T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLAM TARİHİ BİLİM DALI SOVYET RUSYA’DA AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN DİNÎ VE MİLLÎ KİMLİK SORUNU DOKTORA TEZİ Javid HAJIYEV BURSA – 2023 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLAM TARİHİ BİLİM DALI SOVYET RUSYA’DA AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN DİNÎ VE MİLLÎ KİMLİK SORUNU DOKTORA TEZİ Javid HAJIYEV Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Şevket YILDIZ BURSA – 2023 ii TEZ ONAY SAYFASI T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, İslam Tarihi Bilim Dalı’nda 711622006 numaralı Javid HAJIYEV’in hazırladığı “Sovyet Rusya’da Azerbaycan Türklerinin Dinî ve Millî Kimlik Sorunu” konulu Doktora Çalışması ile ilgili tez savunması, ../../2023 günü … - … saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin /çalışmasının başarılı (başarılı/başarısız) olduğuna oy birliği (oy birliği / oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Dr. Öğr. Üyesi Şevket YILDIZ Bursa Uludağ Üniversitesi Üye Prof. Dr. Ali Kaya Bursa Uludağ Üniversitesi Üye Prof. Dr. Mefail Hızlı Dokuz Eylül Üniversitesi Üye Prof. Dr. Nurettin Gemici İstanbul Üniversitesi Üye Doç. Dr. Yunus AKYÜREK Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ....../......./ 2023 iii SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Tarih:17/03/2023 1- Tez Başlığı / Konusu: “Sovyet Rusya’da Azerbaycan Türklerinin Dinî ve Millî Kimlik Sorunu” 2- Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam 250 sayfalık kısmına ilişkin, 06/ 02 /2023 tarihinde şahsım tarafından Turnitin adlı intihal tespit programından (Turnitin)* aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı % 9’dur. 3- Uygulanan filtrelemeler: 4- Kaynakça hariç 5- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç 6- Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. 7- Gereğini saygılarımla arz ederim. 17/03/2023 Adı Soyadı: Javid HAJIYEV Öğrenci No: 711622006 Anabilim Dalı: Temel İslam Bilimleri Programı: İslam Tarihi ve Sanatları/İslam Tarihi Statüsü: Y.Lisans Doktora Danışman Dr. Öğr. Üyesi Şevket YILDIZ 17/03/2023 iv YEMİN METNİ Doktora tezi olarak sunduğum “Sovyet Rusya’da Azerbaycan Türklerinin Dinî ve Millî Kimlik Sorunu” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Tarih ve İmza 17/03/2023 Adı Soyadı : Javid HAJIYEV Öğrenci No : 711622006 Anabilim Dalı : İslam Tarihi ve Sanatları/İslam Tarihi Programı : Doktora Statüsü : ☐ Yüksek Lisans ☒ Doktora v ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Javid HAJIYEV Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı : İslam Tarihi Tezin Niteliği : Doktora Tezi Mezuniyet Tarihi : …/…/2023 Tez Danışmanı : Dr. Öğr. Üyesi Şevket YILDIZ SOVYET RUSYA’DA AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN DİNÎ VE MİLLÎ KİMLİK SORUNU Siyasî, iktisadî ve stratejik konumundan dolayı Çarlık Rusyası’ndan sonra Sovyet Rusya hâkimiyeti altına giren Azerbaycan Türkleri, bir kez daha kendi dil, din, kültür ve geleneklerine zıt unsurların etkisi altında kalmışlardır. Lenin’in Self- Determinasyon manifestosuna rağmen Rusya egemenliğindeki milletlere kendi kaderlerini tayin hakkı verilmemiştir. Çünkü Sovyet adı verilen bu birlik, demir perdelerle kapatılmış ve âdeta “halklar hapishanesi”ne dönüştürülmüştür. Hatta Sovyetler Birliği Başkanı Stalin daha da ileri giderek Rusya hâkimiyeti altında bulunan halkları kontrol altında tutmak için “milliyetler politikası” geliştirmiş ve böylece Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimliklerini tahrif etmeye çalışmıştır. Sovyetlerin Ruslaştırma politikasına karşı gelen aydınlar ise paranoyak bir şekilde milliyetçi, ulusçu ve dış güçlerin ajanı olmakla suçlanmış, baskı altına alınarak ya idam ya sürgün ya da hapsedilmişlerdir. Ancak hiçbir güç ve kuvvet Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî mücadele azmini kıramamıştır. Bilakis, Sovyetlerin baskı siyasetinden yeterince çeken Azerbaycan Türkleri ulusal mücadele başlatmışlardır. Böylece 1991’de diğer Türk Cumhuriyetleri gibi bağımsızlıklarını ilan ederek dinî ve millî kimlik sorunlarının çözülmesi yolunda çok önemli adımlar atmışlardır. Anahtar Kelimeler: Sovyetler Birliği, Azerbaycan Türkleri, Dinî ve Millî Kimlik Sorunu vi ABSTRACT Name and Surname : Javid HAJIYEV University : Uludag University Instituion : Institute of Social Sciences Field : History of Islam and Arts Branch : History of Islam Degree Awarded : PhD Degree Date : …/…/2023 Supervisor : Dr. Öğr. Üyesi Şevket YILDIZ RELİGİOUS AND NATİONAL IDENTİTY PROBLEM OF THE AZERBAİJANİ TURKS İN THE SOVİET RUSSİA Azerbaijan Turks, who came under the domination of Soviet Russia after the Tsarist Russia due to their political, economic, and strategic position, were again under the influence of elements opposing to their language, religion, culture, and traditions. Despite Lenin's manifesto of self-determination, the nations condemned to Russia were not given the right to self-determination, on the contrary, this union, called the Soviet, was closed with iron curtains, and revolved into a "people's prison". In fact, the President of the Soviet Stalin went even further and developed a "politics of nationalities" to keep the peoples condemned to Russia under control and tried to misrepresent the religious and national characteristics of the Azerbaijan Turks. National intellectuals, who opposed the Soviet's Russification policy, were paranoidly accused of being nationalist, separatist and agents of foreign powers, and were either executed, exiled, or imprisoned under pressure. However, no power or force could break the religious and national struggle determination of the Azerbaijani Turks. On the contrary, the Azerbaijani Turks, who had suffered enough from the religious and national oppression of the Soviets, started the nationalisation process, and gave an unprecedented national struggle. Thus, by declaring their independence in 1991, they took very vital steps towards solving religious and national identity problems. KEYWORDS: Soviet Union, Azerbaijani Turks, religious and national identity problem vii ÖNSÖZ “Biz Bir Millet İki Devletiz”. (Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar ALİYEV) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde Azerbaycan’da “tarih biliminin teşkili” için Moskova’dan Bakü’ye tarihçiler getirilmiştir. 1920-1930’lu yıllarda getirilen bu “uzmanlar” ideolojik bakış açısıyla yeni yeni eserler yazarak Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimliklerini tahrif etmeye ve unutturmaya çalışmışlardır. Bu eserler siyasî ve ideolojik tutum nedeniyle tek taraflı yazılmanın yanı sıra, aynı zamanda Türkiye ve Azerbaycan arşiv belgelerine atıfta bulunmamalarıyla da dikkat çekmektedir. İlgili arşiv ve resmî belgelere başvuruda bulunulan az sayıda eser ise Sovyet ideolojisi altında oluşturulmaya çalışılan Azerbaycan tarih bilimine ters düşmesi nedeniyle eleştiriye tabi tutulmuş ve yasaklanmıştır. Ancak 1991’de bağımsızlığın kazanılmasıyla birlikte Azerbaycan tarih yazımında bir öze dönüş süreci yaşanmıştır. Bunun doğal sonucu olarak da Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik sorunlarının incelenmesine ve bu konuda objektif eserler yazılmaya başlanmıştır. Çalışmamız; önsöz, giriş, üç bölüm, sonuç ve eklerden ibarettir. Girişte; tezin konusu, amacı, önemi, sınırları, metodolojisi ve aynı zamanda tezin kaynakları hakkında bilgiler verilmiştir. Birinci bölümde; Sovyet Rusya döneminde Azerbaycan Türklerinin karşılaştıkları dinî ve millî kimlik sorunlarının arkasında yatan nedenlerin daha iyi anlaşılması amacıyla Rusların Türk yurtlarına doğru ilerlemesi ve Rusların Kafkasya siyasetinde Azerbaycan faktöründen bahsedilmiştir. İkinci bölümde; Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik bilincinin oluşum süreci, aynı zamanda bu süreci tetikleyen amiller ve bu amillerin bir mefkûreye dönüşmesi hakkında bilgiler verilmiştir. Çalışmanın ana ve son bölümünü oluşturan üçüncü bölümde ise; Sovyet Rusya’da Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik sorunlarının temel etmenlerinden bahsedilmiştir. Yani Sovyet idari birimlerinin Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimliğini yok etmeye çalışması, buna karşılık millî aydınların Azerbaycan’ın bağımsızlığı viii için ulusal mücadele başlatması ve bu mücadelenin sonuçları üzerinde durulmuştur. Genel bir değerlendirmeyle de çalışma sonlandırılmıştır. Azerbaycan devletçiliğinin temelini oluşturan şahsiyetlerin, millî kimliğin imha sürecinde hayatlarını kaybeden baskı siyaseti kurbanlarının ve Azerbaycan’ın sosyal ve kültürel hayatında önemli izler bırakan tarihi yapıların resimleri ise ekler kısmında verilmiştir. Çalışmanın ilk günlerinden itibaren teknik ve teorik bilgileriyle bende ufuk oluşturan, yolumu aydınlatan akademisyen hocam ve tez danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Şevket YILDIZ’a teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca tez yazım esnasında birikim ve önerileriyle tezimize katkıda bulunan, ilim ve irfan sahibi çok değerli Dr. Öğr. Üyesi İlhami ORUÇOĞLU’na; tez izleme komitesi üyelerinden sayın Prof. Dr. Ali KAYA ve Prof. Dr. Mefail HIZLI’ya; araştırmanın her safhasında tecrübelerinden azami istifade etmeye çalıştığım Prof. Dr. Nurettin GEMİCİ ve Doç. Dr. Yunus AKYÜREK’e; dergi, makale, kitap vd. kaynakların temin edilmesinde yardımlarını esirgemeyen kütüphane çalışanlarına; maddi ve manevi destekleriyle her zaman yanımda hazır bulunan aziz aileme, eşime ve bütün dostlarıma çok teşekkür ederim. Tezimi, dinî ve millî değerler uğrunda mücadele eden ve bu uğurda canlarından geçen tüm vatan evlatlarının aziz ve pak ruhlarına armağan ediyorum. Javid HAJIYEV Bursa-2023 ix İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ........................................................................................................ ii DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU .................................................................. iii YEMİN METNİ .................................................................................................................. iv ÖZET .................................................................................................................................... v ABSTRACT ........................................................................................................................ vi ÖNSÖZ ............................................................................................................................... vii İÇİNDEKİLER ................................................................................................................... ix KISALTMALAR ............................................................................................................... xii GİRİŞ .................................................................................................................................... 1 1. Tezin Konusu ................................................................................................................. 5 2. Tezin Amacı ................................................................................................................... 5 3. Tezin Önemi .................................................................................................................. 6 4. Tezin Seçimi .................................................................................................................. 8 5. Tezin Metodolojisi ......................................................................................................... 9 6. Tezin Sınırları ................................................................................................................ 9 7. Tezin Kaynakları ............................................................................................................ 9 BİRİNCİ BÖLÜM RUSLARIN KAFKASLARA DOĞRU İLERLEMESİ: AZERBAYCAN’DA RUS EGEMENLİĞİ 1.1. RUSYA ÇAR’I ALKSEYEVİÇ PETRO’NUN KAFKASLARA YAYILMA POLİTİKASI (1721-1725) .............................................................................................. 11 1.1.1. Liman ve Petrol Şehri Bakü’nün Düşmesi ......................................................... 25 1.2. BÜYÜK DEVLETLERİN AZERBAYCAN UĞRUNDA HAKİMİYET MÜCADELESİ (1725-1747) ........................................................................................... 29 1.3. AZERBAYCAN HANLIKLAR DEVRİ (1747-1804) ............................................. 33 1.3.1. Kuzey Hanlıkları ................................................................................................ 36 1.3.2. Güney Hanlıkları ................................................................................................ 37 1.3.3. Azerbaycan Hanlıklarının Rusya Tarafından İşgali (1804-1813) ...................... 38 1.3.3.1. Azerbaycan’ı İkiye Bölen Antlaşmalar ....................................................... 47 1.3.3.1.1. Gülistan Antlaşması (1813) .................................................................. 50 1.3.3.1.2. Türkmençay Antlaşması (1828) ............................................................ 52 x İKİNCİ BÖLÜM AZERBAYCAN TÜRKLERİNDE DİNÎ VE MİLLÎ KİMLİK BİLİNCİNİN OLUŞUM SÜRECİ VE BU SÜRECİ TETİKLEYEN AMİLLER 2.1. ÇARLIK RUSYASI’NIN RUSLAŞTIRMA POLİTİKALARI ............................... 58 2.1.1. Demografik İskân Politikası ............................................................................... 59 2.1.2. Rus Komendant/Askerî İdare Usulü .................................................................. 60 2.1.3. Köylü Islahatları ve Toprak Reformu ................................................................ 62 2.1.4. Kaçak Harekâtı ................................................................................................... 64 2.2. PETROL ENDÜSTRİ SEKTÖRÜNÜN İNKİŞAFI VE MİLLİ BURJUVAZİ SINIFININ OLUŞUMU .................................................................................................. 66 2.3. ULUSLAŞMA SÜRECİNDE AZERBAYCAN AYDINLARININ İLMÎ FAALİYETLERİ ............................................................................................................. 70 2.3.1. Millî Matbuatın Oluşumu ................................................................................... 72 2.3.2. Usul-i Cedit Okulları ve Ceditçilik/Yenileşme Harekâtı .................................... 75 2.4. AZERBAYCAN AYDINLARININ SİYASİ FAALİYETLERİ .............................. 76 2.4.1. Azerbaycan Millî Harekâtının İlk Nüvesi: Difai Teşkilatı ............................ 76 2.4.2. Millî Mücadele Döneminde Mehmet Emin Resulzade Fenomeni ve Musavat Partisi ....................................................................................................................... 81 2.5. 1905 RUS İHTİLALİNİN AZERBAYCAN TÜRKLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ ....................................................................................................................... 86 2.5.1. Rusya Müslümanları Kongreleri ........................................................................ 89 2.5.2. Azerbaycan Türkleri Rusya Devlet Dumasında ................................................. 96 2.6. 1917 EKİM DEVRİMİ VE SELF-DETERMİNASYON MANİFESTOSU .......... 101 2.7. AZERBAYCAN HALK CUMHURİYETİ’NİN İLANI ........................................ 105 2.8. AZERBAYCAN’DA SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİNİN TESİSİ ........................................................................................................................... 113 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SOVYET RUSYA’DA AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN DİNÎ VE MİLLÎ KİMLİK SORUNU (1920-1991) 3.1. AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN DİNÎ KİMLİKLERİNİN İMHA SERÜVENİ 127 3.1.1. Din Adamlarının ve İslam Dini’nin Ortadan Kaldırılmaya Çalışılması .......... 133 3.1.2. Sovyet Rusya’da Ateizm Propagandası ve “Allahsızlar” Cemiyetinin Kurulması .............................................................................................. 136 3.1.2.1. Eğitim Sisteminde Ateizm Propagandası .................................................. 141 3.1.2.2. İşçiler Arasında Ateizm Propagandası ...................................................... 142 3.1.2.3. Basın - Yayın Organları Aracılığıya Yapılan Ateizm Propagandası ......... 143 3.1.3. Camilerin Kapatılması...................................................................................... 143 3.1.4. Ramazan ve Kurban Bayramlarının Kutlanmasına Karşı Alınan Önlemler .... 148 3.1.5. Başörtüsü Yasağı .............................................................................................. 150 xi 3.2. AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN TARİHİ GEÇMİŞLERİNİN TAHRİF EDİLMESİ ..................................................................................................................... 151 3.2.1. “Gönüllü Birleşme” Doktirini Çerçevesinde Azerbaycan’ın Ele Geçirilmesi . 152 3.2.3. Azerbaycan Türk Kimliğinin “Azerbaycanlı”ya Dönüştürülmesi ve “Azeri” Meselesi ...................................................................................................................... 154 3.3. SOVYET MİLLİYETLER POLİTİKASI: AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN RUSLAŞTIRILMASI .................................................................................................... 160 3.3.1. Yönetim Kademelerinde Ruslaştırma Siyaseti ................................................. 161 3.3.1.1. Nüfus Mübadelesi Siyaseti Ekseninde Azerbaycan Türklerinin Ruslaştırılması ........................................................................................................ 161 3.3.1.2. Eğitim Sistemi Aracılığıyla Azerbaycan Türklerinin Ruslaştırılması ....... 162 3.3.2. Dil Politikası Açısından Alfabe Sorunu ........................................................... 163 3.3.2.1. Azerbaycan Türk Dilinin Azerbaycan Diline Dönüştürülmesi ................. 169 3.4. REPRESSİYA/KIRMIZI TERÖR: MİLLİ AYDINLARIN TASFİYESİ VE SİYASAL BASKI UYGULAMALARI ........................................................................ 170 3.4.1. Bağımsızlık Mücadelesi Liderlerinin ve Devlet Mensubu Siyasilerin Tasfiyesi ..................................................................................................................... 178 3.4.2. “Sosyalist Kalıb”a Sığmayan Şair, Edip ve Yazarların Tasfiyesi .................... 182 3.4.2.1. Hüseyin Cavid ........................................................................................... 184 3.4.2.2. Ahmed Cevad ............................................................................................ 186 3.4.2.3. Mikail Müşfik ............................................................................................ 192 3.4.2.4. Baskı Siyasetinin Mağdur Kadınları.......................................................... 195 3.4.3. Milli Uyanışın Temel Dinamiği Olarak Basın, Yayın, Matbuat ve Sanat Çevresinde İmha Girişimleri ...................................................................................... 197 3.5. SOSYALİST YÖNETİMİN MİLLİ EĞİTİM POLİTİKASI ................................. 198 3.5.1. Azerbaycan Tarih İlminin Oluşmasında Sovyet Tarihçiliği Konsepti ............. 207 3.6. AZERBAYCAN MİLLİ AYDINLARINDAN M. E. RESULZADE’NİN MUHACERET HAYATI: MATBUAT FAALİYETLERİNİN İSTİKLAL DAVASINDAKİ YERİ ................................................................................................. 216 3.7. II. DÜNYA SAVAŞI VE AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN TUTUMU ............. 230 3.8. BAĞIMSIZLIĞA GİDEN YOLDA AZERBAYCAN OLAYLARI (1990) .......... 233 3.9. İSTİKLAL UĞRUNDA MÜCADELE VE SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN SONU: BAĞIMSIZLIK İLANI .................................................................................................. 239 SONUÇ ............................................................................................................................. 244 KAYNAKÇA .................................................................................................................... 249 EKLER ............................................................................................................................. 269 ÖZGEÇMİŞ ..................................................................................................................... 284 xii KISALTMALAR ADGK Azerbaycan Devlet Güvenlik Komitesi ADİB Azerbaycan Din İşleri Bakanlığı AC Azerbaycan Cumhuriyeti AGİK Azerbaycan Geçici İnkılâp Komitesi AİİHK DGİ Azerbaycan İç İşleri Halk Komiserliği Devlet Güvenlik İdaresi AK(B) P MK Azerbaycan Komünist (Bolşevik) Partisi Merkez Komitesi a. mlf. Aynı müellif AMYK İK Azerbaycan Merkezi Yürütme Komitesi İdari Kurulu Bkz. Bakınız ÇEKA Çrezvıçaynaya Komissiya (Olağanüstü Hal Komisyonu/İstihbarat) çev. Çeviren ed. Editör haz. Hazırlayan HMK Halk Maarif Komiserliği SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TDV Türkiye Diyanet Vakfı ts. Tarihsiz TTK Türk Tarih Kurumu vd. Ve diğerleri 1 GİRİŞ Kafkasya’da stratejik bir konumu bulunan Azerbaycan; kuzeyde Dağıstan (Rusya), kuzey batıda Gürcistan, batıda Ermenistan, güney batıda Türkiye, güneyde İran, doğuda ise Hazar Denizi’yle çevrilidir. Azerbaycan adının etimolojisi hakkında birbirinden farklı görüşler olsa da bu adın İranlı satrap Atropates’in adından geldiği söylenmektedir. Gaugamella yenilgisinden (M.Ö. 331) sonra Makedonyalı Büyük İskender’in hizmetine giren bu şahıs, önceleri İskender adına Medya’yı yönetmiştir. Ancak onun ölümünden sonra bu bölgede kendi adına izafetle Atropatene (Grekçe) adında bağımsız bir krallık kurmuştur. “Atropates’in ülkesi” anlamına gelen bu krallığın ismi Farsçada Aturpatakan, Süryanicede ise Azarbaygan şeklinde kullanılmıştır. Daha sonra Arapçada g/c değişiminden dolayı günümüzdeki gibi Azerbaycan şeklinde telaffuz edilmiştir1. Arkeolojik kazılardan elde edilen verilere göre Azerbaycan’ın tarihi çok eski zamanlara kadar gitmektedir. Azerbaycan’da ilk insan izlerine Urmiya Gölü havzasında rastlanmıştır2. Azerbaycan’da kurulan ilk devlet Manna, ikincisi ise Atropatena’dır. Lakin bunların hiçbiri kalıcı olmamıştır. Zira M.S. 227’de İran’da kurulan Sasani İmparatorluğu Azerbaycan’ı tamamen kontrolü altına almış ve başşehri Erdebil olan bir eyalet haline getirmiştir. Ardından Sasaniler kendi dinlerini burada hâkim kılmak için yoğun çaba sarf etmişlerdir. Bu tarihten sonra Azerbaycan Zerdüşlüğün en önemli merkezlerinden birine dönüşmüştür3. Kafkasların eteğinde bulunan Azerbaycan gerek jeopolitik konumu gerekse de coğrafi özellikleri nedeniyle tarih boyunca farklı farklı milletleri içinde barındırmıştır. Bu milletlerden biri de hiç kuşkusuz göçebe Türklerdir4. Dünyanın en eski kavimlerinden biri olan Türklerin Azerbaycan’a gelişi hakkında tarihî kaynaklarda birbirinden farklı bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler arasından doğru olanı bulmak çok zor olsa da tüm Türkleri ilgilendiren bir mevzu olması hasebiyle her zaman aktüelliğini korumuş ve araştırma 1 Ziya Bünyadov, “Azerbaycan”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1991), 4/317-318: Azerbaycan Tarihi: En Kadim Zamanlardan XX Asradek, ed. Z. M. Bünyadov – Y. B. Yusifov (Bakü: Azerbaycan Devlet Neşriyatı, 1994), 14-18. 2 Bünyadov, “Azerbaycan”, 4/318. 3 Bünyadov, “Azerbaycan”, 4/319. 4 Abdulvahid Soofizadeh, “Selçuklular Döneminde Türklerin Doğu Anadolu ve Azerbaycan Bölgelerine Yerleşmeleri”, Azerbaycan Türk Cumhuriyetinin Kuruluşunun 100. Yılında Er Kişi Ebulfez Elçibey’e Armağan, haz. Saadettin Yağmur Gömeç vd. (Ankara: Berikan Yayınları, 2018), 35. 2 konusu olmuştur. Zira hem Azerbaycan Türkleri hem de Anadolu Türkleri açısından ne zamandan beri bu coğrafyada yaşadıklarını teyit etmek oldukça mühim bir meseledir. F. Mustafa, Azerbaycan’ın Türkleşmesi merhalesini anlatırken meşhur tarihçi Z. V. Togan’ın şu görüşünü paylaşmaktadır: M.Ö. 2. yüzyıldan itibaren Turan kavimleri tedrici bir şekilde Azerbaycan’a gelmiş ve burada Ari unsuruyla karışmışlardır. Bu sayede M.S. 11. yüzyıla kadar Türkler, Azerbaycan’da yerli halkla kaynaşmıştır. Bu durum, Azerbaycan’ın Türkleşmesi merhalesi üzerinde çok büyük bir önem arz etmiştir5. Saadettin Yağmur Gömeç’e göre, Türklerin Azerbaycan’ı yurt edinmesi M.Ö. 7. yüzyılda İskit-Saka çağından (Türk-Hun) itibaren çeşitli Türk kavimlerinin Derbent yoluyla Kafkasların Kuzeyinden Azerbaycan’a gelip yerleşmelerine kadar uzanmaktadır. Hatta bu sebeple Derbent’e “Türk Kapısı” adı verildiğine de dikkat çekmiştir. Bu yüzden günümüzde bile Azerbaycan’da Türk-Hunlara ait yer adlarını görmek ve Sabarlar gibi diğer Türk-Ogurlardan kalma bazı izlere rastlamak mümkündür6. A. Soofizadeh de Azerbaycan’ın yanı sıra Anadolu topraklarının Türkleşmesinde göçlerin önemine değinmekte ve konu ile ilgili aşağıdaki şu görüşü paylaşmaktadır: “Azerbaycan ve Anadolu topraklarına göç etmeleri her ne kadar daha önce Batı Hunları ve Hazar Devletinin bu coğrafyaya hâkim olmalarıyla başlamış olsa da buranın bir Türk toprağı olarak kimlik kazanma süreci X. yüzyılın sonları ve XI. yüzyılın başlarından itibaren Oğuz Türkmenlerinin bölgeye akınları ve göç etmeleriyle yoğunluk kazanmıştır. Oğuz Türkmenleri ilk başta Orta Asya’dan Horasan Bölgesine gelmiş, daha sonra ise yurt arayışı maksadıyla önce Gaznelilerle mücadele etmiş, ardından Azerbaycan, Kafkasya ve Anadolu topraklarına gelerek, gelecekte Türk Yurdu olarak anılacak ve Türkiye adı ile isimlendireceğimiz topraklara yeni bir kimlik kazandırmışlardır”7. Azerbaycan Türklerinin İslam ile tanışma süreci ise 7. yüzyılın ortalarına tekabül etmektedir. Bilindiği gibi Azerbaycan, 642’de Hz. Ömer (634-644) döneminde fethedildi. Ancak Azerbaycan’ın İslamlaşma süreci düşünüldüğü kadar kolay gerçekleşmemiştir. Çünkü bu dönem dünya genelinde olduğu gibi Azerbaycan’da da Hıristiyanlık, Yahudilik, 5 Fazil Mustafa, Azerbaycan’da Türk Kimliği ve Sahte Tarih Problemi (Bakü: Nurlar Yayınları, 2014), 246-249. 6 Saadettin Yağmur Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi (Ankara: Berikan Yayınları, 8. Basım, 2018), 3. 7 Soofizadeh, “Türklerin Doğu Anadolu ve Azerbaycan Bölgelerine Yerleşmeleri”, 35-36. 3 Putperestlik, Zerdüştlük, Şamanizm gibi dini inanışlar hâkimdi. Bu yüzden Azerbaycan’ın dini yapısı İslam’ı kabul etmeye henüz müsait değildi8. Hz. Ömer’den sonra halife seçilen Hz. Osman (644-656), İslam dinini Kafkasya’da daha da yaymak amacıyla yoğun bir çaba sarf etmiştir. Fakat Müslüman Arap ordularının Sasani sınırlarını aşması ve Hazar topraklarına kadar ilerlemesi taraflar arasında gerginliğin artmasına neden olmuştur. Nitekim Hazarlar, Müslüman askerleri Kafkaslardan uzak tutmak amacıyla sürekli akınlar tertip etmişlerdir. Bu yüzden Azerbaycan toprakları, 7. ve 8. yüzyıllarda Hazarlar ile Müslüman Araplar arasında gerçekleşen mücadelelere sahne olmuştur. Müslüman Araplar ile Hazarlar arasında yaşanan Birinci Arap-Hazar Savaşı Müslümanlar açısından her ne kadar çok zor geçse de sonuç itibariyle Müslümanların lehine neticelendi9. Hz. Osman, Azerbaycan fethinin tamamlanmasıyla Erdebil merkez olmak üzere Azerbaycan’a çok sayıda asker yerleştirdi10. Burada Müslüman askerlerin dini gereğince temsil ve tebliğ etmesinden yola çıkarak bölge halkının hızlı bir şekilde İslam’ı kabul etmiş olabileceğini düşünmek mümkündür. Tarihçi Z. Bünyadov’a göre Hz. Osman’dan sonra halife seçilen Hz. Ali’nin (656-661) Azerbaycan valisi Eş’as b. Kays el- Kindi, Müslümanların daha rahat ibadet etmeleri için Erdebil’de bir cami yaptırmıştır11. Emevîler (661-750) döneminde Azerbaycan Kafkasya’daki fetih hareketinin merkezi olarak kullanılmaktaydı. Bu yüzden Hazarlar her fırsatta Müslüman Arapların ilerlemesini durdurmaya çalışmışlardır. Fakat Hazarlar, Abbasiler (750-1258) devrinde Peçenek akınlarına maruz kaldıkları için Müslüman Araplara karşı pek fazla direniş gösterememişlerdir. Hazarların zayıflamasından istifade eden Ruslar ise kısa süre sonra Hazarların varlığına son vermişlerdir (965)12. Böylece Azerbaycan’da İslam’ın yayılması önündeki en büyük manilerden biri ortadan kalkmış oldu. Abbasiler döneminde Müslümanlar Hazarlar tehlikesini yeni atlatmalarına rağmen bu kez de Babek el-Hürremi (838) isyanı ile karşılaşmışlardır. Babek isyanı her ne kadar güçlükle bastırıldıysa da Abbasileri büyük ölçüde zayıflatmıştır. 8 Azerbaycan Tarihi: En Kadim Zamanlardan XX Asradek, 240-241. 9 Ahmet Taşağıl, “Hazarlar”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1998), 18/117. 10 Bünyadov, “Azerbaycan”, 4/319. 11 Bünyadov, “Azerbaycan”, 4/319. 12 Taşağıl, “Hazarlar”, 18/118. 4 Abbasi hilafetinin zayıflamasıyla Azerbaycan’da; Şirvanşahlar (799-1656), Sacoğulları (879-930), Revvadîler (10. yüzyılın başları), Selarîler (916-1090), Şeddadîler (951-1075) ve Ahmedîliler (1108-1227) gibi mahalli hanedanlıklar kuruldu13. Bu hanedanlıkların yanı sıra Azerbaycan’ın Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında Kuman- Kıpçak Türkleri (11. yüzyıllar), İlhanlılar (1256-1353), Altun Orda (1241-1502), Tümürlüler (1370-1507), Karakoyunlu (1351-1469), Akkoyunlu (1340-1514), Safeviler (1501-1736) ve Osmanlı (1300-1922) gibi Türk topluluklarının da çok büyük bir rolü olmuştur14. Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik sorunu, esasında Sovyet ve Çarlık Rusya’sı döneminin öncesine hatta İslam’ın Azerbaycan’a gelişinin de ötesine gitmektedir. Bunun başlıca nedeni, Azerbaycan’ın içinde bulunduğu coğrafyanın polietnik durumuyla ilgilidir. Bilindiği gibi Azerbaycan coğrafi olarak Güney Kafkasya’da bulunmaktadır. Kafkasya ise nispeten küçük bir alan olmasına rağmen etnik ve dinî farklılıkların birlikte yaşandığı çok uluslu ve kozmopolit bir yapıya sahiptir. Zira burada üç büyük ulustan biri olan Dağlılar/Dağıstanlılar, Gürcüler ve Azerbaycan Türkleri yaşamaktadır*. Adı geçen uluslar her ne kadar İslam’dan önce bölgede hâkim olan Hıristiyanlık, Putperestlik, Zerdüştlük ve kısmen de Şamanizm gibi ortak dinî inanca sahip olsalar da netice itibariyle farklı sınırlara sahip olan farklı uluslardı. Durum böyle olunca da her bir ulus, kendi sınırları içinde kendi millî kimliğini koruyup kollamanın mücadelesi içinde olmuştur. Bu durum büyük bir problem oluşturmamakla birlikte Azerbaycan Türklerinin etnik zeminde yaşamış oldukları millî kimlik sorunsalının ilk belirtilerinden biri olarak değerlendirilebilir. Ancak 7. yüzyılın ortalarında İslam’ın Azerbaycan’a gelmesiyle (642), o zamana kadar toprak ve coğrafi zeminde yaşanan kimlik sorunu bu kez yerini dinî inanç esaslarına bırakmıştır. Şöyle ki, Azerbaycan Türkleri İslam’ı kabul etmekle şimdiye kadar Kafkasya’da hâkim ve egemen olan diğer dinlere karşı İslam’ı ayakta tutmanın ve bu din üzere hayatlarını idame ettirmenin mücadelesi içine girmişlerdir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu mücadelelerin hiçbiri, Çarlık, özellikle de Sovyet Rusya’sındaki kadar zor, tehlikeli 13 Bünyadov, “Azerbaycan”, 4/319; Azerbaycan Tarihi: En Kadim Zamanlardan XX Asradek,259-264. 14 Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 7-15. * 7. yüzyılda (İslam’dan önce) Kafkasya’da her ne kadar sayıları az olmakla birlikte Ermeni nüfusu bulunsa da onların Kafkasya’da yoğun bir şekilde konumlanmaları 19. yüzyılın başlarına tekabül etmektedir. Zira bilindiği gibi Ermeniler, 1828-1829’lu yıllarda bilinçli bir şekilde Çarlık Rusya’sı tarafından bölgeye yerleştirilmişlerdir. Dolayısıyla Ermeniler söz konusu dönemin dışında kalmışlardır. Bu yüzden İslam’dan önce Kafkasya’da yaşayan büyük uluslar arasında Ermenilerin adını zikretmeyi doğru bulmadık. 5 ve bir o kadar da kalıcı olmamıştır. Çünkü 1828’de Çarlık Rusya’sının Azerbaycan’ı ele geçirmesiyle durum daha da değişmiştir. Takip eden süreçte Azerbaycan Türkleri ilk kez kendi harslarına (kültür/yaşam tarzı/düşünce yapısı) yabancı bir ulusun egemenliği altına girmenin sıkıntısıyla yüzleşmişlerdir. Bu sebeple ulusal bir mücadele başlatarak asimile edilen dinî ve millî kimliğin yeniden kazanılması için çok büyük ve ciddi adımlar atmış, dinî, siyasî, edebî ve kültürel yönde millî bilinci idame ettirmeye çalışmışlardır. 1917’de Bolşeviklerin Çarlık Rusya’sının varlığına son vermesiyle bu iş daha da ivme kazanmıştır. Bolşevikler, iktidarın pekiştirilmesi adına her ne kadar ilk başta her bir ulusa kendi kaderini tayin hakkı fırsatı tanısalar da ilerleyen süreçte yaptıkları uygulamalarla bu vaatlerini unutmuş, Çarlık Rusya’sının bir varisi olduklarını ispat etmekte geç kalmamışlardır. Çarlık Rusya’sının külleri üzerinde Sovyetler Birliği adıyla inşa edilen yeni yönetim, “ulusal güçler” adı verdikleri Azerbaycan millî aydınlarına karşı misli görülmemiş mücadele süreci başlatmış ve böylece Sovyetleştirme politikasına karşı çıkan aydınları çeşitli suçlarla itham ederek ortadan kaldırmışlardır. Bu sebeple daha Sovyetler Birliği’nin başlarından itibaren Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik bilinçlerinin muhafazasında lokomotif rolü oynayan mütefekkir aydınların bir çoğu hayatını kaybetmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, Çarlık Rusya’sında dinî ve millî kimliğin yaşanması veya yaşatılması bakımından her ne kadar kısıtlamalar olsa da en azından öldürme uygulaması yoktu. Bu durum, Azerbaycan Türklerinin gerek İslam’dan önce gerekse İslam’dan sonra yaşamış oldukları dinî ve millî kimlik sorunlarının, Sovyetler Birliği’ndeki kadar zor, tehlikeli ve bir o kadar da kalıcı olmadığını göstermektedir. 1. Tezin Konusu Araştırma, Sovyet Rusya’da Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik sorunlarının ana parametrelerini ele almaktadır. Daha açık bir ifadeyle, Sovyetler Birliği döneminde idarî birimlerin Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimliklerini yok etme çabalarını ve buna karşılık aydınların bağımsızlık mücadelelerini konu edinmektedir. 2. Tezin Amacı Araştırmanın amacı, Sovyet Rusya’da Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik sorunlarını irdelemek, Sovyetlerin Ruslaştırma siyasetine maruz kalan Azerbaycan Türklerinin bu uygulama karşısında vermiş oldukları millî ve ulusal mücadeleyi tarihi 6 veriler ve pratik bilgiler ışığında incelemek, olayları sebep-sonuç ilişkisi bağlamında ele almak, bilimsel bakış açısıyla yorumlamak, konuyu objektif bir şekilde değerlendirmek ve böylece Azerbaycan Türklerinin millî mücadele sürecine ışık tutmaya çalışmaktır. 3. Tezin Önemi Bu çalışmayı önemli kılan özelliklerden biri, Azerbaycan Türklerinin Sovyet Rusya döneminde karşılaştıkları dinî ve millî kimlik sorunlarını ana hatlarıyla ortaya koymasıdır. Sovyet döneminde tarih mevcut ideoloji direktifleri esasında yazıldığı için ülkede olup bitenleri olduğu gibi tüm çıplaklığıyla anlatmak mümkün değildi. Kamuoyuna yalnız Sovyet idari birimlerinin anlatılmasını istedikleri kadarı anlatılmıştır. Bütün bunlar ise neredeyse mevcut tarihin tek taraflı yani sübjektif veya çarpıtılarak anlatıldığı anlamına gelmektedir. Bu yüzden yıllarca tarihi gerçekler insanlardan saklı tutulmuştur. Ancak 1991’de Azerbaycan devletçiliğinin yeniden tesis edilmesiyle birlikte son yüz yıl tarihinin öğrenilmesi yönünde çok ciddi adımlar atılmış, böylece araştırmacılara uzun süredir gizli kapılar arkasında saklı tutulan bilgileri öğrenme imkânı oluşmuştur. Bu da 70 yıldan fazla tahrif edilen Azerbaycan tarihinin objektif bir şekilde öğrenilmesine olanak sağlamıştır. Bir başka ifadeyle 1920-1991 yılları arasında Azerbaycan Sovyet döneminin tüm yönleriyle öğrenilmesine, Azerbaycan Türk tarihine ait boşluğun doldurulmasına ve böylece bilgi birikiminin zenginleştirilmesine yardımcı olmuştur. Bununla birlikte Sovyetler Birliği döneminde tehlikeli olarak nitelendirilen ve uzun yıllar araştırılması yasaklanan bu konuların yeniden araştırılmasına bizzat devlet tarafından izin verilmesi ve hatta desteklenmesi, hâlâ güncelliğini koruması aynı zamanda yerli araştırmacıların yanı sıra yabancı araştırmacıların da bu konulara yoğun ilgi göstermesi konuyu daha da önemli kılmaktadır. Ayrıca günümüzdeki vakaların bile 20. yüzyılda yaşanan olaylarla doğrudan ilintili olduğu dikkate alınırsa, adı geçen dönemin tetkik edilmesi araştırmacılar önünde duran en önemli vazifelerden biri olarak kabul edilebilir. Çalışmada tüm Sovyet genelinde olduğu gibi Azerbaycan’da din adına her şeyin yasaklandığına, dinin, yerini hurafelere bıraktığına, özellikle de camilerin ibadete kapatıldığına, buna karşılık Ateizmin hâkim konuma getirilmesine de vurgu yapılmıştır. Bütün bunlar ise Müslümanlık adına dönemin dinî tablosunu gözler önüne sermesi bakımından çok manidardır. Nitekim çalışmada bu ve benzeri faktörlerin üzerinde -bazen 7 kısa bazen daha detaylı- durulması, böylece konuya aydınlık getirilmesi, tezimizi daha da önemli kılmaktadır. Çalışmayı değerli kılan bir diğer husus ise Sovyet tarih konseptinde mevcut olan Nisan tezinin çürütülmesiyle ilgilidir. Zira bilindiği gibi Azerbaycan önce Çarlık, sonra ise onun bir devamı niteliğinde olan Sovyet Rusya’sı tarafından işgal edilmiştir. Bu bakımdan 27 Nisan 1920, Sovyet tarihçiliğinde olduğu gibi “sosyalistlerin zaferi” olarak değil, bilakis Azerbaycan Anayasa Bildirgesi’nde de belirtildiği gibi uluslararası hukuk normlarının bozulması, Rus askerî birliklerinin savaş ilan etmeksizin Azerbaycan’a girmesi, en önemlisi ise bağımsız Azerbaycan’ın varlığına son verilmesi olarak değerlendirilebilir. Ayrıca daha sonra üzerinde işlenerek durulan ve bütün dünyaya “köylü ve işçilerin kardeşlik ülkesi” olarak tanıtılan Sovyetler Birliği’nin hiç de anlatıldığı gibi olmadığı, bilakis “milletler hapishanesi”ne dönüştürüldüğü anlaşılmıştır. Rejime karşı toplumsal ayaklanmaların başlaması, buna mukabil on binlerce suçsuz insanın “vatan haini” ilan edilmesi, Pantürkist ve Panislamist suçlamalarıyla öldürülmesi veya sürgün edilmesi bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermektedir. Ayrıca bu dönemin Azerbaycan Türklerinin ulusal mücadele devri yani işgale karşı toplumsal direnişin zirve yaptığı tarihi bir dönem olarak bilinmesi, fikrimizi desteklemesi bakımından önem arzetmektedir. Yapılan çalışma neticesinde Sovyet Bolşevik yönetiminin Azerbaycan Türklerinin kendi dil, din, kültür, gelenek ve görenek gibi asli medeniyetlerine zıt uygulamalarda bulunduğu, onları “medenileştirmek” adı altında Ruslaştırmaya çalıştıkları ve bu uğurda Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî değerlerini ayaklar altına aldıkları tespit edilmiştir. Ayrıca Sovyet yöneticilerinin Marksist-Leninist tarih yazımından hareketle Azerbaycan Türk toplumunu Türk tarihi kimliğinden koparmaya, Azerbaycan Türklerinin etnik adını tahrif etmeye ve böylece yapay bir millet ihdas etmeye çalıştıkları saptanmıştır. Yapay millet kavramına göre Azerbaycan Türklerinin kökü, Manna’ya, Medlere, Albanlara, Atropatenaya en esası ise Farslara dayandırılmaya çalışılmıştır. Bu ise “Sovyet Halkı” yaratmak arzusunda olan Stalin’in milliyetler politikası olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre Azerbaycan Türkleri Türk değil, “Azerbaycanlı”dırlar, dilleri ise Türk dili değil, “Azerbaycan dili”dir. Fars yönetiminin de bilinçli olarak bu işe müdahil olması sonucu Azerbaycan Türkleri için yeni bir tanımlama yapılmıştır ki bu da Azerbaycan Türklerinin “Aryan” kökenli bir kavim oldukları yönündedir. 8 Suni bir şekilde oluşturulan bu görüşe göre Azerbaycan Türkleri “Türk değil”, “Azeri”dirler yani “Türkleşmiş İran milletidir”. Bütün bunlar ise Stalin’in 1939’da üzerinde durduğu ve ortaya attığı “Medya-Atropatena” tezinden kaynaklanmaktadır. Bu teze göre M.Ö. 8-6 yüzyıllarda Medya Devleti’nde (Şimdiki Güney Azerbaycan’da/Kuzey İran’da) yaşayan İran dilli Atropatenalılar Orta Çağ’da Türklerin bölgeye gelmesiyle kendi ana dillerini zamanla terk etmiş ve böylece Türk dilinde konuşmaya başlamış daha sonra ise asimile olarak Türk halkına dönüşmüşlerdir15. Görüldüğü gibi burada bir asimilasyon olayı söz konusudur. Hatta Azerbaycan Türklerinin kökü “Atropatlara” daha net bir ifadeyle İran’da azınlığı teşkil eden “Azeri”lere dayatılmaktadır. Bu da yanlış bir tanım olmakla birlikte Azerbaycan’ın sonradan “Türkleştiği” tezine hizmet etmiştir. Oysaki F. Mustafa’nın da belirttiği gibi daha önceden de burada mevcut olan ve sonradan “buraya gelen Türkler asimile olmadan kendi varlıklarını direk coğrafyaya yansıtmış, sayı, kültürü ve dilleriyle de buranın egemen unsuru olma özelliğini kazanmışlardır”16. Bundan başka Türklerin bazı milletlerden farklı olarak tek katmanlı değil, “tüm dünyaya dağılan ve çok sayıda kolları olan çok katmanlı bir ırk”17 olma özelliğine sahip olması fikrimizi ayrıca desteklemektedir. 4. Tezin Seçimi “Sovyet Rusya’da Azerbaycan Türklerinin Dinî ve Millî Kimlik Sorunu” adlı tez konumuzla ilgili Azerbaycan’da ve Türkiye’de son zamanlar azımsanmayacak kadar benzeri çalışma yapılmış, özellikle de millî mücadele döneminden bahseden bir dizi monografi eser ve makale yazılmıştır. Ancak bu her şeyin söylendiğini veya anlaşıldığını göstermez. Çünkü her bir konu yeniden araştırılmaya ve ciddi bir şekilde tahkik edilmeye ihtiyaç duymaktadır. Nitekim birtakım sorunların çözülmesi ve giderilmesi ancak bu şekilde mümkündür. Bununla birlikte, dağınık halde bulunan bilgilerin bir araya getirilmesi ve böylece bir bütün oluşturulması, manzaranın tamamını görmemize daha çok yardımcı olacaktır. Ayrıca dinî ve millî kimlik sorunlarıyla ilgili çalışmaların toplum özbenliğinin 15 Elnur Ağayev, “Azerbaycan’ın Etnik Yapısı”, Yeni Türkiye: Türk Dünyası Özel Sayısı 1/53 (Temmuz- Ağustos 2013), 1030-1031. 16 F. Mustafa, Azerbaycan’da Türk Kimliği, 26. 17 Haleddin İbrahimli, “Azerbaycan’da Millî Kimlik Sorunu: Tarihi ve İdeolojik Açıdan Karşılaştırmalı Tahlil”, Yeni Türkiye (Azerbaycan Özel Sayısı I) 107/25 (Mayıs-Haziran 2019), 100. 9 canlı tutulması bakımından müstesna yeri vardır. Bütün bunlar, bizi konu üzerinde durmaya özellikle teşvik etmiştir. Bu bakımdan tezimizin eksiksiz olduğunu iddia etmemekle birlikte alan araştırması yapacak olan akademisyenlere fayda sağlayacağı düşüncesindeyiz. 5. Tezin Metodolojisi Çalışmanın yazım esnasında arama-tarama metodu kullanılarak tarihi olayların sebep- sonuç ilişkisi bağlamında incelenmesine özen gösterilmiştir. Özellikle sorunların ve olayların kapsamlı ve objektif bir şekilde değerlendirilmesine, kronolojik sırayla yazılmasına, art niyet beslemeden tarafsız bir şekilde aktarılmasına özen gösterilmiştir. Bununla birlikte hem metin içi akıcılığı sağlamak hem de anlaşılır olması bakımından mümkün olduğunca sade bir dil ile anlatılması tercih edilmiştir. Aynı zamanda bazı kavramların daha iyi anlaşılması amacıyla dipnot veya parantez içinde yer yer açıklamalar yapılmıştır. 6. Tezin Sınırları Bilindiği gibi Azerbaycan toprakları, 1828’de Rusya ile İran arasında Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye bölünmüştür. Bu sebeple de çalışma esnasında Rusya hâkimiyeti altında kalan Kuzey Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik sorunları ele alınmıştır. Güney’deki yani günümüz İran sınırlarında kalan Azerbaycan Türkleri ise çalışmanın dışında tutulmuştur. Ancak İran’da yaşayan kırk milyonu aşkın Azerbaycan Türkünün de dinî ve millî kimlik sorunlarının öğrenilmesi, günümüz açısından son derece önemlidir ve aynı zamanda araştırmacılar önünde duran esas görevlerden biridir. Çünkü Rusya hakimiyeti altında kalan Türkler Ruslaştırma, İran hakimiyeti altında kalan Türkler ise Farslaştırma siyasetiyle karşılaşmışlardır. Çalışmamız her ne kadar 27 Nisan 1920’den 18 Ekim 1991’e kadar varlığını sürdüren Sovyet Rusya’daki Azerbaycan Türklerinin dinî ve millî kimlik sorunlarını konu edinse de konunun daha da anlaşılır olması amacıyla Çarlık Rusya’sı dönemindeki Azerbaycan Türklerinin de sorunlarına değinilmiştir. 7. Tezin Kaynakları Çalışmanın hazırlanmasında gerekli literatür taraması yapılmış ve bu manada yerli ve yabancı kaynaklar esas alınmıştır. Özellikle devlet üniversitelerinde ve merkezi 10 kütüphanelerde bulunan verilere ulaşılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Kiril, Osmanlıca (Arap alfabesi) ve Latin alfabesiyle yazılan matbuat malzemeleri ve eserleri de çalışma kapsamına alınmıştır. Bundan başka konuyla ilgili resmî internet arşiv sitelerinden, ansiklopedi maddelerinden ve makalelerden geniş ölçüde istifade edilmiştir. Ayrıca çalışmanın hazırlanmasında Azerbaycan milli aydınları tarafından Azerbaycan’da ve Azerbaycan dışında yazılan eserlere, neşredilen süreli yayınlara ve nutuklara da yer verilmiştir. Özellikle de Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade’nin “Azerbaycan Cumhuriyeti (Keyfiyeti Teşekkülü ve Şimdiki Vaziyeti)” ve yine onun dava arkadaşlarından biri olan Mirza Bala Mehmetzade’nin “Millî Azerbaycan Hareketi” vb. eserleri örnek gösterilebilir. Millî aydınlar tarafından yazılan eserlerin en belirgin özellikleri ise tarihi olayların bizzat iştirakçileri olmalarıdır. Bundan başka 20. yüzyılın 90’lı yılları ve 21. yüzyılın başlarında yazılan eserler de mercek altına alınmıştır. Örneğin; Azerbaycan açısından, Ziya Bünyadov’un “Kırmızı Terör”, Nesib Nesibli’nin “Kuzey Azerbaycan: İstiklalden İkinci İşgale (1918-1920)”, Musa Kasımlı’nın “Azerbaycan Türklerinin Millî Mücadele Tarihi: 1920-1945”, Süleyman Aliyarlı’nın “Azerbaycan Tarihi: Uzak Geçmişten 1870-ci Yıllara Kadar”, Kiyas Şükürov’un “Cumhuriyetin Kuruluş Devrinde Azerbaycan’da İstiklal ve İlhak Tartışmaları”, Vasif Kafarov’un “Osmanlı-Rusya İlişkileri Bağlamında Bağımsız Azerbaycan (1917-1918)”, İrade Mammedova’nın “Rusya ile İran Arasında Azerbaycan (Lenkeran Hanlığı)”, Ebülfez Süleymanlı’nın “Milletleşme Sürecinde Azerbaycan Türkleri”, vd. gibi tarihçi ve sosyologların eserleri bunlardan sadece bir kaçıdır. Bu müelliflerin kaleminden sâdır olan eserler zengin arşiv belgeleri esasında hazırlandığı için Azerbaycan’da olup bitenleri tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu eserlerde Sovyet baskı siyaseti sonucu, bir başka ifadeyle “kırmızı terör” neticesinde Sibirya ölüm kamplarında hayatlarını kaybeden ve “hain” damgasıyla kurşuna dizilen yüzlerce Azerbaycan vatandaşının hayatı hakkında monografik bilgi verilmektedir. Söz konusu bu eserler aynı zamanda Azerbaycan Türklerinin ulusallaşma sürecine de ışık tutmaktadır. Çalışmada yararlanılan bütün eserler tüm tafsilatıyla birlikte önce dipnotlarda sonra kaynakça kısmında belirtilmiştir. 11 BİRİNCİ BÖLÜM RUSLARIN KAFKASLARA DOĞRU İLERLEMESİ: AZERBAYCAN’DA RUS EGEMENLİĞİ 1.1. RUSYA ÇAR’I ALKSEYEVİÇ PETRO’NUN KAFKASLARA YAYILMA POLİTİKASI (1721-1725) Rusların Kafkaslara ilk yayılma eğilimleri, Vareg-Rus devrine kadar, yani 9. yüzyılın sonu 10. yüzyılın başlarında kadar gitmektedir. M. Zülfügarlı’ya göre Ruslar, 909 yılında 16 gemi müfrezeyle Volga ve Hazar boyunca ilerleyerek Sara/Sârı adasını ve sahil mıntıkalarını yağmalamışlardır. Ancak Şirvanşahlar Devleti’nin karşı hücuma geçmesiyle Ruslar geri püskürtülmüştür18. Lakin Ruslar yeniden toparlanarak Kafkaslara yayılma mücadelesini devam ettirmişlerdir. Şöyle ki, Rus Devleti’nin kurucusu Rurik’in (860-879) oğlu İgor (912-945), 914’te Hazar Denizi’nin güney kıyılarına doğru büyük bir akın tertip ederek Bakü’yü yağmalamış, çok sayıda ganimet elde ederek geri dönmüştür. Bununla iktifa etmeyen Rus Knezi İgor, ömrünün sonlarına doğru yani 944 yılında 50 bin askerle birlikte Kafkasya üzerine ikinci bir akın tertip etmiştir. Knez İgor, Hazar kıyılarını tahrip ettikten sonra bu kez Azerbaycan’ın içlerine doğru ilerlemiş ve Mübareki diye bilinen yerde konuşlanarak Arran’ın baş şehri olan Berda şehrini yağmalamıştır. Tarihi verilere göre Ruslar, burada 20 bine yakın insan katletmişlerdir19. Ancak Rusların sistematik bir şekilde doğu istikametinde Hazar Denizi ve Kafkaslara yayılma politikasının esası, İgor’un oğlu Svyatoslav (965-973) ile başlamış ve kendinden sonraki Rus hükümdarlarına örnek teşkil etmiştir. Svyatoslav’dan sonra bu görevi, oğlu I. Vladimir (980-1015) üstlenmiştir. I. Vladimir, 985 yılında gemilerle İdil Bulgarları üzerine20, 987 yılında ise Derbend üzerine hücum etmiştir. Daha sonra bu misyonu, I. Vladimir’in oğlu I. Yaroslav Mudrıy (1019- 1054) üstlenerek 1030’da 38 gemiyle, Kura ve Aras Nehirlerinin kavuştuğu bölgeler üzerine akınlar tertip etmiştir. 1032-1033 yıllarında ise Şemahı bölgesini talan ederek binlerce insanı kılıçtan geçirmiştir21. 18 Meherrem Zülfükarlı, Azerbaycan Tarihine Yeni Bakış, ed. Adalet Aliyev (Bakü, 2007), 31. 19 Zülfükarlı, Azerbaycan Tarihine Yeni Bakış, 31. 20 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917’ye Kadar (Ankara: TTK Yayınları, 1948), 22-26. 21 Zülfükarlı, Azerbaycan Tarihine Yeni Bakış, 31. 12 11. ve 12. yüzyıldan farklı olarak 13. yüzyılda Rusların Kafkasları ele geçirme isteği Moğol istilası (1240) nedeniyle sekteye uğramıştır. Çünkü Moğol istilasıyla birlikte Rusya, Altın Orda Devleti (1240-1502)’nin müstemlekesi haline gelmiştir. Ancak tarihin farklı evrelerinde Avarlar ve Hazarlar gibi çeşitli Türk devletlerinin idaresi altında kalan Ruslar, 15. yüzyılın sonlarına doğru Altın Orda Devletinin de zayıflamasıyla bölgede nüfuz sahibi olmayı başarmış ve bağımsızlık eşiğine geçerek devletleşme merhalesine girmiştir22. Ancak Altın Orda Devleti’nin zayıflamasıyla bu kez Kazan, Kırım, Astrahan ve Sibirya gibi yeni yeni oluşan Türk hanlıkları, Rus Devleti üzerine korku salmıştır. Bu sebeple Avrasya’nın tüm alanına sahip olmak isteyen Ruslar, soğuk iklimin ve komşu hanların etkisinden kurtulmak ve aynı zamanda güneşe (sıcak denizlere) kavuşmak amacıyla doğu istikametinde Rus kolonzasyonunu hızlandırmış, Pasifik Okyanusu’ndan Tienşan dağlarına kadar ilerleyerek yol üzerinde bulunan Kazan (1552), Astrahan (1556), Sibirya (1598) Hanlıklarını ve Don Nehri’ni ele geçirmişlerdir23. Böylece Rusya tarihinde mahkûmiyet devri kapanmış ve yeni bir tahakküm devri başlamıştır. Söz konusu Türk hanlıklarının ele geçirilmesinin Rusya tarihi ve emperyalizmi açısından çeşitli stratejik sonuçları olmuştur. Zira Türk hanlıklarının işgal edilmesi, Rusların Kafkaslara yayılmacılığının özünü teşkil etmektedir. Çünkü Ruslar, bizzat bu sayede Kafkaslara giden yolun kapısını büyük ölçüde açmayı başarmışlardır. Örneğin, Ruslar, Don Nehri’ni ele geçirmekle Hazar Denizi ve Aşağı Ural sahasına doğru hızlı bir şekilde ilerlemiş ve Türk illerinin büyük bir kısmını ele geçirmişlerdir. Şöyle ki; Ruslar, Kazan’ın düşmesiyle Osmanlı Devleti’yle sınırdaş oldukları gibi aynı zamanda Kafkaslara ve Hazar Denizi’ne doğru yayılma imkânı bulmuşlardır. Astrahan’ın ele geçirilmesiyle, Doğu’da Türkistan yurdu istikametinde, Batı’da Baltık Kıyıları ve Ukrayna Ovaları boyunca ilerlemişlerdir. Ural sahasının düşmesiyle de Doğu’da Büyük Sibirya Ormanlarına doğru Rus yayılmacılığına yönelik geniş imkânlar sağlanmıştır. Rusya, Sibirya’nın düşmesiyle beş milyon metrekarelik toprak sahası elde etmiş ve böylece dünyanın en büyük kara sahasına hükmeden devlet haline gelmiştir. Ayrıca 22 Mesut Hakkı Caşın, Novgorod Knezliği’nden XXI.Yüzyıla Rus İmparatorluk Stratejisi (Ankara: Atlas Yayınları, 2. Basım, 2015), 20, 24. 23 George Vernadsky, Naçertaniya Russkoy İstorii (Moskova: Oçerki Russkoy Flosofii, Antologiya, 1996), 204, 215. 13 Sibirya’yı ele geçirmekle Rus imparatorluk stratejisinin odak noktasını teşkil etmiş ve Rusya’nın zamanla en büyük imparatorluk haline gelmesini sağlayacaktır24. Rus yayılmacılığı birçok tarihçi ve araştırmacılar tarafından farklı yorumlanıp değerlendirilmiştir. Örneğin, Rus tarihçilerine göre Rus yayılmacılığı; “ulusal görev” ve “toprakların bir araya getirilmesi” terimiyle rasyonalize edilmiştir. Ancak N. Davies bu fikre karşı çıkarak Rus yayılmacılığını farklı yorumlamıştır. Ona göre bu durum; Rus hükümdarlarının geleneksel militarizminden kaynaklanan toprak açlığı hastalığının belirtisidir. Çünkü hükümdarların sürekli büyüyen toprak parçasına ve insan kaynağına ihtiyaç duyması çok ironik bir durumdur. Hatta bu durumu, “bulimia politica” veya “canine hunger” (kurt gibi acıkmak) adlandırmış ve sürekli komşularını sömürmekten ibaret olan büyük toprak oburluğuyla nitelendirmiştir25. M. H. Caşın’a göre Rus yayılmacılığının temeli korkuya bağlı kıtasal ve savunucu yayılma tarihidir. Çünkü Ruslar, her zaman kimseye güvenmemeyi, sürekli tetikte bulunmayı, üstünlüğe sahip olmadığı yerde ise hile ve entrikaya başvurmayı kendisine düstur edinmiştir. Bu duyguların belirlenmesini tahrik eden duyguyu ise coğrafi durum ve doğal sınırın olmamasıyla ilişkilendirmiştir. Bu sebeple Rus yayılmacılığını “Güçlü Sınırlar” arama ve “Saha Oluşumları” olarak değerlendirmiştir26. 16. yüzyıla gelindiğinde ise Rusların emperyalist yayılmacılıklarını daha da arttırarak devam ettirdiğine şahit olmaktayız. Sibirya üzerinden Çin’e, Türkistan üzerinden Hindistan’a, Kafkasya üzerinden İran’a, Karadeniz üzerinden ise Türkiye’ye ulaşmak isteyen Ruslar, karşılaştıkları birtakım direnişlere rağmen yine de Türk illeri aleyhindeki ilerlemelerini hızlı bir şekilde genişletmeye devam etmişlerdir27. Bu sebeple bölgede öteden beri devam eden Türk egemenliği sona ermiş ve böylece Ruslar, Kafkaslara kadar inme imkânına sahip olmuşlardır28. Zira Rusya, bin yılı aşkın tarihi boyunca Kafkaslara doğru yayılma politikasından ve stratejisinden asla vazgeçmemiştir. Nitekim 16. yüzyılda ilk Rusya Çar’ı olan IV. İvan zamanında artan yayılma hareketi, günümüze kadar değişmeden ve hiç duraksamadan biraz da modernleşerek daha da ivme kazanmıştır29. 24 Caşın, Rus İmparatorluk Stratejisi, 24-56. 25 Norman Davies, Europe: A History (New York: Oxford University Press, 1996), 655. 26 Caşın, Rus İmparatorluk Stratejisi, 21. 27 Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917) (Ankara: TTK Yayınları, 1999), 4-5. 28 Vernadsky, Naçertaniya Russkoy İstorii, 206. 29 Caşın, Rus İmparatorluk Stratejisi, 21. 14 IV. İvan’dan sonra Rusya’nın Türk yurtlarına özellikle Kafkasya istikametinde yayılmacı siyasetinin önde gelen isimlerinden biri de hiç kuşkusuz Rusya Çar’ı I. Petro Alekseyeviç (1689-1725)’tir30. Petro, hâkimiyeti boyunca Rusların denizlere açılması gerektiği fikrini savunmuştur. Bu vesileyle civar bölgedeki denizlere sahip olmak isteyen Petro, Avrupalı uzmanlar aracılığıyla gemicilik sektörünün geliştirilmesine önem vermiştir. Ancak Petro’nun denizlerle ilgili halletmesi gereken daha önemli bir mesele vardı. Bu da Rus yayılmacılığı karşısında büyük engel olarak gördüğü Osmanlı Devleti meselesiydi. Hakimiyeti boyunca selefinin izinden gitmeyi kendine şiar edinen Petro, Osmanlı’yı ortadan kaldırmak amacıyla 1696’da Türklerin kırmızı çizgisi sayılan Karadeniz’e doğru yola çıktı. Sefer esnasında Azak Kalesini ele geçiren Petro, 1711’de gerçekleştirilen Prut Savaşı’nda Osmanlı Ordularına karşı yenildi. Böylece Karadeniz’e ulaşamayacağını anlayan Petro, Karadeniz sahilleri konusunu bir süreliğine de olsa askıya alarak yüzünü Avrupa’ya döndü31. Avrupa’da “Kuzey Savaşlarını” başarıyla bitiren Çar I. Petro, Rusya’yı Batı’da Baltık Denizi kıyılarına ulaştırmakla iktifa etmedi ve sıcak denizler ütopyasını öne atarak Rusya’yı klasik “Kara Devleti” olmaktan kurtarmaya karar verdi32. Bu sebeple İran ile Rusya arasında iktisadî önemi haiz olan Azerbaycan’ı ele geçirerek deniz ticaretinin önemli isimlerinden biri olan Hazar Denizi’ni kendi dâhili denizi haline getirmenin mücadelesi içine girdi. Hazar Denizi’nin ele geçirilmesi, Rusya açısından Batı ile Doğu arasında bulunan ipek yolunu kontrol altında tutmak, ülke çıkarlarını gözetmek, Azerbaycan’da ticaretle meşgul olan Hıristiyan tebaayı ve tacirleri himaye etmek anlamına gelmekteydi33. Planın gerçekleşmesi halinde Osmanlı tacirleri bölgeden uzaklaştırılmış olacaktı. Dolayısıyla ticaret yolu Rusların kontrolü altına girecekti. Aynı zamanda burada ticaretle meşgul olan tüccarlardan vergi alınacağı için yüklü miktarda kâr elde edilecekti34. Çar Petro’nun Kafkaslara yayılma siyasetinin özünü ekonomik ve ticari nedenler teşkil ettiği gibi aynı zamanda Rusya’nın coğrafi özelliğinin etkisi de unutulmamalıdır. 30 Reşid İsmailov, Azerbaycan Tarihi (Bakü: Azerbaycan Halk Marif Komisarlığı Yayınları, 1923), 89. 31 Benedict Humphery Sumner, Peter The Great and the Emergence of Russia, ed. A. L. Rowse (London: English Universities Press LTD, 1950), 80. 32 Caşın, Rus İmparatorluk Stratejisi, 52. 33 Vasili Aleksandroviç Potto, Kavkazskoy Voyna: v Otdelnıh Oçerkah, Epizodah, Legendah i Biografiyah (St. Petersburg: İzdaniya Knijnago Sklada, V. A. Berezovskogo, 1887), I/20; Fuad Aliyev, Missiya Poslannika Russkogo Gosudarstva A. P. Volınskogo v Azerbaydjana (Bakü: Elm Yayınları, 1979), 12. 34 Azerbaycan’da yapılan ticari alış-veriş faaliyetleri ve sonuçları hakkında detaylı bilgi için bkz: V. P. Listsov, Persidskiy Pohod Petra I. 1722-1723 (Moskova, 1951), 76. 15 Çünkü Rusya’nın Kuzeyi soğuk ve buzlarla kaplı olduğu için denizcilik bakımından verimli değildi. Güney yakasında ise her ne kadar denizcilik bakımından son derece uygun Karadeniz bulunsa da burası Osmanlı’nın sıkı denetimi altındaydı. Bu sebeple Rusya, kuzeyde buzlarla, güneyde ise Osmanlı Devleti arasında sıkışıp kalmıştı. Rusya topraklarının limana çıkış imkânının olmaması, Rusları dünyanın en ucuz taşımacılık sektörlerinden biri olan deniz ticaretinden mahrum bırakmıştı. Haliyle I. Petro, neredeyse dünya hâkimiyetine eş değer sayılan deniz ticaretinin ele geçirilmesi için ülkenin iktisadî açıdan gelişmesini ve bu hedef doğrultusunda sıcak denizlere açılmanın şart olduğunu kendine düstur edindi. Bu bakımdan I. Petro, Rusya tarihi açısından gerek selefleri gerekse halefleri arasında sıcak sulara inme zarureti bilincini pratiğe döken ilk kişi olarak değerlendirilmektedir. I. Petro, tüm bu özelliklerin gerçekleştirilmesi için Müslümanların hamisi konumunda olan Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyordu. Bu sebeple ilk önce Osmanlı’nın bölge üzerindeki nüfuzunu azaltması gerekiyordu. Nitekim hâkimiyeti boyunca bu doğrultuda hedefine ulaşmak isteyen I. Petro, Osmanlı ile mücadeleye girmekten hiçbir zaman geri durmadı. Onun, Osmanlı’yı Hazar Denizi’nden uzak tutma ve güney’e (Kafkaslara ve sıcak sulara) inme politikası, halefleri tarafından da titizlikle takip edilecek ve yaklaşık bir asır içinde Güney Kafkasya’nın tamamı Rus İmparatorlarının eline geçecektir35. Batı tarzı yenilikleriyle bilinen I. Petro, ülke dâhilinde gerçekleştirdiği ıslahatlar sayesinde Rusya donanmasını ve sanayisini inkişaf ettirmeyi başardı. Fakat bu kez de ham madde ihtiyacı hasıl oldu. Azerbaycan’ı top yekûn ham madde deposu olarak gören I. Petro, bu maksatla ilk önce Hazar sahilinde yerleşen bölgeleri özellikle Bakü ve Şemahı şehirlerini ele geçirmeyi düşündü. Amacına ulaşmak için bu arazilere uzun yıllar boyunca tacir kılıflı temsilciler ve seyyahlar gönderdi ve böylece ülkenin siyasî ve iktisadî durumu ve tabii servetleriyle ilgili bilgiler edindi. Planın gerçekleşmesi için hiç şüphe yok ki, Ermeniler gibi Hıristiyan tebaanın da yardımından ustalıkla istifade etmeyi ihmal etmemiştir. Keşif amaçlı bölgeye gönderilen tacir ve seyyahların vermiş oldukları rapor esasında hazırlanan ve 18. yüzyıl Azerbaycan tarihinin siyasî ve sosyal hadiselerini 35 Erdoğan Keleş, “Rusya’nın Sıcak Denizlere İnme Politikası (Alman Deniz Yüzbaşısı Stenzel’e Göre İstanbul’a En Kısa Yol)”, Tarih Araştırmaları Dergisi 28/46 (2009), 90. 16 aydınlatan monografi eserinin yazarı E. Karayev, bu konuya değinirken, Rusya: “Hıristiyanları Müslümanların zulmünden kurtarmak” bahanesiyle Azerbaycan’a girdi ifadesini kullanarak isabetli bir tespitte bulunmuştur36. Oysaki Rusların bu iddiaları, planın gerçekleşmesine hizmet ediyordu. Çünkü yer altı ve yer üstü doğal kaynaklara mâlik olan Azerbaycan, diğer ecnebi devletlerin olduğu gibi Rusya’nın da dikkatini çekmiştir. Bu sebeple Petro, Kafkasya’nın önemli isimlerinden biri olan Azerbaycan’ı ve Hazar Denizi’ni* bir an önce ele geçirmek için fırsat kollamıştır37. Azerbaycan, Rusya bütçesini doldurmak için vazgeçilmez bir değere sahipti. Bu yüzden Azerbaycan’ın ele geçirilmesi artık kaçınılmaz hale gelmişti. Endüstriyel üretimin artırılmasını isteyen Rusya’nın, yeni ham madde ihtiyacını doğal kaynaklar bakımından zengin olan Hazar Denizi aracılığıyla gidereceği herkese malumdu. Çünkü Rusya ekonomisi açısından hayati önem taşıyan mermer gibi inşaat malzemeleri, altın ve gümüş gibi değerli madenler ve hatta Hazar kıyılırından elde edilecek olan tuz, Rusya için olmazsa olmaz özelliklerden sadece birkaçı idi. Bunların yanı sıra yün, pamuk ve ipek ticareti de oldukça önem arz etmekteydi. Çar Petro’nun Kafkasya ekseninde ilerlemesinin iktisadi ve siyasi nedenlerinden geniş bir şekilde bahseden E. Köse, ipeğin, “Çar ve Rus aristokratları için tam anlamıyla 36 Elçin Karayev, Azerbaycan XVIII Asır Rus ve Gerbi Avrupa Seyyahlarının Tasvirinde (Bakü: ADPU Yayınları, 2005), 50-51; Okan Yeşilot, Şah’ın Ülkesinde Rus Çar’ı I. Petro’nun İran Elçisi Artemiy Volınskiy’nin Kafkasya Raporu (İstanbul: Yeditepe Yayınları, 2014), 9-14; Listsov, Persidskiy Pohod Petra, 77-80. * Hazar Denizi, Avrupa ile Asya kıtaları arasında yerleşmektedir. Bu havzaya sahip olan güç, bölgede otoriteyi elinde bulundurabileceği gibi, Yakındoğu ile İç Asya’ya da kolaylıkla yerleşebilir. Bkz: Elemdar Şahverdiyev, “Cumhuriyet Döneminde Hazar Havzasının Jeopolitik Konumu (1918-1920)”, Büyük Devletler Kıskacında Bağımsız Azerbaycan (1918-1920), ed. Kiyas Şükürov - Vasif Kafarov (İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları, 2010), 336; Dünyada “Hazar Denizi” adı ile bilinen bu deniz, esasında okyanuslara çıkışı olmaması nedeniyle dünyanın en büyük gölü olarak da bilinmektedir. Fakat hacminin büyüklüğüne göre kendisine deniz ismi verilmiştir. Birçok nehir sularının mansabı olan Hazar Denizi, birçok hayati özelliklere sahiptir. Şöyle ki, Volga ve Don nehirlerine eklenen kollar aracılığıyla Karadeniz ve Baltık Denizlerine kadar ulaşabilmektedir. Aynı zamanda suyunun tuzluğuna rağmen zengin balık türlerini de içinde barındırır. Hatta dünya havyar ihtiyacının %90’ı buradan temin edilmektedir. Hazar’ın biyolojik özelliğinin yanı sıra en belirgin özelliği ise, dünya çaplı petrol ve doğal gaz rezervine sahip olmasıdır. Hazar Denizini küresel güç mücadelesi haline getiren bir diğer önemli hususlardan bir diğeri ise, yolcu ve yük taşımacılığı açısından elverişli limanlara sahip olmasıdır. Bu ve benzeri hususlar dikkate alındığı zaman Rusya’nın aslında Azerbaycan’ı niçin ele geçirmek istediği daha iyi anlaşılacaktır. Bkz: Sırrı Erinç, “Hazar Denizi”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1998), 17/108-109; Dana Kaskabayeva, “Hazar Denizinin Hukuki Statüsü”, Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (Erişim 11 Haziran 2020). 37 Karayev, Azerbaycan, 51. 17 bir tutku olduğunu”38 ifade etmektedir. Bu sebeple 1714-1725 yılları arasında Rusya nezdinde 7’si Moskova’da, 4’ü St. Petersburg’da, 3’ü ise diğer bölgelerde olmak üzere toplam 14 ipek fabrikası faaliyete başlamıştı. Ancak Rusya topraklarında üretilen ham ipek, gereken talebi yeterince karşılamadığı için her defasında Şirvan ve Gilan vilayetlerinden ham ipek almak zorunda kalıyorlardı. Bu işin çok masraflı olduğunun farkında olan I. Petro, Rus egemen sınıfının en önemli ihtiyaçlarından biri olan kahve, şeker, limon, şarap, biber, tarçın, karanfil, safran gibi baharat ve hububatlara olan ihtiyaçlarını karşılamak için İran ve Hindistan ticaret yolu üzerinde bulunan Azerbaycan’ı ele geçirmek arzusu taşıyordu39. Bunu başaracağı takdirde Avrupa’ya götürülen ham ipek ve hububatı, Hazar Denizi ve Volga Nehri aracılığıyla önce Rusya’ya buradan da Avrupa’ya götürmek kolay olacaktı. En önemlisi ticaret üssünün Osmanlı’dan Rusya’ya kaymasını sağlamış olacaktı. Netice olarak Çar I. Petro, ticaretten elde edilen gelir ile ülke ekonomisini kalkındırırken, Osmanlı Doğu ile Batı arasında transit önemi haiz olan merkezi konumunu kaybedecekti. I. Petro’nun ekonomik, idari ve askerî alanlarda yaptığı reformlar ve takip ettiği aktif dış politika doğal olarak ülke bütçesini bir hayli zayıflatmıştı. Bu durumda hazineye yeni gelir kapıları aramak zorunda kalan Çar I. Petro, gelişmekte olan Rusya sanayisinin hammadde ihtiyacını gidermek için Kafkasların, İran’ın özellikle de Azerbaycan’ın tabii servetleri hakkında bilgi edinme zarureti duymaya başladı. Bu yüzden İran’a, din adamı ve tüccar gibi “masum” görünümlü çok sayıda elçiler gönderdi. Çar’ın Kafkasya ve Hazar Denizi stratejisinin ana parametrelerinin oluşmasında ve bu misyonun gerçekleşmesinde 1715’te İran’a elçi olarak gönderilmesine karar verilen Yarbay Artemiy Volınskiy’in yoğun çabaları olmuştur40. Çar, A. Volınskiy’i İran’a gönderirken, kendisine keşif amaçlı bazı görevler vermişti. En önemli görevlerden biri, Safevi ve Osmanlı’nın Kafkasya ile ilgili tutumunu öğrenmek ve onları bölgeden uzaklaştırmak için nelere dikkat edilmesi gerektiğini öğrenmesiydi. Bundan başka Osmanlı toprakları üzerinden Avrupa’ya giden ipek ticareti güzergâhının Kafkaslar üzerinden Rusya’ya yönlendirilmesini sağlamalıydı. Aynı zamanda 38 Ensar Köse, Osmanlı Devleti ve Rusya Arasında Kafkasların Taksimi-1724 İstanbul Antlaşması (İstanbul: Büyüyen Ay, 2017), 55-56; Yeşilot, Şah’ın Ülkesinde, 160. 39 http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Persien/XVIII/1720-1740/Pochod_petr_pers/text1.htm (Erişim 20 Mayıs 2020); Köse, Kafkasların Taksimi, 56. 40 Fatih Ünal, XVIII. Yüzyıl Türk-Rus İlişkilerinde Neplüyev (İstanbul’dan Orenburga) (Ankara: Yason Yayınları, 2014), 40; F. Aliyev, Missiya Poslannika, 4-5, 19-21; Sumner, Peter The Great, 175. http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Persien/XVIII/1720-1740/Pochod_petr_pers/text1.htm 18 bütün bu işlerin gerçekleşmesi için bölgedeki gayrimüslim tebaayı Rusya tarafına çekmeli ve konu ile ilgili sık sık kendisine bilgi vermeliydi41. 1716’da elçilik göreviyle İran’a gönderilen Artemiy Volinskiy,42 Şemahı ve Gilan’da sadece ipek satışından yılda bir milyon ruble gelir elde edildiğini öğrendi. 1724’te Rusya’nın toplam devlet gelirinin 8.500.000 ruble olduğunu düşündüğümüz zaman sadece ipekten elde edilen paranın ne kadar büyük bir meblağ olduğunu tahmin etmek o kadar da zor olmasa gerek43. Rusya, böylesi bir gelir kaynağını asla elden çıkarmak istemezdi. Ancak, Sultan III. Ahmed, A. Voliskiy’in dört yıl boyunca I. Petro’ya bölge ile ilgili şifreli mektuplar gönderdiğinden haberdar olduğu için Rusya’nın bölgede yapmış olduğu siyasî faaliyetleri çok dikkatli bir şekilde takip etmiştir. Hatta karşı hamleye geçerek Dürri Ahmet Efendi’yi istihbarat için Azerbaycan’a elçi olarak göndermişti. Ahmet Efendi ise altı ay zarfında Safeviler ile ilgili elde ettiği bütün bilgileri Sefaret-name adı altında Sultan III. Ahmed Han’a takdim etmiştir44. Bunun üzerine Osmanlı, Avrupa savaşlarına ara vererek Kafkasya siyasetine daha çok yönelmiştir. Bu sebeple Rusya için düşünüleni gerçekleştirmek bir o kadar kolay olmadı. Ancak çok geçmeden Azerbaycan’da mevcut statüko Çar I. Petro’nun lehine değişecek ve böylece Kafkasya’da çok önemli gelişmeler yaşanacaktır. 1720’li yılların başlarında siyasî hadiseler neticesinde Afganistan’da ortaya çıkan isyanlar, 1721’de Şirvan bölgesine de sıçradı45. İran Şahı’na karşı isyanlar o kadar büyüdü ki Şah fermanının merkezi vilayetler dışında hükmü kalmamıştı. A. Voliniskiy, bu konuda Petro’ya mektup yazarak: “Şah’ın hâkimiyeti ancak onun titulunda (unvan/statü) kalmıştı” cümlesini kullanmıştır46. Haddizatında isyanlar nedeniyle Safevi Devleti’nin Şirvan 41 Yeşilot, Şah’ın Ülkesinde, 60-68: A. Volınskiy’in İran seferi hakkında Çar’a sunduğu 628 sayfalık rapor tutanağı, 17. yüzyılın başlarında Azerbaycan tarihinin öğrenilmesi açısından çok büyük bir önem arzetmektedir. Bkz: F. Aliyev, Missiya Poslannika, 4-5, 12. 42 Ş. A. Meshia - Y. Z. Tsintsadze, İz İstorii Russko-Gruzinskih Vzaimootnoşeniy X-XVIII vv. (Tibilisi: İzdatelstvo Soyuza Pisateey Gruzii, Zarya Vostoka, 1958), 93. 43 Köse, Kafkasların Taksimi, 56. 44 Doğan Yörük - Elvin Veliyev, “Güney Kafkasya’da Osmanlı Hâkimiyeti (1723-1735)”, SUTAD 40 (Güz, 2016), 19. 45 Fuad Aliyev, “Şirvan İsyanı. 1722-1735’li yıllarda Azerbaycan’ın Hazarboyu Eyaletlerinin Rusya Tarafından İşgal Olunması”, Azerbaycan Tarihi: Yeddi Ciltte (XIII-XVIII Asrlar), ed. Oktay Efendiyev (Bakü: Elm Yayınları, 2007), III/389; Abdulakim Abdulkerimoviç Butayev, Narodno-Osvoboditelnoe Dvijenie na Vostoçnom Kavkaze pod Rukovodstvom Hadji-Davuda Müşkürskogo (Pervaya tret XVIII veka) (Mahaçkala: İzdatelstvo Mavel, 2006), 79. 46 Hasan Ali Delili, Azerbaycan’ın Cenub Hanlıkları: XVIII Asrın İkinci Yarısında (Bakü: Elm Yayınları, 1979), 10. 19 üzerinde otoritesi kalmadığını iyi anlayan Rusya için tarihi bir fırsat oluştu47. Şöyle ki, Azerbaycan’da Şii İran hâkimiyetine karşı Sünni Lezgi devleti kurmak arzusunda olan Hacı Davut Bey, 21 Ağustos 1721’de Sünni tebaanın da yardımıyla Safevi hâkiminin bulunduğu Şirvan üzerine hücum etti. Hücum esnasında Şiilerle birlikte Rus tüccarları da öldürüldü ve birçoğunun malı yağmalandı48. Rusların, bu eylemi cevapsız bırakmayacağının farkında olan Hacı Davut Bey, siyasî manevra yaparak Müslüman Osmanlılardan ziyade Hıristiyan Ruslar’dan himaye talebinde bulundu. Lakin bölge üzerinde kimsenin varlığına tahammül etmeyen I. Petro, Hacı Davud Bey’in asıl amacını anladığı için bu teklifi kabul etmedi. Bu durumda Rusya’dan himmet ummanın kendisine hiçbir yarar sağlamayacağını anlayan Hacı Davud Bey, bölgede güçlü bir himayenin ancak Osmanlı Devleti aracılığıyla mümkün olacağı kanaatine vardı. Bu sebeple Dağıstan ileri gelenlerinden Gazikumuk’lu Surhay Han ile birlikte Kırım Hanı’nın da aracılığıyla Osmanlı Devleti’nden himaye talebinde bulundu49. Ancak Osmanlı tarafı, Ruslarla daha önce akdetmiş oldukları ebedi barış antlaşması gereği bu talebi kabul etmekte önce tereddüt etti. Daha sonra Rusların Şirvan üzerine hücum edeceği haberi duyulunca, Sultan III. Ahmed’in (1673-1736) talimatıyla Sadrazam Damad İbrahim Paşa, Hazar kıyılarına kadar uzanan Rus yayılmacılığını önlemek ve Müslüman Lezgi halkını korumak için diplomatik bir hamle yaptı. Buna göre himaye teklifi memnuniyetle kabul edildi. Hatta zaman kaybetmeksizin, Hacı Davud’un Şirvan Han’ı tayin edildiğini tescil etmek için Derviş Mehmed Ağa aracılığıyla İstanbul’dan Şirvan’a “berât-ı şerif” (hanlık menşuru) gönderildi50. Bununla yetinmeyen Devleti Aliye, Ruslar’ı da bu durumdan haberdar etmek 47 Sergey Mihailoviç Solovyev, İstoriya Rossii s Drevneyşih Vremen, (St. Ptersburg: İzdaniye Vıysoçayşe Utveridennavo Tovarisestvo - Obsestvennava Polza, 2. Basım, 1895-1896), 18/47. 48 Hacı Davud Bey’in hayatı ve siyasî mücadelesi hakkında detaylı bilgi için bkz: Yaşar Baş, “Şirvan Han’ı Hacı Davud, Siyasî Mücadelesi, Sürgün Hayatı ve Ailesi”, Ekev Akademi Dergisi 18/58 (Kış 2014), 634; İsoriya Narodov Severnogo Kavkaza c Drevneyşih Vremen do Kontsa XVIII v., ed., B. B. Piotrovskiy (Moskova: Akademiya Nauk SSSR, 1988), 411; Serdar Oğuzhan Çaycıoğlu, Osmanlı Devleti’nin Lezgilerle İlişkileri (1700-1732) (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yüksek Lisan Tezi, 2014), 43. 49 Yörük - Veliyev, “Güney Kafkasya’da Osmanlı Hâkimiyeti”, 18-19; Baş, “Şirvan Han’ı Hacı Davud”, 635; Çaycıoğlu, Osmanlı Devleti’nin Lezgilerle İlişkileri, 40-47; Karayev, Azerbaycan, 49-51. 50 S. O. Çaycıoğlu, “18. Yüzyıl Başlarında Rusya’nın Kafkasya Siyaseti: I. Petro’nun İran Seferi”, Vakanüvist-Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi 2/Kafkasya Özel Sayısı (2017), 126-127; Çaycıoğlu, Osmanlı Devleti’nin Lezgilerle İlişkileri, 57; Baron Joseph Von Purgstall-Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, çev. Vecdi Bürün (İstanbul: Üçdal Hikmet Neşriyatı, y.y.), 7/294-295; Osmanlı Sultanı, Davut Bey’i, himayesine aldığı gibi aynı zamanda Derbendin idaresini de kendisine vermiştir. Ancak 1728 yılında Davut Bey çeşitli (Osmanlı mensupları Hacı Davud Bey’e bir hümayun göndererek, antlaşma gereği Ruslara bırakılan bölgelere saldırı yapmamaları konusunda uyarıda bulunmuşlardır) suçlarla itham edilerek görevden alınmış ve hapsedilmiştir. Onun yerine ise Surhay Han getirilmiştir. Bkz: Baş, “Şirvan Han’ı Hacı Davud”, 636. 20 amacıyla 1722 yılının sonlarına doğru Kapucubaşı Nişli Mehmed Ağa’yı Rusya’ya elçi olarak gönderdi. Rusya’da Aleksey İvanoviç Daşkov tarafından karşılanan elçi, dinleri gereği Lezgiler’i himaye altına aldıklarını ve Rusların da bu hususa dikkat etmeleri gerektiğini, aksi takdirde 1700’de gerçekleşen “Ebedi Barış” (İstanbul Antlaşması) antlaşmasına aykırı davranmış olacaklarını bildirdi51. 1721’de Nystad Antlaşmasıyla İsveç muharebesini tamamlayan Rusya’nın Kafkasya dosyasını tam da açacağı bir zamanda, Osmanlı’nın bu şekilde oyuna dâhil edilmesi Rusya açısından hiç de iyi olmadı. Fakat I. Petro, her şeye rağmen Hacı Davud ve Surhay Hanlar’ın Şabran, Kudat, Bakü, Derbent ve Şemahı’ya hücumları esnasında şehirde bulunan Rus tüccarlarının mallarının yağmalanmasını bahane ederek Güney Kafkasya’ya askerî müdahale için hazırlıklarını daha da hızlandırdı52. Zira Ruslar, Kafkasya ve ötesine uzanan yayılma planını gerçekleştirmek için kararını çoktan vermiş ve icraata başlamış bulunuyorlardı. Çünkü İran’da ortaya çıkan isyan zaten Safevi Devleti’ni zayıf düşürmüş, istila için yeterince fırsat bulabilmişlerdi. Şemahı olayı ise bu işin hayata geçirilmesi için çoktandır aranan bahanenin habercisiydi. E. Köse’nin ifadesiyle: “Çar, aslında bu hadise meydana gelmemiş olsaydı da büyük ihtimalle, Kafkaslara saldırmak için başka bir bahane bulacaktı”53. Uzun zamandan beri Volinskiy aracılığıyla ülkenin siyasî ve iktisadî durumu ile ilgili derinlemesine araştırma yapan I. Petro, durumu iyi değerlendirerek bu bölgede yaşayan Ermeni ve Gürcü halklarının da haklarını savunma bahanesiyle, 15 Mayıs 1722’de Moskova Nehri’nden hareket ederek Oka (Volga) Nehri ile 26 Mayıs günü Nijnie Novgorod şehrine geldi. 4 gün burada kaldıktan sonra doğum gününü de kutlayarak 30 Mayıs günü Astarhan üzerinden ilerleyerek Azerbaycan’a doğru yola çıktı. Bununla da I. Petro’nun, tarihte “İran Yürüyüşü” veya “Derbent Seferi” adı ile meşhur olan yolculuğu böylece başlamış oldu54. Bir ay sonra 27 Haziran 1722’de 284 gemiyle birlikte Astrahan’a vardı. R. İsmailov, Çar’ın Kafkasya’ya gelişini büyük facianın küçük habercisi olarak 51 Ünal, Türk-Rus İlişkilerinde Neplüyev, 48; Çaycıoğlu, “Rusya’nın Kafkasya Siyaseti”, 127. 52 Listsov, Persidskiy Pohod Petra, 120; http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/1720- 1740/Borba_arm_az_voss_ross_1722_1724/frametext.htm (Erişim 2 Mayıs 2019); Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (1669-1774), çev. Nilüfer Epçeli (İstanbul: Yeditepe Yayınları, 2011), 420. 53 Köse, Kafkasların Taksimi, 68. 54 Ünal, Türk-Rus İlişkilerinde Neplüyev, 43; Zülfükarlı, Azerbaycan Tarihine Yeni Bakış, 110-111; I. Petro’nun Astrahan ve İran seferiyle ilgili detaylı bilgi için bkz: http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/1720-1740/Petr_I_Astrachan/text2.htm, (Erişim 20 Mayıs 2020). http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/1720-1740/Borba_arm_az_voss_ross_1722_1724/frametext.htm http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/1720-1740/Borba_arm_az_voss_ross_1722_1724/frametext.htm http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/1720-1740/Petr_I_Astrachan/text2.htm 21 değerlendirdiği için Petro’nun Dağıstan’a ayak basmasını, “Kafkasya için fevkalade mühim bir gün olarak” nitelendirmiştir55. Gemiden açılan top ateşi sebebiyle Dağıstanlılar fazla direnemeden teslim olmak zorunda kaldılar56. Bunun üzerine Çar I. Petro, Hazar sahilindeki bölgelere askerî müdahalesini gerektiren durum ile ilgili bir manifesto yazarak Azerbaycan’a gelme nedenini açıkladı. Rus, Fars ve Türk dillerine tercüme edilen Manifestoda Azerbaycan’a geliş meramı şu şekilde bildirilmiştir: “Rus orduları, Sultan I. Hüseyin’e yardıma gelmiştir, Hacı Davud ve Surhay Han, Şah’a karşı geldiklerine, Şemahı’yı ele geçirdiklerine ve 300 Rus tacirinin 4 milyon ruble’lik mallarını yağmaladıklarına göre cezalandırılacaklardır”57. Çar’ın Azerbaycan’a doğru geldiğini haber alan bazı Rus yanlısı şehir ayanları, Rus ordularının Bakü’yü ele geçirmesini istedikleri için Çar’a mektup yazarak Rusya himayesinden medet umduklarını ifade etiler58. Bunun üzerine Petro, mektup yazarak Teğmen Osip Lunin’i Bakü’ye gönderdi. Bakü hâkimi Mehmed Hüseyin Bey ve onun taraftarları Lunin’in mektubunu kabul ettiler. Ancak mektubun satır altı manasını iyi anlayan yerli sakinler, Rusya’nın himaye bahanesiyle Bakü’ye gireceğini ve bir daha da çıkmayacakları görüşünü ileri sürerek kıyamcılara (Hacı Davud ve yandaşları) karşı dışarıdan yardıma ihtiyaç duymadıklarını belirttiler. Planın işlemediğini gören Çar Petro bu durumda diplomatik usullere başvurdu. Matyuşkin’in telkiniyle İran elçisi İsmail Bey’e mektup yazdırarak Bakü’yü teslim etmelerini istedi. Redaktörlüğünü S. Aliyarlı’nın yaptığı “Azerbaycan Tarihi” adlı eserden edindiğimiz özet bilgiye göre; “Matyuşkin’in talebi ile 55 R. İsmailov, Azerbaycan Tarihi, 90-91. 56 http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/17201740/Borba_arm_az_voss_ross_ 1722_1724/frametext.htm, (Erişim 20 Mayıs 2019). 57 Karayev, Azerbaycan, 52-53; Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu, 418; Çaycıoğlu, “Rusya’nın Kafkasya Siyaseti”, 119; Rusya’nın İran ve Türkiye diplomatik işlerinde Şark dilleri mütercimliği yapan Abbaskulu Ağa Bakühanov, Azerbaycan, Şirvan ve Dağıstan tarihi ile ilgili kaleme aldığı nam eserde, Lezgiler’in Şemahı’yı 1712 yılında ele geçirdiklerini belirtmektedir. A. A. Bakühanov, Gülistan-i İrem (Bakü: Azerbaycan Tetkik ve Tetbi Cemiyeti Yayınları, 4. Basım, 1926), 103-104; Konu ile ilgili tartışmaların tafsilatı hakkında detaylı bilgi için bkz: Çaycıoğlu, Osmanlı Devleti’nin Lezgilerle İlişkileri, 43, 47; I. Petro’nun Azerbaycan ve İran’ın Hazar sahilindeki vilayetlere gönderdiği Manifestonun Arap alfabesinden Kiril alfabesine çevrilmiş hali için bkz: Hasan Ali Delili, Azerbaycan-Rusiya Münasibetleri Fars ve Azerbaycan Dilli Senedlerde (1722) (Bakü: Elm Yayınları, 1976), 31-38; Manifestonun Kiril alfabesinden Latin alfabesine çevrilmiş hali için bkz: Şahin Doğan, “I. Petro’nun Hazar Seferi ve 18. yüzyıl Rus-Azerbaycan İlişkilerine Dair Bazı Belgeler”, Türk Dünyası Araştırmaları 204 (Haziran, 2013), 105, 115. 58 http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/17201740/Borba_arm_az_voss_ross_ 1722_1724/frametext.htm, (Erişim 20 Mayıs 2019); Çaycıoğlu, “Rusya’nın Kafkasya Siyaseti”, 122; Mektup için bkz: Delili, Azerbaycan-Rusya Münasebetleri, 39-40. http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/17201740/Borba_arm_az_voss_ross_1722_1724/frametext.htm http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/17201740/Borba_arm_az_voss_ross_1722_1724/frametext.htm http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/17201740/Borba_arm_az_voss_ross_1722_1724/frametext.htm http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Kavkaz/XVIII/17201740/Borba_arm_az_voss_ross_1722_1724/frametext.htm 22 Heşterhan (Astarhan)’a getirilmiş İran elçisi İsmayıl Bey kalenin Ruslara verilmesi için Bakü Sultanı Mehmed Hüseyin Bey’e mektup yazdı. 6 Temmuz’da donanma ile Bakü limanına varan Matyuşkin, bu mektubu Binbaşı Neçayev’e verip unvanına getirmeyi (mektubu sahibine teslim etme görevini icra etmesini) emretti. Sonra Rusya İmparatorunun bir ferman ile kıyamçılardan koruması için şehri almak azminde olduğunu ve bunu Sultan Mehmed Hüseyin Bey’e de bildirmesini tevdi etti. Lakin sultan yine de binbaşıyı kaleye bırakmadı59. Yine S. Aliyarlı’nın, A. Bakühanlı, P. Butkov ve F. Soymonov’a istinaden elde ettiği bilgilere göre, Bakü hâkimi Mehmet Hüseyin Han, onu sadece kaleden içeri bırakmamakla yetinmemiş hatta iki saat gemi köprüsünde bekletmiş ve şifahi (sözlü/yazıya dökülmeksizin) olarak geri dönmesini emretmiştir. Buna göre; “Şah hazretlerinin sadık tebaaları olan Bakü sakinleri artık dört yıldır ki, kıyamcı Davud’a karşı durmuşlar ve gelecekte bu kıyamçı ne kadar yaşamış olsa ve ne kadar güç kazansa da onlar ondan korkmuyorlar, buna göre de (dışarıdan) yardım için ne bir asker, ne bir batman erzak almak istiyorlar. Elçi mektubuna geldikte ise, bu mektup Rusya’da yazılmıştır, bundan başka onlar İsmayıl Bey’in ne gösterişine ne de talimatlarına uymaya borçlu değillerdir”60. Bakü sakinlerinin cevabi mektubundan da anlaşıldığı gibi, Çar’ın Bakü’ye gelişi hiç de iyi niyetli değildi. Çünkü Çar, himaye bahanesiyle liman ve petrol şehri olan Bakü’yü ele geçirmek niyetindeydi. Ancak elde olmayan sebeplerle arzusuna nail olamadı. Çünkü bu kez talih, kuzey rüzgârının büyük sıkıntılarıyla yüz yüze kalan güney sakinlerinden yana idi. Şöyle ki, güçlü Bakü rüzgârı neticesinde içi erzakla dolu Rus gemileri suyun dibine battı. Ardından askerler arasında salgın bir hastalık çıktı. Bu durumdan haberdar olan Çar’ın arzusu da an itibariyle sekteye uğradı. Bu sebeple şimdilik, Derbendin işgali ve yol üzerinde bulunan birkaç bölgenin zaptıyla yetindi. Çar I. Petro, Bakü sakinlerinin “yardım” talebini kabul etmemesi ve donanmanın uğramış olduğu felaket nedeniyle Kafkasya seferini iptal etmek zorunda kaldı61. Lakin güneye (sıcak sulara) inmek isteğinden asla vazgeçmedi. 59 Süleyman Aliyarlı, Azerbaycan Tarihi: Uzak Geçmişten 1870-ci Yıllara Kadar (Bakü: Azerbaycan Neşriyatı, 1996), 476. 60 Aliyarlı, Azerbaycan Tarihi, 476; Karayev, Azerbaycan, 53-54. 61 Karayev, Azerbaycan, 54; Çaycıoğlu, “Rusya’nın Kafkasya Siyaseti”, 123. 23 Kafkasya seferine çıkan I. Petro, olumsuz hava koşulları nedeniyle 23 Ağustos 1722’de Rusya’ya geri dönmek zorunda kaldı. Nihayetinde Derbent Naibi İmam Kulu Bey tarafından kendisine teslim edilen Derbent’in gümüş anahtarlarını da yanına alarak 5 Eylül 1722’de Kafkaslardan ayrıldı ve Moskova’ya geri döndü62. Bakü, Hazar Denizi ve etrafını işgal edemeden geri dönen Petro, zahiren bu seferden mağlup ayrılmış gibi gözükse de sadece Derbend’in işgal edilmesi Rusya tarihi açısından I. Petro başkanlığında 20 yıllık yoğun mücadelenin zaferi olarak nitelendirilmektedir. Çünkü bu başarı sayesinde Rusya, bölgede otoriter bir devlet haline gelmiştir. Diğer yandan bu coğrafyada söz sahibi olan Safevi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına rağmen Rusya Çarı’nın Derbendi ele geçirmesi, Hazar Denizi sahillerine kadar ayak basması, burada bir dizi askerî tedbirler alması ve bölgede büyük miktarda asker bırakması hem askerî hem de diplomasi açısından başlı başına büyük bir başarıdır63. Rusların Hazar kıyılarında gözükmesi her ne kadar kendi iç sorunlarıyla uğraşmakta olan İran’ı harekete geçirmediyse de Osmanlı Devleti bu duruma sessiz kalmadı ve Kafkasya’da konumunu güçlendirme yollarına başvurarak askerî hareketliliği daha da canlandırdı. En önemlisi Rusya’yı bir an önce Kafkasları terk etmesi konusunda uyardı. Ayrıca kendilerinden himaye talebinde bulunan Müslüman Lezgiler’in haklarını koruyacaklarını da bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı ordularını Hazar’a yakın bölgelerden mümkün olduğu kadar uzak tutmaya çalışan Rusya Çarı I. Petro, devlet menfaatini de göz önünde bulundurarak Osmanlı aleyhinde karşı atağa geçerek başından beri gizlemekte olduğu nihai hedefini açık bir şekilde beyan etmekten kaçınmadı. Zira Hazar Denizi’nde Rus egemenliğinden başkasına hiçbir şekilde müsamaha göster(e)meyeceğini ifade ederek Rus askerî birliklerinin bulunduğu Derbend konusuna da değindi. Derbent halkının durumuyla ilgili görüşünü açıklarken bölge halkının kendi rızasıyla/gönüllü olarak himaye altına alındıklarını söyledi64. 62 İsoriya Narodov Severnogo Kavkaza c Drevneyşih Vremen do Kontsa XVIII v., s. 414; Bakühanov, Gülistan-i İrem, 105; Ünal, Türk-Rus İlişkilerinde Neplüyev, 47; İmam Kulu Bey savaşmadan Ruslar’a teslim olduğu için, I. Petro kendisine General-Mayor unvanı, (Han tutulu) vermiştir. Bkz: Zülfükarlı, Azerbaycan Tarihine Yeni Bakış, 31; R. İsmailov, Azerbaycan Tarihi, 93. 63 Köse, Kafkasların Taksimi, 97-100. 64 Köse, Kafkasların Taksimi, 165. 24 Sıcak gelişmelerin ardından Rusya ile Osmanlı arasında savaş artık kaçınılmaz hale gelmişti. Ancak Rusya, bu esnada siyasî bir manevra yaparak Osmanlı askerî çıkartmasına karşılık Gürcistan konusuna vurgu yaptı; Eğer Gürcüler, Osmanlı’ya karşı Rusya’dan himaye talep ederlerse Gürcü halkının bu çağırışına sessiz kalamayacağını ve onları yalnız bırakmayacağını söyledi. E. Köse, Fransa’nın Rusya’daki elçisi Jacgues de Campredon’un yine Fransa’nın İstanbul’daki elçisi Marguis de Bonnac’a yazdığı mektuptan yola çıkarak Rusya’nın bu hamle ile Osmanlı güçlerini Hazar kıyılarından uzak tutmayı hedeflediğini belirtmektedir. Aynı zamanda Kafkasya’da yeni bir güç belirdiğini iletmek istemiş olabileceklerine de dikkat çekmiştir. Şöyle ki, Rusya, Osmanlı’yı Bakü dışında İran topraklarına yönlendirmeye çalışıyordu. Fransa elçisinin başından beri ima etmeye çalıştığı gibi “Hazara yaklaşma ve İran’da işine bak”65. 18. yüzyılda Rusya’nın Türk yurdu ile ilgili politikaları hakkında detaylı bilgi veren F. Ünal’a göre, Rus-Türk barışının bozulmamasını temenni eden Çar I. Petro, hatta bu fikri alenen ve yakinen iletmek için tebdili kıyafet görüşmelerden birine katılarak burada İran seferiyle ilgili haritayı bizzat kendisi masaya yatırmıştır. Sonrasında Acem sınırlarına işaret ederek Osmanlı’nın Rusya’daki elçisi Nişli Mehmet Ağa’ya önce Karadeniz’i göstermiş ve “İşte burası Karadeniz. Bunun kenarında bir yabancı padişah gelip bir şey yapıp adamlarını yerleştirirse Osmanlı bundan memnun olur mu? diye retorik bir soru sormuştur. Bu soru karşısında Osmanlı elçisi “Yok yok. Oraya kimse el uzatamaz” diye cevap vermiştir. Çar I. Petro ise bu cevap üzerine, “İşte biz de buraya kimsenin gelmesini istemeyiz”66 diyerek Hazar sahilleri konusunda asıl maksadını ve kararlılığını böylece dile getirmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen, Osmanlı siyasî yetkilileri, Rusya’nın Kafkaslardaki bu denli ilerlemesinin gelecek açısından doğuracağı sonuçları önceden sezmekte idi. Bu sebeple de Ruslara karşı girişmiş olduğu Kafkasya mücadelesinde konumunu daha da güçlendirmek ve bir an önce Rus yayılmacığına son vermek istiyordu. Stratejik kararlar alarak siyasî ve askerî hamleleri daha da artırma yoluna koyuldu. Fakat mevcut durumu iyi değerlendirerek Osmanlı’yı İran taraflarına göndermeyi başaran Ruslar gerek Osmanlı gerekse İran Safevi Devleti’nin varlığına rağmen Bakü ve havzasını ele geçirdi. Böylece uzun ve istikrarlı mücadelenin sonunda Hazar Denizi’nde hâkimiyet kurarak “Hazarın Efendisi” olmuşlardır. 65 Köse, Kafkasların Taksimi, 173. 66 Ünal, Türk-Rus İlişkilerinde Neplüyev, 49. 25 1.1.1. Liman ve Petrol Şehri Bakü’nün Düşmesi 1721’yılında Kuzey savaşını başarıyla tamamlayan Rusya Çar’ı I. Petro, Osmanlı askerî birliklerinin bölgeyi sıkı kontrol altında tutması sebebiyle Karadeniz’e inemeyeceğini anlayınca bu kez Güney Batı dümenini kırarak Doğu’yu hedef aldı67. Zira bu sayede hem sıcak denizlere inmek hem Hindistan ile ticari ilişkileri geliştirmek hem de Rusya ticaretinin kapısını Doğu’ya (Türkistan, Çin), Güney’e (Kafkaslar, İran, Hindistan) ve Batı’ya (Avrupa’ya) açma imkânı bulacaktı. Fakat tüm bunların gerçekleşmesi için her şeyden önce Kafkasların özellikle de Bakü ve çevresinin ele geçirilmesi elzemdi. Bu sebeple Çar Petro, çok geçmeden hammaddeye olan ihtiyacın giderilmesi, yol üzerinde bulunan ticari noktaların ele geçirilmesi ve buraların kendi topraklarına katılması amacıyla Hazar Denizi ve kıyılarına doğru yöneldi. Nitekim 23 Ağustos 1722’de durak noktası olan Derbent’i ele geçirdikten sonra bu kez daha emin adımlarla rüzgârlar şehri olan Bakü’ye yöneldi. Ancak hesaba katmadığı rüzgâr bu kez ters yönden esince gemiler suya battı. Bu durumda geri dönmek zorunda kalan Petro, Bakü ve Reşt şehirlerini ele geçirmek amacıyla Polkovnik Yunger’in önderliğinde bölgede özel bir birlik bıraktı. Nitekim bu ordu 1722’yılının Aralık ayında Reşt şehrini işgal ederek I. Petro’nun hayalini kurduğu planın ilk merhalesini hayata geçirdi68. Reşt zaferinin ardından bu kez sıra Bakü’ye geldi. Uzun süren hazırlıklardan sonra, Polkovnik Yunger’in, Bakü’ye hücum edecek olan orduya General-mayor M. A. Matyuşkin’i komutan tayin etti. O, 20 Haziran 1723’te aldığı talimat üzerine Astarhan’dan yola çıkarak aynı yıl 6 Temmuz’da Bakü yakınlarına kamp kurdu ve kaleyi muhasara altına aldı. Hazar Denizi’nde durum böyleyken kendi varlığını korumaya çalışan İran Şah’ı II. Tahmasb, Osmanlı tehlikesinin önlenmesi, saltanatına ortak olan diğer iktidar adaylarının ortadan kaldırılması ve ülkedeki asayişin temin edilmesi konusunda Rusya’ya elçi göndererek bu konuda İran’a askerî yardımda bulunmalarını istedi. İsmail Bey Reşt’e varınca Şah, Hazar kıyılarının Ruslar tarafından ele geçirildiğini haber aldı. Bunun üzerine Şah, İsmail Bey’i geri döndürmek için peşinden başka bir elçi gönderdi. Ancak ikinci elçinin yardım talebinden vazgeçmek amacıyla gönderildiğini 67 Caşın, Rus İmparatorluk Stratejisi 51. 68 Sumner, Peter The Great, 178; Butayev, Narodno-Osvoboditelnoe Dvijenie, 104; Karayev, Azerbaycan, 55; Yeşilot, Şah’ın Ülkesinde, 11-13, 47-49; Çaycıoğlu, “Rusya’nın Kafkasya Siyaseti”, 123. 26 anlayan Konsolos Avramov, elçiyi uzun süre oyalayarak St. Petersburg’a doğru giden İsmail Bey’in kendilerinden tamamen uzaklaşmasını sağladı. Etrafında dönen oyunlardan habersiz olan İran elçisi İsmail Bey ise Astrahan’a doğru giderken yine etrafındakilerin de telkiniyle Bakü sakinlerine şehri Ruslar’a teslim etmeleri gerektiği hususunda mektup gönderdi. M. A. Matyuşkin, İsmail Bey’in mektubunu mayor Naçayev aracılığıyla şehir halkına ilettiyse de Bakü sakinleri, mektubun Rusların yanında yazılmış olmasından yola çıkarak teslim olma emrini reddettiler69. Yerli ahalinin sert tepkisiyle karşılaşan Matyuşkin, denizden ve karadan olmak üzere toplam iki istikamette kale üzerine hücum emri verdi. Yaklaşık bir hafta boyunca karşılıklı devam eden top ateşinden sonra Bakü halkı, güçlü silahlarla teçhiz edilmiş Rus ordusu karşısında teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Bu surette 26 Temmuz 1723’te Bakü kalesi Ruslar tarafından işgal edildi. Bakü’nün ardından Kura Nehri sahilinde yerleşen Salyan şehri ele geçirildi. Doğu ve Batı arasında stratejik konumu haiz olan Bakü ve Salyan’ın işgal edilmesini sevinçle karşılayan Ruslar, direniş önderlerini cezalandırmayı da unutmadılar70. Çar orduları, Bakü’nün işgalini askerî güçler aracılığıyla gerçekleştirirken Rusya Çar’ı I. Petro da hiç boş durmuyor, bilakis bu işgalin uluslararası arenada tanınmasını diplomatik yolla tescil etmeye çalışıyordu. Nitekim aranan fırsat çok geçmeden ayağına kadar geldi. Şöyle ki, İran elçisi İsmail Bey Rusya’ya varınca efendisinin müşkülünü gidermesi için kendilerinden medet ummağa geldiğini haber verdi. Bu fırsatı iyi değerlendiren I. Petro, bu haber üzerine kendisiyle 12 Eylül 1723 yılında antlaşma imzaladı71. Şah’ın yardım talebi üzerine İran elçisi İsmail Bey ve Rusya Çar’ı I. Petro arasında imzalanan tarihi antlaşma hiç şüphesiz ki karşılıksız olamazdı. Bilindiği gibi bu tür durumlarda karşı tarafa ya para tazminatı ödenilmeli ya da ele geçirilen bölgeler için taviz verilmelidir. E. Köse’ye göre: “Bu durum, İsmail Bey açısından Bakü’nün Rusların eline geçmesinin herhangi bir problem oluşturmayacağı, bilakis anlaşmayı kolaylaştıracağı bir 69 Aliyarlı, Azerbaycan Tarihi, 476; R. İsmailov, Azerbaycan Tarihi, 96. 70 R. İsmailov, Azerbaycan Tarihi, 96; Karayev, Azerbaycan, 57-58; Zülfükarlı, Azerbaycan Tarihine Yeni Bakış, 32; Doğan, “I. Petro’nun Hazar Seferi”, 113; Köse, Kafkasların Taksimi, 217; F. Aliyev, Şirvan İsyanı, 397; Çaycıoğlu, “Rusya’nın Kafkasya Siyaseti”, 126. 71 http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Persien/XVIII/1720-1740/Pochod_petr_pers/text2.htm; Bakühanov, Gülistan-i İrem, 109, 110; Köse, Kafkasların Taksimi, 218. http://www.vostlit.info/Texts/Dokumenty/Persien/XVIII/1720-1740/Pochod_petr_pers/text2.htm 27 unsur olarak görüldüğünün işaretidir”. Aynı zamanda J. Hanway’dan naklen şu ifadeyi kullanmıştır: “Bu işgal, İsmail Bey’in müzakeresinde zorluk yaratmadı, efendisinin içinde bulunduğu zor durumun farkındaydı ve daha iyi şartlarda herhangi bir başarı elde edemeyeceğini de biliyordu”. Yine E. Köse, Osmanlı Sultanı III. Ahmed tarafından Rusya Çar’ı I. Petro’ya verilen Ahitname-i Hümayun’dan naklen şu bilgileri de paylaşmaktadır: “Tahmasb ile aralarında yaptıkları birkaç maddeden oluşan antlaşma şartlarında, Şirvan eyaletinde zikrolunan Derbend ve Bakü, eskiden olduğu gibi yine Çar’ın tasarrufunda kalıp, Hazar Denizi sahillerinde Acem’le alakalı olan yerler ve Gilan, Mazendaran ve Esterabad memleketleri, bundan sora da Çar’ın tasarrufunda kalmak, buna karşılık Çar da Tahmasb’a yardım etmek ve askeriyle Acem memleketine musallat olan Mir Mahmud’un elinden almak suretiyle idaresinde istikrar sağlamıştır”72. Bu bilgilerden yola çıkarak Bakü’nün Rusların eline geçmesinde Şah’ın iradesi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü İran Şah’ı II. Tahmasb’ın bu konuda izni ve talimatı olmasaydı İsmail Bey bu kadar önemli bir işe imza atmazdı. Dolayısıyla İsmail Bey’in bu kadar önemli bir işe kalkışmasının nedeni, mevcut durumda herhangi bir alternatif bulamaması gibi nitelendirilebilir. E. Karayev ise bu konuda farklı düşünmektedir. Onun görüşüne göre antlaşmanın yapılmasında ve Bakü’nün düşmesinde hiçbir şekilde Şah’ın rızası olmamıştır. Hatta İsmail Bey bu antlaşmayı baskı altındayken imzalamıştır. Onun ifadesiyle: “Sankt- Petersburg’a gelen İsmail Bey, Rus hâkimi dairelerinin tazyiki ile 12 Eylül 1723’te Rusya ile “Petersburg Mukabelesi”ni imzalamıştır. Verdiği bilgilerin devamında ise antlaşma metninin Şah nazarında geçerli olmadığını ve bu hususta İsmail Bey’in Şah tarafından ihanetle suçlandığını belirtmektedir. Aynı zamanda: “Şah II. Tahmasb ‘Petersburg Mukabelesi’den haber tuttu, lakin onu tasdik etmedi. İhanetle itham olunan İsmail Bey bir daha vatana dönmedi” ifadesini kullanmaktadır73. Bu olaydan sonra İsmail Bey’in bir daha İran’a geri dönmediği göz önünde bulundurulursa Şah’ın bu ahitnameyi kabul etmediği ve İsmail Bey’i ihanetle suçladığı kanaatine varılabilir. S. O. Çaycıoğlu da bu konuya değinirken, İsmail Bey’in görevden alındığından habersiz olduğunu, dolayısıyla Şah’ın izni olmadan bu işe kalkıştığını belirtmektedir. Onun ifadesiyle: “I. Petro, İran Elçisi İsmail Bey’den Derbend’ten Gilan’a kadar olan 72 Köse, Kafkasların Taksimi, 217, 315. 73 Karayev, Azerbaycan, 59-60. 28 toprakların Rusya’ya verilmesini istedi. Şah Hüseyin’in kendisini görevden aldığından haberi olmayan İsmail Bey, İran’dan icazet almadan 12 Eylül 1723’te Petersburg’da Rusya ile belirtilen şartlar üzerinde anlaşma imzaladı. Hukuki olarak hiçbir geçerliliği olmayan bu antlaşmayı imzaladığı için, İsmail Bey İran’da vatan haini ilan edildi ve ömrünün sonuna kadar da Rusya’da yaşamak zorunda kaldı”74. İsmail Bey’in I. Petro ile aralarında yaptıkları St. Petersburg antlaşmasının şartlarından haberdar olan İran bürokratlarının, İsmail Bey’i ihanetle suçlamaları ve bunun üzerine İsmail Bey’in Rusya’dan güvence talep etmesi ve ömrünün sonuna kadar Rusya’da yaşamak zorunda kalması75 göz önünde bulundurulursa, bu işin gerçekleşmesinde Şah iradesinin olmadığı kanaatine varılabilir. Bu durum aynı zamanda Şah’ın, İran’da otoritesinin kalmadığını veya büyük ölçekte sarsıldığını da göstermektedir. Her halükârda beş maddeden oluşan “St. Petersburg Anlaşması”nın şartlarına göre her iki devlet arasında hukuki olmamakla birlikte sözde olsa bile “ebedi dostluk ve ittifak” antlaşması yapıldı. Karşılıklı savunma ittifakı neticesinde ise Safevi hâkimiyeti altında bulunan Derbent, Bakü, Gilan, Mazenderan ve Esterabad vilayetleri Rusya’ya teslim edildi76. Bu ise liman ve petrol şehri Bakü’nün, ister kasıtlı isterse kasıtsız bir şekilde Rusların insiyatifine terk edilmesi demekti. Rusların Türk yurtlarına doğru yayılma politikası gereği bu durumu fırsat bilen I. Petro, Bakü işgalinin “kahraman” isimlerinden biri olan General Matyuşkin’e mektup yazarak bölge üzerinde yaşayan yerli Müslüman nüfusun sayını azaltmasını karşılığında Hıristiyan nüfusun sayını artırmasını emretti. Bunun üzerine M. A. Matyuşkin, Mayıs 1724’te işi daha da hızlandırmak ve bir an önce bölgede Rus egemenliğini sağlamak için Hazar’ın kıyısına Ermeni ve gayri etnik milletleri yerleştirdi. Yerli Müslüman ahali ise Bakü’den uzaklaştırıldı. Bununla da Bakü’de yerli Türk nüfusu azalırken, Hıristiyan nüfusunun sayında artış müşahede edildi77. Gelecek bölümlerde de görüleceği gibi Rusların iskân politikası, Türkmençay Antlaşmasıyla daha da ivme kazanacaktır. Sonuç itibariyle bu başlıkta Osmanlı’ya karşı İran-Rus yaklaşımı incelenmiş oldu. Neticesinde Bakü şehri, Ruslara teslim edildi. Bir sonraki bölümde İran’a karşı Osmanlı- 74 Çaycıoğlu, “Rusya’nın Kaf