T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI TÜRKİYE TÜRKÇESİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİNDE AİLE VE AKRABALIK ANLAYIŞI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Viktoriia BORODAVCHENKO BURSA – 2018 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI TÜRKİYE TÜRKÇESİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİNDE AİLE VE AKRABALIK ANLAYIŞI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Viktoriia BORODAVCHENKO Danışman: Prof.Dr. Hatice ŞAHİN BURSA - 2018 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Viktoriia Borodavchenko Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı : Türk Dili Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : VIII + 152 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 20…….. Tez Danışmanı : Prof.Dr. Hatice Şahin TÜRKİYE TÜRKÇESİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİNDE AİLE VE AKRABALIK ANLAYIŞI Aile; ilk toplumların oluşmaya başladığı zamandan bu yana varlığını devam ettiren, akrabalık ilişkilerine dayanan bir sosyal kurumdur. Aile; soyu devam etme, nüfus yenileme, çocukları sosyalleştirme ve eğitme, milli kültürü koruma başta olmak üzere biyolojik, psikolojik, ekonomik ve sosyal işlevleri yerine getirmektedir. Aile kavramı, aile kurumunun hem evrensel hem ulusal ve kültürel açılarını yansıtmaktadır. Dolayısıyla, aile anlayışının evrensel önemi taşıyan kavramlar arasında yer aldığını söylemek mümkündür. Bu araştırmada Türkiye Türkçesinde var olan atasözleri ve deyimler, sosyoloji ve kültür ögesi olan aile ile ilgili unsurları içermesi ve Türk kültüründe aile anlayışını tasvir etmesi açısından incelenmeye çalışılmıştır. Bu tez çalışması; Türk dilinin ifade araçları ve iletişim unsurları olan atasözleri ve deyimlerde aile ve akrabalık kavramlarının hangi biçimde, ne ölçüde ve hangi amaçlarla kullanıldığını, Türk kültüründe aile ve akrabalık anlayışlarının nasıl yansıtıldığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Anahtar Sözcükler Atasözü, deyim, aile, akrabalık, anlayış. v ABSTRACT Name and Surname : Viktoriia Borodavchenko University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Turkish Language and Literature Branch : Turkish Language Degree Awarded : Master Page Number : VIII + 152 Degree Date : …. / …. / 20…….. Supervisor : Prof.Dr. Hatice Şahin THE IMAGE OF FAMILY AND KINSHIP IN PROVERBS AND IDIOMS OF TURKEY TURKISH LANGUAGE Family is a social institution which has protected its being from the times when the first societies were formed till nowadays and is based on kinship relationships. Family performs such main functions as reproduction, population renewal, socialization and education of children, preservation of national culture and other biological, psychological, economic and social functions. Family concept reflects both universal and specific national (social, ethnical) understanding of the phenomenon of the family. Therefore it can undoubtedly be attributed to the number of universally significant concepts. In this thesis proverbs and idioms of Turkey Turkish language are analized from the angle of including the elements concerning family which is a sociology and culture component and from the angle of describing the image of family and its comprehension in Tukish culture. This thesis aims to state the shape, amount and purposes of using the concept of family in proverbs and idioms of Turkey Turkish language and also state the way of reflection of family image and kinship relationships in Turkish culture. Keywords Proverbs, idioms, family, kinship, image. vi ÖN SÖZ Atasözleri ve deyimler, anlatımı güçlendiren ve güzelleştiren dilin özel ögeleri ve birer güzel iletişim araçlarıdır. Atasözleri ve deyimler, orta okuldayken Ukrayna Dili Olimpiyatlarına katılmaya başladığımdan beri ilgimi çekmeye başlamıştır. Olimpiyatlarda yapmamız gereken ödevlerden biri, deyimlerin ve atasözlerinin anlamını açıklamaktı. İşte o zamandan beri deyimler ve atasözlerinin anlamlarına merak duymaya başlamıştım. Üniversite yıllarında da atasözleri ve deyimler, birçok kere ödevlerimin konusu olmuştur. Dilbilimin dalı olan deyişbilimi ile çok ilgilendiğim için Lisans tezimin konusu da “Çağdaş Türkçenin Nominatif Deyimlerinin Konu Alanları” olmuştur. Yüksek lisans tezimin konusu da doğal olarak ilgi alanım olan atasözleri ve deyimler ile ilgilidir. Bu sefer bu deyişlerin kültürel yanlarını incelemek istediğim için araştırmamın konusu olarak aile ve akrabalık anlayışını seçtim. Bu alanda çalışma yapılmasının hem teorik hem pratik açıdan önemli olduğu kanaatindeyim; çünkü buna benzer araştırmaların sonuçlarının, bir dili ve o dili konuşan ulusun kültürünü, geleneklerini ve özünü anlamaya yardımcı olacağını düşünmekteyim. Yaptığım çalışmanın sonuçlarının da Türk atasözleri ve deyimlerinin ve Türk kültürünün daha iyi öğrenilmesine yardımcı olmasını ümit ederim. Öğrencilik hayatımda birçok insanın özel yeri vardır. Öncelikle Türkiye’de ve özellikle Uludağ Üniversitesi’nde okuyarak uzmanlaşmama, Türkçeyi daha iyi öğrenmeme ve Türk kültürünü ve Türk insanını yakından tanıma fırsatı tanıyan YTB – Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na teşekkürlerimi sunuyorum. Türkiye’de eğitim görmek gerçekten hayatımın dönüş noktası olmuştur. Yüksek lisans öğrenimim boyunca karşılaştığım ve derslerine katıldığım bütün değerli hocalarıma, bilgilerini paylaştıkları ve Türk misafirperverliğini gösterdikleri için teşekkürlerimi sunuyorum. Türk Dili ve Edebiyatı anabilim dalında benimle birlikte yükses lisans eğitimlerini gören değerli sınıf arkadaşlarıma, hiçbir zaman yardımcı olmayı esirgemedikleri için çok teşekkür ediyorum. Tez danışmanım olmayı kabul eden ve her zaman ve her konuda yardımcı olan, tezimde yavaş yavaş ilerlediğim halde tez çalışmalarımı takip eden değerli hocam ve tez danışmanıma Prof. Dr. Hatice ŞAHİN’e çok teşekkür ediyorum. Ayrıca Türkiye’de eğitim görmeme izin veren ve beni her zaman destekleyen aileme ve tez yazma süresinde bana manevi destek veren kocama da çok teşekkür etmek istiyorum. İÇİNDEKİLER Sayfa TEZ ONAY SAYFASI .......................................................................................................... ii ÖZET ..................................................................................................................................... v ABSTRACT ......................................................................................................................... vi ÖNSÖZ ................................................................................................................................ vii İÇİNDEKİLER ................................................................................................................... viii KISALTMALAR ................................................................................................................ xii GİRİŞ ..................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM AİLE KAVRAMI I. EVLİLİK BİRLİĞİ KAVRAMI ........................................................................................ 5 A. SOSYOLOJİ BAKIMINDAN EVLİLİK ............................................................... 5 1. Evlilik Türleri ................................................................................................. 6 B. TÜRK MEVZUATINA GÖRE EVLİLİK .............................................................. 7 II. AİLE: KAVRAM, TÜRLERİ VE ÖZELLİKLERİ ......................................................... 8 A. AİLENİN TANIMI ............................................................................................... 10 B. AİLE TÜRLERİ VE ÖZELLİKLERİ ................................................................... 12 1. Aile Türleri ................................................................................................. 12 2. Ailenin Özellikleri ...................................................................................... 14 III. TÜRK KÜLTÜRÜNDE AİLE ...................................................................................... 16 A. İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK AİLESİ ................................................................ 17 1. Proto-Türklerde Aile ..................................................................................... 17 2. Eski Türklerde Aile....................................................................................... 18 B. İSLAMİYET ETKİSİNDE TÜRK AİLESİ .......................................................... 21 1. Erken İslamiyet Döneminde Türk Ailesi ...................................................... 22 2. Selçuklu İmparatorluğu Döneminde Türk Ailesi ......................................... 23 3. Osmanlı Döneminde Türk Ailesi .................................................................. 24 viii a. Kuruluş dönemi ................................................................................... 25 b. Klasik dönem ...................................................................................... 26 c. Tanzimat dönemi ................................................................................. 28 4. Cumhuriyet döneminde Türk ailesi .............................................................. 30 Birinci bölüm sonuçları ....................................................................................................... 31 İKİNCİ BÖLÜM ATASÖZLERİ VE DEYİMLER KAVRAMLARI VE ARASINDAKİ İLİŞKİ I. ATASÖZLERİ ................................................................................................................. 33 A. ATASÖZLERİNİN KISA TARİHİ ...................................................................... 33 1. Atasözlerinin Doğuşu ................................................................................... 34 B. ATASÖZLERİNİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ ............................................... 35 1. Atasözünün Tanımı ....................................................................................... 37 2. Biçimsel Özellikleri ...................................................................................... 38 3. Anlam Özellikleri ......................................................................................... 45 4. İşlevsel Özellikleri ........................................................................................ 49 II. DEYİMLER .................................................................................................................... 52 A. DEYİMLERİN ORTAYA ÇIKMASI VE KAYNAKLARI ................................ 53 B. DEYİMLERİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ ...................................................... 55 1. Deyimin Tanımı ............................................................................................ 55 2. Biçimsel Özellikleri ...................................................................................... 57 3. Anlam Özellikleri ......................................................................................... 63 4. İşlevsel Özellikleri ........................................................................................ 65 İkinci bölüm sonuçları ......................................................................................................... 66 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE TÜRKÇESİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİNDE AİLE VE AKRABALIK ANLAYIŞI ix I. AİLENİN KURULMASI İLE ALAKALI ATASÖZLERİ VE DEYİMLER ................. 69 A. EŞ SEÇİMİ ............................................................................................................ 69 B. EVLİLİK İÇİN UYGUN YAŞ .............................................................................. 73 C. EVLİLİK ÂDETLERİ ........................................................................................... 75 D. AİLENİN KURULMASI – EVLİLİK .................................................................. 77 Bölüm sonucu ............................................................................................................ 78 II. AİLE ÜYELERİNİ ANLATAN ATASÖZLERİ VE DEYİMLER ............................... 79 A. KARI İLE KOCA ................................................................................................. 79 1. Evlilik Birliği ................................................................................................ 80 2. Karı ............................................................................................................... 80 3. Koca .............................................................................................................. 83 Bölüm sonucu ............................................................................................................ 84 B. ANNE, BABA VE ÇOCUKLAR.......................................................................... 85 1. Anne ve Annelik ........................................................................................... 85 2. Baba ve Babalık ............................................................................................ 86 3. Çocuk ve Çocukluk....................................................................................... 87 Bölüm sonucu ............................................................................................................ 91 III. AİLE ÜYELERİ ARASINDAKİ ETKİLEŞİM ............................................................ 91 A. EŞLER ARASINDAKİ ETKİLEŞİM ................................................................... 91 B. ANNE-BABA-ÇOCUK ETKİLEŞİMİ ................................................................. 94 C. KARDEŞLER ARASINDAKİ ETKİLEŞİM........................................................ 98 D. AKRABALIK VE AKRABA ARASINDAKİ İLİŞKİLER ................................. 99 1. Akrabalık ve Önemi .................................................................................... 101 2. Çocuklar ve Anne Babalarının Kardeşleri .................................................. 102 3. Büyükanne, Dede ve Torunlar .................................................................... 103 4. Gelin ve Damadın Kaynanası ve Kayınpederi ile Arasındaki İlişki ........... 103 5. Diğer Akrabalar Arasındaki Etkileşim ....................................................... 104 Üçüncü bölüm sonuçları .................................................................................................... 104 SONUÇLAR ...................................................................................................................... 106 x EKLER .............................................................................................................................. 112 Ek. I TEZDE KULLANILAN DEYİMLER SÖZLÜĞÜ ........................................ 112 Ek. II TEZDE KULLANILAN ATASÖZLERİ SÖZLÜĞÜ ................................... 116 KAYNAKLAR .................................................................................................................. 146 ÖZGEÇMİŞ ....................................................................................................................... 153 xi KISALTMALAR Kısaltma Bibliyografik Bilgi a.g.e. Adı Geçen Eser a.g.m. Adı Geçen Makale a.g.t. Adı Geçen Tez b. Baskı Bkz. Bakınız C. Cilt çev. Çeviren DPT Devlet Planlama Teşkilatı haz. Hazırlayan MEB Milli Eğitim Bakanlığı MÖ Milattan önce p. Page S. Sayı s. Sayfa ss. Sayfadan sayfaya TDAY Türk Dili Araştırmaları Yıllığı TDK Türk Dil Kurumu vb. Ve benzeri vs. Vesaire Yay. Yayınları YKY Yapı Kredi Yayınları GİRİŞ Dilin ifade araçları arasında atasözlerinin ve deyimlerin özel bir yeri vardır; çünkü atasözleri ve deyimler gibi tabirlerin anlamları, konuşmacının bilgileri, pratik deneyimleri ve onun temsil ettiği halkın kültürel ve tarihi gelenekleri ile yakından bağlıdır. Geniş anlamda deyişler (atasözleri, deyimler, tekerlemeler, vecizeler), özel kültürel semantikle bir topluma özgü olan hayat biçimini ve dünya görüşlerini yansıtmaktadır. Dolayısıyla atasözleri ve deyimlerin, belirli ifade araçları sayesinde halkın geçmiş deneyimlerinin ve çeşitli olaylar ile alakalı düşüncelerinin yansıtılması olduğu söylenebilir. Atasözleri ve deyimlerin, “az ve öz söyleme ilkesine sıkı sıkıya bağlı olmaları nedeniyle sanat değeri”1 taşımaktadır. Oluşum süreçleri ve yaygın kullanım alanları açısından değerlendirildiğinde, atasözleri ve deyimlerin geleneksel sözlü kültür ürünleri oldukları belirtilebilir. Bu ürünler, geleneksel ve sözlü olmalarına bağlı olarak, kuşaktan kuşağa aktarılarak bir milletin edebiyatının, kültürünün, tarihinin, sözlü sanatlarının ve genel olarak da hayatının bir parçası olmuşlardır. Böylece, atasözleri ve deyimlerin geçmişte kurulmuş olup günümüzde de önemli ve etkili iletişim unsurları olarak (özellikle halk dilinde) var olmaya devam ettiğini görmekteyiz. Deyişbilim (İngiliz dilinde phraselogy; phrasis – ifade, logos – bilim anlamlarına gelen Yunan dili kelimelerinden gelmektedir), taşıdıkları anlam bakımından tamamen ya da kısmen değerlendirilmiş olan, sözcükbilim açısından bölünmez söz öbeklerini inceleyen dilbilimin dalıdır2; dilbilimciler tarafından bir dile has olan deyimsel tabirler hazinesi olarak da tanımlanmaktadır3. Dilbilim dalı olarak deyişbilimin araştırma konusu, bir dilin bütün deyimsel tabirleridir. Deyişbilimin nesnesi ise, deyimsel tabirlerin tipik ve özgül özelliklerinin ve işleyişlerinin genel yasalarının araştırılmasıdır. Ayrıca çağdaş deyişbilim, deyimler ve atasözlerinin semantik ve ulusal özelliklerini incelemektedir. Deyişbilim, en ilginç ve aynı zamanda en az incelenmiş dilbilim dallarından biridir. Atasözleri ve deyimler sayesinde ülkenin kültürünü ve tarihini daha iyi bir şekilde anlamak mümkündür, dolayısıyla bunun gibi deyişlerin incelenmesi özellikle ilginçtir. Dilbilimin tüm dalları, deyişbilim de dahil olmak üzere, günden güne daha çok gelişmeye ve 1Nurettin Koç, İslamlıktan Önce Türk Dili ve Edebiyatı, İnkılâp Yayınları, İstanbul 2002, s. 375. 2Viktor Vinogradov, Ви а В. В. Ле я е я, Leksikologiya i leksikografiya [Sözcükbilim ve sözlükbilim], Moskova, 1986, C. 4, s. 164. 3Viktor Ujçenko, У ч к В. Д. Ф е я ь : ь , Çağdaş Ukrayna Dilinin Deyişbilimi : Ders Kitabı, Kyiv, 2007, s. 7. genişlemeye devam etmektedir. Son yıllarda onun gelişimi, inceleme yöntemlerinin ve araştırma konularının değişimi, araştırılacak yeni sorunların ve yönlerinin arayışı ile alakalıdır. Ayrıca araştırmacılar, atasözleri ve deyimlerin etnik ve ulusal özelliklerini tanımlamak amacıyla, deyişlerin konularına göre onların belirli bir kısmını ayırıp incelemeyi tercih ederler4. Türkiye dilbilimcileri, Türkiye Türkçesindeki atasözleri ve deyimleri farklı açılardan incelemişlerdir. Genel olarak Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimleri ile ilgili en kapsamlı çalışmaları Ömer Asım Aksoy (Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 – Atasözleri Sözlüğü5, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2 – Deyimler Sözlüğü6), İsmail Parlatır (Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü – 1. Atasözleri7, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü – 2. Deyimler8) vermişlerdir. Atasözlerin ve deyimlerin bir kısmını ayırıp araştırma yapan dilbilimciler de vardır. Onlar arasında Hatice Şahin, Recep Ercan, Özay Karadağ, Zekerya Batur, Esra Akbalık, İhsan Kurt gibi isimleri ile birlikte daha birçok isim anmak gerek. Türkiye Türkçesi deyişleri; O. Boruh, E. Miniahmetova, Y. Onişçenko, İ. Pokrovska, N. Silenko gibi Ukrayna dilbilimcileri tarafından incelenmiştir. E. Miniahmetova Türkiye Türkçesi deyimlerinde konuşma tarzı; konuşma niceliği; konuşma temposu; deyimlerde “konuşma faaliyeti” semantik alanı; “doğru / yalan” semantik alanı ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Y. Onişçenko Türk dili deyimlerini, analize edilmesi ve tercüme edilmesi problemlerini, ayrıca dinî unsurlarla kurulmuş atasözleri ve deyimleri incelemiştir. İ. Pokrovska hayvan isimleriyle kurulmuş Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinin ulusal özellikleri; hayvan isimleriyle kurulmuş deyimlerinin semantik özellikleri; çağdaş Türkiye Türkçesinde eşanlamlı deyişler; Sufi kökenli atasözleri ve deyimler ile ilgili çalışmalar yapmıştır. N. Silenko Türk reklam metinlerinde deyimlerin işleyişini incelemiştir. O. Boruh Türk dilindeki özdeyişlerin pragmatik potansiyeli ile ilgili araştırma yapmıştır. 4 İrına Pokrovska, П к ька І. Л. Н ь е е е ь е е - , Natsionalna Spetsıfika Semantıkı Turetskıh Frazeologizmiv z Komponentom- Zoonimom [Hayvan İsimleriyle Kurulmuş Türk Deyimlerinin Semantiğinin Milli Özellikleri], Kiev, 2007, s. 3. 5 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 – Atasözleri Sözlüğü, 7. b., İnkılâp Kitabevi, Ankara, 1995. 6 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2 – Deyimler Sözlüğü, 7. b., İnkılâp Kitabevi, Ankara, 1995. 7 İsmail Parlatır, Atasözleri ve Deyimler – I, Atasözleri, Yargı Yayınevi, Ankara, 2007. 8 İsmail Parlatır, Atasözleri ve Deyimler – II, Deyimler, Yargı Yayınevi, Ankara, 2007. 2 Tezimiz, Türkiye Türkçesi Atasözleri ve Deyimlerinde Aile ve Akrabalık Anlayışı ismini taşımaktadır. Tezin konusu; Türkiye Türkçesindeki atasözleri ve deyimlerinin, ulusal, kültürel ve geleneksel unsurları içermeleri bakımından değerlendirildiği zaman, araştırma için ilginç bir konu oldukları ve incelenmeye değer oldukları için seçilmiştir. Bu araştırmanın güncelliği; Türkiye Türkçesindeki atasözleri ve deyimlerinin sosyoloji, etnografya, kültür ve tarih bakımından incelenmesi gerektiğinden kaynaklanmaktadır. Ayrıntılı olarak açıklayacak olursak; atasözleri ve deyimlerinin, konularına ve semantik özelliklerine göre incelenmesi ve betimlenmesi, Türkiye’nin kültürünün ve geleneklerinin daha iyi anlamasını ve daha detaylı öğrenilebilmesini sağlayacaktır. Bu çalışmanın sonunda yer alan, Ekler kısmında liste halinde bir araya getirilen aile ve akrabalık anlayışı ile ilgili deyimler ve atasözlerinin ileride bu konu ile ilgili yapılacak çalışmalar için faydalı bir malzeme olacağı da tahmin edilmektedir. Ayrıca Türkiye’de dilbilimciler tarafından bu konuda kapsamlı bir çalışma daha önce yapılmadığına göre, araştırmanın yeniliği de söz konusu olmaktadır. Bu araştırmanın konusu, Türkiye Türkçesindeki atasözleri ve deyimlerdir. Araştırmanın nesnesi ise, Türkiye Türkçesindeki atasözleri ve deyimlerde yansıtılmış Türk kültürüne has aile ve akrabalık anlayışıdır. Bu çalışma; Türk dilinin ifade araçları ve iletişim unsurları olan atasözleri ve deyimlerde aile ve akrabalık kavramlarının hangi biçimde, ne ölçüde ve hangi amaçlarla kullanıldığını, Türk kültüründe aile ve akrabalık anlayışlarının nasıl yansıtıldığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda, Türk aile ve akrabalık anlayışını yansıtan Türkiye Türkçesindeki atasözleri ve deyimler taranmış, onların kültürel ve geleneksel unsurları içerdikleri tespit edilip değerlendirilmiştir. Çalışmada yer alan atasözlerinin ve deyimlerin yansıttığı aile ve akrabalık imajlarının doğruluğu veya yanlışlığı tartışılmamış, sadece bu konseptlerin atasözleri ve deyimlerdeki yeri ve algılanış şekli irdelenmeye gayret edilmiştir. Araştırmanın amacı, atasözleri ve deyimlerden yola çıkarak ailenin ve evlilik birliğinin tanımını vermek, aile ve evliliğin türlerini sıralayıp kısaca özelliklerini belirtmek, tarihsel gelişime göre Türk ailesini tiplerini tasvir etmek, atasözü ve deyim gibi terimleri tanımlamak, atasözleri ve deyimlerin biçim, anlam ve işlevsel özelliklerini belirtmekle birlikte asıl Türkiye Türkçesindeki atasözleri ve deyimlerinde aile ve akrabalık anlayışını 3 yansıtan atasözleri ve deyimleri daha dar anlamlı konulara göre ayırıp onları incelemek ve betimlemektir. Yukarıda belirtilmiş görevlerin yerine getirilmesi için, aşağıdaki araştırma yöntemleri kullanılmıştır: betimleme yöntemi, bilimsel kaynakların analizi ve değerlendirilmesi, sentez, teorik genelleme, somutlaştırma, örnekleme. Araştırmanın temel yöntemi, analize unsurlarını içeren betimleme yöntemidir. Bu tez çalışmasının pratik önemi; araştırma sonuçlarının ve bir araya getirilen atasözleri ve deyimler sözlüklerinin bilimsel araştırmalarda kullanılabildiğinden, bu konuda diğer dillerdeki atasözleri ve deyimler ile karşılaştırmalı çalışmaların sürdürülmesine neden olabildiğinden kaynaklanmaktadır. Tezin yapısı. Bu tez çalışması giriş, üç ana bölüm, sonuçlar ve eklerden oluşmaktadır. Birinci bölümde aile kavramının tanımlarına, ailenin temeli olan evliliğin tanımlarına, evlilik tipleri ve kısaca tasvirlerine, aile tipleri ve özelliklerine, Türk kültüründe aile türleri ve özelliklerine yer verilmiştir. İkinci bölümde atasözleri ve deyimlerin tanımları, bu deyişlerin biçimsel, anlamsal ve işlevsel özellikleri incelenmiş, ayrıca deyim ile atasözü arasındaki benzerlikler ve farklılıklar değerlendirilip belirtilmiş. Üçüncü bölümde Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde aile ve akrabalık anlayışını ve aile içindeki ilişkilerini yansıtan ve tasvir edilen örnekler alt konulara göre ayrılmış, incelenmiş ve analiz edilmiştir. Aile ve akrabalık anlayışını yansıtan atasözleri ve deyimler, aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir: ailenin kurulması ile alakalı atasözleri ve deyimler; aile üyelerini anlatan atasözleri ve deyimler; aile üyeleri arasındaki etkileşimi tasvir eden atasözleri ve deyimler. Ekler kısmında bu çalışma için derlenip bulunmuş ve tezde yer alan aile ve akrabalık anlayışı ile ilgili deyimler sözlüğü ve atasözleri sözlüğü yer almaktadır. 4 BİRİNCİ BÖLÜM AİLE KAVRAMI I. EVLİLİK KAVRAMI Evlilik, ilkel çağlardan günümüze kadar varlığını sürdüren ve tarih içerisinde farklı şartlar altında geliştiği halde önemini yitirmeyen iki kişi arasındaki birliği ifade eden evrensel bir kavramdır. Bu kavrama, kullanıldığı alana göre farklı açıdan bakılabilir. Örneğin, toplumsal kurum olarak evlilik, kadın ile erkek arasında iki tarafın gönül rızasıyla aile kurmak amacı ile kurulan bir birlik olarak açıklanabilir. Aynı zamanda aile hukukunun yönettiği bir kurum olarak evlilik, kadın ile erkek arasında aile kurmak amacıyla kurulan ve aynı zamanda birbirlerine karşı hak ve yükümlülüklerin doğmasını öngörülen bir birlik olarak tanımlanabilir. Böylece, evlilik hem yaşam biçimi hem de yasal kategori olarak incelenebilir. A. SOSYOLOJİ BAKIMINDAN EVLİLİK Evlilik kelimesi, evlenmek (ev kurmak, aile kurmak) kelimesinden kökünü almaktadır. Böylece, evlilik yeni bir ailenin kurulması anlamını taşımaktadır. “Evlilik, iki kişinin aile kurmak üzere kanunların uygun gördüğü şekilde, ruhen ve bedenen bir ömür boyu sürecek şekilde bir araya gelmesi.”1 Evlilik birliğinin temel amacı, evlenen kişilerin soylarını devam ettirmektir: “Tarihsel ve toplumsal bir ilişki biçimi olarak evlilik, biyolojik yeniden üretimin ya da diğer bir deyişle soyun devamının sağlanmasında etkili bir kurumdur. Evlilik aynı zamanda toplum içinde aile ve akrabalık kurumlarının oluşmasını da sağlar.”2 Tarihsel ve sosyolojik bir kurum olarak evlilik, türleri ve gerçekleşme biçimi açısından zaman içinde farklılık gösterilmektedir. Çağdaş toplumlarda evlilik resmi nikâh aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Bunun yanı sıra, modern toplumların birçoğunda resmi nikâhla beraber dinî nikâh da yapılmaktadır. Bu gelenekler, evliliğin resmi, yani yasa ve toplum tarafından onaylanması için düzenlenmektedir: “Resmi ve dinî nikâh temel olarak biyolojik yeniden üretimin ve cinsel birlikteliğin akılcı ve ahlaki şekilde onaylanması anlamına gelmektedir. Evliliğin eğlence, tören ve şölenler yapılarak kutlanması da iki insanın birlikteliğinin kültürel düzeyde kabullenişini ortaya koyar.”3 1Evlilik, https://tr.wikipedia.org/wiki/Evlilik(08.04.2017). 2Aytül Kasapoğlu ve diğerleri, Aile Sosyolojisi, T. C. Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir, 2011, s. 29. 3Kasapoğlu, a.g.e., s. 30. 5 Evlenen çift arasında evlilik birliği oluşur. Evlilik birliği, kendine özgü bir anlamı ve niteliği bulunan bir kurumdur. Bu birlik, aynı evde yaşayan, aynı amaç ile aile kuran, ortak gelecek hakkında aynı planları kuran ve bu hedefler doğrultusunda hareket etmek isteyen kişilerin oluşturduğu birliği tasvir etmektedir. “Evlilik tek başına ve sadece cinsel bir birliktelik değildir. Evlilik, kadın ve erkek açısından karşılıklı duygu paylaşımı, birlikte bir yaşamı beraber geçirme kararı, beraber paylaşılması arzulanan bu yaşamın aynı zamanda sorumluluklarının beraber üstlenilmesi anlamına da gelmektedir. Evlilik, kadın ve erkeğin birlikteliğinden oluşan her türlü yetki ve sorumluluğu paylaşması ve meşrulaştırmasının toplumsal kurallar çerçevesinde kabul görmesidir.”4 Görüldüğü gibi, evlilik birliği kavramının anahtar kelimesi birlik, beraberliktir. 1. Evlilik Türleri Evliliğin amacı ve işlevinin bütün toplumlarda aynı olduğu söylenebilir. Fakat evlilik çeşitleri toplumdan topluma, kültürden kültüre farklılık gösterebilmektedir. Bu güne kadar konusu evlilik olan birçok araştırma yapılmış ve sonucunda çeşitli evlilik türleri ayrılmıştır. Evlilik türlerinin en yaygın sınıflandırmaları şunlardır: Eş sayısına göre üç tür evlilik vardır: Grup evliliği, poligami ve monogami. Grup evliliği, ilkel toplumlara özgü bir evlilik türüdür. İlkel toplumlarda birkaç erkek ve kadın, ayrı ayrı çiftler oluşturmadan bir aile olarak yaşamaktaydı. Günümüzde sadece monogami ve poligami olmak üzere iki evlilik türü vardır. Poligami, ikiden fazla kişi arasında kurulan evliliktir. Poligami de kendi içinde ikiye ayrılır: polijini (çok karılılık – bir erkeğin iki veya daha fazla kadın ile evli olması) ve poliandri (çok kocalılık – bir kadının birden fazla erkekle evlenmesi). Poliandri, çok nadiren rastlanan bir evlilik türüdür. Genellikle Tibet ve Alaska’da görülmektedir. Polijini evlilik türü de, günümüzde dünyanın bazı bölgelerinde yer almaktadır; bunlar Pakistan, Güney Hindistan ve bazı Afrika ülkeleridir. Dünyanın en yaygın evlilik türü ise monogami veya tek eşlilik – bir erkeğin sadece bir kadın ile evlenmesi. Bu tür evlilik Türkiye’de de hakimdir. Evli çiftin oturduğu yere göre evlilik; matrilokal, patrilokal ve neolokal olmak üzere üç türe ayrılmaktadır. Erkeğin, karısının ailesinin evinde oturmasına (halk tabiri ile iç güveyliği olarak ifade edilen evlilik türüne) matrilokal denir. Kadının kocası ve ailesi ile beraber onun evinde oturmasına patrilokal denir. Neolokal evlilik türünde ise kadın ve erkek ailelerinden ayrılarak kendilerine ayrı bir ev açarlar. Neolokal evlilik, çekirdek ailenin temelidir. 4Kasapoğlu, a.g.e., s. 30. 6 Eşin seçildiği gruba göre yapılan evlilik, endogami ve egzogami olmak üzere ikiye ayrılır. Endogami, insanların kendi topluluk içinden eş seçme geleneğine göre yapılan evliliğe denir. Türkçe karşılığı içevlilik. “Burada sözü geçen toplumsal grup soy, kabile, mezhep, sosyal sınıf, köy gibi farklı sosyolojik kategorileri içermektedir.”5 Hindistan’daki kast içi evlilikleri, günümüzdeki dünyada endogami örneği olarak sayılabilir. Dışevlilik veya dışarıdan evlilik (egzogami) ise, kadın ya da erkeğin evleneceği kişiyi üyesi olduğu grubun dışından seçmesine denir. Bu iki gelenekte önemli olan, kişinin mensup olduğu topluluğun içinden veya dışından biri ile evlenme zorunluluğudur6. Evlenen kişilerin motivasyonuna göre evliliğin üç türü vardır: sevgiden doğan evlilik, anlaşmalı evlilik ve şablon evliliği. Şablon evliliği, “Benimle aynı yaşta olanların hepsi evleniyorlar, benim de geç kalmamam lazım” mantığına göre yapılan evliliktir. Kişinin yaptığı evliliğin sırasına göre ilk evlilik ve tekrar evlilik (önceki evliliğin sona ermesi ardından yapılan yeni evlilik) gibi evlilik türleri vardır. Ekonomik kritere göre evliliğin eşit, eşit olmayan (yaş ve gelir farkı olan kişiler arasında) ve başlıklı (damadın gelin için başlık parası vermesi ile yapılan evlilik) gibi türleri vardır. Günümüzde başlıklı evlilik, Afrika ve Asya’nın bazı ülkelerinde gerçekleşmektedir7. Yukarıda verilen sınıflandırmalara göre Türk kültüründe evliliğin nitelemeleri şunlardır: 1) tek eşlilik (monogami) vardır; 2) dışarıdan evlilik (egzogami) tercih edilir; 3) evli çiftin oturacağı yere göre hakim olan tek bir evlilik türü belirtilemez, çünkü her çift kendi maddî imkanlarına göre oturacağı yeri seçmektedir. Eskiden daha çok patrilokal evlilik yer almaktaydı. Ancak çağdaş zamanda yeni evlenenler genellikle ailelerinden ayrı oturmayı tercih ederler. B. TÜRK MEVZUATINA GÖRE EVLİLİK Evlilik kadar hayatın önemli bir aşaması, aile kurumunun başlangıcı olması bakımından toplum için son derece önemli bir konudur; dolayısıyla mevzuat tarafından da düzenlenmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında evlilik birliği, aile kurulması ile ilgili hükümler vardır: Medenî Kanunu’nun İkinci kitabı Aile Hukuku’nun birinci kısmı Evlilik hukuku, birinci bölümü Evlenme. Evlilik hukukunun nişanlılık hakkındaki hükümlerle başlaması, çoğu ülkede nişanın mutlaka yapılması gereken bir 5Kasapoğlu, a.g.e., s. 31. 6 R. M. Maciver – C. H. Page, Society. An introductory Analysis, Macmillan Company, 1959, s. 239. 7Şlüb ta simya: poniattia, sutnist, tıpologiya, Ш ’ : , ь, [Evlilik ve aile: kavram, anlamı, sınıflandırılması], http://pidruchniki.com/18540516/sotsiologiya/shlyub_simya_ponyattya_sutnist_tipologiya (09.04.2017). 7 evlilik aşaması olmadığı için ve yasal bir gücü de olmadığına göre oldukça dikkat çekicidir. Türk Medenî Kanunu’nun 119. maddesine göre nişanlılık, evlenmeye zorlamak için dava hakkı vermez. Ancak nişanın çok önemli bir sebep olmaksızın bozulması durumunda “kusuru olan taraf, diğerine dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddî fedakârlıklar karşılığında uygun bir tazminat vermekle yükümlüdür.”8 Türk Medenî Kanunu’nun ikinci ayırımı Evlenme Ehliyeti ve Engelleri, evlenme ehliyeti koşulları olarak yaş ve ayırt etme gücünü belirtmektedir. Evlenme yaşı, kanunun 124. Maddesinde belirtilmiştir; ona göre erkek ve kadın onyedi yaşını doldurduktan sonra evlenebilirler. Ancak, hâkim bazı olağanüstü durumlarda veya çok önemli bir nedenle onaltı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine de izin verebilir. Medenî Kanun’un 185. maddesinin 1. fıkrasına göre, evlenen kişiler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Bu birlik içinde bütün hedefler ve ideallerde her türlü mücadelelerinde, sevinç ve üzüntülerinde beraberlik söz konusudur9. Evlenme ile kurulan bu birlik, birleştirdiği insanlar arasında kısmen kişisel, kısmen mali olmak üzere bir takım hükümlere tabi olur. “Medenî Kanun, evlenme ile evlilik birliğinin kurulacağı hüküm altına alınmış ve birlik kavramına birçok maddesinde yer verilmiştir. Kanun koyucu, evlilik hukuku içerisinde eşlerin birbirleri ile ve çocuklar ile kişisel ve mali ilişkilerini düzenlerken hep bir birlik fikri üzerinden hareket etmiş, adeta evlilik hukukuna ilişkin temel esasları birlik fikri üzerine inşa etmiştir.”10 Bu birliği oluşturan kadın ve erkek bir aile olurlar ve bu durum ‘Aile cüzdanı’ adı verilen bir belge ile teyit edilir. ІI. AİLE: KAVRAM, TÜRLERİ VE ÖZELLİKLERİ Sosyal bir varlık olan insan için toplum ve toplumsal hayat ne kadar önemli ve gerekli ise, bir toplum için de onun çekirdeğini, temelini oluşturan aile kurumu o kadar hayatî bir öneme sahiptir. Her toplum, onu oluşturan ailelere dayanır. “Aile insanoğlunun dünyaya gözünü açtığı anda kendisini içinde bulduğu ve ilişkiye geçtiği ilk toplum birimidir. İnsanlar hayatlarını bu birlik içinde başlatır ve sürdürürler.”11 Şüphesiz ki aile, toplumun çekirdeğini oluşturan en küçük birim olmakla birlikte aynı zamanda kendisi de küçük bir topluluktur. Aile; koca ile karı, ana baba ile çocuklar, yakın ve uzak akrabalar arasındaki ilişkilerin yüzyıllar boyunca biriken deneyimini içeren 8Türk Medenî Kanunu, https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k4721.html (09.04.2017). 9HalukTandoğan, Aile Hukuku Ders Notları, Ankara, 1965, s. 1. 10Murat Samat, Evlilik Birliğinin Korunması, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010, s. 2. 11Türkiye Aile Yıllığı, Aile Araştırma Kurumu, Ankara, 1990, s. 21. 8 bir toplumsal düzen şeklidir. Bu nedenle toplumun doğal temeli olan ailenin, insanlık tarihinin başlangıcından beri hep var olduğunu ve toplumun varlığını devam ettirmesinde önemli görevler üstlendiğini söylemek mümkündür. Toplumun küçük bir halkası olup o toplumun geleneklerini ve kültürünü yaşatıp yansıtan aile kurumu, toplumdaki değişikliklere karşı duyarlı ve sürekli değişen dünyanın yeni şartlarına uymaya meyilli bir yapıya sahiptir. Bir insan için aile, onun ilk eğitim ocağıdır; insanın hayatında esas olan prensiplerin, düşünce ve kavramların oluşması ailesinden başlar. İnsan, aile içinde nasıl eğitilip yönlendirilirse hayatı boyunca genellikle o eğitimin etkisinde kalır ve ona göre yaşar. Dolayısıyla ailenin, aynı zamanda hem birey eğitiminin hem de bir milletin kültürünün yansıması olduğu söylenebilir. Her ailenin genel olarak bir ülkenin kültürünü taşımakla birlikte görgü açısından diğer ailelere göre belirli farklılıklar göstermesi söz konusudur:“Aile görgüsü denilen şey, devamlı ilişki sonucu aile bireylerinin kendi kişisel davranışlarını ailede diğer kişilerin davranışları ile birleştirmelerinden ileri gelir. Evlenen erkek ve kızın kendi evlerinden getirdikleri görgüleri ya da evlendikten sonra eş ve çocukların aileye getirdikleri bazı davranış özellikleri bir araya gelerek o ailenin görgüsünü oluşturur.”12 Böylece, hem toplumun paylaştığı kültür (ortak milli kültür) hem de her aileye özgü olan kültür (görgü) sayesinde aile tam bir benzersiz fenomen olarak önümüze çıkmaktadır. Türkiye Aile Yıllığı’nda belirtildiği gibi “İnsanların bir arada yaşamak üzere oluşturdukları toplulukların en küçüğü ve eskisi “Aile”dir ve bu önemi asırlar boyu sürmüş olup, hiçbir sosyal sistem ve hayat tarzı aileyi ortadan kaldıramamıştır.”13Toplumsal kurumların en eskisi ve en önemlisi olan aile kurumunun içinde kişilik ve bireysel nitelikleri, karakter özellikleri, bakışları, idealleri ve değerleri oluşmaktadır. Bunlar bütünüyle insanın belirli bir dil-kültür toplumunda psikolojik ve sosyal uyum sağlamasını doğrudan etkilemektedir. Farklı sosyokültürel grup mensuplarıyla kültürlerarası iletişime başlayan kişi; diğer insanları, ailesi başta olmak üzere kendi kültüründe anımsadığı kalıp yargıları ve değerlere göre değerlendirmektedir. Dolayısıyla konusu farklı kültürlerde aile anlayışı olan çalışmalar (özellikle karşılaştırmalı araştırmalar), kültürlerarası ilişkilerin çok etken olduğu ve sık sık rastlandığı bir devre olan çağımızda çok büyük önem taşımakla birlikte hem teorik hem pratik açıdan yararlı olmaktadır. 12Sürmeli Ağdemir, “Aile ve Eğitim”, Aile ve Toplum, C. 1, S. 1, Mart 1991, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/198056, (12.04.2017), s. 11-12. 13Türkiye Aile Yıllığı, a.g.e., s. 18. 9 A. AİLENİN TANIMI Aile evrensel bir kavramdır ama aynı zamanda her milletin, hatta her toplumun kendisine özgü bir aile anlayışı vardır. Bu araştırmanın konusu, aile anlayışını ve aile içindeki ilişkileri açıklayan deyimler ve atasözleri olduğu için ilk baştan ‘aile’ kavramının tanımını incelemekte fayda vardır. Farklı sosyoloji dergilerinde ve makalelerinde çeşitli aile tanımlarına rastlanmaktadır. “Sosyolojik literatürde aile hakkında çok çeşitli tanımlar vardır ve her tanım onu değişik bir kategori içine yerleştirmiştir. Esas itibariyle bu tanımlardan her biri, aileyi sosyal hayatın ana şekillerinden biri olarak kabul etmekle beraber, onu sosyal bir grup, birlik, örgüt, topluluk, kurum ve hatta sosyal bir yapı olarak değerlendirmektedir.”14Farklı aile tanımlarında doğal olarak benzerlikler vardır, fakat ailenin her yerde ve her zaman geçerli bir tanımını vermek pek mümkün değildir. Fatma Yaşar Ekici’nin de belirttiği gibi, “Aile; evrensel bir kurum olmasına rağmen modern toplumun aile tanımı ile geleneksel toplumun aile tanımı birbirinden farklıdır. Bu farklılığın temeli aileye yüklenen işlevlere ve beklentilere dayanmaktadır.”15 Aile kavramı hem geniş hem dar anlamda kullanılmaktadır. “Geniş anlamda aile; evlilik ve hısımlık ilişkileriyle bağlı bulunan kişileri kapsayan hukukî bir müessesedir. Dar anlamda ise; karı, koca ve çocuklardan ibaret bulunan bir kurumdur. Ancak, gerek dar ve gerekse geniş anlamda aile bir toplumu meydana getiren en esaslı unsurdur.”16 Aile ve Toplum dergisinde aile bu şekilde tanımlanır: “Geniş anlamda aile; evlenme, kan ya da evlât edinme bağlarıyla birbirine bağlanmış, aynı evde yaşayan, aynı geliri paylaşan, birbirleri ile devamlı ilişki ve etkileşim altında olan, karı-koca, ana-baba, kız-oğul, kız kardeş-erkek kardeş gibi sosyal ilişkileri olan insanların oluşturduğu bir birliktir. Bir başka tanıma göre aile; evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler vb.'lerinin arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük bütündür.”17 “Aile,toplum olma anlayışının başlangıcıdır. Birbirine akrabalık bağları ile bağlı olan fertlerin toplamıdır.”18 14Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması, T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2010, s. 26. 15Fatma Yaşar Ekici, “Türk Aile Yapısının Değişim ve Dönüşümü ve bu Değişim ve Dönüşüme Etki Eden Unsurların Değerlendirilmesi”, The Journal of Academic Social Science Studies, Number: 30, http://dx.doi.org/10.9761/JASSS2594, (15.04.2017), p. 210. 16Türkiye Aile Yıllığı, a.g.e., s. 21. 17Ağdemir, a.g.e., s.11. 18 Salim Koca, “Eski Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, Türkler, Cilt III, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 15. 10 Aile, “karı - koca, ana - baba ve evli ya da bekâr çocuklarla yakın akrabalardan oluşan, aynı çatı altında ya da hanede yaşayan toplumun en temel insan grubu ve kurumudur.”19 “Toplumsal yaşamın ana unsurlarından olan aile, ana-baba-çocuklar ve tarafların kan akrabalarından meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir kurumdur.”20 “Aile, kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan fertlerden oluşan, fertlerin cinsel, psikolojik, sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarının karşı1andığı, fertlerin topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel bir toplumsal birimdir.”21 Türk Ailesi diye bir kitabın yazarları Mehmet Eröz ve Ali Güler, aileyi “psikolojik, sosyolojik ve ekonomik etkileşim ve devamlılık merkezi”22 olarak tanımlamaktadırlar. İsmail Doğan da aileyi bir birlik olarak tanımlamaktadır: “Aile, karı koca ile kurulan bir birliktir. Çocuklar bu birliğin tamamlayıcı unsurlarıdır. Bu haliyle aile toplumun en birimidir. Bazı toplumbilimciler (sosyologlar) aileyi toplumun çekirdeği olarak kabul ederler. Buna göre aile, toplumsal, ekonomik, kültürel özellikleriyle küçük bir topluluktur.”23 Türk sosyolog B. Gökçe, “Aile ve Aile Tipleri Üzerine bir İnceleme” adlı makalesinde yabancı araştırmacıların belirttikleri aile tanımlarına da yer vermiştir. Örneğin, H. E. Barnes’in tanımı oldukça dikkat çekicidir. Ona göre aile; diğer sosyal kurumlar gibi insan toplumlarının organize ettiği ve insanın ihtiyaçlarına çeşitli şekillerde cevap verecek, onları idare edip yönetecek bir sosyal yapı ve mekanizmadır. Yabancı sosyologların aile hakkında düşüncelerini paylaşan makalenin yazarı kendisi de aile kavramını tanımlamıştır: “Bize göre aile; ana-baba çocuklar ve tarafların kan akrabalarından (aile biçiminin gereğine göre) meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir birliktir. [...] bu birlik kadın ve erkeğin açıkça belirttikleri amaçlarını gerçekleştirmek üzere bir araya gelmelerinden oluşmaktadır. Ancak eşler çocuk sahibi oldukları andan itibaren aile sadece birlik olmaktan çıkıp daha kapsamlı bir anlam kazanır. Çocuk için aile onu daha büyük çaptaki topluluklara hazırlayan küçük bir topluluk modeli olmaktadır. Tanımımıza göre ekonomik ve toplumsal bir birlik olan aile; üyeleri arasındaki ilişkiler yönünden grup tanımı içine yerleştirilebildiği gibi sosyal hayatın ana şekillerinden biri olması bakımından topluluk ve örgüt, birliğin yürütülmesinde baş vurulan sistemleştirilmiş 19 Mahmut Tezcan, “Cumhuriyetten Günümüze Türk Ailesinin Dünü, Bugünü, Geleceği”, http://turkoloji.cu.edu.tr/GENEL/tezcan_aile.pdf, (15.04.2017). 20Kasapoğlu, a.g.e., s. 51. 21 DPT, Türk Aile Yapısı, Ö. İ. K. Raporu, Ankara, 1989, s. 6. 22 Mehmet Eröz – Ali Güler, Türk Ailesi, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları,Ankara, 1998, s. I. 23 İsmail Doğan, Dünden Bugüne Türk Ailesi, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 2009, s. 1. 11 kurallar yönünden kurum ve toplumsal hayatın içindeki temel unsurlardan biri olması yönünden de toplumsal yapının bir parçası olarak da düşünülebilir.”24 Toplumbilimcilerin aileyi bir birlik olarak tanımlamaları çok doğrudur. Çünkü aile sadece bir topluluk, sosyal yapı değil, aynı zamanda bir hayat biçimidir ve bu hayat biçiminin zemini ve temeli birliktir. Tüm yukarıda belirtilmiş tanımlardan yararlanarak aile kavramı bu şekilde tanımlanabilir: Aile; üyeleri evlilik ve / veya akrabalık ve hısımlık bağlarıyla birbirine bağlı olan, beraber yaşayan, karşılıklı hak ve görevleri bulunan ve hem ülkenin kültürünü taşıyan hem de kendine özgü görgü ve özelliklere sahip olan toplumsal, ekonomik ve kültürel bir birliktir. Bu tanımlamalar, ailenin toplum içindeki konumunu ortaya koyarak toplum için ne kadar önemli, değerli ve evrensel bir unsur olduğunu ortaya koymaktadır. B. AİLE TÜRLERİ VE ÖZELLİKLERİ Aile, en eski toplumsal yaşam biçimidir. Bir toplumda tarihî, kültürel, siyasî şartlar değişince herhangi bir sosyal kurum gibi evlilik ve aile de; bu yeni şartlara göre değişmek, onlara adapte olmak ve zaman ile toplumun gerektirdiği şekli almak zorundadır. Böylece, aile kurumunun aynı zamanda hem ilk şeklini korumuş hem de zaman şartlarının etkisi ile değişmiş şekilde varlığını sürdürerek günümüze kadar geldiğini söylemek mümkündür. Her toplumsal kurumun gibi ailenin de belli bir yapısı, birbiriyle bağlı birimleri ve bileşenleri vardır. Bütün bunlar, sosyo-ekonomik şartları ve genel olarak toplumun gelişmesini yansıtarak sürekli değişmektedir. Böylece ailenin, onun sosyal potansiyelinin ve aile içi ilişkilerinin tarihsel değişkenliği söz konusu olabilir. 1. Aile Türleri Tek eşli evlilikten doğan ailenin, tarihsel gelişiminin sonucunda farklı türleri oluşmuştur. Sosyal kurum olan aile, farklı açılardan incelenmiştir ve yapılan onlarca araştırmanın sonucu olarak birçok sınıflandırma ortaya çıkmıştır. Çağdaş toplumbilimde, farklı yaklaşım ve kriterlere göre ailenin kırka yakın türü ayrılmıştır. Aileyi farklı yönlerden inceleyen, aile kavramını netleştiren ve aynı zamanda onun ne kadar kapsamlı olduğunu gösteren bu sınıflandırmaların en önemli olanlardan kısaca bahsetmek yerinde olur. Üye sayısına göre ailenin, küçük veya çekirdek ve büyük veya geniş olmak üzere iki türü vardır. Küçük aile veya çekirdek aile; anne, baba ve henüz evlenmemiş 24 Birsen Gökçe, “Aile ve Aile Tipleri Üzerine bir İnceleme”, Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, Hacettepe Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1978, C. 8, S. 1-2, s. 48. 12 çocuklardan oluşan aileye denir. Küçük ailenin birkaç türü vardır: tam aile (evli çift ve çocukları), eksik aile (sadece anne veya sadece baba ve çocuklar) ve temel aile (sadece evli çift). Geniş aile, birkaç çekirdek aileden oluşan bir aile türüdür. Farklı bir tabirle, en az üç kuşağın (çocuklar, anne babaları ve en az bir tarafın akrabalarının) bir arada ve aynı evde yaşaması ile ortaya çıkan bir aile çeşididir. Bu aile türü, Türkiye’de çok yaygın olmasa da günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Ailedeki çocuk sayısına göre çocuksuz, bir çocuklu, az çocuklu (iki çocuk sahibi) ve çok çocuklu (üç ve daha fazla çocuk sahibi) aile türleri ayrılmaktadır. Ailenin oluşturulmuş olduğu zamana (var oluş süresine) göre ayrılmış aile türleri şunlardır: yeni aile – yeni evlenen çiftin kurduğu aile; genç aile – 9 seneye kadar var olan aile; orta yaş aile – 10 ile 19 sene evli olanların ailesi; yaşlı aile – 20 seneden uzun süredir beraber yaşayan kişilerin oluşturduğu aile (bu tür aile, çocukların evlenmesi ve torunların doğması ile ortaya çıkar)25. Otorite ilişkilerine göre ailenin iki türü ayrılabilir: anaerkil ve ataerkil. Ataerkillik, evliliklerde kadının üstünlüğü ve otoritesi anlamına gelmektedir. Akrabalık kadın soyundan geçer. Bu tür otorite ilişkileri daha çok ilkel toplumlarda yaygındı, ancak bazı toplumlarda ataerkilliğin izleri XIX yüzyıla kadar sürdürülmüştür. Fakat neredeyse bütün toplumlarda hakim olan aile türü ataerkil ailedir (erkeğin kadına göre daha üstün olduğu kabul edilir). Böylece, evliliklerde kocanın üstünlüğüne ataerkillik denir. Bu tür ailelerde otorite babaya aittir. Baba mutlak bir otoriteye, büyük yetkilere sahiptir. Akrabalık erkek soyundan geçer. Soy ve secere ilişkilerine göre üç aile türü vardır: babasoyluluk veya patriliniyal, anasoyluluk veya matriliniyal ve bilateral. Babasoyluluk sistemine göre mirasın paylaşımı baba soyunun üstünlüğe göre gerçekleştirilmektedir. Anasoyluluk sisteminde ise mirasın bölüşümü ana soyunun üstünlüğü ağır basmaktadır. Patriliniyal sistemde ana soyundan gelen kişiler, matriliniyal sistemde ise baba soyundan gelen kişiler akraba olarak kabul edilmezler. Bilateral sisteme göre ise her iki tarafın da mirastan eşit hak alması öngörülmektedir26. Ayrıca aile içi rollerinin ayrımına göre ailenin birkaç türü vardır: geleneksel ve eşitlikçi (egaliter) aile. Geleneksel ailede eşlerden biri aile lideri olur; böylece anaerkil ailelerde aile başkanı rolünü kadın, ataerkil ailelerde ise erkek üstlenir. Eşitlikçi ailelerde aile içi rolleri iki eş arasında eşit olarak ya da ilgi alanları ve imkanlarına göre dağıtılır. Bu 25O. Bondarçuk, О. дарчук, П ’ : К , Psihologiya simyi: kurs lektsiy [Ailenin Psikolojisi: Ders Kursu], MAUP, Kyiv, 2001, s. 12. 26Kasapoğlu,a.g.e., s. 31. 13 tür ailelerde eşlerin görevlerinin neredeyse aynı seviyede olması ve çocukların nispeten bağımsız durumu gözlemlenir27. Aile üyelerinin, birbiriyle duygusal ve manevi bağlantısına ve aile ilişkilerine dahil olma seviyesine göre bütünleşik (İngilizcede: integrated) ve ayrık (İngilizcede: disintegrated) aile türleri vardır. Bütünleşik ailede, aile üyeleri arasında duygusal ve manevi yakınlılık, birbirine karşı sorumluluk, güven ve psikolojik koruma hissi özgüdür. Ayrık ailenin özellikleri ise aile arasındaki iletişim kopukluğu, bir ailenin diğerleri ile ruhen bağlantısının olmaması vb. Böyle ailelerde her aile üyesi kendi başınadır ve diğer akrabaları ile ilgilenmez. Tabii ki bu sınıflandırma oldukça farazîdir ve bazen kesin bir ayrım yapılamamaktadır. Ayrım seviyesine göre kısmen ayrık aileler de ayrılabilir. 2. Ailenin Özellikleri Aile, bağımsız bir kurum olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen zamanla boyutu belirlenmiş ve üye sayısı kısıtlı olan bir örgüte dönüşmüştür. Aile, diğer toplumsal kurumlardan farklı olarak daha çok sürekli devam eden bir süreç olarak düşünülebilir. Bu devamlılık, tarih içinde aile özelliklerinin değişmesinde görülebilir. Aile, toplumsal yapıdan, kültürel ve tarihi olaylardan etkilenen bit kurumdur. Ancak aile kurumunda bir takım değişiklikler meydana gelmekle birlikte onun kendine has özelliklerinde bir devamlılık da söz konusudur. Bu özellikler; zaman ve coğrafya, kültür ve tarihî olaylar ne olursa olsun her aile türüne özgüdür. R. M. Maciver ve C. H. Page“Society. An İntroductory Analysis” adlı eserlerinde aile kurumunun özelliklerini şöyle sıralamaktadırlar: 1) Evrensellik. Diğer bütün sosyal örgütlere nazaran aile, en çok evrensel denilebilecek bir kurumdur. Çünkü aile, bütün toplumlarda ve bütün toplumsal gelişim aşamalarında var olan bir kurum. “Ferdi, hayatı boyunca etkileyen aile, biyolojik, psikolojik, sosyolojik unsurları ile her zaman var olmuş evrensel bir kurumdur.”28 2) Duygusal temel. Aile, insan doğasının en derin güdüleri ve içten duyguları kompleksine dayanır: çiftleşme, nesli devam ettirme arzusu, anne bağlılığı ve ebeveyn bakımı. Bu duygular da; romantik duygulardan ırk gururuna, eş arasındaki sevgiden ailenin ekonomik güvenliği isteğine kadar çeşitli ikincil duygular ile kuvvetlendirilmektedir. 3) Yaratıcı/şekillendirici etki. Aile, insan dahil tüm canlıların ilk sosyal çevresidir. Aile, hem organik hem de zihni alışkanlıklar sayesinde bireyin karakterini 27Bondarçuk, a.g.e., s. 11. 28 Berrin Eyce, “Tarihten Günümüze Türk Aile Yapısı”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, 2000, S. 4, s. 224. 14 etkileyip şekillendirmektedir. Bireyin sosyalleşmesi ailede başlar. Böylece, insanın bebekliğinden beri aile etkisi tüm gelecekteki hayatını bile etkilemektedir. 4) Sınırlı boyut. Aile, üye sayısı açısından çok sınırlı bir gruptur. Biyolojik şartlar ile belirlenmiş olduğundan dolayı aile; kendi kimliğini kaybetmeden boyutu değişmez. 5) Sosyal yapıda çekirdek olma özelliği. Aile, diğer sosyal kurumların çekirdeğidir. Gerek daha basit toplumlarda gerekse daha gelişmiş ataerkil toplumlarda bütün sosyal yapılar aile ünitelerinden oluşmaktadır. 6) Üyelerin sorumluluğu. Aile, bütün diğer toplulukların insanlara üstledikleri sorumluluklardan daha büyük ve daha önemli sorumlukları üstlemektedir. Ve bu sorumluluklar ve görevler ailenin var olduğu sürece devam etmektedir. Aile, hem erkeklere hem kadınlara belki daha önce kimseye yapmadıkları fedakarlık yaptırmakta ve kendilerinden daha çok başkaları (aile üyeleri) için çok zor sorumlulukları almaya zorlamaktadır. 7) Sosyal yönetmelik. Aile, sosyal tabular ve yasal düzenlemeler tarafından yönetilen ve şekillendirilen bir kurumdur. Evlilik kurumu kesin kurallarla belirlenmiş bir hukukî anlaşmadır. Evlilik anlaşmasının şekli toplumlar arasında farklılık göstermekle birlikte, her ailenin ortak özelliği vardır: çağdaş toplumda aile, ilgili tarafların serbest bir şekilde girebildiği ama karşılıklı anlaşma yapılsa bile kolayca çıkamadığı veya sona erdiremediği bir kurumdur. 8) Kalıcı ve aynı zamanda geçici doğası. Aile kurumu kalıcı ve evrensel olmakla beraber, önemli sosyal örgütler arasında en geçici bir birliktir29. Yani, aile aynı zamanda daima var olan bir kurumdur ancak bir bireyin hayatı açısından aile bazen geçici bir sosyal kurum olabilir (örneğin, bir insan ailede doğup aileden çıkar ama kendi ailesini kurmayabilir ya da aile kurup boşanma veya ölüm gibi sebeplerden dolayı ailesini kaybedebilir). Dünyada birbirinden farklı çeşitli aileler vardır. Her ülkede ve her halkta, farklı bir yapıya ve ilişki türüne sahip olan aile türleri hakimdir: “... her milletin aile yaşamı; belirli tarihî var oluşunun, sosyo-ekonomik, siyasî ve kültürel gelişimin, millî karakterin bazı özellikleri ile belirlenmiş ve onun gündelik ve kültürel yaşamının özgüllüğüne sahiptir.”30 Bu nedenle Türk kültüründe geçmişte ve şimdiki zamanda yaygın olan aile türlerinin ve belli başlı özelliklerinin belirlenmesi, bu çalışma için önemli ve gereklidir. 29R. M. Maciver – C. H. Page,a.g.e., s. 240-241. 30 A. Makarçuk, . Макарчук, І ’ , İstorıçnividomostiprosimyu, EtnografiyaUkrayinı[Aile hakkında tarihî bilgiler, Ukrayna’nın etnografisi],http://www.ebk.net.ua/Book/history/makarchuk_eu/part16/1601.htm, (20.04.2017). 15 III. TÜRK KÜLTÜRÜNDE AİLE Türklerin ilk sosyal toplulukları, yazı kültürünün hayatlarına girmeden daha çok önceden oluşmaya ve şekillenmeye başlamıştır. Dolayısıyla Türk toplumunun ilk gelişme aşamalarında Türk aile yapısı, kültürü ve değişiminin takip edilebileceği eser sayısı oldukça azdır. Türk ailesinin ilk çağları (İslamiyet öncesi dönemi) ile ilgili bilgi veren yazılı kaynaklar sayısının sınırlı olduğu için Türk aile sosyolojisi, yazılı kaynaklarla beraber arkeolojik ve antropolojik materyalleri, folklor ürünlerini (destanlar, efsaneler, masallar, atasözleri vb.) de kullanmaktadır. Yazılı kültürün yaygın olmaya başladığı çağlarda Türk ailesini incelemeye yardımcı olan daha çok kaynak ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında seyahatnâmeler, anı ve hatıra kitapları, Osmanlı döneminde tutulan tahrir defterleri, nüfus defterleri, mahkeme kayıtları, vakfiyeler gibi dokümanlar yer almaktadır. Cumhuriyet döneminde ise aile ile ilgili yazılı ve görsel malzemeler ortaya çıkmaya başlamıştır: aile monografileri, aile araştırmaları, süreli yayınlar, tezler, filmler, fotoğraflar31. Türklerin oluşturduğu veya mensup olduğu siyasal örgütlenme biçimleri; Türk ailesinin evrimini ve gelişim doğrultusunu, dolayısıyla yapısını da etkilemiştir. Bahaeddin Ögel’in belirttiği gibi Türk ailesinin tarihî gelişimi ve özelliklerini sadece “folklorda değil Türk tarihinin akışı içinde aramak gerekir”32. Türk aile yapısının değişim ve dönüşümünü inceleyen Fatma Yaşar Ekici, Eski Türklerde devlet töresinin kendine özgü özellikleri ile Eski Türk aile yapısı arasında yakın bir ilişki olduğunu belirtmiştir: “Türklere göre gök kubbe devletin, çadır ise ailenin birer örtüsü ve kubbesi gibi idi. Gök kubbesi altında devlet, çadır kubbesi altında ise aile düzeni yer alıyordu. Bu sebeple Türklerde Devlet düzeni ile aile düzeni arasında benzerlik çok canlı idi.”33 Böylece, geleneksel Türk ailesinin yapısını ve özelliklerini anlayabilmek için, Türklerin siyasal örgütlenmelerinin en eski zamanlardan bugüne kadar geçirdiği evrim ve dönemlere kısaca bakmakta fayda vardır. Türk tarihinde en belirgin dönüş noktalarından biri İslamiyetin kabulüdür. Dolayısıyla Türk ailesinin tarihi iki ana döneme ayrılabilir: İslamiyet öncesi ve İslamiyetin kabulünden sonraki (ya da İslamiyet etkisinde) Türk ailesi. 31Doğan, a.g.e., s. 7. 32 Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişim Çağları, 1998, s. 237. 33Yaşar Ekici, a.g.m., s. 213. 16 A. İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK AİLESİ Bu dönem Türklerin İslamiyeti kabul etmeden önceki dönemi kapsar. İslamiyet öncesi Türk aile yapısını inceleyen bilimciler, Türklerin Müslüman olmadan önce olan geniş zaman dilimini iki döneme ayırmaktadırlar: milattan önceki ve milattan sonraki dönemler. İslamiyet öncesi dönemi, “Türk olarak bilinen ve Türklerin de içinde yer aldığı ilk topluluk olan Hunlardan itibaren M.Ö. 300’lerden başlayarak, yaklaşık M.S. X.yy’a kadar on üç asırlık bir dönemdir ki bunun da bilinmeyen bir tarih öncesi vardır.”34 1. Proto-Türklerde Aile Milattan önceki dönemde yaşayan ve hakkında bilgilerimiz olmayan Türklere Proto-Türkler denir. Proto-Türkler (veya diğer adıyla Ön Türkler), MÖ 100 000 ile MÖ 2000 yılları arasında yaşadıkları sayılan ve Türk medeniyetini başlatan ilk Türk topluluğudur35. Doğal olarak bu dönem hakkında çok kaynak bulunmamaktadır. Ancak arkeolojik kazılar sonucunda bulunan maddî buluntular, anıtlar, tabletler, kurganlar ve en eski destanlar Proto-Türklerin hayatı ve aile yapısı hakkında bazı bilgileri ortaya koymuştur36. S. N. Kramer37 ve O. N. Tuna38 gibi araştırmacıların görüşlerine göre Proto- Türkler ile Sümerliler arasında tarihî bir ilgi ve kültürel etkileşim söz konusu olduğu için Sümer şaheseri olan Galgamış destanının Proto-Türkler için bir “sıfır noktası” sayılabilir39. Dolayısıyla, Galgamış destanının tasvir ettiği aile yapısının o zamanki Türklerin aile yapısı ile aynı olmasa da benzer olduğu söylenebilir: “Sümerlilerde ailenin duygusal yönü ‘sevgiye’ dayanmaktadır. Karı kocayı, aile ve çocukları, ailenin diğer fertlerini, arkadaş ve dostları birbirine bağlayan sevgi idi. Ayrıca, akrabalık terminolojisi, bir aile kimliğini sembolleştirecek zenginliktedir. [...] Hatta denilebilir ki, günümüz aile kimliğini yansıtan romantik aşka dayalı çekirdek aile kuruluşu, bundan en az beşbin yıl önce de Sümerlerde ‘sevgi’ kavramı etrafında yüceltilmektedir.”40 34 Mualla Türköne, Eski Türk Toplumunda Cinsiyet Kültürü, Ark Yayınları, Ankara, 1995, s. 67. 35Ön Türkler, http://www.turktarihim.com/%C3%96n_T%C3%BCrkler_1_101.htm, (10.05.2017). 36 Orhan Türkdoğan, “Türk Ailesinin Genel Yapısı”, Sosyo-kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, C. 1, Ankara, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 1992, s. 30. 37 S.N. Kramer, MuazzezÇığ’aözelmektubu, Erdemdergisi, C. 6, S. 16, Ocak 1990,http://www.akmb.gov.tr/userfiles/files/EskiErdem%20pdf/Erdem_16.pdf, (11.05.2017), s. 285. 38 Osman Nedim Tuna, Sümer-TürkDillerininTarihîİlgisiileTürkDilininYaşıMeselesi, Ankara, TDK yayını, 1990. 39Türkdoğan, a.g.m., s. 31. 40Türkdoğan, a.g.m., s. 31-32. 17 2. Eski Türklerde Aile Proto-Türklerden sonra gelen kuşaklara Eski Türkler denir. Eski Türklerin yaşadıkları dönem, MÖ 2000 yıllarında başlayıp 13. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu dönem içerisinde Hun, Uygur ve Karahanlı devletleri kurulmuş olup tarihe girmiş ve zamanla kaybolmuştur. Ancak İslamiyet’in kabulü 10. yüzyılda gerçekleştiği için bu çalışmada bu dönemin 10. yüzyıla kadar olan kısmı dikkate alınacaktır. Eski Türklerin ilk önemli temsilcileri Hunlardır. Onlar hakkında bilgi içeren en sağlam kaynakları Çin tarihleridir. Bu kaynaklar, MÖ 3. yüzyılda yaşayan ve Türkler (Tùc- hüeh) olarak adlandırılan birkaç boy hakkında bilgi vermektedir. Hunlar göçebe yaşam tarzını sürdürmekteydiler. Ve bütün göçebe topluluklarda olduğu gibi, onların aile yapısı ve hayat tarzı göçebe şartlarına göre ayarlanmıştı. Sert doğa koşullarında göçebe topluluklar, yaşamını sürdürmek için topluluğun her üyesine – küçük veya yetişkin farketmeksizin – ihtiyaç duymaktaydı. Bu durumda çocuklar, yetişkin rollerini üstlenip ebeveyn hayatına çok erken yaşta girmekteydiler41. Çin kaynaklarına göre Hunlarda babalar ve çocuklar aynı çadırda yatarlardı. Babalar öldüğü zaman oğullar, babalarının öz annelerinden sonra evlendiği bütün kadınlarla evlenirlerdi. Kardeş öldüğü zaman diğer kardeş yengeleri ile evlenirdi. Bu tür evlenmeler (levirat), ailenin bölünmezliğini korumak amacıyla yapılmaktaydı. Bu gelenek, bir taraftan kocası ölen kadının çocuklarıyla beraber sahipsiz kalmasını ve boyun üyesini kaybetmesini42, diğer taraftan da ölen kocasından kalan serveti alıp ailenin mal ortaklığından ayrılmasını ve diğer boyun zenginleştirilmesini önlemekteydi43. Eski Türklerde aile; baba, oğul ve torunlardan oluşmaktaydı. Evlenip giden kızlar ve onların çocukları aileden sayılmazlardı. Babadan sonraki aile temsilcisi anne idi. Babanın mirası anneye geçerdi, çocuklardan da o sorumluydu. Böylece, annenin aile içindeki yeri babanın diğer akrabalarından ileri olurdu44. Eski Türklerde tek eşlilik hâkim idi45. Eski Türklerin gelenekleri, birkaç zorunlu durum haricinde (çiftin çocuğu olmama, karı veya kocanın hasta olma gibi) çok eşliliğe müsaade etmezdi46. Böylece, tek eşlilik Türk ailesinin önemli bir özelliği olarak değerlendirilir. 41Doğan, a.g.e., s. 16. 42Eröz –Güler, a.g.e., s. 49. 43Doğan, a.g.e., s. 17. 44Türkdoğan, a.g.m., s. 35. 45Eröz - Güler, a.g.e., s. 21-23. 46YaşarEkici, a.g.m., s. 213. 18 Ünlü Türk yazar ve bilim adamı Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi adlı eserinde İslamiyet öncesi Türk ailesinin beş gelişim aşamasını belirtmiştir: boy, sop, soy, pederî aile, izdivaci aile47. Bu aşamaların her birinin özellikleri aşağıda kısaca belirtilmiştir: Boy. Boy kavramının sosyolojideki karşılığı klandır. Boy; anne, baba, çocukları ve onlarla kan bağı bulunan aile mensuplarından oluşan ve göçebe hayatı sürdüren bir aile topluluğudur. Bu topluluğun lideri, topluluğu oluşturan ailelerin reisleri arasından seçilen ‘boy beyi’ idi. Boy üyelerinin ikili isimleri vardı; isminin bir kısmı boy ismi, diğeri ise kişinin özel ismiydi. Örneğin ‘Salur Kazan’ isminde Salur boy, Kazan ise kişinin özel ismidir. Boyu bir arada tutan belli siyasî, ahlakî, dinî ve ekonomik etkenler vardı. Boy, aristokrat veya demokrat olabilirdi ve boyun toplumsal yapısı ona göre değişirdi. Demokrat bir boy sadece kan açısından bağlı olan ve hukuken birbirlerine eşit bireylerden oluşmaktaydı. Aristokrat boylarda ise boyun asil mensuplarının yanı sıra “oymak” adlı raiyyeler*, “kun” adlı köle ve cariyeler gibi zümreler de bulunmaktaydı48. Sop. Eski Türkçede ‘sop’ kelimesi adaş anlamındadır. Bu kelimenin belirttiği kavram, sosyolojideki aile-klan yaşayışını andırmaktadır. Gökalp’e göre soy, ‘sip’lerden oluşurdu. Sop, ekonomik zorlukları gidermek amacıyla nesepçe birbirinin kan akrabası olan bireylerden ve yabancılardan oluşan bir topluluktur. “Sop içinde ferdî akrabalık yerine maşerî (toplumsal) akrabalık mevcuttu.”49 Ekonomik duruma ve zorunluklara göre sopun genişliği değişebilirdi. Soy, hem sosyal hem siyasal bir yapı niteliğindeydi. Sopta dışarıdan evlilik yapılırdı (egzogami türü evlilikler hakimdi). Kısmen bu sebepten dolayı aile fertleri arasında çok sıkı bağ yoktu; çocuklar anne babalarına nadiren bakardı. Soy (büyük aile). Soy içindeki aile yapıları baba reisliğine dayanırdı, dolayısıyla kan akrabalığı baba soyuna göre belirlenirdi. Soyun başında en yaşlı birey vardı ve soy ilişkileri onun otoritesine dayanırdı. Soyun reisi öldüğü zaman onun yerine topluluğun en büyüğü geçerdi. Her soyun soy adı vardı. Boy ve sop devirleri geçtikten sonra soy isimleri aile isimleri olarak kullanılmaya başladı (sonu ‘-oğulları’ olan soyisimler o zamandan kalma). Batı Türklerinde soy yedi nesile kadar çıkardı. Akraba olanlarla birlikte o soydan gelmeyenler de otururdu. Böyle kişilere ‘yâd’, ‘yabancı’ veya ‘yedi yâd’ denirdi. O 47Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976, s. 280. *raiyye (OsmanlıTürkçesinden) – birhükumdaridaresindebulunanvevergiverenhalk. 48Doğan, a.g.e., s. 16-17. 49Doğan, a.g.e., s. 19. 19 zamanlardan gelen “yedi yabancıdan kız alırım” gibi sözler; o çağdaki evliliğin yedi göbek dışından olduğunu göstermektedir. Doğu Türklerinde ise soy dokuz göbeğe kadar çıkabilirdi.50 Böylece, soy içindeki bireylerin, sop ailelerinde de olduğu gibi dışarıdan evlilik yaptıkları söylenebilir. Pederî aile. Bu aile türü, büyük ailenin (soyun) daha küçük ailelere ayrılma sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Fransız araştırmacı Richard, bu tip aileyi pederşahî (ataerkil) olarak değerlendirmektedir. Ancak Gökalp, pederî ailenin pederşahî aile ile karıştırılmaması gerektiğini vurgulamakta ve bu aile tiplerinin farklarını belirtmektedir: Klasik pederşahî ailelerde atalar dini baba tarafından geçer, oysa ki Eski Türklerde hem babanın hem annenin atalarının dini kutsal sayılırdı; önceki devirlere nazaran, akrabalık hem baba hem anne tarafından tanınırdı; ataerkil ailelerde ailenin malı mülkü aile reisine (babaya) aitti, halbuki Eski Türklerdeki aile eşitlikçi bir aile idi51. Böylece, soy ailesi pederşahî aile olarak sayılsa da, bu tip ailede kendine mahsus ayrı bir pederşahlık söz konusudur52. İzdivâcî aile. İzdivaç kelimesi, ‘evlenmek’, ‘ev-bark sahibi olmak’ gibi anlamları taşımaktadır. Orhun Anıtları’nda bark kelimesi ‘mabet’ (tapınak) anlamına gelmektedir. Böyece, izdivâcî aile, isminden belli olduğu gibi evlenme sonucu olarak oluşan ve kutsal birlik niteliğini taşıyan bir aile olarak tanımlanabilir. Gençler evlendiği zaman baba ocaklarından kendi miras payını alıp ayrı bir ev kurarlardı; ne iç güveylik ne de iç gelinlik vardı. Yeni izdivaç için yeni bir çadır kurulurdu. O zamanda devlet düzeyinde evlenmeyle ilgili ilk kurallar oluşmaya başlamıştı. Örneğin, Cengiz Han tarafından konulan şöyle bir kural yürürlüğe girmiştir: bir kadının dengi olmayan erkekle evlenmemesi gerekir; dengi olan erkek ise bir kızı istediği zaman annesi babası onu kabul ederdi. Önceki aile türlerinden farklı olarak, bu tip ailede gencin aile mirasını alma hakkı anne babasının ölümünden sonra değil, onun kendi yiğitliğini gösterdikten ve bu eylemin toplum tarafından onaylandıktan sonra tanınırdı. “Aile içinde velâyet hakkı yalnız babaya değil anneye de aitti. Bu eşitlikçi uygulamalar elbette kadının toplumsal konumunda dikkate alınmaktadır.”53 Mirası hem kız çocuklarının hem erkek çocuklarının alabilmesi dışında, eşitliğin diğer kanıtı da o çağın şartlarındaki çocuk eğitimidir: “Eski Türkler [...] 50Doğan, a.g.e., s. 19-20. 51Doğan, a.g.e., s. 20. 52Eröz - Güler, a.g.e., s. 10. 53Doğan, a.g.e., s. 22. 20 savaşçı topluluklardı. Savaşın öngördüğü dayanıklılık genç kız ve genç erkek ayrımını ortadan kaldırıyordu.”54 Böylece, Eski Türklerde aile yapısı tarihî evrim geçirerek ‘boy’dan ‘izdivâcî aile’ye dönüşmüştür. İslamiyet öncesi döneminde Türk ailesinin özellikleri şu şekilde özetlenebilir: 1) Ailenin boyutu ilk baştan geniş olup en az üç nesilden oluşurdu. Fakat zamanla aile daha küçük olmuş ve izdivâcî aile denilen küçük topluluk, yani ayrı bir aile haline gelmiştir. 2) Geniş aile tiplerinde (boy, sop, soy gibi) herkes ailenin en büyük erkeği etrafında toplanır ve aile onun reisliğine dayanırdı. Akrabalık sadece baba tarafından takip edilirdi. Ailenin totemi veya dini baba tarafından aktarılırdı. Pederî ailede akrabalık hem baba hem anne tarafından takip edilirdi. Din de aynı şekilde hem anne hem baba tarafından öğretilir ve iki tarafın totemi kutsal sayılırdı. Erkek (baba) ailenin lideri olsa da kadının de birçok hakkı vardı. İzdivâcî aile ise tam eşitçilik bir aile tipidir. Sadece erkek değil, kadın da belirli otoriteye sahipti. 3) Boy, sop ve soy aile tiplerinde miras hakkı sadece erkeklere tanınırdı. İzdivâcî aile oluşturulduğu zaman evlenecek erkek ve kadının, baba ocağından alacakları miras payı vardı ve bu mirasla gençler yeni bir ev kurarlardı. 4) Daha eski aile tipleri olan boy, sop ve soy aileleri hem kan akrabalarının birliği hem de ekonomik ve siyasal birlik olarak çok büyük öneme sahipti. Birinci planda aile, ikinci planda fertler vardı. Ancak aile daralınca yeni oluşturulan izdivâcî aile birincil, baba ocağı ise ikincil oldu. 5) Türklerde bütün aile tiplerinde tek kadınla evlilik hakimdi. İkinci kadınla evliliğin de yer aldığını belirtmek gerekir,ancak ikinci kadınla çok nadir ve sadece önemli (çocuk olmama, hasta olma gibi) durumlarda evlenilebilirdi. B. İSLAMİYET ETKİSİ ALTINDA TÜRK AİLESİ Bu dönem, Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri zamanda başlayıp bugüne kadar devam eden uzun bir süreyi kapsamaktadır. Başka bir dine geçiş gibi bir adım, hem ayrı bir birey hem toplum için kesinlikle çok önemli bir dönüş noktasıdır ve birçok değişikliği öngörmektedir. İslamiyetin kabulü, aile hayatı de dahil olmak üzere Türk topluluğunun 54Doğan, a.g.e., s. 20-22. 21 yaşamının bütün yönlerini etkilemiştir. İslam dini eksi hayat biçimini, bu zamana kadar oluşturulmuş ve toplumca korunmakta olan değerleri etkilemiştir. Ancak İslamiyetin Türk kültürüne etkilerini inceleyen araştırmacıların çoğu, Türk kültürünün aslında İslam değerlerini algılamaya ve kabul etmeye çok etkin olduğunu belirtmektedir: “İslâmiyet, Türklerin önceki dönemden getirdiği değer ve alışkanlıkları büyük ölçüde değiştirmeyerek yeni uygulamaya sorunsuz olarak uyum göstermelerini sağlamayı başarmıştır.”55 İslamiyet sonrası dönemi kendi içerisinde birkaç döneme ayrılmaktadır: erken İslamiyet dönemi, Selçuk İmparatorluğu dönemi, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi. Türk ailesinin evrimi incelenirken bu dönemler üzerinden değerlendirme yapılması uygun olacaktır. 1. Erken İslamiyet Döneminde Türk Ailesi Bu dönem, Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri ile başlayıp Selçuklu devleti zamanına kadar devam etmiştir. İslamiyetin kabulü konusunda araştırmacılar arasında fikir farklılığı olsa da Türklerin İslam dinini kabulü 10. yüzyıla kadar sürdüğü herkesçe kabul edilmektedir: “Türklerin İslam dinine geniş çapta ihtidaları X. yüzyıldan itibarendir ve esasen bu dönem Türklerin arasında İslamlaşma olayının hızlandığı ve aynı zamanda siyasi hâkimiyetin bağımsız devletlere dönüştüğü devre olarak da karşımıza çıkmaktadır.”56 İslamın kabulünün Türklere getirdiği en önemli değişiklik dünyayı algılama açısının ve dolayısıyla da yaşam tarzının değişmesidir. Yavaş yavaş Şamanizm, Maniheizm gibi dinler arka plana itilmiş olup devirleri bitmiş, onların yerine ise günlük hayatta bile İslamın etkisi belli olmaya başlamıştır. Türkler göçebe toplumdan yerleşik topluma dönüşmüştür. Sözlü kültürün yanı sıra yazılı kültür de yayılmaya başlamıştır. İlk Müslüman Türk topluluklarının ünlü bilge adamları arasında Ahmet Yesevi, Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı Mahmut gibi isimleri anmak gerekir. O dönemin bilginleri olan bu kişiler, yazdıkları eserler sayesinde 11. yüzyıldaki Türklerin yaşam tarzı hakkında bilgi aktarmışlardır57. Bu eserlerden o dönemin Türk ailesi hakkında şunu öğrenmek mümkündür: - Evlilik, günümüzde de devam eden söz, nişan, nikâh gibi aşamalar ile tamamlanır; 55Doğan, a.g.e., s. 32. 56Yaşar Ekici, a.g.m., s. 214. 57Doğan, a.g.e., s. 34-35. 22 - Evlenilecek kadında aranan temel özellikler arasında soyluluk, ahlâk, terbiye, güzelliktir; - Ailenin reisi erkektir, bütün aile üyeleri ona itaat etmek zorundadır; - Ailede anne-baba ve çocuklar arasındaki ilişkilerde belirleyici unsur baba ve toplumdur; - Aile üyeleri arasındaki ilişkiler, hak ve sorumlulukları ile sınırlanmıştır; - Çocuk terbiyesi anne babasının sorumluluğudur; - Erkek çocuğunun başıboş bırakılmaması gerekir, kız çocuğunun evlendirilmesi geciktirilmemelidir; - Erkek çocuklarına daha çok önem verilir; - Aile üyeleri arasındaki etkileşim sevgi, saygı, şefkat, sadakat, itaat, bağlılık, fedakârlık gibi değerlere dayanmaktadır58. 2. Selçuklu İmparatorluğu Döneminde Türk Ailesi Bu döneme özgü aile düzenini anlatan eser sayısı fazla değildir. Nasihatnâme ve Siyasetnâme gibi eserler, isimlerinden de anlaşıldığı gibi devlet yapısı ve hükümdarların nasıl olması gerektiği konusunda bilgileri taşımaktadır. Ancak bu edebiyat yapıtlarından, devletin aileye dayandığını öğrenmek mümkündür: devletin lideri aileden seçilen başbuğ idi; şehzadeler ve devlet bakanının yakın akrabaları önemli vilayetlere iktidarın temsilcileri olarak gönderilir; ailenin diğer üyeleri de devletin farklı yerlerinde valilik yapmakla görevlendirilirlerdi. Böylece, “Hanedan otoritesini kuvvetle hissettiriyordu”59. Selçuklu döneminde yazılmış olup Türk ailesi hakkında bilgi veren eserler arasında mezar taşları, destanlar ve Dede Korkut Hikâyeleri yer almaktadırlar. Dede Korkut Hikâyeleri’nde rastlanan aile tipi, ana-baba ve çocuktan oluşan küçük ailedir. Ailenin reisi erkektir. Böyle bir ailenin temeli saygı ve sevgidir. Erkek çocuğun annesi olmak kadının statüsünü yükseltiyor, hiç çocuk sahibi olmamak ise olumsuz bir durumdur. Evlilik türü çoğu zaman monogamidir. Kam Büre Oğlu Bamsı Beyrek Destanı’nda erkeğin ikinci bir eş alması sadece zor durumlarda yer aldığı, Dirse Han Oğlu Buğaç Han Destanı’nda da çocuksuz bir ailede bile erkeğin ikinci bir kadınla evlenmesi düşünülmez görülmektedir60. Selçuklu İmparatorluğu dönemindeki Türk ailesi hakkında önemli bilgileri içeren eserlerden biri de İbn-i Battȗta’nın 1304-1368 yılları arasındaki seyahatlarını anlatan Rıhle adlı seyahatnamesidir. 1332 yılında İbn-i Battȗta, Anadolu Türk beyliklerini ziyaret 58Doğan, a.g.e., s. 35-39. 59 Ali Sevim – Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi I, Fetihten Osmanlılara Kadar (1018-1300), Türk Tarih Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1990, s. 371. 60Eyce, a.g.m., s. 233. 23 etmiştir. Bu seyahati anlatan gezgin, Türk kadınlarının statüsü hakkında da bilgi vermiştir: İzlenimlerine göre, Türk kadınları (Arap kadınlarına nazaran) yüzleri açık dolaşabilir; sokaklara, pazara rahatlıkla çıkabilirlerdi61. 6. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar devam eden Türklerin Anadolu’ya akımı, Türk kadınının Türk erkeği ile eşit olduğu bir dönemdir. Bu döneme ait edebî eserlerin verdiği bilgilere göre, kadının alanı sadece evi ile sınırlı değildi. Afet İnan, Anadolu’ya akın sırasında Müslüman Türk kadınının erkeği ile beraber aktif bir yaşama tarzı içinde olduğunu, dolayısıyla eve, hareme kapanması söz konusu olmadığını belirtmektedir62. O dönemde ortaya çıkan bir örgüt de kadınların hem aile içindeki hem toplumdaki yerini etkilemiştir. Bu örgütün ismi Ahiliktir. Onun Fakiregân (Hanım dervişler), Bacıyân (Bacılar) gibi yan kuruluşları da vardı. “Ahilik çeşitli sanat kollarına mensup erkeklerin kurduğu bir örgüt olduğu gibi, Bacılar örgütü de kadın el sanatlarını işleyen kadınlar arasında bir mesleki örgüt olarak öne çıkar. Bu bağlamda Türkmen kadınları erkeklerle yan yana iş hayatına girmişlerdir.”63 Böylece Ahilik, Türk topraklarında yaşayan kadınların haneden çıkıp toplumsal hayata girmelerini sağlamıştır. 3. Osmanlı Döneminde Türk Ailesi Osmanlı dönemi, iki devlet arasındaki dönemi, yani Selçuk İmparatorluğu’nun dağılması (13. yüzyılın sonu) ile Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ardından Cumhuriyetin kuruluşu (1923 yılı) arasındaki dönemi kapsamaktadır. Araştırmacılar Osmanlı dönemi çerçevesinde Kuruluş dönemi, Klasik dönem ve Tanzimat dönemi gibi devirlerin olduğunu belirtmişlerdir. Osmanlı döneminde Türk ailesi, daha çok kullanılan ve daha doğru olan ‘Osmanlı aile’ kavramının kapsadığı bir kavramdır. Böylece, belirtmek gerekir ki “«Osmanlı ailesi» deyimi temsil ettiği toplumun temel karakteristiklerini yansıtır. Bu yüzden tek tip ve mutlak bir aile modeli olmaktan çok, bir ifade kolaylığı nedeniyle kullanılan pratik bir deyimdir. Ancak, siyasî yapının [...] özellikleri dikkate alındığında farklı unsurların İmparatorluk içindeki toplumsal uyumları Osmanlı ailesi deyimine siyasal çözülme dönemine kadar görece bir genellik kazandırmaktadır.”64 61İbn-iBattȗtaSeyahatnamesi I, çev. A. SaitAykut, 7. bsk., YKY, İstanbul, 2017, s. 466. 62Afet İnan, Atatürk ve Kadın Haklarının Kazanılması, MEB Basımevi, İstanbul, 1968, s. 38. 63Doğan, a.g.e., s. 44. 64Doğan, a.g.e., s. 46. 24 a. Kuruluş dönemi Kuruluş yıllarında Osmanlı ailesi ile ilgili bilgileri, İbn-i Battȗta’nın izlenimlerini içeren seyahatnamesinde bulunabilir. Yazar ailelerin misafirperverliğinden, kadınların erkeklerle beraber oturduklarından bahsetmektedir65. Diğer izlenimlerine göre, kadının hayatı sadece hane ile sınırlı değildi; yanında birisi olduğu takdirde yolculuğa bile çıkabilirdi66. Kadınlar hem ev içinde hem evin dışında gayet serbest idiler. Bu bilgiler, o dönemdeki Türk kadının oldukça bağımsız olduğunu kanıtlar. Bu dönemde aile kurumunun, genel hatlarıyla Selçuk İmparatorluğu zamanında ilerlediği yönde gelişmekte olduğunu söylemek mümkündür. Kuruluş döneminde kadınlar devlet himayesi altındaydı. Ayrıca dul kadınların toplumda özel bir yerin olması, o zamanki toplumun göz çarpıcı bir özelliğidir. O dönemin tarihçisi Âşık Paşazâde’nin yazdıklarına göre Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi, fakir insanlara ve dul kadınlara günde üç kere yemek verilmesi, kıyafet ve para bağışı yapma âdetini başlatmıştır67. O zamandan bugüne kadar gelen evlilik ile ilgili sözcükler ve terimler (nişan, çeyiz, kız çıkarma, oğlan everme, duğun, başlık parası gibi), evliliğin kültürün önemli bir parçası olduğunu göstermektedir. Evlenen çift, toplumsal konumu aynı olan insanlardan oluşmaktaydı: “Osmanlıda birey, doğduğu cemaatin kurallarına göre günlük hayatı şekillendirir, evlilikler cemaat içerisinden olmaktadır. Cemaat dışı evlilikler hoş görülmez.”68 Ayrıca İslam dininin dörde kadar kadınla evlenmeye izin verildiği halde Türkler arasında çok eşliliğin hakim olmadığını belirtmek gerekir: “Kuruluş döneminde tek eşli evlilik yaygın olan uygulamaydı. Kuşkusuz, bu olguda Kuruluş döneminin hareketli yapısının etkisinin yanı sıra çok eşli evliliğin dinsel yükümlülüklerinin pratikte ortaya koyduğu güçlüklerin de rolü vardır.”69 Söz konusu güçlüklerin başına maddi durum gelmektedir, çünkü birden fazla eşinin ihtiyaçlarını karşılamak ve onlardan doğan çocuklara bakmak daha fazla para gerektirir. Çocukların da ailedeki yeri özeldir: çocuk, evliliğin beklenen meyvesidir. Evde çocuk doğduğu zaman tüm aile sevinir. Çocuklara verilen isimlerde, aile kültürünün etkisi vardır. Erkek çocuğunun sünnetine çok önem verilir; düğün töreni de toplumsal anlam ve içerik kazanırdı70. 65İsmet Parmaksızoğlu, İbn-i BattȗtaSeyahatnamesi’nden Seçmeler, MEB Yayınları, İstanbul, 1971, s. 4. 66Parmaksızoğlu, a.g.e., s. 472. 67 Hüseyin Nihal Atsız, Aşıkpaşaoğlu. Aşıkpaşaoğlu Tarihi, MEB Yayınları, İstanbul, 1992, s. 20. 68Yaşar Ekici, a.g.m., s. 215. 69 Doğan, a.g.e., s. 56. 70Doğan, a.g.e., s. 56-57. 25 b. Klasik dönem Bu dönem İstanbul’un başkent oluşundan 1839 yılında başlayan modernleşme ve yenileşme dönemi olan Tanzimat dönemine kadar süren bir zaman dilimini kapsar. Osmanlının Klasik döneminde aileyi etkileyen faktörler arasında toplumsal kategoriler, köy ve kent, toprak sistemi ve ulema sıralanabilir71. Önceki Türk aile tiplerinden farklı olarak Osmanlı ailesi denilen kurum, Orta Asya’dan gelen Müslüman aileleri ile birlikte Slav, Yahudi, Rum, Ermeni, Tatar, Romen, Araplar gibi ırklardan gelen bireyleri da kapsamaktadır. Bu yüzden Osmanlı ailesi kavramı, imparatorluğun sınırları içerisinde çoğu yerde birlikte yaşayan dini farklı haneyi anlatmaktadır72. Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfusunun çoğunu Müslümanlar (Türkler, Araplar, Boşnaklar, Arnavutlar, Acemler) oluşturuyordu; diğer üç temel millet ise Ortodoks Hristiyanlar, Museviler ve Ermeniler idi. Söz konusu bu ırk çeşitliliği Osmanlı İmparatorluğu’na özgü bir millet sisteminin oluşturulmasına sebep olmuştur. Osmanlı döneminde iki temel toplumsal kategori vardı – askerî (kamu görevlileri, vergilerden muaf zümre) ve reâyâ (halk, vergi vermekle yükümlü zümre). Reâyâ tüccarlar, sanat erbabı ve çiftçilerden oluşmaktaydı73. Klasik dönemde kentlerin sokak, mahalle, çarşı gibi birimlerinin oluşması ve Osmanlı kent kültürü ortaya çıkmasıyla daha önce anılan iki toplum sınıfı arasındaki fark daha belirgin olmuştur. Dolayısıyla askerî ve reâyâdenilen toplumsal kategorilerin belirgin olması, toprak sistemi ve kent kültürünün oluşması bu iki zümrenin aile yapısını da etkilemiştir. Askerîler aile yapısı. Askerîler zümresi kendi içinde Saray ve Saray dışı (veya Kamu görevlileri) diye iki gruba ayrılır. Siyasal ve toplumsal hiyerarşinin üstünde tabii ki Saray, Osmanlı hanedanı vardı. Osmanlı saray ailesi, iktidarın kendi içinde kuşaktan kuşağa aktarıldığı siyasal bir aile – hanedanlıktır. Hanedan üyelerinin günlük hayatlarını geçirdiği yer haremdir. Harem padişah ve ailesinin yeri sayılır74. Haremde sadece belirli kişiler bulunabilirdi. Haremde Padişahtan başka “Padişahın annesi (Valide Sultan), kız ve erkek çocukları (şehzadeler), padişah dairesine mensup gözde, ikbal ve odalık denilen diğer kadınlar, koruma göreviyle ve diğer hizmetlerle yükümlü kişiler yaşıyordu.”75 71Doğan, a.g.e., s. 59. 72İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s. 18. 73Doğan, a.g.e., s. 45. 74M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985, s. 1. 75 Bahaeddin Yediyıldız, “Osmanlı Toplumu”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, C. I, 1994, s. 445. 26 Padişahların çok eşli evlilik yapmaları normal bir durumdu. Padişahın eşleri arasında olan kadınlar, “Bazen dört kadınla evlenmek sınırına riayet ederek nikâh akdi ile evlendikleri ve bazen da nikâh akdi yapmadan beraber yaşadıkları ve ancak “ümm-i veled” statüsündeki yani “çocuk anası” olan kadın veya kadın efendi dedikleri cariyelerdir.”76 Padişahın ilk evlendiği kadın Baş Kadın Efendi idi, padişahın karı koca hayatını yaşadığı diğer kadınlar ise ikinci, üçüncü, dördüncü vb. kadın efendi şeklinde adlandırılırdı. Kadın efendilerin sayısı en fazla sekiz idi77. Çocuk sahibi olan kadın efendiler, doğurdukları çocuğun cinsiyetine göre farklı unvan alırlardı: “... bir şehzade dünyaya getirene “Haseki Sultan”unvanı verilirdi; buna karşılık bir kız evlât sahibi olan, ancak “Haseki Kadın” unvanına lâyık görülürdü.”78 Kadınlar saray dışına çıkamaz, padişahın izni olmadan sarayın bahçesinde bile gezemezlerdi79. Birçok padişahın hem kadın statüsü olan hem cariye statüsünde olan kadınlarla yaşadıkları ve evlendikleri için eşleri ve çocuklarının sayısı oldukça fazlaydı. Tarihi kaynaklara göre, Sultan Abdulmecit’in Osmanlı padişahları arasında en çok eş sahibi olduğu anlaşılmaktadır (22 eşi vardı). En çok çocuk sahibi olan sultan ise Üçüncü Murad’dır. Bazı bilgilere göre bu padişahın en çok erkek çocuğu sahibi olup (toplam 20 erkek çocuğu olduğu söylenir) toplam 24 çocuk sahibi olduğu80, bazı verilere göre ise toplam 130 çocuk sahibi olduğu iddia edilmektedir81. Kamu görevlileri arasında da birkaç grup ayırtmak mümkündür; onlar Seyfiye (askerler), İlmiye (din hocaları) ve Kalemiye (idari memurlar) gibi zümrelerdir. Bunların toplumsal konumları birbirinden çok farklı olmadığı için aile kültürü bakımından genelleme yapmak mümkündür. Kamu görevlilerin aile kültürü ile ilgili bilgiler ailevî vakıflar belgelerinden alınabilmektedir. Vakıflaşma, aile demografisinin genişlemesine sebep olmuştur. Dolayısıyla, kamu görevlilerin aileleri “... geniş aile, kök ve bileşik aile özelliklerini göstermektedir. Kurucu ve en yaşlı erkek üye ailenin reisidir. Aile reisinin çok eşli evlilik söz konusudur. Aile reisi ve eşlerle birlikte çocuklar, köle ve cariyelerle aile demografisi tamamlanmaktadır.”82 Osmanlı kamu görevlileri ailelerinde odalık denilen kadınlardan çocuk sahibi erkeklere rastlanılmaktadır. Bu poligami ve cariyelerle yaşama kültürü, söz konusu zümrenin saray yaşamını benimsediklerinin göstergesidir. 76Ahmed Akgündüz – Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1999, s. 324. 77Doğan, a.g.e., s.61. 78 I. M. D’Ohsson, “Harem-i Hümayun”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, C. III, T.C. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, s. 954. 79D’Ohsson, a.g.m.,s. 959. 80Osmanlı Padişahları Eş ve Çocuk Sayıları, http://www.ozelliklerinedir.com/osmanli-padisahlari-es-ve- cocuk-sayilari-2/ (15.09.2017). 81D’Ohsson, a.g.m., s. 955. 82Doğan, a.g.e., s. 66. 27 Reâyâ aile yapısı. Daha önce belirtildiği gibi askerîler yöneten bir zümre iken reâyâ yönetilen bir nüfus kısmıydı. “Osmanlı toplumun rol dağılımında askerîlere kamu yönetimi ve görevi, reâyâya ise ekonomik etkinlikler yani üretim ve ticaret rolü düşmüştü.”83 Tereke defterleri kayıtlarına göre erkeklerin %80,43 tek eşli, %9,59 ise birden fazla kadınla evli idi. Ayrıca eş sayısına göre kent ile köy arasındaki büyük bir fark söz konusuydu. Birden fazla kadınla evlenen erkek sayısı Osmanlı şehirlerinde %9,27 iken köylerde bu oran %0,3 seviyesindeydi ve bu %0,3 oranına giren erkeklerin hepsi sadece iki kadınla evli, oysa şehirlerdeki erkekler ikiden fazla eş sahibi olabilirlerdi.84 Çok eşliliğin temel sebebi, “öncelikle evlat sahibi olma isteği gibi görünüyor. Evlatları kız olanlar arasında ise, erkek evlat sahibi olma arzusu birden fazla eşle evlenmenin diğer bir sebebini teşkil etmektedir.”85Böylece, Osmanlı toplumunda belirli ölçüde mevcut olan çok eşliliğin en önemli sebeplerinden birinin, insanların neslinin devamını sağlama isteğinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Osmanlı şehirlerinde bir aileye düşen ortalama çocuk oranı %2,32 olup köylerde %2,64 seviyesindeydi. Bununla birlikte, çocuksuz aile oranı %11 idi86. Klasik dönemde ailenin dış dünyadan ayrıldığı görülmektedir. Kent mimarisinin oluşmasında aile değerleri oldukça etkili olmuştur: kentteki evlerin çoğu yüksek ve kalın duvarla çevrilmiş; duvarla çevrilmemiş evler ise çoğu zaman iki katlı olup giriş katları penceresiz yapılırdı. Böylece evler, içe dönük ve dışarıya kapalı olan Osmanlı ailelerine göre inşaat edilmişti. Evin iki kısmı vardı – haremlik ve selamlık. Gökalp’e göre bu tür yaşam tarzı Arap, Fars ve Bizans etkisi ile ortaya çıkmıştır: “Önceki tiplerde oldukça serbest ve cemaat içinde bulunan kadın, konak tipinde, Avrupalıların çok mübalâğalı hikâyelerle “harem” yaşayışı içine sokulmuştu.”87 c. Tanzimat Dönemi Tanzimat dönemi, Osmanlı kültürüne Batı kültürünü, yani Avrupa’yı taklit etme eğilimini getirmiştir. Batı’nın etkisi ile 1917 yılında Hukuk-i Aile Kararnamesi kabul edilmiştir. Bu kararname birkaç önemli değişikliğin meydana gelmesini sağlamıştır. Yeni yasalara göre 9-12 yaşından küçük bireylerin evlenmesi kesinlikle yasaklanmış; 17-18 yaşında bireylerin evlenebilmesi için yargıcın izni ve iki tarafın temsilcilerinin bulunması 83Doğan, a.g.e., s. 67. 84 Ömer Demirel – Adnan Gürbüz – Muhittin Tuş, “Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı”, Sosyo- Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, C. I, Ankara, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 1992, ss. 102-103. 85Demirel – Gürbüz – Tuş, a.g.m., s. 106 86Demirel – Gürbüz – Tuş, a.g.m., s. 124. 87 Eröz – Güler, a.g.e., s. 10. 28 gerekmekteydi88. Bunun gibi kararnamelerin çıkması ve yürürlüğe girmesi, ailenin devlet tarafından korunmaya başladığını sağlamış ve çağdaş ailenin temelinin oluşturulmasında etkili olmuştur. Tanzimat dönemi, aile kurumu dahil olmak üzere bütün toplum kurumlarının değişmesi ve reforma tabi tutulmasına sebep olmuştur. Sosyal ve kültürel değişimler, Avrupa ile kurulan temas, sanayileşme gibi faktörlerin etkisi sonucunda evin kadın ve erkek kısımları olan harem ve selamlık da değişmeye başlamıştır. Zamanla harem ve selamlıktan ibaret konak, yuvaya dönüşmüştür89. Aynı zamanda erkeğin, daha önceki dönemde de olduğu gibi ailenin reisi ve ev halkının dış dünya ile tek bağlantısı olması durumu değişmez, fakat kadının statüsü yukarıda belirtilen faktörlerin etkisi ile yavaş yavaş değişmeye başlar. Klasik Osmanlı dönemine nazaran kadın, erkeğin gölgesinden çıkıp toplum hayatına girmeye başlar90. Kızların eğitimli olması, ailenin ve bütün toplumun daha kültürlü ve eğitimli olmasını sağlamakta düşüncesi yayılır ve toplumun desteğini kazanır. Bu nedenle kızlar için Batı tipi mektepler açılmaya başlamıştır. Birçok feminist kadın derneği kurulmuştur. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı sırasında erkek nüfusun kaybı kadınların topluma ve çalışma hayatına daha hızlı girmelerine sebep olmuştur91. Osmanlı döneminde Türk ailesinin özellikleri şöyle özetlenebilir: - Müslümanlığın çok eşli evliliklerine izin verdiği halde padişahlar dışında Türklerde tek eşlilik hakimdir; - Çok eşliliğin sebebi kişinin neslinin devamını sağlama arzusudur; - Cemaat içi evlilikler hakimdir; - Ailenin, bireyin hayatında bağlarının kopmayacağı tek ve temel kurum niteliği vardır; - Bütün sorunlar aile içinde çözülür, aile kendi içine dönük, dışa kapalı bir kurumdur; - Ailenin korunması her şeyden çok önemlidir; - Kuruluş döneminde kadının alanı sadece evi ile sınırlı değildi, Klasik dönemde kadının evde bulunması ve yabancılara gözükmemesi gerekirdi, Tanzimat döneminde ise kadın evden ve kocanın gölgesinden çıkıp topluma girmeye başladı; 88 Ali Bardakoğlu, “Aile Hukukumuzun Tarihî Gelişimi”, Tarihî Akışı İçerisinde Türklerde Aile Yapısı Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, 1990, s. 21. 89Eröz – Güler, a.g.e., s. 10. 90Doğan, a.g.e., s. 118-119. 91 Ahmet Tabakoğlu, “Osmanlı Toplumunda Aile”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, C. I, T.C. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, s. 104. 29 - Çocuk, evin meyvesidir ve ailenin sevinç kaynağıdır, ortlama çocuk sayısı 2-3 idi. d. Cumhuriyet döneminde Türk ailesi Cumhuriyet dönemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında kurulması ile birlikte başlamış ve bugüne kadar devam etmektedir. Bu dönemde aile, toplumsal değişmeler tarafından etkilenerek değişmektedir. Türk ailesi, Cumhuriyetin yeni felsefesine göre Batılılaşma ve modernleşmenin getirdiği kültürel dönüşümleri yaşamaktadır. Laiklik prensibi, aile de dahil olmak üzere yaşamın bütün alanlarında geçerli olmuştur. Aynı şekilde modernleşme de Cumhuriyet dönemine özgü yeni bir aile tipinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Türkiye’deki sanayi gelişiminin, Avrupa’da kadar yaygın olmadığı halde Türk aile demografisi üzerindeki etkileri söz konusudur. Sanayi üretimi, işçilerin fabrikalar etrafında toplanmasını öngörmektedir; bu da insanların köylerden kentlere göçmelerine yol açmıştır. Dolayısıyla, bu işçi göçü kırsal bölgelerdeki geniş ailelerin bölünmelerine sebep olmuştur92. Cumhuriyet dönemi medeni hukukta da değişimleri getirmiştir. 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu bunun gibi yeni kuralları ilan etmiştir: tek eşli evlilik, karı ile kocanın eşitliği, evliliğin sadece resmi nikâhla mümkün olması (resmi nikâh kıyılmadan dinî nikâh geçerli değildir), evli kişiler sadece mahkemenin kararı ile boşanabilir93. 1982 yılında kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da ailenin Türk toplumunun içindeki rolünü ve önemini belirtmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 41. maddesine göre “Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve ferahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlanmasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.”94 Söz konusu bu madde, “Türkiye’de aile kurumuna vurgu yapan ilk hukuki düzenlemedir”95. Böylece, sosyal ve politik değişimlerin etkisi ile Türkiye’de bunun gibi aile tipleri oluşmaktadır: 1) Çekirdek aile – karı koca ve evlenmemiş çocuklardan oluşan bir aile (büyük şehirlerde sık sık rastlanan bir aile tipi); 92Doğan, a.g.e., s. 129. 93Bardakoğlu, a.g.m., s. 23. 94 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Üçüncü Bölüm, Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler, I. Ailenin Korunması, https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa82.htm, (17.09.2017). 95Doğan, a.g.e., s. 132. 30 2) Destekli çekirdek aile – kentleşme sürecinde istihdam imkanlarının yetersizliği sonucunda meydana gelen bir aile; 3) Geleneksel aile – aile reisi, eşi, evli oğulları ve gelinleri veya bir evli oğlu ile diğer evli olmayan çocukları veya evli oğlu, gelin ve torunlarından oluşan bir aile; 4) Geçici aile – karı koca ve onlardan birinin anne babası veya bekâr kardeşleri ile meydana gelen bir aile (geleneksel geniş ailenin küçülmüş hali); 5) Çözülmüş aile – sosyo-patolojik değişmeler sonucunda oluşan, dul eş ve çocuklarını içeren bir aile. Parçalanmış ve tamamlanmamış aile olarak görülebilir. 6) Parçalanmış aile – eşlerden birinin çalışmak amacıyla veya zorunlu bir sebeple yurtdışına çıkmasıyla meydana gelen bir aile tipi96. 2005 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre Türkiye’deki ortalama aile boyutu 5,22 kişi olmakla birlikte bu gösterge illerde 4,47; ilçelerde 5,00; bucak ve köylerde ise 5,99 kişidir97. Böylece, sosyal ve ekonomik şartların Türk ailesinin gelişme doğrultusunu belirttiğini görmekteyiz. Geleneksel geniş ailenin yerini çekirdek aile almaya başlamıştır. Aile Yapısı Araştırması’na göre 2006 yılında Türkiye’deki ailelerin %6’sı tek kişilik, %13’ü geniş aile, %80,7’si ise çekirdek ailelerdir. 2011 yılında çekirdek aileler %70, geniş aile %12,3, dağılmış aile ise %17,7 seviyesindeydi98. 2012 yılında TÜİK tarafından yapılan Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre Türkiye’nin ortalama hane nüfusu 3,7 kişiydi. Daha sonra bu oran düşüş eğilimini göstermiş ve 2016 yılında 3,5 kişi olmuştur99. Birinci bölüm sonuçları. Aile evrensel bir kavram olduğu halde her milletin özgü bir aile anlayışı vardır. Geniş anlamda aile; kan bağlılığı, evlilik, evlat edinme gibi yasal yollardan aralarında akrabalık ilişkisi oluşan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan üyelerden ibaret temel bir toplumsal birimdir. Dar anlamda aile; karı koca ve evlenmemiş çocuklarından oluşan bir hanedir. Aile kavramı, sosyoloji araştırmalarının konusu olmuş ve bugüne kadar aile tiplerinin kırka yakın sınıflandırması yapılmıştır. Üye sayısına göre ailenin, küçük (çekirdek) ve büyük (geniş) denilen iki türü vardır. Ailedeki çocuk sayısına 96 Doğan, a.g.e., s. 129-130. 97 Doğan, a.g.e., s. 130. 98Türkiye Aile Yapısı Araştırması: Tespitler, Öneriler, “Türkiye’de Aile Yapısının Değişimi: 1968- 2011”, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İstanbul, 2014, s. 29, http://ailetoplum.aile.gov.tr/data/5550af1d369dc51954e43522/taya2013trk.pdf, (13.10.2017). 99İstatistiklerle Aile, 2016, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24646, (13.10.2017). 31 göre çocuksuz, bir çocuklu, az çocuklu ve çok çocuklu aile türleri vardır. Otorite ilişkilerine göre ailenin iki türü var: anaerkil ve ataerkil. Aile içi rollerinin ayrımına göre ailenin geleneksel ve eşitlikçi (egaliter) gibi türleri vardır. Günümüzde hakim olan çekirdek aile evlilik birliği ile başlar. Evlilik birliği;beraber yaşamak ve aile kurmak amacıyla birlikte olan, ortak gelecekleri hakkında aynı planları kuran ve aynı amaç doğrultusunda hareket etmek isteyen kişilerin oluşturduğu bir birliktir. Tarihsel ve sosyolojik bir kurum olan evliliğin farklı türleri vardır. Eş sayısına göre grup evliliği, poligami ve monogami;evli çiftin oturduğu yere göre matrilokal, patrilokal ve neolokal;eşin seçildiği gruba göre endogami ve egzogami gibi evlilik türleri vardır. Türk kültüründe tek eşlilik (monogami), dışarıdan evlilik (egzogami) ve evli çiftin oturacağı yere göre neolokal (yeni eve geçme) evlilik türleri hakimdir. Türk aile yapısı, farklı tarihi evrimlerden geçip değişmiş ve şimdiki hale gelmiştir. İslamiyetten önce Türk ailesi beş dönem geçirmiştir: boy, sop, soy, pederî aile ve izdivâcî aile. Bu dönemler, Türk ailesinin geniş aileden küçük aile haline gelmesini yansımaktadırlar. Ancak ailenin boyutu değişse de, erkeğin aile reisi olması ve ailenin çok büyük bir önemi olması gibi ailenin özellikleri değişmez. İslamiyetin kabulü Türk topluluğun bütün yaşamını etkiler. Çok eşlilik mümkün olur, ancak bu ayrıcalık daha çok padişahlarda ve onları taklit eden zümrelerde daha çok yaygın olur. Erkeğin aile içindeki statüsü değişmez. Ancak kadın; Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu döneminde aktif ve dış dünyaya açık iken daha sonraki dönemde eve kapanmış ve dış dünyayla çok bağlantısı olmayan bir aile üyesi olur (hatta evde harem denilen kadınlara özel bir yer ayrılır), bu durum Tanzimat döneminde değişmeye başlar. Tanzimat ve Cumhuriyet dönemlerinde aile resmi olarak devlet düzeyinde korunma altınagirer: Hukuk-i Aile Kararnamesi (1917), Türk Medeni Kanunu (1926) ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982) gibi yasalar aile ve evlilik ile ilgili önemli kararlarıilan ederler. Bugünün Türk ailesi (özellikle büyük şehirlerde) çekirdek az çocuklu ailedir, otorite ilişkileri daha çok geleneksel (ataerkil) olsa da eşitlikçi aile sayısı da oldukça çoktur. 32 İKİNCİ BÖLÜM ATASÖZLERİ VE DEYİMLER І. ATASÖZLERİ A. ATASÖZLERİNİN KISA TARİHİ İnsanoğlu, var olduğundan bu yana topluluk halinde yaşamıştır. Dolayısıyla insan, daima başkalarıyla iletişim halinde yaşayan sosyal bir varlık olarak adlandırılabilir. Dil, insanların birbirleriyle iletişim kurmak üzere gösterdikleri çabaların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, onun geçmişinin tabii olarak yazı haline gelmeden çok daha eskilere dayandığı söylenebilir. Bununla birlikte kültürün sözlü boyutunu oluşturan dil; yazının yaygın kullanılmasıyla, kültürün sözlü boyutunun yanında, onun yazılı boyutunu da oluşturmuştur. “Bütün diller gibi Türkçe de yazı dili olarak kullanılmadan önce çok uzun süren bir oluşum ve gelişim evresi geçirmiştir. Bu evre içerisinde dil, toplumun yaşama biçimindeki değişikliklere koşut olarak ortaya çıkan tüm gereksinimleri yansıtabilecek duruma ulaşmıştır.”1 Türk dilinin en eski yazılı belgeleri, sekizinci asrın birinci yarısına ait olan Orhun Abideleri ya da Orhon Yazıtları’dır. Bu abidelerde güzel ifadeler arasında atasözleri de bulunmaktadır. Talat Tekin’in de belirttiği gibi, kitabelerin etkili bir anlatım gücüne ve güzelliğine sahip gelişmiş bir edebiyat dili vardır2. Bir halkın bilinen ilk yazılı kaynaklarında noksansız bir edebiyat dilinin kullanılması; bu dilin, yazılı olmadığı halde sözlü kültürde yeterince işlenip zenginleştirilmiş olmasının göstergesidir. “Türkçeye, yazılı kültüre geçmeden önce gelişmiş bir edebiyat dili olma özelliği kazandıran önemli ögelerden birinin de atasözleri olduğu söylenebilir.”3 Bir dilin zenginliği ve özgünlüğünde, bu dildeki atasözlerinin ve deyimlerin büyük katkısı vardır. Atasözleri, halkın gerek sözlü gerekse yazılı dilinde, özellikle konuşma dilinde kendini daha çok gösterir; çünkü sözün gerçek hayatı sadece konuşmada gerçekleşir. Şüphesiz ki bir ulusun şimdiki ve geçmiş hayatının makul anlaşılması, onun tarihinin ve dilinin bilinmesini gerektirir. Aynı zamanda halkın tarihi, kültürü ile dili arasındaki bağ en çok 1Semih Tezcan, “En Eski Türk Dili ve Yazını”, Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, TTK Yayını, Ankara, 1978, s. 271. 2Detaylı bilgi için bkz.: Talat Tekin, Orhon Yazıtları, 2. b., Simurg Yayınevi, İstanbul, 1998, s. 10. 3Mehmet Çevik, Basın Dilinde Atasözleri ve Deyimler, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı (Eski Türk Edebiyatı) Anabilim Dalı, Ankara, 2006, s. 23. 33 deyişbilimsel boyutta ortaya çıkmaktadır. “Atasözlerinin tarihin, geçmişin (içtimaî durum, inanışlar, örf ve âdetler, kıymet hükümleri v.b. bakımından) bir aynası olduğunu söylemeden geçemiyeceğiz. Tarih dedik; çünkü atasözleri tarihin içinde, tarihle beraber doğmuş, onunla beraber gelişmiş ve onunla beraber zamanımıza ulaşmış ve geleceğe doğru yol almaktadır. O halde birçok yönlerden tarihi aksettirir”4. Dolayısıyla hem dilin hem de o dili konuşan milletin karakterini ve dünya bakışını öğrenme kaynakları arasında atasözlerinin önemli bir yeri olduğu söylenebilir. 1. Atasözlerinin Doğuşu Toplum niteliğini kazanmış her insan topluluğunda var olan atasözlerinin, insanlık tarihinin başladığı çağlara kadar uzandığını söylemek mümkündür. “Bir atasözü, ilk kez belli bir kişinin bir hayat olayını kendine göre değerlendirmesiyle ortaya çıkar. Zamanla birçok kişinin, değişen koşullarla söze yeni görüşler katmasıyla tüm halkın beğenip benimseyebileceği ortak bir söz haline gelir.”5 Atasözünün bir folklor ürünü olduğu için, onun ne zaman ve kimin tarafından üretilmiş olduğunu öğrenmek mümkün değildir: “Atasözlerinin meydana gelişi bütün halk edebiyatı çeşitlerinin meydana gelişi gibidir. Bunları ilk söyleyenler belli olmamakla beraber, güzel, manalı ve yerine söz söylemesini beceren ve bu tür sözleri iyi ve çok bilen kimseler, herhalde, eskilerini örnek tutarak yenilerini icat etmek veya ufak tefek farklarla değiştirmek suretiyle bu sözlerin sayısını arttırmışlardır.”6 Atasözlerinin nasıl doğduğu, büyük düşünürlerin de üzerinde durdukları bir konudur. Aristo’ya göre, atasözleri, tarihten önce yer almış olaylar sonucunda ortaya çıkan bir düşüncenin kalıntılarıdır. Atasözlerinin veciz oluşları ve ifadelerindeki üstünlük sayesinde bu düşüncenin tamamen yok olmasını engelleyip parçalar halinde muhafaza etmiştir. Rousseau ve Herder gibi Yeni çağ filozofları, atasözlerinin yaratıcısı olarak toplumu görüyorlar. Bugünün araştırıcıları ise bu görüşü doğru bulmamaktadırlar: “Kitle kendi kendine yaratmaz; fert tarafından yaratılanı seçer, kendine mal eder. Halkın dilinde dolaşan bir atasözü başlangıçta muhakkak bir fert tarafından söylenmiş, sonra onu kendi ruhuna uygun bulan halk tarafından benimsenmiştir”7. Böylece, atasözlerinin meydana gelişi genel hatlarıyla söyle açıklanabilir: Çok önceleri bir kişi tarafından söylenmiş özlü sözler yıllar içinde eklemeler, çıkarmalar ile uzun zaman konuşulmuş ve böylece halkın malı olmuştur. 4Ayhan Göksan, “Türk Dünyası Atasözleri, I Azerbaycan Atasözleri”, Reşid Rahmeti Arat İçin, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1966, s. 249. 5Arif Hikmet Par, Örnekli Açıklamalı Atasözleri, Serhat Yayınevi, İstanbul, 1988, s. 5. 6Atasözü Maddesi, İnönü (Türk) Ansiklopedisi, IV. Cilt, s. 87. 7Aydın Oy, Tarih Boyunca Türk Atasözleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1972, ss. 7. 34 Araştırmanın konusu olan atasözlerinin ortaya çıkmasının zamanı ile ilgili kesin bir şey söylenemez: “Türk milletinin atasözleri, dünyanın eskilik bakımından en kıdemli atasözleri arasındadır. Yalnız bunların eskiliklerini yazılı vesikalara dayanarak tesbit etmek, bugün için âdeta imkânsız haldedir. Çünkü Türk edebiyatının elde mevcut en eski eseri Orhun âbideleri, sekizinci asırın ilk yarısına aittir.”8 Yani, Türk atasözlerinin tarihî süreç içerisindeki gelişimini sadece Orhun Yazıtları’na kadar takip edilebilir. Orhun Yazıtları’ndan sonra Kutadgu Bilig, Divânü Lügati’t-Türk ve Atabetü’l-Hakâyık gibi Türk dilinin önemli yazılı kaynaklarında da atasözlerine rastlanmaktadır. Türk atasözlerinin tarihi daha eski zamanlara kadar araştırılamadığı halde atasözlerinin, Türk dilinin ilk yazılı belgeleri olan Orhun Yazıtları’nda bulunması, sözlü edebiyatın ürünleri olan bu deyişlerin eskiliğinin göstergesidir. Bazı atasözlerinin doğmasına veya ortadan kalkmasına bazı olaylar veya durumlar neden olmuştur. Çünkü devirlerden devirlere değişen ve her zaman başka özellikler kazanan hayat şartları; yeni düşünce, duygu ve tecrübelere yol açar. Dolayısıyla her halk ürünü gibi atasözleri de milletin tarihî, kültürel ve sosyal gelişiminin etkisinde ortaya çıkmıştır. Mehmet Hengirmen atasözlerinin doğuşu ile ilgili şunu belirtmektedir: “Atasözlerinin doğum, ölüm ve yaşama nedenlerini incelemek, o atasözlerini kullanan toplumda nelerin eskiyip, nelerin yaşadığını öğrenmek açısından son derece önemlidir.”9 Yani, bir milletin yaşadığı tarihi olayların, ekonomik devirlerin, dinî ve ahlâkî gelişmesinin en gerçekçi yansıması; o milletin kalbinden gelen ve bir durumu en kısa ve aynı zamanda en etkileyici bir kalıp içinde ifade eden atasözleridir. Bir milletin temsilcilerinin yaratma kabiliyeti ne kadar geniş sınırlı olursa, o toplumun düşünceleri ve duyguları atasözlerinde o kadar güzel ve sağlam şekilde yansıtılmış olur. Atasözlerinin bir milletin geçmişini, tarihini ve kültürünü taşıdıkları için onların “özellikle toplumbilim ve ruhbilim açısından incelenmesi mutlaka gereklidir.”10 B. ATASÖZLERİNİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ Şinasi atasözlerini şu şekilde tasvir etmiştir: “Atasözleri halkın hikmetleri, felsefesidir; dilinden çıktığı milletin nasıl düşündüğüne, düşüncelerinin içeriğine tanıklık ederler.”11 Bu nasihat sözleri her millette, her dilde vardır. Bir milletin tarihi, kültürü ile dili arasındaki bağ; en özgün bir biçimde deyişbilimsel boyutta kendini göstermektedir. Çünkü atasözleri, “bir ulusu oluşturan insanların, halkın ortak yaratımıdır, ortak ürünüdür. Onların ortak deneyimlerinden süzülüp ortaya konulmuş, her yönden onları yansıtan söz değerleridir. Atasözlerinde toplumsal 8Türk Atasözleri I, Haz. Milli Kütüphane Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971, ss. V-VI. 9 Mehmet Hengirmen, Pend-nâme, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983, s. 27. 10Hengirmen, a.g.e., s. 27. 11Süreyya Beyzadeoğlu, Şinasi, Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye, MEB Yayını, İstanbul, 2003, s.42. 35 ve doğal olaylar, kurallar, gerçekler, inanışlar dile getirilir. Toplumun töre ve geleneklerini, felsefesini onlarda buluruz.”12 Atasözlerinin, her ulusun dilinde bulunması; insanların, kendilerinden çok önce yaşamış kuşakların, yaşamın çeşitli yönlerine dair gözlemlerine, deneyimlerine ve düşüncelerine hep ihtiyaç duymalarının bir sonucudur: “Uzun yüzyıllar boyunca türlü türlü hâdiselere şâhit olan atalarımız, bunların karşısında nasıl bir davranış gerektiğini tecrübelerle öğrenmişler [...] ve gelecek torunları da aynı olaylar karşısında eski tecrübeleri uzun uzun tekrara lüzum görmeden, hazır formüllerden faydalanarak daha zahmetsizce yaşasınlar diye bu şifâhî nassları* kurmuşlardır.”13 Böylece, önceki kuşakların yaşamlarından kesitler sunan atasözleri, yeni kuşaklar için önemli öğütler veren, yol gösteren, akıl öğreten birer “akıl hocası”14 durumundadır. Ö. A. Aksoy’a göre “Her ulusun atasözleri, kendi varlığının ve benliğinin aynasıdır. Atasözlerinde bir ulusun düşünceleri, yaşayışları, inanışları, gelenekleri görülür. […] Bu sözler, derin felsefelerden başka güzel buluşlarla, parlak nüktelerle, ince alaylarla, sert taşlamalarla doludur. Böylece her atasözü, kendi ulusunun damgasını taşır.”15 Ancak, atasözlerinin tam anlamıyla ulusal bir kimlik taşıdığı görüşüne karşı çıkan dilbilimciler de vardır. Dar bir çevrede yaşayan insanlar tarafından kendi ulusal değerleri çerçevesinde oluşturulan, bu nedenle de o çevrenin kültürel kimliğini yansıttığı varsayılan bir atasözünün, bu insanların çok uzaklarında yaşayan başka kültürlerde de kullanıldığı söz konusu olabilir. Bu durumu fark eden bazı araştırmacılar; atasözlerinin ulusal kültürü yansıttığı yönündeki düşünceleri eleştirmişlerdir. Örneğin, Luth Röhrich ve Wolfgang Mieder gibi araştırmacılar, belli bir alandan derlenen atasözünden hareketle genel yargılara varılmasının yanlışlığı üzerinde durmuşlar ve bu konuda, atasözünün kaynağına inmek gerektiğini belirtmişlerdir16. V. Maslova’ya gore; izleri istiare, benzetme, sembollerde bulunan ikincil duyular prizması aracılığıyla yansıtılmış dünya, herhangi bir ulusun dilinin aynı zamanda evrensel ve özgül olmasını mümkün kılan en önemli göstergedir17. Örneğin, Ukrayna ve Rus dillerinde köpek kelimesi; sadakat, bağlılık ile çağrıştırılmaktadır: köpek sadakati, köpek bağlılığı – sonsuza dek süren bağlılık, sadakat demek. Ancak Türkçede köpek, it kelimelerinin çoğu zaman 12Ali Püsküllüoğlu, Türk Atasözleri Sözlüğü, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2002, s. 5. *Nass – ispat edici belge, delil. 13 İsmail Hilmi Soykut, Türk Atalar Sözü Hazinesi, Ülker Yayınları, İstanbul, 1974, s. 23. 14Vecihe Hatiboğlu, Türkçenin Sözdizimi, TDK Yayını, Ankara, 1972, s. 182. 15Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 – Atasözleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi Yayını, İstanbul, 1995, s. 27. 16Gülin Öğüt Eker ve diğerleri, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar, Millî Folklor Yayınları, Ankara, 2003, ss. 347-349. 17 V. Maslova, В. А. Ма а, “М че е е а е а е ”, Mifologiçeskiy komponent v semantike frazeologizmov [Deyimlerin Semantiğindeki Mitolojik Unsur], Çağdaş Dünyada Slav Halkları ve Kültürleri : Uluslararası Bilim Konferansı Materyalleri, Gomel, 1996, s. 201. 36 olumsuz semantiği vardır: ‘İt iti suvatta bulur’, ‘Köpekle dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir’; tek başına kullanıldığında da küfür, aşağılayıcı kelime niteliğini taşımaktadır. Böylece, köpek kelimesinin farklı dillerde farklı semantik özelliklerini taşıyor olması; bu dilleri konuşan halkların dünya görüşlerini biçimlendiren mecazi düşüncelerinin farklı, bireysel özelliklerine sahip olduğunun göstergesidir. Bu kısa değerlendirmelerin ardından atasözleri ve özellikleri daha ayrıntılı bir biçimde ele alınabilir. 1. Atasözünün Tanımı Kavram olarak atasözü; Göktürkler, Uygurlar ve Karahanlılar dönemlerinde sab / sav sözcüğüyle adlandırılmıştır. 11. asırda Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig eserinde sav yanında mesel ifadesini de kullanır. Habeşçe ”mesl, mesâle”, Ârâmice “meslâ, mâsâl” sözcükleri Arapçada “masal, mesel” ve çoğul şekliyle “emsal” biçimini almış ve bu sözcük “mukayese, karşılaştırma” anlamından atasözü kavramına doğru genişlemiştir. Arapçadan Farsçaya ve Türkçeye geçen bu sözcüğün mesel, durûb-ıemsâl, darb-ımesel şekilleri 20. yüzyılın başlarına kadar kullanılmıştır. Anadolu sahasında 15. yüzyıldan itibaren, atalarsözü ifadesiyle de adlandırılan bu kavram bugün Türkiye Türkçesinde yaygın olarak atasözü, atasözleri şekilleriyle kullanılmaktadır.18 Tarihî süreç içerisinde yukarıda belirtilmiş kelimeler ile adlandırılmış olan atasözünün bugüne kadar birçok tanımı yapılmıştır: “Atalardan kalmış, yani ulusun ortak ürünü olan yol gösterici, öğüt verici kalıplaşmış sözlere atasözü denir.”19 “Atalarımızın uzun yaşam deneyimlerinden sağduyusuyla bulup çıkardığı yargılarını bilgece düşünce ya da öğüt olarak kurallaştıran, güzel ve özel söyleyişiyle kalıplaşıp kesinleşen, söyleyeni belli olmayan özlü sözlere atasözü denir.”20 “Atalarımızın, uzun denemelere dayanan yapılarını genel kural, bilgece düşünce ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış biçimleri bulunan kamuca benimsenmiş öz sözler.”21 “Atasözleri (Proverbs, Maximes, Sprichwörter) atalardan kalmış belirli kalıplar içinde yol gösterici, akıl öğretici tümcelerdir.”22 “Atasözleri, bir ulusun geniş halk kitlelerinin yüzyıllar boyunca yaşadığı deneyim, gözlem ve bunlardan doğan düşüncelere dayanan; genel kural ve düstur niteliği taşıyan veya bir 18Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993, s. 623-624. 19Nurettin Koç, İslamlıktan Önce Türk Dili ve Edebiyatı, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2002, s. 375. 20Salih Sarıca, Atasözleri ve Özdeyişler, Fil Yayınevi, İstanbul, 1999, s. 9. 21Aksoy,a.g.e., C. I, s. 37. 22Vecihe Hatiboğlu, “Kelime Grupları ve Kuralları”, TDAY – Belleten, TDK Yayınları, Ankara, 1963, s. 234. 37 doğruyu ortaya koyan; söyleyeni unutulduğu için halkın ortak malı olan (anonim); kısa, özlü ve kalıplaşmış; içinde yargı (hüküm) bulunan bir tümce değerindeki sözlerdir.”23 “Atasözü (atalarsözü), herhangi bir konuyla ilgili olarak, halkın gözlem ve denemelerden çıkarmış olduğu özlü sözlerdir.”24 “Atasözü: Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak kısa söylenmiş ve halka mal olmuş öğüt.”25 “Nazım, nesir her iki şekli ile tecrübeleri ‘tam bir fikir’ kompozisyonu içinde teşbih, mecaz, kinaye, tezat gibi edebî sanatların kudretinden yararlanarak süslü, kapalı olarak veya bazen açık, mecazsız hususiyetiyle yetişecek gençlere aktaran sözlere atasözü diyoruz.”26 “Uzun deneme ve gözlemlere dayanan düşüncelerden doğan, kesin hükümler içeren, bilgece bir tavırla öğüt verir ve yol gösterir nitelikte olan, yüzyıllar boyu sözlü geleneğin içinde beslenerek halk tarafından benimsenmiş bulunan ve de halkın ortak değer yargılarını taşıyan kalıplaşmış özlü sözlerdir.”27 “Uzun gözlem ve deneyimlere dayanan yargıları, genel bir kural, bilgece bir düşünce ya da öğüt olarak yansıtan ve halkın ortak kullanımına giren kalıplaşmış özlü sözlerdir.”28 Ne kadar araştırmacı varsa, o kadar atasözü tanımı da vardır diye söylemek mümkündür. Yukarıda belirtilmiş örnekler, atasözlerinin farklı kaynaklardaki tanımlarının birbirlerine çok benzediğini göstermektedir. Söz konusu bu tanımların hemen hepsinde geçen ve atasözlerinin tanımlanmasında belirleyici olan unsurlar şunlardır: 1) Atasözleri, uzun deneyim ve gözlemlere dayanılarak oluşturulmuş sözlerdir; 2) Anonimleşme sürecinden geçtikleri için, aynı kültürü paylaşan insanların ortak malı durumundadır; 3) Kısa ve özlü sözlerdir; 4) Kalıplaşmış ifadelerdir; 5) Öğüt verici, yol gösterici nitelikleri vardır. 2. Biçimsel Özellikleri Atasözleri, kuşaktan kuşağa aktarılarak var oluşunu sürdürmüş ve bu süre içinde biçim özellikleri dahil olmak üzere birçok özellik kazanmıştır. Bugüne kadar atasözleriyle ilgili 23Şöhret Türkmen Aktaş, Seçme Atasözleri ve Eleştirmeli Açıklamaları, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s. 13. 24Yeni Türk Ansiklopedisi, C. I, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1985, s. 226. 25Sait Evliyaoğlu – Şerif Baykurt, Türk Halkbilimi, 2. b., Ankara, 1988, s.101. 26Şükrü Elçin, “Türk Dilinde Atalar Sözü”, Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, C. I, S. 2, Hacettepe Üniversitesi Basımevi, Ankara, s. 176. 27 İsmail Parlatır, Atasözleri ve Deyimler, C. I, Yargı Yayınevi, Ankara, 2007, s. 2. 28 Muhittin Bilgin, Anlamdan Anlatıma Türkçemiz, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 2002, s. 63. 38 yapılmış olan çalışmaların çoğunda, kısaca ya da ayrıntılı bir şekilde atasözlerinin biçimsel özellikleri değerlendirilmiştir. Daha önce yapılmış çalışmalardan yararlanarak, atasözlerinin biçimsel özellikleri şu şekilde belirlenebilir: 1) Atasözler, kalıplaşmış sözlerdir. Ö. A. Aksoy, atasözlerinin bu özelliğine dair şunu belirtmektedir: “Atasözleri kalıplaşmış (klişe durumuna gelmiş) sözlerdir: Her atasözü, belli bir kalıp içinde, belli sözcüklerle söylenmiş olan donmuş bir biçimdir. Sözcükler değiştirilip yerlerine -aynı anlamda da olsa- başka sözcükler konulamayacağı gibi sözdiziminin biçimi de bozulamaz. Böyle değiştirmeler yapılsa ortaya çıkan söz, -anlam değişmese dahi- atalarsözü diye anılmaz.”29 Atasözlerinin, kalıplaşmış ve değiştirilemez sözler olduklarını belirten Aksoy, birkaç farklı biçimde kullanılan atasözlerine de değinmiştir. Bunlarla ilgili dilbilimci şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: “Kimi atasözlerinin birkaç kalıbı bulunduğunu da belirtmek gerekir. Bu kalıplardan her biri ayrı ayrı atalarsözü olarak tanındığından değişiklikler “donmuş olma” kuralına aykırı sayılmaz.”30 Tufan Demir de, atasözlerindeki sözcüklerin ve sözcüklerin diziliş sırasının değiştirilemediğini belirtmekle birlikte; atasözlerinin, çeşitli çekim ekleriyle ad ve eylem çekimlerine giremediğini ifade etmektedir31. Vecihe Hatiboğlu, atasözlerinin kalıplaşmış sözler olduğuna dair değerlendirmelerini şu şekilde belirtmektedir: “Bütün kelime gruplarında olduğu gibi atasözlerinde de kalıplaşma vardır. [...] Atasözlerinde, lehçelere, ağızlara veya zamana bağlı olarak bazı değişiklikler görülür. Fakat belirli bir iki kelime arasındaki kalıplaşma olduğu gibi kalır. Çünkü atasözleri de deyimler gibi pek uzun olamaz, sözcükler sayılı hatta ölçülüdür ve aralarında kafiye gibi ses benzerliği de arandığından, kalıplar kolay kolay bozulamaz. Bu bakımlardan kelimeler, yerlerinde kalıplaşmış sayılır. Atasözlerindeki bir kelime veya bir ek ancak olduğu yerde, bir başka benzer kelime veya ekle değiştirilebilir veya kalıbın bir kısmının başa, sona kaydırılmasıyla değişiklik yapılabilir. Yoksa atasözleri çeşitli çekim ekleri alarak isim ve fiil çekimlerine giremezler: Sirkesini, sarımsağını sayan paçayı yiyemez veya sirkeyi sarımsağı düşünen paçayı yiyemez ; akıllı düşman akılsız dosttan hayırlıdır veya akıllı düşman akılsız dosttan iyidir [...] Acı patlıcanı kırağı çalmaz veya acı patlıcanı kırağı yakmaz gibi.”32 Fakat yukarıda verilmiş örneklerdeki atasözlerini, iki ayrı atasözü olarak değil, birbirlerinin varyantı olarak görmek daha yerinde olacaktır. Varyant, halk edebiyatında sık sık rastlanan bir kavramdır ve folklor eserlerinin neredeyse her türünde mevcuttur. Böylece, halk ürünü olan atasözleri için de geçerli olabilir. 29Aksoy, a.g.e., C. I, ss. 15-16. 30Aksoy, a.g.e., C. I, s. 19. 31Tufan Demir, Türkçe Dilbilgisi, Kurmay Yayınevi, Ankara, 2005, s. 621. 32Hatiboğlu, a.g.m., ss. 235-236. 39 Bütün dilbilimciler atasözlerinin kalıplaşmış sözler olduğunu ifade etmektedirler. Ö. A. Aksoy atasözlerinin hiçbir şekilde değişikliklere uğrayamadığını savunurken, V. Hatiboğlu’nun bu konuda daha esnek görüşleri vardır. Atasözü kalıbının az da olsa bir şekilde değişebildiğini belirten diğer araştırmacılar da vardır. Örneğin, İlhan Başgöz şunu belirlemektedir: “Atasözleri gibi kısa ve değişmez görünen folklor örnekleri bile zamanla değişen bir dinamiklik gösterirler.”33 Bu çok doğru bir düşüncedir, çünkü atasözleri kullanıldıkları zaman, mekan, sosyo-kültürel bağlam gibi birçok etkene bağlı olarak fazla olmasa bile bazı değişikliklere uğrayabilmektedir. Şükrü Elçin de şunu belirtmektedir: “Ortak bir halk dili ve zevki ile ancak birkaç cümle kalıbı içinde meydana gelebilen bu mahsullerin kolaylıkla aşınmayan sağlam birer bünyeleri vardır. Bu bünyelerin bazı taşlarını değiştirmek sözün kuvvetini azaltır. Dil ve düşüncenin birbirine tesiri sonunda sabit bir karakter kazanan söz dizimini (sentaks) değiştirmek, söyleyiş tarzını bozar. [...] Bununla beraber atalar sözü bütün ortak halk edebiyatı mahsullerinde olduğu gibi zamana, mekâna, lehçelere, ağızlara; aşiret, köy, şehir çevrelerine veya herhangi bir tarikat, meslek, sanat çevresine göre ufak-tefek değişikliklere uğrarlar”34. Araştırmacı aşağıdaki örnekler ile görüşlerini desteklemektedir: ‘Endik uma evligniagırlar’ (yıl 1077); ‘Konugun kutsuzu ev ısını ağırlar’ (yıl 1480); ‘Ahmak misafir ev sahibini ağırlar’ (bugün). Aydın Oy’un Tarih Boyunca Türk Atasözleri kitabında, atasözlerinin değişikliklere uğramaları ayrı bir konu olarak işlenmiştir. Bu bölümde yazar, örnekler vererek atasözlerindeki kelime değişikliklerini bu şekilde sınıflandırmıştır: a) Dilin gelişimine bağlı kelime değişikliği: Birkaç yüz yıl önceleri ‘Artık mal göz çıkarmaz’ diye kullanılan atasözü bugünün ortak diline ‘Fazla mal göz çıkarmaz’ diye yerleşmiştir. b) Görgüye bağlı kelime değişikliği: Avrat kelimesinin kolaylıkla kullanıldığı dönem ve çevrelerde ‘Avradın saçı uzun olur, aklı kısa’ diye geçen atasözü bugün ‘Kadın kısmının saçı uzun olur, aklı kısa’ diye kullanılmaktadır. Kadına avrat demek ayıp sayıldığından görgüye bağlı olarak atasözü de değişikliğe uğramıştır. c) Din ve töre ile ilgili değişiklik: Divan-ü Lûgat’it Türk’te ‘Küç ildin kirse törütünglüktin çıkar’, yani güç ilden içeri girerse töre bacadan çıkar diye bir sav vardır. Türk toplumunun törelerin hâkim olduğu dönemler geride kalıp, İslamlığın şeriatçı düzeni gelince sav da 33İlhan Başgöz, “Bir Atasözümüz’ün Yedi Yüz Yıllık Tarihi”, İpek Yolu Uluslararası Halk Edebiyatı Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1995, s. 79. 34 Şükrü Elçin, Halk Edebiyatı Araştırmaları, 2. b., Ankara, 1997, s. 422. 40 değişmiş ve ‘Zor kapıdan girerse şeriat bacadan çıkar’ atasözü haline gelmiştir. d) Giyim kuşama bağlı kelime değişikliği: Erkek giyiminde başlık olarak börk, üsküf ve fes dönemleri yaşanmıştır. Bu sıra atasözlerinde de izlenebilir. 15. yüzyılda düzenlenen Kitab-ı Atalar’da: ‘Kol sınsa yin içinde, baş yarılsa börk içinde’ diye geçen atasözü 1612’de yazılan Megiser’in gramerinde ‘Baş yarılsa üsküf içinde, kol kesilse yen içinde’olmuştur. Tanzimat dönemi kitaplarında da ‘Kol kırılır yen içinde, baş yarılır fes içinde’ olarak kayıtlıdır. e) Uygarlığa bağlı kelime değişiklikleri: Avın ok yay ile yapıldığı çağlarda ‘Tonuzdan bir okı esirgeme’ diye söylenen atasözü sonraki yüzyıllarda ‘Domuzdan bir kurşun esirgenmez’ biçimine gelmiştir. f) Ağız özelliklerine bağlı kelime değişikliği: Aynı atasözü, farklı bölgelerde birtakım fonetik ve hatta morfolojik özelliklere sahip olup o şekilde kullanılmaktadır. Alanlar, şive ve lehçe alanı olarak genişledikçe farklar daha da büyümektedir35. V. Hatiboğlu da atasözlerinin faklı ağızlarda farklı biçimde kullanıldığını belirtmektedir36. Ö. A. Aksoy’un da aynı görüşü vardır ve bunu göstermek için dilbilimci şu örnekleri vermektedir: “Keskin sirke kabına zarardır. Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır. sözleri kimi bölgelerde: Keskin sirke küpüne zarar. Aç tavuk düşünde (rüyasında) darı görür. biçimlerindedir.”37 2) Atasözleri kısa ve özlüdür. Atasözlerinin çoğu bir ya da iki cümle ile kurulmuştur. Daha uzun olanlar da var, ama sayısı diğerlerine göre daha çok azdır. Atasözlerinin temel işlevi akıl vermek, yol göstermektir; insanların onları kolayca hatırlayabilmeleri için bu sözlerin oldukça kısa olması gerek. Bu 35Oy, a.g.e., ss. 104-106. 36 Hatiboğlu, a.g.e., s. 239. 37 Aksoy, a.g.e., C. I, s. 20. 41 nedenle atasözlerinin çoğu birer cümle şeklinde kurulmuştur. Bu cümleler kurallı (düz), devrik cümle veya yüklemi olmayan eksiltili cümle niteliğinde olabilir. Atasözlerinin biçimsel özelliklerini inceleyen Muhittin Bilgin, atasözlerinin biçimsel oluşumları ile ilgili aşağıdaki öbeklendirmelerin yapılabildiğini belirtmektedir: a. Ses yenilemelerine yer verenler: Bol bol yiyen bel bel bakar. Kaynayan kazak kapak tutmaz. (İlk örnekte, “b” sesi beş, “l” sesi dört kez; ikinci örnekte, “a” sesi sekiz, “k” sesi dört, “y” ve “z” sesleri de ikişer kez kullanılmıştır.) b. Ölçülü-uyaklı (şiir biçiminde) söylenenler: At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır. Dumansız baca olmaz, kahırsız koca olmaz. Katrandan olmaz şeker, olsa da cinsine çeker. c. Karşılıklı konuşma biçimindekiler: - Saçım ak mı, kara mı? – Önüne düşünce görürsün. - Hekim kim? – Başına gelen. d. Öykülemeye başvurulanlar: Arsızın yüzüne tükürmüşler, “Yağmur yağıyor.” demiş. Kurda, “Neden ensen (boynun) kalın?” demişler, “İşimi kendim görürüm de ondan.” demiş. e. Eksiltili tümce biçimindekiler: Böyle baş böyle tıraş. Harman el ile, düğün yel ile.38 Atasözlerinin diğer enteresan bir özelliği, her atasözün etimolojisine bağlıdır. Hasan Özdemir, atasözleri ve deyimlerin halk anlatılarıyla ilişkilerini incelerken şu tespitte bulunmuştur: “Günümüz Türkçesinde kullanılan birçok deyimin ya da atasözünün bir hikâyeden kaynaklandığı bilinmektedir: ‘Yorgan gitti kavga bitti’, ‘İpe un sermek’, ‘Kuşa dönmek’, ‘Kuyruk acısı’, ‘Bize de mi lolo’ ve benzeri gibi.”39Araştırmacının değindiği bu tür atasözleri; bir hikâyeden kaynaklanmakta ve o hikâyede verilmek istenen mesajı özetlemektedir. Bunlar, sözlü gelenekte zamanla kısala kısala en özlü olan bu hallerini almışlardır. Bu kısaltma eğilimi, özellikle konuşma dilinde birçok atasözünde görülebilir. Örneğin, konuşurken uygun bir bağlamda, “Az yaşa çok yaşa...” dendiği zaman, bu atasözünün “...akıbet gelir başa” kısmı dinleyenin zihninde tamamlanacaktır. Çünkü atasözleri, aynı kültür mensubu insanların ortak 38Muhittin Bilgin, a.g.e., s. 64. 39 Hasan Özdemir, “Kambur Kambur Üstüne…”, Folklor/Edebiyat, Ankara, Aralık 1994, S. 1, s. 6. 42 malıdır, bu sebeple büyük bir kısmı, o kültür içinde yetişmiş ve dolayısıyla dünya algısı benzer olan kişilerin zihninde kodlanmış olur. 3) Atasözlerinde farklı kipler kullanılır. Atasözlerinde en çok geniş zaman kipi kullanılmıştır. Bu durum; geniş zaman kipinin, eylemin bir alışkanlık ya da genel kural bildirmesinden kaynaklanmaktadır. Atasözleri de genel kural niteliğinde, öğüt verici sözler olduğu için çok büyük bir kısmı geniş zaman kipiyle çekimlenmiş yüklemler içermektedir. Atasözlerinde geniş zaman kipinin hem olumlu hem de olumsuz biçimi kullanılmaktadır: Çocuk düşe kalka büyür. Evdeki hesap çarşıya uymaz. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Birden çok yargı bildiren, dolayısıyla birden fazla yüklemi olan bazı atasözlerinde geniş zamanın olumlu ve olumsuz çekimlerinin birlikte kullanıldığı görülmektedir: Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez. Su uyur, düşman uyumaz. Atasözlerinde geniş zaman kipinin yanında emir kipi de sık sık kullanılmaktadır. V. Hatiboğlu’nun belirttiği gibi; atasözleri öğüt verme özelliğine sahip olduğu için 2. tekil kişi emir kipiyle de çekimlenmektedirler40. Geniş zaman kipi ile de olduğu gibi, emir kipinin de olumlu ve olumsuz çekimleri beraber kullanılabilirr: Doğan anası olma, doğuran anası ol. Dokuz ölç, bir biç. Atasözlerinde geniş zaman kipiyle emir kipinin birlikte kullanıldığı da çok rastlanan bir durumdur. Böyle atasözlerinde sebep-sonuç ilişkisi çok açık birşekilde görünmektedir: Çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu. Üveye etme, özünde bulursun; geline etme, kızında bulursun. Atasözlerinde sıkça kullanılan zamanlardan biri belirsiz (öğrenilen) geçmiş zamandır. H. Özdemir’in belirttiği gibi, “Günümüz Türkçesinde kullanılan birçok deyim ve atasözü bir 40Hatiboğlu, a.g.m., s. 236. 43 hikâyeden kaynaklanmaktadır”41. Belirsiz geçmiş zamanın kullanılmış olduğu atasözlerinde, onların bir hikâyeden kaynaklandığı izlenimi çok daha belirgin durumdadır: Ayı “akım”, kirpi “yumuşağım” demiş. Karga yavrusuna bakmış, “benim ak pak evladım” demiş. Atasözlerinin çoğu geniş zaman ve emir kipleriyle çekimlenmiş olsa da, bu kiplerin yanı sıra başka kip ve zaman ekleri ile kurulmuş atasözleri de var, ama sayısı pek azdır: Baca eğri de olsa duman doğru çıkar. (Şart kipi) Bağ babadan, zeytin dededen kalmalı.(Gereklilik kipi) Boyuma göre boy buldum, huyuma gore huy bulamadım. (Görülen geçmiş zaman) Hayır dile komşuna, hayır gele başına. (İstek kipi) Eksiltili cümle biçiminde kurulmuş olan atasözlerinde emir ya da geniş zaman anlamı gizlenmiştir42. Yüklemi olmayan atasözlerinde yüklem, atasözünü kullanan ve dinleyenin zihninde, bağlama uygun bir biçimde tamamlanır. Bu tip atasözlerinde yüklemin önceleri kullanılmakta olup zamanla düşmüş olmasının ihtimali gayet yüksektir: Ata arpa, yiğide pilav [gerekir]. Demir tavında [dövülür] dilber çağında [sevilir]. El el ile, değirmen yel ile [çalışır]. 4) Atasözlerinde kafiye kullanılır. Atasözleride, bu özlü sözlerin bellekte kalmasını kolaylaştıran ve anlatıma güzellik kazandıran uyak sık sık kullanılır. “Uzun süreli ve sözlü kültüre dayalı düşünce, şiir kalıbına girmese bile ritm ağırlıklıdır; çünkü ritm, bedensel ritm de dahil, anımsamayı kolaylaştırır. […] Kulaktan kulağa ve ağızdan ağıza dolaşan hazır deyişler niteliğiyle kalıplar, söyleme ritm katmanın yanı sıra belleğe de destek olurlar. […] Sözlü biçimlenen düşünce geliştikçe hazır deyişlerin kullanımı daha ince bir ustalık kazanır. Bu, tüm sözlü kültürler için geçerlidir.”43 Ong’un ‘hazır deyiş’ ifadesinin kapsadığı atasözlerinde de aliterasyon, asonans ve seci gibi ritim ögelerine başvurulması ile bir tür iç uyak oluşturulur. Vecihe Hatiboğlu da bu konuda şunu belirtmektedir: “Kafiye, atasözünün kuşaktan kuşağa aktarılmasına, korunmasına, hatırlanmasına çok yardım eder. Bu bakımdan kafiyeli atasözleri çok daha uzun ömürlü olur. 41Özdemir, a.g.e., s. 6. 42Aksoy, a.g.e., C. I, s. 17. 43Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür/ Sözün Teknolojileşmesi, Çev. Sema Postacıoğlu Banon, 2. b., Metis Yayınları, İstanbul, 1999, s. 50. 44 Atasözlerinde kafiye başta, ortada, sonda olabilir. Kafiyeler çok defa yarımdır.”44 Atasözlerinde iç uyak; aynı kelimelerin, aynı eklerin, okunuşu benzer olan kelimelerin kullanılmasıyla oluşturulur: Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş olmaz. Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke’ye, dede dede olmaz gitmekle tekkeye. Gülme komşuna, gelir başına. Kaş ile göz, gerisi söz. 3. Anlam Özellikleri Türk atasözlerinde ölçü, uyak, aliterasyon gibi şiirin de yararlandığı biçimsel unsurların yanı sıra söz ve anlam sanatlarına da yer verilmiştir. Böylece, yüklü bir içeriği olan atasözlerin anlatım gücü ve etkileme gücü de artırılmış olmaktadır. Vecihe Hatiboğlu, “Atasözlerinin anlam yönünden en büyük özelliklerinden biri de, soyut kavramaları anlatabilmek, canlandırabilmek için çok defa somut varlıkları örnek göstermeleridir. […] Atasözleri, vermek istedikleri akılları ve öğütleri, cisimlenmiş varlıklara benzeterek gözlerimizin önünde canlandırırlar ve esas düşünceye dikkatimizi çekerler. […] Misal veya mesel göstererek anlatımı somutlaştırmak muhakkak ki anlatım kolaylığı sağlar ve anlatım gücünü artırır.”45 diye belirtmektedir. 1) Atasözleri farklı söz sanatları içerirler: Ağaç yaşken eğilir. → iğretileme Balcının var bal tası, oduncunun var baltası. → cinas Güvenme varlığa, düşersin darlığa. → karşıtlık İki el bir baş içindir. → düz değişmece Ölmüş eşek kurttan korkmaz. → alegori Üzüm üzüme baka baka kararır. → güzel nedenleme46 İsmail Parlatır, atasözlerinde söz sanatlarının kullanılmasını daha ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve kullanılan söz sanatlarını şu şekilde belirtmiştir: Mecaz Açık ağız aç kalmaz. Sürüden ayrılanı kurt kopar. Cinas Dervişin zikri ne ise fikri odur. Gelin eşikte, oğlan beşikte. 44Hatiboğlu, a.g.e., s. 239. 45Hatiboğlu, a.g.e., ss. 241-242. 46Bilgin, a.g.e., s. 65. 45 Tezat Ak koyun ak bacağından, kara koyun kara bacağından asılır. Çocuğun geldiği helâl, giydiği haram. Kinaye Balık baştan kokar. İç güveysi iç ağrısı. Mecaz-ı mürsel Baba oğluna bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş. Otuz iki dişten çıkan, otuz iki mahalleye yayılır. Seci Analık fenalık. Dost için ölmeli, düşman için dirilmeli. İstiare İki çıplak bir hamama yakışır. Yuvayı yapan dişi kuştur. Telmih Bez alırsan Musul’dan, kız alırsan asilden. Vermeyince mabut, ne yapsın Mahmut. Tevriye Mühür kimde ise Süleyman odur. Koçaboynuzu yük değildir. Hüsn-i talil (güzel neden bulma) Bağa bak üzüm olsun, yemeye yüzün olsun. Şimşek çakmadan gök gürlemez. Leff ü neşr (sıralı açıklama) Avrat var arpa unundan aş yapar, avrat var buğday unundan keş yapar. İnsan sözünden, hayvan yularından tutulur. İstifham (soru sorma) Eşek hoşaftan ne anlar? Kabahat ölende mi, öldürende mi?47 Neredeyse bütün atasözleri, yüzyıllar boyunca kullanılıp büyük bir edebî ustalıkla işlenmiş gibidir. Buna bağlı olarak atasözlerinde, başta mecaz-ı mürsel ve istiare olmak üzere kinaye, telmin, hüsn-ü talil, tezat, teşhis, tevriye ve istifham gibi birçok söz ve anlam sanatlarının sık sık kullanılması görülümektedir. 47Parlatır, a.g.e., C. I, ss. 3-6. 46 Yukarıda verilmiş örneklerde aktarmalı anlatımın hakim olduğunu görmek mümkündür. M. Bilgin, atasözlerinin birçoğunun aktarmalı anlatım yoluyla kurulmuş olduğunu, ancak bunun yanı sıra az da olsa gerçek anlamlı atasözlerinin de yer aldığını belirtmektedir. Araştırmacı, atasözlerini anlamsal kuruluşları açısından iki öbeğe ayırmaktadır: a. Değişmeceli anlamla kurulan atasözleri: Atasözlerinin büyük bir bölümü gerçek anlamının dışında kullanılan sözlerdir. Türkçe, somutlaştırmaya eğilimli bir dil olduğu için, atasözlerinin birçoğu somutlaştırmanın en güzel örneklerini oluşturur. Özellikle kişilere yönelik yargıların hayvanlardan yapılan aktarmalarla dile getirildiği görülür: Karga yavrusuna bakmış, “Benim ak pak evladım!” demiş. Katıra “Baban kim?” demişler, “Dayım at.” demiş. Kişileştirmeye dayandırılan atasözlerinin yanında, yüzlerce atasözünün başka yollarla değişmeceli anlamda kurulduğu görülür: Dolu küpün sesi çıkmaz. Taşıma su ile değirmen dönmez. b. Gerçek anlamlı atasözleri: Bugünkü işini yarına bırakma. Dost dostun ayıbını yüzüne söyler.48 2) Kavramsal özelliklerine göre atasözlerinin çeşitli gruplarını ayırmak mümkündür. Her atasözünün bir genel kural, bir öğüt niteliğinde olduğunu ifade eden Ömer Asım Aksoy, atasözlerinin anlam/kavram bakımından çeşit gösterdiklerini belirtmekte ve atasözlerinin kavramsal özelliklerine göre şu grupları ayırmaktadır: 1. Sosyal olayların nasıl olageldiklerini yansızca bildiren atasözleri: Araba kırılınca yol gösteren çok olur. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. 2. Doğa olaylarının nasıl olageldiklerini belirten atasözleri: Kork aprilin beşinden, öküzü ayırır eşinden. Mart yağar nisan övünür, nisan yağar insan övünür. 3. Toplumsal olayların nasıl olageldiklerini bildirirken bundan ders almamızı hatırlatan atasözleri: Ağlamayan çocuğa meme vermezler. Öfke ile kalkan ziyan ile oturur. 48Bilgin, a.g.e., s. 65. 47 4. Denemelere ya da mantığa dayanarak doğrudan doğruya ahlâk dersi ve öğüt veren atasözleri: Ayağını yorganına göre uzat. Bugünkü işini yarına bırakma. 5. Bir takım gerçekler, felsefeler, bilgece düşünceler bildiren atasözleri: Bal bal demekle ağız tatlı olmaz. Korkunun ecele faydası yoktur. 6. Töre ve gelenekleri bildiren atasözleri: Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var. Kız beşikte, çeyiz sandıkta. 7. Kimi inanışları bildiren atasözleri: Ananın bahtı kızına. Baykuşun kısmeti ayağına gelir.49 Tufan Demir de atasözlerinin özelliklerini incelerken Ö. A. Aksoy’un yaptığı sınıflandırmaya benzer bir sınıflandırma yapmıştır.50 3) Atasözlerinin çoğu genel kural niteliğinde olduğu halde bazı atasözleri bu özelliği taşımaz. Atasözlerinin hemen hemen her tanımında yer alan ‘genel kural’ ifadesi, tüm atasözleri için geçerli değildir. “Bazı atasözleri genel kural gibi söylenmiş olduğu halde gerçekten genel kural değildir. Örneğin: ‘Kör ölür, badem gözlü olur; kel ölür, sırma saçlı olur.’, ‘Gelen gidene rahmet okutur.’ sözlerinin genel kural oldukları söylenemez. Bu gibi sözlerde “sık sık rastlanan” durumların genelleştirilmiş olduğu görülmektedir. Genelliğine düşüncemizle sınır çizdiğimiz, her vakit değil zaman zaman böyle olduğunu kabul ettiğimiz atasözlerinden kimisinin eski biçiminde bu genelliğin hangi koşula bağlı bulunduğu söz içinde belirtilmiştir.”51 Atasözlerinin anlam özellikleriyle ilgili, başka bir konuya da değinmesi gerek. Aynı durum veya olay karşısında birbirine zıt, birbirleriyle çelişen yargıları bildiren atasözleri de vardır. Atasözlerindeki çelişkiyi ayrı bir konu olarak ele alan Tufan Demir; birbirine ters düşen atasözlerinin onların genel kural olma niteliğini bozmadığını, böyle atasözlerinin alay, taşlama, uyarı, yerme gibi nedenlerle de söylenmiş olabildiğini belirtmektedir52. Birbirlerine anlam açısından zıt olan atasözlerine kısaca değinen diğer araştırmacı İlhan Başgöz, bu durumun gerekçeleriyle ilgili görüşlerini bu şekilde ifade etmektedir: “Aynı kültür içinde anlamları birbiri 49Aksoy, a.g.e., C. I, ss. 17-19. 50Demir, a.g.e., ss. 625-627. 51Aksoy, a.g.e., C. I, s. 21. 52Demir, a.g.e., s. 629. 48 ile çelişen atasözleri, o kültür içindeki çeşitli grupların ve çevrelerin yaratması olarak yorumlanmalıdır. Tarih içinde değişik din ve mezhep grupları, değişik toplumsal sınıflardaki insanlar, kadın ve erkek toplulukları anlamları ters düşen atasözleri yaratabilirler.”53 Pertev Naili Boratav da “Atasözleri arasında çelişkili yargıları bildirmiş olanların bulunması, onları söyleyenlerin her zaman belli bir konu üzerinde aynı kanıda olmadıklarını gösterir. Halk edebiyatının her türünden ürünler gibi atasözleri de oluşup geliştikleri çevrenin ve çağların düşünüş ve davranışlarını dile getirmişlerdir. Ahlâk kurallarından birçoğunun donmuş, değişmez yasalar olmadığı da bir gerçektir.”54 diye bu konuda görüşlerini belirtmektedir. Anlam bakımından birbirleriyle çelişkili olan atasözlerinin örnekleri şunlardır: Bekârlık maskaralık. – Bekârlık sultanlık. Cins sinse çeker. – Ak koyunun kara kuzusu da olur. Çok gezen çok bilir. – Çok gezen ayağa bok bulaşır. Dostun attığı taş, baş yaramaz. – Güvenme dostuna, saman doldurur postuna. İyi insan sözünün üstüne gelir. – İti an, çomağı hazırla. İyilik eden iyilik bulur. – İyiliğe iyilik olsaydı, koca öküze bıçak olmazdı. 4. İşlevsel Özellikleri Atasözleri, dün ve bugün güncel olan ve yarın da güncel sayılacak olan sözlerdir. Bunlar geçmişin kalıntısı değil, insan hafızasında asırlar boyunca yaşayan halkın canlı sesidir. Her millet, gerçekleri kendi taşlamaktadır ve sadece en önemli olanları muhafaza etmektedir. Böylece, uzun gözlem ve asırlar boyunca edinen tecrübelere dayanılarak söylenmiş atasözleri, kullanıldıkları toplumlarda bireysel, sosyal ve kültürel gibi birçok işlev üstlenmişlerdir. Bu işlevler genel olarak şöyle değerlendirilebilir: 1) Geleneksel kültür değerlerinin aktarılması ve yaşatılması işlevi. Bilindiği gibi, atasözleri önceki kuşakların yaşam biçimine dair önemli bilgileri ve tecrübeleri yeni kuşaklara aktarmaktadırlar. Atasözlerini farklı yönlerden inceleyen Ö. A. Aksoy, atasözlerinin ulusal değerlerini aktarma işlevinin olduğunu belirtmektedir: “Her ulusun atasözleri, kendi varlığının ve benliğinin aynasıdır. Atasözlerinde bir ulusun düşünceleri, yaşayışları, inanışları, gelenekleri görülür.”55Aydın Oy bu konudaki görüşlerini şöyle ifade etmektedir: “Her ulusun bir karakteri vardır. Bu karakter – o ulusun yaşayışında, anıtlarında görüldüğü gibi – düşünce dünyasında, özellikle atasözlerinde belirir. Bundan dolayı her ulus, kendi karakterine, kendi yapısına, kendi hayat görüşüne ve huylarına uygun atasözleriyle 53Başgöz,a.g.e., ss. 79-84. 54 Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, 8. b., Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1997, ss. 124-125. 55Aksoy, a.g.e., C. I, s. 27. 49 düşünür, konuşur ve hareket etmeğe çalışır.”56 Doğan Aksan da atasözlerinin bu özelliğine dikkat çekmektedir: “Her ulusun kendi deneyimleri ve bilgeliğiyle oluşturduğu atasözleri, bir dil birliğinin dünya görüşünü, yaşayış biçimini yansıttığı gibi o toplumun kültür tarihiyle ilgili önemli ipuçları da vermektedir57. Böylece, atasözlerinin milli kültürü ve geleneksel değerleri aktarma işlevinin çok önemli olduğu söylenebilir. Ulusal atasözlerinin genetik köklerinden söz ederken, M. Şolohov onların asırdan asıra, kuşaktan kuşağa uçtuklarını söylemiş ve insanlar arası ilişkilerin biçim çeşitliliğinin; insan sevinci ve hüznü, gülüşü ve gözyaşı, sevgisi ve öfkesi, inancı ve inançsızlığı, doğrusu ve yalanı, dürüstlüğü ve adaletsizliği, çalışkanlığı ve tembelliğini yansıtan halk deyişleri ve vecizelerde yankı bulduğunu belirtmiştir58. Atasözleri, bir topluma özgü geleneksel ve kültürel ögeleri taşımakla birlikte aynı zamanda evrensel nitelikleri de taşımaktadır. Atasözlerinin büyük kısmı; her kültürde olan olayları yansımakta, dolayısıyla diğer dillerde de tam karşılığı olmasa da kısmen karşılıklarına sahiptir. Örneğin: Türkçedeki ‘Geç olsun güç olmasın’ atasözünün İngilizcede ‘Better late than never’, Ukraynacada ‘ а і , і і ’, Rusçada ‘ у , а’, Almancada ‘Besser spät als nie’ ve diğer dillerde de aynı anlamı taşıyan ve birçok zaman cümle yapısı bakımından da aynı biçimde kurulmuş atasözleri vardır. Bunun gibi atasözleri uluslararası atasözleri sayılabilir. Ancak aynı zamanda her ulusa ait benzersiz atasözleri de vardır ve diğer dillerde karşılıkları yoktur; çeviri yapıldığı zaman karşılık bulunmadığı için kelime kelime çeviri yapılır ve anlamı tasvir edilir. Örneğin, ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ atasözünün diğer dillerde tam karşılığı yoktur; çünkü Üsküdar, Türkiye’ye ait bir gerçekliktir. Bu tür atasözlerinin anlamı belirtilir ve ona göre diğer dilde anlamca uygun atasözü bulunur. Atasözlerinin aynı zamanda evrensel ve ulusal niteliklerini taşıma özelliğine Hatice Şahin de vurgu yapmaktadır: “Şüphesiz atasözlerinin bir kısmı anlattığı olay ve savunduğu düşünce bakımından bütün insanlığın benimsediği ve kabul ettiği düşünceyi ele alır, davranışı telkin eder. Bu durumda atasözleri evrensel bir nitelik taşırlar. Ancak büyük bir çoğunluğu da daha çok önem verdiği, daha sıklıkla ele aldığı konu ve düşünceyle ilgili olarak; durumu teşhis etme, konuya yaklaşma, konuyu somutlaştırma ve anlatma gibi yönleriyle hem dili oluşturan kültürü hem de o kültürü yansıtan dili ifade ederek ulusal niteliklerine bürünürler.”59 Atasözlerinin ‘kültürel köprü’ olma işlevi, sadece önceki nesillerden yeni nesillere uzanmakla sınırlı kalmamaktadır; aynı zamanda, Türk dilinin çeşitli lehçelerinin kullanıldığı 56Oy, a.g.e., s. 17. 57 Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2007, s. 38. 58K. Suhenko, С е К. М. Л ич і и у, Leksıçni problemı perekladu [Çevirinin sözbilimsel problemleri], Kiev Milli Taras Şevçenko Üniversitesi Yayınları, Kiev, 1992, s. 24. 59Hatice Şahin, “Türk Atasözlerinde Kadın”, Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 29, 2006, s. 156. 50 coğrafyalar ile Türkiye arasındaki ortak değerleri de bağlayan bir köprü niteliğini taşımaktadır.60 Şükrü Elçin, Türk dünyasında kullanılan ortak atasözlerinin dil ve kültür birliğini yansıması bakımından önemini, aşağıdaki örneklerle göstermektedir: “Türkiye Türkçesi: Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla. Kırım Türkçesi: Kızım saŋa aytaman, kelinim sen diŋle. Azerbaycan Türkçesi: Gızım sene deyirem, gelinim sen eşit. Türkmen Türkçesi: Gızım saŋa aydayıŋ, genlim sen düş (eşit). Karay Türkçesi: Kızım sana aytem, kelinim sen eşit. Balkar Türkçesi: Kızım saŋa aytaman, kelinim sen eşt. Kumuk Türkçesi: Gelinim saga aytaman, kızım sen tıŋa. Tatar Türkçesi: Kızım seŋa eytem, kilinim sen tıŋla. Başkurt Türkçesi: Kızım hiŋe eytem, kilennem hin tıŋda. Kazak Türkçesi: Kelinim sagan aytam, kızım sen tıŋda. Karakalpak Türkçesi: Kızım sagan aytaman, kelinim sen tıŋla. Kırgız Türkçesi: Keregim saga aytam, kelinim sen uk. Özbek Türkçesi: Kızım senge aytaman, kelinim sen eşit. Yeni Uygur Türkçesi: Kızım saŋa aytay, kilinim sen tıŋla. Çuvaş Türkçesi: Ksereme kalani kineme poldar.”61 2) Söyleyişi güçlendirme ve güzelleştirme işlevi. Atasözlerinin, takip edilemeyecek kadar uzun bir geçmişi vardır. Atasözleri, dilin en sağlam yapıları sayılabilir. Sağlam kuruluşları (atasözlerindeki kelimelerin değiştirilemez olması), estetiğe dayalı biçim özellikleri (iç uyak ve diğer söz sanatlarının atasözlerinde kullanılması), anlam derinlikleri (ayrıca hem gerçek hem mecazî anlam taşımaları) ve söyleniş güzellikleri gibi sebepler; atasözlerinin gerek günlük konuşma dilinde gerekse sözlü ve yazılı edebiyatta sık sık kullanılmalarını sağlamıştır. Edebiyat ve atasözü arasındaki bağlantıyı inceleyen Dehri Dilçin, şu değerlendirmeleri yapmıştır: “Şairlerimizin birçoğu manzumeleri arasına atasözlerini almak suretiyle fikirlerini kuvvetlendirmişler, şiirlerini süslemişlerdir. [...] Müellifler yeri geldikçe atasözlerinin yardımına başvurmuşlar, mevzularını ve düşüncelerini bunlarla işlemişler, süslemişler ve pekiştirmişlerdir.”62 60Çevik, a.g.t., s. 42. 61 Elçin, a.g.e., s. 639. 62Dehri Dilçin, Edebiyatımızda Atasözleri, 2. b., TDK Yayını, Ankara, 2000, s. XX-XXI. 51 3) Yönetme, yargılama işlevi. Atasözleri, yol gösterici ve öğüt verici nitelikleri olan sözlerdir. Atasözlerinin, denemiş sözler olduğu için doğruluğu herkes tarafından kabul edilir63. İsmail Parlatır, atasözlerinin pek çok sorunu ve anlaşmazlıkları çözmede bir yargıcı görevinde olduğunu vurgulamaktadır.64 W. J. Ong’un da belirttiği gibi, sözlü geleneğin egemen olduğu kültürlerde “yasalar bile kalıplaşmış deyişlere, atasözlerine yerleşmiştir; bunlar yalnız yasa dilinin süsü değil, yasanın özüdür. Zaten sözlü kültürlerde çoğu kez yargıcın görevi, huzuruna getirilen resmî anlaşmazlığı adil bir karara bağlamak için dava konusuyla ilgili atasözlerini beyan etmektir.”65 4) İletişimi kolaylaştırma ve güçlendirme işlevi. Atasözleri, hayatının hemen hemen her alanında var oldukları ve kullanıldıkları için, insanlar küçük yaşlardan itibaren bu tabirler ile karşılaşmaktadırlar. Böylece, toplumun değer yargılarını içeren atasözleri, bu değerlerin insanlar tarafından benimsenmesine yardımcı olmaktadır. “Bir şekilde içselleştirilmiş bu değer yargılarının, bir atasözü aracılığıyla gündeme getirilmesi, kişilerin ortak yönlerini ortaya çıkarmakta ve daha rahat iletişim kurup anlaşabilmelerini sağlamaktadır”66. Bu nedenle atasözlerinin, aynı kültüre mensup insanlar arasında iletişimi kolaylaştırma ve güçlendirme gibi önemli bir işlevi olduğu söylenebilir. Aslında atasözlerinin, bu çalışmada belirtilen işlevler dışında az incelenmiş ya da hiç incelenmemiş diğer işlevleri de vardır. Bu işlevlerden birisini – atasözlerinin oyun gereci olmasını – P. N. Boratav belirtmektedir: “Kırımlı Karayımlarda ve Anadolu’da İçel’de, belki başka yerlerde de, bir oyun vardır; bunda karşılıklı iki takım sıra ile atasözleri söyleşir; yenilmemek için karşı tarafın söylediği atasözünün başlangıç harfinde yeni bir atasözü bulmak gerektir; dağarcığını ilk tüketen takım yenilmiş sayılır. Görülüyor ki burada da atalarsözü bir oyunun gereci olarak kullanılmaktadır.”67Atasözlerinin bir başka işlevi de Recep Duymaz tarafından dile getirilmiştir: “Atasözleri, dilbilgisi bakımından doğru, anlam bakımından zengin olmaları gibi sebeplerle ana dilimizin öğrenilmesinde özellikle cümle düzeyinde onu doğru kullanma becerisini de kazandıran birer dil malzemesidir.”68 Atasözlerinin, araştırmacıların henüz gözlemleyip belirleyemedikleri başka işlevleri de vardır; atasözleri üzerinde araştırmalar yapıldıkça onların yeni özellikleri ve işlevleri de fark edilip incelenecek ve dile getirilecektir. 63Kuşçu H. – Kuşçu Ü., Atasözleri ve Deyimler (Özlü Sözler – Güzel Sözler – Söz Grupları), Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 12. 64Parlatır, a.g.e., C. I, s. 2. 65 Ong, a.g.e., s. 51. 66 M. Çevik, a.g.t., s. 44. 67Boratav,a.g.e.,s. 119. 68Recep Duymaz, Atalar Sözü / Müntehabat-I Durûb-I Emsâl (Ahmet Vefik Paşa), Gökkubbe-Bilimevi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 7. 52 II. DEYİMLER Türkçe eklemeli bir dildir ve onu konuşan insanlar, dilin bu özelliğinden dolayı az kelime ile çok şey anlatabilmektedirler. Türkçe, az ve öz konuşmanın çarpıcı bir biçimde gerçekleşmesinin etkili bir yöntemi olan deyimler açısından çok zengin bir dildir: “Kelimelerin alışılmış anlamların dışına çıkılarak dikkati çekmek, anlatım güçlüğünü kolaylaştırmak, pek çok konunun hattâ sanatın aradığı yoldur. Türk ataları, Türk dilini deyimler bakımından yabancı dil etkilerinin kolay kolay yıkamayacağı kadar zenginleştirmişlerdir.”69 Muhittin Bilgin de Türkçenin dünyanın en güzel dillerinden biri olduğunu ve bu güzelliğin oluşumunda ses uyumlarının, çekimlerdeki düzenliliğin, tamlamalardaki belirginliğin, kurallardaki açıklığın yanı sıra deyimlerin de önemli katkısı olduğunu belirtmektedir70. A. DEYİMLERİN ORTAYA ÇIKMASI VE KAYNAKLARI Deyimler de, atasözleri gibi kalıplaşmış sözlerdir; onların ana işlevi anlatımı güçlendirmek ve güzelleştirmektir. Deyimlerin, anonim ürünleri oldukları için kimin tarafından söylenmiş olduğunu ve ne zaman ortaya çıktığını belirtmek imkansızdır. Elbette, bu sözlerin de ilk yaratıcıları vardır, ancak bu sözler halkın kullanımına girince, yeniden yaratmalara maruz kalmış ve zamanla “kökleşmiş, kemikleşmiş ve basma kalıp bir hâl”71 almışlardır. Yani, diğer anonim folklor ürünleri gibi, yaratıcıları unutulup giden deyimler; uzun bir süreç içinde toplumun malı olmuş, zamanla işlenip gelişerek günümüze gelmiş ve dilnin bir parçası olmuşlardır. Tayyibe Uç, deyimlerin ne zaman ortaya çıkıp kullanılmaya başlanmasına ilişkin düşüncelerini bu şekilde açıklamaktadır: “Deyimlerimizin ilk kullanım yerlerini gösteren tarihsel sözlüğümüz olmadığından bazı deyimlerin ne zaman üretildiğini kestirrnek zor. Tarama Sözlükleri bu konuda yardımcı oluyorsa da yetmiyor. [...] Elimizdeki verilere göre, [...] tamlama yapısındaki deyimler, söz varlığımızda XIV. yüzyıldan, Eski Anadolu Türkçesinden itibaren belirleniyor.”72 Ömer Asım Aksoy, deyimlerin eskiliği konusunda şunu belirtmektedir: “Akse’l- İreb’deki atın kıymeti tırnağı dibinde gerek sözünden anlaşılıyor ki bugün yurdumuzun bazı bölgelerinde kullanılmakta olan tırnağı dibinde deyimi XIII. yüzyılda da vardı. Deyimler, 69Hatiboğlu, a.g.e., s. 222. 70Bilgin, a.g.e., s. 57. 71Mustafa Nihat Özön, Türkçe Tabirler Sözlüğü, Remzi Kitap Evi, İstanbul, 1945, s. XXIX. 72Tayyibe Uç, “Deyimlerdeki Eski Öğeler Üzerine”, Prof. Dr. Mine Mengi Adına Türkoloji Sempozyumu (20-22 Ekim 2011) Bildirileri, Adana, 2012, s. 797. 53 atasözleri kadar eskimeden dile yerleşirler.”73 Anlaşıldığı gibi, şu an deyimlerin ortaya çıkması ile ilgili hiçbir kesin bilgi ve yazılı kanıt yoktur. Bazı deyimlerde, eskiden gerçek durumları, olayları veya kavramları yansıtan ama günümüzde güncelliğini yitiren ögeler de yer almaktadır: “Ölçünlü dilde genellikle mecazlaşarak kalıplaşan ve deyimleşme sürecinden geçerek söz varlığımızda kullanılan sözcük ve söz öbeklerinin Türk geleneklerine, kültür tarihine ışık tutmalarında önemlerini artırmaktadır. Akçe, batman, dirhem, elif, erkanıharp, fes, kandil, kavuk, kös, lam, cim, metelik, okka, saltanat, taht... gibi eski öğeler yaşamımızdan çıkmışsa da deyimlerde yaşamını sürdürmektedir.”74 Bu durum deyimlerin; insanların hayatlarına giren ve dilde yeni kavramların ortaya çıkmasına sebep olan olaylara ve değişimelere karşı hassas olduklarını göstermektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yaşanan bir gerçeği belirtmek için ortaya çıkan ‘soğuk savaş’, ‘silahlanma yarışı’, ‘demir perde’ gibi kavramlar; şimdiki zamanda bir gerçek olarak değil, terim ve hatta deyim olarak kullanılmaktadırlar. Böylece, yeni deyimlerin ortaya çıkmasının; hem teknoloji hem de tarih, siyaset, ekonomi, kültür gibi alanların gelişmesine ve sonuçlarına bağlı olduğu söylenebilir. Deyimler (İngilizce: idioms) bakımından en zengin dillerden biri olan İngilizcede son yıllarda hızla ve büyük sayıda yeni deyimlerin ortaya çıkması gözlemlenmektedir. Örneğin, to give somebody credit75 (kelimesi kelimesine çevirisi – birine kredi vermek; birinin yaptıklarından dolayı ona minnettar olmak, takdir etmek; Türkçe karşılığı – hak vermek); to be a troll (kelimesi kelimesine çevirisi – troll olmak; sosyal ağlarda ya da genel olarak İnternet ortamında paylaşılan şeylere yazarı kızdırmak için kötü ve çoğu zaman sarakalı yorumlar yazan, huzur bozan, sıkıntı yaratan biri olmak anlamını taşımakta; Türkçeye de Troll olmak76 deyimi olarak girmiştir). Türkiye Türkçesi de yeni deyimlerin girmesine açık bir dildir; çünkü sosyal, politik, bilimsel ve teknik alanlardaki gelişmeler sonucunda çağdaş Türkçeye sürekli yeni sözcükler girmektedir. Ö. A. Aksoy, 1990-2000’li yıllarda, Türkçeye bozum olmak, kuyruk olmak, oyun çıkarmak (sporda), boş vermek, yeşil ışık yakmak, iş yok gibi yeni deyimlerin dilde yer aldığını belirtmiştir.77 Muna Yüceol Özezen, eski deyimlerin unutulup yeni deyimlerin ortaya çıkması konusu ile ilgili, “Bu nedenler çok açıktır: yeni yaşam düzeni, eski olayların etkilerinin silinmesi, 73Aksoy, a.g.e., C. I, s. 48. 74Uç, a.g.e., s. 797. 75Give me credit, http://www.bbc.co.uk/learningenglish/english/features/the-english-we-speak/ep-150818, (26.11.2016). Troll – İskandinavya sözlü kültründe genellikle dev ya da cüce olarak resmedilen ve mağaralarda yaşayan çirkin bir yaratıktır. 76Trol Nedir? Kim Nasıl Trollenir? Siz Bir Trol müsünüz?, https://www.tamindir.com/blog/trol-nedir-kim-nasil- trollenir-siz-bir-troll-musunuz_22880/, (26.11.2016). 77Aksoy, a.g.e., C. I, s. 48. 54 eski olayları unutturacak yeni olayların yaşanması. Gerçekte de, 1990’lı yılların, hızlı, yüzeysel, Amerika öykünmeli ve teknolojik gelişmelerin birbirini kovaladığı yeni yaşam düzeninde, çoğu İngilizcenin etkisiyle oluşmuş, bazı yönleriyle argo sayılabilecek birçok deyim dilimize yerleşmiş durumdadır: yeşil ışık yak-, beyin göçü, jeton düşme- (veya geç düş-), ortadirek vb. Bunların bir bölüğü gelecekteki yeni gelişmelerle unutulacak, birbölüğü yeni deyimleri de yanlarına alarak varlığını sürdürecektir.”78 diye dile getirmiştir. Bunun dışında, Türkçe deyimler sözlüklerine henüz girmemiş, fakat halk arasında sık sık kullanılan deyimler de vardır: Google amcaya sormak (Google arama sistemini kullanarak bir şey aramak)79, kediler trafoya girdi (ülkede önemli olaylar olduğunda elektriğin kesilmesi ve medyada olayların gerçek nedenlerinin yansımaması durumunda söylenir), minyon tipli (beden yapısı “Çılgın Hırsız” animasyon filmindeki minyon diye karaktere benzer biri) vb. Yani, teknolojinin, kültürün, toplumun sürekli gelişmekte olması ve siyasî olayların etkisi, bütün dillerde olduğu gibi, Türkçede de yeni deyimlerin oluşmasına sebep olmaktadır. Böylece, deyimler hazinesinin hemen hemen her gün yeni unsurlarla zenginleşmekte olduğunu söylemek mümkündür. Deyimlerin anonim oldukları halde birçok deyimlerin kaynakları bellidir. Yusuf Çotuksöken, deyimlerin kaynaklarının “Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkraları, masallar, efsaneler, tarihsel olaylar, halkarasında yaşanan olaylar ve başka ülkelerle kültür etkileşimi”80 olduğunu belirliyor. Deyimlerin kaynaklarının temelini oluşturan unsurlar arasında bir olay, bir fıkra veya bir öykü olduğu, aşağı yukarı yapılmış bütün çalışmalarda tekrarlanmaktadır. Bu unsurlara ek olarak Mustafa Nihat Özön, atasözlerinin de deyimlere kaynaklık edebildiğini belirtmektedir.81 Örneğin, “dumanlı hava ara- (Kurt dumanlı havayı sever.), ayağıyla gel- (Ayağıyla gelene ölüm olmaz.), alçak eşek (Alçak eşeğe kim olsa biner.)”82 gibi deyimlerin kaynağı atasözleri olmuştur. Ayrıca, kültür etkileşiminin bir sonucu olarak, deyimlerin; çeviri çalışmalarıyla bir dilden başka bir dile geçebileceklerini de belirtmek gerek. B. DEYİMLERİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ 1. Deyimin Tanımı Türkçede ‘deyim’ terimi dil devriminden önce ‘tâbir’ sözcüğü ile karşılanmakta idi83, daha sonra kaynakların bir kısmında deyim için ‘tâbir’, büyük bir kısmında ise ‘deyim’ terimi 78Muna Yüceol-Özezen, “Türkçe Deyimler Üzerine Birkaç Söz”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, S. 600, Ankara Üniversitesi Basım Evi, Ankara, 2001, s. 873. 79Google amcaya sor, http://www.uludagsozluk.com/k/google-amcaya-sor/, (26.11.2016). 80Yusuf Çotuksöken, Deyimlerimiz, 2. b., Özgül Yayınları, İstanbul, 1992, s. 6. 81Yüceol-Özezen, a.g.e., s. 873. 82Özön, a.g.e., s. XXVLLL. 83 E. Kemal Eyüboğlu, Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, İstanbul, 1975, s. V. 55 kullanılmaya başladı. Vecihe Hatiboğlu, deyimleri inceleyen ve onların en az iki kelimeden oluştuklarını belirten ilk araştırmacılardan biridir: “...‘tabir’ bir tek sözcükten de olabilir. Halbuki deyim, en az iki sözcükten kurulur.”84 Yusuf Çotuksöken de, deyim için eskiden tek sözcükten de oluşabilen ‘tabir’in kullanıldığını, ancak asıl deyimlerin bir öbek olduğunu belirtmiştir85. Bu otorite sahibi dilbilimcinin görüşlerine göre, deyim karşılığı olarak, bugün daha çok ‘deyiş, anlatım’ anlamlarına gelen ‘tâbir’ sözcüğünün kullanılması doğru değildir. Daha önce deyimleri inceleyen çalışmalarda, deyim sözlüklerinde gerçek deyimler ile beraber başka sözlere, tabirlere de yer verilmişti. Günümüzde ise, araştırmacılar deyimin bir sözcük öbeği olduğu konusunda ortak görüş sahibidirler; ayrıca deyimin özellikleri daha kesin belirlendiği için yeni deyim sözlüklerinde sadece gerçek deyimler yer almaktadır. ‘Deyim’ terimi; Vecihe Hatiboğlu, Ömer Asım Aksoy, Yusuf Çotuksöken gibi bu alanda araştırma yapmış bilim adamlarının, deyimlerin özelliklerini inceleyen çalışmaları sayesinde geniş kullanıma girmiş ve kullanılan tek doğru terim niteliğini kazanmıştır. Bugüne kadar dilbilimcilerin çalışmalarında deyim teriminin birçok tanımı yapılmıştır: “Anlatım gücünü artırmak, anlatımı renkli, canlı kılmak için birden çok sözcükle kurulmuş, kiminde de mantık dışı, mecazlı ve kalıplaşmış anlatım birimleri.”86 “Bir kavramı, bir durumu, ya çekici bir anlatımla ya da özel bir yapı içinde belirten ve çoğunun gerçek anlamlarından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da tümce.”87 “Çoğu sözlük anlamından ayrı bir anlam taşıyan ve birden fazla sözcükten oluşan kalıplaşmış sözcük topluluğu.”88 “Deyim (eski adı: Tabir), birden çok sözcüğün, çoğu kez kendi anlamlarından ayrı bir anlam belirtmek üzere bir araya gelip kalıplaşan biçimidir.”89 “Deyim gerçek mânâsı dışında kullanılarak yeni bir mânâ ifade eden ve bir düşünceyi dile getiren, iki veya daha çok kelimeden meydana gelen kalıplaşmış söz dizisi olarak tarif edilir.”90 “Deyim, anlatım gücünü artırmak için, az çok mantık dışına kayan, bazı kelimeleri değişmediği halde bazıları değişip çekimlere giren kalıplardır.”91 84Hatiboğlu, a.g.e., s. 194. 85 Yusuf Çotuksöken, a.g.e., s. 5. 86 Osman Bolulu, “Deyimler –Deyimleyemeyenler”, Türk Dili Dergisi, S. 64, s. 17. 87Aksoy, a.g.e., s. 52. 88 Numan Kartal, Türkçe Deyimler Sözlüğü, 3. b., Birsen Yayın Evi, İstanbul, 1990, s. IV. 89 Emin Özdemir, Açıklamalı-Örnekli Deyimler Sözlüğü, 8. b., Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 5. 90Hüseyin Adıgüzel, Açıklamalı-Örnekli Türkçe Deyim Hazinemiz, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, İstanbul, 1990, s. 6. 91Hatiboğlu, a.g.e., s. 221. 56 “Deyim, dil biliminde, kavramları, durumları hoşa giden bir anlatımla ya da özel bir yapı ya da söz dizimi içinde belirten ve çoğunlukla gerçek anlamlarından ayrı anlamlara gelen sözcüklerden oluşan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da cümledir.”92 “Deyimler bir milletin dünya görüşünü, yaşam biçimini, gelenek, görenek ve inançlarını yansıtan, genellikle gerçek anlamlarından ayrı, kalıplaşmış söz gruplarıdır.”93 “En az iki sözcükten kurulan, konuşmada ve yazıda anlatım gücünü artıran, anlam yönünden yer yer mantık dışına taşan bölümleri olabilen, yapısındaki kimi sözcükleri anlam değişmesine uğrayan, kalıplaşmış söz öbeklerine verilen addır.”94 “İfadeyi zenginleştirmek, kuvvetlendirmek, renklendirmek için oluşturulmuş, klişe hâline sokulmuş sözlere deyim denir.”95 “İki ya da daha fazla kelimeden meydana gelen, çoğunlukla kendi öz anlamının dışında yeni bir anlam veren ve yazıyı ya da konuşmayı daha da güzelleştiren söz bölümüne ‘deyim’ denir.”96 Bütün bu tanımlarda görülen deyimlerin en belirgin özellikleri şöyle sıralanabilir: 1. Deyimler kalıplaşmış ifadelerdir. 2. En az iki kelimeden oluşmaktadır. 3. Deyimlerin içerdikleri bütün ya da bazı kelimeler, gerçek anlamları dışında kullanılan mecazlı sözlerdir. 4. Anlatımı güçlendirmek, güzelleştirmek gibi özellikleri var. 2. Biçim özellikleri 1) Deyimler, kalıplaşmış sözlerdir. Deyimlerin kalıplaşmış sözler olduğu, bütün tanımlarda belirtilmiştir. Diğer araştırmacılar gibi Ö. A. Aksoy da deyimlerin kalıplaşmış sözler olduklarını belirtmekte ve bir deyimi oluşturan kelimelerin değiştirilemez olduğunu vurgulamaktadır: “Bir deyimin sözcükleri değiştirilip yerine -aynı anlamda da olsa- başka sözcükler konulamaz ve deyimin sözdizimi bozulamaz.”97 M. Bilgin, deyimlerin bu biçimsel özelliğine dair şunu belirtmektedir: “Deyimlerin kuruluşuna katılan sözcükler bütün olarak tek bir kavramı karşılar. Bu nedenle deyim başlı başına bir dil birimidir; deyimi oluşturan sözcükleri birbirinden ayrı düşünemeyiz. Örneğin, eteklerini zil çalmak deyimini oluşturan “etek”, “zil”, “çalmak” sözcükleri kendi 92Deyim, https://tr.wikipedia.org/wiki/Deyim, (29.11.2016). 93 Tuğba Aktaş, “Deyimlerde Yalancı Eş Değerlik: Tatar Türkçesi – Türkiye Türkçesi Örneği”, Turkish Studies, C. 10, S. 4, Kış 2015, s. 8. 94Çotuksöken, a.g.e., s. 5. 95 Kuşçu H. –Kuşçu Ü., a.g.e., s. 18. 96 Yusuf Ziya Bahadınlı, Türkçe Deyimler Sözlüğü, Hür Yayınları, İstanbul, 1971, s. 5. 97Aksoy, a.g.e., C. II, s. 38. 57 anlamlarıyla ve birbirinden bağımsız olarak düşünemeyiz; bu sözcükler, bir kalıp içinde bir bütünlük oluşturarak tek bir kavramı karşılar duruma gelmiştir.”98 Yusuf Ziya Bahadınlı, deyimlerin kalıplaşmış sözler olduğu için onların kullanılırken bozulmaması gerektiğini, aksi takdirde deyimlerin taşıdıkları anlamın değişebildiğini belirtmektedir99. Küçük bile olsa değişime uğrayan deyimlerin anlamlarının ne kadar farklı olduğunu gösteren örneklerden bazıları şunlardır: açık saçık (müstehcen, edebe aykırı) – açık seçik (çok açık, net); başa çıkmak (gücü yetmek) – başına çıkmak (şımarmak); başı çekmek (önayak olmak) – kafayı çekmek (içki içmek); içini dökmek (derdini anlatmak) – içini boşaltmak (kızgınlığını, öfkesini dışa vurmak). Ancak belirtmek gerekir ki deyimlerdeki kalıplaşma, atasözlerinde de olduğu gibi, kısmen esneklik göstermektedir; hatta atasözlerine göre deyimler daha çok değişikliklere uğrayabilirler. Deyimlerdeki esneklik, daha çok cümle içerisinde kullanıldıkları zaman görülmektedir. Deyimler, cümle içerisinde kullanılırken çeşitli çekim eklerini alabilirler: “Kimi deyimlerde, tümce yapısı ve ana sözcükler değişmememek üzere çekimler ve adıllar değişebilir: Aşağı tükürsem (tükürsen, tükürse...) sakalım (sakalın, sakalı...), yukarı tükürsem (tükürsen,...) bıyığım (bıyığın, bıyığı...) Bana (sana, ona...) göre hava hoş”100 Vecihe Hatiboğlu, deyimlerin değişebilme özelliğini şöyle açıklamaktadır: “Deyimlerde kalıplaşma, [...] aralarına başka sözcük veya ek alamayacak kadar ileri değildir. Deyimlerin sözcükleri sayılı ve belirli olduğu halde, bazı durumlarda aralarına bazı sözcükler de girer ve deyim özelliğini kaybetmez. Çekim eklerini alışı ise deyimlerin, şekil bakımından başlıca özelliğidir. Deyimin isim soyundan olan bazı kelimeleri, isim çekim eklerini aldığı gibi, eğer deyimde fiil de varsa, o da bütün şahıs ve zaman ekleriyle çekime girebilir.”101 Böylece, deyimi oluşturan sözcükler yer değiştirebileceği gibi, aralarına başka sözcükler de girebilir. Örneğin: ‘Ağzından çıkanı kulağı duymamak’ Ağzından çıkanları duymayacak kadar sığır mı oldu kulağın? Kulağın duyuyor mu ağzından çıkanları? ‘Gökte ararken yerde bulmak’ Gökte ararken yerde bulduğun oldu mu hiç? Seni gökte ararken yerde buldum, bu zamana kadar neredeydin sen? 98Bilgin, a.g.e., s. 57. 99 Yusuf Ziya Bahadınlı, a.g.e., s. 5. 100ÖmerAsımAksoy, a.g.e., C. I, s. 45. 101Vecihe Hatiboğlu, a.g.e., s. 223. 58 ‘Lafı çiğnemek’ Bu kadar önemli bir durum varken laf mı çiğneyeceğim? Lafı çiğneme, direk anlat anlatacağını. 2) Deyimler en az iki sözcükten oluşan kısa ve özlü sözlerdir. Yukarıda belirtildiği gibi, deyimler ile ilgili yapılan ilk çalışmalarda deyim yerine tâbir kelimesi kullanılıyordu. Bazı çalışmalarda deyimin tek sözcükten de oluşabileceği fikri ortaya çıkmıştır; örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı yayınları tarafından yayımlanan Türk Atasözleri ve Deyimleri’nde deyim için “ekseriya birkaç kelime”102 deniliyor ve buradan tek sözcüklük deyim olabileceği düşüncesi anlaşılıyor; ayrıca ‘giderayak’, ‘üçlemek’ kelimeleri deyim olarak gösterilmiştir. Bu durum, deyimlerin yüzyıllardır kullanılıyor olmasına rağmen, onlara bilimsel olarak yaklaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Deyimi bilimsel olarak incelemeyen, sadece kalıplaşmış sözleri derleyip sözlükler oluşturan bazı eski kuşak dilbilimcileri, deyim terimi üzerinde çalışmaya başladıklarında, bu boşluğu ‘deyim’den daha geniş ve daha genel bir kavram çerçevesine sahip olan ‘tâbir’ sözcüğüyle doldurmuşlardır. Ancak ‘tabir’in tek sözcük de olabilmesi, uzun süre ‘deyim’in aslında birden fazla sözcükten oluşma özelliğinin gözden uzak tutulmasına neden olmuştur.103 Bugün tüm araştırmacılar deyimin en az iki kelimeden oluşuyor olması konusunda hemfikirdirler. Vecihe Hatiboğlu’ya göre, “Deyimler en az iki, en çok yedi sekiz kelime ile kurulur. […] bir tek kelime ise deyim olamaz, eğer bir kelimenin anlamı gerçek anlamından kaymışsa, o kelime mecaz anlamda kullanılıyor veya kelimenin anlamı çoğaltılıyor demektir. […] Deyimde ise, bir tek kelimenin anlamı dışında kullanılması aranmaz, en az iki kelimenin birlikte kullanılmalarından doğan ortak anlam, gerçek anlam dışında hattâ mantık dışındadır.”104 Yusuf Çotuksöken ise deyimi oluşturan kelime sayısının daha büyük olduğunu ifade etmektedir: “Türkçe’de deyimler -bize göre- en az iki sözcükten en çok on dört sözcükten kurulmuştur.”105 M. Yüceol-Özezen, deyimlerin kısa ve özlü sözler olduğunu şu şekilde belirtmektedir: “Türk deyimlerinin alabildiğine kısa ve özlü anlatımlar olduğunu da söyleyebiliriz. Aslında deyimleri kullanmadığımız takdirde bir ileriyi çok uzun cümlelerle anlatmamız gerekebilir. Deyimler öz(et) anlatımlardır. […] Bu bakımdan iki yanında, on iki veya on beş sözcüklük 102Türk Atasözleri ve Deyimleri 1-2, Devlet Kitapları 1000 Temel Eser, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1971, s. III. 103Yüceol-Özezen, a.g.e., s. 870. 104Hatiboğlu, a.g.e., s. 222. 105Çotuksöken, a.g.e., s. 9. 59 deyimleri de kısa saymak gerekmektedir.”106 Böylece, deyimlerin on iki kelimeden bile oluşması; onların kısa ve özlü anlatım olması özelliğini yitirmemektedir. 3) Deyimler, yapılarına göre birkaç gruba ayrılabilir: sözcük öbeği biçiminde, tümce biçiminde, mastarla sona erenler, öykücük ya da karşılıklı konuşma biçiminde ve eksiltili anlatım biçiminde kurulmuş deyimler. a. Sözcük öbeği biçimindeki deyimler: Ömer Asım Aksoy’a göre, “Sözcük öbeği durumundaki deyimler, sınıflandırılamayacak kadar çok değişik biçimlerde oluşmuşlardır.”107 Araştırmacı bu deyimleri şöyle sınıflandırmıştır: 1- Öğeleri ekli ya da eksiz ad tamlaması biçiminde olanlar: anasının gözü, ayak bağı, fırsat düşkünü. 2- Öğeleri ekli ya da eksiz sıfat tamlaması biçiminde olanlar: boş yere, dik başlı, tez elden. 3- Tamlanan + ad yapısında olanlar: ardı sıra, eli kulağında, günü birliğine. 4- Tamlanan + önad yapısında olanlar: alnı açık, gözü kapalı, sütü bozuk. 5- Ekli ya da eksiz ad + önad yapısında olanlar: anadan doğma, çöp atlamaz, örümcek kafalı. 6- Biri ya da her ikisi ekli iki addan oluşanlar: art arda, el ele, günden güne. 7- Biri ya da her ikisi ekli iki sıfattan oluşanlar: alı al, moru mor; inceden inceye; nereden nereye. 8- İki eylemden oluşanlar: aldı yürüdü, oldum bittim, örtbas etmek. İkiden çok öğesi bulunan ve yukarıdaki sınıflar içine girmeyen değişik yapıda deyimler de vardır: doğru doğru dosdoğru, eski göz ağrısı, ... gibisine gelmek, her ne kadar, hiç olmazsa, o gün bugün, ne olur ne olmaz, tuz ekmek hakkı gibi.108 Tufan Demir, Ö. A. Aksoy’un belirttiği grupların yanı sıra benzetme şeklinde kurulmuş deyimleri de ayırmaktadır: kabak çiçeği gibi açılmak, süt dökmüş kedi gibi, tereyağından kıl çeker gibi109. b. Tümce biçimindeki deyimler: Buyurun cenaze namazına. Delik büyük, yama küçük. İğne atsan yere düşmez. 106Yüceol-Özezen, a.g.e., s. 874. 107Aksoy, a.g.e., C. I, s. 43. 108Aksoy, a.g.e., C. I, ss. 43-44. 109Demir, a.g.e., s. 618. 60 Ünlem niteliğindeki deyimlerin, yapı özelliklerine göre yapılmış sınıflandırmadaki yeri konusunda araştırmacılar arasında ortak görüş yoktur. Ömer Asım Aksoy ünlem niteliğinde olan deyimlerin sözcük öbeği durumundaki deyimler bölüğü içine uygun alınması gerektiğini söylerken110, Muhittin Bilgin onları tümce değerinde olduğunu belirtmektedir111. Muhittin Bilgin’in görüşü daha uygundur; çünkü ünlem niteliğini taşıyan deyimler, bir cümle içinde değil, ayrı bir cümle olarak görevlerini yerine getirmektedirler. Bu tür deyimlerin örnekleri şunlardır: Adam sen de! Ağzını topla! Yok devenin başı! c. Bir mastarla sona eren deyimler. Tufan Demir’in yaptığı sınıflandırmada, sözcük öbeği durumunda olan deyimler, cümle durumunda olanlar ile yanı sıra bir mastarla sona eren deyimler de ayrı bir bölük oluştururlar112. Bu bölüğün içerdiği deyimler biraz değişik özelliklere sahiptir, bu nedenle ayrı bir alt bölüm içinde incelenmeleri daha uygundur. Ömer Asım Aksoy; mastarla sona eren deyimlerin, tümce biçimindeki deyimler arasında olması gerektiğini belirtmektedir: “Bir mastarla sona eren deyimler, çekime gireceklerinden ve dolayısıyla bir tümce kuracaklarından bu bölük içinde yer alırlar.”113 Muhittin Bilgin de şunu ifade etmektedir: “Eylemlikle biten deyimler, bağlam içinde, eylemsi olarak ya da ad çekimlerine girerek, ad soylu sözcüklerin görevlerini üstlenirler. Örneğin, gözleri yollarda kalmak deyimi, “Gözleri yollarda kalmış bir anacağı var.” kullanımında ortaç olarak “tamlayan” görevini üstlenmiştir. Ancak eylemlikle biten deyimlerin birçoğu, eylem çekimine girer, dolayısıyla tümce kurar.”114 Böylece, bir mastarla sona eren deyimler tek başına cümle şeklinde olmadıkları, ancak cümle kurabildikleri için onların ayrı bir bölük içinde yer almaları daha uygundur. d. Bir öykücük ya da konuşma biçiminde kurulmuş deyimler. Böyle deyimlerin özelliği, karşılıklı konuşma biçiminde veya dolaylı anlatım şeklinde kurulmuş olmasıdır. Bazı deyimlerin bu özelliği, Ömer Asım Aksoy’un Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü’nde deyimlerin yan özelliği olarak değerlendirilmiştir.115 Tufan Demir de deyimlerin biçimsel özelliklerini incelerken bu biçim özelliklerini belirtmiştir.116 Bu gruba giren deyimlerin örnekleri şunlardır: – Cehenneme kira var. – Paradan haber ver. 110Aksoy, a.g.e., C. I., s. 39. 111Bilgin, a.g.e., s. 60. 112Demir, a.g.e., ss. 613-614. 113Aksoy, a.g.e., C. I, s. 39. 114Bilgin, a.g.e., s. 60. 115Aksoy, a.g.e., C. II, ss. 501-502. 116Demir, a.g.e., s. 614. 61 Dilenciye hıyar vermişler; eğri diye beğenmemiş. – Tencere dibin kara. – Seninki benden kara. e. Eksiltili anlatım biçimindeki deyimler. Ömer Asım Aksoy, bu tür deyimleri ayrı bir deyim çeşidi olarak ele almaktadır: “Kimi deyimler, eksiltili anlatım biçimidir. Yani bir ya da birkaç sözcüğü söylenmemiş söz öbeğidir.”117 Muhittin Bilgin de eksiltili anlatım biçimindeki deyimleri ayrı bir bölüğe almaktadır118. Bu gruba giren deyimlerde bazı sözcükler zamanla düşmüş, ancak deyimin anlamı değişmemiştir: Allah bana [versin], ben de sana [vereyim] Kan [gibi] kırmızı Laf aramızda [kalsın] 4) Bazı deyimler sadece olumlu ya da sadece olumsuz biçimleri ile kullanılırken bazı deyimler iki şekilde de kullanılabilir. Deyimlerin biçimsel özellikleri incelenirken, onların olumluluk/olumsuzluk bakımından da ele alınması gerek. Bu konu Vecihe Hatiboğlu tarafından ele alınmıştır: “Deyimlerin bir kısmı da olumsuz (menfi, negativus) fiillerle kalıplaşmıştır, olumluları (müspet, positivum) kullanılmaz: Ağzını (ağzımı) bıçak açmıyor (açmadı vb. gibi) ; gözünü (gözümü) budaktan sakınmaz (sakınmam) ; çöp atlamaz gibi. Bazı deyimler de olumsuzları kadar olumluları ile de tanınmıştır: Haddini bilmez, haddini bilir veya lâf anlamaz, lâf anlar gibi. Bazı deyimler ise, eskiden kalma kalıplar içinde, “ne” soru zamiri dolayısıyla olumsuz kavram taşır: Ne idüğü bellisiz ; bu ne mene bir iştir gibi.”119 5) Deyimlerin bir kısmı ikilemelerden oluşur. Deyimlerin en az iki sözcükten oluşmuş ve kalıplaşmış sözler olmaları, onların ikilemelerle karıştırılması ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Bazı ikilemeler deyim olarak değerlendirilebilir, ancak ikilemelerin büyük bir kısmı kesinlikle deyim sayılmaz. Ömer Asım Aksoy’un da belirttiği üzere; allak bullak, çoluk çocuk, eski püskü, ileri geri, ufak tefek gibi anlamları birbirine yakın, karşıt olanlarla sesleri birbirini andıranları ya da sözcüklerinden biri anlamsız olan ikilemeleri deyimlerin bir dalı saymak yerinde olur. Ancak; büyük büyük, mırıl mırıl, öbek öbek, yavaş yavaş gibi aynı sözcüğün tekrarı ile yapılan ikilemelerin deyim sayılması uygun değildir120. Bununla birlikte, aynı sözcüğün tekrarı ile yapılan ve sözcüklere çekim eki 117Aksoy, a.g.e., C. II, s. 506. 118Bilgin, a.g.e., s. 61. 119Hatiboğlu, a.g.e., s. 229. 120Aksoy, a.g.e., C. I., ss. 48-49. 62 getirilerek kullanılan ikilemelerin deyim olarak kabul edilmesi gerekir121: art arda, boşu boşuna, günü gününe, kaçan kaçana örneklerinde olduğu gibi. 6) Deyimler, aliterasyon ve asonans gibi ritim ögelerinin kullanılması ile bir tür uyak kazanırlar. V. Hatiboğlu’nun sözleriyle, “Deyimlerde de atasözlerinde olduğu gibi, hatırda tutma kolaylığını sağlamak, anlatıma kuvvet kazandırmak için kafiye türlerine baş vurulur”: Azıcık aşım (aşın, aşı), kaygısız başım (başın, başı); al gülüm, ver gülüm; dokuz kurda, bir furda; bir abam var atarım, nerde olsa yatarım; önce can, sonra canan; yaşı ne başı ne; para isteme benden, buz gibi soğurum senden; […] gibi.”122 Bu tür iç uyak deyimlerin kolayca hatırlanmasını ve anlatımın güzelleştirilmesini sağlamaktadır. 3. Anlam Özellikleri 1) Deyimler, mecaz anlamlı sözlerdir. Anlatıma anlam zenginliği kazandırmak için kullanılan en önemli yöntemlerden biri olan mecaza, neredeyse bütün deyimlerde rastlanmak mümkündür. Mecaz yardımıyla deyimler az kelime ile derin bir fikir anlatabilmekte, dolayısıyla kısa ve öz sözler olabilmektedirler. Vecihe Hatiboğlu’nun da ifade ettiği gibi, “Deyimlerde her şeyden önce bir mübalâğa yönü, anlamlarda mantık dışına kaçma çabası vardır. Hattâ, göz önüne olağanüstü manzaralar, hayaller, resimler çizilmeğe çalışılır. […] Dikkat edilecek olursa, deyimlerde çizilen hayaller, resimler mübalâğalıdır ve çok defa mantık dışıdır.”123 Fakat mecazlı deyimlerin yanı sıra gerçek anlamlı deyimler de vardır, örneğin: ağzına bir şey koymamak, ayda yılda bir, dosta düşmana karşı, fırsat düşkünü, iyi gün dostu, su dökünmek gibi. Ama bazen kimi söz öbeklerinin deyim olup olmadığı sadece bağlam içinde anlaşılır: “Örneğin, “kefeni yırtmak” sözü, “Anasının sandıkta sakladığı kefeni yırtmış.” tümcesinde deyim özelliği taşımazken, “Ali Dayı bu kez de kefeni yırtmış.” tümcesinde deyim olarak kullanılmıştır. İkinci örnek tümcede, “kefeni yırtmak” kalıp özelliğindedir ve bu kalıbı oluşturan sözcükler, bütün olarak değişmeceli bir anlama bürünmüştür: “Ölüm tehlikesini atlatmak”.”124 2) Bazı deyimler iki yargı içerir. Ömer Asım Aksoy deyimlerin bu özelliğinden bahsetmektedir: “Kimi deyimlerin yan özelliği, iki yargılı ve uyaklı olmasıdır. Bunların bir bölüğünde anlamca gerekli olmayıp sadece 121 Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, a.g.e., s. 643. 122Hatiboğlu, a.g.e., s. 228. 123Hatiboğlu, a.g.e., s. 229. 124Bilgin, a.g.e., s. 57. 63 uyak hatırı için getirilmiş bir parça vardır. Bu çeşit deyimler de anlatım güzelliği taşırlar.”125 Örneklerden bazıları şunlardır: Ana usta yufka yapar, çocuk usta çift çift kapar. Bizim gelin bizden kaçar, tutar ele kıçın açar. Gelirse hane boş, gelmezse daha hoş. 3) Bazı deyimler zıt anlamlı kavramlar içerir. Bazı deyimlerde, “…çeşitli kavramlar karşılıklı, bazen de zıt olarak ele alınır: Eğri oturalım, doğru konuşalım ; tok evin aç kedisi; üç aşağı beş yukarı ; sağı solu belli olmaz ; aşağı tükürsem sakalım, yukarı tükürsem bıyığım ; [...] gibi.”126 4) Bazı deyimler anlatıma zenginlik katmaktan ziyade sadece bir kavramı karşılamak için, belirli durumda klişe olarak kullanılır. Ö. A. Aksoy bunu bazı deyimlerin özelliği olarak betimlemektedir127. Bu tür deyimlerin örnekleri aşağıdaki gibidir: Alan razı, satan razı. Belli başlı. Canı sağ olsun. İsmi var cismi yok. 5) Bazı deyimlerin âdetleri, gelenekleri, inanışları ve töreleri bildirmesi özelliği vardır. Deyimlerin bu özelliği, Ömer Asım Aksoy128 ve Tufan Demir129 gibi araştırmacılar tarafından belirlenmiştir. Bunun gibi deyimlerin temeli bir gelenek veya inanıştır, dolayısıyla kullanılışı belirli durumlarla sınırlıdır. Bu gruba giren deyimlerin örnekleri şunlardır: Ağzından yel alsın. Darısı başına. Helâl olsun. Yemin etsem başım ağrımaz. 6) Kimi deyimler bir öyküye ya da bir olaya dayanmaktadır. “Deyimler, anlatmada daha güçlü, daha verimli olabilmek için tanınmış, yayılmış hikâyelere değinirler ve durumu bir iki kelime ile anlatırlar. Bir iki kelime ile bu hikâyelere dokunma, anlatılmak isteyen kavrama, önem ve kuvvet verir.”130 Bazen bir hikâyeye ya da belli bir olaya dayanan deyimler, onları dinleyenler tarafından anlaşılmayabilir ve açıklanmasını gerektirebilir. 125Aksoy, a.g.e., C. II, s. 500. 126Hatiboğlu, a.g.e., s. 230. 127Aksoy, a.g.e., C. II, s. 505. 128Aksoy, a.g.e., C. II, s. 503. 129Demir, a.g.e., s. 618. 130Hatiboğlu, a.g.e., s. 229. 64 Bu deyimler bir dile özgü olabilir veya diğer dillerdeki deyimlerin çevirilmesiyle hedef diline yerleşebilirler: “Neredeyse evrensel, ulusal ya da yerel niteliği olan Ahveş, Demokles, Marko Paşa, Eyüp (Peygamber)... gibi kişilerin de deyimlerimizde yaşamakta oldukları görülmektedir. Ayrıca tarihte öyküsü olan, yaşanmış bir olay, anıştırma (telmih) örneği olarak Türkçeye de yansıyarak deyimleşebilir.”131 Bu bölüğe ait deyimlerin birkaç örneği şunlardır: Demokles’in kılıcı. Derdini Marko Paşa’ya anlat. Eyüp sabrı. Yorgan gitti kavga bitti. 4. İşlevsel Özellikleri Deyimlerin biçimsel ve anlamsal özelliklerinin yanı sıra işlevsel özellikleri de vardır: 1) Deyimin en belirgin ve en önemli işlevi, anlatımı güçlendirmek ve güzelleştirmektir. Ömer Asım Aksoy’un belirttiği gibi, deyimler içinde “bir küçük söz dağarcığına koca bir âlem sığdırılmıştır. En uçucu kavramlar, en ince hayaller, en güzel benzetmeler, çeşit çeşit mecazlar ve söz ustalıkları mini mini bir deyimin yapı harçları arasında parlar.”132 Deyimler, kelime hazinemizdeki hazır gereçlerdir. Bunlar konuşma sırasında konuşanın kendini iyi dinletme, duygu ve düşüncelerini en kısa ve çarpıcı yoldan aktarma imkanını sunmaktadırlar. 2) İletişim kurma işlevi. Deyimler, doğrudan iletişim kurmaya yaramazsalar bile, iletişim sürdürülmesine yardım etmektedirler. M. Yüceol-Özezen, “... deyimlerin, atasözlerinin veya bu türden başka kalıp anlatımların kullanımı, dil için bir iletişim biçimidir. Bir dil kullanıcısı kavram arayışı içinde bulunduğunda ve iletmek istediğini bu yüzden doğrudan iletmediğinde / iletemediğinde de bu tür benzetmeli anlatımlardan yararlanır.”133 diye belirtmektedir. Yusuf Çotuksöken de, yazarın dili en iyi şekilde işlemek, kendi üslup yaratmak ve “canlı, kıvrak, alışılmamış, dilin zevkini tattırıcı bir anlatım mayası tutturmak amacıyla”134 deyimleri kullandığını söyleyerek deyimlerin iletişim kurma işlevi üzerinde durmaktadır. 3) Ulusal değerlerini ve kültürü yansıtma işlevi. Tayyibe Uç’un sözleriyle, “Deyimler, ölçünlü Türkiye Türkçesinde yalın olarak kullanılmayan pek çok eski öğeyi yapısında koruduğundan geleneklerimize, kültür tarihimize 131Uç, a.g.e., s. 803. 132Aksoy, a.g.e., C. I, s. 47. 133Yüceol-Özezen, a.g.e., s. 874. 134Çotuksöken, a.g.e., s. 16. 65 ışık tutmakta diyebiliriz.”135 Deyimlerin bu özelliğine Ömer Asım Aksoy da değinmiştir: “Deyimler de ulusal damgasını taşıyan dil varlıklarıdır.”136 Deyimler de atasözleri gibi, ne kadar kısa olsalar da, aslında içinde kocaman bir kültür, gelenek, tarih yığını taşımaktadırlar. Kimi deyimler bir halk tarafından kullanılmakta olup onun gerçeklerini ve kültürünü yansıtır, kimi deyimler ise toplumun sadece bir kısmının tarafından kullanılmakta ve onun geleneklerini yansıtırlar. Ömer Asım Aksoy, deyimleri çevre ve zaman etkenlerine göre şöyle sınıflandırmıştır: a) Yurdun her yerinde kullanılanlar; b) Sadece bir bölgede bulunanlar; c) Türkiye dışındaki Türk lehçelerinde yaşayanlar; ç) Eski zamanlarda kullanılmış iken bugün bıkarılmış olanlar137. Mustafa Nihat Özön’ün de çevre etkenini göz önünde bulundurarak yaptığı bir deyim sınıflandırması vardır: 1) Herkesçe bilinen ve kullanılan tâbirler, 2) Kadınların kullandıkları tâbirler, 3) Külhanbeyi tâbirleri138. İkinci bölüm sonuçları. Bugün, gerek sözlü gerekse yazılı kültürün hemen her alanında en çok kullanılan anlatım araçları arasında atasözleri ve deyimler yer almaktadır. Bu kalıplaşmış sözler, anlatımı güzelleştiren ve pekiştiren, aynı zamanda da ulusal özellikleri içeren ve onları günümüze kadar taşıyan dil birimleridir. Bu nedenle ikisinin de rolü çok büyüktür. Atasözleri ve deyimlerin birçok biçim, anlam ve işlevsel özellikleri vardır. Özellikleri bu şekilde kısaca özetlenebilir: Atasözleri ve deyimlerin benzer yönleri: 1. Atasözleri ve deyimler kısa ve özlü sözlerdir. 2. Atasözleri ve deyimler kalıplaşmış sözlerdir. Ancak atasözlerine göre deyimlerdeki kalıplaşma daha esnektir. 3. Atasözleri ve deyimler anonim ürünlerdir ve halkın ortak malı durumundadır. 4. Hem atasözlerin hem deyimlerin büyük bir kısmı bir hikâyeden ya da halk anlatısından kaynaklanmaktadır. 5. Her ikisinde mecaz anlamı vardır. Ancak tamamen gerçek anlamlı kelimelerden oluşturulmuş ve gerçek anlamı taşıyan atasözleri ve deyimler de vardır. 6. Atasözleri ve deyimlerin birçoğunda iç uyak mevcuttur. Bunun yanı sıra teşhis, cinas, alegori, karşıtlık ve diğer söz sanatlarının da kullanılması söz konusudur. 7. Bu dil ögelerinin her ikisi ulusal özelliklerini taşır, halkın inançlarını, töre ve geleneklerini, kültür değerlerini yansıtırlar. 135Uç, a.g.e., s. 796. 136Aksoy, a.g.e., C. I, s. 47. 137Aksoy, a.g.e., C. I, s. 48. 138Özön, a.g.e., s. XXVII. 66 8. Hem atasözlerinin hem deyimlerin yabancı dillere çevrilmesi güçtür, kelime kelimesine çevrildiği halde Türkiye Türkçesindeki anlamı taşımayabilir. Çeviri yapılırken o dildeki karşılığın bulunması gerek. Atasözleri ve deyimlerin farklı yönleri: 1. Atasözleri, çoğunlukla genel kural niteliğinde olup yol gösteren, öğüt veren sözlerdir. Deyimler ise, bir kavramı çekici ve özlü bir şekilde ifade etmek için kullanılan anlatım kalıplarıdır; anlatmalarında genel kural olma özelliği yoktur. 2. Atasözleri, eksiltili cümle biçimindeki örnekler dahil olmak üzere, yargı bildiren birer cümle niteliğindedirler. Deyimler ise yalın biçimiyle deyimleşir, sonra çekime girerler. 3. Atasözleri deyimlere nazaran daha net ifadelerdir. Deyim, onu inşa eden sözcükler birliğinin mecaz anlamı oluşturduğu için veya bir öyküden kaynaklandığı için kolay kolay anlaşılmayabilir. 4. Deyimlerin, atasözlerine göre daha sık kullanıldığı söylenebilir. 67 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE TÜRKÇESİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİNDE AİLE VE AKRABALIK ANLAYIŞI Aile kutsal bir birliktir. Aile ve akrabalık ilişkilerinin her kültür için özel, hatta kutsal olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü aile en yakın insanlardan oluşur ve bu insanlar, kişinin doğduğundan beri onun yanında olup hayatı boyunca ona eşlik eden insanlardır. Türk kültüründe de aile ilişkilerine çok büyük önem verildiği açıktır: ana baba ve büyüklere karşı mutlaka saygıyla davranılır, kardeşlere ve çocuklara özel sevgi gösterilir. Folklor ürünlerinin ortaya çıkmasının sebebi, toplum hayatındaki görevlerinden kaynaklanmaktadır. Bazı folklor ürünlerinin görevi halkı eğlendirmek, bazılarının ise uyarmak, çeşitli durumlarda yararlı olmaktır. İhsan Kurt’un da belirttiği gibi, atasözleri de bu ürünlerin bir parçası olduğundan, halkın yaşam tarzlarının bir alanı olan aileyi ve aile ilişkilerini de konu edinmiştir1. Atasözlerinde, insanların içinde bulunabildiği neredeyse bütün durumlar, bütün hayatın insana sunduğu şartlar ve olaylar için bir tavsiye, akıl, hikmet, nasihat bulunabilir. Aile, insan hayatının vazgeçilmez ve ayrılmaz bir parçası olduğu için tabii olarak onun gibi önemli bir konuya atasözleri ve deyimlerde de yer verilmiştir. “Atasözleri ve deyimlerin her ulusun kendi atalarının düşüncelerine, denemelerine, gelenek ve görgülerine dayanan ulusal sözler oldukları bilincinden hareketle bir ulusun düşünce ve duygularını bu sözler aracılığıyla öğrenebileceğimiz inancı genellikle kabul görmektedir. Aynı durum, deyimler için de dile getirilerek deyimlerin bir dilin anlatım yolları bağlamında zenginlik yarattığı ve o dili konuşan toplumun geçmişini, yasam biçimini, geleneklerini ve çeşitli özelliklerini belirten ipuçları ortaya koydukları gösterilmiştir.”2 Bu bölümde Türkiye Türkçesindeki atasözleri ve deyimlerine dayanılarak, Türk kültürünün aile ve akrabalık anlayışı analiz edilmeye çalışılacaktır. Z. Batur’un da belirttiği gibi, “...atasözleri anlamak, aslında toplumu anlamakla eşdeğerdir. Toplumu anlamak ise kültürü anlamak demektir.”3 1 İhsan Kurt, “Atasözlerinde Aile”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, T. C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara, 1992, s. 629. 2 Zihniye Okray, “Türk Atasözleri Ve Deyimlerinde Kadın İmgesi”, EUL Journal of Social Sciences (VI-I) LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Haziran 2015, s. 94. 3 Zekerya Batur, “Atasözü ve Deyimlerde Kadın ve Kadının Sosyo-psikolojik Özellikleri”, Turkish Studies, S. 6/3 Yaz 2011, s. 578. 68 Hedeflerimiz: aile kuruluşu ve aile içindeki hayat ile ilgili deyim ve atasözü örneklerini toplayıp konulara göre gruplaştırmak; karı ile koca, anne ile baba, çocuklar ve diğer akrabalar gibi aile fertlerini tanımlayan deyimleri ve atasözlerini semantik (anlam) açısından analize etmek; aile üyeleri arasındaki ilişkileri ile yakın ve uzak akrabalar arasındaki ilişkilerin farklı yönlerini incelemektir (evlilik birliği ve ailenin kurulması; karı ile koca arasındaki ilişkiler; anne baba ve çocuklar arasındaki etkileşim; yakın ile uzak akrabalar arasındaki ilişkiler). Türkiye Türkçesinde aile fertleri ve akraba isimlerini içeren atasözleri ve deyimler sayısı çok fazla. Ancak içinde aile mensuplarını tanımlayan kelimeler ve akraba isimleri geçmesine rağmen bazı atasözleri ve deyimler, konumuzla doğrudan ilgili olmadığı için değerlendirmeye tâbî tutulmamıştır. І. AİLENİN KURULMASI İLE İLGİLİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLER İnsan hangi kültürün mensubu olursa olsun, onun hayatındaki en önemli aşamalarından biri kendi ailenin kurulması, yani evliliktir. Ailenin kurulmasının başlangıcı ve temeli olan evlilik, kadın ve erkeğin; birlikte yaşamak, aile kurmak, gelecekte de çocukları doğurmak ve eğitmek amacıyla oluşturdukları gönüllü birliktir. Türkiye Türkçesinde ailenin kurulması ile ilgili çok sayıda deyim ve atasözü vardır. Bu konu ile ilgili örnekleri birkaç gruba ayırmak mümkündür: eş seçimi, evlilik için uygun yaş, evlilik âdetleri ve asıl ailenin kurulması – evlilik. A. EŞ SEÇİMİ Evlilik ya da ailenin kurulması eş seçiminden başlar. Bir eş seçmek, evlenmek kadar zordur. Çünkü eş seçerken insan hayat arkadaşını, tüm hayatı boyunca, söylendiği gibi “hastalığında da, sağlığında da” yanında olacak kişiyi, ayrıca, gelecekte doğacak çocuklarının annesini veya babasını seçmektedir. İnsanın aile içinde birçok rolü var ve hem aile kurmak isteyen kimsenin hem de onun karşısındakinin aile hayatının gerektirdiği rollere ve şartlara uygun olduğundan emin olması gerekmektedir. Bu nedenle eş seçimi, kurulacak ailenin geleceği için son derece önemlidir. Eş seçiminin önemini anlatan atasözleri ‘Sarımsağı gelin etmişler de kırk gün kokusu çıkmamış’, ‘Sarımsağı soğanla gelin güvey etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış’. Yani, evlilik kadar ciddi bir kararı almadan önce insan karşısındaki kişiyi acele etmeksizin çok iyi tanımalı, çünkü bir insanın kötü tarafları ilk baştan belli olmaz: ‘At alırsan binip al, kız alırsan bilip al’. Evlenirken, evlenilecek kızın nasıl seçilmesi gerektiği de bu atasözlerinde gösterilmektedir: ‘Bekâr gözü kör gözü’, ‘Bekâr gözü ile kız alınmaz’, ‘Ergen gözü ile kız alma, 69 gece gözü ile bez alma’. Bunun gibi atasözleri, evlenecek erkeklerin eş seçimine çok dikkat etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır, çünkü bazen insanlar âşık iken sevdiği kişinin sadece iyi taraflarını farkederler, bazı eksi taraflarını ve kusurlarını ise hiç görmezler: ‘Alacak kız ay görünür, evleri saray’. Ayrıca bekâr insanlar ailenin kurulmasının ne kadar zor olduğunu, ne kadar büyük sorumlulukları yerine getirmeleri gerektirdiğini tam olarak anlamazlar; ‘Bekâra karı boşaması kolaydır’ ve onun varyantı olan ‘Ergene karı boşaması kolaydır’ atasözleri de bu durumu anlatmaktadırlar. Geleneksel Türk kültüründe, dine bağlı olan birçok kültürde de olduğu gibi insanların evlilikten önce başka biriyle ilişkilerinin (özellikle cinsel ilişkilerinin) olmaması gerekir. Atasözlerinde ve deyimlerde bu kuralın özellikle kızlar için vurgulanmış olduğu gözlemlenmektedir: kız oğlan kız – kızlığı bozulmamış kız; ‘Tarlayı düz al, kadını kız al’. Bu, Türk kültüründe namusun çok önemli olduğunu kanıtlamaktadır. Zihniye Okray, Türk atasözleri ve deyimlerinde kadın imgesini incelerken bu konuya değinmiştir ve araştırmasının sonucunu “Türk atasözü ve deyimlerinde namus ve bekârete yapılan vurgunun İslâmiyet öncesi Türk toplumlarından günümüze değin önemini yitirmediği ve bunun bir yaşam tarzı olduğu kanısına varılabilir.”4 şeklinde ifade etmiştir. Ayrıca eş adayında bekâret esas olduğunu söylemek mümkündür: ‘Ergene var ergene, kaygısız bir yorgana’; yani, başından evlilik geçmemiş biri ile yuva kurmak lazım. Ayrıca atasözlerinde dul kadının evlilik için kabul edilmediğini görmek mümkündür: ‘Eski pamuk bez olmaz, dul avrat kız olmaz’, ‘Eski pamuktan bez olmaz, kötü demirden kılıç olmaz’. Yani, her şey gibi ikinci evlilik de ilk tazeliğini koruyamaz. ‘Altın adı pul oldu, kız adı dul oldu’ atasözü, temiz tanınan kişiliğin lekelendiğini ifade etmek için kullanılır. Dul kadınlara sadece eş adayı olarak değil, genel olarak da olumsuz bakılır: ‘İnanma dul karının sözüne, ağlar ağlar gözüyle er dener’, ‘İnanma yaz gününün yağmuruna, yağar yağar arkasından gün doğar; inanma dul karının ağıdına, ağlar ağlar gözüyle er dener’. Tabii ki insan evleneceği kişiyi kendi ölçütlerine göre seçer fakat neredeyse tüm insanların ilk baktıkları şey dış güzelliktir. Kızın güzeliğinin göstergesinden biri uzun ve bakımlı saçlar: ‘Kızın uzun saçlısı, tarlanın ufak taslısı’, ‘Tarlanın taşlısı, kızın saçlısı, öküzün (ineğin) başlısı’. İnsanlar en güzel gençken oluyor: ‘Demir tavında dövülür, güzel çağında sevilir’. Ancak güzellik geçicidir: ‘Güzeli kız iken değil, beşik ardında görmeli’, ‘Güzeli kızken görme, beşik ardında gör’; yani, genç kadın doğum yaptıktan sonra güzelliğini korumayabilir. Ayrıca insanın kişiliği de eş seçiminde çok önemlidir: ‘Lambayı almadan camına bak, gelini almadan huyuna bak’, ‘Güzele kırk günde doyulur, iyi huya kırk yılda doyulmaz’. Türk atasözlerinden biri de şu tavsiyede bulunmaktadır: ‘Yüzü güzel olanı değil, huyu güzel olanı sev’. 4 Okray, a.g.m., s. 99. 70 İnsanın kişiliği hakkında ailesine bakarken bir fikir sahibi olmak mümkündür. Özellikle erkeğin, müstakbel eşinin eve ve aileye bağlı olmasına dikkat etmesi gerek, çünkü buna kuracağı ailenin düzeni bağlı: ‘Al kibar kızını, işlerin bulana bulana, al çitak kızını gezsin eylene eylene’. Türkçe atasözleri erkeklere böyle tavsiyeler vermektedir: ‘Anasına bak, kızını al, kenarına bak, bezini al’, ‘Kıyısını gör bezini al, anasını gör kızını al’. Yani, kızın annesine benzer olması açısından annesine bakılarak kızın nasıl olduğu daha iyi öğrenilebilir. Anne kaderinin çocuklarına da, özellikle kızlarına geçtiğine inanılır: ‘Ananın bahtı kızına’. Ancak her zaman öyle olmuyor; çünkü evlendikten sonra kızın mutluluğundan kocası sorumlu olur: ‘Ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar’, ‘Ana kızına taht kurmuş, baht kuramamış’. Kadınların da seçecekleri erkekler ile ilgili belirli görüşler vardır: ‘Erim er gibi olsun da yerim çalı gibi olsun’ ya da onun varyantları ‘Erim er gibi olsun da durağım kaya gibi olsun’, ‘Yiğidim yiğit olsun da yerim çalı gibi olsun’, ‘Yiğidim yiğit olsun da, kaya gibi evim olsun’. Yani, kadın için en önemli olan, evleneceği erkeğin aile sorumluluğunu üstüne alabilecek bir kişi olmasıdır. Evlenmek isteyen kızlar, eş adaylarını, huylarını evlenmeden önce iyi tanımalıdır: ‘Erkeğini öğren, sonra evlen’; bu durum için söylenebilecek diğer atasözü de ‘Beslemeyi eslemeden alma’ (evinde seninle beraber yaşayacak olan kişiyi ilk önce tanıman lazım). Türk kültüründe bir kişinin müstakbel eşinin ailesine çok dikkat edildiğini söylemek mümkündür. Bunun göstergelerinden biri de bu konuyla ilgili atasözlerinin oldukça büyük sayısıdır: ‘Alma soysuzun kızını, sürer anası izini’, ‘Alma şehir kızını, hamam der ağlar; alma köylü kızını, harman der ağlar’, ‘Asil ile taş taşı, bedasıl ile yeme aşı’, ‘Asili alması zor, saklaması kolaydır’, ‘Bez alırsan Musul’dan, kız alırsan asilden’, ‘Pekmezi küpten, kadını kökten al’, ‘Tatlıyı küpten almalı, kadınlığı kökten’. Sütü sümüğü pak – soyu temiz demek. Yani, insan kuracağı aileye titiz davranmalı, evleneceği kişinin temiz ve soylu olmasına dikkat etmelidir: ‘Deli kız deli gelin olur’. Çocukları evlenecek olan aileler kendilerini iyi tanımalı, çünkü çocukları evlendikten sonra akrabalar hep beraber aynı evde yaşamasalar da aynı aileyi oluşturacaklar ve iyi anlaşmaları gerekmektedir. Bu sebeple evlilikler birçoğu zaman birbirini tanıyan aileler, hatta akrabalar arasında gerçekleşir: içeriden evlenmek – evlenecek kimseyi kendi soyu veya kabilesinden seçmek; ‘Komşu kızı almak, kalaylı kaptan su içmek gibidir’; yani komşu kızıyla ya da başka iyi ve uzun zamandır tanıdığı kızla evlenen kişi, ailesini ve gidişini iyi bildiği için iyi bir ilişki kurabilecektir. Bu konuda tavsiye veren diğer atasözleri de ‘Arpayı taşlı yerden, kızı kardaşlı yerden’ ya da ‘Buğdayı taşlı yerden, kızı kardeşli yerden’ ve ‘Tarlayı taşlı yerden, kızı kardaşlı yerden’. Böylece, kardeşleri olan bir kız aile hayatını daha iyi bildiği ve ev işlerini yapmakta daha tecrübeli olduğundan dolayı, diğer çocukları olan aileden kız alan erkek, kendi ailesinin geçimini de bir nevi garantiye almış oluyor. 71 Eskiden bugüne kadar bir erkeğin kadınla evlenmesi için anne babasının, ailesinin rızasını alması gerek, çünkü gençlerin eş seçimlerinde aileleri baskın rol oynarlar. Hatta bazen anne baba, tamamen oğlu veya kızı yerine evlenecek kişinin kim olacağına dair karar veriyorlardı. Böylece, eş seçimi yalnız evlenecek kişini ilgilendiren bir durum değil, ailesinin müdahale ettiği bir mesele de olabilirdi. Sonuç olarak da eş seçimi, evlenecek kişinin sadece kendi tercihlerine değil, sosyal normlar, âdet ve töreye de dayanmakta olduğu söylenebilir. Araştırılmış atasözlerinden ancak bir tanesinin anne babaya, evladının eş seçimine müdahale etmeden seçtiği kişiyi kabul etmeyi tavsiye ettiği gözlemlendi: ‘Kızın kimi severse güveyin odur, oğlun kimi severse gelinin odur’. Ancak hem erkek hem kız çocuğunun eş seçiminde doğru kararı veremeyeceği düşünülmektedir. Dolayısıyla Türk atasözlerinin çoğunun, anne babayı kızının eş seçimine müdahale etmeye teşvik ettiği görülmektedir: ‘Kızı kendi havasına bırakırlarsa ya davulcuya kaçar ya zurnacıya’ ve onun varyantı ‘Kızı kendi havasına bırakırlarsa ya davulcuya varır ya zurnacıya’, ‘Kızı gönlünce (kendi haline) bırakırlarsa ya davulcuya varır ya zurnacıya’, ‘Kızı kendi keyfine koysalar çalgıcıya varır’. Yani, bu atasözlerine göre evlenme çağındaki kız çocuğunu gözetmek gerekir, yoksa tek başına yanlış karar verebilir. Çocuğun eşini seçme konusu ile ilgili tavsiye şeklinde olan birçok atasözüne rastlamaktayız. Onlardan biri ‘Çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu’ veya ‘Lafın azı uzu, çobana verme kızı; ya koyun güttürür, ya kuzu’; yani kızın ailesi kızı isteyen kimseyi ilk önce tanımalı, o kişiyi araştırıp tanıdıktan sonra da kızı verip vermeyeceğine dair karar vermelidir. ‘Babasının mezarını görmediğin adama kız verme’ atasözü, babalara kızlarını yaşça büyük erkeklere vermeyi tavsiye etmektedir. ‘Kendinden küçükten kız al, kendinden büyüğe kız ver’ atasözü de bir nasihat şeklindedir. Bu atasözünün iki anlamı var, yani bu duruma iki taraftan bakılabilir: 1) erkek, kendi maddî durumundan biraz aşağıda olan aileden kız alırsa hem aldığı kız kocası ve ailesiyle övülür hem de kızın ailesi onu iyi bir yere verdiği için mutlu olur; 2) sosyal normlara göre kadın erkeğin sözünü dinlemeli, saygı göstermeli ve kocasına bağlı olmalıdır. Bunu sağlamanın yöntemlerinden biri, erkeğin kendisinden alt sosyal sınıf mensubu olan bir kızla evlenmesidir. Eş seçimi konusuyla ilgili Türkçe atasözlerinde, Türk milletinin sosyal eşitlik çerçevesinde gerçekleşen evlilikleri desteklediği görülebilir: ‘Baz bazla, kaz kazla, kel tavuk topal horozla’, ‘Davul dengi dengine çalar’, ‘Halayıktan kadın olmaz, gül ağacından odun’, ‘Halayıktan hatun aldım, başıma dert satın aldım’, ‘Gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz’. Bu atasözlerine göre, herkes kendine uygun, uyumlu bir kişiyi bulmalı, çünkü uyumsuzluklar çeşitli sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Dengi dengine deyimi de insanın uyum sağlayabilecek biri ile 72 olması gerektiğini belirtmektedir. Çocukları evlenecek aileler kendilerine göre aday bulmaya çalışır, çocuklarının iyi bir insanın yanında olmalarını isterler: ‘Yiğit kızını yiğide vermek ister’; böylece, yiğit bir erkeğe kızını veren kişinin gözü arkada kalmaz. Maddî veya sosyal durumları eşit olmayan kişiler arasındaki evliliğin sonucu olarak ortaya çıkabilen bir durum iç güveyliktir. Eğer yeni evlenen çift ayrı eve çıkmayacaksa, genellikle erkeğin babasının evine yerleşme usulü (patrilokal) hakimdir5. Genellikle evlenen erkek ailesinin evinde kalır, evlenen kız ise gelin olarak kocasının evine gelir. Ancak Türk kültüründe nadiren görünse de bazen erkek, kız babasının evine yerleşir. İç güveyi girmek, evlenecek erkek karısının ailesi ile birlikte oturmak anlamına gelen bir deyimdir. Bu durum Türk kültüründe çok rastlanan bir durum olmadığı için iç güveylik toplumca hoş karşılanmaz. İç güveylik ile ilgili deyimler ve atasözleri de bunu belirtmektedir: ‘İç güveysi iç ağrısı’. Bu duruma kız ailesi açısından bakılırsa hoş değildir, çünkü iç güveysi misafir gibi karşılanır, evdekiler onu sürekli ağırlamaya çalışırlar; bundan dolayı da rahatsız olurlar. Kızın evine iç güvey olarak giren erkek de kendini o evde konforlu hissetmez. İç güveyin hali pek iyi olmadığından, ‘idare eder’ anlamını taşıyan iç güveysinden hallice deyiminin ortaya çıkması oldukça ilginçtir. Olumsuz olarak değerlendiren diğer durum, genç kişinin evli kişiye ilgi duyması: ‘Gönül verme evliye, eve gider unutur’. Bu atasözü, evli birisinin zaten bir ailesi, aile sorumluluğu olduğu için böyle kişiyle aile kurulmaması gerektiği belirtmektedir. B. EVLİLİK İÇİN UYGUN YAŞ Atasözlerinde, insanın içinde bulunabildiği neredeyse bütün durumlar için bir tavsiye, akıl, hikmet, nasihat bulunabilir. Tabii olarak, eş seçimi ve ailenin kurulması gibi insan hayatındaki önemli adımlarla ilgili atasözleri de vardır. Her şeyin altın çağı var, yani bir işin yapılması için en uygun vakit. Türkçe atasözlerinde evlenecek kızların en iyi çağı hakkında şöyle söylenir: ‘At beslenirken, kız istenirken’; yani bir at, beslendiği ve bakındığı zaman sahibi için nasıl yararlı oluyorsa, kız da genç ve güzel olduğu zaman evlendirilmelidir. Aynı fikri yansıtan diğer atasözleri ‘Demir tavında, dilber çağında’ ve onun diğer varyantı ‘Demir tavında dövülür, güzel çağında sevilir’. Yani, genç kız güzel iken sevilmeli, evlendirilmeli; bir iş de en elverişli ortamda ve zamanda yapılmalı. Her insan, özellikle benzerlerinden farklı ve çekici olan kimse, evlilik de dahil olmak üzere kendisi için mutlaka iyi bir kısmet bulur: ‘Deli kız evde kalmaz, delikli boncuk yerde kalmaz’, ‘Delikli 5 Nevin Güngör, “Türk Atasözleri ve Deyimlerinde Aile ve Akrabalık Anlayışı”, http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DILI/14.php (17.02.2017). 73 boncuk taş yerde durmaz, deli kız evde kalmaz’, ‘Delikli boncuk yerde durmaz, kız kısmı evde kalmaz’. Türk kültüründe 20. yüzyılın başlarına kadar yer aldığını bildiğimiz çocukların 17 yaşına girmeden önce bile evlendirilmeleri, kısmen yukarıda belirtilmiş görüşlerden de kaynaklanabilir. Bununla ilgili radikal olarak değerlendirilebilen bir atasözü de vardır: ‘On beşinde kız, ya erde gerek ya yerde’. İsmail Parlatır’ın Atasözleri Sözlüğü’nde bu atasözünün açıklaması şu şekildedir: “Anadolu’da kız çocuğunun erken evlendirilmesi yaygın bir gelenektir. Buna göre kız, on beş yaşına geldi mi evlendirilmeli. Yoksa anneyi, babayı güç durumda bırakacak çok üzücü durumlara düşebilir. Ya erkeklerin gözü onda olur kaçırılır ya da kendi başına buyruk hareket ederek yanlış bir karar verir, birine kaçıverir. Böyle olacağına kızın ölmesi daha iyidir.”6 Bu atasözü, kadın uygun yaşta evlenmezse hayatta yalnız kalabilir, adı kötüye çıkabilir anlamını taşımaktadır. Evde kalmak deyimi; kızın, yaşı ilerlediği halde evlenmemiş olmasını belirtmek için kullanılmaktadır. Aynı zamanda Türk atasözlerinde, erken evliliklerin mutluluğu getirmeyeceğine dair görüşlere de rastlamaktayız: ‘İven kız ere varmaz, varsa da baht bulmaz’ ve diğer varyantı ‘İven kız ere varmaz, varsa dahi baht bulmaz’. Yani, evlenmeye acele eden ve dolayısıyla eşini iyi seçemeyen kız böyle evlilikte mutlu olamaz diye uyarıyor bu atasözleri. Sosyal normlara göre erkek kendi ailesini kurduğu zaman, yani evlendiği zaman tamamen bağımsız ve güçlü olur. Evlenmemiş erkek ise ne yaşta olursa olsun çoğu zaman ailesine bağlı olduğu için maddî olarak ve sosyal durum açısından özgür sayılmaz: ‘Bekâr oğlan kızdan sayılır’. Dolayısıyla zamanında evlenmemiş erkekler hakkında toplumda olumsuz düşünceler oluşmuştur. Türkiye Türkçesi atasözlerinden ancak bir tanesi bekârlığın iyi olduğunu ifade etmektedir: ‘Bekârlık sultanlık’. Diğer atasözleri ise bekârlığın hoş bir durum olmadığını anlatmaktadır: ‘Bekârlık maskaralık’, ‘Bekârlık rezilliktir’, ‘Bekârın parasını it yer, yakasını bit’. Böylece, bu konuyla ilgili atasözlerinin çoğu genç erkeklere evli insanın hayatının bekârınkinden kat kat daha iyi olduğunu anlatmakta – ‘Varsa eşin rahattır başın, yoksa eşin zordur işin’ atasözlerinde olduğu gibi – ve onları uygun yaşta evlenmeye teşvik etmektedir: ‘Er kalkanla er evlenen aldanmaz’; ‘Erken evlenen döl alır, er çıkan yol alır’ ve onun varyantları ‘Erken evlenen döl alır, er kalkan yol alır’, ‘Erken evlenen döl, erken kalkan yol alır’, ‘Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır’, ‘Erken çıkan yol alır, er evlenen döl alır’; ‘Er yanan, kül; er evlenen, döl bırakır’; ‘Erken evlenen yanılmamış’; ‘Sabahtan karnını doyuran, küçükken evlenen aldanmamış’. Yukarıda belirtilmiş atasözleri bunu anlatmaya çalışır: evlilik sağlıklı bir çağda 6 İsmail Parlatır, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü – 1 Atasözleri, Yargı Yayınevi, Ankara, 2000, s. 447. 74 gerçekleşmeli ki evli insanlar hem aileyi en iyi şekilde kurup evliliği güzelce yaşasınlar hem zamanında anne baba olsunlar. Aynı zamanda evlenecek kişinin maddî durumunun, aileyi geçindirebilmek için iyi olması gerekir: ‘Derdin yoksa söylen, borcun yoksa evlen’; yani borcu olmayan kişi bile evlenirken birçok eşya almak zorunda kalır, dolayısıyla borç altına girer. Evlenmenin, aile kurmanın zor olduğunu ‘Evlenmesi bir alaca kuş, geçinmesi bora ile kış’ atasözü de anlatmaktadır. Evlenecek kişilerin az çok malı mülkü olmalı ki bir ev açabilsinler: ‘İki çıplak bir hamamda yakışır’. Aynı zamanda diğer atasözlerine göre evlenecek insanlar maddî durumlarını fazla düşünmemeli. Evlenen çifte aileleri, akrabaları ve arkadaşları, Allah bile yardım eder: ‘Evlenenle ev alana Allah yardım eder’ ve onun varyantı ‘Ev alanla evlenene Allah yardım eder’; ‘Evlenenle ev yaptıranın Allah yardımcısıdır’; ‘Ver yiğidi yiğide, Mevlâ rızkını yetire’. C. EVLİLİK ÂDETLERİ İlkel topluluklarda evlilik âdetinin ilk unsurları doğmaya başladığı zamandan beri evlilik; din ve âdetten gelen töre ve gelenekler eşliğinde gerçekleşmektedir. Tabii, bu araştırmanın konusu gelenekler değildir. Fakat Türklerin aile anlayışının daha iyi anlaşımasına yardımcı olan evlilikle ilgili atasözleri ve deyimlerde, evlilik töre ve geleneklerinin öğelerine rastlamaktayız, ve bu unsurlar deyişlerin ulusal özelliği taşıması açısından ilgi çekicidir. Düğün hazırlıkları, kız çocuğu henüz bebek iken başlar: “Anadolu insanının geleneğinde daha kız çocuk beşikte veya kundakta iken çeyiz düzmeye başlamak vardır”7. Bu geleneği anlatan atasözleri de bunlardır: ‘Kız beşikte, çeyiz sandıkta’ ve onun varyantları ‘Kız kucakta, çeyiz bucakta’, ‘Kız kundakta, çeyiz sandıkta’. Eskiden Türklerde ve bazı Slav halklarında da aileler, çocuklarının küçüklüğünden beri onları gelecekte birbiriyle evlendireceklerine dair anlaşma yapma geleneği vardı. Türkçe deyimler hazinesinde bu gelenek ile ilgili beşik kertme nişanlı diye bir deyim bulunmaktadır. Bu deyim, anne babaların kız ve erkek çocuklarının henüz beşikte iken onlara nişan koyması âdetini anlatmakta ve böyle bir geleneğin Türk kültüründe yer aldığını göstermektedir. Türk geleneklerine göre evliliğin aşamaları şunlardır: kız görme, kız isteme, söz, nişan, kına gecesi, nikâh. Kız bakmaya ve istemeye giden erkek yanında dünürlerini de alır. Genellikle dünür olarak erkeğin ailesindeki erkek seçilir. Bu gelenek ile ilgili birkaç deyim vardır: dünür düşmek veya dünür gitmek – bir kızı evlenmek üzere başkası için istemek; dünür gezmek – kız bakmaya gitmek, evlenecek erkek için kız aramaya çıkmak. ‘Ne kızı verir ne dünürü küstürür’ 7 Parlatır, a.g.e., s. 392. 75 atasözü, birinci anlamda kızın babasının kızı vermek istemeyince dünürler için iyi bir bahane bulduğu anlamında; mecazî anlamda ise bir kişinin başkasının isteğini yerine getirmediği zaman onu küstürmediği, atlatmayı incelikle becerdiği anlamında kullanılmaktadır. Nişan, Türk düğün geleneklerinin bir öğesidir. Nişan, evlenmeyi düşünen gençler arasında bir nevi anlaşma anlamını taşmaktadır. Nişanın yapılması, evlenmek isteyen kişilerin ve ailelerinin birbirlerini yakından tanıma imkânını sağlamaktadır. Böylece, nişanlılar belli bir süre boyunca birbirlerini alışkanlıklar, karakter açısından tanımaya çalışırlar. Gençler birbiriyle geçinebilecekleri, evlenirlerse evliliği yürütebilecekleri konusunda belli bir karara varırlar. Mutluluk, karşılıklı güven ve huzur içinde hayatlarını sürdürebileceklerine inandıkları takdirde nikâh kıymaya karar verir ve gerekli düğün hazırlıklarına başlarlar. Türkiye’nin bazı bölgelerinde nişan töreni esnasında dinî nikâh kıyılması da söz konusudur. Bu şekilde nişanlıların birbirini daha iyi tanımaları için rahat bir şekilde görüşebilmelerine engel ortadan kalkmaktadır. İslam hukuku açısından aralarında dinî nikâh kıyılan kişiler, “karı koca olmaktadırlar; fakat resmî nikâhları daha sonraya bırakıldığından, evlilik muamelesi resmen gerçekleşmemektedir”8. Yani, nişan bir nevi evlilik vaadidir. Evlenecek kişilerin nişanlı oldukları da bir yüzükle belli edilir. Nişan ile ilgili birkaç deyim vardır: başını bağlamak – gençleri nişanlamak veya evlendirmek; helalliğe almak – bir kadını nikâhına almak; nişanı atmak / bozmak – nişandan vazgeçmek; nişan koymak / takmak – evlilik için ilk adımı atarak nişan yüzükleri takmak; nişan yapmak – nişan törenini düzenlemek, söz kesmek – kız ve erkek taraflarının evlilik için anlaşmak. Geleneksel Türk kültüründe kız ‘alınan’, erkek ise ‘alan’ pozisyonundadır. Türkçede bununla ilgili kız almak – bir ailenin kızını gelin olarak almak, kız istemek – bir kızı eş olarak anne ve babasından istemek, kız kaçırmak – bir kızı kendisinin veya ailesinin rızası olmadan zorla alıp götürmek, kız vermek – kızını başka bir aileye gelin etmek, kocaya vermek – kızını evlendirmek gibi deyimler bulunmaktadır. Kına gecesi; “evlenecek olan genç kızlara, düğünden veya nikahtan bir gün önce yapılan bir törendir. Kına gecesi, gelinin anne baba evinde geçireceği son gece olduğu için çok duygusal geçer.”9 Bu gece eğlence amaçlı düzenlediği halde hüzünlü bir atmosferi var, çünkü kız anne babasından ayrılıp kocasının evine gidecek. Bu sebeple gelinin, bu hüznü belirtmek için ağlaması gerekiyor. Bu gelenek ile ilgili ‘Ağlamayan gelinin gözüne soğan sürerler’ atasözü ortaya çıkmıştır. 8Mehmed Paksu, Dinî Açıdan Nişan ve Nikâh, http://www.moraldunyasi.com/1588-6-0- dini_acidan_nisan_ve_nikh.html, (19.02.2017). 9Kına Gecesi Gelenekleri, http://www.evliligim.com/SOZ-N%C4%B0SAN-KINA-GECES%C4%B0/kina- gecesii.html, (19.02.2017). 76 Türk düğünlerinde tahıl ile para serpme geleneği vardır. “Anadolu’da ve Rumeli’de, gelin alınırken, oğlan evine girerken, başının üzerinden buğday ve darı ile karışık madenî küçük paralar serpilir. Herkes bunu kapmaya çalışır; çünkü bu paraların uğurlu olduğuna inanılır.”10 Darısı başına deyimi de bu geleneği anlatmaktadır. Aile kurulması ile ilgili atasözleri arasında aynı anlamı taşıyan ‘Gelini ata bindirmişler, “ya nasip” demiş’ ve onun varyantları ‘Gelin ata binmiş, “Ya nasip!” demiş’, ‘Gelin ata binmiş, “Ya nasip, kim bilir kime münasip.” demiş’; ‘Gelin atta buyruk Hak’ta’ atasözleri vardır. Bu deyişlerde bir Türk geleneğini görmek mümkündür: gelin, baba evinden çıkıp kocasının evine giderken ata (veya çağdaş zamanda arabaya) bindirilir. Ancak bu kadın erkeğin evine ulaşıncaya kadar her şeyin bitmiş sayılması doğru değildir. Yolda kız kaçırma, olumsuz bir olay (kaza, hatta ölüm) gerçekleşecek olan evliliğe engel oluşturabilir. Bu nedenle gelinin müstakbel kocasının evine ulaşıncaya kadar iş bitmiş sayılmaz. Belirtilen atasözleri hem birinci hem mecazî anlamda kullanılır. Yani, gerçek anlamının yanı sıra (gelin erkeğin evine kadar ulaşana dek bu evliliğe kesin gözüyle bakılmamalı) mecazî anlamı da vardır: başlayan bir iş son noktaya varıncaya kadar bitmiş sayılmamalıdır. Nikâh kıyılması ise evliliğin gerçekleştiğini simgeleyen eskiden günümüze gelmiş bir töredir. Nikâh sırasında gelin ile damat birbirine yüzük takarlar ve bundan sonra evli sayılırlar: “İki şahit huzurunda icap ve kabul esaslarına uyularak kıyılan bir nikâh, tarafları birbirine helal kılar”11. Nikâh, evlenecek kişileri birbirine bağlayacak bir sevgi bağıdır, dolayısıyla bu insanların birbirini sevmelerini ve yeni kurdukları aileye sadık kalmalarını sağlamaktadır. ‘Nikâhta keramet vardır’ atasözü de evliliğin ayrılmaz bir öğesi olan nikâhın önemini vurgulamakta ve nikâh kıymaya teşvik etmektedir. Nikâh sözcüğünü içeren ve bu âdet ile ilgili olan mastar yapılı deyimler de vardır: nikâh düşmek – iki kişinin evlenmesine kanunî veya örf bakımından bir engel bulunmamak; nikâh kıymak – nikâh memurunun önünde evlenmek; nikâh tazelemek – 1) Boşandığı kişiyle tekrar evlenmek, 2) Nikâh duası yapmak. Düğünlerde günümüzde de gördüğümüz nikâh sırasında gerçekleşen geleneklerden biri, erkeğin annesinin, yani evlenen kızın kayın validesinin gelinine takı takmasıdır. Türkçede bu gelenekle ilgili bir deyim de bulunmaktadır: gelin yazmak – gelinin yüzünü değişik süs eşyalarıyla bezemek. D. AİLENİN KURULMASI – EVLİLİK Atasözünde de ifade edildiği gibi ‘Bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır’. O yüzden evlenecek kişinin kendisine en uygun olan kişiyi seçmek gerekir. Çünkü mutlu evliliğin sırlarından biri, 10 Mehmet Eröz – Ali Güler, Türk Ailesi, AYK Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara, 1998, s. 25. 11 Paksu, a.g.m., http://www.moraldunyasi.com/1588-6-0-dini_acidan_nisan_ve_nikh.html, (03.03.2017). 77 tüm hayatını geçirebileceğin bir kişiyi seçip onunla beraber iyi ve kötü günlerde olmak, ona sadık kalmaktır. Aksi takdirde kurulan evlilik ya uzun sürmez ya da evlenen çift mutlu olmaz: ‘Yerine düşmeyen gelin yerine yerine, boyuna düşmeyen esvap sürüne sürüne eskir’ ve onun varyantı ‘Yerine düşmeyen gelin üzüle üzüle, boyuna düşmeyen esvap sürüne sürüne eskir’. Bu atasözüne göre, talihsiz bir evlilik yapan kız üzüle üzüle kendini harap eder (tabii ki bu sadece kadınlar için değil, erkekler için de geçerlidir). Bu sebeple halk inançları ve atasözleri de eş seçiminin ve evliliğin uygun yaşta yapılmasının bu kadar önemli olduğunu vurgulamaktadırlar. Gelin ve damat, aileyi kuracak olan kişilerdir. Bu “unvan”ları içeren ve evlilikle ilgili olan deyimleri de belirtmek gerekir: damat girmek – bir aileye güvey olarak katılmak; gelin almak – 1) oğluna kız bulmak, oğlunu evlendirmek, 2) gelini baba evinden güvey evine götürmek; gelin getirmek – bir aileye gelin almak. Koca kelimesini içermesine rağmen kocayı tasvir etmeyen, ancak evlenme süreci ile ilgili olan bazı deyimler de vardır: koca bulmak, kocaya gitmek ve kocaya varmak – evlenmek (kadın için); kocaya kaçmak – kız ailesinin izni olmadan ve haberi de olmadan bir erkekle kaçmak. Evlenmiş, ev açmış insana evli barklı derler. Tek eşlilik, Türk kültüründeki evlilik algısının esas özelliğidir. “Geleneksel Türk düşüncesi ve bu doğrultuda Türk atasözleri tek eşliliği vurgular. Türk kültüründe çok eşliliğe iltifat edilmemiştir.”12 Bu hususiyetin bunun gibi atasözlerinde vurgulanmış olduğu gözlemlenktedir: ‘Bir evde düzen olunca o evde düzen olmaz’, ‘İki kadın olan evde düzen olmaz’, ‘Kadının biri alâ, ikisi belâdır’, ‘Bir evde iki horoz olunca sabah güç olur’. Sadece bir atasözünde ikinci karının daha iyi olduğu belirtilmektedir: ‘İlk avrat çarık, sonraki sarık’. Bölüm sonucu. Türkiye Türkçesinde ailenin kurulması, yani evlilik, düğün gelenekleri ve ondan önce gelen eş seçimi ile ilgili birçok deyim ve atasözü bulunmaktadır. Bu konu altında toplanmak üzere toplam 140 deyim ve atasözü seçilmiştir: 36 deyim ve 104 atasözü (bazı atasözlerinin varyantları ile birlikte). Bu konu ile ilgili deyişlerin sayısının bu kadar yüksek olması, gerek atasözleri gerek deyimlerde ailenin kurulmasının oldukça önemli bir konu olarak işlendiğinin göstergesidir. Bu bölümde incelenmiş atasözlerinin çoğu eş seçimi ile ilgili olup, tavsiye şeklindedir. Atasözlerin birçoğu aile kurmak isteyene, tavsiye şeklinde eş olarak seçeceği kişinin, aile hayatının gerektirdiği görevleri yerine getirebilecek niteliklere sahip olması açısından değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Türkiye Türkçesi atasözleri, evliliği önemli bir hayat aşaması, ailenin kuruluş anı olarak görmekle beraber evlilik yapılmasının gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Bir atasözü bekârlığın evlilikten daha iyi olduğunu beyan etse de çoğu evliliğin, insanın geleceği için önemli ve gerekli olduğunu belirtmektedir. Evlilik 12 Esra Akbalık, “Türk Atasözlerinde Cinsiyet Algısı”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 36, Nisan 2013, s. 85. 78 kararında dikkatli davranılarak, müstakbel eş adayının iyi bir aileden alınmasının, evlenmeden önce iyice tanınmasının öneminin altı çizilmektedir. Evliliğin, toplumdaki pozisyonları ve maddî durumları aynı olan kişiler arasında yapılması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Evlilik ve düğün gibi konuları ile ilgili deyimlerin çoğu ise mastar yapısında ve düğün âdetleri, nişan ile nikâh gibi evlilik aşamalarını dile getirmek amaçlı kurulmuştur. II. AİLE ÜYELERİNİ ANLATAN ATASÖZLERİ VE DEYİMLER Aile düzeni, yüzyıllar önce kurulmuş olup uzun seneler boyunca şimdiki şeklini almak üzere değiştirilip belirlenmekteydi. Bu değişme ve gelişme süreçleri sonucunda aileyi kuran kadın ve erkeğin birçok rolü ve yükümlüğü oluşturulmuştur. Kültürün asırlarca süren gelişmesi sırasında aile, aile fertlerinin ve akrabalar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiği konusunda görüşler de ortaya çıkmıştır. Bütün bu telakkiler ve görüşler, aile imajı ile ilgili önyargılar ve anlayışlar, aile ve akrabalık ile alakalı ahlakî normlar ve pratik tavsiyeler; atasözleri ve deyimlerde varlığını sürdürmüş olup günümüze kadar gelmişlerdir. Bu alt bölüm, aile üyelerini tanımlamak ve betimlemek için kullanılan atasözleri ve deyimler üzerine kurulmuştur. İncelenecek konular şunlardır: aile kurucuları olan koca ile karıyı betimleyen atasözleri ve deyimler; anne olarak kadını ve baba olarak erkeği tanımlayan deyişler; aile üyeleri olarak çocukları konu alan atasözleri ve deyimler. A. KARI İLE KOCA Evlilik; bir kadın ve bir erkeğin gönüllü olarak birbirine sadık olmaya, birbirine bakarak beraber yaşamaya, ileride çocuk doğurmaya ve onu eğitip büyütmeye karar verdikleri zaman medeni kanunca onaylanan ve bu kanuna göre gerçekleştirilen, tüm yasal ve ahlakî normlara göre oluşan bir birliktir. Evlilik birliği oluşturulduğu zaman yeni aile de kurulmuş olur. Bu aileyi oluşturan kadın ve erkek artık karı ve kocadır. Bu yeni unvanlar, kadın ve erkeğin daha önce üstlenmedikleri görevler ve sorumlulukların ortaya çıkıp kendilerine yüklenmesini gerektirir; ve karşı taraf da bu görevleri ve sorumlulukları yerine getirilmesini bekler. Bu alt bölümde karı ve koca ile ilgili atasözlerin araştırılarak bulunması ve sınıflandırılması; karı ile kocanın oluşturduğu evlilik birliğinin Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde nasıl gösterildiği, karı ve koca imgelerinin nasıl tasvir edildiğinin incelenmesi amaçlanmıştır. 79 1. Evlilik Birliği Kadın ile erkek tarafından yeni kurulan aileye evlilik birliği denir. Türkiye Türkçesinin atasözleri ve deyimler hazinesi, evlilik birliğini ve onu oluşturan karı ve kocayı gayet açık ve ilginç bir şekilde tasvir etmektedir. Evlilik, gönüllü olarak hayatlarını ve kaderlerini bağlamaya karar veren iki kişinin birliğidir. ‘Bir adamın karısı o adamın yarısıdır’ atasözü, evlenmiş kadın ve erkeğin bir bütün olduğunu belirtmektedir. Her müslüman erkeğin bir eşi olması gerektiğini de, ‘Bir müslümana bir karı lazım’ atasözü anlatmaktadır. Evlilik birliğini oluşturan kişiler genellikle karakter, zevkler açısından birbirine benzerler ve uyumlular. Ancak bazen huyuna uyumlu kişiyi bulmak zor olur: ‘Boyuma göre boy buldum, huyuma göre huy bulamadım’ ve onun varyantı ‘Boyumca boy buldum, huyumca huy bulamadım’. ‘At ile avrat yiğidin bahtına’ atasözüne göre kişinin sahip olduğu at ve evlendiği kadın erkeğin talihine kalır. Ayağının pabucunu başına giymek deyimi de dengi olmayan kişiyle evlenmek anlamına gelir. Genç kadın ile erkeğin, kendi ailesini kurmadan önce belirli rolleri var: kadın ailesi içinde kız, kardeş ve / veya abla; erkek ise oğul, kardeş ve / veya abi rolleri üstlenmektedir. Ancak evlilik birliği oluşturulduktan sonra bu kişilerin yeni rolleri ortaya çıkar: kadın için karı ve anne, erkek için ise koca ve baba rolleridir. 2. Karı Bir erkeğin evlendiği, eş olarak aldığı kadına karı denir. Bir kadınla evlenen erkek, bu kadının iyi bir eş, iyi ev hanımı ve gelecekte doğacak çocuklarına iyi anne olmasını bekler. Karılık etmek deyimi, kadının kocasına karşı görevlerini yerine getirmek anlamını taşımaktadır. Ancak sadece bir kadınla evlenen erkek değil, bütün toplum evli kadına birçok rol yükler: “Türk atasözlerinde evli kadın, çok sayıda sorumluluğu üstlenen, çok sayıda iyi niteliği taşıması gereken, ama güven ve takdir konusunda kendisine çok da cömert davranılmayan kadındır.”13 Aile içi eğitiminden başlayarak, okul, sosyal çevre, kitaplar, dergiler ve filmler, reklamlar ve medya araçları kadının nasıl olması gerektiğini, aile içinde nasıl davranması gerektiğini göstermekte ve toplumun gerektirdiği şekilde davranmasını beklemektedir. “Kadın erken, kendinden yaşça ve sosyal konum olarak daha üstün biriyle evlenmeli, anne, eş ve ev kadını rollerini toplumsal beklentilere uygun yerine getirmelidir. Kadının ev işlerinde; hamarat, becerikli, temiz ve tutumlu olması beklenmektedir.”14 En çok beklenti, bir iş yerinde çalışmayan, ev işlerine bakan kadınlara düşer. Evde duran ve sadece ev işleriyle uğraşan kadına, ev kadını 13 Hatice Şahin, “Türk Atasözlerinde Kadın”, Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 29, s. 161. 14 Aysel Günindi Ersöz, “Türk Atasözleri ve Deyimlerinde Kadına Yönelik Toplumsal Cinsiyet Rolleri”, Gazi Türkiyat, S. 6, Ankara, 2010, s. 168. 80 veya ev hanımı denir. Türk toplumunda gayet sık sık kullanılan hanım hanımcık ve kadın kadıncık deyimleri de, kadına yüklenen rolleri ve ondan doğan yükümlülüklerini yerine getiren ve bunu severek ve özenle yapan ev hanımları için söylenir. Bütün ev işleriyle ilgili yükümlülükleri yerine getirebilen ve kocasını da yönetmeyi bilen kadınlar için kadın olmak deyimi kullanılır. Hazır evin has kadını deyimi ise, daha önce kurulmuş bir düzenin üzerine kurulup herhangi bir şey katmayan kadın için kullanılır. Türk kültüründeki inanışa göre bir erkeğin atı ve evlendiği kadın eve uğur getirir: ‘Atta, avratta uğur vardır’. Kadının ailedeki rolü çok büyüktür. İlk baştan, kadın erkeğinin en önemli destekçisidir; karı kocasına güç ve ilham verir, dolayısıyla kendisiyle evlenen kadın erkeğin moralini ve hatta toplumdaki durumunu etkiler: ‘Kadın kocasını isterse vezir, isterse rezil eder’, ‘Kocasını vezir eden de rezil eden de karısıdır’. Kadının erkeğine karşı davranışları farklı olabilir: ‘Kadın var cana bakar, kadın var can yakar’, ‘Kadın var kardan soğuk, kadın var kordan sıcak’. Gördüğümüz gibi, yukarıdaki atasözlerinde kadın gücünün hem olumlu hem olumsuz tarafları tasvir edilmektedir. Bir atasözünün ise tamamen olumsuz tonu vardır: ‘Erkeğin şeytanı kadın’ ve onun varyantları ‘Erkeğin şeytanı karı’, ‘Kadın erkeğin şeytanıdır’; bu atasözlerine göre kadınlar erkekleri doğru yoldan çıkarırlar. Evli kadın, sadece kocasının karısı değildir, aynı zamanda da aile ocağının koruyucusudur. Esra Akbalık “Türk Atasözlerinde Cinsiyet Algısı” adlı makalesinde, “Türk atasözlerinde aile ve eş algısının büyük ölçüde ‘kadın’ üzerinden tanımlandığı ve aile kurumunun kadınla temsil edildiği görülür. Yuvayı kurma ve inşa etme eyleminin geleneksel ve toplumsal bilinçte kadına atfedilmesinin izlerini atasözlerinden okumak mümkündür.”15 diye araştırmasının sonucunu belirtmektedir. Kadın, karı evin ayrılmaz bir parçasıdır; ‘Evi ev eden kadındır’, ‘Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlet’, ‘Kadınsız ev olmaz’, ‘Ocağın yakışığı odun, evin yakışığı kadın’, ‘Parasız kasa, karısız haneye benzer’ gibi atasözleri bunu gösteren birer güzel örneklerdir. Türklerin yüzyıllar önce göçebe hayat tarzı vardı, dolayısıyla ev huzuru Türk kültüründe son derece önemlidir. Evdeki huzur, rahatlık ve sıcak aile atmosferi ise tamamen kadına bağlıdır: ‘Dişi kuş yapar yuvayı, içini, dışını sıvayı sıvayı’, ‘Erkek kuş gezer havaî havaî, dişi kuş yapar yuvayı’, ‘Yuvayı dişi kuş yapar’ ve diğer varyantı ‘Yuvayı yapan dişi kuştur’, ‘Kadın erkeğin eşi, evin güneşidir’. Bütün bu atasözler, ailenin geçim düzenini ve mutluluk içinde yaşamasını kadının sağladığını, kadının ev içindeki rolünün ne kadar büyük olduğunu tespit etmektedir. ‘Avradın yıkamadığı ev, bin yıl dikili kalır’ atasözü, kadının evinde kurduğu düzenin ne kadar güçlü ve kalıcı olduğunu anlatır. Bununla ilgili diğer, çelişkili semantiği olan atasözleri de vardır: ‘Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar’, ‘Avrat düzdüğü evi Tanrı yıkmaz, avrat bozduğu 15 Akbalık, a.g.m., s. 83. 81 evi Tanrı yapmaz’, ‘Kadının düzdüğü evi Tanrı yıkmaz, kadının bozduğu evi Tanrı yapmaz’, ‘Kadın var ev yapar, kadın var ev yıkar’, ‘Kadın var kara toprak eder, kadın var yeşil yaprak eder’. Ancak bir kadının evdeki yükümlükleri o kadar fazla ki bir atasözünde bu şekilde söylenir: ‘Her kadın evinin hem hanımı hem halayığıdır’. Ayrıca bir kadın ev işlerini de yapmayı bilmeli, kocasına ve çocuklarına iyi bakmalıdır. Bununla ilgili ‘Erken süpür el görsün, akşam süpür er görsün’, ‘İyi adamın karısı, kurna başında belli olur’, ‘İyi kadının kocası cüppesinden bellidir’, ‘İyi kadının kocası kaftanından belli olur’, ‘Kadın eli kaşık sapında kabarır’, ‘Kadının temizi sütünden, yoğurdundan belli olur’ gibi atasözleri örnek olarak verilebilir. Türkçede iyi ve kötü ev hanımının karşılaştırılmasını içeren atasözleri de bulunmaktadır: ‘Avrat var, arpa unundan aş yapar; avrat var, buğday unundan keş yapar’, ‘Kadın var arpa ununu aş eder; kadın var buğday ununu keş eder’, ‘Kadın var, arpa ununu aş eder, kadın var buğday ununu taş eder’, ‘Eti ciğer eden de avrat, ciğeri et eden de’. Yani işi bilen, becerikli kadın ucuz malzemelerden de güzel şeyler yapar, oysa beceriksiz ve bilgisiz kadın en iyi nesneleri kullansa bile güzel bir şey yapamaz. Bunun için kadının yeteneği ve becerisi olmalı: ‘Her kadının pişirdiği yenmez, diktiği giyilmez’. Kadın ev işleriyle uğraşmalı, ev düzenine bakmalıdır. Ancak kadın güzel ise, bu görevlerini unutup daha çok eğlenceye bakabilir: ‘Çirkin karı evin toplar, güzel karı düğün gezer’ atasözü, kadının güzel olmasının kocası ve ailesi için olumsuz olabildiğini belirtmektedir. Ev işlerini yapmayı bilmeyen veya yapmak istemeyen, ailesine huzur getiremeyen kadın, aile içindeki sorumluluğunu yerine getirmediği için kocasına ve ailesine iyilik getirmez: ‘Kör bıçak ele, iş bilmeyen avrat dile’ atasözü ve onun diğer varyantı ‘Kesmez bıçak yavuz, iş bilmeyen avrat yavuz’; böylece kör bıçağın nasıl işe yaramazken insanın elini kesebilirse, elinden iş gelmeyen kadının da çok konuşmaktan başka bir iş yapmayacağı dile getirilmektedir. Bir atasözü de hayırsız karı ile ne yapılması gerektiği konusunda şöyle bir öğüt vermektedir: ‘Yaman komşu, yaman avrat, yaman at; birinden göç, birin boşa, birin sat’; yani insanın komşusu kötü ise başka bir yere göçmesi, karısı geçimsiz ise ondan ayrılması, atı azgın ise onu satması gerektiğini belirtmektedir. ’İyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez’ atasözü, aile içi şiddetin bile yer alabildiğini gösterir; ancak kadın, kocasına karşı olan yükümlükleri yerine getirdiği takdirde öyle bir durum söz konusu olmadığı dile getirilmektedir. Böylece, kadının atasözlerinde tasvir edilen en önemli rolleri; kocası için iyi bir eş olma, yuva kurma, evin düzenini sağlama, ailesini iyi temsil etme gibi rollerdir. Ancak kadının görevleri tabii ki bunlarla sınırlı değildir. Diğer görevleri ile ilgili birçok atasözü diğer alt başlık altında (ve diğer aile üyeleri ile iletişim prizmasından) incelenmiştir. 82 3. Koca Bir kadının evlendiği erkeğe koca denir. Erkeğin eşine karşı beklentileri olduğu gibi, kadın da evlendiği erkeğin iyi bir eş, ailenin geçimini sağlayan aile reisi ve çocukları için iyi baba olmasını bekler. Erkeklerin aile içindeki geleneksel rolü ev geçiminden sorumlu kişi, önemli konularda karar veren ve aileyi koruyan ve yöneten aile reisi olarak tanımlanabilir. Erkeğin de aile içindeki rolünün büyük olmasına rağmen bu rolleri ve yükümlülükleri, kadının rolleri kadar atasözlerinde tasvir edilmemiştir. Türk atasözlerine göre her kadının bir kocası olmalıdır: ‘Bir eve bir baca, bir kadına bir koca’. Bir kadın için de yanında kocasının olması çok önemlidir; çünkü o, karısı için daim destek ve yardım demektir. Bu durumda erkeğin dış görünüşü bile o kadar önemsenmiyor, yeter ki erkek olsun anlayışı vardır. Türkçede bununla ilgili birçok atasözü bulunmaktadır: ‘Kocam olsun da, cüce olsun’, ‘Dokuz oğlun olacağına, felçli bir ihtiyar erin olsun’, ‘Otuz oğlun olmaktansa, topal da olsa bir kocan bulunsun’, ‘Otuz oğlun olacağına bir oturak kocan olsun’. Ayrıca kadın, kocasını statüsünü nasıl etkiliyorsa erkek de eşinin durumunu etkiler: ‘Kadını yeşil yaprak eden de kocası, kara toprak eden de kocası’. Birçok atasözü aynı zamanda hem kocanın hem karının rollerini tasvir etmektedir. Bu atasözlerinde erkeğin ailedeki görevi ile kadının ailedeki görevi arasında kıyaslama yapılmaktadır: ‘Adam eşeğinden, kadın döşeğinden belli olur’, ‘Erkeğin iyisi eşiğinden, kadının iyisi döşeğinden belli olur’, ‘Erkek iş başında, kadın aş başında belli olur’, ‘Erkeğin elinde çubuk, kadının elinde çocuk’, ‘İyi kadın döşeğinden, iyi adam eşiğinden belli olur’. Burada, kadın ve erkek görevlerinin ne kadar farklı olduğu vurgulanmaktadır. Bunun gibi atasözlerinde koca ile karı arasındaki farkın sadece yükümlülükler olduğu vurgulanırken bazı atasözleri erkeklerin rolünün daha üstün, daha önemli olduğunu belirtmektedirler: ‘Karım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet’ (yani, evden sorumlu olan ve evin geçimini sağlayan erkeğin ölümü kadının ölümünden aile için daha kötüdür). Daha önce söylendiği gibi, erkek ailenin reisidir. Türkçede erkeğe evin direği denir. Onun evdeki ve ailedeki en önemli görevi aile geçimini sağlamaktır. Atasözlerinde erkeğin bu görevi kadına ait varlıkları ile kıyaslanarak tanımlanır. Türk atasözlerinde kadın; “erkeğe emanet edilen, onun himayesine ve koruyuculuğuna muhtaç”16 biri olarak gösterilmektedir. Üstelik, evlilik kültürüne göre kadın ne kadar zengin ve güçlü olursa olsun asıl geçimi kocası tarafından sağlanmalıdır. Böylece, kadının çeyizi ne kadar büyük olmasının bir önemi yok, çünkü aile geçiminin sağlanması için yeterli sayılmaz: ‘Avrat malı, kapı mandalı’ veya ‘Kadın malı, kapı mandalı’, ‘Karı malı hamam tokmağıdır’. Aileden sorumlu olan erkek ve gelecekte bütün 16 Akbalık, a.g.m., s. 84. 83 masrafları o karşılamak zorunda kalır: ‘Baba vergisi görümlük, koca vergisi doyumluk’, ‘Kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir’. Birçok Türkiye Türkçesi atasözlerinde, kadınların kocalarının parasını kolayca harcayabildikleri söylenir: ‘Baba ekmeği zindan ekmeği, koca ekmeği meydan ekmeği’, ‘Er ekmeği, meydan ekmeği’. Ancak kadın, “...evin ekonomik kalkınmasında kadın kilit noktadır. Ekonomik kalkınmada kocanın ‘getiren’, kadının ise getirileni idare ile yetiren olduğu / olması gerektiği ifade edilmektedir.”17 Kadının iyi bir eş olup olmadığı zor maddî durumlarda anlaşılır: ‘Karına iyi deme yoksulluk görmeyince’. Böylece, kadının görevi; erkeğin getirdiği parayı akıllı bir şekilde harcamak ve tasarruf etmektir: ‘Erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmelidir’, ‘Erkek sel, kadın göl’, ‘Erkek, evin seli; kadın, onun gölü’ (erkek para harcamayı seviyorsa kadın para tasarruf etmeyi bilmelidir). Sadece bir atasözü kadının tasarruflu ve tutumlu olmadığını göstermektedir: ‘Keseye kadın eli girerse bereket gider’. Para konusuyla ilgili çoğu atasözü; erkeğe çalışıp para kazanmak, eşinin ve çocuklarının geçimini sağlamak görevini yükler, kadına ise ev içinde tutumlu ve tasarruflu olmak, kocanın getirdiği ile yetinmek ve erkeğin parasını bilinçsizce kullanmamak gibi görevleri yükler. Ayrıca erkek para getirmekle birlikte evdeki malzemelerin yetip yetmediğini kontrol etmeli ve gerekli şeyleri almak için para vermelidir. ‘Er cimri olunca avrat yüzsüz olur’ atasözü de bunu anlatmakta: erkek cimri olduğu zaman ya da yeterince para ayırmadığı zaman kadın başkalarından para istemek zorunda kalır ve mahcup olur. Bölüm sonucu. Bu alt bölümde koca ile karıyı, onların aile içindeki rollerini tasvir eden deyimler ve atasözleri toplanmış ve incelenmiştir. Aile içindeki geleneksel rollere göre, kadından çocuk doğurması ve eğitmesi, ev huzurunu sağlaması, ev düzenini kurması, aile ocağını koruması, ev işlerini yapması, kocasına bağlı olması ve faaliyet alanının çoğu zaman aile ile sınırlı olmasını kabul etme gibi şeyler beklenir. Erkeğin ise tüm önemli konularda karar vermesi, aileyi yönetmesi ve geçindirmesi, ekonomik durumunu sağlaması, aileyi koruması ve karısına ev işleri ve çocukları ile ilgilendiği için minnettar olması beklenir. Türkiye Türkçesi atasözlerinde kadının aile içindeki rolleri daha geniş bir şekilde tasvir edilmektedir, oysa atasözlerinde anlatılan erkeğin görevleri gayet sınırlıdır. Fakat hem kadın hem erkek rollerinin kısıtlı olup çok fazla belirtilmemesine rağmen bu alt konu ile ilgili 72 atasözü ve deyim bulunmuş ve incelenmiştir (66 atasözü ve sadece 6 deyim). Deyim ve atasözü sayısı arasındaki bu kadar büyük fark olmasının sebebi, deyimlerin genelde daha çok bir eylemi anlatmasıdır. Oysa bu konuyla ilgili deyimler; bir eylemi değil, kişiyi ya da olayı anlatan deyişlerdir. Ayrıca bu alt bölümdeki atasözlerinin büyük bir kısmı sadece karıyı ya da sadece kocayı değil, aile içindeki rolleri açısından erkeği ve kadını birlikte, kıyaslama veya karşılaştırma yapılarak ele almaktadır. 17 Akbalık, a.g.m., s. 84. 84 B. ANNE, BABA VE ÇOCUKLAR Her aile anne, baba ve çocuklardan oluşur. Büyük veya geniş ailelerde üç, hatta bazen dört nesil bir arada yaşayabilirdi: çocuklar, anne babası, anne veya baba tarafından büyük annesi ve bazen onların annesi babası. Ancak modern toplumda en yaygın aile tipi çekirdek ailedir; yani sadece karı koca ve coğuklarından oluşan ailedir. Bu sebeple bu alt bölümde aileyi oluşturan ve ailenin en önemli fertleri olan anne, baba ve çocuk imgeleri Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde nasıl tasvir edildiği, ayrıca analık, babalık ve çocukluk kavramlarının nasıl yansıtıldığı incelenecektir. 1. Anne ve Annelik Erkan Hirik’in belirttiği gibi, “Tüm akrabalık terimleri içerisinde en olumlu duygu değerine sahip olanı anne/ana kelimesidir”18. Anne, çocuklarına hayat hediyesi verendir, o yüzden anne her insan için en yakın ve en değerli bir varlıktır: ‘Ana, yürekten yana’. Annelik, kadının yaşam boyu yaptığı tam zamanlı bir meslek olarak düşünülebilir. Çünkü anne hem doğum yapar hem de çocuğu yetiştirir, üstelik çocuk bakımında ve eğitiminde en fazla sorumluluğu olan annelerdir. Anne, maddi ve manevi anlamda her zaman çocuğun yanında olur ve onu kötülüklerden korur: ‘Ana yiğidin kalkanıdır’. Anne gibi seven, anne gibi şefkat gösteren başka bir insan yoktur: ‘Ana gibi yâr olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz’, ‘Ana gibi yar vatan gibi diyar olmaz’. Anne; sonsuz ve şartsız sevgi, fedakarlık sembolüdür. Sadece anneler çocuklarına düşkün oldukları için onlara en iyisini vermeye çalışır, çocuklarını sevgi ile beslerler; diğer insanlardan ise böyle bir yaklaşım beklenmemelidir: ‘Ana besler hurmayla, eloğlu karşılar yarmayla’. Annenin insanın hayatındaki rolünün anlatılamayacak kadar önemli ve büyük olduğu için anne ve annelik ile ilgili bazı atasözlerinde anne kutsallaştırılmış bir varlık olarak gösterilmektedir: ‘Ana hakkı Tanrı hakkı’, ‘Ana hakkı ödenmez’, ‘Ana cennetin köşesidir’, ‘Cennet anaların ayakları altındadır’, ‘Doğuran avrat Azrail’i yenmiş’. Bir kadın için annelik, hem çok istenilen şey hem de kutsal ve toplumsal bir görevdir: ‘Doğan anası olma, doğuran anası ol’. Çocuk doğuran kadın, dünyadaki görevlerinden birini tamamlamış olur. Ancak anne olamamak, bir kadın için çok üzücü bir durumdur: ‘Çocuksuz kadın meyvesiz ağaca benzer’, ‘Oğlu kızı olmayan avrattan eski hasır yeğdir’ gibi atasözleri de bunu yansıtmaktadırlar. Anne olmak; çocukları doğurmak, büyütmek, onlara bakmak, beslemek, eğitmek demektir. Anne, her insanın en ilk anlatından itibaren yanında olan kişidir. Böylece, bir insanın ilk aşamalarında onu en çok anlayan annedir: ‘Dilsizin dilinden anası anlar’. Anne en 18 Erkan Hirik, “Türkiye Türkçesi Atasözlerinde Akrabalık Bildiren Kelimeler ve Duygu Değerleri”, İnsan Ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C. 6, S.3, 2017, s. 1733. 85 içtenlikle çocuğunun durumunu merak eder ve ne zaman evladına bir şey olursa çok üzülür: ‘Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar’. Ölüm, insan için her zaman beklenmedik bir şeydir. Yakın bir insanın hayatından göçmesi acıdır, ancak anneyi kaybetmek herkes için çok kötü bir felakettir: ‘Anamın öleceğini bilseydim kulağı dolu darıya satardım’. Annesi sağ olan çocuk bakımlı, temiz ve giyimli olur, annesi olmayan bir çocuk ise bakımsız olur: ‘Analı kuzu, kınalı kuzu’, ‘Anasız çocuk, kanatsız kuş gibidir’. Eşi ölen ve çocukları olan erkekler genellikle çocuklarına bakması için diğer bir kadınla evlenirler. Ancak üvey anne, çocuğa iyi davransa da öz annenin yerini kimse tutamaz: ‘Anadan olur daya, hamurdan olur maya’. ‘Kendirden bez, üveyden öz olmaz’, ‘Üvey öz olmaz, kemha bez olmaz’ atasözleri hem üvey anne hem üvey evlat için söylenebilir. Analık, çocukların hiç istemedikleri bir şeydir, çünkü genellikle üvey annelerden hep kötülük beklenir: ‘Analık fenalık’ ve ‘Analık fenalık kara yamalık’ atasözleri, öz anne olmayan kadının çocuğa kötü davranması beklentisini yansıtır; analık eliyle vermek deyimi de çok az miktarda vermek anlamını taşır. Böylece, analık kötü bir durum olarak anlatılmaktadır. Ayrıca bazen aileye üvey anne gelince çocuklar ile baba arasındaki ilişki bozulabilir: ‘Ana üvey olunca baba gavur olurmuş’, ‘Ana analık olursa baba da babalık olur’. Çocuk için genelde öz annenin varlığı ve rolünün daha önemli olduğunu bunun gibi atasözleri ispatlamaktadır: ‘Yüz koyunlu atam kalmaktan, bir yüksüklü anam kalmak yeğdir’, ‘Baba öksüzü öksüz değil, ana öksüzü öksüz’. 2. Baba ve Babalık Bir insan için anneden sonra gelen en yakın akraba babadır. Baba ve babalık ile ilgili atasözlerinin sayısı, anne ve annelikle ilgili atasözlerinin sayısına nazaran daha çok az. Büyük ihtimalle bu fark, çocukların annesine babasından daha çok bağlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu durumu Türk atasözlerinden biri çok net şekilde ifade etmektedir: ‘Horoz ne kadar öterse ötsün, civciv tavuğun dıkdıkına bakar’. Babanın anneye göre çocuklarından daha uzak ve onlara karşı daha ilgili olduğunu ifade eden atasözleri şunlardır: ‘Ana ciğerden yana, baba dağda bir oba’, ‘Ana yüreği güveç gibi, baba yüreği bakır tencere gibi kaynarmış’. Ancak baba ve babalık ile ilgili atasözü ve deyim sayısının çok yüksek olmadığı halde, babanın çocuklarının hayatlarındaki rolünün büyük ve önemli olmasına vurgu yapıldığı rahatlıkla söylenebilir: ‘İnsana ata ana gibi yâr olmaz’. Çocuklarını seven, onlara bakan ve şefkatini gösteren babayı tasvir etmek için Türkçede ciğer canlı deyimi kullanılır. Onun tam tersi ise baba değil, tırabzan babası, yani çocuklarına hayrı olmayan bir baba. Bir baba, çocuğuna kötülük dilemez: ‘Baba oğlunun fenalığını istemez’. İyi kalpli insanlara da baba adam denir, yani öz baba kadar iyi niyetli biri. Babalık etmek deyimi de, öz baba gibi şefkatli davranmak 86 anlamını taşımaktadır (sadece üvey baba için değil, çocuklara sürekli iyilik yapan, bakan, şefkat gösteren akraba için de söylenebilir). Baba veya ata, bir ailenin büyüğü ve başkanıdır. Böylece, Türkçedeki ‘ata’ kelimesinin çoğul hali – atalar – sadece babaları ifade etmek için değil, bir kişinin soyunun önceki nesillerini ifade etmek için kullanılmaktadır: ‘Ataların sözü Kura’a girmez; ama yanınca yürür’, ‘Atalar sözünü tutmayanı yabana atarlar’. Tekil olarak kullanıldığında ata kelimesi sadece bir babayı belirtir, ancak atasözlerinde kullanıldığı zaman hem baba hem cet olarak düşünülebilir: atam bilir atasını, ben bilirim ötesini (bir kişinin kökünü iyi bildiğini belirtmek için kullanılan bir atasözü), ‘Atasını tanımayan Allah’ını tanımaz’ (bir kişi babasını / soyunu tanımıyorsa, gerekli saygı göstermiyorsa Tanrı’yı da tanımıyor demektir). Anne ve baba, bir kişinin en yakınlarıdır ve her zaman ev ve memleket ile çağrıştırılır. Böylece, baba kelimesini içeren ve evi ifade eden deyimler ortaya çıkmıştır: baba ocağı; baba yurdu – bir kişinin ailesinin malı olup içinde yaşadığı ev, yurt, toprak. ‘Babamın öleceğini bilseydim kulağı dolu darıya satardım’ atasözü de çocukların babalarının ölümüne katlanamadıklarını ve mümkün olsaydı bunu değiştirmek istediklerini ifade etmekte; ikinci anlamda da insanın, en değerli bir malını kaybedeceğini bilebilse, onu az olsa da para ile satmaya razı olduğunu anlatmaktadır. 3. Çocuk ve Çocukluk Bir çocuk, annesi ve babasının umudu, halkın ve ülkenin geleceğidir ve tabii ki de bir ailenin vazgeçilmez bir parçasıdır. Sosyoloji açısından çocuk bir bireydir ve çocukluk insan hayatının bir çağıdır. Çocuk ve çocukluk kavramları birbirine bağlı fakat iki kavram arasında bir fark vardır. Türk atasözlerindeki çocuk imgelerini inceleyen Recep Ercan bu farkı güzel bir şekilde açıklamıştır: “Çocuk, biyolojik özellikleri itibarıyla tüm dünyada ortak bir bakışı yansıtırken çocukluk, tarihsel ve kültürel bir inşadır. Çocukluk çağlar boyunca değişime uğramış ve toplumdan topluma farklılık göstermiştir. [...] Çocuklar biyolojik özellikleri ve ihtiyaçları bakımından dünyanın her yerinde benzer / ortak özelliklere sahiptir. Çocukluk ise, toplumsal yaşamın biçimlendirdiği sosyokültürel bir inşadır.”19 Özay Karadağ, Türk atasözlerinde çocuk ve çocukluk ile ilgili makalesinde atasözlerinin bu kısmının önemini belirtmektedir: “Çocuk, kültürün aktarılarak üretildiği hedef; çocukluk da daha çok bu üretimin gerçekleştiği yaşam dönemidir. Kültür aktarımı açısından önemli bir yere sahip olan atasözlerinin bir bölümü çocuk temalıdır. Atasözlerinin çocuk ve çocukluk kavramlarını nasıl ele aldığını değerlendirmek, kültürün çocuğa ve çocukluğa bakışını ortaya 19Recep Ercan, “Gündelik Yaşamda İşlevsel Olarak Kullanılan Türk Atasözlerinde Çocuk İmgeleri”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 11, S. 27, Yıl 2014, s. 17. 87 koyacaktır.”20 Bu bağlamda, çocuk ve çocukluk ile ilgili deyimlerin ve atasözlerinin incelenmesi, bu deyişlerin ait olduğu dili konuşan halkın çocukluğa bakışının, aile anlayışının ve genel olarak kültürünün tanınmasına ve anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Türkiye Türkçesi deyimleri ve atasözlerinde çocuk ve çocukluk ile ilgili örnekler sayısı çok fazladır. Dolayısıyla çocuklara ve büyütmelerine, eğitmelerine çok büyük önem verildiğini söylemek mümkündür. Ayrıca, Türkçe atasözleri ve deyimlerinde sadece çocuk ve çocukluk kavramları değil, çocukla ilgili inançlar, erkek ve kız çocuk arasındaki fark, çocukların annesi babası ve kardeşleri ile iletişimi gibi konulara ait örnekleri ayırmak mümkündür. Doğmamış çocuğa isim konulmaması ve giysi yaptırılmaması gerektiği inancını ‘Çocuk doğmadan ismi konmaz’ ve ‘Çocuk doğmadan kaftan biçilmez’ atasözleri belirtmektedir. Ancak bu atasözlerinin diğer anlamı da var: bir işe başlanmadan sonucu hakkında hüküm verilmemeli. Çocuk, annesi ve babası için en yakın ve en değerli varlıktır: ‘Ağızdan burun yakın, kardeşten karın’, ‘Ananın ciğeri, kendi evladıdır’, ‘Kardeşten karın yakın, kulaktan burun yakın’, ‘Kardeşten karın yakın’, ‘Karın kardeşten yakın’. ‘Çocuk evin meyvesidir’ atasözü, çocukların olmasının bir aile için ne kadar güzel ve sevindirici bir şey olduğunu belirtmek için kullanılır. Çoluk çocuk; kız kızan; ev bark; ev halkı deyimleri, çocuklarla birlikte aile topluluğunu ifade etmektedirler. Döl döş deyimi, çocuklar ve torunlar anlamını taşımaktadır; döl döş sahibi olmak – soyu devam etmek, çocukları ve torunları olmak demektir. Ailenin ilk çocuğuna ilk göz ağrısı denir. Öz kardeşler için ana baba bir; bir karında yatmış, bir memeden emmiş deyimleri, öz olmayan kardeşler için de ana bir baba ayrı deyimi kullanılır. Öz kardeşliğin sadece aynı anneden doğmuş kardeşler arasında olduğunu, ‘Anadan doğmayan kardeş sayılmaz’ diye bir atasözü vurgulamaktadır. Anan turp, baban şalgam, sen içinde gülbeşeker veya diğer varyantları anan turp, baban şalgam, sen nereden çıktın gülbeşeker; anan turp, baban şalgam; anası sarımsak, babası soğan gibi deyimler ne olduğu belirsiz kimselerin çocuğunu belirtmek için söylenir. Evlat edinmek – başkasının çocuğunu, kendi çocuğu gibi büyütmek ve eğitmek için yanına almak. Karakteri, dış görünüşü annesine benzeyen kızlar için anasının kızı deyimi kullanılır. Aynı şekilde babasının oğlu deyimi, her tarafı babasına benzeyen oğul için söylenir. Ana baba yavrusu; ana kuzusu; anasının körpe kuzusu; ana baba yavrusu deyimleri de nazlı, anne veya anne baba tarafından şımartılmış bir çocuğu tasvir etmek için kullanılır. İyi eğitilmiş, nazik ve saygılı çocuk için аdam evladı deyimi söylenir. ‘Adam olacak çocuk bokundan belli olur’ atasözü, birinci anlamda bir kişinin gelecekte iyi bir insan olacağının çocukluğunda bile belli 20Özay Karadağ, “Türkiye Türkçesi Atasözlerinde Çocuk ve Çocukluk”, Milli Folklor, Yıl 25, S. 98, s. 109.  Bu sayfada yer alan atasözlerindeki ‘karın’ kelimesi, kendi çocuğu anlamındadır. 88 olduğunu; mecazi anlamda ise bir kişinin yeni başladığı işte başarılı olacağının ilk adımları ve davranışlarından belli olduğunu iddia etmektedir. Türk kültüründe kız çocuklarına daha az değer verilir, çünkü kız çocuğu bir gün evlenip kocasının evine gidecek, ve annesi babasına sadece evlenene kadar yardım edebilecektir. Erkek çocuklarına karşı beklentiler ise daha fazladır: onlar baba evinde büyüyüp ailesine yardım edecek, ileride de evlenip ailesine karısıyla beraber destek olacak, ayrıca baba soyunu sürdürecektir. Atasözleri kültürün aynası olduğu için, bu anlayış onları da etkilemiştir. Türkiye Türkçesi atasözlerine bakıldığında kız çocuğu ve erkek çocuğu imgeleri arasında çok büyük bir fark olduğunu söylemek mümkündür. Erkek çocukları, kız çocuklarından daha değerli sayılır. Her aile mutlaka oğlun doğmasını ister: ‘Bir evde iki kız biri çuvaldız, biri biz, bir evde iki oğlan biri devlet biri mihnet’, ‘Oğlan olsun deli olsun, ekmek olsun kuru olsun’. Erkek çocuklarına daha çok değer verildiği için oğlanı doğuran anneler övülür: ‘Ekmeğin iyisi deneden, yiğidin iyisi anadan olur’, ‘Hatun getir, bey doğursun’, ‘Oğlu olan sevinsin kızı olan dövünsün’, ‘Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün’, ‘Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur’. Sadece bir atasözü kız çocuğunu dünyaya getiren annenin üzülmemesini söyler: ‘Kız doğuran, kızıl don giymesin’ (kız doğuran kadın üzülmesin, onun da kısmeti açılır anlamında). Erkek çocuklarının ailede özel bir yeri vardır: ‘Oğlandır oktur, her evde yoktur’. Türkiye Türkçesi atasözlerine göre kız çocuklarının değeri daha düşüktür. Dolayısıyla, kız çocukları ile ilgili atasözlerinin semantiği çoğu zaman olumsuzdur: ‘Kız evi naz evi’, ‘Kızın var, sızın var’, ‘Kız yükü tuz yükü’. Kız doğuran kadın hakkında bile olumsuz olarak ‘Kız doğuran tez kocar’ diye söylenir. Böyle olumsuz semantiğin sebeplerinden biri, kızın evlenmesi için çeyiz sandığının hazırlanmasının gerekli olmasıdır: ‘Kız beşikte çeyiz sandıkta’, ‘Kız kucakta, çeyiz bucakta’; yani çeyizi hazırlamak için kızın anne babasının bayağı para harcaması gerekir. Kız çocuklarının çeyizi dışında giyim kuşamlarının da alınması gerekir. Böylece, ailede bir kız varsa bile donanması zor olur: ‘Kızdır nazdır, bin lira azdır’, ‘Bir ev donanır, bir kız donanmaz’ veya onun varyantı ‘Bir gemi donanır, bir çıplak donanmaz’; birkaç kız sahibi olan ailenin durumu ise daha da zordur: ‘Bir evde iki kız, biri çuvaldız biri biz’. Atasözlerinde kız çocuklarına olumsuz bakışın olmasının diğer sebebi de, kızın evlendikten sonra kendi ailesine değil, kocasına ve onun ailesine destek olmasıdır: ‘Kız evde olsa da elden sayılır’, ‘Oğlan büyür, koç olur; kız büyür, hiç olur’. Ancak kızlar hakkındaki olumsuz atasözlerinin yanı sıra olumlu semantiği taşıyan atasözleri de vardır: ‘Kız bir sevgi ile doğar’. Ailede mutlaka bir kız çocuğunun olması gerektiğini ‘Bir anaya bir kız, bir kafaya bir göz’ atasözü iddia etmektedir.  Çuvaldız – çuval gibi şeyleri dikmekte kullanılan büyük iğne.  Biz – meşin gibi şeyleri dikilirken iğneye yol açmak için kullanılan kalın iğne. 89 Çocukların büyümesiyle ilgili atasözleri de vardır: ‘Çocuk düşe kalka büyür’, ‘Çocuklar yata yata büyür, ihtiyarlar yata yata ölür’. Çocukların diğer özelliklerinden biri de içtenlik; çocuklar düşündüklerini direk söyler, duyduklarını gizlemeden anlatırlar. ‘Çocuktan al haberi’, ‘Çocuğun bulunduğu yerde dedikodu olmaz’ ve onun varyantları ‘Çocuğun bulunduğu yerde gıybet olmaz’, ‘Çocuğun bulunduğu yerde kov olmaz’ gibi atasözleri, çocukların açık, dürüst olduğunu ispatlamaktadır. Çocukluk çağı, sorunsuz ve sorumluluksuz bir çağ olarak bilinir. Çocuklar henüz sorumluluğu bilmedikleri için onlardan ciddi meselelerde yardım beklenmez. Çocuklar, yetişkinler gibi sorumlu ve becerikli olmadığı için onlara iş verilmemesini tavsiye eden atasözleri vardır: ‘Çocuğa iş, ardına sen düş’, ‘Çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider’, ‘Çocuğu işe sal, ardınca sen var’, ‘Uşağı işe koş, sen de ardına düş’. ‘Çocuğun yediği helâl, giydiği haram’ atasözü, çocukların beslenmesi için harcanan para miktarı çok olsa da bu durumun uygun karşılanılması gerektiğini, giyeceği kıyafetler ise çok fazla para harcanmamasının gerektiğini belirtmektedir. Çocuklarla ilgili deyimler ve atasözlerinin semantiği çoğu zaman olumlu olur: ‘Balın âlâsı oğulun tazesinden’ – anne baba için en tatlı şey, küçük çocuklarıdır. Geleneksel Türk kültüründe çok çocuk, ailesine toplumda statü ve güven kazandırır, fakat aynı zamanda Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde genellikle çocuk büyütmenin zor olduğunu belirten, dolayısıyla olumsuz semantiği taşıyan örnekler de vardır: ‘Çocuğun mu var, derdin var’, ‘Çocuk isteyen belasını da istemek gerek’, ‘Çocuk büyütmek taş kemirmek’, ‘Çok çocuk anayı şaşkın, babayı düşkün eder’, ‘Evladın var mı derdin var’, ‘Evladın varsa başında derdin var’, ‘Evladın varsa bin derdin var, evladın yoksa bir derdin var’, ‘Hamı tatlı, yetkini acı’. Çocuk doğurmak ve büyütüp eğitmek, her ailenin amacı ve kutsal görevidir; sadece evlenmeye üşenen birisinin çocuğu olmaz: ‘Erinenin oğlu, kızı olmamış’, ‘Üşenenin oğlu, kızı olmamış’. Çocuk, anne babasına Allah’tan hediyedir. Hatta anne veya baba olmak, daha iyi kalpli, daha şefkatli ve merhametli olmak demektir: ‘Evladı olmayanda merhamet olmaz’. Çocuk büyütmek, eğitmek ne kadar zor olsa da her aile çocuk sahibi olmak ister, çünkü çocuklar eve neşe ve mutluluk getirir, ayrıca da soyun devamıdır. ‘Çocuklu kadın, kargalı çınar’, ‘Çocuklu ev pazar, çocuksuz ev mezar’, ‘Çocuksuz ev mezara benzer’, ‘Çocuksuz ev susuz değirmene benzer’, ‘Çocuk olmayan evde baca tütmez’ gibi atasözleri, çocuk büyütme ve eğitmenin çok zor olduğu halde çocuk sahibi olmaya teşvik eder, ve çocuğu olmayan evin sessiz, soğuk olduğunu belirtmektedir. Ancak ‘Çok çocuk anayı şaşkın, babayı düşkün eder’ atasözü, ailelere bakabilecekleri kadar çocuk doğurmayı tavsiye vermekte; aksi takdirde anne babası bütün çocuklara bakmaya yetişemezler diye bir mesaj vermektedir. ‘Oğlan bir gerek, ocak kor gerek’, ‘Ya evlat bir, ya ocak kör’, ‘Ya evladın bir ola, ya ocağın kör ola’ atasözleri de bir çocuğun 90 soyun devam etmesi için yeter olduğunu, çok çocuk olunca ise onları yetiştirmenin çok daha zor olduğunu ve ileride aralarında anlaşmazlıklar çıkabileceğini ifade etmektedirler. Bölüm sonucu. Böylece, Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde analık, babalık ve çocukluk ile ilgili örneklerin sayısının gayet yüksek olduğunu söylemek mümkündür. Konulara göre örnek sayısı şöyledir: anne ve annelik ile ilgili 1 deyim ve 23 atasözü; baba ve babalık ile ilgili 6 deyim ve 9 atasözü; çocuk ve çocukluk ile ilgili 22 deyim ve 65 atasözü; toplam ise 29 deyim ve 97 atasözü bulunmuş ve incelenmiştir. Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde anne; çocuk doğan ve onun beslemesi, büyümesi ve eğitiminden sorumlu olan, çocuklarına düşkün olan, çocukları için her şeyi yapan kişidir ve aynı zamanda karşılıksız sevgi ve fedakârlık simgesidir. Baba da her zaman çocukların iyiliğini düşünür, onlara örnek olur. Ata; ailenin reisi ve akıl, bilgelilik simgesidir. Ancak aile içindeki rolü büyük olduğu halde ‘Horoz ne kadar öterse ötsün, civciv tavuğun dıkdıkına bakar’; yani çocuklar için en önemli otorite annedir. Çocuk ve çocukluk, deyimler ve atasözlerinde sık sık kullanılan bir unsurdur. Ayrıca, doğrudan çocukluk ile alakalı atasözleri ve deyimlerde, bir çocuğun yaşamının tüm aşamaları ve yönleri tasvir edilmiştir. Erkek çocukları aile için daha değerli ve önemli, kız çocukları ise aileyi zarara uğrayacak bireyler olarak gösterilmektedir. Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde çocuk ile ilgili örneklerin sayısı çok fazla, ve bu durum Türk kültüründe çocuklara büyük bir önem verildiğinin göstergesidir. III. AİLE ÜYELERİ ARASINDAKİ ETKİLEŞİM Aile ile ilgili atasözlerinin çoğu, asıl aile içindeki ilişkilerle, yani aile üyeleri arasındaki etkileşimle ilgilidir. Bu gruba ait atasözleri örnekleri sosyokültürel açıdan ilgi çekicidir, çünkü Türk kültüründeki aile imajı ve akrabalık anlayışı hakkındaki bilgileri taşıyıp aktarmakla birlikte bu kültürde aile içindeki etkileşim hakkında da bilgi vermektedir. Geleneksel Türk kültüründe aile ilişkileri, ahlakî normlara dayanır; bunlardan en önemli olanlar: birbirine saygı ve sevgi, evlilik içindeki sadakat, aile üyelerinin zor durumda birbirine destek olmaya hazır olması, anne ile baba arasındaki karşılıklı sevgi, aile büyüklerine karşı saygı, cetlere ve mezarlarına saygı, misafirperverlilik, geleneklerin yaşatılması. Aile, bütün bu geleneksel erdemlerin, ahlak normlarının bulunduğu ve öğretildiği ortamdır. Her şey aileden başlar, bu nedenle aile içindeki ilişkiler ve etkileşim bireyin eğitimini, davranışlarını ve gelecekteki hayatını da etkilemektedir. Bu bölümde, Türk kültüründeki aile ve akrabalık anlayışını anlamamıza yardım eden atasözleri ve deyimler birkaç alt başlık altında incelenip analiz edilecektir. Aile üyeleri arasındaki etkileşim; eşler arasındaki ilişkiler, anne baba ve çocuklar arasındaki etkileşim, kardeşler arasındaki ilişki, diğer akrabalar arasındaki ilişki gibi alt konular altında incelenecektir. 91 A. EŞLER ARASINDAKİ ETKİLEŞİM Aile ilk baştan bir erkek ve bir kadın tarafından oluşturulmaktadır. “Aile, iki farklı cinsten insanın kendi rızalarıyla yaşça, makul beden ve kültürce uygun/yakışır olmak ve birbirlerinin namus bekçisi gibi görmek şartıyla bedenen ve ruhen birlikteliğin kurumlaştığı özel bir beraberlik anlamlı ve başka insanların da beklentilerini içinde taşıyan psikolojik, sosyolojik ve ekonomik etkileşim ve devamlılık merkezidir.”21 İlk aileyi kuran kadın ve erkek karı ve koca olup birlikte yaşamaya başlarlar. Karı ile koca, sadece aile kurucuları ve üyeleri olarak değil, toplumun önemli öğeleri olarak da algılanır, çünkü evliliğin görevlileri soyu devam ettirmek, çocukları doğurup büyütmek ve eğitmek, ailenin ve halkın kültürünü ve geleneklerini yaşatıp devam ettirmektir. Evlilik birliğini oluşturan kadın ve erkeğin birbirlerine, çocuklarına ve topluma karşı yükümlülükleri ve sorumlulukları vardır. Dolayısıyla, bu yükümlülüklerin yerine getirip getirmedikleri, hem aile içindeki ilişkileri hem de her aile üyesinin yaşamını etkiler. Aile oluştuktan sonra evlenen kadın ile erkek arasında karı koca ilişkisi ortaya çıkar. Beraber yaşamaya başlayan çift artık yeni zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşabilir ve bunları birlikte aşmaları gerekir. Bunu başarabilmek için ilk önce karı ile koca arasında karşılıklı sevgi ve saygının olması şart: ‘Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan’, ‘Bir adamın karısı onun yarısıdır’. Evli çift arasında birçok zaman kavgalar çıkabilir: ‘Dumansız baca, çekişmedik karı koca olmaz’, ‘Dumansız baca olmaz, kahırsız koca olmaz’ veya ‘Dumansız baca olmaz, kusursuz koca olmaz’; yani dumanı olmayan baca olamayacağı gibi ufak tefek anlaşmazlıklar ve kavgalar yaşamayan karı koca da olmaz. Eşler bazen nasıl birden kavga ediyorlarsa o kadar da hızlı barışıyorlar: ‘Karı-koca bir sözle yakın, bir sözle uzaktır’. Ancak bu durumda başka insanların karışmaması, eşler arasına girmemesi lazım, çünkü o üçüncü kişi eşler barıştıktan sonra suçlu bile çıkabilir: ‘Etle tırnak arasına girilmez’, ‘Karı ile koca arasına, aklı kıt karışır’, ‘Karı ile koca arası ipek, araya giren köpek’. Aile içinde olan her şey, özellikle olumsuz durumlar aile içinde kalmalıdır: ‘Evceğizim evceğizim, saklar benim halceğizim’, ‘Evceğizim evceğizim, sen bilirsin halceğizim’, ‘Herkesin delisi evinde, derdi karnında’, ‘Herkesin tenceresi kapalı kaynar’. İnsan aile içindeki sorunları başkasının sözünü dinleyerek çözmeye kalkarsa aile düzeni ve huzuru bozulabilir. Bu sebeple ‘El ağzına bakan, karısını tez boşar’, ‘Ele uyan eşini boşar’ gibi Türkiye Türkçesi atasözleri, eşlere aile hayatının gizli kalması, başkalarına aile içi sıkıntıların anlatılmaması gerektiği konusunda nasihat vermektedir. Karı koca birlikte yaşadıkları için sürekli iletişim halinde olurlar ve ister istemez birbirlerini etkilerler. ‘Ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar’, ‘Ana kızına taht kurmuş, baht kuramamış’ gibi atasözleri, evlenen kızın mutluluğunu kocasında aradığını belirtmektedir. 21Eröz – Güler, a.g.e., s. I. 92 Türk atasözlerinde, karı ile kocanın mutluluğunun onların birbirlerine karşı davranmalarına bağlı olduğunu iddia eden örnekler bulunmaktadır: ‘Kadını yeşil yaprak eden de kocası, kara toprak eden de kocası’, ‘Kötü söyleme eşine, ağı katar aşına’, ‘Ne dilersen eşine, o gelir başına’. ‘Çocuk seversen beşikte, koca seversen döşekte’ diye atasözü, kocasına karşı sevginin sadece onunla baş başa kalındığı zaman, döşekte gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir. Çocukları olmayan ya da yanlarından ayrılmış olan karı ile kocayı anlatmak için kullanılan bir deyim var – bir Köroğlu, bir Ayvaz. Bunun gibi durumlarda karı ile koca daha çok birbirine muhtaçlar. Türk kültüründe evli kadın tamamen eşine bağlıdır. Evlenmiş kadını tasvir etmek için kullanılan başı bağlı deyimi hem birinci (başörtüsü ile bağlı başı var) hem mecazî anlamı (kocasına bağlı) taşımaktadır. Kadının bu statüsü yüzyıllar boyunca farklı faktörler altında oluşmaktaydı: toplumsal normlar, dinî görüşler ve âdetler, halk gelenekleri vs. “Eşler arası ilişkide ‘eşitlikten’ çok ‘otorite ilişkisi’ dikkat çeker. Kadının statüsü kocasının statüsüne göre belirlenirken, evlilik ilişkisinin devamı kadının susmasına, sabretmesine bağlanmaktadır. Aile içerisinde ilişkiler ataerkildir. İlişkilerde son sözü erkekler (ve yaşlılar) söyler, yani egemen güç erkektir.”22 Bu durum, birçok atasözünde yansıtılmıştır: ‘Gece yağar gündüz açar, yıl düzlüğü; erkek söyler kadın susar, ev düzlüğü’, ‘Ersiz avrat, yularsız at’ veya bu atasözünün diğer varyantı ‘Ersiz avrat, cılavsız at’, ‘Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını’ ve bu atasözünün diğer varyantları ‘Evine göre pişir aşını; erine göre bağla başını’, ‘Kocana göre bağla başını, harcına göre pişir aşını’. Kadın, aile içindeki ve özellikle kocasına karşı olan yükümlülükleri yerine getirmediği ve kocasının sözüne karşı davrandığı zaman kocasını mutsuz eder: ‘Avradı bet olanın sakalı tez ağarır’. Böylece, kadının aile içindeki statüsü erkeğinkinden daha düşük olduğunu söylemek mümkündür: ‘Kadın kocasının çarığı, anasının sarığıdır’. Bir atasözü, kocasının sözünü dinlemeyen kadından ayrılmasını bile tavsiye etmektedir: ‘Anasını babasını dinlemeyen evlat, kocasını saymayan avrat, üzengi ile yürüyen atı kapında tutma hiç durma sat’. Ancak bu atasözlerinin yanında kadının, kocasının en yakın dostu olduğunu ispatlayan bir atasözü de vardır: ‘Kardeş kardeşi atmış, yâr başında tutmuş’. Ayrıca kadın hem ailenin hem de kocasının vazgeçilmez bir parçasıdır: ‘Bağsız yumağı külde gör, kocasız kadını elde gör’. Türk kültüründe evin başı mutlaka erkek olur, çünkü genelde erkek en önemli sorunları çözer ve evin geçimini sağlar: ‘Baba vergisi görümlük, koca vergisi doyumluk’ (bir babanın kızı için harcadığı para, hazırladığı çeyiz göstermelik olmaktan fazla olmaz, kızın bir yaşam boyu süren giderlerini kocası karşılayacaktır). Kadın ise küçük ev ile ilgili sorunları çözmekle yükümlü sayılır. Dolayısıyla, kadının evi yönetmesinden hoşlanılmaz: ‘İki horoz bir kümeste 22 Ersöz, a.g.m., s. 174. 93 geçinemez’, ‘Kadının hükmettiği evde mutluluk olmaz’. Genellikle erkekler kadınların söylediklerine dikkat etmezler ve sözlerini dinlemezler. Bu durum, kısmen kadınların doğru ve yararlı bir karar almaz oldukları düşüncesinden kaynaklıdır. Ancak bazen kadının sözünü dinlemekte fayda olduğunu belirten bir atasözü de vardır: ‘Kırk yılda bir karı sözü dinlemelidir’. Ayrıca davranışlarını karısının sözlerine uyduran erkekler için karı ağızlı veya kadın ağızlı deyimleri kullanılır. Erkeğin evi ve ev halkını yönlendirmekten başka görevi de, karısı başta olmak üzere ailesini korumaktır: ‘Avradı eri saklar, peyniri deri’. Türk kültüründe, İslam kabul edildikten sonra daha da çok önem kazandıran ve en önemli olan niteliklerden biri eşler arası sadakattir. Ailenin korunması için sadakat, eşlerin birbirlerine bağlılığı son derece önemlidir; bu sebeple insanların başka yerde değil, evinde ve eşinin yanında olması gerekir: ‘Evli evinde, köylü köyünde gerek’. Erkek evde olmayınca eşi eğlenceye katıldığını, annesi ise oğlunun başına bela geldiğini düşünür: ‘Karımın aklına gelen başa, anamınki dağa taşa’ ve ‘Karımın aklına gelen benim başıma, anamın aklına gelen düşman başına’ atasözleri bu durumu anlatmaktadırlar. ‘Helale cömertlik olmaz’ atasözü de, karı veya kocanın başkasıyla çok samimi olmaması gerektiğini bildirmektedir. Karı ile kocanın birbirinden ayrılıp boşanması hem din hem toplum tarafından olumsuz değerlendirilen bir durumdur. Sadece genç ve deneyimsiz kişi düşünmeden böyle bir karar verebilir: ‘Ergene karı boşaması kolaydır’. Ancak böyle bir karar verildiyse, bir kere boşandıktan sonra aynı kişiye geri dönmekte fayda yoktur, çünkü ayrılmasına sebep olan sıkıntılar tekrar ortaya çıkabilir ve o zaman eşlerin ikisi de daha zor duruma düşer. Bunun hakkında atasözleri de uyarmaktadır: ‘Avradı boşayan topuğuna bakmaz’, ‘Boşanıp kocana varma, sevişip dostuna varma’. Ayrıca Türkiye Türkçesi atasözleri evlilik dışı ilişkiler ile ilgili şöyle tavsiyeler vermektedirler: ‘Ev yap, ev yıkma’ (aile kur, aileyi kırma / bozma); ‘Ev yıkanın evi yıkılır’ (başkasının ailesini bozan kişinin ailesi de dağılır). B. ANNE-BABA-ÇOCUK ETKİLEŞİMİ Bilindiği gibi, ailenin en önemli görevi, hayata hizmet etmek, yani çocukları doğurup kendi soyunu ve genel olarak hayatı devam ettirmektir. Dolayısıyla, her ailenin görevi, kendi soyunu devam ettirmek ve tüm milletin geleceği olan çocukları eğitmektir. Anne baba ve çocukları arasındaki ilişki, hem çok uzak geçmişte hem de çağdaş dünyada gündemde olan bir konudur. Her insan, ilk iletişim ve ilişki tecrübesini ailesinde, annesi ve babası ile yaşamaktadır. Dolayısıyla, annesi ve babasından aldığı eğitimin, anne baba ile yaşadığı etkileşimin insanın geleceğini bile etkilediğini söylemek mümkündür. Böylece, anne baba ile çocuk arasındaki etkileşim gibi önemli bir konunun atasözlerinde de yansıtılmış olduğuna şaşırılmamalıdır. 94 Anne, her insanın en yakınıdır; çünkü anne çocuğa hayat verir, çocuğun hayatı annesinin sevgisinden başlar. Anne, çocuğun ilk günlerinden beri sürekli yanında olur, bu nedenle çocuklar babasından daha çok annesine bağlı olurlar: ‘Horoz ne kadar ötersen ötsün, civciv tavuğun dıkdıkına bakar’. ‘Çocuk babasının başı, anasının gözyaşı’ atasözü de babaları, çocuklarıyla övünen, anneleri ise çocuklarının eğitimiyle uğraşan kişiler olduğunu belirtmektedir. Anne ile çocukları arasındaki bağ sadece çocukluğunda değil, her zaman var olan bir bağdır. Bu bağ özellikle anne ile kız çocuğu arasında çok kuvvetli olur. Anne ile kız çocukları arasındaki bağı tasvir eden atasözleri şunlardır: ‘Ana ile kız, helva ile koz’ (koz helvasının içindeki cevizle helvayı ayırmak nasıl olanaksız ise, anne ile kızı da birbirinden ayırmak mümkün değildir); ‘Anası söylemeden kızı tamamlar’ (kız annesini ilk bakıştan, ilk sözcüğünden anlar). ‘Bir anaya bir kız, bir kafaya bir göz’ atasözü, her annenin bir kızı olması gerektiğini belirtmektedir. Anne baba, çocukları için kendisinden daha fazla meraklanır ve onlara her zaman acınırlar. Anne ve baba için her çocuk canının parçası, canının içidir; onlar için daha az ya da daha çok sevdiği çocuk yoktur: ‘Beş parmağın hangisini kessen acımaz?’ atasözü, insan çocuklarının hepsi için aynı üzüntüyü duyar anlamını taşımaktadır. Anne baba, çocukları için en önemli destekçi olmalıdırlar. Bu sebeple çocukları ve onların iyiliği için kendi isteklerini ihmal eder, fedakârlık yaparlar: ‘Atalar çıkarayım der tahta, döner dolaşır gelir bahta’ (anne baba çocuğuna mutlu bir hayat sağlamaya çalışır), ‘Karga dermiş ki: “Çocuklarım olalı burnumu göme göme bok yiyemedim”’ (ana-baba çocukları için her türlü özveriye hazır olup kendilerinden daha çok çocukları düşünürler). Ancak bu atasözlerinin yanı sıra ters anlam taşıyan can ciğerden tatlı diye bir deyim de bulunmaktadır; yani anne baba çocuklarını ne kadar sevseler de ilk önce kendilerini düşünürler diye belirtmektedir. Ancak bunun gibi olumsuz semantiği taşıyan sadece bir örnek bulunduğu için, bu durumun Türk kültürüne has olmadığını, fedakarlığın bencillikten daha çok yer aldığını iddia etmek mümkündür. Çocuk doğurma, evlilik birliğindeki sevginin simgesi ve sonucudur. Anne ve baba çocuklarına hayat verdikleri için, çocukları eğitmek en önemli görevleridir. Dolayısıyla, anne ve baba çocukları için ilk eğitmenlerdir. Aile içi ilk eğitim verme görevleri o kadar önemli ki, bu görev anne baba tarafından yerine getirilmezse başka bir eğitim onun yerini tutamaz. Çünkü anne ve baba, çocuklarının kişisel ve toplumsal gelişmesini sağlamak, sevgi dolu aile atmosferini kurmakla yükümlüler. Böylece, çocukları büyütüp yetiştirmek, onlara gerekli eğitimi verip sağlam bir kişilik kazandırmak ailenin temel görevi olarak kabul edilmektedir. ‘Şahin gözünü ette açmış; karga gözünü bokta açmış’ atasözü, insanların edeplerinin eğitildikleri ortama bağlı olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle aile eğitiminin son derece önemli olduğu kabul edilmektedir. Eğitimin özellikle erken yaşta verilmesi gerektiğini ‘Ağaç yaş iken eğilir’, ‘Ağaç 95 yeşilken eğilir’, ‘Evladını dövmeyen dizini döver’, ‘Kızını dövmeyen dizini döver’ gibi atasözleri vurgulamaktadır. Çocuk eğitmek zor bir görevdir: ‘Çocuk büyütmek taş kemirmek’. Ancak en iyi eğitim, çocuklara güzel bir örnek olmaktır; çünkü çocuklar her şeyi aile içinde, anne babasından öğrenirler: ‘Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur’, ‘Ağaç ağaç içinde büyür’, ‘Ananın çıktığı dala kızı salıncak kurar’, ‘Arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer’, ‘Arabanın art tekeri ön tekerin izine basar’ veya ‘Ön tekerlek nereye giderse art tekerlek de oraya gider’, ‘Keçi nereye çıkarsa oğlağı da oraya çıkar’, ‘Taşa çıkan keçinin ağaca çıkan oğlağı olur’. Bu semantiği taşıyan ve içinde ana, ata kelimeleri olan deyimler şunlardır: atadan babadan görmek – gelenek ve görenekten yetişmek, hayatı aileden öğrenmek; anadan görme – aileden yetiştiği gibi, geleneksel; anasının eğirdiği babasının doğurduğu – geleneğe uygun yetişen anlamında kullanılır; tam tersi ana ata sofrasında büyümemiş – aile içi eğitimi görmemiş veya iyi almamış birini tasvir etmek için kullanılır. Anne ve baba çocuğun ilk çevresi ve ilk eğitmenleri olduğu için her şeyi, her işi doğrudan anne ve babadan öğrenirler ve onlara yardımcı olurlar: ‘Oğlan babaya, kız anaya yarar’. Böylece, kız çocukları annelerinden kadın işlerini, erkek çocukları da babalarından erkek işlerini yapmayı öğrenirler: ‘Anadan gören inci dizer; babadan gören sofra yazar’, ‘Kız anasından görmeyince sofrayı kaldırmaz’, ‘Kız anadan görmeyince öğüt almaz’, ‘Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi, er atadan öğrenir sıra gezmeyi’, ‘Oğul atadan görmeyince sofra çekmez’, ‘Oğlan atadan öğrenir sofra açmayı; kız anadan öğrenir biçki biçmeyi’. Ayrıca çocuk, annesi ve babasının otoritesi çok büyük olduğu için genellikle onların yaptıkları işi özenir ve yapmak isterler: ‘Atanın sanatı oğla mirastır’, ‘Babanın sanatı oğula mirastır’, ‘Çerçi kızı boncuğa aşıktır’. İnsan anne babasını seçemez, herkesin doğal olarak sadece bir annesi ve bir babası var; bu sebeple herkes annesi ve babasının kıymetini bilmelidir: ‘Bağdat gibi şehir olmaz, kardeş gibi yâr olmaz; ana baba hiçbir yerde bulunmaz’. Anne ve baba çocuklarından daha tecrübeli oldukları ve çocukları için sadece iyilik diledikleri için onların sözü mutlaka ve mutlaka dinlenilmelidir: ‘Ana-ata, önünden geçmek hata’, ‘Ana hakkı Tanrı hakkı’, ‘Ataların sözü Kura’a girmez; ama yanınca yürür’, ‘Atalar sözünü tutmayanı yabana atarlar’, ‘Baba nasihatı tutmayan pişman olur’. Anne ve baba çocuklarının uslu olmalarını, büyüklerin sözünü dinlemelerini isterler: ‘Buyurmadan tutan evlat, gün doğmadan kalkan avrat, deh demeden yürüyen at’. Bazen anne babalar çocuklara karşı sert davranırlar, ancak böyle davranışları bile çocuğun iyiliği için yapıldığından dolayı evlada zararlı olmaz: ‘Ana evladından geçmez’, ‘Ananın bastığı yavru incinmez’, ‘Ananın bastığı civciv ölmez’, ‘Anasının teptiği buzağının canı yanmaz’. Ayrıca 96 çocuğa anne gibi davranan başka bir kişi olmadığını göz önünde bulundurmak gerek: ‘Ana besler hurmayla, eloğlu karşılar yarmayla’ (anneler çocuklarını şefkat ve sevgi ile yetiştirirler, ancak çocuklar topluma girince çevrenin insafsızlıkları ile karşılaşırlar). Çocuklar ise, anne babasının yaptıkları fedakârlıkları her zaman hatırlamaz ve müteşekkir olmazlar: ‘Besledik büyüttük danayı, tanımaz oldu anayı’, ‘Besle büyüt danayı, tanımasın anayı’, ‘Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı’. Ancak çocuk nasıl olursa olsun – iyi veya kötü, sağlıklı veya hasta – annesi ve babası için her zaman en iyi, en güzel / en yakışıklı olur: ‘Karga yavrusuna bakmış, “benim ak pak evladım” demiş’, ‘Komşunun sıpası tay gibidir; kız, anasına ay gibidir’, ‘Kuzguna yavrusu anka görünür’. Bu da ana babanın çocuklarına karşı besledikleri sonsuz sevginin göstergesidir. Anne, baba ve çocuklar birbirine her zaman bağlı kalırlar. Ve bu durum, sadece kan bağı ile ilgili değildir; iyi veya kötü şöhret için de geçerlidir. İyi, hayırlı bir çocuk ile anne babası gurur duyar. Ancak iyi bir çocukla nasıl gurur duyarlarsa aynı şekilde çocuk kötü bir şey yaptığı zaman mahcup olur ve onun için utanırlar: ‘İyi evlat babayı vezir, kötü evlat rezil eder’, ‘Çocuğun ile kocanı övme yüzünü kara çıkarır’, ‘Eşeği yoldan çıkaran sıpanın oynaması’, ‘Fakiri fakir eden kuru bir inat, zengini fakir eden hayırsız evlattır’. Aynı şekilde de anne ve babanın şöhreti çocuklarına yansır: ‘Baba eder, oğul öder’, ‘Ata ekşi elma yese, oğlunun dişi kamaşır’ veya onun varyantları ‘Baba ekşi elma yese, oğlunun dişi kamaşır’, ‘Baba koruk yer, oğlunun dişi kamaşır’; ‘Baba borcu evlada düşer’, ‘Kaşım gözüm bana yeter, babamın adı beni satar’, ‘Koruğu babası yer, sancıyı oğlu çeker’. Bilindiği gibi, anne babanın görevi çocuklarını büyütüp eğitmek, onların iyiliğini sağlamaktır. Böylece, belli bir zamana kadar anne baba parası çocuğun da parası olur: ‘Ana baba kesem, elimi soksam yesem’ atasözü ve ana baba eline bakmak deyimi, çocuğun anne babanın verdiği para ile geçinmesi durumunu ifade etmektedir. Ancak bu durum tüm hayat boyunca devam etmeyeceği için Türkiye Türkçesi atasözleri bu konu ile ilgili uyarı yapmaktadırlar: ‘Ata malı mal olmaz, kendin kazanmak gerek’, ‘Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana’. Çocuklara bakmak, çocukların hayatlarını geçindirmek ve onlara yiyecek içecek, giyim kuşam sağlamak; anne babaların görevidir. Bu nedenle ebeveynlerin para konusunda dikkatli ve tasarruflu olmaları lazım, aksi takdirde parasızlıktan bütün aile sıkıntı çekebilir: ‘Baba borç yapar çoluk çocuk aç yatar’. Çocuklara çok para harcandığı için anne baba bazen zor durumda kalabilirler: ‘Oğlan doğurdum oydu beni, kız doğurdum soydu beni’. Genellikle anne baba mümkün olduğunca çocuklarına miras bırakmaya çalışırlar: ‘Babanın kârı, evlada mirası’. Ancak bu miras çocuğun topluma yararlı olması için bir katkıda bulunmaz: ‘Babadan miras kalır, adamlık kalmaz’ veya ‘Babadan miras kalır, kemal kalmaz’. Türkçe atasözleri, akıllı 97 oğlunun babasının mirasını beklemeyip para kazanmaya başladığını, akılsız çocuğun ise miras aldığı zaman onu hızlı ve mantıklı olmayan bir şekilde harcadığını belirtmektedir: ‘Akıllı oğlan neyler ata malını, akılsız oğlan neyler ata malını’, ‘Hayırlı evlat neylesin malı, hayırsız evlat neylesin malı’, ‘Oğlum deli malı eylesin, oğlum akıllı malı eylesin’. Para konusunda insan sadece kendine güvenmelidir: ‘Babaya dayanma, karıya güvenme’. Para mevzusu, ilişkileri iyi olan anne baba ve çocuk arasında bile anlaşmazlıkların sebebi olabilir: ‘Anayı kızdan ayıran para’, ‘Babayla oğlanın pabucu bir olunca evde kavga eksik olmaz’, ‘Buğdayım var deme ambara girmeyince, oğlum var deme yoksulluğa ermeyince’. Ayrıca anne babasının desteğine laik olmak için çocuk onlara her zaman yardım etmelidir: ‘Baba himmet, oğul hizmet’. Anne babanın nasıl çocuklarına bakmak görevleri varsa, çocukların da anne babasına yardım etmek yükümlülükleri vardır. Her anne baba büyümüş çocuklarından yardım bekler: ‘Tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir’. Ancak çocuklar büyükleri kadar fedakâr değiller: ‘Koyunun melediğini kuzu melemez’. Ve anne babasına bakmak, yardım etmek görevlerini her zaman ve gerektiği gibi yerine getirmezler: ‘Baba oğluna bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş’, ‘Bir baba dokuz oğlu besler, dokuz oğul bir babayı beslemez’ veya ‘Bir baba dokuz evladı besler, dokuz evlat bir babayı beslemez’, ‘Baba kırk oğul beslemiş, kırk oğul bir babayı beslememiş’, ‘Oğlan doğur, kız doğur; hamurunu sen yoğur’; ‘Oğlan yetir, kız yetir; yine şeleği sen götür’. Türkiye Türkçesi atasözleri arasında çocukların anne babasına benzer olduklarını anlatan birçok atasözü vardır: ‘Armut dalının dibine düşer’, ‘Ata çocuğu ataç doğar’ veya ‘Ata oğlu ataç doğar’, ‘Domuzdan toklu doğmaz’, ‘Yumurtadan çıkan yine yumurta çıkarır’. Ancak ailesine dış görünüş veya karakter olarak hiç benzemeyen bir çocuk da olabilir: ‘Ak koyunun kara kuzusu da olur’, ‘Bir ağaçta gül de biter diken de’, ‘Bir ağızdan okluk da çıkar, bokluk da’ veya onun varyantı ‘Bir ocaktan okluk da çıkar, bokluk da’. Huyu annesine benzemeyen çocuklar için ‘Evladı ben doğurdum, ama gönlünü ben doğurmadım’ denir. C. KARDEŞLER ARASINDAKİ ETKİLEŞİM Kardeş, anne babadan sonra gelen en yakın akrabadır, çünkü aynı anne ve babadan doğmuş ve aynı aile içinde büyümüştür. Büyük veya küçük kardeş, en değerli kişilerden biri; insan çocukluğunu onunla geçirir ve tüm hayatı boyunca ona anne babasına gibi güvenebilir, kendisinden destek bekleyebilir. Kardeşlik çok güzel bir şeydir, çünkü kardeşi / abisi / ablası olan insan hiçbir zaman yalnız olamaz. Bu sebeple neredeyse tüm çocuklar bir kardeş sahibi olmak isterler: ‘Kardeşim olsun da kanlım olsun’. Kardeşler, birlikte büyüyüp eğitildikleri için çoğu zaman birbirine huylar açısından benzerler: ‘Üzüm üzüme baka baka kararır’. Küçük 98 kardeşler büyük kardeşlerini özenir ve onlar gibi olmak isterler: ‘Ablası ne giyerse küçüğü de onu giyer’. Ancak bazen böyle taklitlerin ve büyük kardeşin sözünü dinlemenin insan için her zaman hayırlı olmayabildiğini iddia eden atasözü vardır: ‘Ablasına güvenen kız kocasız kalmış’ (her şeyi büyük kardeşin gibi yapma, senin için yararlı olmayabilir mesajını vermektedir). Kardeşler genellikle birbirlerini çok severler: ‘Kardeş kardeşin ne öldüğünü ister ne onduğunu’. Bazen kardeşler arasında anlaşmazlıklar veya kavgalar çıkabilir, ancak yine de akrabalık duygusu her zaman daha güçlü olur: ‘İki kardeş savaşmış, ebleh buna inanmış’, ‘Kardeşin düşmanlığı, karşıdan düşman çıkıncaya kadardır’ (kardeşler arasında ne kadar çekişme olursa olsun kendilerine gelebilecek bir tehlike karşısında hemen birleşir ve güç birliği yaparlar), ‘Kardeş kardeşi bıçaklamış, dönmüş yine kucaklamış’. Ancak kardeşlerin düşman olabileceğini belirten bir atasözü de vardır: ‘Kazanırsan dost kazan, düşmanı anan da doğurur’. Çoğu zaman bir ailenin çocukları, annesi babası öldükten sonra (özellikle erken vefat ettiler ise) birbirine daha yakın olurlar; çünkü ihtiyaç duydukları aile sevgisine muhtaç kalırlar, ve bu sevgiyi sadece en yakın insanları olan kardeşlerden alabilirler. Bu nedenle büyük kardeşler anne veya baba rolünde olup küçüklere bakmak görevini üstlenirler, küçük kardeşler ise çocuk rolünde olurlar: ‘Kardeşin büyüğü baba, küçüğü evlat yerine geçer’ veya ‘Kardeşin büyüğü peder, küçüğü evlat yerine geçer’. Ancak kardeşler birbirine ne kadar yakın olsalar da bazen bir kardeşin evliliği bu samimi ve yakın ilişkileri bozabilir: ‘Kardeşim ağa, avradı hatın, almaz beni kulluğa satın’, ‘Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş’, ‘Kardeşten karın yakın’. Dolayısıyla insanın kardeşlik ilişkilerini iyi koruması gerek: ‘Karı bulunur ama, kardeş bulunmaz’. Kardeşler arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep olabilecek başka bir şey de para: ‘Allah kardeşi kardeş yaratmış, kesesini ayrı yaratmış’, ‘Кardeşi kardeş yaratmış, rızkını ayrı yaratmış’. D. AKRABALIK VE AKRABA ARASINDAKİ İLİŞKİLER Akraba, “kan bağıyla birbirine bağlı olan kimseler”23 olarak tanımlanabilir. Sülale, soy ve akrabalık ilişkileri her ailenin temelidir. Dünya kültürlerinin çoğunda, Türk kültürü de dahil, akrabalık ilişkilerine çok değer verilmektedir. Aile, yakın akrabalar – her zaman yanında olan insanlardır, dolayısıyla bir insanı için en yakın ve en değerli kişilerdir. Bu sebeple hem günlük hayatta hem geleneklerde hem de gelenek unsurlarını taşıyan folklor örnekleri olan atasözlerinde akrabalık ilişkilerine özel bir yer verilmiştir. Böylece, bu alt bölümde genel olarak hısımlık ve 23 Güncel Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&view=gts, (10.08.2017). 99 akrabalık, yakın ve uzak akrabalar (büyük anne baba ile torun; teyze, dayı, hala, amca ile yeğen; kayın valide, kayın peder ile gelin ve damat) arasındaki ilişkileri anlatan atasözler incelenecektir. Türk kültüründe akrabalık anlayışını anlamak için ilk olarak belirtilmiş olması gereken; Türkiye Türkçesinde kullanılan akrabalık isimleri sayısının, birçok diğer dildeki akrabalık ilişkisini belirten kelime sayısından çok daha fazla olmasıdır. Hısım ve akrabalık ilişkilerini belirten kelimeler sayısının fazla olmasının sebeplerinden biri, erkek ve kadın tarafındaki akrabaların ayırt edilmesidir; diğer sebebi de bazı akrabalık isimlerinin eş anlamlı kelimelerinin bulunmasıdır. Türkiye Türkçesindeki akrabalık bağını belirten kelimeler şunlardır: anne / ana / valide; baba / ata / peder; çocuk / bala / evlat / uşak / yavru; kız (dişi çocuk); oğul / oğlan / velet (erkek çocuk); dadaş (erkek kardeş); abi / ağa / ağabey / birader / ede / efe (büyük erkek kardeş); bacı (kız kardeş); abla (büyük kız kardeş); teyze (annenin kız kardeşi); dayı (annenin erkek kardeşi); hala / bibi* (babanın kız kardeşi); amca / emmi* (babanın erkek kardeşi); yeğen (kardeşin çocuğu); amca kızı / böle* / emmi kızı*; amca oğlu / amcazade / emmi oğlu*; dayı kızı; dayı oğlu / dayızade; hala kızı; hala oğlu / halazade; teyze kızı; teyze oğlu / teyzezade; kuzen (annenin veya babanın kardeşinin erkek çocuğu); kuzin (annenin veya babanın kardeşinin kız çocuğu); anneanne / büyükanne / büyükana / nene / nine (annenin annesi); babaanne / büyükanne / büyükana / nene / nine (babanın annesi); dede / ağababa / büyükbaba / büyükpeder (babanın babası veya annenin babası); haminne (anneannenin annesi); torun (çocuğun çocuğu); ahfat (erkek torun); karı / eş / hanım / hatun / zevce (erkeğin evlenmiş olduğu kadın); koca / er / eş / zevç (kadının eşvenmiş olduğu erkek); kaynana / kayınvalide (evli kişiye göre eşinin annesi); kayınbaba / kaynata / kayınpeder (evli kişiye göre eşinin babası); gelin / elkızı (oğlun karısı); damat / güvey (kızın kocası); yenge / bula* / gelin abla* (erkek kardeşin / dayının veya amcanın eşi); enişte (kız kardeşin kocası), baldız (erkeğin karısının kız kardeşi); görümce (kocanın kız kardeşi); kayın / kayınbirader (kocanın erkek kardeşi); elti (erkek kardeşlerin eşlerinin birbirine göre durumu); bacanak (kız kardeşlerin kocalarının birbirine göre durumu); kayın / kayınbirader / ini (kadın ve kocaya göre birbirlerinin erkek kardeşi). Akrabalık ilişkilerini belirten kelime sayısına bakıldığında, Türk kültüründe akrabalık ilişkilerinin geniş ve çok önemli olduğu sonucuna varmak mümkündür. Türk dilindeki akrabalık isimlerinin, sayısının çok fazla olması dışında göze çarpan diğer özelliği; bu isimlerin sadece formalite olmaması, günlük dilde de sık sık kullanılmasıdır. Başka dili konuşan kişinin belki de hiç bilmeyebileceği kelimeler (elti, kayın, bacanak, baldız vb.) Türk insanlarca iyi bilinir ve kullanılır. Bazı kelimelerin (abi, abla, bacı, teyze, amca gibi) akrabalık durumunu belirtmekle birlikte birbirini az tanıyan ve hatta hiç tanımayan kişiler arasında * Yıldız ile işaretlenmiş kelimeler halk ağzında kullanılan sözcüklerdir. 100 samimilik için kullanıldığı gözlemlenmektedir. D. Aksan’a göre, akrabalık isimleri diller arası akrabalığı belirlemede güvenilir ölçüt olarak kullanılabilir24; bu nedenle akrabalık adları ile oluşan ve akraba ilişkilerini yansıtan atasözleri ve deyimlerin incelenmesi, bu dili konuşan milletin aile kültürünü ve dünya görüşünü anlamaya yardımcı olacaktır. 1. Akrabalık ve Önemi Akraba olmak, evlilik yoluyla yakınlık kurmak, hısım olmak demektir. Türk geleneğinde aileler büyük olur, dolayısıyla akraba sayısı bazen o kadar fazla ki insanlar bazı akrabalarını tanımayabilir veya diğer insanların kendi akrabaları olduğunu bilmeyebilirler. Bu durumla ilgili akraba çıkmak deyimi kullanılır; yani önceden tanışmadığı halde konuşarak akraba olduğunu anlamak demektir. Akrabalık ilişkilerinin önemi konusu birçok atasözünde yansıtılmıştır: ‘Ağaç düşse de yakınına yaslanır’ (insanı kötü durumlarda yakınları destekler), ‘Ağaç yaprağıyla gürler’, ‘Ağaç yaprağıyla güzeldir’ (bir insan, yanında akrabaları ve yakınları olduğu sürece güçlüdür). Akrabaları olmayan insan yalnız ve güçsüz olur. Yakın akrabaları olmayan birine çöpsüz üzüm derler. Bacası tütmez olmak deyimi de, bir insanın ailesinin bir felakete uğrayarak dağılıp yok olmasını belirtmek için kullanılmaktadır. Akrabalık ilişkileri çok güçlüdür: ‘Et tırnaktan ayrılmaz’. Akrabalar birbirine yakın oldukları için birbirlerine sadece iyilik dilerler: ‘Hısım hısımın ne öldüğünü ister, ne onduğunu’. Çünkü bir insanın akrabasının durumu iyi ise, buna sevinir ve içi rahat olur. Ancak akrabasının bir sıkıntısı varsa, insan kendini iyi hissetmez, çünkü akrabasının bulunduğu olumsuz durum onu da etkileyebilir: ‘Burun yüzden düşmez’ (kişinin yakın hısmı ne denli uygunsuz iş yaparsa yapsın, kendisinden kopmaz); ‘Bir baş soğan tüm kazanı kokutur’; ‘Deli arlanmaz soyu arlanır’ (bir kişi yaptığı kötü işten utanmazsa da ailesi utanır, üzülür). Bu nedenle akrabalar birbirine destek olmalı, acıları ve sıkıntıları paylaşmalıdırlar: ‘Bir göz ağlarken öbür göz gülmez’. Türk kültüründe akrabalık ilişkilerine çok önem verilir. Ancak bir atasözü, akraba ile ciddi bir iş yapılmamasını önermektedir: ‘Akraba ile ye iç, alışveriş etme’, ‘Akrabaya at ver, dost ol; kız ver, düşman ol’; çünkü genellikle önemli bir işte herkes kendi çıkarını düşündüğü için insanlar arasında anlaşmazlıklar ve kavgalar çıkabilir. Bazen farklı olumsuz durumlardan dolayı araları bozulur, akrabalar birbirleri ile konuşmaz olurlar: ‘Akraba idik akrep olduk biz bize, ayrı düştük bakmaz olduk yüz yüze’. Akrabalar, birbirine her zaman yardım etmeli ve destek vermelidir; ancak bazen akrabalar düşmandan bile daha kötü olabilirler: ‘Akrabanın akrabaya 24 Doğan Aksan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1978, s. 97. 101 akrep etmez ettiğini’, ‘Akrep etmez akrabanın akrabaya ettiğini’. Böyle akrabalar hakkında ‘Yakın dost hayırsız hısımdan yeğdir’ atasözü söylenebilir. Bilindiği gibi, bir insan sadece anne babasına değil, genel olarak ailesine de benzer. Bu özelliğe soya çekmek veya süt çekmek, yani ataların özelliklerini taşımak denir. Çocuk hep gördüğü ve duyduğu şeyleri taklit eder, büyüyünce de etrafındaki insanlara bakar ve davranışlarına benzer şekilde davranır. İnsanın soyuna benzemesi, Türkiye Türkçesi atasözlerinin ve deyimlerinin de konusu olmuştur: ‘Ak şeker, kara şeker, bir damar soya çeker’; ‘Cins cinse çeker’; ‘Katrandan olmaz şeker, olsa da cinsine çeker’; ‘Ot, kökü üzerinde biter’; soydur çeker; soydur çeker, boktur kokar. Bir insanı daha iyi tanımak için akrabalarına bakmanın faydası vardır: ‘Otu çek, köküne bak’. Ancak insanın ailesine benzemesi şart değildir, çünkü bir toplumda nasıl farklı farklı insanlar varsa bir ailede de farklı huylu insanlar olabilir: ‘Bir ağaçta gül de biter diken de’, ‘Bir ahırda at da bulunur, eşek de’, ‘Bir ağızdan okluk da çıkar, bokluk da’ veya onun varyantı ‘Bir ocaktan okluk da çıkar, bokluk da’. 2. Çocuklar ve Anne Babalarının Kardeşleri Annenin ve babanın kardeşleri, anne baba ve kardeşten sonra gelen en yakın insanlardır. Türk kültüründe bu ilişkilerin çok güçlü olduğunu görmek mümkündür; ‘Amca baba yarısı’, ‘Teyze, ana yarısıdır’ gibi atasözleri bunu ispatlamaktadır. Bu deyişlere göre, amca ve teyze yeğenlerine, yani kardeşlerinin çocuklarına kendi çocuklarına gibi bakar, ilgi ve sevgi gösterirler. Ancak yakın hısımlar ne kadar iyi olsalar da insan her işi kendi güçleri ile başarmalıdır: ‘Amcam, dayım, herkesten aldım payım’, ‘Amcamla dayım, hepsinden aldım payım’, ‘Emmim, dayım hepsinden aldım payım’, ‘Emmim, dayım kesem; elimi soksam yesem’. İnsan akrabalarından para konusunda yardım istese de borcu geri vermesi gerektiğini bilerek bu parayı rahat rahat harcamaz, ancak kendi kazandığı parayı istediği gibi harcayabilir. Türk kültüründe kız çocukları halaya, erkek çocukları ise dayıya benzer diye bir inanış vardır: ‘Er dayıya, kız halaya’, ‘Oğlan dayıya, kız halaya çeker’, ‘Er yiğit dayıya çeker’. Dayılar genellikle kız yeğenlerine düşkün ve onlara her zaman yardım etmeye hazırlar: ‘Kız kocayınca, gayret dayıya düşer’. ‘Dayıya yeğen gerek, gemiye yelken kürek’ atasözü de her erkeğin kız kardeşi tarafından bir yeğeni olması gerektiğini belirtmektedir. Eski geleneklerin yankısı olan ‘Gelin olmayan kızın vebali amcası oğlunun boynuna’ ve ‘Evde kalan kızdan, emmisinin oğlu utansın’ atasözleri, amca oğlunun evlenecek kızın koruyuculuğu görevini yerine getirmezse kız evde kalmaya mahkûm kalır anlamını taşımaktadır. 102 Birkaç atasözü de dayı ile amcayı kıyaslayarak dayıların daha iyi olduğunu belirtmektedir: ‘Dayılar yeğenleri yükseltir, amcalar batırır’, ‘Dayı ile dağı gez, emmi ile bağı gezme’. Amcaların dayılara göre olumsuz olarak değerlendirilmesinin sebebi açık değildir. Belki çocukların anneyle ve anne tarafındaki akrabalarla daha yakın ve samimi olmasından kaynaklanabilir. Ancak bir atasözü, dayıya bile güvenilmemesi gerektiği konusunda uyarmaktadır: ‘Güvenme dayına, ekmek al yanına’. 3. Büyükanne, Dede ve Torunlar Geniş aileler daha çok yaygın olduğu zamanlarda aynı evde üç nesil kalıyordu: karı koca, onların çocukları ve bir tarafın anne babası. Ancak aile büyükleri olan büyükanne ve dede ile en küçükleri olan torunlar arasındaki ilişki konusu, Türkiye Türkçesi atasözlerinde çok yansıtılmamıştır. Genellikle çocuklar nene ve dedelerini çok severler, çünkü onlar da torunlarına çok düşkün oldukları için çocuklara her zaman hediye olarak bir şey alır, güzellik yaparlar: ‘Yağmur yağar taş üstüne, torun ne der baş üstüne’. Torunlar ailenin en küçük üyeleri olduğu için, erkek veya kız çocuk farketmeksizin çok sevilirler: ‘Oğlanınki oğul balı, kızınki bahçe gülü’. Oğulun oğluna, yani oğuldan doğan toruna oğul balı denir. Büyükanne gelinini sevmiyorsa, torunu hakkında ‘Yavrumun yavrusu, yarısı da yılanın yavrusu’ diyebilir. ‘Üzümün iyisi denedir, kadının iyisi nenedir’ atasözü, büyükannenin evin en sevilen kadın olduğunu belirtmektedir. Büyükanne ve dedeler aynı zamanda çok fedakârlar, kendileri zor durumda da olsalar herkese yardım etmeye hazırlar: ‘Kendi muhtaç dede, herkese himmet ede’. Ancak insanın kötü davranışları, sadece en yakınlarını değil, torunlarını bile etkileyebilir: ‘Dede koruk yer, torununun dişi kamaşır’. 4. Gelin ve Damadın Kaynanası ve Kayınpederi ile Arasındaki İlişki Gelin ile kaynana ilişkisi, her kültür için aktüel ve her zaman çok konuşulan konulardan biridir. Kaynananın gelinine veya gelinin kaynanaya ön yargılı yaklaşım ve davranışları, henüz baba ocağından başlar ve bu iki kişi arasında daima “savaş” olduğu önyargısı ile güçlenir. Gelin ve kaynana, birbirinden saygı ve sevgi bekler, ancak bu her zaman gerçekleşmez. Gelin-kaynana ilişkisi konusu halk ürünleri olan atasözlerinin de konusu olmuştur. Kaynana imajı olumsuz çizilmektedir. Kaynananın geline karşı hiçbir zaman iyi davranmadığı düşünülmektedir: ‘Kaynana öcü, oğlu cici’ veya ‘Kaynana böcü, oğlu cici’. İnsanlar kendi anne babasına her zaman daha çok bağlı olur, onlara daha çok güvenirler. Ancak bazen erkekler eşlerine, kendi annelerinden bile daha çok inanırlar: ‘Ana yılan, sözü yalan, karı 103 çiçek, sözü gerçek’. ‘Gelin övünür, kaynana dövünür’ atasözü, gelin ve kaynananın aynı olayın karşısında ne kadar farklı olduklarını belirtmektedir. Gelin kaynananın sözünü, bu söz doğrudan kendisine söylenmediği zaman bile dinleyip anlamalıdır: ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit’, ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’. Ancak çoğu zaman, kayınvalidenin nasihatları bile kınama olarak algılanır: ‘Kaynana pamuk ipliği olup raftan düşse gelinin başını yarar’. Kayınvalideler de gelinlerini pek sevmezler: ‘Oğlan gider it getirir, kız gider yiğit getirir’, ‘Su bardakta, gelin ırakta güzel görünür’. Türkiye Türkçesi atasözleri arasında kayınvalide ve kayınpeder için şöyle tavsiyeler bulunmaktadır: ‘Kaldın mı oğul eline, müdara eyle geline’ (anne baba oğlunun ailesinin yanında yaşıyorsa gelini sevmeleri gerekiyor), ‘Üveye etme, özünde bulursun; geline etme, kızında bulursun’ (bir insan gelinine, kendi kızı gelin olduğu zaman davranılmasını istediği gibi davranmalıdır). Damat ile kayınvalidesi veya kayınpederi arasındaki ilişki ile ilgili sadece iki atasözü bulunmuştur. ‘Tavuk sağılmaz, söğüt yakılmaz, güveye güvenilmez’ atasözü, damada güvenilmemesi gerektiğini ifade etmektedir. ‘Oğlan anası kapı arkası, kız anası minder kabası’ atasözü de, eve gelin gelince erkeğin annesinin ihmal edildiğini, gelinin annesi ise geldiği zaman ona en önemli misafirmiş gibi davranıldığını tasvir etmektedir. 5. Diğer Akrabalar Arasındaki Etkileşim Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde uzak akrabalar ve aralarındaki ilişkiler ile ilgili örnekler sayısı çok fazla değildir. Var olan deyişler arasında, eltiler arasındaki ilişki ile ilgili atasözleri bulunmaktadır. ‘Elti eltiden kaçar görümceler bayrak açar’, ‘Elti eltiye eş olmaz, arpa unundan aş olmaz’, ‘Ortak gemisi yürümüş elti gemisi yürümemiş’ gibi atasözleri, iki eltinin birbirini sevmediklerini, aralarında genellikle barış olmadığını belirtmektedir. ‘Elti eltiyle iyi olsa bile, bohçaları çekişir’ atasözü de, eltiler arasındaki ilişkiler iyi gibi görünse de aralarında rekabet, kıskançlık gibi duygu olduğu için ilişkileri samimi değildir anlamını taşımaktadır. ‘Görümce, yüzünü göreyim ölünce’ atasözüne göre görümcenin de pek sevilmediğini görmekteyiz. ‘Ahmak gelin yengeyi halayığı sanır’ atasözü de birinci anlamda gelin ile yenge arasındaki ilişkiyi belirtirken ikinci anlamda da akılsız kişinin, kendisini koruyan kişiye karşı saygısızca davranması sonucunda işinden olduğunu anlatmaktadır. Karının kız kardeşi, baldız ile ilgili atasözleri de vardır: ‘Baldız baldan tatlıdır’, ‘Baldızı olanın, karısı ölmezmiş’. Ancak baldız ile ilgili örneklerde cinsiyetçi bir yaklaşım söz 104 konusudur: “Baldız, atasözlerinde her ne kadar değerli gibi görünse de bu değer onun kişiliğine verilen değerden değil, kadın olmasından kaynaklanan ve cinsiyetçi bir düşünce”25. Enişte ile ilgili bir atasözü bulunmuş ve bu örnek, eniştenin sevilmediğini, kendisine genellikle zor işlerin yüklendiğini anlatmaktadır: ‘Eşeğin yoksa enişten de mi yok’. Üçüncü bölüm sonuçları. Türkiye Türkçesinde aile üyeleri arasındaki etkileşim ile ilgili deyim ve atasözlerinin sayısı oldukça yüksektir. Bu durum, Türk milletinin aile içindeki ilişkilere çok önem verdiklerini göstermektedir. Karı ile koca arasındaki ilişki ve etkileşim ile ilgili toplam 49 örnek (46 atasözü ve 3 deyim) bulunmuş ve analiz edilmiştir. 2 deyim sadece eşleri tasvir etmekte ve ikisi de isim niteliğindedir. İncelenen atasözlerinin çoğu eşler arasındaki ilişkilerin nasıl olması veya olmaması gerektiği konusunda bilgi vermekte ve kadının kocasına göre davranması, eşlerin birbirlerine sadık olması gibi bazı konular ile ilgili tavsiye vermektedir. Bu deyişlere göre, evlilik birliğinde en önemli olan eşlerin birbirlerine saygı ve sevgi beslemeleri, kadının kocasının sözünü dinlemesi, karı ile kocanın birbirine iyi davranmalarıdır. Bu şartlar yerine getirildiği takdirde hem ailede hem de eşler arasında mutluluk hakim olacaktır. Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde anne baba ile çocuk arasındaki ilişkilerin çok işlendiği görülmektedir. Konu ile ilgili toplam 92 atasözü ve 6 deyim incelenmiştir. Bu folklor örneklerine göre anne ve baba gibi seven, şefkat gösteren ve fedakârlık yapan kişiler yoktur; anne babanın en önemli görevlerinden biri çocuklara eğitim vermek ve kişiliklerini geliştirmektir; çocukların görevi ise anne babalarına saygılı olmak, sözlerini dinlemek ve onlara yardım etmektir. Çocuklar, anne babalarına her zaman minnettar olmaz ve onlar kadar fedakârlık bilmezler. Çocuklar anne babasına çok benzerler ve onlar için her zaman en güzel ve en iyi çocuklar olurlar. Analiz edilen örnekler arasında hem bildirici hem tavsiye verici, eğitici deyişler yer almaktadır. Kardeşler arasındaki etkileşim ile ilgili de 17 atasözü vardır. Kardeşler, birbirine en yakın insanlardır ve özellikle ebeveynleri olmadığı zamanda birbirlerine çok muhtaçlar. Aralarında bazen kavgalar çıksa da, hısımlık, yakınlık her zaman olumsuzluklardan üstündür. Akrabaların birbiriyle etkileşimi ile ilgili toplam 73 deyiş bulunmuştur: 8 deyim ve 65 atasözü. Bulup incelediğimiz atasözleri ve deyimler, akrabaların birbirleri ile iletişimi, aralarındaki ilişkiyi ve etkileşimi tasvir etmektedir. Aynı zamanda akrabalığın önemini de vurgulamaktadır. Evlilik sonucunda akraba olan insanlar arasındaki ilişki her zaman mükemmel olmasa da (gelin ile kaynana, damat ile kızın ailesi, eltiler arasındaki ilişki gibi) akrabalık çok önemlidir ve akrabalar arasında saygı ve sevgi olmalıdır. 25Hirik, a.g.m., s. 1734. 105 SONUÇLAR Atasözleri ve deyimler; özel dilbilimsel formüller, farklı dilleri konuşan milletlerin dünya görüşlerinin ve yüzyıllar boyunca birikmiş tecrübelerinin yansımasıdır. Genellikle gerçek anlamından biraz farklı anlam taşıyan ve ilgi çekici kalıbı olan bu söz öbekleri, deyişbilimin kalbini oluşturmaktadırlar. Deyimler ve atasözleri, bir dilin ulusal ve kültürel ögelerini taşımakta ve yansıtmaktadırlar; dolayısıyla bunların incelenmesi, dil ile o dili konuşan ulusun zihniyeti ve dünya görüşü ile arasındaki bağlantıyı görmeyi mümkün kılmaktadır. Aile; her kültürde bulunan bir kurum olmakla birlikte her ulusta farklı, o kültüre has özellikleri taşımakta ve farklı şekilde algılanmaktadır. Bu çalışmada, Türk milletinin aile, aile fertleri ve aile içindeki ilişkilere dair bilgilerini ve tecrübelerini içeren Türkiye Türkçesinin deyimler ve atasözleri hazinesi ele alınmış ve belli başlıklı bölümler altında toplanmış ve analiz edilmiştir. Tezin konusuna yaklaşmak ve girmek için Türklerin aile tipini anlamak gerekmektedir. Bunun için öncelikle dünyada var olan aile ve evlilik tipleri sıralanmakta ve özelliklerini belirtmekte fayda vardır. Dar anlamda aile (çekirdek aile) evlilik ile başlar, bu nedenle bu çalışmada önce evlilik kavamına ve evlilik türlerine dikkat verilmiştir. Evlilik birliği; beraber yaşamak, aile kurmak, çocuk doğurup büyütmek amacıyla birlikte olmak isteyen kişilerin oluşturduğu bir birliktir. Evlilik birliğinin ve ailenin amacı hayata hizmet etmektir, yani bir ailenin soyunu ve genel olarak insanoğlu soyunu devam ettirmektir. Evlilik, toplumsal ve tarihsel bir kurum olduğu için, onun farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda çeşitli türleri oluşmuştur: eş sayısına göre grup evliliği, poligami ve monogami; evli çiftin oturduğu yere göre matrilokal, patrilokal ve neolokal; eşin seçildiği gruba göre endogami ve egzogami gibi evlilik türleri vardır. Aile; evlilik ve kan akrabalığı ilişkileriyle bağlı olan kişilerden oluşan ve belirli biyolojik, sosyal ve kültürel özellikleri olan küçük bir toplulukltur. Soy; aileden daha geniş bir kavramdır; akrabalık (evlenme yoluyla ortaya çıkan yakınlık derecesi) ve hısımlık (kan bağın olmasından ortaya çıkan yakınlık derecesi) gibi kategorileri içermektedir. Aile kavramı, toplumbilimsel araştırmaların konusu olmuş ve bugüne kadar aile tiplerinin birçok sınıflandırması yapılmıştır: üye sayısına göre (çekirdek ve geniş); ailedeki çocuk sayısına göre (çocuksuz, bir çocuklu, az çocuklu ve çok çocuklu aile); otorite ilişkilerine göre (anaerkil ve ataerkil); aile içi rollerinin ayrımına göre (geleneksel ve eşitlikçi aile) ve diğerleri. Aynı zamanda her ailenin hem ulusal hem evrensel özellikleri vardır: duygusal temel, şekillendirici etki, sınırlı boyut, üyelerin sorumluluğu, toplumun çekirdeği olma özelliği, aynı zamanda hem kalıcı hem geçici doğası. 106 Bu tezin konusu Türkiye Türkçesi deyimler ve atasözlerinde aile ve akrabalık anlayışı olduğuna göre Türk ailesinin de incelenmesi gerek. Türk ailesi, farklı tarihi evrimlerden geçip değişmiş ve bu devirlerin özelliklerini benimseyip şimdiki yapıya sahip olmuştur. İslamiyetten önceki Türk ailesinin beş dönemi ayrılabilir: boy, sop, soy, pederî aile ve izdivâcî aile. Bu dönemler değiştikçe Türk ailesi daralmıştır ve sonunda geniş aileden küçük aileye dönüşmüştür. İslamiyetin kabulü Türk topluluğun yaşamını ve aile yapısını da etkilemiştir. En önemli yeniliklerden biri, çok eşliliğin mümkün olmasıdır. Ancak belirtmek gerekir ki çok eşlilik iyi maddi durum olmasını gerektirdiği için daha çok padişahlar ve onları taklit eden zümreler mensubu insanlar arasında yaygındı. Erkeğin aile içindeki statüsü ilk Türk ailesi içindeki gibidir: o, her zaman aile reisi olur. Ancak kadının durumu değişir; Eski Türkler zamanında o, tamamen evine ve kocasına bağlı, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş döneminde aktif ve dış dünyaya açık olur, daha sonra ise yine eve kapanmış ve dış dünyayla çok bağlantısı olmayan bir aile üyesi olur. Kadınların bu durumu Tanzimat döneminde değişmeye başlar ve Cumhuriyet döneminin getirdiği sosyal değişmeler sayesinde şimdiki hale gelir. Kadın, ailenin koruyucusu ve düzenini oluşturan kişidir, kocasına ve çocuklarına bağlıdır; ancak toplum hayatına katılması ve maddî anlamda özgür olması da uygundur. Ayrıca Hukuk-i Aile Kararnamesi (1917), Türk Medeni Kanunu (1926) ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982) gibi resmi dökumanlar; aile ve evlilik birliğinin devlet tarafından korunduğunu beyan etmektedirler. Son zamanlarda, özellikle büyük şehirlerde ailenin daralması söz konusudur. Çağdaş zamanda Türkiye’de ve bütün dünyada ailelerin çoğu çekirdek aile niteliğindedir, oysa geniş aileler de tamamen yok değildir (ancak belirtmek gerekir ki geniş aile daha çok kırsal bölgelerde rastlanan bir aile türüdür). Böylece, aile ve evlilik kavramlarını inceledikten sonra Türk kültüründe tek eşlilik, dışarıdan evlilik ve evli çiftin oturacağı yere göre neolokal evlilik türünün hakim olduğunu söylemek mümkündür. Bugünün Türk ailesi çoğunlukla çekirdek ve az çocuklu, otorite ilişkilerine göre daha çok geleneksel (ataerkil) ailedir. Ancak belitmek gerekir ki geleneksel ataerkil ailelerin yanı sıra eşitlikçi ailelerin sayısı da oldukça yüksektir (özellikle büyük gelişmiş şehirlerde). Yukarıda belirtildiği gibi, her milletin aile yaşamı; belirli tarihî var oluşunun, sosyo- ekonomik, siyasî ve kültürel gelişiminin, millî karakterinin bazı özellikleri ile şekillenmiştir. Bir kültürün geleneklerini artzamanlı olarak incelemeye ve en iyi şekilde anlamaya fırsat tanıyan malzeme, dilin deyişsel fonu, yani atasözleri ve deyimlerdir. Atasözleri arasında, hemen hemen her konuda bir nasihat bulunabilir. Aile hayatı ve akrabalık ilişkileri gibi önemli bir konu, bu deyişlerde de yansıtılmıştır. Deyimler de bir kavramı en kısa ve en özlü şekilde ifade etme gibi bir özelliğe sahip olduğundan, aile de dahil her konuyla ilgili öz sözler içermektedirler. 107 Aile ve akrabalık anlayışını yansıtan atasözlerinin hem evrensel hem ulusal olduğunu söylemek mümkündür. Atasözlerinin evrenselliği, her kültür için kullanılabilen öğreticilikte kendini göstermektedir; böylece, birçok Türkçe atasözünün diğer dillerde tam veya kısmen karşılıkları bulunmaktadır. Aynı zamanda atasözlerinin ve deyimlerin benzersizliği, sadece belirli bir milletin ve kültürün yaşama tarzını, dünya görüşünü yansıtmasında görülebilmektedir. Böylece, diğer dillerde karşılığı bulunmayan deyimler ve atasözleri, sadece söz konusu olan dili konuşan etnik grubun aile anlayışı, aile türü, aile düzeni hakkındaki kodlanmış bilgileri taşımaktadırlar. Türkçenin atasözleri ve deyimler açısından çok zengin bir dil olduğu bilinen bir gerçektir. Böylece, aile ve akrabalık ile ilgili deyimler ve atasözlerinin sayısının da gayet yüksek olmasına şaşırılmamalıdır. Bu çalışma için tarafımızdan toplam 575 deyiş (88 deyim ve 487 atasözü) tespit edilmiş ve konulara göre ayrılmıştır. Deyişlerin sayısının bu kadar yüksek olması; bir açıdan birçok atasözünün bir veya birkaç varyantı bulunmasından kaynaklanmakta, diğer açıdan da ailenin Türk kültüründe son derece önemli olduğunu ve bu nedenle sadece günlük hayatta değil, atasözleri ve deyimlerde de işlendiğini göstermektedir. Bu çalışma için toplanmış deyimler ve atasözlerinden yola çıkarak, Türklerde yapılan evlilikler hangi tür evlilikler olduğunu ve tipik Türk ailesinin hangi aile türlerinin özelliklerini taşıdığını anlamaya çalıştık. ‘Bir evde düzen olunca o evde düzen olmaz’, ‘Bir evde iki horoz olunca sabah güç olur’, ‘İki kadın olan evde düzen olmaz’, ‘Kadının biri alâ, ikisi belâdır’ atasözleri çok eşliliğin uygun olmadığını; ‘Bir eve bir baca, bir kadına bir koca’, ‘Bir müslümana bir karı lazım’ gibi atasözleri de tek eşliliğin olması gerektiğini belirtmektedir. Böylece, Türkler arasında yapılan evliliklerin eş sayısına göre monogami evlilik türü olduğu söylenebilir. Evlenecek kişilerin aileleri ve özellikle gelin ile damat birbirini iyi tanımalı; ‘Alma soysuzun kızını, sürer anası izini’, ‘Asil ile taş taşı, bedasıl ile yeme aşı’, ‘Asili alması zor, saklaması kolaydır’, ‘Bez alırsan Musul’dan, kız alırsan asilden’, ‘Pekmezi küpten, kadını kökten al’, ‘Tatlıyı küpten almalı, kadınlığı kökten’ gibi atasözleri bunun önemini vurgulamaktadır. Bu sebeple evlilikler birçoğu zaman birbirini iyi tanıyan aileler, hatta akrabalar arasında gerçekleşir: içeriden evlenmek – evlenecek kimseyi kendi soyu veya kabilesinden seçmek; ‘Komşu kızı almak, kalaylı kaptan su içmek gibidir’. Böylece, eşin seçildiği gruba göre Türklerdeki evliliğin endogami veya içevlilik olduğu söylenebilir. Eş seçimi konusuyla ilgili Türkiye Türkçesi atasözlerinde, Türk milletinin sosyal eşitlik çerçevesinde gerçekleşen evlilikleri desteklediği görülebilir: ‘Baz bazla, kaz kazla, kel tavuk topal horozla’, ‘Davul dengi dengine çalar’, ‘Halayıktan kadın olmaz, gül ağacından odun’, 108 ‘Halayıktan hatun aldım, başıma dert satın aldım’, ‘Gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz’. Bu atasözlerine göre, herkes kendine uygun, uyumlu bir kişiyi bulmalı, çünkü uyumsuzluklar çeşitli sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Dengi dengine deyimi de insanın uyum sağlayabilecek biri ile olması gerektiğini belirtmektedir. Böylece, Türkler arasında yapılan evlilikler, ekonomik kriterlere göre eşit evlilik türüne girmektedir. Geleneksel Türk kültüründe kız ‘alınan’, erkek ise ‘alan’ pozisyonundadır. Türkçede bununla ilgili kız almak, kız istemek, kız kaçırmak, kız vermek, kocaya vermek, gelin almak, gelin getirmek, kocaya gitmek ve kocaya varmak gibi deyimler mevcuttur. Bu deyimlere göre, gelin damadın evine girer; dolayısıyla yapılan evlilik evli çiftin oturduğu yere göre patrilokal evlilik türü olmaktadır. Geleneksel Türk ailesi, aile içi rollerinin ayrımına göre geleneksel ve otorite ilişkilerine göre ataerkildir. Karı ile koca arasında eşitlik olması gerektiğini bildiren sadece 2 atasözü var: ‘Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan’, ‘Bir adamın karısı onun yarısıdır’. Diğer atasözleri ise evli kadının tamamen eşine bağlı olduğunu, erkeğin aile içi ilişkilerinde egemen olduğunu belirtmektedir: ‘Anasını babasını dinlemeyen evlat, kocasını saymayan avrat, üzengi ile yürüyen atı kapında tutma hiç durma sat’, ‘Gece yağar gündüz açar, yıl düzlüğü; erkek söyler kadın susar, ev düzlüğü’, ‘Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını’ ve bu atasözünün diğer varyantları ‘Evine göre pişir aşını; erine göre bağla başını’, ‘Kocana göre bağla başını, harcına göre pişir aşını’. Aile ve akrabalık anlayışı ile ilgili deyimler ve atasözleri, birkaç başlık altında incelenmiştir: ailenin kuruluşu (eş seçimi, evlilik yaşı, evlilik âdetleri), aile üyeleri (karı, koca, anne, baba, çocuk), akrabalığın önemi, aile üyeleri arasındaki etkileşim (eşler arasında, anne baba ve çocuklar arasında, diğer akrabalar arasında). Bu çalışma için seçilen deyişlerin en büyük kısmı ailenin kurulması, çocukların anne baba ile arasındaki etkileşim ve çocuk yetiştirilmesi ile ilgilidir. Bu durum, aile hayatının yukarıda belirtilmiş yönlerinin Türk kültüründe en büyük öneme sahip olduğunun göstergesi olarak değerlendirilebilir. Eş seçimi, evlilik için uygun yaş, evlilik, düğün gelenekleri ile ilgili toplam 140 deyim ve atasözü tespit edilmiştir. Bu atasözlerinin çoğu eş seçimi ve evlilik ile ilgili tavsiye vermektedir. Atasözlerin birçoğu aile kurmak isteyene; eş olarak seçeceği kişinin, aile hayatında gerekli görevleri yerine getirebilecek niteliklere sahip olması açısından değerlendirilmesi gerektiğini tavsiye vermektedir. Evlilik kararında dikkatli davranılması, müstakbel eşin iyi bir aileden alınması, evlenmeden önce iyice tanınmasının önemli olduğu belirtilmektedir. Türkiye Türkçesi atasözlerinde evlilik, önemli bir hayat aşaması, ailenin kuruluşu olarak gösterilmekte ve onun zamanında yapılmasının gerekli olduğu vurgulanmaktadır. 109 Karı ile kocayı konu olarak alan deyimler ve atasözlerinde, kadın ve erkeğin aile içindeki geleneksel rolleri üzerinde durulmaktadır. Kadından çocuk doğurması ve eğitmesi, ev işlerini yapması, ev düzenini kurması, aile ocağını koruması, kocasına bağlı olması ve faaliyet alanının çoğu zaman aile ile sınırlı olduğunu kabul etmesi beklenir. Erkeğin ise önemli konularda karar vermesi, aileyi yönetmesi ve geçindirmesi, aileyi koruması ve karısına ve çocuklarına bakması beklenir. Türkiye Türkçesi atasözlerinde kadının aile içindeki rolleri, erkeğinkinden daha geniş bir şekilde tasvir edilmektedir. Bu konu ile ilgili 71 atasözü ve deyim bulunmuş ve incelenmiştir. Ayrıca bu bölümdeki atasözlerinin büyük bir kısmı sadece karıyı ya da sadece kocayı değil, aile içindeki rolleri açısından erkeği ve kadını birlikte, kıyaslama veya karşılaştırma yapılarak ele almaktadır. Anne, baba ve çocuklar. Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde anne, baba, çocuklar ve aile içindeki rolleri ile ilgili örneklerin sayısının gayet yüksek olduğunu söylemek mümkündür. Anne ve annelik ile ilgili 24; baba, babalık ile ilgili 15; çocuk ve çocukluk ile ilgili 87 örnek; toplamda ise 126 atasözü ve deyim bulunmuş ve incelenmiştir. Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde anne; çocuk doğan ve onun beslemesi, büyümesi ve eğitiminden sorumlu, çocuklarına düşkün, çocukları için her şeyi yapan kişidir. Baba da her zaman çocukların iyiliğini düşünen, onlara örnek olan biridir. Ata; ailenin reisi ve akıl, bilgelilik simgesidir. Çocuk, deyimler ve atasözlerinde sık sık kullanılan bir unsurdur. Bu deyişlerde kız çocuklarına nazaran erkek çocuklarına daha çok değer verildiği görülmektedir. Ayrıca çocukların ailede mutlaka olmasının önemi vurgulanmaktadır. Atasözleri ve deyimlerinde çocuk ile ilgili örneklerin sayısının fazla olması, Türk kültüründe çocuklara büyük bir önem verildiğini göstermektedir. Eşler arasındaki etkileşim ile ilgili toplam 50 atasözü ve deyim bulunmuş ve analiz edilmiştir. Atasözlerinin çoğu eşler arasındaki ilişkilerin neye dayanması ve nasıl olması veya olmaması gerektiği konusunda bilgi vermektedir. Bu örneklerde, kadının davranışlarını kocasına göre ayarlaması, eşlerin birbirlerine sadık olması, gerçek ailenin sadece karşılıklı emek ile mümkün olması, eşlerin birbirini etkilemelerinden dolayı birbirine iyi davranılmasının gereği gibi bazı konular işlenmektedir. Anne-baba-çocuk etkileşimi, Türkiye Türkçesi atasözleri ve deyimlerinde çok işlenmiş bir konudur. Bu konu ile ilgili toplam 98 atasözü ve deyim tespit edilmiştir. Bu örneklerin verdikleri mesaj şudur: anne ve baba gibi seven, şefkat gösteren ve fedakârlık yapan kişiler yoktur, bu nedenle çocukların görevi onlara karşı saygılı davranmak, sözlerini dinlemek ve onlara yardım etmektir. Anne babanın en önemli görevlerinden biri çocukları eğitmektir; atasözlerinde, bu görevin yerine getirilmesi zor olsa da mutlaka yapılması gerektiği 110 vurgulanmaktadır. Çocukların anne babasına çoğu zaman benzer olması da atasözlerinin ayrı bir konu olarak işlenmektedir. Diğer akrabalar arasındaki etkileşimi bildiren örnek sayısı ise çok yüksek değldir. Kardeşler arasındaki etkileşim ile ilgili 17 atasözü; dayı, amca, teyze, hala ile yeğen arasındaki ilişki ile ilgili 16 atasözü; büyükanne, dede ve torunlar arasındaki etkileşim ile ilgili 6 örnek; gelin ve damadın eşlerinin anne babasıyla ilikilerle ilgili 13 atasözü; diğer akrabaların birbirleriyle etkileşim ile ilgili 9 örnek bulunmuştur. Atasözlerinde özellikle akrabalığın önemi üzerinde durulmakta ve akrabalar arasındaki kişisel kilişkilerin iyi olmadığı halde bile akrabaların birbirlerine bağlı olduğu ve bu aile gücünün korunması gerektiği belirtilmektedir. Türkiye Türkçesinin atasözleri ve deyimleri ile ilgili araştırmalar ve çalışmalar, hem Türk hem de yabancı dilbilimciler tarafından yapılmaktadır. Son yıllarda bu yönde yapılan çalışmaların sayısının artması, Türkçe deyişlerinin güncel bir konu olduğunu tespit etmektedir. Atasözleri ve deyimlerin geleneksel değerleri ve millî kültürü taşıma ve aktarma görevleri olduğundan dolayı onların incelenmesi, kullanılmakta oldukları dilin ve bu dili konuşan ulusun öğrenilmesine yol açmaktadır. Atasözlerini ve deyimleri malzeme olarak kullanan ve bir veya birkaç milletin yaşamının belirli bir alanını inceleyen çalışmalar son zamanlarda daha popüler olmakta ve pratik bir önem kazanmaktadırlar. Şu an en popüler ve en güncel dilbilim dalları, karşılaştırmalı dilbilim ve dilbilimsel açıdan kültür araştırmalarıdır. Bu çalışmaların sonuçları kültürlerarası iletişimin kolaylaştırılmasına ve pekiştirilmesine katkıda bulunabilir. Bu açıdan dilbilimde henüz çözülmemiş ve az incelenmiş konuların bulunmasının, gelecekte Türk deyişbiliminin ayrı bir dilbilim dalı olarak oluşumunu ve gelişmesini sağlayabileceğini söylemek mümkündür. 111 EKLER Ek. I TEZDE KULLANILAN DEYİMLER SÖZLÜĞÜ Sözlükte yer alan deyimlerinin açıklamaları tez yazarına ait değildir, aşağıda belirtilen kaynaklardan alınmıştır: 1. AKSOY Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2 – Deyimler Sözlüğü, İnkılap Kitabevi Yayını, İstanbul, 1993, http://www.vahdetnafizaksu.net/aksy.pdf. 2. AKSOY Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2 – Deyimler Sözlüğü, İnkılap Kitabevi Yayını, İstanbul, 1995. 3. Çoçuklar İle İlgili Atasözleri ve Anlamları, https://www.secdem.net/kategoriler/egitim- bilgileri/atasozleri-ve-deyimler/cocuk-ile-ilgili-atasozu-ve-anlamlari.html. 4. PARLATIR İsmail, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü – II, Deyimler, Yargı Yayınevi, Ankara, 2000. 5. TDK Güncel Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&view=gts. 6. Vikisözlük, https://tr.wiktionary.org/wiki/. Adam evlâdı – iyi bir ailenin iyi yetişmiş, iyi eğitilmiş çocuğu. Akraba çıkmak – önceden tanışmadığı halde konuşarak akraba olduklarını anlamak. Akraba olmak – evlilik yoluyla yakınlık kurmak, hısım olmak. Ana ata sofrasında büyümemiş – aile içi eğitimi iyi almamış birisi. Ana baba bir – öz kardeş. Ana baba eline bakmak – ailenin verdiği para ile geçinmek, iş sahibi olamamak. Ana baba yavrusu – nazlı büyütülmüş çocuk. Ana bir baba ayrı – öz olmayan kardeş. Anadan görme – 1) annesinden gördüğü gibi, aileden yetişme; 2) geleneksel. Analık eliyle vermek – çok az miktarda vermek. 112 Anan turp, baban şalgam – görgüsüz ve bayağı bir ailenin çocuğu. Anan turp, baban şalgam, sen içinde gülbeşeker – ne olduğu belirsiz kimselerin çocuğu. Anan turp, baban şalgam, sen nereden çıktın gülbeşeker – bkz. “Anan turp, baban şalgam, sen içinde gülbeşeker”. Anası sarımsak, babası soğan – bkz. “Anan turp, baban şalgam”. Anasının eğirdiği babasının dokuduğu – aileden ve gelenekten yetişme, görgülü. Anasının kızı – 1) anne terbiyesi almış, anasının huyları kendisinde de görülen kız; 2) anasının yolunda giden kız. Anasının körpe kuzusu – 1) pek küçük kucak çocuğu; 2) pek nazlı. Atadan babadan görmek – gelenek ve görenekten yetişmek, hayatı aileden öğrenmek. Atam bilir atasını, ben bilirim ötesini – soyunu sopunu, kimliğini herkes iyi bilir. Ayağının pabucunu başına giymek – 1) dengi olmayan kişiyle evlenmek; 2) değersiz bir kimseye üstün değer vermek. Baba adam – yaşlı, iyi yürekli, olgun, hoşgörülü adam. Baba değil, tırabzan babası – babalığın sorumluluğunu hakkıyla yerine getirmiyor. Baba ocağı – insanın doğup büyüdüğü ev, yer, yurt, vatan. Baba yurdu – bkz. “Baba ocağı”. Babalık etmek – öz baba gibi şefkatli ve sevecen davranmak. Babasının oğlu – her durumu babasına benzeyen oğul. Bacası tütmez olmak – ailesi dağılmak ya da büyük bir felakete uğramak. Başı bağlı olmak – 1) nişanlı ya da evli olmak; 2) başka bir işte çalışmakta olduğundan oradan hemen ayrılamayacak durumda olmak. Başını bağlamak – gençleri nişanlamak veya evlendirmek. Beşik kertme nişanlı – anne babaların kız ve erkek çocuklar daha beşikte iken onlara nişan koyması. Bir karında yatmış, bir memeden emmiş olmak – biri, ötekinin kardeşi olmak. Bir köroğlu, bir ayvaz – bir karı, bir koca, çoluk çocuk yok. 113 Can ciğerden tatlı – ana babanın evlatlarına düskünlükleri söz götürmez. Ancak kendi canlarını çocuklarının canlarından daha önce düsünürler. Ciğer canlı – çocuklarına çok düşkün. Çoluk çocuk – 1) çocuklarla birlikte aile topluluğu; 2) işe aklı ermeyen çocuklar. Çöpsüz üzüm – 1) birlikte yaşayacak yakın hısımları bulunmayan eş; 2) uğraştıracak pürüzleri olmayan kârlı iş. Damat girmek – bir aileye güvey olarak katılmak, içgüveyi olmak. Dengi dengine – bir kimse uyum sağlayabilecek biri ile olmalı. Döl döş – çocuklar ve torunlar, soy sop. Döl döş sahibi olmak – soyu devam etmek, çocuk ve torunları olmak. Dünür düşmek – bir kızı evlenmek üzere başkası için istemek. Dünür gezmek – kız bakmaya gitmek, evlenecek erkek için kız aramaya çıkmak. Dünür gitmek – evlenecek kimse için kız istemeye gitmek. Ev bark – aile ve çevresi. Ev halkı – bkz. “Çoluk çocuk”. Ev hanımı – bkz. “Ev kadını”. Ev kadını – ev dışında bir işte çalışmayan, kendi evinin işlerini yapan kadın. Evde kalmak – kız, yaşı ilerlediği halde evlenmemiş olmak. Evin direği – aile reisi olan erkek. Evlat edinmek – başkasının çocuğuna kendi çocuğu gibi büyütmek ve eğitmek için yanına almak. Evli barklı – evlenmiş, ev açmış kimse. Gelin almak – 1) oğluna kız bulmak, oğlunu evlendirmek; 2) gelini baba evinden özel bir törenle alıp güvey evine götürmek. Gelin getirmek – bir aileye veya eve gelin almak. Gelin yazmak – gelinin yüzünü değişik süs eşyalarıyla bezemek. Hanım hanımcık – 1) evine, çocuklarına, işine gereği gibi bakan, hoppalığı bulunmayan kadın; 2) böyle bir kadına yakışır halleri olan. 114 Hazır evin has kadını – daha önce kurulmuş bir düzenden yararlanırken kendisi bu düzene katkıda bulunmayan. Helalliğe almak – biri ile evlenmek, eş olarak seçmek. İçeriden evlenmek – evlenecek kimseyi kendi soyu veya kabilesinden seçmek. İç güveyi girmek – evlenecek erkek, karısının ailesi ile birlikte oturmak. İç güveyinden hallice – “Nasılsın?” sorusuna şaka yollu “Oldukça iyiyim!” veya “Eh işte, idare ediyoruz!” anlamında verilen karşılık. İlk göz ağrısı – 1) ilk doğan çocuk; 2) ilk sevilen kız veya âşık olunan kimse. Kadın ağızlı – bkz. “Karı ağızlı” . Kadın kadıncık – bkz. “Hanım hanımcık”. Kadın olmak – 1) kızlığını yitirmek, bekârlığa veda etmek; 2) kadın, evini ve kocasını yönetmesini iyi bilmek. Karı ağızlı – davranışlarını karısının sözlerine uyduran (koca). Karılık etmek – (evli bir kadın) kocasına olan görevini yerine getirmek; (erkek için) döneklik etmek, hile yapmak. Kız almak – bir ailenin kızını gelin olarak almak. Kız istemek – bir kızı eş olarak anne ve babasından istemek. Kız kaçırmak – bir kızı kendisinin veya ailesinin rızası olmadan zorla alıp götürmek. Kız kızan – bkz. “Çoluk çocuk”. Kız oğlan kız – kızlığını bozulmamış kız. Kız vermek – kızını başka bir aileye gelin etmek. Koca bulmak – kız veya kadın kendisi ile evlenecek bir erkek bulmak, evlenmeye kalkışmak. Kocaya gitmek – evlenmek. Kocaya kaçmak – kız ailesinin izni olmadan ve haberi olmadan ve de nikâhlanmadan bir erkekle birlikte kaybolmak. Kocaya varmak – bkz. “Kocaya gitmek”. Kocaya vermek – kızını evlendirmek. Nikâh düşmek – iki kişinin evlenmesine kanunî veya örf bakımından bir engel bulunmamak. 115 Nikâh kıymak – nikâh memurunun önünde evlenmek. Nikâh tazelemek – 1) boşandığı kişiyle tekrar evlenmek; 2) nikâh duası yapmak. Nişan koymak – 1) evlilik için ilk adımı atarak nişan yüzükleri takmak; 2) ileride tanıyabilmek veya unutulduğunda hatırlayabilmek için bir işaret koymak. Nişan takmak – 1) nişan yüzüklerini parmaklarına geçirmek; 2) göğsüne nişan iliştirmek. Nişan yapmak – nişan töreni düzenlemek. Nişanı atmak – kadın veya erkek nişandan vazgeçmek. Nişanı bozmak – bkz. ”Nişanı atmak”. Soya çekmek – atalarının özelliklerini taşımak. Soydur çeker – her insan veya yaratık az çok kendi soyuna çeker. Soydur çeker, boktur kokar – her insan veya yaratık az çok kendi soyuna çeker. Söz kesmek – evlenmek üzere istenen kızın verildiğini kesin olarak belirlenmek. Süt çekmek – bkz. “Soya çekmek”. Sütü sümüğü pak – temiz bir ana baba çocuğu. 116 Ek. II TEZDE KULLANILAN ATASÖZLERİ SÖZLÜĞÜ Sözlükte yer alan atasözlerinin açıklamaları tez yazarına ait değildir, aşağıda belirtilen kaynaklardan alınmıştır: 1. AKSOY Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 – Atasözleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi Yayını, İstanbul, 1995. 2. Atasözleri ve Açıklamalı Anlamları, http://www.atasozlerianlamlari.com. 3. Az Duyulmuş Atasözleri, https://soygur.wordpress.com/2012/03/13/atasozleri/. 4. Çoçuklar İle İlgili Atasözleri ve Anlamları, https://www.secdem.net/kategoriler/egitim- bilgileri/atasozleri-ve-deyimler/cocuk-ile-ilgili-atasozu-ve-anlamlari.html. 5. Güncel Atasözleri, http://www.guncelatasozleri.com/. 6. PARLATIR İsmail, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü – I, Atasözleri, Yargı Yayınevi, Ankara, 2000. 7. TDK Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_atasozleri&view=atasozleri. 8. Vikisözlük, https://tr.wiktionary.org/wiki/. Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz – bir kimse, sevdiği işi döne döne ve uzun süre yapmaktan bıkmaz. Ablası ne giyerse küçüğü de onu giyer – çocuklar her zaman büyükleri örnek alır, onlar gibi olmak isterler. Ablasına güvenen kız kocasız kalmış – her şeyi büyük kardeşi gibi yapmak kişi için yararlı olmayabilir. Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez– aç, hiçbir mazeretle susturulamaz. Çocuk da bir şey istedi mi, beklemek bilmez. Adam eşeğinden, kadın döşeğinden belli olur – bir insanın sahip olduğu veya kullandığı nesnelerin bakımı, temizliği, düzeni o kişi hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar. Adam olacak çocuk bokundan belli olur – bir kişinin yeni başladığı işte ilerleyip, ilerleyemeyeceği daha ilk davranışlarından anlaşılır. Ağaç düşse de yakınına yaslanır – durumu bozulan kimseyi yakınları destekler. 117 Ağaç yaprağıyla gürler – insan, çevresi ile kimliğini ve kişiliğini kazanır; çevresi zayıf olan kimse güçsüzdür. Ağaç yaprağıyla güzeldir – bkz. “Ağaç yaprağıyla gürler”. Ağaç yaş iken eğilir – çocuklar küçük yaşta eğitilmeli; büyüdükten sonra eğitmek kolay olmaz. Ağaç yeşilken eğilir – bkz. “Ağaç yaş iken eğilir”. Ağaç, ağaç içinde büyür – bir insanın yetişmesi ve olgunlaşması çevresi ve yakınlarının ilgisi ya da desteği ile olur. Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur – çocuklar anne ve babalarından, küçükler büyüklerinden neyi görmüşse onu yapmaya çalışırlar. Ağızdan burun yakın, kardeşten karın – insanlar, hısımları arasında kardeşlerinden de çok kendi çocuklarını benimser, severler. Ağlamayan gelinin gözüne soğan sürerler – insanın belirli bir durumda belli bir şekilde görünmesi gerektiği zaman o şekilde görünmek için her şey yapılır. Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar – kişinin derdini yürekten paylaşan tek varlık anasıdır. Ahmak gelin yengeyi halayığı sanır – ahmak kimse, kendisini korumakta olan kişiye, hizmetine verilmiş biri gözüyle bakar ve saygısızca davranışıyla onun gönlünü kırarak hizmetinden yoksun kalır. Ak koyunun kara kuzusu da olur – iyi ana babadan kötü çocuklar olabilir. Ak şeker, kara şeker, bir damar soya çeker – kişinin yaptığı iyilikte de, kötülükte de kalıtımın etkisi vardır. Akıllı oğlan neyler ata malını, akılsız oğlan neyler ata malını – bir çocuk akıllı ise malını kendisi kazanır; baba malına ihtiyaç duymaz. Eğer akılsız ise, babası ne kadar çok mal bırakırsa bıraksın bu malın hepsini yer bitirir; kendi kazancı olmadığı için o malın kıymetini bilemez. Akraba idik akrep olduk biz bize, ayrı düştük bakmaz olduk yüz yüze – akraba olanlar, kan bağı bakımından birbirine daha yakın olan aile bireyleridir. Birbirlerine daha fazla yardım edip fedakârlıkta bulunmaları, dostluklarının ileri olması beklenir. Ancak alışveriş ve çıkar ilişkileri insanları çatışmaya sürükleyip tatsızlıklara yol açabilir; sonuçta ortaya kırıcı, incitici davranışlar çıkar. Eğer dikkat edilmeyecek olursa dostlukların yerine, akraba olanlar birbirine bakamayacak hale gelebilir. Akraba ile ye iç, alışveriş etme – çok yakın kimselerle iyi dost olarak kalmalı; menfaate dayalı bir iş veya alışveriş yapılırsa bu dostluk zarar görebilir. Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini – bkz. “Akrep etmez akrabanın akrabaya ettiğini”. Akrabaya at ver, dost ol; kız ver, düşman ol – bkz. “Akraba ile ye iç, alışveriş etme”. 118 Akrep etmez akrabanın akrabaya ettiğini – insan en büyük kötülüğü en yakınından görebilir; onun için dikkatli olmalıdır. Al kibar kızını, işlerin bulana bulana, al çitak kızını gezsin eyleneeylene – erkek eş olarak alacağı kızı iyi bilmeli, aileyi ve kendini mağdur etmemeli. Kibar ve zarif olmasının yanı sıra eğer çok çıt kırıldım bir bayanla evlenirse işleri aksar, evi işleri görülmez, zamanla büyük sorunlar yaşanılır. Çitak kızı diye bahsedilen bayanlar ise aslında çiti ak, yani elbiseleri, giydikleri beyaz anlamında, bakımlı kişiler için kullanılmıştır. Bu tip birisi ile evlenmesi o kişinin sürekli gezmesinin sebebiyle hiçbir iş yapmayacağı anlamını taşımaktadır. Bu da zamana erkeği ve ailesini harap eder, daha büyük sıkıntıların oluşmasına kadar ilerler. Alacak kız ay görünür, evlerisaray – 1) bir genç, bir kıza gönül verince kusurlarını, çirkinliklerini görmez, onu dünya güzeli, kulübelerini de saray gibi görür; 2) bir şeyi elde etmeye karar veren kişi, onun sakıncalarını hoş görür. Allah kardeşi kardeş yaratmış, kesesini ayrı yaratmış – geçim konusunda kimse kimseye yük olmamalıdır. Birbirlerine o kadar yakın ve birçok değerlerinde ortak olan kardeşlerin bile kazançları, keseleri ayrıdır. Birinin parasına öteki ortak olmaya kalkışmamalıdır. Alma şehir kızını, hamam der ağlar; alma köylü kızını, harman der ağlar – varlık ve rahat içinde yetişen insanlar hayatlarını o yolda sürdürmek isterler; gördüklerinin aşağısını pek beğenmezler. Köyde yetişen kız da kendi dünyasını yaşamak ister; daha üstün bir hayat düşünemez. Alma soysuzun kızını, sürer anası izini – kızı hep anasına çeker, anası soysuz ise kızı da ona benzer. Altın adı pul oldu, kız adı dul oldu – uygunsuz davranışları yüzünden temiz tanınan kişiliği lekelendi. Amca baba yarısı – amca, kardeşinin çocuğuna kendi çocuğu gibi ilgi gösterir. Çocuk da amcasına, babasına karşı beslediği duygularla bağlı olur. Amcam, dayım, herkesten aldım payım – kimseden yardım beklememeli. Kişiye en yakın akrabalarının bile yardım etmediği denemelerle anlaşılmıştır. Amcamla dayım, hepsinden aldım payım – bkz. “Amcam, dayım, herkesten aldım payım”. Ana analık olursa baba da babalık olur – çocuğuna yeterince ilgi, sevgi ve şefkat göstermeyen anne nasıl analık ile karşılaştırılabilirse çocuğuna karşı görevlerini yerine getirmeyen baba da babalık gibi sayılır. Ana baba kesem, elimi soksam yesem – bir kimsenin rahat rahat harcayacağı para, anne babasının verdiği para değil, kendisinin kazandığı paradır. Ana besler hurmayla, eloğlu karşılar yarmayla – her anne, çocuğunu büyük bir şekat ve özenle nazlı olarak yetiştirir. Çocuk topluma karışınca yaşamın ve çevresinin insafsızlıklarıyla karşılaşır. 119 Ana cennetin köşesidir – anne, çocuğuna iyi baktığı için ve hayatını sorunsuz yapmaya çalıştığı için çocuk annenin yanına kendini cennette gibi hisseder. Ana ciğerden yana, baba dağda bir oba – anne çocuklarına çok yakın, baba ise daha uzaktır. Ana evladından geçmez – çocuğu en fazla seven, ona en fazla emeği geçen, onu en fazla koruyan annedir. Bu sebeple ona ne kadar kızarsa kızsın, bu durumunu devamlı sürdürmesi düşünülemez. Ana gibi yâr olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz – anneler her yerden ve değerden üstündür. Ana gibi yâr vatan gibi diyar olmaz – bkz. “Ana gibi yâr olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz”. Ana hakkı ödenmez – bkz. “Ana hakkı Tanrı hakkı”. Ana hakkı Tanrı hakkı – annelerin çocuklar üzerindeki hakkı çok büyüktür. Onlar maddî olarak ölçülemez, çünkü kutsaldır. Ana ile kız, helva ile koz – koz helvasının içindeki cevizle helvayı ayırmak nasıl olanaksızsa, ana ile kızı da birbirinden ayırmak öylece olanaksızdır. Ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar – ana baba, kızlarına ancak saltanatlı bir yaşayış sağlayabilirler. Onun mutluluğunu sağlayacak olan kocasıdır. Ana kızına taht kurmuş, baht kuramamış – bkz. “Ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar”. Ana üvey olunca baba gavur olurmuş – üvey anne çocuklara kötü davrandığı zaman çocuklar babasına şikayet ederler, ancak çoğu zaman babaları şikayetlerini görmezden gelir, bu yüzden o da yabancı gibi kötü olur. Ana yiğidin kalkanıdır – anne, çocuğunu her zaman korur. Ana yılan, sözü yalan, karı çiçek, sözü gerçek – insan ana kucağından veya baba ocağından ayrıldıktan sonra kendi dünyası ve yuvası ile baş başa kalır; bu yuvada annenin yerini eş alır. Ana, yürekten yana – bir kimseye candan, yürekten bağlı olan, onun üzüntülerini gerçekten paylaşan varlık, anasıdır. Ana-ata, önünden geçmek hata – bkz. “Atalar sözünü tutmayanı yabana atarlar”. Anadan doğmayan kardeş sayılmaz – aynı anneden doğmamış çocuklar kardeş sayılmaz. Anadan gören inci dizer; babadan gören sofra yazar – çocuklar evde neyi görürlerse sonraki hayatlarında da onu uygularlar. Söz gelişi anne evde ince işleri öğretirken, baba da ev düzenini öğreten büyüktür. Anadan olur daya, hamurdan olur maya – hiçbir dadı asla annenin yerini tutamaz. Hamurun mayası yine kendisindendir. Önemli olan özü iyi anlamak ve bu öze zarar vermeyecek işler yapmak esas olmalıdır. 120 Analı kuzu, kınalı kuzu – annesi sağ olan çocuk bakımlı, giyimli, temiz, süslüdür. Annesi ölmüş olan çocukta bakım, giyim, temizlik, süs bulunmaz. Analık fenalık – bkz. “Analık fenalık kara yamalık”. Analık fenalık kara yamalık – üvey ana fenalık sembolüdür (beyaz giysiye yamanmış kara bir yama gibidir). Anamın öleceğini bilseydim kulağı dolu darıya satardım – insan en değerli bir malının karşılıksız olarak elinden gideceğini bilse, onu yok denilecek kadar az para ile satar. Ananın bahtı kızına – bir anne, mutlu ya da mutsuz, nasıl bir evlilik yaşayışı geçirirse, kızı da öyle bir evlilik yaşayışı geçirir. Ananın bastığı civciv ölmez – annenin acı sözü, dayağı çocuğuna ağır gelmez. Çünkü anne bunları onun iyiliği için yapar. Anne çocuğunu öyle korur ki, üzerine basması gerektiği zaman bile incitmeyecek biçimde basar. İncitse de çocuk bunu bildiğinden incinmemiş gibi davranır. Ananın bastığı yavru incinmez – bkz. “Ananın bastığı civciv ölmez”. Ananın ciğeri, kendi evladıdır – çocuk, annesi için en yakın ve en değerli varlıktır. Ananın çıktığı dala kızı salıncak kurar – büyüklerinin tutumu çocuklara örnek olur. Çocuklar o yolu benimser; bununla yetinmeyerek daha ileri giderler. Anası söylemeden kızı tamamlar – kız annesini ilk bakıştan, ilk sözcüğünden anlar. Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al – kız annesinin birçok huylarını doğuştan almış bulunur. Sonra da annesinin eğitimi ile yetişir. Bunun için bir kızın niteliklerini öğrenmek isteyenler, annesine benzeyeceğini düşünürlerse yanılmamış olurlar. Nitekim bir kumaşın kenarına bakanlar, her yerini görmüş gibi olurlar. Anasını babasını dinlemeyen evlat, kocasını saymayan avrat, üzengi ile yürüyen atı kapında tutma hiç durma sat – anne ve babasının sözlerini dikkate almayan baş kaldırmış kimse evlat da olsa hayır gelmez. Kocasını dinlemeyen, hürmet etmeyen kadın aile içinde uyumsuzluklara sebep olur. Bir an önce kurtulunmasında yarar vardır. Devamlı dürtülerek yürüyen at ise tembel ve kocamıştır ki hayır gelmez. Anasının teptiği buzağının canı yanmaz – bkz. “Ananın bastığı civciv ölmez”. Anasız çocuk, kanatsız kuş gibidir – bkz. “Analı kuzu, kınalı kuzu”. Anayı kızdan ayıran para – kişisel çıkar, ana-kız arasındaki bağın kopmasına bile yol açabilir. Arabanın art tekeri ön tekerin izine basar – bkz. “Arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer”. Arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer – büyükleri nasıl bir yaşayış yolu tutmuşlarsa çocuklar da aynı yolu izlerler. 121 Armut dalının dibine düşer – 1) bir kimse, önce yakınlarına yararlı olur; 2) çocuk, soyuna çeker; çırak ustasının yolunu tutar; 3) kişi, kendini yetiştirenin koruyuculuğu ile bir yerde barınır. Arpayı taşlı yerden, kızı kardaşlı yerden – taşlı tarlanın tahılı daha güzel olur. Erkek kardeşi bulunan kız da hem sarkıntılıklara karşı korunmuş, hem de kardeşine hizmet ederek ileride kocasına nasıl hizmet edileceğine alışmış bulunur. Asil ile taş taşı, bedasıl ile yeme aşı – temiz süt emmiş kişilerle yapılan en güç iş kolaylaşır. Sütü bozuk kişilerle yapılan en güzel iş ise tatsız bir biçim alır. Asili alması zor, saklaması kolaydır – soylu ve temiz, terbiyeli insanı bulmak zor. At alırsan binip al, kız alırsan bilip al – evlenmeden önce evleneceğin kızı iyi tanımalısın. At beslenirken, kız istenirken – at, besili, bakımlı olduğu zaman hem gösterişlidir hem de en çok işe yarayacak durumdadır. Satılacaksa o zaman satılmalıdır. Kız da körpeliği, güzelliği geçmeden, isteyenleri varken evlendirilmelidir. At ile avrat yiğidin bahtına – kişinin satın aldığı attan ve evlendiği kadından memnun kalıp kalmayacağı önceden kestirilemez. Her ikisi de talihine kalmıştır. Ata çocuğu ataç doğar – babanın çocuğu kendine benzer. Ata ekşi elma yese, oğlunun dişi kamaşır – 1) anne babanın sağlığına en küçük bir sıkıntı gelirse, çocuklarının yüreği sızlar; 2) babanın kötü yolda yaptığı bir iş, çocuğunu etkiler. Ata malı mal olmaz, kendin kazanmak gerek – babadan kalan mal kalıcı değildir. Kazancı olmayan kişi bunu çabuk bitirir. Kişinin gerçek malı, kendi çalışmalarıyla elde ettiği maldır. Kazancı olan kimsenin malı bitmez. Ata oğlu ataç doğar – bkz. “Ata çocuğu ataç doğar”. Atalar çıkarayım der tahta, döner dolaşırgelir bahta – anne baba çocuğuna mutlu bir hayat sağlamaya çalışır. Atalar sözünü tutmayanı yabana atarlar – ataların yol gösterici öğütlerine ve geleneklere önem vermeyen, ahlâk kuralları dışına çıkan kimse ile herkes ilişkisini keser. Tek başına kalan bu kişi, toplum içinde itelenir, horlanır. Ataların sözü Kuran’a girmez; ama yanınca yürür – atasözleri, Tanrı sözleri değildir ama onun gibi kutsal sayılır; gereklerine uyulur. Atanın sanatı oğla mirastır – çocuk daha küçük yaşta ister istemez babasının sanatı ile ilgilenir. Giderek bu sanatı öğrenir. Büyüyünce kendisi de bu sanatla uğraşır. Böylece bir sanat, babadan oğula miras kalır. Atasını tanımayan Allah’ını tanımaz – bir kişinin, buyruklarına saygı göstereceği kimseler arasında babası başta gelir. Onu tanımayan kişi, ana ve babaya itaat etmeyi emreden Tanrı’yı da tanımıyor demektir. yaban – ıssız kır. 122 Atlı, itli sığmış, bir çocuk sığmamış – yaramaz çocuklar bir yere gidilirken pek alınmazlar, ailesi dışındakiler tarafından da haz edilmezler. Gidilecek yere her şey götürülse ve konu çocuğa dönse, götürülmek istenmez, yer yok gibi bahaneler sunulur. Günümüzde üvey aile reislerinin çocuklarına çokça yaptığı bilinmekte ve görülmektedir. Atta, avratta uğur vardır – inanışa göre at ve kendisiyle evlenilen kadın eve uğur getirir. Avradı bet olanın sakalı tez ağarır – evde huzuru olmayan kimse, erken yaşlanır veya yaşlı görünür. Avradı boşayan topuğunabakmaz – önemli bir varlığından isteye isteye vazgeçen kimse artık onu aramamayı göze almalıdır. Avradı eri saklar, peyniri deri – her şey, durumuna uygun yöntemlerle korunur. Avradın yıkamadığı ev, bin yıl dikili kalır – kadın evine sahip çıkar ve erkeğine, çocuğuna kol kanat gererse o ev veya o ocak ebediyen yaşar. Avrat düzdüğü evi Tanrı yıkmaz, avrat bozduğu evi Tanrı yapmaz – kadının sahiplendiği ve ayakta tuttuğu evi Tanrı yıkmaz, tam tersine kollar ve gözetir; buna karşın eğer bir evi kadın dağıtırsa Tanrı da ona destek olmaz. Avrat malı, kapı mandalı – bir erkek karısının malından yararlanmayı düşünmemelidir. Yoksa durum, eve girerken, çıkarken, kapı mandalı gibi, başa kakılır. Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar – ailede kadının rolü çok önemlidir. Öyle kadınlar vardır ki bir aileye düzen verir, mutluluk getirirler. Öyle kadınlar vardır ki ailenin düzenini, mutluluğunu bozarlar. Avrat var, arpa unundan aş yapar; avrat var, buğday unundan keş yapar – iş bilen kadın, elverişsiz gereçle güzel şeyler meydana getirir. İş bilmeyen kadın ise en iyi gereci kullansa bile bir şey yapamaz. Baba borç yapar çoluk çocuk aç yatar – düşüncesizce davranan babalar, bazen gereksiz yere borçlanırlar. Bu borçların etkisiyle evdeki herkes sıkıntı çeker. Baba borcu evlada düşer – bkz. “Baba eder, oğul öder”. Baba eder, oğul öder – babanın yaptığı kötü işin sıkıntısını çocuk çeker. Baba ekmeği zindan ekmeği, koca ekmeği meydan ekmeği – bir kadın için babasının evinde barınıp onun eline bakmak çok sıkıcı bir durumdur. Onun gönül ferahlığı ise yaşayacağı yer, kocasının evi, serbestçe harcayacağı para kocasının parasıdır. Baba ekşi elma yese, oğlunun dişi kamaşır – bkz. “Ata ekşi elma yese, oğlunun dişi kamaşır”. Baba himmet, oğul hizmet – büyüklerin, kendilerine el uzatıp yardım etmelerini istemeye hak kazanabilmek için küçüklerin görevlerini iyi yapmaları gerekir. himmet – şeyhin manevi desteği, yardımı. 123 Baba kırk oğul beslemiş, kırk oğul bir babayı beslememiş – baba kaç çocuğu olursa olsun, hiçbir ayrım yapmadan hepsini aynı tarzda yetiştirmeye çalışır, onları büyütür. Çocukları ise yoksul veya yaşlı duruma gelen babalarını kardeşler arasında “sen bak, o baksın” gibi gerekçelerle başlarından atmaya çalışırlar. Baba koruk yer, oğlunun dişi kamaşır – bkz. “Baba eder, oğul öder”. Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana – baba malına güvenip kazanç yolunu tutmamak çok yanlıştır. Baba malının değeri pek bilinmediği gibi hazır mal da çabuk biter. Kendini bilen, yaşama sorumluluğunu duyan akıllı evladın gerçek malı, kendisinin kazandığı maldır. Baba nasihatı tutmayan pişman olur – büyükler daha tecrübeli oldukları ve çocukları için sadece iyilik diledikleri için onların sözü mutlaka ve mutlaka dinlenmelidir, büyüğünün sözünü dinlemeyen insan pişman olabilir. Baba oğluna bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş – anne babalar çocukları için her türlü fedakârlığı yapar; ancak çocuklar onlar için küçük bir fedakârlıkta bulunmaktan uzak dururlar. Baba oğlunun fenalığını istemez – hiçbir baba çocuğunun kötü durumda olmasını istemez. Baba öksüzü öksüz değil, ana öksüzü öksüz – babası olmayan çocuk öksüz sayılmaz, çünkü annesi onun en iyi şekilde yetişmesi için her türlü fedakârlığı yapar. Ancak annesini yitirmiş çocuk öksüz sayılır, çünkü babalar analar kadar fedakâr olamazlar. Baba vergisi görümlük, koca vergisi doyumluk – anne ve babanın kız çocukları için hazırladığı çeyiz, biraz göstermelik veya övünme içindir; oysa kocanın yaptığı harcama bir hayat boyu devam eder. Babadan miras kalır, adamlık kalmaz – baba oğula mal mülk bırakabilir; ancak onun yetişmesi ve topluma yararlı olması için bir katkıda bulunamaz. Babadan miras kalır, kemal kalmaz – bkz. “Babadan miras kalır, adamlık kalmaz”. Babamın öleceğini bilseydim kulağı dolu darıya satardım – bkz. “Anamın öleceğini bilseydim kulağı dolu sarıya satardım”. Babanın kârı, evlada mirası – babanın kazandığı para ve mallar çocuklarına miras olarak kalır. Babanın sanatı oğula mirastır – bkz. “Atanın sanatı oğla mirastır”. Babasının mezarını görmediğin adama kız verme – babalar, kızlarını yaşça büyük erkeklere vermelidir. Babaya dayanma, karıya güvenme – insan, maddi konularda babasına veya karısına değil, kendine güvenmelidir. Babayla oğlanın pabucu bir olunca evde kavga eksik olmaz – ortaklaşa kullanılan bir mal, kimi zaman baba ile oğlu arasında bile kavgaya yol açabilir. 124 Bağdat gibi şehir olmaz, kardeş gibi yâr olmaz; ana baba hiçbir yerde bulunmaz – herkesin sadece bir annesi ve bir babası var, bu sebeple insan annesi ve babasının kıymetini bilmelidir. Bağsız yumağı külde gör, kocasız kadını elde gör – kadın, kocasının vazgeçilmez bir parçasıdır. Baldız baldan tatlıdır– karının kardeşi çok güzel birisidir. Baldızı olanın, karısı ölmezmiş – adamın karısı ölünce kız kardeşiyle evlenebileceği düşüncesini yansıtan bir atasözü. Balın âlâsı oğulun tazesinden – 1) en güzel bal, taze oğul balıdır. 2) Ana baba için en tatlı şey, küçük çocuklarıdır. Baz bazla, kaz kazla, kel tavuk topal horozla – bir kişi, kendine denk ve uygun olan kişiyle arkadaş olur ve evlenir. Bekâr gözü ile kız alınmaz – bekâr ve deneyimsiz kimseler, iyi araştırıp incelemeden evlenmeye kalkarlar. Onlara bir yol gösteren olmalı. Bekâr gözü, kör gözü – bekâr erkek, evlenme istek ve heyecan içinde olduğundan alacağı kızın kusurlarını göremez. Bekâr oğlan kızdan sayılır – evlenmemiş erkek ailesine bağlı olduğu için maddî olarak özgür sayılmaz. Bekâra karı boşaması kolaydır – bilgi ve deneyimi olmayan bir kimse, her işi hafife alabilir; bu da doğaldır. Bekârın parasını it yer, yakasını bit – bekâr kimse, parasını çarçur eder; dalaverecilere yedirir. Yaşayışı düzensiz, üstü başı kirli, bitlidir. Bekârlık maskaralık – bekâr kimse bakımsızdır,kılıksızdır, derbeder bir yaşayış sürer ve herkesin eğlencesi olur. Bekârlık rezilliktir – bkz. “Bekârlık maskaralık”. Bekârlık sultanlık – aile sorumluluğundan kaçan ve başıboş bir yaşayış sürmeyi seven kimselere göre bekârlık, eşi bulunmaz bir sorumsuzluk ve rahatlık durumudur. Beş parmağın hangisini kessen acımaz? – insan evlatlarını birbirinden ayırt etmez. Hangisine zarar gelse aynı üzüntüyü duyar. Besle büyüt danayı, tanımasın anayı – bkz. “Besledik büyüttük danayı, tanımaz oldu anayı”. Besledik büyüttük danayı, tanımaz oldu anayı – nankör insanlara iyilik edersin; ancak işleri bitince seni tanımaz olur. Beslemeyi eslemeden alma – evinde seninle beraber yaşayacak olan kişiyi almadan önce onu iyice tanıman lazım. 125 Bez alırsan Musul’dan, kız alırsan asilden – ne alacaksanız cinsini, aslını biliniz, güvenerek alınız: Musul bezinin sağlam, güzel olduğuna, soylu kızın terbiyesine, namusuna güvendiğiniz gibi. Bir adamın karısı o adamın yarısıdır – karı, kocasının yarısı, ayrılmaz parçasıdır. Bir adamın karısı onun yarısıdır – bkz. “Bir adamın karısı o adamın yarısıdır”. Bir ağaçta gül de biter diken de – bir ocaktan iyi insan da yetişir, kötü insan da. Bir ağızdan okluk da çıkar, bokluk da – bkz. “Bir ağaçta gül de biter diken de”. Bir ahırda at da bulunur, eşek de – bir toplumda her türlü insan bulunabilir. Bir anaya bir kız, bir kafaya bir göz – 1) bir başa bir göz ne kadar gerekli ise bir anneye bir kız da o kadar gereklidir. Kız çocuk, erkek çocuğun yapamayacağı birçok işleri yaparak annesine yardımcı ve en yakın arkadaş olur; 2) anneler, kız çocukları olsun isterler. Olsun ama, bir tanesi yeter. Kız çocuğu yetiştirme, sonra evlendirme işleri anneleri çok yorar. Dahası zaman zaman çok üzer. Onun için birden fazlası fazladır. Bir baba dokuz evlâdı besler, dokuz evlât bir babayı beslemez – bkz. “Baba kırk oğul beslemiş, kırk oğul bir babayı beslememiş”. Bir baba dokuz oğlu besler, dokuz oğul bir babayı beslemez – bkz. “Baba kırk oğul beslemiş, kırk oğul bir babayı beslememiş”. Bir baş soğan tüm kazanı kokutur – kötü bir kişi, kötü bir davranış, kötü bir söz, büyük bir topluluğun havasını bozar. Bir ev donanır, bir kız donanmaz – bir kızı donatmak, bir ev düzmekten daha güç, daha masraflıdır. Evin eksikleri bellidir. Alırsınız, biter. Kızın ne giyim giderleri biter, ne de çeyiz için alınacak eşyası. Evlenecek kızın gözü eşyaya doymaz. Bir evde düzen olunca o evde düzen olmaz – bir evde iki kadın, yani kuma varsa o evde sürekli çekişme olur; dır dır eksik olmaz. Bir evde iki horoz olunca sabah güç olur – bkz. “Bir evde düzen olunca o evde düzen olmaz”. Bir evde iki kız biri çuvaldız, biri biz, bir evde iki oğlan biri devlet biri mihnet – bir evde iki kız olduğu zaman aile, kızlarına giyim kuşam, çeyiz sağlamak için çok çalışır, zor durumda kalır. Bir evde iki oğul olduğu zaman da aile bir taraftan mutlu, bir taraftan mutsuz; çünkü er ya da geç oğullar kendi aileleri kurar ve anne babaya yardım etmeyecekler. Bir evde iki kız, biri çuvaldızbiri biz – bir evde iki kız olursa her biri bir taraftan aileyi sıkıştırır: giyim kuşam ister, çeyiz çemen ister. Onlar istemese bile aile kendini böyle bir sorumluluk altında bilir. Bunun sıkıntısını çeker. Bir eve bir baca, bir kadına bir koca – her kadının uygun bir kişiyle evlenip aile kurması, evine sahip çıkması lazım. 126 Bir göz ağlarken öbür göz gülmez – bir acı, keder veya sıkıntı varken en yakın dostlar ve akrabalar eğlenceye dalmamalı; acılar paylaşılmalı. Bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır – herkes tarafından beğenilen bir güzele herkes talip olur, ancak o bir kişiye kısmet olur. Bir müslümana bir karı lazım – her erkeğin bir eşi olmalı. Bir ocaktan okluk da çıkar, bokluk da – bkz. “Bir ağaçta gül de biter diken de”. Boşanıp kocana varma, sevişip dostuna varma – bir kadın, töredışı sevdiği kimseye varmamalıdır. Çünkü bu adam; kendisi gibi başkasıyla da sevişti, ya da sevişir diye kadına karşı içinde sürekli bir kuşku duyar. Bu da evlenenler için geçimsizlik kaynağı olur. Kadın, boşandığı kimse ile yeniden evlenmemelidir. Çünkü boşanmanın nedeni olan eski anlaşmazlıklar yeniden baş gösterir. Boyuma göre boy buldum, huyuma göre huy bulamadım – bir kimse, beden yapısı, zenginliği, soyu sopu, sosyal durumu kendisininkilere uygun olan kimseler bulabilir. Ama huyu kendisinin huyuna uyan bir kişiyi kolay kolay bulamaz. Boyumca boy buldum, huyumca huy bulamadım – bkz. “Boyuma göre boy buldum, huyuma göre huy bulamadım”. Buğdayı taşlı yerden, kızı kardeşli yerden – bkz. “Arpayı taşlı yerden, kızı kardaşlı yerden”. Buğdayım var deme ambara girmeyince, oğlum var deme yoksulluğa ermeyince – bir şeyin senin olduğundan kuşkun kalmaması için gereken bütün koşullar gerçekleşmelidir: Tarlandaki harman yerindeki buğdayın, ambara konulmadan senin sayılmaz. Doğa olayları yangın, hırsızlık... onu yok edebilir. Oğlun da sana karşı oğulluk ödevini yapıyor mu, yapmıyor mu, varlıklı zamanlarında pek belli olmaz; ancak yoksulluğa düşersen anlaşılır. Burun yüzden düşmez – kişinin yakın hısmı, ne denli uygunsuz, yakışıksız iş yaparsa yapsın, kendisinden kopmaz, koparılamaz. Buyurmadan tutan evlat, gün doğmadan kalkan avrat, deh demeden yürüyen at – kişinin çocuğu, buyruk beklemeden neler yapmak gerektiğini bilmeli; karısı, erken uyanıp ev işlerine bakmak; atı da uyarılmadan yürüyen anlayışta olmalıdır. Cennet anaların ayakları altındadır – anneler kutsaldır, en büyük yükü çekerler. Evlerinin sahipleri, yuvalarının kurucularıdır. Anne bir aileyi manen ayakta tutan ve Allah’ın can verdiği bedenlerin koruma görevini üstlenen, onlara kendisinden daha iyi bakan yeryüzünün en açık gönüllü kişi yada varlıklarıdır. Bu sebeple Cennet onların asıl yerleri, aslında ödülleridir. Çerçi kızı boncuğa aşıktır – 1) bir kimse ne ile uğraşıyorsa, çocuğu o şeyi çok sever; 2) ticaret adamları, sattıkları eşyadan evdekileri yoksun bırakırlar. Çoluk çocuk bu eşyanın özlemini çeker. Cins cinse çeker – her canlı az çok soyuna çeker. 127 Çirkin karı evin toplar, güzel karı düğün gezer – çirkin kadının evden çıkacak yüzü yoktur. O daima evde kalıp ev işleriyle uğraşmayı yeğler. Güzel kadın ise güzelliğine güvenerek her yerde gezip tozmayı sever. Çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu – 1) kızını isteyen kimseyi iyi araştırıp soruşturduktan sonra kararı ver; 2) nazik bir işi, inceliğini anlamayan bir kimseye yaptırma. Çünkü bu inceliğe yakışmayacak bir tutumla yapmaya çalışır. Çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider – çocuk kendisine ısmarlanan boyundan büyük bir işi beceremez. Onun için işi buyuranın da onu takip etmesi gerekir. Çocuğa iş, ardına sen düş – bkz. “Çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider”. Çocuğu işe sal, ardınca sen var – bkz. “Çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider”. Çocuğun bulunduğu yerde dedikodu olmaz – 1) çocuğun bulunduğu yerde dedikodu yapmak iyi olmaz. Çünkü herkes çocukla uğraşır, oyalanır. Sözün akışı iyi izlenemez; 2) konuşabilen çocuğun bulunduğu yerde dedikodu yapmak iyi değil, ummadığınız anda ve yerde çocuk bu sözleri alır ve konuyla ilgili kimselere ulaştırabilir. Çocuğun bulunduğu yerde gıybet olmaz – bkz. “Çocuğun bulunduğu yerde dedikodu olmaz”. Çocuğun bulunduğu yerde kov olmaz – bkz. “Çocuğun bulunduğu yerde dedikodu olmaz”. Çocuğun mu var, derdin var – bkz. “Evlâdın var mı, derdin var”. Çocuğun yediği helâl, giydiği haram – çocuğun iyi beslenmesi için ne kadar para harcansa yerindedir. Çünkü büyümesi, gelişmesi yemesine bağlıdır. Ama pahalı giysi ile donatılması doğru değildir. Çünkü çocuk giyeceği hor kullanır; kirletir, yırtar. Giysi korunsa bile beş altı ay sonra çocuğa küçük geldiğinden kullanılamaz. Çocuğunilekocanı övmeyüzünü kara çıkarır – kocanı ve çocuğunu fazla övme, bir gün toplum içinde olumsuz bir şekilde davranırsa yüzünü kara çıkarır. Çocuk babasının başı, anasının gözyaşı– anneler çocukları eğitir ve büyütürler, çocuklarla birlikte bütün sıkıntıları çekerler, babalar ise çocuklarla sadece övünürler. Çocuk büyütmek taş kemirmek – çocuk büyütmek büyük fedakârlık ister. Çünkü anne-baba çocuğu büyütmek için türlü zahmetler çeker, büyük emek verirler. Gerek yeme ve içmeleri, gerek eğitimleri için ellerinden geleni yapıp olmadık zorluklara katlanırlar. Çocuk doğmadan ismi konmaz – çocuk önce sağlıklı doğmalı ki adı da ondan sonra konulsun. Bir işe başlanmadan sonucu hakkında hüküm verilmemeli. Çocuk doğmadan kaftan biçilmez – bkz. “Çocuk doğmadan ismi konmaz”. Çocuk düşe kalka büyür – çocuk yürümeye başladığı sırada sık sık düşer, ağlar. Anne baba, çocuğun canı yanıyor diye üzülmemelidir. Her çocuk büyürken bu evrelerden geçer. Çocuk evin meyvesidir – çocuklar eve neşe getirirler, dolayısıyla çok sevilirler. 128 Çocuk isteyen belasını da istemek gerek – bkz. “Evlâdın var mı, derdin var”. Çocuk nerede, pasak orada – çocuk oyun oynadığı zaman kıyafetine pek dikkat etmez, oyun keyfine bakar; dolayısıyla birçok zaman çocuğun üstü pis olur. Çocuk seversen beşikte, koca seversen döşekte – çocuğu kucağına almadan, beşikte yatarken sev. Kocana karşı olan sevgini de şurada, burada, başkalarının yanında değil, döşekte göster. Çocuklar yata yata büyür, ihtiyarlar yata yata ölür – yatan bebek büyüyor; çocuklar uykuda büyür derler. Ancak yatan yaşlı insan ise demek ki hasta ve ölümü yakın. Çocuklu ev pazar, çocuksuz ev mezar – çocukların olduğu ev pazar gibi kalabalık ve gürültülü olur, çocuksuz ev ise mezarlık gibi sessiz olur. Çocuklu kadın, kargalı çınar – çocukları olan kadın sürekli çocuklarla birlikte, onların sesleri ve oynarken yaptıkları gürültü içindedir. Çocuk olmayan evde baca tütmez – çocuğu olmayan ailenin soyu devam etmez. Çocuksuz ev mezara benzer – bkz. “Çocuklu ev pazar, çocuksuz ev mezar”. Çocuksuz ev susuz değirmene benzer – bkz. “Çocuk olmayan evde baca tütmez”. Çocuksuz kadın meyvesiz ağaca benzer – çocukları olmayan kadın, meyve vermeyen ağaç gibidir, soyunun devamını sağlayamaz. Çocuktan al haberi – 1) büyükler bir konuyu işlerine geldiği gibi anlatırlar. Çocuk yalan dolan bilmez. Her şeyi olduğu gibi anlatır. Onun için haberin doğrusu çocuktan alınır; 2) gizli şeyler çocuğun yanında konuşulursa çocuk bunları öğrenir ve gizlilik kavramını bilmediğinden, olduğu gibi başkalarına söyler. Çok çocuk anayı şaşkın, babayı düşkün eder – bir aile bakabileceği kadar çocuk sahibi olmalıdır. Bakabileceğinden fazla çocuğu olan anne hepsine yetişemeyeceği için çocuklar bakımsız olur, anne ise hangisinin işini göreceğini, hangisine yetişeceğini bilemez; şaşkına döner. Dama çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur – bkz. “Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur”. Davul dengi dengine çalar – hayatta her iş uyumlu olmaya bağlıdır. Uyumsuzluk daima sorun çıkarır. Dayı ile dağı gez, emmi ile bağı gezme – dayına büyük işlerde dahi güvenebilirsin, amcaya küçük işlerde bile güvenme. Dayılar yeğenleri yükseltir, amcalar batırır – dayılar yeğenlerinin iyiliği için her şey yapar, amcalar ise o kadar iyi niyetli olmayabilir. Dayıya yeğen gerek, gemiye yelken kürek – her erkeğin kız kardeşi tarafından bir yeğeni olması gerek. 129 Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan – karı koca veya iş ortağı gibi birlikte yaşayacak veya dayanışma içinde olacak kimseler arasında karşılıklı sevgi bulunmalıdır. Biri ötekini sever de o, öbürünü sevmezse dirlik ve düzen olmaz. Kurulan birlik sarsılır. Deli arlanmaz soyu arlanır – densizce, delice iş yapanlar, yaptıklarından utanacak durumda değillerdir. Ama ailesi, yakınları onların davranışlarından üzüntü duyarlar, utanırlar. Deli kız deli gelin olur – evlenmeden önce erkek evleneceği kızı iyi tanımalı, huyunu öğrenmeli. Kız akıllı ise iyi bir eş olur, ama deli ise evlenince de aynı kalır. Deli kız evde kalmaz, delikli boncuk yerde kalmaz – bilgili, becerikli kişi boşta bırakılmaz. Her halde bir iş basına getirilir. Delikli boncuk yerde durmaz, kız kısmı evde kalmaz– bkz. “Delikli taş yerde kalmaz, deli kız evde kalmaz”. Delikli taş yerde kalmaz, deli kız evde kalmaz – benzerlerinden farklı ve çekici olan kimse, kendisi için daima iyi bir kısmet bulur veya ona göre bir iş yaratılır. Demir tavında dövülür, güzel çağında sevilir – her işin yapılması için en uygun olan bir zaman, bir durum vardır. Demir ateşte ısınıp kızardığı zaman yumuşar, dövülüp biçimlendirilir. Güzeller de taze, körpe iken sevilir, evlendirilir. Demir tavında, dilber çağında – bkz. “Demir tavında dövülür, güzel çağında sevilir”. Derdin yoksa söylen, borcun yoksa evlen – derdi olmayan insan en küçük bir olaya bile söylenerek sorun çıkarır; borcu olmayan da evlenmeye kalksın, çünkü evlenirken borç yapmak âdettendir. Dilsizin dilinden anası anlar – her gün birlikte olan kimseler birbirlerini çok kolay anlar. Dişi kuş yapar yuvayı, içini, dışını sıvayı sıvayı – bkz. “Yuvayı dişi kuş yapar”. Doğan anası olma, doğuran anası ol – bir kimse, annesinin değerini, ancak kendisi de çocuk sahibi olduktan sonra anlar ve bilir; önce o sevgiyi tadar, sonra kıymetini anlar. Doğuran avrat Azrail’i yenmiş – doğurgan kadın için çocuğunun ölümü son değildir. Bir çocuğu ölürse o yine doğurmaya devam eder. “Azrail’in almadığı bir çocuk da olur” diye düşünür. Dokuz oğlun olacağına, felçli bir ihtiyar erin olsun – bkz. “Otuz oğlun olacağına bir oturak kocan olsun”. Domuzdan toklu doğmaz – yaramaz bir ailenin çocuğu da yaramaz olur. İnsan soyuna çeker. Dumansız baca olmaz, kahırsız koca olmaz – bkz. “Dumansız baca, çekişmedik karı koca olmaz”. Dumansız baca olmaz, kusursuz koca olmaz – bkz. “Dumansız baca, çekişmedik karı koca olmaz”. 130 Dumansız baca, çekişmedik karı koca olmaz – elbette her bacadan duman çıkacaktır; her evde de ufak tefek tartışma ve çekişme olacaktır. Bunlar hayatın tadı tuzudur. Ekmeğin iyisi deneden, yiğidin iyisi anadan olur – bkz. “Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur”. El ağzına bakan, karısını tez boşar – kişi, özel yaşamı ile ilgili önemli konularda başkasının düşüncesiyle değil, kendi düşüncesiyle ve kendi durumunu düşünerek karar vermelidir. Başkasının sözüne uyarsa, özel hayatının da düzeni bozulabilir. Ele uyan eşini boşar – bkz. “El ağzına bakan, karısını tez boşar”. Elti eltiden kaçar görümceler bayrak açar – eltiler sevişmediklerinden birbirlerinden uzak dururlar. Görümceler ise gelinlerle, avaz avaz bağırarak kavga ederler. Elti eltiye eş olmaz, arpa unundan aş olmaz – arpa unu sert olduğu için yiyecek yapımında tek olarak pek kullanılmaz. Bunun gibi eltilerin mayaları da sert olduğu için birbirleriyle pek kaynaşamazlar, ortak hareket edemezler. Elti eltiyle iyi olsa bile, bohçaları çekişir – eltiler arasındaki ilişkiler iyi gibi görünse de aralarında rekabet, kıskançlık gibi olumsuz duygular vardır. Emmim, dayım hepsinden aldım payım – bkz. “Amcam, dayım, herkesten aldım payım”. Emmim, dayım kesem; elimi soksam yesem – bkz. “Amcam, dayım, herkesten aldım payım”. Er cimri olunca avrat yüzsüz olur – evin erkeği eli sıkı olur, evin ihtiyaçlarını zamanında temin edemezse, kadın bu ihtiyaçları temin etmek için başkalarına başvurmaktan kendini alamaz. Er dayıya, kız halaya – bkz. “Oğlan dayıya, kız halaya çeker”. Er ekmeği, meydan ekmeği – bir kadın, kocasının kazandığı ekmeği huzur içinde herkese açık olan bir sofrada yemek yer gibi yiyebilir. Aynı huzuru başkalarının sorasında bulamaz. Er kalkanla er evlenen aldanmaz – bkz. “Erken evlenen döl alır, er çıkan yol alır”. Er yanan, kül; er evlenen, döl bırakır – bkz. “Erken evlenen döl alır, er çıkan yol alır”. Ergen gözü ile kız alma, gece gözü ile bez alma – bkz. “Bekâr gözü kör gözü”. Ergene karı boşaması kolaydır – ağır bir durumla karşı karşıya olmayan kimse için “ben olsam şöyle yaparım, böyle yaparım” demek kolaydır. Dediklerinin yapılabilip yapılamayacağını o durum içinde bulunanlardan sormalı. Ergene var ergene, kaygısız bir yorgana – başından evlilik geçmemiş bir kimse ile yuva kurmak daha sağlıklıdır. Erim er gibi olsun da durağım kaya gibi olsun – kadının kocası, aile sorumluluğunu bilen kişi olsun da isterse barınacak yeri bile olmayan bir yoksul olsun. Erim er gibi olsun da yerim çalı gibi olsun – bkz. “Erim er gibi olsun da durağım kaya gibi olsun”. 131 Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını – davranışlarını içinde bulunduğun koşullara uydur. Kocan nasıl istiyorsa öyle giyin, kuşan. Gelirin nasıl yaşamanı gerektiriyorsa harcaman da o sınırı aşmasın. Erinenin oğlu, kızı olmamış – bir şey elde etmek isteyen, tembel tembel oturmamalı, onun yolunu tutmalıdır. Nitekim evlenmeye üşenen, ya da utanan kişi, çoluk çocuk sahibi olamaz. Erkeğin elinde çubuk, kadının elinde çocuk – erkek erkekliğini, kadın çocuk anası olduğunu bilmeli. Aile düzeni bu yapısı ile sağlıklı yürür. Erkeğin iyisi eşiğinden, kadının iyisi döşeğinden belli olur – erkek ev ihtiyaçlarını gidererek ailenin büyüğü olduğunu gösterir; kadın da ev içi düzenini kurmakla kadın kimliğini sergiler. Bu düzen yuvanın sağlıklı olduğunu gösterir. Erkeğin şeytanı kadın – erkekleri baştan çıkaran kadındır. Erkeğin şeytanı karı – bkz. “Erkeğin şeytanı kadın”. Erkeğini öğren, sonra evlen – evlenmeden önce evlenilecek kişi iyi tanınmalı. Erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmelidir – bir ailede erkek çalışıp kazanmakla, kadın tasarruflu olmakla yükümlüdür. Erkek iş başında, kadın aş başında belli olur – becerikli erkek, işin başında ve elde ettiği başarı ve kazancıyla anılır; kadın ise evindeki becerisiyle, yedirmesi içirmesi ile takdir edilir. Erkek kuş gezer havaî havaî, dişi kuş yapar yuvayı – evin erkeği geçim derdiyle, para kazanmak için sürekli iş arar ve iş yapar. Kadın ise evin içini düzene kor ve çocuklarıyla, erkeği ile huzurlu bir yuva yaratmaya çalışır. Erkek sel, kadın göl – ev ekonomisinde kadının görevi çok önemlidir. Erkek, parayı su gibi harcama eğiliminde de olsa kadın israfa meydan vermemeli, tutumlu olmalı, para biriktirmelidir. Erkek, evin seli; kadın, onun gölü – bkz. “Erkek sel, kadın göl”. Erken evlenen döl alır, er çıkan yol alır – hayatta her iş zamanında ve çağında yapılmalı; evlilik de sağlıklı bir çağda ve ortamda gerçekleşmeli; yola çıkılacaksa erken hareket etmeli ve zamanında varılacak yere ulaşılmalı. Erken evlenen döl alır, er kalkan yol alır – bkz. “Erken evlenen döl alır, er çıkan yol alır”. Erken evlenen döl alır, erken kalkan yol alır – bkz. “Erken evlenen döl alır, er çıkan yol alır”. Erken evlenen yanılmamış – zamanında ve çağında evlilik yapan kimse, yuvanın iyiliklerinden ve güzelliklerinden, çocuk sevgisinden genç yaşta istifade etmiş olur. Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır – bkz. “Erken evlenen döl alır, er çıkan yol alır”. Erken süpür el görsün, akşam süpür er görsün – ev hanımı evi sabahleyin toparlar, ev işlerini halleder; akşam ise kocası işten eve döndüğünde, eşinin ev işleri ile uğraştığını görmesi için tekrar temizlik yapar. 132 Ersiz avrat, cılavsız at – bkz. “Ersiz avrat, yularsız at”. Ersiz avrat, yularsız at – evli kadın, evinin sorumluluğunu üstlenmiş demektir. Toplumda davranışlarını ona göre ayarlamasını bilmeli; yoksa adının kötüye çıkması onu hayatta yalnızlığa iter. Eşeği yoldan çıkaran sıpanın oynaması – çocuklarının düzensiz davranışı, anne babayı da yanlış yola saptırır. Eşeğin yoksa enişten de mi yok – enişte, zor ve uğraştıracak işlerin yüklenilebildiği kişidir. Eski pamuk bez olmaz, dul avrat kız olmaz – her şey ilk tazeliğini koruyamaz. Zamanı geçtikten sonra işe de yaramaz. Dul kadın da kız olmaz, onunla yapılan evlilik çok güzel olmaz. Eski pamuktan bez olmaz, kötü demirden kılıç olmaz – bkz. “Eski pamuk bez olmaz, dul avrat kız olmaz”. Et tırnaktan ayrılmaz – çok yakın kimseler, aralarında ne kadaranlaşmazlık çıkarsa çıksın, birbirlerinden ayrılmazlar. Eti ciğer eden de avrat, ciğeri et eden de – beceriksiz kadın, pahalı malzemeyi heder eder; becerikli kadın ucuz nesnelerle güzel şeyler yapar. Etle tırnak arasına girilmez – 1) ana baba ile çocuklar ve yakın hısımlar, kimi zaman birbirlerine darılırlar, ancak çok sürmez barışırlar. Dışarıdan bir kimsenin barıştırmak için aralarına girmesi doğru değildir; 2) ana baba ile çocukların yakın hısımların aralarını açmaya çalışmak boş bir çabadır. Ev alanla evlenene Allah yardım eder – evlenmek ve ev yapmak hayırlı işlerdir. Herkes evlenene ve ev yapana kolaylık gösterir. Bunlara dolayısıyla Allah yardım ediyor demektir. Ev yap, ev yıkma – kendi aileni kur, başkasının ailesini bozma. Ev yıkanın evi yıkılır – başkasının ailesini bozan kişinin ailesi de dağılır. Evceğizim evceğizim, saklar benim halceğizim – her ailenin başkalarınca bilinmesini istemediği durumları olur. Bunlar ev içinde kalır. Evceğizim evceğizim, sen bilirsin halceğizim – bkz. “Evceğizim evceğizim, saklar benim halceğizim”. Evde kalan kızdan, emmisinin oğlu utansın – bkz. “Gelin olmayan kızın vebali amcası oğlunun boynuna”. Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlet – bir evin temizliğini, güzelliğini, rahatlığını, ekonomik düzenini sağlayan ve orada mutlu bir yaşayış havası yaratan kadındır. Nasıl ki yurdun şen ve bayındır olmasını sağlayan devlettir. Evi ev eden kadındır – bkz. “Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlet”. 133 Evine göre pişir aşını; erine göre bağla başını – bkz. “Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını”. Evladı ben doğurdum, ama gönlünü ben doğurmadım – insanın çocuğu kendisinin bir parçasıdır. Birçok özellikleri onunkine benzer. Yalnız gönlü ve huyu benzemeyebilir. Bir kimse evladına emredip birçok şeyler yaptırır; ancak gönlüne söz geçiremez. Evladı olmayanda merhamet olmaz – merhamet hissi, acıma duygusu ile gelişir. Acıma duygusu da en yakında bulunan küçüklere karşı daha çabuk gelişir ve fazladır. Bunun için evladı olan kimselerin küçük varlıklara, çocuklara karşı merhamet duygusu fazladır. Evladı olmayandaise merhamet bulunmaz. Evladın var mı, derdin var – ana baba, çocuklarını yetiştirmek için birçok özverilere, sıkıntılara katlanırlar. Onların bitmeyen hastalıkları, başka üzüntüleri ana baba için sürekli derttir. Evladın varsa başında derdin var – bkz. “Evladın var mı, derdin var”. Evladın varsa bin derdin var, evladın yoksa bir derdin var – çocukları olan kimsenin birçok derdi olur: çocuğuna yiyecek, içecek, giyim kuşam sağlaması lazım. Çocuk sahibi olmayan kişinin ise tek bir derdi var – çocuğunun olmamasıdır. Evladını dövmeyen dizini döver – çocuk eğitimi ailede başlar. Onu küçük yaştan başlayarak her konuda eğitmeli ve yetiştirmelidir. Büyüdükten sonra iş işten geçmiş olur. Evlenenle ev alana Allah yardım eder – bkz. “Ev alanla evlenene Allah yardım eder”. Evlenenle ev yaptıranın Allah yardımcısıdır – bkz. “Ev alanla evlenene Allah yardım eder”. Evlenmesi bir alaca kuş, geçinmesi bora ile kış – evlenmek kolay, aile geçimini sağlamak ise güçtür. Evli evinde, köylü köyünde gerek – herkes kendi yerinde ve işinin başında bulunmalıdır. Toplumun düzeni de, kendisinin rahatlığı da bunun gerektirir. Fakiri fakir eden kuru bir inat, zengini fakir eden hayır sızevlattır – hayırsız evlat zengin aileyi bile fakir yapabilir, ailesini zor durumda bırakabilir. Gece yağar gündüz açar, yıl düzlüğü; erkek söyler kadın susar, ev düzlüğü – bkz. “Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını”. Gelin ata binmiş, “Ya nasip!” demiş – bkz. “Gelini ata bindirmişler, “ya nasip” demiş”. Gelin ata binmiş, “Ya nasip, kim bilir kime münasip.” Demiş – bkz. “Gelini ata bindirmişler, “ya nasip” demiş”. Gelin atta buyruk Hak’ta – bkz. “Gelini ata bindirmişler, “ya nasip” demiş”. Gelin olmayan kızın vebali amcası oğlunun boynuna – geleneğe göre, amca oğlu, amcası kızını bu duruma düşürmemeli, nikahlamalıdır. 134 Gelin övünür, kaynana dövünür – aynı olay gelinin sevinç sebebi, kaynananın üzüntü sebebi olabilir. Gelini ata bindirmişler, “ya nasip” demiş – 1) nikah kıyılmış, gelin kocası evine gitmek üzere ata binmiş de olsa evlenmenin gerçekleşmemesi ihtimali vardır; 2) kesin sonuç alınmadan, hiçbir işe oldu bitti gözüyle bakılmamalıdır. Umulmadık engeller işi bozabilir. Gönül verme evliye, eve gider unutur – bir kadın, evli bir erkeğe gönül kaptırmasın. Onun göstereceği ilgiye inanmasın. Evli olan erkekler, başka kadınlara bağlanamazlar. Görümce, yüzünü göreyim ölünce – gelinler görümceleri genellikle sevmez. Gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz – her şeyin, kendisinden beklenen görevi yapabilecek nitelikler taşıması gerekir. Gül ağacı iyi odun görevini yapamadığı gibi orta hizmetçisi de kültürlü bir kocanın eşi olamaz. Güvenme dayına, ekmek al yanına – insanlar yanında bulunan insanlara güvenmek isterler. Fakat yanımızdaki bu insanlar çok yakın olsa da onlara sonuna kadar güvenilmemeli, bunu belli etmeden önlemler alınmalı. Aksi takdirde insanın başına kötü şeyler geldiğinde yarı yolda kalmış olur. Güzele kırk günde doyulur, iyi huya kırk yılda doyulmaz – iyi huylu olmayan güzel yüzlüden çabuk usanılır. İyi huylu olan kimseden – çirkin de olsa – hiç usanılmaz. Güzeli kız iken değil, beşik ardında görmeli – kızken güzel olanın, doğum yaptıktan sonra güzelliği kalır mı, belli olmaz. Güzeli kızken görme, beşik ardında gör – bkz. “Güzeli kız iken değil, beşik ardında görmeli”. Halayıktan hatun aldım, başıma dert satınaldım – bkz. “Gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz”. Halayıktan kadın olmaz, gül ağacından odun – bkz. “Gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz”. Hamı tatlı, yetkini acı – çocuk, küçük yaşta sevilir ve sevimlidir. Büyüdükçe sorunları artar ve yükü iyiden iyiye hissedilir. Hatun getir, bey doğursun – bkz. “Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur”. Hayırlı evlat neylesin malı, hayırsız evlat neylesin malı – bkz. “Akıllı oğlan neyler ata malını, akılsız oğlan neyler ata malını”. Helale cömertlik olmaz – karı kocasının, koca karısının başkasıyla senli benli olmasına, düşüp kalkmasına göz yummamalıdır. Her kadın evinin hem hanımı hem halayığıdır – kadın evinin sahibi, evin hanımıdır; ancak bütün ev işlerini kendisi yaptığı için evin hizmetçisi gibi çalışır. 135 Her kadının pişirdiği yenmez, diktiği giyilmez – kadının el becerisi çok önemlidir. Bu hem yemek yapmada hem de dikiş dikmede kendini gösterir. Kadın ev işlerindeki yeteneği ve becerisi ile ayrıcalık gösterir. Herkesin delisi evinde, derdi karnında – aile bireylerinin uygunsuzlukları, evin çeşitli sıkıntı ve sorunları olur. Bunlar kimseye duyurulmaz; sineye çekilir. Herkesin tenceresi kapalı kaynar – bkz. “Herkesin delisi evinde, derdi karnında”. Hısım hısımın ne öldüğünü ister, ne onduğunu – hısım, hısıma ziyan gelmesini istemez. Ama onun kendisinden üstün durumda olmasını da kıskanır. Horoz ne kadar öterse ötsün, civciv tavuğun dıkdıkına bakar – babalar çocuklarının kendilerine yakın olmaları için ne denli uğraşırlarsa uğraşsınlar, çocuklar annelerine daha çok bağlı olurlar. İç güveysi iç ağrısı – iç güveysi konuk gibidir. Evdekiler sürekli olarak onu ağırlamaya, memnun etmeye, gücendirmemeye çalışırlar ve kendileri rahatsız olurlar. İki çıplak bir hamamda yakışır – evlenecek çiftten biri yoksul ise ötekinin az çok bir şeyleri bulunmalıdır ki içinde barınabilecekleri bir ev açabilsinler ve orada büyük sıkıntı çekmeden yaşayabilsinler. İki horoz bir kümeste geçinemez – 1) kadın ve erkek aynı zamanda evi yönetemezler, evin tek yöneticisi olmalı. 2) bkz. “İki kadın olan evde düzen olmaz”. İki kadın olan evde düzen olmaz – bkz. “Bir evde düzen olunca o evde düzen olmaz”. İki kardeş savaşmış, ebleh buna inanmış – iki kardeş arasında çıkan anlaşmazlık geçicidir. Onu gerçek ve sürekli sanmak saflıktır. İlk avrat çarık, sonraki sarık – birinci karısına hor bakan kişi, eşinin ölmesi ya da ayrılması dolayısıyla yeniden evlendiği kadını baştacı eder. İnanma dul karının sözüne, ağlar ağlar gözüyle er dener – dul kadınlara inanılmamalı, gözyaşları gerçek değil, insanları kendilerine acındırmak içindir. İnanma yaz gününün yağmuruna, yağar yağar arkasından gün doğar; inanma dul karının ağıdına, ağlar ağlar gözüyle er dener – bkz. “İnanma dul karının sözüne, ağlar ağlar gözüyle er dener”. İnsana ata ana gibi yâr olmaz – bkz. “Ana gibi yâr olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz”. İven kız ere varmaz, varsa da baht bulmaz – ivmekle koca bulunmaz. İven kız eşini iyi seçemeyeceği, rasgele bir kocaya varacağı için mutlu olamaz. İven kız ere varmaz, varsa dahi baht bulmaz – bkz. “İven kız ere varmaz, varsa da baht bulmaz”. İyi adamın karısı, kurna başında belli olur – temiz insanın ev içindeki durumu eşinin tutumuyla belli olur. 136 İyi evlat babayı vezir, kötü evlat rezil eder – babaya ün kazandıran da, el içine çıkamayacak bir duruma düşüren de evlatlarının tutumudur. Baba, akıllı, şerefli evladıyla övünür. Kötü, şerefsiz evladından da utanır. İyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez – malın iyisi insanı mahcup etmez, kadının iyisi de mutlu bir yuva kurmaya özen gösterir. İyi kadın döşeğinden, iyi adam eşiğinden belli olur – bkz. “Erkeğin iyisi eşiğinden, kadının iyisi döşeğinden belli olur”. İyi kadının kocası cüppesinden bellidir – evinin işlerine ve aile bireylerinin düzenine özen gösteren kadının, eşinin ve çocuklarının giyiminden ne kadar temiz olduğu kolayca anlaşılır. İyi kadının kocası kaftanından belli olur – bkz. “İyi kadının kocası cüppesinden bellidir”. Kadın eli kaşık sapında kabarır – işinin ehli olan çalışkanlığı ve yaptığı iş ile belli olur. Kadın erkeğin eşi, evin güneşidir – kadın kocasına iyi bir eş olup evine sahip çıktığı, ev düzenini ve huzurunu yarattığı için evin güneşi sayılır. Kadınsız ev olmaz. Kadın erkeğin şeytanıdır – bkz. “Erkeğin şeytanı kadın”. Kadın kocasını isterse vezir, isterse rezil eder – akıllı ve tutulu kadın kocasının saygınlığını da mal varlığını da arttırır. Oynak ve tutumsuz kadın da kocasını toplum içinde küçük düşürür; yoksulluğa sürükler. Kadın kocasının çarığı, anasının sarığıdır – kadın, kocasının çıkarıp attığı çarık gibi terk edilebilir durumdadır. Ama annesi onu her zaman baştacı eder. Kadın var arpa ununu aş eder; kadın var buğday ununu keş eder – bkz. “Eti ciğer eden de avrat, ciğeri et eden de”. Kadın var cana bakar, kadın var can yakar – aile içi düzeni, huzuru ve mutluluğu sağlayan kadındır. Kadın erkeğine ve çocuklarına gösterdiği bağlılığı ve sevgiyi, evin geçimi için de kullanır, elindeki az imkanlarla çok çeşitli işler ve aşlar yapar. O ocağın tütmesini sağlar. Kadın var ev yapar, kadın var ev yıkar – bkz. “Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar”. Kadın var kara toprak eder, kadın var yeşil yaprak eder – bkz. “Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar”. Kadın var kardan soğuk, kadın var kordan sıcak – bkz. “Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar”. Kadın var, arpa ununu aş eder, kadın var buğday ununu taş eder eder – bkz. “Eti ciğer eden de avrat, ciğeri et eden de”. Kadını yeşil yaprak eden de kocası, kara toprak eden de kocası – kadının bahtı, hayatı kocasının kadına nasıl davrandığına bağlıdır. Kocası ona iyi davranırsa, onu mutlu ederse, kadın çiçek gibi güzel ve mutlu olur. Kocası kadına kötü davranırsa kadın mutsuz olur. 137 Kadının biri alâ, ikisi belâdır – bkz. “İki kadın olan evde düzen olmaz”. Kadının düzdüğü evi Tanrı yıkmaz, kadının bozduğu evi Tanrı yapmaz – bkz. “Avrat düzdüğü evi Tanrı yıkmaz, avrat bozduğu evi Tanrı yapmaz”. Kadının hükmettiği evde mutluluk olmaz – bir kadın evin düzenini kurabilir ama evi yönetmez. Yönettiği evde mutluluk olmaz. Kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir – kadın ne denli bol, değerli çeyizle gelirse gelsin evin bütün eksiklerini erkek sağlar; giderlerini erkek karşılar; evi o geçindirir. Kadının temizi sütünden, yoğurdundan belli olur – bir evin temizliği ve düzeni o evin kadınının yaptığı işlerden, özellikle de temel gıda maddelerinin temizliğinden belli olur. Kadınsız ev olmaz – kadının evdeki, ailedeki rolü çok büyüktür. Kadınsız ev düzensiz olduğu için ev sayılmaz.Her evin düzenini kuracak bir kadın olmalı. Kaldın mı oğul eline, müdara eyle geline – oğullarının bakımına muhtaç olan ana baba, gelinlerine yaranmak zorundadırlar. Çünkü evin asıl sahibi artık oğulları değil gelinleridir. Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş – 1) kimi zaman kişi, kardeşine büyük bir kötülük yapar. Ama o kötülüğün kardeşini mahva götürmekte olduğunu görünce pişmanlık duyar ve yaptığını düzeltecek davranışlarla yardımına koşar (Yar “uçurum” anlamıyla alındığına göre); 2) kardeş kardeşten vazgeçebilir. Ama sevgilisi onu el üstünde tutar (Yâr “sevgili” anlamına alınırsa). Kardeş kardeşi bıçaklamış, dönmüş yine kucaklamış – bkz. “Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş”. Kardeş kardeşin ne öldüğünü ister ne onduğunu – bkz. “Hısım hısımın ne öldüğünü ister, ne onduğunu”. Kardeşi kardeş yaratmış, rızkını ayrı yaratmış – bkz. “Allah kardeşi kardeş yaratmış, kesesini ayrı yaratmış”. Kardeşim ağa, avradı hatın, almaz beni kulluğa satın – evlenen kişinin karısına verdiği değer, kardeşine karşı olan sevgisini bastırır. Kardeşim olsun da kanlım olsun – kendisine çok büyük kötülük de yapsa, insan kardeşinden vazgeçemez. Çünkü kardeş, sırası gelince, eski yaptıklarını unutturacak kadar büyük yardımda ve iyilikte bulunur. Kardeşin büyüğü baba, küçüğü evlat yerine geçer – kardeşler arasındaki dayanışma çok önemlidir. Büyük kardeş baba yerindedir; küçük kardeşi ise herkes hem korur hem de çok sever, onun üzerine titrer. Kardeşin büyüğü peder, küçüğü evlat yerine geçer – bkz. “Kardeşin büyüğü baba, küçüğü evlat yerine geçer”. 138 Kardeşin düşmanlığı, karşıdan düşman çıkıncaya kadardır – kardeşler arasında ne kadar çekişme olursa olsun kendilerine gelebilecek bir tehlike karşısında hemen birleşir ve güç birliği yaparlar. Kardeşten karın yakın – bkz. “Kardeşten karın yakın, kulaktan burun yakın”. Kardeşten karın yakın, kulaktan burun yakın – 1) kişi kardeşini de sever çocuklarını da. Ama çocuklarını kardeşinden daha ileri tutar; 2) kendi çıkarıyla, başkasının, dahası kardeşinin çıkarı çatışan kişi, önce kendi çıkarını düşünür. Karga dermiş ki: “Çocuklarım olalı burnumu göme göme bok yiyemedim”– ana-baba çocukları için her türlü özveriye hazır olup kendilerinden daha çok onları düşünürler. Karga yavrusuna bakmış, “benim ak pak evladım” demiş – kişi kendi çocuğunu güzel, kendi eserini kusursuz görür. Başkalarına göre ne denli çirkin ve kusurlu olurlarsa olsunlar. Karı bulunur ama, kardeş bulunmaz – insanın eşi, kardeşiyle olan ilişkilerine engel olmamalıdır. Karı ile koca arası ipek, araya giren köpek – evli kadın ile erkeğin arasına girilmez, girilmemeli. Karı ile koca arasına, aklı kıt karışır – bkz. “Etle tırnak arasına girilmez”. Karı malı hamam tokmağıdır – bkz. “Avrat malı, kapı mandalı”. Karı-koca bir sözle yakın, bir sözle uzaktır – bir kadınla bir erkek, birbirlerine bağlandıklarını bildiren bir sözle karı-koca olurlar. Böyle bir bağın kalmadığını bildiren bir sözle de yabancı olurlar. Karım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet – bir yuvada kadının ölümü bir büyük felakettir; evin geçimini sağlayan erkeğin ölümü iseondan daha büyük felaket olur. Karımın aklına gelen başa, anamınki dağa taşa – erkek evde olmayınca eşi eğlenceye katıldığını, annesi ise oğlunun başına bela geldiğini düşünür. Karımın aklına gelen benim başıma, anamın aklına gelen düşman başına – bkz. “Karımın aklına gelen başa, anamınki dağa taşa”. Karın kardeşten yakın – bkz. “Kardeşten karın yakın, kulaktan burun yakın”. Karına iyi deme yoksulluk görmeyince – karının sana karşı görevlerini yerine getiriyor mu, destek oluyor mu, varlıklı zamanlarında pek belli olmaz; ancak yoksulluğa düşersen anlaşılır. Kaşım gözüm bana yeter, babamın adı beni satar – bkz. “Baba eder, oğul öder”. Katrandan olmaz şeker, olsa da cinsine çeker – bkz. “Domuzdan toklu doğmaz”. Kaynana böcü, oğlu cici – gelinler kocalarını severler de kaynanalarını rahatsızlık veren bir yaratık sayarlar. Kaynana öcü, oğlu cici– bkz. “Kaynana böcü, oğlu cici”. 139 Kaynana pamuk ipliği olup raftan düşse gelinin başını yarar – kaynana ne denli yumuşak huylu, iyi davranışlı olursa olsun, her hali gelini tedirgin eder. Kazanırsan dost kazan, düşmanı anan da doğurur – sen dost kazanmanın yoluna baş düşman kolay kazanılır. Anan bile sana düşman olacak bir kardeş doğurur. Keçi nereye çıkarsa oğlağı da oraya çıkar – bkz. “Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur”. Kendi muhtaç dede, herkese himmet ede – kendisi zor durumda, yoksul, bir şeye muhtaç insan herkese yardım etmeye hazır. Kendinden küçükten kız al, kendinden büyüğe kız ver – 1) gelinler kocalarına karşı saygı duymalıdırlar. Bunu sağlamanın yolu, erkek ailesinin kız ailesinden yüksek olmasıdır; 2) bu yolu tutarsan aldığın kız seninle övünür; sen de iyi bir yere kız verdim diye mutluluk duyarsın. Kendirden bez, üveyden öz olmaz – bkz. “Üvey öz olmaz, kemha bez olmaz”. Keseye kadın eli girerse bereket gider – kadın gereksiz harcamalar yaparak birikim yapamaz, bereketi kaçar. Kesmez bıçak yavuz, iş bilmeyen avrat yavuz – bkz. “Kör bıçak ele, iş bilmeyen avrat dile”. Kırk yılda bir karı sözü dinlemelidir – bazen erkek kadının sözünü dinlemeli. Kıyısını gör bezini al, anasını gör kızını al – bkz. “Anasına bak, kızını al, kenarına bak, bezini al”. Kız anadan görmeyince öğüt almaz – kız çocukları hayat tarzını ailede anneden öğrenir. Küçük yaştan başlayarak annesini örnek alarak yetişen kız, hayata rahat uyum sağlar. Anne disiplini ile yetişmemiş bir kızın sonradan eğitilmekle bu görgüyü kazanması zordur. Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi, er atadan öğrenir sıra gezmeyi – çocuklar, hayat tarzını ve görgü kurallarını aile içinde küçük yaştan başlayarak edinirler. Bu yolda kız çocukları, anneyi örnek alırken erkekler de pek çok şeyi babalarından öğrenir. Küçük yaşlarda edinilmeyen bu alışkanlıklar, ileri yaşlarda zor öğrenilir. Kız anasından görmeyince sofrayı kaldırmaz – bkz. “Kız anadan görmeyince öğüt almaz”. Kız beşikte, çeyiz sandıkta – kız daha beşikte iken çeyiz hazırlıklarına başlamak gerekir. Kız bir sevgi ile doğar – kız çocuğu, sevgi dolu ailede doğar. Kız doğuran tez kocar – kız doğuran anne, kız çocuğu büyütmenin sıkıntılarından dolayı daha hızlı yaşlanır. Kız doğuran, kızıl don giymesin – kız çocuğum oldu, diye kimse üzülmesin. Allah, onun kısmetini bol bol verir. Kız evde olsa da elden sayılır – kız evlendikten sonra kendi ailesine değil, kocasına ve onun ailesine destek olur, bu nedenle elden sayılır. 140 Kız evi naz evi – kız evi nazlı olur, kızını evlendirirken ince eleyip sık dokur ve ağıra satmak ister. Kız kocayınca, gayret dayıya düşer – dayılar kız yeğenlerine düşkündür. Onlara her çağında sahip çıkarlar. Kız kucakta, çeyiz bucakta – bkz. “Kız beşikte, çeyiz sandıkta”. Kız kundakta, çeyiz sandıkta – bkz. “Kız beşikte, çeyiz sandıkta”. Kız yükü tuz yükü – bkz. “Kızın var sızın var”. Kızdır nazdır, bin lira azdır – kız evi kızını ağıra satmak ister. Bu istek para ile ölçülmez. Kızı gönlünce bırakırlarsa ya davulcuya varır ya zurnacıya – evlenme çağındaki kız eğlenceye düşkün olur. Büyükleri onu uyarmazlarsa, hoşlandığı, uygun olmayan birisiyle evlenir. Kızı kendi havasına bırakırlarsa ya davulcuya kaçar ya zurnacıya – bkz. “Kızı gönlünce bırakırlarsa ya davulcuya varır ya zurnacıya”. Kızı kendi havasına bırakırlarsa ya davulcuya varır ya zurnacıya – bkz. “Kızı gönlünce bırakırlarsa ya davulcuya varır ya zurnacıya”. Kızı kendi keyfine koysalar çalgıcıya varır – bkz. “Kızı gönlünce bırakırlarsa ya davulcuya varır ya zurnacıya”. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla – doğrudan doğruya birine söylenemeyen düşünce ve uyarılar, o kimsenin çok yakınında bulunan kimselere veya bir topluluk önünde söylenerek ile dile getirilir. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit – bkz. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla”. Kızın kimi severse güveyin odur, oğlun kimi severse gelinin odur – çocuklar, kendilerinin seçtikleri kişilerle evlendirilmeli, çocuğun kendisi yerine evleneceği kişinin kim olduğuna dair ana-baba karar vermemeli. Kızın uzun saçlısı, tarlanın ufak taslısı – bkz. “Tarlanın taşlısı, kızın saçlısı, öküzün (ineğin) başlısı”. Kızın var, sızın var – kız çocuğunun sorunları ve sorumlulukları çok ve çeşitlidir. Ana baba, sürekli olarak bunun tedirginliği içinde bulunurlar. Kızını dövmeyen dizini döver – bkz. “Evladını dövmeyen dizini döver”. Kocam olsun da, cüce olsun – bkz. “Otuz oğlun olacağına bir oturak kocan olsun”. Kocana göre bağla başını, harcına göre pişir aşını – bkz. “Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını”. Kocasını vezir eden de rezil eden de karısıdır – bkz. “Kadın kocasını isterse vezir, isterse rezil eder”. 141 Komşu kızı almak, kalaylı kaptan su içmek gibidir – komşu kızını almaya karar veren, ailenin ve kızın durumunu, gidişini iyi bildiğinden içi rahat olarak bu ilişkiyi kurar. Komşunun sıpası tay gibidir; kız, anasına ay gibidir – bkz. “Karga yavrusuna bakmış, “benim ak pak evladım” demiş”. Kör bıçak ele, iş bilmeyen avrat dile – kör bıçak işe yaramaz ama insanın elini keser. İş bilmeyen kadın da çok konuşmaktan başka bir şey yapmaz. Koruğu babası yer, sancıyı oğlu çeker – bkz. “Baba eder, oğul öder”. Kötü söyleme eşine, ağı katar aşına – ilişkide bulunduğun kimseleri sözlerinle incitme, kötüleme ki onlar da sana daha büyük kötülük yapmasınlar. Koyunun melediğini kuzu melemez – ana-babanın çocuğuna karşı gösterdiği aşırı ilgi ve sevecenliği, çocuk ana-babasına karşı o ölçüde göstermez. Kuzguna yavrusu anka görünür – bkz. “Karga yavrusuna bakmış, “benim ak pak evladım” demiş”. Lafın azı uzu, çobana verme kızı; ya koyun güttürür, ya kuzu– 1) kızını isteyen kişinin işi, gücü, tutumu ne ise kızını bunlarla ilgilendireceğini düşün. Kararını ona göre ver. 2) Önemli bir işi, inceliğini anlamayanbir kimseye yaptırma. Çünkü bu inceliğe yakışmayacak bir tutumla yapmaya kalkar. Lambayı almadan camına bak, gelini almadan huyuna bak – bir lamba almadan önce camına nasıl bakılması gerekiyorsa, bir gelin almadan önce onun karakteri iyi öğrenilmelidir. Ne dilersen eşine, o gelir başına – sen başkaları için iyi şeyler dile ve yap ki başkaları da senin için iyi şeyler dilesin, yapsın. Ne kızı verir ne dünürü küstürür – kişinin hatırı için ne insanları küstürür, ne de onların isteklerini kolayca yapar; herkesi idare etmeye çalışır. Nikâhta keramet vardır – evlenmeleri söz konusu olanların anlaşabilip anlaşamayacaklarını pek düşünmeyiniz. Nikâh onları sevgi bağıyla birbirlerine bağlayacaktır. Ocağın yakışığı odun, evin yakışığı kadın – odun olmayınca ocak yanmaz ve elbette ateş olmayınca da ondan hiçbir yarar sağlanmaz. Aynı şekilde evin temel direği olan kadının varlığı da evin canlılığını ve sıcaklığını yaratır. Oğlan anası kapı arkası, kız anası minder kabası – gelinler, oğlanın anasını evde pek kabullenemezler ve onları kapı dışarı edilecek kadar fazla görürler. Buna karşın kızın anası ise baş köşeye oturtulur. Oğlan atadan öğrenir sofra açmayı; kız anadan öğrenir biçki biçmeyi – erkek çocuk, evin idaresini babasından, kız çocuk da ev içi işlerini anasından öğrenir. Çocukların yetişmesinde anne ve babanın emeği ve rolü büyüktür. Oğlan bir gerek, ocak kor gerek – soyun devamı için ailede en az bir oğlanın olması gerek. 142 Oğlan büyür, koç olur; kız büyür, hiç olur – oğul büyüyünce ailesine destek verecek, kız ise evlenip evden gidecek. Oğlan dayıya, kız halaya çeker – oğlan çocuğun yüzü de, huyu da dayısına, kız çocuğununki ise halasına benzer. Oğlan doğur, kız doğur; hamurunu sen yoğur – çocuk yetiştirmek aile için zahmetli bir iştir. Onları yetiştirirsiniz, fakat size pek katkısı olmaz. Evin ve ailenin yükü yine anne ve babaya kalır. Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün – işlerin babadan oğula bırakılmasından dolayı, doğacak çocuğun oğlan olması istenir, kız olması pek istenmezdi. Onun için oğlan doğuran ana sevinir; kız doğuran ana üzülürdü. Oğlan doğurdum oydu beni, kız doğurdum soydu beni – çocuk yetiştirmek uzun ve zahmetli bir iştir. Erkek çocuğu aileyi içten içe yer; kız çocuğu ise aileye çeyiz hazırlama kaygısı içinde büyük masraflar açar. Oğlan gider it getirir, kız gider yiğit getirir – kız evlenirse eve yiğit bir erkek getirir, oğul evlenirse eve kötü bir gelin getirir. Oğlan olsun deli olsun, ekmek olsun kuru olsun – bir ailenin soyunun devamı erkek çocuğuna bağlıdır. Deli dolu da olsa erkek, soyu sürdüreceği için sevilir. Ekmek ise kuru da olsa yine karın doyurur. Oğlan yetir, kız yetir; yine şeleği sen götür – anne olmak kolay değildir; çocukları büyütmek, evi çekip çevirmek hep annenin üzerindedir. Ona çocuklardan pek yardım gelmez. Oğlandır oktur, her evde yoktur – genellikle çocuğun erkek olması istendiği için erkek çocuklarının ailede özel bir yeri vardır. Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur – erkek çocuk doğurmak çok güzel bir şey, çünkü erkek çocuğunun kız çocuğuna göre ileride aileye daha çok yararı ve yardımı olur. Oğlanınki oğul balı, kızınki bahçe gülü – torun erkek çocuktan olursa “oğul balı” olarak görülür ve sevilir, kızdan olursa “bahçe gülü” diye nitelenir ve öyle kabul edilir. Oğlu kızı olmayan avrattan eski hasır yeğdir – bkz. “Çocuksuz kadın meyvesiz ağaca benzer”. Oğlu olan sevinsin kızı olan dövünsün – bkz. “Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün”. Oğlum deli malı eylesin, oğlum akıllı malı eylesin – bir baba “çocuklarıma mal bırakmalıyım” diye düşünmemelidir. Çocuk akıllı ise malı kendisi kazanır; baba malına gereksinim duymaz. Akılsız ise; babası ne denli mal bırakırsa bıraksın, altından girer, üstünden çıkar; malsız kalır. Bu duruma göre babanın ona mal bırakması gerekmez. Oğul atadan görmeyince sofra çekmez – bkz. “Oğlan atadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir biçki dikmeyi”. 143 On beşinde kız, ya erde gerek ya yerde – Anadolu’da kız çocuğunun erken evlendirilmesi yaygın bir gelenektir. Buna göre kız, on beş yaşına geldi mi evlendirilmeli. Yoksa anneyi, babayı güç durumda bırakacak çok üzücü durumlara düşebilir. Ya erkeklerin gözü onda olur kaçırılır ya da kendi başına buyruk hareket ederek yanlış bir kararverir, birine kaçıverir. Böyle olacağına kızın ölmesi daha iyidir. Ön tekerlek nereye giderse art tekerlek de oraya gider – bkz. “Arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer”. Ortak gemisi yürümüş elti gemisi yürümemiş – birden fazla evlilik yapan bir kimsenin eşleri birbirleriyle anlaşabilir ve geçinebilirler; ancak kardeşlerin eşleri aynı hoşgörüyü nedense birbirlerine gösteremezler. Ot, kökü üzerinde biter – insanoğlu ailede ve çevresinde gördüğü eğitim ve edindiği bilgiler ile edindiği alışkanlıklar doğrultusunda büyür ve yetişir. Otu çek, köküne bak – bir kimsenin kimliğini ve kişiliğini doğru olarak öğrenmek isterseniz onun geçmişini iyi araştırmalı, soyuna sopuna bakmalı. Otuz oğlun olacağına bir oturak kocan olsun – kocanın iyi bir erkek ve iyi bir eş olması çocukların sayısından daha önemlidir. Otuz oğlun olmaktansa, topal da olsa bir kocan bulunsun – bkz. “Otuz oğlun olacağına bir oturak kocan olsun”. Parasız kasa, karısız haneye benzer – kasa nasıl içinde para olduğu zaman değerli ise aynı şekilde kadının olduğu ev çok kıymetlidir; kadın, evin ayrılmaz bir parçasıdır. Pekmeziküpten, kadınıköktenal – insan hayatta yiyeceğine ve kuracağı aile ocağına titizlenmeli; her ikisinin de temiz ve soylu olanına dikkat etmeli. Sabahtan karnını doyuran, küçükken evlenen aldanmamış – sabah yapılan iyi bir kahvaltı gün boyunca insanı dinç ve sağlıklı tutar. Erken evlenen ise erken yaşta çocuklara sahip olur ve böylece onların mürüvvetini fazla yaşlanmadan görür. Ayrıca evlenme çağını geçirenlerin evlenmelerinin zor olacağı da yaygın bir düşüncedir. Şahin gözünü ette açmış; karga gözünü bokta açmış – insan kendi soyundan ve aile ocağından nasıl yetişmişse, orada neyi görmüşse hayatı boyunca onları uygular ve yaşar. Sarımsağı gelin etmişler de kırk gün kokusu çıkmamış – insanlar kötü huylarını veya yanlarını kolay kolay belli etmezler, onları tanımak ve haklarında hüküm verebilmek için acele edilmemelidir. Sarımsağı soğanla gelin güvey etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış – bkz. “Sarımsağı gelin etmişler de kırk gün kokusu çıkmamış”. Su bardakta, gelin ırakta güzel görünür – gelin uzaktan daha çok sevilir. Tarlanın taşlısı, kızın saçlısı, öküzün (ineğin) başlısı – kız veya kadın saçı ile güzelleşir: tarlanın taşlısı ve öküzün de deneyimlisi, yani uzun yıllar ekin işinde kullanılanı makbuldür. 144 Tarlayı düz al, kadını kız al – tarla alınırken düz yerden alınmalı, bayırdan, engebeli yerden alınan tarla ne suyu tutabilir, ne de onu kar örtebilir. Her şeyin tazesi ve verimlisi iyidir, evlenilecek kızın da el değmemişi makbuldür. Tarlayı taşlı yerden, kızı kardaşlı yerden – tarlanın taşlı olması ürünün verimli olmasını sağlar. Erkek kardeşi olan kız da hem sarkıntılıklara karşı korunmuş, hem de kardeşine hizmet ederek ileride kocasına nasıl hizmet edileceğini anne evinde öğrenmiş olur. Taşa çıkan keçinin ağaca çıkan oğlağı olur – bkz. “Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur”. Tatlıyı küpten almalı, kadınlığı kökten – bkz. “Pekmezi küpten, kadını kökten al”. Tavuk sağılmaz, söğüt yakılmaz, güveye güvenilmez – tavuk nasıl sağılmaz ve söğüt nasıl yakılmazsa damada da güvenmek doğru değildir. Tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir – erkek evlatların yetişmesi ve ailenin faaliyetlerine katılması, babanın yükünü büyük ölçüde hafifletir. Teyze, ana yarısıdır – teyze, bir kimseye annesi gibi sevgi, şefkat gösterir. Onunla yakından ilgilenir. Onun için anne gibi görülür. Uşağı işe koş, sen de ardına düş – çocuk kendisinden istenilen boyundan büyük bir işi beceremez. Onun için işi buyuranın da onu takip etmesi gerekir. Üşenenin oğlu, kızı olmamış – bkz. “Erinenin oğlu, kızı olmamış”. Üvey öz olmaz, kemha bez olmaz – bir çocuk, ne denli sevilirse sevilsin, ilgi görürse görsün, öz annesindeki şefkati üvey annesinde bulamaz. Analık, öz annenin yerini dolduramaz. Üveye etme, özünde bulursun; geline etme, kızında bulursun – bir insan gelinine, kendi kızı gelin olduğu zaman davranılmasını istediği gibi davranmalıdır. Üzümün iyisi denedir, kadının iyisi nenedir – büyükanne, özellikle torunlar tarafından ailenin en çok sevilen kadınıdır. Varsaaşınrahattırbaşın, yoksaaşınzordurişin – varlıklı olanın gücü her şeye yeter. Ancak yokluk, ne yazık ki huzur yerine sıkıntı ve acı getirir. Ver yiğidi yiğide, Mevlâ rızkını yetire – iki gencin evlenmesini kolaylaştırınız. Tanrı rızıklarını verir. Ya evladın bir ola, ya ocağın kör ola – bkz. “Ya evlat bir, ya ocak kör”. Ya evlat bir, ya ocak kör– bir hayırlı çocuk, insanın ocağını söndürmemeye, adını andırmaya yeter. Çocuk çoğalırsa, üzüntü artar. Onları yetiştirmek güçleşir. Baba öldükten sonra, aralarında anlaşmazlıklar çıkar. Böyle bir durum ortaya çıkacağına, ocağın kör olması daha iyidir. Yağmur yağar taş üstüne, torun ne der baş üstüne – torun ne derse büyükanne ve dedesi hemen yerine getirmeye çalışırlar. 145 Yakın dost hayırsız hısımdan yeğdir – ilgi ve iyiliklerini görmekte olduğumuz komşu ve dostlarımız, hiçbir ilgisini görmediğimiz hısımlarımızdan, bize daha yakındır. Yaman komşu, yaman avrat, yaman at; birinden göç, birin boşa, birin sat – sana üç öğüt: Komşun kötü ise başka yere göç, eşin geçimsizse ayrıl, atın azgınsa sat, kurtul. Yavrumun yavrusu, yarısı da yılanın yavrusu – büyükanne gelinini sevmiyorsa, torunu hakkında bu sözü söyleyebilir. Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı – yetiştirdiğimiz ve büyüttüğümüz gençler, zaman gelir kendi yetiştikleri ortamı ve bizi beğenmezler. Yerine düşmeyen gelin üzüle üzüle, boyuna düşmeyen esvap sürüne sürüne eskir – talihsiz bir evlilik yapan kız, yerine yerine, üzüle üzüle kendini yer bitirir. Boy ölçüsüne göre dikilmemiş elbise de yerde sürünerek yıpranır ve eskir gider. Yerine düşmeyen gelin yerine yerine, boyuna düşmeyen esvap sürüne sürüne eskir – bkz.”Yerine düşmeyen gelin üzüle üzüle, boyuna düşmeyen esvap sürüne sürüne eskir”. Yiğidim yiğit olsun da yerim çalı gibi olsun – evin erkeği, aile sorumluluğunu bilen biri olduktan sonra o yuva için huzursuzluk söz konusu olamaz; hatta barınacak yeri bile olmasa, fakir bile olsa, iyi niyetle çalışır, evini geçindirir. Yiğidim yiğit olsun da, kaya gibi evim olsun – bkz. “Yiğidim yiğit olsun da yerim çalı gibi olsun”. Yiğit kızını yiğide vermek ister – yiğit bir erkeğe kızını veren kişinin gözü arkada kalmaz. Yumurtadan çıkan yine yumurta çıkarır – her yaratık soyuna çeker. Yuvayı dişi kuş yapar – bir evin yönetim, geçim düzenini ve ailenin mutluluk içinde yaşamasını kadın sağlar. Yuvayı yapan dişi kuştur – bkz. “Yuvayı dişi kuş yapar”. Yüz koyunlu atam kalmaktan, bir yüksüklü anam kalmak yeğdir – bkz. “Baba öksüzü öksüz değil, ana öksüzü öksüz”. Yüzü güzel olanı değil, huyu güzel olanı sev – yüz güzelliği kalıcı değildir, iyi bakım ve temizlik yüz güzelliğini yaratabilir. Oysa huy güzelliği ondan daha önemlidir. 146 KAYNAKLAR Kitaplar ADIGÜZEL Hüseyin, Açıklamalı-Örnekli Türkçe Deyim Hazinemiz, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, İstanbul, 1990. AKGÜNDÜZ Ahmed – ÖZTÜRK Said, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1999. AKSAN Doğan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1978. AKSAN Doğan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2007. AKSOY Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 – Atasözleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi Yayını, İstanbul, 1995. AKSOY Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2 – Deyimler Sözlüğü, İnkılap Kitabevi Yayını, İstanbul, 1995. AKTAŞ Şöhret Türkmen, Seçme Atasözleri ve Eleştirmeli Açıklamaları, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004. ATSIZ Hüseyin Nihal, Aşıkpaşaoğlu. Aşıkpaşaoğlu Tarihi, MEB Yayınları, İstanbul, 1992. BAHADINLI Yusuf Ziya, Türkçe Deyimler Sözlüğü, Hür Yayınları, İstanbul, 1971. BEYZADEOĞLU Süreyya, Şinasi, Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye, MEB Yayını, İstanbul, 2003. BİLGİN Muhittin, Anlamdan Anlatıma Türkçemiz, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 2002. BONDARÇUK O., Д Ч . П ’ : , Psihologiya simyi: kurs lektsiy [Ailenin Psikolojisi: Ders Kursu], MAUP, Kyiv, 2001. BORATAV Pertev Naili, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, 8. b., Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1997. ÇOTUKSÖKEN Yusuf, Deyimlerimiz, 2. b., Özgül Yayınları, İstanbul, 1992. DEMİR Tufan, Türkçe Dilbilgisi, Kurmay Yayınevi, Ankara, 2005. DİLÇİN Dehri, Edebiyatımızda Atasözleri, 2. b., TDK Yayını, Ankara, 2000. DOĞAN İsmail, Dünden Bugüne Türk Ailesi, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 2009. DPT, Türk Aile Yapısı, Ö. İ. K. Raporu, Ankara, 1989. DUYMAZ Recep, Atalar Sözü / Müntehabat-ı Durûb-ı Emsâl (Ahmet Vefik Paşa), Gökkubbe-Bilimevi Yayınları, İstanbul, 2005. EKER Gülin Öğüt ve diğerleri, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar, Millî Folklor Yayınları, Ankara, 2003. 146 ELÇİN Şükrü, Halk Edebiyatı Araştırmaları, 2. b., Akçağ Yayınları, Ankara, 1997. ELÇİN Şükrü, Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993. ERÖZ Mehmet – GÜLER Ali, Türk Ailesi, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara, 1998. EVLİYAOĞLU Sait – BAYKURT Şerif, Türk Halkbilimi, 2. b., Ankara, 1988. EYÜBOĞLU E. Kemal, Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1975. GÖKALP Ziya, Türk Medeniyeti Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976. GÜNDÜZALP Selim, Deyimler ve Öyküleri, Zafer Yayınları, Ankara, 2009. HATİBOĞLU Vecihe, Türkçenin Sözdizimi, TDK Yayını, Ankara, 1972. HENGİRMEN Mehmet, Pend-nâme, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983. İbn-i Battȗta Seyahatnamesi I, çev. A. Sait Aykut, 7. bsk., YKY, İstanbul, 2017. İNAN Afet, Atatürk ve Kadın Haklarının Kazanılması, MEB Basımevi, İstanbul, 1968. KARTAL Numan, Türkçe Deyimler Sözlüğü, 3. b., Birsen Yayın Evi, İstanbul, 1990. KASAPOĞLU Aytül ve diğerleri, Aile sosyolojisi, T. C. Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir, 2011. KOÇ Nurettin, İslamlıktan Önce Türk Dili ve Edebiyatı, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2002. KUŞÇU Hüseyin – KUŞÇU Ülkü, Atasözleri ve Deyimler (Özlü Sözler – Güzel Sözler – Söz Grupları), Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1997. MACİVER R. M.– PAGE C. H., Society. An introductory Analysis, Macmillan Company, 1959. ONG Walter J., Sözlü ve Yazılı Kültür / Sözün Teknolojileşmesi, Çev. Sema Postacıoğlu Banon, 2. b., Metis Yayınları, İstanbul, 1999. ORTAYLI İlber, Osmanlı Toplumunda Aile, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009. OY Aydın, Tarih Boyunca Türk Atasözleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1972. ÖGEL Bahaeddin, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişim Çağları, Türk Dünyası Araştırmaların Vakfı Yay., İstanbul, 1998. ÖZDEMİR Emin, Açıklamalı-Örnekli Deyimler Sözlüğü, 8. b., Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2000. ÖZÖN Mustafa Nihat, Türkçe Tabirler Sözlüğü, Remzi Kitap Evi, İstanbul, 1945. PAR Arif Hikmet, Örnekli Açıklamalı Atasözleri, Serhat Yayınevi, İstanbul, 1988. PARLATIR İsmail, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü – I, Atasözleri, Yargı Yayınevi, Ankara, 2000. 147 PARLATIR İsmail, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü – II, Deyimler, Yargı Yayınevi, Ankara, 2000. PARMAKSIZOĞLU İsmet, İbn-i Battȗta Seyahatnamesi’nden Seçmeler, MEB Yayınları, İstanbul, 1971. POKROVSKA İrına, ь І. . Н ь ь - , Natsionalna Spetsıfika Semantıkı Turetskıh Frazeologizmiv z Komponentom-Zoonimom [Hayvan İsimleriyle Kurulmuş Türk Deyimlerinin Semantiğinin Milli Özellikleri], Kiev, 2007. PÜSKÜLLÜOĞLU Ali, Türk Atasözleri Sözlüğü, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2002. SARICA Salih, Atasözleri ve Özdeyişler, Fil Yayınevi, İstanbul, 1999. SOYKUT İsmail Hilmi, Türk Atalar Sözü Hazinesi, Ülker Yayınları, İstanbul, 1974. SUHENKO K., . . , Leksıçni problemı perekladu [Çevirinin sözbilimsel problemleri], Kiev Milli Taras Şevçenko Üniversitesi Yayınları, Kiev, 1992. TANDOĞAN Haluk, Aile Hukuku Ders Notları, Ankara, 1965. TATLI İrfan, Deyimlerden Öyküler, Papatya Yayınları, İstanbul, 2005. TEKİN Talat, Orhon Yazıtları, 2. b., Simurg Yayınevi, İstanbul, 1998. TUNA Osman Nedim, Sümer-Türk Dillerinin Tarihî İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara, TDK yayını, 1990. Türk Atasözleri I, Haz. Milli Kütüphane Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971. Türk Atasözleri ve Deyimleri 1-2, Devlet Kitapları 1000 Temel Eser, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1971. Türkiye Aile Yıllığı, Aile Araştırma Kurumu, Ankara, 1990. Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması, T. C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2010. TÜRKÖNE Mualla, Eski Türk Toplumunda Cinsiyet Kültürü, Ark Yayınları, Ankara, 1995. UJÇENKO Viktor, ч . Д. я ч ь : ч ь , Frazeologiya suçasnoyi ukrayinskoyi movı [Çağdaş Ukrayna Dilinin Deyişbilimi : Ders Kitabı], Kiev, 2007. ULUÇAY M. Çağatay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1985. VİNOGRADOV Viktor, . . я я, Leksikologiya i leksikografiya [Sözcükbilim ve sözlükbilim], C. 4, Moskova, 1986. Yeni Türk Ansiklopedisi, C. I, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1985. 148 YURTBAŞI Metin, Sınıflandırılmış Atasözleri Sözlüğü, Excellence Yayınları, İstanbul, 2012. Makaleler AKBALIK Esra, “Türk Atasözlerinde Cinsiyet Algısı”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 36, Nisan 2013, ss. 81-90. AKTAŞ Tuğba, “Deyimlerde Yalancı Eş Değerlik: Tatar Türkçesi – Türkiye Türkçesi Örneği”, Turkish Studies, C. 10, S. 4, Kış 2015, ss. 1-16. Atasözü Maddesi, İnönü (Türk) Ansiklopedisi, IV. Cilt, s. 87. BARDAKOĞLU Ali, “Aile Hukukumuzun Tarihî Gelişimi”, Tarihî Akışı İçerisinde Türklerde Aile Yapısı Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, 1990, ss. 11-24. BAŞGÖZ İlhan, “Bir Atasözümüz’ün Yedi Yüz Yıllık Tarihi”, İpek Yolu Uluslararası Halk Edebiyatı Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1995. BATUR Zekerya, “Atasözü ve Deyimlerde Kadın ve Kadının Sosyo-psikolojik Özellikleri”, Turkish Studies, S. 6/3 Yaz 2011, ss. 577-584. BOLULU Osman, “Deyimler – Deyimleyemeyenler”, Türk Dili Dergisi, S. 64, ss. 16-19. D’OHSSON I. M., “Harem-i Humayun”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, C. III, T. C. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu Yay., Ankara, 1992, ss. 111-123. DEMİREL Ömer – GÜRBÜZ Adnan – TUŞ Muhittin, “Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, C. I, Ankara, T. C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 1992, ss. 89-153. ELÇİN Şükrü, “Türk Dilinde Atalar Sözü”, Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, C. I, S. 2, Hacettepe Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1969, ss. 169-181. ERCAN Recep, “Gündelik Yaşamda İşlevsel Olarak Kullanılan Türk Atasözlerinde Çocuk İmgeleri”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 11, S. 27, Yıl 2014, ss. 15-31. EYCE Berrin, “Tarihten Günümüze Türk Aile Yapısı”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, 2000, S. 4, ss. 223-243. GÖKÇE Birsen, “Aile ve Aile Tipleri Üzerine bir İnceleme”, Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, Hacettepe Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1978, C. 8, S. 1-2, ss. 46-67. GÖKSAN Ayhan, “Türk Dünyası Atasözleri, I Azerbaycan Atasözleri”, Reşid Rahmeti Arat İçin, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1966, ss. 248-258. GÜNİNDİ ERSÖZ Aysel, “Türk Atasözleri ve Deyimlerinde Kadına Yönelik Toplumsal Cinsiyet Rolleri”, Gazi Türkiyat, S. 6, Ankara, 2010, ss. 167-181. HATİBOĞLU Vecihe, “Kelime Grupları ve Kuralları”, TDAY – Belleten, TDK Yayınları, Ankara, 1963, ss. 203-244. 149 HİRİK Erkan, “Türkiye Türkçesi Atasözlerinde Akrabalık Bildiren Kelimeler ve Duygu Değerleri”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C. 6, S.3, 2017, ss. 1726-1746. KARADAĞ Özay, “Türkiye Türkçesi Atasözlerinde Çocuk ve Çocukluk”, Millî Folklor Dergisi, Yıl 25, ss. 109-124. KOCA Salim, “Eski Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, Türkler, Cilt III, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss. 15-37. KURT İhsan, “Atasözlerinde Aile”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, T. C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara, 1992, ss. 626-649. MASLOVA V., . . , “ ч ”, Mifologiçeskiy komponent v semantike frazeologizmov [Deyimlerin Semantiğindeki Mitolojik Unsur], Çağdaş Dünyada Slav Halkları ve Kültürleri : Uluslararası Bilim Konferansı Materyalleri, Gomel, 1996. OKRAY Zihniye, “Türk Atasözleri Ve Deyimlerinde Kadın İmgesi”, EUL Journal of Social Sciences (VI-I) LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Haziran 2015, ss. 93-102. ÖZDEMİR Hasan, “Kambur Kambur Üstüne…”, Folklor/Edebiyat, Ankara, Aralık 1994, S. 1, ss. 5-10. SEVİM Ali – YÜCEL Yaşar, Türkiye Tarihi I, Fetihten Osmanlılara Kadar (1018-1300), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1990, s. 371. ŞAHİN Hatice, “Türk Atasözlerinde Kadın”, Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 29, 2006, ss. 155-166. ŞAHİN Hatice, “Türkçenin Deyimlerinde Kadın”, Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatında Kadın Sempozyumu, 4-6 Mayıs 2017, Amasya, Amasya Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. TABAKOĞLU Ahmet, “Osmanlı Toplumunda Aile”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, C. I, T. C. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, ss. 84-87. TEZCAN Semih, “En Eski Türk Dili ve Yazını”, Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, TTK Yayını, Ankara, 1978. TÜRKDOĞAN Orhan, “Türk Ailesinin Genel Yapısı”, Sosyo-kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, C. 1, Ankara, T. C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 1992, ss. 22-59. UÇ Tayyibe, “Deyimlerdeki Eski Öğeler Üzerine”, Prof. Dr. Mine Mengi Adına Türkoloji Sempozyumu (20-22 Ekim 2011) Bildirileri, Adana, 2012, ss. 795-810. ULUÇAY M. Çağatay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985. YEDİYILDIZ Bahaeddin, “Osmanlı Toplumu”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti (Editör: E.İhsanoğlu), İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayını, İstanbul, 1994, ss. 441-510. YÜCEOL-ÖZEZEN Muna, “Türkçe Deyimler Üzerine Birkaç Söz”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, S. 600, Ankara Üniversitesi Basım Evi, Ankara, 2001, ss. 869-879. 150 Tezler ÇEVİK Mehmet, Basın Dilinde Atasözleri ve Deyimler, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı (Eski Türk Edebiyatı) Anabilim Dalı, Ankara, 2006. SAMAT Murat, Evlilik Birliğinin Korunması, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010. Diğer Kaynaklar AĞDEMİR Sürmeli, “Aile ve Eğitim”, Aile ve Toplum, C. 1, S. 1, Mart 1991, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/198056, (12.04.2017). AKSOY Ömer Asım, “Atasözleri, Deyimler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten-1962, TDK Yay., S. 217, Ankara, 1988, http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DILI/aksoy_01.pdf, (26.09.2016). AKSUNGUR Halit, Atasözlerimizde Akraba ve Aile İlişkileri, http://www.memleket.com.tr/atasozlerimizde-akraba-ve-aile-iliskileri-25105yy.htm, (13.09.2017). Atasözleri ve Açıklamalı Anlamları, http://www.atasozlerianlamlari.com/, (06.03.2017). Evlilik, https://tr.wikipedia.org/wiki/Evlilik, (08.04.2017). Give me credit, http://www.bbc.co.uk/learningenglish/english/features/the-english-we-speak/ep- 150818, (26.11.2016). Google Amcaya Sor, http://www.uludagsozluk.com/k/google-amcaya-sor/, (26.11.2016). GÜNGÖR Nevin, “Türk Atasözleri ve Deyimlerinde Aile ve Akrabalık Anlayışı”, http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DILI/14.php (17.02.2017). Kına Gecesi Gelenekleri, http://www.evliligim.com/SOZ-N%C4%B0SAN-KINA- GECES%C4%B0/kina-gecesii.html, (19.02.2017). KRAMER S. N., Muazzez Çığ’a özel mektubu, Erdem dergisi, C. 6, S. 16, Ocak 1990, http://www.akmb.gov.tr/userfiles/files/EskiErdem%20pdf/Erdem_16.pdf, (11.05.2017). MAKARÇUK A., . ч , І ’ , İstorıçni vidomosti pro simyu, Etnografiya Ukrayinı [“Aile hakkında tarihî bilgiler”, Ukrayna’nın etnografisi], http://www.ebk.net.ua/Book/history/makarchuk_eu/part16/1601.htm, (20.04.2017). Osmanlı Padişahları Eş ve Çocuk Sayıları, http://www.ozelliklerinedir.com/osmanli- padisahlari-es-ve-cocuk-sayilari-2/, (15.09.2017). Ön Türkler, http://www.turktarihim.com/%C3%96n_T%C3%BCrkler_1_101.htm, (10.05.2017). 151 PAKSU Mehmed, Dinî Açıdan Nişan ve Nikâh, http://www.moraldunyasi.com/1588-6-0- dini_acidan_nisan_ve_nikh.html, (19.02.2017). Şlüb ta simya: poniattia, sutnist, tıpologiya, Ш ’ : , ь, [Evlilik ve aile: kavram, anlamı, sınıflandırılması], http://pidruchniki.com/18540516/sotsiologiya/shlyub_simya_ponyattya_sutnist_tipologiya, (09.04.2017). Güncel Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&view=gts, (10.08.2017). İstatistiklerle Aile, 2016, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24646, (13.10.2017). TEZCAN Mahmut, “Cumhuriyetten Günümüze Türk Ailesinin Dünü, Bugünü, Geleceği”, http://turkoloji.cu.edu.tr/GENEL/tezcan_aile.pdf, (15.04.2017). Trol Nedir? Kim Nasıl Trollenir? Siz Bir Trol müsünüz?, https://www.tamindir.com/blog/trol-nedir-kim-nasil-trollenir-siz-bir-troll-musunuz_22880/, (26.11.2016). Türkiye Aile Yapısı Araştırması: Tespitler, Öneriler, “Türkiye’de Aile Yapısının Değişimi: 1968- 2011”, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İstanbul, 2014, s. 29, http://ailetoplum.aile.gov.tr/data/5550af1d369dc51954e43522/taya2013trk.pdf, (13.10.2011). Türk Medenî Kanunu, https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k4721.html, (09.04.2017). Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa82.htm, (17.09.2017). YAŞAR EKİCİ Fatma, “Türk Aile Yapısının Değişim ve Dönüşümü ve bu Değişim ve Dönüşüme Etki Eden Unsurların Değerlendirilmesi”, The Journal of Academic Social Science Studies, Number: 30, http://dx.doi.org/10.9761/JASSS2594, (15.04.2017). 152