T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLAM TARİHİ BİLİM DALI TABERÎ TEFSÎRİ’NDE SİYER RİVAYETLERİ (MEDİNE DÖNEMİ) (DOKTORA TEZİ) MUSTAFA SOYCAN BURSA - 2019 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLAM TARİHİ BİLİM DALI TABERÎ TEFSÎRİ’NDE SİYER RİVAYETLERİ (MEDİNE DÖENEMİ) (DOKTORA TEZİ) MUSTAFA SOYCAN BURSA – 2019 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Mustafa SOYCAN Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü Anabilim Dalı : Sosyal Bilimler Enstitüsü Bilim Dalı : İslam Tarihi ve Sanatları Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : XV + 359 Mezuniyet Tarihi :…. / …. / 2019 Tez Danışman(lar)ı : Prof. Dr. Adem APAK TABERİ TEFSİRİ’NDE SİYER RİVAYETLERİ (MEDİNE DÖNEMİ) Kur’ân, süreç içerisinde ortaya çıkan İslâmî ilimlere hem kaynaklık etmiş, hem de bu ilimlerle ilgili ilkeler, amaçlar tayin ederek çerçevesini belirlemiştir. Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in örnekliğini nazara vermesi ve sireti hakkında bazen tafsili, bazen de icmali bilgiler vermesi Siyer ilminin ortaya çıkmasını netice vermiştir. Kur’ân’ın konuları kendine özgü bir üslupla sunması Siyer’le ilgili âyetlerin tespitinin yapılmasını zorlaştırmaktadır. Klasik siyer kitaplarında Siyer’le ilgili âyetler konuların takdiminde daha çok bağdaştırma amaçlı olarak yer verilmiş, âyetin bağlamı ve mânaya delâletini tespit etme çoğunlukla söz konusu olmamıştır. Siyer yazımında Kur’ân’dan yararlanmak için hem konuyla ilgili âyetlerin bağlamının hem de mânaya delâletinin vuzuha kavuşturulması gerekiyor. Bu güçlüğü aşmak için Tefsir ilminden yararlanmamız kaçınılmazdır. Siyer-Tefsir ilişkisini ortaya koyma adına ilk dönem tefsirinin zirvesi diyebileceğimiz Taberî tefsirinin önemli bir yeri vardır. Taberî, Kur’ân’ın bütünlüğü, âyetin bağlamı, sahih hadis, icmâ, tarihi ve sosyal gerçeklik, tabii gerçekler, akli gerçekler, Arapça’nın temel özellikleri, zâhir anlam, nesh gibi bir takım ilkelere başvurarak siyer-tefsir ilişkisini tespit etmeye çalışmıştır. Anahtar Sözcükler: Taberi, Tefsir, Siyer, Kur’ân, Tarih vi ABSTRACT Name and Surname : Mustafa SOYCAN University : Bursa Uludag University Institution : Social Sciences Institution Field :Islamic History and Arts Branch :Islamic History Degree Awarded Social Science Institution : Master/PhD Page Number : XV+359 Degree Date …. / …. / 2019 : Supervisor (s) Master / PhD Prof. Dr. Adem APAK SİYER TEXTS İN THE COMMENTARY OF TABARİ (MEDİNE PERİOD) The Qur'an has been the source of Islamic sciences, both by providing basic principles of these sciences and determining the objectives defines the framework. The fact that the Qur'an took into account the example of the Prophet and gave some detailed and sometimes brief information about his prophetic has resulted in the emergence of the prophetic science. The fact that the Qur'an presents its subjects in a unique way makes it difficult to determine the verses related to the prophetic. In classical prophetic books, verses related to prophetic were mostly involved in reconciliation, and the context and meaning of the verse were often not mentioned. To use the Qur'an in prophetic writing, both the context of the verses and the meaning of the verses should be clarified. In order to overcome this difficulty, it is inevitable to benefit from the science of exegesis. To reveal the relationship between prophetic and exegesis, the Taberi tafsir, which we can call the summit of the first period exegesis, has an important place. Taberi tried to determine the relation of prophetic-exegesis by referring to a number of principles such as Qur'anic integrity, the context of the verse, authentic truth, icma(consensus), historical and social reality, natural reality, the possibilities of Arabic language, apparent meaning, abrogation. Keywords: Qur’an, Tafsir, Siyer(prophetic), History, Taberî vii ÖNSÖZ Kur’ân-ı Kerîm son ilahi hitaptır. Bundan dolayı başlangıçtan günümüze kadar birçok çalışmaya konu edilmiş, süreç içerisinde ortaya çıkan İslâmî ilimler için de en sahih bilgi kaynağı olmuştur. Vahyin çoğu kez somut, yaşanan olaylar üzerinden nazil olması Kur’ân’ın nazil olduğu dönemin tarihsel bir bilgi kaynağı olmasını gerekli kılmaktadır. Fakat Kur’ân-ı Kerîm, nüzûl keyfiyetinden dolayı Siyer’le ilgili bilgileri bir bütün halinde değil, amacını gerçekleştirmek için özgün bir üslupla farklı âyet ve sûrelerde yer vermiştir. Bundan dolayı Siyer’le ilgili âyetlerin tespitinin yapılarak sistematik bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Bu yapılırken de Kur’ân’ın kendine özgü bir kavramsal yapısı, âyetlerin nâzil olduğu ortam ve şartlar tespit edilerek zaman ve mekân bağlamı dikkate alınmalıdır. Kur’ân ilimlerinden sebeb-i nüzûl bir ölçüde bunu yapmaya çalışmıştır. Kur’ân’da Siyer’le ilgili rivayetlerin tarihi bağlamını ortaya koymak için Tefsir’den ve Siyer’den yararlanmamız gerekmektedir. Tefsir ilminde hem sebeb-i nüzûl bağlamında, hem de âyetleri açıklamak için Siyer rivayetlerinden yararlanılması Kur’ân’ın Siyer’le sıkı ilişkisini göstermektedir. Tefsir-siyer ilişkisini ortaya koymak için yaralanabileceğimiz birçok kaynak bulunmaktadır. Fakat bu kaynaklardan İbn Cerîr et-Taberî’nin “Câmiu’l-Beyân an Te’vîli âyi’l-Kur’ân” adlı ilk dönem Kur’ân tefsiri, ilk üç asrın tefsir rivayetlerine yer vermesi ve müellifin bu rivayetleri âyetin bağlamı, Kur’ânî bütünlük, sahih hadis, icmâ, tarihi ve sosyal gerçeklik, tabii gerçekler, akli gerçekler, Arapça’nın temel özellikleri, zâhir anlam, nesh gibi bir takım ilkelere başvurarak değerlendirmesiyle diğer eserlerden ayrılmaktadır. Taberî’nin bu eserini değerli kılan bir diğer neden de onun tarihçi kimliği, dini ve beşeri ilimlerin birçoğunda otorite olmasıdır. Bundan dolayı Taberî ve eserleri birçok çalışmaya konu edilmiştir. Onun eserleri üzerindeki çalışmalar daha çok tefsirinin ve tarihinin özellikleri, tefsir ve tarih ilmine katkıları üzerine olmuştur. Taberî, ilâhi iradenin insan fiillerindeki tezahürünün tarihle, kelâmındaki iradesinin tefsirle açıklanabileceğini, bundan dolayı da tefsirle tarih arasında diyalektik bir ilişki bulunduğunu belirterek bu sahada iki klasik eserini telif etmiştir. Tarih’ul-Ümem ve’l Mülûk, adlı eserinde tarihi rivayetleri olduğu gibi kaydederken tefsirinde rivayetleri kritiğe tabi tutmuştur. Bu yaklaşımının neticesi olarak tefsirinde birçok siyer rivayetine ve bu rivayetler hakkında viii müfessirlerin ve kendisinin yorumlarına ver vermiştir. Fakat onun tefsirinde siyere kaynaklık edebilecek rivayetler hakkında her hangi bir çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmada Medine dönemiyle ilgili siyer rivayetleri ve bu rivayetlerle ilgili yorumlar konu bütünlüğü oluşturularak tespit edilmiştir. Taberî, tefsirinde siyer rivayetlerine daha çok âyetlerin sebeb-i nüzûlünü tespit amacıyla yer vermiş ve bu rivayetleri belli ilkeler doğrultusunda yorumlamıştır. Siyer rivayetlerini değerlendirirken âyetin bağlamı, Kur’ânî bütünlük, sahih hadis, icmâ, tarihi ve sosyal gerçeklik, tabii ve akli gerçekler, Arapça’nın temel özellikleri, zâhir anlam, nesh, umum (genel anlam) ilklerinden yararlanarak hem âyetin mânaya delâletini, hem de rivayetlerinin sıhhatini tespit etmeye çalışmıştır. Taberî’nin âyetlerin açık anlamını ve rivayetlerin sıhhatini sorgulamaya iten temel neden, âyetlerle ilgili birden çok rivayetin bulunması ve bu rivayetlerin birbirleriyle çelişmesi ve aralarının telif edilememesi oluşturmuştur. Onun bu eserindeki siyerle ilgili âyetler ve âyetler hakkındaki müfessirlerin ve kendisinin yorumları tespit edilerek Kur’ân merkezli siyer yazımına katkı sağlanması amaçlanmıştır. Taberî tefsirini esas alarak hazırlanan bu siyer çalışmasında Hz. Peygamber’in (s.a.) Medine hayatının ve davetinin ana hatları, önemli olayları ve sonuçlarını ortaya konmaya çalışılmış, bunun sonucunda da Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatında kim ve nasıldan ziyade niçini; temel prensipleri ve esasları ortaya konmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak tefsir, siyer ve hadis ilimleri kendilerine özgü yapıları gereği Hz. Peygamber’in (s.a.) anlaşılmasına dair farklı amaçlar doğrultusunda farklı metotlarla katkı sunmaktadırlar. Kur’ân merkezli bir sahih bir Hz. Peygamber (s.a.) tasavvuru oluşturabilmek için bu ilimlerin imkânlarından yararlanmamız gerekmektedir. Tarih, tefsir, hadis, fıkıh ve Arap dili gibi ilimlerde otorite sahibi olan Taberî’nin tefsirini esas alarak yaptığımız çalışmada bu eserdeki siyeri ilgilendiren konular bir plan dâhilinde sunulmaya çalışılmıştır. Ayrıca çalışmamızda konuyla ilgili âyetlerin anlamını ortaya koymak ve konu bütünlüğü sağlamak için klasik siyer eserlerinden İbn Hişâm’ın es- Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Sa’d’ın et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Vakıdî’nin Kitâbu’l-Meğâzî adlı eserleri ve Buhârî’nin Sahîh-i Buhârî’sinden de yer yer yararlanılmıştır. Bu eserlerde yer alan bilgilerle Taberî’nin verdiği bilgilerin bazen kesişmesi, bazen de çelişmesi daha kapsamlı çalışmaların yapılmasını gerekli kılmaktadır. ix Çalışmamızın konusunu tefsir-siyer ilişkisi oluşturduğu için âyetlerin meâli (bazı ilaveler tarafımızdan yapılmak üzere) Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlatılan “Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsîr” adlı eserden alınmıştır. Taberî tefsirinin muhtevasının genişliğinden dolayı çalışmamızda Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatının Medine dönemi incelenmiştir. Tez, giriş ve altı ana bölümden oluşmaktadır. Girişte siyer-tefsir ilişkisi, Taberî tefsirinin bu ilişkiye katkısı, Taberî’nin siyer rivayetlerini değerlendirme yöntemi, Kur’ân anlayışı, peygamber tasavvuru, peygamberlerin ve Hz. Peygamber’in (s.a.) ismeti konusundaki görüşleri hakkında bilgiler verilmiştir. I. Bölümde Hz. Peygamber’in (s.a.) risâlet görevinin on üç yılını geçirdiği Mekke dönemiyle bağlantı kurmak amacıyla Akabe Biatları ve Medine’ye hicreti konu edilmiştir. II. Bölümde Mekke müşrikleri ve diğer Arap müşriklerle münasebetler değerlendirilmiştir. III. Bölümde Resûlullah’ın (s.a.) çağdaşı Yahudilerin İslâm davetine karşı tavırları ve Müslümanlarla ilişkilerine yer verilmiştir. Taberî’nin konuyla ilgili bilgi vermediği için Hayber’in fethine yer verilmemiştir. IV. Bölümde Resûlullah’ın (s.a.) Habeş ve Necrân Hrıstiyanlarıyla ilişkileri ve Tebük seferi konu edilmiştir. V. Bölümde münafıkların özellikleri ve Resûllulah’la (s.a.) ilişkilerinin seyrine yer verilmiştir. VI. Bölümde Hz. Ebû Bekir’in hac emiri olarak görevlendirilmesi, veda haccı ve Resûlullah’ın (s.a.) vefatına yer verilmiştir. Tefsir-Siyer ilişkisi üzerinde çalışma yapmaya beni teşvik eden, çalışmamın konusu ve muhtevasını oluşturmak dâhil hiçbir konuda desteğini esirgemeyen çok kıymetli hocam Prof. Dr. Adem APAK’a minnetlerimi sunuyor, çok değerli katkıları için teşekkür ediyorum. İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................... ii DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU .............................................................. iii YEMİN METNİ ............................................................................................................. iv ÖZET ................................................................................................................................ v ABSTRACT .................................................................................................................... vi ÖNSÖZ ........................................................................................................................... vii İÇİNDEKİLER ............................................................................................................... x KISALTMALAR .......................................................................................................... xv GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 A. SİYER-TEFSİR İLİŞKİSİ ........................................................................................ 1 B. TABERÎ TEFSİRİ’NİN SİYER’E KAYNAKLIĞI AÇISINDAN ÖNEMİ ............ 4 C. TABERÎ’NİN SİYER RİVAYETLERİNİ YORUMLARKEN BAŞVURDUĞU TEMEL İLKELER ...................................................................................................... 10 1. Kur’an’ın Bütünlüğü ............................................................................................ 10 2. Sahih Haber ......................................................................................................... 11 3. İcmâ ..................................................................................................................... 13 4. Aklî Gerçekler ..................................................................................................... 14 5. Siyak-Sibak ilişkisi .............................................................................................. 16 6. Âyetin Zâhiri ........................................................................................................ 17 7. Nesh ..................................................................................................................... 18 8. Tabii Gerçekler .................................................................................................... 19 9. Tarihi ve Sosyal Gerçekler .................................................................................. 21 10. Umum, Genel Bakış ........................................................................................... 22 11. Arap Dili ............................................................................................................ 23 xi D. TABERÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ ............................................................... 24 E. TABERÎ TEFSİRİNİN ÖZELLİKLERİ ................................................................. 27 F. TABERÎ’NİN KUR’ÂN ANLAYIŞI...................................................................... 30 G. TABERÎ’NİN PEYGAMBER TASAVVURU ...................................................... 34 1. Peygamberlerin Misyonları ve Özellikleri ........................................................... 34 2. Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Yaşamı ........................................................... 38 3. Peygamberlerin ve Hz. Peygamber’in İsmeti ...................................................... 41 BİRİNCİ BÖLÜM AKABE BİATLARI VE HİCRET A. AKABE BİATLARI ............................................................................................... 55 1. Resûlullah’ın Akabe Biatları Öncesi Medinelilerle Münasebetleri ..................... 55 2. Akâbe Biatları ...................................................................................................... 56 B. MEDİNE’YE HİCRET ........................................................................................... 59 1. Hicretin Nedenleri ve Hicret Yolculuğu .............................................................. 59 2. Medine’ye Hicrete Mekke Müşriklerinin Tepkileri............................................. 68 3. Hicret Eden Müslümanlara Yakınlarının Tepkileri ............................................. 71 4. Bazı Müslümanların Hicretten Geri Kalmalarının Nedenleri .............................. 73 5. Hicret Sonrası Gelişmeler .................................................................................... 79 İKİNCİ BÖLÜM MEKKE MÜŞRİKLERİ VE DİĞER ARAPLARLA MÜNASEBETLER A. MEKKE MÜŞRİKLERİYLE MÜNASEBETLER ................................................ 85 1. Abdullah b. Cahş Seriyyesi .................................................................................. 85 2. Bedir Savaşı (H.2/M.624) .................................................................................... 88 a. Savaş Öncesi Gelişmeler .................................................................................. 88 b. Bedir Savaşı ..................................................................................................... 97 c. Bedir Savaşı’nda Meleklerin Yardıma Gelmesi ............................................. 106 d. Ganimetlerin Taksimi ve Esirlere Yapılan Muamele ..................................... 108 e. Bedir Savaşı’nın Sonuçları ............................................................................. 114 3. Uhud Savaşı (H.3/M.625) .................................................................................. 122 xii a. Savaş Öncesi Gelişmeler ................................................................................ 122 b. Savaş .............................................................................................................. 130 c. Savaş Sonrası Müşrikleri Takip ..................................................................... 141 4. Hendek Savaşı (H.5/M.627) .............................................................................. 148 a. Savaş Öncesi Gelişmeler ................................................................................ 148 b. Kuşatma ve Kuşatma Esnasında Kureyza Yahudilerinin İhaneti .................. 151 c. Kuşatmanın Sona Ermesi ve Sonuçları .......................................................... 154 5. Hudeybiye Barış Anlaşması (H. 6./M.628) ....................................................... 157 a. Hudeybiye Seferi Öncesi Yaşanan Gelişmeler .............................................. 157 b. Sefere Çıkış ve Anlaşma Öncesi Diplomatik Temaslar ................................. 158 c. Rıdvan Biatı .................................................................................................... 162 d. Hudeybiye Barış Anlaşması ........................................................................... 164 e. Anlaşmaya Tepkiler ve Anlaşmanın Sonuçları .............................................. 167 6. Mekke’nin Fethi (H.8/M/628) ........................................................................... 176 a. Fethi Gerekli Kılan Sebebler .......................................................................... 176 b. Mekke’nin Fethi ve Fetih Süresince Yaşanan Gelişmeler ............................. 179 B. DİĞER MÜŞRİK ARAPLARLA İLİŞKİLER ..................................................... 186 1. Racî‘ Olayı (H.4/M.625) ................................................................................... 186 2. Bi’ru Maûne Olayı (H.4/M.624) ........................................................................ 188 3. Müreysi (Mustalikoğulları) Gazvesi (H.5/M.627) ............................................. 191 4. Huneyn Savaşı (H.8/M.630) .............................................................................. 195 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YAHUDİLERLE İLİŞKİLER A. İSLAM ÖNCESİ MÜŞRİK ARAPLARLA YAHUDİLERİN MÜNASEBETLERİ ............................................................................................. 199 B. RESÛLULLAH’IN YAHUDİLERLE İLİŞKİLERİ ............................................ 202 1. Resûlullah’ın Yahudileri İslâm’a daveti ............................................................ 202 2. İslâm Davetine Karşı Tutumları ........................................................................ 205 3. İslâm Toplumunun Oluşumunu Engelleme Çabaları......................................... 219 4. Resûlullah’ın Risâletine Karşı Tartışmacı Tavırları .......................................... 222 xiii 5. Şeriatlarını Tahrif Etmeleri ................................................................................ 226 6. Kendilerinin Seçkin Ümmet Olduklarını İddia Etmeleri ................................... 231 7. Kıblenin Değişmesi Karşısındaki Tutumları ..................................................... 236 8. Alaycı ve İki Yüzlü Tavırları ............................................................................. 236 C. KAYNUKA KUŞATMASI (H.2/M.624) ............................................................. 240 D. BENİ NADÎR KUŞATMASI (H.4/M.625) .......................................................... 246 1. Ka’b b. Eşref’in öldürülmesi ............................................................................. 253 E. BENÎ KUREYZA KUŞATMASI (H.5/M.627) ................................................... 255 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HRISTİYANLARLA İLİŞKİLER A. HABEŞ HRISTİYANLARIYLA İLİŞKİLER ..................................................... 270 B. NECRÂN HRISTİYANLARININ MEDİNE’YE GELİŞLERİ ........................... 274 C. TEBÜK SEFERİ (H.9/M.630) ............................................................................. 283 1. Tebük Seferinin Nedeni ve Sefer Öncesi Gelişmeler ........................................ 283 2. Sefer Öncesi Münafıkların Tavrı ....................................................................... 285 3. Sefere Çıkış ........................................................................................................ 292 4. Sefere Katılmayanlara Karşı Resûlullah’ın Tavrı .............................................. 295 5. Mescid-i Dırâr ve Resûlullah TarafındanYıktırılması ....................................... 303 BEŞİNCİ BÖLÜM MÜNAFIKLARLA İLİŞKİLER A. MEDİNE’DE NİFAKIN ORTAYA ÇIKMA NEDENLERİ ............................... 307 B. MÜNAFIKLARIN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ .................................... 309 C. YAHUDİ VE MÜŞRİKLERLE İŞBİRLİĞİ YAPMALARI ............................... 314 D. RESÛLULLAH’IN MÜNAFIKLARA KARŞI TAVRI ...................................... 318 E. SAVAŞ ÖNCESİ MÜSLÜMANLARIN CESARETİNİ KIRMAYA ÇALIŞMALARI .................................................................................................... 324 F. SAVAŞ ZAMANINDA İSLAM ORDUSUNU ZOR DURUMDA BIRAKMALARI ................................................................................................... 325 G. MÜSLÜMANLARI BİRBİRİNE DÜŞÜRMEYE ÇALIŞMALARI .................. 331 xiv H. RESÛLULLAH’IN ŞAHSINI, UYGULAMALARINI VE AİLE FERTLERİNİ YIPRATMAYA ÇALIŞMALARI ........................................................................ 333 ALTINCI BÖLÜM HZ. PEYGAMBERİN VEFAATI A. HZ. EBÛ BEKİR’İN HAC EMİRİ OLARAK GÖREVLENDİRİLMESİ .......... 341 B. VEDA HACCI ...................................................................................................... 346 C. RESÛLULLAH’IN VEFATI ............................................................................... 348 SONUÇ ......................................................................................................................... 351 KAYNAKLAR ............................................................................................................ 355 ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................. 361 KISALTMALAR b. : ibn bk. : bakınız çev. : çeviren DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi ed. : editör h. : hicrî Hz. : Hazreti İSAM :Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi m. : miladi nşr. : neşreden ö. : ölüm tarihi (s.a.) : sallallahu aleyhi vesellem s. : sayfa ts. : tarihsiz ty. : tarih yok ve dğr. : ve diğerleri yy. : yayınevi yok 1 GİRİŞ A. SİYER-TEFSİR İLİŞKİSİ Kur’ân-ı Kerîm, Müslümanların gerek dini gerekse dünyevi hayatları için temel rehberdir. Bu nedenle Kur’ân, nüzûl döneminden günümüze kadar farklı zaman dilimlerinde ve coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar tarafından birçok çalışmaya konu edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in ilk muhatapları için İslâmî ilimlerin varlığından söz etmemiz söz konusu olmasa da İslâm’ın özellikle Hicaz bölgesini aşarak farklı coğrafya ve kültürlerle karşılaşması sonrası İslâmi ilimler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu süreçte Kur’ân, İslamî ilimlere hem kaynaklık etmiş, hem de bu ilimlerin muhtevası ve yönteminin oluşturulmasının esasını oluşturmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, tarihi olaylara, olgulara ve mübelliği Hz. Peygamber’in (s.a.) risâleti öncesi ve sonrası hayatı, davetinin seyrinin ana eksenini ve bunların aşkın boyutunu kendine özgü bir üslupla yer vermesi nedeniyle şüphesiz İslâm tarihi ve Siyer ’in en önemli kaynağı olmuş, hem de bu ilmin ana maksadını, metodunu ve temel ilkelerini belirlemiştir. Kur’ân’ın Resûlullah (s.a.) ve ashabının mücadelelerini kendine özgü bir üslupla yer vermesi Hz. Peygamber’in (s.a.) sîretinin nasıl anlaşılması gerektiğine dair temel verileri de sunmaktadır. Kur’ân, siyerle ilgili sunduğu bilgilerle Müslümanlara tarih şuuru kazandırmak, varlığı, olayları, insanı ve insan davranışlarını tutarlı bir şekilde anlamayı amaçlamaktadır. 1 İlâhi vahyi tebliğ ve tebyinle görevli peygamberlerin hayatı ve davetleri hakkında Kur’ân’da bazen tafsili, çoğu zaman da muhtasar bilgiler yer almaktadır. Peygamberlerin hayatı, risâlet görevlerini yerine getirirlerken kavimlerinin ve kendilerinin tutumları, mücadelelerin seyri ve neticesi, gönderildikleri toplumların sosyo-psikolojik ve ekonomik yapıları, dini ve ahlâki anlayışları, yöneticilerin ve toplumun ileri gelenlerinin davranışları, insanlara hem sünnetullahı, hem de tarihi (tarihi olaylarda ilahi irade ve kudretin taallukunu da nazara vererek) öğretmek amacıyla yer almaktadır. Yine 1 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul: İrfan Yayınları, 1995, I, 7-9. Muhammed Gazali, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, çev. Emrullah İşler, İstanbul: Düşün Yayıncılık, 2016, s. 67. Adem Apak, “Siyere Kaynaklığı Açısından Kur’an’ın Değeri ve Önemi”, İSTEM, S. 16 (2010), s. 10; Kur’an’ın tarihin kaynağı olması hakkında değerlendirmeler için ayrıca bkz. İmâdûddin Halil, İslam’ın Tarih Yorumu, çev. Ahmet Ağırakça, Istanbul: Risale Yayınları, 1988, s. 7-21; Abdulhamid Sıddıkî, Tarihin Yorumu, çev. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: Dübtaş Yayınları, 1978, s. 107-142. 2 Kur’ân’da Müslümanlara Allah’a ve Resûlü’ne itaat etmelerini, Hz. Peygamber’i (s.a.) kendilerine örnek almalarını ve onu sevmelerini emretmiştir. Bütün bu hususlar, Kur’ân âyetlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için, Müslümanları O’nun hayatı ve şahsiyetiyle yakından meşgul olmaya sevk etmiştir. Siyer, Megâzi ve Kısas-ı Enbiyâ türünden yazılmış eserlerin esasını teşkil eden bu muhtasar bilgiler İslâm âlimleri tarafından farklı kaynaklardan elde edilen haberler ve rivayetlerle daha da genişletilmiştir. İlâhi kelamın muhatabı olan insan doğal olarak bu Kur’ânî bilgileri anlama ve yorumlama sürecinde farklı sonuçlara ulaşmış, zamanla bilgi ile yorumun yer değiştirmesi veya iç içe girmesi de söz konusu olmuştur.2 Kur’ân’da özellikle Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatının her safhasına dair bazen tafsili; bazen de icmâlî bilgiler yer almaktadır. Kur’an’da Hz. Peygamber’in (s.a.) risâlet öncesi yaşamına dair verilen bilgiler özellikle mesajının vahiy kaynaklı olduğunu ortaya koymak için yer almıştır. Risâleti sonrası Mekke müşrikleriyle mücadelesi, müşriklerin davetine karşı tutumları ve nedenleri, hicreti, hicreti sonrası Medine’de İslâm toplumunun oluşması, savaşlar ve antlaşmalar; Yahudi ve Hrıstiyanlarla ilişkiler, farklı sûre ve âyetlerde yer almaktadır. Yine Kur’an’da münafıklar ve faaliyetleri, sahabenin faziletleri ve Resûlullah’la (s.a.) ilişkilerinin seyri, İslam’a hizmetleri yer almaktadır. Kur’ân’ın bütün bu hususlara kendine özgü bir üslupla yer vermesi Hz. Peygamber’in (s.a.) sîretinin nasıl anlaşılması gerektiğine dair temel verileri de sunmaktadır.3 Hz. Peygamber’in (s.a.) doğru anlaşılmasında Kur’ân’ın temel kaynak olarak alınması Kur’ân’dan başka bir belge ve bilgi kaynağına müracaat edilmeyeceği anlamına gelmez. Kur’ân bir yandan Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatına dair çoğu zaman icmali bilgiler vermekte ki bu Kur’an’ın “haber” yönünü ifade etmekte; neyin nasıl olması gerektiğini bildiren “inşâ” yönünün Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatında nasıl bir karşılık bulduğunu öğrenmek, ancak Kur’ân’ın yanında hadis, siyer ve tefsir kaynaklarından yararlanmak suretiyle mümkün olabilir. Fakat bu kaynaklardan istifade edilirken senet ve metin kritiği yapılarak elde edilen bilgiler Kur’ân-ı Kerîm ayetleri esas alınarak yeniden değerlendirilmelidir. Kısacası siyer konusunda yapılacak herhangi bir değerlendirmenin nihai ölçüsü Kur’ân olmalıdır. Kur'ân merkezli hazırlanacak siyerlerde öncelikle Hz. 2 Apak, a.g.m., s. 11. Mustafa Fayda, “Siyer Sahasındaki İlk Telif Çalışmaları.” Uluslararası Birinci İslâm Araştırmaları Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereler, İzmir: 1985, s. 357-358. 3 Apak, a.g.m., s. 9-18. 3 Peygamber’in (s.a.) “Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?”4 âyetinde ifade edildiği şekilde başlayan manevi yolculuğunun, “Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin.”5 “Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.”6 âyetlerinde tavsif edildiği şekilde nihaî kemâle nasıl ulaştığı, İslam davetinin geçirdiği safhaları, nihâi neticeye ulaşıncaya kadar yaşanan süreci en doğru bir şekilde anlamaya imkân sağlayacaktır.7 Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatına dair rivâyetler sadece siyer eserlerinde yer almamış, farklı alanlarda telif edilen eserlerde de yer almıştır. Kuşkusuz bunlar arasında en çok dikkat çekeni Hz. Peygamber’in (s.a.) tebliğine aracılık ettiği Kur’ân’ı anlamaya yönelik olan tefsir ilmidir. “Sarf, nahiv ve belâgat gibi dil bilimlerinden; esbâb-ı nûzûl, nâsih-mensuh, muhkem-müteşâbih gibi Kur’ân ilimlerinden; hadis ve tarih gibi rivayet ilimlerinden; mantık ve fıkıh usulü gibi yöntem bilimlerinden yararlanılarak Kur’ân’ın mânalarının açıklanmasını ve ondan hüküm çıkarılmasını öğreten ilim”8 olarak tanımlanan tefsirin Siyer’e ilgisiz kalması düşünülemez. Tefsir ilminde hem sebeb-i nüzûl bağlamında hem de âyetleri açıklamak için siyer rivayetlerinden yararlanılmıştır. Tefsir ilminde nüzûl sebeplerine verilen önem Kur’ân’ın Siyer’le sıkı ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Kur’ân’ın ait olduğu dönemin tarihiyle irtibat içinde olması, onu aynı zamanda çok zengin bir tarihsel bilgi kaynağı olarak kabul etmeyi gerekli kılar.9 Bunun yanı sıra Kur’ân-ı Kerîm, muhataplarını tavır ve davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine, değişik hal ve şartlara göre farklı zamanlarda âyet veya sûre şeklinde nâzil olduğundan konu bütünlüğü oluşturacak şekilde bir sıra izlememiştir. Konuları sistematik eserlerde olduğu gibi bir bütünlük içinde değil, amacına hizmet edecek şekilde özgün bir üslupla sunmuştur. Bundan dolayı muhtevayı oluşturan konular Kur’ân’ın başından sonuna yayılmıştır. Bu tertip şekli onun muhtevasını müstakil konu başlıklarına ayırarak eksiksiz bir şekilde vermeyi güçleştirmektedir. Bu güçlüğü aşmak için de günümüzde konulu tefsir çalışmalarına ağırlık verilmeye başlanmıştır. Siyerle ilgili âyetlerin tespitinin yapılarak sistematik bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Bu yapılırken de Kur’ân’ın kendine özgü bir kavramsal yapısı, âyetlerin nâzil olduğu ortam ve şartlar 4 Duhâ, 93/7. 5 Kalem, 68/4. 6 Ahzâb, 33/22. 7 Apak, a.g.m., s. 11-13. 8 Abdülhamit Birişık, “Tefsir”, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2011, C. 40, s. 281-290. 9 Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Ankara: Kitabiyat, 2004, s. 152-153. 4 tespit edilerek zaman ve mekân bağlamı dikkate alınmalıdır. Kur’ân ilimleri içinde bulunan sebeb-i nüzûl bir ölçüde bunu yapmaya çalışmıştır. Kur’ân’da siyerle ilgili rivayetlerin tarihi bağlamını ortaya koymak için bu noktada tefsirden ve siyerden yararlanılması gerekir. Fakat tefsir ve siyer kaynaklarıyla birlikte hadis, fıkıh gibi diğer İslâmî ilimlerden de istifade edilmelidir. Siyer ilmini temel kaynağı olan Kur’ân ve Hadis’in anlaşılması ve yorumlanmasında karşılaşılan sorunlar Siyer için de söz konusudur. Siyer, şer’i ilimlerle ilişkili, normatif yönü olması nedeniyle tarih yazıcılığından ibaret bir ilim değildir. Siyer tarih ilminin konusu olarak kabul edildiği takdirde Hz. Peygamber’in tarih ilminin nesnesi konumuna düşürülerekrek sıradan bir tarihsel şahsiyet olarak algılanması söz konusu olabilir. Hz. Peygamber ne tarih dışı, ne de yaşadığı zamanla sınırlı tarihsel bir şahsiyettir. Günümüzde modern tarih telakkilerinin baskın rolü nedeniyle böyle bir tehlikenin varlığı yadsınamaz. Kur’ân-Kerîm’in Hz. Peygamber’i (s.a.) takdimini esas alan; tefsir, siyer ve hadis kaynaklarından da yararlanılarak yazılacak bir Hz. Peygamber’in (s.a.) sireti bizi bu olası tehlikeden koruyabilir. Böylece Müslüman bilincinin ve varlık tasavvurunun oluşmasında birinci derecede etkili olan Hz. Peygamber’i (s.a.) Kur’ân’ın bize sunduğu şekilde anlayabiliriz. Siyerle ilgili bir diğer sorun da peygamber algısı sorunudur. Siyer yazarının birikimi, ufku, yetkinliği, aidiyeti, ideolojisi gibi öznel nedenler bu durumu bir ölçüye kadar mazur gösterebilir. Fakat bir uçta Hz. Peygamber’i (s.a.) tamamen olağanüstü güçlerle donatılmış mucizevi bir şahsiyet olarak sunanlar, diğer uçta onu sadece sebepler planında stratejiler izleyen tarihsel bir aktör olarak sunanlar yer almakta, böylece Hz. Peygamber’in (s.a.) örnekliği mümkün olmamaktadır. Bu sorunu çözmek için Hz. Peygamber’in sireti (s.a.) yazılırken Siyer’in bütün kaynakları ve verileri; genel olarak tarih yazıcılığı, özel olarak da Siyer yazıcılığı açısından eleştirilmeli, değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır.10 B. TABERÎ TEFSİRİ’NİN SİYER’E KAYNAKLIĞI AÇISINDAN ÖNEMİ Hem tefsir hem de tarih ilminde önemli bir yeri olan Taberî’ye göre tarih bilgisine aklî delillerle veya insanın düşüncesinin elde ettiği sebeplerle ulaşılamaz. Tarih, 10 Selahattin Polat, “Siyer’in Neliği Bağlamında Siyer Yazıcılığının Sorunları”, Siret Sempozyumu, 1-, Türkiye’de Siret Yazıcılığı, ed. Tahsin Koçyiğit, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Vakfı, 2012, s. 257-270. 5 senetleriyle râvileri gösterilen haber ve rivayetlere dayanır. Çünkü geçmişe dair haberlere ancak müşâhede ve semâ yoluyla ulaşılabilir. Taberî bu yaklaşımına uygun olarak ulaştığı haberleri aynen muhafazaya gayret etmiş, kendisini geçmişle gelecek arasında bir aracı olarak görmüştür. Ona göre tefsirle tarih arasında uyum bulunmaktadır; ilâhi iradenin insan fiillerindeki tezahürü tarihle, kelâmındaki iradesi tefsirle açıklanır. Taberî’nin en önemli özelliği, İslâm’ın ilk üç asrında yazılan kitapları incelemesi ve teliflerini bunlara dayanarak yapması ve ilk üç asrın ilmi mirasını bize ulaştırmasıdır.11 Siyer- Tefsir ilişkisini ortaya koyma, Siyer’de tefsir kaynaklarından yararlanma adına Taberî’nin tefsiri zengin bir muhteva sunmaktadır. Çünkü İbn Cerîr et-Taberî’nin “Câmiu’l-Beyân an Te’vîli âyi’l-Kur’ân” adını verdiği tefsiri ilk dönem Kur’an tefsiri için belki de son söz niteliğindeki bir çalışmadır. Taberî, bu eserinde hem dağınık halde bulunan tefsir rivayetlerini bir araya getirmiş, hem de tefsirin tedvini için önemli bir hizmet görmüştür. Onun eseri genellikle bir rivayet tefsiri olarak kabul edilse de iyi bir inceleme onun aynı zamanda dirâyet tefsirine ait pek çok unsur içerdiğini de ortaya koyacaktır. Taberî’nin bu eseri Kur’ân’ın nüzûlüne eşlik eden tarihi ve sosyal olaylara yer vermesi nedeniyle bir nevi tarihi tefsirdir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi de Taberi’nin tarihçi kimliğidir. Onun “Tarihu'r-Rusül ve'l-Mülûk” adlı eseri İslam dünyasında başlangıçtan onun dönemine kadar tarih anlayışında varılan noktanın en iyi göstergesidir. Ayrıca onun dönemine kadar yaşanan geçmişin günümüze taşınmasında en önemli köprülerden biridir. Bu nedenle Taberî’nın bu iki eseri üzerinde yapılacak değerlendirme, hem o günün tarih ve tefsir anlayışının vardığı noktayı öğrenebilme hem de pek çoğu günümüze ulaşmayan eserlerde yer alan bilgilere ulaşabilme imkânı verecektir.12 Siyer kaynaklarında yer alan rivayetler geç bir dönemde yazıya geçtiğinden, şifahi nakil süresince asliyetini koruyamama ve sağlıklı bir biçimde nakledilememe problemleri söz konusudur. Taberî’nin tefsirini incelediğimizde aynı konu hakkında birden fazla ve birbiriyle çelişen ve aralarının te’lif edilmesi mümkün olmayan birçok siyer rivayetinin söz konusu olduğunu görmekteyiz. Taberî’yi bu rivayetler arasında tevile zorlayan en önemli neden de bu sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bu durum siyer rivayetlerine 11 Mustafa Fayda, “Taberî, Muhammed b. Cerîr”, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları (İSAM), 2010, C: 39 s. 317. 12 Adem Apak, İslâm Tarihi Araştırmaları, İstanbul: Ensar Yayınları, 2016, s. 23. Hasan Kurt, “Taberî’nin Tarih Anlayışı”, İslami İlimler Dergisi, C. 3, S. 2 ( 2008), s. 103. 6 müdahalelerin ve uzlaşmacı gayretlerin etkisinin olabileceğini göstermektedir. Her türlü iç ve dış müdahaleden uzak, ilâhi koruma altındaki Kur’ân için böyle bir şey söz konusu değildir. Bu anlayışla Kur’ân âyetleri konularına göre tasnife tabi tutulduğunda, Hz. Peygamber ve çevresini değişik açılardan ele alarak ortaya koymak mümkün hale gelir. Sadece âyetler ışığında yapılacak bu tespitlerle konunun ana hatlarını belirlenebilirse de Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatının tamamını kuşatabilecek Kur’ân merkezli bir siyer yazımı için bu yeterli değildir. Bu güçlüğü aşmak için Tefsir’den yararlanmamız gerekmektedir. Çünkü âyetler arasındaki bağlamı ve âyetlerin mânaya delâletini tespit etmek için buna ihtiyaç vardır.13 Ayrıca ilk siyer kaynaklarında ve daha sonra bunlardan yararlanılarak telif edilen eserlerde, Kur’ân’da yer alan siyer bilgilerinden yararlanılsa da genellikle bu herhangi bir olayın anlaşılmasının esasını değil, desteklenmesi ve te’kidini ifade etmektedir. Yine bu siret kitaplarında kaydedilen Kur’ânî deliller daha çok bağdaştırma düşüncesiyle ele alınmış, ayetler arasındaki uyum ve uygunluğa pek özen gösterilmemiştir. Bunun yanı sıra siyer kitaplarının bir kısmında konularla ilgili ayetlerin yerine pek çok eklemelere, eksiltmelere, değişim ve tahriflere maruz kalmış rivayetler söz konusudur. Nakillerin bir kısmı da Kur’ân’ın verdiği bilgilere ve nasslara açıkça aykırı düşmektedir.14 Taberî’nin tefsirini esas alarak yaptığımız bu çalışmada yer yer İbn Hişâm, İbn Sa’d, Vâkıdî ve Buhârî’nin eserlerine de müracâat edilmiştir. Bu eserlerde siyerle ilgili âyetler rivayetin sahih olup olmaması açısından değerlendirilmiş, âyetlerin bağlamı ve Kur’ânî bütünlük açısından bu ilimlerin doğası gereği değerlendirilmemiştir. Siyer çalışmalarında tefsir kaynaklarından yararlanmamız hem Kur’ân merkezli siyer yazımında hem de siyer rivayetlerinin sıhhatini tespit etmemizde önemli katkılar sağlayacaktır. Bütün bunlar Kur’ân-ı Kerîm’den ve onu anlama çabası içindeki tefsir ilminden yararlanarak Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatını yazmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Kur’an’da siyerle alakalı yer alan her âyet, Allah Rasûlü’nün durumlarından, yaşadığı olaylardan birine işarette bulunmakta ve onu temsil etmektedir. Âyetler arasında delâlet yönünden benzerlikler olduğu gibi; farklı yönler de bulunabilmektedir. Siyer yazımında âyetler arasındaki farklı detayları dikkate almanın delâleti güçlendirmeye ve ifade 13 İzzet Derveze, Kur’ân’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu, İstanbul: Yarın Yayınları, 2015, I, 14. 14 Derveze, Kur’ân’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, I, 9-10. 7 edilmek istenen mânayı sağlamlaştırmaya yardımcı olacağı kuşkusuzdur. Çünkü anlam yönünden benzerlik arz eden âyetler birbirini teyit etmektedir.15 Ayrıca bazı olaylar ve konular hakkında esbâb-ı nüzûlden ve diğer rivayetlerden hareketle bir sonuca ulaşmak mümkün ise de bazen meçhûl muhataplara işaret eden âyetler için aynı sonuca ulaşmak mümkün değildir.16 Bundan dolayı Kur’ân merkezli bir siyer yazımında tefsir ilminin imkânlarından yararlanmamız Kur’ân’ın muhtevası ve amacı doğrultusunda farklı yerlerde ve farklı amaçlar üzerine nazil olan âyetlerin hem sebeb-i nüzûllerini, hem de bağlamlarını dikkate almamıza yardımcı olacaktır. Tâberî’nin tefsiri bu bağlamda incelendiğinde onun âyetlerinin kronolojisi ve nüzûl sebepleri bilgisi konusunda Tefsir ilminde süregelen ihtilaflar ve tartışmalara yer verdiğini, bunu aşmak içinde âyetlerin delâlet ettiği mânayı ortaya koyma adına bir takım yöntemlere başvurduğu görülür. O, âyetleri te’vil ederken Kur’ânî bütünlük, âyetin bağlamı, sahih haber, icmâ, tarihi ve sosyal gerçeklik, tabii gerçeklik, Arap dilinin imkânları, zâhir anlam, nesh gibi bir takım ilkelere başvurmuştur. Kur’ân merkezli siyer çalışmalarında sadece tefsir eserleri değil aynı zamanda siret ve hadis kitaplarında yer alan Rasûlüllah’ın hayatıyla ilgili rivayet ve haberler de ihmal edilmemelidir. Bu sebeple Kur’ân, tarihi bilginin esas kaynağı olmalı, diğer kaynakların verdiği bilgilerle bütün oluşturulmalıdır. Bunu yaparken Kur’ân esas alınmalı, konuyla ilgili siyer, tefsir ve hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerin Kur’ân ile çelişmeyenlerinden yararlanılarak konular açıklanmalı ve tasvir edilmelidir. Özellikle de Kur’ân’ın ilk muhataplarının bu konudaki görüş, düşünce ve haberleri ihmal edilmemelidir. Taberî’nin tefsirinin bu noktada önemli bir işlev göreceği yadsınamaz. Kur’an âyetlerinin mânaya delâletinin kat’i veya zanni olduğunu tefsirden yararlanarak tespit ettikten sonra başta sahih hadisler olmak üzere diğer metinlerle siyer konularını inşa edebiliriz. Elde ettiğimiz bu bilgiler Kur’ânî delillere aykırılık teşkil etmediği takdirde bilgileri siyer yazımında kullanabiliriz. Bu yöntem takip edildiği zaman ortaya konulan siyer eserleri Kur’ân merkezli bir çalışma olacak, bu da Kur’ân’ın tanıttığı peygamberi daha doğru anlamamıza yardımcı olacak, nihayetinde de Müslümanların ve 15 Derveze, Kur’ân’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, I, 12-14; Rudi Paret, Kur’an Üzerine Makaleler, çev. Ömer Özsoy, Ankara: Bilgi Vakfı, 1995, s. 124-125. 16 Adnan Demircan, “Kur’an’ın Nuzûl Dönemi Putperest Arapları İçin Kaynaklığı Üzerine” İSTEM C. 4, S. 2 (2004), s. 55-58. 8 tüm insanlığın zihninde sağlam ve güvenilir bir peygamber tasavvuruna ulaşma imkânı elde edilmiş olacaktır.17 İlk dönem siyer kaynakları İbn İshâk, İbn Hişâm, Vâkıdî ve İbn Sa’d’ın eserlerinde âyetlerin sebeb-i nüzûllerine sıkça yer vermeleri siyer-tefsir ilişkisinin açık bir göstergesidir. Erken dönem Siyer ve Meğâzî kaynaklarına baktığımızda konularla ilgili birçok âyetlere yer verilmesine karşın son dönem çalışmalarında bu durum değişmiş, bir yandan modernist yaklaşımların etkisi, diğer yandan da yüceltilmiş peygamber algısının etkisiyle konuların özünü teşkile etmesine rağmen bazı âyetlere yer verilmemiştir. Örneğin Bedir Savaşı öncesi Kureyş kervanını ele geçirmek üzere yola çıkan, hazırlıklarını da bu şekilde yapan Müslümanlar savaş söz konusu olunca; bazıları savaş için hazırlıklı olmadıklarını belirterek Resûlullah’la tartışmışlardır. “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna (savaşmak üzere) evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı.”18 âyetleri Bedir Savaşı öncesi Resûlullah (s.a.) ile Müslümanlar arasındaki bu tartışmayı dile getirmektedir. İbn Hişâm ve Vâkıdî gibi ilk dönem müellifleri bu bilgilere yer vermelerine rağmen günümüzde siyer alanında öne çıkan eserlerin büyük çoğunluğunun bu Kur’ânî bilgiye yer vermedikleri görülmektedir. Hâlbuki savaş mahiyeti itibariyle her zaman arzu edilen bir şey değildir. Bu gerçek “Size zor geldiği halde savaş üzerinize farz kılındı.”19 âyetinde açıkça ifade edilmiştir. Bedir Savaşı öncesi yaşanan bu gelişmeye siyer eserlerinde yer verilmemesi Kur’ânî ve insani gerçekleri göz ardı etmektir. Tefsir-siyer ilişkisi anlamlı bir şekilde kurulduğu zaman bu yaklaşım tarzının mahzurlarını görmemiz mümkün olacaktır. Taberî, tefsirinde bu âyetle ilgili müfessirlerin görüşünü zikrettikten sonra bu Kur’ânî gerçeği açıkça ifade etmiştir.20 17 Apak, a.g.m., s. 16-17. 18 Enfâl,8/5-6. 19 Bakara, 2/216. 20 Taberî’nin konuyla ilgili naklettiği rivayetler ve kendisinin yorumu şu şekildedir: Mekke müşrikleriyle savaş ihtimalinin ortaya çıkması üzerine savaş için hazırlıklı olmadıklarını söyleyen bazı Müslümanlar, Resûlullah ile tartışmışlardır. Konuyla ilgili nazil olduğu belirtilen “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna (savaşmak üzere) evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı.” (Enfâl, 8/5-6). âyetlerinin sebeb-i nüzûlü hakkında farklı görüşler söz konusudur. Süddî’nin rivayetine göre bu iki âyet, Bedir’e çıkarken bazı Müslümanların müşrikleri takip konusunda Resûlullah’la tartışmaları üzerine nazil olmuştur. Kûfeli lügat âlimlerinden bir kısmı âyeti “Nasıl ki Kureyş’in ticaret kervanına el koymak istediğinde arkadaşların istemediği halde kararını yerine getirdiysen, ganimet mallarının taksiminde de arkadaşlarının hoşuna gitmese de kararını yerine getir.” şeklinde; bir kısmı da 9 Diğer yandan Kur’ân’da siyer ilminin ilgi alanına giren bir hayli âyet bulunmakta ve bu âyetlerin önemli bir kısmını çeşitli yönlerden tefsir edilmesi gerekmektedir. Bu âyetlerin tefsirinde başvurulması gereken ilk kaynak Kur’ân-ı Kerîm’den daha geniş bilgi ihtiva eden hadis eserleridir. Bu eserlerdeki sahih rivayetler, ilgili âyetlerin bir kısmını tefsir etmekle birlikte tamamının tefsirini mümkün kılmamaktadır. Bu nedenle onlar başka bilgi kaynaklarına da başvurmuşlardır. Müfessirler siyer kaynaklarına başvurarak bu konulardaki meselelerin önemli bir kısmını çözüme kavuşturmuşlardır. Bundan dolayı siyer ilmi Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması hususunda başvurulması gereken zengin bir kaynaktır. İlk dönem sahabe ve tâbiîn müfessirleri Kur’ân’ı özellikle esbab-ı nüzul ile tefsir etmişlerdir. Âyetlerin hangi olay üzerine, kim hakkında ve nerede nazil olduğunu tespitte hem Kur’ân’dan, hem de doğrudan vahyin geldiği ortamı bir bütünlük içinde ele alan Siyer ilminden yararlanmışlardır. Bundan dolayı ilk siyer kaynakları nüzûl sebepleri ilminin de ilk kaynakları olarak kabul edilmiştir. Siyer ilmi, Resûlüllah (s.a.) ve ashabının yaşamını bir bütün halinde ele alması nedeniyle İslami ilimlerin her biriyle çok yakından irtibatlıdır ve adeta onlara temel vazifesi görmektedir. Dini konuların açıklanmasının Hz. Peygamber’in (s.a.) tatbikatında mevcut olması, özel hayatı veya ashabıyla birlikte gerçekleştirdiği büyük dönüşüm, bir nevi dini ilimlerin uygulama alanı mahiyetindedir. İlgili Kur’ân âyetlerinin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için örnek alınması dini bir zaruret olan Hz. Peygamber’in (s.a.) daha iyi anlaşılabilmesi bu ilimden de faydalanılması zaruridir. Taberî’nin tefsirinde âyetlerin anlamını vuzuha kavuşturmak için siyer “Nasıl ki arkadaşların Bedir’de savaşma konusunda “Biz kervanı ele geçirmek için yola çıkardın, savaş için çıkarmadın diyerek seninle tartışıyorlardı. Şimdi ise ganimet hususunda tartışıyorlar.” şeklinde yorumlamışlardır. Basralı lügat âlimlerinden bazılarına göre âyetin mânâsı şu şekildedir: “Nasıl ki mü’minler istemediği halde Rabbinin seni evinden çıkarması haktır. Allah zikredildiği zaman kalpleri ür- peren, âyetleri okunduğunda imanları artan, sadece rablerine güvenen, namazlarını kılan ve verdiğimiz rızıklardan infak edenlerin mü’min olmaları da haktır.” Bazı âlimlere göre ise bu âyette yemin vardır ve âyet şu hususu ifade etmektedir: “Müminlerden bir grup istemediği halde seni evinden çıkaran Rabbine yemin olsun ki onlar seninle savaş hususunda tartışırlar.” Taberî, âyetle ilgili Mücâhid’in rivayetini tercih etmiştir. Mücâhid’in rivayetine göre Bedir öncesi Mekke müşriklerle savaş gerçeği ortaya çıkınca Medine’den isteksiz olarak yola çıkan bir grup Müslüman, düşmanla savaş hususunda Resûlullah ile tartışmışlardır. Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 11: 34-35. İbn Hişâm ve Vâkıdi’nin rivayetlerine göre bu âyet, kervanı takip için yola çıkan fakat müşriklerle savaş söz konu olunca savaşmak için yola çıkmadıklarını söyleyerek Resûlullah ile tartışan kimseler hakkında nazil olmuştur. İbn Hişâm, es-Sîre, I-II, 666; Vâkıdî, Meğâzî, I, 131. Konuyla ilgili incelediğimiz son dönem eserlerinden M. Said Ramazan el-Bûtî, .Fıkhu’s-Sîre. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi. İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı. Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, Hz. Muhammed ve Hayatı. Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı. Bedir savaşı bahsinde bu Kur’anî bilgiye yer vermemişlerdir. 10 rivayetlerinden sıkça yaralanmış, Kur’ân anlayışı doğrultusunda bu rivayetleri belli ilkeler doğrultusunda yorumlamıştır.21 C. TABERÎ’NİN SİYER RİVAYETLERİNİ YORUMLARKEN BAŞVURDUĞU TEMEL İLKELER Taberî, siyerle ilgili âyetlerin tefsirinde bazı yöntemlere başvurarak tercihlerini ve te’villerini gerekçelendirmeye çalışmıştır. O, tercih ve te’villerinde âyetlere bâtınî, gizemli, beklenmedik ya da şaz gramer kurallarına dayalı anlamlar vermemektedir. Çünkü ona göre ilahi kelâmı anlamada asıl olan zâhir anlamdır.22 1. Kur’an’ın Bütünlüğü Kur’an’ı incelediğimiz zaman âyetlerin âyetlerle; sûrelerin sûrelerle bağlantılı olduğunu ve bir bütün oluşturduğunu görmekteyiz. Bundan dolayı Kur’ân parçaları, yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Bir yerde kapalı olan bir ifade, başka bir yerde açık, bir yerde muhtasar olarak verilen bilgi, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde mutlak olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilir.23 Taberî, âyetlerden maksud manayı ortaya koymak için esas aldığı ölçütlerden birisi Kur’ânî bütünlüktür. Kur’ânî bütünlük ifadesi ile bir âyetin anlaşılmasında karşılaşılan müşkil bir durumun, aynı siyak üzerinde olmayan başka bir âyet ya da âyetler grubu ile giderilmesini kastediyoruz. Çünkü Taberî, âyetin siyakını ayrı bir tercih ölçütü olarak kabul etmektedir.24 İlgili örneklerde de görüleceği üzere Taberî te’vil tercihlerinde sahih bir haber veya konuyla ilgili icmâ olmadığı sürece Kur’ânî bütünlüğü esas alarak âyetleri sebeb-i nüzûllerle tahsis etmemeyi tercih etmiştir. Tebük seferine katılmayan münafıklar hakkında “Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlü’nü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.”25 âyeti nazil olarak Resûlullah’a (s.a.) bu kimselerin cenaze 21 İsmail Yiğit, “Kur’ân ve Siretü’n-Nebi”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları II, ed. Bedrettin Çetiner, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2001, s. 96-100. 22 Mehmet Akif Koç, “Taberî Tefsirini Anlam Üzerine-1”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 51, S.1 2010, s. 92. 23 Halis Albayrak, Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine, İstanbul: Şule Yayınları, 1992, s. 22. 24 Aydın Atik, İbn Cerîr et-Taberî’nin Kur’an Anlayışı ve Te’vil Tercihleri, (Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi, 2004, s. 140. 25 Tevbe, 9/84. 11 namazlarını kıldırmamasını emrederek onları ağır bir şekilde cezalandırmıştır.26 Taberî, bu âyetin sûrenin içeriğiyle daha uyumlu olan Tebük seferinden geri kalan münafıklar hakkında nazil olduğunu belirterek konuyla ilgili hem tefsirinde zikrettiği rivayetlere27, hem de âyetin Resûlullah’ın (s.a.) Abdullah b. Ubey b. Selûl’ün cenaze namazını kıldırması üzerine nazil olduğunu rivayet eden Vâkıdî, İbn Hişâm ve Buhârî’nin rivayetlerine göre farklı bir yorum getirmiştir.28 2. Sahih Haber Taberî, Kur’ân’ı anlamada temel ölçüt olarak âmm ve zâhir anlamı kabul eder. Bu özellik, ancak bir delil ile ortadan kalkabilir. Taberî’nin bağlayıcı olarak kabul ettiği delillerden birisi de, sahih haberdir. Zira Allah’ın sözü ile Peygamber’in sözü birbirleriyle çelişmezler, birbirlerini tamamlarlar. Taberî’nin te’villerinde ve te’vil tercihlerinde bir delil ve ölçüt olarak kullandığı sahih haberlerin hemen tümü Hz. Peygamber’den nakledilen haberlerdir. Zira insanlar içinde Kur’ân’ın mânasını en iyi bilen Hz. Peygamber’dir (s.a.). Bununla birlikte Taberî, bir sahâbiden menkul olan bir haberi, te’vil ve tercihlerinde bir ölçüt olarak yeterli görmeyip başka delillere dayandığı hâlde, sahabe ve tâbiînden yaygın olarak gelen haberleri yeterli görmektedir.29 Resûlullah, (s.a.) hicret yolculuğunda Kubâ’ya ulaşmış, Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri Kubâ’da kalmış, Kubâ mescidini yaptıktan sonra Cuma günü, cuma namazını kılarak buradan ayrılmıştır. Böylece Resûlullah (s.a.), Ranuna vadisindeki mescidde Medine’deki ilk cuma namazını kılmış oldu. “İlk günden temeli takva (Allah'a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana elbette daha 26 Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, (310/922) Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Kahire: Dâruhicra, 2001, XI, 610. 27 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XI, 610-614. Konuyla ilgili rivayetlerin özeti şu şekildedir: Abdullah b. Ubey b. Selûl vefat edince Resûlullah onun cenaze namazını kıldırmak için ayağa kalkmış, Ömer b. Hattab, Resûlullah’a münafıkların cenaze namazını kıldırmasının yasaklandığını hatırlatmış, Resûlullah “Onlar için ister af ile ister dileme,,,” (Tevbe, 9/80). âyetinin kendisini muhayyer bıraktığını belirterek Abdullah b. Ubey b. Selûl’ün cenaze namazını kıldırmıştır. Resûlullah cenaze nazmını kıldırdıktan sonra “Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlü’nü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe, 9/84). âyeti nazil olmuş, Resûlullah bir daha münafıkların cenaze namazını kıldırmamıştır. Taberî, “Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân”, XI, 610-614. Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer el-Vakıdî, Kitâbu’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, Beyrut: 1984, III, 1069-1070; Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî, es- Sîretü’n-Nebeviyye, nşr. Mustafa es-Sakkâ ve dğr. Kâhire: 1955, III-IV, 552; Buhârî, Kitâbu’t Tefsirû’l- Kur’ân, 12-13. 28 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1070; İbn Hişâm, es-Sîre, III-IV, 552; Buhârî, “Kitâbu’t Tefsirû’l-Kur’ân”, 9/12- 13. 29 Atik, İbn Cerîr et-Taberî’nin Kur’an Anlayışı ve Te’vil Tercihleri, s. 161. 12 layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.”30 âyeti Resûlullah’ın (s.a.) Kubâ’da inşa ettirdiği ilk mescidin önemini vurgulamaktadır.31 Müfessirler bu âyette bahsi geçen mescidin hangisi olduğu hakkında ihtilaf etmişlerdir. İbn Ömer, Ebû Saîd b. Müseyyeb, Hârice b. Zeyd, Sehl b. Sa’d, İbn Ebû Saîd, Übeyy b. Ka’b, Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivayetlerine göre âyette bahsi geçen mescit Mescid-i Nebî’dir. İbn Abbas, Atıyye, İbn Büreyde, İbn Zeyd ve Urve b. Zübeyr ise ilk günden temeli takva üzerine kurulan mescidin Kubâ Mescidi olduğunu rivayet etmişlerdir. Taberî ilgili rivayetler arasından birinci görüşü tercih etmiş, bu görüşü tercih etmesinin nedeni olarak birinci görüşle ilgili rivayetlerin daha sahih olmasını göstermiştir.32 Buhârî, Resûlullah’ın (s.a.) Benî Amr b. Avf yurduna geldiği zaman temeli takva üzerine kurulan mescidin inşa edildiğini Taberî’nin konuyla ilgili rivayetini zayıf bulduğu Urve b. Zübeyr’den nakletmektedir. İbn Sa’d da eserinde konuyla ilgili rivayetlere yer vermiş, onun naklettiği rivayetlerde de bu iki farklı görüş yer almaktadır.33 Resûlullah’ın (s.a.) Mekke müşriklerine beddua etmesi üzerine nazil olduğu belirtilen “(Ey Muhammed, şüphe içinde eğlenip duran kavminin müşrikleri için) göğün açık bir duman getireceği günü bekle. (O duman) insanları bürür. Bu, elem dolu bir azaptır. İnsanlar, “Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz” derler.”34 âyeti hakkında farklı yorumlar söz konusudur. Müfessirlerden bazıları âyette geçen “duhân”ın henüz gelmediğini, bunun Allah’ın âyetlerinden bir âyet olduğunu, kıyametten önce vuku bulacağını ve inkâr edenlerin kulaklarına gireceğini, iman edenleri ise nezleye benzer bir şekilde etkileyeceğini söylemişlerdir. Diğer görüşe göre ise bu âyet Resûlullah’ın (s.a.) Kureyş’e beddua etmesi üzerine nazil olmuştur. Taberî, İbn Mesud’un rivayeti olan ikinci görüşü tercih etmiş, Huzeyfe’nin rivayeti olan birinci görüşün sahih olmadığını belirtmiştir. O’na göre âyetin siyak ve sibakı da böyle bir musibetin 30 Tevbe, 9/108. 31 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XI, 682- 687. 32 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XI, 682-687. Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivayetine göre ise Benî Hudrâ’dan ve Benû Avf’tan iki kişi temeli takva üzerine kurulan mescit hakkında tereddüde düşmüşler, Benî Avflı kişi Kubâ Mescidi olduğunu, Benî Hudra’dan olanı Resûlullah’ın mescidi olduğunu söylemiş, sonrasında konuyu Resûlullah’a sormuşlar, Resûlullah da “O mescid, içinde bütün hayırların bulunduğu bu mesciddir.” demiştir. Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XI, 687. 33 Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa’d, et-Tabakât, I, 210-212. Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 45. İbn Kesîr, Mescid-i Nebevî’nin âyette sözü edilen sıfata daha lâyık olduğunu belirtmiştir. İsmâil b. Ömer b. Kesîr, el- Bidâye ve’n-nihâye, Kahire:1932-39, III, 218. 34 Duhân, 44/10-12. 13 müşriklerin başına geldiği görüşünü desteklemektedir.35 Vâkıdî ve İbn Sa’d, “Onları o en şiddetli yakalayışla yakalayacağımız günü hatırla. Şüphesiz biz öcümüzü alırız.” âyetinde belirtilen en şiddetli yakalayışın Bedir Savaşı olduğunu nakletmektedirler.36 3. İcmâ Taberî’nin siyerle ilgili âyetleri te’vil ederken başvurduğu ölçütlerden birisi de icmâdır. Taberî, âyetin sebeb-i nüzûlü, âyetin okunuş şekli veya haberin sıhhati konusunda icmânın bulunması halinde tev’il tercihini icmâdan yana kullanmıştır. Taberî’nin icmâ anlayışı klasik fıkıh usulündeki icmâ anlayışını da içeren daha geniş bir muhtevaya sahip olduğu ilgili örneklerde de açıkça görülmektedir. O, tarihi bilgilerin sıhhati konusunda müelliflerin ittifak etmesini de icmâ olarak kabul etmektedir. Tebük seferine katılmayan Ebû Lübâbe ve arkadaşları, seferden geri kalmalarından dolayı helâk olacakları endişesiyle pişmanlıklarını kendilerini mescidin direklerine bağlayarak ortaya koymuşlardır. Sefere mazeretsiz olarak katılmayarak pişman olan bu kimseler Resûlullah kendilerini çözmedikçe bu hal üzere kalmaya devam edeceklerini söylemelerine Resûlullah’ın (s.a.) tepkisi “Allah’a yemin ederim ki Allah onları çözmedikçe çözmeyeceğim, çünkü onlar benden yüz çevirdiler ve Müslümanlarla birlikte sefere katılmaktan geri kaldılar.” şeklinde olmuştur. Resûlullah’ın (s.a.) bu tutumu üzerine bu kimseler “Allah’a yemin olsun ki Allah bizim bağımızı çözmedikçe buradan ayrılmayacağız.” diyerek nedâmetlerini bildirmişlerdir. “Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”37 âyetinin nazil olması üzerine Resûlullah onları çözerek mazeretlerini kabul etmiştir.38 Bu kişiler hakkında nazil olan âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında farklı rivayetler söz konusudur. Konuyla ilgili olarak İbn Abbâs’ın rivayetine göre Tebük seferine katılmayarak geride kalan on kişiden yedisi Resûlullah (s.a.) Tebük seferinden dönerken kendilerini mescidin direklerine bağlamışlardır. İbn Abbâs’ın bir diğer rivayetine göre Tebük seferine katılmayan Ebû Lübâbe ile beş arkadaşından ikisi pişmanlıklarından ötürü kendilerini mescidin direklerine bağlamışlardır. Zeyd b. Eslem’in rivayetine göre 35 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XXI, 18-22. 36 Vâkıdî, Meğâzî, I, 136. İbn Sa’d, Tabakât, II, 16. 37 Tevbe, 9/102. 38 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XI, 651-655. 14 kendilerini mescidin direklerine bağlayanlar içlerinde Kerdem, Mirdâs ve Ebû Lübâbe’nin de bulunduğu sekiz kişidir. Saîd b. Cübeyr’in rivayetine göre kendilerini mescidin direklerine bağlayanlar Hilâl, Kerdem, Mirdâs, Ebû Lübâbe ve Ebû Kays’dır. Katâde’nin rivayetine göre ise Tebük seferinden geri kalanlar yedi kişidir. Bunlardan dördü salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Bunlar Ensâr’dan Ced b. Kays, Ebû Lübâbe, Cüzâm ve Evs’tir. Bazı rivayetlere göre ise bu âyet, Ebû Lübâbe’nin Kureyza Yahudilerine kalelerinden inmeleri halinde Resûlullah’ın (s.a.) kendilerini öldüreceğini söylemesi ve sonrasında pişman olarak kendini mescidin direklerine bağlaması üzerine nazil olmuştur. Taberî, bu âyetin Tebük seferine katılmayan Ebû Lübâbe ve diğerleri hakkında nazil olduğunu belirtmiş, bu görüşü tercih etmesinin nedeni olarak âyette günahlarını itiraf edenler hakkında çoğul bir sigânın kullanılmış olması ve âyetin Tebük seferi hakkında nazil olduğuna dair müfessirler arasında icmânın bulunmasını göstermiştir.39 Taberî’in bu tesbitine karşın Vâkıdî, Tebük seferiyle ilgili indiğini rivayet ettiği âyetlerin sebeb-i nüzûlünü zikrederken bu âyetin Benî Kureyza’nın kılıçtan geçirileceğini îmâ eden Ebû Lübâbe hakkında nazil olduğunu nakletmektedir.40 İbn Hişâm ise Tebük seferiyle ilgili âyetleri zikrederken bu âyetin Tebük seferine katılamayanlar hakkında nazil olduğunu belirtmiş, Benî Kurayza kuşatması bahsinde ise âyetin Ebû Lübâbe hakkında nazil olduğunu nakletmiştir.41 4. Aklî Gerçekler Taberî, siyere dair âyetleri te’vil ederken başvurduğu yöntemlerden bir diğeri de aklî delâlet ilkesi olmuştur. Taberî, konuyla ilgili bir âyet hakkındaki te’villeri zikrettikten sonra âyetteki maksadın ne olduğunu herhangi bir veriyi esas alarak akli çıkarımlar yaparak âyetin delâlet ettiği anlamı ortaya koymaya çalışmıştır. 39 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XI, 651-658. Konunun detayları Zührî’nin rvayetinde şu şekilde yer almaktadır: Ebû Lübâbe, Tebük seferinden geri kalınca Resûlullah Medine’ye dönmeden kendini bir sütuna bağlamış, kendisini bu sütundan çözmeyeceğini, Allah tevbesini kabul etmezse ölünceye kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceğini söylemiştir. Yedi gün boyunca hiçbir şey yiyip içmeden orada kalmış ve sonrasında bayılmıştır. Daha sonra kendisine Allah’ın tevbesini kabul ettiği haber verilince Resûlullah kendisini çözmediği sürece bağlı kalmaya devam edeceğini söylemiştir. Resûlullah’ın gelerek onu bağlı olduğu yerden çözmesi üzerine “Ya Resûlullah! Benim tövbem günah işlediğim kavmimin yanına hicret etmektir ve bütün malımı Allah ve Resûlüne sadaka olarak vermektir.” demiş, Resûlullah ise ona malının üçte birisini vermesinin yeteceğini söylemiştir. Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XI, 658. 40 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1072. 41 İbn Hişâm, es-Sîre, III-IV, 237-238, 553-554. 15 Uhud Savaşı öncesi Müslümanların Resûlullah’a (s.a.) Bedir’de olduğu gibi meleklerin kendilerine yardım edip etmeyeceklerini sormaları üzerine nazil olduğu belirtilen “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. “Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.”42 âyetlerinin sebeb-i nüzûlü hakkında müfessirler ihtilaf etmiştir. Katâde, İbn Abbâs ve Rebî’ye göre bu âyetler Bedir’le ilgilidir. Bedir Savaşı’nda Müslümanlara önce bin melek ile sonra üç bin melek ile daha sonra da beş bin melek ile yardım edilmiştir. Dahhâk’a göre bu âyetler Allah’ın Müslümanlara Uhud günü vaadini dile getirmektedir. Allah, Müslümanlara sabretmeleri ve Allah’tan sakınmaları halinde önce üç bin, sonra da nişanlı beş bin melekle size yardım edeceğini bildirmiştir. Uhud günü Müslümanlar geri çekildikleri için Allah onlara meleklerle yardım etmemiştir.43 İbn Zeyd’e göre ise sahabiler, Uhud savaşı öncesi Resülullah’a (s.a.) “Allah bize Bedir’de yardım ettiği gibi yine yardım edecek mi?” diye sormaları üzerine Resülullah “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?”44 Bedir’de size bin melek ile yardım etti. “Evet, sabrettiğiniz ve Allah'a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.”45 demiştir.46 Taberî’ye göre ise bu âyetler Bedir Savaşı hakkında nazil olmuş, ama Müslümanların Bedir Savaşı’nda üç bin melekle veya beş bin melekle desteklendiklerine veya desteklenmediklerine dair sahih bir rivayet söz konusu değildir. Müslümanların Bedir’de bin melekle desteklendiği “Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, “Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum” diye cevap vermişti.”47 âyetiyle sabittir. Uhud Savaşı’nda Müslümanlara meleklerin yardım edip etmediği konusunda ise etmediği yönündeki deliller daha açıktır. Eğer meleklerin yardımı gelseydi hezimete uğramazlar ve daha önce elde ettikleri zaferi elde ederlerdi.48 Buhârî’nin konuyla ilgili rivayetine göre ise bu iki âyet Uhud Savaşı hakkında nazil olmuştur. Onun konuyla ilgili rivayetlerine göre melekler Uhud Savaşı’nda bulunmuşlar ve çarpışmışlardır. Vâkıdî ve 42 Âl-i İmrân, 3/124-125. 43 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, VI, 27. 44 Âl-i İmrân, 3/124. 45 Âl-i İmrân, 3/125. 46 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, VI, 28. 47 Enfâl, 9. 48 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, VI, 25-29. 16 İbn Sa’d’ın konuyla ilgili rivayetlerine göre ise Müslümanlar, Bedir Savaşı’nda üç bin melekle desteklenmişlerdir. Fakat Vâkıdî, ilgili iki âyetin Uhud Savaşı hakkında nazil olduğunu belirtmiştir. İbn Hişâm da ilgili iki âyetin Uhud Savaşı hakkında nazil olduğunu nakletmektedir.49 5. Siyak-Sibak ilişkisi Siyak sibak ilişkisi kısaca, “Bir kelimenin ve bir cümlenin önündeki ve arkasındaki kelime ve cümlelerle irtibatı” demektir. Bu anlamdaki bir ilişki, kelimeler, cümleler, paragraflar ve konular arasındaki irtibatı gösterir. Kur’ân için söz konusu edildiğinde ise daha çok bir âyetin bulunduğu yerdeki diğer bir âyet veya âyetler grubu ile yahut bir âyetin başı ile sonu arasındaki ilişkisini akla getirir. Çünkü her âyet bulunduğu yerde kendinden önceki ve sonraki âyetle mana yönünden ilişki içerisindedir. Bu âyetlerin tertip yönüyle tevkîfi olduğu varsayımına dayanmaktadır. O halde herhangi bir âyet ya da âyetler grubunu, sevk olundukları dikkate almadan, müstakil olarak ele alıp meseleyi sadece söz konusu âyetler bağlamında tahlile çalışmak, yorumcuyu ve araştırmacıyı yanlış sonuçlara götürebilir.50 Taberî, siyerle ilgili âyetlerin te’vilinde bu bütüncül yaklaşımı göz önünde bulundurarak oldukça ufuk açısı sonuçlara ulaşmıştır. Bedir Savaşı öncesi yapılan mübareze Müslümanların lehine sonuçlanmış ve bu mübareze hakkında “İşte iki hasım taraf ki, Rableri hakkında tartışmaya girmişlerdir. Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür.”51 âyetinin nazil olduğu rivayet edilmiştir. Konuyla ilgili olarak Buhârî, İbn 49 Buhârî, “Kitâbu’l-Meğâzî”, 3, 17-18. Vâkıdî, Meğâzî, I, 57, 319-320. İbn Sa’d, Tabâkat, II, 14-15. İbn Hişâm, es-Sîre, III, 106-107. Konuyla ilgili Vâkıdî ve İbn Sa’d’ın rivayetlerine göre Bedir savaşında Cebrail beraberindeki bin melek ile Resûlullah’ın yanında, Mîkâil, bin melekle Resûlullah’ın sağında, İsrâfil de Resûlullah’ın sağ tarafında yer almışlardır. Vâkıdî, Meğâzî, II, 57. İbn Sa’d, Tabâkat, II, 14-15. Vâkıdî, Uhud savaşında meleklerin Müslümanlara yardım edip etmediklerine dair eserinde yer verdiği rivayetler şu şekildedir: Uhud günü Resûlullah sancağı Mus’ab b. Umeyr’e vermiş, günün sonunda Mus’ab’a “Öne geç, ey Mus’ab!” deyince melek dönüp “Ey Allah’ın Resûlü! Ben Mus’ab değilim.” demiştir. Bunun üzerine Resûlullah, onun Mus’ab’ı desteklemek için gelen bir melek olduğunu anlamıştır. Sa’d b. Ebû Vakkas da Uhud savaşında meleklerin yardıma gelmesiyle ilgili olarak şunları nakletmiştir: Uhud savaşında ok atarken güzel yüzlü beyaz elbiseli bir adam bana okumu getiriyordu. Daha sonra onu hiç görmedim. Onun bir melek olduğunu anladım. Yine o gün üzerlerinde beyaz elbise olan iki adam gördüm. Onlardan birisi Resûlullah’ın sağında, diğeri de solunda savaşıyorlardı. Bu iki kişiyi de daha önce ve daha sonra hiç görmedim. Kureyşliler, Uhud’dan döndükten sonra kendi aralarında Bedir’de gördüğümüz alaca atları ve beyaz adamları görmedik demişlerdir. Ömer b. Hakem’in rivayet ettiğine göre Müslümanlar Uhud’da hiçbir şekilde meleklerle desteklenmemişlerdir. Vâkıdî’nin naklettiği diğer bir rivayete göre melekler Uhud’da bulunmuşlar ama savaşmamışlardır. Vâkıdî, Meğâzî, I, 234-235. 50 Albayrak, Kur’ân’ın Bütünlüğü Üzerine, s. 155. 51 Hac, 22/19. 17 Sa’d ve Vâkıdî, bu âyetin Bedir Savaşı öncesi mübareze yapanlar hakkında nazil olduğunu rivayet etmelerine karşın52 Taberî, ilgili âyetin siyak ve sibakından hareketle âyeti şu şekilde yorumlamıştır: Bu âyette bahsedilen taraflardan birisi hangi çeşidiyle olursa olsun ehl-i küfür, diğeri de ehl- i imandır. Çünkü bir önceki “Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz, Allah dilediğini yapar.”53 âyette Allah insanları iki sınıfa ayırmış, bir kısmının kendisine itaat edip secde ettiklerini, bir kısmının da isyan edip üzerlerine azabın hak olduğunu bildirmiştir. Daha sonra da bu iki grup insanın akıbetlerinden bahseden “Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir. Onlar için bir de demirden topuzlar vardır. Her ne zaman cehennemden, o ızdıraptan çıkmak isteseler, oraya geri döndürülürler ve onlara, “Tadın yangın azabını” denilir. Şüphesiz, Allah iman edip salih ameller işleyenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altından bileziklerle, incilerle süsleneceklerdir. Oradaki giysileri ise ipektir.”54 âyetlerinin bu âyeti müteâkiben gelmesi bizim bu tercihimizi desteklemektedir. Bu âyetin Bedir Savaşı öncesi yapılan mübâreze hakkında indiğine dair Ebû Zer’in rivayeti inşallah ondan rivayet edildiği gibidir. Bu âyetin mânası umumidir ve rivayet ettiğimiz bütün sebeb-i nüzûlleri ve benzerlerini ihtiva etmektedir.55 6. Âyetin Zâhiri Bir sözü ya da metni, anlamaya çalışırken herhangi bir ön kanaate göre değil, o sözün ya da metnin ilk ve doğal hâlinin gerektirdiği şekilde anlamak gerekir. Sözün ya da metnin ilk ve doğal hali ise onun, ‘zâhir’ ve ‘âmm’ oluşudur. Tâberî’ye göre, asıl olan, sözün zâhiridir; zâhirin dışına çıkılması ise, ârızî bir durum olup, ancak geçerli bir delil 52 Buhârî, “Kitâbu’l-Meğâzî”, 8. İbn Sa’d, Tabâkat, II, 16. Vâkıdî, Meğâzî, I, 70. 53 Hac, 22/18. 54 Hac, 22/19-23. 55 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XVI, 493-494. İlk dirayet tefsiri müellifi Mukâtil b. Süleyman’a göre “İşte iki hasım taraf ki, Rableri hakkında tartışmaya girmişlerdir.” âyeti müminler ile ehl- i kitap hakkında nazil olmuştur. Mukâtil b. Süleyman, Tefsîrû Mukâtil b. Süleyman, thk. Mahmûd Şehhâte, Kahire: 1979, III, 120. 18 ile söz konusu olabilir.56 Taberî’nin âyetleri te’vil ederken başvurduğu bir diğer yöntem de zâhir anlamından yola çıkarak âyetleri yorumlaması olmuştur. Hudeybiye Anlaşması sonrası Allah “Henüz elde edemediğiniz (fethedemediğiniz) fakat Allah'ın, ilmiyle kuşattığı başka fethedeceğiniz beldeler de vardır.”57 âyetiyle Müslümanlara fethetmek istedikleri fakat o günkü şartlarda mümkün olmayan Mekke’nin fethini müjdelemiştir.58 Mekke’nin fethini müjdeleyen bu âyetteki “henüz fethedemediğiniz” yerin neresi olduğu hakkında müfessirler ihtilaf etmiştir. Bir kısmına göre bu âyette Müslümanlara fethi müjdelenen yerler Rum ve Fars ülkeleridir. Bazılarına göre Müslümanların kıyamete kadar fethedeceği yerler, bazılarına göre ise âyette Müslümanlara fethi müjdelenen yer Hayber’dir. Konuyla ilgili son görüşe göre de Mekke’dir. Taberî’nin de tercih ettiği bu görüşe göre âyette Müslümanlara fethi müjdelenen yer Mekke’dir. Taberî, âyette fethi müjdelenen yerin Mekke olduğunu şu şekilde yorumlamıştır: Bu âyet nazil olmadan önce Resûlullah’ın (s.a.) Hayber’i fethetmek için gizli açık herhangi bir girişimde bulunmaması ve Müslümanların o günkü şartlarda bir an önce elde etmeyi isteyip de muvaffak olamadıkları en açık hedefleri Mekke şehriydi. Hem âyetin zâhiri, hem de akli deliller bunu açıkça göstermektedir.59 7. Nesh Taberî, siyere dair âyetleri yorumlarken âyetin hükmünün nesh edilip edilmediğini kendi nesh yaklaşımı çerçevesinde yorumlar. Taberî, hükmü neshedildiği nakledilen konuyla ilgili âyetleri genelde Kur’ân’ın bütünlüğünü göz önünde bulundurarak te’lif etmiş, neshi çok istisnai bir durum olarak görmüştür. Medine Yahudilerinin müşrik Arapları dini yönden etkilemeleri neticesinde Yahudiliği benimseyen bazı Arapları yakınlarının İslâm’a girmeye zorlamaları üzerine nazil olduğu rivayet edilen “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice 56 Mustafa Öztürk, Kur’ân, Tefsir ve Usûl Üzerine, Ankara: Ankara Okulu, 2015, s.192-193. Atik, İbn Cerîr et-Taberî’nin Kur’an Anlayışı ve Te’vil Tercihleri, s. 100. 57 Fetih, 48/21. Çağdaş müfessirlerden Elmalı Hamdi Yazır’a göre bu âyette Müslümanlara fethi müjdelen beldeler Hevâzin ve Fars’tır. Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Yenda Yayınları, VII, 152. Mukâtil b. Süleyman’a göre âyette fethine işaret edilen yerler Rum ve Fars ülkesidir. Mukâtil b. Süleyman, Tefsîrû Mukâtil b. Süleyman, IV, 74. 58 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XXI, 286. 59 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XXI, 283-286. Konuyla ilgili olarak Vâkıdî bu âyete Hudeybiye bahsinde yer vermiş, fakat âyet hakkında her hangi yoruma veya rivayete yer vermemiştir. Vâkıdî, Meğâzî, II, 622. 19 ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”60 âyeti hakkında farklı yorumlar söz konusudur. Konuyla ilgili rivayetlerden bazısına göre Resûlullah’ın (s.a.) Benî Nadîr hakkında sürgün hükmü vermesi sonrası Ensardan bazıları daha önce Yahudi olan çocuklarının Medine’den ayrılmalarına izin vermemeleri üzerine bu âyet nazil olmuştur. Konuyla ilgili diğer bir rivayete göre lâkabı “el-Husayn” olan Ensar’dan Sâlim b. Avf ın iki oğlu daha önce Yahudiliği benimsemişlerdi. Bütün çabasına rağmen oğulları Yahudilikte ısrar edince Resûlullah’a (s.a.) çocuklarını Müslüman olmaları için zorlamasının doğru olup olmadığını sorması üzerine bu âyet nazil olmuştur. Ayrıca bu âyetin hükmünün nesh olup olmadığı hakkında ihtilaf söz konusudur. Müfessirlerden bir kısmına göre ehl-i kitab cizye ödediği takdirde İslam’a girmeye zorlanamaz ve dinleri üzere kalırlar. Bu âyette kastedilenler inkâr edenlerdir ve bundan dolayı hükmü nesh edilmemiştir. Bazılarına göre ise bu âyetin hükmü neshedilmiştir. Taberî bu âyeti şu şekilde yorumlamıştır: Bir nassın mensuh olabilmesi, onu nesheden diğer nass ile tamamen çelişmesi ve aralarını te’lif etmenin imkânsız olması halinde söz konusu olur. Şayet iki nassın birini âmm (genel ifadeli) diğerini hâss (özel ifadeli) kabul etmek mümkünse, âyetlerin birbirlerini neshettiklerini söylemek isabetli değildir. Bu âyet de bu kabilendir. Yani, cizye vererek boyun eğen ehl-i kitabı ve Mecusileri zorla dine sokmak caiz değildir. Buna mukabil cizye vermeyen veya ehl-i kitap ve Mecusi olmayan kâfirleri dine girmeye zorlamak caizdir. O halde bu âyetle, kâfirleri öldürmeyi emreden âyetlerin arasını te’lif etmek mümkündür. Yine âyetin sebeb-i nüzûlü olarak zikredilen İbn Abbâs ve ondan nakledilen Ensar’ın çocuklarını zorla İslâm’a girmeye zorlamaları ile ilgili rivayetler sahihtir. Bu âyet her ne kadar özel bir durum hakkında nazil olsa da hükmü umumidir.61 8. Tabii Gerçekler Taberî, te’vil tercihlerinde herkesçe kabul edilen tabiî gerçekleri bir ölçüt olarak kullanmıştır. Her ne kadar haberin sıhhatini tespit etmede kullandığı bu yönteme çok sık başvurmasa da siyere dair rivayetlerin değerlendirilmesinde göz ardı edilmemesi gereken önemli bir ölçüt olduğu yadsınamaz bir gerçektir. 60 Bakara 2/256. 61 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, IV, 547-554. 20 Uhud Savaşı sonrası Müslümanlar Resûlullah’ın (s.a.) çağrısı üzerine Mekke müşriklerini yaralı ve yorgun olmalarına rağmen emre itaat ederek Hamrâülesed’e kadar takip etmişler, onların bu zor şartlarda Resûlullah’ın çağrısına kayıtsız şartsız itaat etmeleri “Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır.”62 âyetiyle takdir edilmiştir. Bu âyette bahsi geçen takibin ne zaman olduğuna dair farklı yorumlar söz konusudur. Konuyla ilgili olarak Mücâhid ve İkrime’nin rivayetlerine göre Uhud Savaşı sonrası Müslümanlar ile Mekke müşrikleri bir yıl sonra Bedir’de buluşmak üzere sözleşmişler, verilen bu söz üzerine bir yıl sonra Müslümanlar Bedir’e gitmek üzere yola çıkmışlar, Kureyş’in büyük bir orduyla gelmekte olduğunu haberini almaları üzerine “Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir.” diye mukabele de bulunmuşlardır. İşte “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” dediler.”63 âyeti Bedr-i Suğrâ’da Müslümanların bu örnek tavrını haber vermektedir. Diğer bir rivayete göre ise bu âyet, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı zaman söylediği sözlerden bahsetmektedir. Taberî, âyette Resûlullah’ın (s.a.) çağrısına icabet edenlerin yaralı olduklarının belirtilmesini ve Bedr-i Suğrâ’da herhangi bir çatışmanın olmadığını göz önünde bulundurarak âyetin Uhud Savaşı sonrası müşrikleri takip eden Müslümanlar hakkında nazil olduğunu belirtmiştir. 64 İbn Hişâm’ın konuyla ilgili rivayetine göre bu âyet Müslümanların Uhud Savaşı sonrası Mekke müşriklerini Hamrâülesed’e kadar takip etmeleri ve savaşmadan geri dönmeleri üzerine nazil olmuştur. Buhâri de bu âyetin Uhud Savaşı sonrası Resûlullah’ın Mekke müşriklerinin geri dönmeleri ihtimaline karşı yetmiş arkadaşıyla düşmanı takip etmeleri hakkında nazil olduğunu nakletmektedir. Konuyla ilgili olarak Vâkıdî’nin rivayetine göre ise Uhud Savaşı’nda bir sonraki yıl Bedir’de tekrar buluşmak üzere sözleşen Ebû Süfyân, Nu’aym b. Mesûd’u Medine’ye Müslümanları savaştan vazgeçirmek için “Kureyş, büyük bir ordu toplamış, size doğru geliyor, ona karşı çıkmayın.” mesajını iletmek üzere göndermiş, Resûlullah da (s.a.) “Kimse benimle yola çıkmasa bile tek başıma yola çıkarım.” diyerek kararlılığını belirtmiş, bunun üzerine Müslümanlar Bedir’e doğru yola çıkmışlardır. Müslümanlar yola çıktıkları zaman Bedir’de ticaret panayırı kurulmuştu. Müslümanlar 62 Âl-i İmrân, 3/172. 63 Âl-i İmrân, 3/173. 64 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, VI, 250-252. 21 herhangi bir savaş olmadan karlı bir ticaret yaparak Medine’ye dönmüşlerdir. Onun konuyla ilgili rivayetine göre ise bu âyet Bedr-i Suğrâ hakkında nazil olmuştur.65 9. Tarihi ve Sosyal Gerçekler Taberî’nin tev’illerinde tercih ettiği bir diğer ilke ise tarihi ve sosyal gerçeklerden yola çıkarak âyetleri anlama çabasıdır. Taberî bu ilkeden yola çıkarak Hz. Peygamber (s.a.) dönemine dair nakledilen rivayetlerin kritiğini yaparak nakledilen bilginin gerçekliğini ortaya koymaya çalışmıştır. Mekke müşriklerinin Müslümanların Kâbe’ye girmelerine ve onu korumalarına engel olmaları üzerine nazil olduğu belirtilen “Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir.”66 âyetinde bahsi geçenlerin kimler olduğu hususunda müfessirler ihtilaf etmiştir. İbn Zeyd, âyette bahsi geçenlerin Mekke müşrikleri olduklarını ifade etmektedir. Çünkü Mekke müşrikleri Hudeybiye seferinde Müslümanların Mescid-i Harâm’a girmelerine engel olmuşlardır. Abdullah b. Abbâs ve Mücâhid’e göre bu âyette bahsi geçenler Hristiyanlardır. Hrıstiyanlar, Mescid-i Aksâ’da inananların Allah’ın adını anmalarına ve namaz kılmalarına engel olmuşlar ve oraya eziyet verici şeyler atmışlardır. Katâde ve Süddî’ye göre ise mescitlerde Allah’ın isminin anılmasına engel olan ve oraların tahrip edilmesine çalışan kişiler Babil’de yaşayan ve Mecûsi olan Buhtunnasr ve ona yardımcı olan Hristiyanlardır. Yahudilerin Hz. Zekeriyya’yı öldürmelerine kızan Hıristiyanlar, Buhtunnasr’a Kudüs’ün tahrip edilmesi hususunda yardım etmişlerdir. Taberî ise âyeti şu şekilde yorumlamıştır: Mescitlerde Allah’ın adının anılmasına engel olan ve oraların tahrip edilmeleri için çalışan kişiler Hıristiyanlardır. Kudüs’ün Buhtunnasr tarafından tahrip edilmesine Hıristiyanlar yardım etmişler ve Buhtunnasr’dan sonra da Yahudilerin orada ibadet etmelerine engel olmuşlardır. Bu âyetin Kureyş müşriklerine işaret ettiğini söylemek doğru değildir. Her ne kadar Kureyşliler, bazen Resulûllah (s.a.) ve arkadaşlarının Mescid-i Harâm’da ibadet etmelerine engel olmuşlarsa da hiçbir zaman onun tahribine çalışmamışlar, bilakis orayı tamir etmişler ve bununla da övünmüşlerdir. Diğer yandan bu âyetten önceki âyet, Yahudi ve Hıristiyanların yaptıklarını kınamaktadır. O halde bu âyetin de Hıristiyanlara işaret ettiğini söylemek âyetler arasında irtibatı 65 İbn Hişâm, es-Sîre, III-IV, Vâkıdî, Meğâzî, I, 327. Buhârî, “Kitâbu’l-Meğâzî”, 25. 66 Bakara 2/114. 22 sağlama bakamından daha doğrudur. Her ne kadar âyet, özel bir şekilde Kudüs’ün yıkılmasına yardım eden ve orada müminlerin ibadetlerine engel olan Hristiyanlardan bahsediyorsa da âyetin genel ifadesi Allah’ın mescitlerinde farz olsun nafile olsun ibadet eden müminlere engel olanları ve oraları tahrip edenleri kapsamaktadır. Bu sıfatları taşıyan herkes en büyük zalimlerdendir.67 10. Umum, Genel Bakış Umum kavramını, lafzın vaz’olunduğu mânâ çerçevesinde ele alan usûlcülerin aksine, Taberî, zâhirliği olduğu gibi, umumiyeti de dildeki bir ifadenin ilk ve doğal hâli olarak görmekte ve aksine bir delil olmadıkça ifadenin bu hâlinin dışına çıkmayı yanlış bulmaktadır. Ona göre, bir söz, bağlayıcı bir delil ile tahsis edilmedikçe, umum ve zâhir hâli üzere kalır. Taberî, bu kavram hakkında belirli bir tarif yapmamaktadır; umum hakkında söylediklerinden hareketle şöyle bir tarifin onun anlayışına aykırı olmadığını söyleyebiliriz: Herhangi bir sözün, sahip olduğu bütün mânâları ve fertleri kapsaması ve tahsis edilmemesi durumuna umum denir.68 Resûlullah (s.a.) Necâşî’nin vefatını haber alınca “Kardeşiniz Necaşi öldü, kalkıp namazını kılın” demesi üzerine sahabiler “Müslüman olmayan ve bizim kıblemize karşı namaz kılmayan birinsin namazını mı kılacağız” diye şaşkınlıklarını ifade etmişler, münafıklar da “Şuna bakın, kendisini hiç görmediği dinsiz bir Hristiyanın cenaze namazını kılıyor.” diye tepki göstermişlerdir. Bunun üzerine “Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar. Allah'ın âyetlerini az bir değere satmazlar. Onlar var ya, işte onların, Rableri katında mükâfatları vardır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.”69 âyeti nazil olarak Necâşî’nin Müslüman olduğunu, Resûlullah’ın (s.a.) cenaze namazını kıldırmasının bir mahzuru olmadığını bildirmiştir. Yine sahabilerin “O, bizim kıblemize karşı namaz kılmıyordu.” demeleri hakkında da “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla 67 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, II, 442-445. Kaynaklar Babil kralı Buhtunnasr’ın milattan önce 605-562 yılları arasında hüküm sürdüğünü, Yahudi Devleti’ni ortadan kaldırarak Kudüs’ü ve Süleyman Mabedi’ni yakıp yıktırdığını belirtmektedirler. Taberî’nin hrıstiyanların Süleyman Mabedî’ni yıkılması için Buhtunnasr’a yardım ettiklerine dair verdiği bilgiler tarihi gerçeklerle örtüşmemektedir. Ömer Faruk Harman, “Buhtunnasr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1992, C. 6. s. 380-381. 68 Atik, İbn Cerîr et-Taberî’nin Kur’an Anlayışı ve Te’vil Tercihleri, s. 113-114. 69 Âl-i İmrân, 3/199. 23 bilendir.”70 âyeti nazil olarak asıl olanın Allah’a ve Resûlü’ne iman olduğunu bildirmiştir.71 Resûlullah’ın (s.a.) Necâşî’nin gıyabi cenaze namazını kıldırmasına sahabiler ve münafıkların farklı tepkiler ortaya koymaları üzerine nazil olduğu nakledilen “Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah’a derinden saygı duyarak inanırlar. Allah'ın âyetlerini az bir değere satmazlar. Onlar var ya, işte onların, Rableri katında mükâfatları vardır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.”72 âyetinin sebeb-i nüzûlü hakkında farklı rivayetler ve yorumlar söz konusudur. Konuyla ilgili Katâde’nin rivayetlerinden ilkine göre âyet, Resûlullah’ın (s.a.) Necâşî’nin gıyabi cenaze namazını kıldırmak istemesi üzerine Müslümanlara işin hakikatini öğrenmek için nazil olmuştur. Onun konuyla ilgili diğer bir rivayetine göre âyet, münafıkların Necâşî’nin gıyabi cenaze namazının kılınmasına tepki göstermeleri üzerine nazil olmuştur. Katâde’nin konuyla ilgili son rivayetine göre ise bu âyet, Resûlullah’a (s.a.) iman eden Necâşi ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. İbn Cüreyc’in rivayetine göre ise âyet, Resûlullah’ın (s.a.) Necaşî’nin cenaze namazını kıldırmasını münafıkların kınamaları üzerine nazil olmuştur. Konuyla ilgili olarak İbn Zeyd’in rivayetine göre bu âyet Yahudilerden Müslüman olan Abdullah b. Selâm ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Mücâhid’in rivayetine göre ilgili âyet, ehl-i kitaptan Müslüman olanlar hakkında nazil olmuştur. Taberî, konuyla ilgili rivayetleri naklettikten sonra âyeti şu şekilde yorumlamıştır: Bu âyetin manası umumidir. Yahudi veya Hristiyanlardan herhangi birisine tahsis edilemez. Bu âyette Müslüman olan bütün ehl-i kitaptan bahsedilmektedir. Necâşî ile ilgili rivayetlerin isnadında nazar var. Bu rivayetler sahih olsa bile bizim âyetle ilgili yorumumuzla tezat teşkil etmez. Âyet konuyla ilgili bütün rivâyetlere teşmil edilebilir.73 11. Arap Dili Arap dili, Tâberî’nin sadece te’vil tercihlerinde esas aldığı bir ölçüt değil, aynı zamanda Kur’ân ve te’vil anlayışında merkezî bir öneme sahiptir. Taberî’nin te’vil anlayışını, Kur’ân ve Sünnet’ten bağlayıcı bir delil olmadığı sürece, geniş çerçevede dilin, 70 el-Bakara, 2/115. 71 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, VI, 327-330. 72 Âl-i İmrân, 199. 73 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, VI, 327-330. 24 dar çerçevede de Arap dilinin esaslarına ve gereklerine riayet etmek şeklinde özetlemek yanlış olmaz.74 Bu anlayışının bir sonucu olarak Taberî te’vilinde ihtilafa düşülen âyetlerdeki kelimelerin Kur’ân’ın diğer âyetlerinde ve Arapça’daki tatbikatından yola çıkarak siyere dair âyetleri yorumlamıştır. Mekke’nin fethiyle “Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar.”75 âyetinde belirtildiği üzere Allah, küfür ve nifak ehline, sözünü mutlaka yücelteceğine ve kâfirlerin tuzaklarını etkisiz hale getireceğine dair hükmünü açıklamıştır.76 Bu âyetteki geçen “fetih” kelimesi müfessirlerden bazılarına göre “hüküm vermek” anlamına gelmekte, bazılarına göre de “Mekke’nin fethi” anlamına gelmektedir. Konuyla ilgili olarak Taberî, “fetih” kelimesinin Arapça’da “hüküm vermek” anlamına geldiğini, bu âyetteki “fetih” kelimesinin de “hüküm verme” manasına geldiğini belirtmiş, “Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”77 âyetini de yorumuna delil olarak göstermiştir. Ayrıca âyetteki “fetih” kelimesinin Mekke’nin fethi manasına geldiğinin bir diğer delili de Allah’ın iman ehli ile inkâr ehli arasında verdiği en büyük hükümlerden birisinin Mekke’nin fethedilmesine dair verdiği hükümdür.78 D. TABERÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, miladî 224 /838 yılının sonunda veya 225 yılı başında (839) Taberistan’ın merkezi Âmül şehrinde dünyaya gelmiştir. Taberî’ye bazı İslâm ülkelerinde doğan çocuklara isimleri yanında künye de verilmesi geleneğine uyularak Ebû Ca‘fer künyesi verilmiş ve kendisi bu künye ile meşhur olmuştur. Taberî, tahsil hayatına memleketi Âmül’de Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyerek ve hadis yazarak başlamıştır.79 Zamanın ilim anlayışının gereği ilk olarak Rey şehrine giderek tefsir ve hadis okumuş, daha sonra farklı ilim merkezlerine giderek fıkıh, tarih, edebiyat ve Arap 74 Aydın, İbn Cerîr et-Taberî’nin Kur’an Anlayışı ve Te’vil Tercihleri, s. 124. 75 Mâide, 5/52. 76 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, VIII, 513-514. 77 A’râf, 7/89. 78 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XIII, 513-514. 79 Yâkût el-Hamevî, Mu'cemu'l-Udebâ’, Kahire: 1938, 18, 40-48; Tacuddîn es-Subkî, Tabakâtu’ş Şâfi’iyeti’l-Kubrâ, Cîze: 1992, III, 120. Mustafa Fayda, “Taberî, Muhammed b. Cerîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 39, s. 314-318. 25 dili gibi çeşitli alanlarda ilim tahsil etmiştir. Mısır’a giderek dönemin ileri gelen âlimlerinden fıkıh öğrenmiştir. Mısır’dan memleketi Taberistan’a geri döndükten kısa süre sonra Bağdat’a gelmiş ve vefat edinceye kadar burada telif ve tasnifle meşgul olmuştur.80 Taberî, ilmi çalışmalarını siyaset üstü bir anlayışla yapmak için devlet yöneticileriyle ilişkilerinde mesafeli bir tutum sergilemiş, teklif edilen idari görevleri kabul etmemiştir. Ayrıca ilmi çalışmaları nedeniyle de hiç evlenmemiştir.81 Taberî, kıraat, tefsir, meânî, hadis, fıkıh ve tarih alanlarında telif ettiği eserlerle zamanla büyük bir otorite haline gelmiştir. Onun ilmi konulardaki bağımsız tavrı Bağdat’taki Hanbelîler ve Zâhirî mezhebi mensuplarını rahatsız etmiş, zikri geçen gruplar kendisine cephe almışlardır. Ahmed b. Hanbel’i fakih olarak kabul etmeyip “İhtilâfü’l- fukaha” adlı eserinde onun fıkhî görüşlerine yer vermemesi Hanbelîlerin büyük tepkisini çekmiştir. Taberî’nin, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen “makam-ı mahmûd”u (İsrâ, 17/79). Hanbelîlerin Resûl-i Ekrem’in arşta Allah’ın sağ tarafında oturacağı makam olarak nitelemelerini kabul etmemesi bu düşmanlıklarının bir diğer sebebi olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple Hanbelîler onun evini taşlamışlar ve zulmetmişlerdir. Bu mutaassıp Hanbeliler Taberî’yi ilhad ve Rafizilikle de itham etmişlerdir. Yaşadığı dönemde Hanbelîler hariç hemen herkes Taberî’nin ilmi otoritesini ve faziletini kabul etmiş ve 26 şevval 310/16 Şubat 923 yılında vefat etmiştir.82 Taberî tefsirdeki otoritesinden ötürü “imâmü’l-müfessirîn”, sünnet ve hadis ilimleri sahasında Tirmizî ve Nesâî tabakasında veya altıncı tabaka ricâlinden bir muhaddis, fıkıh, ilm-i hilâf ve mukayeseli fıkıhta mezhep kurucusu bir müctehid-imam, tarih alanında “şeyhü’l-müverrihîn” olarak kabul edilmiştir. Arap dili ve edebiyatı, aruz ve beyan ilimlerine vâkıf, aynı zamanda bir şair, ahlâk ve terbiye konularında kitap yazan; 80 Muhammed b. Ahmed ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nubelâ’, Beyrut: Mu’essesetu’r- Risâle, 1413, XIV, 267-269. 81 Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nubelâ’, XIV, 270, Ahmed Muhammed el-Hûfî, et-Taberî, Mısır: Vezâretu’s- Sekâfe ve’l-İrşâdi’l-Kavmî, 1963, s. 56. Yâkût el-Hamevî, Mu'cemu'l-Udebâ’, Kahire: 1938, XVIII, 86. 82 Yâkut, Mucemü’l-Üdebâ, C. 18, s. 58. Ebû’l-Hasan ‘Alî b. Muhammed İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fî't-Târîh, C. 8, Beyrut: Dâru’l Kütübi’l-‘İlmiyye, 1995/1415, s. 8. İsmail b. ‘Umer İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, C. 11. Beyrut: Mektebetu’l-Ma‘ârif, “t.y”, s. 146. 26 felsefe, mantık, cedel, tıp, cebir ve riyâziyyât gibi ilimlerde zengin bir birikime sahip büyük bir âlimdir.83 Taberî’nin başlıca eserleri şunlardır: 1) Câmi‘u’l-Beyân fî Tefsîri ‘an Te’vîli Âyi’l- Kur’ân: Kayıp olduğu düşünülen bu eser 19. asrın sonunda bulunarak 1321/1903 yılında Yemeniyye Matbaasında ilk defa 30 cilt hâlinde basılmıştır. Daha sonra A. Muhammed Şâkir ve M. Muhammed Şâkir (I- XVI, Kahire 1955-1969) ile Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, (I-XXVI, Kahire, 1422/2001.) tarafından iki ilmi neşri gerçekleşmiştir. Biz bu çalışmamızda Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, (I-XXVI, Kahire,1422/2001) nüshasını esas aldık. 2) Kitâbu Ahbâri’r-Rusul ve’l-Mulûk: Yaradılışla başlayıp dönemine kadarki zamanı kapsayan bir dünya tarihi kitabıdır. 3) Kitâbu Tehzîbi’l-Âsâr: Taberî Hadis ilmiyle ilgili bu eserini tamamlayamadan vefat etmiştir. 4) Kitâbu İhtilâfi’l-Fukahâ 5) Latifu'l-Kavl fj-Ahkâmi Şerâi'i'l-İslam: Taberî’nin fıkıh anlayışını ortaya koyduğu eseridir. 6) Kitâbu Tebsîri Ûlî’n-Nühâ ve Ma‘âlimi’l-Hüdâ: Akâid ilmiyle ilgili bir risaledir. 7) Şerhu’s-Sünne: Akâide dair bir eserdir. 8) Beşâretu’l-Mustafâ 9) Kitabu Zeyli’l-Müzeyyel: Tabakat ve rical kitabıdır. 10) Kitab-ı Basiti’l-Kavl fi Ahkâmı Şerâiil-İslam: Dönemindeki fıkıh çalışmalarını konu edinmektedir. 83 Mustafa Fayda,“Taberî, Muhammed b. Cerîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 39, s. 314-318. Taberî hakkında yapılan ilmi çalışmalar için bkz. Necattin Hanay,“Allâme Muhammed İbn Cerîr Et-Taberî’ye Dair Bir Bibliyografya Denemesi”, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 3 (2013), ss. 227-250. 27 11) Kitabu’l-Kıraât ve Tenzilu’l-Kur’ân: Bu eserde Kur’ân- Kerîm’deki kıraat ve harf ihtilafları, Medine, Mekke, Kufe, Basra, Şam ve diğer merkezlerdeki kurrâların isimleri yer almaktadır. 12) er-Risâle fî Beyâni Usûli’l-Ahkâm 13) Câmi‘u’l- Kırâ’ât mine’ş-Şuhûri ve’ş-Şevâzz 14) Kitâbu Feżâ’ili Ebî Bekr ve ‘Umer 15) Kitâbu Feżâ’ili ‘Alî b. Ebî Tâlib. 16) Risâletun fî Sanâ‘ati’l-Kavseyn ve Remyi’s-Sihâm.84 E. TABERÎ TEFSİRİNİN ÖZELLİKLERİ Taberi, tefsir, kıraat, hadis, fıkıh gibi dini ilimlerin usûl ve fûru‘ bakımından en yüksek dereceye ulaştığı hicri üçüncü yüzyılda yaşamış, çok yönlü bir âlimdir. Bu dönemde Fıkhi mezhepler oluşumlarını tamlayarak eserler vermeye başlamış, Hadiste Kütüb-ü Sitte tamamlanmış, kıraât ilmi oluşumunu tamamlamış, birçok rivayet ve dirayet tefsiri telif edilmiş, nahiv, sarf, arûz, edeb ve belagât gibi ilimler tekâmül etmiştir. Yine bu devirde sîre ve magâzi alanında pek çok eserler telif edilmişti. Taberi, tefsir edebiyatı tarihinde en mühim nirengi noktalarından biridir. Bu bakımdan onun tefsirinin özellikleri ve tefsirdeki metodu üzerinde durulması gerekmektedir. Bu tefsir, tefsir tarihi ve tarihi malzeme bakımından tefsir, Kur’ân ve siyer ilimleriyle uğraşan ilim adamları için değerli bir kaynaktır. Taberî’nin bu tefsiri Hz. Peygamber, (s.a.) sahabe, tâbiîn ve sonrası tefsir hakkındaki görüşleri toplayan bir eserdir. Bundan dolayı gerek kendisi ve gerekse tefsiri, müfessirler arasında temayüz etmiştir. Bu eser aynı zamanda lügat; tarih, fıkıh, nahiv, kıraat, İslamî ve cahili şiirler için de vazgeçilmez bir kaynaktır. Taberî’nin bu eserini değerli kılan sadece rivayetleri ve görüşleri toplayıp kayıt altına alması değil, elde ettiği bilgileri kendi ilmi derinliği ve bakış açısına göre değerlendirmesidir. Bu tefsir aynı zamanda tefsir tarihi üzerinde araştırma yapacakların müracaat edecekleri en mühim 84 Carl Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî, çev. Abdulhalîm Neccâr, Kahire: Dâru’l-Maârif, 1983. II, 48-52. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, Ankara: Fecr Yayınları, 1996, s. 127-130. Mustafa Fayda,“Taberî, Muhammed b. Cerîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 39, s. 314-318. 28 kaynak ve bugün müstakil vaziyette elimizde bulunan veya bulunmayan eski tefsirlerin muhafaza edildiği bir hazinedir.85 Taberi’nin tefsiri “tahlili tefsir’in” bir türüdür. Yani Kur’ân’ı baştan sona ayet ayet, sure sure tefsir eden, sahasında yazılan derli toplu ilk ve en meşhur tahlili tefsirlerden birisidir. Tedvin edilen tefsirlerin ilklerinden ve en özgünlerinden birisi olması hasebiyle Taberî hem kendi devrindeki hem de kendisinden sonraki devirlerde yaşamış müfessirleri etkilemiştir. İbnü’l-Cevzi (ö. 595/l200)’nin “Zadü’l-Mesir”i, Kurtubî (Ö. 671/l272)’nin el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân’ı, İbn-i Kesir (Ö. 774/l372)’in, “Tefsirü'l-Kur’âni