T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ İSLÂM HUKUKU (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Sedat MEHMED BURSA - 2014 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ İSLÂM HUKUKU (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Sedat MEHMED Danışman Prof. Dr. Ali KAYA BURSA – 2014 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Sedat MEHMED Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ Bilim Dalı : İSLÂM HUKUKU Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xi + 157 Mezuniyet Tarihi : 22 / 07 / 2014 Tez Danışman(lar)ı : Prof. Dr. Ali KAYA BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ İSLÂM HUKUKU Büyük Selçuklu dönemi İslâm hukuku adlı tezimizde, Selçuklu dönemi fıkıh faaliyetleri üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Tezimizde, genellikle Orta Asya ve Irak merkezli fıkıh çalışmaları ön plana çıkarılmıştır. Büyük Selçuklu dönemi İslam Hukuku çalışmamız giriş ve üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde, fıkıh ilmine etkisi bakımından devrin siyâsî ve ilmî yapısı genel hatları ile incelenmiştir. İkinci bölümde ise, Büyük Selçuklu döneminde mevcut olan fıkıh mezhepleri hakkında bilgi verilmiştir. Üçüncü bölümde ise İslam fıkıh tarihi açısından dönemin önemi üzerinde durulmuştur. Tezimizin sonunda ulaştığımız sonuçlar şunlardır: Büyük Selçuklu dönemi, fıkıh tarihi bağlamında her ne kadar duraklama ve gerileme devri olarak nitelense de, İslâm hukuku ile alakalı olarak birçok eser bu dönemde yazılmış; ayrıca fıkhın tedrîs edildiği yer olan medreseler de bu dönemde yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu dönemde Hanefî mezhebinin otoritesi Bağdât’tan Orta Asya’ya kaymış; Şâfiî mezhebi ise Bağdât merkez olmak üzere Orta Asya’da da gücünü hissettirmeye başlamış; Hanbelî mezhebinin tesiri ise sadece Bağdat ile sınırlı kalmış; Mâlikî mezhebi ise Bağdat’ta münderis olmuş, etkisi daha çok Mağrib ve Endülüs’te hissedilmiştir. Selçuklu devrinde özellikle devletin ve bürokrasinin de desteği ile çok teşekküllü medreseler inşâ edilmeye başlanmış; bunun bir neticesi olarak da kaybolan ilmî hayat tekrar canlanmaya başlamış, ilmî münâzaralar çoğalmış, Ayrıca mezhepler arası mücadeleler de zirve noktasına ulaşmıştır. Sonuç olarak, Orta Asya ve Irak coğrafyasındaki İslam hukukunun daha iyi anlaşılması için, “Büyük Selçuklu Dönemi İslâm Hukuku” adlı çalışmamız, özellikle İslâm hukuku tarihi hususunda önemli bir yer iştigâl edeceğine kaniyim. Anahtar Sözcükler: Büyük Selçuklular Fıkıh Mezhep İslâm Hukuku iii ABSTRACT Name and Surname : Sedat MEHMED University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Basic Islamic Sciences Branch : Islamic Law Degree Awarded : Master Page Number : xi + 157 Degree Date : 22 / 07 / 2014 Supervisor (s) : Prof. Dr. Ali KAYA ISLAMIC LAW IN GREAT SELJUK DYNASTY PERIOD The thesis of islamic law of Great Seljuk dynasty period which is defines fiqh activities. Our thesis mention mostly Middle Asia and Iraq’s fıqh activities. This thesis contains introduction and three main section. In the first section, we examined political and scientific condition which is obviously influence the islamic law. And the second one we defined the islamic sects in this period. Lastly we analysed the period of Great Seljuk dynasty because of influence on the fıqh history. Here are the results we reached the end of the thesis, as it is known in the Great Seljuck dynasty period fıqh activities stopped and regressed however most of references about Islamic law written in this period. In addition lots of madrassas which are educates fıqh laws started become widespread as well. Hanafi sect's domination slipped to Middle Asia from Baghdad and Shafi'i sect which uses Baghdad as a central began to feel power in Middle Asia. Hanbali sect's influence was limited to only Baghdad and Maliki sect’s exausted in Baghdad, the effect of Maliki sect’s was felt more in the Maghreb and Andalusia. In Seljuk Dynasty period especially well organized madrassas began to be built with government and bureaucracy support, as a result of this lost islamology began to freshen again. Scientific discussions increased, also struggle between sects reached the peak point. Consequently, for better understanding of Islamic law in the Middle Asia and Iraq geography, I am sure our thesis as “Islamic law in Great Seljuk Dynasty Period” will be take important place especially in Islamic law history. Keywords: Great Seljuk Fiqh Madhab Islamic Law iv ÖNSÖZ Büyük Selçukluların sadece Türk tarihinde değil, İslâm tarihinde de çok önemli bir yeri vardır. Ancak İslam hukuk tarihini konu alan eserler incelendiğinde, Büyük Selçuklu döneminde Fıkıh konusunda yeterli düzeyde bilginin yer almadığı görülür. Oysaki Büyük Selçuklu dönemi Müslüman toplumları tarihi dönemleri bakımından önemli bir konuma sahiptir. Bu önem siyasî tarih bakımından olduğu kadar ilmî bakımından da geçerlidir. Bu dönemde mezheplerin metotlarını ortaya çıkaran eserler yazılmış, ilmî tartışmalar toplumun ve ulemânın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş, mezhepler arası mücâdeleler zirve noktasına ulaşmış, çok teşekküllü medreseler yayılmaya başlamıştır. Biz bu tezi yazmaya karar verdiğimiz vakit, İslam hukuk tarihi kitaplarını incelerken özellikle Selçuklular devrindeki fıkıh anlayışını yansıtacak yeterli düzeyde bilgirin mevcut olmadığını gördük. Her ne kadar İslâm hukuku tarihi kitaplarında Selçuklular dönemi fıkhî çalışmalara, Abbâsîler devrinin ikinci yarısında özet olarak temas edilse de, bu dönem ayrıntılı bir şekilde incelenmemiştir. Biz de bu tezimizde bir nebzede olsaİslam hukuk tarihinde Selçukluların fıkıh anlayışları bağlamında mevcut olan bu boşluğu gidermek istedik. Fakat Büyük Selçuklu devletinin egemenliği altındaki coğrafyanın tespit edilmesinde bir hayli zorlandığımızı itiraf edelim. Çünkü en genel hatları ile Selçuklular, Orta Asya’dan Anadolu’ya, Irâk’tan, Hicâz ve Yemen’e kadar büyük bir coğrafyayı idâre etmekte idi. Fakat mezkûr coğrafyaların bazısında (Hicâz, Yemen gibi) idâreleri sembolik idi. Selçuklular özellikle Horasan, Şâm ve Irâk’ta siyâsî ağırlıklarını hissettirmişlerdir. Biz de bu tezimizde Selçukluların İslâm hukukunu, sosyal ve siyâsal hayatlarında nasıl tatbik ettiğini tespit etmeye çalıştık. Fakat bunu tespit ederken de hanedân ve bürokrasi ayırımını göz önünde bulundurmaya gayret ettik. Çünkü hânedân Hanefî idi. Doğal olarak da atamalarda Hanefî mezhebinden olanları tercih ediyorlardı. Bürokratik yapıda ise Şâfiî mezhebi mensupları ağırlıktaydı. Onlar da doğal olarak atamalarda Şâfiî mezhebinden olanları tercih ediyorlardı. Bu dönemde Horâsân, Dımaşk ve Irak bölgelerindeki mezheplerin etkisi ve konumları üzerinde de durmaya çalıştık. Bu dönemde özellikle iki mezheb üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Birincisi Hanefî mezhebi, ikincisi ise Şâfiî mezhebi. Hanbelî, mezhebi ise sadece Irâk söz konusu olduğu zaman değerlerlendirilmiştir. Çünkü Hanbelîlerin bu dönemde, diğer bölgelerde pek etkisi yoktur. En etkili oldukları bölge sadece Irâk’tır. Mâlîkîler ise Selçuklular döneminde yok denecek kadar azdır. Diğer gayr-i Sünnî mezheplere ise, çok az atıflar yapılmıştır. Söz konusu tezi araştırırken her türlü yardımını esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. Ali KAYA Beyefendi’ye, İSAM personeline ve tezi yazarken bana sabır gösteren çok değerli eşime teşekkürü borç bilirim. Çalışma bizden, tevfîk Allah’tan. Bursa 2014 Sedat MEHMED v İÇİNDEKİLER Sayfa No. TEZ ONAY SAYFASI …………………………...…………………………………...….ii ÖZET ................................................................................................................................... iii ABSTRACT ........................................................................................................................ iv ÖNSÖZ ................................................................................................................................. v İÇİNDEKİLER..............................................................................................................................vi KISALTMALAR ................................................................................................................. x GİRİŞ .................................................................................................................................... 1 1. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ..................................................................................... 1 2. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI ....................................................................... 1 3. ARAŞTIRMANIN SINIRLANDIRILMASI .......................................................... 1 4. ARAŞTIRMANIN AMACI ..................................................................................... 2 BİRİNCİ BÖLÜM (BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE SİYÂSÎ VE İLMÎ HAYAT) 1. BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ .................................. 3 1.1. Büyük Selçuklular’ın Müslüman Olması ........................................................................ 3 1.2. Büyük Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu ............................................................................ 4 1.3. Büyük Selçuklular’ın Kültür Ve Düşünce Yapısı ........................................................... 5 1.4. Büyük Selçuklularda Semâvî Dinler ............................................................................... 6 1.5. Büyük Selçuklular Dönemi Kelâm Mezhepleri .............................................................. 7 1.5.1. Mu’tezile Mezhebi ............................................................................................... 7 1.5.1.1. Büyük Selçuklularda Mu’tezile Mezhebinin Konumu ........................... 7 vi 1.5.1.2. Büyük Selçuklularda Hanefî - Mu’tezile Münâsebetleri ........................ 8 1.5.1.3. Büyük Selçuklu Vezîri Kundurî’nin Faaliyetleri ...................................... 9 1.5.2. Büyük Selçuklularda Eş’ârî Mezhebi Ve Nizâmulmülk’ün Faaliyetleri ........... 11 1.5.3. Büyük Selçuklularda Şîa Mezhebi ..................................................................... 12 2. BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE SİYÂSÎ HAYAT ............................. 15 3.1. Şiîler’in Devrin Sîyâsetine Etkisi ................................................................................. 15 3.2. Selçuklu - Abbâsî Münâsebetleri ................................................................................. 16 4. BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE İLMÎ HAYAT ................................ 18 4.1. Medreselerin Kökeni .................................................................................................... 18 4.2. Medreselerin Kuruluş Amaçları ................................................................................... 19 4.3. Nizâmiye Medreseleri .................................................................................................. 20 4.4. Diğer Medreseler .......................................................................................................... 22 4.5. Medreselerde Eğitim Ve Öğretim ................................................................................ 24 4.6. Dinî İlimler ................................................................................................................... 25 4.6.1. Tefsîr İlmi .......................................................................................................... 25 4.6.2. Hadîs İlmi .......................................................................................................... 26 4.6.3. Tasavvuf İlmi ..................................................................................................... 27 4.6.4. Kelâm İlmi ......................................................................................................... 28 4.7. Aklî İlimler ................................................................................................................... 28 İKİNCİ BÖLÜM (BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİ FIKIH MEZHEPLERİ VE FIKIHÇILARI) 1. KURUMSAL YAPI OLARAK MEZHEPLER ................................................... 30 1.1. Hanefî Mezhebi ............................................................................................................ 33 1.1.1. Abbâsî Devrinde Hanefî Mezhebi ..................................................................... 34 1.1.2. Hanefî Mezhebinin Büyük Selçuklulara Tesiri .................................................. 37 1.1.3. Hanefîliğin Büyük Selçuklularda Kabul Görmesinin Zeminini Hazırlayan Sebepler.. ............................................................................................................ 42 vii 1.1.4. Hanefî Mezhebinin Bağdât’tan Orta Asya’ya Yayılışı ...................................... 44 1.1.5. Büyük Selçuklu Döneminde Hanefî Mezhebînin Konumu ................................ 49 1.2. Şâfiî Mezhebi ............................................................................................................... 56 1.2.1. Şâfiî Mezhebinin Orta Asya’ya Yayılışı ............................................................ 57 1.2.2. Büyük Selçuklu Döneminde Şâfiî Mezhebinin Etkisi ........................................ 57 1.2.3. Büyük Selçuklu Döneminde Şâfiî Mezhebinin Konumu ................................... 59 1.3. Hanbelî Mezhebi .......................................................................................................... 67 1.3.1. Büyük Selçuklu Döneminde Hanbelî Mezhebinin Etkisi ve Özellikleri ............ 67 1.3.2. Büyük Selçuklu Döneminde Hanbelî Mezhebinin Konumu .............................. 68 1.4. Mâlikî Mezhebi ............................................................................................................ 71 1.5. Diğer Mezhepler ........................................................................................................... 72 1.6. Mezhep Değiştirenler ................................................................................................... 73 1.7. Mezhepler Arası Mücâdeleler ...................................................................................... 75 2. FIKIHÇILAR ......................................................................................................... 78 2.1. Hanefî Fukahâsı ............................................................................................................ 78 2.2. Şâfiî Fukahâsı ............................................................................................................... 81 2.3. Hanbelî Fukahâsı .......................................................................................................... 91 2.4. Mâlikî Fukahâsı ............................................................................................................ 94 2.5. Diğer Mezheplerin Fukahâsı ........................................................................................ 95 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (BÜYÜK SELÇUKLULAR DEVLETİNDE FIKHÎ DÜŞÜNCE) 1. FIKIH TÂRİHİ BAKIMINDAN BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ ............................................................................................................. 96 1.1. İctihâd Düşüncesi Ve Anlayışı ..................................................................................... 98 1.2. Taklîd Düşüncesi Ve Anlayışı .................................................................................... 100 1.2.1. Taklîd Düşüncesinin Yerleşme Sebepleri ........................................................ 103 1.2.2. Taklîd’den Örnekler ......................................................................................... 104 viii 1.3. Büyük Selçuklu Dönemi Şîasında İslâm Hukuku ....................................................... 105 1.3.1. Büyük Selçuklu Dönemi Şiîlerinden Usûliyye’nin Kuruluşu........................... 106 1.3.2. Büyük Selçuklu Dönemi Şiîlerinde İctihâd ve Taklîd ...................................... 107 1.4. Büyük Selçuklu Dönemi Müctehidleri........................................................................ 107 2. BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİNDE FIKIH EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ ...... 108 2.1. Fıkıh İlmi .................................................................................................................... 108 2.2. Büyük Selçuklu Dönemi Hukukçularının Hukukî Kişilikleri ..................................... 111 2.3. Büyük Selçuklu Dönemi Fıkıh Çalışmalarının Nitelikleri .......................................... 112 2.4. Fıkıh Eğitiminde Aile Faktörü ................................................................................... 114 3. BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ KAZÂ/YARGI MÜESSESESİ .................... 115 3.1. Şer’î Yargı .................................................................................................................. 115 3.2. Örfî Yargı ................................................................................................................... 117 4. BÜYÜK SELÇUKLULARDA ADÂLET ANLAYIŞI ...................................... 119 5. BÜYÜK SELÇUKLULARDA HUKÛKÎ UYGULAMALAR ......................... 121 6. BÜYÜK SELÇUKLULARDA TARTIŞMALI BAZI HUKÛKÎ UYGULAMALAR ................................................................................................ 123 7. BÜYÜK SELÇUKLULARDA İKTÂ’ ANLAYIŞI ........................................... 125 8. BÜYÜK SELÇUKLULARDA FETV MÜESSESESİ .................................... 128 9. BÜYÜK SELÇUKLULARDA MÜNÂZARALAR/TARTIŞMALAR ............ 130 SONUÇ ............................................................................................................................. 135 KAYNAKLAR ................................................................................................................. 137 ÖZGEÇMİŞ…………………………………………………………………………......164 ix KISALTMALAR Kısaltma Bibliyografik Bilgi a.g.e. Adı Geçen Eser a.g.m. Adı Geçen Makale a.g.md. Adı Geçen Madde a.g.tz. Adı Geçen Tez a.mlf. Aynı Müellif a.y. Aynı yer A.Ü.İ.F.D. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Bkz. Bakınız C. Cilt C.B.Ü.S.B.D. Celal bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi c.c. Celle Celâluhû C.Ü.İ.D.D. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi D.A.D. Dini Araştırmalar Dergisi D.E.Ü.İ.F.D. Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi D.İ.A. Diyanet İslam Ansiklopedisi D.İ.B.Y. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları D.İ.D. Diyanet İlmi Dergisi E.Ü.S.B.E.D. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi F.Ü.İ.F.D. Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi İ.A.D. İslâmî Araştırmalar Dergisi İ.H.A.D. İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi İ.M.B.U.S. İslâm Medeniyetinde Bağdat Uluslararası Sempozyumu İ.Ü.İ.F.D. İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi r.a. Radiyallahu Anhu S. Sayı s. Sayfa s.a.v. Sallallahu Aleyhi ve Sellem S.Ü.T.A.D. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi T.A.D. Tarih Araştırmaları Dergisi T.D.V.Y. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları T.T.K.Y. Türk Tarih Kurumu Yayınları Trc. Tercüme eden Ts. Tarihsiz U.S.K.M.K. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi U.T.D.İ.K.S. Uluslararası Türk Dünyasının İslâmiyete Katkıları Sempozyumu x v. Vefât tarihi Y. Yıl Yay. Yayınları y.y. Basım yeri yok Bibliyografik Kısaltmalar: Din Hukuk Eğitim George Makdisi, İslâm’ın Klasik Çağında Din Hukuk Eğitim”, trc. Hasan Tuncay Başoğlu, Klasik Yayınları, İstanbul, 2007. Ortaçağda Yüksek George Makdisi, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim İslam Öğretim Dünyası ve Hıristiyan Batı, trc. Ali Hakan Çavuşoğlu- Tuncay Başoğlu, Klasik Yayınları, İstanbul, 2012. İctihad Hayreddin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, 4. b. Ensar Yayınları, 2010. Selçuklu Medreseleri Abdurrahman Acar , “Selçuklu Medreseleri ve İslâm Kültür ve Medeniyetine Kazandırdıkları”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, 2007. Usûl Tartışmaları Tuncay Başoğlu, “Selçuklular Devrinde Usûl Tartışmaları”, II. U.S.K.M.S., Konya, 2013. xi GİRİŞ 1. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ Büyük Selçuklu devleti sadece Türk tarihine değil, İslâm tarihine de damga vurmuş bir devlettir. Çünkü Selçuklular kuruluşundan itibaren tarihte az görülen bir gelişme göstermiştir. 1040 yılında Gazneliler ile yapılan Dandanakan savaşını kazanarak bağımsız bir devlet haline gelen Selçuklular, ayrıca Şiî tahakkümü altında bulunan Abbâsî halîfelerine de yardım ederek onları bu tasalluttan kurtarmışlardır. Selçuklular sadece siyâsî ve askerî alanlarda başarılar göstermemişler, tam teşekküllü medreseler de kurarak İslâm dünyasında kaybolan ilmî ve fikrî hayatı yeniden ihyâ etmişlerdir. Biz de bu çalışmamızda Selçukluların İslâm dünyasına ilmî açıdan yaptığı katkıları İslâm hukuku bağlamında ortaya koymak istiyoruz. 2. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI Büyük Selçuklu Dönemi İslâm Hukuku tezini yazarken her bölümde farklı kaynaklardan yararlanılmıştır. Birinci bölümde konu ile alakalı çeşitli makaleler, Diyânet İslâm Ansiklopedisi maddeleri ve Selçuklu dönemi ilim, kültür ve medeniyet hayatından bahseden eserlerden yararlandık. İkinci bölümde ise, başta dönemin fıkıhçılarının biyografilerini konu edinen tabakât ve terâcim kitapları ile mezheplerin yayılmasını konu edinen kitaplardan faydalandık. Üçüncü ve son bölümde ise, İslâm hukuk tarihi kitapları, Türk tarihi kitapları, usûlü’l-Fıkh kitapları ve Diyânet İslâm Ansiklopedisinin maddelerinden yararlandık. 3. ARAŞTIRMANIN SINIRLANDIRILMASI Büyük Selçuklu Devleti, Orta Asya’dan Anadolu’ya, Irâk’tan Sûriye’ye, Hicâz’dan Yemen’e kadar büyük bir coğrafyayı tahakkümü altına almıştı. Fakat bu bölgelerin bazısında (Hicâz, Yemen) idâresi sembolik idi. Tahakkümünü esas hissettirdiği yerler, Orta Asya (Horasan bölgesi, Fergana vadisi), Anadolu’nun bir kısmı, Sûriye ve Irâk 1 coğrafyalarıydı. Bizde söz konusu tezi araştırırken özellikle Irak ve Orta Asya üzerinde durduk, diğer yerlere ise yeri geldiğinde atıflar yaptık. Bu çalışmamızda bir diğer sınırlandırmayı da mezhepler hususunda yaptık. Çünkü bu dönem ve coğrafyada en etkili mezhepler hiç şüphesiz ki Hanefîlik ile Şâfiîlik idi. Bu iki mezheb üzerinde ayrıntılı olarak durduk. Hanbelîliğe ise Irâk coğrafyası söz konusu olduğu zaman ayrıntıya girilmiştir. Zira Hanbelîliğin en etkili olduğu bölge hiç şüphesiz ki Irâk idi. Mâlikîliğe ise ayrıntıya girecek kadar malumatımız olmadığı için sadece genel hatları ile değinilmiştir. 4. ARAŞTIRMANIN AMACI Araştırmamızın amacı, Büyük Selçuklu dönemi fıkıhçılarını tespit etmek, fıkıh mezheplerinin hangi bölgelerde ne kadar etkili olduklarını göstermek, halkın bir mezhebi tercih etmesinin sebeplerini ortaya çıkarmak, ayrıca bu dönemde, İslâm hukukunun sosyal ve siyâsal alanlarda nasıl tatbik edildiğini ortaya koymaktır. “Büyük Selçuklu Dönemi İslam Hukuku” adlı tezimiz giriş ve üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde, devrin siyâsî ve ilmî yapısı genel hatları ile incelenmekte olup özellikle Nizamiye Medreseleri başta olmak üzere diğer mezheb medreseleri hakkında da bilgi verilmiştir. İkinci bölümde ise, Büyük Selçuklu döneminde mevcut olan fıkıh mezhepleri ve bulundukları coğrafyalardaki tesirleri ayrıntılı bir şekilde incelenerek dönemin fıkıhçıları tespit edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü bölümde ise dönemin İslam hukuk tarihi açısından hangi döneme girdiği tespit edilmeye çalışılmış, dönemin ictihâd ve taklîd faaliyetlerine temâs edilmiş, fıkıh eğitimi ve öğretimi hakkında ayrıntılı bilgi verilmiş, söz konusu devirde fıkhın tatbîki hususunda özellikle kazâ müessesesi üzerinde durulmuş, bazı hukukî uygulamalar hakkında bilgi verilmiş, fıkıh-fetvâ ilişkisine temâs edilmiş ve mezkûr devirde mevcut olan münâzaralara değinilmiştir. Bu çalışma ile Türk-İslâm Hukuk tarihindeki önemli ir döneminin biraz daaha aydınlatılmasına katkı sunmayı ümit ediyorum. 2 BİRİNCİ BÖLÜM BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE SİYÂSÎ VE İLMÎ HAYAT 1. BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ 1.1. BÜYÜK SELÇUKLULAR’IN MÜSLÜMAN OLMASI Türkler, Müslüman olmadan önce Şamanizm, Budizm, Maniheizm gibi dinleri benimsemişlerdir.1 Türkler arasında ihtidâ hareketleri II./VII. asırda fetihlerle başlamakla birlikte,2 kitleler halinde IX.-X. asrın sonlarına doğru İslâm’ı kabul etmişlerdir.3 İslâmlaşma süreci XI.-XV. asra kadar devam etmiştir.4 Türk şehirlerinde halkı Müslüman olan ilk şehir Şâş (Taşkent);5 ilk İslâmî Türk devleti ise İdil Bulgar’larıdır.6 Büyük Selçuklu Devleti’ninkurucusu olan Selçuk Bey, Oğuz diyârlarındaki bozkırlardan Cend şehrine geldikten sonra Müslüman olmaya karar verir. Zandak şehrine adam gönderip şehrin vâlîsinden kendilerine İslâmiyet’i öğretecek din adamları göndermesini ister ve nihâyet kabilesi Oğuzlar ile birlikte Müslüman olur.7 Türklerin İslâm’a girmelerini kolaylaştıran sebepler arasında eski Türk inancı ile İslâmiyet’in ortak 1 Hidayet Aydar, “Türklerde Anadilde İbadet Meselesi (Başlangıçtan Cumhuriyet Dönemine Kadar”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 14, Yıl 2006, s. 49-50; Ahmet Bağlıoğlu, “Türklerde İslâmlaşmayla Birlikte Mezhep Harekebağlıotleri Üzerine Bir Araştırma”, Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. 2, Yıl 1997, s. 201. 2 İshak Özgel, “Başlangıçtan Selçuklular Dönemi Sonuna Kadar Türklerin Kur’ân Tefsîrine Hizmetleri”, Başlangıçtan Günümüze Türklerin Kur’ân Tefsîrine Hizmetleri Sempozyumu, İstanbul, 2012, s. 48-51. 3 Aydar, a.g.m., s. 50-51; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 210. 4 Saffet Sarıkaya, “Türklerin İslâmlaşma Süreçlerinde Mezheplerin ve Tarikatların Yeri”, Yeni Türkiye Dergisi, Türkler, Yıl 2002, s. 3. 5 Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1985, s. 204. 6 Kenan Çetin, Selçuklu Medeniyeti Tarihi, Yitik Hazine Yay., İzmir, 2011, s. 249. 7 Ahmet Yaşar Ocak, Selçukluların Dinî Siyâseti (1040-1092), Tarih ve Tabiat Vakfı Yay., İstanbul, 2002, s. 34; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu: Kuruluş Devri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yay., Ankara, 1979, s. 21 3 ve benzer bazı uygulamalarının olduğunu söyleyebiliriz.8 Türkler İslâm’ı o kadar benimsemişlerdir ki zaman zaman “Türk” kelimesi ile “Müslüman” kelimesinin aynı anlamı ifade ettiği kaynaklarda yer almaktadır.9 1.2. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NİN KURULUŞU Oğuzlar/Türkmenler10 Batı’ya doğru göçe başladıkları zaman ilk uğradıkları yerler arasında Horâsân vardır. Gazne sultânı Mes’ûd (v. 432/1041), 1040 yılında Dandanakan kalesi yakınlarında Tuğrul (v. 455/1063) ve Çağrı Beye (v. 451/1059) mağlup olunca Horâsân’ın tamamı Selçukluların eline geçmişti.11 Selçuklular bağımsız olduktan sonra Selçuk ailesi toprakları taksîmat yoluna gitmişlerdi. Çünkü Türk devlet geleneğinde ülke hânedânın ortak malı olarak kabul ediliyordu. Selçuklular’da da bu gelenek devam etmişti.12 Tuğrul Bey Nîşâbûr merkez olmak üzere devletin batı kısmını; Çağrı Bey ise Merv idâre merkezi olmak üzere devletin doğu kısımını yönetimi altına almıştı. Böylece tüm Horâsân’a Selçuk ailesi hâkim konuma gelmişti.13 Sultân Alp Arslan (v. 465/1072) zamanında da, 1071 Malazgirt zaferi ile Anadolu’nun kapıları Türklere açılmış oldu.14 Selçukluların Müslüman olması, sancılı bir dönemden geçen İslâm ümmetine adeta ilaç olmuştur. Çünkü Selçukluların Müslüman olduğu dönemde, Şiîler Abbâsî halifeliğini etkileri altına almışlardır. Bu yüzden Sünnîlik, Şiîlik karşısında tam mücâdele edemiyordu. 8 Hikmet Tanyu, İslâm’dan Önce Türkler’de Tek Tanrı İnancı, 2. b., Boğaziçi Yay., İstanbul, 1986, s. 33; Osman Cilâcı, “Selçukluların İslâma Davet Politikası ve Gayr-i Müslimlerle İlişkileri”, Diyanet İlmî Dergisi, C. XXXVI, S. 4, Yıl 2000, s. 20; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 210. 9 Şeşen, a.g.e., s. 2. 10 Oğuzlar ile Türkmenler bazen birbirinin mürâdifi olarak kullanılmaktadır. Bkz. Faruk Sümer, “Oğuzlar”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, I-XXXIV, C. XXXIII, İstanbul, Yıl 2007, s. 327. 11 Muhammed b. Mahmud, Selçuk-Nâme, I-II, haz. Erdoğan Merçil, Tercüman, 1001 Temel Eser, 1977, C. I, s. 27; İsmail Pırlanta, “Büyük Selçukluların Horâsân’da Dini ve Sosyal Yaşam Üzerindeki Bazı Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. XVI, S. 2, Yıl 2012, s. 700; Cihan Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular Döneminde Horasan (1040-1157), İstanbul Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2008, s. 23. 12 Akif Rençber, “İslâm Fethinden Irâk Selçukluların Yıkılışına Kadar Kazvîn’in Siyasî Tarihi”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C. I, S. 1, Yıl 2012, s. 249, 255; Gerçi bu inanış Sâsânî İran devlet geleneğinde de vardı. Bkz. Abdulaziz ed-Dûrî, “İslâm Toplumlarında İkta’ın Ortaya Çıkışı”, Kazım Yaşar Kopraman-Nihat Yazılıtaş-Altan Çetin, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C. XXV, S. 39, Yıl 2006, s. 223. 13 Pırlanta, a.g.m., s. 690-691; Bu iş bölümünde Tuğrul Bey esas hükümdar yani “Hakan”dır; Çağrı Bey ise” “Yabgu”dur. Bkz. Ayşe Dudu Kuşçu, “Büyük Selçuklu Devletinin Sûriye, Filistin ve Mısır Politikasına Dair Bazı Tespitler”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 27, Yıl 2010, s. 641-642. 14 Mehmet Nadir Özdemir, “Abbâsî Halîfeleri İle Büyük Selçuklu Sultânları Arasındaki Münasebetler”, S.Ü.T.A.D., S. 28, Konya, Yıl 2008, s. 329. 4 Halîfenin otoritesi ise tamamen sembolikti.15 Fakat Selçuklular, İslâm birliğinin yeniden tesîs edilmesi amacıyla gerek siyâsî gerekse ilmî açıdan birçok faaliyetin içine girmişler ve netîcede de İslâm dünyasında birliği sağlamışlardır.16 Selçukluların dünya ekonomisine etkisi o kadar büyümüş ki, Bizans gibi dönemin büyük devleti vergi ödemek zorunda bırakılmış, Mısır da Selçuklu’ya bağımlı hale gelmiştir.17 Büyük Selçuklu Devletinde (1040-1157) saltanat tahtına sırasıyla; Tuğrul Bey (1040-1063), Alp Arslan (1063-1072), Melikşâh (1072-1092), Berkyaruk (1094-1104), Muhammed Tapar (1104-1118) ve Sencer (1119-1157) geçmişlerdir.18 Melikşâh'ın ölümünden sonra Selçuklu İmparatorluğu dağılmaya başlamış; ancak onun kolları olan Kirmân Selçukluları (1040-1187),19 Irâk Selçukluları (1119-1194),20 Sûriye Selçukluları (1070-1117),21 Sencer liderliğindeki Horâsân Selçukluları (1119- 1157)22 ve Anadolu Selçukluları (1075-1308)23 tarih sahnesinde kalmaya devam etmişlerdir. 1.3. BÜYÜK SELÇUKLULAR’IN KÜLTÜR VE DÜŞÜNCE YAPISI Orta Asya’da yaşayanlar Arap olmadıkları için farklı kültür ve düşünceye sahiptiler. Bu farklı kültür ve düşünce onların dini anlayışlarını da etkilemiştir.24 Orta Asya’da hâkim olan kültür İran ve Hind kültürüydü. Bu hâkimiyet, özellikle köy gibi yerleşim yerlerinde kendini daha çok hissettiriyordu. Selçukluların hâkim olduğu bölgelerdeki şehirli halk, kitâbî-sünnî bir anlayışa sahip iken; köy ve uç bölgelerde 15 Zekeriya Kitapçı, “Türkler ve İslâm veya Türkler Arasında İslâmiyetin Yayılışı Meselesi”, Tartışılan Değerler Açısından Türkiye Sempozyumu, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1996, s. 147-148; Tuncay Başoğlu, “Selçuklular Devrinde Usûl Tartışmaları”, II. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Sempozyumu, C. I, Konya, Yıl 2013, s. 241. 16 Başoğlu, a.g.m., s. 243-244. 17 Ahmet Dinç - Sayın Fatih Mehmet Sayın - Halow Niyazmyrat, “Türkenistan Kaynaklarına Göre Büyük Selçuklu İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi” İnternational Journal of History, S. 2, Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı, Yıl 2012, s. 111. 18 Abdurrahman Acar, “Selçuklu Medreseleri ve İslâm Kültür ve Medeniyetine Kazandırdıkları”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 351. 19 Sümer, Selçuklular (Kirman Selçukluları), D.İ.A.. C. XXXVI, Yıl 2009, s. 377-378. 20 Sümer, “Selçuklular” (Irak Selçukluları), D.İ.A., C. XXXVI, Yıl 2009, s. 387. 21 Sümer, “Selçuklular” (Suriye Selçukluları), D.İ.A., C. XXXVI, Yıl 2009, s. 385. 22 Ebu İbrâhîm Kıvamüddin Feth b. Ali b. Muhammed el-Bundarî, Irak ve Horâsân Selçukluları Tarihi, Maarif Matbaası, İstanbul, 1943. 23 Sümer, “Selçuklular” (Anadolu Selçukluları), D.İ.A., C. XXXVI, Yıl 2009, s. 380-383. 24 Himmet Konur, Horâsân’ın İslâm ve Tasavvuf Tarihine Katkısı (H. I-V. Asırlar), Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. XXI, İzmir, Yıl 2005, s. 3-5. 5 yaşayanlar ise şifâhi ve geleneksel bir inanca sahiptiler. Şehrin bu uzak yerlerinde yaşayan insanlar Türkmen derviş ve şeyhlerinin anlattıklarını sorgusuz/sualsiz kabul ettikleri için din anlayışları zayıf ve pasif kalıyordu. Şehir hayatında yaşayanların ise, kurulan medrese ve diğer eğitim müesseselerin (zâviye, hangâh, ribât) etkisi ile dini bilgileri köylülere göre daha dinamik ve daha sağlamdı.25 Ayrıca genellikle her dönemde şehirli insanlar ilim ve kültür bakımından, köylülerden daha ileri bir seviyede olmuşlardı. Bunun böyle olmasında şehir hayatında var olan ticârî hayat avantajlarının da etkisi vardır.26 Selçuklular zamanında da ilmiye mensuplarının çoğu, târîhî “İpek Yolu”27 üzerinde bulunan şehirlerden çıkmaları bunun bir tezâhürüdür.28 Çünkü ticârî hayattan gelen zenginlik dolaylı olarak da eğitime yansımaktadır.29 1.4. BÜYÜK SELÇUKLULARDA SEMÂVÎ DİNLER Büyük Selçuklular’ın hâkimiyeti altındaki bölgelerde üç semâvî dinin mensupları yaşamaktaydı. Bunlar, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudilerdi.30 Selçuklular her zaman İslâmiyet’e saygı duymuşlar ve İslâmiyeti yaymak için her türlü mücâdeleye girmişlerdir. Neticede de bütün İslâm dünyasının takdîrini kazanmışlardır. Necmeddîn er-Râzî bu konuda: “Müslümanlar emniyet, âsâyiş ve rahatı Selçuklu hânedânının mübarek hâkimiyeti gölgesinde buldular. Bu dîndâr Pâdişâhlar zamanındaki kadar medrese, câmi, zâviye, ribat, hastane, köprü ve diğer hayır müesseseleri hiçbir devirde yapılmamıştır. Müslümanlar mübarek hânedâna duâ ile senâ ile meşguldürler”31 demektedir. Ayrıca 25 Metin Bozkuş, “Anadolu Selçuklularında Sosyali Dinî ve Mezhebî Yapı, C.Ü.İ.F.D., C. V, S. 2, Yıl 2001, s. 251-252. 26 Mustafa Demirci, “Türk-İslâm Medeniyetinin İkinci Dalgası: Orta Asya’da Gelişen Bilim ve Düşüncenin Dinamikleri (X-XIII. y.y.)”, Uluslararası Türk Dünyasının İslâmiyete Katkıları Sempozyumu, Isparta, Yıl 2007, s. 78. 27 İpek Yolu hakkında geniş bilgi için bkz. Nebi Bozkurt, “İpek Yolu” D.İ.A., C. XXII, İstanbul, Yıl 2000, s. 369-373. 28 Demirci, a.g.m., s. 79, 80. 29 Demirci, a.g.m., s. 79. 30 Cağfer Karadaş, “Selçuklular’ın Din Politikası”, İslâm, Sanat, Tarih, Edebiyât ve Mûsikîsi Dergisi, Y. 1, S. 2, Yıl 2003, s. 96-97. 31 Osman Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul, 1978, C. I, s. 256; Ayrıa bkz. Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetu’s-Surûr (Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alametleri), I-II, trc. Ahmed Ateş, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1957, C. I, s. 29; Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, 2. b., Dergâh Yay. İstanbul, 1994, s. 97; Zeki Atçeken- Yaşar Bedirhan, Selçuklu Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi, Eğitim Kitabevi, Konya, 2004, s. 66; Cilacı, a.g.m., s. 27; Sarıkaya, a.g.m., s. 18; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 217; Özdemir, a.g.m., s. 355-356. 6 Sultân Tuğrul Bey’in “Kendime bir saray yapıp da yanında bir cami inşâ etmezsem Allah’tan utanırım”32 demesi İslâm davası uğrundaki hizmet aşkını göstermektedir 1.5. BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİ KELÂM MEZHEPLERİ Büyük Selçuklu döneminde fıkıh mezheplerinin yanında birçok kelâmi mezheb de mevcuttu. Özellikle Mu’tezile ve Eş’arîlerin birbirleriyle mücâdeleleri devre damgasını vurmuştur diyebiliriz. Tuğrul Bey döneminde Mu’tezile ön planda iken; Alp Arslan zamanında ise Eş’arîlik ön plana çıkmaya başlamıştır. Şiîlik ise özellikle İran bölgelerinde etkindi. 1.5.1. Mu’tezile Mezhebi Mu’tezile mezhebinin temelleri Vâsıl b. Atâ (v. 131/748) ve talebeleri tarafından atılmıştır.33 Devlet tarafından resmî mezheb hüviyetine ise Abbâsîler döneminde (750- 1258) kavuşmuştur. Mu’tezile mezhebi, Me’mûn (813-833), Mu’tasım (833-842), Vâsık (842-847) dönemlerinin tamamı ile Mütevekkil (847-861) döneminin yarısına kadar devletin resmî mezhebi olarak kabul edilmiştir.34 Mütevekkil devrinde ise Mu’tezile tekrar muhâlefet konumuna düşmüştür.35 1.5.1.1. Büyük Selçuklularda Mu’tezile Mezhebinin Konumu Mu’tezile’nin kurulduğu muhit Irâk bölgesidir. Bu mezhep Horâsân’a Vâsıl b. Atâ’nın dâisi (davetçi) Hafs b. Sâlim tarafından götürülmüştür.36 Mu’tezile mezhebinin buraya taşınması kolay olmamıştır. Toplum tarafından kabul gördüğü kadar tepki ile de karşılaşmıştır. Bu tepkinin sebebi ise, “mihne”37 sürecinde Mu’tezile’nin fikrî ve fizîkî işkencesine mahkûm kalan birçok âlimin bu bölgeye hicret etmesidir. Çünkü buraya hicret eden âlimler tabiî olarak Mu’tezile’ye karşı olumsuz bir tavır takınmışlardır. Fakat buralarda Mu’tezile’nin hiç kabul görmediği de anlaşılmamalıdır. Çünkü Bağdât ve 32 Cilacı, a.g.m., s. 21; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 215. 33 İlyas Çelebi, “Mu’tezile”, D.İ.A., C. XXXI, Yıl 2006, s. 391. 34 Du önemler hakkında geniş bilgi için bkz. Nahide Bozkurt, Mutezile’nin Altın Çağı, Ankara Okulu Yay., 2002. 35 George Makdisi, İslâm’ın Klasik Çağında Din Hukuk Eğitim”, trc. Hasan Tuncay Başoğlu, Klasik Yay., İstanbul, 2007, s. 135. 36 Mehdî Lidînillâh Ahmed b. Yahyâ b. Murtazâ İbnü’l-Murtazâ, Tabakâtü'l-Mu'tezile, thk. Susanna Diwald Wilzer, Beyrut, 1961, s. 32. 37 Bazı Abbâsî halifeleri döneminde halku'l-Kur'ân konusunda sünnî âlimlerin sorguya çekilip eziyet edilmesine ilişkin olaylara verilen ad. Bkz. Hayrettin Yücesoy, “Mihne”, D.İ.A., C. XXX, Yıl 2005, s. 26-28. 7 Basra’da gücünü kaybeden Mu’tezile, fikirlerini yaymak için kendisine bir muhît aramaktaydı. Mâverâünnehir de bu fikirlerin yayılması açısından önemli bir merkezdi.38 Mu’tezile Hârizm bölgesi ile39 Horâsân ve Şîrâz’da çok etkiliydi.40 Rey’de eski câmii denilen bir yerde toplantı yerleri vardı.41 Hattâ daha önceleri Kadı Abdülcebbâr’ın (415/1025-26)42 burada bir Mu’tezilî mekteb kurduğu rivâyet edilmektedir.43 Fakat Mu’tezile Büyük Selçuklu döneminde Tuğrul Bey dönemi hariç genelde pek kabul görmemiştir. 1.5.1.2. Büyük Selçuklularda Hanefî - Mu’tezile Münâsebetleri Bu dönemde Hanefî mezhebi Mu’tezile mezhebi ile sıkı bir irtibât içerisindeydi. Hattâ bazı kitaplarda ilk dönem Hanefîleri Mu’tezilî olarak gösterilmişlerdir.44 Ebû’l-Kâsım el-Belhî el-Kâ’bî’nin (v. 319/931)45 etkisi ile Belh’te “Hanefî- Mu’tezîlî” bir çizginin varlığından söz edilmektedir.46 Bu dönemdeki Hanefî-Mu’tezîlîler arasında Ebû Abdillah es-Sâymerî (v. 436/1044)47 ve Rey kadısı Ebû Muhammed Hasan b. Muhammed el-Eserâbâdî (v. 541/1146)48 gibi isimleri zikredebiliriz. İmâm Mâtürîdî’nin (v. 333/944) yaşadığı zamanda Semerkand’da 17 Mu’tezile ve Karmatî49 medresesi mevcut olduğu rivâyet edilmektedir.50 38 İsmail Şık, Mahmûd b. Zeyd el-Lâmişî’nin Kelâm Anlayışı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2009, s. 14. 39 Adem Arıkan, Büyük Selçukluların Hanefîlere Destekler ve Irâk Selçukluları Sultânı Mesud’un Faaliyetleri, Araşan Sosyal Bilimler Enstitüsü İlmî Dergisi, Bişkek, 2008, s. 156; Karadaş, "Semerkand Hanefî Kelam Okulu Mâtürîdîlik –Oluşum Zemini ve Gelişim Süreci”, Usûl İslâm Araştırmalar Dergisi, S. 6, Yıl 2006, s. 77; Demirci, a.g.m., s. 83. 40 Nurullah Turan, Selçuklu Başkenti Rey, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2013, s. 107; Sarıkaya, a.g.m., s. 9. 41 Turan, a.g.tz., s. 106. 42 Basra Mu’tezilesinin ünlü kelamcısı ve Şâfiî fakih. Geniş bilgi için bkz. Çelebi, “Kâdî Abdülcebbar”, D.İ.A., C. XXIV, Yıl 2001, ss. 105-109; Tahsin Görgün, “ “Kâdî Abdülcebbar”, D.İ.A., C. XXIV, İstanbul, Yıl 2001, s. 109-111. 43 Sarıkaya, a.g.m., s. 9. 44 İbnu’l-Murtaza, a.g.e., s. 130, 131, vd. 45 Mu’tezile mezhebinin Ka’biyye fırkasının kurucusu. Furû’da hanefî mezhebine mensuptur. Bkz. Adil Bebek, “Ka’bî”, D.İ.A., C. XXIV, Yıl 2001, s. 27. 46 Şık, a.g.tz., s. 14-15 47 İbnu’l-Murtaza, a.g.e., s. 130. 48Arıkan, a.g.m., s. 161. 49 Karmatîler, aşırı Şiî İsmâîliyye mezhebinin bir kolu olarak kabul edilmektedir. Geniş bilgi için bkz. Sabri Hizmetli, “Karmatîler”, D.İ.A., C. XXIV, İstanbul, Yıl 2001, s. 510-514. 50 Kuşçu, “Orta Doğuda Şi’î-Sünnî Mücâdelesinde Selçuklu ve Zengî Medreselerinin Yeri”, Akademik Ortadoğu Dergisi, C. II, S. 4, Ankara, Yıl 2008, s. 26. 8 Bunun yanında Hanefî fukahâsı içinden Mu’tezile’ye sert eleştiri getirenler de yok değildir. Meselâ Ebû Abdillah ed-Dâmağânî (v. 478/1085)51 bunlardan birisidir.52 Bu fırkaya “Buhârâ Hanefîliği” ya da “Hanefî-Ashâbu’l-Hadîs” denmiştir.53 Nakilci tutumu benimseyen Hanefî hadîs taraftarları yoğun olarak Buhârâ ve çevresinde yaşamaktaydılar.54 İkinci Hanefî fırkası ise “Hanefî-Rey” ya da “Semerkand Hanefîliği” ve yahut da “Hanefî-Mâtürîdî” ismiyle anılmıştır.55 İmâm Mâtürîdî’nin de içinde bulunduğu bu fırkanın temel özelliği, gerek furû’da gerekse usûlde Ebû Hanîfe’yi (v. 150/767) takip etmeleri ve re’y anlayışını benimsemeleridir. Bu fırkada yer alanlar Semerkand ve çevresinde yaşamaktaydılar.56 1.5.1.3. Büyük Selçuklu Vezîri Kundurî’nin Faaliyetleri Büyük Selçuklu döneminin ilk vezîri Ebû’l-Kâsım Buzcanî’den57 sonra vezârete, amelde Hanefî olmakla beraber itikâden Mutezilî olan Amîdulmülk el-Kundurî (v. 456/1064)58 getirilmişti.59 Bu şahıs mutaassıp bir Mu’tezîlîydi. Özellikle de Eş’arîlere karşıydı. Eş’arîlere karşı çıkmasının ve onları devlet kademelerinden uzak tutmasının ve bu mezhebe karşı olmasının esas sebebi, -elbette ki kendi mezhebinin görüşleri ve sistematiği önemli olmakla birlikte- kendisinin vezîrlik makamının tehlikede olduğunu hissetmesidir. Zira kendi döneminde yaşayan Şâfiî/Eş’ârî Ebû Sehl b. el-Muvaffak (v. 456/1064) halk ve ilim adamları tarafından sevilen ve saygı duyulan bir şahsiyetti. Sultân Tuğrul Bey (v. 455/1063), daha genç yaşta olan Ebû Sehl’e bir hil’at (kaftan) vererek onu Şâfiîlerin reîsi yapmıştı. Bu vâkıa, Kundurî’yi rahatsız etmiş olmalı ki, onunla siyâsî çekişmeye 51 Bağdât’ta otuz yıl kadar kâdılık yapan Hanefî fakih. 52 Şık, a.g.tz., s. 15 53 Ahmet Ak, Mâtürîdî Kaynaklarda Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2006, s. 101; Sâmânîler ashâbu’l-hadise yakın olan Hanefî taraftarlarını desteklemişlerdir. Bkz. a. mlf. a.g.tz., s. 24-25. 54 Kutlu, İslâm Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, Kitabiyat, Ankara, 2000, s. 185-186. 55 Şık, a.g.tz., s. 16 56 Ak, Büyük Türk Âlimi Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, Bayrak Matbaası, İstanbul, 2008, s. 113; Şık, a.g.tz., a.y. 57 Kuşçu, “Büyük Selçuklu Devletinin Sûriye, Filistin ve Mısır Politikasına Dair Bazı Tespitler”, s. 642; Ayrıca ilk vezîrin Ebû’l-Feth er-Râzî (v. 439/1048) olduğu da iddia edilmiştir. Bkz. Turan, a.g.tz., s. 158. 58 Hayatı hakkında bkz. Abdülkerim Özaydın, “Kündûrî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXVI, İstanbul, 2002, s. 554-555. 59 Ocak, a.g.e., s. 86-87; Muhtemelen Ebû Nasr el- Kundûrî’nin itizâl görüşlerine sahip olmasın da Danişmend Ali Taylu’nun etkisi vardır diyebiliriz. Zira Ali Taylu, itizal görüşlerine sahipti ve kendisinin de tavsiyesi ile Kundurî vezîr olmuştu. Bkz. Mikail Bayram, Danişmend Oğulları’nın Dinî ve Millî Siyâseti, S.Ü.T.A.D., S. 18, Yıl 2005, s. 136. 9 girişmiştir.60 Ebû Sehl, Kundurî’nin Eş’arîlere karşı yürüttüğü bu telîn faaliyetini engellemek için her ne kadar Sultân ile görüşmek için başşehir Rey’e gittiyse de Amîdulmülk’ün engelleri ile karşılaşmış ve netîcede de başarıya ulaşamamıştı.61 Çünkü Kundurî’den izin almadan Sultân ile görüşmek mümkün değildi. Kundurî, Tuğrul Bey’in şahsında devletin desteğini de alarak Eş’ârîlere/Şâfiîlere62 karşı takîbat yaptırmaya başlamıştı.63 Kundurî karşıtı olan Eş’arîler’in vaaz vermeleri ve hutbe okumaları engellenmiş,64 Selçuklu topraklarından 400 kadar fakîh/kadı memleketlerini terk etmek zorunda kalmış, Beyhakî (v. 458/1066) ve Abdülkerîm el- Kuşeyrî (v. 465/1072)65 gibi âlimler tehcîre marûz bırakılmışlardır. Bütün bu zulümleri gören Kuşeyrî, söz konusu fitne ve fesâdı engellemek amacıyla İmâm Eş’arî’nin (v. 324/935 ya da 330/941) faziletlerine dair "Şikayetu Ehli's-Sünne bi Hiktiyeti ma Nafehum min ehli'l-Mihne" adlı bir eser yazarak muhtelif beldelere gönderir.66 Fakat bu da fayda vermez ve kendisi de dâhil birçok kimse tutuklanır. Vezîrliği döneminde maddî-manevî birçok tahrîbat yapan Kundurî’nin belki de en büyük tahrîbâtı, ilmin Horâsân’dan kaçıp gitmesine sebep olmasıdır. Zira onun yüzünden dört yüz kadar âlim Horâsân’ı terk etmişti.67 Hattâ onun bu faaliyetleri halkı o kadar etkilemiş ki, kendisi Hanefî olmasına ve Nîşâbûrdaki “Sultâniye medresesi” Hanefîlerin elinde bulunmasına rağmen, medrese güçleneceği yerde giderek zayıflamıştı.68 Bütün bu kargaşalıklar sadece âlimleri değil halkı da etkilemişti. Birçok kimse Horâsân’dan göç eder 60 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 99-100. 61 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 99 62 Eş’arîler, fıkıh mezhebi olarak genelde Şâfiî’dirler. 63 İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, thk: Muhammed Yûsuf ed-Dakkak, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1987, C. VIII, s. 481; İbn Asâkir, Tebyînu Kezibi’l-Müfterî Fîma Nusibe Li’l-İmâm ilâ Ebî’l--Hasan el- Eş’ârî, 3. b., Daru’l-Kitâbi’l-Arabi, Beyrut, 1984, s. 108; Tâcuddîn es-Subkî, Tabakâtu’ş-Şâfîiyyet’l- Kubrâ, thk; Mahmud Muhammed Tanahi, AbdulFettah Muhammed el-Hulv, Matbaatu İsa el-Babi el- Halebi, Kahire, “ts.” C. III, s. 389; İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam fî Târîhi’l-Mulûk ve’l-Umem, thk: Muhammed Abdulkadir Ata ve Mustafa Abdulkadir Ata, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1992, C. XV, s. 340; İbrahim Agah Çubukçu, “Hicri 5./Milâdî 11. Yüzyılda İslâmda Siyasî ve Dinî Durum, A.Ü.İ.F.D., C. XIII, Yıl 1965, s. 44; Pırlanta, a.g.m., s. 705. Karadaş, “Selçuklular’ın Din Politikası”, s. 100; Bayram, a.g.m., 136; Piyadeoğlu, a.g.tz., a.y. 64 Muhammed Şerefeddin Yaltkaya, ”Selçuklular Devrinde Mezhepler”, Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Y. 2, Sayı 4, Yıl 2009, s. 180. 65 Pırlanta, a.g.m., s. 705-706; Karadaş, a.g.m., a.y.; Yaltkaya, a.g.m., 180-181, 182; Acar, a.g.m., s. 360. 66 Ebü'l-Kâsım el-Kuşeyrî, Risâletu Şikâyeti Ehli’s-Sunne bimâ Nâlehum Minel-Mihne, (er-Resâilu’l- Kuşeyrîyye içinde), thk. Muhammed Hasan, el-Mahedu'I-Merkezi li'I-Ebhasi'I-İslâmiyye, Karaçi, 1964, s. 1- 49;Yaltkaya, a.g.m. s. 182 67 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 101 68 Hüseyin Zerrinkûb, Medreseden kaçış İmâm Gazzali'nin Hayatı Fikirleri ve Eserleri, trc. Hikmet Soylu, Anka Yay. İstanbul, 2001, s. 40. 10 halde gelmişti. Netîce olarak da, Horâsân ilmî cihetten gerilemeye başlarken buna paralel olarak ticârî hayat da sekteye uğramıştı.69 1.5.2. Büyük Selçuklularda Eş’ârî Mezhebi Ve Nizâmulmülk’ün Faaliyetleri Eş’arî mezhebi,70 İmâm Ebû’l-Hasen el-Eş’arî’nin (v. 324/935-36)71 görüşleri etrafında teşekkül eden bir mezheptir. Büyük Selçuklu döneminde Eş’arî mezhebi, Mu’tezile mezhebi ile sürekli rekâbet içindeydi. Tuğrul Bey döneminde Kundurî tarafından sürekli olarak baskı altında tutulan Eş’arîler, Nizâmulmülk’ün vezîr olmasıyla birlikte rahata kavuşmuşlardır. Kundurî’nin telîn ve tedhîş faaliyetleri Nizâmulmülk’ün (v. 485/1092) vezîr olmasına kadar devam etmişti.72 Nizâmulmülk vezîr olunca, selefinin bütün politikalarına son vermişti.73 Hicret eden âlim ve fakîhleri geri çağırıp yepyeni bir sosyal-siyâsal hayatın temelini atmıştı.74 Bu yeni hayatın en somut örneklerinden birisi de daha sonra göreceğimiz üzere Nizâmiye medreselerinin inşâ ettirilmesidir. Eş’arîler, devlet desteğini arkalarına almalarına rağmen Mu’tezîle’nin yaptığı gibi tedhîş ve telîn faaliyetleri içerisine girişmemişlerdir. Nizâmulmülk, Sultân Tuğrul’un Kundurî gibi iyi bir yardımcıya sahip olduğunu söyleyerek, mezhepler arası barışa katkı sağlamaya çalışmıştır.75 69 Pırlanta, a.g.m., s. 707; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 101-102; Ocak, a.g.e., s. 90-91. 70 bu mezheb hakkında geniş bilgi için bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Eş’arîyye” D.İ.A., C. XI, İstanbul 1995, s. 447-455 71 Hayatı hakkında geniş bilgi için bkz. İrfan Abdülhamid, “Eş’arî” D.İ.A., C. XI, İstanbul, 1995, s. 444-447. 72 Mevlüt Özler, “Tuğrul Bey Dönemi Düşünce Hayatında Entelektüel Bir Kriz: Ehl-i Bid’ate Lanet Kampanyası”, I. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi: Bildiriler II, C. II, Konya, Yıl 2001, s. 174-176; Süleyman Genç, H.V/M. XI. Asırda Ehl-i Sünnet’in Yeniden Yükselişi: Süreç, Kurum ve Şahsiyetler Üzerine Bir İnceleme, D.E.Ü.İ.F.D., S. 25, Yıl 2007, s. 300; İbnu’l-Esîr, a.g.e., C. VIII, s. 481; Yavuz, a.g.md., s. 448; Yaltkaya, a.g.m., s. 179-184. 73 Bayram, a.g.m., s. 137. 74 Özaydın, Sultân Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul Üniversitesi Yay. İstanbul, 2001, s. 168; Seyfullah Kara, “Selçuklu Türkleri’nin Mezhepler Arası Barışı Sağlamaya Yaptıkları Katkılar”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 387-388; Pırlanta, a.g.m., 707-708; Yaltkaya, a.g.m., s. 184; Mu’tezile’nin tesiri altında kalan Selçuklu Sultânı Me’sud b. Muhammed’de, Kazvin, Rey, İsfahân, Bağdad ve diğer yerlerdeki Müşebbihe, Cebriyye ve Eş’arîlere zulmetmişti. Bkz. Bausani, “Selçuklu Döneminde Din”, trc. Ali Ertuğrul, C.Ü.İ.F.D., C. XI, S. 2, Yıl 2007, s. 444; Özaydın, “Kundürî”, s. 555. 75 Kara, a.g.m., s. 388; Nizâmulmülk’ün de Kundurî gibi diğer mezheplere karşı bir muhâlefeti olduğu söylenebilir. Fakat Nizâmulmülk’ün muhâlefeti Kundurî gibi sert ve acımasız değil, en fazla şehirden sürmek şeklindeydi. Bkz. Pırlanta, a.g.m., s. 708-709. 11 Yine Nizâmulmülk’ün bu tavrını Mu’tezîlî olan Ebû Yûsuf el-Kazvînî’ye (v. 488/1085) karşı da görmekteyiz. Ebû Yûsuf el-Kazvinî Mısır’a gider ve birçok kitapla oradan geri dönerken Bağdât’a uğrar. Nizâmulmülk ile görüşmek istemesine rağmen oradaki kapıcı engel olur. Aralarında tartışma çıkar. Ebû Yûsuf el-Kazvinî de kapıcıya açıkça “Ben Mu’tezîlî Ebû Yûsuf el-Kazvinî‘yim” diyerek zorla Nizâmulmülk’ün huzuruna çıkar. Nizâmulmülk de ona karşı çok iyi davranır. Hattâ bu dostluk daha sonra da devam etmiş olmalı ki, Ebû Yûsuf el-Kazvinî, İbrâhîm el-Harbî’nin (v. 285/898) “Garîbu’l-Hadîs” adlı eserinin de bulunduğu dört kitabı Bağdât’taki “dâru’l-kütüb” adlı kütüphaneye hediye eder.76 1.5.3. Büyük Selçuklularda Şîa Mezhebi Şîa, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra devlet yönetiminin Hz. Ali’ye (r.a.) ve onun soyundan gelenlere ait olduğu düşüncesi etrafında birleşen çeşitli grupların ortak adına denmektedir.77 Hz. Ali döneminde belirginleşen bu mezheb daha sonraları özellikle “imâmet” konusundaki tavırları ile İslâm dünyasında birçok tartışmanın odağı haline gelmiştir. Şiîlik, İslâm tarihinde çok güçlü oldukları dönemlerde devlet kurma potansiyelini bile göstermiştir.78 Selçuklular ile muâsır olan Şiî devletlerinden birisi, 909-1171 yılları arasında Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye'de hüküm süren Fâtımî Devleti’dir.79 Selçuklular ile muâsır olan bir diğer Şiî hanedanlığı ise Büveyhîler’dir.80 Fakat Büveyhîler’in Selçuklular ile olan münâsebetleri Tuğrul Bey’in Bağdât’a girip Büveyhî hânedânlığına son vermesiyle son bulmaktadır. Fâtımîler ise Büveyhîlere nispeten daha uzun ömürlü olmuşlardır.81 Fâtımîler kurulduğu zaman propagandalarını yaymak için birçok faaliyetin içine girmişlerdir. Meselâ Kahire’de 395/1005 yılında “Dâru’l-İlm” (Dâru’l-Hikme) ismiyle bir 76 Makdisi, a.g.e., s. 210; İbnu’l-Cevzî, a.g..e., C. XVII, s. 21-22. 77 Mustafa Öz, “Şîa”, D.İ.A., C. XXXIX, İstanbul, Yıl 2010, s. 111. 78 Öz, a.g.md., s. 115. 79 Eymen Fuad es-Seyyid, “Fâtımîler”, D.İ.A., C. XII, İstanbul, Yıl 1995, s. 228-237. 80 Merçil, “Büveyhîler”, D.İ.A., C. VI, Yıl 1992, s. 496-500. 81 Buarada Fâtımîlerin devlet kurduğu, Büveyhîlerin ise devlet kurmadığı, hânedânlık olduğunu unutmayalım. 12 propaganda merkezi kurmuşlardı.82 Yine Fâtımîler’in kurduğu Ezher Câmii de bir başka dâî (davetçi) yetiştirme eğitim merkeziydi.83 Bu dâîlerin en önemli özellikleri güzel konuşan, ilmî donanıma sahip, ruhen ve bedenen arınmış, güzel ahlaklı, insanlarla kısa sürede ilişki kurabilen ayrıca mahallî dili de çok iyi bilen kimseler olmalarıdır.84 Şiîlerin en çok kullandığı propaganda tekniklerinden birisi “menakıbhân” denilen Hz. Ali (r.a.) ve ehl-i beyt’in faziletlerini anlatan kişilerinden faydalanmalarıdır. Bunlar, Irâk ve Taberistan’da faaliyetlerini gizlice sürdürmüşler ve yakalanmamak için yerlerini sık sık değiştirmişlerdir.85 Bunlara mukâbil Selçuklu sultânları da, Hz. Ebûbekir (r.a.) ve Hz. Ömer’in (r.a.) faziletlerini yücelten; Şiîleri de tahkîr eden “fazilet okuyucuları”ndan istifade etmişlerdi.86 Şiîlerin Abbâsî halîfelerini siyâsî açıdan etki altına almalarıyla başlayan IV./X. asrı birçok araştırmacı “Şiî Asrı” diye tesmiye etmiştir.87 Çünkü Şiîler gerek siyâsal gerekse medreseler kurma gibi sosyal alanlarda etkilerini göstermekteydiler. Bu cümleden, Sünnîler de boş durmuyor, Sünnî akideyi savunmak için Horâsân, Şâm, İran ve Bağdât’ta medreseler kuruyorlardı.88 Köprülü, “Sünnîlik aleminin çok zayıfladığı bu esnada, eğer Selçuklu hükümdarları meydana çıkarak Abbâsî hilâfetini ve Sünnîliği muhafaza etmeseydiler, İslâm dünyasında Şiîliğin genel olarak hâkim bir konuma geleceği muhakkaktı”89 demektedir. Selçuklular sadece Gulât-ı Şîa ile savaşmışlardır.90 Kendilerine isyan etmeyen mu’tedil Şiîlerle her zaman iyi geçinmeye çalışmışlardır.91 Nitekim Tuğrul Bey 1055 yılında Bağdât’a girdiğinde, ünlü Şiî Kerh mahallesi, Selçuklu askerlerine saldıran Bağdât halkına karşı Tuğrul Bey’in askerlerini korumuştur. Tuğrul Bey de buna mukâbil Kerh 82 Ali Öngül, “Selçuklularda Eğitim Faaliyetlei ve Yetişen İlim Adamlarına Genel Bir Bakış”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. I, S. 7, Yıl 2003, s. 68-69; Chikh Bouamrane, “İslâm Tarihinde Eğitim-Öğretim Kurumları”, trc. Nesimi Yazıcı, A.Ü.İ.F.D., C. XXX, S. 1, Yıl 1988, s. 284. 83 Saîd Abdülfettah Aşûr, “Ezher”, D.İ.A., C. XII, Yıl 1995, s. 59-63. 84 Muzaffer Tan, “Horâsân ve Maveraünnehir’de İlk İsmâilî Faaliyetler, D.A.D, C. X, S. 30, Yıl - Eylül- Aralık 2007, s. 55-56. 85 Bausani, a.g.m., s. 453. 86 Bausani, a.g.m., a.y. 87 Mazlum Uyar, “Şiî Siyâsî Düşüncesinin Şekillenmesi”, D.A.D., C. II, S. 5, Yıl 1999, s. 305-306; Arıkan, a.g.m., s. 154; Genç, a.g.m., s. 273-274. 88 Cengiz Tomar “Şâm”, D.İ.A., C. XXXVIII, Yıl 2010, s. 312-313; Öngül, a.g.m., s. 69-70; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 218. 89 Fuad Köprülü, Türk Tarih-i Dînisi, (Yayına Haz. Metin Ergun), Ankara, Akçağ Yay., 2005, s. 135, 6. dipnot. 90 Bağlıoğlu, a.g.m., s. 216, 218. 91 Bağlıoğlu, a.g.m., s. 218. 13 mahallesine iyi muâmelede bulunulması istemiş ve mahallenin korunması için özel bir süvari birliği tahsîs etmiştir.92 Sultân Melikşâh da (v. 485/1092), Bağdât’a geldiği zaman Ebû Hanîfe (v. 150/767), Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) gibi çeşitli Sünnî liderlerin kabirlerini ziyâret ettikten sonra ayrıca Şiî büyüklerinin de kabirlerini ziyâret etmiştir.93 Tuğrul (1037-1063), Alp Arslan (1063-1072), Sultân Mahmud (1092-1094) ve Sultan Mesud (1134-1152) devrinde hiçbir Zerdüşt veya Râfızı bir mevki elde etmek için talepte bulunamazdı. Bunlar asla kâtib veya vergi memuru olarak işe alınmazlardı. Devlet kademelerine genellikle Hanefî ve Şâfiîler’den memurlar atanmaktaydı.94 Fakat şunu ifade edelim ki devlet kadrolarına atanamayan bu gruplar, muhtemelen devleti tehdît eden aşırı Şiîler olmalıdır. Zira Selçukluların Şiîlere mahsûs medreseler yaptırdıkları, hattâ 1165 yılında, 10-15 Şiî’nin bulunmadığı hiçbir Türk sarayının mevcut olmadığı ve kâtip olarak çalışanların ekserisi Şiîler’den oluştuğu rivâyet edilmektedir.95 Selçuklular özellikle Zeydîyye96 ve Ca’ferîyye97 mezheplerine karşı ılımlı davranmışlardır.98 Selçuklular döneminde Şiîler birçok yerde etkindiler. Mesela Rey şehrinde ciddi oranda Şiîler vardı. Hattâ şehir Büveyhîler’in başkentliğini dahi yapmıştır. Rey’de ilk İsmâîlî faaliyetler Halef adında bir daî ile başlamıştır. Nakkaş olan Halef asıl kimliğini gizlemek suretiyle davet faaliyetlerine başlamıştı.99 Şehirde etkisini ilk gösteren Şiî mezheb ise Zeydiyye’dir. Yahya b. Zeyd b. Zeynelâbidin b. Ali, Abbâsî zulmünden kaçıp Horâsân’a gelmiş ve burada vefât edince Şiîlik burada güç kazanmıştır. Ancak X./XVI. asırda Zeydiyye yerini İsnaaşeriyye’ye100 bırakmıştır. İsnaaşeriyye ise Büveyhîlerin benimsediği bir mezhebdir. İsfahan’da ise Şiîlik IV./X. asırda yayılmaya başlamıştır.101 92 Kara, a.g.m., s. 385. 93 Ahmed b. Mahmud, a.g.e., C. II, s. 202; Kara, a.g.m., s. 386. 94 Bausani, a.g.m., , s. 451. 95 Basuani, a.g.m., s. 452. 96 II. (VIII.) yüzyılın ilk çeyreğinde Kûfe’de ortaya çıkan, Irak, Taberistan ve özellikle Yemen’de varlığını sürdüren ılımlı bir Şiî fırkası. Geniş bilgi için bkz. Yusuf Gökalp, “Zeydiyye” D.İ.A., C. XXXXIV, İstanbul, Yıl 2013, s. 328-331. 97 Ca’feriyye, İsnâaşeriyye mezhebinin fıkıh mezhebi olarak kabul edilmektedir. Geniş bilgi için bkz. Hayreddin Karaman, “Ca’feriyye” D.İ.A., C. VII, İstanbul, Yıl 1993, s. 4-10. 98 Turan, a.g.tz., s. 110-111. 99 Tan, a.g.m., s. 61-62; Sarıkaya, a.g.m., s. 17. 100 On iki imam sistemini benimseyen Şiî fırkası. Bugunkü İrân’ın resmi mezhebi. Geniş bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “İsnâaşeriyye”, D.İ.A., C. XXIII, İstanbul, Yıl 2001, s. 142-147. 101 Nurullah Yazar, “Büyük Selçuklular Döneminde İsfahan’nın Siyasî Durumu”, İ.A.D., C. XXIV, S. 1, Yıl 2013, s. 33. 14 Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi Selçuklular, mutedil Şiîlerle iyi geçinmeye çalışmışlardır. Onlar için türbeler, zâviyeler, medreseler bile yaptırmışlardır.102 Meselâ Kum ve Kâşân şehirlerinde Şiî medreseleri vardı.103 Rey’de Şiîler’in meskûn olduğu Kolahdozan mahallesindeki “Medrese-i Bozorg Seyyid Tâcuddîn Muhammed Keysakî” medresesi bunlardan birisidir.104 Keza Tuğrul Bey’in Şiîler için önemli bir yer iştigâl eden İmâm Mûsâ Kâzım’ın (v. 182/799) kızı Fâtıma el-Ma’sûme’nin (v. 201/816) Kum şehrindeki kabrine bir türbe yaptırmış105 ve bu türbenin değeri Selçuklu döneminde artmış adeta bir Şiî ilâhiyat merkezi haline gelmişti.106 Büyük Selçuklu dönemindeki başlıca Şiî merkezleri arasında şu şehirleri sayabiliriz: Kum, Rey, Âve, Bağdât’taki Şiî mahallesi/Kerh mahallesi, Kazvin, Sârî ve İrem.107 2. SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE SİYÂSÎ HAYAT V./XI. asır İslâm dünyasında başlıca üç hilâfet merkezi vardı: Mısır’daki Fâtımî hilâfeti, Endülüs’teki hilâfet ve Bağdât’taki Abbâsî hilâfeti. Aslında Abbâsî hilâfeti tamamen Şiî politikalarının etkisi altındaydı. Hilâfet merkezi olması tamamen sembolikti.108 Bundan dolayıdır ki Büyük Selçuklular’ın siyâsî mücadelede en çok uğraştıkları mezheplerin başında Şiîlik gelmektedir. 3.1. ŞİÎLER’İN DEVRİN SÎYÂSETİNE ETKİSİ Abbâsî hilâfeti bir yandan Mısır’daki Fâtımîler, diğer bir yandan da Irâk’taki Büveyhîler ile uğraşmakta, fakat Şiî nüfusa karşı bir türlü ciddî mukâvemet 102 Turan, a.g.tz., s. 128 vd; Bausani, a.g.m., s. 455; Karadaş, a.g.m., s. 99; Sarıkaya, a.g.m., s. 16 103 Altan Çetin, “İrfan Ordusunun Temelleri Türklerde Medreseler (Karahanlı, Selçuklu ve Beylikler Devri Medreseleri)”, D.A.D., C. II, S. 5, Yıl 1999, s. 189; Karadaş, a.g.m., a.y. 104 Turan, a.g.tz., a.y. 105 Kara, a.g.m., a.y. 106 Marcel Bazin. “Kum”, D.İ.A., C. XXVI, Yıl 2002, s. 361 107 Bausani, a.g.m., s. 454; Karadaş, a.g.m., s. 98. 108 Abdükadir Yuvalı, Türk Devlet Geleneğinde Din-Devlet İlişkileri (Selçuklu Örneği), U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 73; hattâ sadece lakaplarla temsil edilmekteydi. Bkz. Mustafa Kömürcüoğlu-Şeyma Kömürcüoğlu, “Güç ve Adâlet Arasında Bir Devlet Adamı: Nizâmulmülk ve Siyâsetname’si”, İlmi Etüdler Derneği Yıllığı, S. 4, Yıl 2009, s. 57; Kuşçu, a.g.m., s. 644. 15 gösterememekteydi. Büveyhîler ile Fâtımîlerin ortak yanı Şiî olmalarıdır.109 Yoksa kültürleri farklıydı. Çünkü Büveyhîler Fars, Fâtımîler ise Arap’tı.110 Şiîler ile yapılan mücâdelelerde devlet zayıflamaya başlayıp siyâsî otoritesini kaybetmiş ve “emîrü’l- ümerâ”111 sistemine geçilmişti. Şiîler’in Abbâsî halîfeleri üzerinde etkisi o kadar artmış ki 446/1054 yılında halîfe Kâim bi-Emrillah (v. 467/1075) ile Büveyhî112 Bağdât komutanı Arslan el-Besâsîrî (v. 451/1060) arasında başlayan anlaşmazlık sonucu Besâsîrî, Mansûr câmiinde Abbâsî halifesi Kâim bi-Emrillah yerine Mısır halîfesi el-Mustansır Billah (v. 486/1094) adına hutbe okutmuş, ezana Şiîliğin sembolü olan “hayye ale’l-hayri’l-amel” ibaresini ekletmişti. Abbâsî halîfesi de bu duruma tahammül edemeyerek Bağdât’ı terk etmek zorunda bırakılmış, netîcede Şiîlik, Bağdât’ta resmen başlamıştı.113 Sünnîlere karşı yapılan bu zulümleri haber alan Tuğrul Bey, derhal harekete geçerek Irâk’a yönelmiş, Türk komutanı Besâsîri’nin cezasını keserek, Abbâsî halîfesine makâmını iâde etmiştir.114 Mekke ve Haleb şehirlerinde Şiî halîfeleri adına okutulan hutbeler, Sünnî Abbâsî halîfeleri ve Selçuklu sultânları adına okutulmaya başlanmıştır.115 Selçuklular’ın bu başarılarından dolayı Abbâsî halîfeleri ile Selçuklu sultanları arasındaki münâsebetler olumlu istikâmette artarak devam etmiştir. 3.2. SELÇUKLU - ABBÂSÎ MÜNÂSEBETLERİ Selçuklu sultanlarının da Abbâsîler gibi Sünnî inanca sahip olmalarından ötürü116 ikili ilişkiler hızlıca gelişmiştir. Selçuklular ile Abbâsîlerin birbirlerine elçiler göndermek suretiyle de Selçuklu-Abbasî ilişkileri resmi olarak başlamıştır.117 109 Sâlim Koca, “Büyük Selçuklu Sultânı Melikşâh’ın Sûriye, Filistin, Mısır Politikası ve Türkmen Beyi Atsız”, S.Ü.T.A.D., S. 22, Yıl 2007, s. 5. 110 Koca, a.g.m., s. 4,5. 111 Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, 6.b., İz Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 235-236; Hakkı Dursun Yıldız, “Emîrü’-Ümerâ”, D.İ.A., C. XI, Yıl 1995, s. 158-159; Özdemir, a.g.m., s. 317. 112 Büveyhîler Deylem asılıı bir Şiî hanedandır. Geniş bilgi için bkz. Merçil, a.g.md., s. 496-500. 113 Özdemir, a.g.m., s. 325-326. 114 Köprülü, Türkiye Tarihi: Anadolu İstilasına Kadar Türkler, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul, 1923, s. 159-160; Yaltkaya, a.g.m., s. 192. 115 Yaltkaya, a.g.m., s. 193; Rençber, a.g.m., s. 260. 116 Râvendî, a.g.e., C. I, s. 13-14, 17-18, 30, 31, 65, 98. 117 Genç, a.g.m., s. 294. 16 Selçuklular, Şiî tehlikesini ortadan kaldırdıktan sonra, bütün Orta Asya ve Irâk’a hâkim olma ve oralarda İslâm birliğini sağlama mefkûresiyle fetih hareketlerine ara vermeden devam etmişlerdir. Selçuklular, Ehl-i Sünnet’in yükselişi için sadece siyâsî ve askerî alanda hizmetler yapmamış; ilmî ve kültürel alanda da birçok faaliyette bulunmuşlardır.118 Selçukluların bu başarıları halîfe tarafından da takdirle karşılanmış, Tuğrul Bey, “Doğunun ve Batı’nın sultânı”, “Dînin Direği”, “Halîfe’nin Ortağı” gibi ünvânlarla taltîf edilmiştir.119 Bu iki devlet arasındaki münâsebetler sadece siyâsî alanda oluşmamış sosyal sahada da devam etmiştir. Meselâ Tuğrul Bey, Halîfe’nin kızı ile izdivâç ederek İslâm dünyasının manevi gücünü de yanına almıştı.120 Sultân ailesi ile halîfe ailesi arasındaki kız alıp-verme uygulamaları diğer halîfe ve sultânlar arasında da devam etmiştir.121 Selçuklu sultânları ile Abbâsî halîfeleri her ne kadar aynı Sünnî inanca sahip olsalar da fıkhî mezhebi temâyüller hususunda birbirinden farklıydılar. Selçuklu sultanları Hanefî mezhebine müntesip ulemâyı destekliyor,122 Abbâsî halîfeleri ise selef inancına mensup ulemâyı destekliyordu.123 Zira Kâdir Billah (v. 422/1031) zamanında yazılan “İ’tikâd-ı Kâdirî” beyânnâmesi124 tamamen Hanbelî/Selefî ulemânın inançları ile mutâbakat içindeydi.125 Fakat Kâdir Billâh zamanında her yıl sık sık okunan mezkûr beyânnâme, halefi Kâim bi Emrillâh (v. 467/1075) zamanında -Selçukluların İslâm dünyasında ağırlığını git gide hissettirmeye başladıklarından olsa gerek- daha seyrek okunmaya 118 Genç, a.g.m., s. 277. 119 İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, 2. b., Boğaziçi Yay., İstanbul, 1983, s. 363; Yuvalı, a.g.m., s. 73; Sarıkaya, a.g.m., s. 6; Koca, a.g.m., s. 7. 120 Havva Kurt Selçuk, “İbn-i Hallikân’ın Vefayatü’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklu Devlet ve İlim Adamları, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 8, Yıl 1999, s. 108; Gerçi Halîfe’den bu manevi gücü almak sadece Selçuklular’a has bir davranış değildi; gerek Karahanlı gerekse Gazneli liderler de Abbâsî halîfeleri ile ilişki kurup, halîfeliğin manevi desteğini almışlardır. Bkz. Ocak, “Selçukluların Seleflerine Göre Medeniyet Tarihindeki Yeri ve Önemi”, İnternational Journal of History, S. Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı, Yıl 2012, s. 264-265; Koca, a.g.m., s. 7-8. 121 Özdemir, a.g.m., s. 353, 355, 122 İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Dâru'l-Kutübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1985, C. XII, s. 73; Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, 2 b., İz Yay. İstanbul, 2009, s. 168, Ocak, a.g.e., s. 45, 54, 63; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 219. 123 Nuh Elemen, Ebû Ya’la el-Ferra ve İtikadi Görüşleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006, s. 16-17; Genç, a.g.m., s. 324-325. 124 Mezkûr beyannâme/manifesto Mu’tezîlî ve Şiî inançlarına karşı ehl-i sünneti savunma amacıya yazılmıştır. Daha geniş bilgi için bkz. Şükrü Özen, “IV./X. Yüzyılda Mâverâünnehir’de Ehl-i Sünnet- Mu’tezile Mücâdelesi ve Bir Ehl-i Sünnet Beyannamesi”, İ.A.D., S. 9, 2003, s. 65-85. 125 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XV, s. 128, 197-198; Genç, a.g.m., s. 324. 17 başlanmış, Hanbelîler bunu fark edince durumu şikâyet ederek, mezkûr beyânnâmenin dîvândan çıkartılarak tekrar daha sık okunmaya başlanmasını talep etmişlerdir.126 Selçuklular ile Abbâsîler arasında ilişkileri Sultân Melikşâh’ın son dönemlerinde bozulmaya başlamıştı. Bu bozulmasının sebebi ise şuydu; Sultân Melikşâh’ın (v. 485/1092) kızı Abbâsî halifesi Muktedî (v. 487-1094) ile evliydi. Bu evlilikten bir çocukları doğmuştu. Sultân Melikşâh oğlunu Abbâsî hilâfetinin veliahdı olarak görmek istiyor fakat Abbâsî halifesi buna yanaşmıyordu. Binâenaleyh, Melikşâh’ın Abbâsî halîfesi Muktedî ile arası bozulmuş,127 Melikşâh da, halîfeyi Bağdât’tan çıkarmak zorunda kalmıştı.128 Fakat Melikşâh’ın bir süre sonra vefat etmesiyle halîfe tekrar Bağdât’a avdet etmişti. 4. BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE İLMÎ HAYAT Selçuklular döneminde ilim hayatı siyâsî bölünme ve fikrî çeşitliliğe rağmen canlılığını korumuştur. Bu dönemde ilmî çalışmaların yapılmasında ve yaygınlaşmasında en önemli yeri hiç şüphesiz ki medreseler almaktaydı. Medreseler özellikle devlet tarafından desteklenmiş ve bunun bir sonucu olarak da İslâm coğrafyasının hemen hemen her yerinde kurulmuşlardır. 4.1. MEDRESELERİN KÖKENİ Arapça “derase” kökünden ism-i mekân olan “medrese”, ilmin tedrîs edildiği mekân anlamına gelmektedir. “Medrese” kelimesi ilk defa III./IX. veya IV./X. asırlarında kullanılmaya başlanmıştır.129 İslâm dünyasında medreseler kurulmadan önce, dînî ve sosyal faaliyetlerin merkezi mescitlerdi.130 Mescit sadece namazgâh olarak kullanılmıyor; ordugâh, kazâ müessesesi, 126 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XV, s. 279-282. 127 Acar, “İmâm Gazâlî’nin Bağdât’ı Terketmesinde Siyâsî Faktörlerin Rolüne Dair Bazı Düşünceler”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, C. XIII, S. 3-4, Yıl 2000, s. 498; Bilal Aybakan, “Selçuklular Döneminde Fıkhın Gelişimi: Şâfiî Mezhebi Çerçevesinde”, II. U.S.K.M.S.C., C. I, Konya, Yıl 2013, s. 233, 234; Özdemir, a.g.m., s. 333, 355. 128 Özdemir, a.g.m., s. 333. 129 Atçeken - Bedirhan, a.g.e., s. 95; Özdemir, a.g.m., s. 346-347. 130 Ali Himmet Berki, “Selçuklular ve Osmanlılar Devirlerinde İlk İslâm ve Türk Üniversiteleri”, C. X, S. 110-111, Yıl 1971, s. 233; Altan Çetin, a.g.m., s. 180. 18 şûrâ kurulu gibi fonksiyonları da icrâ etmekteydi.131 Daha sonraları ise din ve ilmin birleştiriciliğini göstermek için câmii ile medrese aynı arazide ve yanyana inşâ edilmiştir.132 İslâm’daki eğitim-öğretim yerleri arasında mescitler, câmiler, küttâblar, medreseler, beytü’l-hikmeler (saray ve konak okulları), kütüphâneler, ilim, edeb ve münâzara meclislerini zikredebiliriz.133 İslâmî plan ve esaslara göre medreselerine esas çıkış yeri, Horâsân ve Mâverâünnehir’dir.134 Medreselerin plan tipi olarak Horâsân’daki Budist Vihara’larından esinlenerek gelişmiş olduğu da iddia edilmiştir.135 Medreseler resmi olarak ilk defa IV./X. asırda Karahanlılar136 devrinde kurulmuştur.137 4.2. MEDRESELERİN KURULUŞ AMAÇLARI Medreseleri kurmadaki amaç hem ilmin gelişmesini sağlamak; hem de ilmiye mensuplarına maaş bağlayarak onları devlet kontrolünde tutmaktı. Çünkü eski sultânlar, müderrislere ve talebelere hak ettikleri maaşı vermiyorlardı. Bu yüzden müderrisler de devlet aleyhine propaganda yapabiliyorlardı.138 Nizâmulmülk de bu tehlikeyi görerek, devletin kontrolünde altında Nizâmiye139 medreselerini inşâ etmeye karar vermişti. Selçuklular, medreseleri Sünnî akideyi savunmak için kurmuşlardır.140 131 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, trc. M. Said Mutlu – Salih Tuğ, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1969, C. II, s. 77; Ahmed Önkal, “Asr-ı Saadette Mescid’in Önemi ve Yaptığı Görevler”, Diyânet Dergisi, Yıl 1983, C. XIX, S. 3, s. 49-55; Kuşçu, “Orta Doğuda Şi’î-Sünnî Mücâdelesinde Selçuklu ve Zengî Medreselerinin Yeri”, s. 23; Numan Durak Aksoy-Halis Adnan Arslantaş, a.g.m., s. 473. 132 Altan Çetin, a.g.m., s. 181. 133 Öymen, a.g.m., s. 63. 134 Ersoy Taşdemirci, “Medreselerin Doğuş Kaynakları ve İlk Zamanları”, E.Ü.S.B.E.D., S. 5, 1989, s. 271. 135 Muhiddin Okumuşlar, “Ehl-i Sünnet’in Kurumlaşmasında Nizâmiye Medreselerinin Etkisi”, Marife, Y. 8, S. 1, Yıl 2008, s. 140; Atçeken - Bedirhan, a.g.e., s. 95; Taşdemirci, a.g.m., s. 272; Demirci, a.g.m., s. 83. 136 Karahanlılar, 840-1212 yılları arasında Mâverâünnehir ve Doğu Türkistan'da hüküm süren Türk-İslâm hânedanı. Geniş bilgi için bkz. Özaydın, “Karahanlılar” D.İ.A., C. XXIV, Yıl 2001, s. 404-412. 137 Cahit Baltacı, XV-XVI Asırlar Osmanlı Medreseleri, İrfan Matbaası, İstanbul, 1976, s. 5; Taşdemirci, a.g.m., s. 273; Demirci, a.g.m., s. 84; Özdemir, a.g.m., s. 347. 138 Demirci, a.g.m., s. 85. 139 Bu medreselere Nizâmiye denmesinin sebebi, girişinde, “Nizâmulmülk”ün adı yazıldığından dolayıdır. Bkz. Güray Kırpık, “Bağdat Nizamiye Medresesi'nin Kuruluşu, Yapısı Ve İşleyişi”, C. II, İ.M.B.U.S., İstanbul, 2008, s. 686; Mustafa Kömürcüoğlu-Şeyma Kömürcüoğlu, a.g.m., s. 53. 140 Köymen, Büyük Selçuklu İmparatoprluğu III, Alp Arslan ve Zamanı, T.T.K.Y., Ankara, 1992, s. 355-356; Şeşen, Selâhaddin Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 1983, s. 255; Aly Mazaheri “ Müslüman Ortaçağ’da Eğitim ve Öğretim” trc. Bahriye Üçok, A.Ü.İ.F.D., C. XII, S. 1, Yıl 1964, s. 122; İsmail Güven, “Türkiye Selçuklularında Medreseler”, A.Ü.İ.F.D., 19 Devletin ileri gelenleri herhangi bir eğitim kurumunun gelişmesini benimser ve desteklerse elbette ki o eğitim kurumları toplum nezdinde hızla yayılır ve benimsenir.141 Çünkü münferit şahıslarca kurulan medreseler ile devlet desteği tarafından kurulan medreseler arasında toplumsal etki bakımından çok büyük farklar vardır. Acar, Nizâmiye medreselerinin kuruluş amaçları ve İslâm kültür ve medeniyetine yapmış olduğu katkıları şöyle sıralar: 1. Medrese Mimarisine Örneklik Teşkil Etmesi 2. İlmin Yayılması Konusunda Yaptığı Katkı 3. Yeni Medreselerin Açılmasına Öncülük Etmesi 4. Medrese Sisteminde Yenilikler Getirmesi 5. Şiîlik Karşısında Sünnîliği Güçlendirmesi 6. Sünnî Mezhepler Arasında Geçici Olarak Denge Sağlaması 7. Devletin İhtiyaç Duyduğu Bürokratları Yetiştirmesi 8. Çok Sayıda İlim Adamı Yetiştirmesi 9. İslâm Sosyal Birliğinin Sağlanmasına Katkıda Bulunması 10. İslâm Kültür Mirasının Korunmasına Aracılık Etmesi.142 4.3. NİZÂMİYE MEDRESELERİ Nizâmulmülk tarafından kurulan medreselere “Nizâmiye medreseleri” denir. Bu medreseler kadı ve halîfeden bağımsız olarak tamamen Nizâmulmülk’ün kontrolündeydi. Meselâ Bağdât Nizâmiye medresesi 1220 yılına kadar hep Nizâmulmülk’ün soyundan gelenlerin idâresi altında kalmıştı.143 Onun soyundan gelenlerin sonuncusu 1220 yılında öldüğünde, halîfeler Nizâmiyeleri kendi idâreleri altına alarak rektörleri tayin etmeye başlamışlardı.144 Bu medreselerdeki müderrislerden bir kısmı müderrislik yapmakla beraber bazıları müderrisliğin yanında imâmlık ya da hatîblik de yapabilmekteydi.145 C. XXXI, S. 1, Ankara, Yıl 1998, s. 130; Okumuşlar, a.g.m., s. 142, 144; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 218; Acar, Selçuklu Medreseleri., s. 359; Özdemir, a.g.m., s. 347. 141 Güven, a.g.m., s. 135; Ayrıca benzer bir bilgi için Bkz. Kuşçu, a.g.m., s. 36-37. 142 Acar, a.g.m., s. 355. 143 Makdisi, a.g.e., s. 218. 144 Kırpık, a.g.m., s. 693; Mazaheri, a.g.m., a.y. 145 Tuba Yüksel, Selçuklu Başkenti İsfahân (Kuruluşundan Moğol İstilasına Kadar), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2013, s. 134. 20 Nizâmulmülk, en büyük Nizâmiye’yi Bağdât’ta, diğer on iki ya da on üç Nizâmiye’yi de diğer şehirlerde inşâ ettirmişti. Nizâmulmülk her hangi bir kasabada ilimde ün yapmış bir kimse bulmuşsa hemen onun adına bir medrese bina etmiş ve ona vakıf tahsîs ederek bir kütüphane kurdurmuştur.146 Bu medreselerde hem İslâmî ilimler hemde aklî ilimler öğretilmekteydi. Söz gelimi, Arapça, tefsîr, hadîs, fıkıh, usûl, ferâiz, sarf, nahiv, şiir, tarih, matematik, filoloji, coğrafya, felsefe, mantık, riyâziye, ilm-i nucûm… gibi dersleri bu cümleden sayabiliriz.147 Bağdât Nizâmiye medresesi örnek alınarak Nîşâbûr, Rey, Herat, İsfahân, Merv, Basra, Âmul, Taberistan, Cezîretu ibn Ömer ve Musul gibi şehirlerde de medreseler inşâ edilmişti.148 Bu medreselerde Gazzâlî (v. 505/1111), Ebû İshâk eş-Şîrâzî (v. 476/1083), İmâmul Harameyn el-Cüveynî (v. 478/1085), İbnu’s-Sebbâğ (v. 477/1084), Ebû’l-Kâsım el-Kuşeyrî (v. 465/1072), Ebû’l-Feth eş-Şehristânî (v. 550/1155) gibi meşhurlar ders vermişti. Ayrıca İbn’l-Arabî, İbn Ebî Rendeka et-Turtuşî (v. 520/1126), İbn Asâkir (v. 571/1175), Abdüllatîf el-Bağdâdî (v. 628/1231), İmâduddîn el-İsfahânî (v. 597/1201) gibi ünlü âlimler bu medreselerden mezun olmuşlardır.149 Her ne kadar Nizâmulmülk, sultânların bu medreseleri açmadaki esas amacının herhangi bir mezhebi tercih etmek veya destek olmak değil; bilâkis mezhepler arası ihtilâfları çözüme kavuşturmak ve ehl-i-Sünneti güçlendirmek olduğunu söylese de150 aslında öyle değildir. Zira Nizâmiye medreselerinde tedrîsat tamamen Şâfiî mezhebi üzere yapılmaktaydı.151 Bu medreselerin vakfiyelerindeki en önemli şart Şâfiî mezhebinden 146 Altan Çetin, a.g.m., s. 179; Acar, a.g.m., s. 356. 147 M. Asad Talas, Nizâmiye Medresesi ve İslâm’da Eğitim-Öğretim, trc. Sadık Cihan, Etüt Yay. Samsun 2000, s. 42 vd.; Ömer Menekşe, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Yükseliş Devri Fakîhleri (1063/1092), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1992, s. 120. 148 Ziya Kazıcı, Anahatları ile İslâm Eğitim Tarihi, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yay. İstanbul, 1995, s. 44; Ebû’l-Âla Mevdudî, Selçuklular Tarihi, trc. Ali Genceli, Hilal Yay., Ankara 1971, s. 33; Nâcî Ma’rûf, Ulemâu’n-Nizâmiyye ve Medârisu’l-Meşriku’l-İslâmî, Matbaatu’l-İrşâd, Bağdad, 1973, s. 12; İsmail Hakkı Mercan, Selçuklu Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2011, s. 96; Ferhat Koca, “Selçukluların İslâm Hukuk Mezheplerine Bakışı”, I. U.S.K.M.K, C. II, Konya, Yıl 2001, s. 32; Nebi Bozkurt, “Medrese” D.İ.A., C. XXVIII, İstanbul, Yıl 2003, s. 324; Osman Güner, Anadoluda Hadis Geleneğinin Menşei Olarak Selçuklularda Hadis Birikimi”, Anadolu’da Hadis Geleneği ve Dâru’l- Hadisler Sempozyumu, Çankırı, Yıl 2011, s. 208; Köymen, a.g.e., s. 357-359; Altan Çetin, a.g.m., s. 188; Yaltkaya, a.g.m., s. 186; Kenan Çetin, a.g.e., s. 239. 149 Özaydın, “Nizâmiye Medresesi”, D.İ.A., C. XXXIII, Yıl 2007, s. 145; a. mlf., “Bağdât” “(Kültür ve Medeniyet)”, D.İ.A., C. IV, Yıl 1991, s. 440; Berki, a.g.m., s. 234. 150 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 190; Kenan Çetin, a.g.e., s. 240. 151 Yüksel, a.g.tz., s. 133-34; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 177. 21 olmaktı.152 Hattâ medrese süpürücüsü bile Şâfiî olmak zorundaydı.153 Hanefî mezhebine mensup talebelerin burada eğitim görmelerine izin verilmezdi.154 Hattâ Sultân Melikşâh bir medreseye Ebû Hanîfe adını vermek istediyse de vezîr buna izin vermemişti.155 İlk kurulan Nizâmiye 1064 yılında İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî’nin ders vermesi için inşâ ettirilen Nîşâbûr’daki medrese iken,156 en meşhûru ve ikinci açılanı da 1066-67 yılında Dicle kenarında kurulan Bağdât Nizâmiye’sidir.157 Bu medresede okumak için İslâm dünyasının muhtelif yerlerinden talebeler akın akın gelirdi. Müderris ve talebeler için senede 15 bin dinar harcanır, ders gören talebelerinin sayısı ise 6.000 civarındaydı.158 Bağdât Nizâmiye medresesinde kısa bir süre Ebû’n-Nasr ibnu’s-Sebbâğ ders vermiş fakat daha sonra müderrisliğini Ebû İshâk eş-Şîrâzî yapmıştır.159 4.4. DİĞER MEDRESELER Selçuklular’da kurulan medreseler mezheplere göre tefrîk edilmişti. Kurulan medreselerin vakfiyelerinde belli bazı mezheplere göre eğitim verilmesi şart koşuluyordu. Gerçi medreslerin belirli mezhebelere tahsîs geleneği Karahanlılar’da da vardı. Karahanlı medreselerinde eğitimin Sünnî-Hanefî mezhebine göre yapılması şartı aranıyordu.160 Büyük Selçuklu döneminde Şâfiî mezhebi üzere eğitim veren Nizâmiyelerin yanında Hanefî mezhebi üzere eğitim veren medreseler de vardı.161 Sultân Tuğrul Bey, 1046 yılında Nîşâbûr’da, Hanefî mezhebine göre tedrîsatın yapılmasını istediği ve adı “Sultâniye” olan bir medrese inşâ ettirmişti.162 Yine Mekke’de 579/1183 yılında inşâ 152 Yüksel, a.g.tz., a.y.; Piyadeoğlu, a.g.tz., a.y.; Kırpık, a.g.m., s. 693. 153 Yüksel, a.g.tz. 135. 154 Genç, a.g.m., s. 305. 155 Yüksel, a.g.tz., s. 136. 156 Berki, a.g.m., s. 232; Acar, a.g.m., s. 352; Bu medresede İmâmu’l-Haremeyn el-Cüveynî 30 yıl kadar ders vermiş ve dersine 300 kadar talebe devam etmiştir. bkz. Subkî, a.g.e., C. V, s. 171; Yaltkaya, a.g.m., s. 185. 157 Ma’rûf, a.g.e., , s. 19; Köymen, a.g.e., s. 357-359; Berki, a.g.m., s. 233; Acar, a.g.m., s. 351, 352; Mazaheri, a.g.m., a.y. 158 Berki, a.g.m., s. 234. 159 Ma’rûf, a.g.e., a.y.; Selçuk, a.g.m., s. 111; Yaltkaya, a.g.m., a.y.; Acar, a.g.m., s. 353; Kırpık, a.g.m., s. 687. 160 Saffet Bilhan, “900 Yıllık Bir Türk Öğretim Kurumu Buğra Han Tamğaç Medresesi: Vakıf Belgesi I, A.Ü.E.B.F.D., C. XV, S. 2, Yıl 1982, s. 121. 161 Acar Hanefî mezhebine göre eğitim veren 15 medrese tespit etmiştir. Bkz. Acar, a.g.m., s. 353-354. 162 Nâsır-ı Hüsrev, Sefernâme, (nşr. Schefer), Paris, 1881, trc. Abdülvehhab Tarzı, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara, 1994, s. 3, 5; Zerrinkûb, a.g.e., s. 40; Köymen, a.g.e., s. 348; Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 99; Kenan Çetin, a.g.e., s. 237; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 199; Acar, a.g.m., s. 353. 22 edilen ve adı “Medresetü’z-Zencebîlî” olan bu medresede Hanefî mezhebine göre eğitim veriliyordu.163 Bağdât Nizâmiye medresesi ile muâsır olan bir diğer medrese de ”Meşhed-i Ebî Hanîfe” medresesidir.164 Bu iki medrese ve diğer medreselerde tek bir mezhebe göre ders veriliyordu. Meşhed-i Ebî Hanîfe medresesinde Hanefî fıkhı; Bağdât Nizâmiye medresesinde ise Şâfiî fıkhı öğretiliyordu.165 Fakat Nizâmiye medreselerinin daha sistematik olması, devlet adamları tarafından desteklenmesi, kendilerine husûsî vakıfların tahsîs edilmesi, belli bir plan ve programa göre tanzîm edilmeleri, öğrencilere burs vermesi, tedrîsatın yanında yemekhâne, kütüphâne, hânlar, hamâmlar, çiftlikler, dükkânlar gibi sosyal tesislerin de mevcut olması Nizâmiyeleri diğer medreselerden ayırmış ve bu medreselerin ön plana çıkmasına vesîle olmuştur.166 6 Nisan 1234 yılında kurulan Mustansıriyye medresesi ile 1255’te kurulan Beşîriyye medresesinde dört mezhebe göre eğitim veriliyordu.167 Mustansıriyye medresesinin fıkıh kürsüsünde; her mezhebin dört müderrisi; her müderrisin de dört muâvini vardı. Müderrislere günlük 20 rıtl ekmek, 5 rıtl et ve 12 dinar aylık verilmesi kararlaştırılmıştı.168 Talebelerin kontenjan sayısı ise 284 ile sınırlı olup, her talebe grubu, 163 Abdülhamid Dündar, Selçuklular Devri Bağdât Medreseleri: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Medresesi Örneği, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmları Merkezi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2012, s. 32. 164 Karadaş, a.g.m., s. 107; Bu medrese hakkında daha geniş bilgi için nkz. Dündar, Selçuklular Devri Bağdât Medreseleri: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Medresesi Örneği, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2012. 165 Menekşe, “Selçuklu Eğitim Müesseseleri Nizâmiye Medreseleri”, D.A.D., C. XXXIX, S. 3, Yıl 2003, s. 119; Acar, a.g.m., s. 358; Mazaheri, a.g.m., s. 122; Okumuşlar, a.g.m., s. 144. 166 Mercan, a.g.e., s. 95; Numan Durak Aksoy - Halis Adnan Arslantaş, “Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e Eğitim-Öğretimde Kurumsal Değişim”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Elazığ, C. XX, S. 1, Yıl 2010, s. 474; Özgel, “Büyük Selçuklular Döneminde Tefsîr İlmî ve Müfessirler”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, C. V, S. 2, Yıl 2005, s. 33-34; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 170-171; Berki, a.g.m., s. 231, 232; Öngül, a.g.m., s. 70; Bausani, a.g.m., s. 449; Güven, a.g.m., s. 127., 129; Kırpık, a.g.m., s. 696. 167 Hüseyin Atay, Osmanlılar’da Yüksek Din Eğitimi, Dergâh Yay., İstanbul, 1992, s. 32-33; ed-Dûrî, “Bağdât” D.İ.A., C. IV. Yıl 1991, s. 431; Sâmî es-Sakkâr – Nebi Bozkurt, “Müstansıriyye Medresesi” D.İ.A., C. XXXII, Yıl 2006, s. 121; Hıfzırrahman Raşit Öymen, “İslâmiyette Öğretim ve Eğitim Hareketleri II, C. XII, S. 1, Yıl 1964, s. 40; Acar, a.g.m., s. 360; Mazaheri, a.g.m., s. 123; Atay, “İslâmda Öğretim”, A.Ü.İ.F.D., C. XXIII, S. 1, Yıl 1979, s. 26-27: Müstansıriyye medresesinin her mezhebe ait bölümlerinde bir müderris, dört muîd ve altmış iki fıkıh öğrencisi bulunuyordu. Alt kat Şâfiîler ile Hanefîlere tahsis edilmişken, Taçkapıdan girildiğinde sağdaki bölüm Hanbelîler, Hanefîlerin karşısına düşen soldaki bölümde ise Mâlikî mezhebine mensup talebelere ayrılmıştı. Sâmî-Sakkâr, a.g.m. s. 212-122; Taşdemirci, a.g.m., s. 273. 168 Ma’rûf, Târîhu Ulemâi'l-Mustansıriyye, 3. b., Dâru’ş-Şaab, Kahire, 1976, C. I, s. 84. 23 62 kişiden oluşturulmuş, her talebeye de 2 dinar aylık veriliyordu.169 Ayrıca Melik Salih Necmeddin Eyyub tarafından Kâhire’de inşâ ettirilen “Sâlihîye” medresesinde de dört mezhebe göre eğitim veriliyordu.170 Gazneliler döneminde 25 tane medrese vardı.171 Büyük Selçuklular zamanında ise 30 tane medrese olduğu rivâyet edilmektedir.172 Nizâmiye medreselerinin sayısı ise 13-16 olarak değişmektedir.173 Selçuklular’dan sonraki İslâmi devletlerde de medrese geleneği artarak devam etmiştir. Eyyûbîler devrinde sadece Şam’da dört mezhebe ait altmıştan fazla medrese açılmış, Memlûklular devrinde yarısından fazlası Şâfiîlere ait olmak üzere yüz otuz civârı medrese açılmış, Selçuklu devri Anadolu’sunda ise yüzden fazla, Osmanlılar’da ise medrese sayısı üç bin civârında olduğu rivâyet edilmektedir.174 4.5. MEDRESELERDE EĞİTİM VE ÖĞRETİM Medresedeki tedrîsat, müderris merkezliydi.175 Eğitimin süresi 3-4 yıldı.176 Tedrîsât ezbere dayanıyordu.177 Talebe hangi kitabı okumuşsa ondan imtihân oluyor ve eğer başarılı ise “icâzet” alıp bir üst sınıfa intikâl ediyordu.178 İcâzet ise medreseden değil müderristen alınıyordu.179 Yani hangi okuldan mezun olduğun değil; hangi hocadan mezun olduğun önemliydi. Medreselerin bilim dili Arapça olup180 talebeler, mübtedi/başlangıç, mülâzim/mütavassıt (orta seviyeli) ve fakîh/müntehî (ileri seviye) olmak üzere üç dereceydi.181 169 Ma’rûf, a.g.e., s. 164. 170 Atay, a.g.m., s. 26. 171 Taşdemirci, a.g.m., s. 273. 172 Acar, a.g.m., s. 351, 358. 173 Acar, a.g.m., s. 352. 174 Acar, a.g.m., s. 358. 175 Güven, a.g.m., s. 141. 176 Güven, a.g.m., a.y. 177 Güven a.g.m., s. 140. 178 Ekrem Buğra Ekinci, İslâm Hukuk Tarihi, Arı Sanat Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 163; Yakup Civelek, “Selçuklu Döneminde Arap Dili ve Öğretimi”, I. U.S.K.M.K., s. 198; Atçeken - Bedirhan, a.g.e., s. 105; Kenan Çetin, a.g.e., s. 262-263; Güven, a.g.m., s. 14. 179 Taşdemirci, a.g.m., s. 274. 180 Mercan, a.g.e., s. 97; Aydar, a.g.m., s. 58; ayrıca bu konuda geniş bilgi için Bkz. Civelek, a.g.m., C. I, s. 195-206. 181 Dündar, a.g.tz., s. 54; Güven, a.g.m., s. 141. 24 4.6. DİNÎ İLİMLER Selçuklular döneminde dinî ilimler alanında önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Özellikle medreselerin gelişmesiyle birlikte birçok ilim bu eğitim kurumlarında sistematik olarak öğretilmeye başlanmıştır. Bu medreselerde dinî ilimleri öğretmek aslî; diğer aklî ilimleri öğretmek ise tâlî idi. 4.6.1. Tefsîr İlmi Tefsîr, Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden bir kelimedir. Tefsîr ilmi Büyük Selçuklu döneminde önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü bu dönemde tefsîr ilmi ile alakalı birçok eser telîf edilmiştir. Özgel’in verdiği bilgiye göre Selçuklu devrinde, 240 kadar müfessir mevcut olup, 32 müfessirin, matbu ya da mahdut tefsîrlerine rastlanılmış, 36 müfessirin ise matbu ya da yazma herhangi bir tefsîrine rastlanmamıştır. 31 müfessirin ise, sûre tefsîri ya da ulûmu’l-Kur’ân’a dair eser yazdıkları tespit edilmiş, geriye kalanların ise eserleri bilinmeyip, sadece müfessir olarak zikredilmişlerdir.182 Yazılan tefsîrlerin dil ise, çoğunlukla Arapça, az da olsa Farsça olup, Türkçe herhangi bir tefsîr yazılmamıştır.183 Bu dönemde fıkhî tefsîre dair iki önemli çalışma yapılmıştır. Bunlardan birisi İlkiyâ el-Herrâsî’nin (v. 540/1110) Şâfiî mezhebi doğrultusundan yazmış olduğu, ahkâm âyetleri açısından Kur’ân’ın tamamını kapsayan “Ahkâmu’l-Kur’ân”ı184 ile Beyhakî’nin (v. 458/1066), İmâm Şâfiî’nin görüşlerini, onun vefatından 254 sene sonra toplayarak telîf ettiği “Ahkâmu’l-Kur’ân”ını zikredebiliriz.185 Bu dönemde ki müfessirlerin mensup olduğu mezheplere bakacak olursa, Gazzâlî, Kuşeyrî, gibi itikaden Eş’arî amelen Şâfiî, Ömer en-Nesefi (v. 537/1142) ve Ebu’l-Fadl el- Kirmânî (v. 544/1149) gibi itikaden Mâtürîdî amelen Hanefî, İbnu’l- Cevzî (v. 597/1201) gibi Hanbelî olanlar vardı. Ehl-i Sünnet dışındakilere örnek olarak ise Zemahşerî (v. 538/1144) verilebilir. Ayrıca Şerîf el-Murtazâ, Tûsî ve Tabersî gibi Şiî müfessirler de bu dönemde yaşamışlardır.186 182 Özgel, a.g.m., s. 35. 183 Özgel, a.g.m., a.y. 184 Abdülkerim Ünalan, Ilkiya el-Herrâsî ve Ahkâmu’l-Kur’an’ındaki Metodu, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir 1990, s. 113; Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, 4, b., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 2008, s. 238. 185 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1980, C. II, s. 55; Demirci, a.g.e., s. 236. 186 Özgel, a.g.m., a.y. 25 Dönemin meşhur müfessirlerinden bazısı şunlardır: Ömer en-Nesefî (v. 537/1142),187 Zemahşerî (v. 538/1144),188 Ebül-Ferec ibni Cevzî (v. 597/1201),189 Ebû Muhammed el-Beğavî (v. 516/1122),190 İlkiyâ el-Herrâsî (v. 504/1110) gibi.191 4.6.2. Hadîs İlmi Büyük Selçuklular döneminde hadîs ilmi açısından en dikkat çekici olay “dârü’l- hadis” ünvânını taşıyan medreselerin inşâ edilmeleridir. Selçuklu’nun Halep Atabeyi Nureddîn Mahmud ez-Zengî (v. 569/1174) tarafından Şâm’da “en-Nûriyye” adında bir “dâru’l-hadîs” inşâ ettirilmişti.192 Daha sonraları da dârü’l-hadis inşâ etme geleneği devam etmiş, Kâhire’de Kâmil Nâsıruddîn Muhammed tarafından 622/1225’te “el-Medresetu’l- Kâmiliyye” adında bir dârü’l-hadis daha kurulmuştur.193 Dönemin meşhur muhaddislerinden şunları sayabiliriz: Ebû Osman İsmâîl b. Abdurrahman b. Ahmed es-Sâbûnî en-Nîşâbûrî (v. 449/1057), Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali el-Beyhakî (v. 458/1066), Ebû Bekr Muhammed b. Mansûr b. Muhammed b. Ebû’l-Muzaffer es-Sem‘ânî (v. 510/1116)194 gibi. 187 Ömer Rıza Kehhâle, Mu’cemü’l-Müellifîn Terâcimu Musannifî’l-Kutubi’l-Arabiyye, Matbaatü’t- Terakki, Dımaşk, 1376-1381/1957-1961, C. VII, s. 305; Ebu’l-Felah Abdulhay İbnu’l-İmâd, Şezerâtu’z- Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, “ts.” C. IV, s. 115; Ebu’l-Hasenât Muhammed b. Abdi’l-Hayy el-Leknevî, el-Fevâidu’l-Behiyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye, nşr. M. Bedreddin Ebu Firas, Kahire, 1398/1978, s. 149-150 188 Mustafa Öztürk - Mehmet Suat Mertoğlu, ”Zemahşerî”, D.İ.A., C. XXXXIV, Yıl 2013, s. 235-238. 189 Ebu’l-Ferec Abdurrahman İbn Receb, ez-Zeyl alâ Tabakâti’l-Hanâbile, Kahire, 1952, C. I, s. 399; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 157; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 329-331. 190 Hayreddin Ziriklî, el-A'lâm: Kâmusu Terâcimi li-Eşheri'r-Ricâl ve'n-Nisâ, thk. Zübeyr Fethullah, Dâru’l-İlm li’l-Melâyin, Beyrut, 1984, C. II, s. 259; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 61; Subkî, a.g.e., C. VII, s. 75. 191 Ebû Nasr Tacuddin İbnu’s-Subkî, Tabakâtü'ş-Şâfîiyyeti'l-Kubrâ, thk. Mahmûd Muhammed Tanahi, Abdülfettah Muhammed el-Hulv, Matbaatu İsa el-Babi el-Halebi, Kahire, 1983, C. VII, s. 231; Takiyyuddin Ebu İshak İbrahim b. Muhammed es-Sarîfînî, el-Müntehab min Kitâbi’s-Siyâk li Târîhi Nîsâbûr, thk. Muhammed Ahmed Abdülaziz, Dâru’l-kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1409-/1989, s. 396; Nurullah Kisâî, Medârisu Nizâmiye ve Tesîrât-i İlmî ve İctimâ’yî ân, 3. b., Müessese-i İntişarat-ı Emir Kebir, Tahran, 1374, s. 100; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 220; Ziriklî, a.g.e., C. V, s. 149; Talas, a.g.e., s. 78. Ayrıca Bkz. Özgel, “Başlangıçtan Selçuklular Dönemi Sonuna Kadar Türklerin Kur’ân Tefsîrine Hizmetleri”, s. 64, vd. 192 Muhammet Tayyib Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 1959, s. 105; Atçeken - Bedirhan, a.g.e., s. 97. 193 Okiç, a.g.e., a.y; Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y. 194 Daha geniş liste için Bkz. Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 210-214; Ayrıca bkz. Nuri Toplaoğlu, Selçuklu Devri Muhaddisleri, D.İ.B.Y., Ankara, 1988. 26 4.6.3. Tasavvuf İlmi Büyük Selçuklu dönemi tasavvuf tarihi için çok önemli bir yer iştigâl etmektedir. Bu dönemde Gazzâlî ve Kuşeyrî, Tasavvuf’a Sünnîliğin içinde tam bir meşrûiyyet kazandırmışlardı.195 Bu dönemde Nîşâbûr, “mehd-i tasavvuf” (tasavvufun beşiği) olarak anılırdı.196 Birçok tasavvufî merâsimi bu dönemde ortaya çıkmıştır. Meselâ tarikatlardaki hırka giydirme merasimlerinin ilk kez VI./XII. asırda ortaya çıktığı iddia edilmektedir.197 Selçuklu sultânlarının sûfilere itibar göstermesi, bu akımın yayılmasında etkili olmuştur.198 Meselâ Sultân Melikşâh’ın mutasavvıflara müritlik yapması, Nizâmulmülk’ün Kuşeyrî ve Farmedî (v. 477/1084) gibi sufilerle görüşmesi, Bağdât Nizâmiye medresesinin yanında bir tekke yaptırılarak, tekkeleri medreselerin hemen bitişiğinde inşâ ettirmeleri devletin tasavvufa olan bakışını aksettirmektedir.199 İlk Sûfi ekoller de yine Selçuklu devrinde teşekkül etmeye başlanmıştır. Meselâ Hâcegân,200 Kübreviyye,201 Kâdiriyye,202 Rıfâîyye203 ve Yeseviyye204 tarikatları bu dönemde kurulmuştur. Bu dönemde birçok hangâh205 da mevcuttu. En meşhurları ise, Kuşeyrî hangâhı, Ebû Ali Tarsusî hangâhı, Kerrâmiyan hangâhı, Ebû Said Ebû’l-Hayr hangâhı206 gibi. Dönemin meşhur mutasavvıflarından şunları sayabiliriz: Abdülkerim Kuşeyrî (v. 465/1072), Ebû Ali Fârmedî (v. 477/1084), Yûsuf el-Hamedânî (v. 534/1139), Ebû Nâsr 195 Makdisi, a.g.e., s. 165; Kafesoğlu, a.g.e., s. 363; Bausani, a.g.m., s. 456; Sarıkaya, a.g.m., s. 17; Ocak, a.g.m., s. 270-271. 196 Mürsel Öztürk, “Hacı Bektaşi Veli’nin Yaşadığı Devirdeki Nîşâbûr”, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Merkezi, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Sempozyumu Bidirileri, Ankara, Yıl 1999, s. 287. 197 Bausani, a.g.m., s. 457. 198 Hüseyin Gazi Yurdaydın, İslâm Tarihi Dersleri, A.Ü.İ.F.Y., 2. b., Ankara, 1982, s. 75-77. 199 Ahmed b. Mahmud, a.g.e., C. II, s. 10; Karadaş, a.g.m., s. 98-99; Kara, a.g.m., s. 390. 200 Hamid Algar, “Hâcegân”, D.İ.A., C. XIV, Yıl 1996, s. 431. 201 Algar, “Necmeddîn-i Kübrâ” (Kübreviyye), D.İ.A., C. XXXII. s. 500-506; Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 85; Kafesoğlu, a.g.e., s. 366. 202 Nihat Azamat, “Kâdiriyye”, D.İ.A., C. XXIV, Yıl 2001, s. 131-136; Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y.; Kafesoğlu, a.g.e., a.y. 203 Bausani, a.g.m., a.y.; Ayrıca Bkz. Ekinci, a.g.e., s. 161. 204 Necdet Tosun, “Yeseviyye”, D.İ.A., C. XXXXIII, Yıl 2013, s. 487-490; Kafesoğlu, a.g.e., a.y.; Sarıkaya, a.g.m., a.y. 205 Dervişlerin sohbet ve zikir için toplandıkları, bir süre ikamet ettikleri, bazan inzivaya çekildikleri mekâna denir. Geniş bilgi içib bkz. Süleyman Uludağ, “Hankah”, D.İ.A., C. XVI, Yıl 1997, s. 42-43. 206 Öztürk, “Hacı Bektaş Zamanında Nîşâbûr’daki Kültürel Hayat”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 45, Yıl 2008, s. 150. 27 Ahmed b. Ebû’l-Hasan en-Nâmekî (v. 536/1141)207 Meybûdî (v. 570/1174),208 Kutbuddîn b. Mevdud el-Çiştî (v. 527/1133), Yûsuf b. Muhammed b. Sem’ânî (v. 459/1067), Hâce Abdullah el-Ensârî (v. 481/1089)209 gibi. 4.6.4. Kelâm İlmi Kelâm ilmi de bu dönemde çok önemli bir yer iştigâl etmektedir. Çünkü kelam ilmi Mu’tezile’nin elinden doğmuştur.210 Özellikle Kundurî zamanında Mu’tezile’nin tekrar canlanması kelamî tartışmaları da beraberinde getirmişti. Bu dönemde yapılan münâzaraların birçoğu kelam ilmiyle alakalıydı.211 Hattâ halktan bile mütekellimlere rastlandığı rivâyet edilmektedir.212 Dönemin meşhur kelamcılarından şunları sayabiliriz: Gazzâlî (v. 505/1111), İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî (v. 478/1085), Ebû’l-Yusr el-Pezdevî (v. 493/1099), Ebû’l- Muîn en-Nesefî (v. 508/1114), Ömer en-Nesefî (v. 537/1142), eş-Şehristanî (v. 548/1153), Fahreddin er-Razî (v. 606/1210)213 gibi. 4.7. AKLÎ İLİMLER Selçuklular dînî ilimlerin yanında aklî ilimlere de gereken önem vermişlerdir. İlk dönemlerde Nizâmiyelerde yasak olan felsefe dersleri ileriki yıllarda okutulmaya başlanmıştır.214 Nizâmulmülk, Nîşâbûr Nizâmiyesinin yanında bir hastane kurdurmuştu.215 Nureddîn ez-Zengî de “en-Nûriye” medresesinin yanına “en-Nûriye” hastanesini inşâ ettirmişti.216 Sultân Melikşâh önce İsfahân, daha sonra da Bağdât’ta rasathâneler kurdurmuş, heyet (gök bilim) dersleri de buralarda görülmeye başlanmıştı.217 1074’te de 207 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 263-268. 208 Abdulvahap Yıldız, “Meybudî’nin (570/1174) Hayatı Şahsiyeti ve Eserler”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara, C. II, S: 8, Yıl 2002, s. 68-72. 209 Bausani, a.g.m., s. 457-458. 210 Yavuz, “Kelâm”, D.İ.A., C. XXV, Yıl 2002, s. 199. 211 Selim Özarslan, “Selçuklularda Kelâm İlmi ve Kelâm Âlimleri”, I. U.S.K.M.K., C. II, Konya, Yıl 2001, s. 137. 212 Özarslan, a.g.m., s. 139. 213 Özarslan, a.g.m., s. 139-143. 214 Acar, a.g.m., s. 359. 215 Öztürk, a.g.m., s. 147. 216 Öymen, “İslâmiyette Öğretim ve Eğitim Hareketleri II, s. 39, 41. 217 Kenan Çetin, a.g.e., s. 261. 28 inşâ edilen bir rasathânede218 Ömer Hayyam (v. 525/1131), Ebûl-Muzaffer İsfizârî (v. 515/1121’den önce), Abdurrahmân el-Hâris, Muhammed el-Hâzin ve Meymun b. Necîb el- Vâsıtî tarafından takvîm-i Celâli/Meliki hazırlamıştır.219 Ayrıca 525/1130 yılında Ebû’l- Kâsım el-Asturlabî de Bağdât’ta astronomi üzerine çalışmalar yapmıştı.220 Bu rasathânelerden sadece Bağdât’ta değil diğer şehirlerde vardı.221 Dönemin bilginleri arasından yukarıda ismi zikredilenlere ek olarak şunlarıda sayabiliriz: Garsu’n-Ni’me Muhammed b. Hilâlî (v. 480/1088), Ebû Sa’id Muhammed b. Ali (v. 535/1141), İbnu’t-Tilmiz (v. 560/1165), el-Bîrûnî (v. 442/1051)222 gibi. 218 Acar, a.g.m., s. 362. 219 A. Necati Akgür, “Celâlî Takvimi”, D.İ.A., C. VII, Yıl 1993, s. 271; Kenan Çetin, a.g.e., s. 271; Kafesoğlu, a.g.e., s. 374; Acar, a.g.m., s. 362. 220 Özdemir, a.g.m., s. 350. 221 Öztürk, a.g.m., a.y. 222 Kenan Çetin, a.g.e., s. 270-273; diğer pozitif ilim adamları için Bkz. Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 235-241. 29 İKİNCİ BÖLÜM BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİ FIKIH MEZHEPLERİ VE FIKIHÇILARI 1. KURUMSAL YAPI OLARAK MEZHEPLER Büyük Selçuklu Devleti büyük bir coğrafyayı yönetiyordu. Horâsân bölgesi, Fergana vadisi, Anadolu, İran, Irak, Suriye, Yemen ve Hicâz gibi bölgeler Büyük Selçuklu devletinin kontrolündeydi. Bunun tabiî bir sonucu olarak çeşitli ırk, din ve mezheplere mensup insanlar, Büyük Selçuklu egemenliği altında yaşamaktaydılar. İnanç bakımından bu kadar karışık bir yapıya sahip olan Büyük Selçuklu devleti, fıkhî mezhepler açısından da çeşitlilik arz etmesi tabiîdir. Mezhep, sözlükte "gidilecek yer ve yol" mânasında ism-i mekân olan bir kelimedir. Terim olarak "dinin aslî veya fer'î hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem"1 diye tarif edilmiştir. Büyük Selçuklu dönemindeki mezhepler çok dinamik bir yapıya sahiptirler. Mezhepler arası mücâdeleler sadece meclislerde tartışılmıyor, bazen eserlere de yansıtılıyordu.2 Fıkıhçılar devlet kadrolarına yerleşmek için birçok mücâdelenin içine girmişler, hattâ makâm uğruna mezheplerini değiştirenler bile olmuştur.3 Bu dönemde 1 İlyas Üzüm, “Mezhep”, D.İ.A., C. XXIX, İstanbul, Yıl 2004, s. 526. 2 Ebû Hâmid Muhammed Gazzâlî, Şifâü’l-Galîl fî Beyâni’ş-Şübehi ve’l-Muhayyeli ve Mesâliki’t-Ta’lîl, Thk. Ahmed el-Kübeysî, Matbatu’l-İrşâd, Bağdât 1390/1971, s. 9, 14, 142, 146, 177, vd.; İlkiyâ el-Herrâsî, Ahkâmu’l-Kur’an, Mısır “ts.” C. II, s. 219, 220, 222, 251, 254, C. IV, s. 82-85; Diğer tenkidler için ayrıca Bkz. C. I, s. 103, 136, 141, 148, 265, 294; C. III, s. 108, 198, 246; C. IV, 285 3 Ferhat Koca, “Selçukluların İslâm Hukuk Mezheblerine Bakışı”, I. U.S.K.M.K, C. II, Konya, Yıl 2001, s. 40-41. 30 medreseler mezheplere göre tefrîk edilmiş; hattâ kimi yerlerde mescitler bile mezheplere göre tefrîk edilmiştir.4 Monique Bernards ve John Nawas’ın mezheplerin teşekkülünden medreselerin kurulmasına kadar yani IV./X. asra kadar ki fıkıhçıların tespiti hususunda yaptıkları bir çalışmada çarpıcı bilgiler yer almaktadır.5 Bernards ve Nawas mezheplerin teşekkülünden 654/1010 yılına kadar olan 400 yıllık süreci iki alt döneme ayırmışlardır. Birinci dönemde (mezheplerin teşekkülünden - 250/864’ e kadar) 175 fakîh yetişmiş; ikinci dönemde ise (251-400/654-1010) 231 fakîh yetişmiştir.6 Yapılan bu çalışmada elde edilen bulgulara göre ilk dönem fukahâsının yarısından fazlası bağımsızdır/hiçbir mezhebe bağlı değildir. Bunun oranı da %54’e tekâbül etmektedir. Bir mezhebe bağlı olan fukahânın %18’ini Mâlikîler oluşturmaktadır. %13’ünü ise Hanefîler oluşturmaktadır. Fukahânın %8’ini Hanbelîler, ise %2’sini ise Şâfiîler oluşturmaktadır. Geriye kalan %5’lik oranı ise çeşitli sebeplerden dolayı mezheb değiştirenler oluşturmaktadır.7 İkinci dönemde ise (251-400/654-1010) %37 oran ile Mâlikîler öne geçmiştir. Mâlîkîler’i %21 oran ile Şâfiîler takip etmektedir. Hanbelîler’in oranı %17, Hanefîler ise bir önceki dönemde olduğu gibi %13 oran ile temsil edilmektedir. Bağımsızlar %7 iken mezheb değiştirenler de yine %5 oranındadır.8 Mâlikîler ve Şâfiîler birinci döneme kıyâsen ikinci dönemde büyük bir artış göstermişlerdir. Hanefîler ise iki dönemde de aynı oranda kalmışlardır. Bağımsız fakîhler ise %54’ten %7’ye düşmüşlerdir. Bağımsızlardaki düşüşün sebebi ise, ikinci dönemde mezheplerin sistemleşerek müstakil mezhep haline gelmiş olmalarıdır. 4 Muhammed Hasan Abdülkerim el-Ammadî, “Nizamiyyetu’n-Nîşâbûr”, Mecelletü Merkezi’l- Vesaiki ve’l- Dirasât’il- İnsaniyye, (Katar Üniversitesi İnsani Dersler ve Belgeler Merkezi Dergisi), Katar, S. 15, Yıl 2003, s. 62 5 "The Geographic Distribution of Muslim Jurists During The First Four Centuries AH", Islamic Law and Society, X, 2, 168-181, adındaki makale Mayıs 2000'de Harvard Üniversitesinde İslam Hukuk Araştırmaları (Islamic Legal Studies) konulu üçüncü uluslararası konferansla sunulmuş tebliğin tashih edilmiş şeklidir. Bu makaleyi Ahmed Hamdi Furat, “İlk Dört Hicri Asırda Müslüman Hukukçuların Coğrafi Dağılımı” adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir. Yazarlar, makale’deki bulguların 80 temel klasik Arapça biyografi kaynaklarından çıkarıldığını ve binlerce biyografik girdiden elde edilmiş bilgiler olduğunu bildirmişlerdir. Bulgular hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Monique Bernards - John Nawas, “İlk Dört Hicri Asırda Müslüman Hukukçuların Coğrafi Dağılımı”, trc. Ahmet Hamdi Furat, İ.Ü.İ.F.D., S. 15, Yıl 2007, s. 301-303. 6 Monique Bernards - John Nawas, a.g.m., s. 304. 7 Bernards-Nawas, a.g.m., s. 305. 8 Bernards-Nawas, a.g.m., a.y. 31 Fukahânın coğrafi dağılımına göre ise şu sonuçlar çıkmaktadır; Irak ve Batı coğrafyası (Endülüs, Mağrip, Sicilya) en çok fıkıhçıyı barındırıken, Şâm ve Doğu coğrafyası (İran’ın kuzeyi, Orta Asya) ise en az fıkıhçıyı barındırmaktadır.9 Batı coğrafyasının büyük çoğunluğu Mâlikî’dir. Mısır’da da Mâlikîlik üstündür. Mısır’da Mâlikî mezhebinden sonra %29 oran ile bağımsızlar, onları üçüncü olarak da Şâfiîler takip etmektedir. Dördüncü olarak mezhep değiştirenler gelirken, en az ise Hanefîler’dir.10 Irak, altı grup tarafından (Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî, bağımsız ve mezhep değiştirenler) temsil ediliyordu. Hicâz’da ise bağımsızlar %88 oran ile en büyük paya sahiptiler. Doğu coğrafyasında ise, Şâfiî mezhebi çoğunluğu oluştururken, Hanbelîler ve Hanefîler de Şâfiîler’in arkasından gelmektedir. Mâlikîler ise en azdır.11 Bernards ve Nawas mezheplerin coğrafyalarda temsilini kronolojik/zamansal bakımından da değerlendirmişler ve şu sonuçlara varmışlardır; Mezheplerin teşekkülünden 250/864’e kadar ki dönemde Irâk’ta, çoğunluk bağımsızların elinde iken, ikinciliği ise %20 oran ile Hanefîler almıştır.12 Hanbelîler ise %8 oran ile temsil edilmektedir. Diğer mezhepler ise çok azdır.13 Hicâz’da ise bölgeye bağımsızlar/hiç bir mezhebe bağlı olmayanlar hâkimdir. Bir mezhebe mensup olanlar ise azdır. Mısır’daki fukahânın çoğunluğu ise Mâlikîlerdir. (2/3).14 Mâlikîler’den sonra %20 oran ile Şâfiîler gelmektedir.15 İkinci dönemde ise, Irâk fukahâsının yarısından fazlası Hanbelîdir. Mâlikîler ve Şâfiîler ise yaklaşık olarak %10 oran ile temsil edilirken, Hanefîler ise en azdır.16 Batı coğrafyasında ise Mâlikîler %90 oran ile temsil ediliyordu. İkinci dönemde Şâm’da sadece bir fakih varken, Hicâz da ise hiç fakîh yoktur.17 Doğu coğrafyasında ise fukahânın yarısı 9 Bernards-Nawas, a.g.m., s. 307. 10 Bernards-Nawas, a.g.m., s. 308. 11 Bernards-Nawas, a.g.m., a.y. 12 Burada Abbâsîlerin Ebû Yûsuf ile birlikte resmi mezheb olarak Hanefîleri kabul ettiğini unutmayâlim. 13 Bernards-Nawas, a.g.m., s. 309. 14 Bernards-Nawas, a.g.m., a.y. 15 Bernards-Nawas, a.g.m., s. 311. 16 Bernards-Nawas, a.g.m., s. 310-311. 17 Bernards-Nawas, a.g.m., s. 311. 32 Şâfiî’dir. Onları Hanefî ve Hanbelîler takip etmektedir.18 Hicâz ve Şâm ise fakîhlerin en az etkili olduğu bölgedir.19 Netîce itibariyle şunları söyleyebiliriz. Mâlikîler hicrî 400’lere kadar İslâm coğrafyasının tamamında hâkim olmuşlardır.20 Onları bağımsızlar takip ederken, diğer üç Sünnî mezhebin oranları is hemen hemen aynıdır. İlk dönemde en etkili iki mezheb Mâlikî ve Hanefî mezhebidir. Şâfiî ve Hanbelîler ise daha azdır. Fakat ikinci dönemde Hanefî mezhebinde bir düşüş yaşanmakatadır. Bağımsızlar ise artık dört Sünnî mezhepten birine intisâp etmiş, bağımsız olarak sadece %7’lik oran varlığını sürdürmüştür. Fakat Selçuklular dönemine tekâbül eden V./XI. ve VI./XII. asırlar arasında Orta Asya ve Irak’ta en çok taraftar bulan mezheb hiç şüphesiz ki Hanefîlik ve Şâfiîlik olmuştur. Özellikle Horâsân ve çevresinde bu iki mezhepten başka mezheb yoktu denilebilir.21 Fergânâ bölgesinde ise Hanefî mezhebi yaygındı.22 Bağdât ve çevresinde Hanefî mezhebine nispeten, Şâfiî ve Hanbelîlerin daha yoğun olduğunu söyleyebiliriz. Mâlikî mezhebinin ise Büyük Selçuklu devletinde taraftar bulduğu söylenemez. Irak’ın Basra, Ahvaz, Bağdât gibi şehirlerinde, her ne kadar taraftarlar bulsa da Mağrip, Sicilya ve Endülüs’teki kadar müntesip bulamamıştır.23 Münferit olarak bu mezhepten olan fakîhler vardır ki ileriki bölümlerde bunun üzerinde durulacaktır. 1.1. HANEFÎ MEZHEBİ Hanefî mezhebi, İmâm Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sâbit’in (v. 150/767) görüşleri etrafında teşekkül eden bir mezheptir.24 Ebû Hanîfe, fıkhını bir kitapta tedvîn etmekten 18 Bernards-Nawas, a.g.m., a.y. 19 Bernards-Nawas, a.g.m., s. 313. 20 Fakat bu hâkimiyetin büyük bir kısmının da Endülüs ve Mağrip’te olduğunu unutmayalaım. 21 Semseddîn Ebû’l-Muzaffer Yûsuf b. Kızoğlu Sıbt İbnu’-Cevzî, Mirâtu’z-zamân fî Tarihi’l-‘Ayân, Haydarabad 1951/nşr. Ali Sevim, T.T.K.Y., Ankara, 1968, s. 188, Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, 2 b., İz Yay. İstanbul, 2009, s. 58. 22 Tahsin Yazıcı, “Fergana” D.İ.A., C. XXII. Yıl 1995, s. 376. 23 Tuncay Başoğlu, “Hicri Beşinci Asırda Fıkıh” İLAM Araştırma Dergisi, C. III, S. 2, Yıl 1998, s. 121-122. 24 Hayatı hakkında daha geniş bilgi için bakınız: Muhammed Ebû Zehrâ, Ebû Hanîfe: Hayâtuhû ve Asruhû, 3.b., Dâru’l-Fikr el-Arabî, Kahire, 1976; Mustafa Uzunpostalcı, “Ebû Hanîfe”, D.İ.A., C. X, İstanbul, Yıl 1994, s. 131-138. 33 ziyâde talebe yetiştirmeye kendisini adamıştı. Binlerce talebe İmâm’dan dersler gördükten sonra memleketlerine döndüklerinde bu mezhebi yaymışlardır.25 Hanefîlik, Abbâsî devletinin resmi mezhebi olmuş, kadılar bu mezhepten seçiliyor26 ve kâdı’l-kudâtlık müessesesinde de Ebû Hanîfe’nin en gözde talebelerinden biri olan, İmâm Ebû Yûsuf (v. 182/798) bulunuyordu. Yine mezhebin müdevvini olan İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî (v. 189/805), telîf ettiği eserleriyle İslâm coğrafyasında Hanefî fıkhının tesîsinde önemli rol oynamıştır.27 Büyük Selçuklu devrindeki Hanefî yapılanmayı sıhhatli bir şekilde anlayabilmek için Abbâsîler devrindeki Hanefîliğin konumunu iyi anlamak gerekir. Çünkü Selçuklu sultânları ile Abbâsî halîfeleri arasında sosyal ve siyâsal alanda birçok münâsebetleri olmuştur. Bu olumlu münâsebetler devrin siyâsî ve ilmî fikriyâtını da etkilemiştir.28 1.1.1. Abbâsî Devrinde Hanefî Mezhebi Emevîler döneminin sonu ile Abbâsî döneminin başı, tabiûn ve etbâu’t-tabiûnun beraber yaşadığı bir dönemdir. Fıkıh bu dönemde mezhepsel olarak henüz sistematikleşmemişti. Halk beğendiği ve kendi anlayışına uygun gördüğü ulemânın etrafında toplanıyor ve tedrîsât ona göre yapılıyordu. Dersler genellikle halkalar şeklinde mescitlerde yapılıyordu.29 Talebeler bir hocanın etrafında toplanıyor ve dersi dinliyorlardı. Âlimlerin bir kısmı derslerinde akla önem vermiyor, sadece Kur’ân ve Sünnetle iktifâ ederken; diğer bir kısmı da (özellikle Irâk bölgesindekiler) Kur’ân ve Sünnetin yanında kendi görüşlerini de dâhil ictihâd ediyorlardı. Bunun bir sonucu olarak, fıkıh alanında iki eğilimin ortaya çıktığı görülmektedir: Hicâz ekolü/Ehl-i Hadîs30 ve Kufe ekolü/Ehl-i R’ey.31 Bu ayrışma ilk başlarda sadece muhit yönünden iken32 daha sonraları usûl ve 25 Huzeyfe Çeker, “Hanefî Mezhebinin Fıkıh Silsileleri, (Ebû Hanîfe’den Hicri VI. Asrın Sonuna Kadar)”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, S. 19, Yıl 2012, s. 199; Abdulğaffar Aslan, “Kelâm İlminin Gelişimine Türklerin Katkısı -Ebû’l-Muîn en-Nesefî Örneği-“, U.T.D.İ.K.S., Konya, Yıl 2007, s. 478. 26 Cağfer Karadaş, "Semerkand Hanefî Kelam Okulu Mâtürîdîlik –Oluşum Zemini ve Gelişim Süreci”, Usûl İslâm Araştırmalar Dergisi, S. 6, 2006, s. 59. 27 Çeker, a.g.m., a.y. 28 Geniş bilgi için bakınız: Hasan Hüseyin Adalıoğlu, Büyük Selçuklu Devleti ile Abbâsî Halîfeliği Münâsebetleri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Merkezi (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1996. 29 Mürsel Öztürk, “Hacı Bektaşi Veli’nin Yaşadığı Devirdeki Nîşâbûr”, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Merkezi, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Sempozyumu Bidirileri, Ankara, Yıl 1999, s. 286 30 Geniş bilgi için bkz. Sâlim Öğüt, “Ehl-i Hadîs”, C. X. D.İ.A., Yıl 1994, s. 508-512. 31 Geniş bilgi için bkz. M.Esat Kılıçer, “Ehl-i Rey”, C. X. D.İ.A., Yıl 1994. s. 520-524. 32 Hicâz ekolü, Irâk/Kûfe ekolü. 34 metot33 yönünde gelişmiştir. Ehl-i hadîs, ayet ve hadîslerle iktifâ ederken, ehl-i rey ise, mezkûr iki kaynağa ek olarak aklı kullanıyor ve ictihâd etmekten de geri durmuyordu.34 Abbâsî devri Irâk’ında Hanefî mezhebi çok etkiliydi.35 Ebû Yûsuf’un kadı’l-kudât olması ile birlikte devletin resmi mezhebi de Hanefîlik olmuştu. Abbâsî devletinde ilk defa bir mezheb devlet eliyle destekleniyor ve belli kurumlara atamalarda rol alıyordu. Bu da Hanefî mezhebiydi.36 Peki, o dönemi düşünecek olursak neden Hanefî mezhebi tercih edilmiş de diğer mezhepler37 tercih edilmemiştir? Meselâ ibnu’l- Mukaffâ’nın (v. 142/759) Abbâsî halîfesi Mansûr’a (v. 158/775), hukukun devletin kontrolünde olması yönünde yaptığı önerisi, dönemin ilim adamları tarafından reddedilmiştir.38 İmâm Mâlik’e (v. 179/795) de kendi kitabı olan Muvattâ’ını devletin resmî kânûnu olması teklîf edildiğinde, ictihâd hürriyetini engeller diye kabul etmemişti.39 Fakat Abbâsîler, Hanefîler’in devlet kadrolarına atanmalarını kabul etmişler ve bunlara destek vermişlerdi. “Peki, Abbâsîler neden Hanefîleri desteklediler?” Bu soruya cevap olarak şunları diyebiliriz: - Abbâsî devriminin hurûç noktası Horâsân’dır. Horâsân ve Mâverâünnehir bölgelerinde de gayr-i Arap dediğimiz mevâli Müslümanlar yaşamaktaydılar. Mezkûr bölge halkı Ebû Hanîfe’nin mevâlî hakkındaki görüşlerinden dolayı kendisine sempati 33 Ehl-hadîs, Ehl-i re’y. 34 Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi,6.b., İz Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 152; Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, 4.b., Ensar Yay., 2010, s. 105 vd.; Ekrem Buğra Ekinci, İslâm Hukuk Tarihi, Arı Sanat Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 68-69; Ayrıca bk. Kılıçer, İslâm Fıkhında Rey Taraftarları, 2. b., D.İ.B.Y., Ankara, 1994. 35 Çeker, a.g.m., s. 167. 36 Bernd Radtke, “Horâsân ve Mâverâünnehir’de Din Âlimleri ve Mutasavvıflar”, trc. Ergian Ayan, The Jorunal if International Social Research, Volume 2/9, Yıl 2009, s. 367; Karadaş, a.g.m., s. 60. 37 Burada mezheb derken belli imâmların usûl ve prensiplerini kabul eden ve tâbi olduğu imâmın etkisinde kalan kişileri kastediyoruz. Zira sistematik olarak mezheplerin teşekkülü hicri IV. asra doğru ve tedrîcen toplum nezdinde yerleşmiştir. Bkz. Karaman, a.g.e., s. 159-160. 38 Ahmed Zeki Safvet, Cemheratu Resâili’l-‘Arab, Mustafa el-Babi el-Halebî, Mısır, 1937, C. III, s. 37-39; Mehmet Akif Aydın, “İslâm Hukuku’nun Osmanlı Devleti’nde Kanun Hukukuna Doğru Geçirdiği Evrim”, Türk Hukuk Tarihi Aşaştırmaları Dergisi, S. 1, Yıl 2006, s. 12. 39 Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, . 6. b., Lecnetü’t-Te’lîf, I-III, Kahire, 1964, C. II, s. 174; Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta‘dîl, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, “ts.” C. I. s. 29; Ebû Ömer Cemaleddin Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed Kurtubi İbn Abdülber, el-İntika' fî Fezâili'l-Eimmeti's-Selâseti'l-Fukahâ: Mâlik b. Enes el-Asbâhî el-Medenî, Muhammed b. İdris eş-Şâfiî el-Muttalibî, Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sâbit el-Kûfî, thk. Abdülfettah Ebû Ğudde, Dârü'l-Beşairi'l- İslâmiyye, Beyrut, 1997. s. 80-81. 35 duymktaydı.40 Binâenaleyh, Abbâsî devletinin Hanefî mezhebini benimsemesinde Ebû Hanîfe’nin mevâlî hakkındaki görüşlerinin etkisinin olduğu söylenebilir.41 - Abbâsî hânedânının Hanefî mezhebi etrafında karar kılmasının en önemli sebeplerinden birisi de, Hanefîler’in o dönemde fıkıh ilmi bağlamında sistematik ve bütüncül bir anlayışa sahip olmaları ve bunu eserlerinde yansıtmalarıdır. Meselâ kadıların el kitâbı mesâbesinde olan ve kadılık kurumuna atanmak için ezberlenmesi şartı koşulan “el-Câmi’u-s-Sağîr”42 adlı eser, İmâm Muhammed tarafından yazılmıştı. Yine vergi sistemi ile alakalı “Kitâbu’l Harâc”43 da İmâm Ebû Yûsuf tarafından yazılmıştı. Bunun bir netîcesi olarak da Abbâsîler ister-istemez Hanefîleri desteklemek ve tercîh etmek zorundaydılar. Bu yüzden her yere Hanefîler’den kadıları tayin ediyorlardı. Hattâ bu devirde Hanefîleri kadı olarak tayin etme işi o kadar ileri gitmiştir ki, Hanefî mezhebinin etkili olmadığı Mısır ve Şâm bölgelerine bile Hanefîler’den kadılar tayin edilmeye çalışılmış, fakat muhâlefetle karşılaşılmıştır.44 - Hanefî kadılarının tercîh edilip diğer mezheb müntesiplerinin tercîh edilmemelerinde, halîfe Me’mûn’un (v. 218/833) da etkisi vardır.45 Zira Me’mûn Mu’tezilî di. O devirde de Mu’tezile ile Ashâb’ul-hadîs ve Eş’arîler arasında şiddetli tartışmalar yaşanmaktaydı. Eş’arîler ise, amelî mezheb olarak genelde Şâfiî ve Mâlikî idi. Ashâbu’l- hadîs taraftarları da amelî olarak Hanbelî idiler. Hanefîler ise o dönemde Mu’tezîle mezhebine mensup olmakla itham ediliyorlardı. Mihne vâkıası bunun en somut örneğidir. Hattâ mihne vâkıasında, Hanefî âlimlerinin, açık açık halîfeye destek verdiği de görülmektedir. Destek veren Hanefî fakihlerden bazısı şunlardır: Bişr b. Gıyâs el-Merîsî (v. 218/833), Ahmed b. Ebî Duâd (v. 240/854), İsâ b. Ebân (v. 221/836) ve Ebû Abdullâh Muhammed b. Semâ'a (v. 233/848).46 Fakat o dönemde mihneye maruz kalan Hanefîler de yok değildir.47 Fakat mihneye destek verenler kadar meşhur ve etkili değillerdir. Bunun tabiî bir sonucu olarak Mu’tezîlî halîfeler kendi görüşlerine uygun olan (ki bunlar Hanefî 40 Karadaş, a.g.m., s. 62. 41 Mürteza Bedir, Hanefî Mezhebinin Abbâsî Bağdât’ında Yükselişi ve Zayıflaması, İslâm Medeniyetinde Bağdât (Medînetü’s-Selâm) Uluslararası Sempozyumu, 2008, s. 624 42 Yunus Vehbi Yavuz, “el-Câmiu’s-Sağîr”, D.İ.A., C. VII, İstanbul, Yıl 1993, s. 112. 43 Cengiz Kallek, “Kitâbu’l-Harâc”, D.İ.A., C. XXVI, İstanbul, Yıl 2003, s. 101-104. 44 Bedir, a.g.m. s. 623-624. 45 Karadaş, a.g.m., s. 63. 46 Mehmet Ümit, “Mihne Sürecinde Hanefîler”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. IX, S. 17, Yıl 2010/1, s. 114 vd. 47 Ümit, a.g.m. s. 121 vd. 36 âlimleridir) kadıları devlet kadrolarına atamışlardır. Fakat bu atanan kadıların tamamının Mu’tezîlî olduğu anlamına da gelmez.48 1.1.2. Hanefî Mezhebinin Büyük Selçuklulara Tesiri Büyük Selçuklu Devletin’nin resmî mezhebi daha öncede belirttiğim gibi Hanefîlikti.49 Hanefî mezhebine girmelerinde Sâmânîler’in50 etkisi olduğu söylenmektedir.51 Çünkü Sâmânîler, İsmâîlîleri destekleyen II. Nasr b. Ahmed (v. 331/943) dışında Sünnî ve Hanefî idiler.52 Resmi atamalarda da hep bu mezhebe öncelik tanıyorlardı.53 Devlet işlerini Hanefî âlimlerin görüşlerine göre halletmekteydiler.54 Hattâ Samânîler, Mâtürîdîliği benimsedikleri gibi Selçuklular da itikadı mezheb olarak Mâtürîdîliği benimsemişlerdir.55 Selçuklu hânedânı için Hanefîlik salt bir mezhep olmaktan öte hararetle savundukları ve yayılması için çaba sarf ettikleri bir düşünce sistemidir. Selçuklular gerek siyâsî gerekse sosyal müesseselerde Hanefî mezhebinden olanları tercih etmeye gayret etmişlerdir.56 Örneğin, reîsu’r-ruesâlık, hatîbu’l-hutabâ’lık ve şehir imâmlığı gibi 48 Mesela Selçuklu devrindeki âlimleri değerlendirirken şu durumu göz ardı etmememiz gerekir. Şöyle ki, bir fakîh Mu’tezile’ye nispet edilen bir veya birkaç düşünceyi benimsiyor olması, onun Mu’tezilî olduğu anlamına gelmez. Meselâ Maverdî’nin (v. 449/1058) furû’da Şâfiî olmakla birlikte kelam’da Mu’tezili olduğunu iddia edilmiştir. Hâlbuki o, halku’l-Kur’ân fikrini benimsememiştir. Bkz. Cengiz Kallek, “Mâverdî”, D.İ.A., C. XXVIII, Yıl 2003, s. 180; Başoğlu, a.g.m., s. 126. 49 İbn Kesir, el-Bidâye ve 'n-Nihâye, Beyrut, Dâru'l-Kutübi'l-İlmiyye, 1985, C. XII, s. 73; Kara, a.g.e., s. 168, Ahmet Yaşar Ocak, Selçukluların Dinî Siyâseti (1040-1092), Tarih ve Tabiat Vakfı Yay., İstanbul, 2002, s. 45, 54, 63; Ahmet Bağlıoğlu, “Türklerde İslâmlaşmayla Birlikte Mezhep Hareketleri Üzerine Bir Araştırma”, F.Ü.İ.F.D., S. 2, Yıl 1997, s. 219; Koca, a.g.m., s. 29; Aslan, a.g.m., s. 479; Bu mezheb temayülünü o dönemde yaşayan Ebû Muîn en-Nesefî de ifade etmektedir. Bkz. a. mlf., a.g.m., s. 483. 50 Sâmânîler, 819-1005 yılları arasında, Mâverâünnehir ve Horâsan’da hüküm süren İrân menşeli bir İslâm hânedanlığı. Geniş bilgi için bkz. Aydın Usta, “Sâmânîler”, D.İ.A., C. XXXVI, Yıl 2009, s. 64-68. 51 Hüseyin Emîn, “ed-Devletü’s-Sâmâniyye”, Mecelletü’l-Müerrîhi’l-Arabî, S. 15, Bağdât, Yıl 1980, s. 7-22; Kara, “Selçuklu Türkleri’nin Mezhebler Arası Barışı Sağlamaya Yaptıkları Katkılar”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 383. 52 Richard N. Frye, “The Sâmânids”, The Cambridge History of Iran. Ed. R. N. Frye (Cambridge; Cambridge University, 1975), IV, s. 153; a. mlf., “Sâmânîds”, Dictionary of the Middle Ages, ed. Joseph R. Strayer (Nex York: Charles Scribner’s Sons, 1989), X, s. 639; Aslan, a.g.m., s. 478. 53 Aydın Usta, Şâmanizmden Müslümanlığa Türklerin İslâmlaşma Serüveni ( Sâmânîler Devleti 874- 1005), Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 453; Saffet Sarıkaya, “Türklerin İslâmlaşma Süreçlerinde Mezheplerin ve Tarikatların Yeri”, Yeni Türkiye Dergisi, Türkler, Yıl 2002, s. 4. 54 İhsan Zünün Samiri, el-Hayâtu’l-İlmiyye Zemenu’s-Sâmânîyyîn: et-Târîhu’s-Sekâfî li-Horâsân Ve Bilâdi Mâverâünnehr fî’l-Karneyni’s-Sâlis Ve’r-Râbi’ el-Hicrî, Dâru’t-Tâlia, Beyrut, 2001, s. 18; V.v. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, haz. Hakkı Dursun, T.T.K.Y., Ankara, 1990, s. 250. 55 Adem Arıkan, Büyük Selçukluların Hanefîlere Destekler ve Irâk Selçukluları Sultânı Mesud’un Faaliyetleri, Araşan Sosyal Bilimler Enstitüsü İlmî Dergisi, Bişkek, Yıl 2008, s. 155. 56 Abdurrahman Acar, “Selçuklu Medreseleri ve İslâm Kültür ve Medeniyetine Kazandırdıkları”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 360. 37 makamlara Hanefîleri tayin etmişlerdir.57 Nîşâbûr imâmı olan Ebû Osman es-Sâbûnî (v. 449/1057) Şâfiî idi. Tuğrul Bey onu azlederek yerine Hanefî bir imâm tayin etmişti.58 Reîsu’r-ruesâlık makamına da Hanefî olan Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed b. Sa’îd’i tayin etmişti. Ayrıca hatîbu’l-hutabâlık görevini de Hanefî olan Ebû’l-Hasan Ali es-Sandalî’ye vermişti.59 Tuğrul Bey, Rey şehrinde Hanefîliği güçlendirmek için “Mescid-i Tuğrul” adında bir câmii yaptırmıştı.60 Nizâmulmülk tarafından İsfahân ve Hamedân’da Şâfiîler için vakfedilen câmiler, Muhammed Tapar tarafından Şâfiîler’den alınarak, Hanefîlere tahsîs edilmiştir.61 Tuğrul Bey, Bağdât’a girdiğinde Ebû Abdullah ed-Dâmegânî’yi kâdı’l-kudât olarak tayin etmiş ve mezkûr şahıs ölünceye kadar (30 yıl) bu görevi sürdürmüştür. Keza Tuğrul Bey yine İsfahân kadı’l-kudâtlığına Hanefî olan Ali b. Abdullah el-Hatîbî’yi (v. 467/1074- 5), vefatından sonra da oğlu Ubeydullah el-Hatîbî’yi (v. 502/1108) tayin etmiştir.62 Sultân Muhammed Tapar döneminde de İsfahan kadılığı Hanefî mezhebinden olan Ebû’l-A’lâ Saîd b. Yahya’nın elindeydi.63 Selçuklular Hanefîliği o kadar benimsemişler ki, İslâmiyet’i kabul edince “Hanefî dinine girdiler” şeklinde ifade edilmiştir.64 Selçuklu ve Osmanlı’da Türk denilince Müslümanlığın yanında ayrıca Mâturîdî/Hanefî olarak da anlaşılması ve her itikad’da Mâtûrîdî olanın amelde Hanefî’dir denmesi,65 Selçukluların ne kadar koyu Hanefî müntesibi olduklarını göstermektedir. 57 İbn Asâkir, Tebyînu Kezibi’l-Müfterî fîma Nusibe İle’l-İmâm Ebî’l-Hasan el-Eş’arî, 3. b., Daru’l- Kitâbi’l-Arabi, Beyrut, 1984, s. 180; Cihan Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular Döneminde Horasan (1040- 1157), İstanbul Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2008, s. 93; İsmail Pırlanta, “Büyük Selçukluların Horâsân’da Dini ve Sosyal Yaşam Üzerindeki Bazı Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. XVI, S. 2, Yıl 2012, s. 702, 717. 58 Piyadeoğlu, a.g.tz., a.y.; Ferhat Koca, a.g.m., s. 32. 59 Piyadeoğlu, a.g.tz., a.y; Pırlanta, a.g.m., s. 702. 60 Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, 2. Bsm. İz Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 170; Koca, a.g.m., a.y. 61 Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, I-II, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetu’s-Surûr (Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alametleri), trc. Ahmed Ateş, T.T.K.Y., Ankara, 1957, C. I, s. 18; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, Turan Neşriyat Yurdu, 2. b., İstanbul, 1969, s. 256. 62 Koca, a.g.m., s. 33-34. 63 Nurullah Yazar, “Büyük Selçuklular Döneminde İsfahan’nın Siyasî Durumu”, İ.A.D., C. XXIV, S. 1, Yıl 2013, s. 37. 64 Ebü'l-Hasan Sadreddin Ali b. Nasır b. Ali Hüseynî, Ahbâru’d-Devleti’s-Selçûkiyye, trc. Necati Lügal, T.T.K.Y., Ankara, 1999, s. 2. 65 Sönmez Kutlu, “Bilinmeyen Yönleriyle Türk Bilgini, İmâm Mâturîdi”, D.A.D., C. V, S. 15, Ankara, Ocak-Nisan 2003, s. 27. 38 Selçuklular’da bir diğer önemli kurum da “reîsu’r-rüesâlık” idi. Reîs, genellikle köyün ya da şehrin ileri gelenlerinden seçilir, vâlîye karşı değil de sultâna karşı sorumludur ve babadan oğula geçmektedir. Görevleri arasında vergi denetimi yapmak ve pazarlardaki fiyatları kontrol etmek vardır.66 Tuğrul Bey dönemine kadar Şâfiîler’in elinde bulunan bu makam, Tuğrul Bey ile birlikte Hanefîlerin eline geçmiş, liderliğini de Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed b. Sa’idî yapmıştı.67 Reîsu’r-ruesâlık makamında bulunan reîslerden, ağır vergilerin hafifletilmesi, haksız hükümlerin verilmemesi, zenginlerin fakirleri, güçlülerin güçsüzleri ezmemesi için kadılar ile işbirliği yapması istenmekteydi. Ayrıca reâyadan alınan vergi ve gümrük işlerinin takibi, alım satımın kontrolü, fiyatların belirlenmesi, dîvân-ı arz ile ilgili ilişkileri yürütmesi, mîrâs ve mülk sahipliğine nezâret etmesi hususunda Allah (c.c.) rızâsını gözetmesi istenmektedir. Bu kurum sayesinde sultân ile halk arasındaki intizâm sağlanıyor, halk da huzurlu bir şekilde hayatlarını idâme ettiriyordu. 68 Bu dönemde bir diğer önemli makam da, “hatîbu’l-hutabâ”lık idi. Devlet tarafından tayin edilen hatîbler, şehrin en büyük câmisinde vaazlar vererek halkı irşâd ediyor, özellikle sultân ve idârecilere itâati vurgulamaları isteniyordu.69 Hatîbu’l-hutabâ makamına da yine bir Hanefî olan Ebû’l-Hasan Ali es-Sandalî tayin edilmişti.70 Demek ki Hanefî mezhebi devlet tarafından her türlü desteği görmüştür. Râvendî de Selçuklu sultânlarının mezhebî temâyüllerini anlatırken şu ifâdeleri kullanmaktadır: “…Selçuk oğullarından gelen sultânlar, Ebû Hanîfe eshabından olan âlimleri o kadar himaye etmişlerdir ki, onların sevgilerinin izleri genç, ihtiyar herkesin gönlünde yerleşmiştir…Bütün dünyada herhangi bir mansıp Ebû Hanîfe eshabından başkasının elinde olsa, kılıç darbesiyle elinden alınır, İmâm-ı A’zam eshabına verilirdi”.71 Hanefî mezhebi sadece Selçuklu Türkler’inde savunulmamış, ilk Müslüman Türk halklarından biri olan “Başkırtlar”72 da Hanefî mezhebi fıkhını öğrenip tatbîk ettiği rivâyet 66 Piyadeoğlu, a.g.tz. s. 91 67 İbn Asâkir, a.g.e., s. 180; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 93; Pırlanta, a.g.m., s. 717. 68 Pırlanta, a.g.m., s. 716-717. 69 Müntecebüddîn Bedî‘ Atabek el-Cuveynî, Atebetü’l-Ketebe, nşr. Muhammed Kazvînî-Abbâs İkbâl, Tahran 1329, s. 50-52; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 93; Pırlanta, a.g.m., s. 717-718 70 Piyadeoğlu, a.g.tz., a.y. 71 Râvendî, a.g.e., C. I, a.y. 72 Orta Asya Türk kavimlerinden olan bu kavim hakkında geniş bilgi için bkz. Mehmet Saray, “Başkırt”, D.İ.A., C. V, Yıl 1992, s. 130-131. 39 edilmektedir.73 Ayrıca, Anadolu Danişmend’deki medreselerde Hanefî fıkhı tedrîs olunuyor ve burdaki fakîhlere de “Türkmen Hanefî Fukahâ”sı deniliyordu.74 Demek ki, İslâmî Türk devletlerin hemen hemen hepsi Sünnî-Hanefî mezhebini benimsemişlerdir.75 Hanefîlik Selçuklu devrinin ilk yıllarında neredeyse bütün Orta Asya’da hâkim mezheb konumundaydı. Bunda elbetteki hânedânın Hanefî olması ve devlet tarafından desteklenmesi etkilidir. Meselâ Selçukluların kurucusu olan Tuğrul Bey koyu bir Hanefî idi.76 Sultân Alp Arslan, vezîri Nizâmulmülk’ün Şâfiî olmasını istemiştir. Nizâmulmülk Siyâsetname’sinde konu ile alâkalı şunları demektedir: “Şehit Sultân (Alp Arslan) kendi mezhebinde o kadar katı ve dürüst idi ki, (şu) sözü defalarca söylemişti:” Ah, ne yazık; eğer vezîrim Şâfiî mezheb(inden) olmasaydı, çok daha siyâsetli ve daha heybetli olurdu. Ve kendi mezhebine böylesine ciddî olarak bağlı olması, Şâfiî mezhebine itikadı ayıp sayması sebebiyle, ben ondan daima endişeli idim ve korkardım”.77 Ayrıca medreseler ve eğitim kurumu görevini işleten mescitlerde Hanefî ağırlıklı tedrîsât yapılması, Hanefî fıkhına bağlı imâm ve kadıların câmi ve mescitlerde tayin edilmeleri, mezhebin bölgede ağırlıklı olarak benimsenmesinde etkili olmuştur. Hattâ ordu gibi askerî kanatta Hanefî mezhebi o kadar hâkimdi ki, Şâfiî ve Eş’arî olanlar mezheplerini gizlemek zorunda kalmışlardır.78 Fakat şunu da ifade edelim ki, Selçuklu hânedânı Hanefî mezhebine, diğer Sünnî mezhepleri dışlayıcı bir şekilde taassup derecesinde bağlı değildir. Belki herkesin (vezîrlerin dâhil) Hanefî mezhebine girmelerini istemiş olabilirler. Fakat hiçbir zaman diğer Sünnî mezhepleri dışlamamışlar, bilâkis her zaman maddî ve manevî destek olmuşlardır. Tuğrul Bey zamanındaki Eş’arîlerin telîni ile ilgili olarak gelişen olayları, 73 Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara, 1985, s. 132; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 209. 74 Mikail Bayram, Danişmend Oğulları’nın Dinî ve Millî Siyâseti, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 18, 2005, s. 141. 75 Sarıkaya, a.g.m., s. 6; Hanefîlere mahsus medreseler Karahanlı devrinde de vardı. Meselâ Buğra Han Tamgaç medresesi bu çeşitti. Bkz. Saffet Bilhan, “900 Yıllık Bir Türk Öğretim Kurumu Buğra Han Tamgaç Medresesi Vâkıf Belgesi”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 1982, C. XV, S. 2, s. 121, 123. 76 İbn Asâkir, a.g.e., a.y.; Muhammed Şerefeddin Yaltkaya, ”Selçuklular Devrinde Mezhepler”, Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Y. 2, Sayı 4, Yıl 2009, s. 180; Pırlanta, a.g.m., s. 702; Bayram, a.g.m., s. 133; Koca, a.g.m., s. 29. 77 Nizâmulmülk, Siyâsetname, trc. Mehmet Altay Köymen, T.T.K.Y., Ankara, 1999, s. 69. 78 İsmail Şık, Mahmûd b. Zeyd el-Lâmişî’nin Kelâm Anlayışı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2009, s. 18, (dipnota bak.) 40 Sultân Tuğrul Bey’den çok vezîr Kundûrî’de aramak gerekir. Şayet Tuğrul Bey’in Şâfiîlere karşı bir önyargısı olsaydı, Selçuklu’nun ilk şeyhu’l-islâmı olan Ebû Osman es-Sâbûnî Şâfiî mezhebinden ol(a)mazdı. Hemen akabinde onun yerine şeyhu’l-islâmlığa gelen Abdullah el-Ensârî el-Herevî de Hanbelî mezhebinden ol(a)mazdı.79 Kezâ Sultân Alp Arslan ve Melikşâh devrinin ikinci adamı olan vezîr Nizâmulmülk (v. 485/1092) Şâfiî mezhebindendi.80 Bir başka Selçuklu vezîri olan Tâculmülk Ebû’l- Ğanâim (v. 486/1093) de Şâfiî idi.81 Sultân Alp Arslan zamanından itibaren Nizâmulmülk ile birlikte Şâfiî mezhebinin etkili olmaya başladığı da malumdur.82 Selçuklu sultânları isteselerdi bu intişârı engellyebilirlerdi. Hâlbuki Selçuklu sultânları dört Sünnî fıkıh mezhebini desteklemişlerdir. Meselâ Selçuklu Atabeyi olan Nûreddîn Mahmud ez- Zengî’nin Şam’da inşâ ettirdiği “dâru’l-adl”de, başkadının yanında dört mezheb temsilcileri de bulunmaktaydı.83 Fakat şu bir gerçek ki Selçuklu sultânları devlet kademelerine genel olarak Hanefî ve Şâfiî ulemâyı atamışlardır. Nizâmulmülk, Siyâsetnâme’sinde, devletin mezhep anlayışını ifade ederken şu ifadeleri kullanmaktadır: ”Bütün dünyada iyi olan ve doğru yolda giden iki mezhep vardır: Biri Hanefî mezhebi biri de Şâfiî’nin mezhebi. Ötekiler boş (heva), bid’at ve şüphedir”.84 Burada şunun göz ardı edilmemesi lâzımdır. O da, daha önce ifâde ettiğimiz gibi, Mâlikî mezhebi Selçuklu devrine doğru Irâk’ta son demlerini yaşıyordu. Binâenaleyh, bu mezhep tercih edilemezdi. Çünkü müntesipleri kalmamıştı. Hanbelî mezhebi ise Selçuklu devrine kadar bir fıkıh mezhebinden ziyâde, hadis mektebi olarak kabul edilmişti. Binâenaleyh, kadılık gibi kazâ müessesesine fıkıh alanında mütehassıs olmayanlar elbette ki atanmaları doğru değildi. İşte bu yüzden bu iki mezhep çok tercih edilmedi. 79 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 113-114. 80 Pırlanta, a.g.m., s. 704. 81 Kara, a.g.m., s. 387. 82 Osman Güner, “Anadoluda Hadis Geleneğinin Menşei Olarak Selçuklularda Hadis Birikimi”, Anadolu’da Hadis Geleneği ve Dâru’l-Hadisler Sempozyumu, Çankırı, Yıl 2011, s. 204. 83 Bahaeddin Kök, Nûruddin Mahmud bin Zengi ve İslâm Kurumları Tarihindeki Yeri, İşaret Yay., İstanbul, 1992, s. 112. 84 Nizâmulmülk, a.g.e., a.y. 41 1.1.3. Hanefîliğin Büyük Selçuklularda Kabul Görmesinin Zeminini Hazırlayan Sebepler Bir mezhebin herhangi bir bölgede etkili olmasında bir takım sosyal-siyâsal münâsebetlerin etkisi olduğu muhakkatır. Fikir-vâkıa irtibatı, sosyal-siyâsal etkileşim, sosyolojik açıdan önemlidir. Meselâ siyâsal açıdan değerlendirecek olursak, bir devletin bir mezhebi benimsemesi, tabiî olarak da bürokratların, kadıların, mahkemelerin, mescit ve medreselerin de o mezhebin sistemtiğine göre faaliyet göstermesine sebeptir.85 Bir fikir, mezheb ya da ekol nerede, ne zaman, nasıl ve neden ortaya çıktığı iyice araştırılırsa o mezhebin sistematiği daha sağlıklı bir şekilde anlaşılmış olur. Hanefî mezhebinin Selçuklu bölgelerinde kabul görmesinin zeminini hazırlayan bazı faktörlerin olduğu muhakkaktır. Şimdi biz bu faktörlerin üzerinde durmaya çalışalım. - Hanefî fıkhının Selçuklu’da kabul görmesinin en önemli faktörlerinden birisi, Hanefî mezhebini benimsemiş olan talebelerin yaptıkları çalışmalardır. Aslında bir mezhebin toplum nezdinde tutunabilmesi, o mezhebi benimseyen âlimlerin ve talebelerin faaliyetlerine bağlıdır. Meselâ İmâm Şâfiî (v. 204/820); Leys b. Sa’d’ın (v. 175/971) İmâm Mâlik’ten (v. 179/795) daha güçlü bir fakîh olduğunu söylemiş, fakat Leys’in talebeleri bu mezhebi yaşatamadıkları için zamanla yok olduğunu ifade etmiştir.86 Buna benzer bir örnek Evzâî hakkında da verilmektedir.87 Hâlbuki Ebû Hanîfe’nin talebeleri mezheplerine çok güçlü bir şekilde bağlanmışlar ve Hanefî mezhebinin temel eserlerini şerh etmişlerdir. Nurbergen, İmâm Muhammed’in beş tane zâhir-i rivâye eserlerinin Maverünnehir’de çok meşhur olduğunu ve bunlara kırk bir tane şerh yazıldığını, fakat şuanda adları bilinen 25 tanesinin mevcut olduğunu rivâyet etmektedir.88 - İkinci faktör ise tarihten beri Müslümanlar, ilim tahsil etmek için değişik bölgelere yolcuk etmişlerdir. Horâsân ve Mâverâünnehir bölgelerinden ilim öğrenmek için gelen talebeler Ebû Hanîfe’nin talebelerinin ilim meclislerine katılıyorlar ve orada Hanefî mezhebinin öğretilerini öğrenmeye çalışıyorlardı. İşte bu ilim meclislerinden yetişen talebeler memleketlerine dönüyor ve mezhebi orada yayıyorlardı. Binâenaleyh Buhârâ, Semerkand, Merv, Belh, Nîşâbûr gibi ilim ve kültür şehirleri oluşmuştu. Meselâ bu 85 Başoğlu, a.g.m., s. 124-125. 86 Karaman, İslâm Hukuku Tarihi, s. 212; Ekinci, a.g.e., s. 115; George Makdisi, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim İslâm Dünyası ve Hıristiyan Batı, trc. Ali Hakan Çavuşoğlu-Tuncay Başoğlu, Klasik Yay., İstanbul, 2012, s. 37, Arapça metni şöyledir: ( الليث أفقه من مالك، إال أن أصحابه لم يقوموا به). 87 Makdisi, a.g.e., s. 39. 88 Talgat Nurbergen, Hanefî Mezhebinin Orta Asya’ya Girişi ve Yayılış Süreci, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2005, s. 61. 42 fakîhlerden birisi Muhammed b. Fadl’dır (v. 180/796). Kendisi aslen Kûfe’li olup Buhârâ’ya yerleşmiştir.89 Bir diğeri de Osman b. Huveyd’dir. Bu da İmâm Muhammed ve İmâm Ebû Yûsuf’tan fıkıh ilmini tahsil edip memleketine dönmüştür. Hâzim b. Abdillâh’ta (v. 206/821) aslen Basra’lı olup daha sonra Buhârâ’ya yerleşmiştir.90 Dahhâk b. Mahled (v. 212/828) de aslen Basralı olup, Rey, Nîşâbûr ve Buhârâ’da hocalık yapmıştır.91 Ebû’l-Hafs el-Kebîr (v. 217/832) ise İmâm Muhammed’den ders almıştır.92 Zikrettiğmiz bu talebeler memleketlerine döndüklerinde Hanefî mezhebini yaymışlardır. Ayrıca bunların talebeleri de bu mezhepten oldukları için Hanefî mezhebinin geniş kitlelere yayılmasında rol almışlardır. - Bu mezhebin Selçuklu’da yayılmasının zeminini hazırlayan bir başka faktör de daha önce de ifade ettiğimiz gibi ilk dönemlerde Orta Asya şehirlerinin ilk âlim ve kadıları genellikle Hanefî mezhebinden çıkmıştır.93 Meselâ Buhârâ’da kadı olan Sâid b. Halef (v. 213/828) Hanefî mezhebindendir. Yine Belh şehrinin kadısı Hanefî mezhebinden olan Ebû Mutî el-Belhî (v. 197/812-813) idi. Merv’in kadısı da Hanefî mezhebinden olan Nuh b. Ebî Meryem (v. 173/789-790) idi. Abdülazîz b. Hâlid de, Tirmîz kadısı idi ve o da Hanefî mezhebindendir. Cüzcân Hanefî mektebi ise Ebû Süleyman Mûsa b. Süleymân el- Cüzcânî ( v. 200/815) tarafından kuruldu. Buhârâ’daki Hanefî mektebi ise Ebû Hafs el- Kebîr (v. 217/832) tarafından kuruldu. Semerkand kadısı olan Mukâtil b. Hayyâm en- Nebâtî (v. 150/767) de Ebû Hanîfe’nin arkadaşlarından olup Semerkand Hanefî fıkıh mektebini kurmuştur.94 - Hanefî mezhebinin Büyük Selçuklular’da kabul görmesinin zeminini hazırlayan bir başka faktör de Büyük Selçuklu devletini inceleyecek olursak kuruluşundan yıkılışına kadar Hanefî mezhebi Selçuklu sultânları tarafından desteklenmiştir. Câmilerde, mahkemelerde, medreselerde (Nizâmiye medreseleri hâriç) Hanefî mezhebine göre amel ediliyordu. Kadılar, imâmlar, müderrisler bu mezhebe göre atanıyorlardı. Meselâ bunun en önemli örneği de Selçuklu sultânı Dukak’ın, Fergana bölgesinden Mûsa b. Abdillâh el- 89 Ebû Sa’d Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur et-Temîmî es-Sem’ânî, el-Ensâb, thk. Abdullah Ömer el- Bârûdî, Dârul-Cinân, Beyrut-Lübnân 1988, C. III, s. 416. 90 Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed et-Temîmî el-Bustî, Kitâbu’s-Sikât, Matbaat-u Meclis-i Dâireti’l-Me’ârif el-‘Usmâniyye, Haydarâbâd-Dekken 1402/1982, C. VIII, s. 232. 91 Kemal Sandıkçı, İlk Üç Asırda İslâm Cografyasında Hadis, D.İ.B.Y., Ankara 1991, s. 161. 92 Ahmet Özel, Hanefî Fıkıh Âlimleri, 2. b., T.D.V.Y., Ankara, 2006, s. 20. 93 Ahmet Ak, Mâtürîdî Kaynaklarda Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2006, s. 75, 77. 94 Von Wilfred Madelung, “Horâsân Ve Mâverâünnehir'de İlk Mürcie Ve Hanefîliğin Yayılışı”, trc: Sönmez Kutlu, A.Ü.İ.F.D., C. XXXIII, Yıl 1992, s. 246; Ayrıca, Belh’te Ebû Mutî’den sonraki bütün kâdîlar da Hanefî mezhebinden gelmekte idiler. 43 Lâmişî’yi Semerkand’dan getirterek Şâm’a kadı olarak atamasıdır.95 Bir diğer örnek de, Selçuklular’da medreseler kurulurken tedrisâtın hangi mezhebe göre yapılacağı vakfiyelerde belirtiliyordu. Meselâ Bağdât Nizâmiye medresesinin vakfiyesinde Şâfiî mezhebine; Meşhed-i Ebî Hanîfe medresesi vakfiyesinde ise Hanefî mezhebine göre eğitim verilmesi şart koşulmaktadır.96 1.1.4. Hanefî Mezhebinin Bağdât’tan Orta Asya’ya Yayılışı Hanefîlik, daha İmâm Ebû Hanîfe hayatta iken Orta Asya’da yayılmaya başlamıştır.97 Ebû Süleyman el-Cüzcânî ve Ebû Hafs el-Kebîr, Mâverâünehîr’den Kûfe’ye gelip Ebû Hanîfe ve talebelerinden ilim öğrenip tekrar geri döndüklerinde, İmâm Muhammed’in eserlerini bu coğrafyada tanıtmışlardır. Bu gibi âlimler genelde ehl-i re’y, özelde ise Hanefî fıkıh anlayışını yaymışlardır.98 Hanefîliğin Orta Asya’da etkisi ise Sâmâni devleti (819-1005) ile başlamaktadır. Sâmânîler ile birlikte siyâsî desteği arkalarına alan Hanefîler, devlet kademelerine yerleşmeye başlamışlardır. Sâmânî Emîri İsmâîl b. Ahmed’in (279-295/892-907) emriyle Mâverâünnehir ve Horâsân’da bid’at ve hurâfelerin yaygınlaşmasından dolayı, ehl-i sünnet dışı akımlara karşı, Sünnîliğin âmentüsü de diyebileceğimiz “es-Sevâdu’l-Azâm” isminde bir ilmihâl yazılmıştı.99 Bu ilmihâldeki itikadı bilgilerin yanında fıkhî bilgiler de yer almaktaydı. Bu fıkhî bilgiler de Hanefî mezhebine göre tanzîm edilmişti. Meselâ icmâya muhâlefet etmeme, günahkâr mü’minin arkasında namaz kılınıp kılınamayacağı, mestler üzerine mesh etme, hangi emîrin arkasından Cum’a ve Bayram namazlarının kılınıp kılınamayacağı gibi hükümler Hanefî mezhebine göre tanzim edilmişti. Bütün ulemâ tarafından onaylanan bu ilmihâl, Hanefî âlim İshâk b. Muhammed el-Hakîm es- Semerkandî (v. 342/953) tarafından yazılıp devletin resmi ilmihali olmuştur.100 95 Şık, a.g.tz., s. 28. 96 Bedir, a.g.m., s. 621 dipnotta. 97 Nurbergen, a.g.tz., s. 49, 51, 52, vd; Ak, a.g.tz., s. 73-74, 75, 78-79, vd. 98 Nurbergen, a.g.tz., s, 49-50. 99 Muhammed Aruçi, “es-Sevâdü’l-A’zam”, D.İ.A., C. XXXVI, Yıl 2009, s. 578-579; Madelung, a.g.m., s. 247. 100 Aruçi, a.g.md., a.y.; Madelung, a.g,m., a.y. 44 Hanefîlerin devlet kadrolarındaki bu ağırlığı Karahanlı Devleti (840-1212) ile de devam etmiştir.101 Kavakçı, Karahanlı devletinde 300 fakîh yetiştiğini, 350’den fazla eser telif edilmiş olup bu eserlerin %98’inin Hanefî fıkhî ile alakalı olduğunu102 iddia etmektedir. Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluş arifesine kadar Bağdât ve çevreside Hanbelîler ve Hanefîler etkiliydi. Özellikle III./IX. ve IV./X. asırlarda Bağdât âdeta Hanefî mezhebinin altın çağıydı. Zâhir-i Rivâye’ye yapılan şerh ve benzeri çalışmalar, Tahâvî’nin Ahkâmu’l-Kur’ân ve el-Muhtasar’ı, Cessâs’ın Usûlu’l-Fıkh’ı, Edebû’l-Kudât’ı ve daha birçok usûl, furû’, hilâf, tarzı eserler hep bu altın çağın ürünüdür. Fakat IV./X. asırlardan itibaren Bağdât Hanefî mezhebinin kalesi olmaktan çıkıyor yerini Orta Asya’ya terk ediyordu.103 Artık Hanefîler merkezi otoriteden uzak olan Horâsân’a yerleşmeye başlamışlardı.104 Bağdât’ta Hanefîlere mahsus kurulan “Meşhed-i Ebî Hanîfe” medresesi bile Hanefîliğin Bağdât’ta tutulmasına çare olamamıştı105 IV./X. ve V./XI. asırlarda Horâsân ve Mâverâünnehir, İslâm ilim ve medeniyetinin merkezi haline gelmeye başlamıştı.106 Sadece Buhârâ’da bile 12. yüz yılda 6.000 maaşlı fakîhin bulunduğu rivâyet edilmektedir.107 Orta Asya’da yetişen âlimler tarafından yazılan eserler Gazneli, Karahanlı, Selçuklu hattâ Osmanlı siyâsasetine tesir edecektir. Meselâ fıkıh alanında Serahsî (v. 483/1090), Merğinânî (v. 593/1197), Kadıhân (v. 592/1196), Kâsânî (v. 587/1191), Alâuddîn Semerkandî (v. 539/1144), Pezdevî birçok eser yazmıştı. Fıkıh usûlü alanında ise Debûsî (v. 430/1039), Serahsî (v. 483/1090), Ebû’l-Usr el-Pezdevî (v. 482/1089), Abdulazîz el-Buhârî (v. 730/1330), Ebû'l-Berekât en-Nesefî (v. 710/1310), Alâüddîn es- Semerkandî ve Üsmendî (v. 552/1157) birçok eser yazmıştı. Kelâm alanında Mâtürîdî (v. 334/944), Ebu’l-Yusr el-Pezdevî (v. 493/1099), Ebû'l-Muîn en-Nesefî (v. 508/1114), Ömer 101 Sebahattin Erkmen, Hanefî ve Şâfiî Usûlcülerin Sünnet Anlayışı (Debûsî ve Sem’ânî Örneği), Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çorum, 2013, s. 5-6. 102 Yûsuf Ziya Kavakçı, XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Mâverâ’n-Nehr İslâm Hukukçuları, Atatürk Üniversitesi Yay., Ankara, 1976, s. 305-306. 103 Nurbergen, a.g.tz., s. 62; Başoğlu, “Saymerî’nin Usûlu ve Usûl Görüşü Üzerine Bazı Tespitler”, İ.H.A.D., S. 2, Konya, 2003, s. 274; a. mlf., “Selçuklular Devrinde Usûl Tartışmaları”, II. U.S.K.M.S., C. I, Konya, Yıl 2013, s. 246; Mustafa Demirci, “Türk-İslâm Medeniyetinin İkinci Dalgası: Orta Asya’da Gelişen Bilim ve Düşüncenin Dinamikleri (X-XIII. y.y.)”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 77. 104 Karadaş, a.g.m., s. 64. 105 İleride bu medrese hakkında genişçe bilgi verilecektir. 106 Türker Uygur, Büyük Selçuklular Döneminde Horâsân’da Fikri Hayat, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Şanlıurfa, 2011, s. 63; Karadaş, a.g.m., s. 90. 107 Sadi S. Kucur, İlk Müslüman Türk Devletleri, Anadolu Üniversitesi Yay., Eskişehir 2011, s. 124. 45 en-Nesefî (v. 537/1142), Ebû'l Berekât en-Nesefî, Üsmendî, Alâuddîn es-Semerkandî, Sadrü’ş-Şerîa (v. 747/1346) birçok eser yazmıştı. Mezkûr ulemâ ve fukahânın hepsinin ortak özelliği orta Asya kökenli olmalarıdır.108 Kudûrî’nin (v. 428/1037) “el-Muhtasar”ı ile İbn Saâtî’nin (v. 694/1295) “Mecmau’l-Bahreyn”i dışında, Hanefîlerin Bağdât’ta neredeyse hiç eseri yoktur. Ayrıca, ilginç olan ise bu dönemde Hanefî mezhebi âlimleri, Mu’tezile, Mürcie, Cehmiyye gibi fırkalarla ilişkilendirilmektedir. Hattâ kimi tabakat kitâblarında Ebû’l-Hasen el-Kerhî (v.340/952), Ebû Bekir er-Râzî el-Cessâs (v. 370/981), gibi fıkıh âlimleri Mu’tezîlî olarak gösterilmektedir.109 Peki, Bağdât’ta Hanefî mezhebinin sekteye uğramasını nereye bağlayacağız? İlk önce şunu ifade edelim ki, Hanefî mezhebi mütekaddimûn döneminde yani Irâk’ta Mu’tezile ile sıkı bir irtibatı vardır.110 Mu’tezile ise hadîs-i şerîflere şüphe ile yaklaşıyor ve birçok hadîsi de111 reddediyordu. Şâfiî/Eş’arî anlayış ise, Bağdât Nizâmiye medreselerini de arkalarına alarak İslâm coğrafyası üzerindeki etkisini git gide yükseltirken, Mu’tezile ile olan ilişkisinden dolayı Hanefîlik bu yükselişe cevap vermekte zorlanmıştı. Çünkü daha önce de ifade ettiğimiz gibi birçok Hanefî fakîh Mu’tezile ile ilişkilendirilmekte, bundan dolayı da halk bu mezhebe muhtemelen şüphe ile bakmaktaydi. Meselâ bunun en çarpıcı örneklerden birisi Hanefî kadısı Saymerî (v. 436/1045) hicrî 417 yılında Bağdât’ta noterlik (şâhit) görevine tayin için başvurduğunda, Mu’tezîlî görüşlere sahip olduğu iddiasından dolayı, kadı’l-kudât İbn Şevârib huzurunda tevbe etmek zorunda bırakılmıştır.112 Bundan dolayı olmalı ki daha sonraki Hanefîler, hadîs-i şerîflere yönelmişlerdir. Hattâ Bedir, XII.-XIII. asır Bağdât âlimleri arasında 21 Hanefî ulemâsından bir iki kişi mütekellim olmasına rağmen, geriye kalanların “hadîs şeyhi” olduğunu rivâyet 108 Bedir, a.g.m., 626-628. 109 Mehdî Lidînillâh Ahmed b. Yahyâ İbnü’l-Murtazâ, Tabakatü'l-Mu'tezile, thk. Susanna Diwald Wilzer, Beyrut 1961, s. 130. 110 Şükrü Özen, “IV./X. Yüzyılda Mâverâünnehir’de Ehl-i Sünnet-Mu’tezile Mücâdelesi ve Bir Ehl-i Sünnet Beyannamesi”, İ.A.D., S. 9, Yıl 2003, s. 82; Karadaş, a.g.m., s. 63. 111 Özellikle ahad haberler. 112 İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam fî Târîhi’l-Mulûk ve’l-Umem, thk: Muhammed Abdulkadir Ata ve Mustafa Abdulkadir Ata, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1992, C. XV, s. 176; Makdisi, İslâm’ın Klasik Çağında Din Hukuk Eğitim”, trc. Hasan Tuncay Başoğlu, Klasik Yay., İstanbul, 2007, s. 366; Süleyman Genç, “H.V/M. XI. Asırda Ehl-i Sünnet’in Yeniden Yükselişi: Süreç, Kurum ve Şahsiyetler Üzerine Bir İnceleme”, D.E.Ü.İ.F.D., S. 25, Yıl 2007, s. 290. 46 etmektedir.113 Bu cümleden Hanefîler’den hadîs ilmi ile uğraşanlar arasından: Ebû’l-Kâsım ez-Zeynebî (v. 543/1148),114 Ziyâuddîn et-Türkistânî (v. 610/1213),115 Ebû’l-Kerem el- Bağdâdî (v. 621/1224),116 Kemâluddîn el-Lamğânî’yi (v. 649/1251)117 zikredebiliriz. Hanefîlerin hadîs-i şerîflere yönelmesinin sebebi ise o dönemde ehl-i Sünnet118 denilince neredeyse sadece Eş’arîlik anlaşılıyordu. Bazı Hanefîlerin de Mu’tezîlî ve Mürcî gibi ithamlarla karşı karşıya kalmaları, ister istemez böyle olmadıklarını ispat etmeleri için kendilerini ashâbu’l-hadîs anlayışına yaklaştırmışlardır.119 Buradan şu anlaşılmaktadır ki Büyük Selçuklu dönemi Bağdât’ından farklı bir Hanefî sistematiği karşımıza çıkmaktadır. Bağdât’taki Hanefî fukahâsı Eş’arîliğe yakın bir çizgi izlerken Orta Asya Hanefîliği ise daha farklı bir yol izlemektedir. Bedir, Bağdât Hanefîliğini temsil eden İbnu’s-Saâtî’nin fıkıh usûlüne dair olan eseri, Eş’arî perspektifi esas alınarak ayrıca Buhârâ ve Semerkand Hanefî çizgisiyle uzlaştırılarak yazıldığını belirtir.120 Üç asır önceki Cessâs’ın fıkıh usûlü eseri ile ibn Saâtî’nin eseri kıyaslandığında Bağdât Hanefîliğinin değişiminin görüleceğini belirmektedir.121 Öte yandan Çeker de, Hanefî mezhebinin üç coğrafi kolda yayıldığını ifade ederek şunları söylemektedir, “eş-Şeybânî’den sonra silsileler temel olarak üç coğrafi kolda devam etmiştir. Birinci kol mezhebin kurulduğu Irâk bölgesindedir. Hanefî mezhebinin bu bölgede devam eden kolunda Bağdât merkezli bir fıkhî faaliyet dikkat çekmektedir. Şâm ve Mısır’da görülen Hanefî mezhebi hareketlerinin de Irâk bölgesindeki faaliyet ile doğrudan bağlantısı bulunmaktadır. V/XI. yüzyıla kadarki dönemde mezheb içerisinde adından sıklıkla söz ettiren Irâk Hanefî âlimleri dikkatimizi çekerken, bu yüzyıldan itibaren Hanefî mezhebinin ağırlık merkezinin Irâk’tan Mâverâünnehir’e kaydığı göze çarpmaktadır…. 113 Bedir, a.g.e., s. 630-631. 114 Abdülhamid Dündar, Selçuklular Devri Bağdât Medreseleri: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Medresesi Örneği, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmları Merkezi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2012, s. 80-83. 115 Dündar, a.g.tz., s. 89-91. 116 Dündar, a.g.tz., s. 91-92. 117 Dündar, a.g.tz., s. 93-94. 118 Bu dönemde ehl-i sünnet derken Mâtürîdî ve Eş’ârîler kastediliyordu. Ehli sünneti hâssa ile Hanbelîler kastedilmekteydi. dolayısıyla burada ehl-i sünnet derken Hanbelîler harıç tutulmaktadır. 119 Ak, “Selçuklu Dönemi Hanefî Âlimlerinin Mürcie’ye Bakışları”, D.A.D., 2008, C. XI, S. 32, s. 147 120 Bedir, Fıkıh, Mezheb ve Sünnet: Hanefî Fıkıh Teorisinde Peygamber’in Otoritesi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2004, s. 249-253. 121 Bedir, a.g.m., s. 632. 47 Horâsân’da ise III/IX. yüzyılın başından itibaren Belh merkezli bir fıkhî faaliyet dikkat çekmektedir. Hem Ebû Yûsuf, hem de Muhammed b. el-Hasen’den ders alan Ebû Süleymân el-Cûzcânî’nin yetiştirdiği üç öğrenci bu faaliyet içerisinde dikkat çeken isimlerdir. Sonrasında Ebû Bekir el-Cûzcânî’den devam eden kol ikinci nesilde, Muhammed b. Seleme ve Nusayr b. Yahyâ’dan gelen kollar ise üç nesil sonra (IV/X. yüzyılın sonlarında el-Hinduvânî’nin öğrencileri ile) Mâverâünnehir bölgesine intikal etmiştir. Öte yandan Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî’nin öğrencilerinden Ebû Hafs el- Kebîr ile Mâverâünnehir’de bölgesinde yerleşmiş olan kolun V/XI. yüzyılda Ebû Mansûr es-Sem‘ânî ve el-Ersâbendî ile Horâsân bölgesine geçtiği görülmektedir. Horâsân bölgesi şehirlerinden Merv merkezli bu faaliyet, V. yüzyıldan sonra Horâsân bölgesinin en dikkat çeken fıkhî faaliyeti haline gelmiştir. Mâverâünnehir bölgesi mezhebin kurulduğu Irâk bölgesine en uzak Hanefî coğrafyası olmasına rağmen, daha ilk dönemde Hanefî fıkıh faaliyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Ebû Hafs el-Kebîr ile başlayan Buhârâ merkezli kol, yüzyıllar boyu Mâverâünnehir bölgesinin en dikkat çeken Hanefî faaliyetini icra etmiştir. İlerleyen yıllarda Semerkand ve Nesef’teki faaliyetler de silsilelerde yerini almıştır. Öte yandan çalışmamızın son dönemini teşkil eden VI/XII. yüzyılda Mâverâünnehir bölgesinin en uç noktasını teşkil eden Fergana vadisi, Kadıhân ve Burhânüddîn el-Merğınânî gibi önemli isimler ile eski dönemlere nazaran adından daha fazla söz ettirir olmuştur”.122 Bu dönemde Hanefîler arasında Irâk Meşâyîhi - Mâverâünehir Meşâyîhi ayrımı da ortaya çıkmıştır. Irâk meşâyîhının liderliğini Kudûrî, Saymerî, Damegânî (v. 478/1085) sürdürürken, Mâverâünnehir ve Horâsân meşâyîhının liderliğini ise Şemsu’l-Eimme Halvânî (v. 452/1060 [?]), Kadı Ebû Zeyd Debûsî, Serahsî, Pezdevî, Alauddîn Semerkandî gibi fakîhler sürdürmektedir.123 Mâverâünnehir Hanefîleri içinde de en az üç ayrı yaklaşım olduğunu ifade eden Başoğlu, bunlardan ilki, Debûsî tarafından temsil edilmektedir. İkincisi ise Halvânî ve talebeleri (Serahsî ile Pezdevî), üçüncü ve son olanı ise Mâtûrîdî’yi esas alan fakîhler (ki bunlar Lâmîşî ve Alauddîn Semerkandî’dir) tarafından temsil edildiğini ifade eder.124 Burada dikkat çekilecek husus şudur; Hüseyin b. Ali es-Saymerî’nin (v. 436/1045) ve Ebû Abdillah ed-Dâmeğânî’nin (v. 478/1085) yaşadığı dönemden itibaren Hanefî mezhebinin ağırlığı Irâk’tan ziyâde Mâverâünnehir’de hissedilmeye başlanmıştır.125 “Mutun-ı erbaa”dan olan Mevsilî’nin (v. 683/1284) “el-Muhtâr”ı ile İbn-i Saâtî’nin “Mecmau’l-Bahreyn”i hariç tutulacak olursa, diğer bölgelere göre Irâk’lı Hanefî âlimler 122 Çeker, a.g.m., s. 199-200. 123 Başoğlu “Hicri Beşinci Asırda Fıkıh”, s. 132. 124 Başoğlu a.g.m., a.y. 125 Başoğlu, “Hüseyin b. Ali Saymerî”, D.İ.A., C. XXXVI, Yıl 2009, s. 215-216. 48 daha pasif kalmışlardır. Ancak bu durum Irâk’ta Hanefîlerin hiç olmadığı anlamına gelmemelidir.126 1.1.5. Büyük Selçuklu Döneminde Hanefî Mezhebinin Konumu Hanefî mezhebi daha önce de ifade ettiğimiz gibi Büyük Selçuklu döneminde en çok kabul gören iki mezhepten birisiydi. Bağdât, IX.-X. asırları arasında sadece İslâm dünyasınının değil, bütün dünyanın gıpta ile baktığı bir şehir olmuştu. Artan ticaret, refah ve servete paralel olarak ilmî ve kültürel açıdan da büyük gelişmelere sahne olmuştu.127 Hanefî mezhebinin Abbâsî devletinde genel olarak Irâk bölgesinde, özelde ise Bağdât’ta yoğun olduğunu ifade etmiştik. Zira Irâk ve çevresi Hanefî mezhebinin doğduğu bir bölgeydi.128 Abbâsî devletinin resmi mezheb olarak Hanefîliği benimseyerek desteklemesi, bu mezhebin Bağdât’ta ne kadar etkili olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur. Fakat Büyük Selçuklu devletinde Bağdât ve çevresinde Hanefî mezhebi, yerini yavaş yavaş Şâfiî mezhebine bıraktığını görmekteyiz. Hanefîlerin burada zayıflamasını Nizâmiye medreselerinin kurulmasına bağlayabiliriz. Zira bu medreselerde ders veren ilim adamları Şâfiî mezhebindendi.129 Ve Nizâmiye medreselerinin sunduğu cazip imkânlar, dolaylı olarak da talebeler için bu medresler tercih sebebi olmuştur. Fakat Bağdât’ta Hanefîliğin hiç olmadığı da söylenemez. Zira Alp Arslan zamanında Mustevfî Şerefulmülk Ebû’s-Sa’d 1066-67 yılında Bağdât’a gidip Ebû Hanîfe’nin türbesini inşâ etmiş, yanına Hanefî mezhebine mensup olanlar için bir medrese yaptırmış (Meşhed-i Ebî Hanîfe/Şerefiye Medresesi), buraya bir müderris tayin etmiş, müderris ve talebeler için de arazi vakfetmişti.130 Bu medrese belki de Nizâmiye medresesine nispet olarak inşâ edilmiştir.131 İlk müderrisi İlyâs ed-Deylemî’dir (v. 461/1069).132 Bu medresede Ebû Abdullah Hüseyin el-Belhî’nin “Menâkıb-ı Ebî Hanîfe”si, İmâm Tahavî’nin (v. 321/933) “Şerhu Meânî’l-Âsâr”ı, Ebû Saîd Şuayb en- 126 Başoğlu, “Saymerî’nin Usûlu ve Usûl Görüşü Üzerine Bazı Tespitler”, s. 274; Çeker, a.g.m., s. 175-176. 127 Abdülkerim Özaydın “Bağdât” (Kültür ve Medeniyet), D.İ.A. C. IV, s. 437. 128 Abdülaziz ed-Dûrî, “Bağdât”, D.İ.A. C. IV, s. 429; Ayrıca Bağdât, Hanbelî mezhebinin de doğum yeridir. Bkz: a. mlf., a.g.md., a.y. 129 Bilal Aybakan, “Şâfiî Mezhebi”, D.İ.A, C. XXXVIII, Yıl 2010, s. 239 130 İbnü' I-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, thk. Muhammed Yûsuf ed-Dakkak, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1987, C. VIII, s. 380; İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 100-101; Makdisi, a.g.e., s. 220; Yaltkya, a.g.m., s. 186; Dündar, a.g.tz.,s. 43. 131 Makdisi, a.g.e., s. 221. 132 Makdisi, ag.e., s. 223. 49 Nesefî’nin “Menâkıb-ı Ebî Hanîfe”si ile Abdülazîz el-Hârezmî’nin “Şerhu’l-Âsâr”ı okutulmaktaydı.133 Bağdât’ta Selçuklu hatunlarının da medreseler açtığı görülmektedir. Hatîce Arslan, Terken ve İsmet Hatunların Bağdât’ta inşa ettirdikleri medreselerde Hanefî mezhebine göre tedrîsât yapılıyordu.134 Ayrıca Meşhed-i Ebû Hanîfe, Muğîsiyye medresesi, Muvaffakiye medresesi, Zeyre (Bağdât’ta) medresesi ve Emîr Tutuş tarafından milâdi 1090 yılında inşâ ettirilen Tutuşiyye medreselerinde sadece Hanefî mezhebine göre eğitim verilmekteydi.135 Bağdât’taki kadı’l-kudâtlık müessesesini de incelediğimiz zaman Hanefî fukahâsının burada ne kadar etkili olduğunu anlayabiliriz. Bedir, 150/867- 600/1203 yılları arasında görev yapan 29 kadı’l-kudât’ın yarısından fazlasının Hanefî olduğunu belirtmektedir.136 Hattâ IV./X. asrın başlarına kadarki kadıların %80’ninden fazlasının Hanefî mezhebine mensub olduğunu belirtmiştir.137 Demek ki Nizâmiyeler kurulduğundan sonra, hem de Şâfiî ve Hanbelîlerin en etkili olduğu şehir olan Bağdât’ta bile Hanefîlerin etkisi devam etmekteydi. Hanefî kadıların bu kadar etkili olmasının altında aslında başka sebepler vardır. Kadı’l-Asker Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf b. el-Hıdır el-Hanefî; Nizâmulmülk’ün mutaassıp bir Şâfiî olduğu, Hanefîlerin fıkıh ile ilgilerinin azalması ve geri kalmaları için onları kadı olarak atadığını, Şâfiîleri ise, medreselere atamak suretiyle, onları fıkıh ile meşgul etmek ve bu sayede de Şâfiî fakîhlerinin çoğalmalarını amaçladığını138 söylemektedir. Filhakîka Şâfiî fakîh ibn Süreyc (v. 306/918) kadılık vazifesini kabul ettiğinde kendi mezhebinden olan arkadaşları tarafından eleştirilmiştir.139 Yine buna benzer kadılık teklifi Halîfe tarafından Şâfiî fakîh Ebû Bekir eş-Şâmî’ye de yapılmış, fakat eş-Şâmî tarafından birçok defa red cevabı almış, fakat sonunda kadılık teklîfini kabul etmiştir.140 133 Dündar, a.g.tz., s. 50; Ayrıca Dündar, mezkûr medresede okutulması muhtemel fıkıh kitablarının bir listesini vermekedir. Bkz. a. mlf., a.g.tz., s. 51-54. 134 Müjgan Cumbur, “Selçuklu Dönemi Kadın Hayratı”, Erdem Dergisi, Aydın Sayılı Özel Sayısı II, C. IX, S. 26, Yıl 1996, s. 90-94. 135 Hüseyin Atay, “İslâmda Öğretim”, A.Ü.İ.F.D., C. XXIII, S. 1, Yıl 1979, s. 25. 136 Bedir, a.g.e. s. 629 137 Bedir, a.g.e., a.y. 138 İbnu’l-Adîm, Biyografilerle Selçuklular Tarihi, (Buğyetu’t-Taleb fî Târîhi Haleb), (Seçmeler) trc. Ali Sevim, T.T.K.Y., Ankara, 1982, s. 54; Koca, a.g.m., s. 33, 54. 139 Makdisi, a.g.e., s. 285. 140 Makdisi, a.g.e., s. 286. 50 Bağdât’ta Hanefî medreselerinin yanında, yine bu mezhebe mensup mescitler de vardı. Çünkü bu dönemde mezheb çatışmalarından dolayı mescitler bile tefrîk edilmişti. En önemli Hanefî mescitleri arasında, Ebû Abdullah Cürcânî’nin (v. 398/1008) mescitini sayabiliriz. Burada Selçuklu döneminde kadı olan Ebû Abdullah ed-Dâmeğânî de ders vermişti.141 Ebû Sa’d es-Serahsî’nin mesciti de Bağdât’ın ünlü Kerh semtinde bulunmaktaydı.142 Yine bu dönemde bir diğer önemli Hanefî mesciti de Saymerî’nin fıkıh öğrettiği mescittir. Bu mescitte ayrıca Meşhed-i Ebî Hanîfe’nin ilk müderrisi olan İlyâs ed- Deylemî de fıkıh öğretmiştir.143 Bağdât Hanefî fukahâsından şunları sayabiliriz: Ebû Nasr el-Akta’ (v. 474/1081),144 Ebû Abdullah ed-Dameğânî (v. 478/1085),145 Ebû’l-Kâsım eş-Şılhî (v. 515/1121)146 gibi. Selçukluluların 30 yıl kadar payitahtlığını yapmış olan Rey şehrine gelecek olursak, burada mezhebi açıdan karışık bir yapı vardır. Biz her ne kadar Büyük Selçuklu devletinin Sünnî bir anlayışa sahip olduğunu bilsek de tahakkümü altında ki şehirlerin hepsinde Sünnî anlayışın hâkim olduğunu iddia edemeyiz. Çünkü Rey şehrinde ciddî oranda Şiî mezhebine mensup olanlar vardır.147 Hattâ şehir, daha önceleri Büveyhîlere başkentlik dahi yapmıştır.148 Rey şehrinde, Sünnî mezhepler bakımından, Hanefîlik ile Şafiîlik müntesipleri yoğun yaşamaktaydı. Hânedân Hanefî mezhebinde iken, müderris vezîr ve âlimlerin çoğu Şâfiî mezhebindendi.149 Hattâ şehrin ulu camisinde biri Hanefî, diğeri de Şâfiî mezhebinden olmak üzere iki tane imâmları vardı ki; bir gün birisi, ertesi gün de diğeri namazları kıldırıyordu.150 Mahalleler mezheplere göre tefrîk edilmişti.151 Câmilerin cemaatleri de mezheb çekişmelerinden dolayı tefrîk olunmuştu. Mescitler adeta 141 Makdisi, a.g.e., s. 219.. 142 Makdisi, a.g.e., s. 219-220. 143 Makdisi, a.g.e., s. 220. 144 Ebû’l-Hasenât Muhammed b. Abdi’l-Hayy el-Leknevî, el-Fevâidu’l-Behiyye fî Terâcimi’l-Hanefîyye, nşr. M. Bedreddin Ebû Firas, Kahire, 1398/1978, s. 40. 145 Hayreddin Ziriklî, el-A'lâm: Kâmusu Terâcimi li-Eşheri'r-Ricâl ve'n-Nisâ, thk. Zübeyr Fethullah, Dâru’l-İlm li’l-Melayin, Beyrut, 1984, C. VII, s. 163; İbnu’l-İmâd, Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, Dâru İhyâi't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, “ts.”, C. III, s. 362. 146 Ömer Menekşe, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Yükseliş Devri Fakîhleri (1063/1092), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1992, s. 106. 147 Nurullah Turan, Selçuklu Başkenti Rey, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2013, s. 128-131; Kara, a.g.e., s. 64. 148 Turan, a.g.tz., s. 49. 149 Turan, a.g.tz., s. 104-105 150 Osman Gazi Özgüdenli, “Rey”, D.İ.A., C. XXXV, Yıl 2008, s. 40. 151 Turan, a.g.tz., s. 107. 51 mezheplere göre şekillenmişti.152 Şâfiîlerin kendi mescitleri, Şiîlerin kendi mescitleri, Hanefîlerin de kendi mescitleri vardı. Sünnîlerin gittiği bir camiye Şiîler; Şiîlerin gittiği bir camiye de Sünnîler gidemezdi.153 Tuğrul Bey Rey’de, Hanefîlere mahsus “Mescid-i Tuğrul” adında büyük bir mescit inşâ ettirmişti.154 İsfahân’da ise Hanefîlik, Hüseyin b. Hafz (v. 212/827) ile birlikte tanınmaya başladı. Zira Hüseyin b. Hafz, Ebû Yûsuf’un talebesiydi. İbn Hafz’tan başka daha iki âlim vardır ki onlar da Hanefî mezhebinin burada yayılmasında büyük pay sahibidirler. Bunlar: Numân b. Abdüsselâm (v.183/799) ve Hakem b. Eyyûb idi. Bunlardan sonra ise Muhammed b. Mugîre (v. 231/ 845) ve Ahmed b. Rüste (v. 287/900) gibi isimler Hanefî mezhebini burada yaydılar. Ayrıca Ebû Gâlib Nadr b. Abdullah ile Muhammed b. Ebân b. Hakem’in de Hanefî mezhebinin burada yayılmasında büyük katkıları olmuştu.155 Selçuklular zamanında ise İsfahân’da, önceleri İbn Mende ailesiyle birlikte Hanbelî mezhebi güçlüydü.156 Daha sonraları Saidî ailesi ile birlikte Hanefîlik galip iken, Nizâmulmülk zamanında Şâfiîlik baskın gelmeye başlamıştır.157 Ama şehirde en çok Hanefî ve Şâfiî taraftarları vardı. Hattâ şehrin iki büyük ailesinden olan Hucendîler Şâfiîlerin; Sa’idîler de Hanefîlerin liderliğini yapmaktaydı. Şehir bu iki büyük ailenin yönetimi altındaydı. İsfahân’da bu iki aile yüzünden zaman zaman kavgalar da çıkmaktaydı.158 İsfahân’da nasıl ki Nizâmulmülk Şâfiîlere mahsûs bir medrese yaptırdıysa, Sultân Melikşâh da Hanefîlere mahsûs bir medrese yaptırmıştı.159 Medrese-i Celâlî (Medrese-i Melikşâhî) adında bir medrese yaptıran ve buraya vakıflar bağlatan Sultân Melikşâh, vakfiyesinde hangi mezhebe tahsîs edildiği sorulunca, "Ben her ne kadar Hanefî mezhebinden isem de, Allah rızası için inşâ ettirdiğim bu medresede din ehli eşitlik ve 152 Sâlim Koca, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Berikan Yay., Ankara, 2011, s. 459. 153 Turan, a.g.tz., s. 105-106. 154 Kara, a.g.e., s. 170. 155 Tuba Yüksel, Selçuklu Başkenti İsfahân (Kuruluşundan Moğol İstilasına Kadar), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2013, s. 153. 156 Ferhat Koca, “Hanbelî Mezhebi”, D.İ.A. C. XV, Yıl 1997, s. 527 157 Yüksel, a.g.tz., s. 154. 158 Yüksel, a.g.tz., s. 155; Özgüdenli, “İsfahân”, D.İ.A., C. XXII, Yıl 2000, s. 500. 159 Erdoğan Merçil, “Büyük Selçuklular Devri Kütüphaneleri”, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, T.T.K.Y, Ankara, 1995,, s. 399; Kara, a.g.e., s. 175. 52 adâlet içinde hizmet görmüş olsunlar", diye cevap vermiştir.160 Vefât ettiğinde naaşı Bağdât’tan getirtilerek buradaki türbesine defnedilmiştir.161 Hanefîler İsfahân’da kadılık makamlarını da elinde bulundurmaktaydılar. Tuğrul Bey, İsfahân kadı’l-kudâtlığına Hanefî olan Ali b. Abdullah el-Hatîbî’yi (v. 467(1074-5), onun vefâtından sonra da oğlu Ubeydullah el-Hatîbî’yi (v. 502/1108) tayin etmiştir.162 Sultân Muhammed Tapar döneminde de İsfahan kadısı Hanefî mezhebinden olan Ebû’l- A’lâ Saîd b. Yahya idi.163 İlim âlimerince “dâru’l-ilm”164 ve “ummuhât-i bilâd-ı İslâm165 olarak anılan Nîşâbûr’a gelecek olursak, burada Sultân Tuğrul Bey, Hanefî mezhebine göre tedrîsatın yapılmasını istediği ve adı “Sultâniye” olan bir medrese inşâ ettirmiştir.166 Burada sadece Hanefîlere mahsûs medreseler yoktu. Ebû Bekir Ahmed b. İshâk es-Sıbgî tarafından kurulan dârü’s-sünne, ibn Fûrek (v. 406/1015) ve Ebû İshâk el-İsferâyînî (v. 418/1027) için yaptırılan medreseler ve Nizâmulmülk tarafından İmâm Cüveynî (v. 478/1085) adına inşâ edilen Nîşâbûr Nizâmiye medresesi de buradaki diğer önemli medreselerdir.167 Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî’nin (v. 458/1066) inşâ ettirdiği Beyhakiyye medresesi, Gazneli Mahmud’un (v. 421/1030) kardeşi Emîr Nasr b. Sebuk Tegin’in (v. 387/997) yaptırdığı Saidiyye medresesi de buradaydı.168 İslâmî fetihlerden sonraki ilk zamanlarda burada Hanefî mezhebinin ağırlığını hissetmekteyiz. Zira Gazneliler Hanefîleri destekliyorlardı.169 Daha sonra Nîşâbûr’un Büyük Selçuklu devletine başkentlik yapmış olması, hânedânın da Henefî olması, dolaylı olarak da şehirdeki toplumun bu mezhepte olmasını etkilemiştir. Nîşâbur’da özellikle Saidî ailesi burada Hanefîliğin bayraktarlığını yapmıştır. Bu aileden olan Hanefî fakîhi Kadı Said 160 Kara, a.g.m., s. 387. 161 Özgüdenli, a.g.md., s. 499. 162 Menekşe, a.g.tz., s. 103; Koca, a.g.m., s. 33-34. 163 Yazar, a.g.m., s. 37. 164 Öztürk, “Hacı Bektaş Zamanında Nîşâbûr’daki Kültürel Hayat”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 45, Yıl 2008, s. 146. 165 Öztürk, a.g.m., s. 148. 166 Nâsır-ı Hüsrev, Sefernâme, (nşr. Schefer), Paris, 1881, trc. Abdülvehhab Tarzı, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara, 1994, s. 5; Hüseyin Zerrinkûb, Medreseden kaçış İmâm Gazzali'nin Hayatı Fikirleri ve Eserleri, trc. Hikmet Soylu, Anka Yay. İstanbul, 2001, s. 40. 167 Özgüdenli, “Nîşâbûr” D.İ.A. C. XXXIII, Yıl 2007, s. 150. 168 Hıfzırrahman Raşit Öymen, “İslâmiyette Eğitim ve Öğretim Hareketleri II, s. 41; Özgüdenli, a.g.md., a.y. 169 Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horâsân, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2001, s. 197 53 (v. 431/1040)170 Nîşâbur’da 40 yıl kadar kadılık yapmıştır.171 Fakat Nizâmulmülk’ün vezîr olmasıyla birlikte Şâfiî mezhebi ağırlığını hissettirmeye başlamıştır.172 Her mezheb kendi inanç ve itikadını korumak ve yaymak için medreseler inşâ etmişlerdir. Meselâ burada da Bağdât’ta olduğu gibi Hanefîlerin ayrı, Şafiîlerin ayrı, Şiîlerin ayrı medreseleri vardı.173 Bağdât Nizâmiyesi kurulmadan önce Doğu İslâm dünyasındaki otuzun üzerindeki medreselerin çoğu Nîşâbûr’daydi.174 Hanefîlerin Nîşâbûr’daki medreseleri özellikle tüccâr, devlet memurları ve ulemâ tarafından inşâ ettirilmiş olup, vakıflarla desteklenmiştir.175 Nîşâbûr Hanefî fukahâsından şunları sayabiliriz: Ebû Nasr ez-Zeynebî (v. 482/1089),176 Kadı’l-Kudât Ebûbekir en-Nâsıhî (v. 484/1091),177 Es’ad Cemaluddîn el- Kerâbîsî (v. 570/1174),178 Ebû’l-Feth Ubeydullah b. Ahmed (v. ?),179 gibi. Belh şehri, yetiştirdiği âlimleri ile tarihte “kubbetu’l-İslâm” ve “dâru’l- fıkh“ olarak anılan mümtâz şehirlerden birisidir.180 Belh şehri Hanefîlerin Orta Asya’da yayılmasında etkili olan en mühim merkezlerinden birisiydi.181 Diğer mezhepler hiç yok denecek kadar azdı. Hattâ Belh Nizâmiye medresesinde Şâfiî mezhebinden olup da ders verecek hiçbir Belh’linin bulunamaması Hanefîliğin burada ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.182 Burada Tekiş b. Alparslan’ın inşâ ettirdiği “Medrese-i Kûze” adından bir medreseden bahsedilmektedir ki muhtemelen bu medresede Hanefî mezhebine göre eğitim 170 Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, el-İber fi Haber Men Ğaber, thk Muhammed Said b. Besyuni Zeğlul Ebû Hâcer, Dârû’l-Kütüb el-İlmiyye, Beyrut 1985, C. II, s. 264. 171 Öztürk, a.g.e., a.y. 172 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 116. 173 Muhammed Hasan Abdülkerim el-Ammadi, “Nizamiyyetu’n-Nîşâbûr”, Mecelletü Merkezi’l- Vesaiki ve’l- Dirasât’il- İnsaniyye, (Katar Üniversitesi İnsani Dersler ve Belgeler Merkezi Dergisi), Katar, S. 15, Yıl 2003, , s. 62. 174 Özgüdenli, a. g. md., a.y. 175 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 200. 176 Leknevî, a.g.e., s. 34-35; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 366. 177 Leknevî, a.g.e., s. 179-180; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 372; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 103. 178 Ömer Rıza Kehhâle, Mu’cemü’l-Müellifîn Terâcimü Musannifi’l-Kutubi’l-Arabiyye, Matbaatü’t- Terakki, Dımaşk, 1376-1381/1957-1961, C. II, s. 247; Leknevî, a.g.e., s. 45 179 Takiyyuddin Ebu İshak İbrahim b. Muhammed es-Sarîfînî, el- Müntehab min Kitabi’s-Siyâk li Târîhi Nîsâbûr, thk. Muhammed Ahmed Abdülaziz, Dâru’l-kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1409-/1989, s. 300. 180 Yazıcı, ”Belh”, D.İ.A., C. V, Yıl 1992, s. 411; Cihan Piyadeoğlu,”Horâsân’ın Doğu Bölgesi: Kubbetü’l- İslâm Belh (Büyük Selçuklular Dönemi), Tarih Dergisi, S. 49, (2009/1), İstanbul, Yıl 2010, s. 16. 181 Bernd Radtke, a.g.m., s. 367. 182 Ocak, a.g.e., s. 67; Kara, a.g.e., s. 67 54 verilmekteydi.183 Ayrıca “Belhiyye” medresesinde de Hanefî mezhebine göre eğitim veriliyordu.184 Merv şehrine gelecek olursak, Selçuklu sultânı Sencer’in burayı payitaht yapması sonucu, ilmî ve kültürel açıdan gelişmeye başlamıştır. Merv’de birçok kütüphane ve medreseler Sencer’in döneminde kurulmuştu.185 Selçukluların payitahtlığını yapmış olan Merv’de, Şâfiî Nizâmiye medreselerinin yanında Müstevfî Şerefulmülk Ebû Sa‘d Muhammed b. Mansûr el- Hârizmî tarafından 494/1100-1101 yılında, Hanefîler için özel bir medrese inşâ ettirilmiştir.186 Ayrıca Sultân Çağrı Bey ve vezîr Kundurî de burada birer medrese inşâ ettirmişlerdir.187 Merv’de “Hanefîlerin Reîsi” olarak nâm salan Fahru’l-Kudât el-Esâbendî’nin (v. 512/1118) de burada ikâme etmesi Hanefîlerin etkisini göstermektedir.188 Merv’e bağlı Serahs’ta ise, Hanefîler ile Şâfiîlerin birlikte yaşıyorlardı.189 Tarihçiler, 1098 yılında Dımaşk’ın Babu’l-Berîd semtinde, Şucâeddîn Sâdır b. Abdullah tarafından Hanefî mezhebine göre ders verilen “Sâdiriyye”190 adında bir medreseden bahsetmektedirler. Sâdiriyye medresesinde, Hanefî âlim Hüsâmeddîn Alî b. Mekkî er-Râzî (v. 597/1201)191 ders okutmuştur. Yine Şâm’da Emîr Nûreddîn Mahmûd ez-Zengî (v. 569/1174) tarafından inşâ edilen “Nûriye” medresesinde, Hanefî fıkhına göre ders veriliyordu.192 Bir başka Nuriye medresesi de yine Nureddin tarafından Halep’te kurulduğu rivâyet edilmektedir.193 Nureddin Mahmud ez-Zengî tarafından 543/1148 yılında inşâ ettirilen Halâviyye medresesinde devrin ünlü Hanefî fıkıhçılarından olan ve “el-Muhîtu’l-Burhânî” adlı eserin sâhibi olan Radiyyüddîn Muhammed es-Serahsî (v. 571/1175) ders vermiştir.194 Halâviyye medresesinde ünlü Hanefî fakîh Alâuddîn el- 183 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 205-206. 184 Ali Öngül, “Selçuklularda Eğitim Faaliyetleri ve Yetişen İlim Adamlarına Genel Bir Bakış”, C.B.Ü.S.B.D., C. I, S. 7, Yıl 2003, s. 71. 185 Özgüdenli, “Merv”, D.İ.A., C. XXIX. s. 222. 186 Dündar, a.g.tz., s. 40-41; Piyadeoğlu a.g.tz., s. 204. 187 Erkmen, a.g.tz., s. 20. 188 Çeker, a.g.m., s. 180-181. 189 Piyadoğlu, a.g.tz., s. 115. 190 Muhiddin Okumuşlar, “Ehl-i Sünnet’in Kurumlaşmasında Nizâmiye Medreselerinin Etkisi”, Marife, Y. 8, S. 1, Yıl 2008, s. 146; Öngül, a.g.m., s. 71. 191 Hayatı hakkına Bkz. Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 30; Leknevî, a.g.e., s. 118. 192 Chikh Bouamrane, “İslâm Tarihinde Eğitim-Öğretim Kurumları”, trc. Nesimi Yazıcı, A.Ü.İ.F.D., C. XXX, S. 1, Yıl 1988, s. 283; Öymen, a.g.m., s. 39, 41. 193 Öymen, a.g.m., s. 41. 194 Hayatı hakkında bkz. Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 278; Leknevî, a.g.e., s. 189-189; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 24. 55 Kâsânî’de ders vermiş ve kendisi Halep’de Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.195 Ayrıca bu bölgede Hanefî fakîh Ebû’l-Mefâhir el-Kerderî (v. 562/1167) de kadılık görevinde bulunmuştu.196 Demek ki Selçuklu Dımaşk’ında Hanefîlik çok etkili bir konumdaydı. Dımaşk Hanefî fukahâsından şunları sayabiliriz: Ebû’l-Hasan Ali b. Hasan b. Muhammed (v. 548/1153),197 Radiyyüddîn Muhammed Serahsî (v. 571/1175)198 gibi. Kûfe’de ise, Sultân Melikşâh döneminde 12 yıl hac emîrliği yapan Kutluğ b. Beytekin (v. 478/1086) buradaki iktâı olan arazisinde, Hanefî âlimlerin ders vermesi için bir medrese inşâ ettirmiştir.199 Ayrıca Hanefî fakîhlerinden olan Ahmed b. Ahmed es- Sakafî’nin (v. 497/1104) 461 yılında Kufe kadılığında bulunması mezhebin burada ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.200 Ayrıca burada Ebû Abdullah ed-Dâmeğânî’nin (v. 478/1085) talebelerinden olan Yunus b. Mettâ adına bir medrese kurulmuş (Meşhedu Yunus b. Mettâ)201 ve muhtemel bu medresede Hanefî fıkhı öğretiliyordu. Kirmân Selçukluları meliklerinden Melik I. Turhan Şâh (1084-1096), takipçisi Melik I. Aslan Şâh (1101-1142) ve hanımı Zeytun Hatun, Selçuklu ileri gelenlerinden Müeyyiduddîn Reyhan gibi zevât da Kirmân’da medreseler inşâ ettirmişlerdir.202 Kirmân’da Hanefîlere ait bu kadar medresenin mevcut olması Hanefîliğin buradaki etkisini göstermektedir. 1.2. ŞÂFİÎ MEZHEBİ Şâfiî mezhebi, İmâm Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî’nin (v. 204/809) görüşleri etrafında teşekkül eden bir mezheptir. Irâk’ta kurulmuştur. Fakat İmâm Şâfiî Mısır’a gidince birçok görüşünden vazgeçmiştir. Bu yüzden Irak’taki görüşlerine “mezhebi kadîm” Mısır’daki görüşlerine ise “mezhebi cedîd” denilmiştir.203 Şâfîi mezhebinin kuruluşundan 195 Hayatı hakkında bkz. Leknevî, a.g.e., s. 53. 196 Hayatı için bkz. Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 269-270; Leknevî, a.g.e., s. 98; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 32. 197 Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdülkadir el-Kureşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, thk. Abdulfettah Muhammed Hulv, Kahire, 1398/1978, C. II, s. 360-362. 198 Hayatı hakkında Bkz. Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 278; Leknevî, a.g.e., s. 189-189; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 24 199 Acar, “Büyük Selçuklular Zamanında Hac ve Hac Emirliği”, D.İ.D., C. XXXIX, S. 1, Yıl 2003, s. 75. 200 Menekşe, a.g.tz., s. 101. 201 Makdisi, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 75. 202 Altan Çetin, “İrfan Ordusunun Temelleri Türklerde Medreseler (Karahanlı, Selçuklu ve Beylikler Devri Medreseleri)”, D.A.D., C. II, S. 5, Yıl 1999, s. 190. 203 Hayatı hahkında geniş bilgi için bkz. Aybakan, a.g.md., s. 223-233. 56 itibaren en etkili olduğu bölgeler Irak ve Mısır’dı. Çünkü İmâm Şâfiî hayatının çoğunu Irak’ta yaşamıştır. Ancak hicrî 200’de Mısır’a gitmiş ve nitekim de orada vefat etmiştir. Dolayısıyla hem Irak’ta hem de Mısır’da talebeleri vardı.204 1.2.1. Şâfiî Mezhebinin Orta Asya’ya Yayılışı Şâfiî mezhebi özellikle Selçuklular dönemiyle birlikte Orta Asya’ya da yayılma fırsatı bulmuştur. Bu yayılmada hiç şüphesiz ki Nizâmulmülk’ün etkisi çok büyüktür. Çünkü Horâsân ve çevresinde kurduğu medreselerde tedrîsat Şâfiî mezhebine göreydi. Bunun bir sonucu olsa gerek, Şâfiî mezhebinde “Irâk Meşâyîhı” ve “Horâsân Meşâyîhı” ayrımı ortaya çıkmıştır. İbnu’s-Subkî Ebû Hâmid el-İsferâyînî’yi (v. 408/1017) Irâk meşâyîhının lideri, Kaffâl-i Sağîr’i (v. 417/1026) de Horâsân meşâyîhının lideri olarak zikretmektedir.205 Şâfiî mezhebinin Orta Asya’ya intişârı ise şöyle gerçekleşmiştir. Merv’e Ebû Muhâmmed Abdullah b. Muhammed b. Îsâ el-Mervezî (v. 293/906) ve Ahmed b. Seyyâr (v. 268/881) tarafından yayılmıştır. İsfahân’a ise Sehl b. Abdullah (v. 270/890) veya Hasan b. Muhammed b. Mezyed (v. 280/894) tarafından, İsferâyîn’e “Müsned” sahibi Hâfız Ebû Avâne Yakûb b. İshâk (v. 316/928) tarafından yayılmıştır. Nîşâbûr’a ise Ebû’l-Abbâs Muhammed b. Yakûb el-Asamm en-Nîşâbûrî (v. 346/957) tarafından, Şâş’a ise Ebû Bekir Muhammed el-Kaffâl el-Kebîr eş-Şâşî (v. 365/976) tarafından yayılmıştır.206 Ayrıca Ebû Sehl Ahmed Ebyurdî (v. 5. Asrın sonu) de Şâfiî mezhebinin Merv ve Mâverâünnehir bölgelerinde etkili olmasında pay sahibi olmuştur.207 1.2.2. Büyük Selçuklu Döneminde Şâfiî Mezhebinin Etkisi Şâfiî mezhebi, Büyük Selçuklu devletinde Hanefî mezhebi ile birlikte büyük bir güce sahipti. Selçuklu devletinin kuruluş arifesinde, Irâk ve Horâsân’daki halkın çoğu itikâtta Eş’ârî amelde ise Şâfiî mezhebindendiler.208 Şâfiîliğin Selçuklu devrinde etkili olmasında Cüveynî ve Gazzâlî gibi fakihlerin yanında Nizâmulmülk ve onun kurduğu 204 Karaman, İslam Hukuk Tarihi”, s. 203-204. 205 Ebû Nasr Tacuddin ibnu’s- Subkî, Tabakâtü'ş-Şâfîiyyeti'l-Kubrâ, thk. Mahmûd Muhammed Tanahi, Abdülfettah Muhammed el-Hulv, Matbaatu İsa el-Babi el-Halebi, Kahire, 1983, C. I, s. 208 206 Muhittin Özdemir, “Müzenî’den Nevevî’ye Şâfiîye Mezhebi’nin Panoraması”, İ.H.A.D., S. 18, Yıl - Ekim 2011, s. 189. 207 Hayatı hakkında bkz. Subkî, a.g.e., C. IV, s. 43. 208 Bayram, a.g.m., s. 134. 57 medreselerinin de etkisi vardır. Nizâmulmülk bu medreselere zengin gelirli vakıflar tahsîs etmiş ve Şâfiî fıkhî öğretilmeyi şart koşmuştu.209 Şâfiî mezhebini bensimseyen müderrisler ve vâizler bu medreselere atanıyor ve talebeler de bu mezhebe göre yetiştiriliyorlardı. Hattâ ferrâş (temizlikçi) ve bevvâpların (kapıcı) dahi Şâfiî mezhebinden olma şartı aranıyordu.210 Gerçi daha önce de ifade ettiğimiz gibi Hanefî medreselerinde de Hanefî olma şartı aranıyordu.211 Kadı’l-Asker Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf b. el-Hıdır el-Hanefî: Nizâmulmülk’ün mutaassıp bir Şâfiî olduğu, Hanefîlerin fıkıh ile ilgilerinin azalması ve geri kalmaları için onları kadı olarak atadığını, Şâfiîleri ise, medreselere atamak suretiyle, onları fıkıh ile meşgul etmek ve bu sayede de Şâfiî fakîhlerinin çoğalmalarını amaçladığını212 söylemektedir. Demek ki Nizâmulmülk diğer mezheb mensuplarını dışlamamış, fakat aynı zamanda âdil de olmayarak Şâfiîliğe özel ihtimâm göstermiştir. Nizâmulmülk ile birlikte Şâfiîliğin nasıl etkin olmaya başladığını göstermek açısından şu vâkıa önemlidir. Ebû İshâk eş-Şîrâzî (v. 476/1083) Nîşâbûr’a elçi olarak gittiğinde yol boyunca tüm beldelerde kadı, müftü ve imâmların çoğununun kendi talebesi olduğunu söylemeketedir.213 Amîdulmülk Kundurî zamanında Hanefîlere verilmiş olan vazîfeler, Nizâmulmülk ile birlikte Şâfiîlere verilmeye başlanmıştır. Bunun bir sonucu olarak da Şâfiîler güçlenmeye başlamış, Hanefîler ise zayıflamaya başlamışlardır. Bunun bir netîcesi olarak da tekrar Hanefî-Şâfiî mücâdelesi baş göstermeye başlamış, fakat Nizâmulmülk’ün siyâsî dehası ile bu mücâdele pasif bir şekilde devam etmiştir.214 Nizâmiye medreselerinin, Türkler arasında sanıldığı kadar fazla etkisi yoktu. Çünkü Nizâmiye Medreselerinin yanısıra Hanefî/Mâturîdîler de kendi medreselerinde, Hanefî/Mâturîdî kültürü okutmaya devam etmişlerdir.215 Fakat şuda unutulmamalıdır ki Nizâmulmülk her ne kadar mutaassıp bir Şâfiî olsa da Hanefî olanlara hiçbir yerde görev vermediği anlaşılmamalıdır. O, her zaman Sünnî 209 Makdisi, a.g.e.,, s. 430; Makdisi, Din Hukuk Eğitim, s. 236-237. 210 Özaydın, “Nizâmiye Medresesi”, D.İ.A., C. XXXIII, s. 190; İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. IX, s. 66; Ocak, a.g.e., s. 75; Bayram, a.g.m., s. 137; Koca, a.g.m., s. 32. 211 Hanefîlik ve Orta Asya başlığına Bkz. 212 İbnu’l-Adîm, a.g.e., s. 54; Koca, a.g.m., s. 33, 54. 213 Başoğlu a.g.m., s. 133 214 Pırlanta, a.g.m., s. 708-709. 215 Kutlu, "Bilinmeyen Yönleriyle Türk Bilgini: İmâm Mâturidî, s. 26. 58 akideyi savunmuş, Hanefîlerin devlet kademelerinde vazife alabileceğini kendi eserinde belirterek şunları söylemiştir. “Bendeniz divânın Horâsânlı olmayan katip ve mutasarrıflardan temizlenmesini tekrar ediyorum. Bundan sonra bir kişi kâhyalık, ferrâşlık, rikâbdarlık isteyerek bir Türk'ün hizmetine girmek isteyince, ondan hangi vilayetin hangi şehrinden, hangi mezhebten olduğunu soracaklardır. Eğer Hanefî, Şafi'i, Horâsânlı ve Mâverâünnehirli olduğunu söylerse onu kabul edecekler. Fakat Kum, Save, ve Rey' den Şiî'yim derse, git biz yılan besleyen değil, yılan öldüreniz diyeceklerdir.”216 1.2.3. Büyük Selçuklu Döneminde Şâfiî Mezhebinin Konumu Şâfiî mezhebinin en etkili olduğu bölgelerin başında Mısır gelmekteydi. Fakat Şiî- Fâtımî’lerin orayı istilâ etmesinden sonra mezheb Irâk bölgesine kaymaya başlamıştı. III./IX. asrın sonu ile IV/X. asrın başlarında, Irâk’ta, Ebû’Kâsım el-Enmati (v. 288/901) ve talebesi Ebû’l-Abbas ibn Sureyc’in (v. 306/918) faaliyetleri sayesinde Şâfiîlik burada etkili olmaya başlamıştı.217 Daha sonra ibn Sureyc’in talebesi Ebû İshâk el-Mervezî’nin (v. 340/951) öğrencileri bu mezhebi Irâk ve Horâsân’da yaydılar. Irâk Şâfiîlerin’in lideri Ebû Hâmid el- İsferâyinî (v. 406/1016); Horâsân Şâfiîlerin’in lideri ise el-Kaffâl el-Mervezî (v. 417(1026) idi.218 Selçuklularda Şâfiîlik, Nîşâbûr medresesinde ders veren İmâmu’l-Harameyn el- Cüveynî ile Bağdât Nizâmiye medresesinde ders veren Ebû İshâk eş-Şîrâzî ve Gazzâlî (v. 505/1111) tarafından temsil edilmekteydi.219 Büyük Selçuklu döneminde, Şâfiî mezhebinin en etkili olduğu bölgelerin başında Bağdât gelmektedir.220 Şâfiîliğin Bağdât’ta ne kadar etkili olduğu, iki Şâfiî olan Nizâmulmülk ile Tâculmülk arasında yaşanan rekabetten anlaşılmaktadır. Şöyle ki; Nizâmulmülk’ün Bağdât’ta inşâ ettiği “Nizâmiye” medresesine karşılık Tâculmülk de 482/1089 yılında Bağdât’ta Şâfiîler için “Tâciyye” medresesini inşâ ettirmiştir.221 Bu 216 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 225. 217 Aybakan, “Selçuklular Döneminde Fıkhın Gelişimi: Şâfiî Mezhebi Çerçevesinde”, “II. U.S.K.M.S., C. I, Konya, 2013, s. 228. 218 Aybakan, a.g.m., a.y. 219 Aybakan, a.g.m., s. 228, 235-237. 220 Aybakan, “Bağdât Nizâmiye Medresesi İlk Müderrisi Ebû İshâk eş-Şîrâzî (476/1083), İ.M.B.U.S., İstanbul, 2008, s. 703. 221 Kenan Çetin, Selçuklu Medeniyeti Tarihi, Yitik Hazine Yay., İzmir, 2011, s. 241; Makdisi, a.g.e., s. 226-227; İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 281; Kara, a.g.m., s. 387. 59 medresede Ebûbekr Kaffal eş-Şâşî (v. 507/1113) de ders vermişti.222 Demek ki Şâfiîler burada o kadar etkili imişlerki birbirleriyle bile medrese inşâ etmede yarışır hale gelmişler. Bağdât Nizâmiyesinin açılış dersini ibn Sebbağ (v. 477/1084) vermişti. 20 gün sonra ise Ebû İshâk eş-Şîrâzî buraya müderris olarak atanmış ve Bağdât Nizâmiye’sinin ilk müderrisi olmuştu.223 Şîrâzî zamanında Bağdât’ta en etkili kitle Şâfiîler ile Hanbelîlerdi.224 Burada ders veren Ebû Nasr Abdurrahîm b. Ebû’l-Kâsım Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî (v. 514/1120) mutaassıp bir Şâfiî olduğu için, Hanbelîler aleyhinde sözler sarf etmeye başlamıştı. Bunun bir netîcesi olarak da şehirde fitne ve fesad zuhûr etmiş, pek çok kişi hayatını kaybetmişti. Kuşeyrî Horâsân’a çağırılarak Bağdât’tan uzaklaştırılmıştı.225 Bağdât’ta sadece Şâfiî medreseleri yoktu. Aynı zamanda Şâfiîlere mahsûs mescitler de vardı. Bunlardan birisi Abdullah b. Mübârek mescitidir. Burada Ebû Hâmid el- İsferâyînî ders vermişti.226 İbnu’l-Benna mesciti, Ebû İshâk eş-Şîrâzî mesciti, Ebû Bekr eş- Şâmî mesciti, Ebû Bekir eş-Şâşî mesciti de Bağdât’ta bulunmaktaydı. Mezkûr mescitlerde Şâfiî fıkhı öğretiliyordu.227 Bağdât Şâfiî fukahâsından şunları sayabiliriz: Ebû İshâk eş-Şîrâzî (v. 476/1083),228 Hatîb el-Bağdâdî (v. 463/1071),229 Ebû Nasr b. Sebbâğ (v. 477/1084),230 Ebû Sa’d el- Mütevellî (v. 478/1085),231 Ebû Yûsuf el-İsferâyînî (v. 488/1095),232 Ebû Bekir Şâmî el- Hamevî (v. 488/1095),233 Ebû’l-Hasen Abderî (v. 493/1100),234 İlkiyâ el-Herrâsî (v. 504/1110),235 Ebü’l-Kâsım Mansûr el-Kerhî (v. 447/1055),236 Ebû Tayyib Tâhir et-Taberî 222 Menekşe, a.g.tz., s. 83. 223 Aybakan, a.g.m., s. 704. 224 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 181-183; Aybakan, a.g.m., s. 705. 225 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 181-183; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 191; Karadaş, “Selçuklular’ın Din Politikası”, İslâm, Sanat, Tarih, Edebiyât ve Mûsikîsi Dergisi, Y. 1, S. 2, Yıl 2003, s. 101; Kara, a.g.m., s. 388; Bağlıoğlu, a.g.m., s. 217. 226 Makdisi, a.g.e., s. 224. 227 Makdisi, a.g.e., s. 225-226. 228 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 349-351; Ziriklî, a.g.e., C. I, s. 44; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 215 vd. 229 Havva Kurt Selçuk, “İbn-i Hallikân’ın Vefayatü’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklu Devlet ve İlim Adamları, E.Ü.S.B.E.D., S. 8, Yıl 1999, s. 111-112. 230 Ebü's-Sıdk Takıyyüddîn Ebû Bekr b. Ahmed İbn Kadi Şühbe, Tabakâtu’ş-Şâfîiyye, I-IV, tsh. Hafız Abdulhâlim Han, Âlemu’l-Kutub, Beyrut, 1987, C. I, s. 252; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 355. 231 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 358; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 98; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 166; Subkî, a.g.e., C. V, s. 106. 232 İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 276. 233 İbn Kadi Şühbe, C. I, s. 272. 234 Subkî, a.g.e., C. V, s. 257-258; İbn Kadi Şühbe, a.g.e., C. I, s. 270. 235 Subkî, a.g.e., C. VII, s.231-234 vd; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 220; Ziriklî, a.g.e., C. V, s. 149. 60 (v. 450/1058),237 Ebû’l-Feth b. Berhân (v. 520/1126),238 Ebû’l-Feth Şehristânî (v. 550/1155),239 ibn Ebî’l Bekâ Muhammed b. Mübârek (v. 552/1157)240 gibi. İsfahân’da, ilk başlarda Şâfiîlik pek etkili değildir. Şâfiîliğin III./IX. asırda Mısır’dan İsfahân’a doğru yayıldığını görüyoruz. Bu dönemde gâlip mezheb Hanefîlik ile Hanbelîlikti. Ancak X. asırda Şâfiîlik neredeyse cumhurun mezhebi haline gelmiştir.241 Selçuklular devrinde ise Şâfiîliğin İsfahân’da etkili olmasının en önemli sebebi vezîr Nizâmulmülk’ün Şâfiîleri desteklemesidir. Şâfiîlerin İsfahân’daki en önemli güç merkezi Derdeşt mahallesiydi. Hattâ bu mahallede Şâfiî İsfahân Nizâmiyesi de kurulmuştu.242 Nasıl ki Nîşâbûr’daki Hanefî mezhebine mensup Saidîler ailesi, İsfahân’a getirildilerse; Nizâmulmülk de Hucend şehrindeki Şâfiîleri İsfahân’a göç ettirmişti. Nizâmulmülk, bu âilenin lideri olan Ebûbekir Muhammed b. Sâbit el-Hucendî’nin Merv’deki vaazlarını çok beğenmiş, daha sonra İsfahân’a getirtip İsfahân Nizamamiye’sinin yöneticisi ve ilk müderrisi yapmıştı.243 Bundan sonra da bu şahsın âilesi olan Hucend âilesi İsfahân’da Şâfiîlerin liderliğini üstlenmiştir.244 Nizâmulmülk’ün böyle bir göç yaptırmasındaki neden, belki de o dönemde İsfahân’da yeteri kadar Şâfiî ulemânın bulunmamasıdır. Zira Nizamumülk İsfahân Nizâmiyesini kurduğu zaman Şâfiî hoca bulmakta zorlanmıştı.245 İsfahân Şâfiî fukahâsından şunları sayabiliriz: Muhammed b. Abdüllatîf Ebû Bekr el-Hocendî (v. 552/1157),246 Ebû Abdullah b. Fetâ (v. 493/1110),247 Ebû’l-Muzaffer el- Ebyurdî (v. 507/1113),248 Ebû’l-Kâsım Mahmûd b. Muhammed b. Abdulvâhid (v. 571/1175),249 Ebû Tâlîb Mahmud el-İsfahânî (v. 585/1189)250 gibi. 236 Ebû Bekr Hatîb Ahmed b. Ali b. Sabit Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd ev Medîneti’s-Selâm, Mektebetü’l-Hanci, Kahire, 1931/1349, C. XIII, s. 87; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 18+ 237 Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahyâ b. Şeref b. Muri Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâ ve’l-Lugât, Mısır, “ts.” C. II, s. 247; Subkî, a.g.e., C. V, s. 12. 238 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 30 vd; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 61-62; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 22. 239 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 128; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 149; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 187. 240 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 176; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 170; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, 164-165. 241 Yüksel, a.g.tz., s. 151-152. 242 Yüksel, a.g.tz., s. 152. 243 İbrahim Kafesoğlu, Sultân Melikşâh Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1953, s. 180; Özaydın, a. g. md., s. 190; Koca, a.g.m., s. 38 dipnot. 244 Kafesoğlu, a.g.e., a.y. 245 Yüksel, a.g.tz., s. 133. 246 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 133; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 163; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 217. 247 Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 239; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 399. 248 Kehhâle, a.g.e., C. VIII, s. 314; Subkî, a.g.e., C. VI, s. 81; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 18. 249 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 292; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 197. 61 Büyük Selçuklu devletine başkentlik etmiş olan Nîşâbûr’da ise dönemin ilk devirlerinde Hanefîlik baskındı.251 Şâfiîlik ancak IV./X. asrın başlarında yayılmaya başladı. Şâfiî mezhebinin varlığını o bölgede Hanefîlerle yapılan çekişmelerden de anlıyoruz.252 Nizâmulmülk, İmâm el-Cüveynî için Nîşâbûr Nizâmiye medresesini inşâ ettirmişti.253 Cüveynî burada 22 yıl müderrislik yapmıştır.254 Ve bunun sayesinde de Şâfiîlik burada hızla yayılmaya başlamıştır. Ayrıca şehrin kadısı olan Hibetullah b. Muhammed (v. 440/1048) de Şâfiî mezhebindendi. Kadı Hibetullah b. Muhammed’in vefatından sonra Tuğrul Bey, Nîşâbûr’a Şâfiî mezhebinin büyüklerinden olan Ebû Sehl Muhammed b. el-Muvaffak’ı (v. 456/1064) başkan olarak getirdi. Bir diğer önemli fakîh olan Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî (v. 458/1065) burada Şâfiîliğin yayılmasında etkili olmuştu.255 Nîşâbûr’da sadece Nizâmiye medreseleri değil müstakil medreseler de vardı. Meselâ “Sandaliyye” medresesi bunlardan birisidir. Bu medresede Şafiî mezhebine göre eğitim veriliyordu.256 Şâfiî fakîhlerden Ebû Osman es-Sâbûnî’nin (v. 449/1057)257 de Ramcâr mahallesinde bir medresesi vardı.258 Ayrıca Ebû Abdullah Muhammed el- Fürâvî’nin (v. 530/1136)259 ders verdiği ve Şâfiîlere ait olan Nâsıhiyye/Nâsıriyye medresesi de buradaydı.260 Nîşâbûr Şâfiî fukahâsından şunları sayabiliriz: Ebû’l-Kâsım el-Kuşeyrî (v. 465/1072),261 İmâmu’l-Haramaeyn el-Cüveynî (v. 478/1085),262 İmâm el-Gazzâlî (v. 505/1111),263 Ebû Osman es-Sâbûnî (v. 449/1057),264 Ebü’l-Hasen Ali b. Yûsuf el- Cüveynî (v. 462/1070),265 gibi. 250 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 284; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 182; Subkî, a.g.e., C. VII, s. 286. 251 Öztürk, a.g.e., s. 197. 252 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 116-117. 253 Piyadeoğlu, a.g.m., s. 103; Koca, a.g.m., a.y. 254 el-Ammâdî, a.g.m. s. 65. 255 Kara, a.g.e., s. 67-68. 256 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 201. 257 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 271; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 282; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 275-276; Ziriklî, a.g.e., C. I, s. 317. 258 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 200. 259 Nurullah Kisâî, Medârisu Nizâmiye ve Tesîrât-i İlmî ve İctimâ’yî ân, 3. b., Müessese-i İntişarat-ı Emir Kebir, Tahran, 1374, s. 105; Subkî, a.g.e., C. VI, s. 166-170; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 127. 260 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 201; Diğer medreseler için bkz. a. mlf. a.g.e., s. 201 vd. 261 Subkî, a.g.e., C. V, s. 153; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 6. 262 Subkî, a.g.e., C. V, s. 168 vd. 263 Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 266; İbn Kâdî Şühbe, a.g.e., C. I, s. 293; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 10-13. 62 Rey şehrine gelecek olursak, Büyük Selçuklu döneminden evvel bu şehirde Büveyhîler hüküm sürdüklerinden dolayı ciddî oranda Şîiler yaşamaktaydı. Fakat şehir Selçuklu hânedânına geçtikten ve başşehir ilan edildikten sonra Sünnî nufüs, Şiîlere nispeten tabiî olarak daha fazla olmuştur. Zira Selçuklu hânedânı hem Sünnî hem de Hanefî mezhebine mensuptu. Rey şehrinde daha önce Hanefî mezhebinin konumunu anlatırken, orada mescitlerin mezheplere göre tefrîk edildiğini “Mescid-i Tuğrul” mescitinin Hanefîlere mahsûs bir mescit olduğunu belirtmiştik.266 Aynı durum Şâfiîler için de söz konusudur. Bu şehirde “Mescid-i Rude” adında bir mescit vardı. Cemaatini de Şâfiîler oluşturuyorlardı.267 Ayrıca şehirde “Şâfiîyye” mahallesininde olması buradaki Şâfiîlerin ağırlığını göstermektedir.268 Rey Şâfiî fukahâsından şunları sayabiliriz: Süleym er-Râzî (v. 447/1055),269 Mansûr el-Mervabâdî270 gibi. Merv’de, Şafiî mezhebinin var olduğunu Sultân Melikşâh devrinde inşâ edilen Nizâmiye medresesinden anlıyoruz. Özellikle Sultân Sencer zamanında büyük gelişim gösteren bu medresenin, büyük bir kütüphanesi de vardır.271 Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Nizâmiye medreselerinde ders verebilmek için Şâfiî mezhebinden olma şartı aranıyordu.272 Hattâ bu yüzden mezheb değiştirenler de vardı.273 İşte mezheb değiştirenlerden birisi de aslen Merv’li olan Ebû’l-Muzaffer es- Sem’ânî’dir (v. 489/1096). es-Sem’ânî mensubu bulunduğu Hanefî mezhebini bırakarak Şâfiî mezhebine geçtikten sonra Merv Şâfiî Nizâmiye medresesinde dersler vermeye başlayabilmişti.274 Çünkü vezîr Nizâmulmülk Şâfiî mezhebine mensuptu ve yaptırdığı medreseleri Şâfiî ilim adamları adına yaptırmaktaydı.275 264 Subkî, a.g.e., C. UV, s. 271; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 282; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 275-276; Ziriklî, a.g.e., C. I, s. 317. 265 Subkî, a.g.e., C. V, s. 298-299; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 261-262; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 266. 266 Kara, a.g.e., s. 170. 267 Turan, a.g.tz., s. 106. 268 Turan, a.g.tz., s. 107. 269 Nuri Toplaoğlu, Selçuklu Devri Muhaddisleri, D.İ.B.Y., Ankara, 1988, s. 74; Turan, a.g.tz., s. 159. 270 Turan, a.g.tz., s. 126. 271 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 175-176 272 Yüksel, a.g.tz., s. 155. 273 Ocak, a.g.e., s. 111. 274 İbn Kadi Şühbe, a.g.e., C. I, s. 273; Subkî, a.g.e., C. V, s. 33; Özaydın, a.g.md., s.190. 275 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 177. 63 Mezheb kavgalarından dolayı Merv şehrinde, Hanefîler ile Şâfiîler arasında çıkan tartışmaların ileri boyutlara gitmemesi için devlet, şehrin ortasına bir sûr yaptırarak Merv şehrini ikiye ayırmıştı.276 Burada sadece Hanefîler ile Şâfiîler arasında kavgalar yaşanmıyor; Hanbelîler ile Şâfiîler arasında da kavgalar yaşanıyordu. Hattâ Şâfiîlerin ayrı Hanbelîlerin de ayrı mahalleleri vardı.277 Merv Şâfiî fukahâsından şunları sayabiliriz: el-Fûrânî (v. 461/1059),278 Ebû Ali Hüseyin el-Merverrûzî (v. 462/1069),279 Ebû’l-Muzaffer es-Sem’ânî (v. 489/1096),280 Ebû’l-Ferec Abdurrahman ez-Zâz (v. 494/1101),281 Ebû Abdullah Muhammed ez-Zâgûlî (v. 559/1164)282 gibi. Herat’ta ise Şâfiîliğin etkili olduğunu orada kurulan Nizâmiye’den anlıyoruz. Daha sonra Nîşâbûr’da Şâfiîlerin liderliğini üstlenecek olan Ebû Sa‘d Muhyiddîn Muhammed b. Yahya b. Mansûr en-Nîşâbûrî (v. 548/1153)283 de Herat Nizâmiye medresesinde ders vermiştir. Sultân Sencer onun ilmine hayran kalmış ve onu Nîşâbûr’daki Nizâmiye’ye tayin etmiştir.284 Nizâmulmülk de Ebû Bekr Muhammed b. Ali b. Hâmid es-Şâsî’yi (v. 485/1092)285 mezkûr medresede ders vermesi için görevlendirmişti. Kezâ Muhammed b. Ali b. Hâmid’de (v. 595/1101) Herat Nizâmiye müderrislerindendi.286 Herat Şâfiî fukahâsından şunları sayabiliriz: Ebû’l-Âsım el-Abbâdî (v. 458/1066),287 Fahru’l-İslâm Muhammed b. Ahmed eş-Şâşî (v. 485/1092),288 İsmâil el- Bûşencî (v. 537/1142),289 Ebû’l-Kâsım Cüneyd Müteahhir el-Kâyinî (v. 547/1152)290 gibi. 276 Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, Beyrut, 1957, C. V, s. 114. 277 Koca, a.g.m, s. 44. 278 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 309; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 102. 279 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 310; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 278, Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 45 280 Subkî, a.g.e., C. V, s. 335; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 20. 281 Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 121; Subkî, a.g.e., C. V, s. 101; Nevevî, a.g.e., C. II, s. 263; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 400-401; İbn Kadi Şühbe, a.g.e., C. I, s. 266. 282 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 99; İbnu’l-İmâd, C. IV, s. 187-188; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 254. 283 Hayatı hakkında bkz. Subkî, a.g.e., C. VII, s. 25-26; Nevevî, a.g.e., C. I, s. 95; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 151; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 111-112; Kisâî, a.g.e., s. 99-100. 284 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 187 285 İbn Şühbe, a.g.e., C. I, s. 254-255; Subkî, C. IV, s. 190. 286 Koca, a.g.m., s. 38 dipnot. 287 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 306; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 10; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 206. 288 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 16-17; İbn Kâdî Şühbe, a.g.e., C. I, s. 270; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 375; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 314. 289 Subkî, a.g.e., C. II, s. 48; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 278-279; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 112-113; Nevevî, a.g.e., C. I, s. 121. 290 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 54. 64 Belh şehrinde de Şâfiîlik etkiliydi. Burada kurulan Nizâmiye medresesine Nizâmulmülk tarafından, kadı’l-kudâtlık görevinde de bulunmş olan Hasan b. Ali b. Muhammed el-Vahşî (v. 571/1079) atanmış ve burada hadîs dersleri vermiştir.291 Yine Belh Nizâmiye medresesinde, Şâfiî olmayan âlimlerin ders vermeleri yasak olduğundan dolayı başka şehirlerden âlimler getirilmiştir. Meselâ Ebû’l-Kâsım Abdullah b. Tâhir b. Muhammed b. Sehfûr et-Temîmî (v. 488/1095) aslen İsferâyînî’li olup daha sonra Belh’e yerleşmiştir.292 Ebû Sa‘d Âdem b. Ahmed b. Esed el-Herevî (v. 536/1142) de aslen Herat’lı olup daha sonra Belh’e yerleşmiştir. Ebû’l- Feth Nasrullah b. Mansûr b. Sehl ed-Dovînî (v. 546/1152) de Bağdât’ta İmâm Gazzâli’den ders görüp daha sonra Belh’e yerleşmiştir.293 Bütün bu âlimlerin ortak özelliği aslen Belh’li olmamasıdır. Zira daha önce Belh Nizâmiye medresesi kurulurken şehirde Hanefîlik hâkimdi. Belh Şâfiî fukahâsından şunları sayabiliriz: Ebû Şuca’ Ömer b. Muhammed el- Bistâmî (v. 562/1167),294 Ebû’l-Kâsım Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Belhî (v. 502/1108-09),295 Ebû’l-Kâsım Abdullah b. Tâhir b. Muhammed b. Sehfûr et-Temîmî (v. 488/1095)296 gibi. Şâfiîlik Dımaşk’ta da etkiliydi. Şâfiî fakîhlerinden Kemaleddîn eş-Şehrezûrî (v. 572/1176) burada kadı’l-kudâtlık yapmaktaydı.297 Şehrezûrî’nin oğlu olan Muhyiddîn Muhammed (v. 586/1190) de 579/1183-84 Halep’te, 588/1192’de Dımaşk’ta kadılık görevinde bulunmuştu.298 Halep’te ayrıca Şâfiî Tâceddîn Abdulğaffar b. Lokman’da kadılık yapmıştı.299 Şâfiîlerden olan Ebû’l-Feth el-Makdisî (v. 490/1097) de Dımaşk’a ilim için uğramış ve orada vefat etmiştir.300 Kezâ Şâfiî âlimlerinden Ebû’l-Ferec Muhammed b. Abdulvâhid de buraya yerleşmişti.301 Büyük Şâfiî âlimi Cemâlu’l-İslâm Ali es-Sühreverdî ed-Dımeşkî (v. 533/1139) de burada yetişmiştir.302 Meliku’n-Nuhât Ebû’n-Nezzâr Hasen 291 Bernd Radtke, a.g.m., s. 365. 292 Kisâî, a.g.e., s. 235; Koca, a.g.m., a.y. 293 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 195 vd. 294 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 248; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 313; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 206. 295 Kisâî, a.g.e., s. 235. 296 Kisâî, a.g.e., a.y. 297 Kök, a.g.e., s. 110. 298 Kök, a.g.e., s. 112. 299 Kök, a.g.e., s. 111. 300 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 395-396; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 87; Ziriklî, a.g.e., C. VIII, s. 336. 301 Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 266; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 254; Hatîb el-Bağdâdî, a.g.e., C. II, s. 362; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 183. 302 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 235; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 241; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 102. 65 el-Bağdâdî (v. 569/1173),303 ibn Asâkir (v. 571/1175),304 Kadı’l-Kudât ibn Ebî Asrûn (v. 585/1189),305 Fahruddîn Ebû Şüca’ el-Faradî (v. 590/1194)306 gibi Şâfiî otoriteler Dımaşk’ta ilmi faaliyette bulunmaları Şâfiîliğin buradaki etkisini göstermektedir. Tuster ve Asker-i Mükerrem beldelerinde de Şâfiî mezhebinin etkili olduğu oradaki kadıdan anlaşılmaktadır. Zira oranın kadısı olan Ebû Bekr ibnu’s-Salihaddîn (v. 544/1149) Şâfiî mezhebindendi. Ayrıca kendisi, İsfahân Nizâmiye medresesinde de bulunmuştu.307 Musul’a yakın olan Selâmiye beldesinde Şâfiîlerin var olduğu, oradaki “Kâdiu’s- Selâmiye” lakaplı Ebû İshâk İbrâhîm b. Nasr’ın kadı olmasından anlıyoruz. Demek ki Şâfiîler burada varmış ki, Şâfiî mezhebine müntesip birisi buraya kadı atanmıştır. Ebû İshâk Bağdât Nizâmiye medresesinde ilim tahsil ettikten sonra Musul’dan Selâmiye’ye gidip kadı olmuştu.308 Ayrıca Şâfiî Hüseyin ibn Hamîs el-Ka’bî (v. 552/1157) de Musul’da birçok talebe yetiştirmişti.309 Amul’de de bir Nizâmiye vardır. Oradaki müderris ise “ikinci Şâfiî” lakaplı fahru’l- İslâm Abdülvâhid b. İsmail er-Rûyanî (v. 502/1108) idi.310 Ayrıca Şâfiî mezhebinden olan Ebû Nasr er-Rûyanî (v. 505/1111) de uzun yıllar Amul’de kadılık yapmıştı.311 Tus’ta da Şâfiîlik etkiliydi. Tus Nizâmiyesin’de Şâfiîlerin büyük âlimlerinden Ebû’l-Muzaffer el- İsferâyînî (v. 471/1007) ders vermişti.312 Dandakan şehrine gelecek olursak burada Şâfiîlik, Hanefîliğe nispeten daha etkiliydi diyebiliriz. Basra’da ise Şâfiîlerin önemli temsilcilerinden olan Ebü'l-Abbas el-Cürcanî (v. 482/1089) kadılık yapmıştı.313 Ayrıca Basra’daki “Mesdresetu’l-Nâciyye”de muhtemelen Şâfiî mezhebine göre tedrîsat yapılıyordu. Zira orada ders veren Şebîb b. Osman er-Rahbî 303 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 63; Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 230-231; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 227-228. 304 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 215; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 239-240; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 69-70; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 273. 305 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 132; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 143-144; İbn’ul-İmad, C. IV, s. 283-284; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 124. 306 Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 15; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 304; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 279. 307 Selçuk, a.g.m., s. 112. 308 Selçuk, a.g.m., s. 114. 309 Hayatı hakkında bkz. Subkî, a.g.e., C. VII, s. 81; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 66. 310 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 4; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 206; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 324; Koca, a.g.m., a.y. 311 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 102; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 298. 312 Nesrullah Kaplan, Ebû’l-Muzaffer el-İsferâyînî Ve Et-Tabsîr Fi’d-Dîn Adlı Eserinde İslâm Mezheblerini Tasnif Sistemi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Van, 2013, s. 10, 14; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 395, C. V, s. 11; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 310, C. V, s. 38. 313 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 74-75; İbn Kâdî Şühbe, a.g.e., C. I, s. 260; Ziriklî, a.g.e., C. I, s. 207. 66 (v. 486/1093) Şâfiî mezhebindendi.314 Kezâ Basra’da 40 yıl kadar Şâfiî fıkhını öğreten Ebû Şücâ el-İsfahanî (v. 500/1107) de burada ikâmet etmekteydi.315 1.3. HANBELÎ MEZHEBİ Hanbelî mezhebi, İmâm Ahmed b. Hanbel’in (v. 241/855) görüşleri etrafında teşekkül eden bir mezheptir.316 Özellikle Irâk’ta etkili olan bu mezheb Selçuklular ile birlikte İsfâhan ve Nîşâbûr’da taraftarlar bulmuştur. 1.3.1. Büyük Selçuklu Döneminde Hanbelî Mezhebinin Etkisi ve Özellikleri Hanbelî mezhebi Selçuklular dönemine kadar fıkıh mezhebinden ziyâde, hadis mektebi olarak kabul edilmekteydi. Hanbelî mezhebi, Kadı Ebû Ya’lâ’nın (v. 458/1066) başını çektiği Bağdât Hanbelî geleneğinin317 kurulmasıyla birlikte fıkıh mezhebi olma hüviyetine hâiz olmuştur. Bu dönemde Hanbelîlik bir yandan fıkhî olarak Şiîlerle mücâdele ederken diğer bir yandanda kendisini siyâsî mücâdele içerisinde bulmuş318 ve Şiî Büveyhi-Fâtımî tehlikesine karşı Sünnî doktrini savunmuştur.319 Hanbelîler sadece Şiî-Büveyhîlere karşı değil aynı zamanda Mu’tezile’ye karşı da Şerîf Ebû Cafer Abdulhâlık b. İsâ (v. 465/1072) liderliğinde ehl-i Sünnet’i savunmuştur.320 Hanbelî mezhebindeki müttekaddimîn ve mütavassatîn ayrımı da Selçuklular daha kurulmdan oluşmuştur. Hasan b. Hâmid’den (v. 403/1012) önceki Hanbelî fukahâya mütekaddimûn; sonraki fukahâya ise müteahhirûn denilmişti.321 İbn Ebi Ya’lâ (v. 526/1131) “Tabakatu’l Hanâbile” adlı eserinde Ahmed b. Hanbel’in vefatından 513/1119 yılına kadar 706 Hanbelî âliminden bahsetmektedir. İbn Receb el-Hanbelî (v. 634/1236) ise mezkûr tabakâtın zeyli olan “ez-Zeyl alâ Tabakâti’l- 314 Menekşe, a.g.tz., s. 61-62. 315 Muhsin Koçak, “ Ebû Şücâ’ el-İsfahanî”, D.İ.A., C. X, Yıl 1994, s. 235. 316 Hayatı hakkınnda geniş bilgi için bkz. M. Yaşar Kandemir, Ahmed b. Hanbel, D.İ.A., C. II, Yıl 1989, s. 75-80; Karaman, Ahmed b. Hanbel” D.İ.A.,C. II, Yıl 1989, s. 80-82. 317 İbrâhîm Aslan, “el-Usûl’ul Hamse’nin Hanbelî Yorumu: el-Kâdî Ebû Ya’lâ el-Ferrâ Örneği”, A.Ü.İ.F.D., C. LIII, S. 1, Yıl 2012, s. 56-57. 318 Menekşe, a.g.m., s. 121. 319 Koca, a.g.md., s. 527. 320 Aybakan, a.g.m., s. 705-706. 321 Eyüp Said Kaya, “Mütekaddimîn ve Müteahhirîn”, D.İ.A., C. XXXII, Yıl 2006, s. 189; Müteahharûn ayrımı ise daha sonraları olmuştur. Bkz. a.mlf., a. g. md., a.y. 67 Hanâbile” adlı eserinde V./XI. asrın ortalarından VIII./XIV. asrın ortalarına kadar yaklaşık 532 Hanbelî âlimi zikretmektedir.322 Bu âlimlerin çoğu, Selçuklu’nun egemenliği altında olan Bağdât, Kûfe, Nîşâbûr, Horâsân, Hamedân, İsfahân, Samerrâ, Semerkand, Şîrâz, Taberistan, Musul, Erbil, Âmid, Harran, Haleb ve Şâm gibi bölgelerde yetişmişlerdir. Demek ki Hanbelîliğin sadece Irak’ta değil İslâm coğrafyasının hemen hemen her yerinde müntesipleri vardı. Fakat en ağırlıklı olduğu bölge hiç şüphesiz ki Bağdât ve çevresiydi. 1.3.2. Büyük Selçuklu Döneminde Hanbelî Mezhebinin Konumu Hanbelîler, Büyük Selçuklu devleti zuhûr edinceye kadar özellikle Bağdât’ta323 Abbâsî halîfesinin de desteğini alarak en büyük kitleyi temsil etmekteydiler.324 Hattâ 421/1030 yılında İbnu’l-Hâcib en-Nu’man vezîr olunca, hilâfet dîvânında yaptığı bir konuşmasında, “Hilâfet makamı bir çadır gibidir ve Hanbelîler de o çadırın ipleridir; şayet o çadırın ipleri koparsa, mutlaka çadır da çökecektir”325 diyecek kadar Bağdât’ta Hanbelîler güçlü bir konumdaydı. Fakat Selçuklular döneminde ibni Hübeyre’nin görev süresi (545-560/1150-1165) hariç tutulursa, Hanbelîler, Hanefî ve Şâfiîler kadar resmi himâyeye mazhar olamamışlardır.326 Bağdât’ta Hanbelîliğin öğretildiği ve sadece bu mezhebe mahsûs birçok mescit vardı. Bu mescitler arasından şunları sayabiliriz: İbni Bakkâl’ın mesciti, Kadı Ebû Ya’lâ’nın mesciti, İbni Zibibyâ’nın mesciti, Sikketu’l-Hirâkî’nin mesciti, Ebû Ca’fer’in mesciti, Derbu’d-Dîvân mesciti, İbnu’l-Kavvâs mesciti, İbn Akîl ve İbn Ebî Ya’lâ’nin mescitlerinde Hanbelî fıkhı öğretiliyordu.327 Ayrıca Ebû Sa’d el-Muharrimî’nin (v. 513/1119) medresesi ile İbnu’l-Ebrâdî’nin medreselerinde de Hanbelî fıkhı öğretiliyordu.328 Bağdât’taki “bâbu’l-Basra” mahallesi Hanbelîler’in mahallesiydi ve bu mahallede bulunan Mansûr Câmii Hanbelîlerin kalesi konumundaydı.329 322 Koca, a.g.m., s. 38. 323 Koca, a.g.m., s. 38-39. 324 Genç, a. g. m., s. 324; Aybakan, “Selçuklular Döneminde Fıkhın Gelişimi: Şâfiî Mezhebi Çerçevesinde”, s. 233. 325 Ebü'l-Hüseyin İbnü'l-Ferra Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin Ebû Ya’lâ, Tabakâtu’l-Hanâbile, nşr. Muhammed Hamid el-Fıki, Matbaatü’s-Sünneti’l-Muhammediyye, Kahire, 1372/1952, C. II, s. 189-190. 326 Koca, a.g.m., s. 39. 327 Makdisi, a.g.e., s. 227-228. 328 Makdisi, a.g.e., s. 228-229. 329 Makdisi, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 50, 51. 68 Bağdât’ta Hanbelîler ile Eş’arîler/Şâfiîler arasında kavgalarda yaşanmaktaydı.330 İlginç olan ise bu iki muhâlif mezhebin bazı olaylarda ittifak etmeleridir. Meselâ Bağdât Hanbelî liderlerinden Şerîf Ebû Cafer ile Şâfiî liderlerinden Şîrâzî, meyhanelerin kapatılması, nebîzin yasaklanması gibi asayişi bozan faaliyetlerin engellenmesi talebiyle dönemin yönetimine başvurarak isteklerinin yerine getirilmesini istemişlerdir.331 Bağdât Hanbelî fukahâsından şunları sayabiliriz: Ebû’l-Muzaffer ibn Hübeyre (v. 556/1161),332 Ebül-Ferec İbni Cevzî (v. 597/1201),333 Ebû Ya’lâ el-Ferrâ (v. 458/1066),334 Ebûl-Vefâ ibn Akîl (v. 513/1119),335 Kâdı Ebû’l-Huseyn İbnu’l-Ferrâ (v. 526/1132),336 Seyyid Abdülkâdir el-Geylânî (v. 561/1166)337 gibi. İsfahân’a gelecek olursak, Hanbelî mezhebi daha Selçuklu kurulmadan önce bile burada etkili bir konumdaydı. Özellikle hicrî ilk dört asırda Hanbelîllik yegâne mezhepti diyebiliriz.338 İsfahân’ın âlimleri ve hadîs şeyhleri ile ünlü ibn Mende ailesinin ileri gelenlerinin birçoğu Hanbelî mezhebine mensuptu.339 Ayrıca İmâm Ahmed b. Hanbel’in oğlu Salih b. Ahmed’in (v. 266/880) burada bir süre kadılık yapması mezhebin burada ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.340 Alp Arslan zamanında yaşamış olan Abdurrahman b. Mende (v. 470/1078) Hanbelî mezhebin en büyük savunucularından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Hattâ İsfahân’da, ibn Mende’ye karşı olan bazı gruplar, ibn Mende’nin yanlış bazı fikirlere sahip olduğunu iddia etmelerine rağmen İsfahân ulemâsı ibn Mende’nin bu görüşlerden berî olduğunu iddia ederek ibn Mende’nin yanında durmuşlardır.341 İsfahân şehrin en büyük mesciti olan Cuma Câmii Hanbelîlerin ellerindeydi. Fakat ileriki yıllarda Hanbelîler Cuma Câmii üzerinde var olan güçlerini yavaş yavaş 330 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 181-183. 331 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 138-139; Aybakan, “Bağdât Nizâmiye Medresesi İlk Müderrisi Ebû İshâk eş-Şîrâzî (476/1083)”, s. 707; Genç, a.g.m., s. 325-326. 332 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 251; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 228-229; İbnu’l-İmad, a.g.e., C. IV, s. 191. 333 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 399-433; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 157; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 329-331. 334 Hatîb Bağdâdî, a.g.e., C. II, s. 256; İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 193; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 254; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 306. 335 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 142-143, 155;İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 35-40. 336 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 79; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 23; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 176-177. 337 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 290; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 198-202; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 47; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 307-308. 338 Özgüdenli, “İsfahân”, D.İ.A., C. XXII, Yıl 2000, s. 498. 339 Koca, a.g.md., s. 527. 340 Koca, “Salih b. Ahmed b. Hanbel, D.İ.A. C. XXXVI, Yıl 2009, s. 36. 341 Ocak, a.g.e., s. 97. 69 kaybetmeye başlamışlardır.342 IV./X. asrın sonlarına doğru Hucendî ailesinin desteği ile İsfahân’da Şâfiîlik ön plana çıkarken, XI. asrın ortalarına doğru ise Saîdî ailesi ile birlikte Hanefîlik etkisini göstermeye başlamıştır.343 Herat’ta ise, Hâce Abdullah el-Ensârî’nin (v. 481/1089) bu mezhepte olması hasebiyle Hanbelîlik güçlü bir konumdaydı. Fakat daha sonraları İmâmu’l-Harameyn el- Cüveynî ile yaşadıkları fikir ayrılığı yüzünden şehirde fitnenin baş göstermesine sebep olmuştu.344 Hattâ bu yüzden Herevî, İsmâîl es-Sâbûnî (v. 449/1057) ve Abdülkerîm Kuşeyrî gibi âlimler ile Eş’ârî oldukları için ilişkisini kesmişti.345 Demek ki Herat’ta mezhepler arası bir güç mücâdelesi vardı. Kundurî zamanında, Eş’arî/Şâfiî mezhebinin baskı altında tutulması Hanbelî mezhebini biraz rahatlattı diyebiliriz. Fakat Kundurî vefat ettikten sonra yerine gelen Nizâmulmülk, Eş’arî âlimlerine kurulan bu baskıyı kaldırtmıştı. Bundan sonra Hanbelîlik Herat’ta git gide zayıflmaya başlamıştı. Abdullah el-Ensarî’de birçok defa Herat’tan sürülmüştü.346 Şâm ve çevresinde Hanbelî mezhebinin yayılmasında Ebû’l-Ferec Abdulvâhid eş- Şîrâzî el-Makdisî (v. 486/1093)347 etkili olmuştur. Keza Hanbelî mezhebi burada Şerefu’l- İslâm Abdülvehhâb b. Hanbelî (v. 537/1142)348 tarafından da temsil edilmekteydi. Harran’da ise, Ali b. Ömer el-Harrânî (v. 559/1164)349 ve bu şehirde kadılık yapan Abdulvehhâb el-Harrânî’nin (v. 476/1083) faaliyetleri sayesinde Hanbelîlik etkili bir konuma gelmiştir.350 Ayrıca Vâlî Nûreddîn Muhammed Harran’da, Hâmid b. el-Hacer (v. 571/1175) için bir medrese yaptırmış, Hâmid’de bu medresede dersler vermiştir.351 342 Yüksel, a.g. t., s. 151 343 Özgüdenli, a.g.md. a.y. 344 Pırlanta, a.g.m., s. 708; Zerrinkûb, a.g.e., s. 68. 345 Tahsin Yazıcı-Süleyman Uludağ, “Hâce Abdullah Herevî”, D.İ.A., C. XVII, Yıl 1998, s. 222. 346 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 103; Tahsin Yazıcı-Süleyman Uludağ, a. g. md., s. 223-224. 347 Hayatı hakkına bkz. İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 68-69; İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 249; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 378; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 212. 348 Hayatı hakkında bkz. İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 198-201; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 113-114; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 224. 349 Kenan Çetin, a.g.e., s. 278. 350 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 245; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 42-44; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 352. 351 Hayatı hakkında bkz. İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 332; Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 181. 70 Nîşâbûr’da ise Hanbelîlik Ebû Ca’fer b. Ebî Mûsa (v. 470/1078) sayesinde varlığını sürdürmekteydi.352 Basra’da ise Hanbelîlik vezîr ibni Hübeyre’nin (v. 556/1161) Hanbelîler için yaptırdığı medrese sayesinde varlığını devam ettirmişti. Bu medresede (Zeytûniyye) Ali bin Muhammed ez-Zeytûnî (v. 508/1114) birçok talebe yetiştirmişti.353 1.4. MÂLİKÎ MEZHEBİ Mâlikî mezhebi, İmâm Mâlik b. Enes’in (v. 179/795) görüşleri etrafında teşekkül eden bir mezhep’tir.354 İmâm Mâlik’in öğrencileri genelde Mağrip ve Endülüs’ten olduğu için bu mezheb o taraflarda yayılmıştır. Mâlikî mezhebi Selçuklu topraklarında yok denecek kadar azdır.355 Bu mezheb Selçuklu’da cemaat olarak değil de belki münferit olarak birkaç kişi tarafından temsil edilmekteydi. Meselâ Rey’in meşhur âlimlerinden birisi Rey’de hiçbir Mâlikî âlimin bulunmamasına içerlemiş ve bu sebeple Mâlikî mezhebine geçmiştir.356 Kezâ Bağdât’taki en son meşhur Mâlikî temsilcisi olan Kadı Abdulvehhâb (v. 422/1031) da Mısır’a dönmüştü.357 Basra’da ise bu mezheb Ebû Ya’lâ el-Abdî (v. 489/1096) tarafından,358 İsfahân’da Ebû Abdillah el-Mazerî (v. 516/1122)359 tarafından temsil edilmekteydi. Hama’da Muhammed ibni Zafer es-Saklî (v. 566/1170),360 Musul’da ise Ziyâuddîn Yahyâ Bin Sa’dûn el-Ezdî (v. 568/1172)361 tarafından temsil edilmekteydi. Mâlikî mezhebinin bu bölgelerde neden yayılmadığını anlatan Koca, şu bilgileri vermektedir: 352 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 336-337; İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 15-16; Eİbn Receb, a.g.e., C. I, s. 15-16. 353 Hayatı hakkına Bkz. İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 366; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 286. 354 Hayatı hakkında geniş bilgi için bkz. Özel, “Mâlik b. Enes”, D.İ.A., C. XXVII, İstanbul, Yıl 2003, s. 506- 513. 355 Aybakan, “Selçuklular Döneminde Fıkhın Gelişimi: Şâfiî Mezhebi Çerçevesinde”, s. 233; Erkmen, a.g.tz., s. 21. 356 Kara, a.g.e., s. 60. 357 Aybakan, “Bağdât Nizâmiye Medresesi İlk Müderrisi Ebû İshâk eş-Şîrâzî (476/1083)”, s. 703; a. mlf., “Selçuklular Döneminde Fıkhın Gelişimi: Şâfiî Mezhebi Çerçevesinde”, s. 233. 358 Kâdî İyad Ebü'l-Fazl İyaz b. Musa b. İyaz el-Yahsubî, Tertîbu’l-Medârik ve Tekrîbu’l-Mesâlik li Ma’rifeti’l-A’lâmi Mezhebi’l-İmâm Mâlik, nşr. Ahmed Bekir Mahmud, Dârü'l-Mektebeti'l-Hayat, Beyrut, 1387-88/1967-68, C. II, s. 791. 359 Kâdî İyad, a.g.e., C. II, s. 792. 360 Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 241. 361 Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 216; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 225. 71 “Fıkıh tarihinde “eserci” bir karaktere sahip olan bu mezhebin, Irâk ve daha doğu ve kuzeydeki bölgelerde yayılamamasının en önemli sebebi, bu bölgelerin İmâm Mâlik’in yaşadığı, dînî ve hukukî sorunlarına çözüm aradığı Medîne’ye çok uzak ve onların tam aksi istikamette, hukukî yönelişlere sahip olan, “re’yci” Hanefî ekolünün doğup geliştiği alanlar olmasıdır. Kaldı ki “eserci” olmakta Mâlikilerden daha aşırı bir noktada bulunan Hanbelî mezhebi, bu bölgede bulunan muhafazakâr eğilimleri fazlasıyla tatmin ve temsil ettiği için, onlardan “biraz daha yumuşak eserci” olan Mâlikîler toplumda ihtiyaç hissedilmemiş de olabilir. Dolayısıyla Mâlikiler, Selçukluların egemen olduğu bölgelerde ne Selçuklulardan önce, ne de onların döneminde hâkim bir konuma gelebilmişlerdir. Ancak, başta hilâfet merkezi Bağdât olmak üzere, Sûriye ve daha güney bölgelerde, eğitim- öğretim ya da muhâceret gibi çeşitli sebeplerle gelmiş ve ya yerleşmiş bir takım Mâlikilere rastanmakta ise de sayısı Şâfiîler lehine, gittikçe azalmıştır”.362 Bir mezhebin herhangi bir yerde intişâr etmesi talebe faaliyetlerinin yanısıra o mezhebi benimseyen medreselere de bağlıdır. Bir mezhebin herhangi bir yerde medreseleri yok ise tabiî olarak talebeleri de olamayacaktır. Özellikle Büyük Selçuklu döneminde mezheplerin varlığı belki de tamamen medreselere bağlıydı. Medreselerin çoğu da vakıf müessesesi ile ayakta durmaktaydı. Makdisi’ye göre Mâlikî mezhebi, vâkıfın (vakıf kurucusu) kendisini vakıf idârecisi olarak tayin etmesini caîz görmediğinden dolayı Bağdât ve Doğu İslâm dünyasında medreseler kuramamışlardır.363 Hâlbuki diğer medreselerde böyle bir kural yoktu. Mâlikîlik bu yüzden Bağdât ve Doğu İslâm dünyasında tutunamadı diyebiliriz. 1.5. DİĞER MEZHEPLER Büyük Selçuklular döneminde gayr-i sünnî fıkhî mezhepler de vardı. Fakat bunların toplumda etkisi sınırlıydı. Meselâ Horâsân’da Zeydiyye mezhebine müntesip olanlar vardı. Fakat bunların Horâsân’da gözle görülür bir ağırlığı yok denecek kadar azdır. Liderliğini de Hamza b. Hibetullah b. Muhammed el-Alevî sürdürmekteydi.364 Rey’de de Zeydîler bulunmakta, hattâ burada kendilerine ait “Zeydî medreseleri” de mevcuttu.365 Fakat hiç şüphesiz Zeydîlerin en etkili oldukları bölge Yemen’di.366 Zâhirîyye mezhebi ise daha çok Endülüs ve Mağrip’te yaygındı. Selçuklular’dan önce Irâk ve İran’da çeşitli fakîhler ve kadılar tarafından temsil edilmişti. Her ne kadar 362 Koca, a.g.m., s. 38. 363 Makdisi, a.g.e., s. 80, 346-347. 364 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 118. 365 Turan, a.g.tz., s. 131. 366 Karadaş, a.g.m., s. 98. 72 Zâhirî mezhebini temsil eden en son fakîhin 475/1082 yılıda Bağdât’ta vefat ettiği rivâyet edilse de367 ileri tarihlerde de Irâk’ta Zâhirîler görülmektedir. Meselâ Selçuklu döneminde yaşayan Zâhirî fakîhler şunlardır: İsfahân valisi Alâuddeve Muhammed b. Rüstem (v. 433/1041), Ebû Abdullah Muhammed b. Futuh (v. 488/1095), Muhammed b. Tâhir el- Makdisî (v. 507/1113), Endülüs asıllı Ebû Âmir el-Abderî el-Endulûsî (v. 524/1129-30),368 Ebû Abdullah el-Ahdar (v. 473/1081)369 gibi. 1.6. MEZHEP DEĞİŞTİRENLER Büyük Selçuklu döneminde mezheb değiştirme vâkıasına da rastlamaktayız. Mezeb değiştirmenin çeşitli sebepleri vardır. Bu dönemde bazıları makam uğruna mezhebini değiştirmişlerdir. Nizâmulmülk ile birlikte kurulan Nizâmiye medrselerinde müderris olmanın şartı daha önce de ifade ettiğimiz gibi Şâfiî mezhebinden olmaktı.370 İşte bu yüzden mezhebini değiştirenler vardı.371 Makdisi, İbn Akîl’in (v. 513/1119) mâlî kazançlar için mezheplerini değiştirenleri “dönekler” olarak nitelediğini ve onların aleyhinde şiddetli bir şekilde konuştuğunu belirtir.372 Bu dönemde mezhep değiştirenlerden birisi Mansûr b. Muhammed es-Sem’ânî el- Mervezî’dir. es-Sem’ânî mensubu bulunduğu Hanefî mezhebini bırakarak Şâfiî mezhebine geçtikten sonra Merv Şâfiî medresesinde dersler vermeye başlayabilmişti.373 Çünkü vezîr Nizâmulmülk’ün yaptırdığı medreseleri Şâfiî ilim adamları adına yaptırmaktaydı.374 Nizâmiyeler’de Şâfiî müderris şartı, Nizâmulmülk'ün çocukları zamanında da devam etmişti. Âlim Ebû Bekr Mübarek b. Ebû Talib Vecih ed-Dahhân (v. 611/1215) Hanbelî mezhebini bırakmaya ve gramer kürsüsünü işgal edebilmek için Şâfiîliği kabul etmeye mecbur olmuştu.375 Edebiyat hocası Ali Fasih Ebû Hasan Esterabadî’nin (v. 515/1122) de Şiîliği keşfedildiği için kovulduğu bilinmektedir.376 367 Başoğlu, “Hicri Beşinci Asırda Fıkıh”, s. 122. 368 Koca, a.g.m., s. 40. dipnot. 369 Menekşe, a.g.tz., s. 143. 370 Yüksel, a.g.tz., s. 155. 371 Ocak, a.g.e., s. 111. 372 Makdisi, Din Hukuk Eğitim. s. 253. 373 Koca, a.g.m., s. 46; Erkmen, a.g.tz., s. 27. 374 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 177; Çeker, a.g.m., s. 180. 375 Güray Kırpık, “Bağdat Nizamiye Medresesi'nin Kuruluşu, Yapısı Ve İşleyişi”, C. II, İ.M.B.U.S., İstanbul, 2008, s. 693; Karaman, İctihâd, s. 217 (237. Dipnot); Makdisi, a.g.e., s. 127 (72. dipnot). 376 Kırpık, a.g.m., a.y. 73 Fakat Nizâmiye medreseleri gibi devrin en ünlü üniversitelerinde ders verme ve sosyal imkânlarından yararlanma gibi cazip teklîfler karşısında mezhebini değiştirmeyenler de yok değildi. Mesela âmâ ve Hanbelî mezhebinden olan Ebû’l-Bekâ’ya (v. 616/1219), mezhebini değiştirip Şâfiî mezhebine geçmesi halinde Nizâmiye medresesinde ders vermesi gibi büyük bir imkân sunulmuştur. Buna rağmen Ebû’l-Bekâ “beni altına gark idüb vucudum nihan oluncaya dek serime altun nişan eyleseniz yine mezhebimi terk etmem” diyerek mezhebini değiştirmemiştir.377 Fakat bu dönemde kimisi de hiçbir baskıya maruz bırakılmadan kendi ihtiyârı ile mezhebini değiştirebiliyordu. Meselâ Rey’in meşhur âlimlerinden birisi Rey’de hiçbir Mâlikî âlimin bulunmamasına içerlemiş ve bu sebeple de Mâlikî mezhebine geçmiştir.378 Bu devirde Şâfiî mezhebinden olup da Hanefî mezhebine geçenler de vardı. Meselâ Irâk Selçuklu Sultânı Mahmûd zamanında vâiz ve kadı olan Şâfiî Ebû’l-Menâkıb Muhammed b. Abdurrezzâk (v. 561/1121)379 Şâfiî mezhebinden Hanefî mezhebine geçmişti. Yine Irâk Selçuklu Sultânı Me’sûd zamanında, Sâveli Kadı Umdetuddîn (v. 561/1166) de Şâfiî mezhebinden Hanefî mezhebine geçmişti.380 Ayrıca İbn Akîl (v. 513/1119) onaltı yaşına kadar Hanefî idi. Daha sonra Hanbelî mezhebine geçmişti.381 Sıbt İbnu’l-Cevzî (v. 654/1256) dedesinden aldığı dersler vesîlesi ile önce Hanbelî olmuş, daha sonra ise Hanefîliğe geçmiştir.382 Ebû’l-Feth ibni Berhân (v. 520/1126) da önce Hanbelîliğe daha sonra Şâfiîliğe geçmişti.383 Hanbelî âlimlerinden Hatîb el-Bağdâdî (v. 463/1071),384 Ebû Nasr b. Rûma (v. 543/1148) ve Ebû’l-Feth Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Berhân (v. 518/1124) Şâfiî mezhebine geçmişti. Dönemin kıraat âlimlerinden Şâfiî olan Ebû’l-Hattâb el-Bağdâdî (v. 377 Selçuk, a.g.m., s. 113. 378 Kara, a.g.e., s. 60. 379 Kureşî, a.g.e., C. III, s. 226. 380 Arıkan, a.g.m., s. 163. 381 Makdisi, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim., s. 374. 382 İshâk Özgel, “Başlangıçtan Selçuklular Dönemi Sonuna Kadar Türklerin Kur’ân Tefsîrine Hizmetleri”, B.G.T.K.T.H.S., İstanbul 2012, s. 69. 383 Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 22. 384 Makdisi, a.g.e., s. 50; Menekşe, a.g.tz., s. 35. 74 476/1083) Hanbelî mezhebine, Hanbelî âlim Ebû’l-Kâsım el-Ukberî (v. 456/1064) de Hanefî mezhebine geçmiştir.385 1.7. MEZHEPLER ARASI MÜCÂDELELER Selçukluların kuruluş arifesine kadar özellikle Hicri V./XI. asırda İslâm coğrafyasında devletler mücâdelesinin yanında mezhepler mücâdelesi de yaşanmaktaydı.386 Fakat bu mezhebî çekişmeleri ve kavgaları Selçuklular çıkarmamış, bilâkis bu mücâdeleleri mîrâs almışlarıdır.387 Esasen şunu da ifade etmede fayda mülâhaza ediyoruz. Fıkhî mezhepler arasında yaşanan kavgaların sebebi, farklı fıkhî mezheplere mensup olmaktan ziyâde, farklı kelâmî mezheplere mensup olmakta aramak gerekir.388 Çünkü her fıkhî mezhebin bağlı olduğu bir kelâmî mezheb vardı. Ebû’l-Yüsr Muhammed el-Pezdevî (v. 493/1099) Şâfiîlerin Eş’arî olduklarını söylemektedir.389 Hanefîler ise Mâtürîdî mezhebi üzeredirler.390 Buradaki mezhep kavgalarının en temel aktörlerinden birisi Mu’tezile ise diğeri de hiç süphesiz Şîa’dır. Zira Şiîler tarih boyunca, Sünnîler tarafından hep haklarının yedildiğini391 düşünmekteydiler. Bunun acısını da güçlü oldukları dönemlerde çıkarmaya çalışmışlardır. Meselâ güçlü oldukları dönemlerde Sünnîleri tahrîk etmek için, Bağdât’ta Muharrem matemini tutma, Gadir-i Hum kutlamaları, Sünnî kadınlara zorla ağıt yaktırma uygulamalarını ihdâs etmişlerdir. Hâlbuki Selçuklular, mezheb kavgalarını sonlandırmak için, Şiîlere özel medreseler yaptırmışlar, saygı duydukları imâmlarının türbelerini tamir etmişlerdi. Fakat Şiîler bütün bu pozitif yaklaşımlara rağmen, fırsatını buldukları zaman Sünnîlere saldırmışlardır. Selçuklu devrindeki en kanlı mezhep kavgaları Şîa ile girişilen mücâdelelerde olmuştur. Mu’tezile ile mücâdele daha çok teorik olarak devam ederken, Şîa ile mücâdele fiiliyata dökülmüş, bunun bir sonucu olarak da binlerce kişi ölmüştür. 385 Koca, a.g.m., s. 441. 386 İbrâhîm Agah Çubukçu, “Hicri 5./Milâdî 11. Yüzyılda İslâmda Siyasî ve Dinî Durum, A.Ü.İ.F.D., C. XIII, 1965, s. 41. 387 Kara, a.g.m., s. 380. 388 Başoğlu, “Usûl Tartışmaları”, s. 252; Kara a.g.m., s. 387. 389 Ebû’l-Yusr Muhammed el-Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, trc. Şerafeddin Gölcük, Kayıhan Yay., İstanbul, 1989, s. 349. 390 Kutlu, a.g.m., s. 27. 391 Hz. Ebûbekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Osman (r.a.). halîfelikleri konusunda. 75 Hanefîler ile Hanbelîler arasında diğer mezhepler kadar yıkıcı kavgalar ve tartışmalar yaşanmamıştır. Bunun sebebi ise, Hanbelîler o dönemde daha çok Eş’arîler/Şâfiîler ile uğraşmışlardır.392 Eş’arîler ile Hanbelîler arasındaki mücadelenin esâs sebebi ise, İmâm Eş’arî’nin Mu’tezîlîk’ten dönme ve kelamî metodu kullanmasından ötürüdür. Yani buradaki mücâdele bir fıkıh mezhepleri mücâdelesi değil belki de itikadı mezhepler mücâdelesidir. Şu da bir gerçek ki, gerek itikadı gerekse Sünnî fıkıh mezhepleri, ehl-i bid’at ve delâlet mezheplerine karşı daima ittifâk edip mücâdele etmişlerdir.393 Meselâ Rey şehrinin yarısının Şiî olduğunu söyleyen Hamevî, Hanefîler ile Şâfiîlerin birleşerek Şiîlerle savaştıklarını ve onları mağlup ettiklerini haber verir. 394 Şimdi bu dönemde yaşanan mezhep kavgalarının örneklerine bir göz atalım.395 Eş’arî mezhebine mensup Şerîf Ebû’l-Kâsım el-Bekrî’nin Bağdât Nizâmiye medresesinde ders verirken Kadı Ebû Ya’lâ’nın “Kitâbu’s-Sıfat” adlı eserini sürekli eleştirip Hanbelîleri tahkîr ettiği rivâyet edilmektedir. Hattâ bir seferinde “Süleymân inkâr etmedi, ama şeyâtîn inkâr ettiler”396 âyetini tefsîr ederken, orada Süleyman ile Ahmed b. Hanbel, şeyâtîn ile Hanbelî mezhebi taraftarları arasında paralellik kurunca, Hanbelîler ile Eş’arîler birbirine girmiştiler.397 Buradan şu da anlaşılmaktadır ki Eş’arîler/Şâfiîler, devlet desteğini de arkalarına aldıkları için özellikle Nizâmiye medreselerinde kendi mezhep propagandalarını rahatça yapabilmekte, diğer mezhep mensuplarını ise kolayca tahkîr ve tezyîf etmekteydiler. Bunun içindir ki, mezhepler arası mevcut olan bu kavgaları önlemek için Nizâmulmülk Nizâmiye medreselerinin, herhangi bir mezhebi savunmak amacıyla tesîs edilmediğini; bilâkis ehl-i sünnet’i savunmak amacını gütmesi gerektiğini belirtmek zorunda kalmış fakat uygulama hiç de Nizâmulmülk’ün dediği gibi olmamıştır. Mezheb kavgaları bütün bölgeyi o kadar sarmış ki, vâizler kürsülerde diğer mezheb mensuplarını kötülemeye başlayınca, buna çare olarak da vaaz vermeleri 4 yıl yasaklanmış, ardından da vaaz verme bir takım kurallara bağlanmak suretiyle ancak düzene 392 Koca, a.g.m., s. 48. 393 Güner, a.g.m., s. 203-204 394 Hamevî, a.g.e., C. III, s.117. 395 Selçuklu Devri mezhep kavgaları hakkında ayrıntılı bilgi için Bkz. Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, 2 b., İz Yay. İstanbul, 2009. 396 Bakara, 102. 397 Aybakan, a.g.m., s. 709; Yaltkaya, a.g.m., s. 189-190. 76 sokulabilmiştir.398 Ayrıca mezhep kavgalarının önüne geçebilmek için bazı şehirlerin ortasına surların yapıldığı da görülmüştür. Nitekim Merv şehri böyle bir sûr ile ikiye ayrılmıştı.399 Mezhep kavgalarıyla alâkalı başka bir örnek de Kum şehrinde vukû’ bulmuştur. Şöyle ki, Kûm şehrine mutaassıp bir Sünnî vâlî tayin edilmişti. Bu vâlîye, Kum halkının Sünnîlere olan nefretlerinden dolayı hiçbir kimseye Ebûbekir ve Ömer adının verilmediği söylenmiştir. Vâlî, hiddetlenerek Şiî ileri gelenlerini toplamış, eğer üç gün içinde adı Ebûbekir veya Ömer olan bir kimse getirmezlerse çok kötü şeyler yapacağını söylemiştir. Kum halkı da, üç gün sonra, adı Ebûbekir olan, fakîr, şaşı, çıplak, yalın ayak bir adamı bulmuşlar ve onu vâlî’ye götürmüşlerdir.400 Bir diğer örnek de Haleb emîri Mahmûd b. Sâlih b. Mirdâs (v. 467/1074) ile alakalıdır. Mahmud, Sultân Alp Arslan’dan korkarak, Halep’te hutbeyi Abbâsî halîfesi Kâim bi-Emrillah ve Sultân Alp Arslan adına okutunca halkın tepkisiyle karşılaşmış. Müezzinler bu olay sebebiyle siyah elbiselere bürünmüşlerdi. Şiîler ise câmilerdeki hasırları kaldırarak, bu hasırların Hz. Ali’nin (r.a.) hasırı olduğunu, Sünnîlere de: “Ebûbekir (r.a.) bir hasır getirsin de halk onun üzerinde namaz kılsın” demişlerdir.401 Bir başka olay da Tûs şehrinde meydana gelmişti. Ali er-Rızâ’nın türbesinin de bulunduğu bu şehirde, bir Şiî, Tûs fakîhlerden birisiyle tartışmış, bu münâzaranın sonucunda da bütün Sünnîler ile Şiîler arasında fitne baş göstermiş. Birçok dükkân yağmalanıp birçok kişi de öldürülmüştü.402 Bausanî’nin naklettiğine göre, Nîşâbûr’da, hemen hemen her gece bir fırka, diğer bir fırkaya saldırmakta, oradakileri öldürüp mahalleleri ateşe vermekteydiler. Şîrâz’da da Hanefîler ile Şâfiîler arasında çekişme yaşanmaktaydı.403 Mu’tezile’nin tesiri altında kalan Selçuklu Sultânı Me’sûd b. Muhammed’de, Kazvin, Rey, İsfahân, Bağdât ve diğer yerlerdeki Müşebbihe, Cebriyye ve Eş’arîlere zulmetmişti.404 398 Bağlıoğlu, a.g.m., s. 217; Kara, a.g.m., s. 389. 399 Hamevî, a.g.e., C. V, s. 114. 400 Hamevî, a.g.e., C. IV, s. 398. 401 Kara, a.g.m., s. 384 402 Piyadeoğlu, a.g.tz., 113. 403 Alessandro Bausani, “Selçuklu Döneminde Din”, trc. Ali Ertuğrul, C.Ü.İ.F.D., C. XI, S. 2, Yıl 2007, s. 444. 404 Bausani, a.g.m., a.y. 77 Meşhur Abdülkerim el-Kuşeyrî’nin oğlu Ebû Nasr el-Kuşeyrî (v. 514/1120) Bağdât Nizâmiye medresesini ziyâreti esnasında (465/1075-77) Hanbelîler aleyhine konuşmaya başlamış, bunun üzerine Hanbelîler ayaklanmış, hilâfet merkezi ve Selçuklu sultânı müdâhale etmek zorunda kalmış, neticede 20 kişi ölmüştü.405 Bunun üzerine Şîrâzî, devlet adamlarına mektuplar göndererek durumu şikâyet etmişti.406 Nizâmulmülk’ün Ebû Nasr’ı Horâsân’a davet etmesi ile ancak olaylar sükûnete kavuşabilmiştir. Yine Hatîb el-Bağdâdî, Bağdât’ta Hanbelîler tarafından tacize uğramış, akabinde de Bağdât’ı terk edip bir süreliğine Şâm’a gitmek zorunda kalmıştı.407 Bu dönemde Hanbelîler muhâliflerini zehirlemekten dahi çekinmemişler, Şâfiî/Eş’arî olan Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed’i (v. 567/1174-75) karısı ve çocuğuyla birlikte zehirlemişlerdir.408 Sonuç olarak Büyük Selçuklular dönemindeki mezhepler arası kavgaların sebebini fıkhî meseleler arasındaki ihtilâflarda aramamak gerekir. Çünkü bu dönemdeki kavgaların esas sebebi kelâmî meselelerdeki ihtilâflardan dolayıdır. 2. FIKIHÇILAR 2.1. HANEFÎ FUKAHÂSI  Ebû’l-Kâsım Abdullah ez-Zeyyâdî (v. 430/1039)409  Ahmed el-Velvâlicî (v. 439/1047-48)410  Halîl Halîlî Kazvînî (Ebû Ya’lâ İbni Abdullah) (v. 447/1055)411  Ebû’l-Kâsım Hüseyin b. Ali (v. 448/1056)412  Şemsü’l-Eimme Hulvânî (v. 456/1064)413  İbni Sugdî (Ali Bin Hüseyn) (v. 460/1068)414 405 Karadaş, a.g.m., s. 101; Kara, a.g.m., s. 388; Bağlıoğlu a.g.m., s. 217; Aybakan, a.g.m.,s. 707. 406 Sıbt İbnu’l-Cevzî, a.g.e., s. 187-188. 407 Muhammed Zahid Kevserî, Te'nîbü'l-Hatîb ala Mâ Sâkahû fî Ebî Hanîfe Mine'l-Ekâzîb ve Yelihî Et- Terhîb bi-Nakdi't-Te'nîb, y.y., Beyrut, 1990, s. 23-25; Hüseyin Kahraman, “el-Hatîb el-Bağdâdî ve el- Kifâyesi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. VII, S. 7, Yıl 1998, s. 476. 408 Koca, a.g.m., s. 44. 409 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 279. 410 Piyadeoğlu, a.g.m., s. 24. 411 Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 121; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 274, Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 319. 412 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 198. 413 Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 243; Leknevî, a.g.e., s. 95; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 13. 414 Leknevî, a.g.e., s. 121; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 79; 78 Ebû Nasr es-Saffar (v. 461/1069)415  İlyas ed-Deylemî (v. 461/1069)416 417  Sementarî (v. 464/1071)  İbnû’s-Simnanî (v. 466/1073)418  el-Akta’ (v. 474/1081)419 Dameganî (v. 478/1085)420  el-Haccâcî (v. 480/1087)421  Ebû Nasr Ahmed b. Mansur el-İsbicâbî (v. 480/1087)422  Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed b. Sâid b. Muhammed (v. 482/1089)423  Ebû Nasr ez-Zeynebî (v. 482/1089)424  Fahrü’l-İslâm Ebû’l-Usr el-Pezdevî (v. 482/1089)425  Ebû Bekr Hâherzâde (v. 483/1090)426  Kadı’l-Kudât Ebûbekir Nâsihî (v. 484/1091)427  Büştenikânî (v. 492/1099)428  Ebû Yusr Bin Muhammed Pezdevî (v. 492/1099)429  Ebû Muhammed el-Halebî (v. 493/1100)430  Ahmed es-Sakafî (v. 497/1104)431  Ebû’l-Kâsım es-Simnanî (v. 499/1106)432  Abdülcebbar b. Ahmed el-Mazenderanî (v. 500/1107)433 415 Leknevî, a.g.e., s. 14-15; Kehhâle, a.g.e., C. I, s. 161; Menekşe, a.g.tz., s. 93. 416 Kureşî, a.g.e., C. I, s. 143; Menekşe, a.g.tz., a.y. 417 Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 248; Menekşe, a.g.tz., s. 94. 418 Takiyuddîn b. Abdulkadir et-Temimî, et-Tabakâtu’s-Seniyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye, nşr. Abdulfettah Muhammed Hulv, Riyâd, 1403/1983, C. II, s. 35; Menekşe, a.g.tz., s. 94-95. 419 Kureşî, a.g.e., C. I, s. 311-312; Temîmî, a.g.e., C. II, s. 87; Leknevî, a.g.e., s. 40; Menekşe, a.g.tz., s. 95. 420 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 362; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 163; Leknevî, a.g.e., s. 183-183; Menekşe, a.g.tz., s. 96-97. 421 Leknevî, a.g.e., s. 47-48; Kureşî, a.g.e., C. I, s. 432; Temîmî, a.g.e., C. II, s. 202; Menekşe, a.g.tz., s. 98. 422 Leknevî, a.g.e., s. 42. 423 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 112-114. 424 Leknevî, a.g.e., s. 34-35; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 366; Menekşe, a.g.tz., s. 99. 425 Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 192; Leknevî, a.g.e., s. 124-125. 426 Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 293; Leknevî, a.g.e., s. 163. 427 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 67-68; Leknevî, a.g.e., s. 179-180; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 372; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 103; Menekşe, a.g.tz., s. 99-100. 428 Kureşî, a.g.e., C. I, s. 429-430; Temimî, a.g.e., C. III, s. 65; Menekşe, a.g.tz., s. 100. 429 Leknevî, a.g.e., s. 188. 430 Kureşî, a.g.e., C. II, s. 60; Temîmî, a.g.e., C. III, s. 65; Menekşe, a.g.tz., a.y. 431 Kureşî, a.g.e., C. I, s. 251-252; Temîmî, a.g.e., C. II, s. 31-32; Menekşe, a.g.tz., s. 101. 432 Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 180; Ziriklî, a.g.e., C. V, s. 148; Leknevî, a.g.e., s. 123-124; Kureşî, a.g.e., C. I, s. 375-376; Menekşe, a.g.tz., a.y. 433 Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 79; Kureşî, a..g.e., C. II, s. 358-359; Menekşe, a.g.tz., s. 103. 79  Abdurrab el-Gaznevî (v. 500/1107)434 İsmâîl el-Hatîbî (v. 502/1109)435  Râgıb-İ İsfehânî (v. 502/1108)436  İbrahim et-Tenûhî (v. 503/1110)437  İbrahim ed-Dihistanî (v. 503/1110)438  Ebûbekr el-Arsebendî (v. 511/1117)439  Ebû Talib ez-Zeynebî (v. 512/1118)440  Ebû’l-Kâsım eş-Şılhî (v. 515/1121)441  Ebû İbrahim İshak en-Nuhî (v. 518/1124)442 443  Ebûbekr el-Hanefî (522/1128)  Yusuf b. Muhammed Ebû Abdullah Cürcanî (v. 522/1128)444  Muhammed Bin Ebi’l-Kâsım Bâcûk el-Bakkâlî (v. 522/1128)445  Abdülazîz b. Osman (v. 533/1138)446  Yûsuf el-Hemedânî (v. 535/1140)447  Ömer en-Nesefî (v. 537/1142)448  Ebû Sa’d Abdülmecîd Bin İsmâil el-Herevî (v. 538/1143)449 Fahrüzzamân Mesûd el-Beyhekî (v. 544/1149)450  Ebû’l-Fadl Abdurrahmân b. Muhammed el-Kirmânî (v. 544/1149)451  Ebû’l-Hasan Ali b. Hasan b. Muhammed el-Belhî (v. 548/1153)452 434 Kureşî, a.g.e., C. II, s. 373; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 111; Menekşe, a.g.tz., a.y. 435 Kureşî, a.g.e., C. I, s. 428; Temîmî, a.g.e., C. II, s. 200; Menekşe, a.g.tz., s. 103-104. 436 Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 59; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 255. 437 Kureşî a.g.e., C. I, s. 87; Temîmî, a.g.e., C. I, s. 200; Menekşe, a.g.tz., s. 104. 438 Leknevî, a.g.e., s. XI; Kureşî, a.g.e., C. I, s. 108-109; Temîmî, a.g.e., C. I, s. 238; Menekşe, a.g.tz., a.y. 439 Leknevî, a.g.e., s. 164-166; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 258; Kureşî, a.g.e., C. III, s. 148, Menekşe, a.g.tz., s. 105. 440 Kureşî, a.g.e., C. II, s. 133-134; Temîmî, a.g.e., C. III, s. 162; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 34; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 279; Menekşe, a.g.tz., s. 105-106. 441 Kureşî, a.g.e., C. II, s. 168; Temîmî, a.g.e., C. III, s. 207; Menekşe, a.g.tz., s. 106. 442 Kureşî, a.g.e., C. I, s. 370-371; Temîmî, a.g.e., C. II, s. 157; Menekşe, a.g.tz., s. 107. 443 Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 85; Menekşe, a.g.tz., a.y. 444 Leknevî, a.g.e., s. 231; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 319; Kureşî, a.g.e., C. III, s. 630-631; Menekşe, a.g.tz., s. 109. 445 Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 137; Leknevî, a.g.e., s. 161. 446 Leknevî, a.g.e., s. 98. 447 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 110-111; Ziriklî, a.g.e., C. VIII, s. 220. 448 Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 305; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 115; Leknevî, a.g.e., s. 149-150. 449 Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 167; Leknevî, a.g.e., s. 112. 450 Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 227; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 219. 451 Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 172, C. VI, s. 111; Ziriklî, a.g.e., C. III, s. 327; Leknevî, a.g.e., s. 91. 452 Kureşî, a.g.e., C. II, s. 360-362. 80  Ebû’l-Feth Tâcuddîn Abdülvâhid Bin Muhammed el-Âmidî (v. 550/1155)453  Ebü’l-Leys Ahmed Bin Ömer (v. 552/1157)454  Ebû’l-Mefâhir el-Kerderî (v. 562/1167)455  Ebû’l-Feth Muhammed Bin Abdülhamîd el-Üsmendî (v. 562/1167)456  Ebû’l-Muzaffer Muhammed b. Es’ad el-Hâkimî (v. 567/1172)457  Muvaffak Bin Ahmed el-Mekkî (v. 568/1172)458  Es’ad Cemaluddîn el-Kerâbîsî (v. 570/1174)459  Radiyyüddîn Muhammed Serahsî (v. 571/1175)460  Alâuddîn el-Kâsânî (v. 587/1191/)461  Fâtıma Binti Alâüddîn-İ Semerkandî (v. 587/1191)462  Ahmed Bin Muhammed el-Gaznevî (v. 593/1197)463  Hüsâmeddîn-i Alî ibn-i Mekkî er-Râzî (v. 597/1201)464  Ebû’l-Feth Ubeydullah b. Ahmed (v. ?)465  İsmail b. Ahmed el-Havârî (v. ?)466  Abdullah b. Ebîbekr b. ebî Abdillah el-Berrâz (v. ?)467 2.2. ŞÂFİÎ FUKAHÂSI  Ahmed b. Muhammed Ebûbekir el-Bustî (v. 429/1038)468  Ahmed b. Hüseyin el-Hamek (v. 433/1041)469  Rüknü’l-İslâm Ebû Muhammed Yusuf el-Cüveynî (v. 438/1047)470 453 Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 213. 454 Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 32; Leknevî, a.g.e., s. 29. 455 Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 269-270; Leknevî, a.g.e., s. 98; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 32. 456 İsmail Paşa Bağdâdî, İzâhu’l-Meknûn fî’z-Zeyl alâ Keşfi’z-Zunûn an Esâmi’l-Kutub ve’l-Funûn, I-II, nşr. Kilisli Rıfat Bilge – Mehmed Şerefeddin Yaltkaya, İstanbul, 1971-1972, C. I, s. 175 457 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 218; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 50; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 31. 458 Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 52; Leknevî, a.g.e., s. 218; Ziriklî, C. VII, s. 333. 459 Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 247; Leknevî, a.g.e., s. 45. 460 Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 278; Leknevî, a.g.e., s. 189-189; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 24; Kureşî, a.g.e., C. III, s. 357-359. 461 Leknevî, a.g.e., s. 53, 158-159. 462 Özel, a.g.e., s. 47. 463 Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 156; Leknevî, a.g.e. s. 40. 464 Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 30; Leknevî, a.g.e., s. 118. 465 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 300. 466 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 154. 467 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 288. 468 es-Sarîfînî, s. 93; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 80. 469 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 94. 81  Ebû Ahmed Mansûr b. el-Kadı Muhammed (v. 440/1048-1049)471  Ebû’l-Feth Nâsır b. el-Hüseyin el-Mervezî (v. 444/1052)472  Abdullah Bin Muhammed (el-Lebbân) İsfehanî, (v. 446/1054)473  Ebü’l-Kâsım Mansur Kerhî (v. 447/1055)474  Süleym Bin Eyyûb Er-Râzî (v. 447/1055)  Ebû Osman Es-Sâbûnî (v. 449/1057)475  Ebû’l-Ferec Muhammed b. Abdulvahid (v. 449/1057)476  Ebû Tayyib Tâhir et-Taberî (v. 450/1058)477  Abdülcabbâr b. Ali b. Muhammed el-İsferâyînî (v. 452/1060)478  Ebû’l-Asım el-Abbâdî (458/1066)479  Ebûbekr el-Beyhakî (v. 458/1066)480  Ebû İshak Mutahhari es-Serevî (v. 458/1066)481  Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Muhammed (v. 459/1066-1067)482  el-Fûranî (461/1059)483  Ebû Ali Hüseyin el-Merverruzî (462/1069)484  Ebü’l-Hasen Ali b. Yusuf el-Cüveynî (v. 462/1070)485  Ömer b. Abdülazîz b. Ahmed b. Yusuf el-Herevî (v. 463/1071)486  Hatîb el-Bağdadî (v. 463/1071)487 470 Beşir Gözübenli, “Cüveynî, Rüknü’l-İslâm”, D.İ.A., C. VIII, Yıl 1993, s. 144. 471 Subkî, a.g.e., C. V, s. 346. 472 Subkî, a.g.e., C. V, s. 350-351. 473 Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 125; Subkî, a.g.e., C. V, s. 72; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 274. 474 Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 18; Hatîb Bağdâdî, a.g.e., C. XIII, s. 87. 475 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 271; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 282; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 275-276; Ziriklî, a.g.e., C. I, s. 317. 476 Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 266; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 254; Hatîb Bağdâdî, a.g.e., C. II, s. 362; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 183. 477 Subkî, a.g.e., C. V, s. 12; Nevevî, a.g.e., C. II, s. 247. 478 Subkî, a.g.e., C. V, s. 99-100. 479 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 306; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 10; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 206; Menekşe, a.g.tz., s. 28-29. 480 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 103-104; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 8; Kehhâle, a.g.e., C. I, s. 206; Ziriklî, a.g.e., C. I, s. 116; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 304; Menekşe, a.g.tz., s. 30-31. 481 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 263; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 59; Kehhâle, a.g.e., C. I, s. 108; Menekşe, a.g.tz., s. 32. 482 Subkî, a. g.e., C. V, s. 115. 483 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 309; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 102; Menekşe, a.g.tz., s. 33. 484 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 310; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 278; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 45; Menekşe, a.g.tz., s. 34. 485 Subkî, a.g.e., C. V, s. 298-299; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 261-262; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 266. 486 Subkî, a.g.e., C. V, s. 301. 487 Selçuk, a.g.m., s. 111-112; Menekşe, a.g.tz., s. 35-36. 82  Ebû’l-Kâsım el-Kuşeyrî (v. 465/1072)488  Ebû’-Hasan Davudî (v. 467/1075)489  Muhammed b. el-Kâsım es-Saffar (v. 468/1076)490  Ebûbekr-i Beydavî (v. 468/1076)491  Ebû Halef Taberî es-Sülemî (v. 470/1077)492  Ebû’l-Muzaffer el-İsferayini (v. 471/1078)493  Ebû İshâk Şirazî (v. 476/1083)494  Ebû Hakim el-Habrî (v.476/1083)495  Ebû Nasr İbn-i Sebbağ (477/1084)496  Ebû Amr Nesevî (v. 478/1085)497  İmâmu’l-Haramaeyn el-Cüveynî (v. 478/1085)498  Ebû Sa’d el-Mütevellî (478/1085)499  Ebû Ömer Muhammed Bin Abdurrahmân En-Nesevî (v. 478/1085)500  Ebû’l-Kâsım İsmail b. Zâhir b. Muhammed en-Nevgânî (v. 479/1086)501  Ebû’l-Muzaffer Abdülcelîl b. Abdülcabbâr (v. 479/1086)502 İsmail b. Ali el-Delşâzî (v. 481/1058)503 eş-Şerîf ed-Debûsî (v. 482/1089)504  Ebü'l-Abbas el-Cürcani (v. 482/1089)505 488 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 334-335; Subkî, a.g.e., C. V, s. 153; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 6; Menekşe, a.g.tz., s. 37-38. 489 Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 192; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 327; Menekşe, a.g.tz., s. 38. 490 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 194-195; es-Sarîfînî, a.g.e., s. 56. 491 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 96; Ziriklî, a.g.e., C. V, s. 314; Kehhâle, a.g.e., C. VIII, s. 273; Menekşe, a.g.tz., s. 39. 492 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 179; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 258; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 127; Menekşe, a.g.tz., s. 39-40. 493 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 253; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 395, C. V, s. 11; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 310, C. V, s. 38; Kaplan, a.g.tz., s. 10, 14. 494 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s.349-351; Ziriklî, a.g.e., C. I, s. 44; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 215; Menekşe, a.g.tz., s. 40-41. 495 Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 187; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 353; Subkî, a.g.e., C. V, s. 62-63; Menekşe, a.g.tz., s. 45-46. 496 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 355; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 252; Menekşe, a.g.tz., s. 46-47. 497 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 175; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 134; Menekşe, a.g.tz., s. 47. 498 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 330-331; Subkî, a.g.e., C. V, s. 168; Menekşe, a.g.tz., s. 47-49. 499 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 358; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 98; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 166; Subkî, a.g.e., C. V, s. 106; Menekşe, a.g.tz., s. 53. 500 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 36; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 134; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 191. 501 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 270-271; Kisâî, a.g.e., s. 94; es-Sarîfînî, a.g.e., s. 139. 502 Subkî, a.g.e., C. V, s. 100. 503 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 143-144. 504 Subkî, a.g.e., C. V, s. 296-298; Menekşe, a.g.tz., s. 54. 83  Hucendî (v. 483/1090)506  Ebû Tâhir Abdurrahmân b. Allak es-Sâvî (v. 484/1091-1092)507  Ebû Bekr Muhammed b. Ali b. Hâmid es-Şâsî’yi (v. 485/1092)508  Fahru’l-İslâm Muhammed b. Ahmed eş-Şâşî (485/1092)509  Nizamülmülk (v. 485/1092)510  Şebîb b. Osman er-Rahbî (v. 486/1093)511  Ebû Şuca’ Zahiruddîn Muhammed Ruzrâverî (v. 487/1094)512  Ali Bin Muzaffer Bin Hamza (v. 487/1094)513  Ebû’l-Kâsım Abdullah b. Tâhir b. Sehfûr et-Temîmî (v. 488/1095)514  Ebû Yûsuf İsferainî (v. 488/1095)515  Ebû Bekir Şami el-Hamevî (v. 488/1095)516  Ebû’l-Fadl Makdisi el-Hemedanî (v. 489/1096)517  Ebû Muhammed Cürcanî (v. 489/1096)518 Ebû’l-Muzaffer es’Sem’ânî (v. 489/1096)519  Ebû’l-Feth el-Makdisi (v. 490/1097)520  Ebû’l-Feth Ergiyanî (v. 490/1097)521  Ahmed b. Sehl b. Muhammed el-Fakîh, (v. 491/1097-1098)522  Ebû’l-Hüseyin el-Mübarek b. Muhammed el-Vâsıtî (v. 492/1099)523 505 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 74-75; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 260; Ziriklî, a.g.e., C. I, s. 207; Menekşe, a.g.tz., s. 55. 506 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 123-124; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 168; Menekşe, a.g.tz., s. 56. 507 Subkî, a.g.e., C. V, s. 101. 508 İbn Şühbe, a.g.e., C. I, s. 254-255; Subkî, C. IV, s. 190. 509 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 16-17; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 270; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 375; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 314; Menekşe, a.g.tz., s. 56-57. 510 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 309; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 373; Menekşe, a.g.tz., s. 57-59. 511 Menekşe, a.g.tz., s. 61-62. 512 Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 256; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 136. 513 Subkî, a.g.e., C. V, s. 296. 514 Kisâî, a.g.e., s. 235. 515 İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s.276; Menekşe, a.g.tz., s. 62. 516 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 202; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 391; İbn Kadi Şühbe, C. I, s. 272; Menekşe, a.g.tz., s. 63. 517 İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 266-267; Menekşe, a.g.tz., s. 63-64. 518 Subkî, a.g.e., C. V, s. 94; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 265; Menekşe, a.g.tz., s. 64. 519 Subkî, a.g.e., C. V, s. 335; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 20; Menekşe, a.g.tz., a.y. 520 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 395-396; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 87; Ziriklî, a.g.e., C. VIII, s. 336; Nevevî, a.g.e., C. II, s. 125-126; Subkî, a.g.e., C. V, s. 351; Menekşe, a.g.tz., s. 67. 521 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 391; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 283; Ziriklî, a.g.e., C. III, s. 142; Menekşe, a.g.tz., s. 66. 522 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 114; Subkî, a.g.e., C. IV, s. 17-18. 523 Subkî, a.g.e., C. V, s. 311-312. 84  Ebû’l-Hasen Hıleî (v. 492/1099)524 Ebû’l-Hasen Abderî (v. 493/1100)525  Ebû Abdullah İbn-i Fetâ (v. 493/1110)526  Ebû Saîd Abdülvâhid el-Kuşeyrî (v. 494/1101)527  Ebû’l-Ferec Abdurrahman ez-Zâz (v. 494/1101)528  Er-Rebi’ el-Mevsılî (v. 494/1101)529  Ebû’l-Ferec Zâz (v. 494/1101)530  Abdurrahmân b. Ahmed en-Nüveyrî (v. 494/1100-1101)531  Ebû’l-Meâlî Aziz b. Abdülmelik el-Ceylî (v. 494/1101)532  Ebû Nasr Bendenicî (v. 495/1102)533  İbn-i Ebissakrî el-Vâsıtî (v. 498/1104-5)534  Ali b. Muhammed b. İsmail el-Irâkî (v. 498/1105)535  Hüseyin Taberî (v. 498/1105)536  Ebû Sehl Ahmed Ebyurdî (5. Asrın sonu)537  Ebû’l-Muzaffer Havafî (v. 500/1107)538  el-Famî (v. 500/1107)539  Abdülvâhid b. İsmail er-Rûyanî (v. 502/1108)540  Ebû’l-Kâsım Abdullah b. Ömer el-Belhî (v. 502/1108-1109)541 524 Subkî, a.g.e., C. V, s. 253-255; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 269; Menekşe, a.g.tz., s. 68. 525 Subkî, a.g.e., C. V, s. 257-258; İbn Kadi Şühbe, a.g.e., C. I, s. 270; Menekşe, a.g.tz., a.y. 526 Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 239; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 399. 527 Subkî, a.g.e., C. V, s. 225; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 401. 528 Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 121; Subkî, a.g.e., C. V, s. 101; Nevevî, a.g.e., C. II, s. 263; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 400-401. 529 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 102-103; Menekşe, a.g.tz., s. 69. 530 İbn Kadi Şühbe, a.g.e., C. I, s. 266; Menekşe, a.g.tz., a.y. 531 Subkî, a.g.e., C. V, s. 101-104. 532 Subkî, a.g.e., C. V, s. 235; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 281; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 232; Menekşe, a.g.tz., s. 70. 533 Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 355; Menekşe, a.g.tz., s. 71. 534 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 191; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 317. 535 Subkî, a.g.e., C. V, s. 267. 536 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 350; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 408; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 263-264; Menekşe, a.g.tz., s. 71-72. 537 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 43. 538 Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 158; Subkî, a.g.e., C. VI, s. 63; es-Sarîfînî, a.g.e., s. 118; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 410; Subkî, a.g.e., C. VI, s. 63; Kisâî, a.g.e., s. 102; Menekşe, a.g.tz., s. 72. 539 Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 236; Subkî, a.g.e., C. VII, s. 205; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 267; İbnu’l- İmâd, a.g.e., C. III, s. 413; Menekşe, a.g.tz., s. 73. 540 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 340; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 4; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 206; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 324; Menekşe, a.g.tz., s. 73-74; Koca, a.g.m., s. 38 dipnot. 541 Kisâî, a.g.e., s. 235. 85  Ebû’l-Kâsım Mansûr b. Ahmed el-İsfizârî (v. 502/1109)542  Muhammed b. el-Hüseyin es-Simincânî (v. 504/1110)543  İlkiya el-Herrâsî (v. 504/1110)544  Ebû Nasr er-Rûyânî (v. 505/1111)545  Gazzâlî (v. 505/1111)546  Ebûbekr Kaffal eş-Şaşî (v. 507/1113)547  Ebû Ali İsmail b. Ahmed el-Beyhakî el-Husrevcirdî (v. 507/1113)548  Ebû Nasr Bağdâdî es-Sâcî (v. 507/1113)549  Ebû’l-Muzaffer el-Ebyurdî (v. 507/1113)550  Tâcu’l-İslâm Muhammed es-Sem’ânî (v. 510/1116)551  Abdullah b. Yahyâ el-Endelûsî (v. 510/1116-1117)552  Ebû’l-Kâsım Selmân Bin Nâsır En-Nişâbûrî (v. 511/1117)553  Ebû Tâhir İbrahim b. Mutahhar el-Cürcânî (v. 513/1119-1120)554  Abdurrahim el-Kuşeyrî (v. 514/1120)555  el-Beğavî (v. 516/1122)556  Ebû’l-Hasen Za’feranî el-Cellab (v. 517/1123)557  Kadı Ebû Sa’d Herevî (v. 518/1124)558  Ahmed Gazâlî (v. 520/1126)559 542 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 303-304. 543 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 101. 544 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 231; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 220; es-Sarîfînî, a.g.e., s. 396; Ziriklî, a.g.e., C. V, s. 149; Kisâî, a.g.e., s. 100; Menekşe, a.g.tz., s. 75; Talas, a.g.e., s. 78. 545 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 102; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 298; Ziriklî, a.g.e., C. III, s. 236; Menekşe, a.g.tz., s. 76-77. 546 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 73-75; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 266; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 293; İbnu’l- İmâd, a.g.e., C. IV, s. 10-13; Menekşe, a.g.tz., s. 77-78. 547 Kehhâle, a.g.e., C. VIII, s. 253; Subkî, a.g.e., C. VI, s. 70; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 16; Menekşe, a.g.tz., s. 83. 548 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 44. 549 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 308; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 20. 550 Kehhâle, a.g.e., C. VIII, s. 314; Subkî, a.g.e., C. VI, s. 81; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 18. 551 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 5; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 52; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 30. 552 Kisâî, a.g.e., s. 204. 553 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 96; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 240; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 34; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 137. 554 Kisâî, a.g.e., s. 103. 555 Kisâî, a.g.e., s. 104; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 207; es-Sarîfînî, a.g.e., s. 323-324; Subkî, a.g.e., C. VII, s. 159; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 45; Menekşe, a.g.tz., s. 85. 556 Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 61; Subkî, a.g.e., C. VII, s. 75; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 259; Menekşe, a.g.tz., s. 85-86. 557 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 401; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 294-295; Menekşe, a.g.tz., s. 88. 558 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 22; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 292; Menekşe, a.g.tz., s. 89. 86  İbn Hulvanî (v. 520/1126)560  Ebû’l-Feth ibn-İ Berhân (v. 520/1126)561  Abdülkerîm Bin Ali Bin Ebû Tâlib Er-Râzî (v. 522/1128)562  İbn Nadir Mayorkî (v. 523/1129)563  Ebû’l-İshak İbrahim b. Osman es-Sebîhî (v. 524/1129-1130)564  Aynu’l-Kudat Hemedanî (v. 525/1131)565  Ebû’l-Feth Es’ad Bin el-Mihenî (v. 527/1133)566 567  Farikî (v. 528/1133)  Yahyâ Bin Muhammed Dabbî (v.528/1134)568  Ebû Nasr Muhammed el-Ergiyânî (v. 528/1134)569  Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr el-Mervezî (v. 529/1134)570  Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed el-Mervezî (v. 529/1134)571  Ömer Bin Muhammed Eş-Şîrâzî (v.529/1135)572  Ebû’l-Hasan Abdülgâfir b. İsmail el-Fârisî (v. 529/1135)573 Ebû’l-Kâsım İsmail b. Abdülmelik el-Hâkimî (v. 529/1135)574  Muhammed b. Ahmed b. Abdullah el-Mervezî (v. 530/1136)575  Ebû Abdullah Muhammed el-Fürâvî (v. 530/1136)576 Ebû’l-Hasen Muhammed Bin Abdülmelîk (v. 531/1137)577 559 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 60; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 147; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 60. 560 Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 212; Subkî, a.g.e., C. VII, s. 383; Ziriklî, a.g.e., C. VIII, s. 158; Menekşe, a.g.tz., s. 90. 561 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 30; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 61-62; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 22. 562 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 179. 563 Subkî, a.g.e., C. II, s. 423; Ziriklî, a.g.e., C. VIII, s. 238; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 67; Menekşe, a.g.tz., a.y. 564 Kisâî, s. 242. 565 Subkî, a.g.e.,, C. VII, s. 129; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 132; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 75; Menekşe, a.g.tz., s. 91. 566 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 42; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 250; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 80. 567 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 57; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 85; İbn Kadı Şühbe, a.g.e., C. I, s. 303; Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 195; Menekşe, a.g.tz., s. 91-92. 568 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 383; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 222. 569 Kisâî, a.g.e., s. 104; Subkî, a.g.e., C. VI, s. 108; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 89-90; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 197-198. 570 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 28. 571 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 391-392. 572 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 250; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 315; Kisâî, a.g.e., s. 105. 573 Kisâî, a.g.e., s. 104. 574 Kisâî, a.g.e., a.y. 575 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 79-80. 576 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 166-170; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 127; Kisâî, a.g.e., s. 105. 577 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 137; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 258; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 100. 87  Ebû Sa‘d İsmail b. Ahmed en-Nîsâbûrî (v. 532/1138)578  Cemâlu’l-İslâm Ali es-Sühreverdî ed-Dımeşkî (v. 533/1139)579  Muhammed b. Ahmed b. Ebû Bisr el-Harakî (v. 533/1138-1139)580  Ebûbekr Melekdâd b. Ali (v. 535/1140)581  Abdulcebbar b. Muhammed el-Havârî (v. 536/1141)582  Ebû İshak İbrahim b. Ahmed el-Mervezî (v. 536/1141)583  Abdurrahman b. Muhammed es-Selmûbî (v. 536/1142)584  İsmâil el-Bûşencî (v. 537/1142)585  Ebû’l-Fütûh Muhammed b. el-Fazl el-İsferâyînî (v. 538/1143-1144)586  Ebû’l-Feth Nasrullah b. Muhammed-Dımeşkî (v. 542/1147)587  Ebû Bekr Ahmed b. Muhammed b. Seyyâr el-Bûsencî (v. 543/1149)588  Ebûbekr Ahmed Bin Muhammed el-Ercânî (v. 544/1149)589  Âtîk b. Muhammed el-Mervezî (v. 545/1150)590  Şerefşâh b. Melikdâd (v. 546/1152)591  Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail en-Nîsâbûrî (v. 547/1152-1153)592  Ebû’l-Kâsım Cüneyd-i Müteahhir el-Kâyinî (v. 547/1152)593  Ebû Sa’d Muhyiddîn Muhammed en-Nişâbûrî (v. 548/1153)594  Ebû Tâlib Muhammed b. Abdurrahman en-Nîsâbûrî (v. 548/1153)595  Ebû Muhammed Abdurrahmân Bin Abdullah (v. 548/1153)596  Ebû Tâhir Muhammed b. Muhammed el-Mervezî (v. 548/1153-1154)597 578 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 44-45. 579 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 235; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 241; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 102. 580 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 79. 581 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 302. 582 es-Sarîfînî, a.g.e., s. 343. 583 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 31-32. 584 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 157. 585 Subkî, a.g.e., C. II, s. 48; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 278-279; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 112-113; Nevevî, a.g.e., C. I, s. 121. 586 Subkî, a.g.e., c . VI, s. 170-172. 587 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 320; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 131-132. 588 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 50-51. 589 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 52; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 94; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 137. 590 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 208. 591 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 110. 592 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 95. 593 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 54. 594 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 25-26; Nevevî, a.g.e., C. I, s. 95; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 151; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 111-112; Kisâî, a.g.e., s. 99-100. 595 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 124. 596 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 245, C. III, s. 204; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 150; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 148. 88  Ebû’l-Meâlî Mücellâ b. Mahzûmî (v. 550/1155)598  Ebû’l-Feth Şehristânî (v. 550/1155)599  Ebû’l-Fütûh Muhammed el-Mervezî (v. 550/1155-1156)600  Ebû’l-Fadl Yahya Selâme Hatîb Haskefî (v. 551/1156)601  Ebû’l-Beyan Benâ Bin Muhammed (v. 551/1156)602  Ali Bin Ahmed el-Yezdî (v. 551/1156)603  Abdullah b. Meymûn b. Abdullah el-Mâlkânî (v. 551/1156-1157)604  Ebû’l-Abbas Ahmed Bin Bahtiyâr el-Vâsıtî (v. 552/1157)605  İbn Ebî’l Bekâ Muhammed Bin Mübârek (v. 552/1157).606  Muhammed Bin Abdüllatîf Ebû Bekr Hocendî (v. 552/1157)607  Hüseyin İbn-Hamîs el-Ka’bî (v. 552/1157)608 Muhamed en-Nûkânî (v. 556/1161)609  Mesud b. Ahmed el-Havâfî (v. 556/1161)610  Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî (v. 556/1161)611  Ebû Abdullah Muhammed Zâgûlî (v. 559/1164)612  Ömer Bin Muhammed el-Cezerî (v. 560/1165)613  Ebû Tâhir İbrâhim Bin el-Hamevî (v. 560/1165)614  Ebû Şuca’ Ömer b. Muhammed el-Bistâmî (v. 562/1167)615  Ebü’n-Necîb Abdülkâhir Sühreverdî (v. 563/1168)616  Ebû Sa’d Tâcu’l-İslâm Abdülkerim Sem’ânî (v. 561/1166)617 597 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 187-188. 598 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 37, 227; Kehhâle, a.g.e., C. VIII, s. 189. 599 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 128; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 149; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 187. 600 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 123-124. 601 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 330; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 201; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 168. 602 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 318; Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 79; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 160. 603 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 271; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 14; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 159. 604 Kisâî, a.g.e., s. 242. 605 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 14. 606 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 176; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 170; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 164-165. 607 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 133; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 163; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 217. 608 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 81; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 66. 609 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 94. 610 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 295-296. 611 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 85-86. 612 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 99-100; İbnu’l-İmâd, C. IV, s. 187-188; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 254. 613 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 251; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 306. 614 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 32. 615 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 248-250; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 313; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 206. 616 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 173; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 311; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 208; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 49. 89  Ebû Mansur Muhammed el-Berrüvî (v. 567/1171)618  Ebü’l-Abbâs Hıdır el-İrbilî (v. 568/1172)619  Muzhiruddîn Mahmûd Harezmî (v. 569/1173)620  Melik-ün-Nuhât Ebû Nezzâr Hasen el-Bağdâdî (v. 569/1173)621  Ebû’l-Kâsım Mahmûd b. Muhammed b. Abdulvâhid (v. 571/1175)622  İbni Asâkir (v. 571/1175)623 624  Ebû Fadl Muhammed eş-Şehrezûrî (v. 572/1176)  Ebû Mansur Muhammed el-Hafede (v. 573/1177)625  Ebû Tâhir Ahmed es-Silefî (v. 576/1180)626  Ali Bin Ahmed Ez-Zeydî (v. 576/1180)627  Tâcuddîn Muhammed el-Bermekî el-Hamevî (v. 577/1181)628  Allâme Ebû’l-Meâlî Mes’ûd et-Turaysîsî (v. 578/1182)629  Muhammed el-Kazvînî (v. 580/1184)630  Ebû Mansûr Muhammed b. Es‘ad et-Tûsî (v. 581/1185-1186)631  Ebû Saîd Muhammed Bin el-Mes’ûdî el-Mervezî (v. 584/1188)632  Kadı’l-Kudât ibn-i Ebî Asrûn (v. 585/1189)633  Ebû Tâlîb Mahmud el-İsfehânî (v. 585/1189)634  Takiyyüddîn Ömer Bin Nûruddevle (v. 587/1191)635 617 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 180; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 4; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 205-206; Kisâî, a.g.e., s. 101, 243. 618 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 389; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 279; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 224. 619 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 83; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 102; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. V, s. 86; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 307. 620 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 289; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 172. 621 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 63; Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 230-231; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 227-228. 622 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 292; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 197. 623 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 215; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 239-240; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 69-70; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 273. 624 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 117; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 243; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 231. 625 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 92; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 50; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 240; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 31. 626 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 32; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 75; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 255. 627 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 212; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 27. 628 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 283; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 89. 629 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 297-298; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 230; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 263; Kisâî, a.g.e., s. 100. 630 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 131; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 190. 631 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 92-93. 632 Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 155; İbnu’l-İmâd, a. g.e., C. IV, s. 280. 633 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 132; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 143-144; İbnu’l-İmad, C. IV, s. 283-284; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 124. 634 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 284; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 182; Subkî, a.g.e., C. VII, s. 286. 90  Ebû’l-Berekât Muhammed b. Muvaffak el-Hubûşânî (v. 587/1191)636  Ebû Abdullah Muhammed el-Gaffâl el-Bakkâl (v. 588/1192)637  Ebû’l-Hüseyn Radiyuddîn Ahmed el-Kazvînî (v. 590/1194)638  Fahruddîn Ebû Şüca’ el-Faradî (v. 590/1194)639  Muhammed en-Nûkânî et-Tûsî (v. 592/1196)640  Mahmûd Bin Mübârek (v. 592/1196)641  İmâdüddîn Kâtib Muhammed el-İsfehânî (v. 597/1201)642  Muhammed b. Abdilmelik b. Muhammed el-İsferâyînî (v. ?)643 2.3. HANBELÎ FUKAHÂSI  Muhammed b. Hasen (Ebû Ya’la el-Ferrâ) (v. 458/1066)644  Ebû’l-Hasen Ali el-Amidî (v. 467/1075)645  Ebû’l-Hasen Ali İbn Cedda el-Ukberî (v. 468/1076)646  Ebû’l-Hasen el-Beredenî (v. 469/1077)647  Ebû Ca’fer ibn-i Ebî Mûsa el-Haşimî (v. 470/1078)648  Ebû Ali İbnu’l-Benna (v. 471/1079)649  Abdulvehhab el-Harranî (v. 476/1083)650  Ebû’l-Vefa el-Kavvas (v. 476/1083)651 635 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 242; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 289. 636 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 14; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 68; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 342; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 288. 637 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 94; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 58. 638 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 7; Kehhâle, a.g.e., C. I, s. 167; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 300. 639 Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 15; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 304; Ziriklî, a.g.e., C. VI, s. 279. 640 Subkî, a.g.e., C. VII, s. 29. 641 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 304; Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 192; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 311. 642 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 178; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 204; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 26; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 332. 643 Subkî, a.g.e., C. VI, s. 147-148. 644 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 193; Hatîb Bağdadi, a.g.e.,, C. II, s. 256; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 254; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 306; Menekşe, a.g.tz., s. 111. 645 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 234; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 234; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 328; Menekşe, a.g.tz., s. 113. 646 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 11-12; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 71; Menekşe, a.g.tz., s. 114. 647 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 335; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 4; Menekşe, a.g.tz., s. 114-115. 648 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 336-337; İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 15-16; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 15- 16; Menekşe, a.g.tz., s. 115. 649 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 165-168; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 32-33; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. II, s. 338; Menekşe, a.g.tz., s. 116. 650 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 245; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 42-44; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 352; Menekşe, a.g.tz., s. 117. 91  Şeyhu’l-İslâm el-Ensari (v. 481/1088)652  Ebû’l-Ferec Abdulvâhid el-Makdisî (v. 486/1093)653  Yakub b. İbrahim el-Berzebinî (v. 486/1093)654  Ebû Muhammed et-Temimî (v. 488/1095)655  Abdülbaki el-Haddad (v. 493/1010)656  Ebû Abdullah Razanî (v. 494/1101)657 658  Ebû Mensûr Muhammed Hayyât el-Mukrî el-Bağdâdî (v. 499/1105)  Ebû’l-Feth Hulvanî (v. 505/1111)659  Ebû Sa’d Ma’mer el-Bağdâdî (v. 506/1112)660  Ebû’l-İzz Sabit Bin Mensûr el-Keylî (v. 508/1114)661  Ali Bin Muhammed ez-Zeytûnî (v. 508/1114)662  Mahfuz b. Ahmed el-Kelvezanî (v. 510/1116)663  Ebû’l-Berekât Talha b. Ahmed Akulî (v. 512/1118)664  Mübarek b. Ali el-Muharrimî (v. 513/1119)665  Ebûl-Vefâ İbn Akîl (v. 513/1119)666  Kâdı Ebû’l-Huseyn ibnu’l-Ferrâ (v. 526/1132)667  Ebû Hazm el-Ferrâ (v. 527/1133)668 651 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 244; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 38-40; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 351; Menekşe, a.g.tz., s. 118. 652 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 365; Menekşe, a.g.tz., s. 118-119. 653 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 248; İbn Receb, a.g.e., C. II, s. 68; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 212; İbnu’l- İmâd, a.g.e., C. III, s. 378; Menekşe, a.g.tz., s. 119-120. 654 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 246; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 73-74; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 384; Menekşe, a.g.tz., s. 120-121. 655 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 77; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 384; Ziriklî, a.g.e., C. III, s. 19; Menekşe, a.g.tz., s. 121. 656 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 90; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 71; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 399; Menekşe, a.g.tz., s. 122. 657 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 91; Menekşe, a.g.tz., a.y. 658 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 95; Kehhâle, a.g.e., C. VIII, s. 297; İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 254. 659 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 106; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 50; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 164; Menekşe, a.g.tz., s. 123. 660 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 107; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 14-15. 661 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 186; Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 102; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 93. 662 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 366; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 286. 663 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 258; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 116-117; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 27- 28; Menekşe, a.g.tz., s. 123-124. 664 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 34-35; İbn Ebi Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 259; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 138- 140; Menekşe, a.g.tz., s. 126. 665 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 166; Menekşe, a.g.tz., s. 126-127. 666 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 142-143, 155; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 35-40; Menekşe, a.g.tz., s. 127. 667 İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 79; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 23; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 176-177; Menekşe, a.g.tz., s. 129. 92  Ebûbekr el-Mezrefî (v. 527/1133)669  Ebû’l-Hasen ibn Zagûnî (v. 527/1133)670  Ahmed Bin Muhammed Ed-Dîneverî (v. 533/1138)671  Muhammed Bin Abdülbâkî el-Ensârî (v. 536/1141)672  Şerefu’l-İslâm Abdülvehhâb İbn-i Hanbelî (v. 537/1142)673  Abdullah Bin Ali Bağdâdî Sıbt-Ül-Hayyât (v. 541/1146)674  Mübârek Bin Kâmil el-Bağdâdî (v. 543/1148)675  Cüneyd Bin Ya’kûb el-Geylânî (v. 546/1151)676  Abdurrahmân el-Hulvânî (v. 546/1151)677  İbn-i Tüllâye Ahmed Bin Ebî Gâlib Bağdâdî (v. 548/1153)678  Muhammed Bin Nâsır (v. 550/1155)679  Ebû’l-Muzaffer Yahyâ Bin Muhammed İbn-İ Hübeyre (v. 556/1161)680  İbrâhim Bin Dînâr Nehrevânî ez-Zâhid (v. 556/1161)681  Ali b. Ömer el-Harrânî (v. 559/1164)682  Kâdı Muhammed Ebû Ya’lâ es-Sağîr (v. 560/1165)683  Seyyid Abdülkâdir-İ Geylânî (v. 561/1166)684  Sa’dullah Bin Nasr İbn-i Decâcî (v. 564-565/1169)685  Hâmid Bin el-Hacer (v. 571/1175)686 668 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 184; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 82; Menekşe, a.g.tz., s. 130. 669 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 178-180; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 81; Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 245; Menekşe, a.g.tz., s. 131. 670 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 180; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 114; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 80; Menekşe, a.g.tz., s. 131-132. 671 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 90; Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 68; İbnu’l-İmad, a.g.e., C. IV, s. 98-99. 672 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 192; Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 123-124; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 108-110. 673 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 198-201; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 224; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 113. 674 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 209; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 86; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 129; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 105. 675 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 214; Kehhâle, a.g.e., C. VIII, s. 173. 676 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 216; Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 162-163; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 142-143. 677 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 221; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 159; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 144. 678 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 224; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 145. 679 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 225; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 55; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 121. 680 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 251; Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 228-229; İbnu’l-İmad, a.g.e., C. IV, s. 191. 681 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 239; Kehhâle, a.g.e., C. I, s. 31; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 176. 682 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 241; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 183. 683 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 244; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 190; Kehhâle, a.g.e., C. XI, s. 276, Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 24. 684 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 290; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 198-202; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 47; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 307-308. 685 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. I, s. 302; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 216. 686 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 332; Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 181. 93  Ebü’l-Hasen Ali b. Asakir (v. 573/1177)687  Ebû’l-Ferec Sadaka Bin Hüseyn (v. 573/1177)688  Abdullah Bin Ali (Kâdı Ebû Ya’lâ ) (v. 579/1183)689  Abdullah-i Ensârî el-Herevî (v. 581/1185)690  Ebû’l-Kâsım Seyfeddîn Abdullah el-Makdisî (v. 586/1190)691  Sa’d Bin Osman İbn-i Merzûk b. Humeyd (v. 592/1196)692  Abdülvehhâb Bin Abdülkâdir-i Geylânî (v. 593/1197)693  Ebû Ali Hasen Bin Müslim (v. 594/1198)694  Ebül-Ferec İbni Cevzî (v. 597/1201)695  Ubeydullah Bin Ali el-Bağdâdî et’Teymî (v. 598/1202)696  Hammâd Bin Hibetullah Harrânî (v. 598-599/1202)697  Ali Bin İbrâhim ed-Dımeşkî (v. 598-599/1202)698 2.4. MÂLİKÎ FUKAHÂSI  Ebû Ya’la el-Abdî (v. 489/1096)699  Ebû Abdillah el-Mazerî (v. 516/1122)700  İbni Ebî Randeka et-Tartuşî (v. 520/1126)701  Ebûbekr Abdulllah el-Yabürî (v. 523/1129)702  Muhammed ibn-i Zafer Saklî) (v. 566/1170)703  Ziyauddîn Yahyâ Bin Sa’dûn el-Ezdî (v. 568/1172)704 687 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 335; Kehhâle, a.g.e., C. VII, s. 150; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 242. 688 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 339; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 18; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 245. 689 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 351; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 93; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 264. 690 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., C. II, s. 247; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 133; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. III, s. 365; Ziriklî, a.g.e., C. IV, s. 122; İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 50. 691 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 371; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 94; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 285. 692 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 384. 693 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 388; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 314. 694 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 395; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 316. 695 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 399; Kehhâle, a.g.e., C. V, s. 157; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 329-331. 696 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 442; Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 241; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 339. 697 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 434; Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 73; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 335. 698 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 436. 699 Kadı İyad, a.g.e., C. II, s. 791; Menekşe, a.g.tz., s. 133. 700 Kadı İyad, a.g.e., C. II, s. 792; Menekşe, a.g.tz., s. 133. 701 Kehhâle, a.g.e., C. XII, s. 96; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. I, s. 62; Ziriklî, a.g.e., C. VII, s. 359; Menekşe, a.g.tz., s. 134. 702 Kehhâle, a.g.e., C. VI, s. 123; Menekşe, a.g.tz., s. 135. 703 Kehhâle, a.g.e., C. X, s. 241. 704 Kehhâle, a.g.e., C. XIII, s. 216; İbnu’l-İmâd, a.g.e., C. IV, s. 225. 94 2.5. DİĞER MEZHEPLERİN FUKAHÂSI  Ebû Ca’fer et-Tûsî (v. 460/1068)705  Sabit el-Yeşkûrî (v. 460/1068)706  Sabit el-Halebî (v. 460/1068)707  Süleyman es-Saherşetî (v. 460/1068)708  Ebû Ya’lâ Sellar ed-Deylemî (v. 463/1071)709  Ebû Abdullah el-Ahdar (v. 473/1081)710 Hüseyn eş-Şekkak (v. 511/1117)711  Hamza b. Hibetullah (v. 523/1129)712 705 Kehhâle, a.g.e., C. IX, s. 212; Menekşe, a.g.tz., s. 137-138. 706 Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 101; Menekşe, a.g.tz., s. 141. 707 Kehhâle, a.g.e., C. II, s. 99; Menekşe, a.g.tz., s. 142. 708 Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 258; Menekşe, a.g.tz., a.y. 709 Kehhâle, a.g.e., C. IV, s. 79; Ziriklî, a.g.e., C. II, s. 308; Menekşe, a.g.tz., s. 143. 710 Menekşe, a.g.tz., a.y. 711 Kehhâle, a.g.e., C. III, s. 312; Menekşe, a.g.tz., s. 144. 712 Ebû Abdullah Semseddin Muhammed b. Ahmed ez- Zehebî, Siyeru Alâmu’l-Nübelâ, 2. b., thk. Şuayb Arnaut, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 1984; C. XIX, s. 573 95 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BÜYÜK SELÇUKLULAR DEVLETİNDE FIKHÎ DÜŞÜNCE 1. FIKIH TÂRİHİ BAKIMINDAN BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ Büyük Selçuklu dönemi, fıkıh tarihi açısından taklîd devrinde değerlendirilmektedir.1 Bu dönem, klâsik fıkıh tarihi kaynaklarına göre yaşlılık ve duraklama dönemine tekâbül etmektedir. Bu dönemde birçok mezhep sistematiğini tamamlamışken, bazı mezhepler ise münderis olmuştur. Bu dönemde yapılan fıkhî münâzaralarda, hak ve hakîkate ulaşma ikinci plana itilip hasmı alt etme fikri yerleşmiştir.2 Taklîd ruhu her yeri o kadar kaplamış ki nassa aykırılığa rağmen mezhep imâmının kavli esas kabul edilip savunulmuş, nass ise te’vîl edilmiştir.3 Bu dönemde, bir takım değişiklikler ve yenilikler de ortaya çıkmıştır. Meselâ Sâmâni, Karahanlı ve Selçuklular’dan önce Hanefî fıkhı, Irâk ve çevresinde temsil edilirken, IV.-V./X.-XI. asırlarda ise, Hanefîlik, Karahanlı ve Selçuklular ile birlikte Mâverâunnehir’de de temsil edilmeye başlanmıştı.4 Bu dönemde Hanefîler arasında Irâk Meşâyîhı - Mâverâünehir Meşâyîhı ayrımı da ortaya çıkmıştır. Irâk meşâyîhının liderliğini Kudûrî, Saymerî, Dâmegânî sürdürürken, Mâverâünnehir ve Horâsân meşâyîhının liderliğini ise Şemsu’l-Eimme Halvânî, Kadı Ebû Zeyd ed-Debûsî, Serahsî, Pezdevî, Alauddîn Semerkandî gibi fakîhler sürdürmekteydi.5 1 Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku, 6. b., D.İ.B.Y., Ankara, 2003, s. 165-170; Hayreddin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, 6.b., İz Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 235-247; Ekrem Buğra Ekinci, İslâm Hukuk Tarihi, Arı Sanat Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 131-144. 2 Tuncay Başoğlu, “Hicri Beşinci Asırda Fıkıh” İLAM Araştırma Dergisi, C. III, S. 2, Yıl 1998, s. 128. 3 Kâdî Ebû Zeyd Debûsî, Mukayeseli İslâm Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi, trc. Ferhat Koca, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2009, s. 267. 4 Yûsuf Ziya Kavakçı, XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Mâverâ’n-Nehr İslâm Hukukçuları, Atatürk Üniversitesi Yay., Ankara, 1976, s. 305-306. 5 Başoğlu a.g.m., s. 132. 96 Mâverâünnehir Hanefîleri içinde de en az üç ayrı yaklaşım olduğunu ifade eden Başoğlu, bunlardan ilkini, Debûsî; ikincisini Halvânî ve talebeleri (Serahsî ile Pezdevî), üçüncüsünü ise Mâtûrîdî’yi esas alan fakîhlerin (Lâmîşî ve Alauddîn Semerkandî) temsil ettiğini ifade etmiştir.6 Buna benzer bir ayırım Şâfiî mezhebinde de görülmektedir. Subkî, Ebû Hâmid’i Irâk meşâyînıhın lideri, Kaffâl-i Sağîr’i de Horâsân meşâyîhının lideri olarak zikreder.7 Bu dönemin bir diğer özelliği de “mütekaddimûn-mütavassitûn-müteahhirûn” ayrışmasının ortaya çıkmasıdır. Hanefîlerde bu ayrışma V./XI. asırda Şemsu’l-Eimme el- Halvânî (v. 452/1060) ile birlikte ortaya çıkmıştır.8 Buna benzer bir ayrışma Hanbelî mezhebinde de görülmektedir. Hanbelî mezhebindeki müttekaddimûn ve mütavassatûn ayrışması Selçuklu devrinin öncesinde oluşmuştur. Hasan b. Hâmid’den (v. 403/1012) evvelki Hanbelî fukahâ’ya mütekaddimûn Hanbelî fukahâsı; sonraki fukahâya ise mütavassıtûn Hanbelî fukahâsı denilmiştir.9 Ayrıca yine Hanbelî mezhebi ile alakalı olarak bu dönemde Ebû Ya’lâ ile birlikte Bağdât Hanbelî geleneği oluşmuştur.10 Bu dönemin bir diğer özelliği de mekâsıd fıkhın ortaya çıkmaya başlamasıdır. Fıkıh hükümlerin gâyeci bir yaklaşımla anlaşılmaya başlanması İmâmu’l Harameyn el-Cüveynî ile başlamış ve Ebû Hâmid el-Gazzzâlî ile de devam etmiştir.11 Nihâyet bu anlayış Şâtıbî’de “mekâsıd nazariyesi”12 olarak kavramlaşıp zirveye ulaşmıştır. Ayrıca usûl-ı fıkh bağlamında zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât13 kavramları da ilk defa bu dönemde İmâmu’l-Haramayn el-Cüveynî tarafından ortaya konmuştur.14 6 Başoğlu a.g.m., a.y. 7 Ebû Nasr Tacuddin es-Subkî, Tabakâtu'ş-Şâfiîyyeti'l-Kubrâ, thk. Mahmûd Muhammed Tanahî, Abdülfettah Muhammed el-Hulv, Matbaatu İsa el-Babi el-Halebi, Kahire, 1383/1964, C. I, s. 208. 8 Eyüp Said Kaya, “Mütekaddimîn ve Müteahhirîn”, D.İ.A., C. XXXII, İstanbul, Yıl 2006, s. 188. 9 Kaya, a.g.md., s. 189; müteahharin ayrımı ise daha sonraları olmuştur. Bkz. a. mlf., a. g. md., a.y. 10 İbrahim Aslan, “el-Usûl’ul Hamse’nin Hanbelî Yorumu: el-Kâdî Ebû Ya’lâ el-Ferrâ Örneği”, A.Ü.İ.F.D., C. LIII, S. 1, Yıl 2012, s. 56-57; Diğer Hanbelî geleneği Şâm merkezli olup liderliğini İbni Teymiyye yapmıştır. Bkz. a. mlf. a.m., a.y. 11 Abdurrahman Haçkalı, “İslâm Hukuk Metodolijisinde Gayeci Yaklaşım: Gazâlî’nin İctihat Anlayışında Maslahatın İşlevselliği”, İ.A.D., C. XIII, S. 3-4, Yıl 2000, s. 451, 453, 454. 12 Şatıbî’nin mekasid anlayşı hakkında geniş bilgi için Bkz. Haçkalı, Şatıbî'de Makâsıd ve Fıkıh Usûlü: Makasıdi Düşünce ve Delil Teorisine Katkıları, Rağbet Yay., İstanbul, 2010. 13 İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî, el-Burhân fî Usûli’l-Fıkh, Câmiatu’l-Katar, Katar, h. 1399, C. II, s. 923- 925. 14 Haçkalı, a.g.m., s. 454. 97 1.1. İCTİHÂD DÜŞÜNCESİ VE ANLAYIŞI Her ne kadar Büyük Selçuklular döneminde, taklîd düşüncesi hâkim ise de, bu düşünceye sâhip olmayanlar ve ictihâda teşvîk edenler de yok değildir. Meselâ Hanefîlerden İmâduddîn ez-Zengî (v. 541/1146)15 bunlardan birisidir. Şöyle ki, Selçuklu’nun Musûl-Halep Atabeyi olan İmâduddîn ez-Zengî M’rratunn’umân kasabasını fethettiğinde Frenkler tarafından daha önce Müslümanların ellerinden alınan toprakların sâhipleri, Zengî’ye gelerek topraklarını geri isterler. Hâlbuki İmâduddîn ez-Zengî Hanefî mezhebindendi. Bu mezhebe göre ise Müslümanların sahip olduğu mülkler düşman eline geçtiği takdirde, tekrar fetih yoluyla İslâm diyârına intikal etse bile, eski sahiplerine geri verilmezdi. Çünkü bu toprakların dârul’l harp’ten sayılması hasebiyle artık Müslümanların mülkünden çıkmış olup yeniden fethi durumunda eski sâhiplerine verilmeyip hazineye devredilir. İmâdeddîn de bu görüşü müftülere sormuştu. Onlar da Hanefî mezhebinin görüşünün bu olduğunu söyledikten sonra İmâdeddîn “Frenkler onların mallarını alıyor, biz de onların mallarını alıyorsak aramızdaki fark nedir?” diyerek bir nevi taklîde karşı olduğunu gösterir ve herkesin hak sahibi olduğu mal ve mülklerini iâde eder.16 Bu dönemde Şâfiî olan Gazzâlî de taklîde karşıdır. Bir eserinde şöyle demektedir, “Makulatta burhân’a ve akla dayanırım, şerîatta ise mezhebim Kur’ân’dır. İmâmlardan hiçbirini taklîd etmem”.17 Yine Gazzâlî yaşadığı çağda ictihâd yapabilmek için gerekli olan şartları hafifletmiştir.18 Ayrıca Gazzâlî, “ictihâd dinin rüknüdür. Sahabeden zamanımıza kadar her nesil buna dayanmış ve yürümüştür”19 diyerek ictihâd taraftarı olduğunu göstermiştir. Cüveynî de ictihâd şartlarını tahfîf etme taraftarıdır.20 O da Gazzâlî gibi, “zaman müctehidsiz kalsa fetret devrî avdet etmiş olur”21 demiştir. Bu dönemdeki mezhep taassubuna Hanbelî Kadı Ebû Ya’lâ el-Ferrâ da karşıdır. Ferrâ, kişi istediği mezhebi seçmede özgürdür demek suretiyle taklîde ve mezhep 15 Hayatı hakkında bkz. Gülay Öğün Bezer, “İmâduddin ez-Zengî”, D.İ.A., C. XXXXIV, Yıl 2013, s. 258- 261. 16 Osman Gürbüz, “XII: Yüzyıl İslâm Dünyasında Örnek Bir Yönetici: İmâdeddin Zengi”, A.Ü.İ.F.D., S. 38, Yıl 2012, s. 58. 17 Ebû Hâmid Muhamed el-Gazzâlî, Fedâilü’l-Enâm min Resâil-İ Hücceti’l-İslâm, Tahran, 1333, s. 12; İbrâhîm Agâh Çubukçu, “Gazzali ve Siyâset”, A.Ü.İ.F.D., C. IX, Yıl 1961, s. 127. 18 Gazzâlî, el-Müstesfâ min İlmi'l-Usûl, thk.Hamza b. Züheyr Hafız, I-IV, eş-Şeriketü’l-Medineti’l- Münevvere li’t-Tıbaa ve’n-Neşr, Cidde, “ts.” C. IV, s. 4-17, vd. 19 Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, 4.b., Ensar Yay., 2010, s. 187. 20 İmâmu’l Harameyn el-Cüveynî, Giyâsu’l-Umem fî’l-İltiyâsi’z-Zulem, thk. Mustafa Hilmi-Fuad Abdulmun’im Ahmed, Dâru’d-Da’ve, İskenderiye, 1400/1979, s. 286-292; a. mlf., el-Burhân fî Usûli’l- Fıkh, C. II, s. 1330-1333. 21 Karaman, İctihad, a.y. 98 taassubuna olan muhâlefetini göstermiştir.22 İbn Akîl de aslında taklîde karşıdır ve katı gelenekçileri eleştirmektedir. Müteahhirûnu terk edip mütekaddimûn ile yetinmek insanı hataya sevk edebilecğini belirtmektedir.23 Ayrıca Hanbelî ibn Akîl taklîde karşı olduğunu şu veciz sözü ile ifâde etmekteydi “Delile ittibâ lazımdır Ahmed’e değil ( الواجب اتباع الدليل ال 24.(اتباع احمد Hicrî beşinci asırda yazılmış olan fıkıh usûlü eserlerinde avâmın taklîdde ma’zûr sayılmaları bir yana bırakılırsa ilim ehlinin birbirini taklîd edip edemeyeceği meselesi de tartışılmıştır. Serahsî taklîd edilebileceğini söylerken, Gazzâlî, Sem’ânî, ibn Hazm, Cüveynî, Bakıllanî gibi âlimler bu nev’i bir taklîdin câiz olmadığı düşüncesindeydiler.25 Taklîdi yeren bir diğer önemli fakîh Debbûsî ise şunları söylemektedir: "Allah, Ademoğullarını fıtrat üzere yaratmıştır; şeytan onları hak yollarından dalâlete ancak derece derece götürür (istedrecehum). Bu yolların başı da taklittir. Âlim âlimi, kendi reyini itham edip, onun fıkhına ittiba ederek ve bunu din zannederek taklit eder. Onu bu duruma sevkeden şey sadece tembelliktir. Eğer çalışsaydı, o da taklit ettiği âlimin benzeri bir muvaffakiyete erdirilirdi (lev ictehede levuffika limislih). Cahil de onu, bir âlimi, getirdiği hükme istidlâlini zikretmeksizin duyduğunda taklit eder bir halde görür ve bir cahili taklîd edip sapıtır (dalâlete girer). Sonra babasını ve muasırlarını taklîd eder, neticede taşlara tapmaya kadar giderler. Dinler de ancak avâmmın kötü âlimleri (ulemâu's-sû') taklîd etmesiyle değişmiştir (tebeddül etmiştir). Çünkü bu âlimler taklîd edildiklerinde, riyâseti ve hak üzere olan âlimlerle mücâdeleyi sevdiler; avâmm katında güzel olan şeyler ihdas ettiler (ebdeû'); sünnete tabi olanları kötülediler (ta 'anû); neticede din kökünden değişti. Bu nedenle taklîd cehlin sermayesidir ve sebebi de kişinin kendi derecesini (kadrini) bilmemesidir ki, neticede kişi, kendisi gibi olan bir zâta hüccetsiz ittiba eder. (Şeytanın dalâlete götürdüğü yollardan biri olarak) taklîdden sonra ilham gelir ki, ilham sahibi kalbinin sesine tabi olur ve hüccetsiz olarak onu taklîd eder. .. İşte ilham sahibi cahillikle kendi rütbesini yükseltir, taklîd sahibi de yine cahillikle kendi kadrini düşürür, ikisi de helak olur. Kendi kadrini bilen kişi helak olmaz. Kim bu ikisinden sakınmak istiyorsa işini Kitab ve Haber' e, sonra istidlâl ve nazara bina etsin. Tevfîk ancak Allah'tandır. İnsanlar, sadr-ı evvelde yani sahâbe, tabiîn ve salihîn devrinde işlerini (umûrahum, burada: fıkhî hükümler anlamında) hüccete bina ederler; önce Kitab'ı, sonra Sünnet'i, sonra da hüccetle sahih olmak şartıyla Rasulullah'tan (sa) sonra gelenlerin kavillerini alırlardı. Kişi, bir meselede Ömer'in (ra) kavlini alır, sonra bir başka meselede Ali'nin (ra) kavlini alarak ona muhâlefet ederdi. Ebû Hanîfe'nin ashabı da, kendilerine vâzıh görünen hüccete göre, bir defasında ona uyarlar, bir başkasında ise ona muhâlefet ederlerdi. 22 Muhammed b. Hüseyin Ebû Ya'lâ el-Ferrâ, el-Mu'temed fî Usûli'd-Dîn, thk. Vadi Zeydan Haddâd, Dârü'l-Maşrık, Beyrut, 1974, s. 195-196. 23 İbn Akîl, Kitâbu’l-Funûn, 2. Bölüm, ed. George Makdisi, Sêrie I: Penseê Arabe et Musulmane, Paris: Institutde Letteres Orientales, 1970-71, s. 321. 24 İbn Receb, ez-Zeyl alâ Tabakâti’l-Hanâbile, Kahire, 1952, C. I, s. 157. 25 Tuncay Başoğlu, a.g.m., s. 127. 99 Şeriatta ne Ömerî ne Alevî diye bir mezhep yoktu, bilakis nisbet Rasûlullah'a (sa) idi ki onlar Nebi as'ın kendilerini hayırla övdüğü nesiller idiler. Onlar hücceti görürlerdi, âlimlerini de kendilerini de değil. Ne zaman ki dördüncü asır ehlinin çoğunluğundan takvâ gitti ve hüccet talebinde tembellik gösterdiler, âlimlerini hüccet kıldılar ve onlara tabi oldular. Bir kısmı Hanefî, bir kısmı Malikî, bir kısmı Şâfiî oldular, hücceti rical ile desteklemeye başladılar, bu mezhep üzerine doğmuş olmakla sıhhate itikâd eder oldular”.26 Bu dönemin bir diğer önemli özelliği de ictihâd’da isâbet-hata meselesidir. Şöyle ki, daha öce Irâk Hanefîleri arasında hâkim olan görüş ictihâdın yanılmazlığıdır (musavvibe).27 Yani müctehidlerin düşünceleri ne kadar farklı olursa olsun, yaptıkları cehdden dolayı ulaştıkları tüm yanıtlar doğrudur.28 Bu görüşü savunan Bakıllânî, Gazzâli gibi Şâfiî âlimler de vardı.29 Hâlbuki Orta Asya Hanefî âlimleri, ictihâd’da, muhattie (yanılabilircilik) görüşünü savunmaktaydılar.30 Yani müctehidlerin doğruyu bulamayabilme ihtimalinin de var olduğunu düşünüyorlardı. Bu Hanefîler arasında şunları zikredebiliriz: Alauddîn es- Semerkandî, Ebû Mûti’ en-Nesefî (v. 318/930), Ömer en-Nesefî (v. 537/1142), Ebû’l- Berekat en-Nesefî (v. 710/1310), Ebû’l-Usr el-Pezdevî ve Kâsânî.31 Orta Asya Hanefî fakîhleri, ictihâdda musavvibe anlayışının bir Mu’tezile öğretisi olduğunu iddia etmekteydiler.32 Buradan şu da anlaşılmaktadır ki, Irâk’taki Hanefî fukahânın bir kısmı Mu’tezile’nin etkisi altında kalmışlardır. Hattâ Kerhî, Cessâs ve Sayrafî gibi Hanefî fıkhının Irâk temsilcileri Mu’tezîlî olmakla suçlanmışlardır.33 Bunun yüzden Irâk Hanefîleri “musavvibe” görüşünde olduğu iddia edilmiştir. 1.2. TAKLÎD DÜŞÜNCESİ VE ANLAYIŞI Tâbiûndan kimi âlimler karşılaştığı yeni hukuk problemler ile alakalı nass ya da sahâbî kavli bulamadıkları zaman kendi re’yleri ile fetvâ vermekten çekinmiyorlarken, 26 Başoğlu, a.g.m., s. 128-129 (aynen alınmıştır). 27 Aron Zysow, “Hanefî Hukuk Kuramında Mu’tezilîlik ve Matüridîlik”, trc. Süleyman Aydın, Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Y. 2, S. 4, Yıl 2009, s. 151-152. 28 Zysow, a.g.m., s. 152. 29 Bilal Esen, Hanefî Usûl Eserlerinde İctihad Teorisi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2010, s. 203; Zysow, a.g.m., s. 159. 30 Esen, a.g.e., s. 209-210; Zysow, a.g.m., s. 154, 31 Zysow, a.g.m., s. 154, 155, 157-158, 158-159. 32 Esen, a.g.e., s. 202-204; Zysow, a.g.m., s. 154, 155, 156, 156-157, 158, 159. 33 İbnü’l-Murtazâ, Tabakatü'l-Mu'tezile, thk. Susanna Diwald Wilzer, Beyrut 1961, s. 130-131; Şükrü Özen, “IV./X. Yüzyılda Mâverâünnehir’de Ehl-i Sünnet-Mu’tezile Mücâdelesi ve Bir Ehl-i Sünnet Beyannamesi”, İ.A.D., S. 9, Yıl 2003, s. 82. 100 tâbiûndan kimi âlimler de nass veya sahâbî kavli bulamadıkları zaman ictihâd yapmaya pek sıcak bakmıyorlardı. Hicretin ilk yüzyıllarında belli bir imâma bağlılık söz konusu değildi.34 Nitekim İmâm Mâlik’e, kendi kitabı Muvatta’yı kânûn kitabı olarak kabul edilmesi teklîf edildiğinde, Harun er-Reşid’e (v. 193/809) red cevabı vermesi aslında, İmâm Mâlik’in taklîde muhâlif olduğunu göstermektedir.35 Joseph Schact’da, III./IX. asrın ortalarına kadar ictihâd konusunda bir kısıtlamanın olmadığını, bu tarihten sonra taklîdin toplumda yavaş yavaş yerleşmeye başladığını ve nihâyet IV./X. asrın başlarında taklîdin genel kabul gördüğünü ve artık o dönemden sonraki fakîhlerin, kendilerinden önceki fukahânın görüşlerini yorumlamaya başladıklarını söylemektedir.36 Taklîd toplumda o kadar kabul görmüş ki, hicrî 370’de vefat eden Kerhî, “mezhebimizin görüşlerine aykırı olan her âyet neshe ve tercihe yorulur. Evlâ olan ise, aralarını uzlaştırmak, cihetiyle tevile yorulmasıdır”37 derken; İmâmu’l-Harameyn’nin talebesi olan İlkiyâ el-Herrâsî (v. 504/1110) de “üstün el (üstünlük), Şâfiî mezhebini savunanlara aittir” (38(واليد العليا لمن يذب عن مذهب الشافعي demektedir. Yine Hanbelî âlim Ebû’l-Kâsım ibn Mende (v. 470/1078), Eş’ârîlere muhâlif olduğu için onlardan dinlediği hadîsleri rivâyet etmemiştir.39 Hanbelî olan Ebû İsmâîl el-Herevî (v. 481/1089), Eş’arîlerce teşbîh ve tecsîm ile suçlanınca, Eş’arîlerin kestiklerinin yenmeyeceğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir.40 Hattâ Makdisi, Herevî’nin son istek ve vasiyetinin tüm Müslümanları 34 Ahmed Hasan, İlk Dönem İslâm Hukuk Biliminin Gelişimi, trc. Haluk Songur, Rağbet Yay. İstanbul, 1999, s. 51; Yusuf Dokur, Başlangıçtan IV/X. Asra Kadar İslâm Hukuk Tarihinde Taklîd Düşüncesi ve Etkileri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006, s. 61-62. 35 Şah Veliyyullah Dihlevî, İçtihât Risâlesi İslâm Hukukundaki Farklı Görüşlerin Sebepleri, trc. Rahmi Yaran, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 30; Hasan, a.g.e., a.y. 36 Joseph Schacht, İslâm Hukukuna Giriş, trc. Mehmed Dağ-Abdülkadir Şener, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara, 1977, s. 73-75; Dokur, a.g.tz., s. 67; Makdisi’ye göre ise ictihad kapısının kapatılması VII./XIII. asırda vukû’ bulmuştur. Bkz. George Makdisi, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim İslâm Dünyası ve Hıristiyan Batı, trc. Ali Hakan Çavuşoğlu-Tuncay Başoğlu, Klasik Yay., İstanbul, 2012, s. 414. 37 Muhammed Ali es-Sâyis, Tarihu’l-Fıkhî’l-İslâmî, Meketebe ve Matbaatu Muhammed Ali Subeyh ve Evlâduhû, Kahire, “ts.” s. 112; Debûsî, Mukayeseli İslâm Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi, s. 267. 38 İlkiyâ el-Herrâsî, Ahkâmu’l-Kur’an, Mısır “ts.” C. II, s. 234. 39 Nuri Topaloğlu, “İbn Mende”, D.İ.A., C. XX, Yıl 1999, s. 182. 40 İshâk Özgel, “Büyük Selçuklular Döneminde Tefsîr İlmî ve Müfessirler”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, C. V, S. 2, Yıl 2005, s. 36. 101 Hanbelî olmaya teşvik olduğunu rivâyet eder.41 Taklîd toplumda o kadar hâkim olmuş ki, Sultân Melikşâh bir medreseye Ebû Hanîfe adını vermek istediyse de vezîr Nizâmulmülk tarafından izin verilmemiştir.42 Taklîd anlayışı eserlere de yansımaktaydı. İlkiyâ el-Herrâsî mutaassıp Şâfiîliği yüzünden eserinde, Hanefî Cessâs ve Ali b. Musa el-Kummî’nin (v. 350/961) şahsında Hanefî mezhebine saldırmakta,43 İmâm Şâfiî’ye muhâlefetinden dolayı Mâlikî Kadı İsmail b. İshâk’ı (v. 282/896) eleştirmekte ve cehaletle suçlamakta,44 ayrıca Hanbelî mezhebini de eleştirmekten geri durmamaktaydı.45 Muhammed Zuhaylî’ye göre, Cüveynî “el-Burhân” adlı eserinde, Eş’arî, Bakıllânî gibi önemli Şâfiî şahsiyetleri eleştirdiği için Gazzâlî’nin “el-Mustasfâ”sının gölgesinde kalmıştır.46 Cüveynî gibi büyük bir otorite, eserinde kendi mezhebindekileri eleştirdiği için Şâfiîler tarafından belki de tepki olarak eseri pek fazla okunmamış ve gereken ihtimâm gösterilmemiştir. Fakat şunu ifâde edelim ki, bu devirde taklîd ruhunun hâkim olması; hiçbir ilmî faaliyetin gerçekleşmediği anlamına gelmez. Rivâyet olunur ki: Ebû'l-Fadl el-Merâğî, Bağdât'ta beş sene ilim tahsil ettikten sonra memleketine dönmeye karar verir. Bu arada ekmek almak için girdiği bir fırında ekmekçinin yanındaki ile şöyle konuştuğuna şâhid olur: Ekmekçi, yanındakine, "İşittin mi, vaiz kürsüde yemin edenin bir sene sonra da olsa istisnâ yaparak (İnşaAllah diyerek) yeminin bağlayıcılığından kurtulabileceğini söyledi. Kafam buna takıldı. Eğer öyle olsaydı, Allahü Teâlâ Hazret-i Eyyûb'e (Eline bir demet al da onunla vur, yeminini bozma!)47 buyurmaz, (İnşaAllah deyiver de istisnâ yap!) buyururdu" diyordu. Merâgî bunun üzerine, "Fırıncıların bile böyle bilgi sahibi olduğu bir memleketten çıkıp da Merâga'ya gitmek olur mu?" demiş ve dönmekten vazgeçmiştir.48 41 Makdisi, İslâm’ın Klasik Çağında Din Hukuk Eğitim”, trc. Hasan Tuncay Başoğlu, Klasik Yay., İstanbul, 2007, s. 191. 42 Tuba Yüksel, Selçuklu Başkenti İsfahân (Kuruluşundan Moğol İstilasına Kadar), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2013, s. 136. 43 el-Herrâsî, a.g.e., C. II, s. 219, 220, 222, 251, 254, C. IV, s. 82-85; Diğer tenkidler için ayrıca Bkz. C. I, s. 103, 136, 141, 148, 265, 294; C. III, s. 108, 198, 246; C. IV, s. 285. 44 el-Herrâsî, a.g.e., C. III, s. 236-243; Diğer Mâlikî tenkidler için ayrıca bkz. a. mlf., a.g.e., C. I, s. 103, 140, 143, 273, 287, 293, 328; C. II, s. 107, 300; C. III, s. 132, 359, 363. 45 el-Herrâsî, a.g.e., C. I, s. 188, 271, 384. 46 Muhammed Zuhaylî, el-İmâmu’l-Cüveynî, 2. b., Dâru’l-Kalem, Beyrut, 1996, s. 172. 47 Sâd, 44 48 Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah b. Muhammed Meâfiri İbnü'l-Arabi, Ahkâmu’l-Kur’ân, thk. Ali Muhammed Bicâvi, İsa el-Babi el-Halebî, Kahire, 1376/1957, C. II, s. 642; Keskioğlu, a.g.e., s. 166; Ekinci, a.g.e., s. 136-137. 102 1.2.1. Taklîd Düşüncesinin Yerleşme Sebepleri Taklîd düşüncesi topluma bir anda değil yavaş yavaş yerleşmektedir. Şimdi taklîdin bu dönemde neden yerleştiğine bir göz atalim. - Taklîdin bu dönemde yerleşme sebeplerinden birisi siyâsî parçalanmalardır. Çünkü İslâm dünyasının parçalanmışlığı49 ister istemez Müslüman âlimleri ictihâd’dan ziyâde içe dönük olaylara kafa yormalarına sebep olmuştur. - İkinci olarak bu devirde birçok sapık mezhep zuhûr etmiştir. Bu mezhepler, dînî konularda hiç kafa yormadan ileri geri konuşabilmekte ve yeni bir şeyler îcâd etmekte de sakınca görmemekteydiler. Bunun bir netîcesi olsa gerek, âlimler ictihâd kapısının mesdûd (kapatılmış) ya da münsedd (kendiliğinden kapanmıştır) olduğunu iddia etmişlerdir.50 - Bunun yanında talebelerin hocalarına bağlılık duygusu yani mezhep taassubu da taklîdin kök salmasında etkili olmuştur.51 - Bundan başka, fıkıh kitâplarının tedvîn edilmesi ile birlikte talebeler kolaycılığa kaçarak ictihâd etmeden direk hazır bilgileri kullanmışlardır.52 Dolayısıyla da yeni eserler ortaya koyma yoluna gitmemişler, var olanları şerh etmeyi tercih etmişlerdir. - Taklîd ruhu bu devirde hâkim olduğu için yeni bir şey söyleyenler sanki yeni bir din îcâd etmiş gibi kabul edilmeye başlanmış, bu yüzden fukahâ toplumsal baskıdan korktuğu için ictihâd edemiyor, eski görüşlerle amel etmeye belki de zorlanıyordu.53 - Yine Selçuklu medreselerinde ezberciliğe dayalı bir eğitim söz konusuydu.54 Bunun da bir netîcesi olarak taklîd yerleşti diyebiliriz. Çünkü ezbercilik yeni bir şey üretmekten ziyâde, var olanı tekrarlamaktan ibarettir. 49 Karaman, İslâm Hukuk Tarihi., s. 235-236; Keskioğlu, a.g.e., s. 165; Ekinci, a.g.e., s. 132-133. 50 Karaman, a.g.e., s. 242; Ekinci, a.g.e., s. 136. 51 Ekinci, a.g.e., s. 135; Karaman, a.g.e., s. 168; Dokur, a.g.tz., s. 70. 52 Karaman, a.g.e., a.y.; Ekinci, a.g.e., a.y.; Dokur, a.g.tz., s. 71. 53 Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 241; Ekinci, a.g.e., a.y.; Dokur, a.g.tz., s. 74. 54 Kenan Çetin, Selçuklu Medeniyeti Tarihi, Yitik Hazine Yay., İzmir, 2011, s. 261-262; Numan Durak Aksoy – Halis Adnan Arslantaş, “Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e Eğitim-Öğretimde Kurumsal Değişim”, F.Ü.İ.F.D., Elazığ, C. XX, S. 1, Yıl 2010, s. 474; Abdurrahman Acar, “Selçuklu Medreseleri ve İslâm Kültür ve Medeniyetine Kazandırdıkları”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 358; Ömer Menekşe, “Selçuklu Eğitim Müesseseleri Nizâmiye Medreseleri”, D.A.D., C. XXXIX, S. 3, Yıl 2003, s. 12. 103 - Nizâmiye medreselerinde ve Anadolu’daki bir takım Hanefî medreselerinde olduğu gibi, medrese vakıflarının muayyen mezheplere tahsîs edilmesi, taklîd ruhunun yerleşmesinde etkili olmuştur.55 - Bu devirde mevcut olan münâzara ve münâkaşaların yaygın olması da taklîdin kök salmasına etkili olmuştur.56 1.2.2. Taklîd’den Örnekler Şimdi de bu dönemdeki ulemâ ve halk arasında taklîdin nasıl hâkim olduğu misâllerle verilmeye çalışılacaktır. - Bu dönemde taklîd toplumda o kadar hâkim olmuştur ki, Muhammed b. Musa et-Turkî el-Balasagûnî (v. 506/1112) Dımaşk’a, kadı olarak atandığı zaman, Dımaşk câmiine Hanefî bir imâm atayarak, kametleri de Hanefî mezhebine göre okutturmaya başlatmıştı. Şafiî mezhebini benimseyen halk bu Hanefî imâmın arkasında namaz kılmayı reddederek tepkilerini ortaya koymuşlardır.57 - Yine bir başka olay da Ebû’l-Muzaffer es-Sam’ânî’nin mezhep değiştirmesi olayıdır. Aile boyu Hanefî olan Sem’ânî, Şâfiîliğe geçtikten sonra Hanefî mezhebini tenkit eden eserler kaleme almaya başlamıştır.58 Bunun bir netîcesi olarak da Merv’de kargaşalıklar zuhûr etmeye başlamış ve Sem’ânî Merv’i terk etmek zorunda kalmıştır.59 Yine aynı Sem’ânî, 34 sene Hanefî mezhebinde iken daha sonra Şâfiî mezhebini tercih edip mezhep değiştirdiği için, başta büyük kardeşi Ebû’l-Kâsım olmak üzere diğer Hanefî ulemâsından ve halktan tepki görmüştür.60 Halk kendisi için, “30 seneden fazla bir yol (mezhep) üzerine münâzarada bulundu sonra da ondan ayrıldı” 61 gibi sözlerle tepkilerini dile getirmişlerdir.62 - Yine bu devirde taklîd o kadar hâkim olmuş ki Râvendî, Sultan Sencer’in zamanında herhangi bir mansıb (memuriyet) Hanefî mezhebinin dışında 55 Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 238-239; a.mlf., İctihad, s. 170; Ekinci, a.g.e., s. 135-136; Menekşe, a.g.m., s. 122. 56 Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 239. 57 Başoğlu, a.g.m., s. 125. 58 Özellikle “Kavâtiu’l-Edille” eseri. 59 Başoğlu, a.g.m., a.y. 60 İbu’l-Cevzî, el-Muntazam fî Târîhi’l-Mulûk ve’l-Umem, thk: Muhammed Abdulkadir Ata ve Mustafa Abdulkadir Ata, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1992, C. XVII, s. 37. 61 İbu’l-Cevzî, a.g.e., a.c. , a.y. 62 Ayrıca Şâfiî mezhebine intikali ile ilgili değişik rivâyetler için bkz. Dokur, a.g.tz., s. 28-30. 104 birinin elinde olsa, Sultân Sencer gerekirse kılıç darbesiyle elinden alır İmâm-ı Azâm’ın ashabına verirdi63 demektedir. Yine Gazzâlî’nin de Ebû Hanîfe aleyhine dair konuşma yaptığı Sencer’in kulağına gitmesi üzerine Sencer, Gazzâlî ile konuşmuş ve Gazzâlî’nin böyle bir şeyin söz konusu olmadığını ifade etmesi üzerine memnuniyetini belirtmiştir.64 - Bir başka misâlde, daha önce mezhep değiştirenler bahsinde misâlini verdiğimiz, âmâ ve Hanbelî mezhebinden olan Ebû’l-Bekâ’ya (v. 616/1219), mezhebini değiştirip Şâfiî mezhebine geçmesi halinde Nizâmiye medresesinde ders vermesi gibi büyük bir imkân sunulmuştur. Buna rağmen Ebû’l-Bekâ “beni altına gark idüb vucudum nihan oluncaya dek serime altun nişan eyleseniz yine mezhebimi terk etmem” diyerek ne kadar mutaassıb ve mukallid bir Hanbelî olduğunu göstermiştir.65 - Başka bir misâl de, İmâmü’l-Harameyn el-Cüveynî’nin (v. 478/1085) babası Abdullah b. Yûsuf el-Cüveynî (v. 438/1046), “el-Muhît” adında bir fıkıh kitabı yazmaya başlar. Eseri yazarken sahih hadîslere bağlı kalmaya özen gösterir. Kitabın ilk üç bölümünün müsveddelerini incelemesi için hadîs âlimi Beyhakî’ye (v. 458/1066) gönderdikten sonra Beyhakî, metinleri okumuş ve cevaben yazdığı mektubunda Cüveynî’nin hatalarına işaret ederek, “İmâm Şâfiî’nin terk ettiği ve delil olarak kullanmadığı hadîslerin gizli kusurlarının olduğunu, hadîslerle amel etmenin ona mahsus olduğunu…” söylemiştir. Beyhakî’nin bu yönlendirmesi üzerine Cüveynî, söz konusu eseri yazmaktan vazgeçmiştir.66 1.3. BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ ŞÎASINDA İSLÂM HUKUKU Selçuklular’da sadece Sünnî Fıkıh mezhepleri İslâm hukukuna alâka duymamış; gayr-i Sünnî mezheplerden Şiîler de İslâm hukukuna alâka duymuş ve bu konuda bir takım 63 Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetu’s-Surûr (Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alametleri), I-II, trc. Ahmed Ateş, Türk Tarihi Kurumu Yay., Ankara, 1957, C. I, s. 18. 64 Adem Arıkan, Büyük Selçukluların Hanefîlere Destekler ve Irâk Selçukluları Sultânı Mesud’un Faaliyetleri, Araşan Sosyal Bilimler Enstitüsü İlmî Dergisi, Bişkek, Yıl 2008, s. 159-160. 65 Havva Kurt Selçuk, “İbn-i Hallikân’ın Vefayatü’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklu Devlet ve İlim Adamları, E.Ü.S.B.E.D., S. 8, Yıl 1999, s. 113. 66 Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 237. 105 yenilikler meydana getirmişlerdir. İşte bu yeniliklerden birisi de “Usûliyye”67 ekolünü kurmalarıdır. 1.3.1. Büyük Selçuklu Şiîlerinden Usûliyye’nin Kuruluşu Büyük Selçuklu döneminde Şîîlerin fıkıh anlayışlarında bir takım yeniliklerin zuhûr ettiğine şahit olmaktayız. Özellikle İsnâaşeriyye mezhebi açısından bu dönemin en önemli fıkhî özelliklerinden birisi Şeyh Müfîd (v. 413/1022), Şerîf el-Murtazâ (v. 436/1044) ve Ebû Ca’fer et-Tûsî (v. 460/1068) liderliğinde “Usûliyye” ekolünün kurulmasıdır. Usûliyye, on ikinci imâmın gaybetinden sonra nazariye ve tatbîkatı yorumlamada naklin yanına fıkhın aklî prensiplerini de kullanarak çözüme kavuşturma taraftarlarına denir.68 Usûliyye, Şeyh Müfîd’in ve Şerîf el Murtazâ’nın Ahbarîleri69 şiddetli tenkitlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Şerîf el-Murtazâ’nın ilk fıkıh usûlü eserini yazma teşebbüsü de usûliyye ekolünün yenilikçi düşünceye sahip olduğunun bir tezâhürüdür.70 Ebû Ca’fer et-Tûsî de, X. asra kadar etkin olan Ahbarî düşünceyi tenkid etmesi, İsnâaşeriyye fıkhını sistematik hale getirtip, teorik yapısını kurmasıyla; Sünnîlikte aynı görevi yapan İmâm Şâfiî’ye (v. 204/820) benzetilmiştir.71 Esasında Şiîlikteki bu yenilikçi düşünce zarûretten ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Çünkü ehl-i Sünnet ve Mu’tezile’nin bazı konularda uyguladığı esnek yöntemler ister istemez Şiî düşüncesinin de bu minvalde hareket etmesini tetiklemiştir. Nasıl ki ehl-i sünnet içerisinde ehl-i hadîs ve ehl-i re’y ayrımı varsa Şîa düşüncesinde de Ahbarîyye ve Usûliyye ayırımı oluşmuştur.72 Ahbarîyye dîni konularda ehl-i hadîs gibi sadece nakil ve rivâyetlerle yetinirken,73 Usûliyye’nin temel kaynaklarında ise ehl-i rey gibi Kur’ân, Sünnet, İcmâ’ ve akıl vardır.74 Fakat Şiî düşünce, bu kaynakların içlerini kendi düşüncelerine göre doldurmaktadır. Meselâ onlara göre sünnet sadece masûm imâm râvilerinden ve birkaç sahâbîden gelen rivâyetlerle sâbit ise kabul edilir; aksi halde kabul 67 İmâmiyye Şîası geleneğinde dinî hükümlerin aklî istidlâl yoluyla elde edilebileceğini savunan ekol. Geniş bilgi için bkz. Mustafa Öz, “Usûliyye”, D.İ.A., C. XXXXII, Yıl 2012, s. 214-215. 68 Mustafa Öz, a.g.md., s. 214 69 Geniş bilgi için bkz. Metin Yurdagür, ”Ahbariyye”, D.İ.A., C. I, Yıl 1998, s. 490-491. 70 Başoğlu a.g.m., s. 137. 71 Kahraman, “a.g.md., s. 435. 72 Yurdagür, a.g.md., s. 490. 73 Yurdagür, a. g. md., a.y. 74 Öz, “Usûliyye”, s. 215; Yurdagür, a. g. md., a.y. 106 edilmez. Kezâ bunlara göre icmâ, ancak kendi imâmlarının ittifak ettiği konularda câiz; aksi halde caiz değildir.75 1.3.2. Büyük Selçuklu Dönemi Şiîlerinde İctihâd ve Taklîd Şîa düşüncesinde de76 müctehid-mukallid ayrımı vardır. Şîa’ya göre mutlak müçtehidin, bütün ilim dallarında ve hâssaten usûl-ı fıkıh’ta derin bilgi anlayışına sahip olması gereklidir. Müctehid hata etse bile mükâfatını alır. Avamın ise fürû’da bir müctehidi taklîdi câizdir. Ancak ölmüş bir müçtehidin taklîd edilmesi ise bu mezhebe göre caiz değildir.77 Bu dönemde yaşayan önemli Şiî fakîhlerinden Tûsî’nin şahsında İsnâaşeriyye fıkhını değerlendiren Kahraman şunları söylemektedir “Tûsî’nin İsnâaşeriyye’nin fıkıh düşüncesine üç önemli yenilik getirdiği söylenebilir. 1. İsnâaşeriyye fıkhını ictihâdın daha sistemli biçimde kullanıldığı geniş bir alana taşıyıcı çabalar göstermiş ve bu yönde ilmî esaslar ortaya koymuştur. 2. Bir taraftan Şerîf el-Murtazâ’nın akıl konusundaki tutumunu aşırı bulurken diğer taraftan sentezci yaklaşımıyla katı bir lafızcılık ve nakilciliğin hâkim olduğu ilk dönem Ahbârîliğinin yetersizliğini göstermiştir. 3. İcmâ’ın tam olarak ortaya çıkmasını ve deliller kategorisindeki yerini almasını sağlamıştır. Ayrıca fer‘î meselelerde önemli görüşler ileri sürmüş, Şeyh Müfîd’in ulemânın otoritesine dair ileri sürdüğü görüşleri geliştirmiş, Şerîf el-Murtazâ’nın aksine fakîhin fıkhî müdâhalesini müstehap kabul etmiş, ulemânın imâmı temsil yetkisinin adâletin icrası, emir bi’l-ma‘rûf ve nehiy ani’l-münker görevinin yerine getirilmesi, humus ve diğer dinî vergilerin toplanıp hak edenlere dağıtılması ve Cuma imâmlığı gibi meseleleri kapsadığını ifade etmiştir. Şiî bir kadının imâm tarafından tayin edildiği farzedilerek otoritesinin kabul edilmesi gerektiğini söylemiş, dolayısıyla imâm tarafından ulemâya hadleri ve diğer kazâî hükümleri uygulama yetkisinin verildiğini kabul etmiştir. Tûsî, zekât ve humusun toplanıp dağıtılmasında imâmın temsilcileri sıfatıyla fakîhlerin yetki sahibi olduğu ve bunların fakîhlere verilmesinin daha uygun sayılacağı kanaatindedir; bu görüş Usûlî ulemâsının toplumda otoritesinin kurulmasında önemli rol oynayan bir yeniliktir. Öte yandan Tûsî imâmın gaybet döneminde sadece savunma cihadına cevaz vermiştir. Ayrıca hocası Şerîf el-Murtazâ gibi o da imâmın yokluğunda mevcut otoriteyle ilişkileri ve görev alma konusunu ayrıntılı biçimde işlemiştir.”78 1.4. BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ MÜCTEHİDLERİ Karaman, Selçuklu devrine tekâbül eden hicrî V. ve VI. asırdaki müctehidler arasında şunları zikretmektedir:  Ebû İshâk İbrâhîm b. Muhammedi’l-İsferâyînî (v. 418/1027) 75 Yurdagür, a. g. md., a.y. 76 Özellikle Usûliyye anlayışında. 77 Öz, a.g.md., a.y. 78 Abdullah Kahraman, “Tûsî” D.İ.A., C. XXXXI, s. 436. 107  El-Kadı Abdülvehhab b. Ali (v. 422/1031)  Ahmed b. Muhammed el-Kudûrî (428/1037)  Şemsu’l-Eimme Abdülazîz b. Ahmedi’l-Halvânî (v. 448/1056)  Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammedi’l-Mâverdî (v. 450/1058)  Ebû’t-Tayyib Tâhir b. Abdillahi’t-Taberî (v. 450/1058)  El-Kadı el-Huseyn b. Muhammedi’l-Merveruûzî (v. 462/1070)  Yûsuf b. Abdilber (v. 463/1071)  Ebû’l-Velid Süleyman b. Halefi’l-Bâcî (v. 474/1081)  Ebû İshâk İbrâhîm b. Ali eş-Şîrâzî (v. 476/1083)  İmâmu’l-Harameyn Abdülmelik b. Abdillahi’l-Cüveynî (478/1085)  Ali b. Muhammedi’l-Pezdevî (483/1090)  Şemsü’l-Eimme’s-Serahsî (490-500/1097-1106)  İlkiyâ el-Herâsî Ali b. Muhammed (v. 504/1110)  Altıncı asır müctehidleri ise,  Tahir Abdülmedel-Buh3arî (v. 542/1147)  Ebû Bekr Muhammed b. abdiilah b. el-Arabî (v. 543/1148)  Muhammed b. Yahya en-Nîsâbûrî (v. 548/1153)  Kadı Hân Fahruddîn Hasen b. Mansûr (v. 592/1196)  Ali b. Ebî Bekri’l-Merğînânî (v. 593/1197)  Ebû’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Rüşdi’l-Hafîd (v. 595/1202)  Ebû Muzafferi’l-Havâfî (v. 510/1204).79 2. BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİNDE FIKIH EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ Büyük Selçuklular döneminde fıkıh eğitimi ve öğretimi hususunda önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Çünkü Büyük Selçuklular zamanında kurulan tam teşekküllü medreselerdeki eğitim ve öğretim fıkıh ilmine hasredilmişti. Diğer ilimler ise yardımcı ilim olarak okutulmaktaydı. 2.1. FIKIH İLMİ Büyük Selçuklu devrinde fıkıh ilmi çok önemli bir yer iştigâl etmekteydi. Meselâ Gazzâlî’nin yaşadığı zamanda fıkıh okumak ve okutmak Sünnîliğin şiârıydı.80 V./XI. ve 79 Karaman, İctihad, s. 194-195. 108 VI./XII. asırda İran ve Mâverâünnehir’de hadîs ve fıkıh işlevi gören ribâtlar kurulmuştu.81 Ayrıca bu dönemde nakîbu’n-nukebâlığa82 getirilmenin şartlarından birisi de fıkıh ilmine vâkıf olmaktı.83 Şâhitlik (noterlik) yapabilmek için de fıkıh ilminin bilinmesinin şart olarak aranması84 bu dönemde fıkıh eğitiminin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Makdisi’ye göre, medreselerin yegâne kuruluş amacı fakîh-müftîyi yetiştirmektir.85 Bu medreselerde fıkıh ilmini öğretmek esas, diğer ilimleri öğretmek ise tâlî (ikincil) idi.86 Medreselerde tek bir mezhebin fıkhı öğretiliyordu. Biz buna tekli medrese de diyebiliriz. Tekli medreselerde sadece muayyen mezhebin talebeleri ders görebilirdi. Mesela medrese Şâfiîlere ait ise Hanefîler orada ders göremezdi. Talebeler “mütefakkih” ve “fakîh” olmak üzere ikiye ayrılırdı. Mütefakkih lisans talebesine; fakîh ise lisansüstü talebesine denkti diyebiliriz.87 Mütefakkih lisans döneminde tamamen furû’ fıkıh ilmi ile meşguldü. Bunu başarıyla bitirirse lisansüstü talebeliğe adım atmış oluyordu ve fakîh ünvanını almış olurdu. Bundan sonra ancak lisansüstü talebesi bilfiil münâzaralara katılma hakkına hâiz oluyordu.88 Ve eğer bu ilimde başarılı olursa müderrisliğe geçmeye hak kazanırdı. Fıkıh ilmine ilk başlayanlar genellikle halkanın sonuna oturular. Talebe, Fıkıh ilmini artırdıkça müderrise daha yakın dururdu. Bazen müderrisin en yakınındaki birisi şayet herhangi bir fıkhî münâzarada başarısız olursa yerini kaybedebilirdi. Nitekim yine böyle bir münâzarada yerini kaybeden bir talebeden bahsedilmektedir.89 İbn Ebî Müslim el-Faradî (v. 406/1016), talebelerini yaş sırasına göre değil bilgi seviyelerine göre oturtuyordu.90 Hatîb el-Bağdâdî, Fıkıh talebesinin sınıfta müderrisi iyi duyabileceği bir yere oturmasını ve sessiz olup dersi veren müderrisini dinlemesini tavsiye eder.91 80 Süleyman Genç, H.V/M.XI. Asırda Ehl-i Sünnet’in Yeniden Yükselişi: Süreç, Kurum ve Şahsiyetler Üzerine Bir İnceleme, D.E.Ü.İ.F.D., S. 25, Yıl 2007, s. 320. 81 Makdisi, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 44; Ersoy Taşdemirci, “Medreselerin Doğuş Kaynakları ve İlk Zamanları”, E.Ü.S.B.E.D., S. 5, 1989. s. 270. 82 Seyyid ve Şeriflerle ilgili işlere bakan yetkili makam. Geniş bilgi için bkz. Tufan Bozpınar, “Nakîbuleşraf”, D.İ.A., C. XXXII, Yıl 2006, s. 322-324. 83 Abdülhamid Dündar, Selçuklular Devri Bağdât Medreseleri: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Medresesi Örneği, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2012, s. 76. 84 Makdisi, a.g.e., s. 295; Dündar, a.g.tz., s. 92, 93. 85 Makdisi, Din Hukuk Eğitim, s. 4. 86 Makdisi, a.g.e., s. 5, 63, 133, 212. 87 Makdisi, Ortaçağda Yüksek Öğretim, s. 258-259. 259-260. 88 Makdisi, a.g.e., s. 177. 89 Makdisi, a.g.e., s. 152, 153. 90 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XV, s. 114. 91 Makdisi, a.g.e., s. 167. 109 Makdisi, bir vakfiyeye mebni olarak bir medresede fıkıh ilminin öğretiliş serüvenini şu şekilde sıralamıştır: “….maaşlı fıkıh öğretim üyesi (müderris) öğrencilerin kendi dersi için toplandıkları medreseye erken saate gelmeli ve hep birlikte Kur’ân okuyarak başlamalıdırlar. Sonra vakıf kurucusu ve tüm Müslümanlar için dua edilmelidir. Daha sonra müderris, “mezhep fıkhı” (bir fıkıh mezhebi tarafından benimsenmiş ve mezhep fakîhlerinin ittifak ettiği doktrin) ile ilgili dersine başlar. Bunu “hilaf fıkhı” (tartışmalı/ihtilaflı meseleler) ve fıkıh usulü (hukuk teorisi ve metodolijisi) dersleri takip eder. Bu üç fıkıh dalının ardından, müderris diğer İslâmi ilimlerden dilediğini okutmakta serbesttir…”92 Cibrîl b. Sarîm de 584/1188 yılında Bağdât’a talebe olarak geldiğinde aldığı fıkıh ilmi üç aşamadan oluşuyordu. İbn Sarîm önce mezheb fıkhını öğrenmişti, sonra hilâf okumuş, bunları tamamladıktan sonra da münâzara yapmaya, fakîhlerle fıkhî meseleler hakkında tartışmaya başlamıştı.93 Zaten IV./X. ve V./XI. yaşamış olan müftîlerin fıkıh ilmi hususunda üç tane temel görevi vardı: Fıkıh dersi vermek (tedrîs), fetvâ vermek (iftâ) ve münâzara yapmak.94 Fıkıh ilmi sadece medreselerde öğretilmiyordu. Zâviyelerde bile fıkıh ilmi öğretiliyordu. Mesela Gazzâliyye (daha sonra Nasriyye) zâviyesinde İmâm Gazzâli fıkıh dersleri vermiştir.95 Hanlarda fıkıh ilminin öğretildiği önemli yerlerden birisiydi. Meselâ Di’lic b. Ahmed b. Dil’ic tarafından yaptırılan bir handa fıkıh eğitimi sadece Şâfiî mezhebinden olanlara tahsîs edilmişti.96 Şâfiîlere mahsûs bir başka han da Bağdât’ta mevcuttu. Bu hanın müderrisiliğini Ebû İshâk eş-Şîrâzî yapmaktaydı.97 Bu Hanın talebelerinden olan Fârikî mezkûr handa fıkıh öğretildiğini şu sözleriyle anlatıyordu: “Bâbu’l-Merâtib semtinin karşısında bulunan Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin mescitinin karşısındaki bir handa kaldım. Orada Şeyh’in (Şîrâzî) ashabı ve ondan fıkıh ilmini öğrenen talebeler kalıyordu”98 Bağdât’tın batı yakasındaki Rebî Tımar mahallesindeki han ise Hanefî mezhebine mensup talebelere tahsîs edilmişti.99 92 Makdisi, a.g.e., s. 154-155. 93 Makdisi, a.g.e., s. 186. 94 Makdisi, a.g.e., s. 228. 95 Makdisi, a.g.e. , s. 56. 96 Makdisi, a.g.e., s. 62. 97 Makdisi, a.g.e., a.y. 98 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C.XVII, s. 285 ( فنزلت في خان حذاء مسجد أبي إسحاق بباب المراتب، وكان يسكنه أصحاب الشيخ ومن .(يتفقه عليه 99 Makdisi, a.g.e., 62, 71. 110 2.2. BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ HUKUKÇULARININ HUKUKÎ KİŞİLİKLERİ Bu dönemdeki bir önemli husus da ulemânın her alanda bilgi sahibi olmaları ve eser vermelidir. Meselâ Gazzâlî’nin fıkıh ile başladığı telîf hayatı kelâm, tasavvuf, felsefe ile devam etmiştir. Abdülkâhir el-Bağdâdî (v. 429/1038) 17 ilim dalında ders vermişti. Hanefî liderlerinden kadı’l-kudât Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah en-Nâsihî (v. 484/1091) tıp, şiîr, hadîs, fıkıh ve kelâm alanında uzmandı. Muhammed b. Abdurrahmân el-Kencerûzî (v. 453/1061) de fıkıh, dil ve edebiyâtta derin bilgi sahibiydi.100 İbnu’l-Cevzî de bir açılış dersinde farklı ilim dallarına dâir on dört ders verdiğini ifâde etmesi101 bu devirdeki fukahânın özelliklerini göstermektedir. Bu dönemde bazı fakîhler birçok medresede hocalık kadrosunu elinde bulundurma imtiyâzlarına sahip iken,102 bazı müderrisler de tek bir kadroyu paylaşmak zorunda kalabiliyorlardı. Mesela Ebû Abdullah et-Taberî (v. 495/1102) ve Ebû Muhammed el-Fâmî eş-Şîrâzî (v. 500/1107) Bağdât Nizâmiye medresesinde birer gün arayla dönüşümlü olarak ders veriyorlardı.103 Medreselerde fıkıh eğitimi müderris merkezliydi. Medreselerdeki müderrisler/fakîhler bir mezhebe mensup oldukları için dolaylı olarak talabeleri de o mezhepten olmak zorundaydı.104 Mesela Hanefî bir müderrisin/fakîhin talebeleri Hanefî mezhebine mensup olanlardı. Şâfiî bir fakîhin talebeleri de yine Şâfiî mezhebine mensup olanlardan müteşekkildi. Dolayısıyla bu dönemdeki fıkıhçıların bir dezavantajı cumhûra hitâp edememekti diyebiliriz. Bu durumdan rahatsız olanlarda yok değildi. Meselâ bunlardan birisi ünlü Hanbelî ibn Hübeyre’dir. Kendisi, böyle bir medreseye ayak basmaktan çekindiğini söylemektedir.105 Fakat fıkıhçılardan bazısı avâmın da faydalanması için umumî fıkhı dersleri verdiği de oluyordu. Meselâ iki Hanbelî fakîhi ibn Zibibyâ (v. 460/1068) ile ibnu’l-Bâzkurdî bu türden dersler vermiştir.106 100 Başoğlu, a.g.m., s. 118 101 Makdisi, a.g.e., s. 238. 102 Makdisi, a.g.e., s. 251-252. 103 Makdisi, a.g.e., s. 252. 104 Makdisi, Din Hukuk Eğitim, s. 64. 105 Makdisi, a.g.e., s. 271-272 (248. Dipnot). 106 Makdisi, a.g.e., s. 208-209. 111 Bu dönemdeki fıkıhçıların bir diğer özelliği de talebelerine maddî yardımda bulunmalarıdır diyebiliriz. Meselâ Hatîb el-Bağdâdî, İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî, Ahmed b. Abdülmelik en-Nîsâbûrî (v. 470/1078) talebelere yardımda bulunan sadece birkaç fakîhtir.107 2.3. BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ FIKIH ÇALIŞMALARININ NİTELİKLERİ Bu devirdeki âlimler risâle, ihtisar, cem’ şerh ve usûl yazmakla birlikte108 daha çok müstakil ve geniş kapsamlı eserler telif edip, enine boyuna tartışmışlardır. Meselâ Serahsî’nin şerhçiliği, şerhten de öte mezheplerin görüşlerini delillendirme, tahrîc yapma, bir nev’i mezhebe istikâmet kazandırma olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakîhler genel olarak şu beş alanda eser vermişler veya eserlerinde yer ayırmışlardır: Usûl, furû’, hilâf, cedel ve siyâset.109 Bu dönemde yazılan eserler ilerideki Osmanlı fıkıh anlayışında da tesîrini gösterecektir.110 IV-VI. asırlardaki fıkhî eserlerin özellikleri şunlardan ibaretti: fukahâ kendilerinden önceki imâmların kavillerini anlamaya çalışmışlar, hükümlerin ve istinbât usûlünün tedvîni için çaba sarf etmişler, rivâyetler arasında tercîh yapmışlardı. Ayrıca mezheplerin delillerini belirlemişler, İmâmların görüş beyan etmediği hususlarda yine İmâmlarının usûllerini takip ederek fetvâ vermişler, hükümlerin illetlerini çıkarmışlar, mezheplerin muhtelif görüşleri arasından tercîh yapmışlar ve mezhebi müdafaâ etmişlerdir.111 Başoğlu, Büyük Selçuklu dönemine tekabül eden Hicri V./XI. asırda yazılan özellikle furû’ eserlerinde Hanbelî ve İsnâaşeriyye mezheplerine atıfların çok az olduğunu belirmekte, fakat Zâhirîyye mezhebine çok fazla atıf yapıldığını iddia etmektedir.112 Çünkü bu devirde Hanbelî mezhebi bir fıkıh mezhebi olarak kabul edilmiyor; belki bir hadis mektebi olarak kabul ediliyordu. Çünkü daha önce de ifâde ettiğimiz gibi Hanbelîlik, Ebû Ya’lâ el-Ferrâ’dan itibaren fıkıh mezhebi olarak kabul edilmeye başlanmıştı. Büyük 107 Makdisi, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 267-268. 108 Kaya, a.g.md., s. 188. 109 Başoğlu, a.g.m., s. 118-119. 110 Özellikle İslâm fıkhı açısından tesirini görmek için Bkz. Recep Cici, “Osmanlı Hukuk Düşüncesini Etkileyen Başlıca Kaynaklar”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. VIII, S. 8, Yıl 1999, s. 215-243. 111 Sâyis, a.g.e., s. 111-114; Keskioğlu, a.g.e., s. 165-167. 112 Başoğlu, a.g.m., s. 121. 112 Selçuklu döneminin arifesinde Hanbelî mezhebinin yerine ehl-i hadîs; İsnâaşeriyye’nin yerine de Râfıza mefhûmu kullanılırdı.113 Nizâmulmülk’ün, “Siyâsetname”sinde de fıkha atıflar yok denecek kadar azdır.114 Çünkü Siyâsetnâme’de daha çok devletin siyâsî anlayışı yansıtılmaktaydı. Başoğlu’nun verdiği bir bilgiye göre, yapılan bir araştırmada115 V./XI. ve VI./XII. asırlarda iki yüze yakın eser telif edildiğini bildirmektedir. Eğer buna IV./X. asırlardaki eserlerini de ekleyecek olursa bu sayının, yaklaşık olarak üç yüze tekabül edeceğini bildirmektedir.116 Selçuklu devrinde fakîhler, kendi mezheplerinin metotlarını tespit için eserler telîf etmişlerdir. Meselâ Hanefîler’den Debûsî, Pezdevî ve Serahsî’nin “usûl”leri, Hanefîlerin usûl metodounu tespit etmek amacına mebnî yazılmışlardır.117 Kezâ Şâfiîler de kendi mezheplerinin metotunu tespit etmek amacıyla eserler yazmaktan geri kalmamışlardır. Ebû’l-Hüseyin Muhammed b. Ali el-Basrî (v. 413/1022) “el-Mu’temed”i, İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî “el-Burhân”ı, Gazzâli “el-Mustasfâ”yı,118 Şîrâzî’de “el-Luma”yı yazmıştı.119 Hanbelîlerden Bâcî’nin (v. 474/1081) “İhkâm”ı ile Ferrâ’nın “Uddes”ni de bu cümleden zikredebiliriz.120 Yine bu dönemde mezhepleri müdâfaa eden eserler de yazılmıştır. Hanefîler’den Serahsî’nin “Mebsût”u ile Şâfiîler’den Şîrâzî’nin “el-Mühezzeb”i bu cümledendir. Bu dönemde mesâil eserleri de yazılmıştır. Saymerî’nin “Mesâilu’l-Hilâf”ı, Şîrâzî’nin “Tebsıra”sı, Râzî’nin “Meâlim fi Usûli’l-Fıkh”ı ile ibn Berhân’nın eserlerini bu cümleden sayabiliriz.121 113 Başoğlu, a.g.m., a.y. 114 Mustafa Kömürcüoğlu - Şeyma Kömürcüoğlu, “Güç ve Adâlet Arasında Bir Devlet Adamı: Nizâmulmülk ve Siyâsetname’si”, İlmi Etüdler Derneği Yıllığı, S. 4, Yıl 2009, s. 55. 115 İmâm Muhammed b. Suud İslâm Üniversitesinde yürütülen bir projede, fıkıh usûlu ilminin kuruluşundan 11./18. Yüzyılın sonuna kadar olan dönemi ihâta edecek şekilde doktora tezleri yaptırılmış; söz konusu Selçuklu devri ile alakalı olarak Osman b. Muhammed Şûşân, İlmu Usûli’l-Fıkh fî Karni’l-Hâmis el-Hicrî: Dirâse Tarihiyye ve Tahlîliyye, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), 1425, Riyâd; Meş’al b. Memdûh Âlu Ali, İlmu Usûli’l-Fıkh fî Karrni’s-Sâdis el-Hicrî: Dirâse İstikrâriyye Tarihiyye Tahlîliyye, Hâil, 1431/2010. 116 Başoğlu, “Selçuklular Devrinde Usûl Tartışmaları”, II. U.S.K.M.S., C. I, Konya, Yıl 2013, s. 247-248. 117 Karaman, İslam Hukuk Tarihi, s. 243. 118 Karaman, a.g.e., a.y. 119 Başoğlu, “Usûl Tartışmaları”, s. 248 120 Başoğlu, a.g.m., a.y. 121 Başoğlu, a.g.m., a.y. 113 Ayrıca bu dönemde birçok ta’lîkât122 türü eserlerinin de yazıldığına şâhit olmaktayız. Makdisi’ye göre ta’lîka türü eserler Şâfiîler tarafından üretilmiştir. Hanbelîler V./XI. asırda ta’lîkayı benimsemişler, Mâlikîler ise VI./XII. asra kadar ta’lîkasız kalmışlardır.123 Ebû’l Muzaffer es-Sem’ânî “Ta’lîkâtu’l-İstilâm” adlı bir ta’lîka yazmıştı.124 Hanefî kadı Abdulazîz en-Nesefî (v. 533/1139) dört ciltlik bir ta’lîka yazdığı rivâyet edilmektedir. Es’ad el-Mîhenî’nin (v. 523/1129) “Ta’lîkâtu’l-Hilâf”ı, Berevî’nin (v. 567/1172) “et- Ta’lîka fi’l-Hilâf ve’l Cedel” adlı eserleri bu cümleden sayılabilir.125 2.4. FIKIH EĞİTİMİNDE AİLE FAKTÖRÜ Orta Asya’daki ilginç vâkıalardan birisi de ilim öğrenmedeki aile faktörüdür.126 Bu aileler özellikle fıkıh ilmi hususunda uzmanlaşmışlardır.127 Meselâ Sâmânîler devrinde Buhârâ’da etkili olan “Ebû Hafs” ailesi128 fıkıh konularında uzman birçok fakîh çıkarmıştır. Bu özellikte olan bir diğer aile ise “Saffar” ailesidir.129 Yine bu özellikte olan bir başka aile de “Âl-i Burhân”dır. Bu aile Karahanlılar devrinde özellikle Buhârâ’da etkili olmuştur. 130 Selçuklular devrinde ise Alauddîn Semerkandî, damadı Alauddîn Kâsânî ve hanımı Fâtıma-ı Fakîhe’nin ailesi, fıkıh ilminde ön plana çıkan bir diğer ailedir.131 Ayrıca İsfahân’ın âlimleri ve hadîs şeyhleri ile ünlü “İbn Mende” ailesi de Hanbelî mezhebine mensuptu.132 Selçuklular döneminde fıkıh ilmi ile temâyüz etmiş olan bir diğer önemli aile 122 Ta’likât, bir âlimin bir ilim alanındaki görüş ve düşüncelerinin notlar halinde toplandığı risâle veya kitaplara denir. Bkz. Sedat Şensoy, “Ta’lîkât”, D.İ.A., C. XXIX, Yıl 2010, s. 508. 123 Makdisi, a.g.e., s. 193. 124 Makdisi, a.g.e., s. 189. 125 Daha geniş bilgi için bkz. Makdisi, a.g.e., s. 184-193, 198. 126 Dündar, a.g.tz., s. 72. 127 Samagan Myrzaibraimov, “Kâdîhan Dönbeminde (XII. Y.Y.) Fıkıh ve Yaşam”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 316. 128 Myrzaibraimov, a.g.m., a.y. 129 Myrzaibraimov, a.g.m., a.y. 130 Ali Öngül, “Burhan Ailesi”, D.İ.A., C. VI, Yıl 1992, s. 430-432. 131 Ebu’l-Hasenât Muhammed b. Abdi’l-Hayy el-Leknevî, el-Fevâidu’l-Behiyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye, nşr. M. Bedreddin Ebu Firas, Kahire, 1398/1978, s. 53, 158-159; Ömer Rıza Kehhâle, Mu’cemü’l-Müellifîn Terâcimu’l-Musannifi’l-Kutubi’l-Arabiyye, Matbaatü’t-Terakki, Dımaşk, 1376-1381/1957-1961, C. VIII, s. 228-267. 132 Ferhat Koca, “Hanbelî Mezhebi”, D.İ.A., C. XV, Yıl 1997, s. 527. 114 olan Lamğânîler ise Hanefî idiler.133 Yine “el-İhtiyar” sahibi Mevsîlî ile âlim kardeşlerinin mensup olduğu “Beldecî” ailesi134 Hanefî mezhebine mensup olup birçok fakîh çıkarmıştı. 3. BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ KAZÂ/YARGI MÜESSESESİ Büyük Selçuklu kazâ sistemi, şer’î ve örfî olmak üzere ikiye ayrılıyordu.135 Şer’î davalara, kadılar bakarlardı. Şer’î hükümler Hanefî fıkhına göre verilirdi.136 Başkadı genellikle merkezde bulunur137 diğer kadıların verdiği fetvâları denetlerdi. Eğer Şâfiî mezhebine göre hüküm vermişlerse müdâhale edilmezdi.138 3.1. ŞER’Î YARGI Şerî yargı müessesesinde davalara kadılar bakmaktaydılar. Kadılar, evlenme- boşanma işleri, nafaka, mîrâs, alacak davalarına bakar, yetimlerin ve erkek akrabası olmayan kadınların vâsiliğini yapar, noterlik vazifesini görür, câmiler ve vakıfları da kontrol ederlerdi.139 Kadılar tabiî olarak âlimler ve fakîhlerden seçilirdi. Kadılık vazifesi de genellikle babadan oğula geçmekteydi. Fakat bu tevârüste liyâkat dikkate alınmıyor değildi.140 Kadılar bir yere atanırken genellikle hânedânın ileri gelenleri tarafından uyarılırlardı. Meselâ Sultân, Nîşâbûr kadılığına atanan İmâduddîn’den, davalara bakarken acele etmemesi, derin düşünerek karar vermesini istemektedir. Kadılardan, kararları Kur’ân ve Sünnete uygun vermesi, her iki tarafı dinlemesi, önceki kadıları örnek alması ve şûraya önem vermesi istenmektedir.141 133 Dündar, a.g.tz., a.y. 134 Dündar, a.g.tz., 72-73. 135 İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, 2. b., Boğaziçi Yay., İstanbul, 1983, s. 354; İsmail Hakkı Mercan, Selçuklu Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2011, s. 71; Kenan Çetin, a.g.e., s. 184. 136 Kenan Çetin, a.g.e., s. 184-185. 137 Zeki Atçeken - Yaşar Bedirhan, Selçuklu Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi, Eğitim Kitabevi, Konya, 2004, s. 46; Kafesoğlu, a.g.e., s. 354; Kenan Çetin, a.g.e., s. 185. 138 Kenan Çetin, a.g.e., a.y. 139 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 161; Kenan Çetin, a.g.e., a.y.; Kafesoğlu, a.g.e., a.y.; Mercan, a.g.e., s. 75. 140 Müntecebüddîn Bedî‘ Atabek el-Cuveynî, Atebetü’l-Ketebe, nşr. Muhammed Kazvînî-Abbâs İkbâl, Tahran 1329, s. 9, 32, 45. 141 Atabek el-Cuveynî, a.g.e., s. 9, 11, 12, 32, 45, 50, 58, 64. 115 “Kadılık” müessesesine Nizâmulmülk de gereken önemi vermiş, “Siyâsetname”sinde kadıların adâleti üzerinde durmuş,142 rüşvet almamaları için dolgun maaş verilmesi gerektiğini belirtmişti.143 Ayrıca mahkemede adâletin yerine getirilmesi için sultânın bizzat başkanlık etmesi; eğer dîni ilimlerde yeteri kadar bilgisi yok ise nâib tayin etmesi144 gerektiğini ifade etmiştir. Kadılar siyâsî müesseseler ile dînî müesseler, sultân ile halk arasında bir nev’i elçi gibiydiler.145 Fakat Ebû’l-Ya’lâ el-Ferrâ gibi bazı kadılar, devlet ile aralarına mesafe koyanlar da vardır.146 Kadılar din görevlilerini denetler, mahallî medreselerde de dersler verebilirlerdi.147 Ayrıca kadıların, darphâneyi yönetmek, sikke basımında teftîş vazifesi görmek, câmii ve mescitlerin işlerini yürütmek, Cuma ve Bayram namazlarında hutbe okumak gibi görevleri de vardı.148 Nizâmulmülk’e göre hüküm sahibi sultândır. Fakat sultân şayet İslâm hukuk prensiplerini iyi bilmiyorsa kendisine bir nâib tayin etmesi gerekmektedir. Dolayısıyla kadılar, sultânın nâibleridir. Kadılar, sultân tarafından düzenlenen bir törenle tayin edilir ve teorik olarak bağımsızlardır. Fakat yetkileri sınırlıdır. Din ve hukuk işlerinde en yetkili kişi onlardır. Kadı, aynı zaman hâkimdir, bu cümleden onun örfî mahkemelerden de mesûl olduğu anlaşılmaktadır.149 Bu dönemde birilerinin hileleri sonucu kadılık görevinden alınanlar da oluyordu. İmâm Gazzâlî, böyle bir vâkıa vukû’ bulduğunda, sultâna bir mektup yazarak söz konusu kadının tekrar görevine dönmesini istemiştir.150 Büyük Selçuklu devletinden evvel, IV./X. asrın sonlarında kadılıklar genelde Şâfiîlerin eline geçmiştir.151 Fakat Selçuklular zamanında vaziyet değişmiştir. Meselâ 142 Nizâmulmülk, Siyâsetname, trc. Mehmet Altay Köymen, T.T.K.Y., Ankara, 1999, s. 29. 143 Nizâmulmülk, a.g.e., a.y. 144 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 31. 145 Abdülkerim Özaydın, Sultân Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul Üniversitesi Yay. İstanbul, 2001, s. 224. 146 Nuh Elemen, Ebû Ya’la el-Ferra ve İtikadi Görüşleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006, s. 4-5, 15. 147 Özaydın, a.g.e., a.y. 148 Bahaeddin Kök, Nûruddin Mahmud bin Zengi ve İslâm Kurumları Tarihindeki Yeri, İşaret Yay., İstanbul, 1992, s. 112-113. 149 Gülay Öğün Bezer. Büyük Selçuklu Tarihi, 2.b., Anadolu Üniversitesi Yay. Eskişehir, 2013, s. 188. 150 Gazzâlî, İmâm Gazzâlî’nin Mektupları, haz. Abdül Kayyûm, trc: Gürsel Uğurlu, İnkılab Yay. İstanbul, 2002, s. 73. 151 Koca, “Selçukluların İslâm Hukuk Mezheplerine Bakışı”, I. U.S.K.M.K., C. II, Konya, Yıl 2001, s. 37. 116 Tuğrul Bey zamanında genel olarak kadılar Hanefî mezhebinden,152 hatîbler ise Şâfiî mezhebinden idiler. 3.2. ÖRFÎ YARGI Örfî yargının en önemli özelliği Şeriat’ın boşluklarını doldurmaktır. Bu boşluğu doldurmaya en yetkili kişi de (şayet İslâm hukukunun genel kâidelerini bilirse) sultânlar gelmektedir. Örnekleri daha çok Osmanlı’da görülen bu yargının, Selçuklu devrinde de mevcut olduğuna şahit olmaktayız.153 Büyük Selçuklu devletinde örfî hukuk çok önemli bir yer iştigâl etmektedir.154 Özellikle Tuğrul Bey zamanında örfî hukukun ön planda olduğu rivâyet edilmektedir.155 Çünkü Tuğrul Bey, Türk geleneklerine sımsıkı bağlı olan birisiydi. Hattâ sultânın Türkçe’den başka bir dil kullanmadığı, İran yemeklerini dahi yemediği rivâyet edilmektedir.156 Selçuklularda bazı hükümlerin te’sîsinde örf etkili olmuştur diyebiliriz. Meselâ Sultân Melikşâh’ın kanunnâmesi olan “el-Mesâilu’l-Melikşâhiyye”de,157 mülkiyet ve evlenme gibi meseleler, örfî kanunlara göre halledilmiştir.158 Selçuklu’da örfi hukukun tatbîk edilmesi için mezâlim mahkemeleri de kurulmuştur.159 Selçuklularda ilk mezâlim mahkemesi Sultân Tuğrul tarafından 429/1037- 38 yılında Nîşâbûr’da kurulmuştur.160 Devletin asayişini bozan ve kânûnlara itâat etmeyenleri cezalandırmak için kurulan bu mahkemelerde, davalara Emîr-i Dâd161 bakardı. Emîr-i Dâd’lık müessesine bazen askerî kanattan olanlar da tayîn edilebiliyorlardı.162 Emîr-i Dâd özellikle asayişi bozma, ümerâya 152 İbnu’l-Adîm, Biyografilerle Selçuklular tarihi, (Buğyetu’t-Taleb fî Târîhi Haleb), (Seçmeler) trc. Ali Sevim, T.T.K.Y., Ankara, 1982., s. 54; Mehmet Akif Aydın, “İslâm Hukuku’nun Osmanlı Devleti’nde Kanun Hukukuna Doğru Geçirdiği Evrim”, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları Dergisi, S. 1, Yıl 2006, s. 13. 153 Osmanlı devri ile ilgili geniş bilgi için Bkz. İlhan Bilen, Osmanlı Hukukunda Örfün Yeri (Klasik Dönem), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1994. 154 Ekinci, a.g.e., s. 141-142.. 155 Kenan Çetin, a.g.e., s. 187. 156 Kenan Çetin, a.g.e., s. 236. 157 Ekinci, a.g.e., s. 141; Kenan Çetin, a.g.e., s. 187. 158 Kenan Çetin, a.g.e., a.y. 159 Ekinci, a.g.e., s. 144. 160 Özaydın, a.g.e., s. 226. 161 Bugünkü Adalat Bakanı. Ayrıca Bkz. Aydın Taneri, “Emîr-i Dâd”, D.İ.A., C. XI, Yıl 1995, s. 130. 162 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y. 117 itaatsizlik, siyâsî suçlar ve ceza hukuku ile meşgul olurdu.163 Emîr-i Dâd’ın bir görevi de “Dîvân-ı Mezâlim”e başkanlık etmek164 ve devlete karşı çıkan siyâsîleri tutuklamaktır.165 Meselâ Humar Tekin bu yüzden tutuklanmıştır.166 Selçuklu da ilk Emir-i Dâd, Habeşî b. Altuntak’tır.167 Fakat ilginç olan görevi adâlet dağıtmak olan Habeşî b. Altuntak’ın, bir vâkıa sonucu, canını kurtarmak için Türkmen’lere yüz bin dinar rüşvet vermeyi teklif etmesidir.168 Bu dönemde askerî davalara bakan “kadı-yı kaşem (kadı asker)” veya “leşker-i hazret” ünvânlarını taşıyan bir kadı çeşiti daha vardır.169 Sultân Sencer’in Mecduddîn adlı bir kişiye verdiği kazâskerlik menşurunda onu, ordunun ve askerlerin kadısı olarak görevlendirmiş ve davalara bakarken de hükümlerin Kur'ân ve Sünnet'e uygun olarak verilmesini istemiştir.170 Mezkûr kadılık makâmı şeyhulislâmlığa geçişte bir nev’i basamaktı. Yani bu makama gelemeyen şeyhu’l-İslâm olamazdı.171 Bu kadılar vakıf kurumlarına da nezâret ederlerdi.172 Örfî hukuk bağlamında Sultân’ın ictihatına şunu örnek olarak verebiliriz. Sultân Sencer genelde Hanefî taraftarlarını destekliyordu. Nîşâbûr’da, Şâfiîler ile Hanefîler arasında çıkan bir savaşta 70 Hanefî öldürülmüştü. Hâcibini şehre gönderen Sencer, yapılan tahkîkat sonucunda bütün bu vâkıaların müsebbibi Şâfiî olan Ebû Sa’d Muhyiddîn Muhammed b. Yahya b. Mansûr en-Nîşâbûrî olduğu tespit edilince, onu şehri terk cezası ile cezalandırılmıştır.173 163 Karaman, İslam Hukuk Tarihi., s. 246; Celal Yeniçeri, “Mezâlim”, D.İ.A., C. XXIX, Yıl 2004., s. 517; Kenan Çetin, a.g.e., s. 186; Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 47; Mercan, a.g.e., a.y.; Özaydın, a.g.e., s. 225. 164 Erdoğan Merçil, Selçuklular Makaleler, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2011, s. 218; Kenan Çetin, a.g.e., s. 186; Bu kuruma bazen sultân da başkanlık etmektedir. Bkz. Sâlim Koca, “Selçuklular’da Teşkilat ve Kültür”, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi, I-II. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semieneri Bildirileri, Konya, Yıl 1993, s. 17; Taneri, a.g.md., a.y. 165 Kenan Çetin, a.g.e., a.y.; Merçil, a.g.e., s. 228. 166 Kenan Çetin, a.g.e., s. 187. 167 Taneri, a.g.md., a.y.; Merçil, a.g.e., s. 216; Diğer Emîr-i Dâd’lar için bkz. a. mlf. a.g.e., s. 217. 168 Merçil, a.g.e., s. 162. 169 Mehmet İşpirli, “Kazaasker”, D.İ.A., C. XXV, Yıl 2002, s. 140; Karaman, a.g.e., a.y.; Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y.; Kenan Çetin, a.g.e., s. 185; Mercan, a.g.e., a.y. 170 Müntecebûddîn Bedî, a.g.e., s. 59; İşpirli, a. g. md., a.y. 171 Mercan, a.g.e., a.y. 172 Aydın Taneri, Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri: Kuruluş Devri, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1981, s. 35. 173 İsmail Pırlanta, “Büyük Selçukluların Horâsân’da Dini ve Sosyal Yaşam Üzerindeki Bazı Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, C.Ü.İ.F.D., C. XVI, S. 2, Yıl 2012, s. 703-704. 118 4. BÜYÜK SELÇUKLULARDA ADÂLET ANLAYIŞI Adâlet, İslâmî Türk devletlerin temelini oluşturmaktadır. Türkler, Müslüman olduktan sonra sadece kendi dindaşlarına değil, diğer din mensuplarına da adâletle hükmetmişlerdir. Selçuklu devrinde adâlet işlerinden sorumlu olan şahısların, saltanatlık ile alakaları bulunmamakta; böylece herhangi bir siyasî baskıya maruz kalmadan adâlet görevini yerine getirebilmekteydiler.174 Adâlet karşısında zengin-fakir ayrımı yoktu.175 Sultân Tuğrul Bey adâlete o kadar önem veriyordu ki, Pazar ve Çarşamba günleri, mazlûmların haklarını korumak için, bir meclis kurduğu rivâyet edilmektedir.176 Selçuklular insanların hak ve özgürlüklerine o kadar önem vermişler ki, Sultân Tuğrul Nîşâbûr’a geldiğinde yaptığı ilk icraatlarından birisi “Mezâlim Dîvân”ını177 kurmak olmuştu. Bu dîvânda, ağır siyâsî suçlular, devletin asayişini bozanlar yargılanırdı.178 Bu dîvânlardan bir kaç şehirde vardı.179 Nizâmulmülk de konu ile alakalı, “Pâdişâhın haftanın iki gününde adâlet dîvânînı kurup, zâlimlerden mazlumların hakkını almaktan, suçlulara ceza vermekten başka çaresi yoktur”180 diyerek bu dîvânın önemine dikkat çekmektedir. Sultân Tuğrul Bey bazen bizzat kendisi “Dîvân-ı Mezâlim”e başkanlık etmekteydi.181 Anadolu Selçuklular’da da Sultân I. Gıyâseddin Keyhüsrev (v. 607/1211) ve Sultân I. Alâeddin Keykubad (v. 634/1237) “Divân-ı Mezâlim”e başkanlık etmişlerdir.182 Selçuklular’da mevcut olan bu adâlet anlayışı Selçuklu’nun Haleb Atabeyi Nûreddîn Mahmud ez-Zengî’de de görmekteyiz. Nûreddîn, Dımaşk’ı fethettikten sonra askerî idâreciler hakkında yapılan şikâyetleri değerlendirmek ve şehirdeki adâleti 174 Kafesoğlu, a.g.e., s. 354; Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y.; Kenan Çetin, a.g.e., s. 186-187. 175 Kenan Çetin, a.g.e., s. 191; Merçil, a.g.e., s. 219. 176 Ebû İbrâhîm Kıvamüddin Feth b. Ali b. Muhammed Bundari, Irâk ve Horâsân Selçukluları Tarihi, Maarif Matbaası, İstanbul, 1943, s. 5. 177 Hüseyin Zerrinkûb, Medreseden kaçış İmâm Gazzali'nin Hayatı Fikirleri ve Eserleri, trc. Hikmet Soylu, Anka Yay. İstanbul 2001, s. 7; Pırlanta, a.g.m., s. 715; Buna benzer benzer bir makamın daha önceki Türkler’de var olduğunu iddiası için Bkz. Ayşe Dudu Kuşçu, “Eyyûbîler’de Mezâlim Mahkemeleri ve Dârü’l-Adl”, Selçuk Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 25, Konya, Yıl 2009, s. 213-214. 178 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y.; Mezâlim dîvânını ifa ettiği görevler ve işleyişi hakkında geniş bilgi için Bkz. Kuşçu, a.g.m., s. 222-226. 179 Merçil, a.g.e., s. 216. 180 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 10; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 89. 181 Merçil, Selçuklular’da Hükümdarlık Alâmetleri, T.T.K.Y., Ankara, 2007, s. 12 vd; Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y.; Kafesoğlu, a.g.e., a.y.; Kenan Çetin, a.g.e., s. 187. 182 Merçil, Selçuklular Makaleler, s. 218. 119 düzenlemek için Halep’te bir “Dâru’l-Adl (Adliye Sarayı)” inşâ ettirmişti.183 Başka bir Dâru’l-Adl’da Dımaşk’ta inşâ ettirmişti.184 Bu adliye sarayında kendisi de dinleyici olarak haftada iki defa olmak üzere katılıyordu.185 Burada dört mezhep temsilcileri de bulunmaktaydı.186 Bu davranışından dolayı da kendisi, halîfe tarafından “el-Meliku’l-Âdil” ünvânı ile taltîf edilmiştir.187 Yine Zengî, Halep ve çevresine kadı tayin edilen birisine, “Ey Kadı! Bu görevi kendi sorumluluğumdan çıkarıp sana emanet ettim; bu işi nasıl yapacağına dikkat et, Allahtan kork. (Şehâdet ve orta parmağını birleştirerek) hasımlar arasında böyle adâletle davran, taraf tutma, duygusallığı bırak böyle yapmana kim karşı koyarsa, bil ki biz senin arkandayız”188 diyerek adâlet hakkındaki hassâsiyetini göstermektedir. Nizâmulmülk de adâletin yerini bulması için özellikle çarşı/pazarlarda muhtesiplere büyük görevler düştüğünü ifade etmiştir.189 Çünkü eğer pazar kontrol edilemezse, pazarcılar istedikleri fiyata malları satarak, halka zulmetme ihtimalleri vardı. Nizâmulmülk de bunun engellenmesini istemiştir.190 Nizâmulmülk adâlet ile ilgili şunları söylemektedir: “Mülkün nizamı ve siyâsetin temeli iyi ve sağlam atılınca, Müslümanlık ve adâlet böyle yürür ve idare edilir”191, “Pâdişâh insaflı ve âdil olunca reâyânın işi hep sükûn bulur”.192 Adâletin tezâhürünü Sultân Melikşâh’ta da görmekteyiz.193 Hattâ Sultân Melikşâh’ın adâleti gayr-i müslim tarihçiler tarafından bile itiraf edilmiştir.194 183 Ramazan Şeşen, Selâhaddin Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 1983, s. 134. 184 Kazım Yaşar Kopraman, “”Nûreddîn’in Faaliyet”, Tarih Araştırmaları Dergisi., C. IV, S. 6, Yıl 1966, s. 511; Kuşçu, a.g.m., s. 217; Şeşen, a.g.e., s. 134. 185 Kuşçu, ag.m., s. 217. 186 Kök, a.g.e., s. 112. 187 Kazım Yaşar Kopraman, a.g.m., a.y. 188 Gürbüz, a.g.m., s. 58. 189 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 31. 190 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 31-32. 191 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 32. 192 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 33. 193 Reşiduddin Fazlullah, Câmiu’t-Tevârih Selçuklu Devleti, trc. Erkan Göksu-H.Hüseyin Güneş, Selenge Yay., İstanbul, 2010, s. 132; Merçil, Selçuklular Makaleler, s. 154; Kenan Çetin, a.g.e., a.y.; Selçuk, a.g.m., s. 109. 194 N. N. Şengeliya, “XI-XIII: Yüzyıl Gürcü Tarihçilerine Göre Selçuklular”, trc. Mehmet Mürselov, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXII, S. 2, Yıl 2007, s. 233. 120 Adâlet hukukunu sadece sultânlar tatbîk etmiyor, altlarındaki komutanlar bile zulmedenlere gereken cezaları veriyorlardı. Rivâyet olunur ki: Selçuklu’nun egemenliği altında olan Halep’te her türlü anarşi, hırsızlık, zorbalık, hayat pahalılığı gibi durumlar halkı iyice bıktırmıştı. Aksungur el-Porsûkî (v. 520/1126)195 yönetimi ele geçirince hırsızlara ve zorbalara, İslâm fıkhının cezâi hükümlerini tavizsiz uygulamıştı. Topkumda mevcut olan anarşiyi ve tedhîşi yok etmişti. O bu tedbirleri sadece Halep’te uygulamakla kalmamış diğer şehirlerde de aynı önlemleri almıştı.196 Hattâ Hz. Ömer (r.a.) nasıl ki bir kişinin ölmesine sebep olan gruba, topluca kısas cezasını uyguladıysa, Aksungur da yağmalanan, zarar gören her hangi bir kervanın zarar tazmînini, olayın meydana geldiği yörenin halkından almıştı.197 Ağır suçların hükme bağlanmasında hükümdarın temsilcisi olarak, eyâletlerde, “vezîr”, vilâyetlerde “vâlî”, nâhiyelerde “reîs”, iktâ arazisinde ise “iktâ sahibi (muktâ leh) bulunurdu.198 5. BÜYÜK SELÇUKLULARDA HUKÛKÎ UYGULAMALAR Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi Selçuklu hânedânı Hanefî mezhebindendi ve birçok önemli kuruma da bu mezhepten olanları tayin etmişlerdi. Sultân Melikşâh da Hanefî mezhebini savunmuş ve desteklemiş fakat bunun yanında da Eş’arîleri de korumuştur.199 Fakat önceliği her zaman Hanefî mezhebi olmuştur. Meselâ Bağdât’a ilk girdiğinde ziyâret ettiği yerlerden birisi Ebû Hanîfe’nin türbesiydi.200 Ayrıca Bağdât’ta bayram namazında tekbirleri Hanefî mezhebine göre okutturan, Hanefî fıkhına göre namaz kıldıran ve Ebû Hanîfe’nin türbesinin karşısında bir medrese inşâ ettirip Hanefîlere tahsîs ettiren de O’dur.201 Selçuklular özellikle hukukî meselelerin ana merkezi olan kazâ müessesine Hanefî olanları atamaya gayret etmişlerdir. Bağdât kadı’l-kudâtlık görevini yedi seneden beri 195 Aksungur el-Porsûkî’nin hayatı hakkında bk. Coşkun Alptekin, “Aksungur el-Porsûkî”, D.İ.A., C. II, Yıl 1989, s. 297. 196 Ali Muhammed Sallâbî, ed-Devletu’z-Zengiyye, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 2007, s. 26. 197 Gürbüz, a.g.m., s. 56 198 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y.; Kafesoğlu, a.g.e., a.y. 199 Pırlanta, a.g.m., s. 703. 200 Muhammed b. Mahmud, Selçuk-Nâme, I-II, haz. Erdoğan Merçil, Tercüman, 1001 Temel Eser, 1977, C. I, s. 54. 201 Muhammed b. Mahmud, a.g.e., C. II, s. 20, 22; Turan, a.g.e., s. 161; Arıkan, a.g.m., s. 159. 121 sürdüren ibn Makula (v. 446/1055) 1055 yılında vefat ettiğinde, Selçuklu vezîri Kundurî’nin isteği doğrultusunda yerine Hanefî fakîh Ebû Abdullah ed-Dâmegânî (v. 478/1085) atanmıştır.202 Râvendî’nin; Selçuklu Sultânı Sencer zamanında herhangi bir mansıb (memuriyet) Hanefî mezhebinin dışında birinin elinde olsa, Sultân Sencer’in gerekirse kılıç darbesiyle o memuriyeti alır Hanefî mezhebine verirdi203 iddiası hânedânın fıkhî uygulamalarda her zaman Hanefî mezhebini öncelediğini göstermektedir. Ayrıca her ne kadar bazı yazarlarca, Selçuklu hükümdarlarının idarî, siyâsî ve askerî yetkileri uhdesinde toplamış İslâm dünyası’nın siyâsî lideri, Abbâsî halîfesinin de dînî lider olduğunu, bunun bir netîcesi olarak da laikliğin yani din ve devlet işlerinin ayrı makamlarca temsilinin Türk devletlerinde, tarihten beri var olan bir uygulama olduğunu ve buna da Selçuklu ile Abbâsî münasebetlerini örnek verilerek iddia edilmesi,204 tartışmalı olsa gerek. Zira Sultânlar, her halükarda halîfelere bağlı idiler. Hattâ birçok defa halîfelerin yanında kendi adlarına da hutbe okutturmaları ve sikke bastırmaları için halîfelere başvurmaları, sultânların her zaman halîfelerin manevi desteğine ihtiyaç duyduğunun bir tezâhürüdür. Nizamulülk’ün, sultânları istişâreye önem vermesi hususunda ikâz etmesi205 ve sultânın mutlaka din işlerini araştırıp sormak, âlimlere, velilere hürmet etmek, yüce Allah’ın (c.c.) emirlerini yerine getirmek206 hususunda uyarılarda bulunmasından da anlaşılacağı üzere pâdişâhlar keyfî olarak hareket etmiyor; bilakis dîne ve şûrâ meclisine önem veriyorlardı. Bunun böyle olmasını bile bile sultânlık ile halîfelik işlerinin bir birinden bağımsız olduğunu iddia etmek ve bunu da laiklik ilkesi ile bağdaştırmak doğru değildir. Ekinci de konu ile alakalı olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İslâm devletlerinde, şer'î hukukun yanında örfî hukukun teşekkülü ve kâdı mahkemelerinin yanında başka mahkemelerin tesisi, bazı müellifleri, bu devletlerde seküler bir telâkkinin hâkim olduğu kanaatine sürüklemiştir. Hele Selçuklu Devleti zamanında Abbasî halîfelerinin otoritesinin zayıflaması ve dünyevî gücün Selçuklu 202 Ahmet Yaşar Ocak, Selçukluların Dinî Siyâseti (1040-1092), Tarih ve Tabiat Vakfı Yay., İstanbul, 2002, s. 63-64; Cengiz Kallek, “Dâmeğânî”, D.İ.A., C. VIII, Yıl 1993, s. 453; Fakat VII./XIII. asırda Şâm’da kurulan “Kâdî medreseler”inin (medârisu’l-kadâ) üçü de Şâfiî mezhebine aitti. Bkz. Makdisi, a.g.e., s. 294. 203 Râvendî, a.g.e., C. I, s. 18. 204 Abdükadir Yuvalı, Türk Devlet Geleneğinde Din-Devlet İlişkileri (Selçuklu Örneği), U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 73-74; Bu konuda benzer bir düşünce için bkz. Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 18-19. 205 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 66. 206 Nizâmulmülk, a.g.e., s. 43. 122 sultânının elinde bulunması, buna mühim bir delil olarak serdedilmiştir. Halbuki bu tamamen istisnaî bir durumdur. Selçuklular, Abbasî halîfelerini Şiî nüfuzundan kurtarmışlardı. Halîfe, uzun müddet sembolik bir mevkide varlığını devam ettirdi. Ama bunun sebebi Selçuklular değildi. Çünki geniş İslâm imparatorluğu topraklanndaki vâlîler müstakil birer sultân hâline gelmiş; halîfe de bunların dünyevî iktidarını kabule mecbur olmuştu. Bu sultânlar, halîfeyi sembolik de olsa ruhanî lider olarak tanımayı, İslâm birliği açısından faydalı görmüşlerdir. Halîfe bunların tayinini tanıyan menşurlar ve başka hâkimiyet alâmetleri gönderiyor; hutbelerde halîfenin adı okunuyor; hattâ halîfenin adına sikke kesiliyordu. Bu sultânların her birinin memleketindeki mahkemelerde, aynı hukuk tatbik ediliyordu. Hepsinde şer'î hukuk, hukukun esasını teşkil etmekte; hükümet icraatleri ve çıkarılan kanunnâmeler, şer'î hukukun referanslarına arzedilmekteydi. Şer'î hukuk ile tenâsüb içinde olmayan icraatler meşruluk kazanamamaktaydı. Hepsinde hükümetlerin fetvâ sorduğu müftiler, şeyhülislâmlar bulunmakta; bunlar devlet protokolünün önünde yer almaktaydı”.207 Kaldı ki, İslâm fıkhı askerî, idarî ya da siyâsî kararlarda, müctehid olan sultanlara, fıkıhta mevcut olan boşlukları doldurma yetkisini de vermiştir.208 Nitekim Selçuklu sultânları hukukla ilgili bir mesele vârid olduğunda bizzat âlimlerle istişâre ederek bir karara varmışlardır. Bunun en güzel örneği Selçuklu hükümdarı Sultân Melikşâh’ın, 1092 yılında İslâm hususî hukukunun bir takım hükümlerini “Mesâilu Melikşâhî fi’l-Kavâidi’ş- Şer’iyye” adında bir eserde tedvîn ettirmesidir. Zamanın meşhur fakîhleriyle istişâre edilerek tedvîn ettirilen mezkûr hukuk kodu, bütün Selçuklu ülkesinde tatbîki emredilmiştir. Bi’l-hassa muvâzaali akidler, gayr-i menkul alım-satımı, nikâhta kadınlar aleyhine şahitlik, borçlunun temerrüdü, hilecilerin zararından insanları korumak gibi hükümler, Moğol istilâsına kadar mer’iyyete kalmış, Ekinci bu kânûnnâme’den günümüze sadece 6 maddesinin geldiğini belirtmiştir.209 6. BÜYÜK SELÇUKLULARDA TARTIŞMALI BAZI HUKÛKÎ UYGULAMALAR Bu devirde bazen İslam fıkhının genel kaideleri ile bağdaşmayan bir takım uygulamalara da rastlamaktayız. Merçil, Selçuklu devrinde gerek sultânlar ile alakalı gerekse vezîr ve Abbâsî halîfeleri ile alakalı birçok rüşvet olayının vukû’ bulduğunu iddia etmektedir. Bu rüşvet 207 Ekinci, a.g.e., s. 142. 208 Karaman, İslam Hukuk Tarihi., s. 246-247; Ahmed Akgündüz, “Osmanlı Huku’nda Şer’î Hukuk-Örfî Hukuk İkilemi ve Yasama Organının Yetkileri”, İ.A.D., C. XII, S. 2, Yıl 1999, s. 120. 209 Ekinci, a.g.e., s. 141; Kenan Çetin, a.g.e., a.y. 123 vâkıalarında, bazen sultânlar rüşvetleri reddetmiş210 bazen de kabul etmiş,211 bazen de rüşvet vermişlerdir.212 Hattâ halîfelere bile rüşvet teklif edilmiş, halîfelerin kimisi bu rüşvetleri reddetmiş,213 fakat kimi halîfeler de bu rüşvetleri kabul etmişlerdir.214 Vezîrlerden de rüşvetleri kabul edenler olmuştur.215 Hattâ zaman zaman vezîrler bile rüşvet vermişlerdir.216 Bazen de sultânların hatunları rüşvet olaylarına karışmışlardır.217 Rüşvet hakkında bir iki örnek vermek gerekirse, bu örneklerden birincisi Alp Arslan zamanında vezîr Kundurî’nin karıştığı rüşvet olayı hakkındadır. Şöyle ki, Tuğrul Bey vefat ettikten sonra, vezîr Kundurî, Çağrı Bey’in oğlu Süleyman adına hutbe okutturur ve Alp Arslan’a mektup yazıp tehdît ederek korkutmaya çalışır. Fakat netîcede Alp Arslan sultân olur. Kundurî de bunun üzerine sultânın güvenini kazanmak için, yeni vezîr olan Nizâmulmülk’ü kutlayıp ona rüşvet olarak beş yüz altın verir. Fakat talebi yerine gelmemiş olmalı ki, bu sefer Alp Arslan’nın hanımı Ümmi Kıpçak hatuna kendisinin affı hususunda sultâna mektup yazmasını ister ve ona da beş yüz altın ve bir at verir. Hatun eski vezîr Kundurî’nin bu talebini sultâna iletir, fakat bu girişimi neticesiz kalır. Sultân öldürülmesi için emir verir. Bunu haber alan Kundurî, Nîşâbûr reisi Mahmud b. Ali’ye sultâna vermesi için bir mektup daha yazar ve mektubunda “eğer sultân kendisini affederse birçok paralar vereceğini” söyler. Fakat netîcede Alp Arslan’nın kesin olarak öldürülmesini istediği için öldürülür.218 Bir diğer rüşvet olayı da, Tâciyye medresesinin219 de kurucusu olan Tâculmülk el- Ğanâim ile ilgilidir. Taht mücâdelelerin vukû’ bulduğu bir zamanda Sultân Berkyaruk’a karşı Terken Hatun ile beraber hareket eden Tâcülmülk, bir süre sonra hatunun yanından kaçar, fakat daha sonra Berkyaruk’un adamları tarafından yakalanır. Berkyaruk kendisine vezîrlik teklif eder. Fakat Nizâmulmülk’ün hânedânı o dönemde, vezîrlik müessesinde etkili olduğu için Tâculmülk, ilk önce onların da desteğini almak ister ve bunun için de 210 Merçil, a.g.e., s. 146-147, 149, 150-151, 157, 211 Merçil, Selçuklular Makaleler, s. 145, 148-149, 149-150, 153, 158, 164,-165, 166-167, 167-168, 170, 171, 177 212 Merçil, a.g.e., s. 152, 166, 176, 213 Merçil, a.g.e., s. 152. 214 Merçil, a.g.e., s. 169-170, 172, 174. 215 Merçil, a.g.e., s. 146, 148, 150, 153, 216 Merçil, a.g.e., s. 146-147, 160, 163, 170, 217 Merçil, a.g.e., s. 147, 154, 159, 161-162, 218 Köymen, Büyük Selçuklu İmparatoprluğu III, Alp Arslan ve Zamanı, T.T.K..Y., Ankara, 1992, s. 165-172. 219 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 281; Kenan Çetin, a.g.e., s. 241; Kara, “Selçuklu Türkler’inin Mezhepler Arası Barışı Sağlamaya Yaptıkları Katkılar”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 387. 124 Nizâmulmülk’ün gulamlarına eşya ve mallardan başka, iki yüz bin dinar rüşvet dağıttır. Başlangıçta bu rüşvet bir işe yarasa da daha sonra Nizâmulmülk’ün nâibi Osman, gulamları Tâculmülk’e karşı tahrîk ederek onu öldürttür.220 Bu dönem ile alakalı bir başka tartışmalı uygulama da Tuğrul Bey zamanında vukû’ bulmuştur. Musûl vâlîsi Hezaresb, askerleri ile pusu kurarak Aslan Besâsîrî ile işbirliği yapan Kurayş ve Dübeys’i mağlup etmişti. Sultân, Hezaresb aldığı esirleri, bizzat fiillerin altında ezerek cezalandırmıştı.221 Hâlbuki İslâm ceza hukukunda böyle bir cezalandırma şekli yoktur. Fakat Selçuklu’nun Musul vâlisi böyle bir ceza vermekten çekinmemiştir. Yine buna benzer bir örnek de Kundurî zamanında vukû’ bulmuştur. Kundurî, 1062 yılında, Hoy halkından sultâna karşı savaşanların bir kısmının ellerini kestirmek bir kısmını da öldürmek suretiyle cezalandırmıştır.222 Bir başka tartışmalı uygulamayı da Selçuklu’ya tâbi olan Kirmân’lı Melik Kavurd’da (v. 465/1073) görmekteyiz. Melik Kavurd, Ciruft şehrinde, fırıncıların gereksiz ve sebepsiz yere ekmek fiyatlarını artırmaları ve ekmek kalitesini düşürmeleri üzerine fırıncıların birçoğunu cezalandırmıştır.223 Hâlbuki fiyatlara narh koymak prensipte câiz değildir. Fakat eğer rivâyette geçtiği gibi fırıncıların ekmek kalitesini düşürmek suretiyle halka zulmetmişlerse o halde devletin bu konuda müdahale hakkı muhakkak ki vardır. 7. BÜYÜK SELÇUKLULARDA İKTÂ’ ANLAYIŞI İktâ, sözlükte” kesmek, yarmak” anlamlarına gelmektedir. Terim olarak ise, devlet başkanı veya onun adına yetki kullanan merci’ tarafından özellikle arazi gibi taşınmaz mallarla maden ocağı ve benzeri tabiî kaynakların mülkiyet (temlîk), işletme (irfâk) yahut faydalanma (intifâ, istiğlâl) hak ve imtiyâzların ya da bir bölgenin vergi gelirlerinin uygun gördüğü kimselere tahsîsini ifade eder.224 220 Merçil, a.g.e., s. 160; Geniş bilgi için bkz. a. mlf., s. 144-181. 221 Kenan Çetin, a.g.e., s. 188. 222 Kenan Çetin, a.g.e., a.y. 223 Kenan Çetin, a.g.e., s. 197-198. 224 Mustafa Demirci, “İktâ”, D.İ.A., C. XXII, Yıl 200, s. 43. 125 İktâ’ hakkında Kur’ân’da herhangi sarih bir hüküm yoktur. Fakat Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ve halîfelerin uygulamalarından225 hareketle âlimler arasında iktâ’ın cevazı hususunda icmâ oluşmuştur.226 İktâın başlıca üç çeşidi vardır. İktâu’t-temlîk, iktâu’l-irfâk ve iktâu’l-istiğlâl. İktâu’l-temlik; devlet tarafından, gerçek kişilere arazileri üzerine özel mülkiyeti doğuran iktâdır.227 İktâu’l-irfâk; Kamuya ait pazar yerleri, konaklama yerleri ve su rezervelerinden istifâde, geniş yolların kenarlarında oturma, tezgâh açma, gölgelik asma ya da hayvan bağlama gibi faydalanma önceliklerinin tahsîsini ifade eder.228 İktâu’l-istiğlâl; gerçek kişilerin mülkiyet, faydalanma ya da işletme hakkına sahip olmadığı ve iktâsından kamunun zarar görmeyeceği haraç veya öşür arazisi gibi bir taşınmazın mülkiyetini değil sadece kullanım hakkını sağlayan iktâ çeşitidir.229 İktâ’ın söz konusu olabilmesi için siyâsî otorite tarafından yapılmış olması gerekir. İktâ, gerek Hz. Peygamber (s.a.v.) gerekse Hulefâ-i Râşidîn devrinde tatbîk edilmiştir.230 Emevîler ve Abbâsîler devrinde ise amacından saptırılmıştır.231 Çünkü Asr-ı Saâdet’teki iktânın temel amaçları arasında; İslâmın yayılması, fetihleri teşvik, ölü ve çorak arazilerin ihyâsı ile sınır bölgelerine iskân iken,232 Emevî ve Abbâsî dönemlerinde ise iktâ, sadece belli ailelere tahsîs şeklinde meydana gelmeye başlanmıştır.233 Büveyhîler döneminde iktâ anlayışı tamamen değişmiş olup “askerî iktâ’ sistemine geçilmiştir. Büveyhîler askerlerine, maaş yerine iktâlar vermekteydi.234 Büveyhîler’deki bu 225 Halit Çalış, “İslâm Hukukunda Özel Mülkiyete Konu Olma Bakımından Toprak Mülkiyeti” Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. 14, Yıl 2002, s. 150, 155-156; Abdulaziz ed-Dûrî, “İslâm Toplumlarında İkta’ın Ortaya Çıkışı”, Kazım Yaşar Kopraman-Nihat Yazılıtaş-Altan Çetin, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C. XXV, S. 39, Yıl 2006, s. 226; Demirci, a.g.md., s. 43-44. 226 Beşir Gözübenli, “İktâ”, D.İ.A., C. XXII, Yıl 1995, s. 49. 227 Gözübenli, a.g.md., s. 50. Selçuklularda hâkim olan arazi devletin ortak malıdır. İktâ’nın hukukî tartışmaları arasında esasında arazinin/toprağın özel mülkiyete dönüşüp dönüşmeyeceği tartışması da yatmaktadır. Bu konu hakkında iki teme görüş olup, (Bu konu hakkında geniş bilgi için Bkz. Çalış, a.g.m., s. 145-164) ağırlık olarak toprağın özel mülkiyete girebileceğidir. Bkz. a. mlf., a.g.m., s. 148-150. 228 Gözübenli, a.g.md., s. 51. 229 Gözübenli, a.g.md., a.y. 230 Demirci, a.g.md., s. 43-44. 231 Demirci, a.g.md., s. 44. 232 Demirci, a.g.md., s. 43. 233 Demirci, a.g.md., s. 44. 234 ed-Dûrî, a.g.m., s. 233. 126 “askerî iktâ” sistemini, Selçuklular daha düzenli bir hale getirtip uygulamışlardır.235 Bu yöntemi sadece Selçuklular değil, ondan sonra gelen Eyyûbîler, Zengîler ve Memlûklular da uygulmışlardır.236 Selçuklular’da iktâ sistemi, Sultân Melikşâh’ın saltanatının ikinci yılından (466/1073) itibaren uygulanmaya başlanmış olup daha sonra ülkenin her yerine yayılmıştır.237 Bu dönemde muktâ lehin, reâyâ (halk) üzerinde hiçbir olumsuz davranış yapma hakkı yoktu; eğer böyle bir teşebbüse girişmişse derhal arazi elinden alınırdı.238 Selçuklular’da iktâ ile ilgili olarak yeni bir gelişme zuhûr etmişti ki o da, İktâu’t-temlîk ile İktâu’l-istiğlâl’ın birleşmesi sonucu meydana gelen idârî iktâ’dır. İdârî İktâ, sultânın bir kısım yetkilerini iktâ sahiplerine devretmesidir. Bunun bir neticesi olarak da reâyâ, iktâ sahibine itaat etmek zorunda kalmıştı. Çünkü iktâ sahibi, sultânı temsil ediyordu.239 Fakat buradaki reâyâ, köleler gibi düşünülmemelidir. Zira reâyâ, hakkının muktâ leh tarafından gasp edildiği ya da hakkından fazla mahsul istediği anlaşıldığı vakit, reâyâ bu durumu “Büyük Dîvân”a ya da doğrudan sultâna şikâyet edebilir, ya da başka yere göç edebilir ve bunada kimse karışamazdı.240 Hâlbuki köleler efendilerinin malı konumundadır ve onların izni olmadan hiçbir şey yapamazlardı. İdari iktânın; devleti masraflardan kurtarma, iktâ sahibinin halka zulmetmesini önleme, arazilerden maksimum verim alma gibi bir çok faydası da vardı.241 Endülüste’de başlangıçta askerî iktâ uygulanmakta iken, daha sonraları askerî iktâ terk edilerek askerlere maaş verilmeye başlanınca asayişin bozulduğu nakledilmektedir. Şöyle ki, Muhammed b. Turtûşi (520/1126) şunları söylemektedir: “Toprakların askerlere ıktâ‘ edildiği dönemde Müslümanlar düşmana karşı daima galip gelirlerdi. Askerler kendilerine ıktâ‘ edilen arazileri yöredeki çiftçilere işlettirir, kendileri sadece takip ve kontrolünü yaparlardı. Dolayısıyla topraklar mamur, mallar bol, ordu zengin, ambarlar dolu, silâhlar haddinden fazla idi. Fakat Hâcib Mansûr İbn Ebû Âmir'in askerî ıktâ‘ sistemini bırakıp maaşlı askerî sisteme geçmesiyle ordunun gücü 235 Sadi S. Kucur, “İktâ”, D.İ.A., C. XXII, Yıl 2000, s. 47; Demirci, a.g.md., s. 45; ed-Dûrî, a.g.m., s. 231, 236; Bu arada şunu da ifade edelim ki, bu anlayışın temelinde Büyük Selçuklu devleti bir tarım toplumu olmasının da etkisi olduğu söylenebilir. Bkz. Mustafa Kömürcüoğlu - Şeyma Kömürcüoğlu, a.g.m., s. 60; Özaydın, “Nizâmülmülk”, D.İ.A., C. XXXIII, Yıl 2007, s. 195. 236 Erkan Göksu, “Türkiye Selçuklularında İktâ’”, S.Ü.T.A.D., S. 26, Konya, Yıl 2009, s. 142; Demirci, a.g.md., a.y.; ed-Dûrî, a.g.m., s. 236. 237 Kucur, a.g.md., a.y. 238 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 70; Kucur, a.g.md., a.y. 239 Kucur, a.g.md., a.y. 240 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 71; Kafesoğlu, a.g.e., s. 359. 241 Kucur, a.g.md., a.y. 127 zayıflamış, araziler aç gözlü görevlilerin eline düşmüştür. Haraç âmilleri çiftçileri soyuyor, ellerinde ne varsa alıyorlardı. Bunun neticesinde halk topraklarını terk etti, hazinenin gelirleri kurudu, ordunun gücü zayıfladı ve buna karşılık düşman güçlendi. Nihayet bu kötü gidişin önüne geçmek için tekrar askerî sisteme dönüldü”.242 Askerî iktâ sistemi, özellikle Sultân Sencer zamanında yaygınlaşmaya başlanmıştı.243 Askerî ıktalar daha çok sınır boylarının savunulması için veriliyordu.244 Askerî iktâların yanında, memurlara iktâ, emeklilik iktâsı gibi birçok iktâ çeşiti de mevcuttu.245 8. BÜYÜK SELÇUKLULARDA SELÇUKLULAR’DA FETV MÜESSESESİ Selçuklular, sosyal ve siyâsal alanlarda İslâm fıkhının prensiplerine bağlı kalmaya çalışıyor; müftülerin fetvâlarına riâyet etmeye gayret ediyorlardı. Fetvâ vermek, IV/X. ve /V./XI. asırlardaki fukahânın temel görevleri arasında yer almaktaydı.246 Bu dönemde yaşayan İbn Amrûs (v. 452/1060) fetvâlar konusunda o kadar temâyüz etmişti ki, Bağdât’ta fetvâ verme hususunda lider konumuna yükselmişti.247 Büyük Selçuklu sultânları çoğu zaman İslâm fıkhının prensiplerine sımsıkı sarılmışlardır. Ammenin menfaati söz konusu olduğu zaman kendi rey ve ictihâtlarından dahi ferâgat etmişlerdir. Meselâ Sultân Melikşâh, Ramazanın bittiğine dair bir fetvâ yayınlamıştı. Fakat bu fetvâ İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî’nin muhâlefeti ile karşılaşmıştı. Sultân, İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî’yi sarayına çağırarak mezkûr fetvâ hakkında istişâre ettikten sonra kendi fetvâsından ferâgat edip Cüveynî’nin fetvâsına göre amel etmiştir.248 Hattâ İmâmu’l-Cüveynî, “Sultâna ait işlerde fermana itâat vazifemdir; lâkin fetvâya taalluk meselelerde de sultânın bize sorması gerekir”249 demiştir. Büyük Selçukular müftülerin fetvâlarına o kadar önem veriyorlardı ki savaş zamanlarında bile ordularında daima din adamlarını yanında bulundurmuşlar, onların fetvâlarına göre amel etmişlerdir. Meselâ Alp Arslan 1071 Malazgirt savaşına çıkarken 242 Demirci, a.g.md. s. 46. 243 Kucur, a.g.md., s. 48. 244 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 70; Kucur, a..g.md., a.y. 245 Kucur, a.g.md., a.y. 246 Makdisi, a.g.e., s. 228. 247 Makdisi, a.g.e., a.y. 248 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 97; Pırlanta, a.g.m., s. 704-705. 249 Kenan Çetin, a.g.e., s. 263. 128 Hanefî Ebû Nasr Muhammed b. Abdülmelik el-Buhârî’den fetvâ aldıktan sonra ancak bu sefere çıkabilmiştir.250 Yine Selçuklu sultanlarından Sencer, Oğuzlar’a sefer düzenlemek istediğinde Ebû Sa‘d Muhyiddîn Muhammed b. Yahya b. Mansûr en-Nîsâbûrî’den (v. 548/1153) fetvâ istemiş ve olur cevabını aldıktan sonra seferi düzenlemiştir.251 Gazzâlî de Sultân Sencer’e toplumun adâlet ve düzenini sağlama hususunda bir takım nasîhatler vermiş, Sultân Sencer de Gazzâlî’yi dinlemiş, hattâ bunları kaleme döküp kendisine iletmesini bile istemiştir.252 Yine daha önce örneğini verdiğimiz Selçuklu’nun Musul ve Halep Atabeyi olan İmâduddin ez-Zengî’de mezkûr mes’elede müftülere danışarak problemi halletmeye çalışmıştı.253 Demek ki Selçuklu sultanları bir işe karar verdikleri zaman müftülere danışmış ve onların fetvâları doğrultusunda hareket etmişlerdir. Büyük Selçuklular her zaman Hanefî müftülerin çoğalmaları için uğraşmışlardır. Nitekim Kirmân Selçukluları devrinde, Melik I. Muhammed (1142-1156), Hanefî fıkhına dair kitapları ezberleyen talebelere bahşiş verirmiş.254 Ve bu maddî yardımların vesîlesiyle de Hanefîlerden bin kişi fakîh ve müftü olmuştu.255 Büyük Selçuklu sultânları bazen herhangi bir memuru hal’ etmek istediklerinde bile İmâmlardan fetvâ alırlardı. Meselâ Melik I. Muhammed, öldürdüğü kimseler hakkında daima İmâmlardan fetvâ aldığı rivâyet edilmektedir.256 Şeyhu’l-İslâm Kadı Cemâluddîn Ebû’l-Meâli, Melik İran-Şah’ın, Bâtınîler ve mülhidlerle olan dostluğu yüzünden tahtan indirilmesine ve idamına, müftülerden alınan fetvâ ile karar verilmişti.257 Bu dönemde fetvâlar sadece sözlü olarak değil bazende yazılı olarak verilirdi. Meselâ 512/1118 yılında Mezyedî Dübeys, halîfe Müsterşid’in vakıf olarak câmiye ilhak ettiği evini geri istemişti. Evin kendisi adına olduğunu da müftülerden aldığı fetvâ ile belgelemişti.258 Ve netîcede evini tekrar geli alabilmişti. 250 İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, thk: Muhammed Yûsuf ed-Dakkak, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1987, C. VIII, s. 388; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye: Siyâsî Tarihi Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1318), 3. b., Boğaziçi Yay., İstanbul, 1993, s. 22; Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, 2. Bsm. İz Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 171; Ocak, a.g.e., s. 63; Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 94; Pırlanta, a.g.m., s. 703. 251 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 187 252 Piyadeoğlu, a.g.tz., s. 184 253 Gürbüz, a.g.m., s. 58. 254 Atçeken- Bedirhan, a.g.e., s. 160. 255 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., a.y. 256 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 161. 257 Atçeken-Bedirhan, a.g.e., s. 160-161. 258 Makdisi, a.g.e., s. 85. 129 9. BÜYÜK SELÇUKLULARDA MÜNÂZARALAR/TARTIŞMALAR Selçuklu fıkıh döneminin özelliklerini zikrederken, bu devirde münâzaraların çok önemli bir yer iştigâl ettiğini ifade etmiştik. Bu dönemdeki münâzaraları ikiye ayrımak zorundayız. Çünkü bu dönemde fıkhî tartışmaların yanında kelâmî tartışmalar da oluyordu. Kelâm ilmi ile alakalı olan tartışmalar genellikle sakıncalı bulunurken, fıkıhla alakalı olan tartışmalar ise teşvîk edilmiştir. Makdisi, söz konusu devirde münâzara ilminin fıkıh ilmi ile olan irtibatını anlatırken şunları söylemektedir, “IV./X. yüzyıldan V./XI. yüzyıla geçerken, münâzara artık fıkıh çalışmalarında (ihtisas aşamasındaki) öğrenci-fakîhin sürekli ilgilendiği oldukça gelişmiş bir alan haline gelmişti. Üstad-fakîh (müftî) olmak isteyen kişi münâzarada usta hale gelmek zorundaydı.”259 Zaten münâzaranın amacı fıkıh talebesini, fetvâ verme yeterliliğine sahip bir müftü olmaya hazırlamaktı. Münâzara sanatını başarıyla uygulayan bir talebe artık müderris olabilir ve hukukî görüş bildirme salâhiyetine hâiz olabilirdi.260 Münâzara metodu Bağdât’ta gelişti.261 Doğu İslâm dünyasına ise Ebû Ali Muhammed b. Abdülvehhâb es-Sakafî (v. 328/940) tarafından götürüldü.262 Daha sonra bütün İslâm coğrafyasına yayıldı. Bu dönemde münâzaralar, sadece mescit ve medreselerde değil; çarşılarda, bedesten köşelerinde ve sokaklarda dahi yapılıyordu.263 Hattâ kadınların bile münâzaralara katılmalarına izin verildiği rivâyet edilmektedir.264 Fakîhlerin özel münâzara halkaları vardı. Mesela Talha el-Âkûlî’nin (v. 512/1118) Câmiu’l-Kasr’daki halkası, münâzaraya tahsîs edilmişti.265 İbnu’z-Zâğûnî’nin (v. 527/1132) halkasındaki münâzaralar ise Cuma günleri Cuma namazından önce ve Cumartesi günleri yapılıyordu.266 Ebû’l-Vefâ ibnu’l- Kavvâs’ın (v. 476/1083) Mansûr Câmii’ndeki halkası hem fetvâ hem de münâzara için 259 Makdisi, a.g.e., s. 179. 260 Makdisi, a.g.e., s. 230. 261 Makdisi, a.g.e., s. 204. 262 Makdisi, a.g.e., a.y. 263 Mustafa Demirci, “Türk-İslâm Medeniyetinin İkinci Dalgası: Orta Asya’da Gelişen Bilim ve Düşüncenin Dinamikleri (X-XIII. y.y.)”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, Yıl 2007, s. 81-82. 264 Piyadeoğlu, a.g.m., s. 19. 265 Makdisi, Din Hukuk Eğitim, 209. 266 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVII, s. 276-277 (و كانت له حلقة في جامع المنصور يناظر فيها قبل الصالة ثم يعظ بعدها). 130 tahsîs edilmişti.267 Hanbelî mezhebine mensup Şerîf Ebû Ca’fer ise Pazartesi gününü münâzaralara ayırmıştı ve bu münâzaralara sadece Hanbelî mezhebinden olanlar değil diğer mezheb mensupları da katılabiliyorlardı.268 Ebû Ya’lâ b. el-Ferrâ da Cuma günleri münâzara meclislerine katılıyordu.269 Hanefî fakîh Ebû Ca’fer es-Simnânî (v. 444/1052) de evinde düzenli münâzaralar düzenlerdi. Bu dönemde Makdisi’nin ifadesiyle birbirleriyle sürekli tartışan “münâzara arkadaşları” da vardı ki Şâfiî İlkiyâ el-Herrâsî ile Hanbelî ibn Akîl bunlardan ikisiydi.270 Münâzaralar bazen çok uzun sürebilirdi.271 Yüz yıl aşkın bir süre yaşamış olan Ebû Tayyib et-Taberî (v. 450/1058) ileri derecedeki yaşlılığına rağmen son demlerine kadar fetvâ münâzaralarında bulunmuştu.272 Ebû’l-Feth el-Kureşî (v. 444/1052) fetvâ verme, fıkıh öğretme ve münâzara faaliyetinin medârı haline gelmişti.273 Ancak bu münâzaralardan sakınılması gerektiğini ifade edenler de vardı. Meselâ İbnu’l- Cevzî fakîhlerin vakitlerinin çoğunu münâzaralara harcadıklarından dolayı Kur’ân okumayı ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatını öğrenmeyi ihmal ettiklerini söyler. Ayrıca bu fakîhlerin münâzara yaparken hakîkatı ortaya çıkarmaktan ziyâde rakiplerini alt etmeyi kendilerine hedef belirlediklerini belirtir.274 Münâzara metodu bazen eserlerde de tatbîk ediliyordu. Nitekim Makdisi, ibn Akîl’in “el-Vâzıh fî Usûli’l-Fıkh” adlı 3 ciltlik eserinde böyle bir münâzara metodunu kullandığını belirtmiş ve ibn Akîl mezkûr eserini bitiriken de şu sözlerle bitirmişti: “Bu eserimde şöyle bir metot izledim: Mantıkî bir sırayla önce görüşleri (mezâhib), ardından delilleri (hucec), sonra itirazları (es’ile), ardından itirazlara verilen cevapları (ecvibe), sonra (karşı tezi benimseyenlere ait) sözde delilleri (şübeh/tekili: şübhe şübühât), ardından (bu yanlış delilleri çürütmek için verilen) cevapları (ecvibe) sundum. Amacım, yeni başlayanlara tartışma metodunu (tarîkatü’n-nazar) öğretmektir”.275 Şimdi de bu dönemde geçen tartışmalar ile ilgili birkaç örnek verelim. Bu devirdeki bir ilmî münâzara örneği, 487/1094 senesinde Mescid-i Aksâ'ya gelen Hanefî ulemâsından Zevzenî'ye kâfirden ötürü Müslümanın kısâsen öldürülmesi 267 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., C. XVI, s. 231 (و كانت له حلقة بجامع المنصور و للمناظرة و الفتوى). 268 İbn Receb, a.g.e., C. I, s. 16. 269 Makdisi, Ortaçağda Yüksek Öğretim, s. 158. 270 İbn Receb, a.g.e., s. 147. 271 Makdisi, a.g.e., a.y. 272 Makdisi, a.g.e., s. 228. 273 Makdisi, a.g.e., a.y. 274 Geniş bilgi için bkz. İbnu’l-Cevzî, Telbîsu İblîs”, Dâru’l-Munîriyye, Kâhire, 1369-1950, s. 118-123. 275 Makdisi, a.g.e., s. 186. 131 hakkındadır. Zevzenî kısâsen öldürüleceğini söyledi. Kendisinden delil soruldu. "Ey îman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kıhndı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür. Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra iyiye uymak, öldürülenin velisine (gereken diyeti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gelir"276 mealindeki âyeti delîl gösterip "Bu hüküm umumîdir; her öldürülene şâmildir" dedi. Şâfiî ulemâsından Atâ Makdisî söz alıp, "Bu âyet üç bakımdan Hanefîlere delil olamaz. Bir kere, Allahü Teâlâ cezada müsavatı, eşitliği şart koştu. Müslümanla kâfir arasında eşitlik yoktur, küfr onun menzilesini aşağı düşürür İkincisi, Allahü Teâlâ, "hüre hür, köleye köle, kadına kadın" diyerek âyetin sonunu başına bağlıyor. Kâfir, köleden daha aşağıdır, çünki köle kâfir olduğu için köle yapılmıştır. Üçüncüsü, Allahü teâlâ, (Ancak kim kardeşi tarafindan affedilirse kısas düşer) buyurmuştur Halbuki müslümanlar ile kâfirler arasında kardeşlik yoktur" dedi. Bunun üzerine Zevzenî şöyle cevap verdi: "Cezada müsavatın, eşitliğin şart olduğu doğrudur. Ancak burada mümin ile kâfir arasında eşitliğin olmadığı söylenemez. İnsanlar kanlarının dökülmesinin haram olması bakımından müsavidirler Müslüman gibi, zimmî kâfirin kanı da haramdır. Nitekim zimmînin malını çalan ceza görür Malın hürmeti, izinsiz alınmasının haram olması ise sahibine bağlıdır. Madem malları müsavidir; canları da müsâvî olmak gerekir. Âyetin sonunun başına bağlandığı ise söylenemez. Âyetin başı umumîdir, sonu hastır. Sonunun hususî olması, başının umumî olmasına aykırı değildir. Her ikisi de hükmünü yürütür (Ancak kim din kardeşi tarafından affedilirse..) ifadesi af hakkındadır. Bunun affa has olması, kısasın umumîliğini bozmaz. “Bunlar iki ayrı kaziyyedir” demek suretiyle mukâbalede bulunmuştur.277 Bir başka tartışma da namazda besmelenin açıktan okunup-okunamayacağı, ezanda tegannî etmek ve sabah namazında kunutun okunup-okunamacağı meselesi ile alakalıdır. Şöyle ki Bağdât’ta, Şâfiîler’in namazda besmeleyi açıktan okumaları, ezanda tegannî etmeleri ve sabah namazında kunut yapmaları, Hanbelîleri kızdırıyor, câmiye girip açıktan besmeleyi okuyan Şâfiî imâmlarını engellemeye çalışıyorlardı.278 Hanbelîler Bağdât’ta Harbiyye mahallesinde, Şâfiîler ise Nizâmiye mahallesinde oturuyorlardı. Nizâmiye mahallesinden birisi ölse Hanbelîler cenazelerine katılmıyorlar ve bunu Sünnetin 276 Bakara, 178. 277 İbnü'l-Arabi, a.g.e., C. I, s. 61; Keskioğlu, a.g.e., s. 169-179, Ekinci, a.g.e., s. 140. 278 Muhammed Şerefeddin Yaltkaya, ”Selçuklular Devrinde Mezhepler”, Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Y. 2, Sayı 4, Yıl 2009, s. 191; Koca, a.g.m., s. 44-45. 132 koruyuculuğunun bir vesîlesi olarak telakkî ederlerdi.279 Bu tartışmalar ve kavgalar bu meyanda devam ederken ilginç olan ise, Şâfiî/Eş’arî olan Şîrâzî’nin naaşı Hanbelî fakîh Ebû’l-Vefâ ibn Akîl tarafından yıkanmasıdır.280 Bazen de aynı mezhep mensupları arasında da tartışmalar görmek mümkündür. Meselâ Sübkî’nin naklettiğine göre, İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî ile Ebû İshâk eş-Şîrâzî arasında, buluğa gelmiş bakire bir kızın velisi tarafından evlendirilmesi meselesi tartışılmıştır.281 Bu tartışmalarda zaman zaman fakihlere yakışmayacak ifadeler de kullanılmıştır. Meselâ bir tartışmada Kadı Ebû Zeyd ed-Debûsî rakibini delillerle susturunca, rakibinin gülmesine kızmış ve şu mealdeki şiirini terennüm etmişti: “Ben delillerle ilzam edince (susturunca) bana kahkaha ile cevap veriyor. Eğer kişinin gülmesi fıkhından ise, çöldeki ayı ne büyük fakîhtir.”282 Yine bir başka tartışma da Hanbelî olan Hâce Abdullah el-Herevî (v. 481/1089) ile Eş’arîler arasında cereyân etmiştir. Herevî, Eş’arî’lerce teşbîh ve tecsîm ile suçlanınca, o da, Eş’arîlerin kestiklerinin yenmeyeceğine fetvâ verecek kadar durumu ileri götürmüştür.283 Bu tartışmalar meclislerde yapıldığı gibi bazen de eserlerde kendini göstermektedir. Meselâ önceleri Hanefî olup daha sonra Şâfiî mezhebine geçen es-Sem’ânî, Hanefî liderlerinden olan Kadı Ebû Zeyd ed-Debbûsî’nin “Takvîmu’l-Edille”sine karşılık, sırf onu ve Hanefî mezhebini eleştirmek için “Kavâtiu’l-Edille” adlı eserini yazmıştır.284 Gazzâlî de “Şifâu’l-Galîl” adlı eserinde Debûsî’yi eleştirmiştir.285 279 Koca, a.g.m., s. 44. 280 Makdisi, Din Hukuk Eğitim, s. 238; Bilal Ayabakan, “Bağdât Nizâmiye Medresesi İlk Müderrisi Ebû İshâk eş-Şîrâzî (476/1083), İ.M.B.U.S., C. II, İstanbul, 2008., s. 710; a. mlf., “Selçuklular Döneminde Fıkhın Gelişimi: Şâfiî Mezhebi Çerçevesinde”, “II. U.S.K.M.S., C. I, Konya, Yıl 2013, s. 232. 281 Subkî, a.g.e., C. IV, s. 252-256. 282 Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr İbn Hallikân, Vefayâtu’l-A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Mektebetu’n-Nahdati’l-Mısriyyei Kahire, 1947, C. II, s. 251; Leknevî, a.g.e., s. 109; Keskioğlu, a.g.e., s. 171. 283 Özgel, a.g.m., s. 36. 284 Mürteza Bedir, Fıkıh, Mezhep ve Sünnet: Hanefî Fıkıh Teorisinde Peygamber’in Otoritesi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2004, s. 189; Debûsî, Mukayeseli İslâm Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi, s. 59; Sebahattin Erkmen, Hanefî ve Şâfiî Usûlcülerin Sünnet Anlayışı (Debûsî ve Sem’ânî Örneği), Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çorum, 2013, s. 158-178. 285 Gazzâlî, Şifâü’l-Galîl fî Beyâni’ş-Şübehi ve’l-Muhayyeli ve Mesâliki’t-Ta’lîl, Thk. Ahmed el-Kübeysî, Matbatu’l-İrşâd, Bağdât 1390/1971, s. 9, 14, 142, 146, 177, 178, 179, 181, 183, vd. 133 Yine İlkayâ el-Herrâsî (v. 540/1110) eserinde Cessâs ve Ali b. Musa el-Kummî’nin şahsında Hanefî mezhebini eleştirmiş,286 Gazzâlî ve Râzi de eserlerinde, Hanefî ve Hanbelî mezheplerinin görüşlerinin tutarsızlıklarını göstermişlerdir.287 Muhammed Zâhid el-Kevserî’ye (v. 1370/1951) göre, Cüveynî’nin Horâsân’ı terk etmesine sebep olan Kundurî’nin faaliyetleri değildir. Ona göre, Cüveynî, yazdığı “Muğîsu’l-Halk fî Tercîhi’l-Kavli’l-Hak” adlı eserinde Hanefî mezhebini hedef almış ve halkın tepkisi ile karşılaşınca Horâsân’ı terk etmek zorunda kalmıştır.288 Yine aynı Cüveynî, el-Burhân’ında özellikle Ebû Hanîfe’yi hedef almakta, Arapça bilmediğini söylemekte ve onun müctehid olmadığını iddia etmektedir.289 Gazzalî’de hocasının yolundan giderek “el-Menhûl” adlı eserinde Hanefîleri hedef alması üzerine, Muhammed b. Abdüssettâr el-Kerderî’de (v. 642/1244) “Risâle fî Red ale’l-İmâm el-Gazzâlî“ adlı eserini yazarak Gazzâlî’ye cevap vermiştir. Eserlerdeki bu münâkaşalar sadece Hanefî ile Şâfiîler arasında cereyan etmiyor, Hanbelîler ile Şâfiîler arasında cereyan ediyordu. Gazzalî’nin “İhyâ’sına karşı ibnu’l-Cevzî “İ’lâmu’l-Ahyâ bi-Ağlâti’l-İhyâ” adlı eserini yazmıştı.290 Bu dönemde hilâfet tartışmalarının da devam ettiğini Cüveynî’nin “el-İrşâd” adlı eserinden anlıyoruz. Zira o, hilâfet bahsinin Şiîlerin iddia ettikleri gibi, itikâdi bir konu olmadığını, fıkıh ilminin konusu olduğunu söylemiştir.291 286 el-Herrâsî, a.g.e., C. II, s. 219, 220, 222, 251, 254, C. IV, s. 82-85; Diğer tenkidler için ayrıca Bkz. a. mlf., a.g.e., C. I, s. 103, 136, 141, 148, 265, 294; C. III, s. 108, 198, 246; C. IV, 285. 287 Özgel, a.g.m., s. 36. 288 Muhammed Zahid el-Kevseri, İlhâku’l-Hak bi-İbtâli’l-Bâtıl fî Mugîsi’l-Halk, 3. b., y.y., Medine, 1988/1408, s. 13. 289 Cüveynî, el-Burhân fî Usûli’l-Fıkh, C. II, s. 1335-1337 290 Koca, a.g.m., s. 40. 291 Cüveynî, el-İrşâd ila Kavâtii’l-Edille fî Usûli’l-İtikâd, nşr. Muhammed Yûsuf Musa, Mektebetu’l- Hanci, Kahire, 1950, s. 410; a.mlf., el-Akîdetu’n-Nizâmiyye fi Erkâni’l-İslâmiyye, nşr. Muhammed Zübeydi, Daru’s-Sebîli’r-Reşâd, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, 2003/1424, s. 134. 134 SONUÇ Büyük Selçuklular dönemi sadece Türk tarihine değil, İslâm tarihine de damga vurmuş bir dönemdir. Bu dönem, özellikle ilmî faaliyetler hususunda birçok gelişmeye sahne olmuştur. Nizâmiye medreselerinin kurulmasıyla birlikte dönem, adeta ilmî açıdan zirve çağını yaşamıştır. Çünkü Selçuklular’da medreseler devlet tarafından kuruluyor ve her türlü ihtiyacı da yine devlet tarafından tahsîs edilen vakıflar sayesinde gideriliyordu. Medreseler İslâm hukuku’nun tatbîk edildiği müesseseler haline gelmişti. Nizâmulülk Şâfiîlere mahsus medreseler kuruken, Selçuklu hânedânı da Hanefîlere mahsus medreseler kurmaktan geri kalmamıştır. Bu dönemde medreseler mezheplere göre tefrîk edilmişti. Büyük Selçuklular dönemine kadar eğitim kurumlarından genellikle Arap ve Fârîsî âlimlerce yazılan eserler okutulurken, bu dönemden itibaren ise Türk âlimlerinin yazdıkları eserler okutulmaya başlanmıştır. Bu dönemde naklî ilimlerin yanında aklî ilimlere de gereken önem verilmiştir. Özellikle Melikşâh döneminde rasathane ve tıp okulları kurulmuş ve birçok Türk bilgini yetişmiştir. Büyük Selçuklu dönemi fıkıh mezhepleri açısından da hayli dinamik bir yapıya sahiptir. Selçuklu sultanlığı genellikle Hanefî mezhebini desteklemiş, kadılık, reîsü’r- rüesâlık, hatîbu’l-hutabâlık gibi devlet kadrolarına genellikle bu mezhepten olanları atamıştır. Hanefîlik başta Orta Asya olmak üzere, Irâk ve Şâm’da ağırlığını hissettirmişti. Şâfiîlik ise Nizâmulmülk ile birlikte, toplum nezdinde etkili olmaya başlamıştır. Özellikle Nizâmiyeler sayesinde başta Irâk ve Nîşâbur olmak üzere Selçuklu coğrafyasının hemen hemen her yerinde etkisini göstermiştir. Hanbelîlik ise Nîşâbur ve İsfahânda ağırlığını hissettirmekle beraber en etkili olduğu bölge hiç şüphesiz Irâk’tı. Mâlikîlik ise bu dönemde, Irak ve Orta Asya’da son dönemlerini yaşamış, Kuzey Afrika’ya çekilmişti. Diğer fıkıh mezhepleri ise bu dönemde münderis olmuştur. 135 Bu dönemde çeşitli sebeplerden dolayı mezheb değiştirenler de olmuştur. Özellikle Nizamiyelerde ders verebilmek için Şâfiî mezhebinden olma şartı arandığından dolayı, kimi âlimler bu medreselerde ders vermek için mezhebini değiştirmiştir. Devrin fakîhlerini incelediğimiz zaman ise, bu dönemde, en çok fakîh Şâfiî mezhebinden çıkmış, onu ikinci olarak Hanefîler takip etmiş, Üçüncü olarak Hanbêlîler, dördüncü olarak da Mâlikîler takip etmiştir. Bu dönem, İslâm fıkıh tarihinde taklîd devrinde değerlendirilmiştir. Çünkü bu dönemde İslâm hukuku duraklama devrine girmiştir. Bunun sebebi ise, ictihad etmek yeni bir din îcâd etmek gibi telakki edildiğinden dolayı, dönemin ulemâsı ictihad etmekten çekinmiş taklîde mahkûm edilmiştir. Bu dönemde yargı müessesesi şer’î ve örfî olmak üzere ayrılmıştı. Şer’î yargı her zaman referans kaynağı olmakla birlikte zaman zaman örfî hukukun da tatbîkine şahit olunmuştur. Bu döenmin bir diğer özelliği de ilmî münâzaraların zirve noktasına ulaşmasıdır. Fakat bu ilmî münâzaralarda hak ve hakikate ulaşma ikinci plana itilip, hasmı alet etme anlayışı yerleşmiştir. Sonuç olarak Büyük Selçuklu Devleti yaptığı faaliyetleri ve yetiştirdiği âlimleri ile gerek siyâsî açıdan gerekse ilmî açıdan XI.-XII. asra damga vurmuştur diyebiliriz. 136 KAYNAKLAR Kitaplar AK Ahmet, Büyük Türk Âlimi Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Bayrak Matbaası, İstanbul, 2008. ATAY Hüseyin, Osmanlılar’da Yüksek Din Eğitimi, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1992. ATÇEKEN Zeki – Yaşar Bedirhan, Selçuklu Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi, Eğitim Kitabevi, Konya, 2004. BAĞDÂDÎ Ebû Bekr Hatîb Ahmed b. Ali b. Sabit, el-Kifâye fî Ma’rifeti İlmi’r Rivâye, Dâiretü'l-Maârifi'l-Osmaniyye, Haydarabad, 1357/1938. BAĞDÂDÎ Ebû Bekr Hatîb Ahmed b. Ali b. Sabit, Târîhu Bağdâd ev Medîneti’s-Selâm, I-XIV, Mektebetü’l-Hanci, Kahire, 1931/1349. BAĞDÂDÎ İsmail Paşa, İzâhu’l-Meknûn fî’z-Zeyl alâ Keşfi’z-Zunûn an Esâmi’l- Kutub ve’l-Funûn, I-II, nşr. Kilisli Rıfat Bilge – Mehmed Şerefeddin Yaltkaya, İstanbul, 1971-1972. BALTACI Cahit, XV.-XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri, İrfan Matbaası, İstanbul, 1976. BARTHOLD Vasilij Vladimiroviç, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, haz. Hakkı Dursun, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1990. BEDİR Mürteza, Fıkıh, Mezhep ve Sünnet: Hanefî Fıkıh Teorisinde Peygamber’in Otoritesi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2004. BEZER Gülay Öğün, Büyük Selçuklu Tarihi, 2.b., Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2013. BOZKURT Nahide, Mutezile’nin Altın Çağı, Ankara Okulu Yayınları, 2002. BUNDARÎ Ebû İbrahim Kıvâmüddîn Feth b. Ali b. Muhammed, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, Maarif Matbaası, İstanbul, 1943. CERRAHOĞLU İsmail, Tefsir Tarihi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1980. CÜVEYNÎ İmâmu’l-Harameyn, el-Akîdetu’n-Nizâmiyye fî Erkâni’l-İslâmiyye, nşr. Muhammed Zübeydi, Daru’s-Sebili’r-Reşad, Daru’n-Nefâis, Beyrut, 2003/1424. 137 CÜVEYNÎ İmâmu’l-Harameyn, el-Burhân fî Usûli’l-Fıkh, I-II, Câmiatu’l-Katar, Katar, 1399/1978. CÜVEYNÎ İmâmu’l-Harameyn, el-İrşâd ilâ Kavâti’l-Edille fî Usûli’l-İ’tikâd, nşr. Muhammed Yusuf Musa, Mektebetu’l-Hanci, Kahire, 1950. CÜVEYNÎ İmâmu’l-Harameyn, Giyâsu’l-Umem fî’l-İltiyâsi’z-Zulem, thk. Mustafa Hilmi-Fuad Abdulmun’im Ahmed, Dâru’d-Da’ve, İskenderiye, 1400/1979. ÇETİN Kenan, Selçuklu Medeniyeti Tarihi, Yitik Hazine Yayınları, İzmir, 2011. DEBÛSÎ Kadı Ebû Zeyd, Mukayeseli İslam Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi, trc. Ferhat Koca, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2009. DEMİRCİ Muhsin, Tefsir Tarihi, 4, b., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2008. DİHLEVÎ Şah Veliyyullah, İçtihât Risâlesi İslâm Hukukundaki Farklı Görüşlerin Sebepleri, trc. Rahmi Yaran, Gelenek Yayınclık, İstanbul, 2002. EBÛ HÂTİM Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed, el-Cerh ve’t -Ta‘dîl, C. I, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, “ts.”. EBÛ HÂTİM Muhammed b. Hibbân b. Ahmed et-Temîmî el- Bustî, Kitâbu’s-Sikât, I-IX, Matbaat-u Meclis-i Daireti’l-Me’ârif el-‘Usmâniyye, Haydarâbâd-Dekken, 1402/1982. EBÛ ZEHR Muhammed, Ebû Hanîfe: Hayâtuhû ve Asruhû, 3.b., Dâru’l-Fikr el- Arabî, Kahire, 1976. EKİNCİ Ekrem Buğra, İslâm Hukuk Tarihi, Arı Sanat Yayınevi, İstanbul, 2006. EMÎN Ahmed, Duha’l-İslâm, 6. b., Lecnetü’t-Te’lîf, Kahire, 1964. FAZLULLAH Reşîduddîn, Câmiu’t-Tevârih Selçuklu Devleti, çev. Erkan Göksu- H.Hüseyin Güneş, Selenge Yayınları, İstanbul, 2010. FERR Muhammed b. Hüseyin Ebû Ya'la el-Ferra, el-Mu'temed fî Usûli'd-Dîn, thk. Vadi Zeydan Haddâd, Dârü'l-Maşrık, Beyrut, 1974. GAZZÂLÎ Huccetu’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed. Muhammed, el-Müstesfâ min İlmi'l- Usûl, thk. Hamza b. Züheyr Hafız, I-IV, eş-Şeriketü’l-Medineti’l-Münevvere li’t-Tıbaa ve’n-Neşr, Cidde, “ts.”. GAZZALİ Huccetu’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed. Muhammed, Fedâilü’l-Enâm min Resâil-i Hücceti’l-İslâm, Tahran, 1333. GAZZALİ Huccetu’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed. Muhammed, İmâm Gazzali’nin Mektupları, haz: Abdül Kayyumi, trc: Gürsel Uğurlu, İnkılab Yayınları, İstanbul 2002. 138 GAZZÂLÎ Huccetu’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed. Muhammed, Şifâü’l-Galîl fî Beyâni’ş-Şübehi ve’l-Muhayyeli ve Mesâliki’t-Ta’lîl, Thk. Ahmed el- Kübeysî, Matbatu’l-İrşâd, Bağdat 1390/1971. HAÇKALI Abdurahman, Şatıbî'de Makâsıd ve Fıkıh Usûlü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2010. HAMEVÎ Ebû Abdullah Şehabeddin Yakut b. Abdullah, Mu’cemu’l-Buldân, Beyrut, 1957. HAMİDULLAH Muhammed, İslam Peygamberi, I-II, trc. M. Said Mutlu – Salih Tuğ, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1969. HASAN Ahmed, İlk Dönem İslâm Hukuk Biliminin Gelişimi, trc. Haluk Songur, Rağbet Yayınları, İstanbul, 1999. HERRÂSÎ İlkiyâ, Ahkâmu’l-Kur’ân”, Mısır, “ts.”. HÜSEYNÎ Ebü'l-Hasan Sadreddin Ali b. Nasır b. Ali, Ahbâru’d-Devleti’s-Selçûkiyye, trc. Necati Lügal, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999. İBN ABDİLBERR Ebû Ömer Cemâleddîn Yusuf b. Abdullah b. Muhammed Kurtubî, el- İntika' fî Fezâili'l-Eimmeti's-Selâseti'l-Fukahâ: Mâlik b. Enes el-Asbahî el-Medenî, Muhammed b. İdris eş-Şâfiî el-Muttalibî, Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sâbit el-Kûfî, thk. Abdülfettah Ebû Ğudde, Dârü'l-Beşairi'l-İslâmiyye, Beyrut, 1997. İBN ASÂKİR Tebyînu Kezibi’l-Müfterî fîma Nusibe İle’l-İmâm Ebî’l-Hasan el- Eş’ârî, 3. b., Daru’l-Kitâbi’l-Arabi, Beyrut, 1984. İBN BÎBÎ el-Hüseyin b. Muhammed b Ali el-Caferî er-Rugedî, el-Evâmirü’l-‘Alâ’iye fi’l- Umûri’l-‘Alâ’iye, Tıpkı Basım, (Önsöz ve fihristi haz. Adnan Sadık Erzi), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1956. İBN EBÎ YA’LA Ebü'l-Hüseyin İbnü'l-Ferra Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin, Tabakâtü’l-Hanâbile, I-II, nşr. Muhammed Hamid el-Fıki, Matbaatü’s- Sünneti’l-Muhammediyye, Kahire, 1372/1952. İBN HALLİKÂN Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr, Vefayâtu’l-A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân, I-VI, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Mektebetu’n-Nahdati’l-Mısriyye, Kahire, 1948. İBN KADI ŞÜHBE Ebü's-Sıdk Takıyyüddin Ebû Bekr b. Ahmed, Tabakâtu’ş-Şâfiîyye, I- IV, tsh. Hafız Abdulhâlim Han, Âlemu’l-Kutub, Beyrut, 1987. İBN KESÎR el-Bidâye ve 'n-Nihâye, Daru'l-Kutübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1985. İBN RECEB Ebû’l-Ferec Abdurrahman, C.I, ez-Zeyl alâ Tabakâti’l-Hanâbile, thk Muhammed Hamid el-Fikî, Matbatu’l-Sünneti’l Muhammediyye, Kahire, 1952. 139 İBNU’L-ADÎM Ebü'l-Kasım Kemaleddin Ömer b. Ahmed, Biyografilerle Selçuklular Tarihi, (Buğyetu’t-Taleb fî Tarihi Haleb), (Seçmeler), trc. Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1982. İBN AKÎL Ebû’l-Vefa, Kitâbu’l-Funûn, 2. Bölüm, ed. Goerge Makdisi, Sêrie I: Penseê Arabe et Musulmane, Paris: Institutde Letteres Orientales, 1970-1, 44. ve 45. Ciltler. İBNU’L-CEVZÎ Ebû’l-Ferec, el-Muntazam fî Târîhi’l-Mulûk ve’l-Umem, I-XVIII, thk: Muhammed Abdulkadir Atâ ve Mustafa Abdulkadir Atâ, Daru’l-Kutubi’l- İlmiyye, Beyrut, 1992. İBNU’L-CEVZÎ Ebûl-Ferec, Telbîsu İblîs”, Dâru’l-Munîriyye, Kâhire, 1369-1950. İBNU’L-İMÂD Ebû’l-Felah Abdulhayy, Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, “ts.” İBNU'L-ARABÎ Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah b. Muhammed Meâfirî, I-IV, Ahkâmu’l-Kur’ân, thk. Ali Muhammed Bicâvi, İsa el-Babi el-Halebî, Kahire, 1376/1957. İBNÜ’L-MURTAZ Mehdî-Lidînillâh Ahmed b. Yahyâ b. Murtazâ, Tabakâtü'l- Mu'tezile, thk. Susanna Diwald Wilzer, Beyrut, 1961. İBNÜ'I-ESÎR el-Kâmil fî't-Târîh, I-XI, thk: Muhammed Yusuf ed-Dakkak, Daru'l- Kutubi'I-İlmiyye, Beyrut, 1987. KADI İYÂD Ebü'l-Fazl İyâz b. Musa b. İyâz el-Yahsubî, I-III, Tertîbu’l-Medârik ve Tekrîbu’l-Mesâlik li Ma’rifeti A’lâmi Mezhebi’l-İmâm Mâlik, nşr. Ahmed Bekir Mahmud, Dârü'l-Mektebeti'l-Hayat, Beyrut, 1387-88/1967-68. KAFESOĞLU İbrahim, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1953. KAFESOĞLU İbrahim, Türk Millî Kültürü, 2. b.,, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1983. KARA Seyfullah, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, 2 b., İz Yayıncılık, İstanbul, 2009. KARAMAN Hayreddin, İslâm Hukuk Tarihi, 6.b., İz Yayıncılık, İstanbul, 2009. KARAMAN Hayreddin, İslâm Hukukunda İctihad, 4.b., Ensar Yayınları, 2010. KAVAKÇI Yusuf Ziya, XI ve XII. Asırlarda Karahanlı’lar Devrinde Mâverâ’n-Nehr İslâm Hukukçuları, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1976. KAZICI Ziya Anahatları İle İslâm Eğitim Tarihi, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1995. 140 KEHHÂLE Ömer Rızâ, Mu’cemü’l-Müellifîn Terâcimü Musannifî’l-Kutubi’l- Arabiyye, I-XV, Matbaatü’t-Terakki, Dımaşk, 1376-1381/1957-1961. KESKİOĞLU Osman, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku, 6. b., Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2003. KEVSERÎ Muhammed Zâhid, Te'nîbu'l-Hatîb alâ mâ Sakâhu fî Ebî Hanîfe Mine'l- Ekâzîb ve Yelihî Et-Terhîb Bi-Nakdi't-Te'nîb, y.y., Beyrut, 1990. KILIÇER M. Esat, İslâm Fıkhında Rey Taraftarları, 2.b., Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1994. KİSÂÎ Nurullah, Medârisu Nizâmiye ve Tesîrâti İlmî ve İctimâ’yî Ân, 3. b., Müessese-i İntişarat-ı Emir Kebir, Tahran, 1374. KOCA Sâlim, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Berikan Yayınları, Ankara, 2011. KÖK Bahaeddin, Nûruddin bin Zengi ve İslâm Kurumları Tarihindeki Yeri, İşaret Yayınları, İstanbul, 1992. KÖPRÜLÜ Mehmet Fuad, Türk Tarih-i Dinîsi, (Yayına haz. Metin Ergun), Ankara, Akçağ Yayınları, 2005. KÖPRÜLÜ Mehmet Fuad, Türkiye Tarihi: Anadolu İstilasına Kadar Türkler, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul, 1923. KÖYMEN Mehmet Altay, Alp Aslan ve Zamanı II, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1983. KÖYMEN Mehmet Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu III, Alp Arslan ve Zamanı, Türk Tarihi Kurumu Yayınları, Ankara, 1992. KÖYMEN Mehmet Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu: Kuruluş Devri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1979. KUCUR Sadi S., İlk Müslüman Türk Devletleri, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2011, KUREŞÎ Muhammed b. Muhammed İbn Ebi’l-Vefa, el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî Tabakâti’l- Hanefiyye, I-V, Matbaat-u Meclis-i Dâireti’l-Maârif, Haydarâbâd-Dekkan, h. 1332/1913-14. KUŞEYRİ Ebü'l-Kasım Abdülkerîm, Risâletu Şikâyeti Ehli’s-Sunne bi-mâ Nâlehum minel-Mihne, (er-Resailu’l-Kuşeyriyye içinde), thk. Muhammed Hasan, el- Mahedu'I-Merkezi li'I-Ebhasi'I-İslamiyye, Karaçi, 1964. KUTLU Sönmez, İmâm Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Kitâbiyât, Ankara, 2003. 141 KUTLU Sönmez, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, Kitâbiyât, Ankara, 2000. LEKNEVÎ Ebû’l-Hasenât Muhammed b. Abdi’l-Hayy, el-Fevâidu’l-Behiyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye, nşr. M. Bedreddin Ebû Firas, Kahire, 1398/1978. MA’RÛF Nâcî, Târîhu Ulemâi'l-Mustansıriyye, I-II, 3. b., Dâru’ş-Şaab, Kahire, 1976. MA’RÛF Nâcî, Ulemâu’n-Nizâmiyye ve Medârisu’l-Meşriku’l-İslâmî, Matbaatu’l- İrşâd, Bağdad, 1973. MADELUNG Wilfred, “11-13 Asırlarda Hanefi Âlimlerin Orta Asya’dan Batıya Göçleri”, Ed. Sönmez Kutlu, İmâm Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Kitâbiyât, Ankara, 2003. MAKDİSİ George, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim İslam Dünyası ve Hıristiyan Batı, trc. Ali Hakan Çavuşoğlu-Tuncay Başoğlu, Klasik Yayınları, İstanbul, 2012. MAKDİSİ George, İslâmîn Klasik Çağında Din Hukuk Eğitim, Klasik Yayınları, İstanbul, 2011. MERCAN İsmail Hakkı, Selçuklu Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2011. MERÇİL Erdoğan, Selçuklular’da Hükümdarlık Alâmetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2007. MERÇİL Erdoğan, “Büyük Selçuklular Devri Kütüphaneleri”, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995. MERÇİL Erdoğan, Selçuklular Makaleler, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2011. MEVDÛDÎ Ebû’l-A’lâ, Selçuklular Tarihi, trc. Ali Genceli, Hilal Yayınları, Ankara, 1971. MUHAMMED B. MAHMUD, Selçuk-Nâme, haz. Erdoğan Merçil, Tercüman, 1001 Temel Eser, İstanbul, 1977. MÜNTECEBÜDDÎN BEDΑ Atabek el-Cuveynî, Atabetü’l-Ketebe, nşr. Muhammed Kazvînî-Abbâs İkbâl, Tahran 1329. NÂSIR-I HÜSREV, Sefernâme, (nşr. Schefer), Paris 1881, trc. Abdülvehhab Tarzı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994. NEVEVÎ Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahyâ b. Şeref b. Muri, I-II, Tehzîbu’l-Esmâ ve’l- Lugât, Mısır, “ts.”. NİZÂMULMÜLK, Siyasetname, trc. Mehmet Altay Köymen, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999. OCAK Ahmet Yaşar, Selçukluların Dini Siyaseti, Tarih ve Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul, 2002. 142 OKİÇ Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, AÜİFY, İstanbul, 1959. ÖZAYDIN Abdülkerim, Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2001. ÖZEL Ahmet, Hanefi Fıkıh Alimler, 2. b., Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2006. ÖZTÜRK Mürsel, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001. RÂVENDÎ Muhammed b. Ali b. Süleyman, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetu’s-Surûr (Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alametleri), I-II, trc. Ahmed Ateş, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1957. SAFVETÎ Ahmed Zeki, Cemheratu Resâili’l-‘Arab fî Usuri'l-Arabiyyeti'z-Zahire, I- IV, Mustafa el-Babi el-Halebî, Mısır, 1937. SALLÂBÎ Ali Muhammed, ed-Devletu’z-Zengiyye, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 2007. SÂMİRÎ İhsan Zünûn, el-Hayâtü’l-İlmiyye Zemenü’s-Sâmâniyyîn: et-Tarihu’s-Sekâfî li-Horâsân ve Bilâdi Mâverâünnehr fî’l - Karneyni’s-Sâlis ve’r-Râbi’ el- Hicrî, Dâru’t-Tâlia, Beyrut, 2001. SANDIKÇI Kemal, İlk Üç Asırda İslâm Coğrafyasında Hadis, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1991. SARÎFÎNÎ Takiyyuddin Ebû İshak İbrahim b. Muhammed, el- Müntehab min Kitâbi’s- Siyâk li Tarihi Nîsâbûr, thk. Muhammed Ahmed Abdülaziz, Dâru’l- Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1409/1989. SÂYİS Muhammed Ali, Târîhu’l-Fıkhi’l-İslâmî, Meketebe ve Matbaatu Muhammed Ali Subeyh ve Evladuhu, Kahire, “ts.”. SCHACHT Joseph, İslâm Hukukuna Giriş, trc. Mehmed Dağ-Abdülkadir Şener, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1977. SEM’ÂNÎ Ebû Sa’d Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur et-Temîmî, el-Ensâb, I-V, C. III, thk. Abdullah Ömer el-Bârûdî, Dârul-Cinân, Beyrut-Lübnân 1988. SIBT İBNU’L-CEVZÎ Semseddîn Ebû’l-Muzaffer Yusuf b. Kızoğlu, Mirâtü’z-Zamân fî Târîhi’l-‘Ayân, Haydarabad 1951/nşr. Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1968. SUBKÎ Ebû Nasr Tacuddin, Tabakâtu'ş-Şâfiîyyeti'l-Kubrâ, I-X, thk. Mahmûd Muhammed Tanahi, Abdülfettah Muhammed el-Hulv, Matbaatu İsa el-Babi el-Halebi, Kahire, 1383/1964. ŞEŞEN Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1985. 143 ŞEŞEN Ramazan, Selâhaddin Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1983. TABAKOĞLU Ahmet, Türk İktisat Tarihi, 2. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 1994. TALAS M. Asad, Nizamiye Medresesi ve İslam’da Eğitim-Öğretim, trc. Sadık Cihan, Etüt Yayınları, Samsun, 2000. TANERİ Aydın, Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri: Kuruluş Devri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981. TANYU Hikmet, İslâmdan Önce Türkler’de Tek Tanrı İnancı, 2. b., Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1986. TAŞKÖPRÜZÂDE Ebü'l-Hayr İsamüddin Ahmed Efendi, Mevzûatu’l-Ulûm, I-II, trc. Kemaleddin Mehmed Efendi, Dersaaadet, İkdam Matbaası, 1313. TEMÎMÎ Takiyuddîn b. Abdulkâdir, Tabakâtu’s-Seniyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye, I-IV, nşr. Abdulfettah Muhammed Hulv, Riyad, C. I-III - 1403/1983, C. V – 1410/1989. TOPALOĞLU Nuri, Selçuklu Devri Muhaddisleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1988. TURAN Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye: Siyasi Tarihi Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1318), 3. b., Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993. TURAN Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Turan Neşriyat Yurdu, 2. b., İstanbul, 1969. TURAN Osman, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul, 1978. USTA Aydın, Şamanizmden Müslümanlığa Türklerin İslamlaşma Serüveni (Samaniler Devleti 874-1005), Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2007. YURDAYDIN Hüseyin Gazi, İslâm Tarihi Dersleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fafültesi Yayınları, 2. b., Ankara, 1982. ZEHEBÎ Şemseddin Muhammed b. Ahmed, Siyeru Alâmu’l-Nübelâ, I-XVI?, 2. b., thk. Şuayb Arnaut, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 1984. ZEHEBÎ Şemseddin Muhammed b. Ahmed, el-İber fî Haber Men Ğaber, I-IV, thk. Muhammed Said b. Besyuni Zeğlul Ebû Hâcer, Dâr el-Kütüb el- İlmiye, Beyrut, 1985. ZERRİNKÛB Hüseyin, Medreseden Kaçış: İmâm Gazzali'nin Hayatı Fikirleri ve Eserleri, trc. Hikmet Soylu, Anka Yayınları, İstanbul 2001. 144 ZİRİKLÎ Hayreddin, el-A'lâm: Kâmusu Terâcimi li-Eşheri'r-Ricâl ve'n-Nisâ, I-XI, thk. Zübeyr Fethullah, Dâru’l-İlm li’l-Melayin, Beyrut, 1984. ZUHAYLÎ Muhammed, el-İmâmu’l-Cüveynî, 2. b.,, Dâru’l-Kalem, Beyrut, 1996. Makaleler ABDÜLHAMİD İrfan, “Eş’arî” D.İ.A., I-XXXXIV, C. XI, İstanbul, 1995, ss. 444-447. ACAR Abdurrahman, “Büyük Selçuklular Zamanında Hac ve Hac Emirliği”, D.İ.D., C. XXXIX, S. 1, Ankara, 2003, ss. 67-80. ACAR Abdurrahman, “İmâm Gazâlî’nin Bağdât’ı Terketmesinde Siyasi Faktörlerin Rolüne Dair Bazı Düşünceler”, İ.A.D., C. XIII, S. 3-4, Ankara 2000, ss. 495- 504. ACAR Abdurrahman, “Selçuklu Medreseleri ve İslâm Kültür ve Medeniyetine Kazandırdıkları”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, 2007, ss. 351-364. AKGÜNDÜZ Ahmed, “Osmanlı Huku’nda Şer’î Hukuk-Örfî Hukuk İkilemi ve Yasama Organının Yetkileri”, İ.A.D., C. XII, S. 2, Ankara, 1999, ss. 117-121. AKGÜR Necati, “Celâlî Takvimi”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. VII, İstanbul, 1993, ss. 257- 258. AKSOY Numan Durak – Arslantaş Halis Adnan , “Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e Eğitim-Öğretimde Kurumsal Değişim”, F.Ü.S.B.D., Elazığ, 2010, ss. 471-488. ALGAR Hamid, “Hâcegân”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XIV, İstanbul, 1996, ss. 430-431. ALGAR Hamid, “Necmeddîn-i Kübrâ” (Kübreviyye), D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXII, İstanbul, 2000, ss. 500-506. ALPTEKİN Coşkun, “Aksungur el-Porsûkî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. II, İstanbul, 1989, s. 296. AMMADÎ Muhammed Hasan Abdülkerim , “Nizamiyyetü Nişabur”, Mecelletü Merkezi’l- Vesaiki ve’l- Dirasât’il- İnsaniyye, (Katar Üniversitesi İnsani Dersler ve Belgeler Merkezi Dergisi), Katar, S. 15, 2003. ARIKAN Adem, “Büyük Selçukluların Hanefilere Destekler ve Irak Selçukluları Sultanı Mesud’un Faaliyetleri”, A.S.B.E.İ.D., Bişkek, 2008, ss. 153-164. ARUÇİ Muhammed, “es-Sevâdü’l-A’zam”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVI, İstanbul, 2009, ss. 578-579. 145 ASLAN Abdulğaffar, “Kelâm İlminin Gelişimine Türklerin Katkısı -Ebû’l-Muîn en-Nesefî Örneği-“, U.T.D.İ.K.S., Konya, 2007, ss. 477-490. ASLAN İbrahim,“el-Usûl’ul Hamse’nin Hanbelî Yorumu: el-Kadı Ebû Ya’lâ el-Ferrâ Örneği”, A.Ü.İ.F.D., C. LIII, S. 1. Ankara, 2012, ss. 55-83. AŞÛR Saîd Abdülfettâh, “Ezher”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XII., İstanbul, 1995, ss. 59-63. ATAY Hüseyin, “İslamda Öğretim”, A.Ü.İ.F.D., C. XXIII, S. 1, Ankara, 1979, ss. 1-29. AYBAKAN Bilal, “Bağdat Nizâmiye Medresesi İlk Müderrisi Ebû İshak eş-Şirâzî (476/1083), İ.M.B.U.S., C. II, İstanbul, 2008., ss. 699-715. AYBAKAN Bilal, “Selçuklular Döneminde Fıkhın Gelişimi: Şâfiî Mezhebi Çerçevesinde”, II. U.S.K.M.S., C. I, Konya, 2013, ss. 227-238. AYBAKAN Bilal, “Şafiî Mezhebi”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVIII, İstanbul, 2010, ss. 233-247. AYDAR Hidayet, “Türklerde Anadilde İbadet Meselesi (Başlangıçtan Cumhuriyet Dönemine Kadar)”, İ.Ü.İ.F.D., S. 14, İstanbul, 2006, ss. 47-65. AYDIN Mehmet Akif, “İslam Hukuku’nun Osmanlı Devleti’nde Kanun Hukukuna Doğru Geçirdiği Evrim”, T.H.T.A.D., S. 1, İstanbul, 2006, ss. 11-21. AZAMAT Nihat, “Kâdiriyye”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIV, İstanbul, 2001, ss. 131-136. BAĞLIOĞLU Ahmet, “Türklerde İslamlaşmayla Birlikte Mezhep Hareketleri Üzerine Bir Araştırma”, F.Ü.İ.F.D., S. 2, Elazığ, 1997, ss. 201-226. BAŞOĞLU Tuncay, “Hicri Beşinci Asırda Fıkıh” İLAM Araştırma Dergisi, C. III, S. 2, İstanbul, 1998, ss. 113-140. BAŞOĞLU Tuncay, “Hüseyin b. Ali Saymerî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVI, İstanbul, 2009, ss. 215-216. BAŞOĞLU Tuncay, “Saymerî’nin Usûlu ve Usûl Görüşü Üzerine Bazı Tespitler”, İ.H.A.D., S. 2, Konya, 2003, ss. 273-277. BAŞOĞLU Tuncay, “Selçuklular Devrinde Usûl Tartışmaları”, II. U.S.K.M.S., Konya, 2013. BAUSANİ Alessandro, “Selçuklu Döneminde Din”, trc. Ali Ertuğrul, C.Ü.İ.F.D., C. XI, S. 2, Sivas, 2007, ss. 441-465. BAYRAM Mikail, Danişmend Oğulları’nın Dinî ve Millî Siyâseti, S.Ü.T.A.D.,, S. 18, Konya, 2005, ss. 131-147. BAZİN Marcel, “Kum”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXVI, İstanbul, 2002, ss. 361-362. BEBEK Adil, “Ka’bî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIV, İstanbul, 2001, s. 27. 146 BEDİR Murteza, “Hanefi Mezhebinin Abbasî Bağdat’ında Yükselişi ve Zayıflaması”, İ.M.B.U.S., C. I, İstanbul, 2008, ss. 621-632. BERKİ Ali Himmet, “Selçuklular ve Osmanlılar Devirlerinde İlk İslâm ve Türk Üniversiteler”, D.İ.B.D., C. X, S. 110-112, Ankara, 1971, ss. 230-235. BEZER Gülay Öğün, “İmâduddin ez-Zengî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXXIV, İstanbul, 2013, ss. 258-261. BİLHAN Saffet, “900 Yıllık Bir Türk Öğretim Kurumu Buğra Han Tamğaç Medresesi: Vakıf Belgesi I, A.Ü.E.B.F.D., C. XV, S. 2, Ankara, 1982, ss. 117-124. BOZKURT Nebi, “İpek Yolu” D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXII, İstanbul, 2000, ss. 369-373. BOZKURT Nebi, “Medrese”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXVIII, İstanbul, 2003, ss. 323-327. BOZKUŞ Metin, “Anadolu Selçuklularında Sosyali Dinî ve Mezhebî Yapı, C.Ü.İ.F.D., C. V, S. 2, Sivas, 2001, ss. 249-257. BOZPINAR Tufan, “Nakîbuleşraf”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXII, İstanbul, 2006, ss. 322-324. CİCİ Recep, “Osmanlı Hukuk Düşüncesini Etkileyen Başlıca Kaynaklar”, U.Ü.İ.F.D., C. VIII, S. 8, Bursa, 1999, ss. 215-146. CİLACI Osman, “Selçukluların İslama Davet Politikası ve Gayr-i Müslimlerle İlişkileri”, D.A.D., C. XXXVI, S. 4, Ankara, 2000, ss. 19-30. CİVELEK Yakup, “Selçuklu Döneminde Arap Dili ve Öğretimi”, I. U.S.K.M.K. C. I, Konya, 2001. CÜMBÜR Müjgan, “Selçuklu Dönemi Kadın Hayratı”, Erdem Dergisi, Aydın Sayılı Özel Sayısı II, C. IX, S. 26. Ankara, 1996. ÇALIŞ Halit, “İslâm Hukukunda Özel Mülkiyete Konu Olma Bakımından Toprak Mülkiyeti” S.Ü.İ.F.D., S. 14, Konya, 2002, ss. 145-164. ÇEKER Huzeyfe, Hanefi Mezhebinin Fıkıh Silsileleri, (Ebû Hanîfe’den Hicri VI. Asrın Sonuna Kadar), İ.H.A.D., S. 19, Konya, 2012, ss. 163-201. ÇELEBİ İlyas, “Kadı Abdülcebbar”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIV, İstanbul, 2001, ss. 105-109. ÇELEBİ İlyas, “Mu’tezile”, D.İ.A., I-XXXXIV, c. XXXI, İstanbul, 2006, ss. 391-401. ÇETİN Altan, “İrfan Ordusunun Temelleri Türklerde Medreseler” (Karahanlı, Selçuklu ve Beylikler Devri Medreseleri), D.A.D, C. II, S. 5, Ankara, 1999, ss. 177-202. ÇUBUKÇU İbrahim Agâh, , “Gazzali ve Siyaset”, A.Ü.İ.F.D., C. IX, Ankara, 1961, ss. 121-130. 147 ÇUBUKÇU İbrahim Agâh, “Hicri 5./Milâdî 11. Yüzyılda İslâm’da Siyasî ve Dinî Durum”, A.Ü.İ.F.D., C. XIII, Ankara, 1965, ss. 39-44. DEMİRCİ Mustafa, “İktâ”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXII, İstanbul, 2000, ss. 43-47. DEMİRCİ Mustafa, “Türk-İslam Medeniyetinin İkinci Dalgası: Orta Asya’da Gelişen Bilim ve Düşüncenin Dinamikleri (X-XIII. y.y.)”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, 2007, ss. 77-86. DİNÇ Ahmet – Sayın Fatih Mehmet Sayın – Halow Niyazmyrat, “Türkemenistan Kaynaklarına Göre Büyük Selçuklu İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi” İnternational Journal of History, S. Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı, Ankara, 2012, ss. 105-116. DÛRÎ Abdulazîz, “İslâm Toplumlarında Ikta’ın Ortaya Çıkışı”, Kazım Yaşar Kopraman- Nihat Yazılıtaş-Altan Çetin, T.A.D., C. XXV, S. 39, Ankara, 2006, ss. 221- 238. DÛRÎ Abdülazîz, “Bağdat”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. IV, İstanbul, 1991, ss. 425-433. EMÎN Hüseyin, “ed-Devletü’s-Sâmâniyye”, Mecelletü’l-Müerrîhi’l-Arabî, S. 15, Bağdat, 1980. ES-SAKKÂR Sâmî – Bozkurt Nebi , “ Müstansıriyye Medresesi ”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXII, İstanbul, 2006, ss. 121-123. ES-SEYYİD Eymen Fuad, “Fâtımîler”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XII, İstanbul, 1995, ss. 228-237 FIĞLALI Ethem Ruhi, “İsnâaşeriyye”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIII, İstanbul, 2001, ss. 142-147. FRYE Richard N., “Samanids”, Dictionary of the Middle Ages, ed. Joseph R. Strayer Nex York: Charles Scribner’s Sons, X. 1989. FRYE Richard N., “The Sâmânids”, The Cambridge History of Iran. Ed. R. N. Frye (ambridge; Cambridge University, IV, 1975. GENÇ Süleyman, H.V/M. XI. Asırda Ehl-i Sünnet’in Yeniden Yükselişi: ,Süreç, Kurum ve Şahsiyetler Üzerine Bir İnceleme, D.E.Ü.İ.F.D., S. 25, İzmir, 2007, ss. 273-330. GÖKALP Yusuf, “Zeydiyye” D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXXIV, İstanbul, 2013, ss. 328- 331. GÖKSU Erkan, “Türkiye Selçuklularında İktâ’”, S.Ü.T.A.D., S. 26, Konya, 2009, ss. 137- 154. GÖRGÜN Tahsin, “ “Kadı Abdülcebbar”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIV, İstanbul, 2001, ss. 109-111. 148 GÖZÜBENLİ Beşir, “Cüveynî, Rüknü’l-İslâm”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. VIII, İstanbul, 1993, s. 144. GÖZÜBENLİ Beşir, “İktâ”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXII, İstanbul, 1995, ss. 49-52. GÜNER Osman, “Anadolu’da Hadis Geleneğinin Menşei Olarak Selçuklularda Hadis Birikimi, A.H.G.D.S., Çankırı, 2011, ss. 193-214. GÜRBÜZ Osman, “XII: Yüzyıl İslâm Dünyasında Örnek Bir Yönetici: İmâdeddin Zengi”, A.Ü.İ.F.D., S. 38, 2012. GÜVEN İsmail, “Türkiye Selçuklularında Medreseler”, A.Ü.E.B.F.D., C. XXXI, S. 1, Ankara, 1998, ss. 125-146. HAÇKALI Abdurrahman, “İslam Hukuk Metodolijisinde Gayeci Yaklaşım: Gazâlî’nin İctihat Anlayışında Maslahatın İşlevselliği”, İ.A.D., C. XII, S. 3-4, Ankara, 2000, ss. 451-466. HİZMETLİ Sabri, “Karmatîler”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIV, İstanbul, 2001, ss. 510- 514. İŞPİRLİ Mehmet, “Kazaasker”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXV, İstanbul, 2002, ss. 140-143. KAHRAMAN Abdullah, “Tûsî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXXI, İstanbul, 2012, ss. 435- 437. KAHRAMAN Hüseyin, “el-Hatîb el-Bağdâdî ve el-Kifâyesi”, U.Ü.İ.F.D., C. VII, S. 7, Bursa, 1998, ss. 471-486. KALLEK Cengiz, “Kitâbu’l-Harâc”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXVI, İstanbul, 2003, ss. 101-104. KALLEK Cengiz, “Mâverdî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXVIII, İstanbul, 2003, ss. 180-186. KANDEMİR M. Yaşar, “Ahmed b. Hanbel”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. II, İstanbul, 1989, ss. 75-80. KARA Seyfullah, “Selçuklu Türkleri’nin Mezhebler Arası Barışı Sağlamaya Yaptıkları Katkılar”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, 2007, ss. 379-394. KARADAŞ Cağfer, "Semerkand Hanefî Kelam Okulu Mâtürîdîlik –Oluşum Zemini ve Gelişim Süreci”, U.İ.A.D., S. 6, İstanbul, 2006, ss. 57-100. KARADAŞ Cağfer, “Selçuklular’ın Din Politikası”, İ.S.T.E.M., Y. 1, S. 2, Konya, 2003, ss. 95-108. KARAMAN Hayreddin, “Ca’feriyye” D.İ.A., I_XXXXIV, C. VII, İstanbul, 1993, ss. 4-10. KARAMAN Hayrettin, ”Ahmed b. Hanbel” D.İ.A., I-XXXXIV, C. II, İstanbul, 1989, ss. 80-82. 149 KAYA Eyüp Said, “Mütekaddimîn ve Müteahhirîn”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXII, İstanbul, 2006, ss. 188-189. KILIÇER M. Esat, “Ehl-i Rey”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. X, İstanbul, 1994, ss. 520-524. KIRPIK Güray , “Bağdat Nizamiye Medresesi'nin Kuruluşu, Yapısı Ve İşleyişi”, C. II, İ.M.B.U.S., İstanbul, 2008, ss. 685-698. KİTAPÇI Zekeriya, “Türkler ve İslâm veya Türkler Arasında İslâmiyetin Yayılışı Meselesi”, T.D.A.T.S., Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996, ss. 147-150. KOCA Ferhat, “ Salih b. Ahmed b. Hanbel”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVI, İstanbul, 2009, s. 36. KOCA Ferhat, “Hanbelî Mezhebi”, D.İ.A., I-XXXXIV, C.XV, İstanbul, 1997, ss. 525-574. KOCA Ferhat, “Selçukluların İslâm Hukuk Mezheplerine Bakışı”, I. U.S.K.M.K., C. II, Konya, 2001. KOCA Salim, “Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın Suriye, Filistin, Mısır Politikası ve Türkmen Beyi Atsız”, S.Ü.T.A.D., S. 22, Konya, 2007, ss. 1-37. KOCA Salim, “Selçuklular’da Teşkilat ve Kültür”, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi, I-II Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya, 1993. KOÇAK Muhsin, “ Ebû Şücâ’ el-İsfahânî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C.X, İstanbul, 1994, ss. 235-236. KONUR Himmet, Horasan’ın İslam ve Tasavvuf Tarihine Katkısı (H. I-V. Asırlar), D.E.Ü.İ.F.D., S. XXI, İzmir, 2005, ss. 3-27. KOPRAMAN Kazım Yaşar, ”Nureddin’in Faaliyet”, T.A.D., C. IV, S. 6, Ankara, 1966, ss. 505-520. KÖMÜRCÜOĞLU Mustafa - Kömürcüoğlu Şeyma, “Güç ve Adalet Arasında Bir Devlet Adamı:Nizamulmülk ve Siyasetname’si”, İlmi Etüdler Derneği Yıllığı, S. 4, İstanbul, 2009, ss. 43-66. KUCUR Sadi S., “İktâ”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXII, İstanbul, 2000, ss. 47-49. KUŞÇU Ayşe Dudu, “Büyük Selçuklu Devletinin Suriye, Filistin ve Mısır Politikasına Dair Bazı Tespitler”, S.Ü.T.A.D., S. 27, Konya, 2010, ss. 637-664. KUŞÇU Ayşe Dudu, “Eyyûbîler’de Mezâlim Mahkemeleri ve Dârü’l-Adl”, S.Ü.T.A.D., S. 25, Konya, 2009, ss. 207-229. KUŞÇU Ayşe Dudu, “Orta Doğuda Şi’î-Sünnî Mücadelesinde Selçuklu ve Zengî Medreselerinin Yeri”, A.O.D., C. II, S. 4, Ankara, Yıl 2008, ss. 21-44. 150 KUTLU Sönmez, “Bilinmeyen Yönleriyle Türk Bilgini, İmâm Mâturîdi”, D.A.D., C. V, S. 15, Ankara, Ocak-Nisan, Ankara, 2003, ss. 5-28. MADELUNG Wilferd., Horasan Ve Maveraünnehir'de İlk Mürcie Ve Hanefiliğin Yayılışı, trc. Ar. Gör. Sönmez Kutlu, A.Ü.İ.F.D., C. XXXIII, Ankara, 1992, ss. 239- 247. MAZAHERİ Aly, “ Müslüman Ortaçağ’da Eğitim ve Öğretim” trv. Bahriye Üçok, A.Ü.İ.F.D., C. XII, S. 1, Ankara, 1964, ss. 119-128. MENEKŞE Ömer, “Selçuklu Eğitim Müesseseleri Nizamiye Medreseleri”, D.A.D., C. XXXIX, S. 3, Ankara, 2003, ss. 117-122. MERÇİL Erdoğan, “Büveyhîler”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. VI, İstanbul, 1992, ss. 496-500. MYRZAİBRAİMOV Samagan, “Kadıhan Dönbeminde (XII. Y.Y.) Fıkıh ve Yaşam”, U.T.D.İ.K.S., Isparta, 2007, ss. 311-318. OCAK Ahmet Yaşar, “Selçukluların Seleflerine Göre Medeniyet Tarihindeki Yeri ve Önemi”, İnternational Journal of History, S. Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı, Ankara, 2012, ss. 263-278. OKUMUŞLAR Muhiddin, “Ehl-i Sünnet’in Kurumlaşmasında Nizamiye Medreselerinin Etkisi”, Marife, Y. 8, S. 1, Konya, 2008, ss. 137-148. ÖĞÜT Salim, “Ehl-i Hadîs”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. X, İstanbul, 1994, ss. 508-512. ÖNGÜL Ali, “Burhan Ailesi”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. VI, İstanbul, 1992, ss. 430-432. ÖNGÜL Ali, “Selçuklularda Eğitim Faaliyetleri ve Yetişen İlim Adamlarına Genel Bir Bakış”, C.B.Ü.S.B.D., C. I, S. 7, Manisa, 2003, ss. 67-78. ÖNKAL Ahmed, “Asr-ı Saadette Mescid’in Önemi ve Yaptığı Görevler”, Diyânet Dergisi, C. XIX, S. 3. y. Ankara, 1983, ss. 49-55. ÖYMEN Hıfzırrahman Raşit, “İslamiyette Öğretim ve Eğitim Hareketleri I”, A.Ü.İ.F.D., C. XI, S. 1, Ankara, 1963, ss. 61-79. ÖYMEN Hıfzırrahman Raşit, “İslamiyette Öğretim ve Eğitim Hareketleri II, A.Ü.İ.F.D., C. XII, S. 1, Ankara, 1964, ss. 35-42. ÖZ Mustafa, “Şîa”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXIX, İstanbul, 2010, ss. 111-114. ÖZ Mustafa, “Usûliyye”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXXII, İstanbul, 2012, ss. 214-215. ÖZARSLAN Selim, “Selçuklularda Kelâm İlmi ve Kelâm Alimleri”, I. U.S.K.M.K., C. II, Konya, 2001. ÖZAYADIN Abdülkerim, “Kündûrî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXVI, İstanbul, 2002, ss. 554-555. 151 ÖZAYDIN Abdülkerim, “Bağdat” (Kültür ve Medeniyet), D.İ.A., I-XXXXIV, C. IV, İstanbul, 1991, ss. 437-441. ÖZAYDIN Abdülkerim, “Karahanlılar”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIV, İstanbul, 2001, ss. 404-412. ÖZAYDIN Abdülkerim, “Nizâmiye Medresesi”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXIII, İstanbul, 2007, ss. 188-191. ÖZAYDIN Abdülkerim, “Nizâmülmülk”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXIII, İstanbul, 2007, ss. 194-196. ÖZDEMİR Mehmet Nadir, “Abbasi Halifeleri İle Büyük Selçuklu Sultanları Arasındaki Münasebetler”, S.Ü.T.A.D., S. 28, Konya, 2008, ss. 315-367. ÖZEL Ahmet, “Mâlik b. Enes”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXVII, İstanbul, 2003, ss. 506- 513. ÖZEN Şükrü, “IV/X. Yüzyılda Mâverâünnehir’de Ehl-i Sünnet-Mu’tezile Mücadelesi ve Bir Ehl-i Sünnet Beyannamesi”, İ.A.D., S. 9, Ankara, 2003, ss. 49-85. ÖZGEL İshak, “Başlangıçtan Selçuklular Dönemi Sonuna Kadar Türklerin Kur’ân Tefsirine Hizmetleri”, B.G.T.K.T.H.S., İstanbul 2012, ss. 41-73. ÖZGEL İshak, “Büyük Selçuklular Döneminde Tefsir İlmî ve Müfessirler”, D.B.A.A.D., C. V, S. 2, Samsun, 2005, ss. 31-51. ÖZGÜDENLİ Osman Gazi, “İsfehan”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXII, İstanbul, 2000, ss. 497-502. ÖZGÜDENLİ Osman Gazi, “Merv”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIX, İstanbul, 2008, ss. 221-223. ÖZGÜDENLİ Osman Gazi, “Nişabur”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXIII, İstanbul, 2007, ss. 149-151. ÖZGÜDENLİ Osman Gazi, “Rey”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXV, İstanbul, 2008, ss. 40- 41. ÖZLER Mevlüt, “Tuğrul Bey Dönemi Düşünce Hayatında Entelektüel Bir Kriz: Ehl-i Bid’ate Lanet Kampanyası”, I. U.S.K.M.K., C. II, Konya, 2001. ÖZTÜRK Mustafa – Mertoğlu Mehmet Suat , ”Zemahşerî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXXIV, İstanbul, 2013, ss. 235-238. ÖZTÜRK Mürsel, “Hacı Bektaş Zamanında Nişabur’daki Kültürel Hayat”, T.K.H.B.V.D., S. 45, Ankara, 2008, ss. 145-154. 152 ÖZTÜRK Mürsel, “Hacı Bektaşi Veli’nin Yaşadığı Devirdeki Nişabur”, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Merkezi, I. T.K.H.B.V.S., Ankara, 1999, ss. 285-288. PAYDAŞ Kazım, Bilge Bir Hükümdar Gazneli Sultan İbrahim b. Mesud (450-492/1059- 1099), The Journal of Academic Social Science Studies, Volume 6, İssue 5, 2013. PIRLANTA İsmail, “Büyük Selçukluların Horasan’da Dini ve Sosyal Yaşam Üzerindeki Bazı Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, C.Ü.İ.F.D., C. XVI, S. 2, Sivas, 2012, ss. 68-719. PİYADEOĞLU Cihan ”Horasan’ın Doğu Bölgesi: Kubbetü’l-İslâm Belh (Büyük Selçuklular Dönemi), Tarih Dergisi, S. 49, (2009/1), İstanbul, 2010, ss. 1-25. RADTKE Bernd, “Horâsân ve Mâverâunnehir’de Din Alimleri ve Mutasavvıflar” trc. Ergian Ayan, The Jorunal if International Social Research, Volume 2/9, Ordu, 2009, ss. 358-376. RENÇBER Akif, “İslam Fethinden Irak Selçukluların Yıkılışına Kadar Kazvîn’in Siyasî Tarihi”, İ.T.B.A.D., C. I, S. 1, 2012, ss. 225-265. SARAY Mehmet, “Başkırt”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. V, İstanbul, 1992, ss. 130-131. SARIKAYA Saffet, “Türklerin İslâmlaşma Süreçlerinde Mezheplerin ve Tarikatların Yeri”, Yeni Türkiye Dergisi, Türkler, Ankara, 2002, ss. 1-20. SELÇUK Havva Kurt, “İbn-i Hallikân’ın Vefayatü’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklu Devlet ve İlim Adamları, E.Ü.S.B.E.D., S. 8, Kayseri, 1999, ss. 105-114. SÜMER Faruk, “Oğuzlar”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXIII, İstanbul, 2007, ss. 325-330. SÜMER Faruk, “Selçuklular (Irak Selçukluları)”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVI, İstanbul, 2009, s. 387. SÜMER Faruk, “Selçuklular (Suriye Selçukluları)”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVI, İstanbul, 2009, ss. 385-386. SÜMER Faruk, Selçuklular (Kirman Selçukluları), D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVI, İstanbul, 2009, ss. 377-379. ŞENGELİYA N. N., “XI-XIII: Yüzyıl Gürcü Tarihçilerine Göre Selçuklular”, trc. Mehmet Mürselov, T.İ.D., C. XXII, S. 2. İzmir, 2007, ss. 227-240. ŞENSOY Sedat, “Ta’lîkât”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIX, İstanbul 2010, ss. 508-510. TAN Muzaffer, “Horasan ve Maveraünnehir’de İlk İsmâilî Faaliyetler, D.A.D., C. X, S. 30, Eylül-Aralık, Ankara, 2007, ss. 55-74. TANERİ, Aydın, “Emîr-i Dâd”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XI, İstanbul, 1995, s. 130. 153 TAŞDEMİRCİ Ersoy, “Medreselerin Doğuş Kaynakları ve İlk Zamanları”, E.Ü.S.B.E.D., S. 5, Kayseri, 1989, ss. 269-278. TOMAR Cengiz, “Şam”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVIII, İstanbul, 2010, ss. 311-315. TOPALOĞLU Nuri, “İbn Mende”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XX, İstanbul, 1999, ss. 181- 182. TOSUN Necdet, “Yeseviyye”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXXIII, İstanbul, 2013, ss. 487- 490. ULUDAĞ Süleyman, “Hankah”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XVI, İstanbul, 1997, ss. 42-43. USTA Aydın, “Sâmânîler”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXXVI, İstanbul, 2009, ss. 64-68. UYAR Mazlum, “ Şiî Siyasi Düşüncesinin Şekillenmesi”, D.A.D., C. II, S. 5, Ankara, 1999, ss. 299-316. UZUNPOSTALCI Mustafa, “Ebû Hanîfe” D.İ.A., I-XXXXIV, C. X. İstanbul, 1994, ss. 131-138. ÜMİT Mehmet, “Mihne Sürecinde Hanefîler”, H.Ü.İ.F.D., C. IX, S. 17, Çorum, 2010- 2011, ss. 101-130. ÜNAL Afşin, “İbnu’l-Esîr’in “el-Kâmil fi’t-Tarih” İsimli Kaynak Eserinin “Selçuklu Kültür ve Medeniyeti” Bakımından Bir Değerlendirmesi, E.Ü.S.B.E.D., S. 8, Kayseri, 1999, ss. 115-122. ÜZÜM İlyas , “Mezhep”, D.İ.A., I-XXXXIX, C. XXIX, İstanbul, 2004, ss. 526-532. YALTKAYA Muhammed Şerefeddin, ”Selçuklular Devrinde Mezhepler”, Düşünce- Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Y. 2, Sayı 4, 2009. YAVUZ Yunus Vehbi, “el-Câmiu’s-Sağîr”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. VII, İstanbul, 1993, s. 112. YAVUZ Yusuf Şevki, “Eş’arîyye” D.İ.A., I-XXXXIV, C. XI, İstanbul, 1995, ss. 447-455. YAVUZ Yusuf Şevki, “Kelâm”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXV, İstanbul, 2002, ss. 196-203. YAZAR Nurullah, “Büyük Selçuklular Döneminde İsfahan’nın Siyasî Durumu”, İ.A.D., C. XXIV, S. 1, Ankara, 2013, ss. 25-38. YAZICI Tahsin – Uludağ, Süleyman, “Hâce Abdullah Herevî”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XVII, İstanbul, 1998, ss. 222-226. YAZICI Tahsin, “Belh”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. V, İstanbul, 1992, ss. 410-411. YAZICI Tahsin, “Fergana”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XII, İstanbul, 1995, ss. 375-377. YENİÇERİ Celal, “Mezâlim”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIX, İstanbul, 2004, ss. 515-518. 154 YILDIZ Abdulvahap, “Meybudî’nin (570/1174) Hayatı Şahsiyeti ve Eserler”, T.İ.A.A.D., C. II, S. 8, Ankara, 2002, ss. 63-77. YILDIZ Hakkı Dursun , “Emîrü’-Ümerâ”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XI, İstanbul, 1995, ss. 158-159. YİĞİT İsmâil, “Mevâli”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXIX, İstanbul, 2004, ss. 424-426. YURDAGÜR Metin, “Ahbariyye”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. I, İstanbul, 1988, ss. 490-491. YÜCESOY Hayrettin, “Mihne”, D.İ.A., I-XXXXIV, C. XXX, İstanbul, 2005, ss. 26-28. ZYSOW Aron, “Hanefî Hukuk Kuramında Mu’tezilîlik ve Matüridîlik”, trc. Süleyman Aydın, H.Y.D.Y.S.B.A.D., Y. 2, S. 4, 2009, ss. 147-178. Diğer Kaynaklar ADALIOĞLU Hasan Hüseyin, Büyük Selçuklu Devleti ile Abbasi Halifeliği Münasebetleri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Merkezi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 1996. AK Ahmet, Mâtüridi Kaynaklarda Mâtüridi ve Mâtüridilik, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2006. BİLEN İlhan, Osmanlı Hukukunda Örfün Yeri (Klasik Dönem), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1994. DOKUR Yusuf, Başlangıçtan IV/X. Asra Kadar İslam Hukuk Tarihinde Taklid Düşüncesi ve Etkileri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yüksek Lisasn Tezi), Ankara, 2006. DÜNDAR Abdülhamid, Selçuklular Devri Bağdat Medreseleri: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Medresesi Örneği, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2012. ELEMEN Nuh, Ebû Ya’la el-Ferra ve İtikadi Görüşleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006. ERKMEN Sebahattin, Hanefî ve Şâfiî Usûlcülerin Sünnet Anlayışı (Debûsî ve Sem’ânî Örneği), Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çorum, 2013. ESEN Bilal, Hanefî Usul Eserlerinde İctihaad Teorisi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2010. KAPLAN Nesrullah, Ebû’l-Muzaffer el-İsferâyînî Ve Et-Tabsîr Fi’d-Dîn Adlı Eserinde İslâm Mezheplerini Tasnif Sistemi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Van, 2013. 155 MENEKŞE Ömer, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Yükseliş Devri Fakîhleri (1063/1092), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1992. PİYADEOĞLU Cihan, Büyük Selçuklular Döneminde Horasan (1040-1157), İstanbul Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2008. ŞIK İsmail, Mahmud b. Zeyd el-Lâmîşi’nin Kelâm Anlayışı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2009. TURAN Nurullah, Selçuklu Başkenti Rey, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2013. UYGUR Türker, Büyük Selçuklular Döneminde Horasan’da Fikri Hayat, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Şanlıurfa, 2011. ÜNALAN Abdülkerim, Ilkıya el-Herrâsî ve Ahkâmu’l-Kur’an’ındaki Metodu, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 1990. YÜKSEL Tuba, Selçuklu Başkenti İsfehan (Kuruluşundan Moğol İstilasına Kadar), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2013. 156 ÖZGEÇMİŞ Adı, Soyadı Sedat MEHMED Doğum Yeri ve Yılı Gostivar 1989 Bildiği Yabancı Diller Arapça Arnavutça, Makedonca, ve Düzeyi Orta Orta Eğitim Durumu Başlama - Bitirme Kurum Adı Yılı Lise 2004 2008 Kayseri Mustafa Germirli Anadolu İmam Hatip Lisesi Lisans 2008 2012 Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yüksek Lisans 2012 2014 Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Çalıştığı Kurum Başlama - Ayrılma Çalışılan Kurumun Adı (lar) Yılı 1. 2. 3. Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Kuruluşlar Katıldığı Proje ve Toplantılar Yayınlar: Diğer: İletişim (e-posta): sedatmehmed@hotmail.com Tarih 22/ 07/2014 İmza Adı Soyadı Sedat MEHMED 157