ÖZET Yazar : Yunus TÜRKYILMAZ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : Felsefe ve Dinbilimleri Ana Bilim Dalı Bilim Dalı : İslâm Felsefesi Bilim Dalı Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : x + 168 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışman(lar)ı : Prof. Dr. Yaşar AYDINLI KEMALPAŞAZÂDE’NİN NESÂYİH ADLI ESERİNİN TRANSKRİBİ VE FELSEFÎ TAHLİLİ Genel anlamda ahlak, insanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar olarak tanımlanmıştır. Düşünce tarihinde ahlaka dair birçok eserler kaleme alınmıştır. Batıda Grek felsefesiyle doğuda Pers ve Hint düşüncesiyle başlayan ahlak teorileri Akdeniz coğrafyasında İslam düşüncesiyle birlikte iyice gelişmiştir. İslâm felsefesi, geliştirmiş olduğu ahlaki doktrinlerle, saymış olduğumuz medeniyetlerin ahlakla ilgili düşüncelerinden de faydalanarak zengin, insan ruhunu derinleştiren, insana düzenli ve huzurlu bir hayat öğretisi sunmuştur. Ve birçok eser kaleme almıştır. İncelemeye aldığımız Nesayih adlı eserde bu zincirin sonlarında yer alan, büyük anlamların ve nasihatlerin özet olarak sunulduğu bir eserdir. İslâm felsefesinde bir davranışın ahlakî olarak kabul edilmesi için o davranışın zorlanılarak gerçekleşmemesi gerekir. Yani insan gerçekleştirmek istediği davranışı kendi hayatına iyice yerleştirmeli ve o davranış o kişinin alışkanlığı olmalıdır. Felsefe teorik ahlakı her zaman pratik hayatla ilişkilendirir. Kemâl Paşazâde’de böyle yapmıştır. Nesayih’de halkın anlayabileceği tarzda insanların dünya ve ahiret mutluluğu için gerekli gördüklerini konu edinmiştir. Anahtar Sözcükler Nesayih (Nasihatler), Kemal Paşazade, Ahlak, Dostluk, Siyaset Felsefesi, Bilgi, Sabır ABSTRACT Yazar : Yunus TÜRKYILMAZ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : Felsefe ve Dinbilimleri Ana Bilim Dalı Bilim Dalı : İslâm Felsefesi Bilim Dalı Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : x + 168 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışman(lar)ı : Prof. Dr. Yaşar AYDINLI THE TRANSCRİPT AND PHİLOSOPHİCAL ANALYSİS OF KEMALPAŞAZADE’S (WORK NAMED) NESAYİH In a broad sense, morals have been defined as the spiritual characteristics and temperaments of the people, as well as their witting behaviors that are produced by the effect of these characteristics and temperaments, which qualify them as good or bad. Numerous works concerning morals have been written up in the history of thought. The theories of morals, which started with the Greek philosophy in the west and Persian and Indian thought in the east, have been widely developed with the Islamic thinking in the Mediterranean geography. With the moral doctrines it has developed, and by making use of the moral thoughts of the aforementioned civilizations, Islamic philosophy has presented a rich, harmonious and peaceful life tenet to the mankind, which deepens a man’s soul. In addition, it has produced a great number of works on this subject. Nesayih, which has been investigated in this study and placed in the last rows of this series, is one of these written works in which great meanings and advice has been presented as a summary. In Islamic philosophy, a behavior must not be produced under compulsion in order to be accepted as morals. In other words, a human being should completely internalize the desired behavior in his life and it should become the habit of that person. Philosophy always associates theoretical morals with practical life. Kemal Paşazade also did it this way. In Nesayih, in a way that people can understand, he dealt with the issues that he considered as necessary for the present life and afterlife happiness of human beings. Key Words Advices, Kemal Paşazade, Ethics, Friendship, Political Philosophy, Knowledge, Patience ÖNSÖZ XV. ve XVI. yüzyıl Osmanlı Türkiye’sinde yaşamış, devrin zengin kültür yapısı içerisinde kendini yetiştirmiş olan Kemâl Paşazâde ilim ve fikir hayatındaki zirvelerden biri olup, onun iyi anlaşılabilmesi için yaşadığı devrin sosyal ve kültürel yapısının iyice taranması ve tahlil edilmesi gerekir. Zaten Kemâl Paşazâde’nin yaşamış olduğu XV. ve XVI. yüzyıllar Osmanlısının ilim ve fikir hayatı noktasında oldukça ilerlemiş olduğu bir gerçektir. Ne var ki günümüzde üniversitelerimiz ya da araştırma merkezlerimizde Osmanlı dönemi ilim ve fikir hayatıyla ilgili arzu edilen tarzda derinlemesine titiz çalışmalara oldukça az rastlanmaktadır. Osmanlı döneminde özellikle felsefi ahlak denilince akla ilk gelen Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Âlâî’si bir de ona ek olarak en az onun kadar sistemli ve felsefi olan Muhyi-î Gülşenî’nin Ahlâk-ı Kiramı’dır. İbn Kemâl’e kadar onlarca ahlaka dair eser kaleme alınmıştır. Kemâl Paşazâde’nin Nesâyih adlı eseri de bunlardan biridir. Nesâyih, Nihal Atsız’ın hazırlamış olduğu Kemâl Paşaoğlu’nun Eserleri adlı katalok çalışmasında Süleymaniye Kütüphanesi Esat efendi Türkçe yazma eserlerde 1781 numarayla kayıtlı bir eserdir. Atsız’ın yaptığı çalışmada eserin sadece adından bahsedilir muhtevâsından bahsedilmez. Eserin muhtevasından Şamil Öcal, Kemâl Paşazâde’nin Felsefî Ve Kelâmî görüşleri adlı eserinde bahseder. Tek nüsha bulunan eser, on beş bölümden oluşmaktadır. Akıl, ilim, cehâlet, söz âdâbı, nâsihatin önemi ve hikmeti, dostluk, düşmanlık, münafıklık, çocukların eğitim ve terbiyesi, yöneticilerde bulunması gereken vasıflar, beylere hizmet etme yolları, iyiliğin yararları, kötülüğün zararları, sabır, sır saklamanın önemi, dünya hırsı, eserde ele alınan belli başlı konulardandır. Kemâl Paşazâde eserinde hem Doğu’dan hem de Batı’dan alıntılar yapmıştır. Örneğin yirmiyi aşkın filozofun ismini zikrederek fikirlerini dile getirmiştir. Ayrıca eserde hem Paşazâde’nin kendine ait şiirleri hem de bir çok farklı beyitler Arapça ve Farsça olarak mevcuttur. Nesâyih, diğer ahlak kitapları gibi konuları çok uzun uzadıya işlememiş bilakis bir çeşit özet ahlak kitabı olarak hazırlanmıştır. Döneminin ahlak ve siyasetine ilişkin hatta insan anlayışına dair bizlere önemli ipuçları vermektedir. Tezimizin ana konusu, Kemâl Paşazâde’nin Nesâyih adlı eseri üzerinedir. Biz eserin transkrip ve felsefi tahlilini yaparken, sadece eserin tanıtımı ve özetini sunmaktan v ziyade önce Nesâyih geleneğini ele alıp sonra İbn Kemâl’in yaşadığı XV. ve XVI. yüzyıllarda ilim ve fikir hayatını anlamaya çalıştık. Çalışmamızda Nesâyih’in Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan aslının microfilmini kullandık. Babinger’in ifadesiyle Paşazâde’nin bütün eserlerinin müellif nüshaları kaybolmuştur. Atsız’da Nesâyih’in tek nüsha olduğunu ifade eder. Bu sebeple eseri karşılaştırma imkânımız olmadı. Eserde yer yer okunamayan yerler mevcuttu böyle yerlerdeki tahminimizi ve tespit ettiğimiz müstensih hatalarını dipnotta belirterek doğrusunu yazmaya gayret ettik. Eserde geçen ayetleri tercümeleriyle birlikte aktardık. Hadislerin ise tercümelerini verip bir çoğunun kaynağını belirttik. Eserde bazı istinsah hataları da mevcut idi bunları şöyle sıralayabiliriz: Eserin giriş kısmında yapılan tasnife 6. bab’a kadar uyulmuş, “dostluk ahvali” hakkındaki bab ikiye parçalanarak dostluk hukukunu da işlemiştir. Dolayısıyla sonraki babların numaralandırmaları girişteki gibi olmamıştır. İlerdeki bablarda ise yine girişte zikredilen “iyilik ve kötülüğün zararları” adlı 11. babın atlanılmasıyla yani başlık altında “beylere hizmet etme yolu” anlatılmış ve girişteki sıraya dönülmüştür. Bir de “oğul terbiye ve eğitimi” nin safhaları anlatılırken beşinci sıra atlanmıştır. Temenni ederiz ki çalışmamız daha sonraki araştırmalara zemin oluşturabilsin ve özellikle İslâm Felsefesi açısından, ilmî dikkatlerin Osmanlı dönemine çekilmesi noktasında bir etki uyandırabilsin. Son olarak danışman hocam Prof. Dr. Yaşar Aydınlı’ya sabrından, engin anlayışından ve şahsıma katkıda bulunduğu bütün ilmi ve ahlaki güzelliklerden dolayı teşekkürü borç bilirim. Üzerimde duası olan bütün aileme ve dostlarıma desteklerinden dolayı teşekkür ederim. Yunus Türkyılmaz BURSA/2009 vi İÇİNDEKİLER ÖZET ............................................................................................................................. i ABSTRACT................................................................................................................. iv ÖNSÖZ ......................................................................................................................... v İÇİNDEKİLER ...........................................................................................................vii KISALTMALAR......................................................................................................... ix TRANSKRİPSİYON.................................................................................................... x GİRİŞ ............................................................................................................................ 1 İSLAM DÜŞÜNCESİNDE NESÂYİH GELENEĞİ................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM KEMAL PAŞAZÂDE’NİN HAYATI ESERLERİ ve İLMÎ KİŞİLİĞİ I-KEMAL PAŞAZÂDE’NİN YAŞADIĞI XV. ve XVI. yy OSMANLI TÜRKİYESİ’NDE İLİM ve FİKİR HAYATI............................................................ 12 II- KEMAL PAŞAZÂDE’NİN HAYATI ve İLMÎ ŞAHSİYETİ .............................. 24 III- KEMAL PAŞAZÂDE’NİN FELSEFÎ - KELAMÎ KAYNAKLARI VE ESERLERİ.................................................................................................................. 30 1. Felsefe ve Kelâm Alanındaki Kaynakları ........................................................... 30 2. Felsefe ve Kelâma Dair Eserleri ......................................................................... 32 İKİNCİ BÖLÜM KEMAL PAŞAZÂDE’NİN NESÂYİH ADLI ESERİNİN FELSEFÎ TAHLİLİ ve TRANSKRİBİ I- NESÂYİH’İN BÖLÜMLERİ (BAB) ve İHTİVA ETTİĞİ KONULARIN FELSEFÎ TAHLİLİ .................................................................................................... 40 1. Birinci Bâb: Akıl .......................................................................................... 40 2. İkinci Bâb: İlim ve Bilgi Hakkında .............................................................. 52 3. Üçüncü Bâb: Cahilliğin Kötülenmesi Hakkında .......................................... 55 4. Dördüncü Bâb: Söz Edebi Hakkında............................................................ 57 5. Beşinci Bâb: Nasihatler Hakkında................................................................ 58 6. Altıncı Bâb: Dostluk Hakkında ve İnsan Hukuku hakkında ........................ 61 vii 7. Yedinci Bâb: Dostluk Hukuku Hakkında..................................................... 64 8. Sekizinci Bâb: Düşmanlık ve Sebepleri Hakkında....................................... 66 9. Dokuzuncu Bâb: Çocuk Yetiştirme Hakkında ............................................ 68 10. Onuncu Bâb: Devlet başkanları ve yöneticilik hakkında ............................. 71 11. Onbirinci Bâb: Devlet Başkanlarına Hizmet Hakkında ............................... 74 12. Onikinci Bâb: Sabır ve Acelecilik Hakkında ............................................... 76 13. Onüçüncü Bâb: İyi ve Kötü Huyun Neticeleri Hakkında............................. 77 14. Ondördüncü Bâb: Sır Saklamak Hakkında................................................... 79 15. Onbeşinci Bâb: Dünya ve Dünyayı İstemekte Hırslı Olmamak Hakkında .. 80 II- KEMÂL PAŞAZÂDE’NİN NESÂYİH TRANSKRİPTİ................................ 82 SONUÇ......................................................................................................................... 162 BİBLİYOGRAFYA...................................................................................................... 164 viii KISALTMALAR a.g.e. : adı geçen eser a.g.m. : adı geçen makale A : Arapça bkz. : bakınız c. : cilt çev : çeviren D.E.F.M. : Darûl-Funûn Edebiyat Fakültesi Mecmuası F : Farsça Haz : hazırlayan İ.Ü. : İstanbul Üniversitesi İ.Ü.S.B.E. : İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü M.E.B.İ.A. : Milli Eğitim Bakanlığı İnceleme ve Araştırma Neş : neşreden s. : sayfa ss. : sayfa sayısı S. : Sayı sad : sadeleştiren S.K. : Süleymaniye Kütüphanesi T : Türkçe Ts : tarihsiz T.T.K. : Türk Tarih Kurumu T.D.V. : Türk Diyanet Vakfı yay. : yayınevi ix TRANSKRİPSİYON ş : ش į : ء ś : ص a, e : ا ^ : â ض : đ, ż ţ : ط b : ب ź : ظ p : پ ĭ : ع t : ت ġ : غ š : ث f : ف c : ج ķ : ق ç : چ k : ك ħ : ح g, n : گ ĥ : خ l : ل d : د m : م ž : ذ n : ن r : ر v: o, ö, u, ü, û : و z : ز h : ه j : ژ y, ı, i, ī, ī : ى s : س x GİRİŞ İSLAM DÜŞÜNCESİNDE NESÂYİH GELENEĞİ İslâm düşüncesinde Nesâyih geleneğini, İslam ahlâk çalışmaları içerisinde değerlendirebiliriz. İslam ahlâkının asıl kaynağı Kur’an ve onun ışığında oluşan sünnettir. Nitekim Hz. Aişe Hz. Peygamberin ahlâkının Kur’an ahlakı olduğunu belirtmiştir.1 Ancak Müslüman şahsiyetin dinî, ahlâkî ve sosyal hayatının merkezinde olan Kur’an, her ne kadar İslâmî prensiplerin bütününü içerse de, bizlere tam bir ahlâk doktrini ya da teorisi sunmaz. Kur’an, prensiplerini ilkesel bağlamda ve metafizik temelli sunup, eksiksiz bir ahlak sistemi oluşturacak zenginlikte ve derinlikte nazarî prensipler ve amelî kurallar ihtiva eden bir kitaptır.2 Kur’an, dinî ve dünyevî hayatın genel çerçevesini çizip, amelî hayatı özü itibarıyla ortaya koymuşken miladi 7. asırdan itibaren fıkıhçılar, hadisçiler, kelâmcılar, mutasavvıflar ve filozoflarca bu düsturlar temel kabul edilip, ilham kaynağı olarak görülüp bugünkü anlamıyla ahlak anlayışı da sistemleştirilmeye başlanmıştır. İslam ahlakının dinamik yapısı, toplumun sadece belirli bir kesimine ait ahlakî değerlerden değil aksine farklı yapıdaki her kesime hitap eden, onların bulundukları durumlardan daha yüksek bir ahlakî yapıya yükseltmeleri için lüzumlu olan çağrıları içerir. Kur’an ve Sünnet’e göre ‘hayr’ da, doğru ‘birr’ de, gaye de statik değil dinamik bir yapıya sahiptir. İnsanların yapabilecekleri ya da yapmak zorunda oldukları iyilikler (farzlar) yanında, yapıldığı takdirde ferdin hikmet, fazîlet ve kemal seviyeleri doğrultusunda yapabilecekleri hayırlar da vardır. Dolayısıyla İslam’a göre ahlak, bilgi ve fazilet bakımından sürekli bir değişim-gelişim içerisindeki dinamizmdir.3 1 Müslim, “Müsâfirîn”, 139 2 Fahri, Macid, İslâm Ahlak Teorileri, Litera yay., İstanbul 2004, s.17, 3 Aydın, Mehmet.,T.D.V İslâm Ansiklopedisi, “Ahlak maddesi”, Cilt 2, İstanbul 1989, ss. 2-3 1 Kur’an’daki bu dinamizmi bir nebzede olsa görmek adına M.M. Şerif’in editörlüğünü yaptığı, İslâm Düşünce Tarihi’nin, B.A. Dar’ın “Kur’an’ın Ahlaki Öğretileri” ile ilgili makalesine baktığımızda, özetle şunları görürüz: Kur’an’a göre insan öncelikle iyiliği (birr), hayrı, güzelliği sevmeli istemeli, kötülükten ve isyandan nefret etmelidir.4 Kalbini, iç dünyasını Allah şuuruyla (zikrullah) huzura kavuşturmalı ve yaptığı tüm iyilikleri çıkar kaygısı taşımadan hatta cennet ümidi, cehennem korkusu için de değil yalnız Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapmalıdır.5 Kur’an’da va’z edilen ahlakî öğretiler hayat verici, hayatı zenginleştici6mahiyettedir; bu öğretilere uymakla insan, bu sayede ilahi sıfatlardan birini tanımış olur ve o sıfatın ışığında hayatını şekillendirmiş olur. Bir kişiyi diriltmek kurtuluşuna vesile olmak sanki tüm insanlığı kurtarmış olmak gibidir.7 İnsan, ruhunda ebediyeti asla son bulmayacak, sönmeyecek bir saltanatı şiddetle isteyen bir arzuya sahiptir.8 Kur’an’a göre insanın önünde ebediyete kadar sürecek bir hayat kazanma yolu açıktır.9 Kur’an’da, ilahi hikmeti ve insanların keyfi olarak değil10 kendi fiillerine göre11 yargılandığı evrendeki ahlaki düzenin varlığını ve ilahi nedenselliğe inanca atıfta bulunan Alllah’ın birliği üzerinde durulur. Bu ilahi düzen sadece birey bazında değil toplum ve ferd bazında da bir fark gözetmez.12 Allah bu ahlaki düzen çercevesinde insanlarla bir ahidleşmeye girmiştir. Belli bir ırk veya millete değil bireylerle ahidleşme içine girmiştir.13 Tevhid, kişinin ruhi yapısında ahengi, akıl-irade ve hareket işbirliğini gösterdiği için insanın ideallerinden birini oluşturur. O, kişinin hırsı, ihtirası ve şehveti üzerinde tam bir kontrol sahibi olmaya işaret eder. Allah ruhunu insana üflemiş,14yeryüzünde kendisinin halifesi yapmıştır.15 Kâinattaki her şey insana tabi olacak biçimde 4 Hucurât, 7-14 5 Leyl, 19-21; Hûd, 112. 6 Enfâl, 24; Nahl, 97. 7 Maide, 32. 8 Tâ-Hâ, 120. 9 Zümer, 73-75; Mülk, 12; Beyine, 8. 10 Enfâl, 53. 11 Zilzal, 7-8. 12 Mâide, 20. 13 Al-i İmrân, 81; A’râf, 172. 14 Hicr, 29; Sâd, 72. 15 Bakara, 30. 2 yaratılmış.16 Hatta meleklere bile ona secde etme emri verilmişti.17 Ona şerefli bir mevki verilmiş, bütün yaratıklar arasında en şerefli kılınmıştır (eşref-i mahlûkât).18 Fiziki ve ruhi gelişimi için ne gerekiyorsa ona sahip olan insan, Allah’ın verdiği güçle yer ve göğün sınırlarını aşabilir.19 İyiyle kötüyü tanıyabilecek, hayrı şerden ayırt edebilecek20 insan bu niteliği dolayısıyla yaptıklarından sorumlu olan tek varlıktır.21Kötülüğe ve zulme karşı mücadele insanda güçlü bir ahlaki yapıyı gerekli kılmaktadır. Doğru yol üzerinde sebat eden kişiler, karşılaşacakları güçlüklerin üstesinden gelecekler,22zayıflık ve eksikliklerini ilahi yardım ile gidereceklerdir.23 Hikmet, bilginin, hakikatin aşığı olmak; külli varlıkların hakikatini bilme ve bu bilgiyi hakikat doğrultusunda gerektiği gibi kullanmak demektir.24 Hikmet vasıtasıyla biz, geri kalan diğer varlıkların Allah’dan nasıl varlık (el-vücûd), gerçeklik (el-hakika) ve ‘birlik’ (el- vahde) aldıklarını; onlardan her birisinin varlık, gerçeklik ve birlikteki paylarının ne olduğunu ve diğer şeylerin anlamlarını Allah’tan nasıl kazandıklarını biliriz.25 Hikmet, zan, eksik bilgi26 veya hayalden27 birçok bakımdan ayrılır. Hakiki bilgi eksikliği Allah’ı inkar etmeye,28O’na yalan isnat etmeye ve O’nun yanında başka tanrılara kulluk etmeye29götürür. Tek emin yol Allah’ın bilgisiyle donanmış vahiy yoludur.30 Yalnızca iman eden ve hikmete sahip olanların derecelerinin ve rütbelerinin yükseltileceği,31 yalnızca hikmete sahip kişilerin Allah’dan gereği gibi korkacakları ve 16 İbrahim, 32-33; Lokman, 20. 17 Bakara, 34. 18 İsrâ, 70. 19 Nahl, 78; Rahman, 33; Mülk, 23. 20 Hicr, 10; İnsan, 3. 21 En’am, 164. 22 Al-i İmrân, 186. 23 Hud, 10-11. 24 Kindî, Felsefi Risaleler, Tarifler üzerine, İz yay.,İstanbul 1994, s. 71 25 Farabî, Fusulü’l- Medenî, ‘Siyaset Felsefesine Dair Görüşler’, Çev: Hanifi Özcan, Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., İzmir 1987, s. 43 26 Necm, 28; İsrâ, 36. 27 Yunus, 36,66. 28 En’am, 108. 29 Hacc, 71. 30 Hud, 14. 31 Mücadele, 11. 3 doğru yolda yürüyecekleri belirtilmiştir.32 Kur’an, Peygambere ilimde derinleşmesi için dua etmesini öğütlemiştir.33 Kur’an, adaleti ahlakî bir ideal olarak benimsememiz gerektiğini vurgulayan ilahî bir kelamdır. Allah hem insanların birbirlerine karşı adil olmalarını emreder34 hem de müminlere kendileri, aileleri, yakınları aleyhine dahi olsa, zengin yoksul ayrımı yapmadan adaleti uygulamaları emredilir.35 Bir topluma olan düşmanlık bile adaletsizliğe sevk etmemeli, her ne şekilde olunursa olsun adaletli olunmalıdır.36 Sevgi, insanın tüm ahlaki değerlerinin mükemmel bir hülasası olarak, Allah’ı her şeyden fazla sevmeyi gerekli kılan bir idealdir.37 İyilik de Allah’ın bir sıfatıdır,38 bu yüzden insanların iyilik yapmaya yönelik içgüdülere mutabık davranmaları bir zorunluluk olmaktadır.39 Allah herkese, her şeye iyiliğini yaydığı,40 iyilik yapanları sevdiği için iyilik yapmalıdır.41 Müminlere, kötülüğü en güzel şekilde bertaraf ettikleri takdirde düşman olan kişinin bile yakın bir dost olacağı belirtilerek, kötülüğü en güzel bir şekilde gidermeye çalışmaları tavsiye edilmiştir.42 Kur’an’a göre insanları hikmetle, güzel öğütle davet eden, onlarla en güzel şekilde tartışan, insanlarla en güzel şekilde konuşandan43 daha iyi kim vardır? Bütün bu öğretiler, ferdin hem dünyada hem de ahirette karşılığını göreceği ahlak prensipleridir.44 İslâm’ın ilk yüzyıllarında ahlak öğretileri bütünüyle, yukarıda ana hatlarıyla gösterilen dinî kurallara dayanmaktaydı. İslâm, Kur’an prensiplerinin şekillendirmiş olduğu Hz.Muhammed’in (s.a.v) örnek hayatını (üsve-i hasene) kendilerine ölçü kabul edip hayatlarını O’nun getirdikleri doğrultusunda düzenleyen bir toplum meydana getirmiştir. Hz. Peygamber zamanında sistemli bir ahlak felsefesinden söz edilemez 32 Fatır, 28. 33 Tâ-hâ, 114. 34 A’râf, 29; Nahl, 90; Şurâ, 15. 35 Nisa, 135. ; Maide, 45. 36 Maide, 8. 37 Bakara, 165. 38 Nahl, 53; Haşr, 23. 39 Bakara, 158. 40 Kasas, 77. 41 Bakara, 195. 42 Fussilet, 34. 43 Nahl, 125; Yûsuf, 33; İsrâ, 53. 44 M.M. Şerif, İslâm Düşünce Tarihi, İnsan Yay., Cilt: 1, İstanbul 1990 ss. 185-195, 4 ancak o dönemlerde cahiliyye yerine bir saadet düzeni, iman ile iç içe mükemmel bir ahlaki yaşantı hayata geçirilmişti. Hicrî II. Yüzyılın başlarından itibaren Kur’an öğretilerinden, Hz. Peygamber’in ve ashabın yaşantılarından oluşan ortak bir aklın ya da ahlakın oluştuğu, bu ahlaka yeni karşılaşılan durumların ve farklı kültürlerin etkisinin de olduğu bir gerçektir. Böylece genel anlamda ahlaka ve bu alanın özel konularına dair eserlerden oluşan zengin bir literatür meydana gelmiştir. Daha ziyade o dönemlerde hadis ve fıkıh âlimlerince yapılan bu çalışmaların başlangıcını hadislerin tasnif dönemine kadar götürebiliriz. Nitekim başta Kütüb-i Sitte olmak üzere hemen bütün hadis mecmualarında “Kitâbü’l-Edep”, “Kitâbü’l-Birr”, “Kitâbü’l-Hüsni’l-Hulk” gibi başlıklar altında özellikle ahlak hadislerini ihtiva eden bölümler mevcuttur. Abdullah b.Mübârek’in (736-797) Kitâbü’z-Zühd ve’r-rekâ’ik’ı, Buhârî’nin (810-869) el-Edebü’l- Müfred’i yalnızca ahlaka dair oluşan eserlerdir. Ayrıca kırk Hadis geleneğinin de ilk hadisleri ahlakîdir.45 İslâm’ın tavsiyesi gereği “kıyas” ve “icmâ”46 ahlakî konularda da uygulanmıştır. Bununla birlikte İslâm’ın hukuk sistemi içerisinde de yerini bulan örf ve âdetler genel anlamıyla ‘efkâr-ı umumiye’ toplumda, ahlakî kaidelerin ortaya çıkmasına etkin bir sebep olarak hukukî müeyyideden kabul edilmiştir.47 Bütün bunlardan hareketle söyleyebiliriz ki, genelde İslâm Ahlakı, özelde İslâm nesâyih geleneği, başta Kur’an ve Sünnet olmak üzere ki buna sahabe hayatı ve katkıları dâhildir, İslâm düşüncesinin her daim öne çıkardığı “akıl” ve toplumun ortak kabulüyle ortaya konan algılayışın karışımıyla meydana gelmiş zengin bir kültür olarak karşımıza çıkar. Geleneksel İslâm ahlâkı, kültür tarihimizde eser sayısı bakımından oldukça zengin bir alandır. İslâm ahlâkına dair eserler, ilmî anlamdaki alanları itibariyle, ele aldıkları konuları ve içerikleri itibariyle farklı tasniflere tâbî tutulmuştur. Genel olarak ahlak eserlerini, farklı ilmî disiplinler anlamında üç ayrı kategoride toplayabiliriz. a) Kur’an ve Hadis ahlakı (Sahabe ahlâkı dâhil): Yukarıda zikredilenlere ek olarak el-Mâverdî’nin (v.450/1058) Edebü’d-Dünya ve’d-Dîn’i ve İbni Hazm’ın (v.456/1064) Müdâvâtü’n-Nüfûs’u zikredilebilir. b) Tasavvufî ahlak: Bu alanda el-Muhâsibî’nin (v.243/857) er-Riâye’si, Cüveynî’nin eş- Şâmil’i gibi eserler zikredilebilir. 45 Aydın, Mehmed., T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, ‘Ahlak Maddesi’, Cilt:2, s. 3, İstanbul 1989 46 Nisâ, 59; Muhammed, 10; Sa’d, 28. 47 Hallaf, Abdulvehhâb, İslâm Hukuk Felsefesi, çev: H. Atay, , Ankara 1973, s. 237 5 c) Felsefî ahlak: Bu grubun müellifleri aklı ve aklın verilerini ön planda tutmuşlardır. Felsefî ahlak çalışmalarında temelde Platon ve Aristoteles’in ahlak görüşleri, metotları yer almıştır. İslâmi kaynaklardaki ahlak esasları felsefî anlamda değerlendirilerek farklı bir sistemle ele alınmıştır. Bağımsız felsefî bir kategori olarak ahlak alanında eser yazma geleneği ilk olarak Fârâbi (v. 339/950)48 ve İbn Sinâ (v. 428/1037) gibi erken dönem meşhur filozoflarıyla, detaylı anlamda özellikle siyaset felsefesi alanında başlar.49 Ayrıca X. Asrın sonlarında anılan İslâm düşüncesinden ve Grek felsefesinden, yararlanarak özellikle Sokrates, Pythagoras, Platon, Aristoteles, Beydabâ gibi filozofların etkisiyle “Ahlakın Çeşitli Olmasının Sebepleri” adlı risaleyi kaleme alıp müstakil bir mecmua hazırlayan İhvanu’s- Safâ zikredilmelidir.50 İslâm düşünce tarihinde İhvanu’s- Safâ düşüncesini Kur’an, tasavvuf ve felsefeden istifade ederek sunmuş ve İslâm Ahlâkı alanında birçok ahlak kitabı ve risaleleri yazılmaya başlanmıştır. Bu çalışmaların da Hicrî V./M. XI. asırdan itibaren başlayıp yaygınlaştığını görmekteyiz. Bu eserlerin başlıcalarını Şeyhu’l-İslâm Kemal Paşazâde’ye kadar şöyle sıralayabiliriz. 1. Tehzîbü’l-Ahlak ve Tathîru’l- A‘rak, İbn Miskeveyh (v. 421/1030) İslâm Ahlakı alanında en derin izler bırakan bu eser, İslâm düşüncesinde felsefî ahlak sahasında yazılmış en kapsamlı ilk çalışma kabul edilir. Aynı zamanda bir tarihci olan İbn Miskeveyh, İslâm dünyasında ahlak disiplinine önem veren, ahlakı ilimlerin üzerinde tutan ve bu konuda eser yazan bir düşünür olarak diğer Müslüman filozoflardan ayrılır. İbn Miskeveyh, eserini Aristoteles’in “Nikomakhos’a Etik” temelli şekillendirmekle birlikte nefs görüşünü doğrudan Platon’dan almış ki bu, Aristoteles’in nefs anlayışından açıkca farklılık arz eder,51 ayrıca bu konuda Porphyrius’un yorumlarından da yararlanılmıştır. Onun Eflatun, Aristoteles, Yeniplatonculuk, Pisagor 48 Farabî, Es-Siyasetü’l-Medeniyye, çev. M. Aydın, A. Şener- R. Ayas, İstanbul 1980, ss. 2-3 49 Hamid, Dabaşi, “Filozof-Vezir Hâce Nasîruddin Et-Tûsî ve Dönemin Entelektüel İklimi”, İslam Felsefesi Tarihi, Editör:Seyyid Hüseyin Nasr, Oliver Leaman, Cilt:2, İstanbul 2007, s.217 50 Ferruh, Ömer, “İhvân-ı Safâ”, M.M. Şerif, İslâm Düşünce Tarihi, çev: İlhan Kutluer s.329; Erdem, Hüsameddin, Son Devir Osmanlı Düşüncesinde Ahlak, Selçuk Üniversitesi Yay., Konya 1996, s.27 51 Leaman, Oliver, “İbn Miskeveyh”, İslam Felsefesi Tarihi, Editör: Seyyid Hüseyin Nasr, Oliver Leaman, Cilt:1, İstanbul 2007, s.300 6 gibi daha başka filozoflardan da karışım yaptığı gerçeği, farklı nazariyeleri toplamış olduğunun bir göstergesi değil, daha ziyade mühim meseleleri açıklığa kavuşturmak için bu farklı yaklaşımları kullanma yönünde mübdi’ (creative) bir teşebbüsün göstegesi olarak kabul edilmelidir. Hikmetli sözleri bir araya getirdiği, El-Hikmetu’l-Halide (Câvidâni Hired) eserinde de bu yolu izlemiştir.52 İbn Miskeveyh, ‘Tehzîbü’l-ahlâk’diye meşhur olan eserine ‘Kitâbu’t-Tahâre’ ismiyle atıfta bulunmaktadır.53 Düşünürümüzün ahlak felsefesini ortaya koyan bu eseri, Aristoteles’in görüşleriyle İslâm Ahlâkının birleştirilmesinde, felsefî ahlak konularının ve kavramlarının zenginleştirilmesinde son derece etkili olmuş ve kendisinden sonra gelen çalışmalara da örnek teşkil etmiştir.54 2. Ahlak-ı Nâsırî ve Nasîruddin et-Tûsî (v. 672/1274) Horasan’a bağlı Tûs şehrinde doğan Nasîruddin Tûsî, İbn Meymûn (Maimonides) (1135-1204), Aziz Albertus Magnus ve Aziz Thomas ile birlikte, dönemlerinin İbrahimî dinlerdeki felsefi faaliyetin zirvesini temsil ederler. Tûsî, Şiî skolastik öğretinin en fazla kalıcı olan yanlarını sistemleştirerek pekişmesini sağlamış ve Meşşâî felsefenin seçkin bir temsilcisi kabul edilmiş, önemli başarılarından biri olarak İbn Sina felsefesini güçlendirip canlandırması gösterilmiştir.55 Bu yönüyle Tûsî, Osmanlı düşüncesinde güçlü kimliğine ve düşüncesine rağmen tercih sebebi olamamış, resmî Osmanlı düşüncesini temsilen Kemal Paşazâde tercih edilmiştir.56 Nasîruddîn Tûsî’nin ahlakla ilgili en büyük eseri, Ahlak-ı Nâsırî’dir. Tûsî’nin ahlaka dair görüşlerinin özünde Kur’an, Hadis ve İslâmî kaynaklar olmakla birlikte genel anlamda görüşlerini doğrudan Grek düşüncesiyle İslâm öncesi İran düşüncesi oluşturmaktadır. Özelde ise Aristoteles’in Nichomachean Etics’i Farabi’nin el- Medînetü’l-Fâdıla’sı ve İbn Sinâ’nın el-İşârât ve’t-Tenbîhât’ı ilham aldığı kaynaklardandır. O bu eserinin ilk müsveddelerini İsmâilî komutan Nasîruddin’in himayesinde iken kaleme almıştır. Daha sonra yeni Hâmisi Hülâgu’nun hizmetinde bulunduğu sırada eserin giriş ve sonuç bölümlerini değiştirip, İsmâilîlik ile alakalı tüm 52 Leaman, Oliver, “İbn Miskeveyh”, a.g.e., s.304 53 Nasîruddin Tûsî, Ahlâk-ıNâsırî, Editör:Tahir Özaktaş, çev:Anar Gafarov,Zaur Şükürov, Litera Yay.,İstanbul 2007, s.341 54 Oktay, Ayşe Sıdıka , Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî, İz Yay., İstanbul 2005, ss. 23-24; 55 Hamid Dabaşi, a.g.m., s.185-205 56 Kutlu, a.g.e., s.53 7 övgü ifadelerini kitaptan çıkarmıştır. Bu eser esas itibariyle İbn Miskeveyh’in ‘Kitâbu’t- tahâre’ adlı kitabının genişletilerek hazırlanmış bir tercümesidir.57 Ahlâk-ı Nâsırî bir giriş, üç risale ve sonuçtan müteşekkildir. Giriş felsefe tasnifiyle ilgili genel ifadeleri ihtiva eder. İlk risale ahlakla ilgili olup, ilkeler (mebâdî) ve amaçlar (makâsıd) bölümlerinden oluşur. İkinci risale iç siyasete dairdir. Üçüncü risale şehir siyasetini konu edinir. Sonuç bölümü ise Platon’a atfedilen nasihatleri (vesâyâ) içerir.58 3. Ahlâk-ı Celâlî ve Celâleddîn Devvânî (v. 908-1502) İran’ın Devvân köyünde doğan Muhammed b. Es’ad Celâleddîn ilk eğitimini Seyyid Şerif Cürcânî’nin talebelerinden olan babası Es’ad Efendi’den aldı. Kısa zamanda büyük bir üne kavuşan, müderrislik, sadâret ve Akkayunlu hükümdarlığı zamanında Fars eyaleti kâdılkudâtlığında bulundu. Çeşitli İslâm ülkelerinden ilim tahsili için yanına gelen talebeler sayesinde “Devvânî” ekolü oluştu.59 II. Beyazıd zamanında Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapan Kemâl Paşazâde’nin de hocalarından olan Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi de Devvânî’nin, Tebriz’de öğrenciliğinde bulunmuştur.60 Onun sayesinde Devvânî’nin görüşleri ve fikirleri Osmanlıda tanınmış ve yaygınlaşmıştır. Devvânî özellikle Sühreverdî’nin işrâkî hikmet görüşünü Osmanlı döneminin felsefî düşünce hayatında canlandırmıştır.61 İşrâkî geleneğin Osmanlı düşüncesinde canlanmasını sağlayan Müeyyedzâde’nin Kemal Paşazâde’ye hocalık yaptığını ve aynı zamanda devlet içerisinde de kendisine güçlü bir referans olduğunu bilmekteyiz. Dolayısıyla düşünce yapısının Kemal Paşazâde’ye de tevarüs ettiğini düşünebiliriz. Hoca talebe her ikisinin de İslâm’ın üç ana disiplini olan felsefe, kelâm ve tasavvufu birleştirmeye yönelik çalışmalar yaptığı söylenebilir.62 57 Hamid Dabaşi, a.g.m., ss.217-222 58 Hamid Dabaşi, a.g.m., s.222-223 59 Oktay, a.g.e., s.27-28 60 Sözen, a.g.e., s.56 61 Sıddıkî, Bahtiyar Hüseyin., “Devvânî”, İslâm Düşünce Tarihi, c. III, s.103 62 Anay, Harun., Celâleddin Devvânî Hayatı, Eserleri, Ahlâk ve Siyâset Düşüncesi, Basılmamış Doktara Tezi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1994, s.259 8 Devvânî, Ahlâk-ı Celâlî adlı eserini kaleme alma sebebini, ilmi seven Akkoyunlu hükümdarlarından sultan Halil’in değerli imamların ve büyük filozofların sözlerinin derlendiği bir kitap istemesi üzerine yazıldığını zikreder. Ancak Devvânî kendisinin amelî ahlak ve siyaset ilminin tümünü kuşatamayacağını düşünerek sadece amelî hikmetin esaslarını içeren delillerine Kur’an âyetleriyle, hadislerle, sahabe sözleriyle başlayıp, tabiîn, tasavvuf büyükleri, işrak filozoflarının lem’alarını (parıltı), keşf ve şuhûd ehlinin zevklerinin derlendiği ve Ahlâk-ı Celâlî’de kullandığı nüshanın içeriğini de koruyan bir eser meydana getirmeye çalışmıştır. Devvânî, eserinde esas olarak Ahlâk-ı Nâsırî’den istifade etmiş, işrak felsefesi ve tasavvuf görüşleriyle eserini zenginleştirmiştir.63 4. Ahlâk-ı Alâî ve Kınalızâde Ali Efendi (v. 979-1572) Isparta’da doğan Kınalızâde64 ailesinden kendisine intikal eden yeteneklerin yanında döneminin en seçkin alimlerinden ders almıştır.65 Fenârizâde Muhyiddin Çelebi’nin (Çivizâde) Şeyhülislâmlığı döneminde nevbet (kadro bekleme sırası) bekleyen Kınalızâde, Çivizâde’den hoşlanmadığı için tayinini ağırdan alan Ebussuûd’un huzuruna çıkıp çalışmalarını gösterip kendisine müderrislik verilmesini istemiştir. Bu yaklaşımından çok hoşlanan Ebussuûd övgüyle kendisini 20 akçe karşılığında müderris olarak tayın etmiştir.66 Bursa’da Hamza Bey Medresesi’nde ve Veliyüddinoğlu Ahmed Paşa Medresesi’nde de müderrislik yapan Kınalızâde 22 sene bu görevi devam ettirmiş ve 54 yaşında sırasıyla Halep Kadılığı, Bursa Kadılığı, Edirne Kadılığı, İstanbul Kadılığı ve ölümünden bir yıl önce 1571 tarihinde Anadolu Kazaskerliği görevine getirilmiştir.671572 Ocak Pazartesi günü vefat etmiştir.68 Kınalızâde, döneminde Osmanlı’da felsefe ve hikmet ilimleriyle meşgul olan ender kişilerden biriydi. Nitekim 63 Oktay, a.g.e., s. 29 64 Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şuarâ, Haz:İbrahim Kutluk, Ankara 1989, II, ss. 654-683 65 Ferid (Kam), “Kınalızâde Ali Çelebi”, D.E.F.M, S. 4, İstanbul 1332, s. 360 66 Oktay, a.g.e., ss. 44-45; ayrıca bkz. Hasan Çelebi, Tezkiret, II, s. 665 67 Kazaskerlik Fatih’in son senelerinde Rumeli ve Anadolu kazaskerliği olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Kazaskerlik bu tarihlerde ilmiye sınıfının yani müderris ve kadıların en büyük makamı idi; Kazaskerî sayılan bütün sınıfların hukukî ve şer’î işleri bu makamın tayin ettiği nâibler yani vekiller tarafından görülür ve bunlardan alınan resimler kendisine ait olurdu; vilayet sancak ve kaza kadıları bunların işlerine müdahale edemezlerdi. Bkz. İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 589. 68 Oktay, a.g.e., s. 46; ayrıca bkz. Hasan Çelebi, a.g.e., II, ss. 667-673 9 Katip Çelebi yaşadığı dönemde hikmet ve felsefe ile ilgilenen birkaç isim sayarak Kınalızâde’yi bu ilimle uğraşan son kişi olarak gösterir.69 Müellifin en önemli ve belki de ona asıl şöhretini kazandıran eseri Ahlâk-ı Alâî’yi 1563-1566 Şam Kadılığı yaptığı yıllarda yazdığı bilinmektedir. Yazarken o yıllarda aynı şehri paylaştığı Müverrih Âlî’den70 eserinin tashihi noktasında yardım almıştır. Ahlâk-ı Alâî diğer ahlak kitapları gibi dua ile başlar. Uzunca yazılan giriş bölümünde genel olarak hikmetin önemi, hikmet ilminin bölümleri açıklanır, nefs ve nefsin güçleri üzerinde durulur. Ayrıca hulk (huy) konusu üzerinde de durulmuştur. Daha sonra müellif üç ana kitap (bölüm) kaleme almıştır. Birinci kitap eserin en geniş bölümüdür. Bu kitap, bâb adını alan dokuz ayrı bölümden oluşur ki; erdemler, reziletler, bunların çeşitleri, erdeme benzeyen rezilet, adalet, erdemi kazanma yolları, erdemlerin korunması ve ahlâkî hastalıkların tedavisi gibi konular işlenmiştir. İkinci kitabın konusu Tedbîr-i Menzil (Aile Ahlakı) ile ilgili kısım sekiz bâbdan oluşmuştur. İlk dört bâb aile, ailenin önemi, evin geçimi ve ev idaresi gibi konulardan bahseder. Beşinci bâb, evlat ve aile terbiyesini konu edinir. Altıncı bâb, aile ahlakından bahseder ve bu kitabın sonuna kadar devlet ahlakını ilgilendiren konular işlenir. Ahlâk-ı Alâî’nin üçüncü kitabı Tedbîru’l-Medîne başlığını taşıyıp devlet ahlakını konu edinir. Bu kitabında âdil devlet adamında olması gereken vasıflar, uyması gereken kurallar işlenmektedir. Sonuna doğru iki ayrı konunun ilkinde sultana hizmet edenlerin dikkat etmesi gereken hususlar, ikincisinde ise dost ve dostluk hakkında bilgi verilmiştir. Kitabın son kısmında ise, “vasıyyet” adı altında tıpkı Nasîrüddîn-i Tûsî’nin kitabını Eflatun’un Aristoteles’e nasihatiyle bitirdiği gibi Devvânî’nin Ahlâk- Celâlî’yi Aristoteles’in İskender’e yazdığı Sırr-ı Esrâr’daki71 nasihatler gibi Kınalızâde’de bunlara ek olarak çeşitli tarikat şeyhlerinin vasiyet ve nasihatleriyle kitabını bitirdiğini söyler.72 69 Katip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, II,neş: Kilisli Muallim Rıfat-Şerefeddin Yaltkaya, İstanbul 1360, s. 680 70 Müverrih Âlî o yıllarda Şam’da Enîsü’l-kulûp adlı eserini yazmakla meşgul idi. Ayrıca Âlî’nin Künhü’l-ahbâr adlı eseri meşhurdur. 71 Aristoteles’e ait olarak bilinen Sırr-ı Esrâr adlı eserin aslında Kitâb el-Siyâse fî Tedbîr el-Riyâse adında Aristoteles’e ait bir eser olmadığına dair bkz. Mahmud Kaya, İslam Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi, İstanbul 1983, ss. 294-299. 72 Oktay, a.g.e., s.74 10 Kınalızâde’nin eserinde Pisagor, Empedokles, Sokrat, Platon, Aristoteles, Câlinûs (Galen), Hakim Ebrûs (Bryson), Hermes, Diyojen, Batlamyus, Hakim Ebû Katûtîs, Kindî, Fârâbî, İbn Miskeveyh, gibi isimlerden faydalandığı, onlardan örnekler verdiği ve İbn Sînâ’nın eserlerinden istifade ettiği özellikle nefs görüşünde ondan faydalandığı tespit edilmiştir. Bunların dışında Saadettin Teftâzânî ve Fahreddîn Râzî’nin görüşlerine de yer vermiştir. Kınalızâde’nin eserinde benzer eserlere nisbetle daha fazla âyet ve hadise yer verdiği görülmektedir.73 İslâm dünyasında ahlâk düşüncesiyle alakalı çeşitli üsluplarda ve isimlerde pek çok ahlak kitabı kaleme alınmıştır. Biz araştırmamızda genel bir fikir oluşturması için belli başlı olanları ya da meşhur olanları zikrettik. Yazımızın başlığında nesâyih geleneği deyişimiz bütün ahlak kitaplarının ilmî alt yapısı yanında tecrübeye dayanan, nasihat temelli olduğunu söylemeliyiz. Bununla birlikte farklı isimlerle de adlandırılmışlardır. Zikredilen müelliflere ve eserlere ek olarak Kınalızâde’nin Ahlâki Alâî’sine kadar elli civarında ahlaka dair eser zikredilmiştir. Mâverdî’nin (v. 450-1058) Nasihatü’l-Mülûk, el-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Kitabu’l-Vezâra(Edebu’l-Vezîr), Tuhfetü’l- Mülûkiyye, Edebü’l-Kâdî, Teshilü’n-Nazar ve Tacîlü’z-Zafer adlı eserleri zikredilebileceği gibi, Mâverdî’den sonra gelen Muhammed b. Turtûşî’nin (v. 520- 1126) kaleme aldığı Sirâcu’l-Mülûk, Birrü’l-Valideyn gibi eserleri, ağırlıklı olarak siyaset felsefesi hakkında ve yöneticilere nasihatlar ve “mev‘iza” tarzında zikredebilirir.74 İncelemiş olduğumuz Kemal Paşazâde’nin Kitâbu’n- Nesâyih adlı eseri de XVI. yüzyılın bu türdeki eserlerinden kabul edilebilir. 73 Oktay, a.g.e., ss. 77-79 74 Bknz: Mâverdî, Nasihatü’l-Mülûk (Siyaset sanatı), çev: Dr. Mustafa Sarıbıyık, Ark Yay., İstanbul 2004; Muhammed b. Turtûşî, Sirâcu’l-Mülûk (Siyaset Ahlakı ve İlkelerine Dair) Haz: Said Aykut, İnsan Yay., İstanbul 1995 11 BİRİNCİ BÖLÜM KEMAL PAŞAZÂDE’NİN HAYATI ESERLERİ ve İLMÎ KİŞİLİĞİ I-KEMAL PAŞAZÂDE’NİN YAŞADIĞI XV. ve XVI. yy OSMANLI TÜRKİYESİ’NDE İLİM ve FİKİR HAYATI Kemal Paşazade’yi iyi anlayabilmek ve hakikî veçheleriyle değerlendirebilmek için, onu yetiştiren ilmî, fikrî, kültürel ve sosyal muhitin iyi bilinmesi gerektiğinde şüphe yoktur. Ancak bu gerekliliği ifa edebilmek oldukça zordur. Zira Osmanlı ilim ve fikir hayatının teşekkül ve gelişme şartlarına nüfuz edebilmek demek, bunlarda etkili olan âmilleri ve yetişen şahsiyetlerin ilim ve fikir hayatına katkılarını çok iyi bilmek anlamına geldiği gibi, ayrıca buradan hareketle Kemal Paşazade’nin, genel anlamda İslam düşünce geleneği içerisindeki konumunu belirlemekle de mümkün olabilecek bir şeydir. Ne yazık ki bu mahiyette çalışmalara basamak oluşturacak eserlere sahip olmadığımız gibi, Osmanlı dönemi ilim ve fikir adamlarımızın muhtelif yönlerini aksettiren, yayınlanmış monografiler bile mevcut değildir.75 Bu sebeple tezimizin bu başlığı altında İbn Kemal’in yaşadığı dönemin ilim ve fikir hayatına oldukça genel hatlarıyla değinerek bir zemin oluşturmaya çalışacağız. Öncelikle Osmanlı dönemi ilim ve fikir hayatını çalışırken karşılaşılan, yaklaşım problemlerine değinmek istiyoruz. En başta Osmanlı düşünce tarihinin hangi metodoloji ile araştırma konusu yapılacağı, hayati bir önemi haizdir. Bu noktada Osmanlı düşünce tarihinin ilmi bir alan olarak neden hâlâ kuluçka dönemini yaşadığı sorusu, üzerinde düşünülmesi gereken bir sorudur. Bu sorun nihai noktada Osmanlı düşünürlerinin verdiği eserlerin ilmi ve tenkidi bir tarzda takdimi sorunudur. Öyle ki eski eserler kütüphanelerinde yeterli bir tarama ve tanıtma çalışmaları yapılamadığı bir gerçektir. Bu, ünik (unique) nüshaların yeni yeni keşfedildiklerinden de açıkça anlaşılmaktadır. Bugün birinci el kaynakların çok küçük bir bölümü neşredilmiş durumdadır. Ancak bahse konu ettiğimiz metodoloji sorununun, ham malzeme biriktirip oluşturmaktan daha önemli olduğu söylenebilir. Zira elimizin altındaki külliyatın ne anlam ifade ettiği 75 Ocak, Ahmet Yaşar, “İbn Kemal’in Yaşadığı XV ve XVI. Asırlar Türkiyesi’nde İlim ve Fikir Hayatı”, İbn Kemal Sempozyumu, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 1986, s. 31. 12 konusunda bir fikir edinmeden, söz konusu malzemenin felsefi ve işlevsel bir değer kazanması çok zordur. Buna kayda değer bir örnek olarak İbn Sina sonrası İslam düşünce tarihinin yorumu verilebilir. Klasik oryantalizmin, İslam dünyasındaki felsefi faaliyetin İbn Rüşd’ün ölümüyle nihayete erdiği varsayımı, akademik çalışma alanını o kadar çok derinden etkiledi ki bugün bile İbn Sina sonrası İslam düşüncesi üzerine yapılan çalışmalar, İbn Sina öncesi çalışmalarla kıyaslanamayacak kadar azdır. Genelde, İbn Sina sonrası, özelde Osmanlı düşünce tarihini, basit bir şerh haşiye geleneğine indirgeyen bu paradigmanın sorgulanıp aşılması gerçeği, ancak bu dönemlere yönelik ilmi çalışmalarla gerçekleştirilebileceğini göstermektedir.76 İslam dünyasındaki felsefi geleneğin, iç dinamikleri açısından düşünüldüğünde inkıtaya uğramadığını, geç dönem felsefi faaliyetlere ise Şii merkezli dikkat çeken Henry Corbin ve o minvalde çalışan Seyyid Hüseyin Nasr, İbn Arabi çalışmalarıyla Tosihiko Izutsu ve William Chittick gibi ilim adamları böyle bir felsefi geleneğin devam ettiğine dair referans çatısı kurmaya gayret edenlerden kabul edilir.77 Ne yazık ki Osmanlı düşünce tarihi, düşünce geleneğindeki kayıp halka olma vasfını ilmi anlamdaki ilgisizlik neticesinde korumaktadır. Bu metodolojik yaklaşım sorununun, Osmanlı mirasına karşı takınılan reddedici tavrın Batı ilim dünyasında da Türkiye’de de şüphesiz birden fazla sebebi vardır. Osmanlı, batı için yaklaşık dört asır boyunca siyasi bir tehdit unsuru olmuş fakat siyasi, askeri ve diplomatik alandaki etkileşim, düşünce alanında yeterince vuku bulmamıştır. Katolik kilisesinin, Latin İbn Rüşdçülüğü’nün 1277 yılından itibaren resmen yasaklanmasından sonra Hıristiyan Avrupa üzerinde kurduğu güç, bu sürecin kırılma noktası olmuştur. Çünkü artık Thomas Aquinas’ın SummaTheologia’sı ile ortaçağ Hıristiyan ilahiyatı zirve noktasına ulaşmış ve bir nevi kendi kendine yeten kapalı bir sistem halini almıştır. Latin İbn Rüşdçülüğü’nün yasaklanması ise, Hıristiyan Avrupa’nın ‘ortodoks dışı’ eğilim ve akımlara karşı kesin tavrını belirlemiş ve ex acclsiaum nihil (kilise dışında kurtuluş yoktur) öğretisini kuvvetlendirmiştir. Gerçi Batı merkezli düşünce geleneğinin, ‘bilim tarihi, birbiriyle etkileşim içerisindeki fikir akımlarının ortak ürünüdür’ anlayışını 76 Kalın, İbrahim, “Osmanlı Düşünce Geleneğinin Oluşumu”, Yeni Türkiye yay., Osmanlı, cilt-7., Ankara 1999, ss. 38-39. 77 Kalın, a.g.e., s. 39. 13 görmezden gelerek tek merkezli ilim anlayışlarını hala sürdürdükleri bir gerçektir. Bu konuda Bertrant Russell’in Batı Felsefesi Tarihi incelendiğinde ne demek istediğimiz açık bir şekilde görülecektir. Bu reddediş süreci 1492’de Müslümanların ve Yahudilerin Endülüs’ten çıkarılmasıyla zirveye ulaşmıştır. Sonrasında İstanbul’un fethi ve Osmanlının artık bir dünya gücü olmasıyla oluşan süreçte, batı intelijansiyası, İslam düşünce tarihine, kendi düşünce dünyasının meydana gelişine birebir etki eden Arapça çevirilere rağmen sırt çevirir olmuştur.78 Klasik Oryantalizmin, Osmanlı düşünce tarihi dahil, Gazali sonrası İslam düşüncesinin şerh ve haşiye geleneğinden öteye geçemediğine ilişkin varsayımı, bu etkiden kurtulamayan İslam düşünürlerince de benimsenmiştir. Mesela son dönemin büyük akademisyenlerinden Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, başucu kitabı olarak nitelendirilen Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü adlı kitabında Osmanlı devriyle ilgili şunları söylemektedir: “Osmanlı devri Garpla, eski medeniyetlerle bağlarını keserek kendi içine kapandığı için yaratıcılığını kaybetti. Bu devirde yalnız İslam medeniyetinin kelam, mantık ve tasavvufa ait eserleri ifrat derecede şerh edildi, haşiyeler ve ta’likler yazıldı. Bu nevi eserlere ait ihmal edilemeyecek kadar da tercümeler yapıldı. Fakat Latin ve Yunan âleminden hiçbir nakil yapılmadığı gibi, evvelce bu âlemden Arapçaya geçmiş olan eserlere karşı da aynı alakasızlık gösterildi. Büyük Türk feylesoflarının 9-10’uncu asırlarda vücuda getirmiş oldukları Arapça eserlerden mühim bir kısmı tercüme edilmeden kaldı. Bütün fikir faaliyeti, dinî devletin memurlarını yetiştirecek olan medreselere lazım skolastik bilgilerden ibaretti. Akli ilimler zayıflayarak bütün dikkat nakli ilimlere döndü. Bu sahada bile esaslı yeni hiçbir şey yapılmadı. Haşiyecilik fikir uyuşukluğunun en bâriz alâmeti idi.”79 İslam felsefesini, düşünce tarihi içinde iç dinamiklerini göz önünde bulundurduğumuzda belli bir zaman dilimiyle sınırlandırmak yani VIII. Yüzyılda başlayıp İbn Rüşd’le ya da Gazâli ile sona erdiğini söylemek ilmi gerçeğe haksızlık 78 Kalın, a.g.e., s. 39–40 79 Ülken, Hilmi Ziya, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, Ülken Yayınları, İstanbul 1997, s. 308-309 14 olarak düşünülebilir.80 Gerçek olan, Gazâli ile birlikte başlayan süreçte İslam dünyasında gelişen düşünce hareketlerinin seyrinin Gazâli öncesi ve Gazâli sonrası ayrımının onun bir düşünür olarak değerine işaret etmesidir. Gazâli fıkıhtan felsefeye pek çok alanla derinlemesine ilgilenen bir düşünürdü. Onun ilmi kişiliği ve gerçekte bağlı olduğu ilmi perspektifle ilgili spekülasyonların temelinde de, söz konusu bu ilmi çeşitlilik yatmaktadır. Bize düşen onunla birlikte İslam felsefesinin sona erdiği vs. gibi kesin hükümlerle hareket etmekten ziyade etkilerini anlamaya çalışmak ve oluşan sürecin, her ne ise o gerçeği hakikatine en yakın şekliyle gün ışığına çıkarma gayreti içinde olmamızdır. Gazâli’nin endişesi, ideal bir Müslüman aydının sahip olması gereken samimiyetten ve hayatını müslüman toplumun problemlerine adamışlıktan başkası değildi. Ancak İslam toplumundaki bir gencin de, Gazâli’nin kaleminden okuduğu felsefe veya dini olmayan ilimlere ilgi duyması ya da önemini anlayıp bu zor meselelerle cedelleşmeyi göze alması güç görünmektedir. Bununla birlikte onun felsefenin kelamla mezc olmasına, mantık ilminin sistemli bir şekilde Sünni İslam düşüncesine girmesine ve vahiy ışığında aklın değerinin kökleşmesine mühim etkisinin olduğu da bir gerçektir.81 Bu bahsi sonlandırmadan önce Osmanlı düşüncesinin ana niteliği hakkındaki fikrimizi şöyle özetleyebiliriz. Osmanlı tefekkür tarihi, felsefeden tasavvufa, kelamdan fıkha ve mantığa kadar İbn Sina sonrası İslam düşünce tarihinin genel eğilimlerinin sergilendiği bir buluşma noktasıdır. Bu anlamda Osmanlının geçirdiği fikrî süreci, İslam düşüncesindeki sentez arayışının mühim örneklerinden biri olarak değerlendirebiliriz. İbn Sina ve Gazâli’nin etkisiyle İslam düşünce geleneği içerisinde felsefe, kelam ve tasavvuf arasındaki belirgin hatlar silik bir hal almaya başlamış, genel eğilim Suhreverdi’nin kurduğu işraki felsefeye daha yatkın bir hal almıştır. İslam düşüncesinin, İbn Sina sonrasında Aristotales geleneğinden uzaklaşıp yeni bir felsefi çatı oluşturması bariz bir şekilde görülür. Osmanlı düşünce tarihinin de bu çerçevede oluşmuş geniş yelpazeli bir numune olarak değerlendirilebileceği söylenebilir. Batılı akademyanın bu yeni felsefi oluşuma ilgi duymaması ve çoğu zaman Yunan felsefesinin etkisini İslam 80 Sözen, Kemal, İbn Kemal’de Metafizik, Fakülte kitabevi, Isparta 2001, s. IX. 81 Aydınlı, Yaşar, Gazâli: Muhafazakâr ve Modern, Arasta Yayınları, Bursa 2002, ss. 21, 30-31, 73-74, 163 15 felsefesinin incelenmeye değer yegâne konusu olarak görmesi, bir tesadüf olmasa gerektir. Bu anlayış, ilmi ahlakla bağdaşmayan konjonktürel bir faydacılıktan başka bir şey değildir. Bu yaklaşımıyla Batılı akademya düşünce tarihini isabet edemeyen bir yaklaşımla, medeniyetler yarışı haline getirmekte insanlığın hakikat arayışına haksızlık etmektedirler.82 Bu konuda Abdurrahman Bedevî, Batı Düşüncesinin Oluşumunda İslam’ın Rolü ve Dimitri Gutas, Yunanca Düşünce Arapça Kültür adlı eserlerinde oldukça objektif ve ilmi bir yaklaşım sergilemişlerdir. Sağduyulu akademyanın bütün bunları dikkate alarak Osmanlı’nın ilmi ve fikri yapısını incelerken nerelerden beslenerek inkişaf ettiğini titizlikle incelemesi gerekmektedir. Bu anlamda Büyük Selçukluların X. yüzyılın son çeyreğinde topluca müslümanlığı kabul etmeleri Türk tarihine bambaşka bir istikamet kazandıracak ve Sünni İslam düşüncesini temsil eden Maverâünnehir’de bulunan ilim ve fikir adamlarına kucak açacaktır. Böylece bütün Türk tarihi bu oluşumdan hem siyasi hem fikri anlamda etkilenecektir. Maverâünnehir, Harezm ve Horasan mıntıkaları, Ehl-i Sünnet doktrininin en olgun ve muhtevalı yapısına zemin oluşmak ayrıca bu fikri birikim Gazâli tarafından İslam tasavvufuyla mükemmel bir terkip haline getirilecektir. Bu fikri ve ilmi bileşim, etkisi altındaki bölgeleri de etkileyecek, Fahruddin Râzi (öl. 1209) gibi değerli şahsiyetler yetiştirerek XV. Yüzyılda bile Osmanlı tefekkür hayatına yön verecektir. Anlaşılacağı üzere Anadolu’daki ilim ve fikir hayatı söz konusu bölgelerdeki mekteplerce oluşturuldu. Riyazi ilimler, felsefe, mantık, kelam, tıp vb. alanlarda daha çok Maverâünnehir ve Horasan mektebi etkili olurken, hadis ve fıkıh alanlarında ise Hicaz, Suriye, Mısır ve Irak mektepleri belirleyici olmuşlardır.83 Osmanlı düşünce tarihinin XV ve XVI. yüzyıllardaki seyrine, İslam Felsefesinin güçlü etkisini görmezden gelemeyiz. Gazâli, Farabi ve İbn Sina’nın naklettiği şekliyle antik çağ Yunan felsefesini hedef alarak Makasidu’l Felâsife (Filozofların Maksatları) adlı eseri daha sonra da Aristoteles felsefesinin İbn Sina tarafından sistemleştirilen ana disiplinleri değerlendirmek ve İslami anlamda bu düşüncelerin yerini belirlemek amacıyla Tehâfütü’l Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) isimli eserde filozofları 82 Kalın, a.g.e., ss. 42-43. 83 Ocak, a.g.m., ss. 32-33. 16 eleştirmiştir.84 Böylece ister istemez her iki filozofun eleştirileriyle, İbn Sina felsefesi XIII. Yüzyıl ve sonrasını şekillendirecek, Sünni İslam dünyasında Fahreddin Razi, Şiî İslam dünyasında Nasuriddin Tusî önderliğinde kelam ilmi içerisinde etkili bir hale gelecektir.85İbn Sina Sühreverdî-Şehrezûrî çizgisi bir yandan Osmanlı Türk dünyasına taşınırken, diğer taraftan Safevî Türk dünyasına da aktarılmıştır. Zira bu çizgi Osmanlı Türk dünyasına İbn Kemmune (ö. 1284), Kutbeddin eş-Şirazî (ö. 1311), Ğıyasüddin Mansur eş Şirazî (ö. 1501) ve Celaleddin Devvanî (ö. 1502) aracılığıyla taşınmıştır. Bu sistemin İslam düşüncesindeki etkileri, oldukça törpülenmesine rağmen, Osmanlı dahil modern döneme kadar hissedilmiştir. Bununla birlikte ayrıca Fahreddin Razî ve onun düşüncelerini sistemleştiren öğrencisi Esîrüddin el- Ebherî (ö. 1265), Kadı Beydavî (ö. 1292), Adudiddin el-Îci, Sadeddin Teftazanî (ö. 1390), Seyyid Şerif Cürcanî (ö. 1413) ve Celaleddin Devvanî gibi bilginlerce Aristoteles felsefesi ekseninde Osmanlı düşünce hayatında bir kelam modeli de geliştirilmiştir. Osmanlı fikir hayatında büyük etkisi olan Fahreddin Razî, Gazzali’nin eleştirmiş olduğu bazı metafizik konular hariç İbn Sina felsefesi ile Gazzali’nin Eş’ari akaidinin terkibinden oluşan bir kelam anlayışı sergilemiştir. Böylelikle Aristoteles felsefesine dayanan İslam Meşşaî düşüncesinin bazı temel problemleri “müteahhirûn” adı verilen son dönem Eş’arî kelamcıları tarafından temel meseleler olarak kabul görmüştür.86 Gazali’nin, Farâbi ve İbn Sinâ’nın şahsında Yunan felsefesiyle hesaplaşması ya da Meşşâî felsefeyi eleştirisi neticesinde İslam dünyasında Eş’ari kelâmı kuvvetli bir hal almıştı. Dolayısıyla İslâm topraklarında Eş’arîlik, yazılan bol miktardaki eserlerin etkisiyle Mâturidilik anlayışının yerini almaya başlamıştı. Meydana gelen yaygınlaşmada özellikle tasavvuf ve tarîkatler etkili olmuşlardır. Bu durum düşünce perspektifinden bakıldığında bir takım menfi tavırları beraberinde getirecek ve Osmanlı 84 Bkz. Gazali, Tehâfütü’l- Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) (çev: Bekir Karlığa), Çağrı Yayınları, İstanbul 1981; İbn-i Rüşd, Tehâfüt et-Tehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) (çev. Kemal Işık- Mehmet Dağ). Kırkambar Yayınları, İstanbul 1998. 85 Karlığa, Bekir, “Osmanlı Düşüncesinin Oluşumu”, Osmanlı Ansiklopedisi , C. 7. Yeni Türkiye Yayınları., Ankara 1999, s. 30. 86 Karlığa, Bekir., “İbn Sina Çizgisinde Osmanlı Düşüncesinin Gelişimi”, İslam Felsefesinin Sorunları, Elis Yayınları, Ankara 2003, s. 16. 17 Türk düşüncesinde etkilerini gösterecektir.87 Bu tepki ya da bilinçli yöneliş, Osmanlı’nın XV. ve XVI. yüzyıllarında özellikle Sultan Fatih’in inşa ettirmiş olduğu “Medâris-i Semâniye” veya “Sahn-ı Semân” diye bilinen sekiz medrese ve her medreseyi destekleyen” tetimme” adı verilen küçük medreselerle felsefî ve ilmî düşüncenin gelişmesine yapmış olduğu etkiden ve aynı yönde Kanuni dönemindeki gelişme ve yönelişlerden açıkça anlaşılmaktadır.88 Osmanlı açıkca, akla ve fenne önem vermekle maturidî itikadini desteklemiş olup yükselme döneminin her safhasında bunu göstermiştir. Nitekim sûfilik hamuruyla yoğrulmuş Eş’arilik, büyük ölçüde Gazâlî ve Fahruddin Razî tesiriyle Osmanlıda etkisini göstermiş ancak XV. asırdan itibaren Şii- Sünni çekişmesinin Türk-İran çekişmesine dönüşmesi sonucu İmam Mâturîdî ve onun Türk din anlayışı bilinçli, biraz da siyasi anlamda yeniden keşfedilmiştir. Osmanlı âlimlerinin Mâturîdi’den ve onun fikirlerinden bahsetmeye başlaması ayrıca o dönemde Te’vilât’ın yazmalarındaki artış, bu gerçeği açıkca ortaya koymaktadır. İmam Mâturîdi’yi Osmanlı döneminde yeniden keşfeden ve Mâturîdilik kanalını Osmanlıda derinleştiren isimlerin başında Kemal Paşazâde gelmektedir. İkinci büyük etkiye sahip olan şahsiyet ise Akkirmânî’dir (1174-1760).89 Akkirmânî’nin İrâde-i cuziyye risâlesinde geçen şu ifadeler oldukça mânidardır: “Mâlum ola ki ef’al-i ‘ıbâd hakkında mezâhib-i adîde vardır. Lâkin Şeytân-ı lâ’inin nüz’atından selâmet ve kâideten teklîfin sıhhati ve taatte medh ve sevâp ve ma’siyette zemm ve ‘ıkâp ancak İmâmu’l-Huda Ebu Mansûr Mâturîdî mezhebinde olur.”90 Osmanlı’nın barındırdığı ilmi ve kültürel anlamdaki heterojen yapı, dönemindeki Sünni- Şii çekişmesiyle birlikte, Osmanlının devlet olarak savunduğu Sünnilik anlayışını tetikler nitelikte bir etki yapmıştır denilebilir. Zaten Eşarilik bu çekişmede Sünniliğe zafer kazandırabilecek teolojik özgünlükte görülmediği gibi, Osmanlı’da özgün anlamda Eşarilik de okutulmuyordu. Sufiliğin güçlü etkisi altında daha çok 87 Sözen, Kemal, İbn Kemal’de Metafizik, Fakülte Kitabevi, Isparta 2001, s. 8; Sözen, Kemal, “Klasik Dönemde Osmanlı Türk Düşüncesi”, Yeni Türkiye Türkoloji ve Türk Tarihi Özel Sayısı IV, Sayı: 46, s. 94 88 Sözen, a.g.e., ss. 15-24 89 Kutlu, Sönmez, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Kitâbiyât yay., Ankara 2007, s. 52-53 90 Kutlu, a.g.e., s.53; ayrıca bkz., Akkirmânî, Muhammed, İrâde-i Cuziyye Risâlesi, sad. ve neş. Şamil Öcal, Dini Araştırmalar, c. 2 (1999), sayı: V, s. 234 18 felsefileşmiş bir Eşarilik söz konusuydu. Bu anlamda Osmanlı, sufiliğin bilgi kuramı içerisinde barındırdığı özelliklerden, bâtıni yorumlara öncelik vermesinden dolayı Şiiliğe muhalefetten ziyade, dolaylı yollardan kapı açtığının farkındaydı. Dikkat edilirse Şiiliğin gelişme gösterip devlet kurduğu topraklar daha çok Eşari coğrafya olmuştur. Aynı zamanda Şiiliğe felsefi anlamda da cevap vermek mümkün değildi çünkü benimsenen felsefi tezler, güçlü bir felsefi geleneğe sahip Şii çevrelerce de paylaşılıyordu. Osmanlı idarecileri özellikle on altıncı yüzyıldan itibaren, bu gerçeğin daha iyi farkına vararak ve halk tabanında Eşariliğin yaygınlaşmaması gerçeğini de göz önünde bulundurarak sufi bilgi kuramına karşı çıkan, Rafizilik ve Bâtiniliğin (Karmatiliğin) eleştirisiyle ilgili pek çok eser yazan, daha sade, akılcı ve Türk kültür çevresinde doğup Türklerin geneli tarafından benimsenen Maturidiliğe bu yüzden daha büyük önem atfetmiştir. Bununla birlikte Türk dünyasında Maturidilik ve Hanefilik etle kemik gibi ayrılmaz bir bütün halini almıştır. Selçuklu devletinde de Osmanlı devletinde de Türk denilince Maturidi ve Hanefi anlaşılıyordu. Maturidi kelamcılarının eserleri, Nesefî ‘Akide’si şerhleri ve Fıkhu’l-ekber şerhleri ile Hanefi fıkıh kitaplarının yazmaları, Şafii-Eşari kimliğinin taşıyıcısı olan eserlerle karşılaştırıldığında halk tabanında ve okuryazar kesim arasında bu kültür ürünlerinin elden ele oldukça yaygın bir şekilde nasıl dolaştığı görülecektir. 91 Kemal Paşazâde’nin yaşadığı XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı’nın ilmî ve fikrî hayatında, Gazalî-Razî çizgisi etkili olmuştur. Osmanlıya intikal eden bu düşünce ekolleri ilk olarak Seyyid Şerif Cürcanî (ö. 1413), Şair Ahmedî (ö. 1413), Hekim Hacı Paşa (ö. 1417), Şeyh Bedreddin Simavî (ö. 1420) ve Molla Fenarî (ö. 1430) gibi alimler vasıtasıyla oluşturulmuştur. Temellerinde Aristoteles, Platon, Plotinus ve Fârâbî gibi filozafların fikirlerinin de bulunduğu İbn Sina felsefesi ile Gazali felsefesinin bir bileşimi olan ve yeni bir paradigmaya sebep olan Razi’nin fikirleri, ikinci olarak yine onun öğrenci kuşağına mensup olanların açtığı bir başka kanalla Osmanlı’nın XV ve XVI. yüzyılına taşınmıştır. Bu çizgi Kadı Abdullah Ömer el- Beydavî (ö. 1292) vasıtasıyla Adudiddin el-İcî (ö. 1355), Sadedin Teftazanî (ö. 1390) ve öğrencisi Molla 91 Kutlu, a.g.e., s.53 19 Fenarî (ö. 1430), Kara Davud (ö. ?) ve Fethullah eş-Şirvanî (ö. ?) gibi şahıslarca şekillendirilmiş diğer bir intikal çizgisi oluşturmuştur.92 Razi mektebinin XV. asırda en önemli temsilcisi, Molla Fenârî diye tanınan Şemsüddin Mehmed’dir. Aklî ve naklî düşünüş tarzının hakim olduğu bu mektep, XV. Yüzyılda ise MollaYeğan (yeğen), Hızır Bey, Sinan Paşa ve Molla Lütfi ile XVI. asırda Molla Lütfi’nin hem hemşehrisi hem de öğrencisi İbn Kemal ve onun öğrencisi Ebussuûd Efendi ile en kudretli temsilcilerini bulmuş oldu. Bununla beraber XVI. yüzyılda Râzi mektebinin yanında, Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi ile Celâlüddin Devvânî (ö. 1518) mektebi de varlık göstermişse de onun kadar yaygın ve tesirli olmamıştır. Bunun sebeplerinden birisi olarak, Râzi mektebinin XV. ve XVI. asırlarda Osmanlı Devleti ilmiye sınıfında hakim görüşe sahip olmaları gösterilebilir. Bu iki önemli asırda etkin olan görüşlerin yanında ayrıca etkilerini günümüze kadar sürdürebilmiş Osmanlı ilim ve fikir hayatında sanıldığından daha büyük öneme sahip Râzi mektebinden tamamıyla farklı Birgivî Mehmed Efendi (ö. 1573) tarafından başlatılan mektep, Osmanlı tarihinde devletin temsil ettiği İslam anlayışına karşı çıkan ilk ekol olarak görülmüştür. Buna, İslam tarihindeki ilk tasfiyeci akımın öncüsü kabul edilen İbn Teymiyye (ö. 1328) mektebinin Osmanlı devletindeki temsilcisi ve devamı niteliğindedir. Birgivî, fikirlerini rahatça ve çekinmeden yayabilmiştir çünkü her türlü ikbal yolunu reddedip Birgi kasabasında küçük bir medrese müderrisliğiyle yetinmiştir. “Kimsenin lütfuna olma tâlip, bedeli cevheri hürriyettir” görüşünce hareket edip resmî ideolojiye mücerret fikir boyutunda değil inanç, ibadet, ahlak ve bazı müesseseler gibi pratik konularda bid’atlarla halkın İslam’ın özünden uzaklaştırıldığını savunmuştur. Birgivî’nin faaliyetlerine Ebussuûd Efendi sadece ilmi yönden cevap vermiş ve baskın çıkmıştır.93 Devlet kanalıyla başka türlü bir baskı yoluna gidilmemesi de o asırda belli ölçüde fikir serbestliğini göstermesi acısından önemlidir. Bu sayede Birgivî, ihmal edilemeyecek ölçüde fikirlerini savunan bir zümreye sahip olmuş ve halk üzerinde de 92 Karlıağa, “Osmanlı Düşüncesinin Oluşumu” Osmanlı Ansiklopedisi, C. 7. Yeni Türkiye Yayınları., Ankara 1999, s. 30-31 93 Ocak, a.g.m, ss. 31-32 20 belli ölçüde etkili olabilmiştir. Böylece İbn Teymiyye mektebi Birgivî ve onun fikirlerini savunanlar sayesinde Osmanlı Türkiyesi’ne yerleşmiş oldu. Sonrasında XVII. asır’da Sultan IV.Murat zamanında Kadızâdeliler Hareketi adıyla yozlaştırılarak tasfiyecilik hareketine dönüştürüldü.94 Orhan Gazi (1324-1362) tarafından 1331 yılında İznik’te açılan ilk medrese ve ilk müderrisi Dâvûdu’l-Kayserî’den itibaren akli ve nakli ilimler gelişme göstermeye devam etmiştir. Özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstambul’u bir ilim ve kültür merkezi haline getirme faaliyetleri kendini göstermiştir. Kurulan Sahn-ı Semân medreseleri XV. yüzyıl sonlarına doğru seçkin bilim adamları yetiştirerek gerek müderris gerekse kaleme aldıkları eserlerle dönemin ilmi ve fikri hayatında önemli derecede etkili olmuşlardır. Osmanlı Devleti Sultan Fatih döneminde, birtakım siyasi ve sosyal sebeplerle başka bölgelerden gelen ilim ve fikir adamlarına kucak açmış ve onlara tam bir ilim hâmisliği yapmıştır. Sadedin Taftazânî, Seyyid Şerif Cürcanî gibi âlimlerce yetiştirilen bu fikir adamları, geldikleri bölgelerdeki düşünce akımlarını ve felsefi tartışmaları da beraberlerinde getirip Osmanlı düşüncesine oldukça canlılık kazandırmışlardır. Moğol istilası (1258) neticesinde Şiiliğin etkisinde kalan Kuzey Irak, İran ve Maveraünnehir bölgesinde bulunan Sünnî bilginlerin, kendilerine büyük imkânlar sağlanması suretiyle Anadolu’ya davet edilmesi ve bu davetin karşılığını bulması neticesinde, XV. ve XVI. asırlar ilmî anlamda İstanbul bir ilim merkezi haline getirilmiştir. Bu konuda Sultan Fatih’in ilmi kişiliği ve felsefeye olan özel ilgisi, dönemindeki ilmi canlılığın önemli etkenlerinden biri olmuştur. Bizzat kendisi felsefi öğretileri incelemiş, Yunanca ve Farsçadan Arapçaya çevrilen eserleri okumuş, sahanın uzmanlarıyla özel münâzaralar düzenlemiş, kendisi de bu münâzaraları takip edip tartışmalara müdâhil olmuştur. Bu tartışmalarda onun özellikle Aristoteles’in görüşleriyle meşgul olduğu kaydedilmektedir.95 Sultan Fatih’in akli ilimlere karşı üst seviyede bir ilgisinin olduğu kaydedilmektedir. O, felsefeyle din arasındaki münâsebeti bilimsel anlamda analiz etmek ve problemi çözmek için Muslihiddin Mustafa (Hocazâde, ö. 1488) ile Alaaddin 94 Ocak, a.g.m, ss. 33-35 95 İşpirli, Mehmet, “Osmanlı Ulemâsı”, Yeni Türkiye Yay., Osmanlı Özel sayısı III (Düşünce ve Bilim), Yıl 6, Sayı 33, Ankara 2000, s. 514; Sarıkavak , Kazım, XVIII. Yüzyılda Bir Osmanlı Düşünürü Yanyalı Esat Efendi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1997, s. 4; ayrıca bkz. Sözen, Kemal, “Klasik Dönemde Osmanlı Türk Düşüncesi ”, Yeni Türkiye, Sayı 46, 2002, ss. 95-97; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, C. 2, T.T.K. Basımevi, Ankara 1983,s. 629 (2 nolu dipnot) 21 Tusî (ö. 1455)’den İbn Rüşd ve Gazali tartışmaları üzerinden birer eser yazmalarını ferman buyurarak İslam düşünce geleneği içerisinde büyük zenginlik kabul edilen Tehâfüt geleneği’nin devamına vesile olmuştur. Yazılan Tehafütler felsefe ve kelam arasında ortak olan bazı temel meseleleri üst seviyede tartışan, analiz eden eserlerdir. Osmanlı düşünce geleneğinde felsefe ve kelam tartışmaları belli dönemlerde yapılmış olup, bu yöneliş Şeyhülislam İbn Kemal ile beraber yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Zira, Kemal Paşazade kelâmi meseleleri felsefi bir bakış açısıyla ele alıp meselelere bu tarzda bir derinlik kazandırmış, farklı yorumlarla, izahlarla meseleleri çözümlemeyi hedeflemiştir.96 İlmî hareketlilik noktasındaki bu olumlu yaklaşım Sultan Bayezid (1481-1512) zamanında da devam etmiş olmasına rağmen, babasının düşünceye ve araştırmaya duyduğu yoğun ilgiyi sürdüremeyen Sultan Bayezid daha çok tasavvuf alanına meyletmiştir. Döneminde, düşünce alanındaki dinamizmin eski canlılığını yitirdiği şeklinde değerlendirmeler bulunmaktadır.97 Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1520-1566) Osmanlı Devleti’nin XVI. asırda devletin büyümesiyle orantılı olarak bilim, sanat ve edebiyat alanlarında en parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Bilim ve sanat alanında yetişmiş olan bu üstadlardan bir kaçını şöyle sıralayabiliriz: Şeyh Hamdullah, Şahkulu, Pîrî Reis, Ahî Çelebi, Lamiî Çelebi, Matrakçı Nasuh, Mimar Sinan, Kara Memi, İbn Kemâl, Hattat Ahmed Karahisârî, Süleymannâme’nin yazarı Ârifî, Nev’î Efendi98 Davud el-Antakî gibi şahsiyetler sayılabilir. Ne var ki Kanuni döneminde Osmanlı Devleti tarihine ait birçok üstadını yetiştirmek suretiyle bilim, sanat alanlarında yüksek bir düzeye ulaşmış olduğundan bir nevi doyum yaşamıştırBöyle bir anlayış sebebiyle dış etkilere kapalı 96 Akgündüz, Hasan, Klasik Dönem Osmanlı Medrese Sistemi, Ulusal Yay., İstanbul 1997, s. 509; Kemal Paşazâde, Tehafüt Haşiyesi (Hâşiya alâ Tehâfüt al-Felâsife), (çev: Ahmed Arslan), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1987; ayrıca bkz. Sözen, Kemal, a.g.e., s. 29 -35 97 Adıvar, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1982, s.58; Stanford, J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, c. I. (çev. Mehmet Harmancı) E.Yay., İstanbul 1982, s.118 98 Ansiklopedik bir eser niteliği taşıyan, Aristoteles fiziğine değinen ilk Türkçe kitap sayılan Netâyicü’l- Fünûn adlı eserin yazarıdır. 22 olması, bu kültürün kendi klasik kalıplarına dönmesine yol açmıştır.99 Kanuni Sultan Süleyman, Süleymaniye Camii’nin etrafına kurdurduğu medreselerden birini matematiğe, diğerini de tıbba tahsis etmiştir. Süleymaniye Vakfiyesi’nde de müderrislerin sahip olmaları gereken nitelikler arasında onların aklî ve naklî ilimlere vâkıf olmaları, dolayısıyla bunlara ilişkin problemleri her düzeyde tartışacak yetenek ve bilgi düzeyine sahip bulunmaları şartı yer almaktadır.100 Kanuni’nin Süleymaniye medreselerini kurması, medreselerin gelişim sürecinin de son safhasını teşkil etmektedir. Osmanlı bilim literatürüne dair çalışmalar medreselerce oluşturulmuş, medreselerde okutulmak üzere hazırlanan ders kitaplarının haricinde İslâmî ilimlerde, matematik, astronomi ve tıp sahalarında orijinal nitelikli bir çok eser kaleme alınmıştır. Bütün bunların yanı sıra tercüme etkinliklerine de yer verilmiştir.101 Osmanlı düşünce geleneği, felsefe, kelam ve tasavvufun bir terkibi niteliğini taşımaktadır. Farabî ve İbn Sina’nın görüşleri Nasuriddin Tûsî aracılığıyla temsil edilip XIV. yüzyıla taşınmıştır. Oradan da Osmanlı düşünce tarihinde, İdris Bitlisî, Molla Fenârî, İbn Kemal gibi otoriteler tarafından temsil edilegelmiştir. Platon ve Aristoteles’in görüşleri ise aslından oldukça uzaklaşmış bir tarzda Osmanlı düşüncesinin hemen her alanında etkili olmuş ve bunun doğal bir sonucu olarak bilginler bu görüşlerin etkisinde kalmışlardır. Yine Osmanlı düşünce geleneğinde Bâtinî görüşlerin temsilcisi olarak Şeyh Bedreddin Simavî (ö. 1420)’yi ve onun takipçilerini görüyoruz. Öte yandan İbn Rüşd’ün görüşleri yine Nasuriddin Tusî kanalıyla Kadızâde- i Rumî, Alaaddin Tusî ve Nev’i Efendiler tarafından temsil edilerek silsile devam etmiştir. Ancak bütün bunlara rağmen Gazzali’nin görüşleri siyasi otoritenin de yakın desteğini alarak hâkim görüş konumunda Osmanlı düşüncesindeki yerini korumuştur.102 Osmanlı düşünce sisteminde mantık oldukça önemli bir yere sahiptir. Gazzali’nin bu konudaki etkisi oldukça büyüktür. Fahreddin Razî, Adudiddin el-İcî, 99 İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğunda Kültür ve Teşkilat, Türk Dünyası El Kitabı, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1976, s. 984; İsen, Mustafa, Gelibolulu Mustafa Âli, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1988, ss. 9-10 100 İhsanoğlu, Ekmeleddin, “Osmanlı Bilimine Toplu Bakış”, Yeni Türkiye , Osmanlı Özel Sayısı III, Sayı 33, Ankara 2000, s. 482 101 İhsanoğlu, Ekmeleddin,a.g.m, s. 483 102 Akgündüz, a.g.e., ss. 173-174; Sönmez, a.g.e, s. 2 23 Kazvinî, Kutbeddin Razî, Seyyid Şerif Cürcânî, Esirüddin el-Ebherî, Celâleddin Devvanî gibi bilginler bu etkinin Osmanlıya yansımasında aracı rol üstlenmişlerdir. Osmanlı’da mantık biliminin muhtevasına bakıldığında Arirtoteles’in mantık anlayışına dayalı Farabî ve İbn Sina geleneğine bağlı mantık anlayışı olduğu görülür.103 Bütün bu gerçeklerden hareketle Osmanlı’da XV. ve XVI. asırlarda, akılcı, devletin devamını ve toplumun problemlerini çözmeyi hedefleyen ve çözümler üreten bir düşünce sistemi mevcuttur.104 Daha önce de zikrettiğimiz gibi Osmanlı düşüncesi genel itibariyle felsefileşmiş bir kelâm ve tasavvuf kültürünün bileşimi olarak düşünülmelidir. Ancak bu düşünce geleneği, klasik felsefe ya da kelâm tarzından farklı bir seyir izleyerek sentezci bir tavır sergilemiştir. Bu düşünce oluşumunu önceki düşünce akımlarının bir zincir halkası olarak düşünmeli ve fikrî geleneğe yeni katkılarının olduğu da dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.105 II- KEMAL PAŞAZÂDE’NİN HAYATI ve İLMÎ ŞAHSİYETİ Şeyhülislam İbn Kemal Osmanlı döneminde yetişen ve önde gelen âlimlerdendir. Kemalpaşazade’nin asıl adı, Şemseddin Ahmed b. Süleyman Çelebidir. Dedesi Kemal Paşa’ya nispetle İbn Kemal ve Kemal Paşazade diye tanınmaktadır.106 Muhtelif kaynaklarda şeyhülislam, müfti’l-enam, müfti’s-sakaleyn, İbni Sina-yı Rûm lakablarıyla anılır. 3 Zilkade 873’de (1468-1469) Edirne’de doğmuştur. Ancak doğum yeriyle ilgili muhtelif görüşler de mevcuttur. Doğum yeri, Heşt Bihişt’de, Hadâıku’ş- Şakâyık’ta, Sicil-i Osmanî’de, Enisü’l Müsamirin’de, Devhatü’l-Meşâyıh’ta, İlmiye Salnâmesin’nde ve nihayet Kâmusu’l-A’lâm’da Edirne; Süllemü’l-Vusûl’da, Latifî Tezkiresi’nde, Eslâf’da, Osmanlı Müelliflerin’de Tokat; Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi’nde Amasya olarak gösterilmiştir.107 103 Bingöl, Abdulkuddüs, “Osmanlılarda Mantık Bilimi İçeriği, Medrese Eğitimindeki Yeri ve Osmanlı Mantıkçıları”, Osmanlı Ansiklopedisi, c.7. Yeni Türkiye Yay., s. 233 104 Karlıağa, Bekir, Islahatçı Bir Düşünür Tunus’lu Hayrettin Paşa ve Tanzimat, Koba Yay., İstanbul 1995, s. 35; Sözen, a.g.m., s. 100 105 Kalın, a.g.m., s. 44 106 Uğur, Ahmet, İbn-i Kemal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987, s. 1. 107 Saraç, M. Ali Yekta, Şeyhülislâm Kemalpaşazâde, Şule yayınları, İstanbul 1999, s. 13. 24 Düşünürümüzün büyük babası Kemal Paşa, Sultan Fatih devri ümerasından olup komutanlık, defterdarlık yaptığı ve vezirliğe kadar yükseldiği bilinmektedir. Aynı zamanda Şehzade Bayezid’e lalalık yaptığı için “vezir” diye de anılan Kemaleddin Ahmed Paşa, 1470 yılı başlarında vefat etmiştir. Bazı kaynaklar onun İstanbul’da vefat ettiğini, Edirne ve İstanbul’da vakıflarının olduğunu nakleder. İstanbul’da vefat ettiğinde kendi yaptırmış olduğu caminin yanında defnedildiği, daha sonra mezarına bir türbe yaptırıldığı ileri sürülür. Amasya mahkemesi sicil kayıtlarında ise Amasya’da vefat edip, Yakup Paşa Camii yanındaki türbede medfun olduğu belirtilmektedir.108 İbn Kemal’in babası Şücauddin Süleyman Bey, Sultan II. Bayezid’in şehzadeliği esnasında, Amasya’da vali olarak görev yapmakta iken, onun maiyetindeki komutanlardan biridir. Süleyman Bey 879/1474 yılında Amasya merkez muhafızlığına tayin edilmiş, 883/1479 tarihinde ise Amasya’dan uzaklaştırılmış ve Tokat Sancak Beyliği görevine getirilmiştir. Ancak Karamanoğlu Mustafa Bey’in Karaman’a gelerek hükümet kurduğunu ilan etmesi üzerine, bu hükümet kurma işine onun da yardım ettiği iddiasıyla, tutuklanıp İstanbul’a getirilmiş ve Yedikule’de hapsedilmiştir. Bir müddet hapiste kalan Süleyman Bey, nihayet Amasya’ya dönmüş ve orada vefat etmiştir.109 Kemal Paşazade’nin annesi, müderris Küpelizade Muhyiddin Efendi’nin kızıdır. Küpelizade (1462-1463) tarihlerinde kazaskerlik de yapmıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Kemal Paşazade’nin soyu baba tarafından ümera, anne tarafından ise ilmiye sınıfına mensuptur.110 Taşköprülüzade’nin eş-Şekaiku’n-Numaniye’sinde Kemal Paşazade’nin askerlik öncesi küçük yaşlarda dahi gece gündüz ilimle meşgul olduğu, daha sonradan askeriyeye dâhil olduğu naklolunur.111 İbn Kemal’in tahsil hayatına bakıldığında, ilköğrenimini dedesi ve babasından aldığı görülmektedir. Kur’an-ı Kerim hafızlığını tamamlayıp babasının Amasya’ya gelmesiyle Amasya ulemasından Arap dili ve edebiyatı, mantık ve Farsça öğrenimi görmüştür. Lügat ezberleyip Kur’an’ın çeşitli okunuş şekillerini (ilm-i kıraat) 108 Turan, Şerafettin, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, İbn Kemal, Tevarih-i Âli Osman, VII. Defter, (haz. Şerafettin Turan), T.T.K. Basımevi, Ankara 1991, ss. XI-XII; Saraç, M. A. Yekta, a.g.e, s.15 109 Saraç, M. A. Yekta, Şeyhülislam Kemalpaşazade Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri ve Bazı Şiirleri, Risale Yay. İstanbul 1995, s. 17 110 Saraç, M. Ali Yekta, Şeyhülislâm Kemalpaşazâde, Şule yayınları, İstanbul 1999, s. 15 111 Taşköprülüzade, eş-Şekaiku’n-Numaniyye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye, Beyrut 1395/1975, s. 226 25 sebeplerine inerek eksiksiz öğrenmiş, aynı zamanda edebî sanatlarda kendini yetiştirecek kitaplarla meşgul olmaya devam etmiştir. Daha sonra babası tarafından aile geleneği olan askerlik mesleğini seçmiştir. Bu sıralarda yönetimde olan Sultan II. Bayezid’in bazı seferlerine görev gereği iştirak etmiştir. Kendisinin askerliği bırakıp ilmiye sınıfına girme kararı da böyle bir sefer esnasında gerçekleşmiştir.112 Şekayık-ı Numaniyye’den itibaren birçok kaynakta zikredilen hadise özetle şöyle cereyan eder: II. Bayezid döneminde genç bir sipahi olarak, Arnavutluk seferi’nde bulunduğu esnada ordunun Filibe’de konakladığı bir sırada Vezir Candarlı İbrahim Paşa’nın meclisinde, bir akıncı komutanı olarak görevli, Evrenesoğlu Ahmed Bey’in önünde ayakta duran İbn Kemal, o sırada ulemadan pejmürde görünümlü, eski elbiseli bir âlimin, vezirin yanına girerek huzurda bulunan hiç kimseye aldırmadan, büyük bir şöhrete sahip olan bu komutanın üst tarafına geçip oturduğunu görmüştür. Halbuki Beylerden herhangi birinin mecliste protokol gereği onun üst tarafına geçip oturması mümkün değildir. İbn Kemal bu duruma şaşırarak meclise bu şekilde giren şahsın kimliğini arkadaşından sorduğunda, onun Filibe medresesi’nde 30 akçe yevmiye ile müderrislik yapan Molla Lütfi olduğunu öğrenir. Bu mertebedeki bir şahsın, nasıl oluyor da böyle bir beyin üst tarafına geçip oturabileceğini tekrar arkadaşına sorduğunda, “ulema ilmi için tazim görür. Geride otursaydı, buna vezir de, bey de razı olmazlardı” cevabını alır. İbn Kemal, bunun üzerine düşündüğünü, seferden döndüğünde ise ilimle meşgul olmaya karar verdiğini belirtmektedir. Bu konuyu kendisi şöyle dile getirmektedir: “O zaman kendi kendime düşündüm ve dedim ki: Beylikte adı geçen beyin rütbesine ulaşamam. Ama ilimle meşgul olursam, bu âlimin mertebesine ulaşabilirim. Bundan sonra ilimle meşgul olmaya niyet ettim. Seferden dönünce, Edirne Darü’l-Hadis Medresesin’ne tayin edilen ve kendisine günlük kırk dirhem maaş bağlanan Molla Lütfi’nin hizmetine girdim. Kendisinden Şerhu’l-Metâli’ haşiyelerini okudum.” Taşköprülüzade, Molla Lütfi’nin gördüğü saygıyı, ulemanın yöneticiler üzerinde gizil bir otoritelerinin bulunmasına dayandırmaktadır.113 112 Öcal, Şamil, Kemal Paşazade’nin Felsefi ve Kelami Görüşleri, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 2000, s. 18; Saraç, M. Ali Yekta, a.g.e., s. 15; Turan, Şerafettin, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Kemal paşazade maddesi, s. 238 113 Taşköprülüzâde, Ahmed, eş-Şakayıkü’n-Nu’maniyye (Mecdî terc.)İstambul 1269., s. 381 26 İbn Kemal’in, ömrü boyunca kendisine büyük bir şöhret getirecek olan ilmi hayatı bu şekilde başlamış oldu. Kemal Paşazade askerlikten ayrıldıktan sonra, Edirne Darü’l-Hadis Medresesi’nde derslere devam etmeye başladı. Taşköprülüzade’nin verdiği kesin tarihe göre, 25 Rebiulahir 899/2 Şubat 1494 Pazar günü, At Meydanı’nda (bugünkü Sultanahmed), değerli, hırçın, büyük fakat büyük olduğu kadar da kendini beğenmiş olan Osmanlı âlimi Molla Lütfi’nin idam edilmesi114 üzerine İbn Kemal şu hocalardan ders almaya devam etmiştir: Muslihiddin Mustafa Kastalanî (ö. 901/1495), Hatipzade Muhyiddin Mehmed Efendi (ö. 901/1495-1496), Muarrifzade Sinaneddin Yusuf Efendi (ö. ?), Amasyalı Müeyyedzade Abdurrahman Efendi (ö. 922/1516), Germiyanlı Kasım Efendi(ö. 901/1495).115 İbn Kemal, baba dostu hem de hocası olan Anadolu Kazaskeri Müeyyedzade Abdurrahman Efendi’nin tavassutuyla Edirne Taşlık Medresesi’ne müderris olarak atandı (1503). Ayrıca müderrisliğin yanında, kendisine 30.000 akçe karşılığında Osmanlı tarihi yazma görevi de Müeyyedzade’nin teşvikiyle, Sultan II. Bayezid tarafından verildi. Bundan sonra Üsküp İshak Paşa Medresesi müderrisliğine ve Edirne’deki Halebiye Medresesi ve Üç Şerefeli medresesi müderrisliğinde bulundu. 1509’da İstanbul’a çağrıldığında Sahn-ı Seman müderrisliği kendisini bekliyordu. Ancak Müeyyedzade’nin azledilmesini müteakip, tekrar Sultan Bayezid Medresesi müderrisi olarak Edirne’ye gönderildi. Sultan Yavuz Selim’in padişah olmasının ardından yine Müeyyedzade aracılığıyla 1515 yılında Edirne Kadısı olarak tayin edildi. 1516 yılında Rumeli Kazaskeri olan Müeyyedzade padişahın isteğiyle emekliliğe ayrılmıştı. Onun yerine Anadolu Kazaskeri olan Rukneddin Efendi Kazasker olunca, İbn Kemal de Anadolu Kazaskerliğine getirildi.116 Böylece Müeyyedzade’nin himayesi ve teşvikleriyle yetiştiği düşünülen İbn Kemal117 artık Osmanlı Devleti’nde kendini kabul ettirmiş ve mühim gelişmelere Osmanlı Devleti adına damgasını vurmuştur. Yavuz Sultan Selim döneminde, Safeviler’le ve Şiilik’le mücadelesi İbn Kemal’e ayrı bir şöhret katmıştır. Safevi ve Şii tehlikesi karşısında, Osmanlı 114 Taşköprülüzâde, a.g.e., s. 297 115 Sözen, Kemal, İbn Kemal’de Metafizik, Fakülte Kitabevi Isparta 2001, ss. 53-56 116 Öcal, Şamil, a.g.e.,s. 20; ayrıca bkz. “Kemal Paşazade’nin Osmanlı Düşüncesindeki Yeri” Yeni Türkiye Yayınları Osmanlı Ansiklopedisi, Ankara 1999, s. 74 117 Sözen, a.g.e, s. 57 27 idarecilerinin, hem dini hem siyasi alandaki endişeleriyle uyumlu hareket eden İbn Kemal, Osmanlı döneminde Maturidiliği yeniden keşfeden veya bu kanalı resmi din anlayışı noktasında derinleştiren isim olarak görülmektedir.118 Bu arada Yavuz Sultan Selim ile birlikte Anadolu Kazaskeri olarak Mısır seferine katılır. 1516’dan 1519’a kadar üç yıl süren seferde, Mısır’ın Osmanlı valisi Beylerbeyi Hayri Bey’e, tahrir işlerinde yardımcı olarak nezaret eder. Mısır dönüşü, Şam’da Muhyiddin İbnu’l- Arabî’nin türbesinin yaptırılması için padişaha fetva verir.119 Bu seferden dönüş esnasında, atının ayağından sıçrayan çamurların Sultan Yavuz’un harmanisini kirletmesi üzerine padişah: “Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamurların medâr-ı zîynet ve bâis-i mefharet olacağını” söyler ve bu çamurlu harmaninin ölümünden sonra sandukası üzerine örtülmesini vasiyet eder. Bu hadiseyi, Yavuz Sultan Selim gibi sert ve otoriter bir hükümdarın İbn Kemal’e ve onun şahsında ilme verdiği değerin bir tezahürü saymak icap eder.120 Yavuz Sultan Selim’in emniyet ve mahremiyetine mazhar bir konumda bulunan İbn Kemal’in, yalnızca Hammer’in Osmanlı Devleti Tarihi’nde rastladığımız, katledilen hocası Molla Lütfi hakkındaki görüşleri dikkate değerdir. Şöyle ki: “Osmanlı ordusunun başlıca kumandanları Mısır’da uzun müddet ikametten usanarak Padişah’ı İstanbul’a avdet için iknaya bir çare bulmasını Kemal Paşazade’den rica etmişlerdi. Bir gün Padişah’ın bir tenezzühünde at başı beraber giderlerken, Sultan Selim asker arasında ne söylendiğini sordu. Kazasker İbn Kemal, Nil kenarında bir neferin Rumeli’ye bir an evvel avdet arzusunu işaret eden bir türkü çağırdığını işitmiş olduğunu söyledi.121 Umumi arzunun şu suretle imâ edilmesi Sultan Selim’e nahoş gelmeyerek dönüş hazırlıklarının görülmesini emretti. Birkaç gün sonra İbn Kemal, Padişah’la yine atbaşı beraber giderken Sultan Selim Kemal Paşazade’nin üstadı olan Molla Lütfi’nin ne sebepten katlolduğunu sordu. Kemal Paşazade cevaben, Molla 118 Kutlu, Sönmez, İmam Maturidi ve Maturidilik, Kitabiyat Yay., Ankara 2007 s. 53 119 Fayda, Mustafa, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Şeyhülislam İbn Kemal Sempozyumu, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 1986, ss. 56-57 120 Turan, Şerafettin, İbn Kemal, “Tevarih-i Al-i Osman Defter”, I. TTK Yay., Ankara 1991, s. XIV 121 Kemal Paşazade’nin Nil kenarında türkü çağıran şahıstan işittim diye okuduğu kıt’a şudur: “Nemüz kaldı bizüm mülk-i Arab’da Nice dururuz Şam-ü Halepde Cihan halkı kamû iyş-ü tarabda Gel ahı gidelüm Rûm illerine” (Sa’dü’d-din’in Selim-nâmesi’nden) 28 Lütfi’nin acı istihzalariyle birçok düşman kazanmış olduğunu ifade etti ve merhumun Şûh tabiatlı olduğunu ve latife tarikiyle söylediği ihtirâî (o anda uydurulmuş) bazı sözleri işitenlerin sahih sandığını ilave etti. Padişah dedi ki: _ “Sen üstadından böyle şeyler öğrenmedin mi?” Kemal Paşazade cesurane şu cevabı verdi: _ “Duâcınız nöbetimi savdım, şimdi nöbet arkadaşım duâcınızındır.” Sultan Selim: “Geçen gün söylediğin türkü senin ihtirâın mı idi?” diye sordu. Kemal Paşazade serbestçe itiraf etti. Padişah darılacak yerde yüz duka ihsan verdi. Hoca Sadettin Efendi, saraya geri döndüklerinde Sultan Selim’in, kendisine beş yüz filûri daha armağan verdiğini kaydetmektedir. 122 İbn Kemal, Mısır seferi dönüşü tekrar müderris olmaya karar verdi ve 1520’de Edirne Darü’l-hadis Medresesi’ne tayin oldu.123 Daha sonra Edirne Sultan Bayezid Medresesi müderrisliğine getirildi. Aynı zamanda bu dönemlerini İbn Kemal, Kanuni Sultan Süleyman’ın seferlerine iştirak ederek zenginleştirmiştir. 1526 yılında halefi Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’nin vefatı üzerine Şeyhülislam oldu. Sekiz yıl Sultan Süleyman Döneminde bu görevde kalarak insanlar ve cinler tarafından arz olunan meseleleri şer’i delillerle çözüp fetva vererek “Müfti’s-sakaleyn” ünvanını aldı.124 Şeyhülislamlığı sırasında, din mezhep düşmanlarına karşı, fikir ve kalemi ile mücadele eder; Yavuz Sultan Selim’in vasiyeti üzerine Kanuni’nin İran seferlerinde fikri anlamda aktif rol alır. Padişahın, Şah Tahmasp’a gönderdiği mektupları bizzat kaleme alır. Molla Kâbız’ın iddialarına karşı, kamuoyunda ortaya çıkan karışıklıkları ve Sultan Süleyman’ın endişelerini, yaptığı muhakeme ve yazdığı risalelerle bertaraf eder.125 122 Hammer, Joseph De, Osmanlı Devleti Tarihi, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1984, c. 4, ss.1158-1159; ayrıca bkz., Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, (haz. İsmet Parmaksızoğlu), Kültür Bakanlığı Yay., Cilt. IV, Ankara 1992, s. 137-138 123 Parmaksızoğlu, İsmet, Kemal Paşazade, M.E.B.İ.A, C. VI. s. 563. 124 Saraç, M.Ali Yekta, a.e.g., s. 19 125 Fayda, Mustafa, a.g.m., s. 57 29 Nihayet İbn Kemal geride, tespit edilen 214 eser bırakarak, son nefesinde “Yâ Ehad neccinâ mimmâ nehâf”126 diyerek 2 Şevval 940/16 Nisan 1534 Cuma günü vefat etmiştir. Şeyhülislam Kemal Paşazade’nin İbrahim Çelebi adında bir erkek ve hamisi Müeyyedzade Abdurrahman Efendi’nin oğluyla evlendirdiği kızı Safiye Hatun adında bir de kızı vardı. Vefatına çeşitli kaynaklarda şu tarih düşülmüştür: İrtehale’l-ulûm bi’l-Kemal. (Kemal ile ilimler de göçtü)127 III- KEMAL PAŞAZÂDE’NİN FELSEFÎ - KELAMÎ KAYNAKLARI VE ESERLERİ 1. Felsefe ve Kelâm Alanındaki Kaynakları Kemal Paşazade, Osmanlı’nın oldukça canlı bir düşünce atmosferinde varlığını sürdürmüş bir düşünürümüzdür. Özellikle İstanbul’un ilim ve kültür merkezi olduğu, birçok bilim adamının Osmanlı coğrafyasında barındığı düşünüldüğünde ilmî hayatın zenginliği de tahayyül edilecektir. İbn Kemal, felsefenin, kelâmın ve tasavvufun hemen hemen bir potada eritildiği güçlü bir geleneğin takipçilerinden ders almış, bu anlamda eserlerinde birçok kelamî ve felsefî kaynaktan yararlanmıştır. O, bazı eserlere görüşlerine kaynaklık etmesi anlamında, bazı eserlere de eleştirel yaklaşmak anlamında yer vermiştir. Biz burada çalışmamızın amacını ve sınırlarını aşacağını düşündüğümüzden düşünürümüzün hangi müelliflerden ne derece etkilendiğiyle değil de tespit edebildiğimiz müellifler ve eserlerini kronolojik açıdan dikkate alarak zikretmeye çalışacağız. Çalışma konumuz olan Nesâih’te ellinin üzerinde isimden nakiller yapılmakta ancak biz özellikle Kemal Sözen ve Şâmil Öcal hocalarımızın da tespit ettiği eserleriyle beraber kaynak olarak gösterebileceğimiz müellifleri tercih ettik. Şeyhülislam İbn Kemal’in genel anlamda felsefe ve kelâma dair eserlerine kaynaklık etmiş müellifler ve eserleri şunlardır: 1) Aristoteles: Esolocya (Teoloji) Gerçekte Aristoteles’e ait olmayan bu eser İslam felsefesinin teşekkül döneminde etkili olmuştur. 2) Galen, (Calinus) (ö. ?) adını belirtmediği bir eserinden faydalanmıştır. 3) Hasan el-Basrî (ö.728): el-Ferd 126 “Ey Bir (olan Allah) korktuğumuzdan kurtar bizi” Taşköprülüzade, a.g.e., s. 385; ayrıca bkz., Tahir, Mehmed, Osmanlı Müellifleri, (haz. Fikri Yavuz), Meral Yay., İstambul 1972, s. 480 127 Saraç, M.Ali Yekta, a.g.e., s. 20 30 4) Amr b. Bahr el-Câhız (ö. 869): Kitâbu’l-Hayavân 5) Farabî (ö. 950): Fusûsu’l-Hikem 6) El-Hâkim es-Semerkandî(ö.953): Şerhu’s-Sahâif 7) Ebu Bekr el-Bakillânî (ö. 1013): Eserinin ismi zikredilmemektedir. 8) İbn Sina (ö. 1037): eş-Şifâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, en-Necât, et-Ta’likât, Kitâbu’l-Mebde’ ve’l-Meâd 9) Behmenyâr İbn Merzubân (ö. 1158): et-Tahsîl 10) Abdulkâhir el- Bağdadî (ö. 1037): el-Fark beyne’l-Fırak 11) İmam-ı Gazalî (ö. 1111): İhyau Ulûmid-din, Tehâfütü’l- Felâsife, el- İktisat fi’l-İ’tikât, Mişkâtu’l-Envâr, el-Mustasfâ min-İlmi’l-Usûl, el-Madnunu bihi alâ gayri Ehlihî, İlcâmu’l Avâm an İlmi’l-Kelâm 12) Abdulkerim eş-Şehristânî (ö. 1153): el- Milel ve’n-Nihâl, Nihâyetü’l-İkdâm, el-Menâhic ve’l-Beyân 13) Şihabuddîn es-Sühreverdî (ö.1191): Telvihât, el-Mutârahât, Heyâkilü’n-Nûr 14) Fahreddin er-Râzî (ö.1209): Kitâbu’l- Muhassal, Şerhu’l-İşarât, Mefatihu’l- Gayb, el-Metâlibu’l-Âliyye, el-Erbain fi Usulû’d-dîn, el-Mulahhas fi’l-Hikme ve’l-Mantık. 15) Seyfeddin el-Âmidî (ö. 1233): Ebkâru’l-Efkâr 16) Esüriddin Ebherî (ö. 1265): Eser ismi zikredilmemektedir. 17) Mevlana Celaleddin er-Rumî (ö. 1273): Divan-ı Kebîr 18) Nasîruddin et-Tûsî (ö.1274): Şerhu’l-İşarât, Tecridu’l-Akîdi’l-Kelâm, Kavâidu’l-Akâid, Telhisu’l-Muhassal 19) Necmeddin el-Kâtibî el Kazvinî (ö. 1276): Hikmetü’l-Ayn, Şerhu’l-Mulahhas 20) Şemsüddin İsfahânî (ö.1349): Teşyidu’l-Kavâid fi şerh’i Tecridi’l Akâid 21) Hillî (ö.1326): Şerhu Hikmeti’l-İşrâk 22) Adudiddin el-İcî (ö. 1355): Mevâkıf 23) Sa’duddin et-Teftâzânî (ö. 1390): Şerhu’l-Akâid, Şerhu’l- Makâsıd 24) Seyyid Şerif Cürcânî (ö. 1413): Ta’rifât, Şerhu’l-Mevâkıf, el-Havâşiü’t- Tecridiyye 25) Celaleddin ed-Devvânî (ö. 1502): Şerhu’l-Akaidi’l-Adudiyye, ez-Zevrâ ve’l- Havrâ, İsbâtu’l-Vâcib, Havaşî alâ Şerhi’l-Cedîd li’t-Tecrîd 31 26) Ali Kuşcu (ö. 1474): eş-Şerhu’l-Cedîd ale’t-Tecrîd 27) Alâaddin Ali Tûsî (ö. 1482): Kitabu’s-Zuhr 28) Mustafa Muslihiddin Bursavî (Hocazâde) (ö. 1488): Tehâfüt’ül-Felâsife 29) Abdurrahman Câmî (Molla Câmî) (ö. 1492): ed-Dürretü’l-Fâhire, fi Tahkîk- i Mezâhibi’l-Ulemâ ve’l-Mütekellimîn ve’s-Sûfiyye fi Zâtillâhi Teâlâ ve Sıfatıhî. Molla Câmî’nin bu eseri adından da anlaşılacağı gibi kelâm, felsefe ve tasavvuf ekollerine mensup olan alimlerin görüşlerinin muhakeme ve mukayesesini yapmaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in fermanı ile 1481 yılında kaleme alınmıştır.128 Kemal Paşazâde, kelâmî ve felsefî görüşlerini temellendirirken düşünce tarihinde köşe taşları diyebileceğimiz hemen hemen bütün düşünürlerden istifade etmiştir. O, ele aldığı herhangi bir konuda kaynaklara müracaat ederken, onların vermiş olduğu bilgileri analiz etmiş, bazı karşılaştırmalarda bulunarak kendine özgü bir şekilde sentezci bir yöntem sergileyip çözümler üretmiştir. 2. Felsefe ve Kelâma Dair Eserleri İbn Kemal yaşadığı dönemin bir çok bilgininden ders almış ve kendine özgü bir metot geliştirmiş bir bilgin ve aynı zamanda devlet adamıdır. Akılcı yaklaşımı ve Osmanlı devlet büyükleriyle paralel hareket etmeyi devletin ve ümmetin menfaatine görüp Anadolu topraklarında Mâturidî zihniyetin yerleşmesine öncülük etmiştir. Döneminde ve sonrasında ilim dünyasında fikirlerine başvurulan bir konuma gelmiş yazılan eserlerin tashihi konusunda ondan ricada bulunmuşlardır. Bütün bunlardan hareketle o, XVI. asrın Osmanlı ilim ve kültür hayatının sarsılmaz bir kalesi, başka bir deyişle temel taşı hüviyetinde görülmüştür. İbn Kemal Arapça ve Farsça’nın bütün inceliklerine hâkim olup Türkçe de birçok eser kaleme alarak Türkçe’nin ilmî eser vermeye yeterli bir dil olduğunu kanıtlamıştır.129Ayrıca İbn Kemal esrelerinin çokluğu ve ilminin genişliği yönüyle Suyutî’ye benzetilmiş hatta onu geçtiği ifade edilmiştir.130 128 İbn Kemal’in yaralandığı kaynaklar konusunda bkz. Şamil Öcal, a.g.e., ss. 52-53; Kemal Sözen, a.g.e., ss. 93-96; Müracaat ettiği bazı kaynaklar hakkında da bkz. Sayın Dalkıran, İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, Osmanlı Araştırma Vakfı Yay. İstanbul 1997, s. 68 129 Uğur, Ahmet, a.g.e., s. 21-22 130 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Bilmen, Ömer Nasuhi, Tefsir Tarihi, Diyanet İşleri Reisliği Yay.,Örnek Matbaası, Ankara 1995, ss. 458-459 32 Osmanlı Devleti’nin XIX. Asrına damgasını vuran Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895)’nın Fatih Camii haziresindeki mezar taşı kitabesinde “Asrımızın İbn Kemal’i idi…” ibaresi yer almaktadır. Cevdet Paşa’nın değerine işaret etmek için İbn Kemal’e benzetilmesi bizlere İbn Kemal’in ilmî değerinin ne denli yüksek kabul edildiğini göstermektedir.131 İbn Kemal’in ilmî hayatındaki başarısından Taşköprülüzâde’de ve XVI. ve XVII. Yüzyılları işleyen Peçevi Tarihi’nde övgüyle bahsedilir. Peçevi İbrahim Efendi’nin İbn Kemal’i oldukça mübalağalı bir şekilde tanıttığı ifadeler şöyledir: “ …En güzel bilgileri, bütün erdemleri şahsında toplamış, gerçekler güneşinin yörüngesi, bütün ince fikirlerin merkezi, dinin güneşi, erdemin kaynağı bir alimdi ki, çoktandır ne Arap ne de Acem ülkelerinde bir eşinin daha dünyaya geldiği görülmüş değildir.”132 İbn Kemal, eserlerini çeşitli maksatlarla kaleme almıştır. Ansiklopedi niteliğindeki Tevârih-i Âl-i Osman adlı eserini yöneticilerin isteği üzerine hazırlamıştır. Farklı konularda yazdığı eserlerin çokluğuna vurgu yapmak için “hakkında eser yazmadığı ilim dalı yok gibidir” değerlendirmesinde bulunulur.133 Felsefe literatürüne hakimiyeti aynı zamanda felsefî düşünüşe ve analitik bakış açısına sahip olduğu, eserlerinden anlaşılmaktadır. Bu özelliklerini Haşiye Ala’t-Tehafüt adlı eserinde sergilemiştir. O, ele aldığı meseleleri skolastik bir tarzda işlemektedir. İspatlamaya çalıştığı her bir hipotezi mantıksal bir forma sokmak suretiyle ele almaktadır. Dilemma gibi belli bir kıyas formunda ortaya konulan bir mesele, bütün şıklarına ayrılıp, her bir şık birer birer sonuna kadar analiz edilmekte, bu süreçte gerekli bölmeler ve tasnifler yapılmaktadır.134 İbn Kemal’in telif metodundaki karakteristik özelliği, ilmî bir anlayışla taraf tutmaksızın ve taassup göstermeksizin, yani objektif bir tavırla, kaynaklara inerek tam bir ilmî ahlak örneği gösteren nitelileri taşımaktadır. Ancak döneminin bilimsel anlayış metodundan dolayı eserlerinde referans 131 Sözen, a.g.e., ss. 80-81 132 Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, c.I, (haz. Bekir Sıtkı Baykal), Kültür Bakanlığı Yay., Mersin 1992, s. 41 133 Sözen, a.g.e., s. 85 134 Arslan, Ahmet, Haşiye Al’t-Tehafüt Tahlili, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., İstanbul 1987, s. 393 33 göstermemiştir. O sadece nakilci değil, yüksek seviyede düşünen ve araştıran bir bilgindir.135 Biz, çeşitli bilim dallarına ait birçok eser veren düşünürümüzün, çalışma alanımızı ilgilendiren eserlerini, yani felsefe, ahlak ve kelâmla ilgili telifatını kısaca vermenin yeterli olacağı kanaatini taşıyoruz.136 Bu eserler şöyle sıralanabilir: 1) Haşiye ale’t-Tehâfüti’l Felâsife: (A) Hocazâde adıyla meşhur olmuş Muslihiddin Mustafa (ö. 1488)’nın Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserinin bir haşiyesidir. 2) Haşiye ale’l-Mekâvıf: (A) Adudiddin Îcî (ö. 756-1355)’nin Mevâkıf adlı eserine Seyyid Şerif Cürcanî (ö. 816-1413) tarafından yapılan şerhin haşiyesidir. 3) Risale fi’l-vücûdi’z-Zihnî: (A) Zihnin tanımları ve zihinsel varlığa ilişkin olarak filozofların delillerinden ve bunlara karşı kelâmcıların ileri sürdüğü karşı delillerden bahseden bir eserdir. 4) Risale fi Tahkiki Mana’l-Ca’l ve Mecûliyyeti’l-Mahiyye(A) 5) Haşiye alâ Şerhi’t-Tecrîd: (A) Nasîruddin Tûsî (ö.1273)’nin Tecrîdü’l-Kelâm adlı tanınmış eserine Seyyid Şerif Cürcanî’nin yazmış olduğu şerhin haşiyesidir. 6) Risâle fi’l-Kaza ve’l-Kader: (A) Kelâm ilmine ait olup, Risâle fi’l Cebr adıyla da anılan bir eserdir. 7) Risâle fi Ziyadeti’l-Vücûd ale’l-Mahiye: (A) Kelâma ait bir eser olup, varlığın mahiyete üstünlüğünden bahseder. 8) Risâle fi Enne’l-mümkine la Yekûnü Ahadü’t-Tarafeyn: (A) Varlık problemini ele alan bu eserde, imkânın varlık ve yokluk açısından konumu incelenmektedir. 9) Risâle fi Tekaddümi’l-Îlleti ale’l-Ma’lûl: (A) İllet-malül ilişkisinden bahseden bir eserdir. 10) Risâle fi Beyani’l-Akl: (A) Akıl ve aklın mahiyetine ilişkin bir eserdir. 135 Sözen, a.g.e., ss. 92-93 136 Eserlerin tasnifi için bkz. Şamil Öcal, a.g.e., ss. 26-48; Kemal Sözen, a.g.e., ss. 88-92; ayrıca eserler Süleymaniye kütüphanesi arşivinden de taranmıştır. 34 11) Risâle fi Tahkiki Muradi’l-Kâilîn bi-enne’l-Vâcib Teâlâ Mucibun bi’z Zât: (A) Mutasavvıfların, kelâmcıların ve filozofların, Allah’ın yaratması hususunda zorunlu olup olmadığı konusundaki görüşlerinden bahsetmektedir. 12) Risâle fi Tahkiki Vücûbi’l-Vacib: (A) Allah’ın Vacibü’l-Vücud (Zorunlu Varlık) oluşu hususunda kelâmcılarla filozofların görüşlerini içermektedir. 13) Risâle fi Hakikati’z-Zâti’l-İlâhiyye (A) 14) Risâle fi Beyâni Sırrı Ademi Nisbeti’ş-Şerr ila’llahi Teâlâ (A) 15) Risale fi Tahkiki İnnemâ Yesduru bi’l-Kudreti ve’l-İhtiyar la bi’l- Kerhi ve’l-Iztırar (A) 16) Risale fi Ulûmi’l-Hakâik ve Hikmeti’d-Dakâik: (A) Allah’ın sıfatlarından bahsetmektedir. 17) Risale fi’l-Mes’eleti’l-Kâil: Hel Yecûzü en Yestenîde’l-Kadime’l- Mümkin ile’l-Müessir, em lâ ?: (A) Kadim farzedilen mümkün varlığın müessrire istinat edilip edilemeyeceği konusundadır. 18) Risale fi’t-Temsil ve’n-Nefsi’n-Nâtıka: (A) Allah’ı hayalde canlandırmanın mümkün olmadığı hakkındadır. 19) Risale fi Tahkiki’l-Kelâmi’n-Nefsî: (A) Adudiddin Îcî’nin Akâid-i Adudiyye isimli eserinin “Kelamullah” kısmına yazılmış olan bir şerhtir. 20) Risale fi Tahkiki mana’l-Leys ve’l-Eys: (A) Varlık ve yokluk hakkındadır. Mümkünün varlığa ve yokluğa göre durumunu ele alır. 35 21) Risale fi Şahs-ı İnsânî: Risale fi Tahkiki’l-Heykeli’l-Mahsusi’l-İnsanî, Tavriya, Ruh, en-Nefs ve’r-Ruh (A/F) gibi isimlerle müstensihler tarafından kaleme alınmıştır. 22) Risale fi ma Yeteallaku bi-Halkı’l-Kur’an: (A) Kur’an’ın okunmuş veya yazıya geçirilmiş haliyle mahluk olup olmadığından bahseder. 23) Risale fi Tahkiki Neveyi’l-Husûl alâ Sebili’t-Tedric: (A) Hikmete ait bir risale olup, yavaş yavaş hasıl olan bir şeyin karşıtının bir defada mı, yoksa yavaş yavaş mı olduğu hakkındadır. 24) Risale fi Mes’eleti Luzûmi’l-İmkan li’l-Mümkin: (A) Mümkün varlıklar için imkanın gerekli olduğu hususu ele alınmaktadır. 25) Risale fi Tahkiki Makâli’l-Kâilîn bi’l-Hâl min Ashabina ve Ashabi’l- İ’tizal: (A) Kelâma ait olup, “Hâl Risalesi” diye anılmaktadır. Mutezilenin ve bazı Eş’ari kelâmcılarının hâl konusundaki görüşlerine karşı reddiyedir. 26) Risale fi Tahkiki Hakikati’t-Tafra ve Hakikati’l-Cism: (A) Cismin neden yaratıldığından bahseden felsefeye dair bir eserdir. 27) Tecvidü’t-Tecrîd: (A) Nasıruddin Tûsî’nin Tecrîdu’l-Akaid adlı kelâma dair eserinin tenkididir. 28) Risale fi Beyâni’r-Ruh ve’l-Cesed (A) 29) Risale fi Beyâni Hakikati’n-Nefs ve’r-Ruh (A) 30) Risale fi Subûti’l-Mahiyye: (A) Mutasavvıfların mahiyet hakkındaki görüşleri çeşitli açılardan ele alınmaktadır. 36 31) Risale fi Şerhi Dibace Tehzîbu’l-Mantık ve’l-Kelâm: (A) Taftezânî (ö. 1390)’nin Kelâma dair eserinin önsözünün şerhidir. 32) Risale fi’l- Anasır: (A) İnsanın yaratılış evrelerinden bahseder. 33) Risale der Vücûd-ı Hüda: (F) Allah’ın varlığı konusu ayet ve hadisler ışığında, mutasavvıfların yorumlarıyla ele alınmaktadır. 34) Risale fi’l-Fakr: (A) Bu risale bazı nüshalarda “İhtiyacu’l-Mümkin” ismiyle yer almaktadır. Risale hadisle ilgili gibi gözükse de esasen tamamen felsefî nitelik taşımaktadır. 35) Haşiye ale’l-Muhakemât min Şerheyi’l-İşarât: (A) Kutbuddin Râzî (ö. 1364)’nin “Kitabu’l-Muhâkemât beyne’l-İmâm ve’n-Nasr” adlı kitabının haşiyesi olup, tamamlanmamıştır. Kutbuddin Râzî’nin bu eseri, İbn Sina (ö. 1037)’nın el-İşarât ve’t-Tenbihât adlı eseri üzerine Fahrettin Râzî ve Nasuriddin Tûsî tarafından yazılmış olan iki şerhin değerlendirilmesidir. 36) Risale fi Şerh’i İsbât-ı Vacibi’l-Kadîm: (A) Celaleddin Devvanî (ö. 1502)’nin İsbâtu’l-Vacib adlı kelâma dair risalesinin şerhidir. 37) Risale fi İhtilaf beyne’l-Eş-ariyye ve’l-Mâturîdiyye: (A) Eş’ariyye ile Mâturîdiyye arasındaki ihtilafları konu edinir. 38) Risale fi Şerh-i Cevâb-ı İbn Sina li-Ebi’s-Sa’d: (A) Baştarafta müellif adı bulunmaktadır. Mutasavvıf olarak bilinen çağdaşı Ebî Sa’d b.Ebi’l-Hayr’ın, ziyaretin keyfiyeti, duanın ve onun tesirinin hakikati konularda İbn Sina’ya sorduğu sorulara filozofun verdiği cevabın şerhidir. 37 39) Enne’l-Akle mâ Hüve?: (A) Baştarafta müellif adı geçmektedir. Kemal Paşazâde burada aklın mâhiyeti ve Allah indindeki şerefi ile ilgili bilgi vermektedir. 40) Ta’rifü’l-‘Akl: (A) Eser, filozoflar ve kelâmcıların akıl kavramına getirdiği tanımları ele alır. 41) Risale fi Şerh-i Dibâceti’t-Tehzîbi’l-Mantık ve’l Kelâm: (A) Taftazânî’nin eserinin önsözü için yazılan şerhdir. 42) Risale der Mantık: (F) Elimizde tek yazma nüshası bulunan bu eser mantık kurallarını açıklar. 43) Haşiyyetün ‘ala, Haşiyyeti’i-Metâliu’l Envâr: (A) Kadı Sirâceddin Urmevî (ö. 1283)’nin mantıkla ilgili olan el-Metâliu’l-Envâr’ına, Cürcânî tarafından yapılan haşiyenin haşiyesidir. 44) Risale fi Âdâbı’l-Bahs: (A) Münazara adabına dairdir. 45) Risale fi İlmi’l-Âdâb: (A) Aynı konuya ait diğer bir eser. 46) Risale fi’l-Mantık: (A) Tek nüshadır 47) Telhisu’l-Âdâb: (A) Münazarada soru sorma hakkındadır 48) Şerhu Âdâbi’l-Bahs: (A) Îcî’nin aynı adlı eserinin şerhidir. 49) Nigeristân: (F) Sa’dî’nin Gülistân’ına nazîre olarak yazılmıştır. Ahlaki ve Edebi bir eserdir. 50) Nesâyih: (T) Tek nüsha olan eser ahlak ve siyaset üzerine hazırlanmıştır. 51) Risale fi’s-Siyâse (A) 52) Risale fi medhi’s-Sabr (A) 38 53) Risale fi ma’na’l-Hamd (A) 54) Risale fi Medh’s-Sa’y ve Zemmi’l-Batâlâ (A) 55) Vasiyetnâme (T) 56) Ah ah Nâme (T) 39 İKİNCİ BÖLÜM KEMAL PAŞAZÂDE’NİN NESÂYİH ADLI ESERİNİN FELSEFÎ TAHLİLİ ve TRANSKRİBİ I- NESÂYİH’İN BÖLÜMLERİ (BAB) ve İHTİVA ETTİĞİ KONULARIN FELSEFÎ TAHLİLİ Müellifimiz Kemâl Paşazâde, eserine Allah’a hamd Hz. Peygambere salât ile başlar ve eserini muteber kitaplardan istinbâ ettiğini ifade eder. Ardından bu kitabı iyi bilenlerin dünyaya ait işleri düzenleme hususunda itibar sahibi bir padişaha vezir olmak, ahirete ait işlerde ise insanları doğru yola irşad etmeye ehil olacaklarını dile getirir. Eserinde ele aldığı konuları herkesin anlayabileceği sade ve öz bir anlatımla kaleme aldığını söyleyen Kemâl Paşazâde eserin on beş bâbdan müteşekkil olduğunu dile getirip bu babları şöyle sıralar. 1. Akıl 2. İlim ve bilgi hakkında 3. Cahilliğin kötülenmesi hakkında 4. Söz âdâbı 5. Hikmet ve nasihatler 6. Dostluk hakkında 7. Dostluk hukuku hakkında 8. Düşmanlık, zarar ve sebepleri hakkında 9. Oğul terbiye ve ta’limi 10. Sultanlar ve yöneticilik hakkında 11. Beylere hizmet etmenin yolu 12. Sabır ile acelecilik hali 13. İyi huyun ve yaramaz huyların neticeleri 14. Sır gizlemek kanunu 15. Dünyâ hırsı ve açgözlülüğün zikri 1. Birinci Bâb: Akıl Kemâl Paşazâde’nin akıl bölümünü en başa almış olmasını ve akıl konusunu Nesâyih’de en uzun bab olarak ele almasını akla verdiği önemin bir göstergesi olarak 40 değerlendiriyoruz. Kemâl Paşazâde’nin akıl konusunda bağımsız risâleleri de vardır. Bunlardan Ta’rîfü’l-‘Akl, salt aklın tanımıyla ilgili yaklaşımları ele alırken, Risâle fî Beyâni enne’l-Akl ellezî bihi Şerefü’l-İnsan ve enn’l-‘Akle mâ hüve adlı risâleleri ise aklın mahiyeti ve akıl sahibi bir varlık olarak insanın anlaşılması konularını ele alan risalelerdir. Bunlardan başka akılla ilgili Risâle fî Beyâni’l-‘Akl, Akıl Risâlesi, Risâle fî Tahkiki’l-Akl fî İlmi’l-Usûl adlı, risâleleri de mevcuttur. Nesâyih’de, İbn Kemal aklı, ahlak felsefesi içerisinde ele almıştır. Başka bir ifadeyle aklı, aklın pratik kullanımına yönelik ahlak içerisinde incelemiştir. Müellifimiz akıl bölümünü iki kısımdaişlemiş ilk kısmını aklın değeri üzerine yapmış olduğu değerlendirmelere ayırmış, ikinci kısmında ise akıl sahiplerinde olması gereken vasıfları sıralamıştır. Birinci Kısım: İbn Kemâl birinci kısıma aklı vasıflandırarak başlar ve akıl için “dürr-i şerîf ve cevher-i nefîs” (nefis bir inci şerefli bir cevher) ifadelerini kullanır ki “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır”137 hadisinden hareketle yaptığı sıfatlandırmalardan da daha zengin ve derin anlamı ve değeri olduğuna işaret eder. Aklın cevher mi yoksa araz mı olduğu konusu filozoflarca da kelâmcılarca da uzunca tartışmalara konu olmuştur. Osmanlıda Mâturidîliğin yerleşmesinde önemli bir yeri olan Kemâl Paşazâde’nin, “ilk aklın” cevher olduğu görüşünün temelini, Allah’ın ilk yarattığı şeyin akıl olduğunu söyleyen hadis oluşturmaktadır. Kemâl Paşazâde’ye göre, Allah’tan ilk sâdır olan aklın ‘araz olması mümkün değildir. Çünkü akıl Allah’ın ilk ma’lûlü olması sebebiyle aralarında cevherlerin de bulunduğu kendisinden sonra gelen tüm mümkün varlıkların illetidir. ‘Arazlar 137 Bu rivayet Goldziher’e göre Yeni Platoncuların sudûr teorisini yansıtmaktadır ve Kur’an’ın yaratılışla ilgili anlatımlarıyla bağdaşmaz. Ahmet Yıldırım’ındeğerlendirmesine göre, rivayet uydurmadır. (bkz. Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, T.D.V. Yayınları, Ankara 2000, s. 102). Benzer değerlendirmelere Mehmet Bayrakdar’da da raslamaktayız. Ona göre böyle bir söz hadisleştirilmiş Yeni Eflatuncu bir kozmoloji kırıntısıdır. (bkz. İslâm Felsefesine Giriş, A.Ü., İlâhiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1998, s. IX). Ancak Saffet Yetkin, bu rivayetin sahih ve sabit olduğunu söylemektedir. (bkz. Sühreverdî, Nur Heykelleri, (çev. Saffet Yetkin), M.E. Basımevi, İstanbul 1995, s. 17, 1 nolu dipnot). İbnü’l-Arabî de Allah’ın ilk yarattığı şeyin akıl olduğunu, bunun hakikat-ı Muhammediyye (Hz. Muhammed’in hakikati) olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtir. İlk akla değişik isimler verir. (Bkz. Nihat Keklik, İbnü’l-Arabî’nin Eserleri ve Kaynakları için Misdak Olarak el- Futuhât el-Mekkiyye, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, s. 409-411. Ayrıca eserde “Allah’ın ilk yarattığı şey, ilk akıldır” sözünün hadis olduğu da belirtilir. (bkz. Aynı eser, s. 404). 41 cevherlere illet olamayacağına göre aklın ‘araz olarak kabul edilmesi mümkün değildir.138 Burada Kemâl Paşazâde’nin İslâm düşüncesindeki “sudûr” meselesiyle ilgili düşüncelerine de değinmek gerek. İbn Kemâl sudûr meselesini oldukça önemli ve yüksek bir mesele olarak kabul eder. İbn Kemâl, Tanrı’da bulunan sıfatlar konusunda bazı meselelerde Eş‘arî kelâmcılarının düşüncelerinin aksi istikametinde görüşler sergilemiştir. O, filozofların Tanrı’dan çokluğun çıkması meselesine yönelik geliştirdikleri sudûr nazariyesine benzer bir mekanizmayı, hakiki sıfatları Tanrı’ın özüne nisbet etmeleri, ve sıfatların Tanrı’nın birliğini zedelemeyecek ve O’nu mürekkep varlık yapmayacak bir şekilde O’ndan çıktığını izah eder. Ancak İbn Kemâl’in sistemi ile sudûr arasında farklar mevcuttur. Bu mesele, Ahmet Arslan’ın Haşiye Ala’t-Tehâfüt Tahlili adlı kitabında şöyle anlatılmıştır: “Tanrı, ilk önce bir sıfatının fâili olurken, daha sonra bu sıfatından dolayı ortaya çıkan çokluk vasıtasıyla diğer iki sıfatının, bu sıfatları aracılığı ile de diğer başka sıfatlarının fâili konumundadır. Esasen bu sistemde sıfatların hepsinin sahibi Tanrı’dır. Fakat bu sıfatlar tek bir mertebede Tanrı’dan çıkmış değildir. Halbuki filozofların sudûr teorisinde Tanrı sadece “ilk aklın” (el-aklu’l-evvel) kaynağı olurken, geri kalan şeyler birbirlerine kaynaklık yapmaktadır. Yani on akıl, Tanrı’nın kaynaklık, fâillik durumuna iştirak etmektedir. İşte gerek kelâmcılar, gerekse filozoflar, bütün bu güçlüklerden dolayı, yani her bakımdan “Bir” olan varlıktan, doğrudan çokluğun çıkmasının imkânsızlığını kabul etmeleri ve bu nedenle ara formül geliştirmeleri gerektiğinin bilincindedirler. Bütün bu değerlendirmelerden hareketle, kelâmcıların da filozofların teoriye ilişkin ana görüşlerini temelde paylaşmak durumunda oldukları söylenebilir.”139 Farabî ve İbn Sinâ’ya göre Tanrı’dan, önce birinci akıl sudûr etmiş, bunun da kendini ve Bir’i akletmesiyle sistemde çokluk başlamış, nihayet sistem onuncu akılda, yani faal akılda son bulmuştur. Faal akıl ise bütün dış âlemi kendisinde form ve fikir olarak barındırmakla hem akıl, hem akleden ve hem de akledilendir.140 Sühreverdî’ye 138 Öçal, a.g.e, s. 432 139 Arslan, Kemal, Ala’t-Tehâfüt Tahlili, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1987, s. 295, 12 no’lu dipnot 140 Farabî, Arâ’u Ehli’l- Medineti’l-Fazıla (İdeal devlet),çev.Ahmet Arslan, Vadi yayınları, Ankara 2004, ss. 44-47; Fazlur Rahman, İbn Sinâ maddesi, M.M. Şerif, İslâm Düşünce Tarihi, c. 2, İnsan Yayınları 42 (ö. 1191) göre idrak, aklın aydınlatmasıyla ve nurunu akıtmasıyla hasıl olur. Onun nefislere nispeti, güneşin gözlere nispeti gibidir. Bu da filozofların zikrettiği gibi onuncu akıldır, yaratılan ilk akıl değildir.141 Daha önce bahsettiğimiz sistemi geliştiren İbn Kemâl bu görüşlere kısmen katılmamaktadır. Bütün bunlardan sonra Kemâl Paşazâde’nin akıl görüşüne devam edersek, aklın diğer cevherlerden farklılığını ortaya koyan hususlardan biri de Paşazâde’nin “Ta‘rîfu-l Akl:99b” risâlesinde bahsettiği üzere cisim, madde, suret, nefs ve akıldan oluşan beş cevher arasında yalnızca aklın mürekkeb varlıkların illeti oluşudur.142 Âyette geçen akıl sahipleri ifâdesiyle Allah insanın bu özelliğinin üzerine hitap etmiş ve kelâmının ulaşacağı yerin akıl sahipleri olacağını söylemiştir. İslâm düşüncesinde akılla ilgili bir çok tanımlamalar yapılmıştır. Sözlük bağlamak, men etmek, engellemek, tutunmak, sığınmak, korumak, anlamak gibi anlamlara gelmektedir.143 Kindî, genel olarak aklı “varlığın hakikatini kavrayan basit cevher” olarak tanımlamış.144 Cürcânî ise yeri baş ve kalp olan aklı maddeden bağımsız bir cevher olup, bu güç sayesinde varlığın hakikatini kavrarız demiştir.145 Felsefî açıdan bakıldığında akıl, “birbirine uygun nesneler ve kavramlar arasında bağlantı kurmayı sağlayan bir vasıtadır”146 Sudur nazariyesinde ifade edilen “birden ancak bir çıkar” kuralı gereğince Allah’tan ilk sâdır olan şeyin akıl olduğunu kabul eden Kemâl Paşazâde, bu cihetle aklın Allah’tan sonra tüm varlıkların illeti olduğunu da kabul etmektedir.147 Böyle bir ifadeden de aklın Allah nazarında ve yaratılmış varlıklar arasında ne kadar kıymete sahip bir cevher olduğu anlaşılır. Şiir dilini iyi kullanan hatta divan sahibi olan Kemâl Paşazâde, daha sonra aklın Allah katındaki azizliğini ve Allah’ın emirlerine eksiksiz itaat edişini hadislerden mülhem bir şiirle anlatmaya başlar. Ona göre aklın Allah İstanbul 1996, ss. 100-106; Peter Adamson, Rıchard C. Taylor, İslâm Felsefesine Giriş, İbn Sinâ Bölümü,çev: Cüneyt Kaya, Küre yayınları, İstanbul 2007, ss. 118-126 141 Sühreverdî, el-Hayâklü’n-Nûr (Nur Heykelleri), çev. Saffet Yetkin, M.E. Basımevi, İstanbul 1987, s. 20 vd. 142 Öçal, Şamil, a.g.e, s. 432 143 Ragıb el-İsfehânî, “akl”, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul 1986 144 Kindî, Risâle fî Hudûdi’l-eşyâ ve rüsûmihâ, (“Felsefî Risâleler” içinde), tercüme ve inceleme Mahmut Kaya, İz yay.,İstanbul 1994, s. 57 145 Şerif Ali b. Muhammed el-Cürcânî, Kitâbu’t-Ta’rifât,ts., s.152 146 Keklik, Nihat, Türk İslâm Felsefesi Açısından Felsefenin İlkeleri, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1987, s. 192 147 Arslan, a.g.e., ss. 188-190 43 katındaki şöhreti Allah’ın emirlerine eksiksiz uymasından ve insanların Allah’a yakınlaşmasına vesile olmasındandır. Devamında Kemâl Paşazâde, aklın öne çıkarıldığı ve aralarında ayrılmaz bir bütünlük gördüğü akıl, hayâ148 ve îman üçlüsünü kendi içerisinde bir bütünlük oluşturacak tarzda İslâm potasında eritilmiş özgün metaforunu uzunca bir şiirde anlatmıştır. Özetle şöyle ki: Allah, Cebrâil’e (a.s) akıl, hayâ ve îmanı Hz. Âdem’e hediye olarak sunmasını ve üçünden birini seçebileceğini ona iletmesini emreder. Üçü de birbirinden güzel, nurlu ve cezbedicidir. Hz.Âdem üçüne de nazar eder üçüne de müşteriymiş gibi dururken aklın gönül alan güzelliği ona görünür, da aklı tercih eder. Cibrîl, hayâ ve îmâna haydi dönün nakl edeyim sizi, Cenâb-Kibriya’ya der. Fakat önce îmân, kadr-u celâlinin ve fark-ı cemâlinin ancak akılla anlaşılabileceğini, kimsenin akıl olmadan kendisini idrâk edemeyeceğini ve Allah’ın kendisini akla refîk ettiğini, aklın kendisi için hakiki sevgili olduğunu, ondan bir an bile ayrılamayacağını dile getirir ve Cebrâil’den aman diler. Daha sonra hayâ dile gelip kendisinin îmânın bir parçası olduğunu, parçanın bütünden ayrılmasının yakışık almayacağını, her nerede kime îmân yerleşirse kendisinin de orayı yurt edindiğini, ancak îmân vatanında rahat ettiğini Allah’ın bildiğini dile getirir. Kemâl Paşazâde kıssanın neticesini ise şu beyit ile bağlar: Hayâ îmâna ve îman akla tâbi İkisini dahi akl oldu câmi Paşazâde, konuyu en sonunda şu arapca kelâm-ı kibar ile özetler: “Tûbâ limen kâne ‘akluhû emîren ve nefsuhû esîren; veylün limen in‘akese” yani (Müjdeler olsun aklı emir, nefsi esir olana… Yazıklar olsun aksini yapanlara!). Böylece hevâ ve hevese uymayıp da aklın gerekli gördüğü ahlâki erdemleri gösteren ve nefsinin isteklerini dizginleyenlerin ilâhî emir ve yaradılışa uygunluk arz edeceğine işaret etmektedir. Bu uygunluğu gösteren en önemli özelliklerden birinin de güzel söz olduğunu Platon’dan bir alıntıyla destekler. Platon’a göre en kıymetli, ulu cevher akıldır, onun da en güzel yansıması güzel ve şirin sözlü olmaktır. Kemâl Paşazâde “Güzel söz sadakadır”, “Size güzel söz ve yemek yedirmeyi tavsiye ederim”, “Bir hurma parçası ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz. Bu olmazsa güzel sözle kendinizi koruyunuz” hadisleriyle ve “Eğer 148 Aristoteles,Nikomakhos’a Etik, çev: Saffet Babür, Kebikeç Yayınları, Ankara, 1997, 1128b, s. 89-90; hayâ kavramını Nıkomakhos’a Etik adlı kitabında utanma (aidos) kavramıyla karşılamış olup, akıl, karakter ve ahlâkî erdemler konularında birbirleriyle ilişkili kavramlar olarak görülmüştür. 44 kötü sözlü ve katı kalpli olsaydın elbette etrafından dağılır giderlerdi. (Âli-i İmrân/159)” ayetiyle düşüncesini desteklemiştir. Daha sonra Paşazâde aklın herkes için gerekli olduğunu ancak ülke yöneticilerinin ülkeyi yönetirken akıldan başka ortaklarının olmadığını söyler. Memleket işlerinin adalet üzerine yürütülebilmesi ve bu minvalde istikamet üzere olabilmesi, aklın rehberliği ve ortaklığı olmadan zor, hatta imkansızdır. İslâm felsefesinde kullanılan bir metafor olan özellikle Farâbî’nin işlemiş olduğu, insan bedeninin ülkeye benzetilmesini vücûdun zâhir ve bâtın yönetiminin ülke yönetimiyle karşılaştırılmasını Kemâl Paşazâde’nin de kullandığını görmekteyiz. Cismin şâhı akılsa akla denk gelen de ülkelerin önderleridir. Liderler aklı ve aklın özelliklerini temsil etmek zorundadırlar. Eğer ten mülkiyetinin efendisi akıl olursa endâmı (vücûdu) temiz ve itidal üzere olur. Bâtınî melekeleri de aklın yardımcısı ve refiki olur. Olumsuz bütün hasletleri akla teslim olur. Kim böyle haset ve kıskançlık gibi düşmanları alt ederse dünya ve âhiret mutluluğunu elde eder.149 Kemâl Paşazâde, nefsinin hevâ ve hevesine esir olanın akılsız olduğunu, akıl nuruyla göremediğini belirtir ve böylesinin de dünyada ve âhirette yok mesâbesinde olduğuna işaret eder.150 Mevlânâ’dan “Âdemî dîde est bâkî pust est” yani, insan dediğin gözden ibarettir gerisi posttur sözünü nakleder. Paşazâde, bilgi edinmede duyu organlarının önemini inkâr etmez. Fakat bu süreçte aklın öneminin duyulardan daha fazla olduğunu, baş gözüyle görülemeyen şeylerin akıl gözüyle görülebileceğini ya da idrâk edileceğini söyler. Akıl gözünün katkısı olmaksızın baş gözü görmüş sayılmaz çünkü idrâk etmez, idrâk eden kalptir. Baş gözüyle gördüğümüz şeyleri akıl gözüyle anlamlandırırız. Baş gözü zamanla ve mekânla sınırlıdır ancak böyle bir sınırlama akıl gözü için geçerli değildir. Kemâl Paşazâde’nin ifadesiyle “Arap diyarında olduğu halde Acem diyarında olanları seyreder.”151 İnsan akıl gözünden fazlasını da akıl nuruyla ve doğru yapılan kıyas kuvvetiyle elde edebilir. Bunu misallendiren Paşazâde şu rivayeti Şâtıbî’den nakleder. İmam Şâtıbî’nin gözleri görmez olduktan sonra Padişaha şifreli bir mektup gelir. Padişahın çevresindeki hiçbir ulema şifreyi çözemez. Padişah iç geçirir, keşke İmam Şâtıbî olsaydı diye, ancak gözlerinin görmediğini bile bile Şâtıbî’nin akıl 149 Kemâl Paşazâde, Nesâyih, S.K., Esat Efendi 1781, s. 10 150 Kemâl Paşazâde, a.g.e.,s. 11 151 Kemâl Paşazâde, a.g.e.,ss. 11- 12 45 gözünün nuruna güvenerek şifreyi İmama gönderir. Şâtıbî hemen kendinin bir hamama gütürülmesini söyler ve iş bilir bir kâtibe şifreyi buz ile sırtına yazmasını buyurur ve sırtına buzla yazılan şifreyi hemen çözüverir.152 Kemâl Paşazâde’nin “Arab diyarında olduğu halde Acem diyarında olanları seyreder” ifadesi adeta M. Scheler’in geist teorisini hatırlatır. Bu teori Takıyyettin Mengüşoğlu’nun İnsan Felsefesi adlı kitabında şöyle izah edilir. İnsanın geist varlığı, psiko-vital varlığından öte bir anlam ifade eder ve kişinin karşısına dünyayı serer. Aklı ve algılama atkını kapsayan geist-varlık ( insan olmaklık) insanı dış dünyadan özgürleştirerek yani çevresine bağlı olmaktan kurtararak farklı dünyalara açar. Bununla birlikte insan biyolojik bir varlık olmanın getirisiyle çevresine mahkûm bir varlıktır.153 Müellifimizin, “akıl” ve “göz” konusunda yapmış olduğu değerlendirmelere ek olarak İbn Kemâl’i oldukça etkilediğini düşündüğümüz Gazâli’nin bu konudaki mukayesesine değinmeliyiz. Şöyle ki, Gazâli Mişkât el-envâr adlı eserinde akıl ile Tanrı arasında bir benzetmede bulunup, akla bir tür tanrısal nitelik atfetmektedir. Gazâlî’nin “göz” ile akıl karşılaştırması bir bakıma, sensüalizmle154 (duyumculuk) rasyonalizmin bir mukayesesi gibi değerlendirilmiştir. Bu mukayesede akılda olmayıp, gözde var olan yedi eksiklikten söz edilmektedir. Bunlar: I. Göz kendini göremez, ama akıl hem başkasını hem de kendi sıfatlarını algılar. II. Gözden farklı olarak aklî algıda uzaklık ve yakınlık, aklın kavrayışını etkilemez. III. Gözden farklı olarak akıl fizik ötesi varlıkları ve bütün hakikatleri kavraya bilmektedir. IV. Göz dışta olanı algılarken, akıl nesnelerin derununa ve sırlarına nüfuz ederek onların hakikatlerini ve özlerini algılar; nedenlerini, gaye ve hikmetlerini yani, neden, nasıl, niçin yaratıldığını, hangi anlamlardan oluştuğunu, varlıktaki mertebesini, yaratıcısına ve diğer yaratılmışlara nispetini idrak eder. 152 Kemâl Paşazâde, a.g.e.,s. 13 153 Öcal, a.g.e., s. 434; Bkz. Takiyyettin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, İstanbul 1998, ss.20-21 154 Duyumculuk (sensüalizm): Genel olarak, tüm bilgilerimizin duyumlardan türediğini ifade eder. Ahlakî ve estetik anlamda, hayatın nihaî ve en yüksek amacıyla, güzelliğin özünün hazdan ve son çözümlemede, duyuların sağladığı hazdan ibaret olduğunu dile getiren öğretiye karşılık gelir. Bkz. Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü,Paradigma yayınları, İstanbul 1999, s. 272 46 V. Göz sınırlı bir algı alanına sahipken, akıl, bütün varolanları idrak etme gücüne sahiptir. VI. Göz sınırlı olanı idrak ederken , akıl sınırsız olanı idrak eder. VII. Salt kaba müşahadeye dayanan göz, büyüğü küçük, hareketliyi hareketsiz olarak algılayabilirken, akıl nesneleri kendi hakikatleri içerisinde kavramaktadır. 155 İkinci Kısım: Kemâl Paşazâde bu kısımı akıl ehlinde bulunması gerekli özellikleri on madde halinde sıralayarak işlemiştir ki bu hasletlerden birisi akıl sahibinde olmaz ise eksik akıllı olarak kabul edilir.156 Birinci Haslet Allah’tan Korkmak: İbn Kemâl’e göre aklın muktezâsı (gereği) Allah’ı bilmektir. Kişi Allah’ı tanıdıkça korkusu da o denli ziyâdeleşir dedikten sonra “Allah’tan en çok alimler korkar”157 ve “Rabbinin azametinden korkan ve nefsinin arzularını engelleyene gelince, işte cennet onun gideceği yerdir”158 ayetlerini zikreder. Devamında da “Allah’ı en çok bileniniz en çok korkanınızdır.”159, “ Allah korkusu bütün hikmetlerin başıdır” ve “Her kim Allah’tan korksa Allah her şeyi ondan korkutur. Kim korkmazsa onu her şeyden korkutur.” hadislerini zikreder.160 İkinci Haslet Aklı Nefsin Arzularına Hâkim kılmak: Yöneticiler arasında nefsinin arzularına aklını hâkim kılanların daha üstün olduğunu ve bu hal üzere bulunan liderlerin sebeb-i sa’âdet ve devâm-ı devlet sahibi olacaklarını bildirir.161 Üçüncü Haslet Doğru Sözlü ve Düşünerek Konuşmak: İbn Kemâl, bu çerçevede Resûlullah’ın, birinin büyük günah işlediğini duysa bile o kişiye karşı yüzünü ekşitip insanlara belli etmediğini ancak birinin yalan söylediğini anladığında o kişiye karşı yüzünü ekşitip hoşlanmadığını açıkça belli ettiğini nakleder. 155 Geniş bilgi için bkz. Aydınlı, a.g.e., ss.77-78 156 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 13 157 Fatır, 28 158 Nâziyât, 40-41 159 Buhari, Edep/72 160 Kemâl Paşazâde, a.g.e., ss. 13-14-15 161 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 15 47 Dördüncü Haslet Her İşini Tedbirle Yapmak: Paşazâde Peygamber Efendimizin “tedbir ömrün yarısıdır ve tedbirden daha ziyâde akıllılık yoktur” dediğini nakleder. Kadınların erkeklere nazaran daha duygusal olup tedbirsiz davrandıklarına olayların arka planını hesap edemediklerine işaret eder.162 Meşveret ve tedbir aklın önemli göstergeleri olarak işlenir. Beşinci Haslet İşi Danışarak Yapmak ve Danışmayı da Tecrübe Ehliyle Yapmak: Hz. Peygamber’in insanların en akıllısı olmasına rağmen her işi meşveretle yaptığına ve dört seçkin arkadaşını kendine vezir ettiğine değinir. Danışmanın en büyük güvence tecrübenin en sağlam hakîm olduğuna vurgu yapar. Danışmanın peygamber yolu olduğunu söyler.163 Altıncı Haslet Tatlı ve Güzel Sözlü Olmak: Güzel sözlü olanların sevileceğini belirtir ve halk arasında itibarlı olacağından bahseder. Yedinci Haslet Hayâ Sahibi Olmak: Hayâ imanın olmazsa olmazlarındandır. Bir kişide utanma yoksa verdiği sözleri çabuk bozabilir. Aristoteles’den naklen utanma duygusu olanlarla dostluk kurulmalı eğer dost hayâsız ise dostluk çabuk bozulur, sözünde durmaz diye bildirir.164 Sekizinci Haslet Yumuşak Huylu Olmak, İnsanlarla İyi Geçinmek: Bu hali yakalayanlar dünyada asayiş ve huzur içinde ömür sürerler. Ahirette ise sayısız mükâfat görürler.165 Dokuzuncu Haslet Allah İçin Alçak Gönüllü (Mütevâzî) Olmak: Alçak gönüllülük insanı yüceltir. Makbul olan tevâzu, şeref ve mevki sahiplerininkidir der. Fakirlerin ise gurur 162 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 17 163 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 20 164 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 21 165 Kemâl Paşazâde, a.g.e., ss. 21- 22 48 yapacakları bir halleri olmadığından zaten mütevâzi olmak zorundadırlar şeklinde özetlenebilir.166 Onuncu Haslet Üzerine Vazife Olmadığı Halde Bazı İşleri Gönüllü Olarak Yapmak: Başkalarının çöküntüsünde kendi imarını görmemek. Yaptığın işlerde arzuladığın Allah’ın rızası olsun ki murâdına ulaşabilesin. Hırsı ve tamâhı kendinden uzaklaştır ki dünyada ve ahrette saadet bulasın.167 İbn Kemâl’e göre akıl, eşyanın hakikatini, zaman bakımından herhangi bir aralık olmaksızın idrak edebilir. O, aklın kalbin bir nuru olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Paşazâde’ye göre akıl, insanda potansiyel bir güç olarak mevcuttur. Ancak, başlangıçta olgunluğa erişmemiş olup, zamanla güçlenerek ışığını kalbe ulaştırır. Duyu verileriyle elde edilen algılar, önce akla ulaştığından, kalbin eylemleri de aklın nuruyla işlevsellik kazanır.168 Müellifimize göre insanda potansiyel olarak var olan idrak kuvveti ancak akıl cevheriyle bilfiil hale dönüşebilir. Nasıl ki görme gücünün objeleri idrak etmesi ışığın aydınlatmasına bağlı ise, kalbin görmesi de, ancak ruhanî nitelikli ışık vericilerin doğması ile mümkündür. İbn Kemâl cismanî âlemin ışık kaynakları olan güneş, ay, yıldızlar ve ateşi sırasıyla ruhanî âlemin ışık kaynaklarıyla eşleştirmiştir. Mebde-i Evvel (Tanrı) güneş ile, kutsal ruhların en şereflisi olan büyük ruh ay 169 ile, dereceleri yıldızlar gibi olan melekler yıldızlarla, insan ruhu ise ateş ile eşleştirilmiştir. İbn Kemâl, Peygamberlerde ve velilerde olduğu gibi insanların ruhlarını, kuvvetli ve aydınlık yapabilmeleri için, nefislerini Allah’tan başka her şeyden arındırmaları gerektiğini, filozofların ve ilâhiyatçıların ruhlarının ise, kesin bilgi ve delillerle güçlendiklerini belirtmiştir.170 Akıl, Kemâl Paşazâde’ye göre değişime uğrayan bir potansiyeldir. Akıl ilk başta insan için tam olgunluğa ulaşmamıştır. Doğal bir güç (el-garîze el-fıtriyye) olarak 166 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 22 167 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 23 168 Sözen, a.g.e.,ss.217-218; bkz, İbn Kemâl,Enne’l-Akle ma hüve?, Tırnovalı, 1864, vr. No:100a. 169 Kemâl Paşazâde, bu ruhun kime ait olduğundan belirtmez. 170 Sözen, a.g.e., ss. 220-221; bkz. İbn Kemâl, Risâle fî Beyâni enne’l-Akl ellezî bihi Şerefü’l-İnsan,vr. No:163a 49 bulunur. Sonraları güçlenir ve ışığını kalbe ulaştırır. Müellifimiz Ta’rîfü’l-Akl adlı risâlesinde akla nur denilmesinin sebebini şöyle izah eder: “Zira nur kendi zâtında zâhir, başkası için ise mazhar (görünülen yer) dır. Akıl bu anlamda kendi özünde zâhir; ancak basîretin mazharıdır. Basîret bu anlamda, tıpkı güneş ve kandil gibidir. Duyusal algılarımız ilk önce akla geldiklerinden kalbin eylemleri aklın nuru ile işlevsel hale gelir.”171 İnsan kainat karşısında yapmış olduğu gözlemlerin çıkarımlarını ve aklı ile elde etmiş olduğu bilgilerin ışığını kalbe ulaştırır. Görmüş olduklarının mümkün ve hâdis olduğu ve her hâdisin bir muhdise ihtiyaç duyduğu sonucuna ulaşacaktır.172 Anlaşılacağı üzere müellifimize göre düzenli ve mantıksal bilgilerin üretildiği yer kalptir. Müslüman düşünürlerin idrâkin gerçekleştiği yer olarak kalbi kabul etmelerinin nedeni deneysel değil dinî bir çıkarsamadır. Nitekim İbn Kemâl, Enne’l-‘akle mâ hüve adlı risâlesinde “Hiç şüphesiz bunda kalbi olan ya da bir şâhit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.”173 ayetini delil olarak kullanıp akıl sahiplerini ikiye ayırır. Birincisi, üstün bir olgunluğa ve sezgi gücüne (işrâk) sahip olan akıl ki bu akıl türüne sahip olabilenler herhangi bir mantıksal öncüle gereksinim duymadan bilgiye doğrudan ulaşırlar. Bunlar ayette geçen “kalbi olanlar” ifadesini temsil edenlerdir. Kemâl Paşazâde’ye göre nadiren bulunan bu kutsal akıllar arzu edilen bilgiye işrâk yoluyla ulaşırlar. Daha önce bahsettiğimiz gibi bunlar Peygamberler ve velilerdir. İkinci olarak ise ayetteki ifadesiyle “bir şâhit olarak kulak verenler” ancak eğitimden geçmek suretiyle (teallüm) ya da eğitim aracılığıyla bilgiye ulaşırlar. Bunlar nazari bilgileri elde etmede tedrîsâta, onları hatalardan koruyacak mantıksal yasalara (kanun-ı sınaî) muhtaçtırlar.174 Özetle şöyle diyebiliriz ki düşünürümüz bilgi edinme yollarını üç sınıfta incelemiştir. Bunlardan birincisi kudsî nefsin bilgi kaynağı olarak vahiy, ikincisi velilerin bilgi kaynağı olarak ilham ve keşfdir.175 Bu noktada Gazâlî’nin düşüncelerini hatırlarsak O, sezgi(hads) ile ilhamı birbirinden bazı hususlarda ayırmakla birlikte son 171 Öcal, a.g.e., s.430; bkz. İbn Kemâl, Ta’rîfü’l-Akl, 100b 172 Öcal, a.g.e., ss.430-431; bkz. İbn Kemâl, Ta’rîfü’l-Akl, 100b 173 Kâf, 37. 174 Öcal, a.g.e., ss. 431-434 175 Alper, Ömer Mahir, İbn Kemâl’in Risâle fî Beyâni’l-Akl’ı” İslâm Araştırmaları Dergisi, sayı 3, İstanbul 1999, ss. 238-239 50 dönem eserlerinde yalnız ilhamdan söz etmiştir. Gazâlî bilgi kaynağı olarak akıldan sonra sezgiyi (hads) zikretmiş, sanki akılla elde edilen tecrübî bilgilerden hareketle disiplinli ve saf bir akla sahip olduktan sonra sezgiye ulaşılacağına işaret etmiştir. Ona göre sezgi, düşüncenin prensiplerinden neticelere vasıtasızca intikal etmektir. Sezgi bilgileri (hadsiyât), tecrübe ile kazanılmış bilgiler kabilindendir.176 Bu bilgiler saf zihinde ortaya çıkan doğrudan bir biliş ve yakalayıştır. Üçüncüsü kelamcı ve filozofların bilgi kaynağı olarak, akıldır.177 İbn Kemâl’in aklî şüphecilik konusundaki tavrı, aklın nurunun birtakım kusurları da içerdiği yönündedir. Bu konuda Gazâlî gibi düşünen İbn Kemâl aklın insanı şüpheye düşürebileceğini farklı örneklerle analiz etmektedir. Zira Gazâlî de akla büyük bir önem atfetmektedir. Hatta ‘hemen hemen bütün eserlerinde aklı, dünya ve ahiret mutluluğunun en önemli unsuru olarak değerlendirmekte ve yüceltmektedir. Bununla beraber, Gazâlî, kendi başına aklın nüfuz edemeyeceği bir alanın bulunduğuna dair inancından hiçbir zaman taviz vermemektedir.’178 Ona göre akıl, matematik ve mantık sahasında gerçek bilgiye ulaşmaya imkân verirken, aklın, metafizik alan için yeterli olabileceğini söylemek mümkün değildir.179 Nitekim İbn Kemâl de aklın metafizik alanda yetersizliğini dile getirmek için Risâle fî Beyâni enne’l-Akl ellezî bihi Şerefü’l-İnsan adlı eserinde ateşin nuru ile aklın nurunu mukayese etmiştir. ‘Nasıl ki ateşin yoğun dumanı aydınlatmasını bulanıklaştırıyorsa, aklın nuru da bazı şüphelerle etkilenebilir. Aklı bir kandile benzeten İbn Kemâl’e göre, kandilin aydınlatması, aydınlatacağı mekânın büyüklük ve küçüklüğü ile doğru orantılı ise, akıl kandili de böyledir. Zira kandil, küçük bir evi aydınlatmaya yetebilirken, bu durum çok geniş bir alan için mümkün değildir. Böyle bir mekânda ışığı azalır ve âdeta sönükleşir. İşte akıl kandili de riyazî ilimler gibi küçük maksatlarla kullanıldığında nuru belirgindir, fakat yüce maksatlarla kullanıldığında ışığı sönükleşir. Düşünürümüz, eserinde aklın bir başka niteliğine daha işaret etmektedir. Kandile benzeyen akıl, temiz ruhlar karşısına konulduğunda sönükleşir. Şöyle ki, kandilin ışık 176 Taylan, Necip, Gazzâli’nin Düşünce Sisteminin Temelleri, Marmara İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1994, ss. 83-84 177 Alper, Ömer Mahir, “İbn Kemâl’in Risâle fî Beyâni’l-Akl’ı” a.g.e., ss. 238-2239 178 Aydınlı, a.g.e., s. 79 179 Gazzâlî, el-Munkızu mine’d-Dalâl(Dalâletten Hidâyete), çev. Ahmet Suphi Fırat, Şâmil yayınevi, İstanbul 1978, s. 61 51 vermesi için kendisi ile güneş arasında güneşin ışığını kesen bir engel olması gerekir. Eğer böyle bir engel olmaksızın kandili, doğrudan güneş ışığına çıkarılır ise kandilin ışığı sönükleşir ve fark edilmez olur.’180 Anlaşılacağı gibi İbn Kemâl, akla çok büyük önem atfetmekle birlikte aklı bir araç olarak görüp onun fonksiyonelliğini bazı şartlara bağlamaktadır. Güvenilir bilgiye ulaşabilmek, aklın her türlü şüpheden arındırılmasıyla mümkündür. Bununla birlikte aklı her alanı kapsayacak şekilde bilgi kaynağı olarak görmeyen İbn Kemâl aklın tıkandığı noktada vahyî ve keşfî bilgiye değer vermektedir. Zaten İbn Kemâl’in, eserlerinde aklî ve naklî delillerle birlikte mükâşefe ehlinin görüşlerine de atıfta bulunduğunu görmekteyiz. Müellifimiz, akılla ilgili oluşturmuş olduğu epistemolojik çerçeveyi aklî, vahyî ve keşfî yöntemin üçünü bir arada kullanarak eserlerinde sergilemiştir.181 Netice olarak, bu noktadan hareketle Kemâl Paşazâde’nin akıl konusunda eklektik bir yaklaşım sergilediği sonucuna varabiliriz. 2. İkinci Bâb: İlim ve Bilgi Hakkında İbn Kemâl, ilmi ve bilgiyi yaratılmış her şeyden daha şerefli ve daha aziz görmektedir. İlmin ve bilginin yüceliğini, şerefini ifade etmek için “Allah, kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.”,182 “Kime ilim verilmişse ona çok hayır verilmiştir”183 ayetlerini delil getirir. “Çok hayır verilmiştir” ifadesinden hareketle “İlim tükenmez bir hazinedir” hadisini zikredip, her nesne, ne kadar çok olursa olsun harcandığında tükenir ancak ilim harcandıkça ziyadeleşir diyerek devam eder.184 Daha sonra Fars, Çin ve Hint filozoflarından bazı iktibaslarda bulunur. Ayrıca Minûcehr, Mu’tasım, Sultan Melik Şah, Harun Reşid gibi tarihi şahsiyetlerden de alıntılar ve hikâyeler nakletmiştir. Bu rivayetler genel itibariyle ilmin üstünlüğüne yönelik olup yöneticilerin, ilme ve âlimlere karşı tutumlarıyla alakalıdır. Özetle padişahların, sultanların, yönetimlerinin barış, huzur içinde olmasının, devletlerinin devamını 180 Sözen, a.g.e., ss. 232-235 181 Alper, a.g.m.,s. 238-240 182 Mücadele, 11. 183 Bakara, 269. 184 Kemâl Paşazâde, Nesâyih, s. 12b 52 sağlamalarının, âlimlerin gönüllerini hoş tutup, onlarla istişarelerde bulunup, görüşlerine değer vermekten geçeceğine işaret etmektedir. Kemâl Paşazâde, yapmış olduğu iktibaslarıda ilmi, geceyi aydınlatan bir lambaya, dünyayı süsleyen en güzel zînete benzetmiştir. Hz. Süleyman’dan naklen, “eğer bir kişi din ve dünya işlerinden fırsat bulup ilim” ehliyle birlikte ilim adına faydalı bir şey gerçekleştirse, bu işin paha biçilemeyeceğini bize aktarır. Liderler için akıl ve tecrübe ehlinin görüşleri, mühim kararların alınacağı zamanlarda büyük zararlara uğranmasına mani olur ya da insanlığın menfaatini sağlar. Eğer insanın ahlâkı ve alâmetleri ilim ve bilgi üzerine olmazsa lüzumsuz ve rahatsız edici varlıklar gibi görülür. “Avam haşarat gibidir” Arap atasözünü de naklederek avam, ilme itibar etmeyen kesim olarak gösterilmiştir.185 Sonrasında insanın, varlığının değerinin ilim ve bilgi ile kazanılacağına işaret etmek için “Ya âlim ol ya talebe ya da dinleyici ol, dördüncüsü olma helak olursun” hadisini zikretmiştir. Daha sonra İbn Kemâl, âlim şahsiyetlerin yüceliğine ve hükümdarların onlarla ilişkilerinin nasıl olması gerektiğine örnek olarak Abbasi Halifesi Harun Reşid’in iki oğlu Me’mun ve Muhammed Emin’in ilim alanında döneminde otorite kabul edilen hocaları Kisai’ye hürmetle davrandığını gördüğünü ve bu durumu acayip bulduğunu nakleder. Haber Kisai’nin kulağına gelince üstadın, “sen dahi onlarla beraber olsaydın yine az olurdu, ben onların ruhlarını sen ise cesetlerini terbiye ediyorsun ” dediğini nakleder.186 Döneminde ilk defa din âlimlerine, İslâm karşıtlarına karşı kitap yazmayı emreden el-Mehdî’nin (775-785) oğlu olan Harun Reşid, (786-809) ve özellikle onun oğlu Me’mun (813-833) Abbasi döneminde gerçekleştirilen büyük çeviri faaliyetleriyle özdeşleşmişlerdir. Me’mun’un hızlandırmış olduğu, siyasi ve ideolojik kaygılarla devam ettirilen çeviri ve propaganda kampanyası, yansımalarını el-Câhız’ın (ö. 255- 868) eserlerinde ve ünlü filozof el-Kindî’nin (ö. 256-870) çalışmalarında da kendini göstermektedir.187 185 Kemâl Paşazâze, a.g.e., ss. 13a-13b 186 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 15b 187 Gutas, Dimitri, Yunanca Düşünce Arapça Kültür, çev. Lütfi Şimşek, Kitap Yayınevi, İstanbul 2003, ss. 69- 87-90-122 53 İbn Kemâl ilim ve bilgi konusunu genişleterek hikmet ve marifetle vasıflanmak isteyen ilim adamında olmazsa olmaz on özelliği şöyle sıralamıştır: 1. Her zaman kendini eksik ve kusurlu görüp başkalarının kusurlarıyla uğraşmamak. 2. Bilgin ve tecrübe ehlinin sohbetine arzulu ve istekli olmak. 3. Kendi tedbir gücüne ve görüşlerinin güzelliğine güvenmeyip, âlimlerle, hikmet ehli tecrübeli insanlarla da istişare etmek onlara danışmak. 4. Faydasız, boş söz söylememek, doğru sözü yeri geldiğinde söylemekten geri durmamak. 5. Bir kimseyi defalarca tecrübe etmeden, sınamadan tam olarak güvenmemek. 6. Cahilin dostluğuna güvenip yardım beklememek. Çünkü cehaleti sebebiyle cahilin işleri faydadan çok zarar verebilir. 7. Cahile ve cehalete uzak olmakla, Allah’a yakın olduğunu bilmek. 8. İnsanlarla az konuşup çokça kızmamak. Çok konuşmak ve çok kızmak cehalet göstergesidir. 9. Dostlarının iyiliğine karşılık iyilik ettiği gibi kötü kimselerin kötülüklerine dahi Peygamberlerin yaptığı gibi iyilikte bulunmak. 10. Sürekli kendini kontrol etmek. Hangi fiilinden iyilik gelmişse o fiilini ziyadeleştirmek, kötü fiillerinden, fesat ve şerden sakınıp bu fiilleri terk etmek.188 Kemâl Paşazâde bu özellikleri saydıktan sonra ilmin dünya malından daha üstün olduğunu anlatmak için bir çok üstünlükten yalnız beşini zikretmiştir. Şöyle ki: 1. Her sultan ya da padişah ilim ehlini, bilgili tecrübeli insanları el üstünde tuta gelmişlerdir; onlara saygılı ve itibarlı duruşlarını, yönetimlerinin selâmeti açısından gerekli görmüşlerdir. Ancak mal sahiplerinde durum tersinedir. Onlar sermayelerini koruyabilmek için yöneticilere ve onların hizmetçilerine hizmet ede gelmişlerdir. 188 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 15b-16a 54 2. İlim sahibi olanlar bilgileri sayesinde, hata ve kusurların çoğundan korunmuşlardır. Belalardan uzak durmuşlardır. Böylece huzur içerisinde ömür sürerler. Mal sahipleri ise mallarını muhafaza etmek endişesiyle sürekli bir stres ve sıkıntı içerisindedirler. Mukimken kendilerini huzurlu hissedemezler, ayrıca güvende de hissedemezler. Seferdeyken zaten kendilerini huzursuz ve güvensiz hissederler. 3. Mal harcandıkça biter, ancak ilim harcandıkça artar ve derinleşir. 4. Şartlar öyle bir hal alabilir ki mal sahibi bütün varlığını kaybedebilir, bütün emekleri zayi olup müflis kalabilir. Ancak ilim, sahibini asla terk etmez, hatta cümle alem bir araya gelse ilim ehlinin ilmini yok edemezler. 5. İlim dünyada insan için manevi olarak kurtuluşuna sebep olur; ayrıca ilim ehli ilmiyle de mal kazanabilir. Ancak sadece mal, dünyada yük; ahrette azap olabileceği gibi; sadece mal sahibi olup da ilmi olmayanların, sermayeleri ile ilim sahibi olmaları da çok zordur.189 3. Üçüncü Bâb: Cahilliğin Kötülenmesi Hakkında Kemâl Paşazâde, bu bâbda ilmin ve bilginin zıddı olan cahilliği üç bölümde ele almıştır. Birincisi cahilliği kötülemek, ikincisi cahilliğin alametleri, üçüncüsü cahilden uzak durmanın lüzumu hakkındadır. İlk bölüme Paşazâde, “Bu dünyada kör olan, yani hakkı göremeyen, ahirette de kördür”190 ayeti ve “Cahillikten daha şiddetli fakirlik, akıldan daha değerli mal yoktur” hadisleriyle başlamıştır. Paşazâde bir şekilde cahillikle, körlüğü, göremeyişi, bilgisizliği, idrak edemeyişi, akledemeyişi özdeşleştirmiştir. Hz. Ali’den naklen kişinin ancak bilmediği şeye düşman olacağını bizlere hatırlatmıştır. Daha önce Mevlâna’dan zikretmiş olduğu “Âdemî dîde est bâkî pust est” insan dedikleri gözden ibarettir gerisi posttur, sözünden ilhamla insanı gören varlık olarak bizlere tanıtmıştır ki, kastedilen akıl gözüdür, eğer ki insan görmezse aklını kullanmaz ise kör demektir. Yani cahil demektir ya da ilimden fenden uzak demektir. Ayette ve hadiste kastedilen bu 189 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 16b 190 İsrâ, 72. 55 olduğundan Paşazâde, ilmi ve bilgiyi böylece yüceltmiş, cahilliği ve bilgisizliği de böylece yermiştir.191 Müellifimiz, Hz. Ali’den insan bilmediği şeye düşmanlık eder sözünü aktardıktan sonra Batlamyus’dan192 bilgisiz, cahil insanların eline imkan ve yetki geçse bile sonlarının iyi olmayacağını ya da fesada uğrama korkusundan (hatimet havfı) dolayı başarı elde edemeyeceklerini nakleder. Batlamyus’un ahlak ve siyasete dair Kanon Basileor (hükümdarlar yasası) adlı bir eser kaleme aldığı bilinmektedir. Kemâl Paşazâde’nin Batlamyusun hangi eserinden yaralandığını ya da nakillerini hangi kaynaktan yaptığını kesin olarak söyleyemiyoruz. Ancak elimizdeki eserinde yaptığı nakiller ahlak ve siyasete dairdir. Mesela üç özelliğin cahillik alametlerinden olduğunu Batlamyus’dan nakleder. Şöyle ki: a-) İnsanın kendini kusursuz görmesi cahilliğindendir. Zira kusursuzluk Allah’a aittir ve peygamberlerin ismet sıfatları dolayısıyla onlarda bulunabilir. b-) Eline geçen fırsatları yanlış değerlendirme ve hatalı kıyaslarla zarar görürüm diye elinden kaçırmak cahillik alametidir. c-) Kendi bilgi gücüyle gururlanıp kendini üstün görmek cahilliktendir. İkinci bölüme cahilliğin alametlerini Müeyyed ve Kaykurak193 adlı filozoflardan naklen şöyle sıralar: a-) Sebepsiz ve gereksiz yere öfkelenmek ki insanın içindeki ayıpları ve noksanlıkları açığa çıkarır. b-) Faydasız ve lüzumsuz konuşmak. Böylece kendini küçük ve değersiz gösterir. c-) Güvenilmezliği tecrübeyle bilinen kişiyle sırrını paylaşmak. d-) Kendisine iyilik eden kişiye kötülük etmek ve aşırı derecede insafsız olmak. e-) Çevresindeki insanların sahte dostluk gösterilerine aldanıp herkesi kendine mahrem ve sırdaş edinmek.194 191 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 17a 192 Batlamyus (Ptolemaios Kleudios), Yunan astronomu, matematikcisi ve coğrafyacısı, M.S. 168 yılında Mısır’da doğup İskenderiye’de yaşamıştır. Astronomi, matematik, kronoloji, hüküdarlık yasaları, coğrafya ve müzikle ilgili eserler vermiştir. En ünlüsü, Almagest, Arapların çevirisiyle, Kitap-al-Macisti diye bilinir. 193 Filozof hakkında bir kayda ulaşamadık. 194 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 17b 56 Paşazâde, naklettiği bir ahlak hadisini anlamıyla birlikte bizlere şöyle aktarır: Olması gereken ihtiyat, kişiyi defalarca sınamadan ona karşı iyi zannı layık görmemektir. İbn Kemâl, cahillerin sohbetinden zevk almayı cahilliğin açık bir belirtisi olarak ifade eder. O, ayrıca cahil kimseyi sohbet ehli olarak görmez cahilin sohbetini ancak cahile layık görür. Ona göre cahil kimse alimlerin meclisinde bulunsa, bilgin insanların kötü halleri konusundaki uyarılarını dinlemeyip inatla onlara karşı gelir. Paşazâde burada bir benzetme yapar, çirkin görünüşlü bir zenci ay yüzlü güzellerin meclisinde kendini onlardan biri zanneder hatta kendini ay yüzlü güzellere layık görmez ve nazlı davranır. Cehâlet ehlinin, alimler meclisindeki durumu buna benzetilir.195 Üçüncü bölüme Aristoteles’in, her durumda cahilden ve kötü ahlaklı kimselerden uzak durmak gerekir, çünkü bu insanlar insanın güzel ahlakını bozabilirler. İnsan yaradılışı gereği birlikte zaman geçirdiği insandan etkilenir, anlamındaki sözüyle başlar. İbn Kemâl’e göre kötü insanlarla beraber olmaktansa yalnız kalmak daha hayırlıdır. O, ahmak kimselerden uzaklaşmayı Allah’a yakınlaşmak olarak görür. Paşazâde cahillerden ve ahmak kimselerden uzak durmak gerektiğini o kadar ilerlere götürür ki cahilin yüzüne bakmak, onların bastığı yere basmak bile hatadır. Cahillik Paşazâde’nin gözünde o denli değersiz ve zararlı bir durumdur ki cahile nasihat etmek sarhoşa öğüt vermeye denktir.196 Anlıyoruz ki bütün bunlar İbn Kemâl’in, aklı, ilmi ve bilgiyi insanın en şerefli ve en mühim özelliği olarak görmesinden ileri gelmektedir. 4. Dördüncü Bâb: Söz Edebi Hakkında Ömrünün son sekiz yılını şeyhülislâmlık makamıyla tamamlayan Paşazâde, akıl, ilim ve bilgi ve cahillik bablarından sonra fikrî örgüye uygun olarak ilmin ve fikrin taşıyıcısı olan söz üzerinde durmuştur. Her bölüme başladığı gibi önceliği yüce yaratıcının, bahsedilen konuya ne kadar değer verdiğiyle ilgili sözlerini ifade ederek başlar. Dil, Allah’ın kudretinin yarattığı anlaşılması zor şeylerden biridir. Hakikatte ne kadar yüce şey var ise dil kolaylığıyla ifade edilir. Dilin kendisi küçük bir et parçasıdır, ancak tüm azametli anlamlar onunla temsil edilir ve akla yardımcılık görevi ona 195 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 18a 196 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 18a-18b 57 verilmiştir. İbn Kemâl, dilin ıslahının önemini “Allah dilini ıslah edene rahmet eylesin” hadisini zikrederek vurgular. Buna karşılık “kişiyi yüzüstü ancak dilinin belası düşürür” hadisini de dilini ıslah etmeyenlere bir tehdit olarak zikreder. İnsanların hayvanlara olan üstünlüğünün dil ile olduğunu Şeyh Sa’di’den197 bir beyitle aktarır. Söz söylerken dengeli ve dikkatli olmak gerekir, insan konuşurken nerde ne konuştuğunu bilmeyecek derecede kendini koyverirse (irha-i ‘inan) başına büyük işler açabilir. Ayrıca gereğinden fazla sözden kaçınmalıdır. Malayani sözleri men eden Hz Peygamberin “müjdeler olsun sözünün fazlasını tutana, malının fazlasını infak edene” hadisini zikreder.198 Sözün üstünlüğünü, Kur’an’ın, Cenâb-ı Allah’ın sözü olmasını delil getirip, Hz. Peygamberden ve Cafer-i Sadık’tan naklen şöyle ifade eder. Er kişinin güzelliği dış görünüşünden değil, dilinin fesahat ve halavetindendir. Ayrıca insana, Allah bundan daha fazla nimet vermemiştir. Paşazâde, devamında konuyu zengin bir şekilde tarihi anekdotlarla, filozofların hikmetli sözleriyle tamamlamıştır. Özetle, insan dilini, sözünü muhafaza etmelidir. Ok yarası iyi olur, dil yarası iyi olmaz. Söylenen şeyler doğru ya da güzel dahi olsa yerinde ve zamanında söylenmez ise insanı töhmet altında bırakabilir. Dilin cirmi (cismi) küçük cürmü büyüktür, bu sebeple yerinde fesahatle kullanılmazsa insana büyük zararlar verebilir. İbn Kemâl konuyu şu beyitle bitirmiştir. Dildir kişiyi muhterem edip veren şeref Dildir yıkan vakarı ve nefsi eden telef 5. Beşinci Bâb: Nasihatler Hakkında Kemâl Paşazâde bu bölümü bilgece söylenmiş hikmetli sözlere ve nasihatlere ayırmıştır. Siyaset ve nasihat kitaplarında ayrı bir bölüm olarak da işlenen “ öğüt ve nasihatleri kabul bölümü” aslında tüm insanlara özellikle yöneticilere yöneliktir. Paşazâde, Nesayih’inde bu geleneği bir numune niteliğinde de olsa devam ettirmiştir. Özetle şunlardan bahseder: Dünya ve nimetleri tümüyle geçicidir; nimetleri kalıcı hazlardan ve kendisi daimi bir mekandan ibaret değildir. Hz. Peygamber bir hadisinde “dünyaya rağbet 197 İran edebiyatının büyük temsilcilerinden olan Sa’di Şirazî 1209 yılında doğdu. Gezgin ve şöhretli bir hayat sürerek 1291 yılında Şiraz’da vefat etti. Bostan ve Gülistan adlı meşhur eserin müellifidir. 198 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 19a-19b 58 insanın hüznünü çoğaltır” buyurmuşlardır. Yani, dünya malına ve onun artığına, pisliğine (müzahrefât) olan düşkünlük gâm ve kederi artırır. İnsan kaybettiği şeylere ya da elinde olmayan şeylere üzülmemeli, sahip olduğu şeylere de gereğinden fazla değer vermemelidir. Öyleyse insan dünyadaki kısa ömrünü keder ile geçirmeyip temiz kalbini ve şerefli hatırını Allah Te‘âlâya ihale etmeli, her şeyi ondan beklemelidir. Nitekim Allah (c.c) “Sizin hoş görmediğiniz bir şey sizin için hayırlı, muhabbet beslediğiniz bir şey sizin için şer olabilir. Allah bilir siz bilmezsiniz.”199 buyurmuştur.200 İbn Kemâl bu bölümde de diğer bölümlerde olduğu gibi hadislerin yanı sıra filozoflardan ve bazı tarihi şahsiyetlerden nakillerde bulunur. Mesela bu bölümde, İskender, Afrasiyap meliki Menuçehr, Erdeşir, Eflatun ve Acem, Hind filozoflarından rivayetlerde bulunur. Özellikle İskender-i Zülkarneyn’in201 hocasının ona yapmış olduğu nasihatlerden bahseder. Burada bahsedilen hocanın Aristoteles olduğu kanaatindeyiz. İbn Kemâl’de, Aristoteles’in İskendere olan mektupları202 diye İslâm dünyasında meşhur olan kaynaklardan yararlanmıştır.203 Bu nasihatlerin bir bölümünde şunlar geçmektedir: Kötülük sana hiçbir şekilde yol bulamasın, her zaman aziz olasın, Allah’ın fermanına muhalefet etmeyesin. Meluna hiçbir şekilde aman verme, bütün işlerinde doğru ol, iki nesneden sakın ki, birisi işlerini bitirmekte acelecilik yapma, diğeri işlerini sadece kendi görüşünle yapma, istişare ile yap.204 Bütün işlerini itina ile gör ve sürekli gözet. En zayıf düşmanlarına en güçlü muamelesi yap. Halkın malını elinden almaya kalkışma! Onları zayıf düşürürsün ve 199 Bakara, 1/216. 200 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 23a-23b 201 İskender Büyük, Yun. Aleksandros (M.Ö. 356-323) Makedonya kralı Filip ile Olympias’ın oğludur. Aristoteles’in babası Nikomakhos, Makedonya sarayında Filip’in babası II. Amyntas’ın özel doktoru olarak bulunmuştu. Bu yüzden Kral Filip Aristoteles’i iyi tanımaktaydı ve oğlu İskender onbeş yaşlarına gelince M.Ö. 343 yıllarında Aristoteles’i oğluna siyaset, adalet, yiğitlik ve ahlak öğretmesi için saraya almıştır. Bkz. Meydan Larousse, s. 423; Mahmud Kaya, a.g.e., s. 37-38 202 Aristoteles’in İskendere mektupları şeklinde bilinen ve İbn Kemâl tarafından da kaynak olarak kullanılan bir takım yazılar, A. Bedevî’nin kanaatine göre Aristotalese atfedilen, ancak Aristotales’le ilgisi olmayan, İbn Miskeveyh’in Câvidan-ı Hıred isimli eserini el-Hikmet el-Hâlide adıyla neşreden, baştan aşağı dinî motiflerle dolu olan bu gibi mektuplar, nasihat ve vasiyetler, Helenistik çağın sonlarında uydurulmuş ve İskenderiye mektebi aracılığıyla şark dünyasına yayılmış olan eserlerdir. Aslında Aristotales’e izafe edilen bu mektupları, Emevî halifesi Hişam İbn Abd el-Melik (724-743) in azaldı kölesi ve sekreteri olan Sâlim Ebu’l-Alâ’nın Arapça’ya tercüme ettiği ya da ettirdiği bilinir. Eser Süleymaniye Kütüphanesi (fatih) No:5323, (Ayasofya) No: 4260 ve Köprülü Kütüphanesinde No:1608’de Marıo Grıgnaschı Les Rasâil Aristâtâlîsa ila’l-İskender adıyla yayınlanmıştır. 203 Kaya, Mahmud, İslâm Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi, Ekin Yayınları, İstanbul, 1983, s. 304-305 204 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 23b 59 sana karşı kin duyarlar. Onlardan vergi olarak aldığın malları ise hepsinin yararına kullan; bunu halkın arasına yayarsan mutlu olursun. “Yardım isteyeceksen sana nasihatini esirgemeyen kişiden yardım iste” diyen Aristoteles, İskender, halkını, memeleketini kaybetmiş, düşman saldırısına uğrayan kimse gibi idare etmesini ve acelecilikten uzak durup, sakin ve tedbirli davranmasını öğütlemiştir. 205 Nasihatlerine Arap bilgelerden nakletmiş olduğu, “tedbirli kişinin elindeki az şey tedbirsiz kişideki çok şeyden daha iyidir” diyerek devam eden Paşazâde, çile ve meşakkatle sabrederek istediğine ulaşamayan kişinin hazıra konmuş sabırsızdan daha üstün olduğunu ekler. Nuşinrevân’a sordular: Kişinin canından da çok koruması gereken nedir? Dedi ki: Dinidir. Dediler ki: Hangi asker kuvvetlidir. Dedi ki: Adaletli olan. Hüsrev dedi ki: Kim ki kendi canına dostluk etmek isterse günahlardan uzak durup Allah’a asi olmaktan sakınsın. Kişi kendi evladını sevdiği gibi mü’min kardeşlerinin de evlatlarına aynı şefkat nazarıyla bakmalıdır. Bütün hünerlerin başı açgözlülüğü terk etmektir ve iyiliklerin ulusu isyan ve günahtan geri durmaktır, suçlama mevzi’nden uzak durmaktır. Cömertliğin en itibarlısı gönül kırmamak, gücü yettiğince gönül okşamaktır. Kim ki batıla meylederse Allah’a düşman olur, yaratılanları kendinden önde tutarsa Allah’a yardımcı olur, Allah’ı kendinden hoşnud eder ve insanları kendine hizmetkâr eder. Acelecilik ekseriyetle gençlerde bulunur, yaşlılarda pek bulunmaz. Bu yüzden Hz. Peygamber “Bereket yaşlılarınızla beraberdir.” buyurmuştur.206 Platon demiştir ki: Kim kendi gözüne büyük görünürse halkın gözünde hor görünür. Güneşten karanlık gelmediği gibi edepsizden de dostluk gelmez, baldan acılık gelmediği gibi kerem sahibinden ve iyilik ehlinden de edepsizlik gelmez. İnsan her türlü günahtan uzak durmalıdır. Bir kişi gizli günahlar işlese bile kişinin siması onu ele verir. Her yavuz iş ki yaramazlar içinde gizlenir. Mücrimin benzinden ol şûm işin izi izlenir. Hind bilgesi demiştir ki: Kim bir işle meşgul iken başka bir işin endişesini çekiyorsa o kişi hakkıyla başarılı olamaz. Bilgeye sordular. Hangi adalet ki zulüm 205 Mâverdî, Siyaset Sanatı (Nasihatü’l-Mülûk), Çev. Mustafa Sarıbıyık, Ark yayınları, İstanbul, 2004, s.350. ve 362. 206 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 24a-24b 60 suretinde görünür. Bilge cevap verdi. Gerçek dahi olsa sert ve öfkeli cevap vermektir. Nefsi incitir ve düşmanlığı çeker. Büzürçmehr demiştir, kim ki edep ile gömleğin dahi giyse o kişinin ayıpları gizlenir. Kim ki boş bulunmayıp dilini korusa, tutsa o kişi hakikatte kendini korumuş saklamış sayılır. Zira yaramaz dil kişinin başına belâ gelmesine sebep olur.207 6. Altıncı Bâb: Dostluk Hakkında ve İnsan Hukuku hakkında Kemâl Paşazâde, dostluk konusunu yazmanın girişinde tek başlıkla ifade etmiş ancak bâb sınıflandırmasında bu bölümü dostluk ve dost denilen kişide bulunması gereken belli başlı özelliklere ayırmıştır. Hz. Peygamberin “ Aklın başı imandan sonra insanlarla dost olmaktır” ve “Allah (c.c.) kimin hakkında hayrı dilerse, ona ihlaslı bir dost ihsan eder.” hadislerini zikretmiştir.208 İbn Kemâl dostluk konusunu filozoflardan yapmış olduğu alıntılarla ele almış ve dostlukla ilgili tarihi bazı ibretlik rivayetlere de yer vermiştir. Sindbâd hakîm209 der ki, kim ilim süsüyle hallenir, marifet ziynetiyle kendini tezyin ederse o kişinin çok müşfik dostları olur; o müşfik dostlar ki sohbetleri insanın gönlüne aydınlık bir kandil gibi gelir demiştir. Feridun’un kasrında yazılıydı ki, menfaatlerin en ulusu faydaların en hayırlısı akıl sahipleriyle dostluk kurmaktır, ziyanların en kötüsü de cahillerle sohbet edip onların dostluğuna inanmaktır. Müellifimiz daha sonra Aristoteles’ten de dostlukla ilgili şu sözü nakletmiştir: İki şey gönülden kederi, gamı, tasayı def eder. Dostların yüzü (didarı), ariflerin sözü. Yine aktarılmıştır ki dostsuz kişiler gözsüz başa benzerler.210 İbn Kemâl, Aristoteles’ten dostlukla ilgili yapmış olduğu alıntıyı ne Aristoteles’in Nikomakhos Ahlakı’ndan ne de İbn Miskeveyh’in Tehzibu’l-Ahlak’ındaki filozofların dostluk hakkındaki görüşlerinin bulunduğu ilgili bölümlerden almamış bir başka kaynaktan aktarmıştır. Bahsettiğimiz kitapların birincisinde, dostluk, yalnızca yardım severlik değil, karşılığıda beklenen bir 207 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 25b 208 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 25b 209 Sindbâd: Adı binbir gece masallarında da geçen Hintli denizci ve bilge. Ayrıca Âban bin Abdulhamid Lâhikî (ö. 815) tarafından yazılmış Sinbâdnâme adlı kitabın kahramanıdır. Burada bir çok hikmetli hikayeler anlatılmaktadır. 210 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 26a 61 şeydir. Aristoteles’te dostlukta sevmek sevilmekten daha temelde yer alır.211 Bir insan dostunun iyiliğini kendi mutluluğunun bir aracı olarak değil, dostunun iyiliği için ister.212 Dostluk ona göre hayat için en gerekli erdemdir.213 O, dostu “başka insanlarda olan sen” ya da “sen demek olan bir başkası”214 olarak nitelendirir. Bir insan ilgilerini öylesine genişletebilir ki, bir başkasının esenliği, kendi mutluluğu kadar doğrudan ilgi konusu olabilir. Örneğin bir annenin, evladının canı yandığında kendi canı yanmışcasına acı duyması gibi bir insan da dostuyla böylesine özdeşleşebilir.215 İkinci kitap olan Tehzîbu’l-Ahlak’ta dostluğa dair Sokrat’tan şunları nakleder: “Ben, çocuklarına hükümdarlarla ilgili bilgileri, tarihi olayları öğreten, savaş ve kinleri, öç alan ve hasmının üzerine atılan kimselerin durumlarını anlatan, onlara dostluğu ve yakınlaşmayla ilgili sözleri, sevgi ve yakınlıkla bütün insanlar için meydana gelecek iyilikleri anlatmayan kimselere çok şaşıyorum. Hiçbir kimsenin sevgisiz yaşaması mümkün değildir. İsterse dünya bütün iyilikleriyle ona yönelmiş olsun. Dostluk konusunun küçük olduğunu sanan kişinin kendisi küçüktür. Dostluğun varlığı ve kolayca elde edilebileceği farz edilse de, felaket anında güvenilecek bir dostluğun varlığı ne kadar güç ve zordur!” Sokrat şöyle devam eder: “ Fakat bence dostluğun değeri ve önemi, Karûn’un altınlarından, hükümdarların hazinelerinden, insanların elde etmek için yarıştıkları bütün kıymetli taşlardan, deniz ve karada bulunan her şeyden ve beğenilen diğer mal ve eşyanın hepsinden daha büyüktür. Bütün bunlar, benim kendim için seçtiğim dostluk faziletine denk değildir. Bütün bu saydıklarım, dostunun başına bir felaket geldiğinde fayda vermez. Burada ki dost, ister kan kardeşi, ister yabancı, ister çocuk, ister baba olsun, sen demek olan bir başkasıdır. Yeryüzündeki şeylerin hiçbirisi, mühim bir işte yardımına güvenilen bir dostun yerini tutamaz. Şimdiki ve gelecekteki tam mutluluk onla gerçekleşir. İktidardan uzak olduğu halde, kendisine böyle büyük bir nimet verilen kimseye ne mutlu! İktidarda olduğu zaman böyle bir dostu olan kimse daha da mutludur! Çünkü tebaanın işlerini üzerine olan, onların durumlarını bilmek ve onların işlerine hakkıyla bakmak isteyen kimseye iki kulak, iki göz ve bir kalp yetmez. 211 Aristoteles, a.g.e., 1159a 212 Aristoteles, a.g.e., 1155b 213 Aristoteles, a.g.e., 1155a 214 Aristoteles, a.g.e., 1161b-1166a-1169b 215 Aristoteles, a.g.e., 1159a 62 Eğer güvenilir dostlar bulursa, onların gözlerinden, kulaklarından ve kalplerinden, hepsi kendisine aitmiş gibi yararlanır. Böylece ona uzak yerler yakın olur ve en uzak yerdeki ufak tefek işlere de gözüyle görmüşçesine vâkıf olur. İşte bu fazilet dosttan başka kimde bulunur ve bu, müşfik arkadaştan başka kimden beklenir?”216 İbn Kemâl devamında sadık dostun, dostundan bir defa cefa görmekle ondan vazgeçmeyeceğini belirtir. Feridûn’un217 kasrında şunların yazılı olduğunu nakletmiş: Dosttan gelen her zahmet düşünülmez. Yardan gelen her zulümle küsülmez.218 Bin dostun bir kişi için az, bir düşmanın bile çok olduğunu belirten Paşazâde, Allah için kurulan dostluğun yüceliğini ifade etmek için diğer konularda da yaptığı gibi tarihi bir olayı hikaye eder? Dünyalık için, menfaat için kurulan dostluklar, istekler karşılanmadığı zaman sadakat binasını zedelediği için sebatsızdır, uzun süreli kalmaz bozulur. Allah için kurulan dostluklar ise menfaat üzerine kurulmadığı için sadece yüce yaratıcının rızasını kazanmak için karşılıksız bir sevgi ve muhabbete sahip olduğundan hem dünya hem ahiret için mutluluk ve huzur kaynağıdır, hatta en büyük hazinelerden biridir. İbn Kemâl, Hz. Peygamberin hadisinden naklen, kıyamet günü Allah’ın (c.c.): “Hani benim için birbirlerini sevenler? Bugün ki mahşer günüdür. İnsanların beyinleri hararetten kaynarken benim için dost olanları arşın gölgesinde gölgelendireceğim, cennette nurdan kürsüler üzerinde rahat ettireceğim” diye hitap edeceğini bildirir. Paşazâde bölümün sonlarına doğru dostluk hakkında filozoflardan alıntılar yapar. Özetle şunları ifade eder: İyi dostluğun kanunudur ki” dosttan bir zarar geldiğinde bunu içine atıp dostluğu bozmamaktır. Tecrübe ettiğin ve sır paylaştığın dostunun hatalarını geçmiş dostluğunun hatırına affetmelisin. İyi kişiler affetmeyi severler ki” dost denilen kişi affetmeye en layık olandır. İbn Kemâl, ulu kişilerden naklen kendisinde şu üç özelliği barındırmayanla dostluk yapılamayacağını söyler: 216 İbn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, çev:Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihat Tunç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara ts., s. 140-141 217 Feridûn: (yk. M.Ö. 750) Pişdâdiyan sülalesinden gelen efsanevi İran hükümdarı. Bilgeliği ile ünlü olan Feridun hakkında Zend-Avesta ve Şehnâme’de bir çok hikaye nakledilir. 218 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 26a 63 1- Güzel huylu olmak. Ahlakı bozuk olanlar hiçbir neden yok iken bir şeyleri bahane edip, büyütüp yıllarca dostluk hukuku gözeten dostunun dostluğuna vefasızlık gösterirler, bir sürü güzel emeği ve hatırayı rüzgara bırakabilirler. 2- Vakar sahibi, sukûnet ehli, yumuşak huylu, iyilik ve cömertlik ehli olmalı. Zira kendini beğenmiş bencil, sabırsız kişilerden vefa beklenmez. 3- İyi ve faydalı işlerde gayretli ve iştiyaklı olmak. Hayır konularında yarışmalı. Kendisinden bir günah sâdır olduğunda itiraf edip, Allah’tan korkup istikamet konusunda gayretli olmalı. Allah’tan korkmayanla dostluk kurulmaz, böyle bir girişim Allah’tan hakkıyla korkmamaktan ileri gelir. Zira Allah (c.c.) Kehf sûresi 28. Ayette “Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız ve hevâsına tabi olanlara tâbi’ olma.” buyurmuştur.219 7. Yedinci Bâb: Dostluk Hukuku Hakkında İbn Kemâl, bu bölümde dostların dostlar üzerinde 10 türlü hakkı olduğunu söyleyip bunları teker teker sıralamış ve hikayelerle de bu özellikleri belirtip zenginleştirmiştir. 1- İhtiyaç anında dosttan malını esirgememek, kendinde varken dostu başkalarına muhtaç etmemek. Bu amaçla İslam’da Îsâr220 kavramının kaynağı olan “ İhtiyaçları olsa bile kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih ederler.” Haşr/9. ayeti zikredilir. 2- Dost dosta yardım etmeli ve ihtiyaç anında dostunun ihtiyacını kendi ihtiyacı bilip ihtiyacı görmelidir. İki dost varmış. Birisi maddi olarak zor bir duruma düştü, diğer dostu ihlasla gayret edip dostunu bu sıkıntılı vartadan kurtardı. Kurtulan kişi evindeki kıymetli bir halıyı ihtiyacını gören kardeşinin evine götürüp, harcadıklarının bir kısmının karşılığı olarak ,bu halıyı kabul et dedi. Kerem sahibi sadık dostu dedi ki: - Bu müşkülatlı durum senin başına geldiğinde, ben Allah’a senin bu borcunu ödemem ve yetmezse borç edinip tamamlamam konusunda yalvardım. Bütün hamd ve minnet Allah’adır. Az emekle sıkıntını çözmek nasip oldu. Bu ihsan bana Melik-i 219 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 27a-27b 220 Îsâr: Kendi ihtiyacı varken mü’min kardeşinin ihtiyacını düşünerek cömertlik yapmak. 64 Mennân tarafından arz edildi. Onun şükrânesi için mal değil can vermelidir. Neticede bu ihsan ve dostuma yardım edebilmenin ruhuma verdiği huzur, senin mübarek tâkatin ve gücün sayesinde olmuştur. Dolayısıyla bu mübarek sohbetin hakkı için senden dileğim malını yine hanene geri götürmendir. Benimdir kabul ettim, ancak yine sana lâyık gördüm. 3- Hakkında iyi konuşmak ve öğrenmiş olduğu ayıplarını örtmek. Dostunun yüzüne karşı muhabbetin, ne ise ardından da aynı şekilde olmalı. 4- Dosta olan sevgi gönülden olmalı ve ona duyulan ihlas ve muhabbet kendisine de açıkça belli edilmeli. 5- Dostunun din ve dünya işlerinde kendisine yardımcı olup ihtiyaçlarını görmek. Ahiret işlerinde ona yardımcı olmak, dünya işlerinde yardımcı olmaktan daha önemlidir. Bilmediklerini ona öğretip bildikleriyle amel etmeye onu ikna etmek dostluk hukukundandır. 6- Dosttan kötü bir durum sâdır olduğunda ondan yüz çevirmeyip affedici olmak gerekir. Günahı konusunda Allahtan yardım isteyip tatlı dille, dostça kendisine doğru anlatılıp o günahtan vazgeçirmek için gayret etmelidir. 7. Dostun yüzüne yapılan güzel duaları gıyabında da yapmak. Hz. Peygamber “ Kardeşin kardeşe gıyabında yaptığı dua reddolunmaz.”221 buyurmuştur. Ebu’d-Derdâ demiştir ki: Her namaz sonrasında secdeye gidip secde içinde dostlarımdan yetmiş kişiye ismen dua ederim. Sen ahiret yurduna çıktığında evlâd ü ıyâlin mirasınla meşgul iken, hakiki dostun ayrılık denizine dalmışlığın kederiyle sana gece gündüz dua ile meşguldür. 8. Dosta vefa göstermek dostluk şartlarının en yücelerindendir. Bu vefa dostun senden önce vefat ederse onun evladına ve ahbabına gösterilen vefadır. Eğer dostun vefatından sonra onun evlat ve ahbabından ilişki kesilirse hayattaki bütün gayret ziyan olur, geçmiş hakları da batıl olur. Dostluk Allah için kurulur. O yüzden denmiştir ki: “Vefa ölümden sonradır” ya da “ ölümden sonra gösterilen az vefa hayatta gösterilen çok vefadan daha hayırlıdır.” Hz. Peygamber. “ Dostluk evlatlara miras kalır.” buyurmuştur. 221 Tirmizi, Birr, 50. 65 9. Dosta gösterilen iyiliklerin karşılığını bekleyerek dostu külfet altında bırakmamak gerekir. Eğer dostunun gücü yetmez de karşılık veremezse incineceğini düşünmelidir. 10. Dost dosta ne kadar iyilikte ve ihsanda bulunsa bütün yaptıklarını az görmelidir. Her zaman dostluğunda kendini eksik bilip ziyadesiyle davranmalı. Dostuna karşı hep neşe kaynağı olmalı ve karşılık beklememelidir. Çünkü kereme kerem ummak adet-i ekremden değildir. İyililiğe ve cömertliğe karşılık beklemek, çok şeref sahibi ve cömert olanların ahlakı değildir.222 8. Sekizinci Bâb: Düşmanlık ve Sebepleri Hakkında Düşmanlığın tehlikeli bir iş ve zor bir durum olduğunu belirterek başlayan Kemâl Paşazâde, düşmanlığın insanı her zaman sıkıntıya ve huzursuzluğa sürükleyeceğini ifade eder. Düşmanlık insanın dünyası ve ahireti için zarardır. Özellikle yöneticilerin düşmanlık ve sebeplerini iyi bilmesi gerekir ki, yönetimi barış içerisinde geçsin. Kemâl Paşazâde düşmanlığın içinde kıskançlık ve çekememezliği barındıran hased kavramını da kullanmıştır. Hz. Peygamberden naklen “Nasıl ki ateş odunu yer bitirir, hased de aynı şekilde salih amelleri yer bitirir.” hadisini bildirmiştir. Meşhur filozoflardan naklen düşmanlığın doğuş sebeplerini beş olarak zikreder. 1. Bir kişinin elindeki herhangi bir şeye, müstehak olmadığı halde göz dikmek, o şeye karşı aç gözlülük etmek. 2. İslâm hukukuna aykırı bir şekilde bir kişinin malına veya mevkisine el uzatmak. 3. Güç ve kuvvetine güvenip zâlimlik yapmak ve haddi aşmak. 4. Bir kimseyi boş vaatlerle ümitlendirip sonra sözünde durmayıp ümitsiz bırakmak. 5. Adaletli ve doğru dahi olsa kaba ve soğuk söz söylemek düşmanlığa sebep olur. 222 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 28a-30a 66 Kemâl Paşazâde düşmanla münasebetin nasıl olması gerektiğiyle ilgili olarak özetle şunları belirtir. Özellikle düşmanın dost görüneninden sakınılmalıdır. Tatlı sözlerine ve sıcak tavırlarına karşı uyanık olmak gerek, çünkü düşmandan her zaman düşmanlık değil hileli yaklaşımlar da görülebilir. Ya da düşmanlığını aşikare göstermemesi mecalinin azlığındandır, güçlendiğinde yıkıcı olacaktır. Eflatun’dan şöyle nakledilir: Korkulması gereken düşman, dost oldu sanılan ve düşmanlığını gizli tutandır. Böylesi kara demire benzer ki altınla yaldızlanmış olup altın zannedip alırsın satacağın zaman aldatıldığını anlarsın. Sen de düşmanını etkisiz hale getiremezsen ve senden oldukça güçlü ise tedbirli bir şekilde ona yakın görünmelisin ki, şerrinden emin olasın. Düşmana karşı her zaman tedbirli ve stratejik olmak gerek. Çünkü sert rüzgar heybetle eserek ağaçların yapraklarını dökebilir budaklarını bükebilir, ancak nadiren bir ağacı kökünden sökebilir. Fakat ahesteliği ve yumuşaklığıyla akarsu mülayim bir şekilde ağacın altına girip kökünden söküp yere vurabilir. Düşmanla karşılaştığında gazabını asla ona belli etme, her zaman uygun zamanı ve mekanı kolla. Zaman rüzgarı uyanmış ateşleri dinlendirir ve uyumuş bahtları uyandırır. Yanlış vakit olduğuna inanıldığında düşmanla olan mücadele başka zamana bırakılmalıdır. Nitekim Hz. Musa Firavun’un şerrinden emin olmak maksadıyla ve doğru zaman olmadığına inandığı için hicret kararı almıştır. Kemâl Paşazâde bazı durumlarda düşmanla olan mücadelede muvaffak olmak için geri çekilmeyi Peygamber, metotlarından biri olarak anlatır. 223 Yeri geldiğinde düşmanın bazı ihtiyaçları giderilmelidir ki, senin bilgin dışında doygun olmasın.Cafer-i Sadık’ın şöyle dediği nakledilir: “Düşmanım benden müsteğni olup ihtiyacını başkasından karşılamasından çekindiğimden onun ihtiyacını karşılarım.” Düşmanla olan işlerde dost gibi görünüp aceleci olmamak gerekir. Eğer ki aceleci davranılırsa daha büyük zarar görülebilir. Paşazâde bu konuda çakal ile tavşancıl kuşu arasında geçen çok hoş bir hikayede anlatmıştır. Sindbâd hakîm şöyle demiştir: Düşmanından istediğin şekilde intikam almak istiyorsan arkasından kötü söyleme yüzüne karşı da sert olma, hatta yumuşak konuş ki fırsat bulasın.224 223 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 31b-32a 224 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 33a-33b 67 9. Dokuzuncu Bâb: Oğul Terbiye ve Ta’limi Hakkında Kemâl Paşazâde diğer ahlak kitaplarında Tedbîr-i Menâzil (ev idaresi) bölümünün bir alt başlığı olan çocuk terbiyesi ve eğitimi adlı konuyu da bu bâbda ele almıştır. Ev idaresi deyince evin düzeni ve kendisi, eş, çocuk hatta mal ve para da içine girer. Ancak Paşazâde ev idaresine ait müstakil bir bâb olarak çocuk eğitimini almıştır. Ev idaresiyle ilgili diğer hususlarla ilgili idarelere yardımcı olacak bazı hususları farklı bâblarda kısmen işlemiştir. Paşazâde ilk olarak insana bahşedilen erkek ve kız evladın Allah’ın bir emaneti olduğunu, onların bizlere tertemiz bir fıtratta teslim edildiğini, sanki bir mum gibi olduklarını ve her türlü nakışı ve mührü kabul edeceklerini bize hatırlatır. Bir anne ve babanın mesut bahtiyar olabilmeleri için evlatlarının eğitim ve terbiyesine çok önem vermeleri gerektiğinden bahseder. Eğer ihmal edilirlerse insana dünyada ve ahirette eziyet olabileceğinin işaretlerini verir. “Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz” 225 ayetini zikredip kötü eğitilmeleri durumunda işledikleri günahlardan dolayı eğitimcilerinin, anne ve babaların sorumlu olacaklarını ifade etmektedir. Aynı şekilde iyi eğitilen bir evladın işlediği bütün güzel amellerden eğitimci ve ebeveynin manevi hesabına yazılacağını ifade eder. İbn Kemâl eğitimin, çocuğun ana rahmine düşmesinden önce başlayarak ana karnında devam ettiğine işaret edip çocuk terbiyesi aşamalarını özetle şöyle sıralar. 1- Evvela kişi, Hz. Peygamberin kameri ayların başında ortasında ve sonunda cima yapıp çocuk sahibi olmama tavsiyesine uymalıdır İbn Kemâl’e göre. Bu zamanlarda ana rahmine düşen çocuklara şeytanın vesvesesi galebe çalarmış. Ancak bu tür rivayetler hadisçilere göre zayıf kabul edilen rivayetlerdir.226 Fakat Gazzâlî İhya’sında bu tür rivayetler kullanmıştır. İbn Kemâl’de bir Şeyhülislâm olarak döneminin ilim anlayışı doğrultusunda bu rivayeti ahlak konuları içerisinde kullanmakta sakınca görmemiştir. 2- Çocuk doğduğunda ona güzel huylu, helal lokmalı, saliha bir sütannesi dadı bulmak gerektir. O, sütün karakteri etkilediğini hadisle de 225 Tahrim, 66/6. 226 Canan, İbrahim, Hz Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Türdav Yayınları, 1982, İstanbul, s. 59 68 destekleyerek iddia etmektedir. İbn Kemâl ayrıca sütün ne kadar önemli olduğunu pekiştirmek için ilginç bir hikaye de anlatmaktadır. Şöyle ki: Hz. Perverdgâr Allah bir gün ölüm meleğine sual eder, bunca zamandır ruhları kabz edersin. Ruhları kabz ederken hiç kimseyi esirgedin mi yoksa adet olduğu üzere esirgemekten uzak mısın? Ölüm meleği cevaben “ya İlâhî sana malumdur ki bazı ruhları kabz ederken aşırı şefkatten başka haller olur. Fakat geçmiş zamanda denizde bir geminin içindekilerinin ruhunu kabz etmemi emretmiştin, o gemi helak olup içindekiler denize döküldü fakat bir tahta üzerinde süt emen bir oğlancık ile anası boğulmadı. Daha sonra buyurdun ben de anasının da ruhunu aldım ve bebek tahta üzerinde hem yetim hem yalnız kaldı. Ya İlâhî sana her şey malumdur ki, o yetime neden ve nasıl gönlümün acıdığını sen daha iyi bilirsin” dedi. Ve yüce yaratıcıya ölüm meleği sual etti. Ya İlâhî “o bebeğin hali ne oldu bu zayıf kuluna haber verir misin” dedi. Rahman cevaben dedi ki: Hafif sabah rüzgarına emrettim tahatayı sukûn içerisinde deniz kenarına götürdü. Daha sonra emrimle kuvvetle esip güçlü bir dalga çıkarıp oğlancığı sahilde kuruluğa çıkardı. Her yer her çeşit yemişlerle dolu. Yattığı yerde ipekten yumuşak çimen, başının üstünde ulu ve korunaklı bir ağaç var ettim dedi. Devam ederek rüzgara emrettim olabildiğince hoş ve yumuşak es ki oğlancık huzurla yatsın. Tam o sırada yavrusu ölmüş sütlü bir kaplan vardı ki, sütü kendine zahmet vermeye başlamıştı. Oğlancığın olduğu yerden geçerken onu gördü. Hemen kudretimle oğlanın gözlerini kaplan yavrusunun gözlerine benzer kıldım. Kaplan şevk duyarak gidip oğlanı emzirdi. Oğlan kısa zamanda serpilip büyüdü, ayaklandı ve gezerken bir yer vardı ki, oradan geçerken periler ay yüzlü oğlanı görünce hemen onunla ilgilendiler ve onu terbiye ettiler. Onların dilini öğrenip onlarla sohbet ederdi. Sonra bir gün yine bir gemiyi rüzgar oraya getirdi ve oğlanı buldular, alıp gittiler. Ölüm meleği tekrar Rabbine sordu. “Oğlan şimdi ne yapıyor”? dedi. Yüce Rab buyurdu ki, Mısır’a sultandır. İbn Kemâl buradan şu sonucu çıkarır. Süt kesin olarak karakteri etkiler ve kimin sütü içilmişse onun 69 özellikleri de geçer. Süt veren de, terbiye eden eğitici de kesinlikle çocuklar üzerinde çok etkindir. 3- Çocuk büyüyüp söyleneni anlar duruma gelince ona hem ilmi, bilgiyi hem de edebi adabı öğretecek bir eğitici bulmak ve çocuğu haramlardan kendi akranı olanların ellerinden bir şey alıp sahiplenmesinden men etmek ve kötü sözleri duyabileceği, öğrenebileceği yerlerden uzak tutmak gerekir. Ta ki bütün bu sakınılması gerek en davranışlarla övülmeyen hallerden nefret etmek ve güzel ahlakla ilgili bütün haller, ona ait kültürel değerler, tabiatı gereği kendi tercihiyle meylettiği şeyler olsun. Karakterine iyice yerleşmiş olsun. 4- Çocukları kötü ve yaramaz huylu arkadaşlardan uzak tutmak gerektir. Bunlar şu beş özellikte olanlardır. Bu kişilerden uzak durmak gerekir. a) Utanmayan cilveli kadın b) Yalan söyleyen c) Çok inatçı d) Temiz olmayan her türlü işe meyleden e) Fâcir (günahkar, şikayetçi, rezil) kişi ki, dostluğu ve sohbeti öldürücü zehir gibidir. 5- Metinde atlanılmıştır. 6- Ana rahminde çocuk belli bir seviyeye geldiğinde cinsi münasebetten uzak durmalıdır. Kötü kadınlarla beraber olanlar ise çocuğuna kötülük yapmış olur. Çünkü çocuklar böyle şeylerden etkilenirler.227 Devamında Hz Peygamberden naklen “Kişi Allah’ın huzuruna aile fertlerini cahil bırakmasından daha büyük bir günahla gelemez” hadisini zikrederek, çocuklarımızın eğitiminin önemine işaret etmiştir. Paşazâde hiç kimsenin devlet derecelerinde ve saadet mertebelerinde kendinden üstün birinin olmasını istemeyeceğini, ancak evladının kendinden üstün olmasını isteyeceğini ve evladın her hususta candan daha aziz olduğunu ifade eder. Paşazâde, “eğer çocuklarımıza ilme sabretmeyi öğretirsek Allah da onları edebin rahatlığıyla faydalandırır, diyen Hz Ali efendimizin sözünü bizlere hatırlatır. Çocuk eğitim ve öğretiminin aslında bir o kadar da 227 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 34a-36a 70 zor ve zahmetli bir iş olduğunu, ancak böyle bir zahmet ve gayretle insanın asalet ve ululuk kazanabileceğini ifade eden Paşazâde ayet, hadis ve filozof sözleriyle ilmin ve eğitimin önemini anlatan söz ve bir takım tarihi olaylarla konuyu destekleyerek bu bâbı tamamlar. 10. Onuncu Bâb: Devlet Başkanları ve Yöneticilik Hakkında İslâm Felsefesi geleneğinde hükümdarlarla ilgili hususlar siyaset ve ahlaka dair kitaplarda işlenegelmiştir. Kemal Paşazâde, hükümdarların özelliklerini ve onlarla ilgili meseleleri Nesâyih adlı eserinde sıralamakla birlikte daha geniş olarak Risâlefi’s- siyâse (A) “S. K. Kasidecizâde 300.” adlı eserinde değindiğini düşünmekteyiz. Ancak bu eseri elde etme imkanımız olmadı. Liderlik hakkında bilgiler, ayrıca Paşazâde, Sa’di’nin Gülistân’ına nazire olarak kaleme aldığı Nigeristân 228(F) adlı edebî eserinin birinci bölümünde geniş olarak ele aldığı hükümdarların sîreti (hal tercümesi) adlı bölümde mevcuttur. Genel anlamda siyaset felsefesine, özelde sultanlığa dair görüş beyan eden düşünürler bir şekilde Fârâbî’nin görüşlerinden yararlanmışlardır ki siyaset felsefesi üzerine yazılanlar tümüyle Fârâbî’nin açmış olduğu kanalın dışına çıkamamıştır. Erdemli toplum için erdemli hükümdarın zorunlu olduğuna inanan Fârâbî tartışmasız Ortaçağ İslâm dünyasında siyaset felsefesinin kurucusu olarak kabul edilir.229 Kemal Paşazâde sultanlarla ilgili bu bölüme devlet başkanlarının adaletli olanlarının Allah’ın sevgilisi olma şerefine ereceğini, zalim devlet başkanının ise Allah’ın düşmanı olduğunu söylemekle başlamıştır. Bununla birlikte ayette adil devlet başkanına itaatin Allah’a ve peygambere itaatten hemen sonra zikredildiğini (sizden olan emirlerinize itaat edin)230 hatırlatır ve böyle bir yönetim altında bulunan halkın işlemiş olduğu her hayırdan bir mislinin de adil devlet başkanına yazıldığını zikreder. Adalet üzere olabilmenin sevabı, her gün altmış sıddîk müctehidin ibadet sevabına denktir. Bütün bunları desteklemek mahiyetinde, şu da belirtir ki, bir saatlik adaletle hükmetmek altmış yıl ibadete bedeldir. Aynı zamanda hadiste geçtiği üzere “ Kıyamet 228 Çiçekler, Mustafa., Kemal Paşazâde ve Nigeristân’ı, (basılmamış doktora tezi),İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı, İstanbul, 1994 229 Fârâbî, İlimlerin Sayımı, çev. Ahmet Arslan, Vadi Yayınları, Ankara, 1999, s.8,36 230 Nisa, 59. 71 günü arşın gölgesinde gölgelendirilecek yedi sınıftan ilki adil devlet başkanıdır.” diyen Kemâl Paşazâde bu dereceye ulaşabilmesi için devlet başkanının şu on özelliği kendine libas (elbise) edinmesi gerektiğini söyler.231 1. Yönetimi altındakiler şefkat ve merhamet yönüyle kendi nefsi gibi görüp kendi için istediklerini onlara da layık görmek. 2. Kendisine gelen ihtiyaç sahiplerini bekleterek onları hakir görmemelidir. Aristoteles’in İskender’e olan nasihatlerinden bu konuyla ilgili alıntı yapar. 3. Vaktini nefsinin arzularının ve hayvanî isteklerinin peşinde değil de sorumluluğunda olanların eğitim ve öğretimiyle geçirmesini gerekir. 4. Devlet başkanı işlerini rıfk, lütuf, ve uyumlu olma üzerine kurmalı ve saltanatının gücüne güvenip gazap etmemelidir. 5. Gücü yettikçe gayretli ve sabırlı olmalıdır. Fedâkar ve vefâkar olmalıdır ki yönetimi altındakiler hoşnut olsunlar. 6. Hatırlı kimselerin isteklerini Allah’ın emirlerine ve rızasına uymadığı takdirdeyerine getirmemelidir. Bir kişinin hatırı için nice insanın hakkını harap etmemelidir. 7. Beyler üç özelliği taşımalıdır. Şöyle ki: Hüküm verdiğinde adaletli ve merhametli olmak, merhamet edilmesi gerektiğinde bağışlayıcı olmak, düşman bile olsa verdiği sözünde durmak. 8. Alimlerin sohbetlerine istekli olmalı ve akıl sahibi sâlihlerin nasihatlerine rağbet edip bu nasihatlere uymalıdır. Kısacası bilgili, tecrübeli, salih kişilerin sözlerine kıymet vermelidir. 9. Kibirden ve nazdan uzak durmalıdır. Bu özellikler bulunursa etrafındakilere gereksiz yere çok zulmedebilir. 10. Devlet başkanı, merasimlere, kalıcı olmayan gösterişli kutlamalara ağırlık ve önem vermemeli memleketin uzak yerlerinde bulunan ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamaya azim ve kararlılık göstermelidir. Böylece yönetimi ve 231 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 39a-39b 72 kanunları, sağlam ve kendisine saygı gösterilen, yürürlükte uzun süre kalabilen kanunlardan olur.232 Kemâl Paşazâde ayrıca devlet başkanlarının akıllı ve tecrübe sahibi kişileri yakınında tutması gerektiğini, farklı bölgelere yönetici olarak yeni atamalar yaptıklarında da bu özellikleri araması gerektiğini vurgular. Akıl sahibi, bilgili, tecrübeli olan seçkin insanları her zaman yönetimine yakın tutmalı ki, sıkıntı anında hemen hizmetten vazgeçilmesin ya da büyük yanlışlıklar yapılmasın. İbn Kemâl, ilme ve bilgiye değer veren, varlığını ilme ve tecrübeye dayayan devlet başkanının yönetim süresinin uzun ve huzurlu olacağına işaret eder233 Rum meliki Nuşirevan’a234 Ülkenin imarını ve dirlik içerisinde muhafazasını nasıl sağladın sormuşlar ayrıca muhalifin de yok demişler. O da cevaben kendisinde şu yedi özelliğin olduğunu söylemiştir. 1- Dilimi kaba, çirkin söz ve küfürden muhafaza ettim 2- Bir şey buyururken söze alay ve eğlence karıştırmazdım. 3- Her ne vaatte bulunduysam, hata ve bahşiş bile olsa sözümde durdum. 4- Verilecek olan işleri ehline ve hak edene verdim. Herhangi bir murâd gözetip sevdiklerime büyük iş vermedim. 5- Her kime ceza verdiysem terbiye için verdim, nefsim için ceza vermedim. 6- Hükümlerimi adaletle verdim ki yönetimim altındakiler hükümlerime razı oldular. 7- Hak gördüğüm şeyleri başkalarına yaranmak için değil ve öfkelenmeden hakka güvenerek söyledim.235 Daha sonra kuvvetli ve sağlam bir saltanat kurmanın en kâmil sebebinin ehil bir vezir olduğunu Hz. Süleymanın veziri Asaf’ı örnek vererek delillendiren Kemâl 232 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 40a-40b 233 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 41a 234 Hüsrev I. Anorşarvan: (531-579) yılları arası pers kralı olan Anorşarvan Bizansla mücadele etti ve başarılar kazandı. Türklerden yardım alıp sınırlarını genişletti. Hatta Göktürklerden İstemi Kağan’ın kızıyla evlenip bu evlilikten Sasanî kralı Hürmüz IV. doğdu. Anorşarvan adalet, iffet ve hoşgörü bakımından oldukça büyük bir üne kavuştu. 235 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 41b-42a 73 Paşazâde, donanımlı ve yeterli bir vezirin diğer beylerin ve yönetimi altındaki tüm oluşumlara devlet başkanını doğru bir şekilde anlatıp onun isteklerini ve ahlakını onlara da temsil ederek gösteri neticede devlet başkanına sadık ve onu seven bir ortam meydana getirir. Devlet başkanı bir ülkede mâhir bir mühendise benzer ki memleketinin düzeltilmesini ve alınacak tedbirleri fikr edip vezirine memleketin îmarını verir. Böylece ülkede âsâyiş kurulur ve mükemmel bir huzur ortamı meydana getirilip cennete çevrilebilir. Allah muhafaza eğer devlet başkanı amaçlarından birinde gaflete dalsa, memleketin düzeltilmesiyle ilgili bir yanlışlık yapsa şaşırıp kalabilir vezir de günahkar olur çıkan fesadın ıslahı da zor olur diyen Kemâl Paşazâde devlet yönetimine tâlip olanların ne kadar hassas ve tedbirli olmaları gerektiğine işaret etmektedir. 236 Kemâl Paşazâde, düşünürlerden naklen devlet başkanında şu üç hususu olmazsa olmaz kabul eder. a. Mülkünü ve hazinesini bayındır hale getirmek. b. Yönetimi altındakilere şefkat ile adaleti uygulamak. c. Büyük işlerini akılsız ve uşak kişilere vermemek. Pşazâde Hz. Peygamberin, uzun yıllar hüküm sürmenin sırrının raiyyete şefkat ve beldeleri mamur etmekten geçtiğini ifade ettiğini nakleder.237 Devamında devlet başkanlarının usulünce ve sabırla hareket etmelerini, acele davranmamaları gerektiğini ifade eden Paşazâde, yöneticilerin işlerinde bilgili ve tecrübeli kişilere danışarak hareket etmelerinin, güvenilir dostlarından yardım istemelerinin ve yönetimleri altındakilerin mülkünü hazineden kabul edip zor zamanlarda para toplamalarını kusur sayılmayacağını ifade eder. Bu konuyu çeşitli tarihi olaylarla ve filozof sözleriyle delillendirerek bitirir. 11. Onbirinci Bâb: Devlet Başkanlarına Hizmet Hakkında İlk olarak Nisâ sûresi 59. ayetin mealiyle başlayan Kemâl Paşazâde Allah’a ve Peygambere itaatten sonra, sizden olan emir sahiplerine itaatinde dinin bir gereği olduğunu vurgular. Esasen, kişinin kendi isteğiyle emir sahiplerinin hizmetine tâlip olması kişiye âfet getirir, diyen Paşazâde bu düşünceyi sultan kapısına yakın olmanın insana nasıl zarar verebileceğiyle ilgili hadisle ve şiirle destekler. Ancak İbn Kemâl, 236 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 42a 237 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 42b 74 takdir-i ilâhi gereği kaderinde devlet büyüğüne yakın olmak var ise ona itaatsizliğin Allah’ın gazabını çekeceğini unutmamalıdır diyerek devlet büyüklerinin hizmetinde bulunanların şu on kurala dikkat etmeleri gerektiğini vurgular. 1- Emir sahibinden doğru olmayan ve uygunsuz bir tavır gördüğünde hemen karşı çıkılmamalı, bilakis dikkatli ve tedricen vazgeçirmeye çalışılmalı. 2- Devlet başkanına karşı tatlı sözlü, güzel davranışlı olmalı ve mütevazi bir şekilde hizmet edilmeli. 3- Onun arzu ettiğine muhalif düşünce üzerinde uzun uzadıya konuşmamak gerekir. 4- Hiçbir zaman devlet büyüğünün övgü ve iltifatına aldanıp gururlanmamak gerek. 5- Devlet büyüğünün yanında diline sahip olmak ve onun huzurunda suçluya kızmamak gerekir ki, devlet büyüklerinin yanında öfkeyi açık etmek uygun değildir. 6- Devlet başkanını dinlerken gözüyle ve kulağıyla başka bir şeyle ilgilenmek büyük hatadır, böyle bir davranıştan sakınılmalı. 7- Devlet başkanıyla konuşurken ona karşı delil getirmemeli ve sözüne inandırmak için yeminli konuşmamalıdır. 8- Liderin yanında konuşurken itibarım var diye gururlanarak konuşmamalıdır. Zira bu hal kişinin değerini düşürür ve kişiyi kıymetsizleştirir. 9- Devlet başkanının yanında mütebessim olunmalı, asık suratlı olunmamalı ki ekşi yüzlü olmak halk arasında bile hoş karşılanmazken, başkan yanında hiç hoş karşılanmaz. 10- Emire yakın olarak hizmet edenlerin küstahlığını affedicilikle karşılamak, düşmanlık beslememek gerekir.238 Kemâl Paşazâde edeb ve âdâba en fazla dikkat edilmesi gereken yerlerden birinin de devlet büyüklerinin huzuru olduğunu, bunun zıddı olan dengesizliğin ise çok 238 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 45a-45b 75 büyük zararların doğmasına sebep olacağını vurgulayan filozof ve devlet adamlarının sözleriyle bahsi sonlandırır. 12. Onikinci Bâb: Sabır ve Acelecilik Hakkında Methedilmiş olan sabrın, Allah’ın sevdiği huylardan birisi olduğunu söyleyerek başlayan Kemâl Paşazâde, “Acelecilik şeytandan, teennî239 Rahmandandır.” hadisini zikreder; ayrıca “sabır sıkıntıdan kurtuluşun anahtarıdır.” ve “zafer sabırla beraberdir” hadisleriyle de konuyu iyice pekiştirir. Paşazâde sabırda bulunan beş özelliği hadislerden de ilhamla şöyle sıralamıştır. I. Sabırda herhangi bir sıkıntıdan sonra ferahlığa erme ümidi vardır. Acelecilikte ise hataya düşme ihtimali çok yüksektir. II. Sabır, sevincin ve ferahlığın anahtarıdır. III. Sabırda muvaffakiyet ve zafer vardır. Acelecilik hezîmete götürür. IV. Sabırda iyilik ve güzellik vardır. Tevrat’ta da kişinin sabırdan daha güzel bir iyilik yapmadığı nakledilir. V. Sabretmek peygamber ahlakıyla ahlaklanmaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm'de “ulû’l-azm peygamberlerin sabrettiği gibi sabret” buyruluyor.240 Halife Me’mûn’dan naklen şu üç taifenin naz, niyaza cefasına zaruri olarak sabretmek gerekir. a. Sitem eden devlet başkanına sabredilmelidir. b. Ağlayan inleyen hastaya sabredilmelidir. c. Gönülden hararetle sevilen sevgiliye sabredilir. Ayrıca Hz. Ali’nin şu dört şeyden uzak olan kişinin istemediği şeylerin kendisinden uzak olacağını, zahmete girmeyeceğini bildirir. İlki aceleci olmamak, ikincisi kendini beğenmiş olmamak, üçüncüsü vakitsiz, hafif sebeplerle gazaplı davranmamak, dördüncüsü kendi menfaati talebinde tembellik ve uyuşukluk yapmamak. 239 Teennî: Olayların ilerisini düşünerek acele etmeden dikkatli davranmak. 240 Ahkaf/35. 76 Hz. Peygamberin acele etmeye yönelik ancak şu üç şeyi istisna kıldığını nakleder. I. Misafir geldiğinde ona yemek ikram etme hususunda, II. Ölünün bir an önce toprağa defnedilmesi hususunda, III. Evlilik yaşına gelmiş kız çocuğunun evlendirilmesi konusunda acele edilmelidir. Paşazâde, diğer bölümlerde de yer yer değinmiş olduğu üzere, olayların üzerinde iyice düşünmeden, usûl ve erkân gözetmeden aceleci davranmanın, konuşmanın insana nasıl zarar vereceğini hatta ehil olmayanların nasıl dönüşü olmayan zararlara sebep olabileceğini Hüsrev ve Haccâc gibi tarihi şahsiyetlerden örnekler bize aktarır. Üç yüz sahabe ile sohbet etme şerefine nâil olmuş olan Hasan Basrî bir gün Basra şehrinde bir mecliste va’zu nasihatte bulunurken ansızın “eyvahlar olsun ki üç yüz şerefli aziz sahabe sohbetinden sizin sohbetinize düştüm” dedi. Orada bulunan bir civan mert insan cevaben Hasan-ı Basrî’ye şöyle dedi: “Ey Şeyhü’l- İslâm sizin bizim sohbetimize düşmeniz mi daha fazla eyvah etmeyi gerektirir yoksa ashabın Resulullah sohbetinden senin sohbetine mi düşmesi daha fazla eyvah etmeyi gerektirir.” Bunu duyan Hasan-ı Basrî hazretleri utanmıştır. Sanki anlatmak istediklerini şu beytiyle özetler: Sözünden önce düşün eğer, biliyorsan söyle, Söylemeden önce bir saat düşünmek, ömür boyu pişmanlıktan iyidir.241 Paşazâde son olarak hükemâdan şunu naklederek bahsi bitirir. Bir işe endişe etmek bir tohumdur, ilim ve tecrübe o tohumun bitmesidir, söz o tohumun çiçeği gibidir, sözü fiiliyata geçirmek ise meyve gibidir. 13. Onüçüncü Bâb: İyi ve Kötü Huyun Neticeleri Hakkında Kemâl Paşazâde iyiliğin bütün âlimlerce methedildiğini ve bütün dinlerde iyiliğin makbul görüldüğünü zikrederek başlamıştır. İnsan ihsan kudretini elinden kaçırmaması gerekir bir kere elden giderse bir daha geri gelmeyebilir. Kur’an’ı Kerim’de “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sende ihsan et”242 buyrulmuştur. Resûl-ü zîşan efendimizde “vakti geçmeden önce iyilik yapmaya çalış buyurmuştur. 241 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 49a 242 Kasas, 77. 77 En büyük Yunan filozofu bir refik, kim ki zamanında kendisinden bir yardım talep edilip de bu yardımı esirgerse, o ihtiyaç sahibinin o kişiye düşman olması müstehaktır buyurmuştur. Yani yapılabilecek bir ihsan yapılmazsa düşmanlığa sebep olabilir. Kim ki hak eden birisinden nasihati esirgese ne fenadır ki günahkar olur. Hüsrev’e sormuşlar en çok hangi iyiliği seversin? Demiştir ki: Günah işleyen kişiyi affetmek en çok hoşuma giden iyiliktir. Bir gün Hz. Hüseyin (r.a) oruçlu iken bir hizmetli gayet sıcak bir yemeği Hz. Hüseyin’in önüne koymuş, ayağı takılıp yemeği mübareğin üzerine dökü vermiş. Hz. Hüseyin hışımla hizmetçiye bakınca çaresizlik içindeki delikanlı Âl-i İmrân 134. ayetten “Mü’minler ki öfkelerini yutarlar” deyince Hz. Hüseyin cevaben öfkemi yuttum demiş, hizmetli yine ayete devamla “İnsanları affedenlerdir” demiş, Hz. Hüseyin cevaben affettim demiş, yine hizmetli devam edip “Allah İhsan edenleri sever” kısmını da okuyunca Hz. Hüseyin seni âzad ediyorum demiştir. Kemâl Paşazâde yapılan iyiliğin düşmanı dost edebileceğini, kötülüğün de dostu düşman edebileceğini hatırlatıp, Eflatun’un, her türlü nimete haset edici çıkar ancak iki şeye değil: Yakınlarına, çevresine, yaşadığı yere ihsanda bulunana, bir de tevazu ehlinin mütevazılığine haset edilmez dediğini nakleder. Sindbad, şeref tevazuda, kerem takvada, ululuk iyilik etmektedir demiştir. Hz Ali, doğru dürüst bir gidişatta olmanı ganimet bil. Her esen rüzgarın bir dinmesi vardır. İyilikten gafil olma, istediğin, ancak yapamadığın bir zaman gelebilir.243 Paşazâde, her nesnenin bir aslı ve temeli olduğunu, iyi huyun temelinin edep ve hayadır, zor zamanlarda güvenilir olmak ve marifet bilgisine sahip olmaktır.Kötü huyun aslı ve esası ise kendini beğenmek bir de nasihatte bulunana utanmaz bir şekilde cevap vermektir deyip kötü şeylerin çok olduğunu fakat üç şeyin kötünün de kötüsü olduğunu Büzürcmihr’den şöyle nakleder: I. İnsanların ayıp ve kusurlarını araştırmak II. Ayıbını usul ve erkân bilerek gizli bir şekilde kendine söyleyene minnet duyacağına o kişiye karşı ithamda bulunmak III. Daha önce işlemiş olduğu bir kötü fiili akıllanmayıp tekrar işlemek 243 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 49b-50a 78 Neticede Paşazâde iki şeyin zahirde iyi batında kötü olduğunu bildirerek bahsi neticelendirir. Birincisi malını istenmediği halde başkasına verip sonra kendisi dilenmeye muhtaç kalan, ikincisi sırrını kişiyi tanımadan, araştırmadan birine söyleyiverir, sonra da aman başkasına söylemesin diye ona yalvarır durur. 14. Ondördüncü Bâb: Sır Saklamak Hakkında Peygamber efendimizin “Sırrını saklayan, ona sahip olur” hadisini zikreden Paşazâde, sırra layık olmayan bir hasedcinin fitneyle meşgul olacağına işaret eder. Sırrın üç kişiye asla söylenmemesi gerektiğini Büzürcmihr’den naklen aktarır: I. Ahmak kişilere II. Hakkında çok söylenti olan kişilere III. Dostu çok olan kişilere Sırrı saklamanın iki faydası vardır. İlki bir işe niyet ettiğinde neticesi iyi de kötü de olsa ilk sen duymuş olursun ve duygunu ona göre belirlersin. İkincisi, eğer neticesi kötü olduğunda da halka seni kötülemeleri için bir fırsat vermemiş olursun. Kemâl Paşazâde buradan sır saklamaya yararı olduğuna inandığı için, ya da iyiliğin faydalarına devam etmek için “İnsan, ihsanın kölesidir”, “Hür, iyiliğin kölesidir” özdeyişlerini ve Hz. Ali’den naklen “iyilik dili keser, yani kötü söz söylenmesinin engeller.” sözünü zikretmiştir. Daha sonra Nuşirevan’dan naklen insanda şu dört özellik varsa hak katında da halk nazarında da sevimli olacağını bildirir: I. Niyetlerini her daim kalbinde iyi tutmak. II. Allah için dost kazanma konusunda gayretli olmak. III. İnsanlara şefkati, nezaketi kendine adet edinmek. IV. Kendisine gelen kusurları affedici olmak, tahammül ehli olmak, intikam peşinde olmamak. Hz. Peygamberin “iyilik eken istediği güzelliği, kötülük eden pişmanlığını hasad eder”, “mü’minlerin en faziletlisi ahlakı en güzel olandır”, “kıyamet günü mizana ilk konulacak şey güzel ahlaktır” hadislerini zikredip Batlamyus’un, bir kişiye iyilik ettiğinde ondan minnet umma, başkasından gördüğün iyiliği de unutma mânâsındaki 79 sözünü yine sanki bir önceki bâb olan iyilik hakkındaki konuyu zenginleştirmek için zikreder.244 İbn Kemâl, Sindbad’dan naklen sırrı, akıllı, işten anlar ehil insandan ve defalarca sınanmış dosttan saklamak caiz değildir der. Sırrı aslen her varlıktan özellikle de kadınlardan saklamak gerek diyen Paşazâde kadınların sır saklama hususunda oldukça zayıf olduğunu tarihi olaylarla destekleyip iddia eder. Eflatun’dan sırrın tek kişiye mahsus olduğunu, iki kişi bildiği zaman sır olmaktan çıktığını, aşikâr olduğunu bizlere aktarır. Kişinin kendi sırrını açık etmesi ayıptır ki başkasının sırrını açık etmesi emanete hıyanet etmek gibidir der Paşazâde. Hz. Peygamberin kötülük görünce ifşa eden, iyilik görünce saklayan komşudan Allah’a sığındığını aktarır. Güzellikleri ifşa etmek, ayıpları örtmek Allah’ın (c.c) sıfatlarındandır ve bu ahlak üzere olmak tavsiye edilir. Sırları ifşa etmek, ayıpları açık etmekten sakınmamak derin bir manevi hastalıktır. Bu hastalığın belirtisi, nişanı ise kin ve hasettir. Böyle kişilerin derinleri pislik ve murdarlık doludur. Gizli bir şekilde kin tutmaktansa açıktan kötü söylemek daha iyidir. İyi kişilerin gönülleri sır sandığı gibidir. Ahmakların sohbetlerinden uzak durmak gerektir. Ne sır tutabilirler ne de gönülden olabilirler. Gönülleri dillerindedir. Zira ahmağın yüzüne bakmak hatadır derler. Paşazâde, İbn Mu’teber’den bir beyitle bahsi tamamlar. Sırrını saklayabilirim diye emanet etti bana Onu göğsüme koydum, göğsüm bir kabir gibi oldu ona Kemâl Paşazâde, Allah’tan sır konusunda hıyanet ehli olmaktansa, hakiki bir emanet ehli olma temennisi ile bitirir.245 15. Onbeşinci Bâb: Dünya ve Dünyayı İstemekte Hırslı Olmamak Hakkında İnsanın aşırı bir şekilde dünya malına rağbet etmesi insanı kör ve sağır eder. Çok kıymetli olan ömrü dünya malı toplamaya has kılmayı akıl sahibi insanın şerefine ve şanına yakıştıramayan Kemâl Paşazâde, “Dünyaya rağbet gam ve kederi artırır.” hadisini zikreder. Bu kadarlık kısa bir süreye sahip dünya için bu kadar sermayeyi tüketmeye ve cefaya ne gerek var diyerek dünya malına düşkünlüğü rüyada susuzluğunu gidermeye çalışıp da susuzluktan ciğeri yanan insana benzeten Paşazâde, 244 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 52a-53a 245 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 53b-55b 80 Batlamyus’un ve Eflatun’un dünya benzetmelerini aktarmıştır. Dünya hırslı bir melike benzer ki hiç kimseyi esirgemez ve mahlûkattan hiç kimseyle dostluk kurmaz. Onu medh edersin, sana asla minnet etmez; onu tahkir edip ayıplarsın, sana kızmaz, yani o denli de yüzsüzdür. Eflatun ise dünyayı geniş bir deryaya benzetir ki, ondan geçmekte tehlike ve korku var. İçinde tutmak tehlikeden de korkunç, en emniyetlisi kenarında durmaktır. Daha sonra Paşazâde, en büyük zenginliğin kanaat gerçeğini ispat etmek için Sokrat’tan şu güzel hikayeyi nakleder: Sokrat insanlardan uzak bir mağarada uzlete çekilmiştir. Sadece yeşil ot yiyerek yalnız yaşamayı tercih eder. Günlerden bir gün devrin hükümdarı bir hastalığa yakalanır ki ulaşabildiği hiçbir hekim derdine çare olamamış. Hükümdarın veziri ise Sokrat’ın talebelerindenmiş, bu derdi onun çözebileceğini söylemiş ve hemen Sokrat’a bir adam gönderip hemen kendisini getirmesini ve hükümdarın ilacıyla meşgul olmasını söyledi. Ancak Sokrat kabul etmedi. Vezir kendisi gitti gördü ki Sokrat bir mağarada, üzerinde çok değersiz ve hafif bir elbise, önünde günlük taze tere otu vardı. Vezir teklifini Sokrat’a anlattı, ve hükümdarın derdini anlattı. Sokrat delilleriyle ilacı tarif etti. Vezir ilacı anlatmayı bırak, ben seni hükümdarımızın yanına götürüp tedavi hizmetini senin yapmanı istiyorum dedi. Sokrat, ben sizin melikinizin usul ve erkânını bilmem, ona nasıl hizmet edileceğini bilemem dedi. Vezir şiddetli bir şekilde sen bizim melikimize nasıl hizmet edileceğini bilseydin yeşil ot yemeye muhtaç mı olurdun dedi. Sokratta aynı şekilde cevaben, eğer sen bu kanaat lokmasının lezzetini bilseydin; bir lokma için kendin gibi olan bir âcizi ilah edinip ona kulluk edip hakaret çekmezdin demiş. Bu hikayeyle İbn Kemâl’in anlatmak istediği, ayette geçtiği şekliyle Allah’a, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin emrinin dışında kendini ve bütün emellerini dünyaya bağlamanın yanlış olduğuna dair işarette bulunmaktadır. Hemen arkasından Hz. Peygamberin “Kanaat bitmez bir hazinedir.” hadisini zikretmiştir. Sonrasında tarihi bir olayla ilmin ve bilginin üstünlüğüne tekrardan dönerek, dünyalık saltanatı var diye kimseye kul olmamak gerektiğine, gerçek kulluğun ve itaatin Allah’a olması gerektiğine, gösterilen diğer itaatlerin de yine Allah için yapılması gerektiğine işaret etmiştir.246 246 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 56b-57a 81 Kemâl Paşazâde en sonunda bu eseri Allah’ın yardımıyla bitirdiğine dair minnet ifadeleriyle ve eserini türlü türlü akıl hazinelerinden derleyerek mü’min kardeşlerimizin dünya ve ahiret mutluluklarına bir faydası olsun diyerek dualarla bitirir. 247 II- KEMÂL PAŞAZÂDE’NİN NESÂYİH TRANSKRİPTİ BismillÀhi´r-raómÀni´r-raóím (1b) Ve bi-hi Óamd-i bí óadd ve åenÀ-yı bí-èadd Óaøret-i Ulÿhiyyet celle celÀluhu óaøretinüñdür ki bunca mevcÿdÀt vücÿda getürdi ve her şey’i kendinüñ vaódaniyyetine şÀhid-i èadl ve nÀùıú-ı faøl úıldı “Hüve rabbune’l-úÀdirü’l-mÀcidü fe- küllün erbÀben tedüllü èalÀ ennehü vÀóıdün lehÿ şey´ün ve fi külli şey´in ´Àyetün”248 ve ãad-hezÀrÀn ãıla-i ãalavÀt-i zÀkiyÀt ol seyyid-i sÀdÀt ve mefòar-i mevcÿdÀt Muóammed MuãùafÀ ve Maómÿd-ı MurtaøÀ óaøretiniñ ravøa-i muúaddesine vÀãıl olsun ki hÀdí’ã- ãırÀùı’l mustaúím ve nÀdí ilÀ dÀri’l- òuldi ve’n-naèímdür ve durÿd-i nÀ-maódÿd Ànıñ ´Àli ve aãóÀbı üzerine olsun ki her birisi ùaríú-i åÀbit olub “Aãóabí úe’n-nucÿmi bi-eyyihim iútedeytüm ihtedeytüm”249 teşrífine lÀyıú olmuşlardır ve baèdehu bu kitÀb-ı şeríf ve bu nüsòa-i laùíf nice kütüb-i muètebereden istinbÀù olunub vaøè-ı mübÀyinesi ber-vech-i neãÀyió pírÀste ve óüsn-i edeb-i muèâyinesi èalÀ ùaríúi’l-fesÀyió ÀrÀste (2a) olmuşdur ki muùÀlaèa iden kişileriñ çeşm-bínleri nÿrla ve òÀùır-ı münírleri surÿr ile mÀl-À-mÀl olur Bu kitÀb-ı müfídi iyi bilen kişiler ãÀlió-i umÿr-ı dünyeví øabùında bir melik-i muètebere vezír olmaàa lÀyıú olub umÿr-ı Àòıret ıãlÀóında èumÿm-ı òalÀyıú ùaríú-i óaúúa irşÀd itmege şÀyeste ve ´erzÀní olur zírÀ memleket ve ma’rifet ve teõhíb-i ãıfat ÀdÀbı ùaríúleri bu kitÀba derc itdim eger ki işbÀè üzerine tamÀm-ı tefÀãıl ile õikr olunmadı ammÀ sebíl-i icmÀl üzerine taúrír olunmuşdur her nevè neãÀyiói ve êarb-ı mevèıôa içün bir bÀb taòãíã olub on beş bÀb üzerine maòãÿã olmuşdur va´llÀhu aèlem BÀb-ı evvel èaúıl beyÀnındadır BÀb-ı åÀní èilm-i dÀniş beyÀnındadır BÀb-ı åÀliå cehl-i úabíó beyÀnındadır BÀb-ı rÀbiè söz ÀdÀbın bildirir BÀb-ı òÀmis óikmet ve imtiåÀl ve neãÀyió õikrindedir BÀb-ı sÀdis dostluú aóvÀlin bildirir BÀb-ı sÀbiè münÀfıúlıú ve 247 Kemâl Paşazâde, a.g.e., s. 57b 248 Gramatikal açıdan metin şöyle olmalıdır: “Hüve rabbune’l-úÀdirü’l-mÀcidü fe-küllü şey´in tedüllü èalÀ ennehü vÀóıdün lehÿ küllü şey´in ve fi külli şey´in ´Àyetün”. “O ki her şeye gücü yeten yüce Rabbimizdir. Herşey O’nun birliğine delalet eder; her şey onundur; herşeyde bunun delili vardır”. 249 Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız sizi doğru yola iletir. 82 düşmenlik øararın beyÀn ider BÀb-ı åÀmin oàul terbiyet ve tÀèlimin bildirir BÀb-ı tÀsiè beylik umÿrun bildirir BÀb-ı èÀşir beylere òidmet etmek ùaríúin bildirir BÀb-ı óÀdí èaşer iyiliğiñ ve yavuzluàuñ maøarratın beyÀn ider BÀb-ı sÀní èaşer ãabırla ivmek óÀlin bildirir BÀb-ı åÀliå èaşer eyü òuyuñ ve yaramaz òÿlarıñ neticelerin bidirir BÀb-ı rÀbiè èaşer rÀz gizlemek (2b) úÀnÿnun beyÀn ider BÀb-ı òÀmis èaşer dünyÀ ve óırã ve ùamaè õikrin bildirir BÁB-I EVVEL Ki aúıl ve òaãÀyil beyÀnındadır Ol daòi iki úısımdır úısm-ı evvel èaúıl medóindedir úısm-i åÀní aúıl ehlinin feøÀ´il-i óamídesi taósínindedir AmmÀ èaúıl ki vÀrdır Bir dürr-i nefis cevher-i şerífdir ki şeref-i enfÀsını taèrífden ve óüsn-i cÀhını taúrírden müstaànídir ZírÀ mecmÿè-ı Àferíniş üzre sebú-ı vucÿdı maèlÿm-ı muóaúúaúdır ki Resÿl-i İlÀh ve Nebiyy-i PenÀh “´Evvelü mÀ òalaúallahu´l-èaúlu”250 deyu buyurmuşlardır Nüzÿl-i úitÀbda ve durÿd-ı òiùÀb ehl-i èaúladır Niteki Óaøret-i èizzet èazze ismuhÿ buyurdıàında “YÀ uli´l-elbÀb” 251deyu òıùÀb buyurur Ve daòí rÀst-güftÀr-ı eşref-i resÿl òıùÀb-ı èizzet ile teşríf virdiginde “´inne fí òalúı´s-semÀvÀti ve´l-arêi ve´òtilÀfi´l-leyli ve´-nehÀri le-Àyetün li-uli´l-elbÀb”252 deyu buyurmuşdır Resÿl-i mihribÀn èaleyhi ãalavÀtü´r-RaómÀn èaúl ıssılarına ulu èaùÀyı bildirmekiçün “mÀ aèùÀllÀhu èıbÀdehÿ aósene mine´l-èaúli” 253 yaèní Óaøret-i Rabb-i VehhÀb úullarına èaúıldan güzel èaùÀ itmemişdir ÓikÀyet Der-mebde´-i fıùrat-ı èaúl ve beyÀn-ı feøÀ´il-i o der-maèraø Naôm Yaratdı èaúlı çÿn BÀrí Te´ÀlÀ Münevver hey´Àt ü maóbÿb-ı zíbÀ Didi Óaøret gel ey èaúl-ı mükerrem Yönüñi baña dön döndi hemÀn-dem Buyurdı Óaúú yine ey èaúl-ı dÀnÀ Dön ardıñ diyicek döndi hemÀnÀ 250 Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır. 251 Ey akıl sahipleri… 252 Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün farklı oluşunda akıl sahipleri için deliller vardır. 253 Allah kullarına akıldan daha güzel bir şey vermemiştir. 83 (3a) Didi ùur ùurdı otur dir oturdu Ne emr itdiyse yerine getürdi Çün èaúlı böyle gördi Rabb-i èİzzet Didi kimsin sen ey pÀkíze fıùrat Didi yÀ Rabb ben ol úaùre meniyem Ki cÿduñ feyø virmişdir ÀñÀ nem Kim evvel çün seniñdir varlıú ey Óaúú Ki mevcÿdsın úamu mevcÿda muùlaú Görünen bende bu óüsn-i dil-ÀrÀ CemÀlüñ pertevidir ÀşikÀrÀ Didi Haúú ey èazíz-i Àferíníş Meded-baòş ve óayÀt-efzÀ-yı dÀníş CelÀl-i èİzzetime içerem and Ki úılam seni èÀlemde òudÀvend Ánuñ kim faølım ola hem ùaríúi Seni ol úulumuñ úılam refíúi Muóaúúaú bil sen ey èabd-i mü´eddeb Baña senüñle olurlar muúarreb Ánı kim devlet itdi saña hem-rÀh Dü èÀlemde Ànuñdur èizzet ü cÀh Zihí baòt ü saèÀdet ıssı server Ki èaúl ola aña hÀdí vü rehber FiristÀden-i ÒudÀ èAúl u ÓayÀ vü ÍmÀn-rÀ be-Ádem äafiyyullÀh Goften ki İòter Eyyetehünne Şi´te254 Di Àña fikr úıl òÿş iòtiyÀr it Bu üçden birisini iòtiyÀr it Neyise şöyle rÿşen eyle taèlím 254 Kendisine akıl, hayâ ve iman teklif edilen ve onlardan dilediğini seç diye kendisine söylenen Âdem Safiyullah’ın kıssası. 84 Birin Àlub ikisin ide teslím Çü fermÀn irdi Óaúdan CebrÀ´íle äafiyyullÀha irdi sürèatile BilÀsınca óayÀ vü èaúl ü ímÀn NebiyyullÀh Cibríl eydür ey cÀn SelÀm ider ùapuña Ferd-i ÚÀdir Saña üç nesne irsÀl itdi fÀòir (3b) Naôar úıl úanàısını sevse cÀnuñ Kabÿl eyle üçünden birin Ànuñ Çÿn ol ãarrÀf-ı nÀúıd yaèní Ádem Teferrüc úıldı ol üç nevèa bir dem Baúar her birinüñ hüsn ü cemÀli Bulubdurur kemÀl ü iètidÀli Birisinüñ birinden óüsni bih-ter Birisinüñ birinden úadri ber-ter Birisinüñ birinden ãÿreti òÿb Birisinden biri matbÿè-ı maóbÿb Naôar úılurken ol deryÀ-yı temíz Göründü óüsn-i èaúl Àña dil-Àvíz Çün èaúla àÀlib oldı meyl-i Ádem Úabÿl itdi ãafÀyıla hemÀn-dem Vire ímÀna daòi şevk-i àÀlib ÓayÀya daòi iòlÀsile ùÀlib äanasın cÀndurur ol òÿb-rÿlar İkisin de göñüller Àrzÿlar Hele çün èaúla olıcak òarídÀr Úabÿl idüben Ànı idicek yÀr Didi CebrÀ´íl ímÀn u óayÀya Dönüñ imdi CenÀb-ı KibriyÀya 85 Naãíbi imiş aldı Ádemüñ èaúl Siz iki´i úılayım Óaørete naúl Didi ímÀn eyÀ ÙÀvÿs-ı şeh-ber Gürÿh-ı enbiyÀya daòi reh-ber Benüm úadr u celÀlüm èaúlıladur Benüm farú-ı cemÀlüm èaúlıladur Òaber vir baña sen ey şÀh-ı eflÀk Kim ider beni èaúl olmasa idrÀk Óaúú itdi çün beni èaúluñ refíúı Ki oldur baña dil-dÀr-ı óaúíúi Esirge beni ey Cibríl-i meh-rÿ Olımazam ben Àndan bir dem ayru (4a) Beni yÀr-i èazízümden ayırma Çü dem ãoóbetinden beni ayırma Dönüben pes óayÀya dir ki Cibríl Seni gel ileteyim dergÀha taècíl ÓayÀ eydür benüm òod cüz´-i ímÀn Yaraşmaz cüz´üñ ide vaãl-ı hicrÀn Ne yerde kim ide ímÀn temekkün Úıluram ben ol arada tavaùùun Ne meclisde ki ide ímÀn vaùan-gÀh Bilür ÀrÀm-gÀhım oldur AllÀh ÓayÀ ímÀna ímÀn èaúla tÀbiè İkisini daòi èaúl oldı cÀmiè Kimüñ ki èaúlı oldı kendüye yÀr ÓayÀ Àña muóín ímÀn hevÀ-dÀr Yaradılan saèÀdetsüz ezelde èİnÀn-ı èaúl olmaz Ànuñ elde 86 ÙÿbÀ limen kÀne èaúluhÿ emíren ve nefsuhÿ esíren veylün limen inèakese255 Dürüş nefs üzre èaúluñı emír it Muèín ol èaúla nefsüñi esír it Yaratdı çünki Óaúú nefsi mü´enneå Kim Àña baãılan olur muòannes Velí oldur virüb nefse taãarruf Ki ide èavret altında taãalluf Áña di merd-i merdÀn-ı şír-i yezdÀn Ki maókÿm ola Àña nefs-i şeyùÀn Kimüñ kim èaúlı ola pívÀsı Ánuñ èarşa deger dikse livÀsı Müzeyyen ola èaúlıla çün insÀn MelÀ´ikden mufaêêal dinse inÀn Kime mürşid ola èaúl ÀfitÀbí Úılur rÿşen Àña rÀh-ı ãavÀbı äalÀó-ı nefs-i dínde èaúla píşe Yöni díne olur èaúluñ hemíşe (4b) Kimi kim göresin yok meyli díne Ánı óaml eyle èaúl eksüklügine KitÀb-ı TevrÀtda mektÿbdur “LÀ-nedíme ezyenü mine´l-èaúl”256 yaèní hiç nedím yoúdur èaúldan müzeyyenrek Büzürcmihr257 eydür nitekim cism cÀnla úÀimdir cÀnuñ úıyÀmı èaúliledir Her kimüñ ki dimÀàı ÀåÀr-ı èaúldan òÀlí ve òÀùırı envÀr-ı èaúldan tehí ola eger memÀlik-i èÀlem ve emvÀl-i cihÀn elinde úonıla çünki bí-tedbír-i èaúl-ı èÀlem- ÀrÀ taãarrufa şurÿè ide az müddetde elinden øÀyiè ve telef úılur Şièir Ger òudÀvend-i ÀsumÀn dÀde-est 255 Müjdeler olsun aklı emir, nefsi esir olana… Yazıklar olsun aksini yapanlara! 256 Akıldan daha süslü bir nedim yoktur. 257 Büzürçmihr: (Büzürgmihr) Miladdan sonra 6. Yüzyılda İran şahı Hüsrev Anûşirvan’ın veziri. Şah tarafından oğlu Hürmüz’ü yetiştirmekle görevlendirildi. Geleneğe göre özdeyiş niteliğinde sözleri vardır. 87 MÀl-i ÚÀrÿn turÀ vü mülk-i èazíz Ger ne-dÀrí hüner ne-dÀrí cÀh Ver ne-dÀrí òıred ne-dÀrí òayr258 EflÀùun259 eydür Her gevherüñ ulusı ve be-àÀyet girÀn-bahÀlusı èaúıldur Ve yÀúÿt-ı úıymeti güftÀr-ı òÿb ki gökçek sözdür ve laèl-i úadri leb-i laèline zebÀn-ı úand- efşÀndan gelen nerm-şírín sözlerdür ki laùíf şírín sözler olur baèøı maóallerde yaúÿt-ı nefís ve laèl yemiş yerin ùutduàiçün Óaøret-i Resÿl-i MuòtÀr ve Nebiyy-i şírín-güftÀr èaleyhi´s-selÀm “kelimetün ùayyibetün ãadaúatün”260 deyu buyurmuşdur Bu óadíåi daòi bu söze müôÀhirdür ki buyurur “İtteúÿ’n-nÀre ve lev-bi-şaúúı temretin fe-in lem-yekun fe-bi-kelimetin ùayyibetin”261 yaèní dimek olur ki ãaúınuñ nÀr-ı cehennemden eger bir òurma pÀresi ile daòi olursa Eger bir òurma pÀresi elüñüze irmezse (5a) bÀrí bir ùatlu sözle bir mü´minüñ göñlini şÀd eyleyüp òÀùırını ÀbÀd eyleñ Yaèní nÀr-ı cehennemi ãadaúa defè itdügi gibi kelime-i ùayyibe ki gökçek sözdür ol daòi defè ider dimek olur Pes kelime-i ùayyibe dilile inèÀm itmek elile mÀl ve zer iósÀn itmek gibi oldı Óaøret-i RisÀlet-penÀh èaleyhi’s-selÀm bundan daòi vÀøıó ve rÿşen buyurur ki “èaleyküm ùayyibe’l-kelÀmi ve iù´Àme´t-taèÀmi”262 yaèní maóalline iósÀn ve inèÀm itmek kişi cennetde èizzet-mekínle nice mütemekkin úalursa şírín zebÀnla ùatlu kelÀm daòi şöyledür bÀúí úalur Bu ùayyib-i kelÀm şaòãa èaúl-ı èazízüñ inèÀmıdur Kişiyi dünyÀda èazíz ve Àòiretde mükerrem úılduàıçün BÀrí TeèÀla èazze şÀnuhÿ aàır sözlü ve yoàun göñüllü olmaúdan menè üdüb buyurur “ve-lev künte feôôan àalíôa´l-úalbi le´n-faøøÿ min óavlik” 263 Olan kendü àaliô ve sözi aàır Yanında kimse görmez evvel Àòir Olan kendü latíf ve sözi şírín 258 Eğer göklerin Rabbi sana Karun’un malını ve Mısır azizinin mülkünü verse; hünerin yoksa itibarın, aklın yoksa hayrın yoktur. 259 Eflatun: (M.Ö. 427-347) arasında yaşamış ünlü Yunanlı filozof Platon’un isminin Arapçalaştırılmış hali. 260 Güzel söz sadakadır. (Ahmed b. Hanbel, 2/313-316.) 261 Bir hurma parçası ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz. Bu olmazsa güzel sözle kendinizi koruyunuz. (Buhari, Edeb/34) 262 Size güzel söz söylemeyi ve yemek yedirmeyi tavsiye ederim. (Tirmizi, Et´ime/45) 263 Eğer kötü sözlü ve katı kalpli olsaydın elbette etrafndan dağılır giderlerdi. (Âli-i İmrân/159) 88 İdinür cÀn ü dil içinde yirin Şu kim şírínliàe çıúara ad Bulınur Àña èÀşıú nice FeróÀd Neåir Óaøret-i Rabb-ı Laùífuñ ùÀhir nefeslü ve ùayyib dillü úulları vardır ki şeker- bÀr ve gevher-niåÀr dillerini aàır ve úatı sözlere lÀyıú görmeyüb her vaúitde maúãÿdlarını luùfıla edÀ iderler RivÀyetdür ki èÍsÀ èaleyhi´s-selÀm yÀrenleriyle seyrÀn iderken öñine bir òınzír geldi mübÀrek elin ãalub “mür bi-selÀmin”264 deyü buyurdı (5b) yaèní saàlıàla yüri geç Ánda óÀøır olanlar didiler ki “YÀ ResÿlallÀh òınzíra böyle dimek olur mı” èÍsÀ èaleyhi´s-selÀm didi ki dilimi úatı sözlere lÀyıú görmeyüb didüm diyu cevÀb virdi MihrmÀniye eydür Her kişinüñ bir ortaàı olur pÀdişÀhlaruñ ortaàı èaúıldır ZírÀ ki cismüñ şÀhı èaúıldır Ten mülkiyetinde meliklik èaúla yaraşur ve taãarrufèaúla lÀyıúdır ki èaúıl kişiyi fesÀd úarañuluàından ãalÀó aydınlıàına götüricidür umÿr-ı memleket èadl üzre istiúÀmet ùutmaú èaúıl irşÀdsüz müteèazzirdür belki muóÀldür Vücÿd-ı insÀnda pÀdişÀh èaúıl olub óall-i èaúd Ànuñ elinde olıcaú Àdemüñ endÀmı ùÀhir ve aèøÀ-i bÀùıní melik-i manãÿr-ı èaúluñ enãÀrı ve aèvÀnı olur Bunuñ gibi leşkere buàz u óased düşmeni muúÀbil olmaàa mecÀl bulamayub nÀ-çÀr fermÀn-ber-i gulÀmı olur Kimin ki bunuñ gibi hÀyil düşmenlerini ayaàı altına ala salùanat-ı dünyÀ ve Àòiret müsellem ve müheyyÀ olur Şièir Òıred-mend gÿyend òod pÀdişeh-est Ki ber-òÀã ber-èÀm fermÀn-deh-est Òıred-rÀ ten-i Ádemí leşker-est Heme şehvet-i Àrzÿ çÀker-est265 ÓukemÀ eydür Kimüñ ki úıtlıú vaútinde müôÀhiri ve düşvÀrlıú vaútinde muèÀvini olsa èaúl ol varùadan yola tíz òalaã bulub göñli murÀdına yetişmek èÀdetdür Ve kimüñ ki meşvereti èaúıl ile ve èÀkıller ile ola hergíz peşímÀn olmaya (6a) BehrÀm-ı IãfahÀní eydür Kişinün hüneri nÀfiè olmaú baòt u devletdendir Devletüñ hüneri kemÀl-i aúıldandır Hüner-i emn ÀsÀyiş içre selÀmet bulmaúdandır 264 Selametle geç. 265 Derler ki akıl sahipleri kendilerinin padişahlarıdırlar ve havas ve avam herkesin üzerinde ferman sahibidirler. Akla göre insan vücudu asker mesabesindedir. Şehvet ve arzu ise aklın kölesi gibidir. 89 SelÀmet bulmaàuñ hüneri dünyÀnuñ cemíè murÀdÀtı üzre AllÀhıñ rızÀsını iòtiyÀr itmekdendir Şièir Kişiden ola rÀøí İlÀhı Olur ol iki kevnüñ pÀdişÀhı Şu kim òÀlıú rıøÀsını ide terk Yapışa nefsinüñ maúãÿdına berk FenÀ dÀrında ve dÀr-ı bekÀda Eli irmez Ànuñ hergíz murÀda Uyan èaúla hemíşe kÀm-rÀndır Ki yaèní bÀúí èayş-i cÀvidÀndır Kişi´i èaúl dÀyim òayra iltür Elin Àlub rıøÀ-yı óaúúa iltür Dem-À-dem Óaúú rıøÀsını bulanuñ Neye ùaènı úılasın daòi anuñ MÀdÀm ki rÿó-ı cism-ÀrÀ óayÀtla yÀr olub nefs ile hem-nefesdir Elbette çeşm-i cihÀn-bíne muótÀcdır ki Ànuñ nÿr-ı baãarı muèÀvenetiyle èÀlem-i maósÿsÀtı müşÀhede idüb èömr-i èazízden leõõet alur Eger ol nÿr-ı èÀlem-nümÀ olmaya Àdem ke´l-èadem olur Niteki melikü´l-muóaúúıúín MevlÀnÀ CelÀle´d-dín úaddesellÀhu rÿóaóu´l-èazíz Mıãraè “Ádemí díde-est bÀúí pust-est”266deyu buyurmışdır ki Àdem didikleri görür gözdür bÀúí aèøÀ bí-úadr postdur Bu úadar kemÀl-i èizzet ve èuluvv-i úadr ki gözde var bu èuøv-ı şerífüñ üzerine èaúl tafêíl ve tercíó itmege lÀyıúdır ki Óaøret-i èİzzet TeèÀlÀ şÀnuhÿ èaúlı Àdeme Ànuñiçün virmişdir ki (6b) Bir nesne’i ki baş göziyle görmeye èaúıl göziyle göre Baş gözi ki var şol manôarına muúÀbil olanı görebilür ancaú ve naôarına ùuş olanı daòi nÿr-ı manôarına iletür Nÿr-ı èaúl muèÀvin olmayıcaú tamÀm idrÀk itmeyüb görmemiş gibi olur èAúlın gözi ki var maósÿsÀt müşÀhedesiyle gördügi gibi muèÀyenÀt vÀãıùasıyla görür yaèní idrÀk ider èAcem mülkinde sÀkin iken èArab diyÀrındakini temyíz ider ferÀset dídesiyle görür ve kendüden gizledükleri nesneden birisini úalın perdeler ve èaríz óicÀblarla setr 266 İnsanoğlu gözden ibarettir. Gerisi kabuktur. 90 itseler çeşm-i derín-i óaãÀfeti Àña óavÀle itse ol kişi óicÀbla örtükleri èarø-ı nihÀnı şöyle idrÀk ider ki bu ôÀhir göz muúÀbelesindeki cÀm-ı ãÀfí içinde görinen rengi taóúíú üzerine teşòís itmekde cÀme óÀyil olınmayub keyfiyyet-i rengi idrÀk itdügi gibi belki daòi rÿşen Ve bu göz úarşusındaàı manôÿrını kÀh olur ki idrÀk idemez èAúıl gözi artuàını nÿr-ı èaúlıla úuvvet-i kıyÀs-ı ãayible idrÀk ider Niteki Óaøret-i Şeyò ŞÀùıbíden rivÀyet olınur ki meróÿmuñ gözlerine aèmÀlıú èÀriø olduàından soñra ol pÀdişÀhına Àòardan mektÿb yetişmiş ki maømÿn-ı mektÿbı taècíl üzre bilmek vÀcib olur mektÿbuñ oúumasına mensÿb olanlar bir yirini taóúíú üzerine oúıyub óalledemediler BÀúí èulemÀ- i èaãra èarø olındı hiç birisi maèlÿm idemeyüb mevøuè-ı meõkÿr şöyle mübhem úaldı Ve pÀdişÀh farù-ı êacrinden ol øarÿretde didi ki óayf Şeyò ŞÀùibínüñ gözlerine ki bu mübhemde (7a) Bize yÀr olaydı AmmÀ yine bu cümlesiyle Ànuñ díde-i èaúlındaki nur-ı ferÀsetden ümídim munúaùıè olmaz mektÿbı èarø idüñ şÀyed mübÀrek òÀùırı bu müşkilüñ óall-i tedÀrikine müteveccih olub Ànuñ yümn-i kerÀmeti ile óırmÀn òavfından òalaã bulavuz Şeyó ŞÀùibí bu úaøıyye´i işidüb kendü óammÀma yöneldi buyurdı ki bir pÀre buz ile mektÿbı óammÀma getürdiler bir zeyrek kÀtibe didi ki buzı elüñe al ve kÀàıda baúub ol oúınmaz yerin taórír-i kitÀbeti ne kÀèide üzerine imlÀ olınmışdur bièaynihí benüm arúamda buzla resm it Pes kÀtib ol şekl-i àaríbüñ ãÿreti ne resme merúÿm ve mürtesim ise şeyòuñ arúasında bozla yazulduàı gibi haúíúat-ı óÀl şeyòe maèlÿm olub murÀd müyesser oldı Uşda úısm-ı evvel ki şeref-i èaúluñ beyÀnında idi iótiãÀr-ı ùaríú üzerine õikr olındı İkinci úısım èaúıl ehlinüñ òaãÀyil-i óamídesi beyÀnında idi Àña şuruè olındı İmdi èÀúıllılara gerekdür bileler ki ehl-i èaúılda on òaãlet-i maómÿde ve memdÿóa mevcÿd olmaú gerek tÀ èÀúıllar zümresinden èaddolunmaàa lÀyıú ola ve eger bir òaãlet eksük olursa tamÀm èÀúıl dinilmez Bil ki èÀúıl olanda evvel-i òaãlet AllÀhdan úorúmaúdır zirÀ èaúluñ muúteøÀsı AllÀhı bilmekdir Kişi AllÀhını bildügince ki Óayy-ı Úayyÿmdur ve èÁlim-i ÚÀdirdür úoròusı ziyÀde olur Ánuñçündür ki BÀrí TeèÀlÀ celle õikruhÿ kelÀm-ı şerífinde buyurur “inne-mÀ yaòşÀ’llÀhe min èibÀdihi´l-èulemÀ´u” 267deyu buyurmışdur Áña kim èilim kapusı açıkdur cemíèinden Àñun 267 Allah’tan ancak âlim olanlar korkar. (Fatır/28) 91 (7b) Úorúusı çoúdur Kişinüñ èilm oldugınca artuú olur Óaú òavfı anda úamudan çoú Niteki Óaøret-i Resÿl buyurur “aèlemüküm bi´lllÀhi eşeddüküm òaşyeten” 268 bu daòi óadíå-i nebevídür kim èaleyhi´s-selÀm buyurmışdır “òavfu’llÀhi re´sü külli óikmetin”269 AllÀhdan úorúmaú cümle óikmetlerüñ başıdur AllÀh úorúusundan úuãÿrı olanuñ èÀúıl èÀlim deyu daèvÀ itdügini teslím itmelü degüldür Pes èÀúıl ve kÀmil olmaàuñ vÀøıóası AllÀhdan úorúmaúdur AllÀhdan úorúmaàuñ èivaøı ve óÀãılı cennet-i cÀn-perver Ànuñ ÀrÀm-gÀhı olmaúdur “ve emmÀ men òÀfe meúÀme rabbihí ve nehÀ´n- nefse èani´l-hevÀ fe-inne´l-cennete hiye´l-me´vÀ”270 Kime kim ola úoròu olmaú èÀdet Bulur ol iki èÀlemde saèÀdet HüdÀ vü raómet u rıøvÀn-ı cennet Ánuñdur vire Óaú èilmine òaşyet “Hüden ve raómeten li’lleõíne hüm bi-rabbihim yerhebÿn”271 olur Óak kendüden úoròana òoşnÿd buyurmuşdur niteki rabb-i maèbÿd “raêıya’llÀhu èanhüm ve raêÿ èanh õÀlike li-men òaşÀ rabbehu”272 Göñül bir ùıfla beñzer meyl idici Neye döndürsen ol yana gidici Çün iósÀn vire Rabb-ı Àferíniş Saña faølıyla èaúl u fehm u dÀniş Bu ùıflı daèvet rÀh-ı ãavÀba Delíl ol tÀ ki meyl ide åevÀba äaúın girecekiken dÀr-ı òulde Elüñle atmayasın Ànı oda Úorúanlara bir heybet úor ki òalÀyıkuñ baèøı Àndan úorúar baèøı utanır Ol ki 268 Allah’ı en çok bileniniz en çok korkanınızdır. (Buharî, Edeb/72) 269 Allah korkusu bütün hikmetlerin başıdır. (Hadis) 270 Rabbinin azametinden korkan ve nefsinin arzularını engelleyene gelince işte cennet onun gideceği yerdir. (Naziat/40-41) 271 Sadece Rabbinden korkanlar için hidayet ve rahmettir. (Araf/154) 272 Allah onlardan razı oldu onlarda Allah’tan razı oldular. İşte bu Rabbinden korkanlar içindir. (Beyyine/8) 92 (8a) ÒÀlıúdan òavfetmez anı òalÀyıkuñ gözüne òor gösterir Eger óükm-i fermÀn ıssı daòí olursa kimse Àndan úorúmaz ve utanmaz Eger cebrile ôulmile meşàÿl olursa müddetinüñ mühleti uzun olmaz SilÀl-i úahr-ı Óaú tíz-rek aña zevÀl musallaù úılur óükminden eåer úalmaz ednÀ kimselerden Ànı úorúucı eyler Óadiå-i nebeví bu maèní´i nÀùıúdır ki buyurur “men òÀfe mine´llÀhi TeèÀlÀ òavvefe´llÀhu külle şey´in minhu ve men-lem yeòaf yuòavvifu’llÀhu TeèÀlÀ min külli şey´in” 273Her kim óaúdan úorúarsa Óaú TeèÀlÀ mecmÿè nesneleri andan úoròudur Kim ki AllÀhdan úorúmasa her nesneden AllÀh Ànı úoròudur İkinci Òaãlet èAúl-ı èazízi nefs Àrzÿlarınuñ üzerine àÀlib ùutmaúdur ve èaúl-ı mürşide kemÀl-i istiúlÀl virmekdür ki híç vechile hevÀ-i nefse tÀbiè olmaya Óaøret-i èİzzet èazze ismühÿ “ve lÀ-tettebièÿ´l-hevÀ”274 deyu buyurmışdur Buyurduàı emrin imtiåÀl idüb Resÿl-i MihribÀn èaleyhi efêalü ãalavÀti´r-RahmÀn óaøretinüñ “Àfetü´d-díni el-hevÀ”275 yaèní dínüñ Àfeti kişi Àrzÿ-yı nefse mütÀbaèat itmekdür deyu buyurduàı òaùardan ãaúına PÀdişÀh-ı Rÿm èAcem şÀhınuñ elçüsinden su´Àl eydi ki bizi mi fÀøıl gördüñ yoòsa meliküñi mi Elçi didi ki her úanúıñuz hevÀ-yı nefse àÀlib ola efêaldür Her gÀh ki èaúıl hevÀ Àrzÿsı üzerine àÀlib ola ekåer işlerüñ vÀúièolur fermÀn-ı ilÀhíye ve şeríèat-ı MuãùafÀya muvÀfıú düşer Bu nesne åebÀt-ı saèÀdete ve devÀm-ı devlete èalÀmetdür (8b) Her gÀh ki hevÀ èaúl üzerine àÀlib ola kişi nefse mütÀbaèat idüb eli müslümÀnlaruñ mÀllarına ve demleri üzredür LÀ-cerem yavuz duèÀ olub esÀs-ı mülki òarÀb olub bünyÀd-ı èömri bozılmaàa yüz ùutar Beyt Áña kim óaú virübdür èaúl-ı kÀmil HevÀ-yı nefs Ànuñ úatında bÀùıl Üçüncü Òaãlet Sözi rÀst ve fikr ile söylemekdür ki Óaøret-i RisÀlet èaleyhi´s- selÀm buyurur ki “efêalü´l-lisÀni lisÀnü ãıdúın”276 yaèní dilleriñ fÀøılraàı gerçek söyleyici dildür Niteki aãl-ı fıùratda èaúıl èazízdür òasÀyil daòi èazíz olsa gerekdür Gerçek söylemek gibi ki dünyÀda sebeb-i èizzetdür Àòiretde mÿcib-i raómetdür Bu ki 273 Her kim Allah’tan korkarsa Allah herşeye onun korkusunu verir. Kim Allah’dan korkmazsa, onu her şeyden korkutur. (Hadis) 274 Arzu ve hevaya tabi olmayın. (Nisa/135) 275 Dinin afeti arzu ve hevadır. (Hadis) 276 Dillerin en faziletlisi doğru söyleyen dildir. (Hadis) 93 yalancılıúdur èÀúıllara lÀyıú degildir ki maèlÿm idinmeye ki yalanuñ netícesi dünyÀda ve Àòiretde òacÀletdür Beyt Kişi dilini yeldürmek yalana Yig Àndan kim göre lÀyıú yılana Óaøret-i RisÀlet èaleyhi´s-selÀm eydür kişinüñ ímÀnı müstaúím olmaz göñli müstaúím olmayınca Sözi müstaúím olmaz dili müstaúím olmayınca Óaøret-i Resÿl maèden-i lüùf ve menbaè-ı mürüvvetdür her èÀmmínüñ kebíre maèãiyetine muùùaliè olub kereminden yüzine òalú içinde eàri baúub taóúír eylemek èÀdet-i maraøiyyesinden degil idi AmmÀ bir kişinüñ yalanı söylediginden muùùaliè olındugından soñra Àndan şefúat manôarın kesüb úatına geldügi gibi münevver símÀsında óumret eåerleri ôÀhir olurdı (9a) AãóÀba maèlÿm olurdı ki ol kişiden yalan gelmişdir Bir kimsenüñ şièÀrı rÀstlıú ve diåÀrı gerçeklik ola ne iş ki döne díní ve dünyeví AllÀh TeèÀlÀ murÀd üzre rÀst idivire Bu gerçeklik vardur òaãÀyil-i èaúıldan bir muèteber òaãletdir Şaòıã iki èÀlemde daòi èazíz ve muóterem úılur ZírÀ èaúl-ı èazízün òÀããa-i marøiyyesindendir ki ãÀóibini Óaúúa úındurur AllÀha daèvet ider “ve men aósenü úavlen fe-men deèÀ ila´llÀh”277 kişi’i AllÀha daèvet idenden gökçek sözlü kimse olur mı Dördinci Óaãlet Her işi tedbír ile işlemekdir “et-tedbírü nıãfü´l-èayşi”278 ve óaøret-i risÀlet penÀh èaleyhi´s-selÀm buyurur ki “lÀ-èaúle ke´t-tedbíri”279 hiç ol èaúıldan yig èaúıl olmaz ki işi tedbírle işleye ÒuãÿsÀ r´ey-i sÀyib ve tedbír-rÿşen ıssı kişilere meşveret ile ola Muóammed bin Cehm280 işlerde tedbír itmek altunı oda bıraúmaàa beñzer ki àıllu àışdan tamÀm ãÀfí ve pÀk eyler Fikr-i tedbír itmedin bí-meşveret taècílle iş itmek òÀtun kişilere èÀdetdür ki göñülleri diledüàüne ve elleri ircek èÀúibetine naôar itmedin furãatdır diyüb naúd-ı furãatı fevt itmezler LÀ-cerem nÀúıãÀtü´l-èÀúl dimekle şöhret bulmuşlardır Şièir: Faøl-ı merdÀn ber-zen ey óÀl-perest Z’Àn büved ki merd pÀyÀn bí-nevâ-st281 èİzzetin èÀlí úılub ÒÀlıú erüñ Úadrin alçaú itdüài èavretlerüñ 277 Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir? (Fussilet/33) 278 Tedbir ömrün yarısıdır. 279 Tedbir gibi akıllılık yoktur. (Hadis) Tirmizî H.N. 4218. 280 Muhammed bin Cehm es-Semrî: 9. Yüzyılda yaşamış önde gelen fakih ve muhaddislerdendir. 281 Ey görünüşe meftun olan! Erkeklerin kadın üzerinde üstünlüğü erkeğin son derece aciz olmasıdır. 94 Úuvvetiyle bulmaz er ol rıfèati Her úaçan görişse baãar èavreti (9b) Kuvvet-i èaúlıdur ey ãÀhib-edeb Bil ki ol ièzÀza iclÀle sebeb Her ne işe kim ide ÀàÀz eger Çeşm-i pÀyÀn-bínile ide naôar Óüsn-i tedbírle kim itse ãabr-ı yÀr Òayrile bulur ne maúãÿdı ki var Şular kim nÀúıãÀt-ı èaúl díndür Egerçi tíz-çeşmdür ùolu kindür Şu kim bí-ãabr bí-tedbír ide iş İder kendüzini ol èavrete iş Er olan çünki bula dest-res ol ZenÀna bulsa tíz itmez heves ol Şu kim tedbír-i èaúl oldı úanadı Uçuban ùogru bulur her murÀdı Óaøret-i Resÿl-i rÀst-güftÀr “küllü nÀúıãin melèÿnün”282 deyu buyurmışdır EkåeriyÀ òalú eyle úıyÀs ider ki elsiz ve ayaúsız ve aèmÀ mübtelÀlar melèÿn olalar Bunların aèøÀsında noúãÀn var idüàü ôÀhirdir AmmÀ sulùÀnü´l-muóaúúıúín MevlÀnÀ CelÀle´d-dín meånevíde bu maèní´i õikr idüb buyurmışdır Çünki melèÿn òevend Şièir Çün ki melèÿn òºand nÀúıã-rÀ resÿl Der bení ki lÀ èale´l-aèmÀ óarac Küfr-i Firèavní vü her gebr ü baèíd Cümle ez-noúãÀn-ı èaúl Àmed bedíd283 Óaøret-i RisÀletiñ her nÀúıã melèÿndur didügi mütenÀvildir MurÀd bu maóalde èaúlı nÀúıã olanlardır ZírÀ aèmÀlıú ve aúsaúlıú laènete sebeb olmayub belki raómete 282 Her eksik olan melundur. (Hadis) 283 Hz. Peygamber, noksan kişiye melun dedi. Bunu “Âmâya zorluk yoktur” ayeti ile gör. (Bu sözden maksat vucüt eksikliği değil) firavunun ile her kafir ve haktan uzak kişinin küfrü, bunların hepsi akıl eksikliğindendir. 95 lÀyıú olmaàı BÀrí TeèÀlÀ KelÀm-ı Úadíminde õikr idüb “leyse èale´l-aèmÀ óaracün ve-lÀ èale´l-aèraci óaracün” 284buyurmuşdur ZírÀ ki mübtelÀ esirgenicilerdir AmmÀ melèÿn ol nÀúıã-ı aúıl aómaú (10a) lardır ki Firèavn ve Nemrÿd gibi İbrÀhím ve MÿsÀdan èaleyhimÀ´s-selÀm bunca beyyinÀt-ı bÀhire ve muècizÀt-ı ôÀhire ãÀdır oldıàından soñra ol iki nebiyy-i mü´eyyed minellÀh idügin bilüb gördi ímÀn getürmek tedbírinde èaúılları nÀúıã olub fikrleri úÀãır olduàıyçün dünyÀda óaúÀret ile helÀk olub Àòırete ímÀnsuz gitdiler Kişi per-i èaúlıla pervÀz pÀy-ı tedbírle rÀst seyr itmeye egrilikde yılana beñzer ki dÀyim ser- nigÿn yüz üzre eyrilikle yiler Çün ol iki òaãletden èÀrí ve maórÿmdur Ùoàrılsa bir úarış yürimeyüb nÀ-çÀr eàrilik iòtiyÀr idüb yüri yorır Tedbír-i hidÀyet-baòşıla èaúl-ı reh- nümÀsı imÀm-ı muútedÀ idinen sÀlik-i ãırÀt-ı müstaúímüñ taóríøi ol yılan gibi ser-nigÿn seyr idenüñ tevbíòidür Óaú TeèÀlÀ celle õikruhÿ buyurur “E-fe-men yemşí mükibben èalÀ vechihí ehdÀ emmen yemşí seviyyen èalÀ ãırÀùın müstakím”285 Beşinci Óaãlet İşi ùanışıklıàla işleyüb ve danışıàı daòi tecrübe ehli kişiler ile itmekdür Óaøret-i BÀrí èazze şÀnuhÿ ehl-i tecribe kişiler ile itmek kendünüñ rıøÀsına muvÀfıú olduàıyçün meşveret idenlerüñ taóãíãinde buyurur “Emruhüm şÿrÀ beynehüm” 286 deyu buyurmışdur Ve Haøret-i Resÿl “ve-lÀ óakíme illÀ õü tecribetin ve-lÀ müøÀharate evåeúu mine´l- müşÀvereti”287 Danışıàuñ tecribe ehli kişiler ile ola ol úadar fÀyideler yüz gösterir ki òod-r´ey ve òod-pesend olub kendü èaúlına ùayanan maàrÿr Ànuñ gibi fÀyideleri düşinde göremez (10b) Meşveret idrÀk huşyÀrí dehend èAkl-hÀ her èaúl-rÀ yÀrí dehend èAúıl bÀ èaúl-ı diger dÿtÀ şeved Nÿr efzÿn geşt reh peydÀ şeved288 284 Âmâya zorluk yoktur. Topala da zorluk yoktur. (Fetih/17) 285 Yüz üstü sürünen mi yoksa doğru yolda müstakim olarak giden mi daha hidayet sahibidir. (Mülk/22) 286 Aralarındaki işleri meşveret iledir. (Şûrâ/38) 287 Tecrübesiz bilge, danışmaktan daha güvenilir bir yardım yoktur. (Hadis) 288 Meşveret ile idrake uyanıklık verirler. Akıllar da her akla dostluk eder. Bir akıl diğer akılla yanyana gelince iki akıl olur. Böylece aydınlık artar ve yol ortaya çıkar. 96 èAúıl yÀr olıcaú nÿr artuú olub maúãÿd yöni rÿşen muãavver ve münevver olur ve úısmet-i èaúıl mümkin olub taúsím olsa biñ úısım olur Ol biñ úısmuñ ùoúuzyüz ùoúsan ùoúuzı Nebiyy-i Kerím ve Resÿl-i Rabb-i Raóím Muóammed MuãùafÀda ve yalñız bir úısm cemiè bení Àdemdedür Bu èaúl-ı kÀmil ıssı nebí bunca kemÀlÀtüñ ãÀóibi Cibríl-i menzil-i vaóy-i Rabb-ı Celíl iken dört yÀrı müşír ve vezír idinüb her işi Ànlaruñ meşveretiyle işlerdi LÀ-cerem her işi ãavÀb ve her fièli rÀst ve müstaúím vÀúiè olurdı Pes imdi her işi tecribe ehli èÀúıl kişilerle işlemek sünnet-i nebevídür ÓükemÀ eydürler her nesne èaúla muótÀcdır her kişiyi bir niçe kerre tecribe itmeyince iètimÀd idüb Ànuñla meşveret itmelü degildir Altıncı Òaãlet Şírín-zebÀn ve òÿb-güftÀr olmaúdur ki eyü kişiler dost-rÿ ve dil-rübÀ-hÿ[y] olur Óaøret-i èAli kerremellÀhu vecheh eydür “men èazübe lisÀnuhu keåüra iòvÀnuhu”289 Kimüñ ki dili ùatlu ola Ànuñ úardaşları çoú olur dimiş Seyyid-i EnbiyÀ Muóammed MuãùafÀ buyurur ki “men leyyenet kelimetühu vecebet muóabbetühu”290 Kimüñ ki dili nerm-i laùíf olsa Ànuñ muóabbeti òalúa vÀcib olur ÒÀã ve èÀmm úatında úabÿl bulub bígÀne ve ÀşinÀ Àña muóabbet iderler Mesneví Kişi kim ùatlu ola sözi Ànuñ Olur maóbÿb òalúa özi Ànuñ (11a) Şu kim şírín-zebÀndur òÿb-güftÀr İdinür luùfıla bígane yÀr Acı sözi ki ide kişi mükerrer Bile ùoàmış úarındaş Àndan ürker Úatı söz gelse dÀyim bir kişiden Çaàırsa cÀn ilenç virür işiden Áña kim mürşid-i èaúl ola rehber Áña münker degici dil nefesler Yedinci Òaãlet óayÀdur óayÀ ímÀndan bir cüz´ durur Her kimüñ ki sínesinde óayÀdan eåer müşÀhede olınsa elbette sebeb-i ikrÀm ve mÿcib-i iótirÀm olur ki ímÀn nÿrındandur ki Rabb-i Zü’l-celÀl Óaøret-i èOåmÀn ãÀóib-i óayÀ olduàıyçün õi´n-nÿreyn 289 Dili tatlı olanın arkadaşı çok olur. 290 Sözü yumuşak olana sevgi vacip olur. (Hadis) 97 didi ArisùoùÀlis eydür Dost idinmek istedüàüñde bir kişi´i dost idin ki anuñ óayÀsı ola bí-óayÀlarla dostluú baàlansa tízcek bÀùıl olur ZírÀ çok èahidleri óayÀsuz kişiler az nesne ile ãıyub yüzi kír olur Beyt Şu kim yaratdı Óaú Ànı óayÀ-dÀr Olur ol cins elbette vefÀ-dÀr ÓayÀsuzluú kimüñ ki ola zÀtı Ùayanma èahdine yoúdur åebÀtı Sekizinci Òaãlet Rıfúıla müdÀrÀdur Óaøret-i èaleyhi efêalü´ã-ãalavÀt buyurur ki “re´sü´l-èaúli baède´l-ímÀni el-müdÀrÀtü”291 Yaèní èaúluñ başı AllÀha ímÀn getürmekden soñra òalÀyıúla óüsn-i müdÀrÀdur Bunuñ fÀyidesi oldur ki her kimse rıfú u luùf-nermlik ile óüsn-i müdÀrÀyı èÀdet ve ãabr-ı vaúarla tíb-i maèíşet úılmaàı vesíle idinse dünyÀdan kemÀl-i ÀsÀyiş-i tamÀm naãíb ve Àòiretde åevÀb-ı bí-pÀyÀn bulmaàa (11b) kendüzini lÀyıú ve erzÀní ider ki Seyyid-i kÀyinÀt ve Server-i MaòlÿúÀt buyurur “men eèÀne minküm mine’r-rıfúı fe-úad uèùıye lehu òayru’d-dünyÀ ve’d-dín”292 Mesneví Kime ki yÀr ola luùf u müdÀrÀ èAùÀsıdur Óaúúuñ ol ÀşikÀrÀ Bu luùf ol kişiye olur müyesser Ki ola dili göñliyle berÀber Dili göñline olmayan muvÀfıú İki yüzlü olur adı münÀfıú Aña dirler müdÀrÀ-yı müvecceh Ki eyü òuyundan il ola müreffeh Ùoúuzıncı Òaãlet AllÀh içün tevÀøuèdur Kim ki AllÀh içün tevÀøuè eyleye AllÀh TeèÀlÀ anuñ úadrini ve mertebesini refíè ider ki Óaøret-i Resÿl buyurmuşdur ki “men tevÀêaèa rafeèahu´llÀh”293 TevÀøuè deyu AllÀh içün alçaúlıàını iòtiyÀr idene dirler Alçaúlıú ol kişilerden müvecceh ve müstaósendür ki kemÀl-i rifèatla èÀlí-menzíl bulmışdır GedÀlaruñ tevÀøuèına iètibÀr olınmaz ol mÿcibden ki dervíşlere tevÀøuè 291 Aklın başı imandan sonra insanlarla iyi geçinmektir. (Hadis) 292 Kime rıfk ve yumuşaklık verilmişse ona dünya ve ahiret hayrı verilmiştir. (Tirmizi/Birr-67) 293 Tevazu göstereni Allah yüceltir. (Ahmed bin Hanbel, 3/76) 98 èÀdetdir Óaú SübóÀnehÿ ve TeèÀlÀ ikrÀma lÀyıú ve vÀcib úılmaàı èÀlimlere ve şeríf pírlere tevÀøuè itmekden dünyÀ ve Àòiret fÀyidelerüñ virdügini Óaøret-i RisÀlet òaber virüb buyurmışdır “mÀ ekrame şÀbbün şeyòen li-kibrihi illÀ úayyeêa´llÀhu èaleyhi èan kibere sinnihí men yükebbiru´llÀh”294 Yaèní pírlere pirligi şerefiçün ikrÀm ve iótirÀm idenlere pír olduúları vaútın Óaú TeèÀlÀ Ànları òalÀyıúuñ gözine èazíz gösterüb ikrÀm idici kişilere óavÀle ide Bu óadíå-i nebevíde iki dürlü işÀret vardur Biri ol ki mütevÀøıè yigitleri Óaú TeèÀlÀ pírlige yetişdürür Biri daòi (12a) ol kim pír olduúları vaútin mükerrem ve muóterem olurlar Beyt Úılur ÒÀlıú mükerrem ol civÀnı Ki ùuta muóterem ol pír olanı Onuncı Òaãlet Bir iş ki Ànı nefs-i emirde işlemek vacíb olmaya ve Àña iúdÀm itmek òalú naôarında müsteóab olmaya óÀli ve mÀlı bu ulu àaraøun óÀãıl olması olmaya èÀúıl Ànı eylemek kemÀl-i èaúlıla ve óüsn-i İslÀmla mevãÿf olmaúdur ÓikÀyet Meger zamÀn-ı evvelde bir pÀdişÀh-zÀdeye èAcem mülketinde mülk müyesser oldı İstedi ki bilÀd-ı PÀrsı teferrüc idüb memÀlikine naôar ide Sefere müteveccih olıcaú üstÀdından naãíóat ùaleb itdi didi ki baña bir naãíóat it ki cihÀnda emn-i óuøÿrla geçüb refÀhiyyet içinde kemÀl-i ÀsÀyiş-i salùanat sürem ve òÀtimüm òayr ve èaúıbetüm saèÀdet ile tamÀm olub aèmÀlüm Àòiretde dest-gír ola ÜstÀdı didi ki murÀdÀt müyesser olub ùurub şÀdıla óüsn-i maèíşet içinde kÀm-rÀnlıú el virecek zinhÀr ol sÀèat-ı saèídede òÀùıruñı Àòiret fikrinden òÀli úılma Baòt yÀr olub devletüñ pÀydÀr olduúça şükrüñi ziyÀde eyle Fevt olan nesne içün òastalanma óarÀma iúdÀm itmege bahadır olma kendü ãalaóuñı kimsenüñ fesÀdında isteme ve özüñi maèmÿr itmegi kimse´i òarÀb itmekde arama Ùamaè ve óırsı úo ve himmeti ve tedbírñiñ ùut Nefsüñ rıøÀsı üzerine AllÀh rıøÀsını iòtiyÀr it tÀ dünyÀda bu òaãletler vesílesiyle murÀduñı ÀsÀnlıàla bulub ve Àòiretde Óaøret-i Ulÿhiyyet (12b)dergÀhına yüz ãuyıyla varasın 294 İhtiyarlara yaşlılıkları sebebiyle hürmet edenlere Allah Teâlâ kendi ihtiyarlıklarında hürmet edecek birisini takdir edip gönderir. (Tirmizi, Birr/75) 99 BÁB-I DEVVUM èİlm ü dÀniş beyÀnındadur ki dÀnişüñ òaãÀyilin beyÀn ider Mecmÿè-ı òalúa maèlÿm olmışdur ki cemiè Àferínişde dÀnişden şerîf ve ehl-i dÀnişden èazíz nesne yoúdur ki bu kirÀm içündür èuluvv-i menzilet ile rifèat-i derecÀt naãã-ı İlÀhiyyede åÀbit olmışdur ki buyurur Ve’lleõíne ´ÿtÿ’l-èılme derecÀt295 Ve her kime ki Òaøret-i VehhÀb èilim ve óikmet rûzí úıldı KelÀm-ı kadîminde Áña çoú òayr ulaşmışdur diyü õikr idüp durur Bir èaùıyyenüñ ki mÀdiói Allah ola mevhibet-i celílenüñ adını òayr diyü Àd viren Allah ola Àndan eèazz ve ´ecell ne ola ki Ve men yu´te’l- óikmete feúad ´ÿtiye òayran keåírÀ296 BÀrí TeèÀlÀ òayr-ı kesír dimekle èilim ve óikmet taósín itdügiçün Òaøret-i RisÀlet èaleyhi’s-selÀm óadíå-i şerífinde El-èilmü kenzün lÀ yefnÀ297 diyü buyurur yaèni dükenmez genc dimekdür Zíra her nesne ne deñlü çoú olursa òarçlansa elbette dükenür Beyt Ger zerí ki bostÀní vü ne nehí be-cÀy Ender Àyed èÀúıbet z’Ànki be-pÀy298 İllÀ èilim ne úadar òarçlansa eksilmez belki daòí ziyÀde olur ÒükemÀ-i BÀrs dimişlerdür ki mecmÿè-ı eşyÀnuñ enfesi ve eşrefi èilim ve edebdür Nefs-i nefís-i celíle-i èilmile müzeyyendür Ànuñ fünÿn-ı kerÀmÀt ve êurûb-ı kemÀlÀtla müteóallí olduğı müsellemdür AmmÀ nefsini ki pírÀye-i èilimden içi óÀli ve arÀyiş-i dÀnişden ùÀşí èÀri ola dÀ´ire-i insÀniyetden ùaşradur Ánuñ ãÿretine ne manãıb hüsn fer virür ve ne mÀl cemÀl bağışlar Kıùèa (13a) Dirler ki mÀl bÀşladur pÀyile Áña degül ki caèd ola müşk-ter gibi CÀh ile mÀlı cÀhile gördük yarışdugın Çul-ı óarír eşekde Àna ùon-ı zer gibi 295 Kendisine ilim verilenleri Allah çok derecelerle yüceltir. Mücadele/1 296 Kime ilim verilmişse ona çok hayır verilmiştir. Bakara/269 297 İlim tükenmez bir hazinedir. Hadis 298 Eğer bahçe dolusu altın olsa ve yerinde harcamazsan sonunda tükenir gider. 100 Nÿr-i kemÀlile bezenüp faórile yüri Bí-esb ü cÀme faøl-ı gÿyende gibi Minÿçihr eydür èİlim bir çerağ-ı şeb-i efrÿza beñzer ki eger Àndan ziyÀde biñ rÿşen çerÀğ-ı meclis-nÀb uyandurasın híç veçhile nÿr-ı øiyÀsına noúãÀn èÀrıø olmaz ÓükemÀ-i Çín dimişler ki dinüñ ve dünyÀnuñ arÀyişi èilimdür Her nesne ki be-àÀyet girÀn-bahÀ olsa ifrÀùla çoú olıcaú elbette inüb fí'l-cümle ucuz olur İllÀ èilim çoú olduàınca èazízrek olur ÓikÀyet SüleymÀn peyàamber èaleyhi's-selÀm yíle buyurdı taòtını havaya aàdurup bir şehre indirdi ki kapusında bir saùır varidi Yazılı buydı ki bir rençber bir kişiye bir gün tamÀm úulluú itse ecri bir dir[h]em gümüşdür Bir eyü kişinüñ bir ulu kişiye bir sÀèat miúdÀrı eylügi değse ol sÀèat miúdÀrında yetişen eylüge lÀyıúdur ki èıvaø yüz dirhem gümüş virile AmmÀ eğer díní ve dünyeví vakt-i furãatda èilm-i dÀniş ile bir demde bir ulu fÀ´ide'i yetişdürene lÀyıú bahÀ ve èıvaø maèlÿm degildür ÓikÀyet Muètaãım ki òalífe-i BaàdÀd idi bir gün ehl-i Baãraya òışm itdi BaàdÀddan èasker çeküp üzerlerine varub diledi ki yaàma ve tÀrÀc úılub ehl-i Baãra´ı òarÀb ide èUlemÀ ve meşÀyıò-i Baãra üçyüzbiñ dinÀr cemè idüb òalífeye istikbÀl itdiler (13b) tÀ günahlarını èafv ide rÀøí olmadı Baãrada "Abdü'r-RezzÀú äıfÀhÀní dirler bir meşhÿr èÀlim kişi varidi ki Harunu'r-Reşíde irişüb úatında iètibÀr bulmış idi Muètaãımuñ òuøÿrına yetişüb şenbeèÀne dilekler itdi Òalífe úabÿl itmeyüb didi ki var sen cemÀèatuñı al gel benüm leşkerüme úavış selÀmet bulasın mecmÿè-ı ehl-i Baãra benüm siyÀsetüme müsteóaú olmışlardur òışmımdan òalÀã bulmak dilerseñ içlerinden çıú Şeyò didi ki yÀ Emíre'l-Mü´minín yigirmi yıldır ki bu şehirde sÀkinim vaút-i ÀsÀyişde bunlaruñla bile idüm vaút-i miónetde nice yüz döndüreyim diyüb yine döndi Şeyòiñ cümle mürídlerinden ÓÀriå-nÀm bir müríd şeyòle bile idi ki be-àÀyet faãíó ehl-i dÀniş civÀn idi Didi ki yÀ Emíre'l- Mü´minín şeyòiñ şefaèatini úabÿl úılub bu òalÀyıúıñ günÀhını èafv it Eğer bu kerre èaõÀb-ı siyÀset itmedüm diyü peşímÀn olursañ ol maèníde fermÀn yine eliñde AmmÀ ãÿret-i àaøabda bunca òalÀyıúa òışımla úahruñı óavÀle iderãeñ Àòir peşímÀn olursuñ ol vaúit mudÀrÀñ el virmez ZírÀ söylenmiş söz geçmiş èömür atılmış oú geri dönmez Bu òaber òalífenüñ göñlüne òoş eåer idüb òÀùırına òoş geldi Ol kemÀl-i dÀnişine ve icrÀ-i òaber-i óaúda cür'etine taósín úıldı Uşda ehl-i dÀniş olan kişinüñ bir nefesinde òalífeye ve Baãra òalúına bunca fÀyideleri yüz gösterdi Ehl-i 101 Hind dimişdür ki kişinüñ şièÀrı ve diåÀrı faøl u dÀniş olmaya èavÀm mertebesindedür èArablar el-èavÀmu ke’l-hevÀm299 dimişlerdür Yaèní èavÀm dört (14a) ayaklular gibidür Òaøret-i Nebí èaleyhi's-selÀm anuñıçun buyurmışdur ki kün èÀlimen ev müteèallimen ev müstemièan fe-lÀ tekün rÀbièan300 YÀ bilici ol yÀ öğrenici ol yÀ diñleyici ol ãaúın dördinci olma ki helÀk olursın Sözi bilen ve sözi diñleyüp añlayan ve öğrenen birlikdedür ÓikÀyet äulùÀn Melik ŞÀh raómetullÀhi èaleyh NişÀbÿra yetişdi ki RamaøÀnuñ yigirmi ùoúuzı geçmiş idi ÒuddÀm-ı äulùÀnuñ baèøı ki rü´yet-i hilÀl şehÀdetinüñ şerÀyıùından àÀfiller idi Ay görinmiş diyÿ mücerred istimÀèla òaberi òavÀã semèine irişdürdiler òavÀã pÀdişÀha haber virür PÀdişÀh şehre münÀdílere òaber ider ki yarın bayrÀmdur HºÀce İmÀm Ebÿ’l-MeèÀliye òaber iderler ki muútedÀ-yı òalú idi fí'l-óÀl münÀdi getürüb ıãmarlar şehre çaàırub eydürler ki İmÀm Ebÿ'l-MeèÀlí ider ki yarın orÿc ùutarım kim ki benüm fetvÀm ile èamel ider gerekdür ki yarınki gün RamaøÀndan bilüb orÿc ùuta ãÀóib-i aàrÀødan nice kişiler bu kaøiyye´i ãulùÀn semèine degürdiler AmmÀ bí-vech ùaríú üzerine ki işidicek be-àÀyet rencíde ola Didiler ki Ebÿ’l- MeèÀlínüñ ãulùÀnumuza muòÀlefet itmekden ãÀfÀsı var idügi bí-şek ôÀhir oldı ki kendünüñ fetvÀsı óükmi pÀdişÀh óükmi üzerine muòtÀrsuz hüccet iken òalúa bildürmek içün pÀdişÀh ile meşveret itmedin münÀdísi üzerine münÀdí gönderüb nÀmÿs-ı salùanata kesr virdi Bu maèníden àaraøı bí-şek kendüye taèzím virüb pÀdişÀh cenÀbıñ rièÀyetinde fÀrià olmakdur äulùÀna bu sözler (14b) eåer itdi bu şive-i heyb salùanata òiffet virdügin bilüb egerçi rencíde oldı ammÀ ník iètikÀdlu melik idi ve èulemÀnuñ iótirÀmında taúãírÀt itmeyenlerden idi Bu vechile şöyle müteàayyir-òÀùır ve münkesirü'l-úalb iken òavÀããından bir úaç muèteberlere buyurdı ki varuñ lüùf ve edeble MevlÀnÀ òiõmetin daèvet idüñ Didiler ki ey şÀh ol senüñ fermÀnuña şunuñ gibi óürmetlik itmiş iken Àña bu miúdÀr iclÀl ve iètibÀr daòí niçündür Melik didi ki Ànuñ kendü sözin işitmedin özge kişiler sözleriyle èÀdet-i ikrÀmı ol èÀlimden getürmek olmaz Çün Ebÿ'l-MeèÀlíyi kıàırdılar bÀşında tecíúa iç ediksiz mücerred paşmaàla sarÀy-ı ãulùÀna yetişdürdiler Henüz melik óuøÿruna yetişmedin úapudan melike gösterüb didiler ki Ebÿ'l-MeèÀlí fermÀnuñı döndürdügine 299 Avam hevam yani haşarat gibidir. 300 Ya âlim o ya ögrenici ol ya da dinleyici ol dördüncüsü olma helak olursun. Hadis 102 kanÀèat itmedüginden ãoñra bí-óürmetlikde taúãírÀt itmeyüp melikler óuøÿruna bu ùavrıla gelmek muùlaúÀ terk-i edebdür ki híç veçhile te´víl olınmaz Bu kerre ãulùÀn ziyÀde müteàayyir olub òavÀããından bir nice emín hÀcib èitÀb itmeğe gönderdi tÀ didiler ki ãulùÀn-ı pírÿz rÿze yoúdur neden ki taòfíf idüb óuøÿrına dülbendsüz ve ediksüz gelürsin Ebu'l-MeèÀlí daòí bülend ÀvÀzla melike işitdürmek úaãdına didi ki bu sözüñ cevÀbın eyle gerekdi ki pÀdişÀh benüm aàzumdan işide ÓÀcib şÀyed tamÀm èarø itmeye diyü pÀdişÀhdan destur olub girdi ve didi ki ey pÀdişÀh-ı İslÀm bu libÀsla ki devlet işigine geldüm namÀzı daòí bu libÀsla kıluram Bir libÀs ki Melikü’l-mülÿk èazze şÀnuhû (15a) òiõmetinde giyile melikler òiõmetine Ànuñla gelmek cÀyizdür AmmÀ ümerÀ-i zamÀn ve pÀdişÀh-ı rÿzigÀr bu èÀdeti úomışlardur ki bu ãıfÀt ile melikler ve ãulùÀnlar óuøÿrına varmaú edeb eksüklügindendür Bu Àyín-i melikÀne maèlÿmumdur istedüm bu úÀnÿnı rièÀyet idem ammÀ ol vaúit ki baña ãulùÀnumdan fermÀn yetişdi bu libÀsla idüm úorúdum evüme varub èımÀme ãarınup edik geyince eğlenem Adum bu úadar te´hírle ol ùÀ´ife defterinde yazıla ki ãulùÀnlarına èÀãí olmışlardı Şimdiki óÀlda başum òafíf èımÀme ile ve tenüm bu libÀsla örtülüdür ve eğer baş açık ve yalın ayaú ancaú bir mirzle oturmış iken pÀdişÀh eşiğinden taècíl diyü daèvet olınsam hemÀn ol ãÿretle gelürdüm Àndan úorúub ki pÀdişÀh óükminüñ iùÀ'atında bir nefes te´hírle feriştehler úatında töhmete lÀyık olub Ebu'l-MeèÀlí ãulùÀn-ı èÀdilüñ emr-i vÀcibü'l- imtiåÀl rièÀyetinde taúãirÀt idenlerden olurdum Melik ŞÀha bu söz òoş geldi ve didi ki ãelÀùíne itÀèat vÀcib iken benüm münÀdímüñ üzerine münÀdí úoyub niçün muòÀlefet itdüñ Ebÿ'l-MeèÀlí eydür Her ne ki fermÀna müteèallıúdur bize vÀcibdür ki ãulùÀna mutíè olavuz Ve her ne nesne ki fetvÀya müteèalliúdür ãulùÀna gerekdür ki bizden sora äulùÀn Melik ŞÀh bu òaberleri işidüb ÒÀtırı feraó ùoldı Ebu'l-MeèÀlí nüvaht idüb iótirÀm-ı tÀm ile evine gönderdi PÀdişÀhlarıñ beúÀ-yı baòtına ve devÀm-ı devletine lÀyık olmaàa sebeb èulemÀyı òoş ùutup şeríf òÀtırlarını (15b) dÀ´imÀ rièÀyetle nüvaht ide ùurmakdur Ve óaşre dek bÀúí ve pÀyende olup neslen ba'de neslin míraå úılacaú saèÀdet-i sermedí oldur ki pÀdişÀhlar cÀnlarından sevgülü oğullarını èulemÀ-i ãÀlió òiømetinde mülÀzim úılalar ve èulemÀ-i èÀmil òiømetinde iòlÀãla mülÀzemet itmek faòr-ı dín ve dünyÀ bulalar ÓikÀyet HÀrÿnu'r-Reşíd Me´mÿnı ve Muóammed Emíni ki oğullarıdur KisÀ'íye èilm öğrenmeğe virmişdi Bir gün 103 manôaradan naôar iderken gördi ki KisÀ'í yerinden úalúınca fí´l-hÀl Me´mÿn ve Muóammed Emíni ilerü yürüyüp üstÀdlarınuñ yaşmaàını öniñde úodılar Òalífe taèaccüb idüb didi ki kimdür ki ol zamÀn òalúınuñ uluları Àña òiõmet ider ÓÀøırlar didiler ki yÀ Emíre'l-mü´minín KisÀyídür ki ãulùÀn-zÀdelerüñ üstÀdıdur melik-zÀdeler èilim şerefine ve üstÀdlar óürmetine ol èazízü'l-vücÿda óürmet iderler bu òaberler KisÀyínüñ semèine 301 yetişdi òalífeye didi ki yÀ Emíre'l-mü´minín ve lev künte maèahüm le-kÀne úalílen Yaèní eger sen daòí Ànlaruñla bile az olurdı sen de iderdün Li-enní ürebbí ervÀhahümÀ ve ente türebbí ebdÀnehümÀ 302 Ben Ànlaruñ cÀnlarına terbiyet iderin sen tenlerini beslersin dimek olur Ehl-i maèrifet-i dÀniş dimişlerdür ki kim ki maèrifet ile mevãÿf olmaú dilese gerekdür ki on òaãleti kendüye şièÀr ide Evvel Òaãlet Oldur ki èÀrifem diyene gerek kim ol kendüyi bile ve kimse èaybın görmeye Kendü nefsini bí-èayb bile hemíşe ol maèyÿbdur İkinci Òaãlet Ehl-i dÀniş ãoóbetini özge ta´ife ãoóbetinden nÀfiè bilüp Ànlaruñ muãÀóabetine raàbetle mülÀzemet (16a) ide Üçünci Òaãlet Kendünüñ úuvvet-i tedbírine ve hüsn-i re´yine iètimÀd itmeye belki ehl-i dÀnişden istièÀnet taleb ile meded idüb meşveretini erbÀb-ı maèrifet ve ehl-i óikmet ile ide Dördinci Haslet Söz söyledügi vaútin söyleyicek sözinde menfaèat ôÀhir olacağını bilmedin söylemeye ve menfaèat ôÀhir olıcaú sözi diríg itmeye söyleye Beşinci Òaãlet Kimesneyi kerrÀt ile tecrübe itmeyince iètiúÀda lÀyıú görmeye Altıncı Òaãlet CÀhilüñ dostluàına inanub muèÀvenet ummaya ŞÀyed cehl vesílesiyle bir iş ide ki maøarratı menfaèatından ziyÀde ola Yedinci Òaãlet NÀ-dÀndan ıraà olmaàla Allaha yaúın olduàın bile Sekizinci Òaãlet Her kişiye az söyleyüp çok òışm itmeye zírÀ bu daòí bunuñ yaramaz òÿylu olmaúdan gelür Ùokuzıncı Haslet Dostlaruñ eylügine èıvaø eylük itdügi gibi yaramazlaruñ yaramazlıàına daòí eylük iderse peyàamberlere teşebbüh itmiş olur Onıncı Òaãlet DÀyim kendünüñ óÀlini teftíş ide úanúı fièlinden netíce ve èivaø eylük yolı gelmişdür ol fièlini ziyÀde ide Yaramaz fièlinden fesÀd ve şer gelmek iótiyÀùından ãaúınub terk ide Ehl-i dÀniş dimişlerdür ki mÀldan èilim yigdür Egerçi mÀl dünyÀnuñ metÀè-ı mütenevvièi ve zeòÀrif-ÀrÀyiş göñüller maóbûb düşmişdür ki mÀl beõl itmekle dünyÀda ÀsÀyiş-i refÀhiyet ile èayş ü èişret ve sürÿr-ı rÀóat yüz 301 Sen de onlarla beraber olsaydın yine az olurdu. 302 Ben onların ruhlarını sen ise cesetlerini terbiye ediyorsun. 104 gösterür Ve hem mÀl beõl itmekle Àòiretde ÀbÀd idüp yarınki gün içün òayrıla õaòíre idinmek olur Bu cümlesiyle èilmüñ mÀl üzerine nice fÀøıllık (16b) vardur beşini ôikr idüp bÀúísin terk idelüm EvvelÀ Oldur kim selÀtín-i rÿz- i gÀr ve her pÀdişÀh-ı kÀm-kÀr ehl-i dÀniş muèteber ùutup èulemÀyı muóterem ve mükerrem dutmaúda mübÀlaàa ile rièÀyet itmegi úÀnÿn-ı melikÀnelerine münÀsib ve Àyín-i şÀhÀnelerine muvÀfıú göre gelmişlerdür AmmÀ mÀl-dÀr ùÀ´ifesinüñ óÀli bunuñ èaksincedür ve mÀl çoúlar daòí mÀlların saúlamaú içün pÀdişÀhlara ve òiõmet-kÀrlarına òiõmet idegelmişdür İkinci èUlemÀ èilim vesílesiyle ekåer òaùÀlardan masÿn u maófÿô ve belÀlardan fÀrià-eymenlerdür MÀllu kişilerüñ óÀli bunuñ èaksincedür Başları ve cÀnları mÀl ucundan òaùar muàberlerinden ve Àfet maèraôlarından òÀli degüldür Mukím iken bí-óuøur ve bí-ÀsÀyiş geçerler ve müsÀfir olıcaú el-èiyÀõü billÀh Üçinci MÀlı ki iãrÀf üzerine ifrÀùla òarç olınsa kÿh-ı úÀf daòí olursa tíz fenÀ bulur AmmÀ èilim ne úadar òarçlansa ol úadar ziyÀde olup artar Dördinci Eger veúÀyiè-i rÿzigÀrdan bir óÀdiåe yol bulursa mÀl fenÀ bulub ãÀóib-i mÀl müflís ve derviş olur Ol meşaúúatler ki mÀl óaúúında çekmişdür øÀyiè olur èİlmüñ óÀli bunuñ èaksidür ki èİlim èÀlimden hergíz ayrılmaz eger cemíè èÀlem cemè olsalar ki bir èÀlimüñ òÀùırından bir mes´eleyi maóv ideler mümkin olmaz Beşinci èilim ki var dünyÀda àÀliben sebeb-i fevz-i necÀt olur Àóiretde mÀl ekåer èaõÀb ve èuúÿbet olur Ve èÀlimüñ hiç mÀlı olmasa èilim vesílesiyle mÀl óÀãıl idebilür MÀlı olub èilmi ve kitÀbeti olmayanuñ mÀlıla èilim óÀãıl itmesi (17a) müteèazzirdür èilim dünyÀda ulu sermÀyedür èilim èuúbÀ gözli pírÀyedir Beyt èİlimdir iki cihÀnda Àb-ı rÿy èÁúıl isen ciddile ol èilm-cÿy BÁB-I SEVVUM Cehil taúbíóindedir üçünci bÀb nÀdÀnlıú beyÀnındadır Bu bÀb üç nevè üzerine münóaãırdır Evvel nÀdÀnlıàı õem itmektedir ikinci nÀdÀnlıàıñ èalÀmeti beyÀnındadır üçünci nÀdÀn úaçmaú beyÀnındadır nevè-i evvel óaôret-i risÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurur La faúre eşeddü mine’l-cehli ve lÀ mÀle aèvehu 105 mine’l-èaúl303 dimek olur ki cehilden úatraú yoòsulluú yoúdur ve èaúıldan fÀ´ideli mÀl yoúdur èarab ider lÀ dÀ´e aèyÀhu mine’l-cehli 304yaèní híç cehilden derd-nÀk derd yoúdur HÀşim İãfahÀní ider üç bölük tÀ´ife vardır ki dÀyim òÀùırları períşÀndır evvel bir cÀhil ki èÀúil ile bilmek çekişir ikinci bir ôaèíf kişi úuvvetlü düşman ile muúÀbele ve muúavemet úaãdın ider üçünci bir dervíş ki àaní úoñşuyla muèÀrıô olur baèôı óükemÀ dimişlerdir ki cehil gözsüzlükden müşkil-raú ziyÀnlu-raúdır zírÀ gözsüzler bilmedüği yola gitse úuyuya düşüb cismi helÀú olmaú úoròusı var ise cÀhil daòí dünyÀsı ve Àòiretiyle varub ebedí helÀk olmaú úoròusı vardır ki men kÀne fí hÀõihi’l-aèmÀ fe-hüve fí’l-Àòireti aèmÀ305 dır nÀdÀn hemíşe ehl-i dÀnişe düşman olagelmişdir Óaøret-i èAlí kerremallÀhu vecheh buyurur ki el-merru èaduvvün li-mÀ cehilehu306 yaèní kişi bir nesneye düşmandır ki Ànı bilmez (17b) Mümkin değüldür ki cehilden bir òoşça eåer ôÀhir ola eğer mümkin imişse ibtidÀéi èÀlemden tâ bu àÀyete deñlü gelen faãíólerden birisi úuvvet-i feãÀóatle mecÀl bulup cehil bir nevè óaãlet-òÿyıla añalırdı mümkin olmaduàı cihetden mezimmet-i cehilde taúãírÀt itmemişlerdir zírÀ Baùlamyus óakím ider eger nâdâna saèÀdet müsÀèade idüb bir úaç gün iúbÀl muvÀfaúat idülünse nÀdirü'l-vuúÿèdur aña göñül baàlamalu degüldür àÀlib-i òÀtimeãinde òÀtimet òavfı vardur Baùlamyus óakím ider ki üç nesne levÀzım-ı cehildendür evvel kişi kendüyi bí-ayb bilmek zírÀ noúãÀndan münezzeh olub sıfÀt-ı kemÀlle mevãÿf olmaú AllÀhıñdır ve èiãmet-i enbiyÀnıñdır bÀúí Àdemíler èayıbdan òÀlí degillerdir ikinci kendüye müteveccih olmış menfaèati taãavvur-ı òaùÀ ve kıyÀs-ı fÀsid ile maôarratdır diyü elinden çıkan gide üçinci kendünüñ úuvvet-i dÀnişine maàrÿr olub bilüsine dayana ve eymen ola müéeyyed eydür kim ki kendünüñ úuvvet-i dÀnişine iètimÀd ide gerdiş-i rÿzgÀruñ mekrinden ve dÀnişiñ tÀéyíbinden híç òaberi yoúdur ÚayúarÀvus òakím eydür Cehlüñ beş èÀlÀmeti vardur evvelÀ bilÀ-mÿcib ve bí- sebeb bir kimseye úaúımaú bu maènÀ be-àÀyet úabíódir zírÀ iôhÀr-ı èayba ve yaramazlıàı fÀş itmege sebeb olur ikinci söz söylemek bir vaúitde ki ol sözden fÀyide ôÀhir olmaya yaèní diñlenmeyecek söz söylemekle kendüyi òafíf ve bí-úadr düşürmeye 303 Cahillikten daha şiddetli fakirlik ve akıldan daha değerli mal yoktur. Hadis 304 Cahillikten daha kötü bir dert yoktur. 305 Bu dünyada kör olan yani hakkı görmeyen ahirette de kördür, İsra/72 306 Kişi bilmediğine düşmandır. 106 üçinci rÀzın eyitmek bir kişi katında ki Ànı ãınamış ola dördinci ifrÀùla bí-inãÀf olmaú yaèní eylük iden kişiye (18a) èivaô yaramazluk itmek beşinci her kişiéi maórem idinüb temelluú-ı ôÀhiresine maàrÿr olmaúdur Óazret-i RisÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurur el-óazeru min óusni’ô-ôan307 yaèní kemÀl-i iótiyÀù oldur ki her kişiye óüsn-i ôann lÀyık görmeye meger ki kerrÀtla ãınamış ola cehlün èalÀmet-i vÀôıóası cÀhillerüñ muãÀóabetinden ãafÀ bulmaúdır zírÀ cÀhil muãÀóib olmaz illÀ yine cÀhil ile cÀhil ehl-i dÀniş ile muãÀóib olıcaú efèÀl-i úabíóasından ve aèmÀl-i reddiyesinden incinüb her úangı nÀ-şÀyestesine èÀrif müteèÀrıø olub ol óareketi red ve ol fièili terk it dise cÀhil yÀ èinÀd ile mütemerrid olur yÀ øarÿrí müfÀraúat iòtiyÀr ider nÀ-dÀn ùÀéifesinüñ müstemirr èÀdetleridir bir nice dünyÀda dünyeví fesÀda varub ãalÀóa getürdüm diyü fÀsid òayÀl ve bÀùıl kıyÀs idüb ol ôanna şâd olmaú şol jengi gibi ki meh-rÿlar arasında yürimekde menè itmeseler kendüyi Ànlardan birin ãanub keríh liúÀsın Ànlaruñ naôarına lÀyık görmege kanÀèat itmeyüp belki manôar-ı mekrÿhiyyesiyle anlara nÀz ider Aristoùales óakím eydür: beher-óÀl nÀ-dÀndan ictinÀb itmek lÀzımdır ki ùabíéatı ùabíèatden çıúarır nefs-i insÀnı Óaú TeèÀlÀ úabri yaratmışdır ki hem-nişínden ãıfÀt ceõb ider anuñçundur ki Nebí èaleyhi’s-selÀm buyurur el-vaódetü òayrun min celisi’s-sÿéi308 Beyt Hest tenhÀyí bih ez yÀrÀn-ı bed Ník bÀ-bed çü nişíned bed şeved309 Yaramaz yoldÀşdan yalñuzluú yigrekdir (18b) Eyü kişiler yaramazlar ile muãÀóib olıcaú yaramaz olmaú òavfı vardır Beyt Ger nişíned ferişteh bÀ-dív Vaóşet Àmuzed ü òıyÀnet rív310 Ehl-i din dimişlerdir ki muúÀùaèatü’l-aómaúı úurbetün ilÀllÀh311 aómaúdan inúıùaè AllÀh óaøretine yaúınlıúdır en-naøaru ilÀ vechi’l-aómaúı òaùíéetün312 aómaú 307 Tedbirli ve basiretli olmak her kişiyi hüsnü zanna layık görmemekdir. Hadis 308 Kötü arkadaşla oturmaktansa yalnızlık daha hayırlıdır. Hadis. 309 Yalnızlık kötü arkadaşlardan iyidir. İyi, kötü ile oturunca kötü olur. 310 Eğer melek şeytanla oturursa vahşet, hainlik ve hile öğrenir. 311 Ahmakla ilişkiyi kesmek Allah’a yakınlıktır. 107 yüzine baúmaú òaùÀdır aómaúuñ izine baãmaú òaùÀdur diyicek maèlÿm oldı ki èÀúıliñ yüzine baúub ol şeríf kişiéi dost idinmek ùÀèatdır bir ùÀéife ki baày-ı êalÀletde ve baór-i maèãiyetde ser-gerdÀn yüridügiñden òaberi olmaya ol óÀlde Ànı ùaríú-i óaúúa daèvet ider mürşid-i hÀdínüñ naãíóatini úabÿl itmeyenden eùàÀ kim ola ki Ànuñ óaúúında dinmişdir ki nÀãióu’l-cÀhil ke-vÀèiôi’s-sekrÀn313 cahile naãíóat itmek seròÿşa öğüt virmek gibi èabeådür Beyt Kişi ki süst ola idrÀki anuñ Ánuñ pendinde yoràurma zebÀnuñ Yiglemez cÀhil aãlÀ óurmetile Naãíóat Àña õillet dürletile BÁB-I ÇEHÁRUM Söz ÀdÀbın bildürür Bilgil ki Óaú teèÀlÀ èazze şÀnuhu dili cümle úudret-i èacÀyibinden yaratmışdır dil gerçi ãÿretde bÀn-ı òafíf etdir ammÀ haúíúatde ne deñlü èaôím ve kebír var ise dil ÀsÀnlıàla èibÀrete getürür belki dil èaklıñ nāyibidir ve her nesneniñ èakıl èilmine muóíùdir diliñ taãarrufı altına girür eger menfaèat ve eger maøarrat ki èÀlimde ãÀdır olur ekåeriniñ menşeéi ve mebdeéi dildür eyle olduàı taúdírce èÀúil gerekdir ki dilini øarar mütevellid olıcaú sözlerden ãaúına ve gücü yetdügi (19a) úadar diliniñ iãlÀóına meşàÿl ola tÀ ki dilinden dÀyim òayırlu ve menfaèatlü netíceler ãÀdır olub dünyÀda sözleri emn-i rÀóat ve Àòiretde mÿceb-i èafv-ı raómet ola óaøret-i rasÿl-i kerím dillerinin ãalÀóına saèy iden úavmiñ óaúúında duèÀ idüb buyurur “raóimallÀhu men aãlaóa lisÀnehÿ”314 yaèni Óaú teèÀlÀ raómet itsün ol müémine ki dilini ıãlÀó ider kişi dilin ãaúlamaúda taúãírÀt idicek işbu tehdíde lÀyıú oldur ki rasÿl-i rabbi’l-èÀlemín buyurmuşdur “hel yüktebü’n-nÀsü èalÀ vücÿhihim ev èalÀ menÀôırihim illÀ òaãÀyili elsinetihim” 315 yaèni kişièi yüz üzerine veya burnu üzerine 312 Ahmağın yüzüne bakmak hatadır. 313 Ahmağa nasihat eden, sarhoşa vaaz eden gibidir. 314 Allah dilini ıslah edene merhamet etsin. 315 Kişi vechi ya da görünüşü ile değil, dilinin hasletleri ile günaha uğrar. 108 düşürmez illÀ diliniñ belÀsı óÀãıl kişiniñ şeref-i nuúaùı feãÀóatledir ekåer Àferíneş üzerine muèazzez ve muóterem olduàı işbu beytden ki töhmetden àÀfil olmalu degildir şeyò Saèdí dimişdir beyt Be-nuùk Àdemí bihter ez devÀb DevÀb ez tÿ bih ger ne-gÿyí ãavÀb316 yaèní Àdemiñ dört ayaúlu cÀnavarlar üzerine faøíleti sözüyledir dört ayaúlu yegdir andan ki sözü rÀst ve ãavÀb söylemez dil maèãiyet ãaórÀsında seyr-i ãayÀóat itmege nice úÀdir ise ùÀèat deryÀsında seyÀóat itmek daòi úavídir nitekim èibÀdetde ferÀókāmdır êalÀletde daòi menşeé lisÀndır eger mevcÿd eger maèdÿm eger maônÿn eger mevhÿm eger muòayyel eger maèlÿm mecmÿèunda diliñ daòli vardır sÀyir aèøÀdan birisi ki çeşm-i çehābíndir temyiz-i elvÀna ve teşóíã-i eşóÀãa maòãÿãdur Ancaú eger úulaàa idrak-i nièamÀt ve iósÀs-ı aãvÀta mensÿbdur eger meşÀme farú-ı (19b) ravÀyió maòãÿãdur ve bÀúí óavÀsdır daòí hemçünÀn ammÀ diliñ bu õikr olanıñ mecmÿèunda èumÿmen şümÿli ve temÀyüli maèlÿmdur eyle olsa ıùlÀú-ı zamÀn-ı lisÀn ki eròÀå-ı èınÀndır insÀnı bir varùaya bıraàa ki andan òalÀã müteèaõõirdir pes bunuñ gibi tíz cünbüş seríèu’l-óareket èuøvuñ dizgünin elden úomalu degildir ey müémin-i ãÀóib-i inãÀf müheõõib-i aòlÀú-ı pÀkíze evãÀf baèz-ı ãaóÀbe ãÀfí èaúídeniñ dilÀrÀmında àayy-ı laùífe baú ki ne buyurmuşdur : “úÀle inne’r-racüle yükellimüní bi’l-kelÀmi li cevÀbihí eşhÀ ileyye mine’l-mÀéi’l-bÀridi ile’ô-ôaméÀni feéetruku cevÀbehÿ òífete en yekÿnu faølen”317 dimek olur kim kişiler var vecíhü’l-kelÀmdururlar niôÀm oldur ki sözlerine cevÀb virmek ola cevÀbına ol úadar arzular çekerler ki teşneler zülÀl-i yÀre müştÀú olduàu gibi biz cevÀbların terk ideriz Faøla kelÀm òavfından óÀcet miúdÀrından ziyÀde söylenen söz ki aña faøla dirler mÀlÀyaèní gibi meõmÿm olduàıyçündür ki Óaøret-i risÀlet-i èÀm buyurur “ùÿbÀ li-men emseke’l-faøl min lisÀnihi ve enfaúa’l-faøl min mÀlihí”318 dimek olur ki saèÀdet anuñ ki dilinden faøla sözleri imsÀk ider, mÀlından 316 İnsan söz ile dört ayaklı hayvandan daha hayırlıdır. Eğer doğru söylemezsen hayvan senden hayırlı olur. 317 Dedi ki: benimle konuşan ve susuz kalmış kişinin soğuk suya duyduğu özlemden daha ziyade cevaba iştah gözeten kişiye, lüzumsuz laf korkusu ile cevap vermem. 318 Sözünden fazlalık olanı tutan ve malından fazlalık olanı sadaka verene müjdeler olsun. 109 ziyÀdesini AllÀh yoluna infÀú ider ammÀ şimdiki zamÀnıñ úavmi işiñ èaksini iòtiyÀr itdiler, mÀllarınıñ faølasını muókem imsÀk etdiler dillerine faøla sözleri ferÀvÀn iderler kıùèa Ol diliñ sÀúísi her bir söze kim ãuna úadeó Bulur ancaú tÀ ebed ol nÿş-dÀr dÿn feraó (20a) äaúın ol sÀúí-i cÀn-efzÀ-yı dil-beri perveri Menè-i şÀdí iken olur maèden-i òüzn teraó Óaú teèÀlÀnıñ òazÀyin-i úudreti nefÀyis-i fÀóir ve cevÀhir-i celílü’l-úadrden ùolu iken söz ki var kendü óaøretinde èazíz olduàuçün èizzetlü peyàamberlerine söz viribdi ki Óaøret-i risÀlet-penÀh buyurur “Óarfu’l-úur’Àn òayrun mine’d-dünya”319 kişi ne deñlü ãÀóib-i cemÀl olsa sözünde óüsn olmayıcaú óüsn-i ãÿret anuñ èizzetine sebeb olub saèÀdet idemez ammÀ óüsn-i ãÿretde úusÿr olub dil-i faãíh-i belíà kendü süòan-ÀrÀ olsa her yerde elbette èazíz ve muóterem olur dimişlerdir ki nebiy-yi cemílü’l-cemÀl ve rasÿl-i leõíõü’l-maúÀl èaleyhi’s-selÀm buyurur ki “CemÀletü’r-racüli feãÀóatü lisanihí”320 dimek olur ki adamıñ güzelligi diliniñ feãÀóatidir Caèfer-i äÀdıú raêiya’llÀhu èanh eydür “[mÀ] Enèama’llÀhu èalÀ èabdihí nièmeten ekåere mimmÀ aèùÀhu’llÀhu fi’l-lisÀni feãÀóaten ve fi’l-kelÀmi óalÀveten”321 yaèni dimek olur ki Óak teèÀlÀ úuluna andan artuú ulu nièmet virmemişdir ki diline feãÀóat ve kelÀmına óalÀvet baàışlaya, ki dimişlerdir şi’r ÒÀlıú kimiñ ki virdi feãÀóat lisÀnına İder duèÀ kelÀmın işiden revÀnına Nuùú-ı faãíó işine lÀyıú ki ola àulÀm Cevher kelÀm-i pÀkine sükker dehÀnına Şaòã-ı belíà kim suòan-ÀrÀ ola Ànuñ ŞÀyeste èizz u cÀh oldur elbette şÀnına İder server-i úalble menşeéi Àferín Luùf-i suòan kimiñ ki virür õevú cÀnına 319 Kuran’ın harfi tüm dünyadan hayırlıdır. 320 Adamın güzelliği dilinin fesahatindendir 321 Allah bir kuluna, diline fesahat ve sözüne tatlılıktan daha büyük nimet vermemiştir. 110 Olsun hemíşe ùÿùí-i úudsi gibi èazíz Sükker-şikenlik ögrede kim ki zebÀnına (20b) GüftÀr-ı dil-keşiyle viren èaãrına şeref Ger nÀz iderse bÀn-ı şerÀhil zebÀnına Taósín her nefesde hezÀrÀn ol kesiň Naúş-ı beyÀnına dÀòí óüsn u beyÀnına bir ãıfat-ı memdÿóa ki òulÀãa-i mevcÿdÀt Ànuňla kendü naúş-ı şerífini ãaúlayub daòí “ene efãaóu” diyu buyurur Àndan maúbÿlraú ne ãıfat ola óikÀyet dimişlerdir ki èAøudu’d-devlet adlu şehinşÀh ibn-i fÿdek bir kişiéi Rÿma elçilige göndermişdi ki meõkÿr ibn-i fÿdek ol zamÀnda àÀyet faãíh idi Rÿm meliki anuň feãÀóatin gördi ve óüsn-i tekellümde úudretine naôar idüb şírín zebÀnlıàın begendi ve kendünüň daòí memleketinde bir keşíş var idi zírek ve suòan ferÀó kişi idi ve óín-i muóÀverede óüsn-i òiùÀba ve redd-i cevÀba úÀdir idi Ànı daèvet idüb buyurdu ki yarın elçiyle seni óuøÿrumda muãÀóib úılurum kemÀl-i himmet ile niyet Àňa baàla ki elçiniň sözüni münÀsib maóalde rÿşen dillerle tezyín idüb òacíl düşüresin ÀsitÀnem mülÀzımlarına sözde her vecihle àÀlib olub birinde muóÀl[mecÀl]-i mükÀleme úalmadı ve úapum óalúının her birisini ãıdı eger ol bu yerden gerden firÀzlıàla gitmelü olursa òÀùıruma elbette gerd-i èÀrıø olur diyu keşíşi temÀm-ı germ úıldı keşíş daòí melik ùarafından iltimÀs işidüb feraó ve şÀd beden òÀùıra-i küşÀde ve zihni rÿşen oldı pes Àyín-i emírÀne arasta melik aèyÀn-ı mülkü’l-celíle hÀøır olub keşíşe tamÀm-ı iúdÀm ile kemÀl-i iştiyÀúde göz diküb Àňa muntaôır (21a) ki elçiden bir õelel eåercigi ôuhÿr bulursa ki fi’l-cümle muèÀraøaya mecÀl el vire taúãírÀt itmeyüb elçiéi melÀmet ide hele söze şürÿè olunub münÀsebetiyle nevbet elçiye degicek basù-ı muúaddimÀt ile óüsn-i tertíb ve luùf-i terÀdüf üzerine kelÀmına bir vaøè-ı zíbÀ virdi ki ÀdÀb-ı muóÀvereéi óıfô idüb siyÀúat ùaríúin rièÀyet idenlere medòal-i sebílin temÀm-ı ihtimÀm ile sedd idüb mecÀl-i iètirÀø úomadı müzeyyen elfÀô ve müstaúím maènÀ ile söz maúãÿdun temÀm-ı işbÀè üzerine edÀ etdügünden soňra yaèni kelÀm-ı dürer niôÀm ol meclisde ùavèan ve kerhen her Àyine irtiøÀ bulduàundan soňra keşíş-i bí-dín àurve-i óayret iken farù-ı àayretinden øaèíf münÀsebetle söze şurÿè idüb 111 didi ki ey rasÿl-i melik sözüň peyàamberüňüzün òÀtunu úaøıyyesi nice idi elçi didi ki bizim hemÀn peyàamber òÀtunuň úaøiyyesi sizüň peyàamberüňüzüň anası úaøıyyesine beňzer melik-i rÿm bu òaberi işidüb ve bÀúí aèyÀn-ı melik Ànda óÀøır idi mecmÿè-ı òacíl ve şeremsÀr ve serengÿn-i efgende oldular Buúraù óakím eydür ayaàı ùaynub düşen kişi yine úalúabilür ammÀ dili ùaynub düşen girü úalúamaz beyt Şír-ãıfat muèíní olur rÿó-i úuds anuň Ki dil àazÀsın ide èAli ve èÖmer gibi CerÀóatü’l-lisÀni lehÀ iltiyÀm Ve lÀ teyÀm bi-cerói’l-lisÀn Seňü zaòmı öňler dil zaòmı öňlemez ve kelÀm-i pÀk laùíf vaúitde söylense úabÿl olur eger bí-vaút söylense dürr-i yekdÀne (21b) olsa daòi úulaàa girmez ve söz söylenen kişiniň mertebesine münÀsib gerek ki begenile ve eger óaddinden èÀlí olursa begenildüàünden àayri sebeb-i töhmet daòí olur óikÀyet òalífe-i baàdÀd şÀh-ı Òorasan’a elçi gönderdi elçi òaber-i risÀlet edÀ iderken bir òÀdim ki dÀyim şÀh òidmetine melÀzımını getürürdi ol vaúit daòí óÀøır olub elçüye şÀh-ı Òorasan gÀhí òavf-Àmíz sözlerle vehm virürdi gÀh gÀh tekellüf birle ümíd- vÀr iderdi òÀdime bu maènÀ aàır görünüb didi ki bir kişi ki senüň daèvÀňla gelmeye úorkduàuňdan úaçmaz tıb söyle ki senüň tehdídiňle müteàayyir olan kişiye bunca òavf telaùùuf neden idersin ŞÀh-ı Òorasan óÀcibine buyurdı ki òÀdimi ùaşra çıúara ve yüz aàaç vere ki bí-edeblik idüb sözü kendü mertebesinden èÀlí söyledi ve biň dirhem gümüş vir ki sözü óaú söyledi èArab eydür Rubbe kelimetin teúÿlu daèní yaèni söz olur ki söylemege úaãd etdügüň vaúit saňa dir ki beni úo söyleme ki saňa fÀéidem degmez èÀúiller dimişdir ki kişi sözü bí-endÀõe söyleyecek mertebeden düşer èaùÀsı óÀãılına göre virmeyicek bünyÀdı bozar Müéeyyed dimişdir ki ulu meclislerde ekÀbir óuøÿrunda söz söylemek dileyen kişiniň dili gerek ki elmasdan tíz-rek ve úılıçdan keskín-rek ola ammÀ Aristotâlis eydür dÀnişle söylene ki faòr-i ník nÀùıú óÀãıl olur diňleyene nefè olur 112 Erdeşír322 óakím eydür diliňi baàlu dut tÀ saňa her ùarafdan aàızlar açılub diller uõatmayalar ki (22a) kişi bir nefesde bir fÀsid söz söyleye biriyle deňlü ãalÀóa götürmez èArab eydür “el-lisÀnü ãaàíru’l-cirm kebíru’l-cürm” yaèni dil gerçi kendüzi küçük èuøuvdur ammÀ biň günÀh úazanabilür ki andan ulu òasÀret mütevellid ola Buúrat óakím eydür her sözüň elbette netícesi mütekellime èÀyid ola óikÀyet HişÀm òalífe melik-i Rÿma nÀme gönderüb buyurdu ki èunvÀnında yazdılar min emíri’l-müéminín HişÀm ilÀ meliki’ù-ùÀàí melikü’r-Rÿm daòí cevÀbında yazdı ki begler beglere dil uzadub sögmek revÀ degildir bir kişi ki kendü diline úÀdir olub pÀdişÀhlıú idemese AllÀhıň bunca òalÀyıúına pÀdişÀhlıàına úaçan lÀyıú olur yazdıàıň kaàıdıň cevÀbın nÀmeňde ben daòí yazsam min meliki’r-Rÿm ilÀ HişÀmi’l-meõmÿm baňa ne idebilseň gerek idi HişÀm nÀmesinden utandı ve Àndan àayret ùutdı Beynemÿs óakím eydür bir söz ki maóallinde söylene elbette müéeååir düşüb óuãÿl-i murÀda sebeb olur hikÀyet Mu’taãım òalífeniň Ebÿ òÀtem nÀm bir hazíne-dÀrı var idi ol vaúitde òalífe bir şÀèire èaùÀ buyurdu èaùÀ teéòír olunub şÀèire yetişmedi lÀ-cerem be-àÀyet rencíde düşmüşdi ol müddetde òazíne- dÀr bir cÀriye-i cemíleyi görüb ãÀóibinden altmış biň akçeye ãatun almış idi şÀèir Ànı işidüb işbu iki beyti diyüb óÀcibe ulaşdırdı beyt Tunãıfu[n]í yÀ ebÀ òÀtem Ev li-êırÀn ey óÀkim Sittÿne elfen fí şirÀ ÚÀsım (22b) men úÀle hÀõeèl-meliku’n-nÀyim 323 dimek olur ki baňa inãÀf ider misin yÀ EbÀ òÀtem yoòsa óÀkime varayın mı begiň mÀlından altmış biň aúçe virüb bir ÚÀsım adlu cÀriye ãatun alursun baňa buyurduàını niçün virmezsin pes ol óÀcib òalífe óizmetinde ùururken bu iki beyti oúudı nÀgÀh òalífeniň semèine yetişüb didi ki EbÀ òÀtem eyle ne söylersin óÀcib didi ki híç òalífe buyurdı ki ben işitdim ne didiňse yine söyle didi óÀcib didi ki yÀ emíre’l- müéminín şÀèire èaùÀ buyurduňdı Ebÿ òÀtem virmemiş ol sebebden şÀèir bu iki beyti 322 Erdeşir: Sasani hanedanının ilk kralıdır. M.S. 226-241 hükümdarlık yapmıştır.“Şedîr” şeklinde yazılmış ancak üstündeki bazı karalamaları da dikkate alarak “erdeşir” şeklinde okunabileceğine kanaat ettik. 323 Bana insaf edecek misin ey Eba Hatem? yoksa yargıca mı gideyim. Kasım için altmış bin altın (veriyorsun); bu hükümdar uyumakta mıdır? 113 dimiş diyu beyitleri oúudu òalífe didi ki ÚÀsım kimdir óÀcib didi ki ol cÀriyeniň adıdır ki EbÀ òÀtem altmış biň aúçeye ãatun aldı melik-i nÀyim kimdir óÀcib didi ki bilmeziz òalífe bildi ki melik-i nÀyim kendüdür didi ki eger ben uyumazmışsam Ebÿ òÀtem iki yılda altmış biň aúçeéi bir cÀriyeye ãaymazdı hemÀndem ol sözle Ebÿ òÀtem èazl eyledi èAbbÀs bin èAbdü’l-muùùalib óaøret-i risÀletden èaleyhi’s-selÀm ãordı ki iyilik nedir rasÿl-i Ekrem buyurdu ki dil eyü olmaúdır úıùèa Dildir kişi muóterem idüb viren şeref Dildir yıúın vaúÀrı ve nefsi iden telef Tír-i suòan ki rast ola varır nişÀna rast Ger olsa töhmet oúuna isteyen ider hedef BÁB-I PENCUM EmåÀl-i neãÀyió õikrindedir Ehl-i reéy-i münír-i èÀlem-ÀrÀya ve aèyen-i aèyÀn-ı ulu’l-ebãÀr[a] maèlÿm [u] şÀhiddir ki òalÀyıú-ı èÀlem her eùrÀf-ı emÀkinde (23a) ãÿretÀ egerçi muúím ve mütemekkin görünür ammÀ óaúíúatde müsÀfirlerdir dünyÀ güzer-gÀhdır úarÀr-gÀh degildir eyyÀm sÀèÀt merÀóil ve menÀzildir èale’l-óaúíúat her ne ki kişi mÀlikÀne mutaãarrıfdır taãarrufı mecÀzídir emvÀl ve emlÀk-i dünyÀ mecmÿè-i müsteèÀrdır pes èÀúil kişiye lÀzım oldı ki temÀm-ı himmeti ve kemÀl-i raàbeti bu óüsn-i nÀ-pÀyidÀr ve cemÀl-i nÀ-üstüvÀn dil-ber-i seríèu’z-zevÀl ve dil-ÀrÀm-ı úaríbü’l-iåúÀle maóãÿr úılmaya veya èÀrıøí veya èÀriyeti nesnelerin sönmesi tízcek nedÀmete ve ne úadar òüzünle ùol óasrete münúalib olacaàın fikr ide ki rabb-i raéÿfüň óasebi muóammed muãùafÀ èaleyhi’s-selÀm buyurmuşdur “er-raàbetü fi’d-dünyÀ tükeååirü’[l-]hemme [ve]l-óüzne”324 yaèni emvÀl-i dünyÀya ve anuň müzaòrifÀtına iken raàbet etmek àam u àuããaéı arturur çün bu aãl-ı åÀbit ve úÀnÿn-ı müstemir dünyÀya ve bu ùÿr üzerine ki õikr ettik muúarrer oldu pes lÀzımdır ki her nesne ki fevt olmuşdur anuňçün óasretlenmeye ve her nesne ki şimdi eldedir bi’l-külliye aňa göňül baàlamaya ol ki daòí gelmemişdir anuňçün muòtelif endíşeleri kendüye müstevlí úılmaya tÀ èömr-i 324 Dünyaya fazla rağbet göstermek, üzüntüyü ve kederi artırır. 114 èazíziň sermÀye-i dünyÀ ve Àòiretdir bí-óıfô bí-rièÀyet úalub èabeå-i ãanÀyiè olmaya èömr-i èazízini kişi şÀdlıàa geçürmekde èamel-i ãÀlió ile geçirmeyicek maàbÿnluú óasretiçün Àhlar idüb göz yaşların dökmelidir àuããa ile geçirmek òod maóø-ı óamÀúatdir yaòud èayn-ı sefÀhatden gelür ehl-i maèrifet dimişdir kişi gerek ki úalb-i ùÀhirini òÀùır-ı şerífini allÀh teèÀlÀya tefvíø idüb her nefes allÀh ile olan şÀdlıàına göňül vire ve ne (23b) àuããa vaútinde AllÀhıň lüùfundan nevmíd ola zírÀ çoú şÀdlıú olur ki şÀdlıàda sebeb-i àuããa olur nite ki úuréÀn-ı mecídde bu maènÀ meõkÿrdur “ve èasÀ en tekrahÿ şeyéen ve hüve òayrun leküm ve èasÀ en tuóibbÿ şeyéen ve hüve şerrun leküm vallÀhü yaèlemü ve entüm lÀ taèlemÿn”325 óikÀyet İskender õü’l-úarneyn üstÀdından ayrıldügi vaúit naãíóat ùaleb etdügünde üstÀdı didi ki eger isterseň ki óürlüú saňa bir vecihle yol bulmaya dÀyim èazíz olasın AllÀh fermÀnına muòÀlefet etme dilerseň mÀlıň AllÀhıň óıfôından ola híç vecihle zevÀl aňa göz degürmeye müsteóaúúından diríà idüb devrişme ve dilerseň dÀyim işleriň ãavÀb rast vÀúiè ola iki nesneden ãaúın birisi iş bitürmekde îvmekden ãaúın bir daòí her işi kendü reéyiňle işleme belki meşveret ile işle nitekim èacem eydür “ÒºÀste-i endek bÀ tedbír-i bih Ez òºÀste-i bisyÀr-ı bí-tedbír”326 Tedbírlü öňündeki az metÀè bí-tedbír kişi öňündeki çoú metÀèdan yegdir ùanışlıàla yeňilmeú yegdir òod-rÀlıú ile kendü reéyine maàrÿr yeňilmeúden beyt “ŞekíbÀ-yı bÀndÀn-ı be-rÀm Bih ez nÀ-şekíbí resíden be-kÀm”327 ÓikÀyet ol vaút ki efrÀsyÀb melik-i menuçehri meãÀr etmişdi ùaberistÀnda óÀøır olan sipÀhí ve àayr-ı òuluku cemè idüb kendüsü taht üzerinde ayaàın ùurdu ve òutbe oúuyub mevèıôasında didi ki ol ki olacaúdır elbette olur ve olsa gerek çÀre bu úadar tír-i úaøÀy-ı ÀsmÀníden óaõer idesiz fayda yoúdur (24a) AmmÀ bizim emåÀlimize ol lÀyıúdır ki bir iş görünse èÀúillerle meşveret idüb AllÀhdan èinÀyet ùaleb idevüz eger şiddet biraz eglenmelü olursa ãabr idevüz bu 325 Size hoş gelmeyen bir çok şey vardır ki, sizin için hayırdır; size hoş gelen pek çok şey de sizin için şerdir. Bakara 2/216. 326 İyi bir tedbir ile az şey, tedbirsiz kişideki çok şeyden daha iyidir. 327 Arzusuna ulaşamayan sabırlı, muradına ulaşan sabırsızdan daha iyidir. 115 maèlÿmdur ki cihÀnıň óÀli bir úarÀr üzerine ùurub bir úÀèide üzerine åÀbit úalmaz AllÀh teèÀlÀ luùfundan ümíd kesmek óatÀdır ki úavluhÿ teèÀlÀ “lÀ yey´esu min revói’llÀhi ille’l-úavmü’l-kÀfirÿn”328 her müşkil işiň soňu açılur olur ki “seyecèalu’llÀhü baède èusrin yüsran”329 menüçehr az müddetde efrÀsyÀb ile ãuló idüb ol meşaúúatden òalÀã buldu rubÀèí “Ník şeved kÀr çün saòt-est KudÀmín bülend est bÀ-teveccüh-est Z’Àndÿ şÀdí dehed ÀsümÀn FerÀòí zi tengí rehed bí-gümÀn”330 NÿşínrevÀn èadile didiler ki kişiniň óayÀtında cÀnın ãaúlamaàa lÀyıú nesi ola didi ki díni didiler ki úanàı leşker úuvvetlü ola didi ki èadl Erdeşír ki selef melikleriň meşhÿrlarından kişiye ki saèÀdet müsÀèade ide ve baòt ve iúbÀl yÀr ola reéy u dÀniş ziyÀde olur andan ãÀdır olan az hüner èÀlimleriň gözüne çoú görünür çün saèÀdet andan ièraø ide rüzgÀr anuňla muòÀlefete müteveccih olur dÀyim ıããı idemez duttuàu maóallerden aňa ziyÀn óÀãıl olur Hüsrev eydür kim ki kendü cÀnına dostluú itmek diler gerek ki günÀhından perhíz idüb allÀh èÀãí olmaúdan ãaúına her kişi kendü oàlunı sever gerek ki müslümÀnlarıň èıyÀllerine daòí şöyle şefúat gözüyle naôar ide müttaúíler dimişdir ki (24b) mecmÿè-ı hünerlerin başı terk-i ùamaèdır ve iyilikleriň ulusı maèãıyetden ictinÀb ve töhmet mevøıèından iótirÀõdır ve keremleriň muèteberi dil ki göňül rencide úılmaúdan perhíz idüb güci yettiúçe dil-nüvÀzlıúdır kim ki bÀùıla meyl ider allÀh düşmen olur maòlÿúı kendüden özgüden óaúúa muèÀvin olur allÀh kendüden òoşnud ider ve ÀzÀde ola òÀlÀyıúı kendüye úul ider ve daòi dimişlerdir ki ulu işlere lÀyıú ve èazíz maãlaóatlara ıãlÀóla muvÀfıú pírlerdir zírÀ tízlik ve yigitlik ekåer-i yigitleriňdir óuãÿsan ki işlerde uymak yigitlere èÀéiddir bu üç ãıfat pírlere az bulunduàuçün óaøret-i risÀlet buyurur èaleyhi’s-selÀm “el-bereketü maèa’l-bekÀbirüküm[ kibÀrikum]”331 diyu buyurduàundan murÀd pírlerdir pírlik şerefindendir ki ekåer-i enbiyÀya peyàamberliú 328 Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümit keser. ? 329 Allah, zorluktan sonra kolaylık kılar. 330 İş, zor olunca iyi olur. İş ne kadar yüksekse o kadar rağbet görür. Felek bu ikisinden bir mutluluk verir. Her ferahlık, darlıktan kurtuluştur şüphesiz. 331 Bereket büyüklerinizle beraberdir. 116 úırú yaşlarından soňra gelmişdir vecíh yigitlerden pírler münÀsib ve lÀyıú olıcaú pes imdi her emr-i muètebereye pírler iòtiyÀr olunduàı gibi vecíhdir EflÀùun eydür kim ki kendü büyük görünse òalÀyıú gözüne òor görünür güneş ile úaraňuluú gelmedüàı gibi bí-şermden daòí dostluú gelmez baldan acılıú gelmedügi gibi ãÀóib-i keremden ve ehl-i mürüvvetden bí-şermlik gelmez gülden ùayyib rÀyióa uman èÀúıla münÀsib gerekdir ki dikenden zaóm ummaú gibi idügün bile merdüm-i bí-òardan iyü iş gelmez ÓikÀyet Yÿsuf ÓaccÀc bir kimesneéi nÀhíye-i èırÀúa beg úılmışdı ehliyyeti olmaduàı sebebden çoú ôulm idüb ôulmini teftíş içün münÀdí úoyub çaàırtdılar (25a) ôulm görenler cemè olub mutaôallımlar yerine oturduúlarından ãoňra gördüler bir masòara bunlarıň arasında oturub bir ayaàın altına almış bir ayaàın òalúa úarşu uzadub epsem oturur óÀcib anı görüb didi ki saňa daòí kim ôulm etdi ki maôlÿmlar arasında girüb oturmuşsun masòara eydür edigimüň birisin bulımadım bir ayrıú edik istemege geldim óÀcib eydür her vaúti bir bilüb herzelenme hey masòara-i bí- óalÀvet ki sensin didi masòara eydür bí-óalÀvet sizsiňüz ki èırÀú mülkünüň øabùında bir aómaú nÀ-ehli beglige lÀyıú görüb memleketi òarÀb etdürdüàüňüzden àayri fesÀdı ùÀhir olduàundan ãoňra daòí andan el çekmezsiz teftíşinden àaraøıňız yine aňa meróametdir ne dimek gerek sözüni óaccÀca èarø itdiler hemÀn ol ôÀlimi bí-teftíş èazl etdi pes imdi her ulu iş ki nÀ-ehle ıãmarlayalar masòaralar daòí ol óÀle gelmelü olur Baùlamyuã óakím eydür bir kişi pinhÀní yaramazlıú etmiş ola andan emín olmalu degildir her çend ol kişi göňlünde pinhÀn ùutar anuň eåeri símÀsında ôÀhir olur beyt BedÀned zi-dil ez çi ki pinhÀn büved Zi píşÀní-i merd tÀbÀn büved332 her yavuz iş ki yaramazlar içinde gizlenür mücrimiň beňzinden ol şom işiň işi izlenür Óakím-i Óind eydür kim ki bir işe şürÿè ide ol işe meşàÿl iken bir işiň endíşesin daòí iòtiyÀr ide ol işler hergiz temÀm olmaz sÀzendeler gibi ki ne deňlü kÀmil üstÀd ise elinden bu gelmez ki eliyle naúş çaladururken bir dürlü daòí naúş idebile (25b) Óakíme ãordılar úanàı òaber óaúdır ki òalúa aàır görünür óakím eydür kişi kendü nefsini medó etmekdir egerçi istióúÀú daòí var ise ve daòí ãordular ki úanàı èadldir ki ôulm ãÿretinde görinür óakím eydür eyi cevÀb virmek gercek daòí olursa nefs 332 Kötülükler gönülde gizlidir ama eseri kişinin yüzünde görünür 117 incinür Büzürcmihr eydür kim ki åerm göňlegin giyse anuň èaybları pinhÀn olur kim ki dilin ãaúlayu ùutar óaúíúatde ol kendüzin ãaúlamaúdur zírÀ yaramaz dil ıssınıň başına belÀ gelmege sebeb olur beyt “ZebÀn goft merÀ çeşm-i òºíş der nigÀh Ger zebÀn ne-beste est der bend est”333 Kimiň ki dili òalú óaúúında baàlu olmaya èÀúibet óalú anuň elin ayaàın baàladurlar BÁB-I ŞEŞUM Der dostí ve óuúÿú-ı Àdem Bilgil ki muòlis muóibler ãÀdıú dostlar úazanmaú pirÀye-i óayÀt-ı sermed ve sermÀye-i saèÀdet ider bu devlete rÀàib olmaz illÀ ãÀóib-i ferÀset èÀúiller niteki rasÿlullÀh èaleyhi’s-selÀm buyurur ki “reésü’l-èaúli baède’l-ímÀni en-nÿru ile’n-nÀsi”334 yaèni èaúlın başı ímÀndan ãoňraki allÀhıň vaódÀniyyetine ve kitÀbına ve melÀyikesine ve peyàamberlerine ímÀn getüre ve úıyÀmete inana ve müéminlerle dost olmaúdır óaøret-i risÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurur ki “óaøret-i bÀrí teèÀlÀ èazze şÀnuhÿ kimiň ki óaúúında òayr diler aňa bir mÿòlis dost rÿzí úılur” SindbÀd óakím eydür kişi ne deňlü óíle-i dÀnişle müteóallí ve ÀrÀyiş-i maèrifetle müzeyyen olsa müşfiú dostları çoú olmaú lÀzım gelür müşfiú dostluú ki èÀúil ve ehl-i maèrifet èazízlerle ola anlaruň muãÀóabati (26a) òÀùıra şöyle dü şenlik baàışlar ki yaà çerÀà baàışlar gibi Feridunuň úaãrında yazılmış idi ki menfaèatlürüň ulusu ve fÀéidelerin òayırlusu èÀúillerle dostluú baàlamaúdır ve ziyÀnlarıň yaramazraàı nÀdÀnlarla muãÀóabat olub anlaruň dostluàuna iètimÀd etmekdir demişler dostsuz kişiler gözsüz başa beňzer Arisùotalis óakím eydür iki nesne göňülden àuããaéi defè ider dostlar didarı ve biri èÀrifler kelÀmı beyt Dÿ çíz endÿh ez dil bírÿn bered Roòí dost ÀvÀze-i merd-i òıred335 Dost-i ãÀdıú aňa dirler ki dostdan bir niçe defèa cefÀ görmekle yüz döndürmeye dimişler işbu beyt daòí ferídunuň úaãrında yazılu olan ebyÀtdandır ki dimişler beyt 333 Dil bana kendi gözünün bakışta olduğunu söyledi. Eğer dilini bağlamazsa sahibini bağlarlar. 334 İmandan sonra aklın başı, insanlara dostluktur. 335 İki şey gönülden sıkıntıyı giderir. Biri dostun yüzü, diğeri akıllı kişilerin sözü 118 Ez dost beher zaómí efkÀr ne-bÀyed şod Vez yÀr beher cevrí be-nírÀn ne-yÀyed şod336 ÓukemÀnıň òaberi meşhÿrdur ki dimişlerdir biň dost bir kişiye azdır bir düşmen çoúdur dostluú gerekdir ki allÀh içün ola ki iki cihÀn saèÀdetine sebeb olur hem ebedí muóallid olur dünyÀ óurmetiyçün olan dostluú bí-åebÀtdır ki àaraø óÀãıl olmayıcaú bünyÀd-ı ãadÀúat bozulub dostluú düşmenlige deňişler allÀh içün olan dostluú hem dünyÀda hem èuúbÀda fÀéidelüdür óikÀyet zamÀn-ı mÀøíde bir fÀøıl yigit dervíşlik iòyiyÀr idüb cÀh-ı èizzetden el çekdi kendüye münÀsib bir niçe tevfíú-i refíú olmuş yigitlerle muãÀóib olub èibÀdete mülÀzım ve ùÀèatu’llÀha müstaàraú idi nigÀh ol dervíş-i óakÀyıúıň (26b) muãÀóiblerinden baèøına iftirÀ ve bühtÀn birle bir töhmet isnÀd etdiler ki zamÀne begi bí-tevaúúuf anlaruň úatline óükm etdi elleri baàlu cigerleri daàlu dívÀn-ı ãaòında çökerdiler ki boyunların uralar seyyÀf úılıc yalıncaú úalub üzerlerine yürüdügünleyin ol dervíş-i rabbÀní ki Ànlaruň muútedÀsı idi ol sÀèatde óÀøır oldı gördü ki şefÀèate mecÀl yoú ve şehÀdet ùaríúi mesdÿd vaút-i nÀzik Àndan artıú cÀn bulmadı ki eyleye hemÀn başdan èimÀmesin çıúardı vardı ol şehíd olmaàa müheyyÀ olmuş cemÀèatiň úaùarına dizilüb otururken diz çöküb öňlerine oturdu pÀdişÀh Ànı görüb cellÀda buyurdu ki ol ãuçluların öňüne varub oturan dervíşiň maúãÿdun bilin Àndan Ànlaruň úatline el uzadayım diyince dervíş ùurduàu yerden bülend ÀvÀzla didi ki ey şÀh-ı èÀdil bu dostlarıň günÀhsızlıàı baňa maèlÿm iken gördüm bí-günÀhdır diyu şehÀdet etmeniň vaúti geçmiş iki nesne iòtiyÀr idüb öňlerine oturdum birisi bu ki buňların ile AllÀhlıú dostlar yüz aóbÀb-ı ilÀhí biribiriniň óaúúında ne mÀl diríà ider ne cÀn çün òÀnumÀn-ı der-miyÀn idecek vaúit geçmiş bÀri cÀn der-miyÀn etmekde píş-destlik etdim tÀ dostlarımıñ ölümin görmeyem ol ikinci bunlara cÀna úıymaúda bahÀdırlıú gösterem ki ölüm bunlara mekrÿh görinüb cÀnları ürkmeye belki baňa muvÀfaúatla cÀn-ı şirínlerin cihÀn-Àferíne teslím idüb ãafÀyla şehíd olalar pÀdişÀh bu òaberleri işidüb ol şirín maúÀliň óüsn-i nuùúuna ve luùf-i kelÀmına taósín itdügünden soňra dostlar óaúúında ãÀdıúÀne cÀnına úıyduàı 336 Dosttan gelen her zahmeti düşünmek gerekmez. Yardan gelen her eza için de yanmak gerekmez. 119 (27a) cihetden anuň èizzetine cümlesin ÀzÀd idüb çoú èaùÀlar etdi ve gönderdi üşde AllÀh içün èÀúil ve ãÀlió kişilerle dostluú baàlayanıň dünyÀda fÀéidesi bu miúdÀr olıcaú Àòiretde bundan ziyÀde olacaàında gümÀnıň olmasun ki óaøret-i risÀlet èaleyhi’s- selÀm buyurur “úıyÀmet gününde èarãa-i èaraãÀtda òalÀyıú cemè iken Óaú teèÀlÀ óiùÀb úılub der ki eyne’l-müteóÀbbÿn fiyye337 úanı ol benimçün birbiriyle dostluú iden müéminler bu gün ki maóşer günüdür ifrÀù-ı óarÀretden beyinleri başda úaynayub Àdemíler kendü èarúalarına àark olıserdir ol benim içün birbiriyle úarındÀş olanları èarşım altına ilediň cennete varınca nÿr kürsíler üzerine èarş gölgesinde Àsÿde ola varsunlar Minuçehr eydür eyü dostlara úÀnÿn budur ki dostdan bir úuãÿr ãÀdır olsa göňlüne úoyub òÀùırı müteàayyir olmaya beyt Kesí ki ÀgÀh-i rümÿzí ve yÀrí tÿ geşt BÀ-menÀl ez günÀhí ki tura ber vey güzeşt 338 Yaèni kimi ki dege dil ve yÀr edindiň Ànı yaramaz aňlayub bir günÀhdan ötüri incinme eyü kişi Àňa dirler ki Ànuň bir dostu ãuçlu olduàı vaútin insÀniyyete iètimÀd idüb óÀcetin èarø etmege üşenmeye ki göňlüne doúunub derdin şÀyed baňa iètibÀr deymeye zírÀ ki eyü kişiler èafv itmegi severler òuãÿãan dost günÀhı èafv ola olur dimişlerdir ki bir kişideki üç òaãlet-i muóammede olmaya Ànı dostluàa úabÿl etmemek gerek evvel óüsn-i òuluú gerek zírÀ yaramaz òuylu kişiden dostluú tevaúúuè óaùÀdır ki (27b) òulúı ùÀr ve òuyı yaramaz kişiler ne úadar rièÀyet olunsalar híç günÀh yoàken bir fÀsid nesne ile bahÀne idinüb müteàayyir olub uzun müddetler ki åÀbit olmuş óakları bozub ãadÀúat-i sÀbıúaların ve meveddet-i vesílelerin yellere virür ikinci ãÀóib-i vakÀr ve ehl-i sükÿnet ki rıfú óilm nihÀd ve èaùÀ ve saòÀda bahÀdır ola zírÀ hod-bín kişiden baùar göňüllü olan kişiden vefÀ tevaúúuè etmelü degildir üçünci bir kişidir ki eyü işlere mülÀzım olmaú Àňa èÀdet ola ve òayırlu maãlaóatlara rÀàib ola egerçi andan maèãiyyet daòí gelürse günÀhına muèterif olub inãÀf ide ve AllÀhdan úorúub tevfíú ùalebinde mücidd ola zírÀ AllÀhdan úorúmayanlardan dostluú umub anuňla enís olmaú AllÀhdan úorúmamaúdan gelür ki óaú teèÀlÀ celle õikruhÿ kelÀm-ı úadíminde buyurur “ve lÀ tuùiè men aàfalnÀ úalbehÿ èan õikrinÀ ve’ttebaè hevÀhu”339 337 Nerede benim için sevişenler. 338 Sırlarına vakıf olup dost seçtiğin kişinin hatalarını geçmiş dostlukların hatırı için affetmelisin. 339 Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız ve hevasına tabi kişiye itaat etme. Kehf 18/28. 120 BÁB-I HEFTUM Der-óuúÿú-ı dostÀn Dimişlerdir ki dostlaruň dostlar üzerine on dürlü óaúúı vardır evvel óÀcet vaútinde dostdan mÀlın diríà ùutmayub óÀcetin bitürmekdir kendiniň var iken dostı àayri kişiye muótÀc etmek dostluú meõhebinde cÀyiz degildir ÓikÀyet eydürler ki iki dostlar var idi biri sefere gitmiş idi ol bir sene evinde oturduàı yerde dört biň aúçe óÀcet oldı ki elbette ol aúçeéi bula àÀyet øarÿretinden ùurdu ol sefere gitmiş dostuň evine varub òÀtÿnuna èarø etdi òÀtÿn ãanduú miftÀhın ol dostuň eline virdi ãanduàı (28a) kendü eliyle açub dört biň aúçeéi aldı ve maúãÿduna sürdi seferdeki dostu seferden geldi daòí òÀtÿnuna bulaşmadin cÀriyesi àamz ùaríúiyle efendisine didi ki felÀn úardaşıň aúçe isteyügeldi èözr bahÀne etmeden úadınım Àňa ãanduú miftÀóın virdi ol kişi kendü eliyle bir kíse aúçe aldı gitdi yine getürmedi didi müsÀfir içerü girüb úaøiyyeéi òÀtÿndan ãordu didi ki gerçekdir müsÀfir daòí didi ki ol dört biň aúçe ki dostum aldı benim mÀlıma yapışub bí-tekellüf kendü eliyle úabø u taãarruf etdügiçün aňa bağışladım ve sen dÀòí evÀsı bunda degil dimeyüb miftÀóı anuň eline iki ãınmayub virdügüň içün üşde sanÀ dÀòí iki biň naúd aúçe baòşíş ve ol cÀriye ki bu òaberleri muştuladı ol muştuluú şükrÀnesi ol daòí ÀzÀd olsun dedi dost óaúúında mÀl íåÀr etmek ulu hüner olduàı cihetden óaøret-i èizzet èazze şÀnühÿ anlaruň şÀnında “ve yüéåerÿne èalÀ enfüsihim ve lev kÀnehüm óaãÀãatühÿ” buyurur ikinci dost dosta muèÀvenet etmekdir óÀcet vaútinde kendü istièÀnet idüb benim meãÀlióimdir diyu temÀm idivirmekdir ÓikÀyet iki úarındÀş varidi birisiniň üzerine bir òavf hÀyil oldu varùa-i èazímde úalmaú göründi ol bir úarındÀş anuň óaúúında mÀlın ve emegin dirià itmedin iòlÀãla saèy idüb dostunu ol şiddetten òalÀã eyledi ol selÀmetle òalÀã bulÀn èazíziň bir nefís úıymeti úumaşı varidi getürüb ol kendü óaúúında mübÀlaàa ile mÀlı òarc olan dostuň (28b) evine iledüb didi ki benimçün etdügüñ òarcıñ baèøıçün işbu metÀèı úabÿl it çekdüàuñ meşaúúatiñ èıvaøını AllÀh teèÀlÀdan umalım dünyÀda ve Àòiretde keremine lÀyıú èaùÀlar ide ol kerem ıssı ãÀdıú dost didi ki ol vaútin ki saña bu müşkil zaómet yüz gösterdi ol vaútin ben AllÀh ile muèÀhede itdim ki seniñ òalÀãuñ saèyinde mecmÿèı 121 òÀnumÀnı òarc itdim eger vefÀ etmezse borc idinem bi-óamdi’llÀh ve’l-minne ki az emekle ve yeyni haracla maúãÿd müyesser oldı bu ulu iósÀn baña melik-i mennÀn ben úuluna erzÀní úıldı anıñ şükrÀnesiyçün mÀl degil cÀn bezl etmelüdür bu günki seni emn- i óuøÿr içinde mesrÿrü’l-òÀùır gördüm óaşre deñlü bu devlete men şÀdkÀm ve òurrem òÀùıram bu şÀdíye ve bu faòre sebeb yine seniñ ùabè-ı meymÿn ve õÀt-ı hümÀyÿnuñda úonulan òÀããa-i şerífiñ yümni ve mübÀreklikdir ki óaúúıñda etdügüm AllÀh èınÀyeti hemrÀh olub yüz aúlıàın úazandım eyle olsa bu mübÀrek ãoóbet óaúúıyçün senden dilegüm budur ki metÀèıñı yine devletòÀneye göndüresin benimdir úabÿl etdim yine saña lÀyıú gördüm üçünci oldur ki dostlar óaúúında eyü söyleye ve muùùaliè olduàı azacıú èaybı örtülü ùuta dostluú rÀbıùaların ve úardaşlıú sebeblerin muókem ùutub muóabbet edeblerin dostuñ yüzine úarşu nice rièÀyet iderse ardınca daòí ol şerÀyiùi gökçek rièÀyet ide dördünci dost dostı dil u cÀnla sevdiàunden ãoñra diliyle daòí şefúati ve iòlÀãla ıôhÀr ide ki óaøret-i risÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurmuşdur İõÀ eóabbe eóadukum (29a) eòÀhu fe’l-yuòbirhu340 yaèni dimek olur ki úaçan sizden biriñüz mü´min úarındaşın sevse gerekdir ki ol dostı òaberdÀr ide dost dostuñ dünyeví işlerde mühimmÀtın bitürivirüb óÀcetin úaøÀ idivirdügi gibi gerekdir ki dín bÀbında uòreví işlerde daòí meãÀlióin rièÀyet idüb mühimmÀtın görmege saèy ide dostı dost meşaúúatinden ãaúınub ÀrÀm ÀsÀyişin dilemekden Àòiret azÀbından òalÀã dÀru’n- naèímde envÀè-ı tenaèumÀtla rÀóatlarda mütenaèım olduàun istemek yegrekdir eyle olsa bilmedügün bildürüb bildügiyle èamel itmege úandırmaú dostluàuñ şerÀyiùindendir altıncı dostdan bir eksiklik ãÀdır olsa èafv etmekdir eger muóarremÀtdan ve eger maóõÿrÀtdan bir óarÀma mübÀşir olub evÀmirden ve vÀcibÀtdan nesne terk etse müstaósen ve müsteóab oldur ki ol dostı mekrÿh görüb andan ièrÀø etmeye ol vaúit dostluàa lÀyık luùufla aña luùuflarla naãíóat idüb menÀóiden göñlüni örtmekiçün şírín sözlerle dilÀvíz ögütler virmek kendüye lÀzım bile. ÓikÀyet bir ulu kişiye didiler ki filÀn dostuñdan münker òaùÀlar gelüb maèãıyetlere mürtekib olmuş didiler siziñle anıñ arasında ne münÀsebet úaldı ki dÀòí andan şefúat diríà etmezsin ol fÀêıl kişi cevÀb eyle virdi ki ol dosta şefúat etmek şimdi anıñ elin alub úaldırmaúdır evvelki vaúitden daòí 340 Sizden biriniz bir kardeşini severse, bunu ona haber versin. 122 ziyÀde yaúin olub Àheste Àheste maèÀãíden anıñ meylin münúaùıè úılmaàa saèy etmekdir ümídvÀrım ki Óaú teèÀlÀnıñ faølı ve luùfıyla benim èayn-ı muóabbetimden úopan (29b) naãíóatlerümi aña leõíõ ve şírín gösterüb mü´eååir úılıvire tÀ tevfíú refíú olub tevbe ve istiàfÀrla yine şÀyeste-i raómet ve sezÀvÀr-ı maàfiret ola didi yedinci dostuñ yüzine úarşu laùíf óareketlerle şírín åenÀlar etdügi gibi àÀyib iken daòí òayır duèÀsına meşàÿl ola ki àÀyibin àayib óaúúında duèÀsı tíz icÀbet bulur Óaøret-i risÀlet èa. m. buyurur Daèvetu’l-aò le-aòyerenne fí’l-àayb341 Ebÿ’d-derdÀ eydür her namÀz èaúabince secde idüb secde içinde dostlarımdan yetmiş adıyla õikr idüb duèÀ iderin Muóammed bin Yÿsuf IãfahÀní eydür äÀlió dost úande ele girür ola kim aña mÀnend olabilür ki óayÀtıñda seniñ içün níkòÀhıñ ve vefÀtıñda òayır duèÀña mülÀzımıñ ola sen Àòiret seferinde iòtiyÀr etduàuñda ehliñ ve èıyÀliñ mÀlıñ ve mírÀåına meşàÿl ve dost seniñ firÀúıñ baórine müstaàraú ehliñ ve èıyÀliñ yine sen etduàuñ èulví ve süflí sarÀylarda sürÿrla sÀkin sen yerler ùabaúalarınıñ altında dostuñ úarañu gicelerde iòlÀãla seniñ yarlıàanmaàın duèÀsına meşàÿl ãÀlió dost ke´ennehu melÀ´ikeye iútiêÀ ider niteki òaberde gelmişdir úaçan bir mü´min raómet-i raómÀna ulaşa òalÀyıú ãorarlar ki èacabÀ ne denlü mÀl mírÀå úodı ol melÀike ãorar ki èacabÀ Àòirete aèmÀl-i ãÀlióÀtdan ne iletdi ola óadíåde gelmişdir ki kimiñ semèine mü´min úarındaşınıñ mevti òaberi degse esirgeyüb anıñ yarlıàamasıyçün duèÀsına ve cenÀzesine óÀøır olub namÀzın bile úılmışca åevÀb anıñ dívÀnına yazılur dirler sekizinci vefÀ etmek dostluk (30a) şarùlarından ulu şarù bilmekdir vefÀnıñ maènÀsı èömür bÀúí olduúça dost muóabbetde åÀbit olub kendüden öñ dosta vefÀ(t) yetişirse dostuñ evlÀdına ve aóbÀbına vefÀdÀr olmaúdır eger dostuñ vefÀtından soñra evlÀdından muóabbet rÀbıùaların kesmek iòtiyÀr iderse evvelki saèyleri øÀyiè ve geçmiş óaúları bÀùıl olur dost dostı AllÀh içün idinür ol dost sarÀyına seyr etdiyse pÀdişÀh-ı õü’l-celÀl ki ol dostuñı anıñ dostluàına dost idinmiştir ol sulùÀn-ı ezelí òod ebeden li-ÀbÀd pÀyende ve bÀúi idügüne şübheñ yoú pes anıñ muóabbetine el-vefÀ baède’l-vefÀt deyu dostuñuñ müteèallıúÀtına ve muòallefÀtına vefÀ etmek dostluú ùaríúinde kendüye óayÀtında etmekden laùífdir baèøılar dimişdir kim Úalílün baède’l-vefÀt òayrun min keåíri’l-vefÀ´i fí óÀli’l-óayÀt342 Óaøret-i resÿlü’l-kerím 341 Kardeşin gayben duası daha hayırlıdır. 342 Ölümden sonra az bir şey, dünyada yaşarken gösterilen vefadan hayırlıdır. 123 èaleyhi’s-selÀm buyurur el-óubbu yetevÀreåü’l-vÀlidÀti343 dostluú oldur ki oàlanlarına mírÀå úala soñra ùokuzuncı dost gerekdir ki mecÀl ve imkÀn el virdügi deñlü güci yetdügi ve ùÀúati irdügi úadar luùf u keremi dostdan diríà ùutmaduàundan ãoñra dostdan daòi ol görmek èıveøin umub anı tekellüfe düşmelü etmeye güci yetmeyüb èıvaø etmeyicek incinmek lÀzım gelür bu òod bí vechdir ki dost dostdan incine onuncı dost dosta ne úadar inèÀm ve iósÀn iderse dost óaúúında Ànı azar úoya ol úadrde kendüyi úÀãır bilüb ziyÀde iúdÀm ide ve dostuñ (30b) òÀùırı rièÀyetde iki nesne vardur ki dïstuñ òÀùırı olur işbudur ki õikr etdik kendü daòi aña şÀd ola dïst ùarafından kendü daòi rièÀyet tevaúúuèun itmeye kereme kerem ummaú èÀdet-i ekremden degildir beyt Olmaya andan ulu cÀnda sürÿr Ki dïst dïst òÀùırını göre sürÿr Olur iki cihÀn ol demde ÀbÀd Kişi sevdügünüñ göñli ola şÀd BÁB-I HEŞTÜM: Der beyÀn-ı èadÀvet ve esbÀb. Ve düşmenlik ki vardır emr-i òaùar-nÀk ve kÀr-ı müşkildir òÀã ve èÀmma ve her ãınıfa øarar ãarÿrìdir òuãÿãÀ pÀdişÀhlara daòi èadÀvetiñ levÀzımındandır ki vÀsiè ùÀúat ve úudret-i istiùÀèat úadar saèy olunub èadÿ-yı varaùÀt-ı hÀyile ÀfÀt-ı èaôìmeye düşüre èadÿ daòi úuvveti miúdÀrınca muòÀãame ùarìúlerin ve muóÀrebe úaãdına muúÀvemet sebìllerin fetó idüb èadÀvet içün müheyyÀ olur bu iki ùarafdan úopub èadÀvetin netìcesi òalÀyıú birbiriniñ mÀlına Àfet ve nefsine øarar ve òaùar yetişdirmekdir pes iki cÀnibiñ daòi cÀnları òaùar maèraøında ve çÀhları Àfetler ãadedinde mürtehir olmaúdır pes èaúlıñ levÀzımındandır vüsè-i ùÀúatca düşmenlikden ãaúınub øarar-ı èadÀvetden àÀfil olmamaú ki èadÀvetiñ dünyÀya øararı degdügi gibi Àòirete daòi ziyÀde øararı deger meåelÀ düşmen düşmene hemìşe óased idici olur niteki Resÿl èaleyhisselÀm buyurur ki el- 343 Dostluk, çocuklara miras kalır. 124 óasedu ye´kulu’l-óasenÀt ke-mÀ te´kulu´l-òatabe´n-nÀr344 yaèni óased etmek óasenÀtı şöyle yir ki (31a) od odunı yir gibi bu úÀèide bu õikr olunan ùarìú özine muúarrer oldı èÀúil kÀr-dÀn kişiye vÀcib oldı bile ki èadÀvet neden úopar iótiyÀù idüb ol ùarìú kendüye baàlana mümkin olduàı úadar saèy idüb Àferìde ile èadÀvet úaãdın itmeye çünki nÀgÀh bì-iòtiyÀr bir kimseyle düşmenlik vÀúiè ola gerekdir ki ol düşmen ile zindegÀnì ne vecihle itmek gerek anıñ tedbìrinde ola meşÀhir-i óükemÀ dimişdir beş sebeb vardır ki andan èadÀvet mütevellid olur evveli bir kişinin elindeki nesneye yÀòÿd nefsine bì- istióúÀú ùamaè eylemekdir ikinci manãıbına veya mÀlına el uzatmaúdır şièÀr-ı şerèa muòÀlif üçünci iú[ti]dÀrına ululanub yÀòÿd cevr-i taèaddì niyetin bildirmekdir dördünci bir vaède-i şehíre ile ümìd-var idüb ãoñra nevmìd eylemekdir beşinci ãovuú söz söylemekdir eger sözi èadl ü dÀd üzerine daòi olursa geldik anıñ beyÀnına ki düşmÀn ile nice dirilmek gerek bil ve ÀgÀh ol ki her vaúitde ve her sÀèatde úÀbil degildir ki anda èadÀvet ilerü gele ve her zamÀnda èadÀvete mübÀşir olıcaú düşmenleri úahr idüb muòÀlifler ãanmaú elvirmez óükm-i øarÿret ile çünki bir şaòã ile èadÀvet mutaãavver ola andan dÀéim óaõer içinde olmaú gerek düşmeniñ ùatlu sözüne ve ıãıcaú óareketine maàrÿr olmaúdır úuãÿr-ı èaúldandur şol cihetden ki bir düşmenlik ki düşmeniñ göñlünde bir müddet mütemekkin ola egerçi ıôhÀr etmez maèlÿmdur ki mecÀl azlıàındandır (31b) ya mÀniè-i maóø vardır ÀşikÀre itmege fırãat bulunca óìle ve mekre meşàÿl olur óukemÀ dimişlerdir ki her düşmen ki mekr ü óìle ve àurÿr-ı òudèa ıssı andan ziyÀnluúdur ki ÀşikÀre úuvvet gÿşeşiyle ola niteki dimişlerdir ki eşerrü’l-èadÀ aòfÀhum345 EflÀùÿn eydür düşmenden ol vaúit úorúmaludur ki göñlüñe gümÀn gele dïst oldı deyu düşmen ki fièlini ve niyyetini bÀùında yaramaz ve sözi ôÀhiren eyü ola úara demüre beñzer ki altun yaldızlanmış ola seyble altun ãatub alasın ãatacaú vaúit maàbÿn olasın EflÀùÿn eydür eger saña maèlÿm-ı müteóaúúıú olursa ki düşmenlik elin kesemezsin yÀòÿd baàlayamazsın ol eli öpmek gerek tÀ şerrinden emìn olasın niteki óükemÀ da naãìóat içün dimişlerdir ki beyt 344 Haset, ateşin odunu yediği gibi, kişinin iyiliklerini yer. 345 Düşmanların en kötüsü, gizli olandır. 125 Ne-güftet ne-dÀnì ey ibn-i pür-füsÿs Ki destì ne-tüvÀn bürìden be-bÿs346 Óìle ve Àl ve rıfú-ı müdÀrÀ ile düşmene yeg bulunur andan ki óuşÿnet ve ãalÀbet ile ola úatı yel ki heybet ile eser aàaçlarıñ budaúların egüb ve yapraàın dökebilür ancaú nÀdir vÀúiè olur ki bir aàaç yıúa ve lÀkin ol luùf Àhestelikle ve nermligile ki aúar ãudur yavaşlıàla aàacıñ altına girür dibinden úoparur yire bıraàur óükemÀ eydür düşmenle muúÀbil olub muòÀãame iderken zinhÀr àuããaya köndöziñi yol virme àaøab kişinüñ èaúlı yolun baàlar ve eger saña düşmenden bir elem ve ÀzÀr yetişse meydÀn-ı intiúÀmda füsóet müşÀhede etseñ fevt-i fırãat òaùÀdır eger fırãat-ı intiúÀm müteèaõõir ise erüb (32a) intiúÀma iúdÀm etmek daòi òaùÀdır anıñ gibi vaútinde rÿzgÀra iètimÀd idüb zamÀna muntaôır olmaú münÀsibdir ki ebnÀ-i rÿzgÀrıñ intiúÀmını yine rÿzgÀr alıvirir zamÀn rÿzgÀra gÀh uyanmış çerÀàları diñlendirir gÀh uyumuş baòtları uyandurur kişi düşmenden şöyle iótiyÀù ve iótirÀz etmek gerekdir ki mÀr-ı efèìden gibi tÀ aña degin ki rÿzgÀ(r) müsÀèıde ve iúbÀl müteúabbil ola çün devlet yÀr ve baòt muvÀfıú olur ol vaúit intiúÀm-ı aèdÀya iúdÀm mübÀsídir úaçan rÿzgÀr-ı müsÀèıde ve eyyÀm muvÀfıú olmaya ol demde èadÿyla muúÀbil olub muúÀvemet müteveccih olmaú kendünüñ óaúÀretin istemekdir anıñ gibi òaùarlu vaúitlerde àÀéib olmaú èayb degildir ÚuréÀn-ı mecìdde maèlÿmdur ki MÿsÀ èaleyhi's-selÀm Firèavna fe-ferertu minkum lemmÀ òıftukum347 dimişdir ve daòi dimişlerdir ki el-firÀru mimmÀ lÀ-yuùÀúu min süneni´l-mürselín348 Yaèni ol vaút ki muúÀvemete ùÀúat olmaya úaçmaú peyàamberlerüñ sünnetindendir kişi ki bì vaúit düşmenle muòÀãame ide silÀóın düşmen eline virmiş olur veyÀòÿd düşmeniñ oúuna kendüyi nişÀn itmiş olur èadÀvet-i maòfì òïşdur eger sezinilürse de teévìle úÀbildür ÀşikÀre elbette cenk olur Beyt èAfÀ´llÀh düşmení-rÀ ki ÀşikÀr NümÀyed düşmení ez kibr ez kín Laèn ber düşmení ki ÿ dÀred ez kín Velí pür-kíne vü elfÀz-ı şírín 346 Ey hayıflanıp duran kişi, sana kimse bilmiyorsun demedi ki bükülemeyen el öpülür. 347 Sizden korkduğum için kaçtım. Şuara 26/21. 348 Güç yetmeyen şeyden kaçmak, peygamberlerin sünnetlerindendir. 126 Ki ân düşmen besí bihter ez ín dost Be-óaúú-ı sÿre-i ÙÀhÀ ve YÀsín349 (32b) Caèfer-i äÀdıú raêıyal'lÀhu èanh eydür inní lÀ-ubÀdiru ilÀ úaøÀ´i óÀceti èaduvví maòÀfeten bi-en yestaàni minní350 Yaèni eydür bir düşmeniñ óÀcetin úaøÀ etmekde evereyin andan úorúub ki benden àayrıdan istièÀnet idüb benden müstaàni ola deyu İbn èAbbÀs raêıyal'lÀhu èanh eydür çün düşmen seniñle danışıú danışa ãavÀb yolun gösterüb åevÀb eşi olsa ol òod seniñ naãìóatiñiñ øıddın işler maúhÿr olur Óakìm-i Hind eydür her iş ki müdÀrÀyla ve nermlikle óÀãıl ola ívmek olmaz çoú vÀúiè olur ki ívmek işlerde olsa andan ulu òaùarlar ve müşkil belÀlar yüz gösterir beyt Ber mey çü gerden nehed rÿzigÀr Dürüstì vü sahtì ne-bÀyed be-kÀr351 ÓikÀyet: Bir deryÀ kenÀrında bir èukÀb ile bir çaúal vaùan ùutmuşlardı èuúÀb her gün hezÀr òavf-ı iótiyÀù ile kendözin deñize urub balıú ãayd iderdi kenÀra çıúub yemege ibtidÀ idince çaúÀl mìşe içinden busudan nÀgÀh çıúub balıàı èuúÀb elinden úapardı ve mìşeye úaçardı èuúÀb ac ve maórÿm úalurdı èuúÀb bu ôulmi üzerinden defè etmekiçün endìşe úıldı gördi ki bu maóalde ãabrla müdÀrÀdan àayrı çaúal ile muèÀmele müteèaõõir pes kendüye didi ki bu diyÀrıñ kenÀrından geçüb bir yerde daòi nuúl etmek maúÀm-ı meénÿsumı ve vaùan-ı meélÿfumı terk idüb dïstlarımı àamgìn idüb düşmenler sevindirmek şenìè fièildir ki bu fièille ben úuşlar içinde dÀstÀn olsam gerekdir beyt (33a) Beter rÿzgÀrÀn şümÀrem heme Ki ber kÀrem düşmen güõÀrem heme352 Merdüm-i baòtiyÀr ve èizzet-i iòtiyÀr oldur ki eger çoú yaşar eger az yaşar mÀdÀm ki óayÀtda der-be-heróÀl òÀnümÀnınıñ üzerinde ola vaùanını düşmene úoyub kendü ÀvÀre olmaú bedrÀylıúdır eyü ola ölmek yegdir düşmen altında èÀrla yürimekden beyt 349 Allah kibir ve kinden kaynaklanan düşmanlığını açıktan (mertçe) gösteren düşmanı affetsin. Kin sahibi fakat zahiren tatlı sözlü düşmana da lanet olsun. Taha ve Yasin suresi hakkı için öyle aşikar bir düşman, böyle dost görünen düşmandan çok daha hayırlıdır 350 Düşmanımın işini görmekten sakınmam, çünkü benden başkasından yardım alır ve benden müstağni olur. 351 Eğer zaman sarhoşluğa teslim olmuşsa dürüstlük ve kabalık bir işe yaramaz. 352 Ben işimin başında ve düşmanları bırakmış haldeyken günleri sayıp durmam daha kötüdür. 127 Be-nÀm-i nìkÿ kez be-mìrem revÀ-st MerÀ nÀm bÀyed ki ten merg-rÀ-st Çünìn güft Òusrev ki mürden-i be-nÀm Bih ez zinde düşmen bedÿ şÀd kÀm353 ÇaúÀl ki dÀéim óìle ile busudan çıúar benim ãaydumı úapub mìşeye girür ben daòi anıñ tedbìrinde olayın ki óìle ile aña àÀlib olam pes bir muràı úaàırub çaúala gönderdi ki aña diye úoñşılarız úoñşı úoñşıyı incitmek òaùÀdır vÀcib olan ikrÀmdır ki peyàamber óazreti èaleyhisselÀm buyurur ekrimi’l-cÀre ve lev kÀne kÀfiren354 yaèni úoñşınıñ úoñşı üzerindeki óuúÿú-ı taúrìrine Cibrìl èaleyhisselÀm şöyle basù-ı kelÀm idüb didi ki úoñşı úoñşıdan mìrÀå olur èArab eydür mine’l-mürüvveti keffü’l-eõÀ [èani]’l- círÀn355 eyle olsa ben şöyle cÀéiz gördüm ki günde iki balıú ùutam birin úoñşuma virem ve birisiyle ben úanÀèat idem bunuñ üzerine ãuló muúarrer oldı èuúÀb iki balıú ùutub birin çaúala birin kendü àıdÀ idinürdi çaúal daòi ferÀà-ı bÀlile deñiz kenÀrında seyr idüb gezer óìle ile balıàı èuúÀb óuøÿrla úarşusunda yir oldı bir gün èuúÀb geldi gördi çaúal uyòuya varmış fırãat àanìmetdir deyüb añıl añıl (33b) çaúalı süñsününden ùutdı hemÀn nefes èacele ile uçub havÀya aàdı bir yüksek yerden deñize bıraàub didi ki uşda ben balıàı işbu aradan ùutarın sen dahi bil deyüb düşmeni helÀke virdi düşmene ãabr ile müdÀrÀ idüb göñli murÀdına irdi SindbÀd óakìm eydür isterseñ kim düşmene murÀdıñ üzre intiúÀm idesin ardından yaramazlıú dime ve yüzüne úatı söyleme belki taèôìm ile òiùÀb idüb nerm cevÀb vir ki fırãat bulasın úıùèa Çün rübÀh-rÀ kuşt òºÀhí ne-gÿ Ne-òºÀní be-nÀmeş meger şír-i ner356 Çü tilkÿyi itmek dilersen şikÀr Dime tilkÿ arslÀn degül zinhÀr AnÀ deggin fırãat müheyyÀ ola Beşini yÀr on derisin çıkar 353 İyi nam için ölsem revadır. Bana nam gerektir, yoksa bu beden zaten ölecektir. Husrev şöyle demiştir. Nam ile ölmek, düşmanı mesut iken diri olmaktan daha iyidir. 354 Kafir bile olsa komşuna ikram et. 355 Eza elini komşudan çekmek, mertliktendir. 356 Eğer tilkiyi öldürmek istersen onu küçümseyerek erkek aslan değildir deme. 128 BÁB-I NÜHÜM Der-mevèıôa-i ferzend ü óüsn-i tertìb ve naãìóat Bilgil ve ÀgÀh ol oàul úız atanıñ ve ananıñ elinde emÀnet-i vedìèat gibidir ãaúlamaàa muótÀc ve oàlancıúlarıñ òÀùır-ı pÀk-cevheridir beàÀyet ãÀfì ve nefìs cemìè naúışlardan òÀlì ammÀ her nevèe naúşa úÀbil ve nerm-i laùìf mum gibi her mühri úabÿl idici ve ne görse ana meyl idicidir pes devletlü ata oldur ki oàlancıàınıñ evvel-i ùıfliyyetinde anıñ terbiyetinde àÀfil olmayub dÀéim òayra úandırmaú gerek ki tÀ óaúú üzerine olub òayırlu èamelde olalar çün òayır nihÀdında úarÀr ùutma dünyÀda ve Àòiretde saèÀdet ıssı olub atasınıñ anıñla åevÀbı artıú olur ki ol åevÀb atanıñ óüsn-i terbiyetiniñ netìcesidir eger óüsn-i terbiyetiniñ saèyinde taúãìrÀt (34a) idüb úolayına úorsa behÀyim gibi seyr iderken şÀyed şerre meyl idüb şeúÀvet iòtiyÀr ide ol vaúit günÀh mürebbìniñ boynuna olur niteki Óaúú celle ve èalÀ buyurur úÿ enfusekum ve ehlìkum nÀren357 maènasıyla èamel etmemiş olur evvela oàlan ùalebde iken ol vaúitlerde cimÀèdan ãaúına ki óaøret-i risÀlet èaleyhisselÀm vaãiyyet etdüginde tafãìl ile õikr etmişdir òuãÿãÀ bu üç vaútde ki ayıñ evveli vardır ve ortası ve Àòiridir ol vaútlerde ana raómine düşen oàlana vesvÀs-ı şeyùÀn àÀlib olur úaçan oàlan vücÿda gele gerekdir ki aña bir dÀye bulalar ki òïş òÿlu ve óalÀl loúmalu ve ãÀlióa ola zìrÀ bu üç maènì meèÀnì-i muèteberedendir bu üç ãıfatla mevãÿf olmayan dÀyeye oàlan emzirtmelü degildir ki dÀye yaramazlıàı oàlana sirÀyet ider niteki Nebì èaleyhi's-selÀm buyurur ki er-rıêÀè yuàayyiru’t-ùıbÀè358 Eyü kişiden ola oàlan daòi eyü olur zìrÀ oàlanıñ ùabìèatı dÀyesi ùabìèatına döner pes aãıl bünyÀd-ı tertìb ve ıãlÀó dÀyedendir ÓikÀyet óaøret-i perverdigÀr ve fÀèil-i muòtÀr bir gün melekü'l-mevtden suéÀl etdi ki yÀ melekü'l-mevt bunca müddetdir ki úabø-ı ervÀóa mülÀzimsin úabø-ı rÿó iderken hìç kimseyi esirgedüñ mi yoòsa èÀdet olduàı cihetden esirgemekden fÀrià misin melekü'l- mevt didi ki ilÀhì saña maèlÿmdur ki baèøı ervÀó úabø iderken farù-ı şefúatden baña ne óÀller olur amma zamÀn-ı mÀøìdeki ibtidÀ-i müddet-i tÀrìò óaøretüñe maèlÿmdur ki deñiz yüzünde bir gemi içinde bir cemÀèatin 357 Kendinizi ve ailelerinizi ateşten koruyun. Tahrim 66/6. 358 Emzirme tabiatı değiştirir. 129 (34b) rÿóun úabø it deyu ben øaèìfe buyurduñ ol gemi helÀk olub òalú deñize döküldi amma bir taòta üzerinde bir òatun kişi bir süd emer oàlancıú ile àarú olmadı baña buyurduñ oàlancıàıñ anası rÿóun úabø etdim süd emer oàlancıú deñiz yüzünde bir taòta üzerinde yetìm yalñuz kaldı benim ol yetìme özüm ne vecihle göynüb cÀnım ne resme acıduàını óaørete maèlÿmdur ilÀhì anıñ óÀli nice oldı bu øaèìf úuluña òaber vir melik-i kerìm ve rabb-i raóìm buyurdı ki nesìm-i ãabÀya emr etdim ol taòtayı luùf-ı dirÀyetle sürüb deryÀ kenÀrına getürdi ol sÀèatde yele buyurdum bir úuvvetlü mevc úoparub taòtanıñ altından girdi taòtayı úuvvetle kenÀra atdı ãu çekilince oàlan úuruda úaldı taòta ãuyla deñize bile gitdi bir Àb [u] havÀsı laùìf cezìre idi her nevè yemiş her faãlda bulunurdı òuãÿãÀ ol oàlan düşdügi mevøiè baór kenÀrında bir mevzÿn muràzÀr idi ki çemenleri ter óarìrden yumuşaú ulu èÀlì ve sÀyedÀr aàaç bitmişdi üzerinde gölgesinde rÀóatla yatdı nesìm-i rÀóat-baòşa buyurdum ki Àheste es ve òÿrşìd-i cihÀn-tÀba didim ki ol oàlana luùfla işrÀú idüb eåerüñi nerm ùoúundur tÀ óuøÿr-ı emn içinde refÀhiyyetle Àsÿde-óÀl olub ulala ve bir enügi olmuş südlü úaplan var idi ki südi àalebesinden kendüye zaómet èÀrıø olmuşdı bì ÀsÀyiş seyr iderken nÀgÀh gözi ol oàlana düş oldı hemÀn oàlanıñ gözlerini úudretimle úaplan enügi gözlerine müşÀbih úıldım úaplan ol şavúa raàbetle varub (35a) oàlanı emzirdi az müddetde oàlan neşvü nemÀ buldı ayaú üzerine gelüb seyr iderken bir mevøièe vardı ki ol yir perìler menzilgÀhı idi perìler gördiler ki bir mehpeyker zìbÀ ãÿret oàlanı úabÿl idüb terbiyete meşàÿl oldılar perì dilin ögrenüb ve anlarıñla muãÀóib oldı aña deñlü ki bir gün yine yil bir gemiyi ol cezìreye bıraúdı gemi ehli cezìrede seyr iderken oàlanı buldılar aldılar gitdiler melekü'l-mevt yine óaøret-i ulÿhiyetden ãordı yÀ rabb ol oàlan şimdi neye mensÿbdur óaøret-i Óaúú buyurdı ki şimdi Mıãıra sulùÀndır beyt Meånevì èAtÀ úıldım aña envÀè-ı nièmet FerÀà-ı emn ü ãıóóat baòt u devlet Şu deñlü etdim aña luùf u iósÀn Ki óaddin bilmege èÀcizdir insÀn Eline fi'l-meåel ala úara òÀk 130 Dürr-i òÀliã olurdı yÀ dürr-i pÀk CihÀn òalúı aña òïş oldı münúÀd Olıcaú salùanat taótında dilşÀd Çü òalúa anı etdim müstaúil şÀh Úapumdan yüz çevirdi oldı gümrÀh Úarardub yüzin ol kÀní maèÀãí Olupdur şimdi dergÀhıma èÀãì Çü yoúdur anda dìn şerm inãÀf Urur tañrı benim deyu ãovuú lÀf èarø bu etdügim çoà eylüge ol Benim tañrı degülim dir saña úul Benim munãıflara settÀr u àaffÀr Velì ôÀlimlere cabbÀr ve úahhÀr Çü yoú inãÀfı oldı şimdi bÀàì Benim mülkümde oldı baña yaàı Bilürken kim benim Rabbü'l-òalÀyıú Bugün úahruma nefsin etdi lÀyıú (35b) Benim òod yoú beúÀma óadd ü àÀyet Anıñ èömri bugün buldı nihÀyet Dükendi müddeti var cÀnını al İlet anı cehennem úaèrına ãal äorarsañ kimdir melèÿn-ı maùrÿd èAleyhi'l-laène bil adını Nemrÿd Aña kim dÀye nemr u cindir üstÀd Aña lÀyıú bu kim Nemrÿd ola ad Emen barmaúlarından şìr-i úudret Òalìl oldı başında tÀc u rifèat Gerek ãÀlió ola üstÀd-ı dÀye Ki oàlan ala andan pÀk mÀye 131 Üçünci Oàlan söz añlar olıcaú üstÀd-ı ãÀhióe virmek gerek ki hem èilim taèlìm ide ve hem ÀdÀb ve meóÀrim-i şerèìden menè ide ve kendü aúrÀnı oàlancıúlar elinden nesne úapdırmaya ve yalan söyletdirmeye ve kimseye sögdürmeye bu ãıfatları anıñ úatında meõemmet taóúìrle aña tÀ oàlanıñ òÀùırı bu envÀèıñ emåÀlinden özge ve èörfde müstaósen olan ãıfatlar ki gerçek söylemekden àayrı rıfú u luùufdur pìrlere óürmet idüb kendüden ululara ikrÀm göstermekdir bu meèÀnìniñ envÀè-ı eşbÀhla oàlan óuøÿrunda medóle aña óaãÀyil-i óamìdeye meyl idüb rezÀyil-i reddiyeden ictinÀb ve iótirÀz etmek õÀtı olub ùabìèatında müstaókem ola Dördünci Gerekdir ki yaramaz yoldaşdan anı muókem ãaúlayalar beş ùÀéife muãÀóabetinden uãlu kişiler ãaúınmaludur ki şÿmluàı ve şerri sirÀyet etmeye òuãÿãÀ oàlan ki elbette şerre ve fesÀda varır evvel şÿò-ı bì-şerm ikinci keõõÀb üçüncü lecÿc dördüncü bì-bÀk úanúı işe gerekse şürÿè idici ola beşinci (36a) fÀcir ki muãÀóabeti zehr-i úÀtildir bu beş ùÀéifeden ıraà olıcaú ümìddir ki bÀúìsinden kendözini ãaúınabile altıncı ata olmaú isteyen gerekdir ki her vaút (-i) şehvet teúÀøÀ idüb nefs hevÀsıyla şehvete mutÀbaèat idicek nÀpÀk toòm menÀbiè úılmaya ki oàlanıñ ùamarı etine ulaşmışdır ve seniñ şehvetiñ anıñ şehvetine úarışur yaramaz òatunlar ile muèÀmele iden kişi oàlı óaúúında òabÀået iòtiyÀr etmiş olur ve óaøret-i resÿl aleyhi's-selÀm buyurur LÀ ye´tí [ila’llÀhi] sübóÀnehu aóadun bi-õenbin èaôímin min cehÀleti ehlihi359 Óaúú TeèÀlÀ dergÀhına andan ulu günÀhla varmış kimse olmaz ki ehl-i beytini cÀhil úoya óaúk bÀùıl nedir ögretmeye ya òod bir ögrediciye teslìm etmeye bu kişi èıyÀlini meóÀss-ı memdÿóa ile müzeyyen ve óaúú-şinÀs úılmaúda saèy etmek gerçi meşaúúatdir ammÀ ol meşaúúati iòtiyÀr etmeyince kişi serverlige sezÀvÀr ve ululuàa lÀyıú olmaz Óaúú TeèÀlÀ buyurmuşdur ki lem tekÿnÿ bÀlıàíhi illÀ bi-şıúúı’l-enfüs360 óikÀyet dimişlerdir ki èAbdü'l-melik MervÀnıñ beş oàlı var idi anlara vaãiyyet idüb didi ki TevrÀtda yazılmışdır lÀ kenze enfaèu mine´l-èılm361 Yaèni hìç genc yoúdur ki èilimden aãıllu ola imdi èilim óÀãıl etmege cidd ü cehd idiñ kim hem èilim hem mÀl ve hem kÀmkÀrlıàa sebeb olur ammÀ mÀlıñ òaùarı çoúdur òaùarsız òazìne èilim òazìnesidir neseb daòi egerçi sebeb-i èizzetdendir faøl-ı èilim ile daòi ziyÀde olur beyt 359 Kişi, ailesini cahil bırakmaktan daha büyük bir günahla Allah’ın huzuruna varmaz. 360 Kendinizi büyük sıkıntılara sokarak gideceğiniz yerlere, onlar taşır yükünüzü. Nahl 7 361 İlimden daha yararlı bir hazine yoktur. 132 Eger çi ki òÿy-est ber kef gevher Çü ÿrÀ be-reste künî òÿbter362 BuúrÀù-ı óakìm eydür oàul iúbÀl-i devleti ve kemÀl-i siyÀdet üzre saèÀdeti atanıñ (36b) göñlün òïş eylemek ile bulur ataya andan bu saèÀdet olmaya ki meóÀsin-i marøiyyete ile ve òaãÀéil-i cemìle ile ÀrÀste bir oàlı ola hìç kimse derecÀt-ı devlet ve merÀtib-i saèÀdetde kendüden èÀlì olduàun kimesneniñ istemez ve illÀ ata oàlunuñ kendüden èÀlì olduàun ister hem eyle gerek kişiye ki eyü oàul cÀndan èazìzdir ata eyü oàul öñünde olduàın ister ki sevgilü cÀnını sevgilü oàul öñünde teslìm ide oàlı ãoñunda úalub òayırla anıñ rÿóunı añar bu devlet ol ãÀóib-i saèÀdet kişiye ulu manãıbdır ki oàlunı èilm ü edeb kesbine taórìk ve taórìø ide oàul ki tÿtiyÀ-yı èilmile rÿşen-dìde olacaú şinÀs olur pes ata ve ana óaúúın kendüniñ üzerinde åÀbit ve muóaúúaú bulub rÿólarınıñ duèÀsı müdÀvemetine mülÀzim olur èÀúil atalar hemìşe sevgilü oàlancıúlarına üstÀd cefÀsın çekmekde òayır naãìóat etmegi faòr idinür ki emìrü'l-müéminìn èAlì kerema'llÀhu veche eydür men ãabare èalÀ taèbi´l-èılm meteèa’llÀhu bi-rÀóati’l-edeb363 yaèni èilm yolunda zaómete ãabr ideni Óaúú aña beròÿrdÀrlıú virüb rÀóata irgürür Beyt Kim ki ten rÀóatınadır meşàÿl Bulmayısar cihÀnda rÀóata yol İòtiyÀr ide kim ki zaómet-i ten Her murÀdına òïş ùoàar bulur ol SulùÀnü'l-muóaúúıúìn MevlÀnÀ CelÀle'd-dìn úaddesa'llÀhu rÿóu'l-èazìz buyurur ki beyt Eger yek dem beyÀsÀyem revÀn-ı men neyÀsÀyed Men Àn lahza beyÀsÀyem ki yek laóôa neyÀsÀyem364 Yaèni eger bir nefes diñlenmek isteyem rÿóum bì ÀsÀyiş úalub diñlenmez beyt Ne-tersìd bÀyed zi renc-i büzürg Ki der zìr-i Àn-est genc-i büzürg365 362 Gerçi kendisi paraya engel olsa bile ilme bağlanmak daha güzeldir 363 İlim öğrenmenin zahmetlerine dayanan kişiye, Allah, edebin rahatlığını ihsan eder. 364 Eğer bir nefes dinlensem ruhum dinlenmez. Ben dinlenmediğim an dinlenirim. 365 Büyük sıkıntıdan korkmamalı. Çünkü onun altında büyük hazine vardır. 133 (37a) Yaèni ulu zaómetden úorúmalu degildir ki anıñ altında ulu nièmet buluna ki men ùalebe’r-riyÀsete ve lem yectehid fi’d-dirÀseti ve hüve åevrun fi’d-desÀseti366 Her kim ki riyÀset ululuú ùaleb ide ve èilm taóãìlinde ders taèabın çekmeye ol òidmet sürür bir buàÀ meåÀbesindedir Belínÿs óakìm eydür kişiye èilim kemÀl ve cemÀl baàışlar ve mÀl ÀrÀyiş-i iúbÀl virir şaòã-ı bí-dÀniş òor-ı bì-miúdÀr olur ve mÀlsız kişi hemìşe ayaúlar altında õillet-i denÀéetle miónetdedir ve her murÀdından maórÿm ve her Àrzÿsuna bì- dest-res bulur eger gökden belÀ nÀzil olsa miskìn üzerine iner ve eger yerden cefÀ çıúsa dervìş üzerine hücÿm ider eger dervìş iñlese kimse işitmez ve diñlemez eger aàlasa kimse gözi yaşın silmez muèaôôam meclislerde ve muèteber maófellerde mÀldÀrlar bir söz ki söyleyeler eger rÀst eger rekík taósìn ve Àferìn derler dervìş eger aàzından dürr-i gevher yaàdura kimse úulaàına úoymaz ve eger dilinden úand-i nebÀt aúıda kimse ùınmaz belki ebsem ùur küstÀòlıú etme deyu sögerler pes èÀlì himmet ve èÀúil atalara lÀyıú budur ki ùayyib ùaraflardan ve óalÀl cihetlerden cemè olunmuş mÀlın èıyÀliçün zaòìre úoya ve bu ãÀlió niyyetini dünyÀda èayn-ı mürüvvet ve èuúbÀda maóø-ı saèÀdet iètiúÀd ide eger mecÀl mÀl-i mümtenièe elbette èıyÀlini üstÀd-ı òÀõıúa teslìm etmekde taúãìr etmeye ki èilm kişiye hem mÀl ve hem cemÀl yeter Vehb ibn-i Ümeyyeden rivÀyetdir ki DÀvÿd Peyàamber èaleyhi's-selÀm òalúdan èuzlet iòtiyÀr etdi óaøret-i èızzet èazze ismuhu vaóy idüb didi ki yÀ DÀvÿd çıú òalúa ulaş ve anlara èilim ögret ki èilim (37b) dünyÀda ve dünyÀnıñ içindekinden yegdir beyt Ki türÀ mÀl hest dÀniş nìst DÀniş Àmÿz tÀ gestì bÀşi367 Dimek olur ki gerçi seniñ mÀlıñ var velì èilmiñ yoú eyle olsa ehl-i maèrifet óuøÿrunda bir eşekden kemsin zìrÀ Àdemde èilim olmaya fehm olmaz fehmi olmayan Àdem olmaz ve mÀldÀr kişi ki dÀniş olmaya ekåer òasìs olur èilmi olmaduàı cihetden mÀlı maúãÿd-ı bi'õ-õÀt ãanur ãayd-ı maúãÿda vÀsıùa ve neyl-i vuãÿl-ı murÀda vesìledir deyu iètiúÀd idüb maóbÿb belki maèbÿd idinür óubbu´d-dünyÀ re´su külli òaùí´etin368 kişi töhmet ile müttehim olur zìrÀ dünyÀyı maóbÿb idinmek her günÀhıñ başıdır cemÀlle 366 Başkanlık elde etmek isteyen ama ilim tahsiline gayret göstermeyen, şeytanın hilesine düşmüş bir öküzdür. 367 Eğer sende mal var fakat ilim yoksa ilim öğren ki çirkin olmayasın. 368 Dünya sevgisi her günahın başıdır. 134 òısset şÿmluàunda işbu teşnìè-i dil-şiken ve tevbìò-i rÿó-ı úudsiyÀna lÀyıú olur ki dimişlerdir beyt Şeref-i nefs be-cÿd-est kerÀmet be-sücÿd Her ki her dü ne-dÀred èademeş bih zi vücÿd369 Yaèni nefsiñ şerefi cÿdladır cevher degildir ve sücÿdladır ki èibÀdetde kimde ki bu iki şerìf ãıfat mevcÿd olmaya anıñ vücÿdundan èadem yegdür ki èademiñ øararı yoúdur ve cÀhil kendü nefsine ve àayra èadÿdur el-cÀhilu èaduvvun li-nefsihi fe-keyfe yekÿnu ãıddíúen li-àayrihi370 her mevcÿd ki zamÀn-ı Àtìde yaèni gelecek zamÀnda vücÿda gelse gerek èademden gelirdir şÀyed òayırlu ve menfaèatlü ola ammÀ vücÿda gelen cÀhil olıcaú andan òayır menfaèat mutaãavver olmaz èademde var vücÿda úÀbiliyyet-i beşerden selb ider cehl-i edebiyyet anıñ ki dìde-i èaúlında şaèşaèa-i envÀr-ı maèrifetden bir õerre ola cemÀl-i èilmiñ şuèÀè-ı cihÀn-ÀrÀyı (38a) müşÀhede etdügi gibi cehliñ daòi kemÀl-i òabÀåetle tamÀm úabÀóati muèÀyene idebilür eyle olsa bu ãıfat-ı úabìó ü kerìhe ki ãıfat-ı cehldir kişi cehlinden kendüye bu ãıfatı lÀyıú görüb iòtiyÀr etdiyse şefúat ve mürüvvet dìdesine òÀk ãaçub èıyÀline bÀrì revÀ görmeye belki AllÀhıñ raómetinden ümìd kesmeyüb cehl Àfetinden òalÀã ve necÀt bulub èilim èizzetin bula ve dÀniş-i maèrifet ve devlete irişmek ciddile saèy idenlere èilim müyesser olmaú mümkin olduàıyçündür óaøret-i nebiyy-i mihribÀn ve Resÿl-i rabb-i raóman èaleyhi's-selÀm eydür Uùlubÿ’l-èılme mine’l-mehdi ilÀ’l- laód371 yaèni èilm ùaleb idin beşikden çıúub tÀ úabre varınca AristeùÀlis óakìm eydür isterseñ ki şeref-i óikmet-i ilÀhiyye ile rÿóÀnìlere biriküb melÀéik-i melekÿt ile hemnişìn olmaàa lÀyıú olasın beher óÀl yaèni eger nev eger civÀn eger pìrsen èilim ùaleb etmekde èÀrlanma ki èilm ùalebinde èÀrlanmaú cehldir ve faòrlanmaú ÀåÀr-ı maèrifetdir èÀr èilmden èÀrí olanlara gerekdir ki denmişdür Taèallem yÀ fitÀ fe’l-cehlu èÀrun Ve lÀ yerøÀ bi-hÀ illÀ óımÀrun372 369 İnsanın şerefi cömertlikle, kerameti secde iledir. Bu iki özelliği olmayanın yokluğu varlığından daha iyidir 370 Cahil kendisinin düşmanıdır; nasıl başkasına dost olsun. 371 Beşikten mezara ilim talep edin. 372 Ey delikanlı! İlim öğren; çünkü cahillik utançtır. Eşekler hariç kimse cehaletten razı olmaz. 135 Dimek olur ki cehl bir èÀrlanmalu işdir ki ol işe rÀøı olmaz illÀ óımÀr İbn-i MübÀreke pìrlik deminde didiler ki Óaúú TeèÀlÀ saña vaóy idüb bir günlük èömrüñ úaldı dise ol èömri neye ãarf iderdiñ didi ki èilme ãarf iderdim rÀy-ı ãavÀb ıssı kişilere naúd-i èömrüni èilme ãarf ideler ol úadar èilim de olmazsa ki ÀvÀzesi ÀfÀúa irişe bÀri àayretle ol úadar saèy ide ki cÀhiller çerisine ve nÀdÀnlar dìvÀnına yazılmaya en yekÿne (38b) vÀbilun ...373 ekÀbir dimişlerdir ki kim ki iki ãıfat-ı marøıyye ile muttaãıf ola her ulu devlet ve èÀlì-menzilet ki ùaleb ide Allah TeèÀlÀ müyesser idivirir ol iki ãıfatıñ biri ãıdú-ı tamÀmla niyyetinde cÀzim ve muókem ve şürÿè itdügi maúãÿdda ciddì öñ dutub ivmek olmaya ikinci ol Àrzÿ etdügi murÀdıñ úademe-i èalÀmet fi'l-cümle ôuhÿr bulsa ol úadar şükr-i nièmet etmek gerek ki ol şükr-i kÀmil berekÀtında Óaúú TeèÀlÀ murÀdını nice isterse müyesser ide nite ki dimişlerdir beyt Her çend firÀk püşt ümìdem be-şikest Her çend cefÀ dÿ-st ÀmÀlì bìned374 Dimek olur ki her vaút(-i) firÀú benim ümìdim arúasını ãıdı ve her vaút-i cefÀ iki elümi şöyle baàladı ki Àrzÿm endìşesiniñ beli uruldı bu cümlesiyle ben èÀşıú-ı nevmìd olmazam ki kişi neye himmet baàlasa irişür ÓikÀyet sÀlim-i Eftas Meémÿn Òalìfe óuøÿrunda gelicek Òalìfe ikrÀm içün óareket etdi ve kendü eliyle yanına yaãduú úodı SÀlim anı görüb secde etdi Òalìfe didi ki ey şeyò niçün secde idersin SÀlim didi ki ben bir úaããÀbıñ úulıydım anıñ manôarında raàbetim az idi beni úaããÀblıú óiõmetine úÀbil görmedi ÀzÀd idüb destÿr virdi çün başım(a) buyruú oldum İmÀm-ı aèôam raómetu'llÀhi èaleyh óaøretiniñ iòlÀã tamÀm birle mülÀzemet etdim anıñ òidmeti berekÀtında şeref-i faøl-ı èilim beni bir mertebeye irişdirdi ki emìrüél-müéminìn òullidet òılÀfetuhu óaøretleri benim èizzetim içün yerinden úalúub mübÀrek eliyle yanuma yaãduú úodı bu nièmet-i celìliñ şükrÀnesidir ki secde-i şükr etdim BÁB-I DEHÜM (39a) Òidmet-i pÀdişÀhÀn 373 Okunmuyor. 374 Ayrılık ümidimin belini kırsa ve cefa iki katlı olsa da hâlâ emellerim var. 136 Ve beyÀn idüb üst èÀlimlere maèlÿmlu ki pÀdişÀhlıú emr-i èaôìmdir èaôametinde ki èÀdil olan AllÀhıñ maóbÿbı ve muúarrebidir ôÀlim olan AllÀhıñ düşmenidir nite ki nebiyy-i kerìm èaleyhiés-selÀm buyurur ki inne aóabbe’n-nÀsi ilÀ’llÀhi yevme’l- úıyÀmeti ve aúrebehum minhu meclisen imÀmun èÀdilun ve ebàaêa’n-nÀsi ilÀ’llÀhi yevme’l-úıyÀmeti ve eşeddehum èaõÀben ve ebèadehum meclisen imÀmun cÀbirun375 İmÀm CÀbir óaøret-i melik-i mennÀn celle õikruhu luùfundan müşerref emr-i imÀrete lÀyıú görüb serìr-i salùanat üzre saèÀdetle fermÀnında olmaú erzÀnì úılduàından ãoñra kendü fermÀnına münÀsib ve naãã-ı nebeviyyeye muvÀfıú èadl iden şÀh-ı èÀdil òalìfe deyu õikr ider ÙÀvus óaøret-i melekÿt ve óümÀm-ı burc-ı ceberÿt seyyid-i enbiyÀ Muóammed MuãùafÀ èaleyhiés-selÀm es-SulùÀnu ôıllu’llÀh376 deyu añduàundan ãoñra Óaúú TeèÀlÀ kendünüñ ve resÿlünüñ adına adını maúrÿn úılub òalÀyıúı anıñ emrine muùìè oluñ deyu emr ider Eùíèÿ’llÀhe ve’r-resÿle ve ulí’l-emri minkum377 şerefine maòãÿã úılub fermÀnını òalúıñ başına ve mÀlına nÀfiõ úılub bu saèÀdet ve iúbÀle mensÿb olan ãÀóib-i devlet-i şehinşÀha Àyine lÀzımdır ki AllÀhıñ èibÀdetine mülÀzim olub èadl ü inãÀf işÀètinde ve inèÀm ve iósÀn ifÀòatinde saèy idüb ièlÀ-i ièlÀm-ı dìn menÀríúınde gÿş ide ve umÿr-ı èadl-i dÀd bir menÀù üzre ki aókÀm-ı óaøret-i risÀlet aña menÿùdur åÀbit muúarrer duta èaleét-taóúìú veél-yaúìn bile her óayf ki kendüden veya kendüye müteèallıú kimesne (39b) lerden Tañrının úulları üzerine vÀúiè olur ol cevriñ èitÀbını kendü çeker ol ôulmi filÀn úulum etdi diyemez çün vilÀyetiñ óimÀyetine ve raèıyyetiñ rièÀyetine meşàÿl olub øabù-ı umÿr-ı dìn ve óıfô-ı meãÀlió-i müslimìnde tamÀm istiúÀmet göstere dÀd-ı şÀmil ve èadl-i kÀmil birle reèÀyÀsı refÀhiyyetde ve zìr-i destleri rÀóatda duta anıñ gibi melikiñ zamÀnı ki inne’llÀhe ye´muru bi’l-èadli ve’l-iósÀn378 maènìsiyle èamel idüb ehl-i memleketi èadl ü iósÀnla Àsÿde ider ùÀèat ehli çoú olur èibÀdeti çoú iderler ol çoú èibÀdet ùÀèat anıñ mecmÿè-ı úadr-i pÀdişÀhìniñ dìvÀnına åevÀb yazılmaàa lÀyıúdır ki sebeb-i emn-i óuøÿr ol şÀh-ı èÀdiliñ vücÿd-ı şerìfidir ki óaøret-i risÀlet èaleyhiés-selÀm buyurur 375 Kıyamet günü Allaha en sevimli olan ve ona en yakın bulunan insan adil yöneticidir; insanların en sevimsizi, ona en uzak olanı ve en şiddetli azaba uğrayacak olanı ise zulmeden yöneticidir. 376 Sultan, Allah’ın gölgesidir. 377 Allah’a, resulüne ve sizden olan yöneticilere itaat edin. 378 Allah adaleti ve iyiliği emreder. 137 èadlun sÀèatun òayrun min èıbÀdetin sittíne seneten379 yaènì bir sÀèat èadl fÀøılraúdır altmış yıl èibÀdet etmekden ve ol yedi ùÀéife ki úıyÀmet gününde Óaú TeèÀlÀnıñ èarşı gölgesinde dÀòile óuøÿrda olsalar gerekdir evvel èÀdil pÀdişÀhlardır èadliñ èadli åevÀbı her gün altmış ãıddìú müctehidiñ èibÀdet åevÀbınca olur pÀdişÀh-ı kÀmkÀr bu ulu devlete ve bu hümÀyÿn-ı saèÀdete ol vaúitde lÀyıú olur ki on úÀèide-i úÀnÿn ve on melikÀne kendü rÿzigÀrınuñ şièÀrın ve deåÀrın idine evvelÀ reèayÀy ve lìkin himmeti anıñ üzerine ide ki raèiyyet meróamet ve şefúat yönünden kendü nefsi mertebesinde ola nefsi ne ãanursa raèiyyete daòi anı ãana anıñ gibi pÀdişÀh-ı èÀlem-sÀzıñ úulıyım ki reèÀyÀsını òïş ùutayın dir ikinci dergÀhında óÀcet dilemege gelen erbÀb-ı óÀceti intizÀrla óaúìr úılmaya ki reèÀyÀnıñ óÀcetleri (40a) úaøÀsında teéòìr olunmaàı úıyÀmetde pÀdişÀhdan ãorsalar gerekdir İskendere AristeùÀlís neãÀyıóında dir ki saña feryÀd itmege gelenleriñ muèÀvenetinde teéòìr itmek meliklere óaøret-i melikiél-mevt mÀliküél-mülk ol dem èinÀyetin erzÀnì úılur ki kendüden meded ummaàa gelenleriñ maúãÿdların teéòìre bıraúmaya üçünci oldur ki pÀdişÀh vaút-i şerìfini dÀyim müstaàraú-ı şehevÀt-ı nefsÀnì ve me´Àdib-i óayvÀnì belki saèy anıñ üzerine ide ki ekåer evúÀtı bír-i mülke ve terbiye-i raèiyyete ãarf oluna dördünci melikler gerekdir ki her emriñ esÀsın refìú ve luùf birle müdÀrÀ üzre úoya úudret-i saùvet-i àurÿrla àaøaba meyl itmeye Óaøret-i resÿl-i Rabbiél-èÀlemìn duèÀ idüb buyurmuşdur her beg raèiyyet rièÀyetinde rıfú u luùfla vaúÀr üzerine ola yÀ Rabb sen aña rıfú u luùf úıl her kim ki raèiyyete èunf ide sen anı èunfla ùut ÓikÀyet HişÀm ibn èAbdüél-melik òalìfeleriñ ulularından idi Ebÿ CÀzim ki èulemÀnıñ ulularındandır andan ãordı ki baña tedbìr-i òalÀã ve ùarìú-i necÀt nicedir taèlìm it ki CebbÀr-ı õüél-celÀliñ úahrından amÀn bulub luùfuna ùuş olam didi Ebÿ CÀzim didi ki her mÀl ki alursın bir maóalde al ki şerè anı cÀéiz göre ve bir yere ãarf it ki maãraf meşrÿè ola ôulm-i èunfla olub bÀùıl yere òarc itme HişÀm didi ki bu meèÀnì tamÀm rièÀyet itmek kimiñ ùÀúati ola Ebÿ CÀzim eyitdi ol kişinin ùÀúati olur ki ùamu èaõÀbına ùÀúat getürmeye beşinci ùÀúati erdikce vefÀ idüb úudret yetişdiúce cehd idüb tÀ ki ekåer raèiyyeti bÀrì òoşnÿd ide èulemÀdan zamÀn 379 Bir saat adaletle hükmetmek, altmış yıl ibadetten hayırlıdır. 138 (40b) begine naãìóat idüb didi ki dilerseñ ki Óaúú TeèÀlÀ senden òoşnÿd ola òalÀyıúı bì-vech yerde azarlama úulundan Óaúú TeèÀlÀ ol vaúit òoşnÿd olur ki eli altındaàını òoşnÿd ide zìrÀ AllÀh rıøÀsın maúãÿd idinmeyen kişi yaratduàı òalúı rÀøí etmek mutaãavver olmasa gerek altıncı beg olan kimesneye gerekdir ki hìç Àferìdeniñ rÀøílıàın ùaleb etmeye ki ol maènì Tañrınıñ emrine muòÀlefet etmek birle óÀãıl olur bu òaùırlu iş Àrzÿ-yı mÿcib-i şerè üzerine muúaddem dutmaúdan gelür bir kişi òÀùırın rièÀyet idüb ve nice òÀùırı nÀ-óaúú yere òarÀb etmek gibi ammÀ ÿlüél-emr şerè èörf üzerine bir mütemerridi èaõÀba ve èuúÿbete çekse anıñ içinde pÀdişÀha nefè-i dünyÀ ve Àòiret óÀãıl olur yedinci melikler gerekdir ki üç èÀdet-i kerìmÀne ile muètÀd olalar evvelÀ óüküm vaútinde èadl ü meróamet ve şefúat deminde èafv ve èadÿya vefa sekizinci mevÀèıô-ı èulemÀya rÀàıb olub neãÀyıó-ı ãuleóÀé-i èuúalÀya óarìã olmaú ve ictinÀb-ı iótirÀz idüb nÀ-óaúú işlerde muvÀfaúat idüb ve her sözlerine taósìn-i sÀbÀs dimekden pÀdişÀha àurÿr virüb maúãÿdların kendüler óÀãıl iderler ammÀ pÀdişÀh iki cihÀnda bile utlu olur ùoúuzuncı begler gerekdir ki iki nesneden perhìz ideler biri tekebbür biri nÀzdır zìrÀ nuòÿset-i kibrle faòrlanmaàı èÀdet idende olur baèøı vaútinde òuddÀmıñ tevÀøuèun kendüniñ taèôìminde úuãÿra óaml idüb òışma ve àaøaba lÀyıú görüb bì-mÿcib àaøab úılur ol òod bir Àfetdir ki anıñ gibi yavuz òÿ kişinüñ (41a) kendüzine düşmen yeter onuncı begler ana úanÀèat itmeyeler ki dergÀh-ı devlet penÀhlarında merÀsim-i èadl ü úavÀnìn umÿr-ı inãÀf úÀnÿn-ı úadìme üzerine merèì ve müstaúìm ola belki himmeti aña óaãr ide ki taóta baèìd olan memÀlik köşelerinde ki èÀmiller ve kenÀrlarda vÀúiè olan çÀkerler ve nÀyibler pÀdişÀhıñ nÀsa siyÀseti hevlinden şol úadar iótiyÀù çekilir ki bir õerre ôulüm iòtiyÀr etseler èazille òalÀã bulmayalar belki baş úoròusunda olalar ve daòi aãóÀb-ı tedbìr ve erbÀb-ı müşìr ve rÀy-ı ÿlüél-elbÀb èazìzleri kendülere muúarreb úılalar ki ekÀbir-i eslÀf dimişlerdir ki aèmÀl-i dìn ü devlet ve işàÀl-i mülk-i millet pÀkìze rÀy-ı meõheb aòlÀú-ı èazìzler vÀsıùasıyla muntaôam olur ve ümerÀ-yı nevÀóì ki pÀdişÀhlıú èaynınıñ úılÀdesidir ferzÀne müdebbirler vesìlesiyle dutalar her gÀh ki bu úÀèide merèì ola yaènì ÀsitÀn-ı salùanat ve bÀrgÀh-ı memleket mülÀzimleri èÀúil-i kÀfì ve dÀnÀ nÀãıólar olalar ol úabunuñ ÀåÀr-ı devleti her gün vÀøıó olub envÀr-ı saèÀdetlerini her dem sÀùıè ve lÀyıó olmakdadır èÀlim- i èÀlimíler ol eşrÀf-ı encümengÀhı işigiñ ravøa-i celÀline ve óadìúa-i iúbÀline iòlÀã ile 139 yüz ùutub elùÀf-ı şemìm-i şÀhÀne ve evãÀf-ı naèìm-i kÀmrÀnesinden óaôô-ı vÀfì ve naãìb-i kÀmil-i kÀfì ummaàa bunlarla lÀcerem dïst-ı yekdil ve düşmen-i yekcihet olub devlet-i müstaúarr işigüñi secdegÀh idinmege şevú-ı tamÀmla kesb-i münÀsebete meşàÿl olurlar ÓikÀyet RÀy şehrinde Ebÿ Naãr adlu bir kişi var idi ol vaúitde Reyiñ pÀdişÀhı Óasana Rÿm mülküni virmiş idi ittifÀú èIrÀú leşkeri gelüb Rey leşkeriyle cenk eyleyüb (41b) Rey leşkerini ãıdı Rÿmdan Rey leşkerine muèÀvenete gelmiş sipÀhìlerden çoú kimse esìr olmuş idi ol esìr olan muèteberlerinden bir nice ekÀbiri úatına getürüb ùuràurdı Ebÿ Naãr-ı meõkÿr eydür beni göricek tercümÀnına buyurdı benden ãordı ki úandensin ben daòi didim ki Reyden melik-i Rÿm didi ki eger saña òaber ıãmarlasam pÀdişÀhıña dir misin didim ki her ne ki pÀdişÀh buyurur başım üzerine àalùÀn olub ol fermÀnı yerine úoyam melik-i Rÿm didi ki meliküñe eyit ki ol vaút ki Úosùanùıniyyeden çıúdım niyyet-i òÀùırda anı baàlamış idim ki seniñ begligüñi òarÀb idüb ammÀ seniñ úapu(ña) gelevüz keyfiyet-i aóvÀlin òavÀããdan ve èavÀmdan teftìş etdim muóaúúaú maèlÿmum oldı ki ÀfitÀb-ı devletiñ henüz burc-ı kemÀlde seyyÀrdır kişiniñ ki saèÀdeti ÀfitÀbı rÿşen ve ùÀliè ola àurÿba idüb zevÀl òaøníãında olmaya ve anıñ dergÀhı mülÀzimleri ve muúarrebleri İbn èAbìd ve Ebÿ Caèfer ÓÀzín ve Ebÿél-Faãl Hindÿ ve Ebÿ èAli ÍbÀèí gibi kÀrdÀn-ı kÀfì ulu kişiler ola bunlarıñ gibi èazìz vücÿd-ı kÀmil ùÀéife cemèiyyet iòtiyÀr etdügi maúÀm-ı dergÀh devÀm-ı iúbÀline ve åebÀt-ı cÀh-ı celÀline delìldir ve ben bu sebebden vilÀyetiñe taèarruø úaãdını terk etdim ÓikÀyet Melik-i Rÿm NÿşìnrevÀn-ı èÀdile nÀme yazub didi ki raèiyyeti neyle óıfô idüb rièÀyet etdiñ mülküñ maèmÿr oldı ve muòÀlifiñ yoú NÿşirevÀn cevÀbında didi ki yedi nesne ile evvelÀ ol idi ki dilimi ãaúladım sögmekden ikinci emir nehyde söz söylerken sözüm arasına hezel òalù eylemezdim üçüncü her vaède kim etdim eger òaùÀ ve eger èaùÀ òilÀf etmedim dördünci her işi (42a) lÀyıú kişilere tefviø etdim murÀd gözedüb sevdügim kiçi kişiye ulu iş virmedim beşinci her kime èaõÀb ve èuúÿbet buyurdum ıãlÀó ve edeb içün buyurdum nefsim èizzetiçün buyurmadım altıncı èadldÀde rÀst olduàumla raèiyyet göñlin ürkütmedim her óükmüme ùavèla münúÀd oldılar yedinci her söz ki óaúdır óaúúa iètimÀd idüb söyledim bì-müdÀrÀ ve tehevvür òalú sözümden óaú úoòusun alub fermÀnıma muùìè olub göñüllerinde maóabbetime mekÀn düzetdiler èuúalÀ dimişlerdir ki 140 esÀs-ı salùanat müéekked ve erkÀn-ı devlet müşeyyed olmaàa vezìr-i kÀfì gibi sebeb-i kÀmil yoúdur ki bu maènì elbette tezÀyüd-i devlet ve åebÀt-ı saèÀdetdir SüleymÀn Peyàamberiñ kemÀl-i nübüvvetiyle baòt-ı saèÀdetini vezìrine nisbet idüb saèÀdet-i SüleymÀnıñ Áãaf gibi vezìri varıdı ve bu òaber şÀyiè münteşirdir vezìr-i kÀrdÀn-ı kÀmil maèrifet pÀdişÀhına ehl-i memÀlikini òíşÀvend etdügi gibi her eùrÀfda vÀúiè olan bìgÀne begleri daòi pÀdişÀhına ãÀdıú ve muóib etmege úÀdir olur ki maóal görinüb münÀsebet ôÀhir olduúça mülkiniñ gÀh evãÀf-ı óamìdesin ve mekÀrim-i aòlÀúın beyÀn iderken øımn-ı taúrìrde úuvvet-i rÀyın ve óüsn-i tedbìrin bile derc ide gÀh Àyìn-i şÀhÀne ve èÀdet-i cihÀdesin èarø iderken eånÀ-yı süòanda hevl ve heybet ve yeés-i siyÀset-i sulùÀnesin bile òalù ide tÀ selÀùìn-i eùrÀfa kendü pÀdişÀhını kerìm laùìf dïst-nüvÀz ve úÀhir-i úavì düşmen bildüre lÀcerem anıñ gibi vezìr-i hümÀyÿn destiñ vücÿd-ı mübÀrekiyle umÿr-ı salùanat niôÀmda ve ehl-i memleket kemÀl-i ihtimÀmda olub memÀlik maèmÿr ve ehl-i mülk mesrÿr olur (42b) pÀdişÀh memleketde bir mühendis-i mÀhire beñzer ki taèmìr-i memleket tedbìrini bir nefesde fikr idüb vezìr-i mièmÀr mertebeye buyurur ki memlekete bir nefesde ÀrÀyiş vire ki kişver-i cennet gibi ÀrÀste ve ÀbÀd ola ve òalú cennetìler gibi Àsÿde ve dilşÀd olalar ammÀ vezìr-i mièmÀrsız kendüye ol bir nefesde olan fermÀnıñ imtiåÀlinde yeller ile şeb ü rÿz murÀúabeye müstaàraú olmak gerek ki èimÀret-i milketi bì-àayb bì-òalel ÀbÀd ber-pÀy ola bu maènì ol vaúit müstaúìm olur ki mülk mühendisiñ aèmÀli ve nevÀli vezìr-i mièmÀrıñ taót-ı fermÀnında olduàundan ãoñra mecmÿèunuñ aèmÀline naôar-ı nÀfiõi yetişüb her bir òıred ki büzürg-i efèÀlini ve netÀyic-i aèmÀlini èilmi ióÀùa ide neèÿõu bi'llÀh èummÀlden biriniñ èamelinden àÀfil iken kendü reéyinden erkÀn-ı èimÀretde bir òalel iódÀå iderse mühendis müteóayyir úalub mièmÀr günÀhkÀr olur ve ol fesÀdıñ ıãlÀóı èusr ve èuúÿbete müncer olur pes vezìr-i ãÀyib tedbìre gerekmez ki ùurfetüél-èayn içinde dìde-i rÿşen-manôarın ehl-i memÀlik aóvÀliniñ baèøından dirìà belki èumÿmen manôar-ı şÀmil yetişdirmek kendüye lÀzım idügine vÀcib deyu iètiúÀd ide cemÀl-i mülk ÀrÀste ve kÀmrÀnlıú etmekde kemÀl-i fesóatdir dimişlerdir ve pÀdişÀh ol vaúit kÀmrÀn olur ki vezìr-i kÀrgüõÀr ve şÀfì cevÀb evvelÀ èuúalÀ dimişlerdir pÀdişÀhlara üç nesne vÀcibdir evvel mülkini ve òazìnesini maèmÿr eylemek ikinci raèiyyete şefúat ile èadl eylemek üçüncü ulu işleri bì-òıred ve uşaú kişilere virmemek 141 óaøret-i risÀletden èaleyhiés-selÀm suéÀl etdiler dört biñ yıl miúdÀrı pÀdişÀhlıú Àl-i semÀnıñ ellerinde istimrÀr üzerine úarÀr ùutduàundan óikmet neydi buyurdı ki li- re´fetihim èala’l-bilÀd ve èımÀretihim (43a) èala’l-bilÀd380 yaèni raèiyyete şefúat idüb vilÀyeti maèmÿr eylemekle idi dimişlerdir Àl-i semÀnıñ baèøından suéÀl etdiler ki pÀdişÀhlıú siziñ nesliñizde dört biñ yıl miúdÀrı muúarrer olmuşken anıñ gibi nÀmdÀr olur òÀnedÀndan güzeràa sebeb ne úıyÀs idersiz didiler ki ulu işler ve muèteber maãlaóatlar ve èÀlì manãıblar ki erbÀb-ı tedbìr ve ekÀbir-i õüél-èuúÿla lÀyıúdı òod bì-nÀm kişiler eline düşdi tÀ èÀlì úadrlü ve rÿşen reéylü tecrübe ehli ulular øÀyiè olub devletlü pìrler ayaúda úaldı ol nevcivÀn nevsÀl yigitler ki Àrzÿlarınıñ esìridir memÀlike müstevlì ve mutaãarrıf olub nefsleri hevÀsına meşàÿl oldılar Àòiruél-emr memleket elden çıúub òÀnedÀn-ı salùanat òarÀba vardı ÓikÀyet bir gün NÿşirevÀn-ı èÀdile didiler ki filÀn úuluñ mÀlı óayyiz-i óufrdan mütecÀviz olub èaded ü miúdÀrına óadd ü pÀyÀn itmek muóÀl oldı revÀ budur ki anıñ miúdÀrına ve iútidÀrına muvÀfıú ve münÀsib belki daòi ziyÀde kendü elinde úonulub bÀúì úalanın òazìne-i èÀmireye üleşdirmege gerek olur NÿşirevÀn didi ki anıñ àanìliài bizim gencimizdir ki raèiyyetiñ mÀldÀrlıàı pÀdişÀhıñ òazìnesidir bizden rÿşen rÀstlıàa èadl ü dÀddır mÀl óÀcetimiz olsa ıssından aósen-i vecihle isterüz virürler èadl bereketine naôar ide imdi NÿşirevÀna teşbìh etseler òÀùırları òïş olur işbu èuluvv-i menzilete ne dersin ki mefòar-ı mevcÿdÀt Muóammed MuãùafÀ èaleyhiés-selÀm anıñ zamÀnında geldügi içün faòr idinüb vulidtu fí zemeni’l-meliki’l-Àdil381 deyu buyurur eger èadl şerefi olmaya hergiz anıñ da adı añılmazdı ki nice anıñ gibi er geldi ve geçdi adların az kişi bilür ve ammÀ NÿşirevÀnı (43b) Bilmez az bulunur ki ÀvÀzesi ÀfÀúı ùoldurubdurur úanúı pÀdişÀhıñ ki díni ÀbÀdÀn ola dünyÀ Ànıñ elinde maèmÿr ve ÀbÀdÀn olur vilÀyetini èadille maèmÿr iden pÀdişÀhıñ Óaú teèÀlÀ cennetde menzilin ve maúÀmını maèmÿr ve müzeyyen etmekde ve pÀdişÀh-ı èÀdil dünyÀda níknÀm ve èuúbÀda şÀd-kÀm dünyÀda dil-ÀrÀm kendüye rÀm vee èuúbÀda her Àrzÿ ber-muúteøÀ merÀmir èalÀ’t-tevÀtür ve’d-devÀmdır beyt Ferídÿn-ı feraó ferişte degil 380 Ülkelerine olan merhametleri ve imarları nedeniyle. 381 Ben adil bir hükümdar zamanında doğdum. (Hz. Peygamberin doğumu, Nuşirevan’ın hükümdarlık günlerindeydi.) 142 Niti misk u èanber sirişte degil Kerem birle buldı eyü adı ol èAùÀ vu kerem úıl ferídÿn sen ol PÀdişÀhlara münÀsib olan ve levÀzımından oldur ki eyü kişilere manãıb etmek èÀúıl-ı tíz-dil ola ve óakím-i sÀkin-nefs ola fÀòir işleri àÀfil ve èacÿl kişilere tefvíø etmek èayn-ı òaùardır ÓikÀyet NÿşirevÀn-ı èÀdile èarø etdiler ki Òorasan beginin evine uğrı girüb çoú úumaşın almış NÿşirevÀn ol begi èazl idüb didi ki ol ki evini ãaúlayamaz kendünü iken ya bu ilimi nice ãaúlayu bile didi Büzürcmihr eydür her pÀdişÀh ki müte´enní ve Àheste-kÀr ola güneşe beñzer ki òÀm yemişleri turş tulò iken luùfıla terbiyet úılub tamam bişürür óalvÀ-yı tÀze gibi leõíõ ùuèm çÀşni virür her pÀdişÀh ki önegi ola oda beñzer ki her ne´i bulsa yaúub yoú ider Erdeşír eydür üç nesne beglerden èayıb degildir evvel tedbír-i mülk içün bellü kişilerden meşveret ùaríúıyla hidÀyet ve èınÀyet ùaleb eylemek ikinci düşmen òurÿc etdügünde dostdan yardım ùaleb etmek üçünci (44a) vaút-i óÀcetde raèıyyetden mÀl istemek Òusreve ãordılar ki saña dünyÀda murtaøÀ èamellerden úanúı èameliñ òoş gelür ki göñlüñ andan ÀsÀyiş olur ve rÿóuñ rÀóat ùutar didi ki bir günÀhkÀr ki èömründen ümíd munúaùıè úılub cÀn-ı şírín mufÀraúatına göz dikmiş ola anıñ günÀhın èafv idüb ÀzÀd etdügüm òoş gelür Hind melikinden ãordılar ki ne nesne´i seversin didi ki gice uyuyam kimse benden ãabÀó olunca úoròu çekmeye ve gündüz ıãlÀó-ı umÿr-ı memleketde olam hiçbir ôÀlim ôulme iúdÀm eylemeye bu iki úaøiyye´i NÿşirevÀna èarø etdiler didi ben Ànı severim ki bí-günÀh ve bí-òavf olam AristeùÀlís óakím İskendere naãióat idüb didi ki isterseñ dÀyimÀ kemÀl-i kÀmrÀnlıàla olasın híç meõellet saña yol bulmaya zínhÀr Óaúúa münúÀd ol ve dilerseñ ki mÀlıñ mahfÿô ola muótÀclardan diríg ùutma dilerseñ ki cemíè fièliñ ãavÀb ve rÀst ola kendü fikrüñi begenüb dÀyim tedbírine ùayanma ve her işde uyucı olma MuèÀviye bir gün Aòtefeyn-i Úaysa didi ki zamÀnıñ óÀli nice Aòtef eydür zamÀn sensin úaçan ãÀlió olduñ zamÀn ãalÀóa geldi fÀsid olduñ zamÀn fesÀda vardı èadl u dÀd ide èadl bir úalúandır ki kişi´i Àfetden ãaúlar niteki nebiyy-i kerím buyurur el-èadlu cünnetün vÀúısetün ve 143 cennetün bÀúıyetün382 yaèní dÀd etmek bir úalúandır ki òaùarlardan ãaklar ve bir cennetdir ki ebedí úalur şÀh-ı èÀdil ki ùaríú-i èadilde rÀst sey etmek ister Àña terk-i (44b) ùamaè olursa mÀyedir ki adı ník-nÀmlıàla èÀlemde bÀúí úalur hikÀyet meliklerden birisine èÀlimlerden birisi mektÿb irsÀl idüb didi ki fülÀn tÀcir vefÀt ider ve artar òıred yetímleri úalmamışdır naúden fÀyda idemezler baèøını kendülere virelim ve bÀúí òazíneye üleşdürelim pÀdişÀh cÀnibinden cevÀb-ı taècíl münÀsibdir deyu melik taècíl cevÀb yazub buyurdı el-meytetu raómetu’llÀh ve’l-mÀlu vereåetun ve’l-vÀriåu raòşetu´llÀh ve’s-sÀèí laènetu’llÀh383 dimek olur ki meyyite Allah raómet eylesün mÀlını vÀriålerine yetişdirsün vÀriålerini Allah beslesün àammÀza Allah laènet eylesün MübÀrek İbn-i FuêÀle eydür Ebÿ Caèfer òalífe óuøÿrunda bir günÀhkÀr getürdiler òalífe buyurdı ki depeleyeler didim ki yÀ emíre´l-mü´minín óaøret-i risÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurmuşdur ki úıyÀmet gününde óaú teèÀlÀ òalÀyıúı cemè etdügi vaúit münadí úoyub çağırdıser ki bu günki gün kendüyi Allahıñ èafvına kim lÀyıú görürse úalúsun híç Àferíde yerinden úımıldanmaya óaú teèÀlÀ buyura úanı ol kişiler ki günÀhkÀrlarıñ intiúÀmına úÀdir iken raóm idüb èafv etdiler ben dÀòi anlarıñ günÀhların èafv etdim diye bu sözi işidüb ol suçluyı azÀd etdi. BÁB-I YÁZDEHUM Der BeyÀn-ı ník u bed u maøarrat-ı ínÀn Maòfí degildir ki Óaú teèÀlÀ kelÀm-ı úadíminde ulu´lemre muùíè oluñ deyu buyurur etíèÿ´llÀhe ve etíèÿ´r-resÿl ve ulí´l-emri minküm384 ulÿ’l-emr kimler idügünde èulemÀ òod söz söylemişdir (45a) Bu cümlesi beglere mutíè olub fermÀnlarına münúÀd olmaú díndÀrlarıñ kemÀl-i diyÀnetindendir ammÀ iòtiyÀrlarıyla anlarıñ òıdmetin iòtiyÀr etmek òÿãÿãan mülÀzemete bil baàlamaú emr-i òaùarnÀkdir ki hem dín òavfı hem pÀdişÀh òışmı Àfetdir dimişlerdir Men şeribe ke´se’l-mülÿk ióteraúat şefetÀhu385 kim ki begler cÀmından şerbet içse iki ùuùaúları göyinür beyt 382 Adalet koruyucu kalkandır ve ebedi bir cennettir. 383 Ölüye Allah rahmet etsin; mal varislerindir; varisler Allah’ın emanetidir; onlara el uzatana Allah lanet etsin. 384 Allah’a, Resulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. 385 Kim hükümdarların kadehinden içerse dudakları yanar 144 Şenídem ki Àteş büved pÀdişÀh Be-nezdík-i Àteş ki cÿyed tebÀh386 Óaøret-i risÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurur Men iúterebe min ebvÀbi´s-selÀùín iftetene387 kim ki pÀdişÀhlar úapusına yaúın olsa fitne òavfından òÀlí olmaz fi´l-cümle eger taúdír-i ilÀhí muúadder olub bir kişi pÀdişÀh úatında muúarreblıú bulub bir işe maòãÿã erse be-heróÀl òÀùırından pÀdişÀha muòÀlefet endíşesin geçürmeye ki İnna’llÀhe le-yaàêibu men òalefe’s-SulùÀn388 óadíåini teõekkür ide sulùÀnına muòÀlefet idene Allah àaøab ider pÀdişÀh úatında muúarrebluú bula èazízlik dilese ki sulùÀnınıñ òıdmetinde istiúÀmet üzerinde úÀyim ola àayø àaøab Àfetinden emín olub ye´s siyÀseti hevlinden fÀrià ola gerek ki on úÀèıde ãaúlamak vÀcib bilüb èÀdet idine evvel pÀdişÀhdan bir emr-i nÀ-ãavÀb veya bir óareket-i nÀ-şÀyeste ãÀdır olsa hemÀndem münkir olmaya belki te´enní söz ibtidÀ´ı idüb tedrícle menè ide tÀ söz ilerü vara hem pÀdişÀha òoş gele ikinci saèy anıñ üzerine şirín sözler ve dilbend fièille òoş dil óurrem úıla ve her söz ki söyler ki ve her iş ki ider úulluú ãÿretinde (45b) Òuêÿèla ide üçünci anıñ dilegine muòÀlif sözde uzun baóå etmeye dördünci híç vecihle pÀdişÀhıñ nuvÀòtına maàrÿr olub aldanmaya beşinci beg óuøÿrunda dilin ãaúlayu ùuta òuãÿãan bir ãuçluya úaúımaú vÀcib ola beg óuøurunda úaúımaú gerekmez ki terk-i edebe óaml olunmaya zírÀ melikler óuzÿrunda ıôhÀr-ı àaøab cÀyiz ve reva degildir altıncı oldur ki gözüni ve úulaàını pÀdişÀhıñ sözin diñlerken göziyle Àóarı ve eùrÀfa naôar etmekden ãaúına ki ulu òaùardır ve işaret ãÿretini yerine getürmek maènísinde öñi ãanmaya ammÀ èÀúıbetine naôar iderek ki òayr òılÀfında vÀúiè olmalu ise rucÿè mümkin ola yedinci pÀdişÀha söylerken sözüne óuccet ùutmaya ve sözin inandırmaú içün yemín idici olmaya sekizinci pÀdişÀ(h) óuøÿrunda maúbÿlün deyu ol àurÿr ile nesne deyici olmaya illÀ aóyÀnen ki zírÀ kişiniñ óurmetin giderüb nefsini bí-úadr ve bí-úıymet úılmaúda gümÀn yoúdur eger ittifÀú düşüb kişi pÀdişÀhdan ùaleb etdügi nesne´i pÀdişÀhı andan diríg ùutsa münfaèil olub òıdmetde kÀhil olmaya ki ol maèní be-àÀyet girÀn keríh òÿdur ki ãÀóibini helÀke iletir ùokuzuncı pÀdişÀh muúarrebine gerekdir ki dÀyim òandÀn ãÿret küşÀde rÿ ola èabÿsü’l-vech olmaya türş rÿ 386 İşittim ki padişah bir ateş gibidir. Öyle yakın bir ateş ki herşeyi yakıp harab etmek istiyor. 387 Sultanların kapısına yaklaşan, tehlikelere düşer. 388 Allah, sultana muhalefet edene gazap eder. 145 olmaú èavÀm óuøÿrunda lÀyıú degil melik óuøÿrunda nite müteveccih görine onuncı muúarreb-i óaørete gerekdir ki pÀdişÀhıñ úullarıyla her ne vecihle küstÀòlıú iderse èafv ide èadÀvet etmeye eger øarÿrí èadÀvet düşse ıôhÀr-ı òuãÿmet ya şikÀyet etmeye belki anıñ (46a) Óaúúında diyecegin naãióat ùaríúı üzre ögüt ãÿretinde diye tÀ bu òayırlu maãlaóatı müteøammın ola ya bir øarÿrí defèine sebeb olmaú añlına àamz ùaríúıyla söylense şÀyed àaraø-ı nefs iósÀs olunub mÿcib-i infièÀl-i pÀdişÀhí ola beyt Ey şehinşÀhına iden òıdmet Ki úapusunda bulasın óürmet Dil u cÀndan iden bu işi ùaleb Gerek aña kemÀl-i óüsn-i edeb Edebile öñünde aç iki göz Dime ardında òayr u şer bir söz Çü işide óasÿd kelÀm-ı şeríf Gökden inmişe ol ider taóríf Dil u cÀn sözine budur úuvvet-i úÿt Başı mÀlı ãaúınıcaú ne sükÿt Edeb her yerde ki maùlÿb ve maúbÿldür pÀdişÀhlar işiginde daòí maóbÿbraúdır òavf-ı iòtiyÀù her yerde maùbÿè maómÿddur pÀdişÀhınıñ óuøÿrunda daòí maómÿddur ve memdÿd-ı ãırfdır EflÀùÿn óakím eydür pÀdişÀhıñ nüvÀòtına ögrenen kişi aàız òaberin işidüb göñli içindeki nihÀní işleri gerekmez ki èÀúil kişi anlarıñ nüvÀòtına maàrÿr olub yaúınlıàına aldanmalu degildir zírÀ pÀdişÀhların úurbünde òafí òaùarlar ve Àfetler çoú olur SindbÀd óakím eydür pÀdişÀhlarla mülÀùafesinde sözde dilír eylemek ve úaúımış arslana yaúın olmaú mÀr-ı efèıyle oynamaú oynamaú uãlu kişilere lÀyıú degildir ÚabkarÀvus óakím eydür pÀdişÀhlarıñ rıøÀsın bulub murÀdlarına muvÀfıú òıdmet tamÀm etmek maúdÿr-ı èaúl-ı beşer degildir (46b) Meger èaúla devlet-i baòt maúrÿn ola SoúrÀù óakím eydür pÀdişÀhlar bir kişiniñ günÀhın ki èafv ide gerekdir ki ayruú anıñ gibi günÀhı göñlünden geçürmeye yine idecek olursa evvelki günÀhı bile yeñilenür Baùlamyÿs óakím eydür çoú sözler ulu beglere èarø iderler egerçi yalan daòí olursa göñüllerine eåer ider dıvara yapışdırdıúları 146 kil gibi gerçi úuruyıcaú yine düşer ammÀ eåeri úalur ÓikÀyet ÍrÀníler NÿşirevÀn-ı èÀdile didiler ki şÀhÀ bize anı buyur ki ãaúlayubilerüz yaèní yeyni fermÀn ola ammÀ menfaèatlü ola NÿşirevÀn didi ki işlemesi yeyni ve ÀsÀn ve menfaèati olur gerçeklikdir gerçek ile olmaú gerek ki dilüñi ve göñlüñi yalanlamaya üç nesne mutlaúÀ bedbaòtlıú èalÀmetlerindendir evvel kişi kendü èaybın görmeyüb èaybım yoúdur dimek ikinci óasÿdÀne àayrları èayıblu bildirmekiçün èaybın yüzine urmaú üçünci yalan söylemek kişiniñ èızzetin giderüb óürmetin eksici yalan gibi yoúdur ki yalan yalan kişide heybet úomaz beg daòí olursa belki beglere daòí ulu èaybdır niteki denmişdir üç zeşt günÀh vardır kimden gelürse zeştdir ammÀ üç nevè kişiden gelse daòí zişt olur evvelÀ kibir ziştdir gedÀlardan gelse daòí zişt olur ikinci zinÀdır ziştdir pírlerden gelse daòi zişt olur üçünci yalandır ziştdir beglerden gelse daòí zişt olur zírÀ begleriñ yalana iótiyÀcı yoúdur ve zinÀya pírleriñ (47a) gedÀnıñ òod kibirle münÀsebeti yoúdur ki denmişdür beyt Kibr zişt dÀr gedÀyÀn ziştter Rÿz-i serd berf Àn ki cÀmeter389 NÿşirevÀn-ı èÀdil eydür kişi pÀdişÀhlar óuøÿrunda kendü dileklerin yerine úomaú müşkildir çünki merdÀn kendü dilegince murÀdın etmek müteèaõõir bÀrí dostlara fÀyide ve menfaèat degürüb düşmanlara intiúÀm yetişdürür bu maènÀ müyesser olmaz illÀ pÀdişÀhlar óıdmetinde kimki pÀdişÀhlardan eyü kişilere eyülük yetişdügün isteyüb óÀcetler bitürüb dilekler yerine úoyucı olsa Allah teèÀlÀnıñ kendü óÀcetlerin dille èarø etmege muótÀc úılmayub luùf-ı èınÀyetiyle kemÀl-i murÀdına muvÀfıú tamÀm maãlaóat óÀãıl idivirir ki dimişlerdir beyt Kim ki dÀyim ire faølu´llÀh Emín eyler Ànı yÀ hemdemí şÀh Eger gözünde olsa şÀhınıñ nÿr Gerekmez şey de ol iúbÀle maàrÿr Şu kim bí-pÀk söyler şÀh sözin Úaşımaú gibidir degnekle gözin Olan şÀhenşehi yanında mahbÿb 389 Kibir çirkindir fakat fakirde olsa daha çirkindir. Bu tıpkı soğuk günde ıslak elbise giymeye benzer. 147 Gerek sözi emín ola özi òÿb BÁB-I DEVÁZDEHUM Der-BeyÀn-ı ãabr u şitÀb ve aóvÀl-i ínÀn Dürr-i ãabr ki vardır cümle-i òaãÀil-i marøıyyeniñ birisidir ve óaøret-i Rabb-i raóímiñ sevdügi ãıfatlardandır ivmek bunuñ øıddıdır ki niteki ãabr ãıfat-ı óamíde ve ivmek ãıfat-ı õemdir el-èacletu mine´ş-şeyùÀn ve’t-te´enní mine´r-raómÀn ãabırda (47b) Beş fÀyda vardır şerèan maùlÿb ve èurfen müstaósendir evvelÀ ãabırda ümíd-i ferec vardır ki resÿl èaleyhi’s-selÀm eã-äabru miftÀóu’l-ferec390 deyu buyurmuşdur ãabır şÀdílıàıñ miftÀóıdır ivmekde àaøaba uàramaú úoròusı vardır ki óaøret-i risÀlet [èa] m buyurur men te´ennÀ eãÀbe ev kÀde men taèaccele aòùÀ ev kÀde391 yaèní her ki işinde ãabırla deprense işi ãavÀb vÀúiè olur kim ki işinde ivegen olsa òaùÀ eyler ya òaùÀya yaúín işler üçünci ãabırda nuãret ümídi vardır ki nebiyy-i kerím buyurur inne’n-naãr meèa’ã-ãabr392 her emr-i muèaôôamda ãabr iden dÀyim manãÿr ve muôaffer olur iven kişiler hezímet ve bí-murÀd olmaúdan òÀlí degildir dördünci ãabırda óasen-i ümíd vardır ki TevrÀtda yazılmışdır lÀ aósenet aèlÀ mine’ã-ãabr yaèní ãabırdan aèlÀ eyilik yoúdur pes bu kelÀmdan fehm olundı ki eyilik ãabırda olıcaú ivmekde ne òayr ola beşinci ãabr eylemek resÿle iútidÀ etmekdir buyurulmuşdur ki fa’ãbir kemÀ ãabare ulÿ’l- èaômi mine’r-rusul393 fí’l-cümle ãabır her vaúitde müstaósendi(r) ivmek her işde mekrÿhdur Me´mÿn òalífe eydür üç ùÀ´ifeniñ nÀz-ı niyÀzına ve cefÀsına øarÿrí ãabr etmek gerek evvel pÀdişÀh-ı sitemkÀr ikinci bímÀr yaèní òaste-´i zÀr üçünci maóbÿb-ı òÿb ruòsÀr emírü’l-mü´minín èAlí kerrema’llÀhu vecheh eydür her kimki dört nesneden ıraà olsa aña hiçbir dilemedügi iş hevÀle olub renc-i òÀùıra yetişmeye evvelÀ ivmek ikinci èucub üçünci bí vaút àaøab dördünci menfaèati ùalebinde kÀhillıú ulular dimişlerdir ki işleri vardır (48a) Anda ivmek lÀzımdır eger sustluú ve kÀhillıú olunsa maúãÿd fevt olur kil-i tÀze gibi eger bÀàbÀn iki gün te´òír idüb dirmezse ol kil dökilür ya óüsn bozılur rengi 390 Sabır mutluluğun anahtarıdır. 391 Sabırlı davranan doğru ya da doğruya yakın iş yapar; acele eden hata ya da hataya yakın iş yapar. 392 Yardım sabırla beraberdir. 393 Büyük peygamberler gibi sen de sabret. 148 müteàayyir olur işler vardır ki anda ivmek olmaz ki ol rÿzigÀrla óÀãıl olur òurma gibi ki eger bí vaút òÀmken aàacdan úoparılsa bí óalÀvet ve bí çÀşni olur EflÀùÿn óakím eydür her kim rÿzigÀrıñ baèøı belÀsına acılıàla ãabr etse tízcek èıvaø-ı maèíşet ùatluluàun bulur İskender eydür devlet ne deñlü ki yüce ola ãÀóib-i devlete şefúat ve kerem yaraşur ve miónet ne deñlü saèb ve düşvÀr ola muókem ãabr etmeyicek şÀyed daòí ulu varùaya düşe úuvvet ne úadar vÀsiè olursa medÀr daòí óaøret-i risÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurur taècíl her vaúit meõmÿmdur meger üç vaúitde evvel úonuú gelse ùaèÀm taècíl üzerine vireler ikinci meyyiti taècíl üzerine defn ideler ve bÀlià olmuş úızı taècíl ere vireler óukemÀy-ı Pars dimişlerdir her vaúitde ãabır memdÿó ve her işde te´enní müvecceh ve mübÀrekdir kim ki kÀr-ı bí-endíşe işlese ve sözi fikirsüz söylese anıñ naãíbí nedÀmetdir ÓikÀyet Òusreviñ bir bikr-i tÀze cÀriyesi var idi kemÀl-i óüsnle ÀrÀste Òusreviñ naôarında maúbÿle ve òÀùırında maóbÿbe idi òalvet-i sarÀyına daèvet ãoóbet niyetine daèvet etdi gerçi evvelden cÀriye ol melikin manôÿrı idi ve tamÀm dilberi idi ammÀ ol mülÀúÀt ibtidÀ ãoóbeti idi cÀriye Òusrev el sunucaú nÀz yüzünden cÀriye muùíè olmazlandı şÀhıñ iştihÀsı ãarkdı ãabrı úoyub (48b) Cebir ãÿretin gösterdi nizÀèlaşurken nÀgÀh cÀriyeniñ eli şÀhıñ yüzüne ùoúundı ve burnı úanadı àaøab idüb mü´eyyede òaber gönderdi didi ki memlÿk mÀlikine el uzadub burnun úanatsa óüküm nedir mü´eyyed óÀøır degil iken oàlı cevÀb virdi ki elin kesmek gerek bu òabri melik işidüb fí’l-óalÀl cÀriyeniñ elin kesdirdi ãÿret-i àaøab fí’l-cümle sÀkin olıcak melik cÀriye´i esirgeyüb peşímÀn oldı ve mü´eyyedden ãordı ki òudÀvend küstÀòlıàına el uzadanıñ kim olursa elbette elin kesmek gerekdir didiñ mü´eyyed didi ki belí dört cinsden àayrınıñ elin kesmek gerek melik didi ki dört cins kimlerdir mü´eyyed didi ki vaút-i ãohbetde úız úaravaş ve delü ve mest ve ùıfl-ı nÀ- resíde bunlar muèÀfdır Òusrev didi ki sen niçün cÀriyeniñ elin kesmege óüküm virdiñ mü´eyyed didi ki óÀşÀ Òusrev òıdmetkÀrın mü´eyyedle muúÀbil úılub müşÀfehe ãorıcak òıdmetkÀr didi ki belí mü´eyyed óÀøır degil idi baña ol óüküm viren oàlı idi didi eyle olsa Òusrev buyurdı mü´eyyed oàlınıñ elin kesdiler ol àam içinde helÀk yetişdi evvel Òusrev bí ãabırlıú evcinden ol cÀriye´-i maôlÿme´i saúaù etdi ãoñra mü´eyyed oàlını óüküm vaútinde fikirsiz cevÀb virdügi içün işbunuñ gibi ulu òasÀrete uàradı kişi söz söylemek vaútinde bí-endíşe söyleyicek cevÀbında peşímÀn olmaàıñ fÀ´idesi yoúdur 149 ÓikÀyet Manãÿr òalífe ÓaccÀc zamÀnında òavÀric-i èarab ùutsaúlarından birisini úarşusunda ayaàda ùuràurub (49a) Laùífe yüzünden su´Àl idüb didi ki bizim leşker mübÀrizlerinden siziñle kim úatı óarb etdi naôar it ve baña göster didi èarab didi ki sulùÀnım ben mübÀrizleri yüze yüz göricek añlımazam ammÀ ammÀ buyur arúaların dutsunlar tÀ bilüb sulùÀna cevÀb virem yaèní ben bunları dÀyim úaçar görmüşüm yüzlerine bakub bilmezin dimek olur pes Manãÿr òalífe bu òaberi işidüb sözine peşímÀn olub òacíl oldı sözi bí-fikr söylemek naãibi her gÀh òacÀlet olıgelmişdir beyt Sühan-rÀ píş ü pes be-niger Àngeh gÿy eger dÀní Tefekkür-i sÀèatí bihter ki der èömr-i peşímÀní394 ÓikÀyet Óasan Basrí raómetu’llÀhi èaleyh ulu kişi ve üç yüz kişiyle aãóÀb-ı resÿlden ãoóbet etmişdi bir gün Baãra şehrinde bir meclis etdi vaèaz neãÀyió söylerken nÀgÀh didi ey diríà ki aãóÀb-ı resÿlden üç yüz èazízle müşerref olmuşken şimdi siziñ ãoóbetiñize düşdüm bu sözi işidüb bir civÀn didi ki yÀ şeyòu’l-islÀm èaceb söylersin aãóÀb-ı resÿl ãoóbetinden bizim ãoóbetimize düşdüàuñde diríà ziyÀde ola yoòsa aãóÀb-ı resÿlüñ resÿl ãoóbetinden seniñ ãoóbetiña düşdüklerine diríà ziyÀde ola Óasan Baãrí raómetu’llÀhi èaleyh bu òaberi işidüb be-àÀyet utandı TevrÀtda masùÿrdur ki óaríãler hemíşe maórÿm ve ivegen kişiler dÀyimÀ peşímÀn olurlar óukemÀ dimişlerdir ki bir işde endíşe etmek toòm-ı yekdir èılm-i dÀniş ol toòmuñ bitmesidir söz ol toòumdan biteniñ çiçegi gibidir sözi èamele getürmek yemiş gibidir imdi söz ki (49b) dÀyim ãavÀb te´enniyle söyle vaút-i òıùÀbda BÁB-I SÍZDEHUM Der-ník u bedí ez òaãÀyil-i merdumÀn Maòfí olmaya ki tamÀm èÀlimleriñ ittifÀúıyla eylemek eyüdür ve cemíè edyÀnda ve şeríèatde eyilik eylemek maúbÿldür cümle-i erbÀb-ı èuúÿl müttefiúdir bu maènÀda ki kişiye rabb-i úÀdir cellet úudretuhu eyilik mecÀl-i úudret virince eyilik etmege iúdÀm etmek iki cihÀnda sebeb-i iótirÀm ve mÿcib-i èızzet-i iòtişÀmdır kim ki kendüde úudret-i 394 Sözün önüne arkasına bak (iyice ölç tart) sonra eğer biliyorsan söyle. Bir saat düşünmek ömür boyu pişmanlıktan iyidir. 150 iósÀn müşÀhede ide zínhÀr kÀhillıú etmegi görmeyesin ki te´òírde Àfet-i fevt òavfları vardır ve “aósin kemÀ aósena’llÀhu ileyk”395 emr-i mÿcibince èamel idüb óaøret-i resÿl-i rabbi’l-èÀlemíniñ èaleyhi’s-selÀm kelÀm-ı gevher-niôÀm-ı óükmüne naôar it ki buyurmuşdur “Aósin úable en yefÿteke’l-iósÀn”396 yaèní dimek olur ki eyilik eyle andan öñdin ki eyilik eylemek mecÀl senden fevt olub eyilik eylemege gücüñ yetmez ve eliñ irmez olmaya refíú-i ekber-i YÿnÀnıñ meşÀhidindendir eydür kim ki bir kendüden eyilik umandan vaút-i óÀcetde eyilik diríg etse ol ehl-i óÀcet aña düşman olsa revÀdır ve kim ki bir müteóaúdan naãíóat diríà etse mennÀè li’l-òayr olub günehkÀr olur Òusrevden ãordılar ki eyiliklerden úanúı eyiligi çoú seversin didi ki günehkÀr güneh idüb ben èafv etmesini severin ki “men yaèfÿ’l-me[èÀ]ãí yaèfÿ’llÀhu èanhu’l-èıãyÀn” ÓikÀyet Óüseyin bin èAli raêiya’llÀhu èanhümÀ bir gün oruç ùutmuşdı bir àulÀm elinde bir ùabak ùaèÀm be-àÀyet ıssı ùÀèÀm àulÀm Óüseyin raêıya’llÀhu èanh öñüne úoyunca ayaàı şaşub ùaèÀm (50a) Óüseyiniñ üzerine döküldi Óüseyin àaøaba gelüb àulÀmıñ yüzine òışımla naôar idince àulÀm-ı bí-çÀre didi ki “ve’l-kÀôımíne’l-àayô” Óüseyin didi ki òışmı yutdum àulÀm yine didi ki “ve’l-èÀfíne èani’n-nÀs” Óüseyin didi ki èafv etdim àulÀm didi ki “va’llÀhu yuóibbu’l-muósinín”397 Óüseyin didi ki seni daòí ÀzÀd etdim eyilik yÀdı biliş ve düşmanı dost eyler yaramazlıú bilişi yÀd ve dostı düşman eyler EflÀùÿn her nevè nièmet ki elde ola óasÿd aña óased idici olur illÀ iki nièmete degil bir maóalline inèÀm iden bir daòi ehl-i tevÀøuèun tevÀøuèuna İmÀm ŞÀfièí raómetu’llÀhi èaleyh eydür ùatlu keskin úılıcı çünki eyilerü ve eyilik daòi úalıñ ve muókem cebeleri keser SindbÀd eydür şeref tevÀøuèda ve kerem taúvÀda ve ululuú eylemek etmekdedir èUlema eydür yaramazlıúdan ıraà ol ki yaramazlıú gizlü oda beñzer ki añsuzdan yaúar odı pinhÀn ùutma ki az müddetde ôÀhir olsa gerekdir Emírü’l-müminín èAli kerrema’llÀhu vecheh eyitdi “iõÀ heyyet bÀrióuke fa’ànihimÀ fe-inne li-külli èÀãıfetin sükÿtün ve lÀ taàfel èani’l-iósÀni fíhimÀ fe-lÀ tedrí es-sükÿne hattÀ yekÿne”398 úaçan seniñ yoluñ ùoàrı ola àanímet bil ve her esen yiliñ bir dügmesi vard(ır) dikecek vaúit maèlÿm degil pes elde úudret var iken iósÀna iúdÀm etmek gerek şÀyed bir vaúit ola ki òÀùırıñ dileye eliñ 395 Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et. 396 Fırsat kaçmazdan önce ihsanda bulun. 397 Ali İmran 3/134. 398 Eğer rüzgâr sana doğru eserse ganimet bil; çünkü her ekinin hasadı vardır ve bu hasadı güzel yapmaktan gafil olma. Hasat zamanının ne zaman biteceğini bilemezsin. 151 irmeye ÓikÀyet MÿsÀ èaleyhi’s-selÀm zamÀnında SÀmirí altundan bir buzaàı eyleyüb MÿsÀ úavmin anıñla azdırmış idi MÿsÀ peyàamber èaleyhi’s-selÀm ol altun buzaàuyı oda (50b) Bıraàub eritdi ve buyurdı SÀmiríyi ùaleb etdiler bulamadılar úırú günden ãoñra bulub getürdiler MÿsÀ peyàamber èaleyhi’s-selÀm ãordı ki ey SÀmirí kande idiñ ki arayub bulunmazdıñ SÀmirí didi ki gizlenmişdim ammÀ günde bir etmek fuúarÀya virirdim Tañrı beni ãaklardı bugün virmedim idi üşde giriftÀr oldum Àh didi Büzürcmihr eydür òalÀyıúıñ dilin kişi kendüye õem etdürmemekden baàlayamaz illÀ eyilikle ve göñli rencíde olmuşlarıñ göñli cerÀóatin eyü diliyle ve òoş òÿb sözler ile şifÀ virüb ögledemez illÀ iósÀnla yıúılmış òÀùırlara ùatlu delíl ile tesellí vireyin diseñ èözürlendükçe günÀhıñ unudulmuşken úuru èözür günÀh añdurur ki èAlí raêıya’llÀhu èanh kerrema’llÀhu vecheh ièÀdetü’l-iètiõÀr tüõekkirü’z-zenb399 òalÀyıúıñ başını ve cÀnını tíàle fermÀna çekerler amma göñüllere muóabbet ancaú iósÀn ve inèÀm ile müyesser olur ÓikÀyet imÀm aàlamış mescid úapusunda otururdı úÀêı Ebí Yÿsuf raóımehu geçdi imÀm aàlamış anı görüb didi ki Óaú teèÀlÀ İslÀm şehrin işbu ôÀlimden úurtarsun bu sözi úÀêı imÀm Ebÿ Yÿsufuñ semèine degürdiler ol gice aàlamış beş yüz dirhem gümüş ve bir òılèat virübdi yarındası aàlamış yine mescid úapusunda otururken kÀêı Ebÿ Yÿsuf raóımehu yine geçdi aàlamış didi ki Óaú teèÀlÀ bu miåillü muútedÀy-ı díni İslÀm şehirlerinde çoú eylesün ki rÀst güftÀr ve óaú kirdÀr kişidür didi bu òaberi işidüb aàlamışıñ şÀkirdleri birbirine baúışdılar yine aàlamış (51a) Ol nesne ki úıyÀmet gününde terÀzuya úoyarlar gökçek òÿdur ve Ànıñ netÀyici şerífesi vardır Büzürcmihr eydür sebeb-i èızzet-i dünyÀ ve èuúbÀ hiç gökçek òÿ gibi yoúdur ve her işde fikr u endíşe etmek gibi èakıl yoúdur rÀóat-ı ÀsÀyişle èömür sürmege kem ÀzÀrlıú gibi yoúdur ÓikÀyet Maèrÿf Keròí raómetu’llÀhi èaleyh bir gün Àb- ı revÀn kenÀrında Àbdest almaú niyetin idüb muãóafını bir òÀlí yerde úodı ùahÀret ide çün Àbdestden fÀrià oldı muãóafı ùaleb idüb yerinde bulmadı bir òatun kişi ki muãóafını uğurlamışdı Şeyò ardından yetişüb úanı muãóaf deyüb òatun kişiye ãordı ol bíçÀre şeyòden úorúub beñzi müteàayyir oldı şeyò didi ki òaber ãorayın cevÀb vir işbu muãóaf ki aldıñ üşde úoynuñda pinhÀn úıldıñ çıúar oúı eger úur´Àn oúumaú bilürseñ saña óÀl 399 Özrü tekrarlamak, günahı hatırlatır. 152 ideyin òatun kişi didi ki bilmezin şeyò didi ki pes niçün aldıñ òatun didi ki göñlecigim yoúdur ãatayın göñlek alayın Didim idi şeyò işidüb arúasından göñlegini çıúarub ol faúíreye virüb muãóafı aldı luùfıla imdi her nesneniñ bünyÀdı vardır eyü òÿyuñ bünyÀdı şerm u edebdir ve pÀsbÀn-ı nigehdÀrí dÀniş-i maèrifetdir ve yaramaz òÿyuñ bünyÀdı ve esÀsı kendüzin begenüb naãíóat idene bí-şermÀne cevÀb virmekdir Büzürcmihr eydür yaramaz òÿlar çoúdur amma üç òÿ iken yaramazdır evvel dÀyim òalÀyıúıñ èaybıñ aramak ikinci ber ùaríú-ı naãíóat lutfıla pinhÀn èaybını kendüye (51b) èarø idene minnet yerine töhmet itmegil üçünci cümle yaramaz òÿlardan biriniñ şerbetin içdikden ãoñra èıbret ùutmayub fièl-i úabíói terk etmemek gibi dimişlerdir ki iki óÿ vardır ãÿretÀ eyüdür maènÀda yaramazdır evvel oldur ki mÀlını dilemedin bir kişiye ödünc virür ãoñra eglenüb kendü dilemege muótÀc olur ikinci oldur ki rÀzını ãormadın bir kişiye deyu virür daòí aña yalvarır ki zínhÀr kimesneye dime deyu BÁB-I ÇEHÁRDEHUM Der-beyÀn-ı nühüfte-dÀşten rÀzhÀ-i pinhÀni Bil ki kişi kandü sırrını ãaúlamaú ulu eylükdür ki kendü óaúúındadır anuñçündür ki Óaøret-i RisÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurur ki men keteme sırrehu melike ibrehu400 yaèní rÀz-pinhÀní ùutar kendinüñ mülki idinür her murÀdına ôafer bulur úanúı Àdem ki sırrını ãaúlayamaz murÀdına erişmek müteèaõõir olur belki muóÀldir zírÀ kişinüñ maúãÿd-ı sırrına ve murÀd-ı rÀzına óasÿd vÀúıf ve muùùaliè olıcaú elbette fitneye meşàÿl olurlar çün vuúÿfa ıùùılaè mümkin olmaya óasÿd àÀfil iken murÀd müyesser olur Büzürcmihr eydür rÀzı kimseye híç dimelü degildir óuãÿãÀ üç kişiye Evvel aómÀú kişiye andan çoú söylenen kişilere ve daòí çoú dostllu kişiye dimişlerdir ki kişi rÀzıñ ãaúlamaúda iki fÀ´ide vardır evvel niyyet ki bir murÀd içün òÀùırıña baàladuñ eger ãavÀb eger şerr maúãÿda irişüb şÀd-kÀm olasun eger òaùÀ olursa òalú bilüb seni melÀmet itmeyeler ÓikÀyet Bir gün ÓÀúÀnla Hind Meliki hem-nişín iken ÓÀúÀn didi ki òÀùırdan ıraàolsun ol fikret ki göñlümüzü fesÀda vire Melik-i Hind eydür ırÀà olsun (52a) eydür yÀrenler maèõÿr buyurun dünki sözüme bu günki sözüm muòÀlif olduàına sebeb budur ki bu gice úÀêí beş yüz dirhem gümüş bir úaftÀn göndermiş úabÿl 400 Sırrını saklayan, iğnesini eline geçirir (ona sahip olur). Hadis-i Şerif 153 etdük anı bilürsüz ki insÀn iósÀn úulıdır ol sebebdeb sözi iki dürlü söyledük didi ki el- insÀnü èabdü’l-iósÀn401 ve daòí dimişlerdir ki el-óürru èabdü’l-birri402 yaèní azÀdı úul ider eylük NÿşirevÀn èÀdil eydür kim ki iş bu dört ãıfatla mevãÿf olsa Óaú úatında maúbÿl ve òalú úatında maóbÿb olur Evvel dÀyim úalbinde niyeti eyü ola fırãat bulıcaú taúãír itmeye İkinci dostlar úazanmaàa èÀlí-himmet ola Üçinci òalúa şefúat idüb esirgemeği èÀdet idine Dördüncü eksüklüği olanuñ günÀhını èafv ide taóammül ehli ola úaãdile intiúÀm idegen olmaya Óaøret-i èAlí kerremallÀhu vechehÿ eydür el-iósÀn yaúùaèu’l-lisÀn403 iósÀn insÀnuñ dilin keser yaèní anuñ óaúúında yaramaz söz söylemez Óaøret-i Rasÿl èaleyhi’s-selÀm buyurur men yezraèu óayren yaóãadu raàbeten ve men yezraèu şerren yaóãadu nedÀmeten404 èÀúiller demişlerdir ki kendü eyilügin kendüden àayrıya oldıàın istemeye ol dÀyimÀ belÀdur Baùlamyÿs Óakím eydür çün bir kişiye eylük idesin yine añub andan minnet umma yÀ àayri yirde añub filÀna kerem idüb dururın diyü faòrlanma ammÀ saña olan eylüğiçün minnet it ve sipÀs èıvaø itmege iúdÀm it tÀ her kişi saña kerem itmege raàbet ideler Meåneví (52b) Zihí inèÀm ve iósÀn-ı ilÀhí Zihí iúbÀl vü baòt-ı pÀdişÀhí Zihí óaúdan ulu inèÀma lÀyıú Zihí ièzÀzile ikrÀma lÀyıú Ki teftíş idicek kişi özini Eyü niyetde bula kendüzini Gelür çün ãanduàuñ kendü başına Eyü ãÀn eylük ile úardaşuna Olurmış çün èıvaø iósÀna iósÀn Yavuzluú niçün ider ola insÀn Çü diliñ ùatlu ola òÀùırıñ pÀk RevÀ úaderüne reşk iderse eflÀk 401 İnsan ihsanın kölesidir. 402 Hür iyiliğin kölesidir. 403 İyilik dili keser yani kötü söz söylemesini engeller. 404 İyilik eken rağbetini kötülük eken ise pişmanlığını hasad eder. Hadis-i Şerif 154 Şu kim eylük sevüb eylük ider ol İki èÀlemde eylüge irer ol Bu gün kim òayra yelter kendüzini Hemín cennetde bulsun kendüzini Yavuzluúdan ura kim ki bugün dem Yarın me´vÀsıdır Ànuñ cehennem Eyülerden ÒudÀ vü òalú òoşnÿd Yaramazlar iki èÀlemde merdÿd Yaramazluúdan olmasa içi pÀk Eyülük leõõetini itmez idrÀk Bilür eylük ulular eyü Àdem Degil Àdem şu kim èaúlı ola kem Kimüñ rÿşen ola èaúlı çerÀàı Yavuz olub olur mı óaúúa yaàı Budur èaúlı èazízün muúteøÀsı Ki óaúdur her işinde muútedÀsı Óaøret-i RisÀlet èaleyhi’s-selÀma ãordılar eyyü’l-mü´miníne efêalühüm405 mü´minleriñ efêali úanúısıdır didi ki óüsnühüm aòlÀú[en]406 yaèní òulúi gökçekdir Rasÿl èaleyhi’s-selÀm buyurmuşdur evvelü mÀ yÿêaèu fí’l-mízÀn el-òulúu’l-óusn407 (53a) Ol endíşe òÀùırdan ki eger ÀşikÀre olub bilinmelü olursa kişi´i oldu ide SindÀbÀd Óakím eydür rÀzı iki kişiden gizlemekde mübÀlaàa cÀyiz degildür evvel bir èÀúıl-ı kÀr-dÀn ikinci bir dost-ı mihribÀn ki kerrÀtla ãınamış ola Beyt Çü der dil ne-günced rÀz-ı kesÀn KucÀ günced ender dil-i dígerÀn408 RÀzı her Àferídeden ãaúlamaú gerek óuãuãa èavretlerden híç vechile èavret hem- rÀz olmaàa lÀyıú degildir 405 Müminmnlerin en faziletlisi hangisidir? Ibn-i Mâce. Zühd/31 406 Ahlakı güzel olandır. Ibn-i Mâce. Zühd/31 407 Kıyamet günü mizana konulacak ilk şey güzel ahlakdır. Tirmizi. Birr/61-62 408 Kendi gönlünde insanların sırrını saklayamayan başkalarının gönlünde nasıl yer edebilir? 155 ÓiúÀyet ÓaccÀc bin Yÿsufuñ bir óÀcibi var idi emín-i maórem-i esrÀr idi bir gice söz arasında nÀgÀh ÓaccÀc didi ki òÀtun kişilere híç vechile sır sözüñ söylemelü degildir elbette òaùar maèrıøında fÀş eder Óacib didi ki cemiè òÀtunlar bir olmaz ÓaccÀc didi ki cümlesi birdir bunlardan sır ãaúlamaú ve rÀz beklemek gelmez ÓÀcib eyidüb vardır sır ãaúlamaúda kÀmiledür óazínedÀrına buyurdı bin altun getürdi mühr urub óÀcibe ıãmarladı ve didi ki bu altunı òÀtunuña ilet ve eyit ki işbunı mühürlü kíse ile evine getürüb òÀtununa virdi ve eyitdi ki senüñdür òarclan didi bunuñ üzerine müddet-i eyyÀm geçdi ÓaccÀc bir ãÀóib-i cemal cÀriye´i óÀcibine baàışlayub evine gönderdi çün óÀcib evine geldi òÀtun didi ki işbu cÀriye ne maãlaóata geldi óÀcib didi ki beg virgi òÀtun eyitdi eger benim òÀùırım ãayub göñlüm yıúmaú istemezseñ bu cÀriye´i tazele ãat ve illÀ benüm göñlümi vírÀn ve cÀnumı rencide kılursın (53b) òÀcib eyitdi bir cÀriye bi beg baña ãatmaú içün virmeye evimde muúím olmaú içün baàışla elimden Ànı ãatmaú gelmez òÀtÿn ebsem olub oturdı çün gice oldı yerinden ùurub beg sarÀyına yetişdi destÿr olub içeri girdi ve yir öpüb kíse´i öñünde úodu didi ki nice yıllardır erim beni sulùÀnımıñ nièmetiyle muàtenim úılmışdır ve cümle èÀlem sulùÀnumuñ nièmetiyle perverde olmuşdur eger erim bed-baòtlu ve küfrÀnü’- nièmetlük edüb sulùÀnımıñ nièmetiniñ óürmetin rièÀyet itmeyüb emínlikde taúãírÀt itdiyse ben Allahdan úorúarım ve sultÀnımın iyiliklerinden utanurum baña vÀcib olan òıyÀneti örtmeyüb dimekdir işbu mühürlüce kíse´i erüm sulùÀnımıñ òazínesinden uàrılayub baña virmişdi ki òarclanam ammÀ istedim ki bundan bir filÿrí taãarruf idem fırãat aradım ki sulùÀnımıñ òazínesine degürem sÀèat ÿş şimdi yetişdi didi ÓaccÀc bunı işidüb òÀtÿnuna taósínler ve Àferínler etdi ve eyitdi zihí emíne ve muètemede òÀtÿn ki sen imişsin bÀri eyle gereg idi ki itdüñ deyüb óÀcibi úaàırıñ eyüb kaàırub üñünde úodu kíse´i didi ki bu kíse ol kísedir ki seniñle muvÀøaèaidüb elüñe virmişdim şimdiki óÀlde bunu ol emínligine inanub maóremligine iètimÀd itdigüñ rÀz-dÀre èavretüñ getürüb didi ki bu meblaà erüm seniñ òazínenden uàrılayub baña òarclanmaàa getürmişdir didi EflÀùÿn óakím eydür her nesnenüñ ãaúlayıcısı ve bekleyicisi çoú gerek ki muókem ola illÀ rÀzuñ bekçisi 156 (54a) bir yalñuz kişi yaraşur ãaúlayıcısı ziyÀde olduàınca ÀşikÀre olması ziyÀde olur kişi kendü sırrın fÀş itmek èayb olduàı gibi àayrı kimesne sırrına muùùaliè olıcaú fÀş itmek daòí èaybdır sır ıssınıñ sırrıñ bbildürdügi kişinüñ úatında emÀnetdür úaçan fÀş itse òıyÀnet itmiş olur niteki Óaøret-i RisÀlet èaleyhi’s-selÀm buyurur iõÀ eòazte’r-recule óadiåen åümme eltefte fe-hiye emÀnetün409 ve daòí buyurmuşlardır innemÀ yetecÀlesü’l- mütecÀlisÿn bi’l-emÀneti lÀ yaóıllü li-aóadihimÀ en yüfşiye èalÀ ãÀóibihi mÀ yekrehu410 mü´min mü´miniñ sırrına yÀ èaybına muùùaliè olıcaú fÀş itmek óelÀl degüldür belki bir yaramaz ãıfatdır ol ãıfatlu kişiden AllÀha ãıàınmaú vÀcib dir niteki Nebiyy-i Kerím èaleyhi’s-selÀm buyurur isteèıõÿ bi’llÀhi min cÀri’ş-şevvir elleõí in re´À òayren eserrehu ve in re´À şerren aôharehu411 yaèní ãıàınuñ AllÀha bir úoñşıdan ki úaçan òayr görse örte şer görse aça mü´min-i kÀmil oldur ki karındaşıñ bir şívesini anÀ nÀ-òÿş görinüb èayb görinse ol èaybı imkÀn oldukça saèy idüb vech-i óasene óaml itmek gerek ol nÀ-şÀyeste görinen fièlüñ óaúíkati münkeşif olub temÀm yaúín üzerine görinse tecÀhül olmayub óamlü’l-mü´mini èalÀ’ã-ãabÀói412 mürtefiè olsa eyü kişilerüñ şÀnlarına lÀyıú oldur ki bir mü´min muèayyubmış diyü münfaèil olmaya belki dostuñ olan eksiklügi sehvine nisyÀna óaml idüb úaãdile itdi diyü iètiúÀd olınmaya úardaşlaruñ èaybların örtmek mütedeyyin mü´minler ve ãÀóib-i mürüvvet úardaşlar èÀdetidir ÀgÀh oluñ ki úabió nesneleri iôhÀr itmemek (54b) ol merÀtib-i èÀliyedendür ki mü´minler Óaøret-i èİzzet èazze şÀnuhÿ dergÀhına münÀcÀt ve duèÀ iderken bu ãıfatladır ki yÀ men ôahara’l-cemíle ve setera’l- úabíóa413 mü´miniñ ímÀnı temÀm olmaz nefsini nice severse Ànı sevmeyince bunda hod- gümÀn yoúdur ki mü´min sır fÀş olub èayb Àçılkduàın istemez pes bu yaramaz ãıfatdan be-àÀyet ãaúınmaludur sırları fÀş idüb èayblar açmaúdan ãaúınmamaú kişinüñ derÿnında bir gizli derddüranuñ nişÀnı óıúde ve óaseddir óasÿdların ve kíne kişilerüñ derÿnları òabíåle ùoludur lÀkin münÀsebet olmayub gizli ùutarlar úaçan furãat el vire óayÀyı aradan getürüb cinnetin iôhÀr iderler ki èıtÀbün ôÀhirun òayrun min óıúdin meknÿn414 409 Bir kişi konuşurken etrafına bakarak konuşsa onun sözünü saklamak emanettir. (Tirmizi. Birr/39) 410 Bir mecliste bulunanlar emin olmalıdır. Onlardan birinin arkadaşının çirkin gördüğü şeyi ifşa etmesi helal olmaz. (Ebu Davud. Edeb/32) 411 Kötülük görünce ifşa eden iyilik görünce gizleyen kötü komşudan Allah’a sığının. Hadis 412 Mümin işi sabaha taşır. (Yani acele karar vermez anlamında bir deyim) 413 Ey güzellikleri izhar edip çirkinlikleri örten! 414 Açıkça azarlamak gizli kin tutmaktan hayırlıdır. 157 ÀşikÀre úatı söylemek yegdir pinhÀn kin ùutmaútan içinde óıúd u kíne ùutan kíne-dÀrlarıñ lüùf-i muóabbet eylemez içi òabíã olan kişi keríh olur dirler ÓikÀyet èAbdullÀh bin Cübeyrden rivÀyet olınur eydür zamÀn-ı cÀhiliyyetde Medínede olurdum bir Yahÿdi úonşım var idi dÀyım baña TevrÀt èacÀyiblerinden òaber virirdi ol Yahÿdi sefere gidüb ittifÀú müddet- medíd seferde eglenüb Àòir yine geldi Àna didim ki Óaú TeèÀlÀ bir peyàamber virübdi bizi İslÀma daèvet itdi MüslümÀn olduú FurúÀn adlı bir kitÀb ol peyàambere nÀzil oldı ki TevrÀtı taãdíú ider Yahÿdi didi ki gerçek siz ammÀ siz ol peyàamberüñ emrini yerine úoymaàa èaceb úÀyim olabilemisüz biz anıñ naètını ve ãıfatını bulub bilmişüzdür ve ümmetinüñ daòí evãÀfın oúuyub dururuz (55a) Bir kişi evi úapusundan çıúduàında mü´min úarındaşınuñ kíne ile yire úadem baãmaú anuñ dininde revÀ olmasa gerek ve bir müslümÀn úardaşuñ úatında úurı sırrı fÀş olduàı revÀ degildir biri birinüñ göñli rièÀyetin ve òÀùırın gözlemek gerekdür işbu ãıfatlar ol peyàamberiñ ümmetine vÀciv olsa gerekdir ãudÿru’l-ebrÀr ãundÿúu’l- esrÀr415 eyi kişileriñ göñülleri sözleriñ ãanduàı olur aómÀúlarıñ ãoóbetinden ictinÀb itmek anuñ içündür ki göñülleri dillerindedir ne sırra muùùali´ olalar ãaúlayamazlar elbette fÀş iderler lÀ-cerem anlaruñ muãÀóabetlerinden müfÀraúat belki yüzlerin görmekden necÀt bulmaú tamÀm-ı devlet ve saèÀdetdir õírÀ en-naôaru ilÀ vechi’l-aómÀki òaùíetün416dür Beyt Anuñ ki òalú diye adını aómaú ÒatÀdur muùlaúa yüzine baúmaú Bir mü´min-i muvaóóid ki seni kendüye hem-ãıfat bilüb maóremiyyet sırrını senüñ göñlüñ òazínesinde emÀnet úoyub aàzıñ úapusuna mühr urmuşuz zínhÀr dilüñ miftÀóıyla ol mühürlü úapuyı açub ol sır metÀèını ki ıssı ÀşinÀlardan gizlemişdür ãaúın njÀ-maóremler diline ve ecnebiler aàzına bıraúma ki òÀyinler zümresinden maèdÿd olmayasın emÀnet ãaúlamaàuñ ÀdÀbını ve himmet-i ÀåÀrını bu beytden maèlÿm ideyin Beyt Ve müstevdaèí sırren bi-tev´Ànin ketmuhu 415 İyi kişilerin gönülleri sırların sandıklarıdır. 416 Ahmağın yüzüne bakmak hatadır 158 Fe-evdaètehu ãadrí fe-ãÀre lehu úabren417 Bu iki beytüñ úÀ´ili İbn-i Muèteberdir maènÀsı oldu ki sırrını baña emÀnet úoyana (55b) Gögsümü úabir úılub ol sırrı örtüb ãaúların velí benüm sínemdeki sırrı meyyite teşbíh itmelü degildir zírÀ her úabir úıyÀmete muntaôırdır içindedki meyyit-i medfÿn ol vaút ÀşikÀre ider ben ol vaút daòí ÀşikÀre itmeyüb pinhÀn ùutarın tÀ sırrı fÀş itmekle òıyÀnet töhmet ile müttehem olmayub ehl-i emÀnetden olam inşÀallÀhu ùeèÀlÀ BÁB-I PÁNZDEHUM Der dünyÀ vü óırã Ùamaè ve dünyÀya úatí óÀriã olmaú eyü degildir õírÀ ifrÀùla óırã kişi´i gözsüz ve ãÀàır ider èÖmr-i èazízi dÀim óırãla dünyÀ mÀlın cemè itmege maóãÿr úılmaú èÀúıl şÀnına lÀyıú degildir Óaøret-i RisÀlet èAleyhi’s-selÀm buyurur er-raàbetü fi’d-dünyÀ tekeååere’l-hemme ve’l-àamme 418 Beyt Ez-úanÀèat híç kes bícÀn ne-şüd Ver-óaríã híç kes ãultÀn ne-şüd419 Ne úanÀèat ehlinüñ kimesne aç oldıàın gördigi var ne óırã ehlini sulùÀn oldıàın gördigi var ifrÀùla óırã àalebe-´i cehlden gelür eyle olsa úanÀèat iòtiyÀr itmek ehl-i saèÀdetüñ kemÀl-i devletindendir ki díde-i èaúlıla ve naôar-ı óissile rÿşen müşÀhede ide durur ki cihÀna tehí-dest èuryÀn geldi iki cihÀn elinde ola yine boş kef ve bí-tÀc ve bí- kemer gidecekdir ÓíúÀyet Melik Menÿçehr ol vaúù Melik Menÿçehr ol vaút ki ÙaberistÀnda olurdi EfrÀsiyÀb ile ãuló itdüklerinden ãoñra leşkerin cemè idüp üzerlerinde refíè ãavtla òuùbe okudı ve eånÀ-´i òuùbesinde dedi ki ÀbÀ ecdÀdımız cihÀndan naúl itdiler cihÀnı bize kodılar ammÀ biz dÀòí nÀçÀr anlaruñ (56a) Ardınca gitmelüyüz bí-gümÀn atalarımız bize şol resmedür ki aàaca kökdür biz atalarımıza köklü aàaca budaúlar gibiyiz çün kök yerinden úopanla 417 Sırrını saklayabilirim diye bana emanet etti. Onu göğsüme koydum da göğsüm ona bir kabir gibi oldu. 418 Dünyaya rağbet gam ve kederi çoğaltır. (Hadis-i Şerif) 419 Kanaatten kimse ölmedi, açgözlü de asla sultan olmadı. 159 maèlÿmdur ki budaàıñ pÀydÀrlıàı ne úadar ola üşde dünyÀnıñ müddeti mühleti bu vech üzerinedir ki õikr olındı bu az müddet içinde bu úadar renc ü èayş ü cenk neye gerek olur Baùlamyÿs óakím eydür düşmenlere yalvarmaàla òalÀã yoúdur ammÀ mÀlıla defè olınur ammÀ àÀlib óaríã olıcaú andan úaçmak muóÀl ve yalvarduàınca òasÀreti ziyÀde olur ve mÀl virdikçe Àòir óaúÀretle helÀke sebeb olur Baùlamyÿs óakím eydür bu dünyÀ bir melik-i mütehevvire beñzer ki híç kimse´i esirgemez híç Àferíde ile dostluğı yoúddur eger medó idesin minnet itmez ve eger õemm idesin híç úızmaz günÀóı yoúlardan alub óaúúı günÀóı yoúlardan alub óaúúı yoúlara virir bir kişi èÀlem-i àaybdan èÀlem-i ôÀhire ki gelür bí-óabbe ve bí-libÀs gelür mÀlÿmdur deyu óaríãlıàla maóbÿb idindügi nesneleri bir nice kişilerden úalmışdır Àòir gitdigi vaútin bir çekirdek gümüş ile alub gitmez yine bir nice kişilere úoyub kendü maórÿm ve nevmíd gidiserdir çün óaúíúat emr bu minvÀl üzereyse ki taúddír olındı eyle olsa ifrÀùla dünyÀya óaríã olmaú mübÀlaàa ile eblehlikden gelür dervíş-i úÀniè ki àınÀ-´ı úalílle mevãÿf ola ol àanílerden àaní olur àaní ki ùÀmiè ve óaríã ola dervíşlerden dervíş olur EflÀùÿn óakím eydür dünyÀ bir deryÀy-ı vasıèÀ beñzer Àndan geçmekde òaùar var ve içinde (56b) Ùurmaúda òavf daòí ziyÀde selÀmet ammÀ kenÀrındadır Soúraù óakím ol vaút òalÀyıúdan èuzlet iòtiyÀr idüb bir maàÀrda òalvet-gÀh düzütmüşdü ol vaút-i zamÀnıñ melikiñ òasta oldu ol melikiñ veziri SoúrÀùıñ şÀkirdlerinden idi SoúrÀù adam gönderdi tÀ gelüb melikiñ muèÀlecesine meşàÿl ola SoúrÀù úabÿl etmedi vezír kendüsi vardı gördü ki bir maàara içinde eñinde òafíf bí-úıymet libÀslar öñünde ùaèÀmı sebze tere vezír-i melik òaberini SoúrÀù òaber-i èarø etdi SoúrÀù óuccetlerle cevÀb virdi vezír didi ki óucceti úo ki bahå etmege gelmemişim seni melikimiz muèÀlecesi içün daèvet etmege gelmişim kerem-i icÀbet úıl Àòir SoúrÀù didi ki ben siziñ melikiñize hiõmet etmek ùaríúin bilmezin vezír ayıtdı eger sen bizim melikimize òiõmet etmek ùaríúin bileydiñ yeşil ot yemege muòtÀc mı olurduñ SoúrÀù ayıtdı eger sen bu loúmaya úanÀèat etmek leõõetin bilseñ bir loúma içün maèbÿd-ı muùlaú idünüb bir kendiñ gibi èÀciz maòlÿúuñ èubÿdiyyetin tatmakda òaúÀretler mi çekerdiñ anıñ içündür ki óaøret-i rasÿl èaleyhi’s-selÀm buyurur el-úanÀèatü kenzün lÀ yuànÀ420 diyü buyurduàundan soñra el- úanÀèatü mÀ lÀ yenfeõü421 tekrÀr buyurmuşdur dünyÀya òaríã olanlarıñ ve dünyÀnıñ 420 Kanaat tükenmez bir hazinedir. (Hadis-i Şerif) 421 Kanaat tükenmez. (Hadis-i Şerif) 160 meåeli ãusuz kişiye beñzer düşende Àb-rÿ anlar görür pÀkíze maşrabalarla ãular içer o yansa cigeri mecrÿr ve lebi haşek ãusuzluàu bÀúí ÓikÀyet NessÀc BuòÀrí raøiya’lÀhu èanhü (57a) ki BuòÀrÀnıñ muèteberlerindendir anıñ zamÀnında pÀdişÀh rüzgÀr SulùÀn Maómÿd ŞehriyÀr idi ber sultÀn-ı meõkÿr erkÀn-ı devletden baèøıyla meõkÿr şeyòiñ ziyÀretine vardılar ki tÀ bir laóôa müşerref olalar óaremi úabusuna yetişdiklerinde umdular ki şeyò çıúub bunlara istiúbÀl ide şeyò belürmedi Àòir òal-ı òÀnesi úapusuna yetişdiler gördüler ki şeyò fÀrià vezír bu maènÀya taóammül idmeyüb dedi yÀ şeyò úurèÀn-ı èazímde ol Àyet-i kerímeéi oúumadıñ mı ki bÀrí teèÀlÀ buyurmuşdur eùíèullÀhe ve eùíèu’r-rasÿle ve ülü’l-emri minküm422 yaèni muùíè oluñ AllÀha ve rasülüne daòí emr fermÀn üstü beglerüñüze òuãÿãan bunuñ gibi velí síret pÀdişÀh ki seniñ ikrÀmıñ ve ièzÀzıñ içün úapuña gelürsen iltifÀt etmeyüb bu sulùÀn-ı cihÀn muùÀèa muùíè olmaú maènÀsından fevt olmadı mı didi şeyò òalvet içinde òıùÀb idüb didi ki ey vezír-i èÀúıl ben AllÀha muùíèim AllÀha muùíè oluñ fermÀnında şöyle müstaàraúım resÿlüne muùíè oluñ denilen fermÀnında yerine úomaúdan èÀciz ve úÀãıram senüñ ulü’l-emriñe nevbet anlardan ãoñra geçer ve değer maèõÿr buyurasuz didi bu sözi SulùÀn Maómÿd işidüb begendi şeyói ziyÀret itdi bir miúdÀr ol èazíz ile muàtenim ve müşerref olub òayr duèÀsın aldı sürÿr-ı òaùırla menzil-i şÀhÀnesinden yaña müteveccih olub revÀne oldı eyle olsa işbu bir èÀciz ve èÀãí ve pür-melÀl ve mücrím-i faúir (57-b) ve bí-mÀl aèní dÀèí el-faúir İbn-i KemÀl ki müellif-i ín úitÀb-ı pür- neãÀyió-i pür-nevÀ temme bi-èavni èinÀyeti’l-Meliki’l-mennÀn-ı bí-miåÀl işbu pend ü neãÀyiói te´líf derc idüb òazíne´i èaúldan nice dürlü genc ve cevÀhir òarc itdüm ki tÀ mü´min úarındÀşlara vesíle-´i hidÀyet ve sÀlik-i rÀh-ı óaúíúÀt ve mÀlik-i dünyÀ vü devlet olub oúuyanlar tÀ ki bu zerre-i bí-miúdÀrı ümmíddir ki òayr duèÀdan ferÀmÿş buyurmayalar inşÀ´allÀhu teèÀlÀ ve teúaddes temmet el-kitÀbu bi-èavnillÀhi’l-Meliki’l- VehhÀb 422 Allâha ve resulüne ve sizden olan ulul-emre itaat edin. Nisa/59 161 SONUÇ XV. ve XVI. yüzyıl gibi Osmanlının sosyal ve kültürel anlamda en renkli döneminde yaşayan Kemâl Paşazâde genelde Türk dünyası, özelde Osmanlı devleti tarihindeki önemli ilmî ve siyasî şahsiyetlerden biridir. Kemâl Paşazâde’nin Kanunî Sultan Süleyman’a, Zenbilli Ali Efendi’nin vefatından sonra sekiz yıl Şeyhü’l-İslâmlık yapması O’nun yerini ilmî ve siyasî anlamda daha da müşahhas kılmaktadır. Kemâl Paşazâde’nin kendini ilmi anlamda devrinin en iyi alimlerinden beslenerek yetiştirmesi ve Yavuz Sultan Selim’le olan yakın ve güçlü ilişkisi neticesinde bulunduğu devlet görevleri O’nun, Osmanlı’nın siyasî hayatında da etkin bir rolü olduğunu göstermektedir. Özellikle Osmanlı’nın Mâturidilik üzerine yapmış olduğu bilinçli tercihte, bu mezhebin yerleşme ve gelişmesinde de İbn Kemâl’in etkin bir rol üstlendiğini ifade edebiliriz. İbn Kemâl’i ve Nesayih adlı eserini çalıştığımızda açıkça gördük ki ülkemizdeki ilâhiyat akademyasının üzerinde yeterince durmadığını düşündüğümüz Osmanlı tefekkür tarihi, felsefeden tasavvufa, kelamdan fıkha ve mantığa kadar İbn Sina sonrası İslam düşünce tarihinin genel eğilimlerinin sergilendiği bir buluşma noktasıdır. Bu anlamda Osmanlının geçirdiği fikrî süreci, İslam düşüncesindeki sentez arayışının mühim örneklerinden biri olarak değerlendirebiliriz. İslâm felsefesi hiç de Batı merkezli akademyanın düşündüğü anlamda, VIII. Yüzyılda başlayıp, Gazâli ya da İbn Rüşd sonrası bitmediği gibi farklı alanlarda gelişmeyi sürdürmüştür. Açıkça anlaşılmaktadır ki İbn Kemâl, klasik anlamda sadece dinî, İslâmî bir fikir anlayışına sahip değildir. Bilakis gerçek anlamda İslâm’ın öngördüğü gibi insanın hakikat arayışında, ilim ve hikmet üzerine kurulacak hayatın içerisinde kendisine yarayacak olan her türlü bilginin peşinde olan bir anlayış sergilemektedir. Bu onun kelam ve felsefeye dair eserlerinde açıkça kendini göstermektedir. Zaten incelemiş olduğumuz Nesayih adlı eserimizi de bir çok alandan; tarihten, edebiyattan ve felsefeden yararlanarak kaleme aldığı dikkat çekicidir. Bir çok tarihi şahsiyetten hatıralar ve rivayetler aktardığı gibi yirmi civarında filozofun fikirlerinden alıntılar yapmıştır. En uzun bâb olan akıl babından da anlaşılmaktadır ki, İbn Kemâl’in fikir hayatında ve yaşadığı yüzyılda modern anlamdaki gibi ayrıntılı olmamakla birlikte, akla verilen önem oldukça güçlüdür. Hakikate ulaşma 162 yolunda kullanılan alettir. Hatta denilebilir ki akıl, dinî ve fikrî hayatta potansiyel bir temeli oluşturur, temsil eder. Nesayih bir ahlak eseridir. Ancak Aristoteles tesiriyle yazılmış olan ya da Yunan kaynaklarından da istifade ederek İslâm potasında eritilmiş diğer ahlak kitapları kadar detaylı ve geniş değildir. Bir tür sıkıştırılmış (muhtasar) ve halkın da anlayıp istifade edeceği tarzda hazırlanmış bir ahlak kitabı olarak kabul edilebilir. Eser döneminin, özellikle ilim dünyasının kullandığı dile nispetle sade olmakla birlikte gayet zengin, bir o kadar da özel kelimelerle bezenmiştir. Ayrıca bazı konularda oldukça detaylı ve orijinal fikirler de ortaya koyan İbn Kemâl, mesela devlet adamlarının özellikleri hakkında, kendisinin de aktif siyasetin içerisinde olmasından kaynaklansa gerek konuyla ilişkili yazılan fikirler de yer almayan bazı ahlaki özelliklere işaret etmiştir. İbn Kemâl’in ahlak anlayışı, bir Şeyhü’l-İslâm olması hasebiyle ayrıca sahip olduğu felsefî ve kelamî birikim neticesinde teoriden ziyade pratiğe yöneliktir. Yani eserini okuyan kişinin, almış olduğu bilgiyle sanki hemen hayatını o bilgiye göre tanzim edip dünya ve ahiret mutluluğunu kazanabilmesini arzu eder. O yüzden sık sık anlattığı ahlaki özellikler, daha da hayatın içerisinden olsun diye tarihi olaylara ve hikâyelere yer vermiştir. Bütün bunları yaparken anlatımlarının belkemiğini Kur’an ve sünnet ışığındaki İslâm ahlakı oluşturmaktadır. 163 BİBLİYOGRAFYA ADAMSON, Peter, TAYLOR, Rıchard, C., İslâm Felsefesine Giriş, İbn Sinâ Bölümü,(çev. Cüneyt Kaya), Küre Yayınları, İstanbul 2007 ADIVAR, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1982 AKGÜNDÜZ, Hasan, Klasik Dönem Osmanlı Medrese Sistemi, Ulusal Yayınları, İstanbul 1997 AKKİRMÂNÎ, Muhammed, İrâde-i cuziyye risâlesi, c. II, sad. ve neş. Şamil Öcal, Dini Araştırmalar, 1999 ALPER, Ömer Mahir, “İbn Kemâl’in Risâle fî Beyâni’l-Akl’ı” İslâm Araştırmaları Dergisi, sayı 3, İstanbul 1999 ANAY, Harun., Celâleddin Devvânî Hayatı, Eserleri, Ahlâk ve Siyâset Düşüncesi, İstanbul 1994 (,İ.Ü.S.B.E Basılmamış doktara tezi.) ARİSTOTELES, Metafizik, çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınları, İstanbul 1996 ___________ Nikomakhos’a Etik, çev.Saffet Babür, Kebikeç Yayınları, Ankara 2005 ARSLAN, Ahmet, Haşiye Al’t-Tehafüt Tahlili, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., İstanbul 1987 ___________ Kemal, Ala’t-Tehâfüt Tahlili,Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1987 ATSIZ, Nihal, Kemâl Paşaoğlu’nun Eserleri, Şarkiyat Mecmuası, İstanbul, 1996, S.VI. AYDIN, Mehmet., “Ahlak” T.D.V İslâm Ansiklopedisi, I-XXXIV, İstanbul 1999 AYDINLI, Yaşar, Gazâli: Muhafazakâr ve Modern, Arasta Yayınları, Bursa 2002 BAYRAKDAR, Mehmet, İslâm Felsefesine Giriş, A.Ü., İlâhiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1998 BİLMEN, Ömer Nasuhi, Tefsir Tarihi, Diyanet İşleri Reisliği Yay., Örnek Matbaası, Ankara 1995 BİNGÖL, Abdulkuddüs, “Osmanlılarda Mantık Bilimi İçeriği, Medrese Eğitimindeki Yeri ve Osmanlı Mantıkçıları”, Osmanlı Ansiklopedisi, c.7. Yeni Türkiye Yay. Ankara 1999 CANAN, İbrahim, Hz Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Türdav Yayınları, 1982, İstanbul CEVİZCİ, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 1999 164 ÇİÇEKLER, Mustafa., Kemal Paşazâde ve Nigeristân’ı, (Basılmamış doktora tezi),İ.Ü.S.B.E., İstanbul 1994 DALKIRAN, Sayın, İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, Osmanlı Araştırma Vakfı Yay. İstanbul 1997 el-CÜRCÂNÎ, es-Seyid Şerif Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Ali el- Hüseynî el-Hanefî, et-Ta’rîfât, ts. ERDEM, Hüsameddin, Son Devir Osmanlı Düşüncesinde Ahlak, Selçuk Üniversitesi Yay., Konya 1996 el-İSFEHÂNÎ, er-Rağıb Ebu’n-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed, Müfredât-ı Elfâzi’l- Kurân, İstanbul 1986 et-TÛSÎ, Nasîruddin, Ahlâk-ı Nâsırî, (Edit. Tahir Özaktaş, çev: Anar Gafarov, Zaur Şükürov), Litera Yay., İstanbul 2007 FAHRİ, Macid, İslâm Ahlak Teorileri, Litera yay., İstanbul 2004 FARABÎ, Ebu Nasr, Arâ’u Ehli’l-Medineti’l-Fazıla, İdeal devlet, çev.Ahmet Arslan, Vadi yayınları, Ankara 2004 ___________ Es-Siyasetü’l-Medeniyye, (çev. M. Aydın, A. Şener, R. Ayas), İstanbul 1980 ___________ Fusulü’l- Medenî, ‘Siyaset Felsefesine Dair Görüşler’, (çev: Hanifi Özcan), Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., İzmir 1987 ___________ İlimlerin Sayımı, (çev. Ahmet Arslan), Vadi Yayınları, Ankara, 1999 FAYDA, Mustafa, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Şeyhülislam İbn Kemal Sempozyumu, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 1986 FAZLUR RAHMAN, “İbn Sinâ”, İslâm Düşünce Tarihi,(Editör:M.M Şerif) İnsan Yayınları, İstanbul 1996 GAZALİ, Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Ahmed Tehâfütü’l- Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) (çev. Bekir Karlığa), Çağrı Yayınları, İstanbul 1981 ___________ el-Munkızu mine’d-Dalâl (Dalâletten Hidâyete), (çev. Ahmet Suphi Fırat), Şâmil yayınevi, İstanbul 1978 GUTAS, Dimitri, Yunanca Düşünce Arapça Kültür, (çev. Lütfi Şimşek), Kitap Yayınevi, İstanbul 2003 HALLAF, Abdulvehhâb, İslâm Hukuk Felsefesi, (çev. Hüseyin Atay), Ankara 1973 HAMİD, Dabaşi, “Filozof-Vezir Hâce Nasîruddin et-Tûsî ve Dönemin Entelektüel İklimi”, İslam Felsefesi Tarihi, (Edit. Seyyid Hüseyin Nasr, Oliver Leaman), I-III, c. 2, İstanbul 2007 HAMMER, Joseph De, Osmanlı Devleti Tarihi, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1984, I-XVI 165 İBN MİSKEVEYH, Ahlakı Olgunlaştırma, (çev. Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihat Tunç), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara ts. İBN RÜŞD, Tehâfüt et-Tehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı), (çev. Kemal Işık- Mehmet Dağ), Kırkambar Yayınları, İstanbul 1998. İHSANOĞLU, Ekmeleddin, “Osmanlı Bilimine Toplu Bakış”, Yeni Türkiye - Osmanlı Özel Sayısı- III, sayı; 33, Ankara 2000 İNALCIK, Halil, “Osmanlı İmparatorluğunda Kültür ve Teşkilat”, Türk Dünyası El Kitabı, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1976 İSEN, Mustafa, Gelibolulu Mustafa Âli, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1988 İŞPİRLİ, Mehmet, “Osmanlı Ulemâsı”, Yeni Türkiye Yay. -Osmanlı Özel sayısı- III (Düşünce ve Bilim), Yıl 6, Sayı 33, Ankara, 2000 KALIN, İbrahim, “Osmanlı Düşünce Geleneğinin Oluşumu”, Yeni Türkiye yay., Osmanlı, Ankara, 1999 KAM, Ferid, “Kınalızâde Ali Çelebi”, D.E.F.M, S. 4, İstanbul 1332 KARLIĞA, Bekir, “Osmanlı Düşüncesinin Oluşumu”, Osmanlı Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları., Ankara 1999 __________ Islahatçı Bir Düşünür Tunus’lu Hayrettin Paşa ve Tanzimat, Koba Yay., İstanbul 1995 __________ “İbn Sina Çizgisinde Osmanlı Düşüncesinin Gelişimi”, İslam Felsefesinin Sorunları, Elis Yayınları, Ankara 2003 KATİP ÇELEBİ, Keşfü’z-zunûn, II, neş: Kilisli Muallim Rıfat-Şerefeddin Yaltkaya, İstanbul 1360 KAYA, Mahmud, İslâm Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi, Ekin Yayınları, İstanbul, 1983 KEKLİK, Nihat, Türk İslâm Felsefesi Açısından Felsefenin İlkeleri,İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1987 __________ İbnü’l-Arabî’nin Eserleri ve Kaynakları için Misdak Olarak el-Futuhât el-Mekkiyye, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990 KEMAL PAŞAZÂDE, Tehafüt Haşiyesi (Hâşiya alâ Tehâfüt al-Felâsife), (çev: Ahmed Arslan), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1987 __________ Nesâyih, S.K., Esat Efendi 1781 KINALIZÂDE HASAN ÇELEBİ, Tezkiretü’ş-şuarâ, (haz. İbrahim Kutluk), Ankara 1989 166 KİNDÎ, Ebu Yusuf Yakup İbn İshâk, Risâle fî hudûdi’l-eşyâ ve rüsûmihâ, Felsefi Risaleler, (trc. ve inc. Mahmut Kaya), İz yay., İstanbul 1994 KUTLU, Sönmez, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Kitâbiyât yay., Ankara 2007 LEAMAN, Oliver, “İbn Miskeveyh”, İslam Felsefesi Tarihi, (Edit. Seyyid Hüseyin Nasr, Oliver Leaman), İstanbul 2007 MAVERDÎ, Siyaset Sanatı (Nasihatü’l-Mülûk), (çev. Mustafa Sarıbıyık), Ark Yayınları, İstanbul 2004 MÜSLİM, Ebu’l-Huseyin b. Haccac, el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahîh, I-III, Kahire 1954 OCAK, Ahmet Yaşar, “İbn Kemal’in Yaşadığı XV ve XVI. Asırlar Türkiyesi’nde İlim ve Fikir Hayatı”, İbn Kemal Sempozyumu, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1986 OKTAY, Ayşe Sıdıka , Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî, İz Yay., İstanbul 2005 ÖCAL, Şamil, Kemal Paşazade’nin Felsefi ve Kelami Görüşleri, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2000 __________ “Kemal Paşazade’nin Osmanlı Düşüncesindeki Yeri” Yeni Türkiye Yayınları, Osmanlı Ansiklopedisi, Ankara 1999 PARMAKSIZOĞLU, İsmet, “Kemal Paşazade”, M.E.B.İ.A. PEÇEVİ İBRAHİM EFENDİ, Peçevi Tarihi, c. I, (haz. Bekir Sıtkı Baykal), Kültür Bakanlığı Yay., Mersin 1992 SADETTİN EFENDİ, Tacü’t-Tevarih, (haz. İsmet Parmaksızoğlu), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992 SARAÇ, M. Ali Yekta, Şeyhülislâm Kemal Paşazâde, Şule Yay., İstanbul 1999 SARIKAVAK, Kazım, XVIII. Yüzyılda Bir Osmanlı Düşünürü Yanyalı Esat Efendi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1997 SIDDIKÎ, Bahtiyar Hüseyin., “Devvânî”, İslâm Düşünce Tarihi, İstanbul 1996 SÖZEN, Kemal, “Klasik Dönemde Osmanlı Türk Düşüncesi ”, Yeni Türkiye, Sayı 46, 2002 __________ İbn Kemal’de Metafizik, Fakülte Kitabevi Isparta, 2001 __________ “Klasik Dönemde Osmanlı Türk Düşüncesi”, Yeni Türkiye - Türkoloji ve Türk Tarihi Özel Sayısı- IV STANFORD, J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, c. I. (çev. Mehmet Harmancı) E.Yay., İstanbul 1982 167 SÜHREVERDÎ, el-Hayâklü’n-Nûr (Nur Heykelleri), (çev. Saffet Yetkin), M.E. Basımevi, İstanbul 1987 TAHİR, Mehmed, Osmanlı Müellifleri, (haz. Fikri Yavuz), Meral Yay., İstanbul 1972 TAŞKÖPRÜLÜZADE AHMED, eş-Şakayıkü’n-Nu’maniyye (Mecdî trc.) İstambul 1269 TAYLAN, Necip, Gazzâli’nin Düşünce Sisteminin Temelleri, Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1994 TURAN, Şerafettin, İbn Kemal, “Tevarih-i Al-i Osman Defter I. TTK Yay., Ankara 1991 __________ “Kemal Paşazade” T.D.V İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1999 TURTÛŞÎ, Muhammed ibn, Sirâcu’l-Mülûk (Siyaset Ahlakı ve İlkelerine Dair) (Haz. Said Aykut), İnsan Yayınları, İstanbul 1995 UĞUR, Ahmet, İbn-i Kemal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987 UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1983 ÜLKEN, Hilmi Ziya, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, Ülken Yayınları, İstanbul, 1997 YILDIRIM, Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, T.D.V. Yayınları, Ankara 2000 168 ÖZGEÇMİŞ Doğum Yeri ve Yılı: Kırıkkale 1977 Öğrenim Gördüğü Kurumlar: Başlama Yılı Bitirme Yılı Kurum Adı Lise: 1993 1996 Çankaya Kurtuluş Lisesi Lisans: 1997 2002 U. Ü. İlahiyat Fakültesi Yüksek Lisans: 2007 __ U. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora: Medeni Durum: Evli Bildiği Yabancı Diller ve Düzeyi: Arapça ve İngilizce Çalıştığı Kurum (lar): Başlama ve Ayrılma Tarihleri Çalışılan Kurumun Adı 01.06.2005 Görevde Diyanet İşleri Başkanlığı Yurtdışı Görevleri: Kullandığı Burslar: Aldığı Ödüller: Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Topluluklar: Editör veya Yayın Kurulu Üyelikleri: Yurt İçi ve Yurt Dışında Katıldığı Projeler: Katıldığı Yurt İçi-Yurt Dışı Bilimsel Toplantılar: Yayımlanan Çalışmalar: Diğer: ...../...../2009 Yunus TÜRKYILMAZ 169