T.C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
DİN FELSEFESİ BİLİM DALI
ÖZEL ADLAR TEORİLERİ IŞIĞINDA “ALLAH”
ADINA DAİR BİR İNCELEME
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Merve YAVUZ
BURSA – 2017
T.C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
DİN FELSEFESİ BİLİM DALI
ÖZEL ADLAR TEORİLERİ IŞIĞINDA “ALLAH”
ADINA DAİR BİR İNCELEME
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Merve YAVUZ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Zeki ÖZCAN
BURSA – 2017
ÖZET
Yazar Adı ve Soyadı : Merve YAVUZ
Üniversite : Uludağ Üniversitesi
Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü
Anabilim Dalı : Felsefe ve Din Bilimleri
Bilim Dalı : Din Felsefesi
Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi
Sayfa Sayısı : x+65
Mezuniyet Tarihi : .../…/2017
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Zeki ÖZCAN
ÖZEL ADLAR TEORİLERİ IŞIĞINDA “ALLAH” ADINA DAİR BİR
İNCELEME
Din felsefesinde din dili, mantıkçı pozitivistlerin geliştirdikleri doğrulanabilirlik
ilkesi ile birlikte problematik hale gelmiştir. Söz konusu ilke metafizik önermeleri
olumsuz etkilemiştir. Bu bağlamda din dilinin kognitif statüsü tartışılmış, dini
önermelerin anlamlılığı sorgulanmıştır. Ancak din dilinde sadece dini önermelerin
anlamlı olup olmaması ile değil, aynı zamanda din dilinde başarılı bir referansın imkânı
da tartışılmıştır. Bu anlamda çalışmamızın amacı, dil felsefesinde ortaya konan referans
görüşlerini din dili bağlamında analiz etmektir. Referans problemi, dil felsefesinde özel
adların semantik bir içeriğe sahip olmaları ve göndergelerinin nasıl belirleneceği
bağlamında tartışılmaktadır. Bu çerçevede ortaya konan betimleyici referans, nedensel
referans ve gündelik dilde referans görüşleri, din dilinde kullanılan referans ifadelerinin
lengüistik konumu ile ilgili yeni perspektifler sunmaktadır. Din dilinde kullanılan Allah,
Yahova, Tanrı gibi referans ifadeleri, özel ad mıdır? Söz konusu referans ifadelerinin
semantik bir anlamı var mıdır? Çalışmamızda bu soruların cevaplarını vermeye
çalışacağız.
Anahtar Kelimeler:
Din Dili, Özel Ad, Katı Belirtici, Kripke, Referans
v
ABSTRACT
Name and Surname : Merve YAVUZ
University : Uludağ University
Institution : Social Sciences Institution
Field : Philosophy and Religious Studies
Branch : Philosophy of Religion
Degree Awarded : Master
Page Number : x+65
Degree Date : …/…/2017
Supervisor : Prof. Dr. Zeki ÖZCAN
A REVIEW ON THE NAME OF ‘ALLAH’ IN LIGHT OF THE THEORIES OF
PROPER NAMES
Religious language has problematised with verification criteria which developed
by logical positivist in philosophy of religion. As mentioned criteria has effected
metaphysical propositions negatively. In this context, the cognitive status of religious
language and the meaningfulness of religious propositions have been examined. In
religious language, however, not only meaningfulness of religious propositions but also
a possibility of succesuful reference have been questioned. What we aim to do with our
thesis is to analyze the reference views which tackle in philosophy of language in terms
of religious language. The problem of reference has been questioned in the context the
proper names that have semantic content and how determine the referent. Descriptivist
account of reference, the causal theory of reference and the ordinary language of reference
offer new perspectives for linguistic status of reference expressions that used in religious
language. Are the names such as Allah, Yahova, God that used in religious language,
proper names? Does reference expressions above mentioned have any semantic meaning?
We try to seek answers of these quesitons in our thesis.
Key Words:
Religious Language, Proper Name, Rigid Designator, Kripke, Reference
vi
ÖNSÖZ
Analitik felsefe 20.yy’da dilsel analizlere dayanan felsefi çabaları konu
edinmektedir. Analitik felsefenin temel özelliği felsefi problemleri lengüistik analizler
yoluyla çözmektir. Bu bağlamda Frege’nin ve Russell’ın felsefi problemlere dilsel açıdan
ele alması dil felsefesinin zemini hazırlamıştır. Günümüzde dil felsefesinin temel
tartışma meselelerinden biri de özel adlar ve referans problemidir.
Dil filozofları, referans problemi bağlamında farklı görüşler ortaya koymuşlardır.
Frege ve Russell’ın ileri sürdüğü betimleyici referansa göre, özel adlar semantik bir
anlama sahiptir; bu anlam vasıtası ile referansta bulunur. Kripke’nin ileri sürdüğü
nedensel referans ise betimleyici referansın iddiasını reddeder; özel adların göndergeleri
ilk adlandırmaya dayanan nedensel zincir yoluyla belirlendiğini iddia eder. Gündelik dil
dil filozofları Searle ve Strawson ise referansı söz edimleri ve kullanım çerçevesinde ele
alıp temellendirir. Dil felsefesinde ortaya konan bu görüşler din dilinde kullanılan dini
ifadelerin referansı açısından önemlidir. Çalışmamızda söz konusu referans görüşlerini
din diline etkileri açısından analiz etmeye ve Allah, Tanrı gibi din felsefesinde kullanılan
referans ifadelerinin lengüistik konumunu belirlemeye çalıştık.
Bu amaçlar doğrultusunda çalışmanın başlangıcından bitimine kadar desteklerini
gördüğüm kişilere teşekkürü borç bilirim. Öncelikle konunun belirlenmesinden itibaren
çalışmamın her aşamasında desteğini, yardımını ve sabrını esirgemeyen, beni bu alanda
yetiştiren danışman hocam Prof. Dr. Zeki ÖZCAN’a teşekkür etmeliyim. Lisans ve
yüksek lisans döneminde engin bilgilerinden yararlandığım kıymetli hocam Prof. Dr.
İsmail ÇETİN’e ve kıymetli jüri üyesi Yrd. Doç. Dr. Ergin ÖGCEM’e değerli
katkılarından dolayı teşekkür ederim. Ayrıca çalışma süresince birçok açıdan desteklerini
gördüğüm meslektaşlarım Arş. Gör. Fatma Seda ŞENGÜL, Arş. Gör. Nursema
KOCAKAPLAN, Arş. Gör. Sema CEVİRİCİ ve Arş. Gör. Hilal Özdemir’e teşekkürü
borç bilirim.
Merve YAVUZ
Bursa- 2017
vii
İÇİNDEKİLER
TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................... ii
YEMİN METNİ ............................................................................................................. iii
YÜKSEK LİSANS/DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU ............................ iv
ÖZET................................................................................................................................ v
ABSTRACT .................................................................................................................... vi
ÖNSÖZ ........................................................................................................................... vii
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................ viii
KISALTMALAR ............................................................................................................ x
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
DİL FELSEFESİNDE REFERANS
1.1. Betimleyici Referans ............................................................................................ 10
1.1.1. Frege’nin Anlam ve Gönderge Ayrımı ......................................................... 12
1.1.2. Russell: Belirli Betimler ................................................................................ 15
1.2. Nedensel Referans ................................................................................................ 19
1.2.1. Ad ve Betim İlişkisi ...................................................................................... 19
1.2.2. Katı Belirtici .................................................................................................. 21
1.2.3. Mümkün Dünyalar Semantiği ....................................................................... 22
1.2.4. İlk Adlandırma ve Nedensel Zincir ............................................................... 23
1.2.5. Betimleyici Referansın Eleştirisi................................................................... 24
1.3. Gündelik Dilde Referans ...................................................................................... 26
1.3.1. Searle: Söz Edimi Olarak Referans ............................................................... 26
1.3.2. Strawson ....................................................................................................... 31
viii
İKİNCİ BÖLÜM
DİN DİLİNDE REFERANS
2.1. Din Dilinin Mahiyeti ............................................................................................ 36
2.2. Din Dili ve Referans ............................................................................................. 39
2.2.1. Betimleyici Referans ve Din Dili .................................................................. 40
2.2.2. Nedensel Referans ve Din Dili ...................................................................... 41
2.2.3. Söz Edimleri ve Din Dili ............................................................................... 44
2.3. Kur’an-ı Kerim’deki Allah, İlah, Rab Kelimelerinin Analizi .......................... 45
2.3.1. Allah Kelimesinin Analizi ............................................................................ 46
2.3.2. İlah Kelimesinin Analizi ............................................................................... 49
2.3.3. Rabb Kelimesinin Analizi ............................................................................. 53
SONUÇ ........................................................................................................................... 56
KAYNAKÇA ................................................................................................................. 59
ix
KISALTMALAR
Kısaltma Bibliyografik Bilgi
a.g.e. Adı geçen eser
a.g.m. Adı geçen makale
b. Baskı
Bknz Bakınız
C. Cilt
çev. Çeviren
DİA Diyanet İslam Ansiklopedisi
ed. Editör
der. Derleyen
S. Sayı
s. Sayfa
ss. Sayfadan sayfaya
vd. Ve diğerleri
Vol. Volume
t.y. Tarih Yok
x
GİRİŞ
Felsefe logosun öneminin ve değerinin keşfi ile ortaya çıkmıştır. Nitekim
mitolojik dönemde Yunanlılarda dil ile gerçeklik, kelime ile nesne arasında bir ayrım
yoktur; tam tersine dil-dünya özdeşliği vardır. Bu dönemde dil ile dünya, kelime ile nesne
birbirinin yerine geçebiliyordu. Örneğin kelime nesnenin bulunmadığı durumlarda onun
yerini alıyordu. Ancak dil-dünya ayrımının fark edilmesi ile birlikte felsefi düşünce
ortaya çıktı. Felsefenin ortaya çıkması ile birlikte kelime ile nesne arasındaki ilişki işaret
eden-işaret edilen ilişkisine döndü. Burada kelime ile nesne arasında bir özdeşlikten
ziyade farklılık söz konusudur. Dil ile ilgili bu anlayış günümüze kadar gelmiştir.1
Bilindiği gibi felsefe tarihi boyunca filozoflar genellikle dilin doğası hakkında
birtakım görüşler ileri sürmüşler; dili felsefi incelemenin nesnesi haline getirmişlerdir.
Felsefi tartışmalarda dilin kullanımı, kavramsallaştırma, tümeller problemi gibi
problemlere yol açmaktadır. Ontolojik ve epistemolojik problemlerin muhtevalarının
belirlenmesi de dilin ifade gücünün konu ile bağlantısını kurmaya bağlıdır. Bu sebeple
antikiteden beri filozoflar kozmos gibi dili de incelemek zorunda kalmışlardır.
Antikitede dil bir araçtır; daha doğrusu felsefi kanıtlamanın bir aracıdır.
Tümellerin ontolojik gerçeklikleri ile genel terimlerin semantik değeri arasındaki ilişki
nedir? Bu sorunun irdelenmesi genel terimler hakkında bir araştırma başlatmıştır.
Kelimelerin semantik değeri nedir? Özel adlar ve diğer tekil terimler nasıl referansta
bulunur? Önermelerin doğruluk değeri nasıl belirlenir? Bütün bu sorunlar Platon öncesi
antik filozoflar tarafından çokça tartışılmış dil felsefesi konularıdır.2 Bugün bizim dil
felsefesi adını verdiğimiz düşünmenin ilk biçimleri Heraklitos’a kadar götürülebilir.
Heraklitos ile birlikte kozmolojik problemlerin yanında antropolojik, kültürel problemler
de ortaya çıkmıştır. Dil felsefesi her ne kadar Heraklitos ile başlasa da Platon daha
ayrıntılı bir şekilde ele almıştır.
1 Ayhan Dereko, “Locke’da ve Lock-Öncesi Dil Felsefesinde Nesne-Ad İlişkisi”, Sosyal Bilimler
Araştırma Dergisi (SBARD), Sayı: 9, 2007, s.99-100
2 Christopher Shields, “Ancient Philosophy of Languauge”, Routledge Encyclopedia of Philosophy:
Philosophy of Language, Vol.1, London, Routledge, 1998, s.119
1
Platon’un bugün bizim yaptığımız tarzda olmasa bile dil felsefesinin ilk şekillerine
sahip olduğunu söyleyebiliriz. Platon Kratylos3 adlı diyaloğunda adların doğruluğu
meselesini yani adın gerçek anlamda nesneyi yansıtıp yansıtmadığını tartışmaktadır. Bu
diyalogda şu dört konu tartışılmaktadır: Adların işlevi nedir? Adlar ile adlandırılan
nesneler arasındaki ilişki nedir? Bir nesnenin kaç doğru adı vardır? Adları ilk kim
vermiştir? Bu konular çerçevesinde ilgili yerde doğalcılık ve uylaşımcılık olmak üzere
iki görüş ortaya çıkmıştır. Bu görüşler arasındaki temel ayrışma, adların nesnelere
verilmesinde değil; adların anlamlarının olup olmadığı meselesinde ortaya çıkmıştır.4
Kratylos diyaloğunda doğalcı görüşün iddiaları şunlardır: Adlar başkalarına bilgi
verir. Kelimeler nesneleri doğru olarak belirtir. Kelimeler ile nesneler arasında doğal bir
ilişki vardır. Her nesnenin tek bir doğru adı vardır. Adların doğru olmasının zorunlu bir
sonucu olarak da adlar insan tarafından değil, insanüstü bir güç tarafından verilir. Ayrıca
adlar nesnelerin doğasına göre verilir. Ad, nesneye işaret eden bir sembol değil, nesnenin
özüne bağlıdır. Ad ile nesne birbirinden ayrılmaz.
Uylaşımcılık görüşünü benimseyenlere gelince, adlar konusundaki görüşleri
şunlardır: Adlar uylaşım ürünüdür. Adlar istemli ve zorunlu değildir. Adlar ile nesneler
arasında doğal bir bağ yoktur. Adlar ile nesneler arasındaki ilişkiyi belirleyen şey
uylaşımdır. Ayrıca, nesneye verilen her ad doğrudur. Bir nesnenin birden fazla doğru adı
olabilir. Dolaysı ile adların kimin tarafından verildiği meselesi önemli değildir.
Dil felsefesinin önemli problemlerinden biri de tümeller problemidir. Platon
Kratylos diyaloğunda aslında bu meseleyi ele almıştır. Bu problem Ortaçağda tartışılan
temel felsefi problem olmuştur. Ortaçağ filozoflarında hemen hemen şu düşünce ortaktır:
İnsanın düşünüm ve duyumlama olmak üzere iki bilme tarzı vardır. Tanrı ve dinin
hakikatleri duyumlama konusu değildir. Bu yüzden Ortaçağ filozofu, duyusal nesnelerle
ve tikellerin bilgisiyle ilgilenmez. Ortaçağ filozofuna göre insanlar dinin hakikatlerine
akıl vasıtası ile ulaşabilirler; bu sebeple felsefenin asıl konusu aklın doğası ve düşünüm
konusu olan tümellerdir.5
Ortaçağ’da tümeller problemi şu sorular çerçevesinde tartışılmaktadır. Tümeller
reel bir varlığa sahip midir? Yoksa adlardan mı ibarettir? Cins adlar neyi ifade eder? Bazı
3 Platon, Kratylos, (çev. Furkan Akderin), İstanbul, Say Yayınları, 2015
4 Hakan Poyraz, “Adlandırmanın Doğası ve Adların Nesnesine Uygunluğu Ekseninde Doğalcılık-
Uzlaşmacılık Tartışması”, Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 7, 2004, s. 231
5 W. T. Jones, Ortaçağ Düşüncesi (Batı Felsefe Tarihi), c.II, (çev. Hakkı Hünler), İstanbul, Paradigma
Yayınları, 2006, s. 293
2
filozoflara göre cins adları sadece düşünüm konusu olan tümelleri ifade eder. Onlara göre
tümellerin ontolojik bir realitesi vardır.6
Tümeller problemi ile ilgili tartışmalardan iki farklı yaklaşım ortaya çıkmıştır.
Bunlardan ilki realizm, katı realizm ve ılımlı realizm olarak ikiye ayrılır. Katı realizm,
Platon’daki doğalcı görüşten hareket eder; adları nesneler ile özdeşleştirir. Tümellerin
zihinden ve dilden bağımsız gerçeklikler olduğunu söyler. Tikellerin yanında tümellerin
varlığını da kabul etmesinden dolayı ikili bir ontoloji özelliği taşır. Ilımlı realizmde ise
kelimeler nesnelerin birer temsilidir. İkinci yaklaşım ise nominalizmdir. Nominalizme
göre nesnelerin adları uylaşımsaldır; tümellerin ontolojik bir statüsü yoktur. Tümeller
sadece birer addan ibarettir. Nominalizmin en önemli temsilcisi Ockhamlı William’dır;
ünlü usturasında şu ilkeyi savunmuştur: Düşüncede olabildiğince tasarruf etmek ve
varlıkları gereksiz yere çoğaltmamak gereklidir.7
Bu noktada şu soruyu sormak uygundur. Ortaçağda neden tümeller problemi çok
tartışıldı? Bunun nedeni Tanrı’nın varlığını ve mahiyetini rasyonel olarak kanıtlama
çabasıdır. Başta Anselmus olmak üzere bazı Platoncu Ortaçağ filozofları Tanrı’nın
varlığının ve mahiyetinin rasyonel olarak bilinebileceğini düşünmekteydiler. Bu konuda
ister kozmolojik ister ontolojik deliller8 kullanılsın, filozoflar Tanrı’nın rasyonalitesini
kabul etmişlerdir. Rasyonalite ise ancak dil aracılığı ile gerçekleşir; dil aracılığı ile ifade
edilebilir ve temellendirilebilir. Tanrı’nın rasyonalitesi ve bunun dil aracılığı ile ifade
edilmesi şu soruyu ortaya çıkarır: Dilin metafizik alanda kullanımının imkân ve sınırları
var mıdır? Bu soru da doğal olarak tümeller problemini ortaya çıkarmaktadır.
Tümeller modern felsefede farklı bir tarzda tartışılmıştır. J. S. Mill söz konusu
tartışmayı özel adlar ile ilgili tartışmalara dâhil etmiştir. Mill’de özel adlar ile ilgili temel
problem şudur: Özel adların bir anlamı ya da betimsel bir içeriği var mıdır? Mill, özel
adların betimsel ( i. connative ) olmadıklarını, işaret edici (i. denonative ) olduklarını
söylemektedir. Ona göre bir özel ad, adı olduğu nesneye işaret etmektedir.9 Mill, özel
adların işaret ettiği bireye dair herhangi bir nitelik ima etmediğini, sadece bireye bağlı
olduğunu ve bireyin niteliklerinin sürekliğine bağlı olmadığı ifade etmektedir. 10
6 Ahmet Cevizci, Metafiziğe Giriş, İstanbul, Paradigma Yayınları, 2001, s.28-29
7 Etienne Gilson, Ortaçağ’da Felsefe, (çev. Ayşe Meral), İstanbul, Kabalcı, 2003, s. 622
8 Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, 13.b, İzmir, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, 2012, s. 27 vd.
9 Alvin Plantinga, The Nature of Necessity, New York, Oxford University Press, 2010, s. 77
10 J. S. Mill, A System of Logic, New York, Harper and Brathers, 1846, s.21-22; Plantinga, a.g.e., s. 78
3
Ancak Mill’in bu düşüncesi iki açıdan eleştirilmektedir. Bu eleştirilerden birini
Plantinga yapmaktadır. Plantinga’ya göre Mill’in özel adların bireylerin niteliklerini ima
etmediği düşüncesi yanıltıcıdır. Plantinga bu yanılgıyı şöyle açıklar: “Everest’e çıkan ilk
Amerikalı” belirli betimini düşünelim. Bu belirli betim; Amerikalı olmak, Everest’e
çıkmak, diğer Amerikalılardan daha önce Everest’e çıkmak gibi özellikleri ifade eder.
Ama şurası açık ki bir betimin ifade ettiği özellikler zorunlu olarak başka özellikleri de
ifade eder. Örneğin söz konusu betim insan olmayı ya da olmamayı da ifade eder. Bu
durumda Mill özel adların ima edici olmadığını, herhangi bir özellik belirtmediğini
söylerken yanılmaktadır. Bir özel ad en azından insan olmak gibi önemsiz bir özelliği
ifade eder.11
İkinci eleştiri ise mantıkçı paradigmaya sahip Frege ve Russell’a aittir. Onlara
göre Mill’in düşüncesinin temel problemi şudur: Özel adın bir anlamı olmadığı ya da
betimsel bir içeriğe sahip olmadığı takdirde göndergesinin nasıl belirleneceğidir.12 Bu
eleştirinin örneği şudur: ‘Sokrates’ adı ‘Platon’un hocası’ betimini ifade ediyorsa,
‘Platon’un hocası’ betimine sahip olan varlık ‘Sokrates’ adının göndergesi olur. Ancak
Mill’in ifade ettiği gibi bir özel ad, adı olduğu bireyin niteliklerini belirtmiyorsa, adların
nasıl gönderimde bulunacağı belirsizdir.
Günümüzde özel adlarla ilgili temel açıklamalar, dil felsefesinin temel
problemidir. Dil felsefesinin ne olduğunu açıklamaya geçmeden önce şu konuya dikkat
çekmekte yarar var. Felsefede dil hakkında söylenen her şey acaba dil felsefesi midir?
Bize göre bu doğru değildir. Dile dair ortaya konan düşüncelerin tamamını dil felsefesi
olarak görmek yanlıştır. Felsefede dile ilişkin iki olguyu birbirinden ayırmak gereklidir:
Dili objeleştiren konuşma, dili araçsallaştıran konuşma. Dil felsefesi dili objeleştiren
konuşma değildir. Dili felsefe yapmanın bir aracı olarak gören felsefedir. Dili
objeleştirenler ise dil-düşünce ilişkisi bağlamında dilin düşüncelerimizi ifade etmeye
yarayan işaretler olduğunu söylemişlerdir. Ancak dil felsefesi ise dili felsefenin bir sorunu
olarak görmez; onun ana karakteristiği, felsefi problemleri dilsel analizler yolu ile
çözmektir.13 Dil felsefesinin temel problemleri şunlardır: Dilin kaynağı, dil-düşünce, dil-
11 Plantinga, a.g.e., s.78-79
12 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, (çev. Berat Açıl), İstanbul, Litera Yayıncılık, 2005, s. 39
13 Zeki Özcan, Dil Felsefesi I: Mantıkçı Paradigma, İstanbul, Sentez Yayıncılık, 2015, s.14
4
gerçeklik ilişkisi, göstergelerin semantik değeri, sözcelerin doğası, bireyleri belirten özel
adların anlamı, bir ifadenin anlamının lengüistik ifadesine etkisi.14
Dil felsefesi Frege ve Russell ile başlamıştır. Onlarda felsefi analiz, önermelerin
mantıksal analizi ile eştir. Felsefi problemler özünde dil problemidir. Frege ve Russell’ı
izleyen Carnap ise felsefe tarihinde tartışılagelen metafizik problemlerin mantıksal
sentaks aracılığı ile çözülebileceğini; böylece metafiziğin eleneceğini ifade etmektedir.
Carnap, “ide, mutlak, sonsuz, var olanın-varlığı, var olmayan, kendinde nesne, mutlak
tin, objektif tin” gibi filozofların kullandıkları kavramların mantığın kabul edeceği bir
sentaksa sahip olmadığını ve filozofların onlara yükledikleri metafiziksel anlamların ya
da betimlerin sözcelerin doğruluk şartlarını taşımadığını iddia etmektedir.15 Tıpkı Carnap
gibi mantıkçı pozitivizmi derinden etkileyen Wittgenstien, dilin mantıksal analizini
savunmakta, Tractatus Logico-Philosophicus adlı eserinin önsözünde felsefi
problemlerin ortaya çıkmasını dilin mantığının yanlış anlaşılmasına bağlamaktadır.16
Dil felsefesinde ilerleyen süreçte Frege ve Russell’ın başlattığı biçimsel dil
anlayışının dilin sadece dünyayı anlatmaya çalıştığı düşüncesi, Austin, Searle gibi
gündelik dil filozofları tarafından eleştirilmektedir. Mantıkçı paradigma dilde sadece
doğru ya da yanlış olabilen önermelerin anlamlı olduğunu, doğrulanamayan önermelerin
anlamsız olduğunu iddia etmektedir. Gündelik dil filozoflarına göre önermeler sadece
mantıksal içeriğe sahip değildir. Dilin mantıksal ve semantik yanları ile birlikte pragmatik
bir yönü vardır. Dilde mantıksal olarak ne doğru ne de yanlış olabilen ifadeler de
anlamlıdır.17 Ayrıca dil sadece dünyayı betimlemez; istekleri bildirir, duyguları ifade
eder. İlk olarak Austin’nin öne sürdüğü ve Searle’ün geliştirdiği sözedimleri, mantıkçı
filozofların doğrulanamadıkları için anlamsız kabul ettiği – “söz yarın sana o kitabı
getireceğim” gibi – ifadelerin anlamlı olduklarını iddia eder. Söz konusu ifadeleri
performatifler olarak adlandırıp, böyle ifadelerin sözcelenmeleri ile birlikte bir fiil
gerçekleştirdiğini iddia eder.18
14 Zeki Özcan, a.g.e., s. 23-24
15 Roudolf Carnap, “Metafiziği Dilin Mantıksal Analiziyle Aşma”, Viyana Çevresi içinde, (çev. Zeki
Özcan), Ankara, Birleşik Yayınları, s.130-132
16 Ludwing Wittgenstien, Tractatus Logico-Philosophicus, (çev. Oruç Aruoba), 7.b., İstanbul, Metis,
2013, s. 11
17 Atakan Altınörs, Dil Felsefesi Tartışmaları: Platon’dan Chomsky’e, İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2015,
s. 239,244
18 Atakan Altınörs, a.g.e., s. 239-240
5
Özel adlar tartışması hem mantıkçı paradigmada hem de gündelik dil
paradigmasında ele alınmış; tekil terimlerin yer aldığı özdeşlik ifadelerinin nasıl bilgi
verici olduklarını açıklama gayesi ile ortaya çıkmıştır. Özel adlar tartışmasına sebep olan
tekil terimlerin yol açtığı paradoksları incelemek için bir tekil terim ile o tekil terimin
göndergesi arasındaki referans bağıntısını belirleyen şu üç ilkeyi temele almak gerekir.
İlk ilke tek anlamlılık ilkesidir. Bu ilkeye göre her tekil terim belli bir bağlamda
her kullanılışında sadece bir nesneyi göstermektedir. Örneğin ‘bu masa’ terimi çeşitli
bağlamlarda farklı nesneleri gösterebilmektedir. Ancak belli bir bağlamda kullanılışında
sadece bir nesneye işaret etmektedir. İkinci ilke ise konu ilkesidir. Buna göre her önerme
önermenin içinde geçen tekil terimin gösterdiği nesne hakkındadır; önermelerin konusu
bu nesnelerden oluşmaktadır. Üçüncü ilke olan değiş-tokuş edilebilme ilkesine göre, a=b
doğru ise, bu iki terimden herhangi bir önerme içinde önermenin doğruluk değeri
değişmeksizin diğerinin yerine konabilir.19
Tekil terimlerin referansında bu üç ilkenin uygulanması birtakım paradokslara yol
açmaktadır. İlk olarak değiş-tokuş edilemezlik ilkesinden doğan paradoksu ele alalım.
(1) Hale, Sena’nın Ayşe’nin arkadaşı olup olmadığını bilmek istiyordu.
Önermesi doğrudur.
(2) ‘Sena’=‘Ayşe’nin arkadaşı’ olduğuna göre ‘Sena’ ile ‘Ayşe’nin arkadaşı’
ifadelerinin değiştirilmesi ile elde edilen
(3) ‘Hale Sena’nın Sena olup olmadığını bilmek istiyordu.’ Önermesi değiş
tokuş edilebilirlik ilkesince doğrudur. Ancak Hale özdeşlik ilkesini sorgulayan bir filozof
olmadığına göre (3) yanlıştır. Bu durumda (3)’ün hem doğru hem de yanlış olması
paradoksa neden olmaktadır.20
İkinci olarak konu ilkesinin neden olduğu paradoksu inceleyelim.
(4) ‘Bugünkü Fransa kralı yoktur.’ önermesi doğrudur. Bugünkü Fransa
Kralı diye biri olmadığına göre doğrudur, dolayısı ile anlamlıdır. Ancak konu ilkesi
gereğince söz konusu önermenin konusu ‘bugünkü Fransa kralı’ ifadesinin gösterdiği
nesnedir. Böyle bir nesne olmadığı için önerme yanlış ve dolayısı ile anlamsızdır. Bu
durumda (4)’ ün hem anlamlı hem anlamsız olması paradoksa neden olmaktadır.21
19 Teo Grünberg, Felsefe ve Felsefi Mantık Yazıları, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2005, s. 40-41
20 Teo Grünberg, a.g.e., s.42-43
21 Teo Grünberg, a.g.e., s.43
6
Özel adlarla ilgili yaklaşımlar sözünü ettiğimiz bu paradokslara çözüm arayışı
sırasında ortaya çıkmıştır. Özel adlarla ilgili teorik tartışmalarda en önemli mesele özel
adların referansıdır. Özel adların gönderimi ile ilgili ilk görüş betimleyici referans olarak
bilenen Frege ve Russell’ın ileri sürdüğü görüştür. Betimleyici referansın amacı, ifadeleri
mantık dilinde formüle etmektir; felsefi problemleri bu şekilde çözmektir. Böylece dilin
felsefi analizine dayalı yeni bir bakış açısı ortaya koymaktadır.22 Söz konusu yaklaşıma
göre betimler özel adların anlamını verir ve referansını sağlar. Bir özel ad betimi ile
uyumlu olan nesneye referansta bulunur. Ancak betimleyici referans, fiktif varlıklara
referansta bulunması, dizinselliği ve adların semantiğini yeteri kadar açıklayamaması
sebebiyle eleştirilmiştir.23
Özel adlarla ilgili ikinci yaklaşım olan nedensel referans ise Mill’in düşüncesine
dayanır. Bu yaklaşıma göre, özel adlar, adı oldukları bireylerin herhangi bir niteliğini
belirtmez; nedensel bir bağlantı yolu ile adlandırdıkları nesneleri belirtir. Özel ad ile
adlandırılan birey arasındaki bağ, adın tanımındaki birey ile uyumlu nitelikler değildir.
Ayrıca özel adlar herhangi bir tanıma sahip değildir.24 İlk olarak Kripke’nin ileri sürdüğü
ve Donellan tarafından geliştirilen nedensel referans, mantıkçı paradigma çerçevesinde
gelişen betimleyici referansı, özel adların betimsel içeriğe sahip olamayacağı ve betimsel
içeriğin adın göndergesini belirlemediği gerekçeleriyle eleştirmektedir.
Dil felsefesinde söz konusu yaklaşımlar dışında Strawson ve Searle de özel adlar
ve referans problemi ile ilgili görüşlerini ifade etmişlerdir. Mantıkçı paradigma ile Austin
ve Searle’ün gündelik dil paradigması arasında bulunan Strawson, gönderim ile ilgili
görüşlerini Russell’a tepki olarak ortaya koymuştur. Strawson bir ifadenin doğruluk
şartlarının belirlenmesinde sadece mantığın değil, kullanımın da dikkate alınması
gerektiğini ve referans probleminin kullanım sayesinde çözüleceğini ifade etmektedir.25
Ayrıca gündelik dil paradigmasını savunan Searle ise özel adların anlamı olmadığını,
sadece göndergesi olduğunu ve özel adın kullanımını belirleyen kuralların, betimlemek
için değil, bir nesneye gönderimde bulunmak için kullanıldığını ifade etmektedir.26
22 Jean-Gerard Rossi, Analitik Felsefe, (çev. Atakan Altınörs), İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2013, s.29
23 Eddy M. Zemach, ‘Singular Term and Mataphysical Realizm’, American Philosophical Quarterly,
Vol.23, No. 3, 1986, s.299
24 Howard Wetstein, “Casual Theory of Proper Names”, The Cambridge Dictionary of Philosophy, 2.b,
Robert Audi, Cambridge University Press, 1999, s.124
25 Zeki Özcan, Dil Felsefesi II: Gündelik Dil Paradigması, İstanbul, Sentez Yayıncılık, 2016, s.163
26 John Searle, “Proper Names”, Reading in the Philosophy of Language içinde, ( ed. Peter Ludlow ),
London, The MIT Press, 1957, s.587
7
Dil felsefesinde özel adlar ve gönderim problemi bağlamında ortaya konan bu
yaklaşımlar, din felsefesi için önemlidir. Zira bu yaklaşımların din dili özellikle de ilahi
adların anlam ve göndergesi, dini ve felsefi ifadelerdeki yeri ile ilgili sorunların
çözümünde bize ışık tutacağını düşünmekteyiz.
Nitekim felsefe tarihi boyunca filozoflar Tanrı teriminin semantik bir anlamının
olduğunu iddia ettiler. Din felsefesinde Tanrı hakkında yazılan çoğu kitap da bunu
kanıtlar niteliktedir. Filozofların Tanrı kelimesinin semantik bir anlamının olması
gerektiğini düşünmesinin sebebi ise, Tanrı terimini betimleyici çizgide düşünmüş
olmalarıdır.27 Ancak çağdaş din felsefesinde William Alston Tanrı kelimesinin betimsel
bir içeriği olmadığını, nedensel referans çerçevesinde Tanrı kelimesinin katı belirtici
olduğunu iddia etmektedir.28
Tezin birinci bölümünde dil felsefesinde özel adlar ve referans problemiyle ilgili
olarak teorik çerçeve sunulacaktır. Şunu belirtmek gerekir ki, dil felsefesinde söz konusu
tartışma ile ilgili görüş beyan eden düşünürler fazladır. Çalışmanın kapsamını belirlemek
için bu konuda bir sınırlandırma yapmayı uygun bulduk.
Bu sebeple birinci bölümde ilk olarak betimleyici referans ele alınacaktır. Bu
çerçevede Frege’nin anlam ve gönderge ayrımı, Russell’ın mantıksal özel adlar ile ilgili
görüşlerine yer verilecektir. İkinci olarak nedensel referansa yer verilecektir. Kripke’nin
görüşünü mümkün dünyalar semantiği çerçevesinde nasıl temellendirdiği, betimleyici
referansa yönelttiği eleştiriler incelenecektir. Üçüncü olarak Searle’ün özel adların
kullanımı ile ilgili görüşlerine ve betimleyici referansa yönelttiği eleştirilere yer
verilecektir. Son olarak ise Strawson’ın referans problemi ile ilgili sunduğu çözüm ele
alınacaktır.
Tezin ikinci bölümünde ise, dil felsefesinde ortaya konan referans görüşleri din
dili açısından analiz edilecektir. Söz konusu referans yaklaşımlarının genelde din
dilindeki referans problemine etkisi özelde ise Kur’an’daki referans ifadelerine etkisi
incelenecektir. İlk olarak din felsefesinde din dilinin mantıksal statüsü ve mahiyeti
açısından din dilinde referans problemine yer verilecektir.
İkinci olarak betimleyici referansın din diline etkisi bağlamında dini referans
ifadelerin semantik anlamının olup olmadığı irdelenecektir. Aynı şekilde nedensel
27 Jerome I. Gellman , “Naming and Naming God” , Religious Studies, Vol.29, No:2, 1993, s. 214
28 William Alston, “Referring to God”, International Jurnal for Philosophy of Religion, Vol.24, No.3,
1998, s.113-128
8
referansın din diline olan etkileri ele alınıp Allah, Tanrı, Yahova gibi dini referans
ifadelerinin lengüistik konumu belirlenmeye çalışılacaktır. Ayrıca söz edimleri olarak
referans yaklaşımının din diline etkisi ele alınacaktır. Son olarak Allah, İlah ve Rab
kelimelerinin Kur’an’daki kullanımları dikkate alınarak lengüistik açıdan özel ad olup
olmadıkları ve Tanrı terimi ile ifade edilip edilemeyeceği üzerinde durulacaktır.
9
BİRİNCİ BÖLÜM
DİL FELSEFESİNDE REFERANS
1.1. Betimleyici Referans
Betimleyici referans, Frege ve Russell tarafından özdeşlik ifadelerin bilişsel
değeri ile ilgili paradoksu çözmek için geliştirilmiştir. Özdeşlik ifadelerinin hakkında
oldukları nesneler arasında bir bağıntı olduğu düşüncesi dikkate alınırsa, özdeşlik
ifadeleri yeni bir bilgi vermez. Mesela, “Mark Twain Mark Twain’dir” ifadesi herkesçe
bilinen bir gerçektir; dolayısı ile aktüel bir bilgi içermez. “Mark Twain, Samuel
Clemens’dir” ifadesi ise tarihsel bilgi veren bir ifadedir. Ancak söz konusu ifadeyi,
içindeki tekil terimlerin referansta bulunduğu nesneler arasında bir ilişki olarak ele
alırsak, ifade yeni bir bilgi vermez. Diğer bir deyişle, a=b şeklindeki bağıntıyı “a” ve “b”
sembollerinin göndergeleri arasındaki bir ilişki olarak anlarsak, a=b bağıntısı,
sembollerin kognitif içeriği ile ilgili olamaz. Bu durumda “a” ya da “b” sembollerinden
birini eşgönderimsel (i. co-referential ) bir tekil terim ile yer değiştirilirse, elde edilen
cümle orijinali ile aynı kognitif içeriğe sahiptir.29 Bu durumda özdeşlik ifadeleri nasıl
aktüel bilgi içerir? Bu soruya mantıkçı paradigmada üç cevap verilmiştir. Bu cevaplardan
ikisi Frege’ye aittir. Frege düşünce hayatı boyunca bu soruya iki farklı cevap vermiştir.
Üçüncü cevap ise Russell’a aittir.
Frege ilk çözümünü Begriffsschrift adlı eserinde ortaya koyar. Ona göre özdeşlik
bağıntısı bazen sentetiktir. Bu durumda özdeşlik önemsiz olmayan keşifler olarak
karşımıza çıkar.30 Frege’ye göre özdeşlik ile elde edilen bilgi nesneler hakkında olamaz;
dolayısıyla a=b formundaki özdeşlik ifadeleri, nesnelerin özdeş olduğunun bilgisini
vermez. Frege, özdeşliğin nesneler arasında bir ilişki olmadığını; nesnelerin adları
29 Richard L. Mendelsohn, The Philosophy of Gottlob Frege, New York, Cambridge University Press,
2005, s.28-29
30 Joseph Salerno, Frege’ye Dair, (çev. Ayhan Dereko), 1. b., Ankara, Birleşik Yayınevi, 2011, s.27-28
10
arasında bir ilişki olduğunu iddia eder.31 Böylece a=a ve a=b gibi özdeşlik ifadelerinin
farklı bilişsel içeriğe sahip olmaları açıklanabilir.
Frege ilk çözümünü Sense and Reference adlı makalesinde reddederek ikinci
çözümünü açıklar; anlam ve gönderge arasında bir ayrım yaparak özdeşlik ifadelerinin
farklı bilişsel değere sahip olmalarını temellendirir. Frege, özdeşlik bağıntısının ilk
görüşünün aksine nesnelerin adları arasında değil, bizim nesneleri gösterim biçimlerimiz
(i. mode of designation ) arasında bir bağıntı olduğunu iddia eder.32
Russell ise özdeşlik ifadelerinin aktüel bilgi içermesini şu şekilde açıklar: Ona
göre adların içinde olmadığı dilsel bir sistem mümkündür; özel adlar esasında belirli
betimlerin kısaltmasıdır. Bu nedenle bir özdeşlik bağıntısının bilgi verici olması,
bağıntıda belirli betimlerin olması ile mümkündür. Çünkü belirli betimler birbirinin eş
anlamlısı değildir.
Dil felsefesinde referans ile ilgili yaklaşımlar, özdeşlik ifadelerinin nasıl bilgi
verici olduklarını açıklama çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak referans
görüşleri sadece özdeşlik problemini temele almaz; özel adların nasıl referansta
bulunduğu sorunun da ele alır. Referans problemi ise şu sorular etrafında
şekillenmektedir: Özel adların göndergesi nasıl belirlenir? Özel ad betimsel içeriğe
sahipse, bu betimsel içerik vasıtası ile mi referansta bulunur? Aksi halde, özel ad betimsel
bir içeriğe sahip değilse, özel adın göndergesi nasıl belirlenir? Betimleyici referansa
göre, bir özel ad, kısaltması olduğu belirli betimle uyumlu olan nesneye referansta
bulunur.33 “Scott” adı “Waverly’ın yazarı” belirli betiminin kısaltmasıdır. Bu durumda
betimleyici referansa göre “Scott” adı söz konusu belirli betim ile uyumlu olan bireye
referansta bulunur. Bu noktada şunu söyleyebiliriz: Frege’nin özel adın anlamı olarak
ortaya koyduğu sunum biçimleri, Russell’ın düşüncesindeki belirli betimlere karşılık
gelmektedir. Bu nedenle Frege’ye göre onun anlam ve gönderge ayrımının bir sonucu
olarak özel adın göndergesini, adın anlamı yani sunum biçimleri belirlemektedir.34
31 Anthony Kenny, Frege: An Introduction to the Founder of Modern Analytic Philosophy, Massachusetts,
Blackwell Publishers, 2000, s.126; Mendelsohn, a.g.e., s.32
i.Sense, a. Sinn Bu terimin Türkçe’deki farkı karşılıkları ( duyum, anlam vs.) arasında anlamı
kullanmayı uygun bulduk. Ayrıca i. Reference, a.Bedeutung Frege’nin bu terim ile referans ediminin
kendisini değil, referansta bulunulan nesneyi kastetmesi sebebiyle, terimin Türkçe karşılığı olarak
‘gönderge’ kelimesini kullanmayı tercih ettik.
32 Gottlob Frege, “Sense and Reference”, The Philosophical Review, Vol. 57, No. 3, 1948, s. 210
33 Colin McGinn, Philosophy of Language, Cambridge, MIT Press, 2015, s.38
34 Colin McGinn, Philosophy of Language, s. 38
11
1.1.1. Frege’nin Anlam ve Gönderge Ayrımı
Frege’nin dil felsefesi onun mantık ve matematik hakkındaki çalışmalarının
genişlemesine dayanmaktır. Frege’ye göre semantik, dil-dünya ilişkisi problemini ve
epistemik öncülleri varsaymaz; o, mantığın bir parçasıdır. Anlam, doğruluk teorisi ile
ilgilidir.35 Frege’ye göre adların semantiği ise adların nesnelere referansta bulunmasıdır;
adların semantik değeri, adların düşüncedeki yerlerine, lengüistik modlarına ve cümlenin
doğruluk değerine yaptıkları katkıdır.36
Frege özdeşlik sorununu gidermek için bir tekil terimin anlamı ve göndergesi
arasında bir ayrım yapmaktadır. Ona göre a=a ve a=b formundaki bir özdeşlik ifadeleri
farklı bilişsel içeriğe sahiptir. Bunun sebebi de bir tekil terimin anlamının onun
göndergesi olmamasıdır. Bu noktada şunu açıklamak gerekir: Frege, bütün tekil terimleri
özel ad olarak değerlendirmektir; dolayısıyla belirli betimleri de özel ad olarak ele alır.37
Hespherus ( Akşam yıldızı ) ve Phoshorus ( Sabah yıldızı ) kelimeleri aynı
nesneye, Venüs’e referansta bulunur. Ancak iki terim, aynı nesnenin farklı sunulma
biçimlerini (i. mode of representation ) ifade eder. Phoshorus, nesnenin sabahleyin
gökyüzündeki görüntüsünü ifade ederken, Hesperus, aynı nesnenin akşamki görüntüsünü
belirtir. Bu sebeple bu terimlerin anlamı aynı değildir. 38 Frege’ye göre tekil terimlerin
sunum biçimleri arasındaki farklılık terimlerin anlamını belirlemektedir. Frege bunu
açıklamak için şu örneği verir: Bir üçgenin köşelerini birbirine bağlayan a, b ve c
doğruları olsun. A ile b doğrusunu kesişim noktası ve b ile c doğrusunun kesişim noktası
aynıdır. Bu durumda aynı nokta için farklı adlandırmalar söz konudur: A ile b doğrusunun
kesişim noktası, b ile c doğrusunun kesişim noktası. Bu farklı adlandırmalar aynı
nesnenin farklı sunulma biçimleridir; dolayısı ile bu terimlerin anlamları farklıdır.
Frege’ye göre bir tekil terimin göndergesi ise terim ile referansta bulunulan nesnedir.39
Bu durumda Hesperus, Phosphorus gibi göndergeleri aynı, anlamları farklı olan özel adlar
olabilir.
Frege özel ad, anlam ve gönderge arasındaki ilişkiyi şöyle açıklar: Bir
göndergenin sadece bir adı olmaz; birden fazla adı olabilir. Özel ada belli bir anlam
35 Raymond John Nelson, Naming and Reference: The Link of Word to Object, New York, Routledge,
2003, s.44
36 Nelson, a.g.e., s.49
37 Kenny, a..g.e., s.127
38 Salerno, a.g.e., s.32
39 Frege, a.g.e., s.210
12
karşılık gelir; bu anlamda göndergenin belirlenmesini sağlar.40 Frege’ye göre özel adın
göndergesi anlam üzerinden belirlenir; özel ad sadece anlamına uygun olarak betimlediği
nesneye referansta bulunur.41 Frege böylece özel adların nasıl referansta bulunduğu
sorusunu cevaplar.
Frege’ye göre bir özel adın göndergesi olmasa da bir anlamı olabilir; bir özel adın
anlamını kavramak, o adın bir göndergeye referansta bulunmasını gerektirmez. Mitlerde
ve kurgusal metinlerde geçen “Zeus”, “ Santa Claus” gibi adlar bu duruma örnektir.
Böylece Frege şu soruyu cevaplar: Hiçbir şeye referansta bulunmayan bir ad nasıl anlamlı
olabilir?42 Ayrıca anlam ve gönderge ayrımı, göndergeleri aynı anlamları farklı özel
adların bulunuşunu sağlar. Bu durumda özel adları içeren özdeşlik ifadelerinin aktüel
bilgi içermeleri sağlanmış olur.
Frege’nin çözümünün sonucu şudur: Bir tekil terimin anlaşılması, onun anlamının
belirlenmesine bağlıdır. Bu noktada şunu sormaktan kaçınamayız: Anlamın doğası nedir?
Frege anlamın doğasını açıklamak için özel adın anlamı, göndergesi ve idesi arasındaki
ilişkiyi ele alır. Ona göre bir adın göndergesi duyusal olarak algılanabilir bir nesnedir; ide
ise, duyu izlenimlerinin hem içsel hem dışsal olarak gerçekleştirdiği eylemlerin
anılarından meydana gelen içsel bir eylemdir. Buna göre ideler özneldir. Bir kişinin idesi
ile bir başkasının idesi aynı değildir; aynı anlamla ilişkili ideler arasında farklılıklar
vardır; böylece ideler nesnel olan anlamdan ayrılır.43
Frege anlam-ide-gönderge ilişkisini şu örnek üzerinden açıklar: Bir kişi teleskopla
ayı gözlemlemektedir. “Ay” adının göndergesi ay nesnesidir. Ay teleskopun merceğine
yansıyan gerçek resim ile gözlemcinin retinasındaki resim yardımıyla iletilen nesnedir.
Burada teleskopun merceğine yansıyan resim, anlam; gözlemcinin retinasındaki resim ise
idedir. Teleskoptaki resmi birçok kişi kullandığı için nesneldir. Gözlemcinin
retinasındaki resim ise gözlemciye has olduğu için özneldir.44
Frege’ye göre bir terimin anlamı, terimin göndergesi gibi maddi ya da
algılanabilir bir şey değildir. Ancak bireylerin zihinlerinden bağımsız olarak var olan
nesnel bir entitedir. Frege anlamı, nesnel olması yönüyle ideden ayırır. Anlam ve ide
40 Frege, a.g.e., s.211
41 Harun Rızatepe, Anglo-sakson Felsede Bilgi Görüşleri, Ankara, Ebabil Yayınları, 2006, s. 65
42 Mendelsohn, a.g.e., s.36-37
43 Frege, a.g.e., s. 212
44 Frege, a.g.e., s.213
13
farklı entitelerdir; anlam nesnel iken ide özneldir.45 Frege’ye göre öznel ve nesnel olan
arasındaki temel ayrım, zihne bağımlılık bakımındandır. Bir anlam, bireysel zihnin bir
parçası değilse ve birden fazla kişiye erişebiliyorsa nesneldir. Aksi halde özneldir.
Frege, gerçekliğin temeline ideleri koyan idealizmi eleştirmektedir. İdealizme
göre bir terimin göndergesi, ifadenin hakkında olduğu nesne değil, idedir. Ona göre bir
terimin göndergesi fiziksel bir nesne olduğu için ideler terimin göndergesi olamaz; ideleri
fiziksel nesnelerden ayıran dört özellik vardır: İde, duyular yoluyla algılanamaz. İde,
sahip olunan şeydir. İde var olmak için bir zihne ihtiyaç duyar; zihinden bağımsız var
olamaz. Aynı ideye birden fazla kişi sahip olamaz. İdeler zihnin ürünü ve zihne içkin
oldukları için özneldir. Esasında Fregenin eleştirisi, idealist bilgi kuramının öznel
olmasına yöneliktir. Zira Frege, anlamın objektifliğini savunmaktadır.46
Frege tekil terimler üzerinde yaptığı anlam ve gönderge ayrımını cümleler
üzerinde de yapar. Frege’ye göre her cümle bir düşünce içerir. Bu noktada şöyle
sorabiliriz: Düşünce cümlenin göndergesi midir? Yoksa anlamı mıdır? Düşüncenin
cümlenin göndergesi olduğunu farz edelim. Bu durumda cümledeki bir terimi
eşgönderimsel başka bir terim ile değiştirdiğimizde cümlenin göndergesinde bir değişim
olmazken, anlamında bir farklılık meydana gelir. Bunun sebebi ise, Frege’nin sisteminde
anlamları farklı göndergeleri aynı tekil terimlerin olabilmesidir. Böylece bir düşünce bir
cümlenin göndergesi olamaz; cümlenin anlamı olabilir.47 Frege anlamın objektifliğini
savunduğu gibi düşüncenin de objektifliğini savunur. Ona göre, düşünceler zihne içkin
değildir; aksine özneller arasıdır. Düşünceler nesilden nesile aktarılabildikleri için
nesneldir.48
Söylediğimiz gibi Frege’ye göre göndergesiz ancak anlamlı terimler vardır; aynı
şekilde göndergesiz ama anlamlı cümleler de vardır. Ona göre göndergesi olmayan özel
adların olduğu cümleler böyledir. Frege’ye göre cümlenin göndergesini aramaya götüren
saik, doğruluk değeridir; bir cümlenin doğruluk değeri onun göndergesidir. Frege
doğruluk değeri ile cümlenin doğru ya da yanlış olmasını kastetmektedir. Ayrıca Frege,
düşüncenin doğruluk değeri ile olan ilişkisini özne-yüklem ilişkisi olarak değil, anlam ve
gönderge ilişkisi olarak ele alır.49 Ona göre, özne yüklem düşüncenin bölümleridir; bunlar
45 Mendelsohn, a.g.e., s. 35-36
46 Salerno, a.g.e., s. 37-44
47 Frege, a.g.e., s.214-215
48 Salerno, a.g.e., s.63-64
49 Frege, a.g.e., s.215-216
14
epistemik açıdan aynı seviyede yer alır. Özne ve yüklemin birleşiminden düşünce elde
edilir. Ancak düşünceden doğruluk değerine ulaşılamaz. Frege’ye göre doğruluk değeri
cümlenin göndergesi olduğu için bütün doğru cümlelerin göndergesi aynıdır. Aynı
şekilde bütün yanlış cümlelerin doğruluk değeri de aynıdır. Zira doğru bir cümlenin
göndergesi “doğru”, yanlış cümlenin göndergesi de “yanlış”tır.50
Frege, cümlenin göndergesini incelerken, yan cümleciğin göndergesi/ doğruluk
değeri aynı başka bir yan cümle ile birleşik cümlenin doğruluk değeri değişmeden daima
değiştirilemeyeceğini iddia eder. Bunun sebepleri olarak şunları söyler: Bir yan cümle
düşüncenin sadece bir kısmını ifade ettiği için hiçbir doğruluk değerine referansta
bulunmaz. Bir yan cümlenin anlamı, bir düşünce dışında başka bir düşüncenin bir
parçasını da kapsayarak bir doğruluk değerine referansta bulunur. Ancak bu doğruluk
değeri ile yetinmez.51
1.1.2. Russell: Belirli Betimler
Russell’ın felsefi mirasının en önemli doktrini betimleyici referanstır. Russell’ın
betimleyici referansın aydınlatılmasına katkısı, belirli betimlerin semantik analiziyle
olmuştur. Russell’ın amacı, gündelik dildeki belirli betimlerin semantik analizi yoluyla
belirli betimlerin değiş-tokuş edilebilirliklerini göstermektir. Ancak Russell bu analizi
matematiğin temellerine ve metafiziğe de uyguladı.52 Russell’ın belirli betimler analizi,
öznenin tamamen ortadan kalktığı bir açıklamadır. Russell bu açıklama yönteminin
kapsamını genişletti; özne kavramında değişiklik yaptı ve daha fazla ifadeyi sözde özne
olarak niteledi.53
Dil felsefesinde referans yaklaşımları özdeşlik ifadelerinin nasıl bilgi verici
olduğunu açıklama çabasıyla ortaya çıkmıştır. Russell özdeşlik ifadelerinin nasıl bilgi
verici olacağı sorununu şöyle açıklar: a=a ve a=b ifadelerinin bilişsel değer açısından
farklıdır; çünkü “a” ve “b” nin aynı nesneye referansta bulunmaz. Russell’a göre aynı
nesnenin farklı adları, anlamda herhangi bir değişikliğe yol açmaz. Bu sebeple özdeşlik
ifadesinin bilgi verici olmasının temel şartı şudur: Eşitliğin bir ya da iki tarafında belirli
50 Frege, a.g.e., s.217
51 Frege, a.g.e., s.230
52 Graham Stevens, The Theory of Description: Russell and The Philosophy of Language, London,
Palgrave Macmillan, 2011, s.1-2
53 Jean Gerard-Rossi, Analitik Felsefe, s. 37
15
betimlerin (i. definite description, f. description définie ) olması. Zira belirli betimlerin
anlamları referansta bulundukları nesnelerden çıkarılamaz. Russell’a göre eşgönderimsel
adlar birbirinin yerine geçtiklerinde bile bilişsel içerik korunur. Ancak değiş-tokuş
edilebilme kuralı belirli betimleri belirlemez. Böylece özdeşlik ifadelerinin bilgi verici
olmaları sağlanır.54
“Fransa’nın şimdiki kralı keldir” önermesini ele alım. Burada problem, önermenin
öznesi konumundaki “Fransa’nın şimdiki kralı” ifadesinin anlam ve referansı; dolayısıyla
önermenin doğruluk değeri ile ilgilidir. Bir önermenin doğruluk değeri, yükleminin
öznesine uygun olup olmaması ile belirlenir. Bu önermede yüklemin uygunluğundan
önce öznenin kendisi problematiktir. Burada problem günümüzde Fransa kralı
olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda iki şeyden biri yapılabilir: “Fransa’nın
şimdiki kralı” ifadesini anlamsız saymak ya da söz konusu ifadeye bir anlam verip bir
gönderge atfetmek.55 Ancak Russell bu iki alternatifi de kabul etmez; onun çözümü şudur:
Önermenin doğruluk değeri olduğunu kabul etmek ama önermenin öznesine bir gönderge
atfetmemek. Bu nedenle Russell her terimin bir varlık ya da objeye karşılık gelmesi
düşüncesini eleştirir.
Bu noktada Russell’ın Meinong eleştirisinden bahsetmek gereklidir: Meniong’a
göre altın dağ, yuvarlak kare gibi fiktif nesneler hakkında konuşabiliriz; bu ifadelerin
geçtiği önermeler doğru olabilir; sonuç olarak bu ifadeler bir tür mantıksal nesnelerdir.56
Ancak Russell bunu kabul etmez; ona göre tek boynuzlu atın armalarda ve literatürde var
olduğunu ya da Hamlet’in Shakespeare’in hayal dünyasında var olduğunu söylemek kafa
karıştırıcı bir söylemdir; sadece bir dünya vardır: O da gerçek dünyadır. Shakespeare’ın
hayal dünyası ise gerçek dünyanın bir parçasıdır. Çünkü Shakespeare’ın Hamleti
yazarken sahip olduğu düşünceler gerçektir. Bunun dışında nesnel bir Hamlet yoktur.57
Russell’a göre gerçekliğin anlamı mantıkta hayati bir önem taşımaktadır; Hamletin başka
bir dünyada var olduğunu öne sürerek gerçekliğin değiştirilmesi düşünceye zarar
vermektedir. Russell’a göre önermeleri analiz ederken sembollerle ilgileniriz; eğer hiçbir
öneme sahip olmayan sembolleri düşünmenin araçları yaparsak, fiktif nesneleri kabul
54 Mendelsohn, a.g.e., s.33
55 Jean Gerard-Rossi, Analitik Felsefe, s.24-25
56 Bertrand Russell, “Description”, Meaning and Reference içinde, (ed. A.W. Moore), New York, Oxford
University Press, 1993, s.47
57 Bertrand Russell, “Description”, s.47
16
etme hatasına düşeriz; dolayısıyla önermelerin analizinde gerçek olmayan hiçbir şey
kabul edilemez.58
Frege’nin anlam ve gönderge arasındaki ayrımının karşılığı Russell’da anlam ve
düz anlam ayrımıdır. Bu ayrıma göre, bir ad bir kavrama işaret eder; bir kavram da bir
nesneyi belirtir. Bir terimi anlamak, ancak terimin bir kavram vasıtası ile gerçek, maddi,
bir nesneye referansı ile mümkündür.59 Frege belirli betimler de dâhil olmak üzere bütün
tekil terimleri, cümlede benzer rol oynadıkları için özel adlar olarak ele alır. Ancak
Russell, belirli betimleri farklı bir kategori içerisinde değerlendirir; onları belirtici
ifadeler ( i. denoting phrases ) kategorisine koyar.60 Ayrıca Russell, Frege’nin anlam ile
ilgili söylediklerini eleştirir; anlam ve gönderge ayrımının yanlış ifade edildiğini ileri
sürer.
Russell özel adlar ile betimler arasında bir ayrım yapar. “Scott” ve “Waverly’in
yazarı” ifadeleri aynı bireye referansta bulunan ifadelerdir. Ancak iki ifadenin gramatikal
formları birbirinden farklıdır. “Scott” bir özel ad iken “Waverly’in yazarı” belirli
betimdir.61 Russell özel adları şu şekilde tanımlar: “Atomik cümlenin özne yüklem
tümcesi, ikili bağıntı tümcesi, üçlü bağıntı tümcesi vs. gibi herhangi bir türünde
olabilecek bir sözcüktür.”62 Belirli betimler, “şöyle-şöyle olan ( the so-and-so ) şeklinde
olan ifadelerdir”63. Russell belirli betimleri özel ad olarak değerlendirmez; “Fransa’nın
şimdiki kralı” belirli betimini ele alalım. Bu betimin referansta bulunduğu bir nesne
yoktur. Eğer bu betimi özel ad olarak düşünürsek, betimin semantik değerinden
bahsedemeyiz. Russell’ın özel ad ve betim arasındaki ayrımı aynı zamanda basit-birleşik
sembol arasındaki ayrıma karşılık gelir. Russell’a göre özel ad basit bir semboldür; betim
ise parçalardan oluşmuş birleşik semboldür.64
Russell’a göre özel adlar iki kategori oluşturur: Gramatikal özel adlar ve mantıksal
özel adlar. Gramatikal özel adlar, birey, nesne ve yer adları gibi gündelik dilde
kullandığımız özel adlardır. Mantıksal özel adlar ise tanıma yoluyla bilgi sahibi
58 Bertrand Russell, “Description”, s.48
59 Christian Delacampagne, 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi, (çev. Devrim Çetinkasap), 4.b., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2014, s.37
60 Michael Morris, An Inroduction to the Philosophy of Language, New York, Cambridge University
Press, 2007, s. 53
61 Bertrand Russell, “Description”, s.50; Jean Gerard-Rossi, Analitik Felsefe, s.24-25
62 Bertrand Russell, Anlam ve Doğruluk Üzerine, (çev. Ezgi Ovat ), Ankara, İtalik Yayınları, 2013, s.108-
109
63 Bertrand Russell, Felsefe Sorunları, (çev. Vehbi Hacıkadiroğlu), İstanbul, Say Yayınları, 2017, s. 68
64 Bertrand Russell, “Description”, s.50
17
olduğunuz nesneleri adlandırmak için kullandığımız özel adlardır. Russell’a göre adların
tamamen ortadan kalktığı bir dil düşünebiliriz. Ona göre özel adlar sanıldığı gibi tekil
terim değildir; nesneye doğrudan referansta bulunmaz; aksine özel adlar belirli betimlerin
kısaltmalarıdır; bir ad doğrudan ilişki içerisinde olduğumuz bir tekil bir nesneye
uygulanabilir; doğrudan ilişki içinde olmadığımız bir nesneye uygulanamaz.65
Russell özel adlar arasında bir ayrım yaptıktan sonra betimler arasında da bir
ayrım yapar: Betimler belirli ve belirsiz olmak üzere iki çeşittir; belirli betimler, “şöyle-
şöyle-olan” ( the so-and-so ) formundaki ifadelerdir; belirsiz betimler ise “bir şöyle-şöyle-
olan” ( a so-and-so ) formundaki ifadelerdir. Russell’a göre bir belirli betimde, belirli
betimin ifade ettiği özellik sadece bir nesneye aittir. O özelliğe sahip sadece tek bir nesne
vardır.66 Bunu bir örnekle açıklayalım: “Waverley’in yazarı” dediğimizde şunu
anlamalıyız: Waverly kitabını yazan sadece bir kişi vardır ve başka hiç kimse Waverly’i
yazmamıştır.
Bu nokta Russell’ın epistemolojisinden bahsetmemiz gerekmektedir. Russell’a
göre nesnelerin bilgisi iki türlüdür:
1) Doğrudan bilgi ( Knowledge by acquaintance )
2) Betimleme yoluyla bilgi ( Knowledge by description )
Tanıma yoluyla bilgi, duyum yoluyla dolaysız olarak edindiğimiz bilgilerdir.
Örneğin masanın duyu verilerini; sertliğini, rengini vs. masayı gören dolaysız olarak
biliriz. Ancak masayı fiziksel bir nesne olarak bilmek dolaysız değildir. Russell’a göre
masanın bilgisi ancak betimleme yoluyla elde edilir; masa şu-şu duyu verilerine sahip bir
nesne olarak tanımlanabilir. Russell’a göre bir nesneyi betimleme yoluyla bilebiliriz; bir
nesneyi dolaysız olarak ve gerçekte olduğu gibi bilemeyiz. Bu sebeple Russell
doğruluğun tanımlama yoluyla bilgi ile değil, betimleme yoluyla bilgi ile ilgili olduğunu
iddia etmektedir.67
Betimleyici referansın temeli belirtici ifadelerin tekil terim olmamasıdır. Bu
noktada şunu belirtmek gerekir: Russell’a göre betimler, özellikle de belirli betimler
belirtici ifadeler kategorisine girer. Russell’ın ifadeleri belirtici olarak nitelemesi
tamamen gramatikal bir temeldedir; bir ifadenin belirtici olması, ifadenin bir nesneye
65 Bertrand Russell, Felsefe Sorunları, s. 68-69
66 Bertrand Russell, Felsefe Sorunları, s. 68-69
67 Bertrand Russell, Felsefe Sorunları, s.63-64; Teo Grünberg, Felsefe ve Felsefi Mantık Yazıları, s.45
18
referansta bulunmasını gerektirmez; ifadelerin belli bir ifade grubuna ait olduğunu
belirtir.68
Russell belirtici ifadeleri üç gruba ayırır:
1) “Günümüz Fransa Kralı” gibi belirtici olan hiçbir şey belirtmeyen ifadeler
2) Belli bir nesneyi belirten ifadeler
3) Belirsizlik belirten ifadeler: “Bir adam” ifadesi birçok adamı belirtmez;
belirsiz bir adamı belirtir.69
Russell’a göre belirtici ifadeler anlamlı değildir; sadece içerisinde yer aldıkları
önermeler ile bir anlam kazanır.
1.2. Nedensel Referans
Kripke, nedensel referansı, Frege’nin ve Russell’ın ileri sürdüğü betimleyici
referansa alternatif olarak ortaya koymuştur.70 Nedensel referansın dayandığı temel
düşünce şudur: Bir özel ad, bağlantılı olduğu nesneye referansta bulunur. Ancak
referansta bulunurken konuşanın zihninde ad ile ilişkili betimsel içeriğe sahip olması
beklenmez. Nedensel referansa göre, referansta bulunmak, ilk adlandırma sırasında bir
algılama ( i. perception ) ile sağlanmaktadır. Referans ise nedensel zincir yoluyla taşınır.71
Kripke’nin ortaya koyduğu nedensel referans, Ketith Donnellan tarafından
geliştirilmiştir. Ancak konunun ayrıntıya boğulmaması için Kripke’nin referans
görüşünü vermekle yetineceğiz.
1.2.1. Ad ve Betim İlişkisi
Bir özel adın ile betim ile ilişkisi, dil felsefesinde özel adlar tartışmasının
merkezinde bulunmaktadır. Bu tartışma şu sorular etrafında şekillenmektedir: Özel adlar
anlama ya da betimsel içeriğe sahip midir? Betim özel adın anlamını verir mi? Özel adlar
68 Graham Stevens, a.g.e., s.9-10
69 Bertrand Russell, “On Denoting”, Mind, Vol. 14, No. 56, 1905, s.479
70 Bu noktada şunu belirtmek gerekir: Kripke özel adlar ve referans ile ilgili görüşlerinin bir teori
olmadığını, sadece referansın bir ‘resmini’ çizdiğini ifade etmektedir. Ancak dil felsefesi literatüründe
Kripke’nin görüşleri nedensel referans olarak nitelendirilmiştir. Bu sebeple biz de bu başlığı kullanmayı
tercih ettik.
71 Marga Eimer, Eliot Michaelson, “Reference", The Stanford Encyclopedia of Philosophy, 2017,
(ed.Edward N. Zalta) URL = . 19.04.17
19
betimler yoluyla referansta bulunur mu? Eğer özel adların betimsel bir içeriği yoksa özel
ad nasıl referansta bulunur? Önceden belirttiğimiz üzere, betimleyici referansa göre,
özel ad ile betim doğruluk değeri değişmeksizin değiş-tokuş edilebilir; özel ad betimlerin
kısaltmasıdır; ilişkili olduğu betim ile uyumlu nesneye referansta bulunur.
Kripke, betimleyici referansın özel ad ile betimin doğruluk değerinde bir değişme
olmadan değiş-tokuş edilebileceği iddiasını reddeder.72 Kripke’ye göre bir özel adın, yan
anlamı ( i. connatation ) yoktur; özel adın yerine betim konulamaz. Kripke bu sebeple,
özel adı betimden ayırır;73 betimlerin özel adların anlamını vermediğini söyler. Bununla
birlikte betimlerin göndergeyi sabitlemek için kullanılabileceğini kabul eder. O,
betimlerin kullanımını açıklamak üzere göndergeyi belirlemek ve özel adın anlamını
vermek arasında bir ayrım yapar. Ona göre betimler göndergeyi tespit etmek için
kullanılabilir; ancak özel adın anlamı yoktur. Nedensel referansın diğer ismi Donnellan,
Kripke’nin göndergeyi belirlemek ve özel adın anlamının verilmesi ayrımına paralel
olarak ifadelerin yükleyici kullanımı ve referansiyel kullanımı arasında bir ayrım yapar.74
Bize göre Kripke ve Donnellan’ın bu ayrımlarının nedeni şudur: Adların göndergesinin
onlara anlam vererek belirleneceğini savunan betimleyici referansı çürütmek.
Kripke’ye göre betimi sadece göndergeyi sabitlemek için kullanıyorsak betimin
görevi referansta bulunulan nesneyi belirlemektir. Betimin göndergeyi sabitlemek için
kullanımını Hesperus örneği ile açıklayalım: Hesperus’u ( Akşam yıldızı ) ilk kez gören
kişi, ‘gökyüzünde akşam görünen yıldız’ betimini göndergeyi tespit etmek için kullanır.
Bu durumdan ‘gökyüzünde akşam görünen yıldız’ betiminin adın anlamının bir parçası
olduğu sonucu çıkmaz. Olgu karşıtı ( i. counterfactual ) bir durumda, Hesperus’a
Kuyrukluyıldız çarpmış olabilir ve Hesperus o konumda olmayabilirdi. Bu durumda,
‘Hesperus Hesperus olmayabilirdi’ demek yerine ‘Hesperus bu konumda olmayabilirdi’
deriz.75 Eğer özel ad, betimsel bir içeriğe sahip olsaydı ve bu betimsel içerik vasıtası ile
referansta bulunsaydı, söz konusu olgu karşıtı durumda “Hesperus” adı ile aynı nesneye
referansta bulunulmazdı.
72 Mark Textor, Dolf Rami, “Proper names: Philosophical and Linguistic Perspectives”, Erkenntnis,
Vol.80, S.2, 2015, s.192
73 Jean Gerard-Rossi, Analitik Felsefe, s.108-109
74 Jean Gerard-Rossi, Analitik Felsefe, s.110
75 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s. 73-74
20
1.2.2. Katı Belirtici
Kripke’nin özel ad ve betim ayrımının temelinde onları farklı semantik
kategorilerde ele alması yatmaktadır. Kripke’ye göre referansta bulunmaları açısından
dildeki ifadeler iki kategoridir: Katı belirtici ve katı olmayan belirtici. Katı belirtici .( i.
rigid designator ) bütün mümkün dünyalarda aynı nesneye referansta bulunur. Kripke
özel adları katı belirtici olarak değerlendirir. Bir özel ad, nesne hangi mümkün dünyada
var olursa olsun, o nesneye referansta bulunuyorsa katı belirticidir. Kripke, nesnenin
zorunlu varlık olduğu durumlarda belirticiyi kuvvetli katı belirtici olarak nitelendirir.
Kripke, “Nixon” adı ve “1970’deki ABD başkanı” betimi üzerinden katı belirticileri
açıklar: Kripke’ye göre “Nixon” adının göndergesi olan adamın başkan olmama
ihtimalinin olması, o adamın “Nixon” adının göndergesi olmadığı anlamına gelmez. 76
Katı olmayan belirticilere gelince bu konuda şunları söyleyebiliriz: Katı olmayan
belirtici (i. non-rigid designator ) ise bütün mümkün dünyalarda aynı nesneye referansta
bulunmaz. Kripke betimleri ikinci kategori içerisinde değerlendirmektedir. Kripke katı
belirtici ve katı olmayan belirtici arasındaki ayrımı açıklarken mümkün dünyalar
semantiğine dayanır. Katı belirtici ve katı olmayan belirtici arasındaki farkı açıklarken
“Platon’un en ünlü öğrencisi” betimini ele alalım. Bu ifade gerçek dünyada Aristoteles’e
referansta bulunur. Ancak öyle bir mümkün dünya düşünebilir ki Aristoteles’in Platon’un
öğrencisi ya da en ünlü öğrencisi olmayabilir. Bu durumda söz konusu betim Aristoteles’e
referansta bulunmaz; betim katı belirtici olmaz.77
Bir an için betimleyici referansın iddiasını doğru kabul edelim. Bir özel adın
referansı betimler yoluyla sağlansın ve ad betim ile aynı anlama gelsin. Bu durumda özel
ad katı belirtici olmayıp, bütün mümkün dünyalarda farklı nesnelere referansta
bulunacaktır; sonuçta katı olmayan belirtici olacaktır. Bunun nedeni betimde verili olan
niteliklerin farklı mümkün dünyalarda farklı nesnelerle uyumlu olmasıdır. “Aristoteles
Platon’un öğrencisidir” ifadesini ele alalım. “Aristoteles” adı “Platon’un öğrencisi”
anlamına gelip referansını söz konusu betim yoluyla sağladığını varsayalım. Bu durumda
“Aristoteles” adı söz konusu betim ile uyumlu nesneye referansta bulunur. Ancak
76 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s.62-64
77 Colin McGinn, Philosophy of Language, s.42
21
Aristoteles’in Platon’un öğrencisi olmadığı mümkün dünyalarda olabilir; Aristoteles adı
başka nesnelere referansta bulunabilirdi.78
Görüldüğü gibi Kripke nesneleri sadece betimleyici özellikleri ile adlandırıldığını
kabul etmez. Çünkü bu varsayımı kabul ettiğimiz takdirde bu özellikler bizi bir yanılgıya
düşürür. O yanılgı şudur: Betimleyici özelliklerin nesnelerin bütün mümkün dünyalarda
tespit etmek için kullanılan nitelikler olması. Bu yanılgının sebebi ise apriori ve zorunlu
arasındaki epistemolojik ve metafizik karşıtlıktır. Kripke, betimin adlandırma ile aynı
olduğu düşüncesine karşı çıkar; bu düşünceye cevaben şunlar söyler: Mümkün
dünyalarda nesneler ‘ortaya çıkarılmaz’, şart koşulur; mümkün dünyalarda nesnelerin
ampirik imkanından çok mantıksal imkanından söz edilir. Buna bağlı olarak mümkün
dünyaların bütün niteliksel özelliklerinin verilmesine gerek yoktur. Ayrıca, nesnenin
mümkün dünyada sahip olduğu özelliklerin onun gerçek dünyada ayırt etmek için
kullanılan özelliklerle bir ilgisi yoktur.79
1.2.3. Mümkün Dünyalar Semantiği
Kripke’nin mümkün dünyalar semantiği ile ilgili düşüncelerini daha iyi
anlayabilmek için mümkün dünyalar kavramını açıklamayı gerekli gördük. Mümkün
dünyalar kavramını ilk kullanan filozof Leibniz’dir. Leibniz’e göre Tanrı’nın zihninde
pek çok mümkün dünya vardır. İçinde yaşadığımız evren bunlardan sadece birisidir.
Tanrı zihnindeki mümkün dünyalardan birini, dünyamızı aktüelleştirmiştir; yani
yaratmıştır. Mümkün dünyalar uzun yıllar sadece bir teodise ile ilgili bir kavram olarak
kalmıştır. Mümkün dünyalar kavramını teodise tartışmalarından farklı bir bağlama modal
mantık bağlamına David Lewis ve Kripke taşımıştır. Böylece onlar sayesinde mümkün
dünyalar felsefi bir karakter kazanmıştır. 80
Lewis’e göre yaşadığımız dünya dışında mümkün dünyalar vardır. Ancak bu
dünyalar kozmolojik değildir; bir olanaklar çokluğudur. Dolayısı ile Lewis de dünyalar
imkânlar şeklinde görülür. O, gündelik dil ışığında mümkün dünyaları şu şekilde
temellendirir: Nesnelerin olduklarından başka türlü olma yani olduklarından farklı türde
78 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s.73
79 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s.64
80 Christopher Menzel, “Possible Worlds”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy, 2016 Edition, (ed.
Edward N. Zalta), URL=.
22.04.2017
22
olma ihtimalleri vardır. Lewis’e göre gerçekte olduklarından farklı varoluş tarzları vardır;
nesnelerin farklı olma yolları ise mümkün dünyalardır.81
Kripke ise mümkün dünyaların tanımını şu şekilde yapar: “Mümkün bir dünya
kendisi ile ilişkilendirdiğimiz betimsel koşullarca verilendir. Mümkün dünyalar, ne karşı
karşıya geldiğimiz ne de teleskopla izlediğimiz uzak bir ülkedir.”82
Kripke, mümkün dünyalar görüşünü açıklamak üzere a priori ve zorunlu
kavramları arasında bir ayrım yapar. Kripke’ye göre a priori gerçekler, deneyimden
bağımsız olarak bilinen gerçeklerdir; ancak a priori gerçekleri bilmek zorunlu değil;
olumsaldır. Kripke a priori ve zorunlu kavramlarının farklı alanlara ait terimler oldukların
ifade eder. Ona göre, a priori epistemolojik bir kavram iken zorunlu kavramı metafizik
alana aittir; bu sebeple bu iki kavram aynı anlama gelmemektedir.83
Kripke’ye göre tikel önermelerde ve a priorilik ve zorunluluk birlikte olabilir ve
olmayabilir. Bu önermelerin durumuna göre değişebilir. Ancak Kripke için önemli olan
bu ikisinin bir arada olup olmadığı değildir; Önemli olan husus, a priori kavramının
epistemolojik bir alana, zorunlu kavramının da metafizik alana ait olduğunu görmektir.
Kripke a priori ve zorunlu kavramların mahiyetine dair önemli bir yanılgı vardır. Bu
yanılgı da şudur: Onları eş anlamlı kabul etmek. Bu eş anlamlılık yanılgısının iki nedeni
vardır. Bu iki neden şu düşüncelerle ifade edilir:
1) a priori bir ifade, deneyimden bağımsız olarak bilindiği için zorunlu
olmalıdır.
2) Bir ifade bütün mümkün dünyalarda doğru ise, zihindeki bütün mümkün
dünyalar gözden geçirilip ifadenin zorunlu ve a priori olduğu bilinir.84
1.2.4. İlk Adlandırma ve Nedensel Zincir
Kripke, özel adın göndergesinin betim vasıtası ile belirlenmesine karşıdır. Bu
durumda şunu sormalıyız: Eğer özel ada betim yoluyla referansta bulunmak mümkün
değilse, gönderge nasıl belirlenir? Kripke’ye göre özel adın göndergesi ilk adlandırma
sırasında belirlenir; bir nesneye ya da bireye ad veren kimse, o nesneyi gösterip “Bunun
81 David Lewis, Counterfactuals, Cambridge, Harvard University Press, 1973, s. 84
82 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s.57
83 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s.47-50
84 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s.51
23
adı …..dır” dediğinde o nesneni adı olur. İlk adlandırma sırasında nesne gösterimle ( i.
ostension ) adlandırılabilir ya da ada bir betim vasıtası ile referansta bulunulabilir.
Hesperus ( Akşam Yıldızı ) örneğini ele alalım. Bir kişi gökyüzünde Venüs’ü
gösterip “Buna Hesperus diyorum” veya “ Bunun adı Hesperus olsun” dediğinde bu gök
cismine bir ad verilmiş olur. Betim ile ad vermeye gelince “Akşam vakti gökyüzünde
görünen nesne” şeklindeki betim örneğini verebiliriz. Bu betimi kullanarak bu gök
cismine referansta bulunabiliriz. Bu açıdan Kripke’ye göre betimleyici referansın
uygulanabilirliği sadece ilk adlandırma esnasında mümkündür.85
Kripke’ye göre referans, ad veren kişinin kararı ile sınırlı değildir. Adın ne olduğu
kadar adın ne taşıdığı da önemlidir. Özel Adın bir referans olması için ad veren kişinin
kararından daha fazla bir şey gerekir. Başka bir değişle diğer insanlarda bu adı
kullanmalıdır. Başak insanların bu adı kullanmaları nedensel zincir denir. Nedensel zincir
yoluyla ad herkes tarafından bilinir ve kullanılır. 86 Ad, nedensel zincir yoluyla halkadan
halkaya geçtiğinde adı öğrenen kişi, bu adın göndergesinin neyi betimlediğini bilmese de
ada referansta bulunabilir.
1.2.5. Betimleyici Referansın Eleştirisi
Kripke, Frege’nin ve Russell’ın ileri sürdüğü betimleyici referans haklı eleştiriler
yapmaktadır. Bu eleştiriler üç kategori altında toplanabilir: Modal, epistemolojik ve
semantik argümanlar.87 Bu noktada şunu belirtmeliyiz: Kripke’nin amacı betimleyici
referansa karşı argümanlar geliştirmek değildir; betimleyici referansın özel adların
referansında nasıl yanıldığını ortaya koymaktır. Şimdi bu üç argümanı kısaca
açıklayalım.
I. Modal argüman konusunda şunu söyleyebiliriz. “Aristoteles” adınının
“Platon’un öğrencisi” betiminin kısaltması olduğunu varsayalım. Bu
durumda Aristoteles varsa onun Platon’un öğrencisi olması zorunludur.
Ancak Kripke’ye göre bu yanlıştır. Çünkü Aristoteles’in Platon’un
öğrencisi olmadığı ya da hiç felsefe ile uğraşmadığı mümkün dünyalar söz
konusudur. Betimleyici referansın iddia ettiği gibi bir özel ad betim ile
85 Bknz. 120. Sayfadaki 63 nolu dipnot, Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk
86 Bknz. 120. Sayfadaki 63 nolu dipnot, Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk
87 Nathan U. Salmon, Reference and Essence, Oxford, Basil Blackwell, 1982, s. 23-31
24
uyumlu nesneye referansta bulunuyorsa, Sokrates adı bütün mümkün
dünyalarda aynı bireye referansta bulunamaz.88
II. Epistemolojik argüman: Bu argüman modal argümana benzemektedir.
Kripke bu argümana dayanarak şöyle demektedir: Adı kullanan kişinin
adın göndergesi ile ilgili belirleyici bir betime sahip olması gerekmez.89
Epistemolojik argümana göre, konuşan kişi, adın göndergesi ile ilgili bir
betime sahip olmasa bile başarılı bir referansta bulunur. Bunu Gödel
örneği ile açıklayalım: “Gödel” adı “aritmetik eksikliği kanıtlayan kişi”
betimini ele alım. Gödel gerçekte aritmetik eksikliğ kanıtlamamış, delili
bir başkasından çalmış olabilir. Ancak Kripke’ye göre Gödel adını
kullanan kimse yine de başarılı bir referansta bulunur.90 Konuşucunun
başarılı bir referansta bulunması için zihninde adın göndergesi ile ilgili bir
betim olmasına gerek yoktur.
III. Semantik argümana göre ise, hem konuşanın zihninde gönderge hakkında
betimin olmadığı durumlar bulunabilir hem de yanlış betimler olduğu
durumlar olabilir.91 “Peano” adını ve “ şöyle olan postulatları keşfeden bir
matematikçi” betimini ele alalım. “Peano” adının söz konusu betim
anlamına geldiğini varsayalım. Bu durumda Peano, Dedekind’e yani
gerçekte söz konusu postulatları keşfeden matematikçiye referansta
bulunur ve Peano, Peano postulatlarını keşfetmiş olur. Çünkü “Peano” adı
Dedekind’e referansta bulunur ve aslında Peano postulatlarını o
keşfetmiştir. Kripke’ye göre bu yanlıştır.92
Kripke’nin semantik argüman ile modal argüman karıştırılmamalıdır. Modal
argüman, betimleyici referans doğruysa, bazı gerçeklerin olumsallığına dayanmaktadır.
Semantik argüman ise, referans ile ilgili bazı gerçeklerin olumsal olmadığını ya da en
azından betimleyici referans doğruysa adların olduğu şekilde olumsal olmadığını iddia
eder.93
88 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s.73
89 Christopher Hughes, Kripke: Names, Necessity and Identity, Oxford, Clarendon Press, 2004, s.13
90 Saul Kripke, Adlandırma ve Zorunluluk, s.109-111
91 Jeff Speaks, Kripke’s attack on descriptivism, 2005,
http://www3.nd.edu/~jspeaks/courses/mcgill/415/kripke-descriptivism.html#x1-90003.2 24.04.17
92 Christopher Hughes, Kripke: Names, Necessity and Identity, s.15
93 Christopher Hughes, Kripke: Names, Necessity and Identity, s.15
25
1.3. Gündelik Dilde Referans
Gündelik dil paradigmasına göre bir ifadenin anlamı onun kullanımına eşittir.
Gündelik dil filozofları anlamın kullanım olduğunu söyleyerek klasik felsefi problemleri
( özgür irade, zihin-beden ilişkisi, bilginin doğası vs.) çözmeye çalışmışlardır.94 Gündelik
dil filozofları referans problemini de kullanım ve bağlam çerçevesinde ele almışlardır.
Biz çalışmanın kapsamını belirlemek için sadece J. Searle’ün ve Strawson’ın görüşlerine
yer vereceğiz.
1.3.1. Searle: Söz Edimi Olarak Referans
Searle, özel adlar ve referans ile ilgili görüşlerini söz edimleri ışığında kendine
göre farklı bir tarzda ortaya koymuştur. Searle’e göre Frege’nin ortaya koyduğu özdeşlik
problemi referans ile ilgili postulatlarla ilişkili olarak ortaya çıkmıştır; referans ile ilgili
iki postulat vardır:
I. Varlık postulatı: Buna göre referansta bulunulan nesne ya da birey var
olmalıdır.
II. Özdeşlik postulatı: Buna göre bir yüklem, bir nesne için doğru ise nesne
ile özdeş olan şey için doğru olmalıdır.95
Searle’e göre varlık postulatı gönderge ile ilgili probleme yol açar. Bu problem
şudur: “ Altın Dağ yoktur” önermesinde “ altın dağ” ifadesi neye referansta bulunur?
Önermenin anlamlı olabilmesi için “altın dağ” ifadesinin bir göndergesi olması gerekir.
Ancak, ifadenin referansta bulunduğu bir nesnenin var olması halinde de önerme çelişkili
olur. Bu sebeple varlık postulatı paradoksa yol açmaktır. Ayrıca Searle varlık postulatı
ile ilgili olarak şu soruyu sorar: Sherlock Holmes ya da Noel Baba gibi kurgusal varlıklara
referansta bulunulabilir mi? Ona göre bu sorunun cevabı evettir. Kurgusal söylemde “
Holmes ünlü bir dedektiftir” ifadesi başarılı bir referansa sahiptir ve anlamlıdır. Ancak
gerçek dünya ile ilgili bir söylemde bu önerme anlamsızdır ve referansı başarısızdır. Söz
konusu önermenin kurgusal söylemde anlamlı olmasının sebebi, kurgusal dünyada
Holmes diye birinin var olmasıdır. Ayrıca Searle’e göre “Bayan Holmes” ifadesinin
94 Mitchell Green, "Speech Acts", The Stanford Encyclopedia of Philosophy, 2015, (ed. Edward N. Zalta),
URL 15.05.2017
95 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, (çev. R. Levent Aysever), Ankara, Ayraç
Yayınevi, 2000, s. 157
26
referansı başarısızdır. Çünkü kurgusal dünyada Bay Holmes hiç evlenmemiş ve Bayan
Holmes diye biri hiç var olmamıştır.96
Özdeşlik postulatına gelince, Searle onu şu şekilde açıklar: İki ifade aynı nesneye
referansta bulunuyorsa, bu iki ifade salva veritatede değiş-tokuş edilebilir. Searle’e göre
özdeşlik postulatı totoloji değildir; ancak yanlış bir şey ifade ettiği için probleme yol
açmaktadır. Ancak Searle özdeşlik postulatının yol açtığı problemlerden ayrıntılı bir
şekilde bahsetmez;97 varlık ve özdeşlik postulatına özdeşlik problemini çözeceğini
düşündüğü üçüncü bir postulat ekler.
III. Belirleme postulatı: Buna göre konuşan, bir nesneye referansta
bulunuyorsa onu diğer nesnelerden ayırt edecek şekilde belirlemelidir.
Başarılı bir referansın olabilmesi için konuşan, nesne hakkında sadece
onun için doğru olan betimleri iletmelidir.
Searle’e göre belirleme postulatı üç şekilde gerçekleşir:
1. İfade sadece bir nesne için yüklem vermelidir.
2. Sözcelem nesneyi bir bağlama yerleştirmelidir.
3. Sözcelem nesnenin belirlenmesini sağlayacak betimleri vermelidir.98
Searle referansla ilgili postulatları açıkladıktan sonra Frege’nin ortaya koyduğu
özdeşlik problemine çözüm için ad-gönderge ilişkisini inceler. Bu çerçevede kendinden
önce ortaya konmuş betimleyici referansı ve nedensel referansı eleştirir; iki görüşün de
metafiziksel patikalara yol açtığını belirtir. Bilindiği gibi nedensel referans adların anlamı
olmadığını ve sadece nesnelere işaret ettiğini iddia eder. Oysa Searle’e göre nedensel
referans, referansın nihai objelerine ve skolastik düşüncenin özcülüğüne yol
açmaktadır.99
Frege’nin ve Russell’ın ileri sürdüğü betimleyici referansa göre özel adlar kısa
betimlerdir; özel adın referansı betimler vasıtası ile sağlanır. Searle betimleyici referansı
birkaç açıdan eleştirir. İlk olarak Searle’e göre Russell’ın tersine belirli betimler kapalıdır;
96 John Searle, a.g.e., s.158-159
Latince ‘doğruyu/hakikati kurtarmak’ anlamına gelir. Eğer iki ifade, içinde bulundukları cümlenin
doğruluk değeri değişmeden yer değiştirebiliyorsa, bu ifadelerin salva veritate de ikame edilebilir
olduğu söylenir. Bknz: “salva veritate” http://www.philosophypages.com/dy/s.htm 27.12.16,
http://www.oxfordreference.com/view/10.1093/oi/authority.20110803100438896 27.12.16
97 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.160
98 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.160-161
99 John Searle, “Proper Names”, Reading in the Philosophy of Language, (ed. Peter Ludlow), London,
The MIT Press, 1957, s.588
27
Searle bu görüşünü temellendirirken Russell’ın örneklerinden ziyade Quine’nın
örneklerini kullanır; “ Beni ortalık yerde bıraktı” ve “ bunu erkek kardeşim için yaptım”
önermelerini inceler. Ona göre “ortalık yer” terimi herhangi bir şeye referansta
bulunmazken “erkek kardeşim” terimi bir bireye referansta bulunur. Searle, ilk önermeyi
değil; ikinci önermeyi sözcelemenin amacının referansta bulunmak olduğunu iddia
eder.100
Searle’e göre bu durumun birtakım sonuçları vardır:
1) İlk önerme ‘ seni nerde bıraktı?’ sorusunun cevabını vermemektir. Ayrıca
‘ortalık yer’ ifadesi bir ad öbeği değildir. Ancak ikinci önerme ‘Bunu kimin
için yaptın?’ sorusunun cevabını vermektedir.
2) Searle için önemli olan diğer husus, tekil referans ifadelerinin gönderge
amacıyla kullanımlarının koşullu olmalıdır.101
İkinci olarak Searle betimleyici referansın ‘Fransa Kralı keldir’ önermesi ile ilgili
görüşünü eleştirir. Ona göre betimleyici referansın iki hatası vardır: Birincisi, yüklemin
öznenin referansta bulunduğu nesne için yanlış olmasıdır. İkincisi ise, öznenin referansta
bulunduğu ve yüklemin doğru ya da yanlış olarak yüklenebileceği herhangi bir nesne
bulunmamasıdır.102
Üçüncü olarak Searle, betimleyici referansı söz edimleri açısından eleştirir. Ona
göre betimleyici referansın hatası şudur: Belirli betimlerle yapılan referansı, tek varlıkla
ilgili varoluşsal bir önermeyi kesinlemeyle aynıymış gibi ele almak. Bu sebeple Searle,
betimleyici referansı söz edimleri ile bağdaştırmaz; önerme edimi, edimsöz edim olan
kesinleme edimiyle karıştırılamaz.103
100 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.152
101 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.152
102 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.253
i. speech acts theory. Söz edimleri ilk olarak Austin tarafından ortaya konulmuştur. Daha sonra Searle
tarafından geliştirilmiştir. Söz edimleri teorisi anlam-kullanım ayrımına dayanmaktadır. Söz edimleri
teorisi açıklayıcı ve taksanomiktir; sözcüklerle yapılan faaliyetleri, sistematik bir şekilde
kategorileştirir, bunların nasıl belirlendiğini açıklar. Genel olarak söz edimleri iletişim edimleridir.
İletişim kurmak belirli bir tutumu ifade etmektir. Gerçekleştirilen söz edimleri ise ifade edilen tutumlara
karşılık gelmektedir. Örneğin bir ifade bir inancı, isteği, arzuyu dile getirir. Bir iletişim aracı olarak söz
edimi, dinleyici, konuşanın niyetini ve amacını tespit ederse başarılı olur. Ancak bazı söz edimleri
öncelikli olarak iletişim edimi değildir. Onlar, bağlamı etkileme fonksiyonuna sahiptir. Bknz: Ahmet
Cevizci, “Söz Edimleri”, Paradigma Felsefe Sözlüğü, 8. b, İstanbul, Paradigma Yayınları, 2013, s.
1447-1448, Kent Bach, “Speech Acts”, Routledge Encyclopedia of Philosophy: Philosophy of
Language, Version.1, London, Routledge, 1998, s. 384
103 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.254
28
Son olarak Searle, betimleyici referansın betimin adın anlamı olduğu iddiasını
da hatalı bulur. Ona göre betim, adın anlamı kabul edelim. O zaman adın özne konumunda
olduğu bir önermede, nesneye ilişkin doğru yüklem açıklayıcı olurken, yanlış yüklem ise
çelişkili olacaktır. Ayrıca, nesnenin değiştiği her durumda adın anlamı da değişecektir.104
Searle’ün özel adlar ve referansla ile ilgili özdeşlik probleminin çözümünden
bahsetmeden önce onun referansa temel olabileceğini düşündüğümüz görüşlerinden
bahsetmemiz gerekmektedir. Bu anlamda Searle referans ifadelerini dört kategoriye
ayırır:
1) Özel adlar
2) Belirli betimler
3) Ben, sen, şu gibi kişi zamirleri
4) Başbakan gibi unvanlar105
Searle’e göre referansta bulunmanın amacı, konuşanın referansta bulunurken
hakkında konuştuğu nesneyi diğer nesnelerden ayırt etmesidir. Bu noktada şu soruyu
sorar: Referans ifadeleri ile referansta bulunmanın koşulları nelerdir? Searle bu
sorununun cevabını araştırırken eksiksiz referans ( i. fully consummated reference ) ile
başarılı referans ( i. successfull reference ) arasında bir ayrım yapar. Eksiksiz referans,
hakkında konuşulan nesnenin açık seçik şekilde belirlendiği, belirleme postulatının
dinleyene iletildiği referanstır.106
Searle’e göre eksiksiz referansın sağlanmasının şartları nelerdir? Bunlar varlık ve
belirleme postulatı ile belirlenir. Bu anlamda referansın kullanımını yöneten yedi kural
olduğunu söyler. Bu kurallar şöyledir:
1) İletişimdeki girdi-çıktı kuralları geçerli olmalıdır.
2) Referans ifadesi bir cümle içerisinde sözcelenmelidir.
3) Referans ifadesinin içerisinde geçtiği cümle sözcelenirken edimsöz edim
yerine getirilmelidir.
4) Referans ifadesinin hakkında olduğu bir nesne olmadır. Ayrıca referans
ifadesi nesne hakkında belirleme betimi içermelidir.
5) Konuşan, referans ifadesini sözcelerken hakkında olduğu nesneyi diğer
nesnelerden ayırt etmelidir.
104 John Searle, “Proper Names”, s. 588; John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.261
105 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.162
106 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.163
29
6) Konuşan referans ifadesi ile nesneyi belirleme yöneliminde olmalıdır. Ayrıca
dinleyen de nesnenin belirlendiğini kavramaya çalışmalıdır.
7) Referans ifadesini yöneten anlam kuralları, bu ifadenin, ancak 1-6 kuralları
yerine gelmesi halinde belli bir bağlamda belli bir cümlede sözcelendiğini
söylemelidir.107
Searle betimleyici referansın betimlerin adın anlamı olduğu yönündeki iddiasını
eleştirir. Bu durumda şu soru gündeme gelir: Referansta bulunduğu nesnenin hiçbir
özelliğini belirtmeyen özel adlar nasıl başarılı bir referansta bulunur? Bu noktada Searle
Strawson gibi özel adların kullanımları arasında bir ayrım yapar. Ona göre genelde özel
adlar gönderge ile ilgili betimsel içeriğe sahip olmamasına rağmen özel adların
gönderimsel kullanımı, onların göndergenin bazı özelliklerine sahip olduğunu
varsayar.108
Searle’ün bu konudaki görüşü şudur: Betimleyici referans ile nedensel referans
arasında bir uzlaşma vardır. Filozof bu görüşünü özel adların gönderimsel kullanımına
dayandırmaktadır. Ona göre özel adlar referans için kullanıldıklarında bir anlama sahip
olmalıdır. Bunun nedeni ise belirleme postulatıdır. Belirleme postulatına göre konuşan,
adın yerine gönderge hakkında bir betim koyabilmelidir. Konuşanın adın yerine betim
ya da betimler koyamadığı durumlarda, kimin ya da neyin hakkında konuşulduğu
bilinemez.109 Ayrıca Searle özel adın anlamının mantıksal olarak göndergenin
özelliklerine bağlı olması gerektiğini söyler.110
Searle’e göre adın anlamını tek bir betim vermez; aksine betimler topluluğu verir.
Özel ad betimler topluluğu vasıtası ile referansta bulunur.111 Bu durumda konuşan kişinin,
referansta bulunduğu nesne hakkındaki betimi yanlış ise referans başarısız olmaz. Çünkü
referansı sağlayan tek bir betim değil, betimler topluluğudur.112 Bu durumu bir örnek
üzerinden açıklayalım. Felsefe öğrencisi Sevgi, Kant adını ‘Tragedyanın Doğuşu
kitabının yazarı’ betimi ile öğrenir. Ancak Kant’ın‘ Tragedya’nın Doğuşu kitabının değil,
Saf Aklın Eleştirisi kitabının yazarı olduğunu öğrenir. Bu durumdan Sevgi’nin Kant
hakkında bildiği her şeyin yanlış olduğu sonucu çıkmaz; dolayısı ile Sevgi’nin Kant adını
107 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.178-179
108 John Searle, “Proper Names”, s. 589-590
109 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.264
110 John Searle, “Proper Names”, s. 587
111 John Searle, “Proper Names”, s. 589
112 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.265
30
kullanarak yaptığı referans başarısız olmaz. Searle için burada önemli olan nokta şudur:
Tek tek betimlerin gönderge hakkında doğru ya da yanlış olması değil, betimler
topluluğunun gönderge hakkında doğru olmasıdır. Ona göre başarılı bir referans, sayısı
tam olarak belli olmayan yeterli miktarda betimler kümesi ile mümkündür.113
Searle nihai olarak ‘özel adlar bir anlama sahip midir?’ sorusuna iki cevap verir.
Eğer bu soru, özel adın nesnenin özelliklerini belirleyip belirlemediğini soruyorsa
Searle’ün cevabı hayırdır. Ancak bu soru, özel adın mantıksal olarak referansta
bulunduğu nesnenin özellikleri ile bağlantılı olup olmadığını soruyorsa, Searle’ün cevabı
evettir.114
Searle betimleyici referansı eleştirmesine rağmen, a=b formundaki özdeşlik
ifadesinin bilgi verici olması konusunda Frege gibi düşünmektedir. Ancak onu Frege’den
ve Russell’dan ayıran önemli nokta, özel adların betimlerin kısaltması olmaması
durumudur.
1.3.2. Strawson
Dil felsefesinde referans problemi ile ilgili olarak ele alacağımız son filozof
Strawson’dır. Gündelik dil filozoflarından Strawson referans ile ilgili görüşlerini
kullanım ve bağlam ekseninde açıklar; betimleyici referansı önemli noktalarda eleştirir.
Bu noktada şunu belirtmek gerekir: Strawson özellikle mantıksal özel ad ve gramatikal
özel ad ayrımı çerçevesinde Russell’ı eleştirir; Russell’ın çözmeye çalıştığı ‘Fransa’nın
kralı keldir’ gibi önermelerin anlamlı olup olmaması konusunu farklı bir açıdan ele alır.
Bu çerçevede Strawson öncelikle referans ifadelerini dört gruba ayırır:
I. Tekil gösterici ifadeler ( Bu, şu vs. )
II. Özel adlar
III. Kişi zamirleri ( Ben, sen vs. )
IV. Bir ismi izleyen betimleyici ifadeler ( Fransa Kralı vs. )115
Strawson’a göre referans ifadelerinin bu şekilde birbirinden ayırmanın üç yolu
vardır. Bunlardan ilki, bu ifadelerin yaptıkları referansın kaplamı ile sözcenin bağlamını
113 John Searle, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, s.265
114 John Searle, “Proper Names”, s. 592
115 P.F. Strawson, “On Referring”, Reading in the Philosophy of Language, (ed. Peter Ludlow), Cambridge,
The MIT Press,1997, s.335
31
ayırmaktır. Bu kriterin iki ayağı vardır: Ben, sen gibi kişi zamirleri, Waverly’in yazarı
gibi belirli betimler. İkinci yol, ifadelerin taşıdıkları betimleme güçlerinin farklılığıdır.
Burada Strawson’ın betimleyici anlam ile kast ettiği şudur: Genel özellikleri ima etmek.
Bu kriterin iki aracı vardır: Hiçbir betimsel içeriğe sahip olmayan, gündelik dilde
kullandığımız özel adlar ve yuvarlak masa gibi maksimum düzeyde betimleyici anlama
sahip olan adsıl ifadeler. Strawson tıpkı ilk iki yol gibi üçüncü yolu da iki kategoriye
ayırır. İlk kategoriye göre doğru referans ifadeleri, genel gönderimsel ve niteleyici
uylaşımlar tarafından belirlenmiştir. Bu kategoriye kişi zamirleri ve ad fonksiyonu gören
ifadeler girmektedir. İkinci kategoriye göre doğru referansiyel ifadeler, gönderimsel ve
niteleyici uylaşımlar tarafından belirlenmemiştir; her bir kullanım için ad hoc olan
uylaşımlar tarafından belirlenmiştir.116
Strawson anlam problemini incelerken ikinci olarak referans ifadeleri ve cümleleri
kendi içerisinde ayırır:
A1: Cümle
A2: Cümlenin kullanılışı
A3: Cümlenin sözcelenmesi
B1: Referans ifadesi
B2: Referans ifadesinin kullanılışı
B3: Referans ifadesinin sözcelenmesi117
Strawson aynı cümlenin farklı zamanlarda sözcelenmesi için A1’i kullanır.
Örneğin “Fransa’nın kralı bilgedir.” cümlesini ele alalım. Bu cümle farklı zamanlarda
farklı kişiler tarafından sözcelenmiş olabilir; biri 14. Louis zamanında başka biri 15.
Louis zamanında sözceleyebilir. Bu durumda bu kişiler farklı insanlar hakkında konuşup,
farklı doğruluk değerine sahip cümleler sözcelerler. Strawson’a göre A1 durumundaki
cümleler doğruluk değerine sahip değildir; cümleler belli bir kişi hakkında değildir.
Ancak A2 durumdaki cümleler hakkında sadece bir kişiden bahsetmek ya da doğru/yanlış
bir iddiada bulunmak için kullanıldığı söylenilebilir.118
Latince bir problem ya da durum için geçici çözüm anlamına gelmektedir. Felsefe literatüründe ise söz
konusu terim genellikle, bir teorinin kendisini yanlışlayan itirazları dikkate almak suretiyle kendisini
revize etmesi anlamında kullanılır. Bknz: Michael Proudfoot, A.R. Lacey, The Routledge Dictionary of
Philosophy, 4. b., New York, Routledge, 2010, s.6
116 P.F. Strawson, “On Referring”, s.353
117 P.F. Strawson, “On Referring”, s.340
118 P.F. Strawson, “On Referring”, s.341
32
Strawson referans ifadeleri ile ilgili olarak şunları söylemektedir: Bir referans
ifadesi doğruluk değerine sahip değildir; çünkü doğruluk değerinin taşıyıcısı cümlelerdir.
Referans ifadeleri sadece bir kişiye referansta bulunmak için kullanılır. Ancak B1
durumdaki bir referans ifadesinin belli bir kişiye referansta bulunmasından
bahsedemeyiz. Aynı referans ifadesinin, tıpkı A2 durumundaki bir cümlenin farklı
kullanımları olması gibi farklı referans kullanımları olabilir. Referansta bulunmak, bir
kişinin referans ifadesini kullanması ( B2 ) ile mümkün olur. ‘Fransa Kralı’ ifadesini ele
alalım. Bu ifade B1 durumunda belli bir kişiye referansta bulunmasından bahsedemeyiz.
Ancak belli bir bağlamda kullanıldığında bir kişiye referansta bulunmasından
bahsedebiliriz.119 Strawson A1 ve B1 durumundaki cümleler ve ifadeler için tip
kelimesini kullanır. Ona göre tipler, tiplerin kullanımları (A2, B2 ) ve tiplerin
sözcelenmeleri ( A3, B3 ) için aynı şeyler söylenemez.
Strawson anlam konusu ile ilgili şunları söylemektedir: Anlam, tiplerin
kullanımının bir fonksiyonudur. Bir cümlenin ( A2) anlamını vermek, cümlenin doğru ya
da yanlış bir iddiada bulunmak için kullanımına yön vermektir. Bir referans ifadesinin (
B2) anlamın vermek ise, belli bir kişiye ya da nesneye referansta bulunması için
kullanımına yönlendirmektir.120 Ancak bununla birlikte Strawson’a göre bir ifadenin
anlamının referansta bulunduğu obje ile belirlenemez; cümlenin anlamı da doğruluk
yanlışlık iddiası ile ortaya konamaz. Ona göre bir ifadenin ya da cümlenin anlamı,
referansta ya da doğru/yanlış iddiada bulunmak için kullanımı belirleyen şartlar,
uylaşımlar ile belirlenir.121
Strawson’a göre bir ifadenin kullanımı belirleyen uylaşımlar, ifadenin anlamını
verir. Bir cümle bir kişi ya da nesne hakkında olduğunda doğru ya da yanlış bir iddiada
bulunur. Bir cümle hiçbir şey hakkında olmasa da sözcelendiğinde, cümlenin kullanımı
gerçek kullanım değildir. Strawson böyle kullanımların uygun olmadığını ifade eder.122
Strawson anlamla ilgili düşüncelerini açıkladıktan sonra “Fransa’nın kralı âlimdir”
cümlesini inceler. Ona göre söz konusu cümle anlamlıdır; belli durumlarda bir şeyin
doğru ya da yanlış olduğu iddiası ile kullanılabilir. “ Fransa kralı” ifadesi de belli
durumlarda bir bireye referansta bulunabilir. Söz konusu cümlenin ve ifadenin anlamını
119 P.F. Strawson, “On Referring”, s.342
120 P.F. Strawson, “On Referring”, s.342
121 P.F. Strawson, “On Referring”, s.343
122 P.F. Strawson, “On Referring”, s.344
33
bilmek de bu durumların ne olduğunu bilmektir. Dolayısıyla cümlenin hiçbir kişiye
referansta bulunmadan sözcelenmesi cümleyi anlamsız yapmaz; sadece cümle doğru ya
da yanlış bir iddiada bulunmada başarısız olur. Bunun sebebi de cümlenin yanlış
kullanımıdır.123 Sonuç olarak değerli ifadeler kullanılarak referansta bulunulduğu iddia
edilebilir ya da herhangi bir şeye referansta bulunmadan hataen referansta bulunulduğu
iddia edilebilir. “Fransa’nın kralı âlimdir” cümlesi bunun örneğidir.
Strawson’ın referans ile ilgili görüşlerinin temelinde önemli bir ayrım yer alır.
Öncelikle ifadelerin kullanımlarını iki kategoride ele alır.
I. Referansta bulunmak için bir ifadeyi kullanmak
II. Belirli özelliklere sahip bir kişi olduğu konusunda iddiada bulunmak
Strawson bu ayrıma paralel olarak cümlelerin kullanımlarını da iki kategoride ele
alır.
I. Bireye ya da nesneye referansta bulunmak için kullanılan ifadeleri
kapsayan cümleler
II. Sadeece varoluşsal cümleler ( Uniquely existential sentences )
Strawson’a göre Russell’ın hatalı olmasının nedeni, 1. grup cümleleri 2. grup
cümlelere dönüştürmesidir. Betimleyici referans, bir ifadenin söyleyebileceği şey ile
onun belli bir kullanımın söylediği şey arasındaki ayrımı temellendirmede ve ifadenin
referansiyel kullanımını anlamada hataya düşmüştür.124
Strawson cümlelerin anlamını belirleyen lengüistik kurallar hakkında şunları
söyler: Dili kullanmamızın amacı, kişiler, olaylar ve objeler hakkında gerçekleri ifade
etmektir. Bu çerçevede iki soru önemlidir: Ne hakkında konuşuyorsun? Onun hakkında
ne söylüyorsun? Bu sorular anlamı oluşturan lengüistik kuralları belirler. Strawson’a
göre ilk soru referans kuralları, ikinci soru niteleme kuralları ile ilgilidir. Bu kuralları
referans kuralları ve niteleme kuralları şeklinde ayrılır ve bu ayrım önemlidir. Çünkü bu
ayrım klasik metafizik problemlerin çözümünü sağlar. Strawson’a göre bir gerçeği, olayı
ya da olgu durumunu ifade etmek için referans ve niteleme kurallarını uygulama
zorunluluğu transandantal bir açıklamayı gerektirmez. Bir kelimenin niteleme ve referans
kuralları arasındaki lengüistik ayrım, gündelik dilin farklı fonksiyonlarının belirlediği
123 P.F. Strawson, “On Referring”, s.346
124 P.F. Strawson, “On Referring”, s.349
34
analiz edilebilir ifadeler sunmasına yol açar. Bu ayrımı kavramama töz-ilinek, tikel-tümel
gibi felsefi belirsizliklere neden olur.125
Strawson’a göre referans kuralları, referansın ne olduğunu ve referansın yönünü
gösterecek araçlardır. Bu araçlar içinde bağlam oldukça önemlidir. Strawson bağlam ile
şunları kastetmektedir: Zaman, mekân, durum, konuşanın kimliği, konuşmanın konusu,
konuşan ve onun sözünü ettiği kişilerin geçmişleri. Ona göre bağlam lengüistik
uzlaşımdır; ifadelerin referans olarak kullanımları uygun bağlamsal şartları gerektirir.
Bir ifadenin referans kurallarına göre doğru kullanımı, ifadenin niteleyici kullanımından
daha önemlidir. Söz konusu zorunluluk konuşanın ve sözcenin bağlam ile kesin bir
şekilde ilişkilendirilmesini gerektirir. Strawson bu bağlamsal gerekliliği “ben” kelimesi
üzerinden açıklar. Ona göre “ben” kelimesinin sınırı ile ilgili bağlamsal gereklilik,
konuşan ile aynı kişi olmasıdır.126
Strawson’a göre mantıkçı paradigmayı savunan filozoflar, ifadeyi referans için
kullanırken bağlamı ve uylaşımı ihmal ederler; bu ihmalin iki sebebi vardır:
I. Mantıkçı filozofların tanımlarla meşgul olmalarıdır. Tanım ifadenin
niteleyici kullanımının sınırlarının belirlenmesidir. Tanımlar uylaşımı
dikkate almaz. Mantıkçı filozoflar bir ifadenin anlam analiz ederken
tanımlarla ilgilendikleri için uzlaşımı ihmal ederler ya da yanlış
yorumlarlar.
II. Mantıkçı filozofların ideal dillerle ilgilenmesidir.
Strawson referansla ilgili görüşlerinden hareketle betimleyici referansı özellikle
de Russell’ı eleştirir. Strawson’a göre Russell’ın hatası, “Fransa’nın kralı âlimdir” gibi
cümlelerin özne yüklem formunda olmadığını düşünmesidir ve mantıksal özel adları
belirli betimlerden ayırmasıdır. Oysa Strawson mantıksal özel adlarla belirli betimlerin
referans ifadesi olmadığını söyler.127
Strawson’a göre Russell tipler ve tiplerin kullanımı arasındaki farkı anlamadığı
için hata yapar. Russell B1 ve B2 arasındaki farkı görememiş, ifade ile ifadenin kullanımı
arasında bir ayrım yapmamıştır. Bu sebeple anlam ve referansı karıştırmıştır.128
125 P.F. Strawson, “On Referring”, s.350-351
126 P.F. Strawson, “On Referring”, s.351-352
127 P.F. Strawson, “On Referring”, s.339
128 P.F. Strawson, “On Referring”, s.343
35
İKİNCİ BÖLÜM
DİN DİLİNDE REFERANS
2.1. Din Dilinin Mahiyeti
Dini inançların dili anlamına gelen din dili ifadesi (i. religious language ) çağdaş
din felsefesi çalışmalarında en yaygın kullanımlarından biridir. Ancak bu deyimin yerine
Tanrı hakkında konuşma (i. talk about God) ve teolojik dil (i. theological language)
tabirleri de kullanılmaktadır. Temelde dini ifadelerin anlam ve geçerliğini konu olan din
dili, çağdaş felsefede pozitivist filozofların “doğrulama” tehditleriyle birlikte, din
felsefesinin önemli problemlerinden biri haline geldi.129 Din felsefesinde din dili ile ilgili
üç problem tartışılmaktadır. Bu problemler şunlardır:
I. Yüklemleme problemi. Bu problem, Tanrı hakkında kullanılan terimlerin
anlamı ile ilgilidir.
II. Doğrulanabilirlik problemi, empirik dünya ile dini önermeler arasındaki
ilişkisi bağlamında dini ifadelerin anlamlı olup olmaması problemidir.
III. Referans Problemi ise din dilinde kullanılan ifadelerin lengüistik konumu
ve referansta bulunma imkanı ile ilgilidir.130
İlk problem yüklemleme problemi olarak da adlandırabileceğimiz Tanrı hakkında
kullanılan terimlerin anlamı problemidir. Esasında bu problem, dilin yapısının ve anlam
kaynaklarının Tanrı’nın realitesine uygun olup olmamasından kaynaklanmaktadır. Bir
başka deyişle, bu problem, aşkın bir Tanrı hakkında konuşmanın nasıl mümkün olduğu
ile ilgilidir.131Açıkçası teşbihî dil yani insani nitelikleri dile getiren bir dil olmadan Tanrı
hakkında konuşmak mümkün değildir. Ancak Tanrı hakkında teşbihî bir dil kullanmak
129 Turan Koç, Din Dili, 3.b., İstanbul, 2012, İz Yayıncılık, s.15
130 Mark Wynn, “ Religious Language” Companion Encyclopedia of Theology, (ed. Peter Byrne, Leslie
Houlden ), New York, Routledge, 1995, s.413
131 Koç, a.g.e., s. 26
36
da antropomorfik bir Tanrı anlayışına kapı aralar. Bununla birlikte Tanrı’nın mahlûkata
benzemezliği ilkesi gereğince O’nun hakkında olumlu bir cümle kurmanın mümkün
olmadığı esasına dayalı olan tenzihî dili kullanmak da agnostisizme yol açmaktadır.
Din dilinde kullanılan terimler kaçınılmaz olarak insani terimlerdir. Bu sebeple
antropomorfizmden kaçınmak için bu terimlerden insani anlamı çıkarmak gereklidir. Bu
din dilinin analojik kullanımıdır.132
Teşbihi dil ile tenzihi dil arasında orta nokta olan analojik dil hem ortaçağ
filozoflarınca hem de çağdaş din filozoflarınca savunulmuştur. Din dilinin analojik
kullanımını ile ilgili olarak Ortaçağ teologlarında Aquina’lı Thomas benzer anlamlılık
kuramını geliştirmiştir. Buna göre bir terim hem insan için hem de Tanrı için
kullanıldığında, aynı anlamda ( i. univocally ) kullanılmamıştır; aynı şekilde tamamen
farklı anlamda ( i. equivocally ) da kullanılmamıştır; ancak benzer anlamda kullanılmıştır.
Aquinas dilin bu şekilde benzer anlamda kullanılmasını, ilahi hikmet ve beşeri hikmet
arasındaki benzerliğe dayandırmaktadır.133
Din dilinde yüklemleme problemi bağlamında çağdaş din filozoflarından
William Alston ise Tanrı hakkında literal anlamda konuşulabileceğini iddia etmektedir.
O hakiki konuşmayı kısmi literalizm diyebileceğimiz sınırlı aynı anlamlılık ( i. partical
univocity ) ile mümkün kılmaktadır. Tanrı hakkında konuşmada sınırlı aynı anlamlılığı
sağlamak için terimlerin fonksiyonalist anlamlarını göstererek onları hem Tanrı’ya hem
insana yüklemektedir.134
Din dilinde ikinci problem, esasında din dilinin imkânı problemidir. 20.yy’da
mantıkçı pozitivist olarak bilinen bir grup filozof din dilinin yani Tanrı hakkında
konuşmanın imkânını ortadan kaldıracak iddialarda bulundular. Bu filozoflar anlamı
deneysel gözlemle ilişkilendiren bir teori geliştirdiler; önermelerin anlamlı olmasını
doğrulanabilirlik ilkesi çerçevesinde değerlendirdiler.135
Schlick’in ilk şeklini ortaya koyduğu doğrulanabilirlik ilkesine göre, bir önerme
empirik olarak doğrulanabilirse anlamlıdır; önermenin doğrulama durumları bilindiği
132 Koç, a.g.e., s.68-69
133 Rahim Acar, “Dini Dil” Din Felsefesi Seçme Metinler, Micheal Peterson, Williiam Hasker vd., ( çev.
Rahim Acar, Nebi Mehdiyev vd. ), İstanbul, Küre Yayınları, 2013, s. 513-514
134 Ömer Faruk Özdemir, William Alston’ın Din Dili Görüşü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013, s: 21-22
135 C. Stephen Evans, ‘Din Dili Problemi’, (çev. Ferhat Akdemir), OMÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, s:254-
257
37
takdirde önermenin anlamı bilinir.136 Wittgenstien da Tractatus adlı eserinde “bir tümceyi
anlamak o doğru olduğunda neyin olduğu gibi olduğunu bilmektir”137 diyerek doğrulama
ilkesini anlamlılığın şartı olarak ortaya koymuştur. Ayer ise bir önermenin anlamlı
olmasının onun hangi şartlar altında hangi empirik deneyim ile doğrulabileceğini
bilinmesine bağlı olduğunu söylemiştir.138
Viyana Çevresi filozofları, geliştirdikleri doğrulanabilirlik ilkesi ile birlikte
metafizik önermelerin anlamsız olduğunu iddia eder. Ayer’e göre, Tanrı hakkındaki
önermeler, ne doğru ne de yanlış olabilen önermelerdir. Bu sebeple metafizik önermelerin
bilişsel içeriği yoktur.139 Carnap ise “ide, mutlak, sonsuz, var olanın-varlığı, var olmayan,
kendinde nesne, mutlak tin, objektif tin” gibi filozofların kullandıkları kavramların
mantığın kabul edeceği bir sentaksa sahip olmadığını ve filozofların onlara yükledikleri
metafiziksel anlamların ya da betimlerin sözcelerin doğruluk şartlarını taşımadığını iddia
etmektedir.140
Viyana Çevresi filozoflarının doğrulanabilirlik ilkesi ile ilgili şunları
söyleyebiliriz: Mantıkçı pozitivist filozofların en büyük çıkmazı, dar anlamda kognitif
tecrübe anlayışını kabul etmesidir. Bu, dilin işlev göreceği sınırlı bir alan olduğu
kabulüne dayanmaktadır.141
Din dilinde tartışılan üçüncü probleme geçmeden önce din dilinin mahiyeti ile
görüşlerimize yer vermek istiyoruz. Kanaatimizce din dili betimleyici bir karakter
taşımaz. Bu sebeple onun kognitif içeriğinden bahsedemeyiz. Din dilinde kullanılan
ifadeler, empirik değildir, empirik doğrulama ile analiz edilemez. Din dilinin kendine
özgü anlam kriterleri vardır; aynı şekilde kendine has mantıki kriterleri vardır. Bütün
dinleri içeren bir din dilinden bahsedemeyiz; belli bir kültüre ait, özel adı olan bir dinin
kendi dini söyleminden bahsedebiliriz.
136 William T. Blackstone, Dinsel Bilgi Sorunu: Felsefi Çözümlemelerin Dilsel Bilgi Sorununa Etkileri, (
çev. Tuncay İmamoğlu ), İstanbul, Ataç Yayınları, 2005, s.17
137 Ludwing Wittgenstien, Tractatus Logico-Philosophicus, (çev. Oruç Aruoba), 7.b., İstanbul, Metis,
2013, s.51
138 Alferd Jules Ayer, Dil Doğruluk Mantık, 3.b. İstanbul, Metis, 2010, s.13
139 Ayer, a.g.e., s.92
140 Roudolf Carnap, “Metafiziği Dilin Mantıksal Analiziyle Aşma”, Viyana Çevresi içinde, (çev. Zeki
Özcan), Ankara, Birleşik Yayınları, s.130-132
141 Koç, a.g.e., s.149
38
2.2. Din Dili ve Referans
Din dili problemi yukarıda ifade ettiğimiz gibi dini ve metafizik önermelerin
anlamlı olup olmaması problemi olarak ele alınmaktadır. Ancak özel adların ve belirli
betimlerin referansı problemi din dilini de etkilemektedir. Bu noktada din dilinde
kullanılan referans ifadeleri ile ilgili problem, dini ifadelerin anlamı probleminden
ayrılmaktadır.
Dil felsefesindeki referans problemi, din dili söz konusu olunca birçok soruyu
beraberinde getirmektedir: Dini referans ifadeleri referansta bulunur mu? Dini ifadeler
referansta bulunursa, dini ifadelerin başarılı referansını hangi referans görüşü ile
açıklayabiliriz? Din dilinde başarılı ve başarısız referans ayrımı mümkün müdür?142
Din dilindeki referans ifadeleri, ilahi varlığa ve diğer aşkın varlıklara ( melek,
şeytan vs. ) referansta bulunmayı amaçlar. Ancak bu durum birtakım zorlukları
beraberinde getirir. Çünkü dini referans ifadelerinin göndergesini empirik yolla
belirlemek zordur.143 Ayrıca dini referans ifadelerinin semantik anlamın olması birtakım
teolojik ve felsefi problemlere yol açmaktadır.
Dil felsefesinde referans ile ilgili olarak ortaya konan yaklaşımlardan hareketle
şunu diyebiliriz: Dini referans ifadelerinin lengüistik konumuyla ilgili olarak iki
alternatif söz konusudur. Dini referans ifadeleri ya özel addır ya da betimsel bir içeriğe
sahip bir tanımdır. Dini referans ifadelerinin özel ad olduğunu varsayalım. Bu durumda
bu ifadeler konvansiyonel bir etiket olmanın ötesinde adlandırdığı şeye bağlı bir gerçeklik
ifade eder. Aksi durumda, dini referans ifadeleri özel ad değilse betim ya da betimin
kısaltması olarak kullanılmaktadır.144
Dini referans ifadelerinin özel ad olduğunu değil, betimsel içeriğe sahip bir
kavram olduğunu varsayalım. Bu kavramı dış dünyada bir gerçekliğe delalet eden bir
aracı olarak görürsek, ifadenin semantik anlamından bahsetmek mümkündür. Ancak bu
durumda o şeyin varlığını ispat etmek zorunda kalırız.145
Dini referans ifadelerinin lengüistik konumu ile ilgili belirsizlik, bu ifadeleri
kullanan kimseler açısından farklılık arz etmektedir. Bu açıdan bu ifadeleri kullananları
iki kategoride ele almak mümkündür. Birinci kategoride vahye muhatap olan ve kutsal
142 James F. Harris, Analytic Philosophy of Religion, London, Kluwer Academic Publishers, 2002, s.70
143 Harris, a.g.e., s.73
144 Koç, a.g.e., s.34
145 Koç, a.g.e., s.34
39
kitapların kaynağı konumunda peygamberler vardır. İkinci kategoride ise, dini dil
kullanmak suretiyle dini tecrübe yaşamamış inanan insanlar vardır.146
Peygamberler vahiy tecrübesini yaşadıkları için ilahi varlıkla doğrudan bir ilişki
içine girerler. Bu sebeple referans ifadeleri onlar için özel ad konumundadır. Ancak
inanan insanlar açısından referans ifadelerinin lengüistik konumu ile ilgili olarak iki farklı
görüş vardır. Birincisine göre inanan kişi, her ibadetinde ilahi varlıkla karşılaşmakta ve
dini tecrübe yaşamaktadır. Bu sebeple dini referans ifadeleri onlar için de özel ad
statüsündedir.
İkinci görüşe göre, böyle bir dini tecrübe söz konusu değildir. Dolayısıyla inanan
kimse ilahi varlığı kutsal kitapta kendisine atfedilen sıfatlar yoluyla bilebilir. Bu durumda
dini referans ifadeleri tanım ya da betim konumundadır.147
Dil felsefesinde referans problemiyle ilgili olarak betimleyici referans, nedensel
referans, söz edimleri olarak referanstan bahsetmiştik. Bu görüşlerin din dili açısından
değerlendirdiğimizde, bu görüşlerin sağladığı olanaklardan ya da yol açtığı
problemlerden bahsetmek mümkündür. Bu amaçla söz konusu referans yaklaşımlarının
din dilindeki referans problemine sundukları alternatif çözümleri ve bu çözümlerin
sonuçlarını inceleyelim.
2.2.1. Betimleyici Referans ve Din Dili
Betimleyici referans ile birlikte dil felsefesinde referans tartışması başlamıştır;
özel adların anlamının olup olmadığı, göndergelerinin nasıl belirlendiğini tartışılmıştır.
Bilindiği gibi betimleyici referans, ad ile göndergesi arasındaki ilişkiyi betimler
üzerinden açıklar. Betimleyici referansa göre özel ad, semantik anlama ve betimsel
içeriğe sahiptir; özel adın göndergesi betimler vasıtası ile belirlenir; özel ad, betim ile
uyumlu nesneye referansta bulunur. Öyleyse betimleyici referansın din dili açısından
önemi nedir? İlahi adları betimleyici çizgide düşünebilir miyiz? Din dilini betimleyici
çizgide ele almanın bize sağladığı olanaklar nelerdir?
Din dilindeki referans ifadelerinin betimleyici çizgide olduklarını varsayalım. Bu
çerçevede Musa adını ele alalım. Konuşan, “Musa” adını kullandığında dinleyici ona
146 Koç, a..g.e., 35
147 Koç, a.g.e., s.35
40
“Kimin hakkında konuşuyorsun” diye sorar. Bu durumda konuşan kişi belirli betimler
içeren cevaplar verir: “ Kızıl denizi ikiye ayıran adam” “ Sazlıklarda gizlenmiş bebek”148
Konuşan kişi bu belirli betimler sayesinde başarılı bir referansta bulunur.
Felsefe tarihine baktığımızda, çoğu filozof din dilinde referansı betimleyici
çizgide ele almıştır; iman objesi değil, rasyonel bir ilke olarak ele aldıkları ve ilk
muharrik, monadların monadı gibi farklı adlarla adlandırdıkları Tanrı’nın semantik bir
anlamının olduğunu iddia etmiştir. Nitekim din felsefesi literatürü bunu kanıtlar
niteliktedir. Filozofların din dilinde referansı betimleyici çizgide düşünmelerinin sebebi
şudur: Tanrı kelimesi kullanıldığında, kişi zihninde beli bir nesneye referansta
bulunamaz. Tanrı kelimesi katı belirtici olarak kullanılamaz.149
Çağdaş din filozoflarından Jerome Gellmon’a göre filozofların Tanrının katı
belirtici olamayacağı varsayımının iki sebebi vardır. Bu sebeplerden ilki şudur: Bazı
filozoflar tanrının var olduğunu ve bu sebeple onun betimsel bir içeriğinin olduğunu
varsaydı. İkinci sebep ise şudur: Filozofların Tanrıyı bilme tarzı Russell’cı
epistemolojiden etkilenmiştir. Tanrı teriminin semantik bir anlamının olması gerektiğini
söyleyen filozoflar şunu iddia ettiler: Konuşan, Tanrıyı algılamadığı için Tanrı katı
belirtici olamaz.150 Ancak bu iddia algılamayı duyumsal olarak ele aldığımızda geçerlidir.
Nitekim çağdaş din filozofu William Alston ilahi varlığın duyumsal olmayan bir yolla
algılanabileceğini iddia etmektedir.151
2.2.2. Nedensel Referans ve Din Dili
Bilindiği gibi nedensel referansa göre özel adın betimsel bir içeriği yoktur; özel
adın göndergesi betimler yoluyla belirlenmez; aksine ilk adlandırmaya dayanan nedensel
ve tarihsel bir zincir yoluyla belirlenir. Nedensel referans, göndergeyi belirleyen betimleri
reddeder; başarılı bir referans göndergenin niteliklerinden bağımsızdır.
Nedensel referansın din diline etkisi nedir? Nedensel referansın, din dilinde
referans problemine ilişkin sunduğu bazı imkânlar vardır. Betimleyici referans, tarihi
148 Harris, a.g.e., s.71
149 Jerome I. Gellman, “Naming and Naming God”, Religious Studies, Vol.29, No:2, 1993, s.214
150 Gellman, a.g.m., s.214
151 William Alston, “Tanrı’nın Algılanması olarak Dini Tecrübe”, Din Felsefesi Seçme Metinler, Micheal
Peterson, Williiam Hasker vd., ( çev. Rahim Acar, Nebi Mehdiyev vd. ), İstanbul, Küre Yayınları, 2013,
s. 81
41
dinin temellerini sarsar. Ancak nedensel referans, dinin tarihi geçerliliğini sağlar.152
Nedensel referans bunu şu şekilde gerçekleştirir: Ona göre, bir özel adın göndergesini
belirlemek için nedensel zincirin ilk halkası olan ilk adlandırmaya ulaşan tarih süreç
gereklidir. Bu gereklilik, dinin tarihini vermesi açısından önemlidir. Din dilinde nedensel
referansın dikkate alınması sadece din dili problemini çözmesi açısından değil, aynı
zamanda dini hayat için de önemlidir.
Din dilinde kullanılan referans ifadelerinin göndergeleri nasıl belirlenir? Bu
noktada en önemli problem, dini ifadelerin referansta bulunduğu objelerin empirik olarak
algılanamamasıdır. Nedensel referansa göre ilk adlandırmada, göndergenin belirlenmesi
gösterim ( ostension ) ile olur. Ancak burada algılamada söz konusudur. Bu durumda şu
soru sorulmalıdır: İlk adlandırmada algılama olmaksızın bir özel ad katı belirtici olarak
kullanılabilir mi? Bu soruya olumlu cevap vermek mümkündür. Nedensel referansa göre,
geçmişte, gelecekte ve şuan adlandırılan obje algılanmadan sağlanabilir. Objeden ad
koyucuya bir patika varsa ve ad koyucu bu patika vasıtası ile objeye referansta
bulunuyorsa, referans başarılı olur.153
Din dilinde referans patikası nasıl elde edilir? Dindar insan, ilahi varlıklar ilgili
herhangi bir betime sahip olmadan onun adını öğrenir. Kendinden önce kurulmuş olan
referans pratiğini kullanarak başarılı referansta bulunur. Bu durum katı belirtici olmanın
sağladığı bir imkândır: Kurulmuş referans pratiğini kullanarak referansta
bulunabilmek.154 Yaşayan dinlerde ilahi varlıkların adları betimleyici çizgide
kullanılmaz; betimle uyumlu olan nesneye referansta bulunmaz. Aksine katı belirtici
olarak kullanılır. İlahi adları katı belirtici olarak vasıflandıran şey, verilen patika yoluyla
belirli bir varlığı ayırma niyetiyle kullanılmasıdır.155
Bu durumda şu soru karşımıza çıkar: İlahi varlığa giden referans patikası nasıl
kurulur? Söz konusu patika ibadetler ve dini pratiklerle sağlanır. Mucizeler ve yaratılış
buna örnek verilebilir. İnanan kişi mucizeyi deneyimler; ilahi varlık bu mucizenin
müsebbibi olarak ayırt edilir. Diğer bir patika da yaratılış ile sağlanır. İnanan kişi, ilahi
varlığı dünyayı yaratan kişi olarak ayırt edebilir.156
152 Harris, a.g.e., s.73
153 Gellman, a.g.m., s.205
154 Gellman, a.g.m., s.211
155 Gellman, a.g.m., s.209
156 Gellman, a.g.m., s.216
42
Din dilinde referans problemini çözmek için nedensel referansı dikkate alan
William Alston’a göre dindar insan ilahi varlığa referansta bulunmak için betimlere
ihtiyaç duymaz. Dindar insan referansı, dini cemaatin tecrübeleri ile kuracaktır.157
Buradan hareketle şöyle diyebiliriz: Tevrat’ın Yahova’sı, İncil’in Jesus Christ’ı ve
Kur’an’ın Allah’ı ontolojik birey statüsündedir. Her biri özel addır; semantik bir anlama
sahip değildir. 158
Bu noktada şu soru karşımıza çıkmaktadır: İlahi adların semantik bir anlamının
olmamasının sonuçları nelerdir? Bu anlamda din felsefesinde kullanılan “Tanrı”
kelimesinin kullanımı çelişkilidir. Tanrı kelimesinin dindar insanın zihninde bir
göndergesi olmadığı için dini iletişimde kullanılamaz. Dinlerin iman objeleri kendine has
nitelikleri olan birer şahıstır. Dinlerin iman objesi ve özel adı olan ilahi varlıklar tanrı gibi
tümel bir kavramla ifade edilemez; niteliklerinden ve eylemlerinden bağımsız olarak
genellik içerisinde düşünülemez. Bu anlamda din felsefesinde bütün dinlerin iman
objesine referansta tanrıdan değil, kendini dini ritüeller sistemi içerisinde ben diye tanıtan
ve özel adı olan inanç objelerinden bahsedebiliriz. 159
Bu durumda dini iman objelerinin lengüistik konumu nedir? İnanç objeleri
yukarıda ifade ettiğimiz gibi birer özel addır; Allah, Kur’an’da nitelikleri belirtilen ilahi
varlığa, Yahova, Tevrat’ta belirtilen ilahi varlığa, Jesus Christ ise İncil’de belirtilen ilahi
varlığa referansta bulunur. Felsefe tarihine baktığımızda genellikle filozoflar, özel ad olan
Allah, Yahova, Jesus Christ’ı ifade etmek için “Tanrı” terimini kullanmışlar; semantik
bir anlamının olduğu varsaymışlardır.160
Bu noktada şunu diyebiliriz: Quine’nin “çevirinin imkânsızlığı” 161 ilkesi
çerçevesinde din dilindeki ifadeler intersubjektiftir. Bir kültürün tasavvurlarının başka
bir dile çevrilmesi, indirgeyiciliktir.162 Bu anlamda Kur’an’ın Allah’ını ait olduğu dini
gelenekteki tasavvurları koruyarak başka bir dile çevirmek imkânsızdır; O’nu başka bir
terimle ifade etmek imkânsızdır.
157 William Alston, “Referring to God”, International Jurnal for Philosophy of Religion, Vol.24, No.3,
1998, s. 126
158 Zeki Özcan, “Din Felsefesinin Felsefesi”, Geleneksel ve Çağdaş Metinlerle Din Felsefesine Dair
Okumalar I, (der. Recep Alpyağıl ), İstanbul, İz Yayıncılık, 2014, s. 73
159 Özcan, a.g.m., s. 73
160 Gellman, a.g.m., s.214
161 Zeki Özcan, Dil Felsefesi I, s. 151
162 Özcan, a.g.m., s..69
43
Bu durumda Türkçede kullandığımız Tanrı kelimesinin durumu nedir? Tanrı
kelimesi genel bir terim midir? Yoksa belli bir göndergesi olan özel ad mıdır? Felsefe
literatüründe Tanrı kelimesi hem dinlerin inanç objelerini hem de filozofların felsefi
sitemlerinde genellikle mantıksal bir ilke olarak tasarladıkları ilk ilkeyi ifade etmek için
kullanılan genel bir terimdir. Ancak kanaatimizce Türkçede kullanılan Tanrı kelimesi,
Göktürklerin iman objesine referansta bulunan özel addır; her dinin iman objesini ve
filozofların mantıksal ilkesini içeren genel bir terim değildir. Yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi farklı niteliklere sahip, farklı dil, kültür ve geleneklere ait olan inanç objelerini tek
bir terimle ifade etmek indirgemedir.
2.2.3. Söz Edimleri ve Din Dili
Söz edimlerinin de din dili açısından olası sonuçları vardır. Söz edimleri analizi
ile birlikte yukarıda bahsettiğimiz din dili problemlerinden bahsedemeyiz. Sadece farklı
dini söz edimlerinden bahsedebiliriz. Farklı durumlarda, çeşitli niyetlerle farklı kişiler
tarafından sözcelerden bahsedebiliriz.163
Din dilinin söz edimleri açısından analizi aslında dini ritüelleri kapsamaktadır.
Dini tören ve ibadetlerde sözcelenen ifadeler doğruluk değeri ve kognitif içerik açısından
değerlendirilemez. Nikâh esnasında “sizi karı koca ilan ediyorum”, oruç ibadetine
başlarken “ Oruç tutmaya niyet ettim” ifadeleri buna örnektir. Bu ifadeler, durumları
betimlemez; anlamları empirik olaylara referansta bulunarak belirlenmez. Böyle ifadeler
birer söz edimidir; dini ritüellerin kendisidir.164
Dini ritüellerdeki söz edimlerine örnek olarak ad koyma törenini verebiliriz. Ad
koyma töreninde, belirli bir zamanda, belirli bir durumda, özel bir otorite ile birlikte bir
kişi dinleyicilere “Bu çocuğun adı Ahmet’tir” ifadesini kullanarak söz konusu çocuğun
adını koyar.
Dini ifadeleri söz edimleri açışından değerlendirdiğimizde şunları söyleyebiliriz:
Dini ifadeler, din dili çerçevesinde değerlendirilirken onları otantikliği korunmalıdır.
Dini ifadelerin analizinde, bu ifadeleri kullanan kişilerin yönelimsel durumları dikkate
163 Harris, a.g.e., s. 74
164 Harris, a.g.e., s. 75
44
alınmalıdır. Bu ifadelerin mantıkçı pozitivistlerce ortaya konan doğrulanabilirlik kriterine
dayalı analizi doğru değildir.165
Söz edimleri açısından din dilindeki referans problemi incelendiğinde ise şunları
söyleyebiliriz. Searle, referans edimini önerme ediminin bir çeşidi olarak ele alarak,
referansın belirleme ilkesi ile olabileceğini söyler. Bu durumda başarılı referans, belirli
bağlamda, konuşanın göndergeyi belirleme yönelimiyle ve dinleyenin söz konusu
belirleme niyetini kavraması ile gerçekleşir. Searle’ün referans problemine dair bu
yaklaşımı, din diline de olumlu katkılar sağlar. Bu anlamda din dilinde göndergenin
belirlenememe ve dolayısıyla başarılı bir referansın olmaması, Searle’ün belirleme ilkesi
çerçevesinde çözülebilir. Din dilinde kullanılan referans ifadelerinin göndergesi, inanan
kişinin göndergeyi belirleme yönelimiyle belirlenir ve başarılı bir referans gerçekleşir.
2.3. Kur’an-ı Kerim’deki Allah, İlah, Rab Kelimelerinin Analizi
Dini inanç objeleri, özel adı ve ontolojik statüsü olan entitelerdir. Kur’an’ı
Kerim’de belirtilen ilahi varlığın özel adı da Allah’tır. Bu anlamda Allah ile kurulan
ilişkinin dil oyunları çerçevesinde olacağı kanısındayız. Ancak burada dil oyunları ile
kastettiğimiz Kur’an’daki ifadeler ve onların kullanımlarıdır. Bu sebeple Allah adının
Kur’an’daki kullanımlarının incelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Ayrıca Kur’an’da diğer ilahi varlıkları belirtmek üzere ilah kelimesi de
kullanılmaktadır. İlah kelimesi semantik bir anlama sahip midir? İlah kelimesinin Tanrı
olarak çevrilmesi uygun mudur? Kur’an’daki dil oyunlarını dikkate alırsak ilah
kelimesinin kaç türlü kullanımı vardır? Bu sorular çerçevesinde ilah kelimesini
incelenmesinin de gerekli olduğu kanaatindeyiz.
Kur’an’da Allah adından sonra Allah’a referansta bulunarak en çok kullanılan
kelime Rab kelimesidir. Bu anlamda rab kelimesi semantik bir anlama sahip midir? Rab
kelimesinin lengüistik konumun nedir? Özel ad olarak değerlendirilebilir mi? Bu sorular
çerçevesinde de rab kelimesini incelemeyi uygun gördük.
165 Abdülhan Ünlüsoy, John Searle’ün Söz Edimleri Kuramının Din Felsefesine Olan Paradigmasal
Etkileri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa, 2015, s.136-137
45
2.3.1. Allah Kelimesinin Analizi
Kuran’ı Kerim teosentrik bir kitaptır; merkezinde Allah kelimesi vardır.
Dolayısıyla Allah kelimesi bütün semantik alanlarda etkilidir.166 Bu nedenle K. Kerim’i
anlamak için Allah kelimesinin kullanımını incelemek gereklidir.
Allah kelimesinin etimolojisi ile ilgili Arap dilbilimcileri farklı görüşler ileri
sürmüşlerdir. Bu görüşler şunlardır:
1) İlah kelimesinden türemiştir. Başına harf-i tarif gelmiş “el-ilah” şeklinde dilde
yerini almıştır. Ancak daha sonra okuma kolaylığı amacıyla Allah şeklini
almıştır.
2) Lahe-yelihu kökünden türemiştir. Lahe kökü sözlükte “ duyu algısının
ötesinde olmak” anlamına gelmektedir. Lâh kelimesinin başına harf-i tağrif
gelerek Allah kelimesi elde edilmiştir.
3) Aramice Elaha kökünden ya da el-Lat kelimesinden türemiştir.167
Etimolojik tahlillerdeki problem şudur: Dilbilimciler etimolojiye, semantik,
pragmatik ve tarihsel olgulardan daha fazla değer verdiler; morfolojik bağlantılardan
semantik çıkarımlara vardılar.168 Ancak kanaatimizce etimolojik olmayan ve pragmatiği
dikkate alan değerlendirmeler daha uygundur.
Kur’an Allah kelimesini kullandığında Araplar için bir yenilik söz konusu değildi.
Çünkü Allah kelimesi Cahiliye döneminde de kullanılırdı.169 Bu sebeple Allah
kelimesinin Cahiliye dönemindeki kullanımını incelemek gerekir.
Cahiliye döneminde her kabilenin kendine ait ilahları bulunurdu; her kabile
ilahını farklı şekilde adlandırırdı. Bununla birlikte cahiliye Arapları en yüce ulûhiyet için
Allah kelimesini kullanırdı.170
Allah adı Kur’an’ı Kerimde 2697 kere geçmektedir. Bu sayı ile Allah adı Kur’an’da en fazla kullanılan
kelime olmuştur. Ayrıca Allah’ın sıfatları ve fiilleri ile ilgili adları bu sayının dışındadır.
166 Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, (çev. Süleyman Ateş ), İstanbul, Yeni Ufuklar Neşriyat,
t.y., s.83
167 Bekir Topaloğlu, “Allah” DİA, C.II., İstanbul, 1989, s. 471; Ayrıca Allah kelimesinin etimoloji ile ilgili
diğer görüşler için Bknz: İbni Manzur, Lisan’ul-Arap, “İlah” maddesi, C.13, Beyrut, Dar’ul-Sadr, t.y.,
s.467-471
168 Aziz Al-Azmeh, “Linguistic Observations on the Theonym Allah”, In the Shadow of Arabic The
Centrality of Language to Arabic Culture, ( ed. Bilal Orfali ), Leiden Boston, Brill, 2011, s.268
169 Gardet, L., “Allāh”, in: Encyclopaedia of Islam, Second Edition, (Ed. P. Bearman, Th. Bianquis, C.E.
Bosworth, E. van Donzel, W.P. Heinrichs), 28 May 2017
170 Şinasi Gündüz, “Cahiliye Dönemi Arap Putperestliği” Cahiliye Araplarının İlahları, (ed. M. Mahfuz
Söylemez ), Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2016, s. 38
46
Izutsu’ya göre Allah kelimesi esas anlamını Cahiliye dönemindeki kullanımıyla
kazanmıştır. Bu anlam, Kur’an’ın Allah kelimesini kullanması ile İslam literatürüne
girmiştir.171 Izutsu’ya göre, Allah kelimesinin Cahiliye döneminde kazandığı semantik
unsurlar şunlardır. Allah dünyanın yaratıcısıdır; yeryüzünde yaşayan her canlıya hayat
verir; yemin törenlerine başkanlık eder; Kâbe’nin Rabbidir; monoteizmin objesidir.172
Ayrıca Allah kelimesi, Cahiliye döneminde Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından da
kullanılmaktaydı. Bu durum Arapların Allah tasavvurunun kabilevi ilah anlayışının
üstünde bir düzeye ulaşmasını sağlamıştır.
Kur’an, Allah kelimesini Cahiliye Araplarının kullandığına işaret eder. Bu
konudaki ayetler şunlardır:
“De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?", "Allah'tır" de. "Onu bırakıp,
kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?" de. "Kör ile gören bir olur
mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?" de. Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan
ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki: "Her şeyi yaratan
Allah'tır. O, her şeye üstün gelen tek ilahtır.”173
“And olsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan
kimdir?" diye sorarsan, şüphesiz "Allah'tır" derler. Öyleyse niçin döndürülüyorlar?”174
“And olsun ki onlara: "Gökten su indirip onunla, ölümünden sonra yeri dirilten
kimdir?" diye sorarsan, şüphesiz, "Allah'tır" derler. De ki: "Övülmek Allah içindir", fakat
çoğu bunu akletmezler.”175
“And olsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan, "Allah'tır"
derler. De ki: "Hamd Allah'a mahsustur", ama çoğu bilmezler.”176
“Eğer sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: "Allah" derler. O
halde nasıl haktan çevriliyorlar?”177
Kanaatimizce, Allah adının etimolojik ve morfolojik kökü ne olursa olsun, o,
pragmatik ve sosyolengüistik açıdan incelenmelidir. Allah adının lengüistik konumu
onun Kur’an’daki kullanımı dikkate alınarak belirlenmelidir.
171 Izutsu, a.g.e., s.110
172 Izutsu, a.g.e., s.115-116
173 Rad 13/16
174 Ankebut 29/61
175 Ankebut 29/63
176 Lokman 31/25
177 Zührüf 43/87
47
Allah adının Kur’an-ı Kerim’deki kullanımını incelediğimizde Allah adı,
Kur’an’da belirtilen ilahi varlığın özel adı olarak kullanılır. O’ndan başka herhangi bir
varlık için kullanılmaz.178 ( Bknz Meryem 19/ 65 ) İslam ile birlikte Allah adı, Arapçada
bir bireyi gösteren özel ad olarak yerini aldı.179
Kur’an’ı Kerim’de Allah adının özel ad olarak kullanıldığı birkaç ayet şunlardır:
“O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır.
O, acıyıcı olandır, acıyandır.”180
“Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki
ayakla yürür, kimi dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır, Allah şüphesiz her şeye
Kadir'dir.”181
“Allah'tan başka ilah yoktur, en güzel isimler O'nundur.”182
“Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah affeder”183
“Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın,
fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı.
Doğrusu O işitir ve bilir.”184
“İşte Rabbiniz Allah bu! O'ndan başka ilâh yoktur; O, her şeyin yaratanıdır. O'na
kulluk edin, O her şeye vekildir.”185
“Dünya nimetini kim isterse, bilsin ki, dünyanın ve ahiretin nimeti Allah'ın
katındadır. Allah işitir ve görür.”186
“De ki: "Ey kitap ehli! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah’ın
âyetlerini inkâr ediyorsunuz?”187
“Allah, gerçekle hükmeder. O'nu bırakıp da yalvardıkları putlar bir şeye hüküm
veremez. Şüphesiz Allah işitir ve görür.”188
178 Topaloğlu, a.g.m., s. 471
179 Al-Azmeh, a.g.m., s.272
180 Haşr 59/22
181 Nur 24/45
182 Taha 20/8
183 Ali İmran 3/31
184 Enfal 8/17
185 En’am 6/102
186 Nisa 4/134
187 Ali İmran 3/98
188 Mümin 40/20
48
“Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız, Allah ise müstağnidir, övülmeğe layık
olandır.”189
“O halde sakin Allah'in peygamberlerine olan vaadinden cayacağını sanma!
Şüphesiz Allah her şeye galiptir, intikam sahibidir”190
2.3.2. İlah Kelimesinin Analizi
Kur’an’da Allah adının konumunu daha iyi belirleyebilmek için ilah kelimesini
de incelememiz gerektiği kanaatindeyiz. İlah kelimesinin etimolojisi ile ilgili olarak üç
farklı görüş vardır:
1) “ ibadet etmek, kulluk etmek” anlamlarına gelen ilâhet kökünden gelmektedir.
2) “hayret etmek, gönülden bağlanıp sığınmak” anlamındaki eleh kökünden
türemiştir.
3) “duyu algısının ötesinde bulunmak” anlamındaki leyh kökünden türemiştir.191
Bu görüşler dikkate alındığında ilah kelimesi, “ ibadet edilen, yüceliği karşısında
hayrete düşülen duyu algısının ötesinde varlık” demektir. Bu açıdan bakıldığında ilah
kelimesi, tümel bir kavram, cins bir isimdir. Kanaatimizce ilah kelimesinin ibadet edilen
varlık anlamına gelen genel bir terim olduğunu bir kanıtı da şudur: Cahiliye Araplarında
her kabilenin kendi putu bulunmaktaydı. Bu putların her birinin özel adı vardır. Bunlardan
en meşhurları Lat, Uzza, Menattır. Cahiliye Arapları bu putlardan genel olarak
bahsederken ilah kelimesini kullanır.
İlah kelimesi çoğul haliyle birlikte Kur’an’da 147 yerde geçmektedir. İlah
kelimesinin K. Kerim’deki kullanımını incelediğimizde şu sonuca vardık: Kur’an’da ilah
kelimesinin farklı anlamlara gelecek şeklide üç farklı kullanımı vardır.
I. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi ilahi varlıklar sınıfını edecek şekilde cins
isim olarak kullanılmıştır. Buna örnek teşkil ettiğini düşündüğümüz
ayetler şunlardır:
“O halde sakin Allah ile beraber baska ilaha kulluk edip yalvarma, yoksa azaba
uğratılanlardan olursun”192
189 Fatır 35/15
190 İbrahim 14/47
191 Yusuf Şevki Yavuz, “İlah”, DİA, C.22, İstanbul, 2000, s. 64
192 Şura 26/213
49
“Firavun: "Benden başkasını ilâh tutarsan, ant olsun ki seni zindana
kapatılmışlardan ederim" dedi”.193
“De ki: "Doğrusu ilahınızın tek bir ilah olduğu bana şüphesiz vahyolundu. Artık
Müslüman olacak mısınız?194
“Kötü duygularını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? Simdi ona sen mi
vekil olacaksın?”195
“İlahları, bir tek ilâh mi kılmış? Bu gerçekten şaşılacak bir şey, çok tuhaf!"196
“Sizin ilahiniz, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. Onun
ilmi her şeyi kuşatmıştır.197
“De ki: "Ben sadece bir uyarıcıyım. Gücü her şeye yeten tek Allah'tan başka ilah
yoktur."198
“(Resulüm!) De ki: "Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet
gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka size ışık getirecek ilah kimdir?
Hâlâ işitmeyecek misiniz?”199
“Bunun üzerine, onlar arasından kendilerine, "Allah'a kulluk edin; çünkü sizin
O'ndan başka bir ilahınız yoktur. Hâlâ Allah'tan korkmaz mısınız?”200
“Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme! Yoksa kınanmış ve yalnız başına
bırakılmış olarak oturup kalırsın”201
“Medyen halkına kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey milletim! Allah'a
kulluk edin; O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Doğrusu ben sizi
bolluk içinde görüyorum ve hakkınızda kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum”202
“Ant olsun ki Nuh’u elçi olarak kavmine gönderdik de dedi ki: "Ey kavmim!
Allah'a kulluk edin sizin O'ndan başka bir ilahınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek
büyük bir günün azabından korkuyorum.”203
193 Şura 26/29
194 Enbiya 21/108
195 Furkan 25/43
196 Sad 38/5
197 Taha 20/98
198 Sad 38/65
199 Kasas 28/71
200 Mu’minun 23/32
201 İsra 17/22
202 Hud 11/84
203 Araf 7/59
50
“İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettigi hikmetlerdendir. Sakin Allah'la beraber
başka bir ilâh uydurma. Aksi halde kötülenmiş ve Allah'-in rahmetinden uzaklaştırılmış
olarak cehenneme atılırsın.”204
“(Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın kendi ilmi
dâhilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor
musun? Simdi onu Allah'tan başka kim hidayete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?”205
II. İlah kelimesi, cins ismin kaplamındaki birey için kullanılmaktadır. Bu
kullanımında ilah kelimesi Allah dışındaki diğer ilahi varlıklara referansta
bulunmuştur. Buna örnek teşkil ettiğini düşündüğümüz ayetler şunlardır:
“Onlar Allah ile birlikte başkasını ilâh edinenlerdir. Onlar yakında
bileceklerdir.”206
“Musa: "Defol! Doğrusu artık hayatta, "Bana dokunmayın!" demenden başka
yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde
titrediğin tanrına bak, onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz" dedi.”207
“Yoksa Allah'tan başka bir tanrıları mı vardır? Allah, onların ortak
koşmalarından münezzehtir.”208
“O ki Allah’ın yanında başka ilâh edinmiştir. Haydi, ikiniz birlikte onu şiddetli
azaba atin.” 209
“İlahınız bir tek ilahtır. Bununla beraber ahirete inanmayanların kalpleri inkârcı,
kendileri de böbürlenen kimselerdir.”210
“Bunlar içinde kim "Ben, Allah'tan başka bir ilahım" derse, işte onu cehennemle
cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını böyle veririz.”211
“(Onlar mi hayırlı) yoksa, önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem
gökten, hem yerden rızıklandıran mi? Allah ile beraber başka bir ilâh mi var? De ki: Eğer
doğru söylüyorsanız, siz kesin delilinizi getirin haydi”212
204 İsra17/39
205 Casiye 45/23
206 Hicr 15/96
207 Taha 20/97
208 Tur 52/43
209 Kaf 50/26
210 Nahl 16/22
211 Enbiya 21/29
212 Neml 27/64
51
“Ad kavmine de kardeşleri Hud'u gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk
edin. Sizin O'ndan başka bir ilahiniz yoktur. Siz sadece iftira edip duruyorsunuz.”213
“Yoksa darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki
sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün sahipleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilah
mı? Pek kıt düşünüyorsunuz.”214
III. İlah kelimesi üçüncü kullanımında Allah’a referansta bulunmaktadır.
Buna örnek teşkil ettiğini düşündüğümüz ayetler şunlardır:
“Firavun: "Ey Haman! Bana bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına
erişirim de Musa'nın İlahını görürüm. Doğrusu ben, onu yalancı sanıyorum" dedi.
Firavun’a, kötü işi böylece güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkondu. Firavun ‘un hilesi
elbette boşa gidecekti.”215
“Gökteki ilâh da yerdeki ilâh da O’dur. O hüküm ve hikmet sahibidir her şeyi
bilir.”216
“Her ümmet için, Allah'ın kendilerine rızk olarak verdiği kurbanlık hayvanların
üzerlerine O'nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık. Sizin ilahınız tek bir İlah’tır,
O'na teslim olun. Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, başlarına gelene sabreden,
namaz kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan sarf eden ve Allah'a gönül vermiş olan
kimselere müjde et.”217
“Onlara söyle: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana, tanrınızın tek bir İlah
olduğu vahyolunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan bağışlanma dileyin; vay ortak
koşanlara!”218
“Kitap ehlinden zulmedenler bir yana, onlarla en güzel şekilde mücadele edin,
şöyle deyin: "Bize indirilene de, size indirilene de inandık; bizim İlahımız da, sizin ilahınız
da birdir, biz O'na teslim olmuşuzdur.”219
“Firavun: "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey
Hâmân, haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki,
Musa’nın İlahına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir." dedi.220
213 Hud 11/50
214 Neml 27/62
215 Mümin 40/37
216 Zührüf 43/84
217 Hac 22/34
218 Fussilet 41/6
219 Ankebut 29/46
220 Kasas 28/38
52
Bu ayette geçen ilk ilah kelimesi ikinci anlamda kullanılmıştır. İkinci ilah kelimesi ise
Allah’a referansta bulunmuştur.
“De ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilahınızın ancak bir
ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel
islesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.”221
“Yoksa Yakub can verirken sizler yanında mı idiniz? O, oğullarına: "Benden
sonra kime kulluk edeceksiniz?" diye sormuştu; Onlar da: "Senin Tanrına ve ataların
İbrahim, İsmail, İshak'ın Tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, bizler O'na teslim
olmuşuzdur" demişlerdi.”222
“Nihayet Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Bunun üzerine
Sâmirî ve adamları: "İşte sizin de, Musa’nın da İlahı budur, ama o unuttu" dediler.”223
2.3.3. Rabb Kelimesinin Analizi
Rab kelimesinin Arap dilinde farklı kullanımlarına ait anlamları şunlardır:
1) Terbiye etmek, yetiştirmek, geliştirmek
2) Toplamak, yığmak, hazırlamak,
3) Islah etmek, koruyup gözetmek
4) Üstünlük efendilik sözünü geçirmek
5) Malik olmak, sahip olmak224
Rab kelimesi K. Kerimde 962 yerde doğrudan Allah’a nispet edilerek
kullanılmıştır. Bunun dışında beş yerde hükümran anlamında mısır meliki için
kullanılmıştır. Ayrıca Allah’a nispet edilerek kullanımlarında ise yukarıda sayılan
anlamlarda kullanılmıştır. Buna örnek teşkil ettiğini düşündüğümüz ayetler şunlardır:
“Size gelen her nimet Allah'tandır. Sonra, bir sıkıntıya uğradığınızda yalnız O'na
sığınırsınız. sıkıntılarınızı giderince de, içinizden bazıları kendilerine verdiğimize
nankörlük ederek Rablerine eş koşarlar. Geçinin bakalım, yakında öğreneceksiniz.”225
221 Kehf 18/110
222 Bakara 2/133
223 Taha 20/88
224 Ebu`l Ala Mevdudi, Kur’a’a Göre Dört Terim, (çev. İsmail Kaya, Osman Cilacı), İstanbul, Beyan
Yayınları, 2014, s.32-34
225 Nahl 16/54
53
“De ki: "Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka bir rab mi arayayım? Herkesin
kazandığı kendisinedir, kimse başkasının yükünü taşımaz; sonunda dönüşünüz
Rabbinizedir, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir." 226
“"Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz O'nu aciz bırakamazsınız. Allah
sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir,
O'na döndürüleceksiniz" dedi”227
“Eğer inkar ederseniz bilin ki Allah sizden müstağnidir. Kullarının inkârından
hoşnut olmaz. Eğer şükrederseniz sizden hoşnut olur. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını
yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir; yaptıklarınızı o zaman size haber verir;
çünkü O, kalplerde olanı bilir.”228
“Onlar, Allah’tan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler,
Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle menolunmuşlardı.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de
münezzehtir.”229
“De ki: "Ey Kitap ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak,
Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda
müşterek bir söze gelin". Eğer yüz çevirirlerse: "Bizim Müslüman olduğumuza şahit olun"
deyin.”230
“Senin güç ve kuvvet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh
ve yücedir.”231
“O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir, bütün doğuların da
Rabbidir.”232
K. Kerimde ilahi isim olarak Allah kelimesinden sonra en çok kullanılan kelime
Rab kelimesidir. Bütün ilahi sıfatları kapsadığı kabul edilen Allah adı, ulûhiyetin aşkın
yönün temsil eder. Rab adı ise, âleme yönelik fiili tecellilerine işaret eder.233
Kanaatimizce Rab kelimesi betimsel bir içeriğe sahip olması dolayısı ile ilahi
varlığın özel adı olarak kullanılamaz. Tıpkı ilah kelimesi gibi genel bir terimdir. Nitekim
226 En’am 6/164
227 Hud 11/34
228 Zumer 39/7
229 Tevbe 9/31
230 Ali İmran 3/64
231 Saffat 37/180
232 Saffat 37/5
233 Bekir Topaloğlu, “Rab”, DİA, C.34, İstanbul, 2007, s.372
54
K.Kerim’de Mısır hükümdarı için kullanılması da bunun kanıtlar niteliktedir. Çünkü
Allah adı gibi özel ad olsaydı, başka hiçbir varlık için kullanılmaması gerekirdir.
55
SONUÇ
Özdeşlik ifadelerinin kognitif içeriği ilgili olarak tartışılmaya başlanan referans
problemi daha sonra tekil terim olan özel adların semantik anlamının olması ve
göndergelerinin nasıl belirleneceği çerçevesinde ele alınmıştır. Referans problemini ilk
olarak ele alan Frege, özdeşlik bağıntısının nesnelerin sunum biçimleri arasında bir ilişki
olduğunu vurgulayarak çözmeye çalışır. Russell ise özdeşlik bağıntısının en az bir
tarafında belirli betimler olmasıyla kognitif bir değere sahip olabileceğini ileri sürmüştür.
Frege’nin ve Russell’ın bu çerçevede geliştirdiği betimleyici referansın din dili açısından
en önemli iddiası özel adların semantik anlamının olması, referansta bulundukları
nesnelerin bu anlam vasıtası ile belirlenmesidir.
Betimleyici referansın bu iddiası şu neticeyi içerir: Referans ediminde
göndergenin belirlenmesi için, adlandırılan objenin algılanması gerekli değildir. Felsefe
tarihi boyunca filozoflar din dilinde kullanılan Tanrı gibi referans ifadelerini betimleyici
çizgide ele aldılar. Kanaatimce bunun sebebi, betimleyici referansın adlandırmada
algılamayı gerekli görmeyişidir. Ayrıca betimleyici referansın özel adların semantik
anlama sahip olduğu yönündeki iddiası, filozofların dini referans ifadelerinin tümel bir
kavram ve genelleyici bir tarzda ele almalarına da imkân sağlamıştır. Ancak bu durum,
filozofları indirgemeci bir yaklaşıma götürmüştür.
Bilindiği gibi referans problemi bağlamında ileri sürülen ikinci yaklaşım
nedensel referanstır. Nedensel referansa göre, özel adlar semantik bir içeriği yoktur; bu
sebeple referans ediminde gönderge nedensel zincir yoluyla sağlanır. Nedensel referans
yaklaşımını ortaya koyan Kripke’ye göre, betimler kullanımları açısından iki kategoridir:
Özel adın anlamını veren betimler, ilk adlandırmada özel adın göndergesini tespit eden
betimler. Kanaatimce Kripke’nin bu ayrımının temelinde, Russell’cı betimleyici
referansı çürütmek vardır. Çünkü Kripke betimlerin özel adın anlamı olamayacağını
söylerken, referansta betim kullanımına sadece göndergeyi sabitlemek için izin verir.
Nedensel referansa göre özel adlar ve betimler farklı lengüistik kategorilere aittir;
özel ad katı belirticidir; betimler ise katı olmayan belirticidir. Bu durumun birtakım
56
sonuçları vardır: Özel adlar bütün mümkün dünyalarda aynı nesneye referansta bulunur.
Aksine betimler sadece niteliksel olarak uyumlu olduğu nesneye referansta bulunur.
Nedensel referansı din dili açısından incelediğimizde, onun din diline önemli
olumlu etkileri olduğunu düşünmekteyiz. Bu neticeler şunlardır:
1) Öncelikle din dilinde referans probleminin en önemli noktasına çözüm getirir.
Algılama olmadan referansın imkânını sağlar. Nitekim nedensel referansa
göre kurulmuş referans zinciri kullanılarak başarılı bir referans edimi
gerçekleştirilebilir.
2) Nedensel referansın sunduğu tarihsel ve nedensel zincir, dini hayatın
geçerliliğini sağlar.
3) Dini referansın ibadetler ve dini ritüeller ile sağlanması, dini hayatın ve
cemaatin önemi vurgular.
Searle’ün söz edimleri olarak referans görüşüne gelince Searle, kendi düşüncesini
betimleyici referans ile nedensel referans arasında bir orta nokta olarak görür. Searle’e
göre nedensel referans, skolastik düşüncenin özcülüğüne yol açar; betimleyici referans
ise betimlerin özel adların anlamı olduğu konusunda yanılmaktadır. Ancak Searle bir
betimin özel adın anlamını vermede ve göndergesini belirlemede yeterli olmadığını
söyler; ancak bu edimlerin betimler topluluğu ile sağlanacağını ileri sürer. Bu noktada
şunu diyebiliriz: Searle’ün “betimler topluluğu” ifadesi muğlaktır. Searle bu konu ile ilgili
olarak sadece “yeterli miktarda betimler” ifadesini kullanır; ancak ayrıntılı bir
açıklamasını vermez.
Din dilini söz edimleri çerçevesinde ele alırsak, din dilinin anlamı ve kognitif
statüsü ile ilgili problemler ortadan kalkar. Zira söz edimleri açısından anlam empirik
düzlemde belirlenmez. Dini referans ifadeleri aslında dini ritüellerdeki söz edimleri
olarak ele alınmalıdır.
Gündelik dil filozoflarından Strawson ise özdeşlik ifadelerinin bilişsel içeriği olup
olmaması temelinde özel adların referansı problemini kullanım çerçevesinde ele alır.
Strawson’a göre bir ifadenin anlamı ve doğruluk değeri onun kullanımını belirleyen
şartlardan bağımsız değildir; aynı ifade ya da cümle farklı zamanlarda farklı kişiler
tarafından sözcelendiğinde farklı nesnelere referansta bulunabilir ve dolayısı ile farklı
doğruluk değerine sahip olabilir.
57
Strawson’ın kullanımı anlamın belirleyicisi olarak görmesinden hareketle dini
referans ifadelerinin kullanımlarını inceledik. Din dilinin kullanımın kaynağı kutsal
kitaplardır. Buradan hareketle Kur’an’da Allah adını, ilah ve rab kelimelerini inceledik.
Bu incelemenin sonucunda şu sonuçlara vardık:
1) Allah adı, Kur’an’da belirtilen ilahi varlığa referansta bulunan özel addır;
semantik bir anlamı yoktur.
2) Kur’an’da ilah kelimesinin üç kullanımı vardır. İlki, ilahi varlıklar sınıfını
ifade eden tümel bir kavram olarak kullanılmıştır. Bu noktada şunu diyebiliriz:
İlah kelimesinin bu kullanımında semantik bir anlamı vardır. İkinci olarak ilah
kelimesi, ilahlar sınıfının bir üyesine referansta bulunmak için kullanılmıştır.
Son olarak ilah kelimesi, Kur’an’da belirtilen ilahi varlığa, Allah’a referansta
bulunmak için kullanılmıştır.
3) Rab kelimesinin Kur’an’daki kullanımını incelediğimizde şu kanaate vardık.
Rab kelimesi, Allah’a referansta bulunan kullanımlarının olmasıyla birlikte
betimleyici içeriğe sahip bir kavramdır.
58
KAYNAKÇA
ACAR Rahim, “Dini Dil” Din Felsefesi Seçme Metinler, Micheal Peterson,
Williiam Hasker vd., ( çev. Rahim Acar, Nebi Mehdiyev vd. ), İstanbul, Küre
Yayınları, 2013.
ALSTON William, “Referring to God”, International Jurnal for Philosophy of
Religion, Vol.24, No.3, 1998, ss.113-128.
ALSTON William, “Tanrı’nın Algılanması olarak Dini Tecrübe”, Din Felsefesi
Seçme Metinler, Micheal Peterson, Williiam Hasker vd., ( çev. Rahim Acar, Nebi
Mehdiyev vd. ), İstanbul, Küre Yayınları, 2013.
ALTINÖRS Atakan, Dil Felsefesi Tartışmaları: Platon’dan Chomsky’e, İstanbul,
Bilge Kültür Sanat, 2015.
AYDIN Mehmet S., Din Felsefesi, 13.b, İzmir, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları,
2012.
AYER Alferd Jules, Dil Doğruluk Mantık, 3.b. İstanbul, Metis, 2010
AZMEH Aziz, “Linguistic Observations on the Theonym Allah”, In the Shadow
of Arabic The Centrality of Language to Arabic Culture, ( ed. Bilal Orfali ),
Leiden Boston, Brill, 2011
BACH Kent, “Speech Acts”, Routledge Encyclopedia of Philosophy: Philosophy
of Language, Version.1, London, Routledge, 1998.
BLACKSTONE William T., Dinsel Bilgi Sorunu: Felsefi Çözümlemelerin Dilsel
Bilgi Sorununa Etkileri, ( çev. Tuncay İmamoğlu ), İstanbul, Ataç Yayınları,
2005.
BYRNE Maire, The Names of God in Judaism, Christianity and Islam: A Basis
for Interfaith Dialogue, New York, Continuum International Publishing Group,
2011.
CARNAP Roudolf, “Metafiziği Dilin Mantıksal Analiziyle Aşma”, Viyana
Çevresi, (çev. Zeki Özcan), Ankara, Birleşik Yayınları, t.y.
CEVİZCİ Ahmet, Metafiziğe Giriş, İstanbul, Paradigma Yayınları, 2001.
59
CEVİZCİ Ahmet, “Söz Edimleri”, Paradigma Felsefe Sözlüğü, 8. b, İstanbul,
Paradigma Yayınları, 2013, s. 1447-1448
ÇİTİL A. Ayhan, Matematik ve Metafizik; Kitap I: Sayı ve Nesne, 1. Basım,
İstanbul, Alfa, 2012.
DELECAMPEGNE Christian, 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi, (çev: Devrim
Çetinkasap), 4.b., İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014.
DEREKO, A., “Locke’da ve Lock-Öncesi Dil Felsefesinde Nesne-Ad İlişkisi”,
Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (SBARD), Sayı: 9, 2007, ss.97-120.
EIMER Marga, MICHAELSON Eliot, “Reference", The Stanford Encyclopedia
of Philosophy, 2017, Spring , (ed.Edward N. Zalta) URL =
. Erişim Tarihi
19.04.17
EVANS C. Stephen, ‘Din Dili Problemi’, (çev. Ferhat Akdemir), OMÜ İlahiyat
Fakültesi Dergisi, ss.253-273.
FREGE Gottlob, “Sense and Reference”, The Philosophical Review, Vol. 57, No.
3, 1948, ss. 209-230.
Gardet, L., “Allāh”, in: Encyclopaedia of Islam, Second Edition, (Ed. P. Bearman,
Th. Bianquis, C.E. Bosworth, E. van Donzel, W.P. Heinrichs),
http://dx.doi.org/10.1163/1573-3912_islam_COM_0047 Erişim Tarihi
28.05.2017
GELLMAN Jerome I., “Naming and Naming God”, Religious Studies, Vol.29,
No:2, 1993, ss. 193-216.
GİLSON Etienne, Ortaçağ’da Felsefe, (çev. Ayşe Meral), İstanbul, Kabalcı,
2003.
GREEN, Mitchell, "Speech Acts", The Stanford Encyclopedia of
Philosophy (Summer 2015 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL =
.
GRÜNBERG Teo, Felsefe ve Felsefi Mantık Yazıları, Yapı Kredi Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul, 2005.
GÜNDÜZ Şinasi, “Cahiliye Dönemi Arap Putperestliği” Cahiliye Araplarının
İlahları, (ed. M. Mahfuz Söylemez ), Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2016
60
HARRIS James F., “The Causal Theory of Reference and Religious Language”,
İnternational Journal of Philosophy of Religion, Vol. 29, No.2, 1991, ss. 75-86.
HARRIS James F., Analytic Philosophy of Religion, London, Kluwer Academic
Publishers, 2002.
http://www.oxfordreference.com/view/10.1093/oi/authority.2011080310043889
6 27.12.16
http://www.philosophypages.com/dy/s.htm 27.12.16
HUGHES Christopher, Kripke: Names, Necessity and Identity, Oxford,
Clarendon Press, 2004.
IZUTSU Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, (çev. Süleyman Ateş ), İstanbul,
Yeni Ufuklar Neşriyat, t.y.
İbni Manzur, Lisan’ul-Arap, “İlah”, C.13, Beyrut, Dar’ul-Sadr, t.y.,
JONES W. T., Ortaçağ Düşüncesi (Batı Felsefe Tarihi), cilt: II, (çev.: Hakkı
Hünler), İstanbul, Pardigma Yayınları, 2006.
KENNY Anthony, Frege: An Introduction to the Founder of Modern Analytic
Philosophy, Massachusetts, Backwell Publishers, 2000.
KOÇ Turan, Din Dili, 3. Baskı, İstanbul, 2012, İz Yayıncılık, s.15
KRIPKE Saul, Adlandırma ve Zorunluluk, (çev. Berat Açıl), Litera Yayıncılık,
İstanbul, 2005.
LEWIS David, Counterfactuals, Cambridge, Harvard University Press, 1973.
MCGİNN Colin, Philosophy of Language, Cambridge, MIT Press, 2015.
MENDELSOHN Richard L.,The Philosophy of Gottlob Frege, New York,
Cambridge University Press, 2005
MENZEL Christopher, “Possible Worlds”, The Stanford Encyclopedia of
Philosophy, 2016 Edition, (ed. Edward N.Zalta),
URL=.
Erişim tarihi 22.04.2017
MEVDUDÎ Ebu`l Ala, Kur’a’a Göre Dört Terim, (çev. İsmail Kaya, Osman
Cilacı), İstanbul, Beyan Yayınları, 2014.
MİLL J. Stuart, A System of Logic, New York, Harper and Brathers, 1846.
MORRİS Michael, An Inroduction to the Philosophy of Language, New York,
Cambridge University Press, 2007.
61
NELSON Raymond John, Naming and Reference: The Link of Word to Object,
New York, Routledge, 2003.
ÖZCAN Zeki, “Din Felsefesinin Felsefesi”, Geleneksel ve Çağdaş Metinlerle Din
Felsefesine Dair Okumalar I, (der. Recep Alpyağıl ), İstanbul, İz Yayıncılık,
2014.
ÖZCAN Zeki, Dil Felsefesi I: Mantıkçı Paradigma, İstanbul, Sentez Yayıncılık,
2014.
ÖZCAN Zeki, Dil Felsefesi II: Gündelik Dil Paradigması, İstanbul, Sentez
Yayıncılık, 2016.
ÖZDEMİR Ömer Faruk, William Alston’ın Din Dili Görüşü, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2013.
PLANTİNGA Alvin, The Nature of Necessity, New York, Oxford University
Press, 2010.
PLATON, Kratylos, (çev. Furkan Akderin), İstanbul, Say Yayınları, 2015.
POYRAZ Hakan, "Adlandırmanın Doğası ve Adların Nesnesine Uygunluğu
Ekseninde Doğalcılık-Uzlaşmacılık Tartışması”, Sakarya Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi 7, 2004, ss. 226-241.
PROUDFOOT Michael, LACEY A.R., The Routledge Dictionary of Philosophy,
4. Ed., New York, Routledge, 2010.
RIZATEPE Harun, Anglo-sakson Felsede Bilgi Görüşleri, Ankara, Ebabil
Yayınları, 2006.
ROSSİ Jean Gerard, Analitik Felsefe, (çev. Atakan Altınörs), İstanbul, Bilge
Kültür Sanat, 2013.
RUSSELL Bertrand, “Description”, Meaning and Reference, (ed. A.W. Moore),
New York, Oxford University Press,1993, ss.46-55.
RUSSELL Bertrand, “On Denoting”, Mind, Vol. 14, No. 56, 1905, ss.479-493.
RUSSELL Bertrand, Anlam ve Doğruluk Üzerine, (çev. Ezgi Ovat ), Ankara,
İtalik Yayınları, 2013.
RUSSELL Bertrand, Felsefe Sorunları, (çev. Vehbi Hacıkadiroğlu), İstanbul, Say
Yayınları, 2017.
62
SALERNO Joseph, Frege’ye Dair, (çev. Ayhan Dereko), Ankara, Birleşik
Yayınevi, 2011.
SALMON Nathan U., Reference and Essence, Oxford, Basil Blackwell, 1982.
Salva
SEARLE John, “Proper Names”, Reading in the Philosophy of Language, (ed.
Peter Ludlow), London, The MIT Press, 1957.
SEARLE John, Söz Edimleri: Bir Dil Felsefesi Denemesi, (çev. R. Levent
Aysever ) Ankara, Ayraç Yayınevi, 2000.
SHIELDS Christopher, “Ancient Philosophy of Languauge”, Routledge
Encyclopedia of Philosophy: Philosophy of Language, Version.1, London,
Routledge, 1998.
SPEAKS Jeff, Kripke’s attack on descriptivism, 2005,
http://www3.nd.edu/~jspeaks/courses/mcgill/415/kripke-descriptivism.html#x1-
90003.2 Erişim Tarihi 24.04.17
STALNAKER Robert C., “Possible Worlds”, Noûs, Vol. 10, No. 1, New Orleans,
Louisiana, 1976, s. 65-75.
STEVENS Graham, The Theory f Description: Russell and The Philosophy of
Language, London, Palgrave Macmillan, 2011.
STRAWSON P.F., “On Referring”, Reading in the Philosophy of Language, (ed.
Peter Ludlow), Cambridge, The MIT Press,1997.
TEXTOR Mark, RAMİ Dolf, “Proper names: Philosophical and Linguistic
Perspectives”, Erkenntnis, Volume 80, Supplement 2, 2015, ss.191–194.
TOPALOĞLU Bekir, “Allah” DİA, C.II., İstanbul, 1989, s. 471
TOPALOĞLU Bekir, “Rab”, DİA, C.34, İstanbul, 2007, s.372
ÜNLÜSOY Abdülhan, John Searle’ün Söz Edimleri Kuramının Din Felsefesine
Olan Paradigmasal Etkileri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, U.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Bursa, 2015.
WESTEIN Howard, “Casual Theory of Proper Names”, The Cambridge
Dictionary of Philosophy, 2.b, Robert Audi, Cambridge University Press, 1999.
WİTTGENSTEİN Ludwing, Tractatus Logico-Philosophicus, (çev. Oruç
Aruoba), 7.b., İstanbul, Metis, 2013.
63
WYNN Mark, “ Religious Language” Companion Encyclopedia of Theology,
(ed. Peter Byrne, Leslie Houlden ), New York, Routledge, 1995.
YAVUZ Yusuf Şevki, “İlah”, DİA, C.22, İstanbul, 2000.
ZEMACH Eddy M., “Singular Terms and Metaphysical Realizm”, American
Philosophical Quarterly, Vol.23, Num.3, 1986, ss.299-306.
64