabristanına defn ve Tacüddin'e karîn olmuştur. Efdalüddin ise o vakit Bursa'da bulunan büyük halamız Kâtibe Hanım ve kerîmesi Sırriye Hanım taraflarından çocuğun idâresi temin idilmiş iken hakkında vukûa gelen güft u gûdan müteessir olarak 19 Safer 1316 tarihinde irtihâl itmiş bi't-tab sütanaya verilmişdi. 16 Şaban 1316 tarihinde Cuma günü o da vefat etmekle vâlidesinin yanına defnolunmuştur. Beni de ateş-i iftirâklarına yakmıştır. Rabbim bir daha göstermesin. Olvakit şu tarihi kemâl-i teessürle söylemişdim: 18 Sad-dirîg u hayf elden gitdi Tâcüddîn'üm âh Sîne-i sad-pârem oldu fürkat ile âteş-gâh Yanmayam yâ neyleyem derdine sabr itmez gönül Her cefâdan başka gösterdi bana baht-ı siyâh Geldigi günden ben bu dehre çekdi çok cefâ Heşt sâle geldiğinde Adn'e oldu rû-be-râh Görmedi bir rûy-ı râhat olmadı hîç kâm-yâb Ol gül-i nev-resteye hâr-ı ecel kıldı (itdi) tebâh Ehl-i Beyt’e âşık idi hasta iken vird idüp Hak Muhammed'le Alî Pîrim diyü ol bî-günâh Akl u fikri tâm olup ahlâkı ahsendi anun Rûhı gâlib olmuş idi cismine bî-iştibâh İtmedün gaddâr felek göz yaşuma şefkat u rahm Nâr-ı hasretle dil-i bî-çâremi kıldı siyâh Dehre geldikden beri şâd itmedün zâlim felek Bahr-ı gamda gark idüp kaddimi itdün sen kütâh Ateş-i âh u enînim çıkdı eflâke müdâm Yandı herkes hasret ile hem dahi şems ile mâh Ne gelir elden aceb olmuş mı hiç kimse halâs Ecr ile sabrını ihsân eylesin Rabb-i ilâh Bir dahi göstermesün Rabb'im bana ehibbâma Eylesin ma'sûmumı şâfi' bize ol pâdişâh 19 İki çeşmüm yaş ile târîhin yazdım Şemsî Kumrı-veş uçdı cinâna vâh Tâceddîn vâh 1312+2= H. 1314 Ortanca mahdûmum Zeynelâbidîn mektebe devamla 28 Receb 1327 tarihinde Câmi-i Kebîr imâmı Hafız Es'ad Efendi'den hıfz-ı kırâata muvaffak olmuş ve bu cumanın akşamı da İsmâil Hakkı Dergâh-ı Şerîfi'ne vekâlet-i âcizânem münasebetiyle şeyh-i sâbık Fâik Efendi kerîmesi Hafız Şâziye Hanımla velimesi icrâ idilmiştir. 8 Muharrem 1330 tarihinde cuma günü Hüseyin Necmüddîn ismiyle bir oğlum dünyaya gelmişdir. Zevcemin irtihâlinden sonra 1 Receb 1317 tarihinde Sofya muhacirlerinden Mustafa Efendi'nin kerîmesi Basiret Hanımla tezevvüc idüp 4 Rabiulahir 1318 tarihinde kerîmem Fatma Lemeân tevellüd itmiş 16 Zilhicce 1319 tarihinde adem-i imtizacla iftirâk vukû bulmagla yedi-sekiz sene kadar nafaka virmege mecbur olmuşdum. 25 Rabiulahir 1320 tarihide mahallemiz ahalisinden ve pek uzak akrabamızdan Arpacızâde Hacı İsmâil Efendi'nin mahdûmu Hasan Bey'in kerimesi Fatma Hanımla izdivâç idüp mumaileyhadan 26 Cemaziyelâhir 1321 tarihinde cuma sabahı kerimem Hadice Tabân, 25 Muharrem 1324 tarihinde salı günü mahdûmum Mehmet Fehâmüddîn, 10 Rabiulevvel 1329 tarihinde pazartesi günü kerimem Emîne Dırahşan, âlem-i vücûda gelmişlerdir. Dergâh'ın cüz'i olan vâridâtı mesârifi idâre itmediğinden Dergâh-ı Şerîf'in uhdeme tevcîhinden sonra nüfûs idâresini de terk eyledigimden muvakkat suretle Bursa Duyûn-ı Umumiyye'sine müzâyede kitâbetiyle giderek senede bir kaç ay istihdâmla Dergâh'ın tamir ve termîmine ve bazı mesârifine alınan maaşdan sarf itmiş isem de, tarihden beş sene evvel onu da terk iderek bazı asar vücûda getirmege gayret idilmişdir. Yukarlarda bilmünasebe yazdığım vechile büyük amucamızın ceddime; oğullarının, pederime karşı muamelâtıyla bütün bütün Tekye'den çıkarmak arzusundalar iken, bu abd-i âcize Dergâh-ı Şerîf 22 Rabiu'l-evvel 1307 tarihinde Dersaadet Meclis-i Meşayıhı'nda bi'l-imtihân müstakillen tevcîh olunmuş, lutf-ı Pîre istinâdla âyin-i tarîkat-ı aliyyeyi icrâya ve Dergâh-ı Şerîf'in şerefini ve mamuriyetini muhafazaya çalışmakda olup 6 Cemaziye'l-âhir 1315 tarihinde salı günü Dergâh-ı Şerîf'in tamiri esnasında matbahın münhedim olmasıyla birlikte sukût idüp bir hayli müddet zahmetini çekdim. 11 20 Muharrem 1324 tarihinde Mecidiyye Caddesi'nin küşâdı münasebetiyle harem tarafından iki yüz yirmi üç metre mahall-i tarîka kalb olunup iki sene müddet epeyce meşakkat çekerek harem dairesinin kısmen inşâsına ve selâmlık dairesine üç oda ilâvesine muvaffak olup caddeye nazır olan binanın altına yedi aded dükkân bina idülüp gerçi çarşu gibi irâd hâsıl olmadı ise de, Dergâh'ın mesârifine cüz'i medar olacağı cihetle faideden hali kalmamışdır. 14 Muharrem 1302 tarihinde pederimin kasr-ı yedinden Serpınar Mahallesi'nde kâin İzzeddin Bey Câmi-i Şerîfinin hitâbet ciheti, uhde-i fakîrâneme tevcîh olunmuş ye pederimin irtihâlinden ve Dergâh'ın tevcîhinden sonra Câmi-i Kebîr devirhânlığı birâderlerimin adem-i kabûlünden nâşi uhdeme tevcîh olunduğu gibi pederimin vefatından sonra ibtilâta mârûz kaldığımdan, bîkesliğin ne demek olduğunu anladığımdan, bîkes kalanlara, muhtâc-ı muâvenet olanlara hizmet itmegi kendüme vazife bildiğimden ekser tekȃyâda resmi ve gayr-ı resmi vekâlette bulunarak çocukların iktidâr kesb idinceye kadar muâvenette bulundum. El-yevm İsmâil Hakkı Hazretleri'nin Dergâh-ı Şerîf'i umûr-ı idâresine nezâret ve icrâ-yı âyin-i tarîkat itmek üzere bâ-berat tâyin olunduğum gibi Çarşamba Dergâhı'nın yetim kalan sagîrine de vekil nasb olunmaklığım üzerine her iki tekkede hizmet eylemekdeyim. İsmâil Hakkı Dergâhı Kütüphânesi'ni tanzîm ye demir kepenkler ile tahkîm ve büyük küçük doksan kadar kitâp ve risâle ilȃvesiyle Cenâb-ı Hakkı'nın asârından olup Kütüphâne'de mevcûd olmayan kitâpları da peyderpey tedârik iderek vaz' eylemekteyim. Çarşamba Dergâhı'nın varidâtı cüz'i ve ebniyesi harâb olmağla vekâleten tâyinime kadar terâküm eden meblağ, Evkâf İdâresi'nden alınarak müvekkilimin birâder ve akrabası vasıtasıyla Tevhîdhâne'nin döşemeleri ve sakfı ve hücûrâtı mümkün mertebe tâmir idilmiş 8 Zilhicce 1326 tarihinde, İsmâil Hakkı Dergâhı'nın 15 Cemaziye'l-evvel 1328 tarihinde Çarşamba Dergâhı'nın küşâdlarıy1a icrâ-yı usûl-ı tarîkat-ı aliyyeye mübâşeret olunmuşdur. İsmâil Hakkı'nın şeyhi olacak Cemâleddin Efendi olsun, gerek Çarşamba'nın şeyhi olacak Süleyman Sabri Bey'in olsun tâlim ve terbiyelerine ve tahsîl-i ilim ve marifet eylemelerine gayret idilmektedir. Maamafih işbu iki Dergâh'ın hizmetleri ber-vech-i hasbî edâ olunup kat'a mükâfat-ı maddiyye ümid itmediğim cihetle füyûzât-ı 21 maneviyyeye mazhar olmaklığımı eltâf-ı ilâhiyyeden ve rûhaniyyet-i Cenâb-ı Peygamberiyyeden ye himemât-ı evliyaullahdan ümit itmekdeyim. Cenâb-ı Pîr Efendimizin ziyâretiyle de müşerref olup birçok lutuflarını gördüm. Ve bu münâsebetle Midilli Adası vasıtasıyla azîmet idildiğinden orada da bir hayli ihvân yetişdirilüp ve câmi-i şerîf imâm ve hatibi olan Siyâhî Bekir Efendi'ye icâzet verilerek mezkûr câmi-i şerîfde icrâ-yı usûl-i tarîkat ve irşâd-ı tâlibâna gayret olunmaktadır. Limni'ye ise 11 Ramazan 1307 birinci defa şeyhim Mustafa Lutfullah Efendi ile gidilmiş iki gün sonra avdet idilmişti. Buna dair gördüğüm bir rüya, Atinalı Ali Rıza Efendi Tekkesi faslında münderiçdir. Bundan sonra 1 Zilhicce 1313, 29 Cemaziye'l-âhir 1318, 6 Rabiü'l-evvel 1322, 8 Cemaziye'l-âhir 1326 tarihlerinde berây-ı ziyâret gidilmiş rûhaniyyet-i Cenâb-ı Pîr'den istimdâd olunmuşdur. İşte şu Menâkıb'ın itmâmı da mahza Cenâb-ı Pîr-i ȃlȋşânın eser-i himmetidir ki on yedi günde itmâma muvaffak oldum. "Her kahırda bir lutuf vardır" derler. 1314 tarihinde Dergâh'ın tamiri esnâsında damdan düşmüş birçok zahmetler çekmişdim. O sırada "Meveddet-i Al" ismiyle bir kitabın cem' ve te'lifine muvaffak oldum. Bu defa da dişlerimin ızdırâbına tahammül idemeyerek 3 Ramazan 1330 tarihinde yirmi altı aded dişlerimi çekdirmek münâsebetiyle husûle gelen ızdırâba mükâfaten işbu Gülzâr-ı Mısrî'nin cem'ine muvaffak itdiler. Elhamdülillahi ve’l minne 7 Cemaziye’l-ahir 1333/9 Nisan 1331 yevm-i pençşembe saat 3. el-Fakir Mehmet Şemsüddin el-Mısrî”57 Mehmed Şemseddîn Efendi, 9 Teşrin-i Evvel 1936 tarihinde 69 yaşında, tedâvi için geldiği İstanbul'da vefat etmiştir. Vasiyeti gereğince Merkez Efendi Kabristânı’nda Niyâzî-i Mısrî'nin kardeşi Ahmed Efendi'nin mezarının yanıbaşına defnedilmiştir.58 Hikmet Turhan Dağlıoğlu, Şeyhi ölümünden bir gün evvel İbnül Emin Bey'le birlikte ziyaret ettiğini belirterek şunları kaydetmektedir: "Öldüğü zaman tam yetmiş yaşında bulunuyordu. Tab'an nâzik, çalışkan ve halûk aynı zamanda fevkalâde intizâm-perver bir zattı. Ölümünden bir gün evvel Topkapı'da 57 Otobiyografinin neşri için bkz: Mustafa Kara, “Bursalı Bir Tarihçi; Mehmet Şemsettin Ulusoy Efendi”, UÜİFD, III, Bursa 1991, s. 99-105; a.g.y., “Bursalı Bir Mutasavvıf Tarihçi: Mehmet Şemsettin (Ulusoy) Efendi’nin Otobiyografisi”, Dervişin Hayatı Sûfi’nin Kelȃmı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2012, s. 510-515; Mehmed Şemseddin, Bursa Dergahları, Yadigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997, s. 10-14. 58 İbnü’l-emin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., s. 1807. 22 Gurabâ Hastanesi karşısında misafir olarak bulunduğu bir evde ziyâretine gitmiştik. Bu, ölüme yaklaşmış zâtın hayatta son bir hâtırası olmak üzere fotografını almak arzu etmiştim. Müsaadelerini ricâ ettim. Oğlu, öğretmen Fahamüttin babasının yanına oturunca yarı ölü bir halde bulunan bu ihtiyâr: Oğlum Fahameddin, saçımı, sakalımı eyice tara, fotografım güzel çıksın, diye bir kaç defa söylemişti. Bu hâl ve manzara İbnülemin Mahmut Kemâl ile birlikte hem dikkatimizi mucip olmuş hem de garîbimize gitmişti."59 Vefatı ile ilgili Güftȃr-ı Şemsî60 adlı divanında “eyledim” redifli bir gazelinin61 sonuna, oğlu Fehamüddin Efendi bir not62 yazmıştır. Güftȃr-ı Şemsî’de yer alan Mehmet Şemseddin Efendi’nin bu şiirinde ve şiirin sonuna oğlu Fehamüddin Ulusoy’un yazdığı not, müellifin hayatı, son günleri ve son vasiyetleri ile ilgili önemli bilgiler içermektedir. Müellif yedi beyitlik bu gazelinin son beytinde ebced hesabı ile vefatına işaret eden kelimeleri bir araya getirmiştir. Bu şiir muhtemeldir ki, müellifin son şiiridir.63 Gazel şöyledir: “Tȃ ezelden Hakk’ı ikrȃr ile ta’zîm eyledim Sevgili Mahbûb’ını tasdîk ü tekrîm eyledim Hȃnedȃn-ı Ehl-i Beyt’in hubbünü halka müdȃm Dört delil ile umûma ben de ta’lîm eyledim Elli altmışdan ziyȃde her ilimden bir kitap Bazı mensûr bazı manzumen de terkîm eyledim Cümle ȃsȃrım tasavvuf, itikat ve tȃrihini İsmime itdüm izȃfet böyle tanzîm eyledim 59 Hikmet Turhan Dağlıoğlu, a.g.m., s. 385; Aynı konu için bkz. İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., s. 1808. 60 Mehmet Şemseddin Ulusoy, Güftȃr-ı Şemsî, (Müellif hattı olan bu eser Mustafa Kara özel kütüphanesindedir.) 61 Güftȃr, s. 436. 62 Güftȃr, s. 436-439. 63 Mustafa Kara, “Bir Şiirin Tarihi”, Yıllık Edebiyat ve Fikir Dergisi, Tanpınar Zamanı, S.1, Bursa 2017, s. 4-5. 23 Sȃye-i Mısrî’de buldum ma’nevî feyz u kemȃl Nȃmımı Şemsî-i Mısrî ile tevsîm eyledim Var Hudȃ’dur ol Ganî vü zü’l-kerem sahib-atȃ Ben günȃhımla O’na yoklugu takdîm eyledim Şȃfi’im Ȃl-i Abȃ’dur anları kıldım şefi’ Cȃnımı Allah’ıma aşk-ile teslîm eyledim”64 Şiirin altında yer alan Fehamüddin Efendi’nin notu: “Bu nutkun zuhuru günü muhterem babamın yanına gittim. Konuşuyorduk. “Bak ne tulu’ etti” diye yukarıdaki nutku okumaya başladılar. “Aman Efendi Baba! Pek erken bizleri dilhûn ediyorsunuz. ‘Eyledim’ kelimesine bir ‘ye’ ilave ederseniz vezin bozulmaz” dedim. Kendileri de “pek a’lȃ, senin istediğin gibi olsun” dediler. Memnûnen elini öpüp yanlarından ayrıldım, mektebe gittim. Vakta ki rahatsızlandılar, ameliyat ve tedȃvi için İstanbul’a gidildi. Hastaneye yatırdılar. Birinci ameliyat yapıldı. Bir ay sonra hastaneden çıkardık. Hastane karşısında tutmuş olduğum evde oturuyorduk. İkinci ameliyat için tekrar hastaneye yatırdıklarında, birkaç gün sonra “oğlum hatırlıyor musun kütüphane odasında otururken sen bir şey söylemiştin. “Ye” harfini ilave ederek on sene artıralım demiştin. O kabil olmuyor. O nutuk ayniyle zuhûr edecektir” dediler. “Bana emr-i Hak vȃki olursa Hazret-i Mısrî Efendi’min birȃder-i ȃlîleri Şeyh Ahmet Efendi Hazretleri’nin yanına saklarsın” buyurdular. Fakîr, kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. “Sana söylemeyip de kime söyleyeceğim. Kim kalmış ki ben kalayım” diye tarikata ait bazı esrarı telkîn buyurdular ve beni teskin ettiler. İkinci ameliyat olmak için vücutları müsait olmadığından ilkbaharda ameliyat yapmak üzere hastaneden çıktılar. Aynı eve geldiler. Yanlarından ayrılmıyordum. Vefatlarından bir hafta evvel Midilli ihvanlarımızdan Rasim Efendi ile birlikte Tarîk-i Mısrî usulüne ait Esmȃ-i Seb’a ve teferruat isimlerini telkin buyurup her ikimizi kardeş yapıp hayır dualarda bulundular. 64 Fî 24 Muharrem, sene 1352, yevm-i cum’a/Fî 6/19 Mayıs sene1311/1933 24 21 Receb 1355/8-9 Teşrinievvel 1936 Cuma gecesi rûh-ı ȃlîleri saat 11.05’de ȃlem-i illiyyîne pervȃz eyledi. Ve bizleri pek mükedder, bîkes, muzdarip olarak bıraktılar. Ah benim güzel babacığım, hayatım, ruhum, efendim. Radıyallȃhü anh ve kaddesallȃhü sırrahu. Vasiyetleri mucibince namazı, Sünbül Efendi’de kılınarak Hazret-i Pîr Efendimizin birȃderi Ahmet Efendi Hazretlerinin yanına Cuma günü- ki dergȃhımızın ȃyin günü idi- ikindiden sonra defnolundu. Cenazede sırf kendilerini seven İstanbul meşȃyihinin bir kısmı bulundu. Cenaze merasiminde na’tler, salavatlar, ilahiler okundu. Gaslini Şehremini’de Sa’dî Tekkesi Şeyhi Ȃkif Efendi ifȃ etti.”65 1.2. Eserleri Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi’nin Eş’ȃr-ı Şemsî’de yer alan bir şiiri “Ȃsȃrımın Esȃmisini Mübeyyin Manzûmedir”66 başlığı taşımaktadır. Müellif bütün eserlerini manzum olarak bu şiirinde kaleme almıştır. 58 beyitlik olan şiir şöyledir: ÁåÀrımuñ EåÀmìsini Mübeyyin Manôÿmedür 1 ÒÀlıúım Rabbim Efendim Kird-gÀrumdur benim ŞÀfi‘im Peyàamberim ‘Àlì-tebÀrumdur benim 2 Luùf idüp yazdurdılar mevlid-i pÀk-i Aómedi BÀ‘iå-i ‘izz ü sa‘Àdet ol MesÀrrumdur benim 3 Bir de manôÿmen yazup Mi‘rÀc-ı Faòr-i ‘Àlemi Serde tÀcımdur göñülde hem NigÀrumdur benim 65 Güftȃr, s. 436-439. 66 Eş’ȃr, s.414-415; 418-419. 25 4 Mevlid-i ŞÀh-ı VelÀyet oldı manôÿm bir eåer Óubb-i Óayder úalbim içre MüşgbÀrumdur benim 5 Mevlid-i Faòru’n-nisÀ'yı eyledüm pey-rev aña Dürr-i deryÀ-yı nübüvvetden NiåÀrumdur benim 6 Yazmışam Sıbùeyn-i pÀk-i Aómed içün mevlidi Òamse-i ebrÀr olan bu BaòtiyÀrumdur benim 7 Mu‘cizÀt ü òariúa óaúúında yazdum bir eåer İşbu ÁåÀr her zamÀnda àamm-güsÀrumdur benim 8 Medò-i KerrÀr'ı taøammun eyleyen iki na‘t Şeròidür EåmÀr, EfkÀr ÀşikÀrumdur benim 9 Óaøret-i ŞÀh-ı şehìd-i KerbelÀ'nuñ óÀlini Yazmışam ez-cÀn ü dil EnvÀr vÀrımdur benim 10 Tuófetü'ş-Şemsiyye'nün ÚısùÀs nÀm-ı dìgeri Óaú Ehl-i Beyt'dedür, bu İftiòÀrumdur benim 11 Münkirìne úarşu te’lìf eyledüm bir muòtaãar Feyø-i deryÀ-yı nebìden CÿybÀrumdur benim 12 Pìr-i vÀlÀ-şÀnumuñ nÀmına yazdum menúıbe BÀà-ı ‘aşúa bülbülem ol GülzÀrumdur benim 26 13 Bursa'da mevcÿd tekÀyÀnuñ yazup aóvÀlini Cümle iòvÀn-ı ùarìúa YÀdigÀrumdur benim 14 YÀdigÀr’a õeyl yazup eslÀfı taórìr eyledim Müstefìd olur oúuyan çün BahÀrumdur benim 15 Meslek-i Mıãrıyye üzre bir fütüvvet-nÀmede Yazmışam EsrÀr-ı úalbì hÿş-yÀrumdur benim 16 Muòtelif mevøÿ‘a dÀ’ir cem‘ u te’lìf itmişem Oldı bir óayli maúÀlÀt BergüõÀrumdur benim 17 Yazmışam muàlaú su’Àller oldı ùoúsan yedi beyt Çoú zamÀndur dildeki İótimÀr kÀrumdur benim 18 İntiòÀb itdüm geçen şÀ‘irlerüñ eş‘Àrını Õevúime gitmiş eåerler İòtiyÀrumdur benim 19 Óayli ebyÀt ü maãÀri‘ cem‘ ile tertìb idüp İşte meydÀn-ı edebde çün PazÀrumdur benim 20 Bursa'dan geçmiş bütün şÀ‘irleri cem‘ eyledüm BÀà-ı dilde açılan EzhÀr-ı hÀrumdur benim 21 Eyledüm taãóìó rivÀyÀt-ı saúìmi ‘acz ile Maóúe urdum òÀliãÀne çün ‘AyÀrumdur benim 27 22 Óayli ‘ibretle bulup cem‘ eyledüm bir nev-eåer ‘Aùşı dÀfi‘dür ki zìrÀ ÇeşmsÀrumdur benim 23 Muòtaãar tÀrìòleri derc eyleyüp taãnìfime VÀúı‘Àt-ı mÀøìyi İzbÀr bÀrumdur benim 24 Óayder-i KerrÀr'a ùa‘n itmiş ‘adüvvler ãad-óayf Redd ider bu ùa‘ni yazdım ZülfikÀrumdur benim 25 Geldi bir dìvÀn vücÿda luùf-ı Óaú'la Şems-i dìn SÀye-i Mıãrì'deki Eş‘Àr-ı zÀrumdur benim 26 Üç ‘aded mecmÿ‘ada teåbìt ü taórìr eyledim Mürg-zÀrum, MÿsìúÀrum, ŞÀhvÀrumdur benim 27 GÀh àıbùa gÀh óasedden õemm iden eslÀfı ben Yazmaàa bÀdì vü bÀ‘iå İàbirÀrumdur benim 28 İòtilÀfÀtdan numÿne cem‘ idüp yazdım bunı ‘İbret-Àmìz oldıàı-çün İ‘tikÀrumdur benim 29 Bursa'da meşhÿr olan CÀmi‘ Kebìr'üñ óaúúına Eyledim taórìr zìrÀ İ‘timÀrumdur benim 30 Bursa'da mevcÿd meúÀbirde kim medfÿn ise Yazmışam çünki nihÀyet ol ÚarÀrumdur benim 28 31 Vaút ü óÀli oldı óÀkì, itdüm İòùÀr nÀm aña Redd-i vÀ‘iô eyleyüp IôhÀr şi‘Àrumdur benim 32 Nuùú-ı Pìr’i eyledim óaddümce gÿyÀ ben de şeró İ‘tirÀf-ı ‘acz ider bu İ‘tiõÀrumdur benim 33 ÒÀùırÀtımı yazıp BìdÀr-ı Şemsì úoydum ad Oúuyan elbet uyanır ÚÀrbÀrumdur benim 34 Eyledüm CÀmi‘-i VÀlÀ-yı Kebìri medó ü vaãf Çünki ol cÀmi‘-i a‘lÀ áamgüsÀrumdur benim 35 VÀridÀt-ı úalbiyyem itdükce ba‘øan da ôuhÿr Eyledim gÿşuma mengÿş GÿşvÀrumdur benim 36 Ehl-i te’vìl ile taãnìfe göñülde ‘uúde var Anlaruñ te’lìfine bu İnkisÀrumdur benim 37 Eylemiş Faòr-i cihÀna ùa‘n ü teşnì‘ bir pelìd Eyledim redd bu eåerle ÕülfiúÀrumdur benim 38 Yedi úısma eyledim tefrìú bir dìvÀn dahÀ Cümlesi GüftÀr-ı Şemsì nÀm-dÀrumdur benim 39 VÀridÀt-ı úalbiyem ÀåÀrıdur te’vìl-gÿne bir eåer Úalbime ilhÀm-ı Óaú'dur BehredÀrumdur benim 29 40 Ba‘ø-ı insÀn òalúı ıørÀr ile ister fÀ’ide Yazdım anlar óaúúına, çün IøùırÀrumdur benim 41 Limni'de itdüm ziyÀret yedi kerre Pìr’imi NÀmına DildÀr didüm o feyø-bÀrumdur benim 42 Her ‘adeddeki mükerrer olanı cem‘ eyledim Yazmışam böyle eåer çün İútiyÀrumdur benim 43 Cümle cÀmi‘ler içün cem‘ eyleyüp yazdım kitÀb Eyleyüp her dem ziyÀret kim MedÀrumdur benim 44 Bursa'da vÀkı‘ medÀris cümlesin cem‘ eyledüm NÀmını DevvÀr úoydum sÀz-kÀrumdur 45 Dìn ‘aleyhinde yazmış bir papaz ‘aúl-ı saúìm İtmişem fikrimce redd ki İ‘tiúÀrumdur benim 46 Āòiret var mı deye inkÀr iden bir serseme Aña da yazdım cevÀbı ÜstüvÀrumdur benim 47 Bursa'da cümle ziyÀret-gÀhı teåbìt eyledim Bu eåer de nÀçizÀne ÒÀksÀrumdur benim 48 Ba‘ø-ı ‘ÀdÀt vÀr ki dìní ba‘øısı millì anuñ Bekleyor andan şifÀ òalú İntiôÀrumdur benim 30 49 Altı ile dört ‘adedden çıúarup ma‘nÀ raúìú Úoydum İ‘tiãÀr nÀmın ol i‘tibÀrumdur benim 50 Ba‘ø-ı aóbÀb iltimÀs itdi anuñ-çün söyledüm NÀmına MisbÀr dinildi dÀà-dÀrumdur benim 51 İnbisÀù-ı úalbi mÿcib ùopladum ben cümleler Oúuyan mesrÿr olur ol ÒoşgüvÀrumdur benim 52 Òüznüni tebdìl ider tenşìùa bÀ‘iådür dili Oúuduúça ref‘ ider bu áammòÀrumdur benim 53 İútidÀrum yoúsa da yazdım cesÀret eyledim Dìnimüñ aókÀmına bu İctisÀrumdur benim 54 Şehr-i ãavmuñ her şebinde gitdigim cÀmi‘leri Yazmışam fıúrÀt ile ol RÿzedÀrumdur benim 55 Úıããadan óisse dimişler ben de yazdum fıúralar Def‘-i àam eyler oúuyan SÀzkÀrumdur benim 56 Bursa'ya ‘À’id bütün tÀrìòì ma‘lÿmÀtdur Óaú muvaffaú eyledi yazdım DiyÀrumdur benim 57 Dìnimiz her vech-ile kÀfì vü vÀfìdür bize Aña dÀ’ir yazmışam bu İ‘tiõÀrumdur benim 31 58 Tezkiye-i Ehl-i Beyt nÀmında ma‘kÿs eåere Redden istifsÀr idüp gevher-niåÀrumdur benim67 Ayrıca, müellifimiz Mehmet Şemseddin Efendi Eş’ȃr-ı Şemsî’de eserlerinin bir listesini tablo şeklinde yazmıştır. Muhteviyȃtı ve telif tarihlerini de belirttiği eserlerinin listesi, müellifin kaleminden şu şekilde yazılmıştır: 67 Mehmet Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 414-415; 418-419; Bu manzumenin neşri için bkz; Hüseyin Vassȃf, Sefine-i Evliya, (Neşreden: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz), c. 5, İstanbul: Kitabevi Yay., 2006. , s. 115-118 (Bu eserde neşredilen manzume M. Şemseddin Ulusoy’un, dostu Hüseyin Vassaf’a bir mektup olarak gönderdiği manzumedir. Eksik olup, 31 beyittir.) Manzume, ilk olarak Mustafa Kara tarafından latinize edilerek şu kitapta neşredilmiştir: Mustafa Kara, Şemseddin Ulusoy, Tarihin Saklı Muhafızı, Bursa: Osmangazi BelediyesiYay., 2016, s. 73-79. 32 Asȃrımın Esȃmisi Muhteviyȃt Tȃrih-i Te’lifi 1 Eşʻȃr-ı Şemsi-i Mısrȋ Dȋvȃn 1323 İsmi Tarihdir 2 Gülzȃr-ı Mısrȋ Terceme-i Hȃl-i Pȋr 1328 Bu İki İsim Tȃrihdür Bursa Tekȃyȃsına Dȃir 3 Yȃdigȃr-ı Şemseddin 4 Esrȃr-ı Şemseddin el-Mısrȋ Tarȋkatnȃme 1328 İsmi Tȃrihdir 5 Bergüzȃr-ı Şemsȋ Bir Hayli Makȃlȃttır 1334 Tertȋbi 6 Behredȃr-ı Şemsȋ Vȃridȃt 1337 7 Güşvȃr-ı Şemsȋ Cümel-i Hikemiyye 1335 8 (Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ) Mesȃrr-ı Şemsȋ Nigȃr-ı Şemsȋ Müşkbȃr-ı Şemsȋ Nisȃr-ı Şemsȋ Bahtiyȃr-ı Şemsȋ Mevlûd-i Şerȋf 1344 Manzum Mesȃrr-ı Şemsȋ Fȋ Mevlid-i Muhammedȋ 9 Miʻrȃciye 1345 Nigȃr-ı Şemsȋ Fȋ Miʻrȃci’l- Mustafa 10 Mevlid-i Ali 1345 11 Mevlid-i Fȃtıma 1345 12 Mevlid-i Huseyn 1345 13 İʻtizȃr-ı Şemsȋ Şerh-i Kelȃm-ı Pȋr 1345 14 Ȃsȃr-ı Şemsȋ Ruhun Bekȃsına Dȃir 1344 15 Cuybȃr-ı Şemsȋ Nübüvvet-i Muhammediyye’ye Dȃir 1344 16 İğbirȃr-ı Şemsȋ Hasûdȃna Dȃir 1344 17 Dilfikȃr-ı Şemsȋ Şȃh-ı Velayete Dȃir 1345 18 Bahȃr-ı Şemsȋ Hulefȃ ve ʻUlemȃnın Terceme-i Hȃli 1332 Gülzȃr-ı Mısrȋ ve Yȃdigȃr-ı Şemsȋ’ye Üçüncü Cild 19 Izbȃr-ı Şemsȋ Muhtasar Tarihçe 1305 20 Ezhȃr-ı Şemsȋ Tezkiretü’ş-Şuʻȃrȃ 1344 21 İʻtikȃr-ı Şemsȋ Ahlȃkȃta Dȃir 1344 22 İzmȃr-ı Şemsȋ Bir Çok Es’ile 1344 Manzum 23 İ’timȃr-ı Şemsȋ Cevȃmiʻ-i Kebȋre Dȃir 24 Gamgüsȃr-ı Şemsȋ Cȃmiʻ-i Kebȋr Hakkında Manzum 1345 25 İnkisȃr-ı Şemsȋ Şȃh-ı Velȃyete Dȃir 1346 26 Zülfikȃr-ı Şemsî Kurʻȃn ve Dine Dȃir 1346 27 Bìdȃr-ı Şemsȋ Mertebe-i Akideye Dȃir 1345 28 İhtȃr-ı Şemsî Terakkiyȃt Hakkında 1345 29 Miʻyȃr-ı Şemsî Tashihȃt Hakkında 1332 Tashihȃt-ı Şemsî Tȃrihidir 33 30 Çeşmsȃr-ı Şemsî ʻİbret-Amiz 1332 Çeşme-Sȃr-ı Şemsî Amiz ü Mesnevi Tȃrihidür 31 İftihȃr-ı Şemsî Ehl-i Beyt Hakkında 1334 Tufhetü’ş-Şemsiye 1334 Kitab-ı Kıstȃsu’l- Müstakìm 1334 32 Esmȃr-ı Şemsî Şerh-i Medh-i Hayderȋ 1343 33 Efkȃr-ı Şemsî Bu Dahi 1343 34 Envȃr-ı Şemsî İmam Hüseyin Efendimize Dȃir 1344 35 İhtiyȃr-ı Şemsî Müntehab Ȃsȃr 1344 36 Bȃzȃr-ı Şemsî Müntehab Ebyȃt ve Masȃrıʻ 1344 37 Şehvȃr-ı Şemsî Maʻa Dìvȃn Büyük Mecmuʻa 1304 Tertibi 38 Murgzȃr-ı Şemsî Küçük Mecmuʻa 1304 Tertibi 39 Mûsikȃr-ı Şemsî Şugul Mecmuʻiyyesi 1299 Tertibi 40 İzhȃr-ı Şemsî Reddiye 1313 41 Karȃr-ı Şemsî Merȃkide Dȃir 1341 42 Güftȃr-ı Şemsî Diger Dìvȃn 1346 43 Iztırȃr-ı Şemsî Taʻlȋm-i İctimȃʻiyyȃt 1347 44 Dildȃr-ı Şemsî Limniye Azimetimi Müşʻir 1347 45 İktiyȃr-ı Şemsî ʻAdedlere Dȃir 1347 46 Medȃr-ı Şemsî Cȃmiʻler Hakkında 1348 47 Devvȃr-ı Şemsî Medreseler Hakkında 1348 48 İʻtikȃd-ı Şemsî Dine Dȃir 1348 49 Üstüvȃr-ı Şemsȋ 1348 50 Hȃkisȃr-ı Şemsî Türbelere Dȃir 1349 51 İntizȃr-ı Şemsî Baʻz-ı Ȃdȃt-ı Belediye 1349 52 İʻtisȃr-ı Şemsî Altı ve Dört ‘Adedlerinde 1349 53 Misbȃr-ı Şemsî Vefȃt Tarihleri 1349 54 Hoşgüvȃr-ı Şemsî Tevȃfuk-ı ʻadȃd 1349 55 Gamhȃr-ı Şemsî Fıkralar 1350 56 İctisȃr-ı Şemsî Din Hakkında 1350 57 Ruzedȃr-ı Şemsî Ramazan’a Dȃir 1350 58 Sȃzkȃr-ı Şemsî Fıkralar 1350 59 Diyȃr-ı Şemsî Bursa Tarihi 1351 60 İğtirȃr-ı Şemsî Meʻani-i Diniyye 1352 61 İstifsȃr-ı Şemsî Reddiye 1354 62 Enhȃr-ı Şemsî Tarikatlere Dȃir 1355 34 Müellif Mehmet Şemseddin Ulusoy, manzumesinde 60 eserinin adını zikrederken, Eş’ȃr-ı Şemsȋ’nin başında yazmış olduğu bu listede ise eserlerinin sayısını 62 olarak görmekteyiz. Yine, Güftȃr-ı Şemsȋ adlı dȋvȃnının da başında eserlerini te’lif tarihlerine göre sıralayan müellif, bu sefer eserlerinin adedini 60 olarak vermektedir. Biz bu çalışmamızda Mehmet Şemseddin Efendi’nin eserlerini, Eş’ȃr-ı Şemsî’de kendi yazmış olduğu manzumeden ve listeden yola çıkarak, manzum ve mensur olmak üzere iki kategoride sunmak istiyoruz. Manzum eserleri; 1. Güftȃr-ı Şemsȋ 2. Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ;68 (Mesȃrr-ı Şemsȋ, Nigȃr-ı Şemsȋ, Müşkbȃr-ı Şemsȋ, Nisȃr-ı Şemsȋ, Bahtiyȃr-ı Şemsȋ) 3. İzmȃr-ı Şemsȋ 4. İhtiyȃr-ı Şemsî 5. Bȃzȃr-ı Şemsî 6. Şehvȃr-ı Şemsî 7. Murgzȃr-ı Şemsî 8. Mûsikȃr-ı Şemsî 9. İzhȃr-ı Şemsî 10. Ruzedȃr-ı Şemsî 11. İftihȃr-ı Şemsî 12. Gamgüsȃr-ı Şemsȋ69; 13. Eş’ȃr-ı Şemsȋ 68 Bu eser Mustafa Kara tarafından neşredilmiştir. bkz: Mehmet Şemseddin Ulusoy, Mevlid, nşr. Mustafa Kara, Bursa: Uludağ Yay. 2007; Ayrıca eser daha önce Mesâru Şemsi'l-Mısrî fî'l-Mevlidi'l-Muhammedî: Mehmed Şemseddîn el-Mısrî, adıyla basılmıştır. Kahire: Matbaatü'l-İtimâd, 1924. 69 Eser “Gamgüsȃr-ı Şemsȋ” adıyla müellif tarafından ayrı bir eser olarak zikredilmiş olsa da müellif bu şiirini, çalışmış olduğumuz “Eş’ȃr-ı Şemsȋ”nin sonuna ilave etmiştir. Müellifin Bursa Ulucami’ini anlattığı, mesnevȋ nazım şekli ile yazdığı kırkbeş beyitlik bu manzumesi, Mustafa Kara tarafından neşredilmiştir. bkz: Mustafa Kara, Bursa’da Dinȋ Kültür, Bursa: Emin Yay., 2011, s. 129-135. 35 Mensur eserleri; 1. Gülzȃr-ı Mısrȋ 2. Yȃdigȃr-ı Şemsȋ70 3. Bȃhȃr-ı Şemsȋ 4. Esrȃr-ı Şemsȋ 5. Bergüzȃr-ı Şemsȋ71 6. Behredȃr-ı Şemsȋ 7. Güşvȃr-ı Şemsȋ 8. İʻtizȃr-ı Şemsȋ 9. Ȃsȃr-ı Şemsȋ 10. Cuybȃr-ı Şemsȋ 11. İğbirȃr-ı Şemsȋ 12. Dilfikȃr-ı Şemsȋ 13. Izbȃr-ı Şemsȋ 14. Ezhȃr-ı Şemsȋ 15. İʻtikȃr-ı Şemsȋ 16. İ’timȃr-ı Şemsȋ 17. İnkisȃr-ı Şemsȋ 18. Zülfikȃr-ı Şemsî 19. Bìdȃr-ı Şemsȋ 20. İhtȃr-ı Şemsî 21. Miʻyȃr-ı Şemsî 22. Çeşmesȃr-ı Şemsî 23. Esmȃr-ı Şemsî 24. Efkȃr-ı Şemsî 25. Envȃr-ı Şemsî 26. Karȃr-ı Şemsî 70 Bu eser basılmıştır, bkz: Mehmed Şemseddin, Bursa Dergâhları Yadigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara- Kadir Atlansoy, Bursa: uludağ Yay., 1997. 71 Bergüzâr-ı Şemsȋ'deki bazı makaleler, Mustafa Tatcı tarafından neşredilmiştir. bkz. Mustafa Tatcı-Kamil Akarsu, “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 70, Ocak l996, s. 68-69; S. 40, Temmuz l993, s. 117-118; S. 41, Eylül l993, s. 42-43; S. 42, Ekim l993, s. 48-49; S. 45, Ocak l994, s.46; S. 46, Şubat l993, s.46; S. 62, Mayıs l995, s. 56. 36 27. Iztırȃr-ı Şemsî 28. Dildȃr-ı Şemsî72 29. İktiyȃr-ı Şemsî 30. Medȃr-ı Şemsî 31. Devvȃr-ı Şemsî 32. İʻtikȃd-ı Şemsî 33. Hȃkisȃr-ı Şemsî73 34. İntizȃr-ı Şemsî 35. İʻtisȃr-ı Şemsî 36. Misbȃr-ı Şemsî 37. Hoşgüvȃr-ı Şemsî 38. Gamhȃr-ı Şemsî 39. İctisȃr-ı Şemsî 40. Sȃzkȃr-ı Şemsî 41. Diyȃr-ı Şemsî 42. İğtirȃr-ı Şemsî 43. İstifsȃr-ı Şemsî 44. Enhȃr-ı Şemsî Manzum ve mensur olarak tasnif etmeye çalıştığımız, Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi’nin bu eserlerinin müellif hattı orijinal nüshalarının çoğunu görme imkȃn ve fırsatımız olmamıştır. Ancak görebildiklerimiz, elimizde bulunan müellif hattı yazmaların fotokopi nüshalarından ve bugüne kadar, müellifin üzerinde çalışılmış, latinize edilerek yayınlanmış kitaplarından hareketle, eserlerinin muhteviyatını biraz daha ayrıntılarıyla tanıtmaya çalışacağız. Bazı eserlerini tanıtırken, müellifin, eserlerinin isimlerini yazdığı manzumesinden ve listesini yazarken eserlerinin karşısına yazdığı kısa bilgilerden de istifade edeceğiz. Güftȃr-ı Şemsȋ müellifin bir diğer dȋvȃnıdır. Eş’ȃr-ı Şemsȋ’den sonra te’lif etiği en önemli manzum eserlerinden biridir. Toplam 597 sayfa olan dȋvȃnın te’lif tarihi 1346 72 Eser, Niyazî-i Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat adıyla neşredilmitir: nşr. Mustafa Kara-Yusuf Kabakcı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2010. 73 Eseri tanıtan yazı ile ilgili bkz: Raif Kaplanoğlu, "Mehmed Şemseddîn Ulusoy'un Kitapları-Hâkisâr-ı Şemsî", Bursa Araştırmaları Kent Tarihi ve Kültürü Dergisi, S. 2, Bursa 2003, s. 56-57. 37 (1927)’dir. Dȋvȃn yedi bölümden oluşmaktadır. 1.Sırru’l-esrâr-İlâhiyât, 2.Nuru’l-envâr- Nuût, 3.Şemsu’l-ahyâr-Medh-i Ali, 4.Necmu’l-ebhâr-Medh-i Hüseyin, 5.Medhu’l-ebrâr- Meşȃyih-i kirȃm 6.Feyzu’l-ezkâr-Tasavvuf, 7.Dürr’ul-ebhâr-Tehâmis. Müellif Güftȃr-ı Şemsȋ eseriyle ilgili şu beyti yazmıştır: “Yedi úısma eyledim tefrìú bir dìvÀn dahÀ Cümlesi GüftÀr-ı Şemsì nÀm-dÀrumdur benim” Mehmet Şemseddin Efendi’nin manzum eserlerinden biri de Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ’dir. Bu eseri bir mevlid’dir. Eser, Mesȃrr-ı Şemsȋ, Nigȃr-ı Şemsȋ, Müşkbȃr-ı Şemsȋ, Nisȃr-ı Şemsȋ, Bahtiyȃr-ı Şemsȋ isimleri ile beş mesnevȋden oluşmaktadır. Birinci mesnevȋ olan Mesȃrr-ı Şemsȋ el-Mısrȋ fi’l-Mevlidi’l- Muhammedȋ 92 beyt olup, te’lif tarihi 1344 (1926)’dür. İkinci mesnevȋ Nigȃr-ı Şemsȋ bir Miʻrȃciye’dir. 1345 (1926)’te Nigȃr-ı Şemsȋ Fȋ Miʻrȃci’l-Mustafa adıyla te’lif olunan bu eser de 92 beytdir. Üçüncü mesnevȋ Müşkbȃr-ı Şemsȋ adıyla yine 1345 (1926)’da yazılmış bir Mevlid-i Ali’dir. 66 beytdir. Nisȃr-ı Şemsȋ adı ile yazılan Mevlid-i Hz. Fatıma dördüncü mesnevȋdir. Yine aynı tarihte te’lif olunan eser 66 beyittir. Son mesnevȋ Bahtiyȃr-ı Şemsȋ’dir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Mevlidi’dir. Beyit sayısı 66 olup, 1345 (1926)’da te’lif edilmiştir. Mehmet Şemsettin Efendi beş mesnevȋden oluşan bu eserlerinin hepsinin adını Eş’ȃr-ı Şemsȋ’de Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ olarak zikretmiştir.74 Eseriyle ilgili müellifin yazmış olduğu beyitler şöyledir; “Luùf idüp yazdurdılar mevlid-i pÀk-i Aómedi BÀ‘iå-i ‘izz ü sa‘Àdet ol MesÀrrumdur benim Bir de manôÿmen yazup Mi‘rÀc-ı Faòr-i ‘Àlemi Serde tÀcımdur göñülde hem NigÀrumdur benim 74 Bu Mevlid içinde yer alan her bir mesnevȋyi ayrı ayrı kabul etiğimizde, Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi’yi ‘hamse sahibi’ bir şair olarak zikredebiliriz. Nitekim müellif de bu eserleri için Hamse-i Ebrar adını kullanmıştır. 38 Mevlid-i ŞÀh-ı velÀyet oldı manôÿm bir eåer Óubb-i Óayder úalbim içre MüşgbÀrumdur benim Mevlid-i Faòru’n-nisÀ'yı eyledüm pey-rev aña Dürr-i deryÀ-yı nübüvvetden NiåÀrumdur benim Yazmışam Sıbùeyn-i pÀk-i Aómed içün mevlidi Òamse-i ebrÀr olan bu BaòtiyÀrumdur benim”75 Gamgüsȃr-ı Şemsȋ, müellifin Ulucami ile ilgili yazmış olduğu manzum eseridir. Bu manzum eserini müellif, çalışma konumuz olan Eş’ȃr-ı Şemsȋ dȋvȃnına almıştır. Toplam 45 beyit olup mesnevȋ nazım şekli ile yazılan şiirin te’lif tarihi 1347 (1929)’dur. Müellif, eserle ilgili şu beyti yazmıştır. “Eyledüm CÀmi‘-i VÀlÀ-yı Kebìri medó ü vaãf Çünki ol cÀmi‘-i a‘lÀ áamgüsÀrumdur benim” Manzum eserlerinden son olarak bahsedeceğimiz eser, müellifin Ramazan’a dair şiirlerinin bulunduğu Ruzedȃr-ı Şemsî adlı kitabıdır. “Şehr-i ãavmuñ her şebinde gitdigim cÀmi‘leri Yazmışam fıúrÀt ile ol RÿzedÀrumdur benim” beyti ile müellifin bahsettiği bu eseri de çalışma konumuz olan Eş’ȃr-ı Şemsȋ dȋvȃnında yer almaktadır.76 İzmȃr-ı Şemsȋ; 97 beytlik manzum sualler; İhtiyȃr-ı Şemsî; Önceki şairlerin eş’ȃrı; Bȃzȃr-ı Şemsî; Müntehab Ebyȃt ve Masȃrıʻ; Şehvȃr-ı Şemsî; Maʻa Dìvȃn Büyük 75 Eş’ȃr, s. 414-415. 76 Mehmet Şemseddin Efendi “Eş’ȃr-ı Şemsȋ’de bu eseri için şu cümleyi yazmıştır: Ramazȃn-ı Şerìf'de gitdigim cevȃmiʻi müşʻir söyledigim manzumelerden bir kısmı Ruzedȃr-ı Şemsȋ nȃm eserime derc itmişdüm. Burada cümlesi görünmek üzre tahrìre mübȃderet itdüm. Eş’ȃr, 742 /446. 39 Mecmuʻa; Murgzȃr-ı Şemsî; Küçük Mecmuʻa; Mûsikȃr-ı Şemsî; Şugul Mecmuʻiyyesi, İfrihȃr-ı Şemsȋ; Ehl-i Beyt hakkında şiirler; İzhȃr-ı Şemsî isimli manzum eserlerinin müellif nüshalarını görme imkȃnımız olmamıştır. Eş’ȃr-ı Şemsȋ’den ileride ayrıntılı olarak bahsedeceğiz. Mehmet Şemsettin Efendi’nin mensur eserlerinin muhteviyȃtını dȋni, tasavvufȋ konular oluşturmakla birlikte daha çok Bursa’nın kültür tarihi ile ilgili mevzular oluşturmaktadır. Bu eserlerinin en önemlilerinden biri Gülzȃr-ı Mısrȋ’dir. Gülzȃr-ı Mısrȋ ile birlikte saymamız gereken ve birbirinin devamı olan üç ciltlik eserin diğer önemli iki eseri Yȃdigȃr-ı Şemsȋ ve Bahȃr-ı Şemsȋ’dir. Bu üç eserinden bahsettiği beytler şöyledir: “Pìr-i vÀlÀ-şÀnumuñ nÀmına yazdum menúıbe BÀà-ı ‘aşúa bülbülem ol GülzÀrumdur benim Bursa'da mevcÿd tekÀyÀnuñ yazup aóvÀlini Cümle iòvÀn-ı ùarìúa YÀdigÀrumdur benim YÀdigÀra õeyl yazup eslÀfı taórìr eyledim Müstefìd olur oúuyan çün BahÀrumdur benim”77 Bahȃr-ı Şemsȋ adlı eserinin mukaddimesinde müellif bu üç eseriyle ilgili şu bilgileri vermektedir. “Gülzȃr-ı Mısrȋ78 Yȃdigȃr-ı Şemsüddin ismiyle mevsum itdügim kitabın birinci cildi Hz. Mısrȋ Efendimizin ve evlȃd-ı kirȃmıyla hülefȃ-i izȃmınun ve asitȃne-i alȋlerinden güzar iden meşȃyihin terȃcim-i ahvȃlini, ikinci cildi (Yȃdigȃr-ı Şemsȋ)79 Bursa’da mevcud bi’l-umum tekȃyanun ibtidȃ-yı inşȃsından asr-ı hȃzıra kadar gelen meşȃyihin bulabildiğim kadarının terceme-i hallerini hȃvi olup, Bahȃr-ı Şemsȋ 77 Eş’ȃr, s. 414-415; 418-419. 78 Gülzȃr-ı Mısrȋ, Mustafa Kara kütüphanesinde bulunan müellif nüshasının 404-589 sayfaları arasında yer almaktadır. 1-403 sayfalarında Bursa tekkeleri tanıtılmaktadır. bkz. Mehmet Şemseddin Ulusoy, Bursa Dergȃhları, Yȃdigȃr-ı Şemsȋ I-II, (haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa: Uludağ Yay., 1997, s. 6. 79 Müellifin bu eseri “Bursa Dergȃhları” adıyla neşredilmiştir. Mehmet Şemseddin, Yȃdigȃr-ı Şemsȋ I-II, haz: Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay. 1997. 40 nȃmını verdiğim üçüncü cildi de tekkesi olmayan hulefȃ, ulemȃ, şuarȃ, fuzelȃ ve urefȃ-i beldenün dest-res olduğum kadarının ahvalinden bahs olacakdır..”80 Gülzȃr-ı Mısrȋ ve Yȃdigȃr-ı Şemsȋ’nin te’lifi 1328 tarihinde tamamlanmıştır. Gülzȃr-ı Mısrȋ 7 Cemaziyelȃhir 1333/9 Nisan 1331 Perşembe günü tebyiz edilmiştir. Üçüncü cild olan Bahȃr-ı Şemsȋ ise 1332 tarihinde tamamlanmış, 1353/1935’te tebyiz edilmiş ve toplam 252 sahifedir. Müellifin bir diğer önemli eseri Ezhȃr-ı Şemsȋ’dir. Şairlerin hal tercemelerinden oluşan bu eser son şuarȃ tezkirelerinden biridir. Sadece Bursa’da yetişen şairlerden bahseden son şuarȃ tezkiresidir. Mukaddimesinden telif tarihini 1344/1926 olarak öğrendiğimiz Ezhȃr-ı Şemsȋ81 1353/1934 tarihinde ilavelerle tebyiz edilmiştir. 257 sahife olan eser elifba sistemine göre alfabetik bir tasnif ile tertip edilmiştir. Hal tercemesi olan şairlerin sayısı 279’dur. Daha önceki vefayatnȃmelerde yer alan Bursalı şair sayılarına baktığımızda en kapsamlı şuarȃ tezkiresinin Ezhȃr-ı Şemsȋ olduğunu söylebiliriz.82 Ezhȃr-ı Şemsȋ için müellifin yazdığı beyit; “Bursa'dan geçmiş bütün şÀ‘irleri cem‘ eyledüm BÀà-ı dilde açılan EzhÀr-ı hÀrumdur benim”83 Müellif Mehmet Şemseddin Efendi’nin mensur eserlerinin büyük çoğunluğunun Bursa’nın tarihi ile ilgili olduğunu belirtmiştik. Yine bu eserlerden beş tanesi, Haksȃr-ı Şemsȋ, Karȃr-ı Şemsȋ, Medȃr-ı Şemsȋ, Devvȃr-ı Şemsȋ ve Diyȃr-ı Şemsȋ adlı eserleridir. Haksȃr-ı Şemsȋ84 müellifin Bursa’da bulunan türbelerle ilgili kaleme aldığı bir eserdir. Bursa türbelerine dair ayrıntılı bilgiler veren eser 254 sahifedir. Mukaddime'den sonra Emir Sultân türbesiyle başlar. 208 adet türbenin kaleme alındığı eser Niyâzî-i Mısrî tekkesi ve haziresiyle sona eren eser, elifba sistemine göre alfabetik tasnif ile tertip 80 M.Ş., Bahȃr-ı Şemsȋ, (müellif nüshası, özel kütüphane). 81 M.Ş., Ezhȃr-ı Şemsȋ, (müellif nüshası, özel kütüphane). 82 Önceki yıllarda yazılan Baldırzȃde Selisȋ’nin Ravza-i Evliya (1059/1649), Beliğ İsmail’in Güldeste-i Riyȃz-ı İrfan (1135/1723), Süleyman Halis’in Vefeyatnȃme (1165/1752), Eşrefzȃde Ahmet Ziyaeddin’in Gülzȃr-ı Sülehȃ (1196/1784), Gazzizȃde Şeyh Abdüllatif’in Ravzatü’l Muflihun (1228/1813), Mehmet Fahreddin’in Gülzȃr-ı İrfan (1263/1847) adlı vefeyatnȃmelerinde, Bursa’da yetişen şairlerin isimleri ve sayıları için bkz: Kadir Atlansoy, Bursa Şairleri, Bursa Vefeyatnȃmelerindeki Şairlerin Biyografileri, Bursa:Asa Kitabevi Yay., 1998, s. 127-140. 83 Eş’ȃr, s. 414-415. 84 Eserin tanıtımı ile ilgili bkz: Raif Kaplanoğlu, "Mehmed Şemseddîn Ulusoy'un Kitapları-Hâkisâr-ı Şemsî", Bursa Araştırmaları Kent Tarihi ve Kültürü Dergisi, S. 2, Bursa 2003, s. 56-57. 41 edilmiştir. Eserin te’lif tarihi 1349/1930’dur. Eserin tam adı Necd-i Haksȃr-ı Şemsȋ’dir85 ki, ebced hesabıyla eserin te’lif tarihi olmuştur. Müellif Hȃksȃr-ı Şemsȋ için şu beyti yazmıştır; “Bursa'da cümle ziyÀret-gÀhı teåbìt eyledim Bu eåer de nÀçizÀne ÒÀksÀrumdur benim”86 Müellifin en hacimli eserlerinden olan Karȃr-ı Şemsȋ Bursa’da bulunan kabristanlar ile ilgili bir eserdir. Necd-i Haksȃr-ı Şemsȋ’nin içinde 410-810 sayfaları arasında olup 400 sahifelik bir eserdir. Eserin mukaddimesinde te’lif tarihlerini 1341 ve 1342 olarak yazan müellif, son tebyiz tarihini ise 1349/1930 olarak kaydetmiştir. Tebyiz için mukaddimede müellifin ifadeleri şöyledir; “Bu kitabı Tahir Beg87 merhum gördü. O kadar takdir etti ki, ‘bu mutlaka min tarafi’llah size bir mevhibedir. Çok iyi düşünmüşsünüz’ demişti. Bu kerre tekrar tebyiz ile bazı ilavelere lüzum gördüğümden ol veçhile bu kitaba yazmağa mecbur oldum. Tevfik Allah’tandır. Fi’l-hakika zannımızdan daha fazla olarak kabristanlar imha edilmekte olduğundan bu eser ahlafa yadigȃr-ı kıymetdȃr olacaktır. Fi 25 cemaziyel evvel, sene 1349, ve fi 16 teşrin-i sȃni 1930 yevm-i Pazar, saat 7.”88 Müellif bu eserini de diğer eserlerinde olduğu gibi elifba sistemine göre alfabetik tasnif ile tertip etmiştir. Müellif, eserine Emir Sultan Kabristanı’nda medfun zevatı kaydederek başlamış ve eserini medfeni gayr-ı muayyen olanlarla bitirmiştir. Eserde toplam 112 kabristan ve hazirede medfun önemli zevat, ismi, şöhreti, sıfat-ı mümtȃzesi, vefat tarihi ve mezarının mahalli, isminin hangi kitabın hangi sahifesinde geçtiği ile birlikte tek tek kaydedilmiştir. Müellif Karȃr-ı Şemsȋ ile ilgili söylediği beyit; “Bursa'da mevcÿd meúÀbirde kim medfÿn ise Yazmışam çünki nihÀyet ol ÚarÀrumdur benim”89 85 M.Ş., Necd-i Haksȃr-ı Şemsȋ, (müellif nüshası, özel kütüphane). 86 Eş’ȃr, s. 414-415. 87 Bursa Kütüğü’nün müellifi olan Kamil Kepecioğlu (d.1878-v.1952). Hayatı için bkz; Kamil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, (haz. Mustafa Kara, Hüseyin Algül, Osman Çetin, Mefail Hızlı, Asım Yediyıldız), c. 1, Bursa: Kültür A.Ş. Yay., 2009, s. 7-9. 88 M.Ş., Karȃr-ı Şemsȋ, s. 413, (müellif nüshası, özel kütüphane). 89 Eş’ȃr, s. 414-415. 42 İntizȃr-ı Şemsi, Bursa'daki yerel bazı ȃdet ve gelenekleri değerlendiren bir eserdir. Hȃksȃr-ı Şemsȋ yazmasının içinde bulunan eser sayfa 264’ten başlayıp 379’uncu sayfada bitmektedir. Te’lif tarihi 1349/1930 olan eser toplam 115 sahifedir. Konular elifba tasnif sistemi ile alfabetik sıraya göre yazılmıştır. Müellif kitabın mukaddimesinde; “Bu kitaba İntizȃr-ı Şemsȋ diye ad koydum. Çünkü yapılan şeylerden halk maddi ma’nevi vusul-i murȃda muntazırdır. Bunu da kafiye ve numara üzerine tertȋp ittim ki, araması, bulması kolay olur”cümlesiyle başlamış ve ilk sayfada Emir Sultan ile ilgili ȃdet ve geleneklerden bahsetmiştir90. Müellif Mehmet Şemseddin Efendi o dönemde halk arasında yaygın epey ȃdet ve gelenekten bahsettiği eserini şu cümlelerle tamamlamıştır: “İşte hatıra gelebilen ȃdȃt-ı diniyye ve milliyye ve vataniyyeden doksan dokuz adet doğruyu ekseri halkın i’tikȃdȃt ve i’tibȃrȃtına dȃir mesele buldum, yazdım. Bunlar birer hatıradır. Bunların bir kısmı merukdur, bir kısmı da gide gide unutulacaktır. Ahlafa yȃdigȃr olmak üzere işbu İntizȃr-ı Şemsȋ tesmiye etdiğim eseri tertip ettim. Çünkü halk bu ef’ȃlden bir iyilik bekliyor. Bunun için İntizȃr koydum.91” Müellifin bu eserine dair beyti şöyledir; “Ba‘ø-ı ‘ÀdÀt vÀr ki dìní ba‘øısı millì anuñ Bekleyor andan şifÀ òalú İntiôÀrumdur benim” İ’tisȃr-ı Şemsȋ, Müellifin 4 ve 6 rakamı ile ilgili bazı konuları içermektedir. Bu eser de Hȃksȃr-ı Şemsȋ içindedir. 380-410 sahifeleri arasında bulunan yazma eser toplam 30 sahifedir. Te’lif tarihi; 1349/1930’dur. Fihristinden, erkȃn-ı sitte, cihȃt-ı sitte, elvȃn-ı sitte, kürüb-i sitte, şart-ı iman gibi başlıklarla 6 rakamının tesadüf olmadığını, çehȃr-ı yȃr, melȃike-i erba’a, anȃsır-ı erba’a, mezȃhib-i erba’a92 gibi başlıklarından da 4 rakamının bir tesadüf olmadığına dair fikir sahibi olduğumuz eser, müellifin dikkat çeken eserlerinden biridir. Eserle ilgili müellif şu beyti yazmıştır; “Altı ile dört ‘adedden çıúarup ma‘nÀ raúìú Úoydum İ‘tiãÀr nÀmın ol i‘tibÀrumdur benim” 90 M.Ş., İntizȃr-ı Şemsȋ, s. 267, (müellif nüshası, özel kütüphane). 91 M.Ş., İntizȃr-ı Şemsȋ, s. 375, (müellif nüshası, özel kütüphane). 92 M.Ş., İ’tisȃr-ı Şemsȋ, s. 379, (müellif nüshası, özel kütüphane). 43 Misbȃr-ı Şemsȋ, müellifin kendi zamanında yaşayan bazı kişilerin doğum ve ölümlerine veya bazı binaların yapımına dair yazdığı, tarih düşürdüğü manzumelerini topladığı bir eseridir. Bu arada bazı şahısların hal tercümelerini de kaydetmiştir. Vefatına tarih düştüğü kişiler arasında Hüseyin Vassaf, Babası İsmail Nazif, Musaid Paşa, Vahyȋ, Murat Emrȋ,93 gibi dostları ve feyz aldığı önemli isimler vardır. Müellifin bu eseri de Hȃksȃr- ı Şemsȋ içinde Karȃr-ı Şemsȋ’den sonra. 847-926 sahifeleri arasında bulunan eser toplam 79 sahifedir. Eserin te’lif tarihi 1349/1931’dir. Eserde 75 civarında kişinin terceme-i hali ve vefatına tarih vardır. Müellifin Misbȃr-ı Şemsȋ ile ilgili beyti şöyledir; “Ba‘ø-ı aóbÀb iltimÀs itdi anuñ-çün söyledüm NÀmına MisbÀr dinildi dÀà-dÀrumdur benim” Mehmet Şemseddin Efendi’nin Bursa ile ilgili bir eseri de Medȃr-ı Şemsȋ’dir. Eserde, Bursa’da bulunan 202 cami ve mescid, bȃnileri ile birlikte, elifba tasnifi ile alfabetik tertip edilerek anlatılmıştır. Eser toplam 323 sahifedir. Eserin te’lif tarihi 1348/1929’dur. Müellif mukaddimeden sonra, “mukaddimede söylediğim vechile iş bu eser bilcümle Bursa’da mevcud cevâmîden bâhisdir. Bulabildiğim kadar bânilerini, tarihlerini, terceme-i hâllerini yazacağım… Bunun da adını diğer te’lîfâtıma muvâfık ve onların kâfiyesine mutâbık olmak arzusuyla Medâr-ı Şemsî tesmiye ettim”94 cümlesiyle başladığı eserine ilk olarak Ulucami’yi yazarak başlamıştır. Müellif eserinde “260 küsür sene Cuma edȃ ve salât-ı hamse îfâ ve âyîn-i tarîkat-ı aliyye icrâ edilen” Ȃsitane-i Mısrȋ’den de bahsetmiş, “202 cevâmî ve mesâcid bir de nokta-yı tevhîd olarak Hazret-i Mısrî Efendimin âsitanesini de ilâve ettim”95 demiştir. Müellif Medâr-ı Şemsî’nin son sayfasında o dönemde Bursa’da bulunan cami ve mescidlerin “Hangi vakitler edâ olunduğu ve hangiler mesdûd b