T. C. ULUDAĞ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENST ĐTÜSÜ FELSEFE ANABĐLĐM DALI PLATON’DA B ĐLGĐ-ĐKT ĐDAR ĐLĐŞKĐSĐ (DOKTORA TEZ Đ) Nihal Petek BOYACI GÜLENÇ Danışman Prof. Dr. Ahmet CEVĐZCĐ Bursa – 2013 iii iv ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Nihal Petek BOYACI GÜLENÇ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Felsefe Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : xi+ 341 Mezuniyet Tarihi : 21/06/2013 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ahmet CEVĐZCĐ PLATON’DA B ĐLGĐ - ĐKT ĐDAR ĐLĐŞKĐSĐ Bu çalışmada Platon’un demokrasi eleştirisi çerçevesinde bilgi ile iktidar ya da politika arasında kurmuş olduğu bağ ele alınmaktadır. Adaletsizliklerle dolu karmaşa içindeki toplumsal gerçekliğin ahenkli bir gerçekliğe dönüşebilmesinin evrensel değerler ve ilkeler bağlamında felsefi zeminini arayan Platon, politikanın göreceli bilgi anlayışıyla temellendirilmesini önemli bir problem olarak görmektedir. Platon’un politik bir yönetimin nasıl olması gerektiği araştırmasının arka planında dönemin demokrasisi ve bu demokrasinin temellerini oluşturan demokratik bilgi anlayı şının yol açtığı problemler yatmaktadır. Bu nedenle o kendi politika felsefesini öne sürerken, aynı zamanda dönemin demokrasi düzeninin eleştirisini de yapmaktadır. Bu çalışmada Platon’un merkeze alınmasının nedeni, demokrasinin sözde ilkelerle hareket ederek adaletsiz bir yönetim biçimi yaratabileceği gerçeğini bundan binlerce yıl öncesinde görmüş olmasından kaynaklanmaktadır. Atina demokrasisi ile günümüz demokrasisi arasında önemli farklar olmasına karşın, Platon’un demokrasiye ve demokrasi insanına ilişkin tespitleri bugün için önemini korumaktadır. Günümüzde özellikle liberal demokrasi uygulamalarına bakıldığında, Atina demokrasisine benzer bir biçimde hakiki değerlerden yoksun bir politik ortamın varlı ğı dikkat çekmektedir. Böylesi bir ortam, demokrasinin kendi öz değerlerinden uzaklaşarak sözde ilkelerle hareket etmesine neden olmaktadır. Bu nedenle Platon’un politikaya ya da iktidara ili şkin fikirlerinden ça ğımıza aktarılabilecek en önemli husus, genel kanılarla ya da sanılarla yozlaşmış bir politikanın, amaçları arzulayan rasyonaliteyle ya da rasyonel ilkelerle meşrulu ğunu yeniden kazanması gerektiğidir. Platon’un politika felsefesi totaliter bir yö netim biçimine yol açmasından şeklinde yorumlanmasından dolayı her ne kadar günümüzde kabul edilemez olsa da, onun politikayı rasyonel ilke ya da etik değerlerle temellendirme ve bilgi, etik, politika arasında bağ kurma çabası, günümüz demokrasi problemlerine çözüm önerileri sunmak açısından büyük önem taşımaktadır. Bu genel çerçevede hazırlanan tez dört bölümden oluşmaktadır. Tezin ilk bölümünde Eski Yunan demokrasisinin oluşum süreci ve Platon’un temel fikirlerini tarihsel açıdan negatif ve pozitif yönden etkileyen faktörler göz önüne alınmıştır. Đkinci bölümde ise Platon’un politikayı temellendiren bilgi görüşü ele alınmıştır. Öncelikle düşünürün eleştirmi ş olduğu demokratik epistemoloji ve bu epistemolojinin uzantısı olarak v değerlendirilebilecek demokrasi insanı anlatılmış, daha sonra Platon’un kallipolisinin temelinde yer alan bilgi görüşü incelenmiştir. Platon’un politika felsefesinin aktarıldı ğı üçüncü bölüm, mutlak bilgi anlayışının ortaya çıkardığı ideal politik ortamı sergilemek açısından önem taşımaktadır. Son olarak dördüncü bölümde Platon’un bilgi- politika ili şkisi üzerine felsefi değerlendirmeler genel hatları ile ele alınmış, Platon’un bilgi ve politika anlayışına getirilen eleştirilere, günümüz demokrasine dair tartışmalara ve bugünün demokrasisine çağdaş Platoncu yaklaşımların temel argümanlarına yer verilmi ştir. Anahtar sözcükler Demokrasi, Bilgi, Epistêmê, Doksa, Kallipolis, Mutlak bilgi, Göreceli bilgi, Politika. vi ABSTRACT Name and Surname : Nihal Petek BOYACI GÜLENÇ University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Philosophy Degree Awarded : PhD Page Number : xi+ 341 Degree Date : 21/06 /2013 Supervisor : Prof. Dr. Ahmet CEVĐZCĐ THE RELATIONSHIP BETWEEN KNOWLEDGE AND POWER IN PLA TO This study focuses on the link between knowledge and power or politics within the context of Plato’s critique of democracy. Plato, who looks for the philosophical basis of transforming complicated and unjust social reality into a harmonious reality within the context of universal values and principles, views the justification of politics with reference to relativist conception of knowledge as a significant problem. The problems caused by the democracy of the era and the conception of democratic knowledge that underlines it lie behind the theoretical background of Plato’s inquiry which intends to find how a political power ought to be. For this reason, while Plato provides a critique of the democratic order of the period, he also proposes his own political philosophy. This study revolves around Plato because of his insight, realized thousand years ago, that democracy may lead to an unjust administration by operating on the basis of pseudo-principles. Although there are significant differences between Athenian and modern democracies, Plato’s ideas regarding the man of democracy are still relevant. Especially when the modern liberal democracy practices are considered, a political environment that lacks true values is recognized, just like the Athenian democracy. Such an environment produces a form of democracy which works by pseudo-principles while moving away from its essential values. For this reason the most significant idea that we can bring in from Plato’s ideas on politics or power is the necessity of re-legitimation of politics, which has been corrupted with general opinions and illusions, through a rationality that desires objectives or rational principles. Although Plato's thought is found unacceptable today due to its totalitarian leanings, his attempt to justify politics with objective rationality or ethical values and to relate knowledge, ethics, and politics is highly significant for providing solutions to contemporary problems of democracy. The dissertation is composed of four chapters. The first chapter deals with the formation period of Ancient Greek democracy and the factors that negatively or positively affected Plato's thought. The second chapter deals with Plato's views on knowledge as a justification for his politics. After the explicati on of democratic epistemology and democratic man which can be seen as democratic epistemology’s extension, the conception of knowledge that forms the basis of Plato's kallipolis is explained. The third chapter deals with Plato's political philosophy which is useful to understand the ideal political vii environment created by the conception of absolute knowledge. Lastly, the forth chapter presents an outline of Plato's ideas on the relationship between knowledge and power and dwells upon the criticisms towards Plato's conception of knowledge and power, debates on modern democracy and the main arguments of contemporary Platonists on today's democracy. Keywords Democracy, knowledge, episteme, doxa, kallipolis, absolute knowledge, relative knowledge, politics. ÖNSÖZ Bu çalışmanın oluşum aşamasında eleştirileriyle beni sürekli yönlendiren, benden yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen sayın hocam Prof. Dr. Ahmet Cevizci’ye; tez izleme komitelerinde yer alan ve tez aşaması süresince bu tezin herbir satırını okuyarak eleştiriler sunan, gerek önerileriyle gerek sorularıyla tezin zenginleşmesini sağlayan sayın Prof. Dr. Zekiye Kutlusoy’a ve sayın Prof. Dr. Yaşar Aydınlı’ya teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca bu tezin yazılışı sırasında tüm aşamalarda desteğini hep yanıbaşımda hissettiğim Kurtul’a bana inandığı için çok teşekkür ederim. Đzmir 2013 Nihal Petek BOYACI ĐÇĐNDEKĐLER TEZ ONAY SAYFASI ..................................................................................................... ii ÖZET ................................................................................................................................. iii ABSTRACT ...................................................................................................................... v ÖNSÖZ .............................................................................................................................. vii ĐÇĐNDEKĐLER .................................................................................................................. viii ŞEKĐLLER ...................................................................................................................... xi GĐRĐŞ ................................................................................................................................. 1 BĐRĐNCĐ BÖLÜM PLATON’UN B ĐLGĐ TEMELL Đ ĐKT ĐDAR ANLAYI ŞININ YOLUNU AÇAN ETMENLER I. POLĐS VE EKONOMĐK DEĞĐŞĐM ............................................................................ 21 II. TARĐHSEL SÜREÇTE ATĐNA DEMOKRASĐSĐNE KISA BĐR BAKIŞ ............... 31 III. SOFĐSTLERĐN ETKĐSĐ ............................................................................................ 41 IV. SOKRATES VE SOKRATES’ĐN ÖLÜMÜ ............................................................. 51 V. KESĐN/DEĞĐŞMEYEN BĐLGĐNĐN GEREKLĐLĐĞĐ................................................. 62 ĐKĐNCĐ BÖLÜM PLATON’UN B ĐLGĐ GÖRÜŞÜ I. DEMOKRASĐNĐN EPĐSTEMOLOJĐSĐ OLARAK EMPĐRĐZMĐN ELEŞTĐRĐSĐ ...... 70 A. Hayatını Duyumlara Bağlamış Đnsanın Genel Durumu .......................................... 79 B. Mağara Benzetmesi ................................................................................................ 86 II. KALLĐPOLĐS’E UYGUN DÜŞEN EPĐSTEMOLOJĐ ................................................ 93 A. Anamnêsis ............................................................................................................... 93 B. Bölünmüş Çizgi Analojisi ....................................................................................... 103 C. Güneş Benzetmesi ................................................................................................... 118 ix D. Bilginin Yönetimi veya Filozof-Kralın Bilgisi ....................................................... 124 1. Politik uzmanlık bilgisi veya arkitektonik bilgi ................................................ 130 2. Felsefe veya ahlaki bilgelik ............................................................................... 135 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM PLATON’UN POL ĐTĐKA GÖRÜŞÜ I. GĐRĐŞ: ADALET TARTIŞMASI ................................................................................ 144 II. PLATON’DA POLĐSĐN DOĞASI ............................................................................. 154 A. Polisin Doğuşu ........................................................................................................ 155 B. Polisin Görevleri ..................................................................................................... 165 C. Polisin Sınıflara Ayrılması ...................................................................................... 173 D. Polisin Metafiziği ve Đyisi ....................................................................................... 181 III. ĐDEAL POLĐSTE EĞĐTĐM ....................................................................................... 185 A. Temel Eğitim ........................................................................................................... 186 B. Yüksek Eğitim ......................................................................................................... 196 IV. ĐDEAL POLĐSTE ADALET ..................................................................................... 204 A. Poliste Adalet .......................................................................................................... 205 B. Đnsanda Adalet ......................................................................................................... 216 V. ĐDEAL POLĐS MÜMKÜN MÜDÜR? ....................................................................... 220 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM PLATON’DA B ĐLGĐ-POLĐTĐKA ĐLĐŞKĐSĐ ÜZERĐNE FELSEFĐ DEĞERLENDĐRMELER I. PLATON’DA BĐLGĐ-POLĐTĐKA ĐLĐŞKĐSĐ .............................................................. 233 II. KARL R. POPPER’IN PLATON’UN POLĐTĐKA FELSEFESĐNĐN ELEŞTĐRĐSĐ .. 248 A. Karl R. Popper’ın Bilgi Görüşü .............................................................................. 252 B. Karl R. Popper’ın Politika Anlayışı ve Ütopyacılık Eleştirisi ................................ 265 III. PLATON’UN POLĐTĐKA FELSEFESĐ ÜZERĐNE ÇAĞDAŞ TARTIŞMALAR ... 284 x A. Demokrasiye Đlişkin Çağdaş Tartışmalar ................................................................ 286 B. Çağdaş Demokrasi Eleştirisi Đçinde Platoncu Yaklaşımlar ..................................... 300 SONUÇ ............................................................................................................................ 312 KAYNAKLAR ................................................................................................................ 328 ÖZGEÇMĐŞ ..................................................................................................................... 341 xi ŞEKĐLLER Sayfa No Şekil 1. Mağara Benzetmesi 89 Şekil 2. Bölünmüş Çizgi Analojisi 105 Şekil 3 Güneş Benzetmesi 121 GĐRĐŞ Polis sanatı olarak da adlandırılan politikê tekhnê en genel anlamıyla, toplumların tüm yurttaşları ilgilendiren kararları nasıl aldıkları ve toplumda iktidar aygıtının gücünün nasıl kullanıldığı ile ilgilenen sanattır (Berktay, 2011: 11). Bu sanatı konu alan politika felsefesi ise iyi ve kötü yönetimlerin niteliğine, nedenlerine ve etkilerine ilişkin bir inceleme ve düşünme egzersizi olarak görülebilir (Miller, 2003: 2). Buna göre, politika felsefesi öncelikle iyi veya kötü yönetimlerin insan yaşamına ne şekilde etkide bulunacağına ilişkin yol gösterici bir sorgulama yaparken, aynı zamanda insanların kendilerinin belirlediği yönetim formlarını inceler. Ayrıca politika felsefesi aracılığıyla, insanlar iyi ile kötü yönetim arasındaki farkın bilgisiyle hareket ederek, bir yönetimi diğerinden daha iyi kılan özelliklere dikkat çekmeye gayret ederler. Sayılan tüm bu unsurlar politika felsefesinin niçin gerekli ve ne denli önemli olduğuna işaret ederken, toplumda politik bir bilincin edinilmesi gerekliliğine de ışık tutar. Çünkü politika felsefesinin temel sorularına cevap bulabilmek aynı zamanda insanların politik bir bilince sahip olmalarını gerektirir. Bu yönüyle de politika felsefesi yurttaşların bilinci ve eğitimi konusuyla ilişkilenir. Bütün bu çok yönlü unsurlar göz önüne alındığında, politik bir bilinç geliştirmek ve politika ile ilgilenmek demek, basit bir şekilde yurttaşın (örneğin birkaç yılda bir yapılan seçimlerde oy kullanarak) sadece yönetime katılması ya da yönetimde yer alan birinin bu işlerle teknik bir düzlemde uğraşması anlamına gelmez. Đnsanın bulunduğu her yer politiktir ve özünde politika ile ilgilidir (Berktay, 2011: 30). Tüm yurttaşları ilgilendiren kararların alındığı sürece işaret eden, bu kararların neden ve etkilerine ilişkin düşünce egzersizi olan politikanın nüfuz etmediği herhangi bir yaşam alanından söz etmek pek de olanaklı değildir. Politika farklı biçimlerde ve derecelerde insan yaşamını bir şekilde etkileyen bir sanat olarak görülmelidir. Çünkü politika birbirinden ayrı ancak ilişkili olan insani alanların ortaya çıkıp sürdürülmesinde etkilidir (Berktay, 2011: 30). Bu nedenle de insanın olduğu her yerde politika vardır ve insan, Aristoteles’in de söylemiş olduğu gibi, birlikte yaşamaya muktedir, ortak yaşama bilincine sahip bir varlık olduğundan zoon politikon’dur. Onu diğer canlı varlıklardan ayıran özellik ise onun zoon logon ekhon ya da bir diğer deyişle animal rationale olmasından ileri gelir. Buna göre insanın bir bilince 2 sahip olması, düşünen ve rasyonel bir varlık, akıl sahibi bir hayvan olması bir arada yaşamayı ve bu yaşama formu üzerine düşünmeyi olanaklı kılan önemli bir faktördür. Politika da bu bir arada yaşama etkinliğinin kendisi olarak tanımlanırken, politika felsefesi bu duruma ilişkin felsefi bir sorgulama ve araştırma yapar. Birbirleriyle aynı olmayan insanların yaşam alanlarının düzenlenmesiyle ilişkili olan politika, bireysel farklılıklarla bir arada yaşamanın nasıl mümkün kılınacağı ile ilgilidir. Eskiçağlardan beri süregelen bu problem farklı yönetim sistemleri içinde çözümlenmeye çalışılmıştır. Kimi zaman aristokratik yönetim biçiminin bir arada yaşama sorununa çözüm olduğu düşünülürken, kimi zaman monarşi kimi zaman da demokrasi bu problemin çözümü olarak görülmüştür. Bugün ise bu soru daha çok demokrasi ekseninde tartışılmaktadır. Bireyin evrensel haklarını ön plana alan, özgürlükçü bir tutum sergilemeye gayret eden bir yönetim biçimi olarak liberal demokrasi günümüzde en yaygın demokrasi modellerinden biri olarak kabul edilmektedir. Fukuyama bugünün geçerli tek sisteminin demokrasi olduğundan söz ederken de, tam da böylesi bir demokrasiden, yani liberal demokrasiden söz etmektedir. Düşünür, demokrasinin artık vazgeçilmez bir unsur olarak görüldüğünü ve dünyanın birçok bölgesinde bu yönetim biçimine ilişkin yükselen kuvvetli eğilimin de bir tesadüf olmadığını belirtmektedir (Fukuyama, 1999: 65). Demokrasinin çoğu zaman ana ilkeleri olarak görülen özgürlük ve eşitlik ilkeleri bir rastlantı sonucu değil, daha çok insan türüne özgü, insanın sahip olması gereken birtakım evrensel haklar kategorisinde somutlaşarak ön plana çıkmaktadır. Demokrasinin insanlara özgürlük ve eşitlik vaadinde bulunarak birey-insanı devletten daha üst bir kategoriye yerleştirmesi, başka bir ifadeyle bireysel hak ve özgürlüklere öncelik tanıması demokratik ön kabullerin vazgeçilmezliğinin sebeplerinden biri olarak değerlendirilebilir. Ancak demokratik siyaset ve onun farklı uygulama formları bugün bütün bu tanımlamaları ve vazgeçilmezliği içinde ciddi bir kriz yaşamaktadır. Demokratik siyasetin en temel problemlerinden biri meşruiyet sorunudur. Bu noktada demokrasiden kesinlikle vazgeçilmemesi gerektiğini belirten ancak liberal demokratik anlayışı da demokrasi olarak görmediğini vurgulayan Touraine de, bu meşruiyet sorununa dikkat çekerek, en çok sayıda bireye olası en büyük özgürlüğü veren, olası en büyük çeşitlili ği tanıyan ve bunları koruyan politik yaşam biçimi olarak tanımladığı demokrasinin yeniden yapılandırılması gerektiğini vurgular. 3 Demokrasinin içinde bulunduğu kriz ve krize ilişkin farklı düşünürlerce ortaya konan demokratik işleyişe ve algıya ilişkin yeniden yapılandırılma talebi kanımca, bugün politikanın ayrılmaz bir bileşeni olarak görüle gelmiş olan bilgi problemiyle de yüksek derecede bağlantılıdır. Bilgi çağı olarak adlandırılan çağımızda bilginin engel olunamaz muazzam bir artışa, bu artışın yaratmış olduğu birikimin birtakım alanlarda kullanılmasına şahit olunmaktadır. Ancak ne var ki bilgi ve özellikle teknolojik gelişmelerin büyüme hızı, aynı oranda politik arenaya olumlu düzlemde etki etmemektedir. Bugün teknoloji bilgisinin üretiminin sosyal alandaki yansımaları haklar bağlamında pozitif bir geri dönüş sağlamamakta, bilginin artışıyla birlikte reel zemindeki demokratik siyaset bir gelişme göstermemekte, aksine bir yolda ilerleyerek ciddi şekilde yozlaşmaktadır. Bugün demokrasinin yozlaşmasına ilişkin olarak öne sürülen nedenlerden birinin bilgi ve teknolojinin artış hızının takip edilemez bir nitelikte olması ve ortaya çıkan ürünün çoğu zaman bir katılaşma fırsatını bile bulamaması olduğu söylenebilir (Brown, 2010b: 172). Buna göre, ekonomik, toplumsal, politik ve kültürel değişimin hızı üretilen herhangi bir şey, henüz dolaşıma girmeden temel niteliklerini yitirme tehlikesi ile karşı kalmakta ve bu durum aynı biçimde fikirsel söylemlere de etki etmektedir (Brown, 2010b: 171). Teknik bir aygıtın üretildiği anda henüz özümsenmeden demode olması, buna koşut olarak fikirlerin de (ya da kavramların da) ortaya çıktıkları/tartışmaya açıldıkları andan itibaren hızla tüketilmesi, yozlaşmaya yol açan etkenler arasındadır. Bu durumun ortaya çıkardığı sonuçlardan biri ise Brown’a göre, her ne kadar amaçsız, sınırsız, hedefsiz, bir insan gücüyle dolu bir dünyada yaşıyor olsak da, insanoğlunun daha önce hiç hissetmediği oranda büyük bir politik iktidarsızlık hissine sahip olmasıdır (2010b: 172). Đnsanlar bunca bilgi ve teknoloji artışının arasında, politik arenadaki belirsizlik durumu ile birebir örtüşen tuhaf bir paradoks içinde kalmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, yaşanmakta olan, her şeyin değiştirilebilir olduğu algısı ile aslında hiçbir şeyin değiştirilemez olduğu algısının eş zamanlı yürürlükte olduğu bir tuhaf duygu halidir. O halde bugüne egemen olan insanlık hali, belirsizlik halidir. Belirsizlik hâli ve hiçbir şeyin daha katılaşmaya fırsat bulamadan buhar olup uçup gitmesi yozlaşmaya sebep olan temel unsurlar arasında sayılabilir. Lacan da Brown’a benzer bir biçimde bu çağda meydana gelen yozlaşma ve bozulmanın kaynaklarından birinin çağın getirdiği hızlı gelişim ve değişimden kaynaklandığını düşünmektedir. Bu konuya Lacan’ın bakışı Brown’ınkinden bir noktada 4 farklılaşır. Teknoloji ve bilginin hızlı gelişimi belirsizlik ortamı yaratmakla beraber aynı zamanda bilgi ile iktidar arasında bir ayrışma da meydana getirmektedir. Buna göre, içinde bulunduğumuz bu çağda bilgi orantısız bir büyüme kaydederken, birçok şey öğrenilmekte ve teknoloji büyük bir hızla ilerlemektedir. Bu durum öncelikle büyümenin aslında öğrenilen bunca şeyin ne yapılacağı veya nasıl kullanılacağının bilinmemesi hususunu ortaya çıkardığına dikkat çekmeyi gerektirir (Žižek, 2010: 106). Duruma (örneğin) ekolojik kriz açısından bakıldığında şu türden bir sonuç ortaya çıkar: Küresel ısınmanın önüne geçilememesinin nedeni aslında ya hâlâ ilgili sürecin insanlık için öneminin iktidarlarca yeterince bilinmiyor oluşu problemi ya da bilinse de bu bilgiyle ne yapılabileceği veya ne yapılamayacağı sorusu ile ilgili problemdir. Bu öne sürülen fikirlerden ilki zaten konuya ili şkin tamamen bir bilgisizliğe işaret ederken, ikincisi bilginin veya teknolojinin artışıyla aslında ne yapacağını bilmeksizin ortaya çıkan bir iktidarı ya da bilgi iktidarı olmayan bir iktidarın kendisini anlatır. Buna göre bilinçsiz olan iktidar, bilgi ile olan bağlarını da koparmış olan iktidar olarak ortaya çıkar. Bu iktidar modeli gelişen bilgi ve teknoloji ile değil, ancak sanılarla iş gören bir iktidar şeklinde, başka bir ifadeyle araçsal bir biçimde işlemektedir. Bilgi ile iktidar arasındaki bu kopuş, elde edilen bilginin politik hatta etik düzlemde bir karşılığını bulamadığının da önemli bir göstergesidir. Bilginin hızlı gelişimi karşısında onun nasıl kullanılacağının tam olarak bilinemediği (ya da pek de bilinme istenmediği) bu çağda, ayrıca iktidar veya politikanın bilgi ile ilişkisinin kopmasının ve elde edilen bilgilerin ne yapılıp yapılamayacağının ötesinde bir durum da ortaya çıkmaktadır. Buna göre, bilginin yerine ikame edilen bir başka unsuru görmek ve onun ne türden sonuçlar doğurduğuna ilişkin tespitte bulunmak gerekmektedir. Öyleyse demokrasinin yozlaşması yalnızca bilgi-iktidar veya bilgi-politika ilişkisinin kopmasıyla değil, aynı zamanda bilginin yerine neyin geçirildiği meselesiyle de yakından ilgilidir. Bugün bilgi ile iktidar arasında olması gereken bağın bozulmaya başladığı ve bu çerçevede artık bilgi-politika bağının önemli derecede aşındığı söylenebilir. Bu kopuşla birlikte ortaya çıkan yozlaşmanın bir diğer önemli durağı ise bilginin yerini neyin doldurduğunun ilişkin tespittir. Bu tespit bugünkü demokrasi uygulamalarına bakılarak açık bir biçimde görülebilir. Buna göre günümüz demokrasilerinin önemli problemlerinden biri, iktidarın artık niteliksel olarak değil, bütünüyle niceliksel bağlamda eşitlik, özgürlük, adalet türünden ilkeleri işletmesinden ileri gelmektedir. Özellikle bugün liberal demokrasilerde görülen temsilciler yoluyla yurttaşların kendilerini ifade etmeleri gerektiği 5 olgusu, aslında bireylerin düşünsel bağlamda tam olarak isteklerini ortaya koyamadıkları, kendilerini bütünüyle gerçekleştiremedikleri bir ortamın oluşmasına neden olur. Buna göre seçim demokrasisi olarak da adlandırılabilecek bu niceliksel demokrasi sistemi, eşitlik ve özgürlüğü de ancak seçimler yoluyla gerçekleştirilen basit bir sayma ilkesine dayalı bir sürece indirgemektedir. Genel oy hakkı olarak tanımlanan bu uygulama çoğu zaman saygın bir uygulama olarak nitelendirilebilmesine karşın, sonuçları açısından değerlendirildiğinde nitelikten yoksun bir uygulama olarak da adlandırılabilir. Sistemin nitelikten yoksun olmasından kastedilen şey, seçimlerin belli aralıklarla yapılıp yapılmamasından ziyade, sadece sayısal çoğunluğa bakılarak yöneticilerin seçilmesi ve kararların seçilen temsilcilerce verilmesi ile bağlantılıdır. Sayısal düzlemdeki çoğunluğun aldıkları kararlarla hareket etmek zorunda kalan bir toplumda ise temsil edilemeyen, azınlıkta kalan grubun haklarının ya da isteklerinin gerçekleştirilememesi, insanları demokratik bir sistemde farklılıklarla bir arada yaşamanın olanağının ortadan kaldırılması tehdidiyle karşı karşıya bırakır. Toplumdaki bireylerin temel ilkeler ya da etik değerler olmaksızın birtakım kararlar alması onların “bana göre” ya da “bana görünene göre” şeklinde başlayan ifadelerle karar vermesi anlamını taşır. Başka bir ifadeyle, bireyler aldıkları kararları ve gerçekleştirdikleri eylemleri sadece “kendilerine göre” doğru ve geçerli olan ilkeler ışığında değerlendirmektedir. Kısacası değerler, ilkeler ve değerlendirme sorunun hem bilgisel hem de etik düzlemde politikanın ve politika felsefesinin temel sorunu olarak belirmektedir. Buna göre demokrasilerin sayısal çoğunluğa paralel bir şekilde işlerliğinin olması, sayısal çoğunluğu hakikat ve adaletin ölçüsü hâline getirir (Bensaïd, 2010: 30). Oysa nicelik fikrinin hakikatle bir ilişkisi olmadığı da aşikârdır (Bensaïd, 2010: 44). Bugünkü uygulamalara bakıldığında, demokrasinin en önemli çıkmazlarından bir diğeri ekonomi ile politika arasındaki yozlaşmış ili şkidir. Buna göre, oy verme işlemi bir hak olarak ortaya çıkarken, aslında kararların ve uygulamaya konulan yasaların merkezinde daha çok pazar ya da büyük işletmelerin beyin takımına bağımlılık söz konusudur (Touraine, 2011: 318). Bu, politikanın artık halkın iradesinden kopması ve siyasi partilerin üretici bir işletmeye, seçilen kimselerin ise reklam kampanyaları yürüten iletişim danışmanlarına dönüşmesi anlamını taşır (Touraine, 2011: 318). Seçim demokrasisinde seçimler bir işletme gibi düşünülerek yönetilmekte ve demokratik siyaset reklam yarışmasına dönüşerek, en iyi reklam yapanın seçimi kazandığı bir pazarlama kampanyasına benzemektedir. O halde, demokrasi sermayenin tekeli altında işleyen bir 6 yönetim biçimine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya olup, seçimlerin ve dolayısıyla yönetim şeklinin bir kâr-zarar ilişkisi çerçevesinde şekillendiği bir sisteme dönüşmektedir. Buna göre bugün liberal demokrasi düşüncesi birtakım ilkeler çerçevesinde işletilmiyor olmasının yanı sıra (her ne kadar liberal düşünce tarihte ortaya çıktığı zaman diliminde bu temel ilke ve değerlerin savunuculuğunu yapmış olsa da), aynı zamanda kendisini “para”yı temele alarak meşrulaştırmaktadır. Politikanın bütün topluma etki etmiş olduğu fikri göz önüne alındığında, bu durumun tüm bireyler üzerinde önemli etkisinin olduğu açık bir biçimde dile getirilebilir. Buna göre, demokrasi insanı da hazlarının peşinde koşan, belli amaçlar için değil, günü kurtarmak adına tamamen isteklerini gerçekleştirme arzusu ile yanıp tutuşan, sadece şimdi anını yaşayan, yalnızca kendi tatminlerini karşılama amacı güden ve yalnız kendisi için yaşayan bir insan hâline gelir. Buna göre demokrasi insanı, ancak haz üzerinden kurulabilir (Badiou, 2010: 18). Bugün demokrasinin krizi, hem bilgi ile politika arasındaki bağın kopmuş olmasından hem de kopan bu bağın yerini ekonomi siyasetinin, bir başka deyişle sermayenin almasından kaynaklanmaktadır. Böyle bir toplumda da önemli olan sadece kanaatler ve sanılar olabilir. Demokrasinin sermaye ile girmiş olduğu ilişki hızlı tüketen, hızlı bir değişim geçiren ve kanaatlerle hareket eden bir toplumu ortaya çıkarmıştır. Bugünün demokrasi insanları birtakım istekler ve hazlar elde etme doğrultusunda inançlar etrafında toplanarak malumatlarla hareket etmekte, dolayısıyla akıllarını da sadece araçsal olarak kullanmaktadırlar. Buna göre, demokrasi insanı her şeye karşı istek, değişim ve moda kipinde muamele eden biridir (Rancière, 2007: 52). Onun, günün modasına uygun bir biçimde sürekli değişim arz etmesi de bilginin ve teknolojinin hızlı değişimiyle yakından ilişkilidir. Teknoloji ve bununla beraber bilginin hızlı yükselişi, demokrasi insanının da hızlı bir değişim içinde olmasına ve sadece moda olana eğilim göstermesine neden olur. Buna göre, demokrasi insanı zorunlu ve zorunlu olmayan hazlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın işleyen bir akla sahip haz öznesi olarak (Rancière, 2007: 51), sadece anlık gelişmeleri takip eden bir bireye dönüşür. Bugün demokrasinin meşruiyet probleminin temelinde yatan bu unsurlar aynı zamanda toplumun gerçek anlamıyla adalet, özgürlük ve eşitlik gibi temel değerler doğrultusunda yaşama olanaklarını da ortadan kaldırmaktadır. Öncelikle demokrasi sadece seçimlere indirgenemez bir yönetim biçimi olarak düşünülmelidir. Çünkü o, her bireyin 7 kendi fikirleri doğrultusunda katılımıyla gerçekleştiği zaman, farklılıklarla yaşama pratiğini olanaklı kılabilir. Đnsanların bu sürece katılımlarının ise ne şekilde gerçekleşeceği başka bir tartışmanın kapısını aralar. Ancak bu kritik tartışma aynı zamanda demokrasinin meşruiyetine ve temeline ilişkin sorgulamayı tekrar gündeme getirir. Liberal demokraside adaleti sağlayacak bir temel olarak görülen insan haklarının dahi bugün artık mülkiyet hakkından ibaret olarak görülmesi, bir tür dışlama pratiği getirmiş ve bu nedenle eşitlik ve özgürlük, dolayısıyla da adalet ilkelerini beslemeyen bir anlayışın ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır. Demokrasinin meşruiyetine ilişkin olan bütün bu problemlerin çözümü ise onu yeniden ele almayı gerektirmektedir. Bilgi ile bağları kopmuş politikanın aynı zamanda temellerinden de yoksun kaldığı söylenebileceği gibi, bu bağın yeniden kurulması adalet, eşitlik ve özgürlüğün sağlanması için oldukça önemli ve gerekli bir unsurdur. Konuya ili şkin olarak felsefe tarihine bir göz atıldığında, iktidarın veya politikanın bilgi ile bağının kurulması ve bu yolla onun temellendirilmesi gerektiği savını sistemli bir biçimde ele alan ilk filozofun Platon olduğu hemen dikkati çekmektedir. Platon’un iktidarı veya politikanın nasıl olması gerektiği soruşturmasında çıkış noktasının dönemin koşullarından kaynaklandığı söylenebilir. Onun yaşadığı dönemle ilgili görmüş olduğu sorunlar çağının demokrasisinin ortaya çıkardığı problemlerden kaynaklanmaktadır. ĐÖ V. yüzyıl Atina’sında doruk noktasına ulaşan demokrasi ile bugünün demokrasi anlayışı arasında oldukça büyük farklar olmasına karşın, Platon’un demokrasiye ilişkin eleştirilerinin birçok düşünür tarafından bugün dahi ele alınıyor olması1 ve tarihteki en radikal demokrasi eleştirisinin Platon tarafından yapılmış olması, onun düşüncelerinin yeniden ele alınarak bu tezin ana konusu olarak incelenmesini gerekli kılmıştır. Bu eksen çerçevesinde çalışmada Platon’un demokrasi eleştirisi ve öne sürdüğü ideal polis fikri ayrıntılı bir biçimde incelenerek, bilgi ile politika/iktidar arasındaki ilişki yeniden mercek altına alınacak ve son olarak günümüz demokrasi problemlerine çağdaş eleştiriler çerçevesinde çözüm önerileri üretilmeye çalışılacaktır. Günümüz demokrasisinin problemlerine Platon felsefesi ile ışık tutma amacı taşıyan bu tezde, Platon’un fikirleri tarihsel bir temele oturtularak, farklı bakış açılarından çok yönlü bir perspektifle ele alınacaktır. Bu tezde de Platon’a ilişkin fikirler incelenirken Harvard University Press tarafından basılan Loeb edisyonu temele alınmış ve tezde 1 Bu düşünürlerin başında Badiou, Brown, Nancy, Rancière gelmektedir. 8 parantez içinde Türkçe olarak adı verilen tüm Platon diyaloglarında bu edisyon kullanılmıştır. Çalışmada bu şekilde ele alınan Platon’un fikirleri, önemli yorumcuların da göz önüne aldığı metinler ve diğer değerlendirmelerle yoğrularak yeniden gözden geçirilip, aslında onun demokrasiye yönelik eleştirilerinin sadece aristokrat tutumundan ileri gelmediği, onun politikanın temeline mutlak bilgi anlayışını getirmesinin nedeninin de demokrat yönetimin problemlerine ve açmazlarına çözüm getirme amacından kaynaklandığı ortaya konmaya çalışılacaktır. Bütün bu çerçeve içinde şu önemli husus da özellikle belirtilmelidir ki, bir filozofun fikir ve eleştirilerinin incelenmesinin içinde yaşamış olduğu çağın tarihsel koşullarından soyutlanarak gerçekleştirilmesi, onun fikirleriyle ilgili olarak eksik bir yorum geliştirilmesine ve böylelikle de filozofun tam olarak anlaşılamamasına neden olabilir. Bundan dolayı bu tezde Platon’un düşüncelerinin ve bilgi ile politika arasında kurulması gereken bir bağ olduğu fikrinin ortaya çıkışının daha açık bir biçimde anlaşılması, öncelikle hem demokrasinin Eski Yunan’daki gelişiminin incelenmesini hem de Platon’un yaşadığı döneme ilişkin tarihsel arka planın hesaba katılmasını gerekli kılmaktadır. Başka bir ifadeyle, tarihsel bakış açısı Platon’u anlamada büyük bir önem taşımaktadır. Günümüzde bilgi ile iktidar arasında olması gereken bağın çözülmesi sonucunda meydana gelen problemlere, Platoncu bir perspektiften bakılarak çözüm önerileri sunma amacıyla ele alınmış olan bu tezde konu, izlenilen yöntem uyarınca, dört bölüme ayrılarak ele alınmıştır. Birinci bölümde genel bir perspektif çerçevesinde Platon’un fikirlerini oluşum aşamasında etkileyen faktörler göz önüne alınacaktır. Bu etkilenimlerin en iyi biçimde anlaşılması için de Platon’un kallipolisini tesis edeceği yer olan polisin gelişim sürecine ve özelliklerini bakmak da son derece önemlidir. Bu nedenle ilk bölümde bir filozofu etkileyen üç temel etkenin ne olduğu özetlendikten sonra öncelikli olarak ve özellikle Atina’nın bu gelişim içindeki önemine işaret etmek için polisin tarihsel gelişiminin nasıl gerçekleştiği ve bu gelişim içinde demokrasi tohumlarının neden Atina’da atıldığı ele alınacaktır. Daha sonra Platon’un neden demokrasiye karşı çıktığının daha iyi kavraması açısından Atina demokrasisinin gelişim sürecine göz atılacaktır. Bu gelişim sürecinin önemli hususlarından biri olarak görülen yurttaş kavramındaki değişikliklerin neye göre oluştuğunun açıklığa kavuşması özellikle günümüzde demokrasiyle ilgili olarak yapısal bir problem bulunduğu varsayımı için de önemli bir gösterge ve kaynak oluşturmaktadır. Solon ile başlayan bu süreçte hakların belli ürün veya 9 sermaye edinme yoluyla belirlenmesi, yönetimde söz sahibi olmanın bu koşullar uyarınca gerçekleşmesi demokrasinin çıkış noktasının ürün elde etme bağlamında bir gelir dağılımına bağlandığını göstermektedir. Bu hususta dikkat çekici olan şey ise, yönetimle ilgili hiçbir bilgi sahibi olmayan birinin yönetimde söz sahibi olabilmesi ve politik karar alma süreçlerinde konuya ilişkin hiçbir bilgiye dayalı davranış sergileyememesidir. Platon’un demokrasi karşıtlığının temeli de buna dayanmaktadır. Keza daha önceleri politikayı atadan veya aileden öğrenme devri, onun çağında sona ermiş ve artık daha geniş bir yurttaş kesimine yayılan yönetim her meslekten insanın yapabileceği bir iş hâline gelmiştir. Bu durum, ortaya yurttaşların politika konusunda eğitilmeleri gereksinimi doğurmuş ve Platon’un fikirlerini negatif anlamda etkileyen Sofistlerin felsefe tarihi sahnesinde yer almalarına neden olmuştur. Platon’un demokrasinin getirdiği bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan Sofistlerden negatif düzeydeki etkilenişi göreceli bilgi anlayışı ve rhetorikêye dayalı eğitim düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Sofistlerin demokrasi içindeki yeri, politika bilgisinden uzak olan halka politika ve başka birçok alanda para karşılığında dersler vermekten meydana gelmekteydi. Bu dersler aslında özünde bir fikrin nasıl savunulacağını, karşı tarafın nasıl ikna edileceğini öğretiyordu. Rhetorikênin icracısı olarak görülen Sofistler görünüşün arkasında sürekli bir gerçekliğin ve kalıcı bir şeyin olmadığını düşünerek, sadece duyulara dayalı bir bilgi anlayışının ve dolayısıyla da görecelik ve öznelliğin savunucusu olmuşlardı. Keza görecelik ve öznelliğin olduğu yerde, hakikat iknaya indirgenmekte ve böylelikle ikna gücü kuvvetli olanın da sözünün doğru ya da geçerli kabul edilmesine, kuralların ona göre düzenlenmesine neden olmaktaydı. Keza görecelik ve öznelliği tanımlayan “insan her şeyin ölçüsüdür” fikri toplumsal alanda ortak kanı oluşturmayı rhetorikê ile mümkün kılıyordu. Rhetorikê ise sanılarımızla vardığımız birtakım inançlara başkalarını ikna etmektir. Atina demokrasisindeki çatışma ve adaletsiz ortam da kaynağını bu bilgi anlayışında bulur. Bu manada göreceli bilgi anlayışı demokrasinin bilgi anlayışı olarak kabul edilir. Bu bilgi anlayışına göre işleyen demokrasinin aksaklıkları/açmazları Platon’u olumsuz bir açıdan etkileyerek, kesin/mutlak bir bilgi anlayışı arayışına itmiştir. Platon’un bu düşüncesinin oluşum tohumları Sokrates’in fikirlerinde saklıdır. Sokrates’in bu noktadaki önemi bilginin genel olarak insanların hayatıyla, özel olarak da ahlaki hayat ve toplumların politik düzeni üzerinde oynadığı role yaptığı vurguda ortaya çıkar. O, hem karakter hem de düşünce yapısıyla ve pratikte göstermiş olduğu tavrıyla 10 kendini felsefe yoluna adamış olduğunu göstermektedir. Sokrates için felsefe sadece kesin hakikatlerin sistemi değil, aynı zamanda hayat tarzıdır (Klosko, 2006: 33). Onun gözünde insanların erdemli bir şekilde yaşayabilmesi, başkalarından öğrenmeyle veya doksalarla sağlanamadığı gibi, sadece özü veya hakikati bulmakla da sağlanamaz. Đnsanın bunu kendi yaşamında da, yani pratikte de gösterebilmesi önemlidir (Morrison, 2006: 111). Onun ahlâki düzeyde evrensel olana ulaşma arzusu ise demokrasinin ortaya çıkardığı problemlere çözüm getirme amacıyla gerçekleşmektedir. Tümellerin Sokrates’e kadar götürebileceğini (Metafizik: 987b 5-10, 1078b 15-20) söyleyen Aristoteles, Sokrates’in tümevarımsal konuşmalar ve genel tanımlamalar (Metafizik: 1078b 30) yapmak açısından büyük bir öneme sahip olduğunu öne sürer. Platon’un Đdealar düşüncesinin oluşumumun ilk etkilerinin bu manada Sokrates’ten geldiğini ileri sürer. Sokrates kesin, nesnel, mutlak bir bilginin var olduğu inancındadır. Platon ise Sokrates’ten bu manada etkilenerek, kesin ve mutlak bir bilgi ile tesis edilecek bir toplumun, demokrasinin ortaya çıkardığı problemleri, meydana gelen adaletsizlikleri ve göreceliliğin getirdiği karmaşanın çözüme ulaştırmanın yolunu açacağını düşünmektedir. Platon’un politika felsefesinde baştan itibaren, politika sanatına (politikê tekhnê) dair bir arayışın, yani yurttaşların gerçek iyiliğine hizmet etme, hakiki iyiyi yaratma veya hayata geçirme noktasında politik iktidarda kullanılacak belli bir bilgi formuna dönük bir arayışın içine girdiği söylenebilir (Wallach, 2001: 1). Onun bakış açısından iyi ve doğru bir yönetim biçiminin bilgiye dayanması gerekir. Filozof-kral örneğinin de göstereceği üzere, bilgiyle iktidar, toplumda birleşmesi gereken iki unsur olarak görülmelidir. Keza Platon’un demokrasi eleştirisinin temelinde de bu yönetim biçiminin bilgiden veya politik uzmanlıktan yoksun olduğu fikri yatar. Buna göre felsefeden yoksun bir yönetim biçiminin hakiki bilgiye ulaşma imkânına da sahip olmadığını varsayan (Devlet 487a-489a) ve bunun çoğu zaman karmaşa ve anarşiye, halkı hakiki mutluluktan uzaklaştıracak bir halk dalkavukluğuna yol açtığını savunan Platon, demokrasinin temelinin sağlam bir bilgiye ve politik uzmanlığa sahip olmadığını düşünmektedir. Demokrasinin bütün problemleri de onun bu sağlam ve kesin bilgiden yoksun olduğunu düşündüğü rhetorikêye bağlı sadece ikna gücüne dayalı öznel, göreceli, herkesten herkese değişen bilgiden, başka bir deyişle neyin tam olarak doğru olduğunun bilinememesinden kaynaklanmaktadır. Böylesi bir toplumda adaletsizlik her alanda görülen bir sosyal problem olarak ortaya çıkar. Bir tür duyu veya algılar bohçası hâline gelmiş bu insanlar, Platon’un yapmış olduğu ayrım 11 doğrultusunda ruhun üç kısmı göz önüne aldığında, sadece iştihaları ile hareket eden insanlar sınıfına girer. Tezin ikinci bölümü de işte ruhun en alt kısımları ile yönetilen insanın bilişsel durumu ve ruh hâliyle, Platon’un tesis etme çabası içinde olduğu kallipolis insanın arasındaki farkı vurgulamak amacını taşımaktadır. Platon, demokrasinin temelinde bulunduğuna inandığı empirik-demokratik bilgi görüşünü eleştirmekle kalmaz, böyle bir epistemolojiye bağlanmış, hayatlarını doksalar üzerine kurmuş insanların, gerçek bilgiye ve iyi bir hayatın tesisine dayanmayan bir politik düzen içindeki genel durumlarını anlatır. Öncelikle Platon, manevi hayattan yoksun, salt bir maddi varlık olarak görülen insanın genel hayat tarzının açıklanması aşamasında, önce bedensel istek ve arzuların bir sınıflamasını yaparak adil ve adil olmayan bir hayatın nasıl olduğunu gözler önüne sermeye çalışır. Platon’un gözünde adil olan kişinin mutlu olmasının nedeni, onun istek veya arzularını uygun bir biçimde onların peşinde sürüklenmeden tatmin etmeyi veya karşılamayı başarmasıdır. Bunu başaran adil kişinin aksine, adaletsiz kişi doğasına uygun düşen gereksiz arzularını tatmin etmeyi başaramaz. Đyi ve mutlu bir hayat ise, filozofun yönetiminde gerçekleşen ve bütünüyle adil yaşanan hayattır. Platon daha sonra üç sınıfa ayırarak gerçekleştireceği ideal polisi aslında ruhun kısımları ile de paralel bir biçimde ele almaktadır. Buna göre, ruh rasyonel ve irrasyonel kısımlardan oluşurken, iştiha ve öfke ruhun irrasyonel kısımları oluşturmaktadır. Ruhun rasyonel olan kısmı ise akıldır ve ancak aklın ışığında yönetilen bir ruh mutluluğa ulaşabilir. Đdeal poliste de aynı paralellik söz konusudur. Ruhu akılla yönetilen insanlar, yani filozoflar yönetici oldukları zaman ideal polis tasarımı yani kallipolis tam manasıyla gerçekleşebilir. Keza irrasyonel kısım olan iştihanın her şeyden çok değer verdiği şeylerin yeme, içme ve cinsellik için duyulan istekleri tatmin etmek açısından gerekli olan para veya madde için beslenen arzu olmasından dolayı (Devlet 580d-581a), bu kimseler tarafından yönetilen bir toplumun mutluluğa erişebilmesi söz konusu olamaz. Đşte demokrasi insanı da böyle bir ruh tarafından yönetilmekte ve sadece hazlar, istekler çerçevesinde hareket etmektedir. Ruhunun bu kısmıyla hareket eden biri, hakikatlerden habersiz, kendisi de dâhil olmak üzere her şeyin değiştiğini düşünen biridir. Platon bu insanın ruh halini daha açık kılmak için Mağara Benzetmesine başvurur. Bu benzetme bizlere sorgulanmamış, gerçek ahlaki değerleri ortaya koyma imkânı olmayan, sadece maddi değerlere düşkün ahlaki inanç sistemini temele almış bireyci bir politik sistemin resmini gösterir. Böylece Platon, insanları salt gördüklerine inanmaya sevk eden, onlara 12 yanlış fikirler ve değerler aşılayan, insanları yanılsamalara mahkûm olacak şekilde yetiştiren kötü toplumları eleştirir. Platon’un Mağara Benzetmesinin başında mahkûmları “bizim gibi” insanlar olarak nitelemesi bu benzetmenin özünde sözde değerler peşinde koşan, hazlarla hareket eden kötü bir toplum modeli olan Atina toplumu olduğuna işaret eder ve benzetmeyle birlikte eleştirinin hedefinde olan sistemin aslında demokrasi olduğunu açık bir biçimde gösterir. Böyle bir demokratik toplumda ise önemli olan hakikat veya bilgi değil, kanaat ya da inançlardır. Demokratik düzenin bilgiden yoksun, sadece arzularına göre eylemde bulunan ve her biri bir ölçü olan bireyinin mutluluğa ve iyi bir hayata ulaşması için, gerçek bir dönüşüm yaşaması gerektiğini varsayar. Bunun içinde kesin ve mutlak bilgiye sahip filozofların yönetici olması gerektiğini öne sürer. Kallipolisin ihtiyacı olan bilgi ise mutlak, değişmez hakikatlerin bilgisi ve dolayısıyla Đyinin bilgisidir. Filozofların yönetici olmaları da, onların bu bilgiye sahip olmalarından ve böyle bir bilgiye sahip insanların adaleti sağlayacağı varsayımından ileri gelir. Bilginin hatırlama olduğunu düşünen Platon’a göre, insanlar zaten Đdeaları daha önceden temaşa etmiştir. Ancak ruhun bedene girmesiyle beraber gerekleşen unutma, insanların bu nitelikli yaşamdan uzaklaşmalarına neden olmuş ve tekrar hatırlamaları için felsefenin yolundan gitmelerini gerekli kılmıştır. Đşte bu noktada onun meşhur benzetmelerinden bir başkası, Bölünmüş Çizgi Analojisi önemli bir metafor olarak karşımıza çıkar. Keza bu metaforla bir zihnin karanlıktan aydınlığa yol alışı ve Đyiye uzanan yolda bu yükselişle beraber ne türden bir değişime uğrayacağı açıkça anlatılır. Bölünmüş Çizgi Analojisinin önemi doksa alanı ile epistêmê alanını birbirinden ayırması ve bu manada doksa alanındaki bir insanın zihin haliyle, epistêmê alanındaki insanın zihin hali arasındaki farkı nesneleriyle beraber açıklama olanağını taşımasıdır. Burada da demokrat insanın zihin hâli açık bir biçimde görülürken, kallipolisin yöneticisi olacak filozof-kralın da zihin hâli de anlaşılır kılınır. Bölünmüş Çizgi Analojisinden daha sonra ele alınan Güneş Benzetmesi ise filozofun ulaştığı son noktayı betimler bir nitelik taşımaktadır. Đdeaların bilinebilmelerini sağlayan Đyi Đdeasının Güneşe benzetilerek açıklanması, her iki alan arasında bir ayrım yapma veya gelip geçici alanın yani duyusalların nasıl göründüklerinin anlatılmasını değil, Đyinin bilgisine yaklaşamayan birinin adil veya doğru bir davranışın koruyuculuğunu yapamayacağı bilgisinden hareketle Đyinin ne türden bir şey olduğunu göstermeyi amaçlar. Đnsanlar Đyinin ışığı altında bütün davranışların veya değerlerin ne olduğunu gerçekten kavrayabilecekleri için, bu, onların 13 doğru yoldan gitmelerini ve değerlerin koruyuculuğunu da en iyi şekilde yapabilmelerini sağlayacaktır. Platon’un politika felsefesinin en önemli unsurlarından biri toplumda adaleti tesis etmiş bir kallipolisi oluşturmak, diğeri ise söz konusu ideal düzende, bilginin filozof- kral üzerinden gerçekleşecek yönetimini hayata geçirmektir. Keza Platon’a göre, filozof- kral sadece Đyinin kendisini temaşa etmek sonucunda ulaştığı bir bilgiyle toplumu yönetmemeli, aynı zamanda teknik bir yönetme bilgisine de sahip olmalıdır. Bu durumda önemli olan hususlardan biri aklın kullanımıdır. Platon’un araçsal akıl anlayışı politik uzmanlık veya bilimsel yönetime özgü arkitektonik bilgiyi oluştururken, amaçlar ve gerçek iyiyi hesaba katan tözel akılcılığı moral bilgiye dayalı ve yurttaşlar için iyi hayatı ortaya çıkarmayı amaçlayan bir bilgi anlayışına denk düşer. Buna göre, filozof-kral her iki aklın kullanımını kendinde barındıran bir kişi olarak karşımıza çıkar. Bir başka deyişle, ahlaki bir bilgeliğe sahip olan filozof, yönetme tekniğini de bilen kişidir. Hem ahlaki bilgeliğe hem de yönetme bilgisine sahip olan filozofun tesis edeceği kallipolis aslında özcü bir tutumla insan doğasına göre şekillenen bir yapı sergiler. Tezin üçüncü bölümünde bu yapı irdelenecek ve adaletin insan doğasına göre nasıl şekilleneceği, bu şekillenme ışığında insanların doğalarına uygun eğitimin ne olması gerektiği incelenerek adaletin nasıl tesis edildiği ele alınacaktır. Bu bölümün son can alıcı noktası ise Platon’un ideal polisinin gerçekleşmesinin mümkün olup olmadığı ve Platon’un hangi amaçlarla böyle bir kallipolis tasavvurunda bulunduğuna bir kez daha işaret etme hedefidir. Platon, özellikle Devlet’te, en iyi yönetim biçiminin ne olduğu, kimin ve nasıl yönetmesi gerektiği sorularına yanıt vermeden önce, adalet konusunu ele alır. Özellikle kallipolisin tesis edildiği Devlet diyaloğa bakıldığında, tüm tartışmaların başladığı yerin adalet problemi olduğu ve diğer bütün toplumsal ve politik soruların, adalete ve yurttaşlar için iyi hayatın tesis edilmesine bağlı olduğu görülür. Platon’un adaletin tesisi için özellikle ön gördüğü prensip uzmanlaşmadır. Uzmanlaşma prensibi herkesin kendi işini yapması, başka birinin işine karışmaması anlamına gelir. Bu prensip adaletin tanımının da yapılmasına yardımcı olacaktır. Keza bir poliste, tıpkı ruhta olduğu gibi, herkesin kendi işiyle uğraşması bir uyum ve ahenk yani adaleti sağlamaktadır. Bu uyum ve ahengin ortadan kalkması poliste huzursuzluk ve kargaşaya, yani adaletsizliğe neden olur. Bir poliste de ahengin ve adaletin gerçekleşmesi ise herkesin kendi bulunduğu bilişsel durum çerçevesince işini yapması, eş deyişle bir başkasının işine karışmamasıdır. Platon demokraside görmüş olduğu kargaşa ve adaletsizliklerin önüne böyle bir adalet anlayışı ile 14 geçilebileceğini ön görür. Adaletin tesisi meselesi, kallipoliste sınıfların oluşması ve polistekilerin görev dağılımı paralel bir gelişim süreci göstermektedir. Bu gelişim belli bir insan doğası varsayımından kaynaklanmakta, insan doğasının gelişiminin belli bir yöne doğru gittiğinin kabulünü kendinde taşımaktadır. Bu nedenle kallipoliste adalet insan doğasının bir uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır. Uyum ve ahenk de bu doğa ile uyumu gerekli kılmaktadır. Platon’un ideal polis tasavvurunda eğitimin dahi bu doğaya, yani sınıfların bilişsel düzeylerine uygun bir biçimde veriliyor olması bir belirlenimi ve bu belirlenim dışına çıkılmaması gerektiği savını beraberinde getirir. Bu durum aynı zamanda Platon’un insan doğası ve mutlak bilgi anlayışı çerçevesinde şekillenen devlet ve yönetim projesinin totaliter kılınması tehlikesini de beraberinde getirir. Platon’un politika görüşü çerçevesinde, akıl, bilgi ve bunlarla bağlantılı bir biçimde oluşturulan kurumlar göz önüne alındığında, ona böylesi bir polis modelinin pratikle bağdaşmadığı, yani gerçekleşmesi zor bir toplumsal yapı ortaya koyduğu, hatta bir ütopya olduğu eleştirisi getirilebilir. Ancak Platon mutlak bir bilgi anlayışı ve Đdealar kuramı çerçevesinde tesis etmeye çalıştığı kallipolisini aslında tam manasıyla gerçekleştirme ya da pratiğe dökme çabası içinde değildir. Keza Guthrie, Popper, Cornford gibi düşünürlerin de bildirdikleri üzere, Platon’un politik düşünceleri sadece teoride geçerli olabilir. Platon da bu idealin gerçekleşmesinin zorluğunun farkındadır. Onun bu noktadaki amacının demokraside ve diğer bozuk yönetim biçimlerinde yaşanmakta olan aksaklıklara ve adaletin nasıl tesis edileceğine ilişkin birtakım çözüm önerilerinde bulunmak olarak da değerlendirilebilir. Bu nedenle Platon’un ideal polisinin tamamen pratikte uygulanabilir olup olmamasından ziyade, onun bilgi ile politika arasına kurmuş olduğu bağdan ne türden dersler çıkarılabileceği ve bu bağlamda bugüne ilişkin hangi önerilerin oluşturulabileceği hususunun daha büyük bir önem arz ettiği gözden kaçırılmamalıdır. Platon’un bu bağlamda ele alınması ise, günümüz demokrasisinin çıkmazlarına çözüm önerileri oluşturabilmek için bir kapı aralamanın yolunu açacaktır. Günümüz demokrasi problemlerine çözüm getirmesi ve demokrasinin meşruluğu sorununa yanıt aramak açısından Platon’un bilgi ile politika/iktidar arasında kurmuş olduğu bağ son derece önemlidir. Bu bağlamda dördüncü bölümde öncelikle Platon’un bilgi-politika ya da iktidar arasında kurmuş olduğu bağ kısaca ele alınacak ve bu politikanın temeline yerleştirdiği mutlak bilgi anlayışının ortaya çıkardığı totaliter resmin ne türden bir totaliterlik taşıdığı açıklığa kavuşturulacaktır. Bu bölümde daha sonra Platon’un en derinden eleştiren ve onu 15 uç totalitarizmi inşa etmekle itham eden Popper ele alınacaktır. Popper’ın Platon eleştirisini anlama yolunda ilkin Popper’ın bilgi görüşüne, daha sonra ise tarihsicilik ve ütopyacılık eleştirisi çerçevesinde Platon soruşturması ele alınarak, düşünürün politika görüşü açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır. Popper yanlışlanabilirliği kendine bilimsel bir yöntem olarak, bu çerçevede eleştirel akılcılığı da bir yol gösterici olarak görmüş ve bu yöntemin/geleneğin hem bilim hem de politik alanda görülen problemlere çözüm getirme niteliği taşıdığını açıklamaya çalışmıştır. Bu nedenle de tezin bu bölümünde Popper’ın politika görüşü ve Platon eleştirisi ele alınmadan önce bilgi görüşüne yer verilecektir. Popper geleneksel bilgi anlayışına karşı çıkarak, gerekçelendirme koşulunun yaratmış olduğu problemlere değinmiş ve hem empiristlerin ya da rasyonalistlerin görüşleri etrafında toplanmaksızın bir yandan da “hiçbir şey bilemeyiz” iddiasından sıyrılarak, nesnel bir karaktere sahip bir bilgi iddiasının nasıl olanaklı olduğunu gösterme çabası içinde girmiştir. Ona göre bu yöntem yanlışlanabilirlik ve eleştirel akılcılıktır. Düşünürün köktenci eleştirel tutumu bilgi -ve bilim- felsefesinde yeni bir paradigmanın doğmasına yol açmıştır. Bu paradigmada artık ne kesinlikten ne mutlaklıktan ne de doğruluktan söz edilebilir. Bilim her ne kadar doğruyu arayan bir etkinlik olsa da, bu etkinliğin varsayımları, hipotezleri ya da kuramları hiçbir şekilde doğrulanamaz. Görüldüğü üzere Platon’dan beri geçerli olan bilgi teorisinin temel kavramlarını ve belirlemelerini Popper askıya almıştır. Onun bu yaklaşımı aynı zamanda politika görüşünün de temellerini oluşturmakta ve demokrasiye benzer bir yönetim biçiminin olanağını oluşturmaktadır. Ancak Popper’ın yaklaşımında Platon’da olduğu gibi sınırları kesin çizgilerle belirlenmiş bir siyasi yönelim bulunmaz. Aksine kendi bilgi teorisine uygun düşen öznelerarası rasyonel tartışmaya ve eleştiriye dayalı, kesinlikten ve mutlaklıktan uzak ama her zaman için daha iyiyi ve doğruyu arayan bir açık toplum fikri vardır. O, açık toplum fikrini öne sürerken ise kökleri Platon ve Aristoteles’e kadar uzanan bir özcülük ve tarihsicilik eleştirisi yapar ve bu yaklaşımların neden olduğu kapalı toplum soruşturmasını ayrıntılı bir biçimde ele alr. Bu noktada Popper’ın politika görüşleri de onun Platon, tarihsicilik, ütopyacılık ve dolayısıyla ve kapalı toplum eleştirisi ele alınarak serimlenmeye çalışılacaktır. Dördüncü bölümün son kısmında ise Platon’un politika felsefesi üzerine çağdaş tartışmalar yer verilecektir. Ancak günümüz demokrasi uygulamalarına Platon gözünden eleştirel bir yaklaşıma geçmeden önce demokrasi uygulamalarına ilişkin çağdaş 16 tartışmalara temelcilik ve anti temelcilik noktasında değinilerek bugünün demokrasi uygulamalarının problemlerine kısaca göz atılacaktır. Daha sonra ise Platoncu bir yaklaşım çerçevesince demokrasi uygulamalarına ilişkin ne türden eleştiriler getirilebileceği ele alınarak, demokrasinin meşruluğu problemine değinilecektir. Bu noktada demokrasinin tanımlanması güçlüğü ve bu güçlüğe neden olan unsurlar derinleştirilerek problemin kaynağına ilişkin birtakım tespitlerde bulunulacaktır. Tezin genelinde de sık sık dile getirildiği üzere Platon sadece kendi çağının filozofu olarak değil, günümüz tartışmalarında da bir dayanak noktası olarak görülmektedir. Keza çağdaş demokrasi eleştirisi içinde Platoncu birtakım yaklaşımların da olduğu bu açıdan önem kazanır. Platon’u bu biçimiyle ele alan düşünürler Platon’u kendi demokrasi eleştirileri çerçevesinde referans olarak göstermektedirler. Bu nedenle Platon sadece kendi dönemi için değil, aynı zamanda bugüne ilişkin politik eleştirinin dayanak noktalarından biri olarak görülmelidir. 17 BĐRĐNCĐ BÖLÜM PLATON’UN B ĐLGĐ TEMELL Đ ĐKT ĐDAR ANLAYI ŞININ YOLUNU AÇAN ETMENLER Ünlü Đngiliz düşünürü Whitehead, bütün bir felsefe tarihinin Platon’a düşülmüş dipnotlardan ibaret olduğunu söylemiştir. O, bununla elbette Platon’un ortaya koyduğu düşüncelerin sonradan hiçbir şekilde aşılamadığını kastetmemektedir. Whitehead’in kast ettiği şey, daha ziyade Platon’un felsefenin, kendisinden sonraki düşünürler tarafından çok çeşitli yönleriyle ele alınacak bütün problemlerini, büyük oranda ele almış olmasında temellenmektedir. Bu durum onun ontolojik, etik, politik ve epistemolojik düşüncelerinin kendisinden sonraki düşünürler tarafından farklı yönleriyle ele alındığını göstermektedir. Epistemoloji alanında, bilginin olanağı, kaynağı, doğruluğu ve sınırları gibi hemen hemen bütün konu ve problemleri ele alan Platon, günümüzde üç farklı unsuru göz önüne alarak geliştirilen bilgi tanımlarının da kaynağında bulunur. Ayrıca Platon, bilgiyi nesnesinin veya konusunun yanı sıra entelektüel bir gelişme süreci olarak tanımlamış ve günümüzde tartışma konusu olan üç unsurlu bilgi anlayışının ilk kez konu edinmiştir. Whitehead’in Platon’a ilişkin öne sürdüğü düşünce sadece epistemoloji alanında değil, aynı zamanda politika felsefesi için de geçerlidir. Platon, toplumun ve politik düzenin kaynağı konusunu tarihte sistematik olarak ilk kez ele alan düşünürdür. O, politik düzenin kaynağında insana özgü bir arayışın bulunduğunu, toplumu meydana getiren şeyin insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için giriştikleri işbirliği gereksinimi olduğunu göstermiştir. Ona göre, söz konusu temel ihtiyaçların karşılanması daha karmaşık ve nitelikli gereksinimlerin doğuşuna yol açmış ve bunların giderilebilmesi sonucunda da farklı yapıların ve sosyal sınıfların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Gerçekten de polisin ve onu yönetenlerin iktidarının, herkesçe kabul edilebilir bir ahlaki/politik ilkeye dayandırılması gerekliliğini önceden gören Platon, politik düzenin adalet ilkesi üzerinde kurulması gerektiği sonucuna varmıştır. O, iyi yönetim biçiminin ne olduğu veya kimin yönetici olması gerektiği ve politikayla ahlak arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı sorularına bu çerçevede cevap aramaya çalışmıştır. Platon’u yaşamı boyunca üzerinde çalıştığı en önemli politik problem, politika ile bilgi arasında kurulması gereken ilişki üzerinedir. 18 Düşünürlerin veya filozofların ürettikleri düşünceler, dönemlerinin problemlerine ili şkin aradıkları cevaplar birtakım faktörler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu faktörler temelde üç başlığa indirgenebilir. Bunlardan ilki, filozofların kendilerinin içinde bulundukları toplumsal ve politik koşullardır. Filozofların ele aldıkları konu ve problemler çoğu zaman sosyal ve politik koşullardan hareketle ortaya çıkarlar. Bu durum Platon için de geçerlidir. Platon, ĐÖ 431-404 yılları arasında yaşanmış olan Pelopponessos savaşlarını görmüş, Atina’nın bu savaşta aldığı yenilgi ve uğradığı bozguna tanıklık etmiştir (Mansel, 1984: 336-339). Tarihçiler (Pomeroy – Walter – Burstein - Roberts, 2004: 218), Atina’nın uğradığı bozgunun en doğrudan sonucunun, Perikles tarafından doruk noktasında ulaşan demokratik düzenin yıkılışı ve “Otuzlar tiranlığı” olarak bilinen oligarşik yönetimin kurulması olduğu konusunda hemfikirdirler. Savaş müthiş salgınlar getirmiş, son yılında da kıtlığa, Atina kentinin düşüşüne, iç savaşa ve Otuzlar tiranlığının terör yönetimine yol açmıştır (Popper, 2008: 24). Aslında Platon, başlangıçta bu yeni yönetimle ilgili olarak iyimserlik sergilemiş ve oligarşinin savaş sonrası dönemde polisi yeniden yapılandırabileceğine inanmıştır (Coleman, 2000: 33). Ancak onun bu yöndeki ümitleri ve iyimserliği kısa bir süre içinde yerini umutsuzluğa bırakmıştır. Oligarşi, özellikle otuzların en önde gelen isimlerinden biri olarak Kritias’ın davranış ve tutumunda görülecek şekilde, ahlaki standartları yerle bir eden vahşi ve kötü bir yönetim tarzı sergilemiştir. Platon’un dayısı olarak da bilinen Kritias, tarihçilerin ve politika felsefecilerinin de belirttiğine göre acımasız ve menfaatçi biridir (Adams-Dyson, 2007: 3). Otuzlar tiranlığının kötü yönetimi Atina’daki hayatı baştan aşağı bozmuş ve pek çok insanı hem maddi hem de manevi açıdan derinden sarsmıştır. Platon, bundan sonra, yaklaşık olarak yirmi üç-yirmi dört yaşlarında, Thrasybulos’un liderliğinde gerçekleşen bir karşı çıkışa ve demokratik bir yasa ve düzenin yeniden tesis edilmesine tanıklık etmiştir. Bu yeni demokratik yönetim sırasında düşünür, bu kez de hocası Sokrates’in gerçek dışı bir ithamla suçlanıp idam edilmesine tanık olmuştur. Adams ve Dyson’ın da belirttiği üzere, bazı tarihçiler Sokrates’in suçlanması ve idam edilmesinin politik nedenlere dayandığı ve tamamen Otuzlar tiranlığının kendisinden nefret ettiği isimler olarak Kritias ve Alkibiades’le olan ilişkisinden dolayı bu olayın yaşandığını iddia etmektedirler (2007: 4). Her ne sebeple olursa olsun, Sokrates’in dönemin iktidarı tarafından idam edilmesi, Platon’un hayatında önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Platon, hocası Sokrates yüzünden zarar görmemek adına ĐÖ 399-386 yılları arasında, tam on üç yıl boyunca Atina’dan ayrılıp gönüllü bir sürgün hayatı yaşar 19 (Adams-Dyson, 2007: 4). Platon’un yaşamış olduğu bütün bu olaylar ve uzun bir zamandan beri gözlemlediği politik durum, onu dönemin bütün yönetim biçimlerinin kötü ve zararlı olduğu düşüncesine götürmüştür. (...) Yaşananları ve kendi yaşımın ilerlediğini ne denli düşündüysem devlet işlerini doğru bir şekilde yapmak görevi de bana o denli zor geldi. Dostlar ve güvenilir arkadaşlar olmaksızın bunları yapmak mümkün değildi. Bizim polisimiz atalardan kalma geleneklerle ve ilkelerle yönetilmediğinden, onlardan yardım görmek de kolay değildi. Başka yeni arkadaşlar bulmak ise imkânızdı. Ayrıca yazılı yasalar ve gelenekler bozulmuştu ve benim gibi devlet işleri ile uğraşmaya can atan birini bile bu durum şaşırtmıştı. Bütün bunları düşünüp, her şeyin bütün direktifler arasında nasıl değiştiğini gördüğümde sersemledim. Sadece bu konuları değil, aynı zamanda yönetimin bütün olarak nasıl iyileştirilebileceğini düşünmeye devam ederken, politik eylem konusunda uygun bir an kolluyordum. Sonunda şimdiki polislerin hepsinin kötü bir şekilde yönetildiklerini anladım. Çünkü polisler yeniden elden geçirilmediğinde iyi yasalara da sahip olamazlar. Bu yüzden felsefeye iyi övgüler sunarken, hem politik hem de bireylerin bütün adalet formlarını anlama olanağının sağlanması gerektiğini söylemek mecburiyetindeydim. Öncelikle doğru ve gerçek filozofların politik mertebeye erişmeleri, gücü elinde bulunduran bu sınıfın Tanrıların yardımıyla polislerde başa gelmesiyle insan soyunun başına gelen kötülükler durmuş olacaktır (Platon, Mektuplar: 325c-326b). Filozofların düşüncelerinin veya felsefelerinin oluşumunu belirleyen ikinci faktör, Sokrates örneğinden de anlaşılacağı üzere, çağdaşları veya kendilerinden önceki filozof ve düşünürlerden almış olduğu etkilerdir. Platon için bu durum onda çift yönlü olarak, yani hem pozitif hem de negatif bir şekilde işler. Pozitif etkinin Sokrates’ten geldiği açıkça görülebileceği gibi, negatif etkinin Sofistlerden geldiği söylenebilir. Negatif etki ile kastedilen, Platon’un Sofistlerin göreceli bilgi ve rhetorikêye dayalı eğitim anlayışlarının Atina toplumu üzerindeki olumsuz etkisini görmesi ve onlara karşı tepki geliştirmiş olmasıdır. Platon, gençlik döneminin politik düzenin karmaşası ve bozukluğunun ĐÖ V. yüzyılda etkin olan Sofistlerin eseri olduğunu düşünür. Onun olgunluk dönemi eserlerinin başta gelen eserlerinden bir olan Devlet adlı diyaloğa, en radikal Sofist olarak görülen Thrasymakhos’la da başlamış olması da bu nedenle bir tesadüf değildir. Platon, eserde Thrasymakhos’un adaleti güçlünün çıkarıyla birleştiren, hakkı güce eşitleyen tutumunu Sofistlerin politik ahlaksızlığıyla birleştirir. Platon’un Sokrates’ten aldığı pozitif etki, onun hocasının hayatı ve görüşlerini tanıtmak üzere ele aldığı Sokratik diyaloglarda da açıklıkla görüleceği üzere hocasının, bilginin genel olarak insanların hayatıyla, özel olarak da ahlaki hayatı ve toplumların politik düzeni üzerinde oynadığı role yaptığı vurguda ortaya çıkar. Sokratik diyalogların gösterdiği üzere, Sokrates kendileri için at sineği olma misyonunu üstlendiği Atinalıların sadece adaletsizlik içinde olmadıklarını, fakat aynı zamanda mutsuz olduklarını, madde ve 20 haz peşinden koşarak erdemsiz bir yaşam sürdüklerini görmüştür. Sokrates söz konusu adaletsizlik ve mutsuzluk halinin ise sadece bilgisizlikten kaynaklandığı tespitinde bulunmuştur. Ona göre, insanlar adaletin ve erdemin bilgisine sahip olmadıkları, aklın ve bilginin rehberliğiyle geçen bir hayat süremedikleri için mutsuz olmaktadırlar. Gerek Sokrates’in gerekse onun üzerinden Platon’un deneyim ve saptamalarına göre, hayatlarını akılları doğrultusunda sürdüremeyen insanlar bilginin değil, sadece duyulara dayalı sanı, inanç veya kanaatlerin geçerli olduğu görünüşler dünyasında yaşamaktadırlar. Böyle bir dünya sanı ya da inançların kolaylıkla değişebilmesi nedeniyle, insanların içinde maddi istek ve arzularını tatmin etmek için yaşadıkları, tutarsızlık veya değişkenlik içinde gerçekleşen bir düzen olabilir. Bilgi eksikliği veya halkın aklın ışığında yönetilememesinin yarattığı bu olumsuz durum sadece tek tek bireyler için değil, bütün olarak toplum için de geçerliliğini korur. Otuzlar tiranlığının Atina toplumuna yaşattıkları, adaletin ve hakikatin bilgisinden yoksun insanların kendi bireysel eksiklerinin yanı sıra, bu yöneticilerin de tutumlarından kaynaklandığı göz ardı edilmemelidir. Böyle bir düzen içinde herkes, ne kadar yanılgıya düşerse düşsün, kendi geleceğini belirleyebilir ve inançlarına uygun olarak kendisi için iyi olanı, inancına veya sanısına dayanarak seçebilir. Mutlak hakikatlerin varlığına ve böyle hakikatlerin bilgisinin olduğuna inanmayan demokrasi düzeninde ise, aklın rehberliğinden yoksun insanların sahip oldukları inanç veya sanılar, Sofistlerin önderliğinde ikna edici rhêtôrlar ve demagoglar tarafından kolaylıkla değiştirilebilir. Bu durum, politikanın bir sanat (tekhnê) olduğunu ve her sanatın ustaları tarafından icra edilmesi gerektiğini düşünen Platon’a göre, özellikle demokrasilerde önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü demokrasiyle birlikte meydana gelen hayat koşulları çoğu zaman kararsız ve zayıf iradeli insanların ortaya çıkışına yol açar. Filozofların görüşlerinin oluşmasında üçüncü faktör, ilgili filozofun mizacı, dünyaya bakış tarzı veya karakteridir. Geleneğe bağlı, polisini seven bir filozof olan Platon, dünyaya idealist bir perspektiften bakmaktadır. Buna göre, Sofistler mutlak hakikatlerin olmadığını ve dolayısıyla herkesin duyu temeli üzerinde kendi bilgisinin ve iyisinin kararını verebileceğini savunurken, o, söz konusu idealizmin bir gereği olarak, demokrasiye mutlak bir destek sağlayan göreceli bilgi anlayışına karşı, mutlak hakikatlerin bilgisinin varlığını savunur. Ona göre, özelde Atina’nın genel olarak da toplumların adil olarak yönetilmesi, bu mutlak hakikatlerin bilgisine veya bu bilgiye sahip insanların 21 yönetici olmalarından geçer. Başka bir deyişle, Platon iktidar ya da politikayı mutlak hakikatlerin bilgisiyle birleştirirken, politik çözümü kendi mizacı ve dünyaya bakışının bir sonucu olarak filozofların kral ya da kralların filozof olmasında bulur. Bu noktaya kadar bir filozofun felsefesini nasıl oluşturduğuna ilişkin konu ele alınmış olup, temelde nelerden etkilenebileceği serimlenmeye çalışılmıştır. Bu bölümde ise önce dönemin toplumsal ve politik koşulları ayrıntılı bir biçimde incelenerek, tarihsel koşulların ve düşünürlerin Platon üzerinde yaptığı etkiler derinlemesine ele alınmaya çalışılacaktır. Bununla asıl amaçlanan, dönemin demokrasi geleneğinin temellerine inmek ve bu geleneğin oluşum aşamalarını ayrıntılı bir biçimde irdeleyerek, Platon’un Atina’daki politik krizi aşmak amacıyla geliştirmiş olduğu politika felsefesinin, yani dünya üzerine mutlak hakikatlerin bilgisine sahip filozofların toplumun yöneticileri olmaları gerektiğini dile getiren anlayışının nasıl oluştuğunu ayrıntılı bir biçimde betimlemektir. I. POLĐS VE EKONOM ĐK DEĞĐŞĐM Platon’un tanıklık ederek tepki verdiği sosyal koşullar ile politik krizin kökleri ĐÖ VIII. yüzyıla kadar götürülebilir. Bu zaman diliminde sikkenin keşfi ve dolayısıyla pazarın inşası ile başlayan toplumsal dönüşüm Atina’nın ĐÖ V. yüzyıldaki en parlak dönemine kadar sürmüş olmakla beraber, Platon’un gözünden bakıldığında bu parlak dönemin ekonomik, politik ve toplumsal birtakım olumsuzlukları da beraberinde getirdiği, hatta doğrudan doğruya yarattığı söylenebilir. Bu bağlamda Atina’da politik ve toplumsal alandaki değişimlerin temelinin daha çok ekonomik alandaki değişimlerle bağlantılı olduğu, bu ekonomik değişimlerin de Platon’un politika felsefesinin şekillenmesinde öncelikli rol oynadığı ileri sürülebilir. Eski Yunan’ın karakteristik örgütlenme biçimi, çevirisi Türkçeye “kent-devleti” olarak yapılan polistir. Tarihsel bir perspektiften bakıldığında, toplumların kent-devleti şeklinde örgütlenmesine ilk olarak ĐÖ 3200’lerde Mısır ve Mezopotamya’da rastlanmakta olup, Eski Yunan’ın polis olarak örgütlenmesinin, daha evvel Mısır ve Mezopotamya’da oluşmuş olan kent-devletlerinden farklı bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Çünkü Eski Yunan’daki polis örgütlenmesinin öne çıkan kendine özgü birtakım özellikleri vardır ve bu toplumdaki birçok gelişme ve değişimde de bu örgütlenme modelinin kendine özgü karakterinin etkisi olduğu sıklıkla vurgulanmaktadır. Ağaoğulları’na göre “ (...) polis, 22 tarihte ekonomik ve siyasal yapısı ve buna bağımlı olarak bağrında oluşan düşünce sistemleriyle de ayrılır (Ağaoğulları, 2009: 12).” Polis ile kent-devletinin bir tutulamayacağını söyleyen Ağaoğulları, bu iddiasını kent-devletlerinde, polisteki gibi ekonomik, toplumsal vb. değişimlerin varlığına karşın aynı sonuçların oluşmadığını göstererek açıklar (2009: 12). Eski Yunan örgütlenmesi olan polis, Mısır ve Mezopotamya’daki diğer kent-devletlerinden farklı olarak hem politik hem de toplumsal alanlardaki değişimlere ev sahipliği yapmıştır. Bu değişimlerin başlıca nedenleri arasında da çoğu zaman Eski Yunan’ın, özellikle de Atina’nın, demokrasi öncesi dönemde sikkenin icadıyla birlikte toplumsal hayatta ticari ve ekonomik etkinliğini arttırması gösterilmektedir. Öte yandan Mısır ve Mezopotamya’da kurulan ilk kent-devleti örneklerine bakıldığında da birtakım ticari gelişmelere rastlanmaktadır. Ancak bu ticari gelişmeler her iki bölgede de Eski Yunandakilere benzer değişimlere yol açmamıştır. Başka bir deyişle, buralarda Atina’dakine benzer bir pazar, pazara bağlı olarak kültürel çeşitlik demokrasiyi yaratamamıştır. O bölgelerdeki kent-devletleri tam olarak polislerde olan özellikleri taşımamalarının yanı sıra, merkezi bir yönetim altında da birleşerek, varlıklarını polis gibi sürdürememişlerdir. Nil nehri çevresine kurulmuş olan Mısır’daki kent-devletleri, insanların yiyecek sıkıntısı yaşamalarını ve nehrin yükselerek yetiştirilen ürünlere zarar vermesini önlemek amacıyla Nil’i kontrol altında tutma gereksiniminden dolayı varlıklarını uzun süre koruyamamışlardır. Bu durum, birçok alandan dönemin bilim adamlarını bir araya getirme ihtiyacı çerçevesinde disiplinli bir bürokrasiyi doğurmuş; önceleri iki krallık altında yaşayan kent-devletleri daha sonraları tek krallık altında birleşmek zorunda kalmıştır (Berktay, 1983: 171). Ancak bütün üretimin tek bir krallık tarafından denetlenmesi ve bölgenin çöllerle çevrili olması, uygarlıkların dış ticarete açılmasının önünü kesmiş ve bu durum zenginleşen etkin bir tüccar sınıfının ortaya çıkmasına engel teşkil etmiştir. Ayrıca Mısır’daki kent-devletleri kendi içlerinde bağımsız olmaktan uzak bir örgütlenmeye sahiptir. Ekonomik hareketlilik gerçekleşmiş olsa bile, kent-devletlerinin üretimi elinde tutan merkezi bir yönetim altında toplanması, sınıfların veya sermaye elde etmeyle ortaya çıkacak olan mücadeleleri önlemiştir. Bu durumun bir sonucu olarak da Mısır’da politik alanda herhangi bir sıçrama yaşanamamıştır. Mezopotamya’da ise halk Mısır’da olduğu gibi sıkı bir denetim içinde değildir. Bu coğrafyada Mısır’daki merkeziyetçi yönetimin aksine birçok kent-devletinden oluşan çoklu 23 bir yapı söz konusu olmuştur. Bu kent-devletlerinin başında aynı zamanda din adamlığı da yapan aristokrat bir sınıf mevcuttur. Mezopotamya’da bütün ticaret ve ekonomi bu sınıfın elinde olduğundan, refah yaygınlaşamamış, politik ve toplumsal bir gelişim imkânı oluşamamıştır. Sonuç olarak “Mezopotamya’da da Mısır’da da aynı şekilde, ticaret, toprağı işleyenlerden haraç olarak alınan artık-ürünün bir bölümünü mala dönüştüren yönetici toprak sahipleriyle sınırlandırılmıştır. (Thomson, 1997: 89)” Dış ticaret veya iç üretimin artması ve mal birikiminin sağlanmasının toplumsal yapıdaki değişiminde ana neden olarak gösterilebilmesi için, bu birikimin nasıl değerlendirildiğinin ve dış ticareti kimlerin serbest bir şekilde yaptığının ve bu kimselerin ellerinde ne denli büyük bir güç bulundurduklarının bilinmesinin önemi büyüktür. Thomson’ın da belirttiği gibi, bir dönem Mısır ve Babil’de sömüren ve sömürülenler, yani aristokrat rahiplerle köylüler arasında bir tüccar sınıfı oluşmaya başlamış, ancak bu sınıfın ortaya çıkışı her yönüyle toprak sahiplerine bağlı olduğundan, bu durum Eski Yunan’daki gibi büyük bir etki yaratmamıştır (1997: 102). Böylece, aynı ismi taşıyan örgütlenme biçimlerinde, ticaretin gelişmesi ve ekonominin canlanması söz konusu olmadığı gibi, kısa bir süreliğine ortaya çıkan canlanma ve gelişme dönemlerinde bu durum Atina’dakine benzer sonuçları yaratmamıştır. Bunun nedeni Eski Yunan’da sosyal ve politik gelişmelerin olması ekonomik bir temele otururken, aynı zamanda bu canlılığı destekleyen, değişimi ortaya çıkarmayı sağlayan başka şartların da var olmasıdır. Eski Yunan’da polis kendine özgü bazı niteliklere sahiptir. Ağaoğulları da böyle bir nedenden dolayı kent-devleti ile polis arasında bir ayrım yapmaktadır. Eski Yunan’da - özellikle de Atina’da meydana gelen dönüşümde- sikkenin icadının ve ticaretin büyük bir önemi olmasına karşın, değişime olanak sağlayan ortama, yani polisin kendine has özelliklerine de göz atmak gerekir. Çünkü demokrasinin temelinde yatan ekonomik hareketliliğin ortaya çıkmasında bu özelliklerin de katkısı olduğu açık bir şekilde görülmelidir. Eski Yunan’da polis genel olarak üç yönden incelenebilir: “Büyüklüğü (yüzölçümü, nüfusu), yüzölçümünün izin verdiği ölçüde ne çeşit bir manevi birliğin olduğu, politik bağımsızlık ya da özerkliği (Klosko, 2006: 5).” Bu türden bir örgütlenmenin sınırları deniz ve dağ gibi doğal oluşumların belirlemesiyle meydana gelmiştir, yani bu sınırlar zorunlulukla ya da bölgede yaşayanların aralarındaki anlaşmayla oluşturulmamış ve çoğu zaman spontane bir biçimde meydana gelmiştir. Polislerin bu şekilde oluşan yüz ölçümleri, yurttaşların da politik ve dini aktiviteler için bir meydanda 24 toplanmasına olanak da sağlamıştır (Starr, 1965: 208). Eski Yunan örgütlenmelerinin her birinin nüfusunun tam olarak ne kadar olduğu bilinemiyor olsa da, yurttaş olanların sayısı kullandıkları oylar sayesinde belirlenebildiğinden, ancak genel bir nüfus tahmini yapılabilmektedir. Örneğin, polisler arasında en yoğun nüfusa sahip olan Atina, yurttaş sayısı açısından 40.000 nüfuslu olarak hesaplanırken bu rakam kadın, çocuk ve kölelerle birlikte 200.000 ile 300.000 arasında değişmektedir. (Klosko, 2006: 5; Hansen, 2006: 11). Polisler arasında tarımsal üretim açısından en çok arazi de yine Atina’ya aittir. Sparta daha az bir tarım arazisine sahipken nüfusu da bu duruma oranlı bir şekilde daha azdır. Diğer polisler her ikisinden de daha küçük bir yüzölçümüne ve buna oranla daha az nüfusa sahiptir. Nüfusun toprağa oranlanması, bu oranlamanın bozulması sonucunda öngörülen zorlukların ticaret ve kolonileşmeye imkân vermesi yüzünden önemlidir. Ticaret, ekonominin değişmesine neden olurken; değişen ekonomi, politik ve toplumsal hayatta farklılaşmanın ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Polisin ikinci bir özelliği olan manevi birliğinin araştırılması, yurttaşların ne türden bir dini etkinlik içinde bulunduğu sorusunun cevaplanmasını gerektirir. Eski Yunan’da yurttaşlar aynı zamanda hem politik hem dini her türlü etkinliğin içinde bulunabilir, kültürel faaliyetleri gerçekleştirebilir ve bunların sonucunda da polise katkı sunabilirlerdi. Genel olarak din, bir toplumun ya da topluluğun en önemli dayanaklarından biriydi. Eski Yunan toplumunda hâkim olan dini düşünce, ĐÖ VIII. yüzyıldan itibaren Homeros ve Hesiodos tarafından anlatılan Olympos Tanrılarından oluşan çok tanrılı dindi. Tanrılar insan biçimli olmalarının yanı sıra insanlar gibi kusurlu ve hatalıydılar. Ancak onlar ölümlü olmadıkları gibi, insanlar üzerinde baskın bir biçimde belirleyici değillerdi. Ellerinde güç bulunduran aristokrat sınıf ise aynı zamanda dinin temsilcileri olmadığından kutsal sayılmamaktaydı. Bu sebeple din politik alanını etkisi altına almıyordu. Eski Yunan’da din daha çok hayatın belirsizliklerini, bilinmeyenlerini açıklamada kullanılan bir yöntem olarak görülebilir (Freeman, 2005: 231). Ancak her kültürel etkinlik de tinsel bir boyut taşıdığı gibi (Freeman, 2005: 224), bu dinin de kültüre şekil vermesinde de büyük rolü olduğunu belirtmek gerekir. Örneğin, festivaller için bestelenen şiirler, Atina’da komedya ve tragedya unsurları olarak ortaya çıkmış, Tanrılara yapılan heykeller ve inşa edilen tapınaklar heykel ve mimari sanatının gelişmesini sağlamış, tüm bunlar da sosyal hayatın gelişmesinde önemli bir etken olarak varlığını sürdürmüştür (Starr, 1965: 238). Ancak sosyal hayatta kimi gelişmelere yol açması ile önemli bir yeri olan din, aynı 25 zamanda dogmatik olmayışı ve en üst sınıf olan aristokratların dini görevlerinin bulunmaması sonucunda değişimlere olanak sağlamasıyla toplumsal hayatın farklı noktalarının şekillenmesinde etkin bir rol oynamıştır. Eski Yunan’da din manevi bir birlik sağlamasının yanı sıra, felsefenin gelişmesine katkıda bulunduğu gibi, Atina’da demokrasinin gelişmesinin olanağını da sağlamıştır. Dinin çok tanrılı olması, insanlarla Tanrılar arasındaki farklı bir ilişki kurulmasına neden olmuştur. Her polisin kurucu bir Tanrısı/Tanrıçası olmakla birlikte (örneğin Atina’nın Tanrıçası Athena’dır), insanlar sadece kendi polisinin Tanrı/Tanrıçalarına değil, bütün Tanrı/Tanrıçalara adaklar adarlar. Ayrıca bu Tanrılar baskıcı, insanlara emreden, onları boyunduruk altına almadıkları için, özgürlüklere yer açılmasına olanak sağlarlar (Arslan, 2008a: 59). Buna göre, Tanrılar iyi ya da kötü olanı gösterip, onları mutlaklaştırmaz, ancak çeşitli konularda insanlara önerilerde bulunurlar. Bu aynı zamanda, iyi ve kötünün yokluğunda, dini inançların özel seçimle ilgili bir şey olması anlamına gelir. O halde, din insanların hayatları üzerinde önemli bir etkiye sahip olmakla beraber yine de bireysel tercihlere kalmış, dolayısıyla polisteki yönetimin bireyin bu manevi işlerine karışmadığı, ona müdahele etmediği bir unsur olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak bu durum mutlak hakikatleri kabul eden Platon’da değişecektir. Göreceli bilgi anlayışına karşılık mutlak bilginin varlığını öne süren Platon’a göre, din de bu anlamda farklılaşmaktadır. Platon’a göre din, özel kişisel alana sahip olmadığı gibi, politik bir nitelik taşıyan bir kurumdur (Arslan, 2008b: 382). Arslan’ın belirttiği üzere, din bu anlamıyla, kişi ile Tanrı/Tanrıçalar arasında özel, kişisel bir ilişki, inanç ve bu inanca uygun olarak Tanrılara ibadet etmeden ibaret değil, doğru inanca sahip olup, bu doğrultuda devletin ve yasa koyucunun eşliğinde yapılması gereken politik bir etkinliktir. Polisin üç özelliğinden sonuncusu ise politik bağımsızlık ve özerkliktir. Klosko’ya göre, (yasa açısından) politik bağımsızlığın, diğer bir deyişle özerkliğin (autonomia) özgürlük (eleutheria) ve (maddi olarak) kendine yeterlik (autarkeia) ile birlikte ele alınması gerekir. Bunların üçü de birbirlerinden ayrılabilen özellikler olmamasına rağmen, polisin varlığı ve bağımsızlığı, (maddi olarak) kendine yeterli olmasına bağlıdır. Başka bir ifadeyle, “(…) bir Grek polisinin politik bağımsızlığı ekonomik bağımsızlığının kurulmasına bağlıdır (Klosko, 2006: 7).” Bu nedenle ekonomik alanda gerçekleşen değişiklikler polisin politik geleceğini de büyük ölçüde etkilemektedir. Özerk bir polisin varlığı, onun ne yasa ne de toprak açısından başka bir polise bağlı olmamasını da 26 beraberinde getirir. Bu da, polisin maddi olarak kendi kendine yetmesine ve ticari olarak tamamen ya da büyük oranda dışa bağımlı olmamasına bağlıdır. Diğer polisler ile yapılan ticaret, hiçbir zaman polisin geleceğini onlara bağımlı hâle getirmeyecek şekilde yapılmalıdır. Ticari olarak dışa bağımlı olmamak, nüfusun yaşanan bölgenin büyüklüğüne oranının uygun olmasını gerektirir. Önceleri bu oranlama mümkünken, daha sonraları nüfusun toprağa olan oranının artması, poliste yaşayanların dış kaynaklara yönelmesine neden olmuştur. Bu durum ĐÖ VIII-VII yüzyıllarda Eski Yunan’daki birçok polisi2 olduğu gibi Atina’yı da dışa açılmaya itmiştir. Böylece polisler diğer bölgelerle ticaret yapmaya, başka yerlerde koloniler kurmaya başlamışlardır. Sikkenin icat edilmediği dönemde denizden yapılan ticaret, büyük altın veya gümüş külçeler yoluyla gerçekleşmiştir. Daha sonraları ĐÖ VII. yüzyılda Lidyalılar tarafından ağırlığı ve kalitesi üzerine garanti güvencesi verilen mühürlü sikkeler basılmaya başlanmıştır (Childe, 1995: 164). Sikkenin ekonominin değişmesine asıl katkısı ise, büyük külçeler halinde değil de, bozuk paraya benzer şekilde basılmasıyla sağlanmıştır. Önceleri basılan mühürlü sikkeler daha yüksek oranda bir değeri saptamaya yaradığı için sadece büyük tüccarların yani belli bir kesimin işine yaramaktadır, fakat değeri daha az olan bakır veya gümüş bozukluklar halinde basılan sikkeler küçük tüccarların işine yaramış, ürettikleri malların fazlalarını satmalarına kolaylık getirmiştir. Genelde her polisin ürettiği sikkeleri kendi içlerinde (iç pazarda) kullandığı öne sürülmesine rağmen (Thomson, 1997: 215)3 Atina’nın kullandığı sikkelerin çok daha geniş bir alana yayılmış olduğu görülmektedir (Freeman, 2005: 162). Bu durum, Atina’da küçük çaptaki tüccarların da ticarette çok yol katetmiş olduğu anlamında yorumlanabilir. Atina’daki sosyal ve politik alandaki dönüşüm de, kendi sermayelerini oluşturabilen tüccarların, bu şekilde aristokratların egemenliği altından çıkabilmeleri yoluyla mümkün olmuştur. Onların kendi birikimlerinin olması, bazı hakları talep etmelerinin, bu haklarla beraber sınıfsal yapının değişmesinin ve demokrasinin adımlarının atılmasının nedenidir. Bu şekilde oluşan Atina demokrasisinin temellerinin pazar ve sermayeyle atıldığı söylenebilir. Atina’da toplumsal hayatta henüz ciddi değişimlerin gerçekleşmediği ve Solon’un demokrasinin ilk adımlarını atmadığı ĐÖ VIII. yüzyılda halkın sınıflanması iki şekildedir; 2 Sparta bu noktada kolonileşmeye veya dışa açılmaya Atina kadar önem vermemiştir. Çünkü Sparta ürettiği ile yetinen bir toplumdur. 3 Thomson bu bilgiyi J. Hasebroek, Staat und Handel im alten Griechenland, Tübingen 1928, Trade and Politics in Ancient Greek, Londra, 1933’ten aktarmıştır. 27 “Aristokratlar” ve “aristokrat olmayanlar”. Aristokratlar, asil atalardan doğmuş, toprak beyleri olup aynı zamanda “atlılar” (hippeis) olarak da adlandırılmaktadırlar. Ağaoğulları bu dönemin koşullarını şu şekilde özetler (2009: 22); Aristokrat olmayanlar ise aristokratların verdikleri ile yetinen serbest emekçi köylüler ile meslek sahibi tüccarlardan oluşmaktadır. ĐÖ VIII. yüzyılın sonlarına doğru sikkenin keşfi ve bu sırada tarımla geçinen Eski Yunanlıların gelecekte yiyecek sıkıntısı çekeceklerini öngörmeleri nedeniyle, başka ülke topraklarında koloni kurma çabaları ve deniz ticaretine başlamaları sosyal tabakalaşmada da bir değişime yol açmıştır. Bu değişimin nedenleri arasında kolonileşme arzusu, hammadde elde etmek, ürettiklerini diğer ülkelere satarak ekonomik olarak gelişmek gibi girişimler sayılabilmekteyken, aynı girişimler artan nüfus yoğunluğunun azaltılmasının da bir çözümü olarak görülmektedir. Bu süreçte, Atina’da aristokrat olmayanların bir kısmı, yani dış ticarete açılan meslek sahibi tüccarlar para kazanmaya ve kazandıkları parayı biriktirmeye başlamışlardır. Diğer bir kesim olan köylüler ise bu ekonomik düzene ayak uydurmakta zorluk çekmiş, giderek daha çok aristokratların boyunduruğu altına girerek, onların kölesi olma konumuna gelmişlerdir. Demokrasinin adımlarının atılmasına olanak sağlayan kesim, ezilen köylü sınıfından ziyade, ticaret yaparak sermaye elde eden ve zenginleşen tüccar sınıfı olmuştur. Edindikleri sermaye, aristokrat kesimi tehdit edebilecek askeri güce sahip olabilme imkânını sunması nedeniyle aristokratların ayrıcalığı olan atlı birliğine karşı ağır silahlı piyadeler olarak (hoplites) çıkabilmelerini sağlamıştır. Günden güne genişleyen tüccar kesimi zaman içinde aristokratların toplumsal hayatta ayrıcalıklı olmalarına karşı gelmiş ve yönetimde hak sahibi olmak istemiştir. Sınıf mücadeleleri de bu dönemle birlikte başlamıştır. Tüccar sınıfının yanı sıra aristokratlara karşı olan bir başka grup “borç kölesi” durumunda olan köylülerdir (Ağaoğulları, 2009: 22). Bu grup, başlarda aristokratlara sadece çalıştıklarının belli bir miktarını borçlarının karşılığı olarak veren bir kesimken; daha sonraları kabaran borçlarını iyice ödeyemeyecek hâle gelerek, onların kölesi olmuşlardır. Ellerinde aristokratlara karşı hiçbir güç olmaması, başkaldırmalarına ve birtakım haklar talep etmelerine engel olmuştur. Bu açıdan bakıldığında sermayenin, hak talebinde bulunma eyleminde belirleyici bir unsur olduğu görülmektedir. Bir kesim ancak eline güç geçip de yönetenleri tehdit edebilecek konuma geldiğinde hak talep edebilmiştir. Köylüler baskı altında olmalarından dolayı zaman zaman isyan etseler bile aristokratları tehdit edebilecek hiçbir şeye sahip olmadıkları için, onların isyanları da sonuç 28 getirememiştir. Zenginleşen tüccarların ise başkaldırılarının ve yönetimde hak taleplerinin başarıya ulaşması, onların hoplites olarak, hippeis olan aristokratları yıkıma uğratabilecek bir güce sahip olmalarından kaynaklanır. Hoplites olmak için ağır silahları alabilecek güce, yani sermayeye sahip olmak gerekmektedir. Tüccar sınıfı da yeni sermaye edinmiş kimseler olarak, aristokratların karşısında güç oluşturabilecek bir birlik olarak ortaya çıkmıştır. Bu türden bir tehdit oluşturma ancak para kazanma ile mümkün olduğundan, Badiou’nun da dile getirdiği gibi, para eşdeğerliliği sağlayan bir ilke olarak (2010: 19) sadece pazarın gelişip güçlenmesine değil, fakat esas demokrasinin oluşmasına ön ayak olmuştur. Sermaye Atina’daki sınıfsal değişim sürecinin başlangıcını ve en önemli dinamiğini meydana getirmiştir. Sikkenin icadı Eski Yunan’daki polisler arasında Atina kadar gelişmiş olan Sparta’yı onun yapısal farklılıkları nedeniyle aynı derecede etkilememiştir. Başka bir deyişle, pazarın ve ekonominin sayesinde Atina’da özgürlük ve demokrasi gelişirken, Sparta’nın bu sürecin dışında kalmasına, tek biçimli bir yönetime sahip olmasına yol açmıştır (Roberts, 1994: 26). Buckley’in de belirttiği üzere, ĐÖ VIII. yüzyılın yarısında Spartalılar politik gelişmeler bağlamında diğer polislerden, gücünü meclis doğrultusunda kullanan bir toprak aristokrasisinin egemenliğine sahip olması noktasında ayrılmıştır. (Buckley, 1996: 48). Sparta’nın kendi sistemini oluşturmasında etkili olan kişi, devlet adamı ve yasa koyucu olan, yaklaşık olarak ĐÖ IX. ya da ĐÖ VIII. yüzyılda yaşadığı düşünülen Lykourgos’tur. Bu tarihleme, Sparta’nın Atina’dan farklı bir biçimde değişmeye başlamasının sikkenin icadından çok daha öncesine dayandığını göstermektedir. Sikkenin Sparta’da, Atina’da olduğu gibi bir değişime yol açmaması, ticaretin gelişmemesi Sparta’nın bu dönemde farklı ilke ve dinamikler üzerine kurulmuş olmasından kaynaklanır. Sparta’yı eşit haklara sahip iki kral yönetmiştir. (Pomeroy – Walter – Burstein - Roberts, 2004: 103). Daha çok kendine yeter bir polis olarak varlığını sürdüren Sparta’nın ekonomik temellerini ise Periokoi4 ve heliotlar5 sağlamaktaydılar. Erkek ve yetişkin olanların hepsi, yani yurttaşlar, asker olarak görev yaparlardı. Đnsanların hayatlarının neredeyse sürekli bir kampa benzediği Sparta’da gerek politik hayatın tesisinde gerekse kuralların konmasında en önemli rolü yasa koyucu kral Lykourgos’un oynadığı kabul 4 Periokoilar heliotlara göre, daha üst bir sınıf olup, daha çok ticaret ve endüstri ile uğraşırlardı, siyasal haktan yoksun ancak mülkiyet edinebilecek bir sınıftı. Lykourgos toprak reformu sırasında onlara da eşit bir şekilde toprak vermiştir (Plutarch, 1914: XIII 44-3). 5 Heliotlar ise devlete bağlı kölelerdi. 29 edilir. Onun, o zamanlar Girit’e, Asya ve Mısır’a seyahat etmiş olduğu bilinmektedir (Plutarch, 1914: IV 41-42). Plutarkhos’un anlattığına göre, Lykourgos önce çeşitli yönetim biçimlerini inceleyip yöneticilerinin önde gelenleriyle tanışıklık kurduktan sonra, bazı yasaları beğenerek, bu yasaları kendi ülkesinde de uygulama kararlılığını göstermiştir. O, Girit’ten, onların oldukça mütevazı ve ölçülü olan yaşama kurallarıyla, güzel birtakım alışkanlıkları olan insanlar olarak gördüğü Đyonyalıların yaşama alışkanlıklarını karşılaştırmak ve böylelikle sağlıklı vücutları hasta bedenlerle kıyaslayarak hüküm veren hekimler gibi, sağlıklı bir karara varmak niyetiyle Asya’ya gitmiştir. Dahası onun ekonomi alanında eşitlik ortaya koymaya çalışması, altın veya gümüşe verilen değerin azaltılması ve toprak reformu yönündeki girişimleri ile sonuç bulmuştur. Lykourgos, ilk önce altın ve gümüş paraları tedavülden kaldırmış, sadece demir para kullanılmasını emretmiştir (Plutarch, 1914: IX 44-4)”. Para biriktirmeyi önlemek amacıyla yapılan bu uygulama, daha da ileriye gidilerek paraların taşınamayacak veya bir yerde saklanamayacak kadar büyütülmesi sürecini getirmiştir. Bu yolla parayı elde etmenin mutluluğa ulaşma yolunda bir araç olduğu düşüncesi ortadan kaldırılmaya çalışılmış, bu durum aynı zamanda ekonomide bir nevi eşitli ği getirmiştir. Lykurgos’tan sonra da altın ve gümüş değersizleşmiş, demir para ise altın veya gümüş gibi değerli bir madenden yapılmadığından ülkeye dışarıdan ziyaretçi, tüccar ve başka birçok meslekten insanın gelmemesine neden olmuştur. Ayrıca Sparta’nın dışarı ile ticareti Atina’da olduğu gibi hareketli de değildir (Plutach, 1914: IX 44-45). Sikkenin icadından sonra bile gümüş ve altının Sparta’da değerinin olmaması bu işten kazanılan gelirin hiçbir işe yaramaz hâle gelmesi ticaretin canlanmasına da engel olmuştur. Böylece lüks hayat özentisi, para için işler yapma arzusu da son bulmuştur. Bütün bunların yanı sıra Lykourgos toprak reformuyla zenginliğin bir avuç insanın elinde toplanmasını da önlemeye çalışmıştır (Plutarch, 1914: XIII 44-2). Ona göre, herkes eşit koşullarda yaşamalı, ekonomik gelirin yüksekliği ile değil de, yetenekleri doğrultusunda üstünlük elde etmelidir (Plutarch, 1914: XIII 44-4). Gerçekten de Sparta’nın bütünüyle kendine özgü kalması, bu polisin askeri gücünü arttırmayı amaçlayan mutlak anlamda bir düzenin yaratılmış olmasıdır. Onda bütün sosyal ve ekonomik ilişkiler insanları polise mutlak bir biçimde bağlamakla beraber, her an sefere çıkmaya hazır sürekli bir orduya dönüşmüş bir sistem bulunmaktadır (Balot, 2006: 38). Yetişkin her Spartalı, öncelikle askerdir. Bir evi ve ailesi olmasına rağmen, o, evinde 30 ailesiyle yaşamamış; günleri ailesinin ihtiyaçlarını karşılamakla veya üretici işlerle geçirmemiş, kendini tamamen ve sürekli bir eğitime adanmıştır (Balot, 2006: 38). Spartalılar daha önce de belirtildiği üzere, dış ticaretle uğraşmazlardı. Minimum ekonomik şartlar altında yaşayıp, kendi ürettikleri ile yetinirlerdi (Balot, 2006: 38). Bunun nedeninin yabancı malların kendileriyle birlikte yeni talep ve fikirler getirmelerinden korktukları için olduğu öne sürülebilir. Ülke dışında hiçbir değeri veya geçerliliği olmayan demir parayı kabul edilebilir değişim aracı olarak gören Spartalılar, yabancılara da kuşkuyla bakmaktaydılar. Böylesi bir tutum, Sparta’yı dünyanın geri kalanına karşı kapalı bir konuma getirmekteydi. Sparta, Eskiçağda tamamen kendini merkeze alan, savaş ve ticarette kullanılacak gemileri olmayan büyük bir orduya sahip, kıyıya neredeyse kapalı bir iç güç haline gelmişti. Böyle bir durumda değişimlerden de etkilenmediler ve hiçbir zaman içinde bulundukları sosyal koşulları iyileştirmeye ya da değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunmadılar. Buna göre, Lykourgos’un, Popper’ın Platon’a yapmış olduğu (2008: 113) temel eleştiride olduğu gibi, durdurulmuş bir dünya yaratma çabasıyla, hiçbir değişimin ve dolayısıyla bozulmanın olmadığı, kendi içinde bir bütünlüğü olan bir toplum meydana getirmeye çalıştığı söylenebilir. Ancak Plutarkhos’un anlattığı üzere, Lykourgos aslında Sparta’yı birçok yere hükmeden bir dünya devleti haline getirmeyi değil, insanların mutlu, iyi ve iç huzura sahip bir biçimde yaşamasını sağlamaya çalışmaktadır. O, bu nedenle yurttaşlarının çok çalışmadan makul ve kanaatkâr bir yaşam sürmelerinin olanağını sunmaya çabası içindedir (Plutarch, 1914: XXXI 59). Lykurgos’un bu şekilde bir sistem kurmasını mümkün kılan şey ise onun yasa koyuculuk inisiyatifi ve yasa yapma faaliyetini Tanrıların iradesi olarak sunmuş, yasa koyuculuğu Tanrısal bir faaliyet olarak takdim etmiş olmasıdır. Onun kurduğu bu düzen zamanla yönetim organizasyonu açısından birtakım değişikliklere uğramıştır. Buna başta iki kralın olması örneği verilebilir. Yönetimde tek değil, iki eşit hakka sahip kral bulunmaktadır. Bu değişimler yüzünden Sparta’nın yönetim biçiminin de karma olduğu söylenebilir. Toprak aristokrasisine bağlı yapılanma hem zenginlik hem de değer açısından her iki yöneticinin de ağır basmasına bağlıyken, aynı zamanda bu polisin krallıkla yönetilmesi monarşik, erkek yurttaşlar (ya da yurttaş tanımı içine girenler) arasındaki eşitlik ise demokratik bir yönetim biçimi görüntüsü veriyor olsa da, yönetimdeki oligarşik unsurlar monarşi ve demokrasiden daha fazla ağır basmaktadır (Pomeroy-Walter-Burstein- Roberts, 1999: 105). 31 Bu türden değişimler olmasına rağmen, Sparta’nın Lykourgos’tan kalan yasalara itibar etmesi, onu yine de farklı kültürlere açılan değişimden ve ticaretten uzak tutmuştur. Atina’nın, sikkenin icadıyla altın ve gümüşe verilen değerin artmasına ve sermaye birikimine ayak uydurması, özellikle de deniz ticaretinde çok ileri noktalara ulaşması karşısında Sparta, daha kendi içine kapalı ve Lykougos’un yasalarına bağlı bir biçimde askeri bir toplum olarak yoluna devam etmiştir. Kısaca o, Atina’nın geçirdiği değişimlerden uzak kalmış ve yeni düzene ayak uydurmakta yürürlükteki yasaları nedeniyle zorluk çekmiştir. ĐÖ IV. yüzyıldan itibaren de yavaş yavaş toplumsal ve politik açıdan çözülmeye başlamış olmasına rağmen, bu çözülme köklü yapısından dolayı Sparta’yı demokrasiye götürememiştir. II. TAR ĐHSEL SÜREÇTE ATĐNA DEMOKRAS ĐSĐNE KISA BĐR BAKI Ş Eski Yunan’da ortaya çıkan demokrasi (dêmokratia), halkın halk tarafından yönetildiği bir yönetim biçimi olarak tanımlanır. Bu yönetim biçimi tarihte ilk olarak Atina’da, doğrudan demokrasi formunda, aşağı yukarı ĐÖ VI. yüzyıl ile ĐÖ IV. yüzyıl arasında kalan iki yüzyıllık dönem içinde, zaman zaman tiranlık yönetimleri tarafından kesintiye uğratılmış olsa da her dönemde biraz daha geliştirilerek hayata geçirilmiştir (Coleman, 2000: 21). Onun, önce toprak sahibi zengin aristokratlar ile yoksul köylüler ve çiftçiler arasındaki çatışmaları çözme ve sonra da birbirlerinden sosyal, ailevi ve dini geleneklerle ayrılmış insan gruplarını birleştirme çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan Atina yurttaşlarıyla birlikte kendisini göstermeye başladığı kabul edilir (Coleman, 2000: 26). Söz konusu doğrudan demokrasinin, Eski Yunan’da belli bir ekonomik temeli olduğu veya ekonomik pazara dayandığı, köleler ve kadınlar dışta bırakılacak olursa, olmazsa olmaz koşulları olarak yurttaş sayılanlar arasında belli bir eşitlik düşüncesiyle özgürlüğü baştan sona hayata geçirdiği söylenebilir. Pazar, özellikle Perikles döneminde büyük bir güç kazanmış ve bu dönemde Atina’nın deniz ticareti yoluyla büyük bir güç haline gelmesiyle birlikte, demokrasinin maddi refah boyutunu tamamen oluşturacak şekilde, giderek gelişip varlığını pekiştirmiştir (Coleman, 2000: 28). Coleman’ın belirttiği üzere, demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden biri olan eşitlik yani isegoria, Atina’da kamusal alanda konuşma noktasında, elbette köleler, kadınlar ve 32 Atinalı olmayanlar dışında herkesin eşit olması gerektiğini öngörmüştür (2000:28). Her yurttaşa topluluğun eşit üyesi olma hakkını kazandıran isegoria, Atina demokrasisinde her zaman isonomia, yani yasa önünde eşitlikle birlikte süregelmiştir. Söz konusu her iki eşitli ğin de gerisinde, farklı zenginliğe, sosyal statüye, güç ve zekâya sahip bütün insanların insan olmak bakımından aynı olmaları anlamında doğaları itibarıyla eşit oldukları inancı bulunur (Coleman, 2000: 30). Hukuki eşitli ği sağlayan politik düzenlemelerle ve çoğu zaman varlığını sürdüren politik istikrarla tatmin olan Atinalılar, bununla birlikte çoğu zaman ekonomik eşitsizliği anlaşılır ve doğal bir şey olarak görmüşlerdir. Özgürlük bağlamında ise, Atina’da anlaşılan ilk ve en temel özgürlük, kendine yeten çiftçi ve köylü yurttaşın özerkliği, yani kölelikten bağımsız olup kendi kazancını elde etme ve kendi kararlarını verme anlamında özerk bir birey olarak görülmesi anlamına gelmektedir. Bunu tamamlayan özgürlük ise, bir grubun egemenliğinden bağımsız olma anlamında politik özgürlük olmuştur. Tarihsel olarak bakıldığında, Atina’da, ĐÖ VI. yüzyılın başlarına kadar