T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI KUR’ÂN’DA “HAC” KAVRAMI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) MEHMET ENİS TAŞ BURSA-2019 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI KUR’ÂN’DA “HAC” KAVRAMI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) MEHMET ENİS TAŞ Danışman: Dr. Öğretim Üyesi Mustafa BİLGİN BURSA-2019 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Mehmet Enis TAŞ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel İslam Bilimleri Bilim Dalı : Tefsir Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xiv +181 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 2019 Tez Danışmanı : Dr. Öğretim Üyesi Mustafa BİLGİN KUR’ÂN’DA “HAC” KAVRAMI “Hac” kelimesi, sözlükte: “yönelmek, kastetmek, ziyaret etmek ve bir yere git- mek” anlamlarında kullanılır. Terim olarak ise, din tarafından kutsal kabul edilen mekânları, belirli zaman dilimlerinde ziyaret ederek, orada sembolik bazı ibadetleri ger- çekleştirmektir. Genel olarak “hac” kavramı, dinlerin kullanımında, kutsal mekânları ziyaret etmenin özel adı olmuştur. Evrensel, kabileci ve millî dinlerin tümünde kutsal mekânlar ve bu mekânları zi- yaret söz konusudur. Tarih boyunca var olan bu kutsal mekânları, belirli zamanlarda ziyaret etme arzusu, genellikle tanrıya yakın olma, onun rızasına erişme ve böylece ma- nevi tatmine ulaşma ile ilgili bir durum olarak tezahür eder. İnsanların Tanrı’ya bağla- nabilme çabası serüvenine bakıldığında ise, O’nu soyut bir varlık olarak kabul ettikleri halde, semboller ile akıllarının somut dünyasına indirgemek ve böylece O’na yakın ol- ma çabasını hep gütmüşlerdir. İslâm dinindeki yerine baktığımızda ise, hac ibadetinin, temel bir emir olduğunu ve bu konu ile ilgili Kurân-ı Kerim’de: “ Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Al- lah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. ”(Âl-i İmrân, 3/97) âyetiyle farz kılındığını gör- mekteyiz. Hadislerde ise, hac ibadeti, İslâm’ın beş temel esaslarından biri sayılması yönüyle apayrı bir önem kazanmaktadır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v) de şöyle bu- yurmuşlardır: “ İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir. Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun resulü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Kâbe’yi ziyaret etmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” (Buhâri, “İman”,2; Müslim, “İman”,5; Tirmizî, “İman”,3; Nesâî, “İman”,13) Anahtar Sözcükler Hac, Kâbe, Kutsal, Mekân, Zaman, Tavaf v ABSTRACT Name and Surname : Mehmet Enis TAŞ University : Bursa Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Basic Islamic Sciences Branch : Commentary DegreeAwarded : Master PageNumber : xiv +181 DegreeDate : …. / …. / 2019 Supervisor : Asst. Prof. Dr. Mustafa BİLGİN THE CONCEPT OF “HAJJ” IN THE QUR'AN The word “Pilgrimage (hajj), “ in the dictionary, It is used to refer to, to mean, to visit and to go somewhere. As the term; it isto visit places that are considered sacred by religion in certain periods of time and to perform some symbolic worship there. In gen- eral, the concept of “pilgrimage, refers to the use of religions; It was a special name for visiting the sacred places. In all universal, tribal and national religions, there are sacred places and visiting these places. The sacred space that has existed throughout history and the desire to visit these sacred spaces during the holy times manifests itself as a condition of being close to God, attaining his consent and thus attaining spiritual satisfaction. When having looked atthe adventure of people trying to connect to God, they have always sought to reduce Him to the concrete world of their minds through symbols, even though they accept Him as an abstract being. When we look at its place in the Islamic religion, the worship of pilgrimage is a basic commandment and the Qur'an related to this issue (Ali-İmran, 3/97) verse assum- ing that we see. In the hadiths, pilgrimage gains a particular importance because it is considered to be one of the five basic principles of Islam.Indeed, Hz. Muhammad (pbuh) said: “Islam is based on five principles. It is to testify that there is no god but Allah and His Messenger, to pray, to pay alms, to visit the Kaaba and to fast the Rama- dan. ”(Bukhâri,“ Faith ”, 2; Muslim,“ Faith ”, 5; Tirmizî, “Faith”, 3; Nesâî, Faith ”, 13) KeyWords Pilgrimage(hajj), Kaaba, Holy, Place, Time, Tavâf vi ÖNSÖZ İnsanlık tarihi incelendiğinde, din olgusunun bir gerçek olarak hep varlığını sür- dürdüğünü rahatlıkla görürüz. İnsanlık tarihi ile yaşıt olan bu olgu, tarihin seyri içeri- sinde, değişik saiklerin te’siriyle, tedavüldeki kültür ve medeniyet potasından da nasibi- ni alarak günümüze kadar gelmiştir. Uzun zaman ve zemin koridorlarından geçerek gü- nümüze kadar ulaşan dinler, doğal olarak bizden önceki milletlerin yaptığı ibadetlerin benzerlerini bu tarihi süreç içerisinde bizlere kadar taşımışlardır. Tarih boyunca insanoğlunun bazı mekân ve zamanları kutsal sayması, geçmişten tevarüs edegelen bir ibadettir. ‘Hac ibadeti’, farklı şekillerde tezahür etmekle birlikte neredeyse bütün toplumların manevi hayatlarında bir ritüel olarak yer edinmiştir. İslâm’dan önceki dinlerde de var olan bu ibadet, “din tarafından kutsal kabul edilen yer- leri, belirli zamanlarda ziyaret etmek ve orada sembol haline gelmiş bazı ritüelleri ger- çekleştirmektir” şeklinde tanımlanabilir. Vahyin önderliğinde yola çıkan, Hz. İbrahim’in temel kurallarını irad ettiği “İslâmî hac ibadeti” bu uzun süreç içerisinde mecrasından saparak asıl amacından uzak- laşma eğilimi göstermiştir. İslâm’ın gelişiyle, hac ibadetine farklı anlamlar yüklenmiş, asırlar boyunca kendisine iliştirilen hurâfeler ve şirk kokan taraflar törpülenmiştir. Böy- lece, tevhid dini olan İslâm’ın öngördüğü şekil ve ruhu yakalamıştır. Müslümanlar, bu mekânları ziyaret ederek, oradaki maddi-manevî ve ahlâki fe- yizleri aldıkları gibi, tanrıya olan kulluk görevlerini yerine getirme gibi son derece önemli bir vazifeyi de yerine getirirler. Bu çalışma esnasında ve ders döneminde, iyi yetişmemi dert edinen, tecrübe ve yol göstericiliğini benden esirgemeyen çok değerli danışman hocam Dr. Öğretim Üyesi Mustafa BİLGİN Bey’e şükranlarımı arz ediyorum. Mehmet Enis TAŞ BURSA - 2019 vii İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................... ii YEMİN METNİ ............................................................................................................. iii YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU .................................................. iv ÖZET ............................................................................................................................... v ABSTRACT .................................................................................................................... vi ÖNSÖZ .......................................................................................................................... vii İÇİNDEKİLER ............................................................................................................ viii KISALTMALAR ......................................................................................................... xiv GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 I. ARAŞTIRMANIN KONUSU ................................................................................... 1 II. ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI ............................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM GENEL OLARAK “HAC” KAVRAMI I. ‘’HAC’’ KAVRAMININ TANIMI ........................................................................... 3 1. ‘’H C C’’(ح ج ج) maddesinin fiil türevleri ........................................................ 3 a. Sülasî mücerred fiil ....................................................................................... 3 b. Sülasî mezîd fiil ............................................................................................ 4 c. Rubâî mücerred fiil ....................................................................................... 5 d. Rubâî mezîd fiil ............................................................................................ 6 2. “H C C” ( ح ج ج) maddesinin isim türevleri ..................................................... 6 B. TERİM ANLAMI ................................................................................................ 9 II. “HAC” KAVRAMININ TAHLİLİ ........................................................................ 11 viii A. DİN BİLİMLERİNDE “HAC” KAVRAMI ...................................................... 11 1. Dinler tarihi’nde .............................................................................................. 11 a. Genel olarak “din” ve “tarih” ...................................................................... 11 b. Özel olarak “hac” ve “tarih” ....................................................................... 12 2. Din felsefesi’nde ............................................................................................. 14 a.Genel olarak din / felsefe ilişkisi (İslam felsefesi açısından) ....................... 15 b. Özel olarak hac-felsefe ilişkisi .................................................................... 17 3. Din psikolojisi’nde .......................................................................................... 18 a. Genel olarak din ve insan psikolojisi .......................................................... 18 b. Özel olarak “hac” ve “İnsan” ...................................................................... 19 ba. Haccın insan psikolojisine etkisi ........................................................... 19 1) İnsan-Allah ilişkisi açısından ............................................................. 19 a) Menfiyi ıslah etme .......................................................................... 19 b) Müspeti geliştirme .......................................................................... 20 2) İnsan-Âlem ilişkisi açısından ............................................................. 23 a) Zamanı düzenlemesi ....................................................................... 23 b) Maddiyatı düzenlemesi ................................................................... 23 4. Din sosyolojisi’nde ......................................................................................... 24 a. Genel olarak “din” ve “toplum” .................................................................. 24 b. Özel olarak “hac” ve “toplum” ................................................................... 25 5. Din eğitimi’nde ............................................................................................... 26 a. Genel olarak “din” ve “eğitim” ................................................................... 26 b. Özel olarak “hac” ve “eğitim” .................................................................... 27 B. TEMEL İSLAM BİLİMLERİNDE “HAC” KAVRAMI .................................. 28 1. Tefsir’de .......................................................................................................... 28 a. Kur’an’ı Kerim’de ....................................................................................... 28 b. Genel olarak tefsir’de .................................................................................. 29 2. Hadis’te ........................................................................................................... 29 a. Tarihçesi ...................................................................................................... 29 b. Önemi .......................................................................................................... 30 3. Kelâm ve mezhepler tarihi’nde ....................................................................... 31 a. Genel olarak “iman” ve “hac” ..................................................................... 32 ix aa. İmanın tanımı sorunu ............................................................................ 32 1) Dilin fiili ............................................................................................. 32 2) Kalbin fiili .......................................................................................... 33 a) Kalbin ma’rifeti .............................................................................. 33 b) Kalbin tasdiki .................................................................................. 33 3) Dilin ve kalbin fiili ............................................................................. 34 ab) Özel olarak amel-iman ilişkisi .............................................................. 34 b. Özel olarak “hac” ........................................................................................ 35 ba. Ehl-i Sünnet ........................................................................................... 35 bb. Ehl-i Bid’at ........................................................................................... 36 1) Şiilere göre .......................................................................................... 36 2) Hâriciler’e göre ................................................................................... 37 3) Mu’tezîle’ye göre ............................................................................... 38 4. Fıkıh ’ta ........................................................................................................... 39 a. Meşruîyyeti ................................................................................................. 39 b. Farzları ........................................................................................................ 41 c. Şartları ......................................................................................................... 42 ca.Vücubu’nun ............................................................................................ 42 cb. Edası’nın ............................................................................................... 43 d. Vacipleri ...................................................................................................... 44 e. Sünnetleri .................................................................................................... 44 f. Çeşitleri ........................................................................................................ 45 5. Tasavvuf’ta ..................................................................................................... 47 a. Genel olarak “ibadet” kavramı .................................................................... 47 aa. Zâhir-bâtın / Şeriat-hakikat ilgisi .......................................................... 48 ab. İbâdet-ihlâs ilişkisi ................................................................................ 50 b. Özel olarak “hac” kavramı ......................................................................... 51 ba. Anlamı ................................................................................................... 51 bb. Önemi .................................................................................................... 52 x İKİNCİ BÖLÜM KUR’ÂN’DA “HAC” KAVRAMI I. KUR’AN’DA “HAC” KAVRAMININ TANIMI ................................................... 54 A. BİÇİM YÖNÜYLE ............................................................................................ 54 1. Fiil türevleri .................................................................................................... 54 a. Sülasî mücerred fiillerden ........................................................................... 55 b. Sülasî mezîd fiillerden ................................................................................ 55 2. İsim türevleri ................................................................................................... 58 a. Mastarlar ..................................................................................................... 59 B.ANLAM YÖNÜYLE .......................................................................................... 64 1. Fiil türevleri ............................................................................................ 64 2. İsim türevleri ........................................................................................... 66 II. KUR’AN’DA “HAC” KAVRAMININ TAHLİLİ ................................................ 73 A. TARİHSEL YÖNDEN ...................................................................................... 74 1. Beşerî dinler’de ............................................................................................... 74 a. İlkel kabileler’de ......................................................................................... 74 b. Eski Mısır’da ............................................................................................... 75 c. Eski Yunan’da ............................................................................................. 77 d. Hinduizm’de ............................................................................................... 78 e. Budizm’de ................................................................................................... 79 f. Şintoizm’de .................................................................................................. 81 2. Semavî dinler’de ............................................................................................. 82 a. Yahudilik’te ................................................................................................ 82 b. Hıristiyanlık’ta ............................................................................................ 85 c. İslamiyet’te .................................................................................................. 88 B. SORUNSAL YÖNDEN ..................................................................................... 93 1. “Hacc”ın “ibadet-içi” kavram alanı ................................................................ 93 a. “Hacc”ın tatbiki ile ilgili temel kavramlar .................................................. 94 aa. “Hacc”ın zamanı ................................................................................... 94 1) Eşhur-i Ma’lûmât ................................................................................ 94 2) Eyyâmı Ma’lûmât ............................................................................... 95 xi 3) Eyyâmı Ma’dûdât ............................................................................... 97 4) Yevm-i Hacc-ı Ekber .......................................................................... 98 ab. “Hacc”ın uygulaması ............................................................................ 99 1) İhram’a girmek ................................................................................... 99 2) Tavaf ................................................................................................. 104 3) Sa’y ................................................................................................... 106 4) Arafat’ta vakfe .................................................................................. 109 5) Müzdelife’de (Meş’ar-i Harâm) vakfe ............................................. 111 6) Remy-i Cimâr (Cemre) ..................................................................... 112 7) Halk ( Tıraş olmak)-Taksir (Saçları kısaltmak) ................................ 115 8) İhram’dan çıkmak ............................................................................. 118 9) Hedy (Kurban) .................................................................................. 119 a) Kalâid ............................................................................................ 121 b) Büdn ............................................................................................. 123 10) Ziyaret ( ifaza) tavafı ..................................................................... 124 11) Veda Tavafı .................................................................................... 125 12) Umre ............................................................................................... 125 b. “Hacc”ın tatbiki ile ilgili yan kavramlar ................................................... 126 ba. Âfâkî .................................................................................................... 126 bb. Fevât .................................................................................................... 127 bc. Hacer-i Esved ...................................................................................... 128 bd. Hervele ................................................................................................ 129 be. Iztıbâ’ .................................................................................................. 129 bf. İhsar ..................................................................................................... 129 bg. Makam-ı İbrahim ................................................................................ 131 bh. Mescid-i Nemire ................................................................................. 131 bı. Remel ................................................................................................... 132 bi. Şeâir ..................................................................................................... 133 2. “Hacc”ın “ibadet-dışı” kavram alanı ............................................................ 133 a. Nazarî alanı ............................................................................................... 133 aa. Tartışma / el-Muhâcce (133 ........................................................... (ال م َحا جة ab. Delil / el-Hucce (144 ........................................................................ (ال حّجة xii ac. Yıl / el-Hıcce (149 ............................................................................ (الِح ج ة b. Tatbikî alanı .............................................................................................. 150 ba.“Hac” - “salât” ilişkisi .......................................................................... 150 bb.“Hac” - “oruç” ilişkisi .......................................................................... 154 bc. “Hac” - “zekât” ilişkisi ........................................................................ 156 bd. “Hac” - “ticaret” ilişkisi ...................................................................... 159 SONUÇ ........................................................................................................................ 161 KAYNAKÇA .............................................................................................................. 166 xiii KISALTMALAR a.g.e : adı geçen eser a.g.m. : adı geçen makale a.g.md. : adı geçen madde b. : baskı, basım bkz. : bakınız C. : cilt çev. : Çeviren D.İ.B : Diyanet İşleri Başkanlığı F.Ü.İ.F : Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İ.F.A.V. : İlahiyat Fakültesi Vakfı M.Ö. : Milattan Önce M.Ü. : Marmara Üniversitesi s. : sayfa sad. : Sadeleştiren s.a.v : Sallallahu aleyhi ve sellem S.D.Ü.İ.F. : Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ss. : Sayfadan sayfaya tas. : tashih thk. : tahkik eden trc. : Tercüme eden T.D.V. : Türkiye Diyânet Vakfı xiv t.y. : tarih yok yay. : Yayınları yay. haz. : Yayına hazırlayan y. y. : Yayınevi yok veya yayıncı yok vb. : Ve benzeri vd. : ve diğerleri xv GİRİŞ I. ARAŞTIRMANIN KONUSU 21. yüzyılın insanı, hızlı yaşama, çabuk elde etme ve neticeyi hemen görme gi- bi duyguların gölgesinde hayatını devam ettirmeye çalışmaktadır. Artık yaşadığımız evren, tablet bilgi arzusu ve bu bilgileri, zamanı en asgari düzeyde harcayarak yarar- lanma isteğinde olan varlıklarla dolmuştur. Bu hızlı değişim ve dönüşümün bir tezahü- rü olarak araştırmacılar müstakil konular üzerinde çalışmalar yapmaya yöneldiler. Ak- si takdirde zamanın çarkları, sahip olduğumuz bilgi birikimini ve bu birikimin ikame ettiği değerleri bir kara delik misali tarihin karanlık kuyularına taşımaya muktedir ola- caktı. İslâmî bilgi birikiminin de bu acımasız türbülansta veri kaybına uğrayıp ziyan olmaması için alternatif araştırma teknikleri geliştirmek, her müslüman için bir hedef ve yaşama gayesi olmuştur. Onun için Müslüman âlimler, bu ilim deryasından aldıkla- rı tecrübe ve irfanı, kavramların anlam dünyasına yansıtmışlardır. Böylece konuların özünü, daha detaylı ve daha anlaşılır bir formatta günümüz insanının karışık zihin dünyasına sunma çabası içerisine girmişlerdir. Söz konusu doğal süreç içerisinde, tefsir ilmi de bu gelişmelere kayıtsız kal- mamıştır. Çünkü müstakil bir kavram veya konuyu Kur’an-ı Kerim’de aradığımızda, bunların farklı sûre ve âyetlere serpiştirilidiğini görmekteyiz. Tefsirlerden bir kavramı aradığımızda ise binlerce cilt kitabı taramak zorunda kalmaktayız. Dolayısıyla bir ko- nu ya da kavram ile ilgili derli toplu bilgi elde etmenin çok esaslı bir yolu da onları müstakil olarak yorumlamaktan geçmektedir. Bizler de bu çalışmamızda,“hac” mad- desinin arap dilindeki kullanımlarını, lafız ve mana yönüyle, sözlüklerden ve tefsirler- den araştırarak kavramı aydınlatmayı düşündük. II. ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI Araştırmamızın “Birinci Bölümü’nde”, kavramın sözlük ve terim anlamlarını belirlemeye çalışarak, semantik analizini de farklı sözlüklerden bakarak bulmaya çalış- tık. Aynı zamanda kavramın “Din Bilimleri” ve “İslâmî Bilimler” nezdindeki karşılık- larını, aşağıda sıraladığımız: Halîl b. Ahmed (v.170 )’in “Kitâbu’l-Ayn”, “ez-Zeccâc (v.311/923)’ın “Me‘âni’l-Kur’ân”, İbn Düreyd (v.321 )’in “Cemheretü’l-Luga”, el- Ezherî ( v.370/980 )’nin “Tehzîbu’l-Luga”, el- Cevherî (v.398/ 1007)’nin “es-Sıhâh’ı”, er-Râgıb (v.502/1108)’ın el-Müfredât’ı, İbn Manzûr (v.711/1311)’un Lisânü’l-Arab, el-Fîrûzâbâdî (v. 817/ 1415)’nin “el-Kâmûsû’l-Muhît’i”, ez-Zebîdî (v.893/1487)’nin “Tâcu’l-‘Arûs’u”, gibi sözlüklerden istifade ederek bulmaya gayret ettik. Çalışmamızın “Birinci Bölümü”nün ikinci temel başlığı, “Din Bilimlerinde Hac’cın Yeri”dir. Bu bölümde ilk sıraya aldığımız “Dinler Tarihi” bilimi başlığı altın- da “Hac-tarih ve hac-sembol ilişkisini ele almaya gayret ettik. “Din Felsefesi” başlığı altında, din-felsefe (islam felsefesi) ilişkisi irdelenmiştir. “Din Psikolojisi” başlığı al- tında ise genel hatlarıyla “din-insan psikolojisi” özel olarak da “hac-insan ilişkisi” incelenmiş olup, özellikle “haccın insan psikolojisine etkisi” üzerinde durulmuştur. “Din Sosyolojisi”nde, “din-toplum”, ve “hac-toplum” arasındaki karşılıklı ilişki belir- 1 lenmeye çalışılmıştır. Bu ana başlığımızın son alt başlığı olan “Din eğitimi açısından” başlığıyla ise, “din-eğitim” ve “hac-eğitim” ilişkisi kısaca işlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın “Birinci Bölümü”nün üçüncü temel başlığı “Temel İslâmî Bilim- lerde ‘Hac’cın Yeri”dir. Bu esas başlığın altında, “Tefsir”, “Hadis”, “Fıkıh”, “Kelâm” ve “Tasavvuf” bilim dalında, kavram araştırılmaya çalışılmıştır.“Tefsir Bölümü”nde kısaca Kur’ân’da “hac” kavramının geçtiği yerlerin sayısı ve geçtiği surelerin mekki veya medeni olduğu gibi hususlar kısaca aktarılmıştır. Çünkü bu konuların altını dol- durabileceğimiz detaylı bilgileri, “İkinci Bölüm”de vereceğimizden, konuyu kısa bir özetlemeyle iktifa ettik. “Hadis’te” başlığı altında da hac ile ilgili bazı örnek hadisler verilerek, “haccın hadislerdeki tarihçesi ve önemi” kısaca ele alınmıştır. “Kelâm’da” başlığı altında ise “amel-iman ilişkisi”, “imanın tanımı sorunu” ve bu tartışmalar etra- fında “ bazı belli başlı fırkaların hac ibadeti ile ilgili görüşleri” aktarılmaya çalışılmış- tır. “Fıkıh’ta” başlığı altında “hac ibadeti”, genel hatlarıyla:“haccın meşruîyyeti, farz- ları, vücub şartları, edasının şartları, vacip ve sünnetleri” gibi fıkhî bilgilere yer veril- miştir. Bu bölümde son olarak da,“Tasavuf’ta” hac ibadeti ele almaya çalışılmış: Sufî’lerin genel olarak ibadete, özel olarak da hac ibadetine bakış açılarına yer veril- miştir. Böylece, söz konusu bilimlerle “hac” arasındaki ilişki saptanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın “İkinci Bölümü”nde “Kur’ân’da Hac Kavramının Tanımı” başlığı altında biçim yönünden “h c c” maddesi ve iştikâkları, anlam yönünden de kavramın semantik kadrosu incelenmiş, âyetler biçim ve anlam yönünden sınıflandırılmıştır. Hac ibadetinin Hz. İbrahim’den tevarüs eden kadim bir ritüel olması nedeniyle de, bölü- mümüzün “Kur’ân’da Hac Kavramının Tahlili” adlı ikinci ana başlığı altında, hac iba- detini “Tarihsel Yönden” ele alarak “Beşerî ve Semavî dinlerde” hac ibadetinin icrası- nı, yansıma biçimlerini ve bazı geçmiş dinlerdeki “hac” telakkisini ele almaya gayret ettik. Yine, bu ana başlık altında, haccı “Sorunsal Yönden” ele alarak, tefsir kitapla- rında, haccın ‘ibadet-içi’ ve ‘ibadet-dışı’ kavram alanını belirleyerek bu kavramları mümkün mertebe araştırmaya çalıştık. Son olarak da “Haccın, namaz, oruç, zekât ve ticaret” ile olan ilişkisini inceleyerek kavramın anlam dünyasının genişliğini ortaya koymaya çalıştık. Bu çalışmamızı yaparken şu tefsirlerden istifade ettik: “Mukâtil b. Süleyman (v.150), et-Taberî (v.310/ 922), ez-Zeccâc (v.311/ 923), el-Kuşeyrî (v.465/1072), ez- Zemahşerî (v.538/1143), er-Râzî (v.606/ 1209), el-Kurtubî (v.671/1273), el-Beyzâvî (v.685/1286), el-Nesefî (v.701/ 1301), İbn Kayyîm el-Cevziyye ( v.751/ 1350), İbn Kesîr (v.774/1373), el-Bursevî (v.1137/1725), el-Âlûsî (v.1270/1854), Elmalılı (v.1942), SeyyidKutub (v.1966), Mevdûdî (v.1979) ” tefsirleri başta olmak üzere, kav- ram çok sayıda tefsir kitabında araştırmaya gayret edilmiştir. Ayrıca “hac” ile ilgili yazılan makaleler taranmış ve çalışmamıza ışık tutan makalelerden faydalanmaya çaba gösterilmiştir. Bunun yanında T.D.V. İslâm Ansiklopedisinin ilgili maddelerinden istifade etme konusu da gözardı edilmemiştir. 2 BİRİNCİ BÖLÜM GENEL OLARAK “HAC” KAVRAMI I. ‘’HAC’’ KAVRAMININ TANIMI ‘’Hac’’ kavramı sözlüklerde, genel itibariyle: “kastetmek, yönelmek, ziyaret et- mek ve bir yere gitmek anlamlarında kullanılır. Terim olarak ise: “ Din tarafından kutsal kabul edilen mekânları, belirli zaman dilimlerinde ziyaret ederek, orada sembolik bazı ibadetleri gerçekleştirmektir.” ‘’Hac’’ kavramının bilim dallarındaki karşılığına girme- den önce, kavramın sözlük ve terim anlamı ele alınacaktır. A. SÖZLÜK ANLAMI 1. ‘’H C C’’(ح ج ج) maddesinin fiil türevleri a. Sülasî mücerred fiil ab. Birinci bab ُّج / حَ ج ا َّج / َي ح َح َّج ’‘ َّ ج ِإَ ل ي َنا فََل ن .fiili sözlükte birinci bab’da kullanılmıştır’’حَ َ ح : “ Filan kişi bize geldi”, demektir. َّج ه “ َر ج ل َم ح جو ج ise: “ona yöneldi.” anlamına gelmektedir. Yine َح murad edilen / hedeflenen / kastedilen adam” anlamlarına gelmektedir.1 ُّجوا ِعَماَمَت ه َح “sarıklarını yüceltiler” demektir.2 1 İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Cemâlüddin b. Mükerrem b. Ali b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfi (v.711/1311), Lisânü’l-Arab, I-VI, 1. b., Kahire: Dâru’l-Maârif, C.II, s. 778. 2 el-Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî (v.170 ), Kitâbu’l-Ayn: Müratteben alâ hurûfu’l-Mu’cem, I-IV, 1.b., thk. Abdülhamîd Hindâvî, Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1424/2003, C. I, s. 286 3 َّج َبن و فَل َن فَلًَنا “ َحَج ج ت فََلًنا ”.Falanın oğulları, filanı sık sık ziyaret ettiler…“ َح Falan kişiyi birkaç kez ziyaret ettim.” demektir.3 b. Sülasî mezîd fiil ba. İf’âl babı ُّج / ِا حَجاًجا َّج / َيِح Hacca göndermek demektir. Birini, hac yapmak için : أََح göndermek “ أ َحَج ج ت فََلًنا ” şeklinde ifade edilir. -anlamı ( ص ل ب ) sert kafa :” َر أ س أََح ج “ 4 na da gelmektedir.5 bb. İftiâl babı ُّج / ِا حِتَجاًجا َّج / َي حَت َّ ش ي ء ,Zebîdî :إ حَت َّج ا ل َّج ا لَب ي َت sert oldu ” ve“ : ِإ حَت Ziyaret “ : ِإ حَت etti” anlamlarına geldiğini zikreder.6 El-yesûi ise Muncid’de, ‘ziyaret’ anlamına ge- len şekliyle; َّج ا لَب يَت -ziyaret etti .” ve “delil getirdi, iddia etti” anlamlarında kulla “ ِإ حَت nıldığını ifade eder.7 bc. Müfâale babı َّ جةً و ِحَجاًجا َ مَحا ُّج / َّج / ي َحا حا َّج ه .Delil ile yenmek” demektir “ َحاَج ج ت ه mücadele etti, tartıştı” anlamına “ َحا da gelir.8 " ِِّبِه َ ر َّج ِإ بَراِهيمَ ِفى َّلِذى َحا Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye “ : " أََل م َتَر ِإَلى ا 3 el- Cevherî, Ebu Nasr İsmaîl b.Hammâd (v.398/1007), es-Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhâhu’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulgâfûr Attâr, I-VII, Beyrût: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyin, 1399/1979, C. II, s. 303; el- Yesûî, Luvîs Ma‘lûf, el-Müncid fi’l-Luğa ve’l-Aʿlâm, 41. b., Beyrut: Darü’l-Maşrık, 2005, s. 118. 4 el- Cevherî, a.g.e., C. II, s. 304; İbn Manzûr, a.g.e., C II, s. 779; el-Ezherî, Ebu Mansûr Muhammed b. Ahmed (v.370/980 ), Tehzîbu’l-Luga, thk. Abdusselam Harun, I-XV, 1.b., Mısır: Dâru’l-Kavmîyye el- Arabîyye, 1384/1964, C. III, s. 390. 5 el-Fîrûzâbâdî, Ebu’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed (v. 817/ 1415), el- Kâmûsû’l-Muhît, thk. Mekteb Tahkîku’t-Turâsî, 8. b., Beyrût: Müessesetû’r-Risâle, 1426/ 2005, s. 183. 6 ez-Zebîdî, es-Seyyid Muhammed Murtazâ el- Hüseynî (v. 893/ 1487 ), Tâcu’l-‘Arûs: min Cevâhîri’l Kâmûs, thk. Mustafa Mecazî, I-XL, Kuveyt: Matbaatu Hukûmeti Kuveyt, 1389/1969, C. V, s. 467. 7 el-Yesûî, a.g.e., s. 118. 8 İbn Manzûr, a.g.e., C. I, s. 779; ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 467. 4 (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? ”9 âyetin- de görüldüğü gibi “tartışma ve mücadeleye girme” anlamlarında kullanılmıştır. bd. Tefâul babı ُّج / َتَحا جًجا َّج / َيَتَحا َتَحا ُّج َّت َحا َّتَخا صم“ Arapça karşılığı : ال -olan bu sözcük: “Münakaşa etmek ve karşı ”ال lıklı atışmak” anlamlarına gelmektedir.10 bd. İstif’âl babı ُّج / ِا سِت حَجاًجا َّج / َي سَتِح ِا سَتَح “Karşıdaki kişiden delil getirmesini isteme” anlamına gelir.11 c. Rubâî mücerred fiil ca. Fa’lele vezni َح جَحَج / ي َح جِح ج / َح جَحَجًة َوِح جَحاًجا “Saldırıdan sonra geri çekilmek” anlamına gelir. َّم َح جَح جوا saldırdılar “ َحَم لوا ث sonra geri çekildiler.” 12 Bir şeyden elini çekmek, yapmayı bırakmak13, aciz kalmak, içindekini açığa çıkarmamak anlamlarına gelir. Bağırmak ve bir yere yerleşmek an- lamlarında da kullanıldığı gibi, büyük, şahane ve güçlü gibi manalara geldiği de görü- lür. Mesela; “güçlü, büyük ve şahane koç”, denmek istendiğinde, “ َح جَح ج َعِظي م ” cüm- lesi kullanılır.14 “ الَح جَح ج ” ise: “düşük, kıymetsiz, ihmalkâr ve gevşek demektir.” 15 9 el-Bakara, 2/258. 10 el- Cevherî, a.g.e., C. II, s. 304; İbn Manzûr, a.g.e., C. II, s. 779; el-Fîrûzâbâdî, el- Kâmûsu’l-Muhît, s. 183. 11 el-Yesûî, a.g.e., s. 118; 12 Halîl b. Ahmed, a.g.e., C.I, s. 287 13 ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 459. 14 İbn Manzûr, C. II, a.g.e., s. 781. 15 ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 466. 5 d. Rubâî mezîd fiil da. Tefa’lele vezni َتَح جَحَج / َيَتَح جَح ج / َتَح ج حجًا Bağırmak ( ََصاح) anlamına geldiği gibi, yerleşmek ( م َ anlamına da gelebilir.16 ( أَقا 2. “H C C” ( ح ج ج) maddesinin isim türevleri a. el-Haccu / el-Hiccu (ج ُّ ُّ ج / الِح ( الَح Haccın asıl anlamı, kastetmektir. Şair’in dediği gibi: َ را " ِ ن ا ل م َز عفَ َ رَ قا ِِّز ب َّب ال َ ن ِس ُّج و -Zibrekan’ın za’ferana boyanmış örtüsünü ve sa“ : " َ ي ح rığını haccediyorlar.” Buradaki hac etme, “ziyaret etmeyi amaçlıyorlar” şeklinde anla- şılmalıdır. Şeriât’ın kullanımında ise, “ibadet niyetiyle, Allah’ın evini ziyaret etmenin özel adı olmuştur.” İbn Manzûr, Kisaî’nin: “ ج ُّ ُّج “ ile ” ا َلَح ِ ح -arasında bir farkın ol ” ا َل madığını, onun dışındakiler ise, birinci kullanımın " ُّج -Kâbe’yi ziyaret, ikinci kul : ا َلَح lanımın ( ُّج -ise; Sünnet ile amel etme, anlamında kullanıldığını söylerler, demekte (ا َلحِ dir. el- Ezherî de, Tehzîbu’l-Luga’da, ( ُّج Bir yıllık hac ibadeti’ anlamına gelir‘ ;( ا َلَح demiştir. Ekseriyetle bu şekilde (üstün) kullanılır. ( ج ُّ ِ ح ise; yapılan işin adıdır ve ( ا َل daha nadir kullanılır.17 b. el-Hâccu /el-Hâccetü (حا جَّة َ ُّج – ال َ حا (ال Hac yapmış olan erkeğe, “ج ُّ َ حا َّجا ج “ ,denir. Çoğulu ise ” ال -ke ”الَحِجي ج “ ile ”ال ح limeleridir. Hac yapmış olan kadına da,“ رأ َ ة َ َّ ج ة ِ ا م َ حا ” cümlesinde olduğu gibi “ َّجة ”الَحا 16 İbn Manzûr, C. II, a.g.e., s. 781. 17 el- Ezherî, a.g.e., C. III, s. 387-388; er- Râgıb, Hüseyn b. Muhammed el-İsfahânî (v.502/1108), Müf- redâtü elfâzi’l-Kur’ân, thk. Safvân Adnân Davûdî, 4. b., Dımeşk-Beyrut: Dâru’l-Kalem – ed-Dâru’ş- Şâmiyye, 1430/2009, C. I,s. 218; İbn Manzûr, a.g.e., s. 778. 6 denir. Çoğulu ise, “ ُّج َّجا ج “ sözcüğüdür.18 Çok hac yapan kişiye ” الَحَوا -dendiği gi ”َح bi19, ayrıca kişilere isim olarak da kullanılmıştır.20 c. el-Haccetü / el-Hiccetü ( َّجة َّج ة / الِح ( الَح َّج ة “ -Mevsim, dönem (hac zamanı, hac mevsimi) anlamlarına gelmekte : ”الِح dir.21 Kural dışı bir kullanım olmakla beraber, “ َّج ة bir defa’ ve ‘yıl’ anlamlarına‘ ,”الِح da gelmektedir. Ama asıl kullanım, fethalı “ َّج ة şekliyle gelmiştir. Kıyasa uygun ”الَح olan da budur. Çünkü Sîbeveyhî, kıyasa uygun olarak, şöyle rivayet etmiştir: “ َّج ة َح َ عل“ Bir yılın işi anlamına gelir’ demiştir. Yine‘ : ”َواِحَد ة َّ جِ ة اللِ َل أَ ف َ ح cümlesinde başı ”وَ fethalı, sonu esreli şekli ile geldiği zaman ise, Araplarda,‘yemin’ anlamına gelmekte- dir.22 Ezherî de “ َّج ة kelimesinin mevsim ve yıl anlamlarına geldiğini zikrettikten ,”الِح sonra, diğer dilcilerden farklı olarak “ kulak memesi deliği” (ث قَبة َش حَمِة األ ذن) anlamına geldiğini söyler. Çoğulu ise, “ِحَج ج” dür.23 “ َّجِ ة hac ayı) anlamına gelir. Cemîsi) :” ذو الِح (çoğulu) ise, “ ِجة 24َّ َ ذوَ ا ة الِح ”dir. d. el-Hacevvecu ( الَحَجوَّج ) “Bazen düz bazen de zikzaklı olan yol” anlamına gelmektedir. ِ ج َّو َ ج َ ح ِ م ن َّ يامِ َك ُّ د أَ َ ج أَ ِ ج 25 َّو َ ع َّر ً ة ي ِإَذا ِا ستَ قَ امَ مَ “En güzel günlerin kötü (istikrarsız) geçsin.” 18 İbn Manzûr, a.g.e., C. II, s. 778-779; ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 461. 19 Halîl b. Ahmed, a.g.e., C.I, s. 286. 20 el-Fîrûzâbâdî, a.g..e., s. 183; ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 466. 21 Halîl b. Ahmed, a.g.e., C. I, s. 286. 22 el- Cevherî,a.g.e., C. II, s. 303. 23 el- Ezherî, a.g.e., C. III, s. 389. 24 el- Cevherî, a.g.e., C. II, s. 304. 25 el- Ezherî, a.g.e., C. III, s. 389; ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 464. 7 “Eğer bir kere düzelirse, tekrar kötüleşsin. ” anlamındaki mısrada da aynı manadan hareketle, söz konusu kelime, mecazî anlamda kullanılmıştır. e. el-Mehaccetü ( ح جَّ ة َ ( الم َ “Düz yolun ortası” demektir.26 ez-Zebîdî, Tâcu’l-‘Arûs’te, “yol” anlamına gel- diğini, cemisinin de “ ج ُّ َّطِريِق “ olduğunu söyler” ا لَمَحا َّج ة ال -Güzergah ve yolun yü :” َمَح rünen yeri anlamlarına gelir.27 f. el-Mehcûcu ( الم َح جو ج ) الَم غ لو ب “ istenen, kendisine yönelinen; haccedilen yer” ve : ”الَم ط لو ب الَم ق صو د “ َّجة .delil ile yenilgiye uğratılan anlamlarına gelmektedir : ”بِ ال ح 28 İbn Manzûr da: “yöne- linen yer” anlamına geldiğini ifade etmektedir.29 j. el-Huccetü ( َّج ة ( ال ح Râgıb el- İsfehânî, “ iki zıttan birinin doğruluğunu gerektiren delil, işaret” an- lamına geldiğini söylemektedir. َّج ة ا ل َ بالِ َغ ة َّ لهِ ا ل ح ق ل َ فِ ل “Deki: “En üstün delil yanlızca Allah’ındır.”( el-Enâm, 6/149) ve (El-Bakara, 2/150.) âyetleriyle görüşünü örneklendirmektedir.30 26 Halîl b. Ahmed, a.g.e., C.I, s. 287. 27 ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 459. 28 el-Yesûî, a.g.e., s. 118 29 İbn Manzûr, a.g.e., C.II, s. 778. 30 er- Râgıb, a.g.e., C. I, s. 219. 8 h. el-Hacîcu ( الَحجِ ي ج) “Demir ile vurularak çatlayan ve böylece beyne kanın bulaşmış olduğu yarayı, tedavi etmek” demektir.31 “Hacılar topluluğu”: ِِّج -anlamına geldiği de söy َجَماَع ة الَحا lenir. “ غَ ا ز َو َغِز ي َو َنا ج َو َنِج ي ” kelimelerinde olduğu gibi. 32 ı. el-Mihcâcu (الِم حجِ ا ج ) Mücadeleci adam, mücadeleyi seven adam”, anlamına gelir. Bu “ : َر ج ل ِم حَجا ج anlamdaki Arapça karşılığı, “ الَجِد ل ” kelimesidir. Aynı zamanda kan alma aleti olan “ .anlamına da gelmektedir ” ا َلِم سَبا ر 33 i. el-Hacâcu / el-Hicâcü ( الَحَجا ج / الِحَجا ج ) Göz etrafındaki yuvarlak kemik” demektir. “Kaşın üzerinde bittiği“ : الَحَجا ج yerin, en üst kısmı” anlamına geldiği de söylenir. “ الِحَجا ج ” ise, mastardır. Çoğulu ise َّج ة “ أَِح 34 ve ‘‘ ح ج ح ج ”dür. “ َّش م ِس Güneşin kaşları, boynuzları) gibi manalarda) :”ِحَجا ج ال da kullanılır.35 g. el-Hacecu ( الَحَج ج ) “Kemikteki boşluk”: ( ِالَو قَر ة ِفي الَع ظم) anlamına gelmektedir.36 B. TERİM ANLAMI ‘’Hac’’ kavramının sözlüklerdeki genel anlamının; kastetmek, yönelmek, ziya- ret etmek ve bir yere gitmek anlamlarında kullanıldığından bahsetmiştik. Hac kavra- 31 el- Ezherî, a.g.e., C. III, s. 389. 32 İbn Manzûr, a.g.e., C. II, s. 778. 33 İbn Manzûr, a.g.e., C. II, s. 778; ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 459. 34 Halîl b. Ahmed, a.g.e., C.I, s. 287; el- Cevherî, a.g.e., C. II, s. 304. 35 el- Ezherî, a.g.e., C. III, s. 390; ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 466. 36 ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 459. 9 mının semantik tahliline baktığımızda, haccın çok farklı manalara geldiği görülse de, asıl anlamının, kastetmek” anlamını ifade ettiğini gördük. Genel olarak “hac” kavramı, dinlerin kullanımında; kutsal mekânları ziyaret etmenin özel adı olmuştur. Özel olarak da, İslam’da: Allah’ın evini, ibadet kastıyla ziyaret etme eylemine has bir kavramın, ismi olmuştur. el-Ezherî, Tehzîbu’l-Luga’da, ( ُّج Bir yıllık hac ibadeti’ anlamına gelir‘ :( ا َلَح demiştir.37 Hac kavramının terim anlamına gelince; İslâm âlimleri, haccın birçok farklı ta- rifini yapmışlardır. Netice itibariyle çoğu tanım, aynı şeyi, farklı bir söylemle ifade etme olarak algılansa bile, bazı farklı perspektiflerle, kavrama olan bakışı, zenginleş- tirme ameliyesi olduğu gayet açıktır. Elmalılı, “hac” kelimesinin, lûgatte kasıt anlamına geldiğini söyler. Fakat bu kastın mutlak bir kasıt olmadığını önemli ve ehemmiyetli bir şeye olduğunu söyledik- ten sonra, şer’i tanımını şöyle yapar: “ Zamanı mahsusunda, mekânı mahsusa bir ziya- reti mahsusadır ki, hac niyyetile (niyetiyle) mekan ve zaman mahsusunda ihrama girib (girip), Arafatta vakfe, ba’dehu (sonrasında) Kâbe’yi tavafı ziyaretten ibaret ef’ali mahsusadır.”38 Süleyman Ateş ise: “Hac, belli zamanda yapılan ibadetlerin adıdır.”39 Mevdûdî ise; “haccın”, zilhicce ayının tayin edilmiş bazı günlerinde, Kâbe’ye yapılan ziyaret olduğunu söylemektedir.40 es-Sâbûnîye göre: “Hac sözlükte kastetmek manasına gelir, Terim olarak ise: “ Tavaf, sa’y gibi hac ile ilgili ibadetleri yapmak için Ka’be’yi ziyaret etmektir” demiş- tir.41 37 el- Ezherî, a.g.e., C. III, s. 388. 38 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, (ö.1942), I-X, 3. b., İstanbul: Eser Neşriyat ve Dağı- tım,1979. C. II, s. 42 39 Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, I-VI, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988, C. I, s. 233. 40 Mevdûdî, Ebu’l-Al’â, Tefhimu’l-Kur’ân (v.1979), çev. Muhammed Han Kayanî, v.d., I-VII, 2. b., İstanbul: İnsan Yayınları, 1996, C. I, s. 130-131. 10 Hac kavramının birçok terim anlamını, çalışmamızın ikinci bölümünde, özel- likle müfessirlerin tanımları başta olmak üzere, vereceğimizden burada bu kadarıyla iktifa ettik. II. “HAC” KAVRAMININ TAHLİLİ Çalışmamızın bu bölümünde “Hac’cın yeri” Din Bilimlerinden, “Dinler Tari- hi”, “Din Sosyolojisi”, “Din Felsefesi”, “Din Eğitimi” alanlarına ait kaynaklar tarana- rak, konu çerçevesi de abartılı bir şekilde aşılmadan, haccın ritüel ve mana yönü açık- lanmaya çalışılmıştır. Yine söz konusu bilimlerin ışığında, tarih-hac-sembol ilişkisi incelenerek haccın simgesel olarak ifade edilişinin kısa bir analizi yapılmaya çalışıl- mıştır. A. DİN BİLİMLERİNDE “HAC” KAVRAMI 1. Dinler tarihi’nde Bu başlık altında, “din-tarih ve ibadet ilişkisi” genel hatlarıyla açıklanmaya ça- lışıldı. a. Genel olarak “din” ve “tarih” Dini inançlar ve ananeler kültürden kültüre farklı olsa da, din tüm toplumlarda varlığını hep sürdürmüştür. Dinlere baktığımızda iman eden bireyler topluluğu, yü- celtme ve ta’zim ifade eden duyguları, gerçekleştirdikleri ayinlerde sembolik olarak her hâlükârda ifade ederler.42 “Din” kavramı, genel itibariyle fark gözetmeksizin, belli başlı bazı inanç sis- temleri olan ve Dinler Tarihine konu teşkil eden bütün inançları kapsar. Ama Din Bi- limleri, bir inanç sisteminin“din” olarak adlandırılması için, bazı olmazsa olmaz kaide- ler şart koşmuştur. Bunlar, inanç, ibadet, cemaat ve ahlâk gibi unsurlardır. Bütün din- lerde ibadet, imanın hemen arkasından gelerek, inanç sisteminin ilk halkasını oluştu- rur. O dinin buyurduğu şekilde de uygulanır. Mesela, Hristiyan âlimlerinden Saint 41 es-Sâbûnî, Şeyh Muhammed Alî, Safvetü’t-Tefâsîr, I-III, 1. b., Kahire: Dâru’s-Sâbûnî, 1417/1997, C. I, s. 198. 42 Anthony Giddens, Sosyoloji, çev. Hüseyin Özel, Cemal Güzel, 1. b., Ankara: Ayraç Yayınları, 2000, s. 495. 11 Augistine göre, “Tanrıya doğru sevgi dolu bir gayret”; Sint Jean Dameascen'e göre ise, “Ruhun Tanrıya doğru yükselmesi” ya da “Tanrıdan uygun olan şeylerin istenmesi- dir.” şeklinde ifade edilen ibadet, Hristiyan inancının temel unsurlarındandır.43 Tarih boyunca var olan kutsal mekân ve bu mekânları ziyaret, bütün inançlar için geçerlidir. Evrensel, kabileci ve milli dinlerin neredeyse hepsinde kutsal mekânlar ve bu mekânları ziyaret söz konusudur. Bu mekânların ziyaret edilme nedeni, oradaki maddi, manevi ve ahlaki feyizlerin alınabileceği kutsal yerler olarak görülmesidir.44 b. Özel olarak “hac” ve “tarih” “Sembol, anlatılamaz ve görünmez bir gösterilene gönderen ve bundan dolayı da, anımsayamadığı bu denkliği somut olarak tecessüm etmek zorunda kalan ve bunu- da uygunsuzluğu tükenmez bir biçimde düzelten ve tamamlayan ikonografik, ritüel, mitik yinelemeler oyunu aracılığıyla yapan işarettir.” 45 Bu cihetten bakıldığında sembolizm din için şu anlamı ifade eder: “ Dini inan- cın zorunlu olan temel prensiplerini, iddialarını ve bu inancın ifade edildiği birtakım araçları, dini törenlerde kullanılan kutsal objeleri ve eylemleri gösterir”46 Başta dini simgeler olmak üzere birçok alanda, semboller zamanla dâhili ve ha- rici bazı nedenlerden dolayı anlam kayıplarına uğrarlar. Bu anlam kayıpları aslında merkezden uzaklaşarak yozlaşma ve bozulma olarak ifade edilebilir. Guénon, sembo- lün anlam kaybına uğramasının, son derece önemli olduğunu ve bu anlam kaybının hayatın birçok bileşenine menfi yönde etki etiğini ifade etmektedir. Bilhassa gelenek ile kök bağını koparmış, farklı öğretilerle ortaya çıkmış yapılar, sembolün kutsallığın- da aşırıya gitmiş ya da sembolün sadece görünüme odaklanarak, sembolün ifade etme- ye çalıştığı ana faydayı anlamsız hale getirmişlerdir. Burada niyetin iyi olup olmama- sına bakılmaksızın, sembolün fayda sağlamayacağı açıktır.47 43 Abdurrahman Küçük, “Dinlerde İbadet ve Mabet”, Ankara, Diyanet İlmi Dergi, C. XXIV, S. 3, 1988, s. 26-27. 44 Ö. Faruk Harman, “Hac”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. XIV, s. 382. 45 Gilbert Durand, Sembolik İmgelem, çev. Ayşe Meral, İstanbul: İnsan Yayınları, 1998, s. 13. 46 Latif Tokat, Dinde Sembolizm, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2004, s.10. 47 Hüsnü Aydeniz, “Dinî Semboller, Sembolün Anlam Kaybı Ve Etkilerine Geleneksel Bir Yaklaşım”, Ekev Akademi Dergisi, Erzurum, S. 48, Yıl 15, 2011, s. 81-82. 12 Hac ibadeti ile ilgili örneğine gelince; konu ileride tarihsel süreciyle birlikte verileceğinden bir iki örnekle geçmek istiyoruz. Hac ibadetindeki ana simge ve aynı zamanda en değerlisi olan “Kâbe” binası veya evi ile Allah’a yapılan ibadet ve ona yakınlaşma çabası, Hz. Âdem’den beri devam eden bir süreçtir. Dolayısıyla Hz. Âdem ile başlayıp Hz. İbrahim ile gerçek kimliğine bürünen ve son ilahi kitap olan Kuran’da buyurulduğu şekliyle, Allah’ın şeâirlerini kapsayan hac ibadeti, Allah’ın resimlerinin ve sıfatlarının şeklini çizme gereği duyulmadan, sembolik olarak bulunduğu evi ifade etmektedir. İslam dini, diğer din mensupları gibi, bir putu kendine ibadet vasıtası kıl- mak veya tanrıyı putlar aracılığıyla imgeleştirmek yerine, Allah’ın evini seçmiştir. Her evin bir sahibi ve yöneticisi olduğuna göre simgesel olarak da, Mescidü’l- Haram Al- lah’ın sembolik yurdu olarak algılanmıştır. Sembollerin anlam kaymasına ve böylece bozulup din dışı olarak uygulama alanları bulmasına örnek olarak da Kureyşlilerin Kâbe’yi ıslık çalarak, uluyarak, Mukka kuşu koyarak ve aynı zamanda çıplak bir şe- kilde48 tavaf etmeleri verilebilir. Çünkü onlar, mesele eşitlik ise çıplak olmaktan daha büyük bir eşitlik nasıl sağlanabilir, diyerek kadınlar geceleri, erkekler ise gündüzleri çıplak olarak Kâbe’yi tavaf ediyorlardı.49 Nitekim Kur’an’ı Kerim: “Onların Beytullah yanındaki duaları da ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. (Ey kâfirler!) İnkâr etmekte olduğunuz şeyler- den ötürü şimdi azabı tadın!”50 âyetiyle bu durumu te’yid etmektedir. Aslında müşrik- ler bu şekilde yapmadıkları takdirde, tavaflarının kabul olmayacağını düşünüyorlardı. Yine, Kâbe’ye birçok put koymaları, onlara saygı ve tazimde bulunarak ona saygıda bulunmaları ile putlara kurban takdim etme gibi ilahi kimlikten uzaklaştıran, merkez ile bağını koparan uygulamalar da vardı.51 Bazen ana sembol üzerinden değer kazanarak semboller dünyasına adım atan kutsal bir mekân, zaman veya şahıs, sonradan ana sembolden daha önemli duruma evrilebilir. Zamanla kök sembol unutularak yerini dal ve yaprak mahiyetinde olan şey- lere yerini bırakabilir. Bu duruma uğrayan ritüeller, hedeflenen maddi ve manevi hazzı 48 Tevfik Çapacı, “İslâmda Hac”, İslâm Medeniyeti: Dini, İlmî Fikri Aylık Mecmua, İstanbul: Türkiye İslam Enstitüleri Talebe Federasyonu, Ahmet Sait Matbaası, S. 7, 1968, s. 9. 49 Muhammed Hüseyin Beheşti, Kur’an’da Hacc, trc. İbrahim Keskin, İstanbul: Bir Yayınları, 1987, s. 15. 50 el-Enfâl, 8/35. 51 Adem Tutar, “İslam Tarihinde Hac İbadetinin Ortaya Çıkışı ve Hz. Muhammed’in Hac Emirliği Tesi- si”, Elazığ: F.Ü.İ.F Dergisi, S. 6 ( 2001), s. 78. 13 bir tarafa, rüzgârın önündeki yaprak gibi her renge boyanırlar. Böylece gerçek mana- sından uzaklaşarak önemini yitirirler. 2. Din felsefesi’nde “Din, hür iradeleri ile inanan akıl sahibi insanları, en iyiye en doğruya en güze- le ve ebedi mutluluğa ulaştıran ilahi kanunların bütünüdür.”52 R. Otto ise dini, “Kutsa- lın yaşanması”; J. Martineao, “Ruh ve irade şeklinde yaşayan ve var olan, kâinata muktedir bir Tanrıya inanmak”; H. Spencer, “ Bizim bilgimiz üstündeki bir kudret sahibinin tezahürü” olarak tarif edilen din kavramı, kişiden kişiye değişen birçok farklı tanımları yapılarak, dinin gerçek manasına ulaşma çabası gösterilmiştir.53 Felsefe ise önceki zamanlarda, “ ilimlerin ilmi” , “ilk ilim, düzen koyan ilim” , “ düşünmeyi öğreten ilim” , “ebedi mutluluğu elde etmek için, beşerin gücü nisbetinde Allah’a benzemeye çalışması, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanması” gibi tanımlar ile ifade ediliyordu. Daha sonraları, felsefe’nin, “bilgi sağlayan bir uğraşı” , “soru sorma ve soru üretme sanatı”, “kavram çözümlemesi” gibi54 tanımlamaları yapılmıştır. Felsefe, sanat, bilim vb. hümanist aktivitelerin entelektüel biçimidir. İnsan do- ğasının asıl kaynağı, varlığı, anlamı ve evrenin yapısı ve kökeni üzerinde düşünce eg- zersizleri yapan insanlar, aslına farkına varmadan felsefe yapmışlardır. Bu konular hakkındaki düşünce denemeleri ve çabaları, dine ilişkin soruları da felsefenin sorularla dolu hazinesine eklemiştir.55 Dolayısıyla hangi felsefi görüşü savunuyorsa savunsun, hiçbir felsefeci ya da filozof, toplum ve tarih açısından bir olgu haline gelmiş olan din ile bağlarını tamamen koparamamıştır. Dinin önerdiği inanç unsurlarını, dogmalarını ve bu dogmaların haki- kat ile olan ilişkisini önemsemiştir. Yine insanın yeryüzüne geliş gayesi ve ilk fail ol- 52 Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, sad. Mehmet Talû, İstanbul: Çelik Yayınevi, 2013, s. 19. 53 Hüsameddin Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, 1. b., Konya: Sebat Ofset Matbaa- cılık, 1997, s. 25. 54 Erdem, a.g.e., s. 13-14. 55 Münir Dedeoğlu, “Epistemolojik Bağlamda Felsefe-Din İlişkisinin Rasyonalitesi ve Felsefî Temelle- ri”, Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi, C. III, S. 1, 2014, s. 102-104. 14 ması cihetiyle insanın önemi, tanrı ile olan ilişki biçimi ve seviyesi gibi konulara bir felsefecinin kayıtsız kalması söz konusu değildir.56 “Din Felsefesi” tabirinin felsefe edebiyatında yerini alması ise, oldukça yakın bir zamanda olmuştur. Buna Hegel’in,‘Din Felsefesi Üstüne Konferanslar’ adlı eseri neden olmuştur. Buradan din felsefesinin konu itibariyle Hegel’den önce veya sonra ortaya çıktığı anlamı çıkarılmamalıdır. Din üzerinde düşünme ve tartışma, dinin varlı- ğıyla neredeyse yaşıttır. Gerçi din üzerine yapılan bütün konuşmalar ve tartışmalar teknik olarak ‘Felsefe yapma’ anlamına gelmeyebilir. Çünkü din felsefesinin olabil- mesi için, felsefi çaba ve dini düşüncenin belli bir olgunluğa erişmesi gerekmektedir. Mesela eski Yunanlılarda felsefi düşünce belli bir seviyeye ulaştığı halde, din ile ilgili tartışma ve düşünceler, ondan sonraki asırlarda ortaya konan tefekkür seviyesiyle kar- şılaştırıldığında, aynı düzeyde bir ilerlemenin olmadığı görülür. Bunun sebebi, Eski Yunan’da İslâm veya Hristiyanlık gibi bir dinin olmamasıydı. Mesela, bazen Platon, ‘Tanrı’kelimesini bazen ‘Tanrılar’ kelimesini kullandığı halde, ciddi sorunlar ortaya çıkmıyordu. Yine Aristoteles’in, Tanrının ezeli oluşuna maddeyi de eklemesi aynı şekilde, büyük problem oluşturmuyordu. Ama din-felsefe ilişkisi bağlamından bakıl- dığında bu durum, Farabi veya Aquinolu Thomas için geçerli değildi. Yani kısaca şu- nu söyleyebiliriz: “Din” adı ile ilgili her görüş ve uygulama felsefe açısından araştırma ve incelemeye konu olmayabilir.57 Genel olarak din felsefesi aşağıdaki ana problemlerle ilgilenir: a) Metafizik ve kozmolojik problemler b) Epistemolojik sorunlar c) Dini hü- kümlerin mantık ve dil açısından tenkidi ve tahlili d) Dini sembolizmin anlam ve ehemmiyeti e) Dinin, ahlak, sanat ve ilim ile olan ilişkisi d) Din dilinin linguistik (dil- bilim) ve mantık açısından tahlil ve eleştirisi.58 a.Genel olarak din / felsefe ilişkisi (İslam felsefesi açısından) Din- felsefe münasebeti bazı İslam filozoflarının ele aldığı sorunlar zümresinde yer almıştır. Bu konu ile ilgili olarak Kindî, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi İslâm düşünür- 56 Nihat Keklik, Felsefeye Giriş II, İstanbul: Doğuş Yayınları, 1983, s. 212-213. 57 Mehmet S. Aydın., Din Felsefesi, 13.b., Ankara: İzmir İ.F.A.V. Yayınları. 2012, s. 1-2. 58 Aydın, Din Felsefesi, s. 12-13. 15 leri mevzu (konu), hedef ve hakikatin birliği yönünden din ve felsefe arasında ilişki olduğunu söylemişlerdir. İbn Haldun ve Gazâlî gibi bazı düşünürler ise meseleye farklı bir açıdan yaklaşarak, bu ilişkinin belli sınırlar perspektifinde okunması gerektiğini ifade etmişlerdir.59 Mesela bu filozoflardan Farabî, din ile felsefe arasında sıkı bir iliş- kinin var olduğu düşüncesini açıklamak için, gerçek din ve gerçekçi felsefenin netice itibariyle aynı sonuca varacağını ve böylece çelişmeyeceği tezini benimser.60 Düşünce tarihi kadar eski olan felsefe ve din ilişkisi, bir bakımdan akıl-vahiy ilişkisi, başka bir deyişle; insan- tanrı ilişkisi biçiminde de karşımıza çıkmaktadır. İbn Rüşd’e göre, felsefe ve din, değişik metotları kullanan iki ayrı sistem olup, aynı ger- çeğin iki farklı şekilde ifade edilmesidir.61 Din ve felsefe, insanların karşılaştığı problemleri çözme çabası içinde olan, iki kurum olmakla beraber, ikisi arasında önemli farklar da vardır. Felsefenin kaynağı düşünmektir; dinin özü ise, Gazâlî’nin ifade ettiği gibi, ruhani bir zevk halini yaşama durumudur. Dinin yaşanma karakteri, “anlamak, duymak, hissetmek ve ibadet et- mek”le tezahür ederken; felsefe yapmanın “bir fikir sahibi olma durumu” olduğu söy- lenebilir.62 Felsefe ile din bir yönüyle üzerinde çalıştıkları ortak özne olan insana, onunla ilgili problemlere, özellikle neyin insan için önemli neyin önemsiz olduğu hususu ve bilgilerin kaynağı konusunda farklılık göstermektedirler. Çünkü din, esas itibariyle tanrı tarafından sınırları çizilmiş, peygamberler aracılığıyla insanlara duyurulmuş, şu- urlu bir imanı ve itaati emretmektedir. Fakat insani tefekküre dayalı bir zihin faaliyeti olan felsefi düşünce ise, tanrısal değildir, eleştiriye açıktır. Din ise varlığını, gerçekli- ğini, tabiat ve akıl üstü bir kaynak olarak gördüğü, ilahi kaynaklardan alır.63 Felsefeciyle teolog arasındaki fark, büyük ölçüde tanımlama ile ilgili problem- lerdir. Bununla beraber bazı ayırımların yapılması da faydali olabilir. Teologlar özel bir inancın temel esaslarını kabul etme ve bu gerçekleri o inanç çerçevesi içerisinde 59 Kemal Sözen, “Din-Felsefe İlişkisi Bağlamında Dinin Günümüz Türkiye’sinde Yorumlanması Soru- nu”, Isparta, S.D.Ü.İ.F.D., S. 26 (2011), s. 30. 60 Yaşar Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, İstanbul: İz Yayıncılık, 2000, s. 154. 61 Dedeoğlu, a.g.m., s. 113. 62 Aydın, Din Felsefesi, s. 9. 63 Dedeoğlu, a.g.m., s. 113. 16 teorik ve uygulama gibi yöntemlerle geliştirmektirler. Din felsefecileri ise belli bir inancın öğretilerini önceden benimseme gibi bir sistemleri yoktur. Onlar çıkış noktala- rı olan inanç veya inançları işleyerek gerçek bir imanın nasıl teşekkül edileceği konusu üzerinde çaba sarfederler.64 b. Özel olarak hac-felsefe ilişkisi Konusu itibariyle kelâm, din felsefesine en yakın alanlardan biridir. Dolayısıy- la din felsefesi sistematik kelâm ile her zaman dirsek temasında olmuştur. Hatta Din felsefesinin, sistematik kelâmı büyük ölçüde ihtiva ettiği söylenebilir. Bu yakın ilişki- den dolayı din felsefesi kimileri tarafından (klasik anlamda) “Felsefi Kelâm” olarak adlandırılmıştır. Din felsefesine “Laik Kelâm” (teoloji) diyenler bile olmuştur. Bunun sebebi, filozofun belli bir düşünceyi ya da inancı savunma gayesi taşımadığı ve yaptığı inceleme ve araştırmada dini kaygıları esas almadığı ile açıklanabilir.65 Bir Din felsefecisinin, dini inanç ve pratikleri açısından konumunu ele alacak olursak, O’na mühendis, mimar gibi kişilerin rolüne benzer roller verebiliriz. Çünkü din felsefecileri, orada neyin doğru olduğunu öğrenmeye ve kavramaya çaba gösterir- ler. Din felsefecileri inanılacak şeyleri, inanma sebeplerini ve bunların dini pratiklere nasıl yansıdığı ile ilgili araştırmalar yaparlar. Yani, ‘ona inanıyorum’ kelimesinin ne anlam ifade ettiği üzerine kafa yorarlar. Onlar inanılacak şeyin içeriklerini belirleme gibi bir çaba içerisine girmezler. Ama bu inanç sisteminin haklılığının imkânı ile ilgili bilgi sahibi olmak da isterler. Din ile ilgili felsefi incelemeler, dini inançlar arasındaki tezatları da keşfetmeye çalışır. Mesela, tanrının ön bilgisi inancı ile insan özgürlüğü veya kadiri-i mutlak olan tanrı ile insanın yaratılışı arasındaki sorunlar.66 İslam felsefecisi İbn Haldun, İman esaslarının din referanslı olduğunu, dolayı- sıyla imanî konularda aklın hakemliğine müracaat söz konusu olamaz. Akli deliller ile nakli deliller arasında meydana gelen herhangi bir uyuşmazlık durumunda, aklın bir tarafa bırakılıp, dinin emir ve öğretilerinin doğru olduğuna inanmak gerekir. Anlaşıl- 64 David A. Pailin, (Faith, Religion and Philosopy: Din Felsefesi Nedir? ), Çorum, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, çev. Ferit Uslu, S. 7-8 (2005), s. 123. 65 Aydın, Din Felsefesi, s. 14. 66 Pailin, a.g.m., s. 121-122. 17 ması zor olan nasların anlamı mevzusunda ise susmak ve manasını Allah’a havale et- mek gerekir, demiştir.67 3. Din psikolojisi’nde Din psikolojisi ile genel psikoloji bağlamından konuya bakıldığında, aralarında karşılıklı bir faydalanma olduğu görülmektedir. Yine konuların belirlenmesi noktasın- da da gerçek anlamda birbiriyle sıkı ilişki içinde oldukları görülür. Çünkü din psikolo- jisinden elde edilen doneler (veri), genel psikoloji açısından önem arz ettiğinden, ikisi arasında karşılıklı bir münasebet söz konusudur. Dikkati celbeden, etkin ve en derin tecrübeler, din sahasında cereyan ettiğinden, bu konu (din psikolojisi), genel psikoloji- yi de gerçek manada ilgilendirir. Hatta din psikolojisi bu anlamda genel psikoloji içe- risinden bir parça veya onun özel bir biçimi olarak ifade edilebilir.68 a. Genel olarak din ve insan psikolojisi Din psikolojisi, dinî olgu ve olayları sosyal açıdan inceleyen bir bilimdir. Ge- nel itibariyle dinî fenomenleri, psikolojik bir çerçeveden ele alır. Başlangıç noktasını da somut insan olarak ele alır. “Temel ilahiyat bölümlerinde” olduğu gibi dini naslar- dan yola çıkmaz ve açıklamalarını dinin sınırladığı çerçeve ile sınırlandırmaz. Bireyle- rin kutsal saydıkları varlıkları ve o varlıklarla ilişkileri çerçevesinde meydana getirdik- leri davranışları, sözleri ve tecrübeleri; teorik ve tecrübî metodlarla inceleyerek açık- lamaya çalışan bir sistemdir.69 Bütün dinler, sosyal davranışlar için bazı kurallar koyar ve aynı zamanda tecrübi olayları açıklayan tanımlamalar yapar.70 Kişilik ve karakterin gelişmesi, doğuştan insanda var olan bazı özelliklerinin dışında, başka birçok bileşenlerin tepkimesi ile oluşmaktadır. Kemal mertebesine ulaşmış ve tutum haline gelmiş bir dinî iman, insanın kişiliğini kuşatan tek faktördür. Böylece mü’minin tutum ve davranışlarından oluşan, bütün karelerin birleştirildiği bir yapıya dönüşür. Benimsenmiş dini inanç ve ibadetler, bireyin mizacında bir “bütün- leşme” meydana getirir.71 Freud ve arkadaşları tarafından ortaya atılan, “dini itikat ve ritüellerin insan aklına zarar verdiği, insan psikolojisini bozduğu fikri”, eskiden beri tartışılagelmiştir. Fakat bu bakış açısı, 20. yüzyılda kalmıştır. Bilimsel imkân ve kabi- 67 Sözen, a.g.m., s. 24. 68 M. Şekip Tunç, Bir Din Felsefesine Doğru, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1959, s. 61. 69 Faruk Karaca, Din psikolojisi, Trabzon: Eser Ofset Matbaası, 2011, s. 31. 70 Günter Kehrer, v.d., Din Sosyolojisi, der. Yasin Aktay- M. Emin Köktaş, ed. Yasin Aktay, 2. b., An- kara: Vadi Yayınları, 1998, s. 100. 71 Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi,7. b., Ankara: T.D.V. Yayınları. 2008, s. 187. 18 liyetlerin gelişmesinden sonraki zamanlarda, bu görüşten uzaklaşılmış ve farklı bakış açıları ortaya çıkmıştır.72 b. Özel olarak “hac” ve “İnsan” Duygu ve düşünceleri ifade etmenin birçok yolları vardır. Sembolik anlatım bu yolların en kapsayıcı, en etkili ve mana derinliği en fazla olanıdır. Dini alan, soyut gerçekliklerin ifade edildiği bir alandır. Dolayısıyla onda sembolik ifadeler çokça kul- lanılmıştır. Mü’minin, yüce olduğuna inandığı ve bağlandığı Allah (c.c) bile, somut olarak algılanan bir realiteye sahip değildir. Dua ve ibadetler Allah ile kurulan bir bağ, onun varlık ve ululuğu ile ilgili bilinçlenmedir. İnsanlar lider ve otorite olarak kabul ettikleri insana karşı kendilerini küçük gören ve onu yükselten bazı söz fiil ve davra- nışlarda bulunurlar. Allaha inanan kişi de görmediği ve kendisi ile bir araya gelemedi- ği yaratıcısına karşı duygu ve düşüncelerini; ona olan bağlılığını ve saygısını ifade etmek için, bazı sözler sarf eder bazı davranışları sergiler. Diğer dinlerde olduğu gibi İslam’da da söz konusu ilişki sembolik bazı ritüeller ve bu sembollere eşlik eden bazı sözlü formüller şeklinde oluşturulmuştur.73 İnsanlar, çaba harcayarak ziyaret ettikleri bu sembolik değer ifade eden mabetleri ve kutsal yerleri, manevi hastalıklarına şifa vesilesi saymaları bir tarafa, maddi hastalıkları için bile şifa sebebi saymışlardır.74 ba. Haccın insan psikolojisine etkisi 1) İnsan-Allah ilişkisi açısından a) Menfiyi ıslah etme aa) Günahlardan arınma prensibi kazandırır En kötü alışkanlıklardan biri olan sigara hacdan sonra en çok devam edilen ve bırakılması zor gelen alışkanlıklardandır. Sigara içme oranı hacdan önce %34 iken, hacı olduktan sonra bu kötü alışkanlığı terk edenler %60,3 gibi azımsanamayacak bir orana ulaşmıştır.75 Yine toplumda değişik sebeplerden kaynaklı, insanın çevresi ile 72 Ahmet Özalp, Sosyal Psikoloji: Bireylerden Gruplara İnanç, ed. Hasan Babacan, 1. b., Ankara: Gece Kitaplığı , 2017, s. 155. 73 Hökelekli, a.g.e., s. 237. 74 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 382. 75 Mehmet Bayyiğit, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Türkiye’de Hac Olayı, 1. b., Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1998, s. 153. 19 ilişkilerinde istemediği, hoş olmayan hadiselerin tamir edilmesinde, hacılığın etkisi söz konusudur. Bu hadiseler neticesinde bireyler arası ilişkileri sekteye uğratan, onla- rın sosyal yaşam performanslarını bir nevi ipotek altına alan, “küsme” ve “darılma” gibi olumsuz davranışlar meydana gelebilir. Şöyle ki hacdan önce hacılar arasında yapılan bir araştırmada küskünlük ve dargınlık oranı %47.88 iken hacdan sonra bu kötü hasleti terkedenlerin oranı %79.88 olmuştur. Haram ve kötü alışkanlıkların içeri- sinde en çok görülen davranışlardan olan küskünlük ve dargınlığın yüksek oranlarda olması, aynı zamanda konunun toplum açısından ne kadar önemli bir sorun olduğunu göstermektedir.76 ab) Suçluluk (günahkârlık) psikolojisini giderir İbadetler, bireyi günah ve günahkârlık psikolojisinden kurtaran önemli eylem- lerdir. Çünkü kişi, ibadet anında veya akabinde yaptığı dua ve yakarışlarla günahları- nın affedildiğine inanır. Dolayısıyla tevbe etmek, bireyi bu korkudan emin kılıp rahat- latan önemli bir etkendir.77 Görülüyor ki affedilme beklentisi ve duygusu, söz konusu suçluluk duygusunu bastırarak bireylerin korkularını azaltmaktadır. Mesela Hz. Mu- hammedin (s.a.v), hac ibadetinin faziletine dair söylediği: “Kim Allah için hacceder de kötü söz ve eylemlerden sakınıp günaha da sapmazsa, annesinden doğduğu gün gibi günahları affedilmiş bir şekilde döner.”78 Ya da “ Makbul (kabul olunmuş) bir haccın karşılığı ancak cennettir.” 79 sözleri, hac esnasında veya hacdan sonraki dönemlerde hacılar için gerçek anlamda bir ümit olmaktadır. b) Müspeti geliştirme aa) Sorumluluk duygusunu artırır İbadet, insan tarafından bir vazife olarak kabul edildiği ölçüde sorumluluk duygusunu geliştirmeye yardım eder. Her ahlâkî davranış da ancak sorumluluk bilinci ile yerine getirildiğinde işlevsel olur. İbadetlerin karakterimizi geliştirmedeki rolü ve önemi ise, bu fikrin kabul görmesi ile doğru orantılıdır. Başka cihetten bakıldığında ise, ibadetlerin eda zamanları, geçici bir süreyle olsa bile, günahtan ve kötülükten 76 Bayyiğit, a.g.e., s. 155. 77 Peker, a.g.e., s. 122. 78 Buhari, “Hac”,4. 79 Buhari, “Umre”,1; Müslim, “Hac”,437. 20 arınmış bir ortamda bulunma anlamına gelir. İşte bu ritüel esnası ile normal zamanlar arasındaki psikolojik farklılıklar, bireylerde manevi ve ahlâkî yaşama karşı bir istek ve özlem uyandırabilir.80 ab) Ulûhiyet bilincini sağlamlaştırır Eda edilen her ritüel bireysel bir kısım meyillerin azalmasına vesile olur. Onun yerine de yeni eğilimlerin yerleşmesi ve geliştirilmesi durumu oluşur. Söz konusu ne- ticeyi alabilmek için ibadetin devamlı olması ve tam bir odaklanma ruhu ile eda edil- mesi gerekir. İnsan karakterindeki iyi yönlerin inkişaf etmesi ve gelişmesi için, ibade- tin edasında, ciddiyet ve dikkat kesilme son derece önemlidir. Bunun aksi, o ibadeti gayeye ulaşma noktasında işlevsiz kılabilir.81 Hacı adayı tam bir teslimiyet ve iyi niyetle, mahşer meydanına çıkar gibi, bü- tün zevk ve şehvetlere zincirler vurarak, dünya ile olan bağlarından da kurtularak, ya- ratılıştan beri temiz fıtrata dönüş imgesi olan ihramına bürünür.82 İslam’a göre dünya- daki şeylerin birer araç olarak görülmesi gerekir. Aksi halde, onlara beslediğimiz sev- ginin dozu ayarlanmazsa bu durum bizi Allah sevgisinden alıkoyabilir. Çünkü aklımız hep onunla meşgul olacak ve ruh sağlığımız da buna bağlı olarak olumsuz etkilenecek- tir.83 ac) Kişilik gelişimini sağlar İnsanoğlu, tabiatı gereği çok değişik istekleri ve ihtiyaçları olan bir varlıktır. Farklı güç ve meyillerin etkisiyle de çatışmalı ve değişken bir kişiliğe sahiptir. Hatta bazen bu karşıt ve çatışan güçler, bazı hakikate kapalı ya da çok dar kalıplı kişiliklerin oluşmasına da neden olabilir. Bu tutarsız ve değişken karakterlerin dengeli bir kişiliğe dönüşebilmesi için ilahi hakikatle münasebetinin kurulması ve bu bağın sürekli olması gerekmektedir.84 Dolayısıyla ibadetlerin insan kişiliğini dengelemede gerçek bir rolü- nün olduğu açıktır. 80 Hökelekli, a.g.e., s. 243. 81 Hökelekli, a.g.e., s. 242-243. 82 Hökelekli, a.g.e., s. 239. 83 Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, 1. b., İstanbul: Çamlıca Yayınevi, 2003, s. 121. 84 Hökelekli, a.g.e., s. 241. 21 Yine ibadetler insanı aşağılık duygusundan ya da bunun karşıtı olan üstünlük (kibir) gibi olumsuz psikolojilerden korumada önemli bir etkendir.85 Hac ibadetinin, neredeyse bütün safhaları, insanların eşit olduğu bilincini ve bilgisini gözler önüne serer. Bu dini pratikleri yerine getirirken her hacı adayı bizzat kendisi bu eşitlenme bilincini, canlı ve uygulamalı olarak tecrübe edinir. Dini tecrübenin en belirgin bir şekilde ortaya çıktığı dini pratiklerde, hacılarda, hacdan sonra hatırı sayılır bir ilerleme olduğu görülmüştür. Hac öncesi, hacı adayla- rından ara sıra namaz kılanların oranı %10.48 iken hac ibadetinden sonra bu oran %1.13 seviyesine inmiştir. Dolayısıyla devamlılık yüzdesi %98.87 olarak ölçülmüştür. Çevresel etmenlerin de göz önünde bulundurulması gerçeği göz ardı edilmediğinde, hacıların cami ve cemaate katılımı ile ilgili de ciddi iyileşmelerin söz konusu olduğu görülür. Çünkü toplumun hacıdan beklentisi, önemli sayılan ritüellerden biri olan na- mazları, camide kılmasıdır. Kırsal alanda ise hacının cemaate devam etmemesi, zaten ciddi anlamda bir kınanma sebebidir.86 ad) Manevi huzura aracılık eder Genel olarak ibadetlere baktığımız zaman, ibadetlerin insan münasebetlerini tertip eden bir yapısının olduğu görülür. İnsanın Rabbi ile olan ilişkisini ve diğer var- lıklarla olan münasebetlerini düzenler. Hayatını, varlığını sürdürdüğü âlemle uyumlu hale getirme çabasına yardım eder. Çünkü gelişme ve olgunlaşma faaliyet yapmak ile mümkündür. İbadetlerin gerektirdiği iç disiplin, her ibadetin yerinin ve zamanının ol- ması, insanın istekleri doğrultusunda sabır ve uyum eğitiminde bulunması ve mücade- le ruhunun artması gibi durumlar ruh sağlığımız için çok önemlidir.87 Mesela hac iba- detini yaparken, kısa sürede birçok faaliyeti, ibadeti, belli bir biçimde ve zaman mef- humunu da göz önünde bulundurarak yapacağını planlayan; ve yerine getiren bir hacı, ruh sağlığı yönünden ciddi bir bağışıklık kazanır. Bu sağlam ruh yapısının, dengeli ve bütüncül bir kişilik oluşturması için ibadetlerin devamlı ve samimi bir şekilde yerine getirilmesi gerekmektedir. Yine ibadetler, insanın stres ve depresyon gibi insan haya- tını ciddi anlamda olumsuz etkileyen duygulara karşı korumada etkilidirler. Çünkü insan, günlük hayatın meşgaleleri ile mücadele ederken, zaman zaman gergin ve sıkın- 85 Peker, a.g.e., s. 119. 86 Bayyiğit, a.g.e., s. 149-150. 87 Hökelekli, a.g.e., s. 249. 22 tılı anlar yaşayabilir. Bu da insanı hem zihnen hem de bedenen yorabilir.88 Hac ibadeti esnasında da gerginlik ve huzursuzluk veren durumlara sıkça rastlanır. Fakat insanlar o ibadetlerin verdiği manevi hazzı hissettikleri ve o ibadetten beklentilerini gerçekleş- tirmek istedikleri için orada çekilen sıkıntılara rıza gösterirler. Böylece hacılar, hacdan geldikten sonra, önlerine çıkabilecek farklı sıkıntılara karşı doğru tavırlar takınarak, isyan etmeyerek manevi dünyalarını zenginleştirirler. 2) İnsan-Âlem ilişkisi açısından a) Zamanı düzenlemesi Belirli ama farklı vakitlere yayılmış olan ibadetler, insanın zaman mefhumunu doğru değerlendirerek; insana güçlü bir zaman tanzimi alışkanlığı kazandırır. 89Hac ibadetinde zaman ile ilgili birçok kavram söz konusudur. Çünkü hac ibadeti, her biri ayrı bir ritüel özelliği taşıyan, kendi zamanında ve istenen biçimde yapıldığı müddetçe bir anlam ifade edecek ritüellerden oluşur. Hac ibadetindeki ana ibadetlerin neredeyse hepsi, üç beş gün içinde yapılıp hitama erdirilmesi gereken ibadetlerdir. Bazı ritüeller, zamanında yapılmadığında, maddi ya da manevi birtakım yaptırımlarla karşılaşma durumu oluşur. Bazılarında ise bunu, o anda telafi etmek söz konusu değildir. Hac ibadetinde “Arafat” vakfesinin yapıldığı yerde, vakfe yapılacak süre içerisinde, bir an olsa bile, bulunmayan kimsenin haccı bozulur. Sistematik ibadet sayılan namaz, zekât, oruç ve hac90 gibi ritüeller genel itibariyle zaman mefhumuna uyma ve bu zamanı doğ- ru bir şekilde kullanmayı öğrettikleri halde, “zaman” kavramı hac ibadetinde bir başka yoğun yaşanır. b) Maddiyatı düzenlemesi Dünya hayatında elde ettiğimiz bazı maddi imkânlar, dünyanın cazibeli ve süs- lü tarafı, bazen dünyaya olan meylimizi artırabilir. İbadetler bizim dünyaya olan bu aşırı bağlılığımızı, makul seviyeye çekme noktasında işlevseldirler.91 Hac ibadeti de zekât ve sadaka gibi, insanın dünyevî olanla ilişkisini düzenler. İbadetler, bu ilişkinin, olması gereken seviyeye gelmesi ve bu dengeyi koruması noktasında da rol oynar. 88 Peker, a.g.e., s. 119. 89 Hökelekli, a.g.e., s. 244. 90 Muhsin Demirci, Kur’ân’ın Ana Konuları, 12. b., İstanbul: M.Ü.İ.F.A.V. Yayınları 2016, s. 212. 91 Peker, a.g.e., s. 121. 23 Özellikle günümüzde hacca gitmek isteyen bir hacı adayının, bunun için maddi bir kaynak ayırması gerekmektedir. Kendi malından hac için ayırdığı bu kaynak, hacının maddiyata olan ilgisinin azaltarak, Allah ile olan ilişkisinin güçlendirir. Böylece mad- diyata olan ilginin yerini manevi duygular, değerli düşünceler ve faydalı fikirler alır. 4. Din sosyolojisi’nde Bu başlık altında genel olarak din ve toplum ilişkisinin yanında özel anlamda toplum ve hac ilişkisini de işlemeye çalıştık. a. Genel olarak “din” ve “toplum” Din-toplum ilişkisi din sosyolojisi açısından en esaslı alandır. Din ve toplum ilişkisi, sosyolojinin, anlamlandırmada en çok zorlandığı alandır. Toplumsal alanın değişik karelerinde dinin etkisi ile ilgili değişik araştırmalar yapılıyor olsa da bu konu- da içsel tutarlılığı sağlayabilmiş teorik açıklama yapabilenler azınlıktadır. Dinin, top- lumda genellikle farklı biçimlerde ortaya çıkmasından çok, dinî olguların toplumsal gerçekler için asıl unsur olduğu bilgisi, din sosyolojisi için çekici bir konudur.92 Din-toplum arasındaki ilişki, karşılıklı bir ilişkidir. Dinin topluma etkisi açı- sından bakıldığında elimizde çok zengin bir malzemenin olduğunu görürüz. Çünkü dinler, toplumsal yapıyla olan sıkı ilişkileri sayesinde, toplumu etkileme, değiştirme ve dönüştürme imkânına sahiptirler. Çünkü toplumsal yapılaşma ve davranışlar hem şekil hem de muhteva açısından dinin etki alanındadır. Bütün dinler, geldiği topluma kendi zihniyet yapısını da getirir. Bu zihniyet, dinî olanın dışında toplumu ilgilendiren diğer alanları da etkiler. Dolayısıyla dinlerin getirdiği ekonomik ilkeler, toplumsal ahlâk ilkeleri, toplum yapısını ve davranışlarını doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Top- lumun dine etkisi yönünden baktığımızda ise, bütün kültür düzeylerinde din ve dinden doğan oluşumlar toplumsal bileşenlerin etkisinde kalır. Dolayısıyla din ve toplum ara- sında cereyan eden bu karşılıklı iletişim ve etkileşim hep devam eder. Çünkü toplum- sal yapı ve farklı kültürler dini etkilerken, din de toplumsal yapıyı ve çeşitli kültür alanlarını etkiler. Zaten dinler, başlangıçta doğdukları toplumun etkisi altında kalır. 92 Günter Kehrer, ‘v.d.’, a.g.e., s. 70. 24 Henüz değişmeyen toplumların inanç ve ritüellerinde ise toplumsal yapının damgası net olarak görülür.93 Din sosyolojisinin kurucularından Max Weber, sosyal kurumların karşılıklı bir etkileşim içerisinde olduğunu kabul eder. Weber’e göre, idari, iktisadi, hukuki vb. iliş- kiler, din üzerinde etki sahibidir. Dinin, bir toplum üzerindeki etki gücüne göre değiş- mekle beraber, kültürün de dine, dini yaşantıya, dini kurumlara ve dinin değer yargıla- rına karşı etkisinden de bahsetmek mümkündür.94 b. Özel olarak “hac” ve “toplum” Din, farklı birçok özelliğinin yanında, organize hareket edebilen, sosyal olan, toplumsal sevinç ve acılara duyarlı, kollektif hareket edebilen, bütün bu faaliyet süreç- lerinde sabır ve hoşgörü prensibini esas alan bireyler yetiştirmeyi önceler. Bir ibadet olarak hac ibadeti, baştan sona, bu ahlâki seviyeyi yakalama konusunda birçok emir ve yasaklar koyar. Hac yolculuğu ve menasiklerin edası sürecinde oluşan dostluklar, ya- pılan yardımlaşmalar, zorluklara hep beraber göğüs germe, ibadetin sevinci ve günah- ların affedilişi gibi güzel duyguları paylaşma hali; toplumsal kaynaşma ve bir arada yaşamak için son derece önemli ve gerekli hasletlerdir. Dışarıdan bakıldığında, sembolik bazı davranışlardan oluşan olan hac ibadetin- de, her fiil ve hareketin mü’mini terbiye eden ve ona şuur kazandıran bir yönünün ol- duğu görülür.95 Dolayısıyla hac ibadeti insan psikolojisini olumlu yönde bir eğitim programına aldığı gibi, hayat serüveninde insanın karşılaşacağı problemlere daha hik- met dolu ve sabır yüklü bir tepki vermesini salıklar. Aynı zamanda hayatında sembol olabilecek kareleri ve köşe taşlarını kendisi için anlamlandırıp, kendi tepki ve eylemle- rini doğal olarak terbiye eder. Hac, Müslümanların doğruluğunu, çirkinliklerden arınmışlığını ve İslam dini- nin temel yapısının korunmasını sağlayan yıllık bir toplantıdır. Bu dinin, asıl kaynak- larına bağlı kalarak, tahrife uğramadan kendisine yapılan hile ve tuzakların arka planı- 93 Abdurrahman Kurt, v.d, Din Sosyolojisi El kitabı (Giriş: Din ve Toplum ilişkileri), ed. Niyazi Akyüz- İhsan Çapcıoğlu, 1. b., Ankara: Grafiker Yayınları, 2012, s. 43-46. 94 İzzet Er, Din sosyolojisi, 1. b., Ankara: Akçağ Yayınları, 1998, s. 268. 95 Bünyamin Erul, Ekrem Keleş, Haccı Anlamak, ed. Huriye Martı, tas. Mustafa Kaya, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2010, s. 19. 25 nı aralayarak bunları bozma konusunda, hac ibadetinin sağladığı destek başka bir yer- den sağlanamaz. Bu itibarla hac, Müslümanların damarlarına daima taze kan pompala- yarak onları maddi ve manevi yönden diri tutan bir kalp gibidir. Onun için, ümmetin âlimleri ve ıslahatçıları, bu ibadeti, başka dinlerin tuzaklarından, hurafelerinden ve cahillerin değişik yorumlarından korumak için ciddi çabalar sarf etmişlerdir. Çünkü ancak bu şekilde ümmetin kültürel, aklî, en önemlisi de dinî birlik ve beraberliği ko- runmuş olur. Böylece ümmet kendisini ağ gibi örüp adeta hareket edemez hale getiren ve dini toplumlara da ağır darbeler vuran, bölgesel ve ırkçı anlayışlara ancak bu şekil- de karşı koyabilir.96 Hac ibadeti, İslam’ın bizlere sunduğu değer ve prensiplerin bizzat hayata geçi- rilişini temsil eder. İslâm’ın, insanları bir tarağın dişleri gibi eşit tutması ve “Ey insan- lar Rabbiniz bir, babanız bir hepiniz Âdem’in çocuklarısınız ve Âdem de nitekim top- raktan yaratılmıştır” ilkesini ibadetler üzerinden analiz ettiğimizde; namaz ibadeti eşit- liği sağlama noktasında önemli bir örnek olmakla beraber, yine de tam bir eşitlik sağ- lanamaz denilebilir. Çünkü namaz kılanların bir kısmı sarık, diğer bir kısmı takke ve örtü üzerine simit koyarak bir diğeri de, başka giysilerle ve farklı görüntülerle namaza iştirak edebilir. Herkes kendi toplumundaki elbise biçimleriyle namaza durduğu zaman tam bir eşitlik tezahür etmeyebilir. Ama hac esnasında, herkes kefenvarî bir elbise giyer ve bütün farklılıklardan soyunur. Herkesin, sadece bir izar ve rida giyerek, ahire- ti hatırlatan bir manzara eşliğinde ibadetlerini eda etmesi, eşitliği bize net olarak ifade eder.97 5. Din eğitimi’nde a. Genel olarak “din” ve “eğitim” Din, evrensel olması gereken, önemli ve aynı zamanda temel bir kurumdur. Din ile eğitim arasındaki bu güçlü bağ, diğer sosyo-kültürel bağlarda olduğu gibi kar- şılıklılık esasına dayanır. Her biri diğerini etkiler. Bu yüzden dinin kendi alanına giren işlevlerinin yanında, eğitim alanına giren konularla da ilgisi vardır. Eğitim de aynı şekilde dinin alanına giren konularda da işlevsellik gösterir. Hatta din ile eğitim ara- 96 En-Nedvî, Ebu'l-Hasen, a.g.e., s. 296. 97 Hamza Tekin, Hac Fıkhı, 1. b., İstanbul, Aşiyan Yayınları, 2006, s. 19-20. 26 sındaki ilişki o kadar sıkı ve iç içe bir ilişkidir ki diğer kurumlar arasında pek rastlan- maz.98 b. Özel olarak “hac” ve “eğitim” Formel ibadetlerde, neredeyse bütün hareketler, sembolîk bir anlam taşıdığı gi- bi, ortaya çıkarmak istediği bir amacı da vardır. Hac ibadetinde, küskünleri barıştırma ve helalleşme konuları gibi sosyal yönleri dışında, hayatın her kademesini kuşatacak bir sembolizm bulunmaktadır. Örneğin, hac ibadeti esnasında insanlar arası eşitliğin sağlanması noktasında sınıf farklarının ortadan kalkması, mevki ve makam gibi sosyal statülerin sıfırlanması sağlanmaktadır. İnsanın bütün elbiselerinden arınarak ihrama bürünmesi, insanı gösterişten uzaklaştırmaktadır. Böylece hac ibadeti, kişinin kendisi- ni diğer kardeşlerinden yüksek görme gibi çirkin hasletlerini izale eder. Mini bir mah- şerin canlı olarak yaşatır. Çünkü, toplu halde beyaz ihrama bürünme, insana ahireti hatırlatmaktadır. Arafat, dünyevi zevk ve şehvetlerin bütününden arınmayı temsil eder. Hac esnasında kesilen kurban, bütün kötü huylardan sıyrılma, nefsi kuşatan bütün kötü duygu ve düşüncelerden uzaklaşmayı ifade eder. Şeytan taşlama eylemi de günahlar- dan kesin dönüşü sembolize ederek Allah’ın affına ve mağfiretine sığınmayı ifade eder. İhramlı kişinin, en ufacık bir canlıya bile zarar vermesinin yasaklanması, tüm canlılara karşı şefkat ve merhamet bilincinin gelişmesini sağlar.99 Bu yönüyle hac, insanı eğiten yüksek insani evrensel değerleri, bizzat uygula- ma ile veren psikolojik bir eğitim kurumudur. Bu mana ve şuur seviyesine ulaşarak farkındalık sağlayan mü’min, memleketine geri dönerken manevi arınmayı sağlamış böylece günahlarından temizlenmiş, sağlam bir irade ile de kuşanmıştır. Fakir-zengin, yaşlı-genç vb. özelliklerde ortak noktası bulunmayan insanların barış içerisinde haccı eda etmesi gerçek manada kusursuz bir iletişim ve bir arada yaşama numunesidir.100 Dini vecîbelerini beraber eda eden Müslümanlar, çölde aynı şartları beraber yudumlayarak kısa da olsa beraber bir yaşam sürerler. Yürüme, durma ve tekrar hare- 98 Kurt, v.d, Din Sosyolojisi El kitabı (Giriş: Din ve Toplum ilişkileri), s. 414. 99 Karaca, a.g.e., s. 144-145. 100 Demirci, Kur’ân’ın Ana Konuları, s. 211. 27 kete geçme saatleri aynıdır. Yaşanan bütün bu tecrübeler, Mü’min’leri Allah’ın askeri kılma noktasında, beş vakit namazdan daha etkilidir.101 Gençlerimize ve çocuklarımıza karşı en önemli görevlerimizden biri de onlara, hac ibadetini eda etme bilincini vermektir. Bu şuuru gerek umre turlarıyla, ya da başka vesilelerle bir yolunu bularak kazandırmak gerekir. Çünkü bir şuûr eğitimi olan hac, özellikle gençlere erken zamanlarda öğretilmelidir. Böylece hac ibadetini yaşlıların ibadeti olarak anlama tuhaflığından kurtulmamız gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v) Efen- dimiz Medine’ye otuz altı mil uzaklıkta bulunan, “Ravhâ” mevkisinde, develer ile yolculuk yapan bir kafileye rastladı. Kendilerinin kim olduğunu sorup, kendisini de Allah’ın peygamberi olarak tanıttıktan sonra, kafileden bir kadın, çocuğunu efendimi- ze doğru kaldırarak şöyle der: “Bu çocuğa da hac yaptırmak caiz mi?” diye sorar. Efendimiz de: ‘Çocuğa hac yaptırabilirsin. Haccının sevabı da sana ait olur” şeklinde ifade ederek çocukların da dini ve sosyal yönü olan hac ibadetine iştirakını önemsedi- ğini açıklamışlardır.102 B. TEMEL İSLAM BİLİMLERİNDE “HAC” KAVRAMI 1. Tefsir’de Öncelikle “hac” kavramının geçtiği âyetleri tesbit ettik. Bu âyetlerin müfessirler tarafından nasıl anlaşılıp, yorumlandığına ve müfessirlerin kavrama yükledikleri mana- ları tefsir kaynaklarında araştırmaya gayret ettik. Konuların anlaşılabilmesi için her ko- nuyu kendi içinde gruplara ayırdık. Çalışmamızın esas bölümü olan ikinci bölümde ko- nu daha geniş ele alınacağından, bu bölümde genel hatlarıyla konuyu özetlemeye çalış- tık. a. Kur’an’ı Kerim’de Kur’ân-ı Ker’im’de, “yönelmek”, “ bir şeyi sık sık ziyaret etme”, “tartışma” “hastalığı tedavi etme”, gibi manalara gelen h-c-c maddesi; 5 tanesi mekkî, 5 tane de- 101 Muhammed Hamidullah, İslâm’a Giriş, çev. Cemal Aydın, 3. b., Ankara: T.D.V Yayınları, 1999, s. 120. 102 Ali Rıza Demircan, Hac ve Umre Yüceliğe Çağrıdır, İstanbul: Beyan Yayınları, 2008, s. 27. 28 medenî sûre olmak üzere103 10 sûrede, toplamda 34 kez geçmektedir. “hac etti” anla- mına gelen ( َّج .fiil şeklindeki kullanım ise sadece Bakara 158. âyette geçmektedir (َح 104 b. Genel olarak tefsir’de “Hac” kavramını tefsir kitaplarından araştırdığımızda, kavramın çoğunlukla te- rim manası üzerinden yorumlandığını, sözlük manaları üzerinde çok fazla durulmadığını görmekteyiz. Hac ibadeti ile ilgili bilgiler, “hac” suresinde yer almakla beraber daha çok bakara suresinde işlenmektedir. Konunun geçtiği diğer surelere gelince, bunların: Al-i İmran, Mâide ve Tevbe sûreleri olduğu söylenebilir. “Hac etti” anlamına gelen ( َّج (َح fiilinin kullanım ise sadece Bakara 158. âyette geçmekle birlikte, müfessirlerimizin “hac” ile ilgili bilgileri, genel olarak Bakara, 2/ 196. âyetinin tefsirini yaparken vermiş- lerdir. Tefsir kitaplarında yaptığımız araştırmalarda, hac ibadetinin meşruiyyeti ile ilgili tartışmalar söz konusu olmamasına rağmen, müfessirlerimiz, “haccın zamanı, farzları, vacipleri, vb. diğer konularda genelde ihtilaf ettikleri görülmektedir. 2. Hadis’te Concordanc’a105 hac maddesiyle ilgili baktığımızda, altı sayfanın bu madde için ayrıldığını gördük. Hadis kitaplarını taradığımızda, “hac” kelimesinin genellikle terim anlamı ile ilgili kullanıldığını müşahade ettik. Bu başlık altında, hac ile ilgili bazı hadis- leri zikrederek sadece konunun anlaşılmasına ışık tutmak istedik. Çünkü İkinci bölüm- de, “Haccın tatbiki ile ilgili temel kavramlar” başlığı işlenirken; konu, tefsirlerde geçen genel bilgilerle harmanlanacağından, aynı şeyleri burada yazıp konuyu uzatmak isteme- dik. Zaten “hadislerde hac” konusu da başlı başına ele alınabilecek geniş bir konudur. a. Tarihçesi - Haccın farz oluşu 103 Bkz. Abdülbâkî, a.g.e., s. 871. 104 Muhammed Fuâd b. Abdülbâkî b. Sâlih el-Mısrî (1882-1968), el-Mu’cemü’l-müfehres li-elfâzi’l- Kur’ân’i’l-Kerîm, Kâhire: Dâru’l-Hadis, 2001, s. 237-238. 105 A. J. Wensınck, el-Mu’cemu’l-Müfehres li el-Fâzı’l-Hadisi’n-Nebeviyye, I-VIII, London: Mektebetû Berîl, 1936, C. I, ss. 418-422. 29 Haccın farz kılındığı sene ile ilgili farklı görüşler olsa da hicretin 9. yılı genel olarak kabul görmektedir.106 Müslüman kişiye “hac”, ömürde bir kere olmak üzere farz kılınmıştır. Hicretin 9. yılında Peygamber Efendimiz ile ashabı arasında şöyle bir diya- log yaşanmıştır: “ Gücü yetenlerin Beytullah’ı ziyaret etmesi, Allah’ın kulları üzerinde bir hakkıdır.”107 âyeti indiği zaman oradaki sahabe: “ Ey Allah’ın Resûlü! Her sene mi (hac yapmamız gerekir)?” dediler. Resûlullah (s.a.s) sustu. Onlar tekrar: “Her sene mi (hac yapmalıyız)? diye sorunca, Efendimiz (s.a.v) buyurdu ki: “Eğer, ‘evet’ dersem üze- rinize farz olur (fazla sormayın).”108 Zaten bu olayın akabinde de109 şu âyet-i kerîme nazil olmuştur. “Ey iman edenler! Açıklandığında aleyhinize olacak (sorumluluk yükle- yecek) şeyleri fazlaca sormayın. Kur’an indirilirken böyle sualler sorarsanız size açıkla- nır. Allah onlardan sizi muaf tutmuştur. Allah çok bağışlayıcıdır, hâlimdir.”110 b. Önemi -Haccın fazileti Hz. Ömer (r.a) anlatıyor: “ Resûlullah( s.a.s) buyurdularki: “Hac ve umreyi peş- peşe yapın. Çünkü bunların peşpeşe yapılması, tıpkı körüğün, demirin pasını temizle- mesi gibi, fakrı ve günahları temizler.111 -Hacıların Allah katındaki değeri Hz. Ebu Hüreyre şu hadisi naklediyor: “Resûlullah Efendimiz buyurdular ki: ‘Hac ve umre yapanlar Allah’ın elçileridir. Onlar Allah’a dua etseler, Allah onların dua- sına derhal icabet eder (dualarını kabul eder). Eğer kendisinden af ve mağfiret isteseler, derhal onları affeder.”112 -Mebrur(kabul olunmuş) haccın değeri 106 Abdülkerim Özaydın, “Hac” (İslâm’da Hac), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, s. 388-389. 107 Âl-i İmrân, 3/97. 108 M. İzzet Derveze, et-Tefsirü’l-Hadîs: Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, I-VII, çev. Vahdettin İnce, Mustafa Altınkaya, 2.b., İstanbul: Ekin Yayınları, 1998, C. V, s. 205. 109 Rıfat Oral, Peygamberimizle 27 Gün: Veda Haccı, tas. İsmail Derin, 2. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2011, s. 21. 110 el-Mâide, 5/101. 111 İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı ve Şerhi, I-XVIII, Ankara: Akçağ Yayınları, 1995, C. IX, s. 367. 112 Canan, a.g.e., C. XVII., s. 367. 30 Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Ebu Hureyre: “Allah’ın Rasu- lü’nün şöyle dediğini işittim: ‘Kim Allah için hac yapar da bu esnada kötü laf etmez ve günah işlemez ise, annesinden doğduğu günkü gibi (günahsız olarak) evine döner’.”113 -Kadınların Cihadı olması Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber ile arasında şu konuşma geçmiştir: “Hz.Âişe, Efendimize: ‘Ey Allah’ın Rasulü! Cihadı, amellerin en faziletlisi olarak görüyoruz. Biz kadınlar cihad etmeyecek miyiz?’ diye sual etti. Efendimiz (s.a.v) ise cevaben şöyle dedi: ‘Hayır, sizler için en üstün cihad, mebrur (kabul olunmuş) hac’dır’, buyurdular.”114 -Tavâf’ın Sevabı Atâ, İbn Ebî Rabâh: “ Ka'be'yi tavaf ederken İbn Hişâm’ın kendisine şöyle bir soru yöneltiğini ve kendisinin de İbn Hişâm’a şöyle cevap verdiğini ifade etmiştir.” İbn Hişâm: “Rükn-i Yemanî hakkında bilgi verir misin?” diye sordu. Atâ, ona dedi ki: “Ebu Hureyre’nin (r.a) rivayetine göre, Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Rükn-i Yemanî 70 bin meleğe emanet edilmiştir. Kim (onun yanında): ‘Allah’ım senden af, dünya ve ahi- ret için afiyet diliyorum. Rabbimiz bize dünyada iyilik, ahirette de iyilik ver ve bizi ce- hennem azabından muhafaza et!’ diyerek dua ederse melekler “âmin”. derler.” Atâ, Ha- cerü’l-esved'in bulunduğu köşeye geldiğinde: ‘Ey Ebu Muhammed! Bu Hacerü'1 Esved rüknü hakkında ne duydun?' dedi. Ata şu cevabı, verdi: “Ebu Hureyre (r.a) bana, Resûlullah’ın (s.a.v): ‘Kim Hacerü’l-esvede yönelirse, şüphesiz Rahmân olan Allah’a yönelmiş olur’, buyurduğunu anlattı.” İbn Hişâm, Atâ’ya: “Ey Ebu Muhammed! Ta- vaf’ın fazileti konusunda ne işittiniz?” diye sordu. Ebu Hüreyre (r.a), bana Resûlullah Efendimizin: “Kim Beytullah’ı yedi sefer tavaf eder, tavaf sırasında konuşmayıp sadece Sübhanallah, velhâmdulîllah ve lâilahe illallah, vallahû ekber velâ havle velâ kuvvete illa billah, derse ondan on günah silinir ve on sevap yazılır, onun bu sebeple mertebesi on derece yükselir. Kim de tavaf sırasında konuşursa sadece ayaklarıyla rahmete girmiş olur, tıpkı ayaklarıyla suya dalanlar gibi.”115 3. Kelâm ve mezhepler tarihi’nde 113 el-Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh: Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. IV, s. 1448. 114 a.g.e., s. 1447. 115 Canan, a.g.e., C. XVII., s. 367-368. 31 Bu başlık altında, İslam bilimlerinden, kelâm ve mezhepler tarihi sahalarında ele alınan “iman” kavramından yola çıkarak “hac” ibadeti ile ilgili itikadî görüşleri bazı mezheplere göre analiz etmeye çalışacağız. a. Genel olarak “iman” ve “hac” aa. İmanın tanımı sorunu Felsefi görüşten felsefi görüşe ve felsefeciden felsefeciye; itikadi mezhepten diğer bir itikadi mezhebe ve kelâmcıdan kelâmcıya değişen tanımlamalarla gelen iman kavramının ne olduğu problemine, kelâm ilmi de eskiden beri çareler sunmaya çalış- mıştır. el-Mâturîdî (v.333/ 944): “İman kalpteki soyut bilgiden ibaret değildir. Ma’rifet ise cehaletin zıddıdır. Marifet imanın karşılığı olsaydı, bilgisizliğin küfür, cahillerin kâfir ve âlimlerin de Mü’min olması lazımdı. Bu da imkân dâhilinde değil- dir.” demiştir. e-m-n ( أمن) kökünden türeyen, if’al vezninde bir mastar olan iman, lüğatte; “bir kişinin söylediği sözü tasdik etmek, doğrulamak, söylediği şeyi kabul- lenmek, iç huzuru ile benimsemek, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde kat’i olarak inanmak, içten ve kalpten inanmak” gibi manalara gelir. Terim manasına gelince, Ehl-i Sünnetin kelâm âlimleri, imanı: “Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hü- kümler (zarûrât-ı diniyye) hususunda Hz. Peygamber’i (s.a.v) tasdik etmek, onun ha- ber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmaktır.” şeklinde tanımlamışlardır.116 1) Dilin fiili İkrâr, imanı dil ile ifade etmek ve açığa vurmak anlamlarına gelir. Bu konuda Kerrâmiyye ve Mürcie mezhepleri, imanı “ İnanılması gereken hususları, kalbin tasdiki olmaksızın, dil ile ikrâr etmektir” şeklinde tanımlamışlardır. Bu görüşlerine, Hz. Pey- gamber Efendimizin, İslâm’a ilk girenlere karşı söylediği ve dünyevî hükümler açısın- dan ele alınması gereken hadisi, delil olarak getirmişlerdir. Bu hadis-i şerifte Efendimiz: “ İnsanlar Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed onun elçisidir sözünü söyleyinceye 116 A. Saim Kılavuz, Ana Hatlarıyla İslam Akâidi ve Kelâm’a Giriş, 17. b., İstanbul: Ensar Yayınları, 2012, s. 36. 32 kadar onlarla savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dini cezalar bundan müstesnadır. İç yüzlerini hesaba çekme ise Allah’a aittir.” demişlerdir. Hâlbuki bu hadis-i şerif, kelime-i şehadeti (ima- nını) diliyle ikrâr eden insana, can ve mal garantisinin verildiği ve kendisi ile savaşıl- mayacağını ifade etme anlamında söylenmiştir. Bu manayı ifade eden bir yorum yapıl- madığı zaman, ‘münafıklar da gerçek anlamda mü’min’dirler’ gibi yanlış ve çarpık bir iman anlayışı ortaya çıkar. Nitekim Kur’ân’da ( Hucurât 49/14; Münafikûn 63/1 ve Ba- kara 2/8) âyetlerinde bu açıkça ifade edilmiştir.117 2) Kalbin fiili a) Kalbin ma’rifeti Cehmiyye’ye göre iman, sadece kalpteki mârifet ve inanma ile ilgilidir. Dil ile ifade etme gerekliliği de söz konusu değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğuna göre ise, kalpteki inanç, dil ile ikrar edilmeden iman olarak geçerlilik hakkı elde edemez. Soyut bir bilme eylemi tek başına iman olarak kabul edilemez.118 O halde, “İman mârifetten ibarettir” cümlesi: “İman, - tasdike sevkeden bir mâri- fetin olması halinde - tasdikten ibarettir” anlamına gelir. İmanın mârifet şeklinde tanım- lanması bu anlamdaki bağlantı ile ilgilidir. Bütün peygamberleri, kalben (zihnen) bil- mediğimiz durumlarda bile onların tamamına inandığımız söz konusudur. Ya da bazı konularda, nedensiz bir şekilde bilgi sahibi olduğumuz durumları ise iman ile nitelen- dirmeyiz. Netice itibariyle, bu konudaki hareket noktası şu kuraldır: “Bir şeyi bilmeyen herkes onu tekzib (yalanlamak) etmek, bilen herkes de tasdik ile nitelendirilemez”. Fa- kat bilmek tasdik etmeye, cehalet ise yalanlamaya sebep olabilir. Bu sebep-müsebbeb ilişkisi göz önünde bulundurularak mârifeti tasdik, cehaleti de yalanlama şeklinde bir değerlendirme yapılmışsa da bu, gerçek anlamda bir değerlendirme değildir.119 b) Kalbin tasdiki 117 Kılavuz, a.g.e., s. 40-41. 118 en-Nesefî, Ebü’l-Muîn Meymûn b. Muhammed b. Muhammed b. Mu‘temid (ö. 508/1115), Matüridi Akaidi: Bahrü’l-Kelam Tercümesi, trc. Ramazan Biçer, 1. b., İstanbul: Geleneksel Yayıncılık, 2010, s. 73. 119 el-Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd es-Semerkandî (ö. 333/944), Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, trc. Bekir Topaloğlu, 1. b., Ankara: İsam Yayınları, 2002, s. 495-496. 33 Eş‘ariler ve Mâturîdî kelâmcılar, İmam Mâturîdî (v.333/ 944), Eş’ari (v.324/ 936), Cüveynî (v.478/ 1085), Bâkıllanî (v.403/ 1013), Gazâlî (v.505/ 1111), Ebü’l- Mu’în en-Nesefî (v.508/ 1115), Şehristânî (v.548/ 1153), ve Âmîdî (v.631/ 1233), gibi kelâmcılar’a göre iman, inanılması gereken konuları, kalbin tasdik etmesi demektir.120 Bu kanaatlerine dayanak olarak bazı âyetler (Yûsuf, 12/17; Mâide 5/41; En’âm, 67/125; Nahl, 16/106; Hucur’ât, 49/14; Mücâdele, 58/22) ve bazı hadisler getirmişler- dir. Nitekim bir hadis-i şerifte, sahabeden Üsâme b. Zeyd (v. 54/674) bir savaş esna- sında yakaladığı bir adamı “Lâ ilâhe illâllah” demesine rağmen öldürmüştür. Durumu, döndükten sonra Peygamberimize anlatınca, Efendimiz: “Öldürdüğün adam doğru mu söylüyor yalan mı söylüyor, kalbini yarıp baktın mı?” diyerek onu azarlamıştı. Efen- dimizin “kalbini yarıp baktın mı?” şeklindeki sözü imanın kalbin tasdiki olduğunu ifade etmektedir.121 3) Dilin ve kalbin fiili Hanefî fıkıhçılardan, İmam Ebû Hanîfe (v.150/767) başta olmak üzere, Serahsî (v.490/1097), Pezdevî (v.482/1089) gibi âlimler, imanı: “inanılması gereken hususları kalbin tasdik etmesi ve dilin ikrar etmesidir” şeklinde tanımlamışlardır. İnsanlar yürek- lere muttali olamadıkları için, kişinin imanını dil ile ikrar durumunda, onun bu tasdikine göre kendisine muamelede bulunmaları gerekir. Hanefi mezhebinin "kavl-i meşhur” görüşüne göre imanın iki temel direği (rükün, parça, unsur) vardır. Birincisi, kalbin tas- diki; ikincisi ise, dilin ikrarıdır. Bu iki unsurdan birisinin eksik olması durumunda iman gerçekleşmiş olmaz. İman’ın, “ kalb ile tasdik dil ile ikrar” olduğunu savunanlar, “iman dilin ikrarıdır” görüşünü savunanların delil olarak ileri sürdükleri hadis122 ile beraber, şu hadisi de dayanak olarak zikretmişlerdir: “ Kalbinde buğday, arpa ve zerre miktarı iman olduğu halde, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed O’nun Resûlü’dür’ diyen kimse cehennemden çıkar.”123 ab) Özel olarak amel-iman ilişkisi 120 Kılavuz, a.g.e., s. 36. 121 Kılavuz, a.g.e., s. 36-38. 122 Buhârî, “Cihâd”,102; “İman”, 17. 123 Kılavuz, a.g.e., s. 41-42. 34 “Hâriciyye”, “Mu’tezile”,124 “Zeydiyye” gibi bazı mezhepler; İmam Mâlik (v.179/795), Şafii (v.204/819), Evzaî (v.157/774), Ahmed b. Hanbel (v.241/855), İbn Hazm (v.456/1064), İbn Teymiyye (v.728/1328) gibi âlimler ve muhaddisler: “İmanın kalb ile tasdik, dil ile ikrâr ve İslâm’ın esası olan farzları yerine getirmektir” demişler- dir. Fakat selef âlimleri ve hadis uleması, ameli, imanın bir parçası saymışlarsa da kal- binde iman taşıyan, bunu dili ile ifade eden ve kıbleye yönelen kişileri iman dairesinde telakki etmişlerdir. İşledikleri günahlar sebebiyle, onları kâfir saymamış; sadece gü- nahkâr mü’min olduklarını kabul etmişlerdir. Hâricîler ise, imanın üç rüknünden biri olarak saydıkları ameli, terkedenleri kâfir olarak yorumlarken, Mu’tezile ve Zeydiyye ise, iman ile küfür arasında bulunan ve fısk denilen mertebede olduklarını kabul edip onları Mü’min olarak değil de fâsık olarak isimlendirmişlerdir. Hatta Mu’tezile ve Zey- diyye mezhepleri, fâsık’ın tevbe etmeden ölmesi halinde, kâfir olarak müebbed cehen- nemliklerden olacağını, söylemişlerdir.125 b. Özel olarak “hac” Kelâm ilminin bir problemi olarak tartışılan “iman-amel bütünlüğü”, İslam’da fırkaların birbirinden ayrıldığı ana noktaların oluşmasına sebep olmuştur. Söz konusu tartışma, doğal olarak iman-ibadet ilişkisine farklı bakış açıları getirince, ibadetlere yük- lenen misyonda ve fıkhi hükümlerde ayrışmalar meydana geldi. Bizler bu başlık altında bazı fırkaların ibadetlere “hac ibadeti” özelindeki bakış açısını kısaca incelemeye çalı- şacağız. ba. Ehl-i Sünnet Hac, ilgili şartlar göz önünde bulundurularak ömürde bir kere olmak üzere, ka- dın-erkek bütün Müslümanlara farzdır. Farziyyeti Kitap126, Sünnet ve İcmâ ile sâbittir. Sünnetteki delili: “İslâm beş temel esas üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğuna şâhitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, ramazan orucunu tutmak ve yoluna gücü yetenlerin haccetme- si”,127 “Ey insanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccediniz”128 şeklinde rivayet edilen hadislerdir. Hadiste zikredilen beş esastan birisini inkâr eden dinden çıkar. İcmâ deliline 124 Ahmet Lütfi Kazancı, İslâm Akâidi, 4.b., İstanbul: Marifet Yayınları, 1997, s. 28. 125 Kılavuz, a.g.e., s. 42-43. 126 Âl-i İmrân, 3/97. 127 Buhârî, “İmân”, 2; Müslim, “İmân”, 5. 128 Müslim, “Hac”, 412. 35 gelince İslâm ümmeti, haccın farz olduğu konusunda ihtilafa düşmemiş aksine bu konu- da net bir görüş birliği sağlamıştır. Bu farziyyeti inkâr eden kişi ise kâfir olur.129 Peygamber (s.a.v.)’in şu hadis-i şerifi de haccın farz olduğuna delil olarak geti- rilmiştir: “Gücü yetenlerin Beytullah’ta hac yapmaları Allah’ın kulları üzerinde bir hak- kıdır.”130 âyeti indiği zaman oradaki sahabe “Ey Allah’ın Resûlü! Her sene mi (hac yapmamız gerekir)?” dediler. Resûlullah (s.a.s) sustu. Onlar tekrar; “Her sene mi (hac yapmalıyız)? diye sorunca Efendimiz: “Eğer, ‘evet’ dersem üzerinize farz olur (fazla sormayın).”131 diyerek haccın sadece ömürde bir kere farz olduğunu ifade etmişlerdir. bb. Ehl-i Bid’at Akîde alanında, Hz. Peygamberin ve sahabenin takip ettiği yolu terkederek bi’dat ehl-i olmuş gruplardır. Bid’at ise sünnetin zıddı manasına gelir.132 Biz bu başlık altında bu fırkalardan bazılarının (Şiilik, Haricilik ve Mu’tezile) ibadetlere dair kelâmî görüşlerini ve “hac ibadeti” ile ilgili görüşlerini genel hatlarıyla ele almaya çalışacağız. 1) Şiilere göre Genel olarak Hz. Ali taraftarlarına verilen bir isimdir. İmamet’in seçim ile belir- lenebilecek bir durum olmadığını, bunun bir usul konusunu olduğuna inanırlar. Şia’nın genel olarak üzerinde ittifak ettikleri konu, dinin, bir kişiye olan itaat ve bağlılık duru- mudur. Bu mantık onların bir kısmını; namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerde te’vîle sürüklemiştir. Böylece onlar: “imama kesin itaat gerçekleştikten sonra, şer’î ritüeller terk edilebilir” gibi sapkın bir düşünceyi savunmuşlardır. Beş fırkaya ayrılan Şiâ; “Zey- diyye, Keysâniyye, İmâmiyye, İsmâiliyye, Gulat (aşırıya gidenler)” fırkalarının bir ke- simi Ehl-i sünnete yönelirken, diğer bir kısmı Mu’tezile’ye meyletmiş, bazı fırkalar da müşebbiheye meyletmişlerdir.133 Goldziher ise şunu iddia etmektedir: Şiilerle Sünniler arasındaki hukuk ve ritüel gibi alanlardaki fark, öz ile ilgili bir farklılık değildir. Bilakis Hanefiler ile Şafiiler ya da diğer Ehl-i sünnet mezhepleri arasındaki ayrılma noktaları gibi telakki edilebilir. Hatta 129 Mehmet Keskin, Dört Mezhebe Göre İslâm İlmihali (İbâdetler – Helâller – Haramlar): Hac ve Umre Bahisleri, 1. b., İstanbul: Çağrı Yayınları, 2012, s. 813. 130 Âl-i İmrân, 3/97. 131 Müslim, “Hac”, 412. 132 Kılavuz, a.g.e., s. 449. 133 eş-Şehristânî, Ebu’l-Feth Tâcuddin Muhammed b. Abdülkerim b. Ahmed (v.548/1153), el- Milel ve’n- Nihal: Dinler, Mezhepler ve Felsefî Sistemler Tarihi, trc. Mustafa Öz, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2008, s. 135. 36 Şiiler ile Şafiiler arasında farklar bulunmakla beraber ritüellerindeki tarz itibariyle birbi- rilerine çok benzerler.134 Dürzîlerde, gerçek Mü’min’liği elde edenin ibadetlerle bir ilgisinin kalmadığı, daha doğrusu, onun ibadet etmesine gerek kalmadığı fikri ön plandadır. İsmailiyye içe- risinde gelişip büyüyen ve tamamıyla aşırıcı yaklaşımlar benimsemiş olan Dürzîler, Fâtimî Halifesi Hâkim Biemrillâh’ı, ilâh olarak görmüş; hesap, cennet, cehennem gibi âhiret ile alakalı inançların bu dünyaya ait olduklarını iddia etmiş; namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetleri nasların zâhirinden çok uzak yorumlara tabi tutarak ortadan kaldır- mışlardır. Yine bunların dışında, İsnâaşeriyye bünyesinde, ilk dönemlerde Nusayriyye ismiyle ortaya çıkan ve şimdiye dek varlığını sürdürmüş olan bu galî fırka, Allah’ın Hz. Ali’ye hulûl ettiğini ifade etmiş, tenâsühü kabul etmiş, İsmâiliyye gibi, temel ibadetleri (namaz, hac, oruç v.b) çok farklı yorumlara tabi tutarak asıl mecrasından saptırmışlar- dır.135 Fakat Caferilik gibi mezheplerin usul uleması, bilginin; Kitap, Sünnet, İcma’ ve akıl yolu ile elde edildiğini136 yine Caferilerde haccın İslam’ın ana esaslarından sayıldı- ğını, kul için çok önemli bir vazife olduğunu ifade ederler.137Şii kaynaklarda, Ebu Mu- hammed el-Ferra şöyle rivayet etmiştir; İmam Cafer es-Sadık’ın şöyle dediğini duydum: “Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: ‘Hac ve umreyi art arda yapın. Çünkü bu ikisi ( hac- ve umre) körüğün demirin tufalını (süprüntü, artık) yok etmesi gibi onlarda fakirlik ve günahı giderirler.’138 2) Hâriciler’e göre Toplulukların ortak bir görüş sergileyerek seçtiği ve doğru (hak) yoldan sapma- yan devlet başkanına karşı isyan bayrağını çeken herkes “hârici” olarak adlandırılır. Karşı çıkılan imamın, sahabenin yaşadığı dönemde veya onlardan hemen sonra gelen tabiîn ya da daha sonraki dönemlerde gelmiş olması bu durumu değiştirmemektedir.139 Hâriciler belli başlı gruplara ayrılmışlardır. Bunlar: Ezârika, Muhakkime, Ne- cedât, Beyhesiyye, Acâride, Seâlibe ve İbaziyye gibi fırkalardır. Söz konusu fırkaların 134 Ignaz Goldziher (1850/1921), İslâm’da Fıkıh ve Akaid, trc. İlhan Başgöz, Ankara: Ardıç Yayınları, 2004, s. 267. 135 İlyas Üzüm, “Şîa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. XXXIX, s. 119. 136 Mehmet Keskin, Caferi İlmihali, 2. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2002, s. 19. 137 Keskin, Caferi İlmihali, s. 352. 138 a.g.e., s. 353. 139 eş-Şehristânî, a.g.e., s. 109. 37 ortak ana fikirleri, Osman ve Ali’den ilişkilerini kesmeleri (teberri)’dir. Bu uzaklaşma- yı, ibadetler ve iyilikler için sanki birer ihlâs ve samimiyet vesilesi olarak telakki eder- ler. Yine imamın sünnete muhalif hareket etmesi durumunda, başkaldırmayı (isyan) kendileri için bir hak olarak görürler.140 Hâricilerden Necedât’a göre, haramlığı ile ilgili, ümmetin ortak kanaat taşıdığı bir günahı işleyen kimse, kâfir-müşrik olduğunu kabul etmiştir. Fakat ümmetin, haram- lığı hususunda ihtilafa düştüğü bir günahı işleyen ise, ne kâfir ne de müşrik olur. İbâdiyye’ye göre ise; hakkında bir müeyyide (ceza) bulunan günahı işleyen kişi, yüce ve kudretli Allah’ı bilmesi durumunda, şirk küfrüyle değil, nimete karşı yapılan küfür (küfran-ı nimet) anlamında kâfir olur.141 Haricilerden Sufriyye’ye göre ise, işlenmesi halinde yaptırım gerektiren zina, haksız yere adam öldürme, hırsızlık ve iftirada bulunma gibi günahları işleyenler, sade- ce zina eden, katil, hırsız ya da müfteri şeklinde isimlendirilir. Bu kişiler ne kâfir ne de müşrik olurlar. Ama eğer bir kimse, hakkında bir cezanın terettüb etmediği; namaz, oruç ve doğal olarak hac gibi ibadetleri terketme günahını işlerse, bu küfür olur faili de kâfir olur.142 3) Mu’tezîle’ye göre Kaderiyye, Adliyye ve Ashabu’l-adl olarak isimlendirilen143 ve “ayrılan, uzakla- şan, bir tarafa çekilenler” manalarına gelen Mu’tezile, “büyük günah işleyen kişilerin, küfür ile iman arasında bir yerde olduğunu iddia eden ve Hasan-ı basrinin (v.110/728) ders halkasından ayrılan Vâsıl b. Ata (v.131/748) ile O’na tabi olan kişilerin oluşturdu- ğu akılcı mezhebin adıdır. Günümüzde Mu’tezile müstakil bir mezhep olarak bulunma- sa dahi, fikirleri özellikle Şîa’da olmak üzere ve bazı diğer mezheplerde yaşamaya de- vam etmektedir. ”144Mu’tezile, itikadi anlamda yukarıda bahsettiğimiz görüşleri savunsa da, amelde genellikle Hanefî Mezhebi’ne bağlıdır.145 el-Kabi, “Makalât” adlı kitabında şu görüşü savunmaktadır: “ Bütün bilgiler ta- biatlardır (tabiî olan şeyler). Bununla beraber o şeyler de kulların seçim hakkı bulunma- 140 eş-Şehristânî, a.g.e., s. 110. 141 el-Bağdâdî Ebû Mansûr Abdülkāhir b. Tâhir b. Muhammed et-Temîmî (ö. 429/1037-38), Mezhepler Arasındaki Farklar(el-Fark Beyne’l-Fırak), trc. Ethem Ruhi Fığlalı, 1. b.,Ankara: T.D.V Yayınları, 1991, s. 65. 142 el-Bağdâdî, a.g.e., s. 85. 143 eş-Şehristânî, a.g.e., s. 57. 144 Kılavuz, a.g.e., s. 449-450. 145 a.g.e., s. 451. 38 dığı fiilidir.” O’nun iddiasına göre ibadetler ve yasaklar kesbî (kazanılmış) olmadığı için namaz kılma, hacca gitme, oruç tutma eylemi gerçekleşmiş olmaz. Ya da günahlar- dan; zinâ, hırsızlık yapan veya adam öldüren biri, aslında bu eylemleri yapmamıştır. Çünkü bunlar iradenin dışında olan şeylerdir. Nazzam’a göre, Hz. Ömer, mut’a nikâhını hacda iken yasaklamış ve azadlı kölelerle, Arap kadınlarının evlenmelerini de haram saymıştır.146 Mu’tezilî gruplardan Behşemiyye’ye göre, gasbedilerek (zorla almak) alınan bir su ile temizlik yapmanın caiz olduğunu ama zor kullanılarak alınan bir toprak olursa, bu toprağın üzerinde namazın kılınamayacağını ifade etmiştir. Bu görüşünü de “temizliğin (taharet) vacib olmadığı ile ilgili tezini delillendirmek için, başkasının onu temizlemesi- nin doğru olduğu ve karşılığını alacağını ileri sürmüştür. Behşemiyye, bu görüşün kap- samına haccı da alarak şöyle demiştir: “Hacda vakfe, tavaf ve sa'y vacib değildir. Çünkü bunların hepsini de bir şeye binerek yaparsa, yine yerine getirmiş olabilir.” Bu mantığa göre, zekât, keffaret ve adakların da ödenmesi vacib değildir. Çünkü vekili, bu konular- da onun için vekalette bulunabilir. Bu ise, Allah’ın şeriatındaki hükümlerin rafa kaldı- rılması anlamına gelir.147 4. Fıkıh ’ta Hac kavramı, tazim edilene yöneliş ve tazim edileni ziyaret demektir. Terim olarak ise: “Belli fiilerle, ma’lum vakitte Beytullah’a yönelmek ve onu ziyaret etmek- tir.” Hac ve umre, İslam’da esas ibadetlerdendir. Bizler bu başlık alltında hac ibadeti- nin fıkhî boyutunu yüzeysel olarak aktarmaya çalışacağız. a. Meşruîyyeti Hac ibadetinin zamanı şevval, zilkade aylarıyla zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu mevsimden önce ihrama girmek caiz olmakla beraber mekruh görülmüştür.148 Hac ibadeti, hicretin dokuzuncu senesinde farz kılınmış olup, farziyyeti kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olmuştur. İlk müracaat kaynağımız olan Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın: 146 el-Bağdâdî, a.g.e., s. 108. 147 a.g.e., s. 144. 148 el-Mevsılî Ebü’l-Fazl Mecdüddîn Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd (ö. 683/1284), El-İhtiyar Metn-i el-muhtar li’l-Fetva, trc. Celâl Yeniçeri, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1978, s. 68. 39 ُّج ا لَب يِت َمِن ا سَتَطاَع ِإَل يِه َسِبيَلً “ َّناِس ِح لِل َعَلى ال ِ ِّ ” َو “Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hak- kıdır.”149 buyruğuyla farz kılınmıştır. Hac ibadetinin farz olduğunu bildiren hadisi şeriflerden; islâm’ın beş temel üzerine kurulduğundan bahseden ve bunlardan birinin de “hac yapmak” olduğu150, hadisini “İslam’da hac” başlığı altında daha önce vermiştik. Yine Efendimiz, “Ey in- sanlar! Allah size haccı farz kılmıştır, haccediniz”151 buyurarak, haccın farz olduğunu ifade etmişlerdir. Nitekim başka bir hadis’te, bir gün vahiy getiren melek (Cebrail) şöyle dedi: “Ey Muhammed bana İslam hakkında bilgi verir misin? Hz. Muhammed de (s.a.v): “ İslam, Allah’tan başka bir ilah olmadığına, Muhammedin Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirebilirsen hac yapmandır” diye cevap verince, bunun üzerine Cebrail de َصَد ق َت : “Doğru söyledin”, demiştir.152 Haccın farziyyeti noktasında, Müslümanlar arasında herhangi bir ihtilaf olma- mıştır. Dolayısıyla bu konuda ümmet icma’ etmiştir.153 Umre ise, Hanefilere göre sün- net iken, Şafiilere göre, ömürde bir defa, hac gibi farzdır.154 Müfessirler, hac ibadetini yerine getirme şartlarını taşıyan kimseye, “haccın hemen mi yoksa daha sonraki bir zaman için mi farz kılındığı?” konusunda ihtilaf et- mişlerdir. Ebu Hayyan, “istitaât” şartı sağlandığında farz olduğunu ifade etmekle be- raber, İbn Abdilberin şu görüşünü de aktarmıştır:” Kendisine hac ve namaz farz olan kişiler haccı veya namazlarını te’hir ettiklerinde, İslam âlimleri, onları fasıklıkla suç- 149 Âl-i İmrân, 3/97. 150 Buhari, “İman”, 2; Müslim, “İman”, 5. 151 Müslim, “Hac”, 412. 152 Buhari, “İman”, 37; Müslim, “İman”, 1-5. 153 Mehmet Keskin, Halil Altuntaş, İsmail Karagöz , Hac İlmihali, 7. B., Ankara, D.İ.B Yayınları, 2009, s. 24-25. 154 İmam Tahâvî (ö. 321/933), Mukayeseli Hanefî Fıkhı: Tahâvî Muhtasarı, çev. Soner Duman, ed. Faik Akçaoğlu, İstanbul: Beka Yayıncılık, 2013, s.140. 40 lamamışlardır. Bu da haccın geciktirilerek yapılabileceğinin cevâzına delalet etmekte- dir.”155 b. Farzları Burada Haccın ‘farzları’ şeklinde bir tabirin kullanılması şart ve rükne şamil olması nedeniyledir. Haccın farzları üçtür: 1. İhram: Başlangıç itibariyle şarttır. Sonu itibariyle ise farz olur. 2. Arafat vakfesi: Vakfe süresi içerisinde Arafat’ta durmaktır. 3. Ziyaret tavafının çoğudur. 156 “Farz”, kesin ve bağlayıcı bir şekilde yapılması talep edilen eylem ve ameller demektir. “Vacip”, kesin bir delil olmaksızın yapılması talep edilen eylem ve ameller- dir. Farz olsun vacip olsun ikisinin de yapılması gerekmektedir. “Şart”, hükmün kendisinin, şartın varlığına bağlı olduğu, yani şart bulunmazsa hüküm olmaz, fakat şart bulunursa hükmün bulunma zorunluluğu yoktur. Mesela na- mazın eda edilmesi için abdest şarttır. Fakat abdestli olmak namaz kılmayı gerektir- mez. Yine, ihram haccın şartlarındandır. İhram olmadan hac olmaz. Fakat ihramın giyilmesi haccın edasını mecbur kılmaz.157 Bursevî, yerine getirilmesi ile ihramdan çıkmanın mümkün olduğu şeyler “haccın rüknü”, yerine getirilmediği takdirde, kurban kesmeyle telafi edilecek şeyler 155 Mustafa Özel, Kur’an-ı Kerim’de Hac, 1. b., İstanbul: Kayıhan Yay., 2011, s. 93-94. 156 İbn Âbidîn, Muhammed Emîn b. Ömer b. Abdilazîz el-Hüseynî ed-Dımaşkī (ö. 1252/1836), Reddü’l- Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, I-XVI, trc. Ahmed Davudoğlu, C. IV, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1985, s. 439. 157 Mehmet Keskin, Halil Altuntaş, İsmail Karagöz , a.g.e., s. 45. 41 de “haccın vacipleri”, yerine getirilmedikleri zaman, bir telafi gerektirmeyen görevler ise “ haccın sünnetleri” dir, demektedir.158 c. Şartları ca.Vücubu’nun Hem mali, hem bedeni ibadetlerden olan hac ibadeti; 1. Müslüman olmak 2. Akıllı olmak (delinin hac mükellefiyeti yoktur) 3. Bülûğ (ergenlik) çağına ulaşmak 4. Hür olmak 5. Haccın Farz olduğunu bilmek: Bu şart Müslüman olmayan ülkelerde İslam dinine girenler için geçerli bir şarttır. İslam beldelerinde yaşayan Müslüman için böyle bir şart söz konusu değildir. 6. Asli ihtiyaçlarının dışında, hacca gidip gelinceye kadar, kendisinin ve aile fertlerinin geçinebileceği kadar mala sahip olmak 7. Hac yolculuğu için lazım olan binek veya o bineğin ücreti ve diğer yol mas- raflarını ödeyecek kadar parasının olması. 8. Haccı yapabilecek zamana kavuşmak 159 Hacca güç yetirme (istitaat) kavramı ise farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bu farklı yorumların bağlamında; 1) Mübaşeret: Kendisinin bizatihi hac yapma imkânına ulaşması durumu, bu da yukarıda zikredilen; yol güvenliği, mali durumun elverişliliği, şiddetli meşak- kat çekmeden gidip gelebilmesi vb. şartlardır. 2) Başkası tarafından hac yapma veya yaptırma imkânı bulabilmesi. Bu du- rumda, “hac yapmadan ölen birisinin bıraktığı maldan haccın yaptırılması va- ciptir”, şeklinde ele alanlar da olmuştur.160 158 el-Bursevî, İsmâil Hakkı (v.1137/1725), Tefsîru Ruhu’l-Beyân (Rûhu’l-Beyan Tefsiri: Tam Metin Ter- cüme), I-XVIII, trc-thk. Ömer Faruk Hilmi, İstanbul: Osmanlı Yayınevi, t.y., C. II, s. 416. 159 Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meâli Alisi ve Tefsiri, I-VIII, Ankara: Akçağ Yayınla- rı, 1991, C.I, s. 195; Lütfi Şentürk, Seyfettin Yazıcı, İslam İlmihali, 27. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2016, s. 308. 160 Abdülbari POLAT, (Sualli-Cevaplı) Şafi’i ve Hanefî Görüşlerine Göre Büyük İslam İlmihali, 5. b., İstanbul: Enes Basın Yayın ve Matbaacılık, 2011, s. 346-347. 42 Yine “istitaât” Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre, hac ibadeti ile yü- kümlü sayılabilmek için - mekke ve civarında yaşayanlar dışında - uzak diyarlardan gelen Müslümanların, sosyal seviyelerine uygun vasıtalar ile sefere çıkacak maddi durumlarının olması gerekmektedir. Ancak Malikîler, yürüyerek hacca gidebilecek derecede sağlıklı kimse, diğer üç mezhepte şart koşulan vasıtalara sahip olmazsa bile kendisine hac vacip olur.161 İmam Tahâvî’ye göre, bir kişi binek hayvanı üzerinde duracak durumda değil ise ya da ayakları felçli olduğundan yürüme imkânından mahrum ise, kendisinden yü- kümlülük kalkar. Fakat yeterli dercede mal sahibi ise yerine başkasını vekil olarak gönderir. Söz konusu hastalıkların bir ömür boyu sürmesi halinde vekilin yaptığı hac geçerlidir. Şayet sonradan iyileşir de böylece hacca güç yetiren bir yükümlü vasfına kavuşursa kendisinin bizzat tekrardan haccını yapması lazım gelir.162 cb. Edası’nın Haccın edasının kişiye farz olması için gereken şartlara ‘haccın edasının şartla- rı’ denir. 1) Sağlıklı olmak: İmam Ebû Hanife ile İmam Mâlik, bu şartı vücûb şartları arasında zikrettikleri için, onlara göre hasta olanların yerlerine vekil göndermesine de gerek yoktur. İmam muhammed, Ebû Yusuf, Şafiî ve Hanbelî hukukçular ise, yüküm- lülük şartlarının gerçekleşmesi durumunda, haccetme engeli bulunanların (hastalık, sakatlık vb.) yerlerine vekil göndermeleri ya da vasiyet etmeleri yoluna gidebilirler. 2) Yol Güvenliği: Hanefi ve Hanbelî mezheplerinin, fetvaya esas görüşüne göre eda şartı iken; Mâlikî ve Hanbelîler ise bu şartı, istitâat kavramına yükledikleri anlam ile yükümlülük şartlarından saymışlardır. 3) Ârızî Bir Engelin Olmaması: Hapse girme, yurt dışına çıkma gibi durum- ların hac mevsimine tevafuk etmesi durumunda eda mesuliyeti gerçekleşmez. 4) Kadınlara has bazı şartlar: Hanefi mezhebine göre, eğer bir kadının ken- disi ile beraber hacca gidebilecek bir mahremi varsa, bu kadına erkeklere farz olduğu gibi hac farz olur. Aksi takdirde bir kadının hac yolculuğuna mahremi olmadan çıkma- 161 Salim Öğüt, “Hac”, İslâm’da İnanç İbadet Ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, I-V, ed. İbrahim Kâfi Dönmez, İstanbul: M.Ü.İ.F.A.V Yayınları, 2006, C. II, s. 620. 162 et-Tahâvî, a.g.e., s. 139. 43 sı caiz değildir.163 Aynı zamanda bir kadının yanında hac yolculuğuna çıkabilecek bir mahremi de varsa kocası tarafından engllenmesi caiz değildir. Çünkü bu denli mühim bir ibadetin eda edilmesi kocanın hakları konusundaki bağlayıcılığa üstün gelir.164 d. Vacipleri Hanefî Mezhebine göre a. Sa’y yapmak b. Müzdelife’de vakfede bulunmak c. Şeytanın taşlanması d. Saçların tıraş edilmesi yahut kısaltılması e. Veda tavafının yapılması Şâfiî ve Hanbelî Mezhebine göre a. İhrama mikat yerlerinden girmek b. Cemrelere taş atılması c. Müzdelife vakfesinde bulunmak d. Bayramın 1, 2 ve 3. günlerinde Mina’da gecelemek e. Veda tavafını gerçekleştirmek Malikî Mezhebine göre a. Telbiye getirmek b. Müzdelifede gecelemek c. Traş olmak veya saçları kısaltmak d. Teşrik günlerinde Mina’da gecelemek165 Haccın vacipleri bağlamında zikrettiğimiz mezheplerin, görüşlerine dikkatlice baktığımızda gördüğümüz bazı ana farklılıklar şunlardır: Sa’y yapmak, Hanefi mezhe- binde vacip iken Şafii ve Hanbelî mezhebinde farzdır. Yine saçların tıraş edilmesi ve- ya kısaltılması, Hanefilerde vacip iken; Şafiilerde ise farz olduğu görülür. e. Sünnetleri 163 et-Tahâvî, a.g.e., s.139. 164 Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 432. 165 Mehmet Keskin, Halil Altuntaş, İsmail Karagöz , a.g.e., s. 48-49. 44 Genel itibariyle farz ve vaciplerin dışında kalan ibadetler sünnet olarak ifade edilir. Haccın birçok sünnetleri vardır. Belli başlı olanları ise şunlardır: a. Yıkanarak ihrama girmek. b.İhramın yeni ve beyaz renkte, dikişsiz izar ve rida şeklinde olması. c. İhram sünneti olarak iki rekat namaz kılmak. d. İhramlı iken çokça telbiye getirmek. e. Mekke dışından gelenlerin, hac mevsiminde olmasalar dahi kudüm (varış) tavafı yapması. f. Mekkeli olmayanların, kendileri için nafile namazdan daha faziletli olan ta- vafı, çokça yapmaları. g. Hac ibadeti ile ilgili menasiklerin nasıl yapılacağını anlatmak için, zilhicce- nin yedinci günü öğleden sonra mekke’de hutbe okumak. h. Zilhiccenin sekizinci günü olan terviye günü, güneş doğduktan sonra Mek- ke’den Mina’ya varmak ve orada gecelemek. ı. Zilhiccenin dokuzuncu günü güneşin doğuşundan sonra Mina’dan ayrılıp Arafat’a gitmek. i. Mümkün olduğu kadar huşu’ ve yalvarış halinde olmak ve çokça dua etmeye gayret etmektir.166 f. Çeşitleri 1) Kırân haccı Kırân, hac ve umre niyeti ile ihrama girerek ya da umre ihramına girdikten sonra ilgili menasikleri gerçekleştirmeden önce, hac ihramına girme suretiyle yapılan hac çe- 166 eş-Şürünbülâlî, Ebü’l-İhlâs Hasen b. Ammâr b. Alî el-Vefâî el-Mısrî (ö. 1069/1659), El Miftah Şerh-i Nur-ül İzah, trc. Abdullah Aydın, 7. b., İstanbul: Aydın Yayınevi, 1970, s. 167-168. 45 şididir. Arapların “kâraneş-şey’e ileş-şey’i”: bir şeyi bir şeye yaklaştırma manasına ge- len, sözlerinden hareketle bu ismi almıştır.167 Temettu’ haccında olduğu gibi, Kırân haccı da sadece “âfâkiler”e özgü bir du- rumdur. Harem bölgesinde oturanlar kırân haccı yapamazlar.168 2) Temettu’ haccı Kişinin, ailesine tam manasıyla dönmeden (ilmam-ı sahih), hac ve umrenin tek yolculukta, kolaylıkla eda edilmesi şeklinde tanımlanabilir.169 Sözlükte, “yararlanma” manasına gelen “temettu’ haccı, şu şekilde yerine getiri- lir: Hacı adayı, mikât sınırında, umre niyeti ile ihrama girer. Mekke’ye varıp umre tavafı yapar ve telbiyeyi de tavaf yapmaya başladıktan sonra keser; sonra “sa’y yaparak tıraş olur ve böylece umre ihramından çıkar.”170 3)İfrad haccı Bir hac mevsimi için olmak üzere, umre yapmadan sadece haccın yapıldığı hac çeşididir. Âfâkiler, mikat sınırlarında; harem veya hıll bölgesinde ikamet edenler ise bulundukları yerde hacca niyet ederek ihrama girerler. Daha sonra Kâbe’ye gelip kudüm tavafını yaparlar. Arzu ettikleri halde, bu tavaftan sonra haccın Sa’yini de yerine getire- bilirler. Terviye günü gelince diğer iki hac çeşidindeki gibi Arafat’a çıkıp, bilahare ora- dan da Müzdelife vakfesi yaparlar. Geriye kalan ritüelleri, diğer hac kısımlarında oldu- ğu gibi eda ederler.171 -En Faziletli hac çeşidi Hac çeşitlerinden, “En faziletli olanı hangisi?” sorusunun cevabına gelince bu mezhepler arasında ihtilaflıdır. Hanefi mezhebinde en faziletli hac kırân haccıdır. Çünkü Kırân haccında ibadet süreklidir ve hac ile umrenin beraber eda edilişi söz konusudur. Bu yorumu, oruç ile itikâfın beraber eda edilişinde ya da Allah yolunda nöbet tutma ile gece ibadetinin beraber yapılması durumunda faziletinin artmasına kıyasla yapmışlardır. Ondan sonra da temettu’ haccı gelir. Fakat Şafiilere göre ifrad haccı kırân haccından 167 Serahsî, Şemsü’l-eimme Ebû Sehl Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed (v. 1090), Mebsût: 1000 Yılın İslam Fıkhı Temel Eseri Deliller ve Hükümler, I-XXX, trc.-tas. İbrahim Kutlay, vd., ed. Mustafa Ce- vat Akşit, İstanbul: Gümüşev Yayınları, 2008, C. IV, s. 51. 168 Keskin, Altuntaş, Karagöz, Hac İlmihali, s. 187. 169 Serahsî, a.g.e., s. 51. 170 Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî ve Edilletuh, I-XI, 2. b., Dımaşk: Darul-Fikr, 2006/1427, C IV, s. 2281. 171 Keskin, Altuntaş, Karagöz, Hac İlmihali, s. 189. 46 daha faziletlidir. İmam Malik ise temettü haccının kırân’dan daha faziletli olduğunu savunmuştur.172 Hanefiler Kıran haccının faziletine şu hadisi de delil olarak getirmişlerdir: “Ben Akîk’te bulunduğum sırada Rabbimden bir melek geldi. Bu mübarek vadi içinde iki rekât namaz kılmamı ve lebbeyk sözünü söylememi istedi.”173 5. Tasavvuf’ta Bu başlık altında sufilerin, ibadete, özel olarak da “hac” ibadetine bakış açılarını, zâhir ile bâtın arasındaki ilişkide, bâtın’ın ve ihlâsın onlar için ne anlama geldiğini genel hatlarıyla irdelemeye çalışacağız. a. Genel olarak “ibadet” kavramı Tasavvuf yolunda nefs-i bir çaba içerisinde olanlara, bu yolu benimseyenlere eh-li tasavvuf,174 mutasavvıf, mürid denir. Bu mücadeleyi başarıyla tamamlayarak, kemale erenlere de sûfî denir.175 “İslâm’ın, zâhir ve bâtın hükümleri çerçevesinde ya- şanan mânevî ve derunî hayat tarzı” olarak tanımlanan tasavvuf kavramının, nasıl türe- tildiği konusu üzerinde ise - birkaç müellif hariç –çok fazla durulmamıştır. Bu müellif- lerden birisi olan Ebû Nuaym el-İsfahânî (v.430/1038) tasavvufun, safâ ve vefâ keli- melerinin bir araya gelmesiyle oluştuğunu, bununla beraber zahitlerin yedikleri “sufâne” adındaki çöl bitkisinden, kendilerini Kâbe hizmetine adamış “Sûfe” kabilesi- nin isminden veya mütevazılerin giyeceği olarak algılandığı için gurura sevketmeyen sûftan (yün elbise) türetildiğini ifade eder.176 Yine Ebubekir kettani’ye göre; “Tasavvuf, ahlâk demektir. Kim senin iyi ahlâkını geliştirirse arınmışlığını artırmış, yani seni daha temiz ve daha saf yapmış 172 Serahsî, a.g.e., s. 51. 173 Buhârî, “Hac”, 16. 174 Reşat Öngören, “Tasavvuf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Tür- kiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. XL, s. 119. 175 Reşat Öngören, “Sûfî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. XXXVII, s. 471. 176 Öngören, “Tasavvuf”, C. XL, s. 119. 47 olur.”177 Bu bağlamda sufilerde ibadetler ahlakı güzelleştirmeyi hedefleyen eylemler olarak ön plana çıkmaktadır. Sûfiler mezheplerin ihtilafa düştükleri konularda, en sağlam ve takvaya en uygun olan görüşe göre hareket ederler. Mümkün mertebe, mezheplerin ittifak ettikleri noktalara göre ibadetlerini eda ederler. Namazın ilk vaktinde eda edilmesi hususunda ittifak halindedirler. Sufiler, bir ibadetin zimmette farz olduğu ilk anda yerine getiril- mesi gerektiği kanaatindedirler. Herhangi bir özür durumu olmaksızın farzların gecik- tirilmesi, fazla ya da noksan olma durumunu ise asla kabul etmezler. Seferi iken na- mazın kısaltılabilceği kanaatinde oldukları halde, seferde namazlarını tam kılarlar. Yine orucun yolculuk halinde tutulamayabileceğini kabul ettikleri halde, onlar yolcu- luk yaparken oruçlarını tutarlar.178 Sufîlerin, ibadet hususunda bu kadar hassas olmaları ve bu titizliğin günlük yaşantılarına, hal ve hareketlerine yansıması konusu ise, onların iman kavramına yük- ledikleri mana ile ilgilidir. Çünkü onlardaki iman kavramı; kalbin tasdiki anlamındaki niyet, ikrar ve amelden oluşmaktadır. İlk sufilerden sehl tüsteri ve cüneyd gibi tasav- vufçular ise imanı şöyle tanımlamışlardır: “Tasdik, artar fakat eksilmez, eksilmesi imandan çıkma anlamına gelir. İmanın artması kuvvet ve yakin cihetindendir. Dilin ikrarı ise ne artar ne eksilir; ama azalarla yapılan ameller artar ve eksilir.”179 aa. Zâhir-bâtın / Şeriat-hakikat ilgisi Allah’ın ismi olarak da gelen Zâhir terimi,“görünen” anlamına gelir. Bu isme sahip olan kişiler, dış âleme dalıp, oradaki ilâhî kuvvet ve kudreti temaşa ederler. Zâhir mana da akla uygun olan yararlı bilgiyi ifade eder.180Bâtın ise, “bir şeyin iç tarafı, göz- lerin göremediği, gizli” anlamlarına gelir. Ehl-i bâtın ile de, Hakk’ın rızasına ulaşmış sûfîler kastedilir.181 177 el-Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed İbn Muhammed el-Gazâlî (v.505/1111), el-Münkızü Mine’d-Dalâl: Tasavvuf Bahisleri, yay. haz. Abdulhalîm Mahmûd, trc. Salih Uçan, 1. b., İstanbul: Kitap Dünyası, 1984, s. 175. 178 el-Kelâbâzî Ebu Bekir Muhammed b. İshak Buharî Kelâbâzî (v. 380/ 990), et- Ta’arruf li- Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf: Doğuş Devrinde Tasavvuf (Taârruf), yay. haz. Süleyman Uludağ, 1. b., İstanbul: Dergâh Yayınları, 1979, s. 117-118. 179 el-Kelâbâzî, a.g.e., s. 123-124. 180 El-Cerrâhî Safer el-Muhibbî, Istılâhât-ı Sofiyye Fî Vatan-ı Asliyye, 1.b., İstanbul: Heten Keten Yayın- ları 1998, 428. 181 El-Cerrâhî, a.g.e., s. 37. 48 Din ile şeriat ise, akıllı kimselerin, iradelerini güzele, iyiye istihdamları halinde, onları doğrudan, hayra sevkeden ilahi kurallardan müteşekkil bir sistemdir. Din ile şe- riat birbirinin aynıdırlar. Çünkü farklı sözcükler olsalar da nitelik olarak aynı şeyleri ifade ederler. Şeriât ise, ilahî ve güzel bir ağaç gibidir. Çiçekleri tarikat, meyveleri ise hakikât’tir. Bu şeriât ağacının meyvelerinde milyarlarca meyve, çiçek, yaprak ve dal bulunur. Bunların öz ve asıl itibariyle mevcudiyetini bilmek; bunları detaylarıyla gör- mek ve anlamak ise Ma’rifet’tir.182 Sûfiler, insan-i kâmilin, âlem ile Allah arasında, yani zâhir ile bâtın arasında olduğunu kabul ederler. Konu ile ilgili şu âyetleri de delil olarak sunarlar: “ O iki denizi salıverdi. Birbirine temas ediyorlar, aralarında engel vardır, birbirilerine geçerek karış- mıyorlar” (Rahman, 55 /19-20), “ O iki denizi birbirine salmıştır, bu tatlı, susuzluğu giderici, şu tuzlu ve acıdır ve her ikisinin arasında kavuşmalarına engel bir perde koy- muştur.” ( Furkan, 25 / 53). Bu âyetler ile aynı zamanda insan-ı kâmil ile Allah’ın bir- leşmesi (ittihad) ve birbirine karışması (hulûl) tezlerini de böylece çürüttüklerini ifade ediyorlar.183 İslâmî ilimlerdeki tartışma konularına baktığımızda, zâhir ve bâtın tartışmasının hep varolduğunu müşahade ederiz. Bu konuda net bir şey söylemek gerekirse, sûfîler genellikle bâtın’i yorumları benimsemişlerdir. Zâhir uleması ise, zâhir yorumdan yana tavır takınmışlardır. İkisi arasındaki ayırım, keskin çizgilerle de ayrılmış değildir. Çün- kü sünnî çevreden bâtıni yorumları benimseyen âlimler olduğu gibi, sünni düşünceyi benimseyen ve hatta savunuculuğunu yapan sûfîler de vardır.184 İmam-ı Kuşeyrî, risalesinde, şeriat ile hakikatı buluşturmuş ve tasavvufun esas- larını güzel bir şekilde anlatmıştır. Bu risale ile birlikte, zâhir ile bâtın, tasavvuf ve nakil bir araya gelip kucaklaşabilmişlerdir. Kuşeyrî, bu işlemi, tasavvufu şeriata yaklaştır- makla başarmıştı. Ondan sonraki yıllarda dünyaya gelen Gazâlî ise, şeriatı tasavvufa yaklaştırarak aynı hedefe ulaşmıştı. Bu vesileyle sünni çevrelerin tasavvufa koyduğu damga kalkmış ve tasavvuf, sunni çevrelerde yayılmıştır. Böylece tasavvuf, kendisine 182 Muhammed İhsan Oğuz, Şerîat-Tarîkat Kavramları Zikir ve Tasavvuf Yolları, İstanbul: Oğuz Yayınla- rı, 1997, s. 18-19. 183 Mustafa Kara, Dervişin Hayatı Sûfînin Kelâmı (Hal Tercümeleri / Tarikatlar / Istılahlar): Tasavvuf Tarihinin Bazı Meseleleri, 2. b., İstanbul: Dergâh Yayınları, 2012, s. 204. 184 Cağfer Karadaş, Sûfî İtikadı, 2. b., İstanbul: Nizamiye Akademi, 2017, s. 159. 49 bu camia içerisinde birçok taraftar bularak yayılmış ve bir daha da oradan ayrılmamış- tır.185 ab. İbâdet-ihlâs ilişkisi El-Kuşeyrîye göre: “İhlas, maksud olarak taatta Allah’ı terk etmektir… İhlas, fiilini mahlukların mülahezesinden (mülahaza) tasfiye etmektir.” Malik bin enes (r.a) rivayet ediyor ki; Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: “ Üç şey vardır onlara Müslü- manın kalbi ihanet veya buğz etmez: a) Amelini, sadece Allah için, ihlas ile yapmak b) İdareciler ile uyarma vazifesini yapmak c) Müslümanların topluluğundan ayrılmamak- tır.”186 şeklinde tanımlamaktadır. Genel olarak ise İslam âlimleri, ihlâsı: “ İbadet ve iyilikleri, riyadan ve men- faatvarî kaygılardan arındırıp sadece Allah için yapmaktır” şeklinde ta’rif etmişlerdir. Sûfilere göre, yapılan ibadetlerde, kulların takdirini kazanma veya yermesinden kaçın- ma gibi duygular, asla söz konusu olmamalıdır. Kişi yaptığı amelleri, iyilikleri halktan saklamalı ki, kendini beğenme hastalığına düşmesin. Sûfîlerin bazıları ise, yapılan amel- lerden sevap beklemeyi dahi edebe aykırı bulmuşlardır. Nitekim Sühreverdî, Irak sûfile- riyle Horasan Melâmatîlerinin derecelerini kıyaslarken, Irak sûfîlerinin daha üstün ol- duğunu söyleyerek; bunun nedeni olarak da “Melâmetîler, amellerini ve tasavufi durum- larını halktan saklayabilmişlerse de, nefislerinden saklayamamışlardır” demiştir.187 El-Bağdâdî ise, ehl-i zühd sufilerden şöyle bahseder: Bu kişiler ilimle uğraşan insanlar, dünya zevklerinden el etek çekmiş olanlar, her şeyden haberdardırlar ve ibret almasını bilirler, Allah’ın takdirine razı olurlar. Kulak, göz ve kalbin her şeyden sorum- lu olduğuna hakkıyla iman ederler. Dönüş gününe en güzel şekilde hazırlanırlar. İyiliği riya olsun diye yapmadıkları gibi, hayâ sebebiyle de iyilikten vazgeçmezler.188 Yine tasavvufçulardan Zünnûn el-Mısrî de ihlâsın tamamına erebilmesi için de ihlâsta sabırlı olunması gerektiğini, şu sözlerle ifade etmiştir: “Üç şey vardır ihlâslı ol- manın alametlerindendir: a) Halktan gelen medh (övme) ya da zemmin (yerme) duru- 185 el-Kuşeyrî, Ebû’l-Kâsım Abdülkerîm b. Havâzin b. Abdilmelik b. Talha Nîsâbûrî (v.465/1072), Risa- le-iKuşeyrî, trc. Ali Arslan, haz. Süleyman Uludağ, 2. b., İstanbul: Arslan Yayınları, 1980, s. 256. 185 el-Bağdâdî, a.g.e., s. 21. 186 el-Kuşeyrî, Risale-i Kuşeyrî, s. 256. 187 Süleyman Ateş, “İhlâs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, C. XXI, s. 536. 188 el-Bağdâdî, a.g.e., s. 247-248. 50 munun eşit olması b) Amellerin amellerde unutulması c) Amelinin, ahiretteki sevap için gerekliliğini unutmasıdır.”189 b. Özel olarak “hac” kavramı ba. Anlamı Avâmın hac yapması, Allah’ın evini kastetmesi ve tavaf etmesidir. Havassa gelince, onların hac yapması, Kâbe’nin Rabb’ine yüzünü dönmek ve onu müşahade etmek demektir. Hz. İbrahim’in ifade ettiği gibi: “Ben rabbime gidiyorum. O beni yolu- na erdirir”190 Sufilerde hac, Allah’a kavuşmayı muştular, izzet sahibi Hazret-i Allah’a müra- caat etmeye bir işarettir. Bundan dolayı Allah (c.c) kitabında: “ İnsanları hacca çağır; yürüyerek sana gelsinler.”(Hac 22 / 27) buyurmuştur. Anlamına uygun bir haccın ise şu duygu, düşünce ve eylemlerle yapılması gerekir: Gönül harem bölgesine vardığı zaman inâbet suyu ile gusül et! Beşeriyet giysilerinden arın ve kulluk ihrâmını giy! Âşıkların edasıyla bir “lebbeyk” çek! Mârifete ulaşılacak yere, Arafat’a ulaş, sonra Müzdelife’de kulluk vazifeni eda et! Oradan istek ve taleplerin minasına var ve behîmîleşmiş nefsini, kurban olarak bağışla! Sonra nefsini bırakarak yüzünü, visâlimiz olan Kâbe’ye döndür ve yetişirsen tavâf yap, artık bundan sonra nefsin için dönme, bizim için dön!... 191 Mutasavvıflara göre hac ibadetine hazırlık, ölüme benzetiliyor. Tabi ki hac iradi, ölüm ise ummadık bir zamanda kapıyı çalabilir. Hac ibadeti insanı bir süreliğine kendi arzu ve isteklerinden alıkoyar. Daha ölmeden, insana bir ölüm provası yaptırdığı gibi, ilahi iradeye boyun eğme noktasında da kişiyi telkin etmektedir.192 Genel itibariyle taabbudi olan hac ibadeti ile ilgili, sufilerin, dikkate değer bir- çok değişik görüşleri olmuştur. Sûfilerdeki, “Evvela câr (komşu), sonra dâr (ev)” pren- sibiyle, hacı adayı kişi, Beytullah’ı ziyaret’ten maksadın, Allah’ın evini değil bizzat kendisine gitmek olduğunu ifade ederler. Allah’ı ziyarete giden hacı da malını, mülkü- nü, çoluk çocuğunu ve evini barkını terkedip, dünyadan tecerrüd (uzaklaşma, ayrılma) 189 el-Kuşeyrî, Risale-i Kuşeyrî, s. 257. 190 el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 424-425. 191 er-Râzî Ebû Bekr Necmüddîn-i Dâye Abdullah b. Muhammed b. Şâhâver el-Esedî (ö. 654/1256), Necmeddîn-i Dâye: Tasavvuf Yolu (Mirsâdü’l-İbâd: مرصاد العباد), çev. Halil Baltacı, 1. b., İstanbul: Marmara Üniversitesi İ.F.A.V Yay., 2013 s. 154-155. 192 Tahsin Görgün,“Hac”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. XIV, s. 398. 51 etmesi gerekir. Böylece, Allah’ı ziyarete giderken, yüreğinde Allah aşkını, O’na erme- nin hasretini hissederek, bu uğurda yanıp tutuşarak yol alır. Giydiği ihramı da kefen olarak anlar.193 Hacı kişinin, haram olan şeylerden arınması ve haram işlemeyi sonlandırması gerekmektedir. Nafakasına, asla haramı bulaştırmaması da çok önemlidir. Çünkü Allah, ancak helal ve temiz olan şeyleri kabul eder.194 İbn Atâ, hacca gitmeye güç yetirmeyi şu şekilde anladığını belirtmektedir: “ Hal ve mal. Yolculuk yapacak halde olmayan ve yetecek kadar mala sahip bulunmayan kimselere hac farz değildir.” Aksi takdirde hacca gitmemek için başka bir engeli kabul etmezler. Çünkü genel olarak sûfiler, hacca gidebilecek durum, güç vb. anlamlara gelen, “istitâ’at” kavramına hangi yönden bakılırsa bakılsın, her halükarda hacca gitmeye imkân bulmak anlamına geldiğini ifade ederler. Yol azığı (zâd) ve bineği (râhile) gibi şartları kabul etmezler.195 Bursevî’ye göre, Mebrur haccın alametleri, zâhid olup dünyadan elini eteğini çekmiş ve ahirete de rağbet etmiş bir şekilde dönmektir. Çünkü hacı olan müslüman, Mebrûr hacdan döndüğü zaman, günahları affedilir ve duası müstecab (kabul olunan) kişilerden olur. O yüzden, Haccı Mebrûr yapanları, selamlamak ve onlardan dua iste- mek müstehaptır.196 bb. Önemi Küfrevi şeyhi ve aynı zamanda müfessir olan Necmeddîn-i Dâye, “dünyanın herhangi bir yerinde insanların varlığı, oradan Kâbe’ye muhakkak bir yolun da olduğu- anlamına gelir” demiştir. Çünkü: “ Her nereden yola çıkarsan, Mescidi-i Haram’a doğ- ru, yüzünü çevir!”. (Bakara 2 / 149) buyurulmuştur. Fakat yola çıkmak son derece önemli olduğu gibi, namazın da kabul olma şartlarından olan Kâbe’ye yönelmek de ge- reklidir. Üçüncü şart ise, yolun meşakkatini çekerek uzun mesafeleri geçmektir. Çünkü hacca varmadan hac yapılmış olmaz.197 Sonuç olarak, sûfîlere göre manevi seferler son derece önemlidir. Çünkü Hakk’a varabilmek ancak “seyr ü sülük” ile mümkün olabilir. Bu manevi yolculukta, 193 Süleyman Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, 5. b., Ankara: T.D.V. Yayınları, 1997, s. 97. 194 el-Bursevî, a.g.e., C. III, s. 464. 195 e l-Kelâbâzî, a.g.e., s. 124. 196 el-Bursevî, a.g.e., C. III, s. 463. 197 er-Râzî, Tasavvuf Yolu (Mirsâdü’l-İbâd: مرصاد العباد), s. 63. 52 insanlar, meşreblerine, fıtratlarına ve seciyelerine uygun yola girerek, mesafe alırlar. Mutasavvıflara göre, belli kuralları da olan bu yollar; “Tarîk-i Ahyar”, “Tarîk-i Ebrâr” ve “Tarîk-i Şüttâr” olarak üçe ayrılır. Bu yolculuklardan biri olan Tarîk-i Ahyar ise; hac, namaz, oruç ve cihad gibi amelleri, devamlı yerine getirmekle elde edilebilir.198 198 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, 6. b., İstanbul: M.Ü.İ.F.A.V Yay., 2001, s. 30. 53 İKİNCİ BÖLÜM KUR’ÂN’DA “HAC” KAVRAMI I. KUR’AN’DA “HAC” KAVRAMININ TANIMI Bu bölümde, hac kavramının yapısı ve anlam havzası incelenmiş olup, kavra- mın âyetlerde hangi anlam ve biçimlerde kullanıldığı, örnekler sunularak tahlil edil- meye çalışılmıştır. A. BİÇİM YÖNÜYLE Kur’an’da bu maddeden türeyen 6 kelime vardır. Bu kelimeler toplamda 34 yer- de kullanılmaktadır.199 Fakat Kur’an’ı Kerim’de, hac kavramının, bizzat hac ibadetiyle alakalı olarak geçtiği yerlere baktığımızda, bu sûrelerin, sadece medenî sûreler olduğu- nu görmekteyiz. Nazil olan medenî sûreler içerisinde de iniş sıralamasına göre geride oldukları göze çarpmaktadır.200 1. Fiil türevleri H-c-c (ح ج ج( maddesinin sözlüklerde geçtiği yerlere baktığımızda bu kökten 8 farklı fiil olduğunu tespit etmiştik. Kur’an’ı kerimde bu fiillerden sadece iki tanesinin geçtiğini görmekteyiz. Birincisi: “Hac etti” anlamına gelen ) َّج fiilidir. Kur’an’da ) َح sadece bir defa: {Bakara, 2/158 } geçmektedir. İkinci fiil ise: “tartıştı” anlamına gelen َّج ( ,fiilidir. Kur’an’da; on üç defa:{ Bakara, 2/76, 139, 258; Âli İmrân, 3/20, 61, 65 ) حَ ا 66; Enam, 6/ 80; Gâfir, 40/47; Şûra, 42/16 } geçmektedir.201 Hac kavramı ile ilgili kav- ramların, Kur’ân’daki tahlilini anlayabilmek için, zihnimizin bir köşesinde âyetlerin 199 Abdülbâkî, a.g.e., s. 237-238. 200 Alî Cevâd, Cahiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, çev. Muammer Bayraktutar, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2015, s. 121. 201 Abdülbâkî, a.g.e., s. 237-238. 54 metin ve manalarının bulunması gerekir. Bu nedenle maddenin geçtiği âyetlerin metin ve manalarının aktarılmasının önemli olmasının yanında, hangi fiilin, hangi bab’dan geldiğinin nakledilmesi de âyetin yorumlanışı noktasında faydalı olacağını düşündük. a. Sülasî mücerred fiillerden -Birinci bab َّج :yerde 1 âyette geçmektedir 1 : َح َّوَع َخ يًرا َّوَف ِبِهَما َوَمن َتَط َّط َّ ج ا لَب يَت أَِو ا عَتَمَر َفَلَ جَناَح َعَل يِه أَن َي لل َفَم ن َح ِ ِّ َّصَفا َوا لَم رَوَة ِمن َشَعآِئِر ا َّن ال " ِإ َلل َشاِك ر َعِلي م " ِّ َّن ا َفِإ “Şüphesiz Safa ile Merve, Allah'ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur. Her kim de, gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.”202 b. Sülasî mezîd fiillerden -Müfâale babı َّج defa ve toplamda 11 âyette geçmektedir. Çünkü Âl-i İmrân, 3/66 ve 13: حا En’âm, 6/80 âyetlerinde ikişer defa geçmektedir: Bakara, 2/76, 139, 258; Âli İmrân, 3/20, 61, 65, 66; Enam, 6/ 80; Gâfir, 40/47; Şûra, 42/16 geçmektedir: ُّجو كم ِّلل َعَل ي ك م ِل يَحآ ِّدث وَن هم ِبَما َفَتَح ا ِ ض َقال و ا أَت َح َّنا َوِإَذا َخَلَ َب ع ض ه م ِإَلَى َب ع َّلِذيَن آَمن و ا َقال و ا آَم " َوِإَذا َل قو ا ا ِبِّ ك م أََفَلَ َت عِق لونَ " ِبِه ِعنَد َر “Onlar iman edenlerle karşılaşınca, "İman ettik" derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler: "Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustur- 202 el-Bakara, 2/158. 55 sunlar diye mi, Allah'ın (Tevrat'ta) size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz? (Bu ka- darcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?”203 َ ن " َ مال ك م َوَن ح ن َل ه م خِل صو ُّب ك م َوَلَنا أ َعَمال َنا َوَل ك م أ َع ُّبَنا َوَر لل َو هَو َر ِ ِّ ُّجوَنَنا ِفي ا " ق ل أَت َحآ Onlara de ki: "Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâl- buki O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Biz O'na gönülden bağlanmış kimseleriz."204 َّلذِ ي ي حِيـي َوي ِمي ت َقاَل أََنا ِبَِّي ا ِّلل ا ل م لَك ِإ ذ َقاَل ِإ بَراِهي م َر ِبِِّه أ َن آَتا ه ا َّج ِإ بَراِهيَم ِفي ِر َّلِذي َحآ " أََل م َتَر ِإَلى ا ِّلل لَ َي هِدي َّلِذي َكَفَر َوا َّش مِس ِمَن ا لَم شِرِق َف أِت ِبَها ِمَن ا لَم غِرِب َف بِهَت ا َلل َي أِتي ِبال ِّ َّن ا أ حِيـي َوأ ِمي ت َقاَل ِإ بَراِهي م َفِإ ا لَق وَم الظَّاِلِمينَ " “Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ‘Benim Rabbim diriltir, öldürür.’ demiş; o da, ‘Ben de diriltir, öldürürüm’ demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, ‘Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir’ deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”205 ِّييَن أَأ َسَل م ت م َفِإ ن أ َسَل مو ا ِ ِّم ِ َّلِذيَن أ وت و ا ا لِكَتاَب َواأل ِلِّ َّتَبَعِن َو قل لِل َوَمِن ا ِ ِّ ُّجوَك َف ق ل أ َسَل م ت َو جِهَي " َفإ ن َحآ ِّلل َبِصي ر ِبا لِعَبادِ " َّل و ا َفِإنََّما َعَل يَك ا لَبَل َغ َوا َّوِإن َتَو َفَقِد ا هَتَدو ا “Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özü- mü Allah'a teslim ettim." Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi? Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla gören- dir.”206 203 el-Bakara, 2/76. 204 el-Bakara, 2/139. 205 el-Bakara, 2/258. 206 Âl-i İmrân, 3/20. 56 َّجَك ِفيِه ِمن َب عِد َما َجاءَك ِمَن ا لِع لِم َف ق ل َتَعاَل و ا َن د ع أ َبَناءَنا َوأ َبَناء ك م َوِنَساءَنا وَ ِنَساء ك م َوأَن فَسَنا " َفَم ن َحآ ِلل َعَلى ا لَكاِذِبينَ " ِّ َّل عَن ة ا َّم َن بَتهِ ل َفَن جَعل وأَن فَس ك م ث “Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıra- lım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah'ın lânetini (ara- mızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.”207 َّتوَرا ة َواإلنِجي ل ِإلَّ ِمن َب عِدِه أََفَلَ َت عِق لونَ " ُّجوَن ِفي ِإ بَراِهيَم َوَما أ نِزَلِت ال " َيا أ َهَل ا لِكَتاِب ِلَم ت َحآ “Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?” 208 ِّلل َي عَل م َوأَن ت م لَ َت عَل مونَ " ُّجوَن ِفيَما َل يَس َل كم ِبِه ِع ل م َوا َ م ت َحآ " َهاأَن ت م َه ؤلء َحاَج ج ت م ِفيَما َل كم ِبِه ِعل م َفِل “İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.” 209 ِّب ك م ِ ُّجو ك م عِ نَد َر ِّم لَل َما أ وِتي ت م أ َو ي َحآ ِ َّللِ أَن ي ؤَتى أََح د َّن ا ل هَدى هَدى ا " َولَ ت ؤِمن و ا ِإلَّ ِلَمن َتِبَع ِديَن ك م ق ل ِإ ِّلل َواِس ع َعِلي م " لل ي ؤِتيِه َمن َيَشاء َوا ِ ِّ َّن ا لَف ضَل ِبَيِد ا ق ل ِإ “Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın (dediler). De ki: Şüphesiz hi- dayet, Allah'ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya Rabbi- nizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsunuz)? De ki: Lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıy- la bilendir.”210 ِّبي ِ ِّبي َش يًئا َو ِسَع َر ِ لل َوَق د َهَداِن وَ لَ أََخا ف َما ت شِر كوَن ِبِه ِإلَّ أَن َيَشاء َر ِ ِّ ِنِّي ِفي ا ُّجو َّج ه َق و م ه َقاَل أ َتَحا " َوَحآ َّكروَن " َّل َش ي ء ِع لًما أََفَلَ َتَتَذ ك 207 Âl-i İmrân, 3/61. 208 Âl-i İmrân, 3/65. 209 Âl-i İmrân, 3/66. 210 Âl-i İmrân, 3/73. 57 “Kavmi onunla tartışmaya girişti. Hz. İbrahim dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin O'na ortak koştuk- larınızdan ben korkmam; ancak Rabbimin bir şey dilemiş olması başka. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?”211 َّنارِ " ِّمَن ال ِ َّنا َنِصيًبا ُّم غن وَن َع َّنا َل ك م َتَبًعا َفَه ل أَن تم َّنا ك َّلِذيَن ا سَت كَب روا ِإ ُّضَعَفاء ِل َّناِر َفَي قو ل ال ُّجوَن ِفي ال " َوِإ ذ َيَتَحا “Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz? derler.”212 ِّبِه م َوَعَل يِه م َغَض ب َوَل ه م َعَذا ب ِ َّج ت ه م َداِحَض ة ِعنَد َر لل ِمن َب عِد َما ا س تِجيَب َل ه ح ِ َّ ُّجوَن ِفي ا َّلِذيَن ي َحا "َوا َشِدي د " “Allah'ın çağrısına uyulduktan sonra O'nun hakkında tartışmaya girenlerin de- lilleri Rableri katında batıldır. Onlara bir gazap vardır. Onlar için çetin bir azap var- dır.” 213 Kur’an’daki “ َّج fiilinin kullanımına baktığımızda, hac kavramının terim ”حا manasından uzak, ama sözlük manasına yakın bir anlam ihtiva ettiğini görmekteyiz. Sözlüklerde de ( Birinci bölümün, kavramın sözlük anlamı başlığında) ele alındığı gibi; َحاَج ج ت ه : “ delil ile yenmek” demektir. َّج ه -mücadele etti, tartıştı” anlamları “ :َحا na geldiğini tespit etmiştik.214 2. İsim türevleri H-c-c (ح ج ج( maddesinin sözlüklerde isim olarak geçtiği yerlere baktığımızda, 11 farklı isim tespit etmiştik. Bu isimlerin sadece, dört tanesininKur’an’da yer aldığını 211 el-En’âm, 6/80. 212 el-Mü’mîn (Gafir), 40/47. 213 eş-Şûra, 42/16. 214 ez-Zebîdî, a.g.e., C. V, s. 467; İbn Manzûr, a.g.e., C. II, s. 779. 58 görüyoruz. Bu isimlerden; Hâ (ح), harfinin üstün okunuşuyla )ُّج toplamda dokuz , )الَح kez: “Bakara, 2/189, 196, 197; Tevbe, 9/3; Hac, 22/27}, Hâ (ح), harfinin esre okunuşu ile gelen )ُّج ise, sadece bir kez: Âli İmrân, 3/97” geçmektedir. Yine bu isimlerden )الحِ ُّج( َ حا َّج ة ( ;”ismi, bir defa: “Tevbe, 9/19 )ال ;yedi defa: “Bakara, 2/150; Nisâ, 4/165 ) ال ح En’âm, 6/83, 149; Şûrâ, 42/15,16; Câsiye, 45/25” ve ) الِحَج ج) ise, sadece bir defa: “Ka- sas, 28/27”215 âyetlerinde geçmektedir. a. Mastarlar ِّج ) (الح aa. ( ج ِّ ِّ ج )kelimesi, fethalı (الَح şekilde, ilk olarak Bakara, 2/189 âyetinde (الحَ geçmektedir: َّر َمِن َّن ا لِب ُّر ِبأ َن َت أت و ا ا ل ب يوَت ِمن ظ هوِرَها َوَلـِك ِِّج َوَل يَس ا لِب َّناِس َوا لَح َّلِة ق ل ِهَي َمَواِقي ت ِلل " َي سأَل وَنَك َعِن األِه َ ن " َّل ك م ت فِل حو َلل َلَع ِّ َّت قو ا ا َّتَقى َو أت و ا ا ل ب يوَت ِم ن أ َبَواِبَها َوا ا “Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: "Onlar, insanlar ve hac için zaman ölçüleri- dir. İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Al- lah'a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından girin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.”216 ِّج ) :kelimesi Bakara, 2/196 ve 197. âyetlerde ise üçer defa yer almaktadır (الَح َّتى َي ب لَغ ا لَه د ي لِل َفِإ ن أ حِص رت م َفَما ا سَت يَسَر ِمَن ا لَه دِي َولَ َت حِل قو ا ر ؤوَس ك م َح ِ ِّ َّج َوا ل ع مَرَة ُّمو ا ا لَح " َوأَِت َّتَع ِبا ل ع مَرِة ِإَلى ِِّمن ِصَيا م أ َو َصَدَق ة أ َو ن س ك َفِإذَ ا أَِمن ت م َفَمن َتَم َّر أِسِه َفِف دَي ة ِِّمن َّمِريضًا أ َو ِبِه أًَذى َّل ه َفَمن َكاَن ِمن كم َمِح َّل م َ ذِلَك ِلَمن ِِّج َوَس بَع ة ِإَذا َرَج ع ت م ِت لَك َعَشَرة َكاِمَل ة ََّيا م ِفي ا لَح َثَلَثِة أ َّل م َيِج د َفِصَيا م ِِّ ج َفَما ا سَت يَسَر ِمَن ا لَه دِي َفَمن ا لَح َلل َشِدي د ا لِعَقاِب " ِّ ََّن ا َلل َوا عَل مو ا أ ِّ َّت قو ا ا َي ك ن أ َه ل ه َحاِضِري ا لَم سِجِد ا لَحَراِم َوا 215 Abdülbâkî, a.g.e., s. 237-238. 216 el-Bakara, 2/189. 59 “Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bu- lamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah'a karşı gelmekten sakının ve Allah'ın cezasının çetin olduğunu bilin.”217 ِِّ ج َوَما َت فَع لو ا ِم ن َخ ي ر َّج َفَلَ َرَفَث َولَ ف سوَق َولَ ِجَداَل ِفي ا لَح َّن ا لَح َّم ع لوَما ت َفَمن َفَرَض ِفيِه ُّج أ َش ه ر " ا لَح َّت قوِن َيا أ وِلي األ َلَبا ِب " َّت قَوى َوا َّزاِد ال َّن َخ يَر ال َّو دو ا َفِإ ِّلل َوَتَز َي عَل م ه ا “Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık o kişi için hacda cinsel ilişkide bulunmak, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.”218 Yine (ج ُّ :ismi Tevbe, 9/3 âyetinde de geçmektedir (ا لَح َّل ك م َوِإن ِّمَن ا ل م شِرِكيَن َوَر سول ه َفِإن ت ب ت م َف هَو َخ ي ر ِ َلل َبِري ء ِّ ََّن ا ِِّج األ َكَبِر أ َّناِس َي وَم ا لَح ِلل َوَر سوِلِه ِإَلى ال ِّ ِّمَن ا ِ " َوأََذا ن َّلِذيَن َكَف رو ا ِبَعَذا ب أَِلي م " ِّشِر ا ِ ِلل َوَب ِّ َّل ي ت م َفا عَل مو ا أَنَّ ك م َغ ي ر م عِجِزي ا َتَو “Hacc-ı ekber gününde, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah'a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele!”219 Son olarak ( ِّج :ismi, Hac, 22/27. âyetinde geçmektedir ( ا لَح 217 el-Bakara, 2/196. 218 el-Bakara, 2/197. 219 et-Tevbe, 9/3. 60 ِّ ج َعِميق " ِل َف ِّ ِل َضاِم ر َي أِتيَن ِمن ك ِّ ِِّج َي أ توَك ِرَجاًل َوَعَلى ك َّناِس ِبا لَح َِّذن ِفي ال ِ " َوأ “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.”220 ab. ( ج ُّ ِّ ج )kelimesinin, kesreli (الحِ ,şekilde kullanımı ise sadece, Âl-i İmrân (الحِ 3/97 âyetinde geçmektedir: َّن الل ُّج ا لَب يِت َمِن ا سَتَطاَع ِإَل يِه َسِبيَلً َوَمن َكَفَر َفِإ َّنا ِس ِح لِل َعَلى ال ِ ِّ َّمَقا م ِإ بَراِهيَم َوَمن َدَخَل ه َكاَن آِمًنا َو ِّيـَنا ت ِ " ِفيِه آَيا ت َب َغِن ي َعِن ا لَعاَلِمينَ " “Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O'na muhtaçtır.)”221 ac. ( ِّج -İsm-i fâil kalıbındaki bu sözcük, sadece Tevbe, 9/19. âyetinde geç :(الحَ ا mektedir: ِلل ِّ ِّلِهَلَ َي سَت ووَن ِعنَد ا ِلل َوا لَي وِم اآلِخِر َوَجاَهَد ِفي َسِبيِل ال ِّ ِِّج َوِعَماَرَة ا لَم سِجِد ا لَحَراِم َكَم ن آَمَن ِبا " أََجَع ل ت م ِسَقاَيَة ا لَحا ِّلل لَ َي هِدي ا لَق وَم الظَّاِلِمينَ " َوا “Siz hacılara su dağıtma işini ve Mescid-i Haram'ın bakım ve onarımını, Al- lah'a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad edenlerin amelleri gibi mi tuttu- nuz? Bunlar Allah katında aynı olmazlar. Allah, zâlim topluluğu hidayete erdir- mez.”222 ad. ( الِحَجج): Sene sözcüğünün cem’îsi (çoğulu) olan bu kelime, sadece Kasas sûresinde olmak üzere, bir kere geçmektedir: 220 el-Hac, 22/27. 221 Âl-i İmrân, 3/97. 222 et-Tevbe, 9/19. 61 َّي َهاَت يِن َعَلى أَن َت أ جَرِني ثََماِنَي ِحَج ج َفِإ ن أ َتَم مَت َع ش ًرا َفِم ن ِعنِدَك َوَما أ ِري د أ َن نِّي أ ِري د أ َن أ نِكَحَك ِإ حَدى ا بَنَت ِ " َقاَل ِإ َّن " َّصاِلِحي َّلل ِمَن ال َّق َعَل يَك َسَتِج دِني ِإن َشاء ا أ َش “Şu'ayb: Ben, sekiz yıl bana çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer sen, bunu on yıla tamamlarsan, o da senden olur. Ben seni zora koşmak da istemiyorum. İnşaallah beni salih kimselerden bulacaksın, dedi.”223 ae. (ِّج ة :Bu sözcük ilk olarak, El-Bakara, 2/150. âyetinde geçmektedir :(ال ح َّناِس ُّلو ا و جوَه ك م َش طَر ه لِ َئَلَّ َي كوَن ِلل ِل َو جَهَك َش طَر ا لَم سِجِد ا لَحَراِم َوَح ي ث َما كن ت م َفَو ِّ " َوِم ن َح ي ث َخَر جَت َفَو َّل ك م َت هَت دونَ " َّم ِن عَمِتي َعَل ي ك م َوَلَع َّلِذيَن َظَل مو ا ِم ن ه م َفَلَ َت خَش و ه م َوا خَش وِني َوأل ِت َّج ة ِإلَّ ا َعَل ي ك م ح “(Ey Muhammed!) Her nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram'a yönelt. (Ey mü'minler!) Sizler de nerede olsanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram'a doğru yöneltin ki, zalimlerin hariç, (diğer) insanların elinde (size karşı) bir koz olma- sın. Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız.”224 ِّجة ) :sözcüğünün yer aldığı başka bir âyet de, Nisâ,4/165. âyetidir (ال ح ِّلل َعِزيًزا حَ ِكيًما " ُّر سِل َوَكاَن ا َّج ة َب عَد ال ِلل ح ِّ َّناِس َعَلى ا ِّشِريَن َو منِذِريَن ِلَئَلَّ َي كوَن ِلل ِ ُّمَب " ر سَلً “(Yerine göre) müjdeleyen ve sakındıran peygamberler gönderdik ki insanların onlardan sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibi- dir.”225 ِّجة ) sözcüğü, yine En’âm sûresinde, 83. ve 149. âyetlerde olmak üzere 2 (ال ح defa yer almaktadır. َّبَك َحِكي م َعِلي م " َّن َر َّنَشاء ِإ َّمن َّج تَنا آَت يَناَها ِإ بَراِهيَم َعَلى َق وِمِه َن رَ ف ع َدَرَجا ت " َوِت لَك ح 223 el-Kasas, 28/27. 224 el-Bakara, 2/150. 225 en-Nisâ,4/165. 62 “İşte kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimiz. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilen- dir.”226 َ ن " َّج ة ا لَباِلَغ ة َفَل و َشاء َلَهَدا ك م أ َجَمِعي ِّلِه ا ل ح " ق ل َفِل “De ki: En üstün delil yalnızca Allah'ındır. O, dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.”227 Yine bu sözcük, Şûrâ, 42/ 15. ve 16. âyetlerde de geçmektedir: َّلل ِمن ِكَتا ب َوأ ِم ر ت أِل َعِدَل َب يَن ك م َّتِب ع أ َهَواء ه م َو ق ل آَمن ت ِبَما أَنَزَل ا " َفِلَذِلَك َفا د ع َوا سَتِق م َكَما أ ِم رَت َوَل َت َّلل َي جَم ع بَ يَنَنا َوِ إَل يِه ا لَمِصي ر " َّجَة َب يَنَنا َوَب يَن ك م ا ُّب ك م َلَنا أ َعَمال َنا َوَل ك م أ َعَمال ك م َل ح ُّبَنا َوَر َّلل َر ا “(Ey Muhammed!) Bundan dolayı sen davete devam et ve emrolunduğun gibi müstakim( dosdoğru) ol. Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: Ben, Allah'ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum, Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.”228 ِبِِّه م َوَعَل يِه م َغَض ب َوَل ه م َعَذا ب َشِدي د " َّج ت ه م َداِحَض ة ِعنَد َر لل ِمن َب عِد َما ا س تِجيَب َل ه ح ِ َّ ُّجوَن ِفي ا َّلِذيَن ي َحا " َوا “Allah'ın davetine icabet edildikten sonra, O'nun hakkında tartışmaya girenle- rin hüccetleri, Rableri katında geçersizdir. Onlara bir gazap vardır. Onlar için şiddet- li bir azap vardır.”229 ِّجة ) :sözcüğünün geçtiği son yer ise; Câsiye, 45/25. âyetidir (ال ح َّل أَن َقال وا ا ئ توا ِبآَباِئَنا ِإن كن ت م َصاِدِقينَ " َّجَت ه م ِإ َّما َكاَن ح ِّيَنا ت ِ " َوِإَذا ت تَلى َعَل يِه م آَيا تَنا َب 226 el-En’âm, 6/83. 227 el-En’âm, 6/149. 228 eş-Şûrâ, 42/15. 229 eş-Şûrâ, 42/16. 63 “Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğunda, Onların, eğer doğru söylüyorsanız, babalarımızı getirin, demekten başka delilleri yoktu.”230 B.ANLAM YÖNÜYLE Bu başlık altında genel olarak, Kur’an-ı Kerim’de geçen “hac” maddesinin “hac ibadeti” ile ilgili olanlarını yorumlamaya çalıştık. Müfessirlerin değindiği sözlük ve terim manalarını birçok tefsir kitabı marifetiyle açıklığa kavuşturmaya çalıştık. Kavra- mın” ibadet alanı” dışında olan anlamlarına gelince onları da “Haccın ibadet-dışı kav- ram alanı” başlığı altında ve daha çok terim manaları üzerinden yorumlamaya çalıştık. Tekrara düşmemek açısından burada konuya yer vermek istemedik. 1. Fiil türevleri a. Sülasî mücerred fiil Birinci bab َّج :yerde 1 âyette geçmektedir 1 : َح َّوَع َخ يًرا َّوَف ِبِهَما َوَمن َتَط َّط َّ ج ا لَب يَت أَِو ا عَتَمَر َفَلَ جَناَح َعَل يِه أَن َي لل َفَم ن َح ِ ِّ َّصَفا َوا لَم رَوَة ِمن َشَعآِئِر ا َّن ال " ِإ َلل َشاِك ر َعِلي م " ِّ َّن ا َفِإ “Şüphesiz Safa ile Merve, Allah'ın (dininin) simgelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyeti ile Kâbe'yi ziyaret edip ve onları( safa ve merve) da tavaf eder- se, bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden gelerek bir hayır yaparsa, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.”231 Taberi, " َّج ا لَب ي َت lafzı için şu bilgileri vermektedir: “Başladıktan sonra " َفَم ن َح ona tekrar dönerek gelen kimse” şeklinde bir açıklamada bulunmuş. “Bir şeye sıkça gidip gelen kimseye”: َحا ج إليه denildiğini ifade etmektedir. Hacceden kişiye de hacı denilir. Çünkü o kimsenin Kâbe’yi tanımadan gelmesi, öğrendikten sonra kurban حَ ا ج / 230 el-Câsiye, 45/25. 231 El-Bakara, 2/158. 64 kesme günü tekrar tavaf için geri gelmesi, sonra ondan ayrılıp, Mina’ya gitmesi ve Mina’dan Sader Tavafı için tekrar geri dönmesi şeklinde tekrar eden bu gidip gelmeler sebebiyle hac eden kişiye “hacı / حَ ا ج ” denilmiştir, demektedir. Sa’lebî de bilgileri Taberi’den aktardıktan sonra, kelimeyi bazı şiirlerle istişhada gitmiştir.232 Râzi ise haccın kök manası ile ilgili konuyu biraz daha geniş ele alarak, bu ko- nuda üç görüş bildirmiştir: a. Kaffâl’den, “bir şeyin yanına çok gidip gelmek” anlamını naklettikten sonra, O da kelimeyi, Taberi’ye yakın bir çizgide yorumlayarak: ilk önce tanımak için gelin- diğini, sonra tavaf için, sonra Mina’dan ziyaret tavafı için dönüldüğünü ve daha sonra da veda tavafı amacıyla geri gelindiğinden, bu anlamda bir isimle müsemma olmuştur, şeklinde ifade etmektedir. b. Râzi, Kutrub’un, haccın; “traş olmak” anlamına gelen bu farklı görüşünü ak- tardıktan sonra, baş bölgesindeki bir yaranın traş edilmesi ile sözcüğü örnekleyerek, bir yaranın tedavi edilebilmesi için yaraya fitilin girmesi gerektiğini, bunun da ancak oradaki saç ve kılların traş edilmesi ile mümkün olacağını söylemektedir. Kaffâl ise; “ İnşaallah Mescid-i Haram’a saçlarınızı ya tamamen kazımış veya kısaltmış bir şekilde emniyet içerisinde gireceksiniz.”(Fetih 48/27) âyetine, ‘haccedenler ve umre yapanlar olarak’ girme manasını vererek, Allah’ın hacca, “hac” ismini bu sebeple koyduğunu ifade etmiştir. c. Bazı alimlere ise, “kastetmek ve yönelmek” anlamına geldiğini ifade etmek- tedirler.233 Zamahşerî ve Beydâvî, buradaki ) ج َّ manasına الَق ص د / kelimesinin, kasdetmek ) حَ geldiğini, umre yapmak anlamındaki )ا عَتَمَر ( kelimesinin ise; ziyaret / الزيارة anlamına 232 es-Sa’lebî, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî (ö. 427/ 1035), el-Keşf ve’l-beyân ʿan tefsîri’l-Ḳurʾân (et-Tefsîrü’l-kebîr, Tefsîrü’s̱-S̱aʿlebî), I-X, thk. Ebû Muhammed b. Aşûr, Beyrut: Darû îhyâ et-Türasil Arabi, 1422/2002, C. II, s. 25. 233 er-Râzî Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn et-Taberistânî (ö. 606/1210), Mefâtîhu’l- gayb Tefsîr-i Kebîr, I-XXIII, çev. Suat Yıldırım, Sadık Kılıç, Lütfullah Cebeci, tas. İsmail Karakaya, Ömer Parlak, Ahmet Tülek, İstanbul: Huzur Yayınevi, 2002, C. IV, s. 100-101. 65 geldiğini234 ifade ettikten sonra, "العتمار والحج / yönelmek ve ziyaret etmek", manasın- daki bu iki sözcü için, malûm iki ibadet olan “hac” ve “umre” ibadetini gerçekleştirme anlamının ağır bastığını söylemektedirler.235Yani bir nevî, hac ve umre ibadetinin ismi haline gelmişlerdir. Mukâtil b. Süleyman ise kavramın kök manası ile ilgili bilgilerden bahsetmemiştir.236Bursevî de bu âyette sadece ( ُّج َ ح -lafzının, sözlükte “niyet ve kas (ال tetmek” manalarına geldiğini aktardıktan sonra, bu âyetin terim manasına hiç girme- miştir.237 Kuşeyrî, bu âyetin tefsirinde ne sözlük ne de ıstılah manasına dokunmamış- tır.238 Elmalılı, hem lügat hem de terim anlamından bahsederken;239 Mevdûdî sadece terim anlamına yer vermektedir.240 İbn Kayyim el-Cevziyye ise, bu konuda bir bilgi aktarmamaktadır.241 Süleyman Ateş ise, “Hac belli vakitte yapılan ibadettir. Yola güç yetiren her ergen Müslümana, hac farzdır” tanımından sonra Safâ ile Mervenin fıkhî boyutuna geçmektedir.242 2. İsim türevleri a. Mastarlar aa. ( ِّج (الحَ ِّج ) ِّ ج )kelimesi, fethalı (الَح َ ح -şekilde, ilk olarak Bakara, 2/189 âyetinde geç (ال mektedir: 234 el-Beyzâvî, Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullāh b. Ömer b. Muhammed (ö. 685/1286), Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, thk. İbrâhim el-Bisyûnî, I-V, 1. b., Beyrût-Lübnân: Dâru İhyâi’t- Türâsi’l-Arabî, h.1418, C. I, s. 115. 235 ez-Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer el-Havarizmî (v.538/1143), el-Keşşâf ʿan ḥaḳāʾiḳı gavâmiżi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-eḳāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl , I-IV, 1. b., Beyrût: Dâru’l-Kitabi’l- Arabi, 1427/2006, C. I, s. 160. 236 Mukâtil b. Süleyman Ebû’l-Hasen b. Beşir el- Belhî el-Ezdî, Tefsîr-i Kebîr(v.150 h.), I-IV, thk. Ab- dullâh Mahmûd Şehhâte, trc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: İşaret Yayınları, 2006, C. I, s. 141. 237 el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 195. 238 el-Kuşeyrî, Ebü’l-Kāsım Zeynülislâm Abdülkerîm b. Hevâzin b. Abdilmelik (ö. 465/1072), Letâifu’l- İşârât, I-VI, trc. Mehmet Yalar, 1. b.,İstanbul: İlk Harf Yayınları, 2012, C. I, s. 153. 239 Elmalılı, a.g.e., C. II, s. 42. 240 Mevdûdî, a.g.e, C. I, s. 130-131. 241 İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdullah Şemsüddîn Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyüb ez-Züraî ed- Dımeşkî el-Hanbelî (v.751/1350), Bedâiu’t-tefsîr, trc. Harun Öğmüş, Ahmet Ağırakça, I-V, İstanbul: Polen Yayınları, 2011, C. I, s. 288. 242 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. I, s. 28. 66 َّر َّن ا لِب ُّر ِبأ َن َت أ ت و ا ا ل ب يوَت ِمن ظ هوِرَها َوَلـِك ِِّج َوَل يَس ا لِب َّناِس َوا لَح َّلِة ق ل ِهَي َمَواِقي ت ِلل " َي سأَل وَنَك َعِن األِه َّل ك م ت فِل حونَ " َلل َلَع ِّ َّت قو ا ا َّتَقى َو أت و ا ا ل ب يوَت ِم ن أ َبَواِبَها َوا َمِن ا “Sana, hilâllerden soruyorlar. De ki: O hilâller, insanlar ve hac için vakit öl- çüleridir. İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi ameller, takva sahibi (Allah'a karşı gelmekten çekinen) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından girin. Al- lah'a karşı gelmekten çekinin ki kurtuluşa eresiniz.”243 Rivayet olunmuştur ki sahabeden bazıları, Hz. Peygambere gelip, Hilâl’in ne- den bazen ip gibi ince, bazen de içi dolarak aydınlık verdiğini, sonra tekrar eski duru- muna dönüşene kadar, ışığında azalma olduğunu ve güneş gibi de olmadığını sordular. Bunun üzerine bu yet nazil oldu. Yine başka bir rivayete göre de, Cahiliyye dönemin- de Ensar, ihramlı iken evine döndükleri vakit, kapılardan içeri girmezlerdi. Ya evin duvarında ya da bir merdiven marifetiyle evin tavanına çıkıp oradan bir yer açarak eve girerlerdi. Bu olaydan sonra bu âyet nazil oldu.244 Muhammed b. Ka’b da, sebeb-i nü- zul olarak şunları nakleder: “Biri itikâfa girse, artık evinin kapısından değil de arka taraflarından girer ve bunu da iyilik olarak bilirdi.” demiştir.245 Bunun dışında birçok görüş zikredilmiştir. Bu âyet ile ihrama girmek bütün aylar için meşru kılındı. Ama hac bütün aylar- da eda edilmez. Aylardan kastolunan, ihramın sıhhat şartlarının sağlandığı zamanlardır ki, Ebu Hanife’ye göre, bir kimse Kurban bayramı gününde, gelecek senenin haccına niyet ederek ihrama bürünse, bu ihramı kerahatsiz caizdir.246 Fakat bu ihrama bürün- me, bu aylarda hac edilebilir anlamını da taşımaz. Yine ( ِّج -kelimesi, Bakara, 2/196 ve 197. âyetlerde üçer defa yer almakta (الَح dır: 243 El-Bakara, 2/189. 244 es-Sâbûnî, Şeyh Muhammed Ali, Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, I-II, trc. Mazhar Taşkesenlioğlu, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1984, C. I, s. 231. 245 Said Havva, el-Esâs fi’t-Tefsîr, I-XVI, trc. M. Beşîr Ersoy, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1989, C. I, s. 485. 246 el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 431. 67 َّل ه َّتى َي ب لَغ ا لَه د ي َمِح لِل َفِإ ن أ حِص رت م َفَما ا سَت يَسَر ِمَن ا لَه دِي َولَ َت حِل قو ا ر ؤوَس ك م َح ِ ِّ َّج َوا ل ع مَرَة ُّمو ا ا لَح " َوأَِت ِِّج َّتَع ِبا ل ع مَرِة ِ إَلى ا لَح ِِّمن ِصَيا م أ َو َصَدَق ة أ َو ن س ك َفِإَذا أَِمن ت م َفَمن َتَم َّر أِسِه َفِف دَي ة ِِّمن َّمِريضًا أ َو ِبِه أًَذى َفَمن َكاَن ِمن كم َّل م َي ك ن ِِّج َوَس بَع ة ِإَذا َرَج ع ت م ِت لَك َعَشَر ة َكاِمَل ة َذِلَك ِلَمن ََّيا م ِفي ا لَح َّل م َيِج د َفِصَيا م َثَلَثِة أ َفَما ا سَت يَسَر ِمَن ا لَه دِي َفَمن َلل َشِدي د ا لِعَقاِب " ِّ ََّن ا َلل َوا عَل مو ا أ ِّ َّت قو ا ا أ َه ل ه َحاِضِري ا لَم سِجِد ا لَحَراِم َوا “Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır) sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bu- lamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah'a karşı gelmekten sakının ve Allah'ın cezasının çetin olduğunu bilin.”247 Bu âyet-i kerîme, henüz “hac ibadeti” Müslümanlara farz kılınmadan önce na- zil olmuştur. Çünkü Bakara suresi Medine’de inmeye başlamıştır. Hac ise hicretin dokuzuncu yılında (genel kabule göre) farz kılınmıştır. Ama buna rağmen, bu konu mezhepler arasında ihtilafa sebep olmuştur. Şafiî ve Hanbelîler bu âyeti, haccın far- ziyyetine delil kabul ederek, hac ve umrenin bu âyetin nüzulüyle farz kılndığını iddia etmişlerdir. Maliki ve Hanefilere göre ise hac, Al-i İmrân 3/97 âyetiyle hicretin doku- zuncu senesinde farz kılınmıştır.248 Müfessirlerimizden İzzet Derveze, bu âyetin nüzul tarihinin, Hudeybiye Ant- laşmasının imzalandığı yıl olduğu iddia edilse de, biz Hudeybiye Barışından epeyce bir süre önce indiğini düşünüyoruz. Çünkü bu âyetten önceki bazı âyetlerde, İslâm’dan evvelki hac gelenekleri eleştirilmiş ve bundan sonraki dönemlerde bunların geçerli olmayacağı ifade edilmiştir. Bu tesbitimizin doğru olması durumunda, hac ve umre Hudeybiye’den önce farz kılınmış olup Müslümanlara bildirilmiştir. Bu durumda “ih- 247 el-Bakara, 2/196. 248 Talât Koçyiğit, İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, I-II, 3. b., Ankara: D.İ.B Yayınla- rı, 1990, C. I, s. 368-369. 68 sar” ise, Mekkeliler ile yapılan başka bir savaşta meydana gelmiş olabilir, şeklindeki yorumuyla konuya farklı bir bakış açısı getirmektedir.249 Bu âyet, Müslümanlara, hac yaparken nasıl hareket edeceğini göstermesi açı- sından ayrı bir öneme sahiptir. Ey Müslümanlar! Hac, umre veya her ikisine, eğer baş- lamışsanız, artık onu layıkıyla yerine getiriniz. “ لِل ِِّ َّج َوا ل ع م َرَة ُّمو ا ا لَح Hakkıyla eda : ” َوأَِت etmek, yani bütün menasiklerini tam Allah’ın istediği gibi ve Allah için eda etmek- tir.250 “Ona bir yol bulup, güç yetirenlerin Beytullah’ı ziyaret etmeleri Allah’ın insan- lar üzerindeki hakkıdır”251 âyeti, farziyyetini net olarak pekiştirmenin yanında, konuya dair başka bir nas konumundadır. Umre de küçük bir hac sayılır. Hac ve umre yasakla- rını helal saymayın. Hac ve umrenin noksansız olması, ancak halis niyet gözetilerek, şartları gözardı edilmeden ve dünyevi bir maksadın karışmaması ile ancak mümkün olur.252 Müfessirler hac ibadetinin farz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak umrenin hükmü konusunda genel olarak iki görüş bildirmişlerdir: Birinci görüş: Ebu Bürde, Mesruk, Süddi ile Hz. Ali’den nakledilen rivayetlere göre, Umre de aynen hac gibi farzdır. Görüşlerine delil olarak da söz konusu âyet-i kerîmede geçen “Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın” ifadesini almışlardır. “ta- mamlayın” ifadesi, namaz için nasıl farziyyet ifade ediyorsa, burada da hac ve umre- nin farz olduğuna işaret etmektedir, demişlerdir. Bu müfessirler bazı hadislerle de gö- rüşlerini temellendirmişlerdir. Ebu rezin şöyle rivayet etmiştir: “ Ben, Ey Allah’ın Resulü, benim babam yaşlı bir kişidir. Hac ve umre yapmaya muktedir değildir.” Al- lah’ın Resulü şöyle buyurdu: “ Baban için Hac ve Umre yap.” 249 Derveze, a.g.e., C. V, s. 203-204. 250 el-Mahallî, Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Ensârî (ö. 864/1459), es-Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî eş-Şâfiî (ö. 911/1505), Tefsîrü’l-Celâleyn, 4. b., Beyrût: Dâru’l-Hâyr, ty., s. 30; Bilmen, a.g.e.,C. I, s. 194-195; el- Cezairî, Ebubekir Câbir, Eyserü’Tefâsir: I- Kuran’ı Anlamanın En Kolay Yolu, İstanbul: Mirac Yayın- ları, ty., C. I, s. 235. 251 Al-i imran, 3/97. 252 Mukâtil, a.g.e., C. I, s. 164; es-Sâbûnî, Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, C. I, s. 201. 69 İkinci görüş sahipleri ise; Umre ibadetinin hac gibi farz olmadığını, aksine na- file bir ibadet olduğunu, âyetteki “ Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın” ifadesinin umrenin farz olduğuna delalet etmediğini ifade etmişlerdir. Bu rivayet ise, Abdullah b. Mes’ud, Şa’bi ve İbrahim en-Nehai gibi âlimlerin görüşüdür. Yine bu ikinci görüş sahipleri ise hadislerden dayanak getirmişlerdir. Bu hadislerden biri şöyle ki: Cabir bin b. Abdullah şöyle rivayet etmektedir: Efendimize umre ile ilgili olarak, “ o farz mı- dır?” diye sual edildi. Allah’ın Resulü de şöyle cevap verdi: “ Hayır ama umre yapma- nız daha faziletlidir” buyurdular. Taberi de ikinci görüşün daha isabetli olduğunu söy- leyerek, bazı zayıf senetli hadislerle, umrenin farz olduğunu iddia etmenin ise doğru olmadığını söylemiştir.253 Yine başka bir rivayette, bir kişi Hz. Ömer’e: “ Hac ve umrenin bana farz kı- lındığını gördüm ve ikisini de yaptım.” dedi. Hz. Ömer: “Peygamberinin sünnetine muvaffak kılındın.” dedi. Başka bir rivayete göre ise; buradaki tamamlama işi, “hacca ve umreye dünyevi işlerin bulaştırılmaması ve helal yoldan kazanılan mal ile eda edilmesine” bir işaret olabilir, denilmiştir. 254 Dolayısıyla, başlanmış hac ya da umrenin sonuna kadar götürülmesi, noksansız olarak eda edilmesi gerektiğini ve hac ile umreye zarar veren davranışların telafi şeklini anlatan (Bakara, 2/196) âyetinde, haccın farz olduğu konusuna değinilmemektedir. Çünkü oruç’ta da, oruc’a zarar verebilecek davranışları bildiren âyet-i kerîmede; “… َّم ث ِ ل َّلل ي ِِّصَياَم ِإَلى ا ُّمو ا ال -sonra geceye kadar orucunuzu sürdürün (tamamlayın)…” de … “ :” أَِت nilmiştir. Nitekim burada da oruc’un farz kılınıp kılınmadığına delalet edilmez. Çünkü burada başlanan bir oruc’un şartlarına uygun bir şekilde tamamlanması emredilmekte- dir. Dolayısıyla başlanmış bir ibadetin itmam edilme emri, o ibadetin farziyyetine dela- let etmez. Bu âyet hiçbir şekilde umrenin farz oluşuna bir dayanak olamaz.255 253 et-Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî el-Bağdâdî (ö. 310/923), Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, C. XXIV, thk. Âhmed Muhâmmed Şakîr, 1. b., y.y.: Müessesetü’r-Risâle, 1420/2000, C. III, s. 228. 254 el-Beyzâvî, a.g.e., C. I, s. 129; Ebû’s-Suûd, Muhammed b. Muhammed Muhyiddîn el-İmâdî (v.982/1574), İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm: Ebussuûd Tefsîri, I-XII, trc. Ali Akın, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2006 a.g.e., C. II, s. 525. 255 Ebû’s-Suûd, a.g.e., C. II, s. 548. 70 Müfessirlerin birçoğu, hac ile ilgili açıklamaları burada (El-Bakara, 2/196) yaptıkları halde, İbn Kayyim el-Cevziyye, ne bu âyette ne de bundan sonraki (El- Bakara, 2/197) âyette konu ile ilgili bilgi vermemektedir.256 ِِّج َوَما َت فَع لو ا ِم ن َّج َفَلَ َرَفَث َولَ ف سوَق َولَ ِجَداَل ِفي ا لَح َّن ا لَح َّم ع لوَما ت َفَمن َفَرَض ِفيِه ُّج أ َش ه ر " ا لَح َّت قوِن َيا أ وِلي األ َلَبا ِب " َّت قَوى َوا َّزاِد ال َّن َخ يَر ال َّو دو ا َفِإ ِّلل َوَتَز َخ ي ر َي عَل م ه ا “Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.”257 ُّج ) :ismi Tevbe, 9/3 âyetinde de geçmektedir (ا لَح َّل ك م َوِإن ِّمَن ا ل م شِرِكيَن َوَر س ول ه َفِإن ت ب ت م فَ هَو َخ ي ر ِ َلل َبِري ء ِّ ََّن ا ِِّج األ َكَبِر أ َّناِس َي وَم ا لَح ِلل َوَر سوِلِه ِإَلى ال ِّ ِّمَن ا ِ " َوأََذا ن َّلِذيَن َكَف رو ا ِبَعَذا ب أَِلي م " ِّشِر ا ِ ِلل َوَب ِّ َّل ي ت م َفا عَل مو ا أَنَّ ك م َغ ي ر م عِجِزي ا َتَو “Hacc-ı ekber gününde, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah'a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele!”258 Yukarıda zikredilen son iki âyet ile ilgili bilgileri, “Haccın zamanı” başlığı altında ele alacağımız için, bu âyet ile ilgili bilgileri orada zikretmeyi düşündük. Dolayısıyla aynı âyetleri, farklı yerlerde tefsir edip, gereksiz hacim ve zemin israfı yapmak istemediğimiz için bu iki âyetin tefsirini oraya havale ettik. ab. ( ج ِّ (الحِ 256 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., C. I, s. 312. 257 el-Bakara, 2/197. 258 et-Tevbe, 9/3. 71 ِّج ) ِّج ) kelimesinin, kesreli (الحِ ,şekilde kullanımı ise sadece Âl-i İmrân (الحِ 3/97. âyetinde geçmektedir: َّن الل ُّج ا لَب يِت َمِن ا سَتَطاَع ِإَل يِه َسِبيَلً َوَمن َكَفَر َفِإ َّنا ِس ِح لِل َعَلى ال ِ ِّ َّمَقا م ِإ بَراِهيَم َوَمن َدَخَل ه َكاَن آِمًنا َو ِّيـَنا ت ِ " ِفيِه آَيا ت َب َغِن ي َعِن ا لَعاَلِمينَ " “Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O'na muhtaçtır.)”259 Nesefi, âyetin tefsirinde, kıraat (okuyuş şekli) ile ilgili bazı bilgiler aktarmakta- dır: Ebu Bekir Şu’be’nin dışında, Hafs, Hamza, Kisai ve Halef “ح” harfini kesre hare- kesi vererek “ُّج ا لَب ي ِت ُّ ج“ ,şeklinde okumuşlardır. Kesreli okuyuşta ”ِح kelimesi, isim ”ِح olur. Fethalı okuyuşta “ ُّج ا لَب ي ِت َ ح ” ise sözcüğün masdar biçimi olur. 260 Kurtubî, Mücahid’den nüzul sebebi olarak şu rivayeti aktarır: “ Yahudiler ile Hıristiyanlar arasında, Kâbe ve Mescid-i aksa hakkında fazilet tartışmaları yapılıyor- du. “Yahudiler Mescid-i Aksa’nın Kâbe’den daha büyük olduğunu ve etrafında nice peygamberlerin yaşamlarını sürdürdüklerini ileri sürerek Mescid-i Aksa en mukaddes mabet’tir ” diyorlardı. Müslümanlar da tabiki bunun aksini söylüyorlardı. Allah da bu mücadeleye cevaben, bu (Âl-i İmrân,3/97) âyeti indirdi.261 Zuhaylî, bir yere yol bulabilmek için, oraya gitmeye güç yetirebilmek gerekir. Dolayısıyla buradaki “ güç yetirebilme” kavramı, hem bedeni hem de mali olanakları kapsar. O halde, hareme ulaşmak için bu engellerden herhangi birisi bulunmadığı müddetçe, hac her Müslüman’ın üzerine farzdır. Âlimler, çoğunlukla azık ve binek elde etme imkânının, haccın iki şartı olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu âyet, haccın terkini kerih gösterme ve Beytullah’ı ziyarete güç yetirenin, ziyeret görevini yerine 259 Âl-i İmrân, 3/97. 260 en-Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd (v. 710/1310), Nesefî Tefsîri, I-X, trc. Harun Ünal, tas. Ahmet Cantürk, 1. b., İstanbul: Ravza Yayınları, 2003, C. I, s. 340. 261 es-Sâbûnî, Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, C. I, s. 338-339. 72 getirmemesi halinde ise, ağır bir sorumlulukla karşı karşıya kalabileceğini ifade et- mektedir. Çünkü bu konuyla ilgili, Tirmizî’nin, Hz. Aliden rivayet ettiği - senedi zayıf - bir hadis-i şerife göre: “Kim ki Beytullah’a kavuşacak kadar azık ve bineği olur da, hac görevini ifa etmezse, artık ister Yahudi, ister Hristiyan olarak ölsün” diyerek, sözü geçen âyeti zikretmişlerdir. Sahabe’den, İbn Ömer ve diğer birçokları da, “yol bula- bilme” lafzını, azık ve binek temin edebilme olarak yorumlamışlardır.262 ac. ( ِّج َ حا (ال ِّ ج) َ حا -İsm-i fâil kalıbındaki bu sözcük sadece Tevbe, 9/19. âyette geçmekte :(ال dir: ِلل ِّ ِِّ لل لَ َي سَت ووَن ِعنَد ا ِلل َوا لَي وِم اآلِخِر َوَجاَهَد ِفي َسِبيِل ا ِّ ِِّج َوِعَماَرَة ا لَم سِجِد ا لَحَراِم َكَم ن آَمَن ِبا " أََجَع ل ت م ِسَقاَيَة ا لَحا ِّلل لَ َي هِدي ا لَق وَم الظَّاِلِمينَ " َوا “Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ın bakım ve onarımını, Allah'a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse (lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola er- dirmez.”263 Müslümanlara hicret emri geldiğinde, Hz. Peygamber’in amcası İbn Abbas: “Hacılara su verme vazifesi (sikaye) bana aittir. Talha da dedi ki: “ Kâbe’nin sahibi benim. Hicret etmiyoruz” deyince söz konusu âyet (Tevbe, 9/ 19) indi.264 İbn Kayyim el-Cevziyye ise, burada lafzın tefsirine değinmemiştir.265 II. KUR’AN’DA “HAC” KAVRAMININ TAHLİLİ “Kur’an’da “Hac” Kavramının tahlili bölümü”nde, kadim bir ibadet olarak Hz. İbrahime uzanan haccı, “Tarihsel Yönden” ele alarak, “Beşeri Dinlerde ve Semavi Din- lerde” konu başlıkları altında, geçmiş dinlerdeki telakkisini bulmaya çalıştık. Zaten bir 262 Vehbe Zuhaylî, Tefsîrü’l-Münîr, I-XV, 2. b., İstanbul: Risale Yayınları, 2005, C. II, s. 282-283. 263 et-Tevbe, 9/19. 264 Mücâhid, b. Cebr Ebü’l-Haccâc el-Mekkî el-Mahzûmî (ö. 103/721), Tefsîru Mücâhid, I-II, yay. haz. Abdurrahman Tâhir b. Muhammed es-Sûretî), Beyrut: el-Menşûrâtu’l-ilmiyye, 1921, C. I, s. 270. 265 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., C. II, s. 251. 73 maddenin tarihsel serüveni ortaya konmadan onu sadece problematik yönden ele almak kavramın anlam dünyasını tam olarak yansıtmayacaktır. Onun için, Hz. Ömer: “Cahili- ye dönemini tanımayıp sadece İslam dönemi içinde yetişmiş olan kimseler, ancak İslam zincirinin halkalarını birbirinden ayırır.”266 demiştir. Dolayısıyla hac ibadetini tam ma- nasıyla kavrayabilmemiz için, Hz. İbrahim’in insanları çağırdığı günden beri geçirdiği serüvenini bilmemiz gerekir. Bu süreç içerisinde başka din ve kültürlere etkisini ve etki- lenişini bilmek şüphesiz son derece elzem bir meseledir. Yine “Kur’an’da “Hac” Kav- ramının tahlili” ana başlığı altında haccı “Sorunsal Yönden” ele alarak, “Haccın İbadet- İçi Kavram alanı” alt başlığı altında, “Haccın tatbikî ile ilgili temel Kavramları ve Yan Kavramları” tefsirlerden araştırarak, kavramı aydınlatmaya çalıştık. Son olarak, “Haccın İbadet-Dışı Kavram alanı” alt başlığı ile ise, maddemiz ile ilgili “Nazarî ve Tatbikî sa- halar hakkında bilgi vermeye çalıştık. A. TARİHSEL YÖNDEN Bu başlık altında, her toplumda varlığının izleri olan, toplumların dinden bağım- sız olamayacağı kanısından yola çıkarak, vahye dayalı dinlerde ve diğer bazı dinlerde hac ibadetinin varlığı ve uygulama alanı; uygulama şekli ve o dinlerdeki önemini irde- lemeye çalıştık. 1. Beşerî dinler’de a. İlkel kabileler’de Bütün ilkel kabile dinlerinde, tanrıyı ifade etme ve tasavvur etme farklı olsa da “tek tanrı” veya “yüce tanrı inanışı” göze çarpmaktadır. “İlkel kabile dinlerinin kendisi- ne özgü dini ayinleri, dansları ve kurban usulleri bulunmaktadır. İbadet, kabileden kabi- leye değişkenlik göstermektedir. İlkel kabilelerde ibadet; genel olarak yüce tanrı veya ondan daha alt seviyedeki tanrılar ve yüksek ruhlardan meydana gelen varlıklara tapın- ma ihtiyacından ortaya çıkan, ferdi tecrübelere dayanan davranışlar şeklindedir. Bu iba- detlerde; yüce tanrıya dua edilmekte, bazı hayvanlar ve yiyecekler kurban olarak su- nulmaktadır. İlkel kabile dinlerinde bir kurucu ya da peygamber olmadığından ritüeller- 266 En-Nedvî, Ebu'l-Hasen, Dört Rükün: Namaz-Zekat-Oruç-Hac, 2. b., İstanbul: Risale Yayınları, 2016, s. 21. 74 de bir kutsal metin söz konusu değildir. Dini ayinlerde kullanılan dua ve konuşmalar ise, nesilden nesile geçen bazı sözlü aktarımlardan oluşmaktadır.267 b. Eski Mısır’da M.Ö 4000’li yıllara uzanan bir tarihe sahip Mısır’da din, daha doğrusu firavun- ların kutsallığı, şehirleşmeden tutun farklı birçok alanda gerçek anlamda etkili olmuş- tur. Hayvanlar, Mısır inançlarında son derece önemli idi. Eski mısır 19. Yüzyıla kadar neredeyse eski mısır düşünürlerinden Heredot ve Plutark’ın kitaplarında verdikleri bilgilerden ibaret idi. Bu bilgiler içerisinde en önemli şeylerden biri piramitler (Ehram) iken, diğeri kutsal sayılan hayvanlar idi.268 Mısırlılar da geçmişte diğer bazı milletlerde olduğu gibi animist idiler. Günü- müzden yedi bin sene önce mısırda kırk iki bin kabile yaşıyordu. Bu kabilelerin her biri, canlı bir varlık içinde yaşadığına inandığı ruha ilahlık atfediyor ve ona tapıyordu. Bazı kabileler koça, bazıları öküze, bir diğeri arslana veya yılana, kediye ve keçiye tapıyordu. Daha sonra medeniyetlerin gelişmesiyle totemcilik, yerini hayvanların biz- zat kendisine değil de, hayvanlarda sembolleşen yaratıcılar olduğuna inanma gibi dü- şünceler aldı. Önceden tamamen hayvan olan heykellerin yerini, başı hayvan, gövdesi insan veya tam tersi şeklinde heykeller ortaya çıkmaya başladı. Belli bir süre sonra kabileler arası bir birleşme söz konusu olduktan sonra ise, bu yarı hayvan şeklindeki tanrılar, yerel birer ilah olma özelliğine kavuştular. Örneğin; koç ile temsil edilen Amon, Teb köyünün, öküz ile temsil edilen Ptah, Menfis’in, eşek başlı (eşekbaşlı) Set ise, Ombos’un tanrısı idi. Her şehrin İlâh’ını temsil eden taştan yapılma mabet, ça- murdan yapılan evlerin üzerinde yükseliyordu. Bu mabetlerin tanrının evi olduğuna inanılırdı. Mabette bulunan kâhinler de ilâhın hizmetçileri olarak kabul ediliyordu. Mabedin mahrem yerinde bulunan putlar, sabahları kâhinler tarafından yıkanır onlara yiyecekler takdim edilir ve puta bazı nefesler okuyarak teselli etmeye çalışırlardı. Ge- ce olunca putun giysileri çıkarılır ve böylece uyuduğuna inanılırdı.269 267 Küçük,Tümer, Küçük, a.g.e., s. 64-65. 268 Baki Adam, ‘v.d.’, Dinler Tarihi; El Kitabı, ed. Baki Adam , 2. b., Ankara: Grafiker Yayınları, 2015, s. 516-517. 269 Ömer Rıza Doğrul, Yeryüzündeki Dinler Tarihi, 3. b., İstanbul: Ceylan Yayınları Matbaası, 1963, s. 36-37. 75 Mısır dininde önemli günler ve zamanlar şenlik ve yürüyüş alayları idi; tapı- nakların adanması, kutsal eşya sandığı alayları, kralların taç giymesi alayları ile savaş dönüşlerindeki zafer alayları idi. Kutsal eşyaların taşındığı bu alaylarda, yanlardaki metal halkalara geçirilmiş uzun şendereler ile rahipler tarafından taşınan farklı sayılar- da sandıklar ve sandallar vardı. Alayda ilk sırada bulunan ilahın kral ve atalarının hey- kellerine, yaşayan kralın kutsal eşyaları da ilave edilebilirdi. Kutsal eşya sandıkları tapınağa götürülerek bir masanın üstüne dizilir. Taze koparılmış çiçeklerle tezyin (süs- lemek) edilirdi. Bu arada kral tarafından da içki ve tütsü ikramı yapılırdı. Yine Nil nehri için yapılan dua bambaşka önemli bir şenliği oluşturuyordu. Bu şenlik hakkıyla kutlanmazsa Nil’in yükselmeyeceğine ve bu nedenle de taşkın suların, ekili alanları sulamayacağına inanılırdı. Bu bayrama katılmak için halk, köylerden gelerek kasaba- larda toplanırdı. Ziyafetler verilir, müzikli danslar yapılırdı. Nil tanrısının tahtadan yapılmış bir heykeli köylerde dolaştırılırdı. Mesela, Nil’in, tanrının özel lütuflarıyla ödüllendirildiği inanışını ifade eden tuhaf bir yakarış günümüze de ulaşabilmiştir: “Ey Nil taşkını, sana sunular takdim edilir, öküzler kurban edilir, senin için büyük şenlikler tertip edilir… göklerde ismin bilinmez, biçimlerini göstermezsin, her türlü temsil bey- hudedir.” Mısır dininin mensupları, ilahlarına; şarap, çörek, tütsü, çiçek ve şifalı otla- rın dışında bazı hayvanları da kurban olarak sunuyorlardı. Bunlar: öküzler başta olmak üzere, karacalar, dağ keçileri, yaban tavukları gibi hayvanlardı.270 Yine savaş, zafer ve cenaze hadiselerinde yapılan bazı merasimlerde, canlı insan kurban etme ayinleri, mı- sırda genç kızların Nil nehrine atılması gibi acımasız bir hal almıştı.271 Mısır halkı, tanrıların, tapınakların en kutsal yerinde bulunan, bir daha dirildi- ğinde bedenleri bulunsun diye yapılan insan heykellerinin içerisinde olduğuna inanı- yorlardı. Kutsal kabul edilen zamanlarda tanrılar kayıklarına bindirilip tapınaklarından dışarıya çıkarılırlardı. Halk, tanrıları görebilmek için bu mekânları doldururdu. Çünkü Mısır’da halkın tapınaklara girip dua etmesi serbest değildi. Dolayısıyla herkes rahat- ça içeri giremiyordu. Bu imkân ancak uzman kişiler için sağlanan bir durumdu. Kutsal olarak kabul edilen günlerin dışında ise, manevi rehber olmaktan öte, sadece temizlik ile ilgili prensipleri dikkatlice tatbik etmiş, otuz altı defa yıkanmış, tıraş olmuş ve yün pantolon giymiş panteonun yöneticileri ve memurları içeri girebiliyorlardı. Tapınakta 270 George Thomas Bettany, Dünya Dinleri Ansiklopedisi: Mısır ve Sami Dinleri, ed. Özgü Çelik, çev. Ahmet Aydoğan, 1. b., İstanbul: Say Yayınları, 2005, s. 563-564. 271 Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, 1. b., İstanbul: Remzi kitabevi, 1968, s. 170-171. 76 vazife yapan bütün rahiplerin de içeriye girme hakkı yoktu. Ancak rahiplerden en yaşlı olan ile en bilge kişi tapınağın iç bölümlerine girme hakkına sahipti.272 c. Eski Yunan’da Yunanlılarda din, diğer iptidaî milletlerde olduğu gibi ilk başlarda ağaçlar ve taşlarda bulunduklarına inandıkları ruhlara karşı, akıllara durgunluk verecek şekilde yapılan ibadetlerdi. Yunanistan’ın o devirlerdeki halkı, günümüzde ilim adamlarının Minoalı diye adlandırdıkları kimseler idi. Minoalıların bıraktığı eserler ve yazılar hala okunamamış dolayısıyla dinleri tam olarak aydınlatılamamıştır. Yunanistan’ın gele- neksel ozanları, tanrılarla ilgili seslendirmelerinde, mutlu, ihtiras dolu ve kavgacı kah- raman tabloları çiziyorlardı. Bu kahramanların işi, olimpler üzerinde kavga etmek ve- ya eğlenmek işleri ile meşgul olmaktı. Onun dışında halka edep ve ahlâk namına öğ- rettikleri bir şey söz konusu değildi. Yunanlılar ilahlarını sevmedikleri gibi aynı za- manda onlardan korkma diye bir durumları yoktu. Hatta şöyle ki, Aristo seneler sonra: “ Allah’ı sevmek münasebetsiz bir şeydir.” sözünü kullanmıştı.273 Eski Yunan’da hacların çoğu bir halk hareketi, toplumu bir araya getirecek ve geliştirecek bir politik dayanışma olarak görülmüştür. Bu şekilde yorumladıklarına delil olabilecek birçok bulgu söz konusudur. Örneğin, Eleusis’ inisiatik merasimlerin- de, kişiler uzun bir ayin meydana getirir ve kutsal yol güzergâhınca mistik bir çevreye yayılırlardı. Eski Yunan’da insanlar, belirlenmiş güzergâhları takip ederek, bayram günlerinde ve mevsimlerin seyrini de dikkate almak suretiyle “Mini haclar” tabiriyle nitelenen hac ziyaretleri yapmışlardır. Ancak Eski Yunan’da, “ bütün yolların kendisi- ne götürdüğü tek yer” olarak bilinen Kudüs, Mekke ve Roma gibi tek bir hac merke- zinden öte, arkaik dönemden beri hac merkezi olmayı başarabilmiş ve insanları kendi- sine cezbetmiş birçok tapınak bulunuyordu. Bu tapınakların yer aldığı en büyük mer- kezler ise: Delos, Eleusis, Delphes, Efes, Epidaure ve Olimpus gibi yerlerdi. 274 Yunan mabetleri, diğer komşu halkların mabetlerinden farklıydı. İlk başlarda, tapınaklarda tanrıların heykellerinin bulundurulma zorunluluğu yoktu. Fakat tarihin 272 Mehmet Korkmaz, Mitolojik Dinlerin Gizemi, 2. b., Ankara: Alter yayınları, 2010, s. 435-436. 273 Doğrul, a.g.e., s. 56-57. 274 Ali Erbaş, “İslam Dışı Dinlerde Hâc”, SAKARYA, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S 5, 2002, s. 102. 77 seyri içerisinde, tanrı veya tanrıların heykelleri mabetlere konulmaya başlandı. Bundan sonraki süreçte mabedin en iç kısmına, tanrıyı tasvir eden heykelin yüzü, mabedin girişine dönük olarak konulduğu dikdörtgen bir oda vardı. Ona ek olarak çoğunlukla bir de giriş odası bulunurdu. Buna ilaveten de kurbanlardan kansız olanlar için içeride, yakılan takdimeler için de dışarıda birer altar bulunurdu. Eski Yunan’da ana ibadet şekli kurban idi. O da kanlı ve kansız olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Sıradan bir insa- nın dini hayatını belirleme ölçüsü; kurbanlar, bayram ve şenlikler idi. Yunanlılarda ibadetin ana gayesi tanrıları sakinleştirmek, insanların arzu ve isteklerini gerçekleştir- melerini sağlamaktı. Onun için, kanlı, kansız kurbanlar takdim edip dua ederlerdi. An- cak Yunanlılarda cemaatle ibadet pek görülür bir durum değildi. Çünkü; mabedi tanrı- nın evi olarak saydıkları için, içeriye ibadet maksadıyla girmiyorlardı. Çünkü onlara göre Tanrı’nın evinde ibadet yapmak doğru değildi. Dolayısı ile ibadetlerin çoğu ma- betlerin dışında yapılırdı. Hatta birçok mabet senede bir ya da iki kere açılmaktaydı.275 d. Hinduizm’de Hinduizm inancı, Sankrit edebiyatında “soylu” demek olan “Arya dharma” ya da “ezelî-ebedî din” anlamında, “Sanatana dharma” olarak geçer. Arya dharma tabiri, aynı zamanda, Hinduizm’in kimliğini temsil eder. Günümüzde Hinduizm, genel olarak Brahmanizm, kısmen Paganizm, jainizm ve Budizm vb. yerel inançların bir kokteyli olduğu görünümünü vermektedir. Kısmen de İslam’dan etkilendiği söylenebilir.276 Hinduizm’de de hac ritüeli vardır. Aryaların Hint yarımadasını işgal etmesi ve Hindu tapınaklarının sayısının artması, ziyaret merkezlerinin sayısını da artırmıştır. Ortaçağlara doğru, hac için uzak yerlere yolculuk etmek gelenek haline gelmişti. Aziz- lerin halvet yaptığı Comorin körfezi, Orissa, batıda Kathiavar ve Himalayalar hac merkezi haline gelmişlerdir. Hinduizm’de, Benâres’i ziyaret etmek ve Ganj nehrinde banyo yapmak, ölümden sonraki dirilişte daha mutlu olmak ümidiyle yapılırdı. Yıkan- dıktan sonra hac ibadetini gerçekleştirmek için kutsal yerin etrafında dönmek (tavaf) de haccın rükünlerinden biriydi.277 275 Ahmet Güç, Dinlerde Mabed Ve İbadet, 2. b., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2005, s. 55-56. 276 Kürşat Demirci, “Hinduizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 18, s. 113. 277 Harman, a.g.md.,C. XIV, s. 382. 78 Hindistan coğrafyası, iki bin seneden beri hac merkezi olarak kabul görür. Hindistana dışarıdan gelen veya içerde doğan bütün dinler, bu meseleyi kabul ederler. Hindu hacıların, hac ibadetini yerine getirebilmek için yapmaları gereken bazı ritüeller vardı. Bunlar: Beraber seslendirilen ilahiler (bhajan), “Dua adamları” olarak bilinen gezici vaizlerin sohbetleri (kirtan), vb. spritüel egzersizlerdir. Hindu dininde, hacıya (varkari) bir köylü gibi veya özgürce sofuluk hayatı (bhakti) yaşayan kişiler gözüyle bakılmaktadır. Yılda bir veya birçok kere, iş sıkıntısından, dünya meşgalesinden kur- tulup ruhlarını dinlendirmek isteyen Hindu hacılar, ilahiler eşliğinde bir grup sofu top- luluğu ile beraber, hac merkezlerini birkaç günlüğüne ziyaret ederler. Bu hacıların içinde milyonlarla ifade edebileceğimiz sayıda insanlar, yaşlandıklarına, son nefesleri- nin geldiğine veya artık ölümün kendilerini bulacağına inandıklarında, karınları üstün- de sürünerek Ganj nehrine gelirler. Böyle yapmalarının nedeni, son nefeslerini Ganj nehrinin kenarında verip birden bire Şiva’nın cennetine girme arzusu idi. Yine Bena- res’te, cennete girme umudunu yüreklerinde taşıyan Hindularla dolu çokça türbe ve iki de mabet vardır. Tarifi mümkün olmayan ucube (çok acayip şey) putlarla dolu olan Hindistan’daki tek kutsal şehir, Benares olmadığı gibi, tek kutsal nehir de Ganj nehri değildi. Hindistan’ın her köşesi ma’bud ve mabetlerle dolup taşıyordu. Bulundukları yerler kutsal sayılıyor ve hac merkezi unvanı alıyordu. 278 e. Budizm’de Bütün dini geleneklerde olduğu gibi Budizm’de de bazı kutsal yerler söz konu- sudur. Ancak; Budizm inancında bu kutsal yerleri ziyaret etmek, zorunlu dini ibadetler arasında değildir. Dolayısıyla hac ibadeti nafile (isteğe bağlı) bir yolculuktur. Buna bağlı olarak meşhur bir “guru”yu veya bir “öğretmen”i ziyaret etmek daha güzel bir ibadet olarak görülür. Kutsal mekânları ziyaret etmek mecburi bir ibadet olmasa da, oraları yurt edinmiş keşiş ve keşişelere yardım etmek kadar güzel ve hayırlı bir eylem sayılır.279 Budizm hac geleneğinde görülen en temel özellik, stupalar (Budanın hatıraları- nın saklandığı yerler) ile diğer kutsal yerlerin etrafında dönmektir. Güney Asya’dan gelen Budistler, bu dönmeyi “tavaf” olarak telakki eder ve bu hareketi, gruplar halin- 278 Erbaş, a.g.m., s. 10. 279 Ali İhsan Yitik, “Budizm”, Yaşayan Dünya Dinleri, ed. Şinasi Gündüz, 2. b., İstanbul: D.İ.B. Yayınla- rı, 2007, s. 335. 79 de gerçekleştirirler. Tavaf yapılırken içecekler ve yiyecekler takdim edilir. Budanın öğretisi düşünülür ve meditasyon (derin düşünme, istiğrak) yapılır. Tibetli Budistler, güzergâhtaki kutsal mekânları ziyaret ede ede hac merkezine varırlar. Tavafı, saatin yelkovanı yönünde dönerek yaparlar.280 Budizm’de hac yolculuğu, Buda’ya ait olan hatıralara ve onunla ilgili olan mekânlara yapılır. Buda, müridi Ananda’ya da görev vererek, cesedinin küllerinin stupalar’da saklanmasını istemiştir. Budanın ölümünden sonra külleri önce sekiz stu- pa’ya ayrılmış daha sonra; iki stupa daha artırılarak toplamda on stupa olarak saklan- mıştır. Bu on adet stupa, kutsal emanet olarak korunmuştur. Kral Aşoka ise, bu on stupa’yı açıp külleri kırk sekiz ayrı parçaya bölerek her birini ayrı bir stupa’ya koy- durmuştur. Söz konusu küllerin dışında, Buda’dan kalan iki hatıra daha vardır ki bun- lardan birincisi, kullanmış olduğu sadaka kapları vb. şeyler ya da bıraktığı iz veya işa- retlerdir. İkincisi ise, bazı heykeller ve gerçek külleri içermeyen stupalar gibi adak türü hatıralardır.281 Budist inancında, önemli şahısların kabirlerine çiçekler bırakılır ve mumlar ya- kılır. Kuzeydoğu Hindistan’da, Buda’yla ilgili olduğu için ziyaret edilen bazı yerler vardır. Bu yerler: Budanın doğum yeri olarak bilinen “Lumbini”, ilk vaazını vermiş olduğu “Geyik Parkı”, aydınlanma yeri olan “Bodhi Gaya” ve öldüğü yer olan “Kuşi- nagara”dır. Bu dört mekânın, isimleri zikredilmeksizin, Pali metnindeki “Maha- parinnibana Sutta”da ele alınır.282 Budizm inancında, kutsal mekânların hiçbiri Bodhi Gaya kadar önemli değil- dir. Çünkü Bodhi Gaya, Budizm’in doğuşunu temsil eder. Bunlardan başka, Hindis- tan’dan Sri Lanka’ya kadar olan Buda’nın hatıraları, hac merkezleri olarak kabul edilmiş ve ziyaret edilmiştir. Japon inancına göre dağlar, tanrıların yeri ve yurdudur. Onun için dağ zirveleri, yıllar boyu hac mekânları olarak kabul edilmiştir. Milattan sonra 8. yüzyıldan beri Budistler nezdinde ayin yerleri olarak kabul edilen dağ tepele- ri, hep ziyaret edilmiştir. Japon kültüründe, hem Budizm’e hem de Şintoizm’e ait hac 280 Erbaş, a.g.m., s. 104. 281 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 382. 282 Günay Tümer, “Budizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türki- ye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 6, s. 357. 80 yerleri vardır. Japonya’daki hac yerlerinin ekseriyeti, Budist keşiş ve zahitlerle ilgili- dir. Zühd hayatlarını sürdürdükleri yerler, hac mekânları olarak kabul edilmiştir.283 Günümüzde dünyanın dört bir yanından gelen Budistler, bu kutsal mekânları da içine alan turlar düzenlerler. Bu turlara iştirak eden bir Budist, Buda’nın gittiği yer- lere giderek Buda’nın izini sürdüğünü ve böylece hac ibadetini eda ettiğine inanır. Bu turlara, Budistlerin dışında birçok başka din mensupları da katılırlar. Aynı zamanda keşişler de bu yolculuklara iştirak ederek, katılımcıları Budda, Dharma ve Sangha hakkında bilgilendirirler.284 f. Şintoizm’de Şinto, asıl itibariyle Çince (şen-tao) bir sözcüktür. “Tanrıların yolu” demektir ve Japoncadaki karşılığı ise “kami-no-miçi” kelimesidir. VIII. yüzyılda Japonya’da yayılan Budist inancı ile karışmaması için, Çince bir kelime olan bu sözcük (Şinto) kullanılmıştır. Şinto (Şintoizm) Japonya’nın yerel dinidir. Tarih öncesinden kalma animistik (canlıcılık) inanç biçimlerinin,Taoist, Budist ve Konfüçyüsçü unsurların da etkisiyle Antikçağlarda oluşmaya başlayan modern şeklidir. Şintoizm’in tarihsel derin- liğine inildiğinde, bunun, “Ural-Altay” milletlerinin, animistik kökene sahip olan Şa- manizm dininin Japon adalarındaki devamı olduğu söylenebilir.285 Şinto inancına göre kutsallık tek bir merkeze atfedilemez. Çünkü başta Japon toprakları olmak üzere bütün tabiatın kutsal olduğu tezi kabul görür. “Fuji Dağı” başta olmak üzere dağ tepelerinin, kamilerin mekânı olduğu sanrısı, bu dağlara saygı göste- rilmesine ve her sene birçok kişi tarafından ziyaret edilmesine vesile olmuştur.286 Japonya’da yaklaşık 10.000 ma’bed bulunmaktadır. Hepsi de kutsal mekânlar- dır. Ancak “İse”deki “Amaterasu” namına yapılmış olanı en fazla kutsallık atfedilen mabetlerdendir. Ma’bedler ilahların mekânları olarak bilinirler. Genel itibariyle kılıç, mücehverli taş ve Amateraus’un heykeli hep bulunur. Mabedlerin işlerini ve idaresini 283 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 382-383. 284 Yitik, a.g.e., s. 337. 285 Kürşat Demirci, “Şintoizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 39, s. 177. 286 Demirci, a.g.md., s. 178. 81 rahipler yürütür.287 Tek kutsal mekân düşüncesi olmadığı halde, “İse”deki “Amate- raus”un adına yapılan mabed nedeniyle “İse” hac merkezi olarak kabul görmüştür. Şintoizm’de yılın ortasında veya sonundaki herhangi bir günde maddi ve manevi arınma isteyen Şintolar, “İse”de ya da diğer kutsal yerlerde (yerli mabedlerde ve nehir kenarlarında) ayinler tertip ederler. Söz konusu ayinler, şu şekilde icra edilir: Bedene su serpilip pirinç saplarından yapma, insan suretine benzeyen, ayindekilerin kirlerini de temsil eden bazı lekeler taşıyan bir heykelcik, suya atılır. Sonra, ilahi gücü temsil eden “Nusa” sağa sola hareketler yaparak kötü güçlerin müdahale etmesine engel olur. Ayin, arınma duaları eşliğinde yapılır. Bu ritüel, suya atılan heykelciğin üzerindeki kir lekeleri silininceye kadar devam eder. Hac ibadeti çoğu dinlerde; karmaşık, zor, yoru- cu ve girift bir özellik taşıdığı halde, Şintoizm’de tam aksine, daha sade ve kolay bir hac ibadeti söz konusudur.288 2. Semavî dinler’de a. Yahudilik’te Yahudilik’te haccın tarihi incelendiğinde, haccın Hz. İbrahim dönemine kadar uzanan bir ibadet olduğu görülür. Tora’nın ilk kitabı olan Tekvîn’de: İbrahim’in, Har- ran’dan ayrıldıktan sonra önce kutsal ağacın altında289, Bethel ile Ai arasında290 ve daha sonra da Hebron’da291, Tanrının görüldüğü bir mekânda, bir altar yaparak, tanrı için kurban kesip, ona ibadet ettiği zikredilmektedir. Yine Tekvîn’de anlatıldığına gö- re, İshak, Beer-Şeba’da,292 Yakup da Şekem,293 ve Beyt-el’de,294 Tanrının göründüğü yerde ibadet ettikleri anlatılmaktadır. 287 Abdurrahman Küçük, “Dinlerde İbadet ve Mabet”, Diyanet Dergisi, Ankara: Ayyıldız Matbaası, C 24, S 3, 1988, s. 54. 288 Erbaş, a.g.m., s. 105-106. 289 Tekvîn, 12/7. 290 Tekvîn, 12/8. 291 Tekvîn, 13/18. 292 Tekvîn, 26/25. 293 Tekvîn, 33/20. 294 Tekvîn, 35/1-5. 82 Tekvin’deki anlatım çok net olmasa da, “Tanrı’nın göründüğü yer” hac mekânı, “Tanrı’nın göründüğü zaman” da hac zamanı olarak telakki edilirse, İbrahim, İshak ve Yakub’un yaptığı bu ibadetler, ‘hac ibadeti’ olarak yorumlanabilir.295 Tevrat, Fısıh (Paskalya: Mayasız ekmek), Şavuot (Pentekost: Haftalar) ve Suk- kot (çardaklar) bayramlarında, tüm Yahudi erkeklerine; Kudüs’te, Yahve’nin huzu- runda bulunma mecburiyeti getiriyordu. Yahudilik, klasik olarak, dini bayramlar ile haccı birbiriyle ilgili hale getiriyordu. Zaten bu bayramlar İbranice ‘de “hag” adıyla ifade ediliyordu. Bu bayramlar: “Hag ham-massot”, “haghaggasir”, “hag ha asif” şek- linde isimlendiriliyordu. Yahudi erkeklerinin Kudüs’e gitmelerinin istenmesi, Yahudi- lerin millet olmasından bu yana zaten kurumsal hale gelmiştir. Söz konusu hac mekânları ise üç grup olarak ele alınır: 1. Kudüs ve etrafında oluşmuş, tarihi öneme haiz, Kitâb-ı Mukaddesin tarihiyle ortaya çıkmış, tarihi özelliğe sahip mekânlar. 2. Talmud ve Kabala’da ismi geçen (genelde Celile’de bulunan) bilge mezarları. 3. İs- rail’de bulunan Diaspora (Filistin dışındaki Yahudi yerleşim mekânları) bilginleri için adanmış, İsrail’deki değişik merkezler.296 Genel itibariyle yüksek ve su kaynaklarının olduğu ağaçlık bölgelerden oluşan bu yerler: İbrahim döneminde, “Şekem”, “Beyt-el”, “Beer-Şaba”, “Hebron” veya “Mamre” ve “Beer-lahay-Roi”; İshak zamanında “Beer-Şeba”; Ya’kûb zamanında “Peniel”, “Şekem” ve “Beyt-el”dir. Ken’ân’ın hâkimler dönemi, fetih ile beraber yer- leşik hayatın başladığı, mevcut sunakların farklı roller üstlendiği, gerek mahalî gerekse kabilevî ve hatta kabileler arası bütün milletin ziyaret ettiği mekânlar haline gelmişler- dir. Ama gerçek manada haccın eda edildiği ilk mekân, Ahid sandığının bulunduğu “Silo” olmuştur. Silo’da her yıl, genç kız ve erkeklerin dans ettiği, “Rabbin Bayramı” olur. Filistîlerin orayı yıkmasına kadar süren bu ritüel, icra edildiği esnada, “Elkana”, her sene kurban kesmek için oraya çıkardı.297 Haccın eda edildiği bu üç bayramda da eli boş gidilmemesi ve Rabbin bereke- tiyle herkesin getirebileceği bir tâkdimeyi sunması emrediliyordu. Aslında ma’bedin, 295 Ali Erbaş, a.g.m., 105 296 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 383. 297 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 383. 83 hediye işleriyle ilgilenecek bir ticari yapısı olmasına rağmen, genelde herkes, takdim edeceği şeyi kendisi getiriyordu.298 Kutsal sayılan ma’bedlerin çevresinin tavaf edilmesi, Yahudilik haccında da bulunmaktadır. İbranice dilinde, “hakkâfâ” denilmektedir. Bir yerin etrafının yedi defa dolaşılması, oranın kutsanması anlamına geliyordu. Eski Ahid’de tavaf etme ile ilgili bir takım işaretler vardır. Tavaf ritüeli ile ilgili en klasik örneklerden biri: Sukkot Bay- ramında (Çardaklar Bayramı), ma’bet döneminde ve tişri ayının dolunay vaktinde kut- lanır. Zaten Yahudilik’te “hag” sözcüğü, “çerçeve çizme, birşeyi sarma” yani “tavaf” anlamında kullanılan “hog” kökünden türemiştir. Özellikle kelimenin bu şekilde kul- lanımı, Çardaklar Bayramında yapılan tavaf ibadetine bir işaret niteliğindedir. Tavaf, din adamlarının (kâhinler) herbiri eline bir söğüt dalı alarak ma’bedi, yedi gün süren bayram günlerinde, hergün bir kere tavaf etmeleriydi. Tavafın yönü ise, kabe’yi tavaf etme yönü ile aynı, yani saat yelkovanı ile ters yönde hareket ediyordu. Ma’bet yıkıl- dıktan sonraki zamanlarda aynı bayramı, sinogoglarda kutlayarak aynı hatıraları ya- şatmaya çalıştılar.299 Eski Ahit’te zikredilen ve Musa şeriatından önce yaşayan önemli şahısların yaşadığı bazı mühim olaylar, sonraları İsrail dini için önemli ve özel mekânlar haline gelmiştir. Hâkimlerin devrinde, haccın ilk eda edildiği yer “Silo” olmuştur. Krallık dönemlerinde ziyaret edilecek iki kısım yer vardı. Bunlar: “Beyt-el” ve “Dan” gibi kadim mezbahlar; bir diğer kısım ise, “Ahid sandığı” ve “Kudüs” idi. Krallık otoritesi- ne olan ihtiyaç önemli olmakla birlikte, Kudüs’ün cazibesi ve peygamberlerin bazı ayrılıkçı mezheplere karşı tavırları, ibadetin merkezileşmesine neden olan temel ge- lişmelerdendi. Bu nedenle Hezekiel, ihtişamlı bir Fısıh Bayramı kutlaması için VIII. yüzyıldan itibaren, halkı kudüs’e çağırmış ve bu gelenek mabedin yıkılışından sonra bile devam etmiştir. Babil esaretinden sonra mabet yeniden inşa edildi. Hac, 1515 yı- lında Fısıh Bayramının kutlanmasıyla tekrar başladı. Sukkot Bayramı daha da bir gör- kemli kutlandı. Hacc’ın şer’i kuralları, bu kuralların önemi ve haccın takva yönü daha fazla ön plana çıktı.300 298 Tesniye, 16/16-17. 299 İsmail Taşpınar, Doğu Dinlerinde Hac İbadeti Hinduizm ve Budizm, 1.b., İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2014, s. 21. 300 Erbaş, a.g.m., s. 108. 84 Çıkış ve Tesniye’de genel olarak yer alan hukukî kurallar, geleneklere göre tasnif edildi ve Mişna’da yerini aldı. Hac, sadece erkekler için zorunluydu. Kadınlar, köleler, körler, sakatlar, yaşlılar, bön ve saflar; yetimler, öksüzler ve çok küçük çocuk- lar için muafiyet hükmü vardı.301 Luka inciline göre, çocuklar annelerinden ayrılabilecek bir duruma - 12 yaşına girdikleri zaman - geldiklerinde bu yolculuğa çıkabilirlerdi.302 Günümüz Yahudileri, bu gibi yerleri ziyaret eder, bu yerlerin onlara şans geti- receğini ve talihlerinin iyiye gitmesine vesile olacağını düşünürler. Bazen ziyaret ettik- leri yerlere dilek mektupları bırakılıp adaklar adanır ve dualar yapılır. Süleyman ma- bedi veya ağlama duvarının batı duvarı dışında kalan yerlerde ise azizlerin şefaatçi olmaları için dua ve yakarışta bulunulur.303 b. Hıristiyanlık’ta Batı dillerinde, hac fenomeni, kökü Latincede, “peregrinatio” ve “peregrinus” olan; “pelerinage” ve “pelerin” kelimelerine dayanır. Fakat Cermen dilinde, “pelerina- ge” kelimesi yerine “wallfahrt” terimi; haccı yerine getiren birey için de “pilger” keli- mesi kullanılmıştır. Din dışı kullanımlarda ise, Latince “peregrinus” kelimesi “yaban- cı” anlamına gelmektedir.304 Bir Hristiyan için hac, tabiatüstü güçlerden inayet bekleme, kurtuluşa erme, ilâhî varlıklarla iletişime geçme anlamlarına gelir. Hacca gitmeden inayete ulaşan kişi- ler için ise hac, bir şükür sunumu ritüeli olarak görülür. Dolayısıyla, inayet ve lütuf arama yolculuğu ile şükür yolculuğu olmak üzere iki çeşit hac yolculuğu söz konusuy- du.305 Haccın ifade ettiği anlam, erken dönemde Yahudilik ile aynı sayılır. Ancak Hz. İsa’nın, son yaptığı haccı tek başına yapması sebebiyle, ma’bedin yılda üç kere ziyaret edilmesi şartı, Hıristiyanlık’ta kaldırıldı. Böylece hac kollektif bir ibadet olmaktan 301 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 384. 302 Luka, 2/42. 303 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 384. 304 Erbaş, a.g.m., s. 109. 305 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 384. 85 çıkarak, herkesin ferdi manevi ihtiyaçlarını karşılayan bir gezinti haline bürünmüş- tür.306 Hristiyanlıktaki hac geleneğine baktığımızda hacc, ilk dönemlerde, Hz. Îsâ’nın doğum yeri olarak bilinen Beytlehem, Kudüs ve çevresi gibi mekânları; yaşamını sür- dürdüğü ve hatıralarının bulunduğu yerleri ziyaret etmekten ibaretti. IV. yüzyıldan itibaren ise hac, şehid ve azizlerin mezarları, Hz. Meryem’in mûcizevî şekillerde gö- rüldüğü bilinen yerler,307 Roma’daki bazı dinî liderlerin kabirleri ve onlara olan bağlı- lık vesilesiyle makbul görülmüş bazı din âlimlerine ait kutsal mekânlara yapılan yol- culuklardır. Günümüzde Hristiyan hac yerlerinde, birtakım değişiklikler olmuş ve bazı mahallî (yerel) mekânlar ortaya çıkmıştır.308 Katolikler, Roma’daki kutsal mekânları ziyaret etmekle birlikte, “katakomp” olarak isimlendirilen mekânları da, ziyaret edilmesi gereken kutsal yerler olarak kabul ederler. Hatta Katolik Mezhebine göre, Papanın elini Roma’da öpebilen veya papanın yanına sokulabilen kişi, hac yapmış kabul edilir.309 Hristiyanlığın ilk kaynağı olan Yeni Ahit’te, hac ibadetinin anlam ve önemi ile ilgili net ifadeler bulunmamaktadır. Ancak dini metinlerde bulunan bazı cümlelerin yorumu hac ibadetinin varlığına delil olarak getirilmektedir. Mesela Hz. İsa’nın bir öğrencisine hitaben “benim ardımca gel” (Matta, 8/22; Markos, 2/14; Luka, 5/27; Yu- hanna, 21/19-22) hitabı, bu anlamda üzerinde durulması gereken en önemli örnek olarak zikredilmektedir. Hristiyan ilahiyatçılarının “manevi yolculuk” olarak adlandır- dıkları “hac”, Hz. İsa’nın bizzatihi takip edilmesi anlamına gelmektedir. Bir de Hz. İsa’nın “Ben yolum, hakikatim. Benim aracılığım olmadan hiç kimse Baba’ya gele- mez” (Yuhanna, 14/16) sözünden hareketle bu kanaat oluşmaktadır. Burada kastedi- 306 Taşpınar, a.g.e, s. 16-17. 307 Abdurrahman Küçük, “İbadet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, C. XIX, s. 240. 308 Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük, Dinler Tarihi, Ankara: Berikan Yayı- nevi, 2010, s. 394. 309 Komisyon, “İslamiyet, Hıristiyanlık, Musevilik ve İlkel Dinler”, Dinler Tarihi Ansiklopedisi, yayın yönetmeni. Hilmi yavuz, yayın kurulu. Hüseyin Atay, v.d., çev. Zeynep Akbay, v.d., I-III, İstanbul: Gelişim yayınları, 1997, C II, s. 332. 86 len, her bir Hristiyan’ın, İsa vasıtasıyla Baba’ya davet edildiği hususunun vurgulanma- sıdır.310 Daha önceleri Hristiyanlıkta hac, işlenen günahlara karşı, günah çıkarma ayin- lerinde, bir nevi kefaret cezası olarak değerlendirilmiştir. Modern ulaşım araçlarının olmadığı bir dönemde, kişinin, kıldan yapılmış bir elbise giyerek Santiago’ya kadar yaya gitmesi, A’râf’ta (Purgatory) çekilecek cezaya denk tutulmuştur. Modern çağda imkânların artması, ulaşım ve iletişimin gelişmesi ile hac, daha düzenli bir organizas- yona dönüştü. Günümüzde, Avrupa’da en çok ziyaret edilen yerlerden birisi olan Gü- ney Fransa’daki Lourdes’te, nehrin kenarında oluşturulan özel banyolarda, tıbbın te- davide aciz kaldığı hastalıkların iyileştiğine inanılır. Bu nedenle Lourdes, yılda yakla- şık olarak 5 milyon kişinin ziyaret ettiği bir merkez haline gelmiştir. Portekiz’deki Fatima, 4 milyon kişiyle ziyaretçi sıralamasında ikinci iken; Paris’teki Rüedo ise, yılda 1 milyon ziyaretçisi ile üçüncü sıradadır. Roma’ya yapılan hac ise; daha çok kutsal senelerde olurdu.311 Anadolu topraklarında da Hristiyanların hac merkezi olarak görüp ziyaret ettiği yerler vardır. Bu merkezlerin kutsal sayılma nedeni, Pavlus, Petrus, Barnaba gibi aziz- lerin yaşadığı yerler olmasıyla ilgilidir. Mesela Antakya, Pavlus’un Hristiyanlığı yay- mak için yaşadığı mekân olarak kabul edilir. Hatta M.S. 252-300 yılları arasında An- takya’da, on kilise toplantısı icra edilmiş ve Antalya kilisesi ilk beş kilise arasında yer almıştır. İkinci bir kutsal mekân ise, Pavlus’un Hristiyanlığı yaydığı aynı zamanda havarî Yuhanna’nın da yaşadığı ve ölünce defnedildiği yer olan, Efes’tir. Zayıf bir ihtimal olsa da, Hz. Meryem’in de Yuhanna ile beraber Efes’e gelerek burada yaşadığı iddia edilmiştir. Ama Epiphanios, bu görüşün ispat edilemediğini söylemiştir.312 Hristiyanlıkta hac ibadeti konusunu bitirmeden önce, hac yapma şekline de kı- saca değinelim. Kutsal merkeze ulaşan Hristiyan, niyetlenmiş olduğu bu ibadeti birkaç şekilde eda eder: 1. Sessizce tövbe: Yalın ayak, yavaş yavaş dizüstüne çökme durumuna gelerek yapılır. 310 Erbaş, a.g.m., s. 109-110. 311 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 385. 312 Erbaş, a.g.m., s. 118. 87 2. Bedenen yapılan dua: Elleri çapraz bağlayarak, yüzüstü yere kapanma şek- linde yapılır. 3. Su kullanımı: Değişik şekillerde sudan yararlanarak( suya dokunarak, vb.) yapılır. 4. Ayak egzersizlerini çoğaltarak tanrı razı etmeye çalışılır.313 c. İslamiyet’te Hac, sözlükte, “yönelmek ve kastetmek” anlamlarına gelir. Terim olarak ise; “Mekke şehrindeki Kâbe’yi ve civarındaki kutsal sayılan özel yerleri, özel vakit içinde usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve yapılması gereken diğer menasiki (ibadetleri) yerine getirmek” demektir.314 İbranicede hac kelimesinin karşılığı, “hag” şeklinde ifa- de edilir. “Bayram” manasına gelen “hag”, “bir şeyin etrafında dolanmak, dönmek” demektir.315 İslâmî kaynaklara bakıldığında, bazı rivayetlerde, Hz. Âdem’in eda ettiği ilk ibadetin Kâbe’yi tavaf olduğu316 söylendiğine göre, haccın Hz. Âdem dönemine kadar giden bir tarihinin olduğu söylenebilir. Çünkü İsrâiliyat’tan gelen bazı rivayetlerde, Kâbe’yi ilk önce meleklerin haccettiği, daha sonra ise Hz. Âdem’in Mekke’ye giderek Arafat’ta eşi havvâ ile buluşup, melekler eşliğinde Kâbe’yi tavaf ettiği ifadelerine rast- lanır. Hz. Şit’in, peygamberliği zamanında onarılan Kâbe, Hz. İbrahim ile oğlu İs- mail’in, temelini bulup tekrar inşa ettiği (Bkz. el-Bakara 2/127) tarihe kadar, uzunca bir zaman, Nûh tufanının biriktirdiği kum yığınlarının altında kalmıştır.317 Kâbe’nin ilk banileri hakkında daha isabetli görüşler de yok değildi. Hz. İbra- him ile oğlu Hz. İsmail Kâbe’yi ilk emniyet ve ilk sığınma yeri olarak inşa etmişlerdi. Nitekim Kâbe’nin inşasından birkaç yüzyıl sonra da Hz. Süleyman Mescid-i Aksa’yı inşa etmiştir. Dolayısıyla yeryüzündeki ilk ibadet evi ve ilk kıble’nin Kâbe olduğu 313 Ali Erbaş, Hıristiyan Ayinleri (Sakramentler), 1. b., İstanbul: Nun Yayıncılık, 1998, s. 29. 314 Erul, Keleş, a.g.e., s. 12. 315 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 382. 316 Taşpınar, a.g.e., s. 23. 317 Özaydın, a.g.md., s. 386. 88 söylenebilir. Hac ibadetinin yapıldığı yer olması, beraberinde birçok değerli hatıralar taşıdığı vb. meziyetlere bakıldığında O bütün mabetlerden daha üstündür.318 Allah (c.c) Kurân-ı Kerim’de, İbrahim’e, insanları kendi evine çağırmasını, on- ların da kendileri için elde edecekleri birtakım menfaatlere şahit olmaları için gerek yaya gerekse binekli bir şekilde, İbrahim’in davetine icabet etmelerini emretmiş; Al- lah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlıkları, belli günlerde keserken, Allah’ın adını anarak yemelerini ve yoksula fakire de yedirmelerini sonra da kirlerini gidermek için de Beyt-î Atik’i (Kâbeyi) tavaf etmelerini kullarına buyurmuştur.319 Hac suresi, 27-29. âyetlerine bakıldığında, insanları, hac yapmaları için Mek- ke’ye ilk çağıran kişinin Hz. İbrahim olduğu anlaşılmaktadır.320 Hac ilanını Allah’ın emrettiği şekilde ilan eden Hz. İbrahim, oğlu İsmail’i de alarak Cürhümiler ile beraber hac ibadetini eda ettiler.321 Hz. İbrahim hac ibadetlerini belirledikten sonra, Mekke’de her yıl hac yapılmasını sağlamış ve kendisinden sonra gelen peygamberler de Kâbe’yi ziyarete gelmişlerdir.322 Hz. İbrahim, Cebrail’in öğrettiği şekilde yapılan bu ilk hac ritüelinden sonra, idareyi oğlu İsmail’e bırakarak Filistin’e gitmişti. Hz. İbrahim hac yapmak ve ailesini ziyaret etmek için zaman zaman Mekke’ye gelirdi.323 Hz. İsmailin soyundan olan Araplar, ilk zamanlarda ataları Hz. İbrahim’in on- lara bıraktığı “hanif” dini üzerine devam ederek, O’nun tevhid, ibadet ve helal-haram gibi ahkâmını oluşturan emirlerini, kabul edip yükselttiler. Bunlardan en önemlisi de Kâbe idi. Kâbe’yi yüceltiyorlar ve O’nun her türlü hizmetini görüyorlardı. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, Araplar da diğer Milletler gibi zihinsel ve eylemsel dini alanlarına şirk virüsünü bulaştırdılar. Bu sapma, onları uzun yıllar cehalet karanlığında sürüncemede bırakmıştır.324 Hac ibadeti, Hz. İbrahim’den itibaren değişikliklere uğrasa da İbrahimî dinin izleri genellikle devam etmiştir. Ancak; Huzâa kabilesinden olan Yemenli bedevîler, Mekke’yi istila edip idareyi ele geçirdikten sonra, durum değişti. Kâbe idaresi böylece 318 es-Sâbûnî, Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, C. I, s. 338. 319 el-Hac, 22/27-29. 320 Özaydın, a.g.md., s. 386. 321 Bayyiğit, a.g.e., s. 35. 322 Özaydın, a.g.md., s. 386. 323 Bayyiğit, a.g.e., s. 35. 324 el-Bûtî M. Said Ramazan, Fıkhu’s Siyre, çev. Atik Aydın, Van: Bilge Adam Yayınları, 2012, s. 50. 89 el değiştirdi. Beş asır süren Huzâa’lılar döneminde, Mekke’de putperestlik ortaya çıka- rak yaygın hale geldi. Huzâa’lıların hâkimiyeti, Hz. Peygamberin beşinci batından dedesi Kusay b. Kilaba kadar devam etti. Daha sonra, Kâbe idaresi, Hz. İsmail’in to- runlarına geçmiş oldu. Cahiliye devrinde, Mekke şehir devleti, on üyesi olan bir yöne- tim meclisi tarafından idare edilirdi. Yabancı kabilelerden de dört tanesi bu yönetimde bulunuyordu. Hâşimîler: sikaye, rifade ve hac eminliği; Beni Abdüdâr: Darunnedve ve kabenin anahtarlarını muhafaza etme; Benî Nevfel: Hacılar için topla- nan vergilerin korunması; Beni Sehm kabilesi: Sunulan adakların muhafaza edilmesi; Beni Kinane: Haccın aynı mevsime tekabül etmesi için “nesî” ile uğraşıyordu. Beni Gavs ile Benî Advan ise: Arafat ve Müzdelife’de hacılara hizmet ediyorlardı.325 Hac, İslam’da temel ibadetlerden biridir. Mali durumu uygun olan her Müslü- manın, zekâtını vermesi gerektiği gibi hac ibadetini de yerine getirmesi aynı şekilde farzdır. Belirli aylarda yapılması gerekli olan hac ibadeti, Mekke’de eda edilir. Müs- lümanlar için umumî toplantı olması hasebiyle son derece dikkate değer bir ibadet olarak görülmüştür. Haccın eda edilmesi için, ihrama girmek, Kâbe’yi tavaf etmek, Arafat’ta belli bir süre zaman geçirmek, Safa ile Merve arasındaki yürüyüşleri (sa’y), şeytan taşlama ve kurban kesme gibi ibadetlerin yapılması gerekir. Aynı zamanda hac için ihram giymiş olan kişinin, bazı davranışlardan da uzak durması gerekir. Kavga etme, sövme, kötü söz, söyleme ve cinsel ilişki bu yasaklardan belli başlı olanları- dır.326 Bu konu ile ilgili Kurân-ı Kerim’de: “ Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetme- si, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”327 Yine Hac, İslam’ın beş temel esasların- dan birisi olması hasebiyle çok önemlidir. Nitekim Hz. Muhammed de şöyle buyur- muşlardır: “ İslam beş esas üzerine bina edilmiştir. Allahtan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin onun resulü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Kâbe’yi ziyaret etmek ve ramazan orucunu tutmaktır.”328 Hac ibadetinin, Hz. İbrahim’den beri eda edildiği ihtimali esas alınırsa Müslü- manlara haccın ne zaman farz olduğu konusunda değişik görüşler olduğu görülür. Bu 325 Özaydın, a.g.md., s. 386. 326 Şinasi Gündüz, Yaşayan Dünya Dinleri: İslam, ed. Şinasi Gündüz, 2. b., İstanbul: D.İ.B. Yayınları, 2007, s. 68-69. 327 Âl-i İmrân, 3/97. 328 Buhari, “İman”,2; Müslim, “İman”, 5. 90 görüşler: Hicretin 5, 6, 7, 8, 9 ve 10. yılları olarak kaynaklara göre farklılık arz etmek- tedir. Kurtubî, 5. yıl ile ilgili rivayeti aktardıktan sonra, kendisinin de 9. yıl görüşünü benimseyen âlimler gibi düşündüğünü ifade etmiştir. Genel olarak baktığımızda 9. yıl diyenlerin görüşü daha ağır basmaktadır. Nevevî, Buhari, İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Teymiyye bu görüşü savunmuşlardır. Zaten Buhari, “ yolculuğuna güç yetirenlerin Kâbe’yi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” Mealindeki âyetin (3/97) hicretin 9. yılında nazil olduğunu söylemiştir. Ancak, Cabir b. Abdullah tarafından gelen rivayete göre haccın hicretten önce farz kılındığı görüşünde olan âlimler de var- dır.329 İslami kurallara göre yapılan, Hz. Ebubekir’in de hac emiri olarak görevlendi- rildiği ilk hac, hicretin 9. yılında gerçekleşmiştir. Daha sonra inen âyetler üzerine, Efendimiz, Hz. Ali’yi, gelen âyetleri insanlara tebliğ etmek için kafilenin ardından gönderdi. Hz. Ali, Kâbe’de mü’minlere şu âyeti kerimeyle hitab etti: “Ey iman edenler! Müşrikler ancak birer pisliktir. Onun için bu senelerinden sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Şayet fakir kalmaktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.”330 İmam Ebu Hanife’ye ve İmam Malike göre, bu yasak kapsamına Mes- cid-i Haram, Harem bölgesi ve hatta bütün mescitlere girmelerinin engellenmesi girer. İmam Şafii ise, bu yasak yalnızca Mescid-i Haram’a girmelerine mani olunması ile ilgilidir. Hanefi Mezhebine göre; “yaklaştırmayın” emri ile mü’minlerin, onları böyle bir fırsattan alıkoymaları içindir. Başka bir görüşe göre ise, buradaki “yaklaştırmayın” emri: “onları Mescid-i Haramın velisi olmalarına, işlerini yönetmelerine engel olma ve onları bu işlerden elçektirmektir.” 331 İbn Kesîr’e göre, köle ve ehl-i zimme, bu yasak kapsamında değildir. Bu görü- şünü, Ahmet b. Hanbel’in, Hz. Câbir’den rivayet ettiği bir hadis ile temellendirmekte- dir: “ Bu seneden itibaren mescidimize, zimmet ehli332 ve onlara hizmet edenler hariç, 329 Özaydın, a.g.md., s. 388-389. 330 et-Tevbe, 9/ 28. 331 Ebû’s-Suûd, a.g.e., C. VI, s. 2558. 332 Ehl-i Zimme ( Zimmet ehli): Ahîd manasındaki zimmet kelimesinden türeyen zimmî kelimesi, kendi- sine güvence verilen ve korunma sözü verilen kişi demektir. İslam beldesinde (dârülislâm), vatandaş olarak, müslümanlarla beraber yaşayan diğer din mensuplarına zimmî ya da ehl-i zimme denmektedir. Bkz. Mustafa Fayda, “Zimmî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 44, s. 428. 91 hiçbir müşrik girmeyecek”. Mescid-i Haram, Harem’in hepsini kapsar. Müşriklerin necis olarak zikredilmesi ise manevi yönleri ile ilgilidir.333 Hz. Muhammed (s.a.v) o sene hac etmedi. Çünkü Mekke hicretin 8. yılında henüz kısa bir süre önce fethedilmişti. Mekkeliler daha tam olarak eski inançlarının kendilerine içirdiği şirk tortusunu ve sevgisini terketmemişlerdi. Hala, Kâbe’yi ıslık çalarak tavaf edenler vardı. Üstelik hac mevsimini sabit tutabilmek ve haram aylarda savaşa izin verebilmek için ayların yerini değiştirme olarak bilinen “nesî”334 uygula- ması daha devam ediyordu. “Nesî” hilesi Kur’an-ı Kerimde: “(Haram ayları) ertele- mek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah'ın haram kıldığının sayısını bozmak ve O'nun haram kıldığını helâl kılmak için (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. (Böylece) onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”335 şek- linde açık olarak geçmektedir. Oysaki efendimiz haccı gerçek tarihinde eda etmek istiyordu.336 Bazı rivayetlerde, Peygamberimizin hicretten önce iki kere hacettiği, hicretten sonra ise bir defa hac yaptığı söylenmektedir. Ancak âlimlerin çoğu bu görüşü şüpheli bularak bununla ilgili bir bilgi nakletmemişlerdir. Hz. Peygamberin tek bir kere hac yaptığını onun da Kureyşe galip geldikten sonra gerçekleştiğini söylemişlerdir.337 Hz. Peygamber (s.a.v) sahabeye, namaz, oruç, zekât vb. bütün dini emirlerin gereğini öğretmişti. Bunlardan geriye sadece hac ibadetinin, şirkten, hurafeden arınmış bir şekilde eda edilerek İbrahimî haccın sahabeye öğretilmesi kalmıştı.338 Artık İslâm’ı tebliğ etme vazifesi sona doğru yaklaşmıştı. Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket eden, Alah’tan başka bir ilah tanımayan ve Hz. Muhammed’i son elçi olarak benimseyen yeni bir toplumun inşa edilmesi henüz tamamlanmıştı. Hz. Peygamber (s.a.v), hac için niyet ettiğini ashabına haber verdi. Bu çağrıya uyarak me- 333 İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el- Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî (ö. 774/1373), Hadislerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, I-XXVI, çev. Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1988, C. V, s. 150. 334 MustafaFayda, “Nesî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, C. 32, s. 578. 335 et-Tevbe, 9/37. 336 İrfan Yücel, Peygamberimizim Hayatı, 26. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2015, s. 215. 337 Cevâd, a.g.e., s. 121. 338 el-Bûtî, a.g.e., s. 421. 92 dine dışından Perygamberimizle beraber hac etmeyi arzulayan Müslümanlar, Medi- ne’ye ulaştılar. 24 ya da 25 Zilkade, bir cumartesi günü, hazırlıklarını yapan Efendi- miz, öğleden sonra yanındaki Müslümanlarla beraber hac yolculuğuna başlamış oldu- lar.339 Hz. Peygamber (s.a.v) hicretin onuncu yılında haccı eda etmek için Mekke’ye vardığında, hac edasında kendisine eşlik etmek amacıyla Arabistan’ın farklı beldele- rinden gelen 140 bin Mü’min ile bir araya geldi. Orada Mü’minlere Peygamberliği boyunca tebliğ ettiği İslâm’ın, bir özetini sundu: Dinsel resim ve sembollerden arınmış bir İmanın önemini, üstünlüğün takvayla ölçüldüğünü, ırk ve sınıfların devreden çıka- rıldığını, bütün insanlar için; hayat, mal ve şeref garantisi olduğunu bildirmiştir.340 Mevdudî’ye göre, Mekke’nin fethinden sonra, eski geleneklere göre eda edilen, fakat kronolojik olarak İslâmî dönem içerisindeki ilk haccın tarihi ise hicrî 8. yılda olmuştur. Daha sonraki sene de (hicrî 9. Yıl) müslümanların İslâm’a göre, müşriklerin ise kendi eski adetlerine göre yaptığı ikinci hac olmuştur. Üçüncüsü ise, hicrî 10. Yılda bizzat Efendimiz’in önderliğinde ve sadece İslâmî adetlere göre yapılan hac’dır.341 Sonuç olarak Efendimiz, ancak hicretin 10. senesinde, hac farizasını eda etmiş- tir. Bu hacca, Hz. Muhammed’in, hac ibadeti ile ilgili teorik ve pratik bütün bilgiler vermesi yönüyle, Belağ Haccı (Haccetü’l-Belâğ) ; Kabeyi bir daha görememesi ve arkadaşlarıyla vedalaşması açısından Vedâ Haccı ( Haccetü’l-Vedâ) ; haccın farz kı- lınmasından sonraki ilk haccı olması cihetiyle de İslâm Haccı ( Haccetü’l-İslâm) gibi adlandırmalarla nitelenir.342 B. SORUNSAL YÖNDEN 1. “Hacc”ın “ibadet-içi” kavram alanı Bu başlık altında, genel olarak, Kur’an-ı Kerim’de geçen “hac” ibadetinin edası ile ilgili kavramların yorumlanışını sunmaya çalıştık. Müfessirlerin değindiği sözlük ve terim manalarını, birçok tefsir kitabından araştırarak açıklığa kavuşturmaya çalıştık. 339 Safiyyurrahmân Mübârekfûrî, Peygamber Efendimizin Hayatı ve Daveti, çev. H. İbrahim Kutlay, İstanbul: Risale Yayınları, 2016, s. 465. 340 Hamidullah, a.g.e., s. 23-24. 341 Mevdûdî, a.g.e, C. II, s. 203. 342 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 5. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2007, s. 386. 93 a. “Hacc”ın tatbiki ile ilgili temel kavramlar aa. “Hacc”ın zamanı Allah (c.c), bazı yerlere ve zamanlara özel emir ve nehiyler irad etmiş; Pey- gamberler aracılığıyla bildirdiği ve öğrettiği bu uyarıların da dikkate alınmasını emret- miştir. Bu bakımdan “hac ibadeti”ni de diğer birçok ibadet gibi zamanında yerine ge- tirmek son derece önemlidir. Çünkü zaman ibadetlerin karakteristik bir özelliğidir. Ni- tekim, oruç, hac ve kurban ibadetlerinin vakitleri de kamerî aylara bağlı olarak tespit edilir.343 1) Eşhur-i Ma’lûmât “Bilinen aylar” anlamına gelen bu tamlama, Bakara, 2/ 197. âyetinde geçmekte- dir. 344 “ Hac bilinen aylardır” lafzının anlamı: “Haccın yapıldığı aylar, herkesin bildiği aylardır. Başka bir ifadeyle, hac bu aylarda ifa edilir” demektir. Bu aylar ise; Şevval, Zilkade ve Zilhicce aylarıdır. Buradan, hac: “Zilhiccenin son gününe kadar eda edilir” anlamını çıkarmak da doğru değildir. Aksine, “Şevval ayının başlangıcında ihram giyi- lebilir ve haccın menasikleri, Zilhicce ayı içerisinde tamamlanır” şeklinde anlaşılmalı- dır. İbn Mes’ud, İbn Ömer ve İmam Malik’e göre, hac mevsimi: Şevval, Zilkade ve Zil- hiccenin hepsini kapsar. İbn Abbastan rivayet edilen ve İmam-ı A’zam Ebu Hanife, İmam Şafii ve İmam Ahmed’in de savunduğu görüşe göre ise hac mevsimi: Şevval, Zilkade ve Zilhicce aylarının ilk on günüdür.345 Süleyman Ateş’e göre, rivayetlerde hac aylarının; Şevvâl, Zilka’de ve Zilhicce ayı olduğu söylense de, burada kastedilenin haram aylar ( Zilka’de, Zilhicce, Muhar- rem) olması daha münasiptir. Çünkü bu aylar, eskiden beri haccın, emniyet içerisinde yapıldığı bilinen aylardır.346 343 Yücel, a.g.e., s. 215. 344 Abdülbâkî, a.g.e., s. 238. 345 Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Reşîd Rızâ, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm Tefsîru’l Menâr, I-XIV, İstanbul: Ekin Yayınları, 2011, C. II, s. 318; el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 430; Demircan, Hac ve Umre Yüceliğe Çağrıdır, s. 180. 346 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. I, s. 288. 94 Muhammed Esed’e göre, âyetteki lafız, haccın yapıldığı aya değil, her yıl yapıl- dığına işaret etmektedir. Çünkü zaten haccın yapıldığı ayın, zilhicce ayı olduğu aşikârdır.347 Bursevî’ye göre, bu lafız aslında: ِّجِ ا َش ه ر َم ع لوَما ت ,Haccın vakti belirli“ : َو ق ت ا لَح bilinen aylardadır”, biçimindedir. Muzafın hazfedilmesiyle, ُّج ا َش ه ر َم ع لوَما ت -Hac be“ : ا َلَح lirli, bilinen aylardadır” şekline gelmiştir. İnsanlar tarafından bilinmesi, insanların bu malumatları kuşaktan kuşağa aktarmalarıdır. Allah, haccı, insanların da bildiği ayları, te’yid ettirerek farz kılmıştır. Hac aylarında bir değişiklik olmaması, birçok hikmete mebni olduğu gibi, bu ayların dışında yapılacak haccın geçerli olmayacağı da müslü- manlara bildirilmiştir.348 İbnü’l-Arabî, haccın, bilinen aylarda olduğunu, buluğ çağında başladığını ve kırk yaşına kadar da sürdüğünü ifade etmektedir. Sözlerini bakara sûresindeki: “ O, ne yaşlı ne de körpedir, ikisi arasında…”349 âyeti ile açıklamaktadır.350 Bazı âlimler “eşhûr” lafzını, “cem-i kıllet” olarak kabul edip, bu konudaki nasla- rın varlığını araştırmışlardır. Bazı müfessirler ise, bu inceleme ve araştırmanın gereksiz olduğunu, çünkü “ma’lumat” kelimesi, İslâm’dan önceki arapların bildiği hac ayları anlamındadır. Bu konuda, varid olan başka bir bilgi de söz konusu değildir, demişlerdir. Kur’ân-ı Kerim’de ise, haccın hangi ayda yapılacağı net olarak bellidir. Arafat vakfesi gibi bir ana rükün, nasıl zilhiccenin dokuzunda sona eriyorsa, bunun anlamı; hac ayla- rında hac ibadeti de yılda birkaç defa tekrarlanamaz, demektir.351 2) Eyyâmı Ma’lûmât “Bilinen günler” anlamındaki bu kelime Kur’ân’da, Hac, 22/ 28. âyetinde geç- mektedir.352 “İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya bir şekilde, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım faydaları yakînen 347 Muhammed Esed (v.1992), Kur’an Mesajı: Meal-Tefsir, I-III, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, 5. b., İstanbul: İşaret Yayınları, 1999, C. I, s. 57. 348 el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 430. 349 el-Bakara, 2/ 68. 350 İbnü’l-Arabî, Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî (ö. 638/1240), Tefsir-i Kebir Te’vilât, I-II, trc. Vahdettin İnce, 1. b., İstanbul: Kitsan Yayınları, ty., C. I, s. 135. 351 Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Reşîd Rızâ, a.g.e., C. II, s. 319. 352 Abdülbâkî, a.g.e., s. 238. 95 görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâbe'ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin.” 353 Râzîye göre, “ma’lum günler” cümlesinden kastedilen, zilhiccenin ilk 10 günü- dür354, âlimlerin çoğu da bu görüştedir. İmam-ı Şafiî ve Ebû Hanife de, bu görüşü tercih etmişlerdir. Haccın vakti, zilhiccenin son on gününde olduğu için, insanlar bu günleri iyi bilmektedirler. Zikri geçen “ma’lum” kelimesiyle de o “bilme”ye işaret edilmiştir. Çünkü bu günlerin içinde gerçekleşen, Arefe ve Meş’ar-i Harâm (müzdelife) günleri de “ma’lum” günlerdir. Başka bir görüş ise, Atâ’dan rivayetle İbn Abbas’ın: “ Bu günler, Kurban Bayramı gününü ve sonraki üç günü ifade eder” şeklindeki açıklamasıdır. Ebû Müslim, Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed, bu görüşü uygun görmüşlerdir.355 El-Cevzi ise “ma’lum günler” cümlesinde kastedilen vakit ile ilgili, altı görüş nakletmektedir: Birinci görüş: Zilhicce ayının 10 günüdür. İkinci görüş: Bu on günün, dokuzu kastedilmiştir. Üçüncü görüş: Kurban bayramı ve ardından gelen üç gündür. Dördüncü görüş: Bundan murad, teşrik günleridir. Beşinci görüş: Bu günler; beş günden ibarettir, ilki de terviye günüdür. Altıncı görüş: Bu tabirden kastedilen, Arefe günü ile başlayan üç gündür. Ma’lum: “Belli” lafzı ise, hac günlerinin sonundaki süreye dikkati çekmek içindir.356 İbn Kesîr’e göre, âyetin başındaki, “ Ta ki kendileri için bazı faydalı şeylere ta- nıklık etsinler…” tabiri ile dünya ve ahiret ile ilgili menfaatler kastedilmiştir. Nitekim Bakara sûresinde Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: “ … Rabbinizden rızık istemenizde sizin için bir günah yoktur.” emri de bu anlamda gelen bir emirdir. Yine, İbn Abbastan rivayet edildiğine göre, “Belirli günler” cümlesi ile, zilhiccenin ilk on günü kastedil- mektedir. İmam-ı Şafiî’nin mezhebi ve Ahmet b. Hanbelin meşhur görüşleri de bu şe- 353 el-Hac, 22/28. 354 İbn Kesîr, a.g.e., C. II, s. 116. 355 er-Râzî, Mefâtîhu’l- gayb: Tefsîr-i Kebîr, C. XVI, s. 302. 356 el-Cevzî, Ebu’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahman Alî b. Muhammed el-Bağdâdî (v.597/1201), Zâdü’l- Mesîr fî İlm’t-Tefsîr, I-V, trc. Abdülvehhab Öztürk, İstanbul: Kahraman Yayınları, 2009, C. IV, s. 286- 287. 96 kildedir. İbn Kesîr bu konuda dört görüş daha zikretmiş ise de bir görüş hariç, yukarıda zikri geçen görüşlerle aynı görüşleri sıralamıştır. Farklı olarak zikredilen görüş ise; bu tabirin “hacc-ı ekber” gününü de kapsadığını, bu günün de Kurban bayramının ilk günü olduğunu ifade eder. 357 Bir kısım Müfessirlere göre, “onlardan yiyin” lafzı, vücûb (gereklilik) manasına gelmektedir. Çünkü cahiliye döneminde insanlar, kestikleri bu kurbanların fakirler için olduğunu kendilerinin onlardan üstün olduğunu düşünerek ondan yemiyorlardı. Allah (c.c) iki tarafın da eşit olduğunu bildirmek üzere bu âyeti indirmiştir. Aksine, çoğunluk bunun mendub olduğunu ifade etmektedir. İmam-ı Şafiîye göre ise, sahibinin yemesi müstehap olsa da, fakirlere vermesi farzdır. Bütün etleri sadaka vermesi caiz iken tümü- nü kendisinin yemesi de caiz olmaz. Bazıları ise şöyle demişlerdir: Normal kurbanların üçe ayrılması gerektiğini, bir kısmını sahibi, ikinci kısmı akraba, komşu vb. için ayrılır, diğer kısmı ise fakirlere verilir. Fakat adak ve keffaret için kesilen kurbanların etlerinin sadaka olarak verilmesi gerekir. 358 İbn Kayyim el-Cevziyye ise, kavramın anlamına ve tefsirine değinmemektedir.359 3) Eyyâmı Ma’dûdât “Sayılı günler”, anlamına gelen kelime, Bakara, 2 / 203. âyette geçmektedir.360 Müfessirler, “sayılı günler” cümlesi ile “ bayram ve teşrik” günlerine işaret edil- diğini ifade etmişlerdir.361 İbn Kesîr, “sayılı günler” ifadesinin muradı, teşrik günlerin- de, farz namazların ardından “Allahuekber Allahuekber…” diyerek söylenen tekbirler olsa da, âyetin bu tekbirlerin dışında, getirilen diğer bütün tekbirlerle de bir bağı söz konusudur. Çünkü rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer’in, Mina’da kendi tarafında tekbir getirdiği ve çarşıda bulunan insanların da kendisine uyarak Mina’yı tekbir sesleriyle inlettikler ifade edilir.362 Âyette emredilen konu, “tekbir getirme” söylemidir. Teşrik günlerinde farz na- mazların ardından, şeytanlar taş yağmuruna tutulurken,363 kurbanların kesildiği esnada ve diğer vakitlerde Allah’ı anın (tekbir getirin) demektir. Teşrik günlerinin hangi günler 357 İbn Kesîr, a.g.e., C. VII, s. 340-342. 358 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. IV, s. 1723. 359 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., C. III, s. 86-87. 360 Abdülbâkî, a.g.e., s. 550. 361 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. II, s. 116; Derveze, a.g.e, C. V, s. 212. 362 İbn Kesîr, a.g.e., C. II, s. 116. 363 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. I, s. 288. 97 olduğuna gelince onlar; zilhicce’nin 10., 11. ve 12. günleridir. Teşrîk tekbirleri, zilhic- cenin 9. ve 10. günlerinde de getirildiği halde, tekbirlerin kahır ekseriyeti teşrik günle- rinde getirildiği için, “teşrik tekbirleri” olarak nitelenir.364 Bu konu ile ilgili rivayet edilen bir hadis-i şerif’te: “ Mina üç gündür. Kim acele edip de ikinci gün oradan dönerse O’na bir günah yoktur. Kim de geç ayrılırsa o’na da bir günah söz konusu değildir.” 365 Mevdudî, Zilhiccenin 12. ve 13. günlerinde, yani teşrik günlerinde, Mina’dan Mekke’ye dönebilirsiniz. Çünkü Mina’da, kalma sürenizden çok daha önemli olan, ora- daki günleri, sizi Allah’a yaklaştıracak şekilde geçirmeniz ve boş işlerden uzak kalabil- menizdir.366 4) Yevm-i Hacc-ı Ekber “Büyük hac günü” manasındaki bu tamlama, Tevbe, 9/3. âyetinde geçmekte- dir.367 Zemahşerî, “ hacc-ı ekberin”, Arefe günü olduğunu tercih etmektedir. Çünkü tavaf, kurban kesme, saçları kazıtma ve şeytan taşlama başta olmak üzere hac ibadetle- rinin çoğu, O gün eda edilir. Umre ibadeti, hacc-ı asğar ( küçük hac) şeklinde adlandı- rıldığı için, bu da hacc-ı ekber (büyük hac) diye ifade edilmiştir, demektedir. 368 Bu du- yuru, “ ِِِّج األ َكَبر -Hac ibadeti için en faziletli gün olan Kurban kesme günü ilan edil :”ا لَح miştir.369 Hacc-ı ekber kelimesinde üç görüş ileri sürülmüştür: Birinci görüş: Ömer b. Hattab, Ebu Cuhayfe, İbn Zübeyr, Ata ve Tavus: Arefe günü olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş sahiplerinin delili, şu hadis-i şeriftir: “ Hac Arafat’tır (Arafat’tan ibaret’tir).”370 364 Ebû’s-Suûd, a.g.e., C. II, s. 562. 365 İbn Kesîr, a.g.e., C. II, s. 117. 366 Mevdûdî, a.g.e, C. I, s. 164. 367 Abdülbâkî, a.g.e., s. 238. 368 ez-Zemahşerî, a.g.e, C. II, s. 184. 369 es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, C. I, s. 485. 370 er-Râzî, a.g.e., C. XI, s. 407. 98 İkinci görüş: Ebu Musa el-Eş’ari, Abdullah b. Ebi Evfa, Muğire b. Şu’be, İbn Cübeyr, İbn Müseyyeb, Nehâi, Zühri, Süddi ve İbn Zeyd gibi âlimler de “Kurban günü olduğunu” söylemişlerdir. Üçüncü görüş ise: Süfyan-ı Sevrinin görüşüdür: “Buas günü, Cemel günü ve Sıffin günü gibi günlerce devam eden mücadelelerin, müfred olarak anılması gibi, O da tekil şekilde kullanılmış, fakat bütün hac günlerini kapsar.” demiştir.371 Şeyh Muhammed Abduh ise; Menar’ında, bu günün, nahr günü ile teşrik gün- leri olduğunu ifade etmiştir.372 ab. “Hacc”ın uygulaması 1) İhram’a girmek Kutsal zaman ve mekânlar farklı biçimlerde de olsa, her dinde kendisini ifade edecek bir kavram ile ortaya çıkmıştır. Bu kavramı, insanların akıl ve tefekkür seviyesi- ne indirgeyecek bir çok sembol kuşatmıştır. Bunlardan bir tanesi, hac ibadetinin edası mahiyetinde atılan ilk adım sayılan “İhram”dır. Lügatte “haram kılma, kendini mahrum etme, harem bölgesine ya da haram aylara girme” manasına gelmektedir. Istılahî manası ise: “ Hac ya da Umreye niyetlenmiş kimsenin, sair zamanlarda kendisine meşru (helal) olan bazı eylem ve söylemleri, hac ve umre ibadetinin rükünleri ya da diğer bütün me- nasikleri nihayete erene kadar, nefsine haram sayması” demektir.373 İhram elbisesinin, beyaz ve dikişsiz bir giysiden ibaret olması ise, aslında Al- lah’ın buyurduğu ya da tavsiye ettiği bir giyim tarzı değildir. Ancak kulun ihlâs ve sa- mimiyetinden kaynaklanan, hisli bir davranış biçimidir. Aynı zamanda “ihram”, dikişsiz ve kefene benzeyen elbisenin, özel adı olmuştur. Böylece, görünüş itibariyle de, bir an- lam kazanmıştır. Çünkü hacı adayı, hazırlanıp gelmiş; hac emirine teslimiyet noktasında ittibayı kabul etmiş; İbrahimî eğitim ile donanmış; böylece mal, mülk, unvan ve şöhret 371 el-Cevzî, a.g.e, C. II, s. 507. 372 Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Reşîd Rızâ, a.g.e., C. II, s. 318. 373 İsmail Karagöz, v.d., Dinî Kavramlar Sözlüğü, tas. Mehmet Ali Soy, Altan Çap, Mustafa Kaya, 5. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2010, s. 300; Salim Öğüt, “İhram”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklope- disi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, C. XXI, s. 539. 99 gibi şeylerden vazgeçmiştir. Hz. İbrahim’in: “ Ben Rabbime gidiyorum” dediği gibi, daha yaşarken ölümü göze almıştır.374 İhramdaki beyazlık, aklığı sembolize eder. Hz. İsa’nın havarileri de ak giysiler giyiyorlardı. Zaten bu yüzden onlara “havari” dememişler miydi? İhramını giyen hacı artık Allah’ın dinine yardım etmeye adaydır. Eğer hakkını verirse, İslam ona hicret eder; yok eğer, hacılığın yüklediği şuur ve sorumluluğu yerine getirmezse, İslam ondan hicret edip uzaklaşır. Çünkü hac, hicret etmeden olmaz. Ayrılmadan, kavuşmak olmaz. Mah- rumiyet olmadan, visal olamaz.375 Yanlıştan hicret eden, İslâm’a komşu olur. Çirkinliğe ulaşmaya çalışana ise, İslâm zaten fersahlarca uzak değil midir? İhram, insanın, kendisini zevale uğratacak kaygı ve streslerden uzak tutması, her türlü bağımlılığın zincirini kırmasıdır. İhram, toplumsal huzur ve selameti ifsad eden, bencil duyguları gıcıklayıcı, mazide kalmış geçici zevk ve meta’ları hatırlatan her çeşit eşya ve eylemi geçici olarak yasaklamıştır.376 Bizim beytimizi kastedip gelen kişinin elinden bütün avlar salim olur. O hiçbir canlıyı incitmemeli, bütün canlılar, O’na karşı kendilerini emniyet içinde hissetmelidir. Tabiki ihram, sadece canlıların avlanması ile ilgili bir yasak değildir. Kalbiyle ihrama girip vecd haline ulaşmalıdır insan. Böyle biri için zaten, tamah ve tercih haramdır. Arif, Yüce Allah’a av olmuş kişidir. Av olan kişinin avı olmaz. İhramlı kişi bir canlıyı avla- dığı vakit kendisine kefaret gerekir. Hâlbuki arif kişinin, birşeye göz dikmesi, onu arzu- laması veya tercih etmesi halinde, kendisine kefaret düşer. Arif için gerçek anlamdaki kefaret ise, Allah’tan başka herşeyden kendisini tasaffi (arındırma) etmesidir.377 Kur’ân’ı Kerim’de “İhrâm” sözcüğü bu biçimde hiç geçmemiştir. Fakat “İhrâm” kelimesi ile ilgili konular “hurum” kelimesinin geçtiği yerlerde bulunmaktadır. Bu söz- cük ise Kur’an’da, ism-i fâil kalıbında olmak üzere üç kere geçmektedir.378 Kelimenin, geçtiği âyet içerisindeki siyak-sibakını anlamak ve kelimenin anlam havzasının anlaşı- labilmesi için âyetlerin meallerini, metin ile beraber aktaracağız. Daha sonra, tefsirlerde kelimeyi tahlil etmeye çalışacağız. 374 Hakkı Yılmaz, İslâm Dîni’nin Temel Direkleri: Namaz/Dua, Salât, Kıble ve Hac, 1. b., İstanbul: İşaret Yayınları, 2011, s. 256. 375 Mustafa İslâmoğlu, Hac ve Umre Yazıları, 2. b., İstanbul: Düşün Yayıncılık, 2013, s. 16. 376 Hüseyin Algül, vd., İlmihal I ( İman ve İbadetler), I-II, 15. b., Ankara: T.D.V Yayınları, 2008, C. I, s. 512. 377 el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, C. II, s.77. 378 Abdülbâkî, a.g.e., s. 243. 100 Mâide, 5/1: َّص يدِ َوأَن ت م ح ر م ِّلي ال ِ َّل ت َل كم َبِهيَم ة األ َنَعاِم ِإلَّ َما ي تَلى َعَل ي ك م غَ يَر مِح َّلِذيَن آَمن و ا أ َو فو ا ِبا ل ع قوِد أ ِح َُّيَها ا " َيا أ َلل َي ح ك م َما ي ِري د " ِّ َّن ا ِإ “Ey iman edenler! Akitleri (gereğini) yerine getiriniz. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı. Allah dilediğine hükmeder.”379 Mâide, 5/95: َّنَعِم َي ح ك م ِبِه ِّم ل ل َما َقَتَل ِمَن ال ِ ِّمًدا َفَجَزاء ِ ُّمَتَع َّص يَد َوأَن ت م ح ر م َوَمن َقَتَل ه ِمن كم َّلِذيَن آَمن و ا لَ َت ق ت لو ا ال َُّيَها ا " َيا أ َّما َسلَ ف َوَم ن ِّلل َع ِلَِّي ذوَق َوَباَل أ َمِرِه َعَفا ا َّفاَرة َطَعا م َمَساِكيَن أَو َع د ل َذِلَك ِصَياًما ِّمن ك م َه دًيا َباِلَغ ا لَك عَبِة أ َو َك ِ َذَوا َع د ل ِّلل َعِزي ز ذو ا نِتَقا م " ِّلل ِم ن ه َوا َعاَد َفَينَتِق م ا “Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldü- rürse öldürdüğü hayvanın misli (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın mislini takdir eder). Ya- hut (avlanma cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir ya da onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alan- dır.”380 Son olarak da Mâide, 5/96. âyetinde geçmektedir: َّلِذَي َِّ لل ا َّت قو ا ا ِّر َما د م ت م ح رًما َوا ِ ِّرَم َعَل ي ك م َص ي د ا لَب ِ َّياَرِة َو ح َّس َّل ك م َوِلل َّل َل ك م َص ي د ا لَب حِر َوَطَعا م ه َمَتاًعا " أ ِح ِإَل يِه ت حَش رونَ " “Hem size hem de yolculara fayda olmak üzere (yararlanmanız için) deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı. İhramlı olduğunuz sürece kara avı size haram kılındı. Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun.”381 379 el-Mâide, 5/1. 380 el-Mâide, 5/95. 381 el-Mâide, 5/96. 101 İhram giyenleri dört sınıfa ayırmak mümkündür. Bu sınıflandırmanın, aynı za- manda haccın yapılış yönünden üç çeşit olduğunu ortaya çıkarması anlamında önemli- dir. Değişik niyetler getirerek ihrama giren bu dört sınıf şunlardır: 1) Temettu’ haccı niyeti getirmeden sadece umre için ihrama girenler. 2) Temettu’ haccı yapmak maksadıyla umre ihramına girenler. 3) Bu sınıfın yaptığı hac çeşidine de “ifrad haccı” denir. Bunlar sadece hac yap- mak niyeti ile ihrama giren kişilerdir. 4) Bu son sınıf ise, tek bir ihram ile hem hacca hem de umreye niyetlenen hacı adaylarıdır. Dolayısıyla tek ihram ile yaptıkları bu hac çeşidine de “kıran haccı” de- nir.382 İhram’a girmeden önce güzel bir abdest alınır. Gusletme imkânı olduğu takdirde gusledilir. Nafile namaz kılmak için mekruh olan vakitlerin dışında bir vakitte ihrama girildiği takdirde, iki rekât ihram namazı kılınır. Birinci rekâtta Fatiha’nın akabinde Kâfirûn Sûresi, ikinci rekâtta da İhlâs Sûresi okunur.383 Mekke’de ikamet eden veya ihramını çıkarıp hac için tekrar ihram’a girmek is- teyenlerin, terviye günü (zilhiccenin 8. günü), oturdukları yerlerde ihrama girmeleri müstehaptır. Çünkü efendimiz, “Abtah”da ikamet etmiş ve oradan ihrama girmiştir. Sahabe’ye, ihram giymek için Mescid-i Haram ve Altınoluk’a gitmelerini emretmemiş- tir.384 ”lafzı üç âyette de, ihramlı iken avlanma konusu ile ile ilgilidir. “Hurum ” ح رم“ sözcüğü, “haram” kelimesinin cemisidir. “Muhrîm” ise, ihram giymiş olan kimsedir. Harem’de ya da Harem’in dışında olması arasında bir fark yoktur. “Sayd” lafzına gelin- ce, eti yenen yenmeyen bütün hayvanları ihtiva etmekle beraber, örfün kullanımında bu kelime, genellikle eti yenen hayvanlar için kullanılagelmiştir.385 Elmalılı, lafızla ilgili şunları söylemektedir: “ َّص يِد َوأَن ت م ح ر م ِّلي ال ِ ,Yani siz :” َغ يَر مِح hayvanları öldürme işleminin serbest olmadığı, avlanma ve avın etini yemekten men 382 et-Tahâvî, a.g.e., s.141. 383 Haci Mehmed Zihnî, El-Muhtasarât: Temizlik ve İbâdetler, 2. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 1957, s. 173. 384 Bâz, Abdülazîz b. Abdillâh b. Abdirrahmân Âli (ö. 1999), Kuran ve Sünnetin Işığında: Hac, Umre ve Ziyaretle İlgili Çoğu Meselelerin Tahkik ve İzahı, Riyad: y.y., 2001, s. 39. 385 Yazır, a.g.e., C. III, s. 342. 102 edilmişsiniz. Fakat bu yasak durumun dahi, akitlere olan bağlılığın faydalarından biri olarak, Allah sizi et yeme nimetinden mahrum etmedi. Çünkü siz ihramlı olduğunuz halde, başkalarının - av olmamak kaydıyla - kestiklerinden yiyebilirsiniz. Bu ferahlık ve ruhsat durumu, aranızdaki akitlerin, alışveriş ve hibelerin yararlarındandır. Artık siz de akitlerinize sadık kalınız.386 Söz konusu geçici haramlık durumu, bir yönüyle, kulun Allah ile olan akdidir. Kul şayet Allah’tan, akdinin dünyevî ve uhrevi karşılığını almak istiyorsa bu av yasağı- nı hiçbir şekilde delmeyecektir. Elmalılı’ya göre, “ ِّر ِّرَم َعَل ي ك م َص ي د ا لَب ِ َّل َل ك م َص ي د ا لَب حرِ َو َطَعا م ه ... َو ح Yani ihram : ” أ ِح halinde, yasak kılınan avlanma, deniz avlarıyla ilgili değil, karada yaşayan hayvanlarla ilgilidir. Burada bahsi geçen av, kara hayvanları için kullanılan, “behime-i enâm”a bir işarettir. Aslında aklı olmayan her hayvan için kullanılan bu tabir, sonraları daha çok, kara ve deniz hayvanlarının dört ayaklıları için, özel olarak kullanılmaya başlanmıştır. Burada geçen “ behâim ” kelimesi mutlak manada bütünü kapsamamaktadır. Bilakîs, karada ve denizde yaşamını sürdüren dört ayaklı hayvanlar anlamında kullanılmıştır.387 İnsanın dikkatini celbeden bir durumdur ki, deniz avının helal kılınması ile ilgili cümlenin akabinde “َو َطَعا م ه ” lafzı gelmişken, kara hayvanlarının yasaklandığı yerde, söz konusu kelime geçmemektedir. Bunun manası, ihramlı kimse kara avı avlayamadığı gibi hayvan da kesemez. Fakat, ihramlı kişi avı işaret etme ya da avlama emrini verme- mek kaydıyla, ihramlı olmayan birinin kestiği ve avladığı hayvanın etinden yiyebilir. Deniz hayvanlarına gelince; hem avlanması, hem de yenmesi ihramlı için de helaldir.388 ِ ر ,deniz avı” lafzında, âlimler ihtilaf etmişlerdir. İmam Ahmed’e göre “ : َص ي د ا لَب ح kurbağa ve timsah dışında, denizdeki her şey yenir. Ebu Hanife ve Sevriye göre ise, sadece balık mübahtır. İmam Malik ve İbn Ebi Leyla da denizdeki, kurbağa vb. hayvan- lar da mubahtır, demişlerdir. َوَطَعا م ه : “Denizin taamı (yemeği)” kelimesinde ise üç görüş nakledilmiştir: Birincisi: Ebu Bekir, İbn Ömer, Katade ve Ebu Eyyub’a göre, öldükten sonra, denizin dışarıya attığı şeylerdir. 386 a.g.e., C. III, s. 144. 387 a.yer., C. III, s. 144. 388 a.g.e., C. III, s. 343. 103 İkincisi: Said b. Museyyeb, Süddi ve Said bin Cübeyr’e göre de deniz yemekleri- nin salamurasıdır. Üçüncüsü ise: Zeccac’ın görüşüdür. Bunlar, deniz suyu ile sulanıp, karada yeti- şenlerdir. Deniz taamı sayılması, onun suyu ile yetişmesi anlamındadır, demektedir. Yi- ne “ َمَتاًعا ” kelimesinde de bazı farklı görüşler varid olmuştur. İbn Abbas, Katade ve Hasen’e göre, “menfaat” anlamındadır. Nehâi ise, “helal olanlar” şeklinde yorumlamak- tadır.389 Haccın yasakları, genel itibariyle üçe ayrılır: a) Giyim şekli b) Cinsi Münasebet c) Avlanma ile ilgili konulardır. Bu yasakları işleyen hacı adayına lazım olan keffaret, bazen kurban, bazen sadaka bazen de, oruç olarak te- rettüp edebilir. Yasak işlerden olan cinsi münasebet ise, bazen haccın ifsadına bile ne- den olabilir.390 Hastalık, rahatsız olmak vb. bir nedenden dolayı ihram yasaklarını kaldıran ruh- satı kullanmak isteyenlerin vereceği keffarete gelince, Müfessirlerin, tabiin ve saha- be’den naklettiği rivayetlere göre; bu keffaret, üç gün oruç tutmak ya da altı yoksulun her birine, birer günlük yiyecek vermek veya bir koyunu boğazlayıp, etini de fakirlere tasadduk etmekten ibarettir.391 İhramlı iken avlanma konusunda ise üç görüş vardır: 1) Hac ve umre ihramında bulunurken avlanan kişi, bunu kasten yapan kişi gibidir. Bu, Hz. Ömer, Osman ve aynı zamanda, Cumhurun da sözüdür. 2) Harem’de bulunduğunuz esnadaki avlanma, kaste- dilmektedir. 3) Her iki görüşü cem’ eden görüştür.392 2) Tavaf Sözlükte: “Bir şeyin etrafında dolaşmak, dönmek” anlamına gelen tavâf, Terim olarak ise: “Kâbe’yi sol tarafa alarak, hacerülesved taşının hizasından başlayıp Kâbe’nin etrafında dolaşmaktır.” Her bir dönüş “şavt” olarak adlandırılır . Yedi şavt ise “tavaf” 389 el-Cevzî, a.g.e, C. II, s. 120-121. 390 Salim Öğüt,“Hac”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diya- net Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. XIV, s. 391. 391 Derveze, a.g.e, C. V, s. 205. 392 el-Cevzî, a.g.e., C. II, s. 117. 104 olarak isimlendirilir.393 Bütün şavtlar, Hacerü’l-Esved’den başlar ve orada da nihayete erer. Hacerü’l-Esved’e gelindiğinde, istilâm (selamlama) yapılır. Bu bütün şavtlar için ayrı ayrı tekrar edilir.394 Ali Şeriati, tavaf’ı değişik bir bakış açısıyla, şöyle tasvir etmektedir: “İhram gi- yip Mekke’den çıkıyorsun. Doğuya taraf dönüyorsun, Arafat’tan Kâbe’ye geri dönme- den önce, Meş’ar’da, sonrasında Mina’da durman gerekir. Ama görünceye dek gitmen gerekir. Kâbe’den öteye, yolun sonuna yürüyeceksin. Asıl olmayan, ara bekleme yerle- rinde mola verme; birinci, ikinci ve üçüncü durak şeklindeki ara duraklarda, durmak makul ve mantıklı gelebilir. Bunlar meslek olarak çalışan, öğretmenlerin, vaiz ve mür- şitlerin soğuk nasihatleridir. Bunlar inşa edilmiş, geleneksel düzenin çarkları ve menfaa- ti önceleyen öğretileridir. Topunu (hepsini) Mekke ihramında iken at ve hemen oradan uzaklaş…”395 “O zaman toplum ile bir olmalı, tavaf eden insanlar arasında yokluğa karışmalı- sın. Halkta fena olmakla ancak insanlarda bekayı bulabilirsin. Çünkü Allah’a varan yol- lara, insanlardan gidiliyor. O halde, şu kalabalık insanlık girdabında boğulmalısın…”396 “Tavaf” sözcüğü Kur’an’da bulunmamaktadır. Ancak Kâbe’nin tavaf edilmesi hakkında müzâri fiil formunda 1 kere: َّو فوا ِبا لَب يِت ا لَعِتي ِق " َّط َّم لَي ق ضوا َتَفَل ه م َو ل يو فوا ن ذوَر ه م َو لَي " ث Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler.397 Safa ve Merve’nin Sa’y’ini anlatan ve yine müzâri fiil kalıbında 1 kere: َلل َشاِك ر َعِلي م " ِّ َّن ا َّوَع َخ يًرا َفِإ َّوَف ِبِهَما َوَمن َتَط َّط " َفَلَ جَناَح َعَل يِه أَن َي “… onları ( safa ve merve) da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.398 Bu 393 Salim Öğüt,“Tavaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2011, C. XL, s. 178. 394 Zihnî, El-Muhtasarât: Temizlik ve İbâdetler, s. 175. 395 Ali Şeriati, Hac, trc. Ejder Okumuş, ed. Hicabi Kırlangıç, Derya Örs, tas. Enver Arpa, Murat Demir- kol, Cahit Ezerbolatoğlu, 10. b., Ankara: Fecr Yayınları, 2017, s. 91. 396 a.g.e., s. 59. 397 el-Hac, 22/29. 398 el-Bakara, 2/158. 105 âyet “sa’y” ile ilgili olduğu için, “sa’y” başlığı altında ele alacağız. “Tavaf” lafzı geçtiği için de burada yer vermiş olduk. Yine Kâbe’yi tavaf edenler hakkında ism-i fâil formatında 2 kere: ِّهَرا ِ َّمَقاِم ِإ بَراِهيَم مَص لى َوَعِه دَنا ِإَلى ِإ بَراِهيَم َوِإ سَماِعي َل أَن َط َّتِخ ذو ا ِمن َّناِس َوأ َمنًا َوا ِلِّل "َوِإ ذ َجَع لَنا ا لَب يَت َمَلاَبًة ُّس جودِ " َّكِع ال ُّر َّطاِئِفيَن َوا لَعاِكِفيَن َوال َب يِتَي ِلل “Biz, Beyt'i (Kâbe'yi), insanlara toplanma yeri ve güvenli bir mekân kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmai- l'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.”399 ُّس جودِ " َّ كِع ال ُّر َّطاِئِفيَن َوا لَقائِ ِميَن َوال ِّه ر َب يِتَي ِلل ِ َّل ت شِر ك ِبي َش يًئا َوَط ِإِل بَراِهيَم َمَكاَن ا لَب يِت أَن َّو أَنا " َوِإ ذ َب “Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.”400 3) Sa’y “Sa’y” kelimesi sözlükte: “çalışmak, koşmak ve yürümek” gibi manalara gelir. Istılah manası ise: “Hac ve umre tavafından sonra Safâ tepesinden başlayarak dördü gidiş, üçü geliş olmak şeklinde Safâ ile Merve tepeleri arasında toplamda yedi defa gi- dip gelmeyi ifade eder.”401 Sa’y kelimesi lafız olarak Kur’an’da bulunmamaktadır. Fakat bu kavramın ibadet alanındaki manası, (Bakara, 2/158) âyetindeki “tavaf” sözcüğüyle ifade edilmektedir. Yine aynı âyetteki “Safâ ve Merve” kelimeleri bağlamında, tefsirlerde detaylı bir şekil- de anlatılmaktadır. Söz konusu âyetin, baş tarafında gelen, Safâ ve Merve kelimeleri “tavaf” kelimesi zikredilmeksizin gelmiştir. Bunun sebebi ise muhatapların bunu bilme- si ile ilgilidir.402 399 el-Bakara, 2/125. 400 el-Hac, 22/26. 401 Salim Öğüt, “Sa’y”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Di- yanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, C. 36., s. 206. 402 es-Sa’lebî, a.g.e., C. II, s. 25. 106 Hadislerdeki geçtiği yerler hakkında bilgi edinmek için concordan’te,“sa’y” maddesine baktığımızda, hadislerde bu kavramın daha çok terim manasıyla yer aldığını görmekteyiz.403 Hz. İbrahim, Hz. Hâcer annemiz ile oğlu İsmail’i ekin bitmeyen çölde bıraktı- ğında, kısa sürede yanlarındaki su tükeniverdi. Hz. Hâcer bir anne şefkatiyle su aramaya çıktı. Bu çaba ve ısrardan sonra zemzem suyu fışkırdı. Bizler de Hz. Hâcer’deki bu an- nelik ruhuna ve şefkatine saygının da bir ifadesi olarak O’nun koştuğu yönlere doğru koşar ve aynı adımları aynı mekânlarda atmaya devam ederiz.404 Sa’y’e, Safa’dan başlamak demek, insanları safî bir muhabbetle sevebilmeyi, Merve’de bitirme ise, bütün insanlığın mürüvvetini arzu etme ile onların hatalarını ve eksiklerini yüzlerine söylememeyi temsil eder.405 Aynı zamanda, Safâ ve Merve, Hacı- ların, güzel niyetlerle başlamış oldukları hac ibadetini, samimi amellerle süsleyerek saf- laşmış ve berraklaşmış olan halet-i ruhiyelerinin bir sembolü ve remzidir.406 Sa’y, koşmanın, atılmanın ve hedef sahibi olmanın adıdır. Arayış ile hemhal olmuş bir harekettir. Tavaf’ta, Hacer’i temsil ediyorsun. Makam-ı İbrahim’de, hem İb- rahim hem İsmail rollerine büründün. Şimdi tekrar Hâcerin rolüne geri rücu’ ediyorsun. Çünkü Sa’y yapmaya başladın. Burada bütün unvanlar, meşrebler, egolar ve dünyevi üstünlükler zail olur. Çünkü burada şahıslar söz konusu değil. İsmail de yok Hacer de yok, sadece kelimeler ve semboller dünyasında saklıdırlar. Çünkü varlığını koruyan her şey, hareket ve sebat; insanlık ve ulûhiyet… Evren de zaten bundan ibarettir aslında.407 Safa ve Merve Mekke şehrinde, eskiden açık bir alanda iken, günümüzde revak- lar altına alınmış, Kâbe’nin yakınındaki iki tepeciktir. İki tepe arasındaki mesafe yakla- şık olarak 500 metredir.408 Efendimiz, Safa ve Merve arasında bizzat kendisi Sa’y yaparak, ümmetine örnek olmuştur. Böylece haccın menasikleri konusunda, ümmetini bilgilendirme görevini de eda etmiştir. Nasıl ki haccın farziyyeti ile ilgili ümmetin icma’sı oluşmuşsa Safa ve Merve arasındaki “sa’y” için de aynı şekilde, ümmet icma’ etmiştir. Nasıl ki, Ka’be’yi 403 Arent. J. Wensınck (ö. 1939), “Sa’y”, el-Mu’cemu’l-Müfehres li el-Fâzı’l-Hadisi’n-Nebeviyye, I-VIII, London: Mektebetû Berîl, 1936, C. II, ss. 465-466. 404 Hamidullah, a.g.e., s. 119-120. 405 Mehmet Kantarcı, Gönlümdeki Hac, 3. b., red. Mehmet Emin Ay, Bursa: Furkan Ofset, 2004, s. 62. 406 Beheşti, a.g.e., s. 137. 407 Şeriati, a.g.e., s. 71-72. 408Talât Koçyiğit, İsmail Cerraoğlu, a.g.e., C. I, s. 275. 107 tavaf etmeyen kişi, herhangi bir keffaret veya fidye vererek bunu telafi edemiyorsa; Safâ Merve arasındaki “sa’y” da bu konuda Kâbe’yi tavaf etmek gibidir. Bunu yapma- yanlar sadece yeni bir “sa’y” yaparak ancak bunu telafi edebilirler.409 Bu İmamı Şafiinin görüşüdür. Bir rivayete göre İmam Ahmed b. Hanbel ve meşhur bir nakle göre İmam Malik de bu görüş üzerindedir. Ebû Hanife, Süfyan-ı Sevri, İbn Sirin ve Şa’bi de, müs- tehap olduğu görüşündedirler.410 Mukâtil, âyetin nüzul sebebi olarak şunları bildirmektedir: Kureyş kabilesine akraba olan ve el- Hums olarak bilinen; Kinâne, Huzâ’a ve Âmir b. Sa’sa’dan müteşek- kil kabileler, Safâ ve Merve’nin, ‘Allah’ın şiârlarından olmadığı’ söyleminde bulunmuş- lardı. Çünkü cahiliye döneminde, genel olarak Safâ ve Merve üzerinde sırasıyla “Naîle” ve “İsâf” adında iki putun varlığından, Araplar bu arayı tavaf etmiyor ve bunu yapmanın vebal olduğunu düşünüyorlardı.411 Nitekim Ensar da: “Bu ikisi arasındaki yürüme cahi- liyye adetlerindendir”, demişlerdi. Allah da, bu âyeti kerimeyle Safâ ve Mervenin Al- lah’ın nişanelerinden olduğunu beyan buyurmuşlardır.412 Kurtubî de, benzer nüzul sebeplerini, hadislerde geçen ve daha özel bir iki olayı naklederek anlatıyor: Buhârî Âsım b. Süleyman’dan rivayet etmiştir ki: “Enes b. Ma- lik’e, Safâ ve Merve ile ilgili soru sordum. Şöyle dedi: Biz bunların arasında tavaf et- menin cahiliyye işlerinden olduğunu düşünüyorduk. İslâm gelince onlardan uzak dur- duk.” Yine Tirmizînin rivayet ettiği hadiste de Urve şöyle demiş: “Ben Aişe’ye şöyle dedim: “ Safâ ile Merve arasını tavaf etmeyen herhangi bir insanın aleyhine bir şey ol- duğunu düşünmüyorum. İkisi arasında tavâf yapmamaya da aldırmıyorum.” Bana şöyle dedi: “ Kız kardeşimin oğlu, ne kadar kötü bir söz söyledin. Rasülullah (s.a.v) da Müs- lümanlar da tavaf ettiler…” Bunun üzerine Allah (c.c): “Her kim Beyt’i hacceder, ya da umre yaparsa Onlar arasında tavafta bulunmasında, kendisi için bir vebal yoktur.” âye- tini inzal buyurdu.413 Beydâvî bu konuda şu bilgileri aktarmaktadır: Cahiliye Arapları, hac için sa’y yaptıkları zaman, İsaf ve Naile putlarını meshettiklerini söylemektedirler. İslâm dini 409 et-Taberî, a.g.e., C. I, s. 228. 410 İbn Kesîr, a.g.e., C. I, s. 605. 411 Mukâtil, a.g.e., C. I,s. 141. 412 Mücâhid, a.g.e., C. I, s. 92. 413 el-Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (v.671/1273), el-Câmi’ li- Ahkâmi’l- Kur’ân, I-XX, 2. b., Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1384/1964, C. II, s. 178. 108 gelip putları ortadan kaldırınca; Müslümanlar, Safâ ile Merve arasında tavaf yapmaktan çekindiler.414 el-Cessâs Ahkâmü’l-Kur’an’da, Sa’y’in hükmüne ilişkin verdiği bazı bilgilerde; İbn Zübeyr’in, “Safâ ve Merve arasını tavaf etmenin isteğe bağlı olduğunu” ve Müca- hid’in, “kim bu tavafı terkederse ona bir yaptırım yoktur” sözlerini naklettikten sonra, âlimler arasında bu konuda ihtilafın oluştuğunu söylemektedir. Ama kendilerinin, Malik ve Sevrî’nin; Sa’yin hacda da, umrede de vacip olduğu görüşünde olduklarını ve terki- nin dem gerektirdiğini beyan eder. İmam-ı Şafii de dem (küçükbaş kurban) gerekmedi- ğini, fakat dönüp onu tekrar yapması gerektiğini ifade etmektedir.415 Süleyman Ateş’e göre ise Sa’y, Hanbelî ve Şafii’lere göre farz iken, Hanefiler’de vacib kabul edilmiştir. Bunun sebebi “günah yoktur” ifadesinin mendubiyet ifade ettiği ile ilgilidir. Sa’y tavafının farz olduğunu bildiren hadisler olduğu için de, Hanefiler, “vacip” olduğuna hükmetmişlerdir. Kurtubî, tefsirinde geçen bazı rivayetlerde: Abdul- lah İbn Mes’ud’un ve Enes bin Malik’in bu âyeti “َّوَف ِبِهَما َّط olarak değil ”َفَلَ جَناَح َعَل يِه أَن َي de َّوَف ِبِهَما َّط -Hac ve umre yapanların Safâ, Merve tavafını yapmamala “ : َفَلَ جَناَح َعَل يِه أَ لَّ َي rında bir günah yoktur” anlamına gelecek şekilde okuduklarını söylemektedir. Nitekim, Abdullah b. Abbasın rivayetinde, Übeyy’in mushafında da aynı şekilde yazıldığı bildi- rilmektedir.416 4) Arafat’ta vakfe Lügat anlamı itibariyle Vakfe: “durmak, ayakta durmak, bir yerde bekleme” an- lamına gelmektedir. Terim manası ise: “Hac ibadetini eda eden kimsenin, belirli mekânlarda, belli bir süre beklemesi” demektir. Vakfenin eda edildiği alanlara da “mevkıf” denir.417 Arafat, tanımak manasına gelen “marifet” mastarından türetilmiştir. Ucu bucağı olmayan bir ova, insanların dua ve tazarruda bulunduğu bir alan, kalabalığın içinde, Allah ile yalnız kalınan bir zemin…Sadece tanışma değil, aynı zamanda bir buluşma 414 el-Beyzâvî, a.g.e., C. I, s. 115. 415 el-Cessâs, Ahmed b. Ali, Ebû Bekr er-Râzî el-Hanefî (ö. 370/980), Ahkâmü’l-Kur’ân, I-V, thk. Mu- hammed Sadık Kamhâvi, 2. b., Lübnan: Darü’l Mushâf, C. I, ty. s. 118. 416 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. I, s. 233-234. 417 Menderes Gürkan,“Vakfe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Tür- kiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 463. 109 mekânıdır.418 Ebû’s-Suûd’a göre, “a’refe” kökünden türemiş olmakla beraber, bazı dil- ciler “ârif” kelimesinin düzensiz çoğuludur, bilgisini de aktarmışlardır. Arafat, takriben, Mekke’nin 25 km kadar güneydoğusunda kalmaktadır. Yürüme mesafesi olarak yakla- şık, altı saat sürmektedir. Burası aynı zamanda, Harem bölgesinin de dışında kalan bir bölgedir. “Cebel-i Rahme” isimli tepe de burada bulunmaktadır.419 “Arafat”, vakfe yapılan yerdir. Çoğul olarak isme dönüşmüş ve özel bir ad ol- muştur. Bu isim ile müsemma olma nedeni ile ilgili bazı görüşler rivayet edilmiştir: 1) Hz. İbrahim için bir tanınma sebebidir ki, çünkü O (a.s), orada bu taşı görün- ce tanımış. Böylece “tanıma” ve “bilme” anlamındaki bu ismi almıştır. 2) Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın birbirilerini görüp tanıdıkları (Arefe) yer olma- sı420 anlamında, “Arafat” denmiştir.421 Arafat’ta biraraya gelen Âdem (a.s) ile Havva’nın torunları da, tıpkı onlar gibi Arafat’ta, Allah’a minnet ve şükranlarını arz ederek günahlarından tevbe ederek gele- ceklerinin hayırlı olması için dua ve niyazda bulunurlar. İlahi varlıkta fani olup nefisle- rini unutmak için Allah’a yönelirler.422 Onların yakarışlarındaki icabeti hissederek dua- larının kabulü ve günahlarının affı için umutlanırlar. Arafat, Kuran-ı kerimde sadece bir kere Bakara 2/198.423 âyet-i kerîmede yer almaktadır. Efendimiz’in (s.a.v): “Hac Arafat’tır”424 hadis-i şerifi, Arafat vakfesinin öne- mini net olarak ifade etmektedir. Bu hadis-i şerif aynı zamanda, Arafat vakfesinin bütün mezheplerde rükün olarak algılanmasına vesile ve delil olmuştur. Bütün mezheplerin ittifak ettiği bir diğer husus ise, bir an olsa dahi, Arafat Vakfesinin yapıldığı zaman di- limi içerisinde, orada bulunmayan kişinin haccının ifsad olmasıdır.425 418 Kantarcı, a.g.e., s. 41. 419 Ebû’s-Suûd, a.g.e., C. II, s. 556-557. 420 Hamidullah, a.g.e, s.117. 421 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. I, s. 565. 422 Hamidullah, a.g.e., s. 117. 423 Abdülbâkî, a.g.e., s. 563. 424 Ebû Davud, “Menâsik”, 6. 425 Abdullah Boks,“Arafat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, C. III, s. 262. 110 Arafat vakfesi, zilhiccenin dokuzuncu gününde yapılmaktadır.426 Güneşin zeva- linden sonra başlayan vakfe, diğer günün şafak vaktine değin sürer. Asıl itibariyle sün- nete muvafık olan uygulama, hacıların vakfe yerine zevalden sonra girmesidir. Günü- müzdeki şartların getirdiği mecburi değişiklik sebebiyle, hacılar zilhiccenin 8. Günü Arafat’a intikal edip bir geceyi orada geçirirler. Güneş batıncaya kadar Arafat’ta bekle- mek ise vaciptir. Daha sonra Müzdelifeye doğru yola çıkılır.427 Cahiliye dönemi Arapları nezdinde, Arafat ile Müzdelife vakfesi, haccın bir par- çası kabul edilse dahi, Kureyş ve onlara bağlı Kinane, Huzâa gibi bazı kabileler, Harem ehl-i oldukları, ayrıcalıklı oldukları iddiasıyla, İbrahimî Arafat Vakfesi geleneğini ter- kederek, Müzdelife’de vakfe ile yetinmişlerdi. Hz. Peygamber, Kureyş’e mensup oldu- ğu halde, Hz. İbrahim’den tevarüs eden gelenekten ayrılmadı. Veda haccı esnasında, Mina’da sabah namazını kılan efendimiz, vakfe için yola çıktı. Araplar Hz. Peygambe- rin Müzdelife’de vakfe yapacağını tahmin ediyorlardı. Fakat, Peygamberimiz Müzdeli- fe’de durmadan, direk Arafat’a çıkarak orada vakfe yapmıştır.428 5) Müzdelife’de (Meş’ar-i Harâm) vakfe Arafatta güneş battı. Artık sen de git, Arafat bile gidecek. Çünkü Arafat geceye sabredemez. Karanlık Arafat’ı yutar ve öldürür. Onun için sen de durma güneş gidince, hareket et. Bak insanlar da gitmiş. Uzun molalara izin yok, sadece duraklamak ve hare- ket. İkamet etmek ve durmak mı? Asla! Vakfe dediğin yarım gün ve bir geceden ibaret, bir günün üçte ikisi, işte bu kadar!429 Müzdelife, Arafat ile Mina arasında kalan bölgenin adıdır. Harem sınırları içeri- sindedir. “ Muhassir vadisi dışındaki tüm yerler, vakfe mekânıdır.”(el-Muvatta, “Hac”, 166-167) hadis-i şerifi, muhassir vadisisinin dışındaki her yerin vakfe alanı sayılmasına vesile olmuştur.430 Bu kavram Kur’an’da bir defa, Bakara, 2/ 198. âyetinde geçmektedir. “ Ara- fat’tan Müdelife’ye akın ettiğiniz vakit, Meş’ar-i Harâm’da Allah’ı zikredin… ” âyeti 426 Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Reşîd Rızâ, a.g.e., C. II, s. 318. 427 Boks, a.g.md., C. III, s. 262-263. 428 Gürkan, a.g.md., C. 43, s. 463. 429 Şeriati, a.g.e., s. 100-101. 430 Gürkan, a.g.md., C. 42, s. 465. 111 ile Hz. Peygamberin: “ Müzdelifede vakfe yapmayanın, haccının tamamlanmış olmaya- cağını” ifade eden hadis, aynı zamanda bu vakfenin meşruiyetini de ifade etmektedir.431 Müzdelife olarak da isimlendirilen “Meş’ar” kelimesi, belli bir mekân ve nokta anlamına geldiği gibi; ibadet yerlerinin belirlendiği mekânlar anlamında olup nirengi noktası demektir. “Haram” adı ile bir arada gelme sebebi ise bu mekânların kutsallığı ile ilgilidir. Ayrıca, Hz. Âdem ile Hz. Hava burada cinsi münasebette bulunduğundan, na- mazlar orada cem’ edildiğinden veya burada yapılan vakfe ile Allah’a yaklaşma söz konusu olduğundan burası “cem’ ” olarak da isimlendirilmiştir.432 Süleyman Ateş’e göre; Meş’ar-i Harâm, Müzdelife’de bir mekân’a verilen isim- dir. Müzdelife ise; Mina ile Arafat arasında kalan bölgenin genel adıdır. Hacılar Arafat ovasındaki vakfeyi gerçekleştirmenin akabinde, müzdelife’ye akın ederler ve sabah na- mazını da buradaki “Meş’ar-i Harâm” denilen yerde kılarlar.433 İzzet Derveze’ye göre ise, “Meş’ar’in”, her dinin ritüellerini icra ettiği yer, anla- mına geldiğini, “Meş’ar-i Harâm’ın” da İslam için aynı anlamı ifade ettiğini, buranın da Arafat ile Mina arasındaki “Müzdelife” adıyla anılan mekân olduğunu söylemektedir.434 Sâbûnî, âyet’in (Bakara, 2/ 198) nüzul sebebi olarak Vâhidî’den, Hz. Âişe’nin bu konudaki rivayetini aktarmaktadır: Kureyşliler kendileriyle dindaş olanlarla beraber Vakfe’yi Müzdelife’de gerçekleştiriyorlardı. Çok dindar olduklarını düşünmeleri nede- niyle de kendilerine “Hums” adı verilmişti. Diğer Araplar ise Vakfe’lerini, Arafat’ta yapıyorlardı. Onun için Yüce Allah: َّرِحي م " َلل َغ فو ر ِّ َّن ا َلل ِإ ِّ َّنا س َوا سَت غِف رو ا ا َّم أَِفي ضو ا ِم ن َح ي ث أََفاَض ال " ث “Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden (Arafat) siz de akın. Allah'tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir.” âyetini indirdi. Allah bu âyette kureyşe hitab etmektedir: Yani, siz de insanların aktığı yer olan Arafat’tan inin, Müzdelifeden değil. Aynı zamanda, âyetin, Müslümanlar arasındaki ikiliği ortadan kaldırıp eşitlik ve adalet kavramına vurgu hikmeti taşıması da son derece önemli ve isabetlidir.435 6) Remy-i Cimâr (Cemre) 431 Gürkan, a.g.md., C. 42, s. 465. 432 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. I, s. 566. 433 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. I, s. 289. 434 Derveze, a.g.e, C. V, s. 208. 435 Derveze, a.g.e, C. V, s. 212; es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, C. I, s. 116. 112 Düz bir çizgi şeklinde sıralanmış üç adet karargâh, kimi sütundan bir anı, kimi heykel, kimi de sembolik bir put… İlk puta ulaştığında, vurma, devam et! İkincisine gelince sakın vurma, geç! Üçüncüye vardın mı da sakın geçeyim deme, vur! Yani ilk hamlede sonuncuyu vur! Vurdun mu? ... Öyleyse savaş son buldu. Sonuncu düştü. Artık birinci ve ikincinin dizlerinin feri çözüldü. Ayakta kalma şansları kalmadı. Önünde bir tek iş kaldı: Kurban! Artık fethi haykır.436 İbn Manzûr’a göre, ا ل َج م ر : “ Kor ateş parçası” anlamına gelir. Tekili ise, “جَ م رَ ة ” kelimesidir. الَج مَرة : “Çakıl taşı, küçük taş ve başkasıyla asla ittifak etmeyen, tek başına diğer kabilelerle mücadele eden kavim” anlamlarına gelir ve şeytan taşlama manasında- ki “َجَمَرات”: “Mekke’de atılan küçük taşlar” sözcüğünün de tekilidir.437 Remy-i Cimar, cemrelere küçük taşlar atmaktır. Bu cemreler arası uzaklık, bir ok atma mesafesindedir. Sıralamaları ise şöyledir. 1) Akabe ya da Büyük Cemre (Büyük Şeytan) 2) Orta Cemre 3) Küçük Cemre (Küçük Şeytan) Kim eğer bayramın birinci gününden sonra, vatanına dönme acelesiyle iki günde, yani bayramın 3. gününde menasiklerini bitirirse, onun için bir günah söz konusu değil- dir. Eğer orada kalıp bayramın 4. gününde, zevalden önce, ya da sonra şeytan taşlamayı yaparsa geri kalana da, geri kaldığı için bir yaptırım yoktur. Şafiiye göre, dördüncü gün, sadece zevalden sonra cemrelere taş atmasında bir günah yoktur. Muhayyerlik, ikinci durumun daha faziletli olmasını da engellemez. Burada iki durumdan birini seçene “gü- nah yoktur” denilme hikmeti ise, cahiliyye zamanında, bu konuda acele edenlerle geç kalanlar arasındaki üstünlük davasının reddi içindir.438 Bayramın birinci günü, Büyük Şeytan’a (Akabe Cemresi) yedi taş atılır. İkinci günde ise, Küçük Cemre’den başlamak şartıyla her bir şeytana yedişer olmak üzere 21 taş atılır. Üçüncü ve dördüncü günde, ikinci günkü şekliyle devam edilir. Neticede atı- lan taş sayısı, dördüncü günün sonunda, yetmişe tamamlanır.439 Acelesi olmayan kişiler, 436 Şeriati, a.g.e., s. 128-129. 437 İbn Manzûr, a.g.e., C. I, s. 674-676: el- Cevherî, a.g.e., C. II, s. 617. 438 Ebû’s-Suûd, a.g.e., C. II, s. 562. 439 Algül, vd., a.g.e., C. I, s. 539. 113 üçüncü günde de ikinci gün gibi devam ederler. Ama diğerleri, isterlerse ikinci gün dö- nebilirler.440 Kur’ân’da, genelde bu konu ile ilgili bilgiler, Saffat sûresi 99-113. âyetlerinin tefsirlerinde geçmektedir.441 İbn Abbas şöyle demiştir: İbrahim, oğlunu kurban etme ile ilgili rüyayı görünce Akabe Cemresi civarında, şeytan ona göründü. Hz. İbrahim, ona yedi adet küçük taş attı ve şeytan onun peşini bıraktı. Ondan sonra, Orta cemre yakınlarında bir yerde ona gö- ründü. Ona yedi taş atınca tekrar kaybolup gitti. Hz.İbrahim yoluna devam ederken şey- tan son cemrede, üçüncü kere tekrar görününce yine ona yedi taş attı. Bu son taşlama- dan sonra, şeytan onu bırakıp gitti ve bir daha ona görünmedi. Hz. İbrahim daha sonra, gördüğü rüyayı emir telakki ederek görevini yapmaya koyuldu. İbn Abbas, İbn Ömer vd… kıssadaki kesme işleminin Mekke’de, Makam-ı İbrahim’in yakınında veya Mi- na’daki cemrelerin yakınında gerçekleştiğini söylemişlerdir. Said b. Cübeyr, Hz. İbra- him’in, Minada bulunan “Sebir Tepesi”nin aşağısındaki kaya üzerinde, bu işlemi yaptı- ğını söylemektedir. 442 Hacılar, bu samimi ve terbiye edici hatıra ile eğitilmektedirler. Ama taş atarken, taşın hep şeytanın sütunlarına çarpmasına özen gösteriyor; bize değmemesi için de aza- mi dikkat ediyoruz. Oysa bizden kaynaklanan ameller, şeytani işlerin hammaddesidir. Öyleyse hava ile yer arasında şeytanı taşlamadan önce, şeytanın bize ulaştığı yolları, kapıları, bacayı ve uçurumları kapatmamız gerekir.443 Haccın önemli nüsükleri hitama erdiğinde, sıra kazanılan erdemleri koruma ve ne pahasına olursa olsun, onları yitirmeme antlaşmasına gelir. Şeytana attığı her taş, ahdini tekrarlama ve sözünde ciddiyet göstergesi anlamına gelir. Hele bu işlemin farklı günler- de yapılması, sanki “ görüyorsun ve biliyorsun Allah’ım, bugün verdiğim sözün gereği- ni ıspatlamak ve şeytanı hayatımdan kovmak için ellerimde küçücük taşlarımla yine geldim” diyerek, Hz. İbrahim gibi iddiasına sahip çıkar ve asla pes etmez. İbn Cüreyc gibi bazı âlimler de, bu kurban etme işleminin şam da gerçekleştiğini iddia etmektedirler. Müfessirler, İbn Abbas’ın: “Nefsim kudreti elinde olan Allah’a ye- min ederim ki, İslâm’ın ilk dönemlerinde, şu koçun başını, Kâbe’nin oluğuna boynuzla- 440 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. I, s. 289-290. 441 Derveze, a.g.e., C.V, s. 214. 442 el-Kurtubî, a.g.e., C. XV, s. 105-106. 443 Beheşti, a.g.e., s. 136. 114 rından asılmış bir halde gördüm, kurumuştu.” şeklindeki bir rivayetine ise, “söz konusu koçun başının, Şam’dan Mekke’ye getirilmiş olabileceği ihtimal dâhilindedir”, şeklinde yorum getirmişlerdir.444 Bazı müfessirler445 ve Yahudiler de, bunun bir koç olduğunu söylemişlerdir. Fakat bazı âlimler bunun koç olmadığını, aksine “Sebir Dağı”ndan geti- rilen bir dağ keçisi olduğunu, iddia etmişlerdir.446 Şeytan taşlama menasikinin tarihî arka bahçesi ile ilgili kıssa, hadislerde de geç- mektedir. (Müslim, “Hac” , 10-12). Onun için İslâm âlimleri Kurban bayramının birinci gününde, Akabe cemresine, kalan diğer üç günde ise tüm cemrelere taş atmanın vacip olduğunda müttefiktirler. Terkedenlere ise, bir ceza kurbanı (dem) gerektiğini söyle- mişlerdir.447 Bu konu da çok farklı rivayetler olsa da, Arapların islam’dan önce de bu geleneği sürdürdükleri, taşlama esnasında Allah’ı zikrettikleri ve bu ritüelin İslâm’da da aynı şekilde İbadet olarak korunduğu bilinmektedir.448 Cemrelere taş atma zamanı ile ilgili, mezhepler arasında ihtilaflar söz konusudur. Hanefiler’e göre, Akabe cemresini taşlama, Kurban Bayramı’nın birinci gününün şafa- ğıyla başlayıp, güneş batıncaya kadar sürer. Ama müstehap olan taşlama, güneşin doğu- şundan sonra taşlamanın yapılmasıdır. Gündüz atma imkânı bulamayanlar bir ceza ödemeksizin gece de atabilirler. Malikiler’de, güneş batınca taşlama son bulur. Geceye kalanların bir kurban kesmesi gerekir. Şafii ve Hanbelîlerde ise, Akabe cemresine taş atma işi, bayramın ilk günü, geceyarısından itibaren başlamakla birlikte, en faziletli va- kit güneş doğduktan sonra bunu yapmaktır. Bayramın birinci gününde taş atamayanlar teşrik günlerinde atarlar.449 7) Halk ( Tıraş olmak)-Taksir (Saçları kısaltmak) Kur’ânı Kerim’de, iki yerde geçmektedir: Fiil olarak Bakara, 2/196; isim forma- tında ise, Fetih, 48/ 27. âyetlerinde geçmektedir. Saçları kısaltma anlamına gelen “tak- sir” ise, bir defa isim biçiminde, Fetih, 48/ 27. âyetinde yer almaktadır. 444 a. yer. 445 el-Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd es-Semerkandî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I-XXVI, İstanbul: Mizan Yayınevi, 2005, C. XXII, s. 173. 446 Yazır, a.g.e., C. VI, s. 444. 447 M. Özgü Aras, “Cemre”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993, C. VII, s. 340. 448 Derveze, a.g.e., C. V, s. 214. 449 Aras, a.g.md., C. VI, s. 341. 115 Bakara sûresinin 196. âyetinde: “Kurban, mahalline ulaşıncaya kadar traş olma- yınız” lafzı celili, ‘kurban, varacağı yere (mina) ulaşıp kesilmedikçe, tıraş olup ihram- dan çıkmayınız.’ demektir.450 Âyette geçen “ tıraş ” kelimesi kurbandan sonra saçların kestirilmesi anlamına gelmektedir. Yani kurbandan sonra, saçların kesilmesi kastı taşımaktadır.451 Bursevî’ye göre, َولَ َت حِل قوا ر ؤوَس كم : “İhramdan çıkmamak, tehallül etmemek”, demektir. َّل ه َّتى َي ب لَغ ا لَه د ي َمِح ,Kesilecek yere (harem) göndermiş olduğunuz kurbanın“ : َح yerine ulaştığını öğrenene dek”, ihramı çıkarmamaktır. َّل ه ,mahal, yer” demektir“ : َمِح ise; “ inilen mekân ve konaklanan yer” anlamına gelir. Hanefi mezhebine göre ” حلول“ kesim yeri, “harem” dir. Çünkü Allah (c.c): “Durum öyledir. Her kim Allah'ın hükümle- rine karşı saygılı olursa, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır.452 Onlarda (kurbanlık hayvanlarda veya hac fiillerinde) sizin için belli bir süreye kadar, birtakım faydalar var- dır. Sonra bunların varacakları yer, Eski Ev'e (Kâbe'ye) kadardır.”453 Geçmişte yaşamış bazı milletlerin, din ve kültürleri analiz edildiğinde “halk”ın (tıraş olma) onlarda da hac ritüel’inin bir bileşeni olduğu görülecektir. Mesela, Suri- ye’de önemli hac merkezlerinden olan Byblos, Aphaka, Heliopolis (Ba’lebek) ve Hiera- polis, yabancı yerlerden epeyce bir ziyaretçi akınına uğrayan yerlerdendi. Fakat, Hiera- polis’e, Hac ibadeti mevsiminde uğrayan bütün erkekler şehre giriş yapmadan evvel saçlarını ve kaşlarını kesmek mecburiyetindeydi.454 Fetih sûresi 27. âyetinde konu şu şekilde geçmektedir: ِِّصِريَن ِّلقِ ينَ ر ؤوَس ك م َو مَق ِ َّلل آِمِنيَن مَح َّن ا لَم سِجَد ا لَحَراَم ِإن َشاء ا ِِّق َلَت د خ ل ُّر ؤَيا ِبا لَح َّلل َر سوَل ه ال " َلَق د َصَدَق ا َلَتَخا فونَ ..." “Andolsun Allah, Resulüne gösterdiği rüyayı hak ile doğruladı. Allah’ın izniyle, Mescid-i Haram’a korkmadan, emniyetle, başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış bir şekilde gireceksiniz…”455 450 Bilmen, Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meâli Alisi ve Tefsiri, C. I, s. 195. 451 Mevdûdî, a.g.e, C. I, s. 158. 452 el-Hac, 22/ 32. 453 el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 418-419; el-Hac, 22/33. 454 Harman, a.g.md., C. XIV, s. 382. 455 el-Fetih, 48/ 27. 116 Peygamberimiz, Hudeybiye Barışı’ndan önce bir rüya gördü. Rüyasında: Asha- bıyla birlikte, emniyetli bir şekilde, kimi saçlarını kesmiş, kimi de kısaltmış olarak Mekke’ye girmişlerdi. Rüyasını, sabahleyin sahabeye anlattı. Sahabe, Hudeybiye sefe- rinin olduğu yıl, oraya gireceklerini hesab ettiler ve sevindiler. Sonra: “Allah’ın Resûlü’nün rüyası, muhakak doğrudur” dediler. Abdullah b. Übey ve diğer münafıklar, rüyanın orada gerçekleşmediğini görünce şöyle dediler: “ Vallahi ne saçlarımızı tıraş edebildik, ne de kısaltabildik, ne de Mescid-i Haram’a girebildik.” deyince bu âyet nazil oldu.456 Süleyman Ateş’e göre ise sahabiler, Peygamber rüyasını hak bildikleri için, o yıl gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakıyorlardı. Fakat ziyaret o sene yapılmayıp diğer yıla kalınca Hz. Ömer başta olmak üzere bazı sahabiler şüphelenmeye başladılar. Hatta Hz. Ömer: “ Sen bize Kâbe’yi ziyaret edeceğimizi söylememişmiydin? diyerek Peygambe- rimizi üzmüştü. Onun için Allah (c.c) bu âyeti inzal buyurdu. Hakikaten Müslümanlar, diğer sene Kâbe’yi ziyaret etmişlerdir.457 Saçları hem tıraş etmek, hem kısaltmak erkeklere özgü bir emirdir. Onun için âyette, müzekker kip, tağlib yoluyla kullanılmıştır. Kadınlar ise, sadece kısaltma yapa- caklardır. Hz. Peygamber, hacda saçlarını kesmiştir. Umre de ise, sadece kısaltmıştır.458 Çünkü, Müslim’de yer alan bir rivayete göre, İbn Abbas, Muaviye’nin kendisine şöyle dediğini aktarmaktadır: “ Sen, Merve’nin yanında, Hz. Peygamber’in saçlarını bir ma- kasla kısaltığımı biliyor musun?” dedi.459 “Korkusuzca” lafzı ise, “traş olmuş ve kısaltmış bir şekilde” cümlesinden “hal” olarak gelmiştir.460 “Allahın izniyle” buyruğu ile ilgili ise, farklı yorumlar yapılmıştır. İbn Keysan’a göre, bunlar rüyada söylenen şeylerin ifade biçimidir. Yani Allah, Rasûlünün, önceden bu sözleri söylediğini haber vermiş oldu. Onun için istisna (inşaal- lah) lafzıyla geldi. Sa’lebe göre ise, burada, bilinen bir konuda istisnada bulunulması; “insanların bilmedikleri konularda, istisnada bulunmalarını onlara bildirmek içindir.” Yine başka bir görüşe göre, Allah, bir kısmının öleceğini biliyordu. Dolayısıyla bu şe- kilde onları da, girenlerin dışında tutmuş oldu.461 456 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. IX, s. 547-548. 457 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. V, s. 2480. 458 Kurtubî, a.g.e., C. XVI, s. 209. 459 Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh: Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, C. IV, s. 126-127. 460 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. IX, s. 548; Kurtubî, a.g.e., C. XVI, s. 209. 461 Kurtubî, a.g.e., C. XVI, s. 208-209. 117 “Emniyet içinde girmek”: Düşmanlarınız cihetinden, güvende olmak anlamında- dır. “Sizin bilmediğinizi o bilir” cümlesinde de üç görüş nakledilmştir: Birincisi: Pey- gamberimizin, sulhun müslümanlar için faydalı olduğunu bilmesidir. İkincisi: Mescid-i Haram’a girme konusunda gecikmenin, faydalı olacağını bilmesidir. Üçüncüsü ise: Bundan önce, hayberi fethedeceğini bilmesidir.462 Kuşeyri’ye göre ise; bu, aynı zaman- da Müslümanlar için bir sınama ve ders mahiyetinde bir durumdur. Allah, sizin bilme- diğinizi- Mekke’ye girişteki hikmeti- bildi, demektir. Burada istisnada bulunmanın (İn- şaallah! demek) ise, edeben söylenmiş ve eğitim amaçlı bir kullanım olduğu, ifade edilmektedir.463 8) İhram’dan çıkmak ُّدو ك م َعِن ا لَم سِجِد ا لَحَراِم ا َن َت عَت دوا َوَتَعاَون وا عَ َلى َّن ك م َشَنٰا ن َق و م ا َن َص "…َوِاَذا َحَل ل ت م َفا صَطا دوا َوَل َي جِرَم َلل َشدٖي د ا لِعَقاِب " ه َّن ا َلل ِا ه َّت قوا ا ِل ثِم َوا ل ع دَواِن َوا َّت قٰوى َوَل َتَعاَون وا َعَلى ا ِّر َوال ِ ا لِب “…İhramdan çıkınca artık avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram'a girmenize engel oldukları için, bir topluluğa karşı beslediğiniz kin sizi haddi aşmaya sevketmesin! İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma noktasında yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzeri- ne yardımlaşmayın. Allah'tan sakının (korkun); çünkü Allah'ın cezası şiddetlidir.”464 “İhramdan çıktığınızda artık avlanabilirsiniz”. Yani, ihramlı iken size yasaklanan şeyler artık size helâldir. Burada, yasaktan sonra irad olunan bir emir söz konusudur. Böyle durumlarda, genel itibariyle kabul edilen doğru görüş, yasaktan önceki duruma dönülmesidir.465 el-Mâturîdî’ye göre, buradaki “İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz” lafzı; ilzam, mecburiyet veya vucüb anlamında değildir. Bilakis mübah olma ile ilgili bir durumdur. Avlanmanın haramlığı ise, sadece “ihramda bulunulan vakit” ile ilgilidir. Nitekim Kur’an’da, bu durumu açıklayabilecek başka örnekler vardır. Mesela, Cuma suresinde, peş peşe gelen şu iki âyet-i kerîme, durumu gayet açıklayıcıdır: “Ey iman edenler! Cu- ma günü, namaza davet edildiği (ezan okunduğu) vakit, hemen Allah'ı zikre koşun ve alışverişi terkedin. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.”466 Hemen 462 el-Cevzî, a.g.e, C. V, s. 516. 463 el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, C. V, s. 317-318. 464 el-Mâide, 5/2. 465 İbn Kesîr, a.g.e., C. III, s. 423. 466 el-Cum’a, 62 /9. 118 sonra ise: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne yayılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çokça zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.”467 âyeti gelerek, geçen yasak için mutlak bir mübahlık getirmiş oldu. Böyle örnekler Kur’an’da çokça geçmektedir.468 Elmalılı’ya göre, “ َوِاَذا َحَل ل ت م َفا صَطا دوا ” : Yani, eğer avlanmak istiyorsanız, hem ihramdan çıkmanız lazım, hem de harem bölgesinden, çünkü haremin dışına çıkanlara avlanma izni var. Harem’de avlanmaya gelince, ihramlı olsun, ya da ihramsız olsun kesinlikle herkese yasaktır.469 9) Hedy (Kurban) Mina, mutlak özgürlüğün mekânı, olgunluğa doğru atılan son kulaç, idealistleri yaşayarak ideal sahibi olma yeri. Artık Minada’sın, yanında İsmail’in ve kurban mey- danındasın. Peki sahi senin kurbanın kim ya da kimler? Koltuğun mu? Unvanın mı? Servetin mi? Araban mı? Lüks dairen mi? Boyun posun mu? Bilgin mi?... Yoksa bilmi- yor musun? Ben nasıl bileyim canım, onu sen biliyorsun. Ben sadece sana niteliklerin- den bahsedebilirim: İman yolunda ayağına pranga olan, seni kendine bağımlı yapan, seni isyana çağıran, maslahatçı bildirilere mecbur kılan ve mesajı duymanı engelleyen her şey…470 Genel olarak semavî dinlere baktığımızda, kurban kesmenin, geçmişten beri, insan’ı Allah’a yaklaştıran bir ritüel olarak kabul gördüğünü söyleyebeilir. Mesela; Hz. Âdemin iki oğlunun, Allah’a birer kurban takdim etmeleri: “Onlara, Âdem’in iki oğlu- nun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden ka- bul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıs- kançlık yüzünden): “Andolsun seni öldüreceğim,” dedi. Diğeri de: “Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder”, dedi.” Yine, Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İsmail’i kurban ettiğini rüyada görmesi ve bunu yerine getirirken, Allah’ın, bir kurban göndermesiyle, Hz. İs- mail’i kurban etmekten vazgeçmesi (Saffat, 37/ 102-107) kurban ibadetinin ne kadar eski olduğunu bizlere göstermektedir.471 467 el-Cum’a, 62 /10. 468 el-Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, C. IV, s. 136-137. 469 Yazır, a.g.e., C. III, s. 147. 470 Şeriati, a.g.e., s. 132. 471 Uludağ, a.g.e., s. 99. 119 Hedy kelimesine, Kur’ân-ı Kerim’de: “Bakara, 2 / 196; Mâide, 5/ 2, 95, 97; Fe- tih, 48/ 25”472 âyetlerinde değinilmektedir. Âyetteki َفَما ا سَت يَسر : “ Hangisi size daha kolay geliyorsa” anlamına gelir. ِمَن ا لَه د ِي lafzındaki ; “ ِم ن ”, ya “teb’iz” içindir, “bazı” anlamına gelir. Ya da, “beyaniyye” içindir, “açıklama” manasına gelir. ا لَه دي (kurban): “ َهدِ َية” sözcüğünün çoğuludur. Örneğin, تمر Allah’a yaklaşmak maksadıyla, Beytullaha“ : ا لَه دي .kelimlerinde geldiği gibi , و تمرة gönderilen hayvan” manasına gelir.473 Hanefiler’e göre, buradaki “ kurban’ın yeri ” tamlaması ile Allah’ın Evi Mescid-i Haramın çevresi kastedilmektedir. Malik ve Şafiî ise, kişi eğer yola devam edemiyorsa, kaldığı yerde kurbanını boğazlamalıdır. 474Fakat, Nesefi, bu âyetin, Şafiilerin aleyhine bir delil olduğunu, “çünkü Mescid-i Harama varmadan kurban kesmeyin”, emrinin, ih- sar durumunda da olması gerektiğini ifade etmiştir.475 İhsar (engellenme), tek başına, Hedy Kurbanı için bir sebep değildir. Çünkü ihsar kurbanı vacip kılmaz. Fakat engellenme olduğunda, hacı adayı, ihramdan çıkmak ister- se, kurban keserek çıkmalıdır.476 Hac ve umre mevsiminde, Allah için kurban edilmesi gereken hayvanlar; deve- sığır, koyun ve keçi olarak belirlenmiştir. Bunlar genel olarak “En’am” kavramı ile ifa- de edilmişlerdir. Bu hayvanlardan bir tanesini (Deve ve Sığır), yedi kişi, başka bir riva- yette ise on kişi, ortak olarak kurban edebilirler.477 Normal zamanda kurban edilebilen hayvanlar, hacda da “hedy” olarak Allah’a takdim edilebilirler. Dolayısıyla “hedy”: deve, sığır veya davar cinsinden hayvanların hepsini kapsar. Fakat kişi, “hedy” kurbanlarından, sadece temettu’ ve kıran haccı için kesilenler; nafile olarak kesilen ve kesim yerine ulaşabilen kurbanların etlerinden yiye- bilir.478 472 Abdülbâkî, a.g.e., s. 827. 473 el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 418. 474 Mevdûdî, a.g.e, C. I, s. 158. 475 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. I, s. 558. 476 el-Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, C. I, s. 382. 477 Derveze, a.g.e., C. V, s. 205. 478 et-Tahâvî, a.g.e., s. 158. 120 Kurban ibadeti, infak yapabilme becerisi kazanabilmek için, içsel bir deneme mekanizmasıdır. Çünkü insanların birçoğu, sahip olduğu hayvanları çok değerli gör- mekten öte, birçok kimse yaşamlarını onlara bağlı bir şekilde sürdürmektedir. Hayvan- larının kıllarına gelebilecek bir zarar veya onlardan bir tanesinin telef olması, onları gerçek anlamda üzer. Bu kadar değerli gördüğü bir şeyi, gönülden iman ettiği yaratıcısı- na takdim etmesi çok anlamlı bir davranıştır. Zaten, asıl gelinmesi gereken nokta olan: “ Sevdiğiniz şeylerden, Allah yolunda harcamadıkça asla iyiliğe erişemezsiniz…” âyetiy- le de Allah (c.c): Ancak bu anlamdaki bir infakın gerçek manada sizi iyiliğe eriştirece- ğini bildiriyor.479 a) Kalâid Bu sözcük Kur’ân’da: Maide, 2/ 2 ve 97. 480 âyetlerinde bulunmaktadır: ِّميَن ا لَب يَت ا لَحَراَم ِ َّش هَر ا لَحَراَم َولَ ا لَه دَي َولَ ا لَقآلِئَد َول آ لل َولَ ال ِ ِّ ُّلو ا َشَعآِئَر ا َّلِذيَن آَمن و ا لَ ت ِح َُّيَها ا " َيا أ ِّبِه م َوِر ضَواًنا…" ِ َّر ِِّمن َي بَت غوَن َف ضَلً “Ey iman edenler! Allah'ın (koyduğu, dinî) alametlerine, haram aya, (Allah'a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelen kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin.”481 Mücâhid’e göre, “ ا لَقآلِئد ” : “ İnsanların ve hayvanların boynuna takılan, ağaç kabuklarından yapılan şeylere” denir. Kalâid kelimesi de; hedy, safâ-merve ve büdn gibi, Allah’ın şeâîrlerindendir.482 Cahiliyye devrinde, Araplar haram ayların dışında yolculuğa çıktıklarında, bo- yunlarına tüyden ve kıldan yapılmış gerdanlıklar takar ve kendilerinin bu şekilde gü- vende olduklarını düşünüyorlardı. Harem’deki müşrikler ise, Harem ağaçlarının kabuk- larından gerdanlık yaparak ancak bu şekilde emniyette olacaklarına inanıyorlardı. Nite- kim Mukâtil b. Hayyan, “gerdanlıklara” sözcüğünü şöyle tefsir etmektedir: “ onlara saygısızlık etmeyin”: Yani, “onlara saldırmayın” demektir.483 Taberi’ye göre ise, eğer 479 Beheşti, a.g.e., s. 81. 480 Abdülbâkî, a.g.e., s. 659-660. 481 el-Mâide, 2/ 2. 482 Mücâhid, a.g.e., C. I, s. 183. 483 İbn Kesîr, a.g.e., C. III, s. 421. 121 birisi harem ağaçlarından bir gerdanlık yapıp üzerine takarsa, O’na da ilişmeyin, anla- mına gelmektedir. İhrama girmeden önce, kurbanlarını belirleyerek ya da Efendimizin yaptığı gibi nişan ipleri takarak, Mekke’ye gönderen hacı adayları, kurbanlıklarını önceden gönder- meleri sebebiyle, ihram yasağına uyma zorunlulukları yoktur. Çünkü ihram yasağı ih- ramı giymekle başlar. Bu konuda Hz. Aişe şöyle demiştir: “ Allah’ın Resulü, Medi- ne’den Mekke’ye, kurbanlık gönderdi. Ben de bu hayvanlar için gerdanlıklar örerdim. Kurbanlıklar gönderildikten sonra, Allah’ın Rasûlu, bir ihramlının sakındığı şeylerin hiçbirinden korunmadı.484 َّش هَر ا لَحَراَم َوا لَه دَي َوا لَقَلَِئدَ …" َّناِس َوال ِلِّل ِّلل ا لَك عَبَة ا ل َب يَت ا لَحَراَم ِقَياًما " َجَعَل ا “Allah, Kâbe'yi, o saygıya lâyık olan evi, haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddi ve manevi açılardan), insanların belini doğrultma- ya sebep kıldı”485 Âyet-i Kerimede geçen “Beytü’l Harâm” tamlaması, Kâbe’dir. Kâbe ise, bütün harem anlamına gelir. “İnsanların belini doğrultmasına bir vesile olması” ise, İslâm’dan önce, başta Araplarda olmak üzere emniyet ve huzuru sağlayacak kabiliyetli yöneticiler, bulunmuyordu. Onun için Allah, Kâbe’yi, haram ayları, kurbanı ve boyunlarındaki ger- danlıkları, araplar için bir otorite kaynağı ve emniyette olma vesilesi yapmıştır. Şöyleki, biri Kâbe’de babasının katilini görse, ondan intikam almaya çalışmazdı. Kâbe’ye getiri- len kurbanlıklara, hiç kimse dokunmazdı ve haram aylarda kimseye ilişilmezdi.486 Müfessirler, “Kâbe’nin, insanların belini doğrultmaya vesile olması”, lafzının tefsirinde, birçok farklı görüş aktardıkları halde, Kâbe’nin, insanların işlerinin düzelme- sine ve yoluna girmesine vesile olduğu konusunda, hemfikirdirler.487 Nitekim Elmalılı da, İnsanlar bununla din ve dünyalarını ayakta tutmakla beraber, ona tutunarak ve ona yönelerek korkularından, umduklarına kavuşur ve korktuklarından emin olurlar. Orası devamllı ziyaret edilir ve namaz kılınırken oraya dönülür. Çünkü Allah’ın buyruğunda: 484 Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî (v.261), el-Câmiu’s-Sahîh: Sahîh- i Muslim ve Tercemesi, I-VII, İstanbul: İrfan Yayınevi, 1988, C. IV, s. 197. 485 el-Mâide, 5 / 97. 486 et-Taberî, a.g.e., C. III, s. 98. 487 et-Taberî, a.yer. 122 “ Her nerede olursanız olun, Allah sizi bir araya toplayacaktır” , âyetinin sır perdesi de bu şekilde aralanır.488 Hz. Peygamber, Medine’deki asayişi sağlayıp, sistemi oturttuktan sonra, hurafe- ler ile iç içe girmiş, asıl mecrasından sapmış olan hac menasiklerini düzeltmek istedi. Bu amaçla, hicretin 6. yılında yola revan oldular. Yanlarına, kurbanlık hayvanlarını da aldılar. Bu hayvanların, kurbanlık olduğunun anlaşılması için de boyunlarına gerdanlık vb. işaretler astılar. Böylece, hayvanlarını gasp ve hırsızlık gibi risklerden korumuş olu- yorlardı.489 Mezhep imamlarına göre, deve ve sığır gibi hayvanların “hedy” kurbanı oldukla- rını belirlemek için, gerdanlık takmak ya da üzerine bir örtü örtmek caizdir. Yani, bu hayvanların boyuna bir ip takarak veya yeni bir ayakkabı asarak; hayvanlarını bir şekil- de işaretler ve daha sonra taktıkları o eşyaları da sadaka olarak verirlerdi. Fakat İmam-ı Ebu Hanife, develeri belirgin hale getirmek için, sırtlarının dağlanarak işaretlenmesini mekruh görmüştür. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed ise, bunda bir sakınca olmadığı görüşünde oldukları gibi, işaretlemenin de sadece develerde olduğunu ifade etmektedir- ler. 490 b) Büdn Hac, 22/ 36.491 âyetinde çoğul olarak geçen “büdn” kelimesinin tekili “bedene” olarak gelir. Deve ve sığırlara isim olarak kulanılır.492 Geçmiş dinlere baktığımızda “Kurban” ibadeti, farklı tarz ve uygulama biçimle- riyle günümüze gelmiş olsa da her halükarda toplumların dini hayatında kendini ifade edecek bir argümanı olmuştur. Eski yunan dinlerinde kurban, esas ibadetlerden biri sa- yılır. Kurban olarak sunulan şeyleri, ya ateş ile yok ediyorlar veya bozulmasını sağlıyor- lardı. Mısır’daki kurban geleneğine ise, semitizm bulaşmış, fakat daha sonra kurbanların büyük bir kısmı canlı olarak kesilmiştir. Fakat bu ibadetin olmadığı dinler de yok değil- dir. Mesela Hinduizm’de, kurban çok önemli bir yer tutarken ve hala da büyük rolü ol- duğu söylenebilirken, Budizm’de kurban İbadeti bulunmamaktadır. 493 488 Yazır, a.g.e., C. III, s. 344. 489 Beheşti, a.g.e., s.16. 490 et-Tahâvî, a.g.e., s. 159. 491 Abdülbâkî, a.g.e., s. 142. 492 Derveze, a.g.e., C. V, s. 205. 493 Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, 1. b., Konya: Din Bilimleri Yayınları, 2005, s. 431-433. 123 Eski Ahid’de, kurban ile ilgili birçok kelime geçmektedir. Fakat kurban, İbrani- ce’de (gadosh) ve hatta Yunanca’da (hieros ve hagios) herhangi bir şekilde kutsal ile bağ kurmamaktadır. En geniş ifadeyle, sadece tanrıya sunulan şeylerden ibarettir. Yeni Ahid’de ise; Herodot, mabed’i yeniden yapınca, burası hacıları celbeden şatafatlı ayinle- ri vesilesiyle, birçok hacıya uğrak yeri olmuştur. Halk, kurbanların sunulduğu sabah ve akşam vakitlerinde izdihamdan sıkışıyordu (Luka, 1/ 21). Ama Yahudiler’de, kurban takdim şekilleri üzerinde, bir ittifak da sağlanmış değildi.494 Sonuç olarak, çok eski asırlardan beri süregelen Kurban ibadeti, Hz. Peygamber zamanına kadar devam etmiştir. Nitekim Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalip, oğlu Abdullah’ı (Peygamberimizin babası), daha önce Allah’a verdiği bir söz üzerine, kurban etmek istemişti. Bunun içindir ki Efendimiz. “ Ben iki kurbanlığın çocuğuyum” buyur- muştur.495 10) Ziyaret ( ifaza) tavafı Ziyaret Tavafı, Hac, 22/ 29. âyetinde : َّو فوا ِبا لَب يِت ا لَعِتيِق َّط َّم لَي ق ضوا َتَفَل ه م َو ل يو فوا ن ذوَر ه م َو لَي ث “Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler.”496 şeklinde geçmektedir. Selef âlimleri, İfaza tavafının (farz tavaf), zilhiccecin son gününe bırakılıp bıra- kılmayacağı ile ilgili ihtilaf etmişlerdir.497 Razi’ye göre burada geçen “ َّو فوا ِبا لَب يِت ا لَعِتيق َّط -tabiriyle, farz olan “İfaza Tava ” َو لَي fı” kastedilmektedir. Bu tavafın, vakfe, şeytan taşlama ve tıraştan sonra olması; ya da Kurban bayramının ilk gününde mi yoksa sonraki günlerinde mi yapılacağı ile ilgili, birçok ayrıntı söz konusudur.498 Süleyman Ateş, bu konuya şöyle açıklık getirmektedir: Âyette tavaf edilmesi buyurulan “Beyt-i Atîk’in, Kâbe olduğunu, tavafın ise “İfaza tava- fı olduğunu ve bu tavafın da, kurban kesilip de tıraş olunduktan sonra yapıldığını ifade etmektedir.499 494 Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, s. 428-430. 495 Uludağ, a.g.e., s. 99. 496 el-Hac, 22/ 29. 497 Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Reşîd Rızâ, a.g.e., C. II, s. 318. 498 er-Râzî, Mefâtîhu’l- gayb: Tefsîr-i Kebîr, C. XXVI, s. 304. 499 Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, C. IV, s. 1723. 124 11) Veda Tavafı Kurban bayramının üçüncü günü, şeytan taşlama işini bitirmiş ve dördüncü gün tan yeri ağarmadan, Minadan dönecek olan hacılar için hac, - Vacip olan Veda Tavaf’ı hariç- bitmiştir. Mekkeden ayrılırken yapılması daha faziletli olmakla birlikte, farz olan tavaftan sonra, yapılmış herhangi bir tavaf da, veda tavafı yerine geçer. Veda Ta- vaf’ından sonra, imkân bulabilenlerin, Hacerü’l-Esved ile Kâbe kapısı arasında yer alan ve mübarek bir mekân olarak kabul edilen Mültezem’de500 dua etmeleri de önemlidir.501 Hanefi mezhebine göre, ziyaret tavafının ardından yapılan bütün tavaflar, “veda tavafı” sayılır. Ama eğer yapılan son tavaftan sonra, Mekke’de uzun bir süre kalınmışsa, Mekke’den ayrılmadan önce, tekrardan bir tavaf yapmak müstehaptır. Diğer mezheplere gelince; onlar, veda tavafının, Mekke’den ayrılmadan hemen önce yapılması gerektiğini kabul etmişlerdir.502 12) Umre Sözlükte, “ mamur etme, bayındır kılmak, ümran ve bayındırlık” sözcüklerinden türeyen sözcük,503 “ziyaret etmek” anlamına gelmektedir. “Umre” kelimesi, dini bir terim olarak ise; belli bir zaman sınırı olmaksızın, Kâbe’yi tavaf edip Safâ ile Merve arasını yürümek demektir. Umre ibadetinde, Arafat vakfesi yoktur.504 -kelimesi: “Umre yaptı” manasında kullanılmıştır. Sözlük manası ise “ziya " اعتمر " ret etmek” demektir. Kavram daha sonra, ibadet niyetiyle Kâbe’yi ziyaretin özel ismi olarak kullanılmıştır.505 “Ta’mir” anlamına da gelen umrenin, zıddı ise “tahrib”dir. Ömür sözcüğü ile akrabadır. Ragıb, ise Umre’yi farklı bir şekilde ele alarak: “İçinde, sevginin imarını taşıyan bir ziyarettir, şeklinde tanımlamıştır.506 Umre, Kâbe’yi ziyaret ile ilgili bir ibadet olarak meşru kılınmıştır. Beytullahı ziyareti, belirli bir zaman diliminde, Arafat Vakfesini de içine alarak yapmaya “hac” denirken; belli bir zaman mefhumu gözetilmeden, vakfesiz yapılması durumuna ise 500 İsa Ruhi Bolay, Hac Rehberi: Ferizai Mukaddesei Haccı Şerif Mevzularını, Erkân ve Menasikini Ha- vidir, Konya: Ülkü Basımevi, 1948, s. 17. 501 Demircan, Hac ve Umre Yüceliğe Çağrıdır, s. 185. 502 Öğüt, “Hac”, C. XIV, s. 396. 503 Beheşti, a.g.e., s. 20. 504 et-Taberî, a.g.e., C. III, s. 8. 505 es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, C. I, s. 96. 506 İslâmoğlu, a.g.e., s.111. 125 “umre” denmektedir. İkisinin de “hac” olarak isimlendirildiği durumlarda, karışıklığı gidermek için, hacca, “hacc-ı ekber” (büyük hac) denirken, umreye de “hacc-ı asğar” (küçük hac) denmiştir. Bu konuda, halk arasında kabul gören yaygın düşünce ise, arefe gününün, cuma gününe isabet ettiği yıllarda yapılan hacca, “hacc-ı ekber” denilmesi- dir.507 Âlimler, Umrenin, Hac gibi farz olup olmadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Şafii ve Hanbelî mezheplerinde, hac yapan kişiye, umrenin edası farz olur. Hac mevsimi dışında yapılacak olan umreyi ise, sünnet olarak kabul etmişlerdir. Hanefiler ile Maliki- ler de, umrenin sünnet olduğu hususunu benimsemişlerdir. Birinci görüş, Hz. Ali, Hz. Ömer ve İbn Abbasın rivayetiyle gelmiştir. İkinci görüş ise, Cabir b. Abdullah ile İbn Mes’ûd’un rivayetleriyle temellenmiştir.508 Hanefilere göre umre, yılın bütün aylarında yapılabilir. Fakat Arefe günü ile onu takip eden dört günde, umre yapmak mekruhtur. Hanefiler, üstelik bu konuda ittifak halindedirler.509 Umrenin fazileti ile ilgili, birçok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Çünkü hac ve umre ibdetinin icra ediliş yöntemi ve detayları hadislerle bizlere ulaşmıştır. Nitekim bu fazilet ve değeri Efendimiz: “ Umre kendisinden sonraki umreye kadar olan sürede işle- nen günahlara bir kefarettir. Allah katında mebrur haccın kaşılığı ise ancak cennettir”510 şeklinde ifade buyurmuşlardır.511 b. “Hacc”ın tatbiki ile ilgili yan kavramlar ba. Âfâkî “Âfâk”, kelimesi “ufuk” sözcüğünün cemisidir. Âfâk kelimesine, “nisbet” eki- nin eklenmesi ile oluşmuştur. Kelâm, felsefe ve psikoloji bilim dallarında nesnel (objek- tif) kelimesinin karşılığıdır. Âfakî sözcüğünün zıddı ise, sübjektif (enfüsi) kelimesidir. Kur’ân-ı Kerim’de, Âfâk ve enfüs kelimeleri, genellikle bir arada ve birbirinin karşıtı iki kavram olarak geçmektedirler: “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi 507 Algül, vd., a.g.e., C. I, s. 515. 508 es-Sâbûnî, Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, C. I, s. 201. 509 Kerimoğlu, a.g.e., C. I, s. 389. 510 Buhâri, Umre”, 1; Müslim, “Hac”, 437. 511 Algül, vd., C. I, s. 515. 126 göstereceğiz ki onun (Kur’an'ın) gerçekliği, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, kafi değil mi?” (Fussilet, 41/ 53).512 “Harem ehli” ile “hıll ehli”nden farklı yerlerde ikamet etmekte olan Âfâkîler, mikatların dışında ikamet ederler. Bu mübarek yerlerin şerefinin tezahürü olarak, oraya girmeden önce de ihram elbisesine bürünmeleri emredilmiştir. Ama, Âfâkîler hac dışın- da umre yapmak istedikleri zaman ihram giymek için mikat yerine gitmeleri gerek- mez.513 Âfâkîler haccı eda ederken diğerlerinden farklı bazı hususlara tabidirler: 1) Haccı temett’u ve haccı kıran âfâkîlere has bir durumdur. Diğerleri haccı ifrad yaparlar. 2) Âfâkîler haccı kıran ve haccı ifrad yaptıkları zaman, kudüm tavafı onlar için sünnet olur. Haccı temettü ve umre yapanlar ile mîkât sınırları içerisinde kalanlar ise bu tavafı yapmazlar. 3) Vedâ tavafı onlar için vaciptir. 4) Âfâkîlerin nafile tavaf yapmları, onlar için Mescid-i Haram’da nafile namaz kılmalarından daha faziletlidir.514 bb. Fevât Bir hacı adayının, kurban bayramının ilk gününün fecrine kadar, Arafat’ta vakfe yapma imkânını elde edememe durumudur. Bu fırsatı kaçıran kişi, umre yapan kişi gibi, menasiklerini yerine getirerek ihramdan çıkar. Daha sonraki sene ise haccını kaza etme- si gerekmektedir. Bu kişinin, hedy kurbanı kesme mecburiyeti de yoktur.515 Fevât, farz olan bir hac yaparken gerçekleşmiş ise, bu haccın vacip olması konu- sunda fıkıhçılar görüş birliği içerisindedirler. Fakat nafile bir haccın yapıldığı durumlar- da, Arafat vakfesinin kaçırılması ile ilgili görüşlerde ise, bazı ihtilaflar söz konusudur. İmam Ahmet b. Hanbel’den gelen bir rivayete göre; nafile haccın kazasının gerekmediği ifade edilmiştir. Bu görüşü savunanlar şöyle demişlerdir: Hadislerde varid olan bilgiye göre, hac ibadeti ömürde bir kere farzdır. Nafilenin kazasını şart koşmamız durumunda 512 Karagöz, v.d, Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 9. 513 A. Fikri Yavuz, Y. Vehbi Yavuz, a.g.e., s. 126. 514 Hamdi Döndüren,“Âfâkî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türki- ye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, C. I, s. 398. 515 et-Tahâvî, a.g.e., s. 158. 127 ise, haccın birden fazla farz olduğu anlamı çıkar. Bu da İslâm şeriatına muhaliftir de- mişlerdir.”516 Ancak âlimlerin çoğu, haccın farz veya nafile olmasına bakmaksızın kaza edil- mesi gerektiği görüşündedirler. “ Hac ve umre’yi Allah için tamamlayın (tam yapın)”517 âyetini de bu görüşlerine delil olarak getirmişlerdir. 518 Gerekli araştırma yapıldığı takdirde, insanların, Arefe vakfesini, yanılarak bir gün önce veya sonra yapmaları durumunda hacları geçerli olur. Şafiilere göre, kıran haccı yaparken, Arafat vakfesini kaçıranların, kaçırdıkları haccı kaza edecekleri gibi umreyi de kaza etmeleri gerekir. Üstelik üç adet de kurban kesmesi gerekir ki, bunlar- dan bir tanesi kaçırılan kıran haccının vakti için, ikinci kurban ise kaçırmış olduğu kıran haccı için, üçüncüsü ise, kazasını yapmış olduğu kıran haccı içindir.519 bc. Hacer-i Esved Genel anlamda pratik işlevi, Kâbe’nin çevresindeki dönüşlerin başlangıç noktası olması ve Kâbe duvarının üzerinden kolayca görülebilmesidir. Gökten inen bir taş falan da değildir. Bilakis rengi siyah bir taştır. Bu taşa ne secde edilir ne de tapılır. Bu taş Kâbe’de olmazsa bile, Kâbe kıblegâh olmaktan çıkmaz. Nitekim Karmatiler, 1930 yı- lında, Mekke’ye saldırıp Mekke’yi talan ettikleri zaman, bu taşı götürmüşlerdi. 21 sene sonra getirmişlerdi. Ama Müslümanlar Kâbe’ye yüzünü dönmeye devam etmişlerdi. Hatta Kâbe yıkılsa dahi kıble olma özelliği asla yok olmaz.520 Tavaf’a niyet ettikten sonra, insanlara eziyet vermeden, Hacer-i Esved’e doğru gidilir. Mümkünse yanına gelinerek, namaz tekbirindeki gibi iki el kaldırılır ve el ayala- rı Hacer-i Esved’e doğru olacak şekilde “Allahü Ekber” denilerek; mübarek taşın üzeri- ne konularak öpülür. Kalabalık ve sıkışıklıktan ötürü, böyle bir imkân yoksa uzaktan, el ayalarını O’na yönelterek şu dua okunur: “Allah’ın ismi ile başlıyorum. Allah herşey- den daha büyüktür. Hamd O’na özeldir. Salât ve selâm onun resulüne olsun. Ey Al- lah’ım sana iman ederek kitabını doğrulayarak, ahdine vefa göstererek, Resulün Mu- hammed aleyhi salâtüvesselâmın sünnetine ittiba ederek bu taşı öpüyorum” denir.521 516 Tekin, a.g.e., s. 337-338. 517 el-Bakara, 2/196. 518 Tekin, a.g.e., s. 337. 519 Öğüt, “Fevât”, İslâm’da İnanç İbadet Ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, C. II, s. 550. 520 Hamidullah, a.g.e., s. 118-119. 521 Bolay, a.g.e., s. 47-48. 128 bd. Hervele Safa ile Merve arasında, günümüzde yeşil renklere boyanmış direklerin bulun- duğu yerde, erkek hacıların hızlı adımlarla ve gösterişli bir şekilde yürümesine “herve- le” denir. Hanefilere göre, “hervele” yapmak sünnettir.“Hervele” erkekler içindir. Bu hüküm kadınlar için değildir. Tavaf yaparken meşru olan şeyler ( Yemek, içmek, ko- nuşmak vb. durumlar) caizdir.522 be. Iztıbâ’ Iztıbâ’: “Tavâf’tan önce, omuza alınan ihram örtüsünün bir ucunu sağ koltuğun altından sol omuzun üzerine atmak”, demektir.523 Hanefiler ve Şafiiler, arkasından Sa’yin yapıldığı bütün tavaflarda, ıztıba yap- manın sünnet olduğunu ifade etmişlerdir. Bu tavaflar; umre tavafı, haccın Sa’yini önce yapmamak şartıyla ziyaret tavafı ve arkasından haccın Sa’yi eda edilecekse kudüm tava- fı olarak ifade edilebilir. Fakat; Şafiiler, tavafta yapılan ıztıbânın, Sa’y esnasında da yapılması gerektiğini savunmuşlardır. Malikiler’de ise; sünnet ve müstehap olmayan ıztıbâ’, Hanbeli mezhebi’nde ise, sadece kudüm tavafından sonra yapılması durumunda sünnet olarak kabul edilmiştir.524 Tavâf’ın ifasından sonra, iki rekât tavaf namazı kılınır. Daha sonra da omuzlar örtülür.525 Çünkü bundan sonra, ıztıbâ’ halini devam ettirmenin dinen bir karşılığı yok- tur. Iztıbâ erkeklere özel bir durumdur. Kadınlar Iztıbâ’ yapmazlar. Çünkü zaten ihram giymek erkeklere özgü bir durumdur.526 bf. İhsar Engellenme anlamındaki kelime, Kur’ân’da sadece Bakara, 2/196.527 âyetinde geçmektedir. 522 Salim Öğüt, “Sa’y”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Di- yanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, C. 36, s. 207. 523 Eşref Ali et-Tehanevi, Zafer Ahmed el-Osman et-Tehanevi, I-XII, trc. İbrahim Tüfekçi, Yılmaz Öz- demir, Hüseyin Kayapınar, Hadislerle Hanefi Fıkhı: İ’laû-Sünen (Sünnetin Yüceltilmesi), İstanbul: Misvak Neşriyat, 2009, C. VII, s. 192. 524 Öğüt, “Iztıbâ’ ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, C. XIX, s. 225. 525 ed-Dârimî, Sünen-i Dârimî, I-VI, trc. Abdullah Aydınlı, ed. Faruk Köse, 1. b., İstanbul: Madve Yayın- ları, 1996, C. IV, s. 155. 526 Öğüt, “Iztıbâ’ ”, a.g.md., C. XIX, s. 225. 527 Abdülbâkî, a.g.e.,s. 252. 129 Cumhur’a göre, ihsar için tek sebep, düşmanın engellemesidir. Zaten, “…. engel- lenirseniz, O zaman kolayınıza gelen kurban’ı gönderin….” âyeti, Müslümanlar Hudey- biye’de, ihramlı oldukları ve Mekke müşriklerinin onları engellemesi sebebiyle nazil olmuştu. Onun için Efendimiz, bir daha ki sene, umre yapmak üzere dönmüşlerdi.528 Süyûtî de ihsarı, düşmanın engellemesi olarak kabul etmektedir.529 Hacca engel olabile- cek birçok sebep olsa bile, âyette kastedilenin düşman engeli olduğu anlaşılmalıdır. Çünkü ondan sonra hemen zikredilen: “….emin olduğunuz zaman….” lafzının düşman tehlikesinden kurtulma anlamında olması akla daha uygundur.530 Zaten İbn Abbas’tan rivayet edilen: “Düşman, sadece insanı alıkoyar” görüşüne de muvafıktır.531 Hanefi mezhebine göre ise, Hac ve umre niyetiyle yola çıkan kimsenin, hastalık, baskına uğrama, azığın itlafı, bineğin kaçması ya da kaybolması ve kadının mahreminin vefatı gibi birçok sebep “ihsâr” kavramının tanımı sahasına girebilir. Şafiiler ise, “ihsar için tek neden, düşman tarafından yapılan engellenmedir” demişlerdir.532 Nesefî de ihsar’ın nedeninin, sadece düşman olmadığını ifade edip farklı birçok neden aktardıktan sonra, düşüncesini şu hadis-i şerif ile istişhad etmiştir: “ Kimin bir yeri kırılır. Ya da hac yolundayken vasıtasız yahut parasız kalır veya topallaşırsa, bu durumda, ihramından çıkar ve gelecek yıl, yapamadığı bu haccını kaza eder.”533 Sabûni, “bu meselede, Ebu Hanife’nin görüşü tercih edilir. Çünkü bu görüşü, İbn Cerîr et-Taberî de uygun görmüştür” demektedir.534 İhsar için düşman olduğu gibi, hastalık vb. engelleyen herşey “ihsar” sayılır. Çünkü bir kimseyi hastalık, korku, aciz olma durumları gibi sebepler alıkoyarsa, bu durumda, “ أ حِص َر فََل ن ” denir. Eğer alıkoyan düşman ise de “حِصر ” tabiri kullanılır. 535 Ömer Nasuhi Bilmen de, aynı minvalde şu ifadeyi kullanmıştır: “ Herhangi bir mecbu- riyet sizi alıkoyarsa, artık kurbandan kolayınıza gelen size vacip olur” demektedir.536 528 Beheşti, a.g.e., s.17. 529 el-Mahallî, es-Süyûtî, a.g.e., s. 30. 530 Koçyiğit, Cerrahoğlu, a.g.e., C. I, s. 369-370. 531 Salim Öğüt,“İhsar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Di- yanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 21, s. 548. 532 Algül, vd., a.g.e., C. I, s. 564. 533 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. I, s. 558. 534 es-Sâbûnî, Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, C. I,s. 203-204; Havva, a.g.e., C. I, s. 509. 535 Havva, a.yer. 536 Bilmen, Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meâli Alisi ve Tefsiri, C. I, s. 195. 130 Bursevî de, Hz. Peygamber ve sahabenin Mekke müşrikleri tarafından engellen- dikleri söz konusudur. Fakat engellenmenin hususi bir sebep vesilesiyle olduğu kabul edilse de umumiyetine itibar edilir, demektedir.537 bg. Makam-ı İbrahim Bu kelime, “Bakara, 2/ 125. ve Al-i İmrân, 3/ 97.” âyet-i kerimelerinde geçmektedir.538 َّمَقاِم ِإ بَراِهيَم مَص لى … " َّتِخ ذو ا ِمن " … َوا “…İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın)…”539 َّمَقا م ِإ بَراِهيَم َوَمن َدَخَل ه َكاَن آِمًنا…" ِّيـَنا ت ِ " ِفيِه آَيا ت َب “Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emni- yette olur.”540 َ م“ َّمَقا م ِإ بَراِهي ” sözü “ ِّيـَنا ت ِ ,lafzı için atf-ı beyandır. Cemî (çoğul) bir söz ” آَيا ت َب tekil bir kelimeyle açıklanabilir. Çünkü müfred gelen şey, kendisine atfedilen yer ve menzile sebebiyle birçok alamet ve mucizeler içerebilir. Nitekim burada da aynı durum söz konusudur.541 “İbrahim’in Makamı”, İbadet ederken kıyamda durduğu yer, manasında kulla- nılmıştır. Hz. İbrahim, orada Kâbe’yi inşa ettiği zaman, ayağını bastığı taş ve üzerinde mübarek ayağının izi hala bulunmaktadır. Bu da âyetin zikrettiği “apaçık alametler” lafzının kapsamına girebilir.542 Burada asıl önemsenecek konu, taşın bulunması ya da oradaki ayak izleri değildir. Çünkü, Makam-ı İbrahim’de bulunan şey, İbrahim’in aya- ğını bastığı taş değil, aksine orada Hz. İbrahim’in zalimlere isyanı, kıyamı, dik duruşu ve mücadelesi söz konusudur. Yani buranın asıl değeri, fiziki bir durumdan öte, kariz- matik lider ve O’nun ortaya koyduğu gerçek hatıraların yaşandığı mekân olması cihetiy- ledir.543 bh. Mescid-i Nemire 537 el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 418. 538 Abdülbâkî, a.g.e., s. 2. 539 el-Bakara, 2/125. 540 Âl-i İmrân, 3/ 97. 541 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. II, s. 337. 542 Zuhaylî, Tefsîrü’l-Münîr, C. II, s. 279. 543 Yılmaz, a.g.e., s. 226. 131 Mekke şehrindeki Arafat bölgesinden, kuzey-batı yönünde, Müzdelife’ye doğru, Urene vadisinin hudutları içerisinde bulunan bir mescittir.544Mescid-i nemire, Mescid-i İbrâhim ve Mescid-i Arafat olarak da geçmektedir.545 Hac ibadeti esnasında okunan Arefe günü hutbesi, burada okunur. Özellikle bu- rada, Arefe günü, öğle ile ikindi namazları büyük cemaat ile cem-i takdim yapılarak eda edilir. Hz. Muhammed (s.a.v) için, Veda Haccı esnasında, burada bir çadır kurulmuş; Efendimiz, orada namaz kıldırmış ve hutbe irad etmiştir. Bu cami, bir nevi sahra mesci- di şeklinde yapılmış. Ama yılların geçmesiyle de defalarca yenilenmiş ve genişletme faaliyetleri yapılmıştır. Son durumuna gelince, günümüzde, içerisinde üçyüz bin kişi ile namaz kılınabilen, kocaman bir mescid haline dönüşmüştür.546 bı. Remel Remel, “ Ardından Sa’y yapılacak tavaflarda, kısa adımlarla koşup omuzları da silkerek çalımlı ve çabuk yürümektir”. Erkeklere özgü bir hükümdür. Kadınlar remel yapmazlar.547 Mekke müşrikleri, Hudeybiyeden sonraki sene, Kâbe’yi ziyarete gelen Hz. Mu- hammed ve arkadaşları ile ilgili, kendi aralarında: “Medine Humması şunları mahfet- miş!” dediler. Bu sözleri üzerine Efendimiz, ashabına; Kâbe’yi üç kere omuzlarını silker bir şekilde koşarak tavaf etmelerini istedi: “Onlara güçlü görünenlere, Allah rahmet etsin” buyurdular. Sonra Safâ ile Merve arasında Sa’y yaparken de koşar adımlarla git- melerini emrettiler. Bu güç ve kuvvet tablosuna şahit olan Müşrikler: “ Siz bunları mı sıtma bitirmiş diyorsunuz? Öyle dediğiniz kimseler, falancadan filancadan daha güçlü ve daha hareketlidir”, dediler. İbn Abbas: Peygamberimizin, ashabına bütün şavtları koşma emri vermemesi onlara olan merhamet ve şefkati sebebiyleydi. 548 Câbir (r.a) şöyle rivayet etmiştir: “ Efendimiz Mekke’ye ulaştığı zaman, ilk ola- rak Hacerü’l-Esvedi istilam (selamladı) etti ve onun sağ tarafından tavaf yapmaya baş- ladı. Üç tane şavtı (dönüş) remel yaparak, diğer dördünde ise yürüdü.”549 544 Keskin, Altuntaş, Karagöz, Hac İlmihali, s. 234. 545 Mübârekfûrî, a.g.e., s. 467. 546 Ekrem Keleş, Umre Rehberi, tas. İsmail Derin, 11.b., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2017, s. 47; Öğüt,“Hac: Haccın Eda Edilişi”, a.g.e., C. XIV, s. 395. 547 Algül, vd., a.g.e., C. I, s. 531. 548 Müslim, a.g.e., C. IV, s. 141-142; Mustafa Polat, (Sorulu Cevaplı Tatbikatlı) En Kolay Hac ve Umre Rehberi, İstanbul: y.y., 1986, s. 29. 549 Müslim, “Hac”, 20; Eşref Ali et-Tehanevi, Zafer Ahmed el-Osman et-Tehanevi, a.g.e., C. VII, s. 192. 132 Hanefiler’e göre remel, ardından Sa’y’i yapılacak olan; tavaf-ı kudüm ve tavaf-ı ifâda’da yapılır. Diğer üç mezhep imamı ise, sadece ıztıbâ’nın tavaf-ı kudûm’de caiz olduğunu ifade etmişlerdir. Şafiilerden gelen başka bir görüşe göre, kudüm tavafının ardından Sa’y yapılmamışsa, tavaf-ı ifaza’dan sonra, remel ve ıztıbâ beraber yapılır.550 bi. Şeâir Kuran’da dört yerde geçen bu kelime, geçtiği yerlerin tümünde, Allah lafzına muzâf (tamlanan) olarak gelmiştir. Bu âyetler: “Bakara 2/158; Hac 22/ 32, 36 ve Mâide, 5/ 2 ”551 âyetleridir. Nesefi, “َشَعاِ ئر ”sözcüğünün “ َشِعيَر ة” lafzının çoğulu olduğunu “âlâmet” ve “işaret” anlamına geldiğini, söylemektedir.552Râzî’ye göre ise, “şeâir” kelimesi, cemî bir keli- medir. Çoğu âlim, onun “şaire” kelimesinin çoğulu olduğunu ifade etmiştir. İbn Faris ise; kelimenin tekilinin “şîâre” olduğunu nakletmektedir.553 Mâide, 5/ 2: “ … لل ِِّ ُّلو ا َشَعآِئَر ا َّلِذيَن آَمن و ا لَ ت ِح َُّيَها ا -âyetinin nuzül sebebi hakkın ” َيا أ da, İbn Acîbe: “Ensar, Safâ-Merve arasındaki Sa’y ibadetini yerine getirmiyordu. Mek- keliler ise Arafat’a hiç uğramıyorlardı. Yemenlilere gelince onlar da Arafat’a çıktıktan sonra, oradan ayrılıyorlardı. Onun için Allah bu âyeti indirdi.” demiştir. İbn Abbas ise şöyle demiştir: “Müşrikler, haccı eda etmek için, Kâbe’ye geliyorlar ve yanlarında da kurbanlık hayvanlar getiriyorlardı. Müslümanlardan bir grup, onlara baskın yapmak istediler. Allah, bu âyet ile bunu yasakladı.” İbn Cüzey ise âyetin, Mekke’nin fethedil- diği yıl nazil olduğunu, Allah’ın bu âyet ile Mekkelilerin öldürülmesini yasakladığını, ifade etmiştir.554 2. “Hacc”ın “ibadet-dışı” kavram alanı a. Nazarî alanı aa. Tartışma / el-Muhâcce (َّج ة (ال م َحا 550 ed-Dârimî, Sünen-i Dârimî, C. IV, s. 155. 551 Abdülbâkî, a.g.e., s. 472. 552 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. I, s. 483. 553 er-Râzî, Mefâtîhu’l- gayb: Tefsîr-i Kebîr, C. VIII, s. 449. 554 İbn Acîbe, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Mehdî el-Hasenî eş-Şâzelî (ö. 1224/1809), Bahrü’l- Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd: Kur’an’ın Tefsiri ve Tasavvufi İşaretleri, I-VI, trc. Dilaver Selvi, tas. Mehmet Günyüzlü, Adem Ürün, 3. b., İstanbul: Semerkand Yayınları, 2013, C. II, s. 611-612. 133 َّج defa ve toplamda 11 âyette geçmektedir. Çünkü “Âl-i İmrân, 3/66 ve 13: حا En’âm, 6/80” âyetlerinde ikişer defa; “Bakara, 2/76, 139, 258; Âli İmrân, 3/20, 61, 65, 66; Enam, 6/ 80; Gâfir, 40/47; Şûra, 42/16 ” âyetlerinde ise birer defa geçmektedir. ُّجو كم ِّلل َعَل ي ك م ِل يَحآ ِّدث وَن هم ِبَما َفَتَح ا ِ ض َقال و ا أَت َح َّنا َوِإَذا َخَلَ َب ع ض ه م ِإَلَى َب ع َّلِذيَن آَمن و ا َقال و ا آَم " َوِإَذا َل قو ا ا ِّب ك م أََفَلَ َت عِق لونَ " ِ ِبِه ِعنَد َر “Onlar iman edenlerle karşılaşınca, İman ettik" derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler: Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustur- sunlar diye mi, Allah'ın (Tevrat'ta) size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz? (Bu ka- darcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?”555 Yukarıda zikri geçen âyetten (el-Bakara, 2/75), önceki âyet-i kerîme: Asr-ı saadet zamanında, Yahudilerden bir grubun, Allah’ın kelâmına karşı olan pervasız davranışlarını, anladıkları halde, sonradan tekrar âyetleri tahrife yöneldikleri an- latılıyor. Çünkü, Hz. Peygamber dönemindeki yahudiler, müslümanlara karşı münafıkâne tavırlar sergiliyordu. Mü’minlerle görüştükleri zamanlarda, müslüman olduklarını, İslâm’ın hak din olduğunu, zaten peygamberiniz de tevratta müjdelenmiş kişidir, diyorlardı. Ama, kendi dindaşlarıyla başbaşa kaldıklarında ise bir kısmı ( özel- likle Kâb b. Eşref gibi kimseler): “Allah’ın kitabında (Tevrat) size bildirdiğini (Mu- hammed’in özelliklerini), ne diye onlara anlatıyorsunuz. Sonra bu sözlerinizin, sizin için bir itham ve ilzam sebebi olacağını akletmiyor musunuz?” diyorlardı. Bazı âlimler de, )أََفَلَ َت عِق لون ( sözünün mü’minlere yönelik olduğunu, şöyleki Allah (c.c) mü’minleri: Yahudilerin bu kadar münafıkane tavırlarını, inadlarını ve Allah’ın âyetlerini bile bile tahriflerini gördükten sonra, onların hala iman edeceklerine mi inanıyorsunuz? şeklinde uyarmaktadır.556 Nesefi de “ ِّب كم ِ ُّجو كم ِبِه ِعنَد َر cümlesini, Allah’ın tevratta size bildirdiklerini , ” ِل يَحآ onlara bildirmeniz, yarın kıyamet gününde, “kitabınızda bile, doğruluğu tasdik edilmiş 555 el-Bakara, 2/76. 556 Bilmen, Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meâli Alisi ve Tefsiri, C. I, s. 73-74. 134 gerçeklere, neden inanmadınız?” şeklinde bir soru olarak, size dönmez mi? Hiç aklınız ermiyor mu? demektedir.557 َ ن " ُّب ك م َوَلَنا أ َعَمال َنا َوَل ك م أ َعَمال ك م َوَن ح ن َل ه م خلِ صو ُّبَنا َوَر لل َو هَو َر ِ ِّ ُّجوَنَنا ِفي ا " ق ل أ َتَحآ Onlara de ki: "Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Biz O'na ihlasla bağlanmış kimseleriz."558 Bursevî buradaki, (َّج ة Muhâcce” kelimesinin anlamının, bir meselede“ :(ال م َحا karşılıklı olarak delil ve hüccet getirmek olduğunu, aynı zamanda mücadele anlamına da geldiğini ve her birisinin, görüşünün doğruluğunu isteyen ve onu destekleyen delil- leri ortaya koymaya çalışmasıdır. Cümledeki “istifham” hemzesinin ise, inkâr ve kötü- leme için olduğunu söylemektedir. Âyetin nüzul sebebi olarak da, (Âl-i İmrân, 3/65) âyeti ile benzer bilgileri zikretmiştir. Bursevî, Ey Yahudi ve Hristiyanlar tartışmaya gerek yok! Allah, hem bizim hem de sizin yaratıcınızdır. Allah’ın emrine uygun olan amellerimiz bizedir. Sizinkiler ise sizindir.559 şeklinde âyeti yorumlamıştır. Kuşeyrî ise, Allah’ın hem bizim hem de onların rabbi olduğunu bildikleri hal- de, bu şekilde tartışmalarını, farklı bir üslupla şöyle ifade etmektedir: Onların bu şe- kilde düşünmelerinin sebebi, Allah ile kendileri arasında bir perde ve gölge bulundu- ğunu; bu gölge ve perdenin onları Allah'tan uzaklaştırdığını ve bu uzaklıkları sebebiy- le de etmeleridir. Dolayısıyla, hüsrana uğrayan bu müflisler ile Allah'a yakınlığa gark olmuş, ihlâs sahibi kişilerin arasında, iddiasını ispat etme ve haklı olma noktasında ciddi bir uçurum vardır.560 Yani onlar bu tartışmada haklı çıkamazlar, demek istemek- tedir. َّلِذي ي حِيـي َوي ِمي ت َقاَل أََنا ِبَِّي ا ِّلل ا ل م لَك ِإ ذ َقاَل ِإ بَراِهي م َر ِّبِه أ َن آَتا ه ا ِ َّج ِإ بَراِهيَم ِفي ِر َّلِذي َحآ " أََل م َتَر ِإَلى ا ِّلل لَ َي هِدي َّلِذي َكَفَر َوا َّش مِس ِمَن ا لَم شِرِق َف أِت ِبَها ِمَن ا لَم غِرِب َف بِهَت ا َلل َي أِتي ِبال ِّ َّن ا أ حِيـي َوأ ِمي ت َقاَل ِإ بَراِهي م َفِإ ا لَق وَم الظَّاِلِمينَ " 557 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. I, s. 344. 558 el-Bakara, 2/139. 559 el-Bursevî, a.g.e., C. II, s. 117. 560 el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, C. I, s.139. 135 “Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, "Benim Rabbim diriltir, öldürür." demiş; o da, "Ben de diriltir, öldürürüm" demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”561 ِّج Muhacce” karşılıklı üstün gelmeye çalışmaktır. Biri düşmanı ile“ :حا mücadelede bulunduğu vakit, “ حاججته فحججتهه” cümlesini kullanır. ِّجه karşılıklı “ :حا delil getirdi, tartıştı” demektir.562 Mâturîdî, âyetteki tartışma konusunun mübahlığına değinmiştir. Âyet-i kerîmenin başındaki )أَلَ م َ تر ) : “görmedin mi?” lafzı, oradaki hayret ve şaşkınlığı ifade etmek içindir. Yoksa bu konuda âyet, ) ألكَلم و المناظرة فيه و الحجاج ) : “Konuşmak, tar- tışmak ve mücadele etmeyi yasaklama” manası vermemektedir. Zaten “Rabbi hakkın- da Hz. İbrahim ile tartışması” lafzı, bu konuda tartışmak caiz değil diyenlere bir reddi- yedir. Çünkü bütün Peygamberler, dini tebliğ etme görevi ile emrolunmuşlardır. Doğal olarak, inanmayanlar, bazı önemli konularda peygamberlerden, genellikle bazı deliller istemişlerdir.563 Hz. İbrahim, putları kırdıktan sonra, Nemrut tarafından bir süre hapsedilmişti. Ateşe atmak için oradan çıkardıkları zaman, bu tartışmanın gerçekleştiği rivayet edilir. Nemrut’un Hz. İbrahim ile olan tartışmasının, hayretle karşılandığı bu âyetin tefsirin- de, Beyzavi, Allahın kendisine nasip ettiği malın, kendisini azdırdığını ve Hz. İbrahim ile olan tartışmasını, uzun uzadıya anlattıktan sonra, nemrut’un “ben de diriltir ve öl- dürürüm” sözünün, alt yapısı omayan boş bir söz olduğunu ifade eder. Aynı zaman da bu sözün, delil olmaktan uzak olduğunu da zikreder. Hz. İbrahim, onunla öldürme ve diriltmeyi tartışmak yerine, daha açık ve net bir delile yöneldi. Çünkü Hz. İbrahim, “tamam sen bunu yaparsın, hadi o zaman şunu da yapabilir misin?” anlamında ikinci sorusunu sormadı. Nemrut’un bu şekilde davranması ise, cür’eti, ahmaklığı ve şıma- 561 el-Bakara, 2/258. 562 es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, C. I, s. 149. 563 el-Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, C II, s. 135. 136 rıklığı sebebiyle olduğu gibi “hulûl” inancından da etkilenmiş olabilir.564 Sonuç ola- rak, Nemrut şaşırıp kaldı ve iddiası çer çöp oldu. İlah olma adaylığı başarısızlıkla neticelendi. ِّييَن أ َأ َسَل م ت م َفِإ ن أ َسَل مو ا ِ ِّم ِ َّلِذيَن أ وت و ا ا لِكَتاَب َواأل ِلِّ َّتَبَعِن َو قل لِل َوَمِن ا ِ ِّ ُّجوَك َف ق ل أ َسَل م ت َو جِهَي " َفإ ن َحآ ِ د " ِّلل َبِصي ر ِبا لِعَبا َّل و ا َفِإنََّما َعَل يَك ا لَبَل َغ َوا َفَقِد ا هَتَدو ا وَ ِإن َتَو Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özü- mü, Allah'a teslim ettim." Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.565 Bir önceki âyet-i kerîmede (Âl-i İmrân, 3/19), “Allah indinde gerçek din İslâmdır” vurgulandıktan sonra, burada ise, Yahudilerin Efendimiz ile olan tartışması- na geçiliyor. Allah (c.c), Yahudilerin İslam’a davet edilmesini, Peygamberimize emir buyurdu. Nebî de (eslemtu): “ ihlâs ile teslim oldum” dedi. Ey Muhammed, sen de Yahudi, Hıristiyan ve oradaki ümmilere sor: “ Siz de ihlâsla teslim oldunuz mu? Eğer Allah’ın tevhidine, teslimiyeti başarırlarsa, sapkınlıktan hidayete ererler. Aksi halde, sen peygamberlik görevini yap. Onları bırak, Allah onların amellerini görücüdür.566 َّجَك ِفيِه ِمن َب عِد َما َجاءَك ِمَن ا لِع لِم َف ق ل َتَعاَل و ا َن د ع أ َبَناءَنا َوأ َبَناء ك م َوِنَساءَنا َوِنَساء ك م " َفَم ن َحآ َ ن" ِلل َعَلى ا لَكاِذِبي ِّ َّل عَن ة ا َّم َن بَتِه ل َفَن جَعل َوأَن فَسَنا وأَن فَس ك م ث “Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağı- ralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah'ın lânetini (ara- mızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.” 567 Necran Hristiyanları: Kur’an, İsa’nın babasız yaratıldığını kabul ettiğine göre, o zaman İsa’nın Allah olması gerekir, iddiasında bulunmuşlardı. Allah (c.c) bir önceki 564 el-Beyzâvî, a.g.e., C. I, s. 155. 565 Âl-i İmrân, 3/20. 566 Mukâtil, a.g.e., C. I, s. 253. 567 Âl-i İmrân, 3/61. 137 âyet-i kerîmede (Âl-i İmrân, 3/60) İsa’nın yaratılışı Âdem’in yaratılışı gibidir. O da topraktan yaratılmıştır, buyurmuştu. Burada ise Allah (c.c.), artık Hristiyanlardan her kim ki, sana bu konuyu açık- layan apaçık deliller geldikten sonra, seninle tartışmaya girerse, onlara şu çağrıyı yap: Bizden ve sizden her biri kendi ailesiyle beraber gelsin. Bu konuda, kim yalan söylü- yorsa, Allah’ın lanetinin onun üzerine olması için, candan dua edelim. Yani Hz. Pey- gamber onları “İbtihâl”e diğer bir adıyla “mübâhele”ye568 çağırmaktadır. Burada eş ve çocukların âyette takdim edilmesi, insanların onlar için her türlü tehlikeyi göze aldık- larındandır. Fakat Necranlı Hristiyanlar buna yanaşmadılar. Mübâhele’ye davet edil- dikleri vakit, biraz zaman talep ettiler. Kendi aralarında konuştukları zaman, isabetli görüşleri olduğuna inandıkları Akıb’a: “ Sen bu konuda ne tavsiye edersin, ne yapa- lım” dediler. Akıb da: “ Vallahi siz O’nun peygamber olduğunu anladınız. O size, İsa hakkında doğruları söyleyen bir söz ile geldi. Bir Peygamber ile Mübâhele’ye giren bir kavim, vallahi asla iflah olmamış ve helâk olmuş gitmişlerdir. Eğer illa dininizde kal- ma düşüncesi taşıyorsanız, o zaman bu kişiye (Hz. Muhammed) gidin ve “ Allah’a ısmarladık deyin, sonra da ayrılıp gidin.” Bu tavsiye üzerine efendimize geldiler. O’na boyun eğmek zorunda kaldılar ve cizye ödemeyi de kabul ettiler. Bunun üzerine efen- dimiz şöyle buyurdular: “ Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, mübâhe- le’ye girmeleri halinde, burada maymun ve domuza dönüşeceklerdi. Vadi, onların üze- rine ateş ile dolacak ve Allah Necran ahalisini, ağaçtaki kuşlarla beraber yeryüzünden silecekti.”569 َ ن " َّتوَرا ة َواإلنِجي ل ِإلَّ ِمن َب عِدِه أََفَلَ َ ت عِق لو ُّجوَن ِفي ِإ بَراِهيَم َوَما أ نِزَلِت ال " َيا أ َهَل ا لِكَتاِب ِلَم ت َحآ “Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?”570 568 Mübâhele: Lanetleşme manasına gelir. Şöyle ki; taraflardan birinin diğerine, haksız olması halinde Allah’ın lanetini istemesi durumudur. Bkz. Muhsin Demirci, Tefsir Terimleri Sözlüğü, 4. b., İstanbul: M.Ü.İ.F.A.V Yayınları, 2015, s. 173. 569 el-Beyzâvî, a.g.e., C. II, s. 20. 570 Âl-i İmrân, 3/65. 138 Zikri geçen âyet-i kerîme tefsirinde ise, Ehl-i kitabın Hz. İbrahim hakkındaki çarpık düşüncelerine işaret edilerek; onların bu yalanları, kronolojik bilgiler eşliğinde, mantıklı söylemlerle çürütülmektedir. Buradaki “ehl-i kitap” hitabının, kimler için olduğu konusunda, farklı görüşler ileri sürüldü. Necran Hristiyanları için olduğunu söyleyen âlimler olduğu gibi, Medi- ne’deki Yahudiler ’in kastedildiğini ve bazı ilim ehlinin de, genel anlamda, Yahudi ve Hristiyanlara yönelik bir hitap olduğunu ifade ettiler. Yahudi ve Hristiyanlardan her bir fırka, İbrahim’in (a.s), kendi dinleri üzerinde olduğu konusunda tartışıyorlardı. Zemahşerî, İbrahim Musa’dan iki bin, İsa’dan da bin sene önce geldiği halde, gördü- ğünüz gibi; Tevrat ve İncil de O’ndan çok sonra indirildiği halde, hangi akıl ve mantık ölçülerini kullanarak böyle bir yalanı uyduruyorsunuz.571 Yani, kronoloji ilmi ve eli- nizde bulunan kitaplar, sizi yalanladığı halde, nasıl böyle akılsızca bir iftirada bulunu- yorsunuz. َ ن " ِّلل َي عَل م َوأَن ت م لَ َت عَل مو ُّجوَن ِفيَما َل يَس َل كم ِبِه ِع ل م َوا " َهاأَن ت م َه ؤلء َحاَج ج ت م ِفيَما َل كم ِبِه ِعل م َفِلَم ت َحآ “İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartış- tınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bil- mezsiniz.” 572 Şeyh Muhammed Abduh, azıcık da olsa ma’lumat sahibi olduğunuz, Hz. İsa konusunda hadi tartışmaya girdiniz. Sizlerden kimisi ona “ilâh” iftirası atarak, kimisi, “ yalan söyleyen bir zina türedisi” bühtanında bulunarak nice aşırılıklara imza attınız. Bu konuda, üzerinize hüccet sabit oldu. Hatta İsa hakkındaki, o azıcık ilminiz bile, sizi hata yapmaktan alıkoyamadı. Peki şimdi İbrahimin, Yahudi veya Hıristiyan olduğu konusunda hiç bilginiz yok iken, nasıl doğruyu bulacaksınız. Bu konuda Muhammed’e (s.a.v) vahyedileni takip etmeniz gerekmez mi?573 şeklinde yorumlamaktadır. İbn Kayyim el-Cevziyye, bu tartıştıklarınız ve savunduğunuz iddialarla Kur’an’ı ve Allah’ı inkar ediyorsunuz. Sizdeki bu itikad bozukluğu ve inançsızlık ce- haletle ilgili bir durum değildir. Aksine inada ve bilmeye dayalı bir inanç problemidir. 571 ez-Zemahşerî, a.g.e., C. I, s. 283-284. 572 Âl-i İmrân, 3/66. 573 Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Reşîd Rızâ, a.g.e, C. II, s. 617. 139 Çünkü siz inkar ettiklerinizin gerçek olduğunu müşahade ediyor ve gerçeği biliyorsu- nuz, demektedir.574 ُّجو ك م ِّم لَل َما أ وِتي ت م أَ و يَحآ ِ لل أَن ي ؤَتى أََح د ِ ِّ َّن ا ل هَدى هَدى ا " َولَ ت ؤِمن و ا ِإلَّ ِلَمن َتِبَع ِديَن ك م ق ل ِإ ِّلل َواِس ع َعِلي م " لل ي ؤِتيِه َمن َيَشاء َوا ِ ِّ َّن ا لَف ضَل ِبَيِد ا ِّب ك م ق ل ِإ ِ ِعنَد َر "Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın" (dediler). De ki: "Şüphesiz hi- dayet, Allah'ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya Rabbi- nizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsu- nuz)?" De ki: "Lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olan- dır, hakkıyla bilendir."575 Kuşeyrî, Muhtemeldir ki burada, müslümanlar için yeni bir emrin başlangıcı söz konusudur. O da şudur: Ey Müslümanlar! Sizinle inançta zıt olan kişilerle dostluk ve ünsiyet kurmanız doğru değildir. Sırlarınızı da onlara vermeyin.576 Seyyid Kutub, Onların, İslâm’ı kabul ettğini beyan edip daha sonra pişman ol- maları, dinlerinin hakikatini ve karakteristik gerçekliğini daha tam kavrayamamış, zihinsel ve psikolojik bünyeleri güçsüz Müslümanlar için tehlikeli olabilirdi. Çünkü o Müslümanların aklına, acaba gerçekten dinimiz de bir tutarsızlık mı var ki bunlar tek- rar vazgeçiyorlar? şüphesini uyandırırdı. Böylece, tutarsızlık içinde bocalayıp durur- lardı da sonra dinlerinde sebat edemezlerdi.577 Onun için, zamanında gelen bu rahmanî ihtar müslümanların iki dünya mutluluğunu sağlama yolunda güzel bir rehberlik örne- ği olmuştur. ِبِّي َش ي ًئا لل َوَق د َهَداِن َولَ أََخا ف َما ت شِر كوَن ِبِه ِإلَّ أَن َيَشاء َر ِ ِّ ِنِّي ِفي ا ُّجو َّج ه َق و م ه قَ اَل أ َتَحا " َوَحآ َ ن" َّك رو ء ِع لًما أََفَلَ َتَتَذ َّل َش ي ِبِّي ك َوِسَع َر “Kavmi onunla tartışmaya girişti. Dedi ki: "Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin O'na ortak koştuklarınız- 574 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., C. I, s. 450. 575 Âl-i İmrân, 3/73. 576 el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, C. I, s. 302. 577 Seyyid Kutub, Fî Zilâl’il Kur’ân (v. 1966) , I-X, İstanbul: Dünya Yayıncılık, 1980, C. II, s.109. 140 dan ben korkmam; ancak Rabbimin bir şey dilemiş olması başka. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?"578 Müfessirler, genelde bu âyette “ ِنِّي ُّجو -lafzının okuyuşu üzerinde durmuş ” أ َتَحا lardır. Müşrikler, Hz. İbrâhim’i, tanrılarından gelecek zarar ile korkuttuklarında, Hz. İbrâhim onlara, ِنِّي ُّجو Benimle tartışıyor musunuz?” dedi. Ebu amr, Hamza ve“ : أ َتَحا Kisai; sondaki nun harfini şeddeli olarak kıraat etmişlerdir. İbn Amir ve Nafi ise şed- desiz okunduğunu kabul etmişlerdir. İki nun karşılaştığı için de ikincisini hazfetmiş- lerdir.579 İbn Kayyim el-Cevziyye, Hz. İbrâhim’in, onların bu hüccetlerine karşı, daha üst model bir hüccet ile onlara cevap vermesi, normal tartışmacıların ya da kıyasçıla- rın, zorlama haliyle ortaya koyduğu bir söz değildir. Bilakis, delil getirmenin esas ilke- lerini, haber kipiyle ortaya koymaktır. Hz. İbrâhim, Allah bana gerçeği öğretip beni basiretli kılıp ve bu konuda inancımın kökleşmesini sağlayacak temel dayanaklar ver- dikten sonra, benimle Allah hakkında nasıl mücadele edebilirsiniz! Benim yanılma ihtimalimi nasıl düşünebilirsiniz! Hem de bir konu ıspatlanıp gerçeklik haline geldik- ten sonra, yeniden delil getirip onu tartışmak, abesle iştiğal değil midir? Güneşin do- ğuşunu bizzat gören birisinin, onu ıspata kalkması garip değil midir?580 Kurtubî’ye göre, Hz. İbrahim ile kavminin, karşılıklı bir şekilde, Alah’ın varlık ve birliği hususunda hüccetleşmeleri ve bunun âyet-i kerîmede geçmesi, Allah hakkın- da tartışmanın caiz olduğuna bir delil sayılabilir.581 Mücâhid, bu âyeti tefsir etmemiş- tir. Bu âyetten sonra gelen âyeti de geççerek, Enam suresi 83. âyeti ise kısaca tefsir etmiştir.582 Ebü’l-Leys es-Semerkandî: Bu tablodan, her mü’min’in, kendisine ders çıkar- ması gerekiyor. Bu tartışmaların Kur’an’da zikredilme hikmeti de zaten budur. İman 578 el-En’âm, 6/80. 579 el-Cevzî, a.g.e, C. II, s. 215. 580 İbn Kayyim el-Cevziyye , a.g.e., C. II, s. 35. 581 Kurtubî, a.g.e., C. VII, s. 74. 582 Mücâhid, a.g.e., C. I, s. 219. 141 ise nasip meselesidir. Allah onu isteyen kuluna verir. Arzulamayan kuluna ise nasip etmez.583 ِ ر َّنا ِّمَن ال ِ َّنا َنِصيًبا ُّم غن وَن َع َّنا َل ك م َتَبًعا َفَه ل أَن تم َّنا ك َّلِذيَن ا سَت كَب روا ِإ ُّضَعَفاء ِل َّناِر َفَي قو ل ال ُّجوَن ِفي ال " َوِإ ذ َيَتَحا " “Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, "Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir mi- siniz?" derler.”584 Âyette geçen karşılıklı suçlama üslûbu, Kasas ve Sebe sûrelerinde de geçmek- tedir. Âyetin üslûbu güçlü ve te’sirlidir. Korkutma, yerme, ibret alma vb. faydalar he- deflenmiştir. Sebe sûresinde geçen, Arap mustaz’aflar ile kibirli olanlar arasında geçen konuşmanın, burada aynı şekilde temsil edilmesi, dinleyicileri korkutma ve uyarma amacı taşımaktadır.585 Kuşeyrî, kavram ile ilgili bir açıklama yapmadığı gibi âyetin tefsirine de bir sonraki âyeti açıklarken atıfta bulunmuştur.586 Zemahşerî ise, kavram ile ilgili bir açık- lamada bulunmamıştır. Sadece “َتَبًعا ” kelimesinde bir i’rabî tahlil yapmıştır. 587 Cela- leyn ve Safvetü’t Tefâsîr tefsirlerinde ise, َُّجون çekişmek” anlamına“ :( َيَتَخاَص مون) َيَتَحا geldiği ifade edilmektedir.588 ِبِِّه م َوَعَل يِه م َغَض ب َوَل ه م َعَذا ب َّج ت ه م َداِحَض ة ِعنَد َر لل ِمن َب عِد َما ا س تِجيَب َل ه ح ِ َّ ُّجوَن ِفي ا َّلِذيَن ي َحا " َوا َشِدي د" 583 es-Semerkandî, Ebü’l-Leys İmâmü’l-hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm (ö. 373/983), Tefsîru’l Kurân, I-VI, sad. Mehmet Karadeniz, İstanbul: Özgü Yayınları, 2007, C. II, s. 313. 584 el-Mü’mîn (Gafir), 40/47. 585 Derveze, a.g.e., C.III, s. 276. 586 el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, C. V, s.134. 587 ez-Zemahşerî, a.g.e, C. I, s. 130. 588 el-Mahallî, es-Süyûtî, a.g.e., s. 472. 142 Allah'ın çağrısına uyulduktan sonra O'nun hakkında tartışmaya girenlerin delil- leri Rableri katında batıldır. Onlara bir gazap vardır. Onlar için çetin bir azap vardır.589 Şeyh Muhammed es-Sâbûnî: َّج ت ه م َداِحَض ة -Hüccetlerinin batıl ve geçici olma“ : ح sı”, anlamına geldiğini”,590 bir kimsenin getirdiği delil, boşa çıktığı zaman, “ دحضت -cümlesi kullanılır.591 Âye ”دحضت رجله“ denir. Ayakların kaydığı durumlarda ise ”حجته tin nüzul sebebi ise, insanları İslam’dan vazgeçirmek ve saptırarak yanlış yollara sev- ketmeye çalışan, Benî İsarilden bir fırka ile ilgili olduğunu, İbn Abbâs’ın bu konudaki rivayeti ile delillendirmektedir.592 Mücâhid, َّج ت ه م ”O’nun çağrısı kabul gördükten sonra“ : ِمن َب عِد َما ا س تِجيَب َل ه ح cümlesini şöyle yorumlamıştır: “İslam’a girdikten sonraki durum ile ilgilidir. Onların böyle yapmaları, cahiliye dönemine tekrar dönülmesini, büyük bir istekle arzu etmele- ridir.593 Râzi, burada geçen hüccetleşmenin nedeni, Yahudilerin: “ Siz ittifak edilen şey ile amel etmenin, üzerinde ittifak edilmeyenden daha öncelikli olduğunu ifade etmiyor musunuz? Musâ’nın peygamberliği ve Tevrât’ın hak oluşu üzerinde ittifak olduğu halde, Muhammed’in nübüvveti, sizce üzerinde ittifak edilen bir konu mudur? Bu durumda hepimizin Yahudiliğe ittiba etmesi gerekmez mi?” gibi çelişkili sözleri üzerine, Allah, onların getirdiği delilin, batıl olduğunu beyan etmiştir. Çünkü Yahudi- ler, Hz. Musâ’nın sözleri ve getirdiği mucizeleri, birbirini tahkim ettiği için, ona iman etmenin vacib olduğu konusunda mutabık kalmışlardı. O zaman Ey Yahudiler, Hz. Muhammed’in sözlerini doğrulayan mucizelerini de bizzat müşahade ettiğiniz halde, neden sadece Hz. Musâ’ya iman ediyorsunuz? Bu bir çelişki değil midir?594 589 eş-Şûra, 42/16. 590 es-Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr: Tefsirlerin Özü, C. III, s. 126. 591 Derveze, a.g.e., C. III, s. 333. 592 a.g.e., C. I, s. 448. 593 Mücâhid, a.g.e., C. II, s. 574; Kurtubî, a.g.e., C. 15, s. 386. 594 er-Râzî, Mefâtîhu’l- gayb: Tefsîr-i Kebîr, C. XIX, s. 439-440. 143 Kuşeyrî, Efendimizin Bedir Savaşı günü, müşrikler hakkında bedduası kabul edilince, Allah hakkında mücadeleye başladılar, diyerek âyetin mealinde geçen bilgile- ri tekrarlamaktadır.595 َّج “ fiilinin geçtiği âyetleri tefsirlerden araştırdığımızda, fiilin kök anlamına ” َحا nadir olarak değindiklerini gördük. Hâlbuki bir konu ile ilgili kavramsal çerçeveyi, bulunduğu bilim dalında, anlamlandırabilmek için, kelimenin serüvenini bilmek son derece önemlidir. ab. Delil / el-Hucce (ِّج ة (ال ح ِّ جة :Bu sözcük ilk olarak “El-Bakara, 2/150.” âyetinde geçmektedir : ال ح ُّلو ا و جوَه ك م َش طَر ه ِلَئَلَّ َي كوَن ِل َو جَهَك َش طَر ا لَم سِجِد ا لَحَراِم َوَح ي ث َما كن ت م َفَو ِّ " َوِم ن َح ي ث َخَر جَت َفَو َ ن " َّل ك م َت هَت دو َّم ِن عَمِتي َعَل ي ك م َوَلَع َّلِذيَن َظَل مو ا ِم ن ه م َفَلَ َت خَش و ه م َوا خَش وِني َوأل ِت َّج ة ِإلَّ ا َّناِس َعَل ي ك م ح ِلل “(Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. (Ey mü'minler!) Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram'a doğ- ru çevirin ki, zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın. Zalim- lerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız.”596 Kuşeyrî, kimsenin senin aleyhinde bir delil getirerek sana ulaşmasını, hiçbir kötülüğün sana gelmesini istemiyorsan, her ne zaman nerede olursan ol, bize bağlan ve bizden ol! Çünkü ancak bizimle irtibatı sağlayabilenler, değişmek zorunda kalmazlar. Korkularını yenerler.597 ِّجة ) :sözcüğünün yer aldığı başka bir âyet de Nisâ, 4/165. âyetidir (ال ح ِّلل َعِزيًزا َحِكيًما " ُّر سِل َوَكاَن ا َّج ة َب عَد ال ِلل ح ِّ َّناِس َعَلى ا ِّشِريَن َو منِذِريَن ِلَئَلَّ َي كوَن ِلل ِ ُّمَب " ر سَلً 595 el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, C. V, s. 188. 596 el-Bakara, 2/150. 597 el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, C. II, s. 78. 144 (Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki in- sanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.598 Bu âyet üzerine Hz. Peygamber Yahudilere: “ Siz benim sıfatlarım ile ilgili, Tevrat’ta geçen bilgilerden, gerçekten Allah’ın elçisi olduğumu biliyorsunuz. Eğer bu yaptıklarınızdan tövbe ederseniz günahlarınız affedilir.” Onlar: “ Eğer bu söylediklerin tevrat’ta bulunsaydı. Şüphesiz biz sana uyanlar- dan olurduk” diye cevapladılar. Efendimiz (s.a.v): “Allah’a yemin ederim ki sizler benim söylediklerimin doğ- ru olduğuna şahitsiniz” buyurdu. Onlar şöyle cevap verdiler: “ Hayır bu konu ile ilgili şahitlik edecek bir malu- matımız yok”. Onların bu sözleri üzerine bir sonraki âyette ( Nisa, 4/ 166), Allah (c.c) Yahu- dilere cevaben: “ Madem onlardan kimseler senin için tanıklık etmiyorsa, şüphesiz Allah ve O’nun melekleri bu konuda senin için şahit’tirler” buyurmuştur.599 Allah (c.c) önceki âyette, gönderdiği peygamberlerin bir kısmının kıssalarını bildirdiğini bir kısım peygamberin de kıssasından bahsetmediğini anlatarak, insanların inkâr ile ilgili mazeretlerinin önüne sed çekmiştir. Böylece, onlara merhamet etmiştir. Nitekim, bir hadis-i şerifte konuya şöyle değinilmektedir: “Kulu hakkında (kulunu koruyup kollama), Allah’tan daha fazla gayret sahibi yoktur. Bu yüzden zâhir-bâtın bütün kötülükleri haram kıldı. Allah’tan daha çok övünmeyi seven kimse yoktur. Onun için Allah kendini medhetmiştir. Allah’tan daha fazla mazeretleri ortadan kal- dırmayı seven kimse yoktur. Onun için kullarına peygamberler göndererek, kullarına kutsal kitaplar indirdi.” (Müslim, “Tevbe”, 35)600 598 en-Nisâ, 4/165. 599 Mukâtil, a.g.e., C. I, s. 430. 600 İbn Acîbe, a.g.e., C. II, s. 588. 145 İbn Kayyim el-Cevziyye burada, söz konusu kelimeyle ilgili yorum yapmamış ve herhangi bir nakilde bulunmamıştır.601 Mücâhid ise bu âyet ile ilgili bir tefsir faali- yetinde bulunmamıştır.602 ِّجة ) sözcüğü yine En’âm sûresi, 83. ve 149. âyetlerde olmak üzere 2 defa (ال ح yer almaktadır. َّبَك َحِكي م َعِلي م " َّن َر َّنَشاء ِإ َّمن َّج تَنا آَت يَناَها ِإ بَراِهيَم َعَلى َق وِمِه َن رَف ع َدَرَجا ت " َوِت لَك ح “İşte kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimiz. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bi- lendir.”603 Kurtubi, söz konusu hüccet, Allah’ın Hz. İbrahim’e verdiği ve Hz. İbrahim’in de tartışmada, onunla kavmine galip geldiği delillerin tümüne bir işarettir, demektedir. Mücahid ise; “ iman edip de sonra, imanlarına zulüm karıştırmayanlardır” demiştir.604 Bazı müfessirler, bir önceki âyet (Enam, 6/82), Allah’ın, Hz. İbrahim’in delili- ni pekiştirmesi için, O’na hitaben söylenen rabbani bir emridir, demişlerdir. Bazı Mü- fessirler de, bu âyette geçen ifadeler, İbrahim’in (a.s) kavmine karşı söylediği kendi sözüdür, görüşünü savunmuşlardır.605 Daha önce geçen (En’âm, 6/80) bağlamında bu âyetin de tefsirine değindik. َ ن " َّج ة ا لَباِلَغ ة َفَل و َشاء َلَهَدا ك م أ َجَمِعي ِّلِه ا ل ح " ق ل َفِل “De ki: "En üstün delil yalnızca Allah'ındır. O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi."”606 Mücahid, bu âyetin tefsirinde, bir önceki âyette (Enam, 6/ 148) Kureyş müşrik- lerinin. “ Allah isteseydi ne biz, ne de atalarımız şirk koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram 601 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., C. I, s. 635. 602 Mücâhid, a.g.e., C. I, s. 181. 603 el-En’âm, 6/83. 604 el-Kurtubî, a.g.e., C. VII, s. 30 ; Mücâhid, a.g.e., C. I, s. 219. 605 Derveze, a.g.e., C. III, s. 70. 606 el-En’âm, 6/149. 146 kılmazdık…” anlamındaki sözlerini zikretmiştir. Bu sözler üzerine, Enam, 6/ 149. âye- tinin indiğine işaret etmektedir.607 Kurtubî’ye göre, buradaki “ َّج ة kelimesi, kendisine karşı birer hamle olarak ” ا ل ح getirilen delilleri çürüten; herhangi bir mazeret bırakmayan ve konu üzerindeki şüphe- leri tamamen ortadan kaldıran delil, demektir. Bu da Allah’ın hüccetidir. Çünkü Allah, kendisinden başka ilah olmadığını, resulleri gönderenin de kendisi olduğunu bildirmiş ve onları mucizelerle desteklediğini buyurmuştur.608 İbn Kayyim bu âyetin tefsirinde kavram ile ilgili bir bilgi vermemektedir.609 Yine bu sözcük Şûrâ, 42/15 ve 16. âyetlerinde de geçmektedir: َّلل ِمن ِكَتا ب َوأ ِم ر ت أِل َعِدَل َب يَن ك م َّتِب ع أ َهَواء ه م َو ق ل آَمن ت ِبَما أَنَزَل ا " َفِلَذِلَك َفا د ع َوا سَتِق م َكَما أ ِم رَت َوَل َت َّلل َي جَم ع َ ب يَنَنا َوِإَل يِه ا لَمِصي ر" َّجَة َب يَنَنا َوَب يَن ك م ا ُّب ك م َلَنا أ َعَمال َنا َوَل ك م أ َعَمال ك م َل ح ُّبَنا َوَر َّلل َر ا “(Ey Muhammed!) Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: "Ben, Allah'ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya toplaya- caktır. Dönüş de ancak o’nadır."”610 Mücahid’e göre; َّجَة َب يَنَنا Bizimle sizin aranızda herhangi bir delile ihtiyaç “ : َل ح yoktur” emrindeki hüccet, “husumet” anlamında kullanılmıştır. Nehhâs ise, bu buyruk, şu anlama da gelebilir: “Artık, Peygambere, size karşı delil getirme ve sizinle harb etme, emredilmemiştir” demiştir.611 İzzet Derveze’ye göre ise, “ Aramızda hüccetleş- me ve husumete imkân bulunmasın” demektedir.612 607 Mücâhid, a.g.e., C. I, s. 227. 608 Kurtubî, a.g.e., C. VII, s. 223. 609 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., C. I, s. 450. 610 eş-Şûrâ, 42/15. 611 Kurtubî, a.g.e., C. XXV, s. 385; Mücâhid, a.g.e., C. II, s. 574. 612 Derveze, a.g.e., C. III, s. 330. 147 ِبِِّه م َوَعَل يِه م َغَض ب َوَل ه م َعَذا ب م َداِحَض ة ِعنَد َر ِ َّج ت ه َّلل ِمن َب عِد َما ا س تِجيَب َل ه ح ُّجوَن ِفي ا َّلِذيَن ي َحا " َوا َشِدي د " “Allah'ın çağrısına uyulduktan sonra O'nun hakkında tartışmaya girenlerin de- lilleri Rableri katında batıldır. Onlara bir gazap vardır. Onlar için çetin bir azap var- dır.”613 Bu âyette “hac” kavramı hem fiil hem de isim formatlarıyla geldiğinden, daha önce fiil formatıyla geçtiği yerde, âyetin yorumlanışını yapmıştık. Burada isim ve fiil biçimlerinin karışmaması ve bütünlüğün bozulmaması için âyeti tekrardan koymuş olduk. ِّجة ) :sözcüğünün geçtiği son yer, Câsiye, 45/25. âyetidir (ال ح َّل أَن َقال وا ا ئ توا ِبآَباِئَنا ِإن كن ت م َصاِدِقينَ " َّجَت ه م ِإ َّما َكاَن ح ِّيَنا ت ِ " َوِإَذا ت تَلى َعَل يِه م آَيا تَنا َب “Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, "Doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getirin" demek oldu.”614 İzzetin Derveze, Kâfirler, ölüm ve yaşamın doğal bir durum olduğunu, her şe- yin zamana bağlı olarak işlediğini, kendilerini helaka uğratan etkenlerin, gece ve gün- düzün akıp gitmesinden başka bir şey olmadığını, iddia etmişlerdir. Ahiretin varlığıyla tehdit edildikleri zaman ise çoğunlukla, âyette geçen ve en güçlü delil olarak tasavvur ettikleri “ doğru söylüyorsanız, o halde, babalarımızı geri getiriniz” sözleri olmuş- tur.615 Aytetteki َّجَت ه م َ ن“ ,delilleri” lafzı“ : ح َّل أَن َقال وا ا ئ توا ِبآَباِئَنا .fiilinin haberidir ” َكا “ : ِإ Haydi öyleyse babalarımızı getiriverin” cümlesi ise ismidir. Yüce Allah, inanmayanla- rın: “ Öyleyse ölüp gitmiş babalarımızı getirin de, söylediklerinizin doğruluğunu onla- ra sorarak sınayalım”. şekilde delil istemelerine cevaben sonraki âyette: “ De ki Allah 613 eş-Şûrâ, 42/16. 614 el-Câsiye, 45/25. 615 Derveze, a.g.e., C.III, s. 428. 148 sizi diriltiyor ( Hâlbuki siz daha önceleri bir nutfeden ibaret idiniz). Sonra sizi Öldü- rüyor ve sonra doğruluğunda şüphe olmayan, ahiret gününde sizi toplayacaktır. (Tıpkı sizi dünyaya getirdiği gibi)” buyurmaktadır.616 Zemahşerî ise, burada kâfirlerin söylediği söz delil olmadığı halde, Allah neden âyette “delil” lafzını zikretti diye sual edilirse, şöyle cevap verilebilir: “ Onlar kendile- rine getirilen delil üslubunu kullanarak karşı delil getirmeye uğraşmışlardır. Âyet, on- lara alaylı bir uslüp ile yaklaşarak, onların bu sözüne delil demiştir. Ya da onlar, söy- ledikleri sözün delil olduğuna inandıkları için, öyle denmiştir. Bir başka ihtimal ise, şairin aşağıdaki mısrasında geldiği gibi bir mana yüklenmesi söz konusu olmuştur ondan delil olarak adlandırılmıştır: َّي ت ه م َب يَن ه م َض ر ب َوِجي ع -Onların selamlaşması, çok acıtıcı bir dövüştür. Bura “ : َتِح dan maksat onların hiçbir delillerinin olmadığı anlamı çıkmaktadır.617 Mücâhid, bu âyeti tefsir etmemiştir.618 ac. Yıl / el-Hıcce (َّج ة (الحِ -Sene sözcüğünün cem’îsi (çoğulu) olan bu kelime, sadece bir de :(الِحَجج ) fa:{Kasas, 28/27} geçmektedir. َّي َهاَت يِن َعَلى أَن َت أ جَرِني َثَماِنَي ِحَج ج َفِإ ن أ َتَم مَت َع شًرا َفِم ن ِعنِدَك نِّي أ ِري د أ َن أ نِكَحَك ِإ حَدى ا بَنَت ِ " َقاَل ِإ َّصاِلِحينَ " َّلل ِمَن ال َّق َعَل يَك َسَتِج دِني ِإن َشاء ا َوَما أ ِري د أ َن أ َش “Şu'ayb, "Ben, sekiz yıl bana çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer sen bunu on yıla tamamlarsan, o da senden olur. Ben seni zora koşmak da istemiyorum. İnşaallah beni salih kimselerden bulacaksın" dedi.”619 616 Kurtubî, a.g.e., C. 16, s. 33; İbn Kesîr, a.g.e., C. X, s. 103-104. 617 ez-Zemahşerî, a.g.e, C. IV, s. 221; Kurtubî, a.g.e., C. XVI, s. 33. 618 Mücâhid, a.g.e., C. II, s. 592. 619 el-Kasas, 28/27. 149 Mukâtil, âyette söz konusu lafzın üzerinde durmamıştır.620Mücahid ise sadece, bir sonraki âyette geçen (Kasas, 28/ 28) “vekil” lafzının: Şahit anlamına geldiğini ifa- de etmektedir. Aynı şekil de O da “ِحَجج ” lafzı üzerinde durmamaktadır.621 b. Tatbikî alanı Hac, hem mal hem beden ile yapılan ibadetlerdendir. Namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerin hikmetleri ve yararları, genel olarak hacda bulunur. Hac, gayesine uygun olarak yapılırsa, bu “Haccı Mebrûr” olur ve zikredilen ibadetlerdeki temel hedefleri gerçekleştirir. Hac, İnsanın kalbini, masivadan tasaffi (arındırmak) eder. Malın ve bede- nin doğru yerde kullanımını öğretir. Nitekim, Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle bu- yurmaktadır: “ Kim kötü işlerden ve Allah’a karşı gelmekten sakınarak haccı eda eder- se, anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınır. 622 ba.“Hac” - “salât” ilişkisi Farsça dilinde; “ tâzim için eğilmek, kulluk ve ibadet”manasına gelen namaz, lügatte; “dua ve ibadet etmek, yalvarmak ve bağışlanma talep etmek” manalarına gelir. Arapça’da namazın adı “salât’tır. Çoğulu ise “salavât’tır. Terim anlamı ise: “ tekbirle başlayıp selâm ile sona eren, belli başlı söz ve hareketlerden ibarettir.” Kur’ân-ı Ke- rim’de geçen bilgilere göre, geçmişteki bütün hak dinlerde namaz ibadeti vardır.623 Hac ise; “bir takım özel işleri, muayyen bir zaman içerisinde, belli bir mekânı ziyaret ederek gerçekleştirilen bir ibadet’tir.” 624 Namazda muayyen vakitler olduğu gibi, bir eda sistematiği de söz konusudur. Bu konu, Kur’ân-ı Kerim’ de şöyle geçmek- tedir: “Namaz mü’minler üzerine belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.”625 Hac ibadetinde özel sözler ve filler vardır. Telbiye ile başlayan hac, veda tavafıy- la sona erer. Hac ibadetinin ifasını tamamlamak için, namazdaki selâm ile aynı görevi eda eden ziyaret tavafı vardır. O, bir dua, son bir hasret giderişi ve aynı zamanda edep üzere bir terktir. Namaz ibadeti de hac gibi birtakım özel eylem ve söylemlerden ibaret- 620 Mukâtil, a.g.e., C. III, s. 273. 621 Mücâhid, a.g.e., C. II, s. 485. 622 Uludağ, a.g.e., s. 94. 623 M. Kâmil Yaşaroğlu,“Namaz”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, C. 32, s. 350. 624 A. Fikri Yavuz, Y. Vehbi Yavuz, Resimli Hac Rehberi, 2. b., İstanbul: Feyiz Yayınları, 1976, s. 111; Döndüren, a.g.e., s. 111. 625 en-Nisâ, 4/103. 150 tir. Tekbir ile başlanan namaz, selam ile neticelenmektedir. Namaz kılarken insanın nef- sinde, düşünce dünyasında, ya da herhangi bir azası sebebiyle namazı bozan ya da ke- maline menfi te’sir eden bütün davranışlardan uzak durulur. Nitekim Maûn sûresinde: “ Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mâni olurlar.626 Cuma namazı, vakit namazları, bayram namazları gibi ibadetler de ferdi değil, kollektif bir şekilde ve birliktelik ruhuyla eda edilirler. Beş vakit namaz günlük bir kongre gibi, Müslümanları buluşturup kaynaştırır. Cuma namazı ise, daha geniş katılım- lı olmak üzere haftalık bir kongredir. Hac ise, bütün bileşenlerin orada olduğu, keyfiyet açısından daha yoğun manevi bir ortam ve kemmiyet yönüyle de mahşeri hatırlatan bir insan selinin olduğu, genel bir kongredir. Beş vakit namazlarda, günlük meseleler ka- rarlaştırılırken, Cuma namazlarında, haftalık kararlar neticeye bağlanır. Hac ise yılın muhasebesinin yapıldığı, aynı zaman ve zeminde bir araya gelmeleri mümkün olmayan değişik bölge Müslümanlarının ve temsilcilerinin buluştuğu yıllık bir kongre hüvviye- tindedir.627 İranlı Dr. Beheşti ise, konuya farklı bir bakış açısı getirerek, bu toplantının siyasi yönünün olmaması gerektiğini şu sözlerle ifade etmektedir: Eğer haccın bir kongre ol- ması, hac mevsiminde siyasi temsilcilerin toplanması, ümmetin idari, sosyal problemle- rinin siyasi bir masaya konduğu ve ümmetin sorunlarının konuşulduğu amacı taşıyorsa, bunu doğru görmeyiz. Çünkü siyasi bir niyet veya kasıt, haccın, İbrahimî geleneğine ve tevhidi gerçekleştirme hedeflerine ters düşmektedir. Bunun aksine hac, imanî bir gaye, ameli bir başlangıç ve insanın kendisini ve çevresini olumlu yönde terbiye etme çabası- dır. 628 İslâm dini, namaz ibadeti gibi cemaatle eda edilmesi konusunda, bazı şartlar ve yaptırımları, hac için koymadığı halde, haccın edası doğal bir süreç olarak cemaatle eda edilmektedir. Fakat namaz böyle değildir. Cemaatle kılınması konusunda birçok hadis-i şerif varid olmuştur. “ Kişinin bir başkasıyla beraber eda ettiği namaz, tekbaşına kıldığı namazdan, iki kişi ile kıldığı namaz ise bir kişi ile kılınan namazdan, daha sevaptır.”629 626 et-Tayyar, Abdullah b. Muhammed, Tüm Detaylarıyla Namaz, İstanbul: Guraba Yayınları, ty., s. 37; el- Mâun, 107/4-7. 627 Uludağ, a.g.e., s. 94. 628 Beheşti, a.g.e., s. 91. 629 İsmail Karagöz, Halil Altuntaş, Namaz İlmihali, 3. b., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2010, s. 184. 151 Üstelik Cuma namazının cemaatle kılınması, farzı ayındır. Yine Hanefi mezhebinde, bayram namazlarını kılmak vacip; Şafii mezhebinde ise, sünnet-i müekkede hükmünde- dir.630 Hz. İbrahim, ailesini, yakıcı aynı zamanda bir o kadar da ıssız ve ekip biçme işi- nin yapılmadığı (َغ يِر ِذي َز ر ع), bir yere bırakarak şu duayı yapmış ve bu dua, âyet-i kerîmeyle bizlere bildirilmiştir: “Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yer- leştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylet ve meyveler- den bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere karşı şükredenlerden olurlar.”631 Hz. İb- rahim’in, bu duasında özellikle ve öncelikle, onların namaz kılmalarını istemesi ( َّبَنا َر َّصَلَةَ ,hac ile namaz ibadetinin aynı mekânda ve aynı duada buluşmaları adına ,(ِل يِقي مو ا ال son derece önemlidir. Hz. İbrahim’den beri aynı yerde buluşan bu iki ritüel, birbirinden hiç ayrılmadı. Kur’an’da da belirtildiği üzere, Kâbe’nin, Hz. İbrahim’den önce “Beytu’l-Harem” şek- linde geçtiğini de unutmamak gerekir.632 Çünkü Mü’min, namaz kılmak için kıbleye yönelir. “ Biz yüzünü semaya doğru çevirmeni elbette görüyoruz. Onun için andolsun seni hoşnut olacağın bir kıbleye dön- düreceğiz. Artık yüzünü Kâbe’ye (Mescid-i Haram’a) yönelt, siz de nerede bulunursa- nız, yüzlerinizi oraya çeviriniz…”633 Müslüman, kıbleye yönelerek namazının olmazsa olmaz bir rüknünü yerine getirirken; namazın, hac ibadeti ile olan ilişkisini de ortaya çıkarır. 634 Allah’ın, Hz. İbrahim’e olan emrine baktığımızda, namaz ve haccın hem tarihsel yönü hem de edası itibariyle birbirinin şartı, rüknü ve sünnetleri olma durumu söz konu- sudur: “Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): 630 Karagöz, Altuntaş, Namaz İlmihali, s. 80. 631 İbrâhim, 14/37. 632 Amulî, Üstad Abdullah Cevad-i, “Kur’ân’da Hac”, Misbah İslamî Düşünce ve Araştırma Dergisi, İstanbul: C. 3, S. 7-8, (2014), s. 13. 633 el-Bakara, 2/144. 634 et-Tayyar, a.g.e., s. 37. 152 Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.”635 Müfessirlerin bir kısmı, “ayakta ibadet edenler” tabiri ile namaz kılanlar kaste- dilmiştir, demektedirler. Bazılarına göre ise, bundan murad, Mekke’de oturanlardır. 636 Tavaf etme ile namazın bazı şartlarının aynı makamda zikredilmiş olması iki ibadet ara- sındaki bağların ne kadar güçlü olduğunu yeterince açıklamaktadır. Namaza başlama tekbiriyle Mü’min, nasıl ki bütün dünyayı ve nefse hoş gelen her şeyi elleriyle kaldırıp arka tarafa atıyorsa, hac ihramına bürünen hacı da aslında tüm dünyevi kaygılardan sıyrılır 637 ve âyet-i kerimedeki “ Allah’ı sayılı günlerde anınız” emriyle teşrik tekbirleri getirerek Allah’ı yüceltir.638 Namazın cem’ edilmesi konusu, hac ibadetini de ilgilendiren bir konudur. Hatta Hanefi mezhebinde tercih edilen görüş, namazları cem’ etme ruhsatını sadece hac ibade- ti esnasında uygun görmektedir. Çünkü Hanefi fıkıhçılardan Alaûddinn El-Haskafi, yol- culukta namazların cem’ edilmesiyle ilgili kendisine gelen bir mektuba, şöyle cevap vermektedir: “ Yolculuk ya da yağmur gibi bir mazeret sebebiyle, iki farzı bir vakitte eda etmek caiz değildir. Ama Şafii bu görüşe muhaliftir.” şeklinde cevap vermekte- dir.639 Âlimlere göre, namazda cem’ ve kasretme bir arada uygulanabilir. Nitekim Efendimiz Veda Haccı esnasında, Mina’da konakladığında, namazını kasr ederek kıl- dıkları halde, cem’ yapmadılar. FakatTebük savaşında ise, namazlarını kasrederek kılma ile beraber cem’ de yaptılar.640 Bu konu ile ilgili bir hadisi, Hz. Enes şöyle rivayet et- mektedir: “Hz. Peygamber ile birlikte, hac niyeti ile Medineden Mekkeye geldik. Hz. Peygamber, bütün namazları bize (akşam namazı hariç) kasrederek (iki rekât) kıldırdı… Enes: “Mekke’de on gün kaldık” dedi.641 Namazda saf tutma adabının önemli olduğu, saflardaki duruşun, ırk, sınıf ve sos- yal statüleri ortadan kaldırması ve insanları bir tarağın dişleri haline getirmesi, hadisler- 635 el-Hac, 22/26. 636 el-Cevzî, a.g.e, C. IV, s. 284. 637 İslâmoğlu, a.g.e., s. 16. 638 Derveze, a.g.e, C. V, s. 212. 639 Yusuf Kerimoğlu, Fıkhî Meseleler, I-II, İstanbul: Ölçü Yayınları, 1987, C. I, s. 285. 640 et-Tayyar, a.g.e., s. 174. 641 el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâ’îl b. İbrâhîm el- Cu’fî (v. 256/870), el-Câmiu’s-Sahîh: Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, I-XVI, çev. Mehmed Sofuoğlu, İstanbul; Ötüken Yayınları, 1987, C. III, s. 1053. 153 de çokça zikredilmektedir. Müslim’de (436) geçen bir hadiste, Simak İbn Harb : “Nu’man İbn Beşir’in şöyle dediğini duydum”: ‘ Bir okçunun, yaptığı okları düzelttiği gibi Peygamberimiz de safları dümdüz hale getirirdi. Sahabe bunu öğrenene kadar, efendimiz buna devam etti. Günün birinde tam tekbir getirecekti ki, göğsü safın ilerisine çıkmış bir adam gördü. Bu manzara üzerine şöyle dedi: “Ya saflarınızı düzgün hale geti- rirsiniz. Ya da Allah (c.c.) yüzlerinizi farklı farklı biçimlere çevirir” buyurdular.642 Hac ibadetinde birçok farklı ritüelin, birkaç gün içerisinde gerçekleşmesi ve bazı ibadetlerin telafilerinin aynı yıl içerisinde mümkün olmaması; onun da düzenli ve vakit- li olması en az namaz kadar önemlidir. bb.“Hac” - “oruç” ilişkisi Kur’an’ı Kerim’de, orucun farziyetini bize emreden âyet-i kerimede: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılın- dı. Umulur ki korunursunuz643.” hitabıyla orucu farz kılan Allah (c.c), devamında oru- cun hükümlerini bildirdikten sonra, Hz. İbrahim’in anılarını bir daha yaşatmak ve bu tevhidî esintiyi, ibadetlere bir sebep kılmak için haccın yapılışını anlatmıştır. Hac ibade- ti daha farz kılınmadan, Müslümanlara haccı genel hatlarıyla anlatmıştır.644 Birçok ibadette olduğu gibi bazen hac ibadetinde, bir imkânı değerlendirmek ya da ruhsat türünden bir durumdan faydalanmak için oruç ibadeti, ta’mir (onarma) ve te- timme (tamamlayıcı) olarak kullanılmıştır. Her kim ki ihramlı olduğu halde, başında bir yara veya kehle vb. bir eziyetten kurtulmak maksadıyla vaktinden önce tıraş olursa kef- faret olarak,“ O’na oruç, sadaka veya kurban nev’inden bir fidye vacip olur.” (Bakara, 2/196). Hz. Peygamber bu keffareti: “ Üç gün oruç tutmak, altı fakiri doyurmak ya da bir koyunu kurban olarak kesme” (Buhârî, “Muhsar”, 5-8) olarak ifade etmiştir.645 Bir hacı adayı, “İhsar”dan ( düşman, hastalık vb. şeyler) kurtulup, haccı temettü yapmayı arzu eder veya umresine ara verip hac zamanına kadar normal elbiseler giyerse kolayına gelen bir kurban kesmesi vacip olur. Eğer kurban kesme imkânı bulamazsa ve Mekke veya mikât mahalli sınırları içindeki ahaliden de değilse, on gün oruç tutması 642 el-Yarbuzi, Muhammed Ebu Said, Kitab Ve Sünnete Göre Namaz, İstanbul: Kitap ve Sünneti İhya Yayınları, 1991, s. 29. 643 el-Bakara, 2/183. 644 Koçyiğit, Cerrahoğlu, a.g.e., C. I, s. 366-367. 645 Yunus Apaydın, vd., İlmihal II: İslâm ve Toplum, I-II, tas. Hayreddin Karaman, Ali Bardakoğlu, Yu- nus Apaydın, 15. b., Ankara: T.D.V. Yayınları, 2008, C. II, s. 19. 154 vacip olur. Bu oruçlardan üç tanesi, hac esnasında (ihramlı olarak ve Kurban Bayramın- dan önce tutulması) gerekmektedir.646 Hanefilerin görüşüne göre, söz konusu oruçlar ve diğer görevler, mikat sınırları içinde ikamet etmeyenler ve Mekke civarında oturmayan- lar içindir.647 Geri kalan diğer yedi oruç’da “hac”dan dönüş yapıldıktan sonra tutulur.648 Hac aylarından zilhicce’nin ilk dokuz gününde, nafile oruç tutmak müstehaptır. Efendimizin de zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tuttuğu rivayet edilir. Peygamberimiz bir hadis’te şöyle buyurmaktadır: “ Arefe günü orucunun, bundan önceki ve sonraki bir yıllık günahlara keffaret olacağını umuyorum.” Fakat hacılar, Arefe günü oruç tutmaz- lar.649 ِّجِ " َّج َفَلَ َرَفَث َولَ ف سوَق َولَ ِجَداَل ِفي ا لَح َّن ا لَح " َفَمن َفَرَض ِفيِه “… Kim o aylarda hacca niyet ederek ihrama girerse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günah olabilecek tavır ve davranışlara yönelmek ve kavga etmek yasaktır…” âyetinde geçen hac yasakları, oruçlu iken oruçluya yasaklanan bazı yasaklarla benzerlik taşımak- tadır. Allah’tan hakkıyla korkanlar için bir fren, iyi insanların ve Allah’ın sevdiği kul- ların ibadeti olan oruç üç kısımda ele alınabilir: 1) Avam (sıradan insanlar) orucu: Orucu bozan şeylerden, nefislerini alıkoymala- rıdır. 2) Özel (seçkin) kulların orucu: Nefsini, orucu bozan şeylerden korumakla bir- likte, kulak, göz, el ve ayak gibi organları günaha bulaştırmamaktır. Yani azalarına da oruç tutturabilmektir. 3) Havasu’l-Havas’ın (seçkinlerden özel olarak seçilenler) orucu ise; Dünyevî üzüntü ve yararsız düşüncelerden uzak durarak, zihin dünyasına da oruç ziyafeti çeke- bilmektir.650 Hac da kişiden kişiye değişen manevi seviyelerde eda edilir. Kimisi, sade- ce ritüellerin fıkhî karşılığını yerine getirmeyi, hac yaptım sayarken, kimisi de bunların 646 Halil Altuntaş, İsmail Karagöz, “Oruç İlmihali” , tas. Altan Çap, Ankara: D.İ.B. Yayınları, 2008, s.83. 647 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. I, s. 560-561. 648 Bilmen, Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meâli Alisi ve Tefsiri, C. I, s. 195; el-Mahallî, es-Süyûtî, a.g.e., s. 30. 649 Karagöz, v.d, Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 716. 650 Mehmed Zihnî Efendi, Oruç ve Zekât İlmihâli, yay. haz. İbrahim Hatiboğlu, Necdet Yılmaz, İstanbul: Başucu Kitapları: Dâru’l-Hadis, 2002, s. 46. 155 üzerine, haccı mebrur kılacak bir takva elbisesini, ihramıyla beraber giyerek tehallül iftarına kadar imsak eyler. Hatta kimisi de, Allah’ı görmüş gibi aşk ile ihsan mertebele- rinde miraç eyler. İslâmî kaynaklara bakıldığında bu iki ibadetin ortak hedefleri, olumlu, eğitici ve pratik faydalar ihtiva etmeleridir. Hac, sosyal bir rehberlik olan terbiye sistemine bağlı- lığı ve seferde gerçek bir dostluk gerektirmektedir.651 Bu da oruç ibadetinin iradeyi güç- lendiren terbiye modeliyle bire bir örtüşmektedir. Hacca giden kişi, ihramını, oruçtaki imsak telakki ederek tehallül günlerini beklediği gibi; oruçlu da imsakı kendisi için ih- ram sayarak nefsin arzularını gerçekleştirmek için iftarı bekler. Hac ve Oruç ibadetinin ortak temel hedeflerinden bir tanesi de insana idman yap- tırmalarıdır. Allah (c.c.) oruç ile normal zamanlarda meşru olan bir takım davranışları ya da helal olan bazı yiyecek ve içecekleri bize yasaklayarak, sonraki durumlarda gü- nahlarla başa çıkma irademizi güçlendirir. Allah, hac ibadetinde de ihramlarımızı giy- dikten sonra; cinsel ilişki, koku sürme ve avlanma gibi bazı helal davranışlardan uzak durmamızı ister. Örneğin; bizi halter yarışmasına hazırlayan bir antrenör, müsabakada kaldırmamız gereken 150 kiloyu değil de bizi, 150 den fazla kiloyu kaldırmaya alıştır- ması, yarışmada ön alma ve asıl aşılması gereken sarp yer ile baş edebilme noktasında önemlidir. Oruç ibadetini yerine getirmenin şükür olarak ifadesi mahiyetinde fakirlere veri- len fıtır sadakası, orucu, mali bir ibadet olan hac ile aynı çizgi de buluşturmaktadır. Yü- ce Allah yapımıza uygun bedensel ibadetlerin karşılığına, mali ibadetler koyarak bir dengeleme yapmıştır. Böylece Müslümanlar için sosyal bir alan açarak, onları içe kapa- nıklıktan kurtarmıştır. Kurbanı hacca, fıtır sadakasını oruca, zekâtı da namazın karşılığı olarak emir buyurmuş ve bu ibadetlerin herbirini diğerinin ayrılmaz bir parçası kılmış- tır.652 bc. “Hac” - “zekât” ilişkisi Zekât,“sözünde durmak, doğru konuşmak” anlamında kullanılan “sıdk” kelime- sinden gelmektedir.653 Sözlük anlamı, “üreme, artma, çoğalma, bereket, övgü” anlamla- rında kullanılan zekât kavramı, Terim olarak ise, “belirli bir malın bir kısmının, Allah 651 Beheşti, a.g.e., s. 107. 652 Yunus Vehbi Yavuz, Bir Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Zekât, Bursa: Arasta Yayınları, 2004, s. 63. 653 Algül, vd., a.g.e., C. I, s. 422. 156 için muayyen kişilere verilmesi” anlamına gelmektedir.654 Bir fıkıh terimi olarak ise, “ Kur’ân’da belirtilen kişilere verilmek üzere, dinen zengin olan Müslümanların malından alınan belli pay” demektir. Örfün kullanımında ise, bu kısmın maldan çıkarılmasına “zekât” denir. Terim anlamı yönüyle, sadaka da zekât kavramıyla eş anlamlıdır.655“ Ha- yır için ne harcarsanız O, bunun yerine başkasını verir”656 âyetiyle zekâttaki artma ve çoğalma manasına gelen hikmeti de böylece anlamış oluyoruz. Kur’an’ı Kerim’de, zekât, namaz ile birlikte 28 defa aynı yerde, 6 yerde ise müs- takil bir kavram olarak yer almaktadır. Zekâtın farziyyetini ifade eden ve aynı ifadenin kullanılması ile 6 yerde “Namazı kılıp, zekâtı verin” (Bakara, 2/ 43, 83, 110; Nisâ, 4/ 77; Nur, 24/ 52; Müzemmil, 73/20) şeklinde tekrarlanması da zekât mefhumunun, İslâm âlemindeki her fert ve toplum için bir dayanak olduğunu ifade etmektedir. Aynı zaman- da, toplumun sosyal yapısı için mihenk taşı niteliğindedir. Fakir ile zengin bağını güç- lendirerek, aralarında eşitliğe sebep olur. Kişiyi bencillikten kurtararak toplumun başka katmanlarını da faydalı hale getirir.657 Böylece zenginin malını da fakirin nazarından ve yoğun bir enerji birikimi oluşturmuş iç çekişinden muhafaza eder. Zekât, hicri 2. yılda oruçtan önce meşru kılınmıştır. Ne zaman ödeneceği konu- suna gelince, fetvaya esas olan bakış açısına göre, sene dolunca fevrî (hemen) fakire temlik edilmelidir. Dürrü’l-Muhtâr’da: “Fakirin ihtiyacını bekletmek caiz değildir” denmektedir. Bu nedenle, zekât’ı gerekçesiz bir şekilde erteleyen kişi, günah işlemiş olur ve şehadeti de kabul görmez. Çünkü zekât’ın farziyyetindeki hikmet iki önemli esasa mebnidir. 1) Nefsi, cimrilikten temizlemek. 2) Zekât’a muhtaç olan kişiler arasında eşitliği sağlamak658 Zekâtın sarfedileceği yerler ise zaten Allah tarafından Kur’an’da659 net olarak ifade edilmiştir. Âyete göre zekât, şu kimselere verilir: 1) Nisab660 miktarı mala sahip olamayan “fakirler”. 654 Karagöz, v.d, Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 711. 655 Mehmet Erkal, “Zekât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, C. 44, s. 197. 656 es-Sebe, 34/39. 657 Yunus Vehbi Yavuz, Zekât: Anlamı - Önemi – Hükümleri Ve Organizasyonu, 2. b., Bursa: Feyiz Ya- yınları, 2008, s. 10. 658 Zihnî, Oruç ve Zekât İlmihâli, s. 46. 659 et-Tevbe, 9/60. 157 2) Hiçbir mala sahip olmayan “Miskinler”. 3) “Müellefe-i kulûb” (Kalplerinin İslâm ile ünsiyet oluşturması için verilenler) 4) “Köleler” ( Kölelik boyunduruğundan kurtulmak isteyenler) 5) “Borçlular”, yani borcu kadar malı olmayan kimseler. 6) Allah yolunda çalışanlar. Bunlar: Allah’ın yoluna kendini adayan ilim adamı, İslâm’ı tebliğ ve irşad görevini ifa edenler,661 İslâm’ı yükseltme ve yayma konusunda sıcak savaşta olan kişilerdir, denilmiştir.662 Allah’ın, kitabında, zekât’ın verileceği insanları belirlemesindeki hikmete bakıl- dığında, zekât her ne kadar fakirin ve muhtacın hakkı ise de İslâm’da asıl övgüye maz- har olan şey, başkasının malına göz dikmeden, tembellik, mal ve zaman israfını bıraka- rak, insanın kendisinin çalışmasıdır. Böylece başkalarından isteme hissiyatından da kendini korumasıdır.663 Zekât ibadetinin, 21. yüzyılda meyve vererek İslam milletinin derdine deva ol- ması, kurumsal hale gelmesine bağlıdır. Çünkü zekât da iyi bir yönetim biçimi ve iyi bir organizasyon isteyen bir ibadettir. Zekât, toplumsal yapıyla iç içe olan ve bu yönüyle, oruç ve namaz gibi ibadetlerden farklıdır.664 Hac ibadeti gibi sistematik bir yapı ve kol- lektif bir şekilde yapılırsa ancak fayda verebilir. Zekât genel olarak bir terbiye hadisesidir. Çünkü zekât, kaliteli olandan, ölçüsü- nü tastamam (eksiksiz bir şekilde), başa kakmadan, gösterişe tenezzül etmeden ve Al- lah’a karşı takvanı takınarak; Allah’tan gelecek dünyevî ve uhrevî karşılığa hakkıyla inanarak, “Acaba kabul eder mi benden?” iç sesini de işin içine katarak ifa edilmesi gereken bir ibadettir.665 Çünkü Zekât Mü’min’deki cimrilik zincirini kırarak onu cömert bir insana dönüştürür. Böylece mü’minin, nefsin cimriliğinden kurtulup Allah’ın istedi- ği bir kul olmasına vesile olur.666 Nitekim Allah (c.c) bu konuda: “Nefsinin cimriliğin- 660 “Sınır, işaret, asıl ve kök” anlamlarına gelen nisab, dini bir terim olarak: “zekâtın vücûbiyetine bir işaret ve ölçü olması maksadıyla konan belirli bir mal, zengin sayılmanın asgari seviyesi” demektir.( Bkz. Algül, vd., a.g.e., C. I, s. 432.) 661 Osman Bilgen, Pratik İlmihâl, ed. Ali Budak, Muharrem Yıldız, 9. b., İzmir: Rehber Yayınları, 2008, s. 162. 662 Algül, vd., a.g.e., C. I, s. 486. 663 Abdurrahman Kurt, İslam Çalışma Ahlâkı, 1. b., Bursa: Emin Yayınları, 2009, s. 134. 664 Yavuz, Zekât: Anlamı - Önemi – Hükümleri Ve Organizasyonu, s. 92-93. 665 Murat Sülün, Kur’ân Ne Diyor? Biz Ne Anlıyoruz?, 1. b., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015, s. 221. 666 Yavuz, Bir Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Zekât, s. 11. 158 den kurtulanlar gerçek kurtulacak olan kişilerdir”667 buyurarak, cimriliğin ilacı olarak zekâtın önemli bir aktör olduğunu beyan etmektedir. Seni zekât ibadeti ile temizleyen, verdiklerine kabul etme ümidi bağışlayan, yo- lunu gösteren, “…Allah ancak müttakilerinkini kabul eder”;668 seni fakirlere dost yapıp dini yalanlayanlardan ayıran, “Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da engel olurlar”;669 iyiliğe eriştiren ve eğer muhtaç olan, sen isen zekâtın sana verilmesini emreden, “Yar- dım isteyenler ve yoksullar için mallarında bir hak vardır”;670 diye buyuran Allah’ın, emrini yerine getirmen gerekmez mi? Hac ibadetinin de mali bir ibadet olması hasebiy- le, hacı adayının, bir kısım malını, Allah’ın yoluna ayırması lazım ki oraya gidebilsin. Üstelik, nisab miktarı malı olmayana, zekât verme görevini yüklemeyen Allah, yeterli malı olmayana haccı da emretmiyor. Zekât, Müslüman beldelerinde serbest dolaşmak için bir pasaport mahiyetindedir. İslâmiyet’in ilk dönemlerinde, müşriklerle Müslümanlar arasında, daimi bir savaş halî söz konusuydu. Haram aylarda, Müslümanlar savaş yapmaz, haram aylar bitince de sa- vaş izni veriliyordu. Daha sonra Yüce Allah, zekâtın, insan için Mü’min’lik alameti sayıldığını ve olağanüstü savaş durumlarında göz önünde bulundurulması gereken bir kıstas olduğunu şöyle beyan etmektedir: “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah bağışlayan, esirgeyendir.”671 Zekât verenler böylece emniyet içe- risinde olmuş oluyorlardı.672 bd. “Hac” - “ticaret” ilişkisi Bu konu ile ilgili olan âyet-i kerime (Bakara 2/ 198), âyetidir. Burada “ticaret veya ticaret yapma ile ilgili bir lafız” geçmemektedir. Fakat farklı bir lafız olarak geçen sözcüğü, “hac mevsiminde ticaret yapabilirsiniz veya ticaret size hac zamanında ” َف ضَل ً “ caizdir” gibi manalar taşımaktadır. Nitekim Nesefi, bu kelimenin (ً َف ضَل ) : “ Ticaret 667 et-Teğâbûn, 64/16. 668 el-Mâide, 5/27. 669 el-Mâun, 107/7. 670 ez-Zâriyât, 51/19. 671 et-Tevbe, 9/5. 672 Yavuz, Bir Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Zekât, s. 14-15. 159 yapma, kiralama usulüyle iş yaparak kazanmak ve fayda sağlamak” anlamına geldiğini aktarmaktadır.673 Taberî, âyetin nüzul sebebini Mücahid’den şöyle aktarmaktadır: “İnsanlar daha önceki zamanlarda hacca geldikleri vakit ticaret yapmıyorlardı. Onun için bu âyet (Ba- kara, 2/198) inzal buyuruldu.”674 demektedir. İbn Abbas’ın rivayetine göre ise Araplar, cahiliyye döneminde, Hac mevsiminde kurulan panayırlarda ticaret yapmıyorlardı. Bu sebepten bu âyet nazil oldu. Yine, İslam’ın gelişinden sonra bazı Müslümanlar, hac mevsiminde, ticaretle meşgul olmayı hoş görmediler. Durumu efendimize sordular. Bundan dolayı bu âyet inzal buyuruldu. Bu konu ile ilgili çok farklı görüşler nakledil- miştir.675 Ebûs-Suûd’a göre ise, Araplar cahiliye zamanında geçimlerini Ukaz, Mecenne, Zülmecaz vb. panayırlardan yaptıkları alışverişlerle elde ediyorlardı. Üstelik, bu pana- yırları, hac mevsiminde kuruyorlardı. İslâmiyet geldikten sonra Müslümanlar bu duru- mu, cahiliye adetlerinden sayarak günaha girme korkusuyla hac mevsiminde ticaret yapmaktan çekindiler. Bu ve benzeri durumlar âyetin nuzül sebebidir, demiştir.676 673 en-Nesefî, Nesefî Tefsîri, C. I, s. 564. 674 et-Taberî, a.g.e., C. IV, s. 163; Mevdûdî, a.g.e, C. I, s. 162. 675 İbn Kesîr, a.g.e., C. III, s. 790-791; Derveze, a.g.e, C. V, s. 211. 676 Ebû’s-Suûd, a.g.e., C. II, s. 556. 160 SONUÇ “Kur’ân’da “Hac” Kavramı” isimli bu çalışmamızda, okuyucuların, hızlı ve ko- laylıkla istifade edebilmeleri için “Giriş” kısmında, “Araştırma yöntemi ve araştırma metodumuz” ile ilgili bilgiler verdik. Hangi başlıklar altında, hangi konulara değindiği- miz bilgisini, sunmaya çalıştık. “Hac’’ kavramı sözlüklerde, genel itibariyle; kastetmek, yönelmek, ziyaret etmek ve bir yere gitmek anlamlarında kullanılmaktadır. Terim olarak ise; din tarafından kutsal kabul edilen mekânları, belirli zaman dilimlerinde ziyaret ederek, orada sembolik bazı ibadetleri gerçekleştirmektir. Hac kavramının semantik tahliline baktığımızda, haccın çok farklı manalara geldiği görülse de haccın asıl anlamı, “kastetmektir”. Genel olarak “hac” kavramı, dinlerin kullanımında ise; Kutsal mekânları ziyaret etmenin özel adı olmuştur. Özel olarak da, İslam’da; “Allah’ın evini, ibadet kastıyla ziyaret etme eylemine has bir kav- rama” dönüşmüştür. İbn Manzûr, Kisaî’nin “ ُّج ُّ ج“ ile ”ا َلَح -arasında bir farkın ol ”ا َلحِ madığını, onun dışındakiler ise, birinci kullanımın( ُّج -Kâbe’yi ziyaret, ikinci kul ;( ا َلَح lanımın ( ُّج ِ ح ise; Sünnet ile amel etme, anlamında kullanıldığını söylediğini ifade (ا َل etmektedir. el-Ezherî de, Tehzîbu’l-Luga’da, ( ُّج Bir yıllık hac ibadeti’ anlamına‘ ;( ا َلَح geldiğini ve ekseriyetle bu şekilde (üstün) kullanıldığını, ( ج ُّ -şeklindeki esreli kul ( ا َلحِ lanımın ise, “yapılan işin ismi” olduğunu ve nadir kullanıldığını, ifade etmişlerdir. İbadet olarak“hac’cınyeri”ni Din Bilimlerinde, “Dinler Tarihi”, “Din Sosyolo- jisi”, “Din Felsefesi”, “Din Eğitimi” alanları kaynakları taranarak, yaptığımız değer- lendirmede şunları gördük: Dini inançlar ve ananeler kültürden kültüre farklı olsa da tüm toplumlarda, din mefhumu varlığını hep sürdürmüştür. Dinlere baktığımızda iman eden bireyler toplu- luğu, yüceltme ve ta’zim ifade eden duyguları, gerçekleştirdikleri ayinlerde sembolik olarak her hâlükârda ifade etmişlerdir. 161 Çünkü “hac ibadetin”deki ana simge ve aynı zamanda en değerlisi olan “Kâbe” binası veya evi ile Allah’a yapılan ibadet ve ona yakınlaşma çabası, Hz. Âdem’den beri devam eden bir süreçtir. Dolayısıyla görülüyor ki, Hz. Âdem ile başlayıp Hz. İb- rahim ile gerçek hüviyetine bürünen ve son ilahi kitap olan Kuran’da buyurulduğu şekliyle, Allah’ın şeâirlerini kapsayan hac ibadeti - Allah’ın resimlerinin ve sıfatlarının şeklini çizme gereği duyulmadan - sembolik olarak bulunduğu evi ifade etmektedir. İslâm dini, diğer din mensupları gibi, bir putu kendine ibadet vasıtası kılmak veya tan- rıyı putlar aracılığıyla imgeleştirmek yerine, Allah’ın evini seçmiştir. Kişilik ve karakterin gelişmesi, doğuştan insanda var olan bazı özelliklerinin dışında, başka birçok bileşenlerin senkronizesiyle oluşmaktadır. Kemal mertebesine ulaşmış ve tutum haline gelmiş bir dinî iman, insanın kişiliğini kuşatan tek faktördür. Böylece mü’minin tutum ve davranışlarından oluşan, bütün karelerin birleştirildiği bir yapıya dönüşür. Benimsenmiş dinî inanç ve ibadetler, bireyin mizacında bir “bütün- leşme” meydana getirir. Dinlerin getirdiği ekonomik ve toplumsal ahlâk ilkeleri; toplumun yapısını, dav- ranışlarını, doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Toplumun dine etkisi yönünden baktı- ğımızda ise, bütün kültür düzeylerinde din ve dinden doğan oluşumlar toplumsal bile- şenlerin etkisinde kalır. Toplumsal yapı ve farklı kültürler dini etkilerken, din de top- lumsal yapıyı ve çeşitli kültür alanlarını etkiler. Din ile eğitim arasında cerayan eden ilişki, diğer sosyo-kültürel bağlarda olduğu gibi yine karşılıklılık esasına dayanır. Her biri diğerini etkiler. Bu yüzden dinin, kendi alanına giren işlevlerinin yanında eğitim alanına giren konularla da ilgisi vardır. Eğitim de aynı şekilde, dinin alanına giren konularda da işlevsellik gösterir. Hatta din ile eğitim arasındaki ilişki o kadar sıkı ve iç içe bir ilişkidir ki diğer kurumlar arasında pek rast- lanmaz. Fıkıh kitaplarında, Hac ibadeti - genel kabule göre - hicretin dokuzuncu sene- sinde farz kılınmış olup, farziyyeti kitap, sünnet ve icmâ ile sabittir. İlk müracaat kay- nağımız olan Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın: ُّج ا لَب يِت َمِن ا سَتَطاَع ِإَل يِه َسِبيَلً َّناِس ِح لِل َعَلى ال ِ ِّ َو 162 “Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkı- dır.”, buyruğuyla farz kılınmıştır. Hac ibadetinin zamanı: “ şevval, zilkade ve zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu mevsimden önce ihrama girmek caiz olmakla beraber mek- ruh görülmüştür. Mutasavvıflara göre, hac ibadetine hazırlık, ölüme benzetilmiştir. Hac ibadeti insanı bir süreliğine, kendi arzu ve isteklerinden alıkoyar. Daha ölmeden, insana bir ölüm provası yaptırdığı gibi, ilahi iradeye boyun eğme noktasında da kişiyi telkin et- mektedir. Sûfîlere göre manevi seferler son derece önemlidir. Çünkü Hakk’a varabilmek ancak “seyr ü sülük” ile mümkün olabilir. Bu manevi yolculukta, insanlar, meşreblerine, fıtratlarına ve seciyelerine uygun yola girerek, mesafe alırlar. Belli kuralları da olan bu yollar; Tarîk-i Ahyar, Tarîk-i Ebrâr ve Tarîk-i Şüttâr olarak üçe ayrılır. Bu yolculuklar- dan biri olan Tarîk-i Ahyar ise; hac, namaz, oruç ve cihad gibi amelleri, devamlı yerine getirmekle elde edilebilir. Kur’an’da “hac” maddesinden türeyen 6 kelime vardır. Bu kelimeler toplamda 34 yerde yer almaktadır. Hac kavramının, Kur’an’ı Kerim’de, bizzat “hac ibadeti ile ilgili olarak geçtiği yerlere baktığımızda, bu sûrelerin, sadece medeni sûreler olduğunu gör- mekteyiz. Çünkü “hac ibadeti” Medine’de farz kılınmıştır. Yine bu surelerin, nazil olan medenî sûreler içerisinde de iniş sıralamasına göre geride oldukları göze çarpmaktadır. H-c-c (ح-ج-ج( maddesinin sözlüklerde fiil olarak geçtiği yerlere baktığımızda bu kökten 8 farklı fiil olduğunu tespit ettik. Kur’an’ı kerimde bu fiillerden sadece iki tane- sinin geçtiğini görmekteyiz. Birincisi: “Hac etti” anlamına gelen ) ج َّ fiilidir. Kur’an’da )َح sadece bir defa: {Bakara, 2/158 } geçmektedir. İkinci fiil ise: “tartıştı” anlamına gelen ( َّج ( ,fiilidir. Kur’an’da; on üç defa:{ Bakara, 2/76, 139, 258; Âli İmrân, 3/20, 61, 65 )حَ ا 66; Enam, 6/ 80; Gâfir, 40/47; Şûra, 42/16 } âyetlerinde geçmektedir. H-c-c (ح-ج-ج( maddesinin sözlüklerde isim olarak geçtiği yerlere baktığımızda ise, 11 farklı isim tespit ettik. Bu isimlerden sadece dört tanesinin Kur’an’da yer aldığını görüyoruz. Bu isimlerden; Hâ (ح), harfinin üstün okunuşuyla )ُّج toplamda dokuz , )الَح kez: {Bakara, 2/189, 196, 197;Tevbe, 9/3; Hac, 22/27}, Hâ (ح), harfinin esre okunuşu ile gelen )ُّج ise sadece bir kez: Âliİmrân, 3/97} geçmektedir. Yine bu isimlerden ()الحِ 163 ُّج( َّج ة ( ,{ ismi, bir defa: {Tevbe, 9/19 )الحَ ا ,yedi defa: {Bakara, 2/150; Nisâ ) ال ح 4/165;En’âm, 6/83, 149; Şûrâ, 42/15, 16; Câsiye, 45/25.} ve) الِحَج ج( ise sadece bir de- fa:{Kasas, 28/27} geçtiğini gördük. “Hac” kavramını tefsir kitaplarından araştırdığımızda ise, kavramın çoğunlukla terim manası üzerinden yorumlandığını, sözlük manaları üzerinde çok fazla durulmadığını görmekteyiz. Her müfessir, genel olarak kendi mezhebine uyan görüşleri tercih etmek- tedir. Hac ibadeti ile ilgili bilgiler, “hac” suresinde yer almakla beraber daha çok Bakara suresinde konu işlenmektedir. Konunun geçtiği diğer surelere gelince, bunların: Al-i İmran, Mâide ve Tevbe sûreleri olduğu söylenebilir.“hac etti” anlamına gelen ( ج َّ -fii (َح linin kullanımı ise sadece Bakara 158. âyette geçmekle birlikte, genel olarak müfessir- ler, “hac” ile ilgili bilgileri, Bakara, 2/ 196. âyetinin tefsirini yaparken vermişlerdir. İslâmın ikinci temel kaynağı olan hadislerde ise, Concordanc’a, hac maddesiyle ilgili baktığımızda, 6 sayfanın bu madde için ayrıldığını gördük. Hadis kitaplarını taradığı- mızda “hac” kelimesinin çoğunlukla terim anlamı ile ilgili kullanıldığını gördük. Maddenin Kur’an’daki, “ibadet-dışı” kavram alanını irdelediğimizde, Tartışma /el-Muhâcce ( جة َّ ِّج ة ) Delil / el-Hucce ,( ال م َحا َّج ة ) ve Yıl / el-Hıcce (ال ح manalarına (الحِ geldiğini gördük. Kavramın diğer ibadetlerle olan ilişkisine gelince, onların bir kaçını şöyle özetleyebili- riz: Hacda, özel sözler ve filler söz konusudur. “İhram” ve “telbiye” ile başla- yan,“veda tavafıy”la sona eren “Hac ibadeti”ni nihayete erdiren, namazdaki selâm ile aynı işlevi icra eden “ziyaret tavafı” vardır. O, bir dua, son bir hasret giderişi ve aynı zamanda edep üzere bir terktir. Dolayısıyla namaz ibadeti de hac gibi, hasret birtakım özel eylem ve söylemlerden ibarettir. Tekbir ile başlanan namaz, selam ile neticelen- mektedir. Namaz kılarken insanın nefsinde, düşünce dünyasında, ya da herhangi bir azası sebebiyle namazı bozan ya da kemaline menfi te’sir eden bütün davranışlardan uzak durulur. Nitekim Maûn sûresinde Yüce Allah: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mâni olur- lar” önemli bir uyarıda bulunmakadır. Nitekim bu ölçülere dikkat etmek, aynı zamanda “mebrur” bir hac ibadeti gerçekleştirmek için son derece elzemdir. 164 Oruç ibadetini yerine getirmenin vermiş olduğu mutluluğu şükür olarak ifade amacıyla fakirlere verilen fıtır sadakası da orucu, mali bir ibadet olan hac ile aynı çizgi de buluşturmaktadır. Yüce Allah yapımıza uygun bedensel ibadetlerin karşılığına, mali ibadetler koyarak bir dengeleme yapmıştır. Böylece Müslümanlar için sosyal bir alan açarak onları içe kapanıklıktan kurtarmıştır. Kurbanı hacca, fıtır sadakasını oruca, karşı- lık olarak emir buyurmuş ve bu ibadetlerin her birini diğerinin ayrılmaz bir parçası kıl- mıştır. 165 KAYNAKÇA KUR’ÂN-I KERİM ABDUH Muhammed, Muhammed REŞÎD RIZÂ, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm Tefsîru’l Menâr, I-XIV, İstanbul: Ekin Yayınları, 2011. ABDÜLBÂKÎ Muhammed Fuâd b. Abdülbâkî b. Sâlih el-Mısrî (1882-1968), el- Mu’cemü’l-müfehres li-elfâzi’l-Kur’ân’i’l-Kerîm, Kâhire: Dâru’l- Hadis, 2001. ADAM Baki, ‘v.d.’, Dinler Tarihi; El Kitabı, ed. Baki Adam , 2. b., Ankara: Grafiker Yayınları, 2015. ALGÜL Hüseyin, vd., İlmihal I ( İman ve İbadetler), I-II, 15. b., Ankara: T.D.V Yayınları, 2008. ALTUNTAŞ Halil, İsmail KARAGÖZ, Oruç İlmihali, tas. Altan Çap, Ankara: D.İ.B. Yayınları, 2008. AMULÎ Üstad Abdullah Cevad-i, Kur’ân’da Hac, Misbah İslamî Düşünce ve Araştırma Dergisi, İstanbul: C. 3, S. 7-8, (2014), ss. 7-26. APAYDIN Yunus, vd., İlmihal II: İslâm ve Toplum, I-II, tas. Hayreddin Karaman, Ali Bardakoğlu, Yunus Apaydın, 15. b., Ankara: T.D.V. Yayınları,2008. ARAS M. Özgü, “Cemre”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. VII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam AraştırmaMerkezi (İSAM), 1993, ss. 340-341. ATEŞ Süleyman, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, I-VI, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988. _____________“İhlâs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XXI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, ss. 535- 537. AYDENİZ Hüsnü, “Dinî Semboller, Sembolün Anlam Kaybı Ve Etkilerine Geleneksel Bir Yaklaşım” , ERZURUM, Ekev Akademi Dergisi, S. 48, Yıl 15, 2011, ss. 75-90. 166 AYDIN Mehmet, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, 1. b., Konya: Din Bilimleri Yayınları, 2005. AYDIN Mehmet S., Din Felsefesi, 13.b., Ankara: İzmir İ.F.A.V. Yayınları, 2012. AYDINLI Yaşar, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, İstanbul: İz Yayıncılık, 2000. el-BAĞDÂDÎ Ebû Mansûr Abdülkāhir b. Tâhir b. Muhammed et-Temîmî (ö. 429/1037-38), Mezhepler Arasındaki Farklar (el-Fark Beyne’l- Fırak), trc. Ethem Ruhi Fığlalı, 1. b., Ankara: T.D.V Yayınları, 1991. BAYYİĞİT Mehmet, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Türkiye’de Hac Olayı, 1. b., Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1998. BÂZ Abdülazîz b. Abdillâh b. Abdirrahmân Âli (ö. 1999), Kuran ve Sünnetin Işığında: Hac, Umre ve Ziyaretle İlgili Çoğu Meselelerin Tahkik ve İzahı, Riyad: y.y., 2001. BEHEŞTİ Muhammed Hüseyin, Kur’an’da Hacc, trc. İbrahim Keskin, İstanbul: Bir Yayınları, 1987. BETTANY George Thomas, Dünya Dinleri Ansiklopedisi: Mısır ve Sami Dinleri, ed. Özgü Çelik, çev. Ahmet Aydoğan, 1. b., İstanbul: Say Yayınları, 2005. el-BEYZÂVÎ Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullāh b. Ömer b. Muhammed (ö. 685/1286), Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, thk. İbrâhim el- Bisyûnî, I-V, 1. b., Beyrût-Lübnân: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1998. BİLMEN Ö. Nasuhi, Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meâli Alisi ve Tefsiri, I-VIII, Ankara: Akçağ Yayınları, 1991. ______________ Büyük İslam İlmihali, sad. Mehmet Talû, İstanbul: Çelik Yayınevi, 2013. BOKS Abdullah, “Arafat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. III, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, ss. 261-263. BOLAY İsa Ruhi, Hac Rehberi: Ferizai Mukaddesei Haccı Şerif Mevzularını, Erkân ve Menasikini Havidir, Konya: Ülkü Basımevi, 1948. 167 el-BUHÂRÎ Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmaîl b. İbrâhîm el- Cu’fî (v. 256/ Sahîhu’l Buhârî, I-IX, 5.b., Dâru Tavki’n-Necât, y.y, h. 1422. _______________el-Câmiu’s-Sahîh: Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, I-XVI, çev. Mehmed Sofuoğlu, İstanbul; Ötüken Yayınları, 1987. BURSEVÎ İsmâil Hakkı, Tefsîru Ruhu’l-Beyân (Rûhu’l-Beyan Tefsiri: Tam Metin Tercüme), I-XVIII, trc-thk. Ömer Faruk Hilmi, İstanbul: Osmanlı Yayınevi, t.y. el-BÛTÎ M. Said Ramazan, Fıkhu’s Siyre, çev. Atik Aydın, Van: Bilge Adam Yayınları, 2012. CANAN İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı ve Şerhi, I-XVIII, Ankara: Akçağ Yayınları, 1995. el-CESSÂS Ahmed b. Ali, EbûBekr er-Râzî el-Hanefî (ö. 370/980), Ahkâmü’l-Kur’ân, I-V, thk. Muhammed Sadık Kamhâvi, 2. b., Lübnan: Darü’l Mushâf, ty. el-CERRÂHÎ Safer el-Muhibbî, Istılâhât-ı Sofiyye Fî Vatan-ı Asliyye,1.b., İstanbul: Heten Keten Yayınları, 1998. CEVÂD Alî, Cahiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, çev. Muammer Bayraktutar, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2015. el-CEVHERÎ Ebu Nasr İsmaîl b. Hammâd (v.398/1007), es-Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhâhu’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulgâfûr Attâr, I-VII, C., Beyrût: Dâru’l-İlmi li’l- Melâyin, 1399/1979. el-CEVZÎ Ebu’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahman b. Alîb. Muhammed edâdî (v.597/1201), Zâdü’l-Mesîr fî İlm’t-Tefsîr, I-V, trc. Abdülvehhab Öztürk, İstanbul: Kahraman Yayınları, 2009. ÇAPACI Tevfik, “İslâmda Hac”, İslâm Medeniyeti: Dini, İlmî Fikri Aylık Mecmua, S. 7, İstanbul: Türkiye İslam Enstitüleri Talebe Federasyonu, Ahmet Sait Matbaası 1968, ss. 8-9. ed-DÂRİMÎ Sünen-i Dârimî, I-VI, trc. Abdullah Aydınlı, ed. Faruk Köse, 1. b., İstanbul: Madve Yayınları, 1996. DEDEOĞLU Münir, “Epistemolojik Bağlamda Felsefe-Din İlişkisinin Rasyonalitesi ve 168 Felsefî Temelleri”, Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi, C. III, S. 1, 2014 ss. 102-120. DEMİRCAN Ali Rıza, Hac ve Umre Yüceliğe Çağrıdır, İstanbul: Beyan Yayınları, 2008. DEMİRCİ Kürşat, “Hinduizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XVIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, ss. 112-116. ______________ “Şintoizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XXXIX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, ss. 177-179. DEMİRCİ Muhsin, Tefsir Terimleri Sözlüğü, 4. b., İstanbul: M.Ü.İ.F.A.V Yayınları, 2015, ss. 172-173. ______________Kur’ân’ın Ana Konuları, 12. b., İstanbul: M.Ü.İ.F.A.V. Yayınları 2016. DERVEZE M. İzzet, et-Tefsirü’l-Hadîs: Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, I-VII, çev. Vahdettin İnce, Mustafa Altınkaya, 2.b., İstanbul: Ekin Yayınları, 1998. DOĞRUL Ömer Rıza, Yeryüzündeki Dinler Tarihi, 3. b., İstanbul: Ceylan Yayınları Matbaası, 1963. DÖNDÜREN Hamdi, “Âfâkî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. I, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, ss. 397-398. DURAND Gilbert, Sembolik İmgelem, çev. Ayşe Meral, İstanbul: İnsan Yayınları, 1998. ER İzzet, Din sosyolojisi, 1. b., Ankara: Akçağ Yayınları, 1998. ERKAL Mehmet, “Zekât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XXXIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, ss. 197-207. EBÛ’S-SUÛD Muhammed b. Muhammed Muhyiddîn el-İmâdî, (v.982/1574), İrşâdü’l- 169 Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm Ebussuûd Tefsîri, I-XII, trc. Ali Akın, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2006. el-EZHERÎ Ebu Mansur Muhammed b. Ahmed (v.370/980 ), Tehzîbu’l-Luga, thk. Abdusselam Harun, I-XV, 1.b., Mısır: Dâru’l-kavmîyye el- Arabîyye, 1384/1964. ERAYDIN Selçuk, Tasavvuf ve Tarîkatlar, 6. b., İstanbul: M.Ü.İ.F.A.VYayınları, 2001. ERBAŞ Ali, Hıristiyan Ayinleri (Sakramentler), 1. b., İstanbul: Nun Yayıncılık, 1998. ______________“İslam Dışı Dinlerde Hâc”, Adapazarı: Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 5 (2002), ss. 97-120. ERDEM Hüsameddin, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, 1. b., Konya: Sebat Ofset Matbaacılık, 1997. ERUL Bünyamin, Ekrem KELEŞ, Haccı Anlamak, ed. Huriye Martı, tas. Mustafa Kaya, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2010. FAYDA Mustafa, “Zimmî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XLIV İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, ss. 428-434. _______________“Nesî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA),C. XXXII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, ss. 578-579. el-FÎRÛZÂBÂDÎ Ebu’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed (v. 817/ 1415), el- Kâmûsû’l-Muhît, thk. Mektebu Tahkîku’t-Turâsî, 8. b., Beyrût: Müessesetû’r-Risâle, 1426/ 2005. el-GAZÂLÎ, Ebû Hâmid Muhammed İbn Muhammed el-Gazâlî (v.505/1111), el- Münkızü Mine’d-Dalâl: Tasavvuf Bahisleri, yay. haz. Abdulhalîm Mahmûd, trc. Salih Uçan, 1. b., İstanbul: Kitap Dünyası, 1984. GİDDENS Anthony, Sosyoloji, çev. Hüseyin Özel, Cemal Güzel, 1. b., Ankara: Ayraç Yayınları, 2000. GOLDZIHER Ignaz, İslâmda Fıkıh ve Akaid, trc. İlhan Başgöz, Ankara: Ardıç 170 Yayınları, 2004. GÜÇ Ahmet, Dinlerde Mabed Ve İbadet, 2. b., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2005. GÜNDÜZ Şinasi, Yaşayan Dünya Dinleri: İslam, ed. Şinasi Gündüz, 2. b., İstanbul: D.İ.B. Yayınları, 2007. GÖRGÜN Tahsin, “Hac”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, ss. 397-399. GÜRKAN Menderes, “Vakfe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XLIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, ss. 463-465. el-HALİL b. Ahmed el-Ferâhîdî (v.170 ), Kitâbu’l-Ayn: Müratteben Âlâ hurûfi’l- Mu’cem, I-IV, 1.b., thk. Abdülhamîd Hindâvî, Beyrut: Dâru’l- Kütübü’l-İlmiyye, 1424/2003. HAMİDULLAH Muhammed, “ İslâm’a Giriş”, çev. Cemal Aydın, 3. b., Ankara: T.D.V Yayınları, 1999. HARMAN Ö. Faruk, “Hac”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, ss. 382-386. HAVVA Said el-Esâs fi’t-Tefsîr, I-XVI, trc. M. Beşîr Ersoy, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1989. HÖKELEKLİ Hayati, Din Psikolojisi, 7. b., Ankara: T.D.V. Yayınları. 2008. İBN ÂBİDÎN Muhammed Emîn b. Ömer b. Abdilazîz el-Hüseynî ed-Dımaşkī (ö. 1252/1836), Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, I-XVI, trc. Ahmed Davudoğlu, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1985. İBN ACÎBE Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Mehdî el-Hasenî eş-Şâzelî (ö. 1224/1809) Bahrü’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd: Kur’an’ın Tefsiri ve Tasavvufi İşaretleri, I-VI, trc. Dilaver Selvi, tas. Mehmet Günyüzlü, Adem Ürün, 3. b., İstanbul: Semerkand Yayınları, 2013. İBNÜ’l-ARABÎ Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî (ö. 638/1240), Tefsir-i Kebir Te’vilât, I-II, trc. Vahdettin 171 İnce, 1. b., İstanbul: Kitsan Yayınları, ty. İBN KAYYIM el-CEVZİYYE, Ebû Abdullah Şemsüddîn Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyüb ez-Züraî ed-Dımeşkî el-Hanbelî (v.751/1350), Bedâiu’t tefsîr, I-V, trc. Harun Öğmüş, AhmetAğırakça, İstanbul: Polen Yayınları, 2011. İBN KESÎR Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî (ö.774/1373), Hadislerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, I-XVI, çev. Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1988. İBN MANZÛR Ebu’l-Fazl Cemâlüddin Muhammed b. Mükerrem b. Ali b. Ahmed el- Ensârî er-Rüveyfî, Lisânü’l-Arab, I-VI, 1.b., Beyrût: Dârus-Sâdr, 1410/1990. İNCİL (MÜJDE), İncilin Çağdaş Türkçe Çevirisi, 5. b., İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları, 1991. KOMİSYON, “İslamiyet, Hıristiyanlık, Musevilik ve ilkel dinler”, Dinler Tarihi Ansiklopedisi, yayın yönetmeni. Hilmi yavuz, yayın kurulu. Hüseyin Atay, v.d., çev. Zeynep Akbay, v.d., I-III, İstanbul: Gelişim yayınları, 1997, s. 332. İSLÂMOĞLU Mustafa, Hac ve Umre Yazıları, 2. b., İstanbul: Düşün Yayıncılık, 2013. KANTARCI Mehmet, Gönlümdeki Hac, 3. b., red. Mehmet Emin Ay, Bursa: Furkan Ofset, 2004. KARA Mustafa, Dervişin Hayatı Sûfînin Kelâmı (Hal Tercümeleri / Tarikatlar / Istılahlar): Tasavvuf Tarihinin Bazı Meseleleri, 2. b., İstanbul: Dergâh Yayınları, 2012. KARACA Faruk, Din psikolojisi, Trabzon: Eser ofset Matbaası, 2011. KARADAŞ Cağfer, Sûfî İtikadı, 2. b., İstanbul: Nizamiye Akademi, 2017. KARAGÖZ İsmail, Halil ALTUNTAŞ, Namaz İlmihali, 3. b., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2010. KARAGÖZ İsmail, v.d., Dinî Kavramlar Sözlüğü, tas. Mehmet Ali Soy, Altan Çap, 172 Mustafa Kaya, 5. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2010. KARAMAN Hayrettin vd., Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, I-V, tas. Hilmi Kurtulmuş, vd., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2006. KAZANCI Ahmet Lütfi, İslâm Akâidi, 4.b., İstanbul: Marifet Yayınları, 1997. KEHRER Günter, v.d., Din Sosyolojisi, der. Yasin Aktay- M. Emin Köktaş, ed. Yasin Aktay, 2. b., Ankara: Vadi Yayınları, 1998. KEKLİK Nihat, Felsefeye Giriş II, İstanbul: Doğuş Yayınları, 1983. el-KELÂBÂZÎ Ebu Bekir Muhammed b. İshak Buharî Kelâbâzî (v. 380/ 990), et- Ta’arruf li- Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf: Doğuş Devrinde Tasavvuf (Taârruf), yay. haz. Süleyman Uludağ, 1. b., İstanbul: Dergâh Yayınları, 1979. KELEŞ Ekrem, Umre Rehberi, tas. İsmail Derin, 11.b., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2017. KERİMOĞLU Yusuf, Fıkhî Meseleler, I-II, İstanbul: Ölçü Yayınları, 1987. KESKİN Mehmet, Caferi İlmihali, 2. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2002. KESKİN Mehmet, Halil ALTUNTAŞ, İsmail KARAGÖZ, Hac İlmihali, 7. b., Ankara, D.İ.B Yayınları, 2009. KESKİN Mehmet, Dört Mezhebe Göre İslâm İlmihali (İbâdetler – Helâller – Haramlar): Hac ve Umre Bahisleri, 1. b., İstanbul: Çağrı Yayınları, 2012. KILAVUZ A. Saim, Ana Hatlarıyla İslam Akâidi ve Kelâm’a Giriş, 17. b., İstanbul: Ensar Yayınları, 2012. KOÇYİĞİT Talât, İsmail CERRAHOĞLU, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, I-II, 3. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 1990. KORKMAZ Mehmet, Mitolojik Dinlerin Gizemi, 2. b., Ankara: Alter yayınları, 2010. KURT Abdurrahman, İslam Çalışma Ahlâkı, 1. b., Bursa: Emin Yayınları, 2009. KURT Abdurrahman, v.d, Din Sosyolojisi El kitabı (Giriş: Din ve Toplum ilişkileri), ed. Niyazi Akyüz- İhsan Çapcıoğlu, 1. b., Ankara: Grafiker Yayınları, 2012, ss. 43-47. 173 el-KURTUBÎ Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (v.671/1273), el-Câmi’ li- Ahkâmi’l- Kur’ân, I-XX, 2. b., Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1384/1964. el-KUŞEYRÎ Ebü’l-Kāsım Zeynülislâm Abdülkerîm b. Hevâzin b. Abdilmelik (ö.465/1072), Risale-i Kuşeyrî, trc. Ali Arslan, haz. Süleyman Uludağ, 2. b., İstanbul: Arslan Yayınları, 1980. ______________ Letâifu’l-İşârât, I-VI, trc. Mehmet Yalar, C. I, 1. b., İstanbul: İlk Harf Yayınları, 2012. KUTSAL KİTAP (Eski ve Yeni Ahit: Tevrat ve İncil), İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi (İstanbul Matbaacılık), 1969. KUTUB Seyyid (v. 1966), Fî Zilâl’ilKur’ân, I-X, İstanbul: Dünya Yayıncılık, 1980. KÜÇÜK Abdurrahman ,“Dinlerde İbadet ve Mabet”, Diyanet İlmi Dergi, C.XXIV, S. 3, Ankara: D.İ.B Yayınları, 1988, ss. 25-54. ______________ “İbadet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XIX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, ss. 235-240. KÜÇÜK Abdurrahman, Günay TÜMER, Mehmet Alparslan KÜÇÜK, Dinler Tarihi, Ankara: Berikan Yayınevi, 2010. el-MAHALLÎ Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Ensârî (ö. 864/1459), ES-SÜYÛTÎ Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî eş-Şâfiî (ö. 911/1505), Tefsîrü’l- Celâleyn, 4. b., Beyrut: Dâru’l-Hâyr, ty. el-MÂTÜRÎDÎ Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd es-Semerkandî (ö.333/944), Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, trc. Bekir Topaloğlu, 1. b., Ankara: İsam Yayınları, 2002. _______________Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I-XXVI, İstanbul: Mizan Yayınevi, 2005. MEVDÛDÎ Ebu’l-Al’â, Tefhimu’l-Kur’ân (v.1979), çev. Muhammed Han Kayanî, v.d., I-VII, 2. b., İstanbul: İnsan Yayınları, 1996. el-MEVSILÎ Ebü’l-Fazl MecdüddînAbdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd (ö. 683/1284) 174 El-İhtiyar Metn-i el-muhtar li’l-Fetva, trc. Celâl Yeniçeri, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1978. MUKÂTİLb. Süleyman Ebû’l-Hasen b. Beşir el- Belhî el-Ezdî (v.150 h.), Tefsîr-i Kebîr, I-IV, thk. Abdullâh Mahmûd Şehhâte, trc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: İşaret Yayınları, 2006. MÜBÂREKFÛRÎ Safiyyurrahmân, Peygamber Efendimizin Hayatı ve Daveti, çev. H. İbrahim Kutlay, İstanbul: Risale Yayınları, 2016. MÜCÂHİD b. Cebr Ebü’l-Haccâc el-Mekkî el-Mahzûmî (ö. 103/721), Tefsîru Mücâhid, I-II, yay. haz. Abdurrahman Tâhir b. Muhammed es-Sûretî), Beyrut: el-Menşûrâtü’l-ilmiyye, 1921. MÜSLİM Ebu’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî (v.261), el-Câmiu’s-Sahîh: Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, I-VII, İstanbul: İrfan Yayınevi, 1988. _______________Sahihü’l-Müslim, Riyâd, Dâru’t-Taybe, 2006. en-NEDVÎ Ebu'l-Hasen, Dört Rükün: Namaz-Zekat-Oruç-Hac, 2. b., İstanbul: Risale Yayınları, 2016. en-NESEFÎ Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, Nesefî Tefsîri, I-X, trc. Harun Ünal, tas. Ahmet Cantürk, 1. b., İstanbul: Ravza Yayınları, 2003. en-NESEFÎ Ebü’l-Muîn Meymûn b. Muhammed b. Muhammed b. Mu‘temid (ö. 508/1115), Matüridi Akaidi: Bahrü’l-Kelam Tercümesi, trc. Ramazan Biçer, 1. b., İstanbul: Geleneksel Yayıncılık, 2010. OĞUZ Muhammed İhsan, Şerîat-Tarîkat Kavramları Zikir ve Tasavvuf Yolları, İstanbul: Oğuz Yayınları, 1997. ORAL Rıfat, Peygamberimizle 27 Gün: Veda Haccı, tas. İsmail Derin, 2. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2011. ÖĞÜT Salim, “Hac”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, ss. 389-397. 175 ______________ “Iztıbâ’ ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XIX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, ss. 224-225. ______________ “Sa’y”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XXXVI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, ss. 206-207. ______________ “İhram”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XXI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, ss. 539-542. ______________ “Hac”, İslâm’da İnanç İbadet Ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, ed. İbrahim Kâfi Dönmez, C. II, İstanbul: M.Ü.İ.F.A.V Yayınları, 2006, ss. 616-633. ______________ “Fevât”, İslâm’da İnanç İbadet Ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, ed. İbrahim Kâfi Dönmez, C. II, İstanbul: M.Ü.İ.F.A.V Yayınları, 2006. ______________“Tavaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XL, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2011, ss. 178-180. ÖNGÖREN Reşat, “Sûfî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi(DİA), C. XXXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, ss. 471-472. ______________ “Tasavvuf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XL, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, ss. 119-126. ÖZALP Ahmet, Sosyal Psikoloji: Bireylerden Gruplara İnanç, ed. Hasan Babacan, 1.b., Ankara: Gece Kitaplığı, 2017. ÖZAYDIN Abdülkerim, “Hac” (İslâm’da Hac), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XXI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, ss. 386-389. ÖZEL Mustafa, Kur’an-ı Kerim’de Hac, 1. b., İstanbul: Kayıhan Yay., 2011. 176 PAİLİN, David A., (Faith, Religionand Philosopy: Din Felsefesi Nedir? ), Çorum, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, çev. Ferit Uslu, S. 7-8, (2005), ss. 121-154. PAZARLI Osman, Din Psikolojisi, 1. b., İstanbul: Remzi kitabevi, 1968. PEKER Hüseyin, Din Psikolojisi, 1. b., İstanbul: Çamlıca Yayınevi, 2003. POLAT Abdülbari, (Sualli-Cevaplı) Şafi’i ve Hanefî Görüşlerine Göre Büyük İslam İlmihali, 5. b., İstanbul: Enes Basın Yayın ve Matbaacılık, 2011. POLAT Mustafa, (Sorulu Cevaplı Tatbikatlı) En Kolay Hac ve Umre Rehberi, İstanbul: y.y., 1986. er- RÂGIB Hüseyn b. Muhammed el-İsfehânî (v.502/1108), Müfredâtu elfâzi’l-Kur’ân, 4. b., Dımeşk-Beyrut: Dâru’l-Kalem, ed-Dâru’ş- Şâmiyye, 1430/2009. er-RÂZÎ Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn et- Taberistânî (ö. 606/1210), Mefâtîhu’l- gayb: Tefsîr-i Kebîr, I-XXIII, çev. Suat Yıldırım, Sadık Kılıç, Lütfullah Cebeci, tas. İsmail Karakaya, Ömer Parlak, Ahmet Tülek, İstanbul: Huzur Yayınevi, 2002. er-RÂZÎ Ebû Bekr Necmüddîn-i Dâye Abdullah b. Muhammed b. Şâhâver el-Esedî (ö. 654/1256), Necmeddîn-i Dâye: Tasavvuf Yolu:Mirsâdü’l-İbâd, çev. Halil Baltacı, 1. b., İstanbul: Marmara Üniversitesi İ.F.A.V Yayınları, 2013. es-SÂBÛNÎ, Şeyh Muhammed Ali, Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, I-II, trc. Mazhar Taşkesenlioğlu, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1984 _______________Safvetü’t-Tefâsîr, I-III, 1. b., Kahire: Dâru’s-Sâbûnî, 1417/1997. es-SA’LEBÎ Ebû İshâkAhmed b. Muhammed b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî (ö. 427/ 1035), el-Keşfve’l-beyânʿantefsîri’l-Ḳurʾân (et-Tefsîrü’l-kebîr, Tefsîrü’s- Saʿlebî), I-X, thk. Ebû Muhammed b. Aşûr, Beyrut: Darû îhyâ et-Türasil Arabi, 1422/2002. SARIÇAM İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 5. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 177 2007. es-SEMERKANDÎ Ebü’l-Leys İmâmü’l-hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm (ö. 373/983), Tefsîru’l Kurân, I-VI , sad. Mehmet Karadeniz, İstanbul: Özgü Yayınları, 2007. es-SERAHSÎ Şemsü’l-eimme Ebû Sehl Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed (v. 1090), Mebsût: 1000 Yılın İslam Fıkhı Temel Eseri Deliller ve Hükümler, I-XXX, trc.- tas. İbrahim Kutlay, vd., ed. Mustafa Cevat Akşit, İstanbul: Gümüşev Yayınları, 2008. SÖZEN Kemal, “Din-Felsefe İlişkisi Bağlamında Dinin Günümüz Türkiye’sinde Yorumlanması Sorunu”, ISPARTA, S.D.Ü.İ.F.D., S. 26, (2011), ss.17-31. SÜLÜN Murat, Kur’ân Ne Diyor? Biz Ne Anlıyoruz?, 1.b., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015. eş-ŞEHRİSTÂNÎ Ebu’l-Feth Tâcuddin Muhammed b. Abdülkerim b. Ahmed (v.548/1153), El-Milel ve’’n-Nihal: Dinler, Mezhepler ve Felsefî Sistemler Tarihi, trc. Mustafa Öz, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2008. ŞENTÜRK Lütfi Seyfettin YAZICI, 27. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2016. ŞERİATİ Ali, Hac, trc. Ejder Okumuş, ed. Hicabi Kırlangıç, Derya Örs, tas. Enver Arpa, Murat Demirkol, Cahit Ezerbolatoğlu, 10. b., Ankara: Fecr Yayınları, 2017. eş-ŞÜRÜNBÜLÂLÎ Ebü’l-İhlâs Hasen b. Ammâr b. Alî el-Vefâî el-Mısrî (ö.1069/1659), El Miftah Şerh-i Nur-ül İzah, trc. Abdullah Aydın, 7.b., , İstanbul: Aydın Yayınevi, 1970. et-TABERÎ Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî el-Bağdâdî (ö. 310/923), Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, C. XXIV, thk. Âhmed Muhâmmed Şakîr, 1. b., y.y.: Müessesetü’r-Risâle, 1420/2000. et-TAYYAR Abdullah b. Muhammed, Tüm Detaylarıyla Namaz, İstanbul: Guraba Yayınları, ty. TEKİN Hamza, Hac Fıkhı, 1. b., İstanbul, Aşiyan Yayınları, 2006. TUNÇ, M. Şekip, Bir Din Felsefesine Doğru, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1959. 178 TOKAT Latif, Dinde Sembolizm, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2004, s. 10. TUTAR Adem, “İslam Tarihinde Hac İbadetinin Ortaya Çıkışı ve Hz. Muhammed’in Hac Emirliği Tesisi”, F.Ü.İ.F Dergisi, S. 6, Elazığ: Fırat Üniversitesi Basımevi, 2001, ss. 75-86. ULUDAĞ Süleyman, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, 5. b., Ankara: T.D.V. Yayınları, 1997. et-TAHÂVÎ İmam, Mukayeseli Hanefî Fıkhı: Tahâvî Muhtasarı, çev. Soner Duman, ed. Faik Akçaoğlu, İstanbul: Beka Yayıncılık, 2013. TAŞPINAR İsmail, DoğuDinlerinde Hac İbadeti Hinduizm Ve Budizm, 1.b., İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2014. et-TEHANEVİ Eşref Ali, Zafer Ahmed el-Osman ET-TEHANEVİ, I-XII, trc. İbrahim Tüfekçi, Yılmaz Özdemir, Hüseyin Kayapınar, Hadislerle Hanefi Fıkhı: İ’laû-Sünen (Sünnetin Yüceltilmesi), İstanbul: Misvak Neşriyat, 2009. TÜMER Günay, “Budizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. VI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, ss. 352-360. ÜZÜM İlyas, “Şîa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XXXIX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, ss. 116- 120. WENSINC A. J., el-Mu’cemu’l-Müfehres li el-Fâzı’l-Hadisi’n-Nebeviyye, I-VIII, London: Mektebetü Beril, 1936, ss. 418-422. EL-YARBUZİ Muhammed Ebu Said, Kitab Ve Sünnete Göre Namaz, İsatnbul: Kitap ve Sünneti İhya Yayınları, 1991, s. 29. YAŞAROĞLU M. Kâmil, “Namaz”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. XXXII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, s. 350-357. YAVUZ A. Fikri, Y. Vehbi YAVUZ, Resimli Hac Rehberi, 2. b., İstanbul: Feyiz Yayınları, 1976. YAVUZ Yunus Vehbi, Bir Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Zekât, Bursa: Arasta 179 Yayınları, 2004. ______________Zekât: Anlamı - Önemi – Hükümleri Ve Organizasyonu, 2. b., Bursa: Feyiz Yayınları, 2008. YAZIR, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, I-X, 3. b., İstanbul: Eser Neşriyat ve Dağıtım, 1979. YILMAZ Hakkı, İslâm Dîni’nin Temel Direkleri: Namaz / Dua, Salât, Kıble ve Hac, 1. b., İstanbul: İşaret Yayınları, 2011. YİTİK Ali İhsan, “Budizm”, Yaşayan Dünya Dinleri, ed. Şinasi Gündüz, 2. b., İstanbul: D.İ.B. Yayınları, 2007. YÜCEL İrfan, Peygamberimizim Hayatı, 26. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 2015. ez-ZEBÎDÎ es-Seyyid Muhammed Murtazâ el- Hüseynî (v. 893/ 1487 ), Tâcu’l-‘Arûs: min Cevâhîri’l Kâmûs, thk. Mustafa Mecazî, I-XX, Kuveyt Matbââtû Hûkûmet-i Kuveyt 1389/1969. ez-ZEMAHŞERÎ Ebû’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer el-Havarizmî (v.538/1143), el-Keşşâfʿan ḥaḳāʾiḳı ġavâmiżi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-eḳāvîl fî vücûhi’t- teʾvîl, I-IV, 1. b., Beyrût: Dâru’l-Kitabi’l-Arabi, 1427/2006. ZİHNÎ Haci Mehmed, El-Muhtasarât: Temizlik ve İbâdetler, 2. b., Ankara: D.İ.B Yayınları, 1957. ZİHNÎ Mehmed Efendi, Oruç ve Zekât İlmihâli, haz. İbrahim Hatiboğlu, Necdet Yılmaz, İstanbul: Başucu Kitapları: Dâru’l-hadis, 2002. ez-ZUHAYLÎ Vehbe, Tefsîrü’l-Münîr, I-XV, 2. b., İstanbul: Risale Yayınları, 2005. ______________el-Fıḳhü’l-İslâmî ve Edilletüh, I-XI, 2. b., Dımaşk: Darul-Fikr, 2006/1427. 180