T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI İMAM ZEYD B. ALİ EL-MECMÛ’U’L-FIKHÎ ADLI ESERİ ve İSLÂM HUKUK DÜŞÜNCESİNDEKİ YERİ (DOKTORA TEZİ) Eren GÜNDÜZ BURSA-2007 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI İMAM ZEYD B. ALİ EL-MECMÛ’U’L-FIKHÎ ADLI ESERİ ve İSLÂM HUKUK DÜŞÜNCESİNDEKİ YERİ (DOKTORA TEZİ) Eren GÜNDÜZ Danışman Prof. Hamdi DÖNDÜREN BURSA-2007 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, İslâm Hukuku Bilim Dalı’nda U2003009 numaralı Eren GÜNDÜZ’ün hazırladığı “İmam Zeyd b. Ali, el-Mecmû’u’l-Fıkhî Adlı Eseri ve İslâm Hukuk Düşüncesindeki Yeri” konulu Doktora Tezi ile ilgili tez savunma sınavı, 05/06/ 2007 günü ……… - ………..saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin başarılı/başarısız olduğuna oybirliği/oy çokluğu ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN Uludağ Üniversitesi Üye Prof. Dr. Yunus Vehbi YAVUZ Uludağ Üniversitesi Üye Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL Uludağ Üniversitesi Üye Prof. Dr. Vecdi AKYÜZ Marmara Üniversitesi Üye Doç. Dr. Salih KARACABEY Uludağ Üniversitesi 05 / 07 / 2007 iii ÖZET Yazar : Eren GÜNDÜZ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : Temel İslâm Bilimleri Bilim Dalı : İslâm Hukuku Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : XI + 320 Mezuniyet Tarihi : …. /…. / 2007 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN İMAM ZEYD B. ALİ, EL-MECMÛ’U’L-FIKHÎ ADLI ESERİ VE İSLÂM HUKUK DÜŞÜNCESİNDEKİ YERİ İslâm Hukuku’nun ana kaynakları olan Kur'ân ve Sünnet’in, Hz. Peygaber’den sonra sürekli gelişen ve değişen İslâm toplumunun hukukî problemlerine çözüm getirmek üzere İslâm âlimleri tarafından yorumlanmasıyla zengin bir hukuk düşüncesi ortaya çıkmıştır. Şüphesiz bu zenginliğin İslam toplumunun yararına olması, değişik iç ve dış faktörlerin etkisiyle ekolleşen ve mezhepler halinde farklılaşan İslâm Hukuku’nun ana ilkelerinin ve kaynak birliğinin korunmasına bağlıdır. Kur’an’ın metni hususunda bütün İslâm hukukçuları ittifak halinde iken, Sünnet’in muhtevasındaki ihtilaf her iki kaynağın yorumlanmasında birbirine karşıt görüşlerin çoğalmasıyla önemli bir problem haline gelmiştir. Bu problemin çözülmesi yönündeki çalışmalara önemli bir katkı sağlayabileceği umuduyla, fıkıh mezheplerinin oluşum sürecinin başlangıç döneminde yaşayan Zeyd b. Ali (ö. 122/740) ve onun fıkhî görüşlerinin toplandığı el-Mecmû’ul-fıkhî adlı eser tez konusu olarak seçilmiştir. Tezin giriş bölümünde, Zeyd b. Ali ve eseri konusundaki farklı kanaatler ortaya konmuş; I. bölümde yaşadığı dönem, hayatı, siyâsî ve ilmî kişiliği, II. bölümde eserin mahiyeti, müellife nispeti ve muhtevası incelenmiş, III. bölümde de eserin bilimsel değerinin ve İslâm hukuk düşüncesine katkı yönlerinin ortaya konulmasına çalışılmıştır. Bu araştırma sonunda rivayet ilmi açısından bütünüyle ona nispeti tartışmadan uzak olmasa da eserde ortaya konulan Zeyd b. Ali’nin İslâm hukuk düşüncesinin, İslâm hukukunun kaynak birliğinin korunması ve İslâm fıkıh mezheplerinin birbirine yaklaştırılması çalışmaları açısından önemli bir yeri olduğu kanaati ortaya çıkmıştır. Zira bu eserin muhtevası hem Zeydîler tarafından benimsenmiştir, hem de onda büyük çoğunluğu dört mezhep fıkhı ile uyumlu hükümler yanında Ca’feriyye fıkhı ile uyumlu hükümler bulunmaktadır. Hz. Ali’nin fıkıh anlayışını yansıtan eserdeki merfû ve mevkûf rivayetler hem Sünnî hem de Şiî kaynaklarca doğrulanabilen rivayetlerdir. Anahtar Sözcükler İslâm hukuku, Zeyd b. Ali, Zeydiyye, Ehl-i sünnet, Şia, Dört mezhep, Ca’feriyye, el-Mecmû’u’l-Fıkhî. iv ABSTRACT Yazar : Eren GÜNDÜZ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : Temel İslâm Bilimleri Bilim Dalı : İslâm Hukuku Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : XI + 320 Mezuniyet Tarihi : …. /…. / 2007 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN THE PLACE AND IMPORTANCE OF THE IMÂM ZAYD B. ALÎ AND HIS BOOK “AL-MAJMÛ' AL-FIQHΔ IN THE VIEWPOINT OF ISLÂMIC JURISPRUDENCE A fertile jurisprudence thought came about by having been interpreted of Qur'an and Sunnah, the main sources of Islam, in order to solve the fundamental legal problems of the Islamic society that changing and developing steadily after Prophet Muhammad. Undoubtedly, to be in favor of the Islamic society of this fertility is conditioned by being protected of the principles and the unity of the sources of Islamic Jurisprudence that becoming different in various schools of thought and religious sects. In spite of the fact that all Islamic jurists agreed on the text of the Qur'an, the challenge of the content of the Sunnah became a crucial problem in interpretation of the both source by increasing opposite views, particularly between the four sunni school of thought and Jafariya. Thinking that it would be a considerable contribution to the studies seeking a solution in dealing with the challenge, it is studied on the place of Zayd b. Ali (died in 122/740), who lived in the outset period of the formation process of the Islamic fiqh schools, in the Islamic jurisprudence and the so-called his book titled al-Majmu' al-Fiqhî, a collection of his thoughts on fiqh. In conclusion, it seems that the Islamic jurisprudence thought of Zayd b. Ali in his book, al-Majmu' al-Fiqhî, even though it is not free from doubt belonging entirely to him from the point of view of ilm al-rivayah, is considerably important in terms of protecting the unity of the sources of Islamic jurisprudence, and bridging between the fiqh of the four sunni madhabs and of the others. Since, both the content of this book accepted by Zaydiyyah and there has been many verdicts in the book in accordance with the fiqh of the four sunni madhabs and as well as Jafariyya. In the book, the marfu' (elevated or traceable) and mawquf (sayings of Sahabah) rivayahs that reflect the fiqh understanding of Ali, the fourth caliph in the Islamic history and the nephew of the Prophet Muhammad, are confirmable rivayahs by both sources of the Sunnis and of the Shia. Key Words Islamic jurisprudence, Zayd b. Ali, Zaydiyyah, Ahl-i Sunnah, Shia, the four fiqh school, Jafariyya, al-Majmu' al-Fiqhî. ÖNSÖZ Bu araştırmanın amacı, İslâm hukuk mezheplerinin teşekkül sürecinin başlangıç döneminde yaşayan İmam Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin İslâm hukuk düşüncesindeki yerini ortaya koymak ve ona nispeti tartışmalı el-Mecmû’ul-fıkhî adlı eserinin bilimsel değerini tespit etmek suretiyle İslâm hukuk düşüncesinin iki ana kutbu olan Ehl-i sünnet fıkhı ile Şia fıkhı arasında kaynak birliği tesisine katkı sağlamaktır. Zeyd b. Ali hem Ehl-i sünnet hem de Şia çevrelerinde güven duyulan bir İslâm fakihidir. Onun usül konularındaki görüşlerini sürdüren Zeydiyye mezhebi de Ehl-i sünnet’e en yakın Şiî mezhep olarak bilinmektedir. Bu yönüyle Zeyd b. Ali’nin İslâm hukuk düşüncesindeki yeri büyük önem arz etmesine rağmen, onun fıkhî görüşleri Ehl-i sünnet ve Şia fakihleri arasında yeterli ilgiyi görememiştir. Ayrıca onun fıkhî görüşlerinin, imamet için içtihat sahibi olmayı şart sayan Zeydiyye mezhebi imamlarının katkılarıyla zenginleşen Zeydiyye fıkhında da geri planda kalması, eserlerinin kendisine nispetinin Sünnî muhaddislerce zayıf görülmesi, Şia fıkhında On İki İmâm’a nispet edilen görüşlerin esas alınmış olması, Zeyd b. Ali’nin hukuk düşüncesindeki yerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. Bu araştırmada Zeyd b. Ali’nin hukuk düşüncesinin hem Ehl-i sünnet hem de Şia fıkhı açısından taşıdığı değerin ortaya konulmasına çalışılmıştır. Şüphesiz Zeyd b. Ali’nin İslâm hukuk düşüncesindeki yerinin gerçek tespiti, onun fıkhî görüşlerinin kendisine nisbeti tartışmasız bir şekilde bilinmesine ve bunların ondan sonraki süreçte gelişen bütün fıkhî ekollere tesirinin ortaya konulmasına bağlıdır ki bu bir araştırma ile değil, ayrı ayrı araştırmalarla ulaşılabilecek bir sonuçtur. Bu açıdan elimizdeki tezin, bu yöndeki çalışmalara bir katkı sağlayabileceği kanaatindeyiz. Fıkıh açısından zengin içeriğine rağmen, râvileri hakkında Sünnî muhaddisler tarafından eserin güvenilirliğini sarsan ciddî iddiaların dile getirilmiş olması çabamızın büyük ölçüde eserin oluşum sürecinin incelenmesine ve onun Zeyd b. Ali’ye nisbeti konusundaki tartışmalara açıklık getirilmesine yöneltilmesini gerektirmiş ve bu nedenle de eserin İslâm hukuk düşüncesine katkı yönlerinin ortaya konulabilmesi için yeterince zaman ayrılamamıştır. Araştırmamızın bir diğer zorluğu da, Zeydî kaynaklara ilişkin eserlerin çoğunun el yazma halinde bulunması, matbu eserlerin az olması ve ülkemiz kütüphanelerinde ancak bazılarının bulunuyor olmasıdır. Bu nedenle Zeydî kaynaklardan araştırmamız devam ederken elimize ulaşanlar belli ölçüde incelenebilmiştir. Ayrıca Zeyd b. Ali’ye nisbet edilen bir kısım risalelerin ülkemiz kütüphanelerindeki el yazmalarına ulaşılmasına rağmen, bunların da müellife nisbeti hususunda ilmî araştırmalar neticelenmediği için bunları sadece tanıtmakla yetinmek durumunda kaldık. Bununla birlikte, bundan sonra bu alanda yapılacak çalışmalar açısından bu araştırmanın ufuk açıcı olacağını umut etmekteyiz. Araştırmamızın giriş bölümünde, Zeyd b. Ali ve el-Mecmû’l-fıkhî adlı eseri hakkındaki birbiriyle çelişen farklı kanaatler bir araya getirilmiştir. Bu kanaatleri tartışabilmek için Hz. Peygamber’in vefatıyla başlayıp Zeyd b. Ali’nin hayatını da içine alan dönemdeki siyâsî, idârî, ilmî ve kültürel ortamın; ilmî ve fikrî gelişmelerin incelenmesi gerektiği düşünülmüş ve araştırmamızın birinci bölümünde bu konular ele alınmıştır. Zeyd b. Ali’nin siyasî ve ilmî kişiliğinin oluşmasını sağlayan kültürel çevrenin incelendiği bu bölümün diğer ana başlıkları Zeyd b. Ali’nin hayatı, siyasî ve ilmî kişiliği şeklinde belirlenmiştir. Zeyd b. Ali, hem Sünnî hem de Şiîlerce saygı görmekle kalmayıp Sünnîler tarafından bir Sünnî, Şiîler tarafından da bir Şiî, hatta Mu’tezilîler tarafından da bir mu’tezilî olarak görüldüğü için onun siyasî ve itikâdî kişiliğinin tahliline büyük yer ayrılmıştır. Âlim kimliğini ortaya koymak üzere de onun kıraat, tefsir, kelâm ve fıkıh ilmindeki yeri araştırılmış, İslâm hukukçuları vi arasındaki konumuna ilişkin kanaatler tartışılmıştır. Bu bölümde Zeyd b. Ali’nin ilmi ve siyasî birikimine sahip çıkan Zeydiyye mezhebinin oluşum süreci de takip edilmiş, Zeydiyye mezhebine ilişkin temel eserler tanıtılmış, bölümün sonunda Zeydiyye’ye ilişkin bazı görüşlere yer verilmiştir. Araştırmanın ikinci bölümünde; evvela el-Mecmû’l-Fıkhî adlı eserin mahiyeti, oluşum süreci ve çeşitli nüshaları incelenmiştir. Daha sonra eserin Zeyd b. Ali’ye nisbeti konusu tarihi kaynaklara ve rivayet ilmi ölçülerine göre irdelenmiştir. Eserin içeriği bâblarına göre verilmiş, biçimsel özeliklerine ve metodolojisine ilişkin tespitler yapılmıştır. Üçüncü bölümde; eserin bilimsel değerini ortaya koymak üzere rivayet ilmi, fıkıh tarihi ve furu-ı fıkıh açısından konu ele alımış; Zeyd b. Ali’nin eserin temizlik ve namaz bölümündeki fıkhî görüşleri üslûbu korunmaya özen gösterilerek maddeler halinde verilmiş; eserde temas edilen fıkhî hükümlerin dökümü yapılmış; eserin mukayeseli fıkıh açısından taşıdığı değeri örneklemek üzere ihtilaflı bazı konular incelenmiştir. Son olarak da eserin İslâm hukuk düşüncesine katkı yönleri üzerine düşünceler ortaya konulmuştur. Araştırmanın bu aşamaya gelmesinde, tez danışmanı hocam Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN bey’in teşvik ve yönlendirmelerinin önemli bir katkısı vardır. Tez izleme komitesindeki diğer hocalarım Prof. Dr. Yunus Vehbi YAVUZ ve Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL beyler, sıcak ilgilerini ve ufkumu açan değerli fikirlerini, bilgi ve deneyimlerini hiçbir zaman esirgemediler. Yapıcı eleştirileriyle Prof. Dr. Vecdi AKYÜZ ve Doç Dr. Salih KARACABEY hocalarım, tezin son şeklini almasında önemli katkıda bulunmuşlardır. Hepsine teşekkür ediyorum. Bursa 2007 Eren GÜNDÜZ vii İÇİNDEKİLER ÖZET........................................................................................................................................................ İİİ ABSTRACT ............................................................................................................................................. İV ÖNSÖZ .......................................................................................................................................................V İÇİNDEKİLER.......................................................................................................................................Vİİ KISALTMALAR ..................................................................................................................................... Xİ GİRİŞ...........................................................................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM ZEYD B. ALİ (Ö. 122/740) I. YAŞADIĞI DÖNEM...................................................................................25 A. Siyasî ve İdarî Ortam ..........................................................................25 1. Siyâsî ve İdâri Ortamın Genel Tasviri ..............................................................25 2. Yönetimde ve Halk ile İlişkilerde Meydana Gelen Değişiklikler ............................28 B. İlmî ve Kültürel Ortam ........................................................................32 1. Zeyd b. Ali’den Önce İlmî ve Kültürel Gelişmeler ..............................................32 2. İlmî ve Kültürel Ortamın Bölgesel Özellikleri (Hicâz-Irak- Şam) ..........................36 a. Hicâz ......................................................................................................36 b. Irak .......................................................................................................39 c. Şam ........................................................................................................42 3. Dönemin İlim Nakil Yöntemleri ......................................................................42 a. Sözlü Nakil ..............................................................................................42 b. Kitabet Metodu .........................................................................................43 C. Dönemde Fıkhın Genel Görünümü ........................................................48 1. Fıkıh İlminin Hz. Peygamber’den Sahâbe’ye, Sahâbe’den Tâbiûn’a ve Sonraki Nesillere İntikali ve Gelişmesi/Farklılaşması ........................................................51 2. Dönemin Fetvâ Usülleri ................................................................................56 3. Dönemin Meşhur Müftüleri ............................................................................59 4. Dönemde Yaygın Fıkıh Terimleri ....................................................................60 D. Dönemin Önemli Fikrî Ve Siyasî-İtikâdî Oluşumları .................................61 1. Mu’tezile .....................................................................................................63 2. Şiîlik ..........................................................................................................64 3. Râfizîlik ......................................................................................................68 4. Ehl-i sünnet ................................................................................................71 II. HAYATI.................................................................................................74 A. Ailesi ve Doğumu ...............................................................................75 B. Tahsili Ve Yetişmesi ............................................................................77 C. Kişisel Özellikleri ................................................................................79 D. Ayaklanması ve Ölümü .......................................................................80 E. Çocukları ...........................................................................................82 III. SİYASÎ KİŞİLİĞİ ...................................................................................83 A. İmamet Konusundaki Düşünceleri ........................................................83 B. Sahabe Hakkındaki Görüşü ..................................................................89 C. Emevî Yönetimine Karşı Tutumu ...........................................................91 D. Ayaklanmaya Katılmayanlar Hakkındaki Tutumu ....................................93 E. Mu’tezile İle İlişkisi .............................................................................94 IV. İLMİ KİŞİLİĞİ .......................................................................................97 A. İslâm İlimlerindeki Yeri .......................................................................97 1. Kıraat .........................................................................................................97 2. Tefsîr .........................................................................................................98 3. Hadis .........................................................................................................98 viii 4. Kelâm ......................................................................................................102 5. İslâm Hukukçuları Arasındaki Yeri ................................................................102 B. Öğrencileri ......................................................................................108 C. Eserleri ...........................................................................................110 1. Kur’an İlimleri Alanındaki Eserler .................................................................111 a. Tefsîru Garîbi’l-Kur’ân .............................................................................111 b. Medhalün ilâ’l-Kur’an ..............................................................................112 c. Kırâetü Zeyd b. Ali ..................................................................................113 d. Tefsîru Sûreti’l-Fâtiha ..............................................................................113 2. Akaid Alanındaki Eserler .............................................................................113 a. Risâletün fi’l-Cedel mea’l-Mürcie ...............................................................113 b. Risâletün fi İsbâti Vasiyyyeti Emîri’l-Müminîn ..............................................114 c. Tesbîtu’l-İmâme .....................................................................................114 d. Tesbîtu’l-Vasiyye ....................................................................................114 e. Kitâbu’s-Safve ........................................................................................114 f. Risâletün fi’l-İmâme ilâ Vâsıl b. Atâ ...........................................................115 g. Risâletün fî Ecvibeti Zeyd b. Ali ................................................................115 h. Kitabu Medhi’l-Kıllet ve Zemmi’l-Kesret .....................................................116 3. Hadis ve Fıkh Alandaki Eserler .....................................................................116 a. el-Mecmû’u’l-Hadîsî .................................................................................116 b. el-Mecmû’u’l-Fıkhî ..................................................................................116 c. Menâsiku’l-Hac ve Erkânuh ......................................................................118 d. Risaletü’l-Hukûk .....................................................................................118 C. Zeyd b. Ali’yi Takip Eden Mezhep-Zeydiyye .........................................119 1. Zeydî Kavramı ve Zeydiyye Mezhebinin Oluşumu ...........................................119 2. Zeydiyye Fıkhına İlişkin Bazı Eserler .............................................................128 a. el-Mecmû’u’l-Fıkhî ...................................................................................128 b. el-Emâlî .................................................................................................128 c. el-Ahkâm fî’l-Halâl ve’l-Harâm .................................................................129 d. el-Câmiu’l-Kâfî fî Fıkhi’z-Zeydiyye ............................................................130 e. et-Tecrîd ...............................................................................................130 f. el-Ezhâr fî Fıkhi’l-Eimmeti’l-Ethâr ..............................................................130 g. el-Bahru’z-Zahhâr ...................................................................................131 h. es-Seylü’l-Cerrârü’l-Mütedeffik ‘alâ Hadâiki’l-Ezhâr .....................................131 3. Zeydiyye Hakkında Bazı Görüşler .................................................................132 İKİNCİ BÖLÜM ZEYD B. ALİ’NİN EL-MECMÛ’U’L-FIKHÎ ADLI ESERİ A. Eserin Mahiyeti İle İlgili Tespitler ........................................................137 B. Eserin Rivayet Süreci ........................................................................139 1. Eserin Zeyd b. Ali Tarafından Tedvîn ve Tasnîfi ..............................................139 2. Eserin Ebû Hâlid ve Sonraki Râviler Tarafından Rivayeti ..................................140 C. Eserin İsimleri .................................................................................145 1. el-Mecmû’ân .............................................................................................145 2. el-Mecmû’u’l-Hadîsî ....................................................................................149 3. el-Mecmû’u’l-Fıkhî ......................................................................................149 4. Müsned ....................................................................................................150 B. Eserin Çeşitli Nüshaları .....................................................................151 1. Matbû Nüshalar .........................................................................................151 a. Müsnedü'l-İmâm Zeyd b. Ali ....................................................................151 b. Corpus Juris di Zaid b. Ali ........................................................................153 c. el-Mecmû’u’l-Hadîsî ve’l-Fıkhî ...................................................................154 2. El Yazma Nüshalar .....................................................................................155 a. Kitâbu Mecmû’i’l-Fıkh an Zeyd b. Ali ..........................................................155 b. “Kitâbu Tertîbi’l-İtikâd ve Takrîbi’l-İstişhâd” ...............................................159 3. Şerhler, Hâşiyeler ve Tahrîcler .....................................................................161 a. er-Ravzu'n-Nadîr ....................................................................................161 b. el-Minhâcu'l-Celî .....................................................................................164 ix c. Şerhu’l-Kâdî ...........................................................................................165 d. el-Fethu’l-‘Ulâ fî Tahrîci Ehâdîsi Mecmû’i Zeyd b. Ali ....................................165 II. ESERİN RİVAYET SENEDİ ......................................................................166 III. ESERİN ZEYD B. ALİ’YE NİSPETİ ...........................................................170 A. Tarihî Kaynaklara Göre .....................................................................170 B. Rivayet İlmine Göre ..........................................................................176 1. Râvîlerle İlgili Tartışmalar ...........................................................................176 a. Ebû Hâlid’le İlgili Tartışmalar ....................................................................176 (1) Hakkındaki Cerh Lafızlarının Mahiyeti ....................................................182 (2) Şiîliğinden Ötürü Cerh Edildiği İddiası ...................................................183 (3) Bazı Hadisleri Uydurmuş Olduğu İddiası ................................................188 (4) Zeyd b. Ali’den Rivayetinde Teferrüd Etmiş Olması .................................191 (5) Mecmû'daki Bazı Rivayetlerinin İmamların Rivayetine Aykırı Olması ..........192 (5) Hakkında Cerh ve Ta’dilin Tearuz Etmesi ...............................................193 b. Diğer Râvîlerle İlgili Hususlar ...................................................................195 2. Metinle İlgili Tartışmalar .............................................................................199 3. Senet ve Metinle İlgili Tartışılmaların Değerlendirilmesi ..................................202 IV. ESERİN İÇERİĞİ VE METODOLOJİSİ .......................................................206 A. Eserde Yer Alan Kitâb ve Bâb’lar ........................................................206 B. Eserin Mevcut Nüshalardaki İç Düzeni .................................................209 C. Rivayetlerin Miktarları ve Çeşitleri ......................................................216 D. Senetle İlgili Özellikler ......................................................................219 E. Metinle İlgili Özellikler .......................................................................221 F. Konuların Ele Alınınış Metodu .............................................................224 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ZEYD B. ALİ’NİN EL-MECMÛ’U’L-FIKHÎ ADLI ESERİNİN İSLÂM HUKUK DÜŞÜNCESİNDEKİ YERİ I. ESERİN RİVÂYET İLMİ AÇISINDAN DEĞERİ ...............................................233 A. Eserin Rivayet İlmi Açısından Dikkat Çeken Özellikleri ...........................233 B. Eserin Rivayet İlmi Açısından Değeri ...................................................236 II. ESERİN FIKIH KAYNAKLARI ARASINDAKİ YERİ VE FIKIH TARİHİ AÇISINDAN DEĞERİ ..................................................................................................240 A. Eserin İlk Dönemde Tasnif Edilen Kitaplar Arasınaki Yeri ve Değeri .........244 B. Eserin Zeydî Fıkıh Kaynakları Arasındaki Yeri ve Değeri .........................245 C. Eserin Sünnî Fıkıh Kaynakları Arasındaki Yeri ve Değeri .........................247 III. ESERİN FURU-I FIKIH AÇISINDAN DEĞERİ .............................................251 A. el-Mecmû'daki Bazı Fer’î Hükümler .....................................................251 B. el-Mecmû’u’l-Fıkhî’de Yer Alan İbâdât İle İlgili Fıkhî Konular ...................264 1. Temizlikle İlgili Konular (et-Tahâre: 47-82) ...................................................264 2. Namazla İlgili Konular (es-Salât: s. 67, 82-141) ............................................266 3. Cenaze İle İlgili Konular (el-Cenâiz s. 143-165) .............................................272 4. Zekâtla İlgili Konular (ez-Zekât: s. 167-179) ................................................274 5. Oruçla İlgili Konular (es-Savm: s. 181-196) ..................................................276 6. Hacla ilgli Konular (el-Hac: s. 197- 226) .......................................................278 C. Eserde Kullanılan Fıkıh Istılahları ........................................................282 IV. ESERİN MUKAYESELİ FIKIH AÇISINDAN DEĞERİ .....................................284 A. Sünnî Olmayan Fıkıh Mezhepleri ve Münferit Görüşleri ..........................284 1. Havâric ....................................................................................................284 2. Zeydîyye ..................................................................................................284 3. İmâmiyye .................................................................................................284 B. Furû-ı Fıkıh Konularındaki Bazı İhtilaf Noktalarının Eser Çerçevesinde Analizi ..........................................................................................................288 1. Namaz Vakitleri ve İki Vaktin Birleştirilmesi ..................................................288 2. Ezan ........................................................................................................291 3. Abdestte Ayakların Yıkanması ......................................................................294 x 4. Mestler Üzerine Mesh .................................................................................296 5. Mut’a Nikahı ..............................................................................................297 V. ESERİN İ0SLÂM HUKUK DÜŞÜNCESİNE KATKISI.......................................299 SONUÇ ....................................................................................................................................................304 KAYNAKLAR ........................................................................................................................................309 ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................................................320 xi KISALTMALAR Kısaltma Bibliyografik Bilgi ae Aynı eser age Adı geçen eser agm Adı geçen makale ag.mad. Adı geçen madde ag.teb. Adı geçen tebliğ (as) Aleyhisselam ay. Aynı yer bkz. Bakınız bs. Baskı, basım c. Cilt çev. Çeviren DİA Diyanet İslâm Ansiklopedisi Hicrî haz. Hazırlayan İFAV Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı karş. Karşılaştırınız mad. Madde (ra) Radıyellahû anh/anha. s. Sayfa (sav) Sallallahu aleyh ve sellem ss. Sayfadan sayfaya ŞİA Şamil İslâm Ansiklopedisi ts. Basım tarihi yok TDV Türkiye Diyanet Vakfı v. Vuku’ tarihi vb. Ve benzeri vd. Ve devamı vr. Varak y. Yaklaşık yy. Basım yeri yok GİRİŞ Günümüzde İslâm hukuku çalışmaları, genellikle iki tarzda sürdürülmektedir: Birincisi; İslâm hukukuna ait ilmi miras ve uygulamaların, tarihsel bir bakışla, ilgili oldukları döneme hasredilip, doğrudan İslâm hukukunun ana kaynaklarına çağımızın problemlerinin arz edilmesi ve çözüm aranması; ikincisi ise İslâm hukuk mirasının elenerek bütün mezheplerden günümüz için en uygun olan görüşlerin alınması, yani gelenekten kopmadan onun üzerine yeni bir hukuk sistemi inşa etmeye çalışılması yöntemidir. Birinci tarzdaki araştırmalar, İslâm hukuku araştırmacılarına düşünce tarihimizdeki bazı dar düşünce kalıplarından kurtularak daha özgürce düşünme imkânı sunmasına karşın, İslâm hukukunun 14 asırlık gelişim sürecinin göz ardı edilmesi yanında bütün bilimlerin sürekliliği prensibine aykırı düşerek umulan sonuçlara ulaşılmasına da engel olabilmektedir. İkinci tarzdaki araştırmalarda ise ilk bakışta dikkatimizi çeken, Ehl-i sünnet diye nitelendirilen mezhepler arasında birbirinden istifade ve yakınlaşma görülürken bu mezheplerle İslâm toplumunun diğer büyük bir kesiminin bağlı bulunduğu ve ülkemizde de değişik düzeylerde değerlendirilebilecek mensupları bulunan Şia mezhepleri arasında istifade köprüsü dahi kurulamamış olmasıdır. İslâm hukuku ve tarihi ile ilgili çalışmalar arasında Sünnî ve Şiî mezheplere bir arada yer veren eserler azdır.1 Hâlbuki ister Sünnî olsun ister Şiî, İslâm hukuk mezheplerine ait ilmî miras, bütün Müslümanların ortak mirasıdır ve ilmî bir araştırmada hiçbiri inceleme dışı tutulmamalıdır. Özellikle İslâm hukuk mezheplerinin teşekkül devrinden günümüze kadar uygulama alanında varlığını kesintisiz bir şekilde sürdüren Zeydiyye, İmâmiyye ve Dört Fıkıh Mezhebi gibi aralarında büyük benzerlikler yanında, usûl açısından esaslı farklılıklar bulunan mezheplerden herhangi birinin inceleme dışı tutulması, İslâm hukuk çalışmalarında arzulanan bütüncül, genel, birleştirici sonuçlara ulaşılmasına engel olabilecektir. Günümüzde, İslâm hukukçularının önünde duran en büyük problemlerden biri müçtehitler arasındaki görüş ayrılıkları problemidir. Bu görüş ayrılıkları, bir açıdan, İslâm toplumunu parçalara ayıran bir etken olarak görülebilirken, diğer bir açıdan, İslâm fıkhı için bir ufuk zenginliği olarak görülebilir.2 Konuya ufuk zenginliği 1 İslâm hukuk mezhepleri arasında yakınlaşmanın başladığı yüzyılımızda telif edildiği halde, içinde Şiî mezheplere yer vermeyen fıkıh usulü eserlerine örnek olarak şunlar verilebilir: Devâlîbî, Muhammed Ma’rûf ed-Devâlîbî, el-Medhal İlâ ‘İlmi Usûli’l-Fıkh, Dimeşk 1378/1959; Medkûr, M. Selâm Medkûr, İslâm Hukuk Başlangıcı (çev. Ruhi Özcan), Nûn Yayıncılık, İst. 1995 (birkaç yerde Şiîliğe atıf vardır: s. 57, 80). 2 İhtilâfın İslâm toplumu için rahmet olarak görülmesi hususunda İmam Mâlik’in, onun Muvattâ adlı eserini ülkenin her tarafında geçerli tek kitap haline getirmek isteyen ilk Abbâsî halifelerine söylediği 2 olarak bakıldığında, İslâm hukukunun sürekli gelişen ve değişen toplum hayatına uyarlanması kolaylaşmış olacaktır. Belki bu zenginliğin ortak paydalarını bularak İslâm âlemi için birleştirici bir etken olması da kolaylaşacaktır.3 Ne var ki, meselenin bir de, müçtehitlerin yorum farkları ile sınırlı kalmayan, tarihî, siyasî, kültürel diğer etkenlerle birlikte İslâm âlemini parçalayıcı, olumsuz bir yanı vardır. Bilindiği üzere Müslümanlar Hz. Peygamber’in vefatından sonra hilafet merkezli fikrî bir ayrılığa düşmüşlerdir. Başlangıçta siyasi bir görünümde iken, daha sonraları itikâdî ve fıkhî karaktere büründürülmüş olan bu ihtilaf günümüze kadar ulaşan itikadî ve amelî mezheplerin oluşmasında en büyük etkenlerden biri olmuştur.4 İslâm ümmetinin ihtilafı bazı yönleriyle rahmet boyutunda yorumlanırken, diğer semavî dinlerin mensupları arasındaki kadar olmasa da zaman zaman Müslümanların birliğine zarar veren acıklı olayların yaşanmasına da neden olmuştur. Söz konusu ihtilaf, İslâm devletlerinin güçlü oldukları tarihlerdekinden daha etkili bir şekilde son asırlarda, İslâm dünyasını sömürme amaçlı bazı oryantalist yaklaşımlarla daha da derinleştirilip pekiştirilmeye çalışılmış gibi gözükmektedir.5 Eski müelliflerde olduğu gibi günümüzde de bazı Şiî yazarlar Ehl-i beyt kavramını Ehl-i sünnet karşıtı bir anlamda kullanmakta; Şia’nın İslâm’ın gerçek temsilcisi ve Hz. Peygamber’in bıraktığı emanetin gerçek varisi olduğunu, Ehl-i sünnet’in ise Ehl-i beyt’in yolundan şu sözler meşhurdur: "Hz. Peygamber’in ashâbı fer'î meselelerde ihtilâf ettiler ve onlar bu ihtilâflarıyla birlikte her tarafa dağıldılar. Herkes kendine göre isabetlidir”; “…âlimlerin ihtilafı, bu ümmet hakkında Allah’ın bir rahmetidir. Her biri kendince sahih olana uyuyor. Hepsi hidayet üzere olup, sadece Allah Teâlâ'nın rızasını istiyorlar." (Ebû Zehre, Muhammed, Mâlik, Dârul-Fikri’l-Arabî, 2. bs., Beyrut 1952, s. 181). Bu olayın yorumu ve ihtilâfın olumlu yanları yanında olumsuz yanlarına da yer verilen fikirler hakkında bkz. Özen, Şükrü, “İhtilâf” mad., DİA (Diyanet İslâm Ansiklopedisi), c. XXI, İst. 2000, ss. 565-568, s. 567. İhtilâfın her iki boyutu ile ilgili ilim dalları ortaya çıkmıştır. Bugün mukayeseli hukuk denilen “ilmu’l-ihtilâf” başlangıçta Sahâbe, tâbiûn ve sonraki dönemdeki müçtehitler arasındaki görüş ayrılıklarının bilinmesini amaçlamakta iken, “ilm-i hilâf”, bir mezhebin görüşünü savunma ve diğerlerini zayıf göstermeyi amaçlamaktadır. Bu kavramlar ve muhtevaları hakkında bkz. Özen, Şükrü, “Hilâf” mad., DİA, c. XVII, İst. 1988, ss. 527-538; “Farklı görüşler, hakikatın bulunmasına yardımcı olup ilme katkıda bulunacakken cehalet ve taassubun hakim olduğu ortamlarda ayrılığa sebep olmuş ve farklı amaçlar için kullanılmıştır.” Özen, ag.mad., s. 534. 3 İslâm hukukunun İslâm toplumlarını birleştirici olarak görülmesi hakkında bkz. Nasr, Seyyid Hüseyin, İdealler ve Gerçekler (çev. Ahmet Özel), İz Yayıncılık, İst. 1996, s. 117; René David, Çağdaş Büyük Hukuk Sistemleri (çev. Argun Köteli), Üçdal Neşriyat, İst. 1985, s. 420, 432. 4 Müslümanlar arasındaki ihtilafın siyasî karakteri için bkz. Bağdâdî (ö. 429/1038), Abdulkâhir b. Tâhir el-Bağdâdî, el-Fark Beyne’l-Fırak, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, İst. 1979, s. 19; Subhî, Ahmed Mahmûd Subhî, ez-Zeydiyye, 2. bs., ez-Zehrâ li’l-‘İ’lâmi’l-Arabî, 1403/1983, s. 17, 32, 55. İbn Hazm’ın belirttiğine göre, İslâm toplumu arasında süregelen beş fırka bulunmaktadır. Bunlar Ehl-i sünnet, Mutezile, Mürcie, Şîa ve Havâric’dir. Mürcie fırkalarının Ehl-i sünnet’e en yakını Ebû Hanife’nin mezhebini takip edenlerdir. Şîa mezheplerinin Ehl-i sünnet’e en yakın olanı Hasan b. Sâlih b. Hay el- Hemedânî (ö. 169/875)’nin ashabının mezhebidir. En uzak olanları İmâmiyye’dir. Hâricilerin Ehl-i sünnet’e en yakın olanı Abdullah b.Yezîd el-İbâdî’nin ashabı, en uzak olanı Ezârika fırkasıdır (İbn Hazm (ö. 456/1064), Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, el-Faslu fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, I-III, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1420/1999, I, 368, 369). 5 Hilafet konusundaki ihtilafın yabancılar tarafından nasıl kullanıldığı Osmanlı Devleti’nin yıkılışında; Hicâz, Yemen vb. vilayetlerin Osmanlı’dan koparılışında açık bir şekilde görülmektedir. 3 ayrıldığını iddia etmektedir6. Belki aynı derecede olmasa da Ehl-i sünnet’in Şia’ya bakışı da böyledir.7 Bu bakış tabii olarak Müslümanların birliğini parçalamak isteyen yabancıların da işine gelmektedir. Ancak bu mesele, siyasi-politik boyutundan daha çok İslâm Hukukunun özüne yönelik önemli bir tehdit ihtiva etmektedir. Şöyle ki, İslâm hukukunun ikinci ana kaynağı Sünnet konusunda Sünnî ve Şiî kesimlerden birinin mütevâtir diyerek itikadî ve amelî hükümleri üzerine bina ettiği haberleri, diğer kesimin uydurma (mevzû’) olarak kabul etmesi, bir bakıma bu kaynağın güvenilmezliği anlamına gelmektedir. İslâm Hukukunun birinci kaynağı Kur’an’ın lafzı üzerinde, her iki kesimin icma’ı bulunsa da anlamı üzerinde Şia’nın pek çok âyeti ‘imamet’ merkezli yorumlamasından8 kaynaklanan derin görüş ayrılıkları, teorideki birliğin pratikte parçalandığı anlamına gelmekte, böylece de İslâm hukuku açısından kaynak problemini ortaya çıkarmaktadır. Yani Şia’nın Sünnî kaynaklara, 6 “Sünnet’in dindeki yeri” konulu sempozyumda bir tebliğ sunan Âyetullah Murtaza el-Askerî, İmâmiyye Şia’sından Ehl-i beyt medresesi takipçileri olarak söz etmiştir. bkz. Murtaza Askerî el- Huseynî, “Şia’ya Göre Sünnet’in Dindeki Yeri” adlı teb., Sünnetin Dindeki Yeri, İSAV (İslâmi İlimler Araştırma Vakfı), Ensar Neşriyat, İst. 1997, ss. 263-283, s. 263; Aynı müellifin, “Sahâbenin Adaleti Üzerine” adıyla yayımlananan bir yazısında konuya “Ehl-i sünnet nazarında ashab” diyerek girilmiş, daha sonra “Ehl-i beyt mektebinde ashâb” şeklinde karşılaştıma yapılmış ve yazının bütününde bu bakış sürdürülmüştür. Bkz. “Sahâbenin Adaleti Üzerine”, Ehl-i Beyt Mesajı, Sayı 6, Yıl 2, İst. 1995, ss. 122-148; Şiiliğin Hz. Peygamber zamanında ortaya çıktığının savunulması da aynı bakışa dayanmaktadır. Şiîliğin doğuşu hakkındaki bu kanaat hakkında bkz. Muhsin el-Emîn, age, I, 13; Kâşifu’l-Gıtâ, Muhammed el-Hüseyn, Aslu’ş-Şîa ve Usûluhâ, Dâru’l-Edvâ, Beyrut 1410/1990, s. 118; Muhammed Bâkır es-Sadr, et-Teşeyyü’ ve’l-İslâm, Beyrut 1973, s. 45-46; Tabâtabâî, Söyleşiler (çev. İsmail Bendiderya), İnsan Yay., İst. 1996, s. 15-16; Sünnî bir alimin bakışıyla, Şiî fırkalar tarafından Ehl-i sünnet’e yapılan ithamlar için bkz. Dihlevî, Abdulazîz b. Ahmed b. Ahmed b. Abdurrahîm, Muhtasaru’t-Tuhfeti’l-İsnâ Aşeriyye, thk. Muhibbuddîn el-Hatîb, yy., 1373, s. 27-51; Bunlardan bir kaçını zikretmek problemi daha iyi anlamak için yararlı olabilir: 1) Abdest’te, Kitâb’ın zâhirinin delaletiyle ayakları meshetmek gerektiği halde, Ehl-i sünnet ayakları yıkayarak Kur'ân’a muhalefet etmiştir (s. 27). 2) Ehl-i sünnet kıyası şer’i bir delil sayıp bir çok ahkamı onunla ortaya koymakla kendiliklerinden ahkam teşri etmiştir (s. 31). 3) Ehl-i sünnet’in Ebû Bekir, Ömer ve Osman gibi bazı büyükleri Kur’an’ı tahrif etmişlerdir (s. 33). 4) Şiîler, kendilerinin Ehl-i beyt’in takipçileri olduklarını, Şîa dışındakilerinin ise Ehl-i beyt’ten başkasına uyduklarını söylerler (s. 36). 5) Ehl-i sünnet, Ebû Hanife, Şafii, Mâlik ve Ahmed’in mezheplerini seçerek onları temiz imamların (eimme–i ethâr) mezhebine tercih etmiştir (s. 40). 7 Abdulazîz ed-Dihlevî (ö. 1239/1824), Şîa fırkalarını sayıp aralarındaki ihitilafları belirttikten sonra, şöyle bir değerlendirme yapmıştır: Bütün Şii fırkaları ilimlerini Ehl-i beyt’ten aldıklarını iddia etmektedirler. Onlardan her fırka kendisini bir imama veya imamın oğluna nispet etmekte ve mezheplerinin usullerini ve furû’unu onlardan rivayet etmektedirler. Bununla birlikte bir kısmı diğerini yalanlamakta ve biri diğerini sapıklıkla itham etmektedir. Aralarında itikadi konularda özellikle de imamet konusunda çelişkiler vardır. İşte bu bu fırkaların hepsinin yalancı olduğuna en açık ve kuvvetli delildir. Çünkü, birbiriyle çelişen bu rivayetlerin ve haberlerin bir evden çıkmış olması mümkün değildir…Ehl-i sünnet’in arasındaki ihtilaf ise iki yönden böyle değildir. Birincisi, onların arasındaki ihtilaf ictihâdîdir. İkincisi onların ihtilafları usulde olmayıp furû’dadır (Dihlevî, Tuhfe, s. 72). Dihlevî, Şiî fırkaların bazı bidatler ortaya çıkardıklarını de belirterek şunlara temas etmiştir: 1) Gadir Hum bayramını ihdas etmişler ve Zilhicce’nin 28. gününü en büyük bayram saymışlardır (Dihlevî, Tuhfe, s. 231). 2) Hz. Ömer’in öldürüldüğü günü bayram kabul etmişlerdir (Dihlevî, ae, s. 231). 3) Mecûsîlerin bayramlarından olan Neyrûz gününü tazim etmişlerdir (Dihlevî, ae, s. 232). 4) Alimleri, zalim sultanlara secde etmeyi caiz görmüşlerdir (Dihlevî, ae, s. 233). Dihlevî, kitabının büyük bir kısmını Şiî fırkaların Sahâbeye yönelttiği suçlamalara ayırmıştır: Hz. Ebû Bekir hakkındaki suçlamalar (s. 263-274), Hz.Ömer hakkındaki suçlamalar (s. 274-285), Hz. Osman hakkındaki suçlamalar (s. 285-295), Hz. Aişe hakkındaki suçlamalar (s. 296-299), genel olarak Sahâbe hakkındaki suçlamalar (s. 300-310). 8 Bkz. Küleynî (ö. 329/941), el-Kâfî, Dâru’l-Kutubi’l-İslâmiyye, Tahran 1365/1946, I, 194 vd. 4 Ehl-i sünnet’in de Şiî kaynaklara itibar etmemesiyle İslâm hukukunun iki ana kaynağının güvenilirliği zarar görmektedir ki kanaatimizce asıl problem budur. Bu problem, geçmişte çeşitli İslâmî fırka ve mezhep mensubu olan veya mezhepler üstü konumda bulunan pek çok alim tarafından ele alındığı gibi, asrımızda da bir takım çalışmaların öncelikli konusu olmuştur.9 Bu çalışmalar, ihtilafların nedenleri ve çözümü noktasında önemli katkılar sağlayarak bir yandan Müslümanların birliği ideali yönündeki umutları artırırken, diğer yandan yukarıda tespit edilen asıl problemin çözümsüzlüğünü iyice belirginleştirmiş gibidir. Çünkü, Sünnî araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalar Şiî kaynakların güvensizliği, Şiî araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalar da Sünnî kaynakların güvensizliği tezi üzerine kurulmuştur.10 Bu çözümsüzlüğü aşma noktasında Şiî kimliği ve Ehl-i sünnet’e yakın görüşleriyle bilinen, Zeydiyye mezhebinin kurucusu İmam Zeyd b. Ali (ö. 122/740) ve onun, varlığı Zeydî muhitlerle sınırlı kalmayıp, bütün fırkaları ilgilendiren mahiyet mahiyetteki el-Mecmû’u’l-Fıkhî adlı eseri, kanaatimizce bu iki kesim arasında buluşma noktası olabilecek nitelikleri ile problemin çözümüne önemli bir katkı sağlayabilecek potansiyele sahiptir. Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin el-Mecmû’u’l-Fıkhî adlı bu eseri Zeydîler için çok önemli olmasına rağmen, diğer Şia ve Ehl-i sünnet bilginleri arasında, çeşitli 9 Meselâ; Cemaleddin Afgânî, Muhammed Abduh, Mahmud Şeltût ve Dâru’t-Takrîb’in kurucuları arasında yer alan Sünnî ve Şiî alim ve düşünürlerin bu yönde çalışmaları vardır. bkz. Özen, “İhtilâf” mad., age, s. 567. 10 Meselâ; Veda Haccı dönüşünde Gadîr-i Hum mevkiinde Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi vasî tayin ettiği Şiîlerce mütevâtir iken Sünnî kaynaklar böyle bir yoruma imkan tanımaz. Bu olayla ilgili Sünnî kaynaklardaki rivayetler ve yorumları hakkında bkz. Sofuoğlu, Cemal, “Gâdir-i Hum Meselesi”, AÜİFD, XXVI, Ankara 1983, ss. 461-470; Fığlalı, Ethem Ruhi, “Gadîr-i Hum” mad., DİA, c. XIII, İst. 1996, ss. 279-280. Şiî bakış açısından bkz. Aydın, Musa, “Gadîr-i Hum Hadisi Hakkındaki İtirazlar ve Cevapları”, Kıble Kültür Edebiyat-Düşünce Dergisi, Sayı, 10-11, Yıl 3, İst. ts., s. 10-31; Murtaza Askeri, “Allame Murtaza Askeri ile Gadir-i Hum Hadisi Hakkında Bir Röportaj”, Ehl-i Beyt Mesajı, Sayı 21, Yıl 6, İst. 1999, ss. 69-80. Bu röportajda, Allame Murtaza Askerî’nin kendisine yöneltilen sorulara verdiği bazı cevaplar şöyledir: 1) “Arefe günü Resul-i Ekrem’e Kur’an vahyi olmayan bir vahiy inerek o büyük toplantıda (Veda haccında) Ali’yi kendi yerine atamasını bildirdi. Fakat Rasûlullâh insanların, “Peygamber kendisinden sonra hilafete amcası oğlunu atadı” demelerinden çekinerek bu buyruğu insanlara duyurmayı geciktirdi. Nihayet hacılar Cuhfe’ye ulaştılar. Cuhfe hacıların birbirlerinden ayrılacakları ve o büyük kalabalığın dağılacağı bir bölgeydi. Tam orada Rasûlullâh’a Kur’an vahyi inerek bu âyeti getirdi: ‘Ey elçi, Rabbinden -Arefe’de- sana indirileni (Cuhfe’de insanlara) duyur (Mâide 5/67).” 2) “Rasûlullâh bütün hayatı boyunca, kendisinden sonra yerine Hz. Ali’nin geçeceğini defalarca hatırlatmıştır.” 3) “Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur…” ayetinin Gadir-i Hum olayıyla ilgili olduğunda ittifak vardır. “Hâkim” gibi bazı Ehl-i sünnet bilginleri “Bugün size dininizi tamamladım” âyetinin de Gadir-i Hum’la ilgili olduğunu söylemişlerdir. 4). “Gadir-i Hum olayı bütün insanlar arasında ilk Hz. Ali’nin kendi hilafeti dönemînde söz konusu edildi. Çünkü o zamana kadar Gadir-i Hum olayını söz konusu etmeyi gerekli görecek bir ortam oluşmadı…” (Askerî, ag.röportaj, s. 70, 71, 75, 76). Buna benzer bir söyleşi, Âyetullah Muhammed Mehdi Asıfî ile de yapılmıştır (bkz. ag.dergi, s. 81-95). Ehli Kıble adlı bir dergide Necat Karakuş, Hz. Peygamber’e isnâden Gadir-i Hum gününü, ümmetin en büyük bayramı olarak nitelendirilmektedir (Bkz. Karakuş, Necat, “Dinin Kemale Erdiği Gün”, Kıble Kültür Edebiyat Düşünce Dergisi, Sayı, 10-11, Yıl 3, İst. 2004, ss. 90-96, s. 96). 5 nedenlerle yeterli ilgiyi görememiş; bazı araştırmalarda İslâm hukuku alanında tedvin edilmiş ilk fıkıh kitapları arasında sayılırken, pek çok araştırmada adı bile geçmemiştir. Halbuki Zeyd b. Ali, ilmî-siyasî kişiliği ve takvasıyla hem Şiî hem de Sünnî çevrelerce ilgi gösterilen bir zat olması ve çeşitli kollarıyla Şia, Hâricî ve Ehl-i sünnet mezheplerinin oluştuğu bir dönemde yaşamış olması hasebiyle, ele aldığımız problem açısından önemli bir yere sahiptir. Dört mezhep imamından ve İmamiyye Şiası’nın kurucusu Ca’fer es-Sâdık (ö. 148/765)’tan önce vefat eden ve İmam Ebû Hanife (ö. 150/767) ile de ilişkileri bulunan Zeyd b. Ali’nin fıkhî görüşleri, Sünnî ve Şiî fıkıh mezhepleriyle karşılaştırıldığında, Sünnî-Şiî ayrımının, fıkıh alanında nasıl ortaya çıktığı açıklığa kavuşturulabilir. Eserin önemi, onun Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’ye ait oluşuna münhasır değildir. İslâm fıkhına ait bütün ana bölümleri ihtiva eden bir fıkıh kitabı görünümündeki eserde, Sünnî fıkıh mezhepleriyle uyumlu hükümler yanında Ca’ferî fıkhı ile uyumlu hükümlerin de bulunduğu dikkat çekmektedir. Örneğin, abdestte ayakların yıkanması ve mut’a nikahı konularında Sünnî fıkıhla uyumlu hükümler yer alırken, ezân ve mestler üzerine mesh konularında İmâmiyye Şia’sı ile uyumluluk görülmektedir. Bu da eserin, kendine has bir fıkıh anlayışına sahip olduğu intibaı yanında “acaba bu eser mezheplerin teşekkül devresinin hemen öncesinde, henüz Sünnî fıkıh - Şiî fıkıh ayrımının belirginleşmediği ortak bir fıkıh anlayışını yansıtıyor olamaz mı?” sorusunu akla getirmektedir. Yani eğer bu eserin orijinal olduğu ve ondaki hükümlerin Sünnî-Şiî her iki fıkhın da temeli olduğu kabulünden hareket edilirse, şu iddia ileri sürülebilir: Daha sonra mezheplerin teşekkülüne neden olacak bazı amillerle birlikte, el-Mecmû’da da bulunan bazı hükümler, Sünnî fıkıh mezheplerince benimsenerek devam ettirilmişken bazıları da İmâmiyye Şia’sı tarafından benimsenip sahiplenilmiş ve bunlar, birbirine muhalif iki mezhep haline gelmiştir. el-Mecmû’un tamamını veya tamamına yakınını sahiplenen kesim de Sünnî fıkıh ile Şia fıkhı arasında orta bir yerde duran Zeydiyye mezhebini oluşturmuştur. Diğer bir ifadeyle Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin fıkhının hem Sünnî fıkhın, hem de Şiî fıkhın temeli olduğu söylenebilir ki, bu, Sünnî-Şiî ihtilafını Hz. Peygamber döneminden başlatan yaklaşımın aksine, İslâm fıkhının İmam Zeyd sonrasına kadar uzanan bir asırdan fazla bir süre birlik ve bütünlük içinde gelişmesini sürdürdüğü anlamına gelir. Ayrıca, İmam Mâlik (ö. 179/795)’in Muvatta’ından yaklaşık elli yıl önce telif edildiği iddia edilen el-Mecmû’u’l-Fıkhî’nin İslâm Hukuku alanında ilk müdevven kitap unvanına sahip olması, sanıldığının aksine, İslâm fıkhının daha erken bir dönemde tedvin edilmiş olduğunu gösterir. 6 “Zeydiyye usûlde Mu’tezile’nin görüşlerini benimsediği, furû’ konularda ise kendilerine has bir görüşe sahip olmadığı şeklindeki kanaatin11 aksine, mezhebin temel kaynakları arasındaki el-Mecmû’l-Fıkhî adlı eserin Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’ye nispetinin doğrulanmasıyla, usulde ve furû’da diğer mezhepler arasındaki birincil konumu tespit edilmiş olacak ve Zeydiyye fıkhının Sünnî fıkıhtan etkilenerek oluştuğu iddiası zayıflayacaktır. Böylece, tâ Hz. Peygamber döneminde başladığı iddia edilen ekolleşmenin İmam Zeyd dönemine kadar oluşmadığı, aksine İslâm fıkhının bir asırdan fazla bir zaman -içinde ihtilaflar olsa da bunlar birer mezhep mahiyeti kazanmadan- birlik ve uyum içinde geliştiği anlayışı güç kazanacaktır. Ayrıca Ehl-i beyt fıkhının hem Sünnî hem Şiî kesimde en azından aynı ölçüde sahiplenilip devam ettirildiği söylenebilecektir. Araştırmanın belki daha önemli bir sonucu, onun Şiî bakış açısından getireceği yenilik olacaktır. Zira Zeyd b. Ali (ö. 122/740) hem Ehl-i beyt’tendir, hem de görüşleri İmâmiyye ile olduğu kadar belki daha fazla bir oranda Ehl-i sünnet’le uyumludur ve onun bu uyumu, Şiî müelliflerin âmme diye tabir ettikleri Sünnî görüşlerin ona mal edildiği ile açıklanamayacaktır.12 Bununla birlikte bu araştırma, Sünnîler açısından da yeni fikirlerin ortaya çıkmasına, veya Sünnîlik aleyhindeki bazı iddiaların güçlenmesine de neden olabilecektir. Şöyle ki, Hz. Peygamberin Kitâb’a ve Ehl-i beyt’e bağlılığı tavsiye etmesine/emretmesine rağmen Müslümanların, belli bir tarihten sonra bir tarafta Ehl-i beyt’in çoğunluğu, diğer tarafta da ekseri Sahâbe ve tâbiûn şeklinde ayrılması, Şia muhitlerinde Ehl-i beyt’in Sünnî alemde terk edildiği –Hz Ali’den gelen rivayetlerin azlığı da delil gösterilerek- iddia edilmiştir. Zeyd b. Ali (ö. 122/740) de bunun bir örneğidir. Sünnî kaynaklarda ondan çok az rivayet vardır. “Acaba Ehl-i sünnet gerçekten Ehl-i beyt yolundan ayrılmış mıdır? Ehl-i beyt’in ilmi; fıkhı ve itikadı sonraki nesillere kısmen de olsa ulaşmamış mıdır?” gibi sorular, Ehl-i beyt’ten olan Zeyd b. Ali’nin fıkhî görüşlerinin Sünnî kaynaklarla karşılaştırılmasıyla açıklığa kavuşturulabilir. el-Mecmû’l-Fıkhî’nin neden daha önce gereken şöhrete ulaşamadığı sorusu gelebilir. Yaptığımız ön araştırmalardan, bu eserin, varlığını rivayet sistemine dayalı 11 İrfan Abdülhamid, İslâm'da İtikadî Mezhepler ve Akaid Esasları, çev. Saim Yeprem, İst. 1981, s. 43; Şehristanî, Muhammed b. Abdulkerim (ö. 548/1153), el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1390/1975, I, 155 vd. 12 el-Mecmû’un râvileri Sünnî hadisçilerden daha çok, Şiî literatürde muteberdir. Aynı rivayetler kendi kitaplarında da vardır. Eseri Zeyd’den rivayet eden Ebû Hâlid’in bir kısım rivâyetlerinin alınıp bir kısmının takiyye prensibi ile izahı mümkün değildir. 7 olarak ancak dar bir alanda sürdürebilmiş olduğunu, kuşku uyandıran yapısı sebebiyle, Zeydiyye arasında bile tam olarak sahiplenilemediğini veya kendini savunma çerçevesinde kalıp, diğer Şiî ve Sünnî mezheplere karşı ileri sürülemediğini anlıyoruz. Ancak, el-Mecmû’ ile ilgili kanaatlerin değişmeye başlamasıyla, bu eser ele aldığımız problem açısından önem kazanmıştır. Aksi halde bu eser Şiî ve Sünnî kaynaklardakilere ilavede bulunacak bir muhtevaya sahip değildir. Nitekim hadisçilerin ona yaklaşımı da genellikle bu çerçevededir. Araştırmamız, ihtilaf meselesinin çözümüne belki öngörülerimiz ölçüsünde bir katkı sağlamayabilir, ancak mezhepler arasında yakınlaşmaya katkıda bulunması mümkündür. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız düşünceler doğrultusunda İmam Zeyd b. Ali (ö. 122/740) ve ona nispet edilen el-Mecmû’l-Fıkhî adlı eseri araştırma konusu olarak seçilmiştir. Araştırmamızın asıl amacı eserin yukarıda tasvir ettiğimiz ihtilaf probleminin çözümüne katkısını ortaya koymaktır. Bu eser ile ilgili problemler ise, onun asıl problemin çözümü için uygun bir araç olup olmadığını tespit için ele alınacaktır. Zeyd b. Ali, sadece Zeydîler arasında itibar gören bir fakih değildir. Büyük kardeşi Muhammed el-Bâkır (ö. 114/732)’ın ve onun oğlu Ca’fer es-Sâdık (ö. 148/765)’ın Zeyd b. Ali’yi övücü sözleri nakledilmiştir. Bununla birlikte onun ilmî kişiliği/imamlığı Ca’feriye mezhebi ileri gelenlerince dile getirilmemiş veyahut örtülmeye çalışılmış görünmektedir. Ehl-i sünnet çevrelerinde ise ilmi üstünlüğü kabul edilmiş olmakla birlikte, onun bize ulaşan eserleri hususunda şüpheler bulunmaktadır. Ayrıca Zeyd b. Ali’nin ismi her iki kesime ait fıkıhla ilgili eserlerde yok denecek kadar azken, itikatla ilgili eserlerde bazen bağımsız görüşleri olan, bazen de Mu’tezile’den etkilenmiş bir kişilik olarak yer almıştır.13 Bu açıdan her iki kesim için de Zeyd b. Ali’nin ilmi kişiliğinin ve eserlerinin değerinin tespiti önem arz etmektedir. Özellikle fıkha dair özgün görüşlerinin ve diğer fakîhlerle münasebetlerinin araştırılarak fakîh kişiliğinin tespit edilmesi Zeyd b. Ali’yi gerçek yönleriyle tanımada yenilik getirebilir. Zeyd b. Ali’ye nispet edilen eserlerin hepsi matbudur. Bunların el yazmalarının ise Berlin'de, İtalya'nın Milano kentindeki Ambrossiana 13 Bkz. Şehristânî, age, I, 155. 8 kütüphanesinde14, Hamburg'da, Vatikan'da, San'a'daki kütüphanelerde ve Bağdatlı Vehbi Efendi kütüphanesinde bulunduğunu Brockelmann ve Fuâd Sezgin'in çalışmalarından öğreniyoruz. Araştırmamız sırasında Millet Kütüphanesinde de "Kitâbu Mecmû’i’l-Fıkh an Zeyd b. Ali" adlı bir nüsha bulunduğunu gördük. Zeyd b. Ali’nin ve eserlerinin tanıtılacağı birinci bölümde, ülkemiz kütüphanelerindeki nüshaları tanıtmaya çalışacağız. Zeyd b. Ali’nin, buraya kadar el-Mecmû’u’l-Fıkhî diye söz ettiğimiz eserinden değişik kaynaklarda el-Mecmû’, Mecmû’u’l-Fıkh, el-Mecmû’u’l-Kebir, el-Mecmû’u’s- Sağîr ve Mecmû’u’l-İmami’l-A’zam olmak üzere farklı isimlerle söz edildiğini görmemiz, eserin isminin netleştirilmesi problemi yanında, farklı isimlerin farklı muhtevalara işaret olabileceği ihtimalini aklımıza getirmiştir. Bugün elimizde bulunan kitapta, Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin babası ve dedeleri yoluyla Hz. Ali (ö. 40/660)’den ve Hz. Peygamber’in rivayet ettiği fıkhî hadislerle, Zeyd b. Ali’nin fıkhî görüşleri klasik fıkıh kitabı bölümleri ve bâb başlıkları altında karışık bir şekilde bulunmaktadır. Bu haliyle kitap hem Müsned, hem de el- Mecmû’u’l-Fıkhî olarak isimlendirilmiştir. er-Ravzu’n-Nadîr adlı şerhte aynı muhtevadaki bu eserden Mecmû’u’l-Fıkh, Mecmû’u’l-Fıkhi’l-Kebîr isimleriyle de söz edilmiştir. Zeydiyye tabakatında Ebû Hâlid’in Zeyd b. Ali’den fıkhî ve hadîsî olmak üzere, iki mecmûa rivayet ettiği ifadeleri geçmektedir. Ancak elimizde tek bir mecmûa olduğuna göre fıkhî olan ile hadîsî olanın ne olduğu konusunda netlik yoktur. Tezimizin başlığına aldığımız “el-Mecmû’u’l-Fıkhî” isimlendirmesi kime aittir? Niçin böyle isimlendirilmiştir? En çok kullanılan isim hangisidir? Veya en doğrusu hangisidir? el-Mecmû’l-Fıkhî denilince ne anlaşılması gerektiği netleştirilmedikçe, içeriği tam incelenmiş olamaz. Eğer Müsned adıyla yayınlanan ve her iki mecmûanın karıştırılmış hali kastediliyorsa sadece Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin fetvaları değil, bu fetvalara dayanak olarak rivayet ettiği çoğu fıkıhla ilgili haberler de Zeyd b. Ali’nin görüşünü ifade etmiş olacağından, onların da incelenmesi, anlamca ayrı tutulmaması gerekir. O halde el-Mecmû’u’l-Fıkhî adının neleri kapsayıp neleri dışarıda bıraktığı iyi tespit edilmelidir. Fıkhî ve hadisî tabirleri ile nasıl bir ayrım yapılmaktadır? Merfû’ hadisler mi hadisî kısmını oluşturuyor da mevkûf haberler ve Zeyd b. Ali’nin fetvaları diğer kısmı mı oluşturuyor? Yoksa fıkıhla ilgili olanlarına mı 14 Bu kütüphanedeki Arapça el yazmaların isimleri için bakınız. Salahuddin el-Münecced, Fihrîsu'l- Mahtûtâti'l-Arabiyyeti fî Embrûzyânâ bi Milano, Kahire 1960. 9 fıkhî denilmiş? Konu/alan açısından ayrılsaydı birine fıkhî derken diğerine de mesela kelamî veya ahlakî gibi bir şey denmesi gerekmez miydi? Eserin ismi konusunda ilk bakışta her biri makul gözüken aşağıdaki ihtimalleri değerlendirmek üzere bu eserden söz eden müelliflerin ifadelerinin incelenmesi gerekmektedir. 1) İlk râvî Ebû Hâlid Amr b. Hâlid el-Vâsıtî (ö. 150/767)’nin, Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’den rivayetinde kitap, iki ayrı mecmûa halinde bulunuyordu. Bunlardan hadislerin bulunduğu mecmûaya el-Mecmû‘u’l-Hadîsî, Zeyd b. Ali’nin fıkıh konularına dair görüşlerinin bulunduğu mecmûaya da el-Mecmû’u’l-Fıkhî denilmiştir. 2) Bu iki ayrı Mecmûa birleştirilip, tek kitap haline getirildikten sonra, hem el-Mecmû’u’l-Fıkhî adıyla anılmaya devam etmiş, hem de Müsnedü’l-İmam Zeyd diye isimlendirilmiştir. Bu son haline Mecmû‘u’l-Fıkh da denilmiştir. 3) Kısaca el-Mecmû‘ denilince iki mecmûanın bir araya cem edilmiş hali kastedilir. Dolayısıyla bu şekildeki isimlendirme 363/974 tarihinde vefat etmiş olan Abdulazîz b. İshâk (ö. 363/974)’ın yaptığı cem işleminden sonra yapılmıştır. 4) Sadece cem edilmeden önceki fıkıh mecmûasından ayırmak için, cem edilmiş haline el-Mecmû’u’l-Fıkhîyyu’l-Kebîr veya el-Mecmû’u’l-Kebîr denilmiştir. 5) Bu eser için belli bir isimlendirme yoktur. Her müellif kendine göre bir isim kullanmıştır. Bütün isimler muhtevası aynı olan bir eserden söz etmektedir. Araştırmamızın başlığında İslâm hukuku tabiri yerine İslâm hukuk düşüncesi tabiri kullanılmasının nedeni şudur: Bazı düşünürler İslâm Hukuku denilince, vaz’ı ve yorumu Allah ve Rasûlüne ait olanı anladıklarından, beşer tarafından anlaşılan ve yorumlanan haliyle, bu hukukun insanîleştiğini ve bu anlamda İslâm hukukunu karşılayamadığından ikisini ayırmak için, İslâm hukuk düşüncesi tabirini kullanıyorlar. Kanaatimizce her iki kullanım da doğrudur. Ancak konumuz açısından İmam Zeyd bir kişidir ve “İslâm hukukundaki yeri” demek yerine İslâm hukuk anlayışına yaptığı katkıları ve getirdiği yorumları ifade etmesi açısından, “İslâm hukuk düşüncesindeki yeri” demek daha uygun olabilir. İslâm hukuk düşüncesi kavramı, İslâm hukuk alimlerinin İslâm hukukuna ilişkin yorumlarını ifade eder. Bu kavram, İslâm hukuk tarihinde Müslümanların ilahî hukuku beşerî hayata tatbiklerinde karşılaştıkları problemleri çözmek için aradıkları 10 yöntemleri ifade ettiği gibi, bu problemler karşısında İslâm hukukuna getirdikleri yeni yorumları ve oluşturdukları terimleri de ifade eder. İslâm hukuk tarihinde pek çok problem, İslâm hukuk düşüncesinin konusu olmuştur. Daha önce de bir problem olarak incelenmesine rağmen bir takım şartların, özellikle siyasî ve medenî ortamın gerektirmesiyle İslâm hukukunun birliği problemi, son asrın başlarından beri gittikçe artan bir seviyede, diğer bilim sahalarında olduğu gibi İslâm hukuk sahasında da İslâm hukuk araştırmacılarını meşgul etmektedir. Dolayısıyla İslâm hukuk düşüncesinin bugünkü problemi, tarihi nedenlerle oluşmuş fikir ayrılıklarını bilimsel bir yaklaşımla tahlil edip günümüz İslâm dünyasına faydası olmayan yapay bölünmelerin önüne geçmek için bütün fıkhî ekolleri kucaklayan ortak bir fıkıh anlayışı geliştirmektir. Araştırmamızın esas konusunun el-Mecmû’u’l-Fıkhî adlı eser ve müellifi İmam Zeyd b. Ali olması nedeniyle tezimizin en temel kaynağı Müsnedü’l-İmam Zeyd b. Ali adıyla yayınlanan matbu eserdir. el-Mecmû’un muhtelif nüshalarından bu nüshayı esas alışımızın sebebi, onun İtalyan Griffini (ö. 1925)’nin neşri ve er- Ravzu’n-Nadîr adlı şerhteki metinle uyumlu olması yanında, Abdulvâsi’ b. Yahyâ (ö. 1379/1959)’nın mukaddimesi ve bir kısım notlar ilavesiyle birlikte ondan istifade imkanının kolay olmasıdır. Ancak gerektikçe er-Ravzu’n-Nadîr’deki metne ve araştırmalarımız sırasında varlığından haberdar olup elde etme imkanına kavuştuğumuz iki el yazmasına da başvurulacaktır. Ali Emirî kütüphanesindeki el yazma nüshanın tertip ve muhteva bakımından elimizdeki matbu nüshadan kısmen de olsa farklılık arz etmesi, el-Mecmû’ ile ilgili araştırmanın sadece matbu nüshaya dayanılarak yapılmasının, daha önce de ortaya konulan bazı yanlış sonuçlara götürebileceğini düşündürmüştür. Bu açıdan Mecmû’u’l-Fıkh li’l-İmam Zeyd adlı bu nüshanın araştırmamızın seyrine önemli bir katkı sağlayacağı kanaatindeyiz. el- Mecmû’un metninin anlaşılmasında ve yorumunda Zeydî imamların görüşleriyle Sünnî fakihlerin görüşlerini bir arada görebildiğimiz er-Ravzu’n-Nadîr adlı şerh en çok kullanılacak kaynak durumundadır. Müslüman üst kimliği ile en geniş manada İslâm toplumunu oluşturan İslâm ümmeti arasında meydana gelen fikir ayrılıklarının zamanla mezhepler haline geldiği ve genellikle Müslümanların meselelere yaklaşım biçimlerinin mensup oldukları mezheplerin düşünce kalıplarıyla şekillene geldiği şüphe götürmez bir vakıadır. Müslüman alimlerin Zeyd b. Ali (ö. 122/740) ve onunla ilgili meselelere yaklaşımlarının da bu vakıaya göre şekillenmiş olduğunu ve birbirinden farklı Zeyd 11 b. Ali algılamalarının bulunduğunu görmekteyiz. Gerçekte ise tek bir Zeyd b. Ali vardır. Onun gerçek kişiliği üzerine yeni bir şey söyleyebilmek, onunla ilgili kanaatlerin bilinmesinde ve birbiriyle çelişen görüşlerin farkında olmak gerekir. Zeydî müelliflerin15 nazarında Zeyd b. Ali (ö. 122/740) üstün kişilik özelliklerine sahip bir kimsedir.16 Şahsiyet yönüyle daha çok dedesi Hz. Hüseyin (ö. 61/680)’e benzetilir.17 En önemli nitelemelerden bazıları şunlardır: İmâm, fakîh/efkah, âlim/a’lem, fâzıl/efdal, eşce’, halîfu’l-kur’ân ve şehît’tir. Zeydiyye nazarında imam nitelemesi, diğer mezheplerdeki imam nitelemesinden farklıdır. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre,18 Rafizîler dışındaki İslâm toplumunun bütün fırkaları Zeyd b. Ali’nin imameti hususunda görüş birliği etmişlerdir. Görüş farklılıklarına rağmen bir çok tâife ona meyletmişler ve bu sebeple o, kelâmcılar, zahitler, kahramanlar, ilim ve siyaset ehli gibi çeşitli gruplarla birlikte zikredilmiştir. Zeydîler, Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin Muhammed Bâkır (ö. 114/732), Ca’fer Sâdık (ö. 148/765) ve İmam Ebû Hanîfe (ö. 150/767) gibi akranı durumundaki büyük fakihlerin sözlerini de rivayet ederek onun zamanının en fakîhi olduğunu söylerler. el-Kâsım b. Abdülaziz b. İshak’a göre, Zeyd b. Ali’nin içinde yaşadığı dönemde fukâhanın çoğu onun görüşü üzere idi, ondan sonra da öyle olmuştur; ki, bunlar arasında Ca’fer es-Sâdık’ın zalimlere karşı ayaklanan çocukları ve torunları; Muhammed b. Ca’fer es-Sâdık, Abdullah b. Ca’fer, Zeyd b. Musâ b. Ca’fer ve diğer imamlar yer almaktadır. Ebû Hanife onun ricâli ve tâbîleri içindedir. İki arkadaşı Ebû Yusuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî de böyledir. eş-Şâfiî (ö. 204/820), Hârûn er-Reşîd (ö. 193/809) zamanında İmam Yahyâ b. Abdillah b. el- 15 Zeydiye müelliflerine ait kitapların pek çoğu henüz yazma halinde ve neşri yapılanların da pek azının ülkemiz kütüphanelerinde bulunması nedeniyle, daha çok, Zeydî müelliflere ait görüşlerin pek çoğunu bir arada görebildiğimiz şu eserden istifade edilmiştir: San’anî (ö. 1221/1806), Şerefuddin Hüseyin b. Ahmed, er-Ravzu’n-Nadîr Şerhu Mecmû’i’l-Fıkhi li’l-İmam Zeyd, Dâru’l-Cîl, I-V, Kahire 1337-1339/1928-1930. 16 San’nî onu şu vasıflarla nitelemiştir: İmâm, imâmu’l-velî, el-imâmu’l-a’zâm, cihad ve ictihadın önderi şehît, velî, saîd, fırka-i nâciye Zeydiyye’nin başı (aqîdü’l-fırkati’n-nâciyeti), rabbânî, babalarının ilimlerinin vârisi, ictihad kapısının fâtihi, Allah’ın hüccetinin tebliğcisi sağlam rivayeti ve isnâdının üstünlüğü ile benzersiz olan (münferidü bi metini’r-rivayeti ve uluvvi’l-isnâd) Ebû’l-Hüseyin Zeyd b. Ali b. el-Hüseyin b. Alî” (San’anî, age, I, 49); Muhammed b. Hasan ez-Zübeyrî’nin nitelemeleri de şunlardır: Allah’a itaatte öncü (es-sâbik), Allah yolunda mücâhid, Allah’a çağıran (ed- dâî ilallah), fazilet ve takvâ sahibi, seçkin (el-birru’n-nakî), tertemiz (et-tâhiru’z-zekî), hak yolunda olan ve ona yönelten (el-hâdî ve’l-mehdî), yiğit (el-leysü’l-kemmî), kahraman (Muhammed b. Hasan ez-Zübeyrî, Mişkâtü’l-Envâr’dan naklen; San’anî, age, I, 50). 17 Şecaat, sehavet, fesahat, belağat, ilim ve hilim yönünden dedesi gibiydi. Zamanının en faziletlisi (efdalü ehli zemânihî) ve insan-ı kâmil özelliklerini şahsında toplamış bir kimse idi (Muhammed b. Hasan ez-Zübeyrî, age,’den naklen; San’anî, age, I, 50). 18 Nişvân el-Himyerî, Şerhu Risaleti’l-Huri’l-‘În; Yahyâ b. el-Hüseyin el-Hârunî, Kitabu’d-Diâme’den naklen; San’anî, age, I, 53. 12 Hasen (ö. 175/791)’in dâilerinden biriydi ve Zeyd b. Ali’nin ashabından iki kişiden; Yahyâ b. Hâlid ez-Zencî ve İbrâhim b. Ebî Yahyâ el-Medenî’den ders almıştı.19 Ebû Hanife (ö. 150/767), “Zeyd gibisini; ondan daha fakîh ve bilgili olanını görmedim” demiştir.20 Mâlik (ö. 179/795) de, kendisine Muhammed b. Abdillah (ö. 145/762) ile beraber kıyam etmeyi soranlara fetvâ veriyordu.21 Hadis ilminde de, Zeyd b. Ali’nin isnâdı isnatların en sahihidir.22 Zeyd b. Ali’nin şehit olarak öldüğü hususunda Zeydî kitaplarda Hz. Peygamber’den rivayet edilen şu hadisin büyük bir yeri vardır: “Ümmetimden şehit olacak olan ve hakkı ikame edecek olanı, Künâse’de asılacak olan çocuğum (torunum)dur. Çünkü o, mücahitlerin imamı, yüzleri ve alınları ak insanların komutanıdır. Kıyamet günü o ve arkadaşları gelirken mukarrep melekleri onları karşılar ve “cennete giriniz; size hiçbir korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz” diye onlara seslenirler.”23 Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin şehit olarak nitelenmesinde, ayaklanmakla hata ettiğine ve bağî olarak öldürüldüğününe dair sözlere bir itiraz anlamı da bulunmaktadır. Zeyd b. Ali için, “Hurûc etti ve şehîd olarak öldü, keşke huruc etmeseydi.” diyen24 Zehebî (ö. 748/1347)’yi, el-Mecmû’un şârihi Hüseyin b. Ahmed es-San’anî (ö. 1221/1806) şöylece eleştirir: “Zehebî’nin zâim ve zorba sultana karşı ayaklanma ilkesini yaralayan bu sözü haktan uzaktır ve bir dayanağı yoktur. Bu mezhebin yanlış olduğuna delil getirmeye gerek yoktur.”25 İmâmiyye Şiası kaynaklarında, Ca’fer Sâdık’ın ve Muhammed el-Bâkır (ö. 114/732)’ın Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’yi öven sözleri nakledilmiş olmakla birlikte26 onun ilmî kişiliği/imamlığı Caferiye mezhebi ileri gelenlerince dile getirilmemiş veya örtülmeye çalışılmış görünmektedir. Şeyh Sadûk (ö. 381/991), Zeyd b. Ali (ö. 40/660)’nin Ca’fer Sâdık (ö. 148/765)’a biat ettiğini ve onun hakkında şöyle dediğini rivayet eder: “Her devirde, 19 San'anî, age, 1, 64; Ayrıca, İ. Zeyd’den ilim alanların isimleri için bkz. ay. 20 Abdulvâsi’ b. Yahyâ, Müsnedü’l-İmâm Zeyd b. Ali’nin mukaddimesi (Zeyd b. Ali, Müsnedü’l-İmâm Zeyd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1403/1983), s. 44; San’anî, el-Mecmû’da Yahyâ b. el- Hüseyin’den yapılan taliklerde Ebû Hanife’nin Zeyd b. Ali’nin öğrencileri arasında olduğu ve ondan okumasının iki yıl olduğu ifadesini gördüğünü söylemektedir (San’anî, age, I, 66). 21 San’anî, age, I, 65. 22 San’anî, age, I, 68, 69. 23 Deylemî, Mişkâtü’l-Envâr; Mehdî lidinillah, Minhâc; el-Hâkim, Cilâu’l-Ebsâr; Ebû Tâlib Yahyâ b. el- Hüseyin, Emâlî’den naklen; Abdulvâsi’ b. Yahyâ, Müsnedü’l-İmâm Zeyd b. Ali adlı eserin mukaddimesi, s. 9. Sünnî hadis kaynaklarında böyle bir hadise rastlanmamıştır. 24 Zehebî (ö. 748/1347), Hâfız ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, I-XXIII, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût 1413/1992, V, 391. 25 San’anî, age, I, 74. 26 Şeyh Sadûk, Emâlî, Kum 1362/1943, s. 336, 337, 350. 13 Allah’ın kendisini yaratıklarına karşı hüccet kılması için Ehl-i beyt’ten bir adam bulunur. Zamanımızın hücceti ise kardeşimin oğlu Ca’fer’ dir ki, onun şiasından olan sapıtmaz, ona muhalefet eden de doğru yolu bulamaz.”27 Şeyh Müfîd (ö. 413/1022)’in görüşleri şöyledir: “Zeyd b. Ali, Ebû Ca’fer’ den sonra kardeşlerinin gözü ve onların en faziletlisi idi. Abid, vera sahibi, fakih, cömert ve cesur bir kimse idi. Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l münkerde bulunmak üzere ve Hz. Hüseyin’in kanını talep ederek kılıçla ortaya çıktı.”28 “Zeyd b. Ali katledildiğinde bu haber Ebû Abdullah (Ca’fer es-Sâdık)’a hemen ulaştı. Onun için çok üzüldü. Onunla beraber ashabından öldürülenlerin çocukları için bin dinar ayırdı. Bunu rivayet eden Ebû Hâlid el-Vâsıtî (ö. 150/767) demiştir ki: Bana bin dinar verdi ve onu Zeyd ile beraber öldürülenlerin çocuklarına paylaştırmamı emretti…”29 Şia’dan pek çok kimse onun imametine inanmışlardır. Bu inançlarının sebebi onun Muhammed (sav) ailesinin rızası için çağrıda bulunarak kılıçla kıyam etmesidir. Bundan dolayı onun kendisi için kıyam ettğini zannettiler. Halbuki o, kendinden önce kardeşinin imamete hak sahibi olduğunu, vefatı esnasında da onu Ebû Abdullah’a vasiyet ettiğini bildiğinden imameti kendisi için istemiyordu.30 Şeyh Müfîd (ö. 413/1022)’in Zeyd b. Ali (ö. 122/740) hakkında, kendisine Zeydiyye’den hiçbir kimsenin muhalefet etmediğini belirttiği görüşü şöyledir. “O, ilimde ve zühd’de, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkerde imamdı. Sahibi için ismet, nas (ile tayin) ve mucizeyi gerektiren imameti ise ondan nefyederim. Bana hiç kimsenin muhalefet etmediği görüşüm budur.”31 Hatta Kifâyetü’l-Eser adlı eserde, Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin tamamen İmâmiyye itikadına mensup bir kimse olduğu kendisine dayandırılan bir rivayetle ifade edilmiştir. Kâsım b. Halife’nin Yahyâ b. Zeyd (ö. 126/744)’den yaptığı rivayete göre, babasına imamlar hakında soran Yahyâ’ya Zeyd, “İmamlar on ikidir; dördü geçenlerden, sekizi de geride kalanlardandır.” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Yahyâ, tesmiye etmesini istemiş, babası da “geçenler Ali b. Ebî Tâlib, Hasan, Hüseyin ve Ali b. Hüseyin’dir. Sonrakiler ise kardeşim Bâkır, ondan sonra Ca’fer es- Sâdık, ondan sonra onun oğlu Mûsa, ondan sonra onun oğlu Ali, ondan sonra onun oğlu Muhammed, ondan sonra onun oğlu Ali, ondan sonra onun oğlu el-Hasen, 27 Şeyh Sadûk, age, s. 544. 28 Şeyh Müfîd, İrşâd, Kitâbferûşî İslâmiyyeh, Tahran 1382, II, 172; Şeyh Abbas el-Kummî, Müntehâ’l- Âmâl fî Tevârîhi’n-Nebî ve’l-Âl, I-II, 1414/1994, s. 66. 29 Şeyh Müfîd, age, II, 173. 30 Şeyh Müfîd, age, II, 173. 31 Muhsin el-Emîn, A’yânu’ş-Şîa, Dâru't-Teâruf li'l-Matbuat, I-X, Beyrut 1986/1406, VII, 112. 14 ondan sonra da el-Mehdî’dir.” deyince, Yahyâ, “sen onlardan değil misin?” diye sormuş, o da “hayır, lakin ben ıtret’denim” diye cevap vermiş. Yahyâ, “onların isimlerini nasıl bildin” diye sorduğunda, “Rasûlullâh’ın bize bıraktığı ahit’ten” diye cevap vermiştir.32 Yine aynı eserde, Yahyâ b. Zeyd (ö. 126/744)’den yapılan bir rivayete göre, o babası Zeyd’in dini konularda fetva verdiğini hatırlamıyormuş.33 Sünnî literatürde de Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin daha çok itikâdî görüşleri ön plandadır. Abdulkâhir el-Bağdâdî (ö. 429/1038), onu Ehl-i sünnet kelâmcıları arasında saymıştır.34. Ömer Nasuhî Bilmen, “Zemahşerî’nin nakline göre Ebû Hanife, Zeyd b. Ali’ye müteveccih idi, ona yardım ediyordu. İbn Hübeyre’nin işkencesine de bu yüzden uğramıştı.” der; ancak, bunun ihtiyatla telakki edilmesi gerektiğini belirtir.35 Bazı Sünnî tarih kitaplarında da Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’nin ayaklanması, Zeydî literatürdekinden farklı bir şekilde tavsif edilmiştir. Târîhu’d-Devleti’l- Osmaniyye’de “bazı Kûfeliler Zeyd b. Ali’ye hilafet için biat ettiler. Hişâm’ın Kûfe vâlisi Yûsuf b. Ömer onunla savaştı ve onu öldürdü, böylece de fitne sona erdi.” denilmektedir.36 Son asırda Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’ye yer veren bazı çalışmalar eskilere oranla tarafsız gözükse de bunları geleneksel yaklaşımın dışında tutmak zordur. Mesela Zeyd b. Ali’nin soyundan olduğu halde Muhsin el-Emîn (ö. 1952), Zeyd b. Ali’den rivayet edenler arasında İbn Asakir’in♣ Ca’fer es-Sâdık’ı da zikrettiğini hatırlatarak, “Eğer bu dinin ahkamı konularında ondan rivayetini kastediyorlarsa, es-Sâdık’ın, (a.s.) babalarının Allah’tan Cebrâil ve Resûlullah yoluyla aldıkları dışında rivayette bulunmuş olması mümkün değildir.” diyerek klasik şiî bakışını devam ettirmiştir.37 Nûrî Hâtim, Zeyd b. Alî ve Meşrû’iyyetü’s-Sevra ‘inde Ehli’l- Beyt adlı eserinde, Zeyd b. Ali’nin Halîfe Hişâm’a karşı ayaklanmasının Muhammed 32 Ali b. Muhammed Hazzâz (ö. ?), Kifâyetü’l-Eser, Kum 1401/1980; Muhsin el-Emîn, age, VII, 113; 33 Kifâyetü’l-Eser’den naklen; Muhsin el-Emîn, age, VII, 113. 34 Bağdâdî, el-Fark Beyne’l-Fırak, s. 340. 35 Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kâmûsu, Bilmen Yayınevi, İst. 1988, I, 378. 36 Muhammed Ferîd Bey el-Muhâmî, Târîhu’d-Devleti’l-Osmâniyye, thk. İhsan Hakkı, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1403/1982, I, 37. ♣ Ebû’l-Kâsım Alî b. el-Hasen b. Hibetullah b. Abdillah b. Hüseyin ed-Dımeşkî eş-Şâfiî (ö. 571/1176), hadis hafızı ve tarihçidir. Bkz. Küçükaşçı, Mustafa S., “İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım” mad., DİA, c. XIX, İst. 1999, ss. 321-324, s. 321. 37 Muhsin Emîn, age, VII, 123; Burada İmam Ebû Hanife’nin de Cafer es-Sâdık’ın öğrencileri arasında görüldüğünü de zikretmek yerinde olabilir: Bkz. Tabatabai, Shi’ite İslâm, Farsça’dan çev. Seyyid Hüseyin Nasr, New York 1977, s. 204. 15 el-Bâkır (ö. 114/732) ve Ca’fer es-Sâdık (ö. 148/765)’ın iznine bağlı olduğunu belirtir.38 Cemal Sofuoğlu, Zeyd b. Ali’le ilgili kanaatini, Brockellmann’ın verdiği bilgilere dayanarak şöyle ifade etmiştir: “Şia tarihinde önemli bir yer işgal eden diğer bir şahıs Zeydiyye mezhebinin kurucusu Zeyd b. Ali’dir. Mu’tezilî Vâsıl b. Atâ’nın talebesi olan bu âlim zât, 122/740 yıllarında imamet davası ile harekete geçmiş ve öldürülmüştür. O, Kur’an ve Hz. Peygamberin sünnetini hareketlerinde esas tutacağını, haksız şeflere karşı mücadele edeceğini, zayıfları koruyacağını vs. vaat ediyordu.”39 Özetle, İmâmiyye’ye göre, Ebû Hanife (ö. 150/767) ve Zeyd b. Ali, Ca’fer Sâdık (ö. 148/765)’a öğrenclik etmişler ve ona tabi olmuşlardır. Zeydîlere göre ise Ca’fer Sâdık ve Ebû Hanife (ö. 150/767) Zeyd b. Ali’ye tabidirler. Zeyd onlardan üstündür. Ehl-i sünnet’e göre ise onlar Zeyd b. Ali’nin akranıdırlar. Hangisi doğru? Bunlara cevap verebilmek için, bu iddiaları taraflı olarak değerlendirip o dönemin incelenmesi gerekiyor. Araştırmamızın ana eksenini oluşturan el-Mecmû’l-Fıkhî adlı eser hakkında da farklı kanaatlerin bulunması tabiidir. Ancak bu kanaatlerin yansız bir bakışla belirlenip belirlenmediğinin irdelenmesi gerekir. el-Mecmû’u’l-Fıkhî, ilk defa İtalyan araştırmacı Euginio Griffini tarafından 1919 yılında Corpus Juris di Zaid ibn Ali adıyla neşredilerek ilim alemine tanıtılmıştır.40 Ancak bu neşri takip eden yıllarda kitabın sağlamlığı ve Zeyd b. Ali’ye nispetinin sıhhati konusunda hem batılı araştırmacılar arasında hem de Müslüman ilim adamları arasında tartışmalar ortaya çıkmıştır. Fuad Sezgin’in “Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî” adıyla Arapça’ya çevrilen araştırmasında 38 Bkz. Nûri Hâtim, Zeyd b. Alî ve Meşrû’iyyetü’s-Sevra ‘inde Ehli’l-Beyt, Merkezu’l-Gadîr, İran 1416/1995, s. 113. 39 Sofuoğlu, Cemal, Şîa’nın Hadis Anlayışı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1977, s. 45. 40 Bildiğimiz kadarıyla ülkemiz ilim adamlarından ilk defa bu neşir hakkında ilmi bir değerlendirmesi bulunan Yusuf Ziya Kavakçı’dır. O, Roma Hukukunun İslam Hukukuna tesirini incelediği Suriye Roma Kodu ve İslâm Hukuku Mecmû’u’l-Fıkıh Sistematiği (Ankara, 1975) adlı eserinde, bu neşrin sistematiğini vermiş ve en eski fıkıh kitabı diye söz ettiği bu eser bazında, konu hakkındaki kanaatini şöylece ortaya koymuştur: “Ne sistematik bakımdan ve ne de muhteva bakımından Suriye-Roma kodunun ne doğrudan ve ne de vasıtalı bir tesirini gösterecek herhangi bir ize rastlanmamaktadır. Eğer iki hukuk arasında bir tesir bahis mevzuu olsaydı bu ilk eserde bunun izlerini görmek icap ttiği şüphesizdir.” Bkz. Kavakçı, age, s. 76. el-Mecmû’ hakkında daha önceki bir tarihte yazılan Abdulkadir Şener’in makalesi ise, Abdulvâsi’ b. Yahyâ tarafından yapılan Müsnedü’l-İmâm Zeyd b. Ali adlı neşir (Beyrut 1966) ile ilgilidir. Griffini’nin neşrini görmemiş olmakla birlikte, onunla bu neşrin muhtevası aynı olduğu için, bu eseri ülkemizde ilk tanıtan kişinin Abdulkadir Şener olduğunu teslim etmek gerekir. Üstelik, Şener, bu makalede, Zeyd b. Ali’nin Müsned’i ile birlikte yayımlanan Cafer es- Sadık’ın torunu ve Musa el-Kâzım’ın oğlu İmam Ali er-Rıza (ö. 203/818)’nın Müsned’i hakkında da değerlendirme yapmıştır. Bkz. Şener, Abdulkadir, “İmam Zeyd b. Ali, Müsned, Menşûratü Dâri Mektebi’l-Hayat, Beyrut (Lübnan), 1966, s. 1-158”, AÜİFD., c. XVII, Ankara 1969, ss. 339-347. 16 belirtildiğine göre, bu eser üzerinde araştırmaları bulunan Bergstrasser, Strothmann ve Madelung kısmen birbiriyle uyumlu kısmen de farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Griffini, tenkitli olarak neşrettiği bu eserin Zeyd b. Ali’ye nispetinin sahih olduğu kanaatindedir.41 Bergstrasser ve Strothmann’a göre bu kitap Zeyd b. Ali’ye mal edilmiştir ve ona nispeti doğru değildir. Madelung, “el-Mecmû’un Ebû Hâlid’den önce mevcut olmadığı; Ebû Hâlid’in Zeyd’den işittiklerini öğrencilerine nakletmiş olduğu ve bu öğrencilerden biri olan İbrâhîm b. ez-Zibrikân’ın bu rivayetleri bir mecmûada topladığı” şeklindeki görüşü42 hem Griffini’den hem de Bergstrasser ve Strothmann’dan farklı bir görüş ortaya atmıştır.43 Bu araştırmacıların görüşlerini değerlendiren Fuad Sezgin ise, el-Mecmû’un Zeyd b. Ali’nin telifi olduğuna dair Griffini’nin kanaatini paylaştığını belirtmiştir.44 Griffini’nin neşri üzerinde tartışmalar yürütülürken, takip eden yıllarda İslâm aleminde, el-Mecmû’un başka neşirleri de yapılmış ve aynı mesele Müslüman ilim adamları arasında da tartışıla gelmiştir. İslâmî ilimlere has rivayet metoduna dayanılarak, Griffini’nin neşrinden farklı bir sunuşla Abdulvâsi’ b. Yahyâ (ö. 1379/1959) tarafından rivayet edilip Müsnedü’l-İmam Zeyd45 adıyla yayımlanan eserin mukaddimesindeki bilgilerden onunla ilgili tartışmaların mütekaddimûndan olan İslâm alimleri arasında da cereyan ettiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar bu mukaddimesinde Abdulvâsi’ b. Yahyâ, eserin pek çok tarîki olduğunu ve kendisinin de onu on şeyhten rivayet ettiğini ifade ederek, eserin Zeyd b. Ali’ye nispetinde şüphe etmediğini göstermiş olsa da, el-Mecmû’ ile ilgili tartışmalar bu 41 Sezgin, Fuat, Târihu’t-Turâsi’l-Arabî (çev. Mahmûd Fehmî Hicâzî), Riyad 1411/1991, I (3. cüz), 315. 42 Sezgin, age, I (3. cüz), 317. 43 Sezgin, age, I (3. cüz), 317; Batılı araştırmacıların yukarıdaki görüşleri nakleden Fuad Sezgin’in, Madelung’un görüşüyle ilgili değerlendirmesi şöyledir: Bu görüşüyle Madelung, Strothmann’ın görüşünden büyük ölçüde farklı yeni bir neticeye varmış gözükmektedir. Ancak Griffini’nin vardığı sonuca da ulaşmamıştır. Madelung’un bu kanaate varmasının sebebi, onun Bergstrasser’in istidlal yönteminden etkilenmiş olması ve Strothmann’ın Ebû Hâlid’in Mecmû’u rivayet eden biricik kişi olması hususundaki kuşkusundan tamamen kurtulamamış olmasıdır. Sezgin, age, I (3. cüz), 318; Madelung’un, araştırmasında vardığı başka “bir sonuç da şudur: Joseph Sshacht’ın Şiî fıkhının gelişmesini tasviri bir çok noktada doğru değildir. Mesela, Şiî fıkhının ortaya çıkışının ilk zamanlara kadar uzandığı ve fıkıh mezhepleri ile Şiî fıkıh medreselerinin gelişiminin yan yana geliştiği görüşü böyledir. Sezgin, ae, I (3. cüz), 318. 44 “Strothmann’ın görüşünün aksine o (Mecmû’u’l-Fıkh) bize ulaşan ilk fıkıh kitaplarından bir kanun müdevvenesi sayılır.” Sezgin, age, I (3. cüz), 323. 45 Abdulvâsi’ b. Yahyâ’nın rivayet zinciri kendi ifadesine göre şöyledir: “Bu Müsnedi, İmamü’l-Velî Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali (Allah’ın selamı üzerlerine olsun)’nin Mecmû‘u’nu on tarikten, San‘a alimlerinden on şeyhimden rivayet ediyorum. Onlardan biri, şeyhimiz ve halen İstinaf Meclisi başkanı Kadı Hüseyin b. Ali e-‘Ümerî’den dinleyerek onun lafızlarıyla başından sonuna kadar sema’ ve kıraat yoluyla 1315/1898 yılında Zi’l-ka‘de ayında yaptığım rivayettir. O da çeşitli tariklerden rivayet etmiştir. Birisi şeyhi Kasım b. Hüseyin b. el-Mansûr’dan kıraat yoluyla yaptığı rivayettir. O da yine kıraat yoluyla şeyhi Hüseyin b. Abdirrahman el-Ekve‘den rivayet etmektedir.” (Abdulv’asi’ b. Yahyâ, Müsnedü’l-İmâm Zeyd b. Ali adlı eserin mukaddimesi, s. 34). 17 konuda müstakil araştırmalara konu olabilecek ölçüde daha da genişleyerek devam etmiştir. Abdulvâsi’ b. Yahyâ’nın mukaddimesinden Zeydiyye muhitlerinde bilinen bir eser olduğu anlaşılan ve el-Mecmû’un en geniş şerhi durumundaki, San’anî (ö. 1221/1806)’nin46 er-Ravzu’n-Nadir adlı eserinin 1930’lu yıllarda neşredilmesi47 müellifinin yüz sayfayı aşan mukaddimesinde el-Mecmû’un Zeyd b. Ali’ye nispeti yanında eserin muhtevasıyla ilgili iddiaları daha derinlemesine tahlil edip bunları aklî ve naklî delillerle reddeden kendinden emin yaklaşımıyla bu eser lehindeki kanaatleri güçlendirmiş gözükmektedir. Nitekim Muhammed Ebû Zehre (ö. 1974) da İmam Zeyd adlı müstakil araştırmasında el-Mecmû ile ilgili müspet kanaatini ortaya koyarken, büyük ölçüde San’anî’nin bu eserine dayanmıştır. Ancak meselenin daha çok el-Mecmû’un lehine güç kazanması, eserin doğası gereği üzerindeki kuşkuların kalkmasına yetmemiştir. San'anî’ye göre, el-Mecmû’l-fıkhî sahip olduğu şu özellikleri sebebiyle bu alanda telif edilmiş en güzel kitaplardan biridir: Râvîlerinin parlaklığı, bütün yönleriyle üstünlük vasıfları elde etmesi, sünen ve âsar konusunda yapılmış ilk tasnif olması, telif edildiği asrın Peygamberimizin “Ümmetimin en hayırlıları benim muasırlarımdır. Sonra onları takip edenler, daha sonra da onların peşinden gelenlerdir” hadisiyle övülen bir asır olması, senedinin Ali b. Hüseyin (ö. 94/713) ve onun soyundan gelenleri ve Hz. Peygamberin Ehl-i beyt’ini, muhacîr ve ensârın çocuklarını beşerin en hayırlılarını ihtiva etmesi.48 el-Mecmû’un Zeyd b. Ali (ö. 122/740)’ye nispeti konusunda yüzyılımızda doğulu ve batılı ilim adamları arasında meydana gelen tartışmalardan başka, geçmişte de bir kısım tartışmaların yapıldığını San’anî (ö. 1221/1806)’nin bu eserinde, bir arada görebilmekteyiz. San’anî, el-Mecmû’a şerh olarak kaleme aldığı bu eserinde, ehli cerh diye bilinen ünlü hadis alimleri tarafından eseri Zeyd b. Ali’den tek başına rivayet etmesiyle söz konusu tartışmaların merkezi durumundaki Ebû Hâlid Amr b. Hâlid el-Vâsıtî (ö. 150/767)’ye yöneltilen eleştirileri yedi maddede özetlemiştir:49 46 Şevkânî, ilim tahsili esnasında pek çok yerde kendisinden yedi yaş küçük olan San’anî ile birlikte okuduklarını, aralarında yazışmalar ve çeşitli meselelerde mübaheseler olduğunu, övgüye değer pek çok çalışmaları olduğunu, Zeyd b. Ali’nin Mecmû’unu şerh çalışması devam ederken vefat ettiğini bildirmektedir. Şevkânî (ö. 1250/1834), Muhammed b. Ali, el-Bedru’t-Tâlî, I-II, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut ts., I, 214-215. 47 San’anî, Şerefuddin Hüseyin b. Ahmed, er-Ravzu’n-Nadîr Şerhu Mecmû’i’l-Fıkhi’l-Kebîr, I-IV, Matbaatü’s-Sa’ade, Kahire 1347-1349/1928-1930. 48 San’anî, age, I, 7. 49 San’anî, age, I, 33-46. 18 1) Yalancılık ve hadis uydurmakla suçlanması, 2) Sayadile50 denilen kişilerden bazı sahifeler satın alıp onları hadis olarak rivayet etmiş olması, 3) Mecmû’da Zeyd b. Ali’den yaptığı rivayetlerde uydurma olduğunun belirtilmiş olması, 4) Ebû Hâlid’in uydurduğu söylenilen bazı hadisleri Zehebî (ö. 748/1347)’nin zikretmiş olması ve bunları rivayetinin onun hakkındaki suçlamaları doğruladığı iddiası, 5) Ehl-i beyt’in faziletlerine dair rivayetler yapmış olması sebebiyle Ebû Hâlid’in cerh edilmesi, 6) Ebû Hâlid’in Zeyd b. Ali’den rivayetinde tek kalmış olması, 7) Asrındaki hadis hafızlarına karışmaması, Zeyd’e bağlanıp onunla yetinmesi. San’anî (ö. 1221/1806) bu iddialara kendinden önceki şârihlerden ve Zeydiyye alimlerinden nakillerde bulunmakla yetinmeyerek meseleleri hadis usulu zemininde tartışıp uzunca cevaplar vermiş ve el-Mecmû’un, Ebû Hâlid Amr b. Hâlid (ö. 150/767)’den güvenilir bir tarîk ile Zeyd b. Ali’ye nispet edilmesinin sahih olduğunu ispatlamaya çalışmıştır.51 Ona göre, Ebû Hâlid (ö. 150/767)’in rivayet ettiği hadislerin metinleri muteber hadis kitaplarında vardır. Onu cerh eden hadis ricali alimleri de hatadan masum değildirler. Ebû halid sika bir râvî olup rivayetinde zan üzere değildir. Ehl-i beyt imamları onu âdil saydıklarından cerh ve tadil tearuz etmektedir. Cerh ve tadilden hangisinin üstün olduğunu tespit etmek için karinelere başvurulması gerekmektedir. Onu tadil edenlerin cerh edenlerden sayıca fazla olması ve ondan sika râvîlerin rivayette bulunması; onu kötüleyenlerin, cerh ve tadilin şartlarından biri olarak kabul edilen cârih ile mecrûh arasında mezhep birliği bulunması ilkesine aykırı bir şekilde, mezhep taassubuyla Şiîliğinden ötürü kötülemiş olabilecekleri gibi karineler nedeniyle onun tadiline dair görüş râcih 50 Sayâdile: “es-Saydeletü” ıtr satışı; “ilmu’s-saydale” akâkîrin özelliklerinden, ilaçların terkiblerinden ve bununla ilgili şeylerden söz eden ilim demektir. es-Saydalî ve es-saydalânî ise ilaç satıcısı demektir. Çoğulu sayâdiletü’dür. Bkz. Mahmûd Abdurrahman Abdulmun’îm, Mu’cemu’l-Elfâzi’l- Fıkhiyye, Dâru’l-Fadîle, I-III, Kahire, ts., II, 400. Sayâdile kelimesi, fukahâ için kullanılan tabîbler kelimesine karşın, hadis rivayet ederek onlara malzeme temin eden hadisçiler için kullanılmıştır. İmam Şafîi’nin ashabu’l-hadis’ten bazılarına “entüm es-sayâdiletü ve nehnu’l-etibbâü” dediği rivayet edilmiştir (Zehebî, Nübelâ, X, 23); Ebû Ca’fer et- Tahavî’nin, Dimeşkli muhaddis Ebû Süleymân Muhammed b. el-Kâdî Abdullah b. Ahmed’in tasniflerine bakıp onları inceledikten sonra ona, “Ey Ebû Süleymân, “entüm es-sayâdiletü ve nehnu’l-etibbâü” dediği rivayet edilmiştir (Zehebî, Nübelâ, XVI, 441). Rivayet edildiğine göre bir adam, Ebû Hanife’nin de yanında olduğu bir sırada A’meş ’e gelerek ona bir mesele sordu. A’meş Ebû Hanife’ye dönrek ona cevap vermesini istedi. Ebû Hanife meseleyi halledince, A’meş, “bu cevabı nereden buldun” dedi. Ebû Hanife, “senin hadîsinden” deyince, A’meş, “nahnu sayâdiletü ve entüm atibbâü” dedi (Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-Mütefakkih, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, I-II, Beyrut 1400/1980, II, 84). eş-Şa’bî (ö. 103/712) de, kendi döneminde yaygınlık kazanan, hadisçilerin eczacı, fakihlerin doktor olduğu benzetmesini kabul etmiş ve şöyle demiştir: İnnâ lesnâ bi’l-fukahâi ve lâkinnâ semi’nâ’l-hadîse fe-raveynâhu.” Hatîb el-Bağdâdî, İktidau’l-İlm ve’l-Amel, s. 145’ten naklen; Görmez, age, s. 59. Bu açıklamalar ışığında Sayâdile kelimesinin temel anlamda eczacı ve eczane, mecaz anlamda da hadisçiler için kullanıldığı söylenilebilir. 51 San’anî’nin bu iddialara karşı ortaya koyduğu delillere ikinci bölümde temas edilecektir. 19 olmaktadır.52 Ebû Hâlid (ö. 150/767), ilkesel olarak âdil olduklarına hükmedilen, meşhur hadisçilerin ve fakihlerin içinde bulunduğu tebe-i tabiîn tabakasındandır ve onun hadis uydurduğuna dair iddialar ispatlanamamıştır. Ebû Hâlid’i tanıyanların hiçbirinden onunla ilgili bir söz nakledilmemiş, ancak sonrakilerden bazı sözler nakledilmiştir.53 Daha önemlisi, Ehl-i beyt alimleri bu iddiaları kabul etmemişler ve onun hadislerini rivayet etmeye devam etmişlerdir.54 Onun uydurduğu iddia edilen hadislerin ise, ki Zehebî (ö. 748/1347) Mîzan’da bunların beş tane olduğunu belirtmiştir, lafzî veya manevî bir çok şâhidi vardır.55 Ebû Hâlid, Zeyd b. Ali’den rivayetinde teferrütte kalmasında da ma’zurdur. Çünkü onunla birlikte Zeyd b. Ali’den hadis dinleyenler öldürülmüşlerdir.56 Rivayet ettiği hadislerin Sünen ve Müsned adlı kitaplarda başka tarîkleri de vardır. Onun rivayet ettiği haberler arasında Ehl-i beyt’in çoğunluğunun mezhebine aykırı bazı rivayetler bulunması onun yalancı olmadığının başka bir delilidir. Ayrıca, infirad iddiası kabul edilse bile, bir hadis teferrüdü sebebiyle illetli sayılmaz.57 Ebû Hâlid’in bazı hadislerini, el-Hâdî, Kâsım b. İbrahim (ö. 246/860) gibi Ehl-i beyt imamlarının kabul etmemiş olmasının nedeni, onda bir cerh bulunması değil, başkalarının rivayetini onun rivayetine tercih etmeyi gerektiren bazı sebeplerin bulunmasıdır. Zira onlar Ebû Hâlid’de bir cerh nedeni görselerdi, onun diğer hadislerini de almazlardı.58 Müsnedü’l-İmam Zeyd adlı neşre ilave edilmiş olduğu gibi bu şerhin de, zamanın ileri gelen bir kısım Sünnî fakîhlerin eser hakkındaki olumlu mütalaalarını bildiren takrizlerle59 birlikte yayımlanması, eseri sahiplenmiş olan Zeydiyye tarafları ile onlara muhalif iki kesim arasında cereyan eden bir tartışma hüviyetinden çıkarıp Sünnî fukaha ve hadisçiler arasında da tartışılan bir konu haline getirmiş gibi gözükmektedir. Sözgelimi, yukarıda temas edilen takrizlerde genel olarak Zeydiyye mezhebi övülüp el-Mecmû’un dört mezhep ile büyük ölçüde uyumlu yapısına dayanılarak onun sıhhatine dair kanaat kuvvetlendirilirken diğer taraftan bu takriz sahipleri, Mısırlı âlim Ahmed Muhammed Şakir (ö. 1958) tarafından ağır bir 52 San'anî age, I, 28-35. 53 San'anî age, I, 39, 40. 54 San'anî age, I, 38. 55 San'anî age, I, 40-44. 56 San'anî age, I, 44. 57 San'anî age, I, 44-45. 58 San'anî age, I, 47. 59 Müsned’in mukaddimesinde takrizleri neşredilen zâtlar şunlardır: Muhammed Bahît el-Mutî’î el- Hanefî, Abdulkâdir b. Ahmed Bedrân, Abdu’l-Mu’tî es-Sekâ eş-Şâfiî, Bekr b. Muhammed Âşûr el- Hanefî. er-Ravzu’n-Nadîr’deki takrîzlerin sahipleri de şunlardır: Muhammed Sa’îd el-Urfî (el-Abbâs b. Ahmed b. İbrâhîm b. Ahmed el-Yemenî, Tetimmetu’r-Ravdi’n-Nadîr, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1349/1930, ss. 336-348); Muhammed Bahît el-Mutî’î el-Hanefî, Yûsuf ed-Decevî, Mustafa Ebû Yûsuf el-Hamâmî, Muhammed Zâhid el-Kevserî, Ahmed Muhammed es-Sıddîk el-Hasenî el-Mağribî, Muhammed Zeynülâbidîn el-Hüseynî el-Kürdî (ae, ss. 331-344). 20 şekilde eleştirilmiştir.60 Bu takriz sahiplerinden Muhammed Bahît el-Mutî’î, el- Mecmû’u ve şerhi er-Ravzu’n-Nadîr’i övmekte, muhtevasının mezheplerdeki görüşlere özellikle Hanefî mezhebine uygun olduğunu belirterek râvîsi hakkındaki dedikoduları önemsememektedir.61 Ezher alimlerinden Şeyh Yusuf ed-Decevî, el- Mecmû’daki hükümlerin dört mezheptekilerin dışına çıkmadığını ve şaz bir hüküm içermediğini ifade etmektedir.62 Ezher alimlerinden Şeyh Mustafa Ebu Yûsuf, el- Mecmû’daki rivayetlerle amel edilip edilemeyeceği meselesinde el-Mecmû’un sıhhatine dair görüşü tercih etmek için iki noktaya dayanmayı yeterli görmektedir: 1) Ehl-i beyt’in bunlarla amel etmesi ve bunları rivayet etmesi onun doğruluğuna delildir. 2) İçindekiler sahih kitaplardaki usul ve furua uygundur. Bu kitabın mevzu olduğu farzedilse bile içindekilerin inkarı mümkün değildir. “Sonuç olarak bu Mecmû’nun içindekilerle amel etmek, mezheplerimizle ve usul ile furû kitaplarımızdaki hükümlerle amel etmek demektir.”63 M. Zâhid el-Kevserî, el- Mecmû’daki hükümlerin yaklaşık dörtte üçünün Ebu Hanife’nin ashabından olan Irak fakihlerinin fetvalarıyla uyuştuğunu, geriye kalan dörtte birinin de kendi münferit görüşleri ile Şâfiî (ö. 204/820) ve Mâlik (ö. 179/795)’in görüşleriyle uyuşanlar olmak üzere üç kısma ayrıldığını belirtmektedir. Bu durumda, o konuda daha derin manalara vakıf olanların tek kaldıkları bazı meseler hariç, infirat meselelerinde cumhurun görüşünün daha kuvvetli olduğunu ifade tmektedir.64 el-Kevserî’ye göre, el-Mecmû’da Zeydîlerin münferit görüşleri azdır ve aslında bu görüşler seleften bazılarının görüşlerine uygundur.65 el-Mecmû’, Zeyd b. Ali’nin mezhebinin kaynağıdır ve Ehl-i beyt’in fakihleri ona itimat etmiş olup onu kabul ile karşılamışlar, nesilden nesile onu rivayet etmeye ve tedris etmeye devam etmişlerdir.66 Muhammed Ebû Zehre (ö. 1974), İmam Zeyd isimli çalışmasında, el-Mecmû’un Zeyd b. Ali’ye nisbeti konusunu, büyük ölçüde San’anî (ö. 1221/1806)’den 60 A. M. Şakir’in ifadesi şöyledir: “Maalesef Ezher ulemasının önde gelenlerinden bir kısmı, bu kitap içinde Allah elçisi adına söylenmiş yalanların bulunduğu bilgisini araştırmaksızın ve sahîh olanı sakat olandan ayırabilecek ölçüde bilgi sahibi olmayan halkın, bu yalanlar için düzülen methiyelere atılan imzalara güvenerek aldanacakları sonucuna aldırmaksızın kitaba takrîzler yazdılar.” (İbn Hazm, Muhallâ, Mektebetü’l-Cumhûriyeti’l-Arabiyye, I-XII, Mısır 1387/1967, II, 103, 3. dipnot). 61 Bkz. el-Abbâs b. Ahmed, age, s. 332. 62 Bkz. el-Abbâs b. Ahmed, age, s. 333. 63 Bkz. el-Abbâs b. Ahmed, age, s. 335-336. 64 Bkz. el-Abbâs b. Ahmed, age, s. 339. 65 el-Abbâs b. Ahmed, age, s. 339. 66 el-Abbâs b. Ahmed, age, s. 341. 21 yararlanarak yeniden ele almıştır.67 Ebû Zehre’nin, Zeydiyye mezhebinin fıkıh usulünü de incelediği bu çalışması, San’anî’nin kanaatlerini teyit etmekle birlikte, konuyu tartışmaya açık bırakmış gözükmektedir. Nitekim İmam Zeyd el-Müfterâ Aleyh adlı eserinde Salih Ahmed el-Hatîb, el-Mecmû’ hakkındaki tartışmayı, Ebû Zehre üzerinden sürdürmüştür. O, bu çalışmasında, Ebû Zehre’nın San’anî (ö. 1221/1806)’den iktibasla ortaya koyduğu düşünceleri reddetme çerçevesinde kalmıştır. Halbuki Şerh’te Ebû Zehre’nın temas etmediği bazı akli ve naklî delillerin serdedildiği bir takım münakaşalar vardır ki, el-Hatîb bunlara değinmemiştir. Mesela, Sananî “el-Mecmû’da uydurma olduğu iddia edilen hadisler, onun tamamının uydurma olduğunu gösterir mi?” diye sormakta, üstelik uydurma olduğu iddia edilen hadislerin de diğer kaynaklardan şâhitlerini ve mütâbi’lerini bularak bunların mevzu olduğu iddiasını reddetmektedir. Ayrıca el-Hatîb, fikrini, cerh ve ta’dil ilmiyle uğraşan Ehl-i sünnet hadis alimlerinin yanılmazlığı ve mezhep ayrılığının ele aldıkları râvî hakkındaki kanaatlerine tesir etmediği kanaati üzerine oturtmuş gibidir. el-Hatîb, cârihlerin Ebû Hâlid (ö. 150/767) hakkındaki ‘kezzâb’ (yalancı) lafzını müfesser bir cerh ifadesi olarak görmekte, el-Mecmû’u ve râvilerini savunan bütün yaklaşımları bu iddianın doğru olduğu tezi üzerine temellendirmektedir. Halbuki Zeydî alimlerin Ebû Hâlid’i tezkiye edip cârihleri eleştiren yaklaşımları yanında bazı Sünnî alimlerinin de benzeri yaklaşımları vardır. Meselâ, Zeylâ’î, Buhârî (ö. 256/870)’nin Ebû Hanife (ö. 150/767) mezhebine karşı şiddetli bir taassup ve tahammülsüzlükle Ebû Hanife’den hiçbir hadis almadığını, hatta onun, “kale Rasûlullâh” diyerek bir hadis zikrettikten sonra, arkasından Ebû Hanife’yi kastedederek “bazı insanlar da şöyle şöyle dedi.” diyerek ona muhalefet ettiğini; “es-salâtü mine’l-îmân” başlığı altında Ebû Hanife’yi reddetmek amacıyla hadisler zikrettiğini belirtiyor.68 el-Mecmû’un Zeyd b. Ali’ye nispeti konusu, İslâm hukukunun tedvinini konu edinen bazı Müslüman araştırmacıların eserlerinde de incelenmiştir. M. Yûsuf Musa, sözünün nihayetinde, meşhur fıkıh mezheplerinin ortaya çıkmasından önceki devirlerde böyle bir eserin yazılmış olmasının fıkıh tarihi bakımından öneminin 67 Ebû Zehre, Muhammed, İmam Zeyd (çev. Salih Parlak-Ahmet Karabaha), Şafak Yay., İst. 1993. Ebû Zehre’nin ele aldığı iddialar şunlardır: Ehl-i sünnet’ten büyük âlimler tarafından Ebû Hâlid el- Vâsıtî’nin yalancılık ve hadis uydurma iddiası ile nitelendirilmesi, Ebû Hâlid el-Vasıtî’nin Sayadile’den bazı sayfalar aldığı ve onları hadis olarak rivayet ettiği iddiası, Ebû Hâlid’in Ehl-i beyt’i övgüde aşırılığa kaçtığı iddiası, el-Mecmû’un içerdiği bazı hadislerin uydurma olduğu iddiası, Hz. Ali’den yapılan rivayetlere aykırı düştüğü iddiası, Ebû Hâlid’in Mecmû’u tek başına rivayet etmiş olması, Mecmû’un senedinin Zeyd’e varmadan kesintiye uğraması (bkz. age, s. 217-239). 68 Zeyla’î, Cemâluddîn Ebû İbrâhîm Abdulah b. Yûsuf, Nasbu’r-Râye li’l-Ehâdîsi’l-Hidâye, I-IV, el- Mektebetü’l-İslâmiyye, Riyad 1393/1973, I, 355-356. 22 büyük olduğunu belirtmekle birlikte, şu nedenlerle onun Zeyd b. Ali’ye ait olmadığı kanaatini ifade eder: 1) Telif edildiği çağa göre eserin çok düzenli olması; buna karşılık Ebû Hanife (ö. 150/767) ve İmam Mâlik (ö. 179/795)’in bundan haberdar olmaması, 2) Ebû Hâlid (ö. 150/767)’in tek başına rivayeti ve yalancı olduğu kanaatini veren kişiliği; ayrıca Şiî bir tarihçi olduğu halde, İbnü’n-Nedîm (ö. 385/995)’in bile “el-Fihrist” adlı kitabında bu esere yer vermeyişi.69 Hadis alanındaki çalışmalarıyla bilinen Muhammed Accâc el-Hatîb ise bu konudaki kanaatini şöyle ifade etmiştir: “Bana göre tercihe şayan olan şudur: Ebû Hâlid, Zeyd b. Ali’den hem hadis hem de fıkıh dinlemiş, sonra da bunları iki kitap halinde tertip etmiştir. Bütün bunlar Mecmû’un Zeyd b. Ali’ye nispetine etki etmez.”70 Hadis ricâli alimleri nezdinde el-Mecmû’ul-Fıkhî’nin güvenilirliğinin tartışılır olması yanında çeşitli nedenlerle Zeyd b. Ali’nin fıkhı ve hadisleri Sünnî fıkıh ve hadis literatüründe nadiren yer bulabilmişken İmamiyye Şiası’nın temel kaynaklarında Zeyd b. Ali’nin ve öğrencilerinin isminin daha çok yer tutması dikkatimizi çekmiştir. el-Mecmû’un Şiî fıkıhla uyumlu hükümlerinin yanında ona muhalif hükümleri de içeren yapısıyla Ca’ferî fıkhı açısından daha etkili sonuçlar doğurabileceği düşüncesinden hareketle, Ca’ferî alimlerin bu eseri değerlendirmemiş olamayacaklarını düşündük. Ancak Şia literatürü üzerine asrımız alimlerinden Muhsin el-E