T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI TÜRK İSLÂM EDEBİYATI BİLİM DALI MEHMED ŞEMSEDDİN ULUSOY - MİSBÂR-I ŞEMSÎ (İnceleme - Metin) YÜKSEK LİSANS TEZİ Büşra KARTAL BURSA – 2021 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI TÜRK İSLÂM EDEBİYATI BİLİM DALI MEHMED ŞEMSEDDİN ULUSOY - MİSBÂR-I ŞEMSÎ (İnceleme - Metin) YÜKSEK LİSANS TEZİ Büşra KARTAL Danışman: Doç. Dr. M. Murat YURTSEVER BURSA - 2021 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE İslâm Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, Türk İslâm Edebiyatı Bilim Dalı'nda 701822014 numaralı Büşra KARTAL’ın hazırladığı “Mehmed Şemseddin Ulusoy - Misbâr-ı Şemsî (İnceleme-Metin)” konulu Yüksek Lisans çalışması ile ilgili tez savunma sınavı 13/08 2021 günü 09:30- 11:30 saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin (başarılı / başarısız) olduğuna (oybirliği / oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı Doç. Dr. M. Murat Yurtsever Bursa Uludağ Üniversitesi Üye Üye Prof. Dr. Bilal Kemikli Dr. Öğretim Üyesi Olcay Kocatürk Bursa Uludağ Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Tarih .../…/ 2021 Yemin Metni Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum "Mehmed Şemseddin Ulusoy - Misbâr-ı Şemsî (İnceleme-Metin)" başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapilân bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Tarih ve İmza Adı Soyadı : Büşra KARTAL Öğrenci No : 701822014 Anabilim Dalı : İslâm Tarihi ve Sanatları Programı : Yüksek Lisans Statüsü : OYüksek Lisans O Doktora BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Tarih: …/…./2021 Tez Başlığı / Konusu: MEHMED ŞEMSEDDİN ULUSOY MİSBÂR-I ŞEMSÎ (İNCELEME-METİN) Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam ………… sayfalık kısmına ilişkin, ……/……/2021 tarihinde şahsım tarafından Turnitin. adlı intihal tespit programından (Turnitin)* aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı % ….. ‘tür. Uygulanan filtrelemeler: 1- Kaynakça hariç 2- Alıntılar hariç/dahil 3- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. Tarih ve İmza Büşra KARTAL Adı Soyadı: Öğrenci No: 701822014 Anabilim Dalı: İslâm Tarihi ve Sanatları Programı: Yüksek Lisans Statüsü: Y.Lisans Doktora Danışman Doç. Dr. M. Murat YURTSEVER iv ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Büşra KARTAL Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : İslâm Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı : Türk İslâm Edebiyatı Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xx + 405 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışmanı : Doç. Dr. M. Murat YURTSEVER MEHMED ŞEMSEDDİN ULUSOY – MİSBÂR-I ŞEMSÎ (İNCELEME-METİN) Mehmed Şemseddin Ulusoy’a ait H. 1349/M. 1931 yılında te’lif edilmiş müellif nüshası Misbâr-ı Şemsî adlı eser, çeviriyazı ile günümüz alfabesine aktarılmıştır. Eserin incelemesi yapılırken müellifin yaşadığı dönem, müellifin hayatı, edebî yönü ve eserleri -müellifin kendi beyanları ve konu ile ilgili öncesinde yapılmış pek çok çalışmadan istifade edilerek- ana hatlarıyla sunulmuştur. Manzum-mensur bir eser olan Misbâr-ı Şemsî’nin iç ve dış yapısı incelenmiş, şekil ve muhtevaya dair özellikleri belirtilmiştir. Manzum vefat tarihlerinden ve kısa, mensur terceme-i hâllerden müteşekkil eser, bir vefeyâtnâme olarak ele alınmıştır. Çalışmanın giriş bölümünde terceme-i hâl türleri, vefeyâtnâmeler ve tarih düşürme sanatı hakkında detaylı bilgiler verilmiştir. Böylece hem Türk edebiyatında vefeyâtnâmelerin ve tarih düşürme sanatının yeri ve önemi üzerinde durulmuş hem de Mehmed Şemseddin Ulusoy’un vefeyâtnâme yazarlığı ve müverrihliği ele vi alınarak edebiyat ve kültür tarihimiz içerisinde Mehmed Şemseddin Efendi’nin eserlerinin konumu ve önemi dikkatlere sunulmuştur. Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatının son dönem önemli temsilcilerinden ve kaleme aldığı altmış iki eser ile Bursa’nın en velûd müelliflerinden biri olan Mehmed Şemseddin Ulusoy’un Misbâr-ı Şemsî adlı eseri incelendiğinde görülmüştür ki eser, yazıldığı dönemin sosyo-kültürel hayatı, dinî yaşantısı ve müellifin tasavvufî görüşlerine dair mühim tarihî malumatlar vermektedir. Bu çalışmanın hem klâsik Türk edebiyatı tarihi açısından, hem de Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatı tarihi ve Türk tasavvuf tarihi açısından mühim olduğu ve eserin incelenmesinin önemli bir boşluğu dolduracağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Klâsik Türk Edebiyatı, Mehmed Şemseddin Ulusoy, Misbâr-ı Şemsî, Tarih Düşürme Sanatı vii ABSTRACT Name and Surname : Büşra KARTAL University : Bursa Uludag University İnstitution : İnstitute of Social Sciences Field : History of Islam and Arts Branch : Turkish Islamic Literature Degree Awarded : Master Page Number : xx + 405 Degree Date : Supervisor : Doç. Dr. M. Murat YURTSEVER MEHMED ŞEMSEDDİN ULUSOY - MİSBÂR-I ŞEMSÎ (EXAMINATION-TEXT) The writer copy of the literary work named Misbâr-ı Şemsî which belongs to Mehmet Şemseddin Ulusoy and compiled in 1931 has been tranferred into modern alphabet with transcription. While examining the literary work, the period of writer’s life, writer’s own life, his literary aspect and literary works, his own declarations and the other works which were written about the issue before have been considered and presented with the main lines. The Misbâr-ı Şemsî which is poetical-prose work has been examine in terms of its internal and external structures and the features about its form and content have been stated. The literarry work composed of poetical dates of demise and short life stories have been discussed as a “vefeyâtnâme” ( the literary works includes life of famous people who passed away). In the introduction part of this study, the detailed information has been given about the types of life stories , the works of vefeyâtnâme and the art of chronogram. Thus the place and importance of vefeyâtnâme and art of chronogram in Turkish literature have been discoursed and also the position and importance of Mehmet Şemseddin Ulusoy’s literary works in our culture and literature history have been viii presented by discussing authorship of vefeyâtnâme and his historian personality. When the literary work of Misbâr-ı Şemsî ,which belongs to Mehmet Şemseddin Ulusoy who is one of the significiant representative of the Religious and Mystic Turkish literature in the last period and also the most productive author in Bursa with his 62 literary works, it is obvious that his work gives important information about the sociocultural life of his period, his religious life and his opinions about İslâmic mysticism. It is anticipated that this study is important with regards to both classical Turkish literature history and Religious- Mystic Turkish literature and Turkish mysticism history and examining this literary work will be able to fill a gap in this field. Keywords: Classical Turkish literature, Mehmed Şemseddin Ulusoy, Misbâr-ı Şemsî, Art Of Chronogram ix ÖNSÖZ “Marifetin muvakkar olduğu müdün-i mütemeddinede dâniş-penâhân-ı eslâfa ne derece itibar edildiği, âsâr-ı münteşire ile sabittir.” Gayretimizin ve bu çalışmamızın da esasını beyan eden bu veciz söz, tezimize konu olan eserin müellifi Mehmet Şemseddin Ulusoy hakkında Son Asır Türk Şairleri adlı eserinde “biz birbirimizin hâl-i hazînini iyi biliriz” diyerek müellifimiz ile ruh akrabalığını ilân eden ve müellifimizle aynı devirde yaşayan İbnülemin Mahmut Kemal İnal Bey’e aittir. Bu sözle anlıyoruz ki marifet ehli seleflerimize karşı en büyük sıyânet ve hürmet, onların ömr-i sânisi hükmünde olan âsârını neşrederek, enzâr-ı ahlâfa arz etmektir. Yine İbnülemin Mahmut Kemal İnal Bey’in ifadeleriyle: “Eslâfın ahvâl ü âsârını tedkîk edenler, onların hayatını -ma’nen- temdîd ve ahlâfın efkârını da tenvir etmiş olurlar ki bu hıdmet-i mebrûre, âlem-i insâniyyeti sitâyiş-hân eder. Kâbil-i inkâr değildir ki halef, şâh-râh-ı dânişde ne kadar tayy-ı menâzil etse - arkada bıraktığı- selefden müstağnî olamaz. Selef -tagayyürât-ı ezmân u ahkâma, terakkiyât-ı medeniyyeye rağmen- reh-nümâ-yı halef addolunabilir.” Bu bağlamda bizlere yol gösterici ve yol açıcı isimlerden biri, medeniyetler beşiği Adadolu’nun en güzide şehirlerinden olan ve Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti Bursa’nın en mühim müelliflerinden olan Mehmet Şemseddin Ulusoy’dur. Farklı konularda, bilinen altmış iki eserin müellifi bu büyük zat, Bursa’ya dair de en çok eser veren müelliflerimizden biridir. Bununla birlikte medeniyetimizin ve özellikle Bursa şehrinin saklı tarihinin muhafızlarındandır. Pek çoğu müellif hattı yazma ve tek nüsha olan bu kıymetli eserleri gün ışığına çıkarmak, yine İbnülemin Bey’in ifadesi ile hamiyyet-i vataniyye ve gayret-i milliyye iddiasında bulunanların hem eslâfa duydukları vefa hem de ahlâfa duydukları vicdanî borcun bir gereğidir. Müellif Mehmet Şemseddin Ulusoy’un tasavvufî neşve ile vermiş olduğu manzum ve mensur eserlerin birçoğunun, dinî-tasavvufî edebiyat içerikli olmasından, ilgili eserlerin Türk-İslâm Edebiyatı Bilim Dalı içerisinde ilmî araştırma ve incelemesinin yapılması son dönem klâsik Türk edebiyatı tarihi açısından da büyük önem arz etmektedir. Bu yönüyle çalışmamızın hem klâsik x Türk edebiyat tarihine hem de Dini-Tasavvufî Türk edebiyatı tarihine katkı sağlayacağını ümid etmekteyiz. Çalışmamıza konu olan Mehmet Şemseddin Ulusoy’un Misbâr-ı Şemsî adlı eseri, müellifin devrinde yaşamış ve vefat etmiş hocalarına, can dostlarına, farklı tasavvufi muhitlere mensup pîrdaşı olan mutasavvıflara, ilim ve faziletçe kemal ehli kimselere ve dost çevresinden olup genç yaşta vefat etmiş olanlar için kaleme aldığı manzum tarihlerden oluşmaktadır. İçerdiği terceme-i hâller ile vefeyâtnâme türünde kabul edilebilecek bu çalışmanın Misbâr-ı Şemsî diye isimlendirilme sebebini müellifimiz mukaddimesinde; “Bu kitabımıza Misbâr-ı Şemsî diye isim verdim. Çünkü misbâr, cerrâhun yaralara sokup çıkardığı neştere derlermiş.” sözleriyle ifade etmektedir. Aynı zamanda kitabına verdiği bu isimle eserinde zikrettiği kişilerin vefatlarına duyduğu derin ızdırabı haber verip, eseri yazmanın yürek dağlayıcı olsa da vefatların açtığı gönül yarasına şifa ümidi ile kaleme alındığını zımnen beyan etmiş olmaktadır. Bu eserin ilmî çalışma ile günümüze kazandırılmasının, Bursa kültür tarihinin bir dönemine ve dini- tasavvufî edebiyat muhitlerine ışık tutacağı inancındayız. Eserin, metin çeviri yazısının ve incelemesinin en doğru şekilde yapılması çalışmamızın temelini teşkil etmektedir. Tez çalışmamız, giriş bölümüne ilâve olarak üç ayrı bölüm ile tasnif edilmiştir. Tezimizin giriş kısmında, çalışmanın amacı ve yöntemi sunulmuş İslâm edebiyatında terâcim-i ahvâl türleri ve vefeyâtnâmeler bahsi ile edebî bir tür olarak tarih düşürme sanatı ve tarihî gelişimi genel hatları ile yazılmıştır. Birinci bölümünde, “Muhitin tesiri müsellemdir” sözü mucibince müellifin yaşadığı devir olan XIX. ve XX. asrın sosyal ve kültürel hayatı ve Bursa’da ilmî ve edebî ortam konularına yer verilmiş ve Mehmet Şemseddin Ulusoy’un hayatı, edebî yönü ve eserleri ele alınmıştır. Hayatına dair öncelikli kaynağımız müellifin kendisinin yazmış olduğu ve ilmî neşri Prof. Dr. Mustafa Kara tarafından yapılan otobiyografisi olmuştur. İlave olarak müellif hakkında günümüze dek yapılmış olan çalışmalardan da istifade edilmiş olup bir alt başlıkta bu eserlerden bahsedilmiş ve eserler tanıtılmıştır. Müellif, divanında yer alan “âsârımın esâmîsi” adını verdiği manzumesinde, bütün eserleri hakkında isim isim bilgi vermiştir, buna araştırmalarımız doğrultusunda ulaştığımız bilgiler de xi ilâve edilerek eserlerinden görebildiklerimiz hakkındaki malumatımız ayrıntılı bir şekilde sunulmaya gayret edilmiştir. Ayrıca, bir müverrih olarak Mehmet Şemseddin Ulusoy ve tarihleri başlığı açılarak, müellifin tarih sanatındaki yetkinliğine değinilmiş ve tarihlerinden örnekler sunulup incelenerek, bu sanattaki mahâreti gözler önüne serilmiştir. İkinci Bölümde Misbâr-ı Şemsî’nin fotoğraflama yoluyla çoğaltılmış müellif hattı orijinal nüshasından istifade ile nüsha tavsifi ve değerlendirilmesi yapılmış; vefatlarına tarih düşürülen isimler hakkında genel bilgiler verilerek eser, içerik yönünden de tanıtılmıştır. Eserin manzum ve mensur kısımları ayrı ayrı ele alınmış olup nazım şekilleri, nazım türleri, vezin ve kafiye incelemeleri yapılmak suretiyle eserin şekil özellikleri ile dil ve üslûp özelliklerine değinilmiştir. Üçüncü bölümde ise yazı çevrim işaretleri ve metnin kurulmasında izlenen yol belirtildikten sonra metnin yazı çevrimine yer verilmiştir. Amacımız, bu eserin ilmî olarak çalışılması ve incelenmesi ile birlikte, ecdâd-ı maneviyye makamında bulunan eslâf-ı kirâma duyduğumuz hiss-i hürmetimizi ve mahabbetimizi bir nebze olsun gösterebilmiş olmaktır. “Ehl-i hünerin kadrini bilmek de hünerdir” sözü bu ilmî çalışmalarımızda, her zaman yolumuzu aydınlatan ve açan bir sözdür. Bu çalışma şahsım için bir okul olmuştur. Maddi ve manevi destekleriyle pek çok hocamın terbiyesinden geçmeme, nice kıymetli kapıya müracaat etmeme vesile olmuştur. Bu isimlerin başında hiç şüphesiz müellifimiz Mehmet Şemseddin Ulusoy Efendi gelmektedir. Emanetçisi olduğu bilgileri zamanın tahrifatından ve beşerin nisyanından korumak adına titizlikle kayda geçmiş ve geride çok kıymetli eserler miras bırakmıştır. Yaşadığı şehir olan Bursa’nın Camilerine, medreselerine, dergâhlarına, kabirlerine, türbelerine, şairlerine, ulemasına ve daha pek çok kıymetlerine dair müstakil eserler kaleme alarak şehre ve gelecek nesillere vefalı olmayı öğretmiştir. Özellikle çalışma konumuz Misbâr- ı Şemsî adlı eserinde, zikrettiği isimlerin birçoğu farklı meşrep ve neşveden kimseler olmasına karşın kullandığı zarif, nezaketli ve hürmetli üslûbu büyük bir vefa ve kadirşinaslık örneği olmuştur. Yüksek lisans öğrenciliğim esnasında tanımakla müşerref olduğum bir diğer isim, “tâlib-i himmet, muhibb-i hidmet olmağa mecburdur” düsturuyla yaşamış, tarihi muallim-i hayat bilmiş ve eslâfı xii unutmayı ahlâfı düşünmemek sayarak geçmiş ve geleceğe vefa timsali, şahsıma ise bu yolda rehber olan şahsiyet İbnülemin Mahmut Kemal İnal’dir. Evvel emirde yakın tarihimizin bu iki büyük müeliffine ve yolumuzu aydınlatan tüm eslâfımıza hürmetle teşekkürü bir borç bilirim. Mehmet Şemseddin Ulusoy’un hayatına dair ve eserlerinin ihyâsı hususunda büyük emekler sarf eden muhterem hocam Prof. Dr. Mustafa Kara’ya; bu mütevazı çalışmanın her safhasında yardımlarını gördüğüm, ilminden ve tecrübelerinden istifade ettiğim tez danışmanım kıymetli hocam Doç. Dr. Murat Yurtsever’e; Türk-İslâm Edebiyatı Bilim Dalı başkanımız kıymetli hocam Prof. Dr. Bilal Kemikli’ye; tarih düşürme sanatı konusunda bilgilerinden istifade ettiğim Prof. Dr. İsmail Yakıt’a; beni Misbâr-ı Şemsî’den haber-dâr edip, eseri çalışmama imkân sunan, bilgilerini, vaktini ve kitaplarını benimle paylaşan kıymetli hocam Dr. Mustafa Efe’ye; metnin okunmasında yardımlarını gördüğüm değerli hocam Firdevs Efe’ye ve çalışmalarımda her zaman yanımda olup desteklerini esirgemeyen canım âileme en derin hürmet ve teşekkürlerimi arz ederim. Ağustos 2021 Bursa Büşra Kartal xiii İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI....................................................................................................ii YEMİN METNİ .............................................................................................................iii YÜKSEK LİSANS/DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU .............................iv ÖZET..............................................................................................................................vi ABSTRACT..................................................................................................................viii ÖNSÖZ.............................................................................................................................x İÇİNDEKİLER ............................................................................................................xiv KISALTMALAR ………….........................................................................................xix GİRİŞ A- ÇALIŞMANIN AMACI VE YÖNTEMİ ...……………………………………. 1 B- TÜRK İSLÂM EDEBİYATINDA TERÂCİM-İ AHVÂL TÜRLERİ VE VEFEYÂTNÂMELER ………...………………………………………………. 2 1. TERÂCİM-İ AHVÂL TÜRLERİ ................................………………………… 2 1.1. Tabakat ...……………………………………………………………………….. 3 1.2. Tezkire ...………………………………………………………………………. 3 1.3. Menâkıbnâme ...………………………………………………………………... 3 1.4. Silsilenâme ..…………………………………………………………………… 4 1.5. Hilye (Şemâil) ………………………….…………………………………….... 4 1.6. Siyer ve Megâzî ……………………………………………………………….. 4 1.7. Ensab …………………………………………………………………………... 5 1.8. Vefeyâtnâme …………………...……………………………………………… 5 2. VEFEYÂTNÂMELER ………………………………………………………… 5 2.1. Vefeyâtnâmelerin Tanımı ve Genel Vasıfları …………………………………. 5 2.2. Vefeyâtnâmelerin Çeşitleri ………………………………...………………….. 8 2.2.1. Tüm Kesimlere Yönelik Vefeyâtnâmeler ………………………………..…… 11 2.2.2. Belirli Bir Kesime Yönelik Vefeyâtnâmeler ………………………………..... 16 xiv 2.2.2.1. Meslekî Zümre Vefeyâtnâmeleri …………………………………….. 16 2.2.2.1.1. Ulema-Şeyh Vefeyâtnâmeleri ………………………………………… 16 2.2.2.1.2. Hükümdar-Hân Vefeyâtnâmeleri …………………...………………… 18 2.2.2.1.3. Şeyhülislâm Vefeyâtnâmeleri …………………………………...……. 20 2.2.2.1.4. Vezir Vefeyâtnâmeleri ………………………………………………... 21 2.2.2.1.5. Kaptanıderyâ Vefeyâtnâmeleri ……………………………………….. 22 2.2.2.1.6. Reisülküttâb Vefeyâtnâmeleri ………………………………………… 23 2.2.2.1.7. Hattat Vefeyâtnâmeleri ……………………………………………..… 23 2.2.2.1.8. Mûsikîşinâs Vefeyâtnâmeleri ………………………………………… 25 2.2.2.2. Şehir-Bölge Vefeyâtnâmeleri ………………………………………… 27 2.2.2.2.1. Şehir Meşhurları Vefeyâtnâmeleri ……………………………………. 27 2.2.2.2.1.1. Bursa Vefeyâtnâmeleri ………………………………………………... 27 2.2.2.2.2. Cami Mezarlıkları Vefeyâtnâmeleri ………………………………...… 37 C- EDEBİ BİR TÜR OLARAK TARİH DÜŞÜRME SANATI VE TARİHİ GELİŞİMİ ………………………………………………………………..…… 38 1. TARİH DÜŞÜRME SANATININ TANIMI ……………………………….... 38 2. TARİH DÜŞÜRME SANATININ KONUSU ……………………………….. 42 2.1. Ketebe Kayıtları ve Eserlerin Sonuna Düşürülen Tarihler …………………… 44 2.2. Mezar Taşı Kitâbeleri ve Üzerlerindeki Tarih Manzumeleri …………………. 48 3. TARİH DÜŞÜRME SANATININ BAŞLANGICI VE TARİHİ GELİŞİMİ ... 54 4. TARİH DÜŞÜRME SANATININ ÇEŞİTLERİ ……………………………... 65 4.1. Söyleniş Bakımından Tarih Düşürme ………………………………………… 65 4.1.1. Lafzen Tarih …………………………………………………………………... 66 4.1.2. Ma’nen Tarih …………………………………………………………...…….. 66 4.1.3. Lafzen ve Ma’nen Tarihler …………………………………………………… 66 4.2. Hesaplanması Bakımından Tarih Düşürme …………………………………... 67 4.2.1. Tam Tarih …………………………………………………………………….. 67 4.2.2. Ta’miyeli Tarih ……………………………………………………………….. 67 4.2.3. Katmerli Tarih ………………………………………………………………… 68 4.3. Harflerin Kullanılışı Bakımından Tarih Düşürme ……………………………. 69 4.3.1. Mevcut Bütün Harflerle Söylenenler …………………………………………. 69 4.3.2. Mu’cem Tarih ……………………………………...…………………………. 69 xv 4.3.3. Mühmel Tarih ………………………………………………………………… 70 4.3.4. Mu’cem ve Mühmel Tarih ……………………………………………………. 70 5. DİVAN EDEBİYATINDA TARİH DÜŞÜRME SANATI VE ÜNLÜ ŞAİRLERİ …………………...……………………………………………….. 71 6. TASAVVUF EDEBİYATINDA TARİH DÜŞÜRME SANATI VE ÜNLÜ ŞAİRLERİ ………………………………………………………………...….. 81 6.1. Mutasavvıf Şairlerin Düşürdüğü Tarihler …………………………………….. 81 6.2. Mutasavvıflar İçin Düşürülen Tarihler ……………………………………..… 86 7. YALNIZ TARİH DÜŞÜREN ÜNLÜ ŞAİRLER ……………………………. 89 BİRİNCİ BÖLÜM MÜELLİFİN DÖNEMİ, HAYATI, EDEBÎ YÖNÜ VE ESERLERİ A. MEHMET ŞEMSEDDİN ( ULUSOY) MISRÎ’NİN DÖNEMİ …………...…. 92 1. XIX. VE XX. ASRIN SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYATINA UMUMÎ BİR BAKIŞ ………………………………...……………………………………… 92 2. BURSA’DA İLMÎ EDEBÎ VE KÜLTÜREL ORTAM …………………..… 109 B. MEHMET ŞEMSEDDİN MISRÎ’NİN HAYATI, EDEBÎ YÖNÜ VE ESERLERİ ………………………………………………………………….. 115 1. HAYATI …………………………………………………………………….. 115 1.1. Doğumu, Çocukluğu ve Âilesi ………………………………………………. 115 1.2. Tahsili, Hocaları ve Görevleri ……………...……………………………….. 117 1.3. Evliliği ve Çocukları ………………………………………………………… 118 1.4. Tasavvufî Hayatı ve Eğitimi ………………………………………...………. 121 1.5. Şeyhliği ve Halifeleri ……………………………………………………….. 122 1.6. Çevresi ve Dostları ………………………………………………………….. 126 1.7. Vefatı ……………………………………………………………………..… 150 2. EDEBÎ YÖNÜ ………………………………………………………………. 153 3. ESERLER …………………………………………………………………… 159 3.1. Mensur Eserleri ……………………………………………………………… 163 3.1.1. Bursa Tarihine Dair Eserleri ………………………………………………… 163 3.1.2. Bursa Vefeyâtnâmesi Tezkire ve Menâkıb Türü Eserleri …………………… 168 3.1.3. Seyahatnâme ve Hâtırat Türü Eserleri ………………………………………. 171 xvi 3.1.4. Din, Ahlâk ve Tasavvufî Konulara Dair Eserleri …………………………… 172 3.1.5. Tasavvufî Şiir Şerhleri ………………………………………………………. 179 3.1.6. Dinî Millî Âdetlere ve Fıkralara Dair Eserleri ………………………………. 180 3.2. Manzum Eserleri …………………………………………………………….. 183 C. MEHMET ŞEMSEDDİN MISRÎ HAKKINDA YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR 188 1. KİTAPLAR ……………………………………………………...…………... 188 2. TEZLER ……………………………………………………………………... 188 3. MAKALELER ………………………………………………………………. 188 4. YAZILAR ……………………...……………………………………………. 189 5. TEBLİĞLER ………………………………………………………………… 190 6. ÇEVİRİYAZI ESERLERİ (YENİ HARFLERLE BASİLÂN ESERLERİ) … 190 7. BİYOGRAFİLER ………………………………………………………...…. 191 D. BİR MÜVERRİH OLARAK MEHMET ŞEMSEDDİN MISRÎ VE TARİHLERİ ………………………………………………………………… 192 İKİNCİ BÖLÜM ESERİN TANITIMI VE İNCELENMESİ A. MİSBÂR-I ŞEMSÎ’NİN TANITILMASI ……………………………..…… 205 1. NÜSHA TAVSİFİ VE NÜSHANIN DEĞERLENDİRMESİ ……………... 205 2. ESERİN İÇERİK YÖNÜNDEN TANITILMASI …………………………. 206 2.1. Mehmet Şemseddin Mısrî’nin Misbâr-ı Şemsî’de Vefatlarına Tarih Düştüğü İsimler ……………………………………………………………………….. 206 2.1.1. Şeyhi …………………………...……………………………………………. 207 2.1.2. Yakın Akrabaları ……………………………………………………………. 211 2.1.3. Dostları ve Yaşadığı Dönemdeki Pîrdaşı Olan Şeyh Efendiler …………....... 218 2.1.4. Mutasavvıf Devlet Adamları ………………………………………...……… 247 2.1.5. Şeyhlerin Efrâd-ı Âilesi ……………………………………………………... 249 2.1.6. Mutasavvıf Kadınlar ………………………………………………………… 250 2.1.7. Diğer Vefat Tarihleri …………………………………………………...…… 251 xvii B. MİSBÂR-I ŞEMSÎ’NİN MANZUM VE MENSUR KISIMLARININ İNCELENMESİ …………………………………………………………...… 255 1. ŞEKİL ÖZELLİKLERİ ……………………………………………………... 255 1.1. Tertip Şekli ………………………………………………………………….. 255 1.2. Nazım Şekilleri …………………………………………………………...…. 256 1.3. Vezin ………………………………………………………………………… 257 1.4. Redif ve Kafiye ……………………………………………………………… 258 2. DİL VE ÜSLÛP ÖZELLİKLERİ …………………………………………… 263 3. MUHTEVA ……………………………………………………………...….. 268 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TRANSKRİPSİYONLU METİN A. METNİN KURULMASINDA İZLENEN YOL …………...……………….. 278 1. TRANSKRİPSİYON SİSTEMİ …………………………………………….. 278 2. TÜRKÇE KELİME VE EKLERİN İMLÂSI İLE FARSÇA VE ARAPÇA KELİME TERKİP VE EDATLARIN İMLÂSI …………………………….. 278 3. TEKNİK ÖZELLİKLER ……………………………………………………. 279 B. TRANSKRİPSİYONLU METİN …………………………………………… 280 SONUÇ……………………………………………………………………… 376 KAYNAKÇA ………………………………………………………………. 378 EKLER ……………………………………………………………………... 393 Ek: 1 …………………………………………………………………………. 393 Ek: 2 …………………………………………………………………………. 394 Ek: 3 …………………………………………………………………………. 395 Ek: 4 …………………………………………………………………………. 396 Ek: 5 …………………………………………………………………………. 397 Ek: 6 …………………………………………………………………………. 398 Ek: 7 …………………………………………………………………………. 399 Ek: 8 …………………………………………………………………………. 401 Ek: 9 …………………………………………………………………………. 402 Ek: 10 ………………………………………………………………………... 404 xviii KISALTMALAR a.g.e. : Adı Geçen Eser a.g.m. : Adı Geçen Makale a.g.mad. : Adı Geçen Madde a.g.t. : Adı Geçen Tez BEEK :Bursa Eski Eserler Kütüphanesi bkz. : Bakınız c. : Cilt çev. : Çeviren DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi ed. : Editör ed. : Editör haz. : Hazırlayan nr. : Numara s. : Sayfa S. : Sayı ss. : Sayfalar UÜİFD : Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yay. : Yayınları YL : Yüksek Lisans xix xx GİRİŞ A- ÇALIŞMANIN AMACI VE YÖNTEMİ Mehmed Şemseddin Ulusoy – Misbâr-ı Şemsî (İnceleme-Metin) isimli tez çalışmamızda Mehmet Şemseddin Ulusoy’un Misbâr-ı Şemsî adlı müellif hattı Osmanlı Türkçesi eser metninin transkripsiyon yöntemi ile Latin alfabesine çevirisi ve eserin muhteva incelemesinin yapılması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda tezin şu soruların cevap vermesi hedeflenmiştir: Mehmed Şemseddin Ulusoy kimdir? Misbâr-ı Şemsî adlı eser hangi türde kaleme alınmıştır? Türk İslâm edebiyatında yer alan terceme-i hâl türleri nelerdir? Vefeyâtnâme nedir, çeşitleri nelerdir? Ebced hesabı nedir ve nerelerde kullanılır? Tarih düşürme sanatı nedir, çeşitleri nelerdir? Bir vefeyat-nâme örneği olan Misbâr-ı Şemsî adlı eserin yazıldığı dönemin sosyo-kültürel ve edebi tarihine özelde ise Türk İslâm edebiyatındaki tarih düşürme geleneğine katkıları nelerdir? Tüm bu soruların cevaplanabilmesi için izlenen yol ve yöntem şu şekildedir: Kütüphane, web site vd. bilgi merkezlerinin katolog taramaları yapılarak, ansiklopedi maddesi, makale, tez, kitap, fotoğraf gibi ulaşılan materyaller ile kaynaklar tesbit edilmiştir. Bunula birlikte çeşitli ziyaretler ve araştırmacılarla yapılan mülakatlarla sözlü, yazılı ve görsel pek çok materyal elde edilmiş ve erişilen malumatlarla tez desteklenmiştir. 1 B- TÜRK İSLÂM EDEBİYATINDA TERÂCİM-İ AHVÂL TÜRLERİ VE VEFEYÂTNÂMELER 1- TERÂCİM-İ AHVÂL TÜRLERİ Latince “bios” (canlılık) ve “graphe” (yazı) kelimelerinden oluşan biyografi; tanınmış bir kişinin hayat hikâyesinin anlatıldığı eserlerin adıdır. Biyografinin İslâm medeniyetindeki ifâde şekli ise hâl tercümesi1 ve ömür beyanı2 anlamlarına gelen terceme-i hâl ve terâcim-i ahvâldir. Tek bir kişinin hayatını anlatan eserlere terceme-i hâl, birden fazla kişinin hayatını anlatan eserlere ise terâcim-i ahvâl denilmiştir.3 Batı’da biyografi kelimesi ilk defa 17. yy.’da İngiltere’de kullanılmış olmasına karşın Doğu’da terceme-i hâl (biyografi) yazıcılığı İslâm’ın ilk yıllarından itibaren kendisini göstermiştir. İslâm medeniyetinde bu türün erken teşekkül etmesinin başlıca iki sebebi olarak şunları söyleyebiliriz: Birincisi, Araplarda kabile, soy ve âile bağları sosyal ilişkilerin tesisinde büyük bir öneme sahiptir. Bu sosyal gerçeklikten doğan, ilmü’l-ensab adını verdikleri soy bilimi içerisinde kaleme alınan eserler biyografik özellikler taşımaktadır. İkinci etken ise İslâm geleneğinde ilk dönemlerden itibaren başlamış olan hadis ilminin tesiridir.4 Rivayet edilen hadislerin sıhhatini tesbitte râvîlerin güvenilirliği mühim bir göstergedir. Bunun için hicrî birinci asırın sonlarından itibaren ilmî bir gayretle râvîlerin güvenilirliğini kontrol eden isnad, cerh ve ta’dil sistemi kurulmuş5 ve kendisine hadis isnad edilen râvîlerin hayatlarına dair bilgiler rical kitapları (tercemetü fülan) adı verilen eserler kaleme alınarak kayıt altına alınmıştır.6 Râvîlerin doğum ve ölüm tarihleri, dindarlıkları, dürüstlükleri, hafızalarının kuvveti gibi bilgilerin yer aldığı hâl tercemeleri M. 7. yy.’dan itibaren geniş bir biyografik birikimin oluşmasına vesile olmuştur. Ricâl kitapları dışında İslâm peygamberi Hazreti Muhammed’in hayatına, şahsiyetine, siyasî ve askerî mücedelelerine dair yazilân siyer ve meğazî kitapları ile Hz. 1 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi, 1996. s. 1083. 2 D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Ankara: Yazar Yay., 2020, c. 1, s. 242. 3 Abdülkadir Özcan, “Tabakat”, DİA, c. 39, İstanbul, 2010, s. 299. 4 Suat Donuk, Türk Edebiyatında Vefeyâtnâme ve İsmail Beliğ’in Güldeste-i Riyâz-ı İrfân’ı, Ankara: Gece Kitaplığı, 2016, ss. 1-5. 5 Ahmet Yücel, Hadis Tarihi, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay., 2012, ss. 40- 41. 6 Erdinç Ahatlı, “Terceme”, DİA, c. 40, Ankara, 2011, s. 483. 2 Peygamber’in ahlâkî, karakteristik ve fizikî vasıflarının işlendiği hilye ve şemail gibi biyografik unsurlar taşıyan türler meydana gelmiştir. Şimdi İslâm medeniyetinin biyografik türlerine kısaca değinelim: 1.1. Tabakât: İslâm geleneğinde belirli bir tabaka/ sınıf/ zümreye ait ayırıcı niteliklere sahip olan kişilerden söz eden te’lif türünün adıdır. Başlangıçta hadis derleme faaliyetleri ile ortaya çıkan ve râvîlerin yaşamlarını konu edinen tabakâtlar, zamanla başka özellikler taşıyan biyografik eserlerin de genel adı olmuştur.7 Ancak aslı itibarıyla tabakât türünün alâmetifarikası aynı meslek, mezhep veya şehre mensubiyeti olan kişilerin hâl tercemelerini vermesi ve eserin tabaka adı verilen bölümlerle tasnif edilmesidir. Ali Şîr Nevâyî’nin (Ö. 906/1501) Mecâlisü’n-Nefâyis adlı eseri tabakat türünün Türk edebiyatındaki ilk örneğidir.8 1.2. Tezkire: Şairlerin terceme-i hâllerinin içeren eserlerdir. Tezkiretü’ş-şuara (şairler tezkiresi) olarak da adlandırılır.9 Çeşitli ilim dallarında yetişmiş alimlerin hayatını ele alan eserlere de tezkire adı verildiği görülse de tezkire kavramı hususen şairlere dair biyografik-antolojik eserleri ifade eder.10 Şuara tezkirelerini bir başka biyografik tür olan vefeyâtnâmelerden ayıran özellik ise şudur: tezkireler yazıldıklarında sağ olan kişilerin hayatlarına da yer verirken, vefeyâtnâmeler yalnızca vefat etmiş şahısları ele almaktadır. Latîfî’nin (ö. 990/1582) Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ adlı eseri bu türün başlıca örneklerinden biridir.11 1.3. Menâkıbnâme: İlk olarak hadis kitaplarında sahabelerin faziletlerine dair bilgiler veren bölümlerin adına menâkıbnâme denmiş olup daha sonra velilerin hayatlarını kerametlerini ön planda tutularak anlatan eserlerin genel adı olmuştur.12 Bu türü diğer terceme-i hâl kitaplarından ayıran özellik dinî şahsiyetlerin yaşam öykülerini, keramet ve faziletlerine ağırlık vererek anlatmasıdır. 13 11. yüzyılda kaleme alınan Tezkire-i Satuk Buğra Han Türk edebiyatındaki ilk menâkıbnâme olarak kabul edilmektedir. Tezkire-i 7 İsmail Durmuş, “Tabakat”, DİA, c. 39, Ankara, 2010, s. 288. 8 Suat Donuk, a.g.e., s. 6. 9 Mustafa İsmet Uzun, “Tezkire”, DİA, c. 41, İstanbul, 2012, s. 69. 10 Yusuf Öz, “Tezkire”, DİA, c. 41, İstanbul, 2012, s. 68. 11 Suat Donuk, a.g.e., s. 9. 12 Haşim Şahin, “Menâkıbnâme”, DİA, c. 29, Ankara, 2004, s. 112. 13 Suat Donuk, a.g.e., s. 11. 3 Satuk Buğra Han’dan sonra ilk olarak Hoca Ahmed Yesevî ile ilgili menâkıbnâmeler yazılmış olup en eskisi Siğnâkī’nin (ö. 711/1311 [?]) Menâkıb-ı Ahmed Yesevî adlı eserdir.14 1.4. Silsilenâme: Bir tarikatın birbirine icâzet veren şeyhlerinin isimlerini içeren listeye silsile, silsileyi oluşturan isimlerin yazılı olduğu belgeye ise silsilenâme ya da tomar adı verilir.15 Hâl tercümesi niteliği taşıyan silsilenâmelerde şeyhlerin hayatlarına dair bilgiler bulunmaktadır. Bu türün ayırıcı özelliği bir tabakaya ait fertlerin özellikle tarikat şeyhlerinin halef-selef sıralaması ile biyografik bilgilerinin verilmesidir. Yiğitbaş Velî Ahmed Şemseddin’in (ö. 910/1504) bir varaktan oluşan Silsile-i Ehl-i Tarikat’ı bu türün Osmanlı sahasındaki ilk örneklerindendir.16 1.5. Hilye (Şemail): Hz. Muhammed’in üstün vasıfları ile fiziksel görüntüsünü konu edinen eserlerin adıdır.17 Hz. Peygamber dışında kimi din büyüklerinin dış görünüşünü anlatan eserlere hilye ya da şemail adı verildiği de görülmektedir. Bu türün ayırd edici özelliği din büyükleri ve özellikle Hz. Muhammed’in terceme-i hâlinin bir parçası olan fiziki özelliklerinin anlatılmış olmasıdır. Şerîfî Mehmed Efendi’nin (ö. 1565?) Hilye’si Türk edebiyatında kaleme alınan ilk hilyelerden biridir.18 1.6. Siyer ve Megâzî: Siyer Hz. Peygamber’in terceme-i hâli, onun hayatını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan eserler için kullanılan bir terimdir. “Savaş yeri, savaş ve savaş hikâyeleri” manasındaki mağzat kelimesinin çoğulu olan megāzî ise Hz. Muhammed’in gazve ve seriyyelerinin tarihine ve bu konuda yazilân kitaplara verilen isimdir. Megâzî, askerî faaliyetlerini anlatması dışında siyer kelimesinin eş anlamlısı olarak da kullanılmıştır.19 Arap edebiyatında Hz. Peygamber dışındaki şahısları anlatan eserlere de siyer adı verildiği görülmüştür ancak Türk edebiyatında böyle örnekler çok yoktur. Dolayısı ile Türk edebiyatındaki siyerlerin ayırıcı özelliği Hz. Muhammed’in 14 Haşim Şahin, a.g.mad., s. 113. 15 Necdet Tosun, “Silsile”, DİA, c. 37, İstanbul, 2009, s. 206. 16 Suat Donuk, a.g.e., s. 13. 17 Mustafa İsmet Uzun, “Hilye”, DİA, c. 18, İstanbul, 1998, s. 44. 18 Suat Donuk, a.g.e., s. 15. 19 Mustafa Fayda, “Siyer ve Meğâzi” DİA, c. 37, İstanbul, 2009, s. 319. 4 hayatını konu edinen eserler olmalarıdır. Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr’in Sîretü’n-Nebî adlı eseri Türkçe kaleme alınmış mevcud en eski siyer kitabıdır.20 1.7. Ensâb: “Nesep şecerelerinin muhafaza edilmesi” şeklinde tanımlanan ensâb ilminde, şecerede adları geçen kişilerin hayatları ile ilgili birçok tarihî mâlûmatın verildiği eserlerin genel adı olmuştur.21 Türk edebiyatındaki eserler Arap edebiyatındaki gibi karakteristik ortak özellikler taşımadıklarından ensab diye isimlendirilecek bir edebî tür oluşamamıştır. Türkçe eserler silsilenâme ve genel tarihe dahil edilebilecek mahiyettedir.22 1.8. Vefeyâtnâme: Tez konumuz Misbâr-ı Şemsî, vefeyâtname türünde bir eser olduğundan bu bölümü tafsilatlıca ele alacağız. 2- VEFEYÂTNÂMELER 2.1. Vefeyâtnâmelerin Tanımı ve Genel Vasıflları Vefeyât23, “ölmek, terslim-i ruh etmek” anlamlarına gelen ve yalnız insanlar için kullanılan Arapça vefat kelimesinin çoğuludur.24 Edebiyat ve tarih terimi olarak önce hadis alimi râvîlerin vefat tarihleri anlamında kullanılmış daha sonra râvîlerin vefat tarihleri ve hayatlarına dair bir iki cümlelik bilgiler içeren eserlerin adı olmuştur. Zamanla bu tür, Müslüman toplumlarda gelişerek önemli ilim, sanat ve siyaset erbabı gibi tanınmış şahsiyetlerin yaşam bilgilerini ve vefat tarihlerini içeren teʾlifâtın genel adı olmuştur.25 Hadis kitaplarında yer verilen râvîlere ait vefat bilgileri vefeyâtnâme türünün ilk basit örneklerini teşkil etmektedir. H. III./M. IX. asrın başlarında yazılmış olan tabakat, ensab, büldân ve tarih türündeki kitaplarda da vefeyât bilgilerine çokça yer verilmiştir. Bu kitaplara, Yahyâ b. Maîn’in (ö. 233/848) et-Târîh vel’l-ʿilel’i, Buhârî’nin (ö. 256/870) 20 Suat Donuk, a.g.e., s. 17. 21 Mustafa Fayda, “Ensab”, DİA, c.11, İstanbul, 1995, s. 244. 22 Suat Donuk, a.g.e., s. 19. 23 Bu terim edebiyatımızda, Farsça “nâme” kelimesi ile birlikte vefeyâtnâme şeklinde de kullanılmaktadır. 24 Muallim Naci, Lugat-ı Naci, University of Toronto Library, 19__, s. 930; Ferit Devellioğlu, Lugat, s. 1374; James William Redhouse, Müntehabat-ı Lugat-ı Osmaniye, University of Toronto Library, 1852, s. 427. 25 Mehmet Efendioğlu, “Vefeyât”, DİA, c. 42, Ankara, 2012, s. 603; Suat Donuk, a.g.e., s.22. 5 et-Târîhu’l-kebir, et-Târîhu’l-evsat ve et-Târîhu’s-sağîr’i, İbn Ebû Hayseme’nin (ö. 279/892-93) et-Târîhu’l-kebîr’i ve Ebû Zür‘a ed-Dımaşkî’nin (ö. 281/894) et-Târîh’i örnek verilebilir. Vefeyâtnâmeler, belirli bir süre zarfında vefat etmiş kişilerin yaşamlarını konu edindiğinden bu türde muhtevası genişletilerek kaleme alınmış eserlerin çoğu birbirinin zeyli ve tekmilesidir. Bu eserlere bir örnek olarak İbn Zebr er-Rabaî’in, Târîhu mevlidi’l- ʿulemaʾ ve vefeyâtihim eseri ve zeyleri verilebilir. Bu eserde hicretten itibaren 338 (949) senesine kadar yaşamış 2000’den fazla hadis alimi ve râvîsi doğum-ölüm tarihlerine göre kaydedilmiştir. Müellifin talebesi Abdülazîz b. Ahmed el-Kettânî’nin 338-462 (949- 1070) senelerini içine alan Zeylü Târîhi mevlidi’l- ʿulemaʾ ve vefeyâtihim isimli eseri Târîhu mevlidi’l-ʿulemaʾ ve vefeyâtihim’in ilk zeylidir. Yine Kettânî’nin zeyline talebesi Ebû Muhammed İbnü’l-Ekfânî Hibetullah b. Ahmed, Camiʿu’l-vefeyât (Zeylü Zeyli Târîhi mevlidi’l-ʿulemaʾ ve vefeyâtihim) isimli bir zeyil yazmış, esrinde 463-485 (1071- 1092) seneleri arasında vefat eden alimleri de zikretmiştir. Camiʿu’l-vefeyât için İbnü’l- Mufaddal Vefeyâtü’n-nakale isimli bir zeyil kaleme alarak, vefeyâtı 581 (1185) tarihine kadar getirmiştir. Onun talebesi Münzirî’nin et-Tekmile li-Vefeyâti’n-nakale’si 581-642 (1185-1244) senelerini kapsamaktadır. Münzirî’nin talebesi İzzeddin Ahmed b. Muhammed el-Hüseynî, hocasının eseri için Sılatü’t-Tekmile li Vefeyâti’n-nakale isimli bir zeyil yazmış ve eserinde 641 (1243) ile 675 (1276) seneleri arasında vefat eden 1242 alimi tanıtmıştır. H. VI./M. XII. asırdan itibaren umûmi tarih kitaplarında da vefeyâta yer verilmiştir. İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 579/1201) el-Muntazam fî târîhi’l-mülûk ve’l-ümem isimli eseri genel tarih ile vefeyâtnâmeleri bir araya getiren eserlerin başında yer alır. Bu eser, kâinâtın yaratılışından 574/1179 senesine kadar olan mühim hadiseleri kronolojik tasnifle ele almış ve her senenin sonunda yer alan vefeyât kayıtlarında o sene vefat eden kişilerin terceme-i hâlleri aktarılmıştır. Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ile başlayan bu gelenek pek çok tarih yazarı tarafından da devam ettirilmiştir.26 H. VII./M. XIII. asra kadar vefat eden kişilerin terceme-i hallerini konu edinen vefeyâtlar daha sonra “biyografi eserleri” anlamında genel terceme-i hâl kitaplarının da adı olmuştur. Bu değişimin başlıca etkenlerinden birisi önceleri vefat tarihi esas alınarak 26 Mehmet Efendioğlu, a.g.mad., s. 604. 6 yazilân bu eserlerin sonraları alfabetik bir tasnifle yazılmaya başlanmış olmasıdır.27 Bu dönemde ele aldığı kişileri alfabetik tasnifle tanıtan İbn Hallikân’ın (ö. 681/1282) Vefeyâtü’l-aʿyân ve Sadefî’nin (ö. 764/1363) el-Vâfî bi’l-vefeyât gibi eserlerinin vefeyât adıyla anıldığını görmekteyiz. Vefeyâtlar araştırmacıların kimine göre “her türlü biyografik eser” anlamına gelse de bu türe biyografik eserlerin bir alt dalı olarak baktığımızda vefeyâtların diğer biyografik te’liflerden ayrilân en temel yanı terceme-i hâli kaleme alınanların vefat etmiş kişilerden seçilmiş olmasıdır. Bu türde yazılmış eserlere bakıldığında ele alınan kişilerin yaşamlarına dair çoğunlukla doğum yeri ve tarihi, âilesi, ilmî tahsili, hocaları, mesleği, seyahatleri, vazifeleri, vefat tarihi ve mezar yeri bilgilerinin yer aldığı görülür. Osmanlı’da bu türün gelişmesinde, Arap tabakat geleneği ve İran tezkire geleneğinin etkisi vardır.28 Söz konusu tesir Türk edebiyatında ilk biyografik eser olan Ali Şîr Nevâyi'nin (ö. 906/1501) Mecâlisü'n-nefâis'inde görülebilmektedir.29 Vefeyâtnâmelerin bir diğer özelliği belirli bir tarihten yazıldıkları vakte kadar olan sürede yaşamını yitirmiş kişileri konu edinmeleridir. Örneğin Ahmed Câvid’in (ö. 1803) Vefeyât-ı Kibâr’ı30 Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hicret vaktinden başlayarak H. 1214/ M. 1800 tarihine kadarki süreci kapsayan kronolojik bir vefeyâttır.31 Kendi içinde çeşitli gruplara ayrilân vefeyâtnâmeler ölüm hadisesini ele aldıkları hususlarla da farklılık arz edebilmektedir. Örneğin tez konumuz olan Misbâr-ı Şemsî32 adlı eser vefatların ebced hesabıyla verildiği tarih manzumelerine ağırlık vermektedir. Baldırzâde Selîsî (ö. H. 1060/ M. 1650) Ravza-i Evliyâ’sında, şahısların defin edildiği mezarlık bilgilerini ve varsa kerametlerini zikretmeye önem göstermiştir.33 Nevʿizâde Atâyî (ö. 1046/1636-37[?]) Zeyl-i Şekâik’ta “…maḳām-ı fermān-güẕārīden ne gūne buyırup ne yüzden āsūde-i ẓıll-ı şāḫsār-ı raḥmet olduḳların āyine-i ‘ālem-nümā-yı ta‘bīrde 27 Suat Donuk, a.g.e., s. 21. 28 Abdülkadir Özcan, a.g.mad., s. 299. 29 Abdurrezzak Tek, “TasavvufTarihine Kaynaklık Teşkil Etmesi Bakımından Vefeyatnâmeler ve Gazzizade Örneği”, Osmanlı’da İlm-i Tasavvuf, İstanbul, Aralık 2018, s. 122. 30 Eserinin ünik nüshası, Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümü numara H 1295’te Vefeyât-ı Meşâhir ismiyle kayıtlıdır. Okunaklı nesih hatla yazılmıştır. 27 satırlı 92 varaktır. 24-30, 40-44, 48-52, 55, 66-68, 74-78, 81-89, 91-92 varakları boştur. 31 Ahmed Câvid Efendi, Vefeyât-ı Kibâr, Topkapı Sarayı Müzesi Türkçe Yazmaları, nr. H. 1295. 32 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Misbâr-ı Şemsî, Müellif hattı nüsha, Prof. Dr. Mustafa Kara Özel Kütüphanesi. 33 Mefâil Hızlı, Murat Yurtsever, Ravza-i Evliyâ, Bursa: Arasta Yay., 2000, s. 64. 7 ‘ıyān eylemek…” sözleri ile terceme-i hâllerini verdiği şahısların özellikle nasıl vefat ettiklerini ortaya koymaya çalıştığını ifade etmiştir.34 Sonuç olarak birden fazla kişinin yaşam bilgilerini vefatları merkezinde ele alan ve yukarıda zikredilen yönleri ile siyer, megâzî, silsilenâme, menâkıbnâme, tezkire gibi diğer terceme-i hâl türünden ayrilân te’lifâta vefeyâtnâme denilmektedir. Bazı vefeyâtnâmeler birinci dereceden birer şehir tarihi olmalarıyla yalnızca biyografik bir eser değil aynı zamanda şehir monografisi hüviyetine de sahiptirler bu yönleriyle de ilim kültür ve sanat tarihi açısından büyük önem arz etmektedirler.35 2.2. Vefeyâtnâmelerin Çeşitleri Türk edebiyatında tercüme-i hâl te’lifâtının Arap tabakât ve İran tezkire geleneği arasında geliştiğini ifade etmiştik. Mevlid, hamzanâme gibi şiirsel yönü baskın olan veya menâkıpnâmeler gibi olağanüstü hâllerin dile getirildiği biyografik eserler dışarıda tutulduğunda Türk edebiyatındaki ilk biyografik eser Ali Şîr Nevâyî’nin 1498 yılında yazdığı Mecâlisü’n-nefâis adlı eseri kabul edilebilir. Bu eseri Sehî Bey’in (ö. 1548) 1548 yılında yazdığı Heşt Bihişt, Latîfî’nin (ö. 1582) 1546 yılında yazdığı Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıra-i Nuzemâ ve de Taşköprîzâde Ahmed İsameddin Efendi’nin (ö. 1561) 1557 ve 1558 yılları arasında kaleme aldığı Şakâiku’n-nuʿmâniyye36 adlı eserleri takip eder. Şuara tezkirelerinden sonra Türk edebiyatında en mühim yeri tutan biyografik eserler Şakâiku’n-nuʿmâniyye ve zeyilleri olmuştur. Bu eserlerin içerdikleri bölümleri tabaka sistemiyle tasnif etmesi37, onların tabakât türünde sayılabileceklerini göstermektedir. Ayrıca zeyl-i Şakâik’ların pek çoğundaki bazı başlıklarda vefeyât kelimesinin geçmesi, ele alınan terceme-i hallerin vefat tarihlerine göre sıralanması, ilgili şahısların vefat sebebi ve vefat yaşı gibi bilgilerine yer verilmesi bu zeyillerin vefeyâtnâme türüyle olan benzerliğini ortaya koymaktadır. Bunların yanı sıra Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde bulunan Halil Efendi nâm bir şahsın 34 Suat Donuk, Nevʿizâde Atâyî – Hadâiku’l-Hakâik fî Tekmileti’ş-şekâik (İnceleme-Metin), (Basılmamış Doktora Tezi), Manisa: Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015, s. 242. 35 Kadir Atlansoy, Bursa Şairleri-Bursa Vefeyâtnâmelerindeki Şairlerin Biyografileri, Bursa: Asa Kitabevi, 1998, s. 79. 36 Eser Osmanlı literatüründe toplu ulemâ biyografilerinin ilk derlemesi olma özelliği taşımaktadır. Bk. Abdülkadir Özcan, “Eş-Şakâiku’n-Nuʿmâniyye”, DİA, c.38, İstanbul, 2010, s. 485. 37 Örneğin Şakâiku’n-nuʿmâniyye 10 tabaka olarak kaleme alınmıştır. Bk. Taşköprülüzâde Ahmed Efendi, Eş-Şakâʾiku’n-Nuʿmâniyye Fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye – Osmanlı Âlimleri, haz. Muhammet Hekimoğlu, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., 2019. 8 Şakâik-ı Nuʿmâniyye ve zeyillerinden derlediği Mecmûʿa-i Vefeyât-ı Meşâyih-i İzâm38 kitabının isminde “vefeyât” ibaresinin bulunması Osmanlı müelliflerinin Şakâik-i Nuʿmâniyye ve zeyillerini vefeyâtnâme olarak nitelediklerini göstermektedir.39 Türk edebiyatında meslek grupları ve çeşitli zümreler için hususi te’lifler yapılmış olup edebiyat tarihçileri tarafından hususi isimlerle anılmaktadırlar. Örneğin padişahların terceme-i hâllerini ele alanlara Hadîkatü’l-mülük ve zeyilleri, vezir-i azamları konu edinenlere Hadîkatü’l-vüzerâ ve zeyilleri, şeyhülislâmların hayatlarını anlatan eserlere ise Devhatü’l-meşâyih ve zeyilleri denilmektedir. Bunlardan başka hattatlık, mûsikîşinâslık, tarihçilik, nakibüleşraflık, reisülküttaplık, Kaptanıderyâlık hatta çiçekçilik gibi pek çok muayyen meslekî zümreye mensub vefat etmiş kişilerin terceme- i hâllerini işleyen te’lifâtlar da vefeyâtnâmelerin çeşitleri arasındadır. Türk edebiyatındaki vefeyâtların çeşitlenmesinde Arap edebiyatının tesiri ise şöyle örneklendirilebilir: İslâm tarihinde belirli bir bölgede yaşamış hadis alimleri ve râvîlerin hayatlarını konu edinen tabakat kitaplarının40 Türk müellifler tarafından örnek alınmasıyla belirli bir bölge yahut şehre mensubiyeti olan kişilerin ele alındığı vefeyâtnâmeler meydana gelmiştir. Şehir ve bölge vefeyâtnâmeleri de muhtevalarına göre kendi içlerinde iki gruptur. İlki Bursa, İstanbul, Çorum vefeyâtnâmeleri gibi bir şehre mensubiyeti olan kişilerin diğeri ise belirli bir şehrin cami hazirelerinde medfun olan şahısların tanıtıldığı vefeyâtnâmelerdir. Siyer, megâzî, tabakât, vefeyât, tezkire gibi biyografik türlerin, benzerlikleri dolayısıyla net sınırlarının çizilemediği ve bu sebeple biyografik te’lifatların türlerinin tesbitinin güçleştiği hatta bu isimlerin birbirleri yerine kullanıldığı da görülmüştür. Çalışmamızda tüm biyografik türlerin ana hatlarından ve öne çıkan özelliklerinden hareketle tanımları verilmiş ve vefeyâtnâmelerin ayırd edici vasıfları ortaya koyulmaya çalışılmıştır. 38 Eser, Prof. Dr. Mustafa Demirel tarafından yayına hazırlanmıştır. Bkz. Mustafa Demirel, Mecmua-i Vefeyat-ı Meşayih Osmanlı Meşayih ve Alimleri, İstanbul: Cinius Yay., 2019. 39 Detaylı bilgi için bk. Suat Donuk, a.g.e., ss. 26-29. 40 Belirli bir bölgeye mensubiyeti olan tabakâtlara örnek olarak şunlar zikredilebilir: Duhaym (ö. 245/859) ve Ebû Zürʿa ed-Dımeşkî’nin (ö. 281/894) Tabakâtü’ş-Şâmiyyîn adlı eseri, Şam’da, Ebû Caʿfer İbn Şeybe’nin (ö.297/910) Tabakâtü Ehl-i Kufe’si, Kufe’de yaşamış hadis âlimlerini konu almıştır. 9 Yukarıda zikredildiği üzere vefeyâtnâmeler de kendi içinde çeşitlilik arz etmektedir. Vefeyât türleri için Dr. Suat Donuk’un Türk Edebiyatında Vefeyâtnâme ve İsmail Beliğ’in Güldeste-i Riyâz-ı İrfân’ı adlı eserinde teklif ettiği tasnif şu şekildedir: 1- Tüm Kesimlere Yönelik Vefeyâtnâmeler a) Kronolojik Vefeyâtnâmeler b) Alfabetik Vefeyâtnâmeler 2- Belirli Bir Kesime Yönelik Vefeyâtnâmeler a) Meslekî Zümre Vefeyâtnâmeleri b) Şehir-Bölge Vefeyâtnâmeleri Çalışmamızı bu tasnif üzere sürdürecek olup üzerinde değişikliğe gittiğimiz bir huhusu şu şekilde dile getirmek isteriz. Bu tasnifte vefeyâtnâmeler muhtevaları yönüyle tüm kesimlere yönelik vefeyâtlar ve belirli bir kesime yönelik vefeyâtlar olmak üzere iki ana gruba ayrılmıştır. Belirli bir kesime yönelik vefeyâtlar muhtevaları bakımından meslekî-zümre ve şehir-bölge mensubiyeti ile iki alt başlıkta ele alınırken, tüm kesimlere yönelik vefeyâtlar, içerdikleri isimlerin sıralanış yöntemlerine bakarak şekilsel bir tasnifle gruplandırılmıştır. Oysa alfebetik veya kronolojik yöntemle isimlerin sıralanması belirli bir kesime yönelik vefeyâtlar için de geçerli olabilmektedir. Örneğin İbnülemin Mahmud Kemâl İnal’in musikîşinasların hâl tercemelerini yazdığı Hoş Sada adlı vefeyâtı isimleri alfebatik olarak ele alırken, ulema ve şeyh vefeyâtları arasında sayabileceğimiz Şekâʾiku’n-Nuʿmâniyye isimleri, içerdiği 10 tabakada vefat yıllarına göre kronolojik tasnifle vermiştir. Netice olarak muhteva açısından tasnifin yalnız bir bölümünde alfebatik ve kronolojik sıralamayı bir kıstas olarak almanın eksik kalacağı kanaatindeyiz. Şayet vefeyâtlarda terceme-i hâlleri yazilân şahısların isimlerinin sıralanmasındaki yöntem esas alınarak şekilsel bir tasnif oluşturulacak olursa bu kez de alfabetik ve kronolojik gruplaması yeterli olmayacaktır. Zira ne alfabetik ne de kronolojik olmayan vefeyâtnâmeler bulunmaktadır. Kimi müellifler toplum nezdinde ya da kendi nazarlarında kıymeti büyük olan şahıslara hürmeten öznel bir tasnife başvurmuşlardır. Bursa vefeyâtnâmelerinden Baldırzâde Selîsî Şeyh Mehmed’in Ravzâ-i Evliya ve Mehmed Şemseddin Ulusoy’un Yâdigâr-ı Şemsî adlı eserlerine Emir Sultan Hazretlerinin terceme-i hâli ile başlamaları41 buna bir örnektir. Yine Mehmed Şemseddin Efendi’nin 41 Bk. Baldırzade Selîsî Şeyh Mehmed, Ravza-i Evliyâ, haz. Mefail Hızlı, Murat Yurtsever, Arasta Yayınları, Bursa, 2000, s. 73; Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yadigâr-ı Şemsî, haz. Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997, s. 35. 10 tez konumuz olan Misbâr-ı Şemsî adlı vefeyâtına ceddi Şeyh Hayder Efendi, babası Şeyh İsmail Nazif Efendi ve validesi Aliyye Hanım’ın terceme-i hâlleri ile başlamış olması42 tasniflerdeki öznelliğin bir göstergesidir. Bu durumda vefeyâtnâmelerde şahısların isimlerinin sıralanmasındaki yöntem esas alınarak oluşturulacak tasnifler genel olarak kronolojik, alfabetik ve müellif tercihli/özel sıralamalı olmak üzere üç bölümde ele alınmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz. 2.2.1. Tüm Kesimlere Yönelik Vefeyâtnâmeler Belirli bir bölgeye, şehre ya da meslek ve zümreye mensubiyet şartı aranmaksızın tarihe ve insanlığa mal olmuş her kesimden kişilerin terceme-i hâllerine yer veren vefeyâtnâmelerdir. Tüm kesimlere yönelik olan vefeyâtnâmeler içerdikleri hâl tercemelerinin tasnif şekline göre alfabetik veya kronolojik olabilirler. Alfabetik vefeyâtlarda isimler elif ba sırasına göre verilir. Kronolojik vefeyâtlarda ise Hz. Âdem’in veya Hz. İsa’nın devri yahud İslâm’ın başlangıcı veya Hz. Muhammed’in hicreti gibi belirli bir başlangıç noktasından, eserin te’lif tarihine dek sırasıyla her yılda vefat etmiş kişilerin terceme-i hâlleri verilir. Bu tür kronojik vefeyâtlar kapsadıkları tarih aralığı açısından geniş oldukları için yıl yıl tutulan bu terceme-i hâl kayıtları genellikle kısa bilgiler içermektedir. Vefeyâtü’l-aʿyân - İbn Hallikân Tüm kesimlere yönelik vefeyatlara örnek olarak İbn Hallikân’ın (ö. 681/1282) 1256-1273 yılları arasında yazdığı Vefeyâtü’l-aʿyân ve Enbâʾü ebnâʾi’z-zamân mimmâ Sebete bin’n-Nakl evi’s-Semâʿ ev Esbetehü’l-ʿayân isimli eserini ele alılım. Eser, İslâm’ın başlangıcından eserin te’lif tarihine kadarki süreçte yaşamış ve herhangi bir alanda ün yapmış kadın ve erkek 800’den fazla kişinin terceme-i hâlini alfabetik olarak yazmıştır. Eser belli bir kesime yönelik olmayıp, sultanlar, emirler, vezirler, lügat ve kıraat alimleri, müfessirler, muhaddisler, kelâmcılar, müctehidler, fakihler, kadılar, zahidler, mutasavvıflar, mühendisler, filozoflar, astronomlar, astrologlar, tabipler, edip ve şairler, tarihçiler, coğrafyacılar, nesep alimleri ve Mûsikîşinâslar gibi pek çok alanda meşhur şahsın biyografisini içermektedir. Vefeyâtü’l-aʿyân’ın çok sayıda tercümesi, muhtasarı ve 42 Bk. Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 852-855. 11 zeyli kaleme alınmıştır.43 Eser Osmanlı aydınları tarafından da çokça ilgi görmüş olup Türkiye’deki yazma eser kütüphanelerinde onu aşkın Vefeyâtü’l-aʿyân nüshası bulunmaktadır.44 Bu eseri Türk edebiyatı açısından önemli kilân Türkçe tercümeleridir. Eser, Vekilzâde Yusuf, Dramalı Hasan Haydar45 ve Rodosîzâde Muhammed tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. Türkçe tercümelerden en bilineni Rodosîzâde Muhammed’in Tercüme-i Vefeyâtü’l-aʿyân ismiyle iki cilt olarak yayımladığı eserdir ancak tercüme sırasında aslına sadık kalınmayıp eksiltme ve ilâveler46 yapıldığı için bu eser fazla itibar görmemiştir.47 Vefeyâtü’l-aʿyân ve Türkçe tercümeleri içerdikleri terceme-i hâlleri elif ba sırasına göre verdiklerinden alfabetik vefeyâtlara örnektirler. Takvîmü’t-tevârih - Kâtib Çelebi Kâtib Çelebi’nin (ö. 1067/1657) 1648 yılında yazmış olduğu Takvîmü’t-tevârih48 adlı eser Hz. Âdem’in dünyaya gönderilişinden kitabının te’lif tarihine kadarki önemli olayları ve bu zaman dilimi içerisinde vefat etmiş şahısların muhtasar biyografilarini kronolojik olarak verir.49 Dünya tarihi sayılabilecek bu eser tüm kesimlere yönelik kronolojik vefeyâtlara bir örnektir. Eserin pek çok tercümesi ve zeyli yapılmış olup Ali Suavi bu çalışmayı notlar ve zeyilleriyle neşretmiştir (Paris 1291).50 Takvîmü’t-tevârih Semiha Nurdan tarafından yeni harflerle yayınlanmıştır.51 Vefeyât-ı pür-iber li-ûli’l-elbâb men-ihteber - Alaybeyizâde Mekkî Medmed Emin Türk edebiyatında adında “vefeyât” kelimesi geçen ilk eser Alaybeyizâde Mekkî Medmed Emin’in52 (ö.1091/1680) 1077-1084 yılları arasında kaleme aldığı Vefeyât-ı 43 Abdülkerim Özaydın, “İbn Hallikân”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s.17-19. 44 Suat Donuk, a.g.e., s. 34. 45 Dramalı Hasan Haydar’ın tercümesi, Vefeyâtü’l-aʿyân ve Enbâʾü ebnâʾi’z-zamân adıyla Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı bulunmaktadır. (Hacı Murad Efendi, nr. 4882) 46 Mütercim tarafından bu eksiltme ve ilâveler şu şekilde beyân edilmiştir: “Kitâb-ı mezbûrda mestûr olan terâcimin beyne’l-cumhûr mezîd-i iştihâr ile meşhûr olanlarına sâʾir kütüb-i tevârih ve tabakâtdan nice nevâdir ve hikâyât ilhâk idüb ve mücerred taʿyîn-i sâl-i velâdet ü vefatına kasr olunan terâcim-i kısarın bir mikdarını tayy ve mâ ʿadâsını sâʾir terâcim hilâlinde münâsebetle îrâd eylemek üzere tercemeye şurûʿ olundı.” Bkz. Mehmed Rodosîzâde, Tercüme-i Vefeyâtü’l-aʿyân, Tabhane-i Amire, 1280, c. 1, s. 3. 47 Abdülkerim Özaydın, a.g.e., c. 20, s. 1; Suat Donuk, a.g.e., ss. 35-35. 48 Eser Müteferrika Matbaası'nda basılmıştır (1146). 49 Orhan Şaik Gökyay, “Kâtip Çelebi”, DİA, , c. 25, Ankara, 2002, s. 38; Suat Donuk, a.g.e., s. 35. 50 Abdullah Uçman, “Ali Suâvi”, DİA, c. 2, İstanbul, 1989, s. 448. 51 Bk. Kâtib Çelebi, Takvîmü’t-tevârih, haz. Semiha Nurdan, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2009. 52 Mehmed Emin Efendi, Şeyh Şemseddin-i Sivasî âsârından 1069/1658-59 yılında istinsah ettiği Gülşenâbâd risâlesinin sonuna kendisini "Mehmed Emin bin Şeyh Mehmed bin İbrahim Miralay ibni 12 Pür-iber li-Ûli’l-elbâb men-İhteber adlı kitabı hem genel tarih özellikleri taşımakta hem de tüm kesimlere yönelik vefeyâtnâmelere örnek teşkil etmektedir. Eser hicretten 1084 yılına kadarki sürecte yaşamış sahabe, alim, melik, padişah, şeyhülislâm, kadı, tarihçi, şair, şeyh, derviş, hafız, meczub gibi her kesimden insanın terceme-i hâline kronolojik sıralama ile yer vermiştir. Eserin biri yurt dışında olmak üzere bilinen üç nüshası vardır.53 Vefeyât-ı Ekâbir-i İslâmiyye - Üsküdârî Seyyid Mehmed Hasîb Efendi Üsküdârî Seyyid Mehmed Hasîb Efendi’nin (ö. 1210/1795?)54 Vefeyât-ı Ekâbir-i İslâmiyye55 adıyla bilinen eseri, kronolojik cedvelini Hz. Âdem’den itibâren başlatmış olsa da esas olarak Hicret’ten eserin te’lif ve tertib edilmeye başlandığı 1192/1778 tarihleri arasını kapsayan -şeyh terceme-i hâlleri ağırlıklı olmakla birlikte- tüm kesimlere yönelik kronolojik bir vefeyâttır.56 Eserin yedi nüshası tesbit edilebilmiştir.57 Ali ed-defterî el-Üskübî mevliden ve'l-hanefî mezheben ve'l-Halvetî tarikaten" ibaresini yazarak künyesini bildirmiştir. Bkz. Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, c.3, İstanbul: Matbaʿa-i ʿÂmire, H. 1342, s. 141; İsmail Hakkı Aksoyak, “Emînî, Alaybeyi-zâde Mekkî Mehmed Emîn Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/emini-alay-beyizade-mekki-mehmed, (23.01.2021); Bir müddet Mekke’de ikamet etmesinden dolayı Mekkî nisbesiyle de şöhret bulan Şeyh Mehmed Emin’i aslen Üsküplü olmasına karşın, babası Alaybeyizâde Şeyh Mehmed Emin Efendi ile karıştırılmaması için biz de Mekkî nisbesi ile zikretmeyi uygun gördük. 53 1- Sadberk Hanım Müzesi Hüseyin Kocabaş Kitaplığı Türkçe Yazmaları, nr. S.H.M.H.K. Yaz. 491 (Bu nüsha müellif hattı özellikleri taşımaktadır.) 2- İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi nr. TY 2418 3- Viyana Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları nr. 870. Bkz. Suat Donuk, a.g.e., s. 38. 54 Üsküdâri Seyyid Mehmed Hasîb Efendi’nin vefât tarihi net olarak tesbit edilememiştir. Osmanlı Müellifleri’nde H. 1200 (M. 1786) yılında vefat ettiğini bildirilirken (bkz. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., c.3, s. 47.) Üsküdâri Seyyid Mehmed Hasîb Efendi’nin vakfiyesindeki 1210/1795 tarihleri dolayısıyla en erken bu tarihlerde vefât etmiş olabileceğini söyleyenler de vardır. Bkz. Fikret Sarıcaoğlu, “Üsküdârî Seyyid Hasîb ve Vefeyât’ında Üsküdar İle İlgili Bilgiler”, Üsküdar Sempozyumu IV Bildiriler, c. 2 ed. Coşkun Yılmaz, İstanbul: Üsküdar Belediyesi Yay., 2006, s. 546. 55 Üsküdârî Seyyid Hasîb’in vefeyâtı için bir isim belirtilmemiştir ve bu sebeple eser, Vefeyât-ı ekâbir-i İslâmiyye, Vefeyât-I ekâbir-i İslâmiyyân, Zübdetü’l-vefiyyât, Vefiyyât-I Hasîb-i Üsküdârî, Sagîr Vefiyyât, Vefeyât-ı meşâhîr gibi farklı adlarla anılmıştır. Ali Emiri’nin sahibi olduğu Vefeyât nüshasının ilk sayfasına “1200’de vefât eden Mevlevî Hasîb-i Üsküdârî’nin Vefeyât-ı ekâbir-i İslâmiyye nâm eser-i nâdiri olup mü’ellifin hattıyladır” şeklinde düştüğü nottan vefat tarihi ve mevlevilik ifadelerinin sehven yazıldığı düşünülmekle birlikte –zirâ Nakşi şeyhlerinden olduğu kaynaklarda bildirilmektedir- esere bu ismi kendisinin verdiği kanaatini oluşturmaktadır. Bkz. Fikret Sarıcaoğlu, a.g.e., c. 2, s. 548, 553. 56 Fikret Sarıcaoğlu, a.g.e., c. 2, s. 549-550; Suat Donuk, a.g.e., s. 39; Bir müstensih olduğu bilinen Seyyid Mehmed Hasîb Efendi’nin mührünün ve temellük kaydının bulunduğu bir Hadîkatü’l-vüzerâ zeyli nüshası da mevcuttur. Bkz. Fikret Sarıcaoğlu, a.g.e., s. 552. 57 1- Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emîrî Koleksiyonu, Tarih nr. 620. (Müellif nüshası ve müsveddesidir), 2.- Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi, Hüseyin Kocabaş Koleksiyonu, nr. 488, 3- Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hacı Mahmûd Efendi Koleksiyonu, nr. 4972 (Seyyid Halîl İbrâhîm b. Mahmûd tarafından 11 Receb 1279/1 Ocak 1863’de istinsah edilmiştir), 4- Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Koleksiyonu, nr. 3910 (Osmanlılar’a kadar gelmektedir), 5- İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Nadir Eserler Bölümü, nr. 564, 6- İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Nadir Eserler Bölümü, nr. 3193, 13 Vefeyât-ı Ayvansarâyî - Ayvansaraylı Hâfız Hüseyin Ayvansaraylı Hâfız Hüseyin’in (ö. 1201/1787) Vefeyât-ı Ayvansarâyî58 isimli eserinde 616/1219-20 – 1199/1784-85 tarihleri arasında vefat etmiş çoğunluğu meşâyıhtan olan iki yüz doksan dört şahsın terceme-i hâline yer verilmiştir.59 Vefeyâtta konu edinilen isimler belirli bir tanzim olmaksızın sıralanmıştır. Eser incelendiğinde, kısmen tezkire üslûbunun özelliklerini de taşıdığı görülür. Bu sebeple -müellifi tarafından eserin her hangi bir bölümünde vefeyâtın adı hususunda bir bilgi verilmediğinden- eserin isimlendirilmesinde Tezkire-i Meşâyıh adında olduğu gibi “tezkire” ifadelerinin geçtiği görülmektedir bunula birlikte, eserin vefeyâtnâme türüne daha yakın bir üslûbla yazıldığı söylenebilir.60 Vefeyât-ı Ayvansarâyî’nin Türkiye’deki çeşitli kütüphanelerde kayıtlı dört nüshası bulunmaktadır.61 Esmârü’t-tevârih (Esmârü’l-Hadâik) – Mehmed Şemʿî Mollâ Maraşlı Mehmed Şemʿî Mollâ’nın (ö. 1299/1881-2) Esmârü’t-tevârih adlı eseri Alaybeyi-zâde’nin Vefeyât-ı Pür İber’i ile Üsküdarî Seyyid Mehmed Hasîb’in Vefeyât-ı Ekabir-i İslâmiye’sinden ve Osman-zâde Tâib’in Hadîkatü’l-Müluk’ünden seçip toplanıp sonra zeyl edilerek meydana getirilmiştir. Osmanlı sultanları, sadrazzamlar, şeyhülislâmlar ve kaptan paşaların terceme-i hâlini cedvel tarzında Esmârü’l-hadâik nâmıyla hazırlamış ardından Esmârü’t-tevârih ismiyle neşretmiş daha sonra 7- Manisa Yazma Eser Kütüphanesi nr. 45 Hk 5079 (Eser kütüphane kataloğuna müellifi meçhul vefeyât olarak kaydedilmiştir.) Bkz. Suat Donuk, a.g.e., s. 43, Fikret Sarıcaoğlu, a.g.e., c. 2, s. 548. 58 Osmanlı Müellifleri’nde eserin Tercemetü’l- Meşâyihîn ya da Vefeyât-ı Ayvansarâyî nâmlarıyla anıldığı bildirilmiştir (Bkz. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 48). Bunlar dışında söz konusu vefeyât için Tercümetü’l-meşâyih, Tezkire-i Ayvansarayî, Tezkire-i Meşâyih gibi isimler de zikredilmektedir. 59 Müellifin Vefeyât-ı Selâtîn ve Meşâhir-i Ricâl adında Osman Gazi’den Sultan I. Abdülhamid’e kadar gelen 27 Osmanlı padişahının doğum, cülûs ve vefatlarına düşürülen tarihleri ve İstanbul'da medfun Osmanlı devlet adamlarından sadr-ı azam, vezir ve beylerbeylerinin terceme-i hâlleri ile medfeni İstanbul dışında bulunan ricâlden bazıları hakkında bilgiler sunan bir vefeyâtı daha bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi Kitaplığı Türkçe yazmalar bölümünde nr. 2539'da kayıtlı olan eser, 1978 yılında Fahri Ç. Derin tarafından yayınlanmıştır. Bkz. Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtin ve Meşâhir-i Ricâl, haz. Fahri Ç. Derin, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1978. 60 Ramazan Ekinci, Vefeyât-ı Ayvansarâyî (İnceleme-Tenkitli Metin), (Basılmamış YL Tezi), Manisa: Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011, s. 15; Bu yüksek lisans tezi daha sonra kitap olarak neşredilmiştir. Bkz. Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Ayvansarâyî (İnceleme-Tenkitli Metin), haz. Ramazan Ekinci, ed.: Adem Ceyhan, İstanbul: Buhara Yay., 2013. 61 Eserin müellif nüshası mevcud değildir. Mevcud dört nüshanın kütüphane künyeleri ise şu şekildedir: 1- İstanbul Üniversitesi, TY. nr. 2464, 2- 2- Süleymaniye Kütüphanesi, Es‘ad Efendi nr. 1375, 3- 3- Süleymaniye Kütüphanesi, Uşşâkî Tekkesi nr. 365, 4- 4- İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi nr. 1107. 14 peygamberleri ve diğer sultanları da ilâve ederek H. 1295 senesine kadar olan ilâveleriyle birlikte İlâveli Esmârü’t-tevârih ismiyle tabʿ ve neşredilmiştir.62 Eserin muhtevasını peygamberler, Osmanlı öncesi İslâm devletleri ve Osmanlı Devleti başlıkları altında üç bölümde incelemek mümkündür. Esmârü’t-tevârih Hazret-i Âdem’den 19. yüzyılın sonuna kadarki zaman aralığını Emeviler, Abbasiler ve Anadolu Selçukluları gibi pek çok farklı hükümdarlık devirleri ile bir bütün olarak ele almış olmakla birlikte asıl konusunu Osmanlı Devleti oluşturmaktadır. Eser, Osmanlı Devleti’nin siyasi, dinî ve edebî hayatında temâyüz etmiş binlerce şahsın terceme-i hâlini içermektedir.63 Eser-i Bahâyî – Beyzâde Mehmed Bahâeddin Beyzâde Mehmed Bahâeddin’in (ö. 1290/1873) kaleme aldığı bu eser, Esmârü’t- tevârih’e yazılmış bir zeyldir. Esmârü’t-tevârih’i 1298/1880-81 tarihine kadar getirmiştir.64 Eserin iki yazma nüshasından biri Kahire’de diğeri ise Türkiye’de Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi No: 38’de bulunmaktadır.65 Vefeyât-ı Kibâr – Ahmed Câvid Efendi Kayıtlara Vefeyât-ı Meşâhir ismiyle, müellifi meçhul bir eser olarak geçen vefeyât, Topkapı Sarayı Müzesi’nde kayıtlı olan nüshanın zahriyesinde yazılı bulunan “Müellif el-fakîr Ahmed Câvid, sene 1215” ifadesinden anlaşıldığı üzere III. Selim döneminde “Vakʿanüvîs-i Enderûn”66 nâmıyla bilinen tarihçi Ahmet Câvid’e (ö. 1803) aittir.67 Söz konusu nüshada, serlevha altında geçen açıklamada vefeyat, “vefeyât-ı kibâr” ifadesi ile nitelendirilmekte68 olduğundan eseri bu şekilde adlandıranlar da olmuştur. Eser hicretten bir yıl önce miʿrac gecesinde namazın farz kılınması mevzuundan başlayarak 62 Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., c. 3, s. 77; Esmârü’t-tevârih, S. Faruk Göncüoğlu tarafından 2006 yılında Tarihin Meyveleri- Esmârü’t-Tevârih ismiyle ve Mehmet Karataş tarafından 2009 yılında İlâveli Esmârü’t- Tevârih Maʿa Zeyl ismiyle neşredilmiştir. 63 Menderes Coşkun, “Maraşlı Bir Şair Şemʿî’nin İlâveli Esmârü’t-tevârih Maʿa-Zeyl Adlı Biyografik Tarihi”, Kahramanmaraş Sempozyumu 6-8 Mayıs 2004, c. 1, Kahramanmaraş, 2005, ss. 155-156. 64 Suat Donuk, a.g.e., s. 45. 65 Mehmet Arslan, “Mehmed Bahâeddin, Dâye-zâde” Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/mehmed-bahaeddin-dayezade, (25.01.2021) 66 lll. Selim tarafından önemli olayları kronolojik olarak yazmakla vazifelendirilen Ahmed Cavid, yıllık tarzında bir eser kaleme almıştır. Sarayda kendisine "vak'anüvis-i Enderün" denilmesinin sebebi budur. Bkz. Abdülkadir Özcan, “Ahmed Câvid”, DİA, c. 2, İstanbul, 1989, s. 52; Ahmed Câvid hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., c. 3, s. 42. 67 Bkz. Topkapı Sarayı Müzesi, Türkçe Yazmaları, nr. H. 1295. 68 Bkz. Ahmed Câvid Efendi, Vefeyât-ı Kibâr, Topkapı Sarayı Müzesi, Türkçe Yazmaları, nr. H. 1295, vr. 1b. 15 1195/1780-81 yılına kadar ki vefeyât ve tarihi vakıʿalar kronolojik olarak işler. İçerisinde sahabe, tabiîn, halife, vali, mezheb imamları, hükümdar, vezir, şeyhül’İslâm, kazasker, alim, şeyh, evliya, şair gibi pek çok kesimden zatın terceme-i hâlini diğer vefeyâtlardan farklı bir şekilde yer yer münşiʿâne bir üslup ile ele alır.69 2.2.2. Belirli Bir Kesime Yönelik Vefeyâtnâmeler Muayyen bir kesimden vefat etmiş şahısların terceme-i hâllerini içeren vefeyâtlardır. Bu türden vefeyâtlar iki çeşit olup bunlarda belirli bir şehre ya da meslekî zümreye mensubiyetin esas aldığı görülür. 2.2.2.1. Meslekî Zümre Vefeyâtnâmeleri Bu çeşit vefeyâtnâmelere örnek olarak ulema-şeyh vefeyâtnâmeleri, hükümdar- hân vefeyâtnâmeleri, şeyhülislâm vefeyâtnâmeleri, vezir vefeyâtnâmeleri, Kaptanıderyâ vefeyâtnâmeleri, Reisülküttâb vefeyâtnâmeleri, hattat vefeyâtnâmeleri, mûsikîşinâs vefeyâtnâmelerini sırasıyla ele alacağız.70 2.2.2.1.1. Ulema-Şeyh Vefeyâtnâmeleri Osmanlı Devleti’nde eğitim, yargı, fetvâ ve diyânet gibi birimleri oluşturan medrese menşeli ilmiye teşkilatı mensubu alimlere ulema71 ve çeşitli ilim dallarında otorite kabul edilmiş alimlere de şeyh denilmekte idi.72 Bununla birlikte meşihat vazifesi denilince ilk akla gelen kişiler tasavvufî manası ile tarikatlerin liderliğini yapan şahıslardır. İşte medrese yahut tekkelerde yetişmiş ilmiye mensubu bu mühim zevâta dair de pek çok vefeyât kaleme alınmıştır. Taşköprîzâde Ahmed İsâmedddin Efendi’nin Şakâik-i Nuʿmâniyye’si ile tercüme ve zeyilleri, Abdülkerim bin Sinan-ı Akhisârî’nin (ö.1038/1629) Terâcim-i Kibârü’l-ulema ve’l-Vüzerâ’sı,73 Âkifzâde Abdurrahim 69 Eser hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Suat Donuk, “Bilinmeyen Bir Eser: Ahmed Câvid’in Vefeyât- ı Kibâr’ı”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, c. 3, S. 7, Kasım, 2016, ss. 13-29. 70 Meslekî-zümre vefeyâtnâmelerinin çeşitleri bu gruplarla sınırlı olmayıp çalışmamıza örneklik teşkil etmesi bakımından bu başlıklarla yetinilmiştir. Burada bahsi geçmeyen meslek gruplarına dair vefeyâtlardan tarihçi ve çiçekçi vefeyâtnâmeleri için bkz. Suat Donuk, a.g.e., ss. 68-70. 71 Mehmet İpşirli, “İlmiye” DİA, c. 22, İstanbul, 2000, s. 141. 72 Casim Avcı, “Şeyh”, DİA, c. 39, İstanbul, 2010, s. 49. 73 Eserin bilinen tek nüshası Avusturya Wien’de (Flügel 1865: 270) Österreichische Nationalbibliothek’tedir. Nadir eserler bölümünde HO 129. arşiv numaralı eserin adı Terâǧim-i Kibâril- ‘Ulemâʾ ve l-Vüzerâ‘ yazarın adı da Abdülkerim b. Sinq Aqhisarî olarak geçmektedir. Bkz. Muhammed Ülgen, “Abdülkerim Çelebi’nin Şeyhülislam Yahya Efendi’ye Gönderdiği Bir Şefaatname Örneği”, Külliyat Osmanlı Araştırmaları Dergisi, S. 7, Nisan 2019, s. 17. 16 Efendi’nin (ö. 1223/1808) el Mecmûʿ fi’l-Meşhûd ve’l-Mesmûʿ’ı,74 Müstakimzâde Süleyman Saʿdeddin Efendi’nin (ö. 1202/1787) Meşâyihnâme-i İslâm’ı,75 Halil Efendi’nin Mecmûʿa-i Vefeyât-ı Meşâyih-i İzâm’ı ulema-şeyh vefeyâtnâmeleri grubuna giren eserlerdir. Bu türe örnek olan eserlerden Şakâik-i Nuʿmâniyye tercüme ve zeyllerini inceleyelim. Şakâik-i Nuʿmâniyye Tercüme ve Zeylleri Taşköprîzâde Ahmed İsâmedddin Efendi’nin Şakâik-i Nuʿmâniyye adlı eserinde 371’i alim, 150’si şeyh olmak üzere toplam 521 kişinin hayatı anlatılmıştır. Sıralamada vefat tarihleri esas alınmış olup kişilerin daha çok tedris, kazâ, te’lif, talim terbiye ve irşad faaliyetlerinden bahsedilmiştir.76 Bu bakımdan Şakâik-i Nuʿmâniyye için kadılık, müderrislik ve meşihat vazifeleri ifa eden meslekî zümre terceme-i hâllerinden müteşekkildir diyebiliriz. Dili Arapça olan Şakâik-i Nuʿmâniyye’nin ilk zeyillleri olan Âşık Çelebi ve Ali bin Bâlî’nin zeyilleri Arapça olup eserin ilk Türkçe zeyli Nevʿîzâde Atâyî’nin (ö. 1046/1636-37[?]) Hadâiku’l-Hadâyık fî Tekmîleti’ş-şakâik adlı eseridir. Zeyl-i Atâyî olarak da bilinen bu eser 965/1557-58 – 1044/1634-35 yılları arasını kapsamaktadır. Hadâiku’l-Hakâyık 1133 müteveffâ şahsın terceme-i hâlini ihtivâ eder.77 Nevʿîzâde Atâyî’den sonra Uşşâkîzâde Hasîb (ö. 1136/1724), 1043/1633-34 – 1106/1694-95 yılları arasında vefat etmiş 540 civarında alim ve şeyhin hâyatını ilâve ettiği bir zeyl yazmıştır.78 Şeyhî Mehmed Efendi (ö. 1732) ise Uşşâkîzâdenin eserinin özensiz, bilgi yönünden eksik ve hatalı bulduğunu gerekçesi ile aynı dönemin vefeyâtını Vekâyiʿü’l-Fuzalâ79 isimli eseriyle tekrar ele almıştır. Şeyhî’nin zeyli 1633- 1718 seneleri 74 el Mecmûʿ fi’l-Meşhûd ve’l-Mesmûʿ Hikmet Özdemir tarafından yayına hazırlanıp Kitâbü’l-Mecmûʿ fi’l- Meşhûdi ve’l-Mesmûʿ ismiyle 1998 yılında Türkiye İlmi İçtimâi Hizmetler Vakfı Yayınlarından neşredilmiştir. 75 Halil Efendi’nin Mecmûʿa-i Vefeyât-ı Meşâyih-i İzâm adlı eseri Süleymâniye Yazma Eser Kütüphânesi Esad Efendi nr. 2397’de kayıtlıdır. 76 Abdülkadir Özcan, “Eş-Şakâiku’n-Nuʿmâniyye”, DİA, c. 38, İstanbul, 2010, s. 485. 77 Bu eser doktora tezi olarak çalışılmıştır. Bkz. Suat Donuk, a.g.t. 78 Bu eser Ramazan Ekinci tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştır. Zeyl hakkında detaylı bilgi için bkz. Ramazan Ekinci, Uşşakîzâde Hasîb’in Zeyl-i Şakâʾik’ı (İnceleme-Metin-Dizin), (Basılmamış Doktora Tezi), Manisa: Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Programı, 2014; Ramazan Ekinci derlemesi ile bu çalışma Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları tarafından Zeyl-i Şakâʾik Uşşâkîzâde’nin Şakâik Zeyli adıyla 2017 yılında neşredilmiştir. 79 Vekâyiʿü’l-Fuzalâ, Cemal Karabaşoğlu ve İsmail Kayacıoğlu tarafından iki ayrı yüksek lisans tezinde çalışılmıştır. Zeyl ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Cemal Karabaşoğlu, Salim Ve Safayi Tezkireleriyle Vakayiu'l-Fuzala'daki Musikişinaslara Dair Bilgiler, (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı, 2003; 17 arasında vefat etmiş şahısların terceme-i hâllerini ihtiva etmekte olup her ne kadar kusurlu görerek tenkid etmiş olsa da Uşşâkîzâde’nin vefeyâtındaki bilgileri hiç değiştirmeksizin satırlarca kitabına dahil ettiği de olmuştur.80 Fındıklılı İsmet’in (ö. 1322/1904) önemli bir Şakâik-i Nuʿmâniyye zeyli olan Tekmiletü’ş-şakâik fî Hakkı Ehli’l-hakâik81 adlı eseri 1143/1730-31 – 1168/1754-55 seneleri arasında vefat etmiş 370 ulema ve şeyhin terceme-i hâlini içerir.82 2.2.2.1.2. Hükümdar-Han Vefeyâtnâmeleri Osmanlı Devleti’nin baş idarecileri olan padişahlar için de müstakil vefeyâtlar kaleme alınmıştır. Osmanzâde Tâib’in (ö. 1136/1724) Hadîkatü’l-mülük (İcmâl-i Tevârîh-i Âl-i Osman / Hülâsatü’t-tevârîh - Tuhfetü’l-Mülük) adlı eseri, Şehrîzâde Mehmed Said Efendi’nin (ö. 1178/1764) Gülşen-i Mülük’ü83 ve onun zeyli olarak kaleme alınan Mustafa Hâşim Efendi’nin Nuhbetü’l-Mülük’ü,84 Halim Giray’ın (ö. 1239/1823) Gülbün-i Hânân’ı,85 Hacı Kasımzâde Seyyid Mehmed Rıza Efendi’nin (ö. 1170/1756[?]) Sebʿu’s-seyyâr fî Ahbâri Mülûki’t-tatar’ı86 hükümdar-han vefeyâtnâmeleri türündendir. İsmail Kayacıoğlu, Şakaiku`n-Numaniye Zeyillerinden Vekayiü`l-Fudala'daki Şair Biyografileri, (Basılmamış YL Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998. 80 Ramazan Ekinci, “Uşşâkîzâde Hasîb Efendi’nin Zeyl-İ Şakâ’ik’ı İle Şeyhî Mehmed Efendi’nin Vekâyi‘Ü’l-Fuzalâ’sının Mukayesesi” Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, c. 3, S. 5, Mart 2016, s. 25. 81 Eser, Abdülkadir Özcan tarafından 1989’da yayına hazırlanmış, Çağrı Yayınlarından neşredilmiştir; Ayrıca Tekmiletüş’ş-şakâik’a dair İsmail Yıldırım’ın ise 2015 yılında Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanan “Fındıklılı İsmet Efendi’nin Tekmiletü’ş-Şakā’ik Fî Hakk-I Ehli’lhakā’ik’ı Üzerine Bazı Değerlendirmeler” isimli bir makale çalışması da mevcuttur. 82 Fındıklılı İsmet, Şeyhî Mehmed’in zeylini yaşadığı yıl 1314/1896-97’ye kadar eseri getirmiş böylece sekiz ciltlik hacimli bir eser kaleme almıştır. Ancak bu eserin 1314 yılında çıkan Fınfıklı yangınında zayi olmasıyla mevcud 370 biyografilik eser müellifin hatırında kalan bilgiler ile yeniden yazılmıştır. Bkz. Suat Donuk, a.g.e., s. 54. 83 Gülşen-i Mülük, Hadîkatü’l-mülük’e yazılan kısa bir zeyildir. 84 Osmanzâde Tâib ve Mustafa Hâşim Efendi’nin eserleri Tuhfetü’l-mülük ve Zeyli Nuhbetü’l-mülük adıyla 1299/1881-82 yılında İstanbu’da, Bekir Efendi ve Mahmud Bey Matbaası’nda eski harflerle basılmıştır. 85 Osmanlı Devleti himâyesinde bulunan Kırım’ın kırk dört hânının biyografilerini içeren Gülbün-i Hânân 1287 yılında Matbaa-i Âmire’de ve Gülbün-i Hânân Yahud Kırım Tarihi adıyla Osman Cûdi Efendi tarafından 1327 yılında olmak üzere iki kez istanbul’da basılmıştır. Bkz. Halim Giray, Gülbün-i Hânân, haz. İbrahim Gültekin, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, 2019, s. 27; Eser, M. Sadi Göçenli ve Recep Toparlı tarafından Gülbün-i Hânân- Halim Giray adıyla 1990 yılında Erzurum Fen Edebiyat Fakültesi Yayınları’nda yeni harflerle basılmış ve İbrahim Gültekin tarafından Türkistan Ahmed Yesevi Üniversitesi’nde 1998 yılında yüksek lisans çalışması yapılmış ardından bu çalışma T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca düzenlenerek 2019 senesinde yayınlanmıştır. 86 Eserin, dördü İstanbul'da (Süleymaniye Kütüphanesi 3 adet, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi 1 adet) üçü St. Petersburg'da ve bir tanesi de Kahire'de olmak üzere toplam sekiz adet yazma nüshası bulunmaktadır. Ayrıca 1832 senesinde Kazan şehrinde Mirza Kazımbek tarafından neşredilmiş bir adet basması da vardır. Bkz. Yavuz Söylemez, Es-Sebʿu’s-seyyâr fî Ahbâri Mülûki’t-tatar (Tenkitli Metin Neşri, İnceleme), (Basılmamış Doktora Tezi), İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı, 2016, s. XXXIII; Yavuz Söylemez’in çalışması “Kırım Hanlığı Tarihine Müteallik Mühim 18 Bu tür eserlerin başlatıcısı olan Osmanzâde Tâib’in Hadîkatü’l-mülük adlı eserini bu çeşit vefeyâtlara örnek olarak inceleyelim. Hadîkatü’l-mülük – Osmanzâde Tâib Hadîkatü’l-mülûk Osman Gazi’den (ö. 724/1324) II. Mustafa’ya kadar gelen yirmi iki Osmanlı padişahının hayatıyla hayratlarına dairdir. Eser, Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’ya sunulmuştur. Eserin günümüze pek çok yazma nüshası intikal etmiştir. Tuhfetü’l-mülûk adlı eserin tertiblerinden biri IV. Mehmed’e (ö. 1104/1693), diğeri III. Ahmed’e (ö. 1149/1736) kadar gelir. Tuhfetü’l-mülûk adıyla da anılan eser Mustafa Hâşim’in buna zeyli olan Nuhbetü’l-mülûk’ü ile beraber 1299’da İstanbul’da basılmıştır. Tuhfetü’l-mülûk, Hadîkatü’l-mülûk’e göre daha muhtasardır. Hadîkatü’l-mülûk’ün diğer bir versiyonu olan İcmâl-i Tevârîh-i Âl-i Osman’da ise I. Mahmud, III. Mustafa ve I. Abdülhamid’in hayatları konu edinilmiştir.87 Hadîkatü’l-mülûk’ün Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi No. H. O. 1471’de bulunan nüshası üzerinde Oktay Çanaklı tarafından (1997, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi No. 956 H.K. 792/3’te kayıtlı yazma nüshası üzerine ise Abdullah Kaya tarafından (2004, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) yüksek lisans tezi yapılmıştır. 2.2.2.1.3. Şeyhülislâm Vefeyâtnâmeleri Osmanlı Devleti’nde ilmiyye teşkilâtının başında bulunan alimlere şeyhülislâm denilmekde idi.88 Şeyhülislâm zümresine dahil şahıslar için de müstakil vefeyâtlar kaleme alınmış olup Müstakimzâde Süleymân Saʿdeddin Efendi’nin (ö. 1202/1787) Devhatü’l- meşâyih’i ile Mehmed Münîb Efendi’nin (ö. 1238/1828)89, Süleyman Fâik’in (ö. 1838)90, Ahmed Rifat bin İsmail’in (ö. 1876) ve Mektûbîzâde Abdülaziz Efendi’nin (ö. 1863)91 Bir Kaynak: Es-Sebü’s-Seyyâr Fî Ahbâr-ı Mülûki’t-Tatar”, Doğu Avrupa Türk Mirasının Son Kalesi Kırım, adıyla Yücel Öztürk’ün editörlüğünde 2015 yılında İstanbul’da yayınlanmıştır. 87 Abdülkadir Özcan, “Osmanzâde Ahmed Tâib”, DİA, c. 34, İstanbul, 2007, s. 4. 88 Mehmet İpşirli, “Şeyhülislâm” DİA, c. 39, İstanbul, 2010, s. 91. 89 Mehmed Münîb Efendi tarafından yazılmış olan Zeyl-i Devhatü'l-Meşâyih-i Kibâr adlı eser Süleymaniye Ktb. nr. 241/4, 251/4’de yer almaktadır. 90 Eser, Süleymaniye Kütüphanesi, Ali Emiri, nr. 1085’te ve Hüseyin Kocabaş Kitaplığı Türkçe Yazmaları, S.H.M.H.K.Yaz. 201’da kayıtlıdır. 91 Mektubîzâde Abdülaziz Efendi eserini Terâcim-i Ahvâl-i Ulemâ ve Meşâyıh ismiyle kaleme almış olup, bu eser Devhatü’l-meşâyih’in son zeyli olarak bilinmektedir. Bkz. Alper Yıldırım, Müstakimzade Süleyman Saadeddin’in Devhatü’l-Meşâyih Osmanlı Şeyhü’l-İslamlarının Biyografileri Adlı Eserinin Transkipsiyon Ve Değerlendirilmesi, (Basılmamış YL Tezi), Hatay: T. C. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler 19 Zeyl-i Devhâtü’l-meşâyih adlı zeylleri şeyhülislâm vefeyâtnâmelerindendir. Müstakîmzâde’nin Devhatü’l-meşâyih adlı eserini biraz daha detaylı ele alalım. Devhatü’l-meşâyih – Müstakimzâde Süleymân Saʿdeddin Efendi Osmanlı Devleti’nin en önemli dinî otoriteleri kabul edilen şeyhülislâmların hayatlarını konu edinen ilk ve en meşhur eser Müstakimzâde Süleymân Saʿdeddin Efendi’nin Devhatü’l-meşâyih’idir. Eser ilk Osmanlı şeyhülislâmı Şemseddin el-Fenârî (ö. 834/1431) ile başlayıp Feyzullah Efendizâde Seyyid Mustafa Efendi’ye (ö. 1158/1745) kadar toplam altmış üç şahsın terceme-i hâline yer verir. Daha sonra müellifi tarafından da iki zeyl yapılmış olup Rusumat Muhasebecisi Rifat Efendi tarafından ilâve edilen zeyl ile 1863-1865 seneleri arasında görev yapan Şeyhülislâm Ömer Hüsameddin Efendi’ye kadar, toplam 108 Şeyhülislâmın biyografilerini içerir.92 Eser, Şeyhülislâmların soy, doğum yeri ve yılı ile eğitim hayatlarını dair bilgileri olabildiğince detaylı bir şekilde vermiş olup bunların yanı sıra şeyhülislâmların hangi tarihlerde hangi vazifelerde bulundukları, şeyhülislâmların yazdığı eserler, şiir ile ilgilenen şeyhülislâmlara ait şiirlerinden örnekler, vefat yeri ve sebebi gibi çok çeşitli bilgileri de ihtiva etmektedir. Eserde şeyhülislâmlar anlatılırken isyan ve ayaklanmalar gibi dönemin tarihi olaylarına da yer verilmiştir. 93 Ahmed Rifʾat bin İsmail tarafından zeyillleri ile birlikte Devhatü’l-meşâyih Maʿa Zeyl adıyla basılan eser daha sonra Devhâtü’l-Meşâyih: Osmanlı Şeyhülislâm Biyografileri ismiyle 1978 yılında İstanbu’da neşredilmiştir. Eser, Alman akademisyen Barbara Kellner-Heinkele’in doktora tezi olara çalışılmıştır. Heinkele’nin Doktora tezi Devhatü‘l-Meşayih Müstakimzade Süleyman Sadeddin: Einleitung und Edition ismini taşımaktadır.94 Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 2014, s. 11; Bu nüsha Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi, nr. 2267’de kayıtlıdır. 92 Alper Yıldırım, a.g.t., s. 7. 93 Alper Yıldırım, a.g.t., s. iii. 94 Alper Yıldırım, a.g.t., s. i. 20 2.2.2.1.4. Vezir Vefeyâtnâmeleri Hükümdarlardan sonra en yetkili devlet adamı olan vezirler95 için de müstakil vefeyâtnâmeler kaleme alınmıştır. Osmanzâde Tâib’in Hadîkatü’l-vüzerâ’sı96, Dilâver Ağazâde Ömer Vahîd Efendi’nin (ö. 1172/1758) Zeyl-i Hadîkatü’l-vüzerâ’sı, Yirmisekiz Çelebizâde Said Paşa’nın (ö. 1175/1761) Gül-i Zîbâ-yı Hadîkatü’l-vüzerâ’sı, Ahmed Câvid Efendi’nin Verd-i Mutarrâ’sı, Bağdatlı Abdülfettah Şefkat Efendi’nin (ö. 1826) Zeyl-i Hadîkatü’l-vüzerâ’sı,97 Ahmet Rifʾat Efendi’nin Verdü’l-hadâik’i,98 Müʾminzâde Seyyid Ahmed Hasîb Efendi’nin (ö. 1166/1752-53) Ravzatü’l-küberâ’sı99 ve İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in (ö. 1957) Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar (Kemâlü’s-sudûr) adlı eserleri vezir vefeyâtnâmelerindendir. Bu vefeyâtlar içerisinden İbnülemin Bey’in Son Sadrazamlar isimli eserini bu türe örnek olması dolayısı ile daha detaylı ele alalım. Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar - İbnülemin Mahmud Kemal İnal Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile cumhuriyetin ilk yıllarındaki siyasi tarihimize ayna olan eserde otuz yedi sadrazamın terceme-i hâli yer almaktadır. Bir asırlık tarihî büyüklüğe ve 2192 sayfalık hacme sahip bu eser Osmanzâde Ahmed Tâib’in Hadîkatü’l- Vüzerâ’sına yapilân zeyllerin sonuncusu olan Ahmed Rifat Efendi’nin Verdü’l- Hadâik’ine zeyl olarak kaleme alınmıştır. Son Sadrazamlar, İbnülemin Bey’in terceme-i hâl yazarlığı dışında siyasi tarihçiliğini de ortaya koyan mühim bir kaynaktır. “Bildiklerini ve duyduklarını gerçeğe uygun olmayan bir şekilde nakletmek tarihin hukukuna tecavüz etmek demektir. Doğruluğu doğrulanmamış bilginin tarih sayfalarında yeri yoktur” sözleriyle İbnülemin Bey objektif tarih yazıcılığındaki tavrını ortaya koymuştur. 100 1913 yılında yazılmaya başlanan Son Sadrazamlar yedi yıllık çalışmanın ardından 1920 yılında tamamlanmış fakat çeşitli imkansızlıklar sebebi ile basımı 95 Bk. Fatih Yahya Ayaz, “Vezir” DİA, c. 43, İstanbul, 2013, s. 79-82. 96 Hadîkatü’l-vüzerâ 1271/1854-55 yılında Cerîde-i Havâdis Matbaası’nda basılmış ve Ahmed Çoban tarafından bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır. Bkz. Ahmed Çoban, Hadîkatü’l-vüzerâ Adlı Eserin Tenkitli Transkripsiyonu, (Basılmamış YL Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005. 97 Vahid Efendi’nin, Yirmisekiz Çelebizâde Said Paşa’nın, Ahmed Câvid Efendi ve Bağdatlı Abdülfettah Şefkat Efendi’nin zeyillleri Hadîkatü’l-vüzerâ’nın 1271/1854-55 yılındaki yayını ile birlikte Cerîde-i Havâdis Matbaası’nda basılmıştır. 98 Eser, İstanbu’da taş baskısı ile neşredilmiş olup 1970’de Firibourg’da nüshanın tıpkıbasımı yapılmıştır. 99 Eser yeni harfler ile basılmıştır. Bkz. Mesut Aydiner, Ravzatü’l-küberâ: Tahlil ve Metin, Ankara: TTK Basımevi, 2003. 100 Ömer Faruk Akün, “İbnülemin Mahmud Kemal”, DİA, c. 21, İstanbul, 2000, s. 261. 21 gecikmiştir.101 Eser zamanın maarif vekili Hasan Âli Yücel’in gayretleri ile yayına hazırlanmış olup 1940-1953 yılları arasında on dört fasikül olarak Maarif Basımevi’nde neşredilmiştir.102 2.2.2.1.5. Kaptanıderyâ Vefeyâtnâmeleri Osmanlı Devleti’nde donanma kumandanları için kapudan veya kaptan-ı derya ifedeleri kullanılmakta idi.103 Bu mühim vazifeyi ifa etmiş tarihi şahıslar için de müstakil vefeyâtlar yazılmış olup Mehmed Hafîd Efendi’nin (ö. 1811) Sefînetü’l-vüzerâ’sı104, Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Efendi’nin Harita-i Kapudanân-ı Deryâ’sı105 ve Şehrîzâde Mehmed Said Efendi’nin (ö. 1178/1764) Tuhfe-i Mustafaviyye fî Beyân-ı Kappudanân-ı Devlet-i Aliyye’si106 Kaptanıderyâ vefeyânâmelerindendir. Bu türe örnek olarak Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Efendi’nin vefeyâtını ele alalım. Harita-i Kapudanân-ı Deryâ - Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Efendi Kaptanıderyâ vefeyâtnâmeleri, zeyl yönteminden ziyade müstakil kitaplar olarak yazılmıştır. Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Efendi’nin vefeyâtı da ilk Kaptanıderyâ kabul edilen Baltaoğlu Süleyman Bey ile başlamış ve Sultan Abdülmecid’in tahta çıkmasıyla görevden azledilen Said Paşa’ya kadar vazifede bulunmuş tüm Kaptanıderyâların terceme-i hâllerini ele almıştır.107 Harita-i Kapudânân-ı Deryâ 1285/1868-69 yılında İstanbul’da basılmıştır. 101 Son Sadrıazamlar eserinin muhtevası, yayınlanış süreci ve mühim eşhasın eser hakkındaki beyanları için bk. Serdar Sezer Şimşek, Türk Düşünce Tarihinde İbnülemin Mahmud Kemal İnal, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, 2020, ss. 154- 188. 102 Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, s. 369. 103 İdris Bostan, “Kapudan”, DİA, c. 24, İstanbul, 2001, s. 354. 104 İsmet Parmaksız oğlu Osmanlı denizcilik tarihiyle ilgili ilk biyografik eser olan Sefinetü’l-Vüzerâ’nın Süleymaniye Kütüphanesi Hafîd Efendi Bl. nr. 245’de ve İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi TY. nr. 40’da kayıtlı bulunan nüshalarını karşılaştırarak 1952 yılında Şirketi Mürettibiye Basımevi’nde Latin harfleriyle neşretmiştir. Bkz. Nagihan Çağlayan, Mehmed Hafîd Ed-Dürerü’l-Müntehabâtü’l-Mensûre Fî- Islâhi’l-Galatâti’l-Meşhûre (İnceleme-Transkripsiyonlu Metin), (Basılmamış Doktora Tezi), Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Ve Edebiyatı Ana Bilim Balı Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, 2016, s. 40. 105 Harita-i Kapudanân-ı Deryâ 1285/1868-69 yılında İstanbul’da Ceridehâne Matbaası’nda basılmıştır. 106 Eserin bilinen tek nüshası müellif hattıyla Dârü’l-kütübi’l-kavmiyye’de nr. 45/555’de kayıtlı bulunmaktadır. Bkz. Faruk Bilici, “Şehrîzâde Mehmed Said” DİA, c. 38, İstanbul, 2010, s. 473. 107 Bk. Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Efendi, Harita-i Kapudanân-ı Deryâ, Ceridehâne Matbaası, 1285/1868-69, s. 11, 218; Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi Kayıt nr. 7635, Yer No: A. 5616. 22 2.2.2.1.6. Reisülküttâb Vefeyâtnâmeleri Osmanlı Devlet’nin yönetim organı olan Dîvân-ı Hümâyûn’da maliye dışındaki yazışmaları yürütmekle görevli kâtiplerin başında bulunan idarecilere reisü’l-küttâb denilmekte idi.108 Meslekî-zümre vefeyâtları arasında reisü’l-küttâblık vazifesinde bulunmuş şahıslar için de yazilân müstakil eserler mevcuttur. Giridî Ahmed Resmî Efendi’nin (ö. 1197/1783) Halîkatü’r-rüesâ’sı, Süleyman Fâik’in Zeyl-i Halîkatü’r- rüesâ’sı109 ve İbrâhim Nâilî Efendi’nin Hadîkatü’r-rüesâ’sı110 bu türe örnek eserlerdendir. Halîkatü’r-rüesâ - Giridî Ahmed Resmî Efendi Giridî Ahmed Resmî Efendi, Koca Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi (ö. 975/1567) ile başlayan eserinde 1167/1753-54’de vazifesinden ayrilân Koca Râgıb Paşa’ya kadarki eşhâsın hayatını kaleme almış daha sonra yaptığı zeyil ile birlikte eseri kendi zamanına kadar getirmiş ve toplam altmış dört Reisülküttâbın terceme-i hâlini yazmıştır.111 Zeyli ile birlikte 1269 yılında İstanbul’da Tahvimhâne-i Âmire Matbaa’sında Halifetü’r-rüesâ Sefînetü’r-rüesâ ismiyle basılmıştır. 2.2.2.1.7. Hattat Vefeyâtnâmeleri Pek çok medeniyette olduğu gibi İslâm medeniyetinde de güzel sanatlara değer verilmiştir. Bu sanatların başta gelenlerinden biri “cismanî aletlerle meydana getirilen ruhanî bir hendesedir” şeklinde tanımlanan medeniyetimizde müstakil ve üstün bir mevkiye sahip olan hat sanatıdır.112 Bu sanatı icra eden, Arap harflerinden doğan sülüs, nesih ve nestaʿlik gibi İslâm yazılarını sanat gayesiyle yazan ve öğreten kişilere hattat denilmektedir.113 Bu mühim sanatı icra eden sanatkarların hayatlarının anlatıldığı müstakil vefeyâtnâmeler kaleme alınmıştır. Gelibolulu Mustafa Âli Efendi’nin (ö. 1600) Menâkıb-ı Hünerverân’ı, Nefeszâde İbrahim Efendi’nin (ö. 1060/1650) Gülzâr-ı 108 Recep Ahıshalı, “Reisü’l-küttâb”, DİA, c. 34, İstanbul, 2007, s. 546. 109 İstanbul Takvimhâne-i Âmire’de 1269/1852-53 yılında sehven Halifetü’r-rüesâ ismi ile basılmıştır. Bkz. Bekir Kütükoğlu, “Ahmed Resmî” DİA, c. 2, İstanbul, 1989, s. 121. 110 Halîkatü’r-rüesânın telhisi ve zeyli olan Hadîkatü’r-rüesâ yirmi beş reisü’l-küttâbın terceme-i hâlinin ilâve edilmesi ile oluşmuştur. Bkz. Suat Donuk, a.g.e., s. 64. 111 Suat Donuk, a.g.e., s. 63. 112 M. Uğur Derman, “Hat”, DİA, c. 16, İstanbul, 1997, s. 427. 113 M. Uğur Derman, “Hattat”, DİA, c. 16, İstanbul, 1997, s. 493. 23 Savâb’ı114, Suyolcuzâde Mehmed Necîb Efendi’nin (ö. 1171/1758) Devhatü’l-küttâb’ı115, Müstakimzâde Süleyman Saʿdeddin Efendi’nin (ö. 1202/1788) Tuhfe-i Hattâtîn’i116, Habîb Efendi’nin (ö. 1894) Hat ve Hattâtân’ı117 ve İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in (ö. 1957) Son Hattatlar118 adlı eseri hattat vefeyâtnâmelerindendir. Örnek teşkil etmesi için bu tür vefeyâtların başlatıcısı kabul edilen Gelibolulu Mustafa Âli Efendi’nin eserini daha detaylı ele alalım. 114 Gülzâr-ı Savâb, Kilisli Rifat tarafından, Müstakimzâde Süleyman Saʿdeddin hattı ile intinsah edilmiş olan (TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 1232) nüshası esas alınarak mevcud diğer eserlerin de gözden geçirilmesi ile neşredilmiştir. Kilisli Rifat haşiye ve not ilaveleri ile eserin kaynak olma değerini daha da arttırmıştır. Bk. Ömer Faruk Akün, “Kilisli Rifat Bilge”, DİA, c. 26, Ankara, 2002, s. 20; Gülzâr-ı Savâb akademik olarak çalışılmıştır. Bkz. Fehime Demir, Türk Hat Sanatı İçin Kaynak Gülzâr-ı Savâb (İncelemeli Metin Çevirisi), (Baslmamış YL Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı İslâm Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı, 2004. 115 Devhatü’l-Küttab, Nefeszâde’nin Gülzâr-ı Savâb adlı eserine zeyl olarak kaleme alınmıştır. Eseri ilk defa Kilisli Rifat Bilge tarafından metinin kısaltılması ve sadeleştirilmesiyle 1942 senesinde İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi yayınlarından neşredilmiştir. Eserin bilinen yedi yazma nüshası vardır. Bunlar: 1- Ankara Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, nr. 541, 2- Ankara Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, nr. 585, 3- İ.Ü. Merkez Kütüphanesi, nr. 9627, 4- Millet Kütüphanesi, Ali Emîrî, nr. 800, 5- Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, nr. 4359, 6- Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Emanet Hazinesi, nr. 1232/3, 7- Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine, nr. 1294. Bkz. Ayşe Peyman Yaman, Hat Sanatı İçin Kaynak Devhatü’l-Küttâb İncelemeli Metin Çevirisi, (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı İslâm Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı, 2003, s. 11-13. 116 Tuhfe-i Hattâtîn, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in Müstakimzâde’nin hayatına dair kaleme aldığı kapsamlı mukaddime ile birlikte 1928 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu çalışma harf inkılabının arkasından eski harflerle basılan son kitap olma özelliği de taşımaktadır. Tuhfe-i Hattâtîn’in müellif nüshası günümüze ulaşamamıştır. Fakat Murad Molla (nr. 1448) nüshası mevcuttur. Bunun dışında Topkapı Sarayı Müzesi Yeniler, nr. 722, Millet Ali Emîrî Efendi, nr. 796-8 ve İstanbul Üniversitesi TY, nr. 6194 ‘de kayıtlı bulunan yazma nüshaları vardır. Bkz. M. Uğur Derman, “Tuhfe-i Hattâtîn” DİA, c. 41, İstanbul, 2012, s. 353; Tuhfe-i Hattâtîn, Ebru Süsler tarafından 2004 yılında Hat Sanatı Açısından Tuhfe-i Hattâtîn isimli yüksek lisans tezinde akademik olarak çalışılmıştır. Ayrıca Mustafa Koç tarafından 2014 yılında aynı isimle neşredilmiştir. 117 Müellifi İran asıllı olan eser, İranlı ve Türk hattatların terceme-i hallerini içermektedir. Bkz. Ali Alparslan, “Habib Efendi” DİA, c. 14, İstanbul, 1996, s. 371; Hat ve Hattâtân, Tuhfe-i Hattatîn’in zeyli mesabesindedir. 1306 yılında İstanbul’da Matbaa-i Ebuzziyâ’da eski harfler ile tabʿ edilmiştir. Bkz. Suat Donuk, a.g.e., s. 67. 118 Tuhfe-i Hattâtîn’in zeyli olarak yazılmış eser 1760’tan telif tarihi olan 1953’e kadar olan süre içinde gelmiş on biri kadın 329 hattatın hâl tercemesini içermektedir. Bkz. Ömer Faruk Akün, a.g.mad., c. 21, s. 261; Eser ilk defa İstanbul’da, Maarif Basımevi’nde 1955 yılında basılmış olup daha sonra Ocak 2021’de M. Uğur Derman’ın proje danışmanlığı ile Mahmud Sami Kanbaş tarafından yayına hazırlanmıştır. Bkz. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Hattatlar, İstanbul: Ketebe Yay., 2021; Esere dair detaylı bilgi için bkz. Serdar Sezer Şimşek, a.g.t., s. 192-201; Ayrıca, evi adeta bir hat sanatları müzesi gibi olan İbnülemin Bey’in hat koleksiyonuna dair bilgi için bkz. Ayşe Doğan, İbnülemin Hat Koleksiyonundaki Sülüs-Nesih Kıt‘aların İçerik ve Sanat Yönünden İncelenmesi, (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Geleneksel Türk Sanatları (Hat) Anasanat Dalı, 2015. 24 Menâkıb-ı Hünerverân - Gelibolulu Mustafa Âli Efendi Yazı tarihi ile hat sanatı, meşhur hattatlar, mücellidler ve nakkaşların anlatıldığı eser bir giriş, beş bölüm ve bir sonuç olmak üzere toplam yedi kısımdan oluşmaktadır. Eserdeki hattat terceme-i hâlleri vahiy kâtibi yirmi yedi sahabe ile başlamaktadır. Beşinci bölümde katı’, tezhib, tasvir, cild, zer-efşân sanatları ile meşgul kimseler ve vassâllar ele alınmıştır.119 Eser İbnülemin Bey’in Gelibolulu Mustafa Âli Efendi’nin terceme-i hâline dair yazdığı geniş bir mukaddime ile birlikte 1926 yılında İstanbul’da neşredilmiştir.120 Menâkıb-ı Hünerverân Müjgan Cunbur tarafından latinize edilerek günümüz Türkçesiyle 1982 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınlarından neşredilmiştir.121 2.2.2.1.8. Mûsikîşinâs Vefeyâtnâmeleri Yukarıda Osmanlı medeniyetininde sanata ve sanatçılara değer verildiğinden ve hattatlara dair yazilân vefeyâtnâmelerden bahsedilmişti. Hat gibi kıymeli bir diğer sanat dalı olan musikîmize dair eserler ve bu sanatla iştigal etmiş mühim eşhasa dair kaleme alınan vefeyâtnâmeler de mevcuttur. Şeyhülislâm Mehmed Esad Efendi’nin (ö. 1753) Atrâbü’l-âsâr fî Tezkireti Urefâi’l-edvâr’ı, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in Hoş Sada’sı122 Türk edebiyatındaki mûsikîşinâs vefeyâtnâmelerine örnektir. Ayrıca tez konumuz Misbâr-ı Şemsî’nin müellifi Mehmed Şemseddin Ulusoy Bursa ile ilgili çeşitli konuları kaleme alığı Âyine-i Diyâr-ı Şemsî adlı eserinde “Mûsikîşinâslar” ismiyle bir başlık açmış ve burada kafiyeli ve alfabetik sıralama ile yetmiş beş sahsın terceme-i hâline 119 Suat Donuk, a.g.e., s. 66. 120 Bekir Kütükoğlu, “Âlî Mustafa Efendi”, DİA, c. 2, İstanbul, 1989, s. 415. 121 Eserin ikinci baskısına hat sanatçısı Mustafa Cemil Efe tarafından “Hüsn-i Hat ve Tezyînî Sanatlardan Örnekler” isimli bir başlık açılmış ve burada ekol sahibi hattatların henüz yayınlanmamış eserlerinden örnekler ve tezyini sanatlar ve yazı malzemelerine dair fotoğraflara yer verilmiştir. Bkz. Gelibolulu Mustafa Âlî, Menâkıb-ı Hünerveran Hattatların ve Kitap Sanatçılarının Destanları, haz. Müjgan Cunbur, Ankara: Büyüyen Ay Yay., 2012. 122 Hasan Âli Yücel’in teşviki ile kaleme alınan Hoş Sadâ gerek yeterli kağıdın bulunamaması ve tashihin aksaması gibi basım işelerinden kaynaklı gecikmeler gerekse İbnülemin Bey’in sağlık problemleri sebebi ile İbnülemin Bey hayatta iken nihayete erememiştir. Alfabetik olarak kaleme alınan eser İbnülemin Bey tarafından “c” harfine kadar getirilmiş olup terceme-i hâli yazılan son şahıs Tanburi Cemil Bey olmuştur. Hasan Âli Yücel, İbnülemin Bey’in vefatının ardından İbnülemin Bey’in varisi ve yeğeni olan Selma Akay ve eşi Nihat Akay’ın izinlerini almış ve onların ellerindeki müsveddelerin yeniden yazılması ve eserin tamamlanması işini Yenişehirli Avni Bey’in torunu Avni Aktunç’tan (ö. 1962) rica etmiştir. Hoş Sada nihayet üç yüz sayfalık bir eser olarak İbnülemin Bey’in vefatından bir yıl sonra 1958 yılında yayınlanmıştır. Detaylı bilgi için bkz. Serdar Sezer Şimşek, a.g.t., s. 201-217; İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Hoş Sadâ Son Asır Türk Musikişinasları, İstanbul: Maarif Basımevi, 1958. 25 yer vermiştir .123 Müstakil bir kitap olmasa da ilgili bölüm, mûsikîşinâs vefeyâtnâmelerine örneklik teşkil etmektedir. 124 Atrâbü’l-âsâr fî Tezkireti Urefâi’l-edvâr - Şeyhülislâm Mehmed Esad Efendi Mûsikîşinas vefeyâtnâmelerinin en meşhuru olan Atrâbü’l-âsâr fî Tezkireti Urefâi’l-edvâr, Tezkire-i Hânendegân ve Tezkire-i Mûsikîşinâsân adlarıyla da tanınmaktadır. Eser alfabetik sıralama ve ağdalı ve sanatkârane üslûb ile yazılmış olup I. Ahmed (1603-1617) ile III. Ahmed (1703-1730) dönemleri arasında yetişen 98 bestekârın terceme-i hâllerini, bahsi geçen mûsikîşinâsların sanat değerlerini ve besteledikleri güftelerden örnekleri içermektedir. Atrabü’l-âsâr’ın İstanbul kütüphanelerinde dokuz nüshası mevcuttur (İÜ Ktp., TY, nr. 1739, 2529, 6193, 6204, 6205; TSMK, Hazine, no. 1297, 1298, 1301; Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Tarih, no. 706).125 Veled Çelebi (İzbudak) Atrabü’l-âsâr’ı sadeleştirip bazı eklemeler ile Mektep Mecmuası’nda yayınlamıştır (sene III, sy. 1-7, 10, İstanbul 1894). Hüseyin Sadeddin Arel ise eseri günümüz Türkçe’si ile tarihî bilgi dışındaki ifadeleri çıkartarak Musiki Mecmuası’nda neşretmiştir (Kasım 1948-Şubat 1950, sy. 9-24).126 İbnülemin Mahmud Kemal İnal Fındıklılı İsmet Efendi’nin Atrâbü’l-âsâr’ı 1896 yılına kadar getiren bir zeyl yazdığından ancak yangında bu zeylinde zayi olduğundan bahsetmektedir.127 Atrâbü’l-âsâr üzerine bir yüksek lisans ve bir doktora tezi olmak üzere iki akademik çalışma yapılmıştır.128 123 Şemseddin Ulusoy söz konusu eserinde, daha ziyade tekke mensubu mûsikîşinâslara yer vermiştir. Mûsikî tahsilinde Bursa şehrinin bir merkez hâline geldiğini, ele alınan kişiler ile yazılan terceme-i hâllerin tasnif metodunu bölümünün girişinde şu sözler ile ifade etmiştir: “Bu mûsikîşinâsların çoğu tekâyâya mensûbdurlar. Hatta vaktiyle İstanbul zâkirleri bir şuğul ve ilâhi meşk etmek, mûsikî öğrenmek için Bursa’ya gelirler imiş. Bâ-husûs Eşrefîler’in şöhreti devirlerinde İncirli Eyyûb Efendi Tekkesi zâkirleri çok meşhûr imiş. Kendileri beste bağlarlar, ilâhiler cumhurlar duraklar içün türlü türlü makâmâttan bestelerler imiş. Ekser eimme, hutabâ, huffâz da mûsikîden anlarmış. Meydân şâ‘irleri ve diğer mûsikî erbâbı ayrıca bir kol teşkîl ederler imiş. Mevlevîhâne’nin ise kendilerine mahsûs bir usûl-i mûsikîleri var idi. Bulabildiklerimden bir kısmını yazıyorum. Bunu da kâfiye üzere tahrîr edeceğim.” Bkz. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Âyine-i Diyâr-ı Şemsî, Mustafa Kara Özel Kütüphânesi, s. 434. 124 Detaylı bilgi için bkz. Selime Kara, Mehmed Şemseddîn Ulusoy’un “Diyâr-ı Şemsî” Adlı Yazma Eserindeki Mûsikîşinâslar, (Basılmamış YL Tezi), Bursa: 2019. 125 Nuri Özcan, “Atrabü’l-Âsâr”, DİA, c. 4, İstanbul: 1991, s. 85-86. 126 Muhammet Nur Doğan, “Esad Efendi, Ebûishakzâde”, DİA, c. 11, İstanbul: 1995, s. 340. 127 Nuri Özcan, a.g.mad., s. 86. 128 Bkz. Zeynep Sema Yüceışık, Şeyhülislâm Esad Efendi Atrabü’l-âsâr fî Tezkireti Urefâi’l-Edvâr (Giriş- Metin-Tercüme-Terimler-Dil Notları), (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Dili Anabilim Dalı, 1990; Hakkı Tekin, Şeyhülislam Esad Efendi ve Atrabü'l-Asar fi Tezkiret-i Urefail-Edvar, (Basılmamış YL Tezi), Kayseri: , Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı, 1993. 26 2.2.2.2. Şehir Vefeyâtnâmeleri Bir şehre mensubiyetiyle bilinen ve çoğunlukla siyaset, sanat, tasavvuf ya da ilim alanlarında meşhur olmuş sahısların terceme-i hâllerini aktaran vefeyâtlardır. Ayrıca şehrirlerin camilerini ve bu camilerin hazirelerinde medfun şahısların hayatlarını ele alan vefeyâtlar da mevcut olduğundan, merkezinde belirli bir şehir ya da yer olan bu tür vefeyâtnâmeler “Şehir Meşhurları” ve “Cami Mezarlıkları” şekinde iki grupta incelenebilir.129 2.2.2.2.1. Şehir Meşhurları Vefeyâtnâmeleri Belirli bir şehirde doğmuş, uzun müddet orada ikamet etmiş yahut kabri orada bulunan; ilim, sanat, tasavvuf ya da siyaset gibi alanlarda meşhur şahısların terceme-i hâllerini konu edinen vefeyâtnâmelerdir. Bu eserler aynı zamanda birer şehir tarihi kaynaklarıdır. Türk edebiyatında hakkında en çok vefeyâtnâme yazilân şehir Bursa’dır. Bursa dışında Edirne, Bağdat, İstanbul ve Çorum illeri için de vefeyâtnâmeler tertip edilmiştir. Bu türe örneklik teşkil etmesi için Bursa’ya dair kaleme alınmış vefeyâtnâmeleri, tez konumuz Misbâr-ı Şemsî adlı eserin de bir Bursa vefeyâtnâmesi olması sebebiyle, daha detaylı olarak ele alalım. 2.2.2.2.1.1. Bursa Vefeyâtnâmeleri Ravza-i Evliya – Baldırzâde Şeyh Mehmed Selisî Baldırzâde Şeyh Mehmed Selisî’nin (ö. 1060/1650) 1649 yılında yazımını tamamladığı Ravza-i Evliya isimli eseri130 müstakil olarak kaleme alınmış ilk Bursa vefeyâtnâmesidir ve kendisinden sonra kaleme alınan benzer nitelikteki eserlere kaynaklık teşkil etmiştir. Eser Bursa’nın fethinden XVII. yüzyılın ortalarına kadar bu şehirde vefat etmiş iki yüzü aşkın alim, mutasavvıf ve şairin terceme-i hâlini elifba sırasıyla ele almaktadır.131 Eser Emir Sultan Hazretleri’nin terceme-i hâli ile başlayıp132 hâtime kısmında Eşrafzâde Sultan, Karaca Mehmed, Ebû İshak ve Baldırzâde’nin kendi 129 Suat Donuk, a.g.e., s. 70. 130 Esere Ravza-i Evliya ismini Şeyhülislâm Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi vermiş olup isim ebced hesabı ile eserin yazılış tarihini vermektedir. BkZ. Abdülkerim Abdülkadiroğlu, “Baldırzâde Mehmed Efendi”, DİA, , c. 5, İstanbul: 1992, s. 9. 131 Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 84. 132 Bkz. Baldırzade Selîsî Şeyh Mehmed, Ravza-i Evliyâ, haz. Mefail Hızlı, Murat Yurtsever, Arasta Yayınları, Bursa, 2000, s. 73. 27 terceme-i hâline yer vererek sona ermektedir.133 Eserde geçen terceme-i hâller kısa olup kişilerin daha çok tasavvufî yönüne ağırlık verilmiştir. Şahısların ders gördüğü hocalar, tekke ve zaviyeleri, varsa yaptırdıkları cami, medrese, tekke gibi hayratları, ölüm tarihleri ve defin yeri bilgileri verilmiş olup keramet niteliği gösteren menkıbeleri de anlatılmaktadır. Ravza-i Evliya hakkında çeşitli makaleler kaleme alınmış olup 2000 yılında Mefail Hızlı ve Murat Yurtsever tarafından yeni harflerle yayınlanmıştır.134 Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân – Bursalı İsmail Beliğ Bursalı İsmail Beliğ (ö. 1142/1729) Güldeste-i Riyâz-ı İrfân, Tezkire-i Belîğ; Târîh-i Vefeyât-ı Belîğ Efendi, Güldeste-i Belîğ, Güldeste, Târîh-i Burûsa gibi adlarla da anılan eserinin müsveddesine önce “Güldeste-i Riyâz-ı Erbâb-ı Kemâl-i Burûsa” ismini vermiş daha sonra ise Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân olarak değiştirmiştir.135 Güldeste-i Riyâz-ı İrfân başlangıçta Baldırzâde Şeyh Mehmed Selisî’nin Ravza-i Eyliya’sına zeyl olarak düşünülmüş ancak daha sonra İsmail Beliğ bu fikirden vazgeçip eserini daha kapsamlı ve daha mürettep bir şekilde 136 kaleme alarak Lâle Devri sadrazamı Damad İbrahim Paşa’ya sunmuştur.137 Bursa’da 1705-1723 tarihleri arasında yazilân eser Bursa’nın fethinden (726/1325-26) eserin kaleme alındığı seneye (1117/1705-6) kadarki süreçte vefat etmiş olan Bursalı yahut Bursa’da hizmet etmiş ve kabri Bursa’da olan alim, mutasavvıf, sanatkâr ya da devlet erkanından olan zevâtın terceme-i hâllerini içermektedir. Güldeste bir Dibâce ve “Gülbün” başlıklı beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Her gülbün belirli bir zümreye ait olup birinci bölümde Osman Gazi'den itibaren Bursa'da yatan ilk Osmanlı sultanları, şehzadeler ve vezirlerin terceme-i hâlleri yer almaktadır. İkinci Gülbün iki gülnihâlden oluşmakta olup ilk gülnihâl vâizlerin ikinci gülnihâl fetihten önce Buhara’dan Bursa’ya göç etmiş meczub ve abdalların terceme-i hâllerini içermektedir. Üçüncü bölümde alim, kadı ve müderrisler ele alınmış olup Hz. Muhammed’in soyundan gelen sâlih kişiler için bir gülnihâl ayrılmıştır; dördüncü 133 Bkz. Baldırzade Selîsî Şeyh Mehmed, a.g.e., s. 274-287. 134 Kadir Atlansoy, “Ravza-i Evliyâ’da İki Şair: Kaniʿî ve Vaʾdî”, Milli Folklor, 2011, 23, S. 89, s. 193- 199; Mefail Hızlı, Murat Yurtsever, Ravza-i Evliya, Bursa: Arasta Yay., 2000. 135 Abdülkerim Abdülkadiroğlu, “Güldeste-i Riyâz-ı İrfân”, DİA, , c. 14, İstanbul, 1996, s. 237; Suat Donuk, a.g.e., s. 118; Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 94. 136 Bk. Suat Donuk, a.g.e., s. 119-122; Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 94. 137 Suat Donuk, a.g.e., s. 123. 28 bölümde şairler; beşinci bölümde ise mûsikîşinaslar, meddahlar ve hekimlere ait terceme- i hâller bulunmaktadır.138 Toplamda 555 terceme-i hâli barındıran eser139 tabakat ve hâl tercemelerine dair eserlerle mesleklere dair yazıları birleştirerek şehir vefeyâtnâmeleri türüne yeni bir yaklaşım kazandırmıştır.140 Eşrefzâde Ahmed Ziyaeddin Efendi’nin Gülzar-ı Suleha ve Vefeyât-ı Urefâ, Mehmed Fahreddin Efendi’nin Gülzâr-ı İrfân ve Gazzizâde Abdüllatif Efendi’nin Hulâsatü'l-vefeyât adlı Güldeste zeylleri eserin gördüğü büyük rağbetin bir delilidir. Güldeste-i Riyâz-ı İrfan Bursa Ticaret Mahkemesi reisi Kasabzade Mehmed Eşref tarafından 1302/1884-85 yılında Bursa'da Hüdavendigar Matbaası’nda bastırılmıştır.141 Ayrıca 1932-1936 tarihleri arasında Bursa'da Yeni Fikir gazetesinde tefrika şeklinde neşrine başlanmış olup gazetenin kapatılması üzerine yayın çalışması yarım kalmıştır.142 1998 yılında Abdülkerim Abdülkadiroğlu tarafından eserin tetkiksiz tıpkıbasımı yapılmış yine aynı yıl Kadir Atlansoy’un Bursa Şairleri isimli kitabının bir kısmında eserdeki yalnızca şair biyografileri yayınlanmıştır. Güldeste hakkında yapılan kapsamlı son çalışma Suat Donuk tarafından yapılmış olup Türk Edebiyatında Vefeyâtnâme ve İsmail Beliğ’in Güldeste-i Riyâz-ı İrfân-ı ismiyle 2016 yılında yayınlanmıştır. Bazı Menâkıb-ı Meşâyıh-ı Sâlife – Enfî Hasan Hulûs-ı Halvetî Bursa’da Medfûn Baʿz-ı Meşâyihin Menâkıbı ismiyle de tanınan eser, kaynaklarda Üsküdarlı Şeyh Nasûhî efendi’nin müritlerinden Derviş Hasan’a ait, çoğunluğu mutasavvıf olan eşhasın terceme-i hâlleri ve menkıbelerinden oluşan bir Bursa vefeyâtnâmesi olarak zikredilmektedir.143 Ancak Bilal Güzel tarafından yapılan bir araştırmada tek nüsha olan ve Millet Kütüphanesi Ali Emîrî Şerʿiyye Bölümü numara 1064 de kayıtlı eserin Enfî Hasan Hulûs-ı Halvetî (ö.1724)’nin yazdığı Tezkiretü’l- Müteahhirîn144 adlı eserin bilinmeyen bir nüshası olduğu tesbit edilmştir. Muhammed Zeki adlı bir zat tarafından 7 Muharrem 1292/1875 yılında istinsah edilmiş olan Bazı Menâkıb-ı Meşâyıh-ı Sâlife ismiyle kayıtlı nüsha Tezkiretü’l-Müteahhirîn’in bilinen diğer 138 Suat Donuk, a.g.e., s. 159. 139 Suat Donuk, a.g.e., s. 161. 140 Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 92. 141 İsmail Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân, Bursa: Hüdâvendigâr Vilâyeti Celîlesi Matbaası, 1302. 142Abdülkerim Abdülkadiroğlu, “Güldeste-i Riyâz-ı İrfan”, s. 238 143 Bk. Agah Sırrı Levend, a.g.e., c. 1, s. 410; Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 95; Suat Donuk, a.g.e., s. 72. 144 Tezkiretü’l-Müteahhirîn Velîler ve Deliler ismi ile yayımlanmıştır. Bkz. Enfî Hasan Hulûsi Halvetî, Veliler ve Deliler-Tezkiretü’l-Müteahhirîn, haz. Mustafa Tatcı, Musa Yıldız, H Yay., 2014. 29 üç nüshası ile karşılaştırıldığında diğer nüshalarda yer alan terceme-i hâllerin tümünün onda yer almadığı görülmüştür. Belirli bir tasnifi olmayan ve müstensihi tarafından neye göre yapılığı bilinmeyen bu seçkinin müstensih tercihli ufak kelime ve ifade farkları dışında diğer nüshalardaki muhteva ile büyük oranda uyumlu olduğu anlaşılmıştır.145 Bununla birlikte Bilal Güzel söz konusu çalışmasında eserin biyografik içerikli olmasına rağmen tür olarak vefeyât-nâme değil menâkıbnâme olduğunu ve Bursa ile bir iki biyografi dışında doğrudan bağlantısının bulunmadığını ifade etmiştir.146 Eserin ilmî neşri henüz yaılmamıştır. Vefeyâtnâme – Süleyman Hâlis 1165/1752 yılında Sahhaf Süleyman Hâlis (ö. 1173/1759) tarafından Baldırzâde’nin Ravza-i Evliyâ’sına zeyl olarak kaleme alınmıştır. Müellifin, vefeyâtnâmesine bir isim verdiği bilinmediğinden kaynaklarda eserin orijinal bir ismi zikredilmemiştir. Ravza-i Evliyâ’yı, yazılış tarihi olan 1752 senesine kadar getiren Vefeyâtnâme kendisinden sonra yazılan vefeyâtnâmelere de kaynaklık teşkil etmiştir. Eserin tek nüshası Sufîzâde Hâfız Ahmed tarafından 1224 yılında istinsah edilmiş nüshadır ve bu nüsha Mehmed Şemseddin Ulusoy’un özel kütüphanesinde bulunmaktadır.147 Eserin ilmî neşri henüz yaılmamıştır. Gülzâr-ı Sulehâ ve Vefeyât-ı Urefâ – Ahmed Ziyâeddin Efendi Eser, Eşrefzâde Şeyh Ahmed Ziyâeddin Efendi148 (ö. 1198/1784) tarafından 1196/1782 yılında Güldeste-i Riyâz-ı İrfân’a zeyl olarak kaleme alınmıştır. 1135-1196 yılları arasında Bursa’da vefat etmiş 216 şahsın biyografisini beş gülbün ve beraberinde gelen beş fasılda ele alan eserin 1. Gülbün’ünde meşâyıhlar, 1. Fasıl’ında vaizân, 2. Gülbün’ünde mevâli, 2. Fasıl’ında müderrisler, 3. Gülbün’ünde dedegân, 3. Fasıl’ında sulehâ, 4. Gülbün’ünde şuara, 4. Fasıl’ında nudemâ, 5. Gülbün’ünde hattatân ve 5. Fasıl’ında musikîşinâsân, tabibân ve tîrendezânın terceme-i hâllerine yer verilmiştir. Eser kendisinden sonra yazılan vefeyâtlara kaynaklık teşkil etmiş olup Mehmed Şemseddin 145 Bilal Güzel, “Tezkiretü’l-Müteahhirîn’in yeni bir nüshası: Ba‘z-ı Menâkıb-ı Meşâyih-i Sâlife”, Rumeli’de Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, Mart 2020, s. 306. 146 Bilal Güzel, a.g.m., s. 308. 147 Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 97-98; Suat Donuk, a.g.e., s. 72. 148 Eşrefzâde Şeyh Ahmed Ziyâddin Efendi’nin hayatı için bk. Osmanlı Müellifleri, c. 2, s. 103; Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, haz. Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yayınları, 1997, s. 606-607. 30 Ulusoy Bursa vefeyâtı türündeki eseri Yâdigâr-ı Şemsî’de Gülzâr-ı Sulehâ’dan bahsederken “Şu eser-i nâçizin de târih-i mezkûra kadar olanların kısm-ı küllîsi oradan müstenbatdır”149 sözleriyle Gülzâr-ı Sulehâ’nın kendi eserinin temel kaynakları arasında olduğunu belirtmiştir. Ankara Milli Kütüphane (Yz. F.B., no: 176), Bursa Eski Eserler Kütüphanesi (Orhan, no: 1018/2, vr. 91a-212b), Mehmed Şemseddin Efendi’nin Özel Kütüphanesi (Fotokopi Nüsha) ve Darü’l-Kütübi’l-Mısriyye (no: 8927/131)’de olmak üzere eserin tesbit edilmiş tam dört nüshası bulunmaktadır.150 Eserin ilmî neşri henüz yaılmamıştır. Ravzatü’l-Muflihûn – Gazzîzâde Şeyh Abdüllatif Efendi Gazzîzâde Şeyh Abdüllatif Efendi (ö. 1247/1832) Bursa’ya dair iki vefeyâtnâme kaleme almıştır. Bunlardan ilki olan Ravztü’l-Muflihûn ismini verdiği vefeyâtnâmesi ile Gülzâr-ı Süleha’yı tezyil ederek eseri 1229/1813-14 tarihine kadar getirmiştir. Ravztü’l- Muflihûn bir mukaddime, ravza adı verilen yedi bölüm ve bir hâtimeden müteşekkildir. Tasavvufî mahiyette olan Mukaddime seyr u süluk hâllerinden bahsedilmekte olup, 1. Ravza şeyh, 2. Ravza müderris, 3. Ravza vaiz, 4. Ravza âşık ve üveysî, 5. Ravza hatip, hoca ve hattat, 6. Ravza şair ve zâkir, 7. Ravza mevâli terceme-i hâllerine ayrılmıştır. Hâtime kısmında ise eserde ele alınan şahısların genel hâllerine yer verilmiştir.151 Eserin tek yazma nüshası Bursa İnebey Yazma Eserler Kütüphanesi’ndeki müellif hattıı nüshadır.152 Eserin ilmî neşri henüz yaılmamıştır. Hulâsatü’l-Vefeyât - Gazzîzâde Şeyh Abdüllatif Efendi Gazzîzâde Abdüllatif Efendi’nin Hulâsatü’l-Vefeyât isimli bu ikinci vefeyâtnâmesi kendisinden önce yazılmış vefeyâtnâmelerden yararlanılarak kaleme alınmış muhtasar bilgiler içeren adından da anlaşıldığı üzere özet mahiyetinde bir eserdir. Eserin çoğunluğunu Bursalı mutasavvıfların terceme-i hâlleri oluşturmakla birlikte giriş kısmında altı padişah, yirmi sekiz şehzade ve on altı veziriazamın terceme-i hâline de yer verilmiştir. Biyografik bilgilerin yanı sıra diğer vefeyâtnâmelerde pek görülmeyen şehrin tabiî güzellikleri ve özellikleri konularına da yer vermiş ve bu bölümde Bursa’nın 149 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 607. 150 Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 100-101; Suat Donuk, a.g.e., s. 72. 151 Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 108. 152 Bkz. Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Ravzatü’l-Muflihûn, BEEK Orhan Bölümü nr.1041. 31 faziletleri, selâtîn camileri, gezinme ve mesire yerleri, suları, kuyuları, kaplıcaları, tekke ve zaviyelerini ele almıştır.153 Bu yönüyle şehir monografisi özelliği taşıyan vefeyâtların başında geldiği söylenebilir.154 Hulâsatü’l-Vefeyât’ın, Bursa Eski Eserler Kütüphanesi’nde iki, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde beş, Süleymaniye Kütüphanesi’nde altı , Millet Kütüphanesi’nde iki , Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Kütüphanelerinde bir adet olmak üzere toplam on altı yazma nüshası bulunanmaktadır.155 Eser Mustafa Demirel tarafından latin alfabesine aktarılıp Hulâsatü’l-Vefeyât (Bursa’da medfun meşâyihin Kısa Hayatı)156 ismiyle neşredilmiştir. Ancak metin çevirideki günümüz diline yaklaştırma ve sadeleştirmeden doğan kusurlar sebebiyle asıl metnin orjinalliği bozulduğundan eser yeniden çalışılmaya muhtaçtır.157 Zübdetü’l-Vekâyi der-Belde-i Celîle-i Burusa – Bakırcı Râşid Mehmed Bakırcılar Kethüdası Seyyid Osman Efendi’nin oğlu Bakırcı Râşid Mehmed’in (ö. 1231) bilinen tek eseri 1229/1814 yılında kaleme aldığı Zübdetü’l-Vekâyi der-Belde-i Celîle-i Burusa isimli vefeyâtnâmesidir. Bu vefeyâtnâme, Bursa vefeyâtnâmelerinden herhangi birine zeyl olarak yazılmamıştır. Osmanlı’nın ilk hükümdarı Osman Bey devrinden başlayarak 1229/1814 senesine kadar gelen eseri diğer vefeyâtlardan ayıran taraf orijinal tasnifidir. Eser bir mukaddime, hutbe adı verilen otuz bölüm ve bir hâtimeden müteşekkil olup her hutbe bir padişaha tahsis edilmiş ve II. Mahmud’a kadar tam 30 Osmanlı padişahının devri ele alınmıştır. Her bir hutbede padişahın tarihçesi, zamanın önemli olayları ve o padişahın devrinde vefat edip Bursa’ya defnedilen şehzade, sadrazam, alim, mutasavvıf, şair, hattat, musikişinas, meddah, hekim ve meşhur ağaların terceme-i hâlleri kayıt altına alınmıştır. Zübdetü’l-Vekâyi der-Belde-i Celîle-i Burusa’nın 153 Bkz. Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Bölümü, nr. 2257, vr. 37-68. 154 Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 110. 155 Bkz. Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. 0224; Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. 1325; Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. 3712. Diğer nüshalara dair detaylı bilgi için bkz. Kadir Atlanyos, a.g.e., s. 106. 156 Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât (Bursa’da Medfun Meşâyihin Kısa Hayatı), haz. Mustafa Demirel, Bursa: Bursa Kültür A.Ş. Yay., 2014. 157 Çeviri metnindeki kusurlara örnek olarak: asıl metnin Sultan Osman Gazî’nin terceme-i hâli faslında “Bursa hisarı dâhilinde Orhan Türbesi civârında türbe-i maʿmuresinde bir güruh evlâd u ʿıyâliyle medfûndur.” cümlesinde geçen “bir güruh evlâd u ʿıyâliyle” ifâdesi “kalabalık bir takım çoluk çocuğu ile” şeklinde günümüze aktarılmıştır. Bkz. Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, a.g.e., s. 25. 32 Fatih Millet Kütüphanesi (Ali Emîrî, no:89) ve Ankara Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi (no: 58 )’de olmak üzere tesbit edilen iki yazma nüshası bulunmaktadır.158 Eserin ilmî neşri henüz yaılmamıştır. Gülzâr-ı İrfân – Seyyid Mehmed Fahreddin Efendi Enarî Dergahı şeyhi Seyyid Şeyh Şerefeddin Efendi’nin oğlu, Ravzatü’l-Muflihûn ve Hulâsatü’l-Vefeyât’ın müellifi Gazzîzâde Şeyh Abdüllatif Efendi’nin damadı olan ve Enarlı Şeyhzâde lakabıyla tanınan Seyyid Mehmed Fahreddin Efendi’nin (ö. 1272/1855) bilinen tek eseri 1263 yılında Sultan Abdülmecid Han namına tertip ettiği Gülzâr-ı İrfân isimli vefeyâtnâmesidir. Eser en geniş hacme ve muhtevaya sahip Bursa vefeyâtnâmesidir. Gülzâr-ı Sulehâ’yı tezyil etmek için kaleme alınan eser 1196/1781- 1258/1843 yıllarını kapsamaktadır. Bu tarih aralığında vefat etmiş olan padişah, şehzade, vezir, şeyhülislâm, mutasavvıf, kadı, vali, müserris, dersiam, imam hatip, şair, musikişinas pek çok zatın terceme-i hâlini on ravza ve sekiz tabakada tasnif ederek ele almıştır. Gülzâr-ı İrfân’ın İstanbul Atıf Efendi Kütüphanesi (no:1923), İstanbul Millet Kütüphanesi (Ali Emîrî no: 1098) ve Mehmed Şemseddin Ulusoy Özel Kütüphanesi’nde olmak üzere bilinen üç yazma nüshası vardır.159 Eserin ilmî neşri henüz yaılmamıştır. Gülzâr-ı Mısrî – Mehmed Şemseddin Ulusoy Bursa Mısrî Dergâhı’nın son postnişini Mehmed Şemseddin Ulusoy (ö. 1936), Bursa’ya dair en fazla eser kaleme alan müelliftir ve yazdığı mühim eserler ile şehrin ilim, kültür ve sanat tarihine ışık tutarak adeta şehrin manevî muhafızı olmuş mümtaz bir şahsiyettir. Mehmed Şemseddin Efendi Bursa’da medfun olan meşâyıh-ı kirâm başta olmak üzere, alim, şair, hattat ve musikîşinâs gibi tasavvuf, ilim ve sanat erbabının terceme-i hâllerini hatta şehrin meczubân-ı ilâhîlerinin hayatlarını dahi kayda geçerek Ravza-i Evliyâ, Güldeste ve onların zeyillerinin devâmı niteliğinde, vefeyâtnâme türünde birbirinden farklı muhtevaya sahip üç ciltlik bir külliyat kaleme almıştır.160 Bu külliyat 158 Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 111-112; Âgah Sırrı Levend, a.g.e., c. 1, s. 410; Suat Donuk, a.g.e., s. 73. 159 Kadir Atlansoy, a.g.e., s. 113-116; Suat Donuk, a.g.e., s. 74. 160 Şemseddin Ulusoy vefeyâtnâmeleri yazma amacını şu sözlerle ifade etmiştir: “Kitabımızın cild-i evveli olan Gülzâr-ı Mısrî mukaddimesinde beyân idildigi veçhile Baldırzâde, Güldeste ve onların zeyillerinde bin iki yüz otuz târihine kadar Burusa’da zuhur iden meşâyıh-ı ʿizâm, ʿulemâ-i kirâm, şuʿarâ-yı be-nâm ve meşâhir-i fuzalânın terâcim-i ahvâli mehmâ emken yazılmış ve andan sonra bir sâhib-i merâk çıkub da ʿasrımıza kadar olanları yazmamış; bu da fakiri pek müteessir itmiş idi. Bazı zevâta müracaat itdim, sadra şifa virecek cevâb alamadım. Kendim kaleme almaga da cesaret idemedim. Çünki iktidarım yokdı. Bundan 33 Gülzâr-ı Mısrî, Yâdigâr-ı Şemsî ve Bahâr-ı Şemsî isimli eserlerden müteşekkildir.161 Şemseddin Efendi bir manzumesinde bu üç eserinden şöyle bahsetmektedir: “Pìr-i vÀlÀ-şÀnumuñ nÀmına yazdum menúıbe BÀà-ı ‘aşúa bülbülem ol GülzÀrumdur benim Bursa'da mevcÿd tekÀyÀnuñ yazup aóvÀlini Cümle iòvÀn-ı ùarìúa YÀdigÀrumdur benim YÀdigÀra õeyl yazup eslÀfı taórìr eyledüm Müstefìd olur oúuyan çün BahÀrumdur benim”162 Şemseddin Ulusoy Bahȃr-ı Şemsȋ isimli eserinin mukaddimesinde bu eserlerin muhtevalarına dair şu bilgileri vermektedir: “Gülzȃr-ı Mısrȋ Yȃdigȃr-ı Şemsüddin ismiyle mevsum itdügim kitabın birinci cildi Hz. Mısrȋ Efendimizin ve evlȃd-ı kirȃmıyla hülefȃ- i izȃmınun ve asitȃne-i alȋlerinden güzâr iden meşȃyihin terȃcim-i ahvȃlini, ikinci cildi (Yȃdigȃr-ı Şemsȋ) 78 Bursa’da mevcud bi’l-umum tekȃyanun ibtidȃ-yı inşȃsından asr-ı hȃzıra kadar gelen meşȃyihin bulabildiğim kadarının terceme-i hâllerini hȃvi olup, Bahȃr- ı Şemsȋ nȃmını verdiğim üçüncü cildi de tekkesi olmayan hulefȃ, ulemȃ, şuarȃ, fuzelȃ ve urefȃ-i beldenün dest-res olduğum kadarının ahvâlinden bahs olacakdır..”163 Hicri 1333’de yazımı tamamlanan Gülzâr-ı Mısrî’nin muhtevası müellifin de eserin mukaddimesinde belirttiği üzere Niyâzî-i Mısrî’nin doğumu, tahsîli, sülûku, vefatı, bazı kerametleri ile evlâtları, halifeleri ve bazı bendegânının terceme-i hâlleri ve de dergâhlarında postnişin olmuş meşâyıhın menkıbeleri, ilmî eserleri ve şiirlerinden oluşmaktadır.164 Dergâhın son şeyhi olması dolayısı ile müellif eserin sonuna kendi elli altmış sene evvel vefât iden fuzâlâyı da bilenler günden güne azalmakda oldıgını gördükce pek muztarib oluyordum. Nihayet mütevekkilen ʿale’l-lah yazmaga cüret itdim.” Bkz. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, s. 2; Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa Dergâhları: Yâdigâr-ı Şemsî, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 35. 161 Mehmed Şemseddin Ulusoy’un bu külliyâtının tek nüshası Ahmet Erdönmez’in şahsi koleksiyonundadır. 162 Mehmet Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s.414-415; 418-419 , (müellif nüshası yazmanın elimizdeki fotokopisi Mustafa Kara’dan alınmıştır.) 163 Mehmet Şemseddin Ulusoy, Bahȃr-ı Şemsȋ, s. 4. 164 Bkz. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, s. 406-407; Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Sedat Akay, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı: Gülzâr-ı Mısrî, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 30. 34 otobiyografisini de yazmıştır.165 Eserin Niyâzî-i Mısrî Dergâhı özelinde bir Bursa vefeyâtnâmesi olarak görülmesi mümkündür. Eserin, 2021 yılında Mustafa Kara, Serhat Gültaş ve Sedat Akay tarafından Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı ismiyle ilmî neşri yapılmıştır. Yâdigâr-ı Şemsî – Mehmed Şemseddin Ulusoy Yâdigâr-ı Şemsî yukarıda bahsi geçtiği üzere Gülzâr-ı Mısrî adlı eserin ikinci cildi olarak 1330-31/1911-12 tarihleri arasında kaleme alınmıştır. Mehmed Şemseddin Efendi bu eseri ile Ravza-i Evliyâ, Güldeste ve zeyillerini Yâdigâr-ı Şemsî’nin yazıldığı tarihe kadar getirmiş böylece 1230/1814-15 senesinden itibaren yüz yıllık bir dönemi ele almıştır. Müellif “Yadigar-ı Şemsî tesmiye eyledigim bu kitaba Burusa’da mevcud tekâyanın ibtida-yı inşasından beri zamanımıza kadar gelen meşâyıh-ı kirâmın terâcim-i ahvâli yazılmış ve birinci kısmı bu teşkil etmişdir. İkinci kısmı ise hulefâ-yı kirâm ve ulema-yı izâm meşâhir-i fuzalâ vü şuarânın terâcim-i ahvâlini muhtevî olacakdır.”166 sözleriyle vefeyâtnâmenin muhtevasını eserin mukaddimesinde bildirmiştir. Eser alfabetik tasnifle -elif ba sırasına göre- Bursa’da bulunan 72 dergâh hakkında bilgi verip ardından sırasıyla postnişinlerinin terceme-i hâllerini aktarmaktadır. Ele alınan kişilerin biyografilerinde doğum ve vefat tarihleri, tahsilleri, vazifeleri, ahlâki özellikleri, tarikat bilgileri, varsa kerametleri gibi yaşam bilgileriyle birklikte kaleme aldıkları eserlerin isimleri, varsa şiirlerinden örnekler ve vefatlarına düşürülen tarihlere de yer verilmiş ve kabirlerinin bulunduğu yerler tarif edilmiştir. Eserin ilk cildi 1913 yılında Bursa’da basılmıştır,167 iki cild olarak tamamının neşri ise ilk defa 1997 yılında Bursa Dergâhları: Yâdigâr-ı Şemsî ismiyle Mustafa Kara ve Kadir Atlansoy tarafından yapılmıştır.168 Bahâr-ı Şemsî – Mehmed Şemseddin Ulusoy Bahâr-ı Şemsî Şemseddin Ulusoy’un kaleme aldığı üç ciltlik vefeyât külliyatının son cildidir. Eser tekkesi olmayan ve 1262/1846 senesinden sonra zuhur edip diğer kaynaklarda ismi zikredilmeyen meşâyıh, ulema, şuara, musikişinâsân, hattatân, tabibân, şehir eşrâfı ve meczubân-ı ilâhîsi gibi iki yüz yetmiş altı zatın terceme-i hâlini on bir bölüm içerisinde sunmaktadır. Külliyatın ilk iki cildinde olduğu gibi bu üçüncü cildinde 165 Bkz. Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 568-574; Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Sedat Akay, a.g.e., s. 219. 166 Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 2; Bursa Dergahları: Yâdigâr-ı Şemsî, s. 35. 167 Mehmed Şemseddin, Yâdigâr-ı Şemsî, Bursa: Vilâyet Matbaası, 1913. 168 Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa Dergâhları: Yâdigâr-ı Şemsî I-II, Bursa: Uludağ Yayınları, 1997. 35 de biyografilerde kişilerin doğum ve vefat tarihleri, tahsilleri, vazifeleri, ahlâki özellikleri, tarikat bilgileri, varsa kerametleri gibi yaşam bilgileriyle birklikte kaleme aldıkları eserlerin isimleri, varsa şiirlerinden örnekler ve vefatlarına düşürülen tarihlere de yer verilmiş ve kabirlerinin bulunduğu yerler tarif edilmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de ele alınan şahısların pek çoğunu müellifin bizzat tanıması ve bu kişilere ait pek çok evrakın kendisinde bulunması dolayısıyla bu vefeyâtnâme Türk edebiyatı ve tasavvuf tarihi açısından birincil kaynaklar arasındadır.169 Mustafa Kara, Serhat Gültaş ve Olcay Kocatürk tarafından “Bursalı Mutasavvıflar Alimler ve Meşhurlar” ismiyle neşredilmiştir.170 Misbâr-ı Şemsî - Şemseddin Ulusoy Mehmet Şemseddin Ulusoy’un vefeyâtnâme türünde kaleme aldığı bir diğer eseri Misbâr-ı Şemsî’dir. Eser, müellifin kendi zamanında yaşamış ve vefat etmiş hocalarına, can dostlarına, farklı tasavvufî muhitlere mensup pîrdaşı olan mutasavvıflara, ilim ve faziletçe kâmil kişilere ve dost çevresinden olup genç yaşta vefat etmiş olanlar için kaleme aldığı manzum tarihlerden oluşmaktadır. Eserde toplam yetmiş dokuz şahsın vefatı için tarih manzumesi düşülmüştür ve bu manzumeler muhtevaları yönüyle kişilerin yaşam bilgilerini vermektedir bununla birlikte ele alınan kişilerin bir kısmında manzumelerden önce veya sonra ilgili şahısların terceme-i hâllerine dair bazı bilgiler kısaca mensur olarak da verimiştir. Müellif bu mensur kısımlarda diğer vefeyât külliyatında hayatı ele alınmış şahıslar için Gülzâr-ı Mısrî, Yâdigâr-ı Şemsî ve Bahâr-ı Şemsî adlı eserlerin ilgili sayfalarına atıflar yapılmaktadır. Manzumelerin içerdiği terceme-i hâller incelendiğinde vefeyâtnâme türünde kabul edilecek olan Misbâr-ı Şemsî Mehmed Şemseddin Efendi’nin mahabbetle bağlı olduğu yakın çevresi için kaleme aldığı bir eser olmakla birlikte Bursa kültür ve tasavvuf tarihi açısından da ciddi bir öneme haizdir. Tez konumuzu teşkil eden bu eseri çalışmamızın ikinci ve üçüncü bölümlerinde detaylıca ele alacağız. 169 Serhat Gültaş, “Bir Biyografik Kaynak Olması Bakımından Bahâr-ı Şemsî”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi (OMAD), c. 7, S. 17, Mart 2020, s. 89-90. 170 Bkz. Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Olcay Kocatürk, Bursalı Mutasavvıflar Âlimler ve Meşhurlar / Bahar- ı Şemsî, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. 36 2.2.2.2.2. Cami Mezarlıkları Vefeyâtnâmeleri Belirli bir bölgede yer alan Cami, mescid, tekke ve medrese gibi yapıların hazirelerinde medfun bulunan şahıslar için kaleme alınan vefeyâtnâmeler “camiʾ mezarlıkları vefeyâtnâmeleri” şeklinde nitelendirilebilir. Terceme-i hâller, seçilen belli hazirelere hasredilerek yalnızca orada medfun şahıslar ele alındığından şehir meşhurları gibi genel şehir vefeyâtnâmelerinden ayrılmaktadırlar. Ayvansaraylı Hâfız Hüseyin Efendi’nin Hadîkatü’l-Cevâmiʾ’i ile bu esere zeyl olarak kaleme alınan Ali Sâtıʾ Efendi’nin (ö. 1258/1842-43) Zeyl-i Hadîkatü’l-Cevâmiʾ’i, Süleyman Besim Efendi’nin Dürrehâü’l-Cevâmiʾ’i ve Sıtkîzâde Ahmed Reşid Efendi’nin (ö. 1251/1835-36) Tuhfe-i Râgıbîn adlı eserleri bu türdendir. Hadîkatü’l-Cevâmiʿ- Ayvansaraylı Hâfız Hüseyin Efendi Hadîkatü’l-Cevâmiʿ Ayvansaraylı Hâfız Hüseyin Efendi (ö. 1201/1787) tarafından öncelikli olarak İstanbul sur içindeki, ardından sur dışındaki Eyüp, Galata, Boğaz’ın iki yakası, Üsküdar ve Kadıköy’de yer alan 281 cami ve mescidin ele alındığı bir eserdir.171 Eserin tasnifinde öncelik selâtin camilere verilmiş daha sonra alfabetik olarak camiler ve civarında yer alan tekke, çeşme, mektep, medrese ve vakıf yapıları ile bu yapıların bânileri ve hazirelerinde medfun bulunan şahıslar hakkında bilgiler verilmiştir. 1182 /1768-69 yılında yazılmaya başlanmış, 1193'te (1779) temize çekilip 1195'te (1781) tamamlanmış olan eserin beşi yurt dışında olamk üzere yirmi üç yazma nüshası tesbit edilmiştir.172 1264/1848’de Mühendishane-i Berr-i Hümâyun’da taş baskı olarak yayımlanan ve daha sonra Ali Satı Efendi’nin ilâveleriyle birlikte 1281/1864-65’te İstanbul Matbaa-i Âmire’de tabʿ edilen Hadîkatü’l-Cevâmiʿ’in en güncel neşri Ahmed Nezih Galitekin tarafından 2001 yılında yapılmıştır.173 171 Suat Donuk, a.g.e., s. 77. 172 Semavi Eyice, “Hüseyin Ayvansarâyî”, DİA, c. 18, İstanbul, 1998, s. 528. 173 Ahmet Nezih Galitekin, Hadîkatü'l-Cevâmiʿ/ İstanbul Camileri ve Diğer Dinî-Sivil Mimarî Yapılar, İstanbul: İşaret Yay., 2001. 37 B- EDEBİ BİR TÜR OLARAK TARİH DÜŞÜRME SANATI VE TARİHİ GELİŞİMİ 1. TARİH DÜŞÜRME SANATININ TANIMI Ebced hesabınca söylenen bir kelime, tamlama, cümle, mısra, beyit veya bir manzume ile bir yapının meydana getirildiği ya da bir olayın vuku bulduğu yılı, örtülü bir şekilde ve edebî bir üslup içerisinde ifâde etme sanatına “tarih düşürme” denir.174 Mehmed Esad Efendi, konunun temel kaynaklarından birini teşkil eden Şahidü’l- Müverrihîn adlı eserinde tarih düşürmenin bediî bir sanat olduğunu belirten şöyle bir tanımlama yapmıştır: “Beyne’l-üdebâ târîh ile ma’rûf san’at-i letâfet -mevsûf şâir-i mütekellim bir husûsun vukû‘ını muhbiren, hakîkaten veya mecâzen veyahud kinayeten inşâ ve inşâd itdigi kelâm ve fıkralarda olan hurûfı ebced hesâbı didikleri cümel-i sagîr kâ‘idesince hesâb olundukda ol hususun hicret-i seniyye ‘alâ-sahibihâ efdalü's-salâti ve't-tahiyyeden yâhud sâ'ir i’tibâr eyledigi mebde-i târîhden kangı senede vukû‘ buldıgını beyândan ‘ibâretdir ve işbu san’at-ı latîfe bedî’ envâ‘ından olur.”175 Divan edebiyatı bediî sanatlarından biri sayilân tarih manzumesi düzenleme işine “tarih düşürmek” başta olmak üzere “tarih koymak, tarih çekmek, tarihlemek, tarih demek, tarih nakşetmek, tarih irad etmek, tarih kaydetmek, tarih inşad etmek, tarih tanzim etmek, tarih tebşir etmek, tarih tahrir etmek, tarih çıkmak, tarih tarheylemek, tarih sebt etmek, tarih neşr eylemek, tarih bast etmek, tarih ihtiyar etmek, tarih resmeylemek, tarih ilân etmek, tarih okumak, tarih hasretmek, tarih yapmak, tarih hazır eylemek, tarih vermek, tarih zikretmek, tarih arz eylemek, tarih gelmek …” gibi verilen isimler de 174 Tarih düşürme sanatı tanımları için bkz. Ahmet Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniye, haz. Turgut Karabey, Mehmet Atalay, Ankara: Akçağ Yay., 2017, s. 138; Mehmed Esad, Şahidü’l- Müverrihin, haz. Rıza Oğraş, “Esad Mehemed Efendi’nin Hayatı, Edebî Kişiliği ve Şahidü’l- Müverrihin Adlı Eserinin Metni”, Edirne: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 1995, s. 20; Tahir’ül- Mevlevî, Edebiyat Lügati, haz. Kemal Edib Kürkçüoğlu, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1973; Muallim Naci, Istılahat-ı Edebiyye, haz. M. A. Yekta Saraç, İstanbul: Risale Yay., s. 166; Turgut Karabey, “Tarih Düşürme”, DİA, c. 40, İstanbul, 2011, s.80.; İsmail Yakıt, Türk İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul: Ötüken Yay., 4. baskı, s. 86; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul: Kapı Yay., 2004, s. 438; D. Mehmet Doğan, Osmanlıca Yazılışlı Doğan Büyük Türkçe Sözlük, c. 2, Ankara: Yazar Yay., 2020, s. 2215. 175 Mehmed Esad, a.g.e., s. 20. 38 vardır.176 Bununla birlikte yazilân bu manzumelere kısaca “tarih” ve tarih düşüren şairlere de “müverrih” denilmektedir.177 Tarih düşürmede genellikle hicrî kamerî yıl kullanılırken son dönemlerde hicrî şemsî, rumî ve miladî yıllar üzere söylenmiş tarihlere de rastlanmaktadır. Kısaca tanımını yapmış olduğumuz tarih düşürmenin konusu, gelişim dönemleri ve çeşitleri bahislerine geçmeden evvel bu sanatın üzerine bina edilmiş olduğu ebced sisteminin ne olduğunu, nasıl hesaplandığını ve daha başka nerelerde kullanıldığını açıklamak yerinde olacaktır. Arap alfabesinin ilk tertibine ve harflerinin taşıdığı sayı değerlerinin hesaplandığı sisteme “ebced” adı verilir.178 Arap alfabesinin kolaylıkla akılda tutulabilmesi amacıyla alfabenin tüm harflerinden müteşekkil sekiz sözcük oluşturulmuştur. Ebced bu kelimelerin ilki olmakla birlikte diğer tüm kelimelerin de genel adıdır. Bir başka ifade ile ebced, bu sekiz kelimenin tertibinden oluşmuş eski Arap afabesinin adıdır. Klâsik kaynaklarda "et-tertibü'l-ebcedi" olarak geçen bu alfabetik sıralamanın başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, dini metinlerde Hz. Âdem (as) zamanına kadar dayandırıldığı da görülür. Ebced ve sözcükleri şunlardır: Ebced )ابجد(, hevvez )هوز(, hutti )حطىى(, kelemen Tükçe’de bu tertibin .)ضظغ( ve dazıg )ثخذ( sehhaz ,)قرشت( karaşet ,)سعفص( saèfes ,)كلمن( son kelimesi olan “dazığ” ayrı bir sayısal değere sahip olmayan (ال) ilâvesiyle dazığlen şeklinde söylenir.179 Doğu ve Batı İslâm bilginleri bu kelimelerden farklı ebced )ضظغال( sözcükleri de düzenlemişlerdir.180 Sıralı bu kelimeler harflerin alfebe içerisindeki dizilimini de göstermektedir. Harfler taşıdıkları sayı değerlerine göre küçükten büyüğe sıralanmıştır.181 Ebced sistemini ilk defa nerede kullanıldığı ve kim tarafından icad edildiğine dair kesin bilgiler bulunmamakla birlikte harflerin bu tertibinin ve sayı değerlerinin uygunlukları sebebiyle ebced sisteminin, İbranice ve Aramice'nin de etkisiyle Nabatice'den Arapça'ya geçtiği kabul edilmektedir.182 Bir şekilde kendilerine intikal 176 İsmail Yakıt, a.g.e., s.86; Turgut Karabey, Türk Edebiyatında Tarih Düşürme, Ankara, 2015, s.53. 177 Turgut Karabey, “Tarih Düşürme”, DİA, c.40, İstanbul, 2011, s. 80. 178 Mustafa İsmet Uzun, “Ebced” DİA, İstanbul: yıl 1994,c.10, s. 68. 179 “Ebced” DİA, c. 10, İstanbul, 1994, s. 68. 180180 Bkz. Turgut Karabey, a.g.e., ss. 41-42. 181 Arap alfabesi için ebced düzeni dışında şekil benzerliği ve ses benzerliği esasına dayanan iki farklı dizilim daha mevcuttur. Bugün kullanımda olan şekil benzerliği esasına dayalı alfabetik sıralamadır. 182 “Ebced” DİA, İstanbul, yıl?,c.?,s. 68. 39 etmiş olan bu kelimelerin menşeine dair Arapların söyletilere dayanan bir takım izahları vardır. Bu rivayetleri Prof. Dr. İsmail Yakıt şu yedi başlık altında toplamıştır: 1- Altı şah: Ebced tertibinin ilk altı kelimesi olan Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen, Saèfes ve Karaşet Şuayb (as)’ın kavminden olan ve Arap yazısının mucidi kabul edilen Medyen ülkesinin altı şahının adıdır. 2- Altı Şeytan: Ebced düzenindeki ilk altı kelime altı şeytanın adıdır. 3- Haftanın günleri: Alfabedeki bu sıra haftanın günlerinin adıdır. 4- Altı dönem: Ebced düzeninin her bir kelimesi Hz. Âdem’in cennetten ayrılışının evrelerini bildirmektedir. Meselâ: Ebced kelimesi, iblisin secdeden Hz. Âdem’in (as) ise ağaca yaklaşma konusundaki itaatten çekinmesini ifade eder. 5- İlâhî İsimlerin Altı Anahtarı: Ebced kelimeleri İlâhî isimlerin baş harflerinin bir araya getirilmesi ile ortaya çıkmış kelimelerdir. Meselâ: Ebced kelimesi, Allah, Bari’, Cemil ve Delil isimlerinin baş harflerinden oluşmaktadır. 6- Altı Emir ve Yasak: Ebced ve sözcükleri, Allah’ın İlâhî kitaplarıyla bildirmiş olduğu emir ve yasaklar hakkında bilgi veren kelimelerdir. Meselâ: Ebced, Allah yolunda cehd ve cihad etme emirlerini ifade eder. 7- Didaktik Tavsiyeler: Ebced kelimeleri öğrencilere ilim öğrenmek yolunda gerekli öğütleri ifade eder. Meselâ: Ebced, ey genç oku, başla anlamına gelir.183 Elbette ebced kelimelerinin kaynağına dair rivayetler bunlarla sınırlı değildir ve kelimelerin menşeine dair söylenen bu varsayımların ilmî bir değeri de bulunmamaktadır.184 Ebced hesabı harflere verilen sayı değerleri ve harflerin kullanılışı itibarıyla, büyük ebced (cümel-i kebir), en büyük ebced (cümel-i ekber), küçük ebced (cümel-i sagir), en küçük ebced (cümel-i asgar) olmak üzere dört çeşide ayrılır. Ebced diyince ilk akla geleni “ebced-i kebir” veya “cümel-i kebir” diye bilinen büyük ebceddir. Bu, ebcedin aslı kabul edilir.185 Büyük ebced hesabında ilk dokuz harf birler basamağını oluşturacak şekilde 1’den 9’a, ikinci sırada bulunan dokuz harf onlar basamağını oluşturacak şekilde 10’dan 90’a, üçüncü sırada bulanan dokuz harf ise yüzler basamağını oluşturacak şekilde 100’den 183 İsmail Yakıt, a.g.e., s. 29-34. 184 Turgut Karabey, a.g.e., s. 17; “Ebced” DİA, s. 68. 185 Ebced Hesabı çeşitleri ve isimlerinde pek çok kaynakta farklılıklar görülmektedir. Örneğin burada Büyük Ebced olarak tarif ettiğimiz ebced çeşidi, bazı temel kaynaklarda küçük ebced olarak zikredilmiştir. Dolayısı ile bu kaynaklarca asıl ebced olarak kabul gören sistem de küçük ebced hesabıdır. 40 900’e kadar ardaşık, ritmik sıralanmıştır. Son harf olan “غ” ise 1000 sayı değerine tekabül etmektedir. En büyük ebced hesabı ise harflerin aldığı farklı sayı değerlerine göre ikiye ayrılır. İlk çeşidinde harflerin isimleri esas alınır ve bir harfin ismini oluşturan her harfinin büyük ebced sistemindeki sayı değerlerinin toplamı, o harfin bu sistemdeki değerini veririr. Örneğin elif (ا) harfinin ismi Arapça الف şeklinde yazılmaktadır ve bu isimde geçen üç harfin sayı değerlerinin toplamı (1+30+80) olan 111 değeri en büyük ebced sisteminin bu çeşidinde elif harfinin sayısal değerini vermektedir. En büyük ebcedin diğer çeşidinde ise harflerin büyük ebceddeki sayısal değerlerinin Arapça söylenişleri esas alınır ve harfler büyük ebcede göre hesab edilerek toplanır. Meselâ elif harfinin büyük ebcedde sayısal değeri 1’dir. Bir’in Arapça söylenişi olan احد (ehad) kelimesi د-ح-ا olmak üzere üç harften meydana gelmektedir. Bu üç harfin sayı değerleri hesab edilince çıkan 1+8+4=13 sayısı, büyük ebced sisteminin ikinci çeşidine göre elif harfinin karşılığını verir. Diğer tüm harfler için de aynı işlem yapılarak sayı değerleri bulunur. Küçük ebced hesabındaki harflerin sayı değerleri en fazla dokuza kadardır. Bu sistemde harflerin büyük ebceddeki birler, onlar, yüzler ve binler basamağındaki rakamlar esas alınır ve ardındaki sıfırlar atılarak küçük ebced elde edilir. Böylece ilk yirmi yedi harf 1’den 9’a ardaşık üç grup oluşturur. Son harf olan “غ”nın ise değeri 1’dir. En küçük ebced hesabında, büyük ebceddeki birler basamağı aynı şekliyle alınır; onlar, yüzler ve binler basamağındaki sayılar 12’ye bölündükten sonra arta kalan sayı, harflerin en küçük ebced değerlerini verir. Ancak bu işlem yapılmadan önce yüzler ve binler basamağındaki sayılardan bir sıfır atılır ve sayı ondan sonra 12’ye bölünür. Meselâ harfinin asıl ebceddeki değeri 400’dür. Önce bu sayıdan bir sıfır atılır ve 40 sayısı ”ت“ elde edilir. Daha sonra 40, 12’ye bölünür ve kalan 4 değeri “ت” harfinin en küçük ebced hesabındaki karşılığını verir. Bir başka örnek: “ل” harfinin büyük ebced değeri 30’dur. 30 sayısı 12’ye bölündükten sonra kalan 6 “ل” harfinin en küçük ebced değerini verir. Bu sistemde büyük ebcedin birler basamağı ve onlar basamağının ilk sayısı olan 10 değerinin doğrudan alınmasının sebebi 12’ye bölünememeleridir. Ayrıca 12’ye bölümünden kalan 0 olan “س” ve “خ” harfleri kullanılmamış ve onlara “Sevâkıt” harfler denilmiştir.186 186 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 40-45. 41 Tablo 1 Ebced hesabı çeşitli maksatlarla kullanılmıştır. Bundan dolayıdır ki ebced hesabının yalnızca edebiyat zaviyesinden mütalaasına imkan yoktur.187 Günük ihtiyaçlar ve haberleşme, çocuklara doğum tarihine uygun isim verme, askerî sayımlar, kitap tertipleri, resmi devlet kayıtları, fizik, matematik, astronomi, mimari gibi fen ilimleri, definecilik, büyü, muska ve tılsımlar başta olmak üzere, burç bulma, tencim (ilm-i nücum, astroloji), fal ve cifr gibi bazı eski ilimler, tasavvufî yorumlar, zikir sayılarının belirlenmesi, Kur’ân tefsirleri, Kadir gecesinin tesbiti gibi dinî meseleler, musiki, çeşitli sanat eserleri vb. pek çok konuda ebced hesabına başvurulmuştur. Ebced hesabının kullanıldığı bir diğer alan olan edebiyatın deyim, muamma, lügaz ve -çalışmamızın da konusu olan- tarih düşürme gibi türlerinde de ebcede yer verilir.188 2. TARİH DÜŞÜRME SANATININ KONUSU Tarih manzumelerinin konuları çok çeşitlidir. Müverrihler toplumu ilgilendiren en mühim olaylardan, tek bir şahsa dair çok basit bir durum yahut hadiseye kadar hemen her 187 Detaylı bilgi için bkz.: Salahaddin Elker, “Kitabelerde Ebced Hesabının Rolü”, Vakıflar Dergisi, S. 3, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1956, ss. 17-25. 188 Bkz. İsmail Yakıt, a.g.e. ss. 55-86; Turgut Karabey, a.g.e., ss. 23-40; “Ebced”, DİA, ss. 69-70. 42 konuda tarih kaleme almışlardır. Üzerine tarih düşürülen başlıca konular şunlardır: Doğum ve ölümler; tahta çıkma, mansıb ve tayinler; sünnet, evlilik ve düğünler; sefere çıkma, barış, zafer ve fetihler; salgın hastalıklar, yangın ve zelzele gibi umumî felaketler; Cami, mescid, tekke, medrese, han, hamam, saray, hastane, köprü, çeşme vb. yapıların inşa ve tecdidleri; kitapların tamamlanış ve basımları; tebrik ve kutlamalar, sakal bırakma; seyahatler; taht kavgaları, isyanlar ve görevden azlolunanlar; anlaşma, kongre ve sempozyumlar; hiciv ve istihzalar.189 Çok çeşitli konularda kaleme alınan tarih manzumeleri edebiyat ürünü olmalarının ötesinde tarihi bahislere temas etmiş olmalarıyla da toplumsal yaşama ayna tutmuş ve hadiselere birinci elden kaynaklık teşkil etmiştir.190 Bu sanatın sergerdesi Sururi’nin Hezelliyyat’ında yazdığı tarihlerde zalim âyânlardan halka, Napolyon Bonapart’tan Rus Çariçesine, doğumdan ölüme pek çok konuya değindiği mizaha bulanmış manzumelerinde dahi dönemin sosyal gerçekliğini anlatan tarihi yansımalar vardır.191 Tarihler, konularına göre bazen cami, medrese, köprü vb. bir mimari yapının üzerine hakkolunmuş, bazen bir levha üzerine yazılıp sergilenmiş, bazen tarih kitaplarında bazen şairlerin divanlarında kayıt altına alınmış, kimi vefat tarihleri ise mezar taşları üzerine yazılmıştır. Her hâliyle tarihin ve edebiyatın mahsülü olan bu sanat, kitaplarda kayıt altına alındığı gibi bazen de kitapların yazılış ve basım tarihlerini kayıt altına almak için kullanılmıştır. Kitapların ketebe kayıtlarında karşımıza çıkan mensur ve manzum tarihler bu kabildendir. Edebiyatımızda önemli bir gelenek halini almış olan kitap yazımı ve basımına düşürülen tarihler ile tez konumuzla bağlantılı olması dolayısıyla mezar taşlarındaki tarih manzumelerini, tarih düşürme sanatının konuları bahsinde daha detaylıca ele almak faydalı olacaktır. 189 İsmail Yakıt, a.g.e., ss. 92-150; Turgut Karabey, a.g.e., s. 56; “Tarih Düşürme” DİA, s. 80. 190 Tarih manzumelerinin tarihi kaynaklık teşkil ettiğine dair detaylı bilgiler için bkz: Nilay Yavuz, XVII. Yüzyıl Tarih Manzumelerinde Toplumsal Yaşam, (Basılmamış YL Tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, 2009; Aliye Deniz Şamer, , XVIII. Yüzyıl Tarih Manzumelerinde Toplumsal Yaşam, (Basılmamış YL Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı 2012. 191 Bkz. Elif Ayan Nizam, “Sürûrî’nin Hezliyyât’ının ‘Tevârih’ Bölümünden Tarihî Yansımalar”, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 5, S. 2, Aralık 2012, ss. 67-86. 43 2.1. Ketebe Kayıtları ve Eserlerin Sonuna Düşürülen Tarihler Türk kültür ve medeniyetinde ilim ve sanat önemli bir yer teşkil etmektedir. Bundan dolayıdır ki hem ilmî hem de edebî kitapların yazımı ve basılması başta hükümdarlar ve mühim makamlarda yer alan diğer devlet adamları tarafından desteklenmiştir. Bununla birlikte eser kaleme alınması için yazar ve şairler devlet tarafından teşvik ve himâye edilmiştir. Eski devirlerde bir kitabın yazılması, istinsah ile çoğaltılması veya basılmasının pek çok safhayı beraberinde getiren meşakkatli bir iş olduğu bilinmektedir. Ancak kitap yazmanın çok külfetli olduğu zamanlarda dahi çok sayıda eser kaleme alınıp çoğaltılabilmiş olması Türk kültüründe kitap yazımına verilen önemi gözler önüne sermektedir. Kültürümüzde mühim bir yer tutan kitapların, te’lif veya basım zamanlarının kaydını tutmak için ebced hesabıyla tarih düşmek gelenek hâline gelmiş bir uygulamadır. Yazma eserlerin tamamlanış tarihleri ve ketebe kayıtları çoğunlukla eserlerin sonunda belirtilmiştir. Matbaanın kullanılmaya başlanmasından sonra da basma eserlerin yayın tarihlerini kayıt altına almak için tarih düşürüldüğü bilinmektedir.192 Ferağ kelimesi “müstensihler tarafından yazma eserlerin genellikle sonuna konulan ve metnin istinsahının bittiğini belirten kayıt için kullanılır; daha çok ‘kad vekaa’l-ferâğ’ ibaresiyle başladığından bu adı almıştır. Aynı zamanda ‘istinsah kaydı’ denilen bu satırlara bazan ‘ketebehû’ ifadesiyle başlamasından dolayı ‘ketebe kaydı’ adı da verilir. Yazmaların genellikle sonunda, eskiden beri yazı karakteri değişerek gittikçe kısalan satırların oluşturduğu bir üçgen şeklinde kaleme alınan ferâğ kayıtlarında bazan eksik bilgiler olmakla birlikte genellikle müstensihin adı, istinsah tarihi ve yeri bulunur.”193 Bununla birlikte eserin son sayfasını teşkil eden bu kayıtlarda eser ve hat sahipleri için dualara da yer verildiği görülür.194 192 192 Rıza Oğraş, “Türk Edebiyatında Kitap Yazımına ve Basımına Tarih Düşürme Geleneği”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007, ss. 647-648. 193 Orhan Bilgin, “Ferâğ Kaydı”, DİA, c. 12, İstanbul:1995, ss. 354-355. 194 Bkz. Bera Kemikli, “Hattatlara Vefâ: Ketebe Duası”, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. XLIII, Sivas, 2019. 44 Kitapların yazılışlarına ve basımlarına düşürülen tarihlerin hem mensur hem de manzum örnekleri vardır. Zira ferağ kayıtlarında ve eser sonlarında verilen tarihlerde, tarih sanatının hemen her çeşidinde bazen tek bir kelime ya da terkip ile bazen ise bir mısra ya da bir manzume ile tarihler söylenmiştir. Aşağıdaki biri müellif hattı diğeri taşbaskı iki eserin ferağ kaydında yer alan tarih örneklerine bakalım: Resim 1 Resim 2 Birinci resimde yer alan ferağ kaydı Yâkût el-Müsta’sımî’nin Esrârü’l-Hükemâ isimli eserinin müellif hattıyla yazılmış nüshasına aittir. Burada eserin tarihi “fî zilhicce senete tis’a ve semânîne ve sitte mie” şeklinde 689 yılını veren Arapça mensur bir ibare ile ifade edilmiştir. İkinci resimde ise Pend-i Attar nüshasının Sultan Abdülmecid zamanındaki bir taşbaskı nüshasının ferağ kaydıdır. Bu kayıtta yer alan basım yılı tarihi “Elf-i sânînin akd-i sâlisinin aşr-i sâbi'inin öşr-i sâbi'inin nısf-ı evvelinin südüs-i evvelinin sülüs-i sâlisinin öşr-i âşirinde pâdişâh-ı zamân Abdülmecîd Hân Efendimiz Hazretleri'nin sâye-i hilâfetpenâhîlerinde...” şeklinde kesirli ifadeler kullanılarak bilmeceli tarih türünde söylenmiştir. Ketebe kayıtlarında eserlerin müellif veya müstensihleri tarafından tarih düşürüldüğü gibi kimi eser sonlarında yer alan bu tarihler eseri takdir edenler tarafından 45 düşürülmüştür. Bazen bir eser için birden fazla tarih düşürüldüğü de görülmektedir. Bu durum o eserin beğenilmiş ve kabul görmüş olmasına bağlanabilir. Kitap yazımı için düşürülen tarihler içerisinde tesbit edilen en erken tarihlisi Kırımlı Ali’nin Yûsuf ile Züleyhâ’nın bitiş tarihi olan hicrî 630 (M. 1232)’i vermektedir.195 Günümüzde pek rağbet görmeyen bu kadîm geleneği yaşatmaya çalışan yazarlar mevcuttur. Bunun son örneklerinden biri Mustafa Efe’nin Yenişehirli şair Mahmûd Kemâlüddin Fenârî’nin hayatı ve Terâne-i Tıflâne, Nevâ-yı Şebâb ve Mektûbât- ı Manzûme adlı üç eserini ve şiirlerini içeren Hâfız Mahmûd Kemâlüddin Fenârî Hayatı- Eserleri-Şiirleri isimli eserinde yer alan Prof. Dr. Mustafa Kara’nın şu tarihidir: Âsâr-ı Mahmûd Fenârî Ebyât-ı Mahmûd Fenârî Geldi üçler târîh dedi: “Hû, Hâfız Mahmûd Fenârî”196 1442 Günümüzde kitap kapaklarında yer alan ISBN numaraları ve basım tarihi bilgileri kullanış açısından pratik olsa da estetik olmaktan uzaktır. Ancak kitapların bitiş tarihlerini kayıt altına almak için düşürülen tarihler ince bir zevkin ve estetik bir sanat anlayışının ürünüdür. Ne yazık ki bu gelenek günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur. Şimdi birkaç örnek daha ele alalım: Salâhî’nin Risâle-i Kudsiyye Tercüme ve Şerhi’nin bitişine tarih: İrdi itmâma Salâhîden eser Buldı bir lafzile târîhe “zafer” 1180/1766 ظفر Nev‘î-zâde Atâyî, Sohbetü’l-ebkâr adlı mesnevîsinin bitişine: Zihî nazm-i pâk 1035/1625 195 Rıza Oğraş, a.g.m., s. 668. 196 Mustafa Efe, Hâfız Mahmûd Kemâlüddin Fenârî Hayatı-Eserleri-Şiirleri, Bursa: Bursa Yıldırım Belediyesi Kültür Sanat Basımevi, 2021, s. 9. 46 زهی نظم پاك Kınalı-zâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı ‘Alâ’î adlı eserinin tamamlanışına Arşî’nin düştüğü tarih: Oldı “Ahlâk-ı ‘Alâ’î ahsen” 972/1565 اخالق عاليی احسن Cinânî’nin , Cilâ’ü’l-kulûb adlı mesnevîsinin bitişine düştüğü tarih: Virüp anda târîh-i nazma nizâm Didüm “bu kitâb oldı tamâm” 1003/1594 Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk’ının tamamlanışına tarih: Gâlib bu cerîde-i cefânın Târîhi olur “Hitâmuhu’l-misk” 1197/1783 ختامه المسك Esrâr Dede, Dîvân’ının tamamlanışına düşürülen tarih: Tab’ ile Esrârın oldı âleme Dîvânı fâş 1257/1841 طبع ايله اسرارك اولدی عالمه ديوانی فاش Güldeste-i Riyâz-ı İrfân’ın basılışına tarih: Ne a’lâ tab’ olundı nüsha-i Güldeste-i İrfân 1302/1884 نه اعلی طبع اولندی نسخٔه کلدستٔه عرفان 47 Salâhî, Tercümetü’l-Aşk adlı kaside şerhinin bitişine düşürülen tarih: Salâhî neşve-i vahdetle söyle târîh ana Müzeyyen eyleye bezmi ziyâ-yı câm-ı müdâm 1172/1758 مزين ايليه بزمی ضيای جام مدام Âlî Divanı’nın istinsah edilişine Cevrî tarafından düşürülen tarih: Yazıldı oldı makbûl-i ehâlî Hatt-ı Cevrî ile Dîvân-ı Âlî ‘Aceb târîh olur mısra‘-ı sânî Hurûfun evvelinden olsa hâlî 1056-1=1055/1645 خط جوری ايله ديوان عالی Abdülbaki Gölpınarlı’nın Mesnevî Şerhi’ni bitirişine söylenen tarih: Okuyan feyz-i pîri elde edüp Kalbi envâr-ı aşk ile dolsun Dört melek geldi söyledi Bâkî Mesnevî şerh edildi hamd olsun 1392/1972 مثنوی شرح ايديلدی حمد اولسون 2.2. Mezar Taşı Kitâbeleri ve Üzerlerindeki Tarih Manzumeleri Mezar, Arapça ziyâret kökünden gelen “ziyaret mekânı” anlamında bir yer adıdır. Mezarların baş ve ayak kısmında yer alan taşlara mezar taşı veya -orada yatanın kim olduğuna şehadet ediyor olmasından dolayı- şâhide ismi verilmektedir.197 Mezar taşlarının tarihi çok eskiye dayanmaktadır. Örneğin Türk kültür tarihi açısından büyük önem taşıyan ve Orta Asya’nın çeşitli bölgelerinde büyük mezarlıklar oluşturacak 197 Mustafa Bektaşoğlu, “Mezar Taşları”, Diyanet Dergi, https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=24164, (05.06.2021). 48 derecede var olan -mezar üzerine toprak yığılarak yapilân- kurganların üstüne taş dikmek eski bir gelenekti. Bu mezar taşlarının bir kısmında kitâbeler de mevcuttu. Orhun yazıtlarının aslında Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan’a ait anıt mezarların taşları olduğu düşünülmektedir.198 Mezar taşları ait oldukları devletin geçirdiği çeşitli evreleri açık bir şekilde yansıtır. Örneğin Osmanlı’nın kuruluş aşamasında, büyüme döneminde, Lâle Devri ve sonrasında mezarların tezyinatları farklı olmuştur. Ancak asıl konumuz olan tarih manzumelerinin dışına çıkmamak için yalnız taşlardaki kitabeleri ele alacak ve taşların tezyinatı konusuna girmeyeceğiz. Mezar taşına yazılan yazılara mezar taşı kitâbesi veya Farsça bir terkip ile “Kitâbe-i seng-i mezar” isimleri verilir. Bu taşların şekilleri ve kitâbelerinin üzerinde yazılı olan bilgiler ile yazı hatları tarih ve sanat açısından önemli birer vesika teşkil etmektedir. Bu kitâbelere kabartma ve oyma olarak genellikle vefat eden şahsın adı, doğum-ölüm tarihleri ve mesleğine dair bilgiler yazılır. Bunlar dışında hayatın faniliği ve ölüm gibi konularda şiir veya edebî cümleler yazıldığı da bilinmektedir. Bu yazıların hattı genellikle nesih, sülüs ve talik’tir, Ahlat mezar taşlarında olduğu gibi kûfî hattın kullanıldığı da görülmektedir.199 Şimdi kitâbelerde yer alan ibâreleri ve tarih manzumelerini daha detaylı ele alalım: Kitâbelerin üst kısmına bazan besmele yazılmakla birlikte daha ziyade “hû, hüve’l-bâkī, hüve’l-hayyü’l-bâkī, hüve’l-hallâku’l-bâkī” gibi daima diri olanın, ebedî olanın ve yaratıcı olanın yalnız Allah olduğuna işaret eden ibarelere yer verilir. Bununla birlikte her şeyin fani olduğunu, her canın ölümü tadacağını belirten ayetler ile dünyanın faniliği ve ukbaya dair çeşitli hadislerin işlendiği de görülür. Her mezar taşında mutlaka bulunan bir ibare de ölenin ruhuna Fâtiha okunması dileğidir. Mezar taşlarının genellikle son kısmında kişinin ölüm tarihi verilir. Bu tarihler, bazen doğrudan kaydedildiği gibi bazen de bunların beraberinde veya tek başına tarih sanatıyla ifade edilmiştir. Ebced hesabıyla kişinin ölüm tarihini veren, ölünün meziyetlerinin dile getirildiği veya kendisine dua temenni edildiği bu tarihler birer kelime, terkip, satır, beyit veya kıtadan 198 Nebi Bozkurt, “Mezarlık”, DİA, c. 29, Ankara, 2004, s. 519. 199 Mustafa Bektaşoğlu, “Mezar Taşları”, Diyanet Dergi, https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=24164, (05.06.2021) 49 müteşekkil olabilip, yalın bir ifadeden üst düzeyde sanatlı ibarelere kadar değişiklik gösterebilmektedir.200 Şehir vefeyâtnâmeleri geleneğimizde belli bir şehirde doğanların değil genellikle o şehirde vefat edenlerin biyografilerine yer verilir. Çünkü vefat edenlerin mezarları sonsuza dek o beldeye emanet edilmiş ve o kişiler doğarak değil ama o şehre gömülerek oralı olmuşlardır.201 Şehir vefeyâtnâmelerinde en zengin birikime sahip şehir Bursa olduğu gibi, Hikmet Turhan Dağlıoğlu’nun “Bursa Mezarları” başlıklı yazıda ifade ettiğine göre Bursa mezarlıkları -Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine ait mezarları barındırmasından dolayı- tarihî önem bakımından Edirne ve İstanbul mezarlıklarından üstündür.202 Tez konumuzla da ilişkili olamasından dolayı Bursa hazirelerinden şeçtiğimiz örneklerle mezar taşlarındaki tarih manzumelerine birkaç örnek verelim: Resim 3 Resim 4 Resim 5 Resim 6 Resim 7 200 Nebi Bozkurt, a.g.m., s. 521. 201 Bedri Mermutlu, Hasan Basri Öcalan, Tarihi Bursa Mezar Taşları-1 Bursa Hazireleri, Bursa: Bursa Kültür A.Ş. Yay., 2011, s. 13 202 Bedri Mermutlu, Hasan Basri Öcalan, a.g.e., s. 11. 50 Üçüncü resimde yer alan mezar taşı Celvetî şeyhi İsmail Hakkı Bursevî’ye aittir. Mezar taşı kitâbesi şöyledir: Hüve ni’me’l-Ğafûr Kutb-ı zamâne Şeyh İsma’il Hakkî hak bu kim İrişdi ilm-i zâhir ü bâtında hakkâ gayete Oldı behişte tâir kudsi ruhu per-efşân Müsterşidânın eyledi üftâde hâk-i firkate Tahrîr etdim Hâdiyâ târîh-i sâl-i rıhletin Hak Hak dedi azm eyledi Hakkî Efendi cennete Sene 1137 h. Dördüncü resimde yer alan mezar taşı fotoğrafı Bursa Yeşil Türbe haziresinde medfûn olan Hudevendigâr ve Kocaeli mutasarrıfı ve Kocaeli valisi olan Vezir Ahmet Aziz Paşa’ya ait kabrin ayak taşının yan cephesini göstermektedir. Kitâbesi şöyledir: Me’mur olup o Âsâf tabur kurdı sâf sâf Şemşir-i adli ber-kef katl itdi anı ammâ Çok ehl-i bağy ü tuğyân buldı belâsın ol an Seyf ile oldı bî-cân Osman ü Es’ad âsâ Bu hidmet-i bülendi Rüstem-veş itdi kendi Şâh-ı cihân beğendi bu câhı kıldı i’tâ Cami’le türbe âbâd itdi o zat-ı pür-dâd Ref’ oldı zulm ü bîdâd oldu Burusa ihdâ Târîh-ifevti oldı âlem kederle doldı Câh-ı behişti buldu Ahmed Azîz Paşa Sene 1229 Beşinci resimde yer alan mezar taşı Bursa Kazganî Mektebi haziresinde medfûn olan Müderris Şerif Mehmed Efendi’ye aittir. Kitâbesinde şu yazılıdır: Hüve’l-Bâkî Müderrisîn-i kirâmın cevâd-ı mümtâzı Şerif Mehmed Efendi o hâtem-i devrân Bırakdı devlet ü câhın bu fani dünyânın 51 Hulûs-ı kalb ile bağ-ı bekâya oldı revân İlâhî ola Mehmed Saîd Efendi’nin Makamı huld-ı berîn hem-nişîni hûr-i cinân Vefatı sâline Sâdık düşürdü târîh Cinânı kıldı Mehmed Şerif Efendi mekân Sene 1205 Altıncı resimde yer alan mezar taşı Bursa Hoca Alizâde Cami haziresinde medfun olan Zeynep Hanım’a aittir. Kitâbesindeki manzume şöyledir: Ğark-ı Tahir’den yine bâd-ı ecel Hâke yeksân etdi bir meh(i)-peykeri Bağ-ı ismetde gül-i zîbâ idi Emr-i Hak’la soldu vech-i enveri Tâzelikde câm-ı mevti etdi nûş Nûş ide me’vâda âb-ı kevseri Vâlideynin yakdı nâr-ı firkate Görmesinler bir dahi şimden-geri İdeler ömr-i tabi’iyi güzer Devlet ü sıhhat ile bâkileri Geldi bir târîh ana menkûtla Oldı Zeyneb Hanım’ın cennet yeri Fî 12 Rebiülevvel Perşembe Sene 1203 Yedinci resimde yer alan mezar taşı Bursa Üçkozlar Dergâhı haziresinde medfun olan Bahaeddin Efendi bin Şeyh Abdurrahman Efendi’ye aittir. Kitâbesinde yazılı olan tarih manzumesi Mehmed Şemseddin Ulusoy’a ait olup Misbâr-ı Şemsî adlı eserinde de yer almaktadır.203 Kitâbe şöyledir: Hüve’l-Bâkî Şeyh-i Üçkozlar Hacı Abdurrahman Efendizâde 203 Misbâr-ı Şemsî adlı eserde ele alınan şahısların Mehmed Şemseddin Ulusoy Efendi’ye ait ve mezar taşlarında mahkuk olan tarihlerinin fotoğraflarını ekler bölümünden inceleyebilirsiniz. 52 Yani Bahaeddin Efendi olup Firdevs-nişîn Âzim-i sû-yi cihad olmuşdu amma ki henüz Yirmi yaşında iken oldu behişt içre mekîn Hastalık ârız olup kendisine avdet edüp On sekiz gün sonra dünyâdan heman çekdi elin Şehr-i mâtemde fedâ-yı cân edüp oldu şehîd Şâh-ı deşt-i Kerbelâ’ya Hak anı kılsın karîn Besmeleyle çıkdı cevherler gibi târîh-i Şems Eylesin Mevlâ makâmın bağ-ı firdevs-i yerîn 3 Muharrem sene 1335 Mezarlar fizikî varlıkları, stilleri, sembolleri ve kitâbelerine nakşolunmuş bu mesajları ile geleneğimizde hayat ve ölüm arasındaki ilişkişi en mükemmel şekilde gösteren maddi varlıkların başında gelmektedir. Zira mezarlar vefat edenlerin kimliğini beyan eden bir vesika olmanın ötesinde –kabir sahibi ölünün kendisini aşan- mistik bir tarih ve kültür unsurudur.204 Mehmet Akif Ersoy’un Mezarlık adlı şiirinde: “Fakat o bir koca deryâ-yı sermediyyet idi / Ki her hazîre-i sengîni mevc-i müncemidi” beytiyle sonsuzluk denizinin donmuş bir dalgasına benzettiği bu âbidevî mezar taşlarının çoğu ne yazık ki kaybolmuş, bir kısmı dönemin idaresi tarafından yapı ve kaldırım taşı olarak kullanılmış, bir kısmı da harab olup yok olmaya yüz tutmuştur.205 204 Bedri Mermutlu, Hasan Basri Öcalan, a.g.e., s. 14. 205 Tarihî değere sahip eski mezar taşlarını kayıt altına almak için pek çok kitap ve makale kaleme alınmıştır. Kitaplar için Bkz. Bedri Mermutlu, Hasan Basri Öcalan a.g.e.; Bedri Mermutlu, Hasan Basri Öcalan, Tarihi Bursa Mezar Taşları-2, Emir Sultan Mezarlığı, Bursa: , Bursa Kültür A.Ş. Yay., 2012; Bedri Mermutlu, Hasan Basri Öcalan, Tarihi Bursa Mezar Taşları-3 Pınarbaşı Mezarlığı (c. I-II), Bursa: Bursa Kültür A.Ş. Yay., 2016; Süleyman Berk, Zamanı Aşan Taşlar (c. I-II), İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yay., 2016; Mehmet Samsakçı, Ölüme Açılan Estetik Kapı Türk Mezar Taşları, İstanbul: Kitabevi Yay., 2017; Fatih Çavuş, Osmanlı Mezar Taşlarının Sırları, İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yay., 2019; Tarihî Edebî ve Kültürel Açıdan Osmanlı Mezar Taşları, Ankara: DİB Yay., 2020; H. Necdet İşli, Mehmet Kökrek, Yeniçeriler & Remizleri ve Mezar Taşları, İstanbul: Dergah Yay., 2017; Arif Hikmet Koyunoğlu, Kitâbe-i Seng-i Mezar, İstanbul: Turkuaz Yay., 2016; İsmail Yücedağ, Osmanlı Epigrafisi Kitabeler ve Mezar Taşları, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul: 2017; İshak Güven Güvelioğlu, Osmanlı Mezar Taşları, İstanbul: Türkiye Anıtlar Derneği Yay., 2008; Hans Peter Laqueur, Hüvel Baki/ İstanbul’da Osmanlı Mezarları ve Mezar Taşları, çev. Selahattin Dilidüzgün, Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997; Lütfi Şeyban, Osmanlı Dönemi Taraklı Mezar Taşları ve Kitabeleri, Sakarya: Sakarya Büyükşehir Belediyesi Yay., 2008; Kadir Pektaş, Bitlis Tarihi Mezarlıkları ve Mezar Taşları, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2001; Hüseyin Kutlu, Kaybolan Medeniyetimiz/ Hekimoğlu Ali Paşa Camii Haziresi’ndeki Tarihi Mezar Taşları, İstanbul: Damla Yay., 2005; Nidayi Sevim, Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları Eyüp Sultan’da Osmanlı Mezar Taşları ve Ebedi Eyüp Sultanlılar, İstanbul: Kitap Dostu Yay., 2009; Eyüp Nefes, İlkadım Seyyid Kutbiddin MezarlığıTarihi Mezar Taşları, Samsun: Etüt Yay., 2009; Naci Bakırcı, Mevlevi Mezar Taşları, İstanbul: Rumi Yay., 2005; İgor Kurmuşin, Yenisey Eski Türk Mezar Yazıtları, çev. Rysbek Alimov, Ankara: Türk 53 Günümüzde Osmanlı Türkçesi’nin yazıldığı eski alfabe kullanımdan kalktığı için Latin harfleri ile böyle veciz sözlerin o kitabelere sığdırılması ve sanatlı bir hatla kaydedilmesinin pek imkanı kalmamıştır. Sadece ölünün yattığı yeri belli eden genellikle mermerden yapılan ve belli bir üslûbu olmayan mezarlarla doldurulan kabristanlarda eski sanat ruhu ve estetik kaygı hissedilmez olmuştur. 3. TARİH DÜŞÜRME SANATININ BAŞLANGICI VE TARİHİ GELİŞİMİ İlk defa nerede ortaya çıktığı kesin olarak belirlenemeyen tarih düşürme sanatı, XII. yüzyılda Fars edebiyatında kendini göstermiş daha sonra Türk edebiyatına, oradan da Arap edebiyatına intikal etmiştir. Edebiyatımızda XIV. yüzyıldan itibaren gelişme göstermiş, en parlak dönemini ise XVIII. yüzyılda yaşamıştır.206 Tarih düşürme sanatının başlangıcından günümüze değin nasıl bir seyr aldığını örneklerle inceleyelim. Divanlardan, sanat âbidelerinin kitabelerine ve mezar taşlarına kadar pek çok alanda karşımıza çıkan tarih düşürme sanatının Türk-İslâm edebiyatının orta dönemlerinde kullanılmaya başlandığı söylense de ilk örneklerinin daha eski zamanlarda verildiği bilinmektedir. Tarih düşürme sanatının ilk belirtileri sayılabilecek birkaç örnek olarak şunları zikredebiliriz: Dil Kurumu, 2017; Raif Vırmiça, Kosova Tekkleri Türbeleri ve Kitabeli Mezar Taşları, İstanbul: Sufi Kitap Yay., 2010; Edhem Eldem, Günay Kut, Rumelihisarı Şehitlik Dergahı Mezar Taşları, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2011; Ali Rıza Özcan, İstanbul’un 100 Mezar Taşı, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yay., 2013; Nidayi Sevim, Osmanlı Mezar Taşlarında Manzum Metinler, İstanbul: Kitap Dostu Yay., 2015; Hamiyet Bilgili, Söğüt Osmanlı Mezar Taşları ve Kitabeleri, İstanbul: Tunç Yay., 2019; Mehmet Kılavuz, İlter İgit, Tunceli’deki Mezarlıklar ve Mezar Taşları, Hiper Yayınları, İstanbul: 2018; Alperen Kayserili, Erzurum Şehrindeki Mezar Taşlarının Kültürel Coğrafya Bakış Açısıyla İncelenmesi, Erzurum: Fenomen Yay., 2017; Musa Seyirci, Ahmet Topbaş, Afyon Karahisar Yöresi Türkmen Mezar Taşları, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yay., 1983; Gülsen Baş, Ayşegül Bekmez, Gülsün Ebiri, Mesut Gül, Resul Yelen, İstanbul Davut Paşa Külliyesi Haziresi ve Mezar Taşları, Hiper Yayınları, 2020; Zeynep Uçar, İstanbul Çorlulu Ali Paşa Külliyesi Mezar Taşları, İstanbul: Yalın Yay., 2019; İshak Güven Güvelioğlu, Murat Ümit Hiçyılmaz, Mustafa Gürdal, Rize Hemşin İlçesi Tarihi Mezar Kitabeleri, İstanbul: Kaknüs Yay., 2010; Mahmut Ökçesiz, Kuşadası Adalızade Osmanlı Mezar Taşları, İstanbul: Kitap Matbaacılık, 2013. 206 “Tarih Düşürme” DİA, s. 80; Turgut Karabey, a.g.e., s. 51. 54 Bayezid Bestâmî’nin vefatına: Vâsılu’l-Bekâ 261 واصل البقا Edirne’nin Fethine: Didiler feth-i bâb-ı Edrene bâd 762 ديديلر فتح باب ادرنه باد Timur’un Sivas’ı yakıp yıkmasına: Harâb 803 خراب sözleri ile tarih düşülmüştür. Kısa ve anlamlı sözcüklerin sayılara göre daha akılda kalıcı olması ve söyleyişe letafet katması bu sanatı öne çıkaran özelliklerden birirdir. Müverrihlerin sayıca arttığı dönemlerde kimi şairler geçmişteki olaylara da tarih düşmüşlerdir. Ancak Evliya Çelebi’nin söylediği tarihler şayet sonradan düşürülmediyse bu tarihlerin şiir içerisinde yer almış olmaları dolayısı ile edebiyat tarihçiliği açısından bu sanatın H. IX. yüzyıldan itibaren edebiyatımızda yer aldığını söyleyebiliriz.207 Tarih düşürme sanatı Rumeli Hisarı’nın yapımı ve İstanbul’un fethi ile hız kazanmıştır. Bu sebepledir ki İstanbul’un fethi tarih düşürme sanatı için bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Fetih için düşülmüş tarihlerden birkaç örnek verelim: Küffâra kıyamet 857 كفاره قيامت 207 İsmail Yakıt, a.g.e., ss. 165-168. 55 Feth-i İstanbul’u fırsat bulmadılar evvelûn Feth idüb Sultân Mehmed didi târih: “Âhirûn” (Fatih Sultan Mehmed) 857 اخرون... Çü Sultan Mehemmed Şeh ibn Murad Buyurdı İstanbul’a ‘azm-i cihad Ganîmet olub her guzat-ı enam Yazıldı buna ‘Arş’ta menkıbe Ki târihdir: “Beldetun tayyibe” (tun) 857 بلدة طيبة “Beldetun tayyibetun” ifadesi Kur’ân-ı Kerîm’in Sebe Sûresi 14. ayetinde geçmektedir. Bu ifade “temiz belde” anlamına gelmektedir. Çağ açıp çağ kapatan bu kutlu fethe Kur’ân-ı Kerîm’de de işaret bulunduğu kast edilerek söz konusu kelimeler seçilmiş ve fethe tarih düşülmüştür. Müverrihinin kim olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte Fâtih devri alimlerinden Molla Câmî tarafından yazılmış olması muhtemeldir. Bu tarihin hesaplanışında farklı bir uygulama dikkat çekmektedir. Arapça bir terkip olan bu iki kelimenin sonunda yer alan müenneslik ta’ları (tau te’nis) yani kapalı ta’lar yaygın olan uygulamada ha (ه) harfi gibi 5 sayı değeri ile hesaplanırken, burada açık te (ت) harfi gibi 400 sayı değeri ile hesaplanmıştır. Bunun gibi Arapça terkiplerde bazı istisnalar mevcud olsa da bu dönemden sonra Arapça tarihlerde dahi kural gereği kapalı ta’lar da 5 sayı değeri ile hesaplana gelmiştir.208 Rumeli Hisarı ve İstanbul’un fethine dair düşürülen tarihlerin müverrihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte bir çoğunun Hızır Bey’e ait olduğu düşünülmektedir. Hzır Bey ve şair padişahlarımızdan olan Fatih Sultan Mehmed öncesindeki tarihlerin müverrihleri ise bilinmemektedir. 208 İsmail Yakıt, a.g.e., ss. 171-172. 56 Hızır Bey’den sonra tarih düşürme sanatı için, edebiyat tarihinde gelişme devri diyebileceğimiz yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönem hicri IX. asrın ikinci yarısı yani 857 yılı ile hicri XI. asrın 1100 yılları arasını kapsamaktadır. Hicri IX. asrın ikinci yarısında öne çıkan müverrihler arasında şu isimleri zikredebiliriz: Halimî, Na’tî, Lâmi’î Çelebî, Şâhidî, Ahî Çelebî, Necâtî, Zenbilli Ali Cemâlî Efendi, Şeyh Hamdullah, İdris-i Bitlisî. Bu dönem tarihlerine örnek olarak İdris-i Bitlisî’nin Kocamustafapaşa Cami anakapı kitabesinde yer alan tarihine bakalım: Rabbi evsil savâben bânîhâ 897 رب اوصل صوابا بانيها Hicri X. asırda tarih düşmüş başlıca isimler ise şunlardır: Derviş Mehmed, İbn Kemal, Lâmi’î, Hüdâyî, Sun’î, Muhlis, Refîkî, Rıza, Bîdârî, Kandî209, Fuzulî, Üskübî İshak Çelebî, Kanunî, Nazmî, Rahmî, Seyfullah Efendi, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi, Hasbî, Arnavut Yahya Bey, Sihrî Çelebî, Hüdayi Mustafa Efendi, Günâhî, Arşî, Silistreli Şükrü, Şa’bî, Defterdar Celâl Bey, Zıllî, Cevherî, Fevrî, Selimî, Emirî, Nihâdî, Cinânî, Eminî, Tîğî, Edirneli Sufî- zâde Dâ’î, Sâ’î, Ulvî, Hilâlî, Hâşimî, Bülbülî, Uyum, Neccâmî, Bağdatlı Ruhî, Yeni Pazarlı Vâlî. X. asır tarihlerine örnek verecek olursak İbn Kemal’in Yavuz Sultan Selim Han’ın vefatına düştüğü tarih şöyledir: Ehl-i îmân rûhı içün fâtiha 926 اهل ايمان رحى ايجون فاتحه 209 Sehî’nin tezkiresinde Kandî için “Lâtif eş’ârı ve garrâ kasideleri var ve ziyade eyü müverrihdür. Çok eyü tarihler dimişdir.”( 116/b) dediği kaydedilmiştir. Yine Kandî için A. Çelebi’nin “ol bu tarih fenninin feridi; ol ehl-i tahkik, sayirler ehl-i taklid idi.” dediği kaydedilir. Bkz. Harun Tolasa, 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, Akçağ Yay., s. 336, 338. 57 Kanunî Sultan Süleyman’ın Bağdat’a gelişine ünlü şair Fuzulî şu tarihi düşmüştür: Geldi burc-i evliyâya pâdişâh-ı nâm-dâr 941 كلدى برج اوليايه باد شاه نامدر Üsküp’de Vardar Nehri üzerindeki II. Sultan Murad’ın yaptırdığı köprüye Hilâlî şöyle bir tarih düşmüştür: Tamir olunmak ile yapıldı gönli halkın Oldı Hilâlî târihi: Termîm-i cisr-i bâlâ 987 ترميم جسر باال Hicri XI. asırda tarih kaleme almış müverrihlerin başlıcaları ise şunlardır: Sâ’î, Cinânî, Hâşimî, Tîrî, Seyrek-zâde Muslî Çelebî, Na’tî, Hüsâmî, Bağdatlı Ruhî, Misâlî, Tâlibî, Manastırlı Keşfî, Bağdatlı Vahdetî, Bağdatlı Ahdî, Câhî, Kâbilî, İzzeti, Fâ’izî, Sıddıkî, Hükmî, Hâletî, Nev’î-zâde Atâyî, Cevrî, Feyzî, Şehrî, Sipâhî, Resmî, Şeyh Nazmî Efendi, Uşşâkî-zâde Bakî, Râ’î Hasan Efendi, Ziver, Evliya Çelebi, Abdülaziz Efendi, Nâ’ilî, Bezmî, Nisârî, Tâlib, Fevzî, Haylî, Rüşdî, Kalâyî, Nakşî, Yahya Dede, Zamirî, Sâbit. XI. asır tarihlerine örnek olarak Cinânî’nin Padişah III. Murad’ın vefatına düştüğü tarih şöyledir: Gitdi Sultan Murâd nâ-gâh hayf 1003 كتدى سلطان مراد ناكه حيف Tarih düşürme sanatına büyük ivme kazandıran Bursalı Hâşimî, Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin şeyhülislâmlığa tayinini şu sözlerle tarihlemiştir: Yahya Efendi hamdü li’llah müfti oldı ‘adl ile 1031 يحيى افندى حمد هلل مفتى اودى عدل ايله 58 Evliya Çelebi’nin Doğan Kalesine düştüğü tarih işe şöyledir: Evliyâ hayr du’â ile didi târîhini: Hak Teâlâ eyliye bu hısnı a‘dâdan emîn 1072 حق تعالى ايليه بو حصنى اعدادن امين Hicri XII. asırda eser veren müverrihlerin başlıcaları şunlardır: Zekî, Şu’ûrî, Tâlib, Vâsıf, Nâbi, Vehbî Dede, Dürrî, Birrî, Hacı Mehmet İsmet Bey, Şeyhülislâm İshak Efendi, Yümnî, Seyyid Vehbî, Râzî, Şeyhülislâm Es’ad, Müstakîm-zâde, Münif, Cemâlî- i Uşşâkî, Lebib, Salahî, Vâcid, Hâdi, Neylî, Nedim, Necib, Mehîb, Behiştî, Zati, Rahmî, Nimet, Hâzik, Sünbül-zâde Vehbî, Yenişehirli Beliğ, Fıtnat, Ragıp Paşa, Zihnî, Râmiz, Râtıb, Sadî, Surûrî. Hicri XII. asırda Konya Mevlânâ Türbesi’nin tamirine şair Nâbî şöyle bir tarih düşmüştür: İtdi nüzûl mısra’-ı târîhi ğaybdan: Ta’mîr olundı künbet-i ‘ulyâ-yı Mevlevî 1110 تعمر الندى كنبد علياى مولوى Tarihçi Nâ’imâ’nın vefatına Müstakîm-zâde’nin yazdığı tarih: Nâ’imâ gitdi Firdevs-i na’îma 1128 نعيما كيتدى فردوس نعيما Galata Mevlevîhanesi şeyhi Nâyî Osman Dede’nin vefatına ve akabinde oğlu Sırrî Bakî Dede’nin meşihat vazifesini devralmasına, Sünbül-zâde Vehbî şöyle bir tarih düşmüştür: Osman Dede göçdi ola Sırrî Bakî 1164 عثمان دده كوجدى اوله سرى باقى 59 Tarih düşürme sanatı Hicri XII. yüzyılın sonundan başlayarak XIII. yüzyılda Surûrî ile altın çağını yaşamıştır. Surûrî hem kendi zamanındaki olaylara hem de kendi zamanından önce vuku bulmuş tarihi hadiselere de tarih düşmüştür. Surûrî’nin kendisinden önceki olaylara düştüğü tarihlere\ Sultan Orhan’ın cülusuna düştüğü bir tarihi örnek verelim: Tahtı zeyn itdi Surûrî didi mühmel târih: Bâreka’llâhu cülus eyledi Sultân Orhan 726 بارك هللا جلوس ايلدى سلطان اورخان Hicri XIII. yüzyılda eser vermiş müverrihler arasında şu isimler öne çıkmaktadır: Surûrî, Fevzî, Aynî, Müştak, Refi’, İhya, Münib, Vehbî, Sünbül-zâde Vehbî, Lebîd, Şeyh Gâlib, Vak’anüvis Es’ad, Bakî, Tayyar Paşa, Âsim, Esrar Dede, Râsim, Celâlî, Mustafa Ârif Efendi, Zihnî, Salim, Derviş, Tâlib, Nezri,Keçeci-zâde İzzet Molla, Benli-zâde İzzet, Vâsıf, Hikmet, Mazharî, Nâfî210, Osman Nuri Efendi, Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey, Besim, Safayî-i Mevlevî, Nâtıkî, Meşhûrî, Sermed, Hayrî, Pertev Paşa, Şâkir, Na’îm, Vâkıf, Ziver, Cevâd, Enîs, Bahâ’î, Leyla. Hicri XIII. yüzyıl tarihlerine birkaç örnek verecek olursak, Neyyir Dede namıyla tanınan Abdülhalim Efendi’nin çilehanesinin tamamlanmasına Esrar Dede şu tarihi söylemiştir: Geldi dört beyt-i sema’ ile bu târih Esrâr Çıkdılar hücreye Neyyir Dede Nuri Dede nev 1215 جيقديلر حجره يه نير دده نورى دده نو 210 Nâfî’nin müverrihliği ve tarihlerine dair geniş bilgi için bkz.: Halime Çavuşoğlu, “19. Yüzyıl Sosyal Siyasal Olaylarına Bir Bakış: Bir Tarih Üstadı Nâfî ve Tarih Manzumeleri”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum. 2014, ss. 84-105. 60 Çanakkale’de bir mezar taşında Aynî’ye ait şu tarih yazılıdır: Dökdi Aynî katre-i eşkin didi târihini Eyledi Fevzî Efendi kûy-i ukbâda mekân 1222 ايلدى فيضى افندى كوى عقباده مكان Osmanlı devletinde 3 Kasım 1839’da ilân edilen Tanzimat Fermanı ile Batı modeline uygun düşünce ve hayat tarzının başladığı kabul edilmektedir. Hicri XIII. asrın ikinci yarısında başlayan bu süreçle geleneksel edebiyatımızın nazım şekilleri, şekil ve muhteva bakımından değişmiştir. Tanzimat döneminin bu özelliklerinden ebced hesabıyla tarih düşürme geleneği de etkilenmiş ve bu tarihden itibaren tarih düşürme sanatı da zayıflamaya yüz tutmuştur. Tarih düşenlerin sayısı oldukça fazla olmasına rağmen tarihlerin sayılarında azalmalar görülmektedir.211 Tanzimat’tan latin harflerinin kabulüne kadarki süreçte (H. 1255-1347/M. 1839- 1928) tarih kaleme almış müverrihlerin başlıcaları şunlardır: Aynî, Arif, Türabî, Tâlib, Vak’anüvis Es’ad, Şeref Hanım, Recâ’î, Lebîb, Kıbrısîzâde Hakkı, Zâ’ik, Şemseddin Mısrî, Nâtıkî, Hakkî, Safvet, Kerîmî, Şinâsî, Kâzım, Ziver, Nüzhet, Mihrî, Şefik, Melîh, Şevkî, Sâ’ib, Senîh, Zihnî, Hasırî-zâde Mehmet, Şem’î, Ref’et, Namık Kemâl, Sabrî, Rahmî, Ziya Paşa, Nevres, Zühdî, Fehmî, Fuat Paşa, Lütfî, Subhî, Gâlib Çelebî, Mislî, Hacı İzzet Paşa, Fâzıl, Münîr, Şuayb, Sadîk, Sıdkî, Abdî, Tal’at, Râşid, Mahfî, Sâlik, Fikrî, Ali Emirî, Tahir Kudsî, Mahmut Murat, Muhtar, Hattat Rıza, Celâl, Ali Ekrem Bolayır, Hüseyin Nâzım Paşa, Tahir Olgun, Vâsıf, A. Celâleddin Dede, A. Remzi Dede, Cemîl, Sâmi, Abdülbaki Gölpınarlı, Belhî, Halil Edib Bey, Edip Harabî, Nurî, Necmeddin Okyay, Hammamî-zâde, Sofu-zâde Abdülkadir Efendi. Zâ’ik Efendi’ye ait bir tarih: Rûm iline ‘azm ü ‘avdet kıldı Hân Andü’l- Mecid 1265 روم ايلينه عزم و عوت قيلدى خان عبد المجيد 211 İsmail Yakıt, a.g.e., s. 292. 61 Haydarpaşa Selimiye Kışlası kitabelerinden birinde Ziver’e ait şu tarih tazılıdır: Cevherin târihle tezyin eyle Zîver bâbını: Yapdı bâlâ kışlayı Hâkân-ı dîn Abdü’l-Mecid 1266 يابدى باال قشله يى خاقان دين عبد المجيد Hacı Bektaş Veli’nin türbesinin yapılışına Ali Emirî’nin düştüğü tarih: Geldi üçler eyleyub târih hamd-i Hamîd’e Dil-küşâ oldı mekân-ı Hâcı Bektâş-ı Velî 1311 دلكشا اولدى مكان حاجى بكتاش ولى Abdülbaki Gölpınarlı’nın Seyyid Abdülkadir Belhî Efendi’nin vefatına düştüğü tarih: Hazret-i pîr Abdü’l-Kâdir-i Belhî O şeref-bahş ehl-i Beyt-i siyâdet Gizleyüb nûr-i vech-i pâkini bizden ‘Âlem-i gaybe gitdi mîr-i hüviyyet Oldı târîh-i tâm rıhleti Bâkî Geçdi sâki-i cezbe-i Ahadiyyet 1341 كجدى ساقىء جذبهء احديت Ali Emirî Efendi’nin vefatına Tahir Olgun’un düştüğü tarih: Yükselüb rûh-i Emîrî tenden Bezm-i bâlâyı edindi tenzil 62 Fevtinin oldı güher târîhi: Kurb-ı gufrâna revân-ı nâ’il 1342 قرب غفرانه روانى نائل Yahya Kemal Beyatlı’nın Varşova sefaretine tayinine Tal’at’ın düştüğü tarih: Mîr Yahyâ Kemâl fazliyle Ne revâdır düşe Çukurova’ya Keff-i yed eyledim didi târîh: Gitdi Yahyâ sefîr Varşova’ya 1344 كيتدى يحيى سفير وارشووايه Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin 1 Kasım 1928 tarihinde yaptığı harf inkılâbı ile yüzyıllardır kullanılan Arap harflerinden müteşekkil Türk alfabesi terk edilmiş yerine Batı’nın kullandığı Latin harflerinden yeni bir Türk alfabesi oluşturulmuştur. Eski alfebede bulunan dâd (ض), zel (ذ), se (ث) gibi bazı Arap harflerinin tam karşılığı Latin harflerinde olmayınca fonetiği benzer sesler aynı işaretle gösterilir olmuştur. Arap alfabesindeki her bir harfin ebced değeri farklı olduğundan dolayı yeni vaziyette Latin harfleri ile tarih düşmek problem teşkil etmiştir. Bununla birlikte yeni alfabeyle tarih düşme sanatının tarihe karışmasını hızlandıran bir diğer etken her hecede bir sesli harfin yazılması durumudur. Sesli harflerin ebced değerleri küçük olduğundan yüksek sayılara erişip istenilen tarihi yakalamak güçleşmiştir. Denilebilir ki harf inkılâbının ardından tarih düşürme sanatı hızını ve önemini büyük ölçüde yitirmiştir. Bununla birlikte tarih düşürme hareketi eski harfleri bilen ilgilileri ile zayıf da olsa sürdürülmüştür. Bu dönemden itibaren tarihlerin hesaplanışı, tarihi veren mısra veya beyitlerinin eski harflerle gösterilmesi ve yine Arap harflerince sayı değerlerinin toplanması ile mümkün olmuştur. Bir başka husus da vezin değişikliğine dairdir ki harf inkılâbından sonra yazilân şiirlere baktığımızda aruz vezninden ziyade hece vezninin tercih edildiği görülmektedir. Yine hicri takvim tarihine göre düşürülmüş tarihlerde aruz veznince 63 yazılmış olanların yekûnu epey olsa da bir kısım tarihlerde aruz vezni özellikleri aranmamalıdır.212 Latin harflerinin kabulünden günümüze (H. 1347-1441/M. 1928-2020) tarih düşmüş müverrihlerden bazıları şunlardır: Necmeddin Okyay, Abdülbaki Gölpınarlı, Nâ’il, Tahir Olgun, A. Remzi Dede, İbnülemin, Hasan Basri Çantay, Uğur Derman, Arif Nihat Asya, İskender Pala, M. Tahralı, Orhan Okay, Fatih Gökmen, Nureddin Rüşdü Bingöl, Nuri Gençosman, Mesud Karacalp, Yusuf Cemil Ararat, Necmeddin Üsküdârî, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Kemal Elker, Halis Erginer, Mehmet Çavuşoğlu, İsmail Yakıt (Yakut), Mustafa Kara, A. Altınkuşlar, Yaşar Akdoğan, Mahmut Ak, Murat Bardakçı. İbnülemin Mahmut Kemal İnal’in İsmail Saib Bey’e yazdığı tarih: Geldi yüz hurre didi târîhini Gitdi İsmail Efendi Cennete 1356 كيتدى اسماعيل افندى جنته Necmeddin Okyay’ın İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın vefatına düştüğü tarih: Gitdi ol devr-i kadîmin ber-güzâr-ı bihteri Lâyık-ı ğufrân ide, Rabb-i Rahîm ü Zü’l- Cemâl Düşdü bir târîhi gevher, Necmî, gözden yaş gibi Vuslat-ı Yezdân’a mazhar oldun ey Mahmud Kemâl 1377-1=1376 وصلت يزدانه مظهر اولدوك اي محمود كمال Uğur Derman’ın Süheyl Ünver’in vefatına düştüğü tarih: Marifetde ün veren; kâmil, zarif, üstâd idi, Gitdi irfan âlemi gönülden duydu sızı, hayf! “Hap” gelir cevherle târîh, fevt için tıp pîrine: Ufkumuzdan gâib oldu o Süheyl yıldızı hayf 1396+10=1406 212 İsmail Yakıt, a.g.e., ss. 331-332. 64 افقمزدن غاءب اولدى او سهيل ييلديزى حيف Yakut’un (İsmail Yakıt) Samiha Ayverdi’nin vefatına düştüğü tarih: Okunsun târîhi menkutu Yakut bezm-i vâlâda Cemâlullah’a dek seyrâna gitmiş Sâmiha Hanım 1413 جمال اللهه دك سيرانه كتمش سامحه خانم Küresel bir salgın hastalıkla mücadele dolayısı ile camilerimizin bir müddet yalnız kaldığı 2020 yılında Mustafa Kara’nın düştüğü “Garib Kandile Tarih”: Üç aylar ve Mirac gecesi Gelip geçiyor nicesi Çıktılar yediler dediler: “Geldim:Garib Berat Gecesi” 2020 كلدم غريب برات كيجه سي 4. TARİH DÜŞÜRME SANATININ ÇEŞİTLERİ Edebiyatımızda tarih çeşitli şekillerde düşürülmektedir. Bunları: söylenişleri bakımından, hesaplanması bakımından, harflerin kullanışı bakımından ve ustalık gösterilmesi bakımından tarihler olmak üzere başlıca dört grupta ele almak mümkündür. 4.1. Söyleniş Bakımından Tarih Düşürme Söylenişleri bakımından tarihler üç çeşittir: Lafzen tarihler (sözle söylenenler), ma’nen tarihler (anlamca söylenenler), lafzen ve ma’nen tarihler (sözle ve anlamca söylenenler). Bu gruptan lafzen tarih hariç diğer söylenen tarihler ebced hesabına dayanır. Sırasıyla bu tarih düşürme çeşitlerini inceleyelim: 65 4.1.1. Lafzen Tarih Yılın rakamla değil sözle söylendiği ve ebced hesabının kullanılmadığı tarihtir. Bu çeşit tarihlere “düz tarih” ismi de verilir. Daha ziyade ilk dönemlerde çeşitli konularda mesnevi nazım şekli ile yazılan eserlerin sonlarında görülen düz tarihler, hüner göstermeye pek imkan vermediğinden XV. yüzyıldan itibaren yerini diğer çeşitlerde tarih söylemeye bırakmıştır.213 Lafzen tarihler genellikle tek mısrada nadiren ise beyitte görülür. Lafzen tarihlere örnek olarak Yeniçeri kalemi kâtiplerinden Feyzî’nin (1150/1737) söylediği kendi vefat tarihine bakalım: Sıhhatimde Feyzîyâ lafzen didüm târîhümi Bin yüz elli sâlde kıldum èâlem-i lâhûtı câ 1150 4.1.2. Ma’nen Tarih Tarih düşürmede söylenmek istenen yılı, doğrudan ve açıktan olmayarak, anlamca veren tarihlere ma’nen tarih denir. Ma’nen tarihler çoğunlukla tek bazen iki mısradan oluşur. Bu çeşit tarihler harflerin ebced değerleri toplanarak hesaplanır. Söylenmesi güç olmasına rağmen en fazla kullanılan tarih düşme çeşididir. Diğer tarih çeşitleri de ma’nen tarihten türetilmiştir.214 Ma’nen tarihe örnek olarak Şükrî’nin Abdülhamid Han’ın cülusuna düştüğü tarihe bakalım: Müjde kim Abdü’l-Hamid Han oldı sultan ‘âleme 1293 مزده كيم عبد الحميد خان اولدى سلطان عالمه 4.1.3. Lafzen ve Ma’nen Tarih Söylenmek istenen yılı hem sözle hem de harflerin sayı değerleri ile veren tarih çeşididir. Bu şekilde tarih düşmek manen tarih söylemekten de zor olduğu için bu çeşit tarihler sayıca azdırlar. Lafzen ve ma’nen tarihlerin en makbulü tek mısra olanlarıdır. Ve şayet bir önceki mısrada lazfî ve manevî tarih olduğu belirtilmemişse bu tarihler ilk bakışta lafzen tarih zannedileceğinden pek makbul görülmemiştir.215 Lafzen ve ma’nen 213 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 58-60. 214 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 60-61. 215 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 62-63. 66 tarihe örnek olarak İzzî’nin Gaznevî Mehmet Efendi’nin yaptırdığı çeşmeye düştüğü tarihe bakalım: Lafzen ü ma‘nen didi İzzî anın târîhini: Sâl bin yüz dörtde cârî oldı bu âb-ı zülâl 1104 سال بيك يوز درتده جارى اولدى بو آب زالل 4.2. Hesaplanması Bakımından Tarih Düşürme Tarihler, hesaplanması bakımından üç çeşittir: Tam tarih (tam söylenenler), Ta’miyeli tarih (tamamlamalı söylenenler), katmerli tarih (iki, üç, dört katlı söylenenler). Sırasıyla bu tarih düşürme çeşitlerini inceleyelim: 4.2.1. Tam Tarih Tam tarih hesaplandığında ulaşılmak istenilen yılı tam olarak veren tarih çeşidi olup en güç söylenenidir ve tarih düşürme çeşitleri içerisinde en makbulüdür. Bu çeşit tarih düşürmenin bir diğer ismi ise mükemmel tarihtir. Burada tarihleri hesaplanış bakımından ele alıp bir isimlerndirmeye gittiğimiz için bir tam tarih aynı zamanda söyleniş bakımından lafzen tarih, ma’nen tarih, lafzen ve ma’nen tarih; harflerin kullanışı bakımından mu’cem tarih, mühmel tarih, mu’cem ve mühmel tarih ve ustalık gösterilmesi bakımından musanna‘ tarih çeşitlerinde söylenebilir.216 Tam tarihe örnek olarak Tâlib’nin II. Abdülhamid Han’ın doğumuna düştüğü şu mısraı örnek verebiliriz: Kıldı tevellüd müjde kim şehzâdemiz Abdü’l-Hamîd 1258 قيلدى تولد مزده كيم شهزاده مز عبد الحميد 4.2.2. Ta’miyeli Tarih Tarih mısraındaki harflerin sayı değerleri toplamı söylenmek istenen yılı tam olarak vermediği durumlarda ekleme veya çıkarma yapılması gereken miktarın bazı kelime oyunlarıyla ile bir üst mısrada belirtildiği tarih çeşidine ta’miyeli tarih denir. Bu çeşit tarih düşmelerde istenen yıla ulaşmak için katma, çıkarma, katma ve çıkarma olmak 216 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 63-64. 67 üzere üç ayrı usule başvurularak sayı tamamlanır. Katma ve çıkarmaların kimi lafzen kimi de imân belirtilir. Eksik veya fazla sayı bilmece bir diğer tabir ile muamma özelliği taşıyan ifadelerle belirtildiğinden bu çeşide ta’miyeli ismi verilmiştir. Söylenmesi ve bulunması kolay olan görünür ta‘miyelerin yanı sıra bazı edebi sanatlarla süslü olarak söylenen bulunması güç gizli ta‘miyeler de vardır. Görünür ta‘miyelere örnek olarak Ayasofta hünkar mahfili için Sabit’in söylediği şu tarihi verebiliriz: Gele beş vakt cema‘at okıya târîhin: Pâdişâh eyledi bu mahfil-i pâki tevsi‘ 1113+5=1118 باشاه ايلى بو محفل باكى توسيع Gizli ta‘miyeye örnek olarak ise Kamil Paşa’nın şu beytini verebiliriz: Sadr-ı târîh oldı Kâmil şerhadar Kıldı İbrahim Paşa rıhlet âh 1361-99=1262 قيلدى ابراهيم باشا رحلت آه Bu beyitte geçen sadr-ı târih ifadesinden maksat tarih mısraının sadrı yani ilk harfi olan kaf’ın şerhalanması yani yaraya benzeyen elif harfine dönüşmesi demektir ki bu durumda 99 sayısının tarihten düşürülmesi gerektiği haber verilmiş olur.217 4.2.3. Katmerli Tarih Tarih mısraı (yahut tarih beytinin) harflerinin ebced değerleri toplamı söylenmek istenen yılın iki, üç, dört katını veren tarihlere katmerli tarih denir. Bu çeşit tarih düşürmenin aslı dütâ (dübâla/ muza’af) tarihlerdir ki bunlar verilmek istenen yılın iki katına tekabül eden söyleyiştir. Setâ (üç katlı) ve ratâ (dört katlı) söyleyişler nadirdir. Dütâ tarih söylemenin en beğenilenleri tarih mısraı ikiye ayrıldığında her iki bölümün de istenen tarihi verdikleridir. Bunlar en başarılı düta tarihlerdir ancak sayıları azdır. Düta tarihler söyleyiş bakımından ma’nen; hesaplanış bakımından ta’miyeli ve harflerin kullanışı bakımından mu’cem ve mühmel şekillerde de söylenebilir.218 Düta tarihlere 217 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 125-138. 218 İsmail Yakıt, a.g.e., ss. 451-457. 68 örnek olarak Üsküplü Ali Çelebi’nin Dârü’l- Hadis’e müderris olmasına Muammâyî’nin söylediği şu tarihi verelim: Alim ü ehl-i tefsîr rûşen-fakîh-i âfâk Allâh ne müstehakdur dârü’l-hadîse İshâk 1866:2=933 عالم و اهل تفسير روشن فقيه افاق هللا نه مستقدر دار الحديثه اسحاق Bu beytin her dört parçası da tarihtir. Bu şekilde mükerrer olan dütâ tarihlere nadiren rastlanır.219 4.3. Harflerin Kullanışı Bakımından Tarih Düşürme Harflerin kullanılması yönünden tarihler 4 çeşittir. Bunları şu dört başlık altında inceleyebiliriz: Mevcut bütün harflerle söylenen tarih, mu’cem tarih (noktalı harflerle söylenenler), mühmel tarih (noktasız harflerle söylenenler), mu‘cem-mühmel tarih (noktalı-noktasız harflerle söylenenler). Sırasıyla bu tarih düşürme çeşitlerini ele alalım: 4.3.1. Mevcut Bütün Harflerle Söylenen Tarih Bu çeşit tarihlerde tarih mısraı yahut beyitindeki harflerin tümü hesaba dahil edilir. Bütün harflerle söylenen tarihler, söyleniş açısından lafzen, ma’nen, lafzen ve ma’nen; hesaplanış açısından tam, Ta’miyeli ve katmerli tarih çeşitlerinde olabilir.220 4.3.2. Mu’cem Tarih Eski alfabemizde yer alan noktalı harflere hurûf-ı mu’ceme adı verilmekteydi. Tarih mısraındaki yalnızca noktalı harflerin ebced değerleri toplamı söylenmek istenen yılı veriyorsa bu çeşit tarihlere mu’cem tarih denir. Bu tür tarihlere münakkat, menkût, mücevher, cevher, cevherî, cevherdar, cevherîn, gevher ve güher isimleri de verilmektedir. Müverrihler söyledikleri tarihin mu’cem olduğunu genellikle tarih mısraından hemen önce bildirirler. Harflerin noktaları yıldızlara ve kuyumculuktaki 219 Turgut Karabey, a.g.e., s. 197. 220 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 200-201. 69 kıymetli madenlere benzetilmiş olduğundan bazen açık istiareler yoluyla ahter, sitare, necm, zer, elmas, süreyya, pervin, hal, dür, katre, eşk, kevser, dağ, gülle, tohum, gûy gibi ifadeler kullanılarak tarihin mu’cem olduğu belirtilir. Ancak bu ifadeler her kullanıldığında mu’cem tarihe işarettir diye bir genelleme yapmamız mümkün değildir. Yine mu’cem tarihlerde söyleniş bakımından ma’nen, lafzen ve ma’nen; hesaplanış bakımından tam, ta‘miyeli, katmerli; ustalık gösterme açısından da musanna‘ çeşitlerinde yazılabilir.221 Mu’cem tarihlere örnek olarak Keçeci-zâde İzzet Molla’nın şu beytini verelim: Gevher-i bahr-i remeldir, İzzetâ târîh-i tâm Kıldı Cami‘ mescidi tersânede Mahmud Han 1236 قيلدى جامع مسجدى ترسانه ده محمود خان 4.3.3. Mühmel Tarih Eski alfabemizde yer alan noktasız harflere huruf-ı mühmele veya hurûf-ı sâde adı verilmekteydi. Mühmel tarih, muècem tarihlerin aksine, yalnızca noktasız harfler hesaba katılarak düşürülen tarih çeşididir. Bu çeşit tarihlere sâde tarih, bî-nukât tarih ve bî-cevher tarih adları da verilmektedir. Noktasız harflerin ebced hesabındaki sayı değerleri yüksek olmadığı için tarih düşürmenin bu çeşidi çok kullanılmamıştır. Müverrih, yalnız noktasız harflerin hesaplanacağı tarih mısraından önce tarihin mühmel olduğunu haber veren bir ifade kullanır.222 Örnek olarak Orhan Gazi’nin tahta çıkışına Surûrî’nin düştüğü şu tarihe bakalım: Tahtı zeyn itdi Surûrî didi mühmel târîh Bâreka’l-lah cülûs eyledi Sultân Orhan 726 بارك هللا جلوس ايلدى سلطان اورخان 4.3.4. Mu’cem ve Mühmel Tarih Tarih mısraı yahut beyitinde yer alan noktalı ve noktasız harfler ayrı ayrı toplandığında her ikisiyle de verilmek istenen aynı tarihe ulaşilân tarih düşürme çeşidine 221 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 202-208. 222 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 210-212. 70 mu’cem ve mühmel tarih denilmektedir. Bu çeşit tarihlerde tüm harflerin toplamı istenen tarihin iki katını vermesiyle düta tarihle benzerlik gösterse de düta tarihlerin mu’cem ve mühmel harflerinin birbirine eşit olmaması ile birbirinden ayrılırlar. Çoğunlukla tam nadiren de ta’miyeli olarak söylenen mu’cem ve mühmel tarihlerin en makbulü tam ve tek mısrada söylenenleridir. Bu tarihler, en zor düşürülen tarih çeşitlerindendir.223 Mu’cem ve mühmel tarihlere örnek olarak Yeniçeri Ocağı’ndan Ömer Ağa’nın vefatına Surûrî’nin düştüğü tarihe bakalım: Mu’cem ve mühmel iki târîh yazdum fevtine Nûr ide Serdâr Ağaya merkadı Hayy-ı kerîm 1200 1200 نور ايده سردار اغايه مرقدى حى كريم 5. DİVAN EDEBİYATINDA TARİH DÜŞÜRME SANATI VE ÜNLÜ ŞAİRLERİ Divan edebiyatı: “Türk edebiyatının umumi gelişimi içinde, nazarî ve estetik esaslarını İslâmî kültürden alarak meydana gelen ve özellikle örnek kabul ettiği Fars edebiyatının her yönden kuvvetli ve sürekli tesiri altında şekillenip belirgin örneklerini vermeye başladığı XIII. yüzyıl sonlarından, XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar, bünyesini sarsıcı ve zayıflatıcı bir tepki ve değişikliğe uğramadan Arapça-Farsça kelimelerin geniş ölçüde yer aldığı bir dille varlığını altı asır sürdürmüş bir edebiyat geleneğidir.”224 Türk edebiyatında XIV. yüzyılda gelişim göstermeye başlayan ve XVIII. yüzyılda altın çağını yaşayan tarih düşürme sanatı pek çok divan şairinin divanları içerisinde ustaca işlenmiş ve mükemmel örnekleri vücuda getirilmştir. Doğum, ölüm, padişahların cülusu, fetihler, cami, çeşme, medrese, köprü gibi yapıların inşa ve tecdid tarihleri gibi pek çok farklı konuda tarih manzumeleri kaleme alınmıştır. Divan edebiyatı içerisinde bu sanatta o kadar ustalaşmış isimler vardır ki onlar zikrettiğimiz bu tarihi konuların yanı sıra herhangi bir sıradan olay için kolaylıkla tarih söyler hale gelmişlerdir. Meselâ, Surûri “Farenin hasretinden öldü kedi” (Rumi 1213) ifadeleriyle ölen kedisi için tarih düşmüştür. Bir diğer usta müverrih Bağdatlı Ülfetî hakkında ise Salim Tezkiresi’nde şöyle bir latife anlatılır; zamanın şairlerinden birinin helâsı yıkılsa yaptırmayıp, soranlara “Hatırımdan 223 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 215-216. 224 Ömer Faruk Akün, “Divan Edbiyatı”, DİA, c. 9, İstanbul, 1994, s. 389. 71 geçmez değil a, illâ Ülfetî’nin tarihinden ihraz eylediğimden te’hir ve tevakkuf-ı termîm ü tamir ederim.” dermiş.225 Divan edebiyatında tarihleriyle öne çıkan meşhur şairlerlerden bazıları şunlardır: Ahmedî, Ahmet Paşa, Hızır Bey, Taşlıcalı Yahya, Lamii Çelebi, Kandî, Cinânî, Bağdatlı Ruhi, Nevizâde Atâyî, Nâbi, Surûrî, Nedim, Şeyh Gâlib, Aynî, Keçecizâde İzzet Molla, Senih, Zâik. Ahmedî XIV. yüzyılın büyük şair ve müverrihlerindendir. 1334 yılında Kütahya’da doğmuştur. Asıl ismi İbrahim lakabı ise Taceddin’dir. 1413 yılında Amasya’da vefat etmiştir.226 Ahmet Paşa XV. Yüzyılın usta şair ve müverrihlerindendir. Edirne’de doğmuş ancak hayatının çoğunu Bursa’da geçirdiği için Bursalı olarak tanınmıştır. Müderrislik, kazaskerlik, padişah musahibliği ve hocalığı vazifelerinde bulunmuştur. 1496 yılında Bursa’da vefat etmiştir. Dîvân’ında Arapça, Farsça ve Türkçe toplam 27 tarih manzumesi bulunmaktadır.227 Ahmed Paşa’nın tarih manzumelerine örnek olarak Edirne’deki Yeni Saray’ın inşaasına düştüğü tarihe bakalım: Aslunı ser efrâz idüp ol dâyim ü bâkî Fer’üni refi’ eylesün Allâhu teâlâ Büyâd-ı sarâyuna budur ahsen-i târîh Kim ide mübârek tapuna hayy-ı tuvânâ 228 كم ايده مبارك طبكه حى توانا Hızır Bey, “Sarı Hızır” diye nam salmış olup 1407-1459 tarihleri arasında yaşamış Fatih Devri’nin ünlü şahşiyetlerinden biridir. Sarı Hızır Bey, kadılık, müderrislik, belediye reisliği gibi pek çok vazifede bulunmuş biri olmasının yanı sıra Arapça, Farsça, Türkçe şiirler yazmış ve daha ziyade “Kaside-i Nuniye”siyle tanınmış 225Mîrzâ-zâde Mehmed Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, haz. Adnan İnce, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2018, s. 117. 226 Günay Kunt, “Ahmedî”, DİA, c. 2, İstanbul: 1989, s. 165; Turgut Karabey, a.g.e., s. 272; Dîvân’ı hakkında detaylı bilgi için bkz. Emrah Gülüm, Ahmedî Dîvânı (İnceleme-Tenkitli metin-Tıpkıbasım), (Basılmamış Doktora Tezi), Eskişehir: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021. 227 Günay Kunt, “Ahmed Paşa, Bursalı”, DİA, c. 2, İstanbul: 1989, s. 111. 228 M. Kemal Özergin, “Ahmed Paşa’nın Tarih Manzumeleri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1960, c. 10, ss. 173-174. 72 meşhur bir şairdir. Hızır Bey kaynakların ittifakına göre tarih düşürme sanatının öncülerinden kabul edilir zira Hızır Bey’den önce tarih ibareleri nadiren şiir mısralarına alınırken, Hızır Bey’den sonra divan şiirinin içinde tarih söylemek âdet haline gelmiştir. Hızır Bey’in tarihlerine bir örnek verecek olursak Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı bir cami’e düştüğü tarih şöyledir: Cami’un zîde ‘umru men ‘ammerehu 229 850 جامع زيد عمر من عمره Taşlıcalı Yahya XVI. yüzyılın önde gelen divan şairlerindendir. Aslen Arnavut asıllı olup Kuzey Arnavutluk’tan devşirilerek İstanbul’a getirilmişir. Geldiği yerin taşlık bir bölge olması dolayısı ile kendisi Taşlıcalı namıyla anılmıştır. 1592 yılında vefat etmiş olup kabri Sırbistan Lozniçe’dedir.230 Dîvân’ında 6 adet tarih manzumesi bulunmaktadır. Bunlardan üçü Süleymaniye Cami içindir. İki tanesi sanatlı tarih olup birer beyitten 10 çeşit tarih çıkmaktadır.231 Diğeri ise her mısraı tarih olan bir kasidesidir.232Taşlıcalı Yahya’nın tarihlerine örnek olarak Dîvân’ında yer almayan, Şehzâde Mustafa’nın katli için düşürdüğü mühim tarihine yer verelim: Mekr-i Rüstem 960 مكر رستم Lâmiî Çelebi bir Nakşibendî şeyhi olup XVI. yüzyılın önemli divan şairlerinden birisidir. Asıl adı Mahmud’dur. 1472 yılında Bursa’da doğmuş ve 1532 senesinde Bursa’da vefat etmiştir.233 Divân’ında 35 kadar tarih manzumesi bulunmaktadır.234 Lâmiî Çelebi tarihlerine örnek olarak Şehzâde Alemşah’ın vefatına düşülen tarihe bakalım: Çünki elf kâmeti düşdü o şâhın yire 229 “Bir cami ki, tamir edenin ömrü ziyâde olsun”; İsmail Yakıt, a.g.e., ss. 173-174. 230 Bayram Ali Kaya, “Taşlıcalı Yahyâ”, DİA, c. 40, İstanbul, 2011, s. 156. 231 Detaylı bilgi için bkz. İ. Güven Kaya, “Divan Şiirinde Tarih Düşürme Geleneği ve Yahya Bey’in Bir Kasidesi”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 30, Erzurum, 2006. 232 Turgut Karabey, a.g.e., s. 276. 233 Günay Kut, “Lâmiî Çelebi”, DİA, c. 27, Ankara, 2003, s. 96. 234 Turgut Karabey, a.g.e. s. 277. 73 Dil didi târîhini: “Mâte Alemşah Beg” 908 مات علمشاه بك Kandî Bursalıdır. XVI. yüzyılın önemli müverrihlerinden biridir. 1555 yılında vefat etmiştir. Zamanındaki diğer şairler tarih söylemede kendisini taklid etmişlerdir. Şehdî mahlâsıyla şiirler yazmıştır. Ancak şiirlerinden çok tarih manzumeleri ile meşhur olmıştur. Kandî Lâmiî’nin vefatına şu tarihi düşmüştür:235 Lâmiî’nin Hak ide ruhunı şâd 938 المعينك حق ايده روحنى شاد Cinânî XVI. yüzyılın meşhur şairlerindendir. Bursalıdır. Katiplik, naiblik, müderrislik gibi vazifeler icra etmiştir. 1595 yılında Bursa’da vefat etmiştir. Nüktedan, hoş-sohbet bir zat olan şair hikayeleri, kıssaları, mesnevi ve tarihleri ile meşhur olmuştur. Dîvân’ında 177’si Türkçe, 33’ü Farsça olmak üzere 210 tarih manzumesi bulunmaktadır.236 Örnek olarak düşürdüğü bir vefat tarihine yer verelim: Gitdi zamâneden Zekeriyyâ Efendi vây 1001 كتدى زمانه دن زكريا افندى واى Bağdatlı Ruhi, Bağdat’ta dünyaya gelmiştir. Asıl adı Osman’dır. 1606 yılında Şam’da vefat etmiştir. Dîvân’ının ilmi neşrini gerçekleştiren Coşkun Ak 94 adet tarih manzumesi tesbit etmiştir.237 Bağdatlı Ruhi renkli ve güzel tarihler kaleme almıştır. Örnek: Safâlar eyledi Sâfî Cinâna basdı kadem 997 صفالر ايلدى صافى جنلنه بصدى قدم Hâşimî, XVII. yüzyılın tarih sanatındaki üstad şairlerinin başında gelmektedir. Bayramiyye tarikatına mensub gönül ehli divan şairlerinden biridir. Bursalıdır, 1627 235 Turgut Karabey, a.g.e., ss. 278-779. 236 Cihan Okuyucu, “Cinânî”, DİA, c. 8, İstanbul, 1993, ss. 11-12. 237 Coşkun Ak, “Rûhî-yi Bağdâdî”, DİA, c. 35, İstanbul, 2008, ss. 205-206. 74 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Mürettep bir dîvânı vardır ancak basılmamıştır. Dîvân’ında 127 tarih manzumesi ve 700’den fazla tarih mısraı bulunmaktadır.238 Cinânî’nin vefatına şu tarihi düşmüştür: Cinânî eyleye gülzâr-ı Adn’e varıcak menzil 1004 جنانى ايليه كلزار عدنه واريجق منزل Nevizâde Atâyî 1583 yılında İstanbul’da doğmuştur. Müderrislik ve kadılık görevleri ifa etmiştir. 1635 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Divânında 28 tarih manzumesi bulunmaktadır.239 Renkli ve sanatlı tarihler söylemiştir. Veysî’nin vefatına Nevizâde Atâyî’nin söylediği tarih: Veysî ki olmuş idi teğazzülde bî-bedel Ta’yîn-i sâl-i fevtine târîhdir: “ğazel” 1037 غزل Nâbî XVII. yüzyıl hikemî şiiirin divan edebiyatındaki en mühim temsilcilerindendir. Asıl adı Yusuf olup 1642 yılında Şanlıurfa’da dünyaya gelmiştir. 1712 tarihinde vefat etmiştir. Dîvân’ında 156 tarih manzumesine yer vermiştir.240 Nâbî Kamençe Kalesi’nin fethine şu tarihi düşmüştür: Düşdi Kamençe hısnına Nûr-ı Muhammedî 1083 دوشدى قمنجه حصننه نور محمدى Surûrî 1752 yılında Adana’da dünyaya gelmiş ve 1814 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Surûrî’nin asıl adı Osman olup baba tarafından şerifler soyuna bağlı olduğundan Seyyid Osman olarak anılmıştır. 20’li yaşlarından itibaren şiirle meşgul olmuş, şiirlerinde başlangıçta Hüznî, hiciv ve hezel türünde kaleme aldığı manzumelerde Hevâî, İstanbul’a geldikten sonra ise Surûrî mahlâsını kullanmıştır.241 Daha ziyade tarih düşürmedeki 238 Turgut Karabey, 281. 239 Haluk İpekten, “Atâî, Nev’îzâde”, DİA, c. 4, İstanbul, 1991, ss. 40-41. 240 Abdülkadir Karahan, “Nâbî”, DİA, c. 32, İstanbul, 2006, ss. 258-259. 241 Atilla Batur, “Sürûrî”, DİA, c. 38, İstanbul, 2010, s. 172. 75 mahareti ile tanınan divan şairimiz hayatının her aşamasında tanıdığı, gördüğü kişiler ve mekanlar hakkında tarihler düşmüş, tarihlerini “Neşât-engiz” diye isimlendirdiği bir Dîvân’da toplamıştır.242 Surûrî Dîvân’ının 322 sayfası tarihlerine ayrılmış olup burada 2000’e yakın tarih manzumesine yer vermiştir.243 Surûrî kendi zamanının vakıalarıyla yetinmeyip zaman-ı eslâfının olaylarına da tarihler düşerek bu sanatta eslâfı ve ahlâfı ile arasındaki büyük farkı ortaya koymuştur. Surûrî’yi bu sahada öne çıkaran özelliklerinden birisi de bir olay hakkında birden çok tarih söylemesidir. Onun bu meziyetine, Mısır’ın Fıransızlardan geri alınmasına dair tam 68 adet tarih düşmüş olması örnek verilebilir.244 Ahmed Cevdet Paşa, “fenn-i tarihte bir kimse ona akran olamamıştır” diyerek Surûrî’nin tarih düşürme sanatında “üstad-ı küll” olduğunu beyan etmiştir.245 Tarih düşürme sanatının altın çağını başlatan Surûrî’nin Surûrî’nin, Mısır’ın Fransızlar’dan geri alınışına düştüğü tarihlerinden birisi şudur: Kâhire fâtihi Sultân Selîm oldı yine 1216 قاهره فاتحى سلطان سليم اولدى ينه 242 Rıdvan Canım, “Klâsik Türk Edebiyatında Tarih Düşürme Sanatı ve Bir Ebced Ustası: Adanalı Sürûrî”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2009, s. 109. 243 Sururî’nin müverrihliği ve Dîvânı’ndaki tarih manzumeleri hakkında detaylı bilgi için bkz. Atilla Batur, Sürûrî Dîvânı: Hayatı, Edebi Kişiliği ve Dîvânı’nın Tenkitli Metni, (Basılmamış Doktora Tezi), Malatya: İnönü Üniversitesi, 2002; Şenay Uslu, Sürûrî-i Müverrih’in Manzum Tarihleri (İnceleme Transkripsiyonlu Metin s.1-5, (Basılmamış YL Tezi), Kütahya: ), Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, 2008; Kemal Karabuçak, Sürûrî-i Müverrih'in Manzum Tarihleri (İnceleme-Trankripsiyonlu Metin s. 51-150), (BasılmamışYL Tezi), Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi, 2007; Ahmet Uslu, Sürûrî-i Müverrih'in Manzum Tarihleri (İnceleme-Trankripsiyonlu Metin s. 151-250), (Basılmamış YL Tezi), Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi, 2007; Özlem Güzeller, Sürûrî Dîvânı'ndaki Manzum Tarihler (sayfa 250-322), (Basılmamış YL Tezi), Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi, 2007; Nazlı Vatansever, Sürûrî’nin Tarih Mecmuası (Metin Tesisi-İnceleme), (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Programı, 2014. 244 İsmail Yakıt, a.g.e., s. 259. 245 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., s. 142. 76 Surûrî’nin kendi hayatına dair düştüğü tarihler de pekçoktur. Kendisinin en çok beğendiği söylenilen tarih ise şudur: Vilâdet vaktimi itdim tecessüs Gönül düşmekle fikr-i nesl ü ırka Didi hâtif hitâb it işte târihi: Senin sinnin Surûrî geldi kırka 1205 سنك سنك سرورى كلدى قرقه Nedim XVIII. Yüzyıl divan edebiyatının önemli şairlerinden biridir. Asıl adı Ahmet’tir. 1681 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş, 1730 senesinde Patrona Halil İsyanı sırasında öldürülmüştür. Müderrislik vazifesi icra etmiştir.246 Nedim, tarih düşürme sanatında edebiyatımızın en meşhur şairleri arasında yer almaktadır. Dîvân’ında 56 tarih manzumesi bulunmaktadır.247 Nedim, Üsküdar Başkadın Meydan Çeşmesi için şu tarihi düşürmüştür: Söyledi târîh-i itmâmın anın kilk-i Nedîm Başkadın bu çeşme-i vâlâyı icrâ eyledi 1141 باش قادين بو جشمهء وااليى اجرا ايلدى Şeyh Gâlib, klâsik Türk şiirinin son dönem en büyük şairlerinden biridir. 1757 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Galata Mevlevîhânesi şeyhliğinde de bulunan Gâlib’in asıl adı Mehmet’tir. 1799 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Dîvân’ındaki tarih manzumeleri için Muhsin Macit 1989 yılında bir yüksek lisans tezi yapmıştır.248 Bu çalışmada divanda toplam 70 tarih tesbit edilmiştir. Çalışmaya ek olarak Şeyh Gâlib’in divanında yer almayan 29 tarih manzumesi de ilâve edilmiştir. Galata Mevlevîhanesi 246 Muhsin Macit, “Nedîm”, DİA, c. 32, İstanbul, 2006, s. 510. 247 Turgut Karabey, a.g.e., s. 303. 248 Bkz. Muhsin Macit, Şeyh Galib’in Tarih Manzumeleri, (Basılmamış YL Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, 1989. 77 haziresinde medfun Musahib Seyyid Ahmed Efendi’nin mezar taşı kitabesinde Şeyh Gâlib’e ait şu tarih yazılıdır: Vefatında didim târih Gâlib Musâhib oldı hâmûşâna ahbâb 1209 مصاحب اولدى خاموشانه احباب Aynî, XVIII. yüzyıl’da tarih düşürmesiyle ünlü bir divan şairidir. 1766 yılında Gaziantep’te dünyaya gelmiş, 1837 senesinde İstanbul’da vefat etmiştir. Aynî’nin oldukça hacimli matbu bir Dîvân’ı vardır. Dîvân’ının yarısına yakını tarih manzumelerinden oluşmaktadır.249 550’den fazla tarih sahibi olan Aynî, bu yönüyle Surûrî’den sonra en çok tarih düşen şairlerden biri kabul edilmektedir.250 Aynî’nin Bulgaristan Varna şehrine kışla yapılmasına düştüğü tarih: Aynî cünûd-ı müslimin yâd eylesün târîhini: Nev kışla yapdı Varna’da Sultân Mahmudü’l-makâm 1249 نو قشله يابدى وارنه ده سلطان محمود المقام Keçecizâde İzzet Molla XIX. yüzyıl divan şiirinin son temsilcilerindendir. Asıl adı Mehmed İzzet’tir. 1786 yılında İstanbul’da doğmuş, 1829 senesinde Sivas’ta vefat etmiş olup daha sonra kabri İstanbul’a getirilmiştir. Dîvân-ı Bahar-ı Efkâr adlı eserinde Tevârih başlıklı bir bölüm bulunmaktadır. Diğer divanı olan Dîvân-ı Hazân-ı Âsâr’da ise 35 tarih mevcud olup iki divanı da basılmıştır.251 321 kadar tarih manzumesi kaleme almış olan İzzet Molla bu sanatta üstad şairler arasında yer almaktadır. Yeniçeri ocağının kapatılışına Keçeci-zâde İzzet Molla şu tarihi düşmüştür: Tecemmü‘ eyledi meydân-ı lahme İdüb küfrân-ı ni‘met nice bağî Koyub kaldırmada ikide birde Kazan devrildi söndürdi ocağı 249 İsmail Ünver, “Aynî, Ayıntablı”, DİA, c. 4, İstanbul, 1991, ss. 270-271. 250 Turgut Karabey, a.g.e., s. 313. 251 Naci Okçu, “İzzet Mılla, Keçecizâde”, DİA, c. 23, İstanbul, 2001, ss. 561-562. 78 1241 قزان دورلدى سوندردى اوجاغى XIX. yüzyıl müverrihleri arasında tez konumuz Misbâr-ı Şemsî adlı eserin müellifi Mehmet Şemseddin Ulusoy’un yakınları da bulunmaktadır. Bu bahiste Bursalı olup Mehmed Şemseddin Efendi’nin cedlerinden olan iki mahir mutasavvıf divan şairinin hayatına değinmek yerinde olacaktır. Bu iki müverrihimiz Senih Efendi ve Za’ik Efendidir. Süleyman Senih Efendi, Hâcegânı Nakşibendîden Şeyh Emin Agâh Efendi’nin torunu olan Bursa Hanedanından Mehmet Şerif Ağa’nın oğludur. Hicri 13 Ramazan 1238 (M. 1822) tarihinde Bursa’da Veli Şemseddin mahallesinde dünyaya gelmiştir. On beş yaşında İstanbul’a gelerek Divan-ı hümayun kalemine ve Maarif-i Adliye Mektebi’ne girmiş daha sonra büyük kardeşi Sıdkizâde Rıza Efendi’nin serasker mektupçuluğunda mektubî kalemine devam eylemiştir. Yirmi bir yaşında iken sadaret mektubî kaleminde âmedî odasında bulunmuştur. Otuz yaşında ise Anadolu Harp Ordusu Müsteşarlığı’na görevlendirilerek Erzurum ve Kars havalisinde bulunmuştur. Mevlevî tarikatına mensup zarif bir zat olan Senih Efendi temiz ahlâkı ve doğruluğu ile şöhret bulmuştur. Senih Efendi selefleri tarzında şiir söyleyen bir şairdir. 134 büyük sahifeden oluşan mürekkep divanı252 Hicri 1275 (M. 1859) yılında Takvimhane-i Amire’de basılmıştır. 1 Rebiulâhir 1318 (M. 1900) tarihinde Göztepe’deki evinde vefat edip Selimiye Dergâhı haziresine defnedilmiştir.253 Mahir bir müverrih olan Süleyman Senih’in Üsküdar Aziz Mahmud Hüdâyî Cami’nin avlu kapısı kitabesinde yazılı bir tarihi şöyledir: Oldı dergâh-ı Hüdâyî bendeye hayrü’l-me’âb Sıdk ile gel âsitân-ı kutb-i ‘âlemdir bu bâb 1272 اولدى دركاه هدايى بنده يه خير المأب صدق ايله كل استان قطب عالمدر بو باب 252 Divanı’na dair detaylı bilgi için bkz. Ercan Okyay, Senih-i Mevlevî Divanı, (Basılmamış YL Tezi), Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dilive Edebiyatı Anabilim Dalı, 2005. 253 Mehmet Şemseddin Ulusoy, Ezhâr-ı Şemsî, s. 112; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, 3. cild, Dergah Yay., 1988, s. 1691-1692. 79 Zâ’ik Mehmet Efendi, Mehmet Şemseddin Ulusoy’un babasının amcasıdır. Müverrih aynı zamanda Niyâzi-i Mısrî’nin halifelerinden Şeyh Sahfî’nin torunu ve Zeynüddin Hafız Şeyh Mehmet Efendi’nin oğludur. Hicri 1208 (M. 1793) yılında Bursa’da dünyaya gelmiştir. Evvela babasından ve diğer ulemadan ilim tahsil etmiştir. UluCami yakınlarındaki Şeker Hoca mahallesinde Dergah-ı Mısrî meşihatinde bulunan babasının Hicaz’da 1816 yılında vefat etmesi üzerine kardeşi Ahmet Şemseddin Efendi ile birlikte, kardeşinin vefatından sonra ise münferiden meşihat vazifesini sürdürmüştür. Talep edenlere Arap ve Acem dillerinde dersler vermiş olup Bursa alimleri ve şeyhlerinden bazıları da kendisinden ilim tahsil etmiştir. Bazı zevatın davetiyle Hicri 1251 (M. 1835) yılında İstanbul’a gitmiş, o İstanbul’da iken Bursa’daki dergah vazifesini evvela kardeşi, kardeşinin vefatından sonra da büyük oğlu Necat Efendi idare etmiştir. İstanbul’da hastalanarak Bursa’ya dönmüş Hicri 1269 (M. 1852) yılında altmış bir yaşında vefat etmiştir. Dergahın haziresinde Niyâi-i Mısrî’nin oğlu Şeyh Çelebi Ali Efendi’nin kabrinin civarına defnedilmiştir. Zâ’ik Efendi şairlerin alimlerindendir. En ziyade kudretini ise hecv ve hezilde göstermiş olup en ciddi manzumelerinde dahi kalemi mizaha temas etmekten geri durmamıştır. Müretteb bir divanı vardır.254 Zâ’ik Efendi, yüzyılın diğer şairleri gibi pek çok tarih manzumesi kaleme almıştır. Divan’ının yarıdan fazlasını tarihlere ayırmıştır olan şairin Divan’daki 240 şiiri, düşürülen tarihlere aittir. Zâ’ik Efendi vefatından beş altı ay evvel –mezarına kitabe olarak- şu tarihi söylemiştir: Bu dergâhı şerife hizmeti makbuledir zannım Ki hizmet bitmeyince çekmedi payın bu mihverden Fidayi hakipayi âl ü evlâd eyleyen cismin Hüseyniye çıkar Mısrî yolunda hübb-i Hayder’den Güher mühmel şu söz târîh-i fevti ihtirâidir Sızubdur Zâ’ikı ney şekker Mısrî hüner harden Noktalılar 1269 / Noktasızlar 1269 255 254 Divan için bkz. Engin Karakoyun, Zaik Divanı (Metin 1a-65a), (Basılmamış YL Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, 2007; Mehmet Karatürk, Zaik Divanı (Metin 65a-135a), (Basılmamış YL Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, 2009. 255 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., ss. 2003-2004. 80 6. TASAVVUF EDEBİYATINDA TARİH DÜŞÜRME SANATI VE ÜNLÜ ŞAİRLERİ Tekke edebiyatı olarak da adlandırilân tasavvuf edebiyatı içerisinde, divan edebiyatında olduğu gibi hem mutasavvıf şairlerin divanları içerisinde tarih manzumelerine yer verilmiş hem de müstakil tarih kitapları kaleme alınmıştır. Mutasavvıf müverrihler tarafından düşürülen tarihler başta vefat tarihleri olmak üzere cami, medrese ve tekke gibi yapıların inşa ve tecdidleri ile kitapların yazılış tarihine denk düşen isimleri ve ketebe kayıtları gibi çeşitli konularda söylenmiştir. Tasavvuf edebiyatı içerisinde yer alan tarihleri, mutasavvıf şairlerin düşürdüğü tarihler ve mutasavvıflar için düşürülen tarihler olmak üzere iki bölümde ele almak mümkündür. Şimdi her iki bölüme ait tarih örneklerini müverrihleri ile birlikte inceleyelim: 6.1. Mutasavvıf Şairlerin Düşürdüğü Tarihler İsmail Hakkı Bursevî 1063 Zilkadesinde (M. 1653) günümüzde Bulgaristan sınırları içinde yer alan Aydos’ta dünyaya gelmiş ve 9 Zilkade 1137 (M. 1725)’de Bursa’da vefat etmiştir. Uzun süre Bursa’da yaşadığı için Bursevî, bir müddet Üsküdar’da ikamet ettiğinden Üsküdârî, Celvetiyye tarikatına mensup olduğu için Celvetî nisbelerini kullanmış ancak daha çok Bursevî nisbesiyle tanınmıştır.256 Şeyhi Atpazarlı Osman Fazlı’nın oğlunun 1085’te (M. 1674) doğumu için kaleme aldığı tarih manzumesiyle ilk defa Hakkî mahlâsını kullandığını dile getiren İsmâil Hakkı Bursevî257 İslâmî ilimlerde alim bir şeyh efendi olmasının yanında divân sahibi mutasavvıf bir şairdir.258 Divân’ında ve sair eserlerinde pek çok tarih manzumesine yer vermiş usta bir müverrihtir. Ölümünden üç yıl evvel yazdığı Kitâbü Nakdi’l-hâl adlı eserinde yer alan (vr. 236a) bir tarih manzumesinin “Hakkıyâ envâr-ı Hakk’ile pür oldu merkadi” şeklinde geçen son mısraıyla H. 1137 vefat tarihini işaret etmektedir. Bu tarih beyti ile İsmail Hakkı Bursevî’nin vefatını önceden haber verdiği kabul edilmektedir.259 Tarih manzumesinin tamamı şu şekildedir: Aşk ile tut kûşe-i dâmân-ı şer’-i Ahmed’i 256 Ali Namlı, “İsmail Hakkı Bursevî”, DİA, c. 23, İstanbul, 2001, ss. 102-103. 257 Murat Yurtsever, “İsmail Hakkı Bursevî”, DİA, c. 23, İstanbul, 2001, s. 107. 258 Bkz. Murat Yurtsever, İsmail Hakkı Bursevȋ Dȋvȃnı, Bursa: Arasta Yayınları, 2000. 259 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, s. 179; Ali Namlı, a.g.mad., s. 103. 81 Abd-i mahz ol bulmak istersen felâh-ı sermedî Câm-ı feyzi vahdet-i zatiyyeden nûş eyle kim Olasın bu bezm-i hâsân içre merd-i evhadî Sidre vü Tûbâ’yı kılma cilve-gâh-ı cân u dil Âlem-i ervâha irgür tâ ser-i serv-kaddi[ni] Âşıka zâhid gözüyle eyleme hergiz nazar Alim ü dânâ ile bir görme tıfl-i ebcedi Âteş-i tevhîdi her kim yaktı kânûn-ı dile Hakkı’yâ envâr-ı Hakk ile pür oldu merkadi 1137 حقيا انوار حقيله بر اولدى مرقدى Bursalı İsmail Beliğ Efendi, 1668 yılında Bursa’da dünyaya gelmiş ve 1729 yılında Bursa’da vefat etmiştir. Tezkire ve vefeyâtnâme türündeki eserleriyle tanınan müellif 18. yüzyılın önemli müverrihlerinden ve mutasavvıf şairlerinden biridir. Divân’ı kayıptır ancak özellikle Güldeste-i Riyâz-ı İrfân adlı vefeyâtnâmesinde yer alan tarih manzumeleri tarih sanatındaki mahirliğine delil için yeterli malumat içermektedir. İsmail Beliğ Efendi, Şeyh Mehmed Efendi’nin vefatının ardından câ-nişîn olan Salih Çelebi’ye şu tarihi söylemiştir: Bârek-Allâh zihî himmet-i mevlânâ kim Dil-i mahzûnını şâd itdi gürûh-ı fukarâ Cânib-i Hakka kaçan Şeyh Mehemmed gitdi Eyledi câygehin Sâlih Efendi’ye atâ Dîde-i ibret ile olsa nazar fi’l-vâki Kimseye olmaya bâkî bu güzergâh-ı fena 82 Didi tebrikine geldikde Belîğ târîhin Oldı sadru’l-fukara Sâlih Efendi’ye sezâ Müstakîmzâde Süleyman Sâdeddin Efendi, 1719 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş ve 1788 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Daha çok biyografi yazarlığı ile tanınan müellif aynı zamanda hattat ve mutasavvıf bir şairdir.260 Tarih düşürme sanatında usta bir müverrih olan Müstakîmzâde’nin bu meziyetini İbnülemin Mahmut Kemal İnal şöyle anlatır: “Hazret-i Müellif, her şeye ebced hesâbı ile târih söylemek merakında olduğundan, müstensihler, târih beyitlerini ve cümlelerini, bâ-husûs rakamlarını, ‘Arabî ve Fârisî ‘ibârât u eş’ârını ekseran yanlış yazmışlardır.”261 Hüseyin Vassâf Bey de müverrihin tarih düşürmedeki kudret ve meziyetini şu sözlerle zikretmektedir: “Müstakim-zâde hazretlerinin Arabî, Fârisî ve Türkçe ba’zı eş’ârını ve manzûm târihlerini gördüm. Âsâr-ı nazmiyyesinde tabîat-ı şairâneden ziyade kudret-i alimâne hikmeti göstermektedir. Müstakîm-zâde ebced hesabıyla pek güzel târihler söylemişdir. “Oldu lâhûta revân Allâh diyüp rûh-ı Emîn” 1158 tarihleri o cümledendir.”262 Müstakim-zâde Süleyman Sâdeddin Efendi te’lif ettiği hemen hemen bütün eserlerinin adı ebced hesabı ile kitabın te’lif tarihini vermektedir: “Akîdetü’s-sûfiyye” 1201/1786; “Âsâr-ı ‘adîde” 1190/1776; “Hülâsatü’l-Hediyye” 1186/1772; “el-Istılâhâtü’ş-şi’riyye” 1187/1773; “Meşâyih-nâme-i İslâm” 1180 / 1766; “Nusret-i Mübtedî” 1196 / 1781; “Nüsha-i Ricâli’l-Bedr” 1187 / 1773; “es-Salavâtü’ş- Şerîfe” 1190 / 1776; “Şerefü’l-Akîde” 1195 / 1780; “Tuhfetü’l-Merâm” 1200 / 1785.263 Mustafa Lütfullah Efendi, Atinalı Ali Rıza Efendi Dergâhı şeyhidir. Hicrî 1247 senesinde Bursa’da dünyaya gelmiş ve 8 Şabân sene 1321 de Bursa’da vefat etmiştir. Mehmed Şemseddin Efendi kendisine tarikat tac ve hırkasını giydiren hocası Lutfullah Efendi hakkında Yâdigâr-ı Şemsî’de şöyle bahsetmektedir: “Alim ü fâzıl hüsn-i hatt u kitâbette emsâli nâdir, fıkh-ı şerîfte istihrâc-ı mesâile kâdir idi. Tabîat-ı şi’riyyeleri 260 Ahmet Yılmaz, “Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin”, DİA, c. 32, İstanbul, 2006, ss. 113-114. 261 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Tuhfe-i Hattâtîn Mukaddimesi, İstanbul: Türk Tarih Encümeni, 1928, s. 84. 262 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr, c. II, haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, İstanbul: Kitabevi Yay.,, 2006, s.99. 263 Ahmet Yılmaz, Müstakîmzâde Süleyman Sâdeddin Hayatı, Eserleri ve Mecelletü’n-Nisâb’ı, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1991, ss. 70-77. 83 olmakla bazı manzûme ve târîhleri vardır.”264 15 Rebîulevvel sene 1318’de vefat eden eşi Aişe Sıddıka Hanım’ın vefatına düşürdüğü şu tamiyeli tarihe bakalım: Yazdı târîh Lutfî oku rûhuna bir “Fâtiha” Âişe Sıddîka Bacı rûhı uçtu cennete 1317 +1 1318 Mehmed Şemseddin Mısrî’nin hayatı ve müverrihliği bahsi çalışmamızın birinci bölümünde detaylıca ele almıştır. Osman Şems Efendi, Kâdiriyye tarikatının Enveriyye kolunun kurucusudur. 23 Mart 1814 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiş ve 27 Aralık 1893 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Asıl adı Osman Nureddin olup şiirlerinde Nûrî ve Şems mahlâslarını kullanmıştır. Müverrihliği ile de tanınan Osman Şems Efendi Divân’ında tarih manzumelerine yer vermiştir.265 Şeyhi Abdurrahim-i Ünyevî’nin vefatına şu tarihi söylemiştir: Didiler “ey Şems!” târîhin çıkup isnâ-aşar İtdi seyr-i lâ-mekân Abdurrahîm-i Ünyevî 1272 ايتدى سير ال مكان عبد الرحيم اونيه وى Hüseyin Vassaf, 8 Mart 1872’de İstanbul’da dünyaya gelmiş ve 21 Ekim 1929’da İstanbul’da vefat etmiştir. Şabaniyye, Uşşâkiyye, Gülşeniyye ve Kâdiriyye’den icazetli olan Hüseyin Vassaf daha çok Sefine-i Evliyâ isimli terceme-i hâl kitabıyla ve tasavvuf tarihçiliği ile tanınmaktadır. Pek çok eser sahibi müellif aynı zamanda divân sahibi mutasavvıf şairlerdendir. Birçoğu Sefîne-i Evliyâ-i Ebrâr’ı yazarken dolaştığı türbe ve tekkelerde medfun tarikat büyükleri ve devrinin meşhur şeyhleri hakkında kaleme aldığı şiirlerle tanıdıklarının vefatları üzerine yazdığı tarih manzumelerini içeren Divân’ında tekkelerin, camilerin inşa ve tecdîdlerine dair şiirler ve düşürülen tarihler de 264 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 258. 265 Nihat Azamat, “Osman Şems Efendi”, DİA, c. 33, İstanbul, 2007, ss. 473-474. 84 önemli yer tutmaktadır.266 Müverrihliğine örnek olarak Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin vefatına söylediği şu tamiyeli tarihe yer verelim: Şeyh İbrahim Efendi menbâ-ı feyz ü kemâl Hamzavîler serveri bir pîr-i âlî ehl-i hâl Gel ziyâret kıl kemâl-i aşk ile bu hazreti Feyz-yâb-ı sırrı olsun mülk-i dil gitsün melâl Çıkdı bir târîh-i cevher rıhleti ilân içün Sırr-ı Hakk’ın mazharıdır âzim-i dârü’n-nevâl 1067 -1 1066 سر حقك مظهريدر عازم دار النوال Tâhirülmevlevî, 13 Haziran 1877’de İstanbul’da doğmuş ve 21 Haziran 1951’de İstanbul’da vefat etmiştir. Asıl adı Mehmed Tâhir Olgun olan Tâhirülmevlevî, Mehmed Esad Dede’den mesnevîhanlık ve Mekke Şeyhülmeşâyihi Ahmed er-Rifâî’den Kâdirî ve Rifâî tarikatları icazetnâmelerini almıştır. Edebiyat tarihçiliği ile meşhur olan Tâhir Efendi aynı zamanda hem bir şârih hem de Türkçe ve Farsça divan sahibi mutasavvıf bir şairdir. Müverrihliği ile de tanınan şairin Şair Anıtları267 adlı eseri kendisinin görüştüğü yahut tanıdığı otuz kadar şairin biyografisi ve ölümlerine düşürdüğü tarihleri içermektedir. Müverrihliğine örnek olarak H. 1346 yılında vefat eden annesi için yazdığı tarih manzumesine yer verelim: Terk idüp gitdin nihayet kimsesiz evlâdını Ayrılıkmış mihr-i bî-pâyânının âhir sonu Nüh-felekden yâdıma târîh-i menkûtun gelir 266 Cemal Kurnaz, Mustafa Tatcı, “Hüseyin Vassaf”, DİA, c. 19, İstanbul, 1999, s. 19. 267 Mehmet Atalay yayına hazırlamıştır. Bkz. Tâhirülmevlevî, Şair Anıtları ve Şair Ali İffet Merhum Hakkında Hatıralar, haz. Mehmet Atalay, İstanbul: Büyüyenay Yay., 2021. 85 Ellisinden sonra öksüz koydun anne oğlunu 1337 +9 1346 الليسندن صكره اوكسوز قويدك اننه اوغلكى 6.2. Mutasavvıflar İçin Düşürülen Tarihler Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin vefatına söylenilen tarihdir: Uçdu sûy-ı Hakk’a sî-murg-ı kemâl ü himmet Ola ehl-i dile târîh-i vefatı “İbret” 672 عبرت Lâmii Çelebi’nin vefatına söylenilen tarih: Lâmiî’nün ide Hak rûhını şâd 938 Mehmed Muhyiddin Üftâde’nin vefatına düşürülen tarihler: Düşdü iskât-ı yâ ile târîh Göçdü Üftâde Bursa’nın kutbu 988 كجدى افتاده بروسه نك قطبى Müstakîmzâde’nin söylediği tarih: Düşdü dile kalemden Üftâde Târîh-i irtihâl-i Üftâde Üftâde افتاده افتاده Eskici Mehmed Dede’nin vefatına Haşimî’nin söylediği tarih: Gitdi Eskici Dede köhne cihândan virdi cân 1028 Mevlevî Cünûnî Dede’nin vefatına Beyânî’nin tarihi: 86 Nakline târîh Beyânî didi Kıldı Cünûnî Dede teslîm-i rûh 1030 Aziz Mahmûd Hüdâyî “Şeyh Mahmûd-ı Hüdâyî” (شيخ محمود هدائ) ve “Ekmelü’ş-Şuyûh” (اكمل الشيوخ) terkiplerinin işaret ettiği gibi 1038 veya 1037 sene-i hicriyelerinde vefat etmiştir. Zeyl-i Şakayık sâhibi Nev’î-zâde Atâyî tarafından şu târîh söylenmiştir: قد مضى شيخ الشيوخ اآلفاق خصه هللا تعالى بالجود سرت بالسر وعانيت غد ا روض لطف ومقام محمود زينت جنة عدن وقصور برياض وحياض مورود طوق الحور نحورا بالنور مثل غلمان لذى دار حلود سائل الخاطر عن صاحبها هاتف قال الشيخ محمود Baldırzâde Şeyh Mehmed Selîsî’nin vefatına Âsımî Efendi’nin düştüğü tarih: El açup Hakk’a didüm Âsımîyâ târîhin Kerem-i Hakk’a mukârin ola Baldırzâde 1060 Nâzik Efendi’nin tarihi: Halk cümle didiler târîh-i fevtin Nâzikâ Gitdi Baldırzâde azm idüp cinâna dünyeden 1060 87 Nâcî Efendi’nin tarihi: Rûh-ı pâk-i Selîsî’ye rahmet 1060 Sebzî Efendi’nin tarihi: Didi târîhi vefatın eyleyüp Sebzî du’â İde Baldırzâde’nün pür-nûr Mevla menzilin 1060 Açıkbaş Efendi’nin vefatına söylenilen tarih: Gûş idüp naklin didüm târîhini Rahmetin kıla ziyade ol Mu’în 1077 Niyâzî-i Mısrî’nin vefatına müstakîmzâde’nin şöylediği tarih: Bâl ü perin açdı Mısrî Adn’e pervâz eyledi Nazîm’in tarihi: Pervâz idince Adn’e didüm Nazîm târîh Cân-ı azîz-i Mısrî bir kumrî gibi uçdı Terceme-i hâl yazarı ve önemli müverrihlerden biri olan Bursalı İsmail Beliğ Efendi’nin tarihi: Kutb-ı âlem hazret-i Mısrî Efendi menzilin Tekyegâh-ı gülşen-i me’vâda ihrâz eyledi Düşdi çâr etrâfa mâtem didiler târîhini Rûh-ı Mısrî mahfil-i âlîye pervâz eyledi 1105 88 7. YALNIZ TARİH DÜŞÜREN ÜNLÜ ŞAİRLER Hem divan edebiyatı hem de tasavvuf edebiyatı şairleri tarih düşürme sanatında çok güzel örnekler vücuda getirmişlerdir. Bu sanatla meşgul olan müverrihlerihlerin bazıları ise yalnız tarih manzumeleri kaleme almış, tarih sanatı dışında bir şiir yazmamıştır. Bu vasıftaki müverrihlerin bir kısmının maîşetlerini yazdıkları tarih manzumelerinden elde ettikleri bilinmektedir. Yalnız bu isimlerin tespiti güç bir iştir. Zira tarih manzumelerinde adı yahut mahlâsı geçen zatların tarih sanatı dışında şiir kaleme almadıklarını iddia etmek onların yazdıkları tüm eserleri bilmeyi gerektirmektedir. Eserleri ne kadar araştırılsa da bu zatların bizim bilgimiz dışında neşredilmemiş divan, divânçe yahut şiirlere sahib olmaları muhtemeldir. Bu başlığı açmamızın sebebi ise tabiatı şi’riyyesi güçlü olmayıp yalnız tarih manzumesi yazan ve hatta bunu kendisine geçim kapısı kılan bir kesim müverrihin varlığının bilinmesidir. Yalnız tarih manzumesi kaleme almış şairlere örnek olarak Mahmûd Nâsıh Efendi’yi ele alalım ve tarihlerini inceleyelim: Mahmûd Nâsıh Efendi 1827 senesinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Genç yaşta yetim kalan Nâsıh Efendi İsmail Hakkı Bursevî sevdâsı ile Bursa’ya gelmiş Orhangazi, İznik, İnegöl ve civarında fahrî imamlık vazifeleri yapmıştır. Hat sanatıyla da meşgul olan müverrih İsmail Hakkı Bursevî’nin 5-6 kadar eserini istinsah etmiş ve Bayezid Kütüphanesi’ne bağışlamıştır. Mukallid ve mizahı seven bir zat olduğu bilinen Mahmud Nâsıh Efendi’nin hayatına dair malumatı Sübhatü’s-Sâlikîn268 adlı Bursevî antolojisi türündeki eserinden elde etmekteyiz. Pek çok tarih manzumesi kaleme alan müverrih 1902’de Bursa’da vefat etmiştir. Nâsıh Efendi’nin, Hacı Süleyman Ağa’nın, hanesi kurbünde yaptırdığı mağaza için tanzim ettiği tarih manzumesi: Bu mağâza sâhibi Hâcî Süleymân Ağa’nın Mâl ü mülkin eyleye âfâtdan Mevlâ emîn Oldı lutf-ı Hakk ile bu nev mağâza çün küşâd Müşterîler hoş kademler ile gelsünler hemîn 268 Bkz. Mahmûd Nâsıh, Sübhatü’s-Sâlikîn, BEEK, Genel Bölümü, 1700. 89 Bir hayır-hâh kimsedir bu gerçi şâhid çok buna Hânis olmam bu husûsda eylesem ben de yemîn Her biri efkârının kıymetde sad la’l ü güher Her biri âsârının rağbetde bir dürr-i semîn Çün sezâdır itseler ihvân ana böyle duâ Hayr ile yâd ola nâmı kâ’im oldukça zemîn Tahte-i mîşe gibi serv-i vücûdı sağ olup Hâne-i sıhhatde Mevla^eyleye yüz yıl mekîn Sâl olmuşdı bin üç yüz on iki Nâsıh didi Kâr u kesbinde anı memnûn ide Rabb-i mu’în Mahmûd Nâsıh Efendi’nin Mora Yenişehir Muhâcirlerinden Hâfız Mahmûd Kemâlüddin Fenârî’nin vefatına söylediği tarih: Neye mağrûr olur âyâ kişi bu dâr-ı dünyâda Geçer bu köpriden âhir cüvân u pîr ü bernâ da Uçar kuş olsa da der-dest ider âhir anı yâ hû Ecel sayyâdının kimse elinden olmaz âzâde Yigirmi beş yaşında bir cüvân-ı şair iken bak Ana da sundı sâki-i ecel sad-hayf bir bâde Egerçi her kemâlin bir zevâli var bunun ammâ Kemâle irmeden gitdi vücûdı rahmet-âbâda Eger ömri vefâ itseydi elli yaşına hakkâ Burusa’da yegâne olacakdı şi’r ü inşâda 90 Şikayet anlama bundan hikayetdir murâd ancak Hudâ’nın olmuşuz takdîrine zîrâ rızâ-dâde Yenişehr-i Mora’dan hicret idüp mâderiyle ol Temekkün eylemişdi Bursa’da bir cây-ı a’lâda Çün ismi gibi Mahmûd idi zatı da sıfâtı da Benimde nâm-daşım san karındaşım ale’l-âde Ahâli-i Burusa cümlesi hoşnûd idi andan Anı rahmetle yâd itse sezâ a’lâ da ednâ da İde Hak mâder-i mahzûnuna sabr-ı cemîl ihsân Dahî ecr-i cezîl ide ana âmâde ferdâda Bin üç yüz altıda fevt oldı Nâsıh yazdı târîhin Kemâl ile Kemâl’e rahmet ola dâr-ı ukbâda 91 BİRİNCİ BÖLÜM (MÜELLİFİN DÖNEMİ, HAYATI, EDEBÎ YÖNÜ VE ESERLERİ) A. MEHMET ŞEMSEDDİN ( ULUSOY) MISRÎ’NİN DÖNEMİ 1. XIX. VE XX. ASRIN SİYASİ, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYATINA UMUMİ BİR BAKIŞ Dönem, Osmanlı Devleti’nin siyasî, idarî, askerî ve edebî alanlarda modernleşmenin sancılılarının yaşandığı Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleridir. 1867’de doğmuş Mehmed Şemseddin Efendi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamış, her iki dönemin de sancılı ve sıkıntılı günlerine şahit olmuş ve 1936’da vefat etmiş bir köprü şahsiyettir. Bir bunalım döneminin müellifi olan Mehmed Şemseddin Efendi’nin hayatı, düşüncesi ve sanatı böyle bir dönem içinde teşekkül etmiştir. Bu siyasi, sosyal, kültürel ve edebî iklimin müellifimizin eserlerine etkisinin olmadığını düşünmek elbet mümkün değildir. Buradan hareketle Mehmed Şemseddin Ulusoy’un hayatından önce yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal, kültürel ve edebî ortamına genel hatlarıyla biraz yakından bakmamız yerinde olacaktır. Bu dönem kimi tarihçilere göre bir “inkırâz/çöküş” dönemi, kimi tarihçilere göre bir “modernleşme”, “yenileşme”, kimilerine göre ise “batılılaşma” dönemidir.269 Tarihçi merhum Kemal Karpat bu dönemin siyasal hareketlerini şu şekilde dönemlendirir: 1.Tanzimat Dönemi (1839-1876), 2.Sultan II. Abdülhamit Dönemi (1876-1908), 3.İttihad ve Terakki Dönemi (1908-1918), 4.Milli Kurtuluş Hareketi (1918-1922), 5.İnkılaplar Devri (1923-1938) 270 269 Osmanlı dünyasında ‘modernleşme’, ‘batılılaşma’ olgusu hakkında bkz: İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Hil Yay. , 1987, ss. 11-25. 270 Kemal Karpat, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul: Timaş Yay., 2012, ss. 46-139. 92 19 Ocak 1893 yılında Mısrî Dergâhı postuna oturduğunu, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının kabul edildiği 30 Kasım 1925’e kadar bu görevi sürdürdüğü271 ve 1936 yılında vefat ettiğini bildiğimiz Mehmed Şemseddin Efendi yukarıda belirttiğimiz dönemeler içinde Sultan II. Abdülhamit Dönemi (1876-1908), İttihad ve Terakki Dönemi (1908-1918), Milli Kurtuluş Hareketi (1918-1922), İnkılâplar Devri (1923-1938)’ni yaşamış ve bu dönemlere şahit olmuş bir müelliftir. Sultan II. Abdülhamit dönemi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı siyasî literatüründe ‘anayasalı ve meclisli saltanat-hilâfet rejimi’ karşılığında kullanılan meşrûtiyet yıllarıdır. Bilindiği üzere, “Kânûn-ı Esâsî’nin ilân edildiği 23 Aralık 1876’dan Meclis-i Meb‘ûsan’ın muvakkaten tatil edildiği 13 Şubat 1878 tarihine kadarki döneme I. Meşrutiyet, meclisin yeniden toplanmaya davet edildiği 23-24 Temmuz 1908’den 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ne veya 20 Ocak 1921 tarihli Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nun neşri ya da saltanatın ilga edildiği 1-2 Kasım 1922 tarihine kadarki döneme de II. Meşrutiyet denmektedir.272 II. Meşrûtiyet dönemi aynı zamanda İttihad ve Terakkî ve Milli Kurtuluş Hareketi dönemidir. “II. Abdülhamid’in siyaseti ve siyasî rejiminin temel ilkeleri altı başlık altında ele alınmaktadır: muhafazakarlık, mutlakiyet (otokrasi), merkeziyetçilik, ittihad-ı islâm, reform ve statüko. Bu prensipler ve politikalar, 1880’lerin ilk yarısından 1908’e kadar kararlılıkla uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak iç ve dış şartlar değiştiğinde, Sultan Abdülhamid yönetim ilkelerinde ve politikalarında revizyona gitmiş, bazı durumlarda taviz vermek zorunda kalmıştır. Abdülhamid dönemi üç büyük krizle karşılaşmıştır: Osmanlı-Rus Savaşı (1876-78) ve Berlin Antlaşması’nın uygulanması; Ermeni meselesi (1894-97); Makedonya Meselesi (1903-1908). Abdülhamid yönetimi ilk iki krizi başarıyla atlatırken, çözüm bulunamayan üçüncü kriz rejimin sonunu getirmiştir.”273 Sultan II. Abdülhamid bu devrin en çok tartışilân Osmanlı sultanlarından biri olmakla birlikte, 1876’dan tahtan indirildiği 1909 yılına kadar 33 yıl Osmanlı Devletini padişah ve halife olarak idare eder. Devletin en sıkıntılı bu döneminde Sultan II. Abdülhamid’in yegâne emeli, kendi ifadesiyle söylersek, “devlet ve milletin saadet ve 271 Can Ulusoy, Taşrada Kent ve Aydın: Bursa Örneği (1930-1950), (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015, s. 201. 272 M. Şükrü Hanioğlu, “Meşrûtiyet”, DİA, c. 29, İstanbul: 2004, s. 388. 273 Gökhan Çetinsaya, II. “Abdülhamid’in İç Politikası: Bir Dönemlendirme Denemesi”, Osmanlı Araştırmaları / The Journal of Ottoman Studies, XLVII, 2016, s. 402. 93 selâmeti ve din-i mübîn-i İslâm’ın bekâsıdır.”274 Bu uğurda, “Devlet ve memleketseverler için iki büyük vazife vardır: devletin toprak bütünlüğüne zarar getirecek her şeye karşı durmak, ve devletin bekâsı, kuvvet ve serveti ve halkın saadet, emniyet ve asayiş içinde yaşamalarını temin eylemektir.”275 Dönemin önemli siyasal olaylarından biri de şüphesiz II. Meşrûtiyet’in ilânı ile 1908-1918 yıllarını kapsayan İttihad veTerakkî dönemidir. 1908-1918 arasında etkin olan bu hareketin faaliyetlerini 1908-1909 (II. Abdülhamid’in hal’ine kadar), 1909-1913 ve 1913-1918 senelerini içine almak üzere üç kısma ayırmak mümkündür. 17 Aralık 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânı ve 27 Nisan 1909’da Abdülhamid’in tahtan indirilişi İttihad Terakki’nin ilk döneminde gerçekleşmiştir. 31 Mart olayını276 fırsat bilen İttihatçılar, hadiseyi siyasi çıkarları uğruna istismar etmişlerdir. İttihatçılar şeklen şeyhülislâmın fetvasını da temin ettikten sonra hal’ kararını meclisçe almışlardır. 27 Nisan 1909’da tahttan indirilen II. Abdülhamid’in yerine, kardeşi Sultan Abdülmecid’in oğlu V. Mehmed Reşad geçmiştir.277 İttihad ve Terakki döneminin ikinci devresi (1909-1913), V. Mehmed Reşad’ın tahta çıkmasıyla başlamıştır.278 Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki topraklarının büyük bölümü Balkan Savaşları279 ile elden çıkmış, İtalya ile olan savaşta, Trablusgarb ve Bingazi de elden gitmiştir. II. Meşrutiyet, Türkiye’nin genelinde olduğu gibi Bursa’da da önemli dönüşümleri siyasal ve sosyal hayatta gerçekleştirmiştir. 1909 yılında Kanun-ı Esasî’de yapilân kapsamlı değişikliklerle Türkiye’de ilk kez siyasal hayatta yasal partiler kurulmaya başlanmıştır. 1909 sonrası Bursa’da ilk şube açan, siyasal manada sosyal ve kültürel çalışmaları düzenli olarak sürdüren İttihad ve Terakki Fırkası’dır. İttihad ve Terakki Cemiyeti, II. Meşrutiyet öncesi de Bursa’da faaliyetlerini gizlilik içinde 274Atilla Çetin ve Ramazan Yıldız, Sultan İkinci Abdülhamit Han: Devlet ve Memleket Görüşlerim, İstanbul: Çığır Yay., 1976, s. 171. “Benim oğraşım, nefsim içün değildir, din ve devlet ve milleti muhafaza etmek içündür.” İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Sadrazamlar, İstanbul: Dergâh Yay. c. III, 1982, s. 1299. 275İbnülemin Mahmud Kemal İnal, a.g.e., ss. 678-680. 276Geniş bilgi için bkz: Faik Reşit Unat, İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve Otuz Bir Mart Hȃdisesi, TTK, Ankara, 1960; İsmail Hami Danişmend, 31 Mart Vak’ası, İstanbul: İstanbul Kitabevi, 1961. 277Kemal Karpat, a.g.e., 2012, s.87. 278Bu dönemde kurulan hükümetler ve görev yapan sadrazamlar için bkz. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c. I-IV, 1982. 279Balkan Savaşları ve yapılan anlaşmaların ayrıntısı için bkz. Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Ankara: TTK, 1997, ss. 651-695. 94 sürdürmüştür ve kurucuları içinde Bursalılar olduğu gibi, Cemiyetin içinde önemli görevlere sahip Bursalılar mevcuttur.280 Döneminin siyasî atmosferine dair Mehmed Şemseddin Efendi’nin Sultan Reşad’ın Bursa’yı teşriflerine yazdığı 1909 tarihli Kudûmiyye şiiri notuyla birlikte şöyledir: “Zat-ı Şahânenin Bursa’yı teşrifinde söylenilmiş ve Babazâde Mehmed Bey tarafından nihâvendden bestelenerek mektep çocuklarına bâhusûs Dâru’l-Muallimin (Öğretmen Okulu) talebesine meşk olunarak okutulmuştur. Bursa’yı teşrîf buyurdu şehriyâr Bursalılar eyliyorlar iftihâr Ömrünü kılsın mezîd Perverdigâr Bahtiyârız bahtiyârız bahtiyar Cedd-i pâkini ziyâret eyledin Bursalıya çok inayet eyledin Mahzâr-ı lutf ü saâdet eyledin Bahtiyârız bahtiyârız bahtiyâr Burada teşrîfînle Bursa zib u fer Kalmadı hiç gönlümüzde bir keder Padişahım millete sensin peder Bahtiyârız bahtiyârız bahtiyar Bursalılar oldu mesrûru’l-fuâd Beldemize reşk eder sâir bilâd Etdin ihyâ bizleri Sultân Reşâd Bahtiyârız bahtiyârız bahtiyar Eylesün Şemsî-i Mısrî bî-riyâ Bu duâyı arz-ı dergâh-ı Hüdâ 280Can Ulusoy, a.g.t., s. 73. 95 Padişahım milletinle çok yaşa Bahtiyârız bahtiyârız bahtiyar” Mehmed Şemseddin Efendi, siyasî tavır ve beklentileri olmamakla birlikte birçok meslektaşı gibi Sultan II. Abdülhamit’in bazı tutum ve davranışlarında şikayetçidir.281 Bu dönemde meydana gelen en mühim hadiselerden biri Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesidir. Savaşa katılma kararı esasen İttihatçı liderlerin ve bilhassa Enver, Talat ve Said Halim paşaların eseridir.282 İttihatçılar bakımından Almanya ile varılan gizli anlaşmanın ana gayesi 1878’de Rusya’ya verilen ve 1912-1913’de Balkan Savaşları’nda kaybedilen toprakları geri almaktı. 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Almanların yanında savaşa giren Osmanlı Devleti, birçok cephede savaşmak durumunda kalmıştı. Çanakkale’de, Suriye, Filistin ve Irak Cephesinde İngilizlere, Fransızlara; Kafkas Cephesinde Rusya’ya karşı savaşan Osmanlı Orduları Çanakkale’de ve Kutu’l Amare’de önemli zaferler kazanmıştır. Bu dönemdeki askerlerin en büyük silahı, yeni filizlenmeye başlayan milli şuur içinde bağımsız bir vatanda hür olarak yaşama kararıydı. Neticede 30 Ekim 1918’de Mondros’ta imzalanan ve Osmanlı Devleti’nin yenilgisini tescil eden bir mütareke ile Birinci Dünya Savaşı fiilen sona ermiştir.283 Mehmed Şemseddin Efendi’nin yaşadığı dönemin bir diğer önemli siyasî olayı 1918-1922 yılları arasında Milli Kurtuluş Hareketi’dir. İstiklâl Harbi, Bağımsızlık Savaşı veya Kurtuluş Savaşı olarak da anılır. Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) ardından başlayıp askerî bakımdan Mudanya Mütarekesi ile (11 Ekim 1922), siyasî bakımdan ise Lozan Antlaşması ile (24 Temmuz 1923) son bulur. “Mütareke gereğince ordularının büyük kısmı terhis edilen, stratejik noktaları ele geçirilen ve silâh depoları kontrol altına alınan ülkede uzun savaş döneminin yorgunluğu ve ümitsizliği içinde bulunan padişah ve hükümet, İtilâf devletlerinin merhametine sığınmaktan ve işgallerin genişlemesini önlemek için halkı sükûnete çağırmaktan başka bir şey yapamıyordu. Muhalefet ise savaşın sorumlusu olarak gördüğü İttihatçılar’ı eleştirmekle meşguldü. İtilâf devletleri de savaş sırasında insanlık suçu işlediklerini iddia ettikleri İttihatçılar’ın yargilânmasını 281Mustafa Kara, Şemseddîn Ulusoy Saklı Tarihin Muhafızı, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2016, s. 92. 282Karpat, a.g.e., s. 93. 283Karpat, a.g.e., s. 98. 96 istiyordu. Padişah, İttihatçılar’ı yargılamak için kurulan olağan üstü mahkemeye karşı çıkan parlamentoyu 21 Aralık’ta feshetti. İtilâf devletlerinin İttihatçılar’ın cezalandırılmaması halinde İstanbul’u resmen işgal edeceklerini bildirmeleri üzerine de İngilizler’in desteklediği Damad Ferid Paşa’yı sadârete getirdi. Ferid Paşa’nın teslimiyetçi ve tâvizci politikasından bir sonuç alınamadı ve işgaller bütün hızıyla sürdü. Bu durum Anadolu’da millî galeyanı arttırdı. Halk namusunu ve vatanını savunmak amacıyla Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleri kurarak mücadeleye başladı. İzmir’in işgali ülke çapında infiale sebep oldu. Halkın mitingler düzenleyerek Yunanlılar’ı protesto etmesi ve silâhla kendini savunması hükümet tarafından olumlu karşilândığından ülke çapında düzenlenen mitinglerle İtilâf devletleri kınandı. Halkın örgütlenmesi ve direnişleri arttı. Bilhassa 16 Mayıs’ta kurulan Balıkesir Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyeti düzenlediği kongrelerle bütün bölgeyi kapsayan bir teşkilât olduğunu ortaya koydu ve Millî Mücadele’nin meşalesi oldu.”284 Mehmed Şemseddin Efendi’nin yaşadığı Bursa da bu dönemde Yunanlıların işgaline ve zulmüne maruz kalmıştır. Anadolu’nun her köşesinde düşman işgaline geçit vermeyen millî kuvvetler ve ahali topyekün bir vatan müdafası ile Bursa’yı da düşman işgalinden kurtarmıştır. Bu yıllara ait Bursa’nın savunması ve düşman işgalinden kurtuluşuna dair Mehmed Şemseddin Efendi’nin tarih düştüğü şiirlerindeki hâtıralarından biri şöyledir. Ve yensurekallahu nasran aziza Bursa’mızın istirdadı üzerine söylenilen Tarih-i Cevherdârdur. Zulm-i Yunan gadr-i udvân milleti kıldı esîr İki yıl iki sehir iki gün çekdik cefâ İtdi tazyik milleti her vecihle a’dâ-yı din Çekmedigmiz kalmadı âh zulm-i Yunan’dan ezâ Lutf-i Hak’la geldi ordu zulmeti ref’ eyledi 284Cevdet Küçük, “Millî Mücadele”, DİA, c. 30, İstanbul, 2005, s. 76. 97 Hamdüli’llâh kıldı şehri mahv u ifnâdan rehâ Hızır-âsâ geldi imdâda yitişdi ordumuz Şükri Nâil Paşa teşrif itdi olduk pür-safâ Her ne cânibe teveccüh eylese bulsun zafer Sa’yini meşkûr ide Hak ola mansûr dâimâ Mekr-i düşmandan masûn itsün Hudâ ordumuzı Cümle dervişan ile itmekdeyiz böyle duâ Gitti üçler söyleyüp târîh-i cevherdâr Şemsî Eyledi istirdât şehri Bursa’yı Şükrü Paşa285 1341 Şiirde anlatilân Şükrü Nâili Paşa’nın komutasındaki kuvvetlerin Bursa’yı düşman işgalinden kurtarması hikâyesidir. İki yıl iki ay iki gün süren Yunan işgalinden Bursa’nın kurtulması Şemseddin Efendi’nin büyük bir sevinçle kalemi eline almasına, cihad ve savaşla ilgili “veyensureke’llâhü nasran azîzâ” ayetini serlevha ederek manzum târih yazmasına sebep olmuştur. Çâryâr imdâd idüp Şemsî didim târih-i tâm Gitdi Yunan geldi lutfu’llâhla İslâm askeri beytiyle biten bir diğer manzum tarihinin başlığına da şu ayeti yazmıştır: “Nesrun mine’llâhi ve fethun karîb ve beşşiri’l-mü’minîn.”286 285Mustafa Efe, Mehmet Şemseddin Ulusoy’un Eşâr-ı Şemsî Adlı Divânı, İnceleme-Metin (Doktora Tezi), Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018, s. 618. 286 Mustafa Kara, a.g.e., ss. 95-97; Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: Dergâh Yay. , 2008, s. 271. 98 Nihayet bu dönem bu millî mücadele sonunda 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla neticelendi. Yeni meclis 11 Ağustos’ta çalışmalarına başladı ve 23 Ağustos’ta antlaşmayı onayladı. “Antlaşma, bir yandan I. Dünya Savaşı’nı Türkiye açısından sona erdirirken bir yandan da Osmanlı Devleti’ni hukukî ve malî açıdan tasfiye edip yeni Türkiye Devleti’nin milletlerarası temele oturtulmasını sağladı. Yabancı güçlerin İstanbul’dan çekilmesi, 6 Ekim’de Şükrü Nâilî Paşa kumandasındaki Türk birliklerinin İstanbul’a girmesiyle tamamlandı. Ankara 13 Ekim’de yeni devletin başşehri olurken 29 Ekim 1923’te Türkiye Devleti’nin yönetim şeklinin cumhuriyet olduğu ilân edildi. Halifelik saltanat makamı gibi algılandığından 3 Mart 1924’te kaldırılarak Osmanlı hânedanı mensuplarının tamamı yurt dışına çıkarıldı.”287 Meşrûtiyet ve cumhuriyet dönemlerinin siyasî ve sosyal olaylarına yakından tanıklık eden müellifimiz Mehmed Şemseddin Efendi’nin yaşadığı dönemin mühim olaylarından ve kırılma noktalarından biri şüphesiz inkılaplar dönemidir. İnkılaplar döneminde ise en önemli olay Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıdır. “1924’te Diyanet İşleri Reisliği teşkil edilirken cami ve mescidlerle beraber tekke ve zaviyelerin yönetimi de bu kuruma devredilmiştir. 30 Kasım 1341 (1925) tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’la Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki tekkeler kapatılmıştır.”288 1936’da vefat eden Bursa Mısrî Dergâhı son şeyhi müellif Mehmed Şemseddin Ulusoy’un şu mısraları, alınan yasaklama kararının yanlışlığını belirtmekle birlikte 1925’ten sonraki hayatının son 11 yılındaki hüzünlü hâlini de yansıtan beyitleridir. : “Zikr-i cehrîden bizi menettiler olduk hazîn Gözlerimiz oldu giryân yâ Resûle’llâh meded” “Tekyemiz mesdûd ma’nen maddeten oldu harab Terk olundu zikr-i Yezdân yâ Resûle’llâh meded” “Tekyeler sed türbeler bend hep soyuldu câ-be-câ Evliyalar oldu pinhân yâ Resûle’llâh meded” 287 Cevdet Küçük, “Millî Mücadele”, DİA, c. 30, İstanbul: 2005, s. 83. 288 Mustafa Kara, “Tekke”, DİA, c. 40, İstanbul: 2011, s. 370. 99 “Meclis-i zikr-i Hudâ’da bülbül idim sad diriğ Seddedildi tekye, beni zâr ü zâr itdi hayf” “Tekyeler mekteb-i irfân idi mesdûd oldu Nazar-ı halkda meşâyih ise merdûd oldu Halkı irşad ile me’lüf idi şeyhler evvel Şimdi nâdan cühelâdan diye ma‘dûd oldu” “Tekyeyi sed zikr-i cehrîden bizi menettiler Nâr-ı mahrûmiyet ile işte biz yandık yetiş Üç sene oldu tahammül eyleyüp sabreyledik Sabrımız bitti efendim âh ki usandık yetiş” Enbiyanın evliyanın gavs ü aktab hurmeti Tekyemizi it küşâd yâ Rabbi çok baktık yetiş”289 Mehmed Şemseddin Efendi’nin yaşadığı dönemin kültürel ve edebî hayatı da Osmanlı Devleti’nin siyasî bunalımların etkisiyle bir kriz dönemindedir. “Eski şiir son sözünü çoktan söylemişti. Mimarî bir asırdır garbı taklit ediyordu. Hatta musikî bile, Dede’nin bir iki dehâlı talebesi hariç, mahiyet ve vekarını kaybederek soysuz bir hissiliğe doğru adım adım yürüyordu. Hülâsa, büyük devirlerin hususiyetini veren, o bütün hayatı kucaklayan yaratıcılıktan eser yoktu. Vâkıa, bütün bu insanlar son derecede ince zevkli idiler; asırlarca sürmüş bir terbiye ve yeni tecrübeler, onların hayatlarını bir nevi sanat eseri gibi yaşamalarını telkin ediyordu. Güzel, zarif, muhteşem her şeyi seviyorlar ve bunu temine çalışıyorlardı. Fakat hayatın yaratıcı pınarı kurumuştu. Bugün bile halk dilinde ve hattâ fikir hayatında o zamanlardan kalan “alafranga”, “alaturka” (mûsikide 289Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, İstanbul: Dergâh Yay., 2008, ss. 601-608. Ayrıca bkz. Mustafa Kara, “Cumhuriyet Türkiye’sinde Tarikâtlar”, Türkiye’de Tarikatlar, Tarih ve Kültür ed. Semih Ceyhan, İstanbul: İsam Yay., 2015, ss. 95-132; Mustafa Efe, a.g.t. 100 olduğu gibi), “eski” ve “yeni” (zihniyet meselelerinde) tâbiriyle ifâde edilen bu ikilik realitesi”290 dönemin kaderiydi. 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında, Türk edebiyatı açısından bir çeşitlilik ve arayışlar dönemidir. Bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren hissedilir bir şekilde önemli gelişmeler görülmeye, edebî tür ve şekiller arasında yer ve mahiyet değişmesi, yayınlanan eserlerde değişiklikler meydana gelmeye ve birçok dergi çıkmaya, mecmualar etrafında farklı edebî mahfiller oluşmaya başlamıştır. Tanpınar'ın ifadesine göre bu değişiklik, aslında o zamana kadar yerleşmiş olan değerlerin bir yer değiştirmesidir ve eski şiirimizi o zamana kadar idare eden "mutlak"ın hemen her sahada yıkılmış olduğu anlamına gelir.291 On dokuzuncu yüzyılın ortalarından başlayarak değişik yazarların kaleminden Avrupalılaşmak, modernleşmek, muasırlaşmak, batılılaşmak gibi adlar altında toplanabilecek olan düşünce hareketleri, devrin yazarlarının, pek de bilinçli olmayarak, Batı düşünce akımları içinden yerli basına aksettirebildikleri fikirlerden ibarettir.292 Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmed Şemseddin (Ulusoy) Efendi’nin yaşadığı devrin bir öncesi olan Tanzimat hakkında düşüncesini şu cümle ile özetler: “İmparatorluk, asırlar içinde yaşadığı bir medeniyet dairesinden çıkarak, mücadele halinde olduğu başka bir medeniyetin dairesine girdiğini ilân ediyor, onun değerlerini açıkça kabul ediyordu”.293 Bununla birlikte yeni şiir, eski şiirden tamamıyla kopmuş değildi. Dil, vezin ve nazım şekilleri büyük ölçüde aynı idi.294 Yine A. Hamdi Tanpınar’ın ifadesi ile; “Eski, yürüyen hayat karşısında son sözünü söylemesine rağmen, cemiyetin içinde, ruhlarda bütün unsurları ile çok derin surette hakimdi. Bütün hayat onunla dolu idi”295 İbnülemin’in Son Asır Türk Şairleri’nde ismi geçen şair sayısı yaklaşık bin beş yüzdür.296 Bu dönem şairlerin sayıca oldukça fazla olması, klâsik Türk şiirini, yaklaşık iki yüzyıldır düştüğü kısır döngüden kurtarmaya yetmemiştir. Bu dönemde yetişen şairlerden bazıları şunlardır: Nûri, Nebîl, Nâsır Abdülbaki Dede, Halim Girây, Re’fet, Hâtif, Salacıoğlı, Âkif, Fâ’ik, Sûzî, Müştak Baba, Azmî, Cevdet, Sâdık Paşa, Safâyî Dede, Hızırağazâde Said, Rüstem Paşa, İffet, Mâhir, Selâmî, Sermed, Kuddûsî, Esad Mahmud 290Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 2003, s.134. 291Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 79. 292Orhan Okay, Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2005, s. 15. 293Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 64. 294İsmail Ünver, “XIX. Yüzyıl Dîvân Şiiri”,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c. XXXII, S. 1-2, Ankara: 1988, s.131. 295Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 38. 296 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, c. I-IV, İstanbul : Dergah Yay., 1988. 101 Paşa, Zâik, Hamdî, Rızâ, İzzet, Şefik, Ferdî, Meşhûrî, Nâil Abbas Paşa, Şâkir, Zîver Paşa, Nâtıkî, Rûmî, Sa’dî, Ulvî, Aczî, Türâbî Baba, Nihâd Bey, Mislî, Hamdî, Zîver, Abdülhalîm Gâlib Paşa, Sırrî Râhile, Sıddîk, Fâzıl Paşa, Mahmûd Nedîm Paşa, Rahmî, Nigârî, Hâfız, Âsım, İrfan Paşa, Celâleddin Bey, Sa’îd Paşa, Râşid, Nakiyye Hanım, Mahmûd Celâleddin Paşa, Memdûh Paşa, Üsküdarlı Tal’at, Hüsnî, İlhamî, Âdile Sultan, Üsküdarlı Hakkı, İsmet, Kâmî, Hâlet Bey, Enderunlu Vâsıf, Keçecizâde İzzet Molla, Şeyhülislâm Ârif Hikmet, Şeref Hanım, Leskofçalı Gâlib, Yenişehirli Avnî, Hersekli Ârif Hikmet, Leyla Hanım, Aynî, Osman Nevres, Kâzım Paşa, Osman Şems, Ziya Paşa, Muallim Nâci, Hüseyin Vassaf, Ali Emiri, İbnülemin, Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Ahmet :Haşim, Hüseyin Siret. Görüldüğü üzere bu isimler arasında dîvân şiiri geleneğini devam ettiren şairler olduğu gibi, tekke muhitlerinde yetişen mutasavvıf şairler, kadın şairler de vardır. Bununla birlikte Muallim Naci gibi eski-yeni arasında kalmış297 şairlerle, dîvân şiiri geleneğini terk eden, yeni tarz şiir yazan Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Hüseyin Siret298 gibi şairler de vardır. Bursa’da ise Eşref Paşa, Mahmud Kemalüddin Fenârî, Murad Emrî gibi şairler Mehmed Şemseddin Efendi’nin muasırı şairlerdir. İsmail Ünver, bütün direnişine rağmen yeni şiir karşısında gittikçe gücünü kaybeden, hatta kendi geleneği içinde bile değerini koruyamayan bu dönemdeki Dîvân şiirinin durumunu, şu üç nokta etrafında açıklar: 1. Encümen-i Şu'arâ “1861 Yılında kurularak çalışmalarını bir yıl kadar sürdüren bu topluluk, XIX. yüzyıl Dîvân şiirini canlandırmak için, XVII. yüzyılın önemli şairlerini örnek alma yolunu tutmuştur. Encümen, her hafta sah günleri Hersekli Arif Hikmet'in evinde toplanıp, yazdıkları şiirleri değerlendiriyordu. Bu toplulukta yer alan şairler şunlardır: Hersekli Arif Hikmet, Leskofçalı Gâlib, Yenişehirli Avnî, Hoca Nâ'ilî, Osman Şems, Kâzım Paşa, Halet, Recâî-zâde Celâl, Üsküdarlı Hakkı, Eşref Paşa, Ziya Bey (Paşa) ve Namık Kemâl. Namık Kemâl, en genç üye olarak, toplantıya getirilen şiirleri okur, tartışmaya sunardı. Topluluktaki şairlerin çoğu, eski kültürü ve edebî zevki iyi bilen, nazım tekniği yönünden güçlü şairlerdi. Bunların dîvânları incelendiğinde, kasidede genellikle Nef'î'yi, gazelde ise Nâ'ilî-i Kadîm ile Fehîm-i Kadîm'i izledikleri görülür. Bu 297 Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 596. 298 Bkz. İbnülemin Mahmud Kemal İnal, a.g.e. 102 şairler XVII. yüzyılda sağlam ve ahenkli ifadeleriyle, renkli hayalleriyle, zevkteki incelikleriyle tanınmış şahsiyetlerdir. Encümen-i Şu'arâ'da yer alan şairler de şiirlerinde bu ilkelere uymaya çalışmışlardır. Bu yolda hepsinin de başardı olduğu söylenemez. Ancak, XIX. yüzyıl Dîvân şiirinin en güçlü temsilcilerinin bu şairler arasından yetiştiği söylenebilir. Leskofçalı Gâlib, Yenişehirli Avnî ve Hersekli Arif Hikmet hem Encümen- i Şu'arânın hem de XIX. Yüzyıl Dîvân şiirinin en başarılı temsilcileridir. Şiirlerindeki mubalağa ve fahriyeleriyle Nef'î'yi hatırlatan Leskofçalı Gâlib, söyleyiş bakımından Nâ'ilî-i Kadîm'in izindedir. Kendisini üstat olarak kabul eden gençlere de o yolda ilerlemelerini tavsiye eden Gâlib'in Dîvân'ında Nâilî-i Kadîm'e ve Fehîm'e nazireleri vardır. Şiirlerindeki sağlam ifade, gücünü tasavvuf sözlüğünden seçilmiş kelimelerden alır. Kullandığı kelime kadrosu içinde ışık ve aydınlıkla ilgili kelimeler önemli bir yer tutar. Bu yönüyle de Şeyh Gâlib'i andırır. Onun kendi şairliği hakkındaki şu kıt'ası, Nef'î'ye olan ilgisini de gösterir. 2. Mahallileşme hareketini sürdürmeye çalışanlar XVIII. Yüzyılda Nedim'de en kuvvetli temsilcisini bulan "mahallîleşme" hareketi, bu yüzyılın sonlarına doğru gittikçe yozlaşmış, XIX. yüzyılda ise bayağılığa düşmüştür. Halk söyleyişini şiire sokmada aşırıya kaçan ölçüsüzlüklerin bulunması, şiirlerin duygu derinliğinden ve hayal zenginliğinden yoksun olması, eski dîvân şairlerinin üzerine toz kondurmamaya çalıştıkları "aşk"ta cinselliğin ağır basması, sadece yazılmış olmak için vezne uydurulmuş kafiyeli sözler izlenimini veren beyitlerdeki zevksizlikler, bu yoldaki şiirlerin genel özellikleridir. Bu gruptaki şiirleri, her yönüyle günümüz musıkîsindeki arabesk parçalara benzetmek mümkündür. Eski kültürün gittikçe yıprandığı böyle bir dönemde, bu tür şiirlerin oldukça ilgi gördüğünü de söyleyebiliriz. Yüzyılın başında düzenlenmiş olan Şefkat Tezkiresi ile son çeyreğinde tamamlanmış olan Fatin Tezkiresi'nde örnek olarak verilen şiirlerin, genellikle yukarıdaki tanıma uyduğu görülmektedir. XVIII. Yüzyılda Nedim'in, nezaketi haddeden geçirerek boy, gül kokusunu imbikten geçirdikten sonra koku, nazın ucunu işledikten sonra mendil olarak verdiği; "buse" sözünü söylerken, bu sözdeki "sin" harfinin dişlerinden, dudaklarının incineceğini hayal ettiği sevgili; XIX. yüzyılın bu yoldaki şiirlerinde, türlü meyvelere benzetilen 103 organları şapur şupur hoyratça öpülen, adî zevklere vasıta kılınan güzeller haline getirilmiştir. Mahallileşme hareketini sürdürmeye çalışan şairlerin, dîvân şiirdeki "nazire" anlayışım da yıprattıkları, nazireyi basitçe taklit ya da tehzil haline getirdikleri, dîvânlarının incelenmesinden anlaşılmaktadır.Burada bir örnek olmak üzere, XVI. yüzyılın tanınmış şairi Bâkî'nin: Güzeller mihribân olmaz dimek yanlışdur ey Bakî Olur va'llâhi bi'llâhi hemân yalvarı görsünler beytini ve bu beyitteki nüktenin, XIX. yüzyılda Vâsıf ve Aynî'nin şiirlerinde ne hale geldiğini göstermek istiyoruz. Bakî, "yalvar" sözünü bilinen anlamı yanında eski bir para birimi anlamında da kullanarak, söylemek istediğini son derece başarılı bir anlatım kalıbına sokarken, XIX. yüzyılda mahallileşme hareketinin en önemli temsilcisi sayılanVâsıf: Seni sayd eyleme mümkün mü dedim dil-dâra Dedi bin nâz ile sîm ü zere sor sorma bana ve yine bu yüzyıl şairi Aynî: Yalınız nâle vü feryâd u figân etme değil Ayniyâ vasla sebeb zerde de dil-berde de var beyitlerinde aynı düşünceyi dile getirmeye çalışmışlar; fakat Bâkî'nin söyleyişine yetişmek şöyle dursun, Bâkî'nin beytindeki nükteyi bayağılığa düşürmüşlerdir. XVIII. Yüzyıl şairi Nedim'in çok beğenilen: Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı âl olmuş sana 104 matlalı gazeline XIX. yüzyılda birçok nazireler yazılmış olmasına rağmen, bunların hemen hemen tamamı, dîvân şiirindeki nazire anlayışının çok gerisinde kalmışlardır. Bu gruba giren birçok şair arasında Enderunlu Vâsıf, Hızırağazâde, Sa'îd, Refî'-i Kâlâyî ve Fatin Davud'u gösterebiliriz. Bunlardan Vâsıf'ın "Kadın söyleyişiyle ananın kızına öğütleri" Ve "Kızının anasına cevabı" başlıklı iki muhammesi, XIX. yüzyıl dîvân şiiri açısından önem taşımamakla birlikte, İstanbul'un kenar mahalle kadınlarının dilini, hayata bakış açılarını göstermesi bakımından değerlidir. Fatin Dâvûd ise, şairliğinden çok "Hâtimetü'l-eş'âr" adlı tezkiresiyle tanınmıştır. Bütün şiirlerini bu yolda yazmamakla birlikte, dîvânlarında bu tür şiirler bulunan şairlerin sayısı da oldukça kabarıktır. Şiirlerinde mahallî renkler bulunması ve nazire yazmaya düşkünlüğü sebebiyle XIX. yüzyılın önemli şairi İzzet Molla'yı da bu grup içinde anıyoruz. Fakat o, öbürleri kadar aşırı gitmemiş, "Mihnet-keşân”ıyla son dönemin en başarılı ve en özgün mesnevi örneğini vermiş; kasidelerinde Nef'î'nin, öbür şiirlerinde Fuzûlî, Ruhî, Nedîm ve Şeyh Gâlib'in etkileri görülen önemli bir şairdir. Gazellerinin son beyitlerini Mevlânâ sevgisine ve övgüsüne adayan İzzet Molla'nın, "harâb" redifli gazelinin şu beyitleri hafızalardan silinmemiştir: Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harâb Eyler anı müdâhene-i alimân harâb Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin Bülbül hamûş havz tehî gülsitân harâb 3. Dini-tasavvufi şiirler yazan şairler Dîvân edebiyatının her döneminde olduğu gibi, XIX. yüzyılda da dinî ve tasavvufî şiirlerin belli bir ağırlığı vardır. Nasır Abdulbâkî Dede, Müştak Baba, Safâyî Dede, Türâbî Baba, Şeyh Nazîf ve Osman Şems gibi tasavvufî şiirler yazan şairler yanında, Kâzım Paşa gibi "âl-i abâ" mersiyeleriyle tanınmış şairler de vardır. Ayrıca, şiirlerinin çoğu din dışı olduğu halde, dîvânlarında dinî ve tasavvufî şiirler bulunan şairler de çoktur. Dinî ve tasavvufî şiirlerde de genellikle eskinin tekrarlandığı, XIX. yüzyılın bir Şeyh Gâlib yetiştiremediği kesinlikle söylenebilir. Bu yüzyılda dîvân şairlerinin kullandıkları nazım 105 şekillerinde de sayı bakımından dengesizlikler gözlenmektedir: Mesnevi nazım şekli birkaç örnek dışında ihmal edilmiştir. Dîvânlarda mesnevi biçimiyle yazılmış değişik türde şiirler görülmekle birlikte, çeşitli konularda yazılmış uzun mesneviler görünmez olmuştur. Yukarıda da andığımız gibi, yüzyılın en başarılı mesnevisi, İzzet Molla'nın "'Mihnet-keşân'ıdır. Bunun dışında, aynı şairin Gülşen-i Aşk'ı, Mehmed İzzet Paşa'nın Yûsuf u Züleyhâ'sı, Osman Nevres ve Aynî Dîvânlarındaki küçük mesneviler, mahiyet bakımından farklı olmakla birlikte, Ziya Paşa'nın "Hârâbat Mukaddime"si anılabilir. Dîvânlardaki kaside sayısında da önceki yüzyıllara göre önemli bir azalma gözlenmektedir. Gazel türü bu yüzyılda da işlenmiş olmakla birlikte, sanat değeri taşıyan gazel sayısında büyük bir düşüş görülmektedir. XIX. Yüzyılda en çok rağbet gören nazım şekilleri, tarih kıt'alarıyla bendli nazım şekilleridir. Bir örnek olmak üzere, Pertev Paşa Dîvânı'ndaki tarih kıt'alarının diğer nazım şekillerinin toplamından çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Öbür dîvânlarda da bu sayı geçmiş yüzyıllara göre oldukça fazladır. Ayrıca, tarih kıt'alarının kullanım, alanları da genişlemiştir. Şairlerin, değişik türden olaylar için çok sayıda tarihler düşürmüş olmaları, bir bakıma XIX. yüzyıl tarihinin ve sosyal hayatının edebiyata yansıması olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, dîvânların bu dönem tarihi için vazgeçilmez kaynaklar olduğunu ifade etmek gerekir. Bendli nazım şekilleri arasında terkîb-i bendler ve şarkılar, en çok ilgi gören nazım şekilleridir. Terkîb- i bendlerin çokluğu, dîvânlarda sık karşılaşılan mersiyelerin bu nazım şekliyle yazılmış olmasındandır. Ayrıca bu yüzyılda Bağdatlı Ruhî'nin Terkîb-i Bendi'ne yazılmış nazireler de vardır. Bunlar arasında Kâzım Paşa'nın ve özellikle Ziya Paşa'nın Terkîb-i Bendleri anılmaya değer. Şarkılar ise en çok ilgi gören nazım şeklidir. Bu dönemde yazılıp bestelenmiş şarkıların çoğu bugün bile beğenilmektedir. İşte birkaçının ilk bendi: Bensiz ey gül gülşen-i âlemde mey nûş eyleme Andelîb-i aşkınım hasretle hâmûş eyleme Gönlümü sahbâ-yı hicranınla serhoş eyleme Her ne cevr eylersen et ahdi ferâmûş eyleme (Vâsıf, Dîvân, Şarkiyyât, s. 39). Dil-harâb-ı aşkınım sensin sebeb berbâdıma Bir teselli ver gelip bârî dil-i nâ-şâdıma 106 Taş mıdır bağrın ki gelmezsin benim imdadıma Dini ayrı kâfir olsa rahm eder feryâdı'ma (Vâsıf, Dîvân, Şarkiyyât, s. 69) Senden bilirim yok bana bir fâ'ide ey gül Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül Etsem de abesdir sitem-i hara tahammül Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül (Osman Nevres, Dîvân, s. 64) Gurûb etdi güneş dünyâ karardı Gül-i bâğ-ı emel soldu sarardı Felek de böyle matemler arardı Gül-i bâğ-ı emel soldu sarardı (Deli Hikmet, İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, s. 650). Günümüzde TRT repertuvarında şarkıları bulunan XIX. yüzyıl güfte yazarları şunlardır: III. Selim, II. Mahmud, Mehmed Akif Paşa, Mahmud Celâleddin Paşa, Çorluluzâde Mahmud Celâleddin Paşa, Dâniş, Yenişehirli Avnî, Hızırağa-zâde Sa'îd, Deli Hikmet, İzzet Molla, Namık Kemâl, Leylâ Hanım, Nakşî Dede, Osman Nevres, Pertev Paşa ve en çok şarkısı bulunan Enderunlu Vâsıf. Ayrıca bu yüzyıl Türk musikîsinin ünlü bestecileri İsmail Dede Efendi ve Hacı Fâik" Bey de güfteler yazmışlardır.”299 Yüzyılda yaygın bir biçimde karşımıza çıkan ortak gazel söyleme modasına da değinmek yerinde olacaktır. Nitekim müellifimiz Mehmed Şemseddin Efendi de, Murad Emrî ve Hüseyin Vassaf ile birlikte bu modaya uyarak XX. yüzyıl başlarında ortak gazel yazan şairler arasında olacaktır. II. Abdülhamit devrinde, 1900-1908 arası, hemen bütün şair ve muharrirlerimiz için bir susma devresidir. Pek çok yazar, şair, mutasavvıf bu dönemde II. Meşrutiyet’in ilân edildiği 1908 yılına kadar susmuşlar, yazmamayı tercih etmişlerdir.300 299İsmail ÜNVER, "XIX. Yüzyıl Dîvân Şiiri", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c. XXXII, S. 1-2, Ankara: 1988, ss. 131-132. 300Hayriye Kabadayı, 1908-1923 Yılları Arası Türk Şiiri ve Şiir Teorisi, (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994, s. 2. 107 Şemseddin Efendi’nin yaşadığı dönemin bir diğer edebiyat hareketi, milli edebiyat akımıdır. XIX. yüzyılın sonlarında “millî” kelimesi daha çok yerlilik anlamında kullanıldığı görülmektedir.301 Orhan Okay çok tartışmalı olan “Millî Edebiyat” meselesini şöyle açıklar: “Genel hatlarıyla dönemin Türkçü, Batıcı, İslâmcı, hatta biraz marjinal de kalmış olsa Fecr-i Âtî, Nâyî ve Nev-Yunânî gibi akımları aslında tehlikeli uçurumlara yaklaşmış olan devlete bir medeniyet ve kültür kimliği, dolayısıyla bunlara bağlı olarak bir sanat ve edebiyat anlayışı kazandırma çalışmalarının birbirinden az çok farklı kollarıdır. Gerek fikrî/siyasî karakterli gerekse saf edebiyat peşinde olan bütün bu akımları arka arkaya çıkan Trablusgarp, Balkan ve Dünya savaşları, hatta Millî Edebiyat akımının Cumhuriyet’ten sonra da devam ettiği dikkate alınırsa İstiklâl Harbi birbirine yaklaştırmıştır. Böylece akımın geliştiği dönemin ortalarına, I. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru sınırlarını Mîsâk-ı Millî’nin çizeceği, ırkî değil millî bir tarih başlangıcı olarak Türkler’in Anadolu’ya girişini zımnen veya açıkça benimseyen, bir açıdan Cumhuriyet’ten sonra gelişen Anadoluculuk akımını da besleyen, kültür esasına bağlı yeni bir milliyetçilik anlayışı yeni edebiyat hareketlerinin de felsefesini oluşturmaktaydı. Böylece programlı ve açık bir ortak çıkışı olmayan millî edebiyat siyasî şartların, belki millî şuur altının zorladığı bir anlayışın edebiyatı oluyordu. Millî edebiyat düşüncesinin edebî eserlere yansımasında eski edebiyat anlayışına Tanzimat’tan beri gelen tepki rol oynamakla beraber aşırı şekilde Batı taklidi bir edebiyata karşı olmanın da tesiri vardır. Bazı mensupları tarafından konuların vatanî, millî, hamâsî olmasının tercih edilmesi, zaman zaman Türkçe’nin en güzel eserlerinin millî edebiyat dışında telakki edilmesine sebep olmuştur. Bununla beraber az çok birbirinden farklı anlayışlar ortak bir birleşkede toplandığı takdirde yeni bir coğrafyaya, Anadolu’ya yönelen, Batı kültür değerlerine de ilgisiz kalmaksızın dinde, dilde, millî duygularda yeni arayışların ifadesi olan Millî Edebiyat akımına dahil edilmesi gereken zengin bir şair kadrosuyla karşılaşılır. Önce Mehmet Emin, Ziya Gökalp, Ömer Seyfeddin ve Ali Canip gibi Türkçü kanadın ortaya attığı nazariye ve uygulamalarıyla Millî Edebiyat akımına yol açmış olduğu muhakkaktır. Bunlara II. Meşrutiyet’le Cumhuriyet’in ilk on beş yılı arasındaki bir kısım şiirleriyle Rıza Tevfik, İhsan Râif, Yahya Kemal, Sâmih Rifat, Mithat Cemal, Aka Gündüz, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Enis Behiç, Halit Fahri, 301Orhan Okay, “Milli Edebiyat”, DİA, c. 30, İstanbul: 2005, ss. 72-74. 108 Şükûfe Nihal, Sâlih Zeki, İbrahim Alâaddin, Kemalettin Kamu, Faruk Nafiz ve Ömer Bedreddin’i, hatta bazı çelişkileri de göze alarak İslâmcı Mehmed Âkif’i, Batıcı Tevfik Fikret’i ve Abdullah Cevdet’i de dahil etmek gerekir. Bunların bir kısmı başlangıçta aruzla yazmış, bazıları zaman zaman aruzu devam ettirmiş, fakat Mehmed Âkif ve Yahya Kemal’in dışında hemen hepsi hece veznini tercih etmiştir. Hikâye ve romanda ise önceki, özellikle Edebiyat-ı Cedîde ve Fecr-i Âtî roman kahramanlarının kendi benliklerinin dar çerçevesi içine sıkışmış, sadece aşkları ve kendi dertleriyle didişen kişiler olmasına karşılık millî edebiyat romanı dışa açılmış, başka insanların da var olduğu bilinciyle hareket eden, içinde yaşadığı toplumun siyasî, fikrî, ekonomik meselelerine, sıkıntılarına yabancı kalmayan kahramanların romanı olmuştur. Mekân olarak şehir, kasaba ve köyleriyle Anadolu bu romana bir taraftan gerçekçi bir gayretle, diğer taraftan bir memleket romantizmiyle girer.”302 Mehmed Şemseddin Efendi’de de rastladığımız “hiss-i millî”, “zevk-i millî”, “vicdân-ı millî”, “âdât-ı milliye ve diniyye”, “ihtifâl-i milliye”, “îd-i millî”, “servet-i millî” gibi ifadelerin de, daha çok “yerlilik” anlamında kullanıldığını düşünmekteyiz. 2. BURSA’DA İLMÎ, EDEBİ VE KÜLTÜREL ORTAM XIX. asrın ikinci yarısı ve XX. asrın başları Bursa’da ilmî, edebî ve kültürel hayat Tanzimatla başlayıp Meşrutiyet ve Cumhuriyetle devam eden hızlı değişimlere sahne olmuştur. Tanzimat’ın taşra hayatını da kuvvetli bir şekilde etkileyecek olan en önemli girişimlerinden biri eğitim alanında yaşanmıştır. Sultan II. Abdülhamid dönemi ile Bursa örneğinde de görüleceği üzere, okullaşma faaliyeti, gerek Müslim gerekse de gayrimüslimler açısından gittikçe yükselmiş, dini eğitim veren kurumların yanı sıra, taşrada da rüşdiye, iptidai ve sultaniler açılmaya başlanmıştır.303 Nitekim, Müellifimiz Mehmed Şemseddin Efendi de bu okullardan mezun olduğunu şu cümleleriyle belirtir: “1292'de İzmir'e gelmiş ve orada Sultaniye mektebine devam ve bilahare Bursa'ya avdetle Rüşdiye mektebine giderek pederimin Mihaliç vergi ve nüfus memuriyetine tayininden 302Orhan Okay, a.g.mad., s. 74. 303Can Ulusoy, a.g.t., s. 63. 109 dolayı birlikte gidilmiş ve ora Rüşdiyesinden 1297 tarihinde birincilik ile şehâdetnâme ahzine muvaffak olunmuşdu.”304 Bu dönemde medreseler ve ulema varlığını devam ettirse de okullaşma ile birlikte her geçen gün zayıflamış ve eski gücünü kaybetmiştir. Mehmed Şemseddin Efendi’nin Bahâr-ı Şemsî adlı eserinde kaleme aldığı 1846’dan sonra Bursa’da yaşayan ulemanın terceme-i hâllerine baktığımızda, eserde 85 isim zikredilmiştir. Bu ulemanın hepsi XIX. asrın son çeyreği ve XX. asrın başlarında vefat etmişlerdir. Bunlar arasında, reisü’l- müderrisin İmam Rıza Efendi (v.1909), Begavîzâde Hacı Mehmet Fakih Efendi (v. 1900), Begavîzâde Hacı Sâdık Efendi (v.1931), Başmüderris Bayırlı Osman Efendi (v. 1915), Mevâliden Naib Efendi (v. 1906), Cizyedarzâde Kütüphanesi Hafız-ı Kütüb’ü Haffaf Hacı Mehmed Efendi (v. 1917), Dağıstanlı Hoca Mustafa Efendi (v. 1919), Fahrüddin Efendi (v. 1919), Kara Yusuf Efendi (v. 1920) gibi zatlar vardır. 305 Bursa’nın edebî ve kültür hayatında Tanzimatla birlikte gelen önemli bir yenilik de matbaa, gazete ve dergilerdir. Matbaanın faaliyete geçmesinin ardından 1869 tarihinde, valiliğe ait bir gazete olan Hüdâvendigâr Çaylak Tevfik Bey yönetiminde yayın hayatına başlamıştır. Daha sonra matbaanın ve gazetenin yöneticiliği uzun yıllar Feraizcizâde Mehmed Şakir Bey tarafından yapılmıştır. Bu gazetenin yayımı Resimli Bursa ve Bursa adlarıyla 1953’e kadar devam etmiştir. 1908 yılına kadar Bursa’da yayımlanan, aynı zamanda ilk özel gazete olan Bursa Murad Emrî tarafından neşredilmiş ve 1917 yılına kadar yayımı sürmüştür.. Bursa’da 1908 yılına kadar Nilüfer, Gündoğdu, Fevâid adlı üç edebiyat dergisi çıkarılmıştır. 1883’de kendi matbaasını kuran (Bursa’daki ilk özel matbaa) Feraizcizâde Mehmed Şakir, 9 Aralık 1886 tarihinde Bursa’da yayımlanan ilk edebiyat dergisi olan Nilüfer’i Yenişehirli Mahmud Kemalüddin Fenârî ile birlikte çıkarmaya başlamıştır. Murad Emrî Bey tarafından yayımlanan Fevâid 17 304Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, haz. Mustafa Kara- Serhat Gültaş-Sedat Akay, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 219; Otobiyografinin neşri için ayrıca bkz: Mustafa Kara,“Bursalı Bir Tarihçi; Mehmet Şemsettin Ulusoy Efendi”, UÜİFD, III, Bursa: 1991, ss. 99-105; a.g.y.,“Bursalı Bir Mutasavvıf Tarihçi: Mehmet Şemsettin (Ulusoy) Efendi’nin Otobiyografisi”, Dervişin Hayatı Sûfi’nin Kelȃmı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2012, ss. 510-515; Mehmed Şemseddin, Bursa Dergahları, Yadigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997, ss. 10-14. 305Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, Bursalı Mutasavvıflar, Âlimler ve Meşhurlar, haz. Mustafa Kara-Serhat Gültaş-Olcay Kocatürk, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, ss. 69-116. 110 Kasım 1887 tarihinden itibaren, 15 günde bir yayımlanmaya başlanmış, bir süre dergi yayımına ara verdikten sonra, 1892 yılında yayım hayatına geri dönmüş ve bu dönem içinde Cenap Şahabettin, Mehmed Rifat, Recep Vahyi, Tevfik Fikret gibi önemli isimlerin şiirlerine yer vermiştir. 1888’de 26 yaşında vefat eden Mahmud Kemalüddin Fenâri Muallim Nâci mektebinden bir şair olup hem Nilüfer hem de Fevâid dergilerinin başmuharrirliğini yapmıştır. Fevaid dergisini yayımlayan ve bir dîvânı olan şair Murad Emrî Bey aynı zamanda Mehmed Şemseddin Efendi’nin muasırı olan şairlerden ve yakın dostlarındandır ki ortak gazeller dahi yazmışlardır.306 Mehmed Şemseddin Efendi Bahâr-ı Şemsî adlı eserinin şuarâ faslında bu dönemde yaşamış şairlerden olan şu isimlere yer vermiştir: İbret Efendi, İffet Efendi, Vâsıf Efendi, Gökmenzâde Rıfat Efendi, Nailî, Şakir Efendi, Mahmud Kemalüddin Efendi, Numanzâde İsmail Efendi (Kurbanî), Feraizcizâde Şâkir Efendi, Mustafa Nuri Efendi, Âşık Lahutî, Murad Emrî, Erzurumî İbrahim Efendi, Abdülbâki Bey, Nail Efendi (Baba).307 Bu dönem zikretmemiz gereken Bursalı müelliflerden biri de hiç şüphesiz Bursalı Tahir Bey’dir (v. 1925). Üç ciltlik Osmanlı Müellifleri eseri Tahir Bey’in bu dönemde Bursa’da kaleme aldığı bir eserdir.308 XIX. asrın son çeyreği ve XX. asrın başları Bursa’nın önemli ilim ve kültür aktarım müesseselerinden biri de kapatıldıkları 1925 yılına kadar canlılığı devam eden tarikatler ve tekkelerdir. 1925’te tekkelerin lagvı emri geldiğinde Bursa’da 11 Nakşibendi, 1 Mevlevî, 6 Kâdirî, 13 Halvetî, 2 Rufaî, 2 Sa’dî olmak üzere 40 tekke bulunmakta idi.309 II. Meşrutiyetle birlikte 1908 yılından sonra Bursa’da matbuat hayatının canlanmasıyla doğru orantılı olarak yeni kütüphaneler de kurulmaya başlanmıştır. Fakat XIX. asrın sonları itibarıyla Bursa’da kitap okuma ve yazma kültürü 306İbrahim İmran Öztahtalı, Bursalı Emrî Murad Efendi ve Dîvânı, Bursa: Yıldırım Belediyesi Yayınları, 2017. ss. 63-70; Can Ulusoy, a.g.t., s. 62; Mustafa Efe, Mahmud Kemâlüddin Fenâri, Hayatı, Eserleri ve Şiirleri, Bursa: Yıldırım Belediyesi Yay., 2021, s. 12; İbnülemin Mahmut Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, C. 2, Dergâh Yayınları, İstanbul: 1988, s. 850; Melih Elal, “Dünden Bugüne Bursa’da Yayımlanan Edebiyat Dergileri”, Bursa Defteri, Sayı: 26, Haziran-Ağustos Bursa, 2006, s. 82; Alev Sınar Çılgın, “Bursa’nın İlk Edebiyat ve Sanat Dergisi: Nilüfer” U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:7, S. 10, Bursa, 2006/1. 307Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 136-146. 308Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, s. 49. 309Mustafa Kara, Bursa’da Dini Kültür, “Osmanlı Bursa’sında Kitaplar ve Hayat”, (Bölüm yazarı: Bedri Mermutlu), Bursa: Emin Yay., 2011, s. 285. 111 hâlâ geleneksel mekanlarını korumaktadır. Kitapların büyük çoğunluğu hâlâ el yazmasıdır, çoğunluğu ağırlıklı olarak tekkelerde bulunmaktadır.310 XIX. asrın sonlarında Bursa’da bulunan kütüphaneler ve kitap sayıları 1316 (1898) Hüdâvendigâr Vilayet Salnâmesi’nde şu şekilde sıralanmıştır: Cami-i Kebir - (Hacı Abdullah Efendi) (2257), Hüseyin Çelebi - İnebey- (1294), Orhan Cami (Şeyh Ahmed Gazzî) (523), Haraçcızâde (1566), Eşrefzâde (324), İsmail Hakkı (100), Bahaeddin Efendi (185), Mısrî Dergâhı (Moravî Şeyh Ali Efendi) (175), Mevlevîhâne (Cununî) (201)’dir. Bunlardan sadece Cami-i Kebir ve Orhan Cami’nde bulunan kitaplar bir dergâha ait değildir ama Orhan Cami Kütüphanesi de aslında Ahmed Gazzi Dergâhı’nın şeyhi olan Ahmed Gazzî tarafından kurulmuştur.311 1303 (1886) Hüdâvendigâr Vilayet Salnâme-i Resmisi’nde ise Cami-i Kebir, Orhan, Hüseyin Çelebi, Haraçcızâde, İsmail Hakkı ve Eşrefzâde kütüphanelerinde bulunan bütün kitaplar listelenmiştir. 1303 (1886)’da isimleri muhtevasına göre listelenen bu altı kütüphanede, Cami-i Kebir (1470), Orhan (333), Hüseyin Çelebi –İnebey- (987), Haraçcızâde (1236), İsmail Hakkı (92) ve Eşrefzâde (218) olmak üzere toplam 4336 kitap bulunmaktadır.312 1324 (1906) Salnâmesinde ise Bursa’da dokuz kütüphanede 6729 cilt kitap bulunmakta idi.313 Bunlardan başka, kütüphane olarak kendisini tescil ettirmeyen ve kitapları şahıs üzerine gösteren kütüphaneler de vardır. Cumhuriyet sonrasına devrolunan bu kütüphanelerin en büyükleri Niyazi Mısrî Dergâhı, Seyyid Usûl Dergâhı gibi yine tekkelere ait olan kütüphanelerdir. 314 1926-1929 arasında Bursa dergâh, cami vd. kütüphanelerden derlenen kitaplar bugün Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesinde bulunmaktadır. Cumhuriyet dönemi ile birlikte tekkelerin, dergâhların, medreselerin kapatılması, tevhid-i tedrisat kanunu, harf inkılabı gibi inkılaplar ilmî, edebî mekanların da değişmesini ve yeni bir kültür inşasını da beraberinde getirmiştir. Osmanlı mirasını red ve inkar, kültürel köklerden koparma üzerine oluşturulan bu dönemin yeni siyaset rejiminin kültür politikaları büyük kırılmaların, yıkımların ve eski müesseselerin 310 Can Ulusoy, a.g.t., s. 69. 311Bkz. Hüdâvendigâr Vilâyeti Salnâme-i Resmisi, Matbaa-i Vilâyet, Bursa: 1316 (1898), ss. 442-443. 312Bkz. Hüdâvendigâr Vilâyeti Salnâme-i Resmisi, Matbaa-i Vilâyet, Bursa: 1303 (1886), ss. 312-404. 313Mustafa Kara, Bursa’da Dini Kültür, “Osmanlı Bursa’sında Kitaplar ve Hayat” s. 290. 314Mustafa Kara, Bursa’da Dini Kültür, s. 271. 112 tasfiyelerinin olduğu bir dönem olmuştur. II. Meşrutiyet, ve Cumhuriyet yıllarında bir kısım dergâhlar, şeyh ve alimler, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte modernleşme sürecini destekleyip bu sürecin aktörleri arasında yer alırken,315 tekke ve zaviye, medrese gibi klâsik eğitim müesseselerinin kapatılması ile bir çok zorlukla yüz yüze kalmışlardır. Bu zorlukları yaşayanlardan biri de 1925 yılında kapatilân Mısrî Dergâhı’nın şeyhi olan müellifimiz Mehmed Şemseddin Ulusoy’dur. Mehmed Şemseddin Efendi’nin 1928 ve 1929 yıllarında yazdığı, diğer şiirlerine hiç benzemeyen ve Eş’âr-ı Şemsî adlı divânının en sonuna koyduğu, dönemin puslu edebî ve kültürel ortamının havasını sezdiren, izlerini taşıyan şu iki şiirinin dili oldukça dikkat çekici ve düşündürücüdür: Mesnevî Sırf Türkçe’dür316 1 Çalabım birdür ana yokdur benzer Bulunur mı arasan kendi gibi ne gezer 2 Bize gönderdi en son Yalvac’ı Yolı pek tatlıdur olmaz acı 3 Kim girerse bu yola Tanrı'ya irdi Bil böyle ki doğrı yola girdi 4 Yaradandur bize yiyecek viriyor Tanrımızdur bize giyecek viriyor 5 Ulu Tanrı inandım çokdan Beni oldur yaradan hîç yokdan 315İsmail Kara, Din İle Modernleşme Arasında: Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, 2. Basım, İstanbul: Dergâh Yay., 2005, s. 383. 316Mustafa Efe, a.g.t., s. 652-653. Şemseddin Efendi bu şiirinde geçen bazı Tükçe kelimeler için dîvânında şöyle dipnot düşmüştür. Çalab: Allah; Yalvac: Peygamber; Tanrı: Allah; Çokdan: Ezel; Gün: Güneş. 113 6 Yetiş artık bana ey yol açıcı Her kulun gönlini sensün yapıcı 7 Bana bildür beni ben kim imişim ben Bana öğret seni bildür bana sen 8 Büyük elçini bize gönderdün Yüzümizi sana yine dönderdün 9 Gerçi Gündür benim adım ancak Hep karanlık görinür içime yakacak 10 İçimi dışımı aydın kıl sen İyilik vir baña güzel öleyim ben Türkçe Ma’nevî 1 Ey ulu Tanrı ey büyük Çalap Senden isterem ne olursa hep 2 Yokdur sana benzer bir dâne eşin Yaradanı sensün ayla güneşin 3 Bunca kullarun seni istiyorlar Tanrımız sensün yardım it diyorlar 4 Kime giderem ben sen dururken Senün kapunı bırakamam ben 5 Ey yaradıcı ey esirgeyici 114 Ey yiyecegimizi bize virici 6 Kötülügüm çok iyiligim az Senün içündür itme bize naz 7 Esirgeme denizinün hiç sonı yokdur Şemsi-i Mısrî gibi kullarun çokdur B. MEHMED ŞEMSEDDİN (ULUSOY) MISRÎ’NİN HAYATI EDEBÎ YÖNÜ VE ESERLERİ 1. HAYATI 1.1. Doğumu, Çocukluğu ve Âilesi Mehmed Şemseddin (Ulusoy) Mısrî, hicrî 26 Şabân 1283, miladî 3 Ocak 1867 tarihinde Bursa'da doğmuştur317. Doğumu için müellifin düştüğü tarih şöyledir: Velȃdet tȃrihim Şemsȋ ne hoş ni’me’t-tesȃdüfdür Gelürken ȃleme rûhum muhibb-i Ȃl-i Beyt geldi318 (Hicri, 1283) Büyük ceddi, Niyâzî-i Mısrî hulefâsından319 Şeyh Mehmed Sahafî Efendi'dir.320 Şemseddin Efendi’nin babası da Mısrî Âsitânesi Şeyhi olan İsmâil Nazîf Efendi (ö. 317Bkz. Kendi otobiyografisi; Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, haz. Mustafa Kara-Serhat Gültaş-Sedat Akay, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 219; R. R. Yüceer, "Mehmed Şemseddîn Ulusoy", Türkün, S. 9, Bursa: 1937, s. 38; Z. F. Fındıkoğlu, "Bursa Müverrihlerinden Mehmed Şemseddîn'in Hayatı ve Eserleri", Uludağ, S. 34, Bursa, 1941, s. 35. 318Mehmet Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsȋ, 434/725. 319Mehmed Şemseddin Efendi’nin soy silsile için bkz. Mustafa Lutfullâh Efendi, Tuhfetü'l-Asrî Fî- Menâkıb-ı Mısrî, Bursa: Mabaa-i Emrî, 1892; Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, haz. Mustafa Kara-Serhat Gültaş-Sedat Akay, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 219. , Otobiyografinin neşri için ayrıca bkz: Mustafa Kara,“Bursalı Bir Tarihçi; Mehmet Şemsettin Ulusoy Efendi”, UÜİFD, III, Bursa: 1991, ss. 99-105; Mehmed Şemseddin, Bursa Dergahları, Yadigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997, ss. 10-14. 320Vefeyâtnâme müellifi Mehmed Fahreddin Efendi (ö. 1272/1855) Gülzâr-ı İrfân adlı eserinde “Sahâ’if-i ‘ilm ü irfânun şirâze-bendi Sahafî Şeyh Muhammed Efendi” başlığı ile Şemseddin Efendi’nin büyük ceddi Sahafî Efendi’ye dair şunları zikretmektedir: 115 1888)'dir. İsmâil Efendi Bursa Emlâk Kalemi memûrlarındandır. Bursa'dan sonra Aydın; İzmir, Milas, Köşk, Sultanhisar gibi beldelerde üç buçuk sene çalıştıktan sonra tekrar memleketine dönmüş (M. 1877) ve Muhacir Komisyonu'yla Karacabey vergi dairesinde memuriyet yapmıştır. Mehmed Şemseddin Efendi'nin annesi ise, Sa’di dergâhı Şeyhi Haydar Efendi’nin kızı Fatıma Aliyye hanımdır.321 Mehmed Şemseddin Efendi, soy ağacını Dîvân'ına yazdığı dibâcenin sonunda şöyle vermektedir: “El-Fakîr Mehmed Şemseddin el-Mısrî ibnü'ş-Şeyh İsmail Nazîf ibnü'ş-Şeyh Ahmed Şemseddin ibnü'ş-Şeyh Mehmed Zeyne'l-âbidîn ibnü'ş-Şeyh Ahmed Nu'mânî ibnü'ş-Şeyh Alî ibnü'ş-Şeyh es-Seyyid el-Hâc Mehmed Sahfi'l-Halvetî el-Kâdiri's-Sa'dî 'an-Hulefâ-i Hazret-i Pîr Muhammedü'l-Mısri't-Tebârî kaddesallâhu sirruhu'l-'âlî.”322 “Mahrûsa-i Burûsa’da Çatalfırın kurbünde Şihâbüddîn Paşa mahallesinde ‘âlem-i kevne bürûz u zuhûr idüp bâlig-i mubâlag-ı sinn ü şu’ûr oldukda hem-‘asrı olan ‘ulemâ-i kirâmun mecâlis-i ifâde-i nâfi’alarına mülâzemeti der-‘uhde ve iltizâm ve sahîfe-i dil ü cânı âyât-ı ‘ulûm u fezâ’il ile zînet-pezîr olmagın beyne’l- ‘ulemâ’ tahsîl-i nîk ü nâm eylemiş idi. Muktezâ-yı tevfîk mâlikü’l-mülûk meslek-i sûfiyyeye sülûk idüp bâ-emr-i sultânî on beş seneden mütecâviz cezîre-i Limni’de seccâde-pîrâ-yı meşîhat ve şinâh-ı kenzi-i deryâ-yı hakîkat olan pîrân-ı ‘âlîşân-ı Tarîkat-i Halvetiyye’den kutbü’l-âfâk gavsü’l-‘uşşâk Hazret-i eş- Şeyh Muhammed Mısrî en-Niyâzî kaddese’llâhü sirrahu’l-‘âzîz bin yüz târihinde medîne-i Burûsa’ya kadem-zen-i bürûz ve zevâyâ-yı ‘uyûn-ı sâlikân râh-ı Hüdâ’ya ziyâ-efrûz olduklarında derhal hâk-pâ-yi ‘ulyâlarına rûy-mâl olup mişkâtü’l-envâr türbelerinde tenevvür-i halvet-hâne-i derûn ve tahsîl-i ma’ârif-i gûnâ-gûn itmekle vâsıl-ı ser-menzil-i tarîkât ve pûşende-i tâc u hırka ve hilâfet olmuş idi. Bin yüz dört senesinde ‘azîzleri Burûsa’dan sefer-i humâyuna ‘azîmet ve üç yüz kadar fukarâ vü dervîşân ile mahmiyye- i Edirne’ye nühüft idüp ba’zı bevâ’is-i ‘acîbe zuhûrıyla ‘azîz-i müşârun-ileyh hazretleri tekrâr cezîre-i Limnî’ye me’mûr olmagın ba’zı hulefâ vü dervîşân me’zûnen Burûsa’ya ‘avdet ve Şeyh-i mütercim hazret- i ‘azîz ile ma’an cezîre-i merkûmeye ‘azîmet itmiş idi. Bin yüz beş Recebü’l-müreccebinde ‘azîz-i müşârun- ileyh hazretleri cezîre-i mezkûrede ‘âzim-i hânkah-ı cennet ve garîk-i yemm-i bî-pâyan-ı rahmet olmakla Şeyh-i sâlifü’l-ezkâr Burûsa’ya müteharrik sefîne-i ılgâr ve vatan-ı asliyelerinde mütemekkin ü karâr idüp bin yüz yigirmi beş târihinde ‘azîz-zâdeleri Şeyh ‘Ali efendi yerine post-ârâ-yı meşîhat ve yevmü’l-cum’a cemâ’at-i müslîmine gûyâ-yı va’z-ı nasîhat ve zikr-i cehr ile kıyâmen ve dâ’iren tevhîd ü ‘ibâdet üzre güzârende-i vakt ü sâ’at iken bin yüz kırk altı Cemâziye’l-âhirinde sahîfe-i zindegânîsi tay-kerde-i hâdimü’l-lezzât ve ‘âzim-i cennât-ı ‘âliyyât olup zâviye-i mezbûrede olan türbe-i şerîfede mestûr nihân- hâne-i sandûka-i gufrândur. Şeyh-i merkûm şücâ’-i meydân-ı ‘ulûm kerîmü-nefs ve meymûnü’n-nefes, halkdan mütebâ’id ve sâlih ü ‘âbid, evkât-ı hamseyi Câmi’-i Kebîr’de edâ ve evkât-ı sâirede zâviyesinde inzivâ üzre olup bin yüz sekiz sâlinde tavâf-ı Beyt-i mükerrem ve ziyâret-i Ravza-i Nebiy-yi Muhterem devletine nâil olmuş idi. Ve ‘ilm-i tasavvufa vâkıf olmagın ekser kibâr-ı meşâyihin kelimât-ı kutsiye âyâtların mutasavvıfâne şerh u beyân ve ‘asrî meşâyihine lâ-siyyemâ Şeyh İsmâ’îl Hakkî hazretlerine ‘arz u i’lân ol eyledikde cümlesi makâm-ı istihsânda takrîz-gûyân olmuşlardur. Es’ile ve Ecvibe nâmında bir kasîde-efşân ve Şeyh İsmâ’îl Hakkî hazretlerine isrâ idüp Hakkî efendi tafsîl üzre şerh itmişdür. Ve bunlardan mâ’adâ hoş-âyende güftârları ve Sahfî mahlasıyla eş’ârları ve manzûm bir kıt’a Mi’râciye’leri vardur.” Mehmed Fahreddin Efendi, Gülzâr-ı İrfân, Millî Kütüphane’de kayıtlı müellif hattı yazma eser. Millet Yazma Eserler Kütüphanesi, Ali Emiri Koleksiyonu nr. 1098. 120b-121b; Sahafi Efendi’nin hayatı için ayrıca bkz. Eşref-zâde Ahmed Ziyâeddin Efendi, Gülzâr-ı Sulehâ ve Vefeyât-ı ‘Urefâ, Millî Kütüphane, FB, nr. 176, vr. 11b – 12a; Süleyman Hâlis, Vefeyât-ı Hâlis, Mustafa Kara özel arşivi, vr. 24a– 25b; Şemseddin Ulusoy, Gülzâr- Mısrî, Mustafa Kara özel kütüphanesi’nde bulunan yazma nüsha, ss. 515-518. 321Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, haz. Mustafa Kara- Serhat Gültaş-Sedat Akay, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 209. 322Mustafa Efe, a.g.t., s. 10. 116 1.2. Tahsili, Hocaları ve Görevleri Mehmed Şemseddin Efendi tahsili, hocaları ve görevlerine dair otobiyografisinde şu bilgileri kaleme almıştır: “Nâmıku'l-hurûf bu abd-i âciz ise yukarlarda yazıldığı vechile 1283 tarihinde tevellüd edip mahallemiz bulunan Şeker Hoca Mektebi’ne dört-beş yaşında devam ve 1289 tarihinde pederimle Aydın Vilayeti dahilinde buIunarak yedi sekiz yaşında iken hatm-i Kur'ân'a muvaffak olup doksan tarihinde Köşk, Sultanhisar, Atça kaza ve nevâhîlerinde bulunduktan sonra 1292'de İzmir'e gelmiş ve orada Sultaniye Mektebi’ne devam ve bilâhare Bursa'ya avdetle Rüşdiye Mektebi’ne giderek pederimin Mihaliç vergi ve nüfus memuriyetine tayininden dolayı birlikte gidilmiş ve ora Rüşdiyesinden 1297 tarihinde birincilik ile şehâdetnâme ahzine muvaffak olunmuşdu. 1299'da Bursa'da, Dergâh'ın mesdûd olmasına mebni gelerek küşâd ve icrâ-yı usûl-i tarîkatına pederim tarafindan mübâşeret olunmakla Fakîr de, kendilerinden kırâat ve akâid okuyarak biraz mâlûmat kesb etmeğe gayret eyledim. Evvelce vergi ve arazi ve istinafâ mülâzemetle devam ve bilâhare nüfûs idâresine girerek iki sene kadar Yabancı Komisyonu’nda kitâbet vazifesini ifâ eyledim. Pederimin irtihalinden sonra (1305/1888) Münzevî Dergâhı postnişini Vahyî Efendi'den akâid ve tasavvuf okuyarak boş vakit bulundukça fünûna müteallik hikmet, hey'et gibi şeylerle de meşgû1 oldum."323 Mehmed Şemseddin Efendi, babasının memuriyet görevi sebebiyle ilk tahsilini Aydın’da başlamış sonra İzmir ve Bursa'da devam etmiştir. 1879’da Mihalıç Rüşdiyesi’nden birincilikle mezun olmuştur. Bununla birlikte müellif, Mısrî âsitânesi şeyhi olan babası İsmail Nazif Efendi’den ilk eğitimini görmüş, babasının irtihalinden sonra ise Abdullah Münzevî Nakşibendî Dergâhı şeyhi Mustafa Vahyî Efedi’den de akâid ve tasavvuf dersleri almıştır. Vergi ve nüfus dairelerinde, yabancı komisyonluğunda vazifelerde bulunmuştur. Babasının vefatından sonra -şimdi yerinde PTT bulunan- Bursa Niyazî-i Mısrî tekkesine şeyh olmuştur. Bu sıralarda Pınarbaşı İzzeddin Camiinde elli sene kadar hatiplik yapmıştır. Meşrutiyetten sonra 7 Nisan 1327/ 20 Nisan 1911'de teşkil olunan Tarih-i Osmanî Encümeni'ne üye ve Bursa şubesinin idâreciliğine tayin oldu.324 323Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 219. 324Müellif bir yazısında, buradaki buradaki göreviyle ilgili olarak şunları kaydetmiştir: “Tarih Encümeni’ne merbût olmak üzere Bursa'da bir şube açıldı. Fakîri de azâ intihâb etmişler. Birkaç defa toplandık da. En gayretli arkadaşımız mülâzım Abdülkadir Bey idi. Harb-i Umûmi’de mensup olduğu taburda vatan borcunu öderken şehid oldu. İkimiz hayli gayret ettik. O, bir iki eser de bastırdı. Bursa Tarihî Klavuzu, Bursa Rehberi. Arkadaşlarımızla müzakereden sonra Bursa hakkında lâzım gelen malumat toplamak üzere şehrimizi birkaç mıntıkaya ayırmaya karar verdik…” Bkz. Yeni Fikir Gazetesi, Bursa: 10 Mart 1932, nr. 477. 117 Meşâyıh Meclisi’nde, Donanma Cemiyeti'nde, Cihat Komisyonu'nda azâlıklarda bulunan Şemseddin Efendi, Bursa Kütüphanesi'nde tasnif çalışmaları yapmıştır. İşgal yıllarında, Milli Mücadele’yi desteklemesine karşın, davetli olduğu bir toplantıya katıldığı için aralarında vali vekili Nazif Bey, müftü vekili İzzet Efendi, gazeteci Mümtaz Şükrü, dava vekili Ferit, Hahambaşı Hayim gibi Bursa’nın önde gelen kişileri ile birlikte tutuklanmış, 36 gün sonra 22 Şubat 1923 günü beraat etmiştir. 14 Nisan 1928 yılında tarikat faaliyeti yürüttükleri gerekçesi ile halasının oğlu ve Kara Kedi Cami İmamı ile birlikte tutuklanmış, kitapları, eserleri ve evrakı tahrip edilmiş, bir hafta sonra serbest bırakılmıştır. Serbest bırakılmasında, 1922 yılında Bursa’ya ilk gelişinde Mustafa Kemal’i, kendisinin kaleme aldığı Kudumiyye ile karşılayan meşâyıhın başında olması ve bu kudumiyyenin el yazılı nüshasının kütüphanesindeki kitaplarının arasından çıkmış olması etkili olmuştur. Böylelikle kendisinin Cumhuriyet aleyhinde olamayacağına kanaat getirilerek serbest bırakılmıştır. 1927'de, Kütüphane tetkik memuru olan müellif, Bursa Halkevi'nin kuruluşundan sonra tarih, dil ve edebiyat şubesi şefliğinde bulunur. Bu arada Bursa tarihine dair pek çok eser kaleme alır. 1933 yılında kurulan Bursa Tarih Komitesi’nde başkanlık, Müzecilik ve Sergi Şubesi’nde üyelik görevinde bulunur. Mehmed Şemseddin Efendi kendi hayatını, mensubu olduğu Halvetî/Mısrî tarîkatinin Pîri Niyâzî-i Mısrî'yi ve onun silsilesini anlattığı Gülzâr-ı Mısrî adlı eserinde geniş olarak yazmıştır325. 1.3. Evlilik ve Çocukları Mehmed Şemseddin Efendi, evliliklerine ve çocuklarına dair yazdığı otobiyografisinde şu bilgileri vermektedir: “Pederimin hayatında 9 Şaban 1303 / 1 Mayıs 1302 /13 Mayıs 1886 tarihinde Fındıkzâde Râşid Ağa'nın kerîmesi Feride ile izdivâç etmiş isem de imtizâç hâsıl olamadığından 3 Rebiu'l-evvel 1306/7 Kasım 1888 tarihinde tatlîk edilmiş bir hayli zahmetler çekilmişdi. 325Mustafa Kara tarafından ise tamamı yayınlanmıştır. Bkz. Mustafa Kara, "Bursalı Bir Tarihçi; Mehmet Şemseddin Ulusoy Efendi", U.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 3, Bursa: 1991, s. 99-105. Ayrıca bkz. Mehmed Şemseddîn, Bursa Dergâhları (Yâdigâr-ı Şemsî), haz. M. Kara-K. Atlansoy, Bursa 1997, s. 10- 14. 118 27 Zilhicce 1304 tarihinde Dersaadet'te Etyemez Dergâhı Şeyhi Ferid Efendi'nin hulefâsından olup 1 Receb 1305 tarihinde irtihal ile Sadî dergâh-ı şerîfinde defn olunan Şeyh Neş'et Efendi'nin kerîmesi Sadberk Hanımla izdivâç edilmiştir. Mümâileyhadan 22 Receb 1306 tarihinde mahdûmum Mehmed Tacüddin; 27 Ramazan 1309 tarihinde diğeri Mehmed Zeynelabidîn; 27 Ramazan 1315 tarihinde diğeri Mehmet Ali Efdalüddin âlem- i dünyaya gelmişlerdir. Tacüddîn, fatîn ve zeki bir çocuk olup bununla beraber zayıf ve nahîf olmakla her hastalığa mârûz kalır idi. Âkıbet 4 Cemaziye'l-evve1 1314 tarihinde pazartesi gecesi vedâ-ı âlem-i fânî eylemiş dergâhın hazîresinde ceddinin karîbine defn olunmuştur. Mehmet Ali Efdalüddîn'in tevellüdünde vâlidesi rahatsız olmakla otuz iki gün sonra Zilhicce 1315 tarihinde perşembe günü vefat edip dergâhın kabristanına defn ve Taceddîn'e karîn olmuştur. Efdalüddîn ise o vakit Bursa'da bulunan büyük halamız Kâtibe Hanım ve kerîmesi Sırriye Hanım taraflarından çocuğun idâresi temin edilmiş iken hakkında vukûa gelen güft u gûdan müteessir olarak 19 Safer 1316 tarihinde irtihâl etmiş bi't-tab süt anaya verilmişti. 16 Şaban 1316 tarihinde Cuma günü o da vefat etmekle vâlidesinin yanına defn olunmuştur. Beni de ateş-i iftirâklarına yakmıştır. Rabbim bir daha göstermesin. O vakit şu tarihi kemâl-i teessürle söylemişdim: Sad-dirîg u hayf elden gitdi Tâcüddîn'im âh Sîne-i sad-pârem oldu fürkat ile âteş-gâh Yanmayam yâ neyleyem derdine sabr etmez gönül Her cefâdan başka gösterdi bana baht-ı siyâh Geldiği günden ben bu dehre çekdi çok cefâ Heşt sâle geldiğinde Adn'e oldu rû-be-râh Görmedi bir rûy-ı râhat olmadı hîç kâm-yâb Ol gül-i nev-resteye hâr-ı ecel kıldı tebâh Ehl-i beyte âşık idi hasta iken vird edip Hak Muhammed’le Alî Pîrim diyü ol bî-günâh 119 Akl u fikri tâm olup ahlâkı ahsendi anın Rûhu gâlib olmuş idi cismine bî-iştibâh Etmedin gaddâr felek gözyaşıma şefkat u rahm Nâr-ı hasretle dil-i bî-çâremi kıldı siyâh Dehre geldikden beri şâd etmedin zalim felek Bahr-ı gamda gark edip kaddimi etdin sen kütâh Ateş-i âh u enînim çıkdı eflâke müdâm Yandı herkes hasret ile hem dahi şems ile mâh Ne gelir elden aceb olmuş mu hiç kimse halâs Ecr ile sabrını ihsân eylesin Rabb-i ilâh Bir dahi göstermesin Rabb'im bana ehibbâma Eylesin ma'sûmumu şâfi' bize ol pâdişâh İki çeşmim yaş ile târihin yazdım Şemsî Kumrı-veş uçdı cinâna vâh Tâcüddin vâh 1312+2= H. 1314 Ortanca mahdûmum Zeynelâbidîn mektebe devamla 28 Receb 1327 tarihinde Cami-i Kebîr imâmı Hafız Es'ad Efendi'den hıfz-ı kırâata muvaffak olmuş bu cumanın akşamı da İsmâil Hakkı Dergâh-ı şerîfi'ne vekâlet-i âcizânem münasebetiyle şeyh-i sâbık Fâik Efendi kerîmesi Hafız Şâziye Hanım’la velimesi icrâ edilmiştir. 8 Muharrem 1330 tarihinde cuma günü Hüseyin Necmüddîn ismiyle bir oğlum dünyaya gelmişdir. Zevcemin irtihâlinden sonra 1 Receb 1317 tarihinde Sofya muhacirlerinden Mustafa Efendi'nin kerîmesi Basiret Hanım’la tezevvüc edip 4 Rebiulahir 1318 tarihinde kerîmem Fatma Lemeân tevellüd etmiş 16 Zilhicce 319 tarihinde adem-i imtizacla iftinâk vukû 120 bulmagla yedi-sekiz sene kadar nafaka vermeğe mecbur olmuşdum. 25 Rebiulahir 1320 tarihide mahallemiz ahalisinden ve pek uzak akrabamızdan Arpacızâde Hacı İsmâil Efendi'nin mahdûmu Hasan Bey'in kerimesi Fatma Hanım’la izdivâç edip mûmâileyhadan 26 cemaziyelâhir 1321 tarihinde cuma sabahı kerimem Hadice Tabân, 25 Muharrem 1324 tarihinde salı günü mahdûmum Mehmet Fehâmüddîn, 10 Rebiulevvel 1329 tarihinde pazartesi günü kerimem Emîne Dırahşan, âlem-i vücûda gelmişlerdir.”326 1.4. Tasavvufî Hayatı ve Eğitimi Mehmed Şemseddin Efendi, babası ve şeyhi İsmâil Nazîf Efendi'nin vefatından (6 Rebiülevvel 1302/1888) sonra Atinalı Ali Rıza Efendi Dergâhı şeyhi Mustafa Lutfullah Efendi (ö. 1321/1903)’ye327 bağlanarak seyr ü sülûkunu tamamlamıştır. 1310/1892 tarihinde Mısrî Dergâhı’na postnişin olan Şemseddin Efendi, 1925 senesinde tekkelerin kapatılmasına kadar adı geçen dergâhta şeyhlik yapmıştır. Yine kendinin kaleme aldığı hal tercemesinde tasavvuf hayatına dair şu bilgilere yer vermektedir: “Tarîkat-i aliyyenin usûl ve furûunu Yâdigâr-i Şemsî’de Harfu'l-elifde Atinalı Ali Rıza Efendi Dergâhı faslında terceme-i hâli yazilân Şeyh Mustafa Lütfullah Efendi'den ikmâle muvaffak oldum. İbtidâ-yı intisâbdan ikmâl-i esmâya kadar olan müddeti ber- vech-i zîr yazıyorum: 1- 18 Şabân 1305 ve 17 Nisan 1304 yevm-i Pazar. Birinci ism-i şerîf ile bazı virdin telkîni saat 4. 2- 23 Receb 1306 ve 12 Mart 1305 yevm-i Pazartesi ikinci ism-i şerîf ile bazı virdin telkîni. 3- 3 Zilkade 1306 ve 19 Haziran 1305 yevm-i Pazartesi üçüncü ism-i şerîf ile bazı furûun telkîni. 4- 19 Rebîulâhir 1308 ve 20 Teşrîn-i sânî 1306 yevm-i Salı dördüncü ism-i şerîf ile bazı virdin furûunun telkîni. 5- 24 Cemâziyelevvel 1310 ve 2 Kânûn-ı evvel 1308 yevm-i Çarşamba beşinci ism-i şerîf ile bazı virdin telkîni. 6- 1 Receb 1310, 1 Kânûn-ı sâni 1308 yevm-i Perşembe ilbâs-ı tâc u hırka edip akşamı leyle-i Regâib’de cemʻiyyet icrâsı. 326Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, haz. Mustafa Kara- Serhat Gültaş-Sedat Akay, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 220. 327 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 219. 121 7- 23 Rebîulevvel 1318 ve 7 Temmuz 1316 yevm-i Cuma altıncı ism-i şerîf ile bazı furûât-ı esmâ telkîn olundu. 8- 5 Cemâziyelâhir sene 1318 ve 17 Eylül sene 1316 yevm-i Cumartesi yedinci ism-i şerîf ile bazı furûât-ı esmâ telkîn olundu. Receb 1310 tarihinde leyle-i Regâib’de umûm meşâyih ve dervîşân davet olunup ba'del-it'âm yatsı namazından sonra cemâat-ı kübrâ ile âcizâne liyâkat ve haddim olmadığı halde mahza Cenâb-ı Pîr-i destgîr efendimizin himem-i âli ve feyz-i sâmileri sâyesinde, o makâm-ı aliyyeye iclâsım vukû bulmuştur. Bundan sonra da ikmâl-i sülûk gayretle 5 cemâziyelâhir 1318 tarihinde tekmîl-i esmâ edilip furûat ve esmâ tebdîlat ve tasarrufat ve sırr-ı hilâfet telkin edilmiştir ki, cümlesi on iki seneye karîb bir müddetle itmâmı müyesser olmuştur. Maamafih, Azîz'im o esnâda cânib-i Hicâz'a azîmete niyet etmekle "belki ömrüm vefâ etmez" diyerek noksan bırakmak istememişler idi. Filhakika avdetlerinden sonra da vakitleri müsait olmayıp rahatsızlıkları husule gelmiş 8 Şabân 1321 tarihinde irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemişlerdir.”328 1.5. Şeyhliği ve Halifeleri Babası İsmail Nazif Efendi’den sonra Bursa’da Ulucami karşısında bulunan Niyâzî-i Mısrî Dergâhı’nın son şeyhi olan Mehmed Şemseddin Efendi, adının yanına “Mısrî” sıfatını koyacak derecede Pîr'ine hayran olan bir mutasavvıftır. O, Pîr'ine olan düşkünlüğü ve muhabbeti ile tam yedi defa Limni'ye ziyarette bulunmuş, bu ziyaretlerini ve hâtıralarını Dildâr-ı Şemsî adlı eserinde kaleme almıştır. Şemseddin Efendi Mısrî Asitânesi’ne şeyh olduğu gibi İsmail Hakkı ve Çarşamba Dergâhları’nın da şeyhliğini vekâleten yürütmüş, idarelerine nezâret ve tarikat ayinlerini icra etmek için uhdesine verilmiştir. Şemseddin Efendi’nin otobiyografisinde hilafet verdiği isim olarak sadece bir zatın adı zikredilmektedir. Bu zat Midilli adasında bulunan Şeyh Siyâhi Bekir Efendi’dir. Siyâhi Bekir Efendi, Şemsedddin Efendi’den önce vefat etmiş ve çalışmamıza konu olan Mısbâr-ı Şemsî’de müellif bu halifesinin vefatına tarih düşmüştür. Siyâhi Bekir Efendi’yle ilgili hâtıratını Dildâr-ı Şemsî adlı eserinin birçok sayfasında görmekteyiz.329 328 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 219-220. 329“Bu gece Bekir Efendi’ye Sarı Baba’da hilafet verdim Bursa’dan bir tâc götürmüştüm, ilbas-ı tac u hırka ederek posta da çektim. Yirmi beş kadar ihvanımız mevcuttu, hoş muhabbetler oldu. Cuma günü Çarşı Camii’nde hutbe okudum, çok kimseler memnun olmuşlar.” Mehmed Şemseddin Ulusoy, Niyazî-i 122 Şemseddin Efendi’nin, şeyh ve postnişin olarak bu dergâhlardaki görevlerine, hizmetlerine ve şeyhliğine dair otobiyografisinde şu bilgilere yer verir: "Dergâh'ın cüz'i olan vâridâtı mesârıfı idâre etmediğinden Dergâh-ı Şerîf'in uhdeme tevcîhinden sonra nüfûs idâresini de terk eylediğimden muvakkat suretle Bursa Duyûn-ı Umumiyye'sine müzâyede kitâbetiyle giderek senede bir kaç ay istihdâmla Dergâh'ın tamir ve termîmine ve bazı mesârıfına alınan maaşdan sarf etmiş isem de, tarihden beş sene evvel onu da terk ederek bazı âsar vücûda getirmeğe gayret edilmişdir. Büyük amcamızın ceddime; oğullarının, pederime karşı muamelâtıyla bütün bütün Tekye'den çıkarmak arzusundalarken, bu abd-i âcize Dergâh-ı Şerîf 22 Rebiu'l- evvel 1307 tarihinde Dersaadet Meclis-i Meşâyıhı'nda bi'l-imtihân330 müstakillen Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat: Dildâr-ı Şemsî, haz: Mustafa Kara, Yusuf Kabakçı, İstanbul: Dergâh Yay., 2010, s. 105. 330Şemseddin Efendi’nin bu imtihâna ve imtihanda sorulan suallere dair Dildâr-ı Şemsî’de şunları kaleme alır: “Ertesi Cumartesi günü meclise gitdim ki 22 Rebiulevvel sene 1307 ve 4 Teşrin-i sanì sene 1305 tarihine müsâdifdir. Köşede müşârun ileyh oturmuş, sağ tarafında Merkez Şeyhi Ahmed Efendi, onun yanında Balât Şeyhi Hacı Kemal Efendi, sol tarafda Kasım Paşa Mevlevî Şeyhi Ali Efendi, onun yanında Neccarzâde Şeyhi Rıza Efendi, Bağdatlı Şeyh Efendi, Üsküdarlı Fethiye Şeyhi daha bir iki zat var idi ama tanımıyorum. “Gel bakalım Efendi!” dedi. “Biz tezekkür ettik, mahallinin ilam mazbatası olmazsa kanunen burada tevcih edemeyiz, ancak seni biz burada imtihan edeceğiz, ehliyetin tebeyyün ettiği halde buradan mazbata yapıp, Makâm-ı Meşihat-i Ulyâ’dan Bursa’ya emir-nâme tastir edeceğiz, sen gelip gitme, masrafa lüzûm yok, iki ay bekle, eğer ilâm ve mazbatanı vermezlerse doğrudan doğruya bana yaz, olvakit Makâm-ı Meşihatden işaret-i aliyye isteyerek irade-i seniyyesini istihsal ederim, merak etme” buyurdular ve “Gel bakalım şöyle otur imtihan edeceğiz” dediler. İmtihan lafzı malum ya! Güyâ bir duman içime girmiş gibi olurum. İşte sualler cevablar ber-vech-i âtidir: Sual: Sen şeyh olacaksın öyle mi? Cevap: Efendim! Dergâha hâdim olacağım. S: Pekâla, şeyh olacak adam zarûrât-ı diniyesini bilecek lazımdır, şu halde evvela İslâm’ın şartı nedir? C: Savm, salât, hac, zekât, kelime-i şehâdet. Nazır Efendi etrafına hitaben “savm u salât İstanbullulardan, hacc u zekât taşralılardan kalktı, ortada bir kelime-i şehâdet kaldı” dediler, efendiler tebessüm itdiler. S: Pekâla, namazın şartı kaçdır ve nedir? C: On ikidir altısı dahilde, altısı hariçde. S: Ìmanın şartı kaçdır ve nedir? C:Altıdır, amentü bi’llâhi ilâ âhire... S: Dur, Ementünün mânâsı nedir? C: Efendim bu Cenab-ı Hakk’ın birliğine, şerîki, nazîri olmadığına inandım, ìman ettim, melâikesine, kitaplarına, ilâ âhire inandım. S: Çok a΄lâ, şimdi sen şeyh olacaksın tarikatin nedir? C: Efendim! Tarîk-i Hâlvetiye ve Kâdiriye’den teşe΄ub etmiş Mısrî şubesidir. S: Usûlünüz nasıldır? C: Kayyimen, kuûden, cehren zikir ideriz. S: Erkânınız nasıldır? C: Şeyhimizin telkini vechile esmâ-i seb΄a ve füruât-ı hamseyi salike talim ederiz. Pek hatırımda kalmamış bir iki sual daha zannım sordular. Bi-lutfihi Te´alâ tereddütsüz cevap vermişim hoşlarına gitdi. Guslün, savmın da şeraitini sormuşlardı zannederim. Âzâ efendilere dediler ki “daha başka soracağınız var ise sorunuz.” Hepsi ale’l-husus, Kasım Paşa Mevlevî Şeyhi nuranî sıfat bir zât idi. “Efendim! Pekalâ artık tekrar sual etmeğe ne hacet, pek güzel cevaplar verdiler, tebrik ederiz.” dedi. Merkez Şeyhi Ahmed Efendi’nin bize hürmet-i mahsusası vardır. Hazret-i Pîr Efendimizin biraderi Şeyh Ahmed 123 tevcîh331 olunmuş, lutf-ı Pîre istinâdla âyin-i tarîkat-ı aliyyeyi icrâya ve Dergâh-ı Şerîf'in şerefini ve mamuriyetini muhafazaya çalışmakda olup 6 Cemaziye'l-âhir 1315 tarihinde salı günü Dergâh-ı Şerîf'in tamiri esnasında matbahın münhedim olmasıyla birlikte sukût edip bir hayli müddet zahmetini çekdim. 11 Muharrem 1324 tarihinde Mecidiyye Caddesi'nin küşâdı münasebetiyle harem tarafından iki yüz yirmi üç metre mahall-i tarîka kalb olunup iki sene müddet epeyce meşakkat çekerek harem dairesinin kısmen inşâsına Efendi Hazretleri ve üçüncü şeyhim Ahmed Bedreddin Efendi Merkez Efendi kabristanında yatar. Cümle pederlerinin hukuku kadimdir, ondan yardım umuyordum. Nâzır Efendi, mumâ ileyh Ahmed Efendi’ye dediler ki: “sen de bir sual sor istersen!” düşündü düşündü “kelime-i tevhid esmâu’llahdan mıdır değil midir?” dedi. Fakir henüz cevap vermeksizin Nâzır Efendi fakire hitâben “şuna bir sualde sen sor!” demesin mi? O da, ben de mahcup olduk. Sonra fakire tekrar “şimdi yeni çıkma bir takım şeyhler işitiyoruz, sakın sen de öyle olma” dediler. Paşa Şeyhi Efendi cevap verdi: “Efendim! O’nun nahiye-i haline bakınız; yüzündeki halâvet ve nûrâniyet onun hüsn-i haline delâlet ediyor” dedi. Bunun üzerine hepsi tebrik ettiler, fakir de birer birer ellerini öptüm, musâfaha ettik. Bunun üzerine Makam-ı Meşìhat’e hitaben bir mazbata yapmışlar, okurken adeta teessürümden ağladım. Malesef suretini alamadım fakat emir-nâmenin suretini aldım çünki açık zarf ile Hüdavendigar Valisi’ne hitaben yazılan emr-i meşìhat var idi. Birkaç gün sonra emir-nâmeyi aldım.” Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 16. 331Meslis-i Meşâyih tarafından Mehmed Şemseddin Efendi’ye Bursa Mısrî Âsitânesi Şeyhliğinin tevcih kılınmasına dair 1307 tarihli Sûret-i Emir-nâme şöyledir: “Bursa’da Şeker Hoca Mahallesin’nde vâki Hazret-i Mısrî kuddise sırruhu Dergâh-ı Şerifi’nin nısf hisse-i meşihat cihetine mutasarrıf olan İsmail Nazif Efendi’nin vukû-ı vefatı cihetiyle onun hisse-i mahlulesiyle müşteriki bulunan Mekke-i Mükerreme Emaret-i Celìlesi dîvân katibi sabık saadetli Hüseyin Hakkı Efendi Hazretleri’nin uhdesinde olup ref΄i iktiza eden diğer nısf hissenin müteveffay-ı mumâ ileyhin oğlu Mehmed Şemseddin Efendi uhdesine tevcihi vilayet-i celìleleri meclisi idaresinden mukaddimen meb΄us mazbatada inha kılınmış ise de mumâ ileyhin imtihanı icra edildiğine dair mezkur mazbatada bir fıkra görülmediğinden efendi-i mumâ ileyhin imtihanı bilicra ehliyeti anlaşıldığı sûretde varaka-i imtihaniyyesini likablihi keyfiyetinin yeniden usulu dairesinde ba-ilam ve mazbata Evkâf-ı Hümayûn Nezaret-i Celìlesi’ne inhası bilhavale Meclis-i Meşâyıh’dan vaki olan ifade üzerine cevaben bildirilen 15 Şaban sene 1306 tarihli ve altmış yedi rakamlı tahrirât senaveri ile Makam-ı Âlìlerine izbâr olumuşdu. Henüz icabı icra olunmadığı halde mumâ ileyh tarafından verilen iki kıta arz-ı hal Meclis-i Meşâyıh’a lede’l-havale, mumâileyh iş bu arz-ı hallerinde imtihanı mahalline havale olunmuş ise de imtihan edilmediği gibi ammi müşarunileyh Hüseyin Hakkı Efendi’nin riayet-i hatırına mebnî oraca bir şey denilemeyerek işi görülmemekte olması hasebiyle Dersaadet’ten geldiğinden bi’l-bahs ìfa-yı muktezâsını istid΄a etmiş ve aradan hayli müddet mürûr eylemişken henüz muamele icra edilmemiş, müsted΄î-i mumâileyhin mağduriyetini mucip olacağından naşî, is΄âf-ı müsted΄â muvâfık-ı hal ü maslahat görülerek mumâileyhin akaid-i diniyyeden ve mensub olduğu tarikatın usûl ve fürûundan Meclis’ce imtihanı bi’l-icra vazife-i meşìhati ifaya ehliyet ve liyakati tahakkuk eylemiş olduğundan şu halde meşìhat-i mezkure nısf hissesinin peder-i müteveffây-ı mumâileyh İsmail Nazif Efendi mahlûlünden ve diger nısf hissesinin dahi Tarîk-i hizmet bulunan ammi müşârunileyh Hüseyin Hakkı Efendi ref΄inden mumâileyh Mehmed Şemseddin Efendi uhdesine tevcîhi tensib edilmekle muâmele-i tevcihiyesi ìfa olunmak üzere oraca verilmesi lazım gelen i΄lâm-ı şer΄î ve mazbatanın serîan tanzim ve irsâli ve bir de bu misilli meşìhat cihetlerinin tevcihat ve müteferriâtı hakkında meclisten vukû bulan ifadeye binaen Makâm-ı Mahlasî’den tastir olunan muharrerâtın tenfizinde Bursa Meclis-i Meşihat’çe eser-i sahabet ve himayet olarak rehavet edilmekte olduğu anlaşılmakta olup bu ise ziyâ΄-ı hukuku müeddî olacağı cihetle karîn-i cevâz olamayacağından ba΄de-mâ meclis-i mezkûre muhavvel hususâtın kaide-i adl-i hakkâniyete tevfìkan usûlü dâiresinde tesri΄ ve tesviyesiyle canib-i sitte’l- cevânìb Hazret-i Hallâk-Penâhî’ye daavât-ı hayriye celb edilmesinin meclis-i mezkûr heyetine tavsiye hususlarının seviyy-i desturîlerine iş΄ârı ifâde edilmiş olmakla ber-minvâl-i muharrer muktezâsının ifa ve inhâsına himmet buyurulması siyakında şıkka-i sitayiş-veri terkîm kıldık efendim.” Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 61. 124 ve selâmlık dairesine üç oda ilâvesine muvaffak olup caddeye nazır olan binanın altına yedi aded dükkân bina edilip gerçi çarşı gibi irâd hâsıl olmadı ise de Dergâh'ın mesârıfına cüz'i medar olacağı cihetle faideden hali kalmamışdır. 14 Muharrem 1302 tarihinde pederimin kasr-ı yedinden Serpınar (Pınarbaşı) Mahallesi'nde kâin İzzeddin Bey Cami-i Şerîfi’nin hitâbet ciheti, uhde-i fakîrâneme tevcîh olunmuş ye pederimin irtihâlinden ve Dergâh'ın tevcîhinden sonra Cami-i Kebîr devirhânlığı birâderlerimin adem-i kabûlünden nâşi uhdeme tevcîh olunduğu gibi pederimin vefatından sonra ibtilâta mârûz kaldığımdan, bîkesliğin ne demek olduğunu anladığımdan, bîkes kalanlara, muhtâc-ı muâvenet olanlara hizmet etmeyi kendime vazife bildiğimden ekser tekayâda resmî ve gayr-ı resmî vekâlette bulunarak çocukların iktidâr kesb edinceye kadar muâvenette bulundum. El-yevm İsmâil Hakkı Hazretleri'nin Dergâh-ı Şerîf'i umûr-ı idâresine nezâret ve icrâ-yı âyin-i tarîkat etmek üzere bâ-berat tayin olunduğum gibi Çarşamba Dergâhı'nın yetim kalan sagîrine de vekil-nasb olunmaklığım üzerine her iki tekkede hizmet eylemekdeyim. İsmâil Hakkı Dergâhı Kütüphanesi'ni tanzîm ye demir kepenkler ile tahkîm ve büyük küçük doksan kadar kitâp ve risâle hevesiyle Cenâb-ı Hakkî'nin asârından olup Kütüphane'de mevcûd olmayan kitâpları da peyderpey tedârik ederek vaz' eylemekteyim. Çarşamba Dergâhı'nın varidâtı cüz'i ve ebniyesi harâb olmakla vekâleten tâyinime kadar terâküm eden meblağ, Evkâf İdâresi'nden alınarak müvekkilimin birâder ve akrabası vasıtasıyla Tevhîdhâne'nin döşemeleri ve sakfı ve hücûrâtı mümkün mertebe tâmir edilmiş 8 Zilhicce 1326 tarihinde, İsmâil Hakkı Dergâhı'nın 15 Cemaziye'l-evvel 1328 tarihinde Çarşamba Dergâhı'nın küşâdlarıy1a icrâ-yı usûl-ı tarîkat-ı aliyyeye mübâşeret olunmuşdur. İsmâil Hakkı'nın şeyhi olacak Cemâleddin Efendi olsun, gerek Çarşamba'nın şeyhi olacak Süleyman Sabri Bey'in olsun talim ve terbiyelerine ve tahsîl-i ilim ve marifet eylemelerine gayret edilmektedir. Maamafih işbu iki Dergâh'ın hizmetleri ber-vech-i hasbî edâ olunup kat'a mükâfat-ı maddiyye ümid etmediğim cihetle füyûzat-ı maneviyyeye mazhar olmaklığımı eltâf-ı ilâhiyyeden ve rûhaniyyet-i Cenâb-ı Peygamberîden ve himemât-ı evliyaullahdan ümit etmekdeyim. 125 Cenâb-ı Pîr Efendimizin ziyâretiyle de müşerref olup birçok lutuflarını gördüm. Ve bu münâsebetle Midilli Adası vasıtasıyla azîmet edildiğinden orada da bir hayli ihvân yetişdirilip ve Cami-i şerîf imâm ve hatibi olan Siyâhî Bekir Efendi'ye icâzet verilerek mezkûr Cami-i şerîfde icrâ-yı usûl-i tarîkat ve irşâd-ı tâlibâna gayret olunmaktadır. Limni'ye ise 11 Ramazan 1307 birinci defa şeyhim Mustafa Lutfullah Efendi ile gidilmiş iki gün sonra avdet edilmişti. Buna dair gördüğüm bir rüya, Atinalı Ali Rıza Efendi tekkesi faslında münderiçdir. Bundan sonra 1 zilhicce 1313, 29 Cemaziye'l-âhir 1318, 6 Rebiü'l-evvel 322, 8 Cemaziye'l-âhir 1326 tarihlerinde berây-ı ziyâret gidilmiş rûhaniyyet-i Cenâb-ı Pîr'den istimdâd olunmuştur. İşte şu Menâkıb (Gülzâr-ı Mısrî)'ın itmâmı da mahzâ Cenâb-ı Pîr-i âlîşânın eser-i himmetidir ki on yedi günde itmâma muvaffak oldum. "Her kahırda bir lutuf vardır" derler. 1314 tarihinde Dergâh'ın tamiri esnâsında damdan düşmüş birçok zahmetler çekmişdim. O sırada "Meveddet-i Al-i Beyt" ismiyle bir kitabın cem' ve te'lifine muvaffak oldum. Bu defa da dişlerimin ızdırâbına tahammül edemeyerek 3 Ramazan 1330 tarihinde yirmi altı aded dişlerimi çekdirmek münâsebetiyle husûle gelen ızdırâba mükâfaten işbu Gülzâr-ı Mısrî'nin cem'ine muvaffak etdiler.”332 1.6. Çevresi ve Dostları Mehmed Şemseddin Efendi döneminin Bursa’sında ve Bursa dışında da tanınan önemli mutasavvıflardan biridir. Bir seyahatnâme olarak kaleme aldığı Dildâr-ı Şemsî adlı eserinin sonunda yaşadığı dönemde şeyhlerden, alimlerden, edib ve devlet adamlarından görüştüğü isimleri tek tek yazmıştır. Müellifin yakın çevresine ve dostlarına dair ipuçlarını burada bulmamız mümkün olduğu gibi333 çalışmamız olan Mısbâr-ı Şemsî’de de bazılarını bulmak mümkündür. Nitekim Mısbâr-ı Şemsî’de yer alan bütün isimler zaten onun yakın çevresi ve dostları olduğunu metin incelememizde belirttik. Hepsini burada değerlendirmemizin imkânı yoktur. Şemseddin Efendi, bizatihi Mısrî Dergâhı'nı anlattığı bir şiirinde, dergâha ehl-i iz'an pek çok insanın gelip gittiğini belirtmekte ve şöyle demektedir: Ne 'âlemler olurdı âstân-ı pâk-i Mısrî'de 332Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, ss. 223-226. 333Mehmed Şemseddin Ulusoy, Niyazî-i Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat: Dildâr-ı Şemsî, haz. Mustafa Kara, Yusuf Kabakçı, İstanbul: Dergâh Yay., 2010, s. 105. 126 Ne âdemler gelirlerdi ki anlar ehl-i iz'ândır334 Rıza Rûşen Yüceer, Mehmed Şemseddin Efendi'yi anlattığı makalesinde, Ona ziyarete gelip giden zevattan bahsederken, “Bursa tarihi üzerindeki derin bilgisi, alakalıların malumu olduğundan, ara sıra Bursa'ya gelen Halil Edhem, Nüzhet Sâbit gibi değerli zevât ziyâretine giderlerdi”335 demektedir. Şeyhin yakın dostları arasında onlarca mutasavvıf, şair, edip, devlet adamı ve tarihçinin içinde en çok bilinen şahsiyetlerin başında İbnülemin Mahmud Kemal İnal ile Hüseyin Vassâf Bey ve şair Murad Emrî gelmektedir. İbnülemin'in dostluğunu şimdilik sadece Son Asır Şairleri adlı eserindeki ifadeleri çerçevesinde değerlendirebilmekteyiz. İbnülemin, Mehmed Şemseddin Efendi için “memleketlerinde son zamanlarda onun gibi himmetli, gayretli bir müellif yetiştiği için umum Bursalılar, bilhassa ilme mensub olanlar iftihar etmeli ve eserlerini bastırarak ziya’dan kurtarmaya çalışmalıdırlar. Çünkü onun gibi bir gayret-i mücesseme her vakit yetişmez. Biz birbirimizin hâl-i hazînini pek iyi biliriz. Yankesici gibi şundan bundan çarparak değil, mezâhim ve müşkilat ile pençeleşerek cehd-i zati ile ortaya koyduğumuz eserler uğrunda neler çekdiğimizi ancak hem-halimiz olanlar takdir ederler” der Son Asır Türk Şairleri’nde336. Müellifimizin dostları arasında Sefine-i Evliyâ ve Gülzâr-ı Aşk gibi eserlerin yazarı, aynı zamanda büyük bir Niyâzî-i Mısrî hayranı olan tasavvuf tarihçisi, Hüseyin Vassâf Bey (ö. 1929)'in müstesnâ bir yeri vardır. Hüseyin Vassâf, kaleme aldığı İncilâ-yı Mir'ât-ı Hakîkat337, Kemâl-nâme-i İsmâil Hakkı338 gibi eserlerinden bazılarını ve şiirlerini Şemseddin Efendi'ye göndermiş, tetkik etmesini istemiştir. Şemseddin Efendi de, bu şiirlerin tanzîr ve tahmîslerini yazıp Hüseyin Vassaf Bey’e geri göndermiştir. İki dostun müşterek gazelleri de her iki müellifin dîvânlarında yer almıştır.339 334Mustafa Efe, a.g.t., s. 590. 335R. R. Yüceer, "Mehmed Şemseddîn Ulusoy", Türkün, S. 9, Bursa: 1937, s. 38. 336İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri C.IV, Dergȃh Yay. İstanbul: 1988, s. 1807. 337Vassâf, bu eserini Şemseddîn Efendi’ye gönderdiğinde, kendisi ve oğlu birer nüsha istinsâh etmişlerdir. Bu istinsâhların birer kopyası M. Safiyüddin Erhan Bey'dedir. 338M.Şemseddîn Efendi tarafından tâdilat ve ilâveleriyle şekillenen Kemâlnâme-i Şeyh Hakkî’nin müellif nüshası için bkz. Kemâlnâme-i Şeyh Hakkî, Bursa YEBEK, Genel böl. Nr. 129; Bilgi için bkz. Hüseyin Vassaf, Kemalnâme-i İsmail Hakkî, haz. Murat Yurtsever, Bursa: Arasta Yay., 2000, s. XI. 339Müşterek gazeller için bkz: İsmail Kasap, Hüseyin Vassȃf ve Dîvânı, (Basılmamış YL Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996; Mustafa Efe, a.g.t., ss. 613-614. 127 Fakîr: Küntü kenzin sırrını kendinde bulmakdur hüner Vassâf: Hâil-i vuslat tebâhı dilde bulmakdur hüner Vassâf: Âleme gelmekdeki maksat nedir müdrik isen Fakîr: Ehl-i Beyt-i Mustafâ'ya bende olmakdur hüner Fakîr: Nefsine ârif olanlar Rabbine âgâh olur Vassâf: Terk-i hestî eyleyip fi'l-hâl solmakdur hüner Vassâf: Çeşme-i irfân Hayder'dür hayat-bahşâ-yı dil Fakîr: Hâne-i kalb aşk-ı cânân ile tolmakdur hüner Fakîr: Şems-i Mısrî [ta] ezelden aşk ile olmuş enîs Vassâf: Gülbeden cânân içün Vassâf'a yanmakdır hüner Hüseyin Vassâf Bey Lücec-i Asrî Şerh-i Kelâm-ı Mısrî adlı eserinin girişinde Şemseddin Efendi ile dostluklarına dair şöyle söylemektedir: “Bursa’da hankâh-ı feyz-iktinâh-ı Hazret-i Mısrî-yi Niyâzî’de seccâde-nişîn-i ma’rifet olan sâlik-i râh-i Hudâ, kâsıd-ı tarîk-i Hüdâ Mehmed Şemseddîn Efendi Hazretleri’yle çok sevişir muhâberât-ı dâimede buluşuruz..”340 Mehmed Şemseddin Efendi’nin yakın dostlarından biri de Bursalı Şair Murad Emrî Efendi’dir. Murat Emrî ile de müşterek gazeller yazmışlardır.341 Bir seyahatnâme olarak kaleme aldığı Dildâr-ı Şemsî adlı eserinin sonunda, yaşadığı dönemde şeyhlerden, alimlerden, edib ve devlet adamlarından görüştüğü isimleri tek tek yazdığını yukarıda belitmiştik. Şimdi bu isimlerden önemli gördüklerimizi müellifin ifadeleri ile burada belirtmek Mehmed Şemseddin Efendi’nin hayatında yeri olan dost ve çevresini daha iyi tanımamıza yardımcı olacağını düşünüyoruz: 340Akife Berat Genç, Hüseyin Vassaf’ın Lücec-i Asrî Şerh-i Kelâm-ı Mısrî adlı eseri, (Basılmamış YL Tezi), Konya: Necmettin Erbaakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015, s.105. 341Bkz: İbrahim İmran Öztahtalı, Bursalı Emrî Murad Efendi ve Dîvânı, Bursa: Yıldırım Belediyesi Yay., 2017, s. 187. 128 Şemseddin Efendi’nin, “bazı ümerânın hüsn-i teveccühü olarak mazhar-ı iltifâtı olduğum gibi bazı üdebâ ile samimâne görüştüğümüzden berâ-yı hâtıra onları da şuraya derc ediyorum ki vesile-i dua olur” dediği umerâ ve üdebâ arasında İbnülemin ve Hüseyin Vassâf’ın yanında Ahmet Vefik Paşa, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Mehmet Ali Aynî, Filibeli Şehbenderzâde Ahmet Hilmi, Süleyman Nazif gibi dönemin pek çok önemli ismi vardır. Bu isimleri şöyle sıralar müellif: 1-Sadr-ı esbak Sadık Paşa, Limni’de görüşülmüş, hakkımda pek takdirkarane sözlerle iltifat etmiştir. 2-Dîvân Muhasebe Reisi Zühdü Bey, muhibb-i tarikat olup Limni’ye gitmekliğimi teşvik eden zattır. 3-Dîvân Muhasebe Reisi Ahmed Bey, âile cihetinden akraba olup hakkımda çok hürmetkar bulunurdu. 4-Başmabeynci Hacı Ali Paşa, Şeyh Sabit’in inşaatı dolayısıyla gidilmiş, görüşülmüştü. 5-Başkatib Süreyya Paşa, Şeyh Sabit’in inşaatı dolayısıyla hakkımızda çok hürmetkar bulundu. 6-Ebulhüdâ Efendimiz’in biraderi Seyyid Hamza, Bursa’da dergâhta görüşülmüş ve usûl-i zikirden pek mahzuz olmuştu. 7-Damad Ahmed Refik Bey, Bursa’da dergâhda görüşülmüş hakkımızda çok riayetkar bulundu. 8-Vali Arnavut Halil Paşa, her Muharrem dergâha gelir sitayişkar iltifatta bulunur ve ilân ederdi. 9-Vali Arnavut Reşid Paşa, hakkımda takdirakarane sözler sarfeder, iltifat ederdi. 10-Vali Arnavut Tevfik Bey, sülefaları gibi dergâha gelir Muharrem’de ve bayramda inabe iderdi. 11-Müddei-i Umumî Reşid Bey, hakkımda çok hürmetkar olup dergâha gelir, zikirde bulunurdu. 12-Aşiyan Reisi Hacı Asım Bey, hakkımda çok hürmetkar olup dergâha gelir, takdirkarane iltifatlar ederdi. 13-Ferik Sami Paşa, hakkımda çok hürmetkar olup dergâha gelir, cemiyetlerimizde bulunurdu. 129 14-Liva Necip Paşa, hakkımda çok hürmetkar olup dergâha gelir, cemiyetlerimizde bulunurdu. 15-Bahriye Nazırı Hacı Vesim Paşa, âile cihetinden akraba olup, hürmetkar bulunurdu, Mevlevî idi. 16-Müşarünileyhin Damadı Liva İsmail Paşa, muhibb-i Mevlevî olup hakkımda çok hürmetkar bulunurdu. 17-Düyûn-ı Umumiye Nazırı Ali Rıza Bey, hakkımda çok takdirkarane bulunurdu. 18-Erzurum Valisi Haydar Paşa, Bursa’da mutasarrıftı, hürmetkar bulunurdu. 19-Limni Valisi Uzun Etekli Rıza Bey, Hazret-i Pîr’e teveccüh-i mahsusası olup hakkımda hürmetkar idi. 20-Çatalca Mutasarrıfı Cevad Bey, Süleyman Paşazâde olup ceddimin müntesiplerindendi. 21-Meclis-i Meşâyıh Nazırı Çerkes Şeyhzâde Hacı Tevfik Efendi, meşihat imtihanım onun huzurunda olmakla hakkımda takdirkaraneydi. 22-Mahdûmu Server Bey, Bursa’da bulunduğu esnada görüştük, hürmetkardı. 23-Reji Nazırı Mora Yenişehirli Ali Bey, Bursa’da bulunduğu esnada görüştük, hakkımda riayetkar bulunurdu. 24-Müddei-i Umumî Ali Efendi, Üsküdar Bedevî Şeyhi’nin eniştesi olup fakire hürmet-i mahsusası vardı. 25-Ahmed Vefik Paşa, Mihalıc’ta rüşdiyede iki defa huzurunda imtihan oldum, takdir etmişti. 26-Sıdkızâde Bursalı Ali Rıza Efendi, dayımın dünürü olup hakkımızda çok riayetkardı. 27-Defterdar Kamil Bey, teveccüh-i mahsusası vardı. 28-Mektupçu Süleyman Nazif Bey, takdirkârâne iltifat ederdi. 29-Vali Azmi Bey, ilân-ı Meşrutiyet’te Bursa Maarif Müdürü’ydü, hakkımda hürmetkardı. 30-Üdebâdan İbnülemin Mahmut Kemal Bey, hakkımda çok takdirkâr bulunurdu. 31-Hüseyin Vassaf Bey, Sirkeci Gümrük Başmüdüriyetinden mütekait, fevkalâde takdirkârdır. 32-Nazımülhikem Ahmed Hamdi Bey, Bursa’da dergâhda görüşmüştük. 130 33-Muallim Feyzi Bey, dergâhta iki saat kadar görüştük, birbirimizin hakikatini anladık. 34-Filozof Rıza Tevfik Bey, dergâha üç defa geldi, görüştük ve hakkımda takdirkarane neşriyatta bulundu. 35-Darülfünun Müderrislerinden Mehmed Ali Ayni Bey, dergâha üç defa geldi ve manzumelerini tahmis ettirdi. 36-Şehbenderzâde Ahmed Hilmi Bey, dergâhta ve hanesinde birkaç defa mülaki olduk. 37-Üdebâdan Sadık Vicdanî Bey, dergâhta görüştük, Bursa’da mektupçuydu. 38-İhtikalcı Ziyâ Bey, dergâhta görüştük, hakkımda takdirkar bulunurlar. 39-Çetniye Sefiri Baki Bey, Bursa’da çok zamanlar görüşülmüş ve hakkımda teveccühkamla severdi.”342 Mehmed Şemseddin Efendi Dildâr-ı Şemsî’de 350 isim daha zikretmektedir ki, bu isimler müellifin yaşadığı dönemde Bursa’da, İstanbul’da Selânik’te, İzmir’de vd. yerlerde görüştüğü, kendinden yaşça büyük veya akranı veya yaçça küçük tarikat hulefâsı, meşâyih-i kirâm ve onların âilesinden olan çok mühim zatlardır. Bu isimleri de burada yazmak müellifin çevresini ve dostlarını tanımak bakımından yerinde olacaktır. Bu isimlerin bir kısmı çalışmamız olan Mısbâr-ı Şemsî’de yer almaktadır. 1-“Ceddim Sa΄di Dergâh-ı Şerifi Şeyhi Hacı Haydar Efendi: Fakire çok teveccühü vardı, Hüsn-i nazarıdır ki benim sebeb-i feyz u fütuhum ve aşkım olmuştur. Pek az tahayyül ediyorum. Vefatları 2 Zilhicce 1292, medfenleri Bursa. 2-Bais-i vücudum, peder-i müşfikim Hazret-i Mısrî Dergâhı Şeyhi Hafız İsmail Nazif Efendi, 26 Rebiulahir Bursa. 3-Sebeb-i feyzim, mürşidim Atinalı Ali Rıza Efendi Dergâhı Şeyhi elHac Mustafa Lütfullah Efendi, 8 Şaban 1321 Bursa. 4-Tarîk-i Sadiye’den istihlafım, dayım, Şeyh el-Hac Mehmed Nureddin Efendi, 21 Receb sene 1321 Üsküdar. 5-ReisülMeşâyıh, Numâniye Dergâhı Şeyhi Safiyyüddin Efendi, doksan üç yaşında teşahhusum azdır, 25 Rebiulevvel sene 1290 Bursa. 342Mehmed Şemseddin Ulusoy, Niyazî-i Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat: Dildâr-ı Şemsî, haz. Mustafa Kara, Yusuf Kabakçı, İstanbul: Dergâh Yay., 2010, ss. 254-255. 131 6-Mahdûmu Ahmed İzzeddin Efendi, seksene mütecavizdi, 3 Cemaziyelevvel sene 1307 Bursa. 7-Diğeri Mehmed Necmeddin Efendi, yetmişe karibti, 26 Cemaziyelahir sene 1304 Bursa. 8-Hafidi Arif Efendi ibn-i İzzeddin, akran gibiydik, 21 Ramazan sene 1314 Bursa. 9-Emir Sultan Dergâhı Şeyhi Tahir Efendi, doksana karibti, 11 Ramazan sene 1297 Bursa. 10-Biraderi Reisü’l-meşâyıh Hacı Emin Efendi, yetmişi mütecaviz, seksene karibti. 28 Rebiulevvel sene 1316 Bursa. 11-Tahir Efendi’nin biraderi Said Efendi, yetmiş beşten fazla, 18 Rebiulahir sene 1328 Bursa. 12-Tahir Efendi’nin hafidi Ragıb Efendi akran gibiydik, 19 Rebiulahir sene 1342 Bursa. 13-Abdürrezzak Dergâhı Şeyhi Tevfik Efendi, yetmişe yakın, 9 Şevval sene 1324 Bursa. 14-Biraderi Şükrü Efendi, seksen üç yaşında. 9 Receb sene 1337 Bursa. 15-Kara Abdürrezzak Meşâyıhından Salih Efendi, akran gibiydik, 29 Rebiulahir sene 1335 Bursa. 16-Kara Abdürrezzak Meşâyıhından Tevfik Efendizâde Hakkı Efendi, akranız, şeyh-i hâzır. 17-İncirli Dergâhı Şeyhi Eşrefzâde Ziya Efendi, seksene karib, 21 Rebiulevvel sene 1324 Bursa. 18-İncirli Dergâhı Şeyhi Eşrefzâde Mahdûmu Fahreddin Efendi, akranız, şeyh-i hâzır. 19-Hacı Şevkî Efendi Dergâhı Şeyhi Hacı İbrahim Efendi, yetmişe karib, 20 Rebiulevvel sene 1306 Bursa. 20-Hacı Şevkî Efendi Dergâhı Şeyhi Mahdûmu Mehmed Efendi, akran gibi 52 yaşında, 9 Rebiulevvel sene 1306 Bursa. 21-Hacı Şevkî Efendi Dergâhı Şeyhi hafidi Abdülbaki Efendi, 32 yaşında, 26 Muharrem sene 1337 Bursa. 22-Ramazan Baba Dergâhı Şeyhi Süleyman Bey Baba, sekseni mütecaviz, 5 Şaban sene 1313 Bursa. 132 23-Karabaş Dergâhı Şeyhi el-Hac Emin Efendi, az bilirim, 8 Cemaziyelevvel sene 1295 Bursa. 24-Karabaş Dergâhı Şeyhi oğlu Tevfik Efendi, harice gitti, 29 Şaban sene 1333 Balıkesir. 25-Abdülmümin Dergâhı Şeyhi Fahrulgınâ Efendi, zamanını idrak ettim, 27 Muharrem sene 1288 Bursa. 26-Abdülmümin Dergâhı Şeyhi hafidi Rıza Efendi, 24 Şaban sene 1294 Bursa. 27-Abdülmümin Dergâhı Şeyhi oğlu Cemal Efendi, şeyh-i hâzır, meczup. 28-Üçkozlar Şeyhi Said Efendi ibn-i Tahir, sekseni mütecaviz, 22 Muharrem sene 1333 Bursa. 29-Üçkozlar Şeyhi Abdurrahim Efendi ibn-i Refi΄, akranız, şeyh-i hâzır. 30-Eminiye Dergâhı Şeyhi Bahaddin Efendi, yetmiş dört yaşında, 29 Safer sene 1313 Bursa. 31-Eminiye Dergâhı Şeyhi biraderi Hacı Âgâh Efendi 93 yaşında, 26 Receb sene 1324 Bursa. 32-Buhara Şeyhi Said Can Efendi, 15 Şevval sene 1316 Bursa. 33-Oğlu Hafız Emin Efendi, ahre tevcih 11 Muharrem sene 1340 Bursa. 34-Gâr-ı Aşıkân Şeyhi Seyfeddin Efendi, sene 1313 Mekke’de. 35-Bahri Baba Şeyhi Arif Efendi, yüz yaşını mütecaviz, 28 Şevval sene 1315 Bursa. 36-Bahri Baba Şeyhi Tevfik Efendi, şeyh-i hâzır. 37-Seyyid Usûl Şeyhi Fazlı Efendi, yetmişlikti, 25 Receb sene 1301 Bursa. 38-Seyyid Usûl Şeyhi oğlu Abdi Efendi, altmış beş, 8 Şevval sene 1343 Bursa. 39-Seyyid Usûl Şeyhi Abdi Efendi damadı biraderim Ali Haydar Efendi, şeyh-i hâzır. 40-Üftade Dergâhı Şeyhi Üftade Efendi, sekseni mütecaviz, 2 Rebiulevvel sene 1331 Bursa. 41-Üftade Dergâhı Şeyhi Mahdûmu Mehmed Efendi, 6 Zilhicce sene 1332 Bursa. 42-Üftade Dergâhı Şeyhi hafidi Mümtaz Efendi, şeyh-i hâzır. 43-Hüsameddin Dergâhı Şeyhi Ahmed Efendi, seksenı mütecaviz, 22 Zilkade sene 1333 Bursa. 133 44-Hüsameddin Dergâhı Şeyhi birâderi İzzeddin Efendi, altmış beşlik, 11 Şevval sene 1321 Bursa. 45-Hüsameddin Dergâhı Şeyhi Ahmed Efendi hafidi Midhat, şeyh-i hâzır. 46-Baba Efendi Dergâhı Şeyhi Hacı Bahâ Efendi, 13 Cemaziyelevvel sene 1320 Bursa. 47-Münzevî Dergâhı Şeyhi Reisü’l-meşâyıh Vahyî Efendi, seksenlik, 16 Zilkade sene 1344 Bursa. 48-Münzevî Dergâhı Şeyhi birâderi Sadık Efendi, 15 Safer sene 1332 İstanbul’da 336. 49-Mir-i Büdelâ Dergâhı Şeyhi Necmeddin Efendi, yetmişlik vardı, 6 Safer sene 1326 Bursa. 50-Mir-i Büdelâ Dergâhı Şeyhi Mahdûmu Şemseddin Efendi, gençtir, şeyh-i hâzır. 51-Kaygılı Hasan Efendi Dergâhı Şeyhi Gülşen Efendi, yetmişi mütecavizdi, 16 Cemaziyelahir sene 1329 Bursa. 52-Kaygılı Hasan Efendi Dergâhı Şeyhi biraderi Hüsnü Efendi, yetmişi mütecavizdi, 15 Cemaziyelahir sene 1336 İstanbul. 53-Kaygılı Hasan Efendi Dergâhı Şeyhi Mahdûmu Ali Efendi, elli yaşındaydı, 9 Ramazan sene 1336 İstanbul. 54-Kaygılı Hüseyin Efendi Dergâhı Şeyhi Agâh Efendi, menkulen, yetmişlikti,17 Rebiulahir sene 1327 Bursa. 55-Kaygılı Hüseyin Efendi Dergâhı Şeyhi Mahdûmu Edhem Efendi, kırklık, 11 Receb sene 1336 Bursa. 56-Kara Kâdi Dergâhı Şeyhi Rıza Efendi, elli sekiz yaşında, 4 Safer sene 1324 Bursa. 57-İsmail Hakkı Dergâhı Şeyhi Faik Efendi, yetmişlikti, 15 Safer sene 1324 Bursa. 58-İsmail Hakkı Dergâhı Şeyhi Rıfkı Efendi, meczup, altmışlıktı, 3 Muharrem sene 1315 Bursa. 59-Selâmi Dergâhı Şeyhi Abdüllatif Efendi, yetmişi mütecavizdi, 23 Zilhicce sene 1323 Bursa. 60-Selâmi Dergâhı Şeyhi Hacı Safi Efendi, ellilikti, 11 Şaban sene 1342 Bursa. 134 61-Enari Dergâhı Şerifi Şeyhi Hafız Bahaddin Efendi, elli beşlikti, 28 Şevval sene 1330 Bursa. 62-Ahmed Gazzî Dergâhı Şeyhi Cemal Efendi yirmi beşlikti, sene 1296 Bursa. 63-Ahmed Gazzî Dergâhı Şeyhi Sırri Efendi elli beşlikti, 21 Safer sene 1322 Üsküdar. 64-İbrahim Haydar Dergâhı Şeyhi İbrahim Dede, altmışlıktı, 15 Şevval sene 1329 Bursa. 65-Akbıyık Dergâhı Şeyhi Hacı ΄İmad Efendi, seksenlikti, 1318 Bursa. 66-Baba Zâkir Dergâhı Şeyhi Said Efendi, mütek΄idînden, yetmişlik, 12 Rebiulahir sene 1307 Bursa. 67-Baba Zâkir Dergâhı Şeyhi damadı Said Efendi, yetmişlik, 9 Safer sene 1333 Bursa. 68-Başcı Dergâhı Şeyhi Salih Efendi, akranımızdandır, şeyh-i hâzır. 69-Çarşamba Dergâhı Şeyhi Ali Efendi, altmışlık, 15 Rebiulahir sene 1326 Bursa. 70-Çarşamba Dergâhı Şeyhi vekâletimle oğlu Süleyman Hayri’ye, yirmi üç, 5 Cemaziyelahir sene 1336 Bursa. 71-Çarşamba Dergâhı Şeyhi inhilalinden halifemiz Davud Efendi, seksenlik, 27 Receb sene 1340 Bursa. 72-Çarşamba Dergâhı esbak şeyhin hafidi Ömer Efendi, şeyh-i hâzır. 73-Nakşibendî-i Cedid Dergâhı Şeyhi Rıfkı Efendi, altmışlık, 13 Mayıs sene 1314 Bursa. 74-Hamam Dergâhı Şeyhi Rıza Efendi, kırk beşlik, Şaban sene 1305 Bursa. 75-Hamam Dergâhı Şeyhi oğlu Eşref ile münhal olarak Müftü Önü Şeyhzâde Osman Efendi, 6 Rebiulahir sene 1326 Bursa. 76-Hamam Dergâhı Şeyhi Mahdûmu Cemal Efendi, yirmi iki yaşında, 14 Şaban sene 1329 Bursa. 77-Hamam Dergâhı Şeyh-i diğeri Hakkı Efendi, muallimdir, şeyh-i hâzır. 78-Hamidiye Dergâhı Şeyhi Ahmed Hamdi erRükkalî Efendi, seksenlikti, 17 Ramazan sene 1343 İstanbul’da. 79-Zeyniler Dergâhı Şeyhi Rıza Efendi, altmış beşlik, 2 Şaban sene 1336 Bursa. 80-Zeyniler Dergâhı Şeyhi Abbâs Efendi, şeyh-i hâzır. 135 81-Sa΄di Dergâhı Şeyhi Cemil Efendi, yetmişlikti, 10 Şaban sene 1335 İstanbul’da. 82-Sa΄di Dergâhı Şeyhi Erzurumî İsmail Efendi, şeyh-i hâzır. 83-Seyyid Nasır Şeyhi Abdüssamed Efendi el-Buharî, seksenlik, 28 Muharrem sene 1331 Bursa. 84-Seyyid Baba Dergâhı Şeyhi Sabit Efendi, yetmişi mütecaviz, 24 Zilhicce sene 1329 Bursa. 85-Mecidiye nam diğer Gül Baba Tekyesi Şeyhi Cemil Efendi, 30 Safer sene 1313 Bursa. 86-Mevlevîhâne Şeyhi Mehmed Şemseddin Efendi, şeyh-i hâzır. 87-Hazret-i Mısrî Dergâhı Şeyhi Necat Efendi, altmışlık, 12 Muharrem 1294 Bursa. 88-Nasuhî Dergâhı Şeyhi Şemsiyeci Evliya Mustafa Efendi, yüzü mütecaviz, 10 Rebiulevvel sene 1310 Bursa. 89-Nasuhî Dergâhı Şeyhi Mahdûmu İsmail Efendi, seksenlik,13 Şevval sene 1317 Bursa. 90-Nasuhî Dergâhı Şeyhi diğeri İbrahim Efendi, yetmiş beşlik, 1326 Bursa. 91-Nasuhî Dergâhı Şeyhi İsmail Efendi Mahdûmu Ali Baba, altmışlık, sene 1334 Bursa 92-Nasuhî Dergâhı Şeyhi bahriye müteka΄itlerinden Halil Efendi, elli beşlik, 8 Rebiulahir sene 1342 Bursa. 93-Nakşibendî-i Atik Şeyhi Eşref Efendi, elli beşlik, 20 Ramazan sene 1345 Yozgat. Bâlâda isimleri muharrer zevât-ı kiramın teracim-i ahvâli Yadigâr-ı Şemsî nam eser-i acizîde yazılmıştır. Bundan sonra da tekkesi olmayan hulefâ-i tarikatten Bursa’da hanesinde ayin-i tarikat icra edenler veyahut münasip mahalli olmadığından ifa edemeyenlerin isimlerini yazacağım. 94-Tarikat-i Uşşâkiye’den Testereci Ahmed Hamdi Efendi, seksenlikti, sene 1319 Bursa. 136 95-Tarikat-i Uşşâkiye’den Hacı Mehmed Dede, doksanlıktı, 21 Şevval sene 1331 Bursa. 96-Tarikat-i Uşşâkiye’den Hüseyin Kenzî Dede, yetmişlikti, 21 Cemaziyelevvel sene 1332 Bursa. 97-Hulefâ-i Uşşâkiye’den Kefdîzâde Hamamcı İsmail Efendi, yetmişlik, 20 Safer sene 1334 Bursa. 98-Hulefâ-i Uşşâkiye’den Yunus Dede, yetmişlik, 10 Şevval sene 1340 Bursa. 99-Hulefâ-i Uşşâkiye’den Şevket Efendi, yetmişi mütecaviz, 30 Şevval sene 1344 Bursa. 100-Hulefâ-i Uşşâkiye’den Hasan Aşkî Efendi, altmışı mütecaviz leyle-i Regaib sene 1343 Gerede. 101-Hindîler Şeyhi Keşmir Müftüsü Hasan Tahsin Efendi, yetmişi mütecaviz, 9 Şaban sene 1325 Bursa. 102-Rıfaî ve Melamî’den Kerim Efendi, yetmişi mütecaviz, sene 1323 Bursa. 103-Hulefâ-i Hâlidiye’den Emir Sultan İmamı amcamız Hacı İsmail Efendi, yetmişi mütecaviz, Receb sene 293 Bursa. 104-Hulefâ-i Hâlidiye’den Emir Sultan İmamı Mahdûmu Hacı Mustafa Efendi, elli beş, 17 Cemaziyelevvel sene 1306 Bursa. 105-Hulefâ-i Hâlidiye’den Kırımî Eyyûb Efendi, yetmişi mütecaviz, 26 Şevval sene 1306 Bursa. 106-Hulefâ-i Sa΄diye’den kainpederim Neşet Efendi, kırk beş, 1 Receb sene 1305 Bursa. 107-Hulefâ-i Sa΄diye’den Cami-i Kebir’de kayyim Hacı Ali Baba, altmışı mütecaviz, 23 Rebiulevvel sene 1313 Bursa. 108-Hulefâ-i Sa΄diye’den Muharrem Dede, altmışı mütecaviz, sene 1307 Bursa. 109-Hulefâ-i Sa΄diye’den Hacı Sırrî Efendi, Defter-i Hakanî me’mûru, altmışı mütecaviz, 16 Şevval sene 1333 Bursa. 110-Hulefâ-i Sa΄diye’den Hacı Mehmed Rıdvan Efendi, altmışı mütecaviz, 29 Ramazan sene 1326 Bursa. 111-Hulefâ-i Sa΄diye’den Hacı Ramiz Efendi, altmışı mütecaviz, 18 Ramazân sene 1336 Kütahya. 137 112-Hulefâ-i Sa΄diye’den Geyvelizâde Hakkı Efendi, altmışlık, 8 Rebiulahir sene 1338 Bursa. 113-Tarîk-i İmam Rabbanî-i Nakşibendiye’den Kadıhan Efendi, altmışlık, 24 Ramazan sene 1338 Bursa. 114-Hulefâ-i Kâdiriye’den Selânikli İzzet Efendi ahîran İbrahim Haydar Zaviyesi’ne tayin olan, 1 Cemaziyelevvel sene 1349 Bursa. 115-Hulefâ-i Kâdiriye’den Numaniye Tekkesi hulefasından Gönlü Beyazoğlu Hacı Mustafa Baba, doksanlık, 26 Şaban sene 1324 Bursa. 116-Hulefâ-i Kâdiriye’den Numaniye Tekkesi hulefasından Ohrili Osman Dede, yetmişi mütecaviz, 19 Rebiulahir sene 1324 Bursa. 117-Hulefâ-i Rıfâiye’den muhacir Şeyh Mehmed Efendi, yetmişi mütecaviz, 3 Safer sene 1317 Bursa. 118-Hulefâ-i Rıfâiye’den Berber Hüseyin Efendi, Rıfaî Degahı’nda vekil, altmışı mütecaviz, 11 Muharrem sene 1317 Bursa. 119-Hulefâ-i Rıfâiye’den Üsküplü Said Efendi, yetmişi mütecaviz, 21 Cemaziyelahir sene 1336 Bursa. 120-Meşâyıh-ı Halvetiye’den Sofyalı Bâli Baba Şeyhi Behçet Efendi, altmış, 18 Zilhicce sene 1323 İnegöl’de. 121-Meşâyıh-ı Halvetiye’den Kenzil Muhacirinînden Hasan Efendi, altmış, 15 Şaban sene 1331 Bursa. 122-Meşâyıh-ı Halvetiye’den Kenzil Muhacirinînden Mehmed Efendi, altmış, 11 Rebiulevvel sene 1331 Bursa. 123-Hulefâ-i Halvetiye-i Mısriye’den Moralı Sadeddin Efendi, yetmişi mütecaviz, sene 1304 Bursa. 124-Hulefâ-i Halvetiye-i Mısriye’den Moralı Muhyidin Efendi, elli, 28 Cemaziyelahir sene 1305 Bursa. 125-Hulefâ-i Halvetiye-i Mısriye’den Moralı Hamza Efendi, yetmişi mütecaviz, 13 Cemaziyelahir sene 1323 Bursa. 126-Hulefâ-i Hâlvetiye-i Mısriye’den Kaya Ali Rıza ibn-i Mustafa Lütfullah Efendi, kırk, 24 Rebiulevvel sene 1324 Bursa. 127-Hulefâ-i Halvetiye-i Mısriye’den biraderi Hacı Muhsin Efendi, kırk sekiz, 10 Safer sene 1333 Bursa. 138 128-Hulefâ-i Halvetiye-i mazanneden Hacı Şerif Dede, yetmişi mütecaviz, 11 Rebiulahir sene 1333 Bursa. 129-Rical-i Kâdiriye ve Şabaniye’den Osmân Şemseddin Efendi, yetmişi mütecaviz, sene 1311 Bursa. 130-Hulefâ-i Nakşiye’den Kadı Galib Efendi, yetmişi mütecaviz, 16 Şaban sene 1314 Bursa. 131-Kudemâ-yı Mevleviye’den kudümzenbaşı Çekirge ve Şehadet Cami İmamı Ali Efendi, seksen yedi yaşında, sene 1305 Bursa. 132-Kudemâ-yı Mevleviye’den neyzenbaşı Mahdûmu Hafız Muhtar, seksen, sene 1347 Bursa. 133-Kudemâ-yı Mevleviye’den kudümzenbaşı diğeri Hulûsî, seksenlik berhayat. 134-Kudemâ-yı Mevleviye’den semazenbaşı Arnavut Osman Dede, yetmişi mütecaviz, sene 1303 Bursa. 135-Muhibbân-ı Mevleviye’den Çetniye sefîr-i esbakı Hacı Baki Bey, altmışı mütecaviz, 10 Rebiulahir sene 1345 Bursa. 136-Muhibbân-ı Mevleviye’den esbak Darulmuallimin Müdürü Arif Hikmet Efendi, yetmişi mütecaviz, 26 Ramazan sene 1346 Bursa. 137-Hulefâ-i Bektâşiye’den Nail Efendi, seksen. 30 Şevval sene 1341 Bursa. 138-Melâmiye’den Edib-i Meşhur Tâhir Bey, Bursalı, altmış, 10 Rebiulahir sene 1344 Üsküdar. 139-Melâmiye’den Halil Efendi, ulemadan, Bursa, altmış, 5 Rebiulevvel sene 133 Bursa. 140-Hulefâ-i Sa΄diye’den Abdülkadir Üskübî, altmış, 25 Muharrem sene 1343 Bursa. 141-Hulefâ-i Sa΄diye’den Sa΄dî el-Üskûbî, altmışı mütecaviz, 29 Cemaziyelevvel sene 1338 Bursa. 142-Hulefâ-i Rıfâiye’den Şerif Efendi, Bursalı, altmışı mütecaviz, İstanbul. 143-Hulefâ-i Rıfâiye’den Badırgalı Açıkbaş Ahmed Efendi, altmışı mütecaviz, 2 Rebiulevvel sene 1302 Bursa. 144-Hulefâ-i Rıfâiye’den Badırgalı Mahdûmu Ali Efendi, altmışı mütecaviz, Badırga. 145-Hulefâ-i Şâzeliye’den Ömer Cemal Efendi, altmışı mütecaviz, Bursa. 139 146-Mevleviye’den kudümzenbaşı Müezzin Hüseyin Efendi, seksenden mütecaviz, 20 Safer sene 1321 Bursa. 147-Mevleviye’den Mecâzib-i İlahiye’den İsmail Rûşen Dede, 26 Cemziyelahir sene 1336. Bâlâda ismi muharrer olan hulefânın da Bursa’da medfun olanları ve Bursalı bulunanları da Bahâr-ı Şemsî nam eserimizde dercedilmiştir. Terceme-i halleri orada vardır. Şimdi de hariçten berâ-yı ziyâret Bursa’ya gelip dergâhda veya suver-i sâire ile görüştüğümüz bazı zevât-ı kiramın esâmîsini yazacağım. Fakat umumunu derhatır etmek mümkün olmadığından mehmâ imkân hatırda kalabilenleri yazabileceğim: 148-Sâdât-ı Pîr-i Zenciyeden ve Tarikat-i Kâdiriye ve Rıfâiye’den Şeyh Hüseyin Efendi. 149-Sâdât-ı kirâmdan olan Sadeddin sabâdirin Asitâne-i Sa΄diye-i Şâmiye Şeyhi Şeyh İbrahim Efendi. 150-Sâdât-ı kirâmdan olan Asitâne-i Sa΄diye-i Şâmiye Şeyhi Mahdûmu Bedreddin Efendi. 151-Meşâyıh-ı Sa΄diye’den Ankaralı Aziz Efendi 152- Meşâyıh-ı Bayramiye’den Kastamonulu Ziyâ Efendi. 153-Meşâyıh-ı Şâbaniye’den Çalılı İsmail Efendi. 154-Meşâyıh-ı Mevleviye’den Veled Çelebi, henüz on sekiz yaşında iken pek samimi görüşmüştük, sonra unuttu. 155- Meşâyıh-ı Mevleviye’den Karahisar Şeyhi Celaleddin Efendi. 156-Meşâyıh-ı Mevleviye’den Karahisar Şeyhi biraderi. 157-Meşâyıh-ı Bektâşiye’den Hacı Mustafa Baba, Mora Yenişehir’den. 158-Meşâyıh-ı Bektâşiye’den Salim Baba, Rumeli’nden. 159-İranî Tarîk-i Hüseyniye’den Cumhur Baba. 160-İranî Tarîk-i Hüseyniye’den Ali Rıza Efendi. 161-Tarîk-i Uşşâkiye’den Na΄ra Şeyhi Tevfik Efendi. 162-Tarîk-i Kâdiriye’den Çanakkale’de Sami Paşazâde Hayrullah Efendi. 163-Tarîk-i Rıfâiye’den Kibezreli Şeyh Hakkı Efendi. 164-Tarîk-i Gülşeniye’den Uzunköprü’den Hafız Mustafa Efendi. 140 Daha birçok zevâtla Bursa’da görüştük Ancak İstanbullu olanların kısm-ı küllisini bilâhire İstanbul’da tekkelerinde gördüğümden artık İstanbul’da görüştüğüm meşâyıh-ı kiram meyanına kaydediyorum: 165-Hazret-i Sünbül Sinan Efendi Asitânesi Şeyhi mazanne-i kiramdan Rıza Efendi, Bursa’da ve İstanbul’da. 166-Hazret-i Sünbül Sinan Efendi Âsitânesi Şeyhi Mahdûmu Fatin Efendi. 167-Hazret-i Merkez Muslihiddin Şeyhi Ahmed Efendi. 168-Hazret-i Merkez Muslihiddin biraderi Zekaî Efendi, Pîri Paşa Tekkesi Şeyhi oldu. 169-Hazret-i Merkez Muslihiddin diğeri Adlî Efendi, Edirne’ye ba΄dehû Seyyid Nizam Şeyhi oldu 1348. 170-Kadirîhane Dergâhı Şeyhi Reisü’l-meşâyıh Ahmed Efendi. 171-Kadirîhane Dergâhı Şeyhi Mahdûmu Abdüşşekûr Efendi. 172-Kadirîhane Dergâhı Şeyhi hafidi Avni Efendi, şeyh-i hâzır. 173-Sancaktar Dergâhı Şeyhi Rıfat Efendi, zikirde riyaset ederdi. 174-Etyemez Dergâhı Şeyhi Feridüddin Efendi. 175-Etyemez Dergâhı Şeyhi Mahdûmu Hüsnü Efendi. 176-Emirahır’da Halid Efendi Şeyhi Emin Tevfik el-Uşşakî Efendi. 177-Emirahır’da Halid Efendi Şeyhi Mahdûmu Şehab Efendi, Bursa’da görüştük, şeyh-i hâzır. 178-Emirahır’da Sünbüliye’den Şeyh Hafız Nazif Efendi. 179-Emirahır’da Sünbüliye’den Mahdûmu Vahyi Efendi, şeyh-i hâzır. 180-Fîhi Dergâhı Şeyhi Kadirî ve Rıfaî’den Hilmi Molla Efendi. 181-Fîhi Dergâhı Şeyhi Kadirî ve Rıfaî’den Mahdûmu Hüseyin Efendi, şeyh-i hâzır. 182-Fatih civarında Said Çavuş Mahallesinde Rıfâiye’den Şeyh Ata Efendi, kaviyyü’l-bünye, bir rûşen-zamir 183-Hüsrev Paşa Şeyhi Rıfâiye’den Arif Efendi. 184-Hüsrev Paşa Şeyhi Mahdûmu Abbas Efendi, şeyh-i hâzır. 185-Şezbedâr Şeyhi Süleyman Rıfaî Efendi. 186-Hekimoğlu Ali Paşa Şeyhi Kâdiriye’den Sadeddin Efendi. 141 187-Hekimoğlu Ali Paşa Şeyhi Kâdiriyeden hafidi Müfid Efendi, şeyh-i hâzır. 188-Müştakzâde Ahmed Efendi, Şabaniye’den. 189-Saraç İshak Mahallesi’nde Rıfâiye’den Fazlı Efendi. 190-Saraç İshak Mahallesi’nde Rıfâiye’den oğlu Vahdî Efendi, şeyh-i hâzır. 191-Tarîk-i Sa΄diye’den Ejder Dergâhı Şeyhi Hakkı Efendi. 192-Tarîk-i Sa΄diye’den Cevad Efendi, şeyh-i hâzır, güzel zakirlik eder. 193-Tarîk-i Cerrâhiye’den Âsitâne-i Nureddin Şeyhi Galib Efendi. 194-Tarîk-i Cerrâhiye’den Âsitâne-i Nureddin Şeyhi biraderi Yaşar Efendi. 195-Tarîk-i Cerrâhiye’den Âsitâne-i Nureddin Şeyhi Yaşar Efendizâde Fahreddin Efendi, şeyh-i hâzır. 196-Sultnahmed’te Tarîk-i Kâdiriye’den Mısrî İbrahim Efendi, bani kendidir, yazı yazardı. 197-Salkım Söğüt’te Tarîk-i Kâdiriye’den Aydınoğlu Şeyhi İzzî Efendi. 198-Sivasî Tekkesi Şeyhi Kasım Efendi, Bursa’da görüştük. 199-Sivasî Tekkesi Şeyhi Mahdûmu Yusuf Efendi, şeyh-i hâzır 200-Seyyid Nizameddin Şeyhi Şemaeddin Efendi, mahlülünden Merkez Şeyhi’nin biraderi Adlî Efendi’ye. 201-Eyüp’te Selamî Şeyhi Nakşî Abdüsselam Efendi. 202-Eyüp’te Hasib Şeyhi Rıfaî Hasib Efendi. 203-Taşlıburun Sa΄diye’den Süleyman Efendi, Bursa’da görüştük, doksanlık bir zattı. 204-Sütlüce’de Hacızâde Elif Efendi, es-Sa΄dî ve’l-Mevlevî. 205-Sütlüce’de Hacızâde Mahdûmu Zahir Efendi, şeyh-i hâzır. 206-Kasım Paşa’da Asitâne-i Uşşâkî’de Cemal Efendi. 207-Kasım Paşa’da Asitâne-i Uşşâkî’de Mustafa Efendi. 208-Beşiktaş’da Neccarzâde Dergâhı Şeyhi Rıza Efendi, Nakşî, sekseni mütecaviz. 209-Beşiktaş’da Neccarzâde Dergâhı Şeyhi damadı, şeyh-i hâzır. 210-Kasım Paşa’da Bedrî Tarikati’nden Arabazâde Dergâhı Şeyhi Ali Efendi, altmışlık. 211-Üsküdar’da Hazret-i Hüdâyi Dergâhı Şeyhi Rûşen Efendi, doksanı mütecaviz. 142 212-Üsküdar’da Hazret-i Hüdâyi Dergâhı Şeyhi Şehab Efendi, altmışı mütecaviz. 213-Üsküdar’da Hazret-i Hüdâyi Dergâhı Şeyhi Gülşen Efendi, reisülMeşâyıh, altmışı mütecaviz. 214-Üsküdar’da Hazret-i Hüdâyi Dergâhı Şeyhi Abid Efendi, şeyh-i hâzır. 215-Üsküdar’da Şeyh Cami Şeyhi Celvetiye’den Talib Efendi, altmışlık. 216-Üsküdar’da Bandırmalı Haşim Baba Celvetiye’den Fahreddin Efendi, yetmişlik. 217-Üsküdar’da Bandırmalı Haşim Baba Celvetiye’den biraderi Galib Efendi, yetmişlik, Kuşdilinde Mecidiye ve İskender Baba Şeyhiydi. 218-Üsküdar’da Bandırmalı Haşim Baba Celvetiye’den Galib Efendizâde Münib, elli beşlik, Kuşdilinde Mecidiye ve İskender Baba Şeyhiydi. 219-Üsküdar’da Bandırmalı Haşim Baba Celvetiye’den oğlu Yusuf Münib Efendi, şeyh-i hâzır. 220-Üsküdar’da Sandıkcı Dergâhı Şeyhi Rıfâiye’den Abid Efendi, elli beşlik. 221-Üsküdar’da Sandıkcı Dergâhı Şeyhi Rıfâiye’den Mahdûmu Haydar Efendi, şeyh-i hâzır. 222-Üsküdar’da Hallaç Baba Sa΄diye’den Ali Efendi, elyevm Ahmedü’l-Buharî şeyhi. 223-Üsküdar’da Hallaç Baba Sa΄diye’den Ali Efendi kasr-ı yedinde Mora Yenişehirli Ferid Efendi, elli. 224-Üsküdar’da Hallaç Baba Sa΄diye’den hemşirezâdesi Sadeddin Efendi, şeyh-i hâzır. 225-Üsküdar’da Âsitâne-i Rifaî Şeyhi Tevfik Efendi, yetmişlik. 226-Üsküdar’da Asitâne-i Rifaî Şeyhi Mahdûmu Ziya Efendi, ellilik, şeyh-i hâzır Hüsnü Efendi. 227-Üsküdar’da Debbağlar’da Çarşamba Dergâhı Şeyhi Rıfâiye’den Küçük Tevfik Efendi, ellilik. 228-Üsküdar’da Debbağlar’da Çarşamba Dergâhı Şeyhi Rıfâiye’den Mahdûmu Hayrullah Taceddin Efendi, şeyh-i hâzır 229-Üsküdar’da Selimiye Dergâhı Şeyhi Nakşibendiye’den Said Efendi, ellilik. 230-Üsküdar’da Emekyemez Dergâhı Şeyhi Bayramiye’den Aziz Efendi, altmışlık. 143 231-Üsküdar’da Mevlevî Tekkesi Vekili Halid Dede ve Remzi Efendi, altmışlık. 232-Üsküdar’da Halim Gülüm Tekyesi Şeyhi Emin Efendi, Kadirî, ellilik. 233-Üsküdar’da Menkuti Paşa Tekyesi Şeyhi Said Efendi, Şabanî, ellilik. 234-Üsküdar’da Nasuhî Tekkesi Şeyhi Kerameddin Efendi, Şabanî, şeyh-i hâzır. 235-Üsküdar’da Fethi Efendi Tekkesi Şeyhi Sa΄diye’den Şemseddin Efendi, şeyh- i hâzır. 236-Üsküdar’da Bedevî Tekkesi Şeyhi Halim Efendi, ellilik. 237-Üsküdar’da Bedevî Tekkesi Şeyhi biraderi Ali Efendi, ellilik. 238-Üsküdar’da Ahmediye’de Rıfâiye’den Mahmûd Efendi, ellilik. 239-Üsküdar’da Çamlıca’da Tarîk-i Bektâşiye’den Nuri Baba, yetmişlik. 240-Üsküdar’da Toygar Şeyhi Rıfâiye’den Serzakir Arif Efendi, yetmişi mütecaviz. 241-Üsküdar’da Toygar Şeyhi Rıfâiye’den biraderi Hazım Efendi, yetmişi mütecaviz. 242-Üsküdarda Tarîk-i Kâdiriye’den Şeyh Hicabi Efendi, yetmişi mütecaviz. 243-İstanbul’da Tarîk-i Sa΄diye’den Çakır Ağa Dergâhı Şeyhi Hasan Efendi, şeyh-i hâzır. 244-İstanbul’da Tarîk-i Nakşiye-i Aleviye’den Eyüp Nişancısı’nda Seyyid Şeyh Abdülkadir Efendi, seksenlik. 245-İstanbul’da Tarîk-i Şabaniye’den Topkapı Şeyhi Salih Efendi, seksenlik. 246-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Yeşiltulûk Şeyhi Hacı Mustafa Efendi, yetmişlik. 247-İstanbul’da Tarîk-i Sünbüliye’den Cihangir Şeyhi Resmî Efendi, ellilik. 248-İstanbul’da Tarîk-i Sa΄diye’den Şehremini’de Raşid Efendi, ellilik. 249-İstanbul’da Tarîk-i Sa΄diye’den Şehremini’de Mahdûmu Akif Efendi, şeyh-i hâzır. 250-İstanbul’da Tarîk-i Sa΄diye’den Kargacılr’da Abdüsselam Şeyhi Yahyâ Efendi, altmışlık. 251-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Kara Sarıklı Şeyhi Safvet Efendi, kırklık. 252-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Kara Sarıklı Şeyhi Şevket Efendi, şeyh-i hâzır. 253-İstanbul’da Tarîk-i Sa΄diye’den Hasan Kadri Şeyhi Nihad Efendi, kırklık. 144 254-İstanbul’da Tarîk-i Sa΄diye’den Hasan Kadri Şeyhi Mahdûmu İzzî Efendi, şeyh-i hâzır. 255-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Kara Baba Mehmed Hilmi Efendi, yetmişlik. 256-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Kara Baba Mahdûmu Haydar Efendi, şeyh-i hâzır. 257-İstanbul’da Tarîk-i Nakşibendiye’den Kelâmî Baba Şeyhi Esad Efendi, şeyh- i hâzır, Bursa’da görüştük. 258-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Odabaşı Ahmed Efendi, yetmişi mütecaviz. 259-İstanbul’da Beylerbeyi’nde Tarîk-i Bedeviye’den Şeyh Seyyid Said Efendi, altmışı mütecaviz. 260-İstanbul’da Beylerbeyi’nde Tarîk-i Bedeviye’den Mahdûmu Nesib Efendi, ellilik. 261-İstanbul’da Ağaçkakan’da Tarîk-i Bedeviye’den Nail Efendi, ellilik. 262-İstanbul’da Ağaçkakan’da Tarîk-i Bedeviye’den Nail Efendi’nin Şeyhi Vasfî Efendi, altmışlık 263-İstanbul’da Yıldız Tekkesi Cerrâhiye’den Nuri Efendi, şeyh-i hâzır. 264-İstanbul’da Sultanahmed’de Nazki Tekkesi Şeyhi Şabaniye’den Hamdî Efendi, altmışlık. 265-İstanbul’da Fatih türbedarı Melamiye-i Şabaniye’den Amiş Efendi, yetmişlik. 266-İstanbul’da Fatih türbedarı Melamiye-i Şabaniye’den Memiş Efendi, altmışlık. 267-İstanbul’da Hulefâ-i Şabaniye’den Kara Sarıklı İbrahim Efendi, yetmişi mütecaviz, aşık, cezbedar bir zat. 268-İstanbul’da Hulefâ-i Kâdiriye’den Tophane Müftüsü Bekir Efendi, yetmişi mütecaviz. 269-İstanbul’da Yeni Kapı Mevlevi Şeyhi Celâleddin Efendi, elli beşlik. 270-İstanbul’da Yeni Kapı Mevlevi Şeyhi Mahdûmu Abdülbâki Efendi, şeyh-i hâzır. 271-İstanbul’da Kasım Paşa Mevlevi Şeyhi Ali Efendi, yetmişlik. 272-İstanbul’da Tahir Ağa Şeyhi Nakşiye’den Hacı Behçet Efendi, şeyh-i hâzır. 273-İstanbul’da Sultanahmed’de Seyyahî΄n Tekkesi Şeyhi Sâdık Efendi, şeyh-i hâzır. 145 274-İstanbul’da Rumeli Hisarı’nda Durmuş Baba Tekkesi Şeyhi Cerrahiye’den Said Efendi, şeyh-i hâzır. 275-İstanbul’da Hekimoğlu Ali Paşa Şeyhi hulefâsından Nuru Efendi, Kalayizâde, Kadirî, elli beşlik. 276-İstanbul’da Sultanahmed’de Mehmed Paşa Şeyhi Nidaî Efendi, şeyh-i hâzır. 277-İstanbul’da Taş Tekkelerde Tarîk-i Kâdiriye’den Kemal Efendi, şeyh-i hâzır. 278-İstanbul’da hulefâ-i Mevleviye’den Tahir Efendi. 279-İstanbul’da Sarmaşık’ta Şeyh Türlü Kamil Efendi, altmışlık. 280-İstanbul’da Sarmaşık’da Mahdûmu Fuat Efendi, kırklık. 281-İstanbul’da Fatih’te Tarîk-i Rıfâiye’den Ümm-i Kenan Şeyhi Kenan Efendi, şeyh-i hâzır. 282-İstanbul’da Dâr-ı Osman Şeyh-i Âsitâne-i Sünbüliye’ de Pişkadem Şerafeddin Efendi, Sünbülî Şeyh-i hâzırı. 283-İstanbul’da Kesme Kaya’da Kâdiriye’den Ali Efendi, ellilik. 284-İstanbul’da Erzurumî Kâdiriye’den Fazıl Efendi, şeyh-i hâzır. 285-İstanbul’da Tarîk-i Sa΄diye hulefâsından Defter-i Hakanî Müdürü Hacı Faik Efendi, şeyh-i hâzır. 286-İstanbul’da Tarîk-i Kâdiriye’den Dani Efendi Tekkesi Şeyhi Senabih Efendi, altmış beş. 287-İstanbul’da Kasım Paşa’da Dülgerazâde Şeyhi Kâdiriye’den Cemal Efendi, kırklık. 288-İstanbul’da Hırka-i Şerif Şeyhi Tevfik Efendi, altmışlık. 289-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Sırrı Efendizâde Esrar Efendi, ellilik, zâkir. 290-İstanbul’da Tarîk-i Kâdiriye’den Serzâkir Turşucu Efendi, yetmişlik. 291-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Serzâkir Hulusî Efendi, altmışlık. 292-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den ve Bektâşiye’den Yaşar Baba, altmışlık. 293-İstanbul’da Kadem Tekkesi Şeyhi Ahmed Efendi, Sa΄diye’den, yetmişi mütecaviz. 294-İstanbul’da Kadem Tekkesi Şeyhi Mahdûmu Sadeddin Efendi, elli beşlik. 295-İstanbul’da Kadem Tekyesi Şeyhi diğeri Selahaddin Efendi, şeyh-i hâzır. 296-İstanbul’da Düğümlü Baba Şeyhi Hacı Mustafa Efendi, Halidî, altmışlık. 297-İstanbul’da Düğümlü Baba Şeyhi, şeyh-i hâzır. 146 298-İstanbul’da Hulefâ-i Rıfâiye’den Hacı Halid Efendi, elli beşlik. 299-İstanbul’da Tarîk-i Gülşenî’den Cemal Efendi. 300-İstanbul’da Edirnekapı’da Kuyubaşı Tekkesi Şeyhi Efendi, Bektâşiye’den bozma Nakşî, Hazret-i Pîr’in çilehanesi. 301-İstanbul’da Sünbüliye’den Hacı Uhud Dergâhı Şeyhi Hacı Hasan Efendi, yetmişi mütecaviz. 302-İstanbul’da Otlukçu Yokuşunda Sa΄diye’den Mıstık Efendi, yetmişlik. 303-İstanbul’da Cerrahiye’den Duâ-gû-yı Şehir Muharrem Efendi, yetmişlik. 304-İstanbul’da Üsküdar Balaban Şeyhi Duâ-gû-yı Şehir Hüsnü Efendi, şeyh-i hâzır. 305-İstanbul’da Sultanahmed’de Tarîk-i Kâdiriye’den Kaygısız Şeyhi ........... Efendi, seksenlik. 306-İstanbul’da Sultanahmed’de Tarîk-i Kâdiriye’den Mahdûmu Ahmed Efendi, şeyh-i hâzır. 307-İstanbul’da Beşiktaş’da Yahya Efendi Türbedârı Hayrî Efendi, ellilik. 308-İstanbul’da Tarîk-i Rıfâiye’den Şeyh İhsan Efendi, reislik eder, elli beşlik. 309-İstanbul’da Haydar’da Tarîk-i Kâdiriye’den Reis Hakkı Efendi, elli beşlik. Bursa’da ve İstanbul’da görüştüğüm, ellerini öptüğüm meşâyıh-ı kiram ile bilahire o ihtiyar-ı muhterem zevatın yerini işgal eden mahdumları veya hariçten tayin olunan zevâtı da yazdım. Hatıra gelebilenler bunlardır. Belki ileride ferâmuş ettiğim veyahut derhâtır edemediğim zevâttan sonradan aklıma gelenler olursa onları da hâtimeye yazarım. Şimdi İzmir ve Selânik gibi gittiğim mahallerde mülaki olduğum meşâyıh-ı kiramın isimlerinden derhatırda kalabilenleri yazıyıyorum: 310-İzmir’de Mora muhacirlerinden Şeyh Emin Efendi, belki doksanlık bir muhterem, Mısrî Şeyhi idi. Ak sakallı, nuranî sıfatlı olup çok dikkatle elini öper, duasını alırdım. Bizim Şemsiyeci Evliya-i Fakire benzerdi. 311-Mahdûmu Meşâyıh-ı Mısrîye’den Dergâh Şeyhi Muhyiddin Efendi, yetmişlik bir zattı. 312-Diğeri Meşâyıh-ı Mısrîye’den Dergâh Şeyhi Cemaleddin Efendi, yetmişlik bir zattı. 147 313-Meşâyıh-ı Mısriye’den Muhyiddin Efendizâde müderris, Hafız Ali Efendi, âb-ı rû-yı ulema ve Meşâyıh-ı İzmir’di. 314-Meşâyıh-ı Mısriye’den Cemal Efendizâde Niyazî Efendi, şeyh-i hâzır, on kadar biraderi vardır. 315-Meşâyıh-ı Mısriye’den Şeyh Ali Efendi Dergahı Şeyhi Şevkullah Efendi, şeyhimle akraba, elliyi mütecaviz, ilk İzmir’e gittiğimizde çocuktum gördüm. 316-Meşâyıh-ı Mısriye’den Şeyh Ali Efendi Dergahı Şeyhi Mahdûmu Bedreddin Efendi, yetmişe yakin, ikinci defa da görüştük. 317-İzmir’de Tarîk-i Rıfâiye’den Emir Sultan Şeyhi Hüseyin Efendi 318-İzmir’de Tarîk-i Rıfâiye’den biraderi Nuri Efendi, evvelce Bursa’da görüşmüştük. 319-İzmir’de Tarîk-i Rıfâiye’den Emir Sultan Şeyhinin Şeyhi Manisalı Hacı Hasan Efendi, yetmişlik vardı. 320-İzmir’de Tarîk-i Sa΄diye’den Emir Sultan Dergâhı’nda medfun Mora Yenişehirli Mehmed Efendi, fazıl bir zattı, Bursa’da görüştük. 321-İzmir’de Emir Sultan’da medfun Mora Yenişehirli Mehmed Efendizâde Aziz Efendi, Medar Köyü’nde tekke inşa etti, altmışlık. 322-Selânik’te Fethiye Şeyhi Tarîk-i Halvetiye-i Mısriye’den Ali Efendi, yetmişlik. 323-Selânik’de Fethiye Şeyhi Tarîk-i Halvetiye-i Mısriye’den Mahdûmu Ziya Efendi, şeyh-i hâzır. 324-Selânik’te Kara Baba Şeyhi Tarîk-i Halvetiye-i Mısriye’den Ahmed Baba Efendi, sekseni mütecaviz. 325-Selânik’te Kara Baba Şeyhi Tarîk-i Halvetiye’-i Mısriye’den Muallim Mustafa Efendi, yetmişlik. 326-Selânik’te Kara Baba Şeyhi Tarîk-i Halvetiye’-i Mısriye’den Mahdûmu Ahmed Efendi, kırklık. 327-Selânik’te Kapı Şeyhi Tarîk-i Kâdiriye’den Abdülkadir Efendi, altmışlık. 328-Selânik’te Kapı Şeyhi Tarîk-i Kâdiriye’den Tahsin Efendi, şeyh-i hâzır. 329-Selânik’te Haşmet Efendi Şeyhi Sinâniye’den Mustafa Efendi, altmışlık. 330-Selânik’te Haşmet Efendi Şeyhi Sinâniye’den biraderi Sıdkı Efendi, altmışlık. 148 331-Selânik’te Pazar Şeyhi Sinâniye’den Salih Efendi, yetmişlik, Reisü’l- meşâyıh. 332-Selânik’te Pazar Şeyhi Sinâniye’den hafidi Abdullah Efendi, şeyh-i hâzır. 333-Selânik’te Numan Paşa Nakşiye’den Mehmed Efendi, yetmişlik, Reisü’l- meşâyıh. 334-Selânik’te Pişmaniye Sa΄diye’den Rıfat Efendi, altmışlık. 335-Selânik’te Pişmaniye Sa΄diye’den Mahdûmu Sadeddin Efendi, şeyh-i hâzır. 336-Selânik’de Sadî Dergâhı Şeyhi Ahmed Efendi, altmışlık. 337-Selânik’te Mevlevî Dergâhı Şeyhi Eşref Efendi, ellilik. 338-Selânik’te Salı Dergâhı Şeyhi Tarîk-i Kâdiriye’den Rızâ Efendi, şeyh-i hâzır. 339-Selânik’te İki Lüle Dergâhı Şeyhi Sinâniye’den Ömer Efendi, şeyh-i hâzır. 340-Selânik’te Yakup Paşa Dergâhı Şeyhi Sinâniye’den Ali Efendi, şeyh-i hâzır. 341-Selânik’te Zindan Dergâhı Şeyhi Sinâniye’den Cafer Efendi, şeyh-i hâzır. 342-Selânik’te Perşembe Dergâhı Şeyhi Sinâniye’den Abdî Efendi, şeyh-i hâzır. 343-Selanhik’te Hundi Hamamı Dergâhı Şeyhi Kâdiriye’den İzzet Efendi, şeyh-i hâzır, Bursa’dadır. 344-Selânik’te Siyahî Şeyh Bilal Efendi. 345-Mihalıc’ta Tarîk-i Kâdiriye’den Hacı Hasan Baba Efendi, yetmişi mütecaviz. 346-Midilli’de Mevlevî Şeyhi Nazif Dede Efendi, Kasım Paşa Şeyhi ‘nin biraderidir, yetmişi mütecaviz. 347-Midilli’de Kadirî Şeyhi Nureddin Efendi. 348-Midilli’de Hâlidiye’den müsaferetle gelen Şeyh Sabrî Efendi. 349-Limni’de Tarîk-i Kâdiriye’den eş-Şeyh Emin Efendi, yetmişlik. 350-Limni’de Türbedâr-ı Hazret-i Pîr Niyazi Efendi.”343 Mehmed Şemseddin Efendi’nin önemli dostlarından biri de Osmanlı Müellifleri yazarı Bursalı Tahir Efendi’dir. Bursalı Tahir Bey, Yerkapı mahallesinde Şemseddin Efendi’nin cedd-i mâderi olan Sadî Şeyhi Haydar Efendi’nin dergâhı karşısındaki evde doğmuş ve Üftade hazretleri türbesi ve haziresine komşu olmuş melâmî-meşreb bir zattır.344 343Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 225-245. 344Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, Bursalı Mutasavvıflar, Âlimler ve Meşhurlar, haz. Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Olcay Kocatürk, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 49. 149 Şemseddin Efendi bu dostluklarından Bahâr-ı Şemsî’de şöyle bahseder: “Fakîr’le komşuluk münâsebetiyle hukûk-ı kadîmemiz olduğu gibi, Hazret-i Mısrî’ye olan nisbetimizden dolayı da ayrıca teyîd-i müvâlât ederdi. Eserlerinin hemen cümlesini göndermiş ve hatt-ı destiyle mütevâzıâne ve mültefitâne tevşîh etmiştir. Osmanlı Müellifleri’nin Bursa’ya âid olan kısmını tamâmen değilse de târîhe geçmeyenleri tarafımdan bildirilmiş ve vâkı-ı zühûlden bir hayli yanlışlıkları bildirdiğimden çok memnûn olarak bir pusulasını istemişti. Kendilerine verdim ve eserin nihayetine hatâ- savâb cetveli yaparak ilâve edecekti. Fakat Bursa’dan avdetini müteâkıb hastalanmış ve ifâkat bulamadığından kitâbda da o yanlışlıklar kalmıştır. Miʻyâr-ı Şemsî nâm eserimize dercettim. Mûmâileyh halîmselîm, mütevâzı, edîb, mütefekkir olup mesleğini de tâlibîne telkîn ederdi.”345 1.7. Vefatı Mehmed Şemseddin Efendi, 9 Teşrin-i Evvel 1936 tarihinde 69 yaşında, tedâvi için geldiği İstanbul'da vefat etmiştir. Vasiyeti gereğince Merkez Efendi Kabristanı’nda Niyâzî-i Mısrî'nin kardeşi Ahmed Efendi'nin mezarının yanıbaşına defnedilmiştir.346 Hikmet Turhan Dağlıoğlu, Şeyhi ölümünden bir gün evvel İbnülemin Bey'le birlikte ziyaret ettiğini belirterek şunları kaydetmektedir: “Öldüğü zaman tam yetmiş yaşında bulunuyordu. Tab'an nâzik, çalışkan ve halûk aynı zamanda fevkalâde intizâm-perver bir zattı. Ölümünden bir gün evvel Topkapı'da Gurabâ Hastanesi karşısında misafir olarak bulunduğu bir evde ziyâretine gitmiştik. Bu, ölüme yaklaşmış zatın hayatta son bir hâtırası olmak üzere fotografını almak arzu etmiştim. Müsaadelerini ricâ ettim. Oğlu, öğretmen Fahamettin babasının yanına oturunca yarı ölü bir halde bulunan bu ihtiyâr: -Oğlum Fahamettin, saçımı, sakalımı eyice tara, fotografım güzel çıksın, diye bir kaç defa söylemişti. Bu hâl ve manzara Bay İbnülemin Mahmud Kemal ile birlikte hem dikkatimizi mucip olmuş hem de garîbimize gitmişti.”347 Şemseddin Efendinin oğlu Fehameddin Efendi buraya babasının son günleri, hastalığı, vefatını işaret eden beyit ile ilgili olarak notlar düşmüştür. Aynı notları daha geniş bir şekilde Güftâr-ı Şemsî’de nakletmiştir. 345Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, Bursalı Mutasavvıflar, Âlimler ve Meşhurlar, s. 49. 346İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, s. 1807. 347İbnülemin Mahmud Kemal İnal, a.g.e., s. 1808. 150 O meşhûr şiir ve Fehamettin Efendi’nin açıklamaları şöyledir: Tâ ezelden Hakk’ı ikrâr ile ta’zîm eyledim Sevgili Mahbûb’unu tasdîk ve tekrîm eyledim Hânedân-ı Ehl-i Beyt’in hübbünü halka müdâm Dört delil ile umûma ben de ta’lîm eyledim Elli altmışdan ziyade her ilimden bir kitap Bazı mensûr bazı manzûmen de terkîm eyledim Cümle âsârım tasavvuf, itikat ve târihini İsmime ettim izâfet böyle tanzîm eyledim Sâye-i Mısrî’de buldum mâ’nevî feyz u kemâl Nâmımı Şemsî-i Mısrî ile tevsim eyledim Var Hudâ’dır ol Ganî ve zü’l-kerem sahib-’ata Ben günâhımla O’na yokluğu takdim eyledim Şâfi’im Âl-i abâ’dır onları kıldım şefi’ Cânımı Allah’ıma aşkıle teslim eyledim 24 Muharrem 1352/19 Mayıs 1933 Mahdûmu Fehâmeddin Ulusoy (öl.1985) bu şiirin devamında şu notları yazar: “Bu nutkun zuhûru günü muhterem babamın yanına gittim. Konuşuyorduk. “Bak ne tulu’ etti” diye yukarıdaki nutku okumaya başladılar. “Aman Efendi Baba! Pek erken bizleri dilhûn ediyorsunuz. ‘eyledim’ kelimesine bir ‘ye’ ilâve ederseniz vezin bozulmaz” dedim. Kendileri de “Pek a’lâ! Senin istediğin gibi olsun!” dediler. Memnûnen elini öpüp yanlarından ayrıldım, mektebe gittim. 151 Vakta ki rahatsızlandılar, ameliyat ve tedâvi için İstanbul’a gidildi. Hastahaneye yatırdılar. Birinci ameliyat yapıldı. Bir ay sonra hastaneden çıkardık. Hastahane karşısında tutmuş olduğum evde oturuyorduk. İkinci ameliyat için tekrar hastaneye yatırdıklarında, birkaç gün sonra “Oğlum hatırlıyor musun kütübhane odasında otururken sen bir şey söylemişdin? “ye” harfini ilâve ederek on sene artıralım demiştin. O kâbil olmuyor. O nutuk ayniyle zuhûr edecektir” dediler. “Bana emr-i Hak vâki olursa hazret- i Mısrî Efendim’in birâder-i âlîleri Şeyh Ahmed Efendi hazretlerinin yanına saklarsın” buyurdular. Fakîr, kendimi tutamayarak ağlamağa başladım. “Sana söylemeyip de kime söyleyeceğim. Kim kalmış ki ben kalayım” diye tarikata ait bazı esrârı telkîn buyurdular ve beni teskin ettiler. İkinci ameliyat olmak için vücudları müsait olmadığından ilkbaharda ameliyat yapmak üzere hastaneden çıktılar. Aynı eve geldiler. Yanlarından ayrılmıyordum. Vefatlarından bir hafta evvel Midilli ihvânlarımızdan Râsim Efendi ile birlikte tarîk-i Mısrî usûlüne ait esmâ-i seb’a ve teferrut isimlerini telkîn buyurup her ikimizi kardeş yapıp hayır dualarda bulundular. 21 Receb 1355/8-9 Teşrinievvel(Ekim) 1936 Cuma gecesi rûh-i âlîleri saat 11:05’de âlem-i illiyyîne pervâz eyledi. Ve bizleri pek mükedder, bîkes, muzdarib olarak bırakdılar. Âh benim güzel babacığım.. Hayatım, rûhum, efendim. Radiyallâhu anh ve kaddesallâhu sırrahu. Vasiyyetleri mûcibince namazı, Sünbül Efendi’de kılınarak Hazret-i Pîr Efendimiz’in birâderi Ahmed Efendi Hazretleri’nin yanına Cuma günü -ki dergâhımızın âyin günü idi- ikindiden sonra defnolundu. Cenazede sırf kendilerini seven İstanbul meşâyıhının bir kısmı bulundu. Cenâze merâsiminde na’tlar, salavatlar, ilâhiler okundu. Gaslini Şehremini de Sa’dî Tekkesi şeyhi Âkif Efendi ifâ etti.”348 Mustafa Kara, şeyhin vefatına biri milâdî biri hicrî iki tarih düşmüştür: Niyâzî'nin yolunda dergâhda tekyenîşîn Yâdigâr vermek için Bursa'da kûşenişîn Geldi üçler birlikde mahzûn bir edâ ile Söylediler ki âh uçdı Şemseddin postnişin H. 1355 348 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Güftȃr-ı Şemsî, Mustafa Kara Özel Kütüphanesi, ss. 436-439. 152 Bursa'nın tarihine tarih düşürdü Mısrî Yâdigâr-ı Şemsî'yle bir de Gülzâr-ı Mısrî Çıksın on münâdîmiz söylesinler rıhletin İşte sizlere târîh-i Şemseddin-i Mısrî M. 1936 2. EDEBÎ YÖNÜ Mehmed Şemseddin Efendi, manzum ve mensur olmak üzere 62 eser kaleme almış Bursa’nın en velûd müelliflerinden biridir. O iyi bir şair, iyi bir nâsirdir. Eş’âr-ı Şemsî ve Güftâr-ı Şemsî adı ile iki divân kaleme almış velûd bir şairdir. Mehmed Şemseddin Efendi’nin edebî yönünü, edebî şahsiyetini kuran muhit Halvetî-Mısrî muhîtidir. Bilindiği üzere Mehmed Şemseddin Efendi Halveti-Mısrî muhitinde yetişmiş bir mutasavvıf şairdir. Onun şiir zevki bu muhit içinde gelişmiştir. Edebî yönünün gelişimi ve şiirinin inşâsında en büyük rehberi Niyâzi-i Mısrî’nin şiirleri ve Halveti-Mısrî mektebine mensup mutasavvıf şairler olmuştur. Nitekim Eş’ȃr-ı Şemsȋ’de yer alan şu beyitleri onun bağlı olduğu Halvetȋ-Mısrȋ mektebbine işaret eder: “Min ledün’den söylerim her dem tevellâ sırrını Her sözüm ayet hadisdür ol şükür güftâr biziz Söyleden Hak’dur lisân-ı Pîr-i Mısrî’den bana Sâhib-i dîvân olup da söyleyen eş’âr biziz”349 Sözlerim ilm-i ledündür fehm ider ehl-i kemâl Söyleyen ancak dilimden Mısrî sultanım benim” “Feyz-i ma’na-yı Niyâzî sende oldı rû-nümâ Söyleyen oldur yazarsun sana ne fermân ola”350 “Sanma benden zâhir oldı nutk-ı Mısrî'dür sözüm 349Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 217. 350Mehmed Şemseddin Ulusoy,a.g.e., s. 343. 153 Sûretîler anlamazlar zevk-i ma’nâdur sözüm Olmuşum ilm-i ledünden hamdü-li’llâh ben sebak Ol sebebden bilme benden çünki Vahyî’dür sözüm Himmet-i Sultân-ı Mısrî oldı erzân âcize Bu tulû’ât ol Cenâb’un bil ki Lutfi’dür sözüm Şemsî bî-kes âcize eltâf-ı kudsiyyesidür Bu lisân benden degildür nutk-ı Sahfî’dür sözüm351 Şemseddin Efendi’nin edebî şahsiyetini, tasavvufî şahsiyetinden ayrı düşünmek mümkün değildir, adeta onunla içiçedir. Muasırı olan mutasavvıf şairlerden ve dostlarından olan Hüseyin Vassâf, Şemseddin Efendi için yazdığı bir medhiyyesinde, onun tasavvufî yönü ile iç içe olan bu edebî yönüne dâir şu vasıfları sıralar: “zat-ı pür- hakâyık”, şiirde bülbül-i aşk”, “kâinât-ı şerh eden sırr-ı Kur’ân” “mürşid-i cân” “edib hoş- gû”, “dili memlû” ve “Mısri-i Sâni”. Bu zat-ı pür-hakâyık âsitân-ı Pîr’de post-pîrâ Dekâyıkda maʻârifde hakîkat merd-i zî-şândur Ledünnîʻilme mazhardur bütün âsârı şâhiddür Şiʻrde bülbül-i ʻaşkdur esîr-i zülf-i cânândur Dinilse Mısri-i sânî ana lâyıkdur ol tevcîh Şehâdet eyleyen âsâr, ulüvv-i kadre bürhândur 351Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 340. Beyitte geçen Sahfȋ, Mısrȋ Dergȃhı’nda 1125-1146 yılları arasında postnişin olarak bulunmuş Şemseddin Efendi’nin büyük ceddi Şeyh Mehmed Sahfȋ Efendi’dir (ö.1146/1737). Bkz. Mehmet Şemseddin Ulusoy, Bursa Dergȃhları, Gülzȃr-ı Mısrȋ, haz. Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Sedat Akay, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, ss. 153-167; Bir önceki beyitte adı geçen Lutfî ise seyr ü sülûkunu yanında ikmal ettiği Tuhfetü’l Asrî fî Menâkıbi’l-Mısrî müellifi Moralı Dergâhı Şeyhi Mustafa Lutfullâh Efendi’dir (ö. 1319/1901). Vahyî ise müellifin “Pederinin irtihâlinden sonra âkaid ve tasavvuf okudum” dediği Münzevî Dergâhı son postnişîni ve Meclis-i Meşâyıh’ın son reisi Mustafa Vahyî Efendi’dir (ö: h.1344-m.1925). Bkz. Mehmet Şemseddin Ulusoy, Bursa Dergȃhları, Yȃdigȃr-ı Şemsȋ, haz. Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, ss. 241- 245, 503-505. 154 Vücûdı ʻâlem-i ʻirfâna zînet-bahş olur el-hak Kitâb-ı kâʼinâtı şerh iden bir sırr-ı Kurʼân'dur O kâmildür mükemmildür sezâ-yı medh u tekrîmdür Bütün âdâb ü erkânı bilen bir mürşid-i cândur Kanaʻatkâr edîb hoş-gû nezâketle dili memlû Yüzünde şems-i irfân ayn-ı Mısrî pertev-efşandur352 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsȋ’de ve diğer Dȋvȃn’ı olan Güftȃr-ı Şemsȋ’de, Niyȃzȋ-i Mısrȋ’nin birçok gazeline nazire yazmış ve birçok gazelini tahmȋs etmiştir. Eş’ȃr-ı Şemsȋ’de 58 tahmȋs, 10 nazȋre bulunurken, Güftȃr-ı Şemsȋ’de 23 tahmȋs, 5 nazȋre vardır. Her iki Dȋvȃn’ında Niyȃzȋ-i Mısrȋ’nin şiirlerine yaptığı toplam 81 tahmȋs,353 Mehmed Şemseddin Efendi’nin edebî yönünün beslendiği kaynağını göstermekle birlikte, Hüseyin Vassȃf’ın onu “Mısri-i Sȃni” olarak vasıflandırmasının da sebeplerinden sayılabilir. Mehmed Şemseddin Ulusoy’un şairliği yanında nâsirliği de güçlü bir müelliftir. Edebȋ şahsiyeti oluşturan eserlerinin çoğu mensur eserlerdir. Mensur eserleri genellikle Bursa tarihine dâirdir ve üzerinde durulması gereken mühim bir konudur. Eserleri bölümünde daha geniş ele alacağız bu kitaplar arasında, Âyine-i Diyȃr-ı Şemsȋ (Bursa Tarihi) en hacimli eseridir. Karar-ı Şemsȋ (Bursa Kabristanları), Medȃr-ı Şemsȋ (Bursa Cȃmileri), Devvȃr-ı Şemsȋ (Bursa Medreseleri), Hȃksȃr-ı Şemsȋ (Bursa Türbeleri), Mi’yȃr-ı Şemsȋ (Bursa Tarihi ile ilgili yapılan yanlışlarıa dair), Ezhȃr-ı Şemsȋ (Bursalı Şairler Tezkiresi), Yȃdigȃr-ı Şemsȋ (Bursa Dergȃhları), Bahȃr-ı Şemsȋ (Bursalı Ulemȃ, Hulefȃ, Şuarȃ, Fuzelȃ ve Urefȃ’nın ahvâline dair), İntizȃr-ı Şemsȋ (Bursa’da bazı dȋni, millȋ ve vatanȋ ȃdet ve geleneklere dair) adlı eserleri de yine Bursa târihine dairdir. Bursa ile ilgili bu kadar çok mensur eser kaleme alan bir müellif olarak Mehmed Şemseddin Efendi’nin bu edebî yönü ile eşi benzeri olmayan bir müelliftir. İbnülemin Mahmut Kemal İnal ile birlikte müellifimizi son günlerinde hastanede ziyaret eden 352Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 589. 353Mustafa Efe, a.g.t., s. 33. 155 Hikmet Turhan Dağlıoğlu’nun, Mehmed Şemseddin Efendi’yi, vefatından bir yıl sonra yazdığı bir yazısındaki şu cümleleri ile vasf etmiş olması müellifimizin edebî şahsiyetini oluşturan müverrihliği konusunda yerini ve önemini tayin eden ifadelerdir: “Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bursa’nın yetiştirdiği değerli şahsiyetlerdendir. Şemseddin Efendi’yi eserleri itibarıyla, Güldeste-i Riyâz-ı İrfan sahibi İsmail Beliğ Efendi ile Bursa tarihini yazmış olan Baldırzâde Mehmed Selisî ve Bursa vefeyȃtını kaydetmiş bulunan Gazzîzâde Abdüllatif Efendilerden daha üstün sayabiliriz.”354 Mehmed Şemseddin Efendi’nin edebî şahsiyetine dâir yazı kaleme alanlardan biri de Kamil Kepecioğlu’dur: Bursa Kütüğü’nün müellifi şöyle der müellifimize dair: “Bu himmetli şeyh ömrünü boş geçirmemiş ve memleketi olan Bursa’da yetişmiş ȃlimlere, şeyhlere, şairlere, Bursa kabirlerinde medfun meşâhire, Bursa cȃmilerine, Bursa türbelerine dair büyük ve küçük birçok eser yazmıştır. Ayrıca bir Dȋvȃn’ı da vardır. Yâdigâr-ı Şemsî adındaki tekkelerden bâhis eserinin yarısı basılmıştır. Diğerleri basılmamıştır. Yıldırım’ın türbesinin kitabesini okumak için dört beş defa oraya kadar gidip gelmiştir. Eseri sırf Türkçe’dir. Bursa Sicilleri’ni bir müddet tedkik etmiş ve Bursa’da kurulan Türk Tarih Encümeni Bursa şubesi reisliğinde bulunmuş ve Bursa tarihine çok büyük hizmetler yapmıştır. Mükemmel bir kütüphanesi ve nȃdide hattatların yazılarından mürekkep koleksiyonu vardır. Lutfî Paşa Tarihi’nin Türkiye’de yegâne yazma nüshası bu zatın kütüphanesindedir. Yegâne emeli bu kitaplarının bastırılması ise de, bunu tahakkuk ettiremeden ölmesi çok teessürü mucip olmuştur. Bu zatın karakteri hakkında yüzlerce sayfalık yazı yazılsa, yine faziletleri, iyi tabiatları anlatmak kabil olmaz. Muhterem üstâdımın hâtırasını burada hürmetle anmayı bir vazife ve bir vicdan borcu biliyorum.355 Son devir sosyologlarından, iktisatçı ve fikir adamı Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu da (d.1901-ö.1974) müellifimizin tarihçiliği, tasavvufȋ ve edebî şahsiyeti ile ilgili yazı kaleme alanlardan biridir. 356 Mehmed Şemseddin Efendi’nin vefȃtından beş yıl sonra 1941 yılında “Bursa Müverrihlerinden Mehmed Şemseddin Efendi” başlığıyla kaleme 354Hikmet Turhan Dağlıoğlu, “Bursa Tarihi Araştırıcılarından Mehmet Şemseddin Ulusoy”, Ülkü Halkevleri Dergisi, S. 53, 1937, c. IX, s. 385. 355Kâmil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, haz. Komisyon, c. 4, Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yay., 2009, s. 227. 356Hayatı ile ilgili bkz: Mustafa E. Erkal, “Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu”, DİA, c. 13, İstanbul: 1996, ss. 28- 30. 156 alınmış yazıda357 müellifimizin hayatı ve eserleri ile ilgili bilgi verilmiş ve müellifimizin “otodidakt tiplerden” olduğu vurgulanmıştır. M. Şemseddin Efendi’nin Mi’yȃr-ı Şemsȋ adlı Bursa tarihinde yapilân yanlışları kaleme aldığı eserinden bahseden Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, makalesine şu cümlelerle devam eder; “Müellifimizin alaka veren taraflarından biri de tasavvuf edebiyatını devam ettiren şairliğidir. Aruza oldukça hâkim olan Mehmed Şemseddin Efendi, bilhassa maneviyatına derinden bağlı bulunduğu Niyazî-i Mısrî ile uzayan bir nev’i ananesini Bursa’da devam ettirmiştir. Bu şiirinden seçtiğimiz şu üç beyit: Canıma ben zat-ı Hak’tan gayrı canan istemem Bende-i Ȃl-i Abâ’dan özge canan istemem Men aref’le ‘semme vechullah’ rumuzun anlamak Vech-i mutlak ru’yetinden gayrı seyran istemem Kendini bilsin diye halkı yarattı Müsteân Hakkı bilmek bana kâfi başka irfân istemem Bize Sokrat’ın felsefedeki ‘nefsini bil’ düsturunun İslâm-Türk ȃlemindeki intişȃrını gösteren bir vesika addedilebilir. Ananesi artık sona eren bir edebî nevin son numûnelerinden biri olmak itibarıyla de tarihî bir kıymet kazanmaktadır. Bu vesile ile Mehmed Şemseddin’in Türkiye’nin içtimai yürüyüşüne nasıl intibak eden tabiî bir münevver tipi olduğuna işaret etmek lazımdır. Tasavvur ediniz ki, Niyazi-i Mısrî’den gelen bir tarȋkatın Bursa’daki şefliğini358 yapan müellif, inkîlaptan sonra gerek ulema gerek Meşâyıh tabakasına mensup birçok kimselerin pasif ve küskün kalmalarına mukâbil, faal ve müessir kabiliyetlerini yeni Türkiye’nin inkîlapçı Bursa’sı uğrunda sarf etmesini bilmiş, Halkevinin edebiyat ve tarih şubesine reislik etmiş, Miyâr-ı Şemsî’sini “Bursa Tarihinde Yanlışlar” başlığı ile tebdil ederek yeni harflerle neşreylemiş, bu suretle 357Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun bu yazısı ile ilgili Mustafa Kara’nın değerlendirmesi için bkz. Mustafa Kara, Mehmet Şemseddin Ulusoy, Saklı Tarihin Muhafızı, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2016, ss. 43- 45. 358Dönemin siyȃsi atmosferinden dolayı, dini hayat açısından en garib yılların yaşandığı otuzlu yıllarda kaleme alınan bu makalede, “şeyh” kelimesi yerine “şef” kelimesi kullanılmış. bkz: Mustafa Kara, a.g.e., s. 44. 157 kıyafet, harf ve şekil tebeddüllerine rağmen eski Bursa’yı yeni Bursa’ya bağlayan bağları muhafaza etmek sırrını sezebilmiştir. 1867’de Bursa’da doğan Osmanlı devri münevverinin 1923’ten sonraki Türkiye’ye de layık bir münevver olabileceğine örnek arz eden Mehmed Şemseddin’in bu bakımdan yapma olmayan tabiî münevver tipine numune addediyoruz. Belki de bu, müellifimiz tasavvufun inceliğini, hayatı sevmek ve irşad işinin şartsız ve kayıtsız her zaman için her çeşit şerait içinde zaruri olduğunu bilmek terbiyesini ne kadar derinden kavradığını gösterir. Devrimizin değişmesi karşısında seciye ve şahsiyetini muhafaza ederek ve tarikat tasavvufunu adeta cemiyet tasavvufuna kalbeyleyerek cemiyette de Allah’ın tecellilerini gören ve içtimai yürüyüşü Sünnetullah’ın icaplarına tabi addeyleyen Mehmed Şemseddin’i ölümünün beşinci yılında hürmet ile yâd etmek her Türkün daha evvel her Bursalının vazifesi olmalıdır.”359 Faklı edebiyat yönelişlerinin ve poetik arayışların olduğu, tasavvufȋ şiirin küçümsendiği, hatta tahkir ve tezyif edildiği bir dönemde yaşayan Mehmed Şemseddin Efendi, bin yıllık bir şiir geleneği olan tekke şiir geleneğini devam ettiren, Yûnus-Niyazi- i Mısrȋ çizgisinde bir sufi şairdir. Edebî şahsiyetine dair bu bölümü müellifimizin kendi düşünceleriyle bitirelim ; “Fakir’in tab‘iatinde maderzâd olarak şi‘re istidat var imiş. Ne çare ki bir üstada hizmet edemediğimden bu istidat kuvvede kalmış. Mâmâfih gençlik münasebetiyle arasıra vezni yok manasız sözler de söylüyor idim. Gide gide Hanedân-ı Ehl-i Beyt-i Rasulüllah’a olan muhabbet sâikası ve mutasavvıfînin âsâr-ı kalemiyesinden olan kitabların mütȃla’ası münasebetiyle bazı şeyler söylerdim. Gerçi bu enzâr-ı âmmeye çıkacak bir şey değildir. Fakat “kuzguna yavrusu güzel görünür” derler. Fakir de bunları zâyi‘ etmeyerek bilâhare evlâd ü ahfâd ü ihvan beyninde muceb-i tahattur olur ümidiyle cem‘ine mübaşeret etdim. Bunlar da sanayi-i şi‘riye aramak rengȋn mazmunlar tasavvur etmek beyhudedir. Kusurumu evvelce itiraf etdim. Mazur görenler kemâlini, itiraz edenler cehlini ilân etmiş olurlar. Zira muterizden evvel kendi bidȃ’asızlığıma kendim mukirrim”360 359Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Bursa Müverrihlerinden Mehmed Şemseddin Efendi, Hayatı ve Eseri”, Uludağ Dergisi, S. 34, Bursa, 1941. 360Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr- Şemsi, s. 4. 158 3. ESERLERİ Mehmed Şemseddin Efendi manzum ve mensur birçok eser kaleme almış velûd bir yazardır. Ahmet Erdönmez’in özel koleksiyonunda yer alan müellif nüshası bu eserlerin çoğunu görmek mümkün olmamış, müellifin verdiği bilgilerle yetinmek durumunda kalınmıştır. Mehmed Şemseddin Ulusoy’un eserlerini rik’a hattı ile yazmıştır. Eserlerinin orijinallerini bütün uğraşımıza rağmen görmeye muvaffak olamadığız için teknik özelliklerini yazamadık, muhtevasını vermekle yetindik. Fotokopi nüshalarından görebildiğimiz kadarı ile bilgi vermeye gayret gösterdik. Müellifin bazı eserleri hakkında yapılmış çalışmalardan, makalelerden de istifade ettik. Müellif Eş’ȃr-ı Şemsî adlı dîvânının baş sayfalarında manzum ve mensur kaleme aldığı eserlerinin tamamının listesini tablo şeklinde vermiştir.361 Eser isimlerinin karşısına eserin muhtevasını ve te’lif tarihini de belirttiği ve müellifin eserlerini toplam 62 adet olarak kayda geçtiği bu tabloda yer alan kitaplar “âsârımın esâmîsini mübeyyin manzûmedir”362 başlığıyla yazdığı manzûmesi ile de birebir örtüşmektedir: Bu tablodan hareketle eserleri manzum ve mensur olarak şu şekilde tasnif edilmiştir:363 361Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr- Şemsi, ss. 2-3. 362Mehmet Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss.414-415, 418-419. 363Tasnif için bkz: Mustafa Efe, a.g.t., ss. 23-24. 159 Asȃrımın Esȃmisi Muhteviyȃt Tȃrih-i Te’lifi 1 Eşʻȃr-ı Şemsi-i Mısrȋ Dȋvȃn 1323 İsmi Tarihdir 2 Gülzȃr-ı Mısrȋ Terceme-i Hȃl-i Pȋr 3 Yȃdigȃr-ı Şemseddin 1328 Bu İki İsim Tȃrihdür Bursa Tekȃyȃsına Dȃir 4 Esrȃr-ı Şemseddin el-Mısrȋ Tarȋkatnȃme 1328 İsmi Tȃrihdir 5 Bergüzȃr-ı Şemsȋ Bir Hayli Makȃlȃttır 1334 Tertȋbi 6 Behredȃr-ı Şemsȋ Vȃridȃt 1337 7 Güşvȃr-ı Şemsȋ Cümel-i Hikemiyye 1335 (Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ) Mevlûd-i Şerȋf 1344 Manzum 8 Mesȃrr-ı Şemsȋ Mesȃrr-ı Şemsȋ Fȋ Mevlid-i Muhammedȋ 9 Nigȃr-ı Şemsȋ Miʻrȃciye 1345 Nigȃr-ı Şemsȋ Fȋ Miʻrȃci’l- Müşkbȃr-ı Şemsȋ Mustafa 10 Mevlid-i Ali 1345 Nisȃr-ı Şemsȋ Bahtiyȃr-ı Şemsȋ 11 Mevlid-i Fȃtıma 1345 12 Mevlid-i Huseyn 1345 13 İʻtizȃr-ı Şemsȋ Şerh-i Kelȃm-ı Pȋr 1345 14 Ȃsȃr-ı Şemsȋ Ruhun Bekȃsına Dȃir 1344 15 Cuybȃr-ı Şemsȋ Nübüvvet-i 1344 Muhammediyye’ye Dȃir 16 İğbirȃr-ı Şemsȋ Hasûdȃna Dȃir 1344 17 Dilfikȃr-ı Şemsȋ Şȃh-ı Velayete Dȃir 1345 18 Bahȃr-ı Şemsȋ Hulefȃ ve ʻUlemȃnın 1332 Gülzȃr-ı Terceme-i Hȃli Mısrȋ ve Yȃdigȃr-ı 160 Şemsȋ’ye Üçüncü Cild 19 Izbȃr-ı Şemsȋ Muhtasar Tarihçe 1305 20 Ezhȃr-ı Şemsȋ Tezkiretü’ş-Şuʻȃrȃ 1344 21 İʻtikȃr-ı Şemsȋ Ahlȃkȃta Dȃir 1344 22 İzmȃr-ı Şemsȋ Bir Çok Es’ile 1344 Manzum 23 İ’timȃr-ı Şemsȋ Cevȃmiʻ-i Kebȋre Dȃir 24 Gamgüsȃr-ı Şemsȋ Cȃmiʻ-i Kebȋr Hakkında 1345 Manzum 25 İnkisȃr-ı Şemsȋ Şȃh-ı Velȃyete Dȃir 1346 26 Zülfikȃr-ı Şemsî Kurʻȃn ve Dine Dȃir 1346 27 Bîdȃr-ı Şemsȋ Mertebe-i Akideye Dȃir 1345 28 İhtȃr-ı Şemsî Terakkiyȃt Hakkında 1345 29 Miʻyȃr-ı Şemsî Tashihȃt Hakkında 1332 Tashihȃt-ı Şemsî Tȃrihidir 30 Çeşmsȃr-ı Şemsî ʻİbret-Amiz 1332 Çeşme-Sȃr- ı Şemsî Amiz ü Mesnevi Tȃrihidür 31 İftihȃr-ı Şemsî Ehl-i Beyt Hakkında 1334 Tufhetü’ş- Şemsiye 1334 Kitab-ı Kıstȃsu’l- Müstakîm 1334 32 Esmȃr-ı Şemsî Şerh-i Medh-i Hayderȋ 1343 33 Efkȃr-ı Şemsî Bu Dahi 1343 34 Envȃr-ı Şemsî İmam Hüseyin 1344 Efendimize Dȃir 35 İhtiyȃr-ı Şemsî Müntehab Ȃsȃr 1344 161 36 Bȃzȃr-ı Şemsî Müntehab Ebyȃt ve 1344 Masȃrıʻ 37 Şehvȃr-ı Şemsî Maʻa Dîvȃn Büyük 1304 Tertibi Mecmuʻa 38 Murgzȃr-ı Şemsî Küçük Mecmuʻa 1304 Tertibi 39 Mûsikȃr-ı Şemsî Şugul Mecmuʻiyyesi 1299 Tertibi 40 İzhȃr-ı Şemsî Reddiye 1313 41 Karȃr-ı Şemsî Merȃkide Dȃir 1341 42 Güftȃr-ı Şemsî Diger Dîvȃn 1346 43 Iztırȃr-ı Şemsî Taʻlȋm-i İctimȃʻiyyȃt 1347 44 Dildȃr-ı Şemsî Limniye Azimetimi 1347 Müşʻir 45 İktiyȃr-ı Şemsî ʻAdedlere Dȃir 1347 46 Medȃr-ı Şemsî Cȃmiʻler Hakkında 1348 47 Devvȃr-ı Şemsî Medreseler Hakkında 1348 48 İʻtikȃd-ı Şemsî Dine Dȃir 1348 49 Üstüvȃr-ı Şemsȋ 1348 50 Hȃkisȃr-ı Şemsî Türbelere Dȃir 1349 51 İntizȃr-ı Şemsî Baʻz-ı Ȃdȃt-ı Belediye 1349 52 İʻtisȃr-ı Şemsî Altı ve Dört ‘Adedlerinde 1349 53 Misbȃr-ı Şemsî Vefȃt Tarihleri 1349 54 Hoşgüvȃr-ı Şemsî Tevȃfuk-ı ʻadȃd 1349 55 Gamhȃr-ı Şemsî Fıkralar 1350 56 İctisȃr-ı Şemsî Din Hakkında 1350 57 Rûzedȃr-ı Şemsî Ramazan’a Dȃir 1350 58 Sȃzkȃr-ı Şemsî Fıkralar 1350 59 Diyȃr-ı Şemsî Bursa Tarihi 1351 60 İğtirȃr-ı Şemsî Meʻani-i Diniyye 1352 61 İstifsȃr-ı Şemsî Reddiye 1354 62 Enhȃr-ı Şemsî Tarikatlere Dȃir 1355 Tablo 2 162 3.1.Mensur Eserleri Mehmed Şemsettin Efendi’nin mensur eserlerinin muhtevasını dȋni, tasavvufȋ konular oluşturmakla birlikte birçoğu Bursa tarihine dair eserlerdir. Biz bu çalışmamızda müellifin mensur eserlerini, bazısını görerek, bazısını müellifin verdiği bilgilere dayanarak, konularına göre tasnif edeceğiz: 3.1.1. Bursa Tarihine Dair Eserleri Âyine-i Diyȃr-ı Şemsî364 Mehmed Şemseddin Efendi’nin Bursa tarihine dair çalışmalarının yer aldığı 800 sayfalık en hacimli eserlerinden biridir. Bursa tarihinin çok yönlü anlatıldığı bir eserdir. Müellif Bursa’ya dair bütün tarihi malumatları tek tek kayda geçirmiştir. Müellif bu eserinde 848 şahsın biyografisine yer vermiştir. Mukaddimede yer alan bir paragrafında müellif eserin muhtevasını şu cümle ile belirtir: “ne varsa ne yoksa bildiklerimi toplayıp inşallah muvaffak olurum, şu vatanıma, milletime böyle bir yâdigâr bırakırım.”365 Te’lif tarihi: 1351 (1933)’dür Eser için müellif şu beyti yazmıştır; Bursa'ya ‘â’id bütün târîhî ma‘lûmâtdur Hak muvaffak eyledi yazdım Diyârumdur benim366 Karȃr-ı Şemsî367 Müellifin en hacimli eserlerinden olan Karȃr-ı Şemsȋ Bursa’da bulunan kabristanlar ile ilgili bir eserdir. Necd-i Haksȃr-ı Şemsȋ’nin içinde 410-810 sayfaları 364Müellifin Âyine-i Diyȃr-ı Şemsî adlı bu eserini Betül Tarakçı doktora tezi olarak çalışmaktadır. 365Mehmed Şemseddin Ulusoy, Âyine-i Diyȃr-ı Şemsî, (müellif nühası, özel kütüphane), ss. 9-10; Eser hakkında bilgi için bkz; Betül Tarakçı, “Âyine-i Diyȃr-ı Şemsî üzerine Bazı Mülâhazalar”, Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri, ed. Mustafa Efe, Olcay Kocatürk, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2019, ss. 193- 202. 366Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 367Müellifin Karâr-ı Şemsî adlı bu eseri, Hasan Basri Öcalan ve Bedri Mermutlu tarafından yayına hazırlanmıştır ve yazma nüshaları ile birlikte basılacaktır. 163 arasında olup 400 sahifelik bir eserdir. Eserin mukaddimesinde te’lif tarihlerini 1341 ve 1342 olarak yazan müellif, son tebyiz tarihini ise 1349/1930 olarak kaydetmiştir. Tebyiz için mukaddimede müellifin ifadeleri şöyledir; “Bu kitabı Tahir Beg368 merhum gördü. O kadar takdir etti ki, ‘bu mutlaka min tarafi’llah size bir mevhibedir. Çok iyi düşünmüşsünüz’ demişti. Bu kerre tekrar tebyiz ile bazı ilâvelere lüzum gördüğümden ol veçhile bu kitaba yazmağa mecbur oldum. Tevfik Allah’tandır. Fi’l-hakika zannımızdan daha fazla olarak kabristanlar imha edilmekte olduğundan bu eser ahlâfa yadigȃr-ı kıymetdȃr olacaktır. Fi 25 cemaziyel evvel, sene 1349, ve fi 16 teşrin-i sȃni 1930 yevm-i Pazar, saat 7.”369 Müellif bu eserini de diğer eserlerinde olduğu gibi elifba sistemine göre alfabetik tasnif ile tertip etmiştir. Müellif, eserine Emir Sultan Kabristanında medfun zevatı kaydederek başlamış ve eserini medfeni gayr-ı muayyen olanlarla bitirmiştir. Eserde toplam 112 kabristan ve hazirede medfun önemli zevat, ismi, şöhreti, sıfat-ı mümtȃzesi, vefat tarihi ve mezarının mahalli, isminin hangi kitabın hangi sahifesinde geçtiği ile birlikte tek tek kaydedilmiştir. Te’lif tarihi: 1349 (1930)’dur. Müellif Karȃr-ı Şemsȋ ile ilgili söylediği beyit; Bursa'da mevcûd mekâbirde kim medfûn ise Yazmışam çünki nihayet ol Karârumdur benim370 Hȃkisȃr-ı Şemsî371 Hakisȃr-ı Şemsȋ372 müellifin Bursa’da bulunan türbelere dair kaleme aldığı bir eseridir. Bursa türbelerine dair ayrıntılı bilgiler veren eser 254 sahifedir. Mukaddime'den sonra Emir Sultân türbesiyle başlar. 208 adet türbenin kaleme alındığı eser Niyâzî-i Mısrî tekkesi ve haziresiyle sona erer. Eser, elifba sistemine göre alfabetik tasnif ile tertip 368Bursa Kütüğü’nün müellifi olan Kamil Kepecioğlu (d.1878-v.1952). Hayatı için bkz: Kamil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, haz. Mustafa Kara, Hüseyin Algül, Osman Çetin, Mefail Hızlı, Asım Yediyıldız, c. 1, Bursa: Kültür A.Ş. Yay., 2009, ss. 7-9. 369Mehmed Şemseddin Ulusoy, Karȃr-ı Şemsȋ, s. 413. 370Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 371Müellifin Hâkisâr-ı Şemsî adlı bu eseri, Hasan Basri Öcalan ve Sadettin Eğri tarafından yayına hazırlanmış ve yazma nüshaları ile birlikte basılacaktır. 372Eserin tanıtımı ile ilgili bkz: Raif Kaplanoğlu, "Mehmed Şemseddîn Ulusoy'un Kitapları, Hâkisâr-ı Şemsî", Bursa Araştırmaları Kent Tarihi ve Kültürü Dergisi, S. 2, Bursa: 2003, ss. 56-57. 164 edilmiştir. Eserin tam adı Necd-i Hakisȃr-ı Şemsȋ’dir373 ki, ebced hesabıyla eserin te’lif tarihi olmuştur. Te’lif tarihi: 1349 (1930)’dur. Müellif Hȃksȃr-ı Şemsȋ için şu beyti yazmıştır; Bursa'da cümle ziyâret-gâhı tesbît eyledim Bu eser de nâçizâne Hâkisârumdur benim374 Medȃr-ı Şemsî Mehmed Şemseddin Efendi’nin Bursa ile ilgili bir eseri de Medȃr-ı Şemsȋ’dir. Eserde, Bursa’da bulunan 202 cami ve mescid, bȃnileri ile birlikte, elifba tasnifi ile alfabetik tertip edilerek anlatılmıştır. Eser toplam 323 sahifedir. Müellif mukaddimeden sonra, “mukaddimede söylediğim vechile iş bu eser bilcümle Bursa’da mevcud cevâmîden bâhisdir. Bulabildiğim kadar bânilerini, tarihlerini, terceme-i hâllerini yazacağım… Bunun da adını diğer te’lîfâtıma muvâfık ve onların kâfiyesine mutâbık olmak arzusuyla Medâr-ı Şemsî tesmiye ettim”375 cümlesiyle başladığı eserine ilk olarak Ulucami’yi yazarak başlamıştır. Müellif eserinde “260 küsür sene Cuma edȃ ve salât-ı hamse îfâ ve âyîn-i tarîkat-ı aliye icrâ edilen” Ȃsitane-i Mısrȋ’den de bahsetmiş, “202 cevâmî ve mesâcid bir de nokta-yı tevhîd olarak Hazret-i Mısrî Efendimin âsitanesini de ilâve ettim”376 demiştir. Müellif Medâr-ı Şemsî’nin son sayfasında o dönemde Bursa’da bulunan cami ve mescidlerin “Hangi vakitler edâ olunduğu ve hangiler mesdûd bulunduğu” konusunda rakamlar vererek eserini bitirmiştir. Te’lif tarihi 1348/1929’dur. Müellif Medȃr-ı Şemsȋ için şu beyti yazmıştır; Cümle Cami‘ler içün cem‘ eyleyüp yazdım kitâb Eyleyüp her dem ziyâret kim Medârumdur benim377 373Mehmed Şemseddin Ulusoy, Necd-i Hakisȃr-ı Şemsȋ, (müellif nüshası, özel kütüphane). 374Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 375Mehmed Şemseddin Ulusoy, Medȃr-ı Şemsȋ, ss. 8-9, (müellif nüshası, özel kütüphane). 376Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 289-292. 377Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 165 Devvȃr-ı Şemsî378 Devvȃr-ı Şemsȋ müellifin Bursa medreselerini yazdığı eseridir. Aynı kitabın içinde, yani Medȃr-ı Şemsȋ’nin devam eden 324. sahifesinden fihrist ve mukaddime ile başlayan eserde, Mehmed Şemseddin Efendi ilk medrese olarak Orhan Medresesi’ni yazmıştır.379 357. sahifede sona eren eserin toplam sahife sayısı 33’tür. Devvȃr-ı Şemsȋ son sahifesinde Ahmet Paşa-yı Fenȃri Medresesi’nden bahisle sona erer. Müellif eserinde Bursa’da bina olmuş 83 medreseden bahsetmektedir. Te’lif tarihi 1348/1929’dur. Müellif Devvȃr-ı Şemsȋ için şu beyti yazmıştır; Bursa'da vâkı‘ medâris cümlesin cem‘ eyledüm Nâmını Devvâr koydum sâz-kârumdur380 Miʻyȃr-ı Şemsî Mi’yâr-ı Şemsî, Bursa Tarihine dair muhte’lif tarih kitaplarındaki yanlışlıkları tashih eden bir eseridir. 1332 Tashihȃt-ı Şemsî tȃrihidir. Bu eserin bir bölümü 1932’den kapandığı güne kadar “Yeni Fikir Gazetesi”nde R.R. Yüceer tarafından “Tarih Yanlışlıkları” başlığıyla yayınlanmıştır.381Bursa'da çıkan "Yeni Fikir, Nu 475-556." gazetesinde 3 Mart 1932 tarihinden itibaren "Bursa Tarihinde Yanlışlar" adıyla 72 sayı yayınlanmıştır. Gazete, bu tefrikanın ilk sayısındaki takdim yazısında şunları kaydetmektedir: "Mehmed Şemsedin Efendi, Bursa'yı çok seven, Bursa tarihi ile alâkadar olarak bu yolda hayli emek sarfetmiş bulunan bir simâdır. Bursa için yazılan eserlerde rastladığı bazı hataları tespit etmiş, bunları "Miyâr-ı Şemsî" adı altında toplamıştır. Bursa tarihine taalluk ettiği için bunları memnuniyetle neşrediyoruz."382Medar-ı Şemsȋ, Sicill-i Osmanî, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân, Meşâhir-i İslâm, Lugat-ı Tarihiyye, Hammer Tarihi, Mir'ât-ı Bursa, Bursa Kılavuzu, Bursa Rehberi, Osmanlı Müellifleri vs. gibi menabide 378Eser bir önceki eser Medâr-ı Şemsî ile birlikle latinize edilerek yazma nüshaları ile bir arada basılmıştır, bkz: Mehmed Şemseddin Ulusoy, Medâr-ı Şemsî - Devvâr-ı Şemsî, Bursa Câmileri ve Medreseleri, haz. Mustafa Kara, Betül Tarakçı, Selime Terzioğlu, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. 379Mehmed Şemseddin Ulusoy, Devvȃr-ı Şemsȋ, ss. 324-327, (müellif nüshası, özel kütüphane). 380Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 381Rıza Ruşen Yüceer, a.g.m., s. 39, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, a.g.m., s. 40. 382Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, a.g.m., s. 40. 166 umumiyetle Bursa’yı alakadar eden tarih meselelerine ait hataları383 tashih ettiği bir eserdir. Te’lif tarihi: 1332 (1913)’dir. Müellif şu beyti yazmıştır. Eser beyitte Mi’yȃr olarak değil Ayȃr olarak geçmektedir; Eyledüm tashîh rivâyât-ı sakîmi ‘acz ile Mahke urdum hâlisâne çün ‘Ayârumdur benim384 Izbȃr-ı Şemsȋ Müellif bu eseri hakkında “muhtasar bir tarihçe” şeklinde bilgi vermektedir. Eserinde 1283 (1866) tarihinden sonra cereyan etmiş doğum, ölüm gibi günlük olayların ve meşhur bazı vakıaların kaydedildiği bir eserdir. Te’lif tarihi: 1305 (1887)’dir. Müellif şu beyti yazmıştır: Muhtasar târîhleri derc eyleyüp tasnîfime Vâkı‘ât-ı mâzîyi İzbâr bârumdur benim385 İ’timȃr-ı Şemsȋ Müellif bu eseri hakkında “Cami-i kebîre dâirdir” şeklinde bilgi verir. Bursa UluCami’nin tarihçesi ve içindeki yazılar hakkındadır. Te’lif tarihi: 1347 (1929)’dir. Müellif şu beyti yazmıştır: Bursa'da meşhûr olan Cami‘ Kebîr'ün hakkına Eyledim tahrîr zîra İ‘timârumdur benim386 383Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, a.g.m., s. 40. 384Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 385Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 386Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 167 3.1.2. Bursa Vefeyâtnâmesi, Tezkire ve Menâkıb Türü Eserleri Gülzȃr-ı Mısrȋ387 Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin hâl tercümesi, menkıbeleri, halifeleri ve Mısrî âsitânesinde posnişin olan meşâyihin ve terceme-i hallerine dair yazılmış bir kitaptır. Müellif eserinin ismi ve mutevâsını mukaddimesinde şöyle belirtir: “Kitâbın ismini, “Gülzâr-ı Mısrî Yâdigâr-ı Şemseddîn” koydum. Ni’me’t-tesâdüf (1329) târîh-i te’lîf çıktı. Münderecâtı, Cenâb-ı Pîr’in vilâdet, tahsîl ve sülûkuyla vefatını ve bazı kerâmât-ı aliyyelerini, evlâd-ı kirâmının ve hulefâsının vesâir bendegânının terceme-i hâlleriyle makâm-ı âlîlerinde postnişin olan meşâyıh-ı kirâmın menâkıbını ve âsâr-ı ilmiyye ve şi’riyyelerini hâvî olacaktır.” Te’lif tarihi: 1333 (1915)’tür. Müellif şu beyti yazmıştır: Pîr-i vâlâ-şânumun nâmına yazdum menkıbe Bâg-ı ‘aşka bülbülem ol Gülzârumdur benim388 Yȃdigȃr-ı Şemsȋ389 Bursa dergâhlarını yazdığı bu eserinin mukaddimesinde “Bursa’da mevcud bi’l- umum tekȃyanun ibtidȃ-yı inşȃsından asr-ı hȃzıra kadar gelen meşȃyihin bulabildiğim kadarının terceme-i hallerini hȃvi” şeklinde bahsettiği Yâdigâr-ı Şemsî, müellifin en mühim eserlerinden biridir. Yâdigâr-ı Şemsî"nin ilk cildi Halîm Paşa'nın Bursa valiliği zamanında basılmış ve geliri Darülacezeye bağışlanmıştır.390 Toplam 654 sayfa olan eserde 80 tekke, 439 Bursalı mutasavvıfın hal tercemesi vardır. Te’lif tarihi: 1328 (1912)’dir. Müellif bu eseriyle şu beyti yazmıştır: 387Bu eser latinize edilerek yazma nüshası ile birlikle basılmıştır, bkz. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr- ı Mısrî: Niyâzi-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, haz. Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Sedat Akay, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. 388Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 389Eser basılmıştır, bkz: Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bursa Dergâhları Yadigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara- Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997; Aynı eserin 2. basımı yazma nüshası ile birlikte yapılmıştır, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. 390Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 35. 168 Bursa'da mevcûd tekâyanun yazup ahvâlini Cümle ihvân-ı tarîka Yadigârumdur benim391 Bȃhȃr-ı Şemsȋ392 Mehmed Şemseddin Ulusoy’un Gülzâr-ı Mısrî, Yâdigâr-ı Şemsî ve Bahâr-ı Şemsî adlı üç kitabının üçüncü cildi olan bir eserdir. Eserin zahriyesinde, “el-cildü’s-sâlis min Gülzâr-ı Mısrî Yâdigâr-ı Şemsî ve Hüve Bahâr-ı Şemsî Eser-i Mehmed Şemseddin Hâdim-i Dergâh-ı Mısrî. 1332 Bursa” yazılıdır. Zahriyeden sonra “fihrist-i kitâb”, ardından da mukaddime ve metin gelmektedir. Ana başlıklar talik, metin ise rika ile yazılmıştır. Toplam 214 sayfalık Bahâr-ı Şemsî, turuk-ı aliyye, ulema, müftüler, şuara, musikişinaslar, hattatlar, hekimler, mecazibîn-i ilahî, paşalar, bazı eşraf, hanedan, ümera ve hünerveran olmak üzere 11 bölüm ve 276 biyografiden oluşmaktadır. Her bölüm kendi içinde alfabetik olarak sıralanmıştır. Bu bakımdan eserin, alfabetik vefeyatname türüne girdiği söylenebilir.393 Te’lif tarihi: 1353 (1935)’dür. Yâdigâra zeyl yazup eslâfı tahrîr eyledim Müstefîd olur okuyan çün Bahârumdur benim394 Ezhȃr-ı Şemsȋ Ezhâr-ı Şemsî “Mehmed Şemseddin Efendi’nin, Bursalı şairlerin hâl tercümelerini içeren ve “Emîr Sultan” ile başlayıp “Yağcı-zâde” ile son bulan bir şuarâ tezkiresidir. Müellifin ömrünün sonlarına doğru, 1934 yılında kaleme almış olduğu bir eserdir. Bu yönüyle Bursa şair tezkireleri geleneği içinde son halkayı temsil eder. Bazen birkaç satırlık bazen de sayfalara yayilân anlatımlarla, tam 308 şairin biyografisi, örnek şiirleri 391Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 392Eser latinize edilerek yazma nüshası ile birlikle basılmıştır, bkz: Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî: Bursalı Mutasavvıflar, Âlimler ve Meşhurlar, haz. Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Olcay Kocatürk, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. 393Serhat Gültaş, “Bir Biyografik Kaynak Olması Bakımından Bahâr-ı Şemsî”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi (OMAD), c. 7, S. 17, 2020. s. 88. 394Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 169 ve birçoğu hakkındaki dikkate değer anekdotlarıyla, önemli bir tarih ve edebiyat kaynağıdır. 395 Mukaddimesinden te’lif tarihini 1344/1926 olarak öğrendiğimiz Ezhȃr-ı Şemsȋ396 1353/1934 tarihinde ilâvelerle tebyiz edilmiştir. 257 sahife olan eser elifba sistemine göre alfabetik bir tasnif ile tertip edilmiştir. Daha önceki vefayatnȃmelerde yer alan Bursalı şair sayılarına baktığımızda en kapsamlı şuarȃ tezkiresinin Ezhȃr-ı Şemsȋ olduğunu söylebiliriz.397 Te’lif tarihi: 1344 (1926)’dür. Müellifin eseri için yazdığı beyit; Bursa'dan geçmiş bütün şâ‘irleri cem’ eyledüm Bâg-ı dilde açılan Ezhâr-ı hârumdur benim398 Misbȃr-ı Şemsî399 Müellifin bu eseri çalışma konumuz olan eserdir. Sevdiği dostları ve yakınları için düştüğü vefat tarihleriden ibaret olan bu manzum eser tezimizin ilerleyen bölümlerinde tafsilatı ile anlatılacaktır. 395Olcay Kocatürk, “Mehmed Şemseddin Efendi’nin Ezhâr-ı Şemsî Adlı Bursalı Şairler Tezkiresi”, The Journal of Turkic Language and Literature Surveys (TULLIS), S. 112, 2019 4 (2). 396Mehmed Şemseddin Ulusoy, Ezhȃr-ı Şemsȋ, (müellif nüshası, özel kütüphane). 397Önceki yıllarda yazılan Baldırzȃde Selisȋ’nin Ravza-i Evliya (1059/1649), Beliğ İsmail’in Güldeste-i Riyȃz-ı İrfan (1135/1723), Süleyman Halis’in Vefeyatnȃme (1165/1752), Eşrefzȃde Ahmet Ziyaeddin’in Gülzȃr-ı Sülehȃ (1196/1784), Gazzizȃde Şeyh Abdüllatif’in Ravzatü’l Muflihun (1228/1813), Mehmet Fahreddin’in Gülzȃr-ı İrfan (1263/1847) adlı vefeyatnȃmelerinde, Bursa’da yetişen şairlerin isimleri ve sayıları için bkz. Kadir Atlansoy, Bursa Şairleri, Bursa Vefeyatnȃmelerindeki Şairlerin Biyografileri, Bursa: Asa Kitabevi Yay., 1998, ss. 127-140. 398Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 399Müellifin Mısbâr-ı Şemsî adlı bu eseri yüksek lisans tezi olan bu çalışmamızdır. 170 3.1.3. Seyahatnâme ve Hâtırat Türü Eserleri Dildȃr-ı Şemsî400 Dildȃr-ı Şemsi müellifin seyahatlerini kaleme aldığı eseridir. Mustafa Kara, müellifin bu eserine bir otobiyografi olarak bakılabileceğini401 yazmıştır. “Şemseddin Efendi, Dildâr-ı Şemsî’nin 332. sayfasında belirttiği üzere seyahatleri boyunca tuttuğu notlarını 20 Şaban - 2 Zi’l-kade 1347’de (31 Ocak – 12 Nisan 1929) tarihleri arasında Osmanlı Türkçesi ve rika yazı tipiyle seyahatnâme tarzında yazmıştır. Eserin bazı sayfalarının altına kurşun kalemle düştüğü tarihler müsveddelerini temize geçtiği günleri işaret etmektedir. 706 sayfalık eserin ilk 371 sayfasını Dildâr teşkil etmektedir. Diğer bölümler ise sırasıyla şunlardır: İnkisâr-ı Şemsî: Niyazi-i Mısrî’nin Mevâidü’l-irfan adlı eserine yapilân yorumlara dair, 24 sayfa. Zü’l-fikâr-ı Şemsî: Çeşitli konulardaki yazıları, 44 sayfa. İ´tikâr-ı Şemsî: Muhte’lif dinî konular, 38 sayfa. İ´timâr-ı Şemsî: Ulu Cami ve içindeki yazılara dair, 30 sayfa. Gam-güsâr-ı Şemsî: Manzûm, 7 sayfa. İzmâr-ı Şemsî: Manzûm, 17 sayfa. İzhâr-ı Şemsî: Manzûm, 16 sayfa. Bîdâr-ı Şemsî: İlmihal bilgileri, 22 sayfa. İhsâr-ı Şemsî: Ramazan-ı şerifin, vaaz ve hutbelerin değeri, 20 sayfa, İ´tizâr-ı Şemsî: Niyazi-i Mısrî’nin Dîvân’ı ile ilgili görüşler,13 sayfa, İzdırâr-ı Şemsî: Cami adabı ve ahlâkî meselelere dair, 36 sayfa. İktiyâr-ı Şemsî: Sayılara dair, 68 sayfa. (Toplam 706 sayfa) Eserin cilt kısmına yapıştırilân etiket ve içindekiler sayfasının altına büyükçe yazilân 101 rakamı bu eserin Mehmed Şemsettin Efendi’nin hususi kütüphanesindeki sıra numarasını göstermektedir.”402Dildȃr-ı Şemsȋ’nin mukaddimesine müellif şu sözlerle başlamıştır; “Tevfîkât-ı Sübhaniyye’ye müsteniden Dildâr-ı Şemsî namını verdiğim şu kitabı yazıyorum. Kitabın mündericâtı pir-i destgîrim Cenâb-ı Mısrıyyü’n-Niyazî kuddise sırruhu Efendimiz’i berâ-yı ziyaret yedi defa Limni’ye azimetimi, gerek esnâ-yı rahda ve gerek oradaki ahvâli yazmaktan ibarettir. Ancak mademki bir seyahatname gibi bir şey olacaktır, hal-i sabâvetimden beri Bursa’dan harice gidildiği ve pederim merhumun 400Eser, Niyazî-i Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat adıyla neşredilmitir: nşr. Mustafa Kara, Yusuf Kabakcı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2010. 401Mustafa Kara, Şemseddin Ulusoy, Saklı Tarihin Muhafızı, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2016, s. 7. 402Yusuf Kabakçı, Mehmet Şemseddin Ulusoy; Dildȃr-ı Şemsȋ, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016 s. 35. 171 memuriyeti dolayısıyla nerelerde bulunduğunu da ilâve etmekliği arzu ettim. Çünkü bu bir hatıradır. Varsın benim keşkülde bu da bulunsun.”403 Te’lif tarihi: 1347 (1929)’dir. Müellif bu eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Limni'de itdüm ziyâret yedi kerre Pîr’imi Nâmına Dildâr didüm o feyz-bârumdur benim404 Bîdȃr-ı Şemsȋ Müellifin hâtıralarını kaleme aldığı hâtırât türünde bir eserdir. Te’lif tarihi: 1345 (1926)’tir. Müellif bu eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Hâtırâtımı yazıp Bîdâr-ı Şemsî koydum ad Okuyan elbet uyanır kârbârumdur benim 3.1.4. Din, Ahlâk ve Tasavvufî Konulara Dair Eserleri Ȃsȃr-ı Şemsȋ Mehmed Şemseddin Efendi’nin ruhun ölümden sonraki durumundan, “ruhun bekâsına dair”, bazı mucize ve olağanüstü hallerden bahseden bir risâlesidir. Tel’lif tarihi: 1344 (1926)’tür. Müellif bu eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Mu‘cizat ü harika hakkında yazdum bir eser İşbu Âsâr her zamanda gamm-güsârumdur benim405 403Yusuf Kabakçı, a.g.e., s.38; ayrıca bkz. Yusuf Kabakçı, “Bursalı Mutasavvıf Tarihçi Mehmed Şemseddin Efendi ve Seyahatnamesi Dildâr-ı Şemsî”, UÜİFD, XVII/1 Bursa, 2008, ss. 263-282. 404Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 405Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 172 Cuybȃr-ı Şemsȋ Müellifin, “nübüvvet-i Muhammediyyeye dairdir” dediği bu eseri, Hz. Peygamber’in risâletini inkâr edenlere karşı akli ve nakli delillerle mukabele eder mahiyette muhtasar bir risâledir. Tel’lif tarihi: 1344 (1926)’tür. Müellif bu eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Münkirîne karşu te’lîf eyledüm bir muhtasar Feyz-i deryâ-yı Nebî’den Cûybârumdur benim406 İğbirȃr-ı Şemsȋ Mehmed Şemseddin Efendi’nin “hasûdâna dair” diye not düştüğü, seleflerinden bazı kimselerin hasedliklerine dair, aleyhinde yazı yazıp söz söyleyenlere yönelik reddiyesi olan bir risâledir. Tel’lif tarihi: 1344 (1926)’tür. Müellif bu eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Gâh gıbta gâh hasedden zemm iden eslâfı ben Yazmaga bâdî vü bâ‘is İğbirârumdur benim407 Dilfikȃr-ı Şemsȋ408 Müellifin eserlerini kaleme aldığı tabloda “Şâh-ı velayete dâir” dediği, Ehl-i Beyt’e olan düşkünlüğünden Hz. Ali’ye düşmanlık edenlere reddiyesi olan bir risâlesisir. Tel’lif tarihi: 1345 (1927)’tür. Müellif bu eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Hayder-i Kerrâr'a ta‘n itmiş ‘adüvvler sad hayf Redd ider bu ta‘ni yazdım Dilfikârumdur benim409 406Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 407Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 408Müellifin Dilfikȃr-ı Şemsȋ adlı bu eseri, sıralamamızın öncesinde yer alan diğer üç eseri olan Ȃsȃr-ı Şemsȋ, Cuybȃr-ı Şemsȋ ve İğbirȃr-ı Şemsȋ adlı eserleri ile birlikte Hakikatperest Olalım adıyla basılmıştır. Haz. Arzu Meral, İstanbul: Revak Yay., 2019. 409Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 173 Bergüzȃr-ı Şemsȋ410 Müellif bu eserinden “Bir hayli makâlattır” diye bahseder. Vahdet-i Vücûd, Tabiat, Cem, Sülûk, İnsan Nedir, Sa'y, Ahlâk, Tevellâ-Teberrâ, Dervîş, Şeyh, Nüfûs Sayımı, İbret-i Beşer, Hakâyık-ı Eşyâ gibi, dinî, ahlâkî, tasavvufî ve ictimâi muhte’lif konuların ele alındığı makalelerini derlemesiyle ortaya çıkan bir eserdir. Te’lif tarihi: 1334 (1915)’dür. Müellif bu eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Muhte’lif mevzû‘a dâ’ir cem‘ u te’lîf itmişem Oldı bir hayli makâlât Bergüzârumdur benim411 İctisȃr-ı Şemsî Şemseddin Efendi’nin “din hakkında” diye bahsettiği eseridir. Aşağıdaki beyitten de dinin ahkâmına dair bir eser olduğu anlaşılmaktadır. Te’lif tarihi: 1350 (1931)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: İktidârum yoksa da yazdım cesâret eyledim Dînimün ahkâmına bu İctisârumdur benim412 Enhȃr-ı Şemsî Müellif bu eserini “tarikatlere dâir” şeklinde belirtmiştir. Ömrünün son demlerinde kaleme aldığı muhtemeldir ki Mehmed Şemseddin Ulusoy’un son eseridir. Çünkü müellifin bu eserinin adı “Asârımın esâmisini mübeyyin manzumedir” başlıklı kaleme aldığı manzumede zikretmemiştir. Te’lif tarihi: 1355 (1936)’tir. 410Bergüzâr-ı Şemsȋ'deki bazı makaleler, Mustafa Tatcı tarafından neşredilmiştir. Bkz. Mustafa Tatcı, “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 70, Ocak l996, ss. 68-69; S. 40, Temmuz l993, ss.117-118; S. 41, Eylül l993, ss. 42-43; S. 42, Ekim l993, ss. 48-49; S. 45, Ocak l994, s. 46; S. 46, Şubat l993, s. 46; S. 62, Mayıs l995, s. 56. 411Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 412Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 174 Üstüvâr-ı Şemsî Ahiret hayatının varlığını inkar eden birine, müellifin cevap niteliğinde olan ve ahiretin varlığınına dair kaleme aldığı bir risâledir. Te’lif tarihi: 1348 (1929)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Âhiret var mı deye inkâr iden bir serseme Ana da yazdım cevâbı Üstüvârumdur benim413 Esrȃr-ı Şemsȋ Bir “tarikatnâme”dir. Mısriyye târikinin usûl ve erkânına dair bilgiler içeren tarikat-nâme olarak kaleme alınmış bir risâledir. Te’lif tarihi: 1328 (1910)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Meslek-i Mısriyye üzre bir fütüvvet-nâmede Yazmışam Esrâr-ı kalbî hûşyârumdur benim414 Behredȃr-ı Şemsȋ Müellif bu eserinin “vâridât” türü bir eser olduğu bilgisini vermektedir. Te’lif tarihi: 1337 (1918)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Vâridât-ı kalbiyem âsârıdur te’vîl-gûne bir eser Kalbime ilhâm-ı Hakk'dur Behre-dârumdur benim415 413Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 414Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 415Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 175 Güşvȃr-ı Şemsȋ Mehmed Şemseddin Efendi bu eseri için “cümel-i hikemiyye” açıklamasını yapar. Aşağıda yer alan beytinden bu eserinin de “vâridât” türü bir eser olduğu anlaşılmaktadır. Te’lif tarihi: 1335 (1916)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Vâridât-ı kalbiyyem itdükce ba‘zan da zuhûr Eyledim gûşuma mengûş Gûşvârumdur benim416 İʻtikȃr-ı Şemsȋ Müellif bu eseri için “ahlâkâta dair” şeklinde bir açıklama yapmaktadır. Te’lif tarihi: 1344 (1925)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: İhtilâfâtdan numûne cem‘ idüp yazdım bunı ‘İbret-âmîz oldıgı-çün İ‘tikârumdur benim417 İnkisȃr-ı Şemsȋ “Şâh-ı velayete dair” bir eserdir. Hz. Ali aleyhinde yazılmış eserlere bir reddiye olarak kaleme alınmıştır. Te’lif tarihi: 1346 (1927)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Ehl-i te’vîl ile tasnîfe gönülde ‘ukde var Anlarun te’lîfine bu İnkisârumdur benim418 Zülfikȃr-ı Şemsî Müellif bu mensur eseri için “Kur’ân’a ve dîne dair” şeklinde bir açıklama yapar. Aşağıdaki beyitten Hz. Peygamber’e dair ve kâinatın efendisinin aleyhinde söz sarf eden bir kimselere bir reddiye olarak kaleme alınmış bir risâle olduğu anlaşılmaktadır. 416Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 417Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 418Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 176 Te’lif tarihi: 1346 (1927)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Eylemiş Fahr-i cihâna ta‘n ü teşnî‘ bir pelîd Eyledim redd bu eserle Zülfikârumdur benim419 İhtȃr-ı Şemsî Müellifin “terakkiyât hakkında” şeklinde açıkladığı bir risâlesidir. Eserin adı, müellifin bütün eserlerinin adlarını manzum olarak anlattığı “âsârımın esâmisini mübeyyin manzumedir” başlıklı şiirinde geçmemektedir. Te’lif tarihi: 1345 (1926)’tir. Çeşmesȃr-ı Şemsî Müellifin “ibret-âmiz” şeklinde açıkladığı bu eseri aşağıdaki beyitten de anlaşılacağı üzere ibretlik konulara dair kaleme alındığı anlaşilân mensur bir risâlesidir. Te’lif tarihi: 1332 (1913)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Hayli ‘ibretle bulup cem’ eyledüm bir nev-eser ‘Atşı dâfi‘dür ki zîrâ Çeşmesârumdur benim420 Envȃr-ı Şemsî Müellif açıklamasında bu eseri için, “İmam Hüseyin Efendimize dâir” der. Aşağıda yer alan beyitte de Kerbelâ şehidinin hâlini cân ü gönülden yadığını belitmektedir. Te’lif tarihi: 1344 (1925)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Hazret-i Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ'nun hâlini 419Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 420Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 177 Yazmışam ez-cân ü dil Envâr vârumdur benim Iztırȃr-ı Şemsî Bu mensur eseri için müellif, “ta’lim-i ictimâiyyat” şeklinde bir açıklama yazmıştır. aşağıda yer alan beyitte eserin, toplumsal hayatta gördüğü bazı aksaklık ve usulsüzlüklere dair bir risâle olduğu anlaşılmaktadır. Te’lif tarihi: 1347 (1928)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Ba‘z-ı insân halkı ızrâr ile ister fâ’ide Yazdım anlar hakkına çün Iztırârumdur benim421 İʻtikȃd-ı Şemsî Müellifin “dine dair” dediği bu mensur eseridir. Aşağıdaki beyitten bir papazın din aleyhine yaşış olduklarına reddiye olarak yazıldığı anlaşılmaktadır. Te’lif tarihi: 1348 (1929)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Dîn ‘aleyhinde yazmış bir papaz ‘akl-ı sakîm İtmişem fikrimce redd ki İ‘tikâdumdur benim422 İğtirȃr-ı Şemsî Mehmed Şemseddin Efendi bu eserine “meâni-i diniye” şeklinde bir açıklama yazmıştır. Bu açıklamadan müellifin bu eserinin dinin manâsına dair bir eser olduğu anlaşılmaktadır. Te’lif tarihi: 1352 (1933)’tür. Eseri ile ilgili bir beyte raslanmamıştır. 421Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 422Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 178 İstifsȃr-ı Şemsî Müellif Mehmed Şemseddin Efendi bu eserinin, ehl-i beyt’e dair yazılmış bir esere “reddiye” olduğunu belirtmektedir. Te’lif tarihi: 1354 (1935)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Tezkiye-i Ehl-i Beyt nâmında ma‘kûs esere Redden İstifsâr idüp gevher-nisârumdur benim423 3.1.5. Tasavvufî Şiir Şerhleri İʻtizȃr-ı Şemsȋ Mehmed Şemseddin Efendi’nin Niyâzî-i Mısrî’nin “İlim bahr-i vücûd asdâf anın dür-dânesiyem ben” matla’lı nutk-ı şerifine yapmış olduğu muhtasar bir tasavvufî şerhtir. Müellif eseri ile ilgili “Şerh-i kelâm-ı Pîr” şeklinde açıklama yapmıştır. Niyazi-i Mısrî’nin bir şiirine yapılan bu şerh örneği olan eser toplam 13 sayfa olup Dildȃr-ı Mısrȋ adlı eserin içinde bulunan risȃleler arasında 590-603 sayfaları arasında yer almaktadır. Te’lif tarihi: 1345 (1926)’tir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Nutk-ı Pîr’i eyledim haddümce gûyâ ben de şerh İ‘tirâf-ı ‘acz ider bu İ‘tizârumdur benim424 Esmȃr-ı Şemsî Mehmed Şemseddin Efendi’nin bir diğer şiir şerhidir. Müellif eserinin muhtevasını “Şerh-i medh-i Hayder” şeklinde açıklar. Hz. Ali’ye yazılmış bir na’tin şerhidir. Te’lif tarihi: 1343 (1924)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: 423Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 424Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 179 Medh-i Kerrâr'ı tazammun eyleyen iki na‘t Şerhidür Esmar, Efkâr âşikârumdur benim425 Efkȃr-ı Şemsî Mehmed Şemseddin Efendi’nin bir diğer şiir şerhidir. Yukarıdaki eserin devamı olarak Hz. Ali’ye yazılmış ikinci na’tin şerhidir. . Müellif eserinin muhtevasını “Şerh-i medh-i Hayder” şeklinde açıklar. Te’lif tarihi: 1343 (1924)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Medh-i Kerrâr'ı tazammun eyleyen iki na‘t Şerhidür Esmâr, Efkâr âşikârumdur benim426 1.1.6. Dinî, Millî Adetlere ve Fıkralara Dair Eserleri İntizȃr-ı Şemsî Müellif “baʻz-ı âdȃt-ı belediye” şeklinde açıkladığı bu eser, Bursa'daki yerel bazı âdet ve gelenekleri değerlendiren bir eserdir. Hȃkisȃr-ı Şemsȋ yazma nüshanın içinde bulunan eser sayfa 264’ten başlayıp 379’uncu sayfada bitmektedir. Toplam 115 sayfadır. Konular elifba tasnif sistemi ile alfabetik sıraya göre yazılmıştır. Müellif kitabın mukaddimesinde; “Bu kitaba İntizȃr-ı Şemsȋ diye ad koydum. Çünkü yapilân şeylerden halk maddi ma’nevi vusul-i murȃda muntazırdır. Bunu da kafiye ve numara üzerine tertȋp ettim ki, araması, bulması kolay olur”cümlesiyle başlamış ve ilk sayfada Emir Sultan ile ilgili âdet ve geleneklerden bahsetmiştir427. Müellif Mehmed Şemseddin Efendi o dönemde halk arasında yaygın epey adet ve gelenekten bahsettiği eserini şu cümlelerle tamamlamıştır. “İşte hatıra gelebilen ȃdȃt-ı diniyye ve milliyye ve vataniyyeden doksan dokuz adet doğruyu ekseri halkın i’tikȃdȃn ve i’tibȃrȃtına dȃir mesele buldum, yazdım. Bunlar birer hatıradır. Bunların bir kısmı merukdur, bir kısmı da gide gide unutulacaktır. 425Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 426Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 427Mehmed Şemseddin Ulusoy, İntizȃr-ı Şemsȋ, s. 267, (müellif nüshası, özel kütüphane). 180 Ahlafa yȃdigȃr olmak üzere işbu İntizȃr-ı Şemsȋ tesmiye etdiğim eseri tertip ettim. Çünkü halk bu ef’ȃlden bir iyilik bekliyor. Bunun için İntizȃr koydum.”428 Te’lif tarihi: 1349 (1930)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Ba‘z-ı ‘âdât var ki dîni ba‘zısı millî anın Bekleyor andan şifâ halk İntizârumdur benim429 İʻtisȃr-ı Şemsî Müellif bu eseri hakkında “altı ve dört adedlerinde” şeklinde açıklama yapar. Müellifin 4 ve 6 rakamı ile ilgili bazı konuları içermektedir. Bu eser de Hȃkisȃr-ı Şemsȋ içindedir. 380-410 sahifeleri arasında bulunan yazma nüsha toplam 30 sayfadır. Fihristinden, erkȃn-ı sitte, cihȃt-ı sitte, elvȃn-ı sitte, kütüb-i sitte, şart-ı iman gibi başlıklarla 6 rakamının tesadüf olmadığını, çehȃr-ı yȃr, melȃike-i erba’a, anȃsır-ı erba’a, mezȃhib-i erba’a430 gibi başlıklarından da 4 rakamının bir tesadüf olmadığına dair fikir sahibi olduğumuz eser müellifin dikkat çeken eserlerinden biridir. Te’lif tarihi: 1349 (1930)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Altı ile dört ‘adedden çıkarup ma‘nâ rakîk Koydum İ‘tisâr nâmın ol i‘tibârumdur benim431 Hoşgüvȃr-ı Şemsî Eserin muhtevasına dair müellif “tevȃfuk-ı ʻadȃd” şeklinde açıklama yapar. Ebced değerleri birbirine denk düşen kelimeler hakkında yazılmış bir risâledir. . Te’lif tarihi: 1349 (1930)’tür. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: İnbisât-ı kalbi mûcib topladum ben cümleler 428Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 375. 429Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 430Mehmed Şemseddin Ulusoy, İ’tisȃr-ı Şemsȋ, s. 379, (müellif nüshası, özel kütüphane). 431Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 181 Okuyan mesrûr olur ol Hoşgüvârumdur benim432 Gamhȃr-ı Şemsî Eserin muhtevasına dair Mehmed Şemseddin Efendi “fıkralar” şeklinde açıklama yapar. Te’lif tarihi: 1350 (1931)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Hüznüni tebdîl ider tenşîta bâ‘isdür dili Okudukça ref‘ ider bu Gamhârumdur benim433 Sȃzkȃr-ı Şemsî Muhtevası müellif tarafından “fıkralar” olarak açıklanan bu eser de önceki eserin bir benzeridir. Müellifin fıkra ve latifelerden oluşan bir eseridir. Te’lif tarihi: 1350 (1931)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Kıssadan hisse dimişler ben de yazdum fıkralar Def‘-i gam eyler okuyan Sâzkârumdur benim434 İktiyȃr-ı Şemsî Müellifin muhtevasını “adedlere dȃir” şeklinde açıkladığı mensur bir risâlesidir. Te’lif tarihi: 1347 (1928)’dir. Eseri ile ilgili şu beyti söylemiştir: Her ‘adeddeki mükerrer olanı cem‘ eyledim Yazmışam böyle eser çün İktiyârumdur benim435 432Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 433Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 434Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 435Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 182 3.2. Manzum Eserleri Güftȃr-ı Şemsȋ436 Güftȃr-ı Şemsȋ müellifin bir diğer Dȋvȃn’ıdır. Eş’ȃr-ı Şemsȋ’den sonra te’lif etiği en önemli manzum eserlerinden biridir. Toplam 597 sayfadır. Dȋvȃn yedi bölümden oluşmaktadır. 1.Sırru’l-esrâr-İlâhiyât, 2.Nuru’l-envâr-Nuût, 3.Şemsu’l-ahyâr-Medh-i Ali, 4.Necmu’l-ebhâr-Medh-i Hüseyin, 5.Medhu’l-ebrâr-Meşȃyih-i kirȃm 6.Feyzu’l- ezkâr-Tasavvuf, 7.Dürr’ul-ebhâr-Tehâmis.437 Te’lif tarihi: 1346 (1927). Müellif Güftȃr-ı Şemsȋ eseriyle ilgili şu beyti yazmıştır: Yedi kısma eyledim tefrîk bir dîvân daha Cümlesi Güftâr-ı Şemsî nâm-dârumdur benim438 Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ439 (Mesȃrr-ı Şemsȋ, Nigȃr-ı Şemsȋ, Müşkbȃr-ı Şemsȋ, Nisȃr-ı Şemsȋ, Bahtiyȃr-ı Şemsȋ) Mehmed Şemseddin Efendi’nin manzum eserlerinden biri de Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ’dir. Bu eseri bir mevlid’dir. Eser, Mesȃrr-ı Şemsȋ, Nigȃr-ı Şemsȋ, Müşkbȃr-ı Şemsȋ, Nisȃr-ı Şemsȋ, Bahtiyȃr-ı Şemsȋ isimleri ile beş mesnevȋden oluşmaktadır. Birinci mesnevȋ olan Mesȃrr-ı Şemsȋ el-Mısrȋ fi’l-Mevlidi’l- Muhammedȋ 92 beyt olup, te’lif tarihi 1344 (1926)’dür. İkinci mesnevȋ Nigȃr-ı Şemsȋ bir Miʻrȃciye’dir. 1345 (1926)’te Nigȃr-ı Şemsȋ Fȋ Miʻrȃci’l-Mustafa adıyla te’lif olunan bu eser de 92 beytdir. Üçüncü mesnevȋ Müşkbȃr-ı Şemsȋ adıyla yine 1345 (1926)’da yazılmış birMevlid-i Ali’dir. 66 beytdir. Nisȃr-ı Şemsȋ adı ile yazılan Mevlid-i Hz. Fatıma dördüncü mesnevȋdir. Yine aynı tarihte te’lif olunan eser 66 beyittir. Son mesnevȋ Bahtiyȃr-ı Şemsȋ’dir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Mevlidi’dir. Beyit sayısı 66’dır. 436Güftâr-ı Şemsî’nin çeviriyazı çalışmalarına Mustafa Efe devam etmektedir. 437 Mustafa Efe, “Mehmed Şemseddin Ulusoy’un Güftâr-ı Şemsî Adlı Dîvân’ı”. TYB Akademi Dergisi (24), Ankara, 2018, ss. 165-182. 438 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 439Eser Mustafa Kara tarafından basılmıştır. Bkz. Mehmet Şemseddin Ulusoy, Mevlid, haz: Mustafa Kara, Bursa: Uludağ Yay., 2007; Ayrıca eser daha önce Mesâru Şemsi'l-Mısrî fî'l-Mevlidi'l-Muhammedî: Mehmed Şemseddîn el-Mısrî, adıyla basılmıştır. Kahire: Matbaatü'l-İtimâd, 1924. 183 Mehmed Şemsettin Efendi beş mesnevȋden oluşan bu eserlerinin hepsinin adını Eş’ȃr-ı Şemsȋ’de Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ olarak zikretmiştir.440 Te’lif tarihi: 1345 (1926). Eseriyle ilgili müellifin yazmış olduğu beyitler şöyledir; Lutf idüp yazdurdılar mevlid-i pâk-i Ahmedi Bâ‘is-i ‘izz ü sa‘âdet ol Mesârumdur benim Bir de manzûmen yazup Mi‘râc-ı Fahr-i ‘âlemi Serde tâcımdur gönülde hem Nigârumdur benim Mevlid-i Şâh-ı velayet oldı manzûm bir eser Hubb-i Hayder kalbim içre Müşgbârumdur benim Mevlid-i Fahru’n-nisâ'yı eyledüm pey-rev ana Dürr-i deryâ-yı nübüvvetden Nisârumdur benim Yazmışam Sıbteyn-i pâk-i Ahmed içün mevlidi Hamse-i ebrâr olan bu Bahtiyârumdur benim441 Eş’ȃr-ı Şemsȋ442 Türkçe şiirlerden oluşan müretteb bir dîvândır. Hurûf-ı hecȃ ile tertip ettiği şiirleri “ye” harfi ile sona erdikten sonra, ebyȃt ve müfredȃt, takrȋzȃt, ȃsȃrımın esȃmȋsi, bazı zevȃt tarafından tahmȋs olunan ve müştereken söylenen şiirlerini, ibtidȃ-yı tevȃrrih, tarih-i tevellüdȃt, Bursa’nın işgali ve düşman işgalinden kurtuluşuna dair tarih, kudûmiyye, berȃ-yı cumhuriyet, Rûzedȃr-ı Şemsȋ adlı eserindeki şiirleri olan ramazaniyye başlıklı şiirlerini, Gamgüsȃr-ı Şemsȋ adlı Ulucami’ye dair şiiri olan eserini ve beş adet küçük mesnevȋ olan şiirlerini de Dȋvȃn’ının sonuna ilȃve etmiştir. Müellifimiz Dȋvȃn’ında kendi yapmış olduğu bu tertibi bir fihrist ile de eserinin başında yazmıştır. 440Bu Mevlid içinde yer alan her bir mesnevȋyi ayrı ayrı kabul etiğimizde, Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi’yi ‘hamse sahibi’ bir şair olarak zikredebiliriz. Nitekim müellif te bu eserleri için Hamse-i Ebrar adını kullanmıştır. 441Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 442Bu eser doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Bkz. Mustafa Efe, a.g.t. 184 Te’lif tarihi: 1345 (1926). Müellif Eş’ȃr-ı Şemsȋ eseriyle ilgili yazdığı beyit şöyledir: Geldi bir dîvân vücûda lutf-ı Hakk'la Şems-i dîn Sâye-i Mısrî'deki Eş‘âr-ı zârumdur benim443 İzmȃr-ı Şemsȋ Şer’î ve fennî 300’ü aşkın soru içeren 108 beyitten ibaret manzum bir eserdir. Te’lif tarihi: 1344 (1925)’tir. İhtiyȃr-ı Şemsî Müellifin, eski şairlerin şiirlerinden şiir zevkine ve tasavvufî neşesine uygun olan şiirlerine yapılmış tahmislerin toplandığı bir eserdir. Te’lif tarihi: 1344 (1925)’dür. Eseriyle ilgili yazdığı beyit şöyledir: İntihâb itdüm geçen şâ‘irlerün eş‘ârını Zevkime gitmiş eserler İhtiyârumdur benim444 Bȃzȃr-ı Şemsî Müellifin “müntehab ebyȃt ve masȃrı” olarak zikrettiği bu eser, nasihat içerikli mısraların, beyit ve kıtaların derlendiği manzum bir eserdir. Te’lif tarihi: 1344 (1925)’dür. Eseriyle ilgili yazdığı beyit şöyledir: Hayli ebyât ü masari‘ cem‘ ile tertîb idüp İşte meydan-ı edebde çün Bazarumdur benim445 443Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 444Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 445Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 185 Şâhvȃr-ı Şemsî Müellifin “maʻa dîvȃn büyük mecmuʻa” olarak belirttiği bir eserdir. Müellif tarafından derlenmiş hacimli bir mecmuadır. Türkçe, Arapça ve Farsça seçme ilâhîlerin bulunduğu eserde, müellifin kendine ait manzumeleri de bulunmaktadır. Te’lif tarihi: 1304 (1886)’tür. Eseriyle ilgili yazdığı beyit şöyledir: Üç aded mecmû‘ada tesbît ü tahrîr eyledim Mürg-zârum, Mûsîkârum, Şâhvârumdur benim446 Mürgzȃr-ı Şemsî Müellif bu eserini “küçük mecmuʻa” şeklinde açıklamıştır. Arapça ve Türkçe ilâhî, gazel ve kasidelerden derlenmiş manzum bir risaledir. Te’lif tarihi: 1304 (1886)’tür. Mûsikȃr-ı Şemsî Müellifin “şugul mecmuʻiyyesi” olarak bahsettiği bu eser, Arapça ve Türkçe ilâhîler ile hastalıklara yönelik çeşitli dua ve ilâçlar hakkındaki küçük bir manzum risâledir. Te’lif tarihi: 1299 (1881)’dur. İzhȃr-ı Şemsî Müellif bu eserini “reddiye” olarak kayda geçmiştir. Taassup ehlinin reddine dair kaleme alınmış manzum bir risâledir. Te’lif tarihi: 1313 (1895)’dür. Eseriyle ilgili yazdığı beyit şöyledir: Vakt ü hâli oldı hâkî, itdüm ihtâr nâm ana Redd-i vâ‘iz eyleyüp Izhâr şi‘ârumdur benim447 446Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 447Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 186 İftihȃr-ı Şemsî Müellif “Ehl-i Beyt hakkında” şeklinde not düştüğü eserinin karşısına: “Tufhetü’ş- Şemsiye 1334”, ve “Kitab-ı Kıstȃsu’l-Müstakîm 1334” şeklinde de not düşmüştür. Ehl-i Beyt hakkında nazil olan 44 ayet-i kerime, 110 hadis-i şerifin ve Hz. Ali’ye ait 110 sözün tercümelerini içeren bir eserdir. İçinde medhiye ve na’tların da yer aldığı eserde, İslâm’da tefrikaya yol açan hâller ve sebepler üzerine değerlendirmeler de yapılmıştır. Te’lif tarihi: 1334 (1915)’dür. Eseriyle ilgili yazdığı beyit şöyledir: Tuhfetü'ş-Şemsiyye'nün Kıstâs nâm-ı dîgeri Hakk-ı Ehl-i Beyt'dedür bu İftihârumdur benim448 Rûzedȃr-ı Şemsî449 Ramazana dair yazılmış manzumelerin çoğınlukta olduğu, manzum ve mensur bir risâledir. Te’lif tarihi: 1350 (1931)’dir. Eseriyle ilgili yazdığı beyit şöyledir: Şehr-i savmun her şebinde gitdigim Cami‘leri Yazmışam fıkrât ile ol Rûze-dârumdur benim450 Gamgüsȃr-ı Şemsȋ451 Cami-i kebîr hakkındadır. 45 beyitlik bir manzum risâledir. Te’lif tarihi: 1345 (1927)’dir. Eseriyle ilgili yazdığı beyit şöyledir: Eyledüm Cami‘-i Vâlâ-yı Kebîri medh ü vasf 448Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 449Müellif bu eserindeki “Ramazaniye” başlıklı manzumelerini Eş’âr-ı Şemsi’nin sonuna eklemiştir. 450Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 19. 451Eser “Gamgüsȃr-ı Şemsȋ” adıyla müellif tarafından ayrı bir eser olarak zikredilmiş olsa da müellif bu manzum eserini, Ruzedȃr-ı Şemsî adlı bir diğer eserinin manzum bölümü ile “Eş’ȃr-ı Şemsȋ”ye ilave etmiştir. Müellifin Bursa Ulucami’ini anlattığı, mesnevȋ nazım şekli ile yazdığı kırkbeş beyitlik bu manzumesi, Mustafa Kara tarafından neşredilmiştir. Bkz. Mustafa Kara, Bursa’da Dinȋ Kültür, Bursa: Emin Yay., 2011, ss. 129-135. 187 Çünki ol Cami‘-i a‘lâ Gamgüsârumdur benim452 Manzum ve mensur olarak tasnif etmeye çalıştığımız, Mehmed Şemseddin Efendi’nin bu eserlerinin müellif hattı orijinal nüshalarının çoğunu görme imkân ve fırsatımız olmamıştır. Ancak görebildiklerimiz, elimizde bulunan müellif hattı yazmaların fotokopi nüshalarından ve bugüne kadar, müellifin üzerinde çalışılmış, latinize edilerek yayınlanmış kitaplarından hareketle, eserlerinin muhteviyatını biraz daha ayrıntılarıyla tanıtmaya çalışacağız. Bazı eserlerini tanıtırken, müellifin, eserlerinin isimlerini yazdığı manzumesinden ve listesini yazarken eserlerinin karşısına yazdığı kısa bilgilerden de istifade edilecektir. C. MEHMED ŞEMSEDDİN MISRÎ HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. KİTAPLAR Mustafa Kara, Şemseddîn Ulusoy, Saklı Tarihin Muhafızı, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yayınları, 2016. 2. TEZLER Mustafa Efe, Mehmet Şemseddin Ulusoy’un Eşâr-ı Şemsî Adlı Divânı, İnceleme- Metin (Doktora Tezi), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa: 2018. Yusuf Kabakçı, Mehmet Şemseddin Ulusoy; Dildȃr-ı Şemsȋ, (Yüksek Lisans Tezi) Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa: 2016. Selime Kara, Mehmed Şemseddîn Ulusoy'un 'Diyâr-ı Şemsî' adlı yazma eserindeki Mûsikîşinâslar, (Yüksek Lisans Tezi) Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa: 2019. 3. MAKALELER Mustafa Kara,“Bursalı Bir Tarihçi; Mehmet Şemsettin Ulusoy Efendi”, UÜİFD, III, Bursa: 1991, ss. 99-105. 452Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 19. 188 Yusuf Kabakçı, “Bursalı Mutasavvıf Tarihçi Mehmed Şemseddin Efendi ve Seyahatnamesi Dildâr-ı Şemsî”, UÜİFD, XVII/1 Bursa: 2008, ss. 263-282. Mustafa Efe, “Mehmed Şemseddin Ulusoy’un Güftâr-ı Şemsî Adlı Dîvân’ı”. TYB Akademi Dergisi, S. 24, Ankara: 2018, ss. 165-182. Serhat Gültaş, “Bir Biyografik Kaynak Olması Bakımından Bahâr-ı Şemsî”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi (OMAD), c. 7, S. 17, 2020. s. 88. Olcay Kocatürk, “Mehmed Şemseddin Efendi’nin Ezhâr-ı Şemsî Adlı Bursalı Şairler Tezkiresi”, The Journal of Turkic Language and Literature Surveys (TULLIS),s. 112, 2019 4 (2). Can Ulusoy, “İmparatorluktan Cumhuriyet’e Bir Köprü Şahsiyet: Mehmet Şemseddîn Ulusoy”, Mustafa Kara, Şemseddîn Ulusoy, Saklı Tarihin Muhafızı, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa: 2016. ss. 61-71. Can Ulusoy, “Bir Aydın Olarak Mehmed Şemseddin Ulusoy”, Sufi Bursa, Editör: Mustafa Kara, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa: 2013, ss. 63-67. Zinnur Kanık, Selime Kara, “Şemseddin Mısrî’nin Devvâr-ı Şemsî Adlı Eserinde 19. ve 20. Asır Bursa Medreseleri”, Mîzânü’l-Hak İslâmi İlimler Dergisi, Sayı 8, 2019, ss. 109-135. 4. YAZILAR Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Bursa Müverrihlerinden Mehmed Şemseddin Efendi, Hayatı ve Eseri”, Halkevi Neşriyatı, Bursa: 1941. Hikmet Turhan Dağlıoğlu, “Bursa Tarihi Araştırıcılarından Mehmed Şemseddin Ulusoy”, Ülkü Halkevleri Dergisi, S. 53, 1937, c. IX, s. 385. Rıza Ruşen Yüceer, "Mehmed Şemseddîn Ulusoy", Türkün Halkevi Dergisi,, Sayı. 9, Bursa: 1937, ss. 38-41. Tâhirü’l-mevlevî, “Şemseddin Efendi’nin İrtihâli ve Tarihi”, Mahfil, II, İstanbul: 1340, s. 108. Kâzım Baykal, “Bursa Hakkında Etütler”, Uludağ Dergisi, S. 79-80, Bursa: 1946, ss. 25-32. (Kâzım Baykal Bursa Halkevi’nin çıkardığı bu dergide Mehmed Şemseddin Efendi’nin bazı eserlerini tanıtan yazılar yazmıştır.) Mustafa Kara,“Cemâl ile Celâl Arasında Geçen Bir Ömür: Mehmed Şemseddin Ulusoy”, Dergâh, S. 246, İstanbul: 2009, ss. 16-21. 189 Mustafa Kara, “Bir Şeyh Efendi’nin Meşrutiyet ve Cumhuriyete Bakışı”, S. 134, Dergâh, İstanbul: 2001, ss. 1-5. Mustafa Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, Dergȃh Yayınları, İstanbul: 2005, ss. 294-310. Mustafa Kara, “Bursa’nın Son Tezkiresi: Ezhâr-ı Şemsî”, İpek Dili, S. 16, Bursa: 2018. s. 4. Mustafa Kara, “Bursa Şairleri ve Şemseddin Ulusoy”, İpek Dili, S. 17, Bursa: 2018, s. 4. Raif Kaplanoğlu, “Mısrî Dergâhı Son Şeyhi Mehmed Şemsettin Ulusoy’un Kitapları: Hâkisâr-ı Şemsî”, Bursa Araştırmaları, S. 2, Bursa: 2003, ss. 56-57. 5. TEBLİĞLER Mustafa Efe, “Mehmed Şemseddin Efendi’nin Şiirinde Niyâzî-i Mısrî Etkisi” Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri Sempozyumu Bildirileri, Editör: Mustafa Efe-Olcay Kocatürk, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa: 2019, ss. 167-183. Olcay Kocatürk, “Niyâzî’nin Yolunda: Ezhâr-ı Şemsî ve Halvetî-Mısrî Miras”. Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri Sempozyumu Bildirileri, Editör: Mustafa Efe-Olcay Kocatürk, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa: 2019, ss. 185-192. Serhat Gültaş, “Niyâzî-i Mısrî’nin İzinde: Gülzâr-ı Mısrî” Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri Sempozyumu Bildirileri, Editör: Mustafa Efe-Olcay Kocatürk, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa: 2019, ss. 203-210. Betül Tarakçı, “Şehir ve Derviş: Âyine-i Diyâr-ı Şemsî Üzerine Bazı Mülâhazalar” Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri Sempozyumu Bildirileri, Editör: Mustafa Efe-Olcay Kocatürk, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa: 2019, ss. 193-202. 6. ÇEVİRİYAZI ESERLERİ (YENİ HARFLERLE BASILAN ESERLERİ) Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bursa Dergâhları, Yadigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Uludağ Yayınları, I. Baskı, Bursa: 1997. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bursa Dergȃhları, Yȃdigȃr-ı Şemsȋ, haz. Mustafa- Kara-Kadir Atlansoy, Osmangazi Belediyesi Yayınları, II. Baskı, Bursa: 2021. 190 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, haz. Mustafa Kara-Serhat Gültaş-Sedat Akay, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa: 2021. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, Bursalı Mutasavvıflar, Alimler ve Meşhurlar, haz. Mustafa Kara-Serhat Gültaş-Olcay Kocatürk, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa: 2021. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Medâr-ı Şemsî - Devvâr-ı Şemsî, Bursa Camileri ve Medreseleri, haz. Mustafa Kara - Betül Tarakçı – Selime Terzioğlu, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa: 2021. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Niyazî-i Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat: Dildâr- ı Şemsî, Dergâh Yayınları, haz: Mustafa Kara-Yusuf Kabakçı, İstanbul: 2010. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Hamse-i Ebrȃr-ı Şemsȋ: Mesȃrr-ı Şemsȋ, Nigȃr-ı Şemsȋ, Müşkbȃr-ı Şemsȋ, Nisȃr-ı Şemsȋ, Bahtiyȃr-ı Şemsȋ adlı manzum eserleri Mevlid adıyla basılmıştır. haz: Mustafa Kara, Uludağ Yayınları, Bursa: 2007. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gamgüsâr-ı Şemsî, haz: Mustafa Kara, Bursa’da Dinȋ Kültür, Emin Yayınları, Bursa: 2011, ss. 129-135. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Cuybȃr-ı Şemsȋ, Dilfikȃr-ı Şemsȋ, İğbirȃr-ı Şemsȋ ve Ȃsȃr-ı Şemsȋ, adlı eserleri Hakîkatperest Olalım adıyla basılmıştır. haz: Arzu Meral, Revak Yayınları, İstanbul: 2019. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bergüzâr-ı Şemsȋ'deki bazı makâleler, Mustafa Tatcı tarafından neşredilmiştir. haz: Mustafa Tatcı, “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 70, Ocak l996, ss. 68-69; S. 40, Temmuz l993, ss.117- 118; S. 41, Eylül l993, ss. 42-43; S. 42, Ekim l993, ss. 48-49; S. 45, Ocak l994, s. 46; S. 46, Şubat l993, s. 46; S. 62, Mayıs l995, s. 56. 7. BİYOGRAFİLER İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri c.IV, Dergȃh Yay. İstanbul: 1988, s. 1807. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyȃ, nşr: Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, c. 5, Kitabevi Yay., İstanbul: 2006, ss. 103-120. Kâmil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, haz: Heyet, c. 4, Bursa: 2009, s. 227. 191 “Mustafa Tatçı-Mehmet Cemal Öztürk, “Ulusoy, Mehmet Şemsettin” DİA, c. 42, İstanbul: 2012, ss. 135-136. D. BİR MÜVERRİH OLARAK MEHMED ŞEMSEDDİN MISRÎ VE TARİHLERİ Mehmed Şemseddin Ulusoy Bursa tarihini yazan son müverrihlerden biridir. Bursa tarihine dair onun kadar eser yazan başka bir müellif yoktur. Yakın dönem Bursa tarihine kaynaklık etmesi bakımından eserleri son derece mühimdir. Diyâr-ı Şemsî, Mi’yâr-ı Şemsî, Medâr-ı Şemsî, Devvâr-ı Şemsî, Hâkisâr-ı Şemsî, Karâr-ı Şemsî, Yâdigâr-ı Şemsî, Bahâr-ı Şemsî, Gülzâr-ı Mısrî, müellifin doğrudan Bursa’nın târihi ile ilgili eserleridir. Bu eserlerinin muhtevasından, eserleri bölümünde bilgi vermiştik. Mehmed Şemseddin Ulusoy’un müverrihliğine dikkat çeken araştırmacılardan ilki, “Bursa Müverrihlerinden Mehmet Şemseddin’in Hayatı ve Eseri” yazısı ile müellifi “otodidakt” (kendi kendini yetiştirmiş) bir tip olarak gören Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’dur.453 Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ilgili yazısında, yeni harflerle bazı bölümleri tefrika edilen müelifin Mi’yâr-ı Şemsî adlı eserindeki fikirlerinden yola çıkarak, müverrihliği ve Bursa tarihi konularındaki hassasiyetine bir takım değerlendirmeler yapmaktadır. O değerlendirmeler Z. Fahri Fındıkoğlu’nun dipnotlarıyla beraber şöyledir: “Bunlar içinde Miyâr-ı Şemsî ismini taşıyan eserin bir Bursa gazetesinde vaktiyle tefrika edildiğini kaydettik. Filhakika Yeni Fikir’in 475’inci numarasında gazete o eser sahibini okuyucularına şöyle takdim ediyor: “Mehmed Şemseddin Efendi, Bursa’yı çok seven, Bursa tarihi ile alakadar olarak bu yolda hayli emek sarf etmiş bulunan bir simâdır. Bursa için yazılan eserlerde rastladığı bazı hataları tespit etmiş, bunları Miyâr-ı Şemsî altında toplamıştır. Bursa tarihine taalluk ettiği için bunları memnuniyetle neşrediyoruz.”454 Eserin baş tarafında Türk Tarih Encümeni’nin Bursa azalığını ve mümessilliğini yapan Şemseddin Efendi müverrihlerin ahvâlinden şikayet ediyor: “Hataların ekserisi müverrihlerin, duydular ise tahkik etmeden kitap doldurmaları, işittikleriyle iktifa 453Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Bursa Müverrihlerinden Mehmed Şemseddin’in Hayatı ve Eseri”, Uludağ Dergisi S. 34, Bursa 1941, ss. 36-45. 454Bkz. Yeni Fikir gazetesi, Bursa, nr.475, Bursa: 1932. 192 etmeleri yüzündendir.” Gösterdiği hatalardan bir kaçına işaret etmeyi Bursalı alimin tarihçiliği hakkında bir fikir verir mülâhazasıyla faydalı buluyoruz. Miyâr-ı Şemsî yahut tefrika edildiği gazetedeki başlığı ile Bursa Tarihinde Yanlışlar isimli eser, Sicilli Osmanî, Güldeste, Meşâhir-i İslâm, Nübketü’t-tevarih, Lügat-ı Tarihiye, Tevkıî Tarihi, Hammer Tarihi, Mir’at-ı Bursa, Bursa Kılavuzu, Bursa Rehberi, Osmanlı Müellifleri gibi menâbide umumiyetle Bursa’yı alakadar eden tarih meselelerine ait hataları tashih ediyor. Bu tashih ameliyesi oldukça pozitif bir tarih görüşüne istinad etmektedir. Tashihler arasında yalnız Bursa Tarihi’ni alakalandıranlardan başka Türk İslâm tarihine taalluk edenlere de dolayısıyla yer verilmiştir. Hülasa Bursa Tarihinde Yanlışlar, mufassal bir hata ve sevap cetveli de addedilebilir. Yetmiş iki küçük makaleden ibaret olan bu eserden bizim gelişi güzel numune olarak seçtiğimiz birkaç tashih Miyâr-ı Şemsî hakkında bir kanaat verebileceği gibi müellifin tarihi tenkide ne derece riayetkâr olup olmadığını da ihsas eyleyecektir.455 Mehmet Şemseddin Efendi Bursa Abideleri mevzuunda salâhiyet sahibidir. Bu salâhiyetini İtimâd-ı Şemsî isimli eserinde kullandıktan başka Bursa Tarihinde Yanlışlar da dolayısıyla gösteriyor.456 Kendisine bu vesileyi veren meşhur müverrih Hammer’dir. Bursa’nın UluCami’nden bahsederken Camin kubbesi için ‘her biri yirmi kadem murabbaında ve dört temel üzerinde yirmi beş daireye münkasimdir’ hükmü karşısında müellifimiz haklı olarak tenkitlere girişiyor. Kendi evinin yanı başında olan bir cami hakkında meşhur bir müverrihin düştüğü hataya tahammül edememektedir. Buna rağmen ecnebi tarihçinin şöhreti karşısında da tereddüt etmektedir. “Hammer gibi müdekkik müverrih böyle yazarsa şüpheye düşmek lazım. Gittim saydım. Ulucami kubbeleri 19, şadırvanın üstünde tel kafesle yirmi fakat yine tereddüdüm zail olmadı. İhtimal 1270 tarihindeki zelzelede yıkılmıştı. Belki eskiden yirmi beş kubbe idi. 1135’de yazilân Güldeste’ye baktım. Yirmi kubbe on iki direk yazılı. Evliya Çelebi’ye baktım, o da yirmi kubbe diyor. Artık emin oldum. Fakat kademleri anlamadım. Acaba kadem demek arşın, metro demek midir? Eğer bildiğimiz ayak ise bu 455Bu 72 makale Yeni Fikir Gazetesi’nin 1932 senesi koleksiyonunda intişar etmiş olup (475. numaradan) 556’ıncı numaraya kadar devam etmektedir. 456Anadolu şehirlerinin abideleri hakkında kıymetli eserler neşreden şimdi de Bursa hakkında bir eser hazırlayan İstanbul Fransız Asâr-ı Atika Enstitüsü Müdürü ve İstanbul Üniversitesi sabık profesörlerinden Monsieur A. Gabriel Bursa tarihi için elzem kaynaklar arasında Mehmet Şemseddin Efendi’nin Bursa Tarihinde Yanlışlar’ını da ithal eylemiştir. Bizi de ilk evvel bu tefrikadan haber-dâr eden Monsieur Gabriel olmuştur. 193 Ulucami değil mini mini bir model olur. Maatteessüf Hayrullah Tarihi de bunu ayni ile tekrar etmiş: Cami-i Kebirin yirmi beş kubbe olduğunu yazıyor.”457 Bilhassa Alman müverrihinin birçok Osmanlı büyüklerini mühtedi addetmesi üzerinde duran Şemseddin Efendi, Koca Hammer diyor, nerede meşhur bir zat varsa mutlaka mühtedîdir der. Bazı zevât bunun bîtaraflığından bahsediyorsa da benim böyle bir bîtaraflığa aklım ermiyor. Meselâ Evranos gibi Kılıç Ali Paşa’ya da mühtedî demiş, halbuki bu zata müezzinzâde dediklerini ve Türk oğlu Türk olduğunu Kamus yazıyor. Mamafih müellifimiz mühtedilik aleyhtarı değildir. Mühtedi olmak da bir şereftir, ilâvesini yapıyor.458 Mehmet Şemseddin’in yaptığı birçok tashihler Osmanlı Müellifleri etrafındandır. Meselâ Bursalı sıfatı kendisine verilen meşhur İsmail Hakkı’nın eserleri arasında bir Ahitname zikredilmekte ise de bu hakikatte Müstakimzâde’ye aittir. Keza İsmail Hakkı’nın bir ciltlik Kitâbu’l-Hitâb’ından bahsediyorsa da bu eser bir değil üç cilttir. Birinci cilt tamamıyla Arapça, ikinci cilt Arapça Türkçe, üçüncü cildi tamamıyla Türkçe’dir. Bir ciltlik eser ile her halde yalnız bu üçüncü cildi kastetmiş olsa gerektir.459 Müellifimizin ara sıra yaptığı tefsirler ilk bakışta indi gibi görünüyor. Fakat kendisi bunların üzerinde ısrar etmeyip sadece bir ihtimal olarak ileri sürmektedir. Meselâ Tarih-i Ebu’l-Faruk’taki bir isim meselesinde böyle bir tefsire tesadüf ediyoruz: “Bilmem ki Ebu’l-Faruk Tarihi’nde bir yenilik mi yapmak istemiş. Edebali’yi Adanalıdır diyor. Gerçi Edeb-i Ali diye de tevil olunursa da biz Adanalıyı tercih ettik diye de ilâve ediyor. Adanalı tabirini ben bu tarihte gördüm. Okuduğum Türk tarihlerinde buna dair bir şey görmedim. Hoş benim görmemekliğim ile olmaması lazım gelmez ya.”460 Bundan sonra müellifin kendi tahminleri görülüyor: “Hindistan ve Türkistan cihetlerinde el-yevm mevcut bir meslek vardır. Her kim bu mesleğe intisap ederse kendisine Ali’li bir isim korlar, Abdullah Dehlevî’nin isminin Gulam Ali olması gibi. Sivas’ta Ziya Bey’in manzum mektubunda mestur olan Mor Ali (Ali’nin karıncası) veya Nur Ali Baba’da bunlardandır. Balıkesir’de Darbali isminde bir otel vardır ki otel sahibinin ecdadından bir zat olup o da Darb-ı Ali’den galattır. Misafirlikle Bursa’ya gelen bazı zevâtın da ismi Berki Ali, Seyfi Ali idi. Edebali denen zatın da bu tarike olarak kendisine Edebi Ali 457Bkz. Yeni Fikir, nr.524. Hayrullah Efendi’nin de Hammer’e istinaden hataya düştüğü mukayyettir. 458Bkz. Yeni Fikir, nr.530. 459 Bkz. Yeni Fikir, nr.502. 460 Bkz. Yeni Fikir, nr.481. 194 tesmiye ettiği hatıra gelebilir. Sonra Ede Türkçede baba, ata demek olup Balı ise ismidir. Şu halde Bali Baba makamında Edebali olması da mümkündür.”461 Miyâr-ı Şemsî’nin bu neviden tashihleri veya tahminleri çoktur. Ebu’l-Faruk Tarihi’nin Evranos’u Rumca Edranos yapıp bu ismi taşıyan Bursa muhafızını mühtedî addetmesini, Simavlı Bedreddin’i tekkelerin medreselere tefevvukundan dolayı mahkum ettirmesini de doğru bulmuyor.462 1923’te Bursa’da basilân Bursa Sergisi Rehberi’ndeki Bursa tarihine ait olmak üzere gösterilen yanlışlar, Bursa tarihi ile meşgul olanlarca mutlaka bilinmeye değer. Hülasa eski ismi ile Miyar-ı Şemsî yeni ismi ile Bursa Tarihinde Yanlışlar eseri bir risâle halinde neşredildiği takdirde Bursa ve Osmanlı Tarihi’ne ait noktaları araştıranlar için faydalı bir kaynak olacaktır.” Fındıkoğlu, Mehmed Şemseddin Ulusoy’un tarihi yanlışlar konusunda tashih ameliyesi için “oldukça pozitif bir tarih görüşüne istinad etmektedir”, şeklinde bir ifade ile açıklasa da, müellifin asıl yaptığı iş Osmanlı-İslâm geleneğinin yaşatılması noktasında doğru bilgi, belge ve araştırmaya dayalı, titiz bir tarihçiliktir. Bursa tarihine dair müellifin bütün eserleri bunun birer şahidi ve örneğidir.463 Mehmed Şemseddin Efendi, kitabedeki bir yazının seb’a mı, tis’a mı (Arapçada yedi ve dokuzun harflerle yazılışları birbirine benzer) olduğunu anlamak için birkaç defa Yıldırım Cami’ne gidecek kadar ince eleyip sık dokuyan, metre yerine daima adımı kullanacak kadar rakîk, Bursa tarihi üzerindeki derin ilgisi yüzünden arasıra Bursa’ya gelen Halil Ethem, Nüzhet Sabit, İbnülemin Mahmud Kemal İnal gibi zatların ziyaretine gidecekleri ve “canlı Bursa tarihi” diye anılacak kadar Bursa’nın geçmişine vâkıf bir müverrihtir.464 Bursa Ulu Cami’nin kubbelerinin sayısı hakkında meşhur Hammer Tarihi’nde yanlış bir bilgiye rastladığında hafızasına güvenmek yerine önce gidip sayacak, yine yanlışı gördüğünde acaba ‘1270 depreminden sonra değişmiş olabilir mi? ’ diye önce Güldeste’ye, sonra da Evliya Çelebi seyahatnamesi’ne bakacak kadar465 muhakkik bir kaynaktır. 461 Bkz. Yeni Fikir, nr.482. 462 Bkz. Yeni Fikir, nr.483. 463Can Ulusoy, a.g.t., s. 156. 464Rıza Rûşen Yüceer, "Mehmed Şemseddîn Ulusoy", Türkün Halkevi Dergisi,, Sayı. 9, Bursa: 1937, s. 38. 465Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Bursa Müverrihlerinden Mehmed Şemseddin’in Hayatı ve Eseri”, Uludağ Dergisi S. 34, Bursa 1941, s. 41. 195 Şemseddin Efendi tarih düşürme konusunda da önemli bir müverrihtir. O, tarih düşürme geleneğini devam ettiren son müverrihlerden biridir. Nitekim çalışma konumuz olan Mısbâr-ı Şemsî”, müellifin sevdiklerinin vefatlarına düşürdüğü manzum tarihlerini ihtiva eden bir eseridir. Bu konu, eseri inceleme bölümünde yazıldığı için burada tekrar etmek istemedik. Fakat müellifin diğer eserlerinde farklı konularda düştüğü mazum tarihlerini, müverrihliğini ele aldığımız bu bölümde ayrıntılı olarak örnekleriyle ele almak istiyoruz. Müellif vefat dışında, doğum, Bursa’nın düşman işgalinden kurtuluşu, bir kitabın tamamlanışı gibi konularda da tarihler düşmüştür. Müellifin, Eş’âr-ı Şemsî adlı divânında “ibtidâ-yı tevârih-i tevellüdât vesaire”466 diye özel bir bölüm açtığını görmekteyiz. Eş’âr-ı Şemsî adlı manzum eserinde, müverrih Mehmed Şemseddin Efendi, kendi doğumuna, oğlu Tâcüddin’in vefatına, kızı Âmine Dırahşan’ın doğumuna, merhûme zevcesi Sadberg hanımın bir hemşire-zâdesinin doğumuna, Hacı Evhad Dergâhı şeyhi Hacı Hasan Vefâ Efendi'nün hafîdinin doğumuna, oàlu Fehâmüddìn’in teʼehhülüne (evliliğine), torunu Firuzân’ın doğumuna, Bursa’nın düşman işgalinden kurtuluşuna tarihler düşmüştür.467 Bir müverrih olarak Mehmed Şemseddin Efendi ve çalışma konumuz ile çok yakından ilgili olması dolayısıyla müellifin bu tarihlerini bu bölümde yazmayı tercih ettik. Kendi vilâdetüme şu mısrâ‘ irticâlen tarih tesâdüf itmişdür Vilâdet târihim Şemsî ne hoş ni‘me't-tesâdüfdür Gelürken âleme rûhum muhibb-i Âl-i Beyt geldi 1283 Hicrî Oğlu Tacüddin’in Vefatına Târihtir İki çeşmüm yaş ile tarihin yazdum Şemsi Kumn-veş uçdı cinana vah Tacüddin vah468 1314 Hicrî 466Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, s. 617. 467Burada yer verdiğimiz manzum tarihler için bkz. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, ss. 615- 629. 468Bu manzum tarihin tamamını müellifin hayatı bölümünde yazmıştık. 196 Kerîmem Dırahşân'a ismi târih tesâdüf itmekle şöyle dimişdim Bir çıkar böyle târih-i ra‘nâ Şemsî Dogdı seyyide Âmine Dirahşân 1329 Hicrî Zevcem merhûme Sadberg Hanım'ın hemşîre-zâdesine de şu târihi söylemişdim Çar-yâr imdâd idüp çıkdı tamâm târih-i Şemsi Kudûmmun sa‘d ide Hâlık Sünûhî geldi dünyâya 1329 Hicrî Hacı Evhad Dergâh’ı Şeyhi Hacı Hasen Vefâ Efendi'nün Hafîdine söyledigim târihin makta‘ beytidür Vilâdet târihin üçler didiler Şemsi-i Mısrî Ali Hayder tevellüd eyledi ömri ziyâd olsun 1330 Hicrî Oğlum Fehâmüddîn teʼehhülünde târîh mısrâʻı irticâlen zuhûr itmiş ve üst tarafı ilâve idilmişdür. Bi-hamdi'llâh beni Rabb'im muvaffak eyledi dil-şâd Olur lutf-ı İlâhiyle gönüller dâʼimâ âbâd Muhibb-i Ehl-i Beyt'im ben bi-hamdi'llâhi ve'l-minne Hudâ Rabb'im, Muhammed’le ʻAli'yi eylerem ben yâd Teʼehhül itdürüp oğlum Fehâmüddîn'i lutf itdi Karîrü'l-ʻayn ide Allâh göre evlâd ile ahfâd 197 Saʻâdetler güzel ahlâk ile vüsʻatle erzâkın Nasîb itsün vücûd-ı âfiyetle ömrini müzdâd Mücevher Şemsi-i Mısrî bu târîh irticâlendür Fehâmüddîn Refîʻa'yla teʼehhül kıldı mesʻûd-bâd Târîh-i vilâdet Şükürlerle hamdlerle senâlar Hak Teʻâlâ’ya İdüp leyl ü nehâr ʻarz-ı teşekkür Zat-ı Mevlâ’ya Kerem kıldı benim oàlum Fehâmüddîn'e bir duhter Kudûmün mesʻud idüp mezîd itsün hümâ-pâye Mükerrer eylesün ihsân gerek merd ü gerek zendür Ola hayrü'l-halef yümn ü saʻâdet ana ser-mâye Göre evlâd ü ahfâdın pederle mâderi olsun Muʻammer muhterem mazhar olalar lutf-i ʻuzmâya Olalar cedd ile cedde ʻamuca ʻammete teyze Umûmen bahtiyâr itsün Hudâ eltâf-ı bî-sâye Muhammed Şemsi-i Mısrî bana lutf eyledi Rabbi'm Cenâb-ı Ehl-i Beyt oldı sana her vech-ile sâye Çıkardım bir tamâm târîh teşekkür eyleyüp Hakk'a Hudâsı lutf idüp geldi Fürûzân bezm-i Dünyâ'ya Müellifin Eş’âr-ı Şemsî’de düştüğü diğer tarih örnekleri ise bazı kitaplarının ve Hüseyin Vassâf Bey’in Niyâzi-i Mısrî şiirlerine yaptığı şerhlerin te’lif ve tertip tarihlerine 198 dairdir. Bunların içinde kendi te’lif eseri olan Diyâr-ı Bursa ve Medâr-ı Bursa ve Hüseyin Vassâf Bey’in Kemâlnâme-i İsmâil Hakkî adlı eserine ve Lücec-i Asri Şerh-i Kelâm-ı Mısrî adlı şerhi için düştüğü tarihler vardır.469 Umûmî Târîhime (Diyâr-ı Şemsî’ye) Vatan hubbini îmândan buyurmuşdur Resûlu’llâh Anın-çündür ki ben yazdım kitâbımı li-vechi'llâh Bütün Bursa'da her ne var ana derc eyledüm hepsin Musannifler müʼellifler dahi şehzâdelerle şâh Mahallât ü cevâmiʻle medârisle tekâyâyı Bütün esnâf ü mektebler umûm çeşmeleri her gâh Ne kim âdât ise tesbît idüp bir bir beyan itdüm Gürûh-ı şâʻirân hattât ʻumûmen evliyâʼu'llâh Vezîrler şeyhü'l-islâmlar kazʻaskerler de yazıldı Hekîmlerle müverrihler ne kim var eyledim hem-râh Çalışdım bunları yalnız tamâmen topladım ammâ Cenâb-ı Hak lutf idüp muʻînüm de ricâlu'llâh Yazılan altmışı geçdi eserler muhte’lif mevzû Olup cemʻ eyledüm geçdi nice sâl ü nice de mâh Çıkardum iki târîhi mücevher Şemsi-i Mısrî İkincinün ziyadesin birinciye vir ol agâh 469 Burada yer verdiğimiz manzum tarihler için bkz. Mehmed Şemseddin Ulusoy, Eş’ȃr-ı Şemsî, ss. 600- 629. 199 Yazıldı târîh-i Bursa Şemsî pek de güzeldür bu Diyâr-ı Şems-i dîn nâm ʻâlî eser bitdi hamdi'llâh Hacı Hüseyin Vassâf Beg’ün Hazret-i Mısrî Efendimizin “İlim Bahrî” nutk- ı âlîsine şerh yazdıgına târîhdür Ricâlu'llâha elbette idenler sıdk-ile hidmet Tarîkinde bilâ-şübhe o kimse feyzini buldı Muhibb-i Hazret-i Mısrî Cenâb-ı Mîr Vassâf kim Dil-i sâfîsi cânânun tecelliyyât ile doldı O Mısrî bahr-i tevhîdün dür-i yektânesi olmuş Çıkarmış lü’lü-i lâlâ bütün ‘uşşâkına sundı Anın bir nutk-ı pâkini idüp himmet ile şerhin Ma‘ânî-i hakîkîsin bilenler buldı maksûdı Bu şerhe söyledim târîh kemâl-i ‘acz ile Şemsî Görince şerhi bu târîh benim de gönlüme doğdı Dâ‘îleri çâr etrâfa mücevher târîhi şerhin Yitişüp lutf-ı Mısrî en-Niyâzî nutkı şerh oldı Lücec-i ‘Asri Şerh-i Kelâm-ı Mısrî terkîbini de târîh olarak tarafımdan bulunmuş ve kitâbın ismi böyle tevsîm idilmişdür. Bu da “Halk içre bir âyineyem” nutk-ı şerîfiyle “İbn-i vaktem” vâridât-ı aliyyelerinün şerhine dâ’ir bir târîhdür. Nutk-ı Mısrî en-Niyâzî'ye olmaz hîç bedel Oldı dîvân-ı şerîfi de o zatun bî-halel 200 Meslek-i sûfiyyede oldı mükemmil şübhesiz Eyler elbette kelâmı müşkilâtı fasl ü hall ‘Ârifînden ‘âşıkînden Mîr Vassâf eylemiş Bundan akdem nutk-ı âlîsini anın şerh u hall Şimdi de iki kelâm-ı eltafun şerh eyledi Sa‘yini meşkûr ide Mevlâ-yı Kâdir lem-yezel Dedi Mir’ât-ı Hakîkat a‘lâ-i şerhine nâm Himmet-i Pîr’dür bu himmet i‘tirâza yok mahall Müncelî oldı hakîkat işte mir’at elde bak ‘İlmi efvâh-ı ricâlden ahz idüp eyle ‘amel Evliyâ’ullâhun kelâmı oldı Cami‘u'l-kelim İşte bu şerhler numÿne okı tasdîk eyle gel Her kelâmı bir hakîkatdür o Pîr-i ekmelün Her sözinden bin kitab te’lîfi mümkin muhtemel Söyledim Şemsi-i Mısrî târîhen takrîzini Sözlerüm oldı hakîkat, ‘ârifân itmez cedel Çar erkân üzre te’sîs oldı Şemsüddîn bu şerh Nutk-ı Mısrî en-Niyâzî şerh olundı ne güzel 201 Mûmâileyh Vassâf Beg İsmâil Hakkî merhûmun hakkında yazdığı “Kemâlnâme-i Hakkî” nâm eseri içün târîhdür. ‘Ácizâne Mîr Vassâf’ı Şemsî tebrîk ider Çünki yazdı Şeyh Hakkî nâmına hoş bir eser Hazret-i Hakkî’yı bilmek isteyenler okısun Var mı andan sonra gelmiş bak cihâna böyle er Dikkat ile okı bu teʼlîfi dâʼim ezber it Hazret-i Hakkî'yi cidden anlayam dirsen eger Eyleyor eslâf içün teʼlîfe gayret dâʼimâ Saʻy-i meşkûrdur bilâ-şekk hizmeti olmaz heder Âşık-ı sâdık muhibb-i evliyâʼullâh olup İşte âsârı delâlet eyleyor, eyle nazar Zannım âsârı cemîʻan kırka olmuşdur karîb Hak muvaffak eylesün yazsun nice böyle dürer Bâ-husûs şerh eyledi nutk-ı Cenâb-ı Mısrî'yi Çıkarup sâhile deryâ-yı hakîkatden Güher Gerçi nazmen anı takrîz eylemek haddüm değil Lîk bu meşhûr mesel huz mâ safâ daʻ mâ keder Mısra’un cümle hurûfı oldı bir târîh-i tâm Pek güzeldür bu Kemâl-nâme-i Hakkî muʻteber 202 Mehmed Şemseddin Efendi’nin şu târihleri de çok sevdiği Bursa şehrinin, düşman işgalinden kurtuluşuna dairdir. Bu manzum tarih örneklerinin uzun olmasından dolayı sadece makta’ beyitlerini almayı tercih ettik. Nasrun mine’llâhi ve fethun karîb. Ve beşşiri’l-mü’minîn. Burusa'mızın dest-i a‘dâdan halâsı münâsebetiyle söylediğim târîh-i tâm ve cevherdârdur Çâr-yâr imdâd idüp Şemsî didüm târîh-i tâm Gitdi Yunan geldi lutfu'llâhla İslâm askeri Diğer târîh-i mâlidür. Bir mücevherdür bu mâlî târîh-i diger Şems Hamdü-li'llâh gitdi aʻdâ şehrimüz oldı halâs Ve yensurakel’llâhü nasran azîzâ. Burusa'mızun istirdâdı üzerine söylenilen târîh-i cevherdârdur. Gitdi üçler söyleyüp târîh-i cevherdâr Şemsî Eyledi istirdâd şehr-i Bursa'yı Şükri Paşa Şemseddin Efendi’nin müverrihliğine dair bu bölümde zikredilmesi gereken bir diğer husus, müellifin eserlerine verdiği isimler de, ebced hesabı ile eserin tertip, te’lif veya tebyîz edildiği tarihi işaret eden isimlere dairdir. Hüseyin Vassâf Bey’in bir eserine verdiği isim için müellifin şu cümlesi buna bir örnektir: Lücec-i ‘Asri Şerh-i Kelâm-ı Mısrî terkîbi de târîh olarak tarafımdan bulunmuş ve kitâbın ismi böyle tevsîm idilmişdür.” Bu kitabın ismi, ebced hesabı ile hesaplandığında eserin te’lif tarihini vermektedir. Bunun benzeri örnekleri çoğaltmamız mümkündür: “Dîvân’ın tertîbine bin üç yüz yigirmi iki senesinde mübâşeret itmişdim. Eş’âr-ı Şemsi-i Mısrî terkîbi de tarîh tesâdüf eylemişdür.” 203 “Kitabın ismini, Gülzâr-ı Mısrî Yâdigâr-ı Şemsüddin koydum. Ni’me’t-tesâdüf târîh-i te’lîf (1329) çıktı”. 470 “Necd-i Hâkisâr-ı Şemsî târîh-i te’lif (1349) olmuştur.”471 “İsmini de Karâr-ı Şemsi’l-Mısrî koydum ki, târîh-i velâdetime tesâdüf ider” 472 Müellif tarihler konusunda öyle titiz ve hassastır ki, eserlerinin değil, şiirlerinin dahi her birinin sonuna şiirini yazdığı tarihi, gün, saat, dakikası ile bazı şiirlerinde yeri de belirterek yazmıştır. “24 Zilkâde, sene 1342, cumʽa vakt-i zuhr, 28 Temmuz, sene 1340, Pınarbaşı'nda, sâʽat 4.30”. “10 Zilkâde, sene 1344, cumʽa irtesi, 9-22 Mayıs, sene 1342/1926, Pîr Emîr'de, sâʽat 7.30 vb. örneklerde olduğu gibi. Mehmed Şemseddin Efendi, Bursa tarihine dair yazdığı eserleri, düştüğü tarihleri ile kendinden önceki dönemin bir devamı, yaşadığı devrin en önemli şâhitlerinden, Bursa’nın hâfızası olan müelliflerden biridir. Bursa için, Osmanlı mirası ile Cumhuriyet tarihi arasında köprü vazifesi gören tarihçi, mutasavvıf, şair bir müverrihtir. Mehmed Şemseddin Ulusoy tekkelerin kapatılmasından sonra, yaşadığı bütün zorluklara rağmen, vefat ettiği 1936 yılına kadar Bursa tarihine dair çalışmalarını sürdürmüştür, Bir sonraki kuşağa ve günümüze kadar çoğu Bursa tarihine dair faydalanacağımız büyük bir yazılı külliyat bırakmıştır. Gelenek ve Cumhuriyet arasındaki tarihi ve kültürel bağların yeniden kurulmasında sonraki dönem Bursa tarihi araştırmacıları için önemli bir müverrih olarak kayıtlara geçmiştir. Bugün Bursa tarihinin önemli vesikâsı hükmündeki kayıp tarihi mezar taşlarının, hazîrelerin, mezarlıkların, yıkılan türbelerin, camilerin, medreselerin, kaybolan hat levhalarının, kitâbelerin, son dönemde varolan tekke ve dergâhların, yine son dönemde yaşamış mutasavvıfların, şairlerin, alimlerin bilgisine onun kaleme aldığı Yâdigâr-ı Şemsî, Bahâr-ı Şemsî, Gülzâr-ı Mısrî, Ezhâr-ı Şemsî, Medâr-ı Şemsî, Devvâr-ı Şemsî, Hakisâr-ı Şemsî, Karâr-ı Şemsî, Diyâr-ı Şemsî gibi eserine müracaat etmeksizin ulaşmamız neredeyse imkansızdır. Bu dahi Mehmed Şemseddin Ulusoy’un müverrihliğinin Bursa için ne kadar önemli olduğunu bilmemiz için yeterlidir. Müellifin 470Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı, haz. Mustafa Kara- Serhat Gültaş-Sedat Akay, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, s. 29. 471Mehmed Şemseddin Ulusoy, Necd-i Hâkisâr-ı Şemsî, (yazma nüsha, özel kütüphane), s. 5. 472 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Karâr-ı Şemsî, (yazma nüsha, özel kütüphane), s. 412. 204 hayatı ve eserleri ile ilgili çalışmalara öncülük eden günümüz araştırmacılarından Mustafa Kara’nın müellifin hayatına dair derlediği kitabına isim olarak “Saklı Tarihin Muhafızı” adını tercih etmiş olması çok yerinde ve anlamlı bir isim olmuştur. Çünkü Şemseddin Efendi Bursa tarihine dair en çok eser veren müelliftir.473 473Bkz. Mustafa Kara, Şemseddîn Ulusoy Saklı Tarihin Muhafızı, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2016. 205 İKİNCİ BÖLÜM (ESERİN TANITIMI VE İNCELENMESİ) A. MİSBÂR-I ŞEMSÎ’NİN TANITILMASI 1. NÜSHA TAVSİFİ VE NÜSHANIN DEĞERLENDİRMESİ Mehmed Şemseddin Ulusoy’un “Misbâr-ı Şemsî” adlı eserinin elimizde bulunan ve çalışmamıza konu olan nüshası, müellif hattı orijinal nüshanın fotoğraflama yöntemiyle çoğaltılmış bir nüshasıdır. Eserin aslı koleksiyoner Ahmet Erdönmez’de olup, tüm gayretlerimize rağmen orijinal nüshaya ulaşılamamış ve fotokopileri Mustafa Kara Özel Kütüphanesi’nden temin edilmiştir. Orijinal nüshasının bizzat görülüp incelenme imkânı bulunamamış olmasından dolayı nüshanın ölçüleri, kâğıt ve cilt türü tesbit edilememiştir. Misbâr-ı Şemsî’nin de içinde bulunduğu -müellif tarafından “numarara: 102” olarak kayıt altına alınmış- nüsha, sırasıyla; Hâkisâr-ı Şemsî, İntizâr-ı Şemsî, İètisâr-ı Şemsî, Karâr-ı Şemsî ve Misbâr-ı Şemsî olmak üzere müellifin beş ayrı eserini bir arada bulundurmaktadır. Misbar-ı Şemsî, söz konusu bu nüshanın 848 ile 926. sayfaları arasında yer almaktadır. Müellif eserinin mukaddimesinde Misbâr-ı Şemsî’yi Karâr-ı Şemsî isimli eserden sonra ele alma sebebi olarak şu ifadeleri kullanmıştır: “Düşündüm bu ÚarÀr-ı Şemsì deye yazdıgım kitÀbıñ nüsòası gibi olan bu tÀrìòleri de buraya yazmaú ve ismini de MisbÀr dimek vÀrid-i òaù oldıàından terceme-i óÀli kitÀblarda geçmeyen kimseleriñ de muòtaãaran terceme-i óÀllerini yazmaú da muvÀfıú olacaàından faúìr de öylece yazmaàa úarÀr virdim.” Birkaç eserden müteşekkil bu kitabın Misbar-ı Şemsî’ye ait bölümünü inceleyelim: Nüsha özellikleri; Eserin Adı: Misbâr-ı Şemsî Yazarı: Mehmed Şemseddin Mısrî (Ulusoy) Kitap No: 102 (Müellif tarafından beş eserin birlikte tertib edildiği kitabın başına Osmanlı Türkçesi ile “numara 102” yazılmıştır.) Te’lif Tarihi: 11 Şaban 1349/ 17 Kanun-i evvel 1346/ 1 Kanun-ı sâni 1931 (Bu üç tarih mukaddimenin sonunda yer almaktadır.) 205 Sayfa: 79 sayfa (Elimizdeki nüshanın, -kuvvetle muhtemel fotoğraflama esnasında yapılan bir ihmal sonucu- 907 numaralı sayfası eksik olup tüm gayretlerimize ve eserin orijinaline ulaşmaya yönelik tüm girişimlerimize rağmen malesef söz konusu eksik sayfaya ulaşılamamıştır. Bu sebeple eserin mevcut sayfa sayısı 79 değil 78’dir.) Satır: Eserin her bir sayfasında cetvelle çizilmiş 19-20 satır bulunmakla birlikte her sayfanın üzerinde yazılı bulunan başlıkların yazı karakterlerinin büyüklüğü ve manzume uzunluklarının farklılığı sebebiyle sayfaların satır sayıları birbirinden farklılık arz etmektedir. Yazı: Rik’a Tezhib: Tezhib yoktur, sadedir. Sayfa numaraları sayfaların üst ortasında yazılır. Başlıklar dahil eserin tümünde siyah mürekkep kullanılmıştır. Başı: İki sayfalık bir fihrist tablosu ve iki sayfalık bir mukaddimenin ardından ilk bölüm “eş-Şeyh Hayder Efendi Kaddesa’llâhü Sirrahû” ile başlamaktadır. Sonu: Son bölüm ve eserin son sayfası “Tüccârândan Ahmed Hamdi Efendi” ile başlayıp, “Bir duèÀ ile didim Şems-i Mıãrì tÀrìòin Aómed Óamdì’ye ÒudÀyÀ eyle Firdevs’iñ maúÀm” şeklindeki son tarih beyti ile bitmektedir. 2. ESERİN İÇERİK YÖNÜNDEN TANITILMASI 1.1. Mehmet Şemseddin Mısrî’nin Misbâr-ı Şemsî’de Vefatlarına Tarih Düştüğü İsimler Mehmed Şemseddin Efendi, vefeyâtnâme türünde kabul ettiğimiz Misbâr-ı Şemsî adlı eserinde pek azı istisnâ çoğu Bursa’da yaşamış ve Bursa’da vefat etmiş, bizzat kendisinin tanış olduğu -mukaddimede bahsettiği üzere- vefatlarından derin ızdırap duyduğu 79 şahsın vefatına tarih düşmüştür. Bu tarih manzûmeleri şahısların terceme-i hâllerine dair bilgiler içerdiğinden, vefeyât bilgileri manzum tarihlerle ifade edilmiştir bununla birlikte pek çoğunun başında kısaca mensur terceme-i hâl bilgilerine de yer verilmiştir. Eserde yer alan isimlerin çoğunluğunu meşihat vezifesinde bulunan zatlar ve onların yakınları oluşturmaktadır. Bu isimler içerisinde meşîhat dışında vezifesi paşalık, reisü’l-müderrislik, belediye reisliği, duyun-ı umûmiyye müdürlüğü, sefîrlik, kâtiplik, maliye müfettişiği, veznedârlık, vergi müdürlüğü, alaybeyliği ve suyolculuk gibi devlet memuriyeti olan kişiler ile gazeteci yahut tüccârândan zatlar gibi sivil şahıslar da 206 bulunmaktadır. Ancak hepsinin ortak noktası Mehmed Şemseddin Ulusoy ile mahabbetli bir hukuklarının olması yahut muhibbânının yakınlarından olmalarıdır. Çoğunluğu tasavvufî bir çevreden olan bu zatlar Halvetî-Mısrî, Uşşâkî, Cerrâhî, Nakşibendî, Rifâî, Kâdirî-Eşrefî, Bektâşî, Mevlevî, Celvetî, Gülşenî olamak üzere çok çeşitli turuk-ı sufiyyeye mensubdurlar. Eserde bahsi geçen Bursa dergâhlarının isimlerini şöyle sıralayabiliriz: Hazret-i Mısrî Niyâzî Dergâhı, Emir Sultan Dergâhı, Üftâde Dergâhı, Üçkozlar Dergâhı, Atinalı Ali Rıza Efendi (Moralı) Dergâhı, Emîniyye Dergâhı, Saʿdî Dergâhı, Nuʿmâniyye Dergâhı, Etyemez Dergâhı, Hamîdiyye Dergâhı, Kara Abdürrezzak Dergâhı, Abdülmümin Dergâhı, Hüsâmüddin Dergâhı, Seyyid Usul Dergâhı, Münzevî Dergâhı, Zencirî Ali Efendi Dergâhı, Hamamî (İsmail Rumî) Dergâhı, Cizyedâr-zâde Zaviyesi ve Âşık Yunus Tekkesi’dir. Eserde adı geçen ancak Bursa dışında olan dergahlar ise şunlardır: Kütahya Arap Dede Tekkesi ve İstanbul Uşşâkî Asitânesi’dir. Misbâr-ı Şemsî’de vefatına tarih düşülen kimi isimlerden bahsedilirken şayet o kişilerin terceme-i hâlleri Mehmed Şemseddin Efendi’nin diğer vefeyât kitapları olan Gülzâr-ı Mısrî, Yâdigâr-ı Şemsî veya Bahâr-ı Şemsî isimli eserlerinde mevcud ise bunun bilgisi verilmiş ve ilgili şahsın terceme-i hâl bilgisi kısa tutularak mufassal bilgilerin yer aldığı o eserlere adres göstermiştir. Çalışmamızın bu bölümünde vefeyâtnâmede ele alınan isimleri genel itibarıyla Şemseddin Efendi’nin şeyhi, yakın akrabaları, dostları, diğer tekke ve zaviyelerde Pîrdaşı olan şeyh efendiler ve halifeler, mutasavvıf devlet adamları, şeyh efendilerin âile efrâdı, mutasavvıf hanımlar başlıkları ile tasnif ettik. Misbâr-ı Şemsî’de diğer vefeyât kitaplarına adres gösterilmiş isimlerin terceme-i hâllerini, işâret edilen kaynaklarda geçtiği şekliyle buraya derc ettik, diğer isimler için ise vefat bilgilerini ifade etmekle yetindik. 1.1.1. Şeyhi Şeyh Mustafa Lütfullah Efendi Mehmed Şemseddin Efendi’nin Misbâr-ı Şemsî’de “sebeb-i feyz-i fütûhum” diye takdim ettiği şeyhi, Şeyh Nuri Efendi hicrî 1321 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’nin Atinalı Ali Rıza Efendi Dergahı faslında terceme-i hâli şöyle kaydedilmiştir: 207 “Makâm-ı âlîlerine birâder-i sâmî-kadrî Şeyh Mustafa Lutfullah Efendi kâim olmuştur. Mûmâ ileyh bin iki yüz kırk yedi târîhinde Bursa’da âlem-i şühûda gelmiş, mebâdî-i ulûmî esâtize-i asrından tahsîl ve birâder-i âlîlerî Şeyh Bedreddîn Efendi’den dahî bazı dürûsî tekmîletmiş, müftî-i esbak meşâhîr-i ulemadan Uşşâkî Hacı İbrâhîm Efendi merhûmdan tefsîr okumuş ve fünûn-ı şettâda tevsî-i malûmâta sa’y ü gayretle fâ’iku’l-akrân olmuşlardır. Bidayet-i hâlinde bazı memuriyetlerde bulunarak taşralarda vergi müdîriyyetinde ba’dehu Bursa’da rüsûmât-ı sândûk emânetinde Eytâm müdîriyyetinde istihdâm olunmuştur. Birâderinin vefatında dergâhın umûr-ı husûsâtını birâderzâdesi Vahyeddîn Efendi’ye havâle etmiş ise de mûmâ ileyh pek çok muammer olamayıp bin iki yüz seksen sekiz Muharrem’inde irtihâl etmekle bi’t-tab umûr-ı idâreyi eline almış, dergâhın vakfına bir hayli ilâvelerle tezyîd-i vâridâtına gayret etmiştir. Pederimin irtihâlinden sonra 5 Receb sene 1306 târîhinde leyle-i regâibde kendilerine intisâb ve on seneyi mütecâviz hizmetlerinde bulunarak vâlid-i mâcidinden aldığı vechile ikmâl-i esmâ ettirerek bu Fakîr’e izn ü icâzet i’tâ buyurmuşlardır. 18 Mayıs sene 1306 târîhinde Dersaâdet’de birleşerek Cenâb-ı Mısrî Efendimizi berây-ı ziyâret Limni’ye âile-yi muhteremeleri de berâber olduğu hâlde gidilmişti. Cenâb-ı Pîr’in bir lutfunu şurada yazmayı münâsib gördüm. Ol vakt Limni’ye on beş günde bir Cuma günleri posta olup semtlerimiz muhâlif olmakla Efendi merhûmla Pazar günü Sirkeci’de buluşarak acentadan anlaşıp ona göre harekete karâr verdik. O akşam ki Cuma gecesi idi. Koska’da bir ahbâbda misâfir kalmıştık. Manâda “yarın Limni’ye posta vardır” gibi bir işâret oldu. Ferdâsı acentaya gittim, o gün sâat dokuzda Limni’ye vapurun hareket edeceğini anladım. Diğer postaya te’hîr mümkün değildi. Çünkü Haziran’ın haftasında Bursa’da Hazret-i Emîr Efendimizi ziyâret eden cebel sûfîlerinin kendi dergâhına da davetle it’âm eylemeleri pederleri zamânından kalma âdet olduğundan behemahâl avdete mecbûr idiler. Derhâl misâfir oldukları mahalle gittim küçük mahdûmu Muhsin Efendi ol vakt asker olmakla bazı levâzımâtını tedârik için Çarşı-yı Kebîr’e gittiklerini anladım. Koca İstanbul çarşısında bulmak kâbil mi fakat tesâdüf daha doğrusu himmet-i erenler burada da yardım etti. Keyfiyyeti arz ettim lâkin çâresi müşkil nısf-ı navlûn için ilmühaber lâzım. Tezkireyi kayd ettirmek ister, o gün Cuma olmak münâsebetiyle Bâb-ı meşîhat mesdûd, nısf-ı navlundan vazgeçtik, tezkireyi de polis idâresine mürâcaatle çâresini buluruz dedik. Misâfir oldukları hâneden âilesini almak üzre gidildi, hâlbuki hâne sâhibesiyle diğer bir mahalle misâfirliğe gidip oradan da başka bir cihete gideceklerini anladık bu ikinci mahal Efendi-i merhûm için de mechûl imiş. Artık Limni’ye gitmekten kat-ı ümîd ederek me’yûs olduk fakat ihtiyâten bir mürâcaat edelim deyip gittiğimizde henüz azîmet etmediklerini görerek memnûn olduk. Mûmâ ileyhâ ziyâret-i Pîr’e bizden de teşne olmakla hemân tedârike başladı, Fakîr de Samatya’da misâfir olduğumuz hâneye gelerek âileye keyfiyeti bildirip bazı eşyâmı alarak Bâyezîd Cami-i Şerîfi civarında Efendi merhûmun nezdine geldim. O esnâda nısf-ı navlun meselesî de fevka’l-me’mûl-i hâl oldu. Meşâyıh-ı Halvetiyye’den duâgû-yı şehîr Şeyh Muhterem Efendi merhûm tesâdüfen yanımıza geldi. Meseleden haber-dâr olunca iki merkez tekkeden musaddakan alınacak ilmühaber Meclis-i meşâyıh ilmühaberine muâdil olduğunu ihbâr etti ve kendi dergâhı merkez olmakla mûmâ ileyh tarafından 208 verilen memhûr ilmühaber o civarda Abdusselâm Dergâhı şeyhi tarafından tasdîk edilmekle bilet işi de tesviyye edildi. Bu kadar muâmele ise ancak iki sâat zarfında icrâ olunarak sâat sekiz buçukta vapura râkiben azîmete muvaffak olduk ki hakîkaten lutf-ı Hak ve himmet-i pîr olduğunda şüphem yoktur. Limni’de üç gün kalarak 22 Mayıs sene 1306 târîhinde avdet eyledik. Ol zamân şu kıt’ayı söylemişler idi: Bursa’dan kıldım şitâb-ı Pîrim ziyâret etmeye Hak nasîb etti yüzüm sürmek mübârek pâyine Lutfîyâ taksîm olunca bendegân-ı evliyâ Ben de düştüm Hazret-i Mısrî Niyâzî pâyine Şu beyti de birkaç levhaya hatt-ı der-destiyle yazarak birisini Limni’ye diğerini Âsitâne-i Pîr’e birini de kendi dergâhına ta’lîk eylemişdir: Niyâz u nâze Lutfî âşıkânın gülistânıdır Bu tekke Hazret-i Mısrî Niyâzî Âsitânı’dır Birkaç halîfe yetiştirmişler ise de tekmîl-i esmâya muvaffak olama- mışlardır. Limni’de türbedâr-ı Hazret-i Pîr Şeyh Niyâzî Efendi’ye telkîn-i tevhîd ile tâc-ı tekbîr etmişlerdir. Bursa’da Seyyid Baba sülâlesinden meşhûr Şeyh Sâbit Efendi’ye Nasûhî Dergâhı şeyhi pederlerinin hulefâsından Şeyh Mustafa Evliyâ Efendi merhûmun mahdûmları İsmâîl ve İbrâhîm Efendilere İnegöl’de sâkin Bosna muhâcirlerinden Ömer Efendi’ye mahdûmu Kaya Bey demekle marûf Alî Rızâ Efendi’ye ve bir de bu Fakîr’e izn ü icâzet vermişlerdir. 6 Şabân sene 1319 ve fî 3 Teşrîn-i sânî sene 1317 târîhinde Pazar günü Hicâz mağfiret-tırrâza azîmetleri münâsebetiyle mahdûm-ı ercümendi Alî Rızâ Efendi’ye cemm-i gafîr muvâcehesinde ilbâs-ı tâc u hırka ile nâil-i hilâfet buyurmuşlar. Fakîr de rehberlik hizmetinde bulunmuştum. Dördüncü Perşembe günü küçük mahdûmu Muhsin Efendi’yle birlikte azîmet etmişlerdir. Dûçâr olduğu hastalık Medîne-i Münevvere’ye gitmeye mânî olduğundan ba’de’l-Arafât Bursa’ya avdet eylemişler idi. Bilhâssa Medîne-i Münevvere’ye azîmet ve ziyâret-i Seyyidi’l- Enbiyâ’ya niyyet etmişler ise de mübtelâ oldukları hastalık günden güne tezâyüd ederek yetmiş dört yaşında olduğu hâlde 8 Şabân sene 1321 ve 16 Teşrîn-i evvel sene 1319 târîhinde Perşembe günü sâat ikiye on kalarak târik-i hayât-ı müsteâr ve âzim-i dâri’l-karar olduklarından cesed-i latîfi tevhîdhâne kapısının solcihetinde harem-i muhteremi kabri ittisâlinde evvelce hazırlamış oldukları mahalde mağfiret-i sübhâniyyeye tevdî olunmuştur. Kabri taşında tahrîr olunmak üzre vasiyyet buyurdukları şu niyâznâme seng-i mezârında menkûştur: Geçmişim yetmiş yaşını çekmişim dünyâdan el Ayak altında bu cismim hâk ile yeksân olur Zâirîn-i hânkâh edip ziyâret kabrimî Fatihâyla yâd edilsin rûhumuz şâdân olur Abd-iâsî bâb-ı Mevlâda rızâ eyler taleb Râcî-i lutfı olan müstevceb-i gufrân olur 209 Şeyh-i mûmâ ileyh alim ü fâzıl hüsn-i hatt u kitâbette emsâli nâdir, fıkh-ı şerîfte istihrâc-ı mesâile kâdir idi. Birâderi gibi ashâb-ı cerbezeden olmayıp sükûtı gâlib, vakûr u mütevâzi, bazen latîfeye mâil, rindmeşreb “üstür zehebeke ve zihâbeke ve mezhebeke” nushîyle âmil, isrâftan müctenib, dervîşâne telebbüs eder, elbise-i fâhireye şöhret ü şâna rağbet etmezdi. Zamânında dergâh-ı şerîfte salât-ı Cum’a edâ ve Ramazân-ı şerîfte terâvîh kılınarak Pazar günleri de usûl-i tarîkat icrâ olunur ve ba’dez-zikr fukarâ it’âm edilir, kendileri de birlikte bulunur idiler. Tabîat-ı şi’riyyeleri olmakla bazı manzûme ve târîhleri vardır. Cenâb-ı pîrin menâkıb-ı âlîlerinden bâhis Râkım Efendi merhûmun Vâkı’ât’ını tab’a veyahûd o vâdîde bir şey kaleme almaya ve neşre çok teşvik etmiştim. Kendileri de tensîb ederek mezkûr kitâbın bazı mahallerini tenkîh ve bazı mahallerine ilâve sûretiyle tab’ınamuvaffak olmuşlar ve Tuhfetü’l-Asrî fî Menâkıbı’l-Mısrî474 nâmiyle tevsîm etmişlerdir. Dergâh-ı şerîfin hizmet-i vekâletini Fakîre tefvîz ettiklerinden gerek Hicâz’da bulundukları ve gerekse râhatsızlıkları esnâsında birkaç seneler tarafımızdan âyîn-i tarîkat icrâ edilmişti. Harem-i muhteremi amcaları Hasan Ukkâşe Efendi’nin kerîmesi olup 15 Rebîulevvel sene 1318 târîhinde vefat etmekle kendileri için hazırladıkları kabre defnetmişler ve şu târîhi de kabri taşına yazdırmışlardır: Yazdı târîh Lutfî oku rûhuna bir “Fâtiha” Âişe Sıddîka Bacı rûhı uçtu cennete 1317 + 1 Bir”Fâtiha” 1318 Şu kıtayı da pederlerinin türbesine ta’lîk olunmak üzre söylemiştir: Mısrî şeyhi Şeyh Alî Hazretlerinin kabrini Kim ki eylerse ziyâret müşkili âsân olur Evliyâ ervâhı her demde tasarruf üzredir Ehl-i derdin derdine himmetleri dermân olur Oku Lutfî sen de üç ‘‘İhlâs’’la bir ‘Fâtiha “ Eyle ihdâ rûhunı müstevceb-i ihsân olur Hâsılı şeyh-i mûmâ ileyh alim ü fazıl, emsâli nâdir bir şeyh-i kâmil idi. Makâmına ekber evlâdı Kaya Bey demekle müştehir Alî Rızâ Efendi kâim olmuştur.”475 474 Mustafa Lutfî Efendi, Tuhfetü’l-Asrî fî Menâkıbı’l-Mısrî, Mabaa-i Emrî, Bursa, 1892; Mustafa Lutfî Efendi, Bir Mısrî Şeyhinin Kaleminden Hazret-i Niyâzî-i Mısrî, haz. Aliye Uzunlar, İstanbul: Revak Kitabevi, 2013. 475 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, ss. 166-169. 210 1.1.2. Yakın Akrabaları Şeyh Hayder Efendi Mehmed Şemseddin Efendi’nin cedd-i maderi olan Şeyh Hayder Efendi, evlâd-ı Sâdüddin Cibâvî’den Şeyh Said Efendi’nin oğludur. Hicrî 1292 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yadigâr-ı Şemsî’nin Zencirî Ali Efendi Dergâhı faslında Şeyh Hayder Efendi’nin terceme-i hâli şöyle kaydedilmiştir: “Mûmâ ileyh 1236 târîhinde sâlifü’t-terceme Şeyh Saîd Efendi sulbünden kadem-nihâde-i âlem-i şühûd ve şeref-bahşâ-yı mehd-i vücûd olmuştur. Pederlerinin irtihâlinde sagîr olmakla eniştesi Tâhir Efendi tarafından dergâh-ı şerîfin umûr u husûsatı tesviyye olunarak icrâ-yı âyîn-i tarîkat edilmiş ve kendileri tahsîl-i ilm ü kemâle gayretle beraber tarîkatın âdâb u erkânını taallüme bezl-i himmet etmiş. Ve Dersaâdet’te Sancakdar Dergâhı Şeyhi Hâfız Şeyh Mehmed Tâhir Efendi’den ahz-ı hilâfete muvaffak olmuştur. Şeyh-i mûmâ ileyhin hâl ü şânını bilenler el-yevm mevcûd olup tarîkatının ricâli olduğu gibi sadâsı gayet hûb u muharrik imiş. Müstemi’înde hâlât-ı acîbe zuhûr edermiş. Bulunduğumeclisi şereflendirir, etvâr-ı âşıkânesine herkes meftûn olur imiş. Dâmâd Halîl Paşa ve Süleymân Paşa ve sâir ümerâ ve vükelânın pek çok hürmetine mazhar olmuş. Hattâ ol zamân Bursa defterdârı olup Dersaâdet’de Etyemez Dergâhı’nda medfûn olan Mustafa Efendi delâletiyle ihyâ buyurduğu hayrât ve ta’dadı kabil olmayan Firdevs-âşiyân Abdülmecîd Han Hazretleri taraf-ı şahânelerinden dergâh-ı şerîf- i mezkûr müceddeden inşâ ve postnişinlere mahsûs süknâ ilâve buyurulmuştur. Meşâyıha mahsûs alaylarda icrâ ettiği hüsn-i tertîb el-yevm dillerde dâsitândır. Dergâhın eyyâm-ı mahsûsasında ve leyâlî-i mübârekede esnâ-yı zikrde darb vurmak, âteş çıkarmak, âteşte kızmış “gül” tabîr olunan demirleri yalamak, berây-ı imtihân tuncdan mamûl bir tâcı başa giymek gibi hârikaları el’ân söylenmektedir. Etyemez Dergâhı Şeyhi Hâsırîzâdelerden merhûm Şeyh Ferîd Efendi “asrının ferîdi ve Bursa’da pîr-i sanî gibi idi” diye senâsında bulunduğunu birkaç def’a mûmâ ileyhin lisânından mesmüum olmuştur. Altmış altı târîhinde Hicâz’a gidip edâ-yı hacceti’l-İslâm ve ziyâret-i Ravza-i Seyyidi’l-enâm şeref-yâb olmuş ve bir def’a da Cenâb-ı Sadeddîn-i Cibâvî Hazretlerinin ziyâretiyle teşerrüf eylemiştir. 1290 târîhinde yegâne mahdûmu âtîü’z-zikr Şeyh Nûreddîn Efendi asker olmakla bedel-i nakdî vermek üzre Dersaâdet’e gittiklerinde bazı küberânın tavassutuyla silk-i askeriyyeden afv olunarak pederine bırakılmış ve mezkûr akçe ile ikinci def’a âzim-i ziyâret-i Beyti’llâh olup avdetlerinde İzmir’e çıkarak dâmâdı bulunduğu pederim merhum İsmâîl Nazîf Efendi’nin ol târîhte Milas kasabası Tahrîr memûru olmak münâsebetiyle mahdûmuyla birlikte gelmişler ve 15 gün kadar ikâmet buyurmuşlar idi. Fakîr-i râkımı’s-sutûr-ı pür-kusûr ol vakt yedi yaşında idim. Bu, ziyâret-i vedâ-ı ebedî imiş ki avdetlerinden bir müddet sonra irtihâli vukû bulmakla sîmâ-yı âlîlerini teşahhus edemiyorum. Fakîre pek ziyade teveccühleri var imiş. Tarîkat-ı aliyyeye olan mahabbetim onların feyz-i nazar-himmetleri olduğundan şüphem yoktur. Hatt-ı destiyle olan mekâtibi el-yevm teberrüken hıfz eylemekteyim. 211 1292 senesi Zilhicce’sinin 3. Perşembe günü mübtelâ oldukları derd-i devâ-nâ-pezîrden halâs olamayarak dervîşânın zikrle meşgûl olduğu hînde kendileri “ism-i hû” ile âzim-i dâr-ı bekâ ve ferdâsı Cuma günü cemm-i gafîr ile Cami-i Kebîr’de namâzı ba’de’l-edâ, dergâh-ı mezkûrda vedî’a-yı rahmet-i Hudâ olmuştur. Uzunca boylu, latîf sîmâlı, beşûş, vakûr, mütevâzi, hafîfü’l-lihye, zaîfü’l- bünye, nazîfü’l-libâs, müttakî, zâhid olup ekser-i eyyâm-ı mübârekede bâ-husûs aşer-i Muharrremi’l-harâmda sâim olurlar imiş. Sağ yanağında büyükçe bir hâl olmakla sîmâlarına letâfet-bahş olur imiş. Hâsılı müşârun ileyh muhibb-i hânedân- ı Resûlullâh bir şeyh-i dil-âgâhü bir mürşid-i ârif-i bi’llâh imiş. Birçok dervîşânı olup dört halîfe yetiştirmişlerdir. Yûnus Emrem Dergâhı Şeyhi Esad Efendi, halîfesi olduğu gibi mahdûmu Şeyh Hâfız Nazîf Efendi de hulefâsındandır. Mûmâ ileyh şeyhzâdesi olup pederinden sonra makâm-ı âlîlerine kâim olan Şeyh Hacı Nûreddîn Efendi’ye i’ta-yı hilâfet etmiş ve kendisi İznik’te Eşrefzâde Hazretlerinin türbedârlığında bulunmakla 1 Muharrem 1297 târîhinde orada vefat eylemiştir.”476 Şeyh İsmail Nazif Efendi Mehmed Şemseddin Efendi’nin Misbâr-ı Şemsî’de “bâis-i hayatım” diye takdim ettiği babası Şeyh İsmail Nazif Efendi hicrî 1305 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Gülzâr-ı Mısrî’nin ilgili sayfasında Şeyh İsmail Nazif Efendi’nin terceme-i hâli şöyle kaydedilmiştir: “İsmail Nazif Efendi bin iki yüz elli üç senesi rebîulevvelinin yedinci pazar günü âlem-i vücûda gelmiştir. İsminin hesab-ı ebcedîsi bir noksaniyle târîh düşmüştür. Henüz altı yedi yaşında iken dergâhın süknâ-yı kadîmi olan ve mekteb gibi istimal olunan hâneden hazret-i Emir Efendimiz civarındaki ammileri sâlifü’t- terceme Hacı İsmail Efendi’den tahsîle gider. Yedi yaşında hatm-i Kuran’a muvaffak olduğu gibi on iki yaşında iken hıfz-ı Kur’an-ı Kerim eder. İlm-i kırâati taallüm ile beraber ulûm-ı âliye ve ʻâliyenin tahsîline bezl-i makderetle yine mûmâileyhin dersine devâm ve Tasavvurât’a kadar okurlar. Akâid ve mantık derslerini Geyvelizade Ali Efendi’den ilm-i hadis ve usûl-i hadisi de fudalâ-yı ulemadan müfti-i esbak Uşşaki Hacı İbrahim Efendi merhûmdan tahsîl ve hüsn-i hattı da Cami-i kebir civarında Hundî Hatun mektebi muallimi hattat-ı şehîr Şerîf Hoca Efendi’den temeşşuk etmişlerdir. Pederleri on dört yaşında iken irtihâl etmekle vâlidesinin saʻy u gayretiyle kendisini tahsîle terğîb ve teşvîk ettiğini hatta Emir Sultan’a kadar bazen taʻkîb eylediğini naklederler idi. Pınarbaşı cami-i şerîfi hitâbet ve sermahfillik cihetleriyle kitâbet ve cibayet vazîfeleri iki birâder beyninde münâsafaten tevcîh olmakla, pederinin vefatından sonra ammisi sâlifü’t-terceme Zâik Efendi tarafından îfâ-yı hizmetle vazîfelerini almış, mûmâileyh ile vâlide ve sağîre hemşîresi mahrûm bırakmış ise de iki sene sonra ammisinin vefatıyla kendisi de sinn-i rüşde vâsıl olduğundan ammizâdeleriyle gerek hitâbet ve gerek meşîhat cihetlerinden dolayı senelerce uğraşarak nihayet kendisinin hıfz u kırâati sadâsının güzellliği ve tahsîlde devamı münâsebetiyle hitâbet müstakillen pederinin uhdesindeki nısf meşîhat kendilerine 476 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, ss. 244-247. 212 24 Muharrem 1270 târîhli berât-ı âlişân mûcibince tevcîh olunmuştur. Fakat süknâ meselesi öylece kalmış kendileri vâlidesinin kız çocuklarını okuttuğu mekteb mahallinde ikâmete karar vermiş ise de bi’l-âhare süknânın dergâh-ı mezkûr meşâyıhının iskânına mahsûs olduğu cihetle bir iki sene de öylece uğraşarak nihayet 20 Şevvâl 1275 târîhli Dersaadet mahkeme-i teftîş-i evkâfın kararında evvelce Zâik Efendi merhûm süknânın mülk ittihâzıyla âhere beyʻine teşebbüsü üzerine birâderi tarafından olunan mürâcaata mebni … târîhli irâde-i seniyye mûcibince postnişinlere aid olduğundan bahisle sâhib-i tercemenin de süknâda ikâmeti beyân olunmakla vâlide ve hemşîresiyle süknânın münkasim olan cihetinde ikâmete muvaffak olmuş ve vâlidesini iki sene kadar mahall-i mezkûrda iskân ile memnun etmiş. Bin iki yüz yetmiş sekiz senesi vâlidesinin irtihâliyle yalnız kalarak bin iki yüz seksen iki târîhinde Bâb-ı zemin mahallesinde vaki Saʻdi dergâh-ı şerîfi şeyhi Haydar Efendi’nin kerîmesi Aliyye Hanım’la izdivâc eylemişlerdir. Dergâhın vazîfesi dûn olmakla hisse-dârından Hacı Hakkı Efendi Hicâz’a giderek şerîf hazretlerine Dîvân Efendisi olmuş, birâderi Necat Efendi sinnen ekber olmakla âyîn-i tarîkat icrâsı mûmâileyh tarafından icrâ edilmekle dergâha ait taâmiyem de ancak fukarânın itʻâmına kifayet etmekle mezkûr maaş Necat Efendi’ye münhasır kalmış. Bu sebeple sâhib-ı terceme de Bursa’da vergi kalemine devama başlamış, seksen beş târîhinde müessis-i bünyân-ı saltanat, cennet mekân Sultan Osman ve Orhan hazerâtının türbe-i şerîfeleri taʻmîrinde vazîfe-i kitâbet îfâ etmiş, bin iki yüz seksen dokuzda Aydın mülhakâtından Milas kazâsı ve mülhakâtının tahrîrine memur olarak gitmiş. Bir müddet Sultan Hisarı, Köşk, Ece nâhiyelerinin tahrîriyle Tavas ve civarının taʻdîl-i tesviyesinde bulunmuş, bin iki yüz doksan ikide infisâl ile İzmir’de beş ay kadar ikâmet edip diğer bir memuriyete taʻyîni derdest iken canı gibi sevdiği kayınpederinin haber-i irtihâlini almış olmakla kendisini memuriyetten değil, dünyaya muhabbetten vazgeçirmiş olduğundan o esnâda kayınbirâderi Şeyh Nuri Efendi İzmir’e gelerek bin iki yüz doksan üç târîhinde Bursa’ya muâvedet eylemişlerdir. Kayın pederini ziyadesiyle sever, her ne vakit zikr-i cemîli sebk eylese ağlardı. Çünkü peder-i manevîsi ve sebeb-i feyz-i ebedîsi idi. Usûl-i tarîkati onlardan görmüştü. Haydar Efendi merhûm ise mûmâileyhi, evlâdından ziyade tutar, hürmet ve şefkat ederler idi. Bursa’da iken Aʻşâr ve Ağnâm Kitâbetlerinde bulunarak nihayet bin iki yüz doksan dörtte Mihaliç kazası ki elyevm Karacabey demekle marûftur tahrîr memuriyetiyle nüfûs kitâbetine taʻyîn olunarak gitmiş. Gerçi ammizadesi Necat Efendi doksan dörtte vefat ederek dergâh-ı şerîfte îfâ-yı vazîfe- i meşîhat kendilerine tevcîh etmiş ise de ol zaman Necat Efendi’nin kerîmesi Süreyya hanımla damadı Mehmed Efendi ikâmet etmekte olduklarından onları çıkarmak meşreb-i âlî-cenâbânesine muvafık gelmediğinden bırakmış ve dergâh da beş sene kadar mesdûd kalmıştır. Mezbûrenin bin iki yüz doksan sekizde irtihâliyle dergâhta kimse kalmamış olmakla memuriyetden isti’fâ ederek Bursa’ya gelmiş ve makâm-ı cenâb-ı Mısrî’de âyîn-i tarîkat -i aliyyeyi icrâ ve itʻâm-ı fukarâya bezl-i makderet etmiştir. Beş altı sene kadar hizmet-i meşîhatı îfâ edip mübtelâ olduğu illet-i devâ- i nâpezîr kendisini üç sene kadar muztarib edip elli üç gün miktarı rahatsızlığı tezâyüd edip âkıbetü’l-emr 26 rebîulâhir 1305 ve 29 kânûnievvel 1303 târîhinde salı günü akşam ezanına beş on dakika kalarak irciʻî emr-i celîline lebbeykzen-i icâbet olmuştur. Ferdâsı çarşamba günü bi’l-umûm meşâyıh-ı kirâm ve ulema ve 213 sâir sunûf-ı halktan dört beş bin kadar cemaât-ı kübrâ ile cenaze namazını baʻde’l-edâ, zikr u tevhid ile Dergâh-ı Şerîf’in hazîresinde hazret-i Pîr Efendimiz’in kerîme-i muhteremeleri kabri ittisâlindeki mahalde defîn-i hâk-i ıtırnâk kılınmıştır. Mûmâileyh alim u fâzıl, sahî, kerîmü’t-tabʻ, sabur, mütehammil, mütevâzı, halîm ve selîm olup fenn-i mûsikiye âşinâ olmakla âşıkâne na’t-ı şerîfler okur, kendisi de dinleyenler de ağlar. Muhibb-i ehl-i âl-i abâ bir zat-ı hüceste-sıfat idi. Rahatsızlığı esnâsında bazı vasiyyetlerde bulunur, irtihâlinin takarrüb ettiğini ima ederdi. İhya geceleri bazı hafta çıkar ve bazen bu abd-i âcize havale ederlerdi. Son haftası imiş. Tevhidhâneye geldiler devrân, evvelce fakîr tarafından icrâ edilmiş. Kıyâm veyahut kuûd zikrinin icrâsını sual ettiğimde kuûden zikr olunmasını arzu etmekle oturarak hazin hazin “bekâ iklimine azmim var el-ân fenâ gülzârı kalsın şöyle vîrân” durak ilahisini okuyarak baʻde’z-zikr bu Fakir’e fâtiha teklifinde bulundular ki şimdiye kadar vukûʻu yok idi. Tediye-i fâtiha çekmeyerek hafiyyen okuduk ve taaccübde kaldık. Meğerse son haftası olmakla meydanı Fakir’e teslîm etmişler imiş. Şu yazdıklarım mukârin-i hakîkat olup kendisini bilenler teslîm eder ve onun kemâlâtını tafsîliyle yazmak vüsʻümün hâricinde olduğunu tasdîk eylerler. Vefatı günü duâ-i hayriyyesini almağla muvaffak olduğum gibi ondan sonra da kimseyle görüşmemiş, konuşmamış. Yalnız besmele-i şerîfeyi okur, tekrar eder, ara sıra “Televvün verme yâ Rabbî!” der, bazen “Allah” lafz-ı şerîfini zikreder. Hattâ ikmâl-i enfâsı da ism-i celâl ile olmuştur(k.s.).”477 Aliyye Hanım Mehmed Şemseddin Efendi’nin Misbâr-ı Şemsî’de “veliyyetü’n-niʿâm” diye takdim ettiği annesi Aliye Hanım hicrî 1331 senesinde Medîne-i Münevvere’de vefat etmiş olup Cennetü’l-Bâki’ye defnedilmiştir. Yukarıda zikredilen Gülzâr-ı Mısrî’deki İsmail Nazif Efendi’nin terceme-i hâlinin devamında Aliyye hanımın hayatına dair şu bilgilere de yer verilmiştir: “[Hayder Efendi’nin] ortanca kerîmesi râkımus’-sütûr-ı pür-kusûrun vâlide-i müşfikası olup 1263 târîhinde Saʻdi dergâhının tecdîden imâr ve inşâsı esnâsında tevellüd etmiş ve 1282 târîhinde peder-i cennet-makarrım Şeyh İsmail Nazif Efendi ile izdivâc edip, üç zükûr ve üç inâs evlâdı olmuştur. Pederimin vefatından sonra küçük birâderim Haydar Efendi ile birlikte 2 Şaban 1307 târîhinde cânib-i Hicâza azîmet, baʻde’l-hac Medine-i Münevvere’ye gelerek amcazâdemiz sâlifü’t-terceme Hüseyin Hakkı Efendi’nin Medine-i Münevvere’de hazîne-i nebevî başkâtibi olmak münâsebetiyle mücâvir kalmış. 28 Ağustos 1314 târîhinde avdet ve 26 Teşrînisâni 1314 târîhinde yine azîmet etmiş ve 30 Teşrînievvel 1316 senesi tekrar Bursa’ya gelip 14 Şevvâl 1316’da yine avdet edip 18 Haziran 1325 târîhinde berâ-yı sıla gelmiş ve 17 Teşrinievvel 1325 yine giderek 8 Haziran 1328 târîhinde son defa gelmiş ve 31 Teşrinievvel 1328 de avdet etmiş. Sini atmış altıya vâsıl olup vücutça da rahatsız 477 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Gülzâr-ı Mısrî, ss. 557-560. 214 olduğu halde Medine-i Münevvre’ye vusûlünden birkaç ay sonra 25 Rebiulâhir 1331 ve 21 Mart 1329 târîhinde Perşembe gecesi irtihâl edip arzusu vecihle Cennetü’l-Bakî’de vedîʻa-i rahmet-i ilahiye kılınmıştır. Arabi târîhini zevc-i muhtereminin târîhine tevâfuk etmiştir. Kendisi âbide, zâhide, nazîf, temiz olup tabiatının hilâfında bulunanlardan haz etmezdi. Kadınlığa şeref-bahş olan tahâret ve iktisâda riayet son derece muʻtâdı idi. Medine-i Münevvere’de bulundukça evkâtını ibâdât u tââta hasretmiş pederinden me’zûn olduğu evrâd-ı Saʻdiyye’yi müddet-i hayâtında terk etmemişti. Rahmetullahi aleyhâ.”478 Şeyh Nuri Efendi Mehmed Şemseddin Efendi’nin Misbâr-ı Şemsî’de “sebeb-i feyzim” diye takdim ettiği dayısı Şeyh Nuri Efendi hicrî 1321 senesinde vefat etmiş olup kabri İstanbul’dadır. Yâdigâr-ı Şemsî’nin Zenciri Ali Efendi Dergâhı faslında Şeyh Nuri Efendi’nin terceme-i hâli şöyle kaydedilmiştir: “Mûmâ ileyh Şeyh Nûreddîn Efendi, pederinin Hicâz’da bulunduğu esnâda 1266 târîhinde âlem-i vücûda gelip Nûrî isminin hisâb-ı ebcedîsi velâdetine târîh düşmüştür. Bursa müftîsi re’îsü’l-kurra Arabacızâde Hacı İbrâhîm Efendi’den hıfz-ı Kur’ân ile ilm-i kırâati tahsîl ve Çarşam-ba Şeyhi Ömer Efendi’den ulûm-ı âliyye ve âliyeyi tederrüsle haylice terakkî etmiş. Pederinin Hicâz’a ba’dehu Bağdâd, Necef, eşref-i Ker-belâyı muallâ gibi atebât-ı âliyeye giderek avdet etmiş ve beyne’n-nâs şöhret ü hürmet kazanmış. Her husûsta akrânından temâyüz etmiş ise de isâbet-i ayn mıdır, nedir bilmem, âilece zuhûr edentezâd-ı efkâr birçok güft ü gûyı mûcib olup bazı adüvleri tarafından olunan teşvik üzerine komşularından birisi katline ikdâm etmiş. Fakat muvaffak olamayarak yaralamış. Ferdâsı, ahâlî-i mahalle güya haber-dâr değillermiş gibi istifsâr-ı hâtıra gelerek mütecâviz hakkında davâda bulunmamasını tavsiyye etmişler. Hâlbuki hukûk-ı umûmiyye olmak münâsebetiyle bi’t-tabîdavâ takîb olunmuş. Bunun üzerine âilesinin akrabâları vâsıtasıyla ahâlî-i mahalle tarafından hiçbir vicdânın kabûl etmeyeceği sûrette tanzîm edilen mazbatayı Mec-lis-i Meşâyıh da ayrıca tasdîk ü teyîd ederek makâm-ı vilayete takdîm etmeleriyle uhdesinde bulunan cihet-i meşîhatın ref’iyle sagîr mahdûmu Fahreddîn’e tevcîhi karârgîr olur. Şeyh-i lâhık yedinde mezkûr mazbata-lar el- yevm mahfûzdur ki hakkı tanıyanlar içinani’l-gıyab böyle bir su-î zanda bulunmak kâbil olmadığı gibi edyân-ı semâviyyenin hangisiyle olursa olsun mütedeyyin bulunanların hiçbiri tarafından gayba şehâdet nev’inden böyle bir şey tasdîk olunamaz. Erbâb-ı insâf nazarında pek çirkin bir keyfiyyet olduğu vak’a sebebiyle müsellemdir. Bu sıra hukûk-ı şahsiyye ve umûmiyye davâsı da körleşmeye giderek mütecâviz-i mezkûr kurtarılmıştır. Bunun üzerine 1303 senesinde hükümet marifetiyle dergâh-ı mezkûr, sagîr-i mezbûr vekîli Karamazak Şeyhi Tevfîk Efendi’ye teslîm olunmuş ve sâhibü’t- terceme Dersaâdet’e azîmet etmiştir. Bu defa ahâlî-i beldenin bir kısmı ve 478 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 565-566. 215 meşâyıhın bazıları tarafından mûmâ ileyhin le-hinde bir mazbata tanzim ve müddeîlerin lüzûm-ı muhâkemesi ve hak-kında olunan isnâdâtın bi’l-muhâkeme isbâtı taleb olunmuş ise de müş-tekîlerin bir kısmı âilesinin akrabâsından, eşrâf-ı adîdeden bâ-husûs Meclis-i Meşâyıh azâsından olmaklabu taleb o kadar tervîc olunamamış. Fakat pederinin uhdesinden ref ile sagîr mahdûmuna tevcîhi muvâfık- ı kânûn olmadığından müştekîlerin iddiâsı redd edilerek mûmâ ileyhin tekrâr dergâhında ikâmetine Dersaâdet Meclis-i Meşâyıhı riyâset-i alîy-yesinden emr vârid olmak ve makâm-ı meşîhat-ı ulyâdan teyid edilmiş olmasına rağmen Bursa’da “leyte le’alle” ile ta’vîk edilmiş. Şeyh-i mûmâ ileyh ise hakkında li-garazın böyle birtakım isnâdâtta bulunulması kesr-i şevkini mûcib olmakla Dersaâdet’te Abdüsselâm Âsitânesi’nde pîş-kademlik vazîfesinde bulunup hukûk peydâ ettikleri Veznedâr Cemîl Efendi’ye kasr-ı yed etmeye karâr vermiş. Her ne kadar ecdâdının makâmını yed-i âhere tevdî etmemesi tavsiyye olunmuş ise de kendisinin her vechile iktidârı, ilm ü fazlı, ilm-i kırâate vukûfu, mûsikîşinâslığı, usûlkeşliği, hasebi nesebi nazar-ı dikkate alınmayarak âilesinin ve onların akrabâsının hâtırına mürâcaatla mezkûr mazbatayı temhîr edenlerin isticvâbıyla birçoğunun bilâ-vukûf mühürlediği tahakkuk edecek iken nazar-ı ehemmiyete alınmadığına ve hiçbir mahkemenin hükmü lâhık olmaksızın “istemezük”kabilinden olanşu ahvâle me’yûs olarak fikrinde ısrâr etmiş ve 1305 senesi Rebîulevvel’inin 5. Günü Dersaâdet Meclis-i Meşâyıhı’nda mûmâ ileyh Cemîl Efendi’ye keff-i yed ederek işin içinden çıkmış. Şairin: Âh eğer mestîn ümûdî her harâmî çün şarâb În zamân malûm kerdî mest kîset hüşyâr dediği gibi mazbatayı tanzîm edenlerin ve onları tasdîk eden şeyh efendilerin cemâziyelevvelleri, husûsiyet-i ahvâlleri tedkîk edilecek olsa neler görülür, bilinir idi. Ne çâre ki sûret-i zâhire “âh o zâhir, âh o zâhir”. Yine şairin uzun bir kasîdesinde şu: Bize mülhid diyenin kendide îmân olsa Dahl eden dînimize bârî Müselmân olsa beyti ne kadar hoştur. Tarafgîrlik isnâdına hâcet yoktur. Çünkü yazdığım hakîkattır ve tafsîlâta da girişmedim. Bunun böyle olduğu o garâzkârlardan başka herkesin müsellemidir. Bahusûs şeyh-i lâhıkın el-yevm nezdinde bulunan o mazbatalar okunursa hayret etmemek elden gelmez. Allâh, cümlemizi Habîb-i ekremi hürmetine garâzkârlar şerrinden muhâfaza buyursun ve bu mesele ahlâk nokta-i nazarında ahlâfa ibret olsun. İşbu kitâbın cild-i evvelinde tafsîl olunduğu vechile sâhibü’t-terceme, Dersaâdet’de bir müddet Âsitâne-i Hazret-i Hüdâyî kuddise sırruhûda ve biraz zamân Şirket-i Hayriyye’de bulunup 1321 senesi Receb- i şerîfinin 26. Cumartesi günü sabah ezânından sonra ikmâl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât ederek akşamı Mirâc gecesi Üsküdâr’da Şeyh Cami-i Şerîfi’nde vedî’a-yı rahmet-i İlâhî kılınmıştır. Vefatından birkaç ay mukaddem Bursa’ya gelerek ecdâdımızdan mevrûs emânâtı, fakîre tevdî etmişler idi. Orta boylu, hafîfü’l-lihye, beşûş sîmâli, mizâha meyyâl bir şeyh-i sâhib-i kemâl idi.”479 479 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 249-251. 216 Muhammed Tâcüddin Efendi Muhammed Tâcüddin Efendi, Mehmed Şemseddin Ulusoy’un ilk evlâdı olup yedi yaşında iken hicrî 1314 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Şerefüddin Efendi Şerefüddin Efendii Mehmed Şemseddin Ulusoy’un kardeşidir. Hicrî 1349 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Gülzâr-ı Mısrî’de geçen terceme-i hâli şöyledir: “Hüseyin Şerafettin Efendi 1288 senesi Muharrem’inin on yedinci Pazar günü tevellüd etmiştir. Pederinin vefatından sonra bir müddet mahkeme-i şeriyeye devâm ve bazı nevâhi nâib-i kitâbetinde bulunup 16 Eylül 1309 târîhinde silk-i celil- i askeriyeye dahil olmuş. Yıldız mevkiinde bulunup bi’l-âhare tezkere terkiyle mülâzım olmakla biraz zaman sonra tabur kitâbetine terakki etmiş. 1324’de alay katibi olmuş iken meşrûtiyetin ilânında tekrar tabur kitâbetine tenzîl edilmiş ve İskilip tabur kitâbetine taʻyîn olunarak mahall-i mezkûra gönderilmiştir. Balkan muharebesine gittiği gibi işbu harb-i umûmi esnâsında da taburu ile beraber Erzurum cihetine sevk olunmuştur. Cenab-ı Hak cümle asâkir-i müslimîn ile beraber muzafferen, salimen, ğâliben avdet eylemek müyesser buyursun. Kendisi müteehhil ise de henüz bir evlâda nâil olamamıştır.”480 1.1.3. Dostları ve Yaşadığı Dönemde Pîrdaşı Olan Şeyh Efendiler Murad Emrî Efendi Bursa Gazetesi sahib-i imtiyâzı Murad Emrî Efendi hicrî 1335 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Bâhar-ı Şemsî ve Ezhârı Şemsî adlı eserlerde de kayıtlı olup Bahâr-ı Şemsî’de hayatına dair şu bilgiler bulunmaktadır: “Mora Yenişehirlidir. Bursa’ya hicret etmiş. Bir kütübhâne tesis etmişti; muharrak oldu. Tekrâr teşkil etti. Bir de matbaa açtı. Bursa nâmıyla gazete çıkardı. Mekteb çocukları için de Fevâid diye bir risâle-i mevkûte neşretti. Okumak yazmak bilmez iken saʻy ü gayret neticesi olarak okuryazar oldu. Tabîat-ı şiiriyyesi olmakla bir de Dîvân vücûda getirdi ve tabʻ etti. Fakîr’in birkaç manzûmelerimi tahmis etti. Beş on gazelimi de tahmîs edecekti, muvaffak olamadı. 6 Rebîulevvel 1335 ve 18 Kânûnıevvel 1332 Pazar geecesi vefat etmiştir. Emîr Sultân rehgüzârında medfûn sâbıku’z-zikr Mahmud Kemaleddin Efendi’ye makrûndur. Ziya Paşa’nın terkîb-i bendini tahmis etmiştir.”481 480 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 566-567. 481 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, s. 162. 217 Hüseyin Vassâf Bey Hulefyı Uşşâkiyye’den olan ve tarîk-i Gülşeniyye’den icâzetli , Sirkeci gümrük baş müdîr-i sâbıkı Hüseyin Vassaf Bey hicrî 1348 senesinde İstanbul’da vefat etmiştir. Saʿîd Efendi Üç Kozlar Dergâhı Şeyhi Saʿîd Efendi hicrî 1333 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’nin Üç Kozlar Dergâhı faslında Şeyh Saʿîd Efendi’nin hayatı şöyle kaydedilmiştir: “Mûmâ ileyh müfti-i esbak fuzalâ-yı benâmdan uşşâkî Hacı İbrahim Efendi merhûmdan tahsîl-i ulûm-ı ʻâliye ve âliye ile fünûn-ı şettâdan mücâz ve beyne’l- akrân mümtâz ve usûl-i tarîkati de pederlerinden ikmâl ile nâil-i merâm ve Cami-i Kebirde dahi bir hayli zaman dersiâm olmuşlar idi. Doksan yaşını mütecâviz pir-i muhterem ve ahlâk-ı fâzıla ile muttasıf bir zat-ı sütûde-şiyen olup kitabımızın tabʻı esnâsında 22 Muharrem sene 1333 ve 28 Teşrîn-i sâni sene 1330 târîhinde Cuma gü-nü sâat on raddelerinde tekmîl-i enfâs ile azîm-i dâr-ı cinân olup ferdâsı Cumartesi günü Cami-i Kebirde salât-ı cenâze baʻde’l-edâ zikr u tevhid ile dergâhına götürülerek evvelce intizâr ettiği kabirde defîn-i hâk-i ıtır-nâk kılınmıştır. Mûmâ ileyh halim selîm âbid u zâhid müstakim orta boylu zaîf ü nahîf bir zat-ı şerîf idi. Fakir’e teveccühleri olmakla ekser evkât kendileriyle teşerrüf eder dua-yı hayriyyelerini alır idim. Vefatından birkaç sâat evvel tevhidhâneyi temizleyiniz. Zira yarın misafirler gelecektir demiş. İrtihâli haber vermiştir. Dergâh-ı mezkûr Şeyh Sa’îd Efendi’nin irtihâlinden sonra müşteriki Hacı Abdur-rahman Efendi’ye tevcîh olunmuş ve dergâhların insidâdına kadar âyîn-i tarîkat icrâ etmiş ve dergâhta medfûn ecdâdından bir zatın tarîk-ı Cerrâhî’ye mensûb olduğunu İstanbul’da Nûreddîn Cerrâhî Dergâhı Şeyhi Fahreddîn Efendi tarafından bildirilmekle Abdurrahman Efendi mûmâ ileyhe intisâb ve usûl-i Cerrâhî üzre âyîne ibtidâr etmiş ise de tarîkatlerin ilgâsı üzerine dergâh-ı mezkûr mahalle Cami’ ittihâz olunmuş ve cum’a namazları da edâ olunmakta iken mûmâ ileyhe nüzûl isâbet etmiş, başka hastalıklar da ârız olmakla bir iki sene esîr-firâş olmuş ve âkıbet kurtulamayarak 15 Rebi’ü’l-evvel 1353 ve 14/24 Haziran 1312/1351/1924 târîhinde irtihâl etmiştir. Hayâtında hazırladığı dergâhın civarında bulunan kabristâna defn olunarak Pınarbaşı’nda Hindîler Tekkesi karşısındaki mahalde makbûr ve hâil-i rahmet-i rabb-i gafûr olmuş-tur. Mahdûmu Muhyiddîn Efendi varsa da esnâf olup vazîfe-i imâmeti îfâ edemeyeceği cihetle âhire tevcîh olunacak zann ederim. Lihye ve sünnet cemiyetlerinde meşâyıh alayı teşkîl ederlerdi. En sonraki sünnet alayı bu Muhyiddîn’in alayı olmuş ve hâricde gezilmeyerek yalnız Hazret-i Üftâde’nin ziyâretiyle iktifâ edilmişti. Merhûm mûmâ ileyh halûk, dervîş- nihâd müsâfirperver, tevâzu’ mekar idi.”482 482 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bursa Dergȃhları, Yȃdigȃr-ı Şemsȋ, haz. Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, II. Baskı, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, ss. 149-150. 218 Mehmed Üftâde Efendi Üftâde Dergâhı Şeyhi Mehmed Üftâde Efendi hicrî 1331 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’nin Üftâde Dergâhı faslında Şeyh Mehmed Üftâde Efendi’nin hayatına dair şu bilgiler bulunmaktadır: “(Pîr Mehmed Muhyiddin Üftâde’nin) makâm-ı âlîlerine onuncu olmak üzre necl-i necîbi Şeyh Mehmed Üftâde Efendi câlis olmuştur. Mûmâ ileyh bin iki yüz elli iki târîhinde âlem-i şühûda vaz-ı kadem ve pederinin vefatında makâmına kuûd ile ihrâz-ı şeref-i etemm eylemiştir. Mûmâ ileyh Mehmed Üftâde Efendi’nin Üftâde tesmiyyesine dâir türbedâr merhûm Şeyh İbrâhîm Efendi’nin yazdığı Menâkıb-ı Pîr’de manzûrum ve lisân-ı halkdan mesmü’um olan bir keramet-i pîrin derciyle tezyîn-i sahîfe-i beyân etmeyi münâsib gördüm. Mûmâ ileyhin pederi Şeyh Burhâneddîn Efendi akîm olan ilk hareminin hibe ettiği bir câriyeyi istifrâş eylemiş, mezbûrenin hamlinden dolayı zevcesi, kadınlığa hâss kıskançlık sâikasıyla câriyeyi hâneden çıkardığından mûmâ ileyh bunu hemşîresinin hânesine göndermeye mecbûr olmuş, vaz-ı haml zamânının hulûlinde Türbedâr İbrâhîm Efendi’ye rüyâsında gördüğü Hazret-i Üftâde Burhân Efendi’nin bir oğlu olduğunu tebşîr ve ismini Üftâde tesmiyyesini ihtâr ü tezkîr eylemiş, hamlinden fülân bi’t-tabî haberi olmayan türbedâr ale’s-sabâh mûmâ ileyhe giderek rüyâyı îfâde eylemiş, o esnâda da hemşiresi tarafından müjdeci gelerek oğlu olduğunu söylemiş, bunun üzerine hemşîresinin hânesine gidilerek mevlûd emr-i pîr mûcebince Üftâde tesmiyye edilmiş ve aradaki ihtilâf-ı âile ref edilerek vâlidesiyle çocuk dergâha getirilmiştir. Mûmâ ileyh yetmiş seneye karîb makâm-ı cedd-i emcedinde icrâ-yı usûl-i tarîkat eylemiş ve bin üç yüz otuz bir senesi şehr-i Zilkâde’sinin ikinci ve üç yüz yirmi dokuz sene-i Rûmiyyesi Eylül’ünün yirminci Cuma gecesi sâat yedide zikr-i Hû ile ikmâl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât ve seksen yaşını mütecâviz olduğu hâlde irtihâl-i cennât-ı âliyât edip ferdâsı Cuma günü Cami-i Kebîr’de cemm-i gafîr ü cem-i kesîr ile namâzı ba’de’l-edâ cedd-i âlîsi Cenâb-ı Üftâde’nin ayak ucunda vâkî kabirde vedî’a-yı rahmet-i Hudâ kılınmıştır. Mûmâ ileyh rind ü lâubâlı meşreb, mütevâzi olup ekser-i evkât dergâhında imrâr-ı hayât eder, münzeviyâne bulunur idi. İsmâîl Hakkî Dergâhı’nın ta’lîm-i tarîkat ciheti mûmâ ileyhe ve umûr-ı idâresi de bu fakîre tevcîh olunmakla cemiyyetlerde kendileri teşrîf ederler ve leyâlî-i sâirede tarafımızdan âyîn-i Celvetî icrâ olunmak üzre müsâade ve izin vermişler idi. Cenâb-ı Pîr Üftâde’nin terceme-i hâlini yazarken berây-ı istimdâd söylenen nâçîz medhiyyedir: Mürşid-i râh-ı hakîkat Hazret-i Üftâde’dir Reh-ber-i ehl-i tarîkat Hazret-i Üftâde ‘dir Menba-ı feyz-i fütûh-ı ma’nevîdir şüphesiz Nâşir-i envâr-ı vahdet Hazret-i Üftâde’dir Hızr elinden âb-ı hayvân nûş edip buldu ledünn Vâkıf-ı esrâr-ı Celvet Hazret-i Üftâde’dir Âsitânına onun her kim ki etse ilticâ Etmeyen mahrûm-ı himmet Hazret-i Üftâde’dir 219 Sâha-i mehdinde tahrîk-i kemmiyyet hâmeye Bahş eden Şemsî’ye kudret Hazret-i Üftâde’dir Dergâh-ı mezkûr ekber-i evlâdı Şeyh Mehmed Efendi’ye der-dest-i tevcîh iken 6 Zilhicce sene 332 ve 13 Teşrin-i evvel sene 330 Pazartesi günü irtihâli vukû bulmuş ve imtihânın Halebî’den olmasına mebnî ferâgat ederek Mehmed Efendi’nin mahdûmu Muhtar Efendi’nin uhdesine muâmele-i tevcîhiyyesi 9 Cumâdelâhire 1333 ve 11 Nisan 1331 târîhinde îfâ edilmiştir. Teâmüli vechile ikinci mahdûmu Hakkî Efendi’ye tevcîhi lâzım gelmiştir.”483 Midillili Siyâhî Bekir Efendi Midilli adası Vigla Cami imam-hatibi olan hulefâ-yı Mısriyye’den Siyâhî Bekir Efendi hicrî 1331 senesinde vefat etmiştir. Mehmet Şemseddin Efendi’nin Dildâr-ı Şemsî adlı eserinde Midilli’deki halîfesi Siyâhî Bekir Efendi’nin terceme-i hâli ve Siyâhî Bekir Efendi ile ilgili hâtıraları şöyle kaydedilmiştir: “Ferdâsı Salı günü intisâp arzusunda bulunan salifü’z-zikr Bekir ve Galib Efendilerle Kemal Efendi dördümüz Şerifniam Ebu’l-Hasan Hazretleri’nin türbesine çıktık. Şehre hâkim bir noktadır, etrafı kabristan olmuş. Orada Bekir Efendi’ye biat verdim, telkin ettim.”484 “Bu gece Bekir Efendi’ye Sarı Baba’da hilafet verdim Bursa’dan bir tâc götürmüştüm, ilbas-ı tac u hırka ederek posta da çektim. Yirmi beş kadar ihvanımız mevcuttu, hoş muhabbetler oldu. Cuma günü Çarşı Cami’nde hutbe okudum, çok kimseler memnun olmuşlar.”485 “Akşam ezanda Şeyh Bekir Efendi dâvet etmişti, oraya gittik. ba΄dehū Camiye gelindi. ba΄de’z-zikr beşe kadar oturduk.”486 “Salı günü Vikla’ya geldim, hava yağıyordu fakat sonra açıldı. Akşama ihvân toplandı. Bekir Efendi’ye beşinci ismi telkîn ettim, ba΄dehū Gâlib Efendi’nin hânesine geldik.”487 “Gece de Arif Efendi’ye ve Mevlânâ’ya ikinci ismi telkîn eyledik. Mukâbelemiz şevkli idi, bir hayli züvvâr olduğu gibi ihvânımız da kırkı geçmişti. Hamdülillah. Himmet-i erenler ve lütf-i Hak’la hoş muhabbetler oluyor, hele Bekir Efendi’nin, Gâlib Efendi’nin aşıkâne sayhaları Camiyi çınlatıyor. Pazartesi günü akşam üzeri Vikla’ya indim hava güzel, deniz de pek latîf idi. Akşam mevlûd okundu.”488 “Pazar günü Vikla’da tarafımızdan bi’l-vekâle Bekir Efendi tarafından arakiyye tebkir ile dersleri verilen bazı kimseler râbıtalarını tecdîd için mürâca’at ettiklerinden Düyûn-ı Umûmiyye ketebesinden Râsim Efendi, Liman reisinin 483 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, ss. 41-45 484 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Dildâr-ı Şemsî, Niyâzi Mısri’nin İzinde Bir Ömür Seyahat, nşr: Mustafa Kara-Yusuf Kabakçı, İstanbul: Dergâh Yay., 2010, s. 93. 485 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Dildâr-ı Şemsî, s. 105. 486 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e.,, s. 127. 487 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 142. 488 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 209; Eserin yazma nüshasında Vaykala Cami olarak latinize edilen cami Vikla olarak tashih edilmiştir. 220 mahdûmu Süleyman Bey, Udî İbrahim Efendi, Kahveci Hüseyin Aga, Demirci Ahmed ustaya ayrıca dersleri verildiği gibi Cemal ve Topuz Hüseyin’e de biraz ders verildi. Akşam mukabelemiz cemiyetli idi, ba΄de’z-zikr hânemize geldik.”489 “Çarşamba günü Vikla Camii’nin mütevellîsi Kuyumcu Ömer Efendi davet etmişti oraya gittik, hâkim efendi ve sâir vücûh-ı belde orada idi, ba΄de’s- salati’l-ışâ’ mevlūd okundu, hâkim efendi malumâtlı bir zat, gittikçe açılıyor, Manisalı Asım Molla diyorlar, Tarîk-i Mevlevî’ye mensup imiş. Gece avdette biraz Gâlib Efendi’ye uğradık bizim Halife Bekir Efendi köylerde idi, bu gece rüyada gördüm, ertesi günü geldi. Perşembe günü Bekir Efendi geldi görüştük sonra Vikla’ya gittik.”490 “Bugün Arif Efendi’ye davetli idik. ba΄de’t-taâm Vikla’ya geldik. Gece cemiyyetli idi; telgraf müdürü, muhâsebe muhbiri ve sâir züvvār da epeyce idi, ba΄de’z-zikr müezzin Rızâ Efendi’nin yeğeni Hasan Efendi’ye arakiyye tebkir ettik, Bekir Efendi’ye de beşinci ismi telkîn eyledim. Cuma günü Çarşı Camii’nde hutbe okudum, ba΄dehū Varya civarında Pigoli Karyesi’nde vergi kalemi ketebesinden Hasan Efendi’nin köşküne gittik.”491 “Perşembe günü Derviş İbrahim’in haremi Hatice Hanım’a ders verdik, Bekir Efendi ile ihvân beyninde biraz dedi-kodu olmuş, Bekir Efendi sert tabiatlı bir zat, halbuki idare-i umûr edenler biraz hazımlı olmalı, Meselâ cüz’î bir kusur için dergâhtan tarda kalkıyormuş, hâsılı bu ihtilafâttan canım sıkıldı, lehinde bulunanlar bir türlü, aleyhindeki bir türlü söyler, müteessif oldum. Varya’ya doğru gidip geç vakit avdet ettim. Vikla’ya gitmedim, Kâdirî Tekkesi’ni açtık, o gece orada kıyam, kuûd zikirleri icra ettik, Şeyh Efendi tekkeyi bizimkilere veriyor, ihvânın her biri mükedder, haberleri olmayanlar kimi Şerif Hazretleri’ne çıkmış, kimi Sarı Baba’ya gitmiş, nihayet Kadirî Tekkesi’nde buldular. Bekir Efendi ise ertesi günü ağlayarak geldi, “bu sözlerin çoğu iftirâdır, ben böyle demedim” gibi sözlerle özür diledi, bir daha bu gibi dedi-kodulara sebebiyet vermeyeceğini te’min etti. Cuma günü namazdan sonra Varya’ya gidip araba ile Vikla’ya avdet ettik. Herkes toplanmış bir sürûr ile hoş hal oldu, çünkü Vikla Cami cemaat azlığından mesdûd gibidir, zikir münâsebetiyle cemaati çoğaldı bunun için gerek evlâd-ı vâkıf ve gerek mütevellîsi ve sâir komşular mahall-i zikrin Kadirî Tekkesi’ne nakline pek mahzûn olmuşlardı. Bekir Efendi alimdir, imamdır, hatiptir, vâizdir, ihvāndan onun yerini tutacak yok gibidir, Kemâl Efendi, Gâlib Efendi gençtir, olsa da meşîhat makâmını dolduramaz, eltâf-ı Hak gibi olmuş dedim. Ben Bursa gibi yerden mahza ihvânın arzusu ve ittihad ve ittifâkı için rahatımı terk edip geliyorum, eğer siz böyle aranızda nifak, şikak husûle getirirseniz ben bir daha gelmem. Öyle oldu, bir daha gidemedim, ihvânın bazısı adaklar adamış; kimi yalın ayak Şerif Hazretleri’ni ziyarete gitme, kimi mum adamış, kimi lebs. Her neyse bu kadar bir gûşmâl ile hüsn- i hal hasıl oldu. Bu gece neşeli muhabbet oldu, ihvâna biat verildiği zaman erkan üzere yalnız dört kapı selamı icra olunuyordu fakat artık epeyce alıştıklarından Gâlib Efendi’ye tamam-ı usûlü ta’rif ettim. Ancak mahfel teşkilinde sağdaki zakir na΄t-ı şerif okuduğu gibi soldaki na΄t-ı Pîr okurdu.”492 “Bi-minneti ve keremi Teâla iş bu Dildār-ı Şemsî nam eser-i nâçiz Şa’ban yirmi tarihinde başlanmış 2 Zilkâde sene 1347 Cuma günü hitâma ermiştir. Ancak 489 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 213. 490 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 215. 491 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 216. 492 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 217-218. 221 araya Ramazan-ı Şerif ile rahatsızlığım girdiğinden bazı günler yazılamadı. Ancak hâtırıma bir vâride oldu. Bu seyahatnâmedir. Görüştüğüm zevâtın bir kısmının ismi bi’l-münâsebe yazıldı. Balkan Harbi’nden sonra Selânik, Adalar Yunan’ın kırılası eline geçti. Derneğimiz dağıldı, ihvânımızın her biri bir köşede kaldı. Halifemiz Siyâhî Bekir Efendi’ye Midilli’de hakaret etmişler, o da karşıya Ayazmend’e geçmiş, aslı oralıdır. Kurban Bayramı günü va’az etmiş, cemâatle helalleşmiş, hânesine gitmiş, vefat etmiş.”493 “Midilli’de Siyâhî Bekir Efendi’nin intisâbı 10 Cemâziye’l-evvel sene 1316, hilâfeti 10 Cemaziye’l-âhir sene 1317 verilmiştir.”494 Mehmed Naʿîm Efendi Tarîk-i Gülşenî’den Mehmed Naʿîm Efendi hicrî 1334 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de Mehmed Naʿîm Efendi’nin hayatına dair şu bilgiler bulunmaktadır: “Mûmâileyh Ergiri sancağının Libohova kasabasında 1258 târîhinde Zeynel Paşa sülâlesinden Ali, nâm-ı diğer Alişâh Bey’in sulbünden zuhûr-yâfte-i âlem-i şühûd olup, mukeddemât-ı ulûmu memleketinde tahsîl ve berâ-yı tahsîl İstanbul’a vürûd etmiş. Gürcü Sabit ve Şevket ve Abdülkerim Efendiler’den ikmâle gayret etmekte iken 1281 senesi İstanbul Bâb Mahkemesi’ne kâtib ve bilâhare Varna, Viglin (?) Gelibolu, Antalya mahkemeleri başkitâbetine tayîn olunmuş. 1289’da Bosna vilayetinin Gaçka kazâsı niyâbetine ve 1293’te terfîen Girid’in İsfakiye kazâsı niyâbetine, 1297’de İştib, 1299’da Kalkandelen Pirlepe, 1306 Güveyli (?), 1308’de Lonya, 1311’de Margiliç 1314’te Resmo, 1320’de Lâzistan, 1322’de Gerenbe niyâbetlerine tayîn olunup, 1327’de sinni hadd-i nizâmîsini geçtiğinden kadro hârici bırakılarak tekâude sevk edilmiştir. Mûmâileyh ahîren Bursa’ya gelerek ihtiyâr-ı ikâmet etmekte ve dâmâdı Doktor Süleyman Bey vesîle olmakla gelmiş. Sinni yetmiş beş râddelerinde iken 13 Muharrem 1334 [144] 9 Teşrînisânî 1331 târîhinde (âzim-i) dâr-ı naîm ve Pınarbaşı Kabristânı’nda vedîa-i rahmet-i Rabb-i rahîm olmuştur. Mûmâileyh sırasıyla terfî-i merâtib-i ilmiyye ederek, 5 Muharrem 1319’da Bursa’da Lâmiî Hamdullah Efendi Medresesi bâ-İbtidâ-yı dâhil uhdesine tevcîh ve 21 Receb 1323’te Mûsıla-i sahna terfî edilmiştir. Tarîkat-i sûfiyyeye meyli olmakla Tarîk-i Gülşeniyye’den Şeyh Osman Nuri ve Mahmud ve Hazret-i Sezâî Dergâhı şeyhi Şerefüddin Efendilere intisâb etmiş, âbid ü zâhid, âşık-ı billâh, mazhar-ı ‘tahallakû bi-ahlâkillâh’ bir zat-ı dilâgâh olup, kemâl-i hulûsla zikr-i Perverdigâr esnâsında ağlar ve ekser cuma günleri Dergâh-ı Hazret-i Mısrî’de kemâl-i şevkle âh u zâr ederdi.”495 493 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 332. 494 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 361. 495 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 143-144 222 Hammâmî İsmaʿil Rûşenî Efendi Hulefâ-i Uşşâkiyye’den “Nakîbler” diye meşhur İsmaʿil Rûşenî Efendi hicrî 1334 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de İsmaʿil Rûşenî Efendi’nin hayatına dair şu bilgilere yer verilmiştir: “Küffîzâde denmekle marûftur. Nakîbü’l-Eşrâf Ahmed Münîb Efendi’nin birâderzâdesi olup nakîbler nâmıyla meşhûr, Mahkeme Başkâtibi Celal Efendi’nin mahdûmudur. İbtidâ Tarîk-i ilme sülûk ederek hayli mesâfe katetmiş iken, tarîk-i sûfiyyeye meyletmekle sâlifü’t-terceme Destereci Ahmed Hamdi Efendi’ye intisâb etmiş. Bu sıralarda meslek-i celîl-i askeriyeye dehâletle 1293 senesi (1877) muhârebesinin mebâdîsi olan Karadağ-Hersek harblerinde bulunmuş ve bu meslekte terakkî ederek yüzbaşı rütbesi ihrâz etmiş iken baʻde’l-harb memleketine avdet eylemiş. Bu esnâda sülûk-itarîkate devâm ve temîn-i maîşet için kaplıcaları istîcâr edip bilâhare Çakır Ağa Hamâmı’nda hisse-dâr olmakla oraya nakletmiş. İkmâl-i sülûk etmekle ahz-ı hilâfet ve şeyhinin vasiyeti üzere diğer mürîdânı teslîke muvâzabet eylemiştir. 20 Safer 1324 ve 15 Kânûnıevvel 1331 (1906) târîhinde salı günü saat dokuzda irtihâl-i dâr-ı bekâ etmekle, ferdâsı çarşamba günü Cami-i Kebîr’de namâzı baʻde’l-edâ Seyyid Usûl Tekkesi’nde vedîa-i rahmet-i Hudâ edilmiştir. Mûmâileyh halîm selîm, neş’esinde tevhîd gâlib olmakla nikbîn ve dâimâ sohbeti muhabbetullah ve sülûk-i ehl-i temkîn idi. Birçok fukarâ kendisine mürâcaat eder, mümkün olduğu kadar onları tatyîb ve celb-ikulûba gayret ederdi. Uzaktan karâbetimiz olduğu gibi tarîkaten de hem-meslek bulunduğumuzdan ara sıra ülfet eder, birbirimizi tesliye ederdik. Vefatından bir hafta evvel hamâmda sohbet ettiğimizde kendisinin râhatsızlığından bahsetmişti. Hânesine avdetle bir daha dışarı çıkmamış idi. İrtihâlini eniştesi İsmail Efendi akşamüzeri ihbâr etti. Müteessir oldum. Seyyid Usûl Şeyhi Abdi Efendi gelerek, ‘Dün kendisini ziyâret ettiğimde gözleri kapalı olduğu hâlde Yâ Hak ism-i şerîfine devâm ediyordu’ dedi. Tuhaf tesâdüftür ki târîhin son beyti de ism-i Hak ile zuhûr etmiştir. Filhakîka mûmâileyh ehl-i hâl, hoşmakâl, muhibb-i ehlullah bir şeyh-i dilâgâh idi. Küçük birâderi Mustafa Efendi mahkeme kâtibi olup birâderiyle beraber o da istihlâf etmişti. Hicâz’a azîmet ve orada bekâya rıhlet etmiştir. Mûmâileyh de birâderine şebîh idi.”496 Hacı Âgâh Efendi Misbâr-ı Şemsî’de yer alan en uzun târih manzûmesi Hacı Âgâh Efendi’ye ait olup Âgâh Efendi’nin hüsn-i hulkini metheden ifadelerin çokluğu dikkati çekmektedir. Öyle ki Şemseddin Efendi tarih manzumesinin başında “söylenilen tarih terceme-i hâli gibidir, ifrât ve tefrît yoktur” izahını yapma gereği duymuştur. Bu methediş şüphesiz Mehmed Şemseddin Efendi’nin bu zata duyduğu muhabbetin de bir delilidir. Yâdigâr-ı Şemsî’nin Emîniye Dergâhı faslında Hacı Âgâh Efendi’nin hayatına dair şu bilgiler bulunmaktadır: 496 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 11-12. 223 “Mûmâ ileyh hasâil-i hamîde ve mehâsin-i adîde ile şöhret-şi’âr belki zühd ü takvâ ve fukarâperverliğiyle Rabia-i Sâniye ıtlâkına sezâvâr ve 14 Safer sene 1301 târîhinde âzim-i dâri’l-karar olan vâlide-i muhteremelerinin tahsîl-i rızâsına fevka’l-gaye mücidd ü sa’y ve hayr duâsına mazhariyyetle birâder-i âlîlerinden sonra dergâh-ı şerîfte postnişin ve icrâ-yı âyîn-i bi-hîn ve âyende-revendeye ıtâm ikrâm ile berâber cedd-i emcedlerinin âdet-i seniyyeleri vech ile muhtâcsı muâvenet olanlara her vechile zahîr muîn olarak kulûb-ı fukarâyı meserretle meşhûn ve herkese hâline göre iltifâtla memnûn eylemektelerdir. Cenâb-ı Hak pek çok zamân ömr ü âfiyet ihsân ile makâm-ı âlîlerinde hizmet-i evliyâu’llâh ile şeref-yâb ve ahlâk-ı fâzile-i âlî-cenâbânelerinden müstefîd olan muhtâcîni kâm-yâb buyursun. Müşârün ileyhin evsâfını hâvî zîrde derc ettiğim târîh kendisini bilenlerce de müsellem olduğu halde ifrât ve tefrîtten hâli muvâfık-ı hakîkat olduğu şüphesizdir. Kendileri 83 sene mu’ammer olmuş, pâk nezih ‘simâhum fi vücuhihim' muktezâsınca sîmâsında âsâr-ı siyâdet rûnümâ, etvârında …… Efendilik hüveydâ idi. Hastalıktan korkar, kimseye bâr olmak istemez, hattâ vasiyyetinde bir meblağ mukâbilinde na’şını nakl etmelerini ve Hazret-i Emîr’e kadar belki kimse bulmaz diye beyân etmiş idi. Halbûki cemm-i gafîr ile cenâzesi ihtifâlât-ı lâyıka kaldırılmış, baş üstünde götürülmüştür. Aleyhinde kimseden bir söz işitmedim. Herkes senâsında bulunur idi. Arzusu vechile beş on gün zarfında teslîm-i emânet ederek kimseye bâr olmaksızın irtihâl-i dâr-ı na’îm etmiştir. Mûmâ ileyh vasatü’l-kâme, münevverü’l-vech, herkese hürmetkâr, nazîf u pâk, hayrhâh bir şeyh-i dil-âgâh idi. Merd-i mücerred olup halefi olmadığından birâderi Bahâeddîn Efendi’nin ortanca mahdûmu Reşâd Efendizâde Raûf Bey uhdesine cihet-i meşîhat 1 Muharerem sene 1335 ve 16 Teşrîn-i evvel sene 1332 târîhinde tevcîh olunmuştur.”497 Hüseyin Kenzî Dede Hulefâ-yı Uşşâkiyye’den Hüseyin Kenzî Dede hicrî 1332 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de Hüseyin Kenzî Dede’nin hayatı şöyle kaydedilmiştir: “Mûmâileyh Hudâvendigâr mahallesinde tevellüd edip ibtidâ-yı hâlde kasâb esnâfından iken terk-i sanat ve tarîk-i sûfiyyeye meyl-i muhabbet etmiş. Sâlifü’t-terceme Destereci Ahmed Hamdi Efendi’ye intisâb ve ikmâl-i seyr ü sülûk ederek izn ü icâzet almış ve Çekirge’deki hânesinde cumartesi geceleri âyîn-i Uşşâkıyye’yi icrâ etmekte iken Çekirge’nin fevkinde mutasarrıf olduğu arâzînin bir kısmı zaviye ve bir kısmını taâmiye olmak üzere vakfetmiş, muâmele-i kânûniyesi ikmâl edilmek üzere iken vefatı vuku bulmuştur. Kable’l-vefat isbât-i vücûd ettiğine şâhid olduğumdan buraya dercini muvâfık buldum. Şöyle ki: 19 Cemâziyelevvel 1332 ve 2 Nisan 1330 târîhinde Çarşamba günü pîrdaşı olan Çakır Hamamcısı İsmail Efendi ile görüşmeye gelmiş ise de mûmâileyhin bazı umûru tesviye için dışarıda olduğunu anlayarak hamâmda bulunan hademeye artık vaktinin takarrub ettiğini, hakkını helâl etmesini mûmâileyhe teblîği ihtâr ile avdet eylemiş. Râkımı’s-sutûr-ı pür-kusûrda o gün tesâdüfen hamâmda bulunmuş ve berâ-yı istihmâm içeride olup çıktıktan sonra mûmâileyh İsmail Efendi dedi ki, “Bizim Kenzî Dede böyle haber bırakmış, bende haber gönderdim. Gideceği yeri 497 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, s. 152. 224 bilsin de öyle gitsin diye latîfe ettim” demişti. Hâlbuki Kenzî Dede Çekirge’ye avdetinde bazı bakkâl ve kahveci kimselere borcunu vererek artık âzim-i bekâ olacağını îmâ ederek cümlesiyle helâlleşmiş. Maamâfîh âlemde sebük-mağz (cahil) çok. Dede’nin bu hâlini latîfe zannederek, “Artık Dede keramet göstermeğe başladı” gibi sözlerde bulunmuşlar. Hânesinde âilesine sühûlet olmak üzere bir ocak yaparak, mevcûd mangırını da teslîm edip onlarla da vedâ etmiş. Cuma günü öğle zamânında az bir râhatsızlığından bahisle kıbleye teveccüh eder ve âlem-i bekâya rıhlet eyler. Cumartesi günü Mevlidî Süleyman Efendi civarında vedîa-i rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır. Mûmâileyh halîm selîm, esnâ-yı sohbette diğer hulefâ gibi hafîf tekellüm eder. Âdetâ şeyhinin bir nümûnesi olarak fenâfişşeyh tecellîsine mazhar olduğunu görüşenler bilir. Haylice ihvân yetiştirmiş, neşr-i tarîkatte bulunmuştur. 6 Cemâziyelâhir 1315 ve 21 Teşrînievvel 1313 (1897) târîhinde dergâhımızın semâhânesini tamîr ettirirken kazâen düşerek biraz kolum incinmekle bir ay kadar Çekirge’de banyo edilmişti. O esnâda her gece bize gelirler, sohbet muhabbet ederdik. Âşık-ı billah, muhibb-i evliyâullah bir zat olmakla vefatından müteessir olmuş. Pazar günü yine hamâma gittiğimde İsmail Efendi’den işitmiş idim. Bizim Kenzî Dede geçen gün söylüyordum ya beni bulamamış, selâm bırakmış. Cuma günü vefat etmiş. Dün defnettik, dedi. Fakîr de Kenzî Dede’nin kim olduğunu bilmezdim. Bu zat olduğunu anlayınca haber vermediklerine müteessif olmuştum.”498 Tâhir Efendi-zâde ʿAvnullah Efendi ʿAvnullah Efendi Emir Sultan Şeyhi Tahir Efendi’nin oğludur. Kendisi de Emir Sultan Hazretlerinin türbedârı iken 1325 yılında Bursa’da vefat etmiş ve mekâbir-i hulefâya defnedilmiştir. Peştemalcı Hacı Muhammed Dede Tarîk-i Uşşâkiyye’den olan peştemalcı Hacı Muhammed Dede hicrî 1331 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de yer alan terceme-i hâli şöyledir: “Mûmâileyh Bursa’nın Abdal mahallesinde tevellüd edip temîn-i maîşet için havlucu sanatıyla meşgûl olurdu. Vazîfe-i askeriyesini îfâ esnâsında 1269 Rusya Muhârebesi’nde çavuşluk rütbesini ihrâz etmiş. Baʻde’l-muhârebe avdet ederek Kara Abdurrezzak mahallesinde Âşık Yunus Tekkesi Şeyhi Tarîk-i Sadiyye’den Tevfik Efendi’ye intisâb etmiş ise de, bilâhare sâlifü’t-terceme Destereci Şeyh Ahmed Hamdi Efendi’ye 1290 târîhinde tecdîd-i nisbetle tekmîl-i esmâ ve ahz-ı izn ü icâzet etmiş. Elmalık mahallesindeki hânesinde çarşamba geceleri âyîn-i Uşşâkî icrâ ve birçok sâlikân ve tâlibânı irşâd ile vazîfe-i meşihatı îfâ ederdi. Bazı esbâb dolayısıyla ihtiyârlığı da munzam olarak terke mecbûr olmuş. Ekser evkât Cami-i Kebîr’de edâ-yı salât eder ve münzeviyâne imrâr-ı hayât eylerdi. 21 Şevvâl 1331/10 Eylül 1329 (1913) târîhinde 90 yaşlarında olduğu hâlde 498 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, ss. 24-25. 225 vefat edip Deveciler’de garb cihetindeki yola karîb mahalle defîn ve duâ-yı züvvâra karîn olmuştur. Mûmâileyh diğer hulefâ-yı Uşşâkıyye gibi halîm selîm, leyyinü’l-kelâm, âbid ü zâhid bir şeyh-i mücâhid idi. Uzunca boylu, vasatu’l-lihye, zaîfü’l-bünye idi. Garîbe: Haremiyle ilk zevc ü zevce olup hüsn-i muâşeretle vakit geçirdiklerinden maraz-ı mevtinde zevcesi pek müteessir olur, “İstersen seni de yarın akşam yanıma alayım” der ve muâhede ederler. Hakîkaten yirmi dört sâat sonra haremi Pembe Hanım da vefat eder. İttisâlinde bir kabir açarlar. Defnederken zevcinin kabri tarafından bir taş düşer, aralarına pencere gibi açılır. Hâzır cemâat hayret ederler.”499 Said Efendi Hulefâ-i Rifâiyye’den Said Efendi hicrî 1336 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de yer alan terceme-i hâli şöyledir: “Mûmâileyh Üsküp’te sâha-i vücûda vazʻ-ı kadem, beyne’l-akrân fazl u kemâliyle temeyyüz etmiş ve meşâyıh-ı Rifâiyye’den Mehmed Efendi’den ikmâl-i sülûk ile ahz-ı icâzet ve Balkan Muhârebesi dolayısıyla Bursa’ya hicret eylemiştir. Sinni yetmişi mütecâviz bir şeyh-i fâzıl olup, ekser ihyâ günleri Dergâh-ı Mısrî’ye gelir, usûlde bulunurdu. Mübtelâ olduğu hastalıktan kurtulamayarak 21 Cemâziyelevvel 1336 ve 3 Nisan 1334 (1918) târîhinde Çarşamba günü İrciʻî emrine lebbeykzen-i icâbet ve âzim-i âhiret, Hazret-i Emîr civarındaki kabristânda vedîa-i rahmet olmuştur.”500 Necmüddin Efendi-zâde Neşʾet Efendi Meşâyıhdan Safiyyüddin Efendi-zâde Necmüddin Efendinin oğlu olan Neşʾet Efendi hicrî 1336 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Yâdigâr-ı Şemsî’nin Numâniyye Dergâhı faslında şöyle yer almaktadır: “Mûmâ ileyh Neşet Efendi sâlifü’t-terceme Necmeddîn Efendi’nin sulbünden 25 Kânûn-ı sânî 1264 târîhinde âlem-i vücûda vaz-ı kadem ve mümkün mertebe tahsîl-i ilme sa’y u gayret etmiş ve Duyûn-ı Umûmiyye’de mancınık ve imâlât kitâbetinde istihdâm olunmuş ve bilâhire tekâ’üdi icrâ edilmişti. Kendi hânesinde evkât-güzâr iken müb-telâ olduğu hastalıktan rehâ-yâb olamayarak 19 Receb 1336/1 Mayıs 1334 târîhinde Çarşamba günü “İrci’î” emr-i celîline lebbeyk- zen-i icâbet olup cenâzesi ihtifâlât ile hânesinden Cami-i Kebîr’e getirilmiş. Namâz-ı cenâze edâsından sonra Numâniyye Dergâh-ı Şerîfi’nde ceddi Ârif Efendi kabrinde vedî’a-yı râhmet-i ilâhiyye kılınmıştır. Mûmâ ileyh halûk, halîm, mütevâzi, nezâketle marûf bir zat-ı meâlî-sifat idi.”501 499 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, ss. 23-24. 500 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 39. 501 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, s. 614. 226 Muhallebici-zâde Hacı Râmiz Efendi Kütahya’da Arap Dede Tekye’si şeyhi Muhallebicizâde Hacı Râmiz Efendi hicrî 1336 senesinde vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de yer alan terceme-i hâli şöyledir: “3 Rebîulâhir 1274 târîhinde Bursa’nın Bezîrî (Vezîrî) mahallesinde Mahkeme-i Şerʻiyye Kısmet Kalemi kâtiblerinden Muhallebicizâde Hacı İsmail Efendi sulbünden âlem-i vücûda gelmiş ve tahsîl-i ibtidâîsini ikmâlden sonra bir müddet sahâfhânede ticâretle iştigâl etmiş ve güzel sadâya mâlik olmakla hânelerine civar olan bir kapıda Sadî Dergâhı’na devâmla ceddim Şeyh Haydar Efendi’ye intisâb eylemiş. Onun irtihâliyle mahdûmu Şeyh Nureddin Efendi’den usûl-i mûsîkî temeşşuk etmiş, şuğul ve ilâhiyâttan birçok besteler geçmiş ve serzâkir olmuştu. Vazîfe-i askeriyesini berâ-yı îfâ İstanbul’a gittiğinde Tarîk-i Sadiyye meşâyıh-ı kirâmından Etyemez Dergâhı şeyhi Feridüddin Efendi’ye tecdîd-i bîat ve baʻde ikmâl-i esmâ ahz-ı hilâfet eylemiştir. Tabʻan seyâhate mâil, fikren hürriyete mütemâyil olmakla hiçbir vechile kuyûd ve esârete râzı olmamakla, ekser evkât devr-i bilâd ile demgüzâr olmuştur. İki defa Hicaz’a gitmiş. Yemen, Bağdad, Kerbelâ, Necefü’l-eşref’i ziyâret etmiş. Şam, Mısır, Beyrut, Haleb’i görmüş. Cibâ’da Hazret-i Sadeddin’in türbesine yüz sürmüş. Anadolu’nun ekser bilâdını, Rume’linin birçok yerlerini görmüş. Erzâk-ı mukadderesini ol vechile toplamış. Rind, lâubâlî-meşreb tavrı kendisine Bursa’da münâsib bir makâm ettirememiş. Âkıbet Kütahya’da Arab Dede’nin tekkesine tayîn olunarak şehr-i mezkûrda bir müddet ikâmet ve dergâh-ı mezkûrda icrâ-yı âyîn-i tarîkat eylemiş. Harb-i Umûmî esnâsında celb-i erzâk için hiçbir tarafa harekete mecâl olmadığından dûçâr-ı fakr u zarûret olmuş. Muhibb-i evlâd-ı Resûl ve bende- i zevc-i Cenâb-ı Betûl olduğundan, 18 Ramazân 1336 ve 27 Haziran 1337 (1918) târîhinde tâbi-i isr-i Cenâb-ı Murtaza olarak irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiştir. Orada umûmî kabristânda medfûndur. Mûmâileyh zaîfü’r-rûh, latîfegû olmakla beraber bazı kere görenler gayet müteazzım ve mütekebbbir zannederler; ve bazen gayet mütevâzı addeylerlerdi. Bazı tuhaf tuhaf ahvâli el-yevm beyne’l-ihvân yâd olunmaktadır. Vakalarını terceme-i hâline ilâve edimesini ricâ ederdi. Fakat bittabʻ buraya yazılamazdı. Fakat Bursa’da vukûa gelen bazı fıkralar ve hikâyeler yazarak Gamhâr-ı Şemsî nâmını verdiğim kitâba ahvâl-i husûsiyesinin bir kısmını yazdım. Sözünü sakınmaz, kimseden çekinmez, arzûsu olmazsa ne kadar ricâ edilse bir şey okumaz, acîbü’l- ahvâl, mehîbü’l-eşkâl idi. Muhibb-i Ehl-i Beyt-i Resûlüllah olduğundan, Bursa’da bulundukça Muharrem’de Hadîkatü’s-süedâ okur, öşr-i Muharrem’de aşure pişirir, mersiyeler okurdu. Biraz müddet Hindîler Tekkesi’ne vekîl tayîn olunmuş ise de kendisinin tarîkatine taassub derecesinde merbûtiyeti tekkenin usûlü olan Kâdirî erkânını icrâ etmediğinden asîl tarafından başkası tayîn olunarak çıkarılmıştı. Fakîr’e dede yâdigârı diye çok muhabbeti var idi. Kerbelâ’ya gittiğinde her yerden mektûb göndermişti ki el-yevm mahfûzumdur. Necefü’l- eşref’ten gönderdiği mektûbda bir râyiha-i tayyibe hissettim. İki ayda gelmişti. Müddet-i medîde ol bû-yı latîf mektûbdan izâle olmamıştı.”502 502 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, ss. 30-31. 227 Dağıstanlı Hacı Mustafa Efendi Ulema-yı Benâmdan Dağıstanlı Hacı Mustafa Efendi hicrî 1337 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Bahâr-ı Şemsî’de şöyle kayıtlıdır: “Mûmâileyh Dağıstanın Şirvan vilayetinin Şeki sancağının merkezi olan Tehu kasabasında Hoca Seyyid Kasım Efendizâde Hacı Mehmed Habibullah nâm zatın sulbünden, 1264 senesi Ramazân-ı Şerîf’inin evâsıtında âlem-i vücûda vazʻ-ı kadem etmiş, beldesinde Türbeli nâm mektebde tahsîle gayretle hıfz-ı Kur’ân-ı Kerîm’e muvaffak olup meşâhîr-i ulemadan Hacı Abdullah Efendi’nin halka-i tedrîsine dehâlet ve ikmâl-i nüsah ederek ahz-ı icâzet eylemiştir. Akrabâsından hekîm-i şehîr Babalı Ömer Efendi’nin dersine de devâmla mûmâileyhten de ikinci bir icâzet almış. 1289 târîhinde tevsî-i malûmât ve meslek-i ilmiyede her vechile tahsîl ve tetebbuât etmek üzere İstanbul’a gelmiş. Fatih medreselerinden birisine kaydolunup sabâh dersini Kavalalı Hüseyin Efendi’nin ve ikindi dersini Hâfız Şakir Efendi’nin halka-i tedrisine devâmla, 1300 târîhinde onlardan da üçüncü ve dördüncü icâzeti almış. İlm-i kırâate olan hevesi ve merâkı münâsebetiyle Hacı Abdülkadir Efendi’den kemâ hiye hakkuhâ tahsîl eyleyerek, 1301 târîhinde Bursa’ya gelmiş ve hemşehrîsi olan sâlifü’t-terceme Hacı Tahir Efendi’nin de meclis-i feyzine bir müddet devâmla ondan da teberrüken ahz-ı icâzet eylemiştir. O sırada vukû bulan ruûs (ihtisas) imtihânında birinciliği kazanmış. Cami-i Kebîr’de tedrîse başlamış ve yine bi’l-imtihân Mekteb-i İdâdî-i Mülki, Farisî muallimliğine tayîn olunmuştur. Mekteb-i mezkûrda tekâude sevk olduğu 1327 târîhine kadar Arabî, ulûm-ı dîniye, ahlâk muallimliklerinde bulunarak umûmun hüsn-i teveccühlerini kazanmış. 1330 târîhinde on beş zevâta iʻtâ-yı icâzet eylemiştir. İki defa ziyâret-i Beytullâhu’l-harâm ve Ravza-i Mutahhara-i Seyyidü’l-enâm ile müşerref olmuştur. Gençliği zamânında şiire heves etmiş ise de bilâhare onunla iştigâle vakti müsâid olmadığnıdan terk etmiş. Maamâfîh fenn-i şiirin gavâmızından talabesine münâsebet geldikçe bahsedermiş. Üstâdı sâbıku’z-zikr Hacı Tahir Efendi’nin kabir taşındaki, Hayâtı olduğundan âleme ferahbahş mihr-âsâ Vefatına gurûb-ı şemsî târîh-i mücevherdir târîhini söylemiştir. Terceme-i hâli Yâdigâr-ı Şemsî nâm eserimizin Hamdiye Dergâhı faslında muharrer olan kudvetü’l-meşâyıhı’l-kirâm Dağıstanî Hacı Ahmed Efendi’ye intisâbla tasfiye-i bâtına gayret etmiştir. El-hak tehzîb-i ahlâk bâbında emsâl ve akrânına fâik olmuştur. Hangi meclise varsa aslâ tasaddur etmez, saff-ı niâle (arka sıralara) oturur, pek çok ısrâr ve ibrâm ediliyorsa berâ-yı hâtır gösterilen mahalle otururdu ki Fakîr birkaç defa şâhid oldum. Her sene itikâf etmek mutâdları idi. Cami-i Kebîr’de itikâf esnâsında ağyârdan birisi elli madenî lira zekât olarak verir ise de, ihtiyâcı olmadığından kendisine câiz olmayıp diğer bir münâsibine verilmesini ihtâr etmiştir ki, elli lirayı fedâ edecek pek az bulunur, zannederim. Mübtelâ olduğu hastalıktan kurtulamayarak 21 Cemâziyelevvel 1337 ve 22 Şevvâl 1335 (1919) târîhinde Cumartesi günü yetmiş iki yaşında iken vefat etmiştir. Namâzı Cami-i Kebîr’de edâ olunarak cemm-i gafîr ve cem’-i kesîr ile Hazret-i Emîr’de Mekâbir-i Hulefâ’da vedîa-i rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır. Merhûm mûmâileyh, alim ü âmil, mütevâzı, vakûr, halîm, kâmil olup ilm-i Arabî ve dîniyede emsâli nâdir, âbid ü zâhid, fazl u kemâli bâhir bir pîr-i rûşen- 228 zamîr idi. 29 Şevvâl 1301’de Mahmud Hamevî, 15 Şabân 1306 İbtidâ-yı hâric ile Molla Hüsrev, 25 Cemâziyelevvel 1310’da Hareket-i hâric ile Çendik, 4 Rebîulevvel 1317’de İbtidâ-yı dâhil ile İznik Süleymaniyesi’ne, 5 Cemâziyelâhir 1317’de Hareket-i dâhil ile Hazret-i Emîr, 8 Cemâziyelevvel 1322’de Hamza Bey, Rebîulevvel 1323 İsa Bey, 25 Şevvâl 1331’de Murâd-ı Sânî Medreseleri müderrisliklerine tayîn olunmuştur”503 Şükri Efendi Kara Abdürrezzak Dergâhı şeyhi Şükri Efendi hicrî 1337 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’de geçen terceme-i hâli şöyledir: “Şükrî Efendi 1255 târîhinde tevellüd etmiş ve Emîr Sultân Mektebi muallimi Hacı İsmâîl Efendi merhûmdan ibtidâ-yı tahsîli görmüş, gerçi tarîk-ı Sa’diyye’ye nisbeti ve Sa’dîlere mahsus hâller kendisinde mazhariyyeti var ise de ikmâl-i sülûk ve ahz-ı icâzeti tarîk-ı Uşşâkıyye’den Destereci Ahmed Hamdî Efendi’dendir. 82 sene kadar muammer olmuş ve âhir ömründe birkaç seneler dışarıya çıkmayarak hânesinde münzevî olmuş, bazı ihvânla ara sıra gidilir, tesliye- i hâtırına bezl-i makderet edilir idi. 10 Receb 1337/11 Nisan 1335 târîhinde Perşembe günü akşam ezânında ikmâl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât etmekle Seyyid Usûl Dergâhı’nda vasiyyeti mûcibince şeyhinin civarında vedî’a-yı rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır.”504 Yûnus Dede Hulefâ-yı Uşşâkiyye’den Yûnus Dede hicrî 1340 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de yer alan terceme-i hâli şöyledir: “Mûmâileyh Muradiye mahallesinden olup tâbdih (iplik bükücülük) sanatıyla meşgûl idi. Sâlifü’t-terceme Destereci Ahmed Efendi’ye intisâb ve ikmâl- i sülük ile ahz-ı icâzet etmiştir. Hamâmcı İsmail Efendi’nin vefatından sonra sâlikânı teslîk mûmâileyhe havâle edilmişti. Seyyid Usûl Tekkesi’nde Cuma günleri âyîn-i Uşşâkî icrâ ederdi. 10 Şevvâl 1340 ve 7 Haziran 1338 târîhinde Çarşamba günü irtihâl-i dâr-ı bekâ etmekle Seyyid Usûl Dergâhı’nda defîn ve şeyhi Ahmed Efendi’ye karîn olmuştur. Mûmâileyh ümmî ise de ehl-i hâl, hüsn-i ahlâk ile mevsûf olup “On tane yıkıcı evliyâdan bir yapıcı büvân (çadır direği) daha şâyân-ı hürmettir” sözünü ekseriyâ sarf eder bir sâhib-i kemâl idi.”505 Kırşehirli Yusuf Efendi Reîsü’l-müderrisîn Kırşehirli Yusuf Efendi hicrî 1339 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’nin ulema faslında kayıtlı terceme-i hâli şu şekildedir: 503 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 97-99. 504 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, s. 399. 505 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, s. 66. 229 “Mûmâileyh 1258 târîhinde Kırşehir’de âlem-i vücûda şerefbahş olmuş. Mebâdî-i ulûm-ı Arabiye ve şerʻiyeyi birâderi Süleyman Efendi’den baʻde’t-tahsîl Kayseri ve Konya’ya azîmet, bir hayli ulemadan tevsî-i malûmâta gayret ve bilâhare İstanbul’a gelerek meşâhîr-i ulemadan Gürcü Emin Efendi’nin dersine mülâzemet ve ikmâl-i nüsah ile ahz-ı icâzet eylemiştir. Lisân- Fârisî’yi ise ulema-i Îrâniye’den bir zattan tahsîl edip Bursa’ya gelmiştir. Allâme-i şehîr Uşşâkî İbrahim Efendi’nin dersine devâm ve ikinci bir icâzetle tahsîl-i merâm etmiş. 1295 târîhinde Cami-i Kebîr’de tedrîse mübâşeret ve üç defa iʻtâ-yı icâzet etmiştir. Rüşdiye-i Mülkiye muallim muâvinliğinde ve İdâdî ve Sultâniye mekteblerinde Arabî ve Fârisî muallimliklerinde bulunmuştur. Bir müddet de Mevlevîhâne’de mesnevîhân olmuştur. Ramazân-ı Şerîf’te UluCami’de vaaz ve tezkîrde bulunarak halka vazîfe-i dînî ve dünyeviyelerini kemâl-i talâkatle tefhîm eder, umûmun hürmet ve muhabbetini kazanmış, emsâli nâdir, fazl u kemâli bâhir bir ehl-i kemâl idi. Hakk’a takarrubun tezkiye-i nefs ve tasfiyeden başka çâresi olmadığına kâni olmakla, tarîkat-i aliyyeye dehâlet ve meşâhîr-i meşâyıh-ı kirâmdan Dağıstanî Hacı Ahmed Efendi’ye intisâb ile ahz-ı hilâfet eylemiş ve Orhan Camii’nde her cuma günü fezâil-i zikr-i şerîf hakkında vaaz îrâdıyla Hatm- i Hâcegân’a muvâzabet ederdi. 28 Rebîulevvel 1339 ve 9 Kânûnıevvel 1336 târîhinde Perşembe günü yetmiş sekiz yaşında olduğu hâlde, Arabî seksen birdir, irtihâl-i âlem-i âhiret eylemiştir. Cami-i Kebîr’de namâzı baʻde’l-edâ birçok ulema ve meşâyıh ve talebe ve ahâlîden cemm-i gafîrin eyâdî-i ihtirâmında olarak meşâyıh ve dervîşân önde tehlîlhân oldukları hâlde kemâl-i ihtifâl ile Hazret-i Emîr’e götürülmüş, Mekâbir-i Hulefâ’da defîn-i türâb ve vedîa-i rahmet-i Rabbü’l-erbâb olmuştur. Mûmâileyh alim ve ârif, aşkı zühdüne, irfânı ilmine gâlib olup mahbûbu’l- kulûb, hafifü’r-rûh, mütevâzı, halîm, sahî ve kerîm bir zat-ı meâlî-sıfât ve bir pîr-i vâcibü’t-tevkîr idi. Tarîkat-i aliyyeye bidayet-i sülûkünde bazı mutaassibîn tarafından birçok taʻn u teşnîe marûz kalmış ise de her birisini edille-i vâzıha ile iskât etmiş idi. Hâsılı, emsâlini Bursa bir daha görmesi müstahîl, vefatı zâyiât-ı azîmedendir. Ara sıra görüştükçe Cenâb-ı Mısrî’ye karşı olan hürmetinden dolayı Fakîr’e çok iltifât ederdi. “Kadr-i zer zer-şinâst, kadr-i gevher gevherî” muktezâsınca büyüklerin kıymetini yine büyükler bilir, derler. Hazret-i Mısrî Efendim için “O, kitâb-ı kebîr-i kâinâttan okur yazar. İsmail Hakkı hazretleri ise kitâb-ı nüvişteden okur yazar.” tabîriyle takdîrhân olur. Mürşid-i âlîsi de Hazret-i Mısrî’ye karşı çok hürmetkâr idi. Târîhini söylerken “Hocamız” demiştim. Bir türlü târîh muvâfık düşmedi. “Şeyhimiz” deyince tamâmen tesadüfü, ittifâkât-ı garîbedendir. Bu târîhle Hoca Mustafa Efendi’ye söylediğim târîhi mürşidleri Hacı Ahmed Efendi’ye okuduğumda çok memnûn ve müteessir oldular; bir daha böyle zatlar yetişmez, demişlerdi. Mûmâileyh Yusuf Efendi devr-i medâris ile müntehâ-yı tarîkat-i aliyye olan Yıldırım Müderrisliği’ne irtikâ ile reîsü’l-müderrisîn olmuştur ve Cihânkapısında da aʻzâ bulunmuşlardır. Bu zat için ayrıca bir terceme-i hâl yazılsa çok münâsib olurdu.”506 506 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 120-121. 230 Ahmed Efendi Hüsâmüddin Dergâhı şeyhi Ahmed Efendi hicrî 1333 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Yâdigâr-ı Şemsî’de şöyle geçmektedir: “Ahmed Efendi ibtidâ-yı hâlinde Maksem’de Abdulmümin Dergâhı şeyhi tarîkat-i Rifâiyye’den Şeyh Fahrülganî Efendi’ye bey’ât bir hayli zamân hizmet ve mertebe-i nikâbına kadar irtikâ etmiş ise de ikmâle muvaffak olamayarak şeyhi vefat etmiştir. el-Yevm doksan ya-şını mütecâviz olup kulakları işitmez. Maamâfîh gelen züvvâra hürmet u riayette kusûr etmez. Ümmî ve sâf-dil bir zattır. Dergâh-ı mezkûr şehrin hâricinde ve fevkında olmakla âyende ve revendeden hâlî ancak yaz günleri erbâb-ı tenezzühle mâlîdir. Hüsâmeddîn Dergâhı şeyhi Ahmed Bahâeddîn Efendi 22 Zilkâde sene 1333 ve 20 Eylül sene 331 târîhinde Pazar günü irtihâl-i dâr-ı na’îm etmekle dergâh-ı mezkûr hârici kabristanında defîn ve bâninin şeyhi Mehmed Efendi’ye karîn olmuştur.”507 Veznedâr Cemil Efendi Sadî Dergâhı şeyhi Veznedâr Cemil Efendi hicrî 1335 senesinde İstanbul’da vefat etmiş olup kabri İstanbul’dadır. Terceme-i hâli Yâdigâr-ı Şemsî’nin Zincirî Ali Efendi Dergâhı faslında şöyle kayıtlıdır: “Veznedâr Cemîl Efendi’ye gelince, mûmâ ileyh Sakız isyânında esir olarak getirilip Moralı Alî Bey nâm zatın vâsıtasıyla mazhar-ı hidayet olup şeref-i İslâm’la müşerref olan ve Râsim tesmiyye kılınan zatın sul-bünden 1261 târîhinde Dersaâdet’de tevellüd etmiş ve hâl-i sabâvetinde Enderûn-ı Hümâyûn’a konularak bir müddet bulunmuş ise de tahsîle muvaffak olamayarak çıkmış. Tarîkat-ı aliyyeye meyli olmakla Hâsırîzâdeler’den Şeyh Hasan Efendi’ye intisâbla birâderi Şeyh Muhtâr Efendi’den istihlâf edip Abdüsselâm Dergâhı’nda pîş-kademlikte ve Etyemez’de kendi konağında usûl-i Sa’diyye icrâ etmekte bulunmuştu. Şeyh Nûrî Efendi’nin kasr-ı yedinden aldığı Sa’dî Dergâhı’nı bir müddet vekâletle idâre ettirmiş ve ara sıra Bursa’yagelerek dergâhın tamîr ü termîmine gayret eylemiştir. Aldığı dergâh ile Hacı Nûrî Efendi’nin hâne-i hissesine mukâbil Der-saâdet’de Kabasakal’da nısfına mutasarrıf olduğu mahcuz hâneyi ver-mek veyahud 100 lira i’tâ etmek üzere taahhüd etmiş iken hiçbirisini edâ etmeyerek Nûrî Efendi, mahkemeye mürâcaata mecbûr kalmış. Hâlbuki mezkûr hânede ikâmetinden dolayı Cemîl Efendi îcâr tale-biyle vereceği 100 liraya mahsuba kıyâm etmiş. Kayınpederinin birâderi veznedâr başı olmak ve kendisi mâliye veznedârânından bulunmak ha-sebiyle pek çok zevâtla muârefesi olduğundan Cemîl Efendi iltizâm olunarak hânenin icâr bedeli taahhüd ettiği 100 liraya tekâbül ettirilerek cevâb-ı red verilmesiyle mûmâ ileyh Nûrî Efendi, bu sûretle ikinci bir defa mağdûriyyete dûçâredilmiştir. Sâhib-i terceme ümmî bir zat ise de matlabına vusûl için her türlü çâreye tevessül eder. Üşenmez, usanmaz gayur olmakla Hacı Nûrî Efendi aleyhinde bulunanları tahkir ve hattâ hânümânını bu yolda mah-ve sebeb olan zatın da hânesini alarak selefinin sârını almıştır. Mezkûr hâne yukarılarda bi’l-münâsebe 507 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, s. 208. 231 söylenilen Defterdâr Mustafa Efendi zamânında dergâhın hîn-i inşâsında alınan süknâdır ki Şeyh Haydar Efendi merhûm tarafından dergâhın ittisâlinde bulunan hânenin sahibiy-le suhûletine mebnî mübâdele edilmiş. Ve bu mübâdele resmen icrâ edilmediğinden süknâ add olunan hâne Haydar Efendi’nin mülkidir diye Şeyh Nûrî Efendi’nin âilesiyle diğer verese tarafından iddiâ olunmakla isbât edilmiş. Dergâh süknâsız kalmış, asıl süknâ ise elden ele geçerek Nûrî Efendi’ye tecâvüzatta bulunan zatın pederi tarafından iştirâ olun-muş. Ve onun vefatıyla bi’t-tabi evlâdlarına intikâl etmiş olmakla Şeyh Cemîl Efendi tarafından süknânın vakfiyyeti isbât olunarak 20 seneyi mütecâviz uğraştıktan sonra zabta muvaffak olmuş. Sâhib- i hâneyi “el-cezâ’ü min cinsi’l-’amel” muktezâsınca ihrâc etmiş. Mezkûr hâne pek harâb olmakla Dersaâdet’de makâmât-ı âliyyeye mürâcaatla hayr u hasenatı hisâba gelmez, ile’lebed îfâ-yı nâm eden Firdevs- âşiyân Abdülmecîd Hân Hazretlerinin âsâr-ı hayriyyesinden olduğundan bahs ile 50.000 kuruş evvelce ve keşf-i sânî mûcebince 20.000 ve üçüncü defa da 10.000 kuruşla cem’an 80.000 kuruş sarfıyla Evkâf Nezâreti cânibinde inşâ olunmak üzre irâdesini istihsâl etmiş. Müceddeden mükemmel sûrette inşâsına muvaffak olmuş ve Receb 1322 târîhli Bursa Mahkeme-i Şer’iyyesi’nden aldığı i’lâmını Zilkâde 1323 târîhinde Makâm-ı fetvâdan tasdîk ettirmekle dergâhın süknâsını ba’demâ müdâhaleden kurtarmış ve dergâhın ittisâlinde olan hânenin Nûrî Efendi’ye isâbet eden hissesini de 21 Şabân 1321 târîhli Şehr-i Emîn Efendizâde Reşâd Efendi’nin mühriyle memhûr bir kıt’a i’lâm-ı şer’î mûcebince dergâha vakf eylemiştir. 18 Teşrînisânî 1318 târîhli Bursa gazetesinde tafsîl olunduğu üzre mûmâ ileyh kendi tarafından dergâh-ı şerîfi tamîr ettirdiği gibi Zincîrî Alî Efendi’ye de bir türbe inşâ ettirmiş. 0l vâkt Bursa hâkimi olup âhiren Evkâf-ı Hümâyûn Nezâret- i Celîlesi’nde müsteşâr bulunduğu 1329 târîhinde vefat eden Mekkî Bey şu târîhi söylemekle dergâhın cümle kapısı üzerine ta’lîk olunmuşur: Âl-i Sa’dî’den olan bânî-i dergâh-ı şerîf Vaz-ı âyîn-i esâs etmişti tekbîri Kuvve-i kudsiyyesi velvele-sâz-ı âfâk Ni’met-i feyzinin olmuştu cihân dilîri Devr-i eyyâm harâb itmiş o dâru’l-feyzi Nakş olup levha-i dilde suver-i tamîri Kıldı ihyâsına gayret yeniden şeyhini Cemîl Şâd edip himmet eyle rûh-ı cenâb-ı pîrî Mekkîya târîh-i cevherle olundu tezyîn Hazret-i dergeh-i zîbâ-yı Alî Zincîrî 1319 İşbu târîhte Zincîrî Alî Efendi, Âl-i Sa’dî’den denilmiş ise de yanlış-tır. Âl-i Sa’dî’den olan Şeyh Mustafa Efendi’dir. Dergâhın ittisâlindeki vakf edilen hâneye de yine mûmâ ileyh şu târîhi söylemiştir: Yine gösterdi kerâmâtın Alî Zincîrî Yine bir râbıtâ saldı dil-i dervîşâna 232 Postnişini ne güzel hâne yapıp vakf etti Yâdigâr olmak için silsile-i ihvâna Bunda her dem okunur ism ü celâl ü tevhîd Tâlib-i feyz isen âşık hâzır ol devrâna Karaca çıkmaz yüzü Allâh diye feryâd edenin Erişir gulgûlesi bâr-geh-i Yezdâna Eyleyem mucem târîh ile Mekkî tebrîk Şeyh Cemîl eyledi ihyâ yeni bir kâşâne 1325 Türbe-i şerîf için de şu târîhi söylemişlerdir: Âl-i Sa’dî’den Cenâb-ı Şeyh Alî Zincîrî’dir Bu makâm-ı pâkde ya hû defîn-i hakde olan Şeyh Cemîl’in himmeti yâptı bu âlî türbeyi Hânümân-ı âşık-ı miskîne dönmüştü heman Tâlib-i ehl-i dilde olduemr-i inşa cilveger İşte âsâr-ı keramet bunda olduıyân Rabt-ı kalb et, hâlcegâh-ı pîre gel tazîm eyle Vâsıl-ı dergâh-ı Bârî’dir cenâb-ı âşıkân Mekkîya târîh yazdım hâme-i takdîsi ile Dâimolsun yapdı alâ türbeyi şâh-ı cihân 1319 Hacı Nûrî Efendi âilesine âid olan cihet münhedim olarak arsa kal-mış, “yıkanın evi olmaz” darb-ı meseli bunda da zuhûra gelmiştir. Şeyh-i mûmâ ileyh ümmî ise de tarîkatın usûl ü erkânını icrâya sa’î ve ehlu’llâh nâmına gerçi hubb-ı câh u hubb-ı riyâsetten hâlî değilse de cehâlet ve hod-bînliğiyle berâber tarîkatın âdâb u erkânına dikkati ve-dergâhının tezyîn ü imârına gayreti de inkâr olunamaz. Zincîrî Alî Efen-di’ye inşâ ettirdiği türbede kendisine mahsûs bir sanduka vaz etmiş, di-ğer zevât türbenin hâricinde bâ-husûs tarîk-ı Sa’diyye’yi Bursa’da neşr eden ve usûl u âyîn-i Sa’diyye’yi o dergâhda ibtidâ icrâ eden Şeyh Mus-tafa Efendi Hazretleri türbe kapısının eşiğinde kalmıştır. Her şeyde mukaddim, sıkılmaz, çekinmez. Hükûmette her yere girer çıkar. El takdığı şeyi yakalar. Kudemâvari etvârı sever. Veznedârlık münâsebetiyle Dersaâdet’de kibârlarla görüştüğünden onları taklîde çalı-şır. Hâsılı, hayra da şerre de yorar ashâb-ı cerbezeden olup iktizâ-yı meşreb ü ahlâkı olmak üzre aleyhinde bulunanlar sevenlerden ziyadedir. Maamâfîh selefinin intikâmını almak için de böyle bir zat-ı muktezâ idi. Dergâh-ı mezkûrun yevm-i mahsûsı Perşembegünü iken mûmâ ileyh Cum’a’ya tahvîl etmiş ve âsitânelerde olduğu gibi pîş-kadem istihdâm etmekte 233 bulunmuştur. Tekâüdi icrâ olunduktan sonra ekser-i evkât Bur-sa’da ikâmet eder ve ara sıra Dersaâdet’e gider gelir. El-yevm dergâh-ı mezkûrun mutasarrıfıdır. Bu terceme-i hâlini kendisine okuduğumda pek mahzûz olmuştur. Sâlifü’z-zikr Şeyh Mustafa Efendi Hazretlerinin silsilenâmesi mûmâ ileyh Hacı Nûrî Efendi merhûmda olmakla bir sûreti taraf-ı âciz-i yed-den istinsâh olunmakla işbu mahalle teberrüken dercini münâsib gör-düm: Şeyh Mehmed Nûreddîn Sa’dî ibn Şeyh Mustafa Haydar Sa’dî ibn Şeyh Mehmed Saîdi’l-Hüsnî Sa’dî ibn Şeyh Mustafa Şükrî Sa’dî ibn Şeyh Ahmedi’l-Halebî Sa’dî ibn Şeyh Mehmedi’l-Halebî Sa’dî ibn Şeyh Saîdi’l-Halebî Sa’dî ibn Şeyh Hüseyini’l-Halebî Sa’dî ibn Şeyh Alî Sa’dî ibn Şeyh Bedreddîn Sa’dî ibn Şeyh Hasan-ı Cibâvî Sa’dî ibn Şeyh Mehmedi’s-sanî Sa’dî ibn Şeyh Sadeddîn-i sanî ibn Şeyh Mehmed Şem- seddîn ibn Şeyh Sadeddîn-i Cibâvî Şeybânî kaddese’llâhu esrârahüm. İşte bu şecere Alî Hulusî ki Karabıçak Velî demekle marûftur. Onun ve İbrâhîm’ül-Bâsî hazerâtının mühürleriyle musaddaktır. 19 Cemâzi-yelâhir 1332 târîhinde Şam Âsitâne-i Sa’diyye’si postnişini reşâdetlü Şeyh İbrâhîm Efendi Hazretlerinin Bursa’yı teşrîfinde bu mesele kendi-lerine arz olunmakla kendi ecdâd-ı kirâmlarından Şeyh Hüseyin Sa’dî Hazret¬lerinde birleştiği yedlerinde bulunan şecereyi ibrâzla tasdîk bu-yurmuş¬lardır. Hasan-ı Cibâvî Hazretlerinin fevkinde bulunan esamîde bir iki isim yine de ziyade görülüyor ki müteaddid evlâdlardan münteşir olduğu anlaşılıyor. Tarîk-ı Sa’diyye’nin Şeybî şubesinde Ankaralı Şeyh Azîz merhûm ki ekser “ya hamî, şikâra” diye şayha etmesinden dolayı Ham-şeker lâkabıyla şöhret bulmuştur. Bir vakitler Dersaâdet’de buluna- rak haylice neşr-i tarîkat etmiş. Mesmûata göre Eyyûb Sultân Cami-i Şerîfi’nde bir Cuma günü mahfile çıkarak müezzinlerin muharrik sadâ ile okudukları nat-ı şerîften müteessir olarak kendisinde Sa’diyyelere mahsûs hâlin zuhûruyla aşağı atmış. Lutf-ı Hak’la bir zarar isâbet etme-miş. Hoş bir zat idi. Kendisine evvelce intisâbla âhiren Bursa’ya gelen Şükrî Begzâde Attâr Hacı Mehmed Rıdvân Bey’e Bursa’da i’tâ-yı hilâfet etmekle mûmâ ileyh hânesinde usûl-ı Sa’diyye icrâ eder ve bazen fakîr de gider idim. Bir gece Üsküdâr Rifâî Âsitânesi Şeyhi Ziyâ Efendi ile birlikte bulunduk. esnâ-yı sohbette Hazret-i Sadeddîn neslinden bulun-duğunu iddiâ ettiler. Gerçi elimizde bulunan şecerelerde, silsile-nâmelerde olanları beyân etmiş isem de iddiâlarında ısrâr ettiler. Fi’l-hakîka Cenâb-ı Sadeddîn’de Şeybîlik var ise de silsilenâmede pederleri Yûnus-ı Şeybânî Hazretlerine Şeybî ıtlâk olunup onun fevkin-deki esâmîde Şeybîlafzı yazılmadığına bakılırsa Yûnus-ı Şeybân’ın vâli-de cihetinden Şeybîlik intikâl ettiği anlaşılıyor. Lâkin davâmızı isbât müşkil. Çünkü Hacı Bey’in icâzesinde Hazret-i Sadeddîn’in pederinin vâlidesi cihetinden olan esâmî yazılmış. Bunun üzerine hulefâ-i Sa’diyye’den olup 10 Şevvâl 1312 ve 25 Mart 1312 târîhinde irtihâl eden Dersaâdet’de Etyemez Dergâhı Şeyhi Hâsırîzâdelerden Şeyh Ferîd Efendi merhûmdan istihlâfla cenâb-ı pîri ziyârete âzim olan Şeyh Hacı Râmiz Efendi’ye şu meselenin halli için âsitâne-i pîr postnişinliginden ahz-ı malûmâtla tarafıma bildirmesini ricâ ettim. Mûmâ ileyh Şam’a vusûlünde şeyh-i Âsitâne İbrâhîm Efendi Haz-retlerine nesl-i pîri suâl ederek Abdülganî Nablûsî Hazretlerinin Bahru’l-Ensâb’ından ihrâcla kendisine tevdî ve o vâsıta ile Fakîr’e irsâl buyur-muşlardır. Bâlâda beyân olunduğu gibi Bursa’yı teşrîflerinde bu mesele de ayrıca hall olunarak hattâ şu kıt’ayı sülüs hat ile tahrîr buyurarak dergâhımıza teberrük etmişlerdir: 234 İnne Sadeddîn gavsün keyfe lâ Ve bi aslîhi refi’u’ş-şeref Fe ebûhu ümmühü necmühümâ? Kâzım Mûsâ el-Huseynî e’ref Fehüve cedd-i Cami’-i e’kabihi Caferu’s-Sâdık fe’hfez ve’ktef Cenâb-ı Sadeddîn’in târîh-i vefatlarında da ihtilâf etmişlerdir. Lüğat-ı Târîhiyye ve Kâmûs’ul-Alâm, Mir’âtü’t-Turukgibi eserlerde vefatı 700 târîhi gösterilmiş. Ve Haleb muzâfâtından Birecik kazâsında medfûndur denilmiş ki ne kadar hilâftır. Orada medfûn olan Sadeddîn belki evlâd-ı Sa’diyye’den diğer bir Sadeddîn ola. Çünkü Hazret-i Sadeddîn’e izâfe olunan Cibâvî lafzından anlaşıla-cağı üzere Cibâ, Şâm civarında Havrân muzâfâtından bir karyedir. Velâdet-i âlîleri “Câ’enâ eş-Şeybânî” lafzının medlûlünce 460 ve “Kümile nûr-ı Sadeddîn” terkibinin müfâdınca da vefatları 575’tir. Müddet-i ömrleri ise 115’tir. İşte bilâ-tahkîk yazilân şeyler bilâhire ahlâfa bir vesîka olup mûcib-i kîl ü kâl oluyor. Silsile-i âlîleri pederleri cihetinden İmâm Alî Rızâ’ya ve vâlideleri tarafından İmâm Mûsâ Kâzım’a müntehî olup pederlerinin vâlidesi tarafından sahib-i Miftâh-ı Beyt-i Mu’azzam Mes’ûdu’ş-Şeybî’yeve vâlidelerinin vâlidesi cihetinden de Sıddîk-ı Ekber’e vâsıl oluyor. İşte teberrüken yazıyorum: Pederleri tarafından gelen silsile: İmâm Caferü’s-Sâdık, İmâm Mûsâ Kâzım, İmâm Alî Rızâ, Seyyid Sadreddînü’l-Cevâdi’l-Muhammed, Sey-yid Tâceddînü’l-Hasan, Seyyid İshak, Seyyid Abdullah, Seyyid Mu-hammed, Seyyid Alî, Seyyid Abdullah, Seyyid Şeybân, Seyyid Yahyâ, Seyyid Ahmed, Seyyid Yûnusu’l- Kebîr, Seyyid Şeyh Sadeddîn Cibâvî. Vâlide-i muhteremeleri cihetinden gelen nesil: İmâm Caferü’s-Sâdık, İmâm Mûsâ Kâzım, Seyyid İbrâhîmü’l-Murtazâ, Seyyid Mûsâ Rızâ, Seyyid Ahmed, Seyyid Hüseyin, Seyyid Mehdî, Seyyid Alî, Sey-yid Hâzim, Seyyid Sâbit, Seyyid Yahyâ, Seyyid Abdülmuhsin, Seyyid Eyyûbu’l-Hüsni Medenî, Seyyidetü’ş-Şerîfe Âişe, Şeyh Sadeddîn Cibâvî Pederlerinin vâlidesi cânibinden gelen: Sahibü’l-Miftah Mes’ûdu’ş-Şeybî Mekkî, Hanî Şeybî, Ömer Şeybî, Âmir Şeybî, Kusiyy Şeybî, Ab-dullah Şeybî, Müsâid Şeybî, Salim Şeybî, Yûsuf Şeybî, Seyyidetü’ş-Şerîfe Şeyhatü Şeybiyye, Seyyid Yûnusu’l-Kebîr Şeybî, Şeyh Sadeddîn Cibâvî Şeybânî (kaddese’llâhu esrarahum) Bazı eserlerde Hazret-i Sadeddîn’in pederleri Abdullah Mezîdü’ş-Şeybânî diye gösterilmiş ise de muvâfık-ı hakîkat değildir. Çünkü evlâd-ı pîrden olup el- yevm postnişin-i âsitâne olanzattan aldığımız malûmat ve elde bulunan resâil ü silsilenâmeler yazdığımız vechile olmakla te-reddüde mahal yoktur. Mûmâ ileyh Cemîl Efendi 10 Şabân 1335 ve 18 Mayıs 1333 târîhinde Dersaâdet’de mübtelâ olduğu dîk-ı sadr illetinden irtihâl etmiş. Seyyid Nizâm Dergâh-ı Şerîfi’nde defnolunmuştur. Gerçi Bursa’da kendisi için dergâh-ı şerîfte kabr hazırlatmış ve sanduka da vaz etmiş ise de “bi-eyyi arzın temûtû” (Lokman, 31/34 ) muktezâsınca nasibi öyle imiş. Mûmâ ileyhin terceme-i hâli hâl-i hayâtında yazılmış ve hattâ kendi-sine de okunmuş, memnûniyetini mûcîb olmuştu. Dergâh-ı şerîf muhtel kalmış. Gerçi kerîmezâdesi var ise de hafîde tevcîhi nizam olmadığı gibi, usûl-ı cedide üzre imtihâna da iktidârı ol-madığı ve şeyh-i 235 sâbık Hacı Nûrî Efendi’nin mahdûmu da taleb etmiş. Fakat kendisinin yüzbaşı olması husûsuyla dergâhın cüz’î olan maâş-ı maîşetini temîn edememesi dolayısıyla talebinden feragat etmiş. Maamâfîh evlâda teâmüli var ise de vakfiyesi olmadığından diğer evlâd-lar da tâlib olmadıklarından Erzurum ulema-i benâmından Müftî¬zâde İsmâîl Efendi’ye 24 Zilkâde 1335 ve 20 Ağustos 1333 târîhinde tevcîh olunmuştur.”508 Nâil Efendi Tarîk-i Bektâşî Babalarından Nâil Efendi hicrî 1341 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Bahâr-ı Şemsî’de şöyle kayıtlıdır: “Aslı Trabzon’dandır. 1263 târîhinde Dervîş Alizâde Haşim Efendi’nin sulbünden âlem-i vücûda gelmiş. Baʻde’t-tahsîl mütenevvi memûriyetlerde bulunmuş, nihayet Reji (Tekel)’den tekâud olmuştu. 2 Zilkade 1341 ve 16 Haziran 1339 târîhinde vefat etmiştir. Emîr Sultân’da Kaşıkçıoğlu husûsî kabristânında medfûndur. Tabîat-ı şiiriyyesi olup Murad Emrî Efendi’nin Divan’ı bunun tashîhinden geçmiştir. Tarîk-i Nâzenîn (Bektaşiyye)’den mücâz ve müstahlef idi. Emrî Efendi’nin Dîvân’ı tabʻına şu târîhi söylemiştir: Habbezâ Emrî Efendi bahş edip bir yâdigâr İsr-i eslâf üzre yazdı böyle bir raʻnâ eser Etti imdâd cârda maʻsûm-ı pâk târîhine Tabʻ olundu Emrî’nin Dîvân’ı zîbâ muanber (1330)”509 Râgıb Efendi Emir Sultan Dergâhı şeyhi Râgıb Efendi hicrî 1340 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’de geçen terceme-i hâli şöyledir: “Yirmi dördüncü postnişin Şeyh Tâhir Efendi’nin kerîmesi Dervîşe Fâtıma Hanım’dan Cemâziyelevvel sene 1278 târîhinde tevellüd eden Şeyh Mehmed Râgıb Efendi ibn Halîl Efendi’dir. Dayısı Saîd Efendi’nin irtihâlinden sonra dergâh-ı şerîfe birçok tâlib zuhûruyla davâyı kemâl ü irşâd etmişler ise de evlâda meşrûtiyyeti tahakkuk etmekle bir hayli zahmetler, meşakkatlerden sonra tevcîhine ve 20 Zilhicce sene 1330 târîhinde berât-ı âlîşânın ahzına muvaffak olmuştur. Mûmâ ileyh Der-saâdet’de Neccârzâde Dergâh-ı Şerîfi şeyhi Rızâ Efendi’ye intisâbla 2 Şubat sene 1327 târîhinde istihlâf eylemiştir. Rızâ Efendi’nin silsile-i nesebi ise Şeyh Mehmed Kâmil Şehrî’den ve onlar da Şeyh İsmâîl Hakkî Efendi’den onların da Neccârzâde Şeyh Mustafa Rızâeddîn Efendi Haz-retlerinin mahdûmu Hoca Sıddîk Efendi’ye müntehîdir. Mûmâ ileyh Râgıb Efendi el-yevm Dergâh-ı Hazret-i Emîr’in hizmetini îfâ ve it’âm-ı fukarâ ile âyîn-i ehlu’llâhı icrâ eylemektedir. Sellemehu’llâh. Bi’l-münâsebe bâlâda yazıldığı üzre Cenâb-ı Sultân Emîr nâmına harem- i muhteremeleri Hundî Sultân el-yevm mamûr u âbâdân olan Cami-i nûr-ı lâmi’i ve zevc-i âlîlerinin merkad-ı muattaraları üzerine türbe-i şerîfeyi ve civarında 508 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 251-257. 509 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, s. 166. 236 dershâne ile fukarâ ve dervîşân ve sâir hademeyi it’âm için bir imâret binâ ve inşâ buyurmuşlardır. Mürûr-ı zamânla Cami-i şerîf harâb ve mesdûdü’l-bâb-ı şerîf olup şehîd-i mağfur ve hâkân-ı mağdûr Sultân Selîm-i Sâlis Hazretlerinin zamân-ı sa’d- iktirânlarında bin iki yüz on sekiz târîhinde müceddeden inşâ ve türbe-i şerîfeyi tamîr ile ihyâ buyurmuşlardır Mûmâileyh Râgıb Efendi mübtelâ olduğu illetten rehâyâb olamayarak 17 Teşrînisânî 1340 târihine müsâdif olan Pazartesi gecesi irtihâl etmekle amcası Hacı Emîn Efendi’nin kurbunda vedîa-i rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır…”510 Abdi Efendi Seyyid Usul Dergâhı şeyhi Abdi Efendi hicrî 1343 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’de kayıtlı olan terceme-i hâli şöyledir: “Mûmâ ileyh, pederinin Nakşbendî-i Atîk Dergâhı Şeyhi Hâdî Efendi’nin kerîmesi Zehrâ Hanım ile izdivâcından 1277 târîhinde tevellüd edip biraz tahsîl-i ibtidâî görmüş. Vâlidesinin vefatıyla üvey vâlide elin-de kalarak bilâhire dâhil-i silk-i celîl-i askerî olup Bahriyyede bulunan pederinin vefatından sonra dergâha ta’yîn olunmuştur. Dersaâdet’de İsmâîl-i Rûmî Âsitâne-i âliyyesi postnişini esbak reîsü’l- meşâyıh Şeyh Ahmed Efendi merhûmâ intisâb etmiş ve ahz-ı izn ü icâzete muvaffak olup el-yevm Pazar geceleri âyîn-i Kâdiriyye icrâ ve âyende verevende fukarâyı it’âm ile celb-i kulûb etmektedir. Selleme-hu’llâhu. Şeyh Abdî Efendi, mübtelâ olduğu hastalıktan rehâ-yâb olamayarak 8 Receb 1343/2 Şabân 1340-1341 târîhine müsâdif Pazartesi günü irtihâl etmekle Cami-i Kebîr’de namâzı ba’de’l-edâ dergâh-ı mezkûr hazîresin-de ceddi Muhibbullah Efendi’nin kabrinde vedî’a-yı rahmet-i İlâhî kı-lınmıştır.”511 Vahyî Efendi Münzevî Dergâhı şeyhi Vahyî Efendi hicrî 1344 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’de terceme-i hâline dair şu bilgiler kayıtlıdır: “1260 târîhinde Bursa’da vaz-ı kadem-i âlem-i vücûd ve tahsîl-i ilm ü kemâle bezl-i mechûd ile Konyalı Hasan Efendi ve Dağıstânlı Hacı Tâhir Efendi gibi ulema-yı asrın ser-âmedânından tekmîl-i nüsah etmiş. Ve bu sırada pederinin irtihâliyle gâile-yi âile ve umûr-ı idâre kendilerine tevcîh ettiği gibi Dâire-i hükûmetin tevzi’i münâsebetiyle dergâhın sülüsânı zabt olunarak cüz’i bir meblağ verilmiş. Harîkzedelik ile de telhkâm olmuş. Maamâfîh tab’ında olan sebât u metânet iktizâsınca cümlesine de sabr u tahammül ile müdâfaada bulunmuş, hasbe’l-îcâb Hükûmet memûriyyetine dâhil olarak mehâkimde azâlık ve bazı komisyonlarda bâ-husus Evkâf Nukûd-ı Mevkûfe ve Maârif meclislerinde vazîfe-i riyâsetle istihdâm olunmuş, her birinde etvâr-ı müstakîmâne ve müsebbitânesi mukteziyyâtından olmak üzere vâlîlere varıncaya kadar sözünü dinletmiş. 510 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, ss. 23-24. 511 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 268. 237 1316 târîhinde Bursa Meclis-i Meşâyıh reisi Hazret-i Emîr Dergâhı postnişini Hacı Emîn Efendi’nin irtihâliyle meclis-i mezkûr riyâseti uh-de-i istihâllerine tevdî olunmakla her husûsta bî-kes kalan Bursa meşâyıhına sâye-i himâyesini ibzâl ile hukûklarını muhâfazaya cidd ü ihtimâm eyleyerek makâm-ı riyâsete şeref-bahş olmuştur. Her ulûmda, bâ-husûs tasavvufta sâhib-i yed-i tûlâ olup her vechile Bursa meşâyıhının medâr-ı iftihârıdır. Meclis-i fezâ’il-enîsinden herkes alâ haddihi müstefîz olduklarının inkârı kâbil değildir. Hemân Cenâb-ı Rabbi’l-âlemîne çok vakitler post-ı reşâdette mekîn ve sırr-ı Cenâb-ı Şâh-ı Nakşbend’de mazhariyyetle kâm-bîn, onun himâye-i sûriyye ve ma’neviyyesiyle cümle Bursa tekâyâ ve meşâyıhını dahl ve taarruz-ı erbâb-ı şikâk u nifaktan emîn buyursun. Münzevî Dergâhı Şeyhi Vahyî Efendi’nin terceme-i hâli hayâtında yazılmış hattâ kendisine okumuştum. Mûmâ ileyh Meclis-i Meşâyıh’ın son reîsidir. Ondan sonra hâkimlerin, bilâhire müftîlerin riyâset-i tahtında meclis teşekkül etmiş ve 2 Eylül 1341 târîhinde Heyet-i Vekîle’nin son karârıyla da tekâyâ sedd ü bend edilmiş, tarîkat ilgâ edilmiştir. Hâlbuki dergâh-ı mezkûr müceddeden açılacak tarîka bilmem kaçıncı def’a tesâdüf etmekle hemen tamâmen yola münkalib olacaktır. Şeyh-i mûmâ ileyhin vukû-ı vefatıyla bunları görerek teessürâttan orada kalmıştır. Gerçi mesmû’u olduysa da görmemek bahtiyârlığına nâil olmuştur. İhtiyârlık münâsebetiyle müddet-i medîde râhatsızlığa dûçâr olduğu gibi bundan yedi-sekiz ay mukaddem hamâmda düşmekle artık taşraya çıkmamış, âhir vaktini dergâhında geçirmiştir. 16 Rebîulev-vel 1344/5 Teşrîn-i evvel 1341 târîhinde Pazartesi gecesi irtihâl-i dâr-ı bekâ etmekle ferdâsı Cami-i Kebîr’de namâzı ba’de’l-edâ son defa ol-mak üzere zikr ü tevhîd ile Hazret-i Emîr’de mekâbir-i hulefâ denilen sağ cihetin ön tarafında vedî’a-yı rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır. Mûmâ ileyh âbid ü zâhid, bânî-i merhûm gibi ömrü olmuştu. Salâbe-ti taassub derecesinde mücâhid, maamâfîh tasavvufa âşinâ ârif-i âgâh bir pîr-i vâcibi’t-tevkîr idi.”512 Hüseyin Aşkî Efendi Hulefâ-yı Uşşâkiyye’den Bosnalı Hüseyin Aşkî Efendi 1343 târihinde vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de yeralan terceme-i hâli şöyledir: “Mûmâileyh Bosna muhâcirlerinden olup meslek-i adliyeye sülûk edip Bursa Dâire-i Adliyesi’nde aʻzâ mülâzımı ve Karacabey’de müstantık olmuş, bilâhare Bursa Müddeî-i Umûmî Muâvenetliği’ne ve Gerede Müddeî-i Umûmîliği’ne tayîn olunarak 1343 senesi Receb-i Şerîf’inin ilk cuma gecesi leyle-i Regâib’de vefatı vuku bulmuştur. Mûmâileyh Tarîk-i Uşşâkıyye’den sâlifü’t- terceme Destereci Ahmed Efendi’den mücâz ve müstahlef idi. Tabîat-ı şiiriyyesi var ise de el-yevm Seyyid Usûl Tekkesi’nde şeyhinin taşında muharrer manzûmesinden başka eserini göremedim. Mûmâileyh Bursa’da ikâmet ve kendisine vatan-ı sânî ittihâz ettiğinden ekser cuma günleri Dergâh-ı Mısrî’ye gelirdi.”513 512 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 354-355. 513 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, s. 26. 238 Hacı Ahmed Hamdi Efendi Dağıstânî Hacı Ahmed Efendi er-Rukkâlî 1343 senesinde İstanbul’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Yâdigâr-ı Şemsî’nin Hamîdiyye Dergâhı faslında şöyle geçmektedir: “Mûmâ ileyh bin iki yüz altmış dört târîhinde Dağıstân’ın Rükkâl karyesinde kadem-nihâde-i âlem-i şühûd ve şeref-bahşâ-yı mehd-i vücûd olup mukaddimât-ı ulûmu peder-i âlîlerinden tahsîl eyler. Farîza-i haccın îfâsı için birlikte bin iki yüz yetmiş yedi senesinde âzim-i Beyti’l-Harâm ve ziyârât-ı Ravza-i Mutahhara-i Seyyidi’l-enâm şerefine nâil olmuş, ikmâl-i ulûm u fünûna sa’y u gayret ederek sâdât ricâlinden ve Şeyh Şâh Derbendî sülâlesinden Seyyid Mahmûd Hazretlerinden tekmîl-i nüsah etmiş ve pek çok fuzalâ ve ulema ve meşâyıha mülâkî olarak tevsi’i-i malûmât eylemiş. Pederlerinin irtihâlinden sonra seyâhate devâmla pederlerinden ahz ettikleri usûl-ı Nakşbendiyye’yi Halîl Paşa demekle marûf Şeyh Halîl Hamdî Şirvânî’den ikmâl ile nâil-i izn ü icâzet olmuştur. Arabistân, Rûmeli ve Anadolu kıtalarında neşr ü füyûzat-ı tarîkat ve bir müddet Anadolu’da Şerefhisâr kasabasında ikâmet buyurmuşlardır. Kasaba-i mezkûrede bir zaviye ve medrese inşâsına muvaffak ola-rak ulûm-ı zâhire ve bâtına tedrîs ü ta’lîmiyle meşgul oldukları sırada muhibbân u tâlibânın kesretine mebnî iktizâ-yi zamân olmak üzere üç yüz iki târîhinde Bursa’da ikâmete memûr olmuşlardır. Bursa’da Arablar Mahallesi’nde bir zaviye ve medrese binâ ederek ulemadan, fuzalâdan bir hayli zevâta telkîn-i zikr ve itâ-yı bey’at u hilâfetle neşr-i füyûzat-ı sûrî ve ma’nevî etmişler. Etrâf u cevânibden sît-i mürşidânelerini işiten erbâb-ı aşk âsitâne-i feyz- âşiyânelerine gelerek her biri istidâdı mikdârınca nâil-i feyz-i ser-medi olmakta Balıkesir, Bandırma gibi karyelere hulefâ irsâliyle neşr-i tarîkat buyurmakta iken bin üç yüz on üç senesi yine hakk-ı âlîlerinde bazı ashab-ı agrâzın isnâdât-ı hasûdesini bâ-husûs devr-i sâbıkta teksîr-i cemiyyete mesâg olmadığından kesret-i ihvân u ahbâb dolayısıyla Trab-lusğarb’a i’zâm fakat orada Receb Paşa gibi kadîrşinâs bir zat vâlî ve kumandan olmaklaazîz-i mûmâ ileyh hakkında pek çok ihtirâm olun-muş, şehr-i mezkûr ahâlîsi kendilerinin fazl ü kemâline meftûn olarak meclis-i âlîlerinden müstefîd ve bir hayli zevât kendilerine intisâb ede-rek mürid olmuşlardır. Maamâfîh müsâid vakt oldukca zâyi etmeyerek birçok âsâr vücûda getirmişlerdir. Ez-cümle Arabiyyü’l-’ibâre bir tefsîr-i şerîf yazmışlar, ulûm-ı garîbeye ve sanâyi-i Acemiyye ve esrâr-ı hurûfa dâir Lem’atü’l-Âfâk fî’z-Zuhûri ve’l-İşrâk. Ve Hakâyıku’ t-Tecrîd fî Menâzili’t-Tevhîd. Ve Zübde-tü’l-kâl fi’l-Kevni ve’l-Hayâl. Ve Tîhül-Hurûf alâ Cedveli’l-Ma’rûfnâm kitâblardan başka bazı suver-i celîlenin tefsîr ve maânî-i hakîkiyyelerini müş’ir âsâr-ı ber-güzidelerinde bir taraftan te’lîfât-ı âliyyelerine ilâve eylemektedirler. Bin üç yüz yirmi dört senesi Temmuz’unun onunda Meşrûtiyyetin ilânı üzerine Receb Paşa ile birlikte avdet buyurmuşlar, biraz müddet Dersaâdet’de kalarak tekrâr Bursa’ya muâvedet eylemişler ise de bazen Dersaâdet’e azîmet ve neşr-i ulûm u maârife gayret eylemektedirler. 239 Silsile-i neseb-i âlîleri cenâb-ı sultânı’ş-şühedâya peyveste olup sâdât-ı sâhihi’l-ensâbdân olduklarında ve meşreb-i siyâdetleri muhibb-i Âl-i Beyt-i Risâlet olduğu hâlde müntesibînin meşreb ü istidâdına göre terbiye ve ta’lîm buyurdukları gerçi ibtidâ-yı emrde tarîk-i Nakşiyyeden iseler de iktizâ-yı tecelliyâtları olmak üzere ayrıca bir meslek ictihâd ettikleri cihetle sâlikânı yüz binlere vâsıl olmuştur. İsm-i âlîleri Ahmed Hüsâm olmakla berâber Sefer Tevfîk ve Hamdî esmâsını da lakab ittihâz buyurmuşlardır. Neseb-i âlîleri bir eserlerinde şu vechile manzûrum olmuştur: Seyyid Şeyh Ahmed Hüsâmeddîn ibn Seyyid Muhammed Rükkâlî ibn Seyyid Mücâhideddîn ibn Seyyid Hasan ibn Seyyid Kâsım ibn Sey-yid Muhammed ibn Seyyid Dâvûd ibn Seyyid Cafer ibn Seyyid Mu-hammed Zâhid ibn Seyyid Mûsâ Kâzımı’s-Sânî Hazretleridir ki müşârun ileyh Sultân Pîr Mûsâ demekle marûftur. Tabîat-ı şi’riyyeleri olup şu nat-ı şerîf zâde-i tab-ı reşatıdır: Sâ’ilem kapına geldim eyle ihsân Yâ Resûl Tut elim kurtar beni halim perişan Yâ Resûl Zahm-dâr etti dil-i mecrûhum emmâre nefsi Bir devâsız derd imiş bu aşk-ı cânân Yâ Resûl Sîne mecrûh dîde giryân âh u efgân eylerem Aşkının bîmârıyâm kıl derde dermân Yâ Resûl Kimde kim aşkın zuhûr etsebulur halimde kâm Mahz-ı nûr-ı hikmet ve hem nûr-ı îmân Yâ Resûl Tâ sabâvetten beri aşkın beni ettikce zâr İsterem olsun bu cânım sana kurbân Yâ Resûl Ey saâdet kevkebi kesme başımdan sâyeni Bir garîbem mübtelâ-yı bi-ser ü sâmân Yâ Resûl 17 Ramazân 1343/10 Mayıs 1341 târîhinde Cuma günü Der-saâdet’de irtihâl-i dâr-ı bekâ etmişlerdir. Edirne Kapısı hâricinde defnolunmuştur.”514 Râsim Efendi Hulefâ-yı Uşşâkiyye’den Râsim Efendi Bursa’da duyûn-ı umumiyye tahrîrât baş kâtibi iken 1339 tarihinde Bursa’da vefat etmiştir. Şevket Efendi Hulefâ-yı Uşşâkiyye’den Şevket Efendi Sivas duyûn-ı umûmiyye baş müdürlüğünden emekli olmuş ve 1344 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de geçen terceme-i hâli şöyledir: 514 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, ss. 218-219. 240 “Mûmâileyh Sofya’dan Bursa’ya hicret ve Duyûn-ı Umûmiye’ye müdâvemet ile Tahrîrât Başkitâbeti’ne irtikâ ve meslek-i felâsife ve sûfiyyûna mâil olmakla her ne kadar ümmî ise de birçok zevâtın intisâbına ve o tarîkte sebâtına bakarak, ‘Elbette bunda bir kuvve-i maneviye vardır’ diyerek Destereci Ahmed Hamdi Efendi’ye intisâb ve iktidâ eylemiştir. Filhakîka ikmâl-i sülûk ederek ahz-ı icâzete muvaffak olmuş ise de, mestûru’l-hâl olup kimseye izhâr-ı mâ-fi’l-bâl etmezdi. Dâimâ tetebbuâtı, baʻde’l-vefat bekâ-yı manevî husûsunda felâsife-i İslâmiye’nin ve Avrupa ulema-i rûhiyyûnun âsârı idi. Bilâhare Sivas Duyûn-ı Umûmiye Başmüdüriyeti’ne tayin olunup bir müddet sonra tekâudunu istidʻâ ve Bursa’ya avdetle hânesinde inzivâ etmişti. Bazen tekâyâya gider, meclis-i zikirde bulunurdu. Mübtelâ olduğu hastalıktan kurtulamayarak 3 Şevvâl 1344 ve 3 Nisan 1342 (1925) târîhinde vefat etmiştir. Pınarbaşı Kabristânı’nda evvelce vefat eden mahdûmu Enver Bey’in kabrinde defîn-i lahd-i mağfiret olmuştur. Ârif, ehl-i dil, mütevâzı idi. Sâlifü’t-terceme pîrdaşı Hamâmî İsmail Efendi gibi hâl-i ihtizârında ism-i Hakk’a müdâvemet ve o sûretle bekâya rıhlet etmiştir.”515 Hacı Muhsin Efendi Moralı Dergâhı şeyhi Hacı Muhsin Efendi hicrî 1333 senesinde dergâhın tevhid- hâne kapısının önündeki ağaca kendisini asarak intihâr etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’de terceme-i hâli şöyle kayıtlıdır: “Mûmâ ileyh bin iki yüz seksen dört târîhinde tevellüd etmiş, mek-teb-i ibtidâiyyede okumuş, sâatcilik sanatını tahsîl etmiş,SADIKİA silk-i celîl-i askerîde bulunarak Yunan muhârebesine gitmiş, üç yüz on dokuzda pederiyle birlikte îfâ-yı hacc eylemiş, birâderinin irtihâlinden sonra da dergâhın meşîhatı uhdesine tevcîh olunmuştur. Garîbe: Birâderi ile araları açık olmakla dergâhın süknâsından çıka- rılmak üzre hükümete mürâcaat etmiş, istidâsı muâmele görerek sahib-i tercemeye teblîğ olunmak üzre Evkâf idâresinden davet olunduğu gün müsted’înin vefatı vukû bulup techîz ü tekfîn masrafına medâr olmak üzre müterakim maâşâtından bir iki aylığını taleb etmek üzere Evkâf’a mürâcaât etmesi herkesin hayretini mûcib olmuştu. Bununla beraber kendisi dergâha ta’yîn olunduktan sonra ber-mûceb-i şart-ı vâkıf edâ-yı hizmete muvaffak olamayarak ticâretle iştigâl, dergâh-ı mezkûr harâbe-zâre döner, hisset-i tab’ından herkes kendisinden teneffür eder, âkıbe-tü’l- emr idâre-i vakfiyyece müdâhale edilir; daha bir hayli sademâta dûçâr olur. Bu gibi ahvâlden mütenebbih olamayarak “ma’neviyyât beni harâb etti”diyerek maatteessüf 10 Safer sene 1333 ve 16 Kânûn-ı evvel sene 330 târîhinde Pazartesi gecesi sûret-i fecî’ada ömrüne hâtime verir. Pederinin kabri ittisâlinde medfûndur. Tecâveze’llâhu ‘an seyyi’âtihi. Evlâd-ı vâkıftan büyük ve küçük birkaç zevât var ise de henüz dergâh-ı mezkûr kimseye tevcîh olunamayarak el-yevm mesdûd bulunmaktadır.”516 515 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, ss. 42-43. 516 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, s. 170. 241 Şemseddin Mehmed Dede Bursa Mevlevî şeyhi Şemseddin Mehmed Dede, Hicrî 1350 senesinde İstanbul’da vefat etmiş olup Bursa’ya defnedilmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’nin Mevlevîhâne faslında geçen terceme-i hâli şöyledir: “Mûmâ ileyh Nizâmeddîn Efendi’nin mesnedine ferzend-i ercümendi Şeyh Mehmed Şemseddîn Dede Efendi kâim olmuştur. Henüz beş-altı yaşında olmakla kudemâ-yı Mevleviyye’den Aşçıbaşı Sabrî Dede, Çelebi Efendi’nin emriyle vekîl ta’yîn olunmuş, usûl-ı tarîkat mûmâ ileyh Sabrî Dede tarafından icrâ, umûr-ı idâresi de vâlide-i muhteremelerinin birâder-i sâmî-kadrleri Şeyh Âgâh Efendi nezâretiyle îfâ olunarak 1284 târîhine kadar bu vechile idâre edilmiş, târîh- i mezkûrda Sabrî Dede irtihâl etmekle âyîn-i tarîkat-ı aliyyenin icrâsı kendi taraflarından edâ edilmiştir. Mûmâ ileyhin sülâle-i tâhireleri, peder-i cennet-makarları tarafından Seyyid Seyfullah ve Seyyid Nizâmeddîn hazerâtı vâsıtasıyla Sultânu’ş-şühedâ aleyhi selâmu’llâhi’l-evfâ Efendimize müntehî olduğu gibi vâlide-i muhteremeleri cânibinden de el-yevm mahfûz-ı yed-i ihtirâm olan iki kıt’a-i musaddak şecere-i mübâreke mûcibince “umdetü’l-meşâyıhı’l-vâsılîn Şeyh Emîn Efendi hazretlerinin vâlid-i mâcidleri cihetinden sıbt-ı nebiyyi’r-rahme İmâm Hüseyin ve vâlide-i mekrûmeleri tarafından Cenâb-i Ğavs-ı Geylânî Efendimiz vâsıtasıyla İmâm Hasan radıya’llâhu anhüma Efendilerimize mevsûldur. İşbu silsile-nâme müfredât vechile Emîniyye Dergâhı faslında münderic olmakla oraya mürâcaat buyurula. Dayıları Emîniyye Dergâh-ı Şerîfi şeyhi Şeyh Burhâneddîn Efendi merhûm Bursa nakîbü’l-eşrâfı kâim-i makâmı olmakla mûmâ ileyhin 1313 târîhinde vukû-ı irtihâline mebnî hizmet-i nekâbet mûcibu’l-mefhareti uhde-i siyâdetlerine tevcîh olunmakla el-yevm nakîbü’l-eşrâfı kâim-i makâmıdırlar. Cenâb-ı Hak çok zamânlar makâm-ı âlîlerinde mekîn ü füyûzat-ı Cenâb-ı Mevlânâ’ya mazhariyetle kâm-bin buyursun. 1309 târîhinde vâlî bulunan merhûm Mahmûd Celâleddîn Paşa’nın arzı üzerine hakan-ı sâbık tarafından 500 lira ihsân olmakla dergâh-ı şerîfin semâhânesi tamîr ve matbah vesâir hucurâtı termîm edilmiş ve vâlî-yi müşârun ileyh tarafından söylenilen târîh de cümle kapısının üzerine mermere hâk olarak ta’lîk edilmişti. Hazret-i şâhenşeh-i devrân-ı gerdûn-ı iktidâr Etti ihyâ nev-be-nev âsârı hayr-ı bî-adîd Pek harâb olmuş idi bu hânkâh-ı Mevlevî Eyledi imârına ibzâl-i ihsân mezîd Rûh-ı Mevlânâ’yı şâd etti o Hakan-ı kerîm Zikr-i lutfuyla semâ etmekte hep şeyh u mürîd Âşıkân gül-bang-ı ni’metini çekdikçe Hak Eylesin eyyâm-ı ömr ü şevket ü şânın medîd 242 Cevherin târîhin vâlî iken yazdı Celâl Kıldı bak tecdîd bu dergâhı Hân-ı Abdülmecîd 1309 Dergâhların insidâdından sonra selâmlık ciheti, askerî kışla ittihâz olunmuş, harem ciheti ise kendi mülkleri olduğu cihetle uhdelerinde kalmıştır. Refîkası müddet-i medîde dûçâr-ı eskâm u âlâm olup berây-ı tedâvî İstanbul’a götürülmüş, Tahtacı Müşîr İbrâhîm Paşa’nın oğlu Nûreddîn Paşa dâmâdı oğlu olmakla onun konağında ikâmet etmekte iken şeyh-i mûmâ ileyh ara sıra Bursa’ya gelir, bazı umûrunu tesviye ederek yine İstanbul’a giderdi. Artık âilesinin son zamânları gelmiş, bugün yarın ölecek derken kendisi bir sabah otururken fenâlık gelmiş, doktorun gelmesine meydân kalmadan 7 Rebîulâhir 1350/21 Ağustos 1931 târîhinde vefat etmiş, ferdâsı Cuma günü Bursa’ya getirilerek Mevlevîhâne’nin karşısında harem dâiresinin muhâzisinde tepeye defîn ve rahmet-i Hakk’a karîn olmuştur. Mûmâ ileyh tarîkatın ricâlinden olup beş yaşında iken pederi mahlûlinden bi’l-vekâle tevcîh olunan dergâhda 75 sene hizmette bulunmuş, mesleğine vâkıf, esrar-ı Mesnevî’ye ârif, mevki ve şerefini muhâfaza eder, halûk bir zat-ı kemâlât- simât idi. Refîkası vâlidesinin akrabâsından meşhûr Bursalı Sıdkızâde Alî Rızâ Efendi merhûmun mahdûmu Şükrî Bey’in kerîmesidir. Üç oğlu, bir kerîmesi olmuştur. Kerîmesi Nûreddîn Paşa merhûmun zevcesiydi. Küçük mahdûmu Fasîh Efendi dûçâr olduğu hastalıktan kurtulamayarak 1332 târîhinde İstanbul’da vefat etmiş, Üsküdâr Mevlevîhânesi’ne defnolunmuştur. Ortanca mahdûmu Burhâneddîn Bey dayım Hızır Nûrî Efendi’nin kerîmesinden mütevellîd müşârun ileyh Sıdkızâde Alî Rızâ Efendi’nin mahdûmu Alî Bey’in kerîmesiyle izdivâc ederek evlâdları olmuştur. Alî Bey’in küçük birâderi Selâhaddân Bey ise dayım merhûmun küçük kerîmesinin kerîmesiyle teehhül etmiştir. Evlâdları olmuştur. Sahib-i tercemenin refîkasına gelince, zevce-i muhtereminden bir hafta sonra vefat etmiş, İstanbul’da defnolunmuştur. Elli sekiz sene zevc ve zevcesiyle imrâr-ı hayat ettiklerinin târîhe dercini dâmâdı Nûreddîn Paşa arzu etmekle bu iki beyt sonradan ilâve edilmişti. Fakat târîh kabir taşına yazılamamıştır.”517 Mustafa Efendi Mustafa Efendi, belediyye reisi Hasan Sami Bey’in babası ve Medar köyünde tekkesi bulunan Şeyh Aziz Efendi’nin halifelerinden olup hicrî 1350 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. 517 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, ss. 335-336. 243 Sâdık Efendi Reisü’l-müderrisîn Bigavî-zâde Sâdık Efendi, Dua-gû Hacı Muhammed Efendi’nin oğlu olup Dağıstânî Hacı Ahmed Efendi’den icâzetlidir. Hicrî 1350 senesinde seksen yedi yaşında vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de kayıtlı olan terceme-i hâli şöyledir: “Hacı Mehmed Fakih Efendi’nin mahdûm-ı fazîlet-mevsûmudur. Baʻde’t- tahsîl pederi gibi ekser kadınlara vaaz eder, Cami-i Kebîr’de Buhârî okutur idi. Dağıstânî Hacı Ahmed Efendi’den mücâz ve müstahlef olup Orhan Camii’nde cuma günleri Hatm-i Hâcegân’a maa-ihvân müdâvemet ederdi. Sahî, mükrim, mütevâzı idi. Ber-mutâd devr-i medâris ederek Yıldırım Müderrisliği’ne irtikâ ile reîsü’l- ulema olmuştu. Mahdûmundan terceme-i hâlini her ne kadar istemiş, ruûslarını taleb etmiş isemde muvaffak olamadığımdan şu kadar yazabildim. 16 Rebîulâhir 1350 ve 30 Ağustos 1931 Cumartesi günü sâat on buçukta vefat etmiştir. Her ne kadar tevhîd ile gitmesini vasiyet etti ise de evvelce bu gibi şeyler (törenler) memnû olduğundan bittabʻ yapılamamıştır.”518 Hacı İsmail Efendi Sâdi tekkesi şeyhi Erzurûmî Hacı İsmail Efendi hicrî 1350 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Yâdigâr-ı Şemsî’nin Zencirî Ali Efendi Dergâhı faslında terceme-i hâli şöyle kayıtlıdır: “Mûmâ ileyh İsmâîl Hakkî Efendi 27 Zilhicce 1350 ve 2 Mayıs 1311/1932 târîhinde Salı günü irtihâl etmiştir. Hindîler Tekkesi karşısına defnolunmuştur. Terceme-i hâli ber-vech-i zîr tahrîr olundu. Mûmâ ileyh Erzurum merkez müftîsi Hacı AlîAvnî Efendi’nin mahdûmudur. 1279 sene-i hicriyyesinde Erzurum’da tevellüd etmiştir. Gürcî Mehmed Paşa Cami’i civarındaki mektebde tahsîl-i ibtidâîsini bi’l-ikmâl, ulema-i mahalliyyeden Ahmed Tevfîk ve Küçük Ahmed Hamdî ve birâderi Meclis-i Tedkîkat-ı Şer’iyye azâsından Ahmed Hamdî ve pederi mûmâ ileyh Müftî Alî Efendilerden ulûm-ı âliye ve âliyyeyi tahsîl ve hüsn-i hat temeşşuk ederek ahz-ı icâzete muvaffak olmuş. Erzurum’da Kağızmanî Medresesi’nde tedrîs ile meşgûl olup kerrâtla fenn-i hat ve ferâizden ve 1327 senesinde ulûm-ı âliye ve âliyyeden i’ta-yı icâzet ettiği gibi Mekteb-i Mülkiyye’de de Târîh ve Arabî muallimliğinde ve 1322 senesinde Yed-i emîn Mahkemesi azâlığında ve Mahkeme-i Şer’iyye baş kitâbetinde, mekteb ve kurra imtihânlarında azâ sıfatıyla bulunmuşlardır. Tebeddül-i saltanat esnâsında Rûmeli’ye azîmet-i şâhâne münâsebetiyle her vilayetten gelen heyet-i tazîmiyyeden Erzurum’dan gönderilen heyet de mûmâ ileyhin riyâseti tahtında gelmiş ve Gümülcineye kadar gitmiş. Ba’dehu Bursa’ya nakl-i mekân eylemiştir. Kendisinin fazl ü kemâline mebnî tarîk-ı âliyyeye olan mahabbeti dolayısıyla Moralı Dergâhı’na vekâlet sûretiyle ta’yînini teklîf ettiğim ve ol zamân 518 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, s. 80. 244 merkez nâibi Erzurumlu Sırrı Efendi’nin mûcib-i memnûniyyeti olduğu gibi sahib- i terceme de kabûl etmiş iken o esnâda Sa’dî Dergâhı’nın inhilâline mebnî vekâletten asâlet daha musîb olmakla dergâh-ı mezkûr bâlâda yazdığım vechile 1335 târîhinde uhdesine tevcîh olunmuş ve Dersaâdet’de Ahmed-i Buhârî Dergâhı meşîhatını, sâbık Üsküdâr’da Hallâc Baba Şeyhi Alî Efendi’den ahz-ı hilâfet etmiştir. Cami-i Kebîr’de ise Cum’a vâizliğine ta’yîn olunmakla her iki cihetten de halkın maddî, ma’nevî terakkiyâtına hizmet etmekte bulunmuştu. Dergâh-ı mezkûrda âyîn-i Sa’diyye icrâ eder ve kable’z-zikr tarîkatın âdâb u erkânından, evrâd-ı şerîfin manasını ta’lîm ile doğru okutmalıklarına çalışırdı Hattâ tilâvetlerden mâ’adâsını terceme ederek tab ettirmiştir. (İstanbul, 1338) 4 Şevvâl 1340 târîhinde Hicâz’a âzim olup okunan Mevlûd-i Şerîf’te de duâsını Fakîr’e havâle etmişlerdi. Bursa’da ilmî encümenlerde ve Meclis-i Meşâyıh’da azâlıkta bulunmuşlardı. Uhdesinde İzmir pâye-i mücerredi var imiş. Vefatı zâyiâttandır.”519 Salih Bey Vodinalı Salih Bey hicrî 1351 senesinde elli yedi yaşındayken Bursa’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Bahâr-ı Şemsî’de şöyle geçmektedir: “Vodine eşrâf ve hânedânından olup, vâlidesinin birâderi Kara Hasan Bey nâm zatın Debre’deki hânesinde tevellüd etmiştir. Vazîfe-i askeriyesini îfâ için Yanya’ya gönderildiğinde orada Tarîk-i Halvetiyye meşâyıhından meşhûr Şeyh Ali Efendi’ye intisâb eylemiştir. Mûmâileyh mezanne-i kiramdandır. 1314 târîhinde Yunan’ın Yanya’ya hücûmunda bu zatın himmetiyle defedildiği çok meşhûrdur. Sâhib-i terceme bu zatın teveccühüne mazhar olup bir müddet hâl-i cezbeye dûçâr olmuş ve bilâhare sahve gelerek Ulema faslında tercemesi muharrer Süleyman Efendi’nin dersine devâmla ahz-ı icâzet etmiştir. Baʻdehu îfâ-yı farîza-i hac ederek Medine-i Münevere’de ziyâret-i Ravza-i Mutahhara şerefine nâil olmuş, bir aralık Selanik’e gelerek tevsî-i malûmâta himmet, Balkan Muhârebesi’nin zuhûruna mebnî memleketine avdet, baʻde’l-musâlaha, mübâdele sûretiyle Bursa’ya hicret etmiştir. Ekser evkât Cami-i Kebîr’de edâ-yı salât ile imrâr-ı hayât ederken 4 Muhrarem 1351 (1932), 28 Nisan 1348 Salı günü vefat etmekle, ferdâsı Cami-i Kebîr’de namâzı kılınarak cemʻ-i kesîr ile Emîr Sultân’da medfen-i mahsûsasında vedîa-i rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır. Mûmâileyh âbid ü zâhid, müteheccid, bakiyyetü’s-selef bir zat-ı huceste- sıfât idi. Rekâket-i lisâniyesi (kekemelik) olup acele söyler ve ekser sükûta mülâzemet ederdi.”520 519 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Yâdigâr-ı Şemsî, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2021, ss. 375-377. 520 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, s. 44. 245 Ali Osman Efendi Dağıstânî Mustafa Efendi’den icâzetli Trabzonlu Ali Osman Efendi, hicrî 1352 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Bahâr-ı Şemsî’de geçen terceme-i hâli şöyledir: “Trabzon’un Vakfıkebir kazâsının Tonya nâhiyesinin Urna mahallesinde Kadızâde Mustafa Efendi’nin sulbünden 1285 târîhinde dünyâya gelmiş. Mebâdî-i ulûmu memleketinde Hacı Ali Efendi nâm zattan, baʻdehû li-ecli’t-tahsîl Bursa’ya gelerek Musallâ, nâm-ı diğer Esediyye Medresesi’nde ikâmet ve hemşehrîsi Laz Ali Efendi’nin dersine müdâvemet etmiş. Ancak fâzıl-ı yegâne Dağıstanî Hoca Mustafa Efendi’den ikmâl-i tahsîl etmiş. İcâzet aldıktan sonra Cami-i Kebîr’de tedrîse başlayarak … târîhinde on beş kadar talebeye iʻtâ-yı icâzet eylemiştir. Bazı mekâtibde muallim olmuş ve son demlerinde Duhterşeref Mescidi’nde vazîfe-i imâmeti îfâ ve ihtiyâr-ı uzlet ederek inzivâ etmekte iken, dûçâr olduğu hastalık dolayısıyla berâ-yı tebdîl-i havâ cebel kurâsından Hüseyinalan nâm karyeye gitmiş. Orada 16 Safer 1352 ve 1 Mart 1311 târîhinde âzim-i bekâ olmuştur. Mûmâileyh bidayet-i hâlinde emsâli gibi mutaassıb ise de nihayet-i ömrüne doğru tasavvufa meylederek oldukça evrâdında neşeyâb olmuştur. Ara sıra Fakîr’le görüşür ehl-i hakîkatin akvâlini tasdîk ve o mesleğin erbâbını takdîr ederdi. Fakat ilmi, başka mürşide getmeğe mâni olurken ona da galebe çalmış, turuk-ı aliyyeye intisâb etmişti. Bazen şiir de söylerdi ve Âcizî tahallus ederdi. Bir gün dört beyitten ibâret bir manzûmesini gösterdi. Dedim ‘Maktaı yok mu?’. ‘Kâfiye bulamadım’. Fakîr de kendisine hitâben bir beyit söylemiştim. Zevkine gitmiş. O manzûmesini bir beyit daha ilâve ederek beşe iblâğ etmişti. Gazel şudur: Var iken dilde musaykal vech-i zîbâ teşnesi Âşıka tûl-i emeldir dâr-ı ukbâ neş’esi Cennet-i ruhsâra sarkan zülf-i anber-fâma bak Bulmak istersen günül bezminde tûbâ neş’esi Bahşîş-i dest-i inayettir verilmez her dile Kurs-ı şemse nasb-ı ayn etmekte hırbâ neş’esi Terk-i serdir gâye-i endîşe-i ehl-i kemâl Hisseder Mânsûr’u gör sehbâda sahbâ neş’esi Bu dört beyte bir daha ilâve için kendisine şöyle söyledim: Bâ-Ali Osman Efendi dest-i Haydar’dan içen Kevseri gönlünde buldu hubb-ı kurbâ neş’esi Aman çok hoş benim hâtırıma geldi, diyerek şu beyti ilâve etmiş ve ferdâsı getirdi verdi: Çektiği âlâm çoktan mahv ederdi âcizi Vermeseydi kalbe kuvvet hubb-ı kurbâ neş’esi Gazel tamamlanmış, Fakîr de bir nazîre söylemiştim ki dervîşânedir: Zikr-i dâimden nasîbedâr olan Uşşâk-ı Hak Zevk-i küllîden telezzüz buldu sahbâ neş’esi 246 Meclis-i zikr-i Hudâ’ya düştü cennet bahçesi Hâsıl oldu âşıkînde zevk-i tûbâ neş’esi Çeşm-i ibretle bakan eşyâya hayrette kalır Ehl-i irfâna verir mahbûb-ı zîbâ neş’esi Nefha-i rûh-ı hakîkîye sebebdir hubb-ı âl Kâinâta feyz-i Haydar’dan gelir bâ neşesi Şemsî-i Mısrî’ye vermiştir Hudâ-yı lem-yezel Tâ ezelden Âl-i Ahmed hubb-ı kurbâ neş’esi”521 Arif Efendi Sâdi Dergâhı şeyhi Erzurumlu İsmail Efendi’nin kardeşi Arif Efendi, Cizyedâr- zâde Zaviyesi’nde meşihat eylemiş ve hicrî 1354 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. 1.1.4. Mutasavvıf Devlet Adamları Musâʿid Paşa Mekke-i Mükerreme şerîfi olan Musâʿid Paşa, Hz. Muhammed’in soyundan olup Şerif Abdülmuttalib Paşa’nın torunu ve Şerif Ahmed Rıza Paşa’nın oğludur. 1318 yılında kırk yaşında iken Bursa’da vefat etmiş. Bâki Bey Çetine sefir-i esbâkı el-Hâc Bâki Bey, 1345 tarihinde Bursa’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Bahâr-ı Şemsî’de şöyle kayıtlıdır: “Mûmâileyh Abdülmecid Han’ın mâbeyncilerinden Ragıb Bey’in mahdûmu olup 1276 târîhinde İstanbul’da tevellüd etmiştir. Tahsîlini ikmâlden sonra Bâbâlide Hâriciye Dâiresi’ne devâm ve mesleğinde terakkî ederek 1307’de Petersburg Sefâret Başkitâbeti’ne ve 1315 ve 1321’de Çetine Sefâreti’ne, 1328’de Hâriciye Evrâk Müdür-i Umûmîliği’ne tayîn ve 1330’da tekâudlüğü icrâ edilmişti. Bursa’da ikâmet ettiği esnâda büyük kerîmesinin ol vakit mekteb-i Sultânî (ve el- yevm Bursa maârif) müdüriyetine tayîn olunan Haydar Bey ile akdi icrâ ve bilâhare Haydar Bey’in Kütahya ve Edirne Müdüriyetleri’ne nakl-i memûriyet etmesi dolayısıyla sâhibü’t-terceme de maa-âile azîmet ve avdet eylemiştir. Dâmâdının Bursa Maârif Müdüriyeti’ne tayîni üzerine birlikte Bursa’ya nakletmekle imrâr-ı evkât etmekte iken, evvelce dûçâr olduğu nüzûl hastalığının nüks etmesi üzerine füc’eten 10 Rebîulâhir 1345 ve 18 Teşrînievvel 1342 (1926) târîhinde vefat etmiştir. Pazar gecesi yatsı namâzlarında İrciʻî emrine lebbeykzen-i icâbet olup ferdâsı 521 Mehmed Şemseddin Ulusoy, Bahâr-ı Şemsî, ss. 114-115. 247 Hazret-i Emîr’de, Mekâbir-i Hulefâ’da, sağ cihette, baş tarafta vedîa-i rahmet-i ilâhiyye kılınmıştır. Mûmâileyhin mükerreren Bursa’da bulunduğu esnâda görüşülmüş ve kendisinin fazl u kemâlinden istifâde edilmişti. Tarîk-i Mevlevî’ye intisâb ve Kulekapısı (Galata) Mevlevî şeyhi Ahmed Efendi’den feyizyâb olmuştur. Ekser zamân tekâyâya devâm eder, mecâlis-i zikirde bulunur, bâhusûs Muharrem’de Hadîkatü’s-süedâ’nın istimâına müdâvemet ederdi. Fakîr’in kırâatini takdîr ederek, “Usûl-i hitâbete muvâfık sûrette okuyorsunuz” der ve naat-ı gayr-ı me’nûseden bazılarını tashîh ederdi. Vefatı hakîkaten zâyiâttandır. Kendileriyle olan samîmî muhabbetimiz zîrde dercettiğim târîhi söyletmiştir. Mahdûmu Hâriciye’de Umûr-ı Şehbenderiye Müdür-i Umûmîsi olup, büyük dâmâdı Bursa Maârif Müdürü, diğer dâmâdı Haydar Bey’in küçük birâderi Muammer Bey olup sıhhiyeye mensûbdur. Bâkî Bey şiir ü inşâda emsâli nâdir bulunur bir zat idi. El yazısıyla muharrer olan mecmûası bir dîvânçe kadar vardır. Bazı küberâya, vüzerâya tebrîki hâvî kasîdeler ve târîhler söylemiştir. Şarkılarının bazısı bestelenmiştir. Şu şarkısı nühüft makâmında Azîz Efendi tarafından bestelenmiş imiş: İşte ney işte kemân Meclis hafî işret nihân Geçmez ele böyle zamân Zevk edelim yârim hemân Al sâzını mutrib ele Ammâ yavaş al vur tele Ağyâra verme velvele Zevk edelim yârim hemân Bu da bir şarkısıdır: Bîkes ü bîçâreyim âh ağlarım Hasret-i zülfünle şebgâh ağlarım Yâd edip ruhsârın ey mâh ağlarım Gurbet ilde kaldım eyvâh ağlarım Eniştesi Ferîk Şakir Paşa’nın vazîfe-i kitâbetini îfâya memûren Receb 1310 ve Kânûnısânî 1308 târîhinde Musul’da bulunduğu esnâda Habeş ziyâretinde Yunus (as) hakkında söylediği şu müseddesi, mecmuasından [165] yazmıştım: Nebiyy-i efham-ı Rabbü’s-samed yâ Hazret-i Yûnus Gubâr-ı türbetin kuhl-i remed yâ Hazret-i Yûnus Uluvv-i şânına var pek sened yâ Hazret-i Yûnus Nuût-ı zatına bu kadar aded yâ Hazret-i Yûnus Sözün nezd-i Hudâ’da muʻtemed yâ Hazret-i Yûnus Dil-i bîçâreye senden meded yâ Hazret-i Yûnus Mezârın üzre kandîl esmânın mâh-ı tâbânı Alemdir kubbe-i hadrâna çarhın mihr-i rahşânı Bu iklîme vücûdundur Hudâ’nın özge ihsânı Senin-çün ihtiyâr etti Irâk’ı Gavs-ı Geylânî Senin-çün yağmada her şeb semâdan nûr-ı bârânî (Rabbânî) 248 Dil-i bîçâreye senden meded yâ Hazret-i Yûnus Semâ-i izz iken câhın tevâzuʻ eyledin tercîh İnip tâ kaʻr-ı bahre eyledin Subhân’ını tesbîh Eder sükkân-ı yem virdin ile evrâdını tashîh Ahî Yûnus hadîsi eyliyor bu nükteyi telmîh Garîk-ı maʻsiyet Bâkî’ye lutfundur eden tefrîh Dil-i bîçâreye senden meded yâ Hazret-i Yûnus Birkaç eseri vardır. Jan Jak Ruso’nun eserini Mukâvele-i İctimâiyye nâmıyla tercüme etmiş; ve Saâdet Yolları diye yazdığı eserler matbûdur. Birkaç romanı var ise de basılamamıştır. Kayınpederinin Medine mollalığı münâsebetiyle birlikte giderek îfâ-yı vecîbe-i hac etmiştir. Ûlâ evveli rütbesini hâiz Birinci Osmânî ve Birinci Mecîdiye nişânlarıyla altın madalya ve birkaç da ecnebi nişânlarını hâmil idi. Hüsn-i ahlâk ile mütehallık, mültefit, mükrim bir zat-ı huceste-sıfât idi.”522 1.1.5. Şeyhlerin Efrâd-ı Âilesi Halil Efendi Halil Efendi, Emir Sultan Dergâhı şeyhi Râgıb Efendi’nin babası olup 1335 tarihinde vefat etmiştir. Ümmügülsüm Hanım Dervîşe Ümmügülsüm Hanım Emîniyye Dergâhı bânîsi Şeyh Emîn Efendi’nin torunu, Şeyh Bahâüddin ve Âgâh Efendilerin kız kardeşi, Mevlevî Şeyhi Nizâmüddin Efendi’nin eşi ve Mevlevî şeyhi Muhammed Şemseddin Efendi’nin annesidir. Hicrî 1332 senesinde vefat etmiştir. Enver Bey Hulefâ-yı Uşşâkiyye’den Şevket Efendi’nin oğlu Enver Bey 1334 senesinde vefat etmiştir. 522 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 163-164. 249 Şevket Emine Hanım Sâdî şeyhi veznedâr Cemîl Efendi’nin eşi Şevket Emine Hanım hicrî 1345 senesinde vefat etmiştir. Ali Efendi Şeyh Sâdî Efendi’nin oğlu Ali Efendi hicrî 1334 senesinde vefat etmiştir. Bahâüddîn Efendi Üç Kozlar şeyhi Abdurrahman Efendi’nin oğlu Bahâüddîn Efendi hicrî 1335 senesinde vefat etmiş olup Misbâr-ı Şemsî’de geçen vefat tarihi babasının arzusu üzerine kaleme alınmıştır. Şerefüddîn Efendi Üç Kozlar şeyhi Abdurrahman Efendi’nin diğer oğlu Şerefüddîn Efendi yirmi yaşında iken hicrî 1336 senesinde Kudüs’te şehîd olmuştur. Ahmed Bey Arpacı-zâde Hacı İsmâil Efendi’nin yeğeni ve Yenişehir’de bulunan Celvetî şeyhi Visâlî Efendi’nin torunu Ahmed Bey divân reîs-i sânî olup hicrî 1343 senesinde vefat etmiştir. 1.1.6. Mutasavvıf Kadınlar Hâce Cemile Hânım Kütahyalı Şeyh İsmâil Efendi’nin münîbelerinden Hâce Cemile Hanım hicrî 1341 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Terceme-i hâli Bahâr-ı Şemsî’de şöyle kayıtlıdır: “Mûmâileyhâ Bursa kurâsından Misi karyesinde Hacı Veyiszâde Hacı Emin Efendi’nin kerîmesi olup Bursa’da Hisar mahallesinden Nalbant Süleyman Efendi izdivâc etmişti. Beş sene sonra zevcinin vefatı vukû bulup başkasıyla izdivâc etmemiş, hânesinde ibâdet ü tâatle imrâr-ı hayât etmekte iken Kütahyalı Evliyazâde İsmail Hakkı Efendi’nin Bursa’da bulunduğu esnâda intisâb etmiş ve sâir kadınlara telkîn-i zikre ve âyîn-i tarîkiyye icrâsına mezûniyet verilmiş olmakla, hânesinde cuma günleri kadınlarla kuûden zikr ü tevhîd icrâ eder ve birçok kadınlar kendisinden inâbe ederek mezûn olmuşlardır. Beş defa âzim-i Beytullah ve 250 şerefyâb-ı ziyâret-i Ravza-i Resûlullah olmuştur. Hiçbir tarafa çıkmadığı hâlde birkaç defa Dergâh-ı Mısrî’ye gelmişti. Vâlidemle muhâleseti var idi. Ara sıra selâm gönderir, istifsâr-ı hâtır-ı âcizîde bulunurdu. 16 Zilhicce 1341 ve 18 Temmuz 1339 (1922) irtihâl-i dâr-ı bekâ etmekle, ihtifâlât ile cenâze kaldırılarak Hazret-i Emîr’de çeşme arkasında defîn ve rahmet- i ilâhiyyeye karîn olmuştur. Âbide, zâhide, sâime, sâlihât-ı nisvândan idi.”523 Hâce Fethiye Hanım Emir Sultân’da mevlîd okumakla bayanlar arasında meşhur Hâce Fethiye Hanım hicrî 1344 senesinde vefat etmiştir. 1.1.7. Diğer Vefat Tarihleri Mustafa Efendi İstanbul’da Âsitâne-yi Uşşâkî şeyhi Mustafa Efendi 1344 tarihinde vefat etmiştir. Muhibbanından ve aynı zamanda Mehmed Şemsedddin Efendi’nin de yakın dostu olan Hüseyin Vassaf Bey’in arzusu üzerine kendisine Misbâr-ı Şemsî’de yer alan vefat tarihi düşürülmüştür. Şâkir Efendi Mâliye müfettişliğinden emekli, mutasavvıfînden Şâkir Efendi 1315 tarihinde vefat etmiştir. Kendileri Mehmed Şemseddin Efendi ile tanışıyor olmakla birlikte Misbâr- ı Şemsî’de geçen vefat tarihi, reîsü’l-meşâyıh Vahyî Efendi vasıtası ile damatları Şükri Efendi’nin talebi üzerine yazılmıştır. Şakir Efendi’nin Bahâr-ı Şemsî’de yer alan terceme- i hâli ise şöyledir: “Tuna vilayetinin muhâsebe kaleminden neşetle, tûlce Sofya muhâsebeciliğinde Ruscuk idâre-i nehriyyesi muhâsebeciliğinde bulunup, bilâhare Erzurum vilayetinin Aʻşâr nezâretlerine tayîn ve ikinci dâire-i mâliye müfettişi iken tekâudü icrâ edilmiştir. Bursa’da hânesinde inzivâ-güzîn olup 8 Cemâziyelevvel 1315 ve 22 Eylül 1313 târîhinde Pazartesi günü irtihâl etmiştir. Hazret-i Emîr rehgüzârında Kaşıkçıoğlu husûsî kabristânının garb cihetinde defîn, rahmet-i ilâhiyyeye karîndir. Mûmâileyh tarîk-i sûfiyyeye müntesib olup neşesinde tevhîd gâlib idi. Sırr- ı hurûfa vâkıf olmakla dâimâ oradan bahsederdi. Tabîat-ı şiiriyyesi olduğundan mükemmel bir Dîvân vücûda getirmişti. Vefatından sonra kayınbirâderi maârif muhâsebecisi Şükrü Efendi tarafından alınmış ise de ne oldu, nerede kaldı mechûldür. Mora Dergâhı şeyhi Mustafa Lutfullah Efendi için şu beyti söylemişti: Hakk’a tâlibsen eğer nokta-i Bismillâha gel 523 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., s. 17. 251 Tekke-i Mısrî içinde Şeyh Lutfullâh’a gel Kendisiyle görüşür idik. Vefatında dâmâdı Şükrü Efendi bir târîh söylemekliğimi reîsü’l-meşâyıh Vahyî Efendi’ye ricâ etmiş. Sekiz on beyit kadar kendi mesleğini îmâ eder sûrette bir târîh söylemiştim. Ol vakit mektûbcu bulunan Süleyman Nazif Bey’e maârif müdürü Süleyman Paşazâde Sami Bey’in takdîr ve intihâbıyla dört beyti mezâr taşına yazılmıştır.”524 Hatice Fıtrat Hanım Hatice Fıtrat Hanım, Bursa duyûn-ı umûmiyye baş müdürü Ali Rıza Bey’in kızı olup 18 yaşında iken hicrî 1331 senesinde vefat etmiştir. Makbûle Hanım Bursa Livâ Fırka kumandanı Necîb Paşa’nın manevî evlâdı olan Makbûle Hanım 22 yaşında iken hicrî 1314 senesinde vefat etmiştir. Hacı Mustafa Ağa Tarîk-i Bektâşiyye’den suyolcu Hacı Mustafa Ağa hicrî 1320 senesinde vefat etmiştir. Hüseyin Efendi Çalı köyünde Dervîş oğlu Sâlih Ağa’nın oğlu Hüseyin Efendi hicrî 1324 tarihinde vefat etmiştir. Nezihe Zâhide Hanım Yüzbaşı Abdullah Bey’in eşi Nezihe Zâhide Hanım hicrî 1342 senesinde vefat etmiştir. Hatice Hanım Vergi kâtiplerinden bir zatın annesi olan Hatice Hanım hicrî 1315 senesinde vefat etmiştir. 524 Mehmed Şemseddin Ulusoy, a.g.e., ss. 159-160. 252 Tâhire Hanım Bursa Alay Beyi Câvid Bey’in kız kardeşi Tâhire Hanım hicrî 1318 yılında vefat etmiş olup Misbâr-ı Şemsî’de yazılı olan vefat tarihi Şeyh Sırrî Efendi’nin arzusu üzerine kaleme alınmıştır. Fatıma Hanım Çekirge taburu ikinci bölük mülâzımı Hasan Fahri Efendi’nin eşi Fatıma Hanım hicrî 1333 senesinde vefat etmiştir. Muhammed ve Ahmed Beyler Seyyid Usul Dergâhı şeyhi Abdi Efendi’nin bacanağı Rüstem Ağa’nın oğullarından Muhammed Bey şehîd olmuş Ahmed Bey ise aynı yıl hummâdan hicrî 1335 senesinde vefat etmiştir. Nigâr Hanım Seyyid Usul Dergâhı şeyhi Abdi Efendi’nin bacanağı Rüstem Ağa’nın kızı Nigâr Hanım hicrî 1348 senesinde vefat etmiştir. Ömer Pehlivân Enhor köyünde Dervîş Ahmed’in amcası Ömer Pehlivân hicrî 1344 senesinde vefat etmiştir. Hasan Basri Bey Koza tüccarlarından Hacı Abdurrahman Efendi’nin oğlu Hasan Basri Bey hicrî 1342 senesinde vefat etmiş olup Misbâr-ı Şemsî’de geçen vefat tarihi Dağıstânî Sâmi Bey’in arzusu üzerine kaleme alınmıştır. Sâmi Bey’in Kerîme-zâdesi Dağıstânî Mir Sâmi Bey’in torunudur, on üç yaşında iken hicrî 1345 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. 253 Mürüvvet Hanım Mürüvvet Hanım, Mehmed Şemseddin Ulusoy’un kayınpederinin hala-zâdesi olan Ferid Bey’in zevcesidir. Hicrî 1346 senesinde vefat etmiştir. Zehrâ Hanımın Hafîdesi Bu kişi, İsmail Efendi’nin kızı Zehra Hanım’ın kız torunudur. Hicrî 1349 senesinde vefat etmiştir. Bahire Hanım Bahire Hanım, Adana vergi müdürü Servet Efendi’nin kızı ve İstanbul vergi müdürü Rüşdü Bey’in eşidir. Yirmi sekiz yaşında iken hicrî 1313 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Hacı İzzet Efendi Nukûd-ı mevkûfe memuru Hacı İzzet Efendi, Külâhî-zâde Hacı İbrahim Efendi’nin oğludur. Bursa’da hicrî 1350 senesinde vefat etmiştir. Melek Hanım Belediye reisi Mora Yenişehirli Cemâl Bey’in eşi Melek Hanım, hicrî 1342 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Hasan Efendi Nakşibendiyye’den seyr ü sülûkunu tamam eden Bursa Yenişehirli tüccar Hasan Efendi, hicrî 1350 senesinde Bursa’da vefat etmiştir. Müşerref Hanım Torun-zâdeler diye meşhur olan İsmail Efendi’nin kızı Müşerref Hanım hicrî 1351 senesinde vefat etmiş olup kabri İstanbul’dadır. Ahmed Hamdi Efendi Rumelili tüccar Ahmed Hamdi Efendi hicrî 1354 senesinde vefat etmiştir. Misbâr- ı Şemsî’de vefatı için düşülmüş tarih manzûmesi müftü Muhammed Ali Efendi’nin arzusu üzerine kaleme alınmıştır. 254 B. MİSBÂR-I ŞEMSÎ’NİN MANZUM VE MENSUR KISIMLARININ İNCELENMESİ 1. ŞEKİL ÖZELLİKLERİ 1.1. Tertip Şekli Edebiyat tarihimizde mensur, manzum ve manzum-mensur pek çok biyografik eser kaleme alınmıştır. Misbâr-ı Şemsî 79 şahsın terceme-i hâlinin yer aldığı manzum ve mensur yazilân biyografik bir eserdir. Eserin büyük çoğunluğunu terceme-i hâl niteliğinde olan manzum vefat tarihleri oluşturmaktadır. Eserde, ele alınan 79 şahısdan biri olan Eminiye Dergâhı şeyhi Âgâh Efendi’ye 3 adet, diğerlerine birer adet olmak üzere toplam 81 adet tarih manzumesine yer verilmiş olup, bu manzumelerle birlikte şahısların 10’u hariç hepsinin hayatına dair mensur olarak da birkaç cümlelik kısa bilgiler verilmiştir. Bu açıdan muhtevası yönüyle vefat bilgileri içeren Misbâr-ı Şemsî’yi manzum-mensur bir vefeyâtnâme örneği olarak kabul etmekteyiz. Çalışmamızın giriş bölümünde belirttiğimiz üzere vefeyâtnâmeler gerek muhtevaları gerekse içerdikleri isimlerin sıralanış şekli açısından çeşitli bölüme ayrılmaktadır. Bir vefeyâtnâme içerisinde yer alan isimler, mensup oldukları zümrelere göre (padişahlar, vezirler, şeyhler, alimler, şairler, hattatlar vb.) tabaka tabaka tasnif edilebildiği gibi isimler kendi içerisinde kronolojik, alfabetik veya özel şekillerde sıralanarak da tertip edilebilmektedir. Misbâr-ı Şemsî’de ele alınan kişiler, Mehmed Şemseddin Ulusoy’un kendisinin bizzat tanıdığı, muhabbetle bağlı olduğu veya muhibbânının yakınları olan isimlerdir. Müellif bu isimler için özel bir sıralama yapmış, kronolojik ya da alfabetik bir tertip izlememiştir. Önce ceddi Şeyh Hayder Efendi, babası Şeyh İsmail Nazif Efendi, vâlidesi Aliyye Hanım ve dayısı Şeyh Nuri Efendi’nin terceme- i hâlleri ile başlamış ardından kendi şeyhi Mustafa Lutfullah Efendi, Şerif Musâ’id Paşa ile yakın hukuku olan Üç Kozlar Dergâhı şeyhi Said Efendi ve Üftade Dergâhı şeyhi Mehmed Üftâde Efendi gibi isimlerle devam etmiştir. Bu sıralama -kuvvetle muhtemel- gösteriyor ki müellif, isimlerin tertibi konusunda, şahısların kendisi ile olan yakınlıklarını baz almıştır. Önceliği yakın akrabalarına, mânevi eğitimini ikmâl ettiği, feyz aldığı şeyh efendilerine ve dostlarına vermiştir. Ve eserin mukaddimesinden önce kaleme aldığı fihristte isimleri sayfa numaraları ile birlikte listelemiştir. 255 Eser iki sayfalık fihrist ve ardından iki sayfalık mukaddime ile başlamaktadır. Her bir şahıs için kim olduğunu tanıtan isim veya soy bilgisi başlık olarak yazılmış olup, metindeki mensur kısımlara, çoğunlukla tarih manzumelerinden önce yer veilmiştir. 1.2. Nazım Şekilleri Vezinli ve kafiyeli söylenen sözlere edebiyatımızda nazm, manzum veya manzume denilmektedir. Tarih düşürme sanatının kullanıldığı şiirler de genel itibarıyla “tarih manzumeleri” olarak adlandırılmaktadır. Bu manzumeleri şekilleri bakımından incelediğimiz zaman, nazm ve kıta olmak üzere iki nazım şeklinin sıklıkla kullanıldığını görmekteyiz. Haluk İpekten, kafiye örgüsü aa ba ca…düzeninde olan, mahlâs beytinin olmayışı ile gazel nazım şeklinden ayrilân ve iki beyitten 10-12 hatta daha çok beyte kadar uzayabilen nazım şeklidir diye tarif ettiği “nazm”525 ile sözlük anlamı olarak parça demek olan, nazım terimi olarak iki ya da daha çok, 9-10 beyte kadar olan, matla ve mahlâs beyti bulunmayan ve xa xa xa kafiyeli nazım şeklidir ifadeleriyle tanımladığı “kıta”ın526, tarih manzumelerinde sıkça kullanıldığını belirtmiştir.527 Bu tarifler çerçevesinde Misbâr-ı Şemsî’yi incelediğimizde 4’er mısralık 9 ve 13 bendli iki manzume hariç 80 manzumenin tümü beyitlerden oluşmaktadır. Beyitlerden oluşan manzumelere baktığımızda ise 3 tanesi hariç tüm manzumelerin 3-12 beyit arasında olduğu görülmektedir. Bu aralıkta olan manzumelerin 27’si nazm ve 51’i kıta nazım şekliyle yazılmış olup bu aralığın dışında kalanlardan biri tek beyitlik bir tarih, diğerleri ise 14 ve 29 beyitlik iki adet kıta-i kebire’dir. Bunlar içerisinde beyit sayısı, kafiye şeması, matla ve mahlâs beyitlerinin varlığı itibarıyla 21 manzume gazeli andırsa da gazeller muhteva yönünden vefat tarihlerinden ayrıldığı için Misbâr-ı Şemsî’de bu nazım şekline yer verildiği söylenemez. Bununla birlikte, bir nazım şekli olan nazım ve kıtalarda da mahlâs kullanıldığı kabul edilmiştir. Zira Mehmed Şemseddin Efendi toplam 80 tarih manzumesinin 61’inde mahlâs kullanmıştır. 525Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul: Dergâh Yay. 1994, s. 57. 526 Haluk İpekten, a.g.e., s. 52. 527 Bkz. Haluk İpekten, a.g.e., s. 53, 58. 256 Beyit Sayısı Şiir Adedi 1 Beyitliler 1 3 Beyitliler 1 4 Beyitliler 5 5 Beyitliler 16 6 Beyitliler 14 7 Beyitliler 21 8 Beyitliler 8 9 Beyitliler 2 10 Beyitliler 5 11 Beyitliler 2 12 Beyitliler 1 14 Beyitliler 1 29 Beyitliler 1 Tablo 3 1.3. Vezin Mehmed Şemseddin Ulusoy divân sahibi mutasavvıf bir şairdir. Pek çok mutasavvıf şairde örneklerini gördüğümüz gibi o da şiirlerinde aruz ve hece vezinlerine yer vermiştir.528Misbâr-ı Şemsî’de yer alan manzumelerini ise aruzun remel ve hezec bahirlerini kullanarak yazmıştır. Müverrih, manzumelerin büyük çoğunluğunda, bazı ihmallleri olsa da aruzu başarıyla kullanmıştır. Mevcut vezin ihmallerinin çoğu şahıs ve yer adlarının geçtiği beyitler ile tarih mısralarında bulunmaktadır. Bununla birlikte müellifin, anlamı veznin önünde tuttuğu kanaatindeyiz. Eserde geçen üç manzumenin vezni bozuk olup, problemli olan manzumeler dipnot ile belirtilmiştir. Vezin tamirinin mümkün olduğu beyitlerde eklenen veya eksiltilen heceler, metnin içinde köşeli parantez [ ] içerisinde gösterilmiştir. Tamiri mümkün olmayan beyit ve manzumeler ise mevcut hâli ile bırakılmıştır. 528 Bkz. Mehmet Şemseddin Ulusoy, Eş’ar-ı Şemsî, haz. Mustafa Efe, basılmamış doktora tezi, Bursa: Uludağ Ünive rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018. 257 Eserde, aruzun en çok kullanılan kalıbı, 63 manzumede tespit edildiği üzere, “Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilün”’dür. Misbâr-ı Şemsî’de yer alan diğer aruz kalıpları ve adetleri ise şu şekildedir: Bahirler Aruz Kalıpları Şiir Adedi 1. Remel Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilün 63 adet 2. Remel Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Faèlün 1 adet 2. Remel Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilün 1 adet 3. Remel Fâèilâtün Feèilâtün Feèilâtün Faèlün 1 adet 4. Remel Feèilâtün Feèilâtün Feèilâtün Feèilün 3 adet 5. Hezec Mefâèîlün Mefâèîlün Mefâèîlün Mefâèîlün 8 adet Tablo 4 1.4. Redif ve Kafiye Divan edebiyatının aksine kulak için kafiye düşüncesini benimseyen tekke şairleri, şiirlerinde hafif ses benzerliklerini yeterli bulmuşlardır. Yarım, tam, zengin ve cinaslı kafiyeler ile redif çeşitleri halk edebiyatında olduğu gibi tekke edebiyatında da ses güzelliğini göstermek ve âhengini sağlamak için sıkça başvurulan unsurlardandır.529 Mutasavvıf şairlerden olan Mehmed Şemseddin Efendi Misbâr-ı Şemsî’deki tarih manzumelerinde şiirin veznini ve tarih düşürdüğü sayıyı koruyarak yarım, tam ve zengin kafiyeler ile redifleri ustalıkla kullanmış böylece hem tarih düşürmedeki hem de şairliğindeki mahâretini ortaya koymuştur. “aa, ba,ca, da…” ve “xa, xa, xa, xa…” kafiye şemalarıyla yazan şairin en çok kullandığı âheng unsuru zengin kafiye olmuştur. Misbâr- ı Şemsî’de görülen diğer ses benzerlikleri ve kullanıldıkları şiir adetleri şöyledir: a) Ekten oluşan redifler: Bursa’da Çeltik Köyü’nde Rüstem Aàa evlÀdları Muóammedle Aómed’i altı ayda teéessüf ãoldı 529 Azmi Bilgin, “Tekke Edebiyatı”, DİA, c. 40, İstanbul: 2011, s. 383. 258 Ses Redif Kafiye Benzerliği Tek bir Kelime Ek ile Yarım Tam Zengin kelime ile grubu ile Şiir Adedi 2 6 0 1 22 56 Tablo 5 Muóammed dest-i düşmenden şehÀdet şerbetin içdi Beş aydan ãoñra Aómed de óummÀdan cenneti buldı 57/1-2 Şeyò Şemsüddìn Efendi Bursa’da yetmiş sene Post-nişìndi Mevleviyye Dergeh-i vÀlÀsına Nÿr-ı pÀk-i Óaøret-i Seyyid NiôÀm Seyyid Emìn èAks-endÀz olmuş idi cebhesi bÀlÀsına 70/1-2 b) Tek bir kelimeden oluşan redifler: Nesl-i pÀk-i Faòr-i èÀlem nüóbe-i Àl-i èAlì Şeyò-i DergÀh-ı Eminì èÀrif-i esrÀr-ı Haú Aèni Şeyò ÁgÀh Efendi ãÀóib-i òulú-ı kerìm Varını itdi fedÀ hem cÀnını ìåÀr-ı Óaú 13/1-2 SÀbıúan dìvÀn reéìs-i åÀnìsi Aómed Beg Óüsn-i òidmet ile aúrÀnını sebúat eyledi Ceddi idi Celvetì’den Şeyò ViãÀlì Òaøreti 259 Yeñişehir’de tekye inşÀsına himmet eyledi 55/1-2 CihÀnda var mıdır óayfÀ dili mesrÿr u şÀd gitmiş SaèÀdetle èaceb kimdir ki ol baótı küşÀd gitmiş CihÀn bir köpridir herkes gelür andan geçerler hem Gerek pìrdir gerek bernÀ gidenler bì-èaded gitmiş 66/1-2 c) Yarım kafiye: Bursa’da Çeltik Köyü’nde Rüstem Aàa evlÀdları Muóammedle Aómed’i altı ayda teéessüf ãoldı Muóammed dest-i düşmenden şehÀdet şerbetin içdi Beş aydan ãoñra Aómed de óummÀdan cenneti buldı 57/1-2 d) Tam kafiye: Geçme zÀéir bu maúÀma dide-i èibretle baú Bu fenÀnuñ bì-vefÀlıàını gör de al sebaú Devrini tekmìl içün gönderdiler bu èÀleme Zevú-i ãÿrì ãanma maùlab başúa maúãad olacaú 11/1-2 260 Bende-i óünkÀr-ı BektÀş çÀker-i Ál-i èAbÀ Aèni kim NÀéil Efendi ùutdı Óak’dan yaña rÿ ÒÀnedÀn-ı MuãùafÀ’ya èÀşık-ı şeydÀ idi Óubb-ı Óayder’den meşÀmı çünki almış idi bÿ 26/1-2 Gider her kim gelür fÀnì cihÀna úalmayub hìç kes Gelenler söylemez óikmet nedir gelmez gidenden ses Yine øÀyiè olub gitdi cihÀndan bir ferìdü’l-èaãr Óüseyn VaããÀf gibi gelmez cihÀna fÀøıl u enfes 40/1-2 ÓÀce-i fÀøıl èAlì OåmÀn Efendi ãad-óayf Düşdi bir derde ùabìbler bulmadılar bir devÀ Masúaù-ı reési Ùırabzon’dan gelüb taóãìl içün FÀéiúü’l-aúrÀn olub her èilm ü fenne èÀşinÀ 77/1-2 e) Zengin kafiye: Atinavì Şeyò èAli RıøÀ Efendi Tekyesi Şeyò-i fÀøıldır CenÀb-ı MuãùafÀ Luùf-ı İlÀh èÁlim ü fÀøıl faøìlet-pìşe bir zÀt idi óayf İntiúÀl itdi beúÀya oldı Óaúú’a rÿ-be-rÀh 261 5/1-2 Üsküb’den idüp hicret Bursa’yı úıldı mesken áurbetde vefÀt eyledi şeksiz olubdur şehìd Şeyò Meómed Üskübì şeyòi idi bu õÀtın Pìr-i RufÀèì’den feyø almış olup müstefìd 17/1-2 Bü’l-èacìbdir bü’l-èacìbdir emr-i taúdìr-i KirdigÀr Kimse idrÀk eylemez künhüni àÀyet düşvÀr BÀnì-i DergÀh-ı CenÀb-ı Şeyò èAliyyü’l-Òalvetì Necl-i LüùfullÀh Efendi-zÀde Muósìn nÀm-dÀr 46/1-2 Rÿmili’nden Bursa’ya evvelce hicret eyleyüp Úavl-i el-kÀsibu ÓabìbullÀh’la olmuşdı be-kÀm Aòõ u ièùÀsında àÀyet müsteúìm idi bu õÀt Kimseyi incitmez idi óüsn-i òulú ile benÀm 80/1-2 262 2. DİL VE ÜSLÛP ÖZELLİKLERİ Edebiyat tarihimiz ile tasavvuf tarihimiz ruh ile beden gibi birbirinin ayrılmaz iki parçasıdır. Bu bakımdan Osmanlı şiirinin de ruhu tasavvuftur denilebilir.530 Tekke edebiyatı, Âmil Çelebioğlu’nun (ö. 1990); “Halk, dîvân, tekke Duvar, kemer, kubbe” beyitlerinde ifade edildiği gibi halk ve divan edebiyatını kuşatan en zengin edebiyat sahası olarak kabul edilebilir.531 Tekke edebiyatı olarak da adlandırilân dinî-tasavvufî edebiyatı anlamak için tasavvufu ve tasavvufî şiirin dili ile geleneğini bilmek gerekmektedir.532 19. – 20. yüzyılın mutasavvıf şairlerinden biri olan Mehmed Şemseddin Ulusoy’da eserlerinde klâsik üslûp ve tavrı devam ettiren, tekke edebiyatının son temsilcilerinden biridir. Çalışmamıza konu olan Misbâr-ı Şemsî adlı eserin tarih manzumelerinden oluştuğunu söylemiştik; tarih manzumelerinde doğru tarihi verebilmek kolay bir iş değildir bununla birlikte şair vezin, kafiye, redif gibi ses uyumları ve söz sanatlarını da ustaca kullanarak eserini akıcı bir dille yazmıştır: Şehr-i mÀtemde Şehìd-i KerbelÀ’ya ittibaè Eyleyüp terk-i siva’llÀh oldı èuúbÀya revÀn Şemsi-i Mıãrì mücevher söyledi tÀrìòini Şeyò Saèìd Efendi úıldı cÀy-ı Firdevs’i mekÀn (7/4-5) Kimseyi rencìde itmez ùabèı olmuşdı laùìf Bedr iken irdi òusÿfa böyle meh ôulmet civÀn İki gözüm yaş ile çıúdı bir tÀrìò Şemsì 530 Mahmud Erol Kılıç, Sufi ve Şiir, İstanbul: Sufi Yay., 2017, s. 38. 531 Gürol Pehlivan, “Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları”, Millî Folklor, 2005, S. 66, s. 140. 532 Bkz. Bilal Kemikli, Şiir ve Hikmet, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2017, ss. 92-96. 263 Kuş gibi uçdı cinÀna oldı Firdevs-ÀşiyÀn (42/4, 10) Misbâr-ı Şemsî’nin dili, Türkçe’nin yanında çokça Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerden müteşekkil olsa da oldukça sade ve anlaşılır bir dildir: SÀlik-i rÀh-ı cenÀb-ı Naúşibend ü Aómedì Münèakis idi yüzünde feyø-i nÿr-i MüsteèÀn èÁbid ü zÀhid tevÀøÿè-pìşe bir ehl-i kemÀl Oldıàını cümle taãdìú eyliyor òalú-ı cihÀn (20/6-7) Muntaôırdı òalvetinde daèvet-i Óaúú’a müdÀm İrcièì emri gelince itdi èazm-i KirdigÀr Şehr-i ãavmıñ on yedisinde dindi ircièì İttibÀè itdi cenÀb-ı Óayder’e ol kÀmkÀr (32/4-5) Mehmed Şemseddin Ulusoy Misbâr-ı Şemsî’de yer alan tarih manzumelerini çoğunluğu mücevher tarih olmakla birlikte tarih sanatının hemen her çeşidinde kaleme almıştır: Mu’cem ve mühmel tarih: Çıúdı mecmÿè-ı óurÿf ile tÀrìò-i tamÀm Oldı Úuds’de Şerefüddìn Efendi şehìd (54 / 5) 264 Mu’cem tarih: Şemsì-i Mıãrì mücevher söyledim tÀrìò añÀ Şeyò İsmÀèìl Efendi úıla Firdevs’de maúÀm (74 / 10) Mühmel tarih: äaà u ãoldan bì-nuúaù didiler tÀrìòin BÀhire Òanım olubdur kaãrü’l-èAdn’e rÿberÀh (67 / 5) Tam tarih: DÀderi Şemsì-i Mıãrì tÀrìòin tÀm söyledi Eyle YÀ Rabbi ŞerÀfüddìn’e Firdevs’inde cÀ (68 / 8) Ta’miyeli Tarih: Gitdi üçler söyleyüb tÀrìòini cevher Şemsì Eyledi RÀsim Efendi bÀà-ı Firdevs’de úarÀr (36 / 5) Müverrih, tarih manzumelerinde bazen lirik bazen didaktik bir üslûp ile yazmıştır: äad dirìà ü óayf elden gitdi TÀcüddìn’im Àh Sìne-i ãÀd-pÀrem oldı fürúatiyle ÀteşgÀh Yanmayım ya neyleyim derdine ãabr itmez göñül 265 Her cefÀdan başúa gösterdi baña baót-ı siyÀh (41/1-2) Burusa duyÿn-ı èumÿmìsinde başkÀtib iken Eyledi RÀsim Efendi cÀnını Óaúúèa niåÀr Masúat-ı reési Edirne Bursa’ya meémÿr olub Óamdì-i èUşşÀúiyye’den olmuşdı maènen vÀyedÀr Óüsn-i aòlÀú ile mevãÿf eylemiş seyr-i sülÿk Sırr-ı tevóìde vuúÿfiyetle oldı kÀm-kÀr (36/1-3) Mehmed Şemseddin Efefendi’nin oğlu Muhammed Tacüddin ve hulefâ-yı Uşşâkiyye’den Rasim Efendi için yazmış olduğu bu beyitlerde de görüldüğü üzere, eserde ele alınan kişilerin hayatlarına dair tarihi malumatlar verildiği gibi vefatlardan duyulan derin ızdırap da sanatlı bir söyleyişle söze dökülmüştür. Misbâr-ı Şemsî’de ayet ve hadislerden iktibaslar ile ayet ve hadislerle telmihler yapılmıştır: İrcièì emri gelince vÀãıl-ı bezm-i İlÀh Olmaú içün terk idüp ol dem óayat-ı müsteèÀr ÓÀiz-i èizz-i şehÀdet oldıàından şübhe yoú Çünki “men mÀte àarìben” sırrı oldı ÀşikÀr (6/6-7) 266 Yaèlemÿn sırrına maôhar mÀ-ãadaú kavl-i rasÿl Õü’l-cenÀóayn ehl-i dildir vÀriå-i Faòru’l-EnÀm (74/6) Maôhar-ı mÀte şehìden oldı àurbetde úalub ŞÀfièi olsun anıñ mahşerde Faòrü’l-EnbiyÀ (77/4) ÔÀhiri pÀk ü nezihdi bÀùını ùÀhir naôìf Sırr-ı sìmÀhüm anıñ vechinde idi ÀşikÀr (12/6) Gitdi üçler didi cevher tÀrìòin Şemsì anıñ Şeyò Bekir äıdúì olup maúèad-ı ãıdúda mukìm (9/5) El-Faúru faòrì sırrına Maôhar olup ãÀbir idi Òulú-i Muóammed kendüde Mevcÿd idi bí-iştibÀh (2/5) 267 3. MUHTEVA Misbâr-ı Şemsî’nin bir vefeyâtnâme olması dolayısı ile muhtevasının merkezinde ölüm ve ecel hakikati bulunmaktadır. Vefeyât gibi biyografik eserlerde “öldü” , “vefat etti” gibi basit ifadeler yerine süslü şiirsel ve muhayyel ifadeler kullanılmaktadır. Bu ifadelerden insanımızın ölüme bakış açısını da tespit edebilmek mümkündür.533 Misbâr- ı Şemsî’de geçen ifadelerden anlaşıldığı üzere, ölüm fani diyardan bâki olan asıl vatana göçtür, cennet bahçelerine ve sonsuzluğa kanat çırpmaktır. Eserde ecel ile ölüme dair yer alan ifadelerden bazıları şunlardır: Bâd-ı ecel ile solmak, hâr-ı ecel ile tebah olmak; Âzim-i dârü’s-selâm olmak, âzim-i dâru’l-karâr olmak, azm-i Kirdikâr etmek, azm-i dergâh-ı İlâh etmek, Firdevs’i makam kılmak, lâhûta makam kılmak, behişti makam kılmak, âlem-i âhirete gitmek, dâr-ı Adn içre karar kılmak, Firdevs’e sefer kılmak, canını isâr-ı Hak etmek, canını nisâr-ı Hak etmek, teslim-i can etmek, ukbaya hırâm etmek, terk-i vücud etmek, cismini ifna etmek, bekâya intikal etmek, bekâya rihlet etmek, irtihal etmek, ikmâl-i hayat etmek, Adn’i cây-gâh eylemek, İrci’î emrine râm olmak, ukbâya rû-be-râh olmak, ukbâya revân olmak, vâsıl-ı Perverdigâr olmak, fevt olmak, dünyadan el çekmek, cinâna uçmak: ÇÀr tekbìr ile terk itdi vücÿdın varlıàıñ Gitdi lÀhÿt bezmine NÀéil Efendi Óaú diyü (26/5) Zevcesi Dervìşe ÒÀnımdan iki mÀh ãoñra da Kimseye bÀr olmadan oldı cinÀna rÿ-be-rÀh ŞemsiyÀ üçler gelüb tÀrìòini cevher didi Eyledi riólet beúÀya Òalìl Efendi nÀgÀh (34/5-6) 533 Mahmut Kaplan, “Güldeste-i Riyâz-ı İrfân’da Vefâtlara Düşülen Notlar”, Turkish Studies, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/1 Winter 2012, s. 57. 268 Mehmed Şemseddin Efendi “Ölülerinizi hayırla anınız” prensibine uyarak vefatını ele aldığı her zatı hayırla ve güzel sözler ile anmıştır: Maèden-i cÿd u semÀóat hem melek-òaãlet idi Bursa’da aña müşÀbih diyemem bir miåli var ÓÀline meftÿn olurdı kim görürse şübhesiz Óüsn-i òulú u lüùf u cÿdla eylemişdi iştihÀr Raóm u şefúat meróametle herkese lüùf u kerem Olur idi èÀdeti èÀcizlere şefúat-niåÀr (12/11-13) Meclis-i şeyòÀna olmuşdı reéìs-i muóterem FÀøıl u kÀmil idi ol èÀrif-i pür-intibÀh VÀúıf-ı èilm-i taãavvuf èÀrif-i sırr-ı meèÀd Miåli gelmez bir daha bu sözüme Óaúdır güvÀh (29/3-4) Manzumeler baştan sona kişilerin doğum yerleri, meslekleri, mensubu oldukları tarikatlar, vefat sebepleri, vefat yaşları, mezar yerleri ve ahlâkî meziyetleri gibi hayatlarına dair bilgiler sunan manzum terceme-i hâllerdir. Bununla birlikte manzumelerin “tarih beyitlerinde” de: a) Şahısların mensubu oldukları tarikat ile ilişkili ifadeler geçmektedir: Söyledim cevher gibi Şemsì-i Mıãrì tÀrìòin İrdi şeyòü’l-mevlevì Şems ile MevlÀnÀ’sına (70/12) 269 b) Vefat yerlerini bildiren ifadeler bulunmaktadır: Çıúdı mecmÿè-ı óurÿf ile tÀrìò-i tamÀm Oldı Úuds’de Şerefüddìn Efendi şehìd (54/5) c) Vefat zamanlarını bildiren ifadeler bulunmaktadır: ŞemsiyÀ imdÀd idüp Ál-i èAbÀ tÀrìò didim Leyle-i Mièrac’da oldı vÀãıl-ı dìdÀr-ı Óaú (13/6) d) Vefat vaktindeki vaziyetlerini bildiren ifadeler bulunmaktadır: Eylemiş ìfÀ ãalÀt-ı ãubóı ãoñra ãıdú ile Zikr idüb èÁrif Efendi Rabb’e vuãlat eyledi (79/6) e) Yaşları hakkında bilgi veren ifadeler yer almaktadır: Çıúardım tÀrìò-i fevtin dü-çeşmim yaşı-veş Şemsì CivÀn idi müéeyyed Àh cihÀndan nÀ-murÀd gitmiş (66/5) f) Memleketleri ile ilgili bilgiler yer almaktadır: Neõr-i MevlÀnÀ ile Şemsì didim tÀrìò-i güher FÀøıla Mekkì’ye itdi èazm-i dergÀh-ı İlÀh (64/9) g) Vefat sebepleri ile ilgili ifadeler kullanılmıştır: 270 Fevtine tÀrìò-i tÀmdır işbu mıãrÀè hemÀn ÓÀcì Muósin kendüni ber-dÀr idüb Manãÿr-vÀr (46/7) Gelür bir cevherìn tÀrìò vefÀtına bu mıãrÀèda Vaøè-ı óaml itmekde iken èAdn’e oldı rÿberÀó (56/5) Yediler geldiler tÀrìò didiler tÀm bu mıãrÀè Şehìd oldı Muóammed óarbde Aómed bunda fevt oldı (57/4) h) Dua ifadelerine yer verilmiştir: Sebèa-i esmÀ ile cevher gibi tÀrìò olur Úabrini pür-nÿr ide Şeyò Nÿrì’niñ MevlÀ-yı Nÿr (4/7) Oldı èAvnullÀh Efendi’ye bu mıãraè tÀrìòi Cennetü’l-Firdevs içinde eylesin AllÀh muúìm (15/4) I) Vefat eden şahısların isimleri ile benzerlik gösteren ifadeler kullanılmıştır: 271 DuèÀ birle didüm Şemsì mücevherler gibi tÀrìò Naèìm’i cilve-gÀh itsün Naèìm Efendi’ye ÒudÀ (10/7) Bì naúù bir çıúdı tÀrìò Şemsì-i Mıãrì añÀ İrcièì emri gelince oldı Emrì emre rÀm (35/6) Dü çeşmim yaş dür gibi gelüb tÀrìòini naôm itdüm èAzìmet itdi fÀnìden beúÀya BÀúì Beg fi’l-óÀl (39/7) Şemsi-i Mıãrì mücevher gelgi bir tÀrìò añÀ Dergeh-i èİzzet’de èİzzet ÓÀcì Beg itdi úarÀr (69/6) Geldi üçler Şemsi-i Mıãrì didi tÀrìò añÀ İt İlÀhì MuãùafÀ’yı MuãùafÀ’ña hem úarìn (71/6) Misbâr-ı Şemsî’de dikkatleri çeken en önemi hususlardan birisi de Hazret-i Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisidir. Kendisi de tam bir Ehl-i Beyt âşığı olan müellif, pek çok manzumesinde hem vefat eden şahısların Ehl-i beyt sevgisine vurgu yapmış hem ele aldığı kişilerin adı Ali, Haydar, Hasan, Hüseyin, Fatıma ise onların Ehl-i Beyt’e nâmdaş olduklarını özellikle zikretmiştir. Başta Hazret-i Ali olmak üzere Âli Abâ’nın isimleri 272 anılarak vefat eden şahıslara dua edilmiş, Ehl-i Beyt’in himmetleri ve şefaatleri istenmiştir: NÀm-daşı Óayder-i KerrÀr’a Óaú itsün úarìn Rÿz-i maóşer dest-i ãıbùeynden ide nÿş-ı müdÀm (1/5) ÒÀk-i pÀy-i MuãùafÀ Bende-i Ál-i èAbÀ Ehl-i Beyt’e cÀn fedÀ Eylerdi dÀéim Àh vÀh ÓÀmísi olsun MurtaøÀ Hem şÀfiè-i rÿz-ı cezÀ Aómed Muóammed MuãùafÀ Aña ÒudÀ ola penÀh (2/2, 6) Himmet-i Ál-i AbÀ’la Şemsì tÀrìòin didi ÓÀce èAliyye Òanım’a Firdevs-i aèlÀ ola cÀ (3/9) 273 ŞÀh-ı deşt-i KerbelÀ’ya nÀm-daş olmuş aña Şübhesiz yevm-i óaşirde nice iósÀnlar ide (14/6) Ehl-i Beyt’e èÀşıú idi óaste iken vird idüb Óaú Muóammedle èAlì pìrim diyü ol bì-günÀh (41/5) Eylesün MevlÀ bi-óaúúı Òamse-i èÁl-i èAbÀ Óaøret-i faòru’n-nisÀya úurbiyetde ber-devÀm (45/7) RÀh-ı Saèdiyye’yi meslek iderek úılmış sülÿk Óubb-ı Ehl-i Beyt ile eylerdi imrÀr-ı zemÀn NÀmdaşı Óayder-i KerrÀr olub rÿz-ı óaşr Eyler elbette şefÀèat ŞÀh-ı MerdÀn bì-gümÀn (52/2, 5) CÀn virirdi Ehl-i Beyt-i MuãùafÀ’ya bì-riyÀ Bende-i Ál-i èAbÀdır èÀşıú-ı şeydÀ Óüseyn Şübhe yoúdur pìri óÀmì şÀfièidir Ehl-i Beyt Dest-gìridir Muóammed Óaøret-i AllÀh muèìn (71/4-5) 274 Misbâr-ı Şemsî’de dinî- tasavvufî remiz ve ıstılahlardan; “tevhid”, “ilm-i şeriat”, “ilm-i ledün”, “şeriat-tarikat-marifet”, “tekke-dergâh”, “mürşid-i kâmil”, “pîr-şeyh- postnişin-derviş”, “mücâhid-âbid-zâhid”, “ârif-âşık”, “sır”, “zâhir-bâtın”, “fenâ-bekâ”, “irfân”, “zevk”, “feyz”, “manâ”, “gurbet-vuslat”, “masivâ”, “zikir”, “vahdet”, “kalp- gönül”, “mahabbet”, “terk”, “seyr-i sülük”, “fakr”, “uzlet” gibi kelimeler çokça yer almaktadır: Mürşid-i kÀmil olup neşr eyler idi meslegin RÀh-ı èUşşÀúiyye üzre hem uyandırmış çerÀú Áb-ı tevóìd ile ùÀhir ol diyü eylerdi pend Külòan-ı èaşúda vücÿdın varını gel sen de yaú (11/4, 6) Post-nişìn-i òÀniúÀh-ı Óaøret-i Sulùan Emìr Yaèni Şeyò ÙÀhir Efendi necli bu zÀt-ı kerìm (15/1) èÁbid ü zÀhid mücÀhid maôhar-ı tevóìd õÀt Óacc-ı ãÿrì maèneviyyesinde ìfÀ eyledi MÀsivÀya raàbet itmez iftiòÀr-ı faúr idi İòtiyÀr-ı èuzlet ile terk-i dünyÀ eyledi (16/2-3) 275 Saèy idüp ikmÀl içün seyr –i sülÿke rÿz ü şeb İtdi itmÀm luùf-ı Óaúla oldı tevóìd-ÀşinÀ Óayli demdir neşr-i envÀr-ı ùarìúat eyleyüp Feyø-i maènÀ ile irşÀd eyleyordu dÀéimÀ ÔÀhir ü bÀùın sivÀdan úalbini pÀk eylemiş Baór-i tevóìd ile müsteàraú idi ehl-i fenÀ (22/2, 3, 5) èÁlim-i èilm-i şerìèat vÀúıf-ı èilm-i ledün Feyø-i úudsìsiyle nÀúıãlar olurdı çün tamÀm (23/4) İtdi icrÀ-yı meşìòat úırú sene bu tekyede èİrcièì emri gelince oldı ol dem emre rÀm (28/8) Óüsn-i aòlÀú ile mevãÿf eylemiş seyr-i sülÿk Sırr-ı tevóìde vuúÿfiyetle oldı kÀm-kÀr (36/3) 276 èÁrif ü èÀşıú maóabbet ehli ãÀóib-dìl idi Óüsn-i aòlÀú ile esmÀsın müsemmÀ eyledi (37/3) Genç yaşında geldi emr-i İrcièì ol dem hemÀn Eyledi terk-i sivallÀh oldı èuúbÀya revÀn Õikr-i Óaú evrÀdı idi bi’ù-ùabè vaút-i vefÀt èAşúla Allah deyüb de virdi maèbÿdına cÀn (52/3-4) CihÀn bir köpridir herkes gelür andan geçerler hem Gerek pìrdir gerek bernÀ gidenler bì-èaded gitmiş (66/2) 277 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (TRANSKRİPSİYONLU METİN) A. METNİN KURULMASINDA İZLENEN YOL 1. TRANSKRİPSİYON SİSTEMİ Osmanlı Türkçesiyle yazılmış olan Misbâr-ı Şemsî Arap harflerinden oluşan eski alfabeyle kaleme alınmış bir eserdir. Eski alfabede bulunup, bugünkü alfabede bulunmayan harfler için aşağıda gösterilen transkripsiyon sistemi işaretleri kullanılmıştır: Arapça ve Farsça’daki med harfleri şu şekilde gösterilmiştir: Ī, ī :ى ß, ÿ : و Á, À : آ 2. TÜRKÇE KELİME VE EKLERİN İMLÂSI İLE FARSÇA VE ARAPÇA KELİME TERKİP VE EDATLARIN İMLÂSI a) Misbâr-ı Şemsî’nin elimizdeki yazma nüshasının müellif hattı olması sebebiyle metnin çeviri yazısı yapılırken Türkçe kelime ve eklerin imlâsında metne sâdık kalınmıştır. 278 b) İle bağlaç ve edatı ile –idi ekinin yazımında vezin esas alınmıştır. c) –dır, -dir, -dur, -dür eklerinin yazımında metin imlası esas alınmıştır. d) –uñ,-üñ, -ıñ, -iñ eklerinin diktesinde metin imlâsı esas alınmıştır. e) Farsça terkiplerde muzaf ve izâfet kesresi ile vasıf terkibi neticesinde oluşan birleşik isim ve sıfatlar, aralarına tire (-) konulmak suretiyle yazılmıştır: ilm-i tefsir, şefkat-nisâr, post-nişîn… gibi. f) Farsça edat ve ön ekleri, eklendikleri kelimelerden kısa çizgi ile ayrı yazılmıştır: ber-devâm, nâ-murâd… gibi. g) Yapım eki işlevi taşıyan Farsça ekler, sonuna geldikleri kelimelerden kısa çizgilerle ayrı yazılmıştır: kâm-kâr, Mansûr-vâr, mücevher-âsâ… gibi. h) Atıf vavı ayrı yazılmıştır: zahir ü bâtın, dünya vü mâ fîhâ… gibi. i) Arapça terkȋpler ise şu şekilde yazılmıştır: şeyhü’l-Mevlevî, bi’t-tabè… gibi. 3. TEKNİK ÖZELLİKLER a) Metindeki vezin ve mânâ eksikliklerini tamamlamak üzere eklenen hece ve kelimeler [ ] içerisine alınmıştır. Okunamayan yerler de […] şeklinde gösterilmiştir. b) Metin içerisinde ayet ve hadisler italik olarak yazılmıştır. c) Metin içinde karşılaşilân eser isimleri italik olarak yazılmıştır. d) Manzumelerin vezinleri tesbit edilip, manzumelerin başında koyu yazı tipiyle belirtilmiştir. e) Vezni bozuk olup düzeltilemeyen manzumeler ve beyitler dipnotta gösterilmiştir. f) Sayfa numaraları, metin içerisinde köşeli parantez içerisinde ve kalın yazı tipiyle belirtilmiştir. g) Gerekli yerlerde noktalama işaretleri kullanılmıştır. h) Metin içerisinde geçip müellifin kendi takdiri olmayan başlıklar köşeli parantez içerisinde verilmiştir. i) Manzumelerdeki beyitler numaralandırılmıştır. 279 B. TRANSKRİPSİYONLU METİN MİSBÂR-I ŞEMSÎ 280 [848] Fihrist-i MisbÀr-ı Şemsì Äaóìfe EsÀmì äaóìfe EsÀmì äaóìfe EsÀmì 850 Muúaddime 868 Emìr SulùÀnlı èAvni 880 Münzevì Şeyòi Vaóyì Efendi Efendi 852 Ceddim Şeyò Óayder 868 èUşşÀúiyye’den ÓÀcì 880 èUşşÀúì MuãùafÀ Efendi Dede Efendi 853 Babam Naôìf Efendi 869 RufÀèiyye’den Saèìd 881 èUşşÀúì Óüseyin Efendi èAşúì Efendi 854 ÓÀce èAliyye Òanım 870 ÚÀdiriyye’den Neşéet 882 DaàıstÀnì Şeyò VÀlidem Efendi Aómed Efendi 855 DÀyım Şeyò Nÿri 871 Saèdiyye’den RÀmiz 883 MÀliye Müfettişi Efendi Efendi ŞÀkir Efendi 856 Şeyò MuãùafÀ Efendi 872 DaàıstÀnì ÓÀcì MuãùafÀ 884 Emìr SulùÀn Şeyòinin Efendi Pederi Óalìl Efendi 858 Şerìf MusÀèid Paşa 873 èUşşÀúiyye’den Şükrì 885 áazeteci MurÀd Emrì Efendi Efendi 859 Üç Úozlar Şeyòi Saèìd 874 èUşşÀúiyye’den Yÿnus 886 èUşşÀúiyye’den Efendi Dede RÀsim Efendi 860 ÜftÀde Şeyòi ÜftÀde 874 Reéìsü’l-Müderrisìn 887 èUşşÀúiyye’den Efendi Yÿsuf Efendi Şevket Efendi 861 Midillili Şeyò Bekir 875 ÓüsÀmüddìn Şeyòi 887 [Şevket Efendi’nin] Efendi Aómed Efendi Oàlı Enver Beà 862 Gülşeniyye’den 876 Saèdì Şeyòì Cemìl 888 Çetenbe Sefìri BÀúì Naèìm Efendi Efendi Beà 863 ÓammÀmì İsmÀèìl 877 BektÀşiyye’den NÀéil 889 Óüseyin VaããÀf Beà Efendi Efendi 864 Óacì ÁgÀh Efendi 878 Emìr SulùÀn Şeyòi 890 Oàlum TÀcüddìn RÀàıb Efendi 867 èUşşÀúiyye’den Kenzì 879 Seyyid Uãÿl Şeyòi 891 Duyÿn-ı èUmÿmiyye Dede èAbdì Efendi Baş Müdìri Kerìmesi 281 [849] Fihrist-i MisbÀr-ı Şemsì Äaóìfe EsÀmì äaóìfe EsÀmì äaóìfe EsÀmì 892 LivÀ Necìb Paşa’nıñ 905 Çeltik Köyli Aómed ve 918 Biàavì-zÀde’ye EvlÀdlıàı Muhammed’e 894 BektÀşiyye’den 905 Çeltik Köyli NigÀr’a 919 Esbaú Belediyye Aúmanoàlı Reéisinin zevcesine 894 Mevlevì Şeyòiniñ 906 Enòurlı èÖmer 920 Mora Yeñişehirli VÀlidesine PehlivÀn’a MuãùafÀ Dede 895 Moralı’nıñ Muósin 907 Eşref-zÀdelerden 921 Erøurÿmì İsmÀèìl Efendi Óürrem Òanım Efendi 897 Çalı Úaryesinde 908 Óasan Baãrì Beg 922 Vodinalı äÀlió Beg Óüseyin AàÀ 897 èAbdullÀh Beg’iñ 908 Şeyòa Cemìle Òanım 923 Yeñişehirli TüccÀr Refìúasına Óasan Efendi 898 Virgü KÀtibiniñ 909 ÒÀce Fetóiye Òanım [924] [èAlì OåmÀn Efendi] VÀlidesine 899 AlÀy Beginiñ 910 SÀmi Beg’iñ Kerìme- [925] [Müşerref Òanım] Hemşìresine zÀdesine 900 Şeyò Cemìl Efendi 912 Arpacı-zÀde Ferìd [925] [èÁrif Efendi] Zevcesine Beg’iñ Refìúasına 901 Saèdiyye’den èAlì 912 Müéeyyed Òanım [926] [TüccÀrÀndan Aómed Efendi Óamdì Efendi ] 901 Üç Úozlar Şeyòiniñ 913 BÀhire Òanım Oàluna 902 [Üç Úozlar Şeyòiniñ] 914 BirÀderim Şerefüddìn Diger Oàluna Efendi 903 Arpacı-zÀde Aómed 915 KüllÀhì-zÀde èİzzet Beg Efendi 904 MülÀzım Hasan 916 Mevlevì Şeyòi Efendi Refìúasına [Şemsüddìn Meómed Dede Efendi] 282 [850-851] Eèÿõü bi’llÀhi mine’ş-şeyùÀni’r-racìm. Bismi’llÀhi’r-RaómÀni’r- Raóìm. MisbÀr-ı Şemsì El-Óamdü-li’llÀhi’lleõì òalaúa’l-mevte ve’l-óayÀte ve’ã-ãalÀtü ve’s-selÀmü èalÀ seyyidinÀ Muóammedini’lleõì kÀne òÀtemü’l-enbiyÀéi ve efêalü’l-maòlÿúÀti ve èalÀ Àlihi ve èizzetihi’ù-ùayyibìne’ù-ùÀhirÀt. Bu kitÀbımıza MisbÀr-ı Şemsì deye isim virdim. Çünki misbÀr, cerrÀóıñ yÀralara ãokup çıkardıàı neştere dirler imiş. Bu da vefÀtları mÿcib-i ıôùırÀb-ı derÿn olan ve baèøıları èilm ü faøl-ı kemÀllerinden ùolayı ãınÀyıèÀt-ı èaôìmeden olup ve baèøıları pek genç iken henüz dünyÀsına ùoyamadan irtióÀl eyleyen kimseler içün söyledigim tevÀrìòi müşèirdir. Gerçi bunları dìvÀnlara yazmaú daha münÀsib ise de dìvÀnlarımda bunlar içün yer úalmamış gibidir. Birinci dìvÀnım müretteb dìvÀndır. İkincisini ise yedi ãınıfa ayırdım. äırf CenÀb-ı Óaúú’a niyaz ve istiróÀma Sırru’l-EsrÀr, yalıñız Faòr-i KÀ’inÀt Efendimiz’iñ nuèÿt-ı şerìfesine taòãìã itdigime Nÿru’l-EnvÀr, cenÀb-ı ŞÀh-ı MerdÀn İmÀm èAlì Efendimiz içün söyledigim medóiyelere Şemsü’l-AòyÀr, Óaøret-i Óaseneyn ve eéimme- i iånÀ èaşer efendilerimiz içün yazilân medóiye ve mersiyelere Necmü’l-EsóÀr, AãóÀb-ı KirÀm ve evliyÀ-i èıôÀm[a] maòãÿã úısmına Medóu’l-EbrÀr, taãavvufì nuùuúlarıma Feyøü’l-EõkÀr, kibÀr-ı ümmete ve èurefÀ-yı ümmete èÀid àazeliyyÀtı itdigim taòmìslere de Dürrü’l-EbóÀr deye tevsìm itdim. DìvÀn da bunlarla ùoldı. Düşündüm bu ÚarÀr-ı Şemsì deye yazdıgım kitÀbıñ nüsòası gibi olan bu tÀrìòleri de buraya yazmaú ve ismini de MisbÀr dimek vÀrid-i òaù oldıàından terceme-i óÀli kitÀblarda geçmeyen kimseleriñ de muòtaãaran terceme-i óÀllerini yazmaú da muvÀfıú olacaàından faúìr de öylece yazmaàa úarÀr virdim. Tevfìú AllÀh’dandır. Fì 11 ŞaèbÀn-ı muèaôôama sene 1349, fì 17 KÀnun-i evvel sene 1346, ve fì 1 KÀnun- i åani sene 1931 yevm-i pençşenbe. el-Faúìr Meómed Şemseddìn el-Mıãrì el-ÚÀdirì es-Saèdì el-Óasenì el-Óüseynì el- Burusevì. 283 [852] eş-Şeyò Óayder Efendi Úaddesa’llÀhü Sirrahû GülzÀr-ı Mısrì ve YÀdigÀr-ı Şemsì534 nÀm eåerlerimiñ àayr-ı maùbÿè úısmında 244 ve 564 ãaóìfelerinde terceme-i óÀli tafãìlen yazılan535 cedd-i mÀderim Şeyó Óayder Efendi, evlÀd-ı Saèdü’ddìn CibÀvì’den Óalebì Şeyó MuãùafÀ Şükrì EfendizÀde Şeyó Saèìd Efendi’niñ maòdÿmıdır. 1237 tÀrìòinde tevellüd ve 1292 senesi Õilóiccesiniñ üçünci pençşenbe güni vefÀt itmişdir. DergÀhda medfÿndur. Úırú sene ãoñra kendüsine zìrdeki tÀrìòi söylemişdim. Meõkÿr eåerlerde terceme-i óÀli yazıldıàından buraya yazmadım. 1- TÀrìò-i VefÀt536 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Şeyò Saèdì Óaøret-i Óayder Efendi ãad-óayf Elli beş yaşında oldı èÀzim-i dÀrü’s-selÀm 2 Mesleginde miåli ender vÀúıf-ı esrÀr-ı Óaú èÁrif-i bi’llÀh mükemmel mürşid idi ol hümÀm 3 Úırú yedi sÀl dergehinde şeyò-i dervìşÀn olup ÒÀnedÀn-ı Ehl-i Beyt’e çoú iderdi iòtirÀm 4 Ehl-i óÀl ãÀóib-kemÀl ü hem ôarìf ü hem naôìf 534 Bu eser basılmıştır, bkz. Mehmed Şemseddin, Bursa Dergâhları Yadigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997. 535 Hayatıyla ilgili bkz: Mehmed Şemseddin, a.g.e., s. 386-388. (Bu eser bundan sonraki dipnotlarda Yadigâr-ı Şemsî şeklinde kısaltılarak yazılacaktır.) 536 Misbâr-ı Şemsî’de yer alan tarihler müverrih tarafından tarih manzumelerinin baş kısmında numaralandırılmıştır. Ancak ilk iki tarihin numarası, ele alınan şahısların isimlerinin yanına yazılmış olup genel tertibe uyması açısından tarafımızdan bu numaralar da manzumelerin başına yerleştirilmiştir. 284 Óÿb ãadÀsıyla olurdı mÀdió-i óayru’l-enÀm 5 NÀm-daşı Óayder-i KerrÀr’a Óaú itsün úarìn Rÿz-i maóşer dest-i ãıbùeynden ide nÿş-ı müdÀm 6 èAşr-ı õilóicce içinde ircièì emrin alub èÌd-i vaãla oldı úurbÀn eyledi óÀãıl merÀm [853] 7 Rÿz u şeb muètÀdı üzre úıldı imrÀr-ı óayÀt Õikr u tevóìd ism-i Hÿ’la itdi enfÀsın tamÀm 8 Úırú sene ãoñra óafìdi Şemsì bir tÀrìò didi MuãùafÀ Óayder Efendi úıldı Firdevs’i maúÀm537 BÀiå-i ÓayÀtım Pederim eş-Şeyò İsmÀèìl Naôìf Efendi Úaddesa’llÀhü Sirrahû GülzÀr-ı Mıãrì’niñ 557 ve YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ 341’inci ãaóìfelerinde terceme-i óÀli mufaããalan yazılmışdır.538 1253 Rabìèü’l-evveliniñ yedisinde èÀlem-i dünyÀya gelmiş ve 1305 senesi rabìèü’l-evveliniñ yirmi altıncı ãalı güni àurÿbla berÀber èÀlem-i Àḫirete gitmişdir. DergÀhda medfÿndur. VefÀtına aòìren şu tÀrìhi söylemişdim: 537 2 Õilóicce, sene 1292 TÀrìòin ôuhÿrı fi sene 1332. (Müellif tarafından her şiirin sonunda yazılmış olan bu târihler çalışmamızın bundan sonraki sayfalarında dipnot olarak gösterilecektir.) 538 Hayatı ile ilgili bkz. Yadigâr-ı Şemsî, s. 522-524. 285 2- TÀrìò (Bu manzumede aruz ve hece veznine dair muhte’lif kalıplar kullanılmıştır.) 1 DergÀh-ı Mıãrì’de mekìn Şeyò-i mürìd-i sÀlikìn Oldıàı bí-reyb ü meyn Ol èÀrif-i pür-intibÀh 2 ÒÀk-i pÀy-i MuãùafÀ Bende-i Ál-i èAbÀ Ehl-i Beyt’e cÀn fedÀ Eylerdi dÀéim Àh vÀh 3 èÁlim ü fÀøıl idi Mürşid-i kÀmil idi ÚuréÀn’ı da óÀmil idi èUúbÀya oldı rÿ-be-rÀh 4 Meşrebi èÀlì-cenÀb TÀbiè-i iår-i bÿ-türÀb Feyø-i èAlì’den kÀm-yÀb Olmuş àıdÀ õikr-i ilÀh 5 El-Faúru faòrì sırrına Maôhar olup ãÀbir idi Òulú-i Muóammed kendüde Mevcÿd idi bí-iştibÀh 286 [854] 6 ÓÀmísi olsun MurtaøÀ Hem şÀfiè-i rÿz-ı cezÀ Aómed Muóammed MuãùafÀ Aña ÒudÀ ola penÀh 7 Bin iki yüz elli üç De tevellüd eylemiş èÖmri anıñ elli bir Sene ile bir de mÀh 8 Şehr-i rabíèü’l-Àòiriñ Yirmi altıncı ãalı Güni àurÿb vaúti Oldı vÀãıl-ı ilÀh 9 Yazdı mücevher tÀriòin Ferzendi nÀcíz Şems-i dín Bulsun Naôíf Efendi DÀrü’n-naèím’de cÀy-gÀh539 Veliyyetü’n-nièam Muhterem VÀlidem èAliyye Òanım Raómetü’llÀhi èAleyhÀ GülzÀr-ı Mıãrì nÀm eåer-i èÀcizíde vÀlidemiñ de terceme-i óÀli vardır. 1263 tÀrìòinde Burusa’da Saèdì DergÀhı’nda Şeyò Óayder Efendi ile 1280’de úalèadan düşerek vefÀt iden ZehrÀ Òanım’ıñ izdivÀcından dünyÀya gelmiş, 1282 senesi pederimle izdivÀc itmiş. Muóterem zevcemiñ irtiòÀlinden ãoñra küçük birÀderim Óayder Efendi ile Medìne- 539 Fí 26 Rabíèü’l-Àòir, sene 1305, fí 29 KÀnÿn-ı evvel, sene 1303, fí 21 Õi’l-kÀède, sene 1333, fí 6 Eylül, sene 1332. 287 i Münevvere’ye gitmiş, iki üç defèa hacc itmiş, birúaç defèa da ãıla-yı raóìmi ìfÀ eylemiş, 1331 tÀrìòinde Medìne-i Münevvere’de irtiòÀl itmekle Àrzÿsı vechiyle Cennetü’l- Baúìèa defn olunmuşdur. VefÀtına şu tÀrìòi söylemişdim: [855] 3- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Şeyò Saèdì Óaøret-i Óayder Efendi duòteri Seyyide èAliyye Òanım itdi terk-i mÀsivÀ 2 Zevci Mıãrì Şeyò İsmÀèìl Naôìf Efendi’niñ İrtiòÀlinde ÓicÀz’a èazm idüp buldı ãafÀ 3 Kaèbetu’llah’ı ziyÀret eylemiş üç defèa o Arzusı vechiyle úıldı kendüye AllÀh èaùÀ 4 äıla-i raóme rièÀyet eyleyüp üç kerre de Bursa’ya úıldı ziyÀret gitdi tekrÀr ol yaña 5 Yirmi altı sÀl ãoñra èaynı mÀh içre o da Muóterem zevci gibi Àh eyledi azm-i beúÀ 6 Yirmi beş sene mücavìr oldı Yeårib’de mekìn ŞÀfièi olsun óaşirde Óaøret-i Faòrü’n-nisÀ 7 Altmış altı sÀldir anıñ óayÀtı dünyede MÀsivÀdan el çeküp her şeyden itdi ittiúÀ 288 8 èÁúıbet Şehr-i Medìne Cennetü’l- Baúìèa’da Biêèa-i pÀk-i nübüvvet hem-civÀr oldı aña 9 Himmet-i Ál-i AbÀ’la Şemsì tÀrìòin didi ÓÀce èAliyye Òanım’a Firdevs-i aèlÀ ola cÀ540 Sebeb-i Feyøim Dayım eş-Şeyò Nÿri Efendi Úaddesa’llÀhü Sirrahû MÿmÀ ileyhiñ mufaããal terceme-i óÀli GülzÀr-ı Mısrì ve YÀdigÀrı Şemsì nÀm eåerlerimde yazılmışdır. 1266 tÀrìòinde Burusa Saèdì DergÀhı’nda dünyÀya gelmiş. [856] Pederiyle ÓicÀz’a gitmiş, pederiniñ vefÀtından ãoñra cÀ-nişìni olmuş. BerÀ-yı ziyÀret Mekke, Medìne, ŞÀm, BaàdÀd, Necef, KerbelÀ gibi maóall-i muúaddeseyi ziyÀret eylemiş faúaù bilÀòere èÀilece olan geçimsizlik ùolayısıyla meşìòatını İstanbul’da Àtiyü’õ-õikr veznedÀr Şeyò Cemìl Efendi’ye úaãr-ı yed itmiş. 1321 senesinde Leyle-i MièrÀc’da irtiòÀl itmekle Üsküdar’da Şeyò CÀmièi óarìminde defìn ü òÀk-i àufrÀn olmuşdur. Şu tÀrìòi söylemişdim: 4- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 áamla memlÿdur cihÀn sen ãanma ki dÀrü’s-sürÿr Her gelen gitmek muúadder çÀre yoúdur bi’ø-øarÿr 2 Nesl-i Saèdüddìn CibÀvìdir bu úabriñ ãÀóibi Bursa Saèdì Şeyòi iken tekyesinden oldı dÿr 540 Fì 26 Rabìèü’l-Àòir, sene 1331, fì 21 Mart, sene 1329, fi 22 Õi’l-úaède, sene 1334, fì 7 Eylül, sene 1332. 289 3 Óacc idüp BaàdÀd Necef’le KerbelÀ’ya yüz sürüp Pìrini itmiş ziyÀret göñli olmuş pür-óubÿr 4 İbtilÀ-amÀn-ı şedìde ile çekdi ıôùırÀb Oldıàında şübhe yoúdur maôhar-ı ism-i äabÿr 5 Çün mükÀfÀtın virir elbette maórÿm eylemez Òamse-i Ál-i AbÀ’nıñ óürmetine ol áafÿr 6 İbn-i uòti Mıãrì şeyòi söyledi tÀrìòini Eylesün FÀtióa ihdÀ bunı her kim ki oúur 7 Sebèa-i esmÀ ile cevher gibi tÀrìò olur Úabrini pür-nÿr ide Şeyò Nÿrì’niñ MevlÀ-yı Nÿr541 Sebeb-i Feyø-i Fütÿóum Şeyòim MuãùafÀ LüùfullÀh Efendi Óaøretleri’ne Söylediàim TÀrìòdir [857] MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì nÀm eåer-i èÀcizìniñ maùbÿè úısmında Atina’lı èAli RıøÀ Efendi DergÀhı faãlında muóarrerdir. 1247 tÀrìòinde tevellüd itmiş, 1321 senesi ŞaèbÀnınıñ sekizinci güni irtiòÀl eylemişdir. Evvelce úabrini yapdırmış faúaù kendüsinden evvel refìúası vefÀt itmekle kendüsi içün tekrÀr bir úabir yapdırmaàa mecbÿr olmuşdı. SemÀèòÀne úapusınıñ ãol ùarafında medfÿndur. Pederimiñ irtiòÀlinden 541 Fì 26 Receb, sene 1321, Cumèa-irtesi. Ôuhÿrı fì 5 Muóarrem, sene 1333. 290 ãoñra kendüsine intisÀb idüp on iki sene ôarfında on iki esmÀ ile furÿèÀtı telúìn itmiş ve ilbÀs-ı tÀc ü óırúa ile izn ü icÀzet virmişlerdir. 5- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Atinavì Şeyò èAli RıøÀ Efendi Tekyesi Şeyò-i fÀøıldır cenÀb-ı MuãùafÀ luùf-ı İlÀh 2 èÁlim ü fÀøıl faøìlet-pìşe bir zÀt idi óayf İntiúÀl itdi beúÀya oldı Óaúú’a rÿ-be-rÀh 3 VÀúıfıñ evlÀd-ı åÀnìsi idi o muóterem èÁrif ü dÀnÀ taãavvuf-ÀşinÀ bi-iştibÀh 4 ŞÀfièi olsun CenÀb-ı Ehl-i Beyt-i MuãùafÀ Óaøret-i Mıãrì NiyÀzì ola maóşerde penÀh 5 Meslek-i Ál-i èAbÀ’da Şems reh-berdi saña Úaddese’llÀhü TaèÀlÀ sirrahû ùÀ-be-åerÀh 6 èÁrifÀna neşr iderdi meslek-i Mıãriyye’yi Gÿş idince irtiòÀlini mürìdÀn itdi Àh 7 Dür gibi iki gözüm yaşıyla çıúdı tÀrìòi Şeyò LuùfullÀh Efendi èAdn’i úıldı cÀy-gÀh542 542 Fì 8 ŞaèbÀn, sene 1321, penç-şenbe, Øuhÿru fi 15 Muóarrem, sene 1345. 291 SÀbıúan EmÀret-i Mekke-i Mükerreme’ye Şeref-baòşÀ MusÀèid Paşa Óaøretleri Úaddesa’llÀhü Sirrahû MüşÀrün ileyh Şerìf èAbdülmuùùalib Paşa Óaøretleri’niñ maódÿmı Şerìf Aómed RıøÀ Paşa’nıñ necl-i necìbidir. Burusa’da iúÀmet itmeú üzre ôuhÿr iden ceõbe-i İlÀhì üzerine meémÿriyetinden èafv idilerek gönderilmiş ve úırú yaşında iken èÀlem-i Àòirete èazìmet eylemişdir. İòtifÀlÀt ile naèş-ı àufrÀn-naúşı Óaøret-i Emìr’e gönderilerek úapunun ãol ùarafında ióøÀr olunan maóalde vedìèa-i raómet-i İlÀhiyye úılınmışdır. O gün õikr ü tevóìd ve duèÀ ve gülbank faúìre muóavvel idi. Bu da òÀnedÀn-ı Rasÿlu’llÀh’a olan muóabbet-i òÀliãÀnem eåeri oldıàına şübhe itmem. áarìbdir ki cemÀèat içinde müftìden başúa èulemÀ gürÿhundan kimse yoúdı. O da ùaraf-ı óükÿmetden meémÿr imiş. FÀètebiran şu tÀrìòi ol zamÀn söylemiş ve muóterem vÀlidesine taúdìm itmişdüm: 6- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Nesl-i pÀk-i Faòr-i èÁlem ol MüsÀèìd Paşa kim Menbaè-i faøl u kerem idi şerìf-i kÀm-kÀr 2 VÀlid-i Seyyid RıøÀ Paşa-yı İbnü’l-Muùùalib SÀbıúan Mekke şerìfi idi ol èÀlì-tebÀr 3 Ceddi-veş úılmış imÀret baèdehu óasbe’l-úader Bursa’da itdi iúÀmet óayli dem úıldı úarÀr 292 4 Terk-i mÀl ü cÀh idüp úaùè-ı naôar bu fÀnìden Úılmamış aãlÀ cihÀna meyl ü óubb ü iètibÀr [859] 5 Çok zamÀndır mÀsivÀ’llÀhdan tecerrüd eylemiş Aãlına ricèat içün itmekde idi intiôÀr 6 İrcièì emri gelince vÀãıl-ı bezm-i İlÀh Olmaú içün terk idüp ol dem óayÀt-ı müsteèÀr 7 ÓÀéiz-i èizz-i şehÀdet oldıàından şübhe yoú Çünki “men mÀte àarìben” sırrı oldı ÀşikÀr 8 Úırú yaşında azm-i èukbÀ úıldıàiyçün ãÀd óayf Fürúatiyle cümle mensÿbÀnı oldı dÀà-dÀr 9 MÀderiyle iki ferzend-i necìbine ÒudÀ äabr u ecriyle mükÀfÀt eyleye PerverdigÀr 10 ÓÀmièi ãıbùeyn-i Aómed melceéi ZehrÀ èAlì ŞÀfièi ceddi Muóammeddir penÀhı KirdigÀr 11 ŞemsiyÀ üçler deyüp kendi vefÀtı tÀrìòin Cilve-gÀh oldı MüsÀèid Paşa’ya dÀr-ı úarÀr 543 543 Fì 5 õi’l-úaède, sene 1318. 293 Üç Úozlar DergÀhı Şeyòi Saèìd Efendi MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì nÀm eåer-i èacizìniñ maùbÿè úıãmında Üç Kozlar DergÀhı faãlında muóarrerdir. èİlm-i ôÀhirden de meéõÿn idi. DergÀhınıñ óaôìresinde medfÿndur. 7- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Post-nişìn-i Dergeh-i Üç Úozlar bu õÀt kim Mürşid-i rÀh-ı ùarìúat olmuş idi çoú zamÀn 2 èÁlim ü èÀbid tevÀøuè-pìşe bir kÀmil idi Oldı ùoúsan beş yaşında èÀzim-i sÿy-i cinÀn 3 Zühd ü taúvÀya muvÀôıb õikr ü tevóìde müdÀm äoñ nefesde didi AllÀh eyledi teslìm-i cÀn [860] 4 Şehr-i mÀtemde Şehìd-i KerbelÀ’ya ittibaè Eyleyüp terk-i siva’llÀh oldı èuúbÀya revÀn 5 Şemsì-i Mıãrì mücevher söyledi tÀrìòini Şeyò Saèìd Efendi úıldı cÀy-ı Firdevs’i mekÀn544 544 Fì 23 Muóarrem, sene 1333, yevm-i cumèa-irtesi. 294 Óaøret-i ÜftÀde DergÀhı Şeyòi Meómed ÜftÀde Efendi MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì nÀm eåer-i èÀcizìniñ maùbÿè úıãmında mufaããalan muóarrerdir. Seksen yaşını mütecÀviz oldıàı óÀlde vefÀt idüp türbe- i Óaøret-i ÜftÀde’de defìn-i raómet-i Óaúú’a úarìndir. 8- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Nesl-i pÀk-i Óaøret-i ÜftÀde’den bu õÀt kim Oldı yetmiş yıl maúÀm-ı vÀlidinde müstedÀm 2 Óüsn-i òulú ile temeyyüz eylemişdi şübhesiz Cedd-i pÀki melceéidir şÀfièi Faòrü’l-enÀm 3 Ùÿl-i èömr ü èÀfiyetle oldı evúÀtı güõÀr Vaút-i rıólet õikr-i Hÿ’la itdi enfÀsıñ tamÀm 4 Maôhar-ı luùf-ı ÒudÀvend-i èazìmü’ş-şÀn olup Rüéyet-i evlÀd u aòfÀd ile mesrÿr şÀd-gÀm 5 Cedd-i èÀlìsi idüp tesmiyye ÜftÀde aña Görilen rüéyÀya mebnì oldı kendüye bu nÀm 6 Şemsì-i Mıãrì duèÀ ile didi tÀrìòini Olsun ÜftÀde Efendi’ye mesken dÀrü’s-selÀm545 545 Fì 2 Õi’l-úaède, sene 1331. 295 [861] ÒulefÀ-yı Mıãriyye’den Midillili SiyÀhì Bekir Efendi MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli GülzÀr-ı Şemsì, DildÀr-ı Şemsì nÀm eåerlerimizde vardır. Kendisi Midilli aùasınıñ Vigla camièi òaùìbi ve imÀmı olup uãÿl-i Mısriyye icrÀsına ùarafımızdan meéõÿn idi. Yunan işgÀlinde masúaù-ı reési olan Ayazmend’e gitmiş ve gördüài óaúÀretden müteéeååiren úurbÀn bayramında baède’l-vaèô óalúla vedÀlaşup aúşam òÀnesinde irtiòÀl eylemişdir. Şu tÀrìòi ol vaút söylemişdim. äıddıúì maólaãı ùarafımızdan virilmişdir. 9- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Maôhar-ı nÿr-ı siyÀh èÀşıú-ı vech-i kerìm Şeyò Bekir äıdúì Efendi ãÀóib-i úalb-i selìm 2 Òalvetiyye rÀhınıñ Mıãrì úolundan müstefìd Olmuş idi bu ùarìúat içre dÀéim müstaúìm 3 èÌd-i aêóÀda olup cÀmiède kürsì-nişìn İrtióÀlinden òaberdÀr eylemişdi èan-ãamìm 4 Óurmet-i nÿr-i Nebì hem daòi sırr-ı velì Óaúúı içün eyleye raómet aña Rabb-i Raóìm 296 5 Gitdi üçler didi cevher tÀrìòin Şemsì anıñ Şeyò Bekir äıdúì olup maúèad-ı ãıdúda mukìm546 [862] Ùarìk-i Gülşenì ÒulefÀsından Meómed Naèìm Efendi Terceme-i óÀli àayr-ı maùbÿè BahÀr-ı Şemsì nÀm eåerimizde mündericdir. MÿmÀ ileyh Ergiri úaãabasından olup birçoú úaøÀlarda niyÀbetde bulunup teúÀèüd olduúdan ãoñra Burusa’ya hicretle iúÀmet itmekde iken fì 13 Muóarrem sene 1334 tÀrìòinde irtióÀl itmiş, Pıñarbaşı úabristÀnında defìn ve ÙaàıstÀnì Óacı ÙÀhir Efendi’ye úarìndir. èÁşıú-ı bi’llÀh iòtiyÀr bir õÀt olup her cumèa güni dergÀha gelir, aàlar, muóabbetu’llÀh ile göñlini øiyÀ-dÀr iderdi. DÀmÀdı belediye merkez doútorı SüleymÀn Beg olup èÀéilece muóibb-i evliyÀu’llÀh idi. Şu tÀrìòi söylemişdim: 10- TÀrìò MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün 1 Ergiri’den idüp hicret muúìm olmuşdı bir müddet BeúÀya eyledi riólet ÒudÀ emrin idüp ıãàÀ 2 NiyÀbetle úılup devr-i bilÀd bir óayli yer gezmiş TeúÀèüd iòtiyÀr ile Burusa’yı úılup meévÀ 3 Ùarìú-i Gülşeniyye’den sülÿka saèy u àayretle Selìmü’l-úalb olup òulú-i óasenle hem şeref-pìrÀ 546 Fì 11 Õi’l-óicce, sene 1331, ãali, fì 29 Teşrìn-i evvel, sene 1329. TÀrìòiñ ôuhÿrı fi 23 Úanÿn-i evvel, sene 1330, ãali. 297 4 ÒiùÀb-ı ircièì geldi añÀ şehr-i muóarremde İcÀbet eyleyüp èazm-i óuøÿr-ı ÒÀliú-ı yeútÀ 5 Olup tÀbiè-i iår-i Óaøret-i ŞÀh-ı şehìdÀna FedÀ-yı cism ü cÀn itdi daòi dünyÀ vü mÀ-fìhÀ 6 Şehìd-i kürbet-i àurbet olup èazm-i cinÀn itdi Ola yevm-i úıyÀmetde şefìè Ál-i èAbÀ añÀ 7 DuèÀ birle didüm Şemsì mücevherler gibi tÀrìò Naèìmi cilve-gÀh itsün Naèìm Efendi’ye ÒudÀ547 [863] ÒulefÀ-i èUşşÀúıyye’den ÓammÀmì İsmÀèìl Rÿşenì Efendi MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli GülzÀr-ı Mıãrì, YÀdigÀr-ı Şemsì nÀm eåerimiziñ üçünci cildi olan BahÀr-ı Şemsì’de muóarrerdir. Min-ciheti’l-üm úarÀbetimiz vardır. Naúìbler dimekle maèrÿfdur ki anıñ da bizim de büyük amucamız naúìbü’l-eşrÀf olup ÜfttÀde DergÀhı’na çıúarken diñlenme maóallinde úabri vardır. İsmÀèìl Efendi èUşşÀúiyye’den Destereci Şeyò Aómed Efendi’den müstaòlefdir. Òoş ãoóbet, òalÿú bir õÀt idi. Fì 20 äafer sene 1334 tÀrìòinde vefÀt itmekle Seyyid Uãÿl DergÀhı’na defìn ve şeyòi Aómed Efendi’ye úarìn olmuşdur. Söylediàim şu tÀrìò ùaşında maókÿkdür:548 547 Fì 13 Muóarrem, sene 1334, Pazar-irtesi. TÀrìòiñ ôuhÿrı keõÀ.. 548 Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 1. 298 11- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Geçme zÀéir bu maúÀma dìde-i èibretle baú Bu fenÀnuñ bì-vefÀlıàını gör de al sebaú 2 Devrini tekmìl içün gönderdiler bu èÀleme Zevú-i ãÿrì ãanma maùlab başúa maúãad olacaú 3 İşte bu Şeyò Aómed Óamdì’ye intiãÀb idüp Gördi seyr ile sülÿki müşkilini úıldı şaú 4 Mürşid-i kÀmil olup neşr eyler idi meslegin RÀh-ı èUşşÀúiyye üzre hem uyandırmış çerÀú 5 ÇÀker AàÀ ÓammÀmını itmişdi mesken kendüye Anda óall-i müşkil eylerdi mürìdÀnuñ be-óaú 6 Áb-ı tevóìd ile ùÀhir ol diyü eylerdi pend Külòan-ı èaşúda vücÿdın varını gel sen de yaú 7 Gitdi üçler söyleyüp tÀrìòini Şemsì añÀ İtdüñ İsmÀèìl Efendi cÀnıñı úurbÀn-ı Óaú549 549 Fì 20 äafer, sene 1334, äalı. TÀrìòiñ ôuhÿrı keõÀ. 299 [864] Emìniyye DergÀhı Şeyòi ÓÀcì ÁgÀh Efendi MÿmÀ ileyhin terceme-i óÀliniñ bir úısmı maùbÿè ve dìàer úısmı àayr-ı maùbÿè YÀdigÀr-ı Şemsì nÀm eåerimizde muóarrerdir. Söylenilen tÀrìò tereceme-i óÀli gibidir. İfrÀù tefrìù yoúdur. Bunuñ böyle olduàı mÿmÀ ileyhi ùanıyanlarca müsellemdir. 1334 senesi Recebiniñ yirmi altıncı güni vefÀt itmişdir. Óaøret-i Emìr’de meúÀbir-i òulefÀda medfÿndur. 12- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Post-nişìn-i óÀniúÀh-ı Şeyò Emìn-i Naúşibend Óaøret-i ÁgÀh Efendi mürşid-i èÀlì-tebÀr 2 Úuùb-ı èÀlem Şeyò Emìn úaddese’llÀhü’l-Metìn Necl-i meclidir anıñ sırrı yüzünde tÀb-dÀr 3 Seyyid-i èÀlì-nesebdir vÀlideyninden bu õÀt Óaúlıdır her vechile ger eyler ise iftiòÀr 4 Bir ùarafdan cedd-i pÀk-i Óaøret-i ŞÀh-ı şehìd Bir cihetden de CenÀb-ı MüctebÀ-yı kÀm-kÀr 5 Müntehìdir nesl-i pÀki Pìr-i èAbdülúÀdir’e Hem aãìl ü hem nesìl ü hem necìb-i baòtiyÀr 300 6 ÔÀhiri pÀk ü nezihdi bÀùını ùÀhir naôìf Sırr-ı sìmÀhüm anıñ vechinde idi ÀşikÀr 7 Maôhar-ı ism-i èAzìz olduàına hìç şübhe yoú Müncelìdi her bir aóvÀlinde luùf-ı KirdigÀr 8 Masiva’llÀhdan mücerred bir mücessem nÿr idi PÀk gelüb gitdi tecerrüd eylemişdi iòtiyÀr 9 Hep rıøÀ-yı mÀderi taóãìle verziş eylemiş Anıñ içün oldı bì-şek feyø-i Óaú’dan behredÀr 10 Oldı hemşìresi ile èÀzim-i sÿy-i ÓicÀz Ravøa-yı pÀke sürüp yüz buldı feyøin bì-şümÀr [865] 11 Maèden-i cÿd u semÀóat hem melek-òaãlet idi Bursa’da aña müşÀbih diyemem bir miåli var 12 ÓÀline meftÿn olurdı kim görürse şübhesiz Óüsn-i òulú u lüùf u cÿdla eylemişdi iştihÀr 13 Raóm u şefúat meróametle herkese lüùf u kerem Olur idi èÀdeti èÀcizlere şefúat-niåÀr 14 Òulú-ı Aómed cÿd-ı Óayder anda itmiş ictimÀè ÓÀãılı insÀn-ı kÀmil miål-i nÀdir bir kibÀr 301 15 Bì-kes ü bì-çÀreler luùfundan olmuş müstefìd İrtiòÀlinden bilÀ-şek oldı herkes dÀà-dÀr 16 İftirÀúinden mükedder oldı bì-kesler óazìn Aàlayup birden didiler bizleri yaúdı bu nÀr 17 Seksen üç sÀl èÀfiyetle itdi imrÀr-ı óayÀt İsm-i Hÿ’la itdi ikmÀl-i óayÀt-ı müsteèÀr 18 İrcièì emri gelince rÿóı pervÀz eyledi Leyle-i Mièrac’da oldı vÀãıl-ı PerverdigÀr 19 Kimseye bÀr olmasın itmezdi aãlÀ Àrzÿ Oldı bir hafta içinde èÀzim-i dÀrü’l-úarÀr 20 Başlar üstünde götürdi naèşını aóbÀbları Óüsn-i aòlÀú ãÀóibi dÀreynde bulur iètibÀr 21 Melceéidir Óaøret-i SulùÀn Emìr-i Şemsidìn Cism-i pÀki oldı ol şÀh-ı güzìne hem-civÀr 22 ŞÀfıèidir rÿz-i maóşerde İmÀmeyn-i güzìn ÓÀmi’i ZehrÀ èAlìdir hem óabìb-i KirdigÀr 23 Dest-i Óayder’den içe Kevåer şarÀbın rÿz-i óaşr Görmeye èaùş-ı úıyÀmet pìri olsun aña yÀr 302 24 Sırr ile eyler taãadduú kimseye keşf eylemez Çünki óubb-i Ehl-i Beyt úalbinde oldı lemèa-dÀr 25 Bursa øÀyièeyledi bir böyle zÀtı ãad dirià Úabrini pÿr-nÿr ide Rabb-i Kerìm leyl ü nehÀr 26 Òalú hoşnÿd Óaú da rÀøì zÀt-ı pÀkinden anıñ Çünki ôÀhir bÀùınuñ èunvÀnıdır bu ÀşikÀr 27 Cümle òìşÀvendine ömr-i ùavìl ecr-i cezìl Eyleye iósÀn CenÀb-ı ÒÀliú-ı Ámirz-kÀr [866] 28 Şemsì-i Mıãrì yazup aóvÀlini úıldı beyÀn Ola aòlÀfa bu tÀrìò èÀcizÀne yÀdigÀr 29 İrtiòÀline mücevher geldi bir tÀrìò anıñ Úıldı Şeyò ÁgÀh Efendi dÀr-ı èAdn içre úarÀr550 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Bu daòi bir başúa tÀrìòdir mücevher Şemsidìn Şeyò ÓÀcì ÁgÀh Efendi úıldı Firdevs’e sefer Bu da seng-i mezÀrına óakk olunmaú üzere söylenilmişdi. Meèa’t-te’essüf şÀnıyla mütenÀsib bir ãÿretde úabri yapılmamışdır. 550 Fì 26 Receb, sene 1334. Fi 12 Mayıs, sene 1332, Pazar-irtesi. TÀrìòiñ ôuhÿrı fi 1 ŞaèbÀn, sene 1334. 303 13- [TÀrìò] FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Nesl-i pÀk-i Faòr-i èÀlem nüóbe-i Àl-i èAlì Şeyò-i DergÀh-ı Emìnì èÀrif-i esrÀr-ı Haú 2 Aèni Şeyò ÁgÀh Efendi ãÀóib-i òulú-ı kerìm Varını itdi fedÀ hem cÀnını ìåÀr-ı Óaú 3 Kendüsinden bi’l-èÿmÿm rÀøì vü şÀkir idiler Hep ãaàìr ile kebìr ü zÀhid-i ebrÀr-ı Óaú 4 ÒÀtem-ÀsÀ lüùf u ikrÀm eyler idi cümleye Vech-i pÀkinde nümÀyÀn idi hem envÀr-ı Óaú 5 Cedd-i pÀki áavå-ı AèôÀm ile Pìr-i Naúşibend ŞÀfièi olsun óaşrda Óayder-i KerrÀr-ı Óaú 6 ŞemsiyÀ imdÀd idüp Ál-i èAbÀ tÀrìò didim Leyle-i Mièrac’da oldı vÀãıl-ı dìdÀr-ı Óaú551 [867] ÒulefÀ-yı èUşşÀúiyye’den Óüseyin Kenzì Dede Terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ üçünci cildi olan BahÀr-ı Şemsì nÀm eserimizde vardır. İki gün evvel pìr-daşı ÓammÀmì İsmÀèìl Efendi’ye gelerek irtiòÀlini 551 Sene 1329+5= 1334 304 bildirmiş, cumèa günde yürümüşdür. Çekirge’de óuúÿú peydÀ itdiàimizden şu tÀrìòi irticÀlen söylemişdim ki maènìdÀrdır: 14- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Şeyò Aómed Óamdi-i èUşşÀúì’ye itmiş intisÀb CÀn u başla virdi iúrÀr oldı teslìm mürşide 2 Óayli demdir neşr iderdi meslek-i ãÿfiyyeyi RehnümÀ-yı sÀlikÀndır rÀh-ı èUşşÀúiyye’de 3 Bak bu zÀta552 ümmì iken feyyÀø-ı Óaú’dan müstefìd Oldı envÀr-ı tecelliyÀtla pür-nÿr eféide 4 Üç gün evvel irtiòÀlin söyleyüp iòvÀnına Didiài vech ile vÀúıè oldı yevm-i cumèada 5 Eylemez maórÿm erenler himmetiñ úılmaz dirìà Gir yola èÀşıú iseñ ger sen de eyvallÀh de de 6 ŞÀh-ı deşt-i KerbelÀ’ya nÀm-daş olmuş aña Şübhesiz yevm-i óaşirde nice iósÀnlar ide 7 Maózen-i úalbden mücevher çıúdı bir tÀrìò Şemsì Oldı maòfì künc-i cennetde Óüseyn Kenzì Dede553 552 M: ZÀta; zÀt olması vezne daha uygundur. 553 Fì 21 Cumade’l-evvel, sene 1332 ve fi 4 Nisan, sene 1330, cumèa güni irtiòÀl itmekle Mevlÿdì SüleymÀn Efendi civÀrında vedìèa-i raómet-i ilÀhiyye úılınmışdır. 305 [868] Emìr Sulùan Şeyòi ÙÀhir Efendi-zÀde èÁvnullÀh Efendi MÿmÀ ileyh Şeyò ÙÀhir Efendiniñ maódÿmı olup Óaøret-i Emìr’de türbedÀr iken 1325 tÀrìòinde vefÀt itmekle meúÀbir-i òulefÀya defn olunmuşdur. 15- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Post-nişìn-i òÀniúÀh-ı Óaøret-i Sulùan Emìr Yaènì Şeyò ÙÀhir Efendi necli bu zÀt-ı kerìm 2 Çoú zamÀnlar türbedÀrlıú ile òidmet eyledi Oldıàında şübhe yoúdur maôhar-ı lüùf-ı èamìm 3 ÒÀk-pÀy-i evliyÀya rÿz u şeb yüzler sürüp Òidmetini cÀna minnet bilir idi èan-ãamìm 4 Oldı èAvnullÀh Efendi’ye bu mıãraè tÀrìòi Cennetü’l-Firdevs içinde eylesin AllÀh muúìm554 Peştemalcı ÓÀcì Muóammed Dede’ye TÀrìòdir BahÀr-ı Şemsì’de terceme-i óÀli muóarrerdir. Ùarìú-i èUşşÀúiyye’den Destereci Aómed Efendi’den mücÀz olup 1331 tÀrìòinde irtiòÀl itmişdir. Deveciler’de àarb cihetinde medfÿn olup úabir ùaşında işbu söyledigim tÀrìò maókÿkdür. 554 Fì 12 Rabìèü’l-evvel, sene 1325. Fi 12 Mayıs, sene 1323, Cumèa-irtesi. 306 16- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 RÀh-ı èUşşÀúiyye’ye sÀlik olup Saèdiyye’den Şeyò ÓÀmdì’den mücÀzen õevú-i maènÀ eyledi [869] 2 èÁbid ü zÀhid mücÀhid maôhar-ı tevóìd õÀt Óacc-ı ãÿrì maèneviyyesinde ìfÀ eyledi 3 MÀsivÀya raàbet itmez iftiòÀr-ı faúr idi İòtiyÀr-ı èuzlet ile terk-i dünyÀ eyledi 4 Zevcesi Penbe Òanımla göçmeyi vaèd eylemiş Yirmi dört sÀèat içinde èahde vefÀ eyledi 5 Sırr-ı kemÀ teèìşÿn bunlarda da itdi ôuhÿr Úabrini nezdinde ióøÀr u müheyyÀ eyledi 6 NÀmdaşdır şÀfièi olsun anıñ Faòr-i Rusül Sünnet-i peygamberìyi çünki icrÀ eyledi 7 ÇÀr eùrÀfa bu tÀrìòini ièlÀn itdiler ÓÀcì Dede õikr ile èazm-i èuúbÀ eyledi555 555 Fi 21 Şevval, sene 1331, fi 10 Eylül, sene 1329. TÀrìòüñ ôuhÿrı fi 21 Şevval, sene 1331. 307 Üskübli ÒulefÀ-i RufÀèiyye’den Saèìd Efendi Bu õÀtıñ terceme-i óÀlini BahÀr-ı Şemsì’de yazdım. Her hafta dergÀha müdÀvim idi. Ehl-i óÀl sÀóib-i èilm ü kemÀl bir õÀt idi. 1336 tÀrìòinde vefÀt idüp Emìr SulùÀn’da Ùoúuzserviler’e giden yoluñ saà ùarafında medfÿndur. 17- TÀrìò556 1 Üsküb’den idüp hicret Bursa’yı úıldı mesken áurbetde vefÀt eyledi şeksiz olubdur şehìd 2 Şeyò Meómed Üskübì şeyòi idi bu õÀtın Pìr-i RufÀèì’den feyø almış olup müstefìd 3 èİlm ü kemÀl ü óüsn-i òulú ãÀóibi idi bu şeyò Lüùf-ı İlÀhì añÀ şübhesiz olur resìd 4 Cevher gibi dü-çeşm yaşıyla tÀrìòin didim YÀ Óaú didi beúÀya naúl eyleyüp Şeyò Saèìd557 [870] Necmüddìn Efendi-zÀde Neşéet Efendi’ye TÀrìòdir MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ NuèmÀniyye DergÀhı faãlında muóarrerdir. MeşÀhir-i meşÀyıòdan äafiyyüddìn Efendi-zÀde Necmüddìn Efendi’niñ 556 Bu manzumenin vezni bozuktur. 557 Fi 18 ŞaèbÀn, sene 1349, pençşenbe. 308 maòdÿmıdır. Düyÿn-ı èUmÿmiyye’ye müdÀvemet ider, àÀyet mütevÀøıè óalìm selìm bir õÀt idi. Fi 19 Receb sene 1336 tÀrìòinde òÀnesinde baède edÀ-i ãalÀti’ã-ãubó irtiòÀl itmişdir. DergÀhda medfÿndur. 18- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Ál-i Eşref-zÀde’den bir pÀk ùìnetdir bu õÀt Eyledi yetmiş yaşında èazm-i dergÀh-ı İlÀh 2 Óüsn-i òulú ile temeyyüz eylemişdi şübhesiz èİnd-i Óaú’da oldı maúbÿl istemez aslÀ güvÀh 3 Kendüsinden rÀøì vü óoşnÿd idi bi’l-cümle òalú Bir idi èindinde bÀy ü hem faúìr ü hem de şÀh 4 Oldı aòlÀú-ı kerìme kendüsinde müctemiè Baèiå-i àufrÀn olur bu şìmesi bi-iştibÀh 5 Ceddi äafiyyüddìn Efendi Bursa’da idi reéìs Şeyò ü dervìşÀna olmuşdı muèìn ü hem penÀh 6 Rÿz-i maóşerde şefÀèat eylesün Ál-i èAbÀ Dest-gìr olsun CenÀb-ı áavå-ı Aèôam èÀlì-cÀh 7 Şemsì-i Mıãrì didi fevtine bir tÀrìò-i tÀm Eyledi Neşéet Efendi dÀr-ı èAdn’i cÀy-gÀh558 558 Fi 19 Receb, sene 1336, çıhÀrşenbe. Fi 1 Mayıs, sene 1334. TÀrìòüñ ôuhÿrı fi 1 Mayıs, sene 1336 ve fi 12 Mayıs, sene 1334, yevm-i pazar. 309 [871] Muóallebici-zÀde ÓÀcì RÀmiz Efendi BahÀr-ı Şemsì nÀm eåerimizde terceme-i óÀli vardır. MÿmÀ ileyh evvelce ceddim ÓÀcì Óayder Efendi’ye intisÀb idüp baède vefÀt İstanbul’da Etyemez DergÀhı Şeyòi Ferìd Efendi’ye aòz-ı icÀzet eylemişdir. Rÿmili, Anaùolı, èIrÀú ve birçoú memÀliki seyr ü seyÀóat idüp Kütahya’da èArap Dede Tekyesi’ne şeyò olmuş fi 18 Ramaøan sene 1336 ve fi 27 Haziran sene 1334 tÀrìòinde vefÀt itmişdir. 19- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Şeyò Saèdì Bursa’da ceddim CenÀb-ı Óayder’e İntisÀb itmiş muúaddem eylemiş bend-i kemer 2 Etyemez şeyòi Ferìdüddìn Efendi’den mücÀz Olmuş idi rÀh-ı Saèdiyye’de şeyòi müsteúar 3 Bursa’da olmuş Muóallebici-zÀde şöhreti Mÿsıúìde óÿb ãadÀ ile olubdı muèteber 4 Cümle dergÀhlar şeref-yÀb olur idi şevúiyle SÀlikÀnı zikre teràìb ile õÀkirlik ider 5 Şarú u àarbı gördi óacc itdi mükerrer Yeårib’e Oldı BaàdÀd u Yemenle Rumili’de cilve-ger 6 Ùabèı rind ü lÀéübÀlì meşrebi serbest idi ÕÀtı deryÀ-dil olup çekmezdi bir şeyden keder 7 Miåli gelmez bir daha mÀnendi olmaz şübhesiz Kendüsin her kim bilürse dir ki ùoàrı bu òaber 8 Dergehinde oldı mürşid ol SiyÀhì Dede’niñ GermiyÀn iúlìmine èazm eyleyüp óasbe’l-úader 310 9 İrcièì emri gelince eyledi teslìm-i cÀn Terk idüp varın sivÀya itmedi aãlÀ naôar [872] 10 Dest-gìr olsun cenÀb-ı pìr añÀ rÿz-i cezÀ Nÿş ide dest-i èAlì’den Kevåer’i cÀna deger 11 Óarf-ı cevher-dÀrlarla çıúdı tÀrìò-i vefÀt Şeyò ÓÀcì RÀmiz Efendi úıldı Firdevs’e sefer559 èUlemÀ-yı BenÀmdan DaàıstÀnì ÓÀcì MuãùafÀ Efendi Bu õÀtıñ da terceme-i óÀli BahÀr-ı Şemsì’de vardır. DaàıstÀnì ÓÀcì Aómed Efendi’den mücÀzdır. 1337 tÀrìòinde irtiòÀl itmekle Emìr SulùÀn’da meúÀbir-i òulefÀda defìn ve raómet-i Óaúú’a úarìndir. 20- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 NÀmdaş-ı Faòr-i èÁlem ÒÀce MusùafÀ Efendi kim èİlm-i tefsìrde olubdı ol müşÀrün bi’l-beyÀn 2 Eylemiş hicret DaàistÀn’dan muúaddem Bursa’ya Müfteòirdi Bursalılar varlıàıyla bì-gümÀn 3 Eyledi neşr-i èulÿm-ı Àliye vü èÀliye Müstefìd oldı èulÿmundan anıñ çoú ùÀlibÀn 559 Fi 18 Şevval, sene 1336. Fi 27 Haziran, sene 1334. 311 4 Yaèlemÿn sırrına maôhÀrdır bu zÀt-ı muóterem èİlm ü faøl ile o olmuş vÀriå-i peyàamberÀn 5 Müderris olmuş idi SulùÀn MurÀd-ı æÀnì’ye Himmeti maãrÿf idi taèlìm-i èilme her zamÀn 6 SÀlik-i rÀh-ı cenÀb-ı Naúşibend ü Aómedì Münèakis idi yüzünde feyø-i nÿr-i MüsteèÀn 7 èÁbid ü zÀhid tevÀøÿè-pìşe bir ehl-i kemÀl Oldıàını cümle taãdìú eyliyor òalú-ı cihÀn [873] 8 Böyle bir dÀnÀyı øÀyiè eyledik eyvÀh bugün Miåli gelmez bir daha yoúdur òilÀfım sen inan 9 Muntaôırdı emr-i Óakk’a òalvetinde dÀéimÀ İrcièì emri gelince eyledi teslìm-i cÀn 10 Eşk-i çeşmÀnımla yazdım tÀrìò-i fevtin Şemsì ÓÀcì MuãùafÀ Efendi’ye BÀà-ı İrem olsun mekÀn560 Úara èAbdürrezzÀú DergÀhı Şeyòi Şükrì Efendi YÀdigÀr-ı Şemsì de terceme-i óÀli vardır. MÿmÀ ileyh bi’l-Àòire Destereci Aómed Efendi’ye intisÀb etmiş 1337 tÀrìòinde seksen yaşını mütecÀviz oldıàı óÀlde vefÀt etmişdir. Seyyid Uãÿl’de medfÿndur. 560 Fi 22 Cemaøiye’l-evvel, sene 1337. Fi 23 Şubat, sene 1335, Pazar. TÀrìòiñ ôuhÿrı fì 9 Mart, sene 1335. 312 21- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Yÿnus Emrem Dergehi şeyòi Şükrì Efendi’niñ Úabrini pür-nÿr ide her demde õÀt-ı MüsteèÀn 2 Óüsn-i òulúı herkesi meftÿn iderdi kendüye Cümle òalú óoşnÿd idi õÀt-ı ÒudÀ’da bì-gümÀn 3 VÀlidi Esèad Efendi Şeyò Óayder’den mücÀz Kendisi de rÀh-ı Saèdiyye’ye sÀlik bir zamÀn 4 Baède èUşşÀúì Şeyò Óamdì’ye itdi intisÀb Eyleyüp ikmÀl-i esmÀ oldı şeyò-i sÀlikÀn 5 Sinni seksandan tecÀvüz eylemişken İrcèì Emrini aldıúda oldı sÿy-ı cÀnÀna revÀn 6 İstimÀè itdikde çıúdı Şemsì bir tÀrìò-i tÀm Hÿ deyüp Şükrì Efendi úıldı Firdevs’i mekÀn561 [874] ÒulefÀ-i èUşşÀúiyye’den Yÿnus Dede’ye TÀrìòdir BahÀr-ı Şemsì’de terceme-i óÀli vardır. Destereci Aómed Efendi’den aòz-ı feyø itmiş ÓamÀmì İsmÀèìl Efendi’den ãoñra èUşşÀúìleri terbiyeye meémÿr olmuşdı. 1340 561 Fì 10 Receb, sene 1337. TÀrìòiñ ôuhÿrı fì 11 Receb, sene 1337. 313 tÀrìòinde irtiòÀl itmekle Seyyid Uãÿl DergÀhı’na defìn ve mürşidine úarìn olmuşdur. Söyledigim işbu tÀrìò seng-i mezÀrında maókÿkdur.562 22- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 SÀlik-i rÀh-ı ÓüsÀmüddìn-i UşşÀúì olub Aómed Óamdì Efendidir bu õÀta rehnümÀ 2 Saèy idüp ikmÀl içün seyr –i sülÿke rÿz ü şeb İtdi itmÀm luùf-ı Óaúla oldı tevóìd-ÀşinÀ 3 Óayli demdir neşr-i envÀr-ı ùarìúat eyleyüp Feyø-i maènÀ ile irşÀd eyleyordu dÀéimÀ 4 Gerçi ümmì idi ãÿretde faúaù Yÿnus gibi Maènevì èilm-i ledünden úalbi idi rÿşenÀ 5 ÔÀhir ü bÀùın sivÀdan úalbini pÀk eylemiş Baór-i tevóìd ile müstaàraú idi ehl-i fenÀ 6 Aãlına ricèat içün eylerdi dÀéim intiôÀr İrcièì emri gelince eyledi terk-i sivÀ 7 On iki esmÀyı cÀmiè Şemsì cevher tÀriòin Varlıàıñ fÀnì idüp Yÿnus Dede buldı beúÀ563 562 Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 2. 563 Fì 7 Haziran, sene 1338. Fì 10 ŞevvÀl, sene 1340. 314 Re’ìsü’l- Müderrisìn Úırşehirli Yÿsuf Efendi [875] MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì’de mündericdir. èUrefÀ-yı ümmetden bir kÀmil idi. 1339 tÀrìòinde vefÀt itmekle Emìr SulùÀn’da meúÀbir-i òulefÀda defìn ü raómete úarìn olmuşdur. 23- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 İftiòÀr-ı şehr-i Bursa Haøret-i Yÿsuf ØiyÀ èÁlim ü fÀøıl mükemmel kÀmil idi ol hümÀm 2 Úırşehir masúaù Burusa meskeni olmuş idi NÀşir-i feyø-i ilÀhì vÀriå-i faòrü’l-enÀm 3 Miåli gelmez Bursa’ya belki cihÀna bir daha Rÿz u şeb olsun revÀn-ı pÀkine yüz biñ selÀm 4 èÁlim-i èilm-i şerìèat vÀúıf-ı èilm-i ledün Feyø-i úudsìsiyle nÀúıãlar olurdı çün tamÀm 5 SÀlik-i rÀh-ı cenÀb-ı Naúşibend-i Aómedì Olmaàla neşr iderdi feyø-i maènÀ ãubó u şÀm 6 Baş müderris olmuş idi Bursa’da himmet idüb ÔÀhir ü bÀùın èulÿmun tÀèlìm iderdi müdÀm 315 7 VÀúıf-ı esrÀr-ı vaódet èÀrif-i sırr-i meèad İrcièì emri gelince itdi èuúbÀya òırÀm 8 Didi iòvÀn Şemsì-i Mıãrì mücevher tÀrìòin Şeyóimiz Yÿsuf Efendi buldı Firdevs’de maúÀm564 ÓüsÀmüddìn DergÀhı Şeyòi Aómed Efendi’ye TÀrìòdir MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ maùbÿè úısmında ÓüsÀmüddìn DergÀhı faãlında muóarrerdir. 1333 tÀrìòinde vefÀt itmekle dergÀhıñ óaôìresinde [876] defìn ve duèÀ-yı züvvÀra úarìndir. 24- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Şeyò ÓüsÀmüddìn Efendi Dergehi’nde post-nişìn Olmuş idi yetmiş altı sÀl òidmetle be-kÀm 2 SÀlik-i rÀh-ı RufÀèì Òalvetì idi bu õÀt ZÀéirìne óürmet idüb eyler idi iótirÀm 3 Şemsì-i Mıãrì mücevher söyledim tÀrìò añÀ Úıldı Şeyò Aómed Efendi dÀr-ı èAdn içre maúÀm565 564 Fì 28 Rabièul-evvel sene 1339. Fì 9 ÚÀnÿn-i evvel sene 1336, Pençşembe. 565 Fì 22 Zilúaède, sene 1333. Fì 20 Eylül, sene 1331, pazar. TÀrìòin ôuhÿrı fì 25 ŞaèbÀn, sene 1336, cumèÀ. 316 Saèdì DergÀhı Şeyòi VeznedÀr Cemìl Efendi YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ Saèdì DergÀhı faãlında terceme-i óÀli vardır. Kendüsi İstanbullı olub dayım meróÿm Nÿrì Efendi tekyede buña úaãr-ı yed itmiş. Maèa mÀfìh müddet-i iúÀmetinde dergÀhı ièmÀr ve süknÀsını yeniden inşÀ itdirmişdir. Her ne úadar mezÀrını ãanduúasını Burusa’da yapdırmış ise de 1335 tÀrìòinde İstanbul’da vefÀt itmekle Seyyid NiôÀm DergÀhı’na defn olunmuşdur. 25- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Bursa Saèdì Tekyesi’nde post-nişìndi bunca yıl SÀlikÀn-ı rÀh-ı SÀèdüddìn’e olmuşdı delìl 2 Dergehüñ ièmÀrına àayret ile bir çoú zamÀn Varını ãarf eyleyüb hem cismi olmuşdı èalìl [877] 3 Medfenin evvelce iòøÀr itmiş iken Bursa’da Geldi kendüsine İstanbul’da baú emr-i Celìl 4 Meslek ü pìrine pek çoú iètimÀdı var idi TÀ ezelden Şeyò SÀèdüddìn’e düşmüşdi daòìl 5 Dest-gìri ola maóşerde cenÀb-ı pìr añÀ Dest-i Óayder’den içe yevm-i cezÀda selsebìl 317 6 Tekye-i Saèdiyye’de oldı otuz yıl post-nişìn İftirÀúından bütün iòvÀnı olmuşdı melìl 7 Óak deyüb Şemsì-i Mıãrì çıúdı bir tÀrìò güher Şeyò Cemìl’i lÀyıú-ı bezm-i cemÀl úılsun Cemìl566 Ùarìú-i BektÀşì Babalarından NÀéil Efendi BahÀr-ı Şemsì’de terceme-i óÀli vardır. Òalÿú bir õÀt idi. 1341 tÀrìòinde vefÀt itmekle Emìr SulùÀn’da Úaşıúçı-zÀde ÚabristÀnı’nda defìn ve úÀéin-pederine úarìn olmuşdur. 26- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Bende-i óünkÀr-ı BektÀş çÀker-i Ál-i èAbÀ Aèni kim NÀéil Efendi ùutdı Óak’dan yaña rÿ 2 ÒÀnedÀn-ı MuãùafÀ’ya èÀşık-ı şeydÀ idi Óubb-ı Óayder’den meşÀmı çünki almış idi bÿ 3 İrcièì emri gelince AllÀh eyvallÀh deyüb Úıldı teslìm-i emÀnet itmedi hìç güft ü gÿ [878] 4 MüfredÀt oldı terekküb eyleyen cism-i óurÿf Bìst [ü] heşt óarfi daàıldı úalmadı hem sì vü dÿ 566 Fì 10 ŞaèbÀn, sene 1335. Fì 18 Mayıs, sene 1333, pençşembe. (1228+108= 1336-1=1335 Bir çıúdı.) 318 5 ÇÀr tekbìr ile terk itdi vücÿdın varlıàıñ Gitdi lÀhÿt bezmine NÀéil Efendi Óaú diyü567 Emìr SulùÀn DergÀhı Şeyòi RÀàıb Efendi YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ maùbÿè ve àayr-ı maùbÿè úısmında terceme-i óÀli münderìcdir. Şeyò ÙÀhir Efendi’niñ kerìme-zÀdesi olub 1340 sene-i sÀlinde vefÀt itmekle ÓÀcì Emìn Efendi’niñ úabrine vedìèa-i ilÀhìyye úılınmışdır. Ol vaúit şu tÀrìòi söylemişdim: 27- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 ÒÀniúÀh-ı Óaøret-i Emìr’de post-nişìn Şeyò Muóammed RÀàıb Efendi idüp èazm-i beúÀ 2 Òidmet-i SulùÀn Emìr’de èömrini ãarf eylemiş ØÀyièolmaz itdigi òidmet bi-lÀ şek muùlaúÀ 3 SÀlik-i rÀh-ı BahÀéüddìn-i ŞÀh-ı Naúşibend ÒÀnedÀn-ı Ehl-i Beyt’iñ bendesiydi bì-riyÀ 4 èÁşık-ı ãÀdıú muóibb-i evliyÀullÀh olub ÚÀéimen hem úÀèiden eyler idi õikr-i ÒudÀ 567 Fì 2 Zilúaède, sene 1341, cumèairtesi. Fì 16 HazirÀn, sene 1339. TÀrìòin ôuhÿrı fì 5 Zilkaède, sene 1341. 319 5 Geldi üçler tÀrìòin Şemsì mücevher didiler Hÿ deyüb RÀàıb Efendi dÀr-ı èAdn’i úıldı cÀ568 [879] Seyyid Uãÿl DergÀhı Şeyòi èAbdì Efendi MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli YadigÀr-ı Şemsì’niñ àayr-i maùbÿè úısmındadır. Úırú senelik óuúÿúumuz vardır. Mükerrem mültefit idi. 1343 senesi irtióÀl itmişdir. Tekyesinde cümle úapusınıñ ãol ùarafında dedesi MuóibbullÀh Efendi úabrindedir. 28- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Post-nişìn-i dergeh-i Seyyid Uãÿl èÀlì maúÀm Yaènì Şeyò èAbdì Efendi nìk-baòt u nìk-nÀm 2 Bendedir Ál-i èÁbÀ’ya hem de èAbdülúÀdir’e Eyleyüb icrÀy-ı Àyìn-i ùarìúat ãubó u şÀm 3 Ehl-i òidmet ãÀóib-i cevdet ü semÀóat idi ol Her ãaàìr ile kebìre óürmet eylerdi müdÀm 4 Saèy idüp úıldı mücedded dergehiñ bÀnìsidir èİnd-i Óaú’da øÀyiè olmaz itdiài òidmet tamÀm 568 Fì 17 Teşrìn-i åÀni, sene 1340, pazar-irtesi. TÀrìòin ôuhÿrı fì 17. 320 5 Rind-i deryÀ-dil óaúìúü’r-rÿó laùìfe-gÿ idi Meclisinde pür-ùarab pür-neşèe idi óÀã u èÀm 6 Maóviyyet ehli tevÀøuè-pìşe [vü] dervìş-nihÀd èÁşıú-ı billÀh muóibb-i òÀnedÀndı ol hümÀm 7 VÀlidi FÀøıl MuóibbullÀh Efendi ceddidir ÚÀdirì-òÀne’den olmuş nÀéil-i feyøi müdÀm 8 İtdi icrÀ-yı meşìòat úırú sene bu tekyede èİrcièì emri gelince oldı ol dem emre rÀm 9 Şemsì-i Mıãrì duyunca irtióÀlini didim ŞÀfièi olsun cenÀb-ı pìr ile Faòru’l-enÀm 10 Dür gibi iki gözüm yaşıyla çıúdı tÀrìòi Úıldı Şeyò èAbdì Efendi dÀr-ı èAdn içre maúÀm569 [880] Münzevì DergÀhı Şeyòi Vaóyì Efendi YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ àayr-i maùbÿè úısmıında terceme-i óÀli muóarrerdir. MeóÀkimde aèøÀ ve meclis-i meşÀyıòa reéìs olmuşdı. 1344 tÀrìòinde vefÀt itmekle Emìr SulùÀn’da meúÀbir-i òulefÀda öñ ãırada defìn ve raómet-i Óakk’a úarìn olmuşdur. 569 Fì 7 Receb, sene 1343. Fì 2 Şubat, sene 1340. TÀrìòin ôuhÿrı fì 9. 321 29- TÀriò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Münzevì DergÀhı şeyòi idi bu õÀt-ı kerìm Naúşibendì meslegini neşr iderdi sÀl ü mÀh 2 SÀlikÀnıñ òidmetine saèy idüp altmış sene Şeyò ü dervìşÀna olmuş mÀddeten maènen penÀh 3 Meclis-i şeyòÀna olmuşdı reéìs-i muóterem FÀøıl u kÀmil idi ol èÀrif-i pür-intibÀh 4 VÀúıf-ı èilm-i taãavvuf èÀrif-i sırr-ı meèÀd Miåli gelmez bir daha bu sözüme Óaúdır güvÀh 5 Seksan üç yaşında [geldi] İrcièì emri añÀ Maôhar-ı èafv-ı ÒudÀdır bunda yoúdur iştibÀh 6 èÁfiyyet ile muèammer eyleyüp evlÀdların Eylesün MevlÀ-yı ÚÀdir èayn-ı luùf ile nigÀh 7 Söyledim Şemsì-i Mıãrì aña bir tÀrìò-i tÀm Oldı Şeyò Vaóyì Efendi vÀãıl-ı bezm-i İlÀh570 570 Fì 1 Rabièül-evvel, sene 1344, Pazar-irtesi. TÀrìòin ôuhÿrı fì 17. 322 İstanbul’da ÁsitÀne-yi èUşşÀúì Şeyòi MuãùafÀ Efendi MÿmÀ ileyh yed-i emìn óÀlinde berÀ-yı vaèô u naãìóat ramaøÀn-ı şerìfde Burusa’ya gelmiş, [881] ol vaút görüşülmüş idi. Bi’l-Àòire HüsÀmüddìn èUşşÀkì DergÀhı’na şeyò taèyìn olunmuşdur. 1344 TÀrìòinde irtióÀl itmişdir. MuóìbbÀnından pek èazìz aóbÀbımız olan meróÿm Óüseyin VaããÀf Beg’in Àrzÿsı üzre şu tÀrìòini söyledim: 30- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 ÒÀniúÀh-ı Pìr ÓüsÀmüddìn’de olmuş post-nişìn Muãùafa äÀfi Efendi itdi Firdevs’e òirÀm 2 èÁlim ü fÀøıl mükemmel şeyò-i vÀlÀ-şÀn idi SÀliki irşÀd iderdi Haúú’a dÀéim ãubh u şÀm 3 èÁrif-i esrÀr-ı eşyÀ vÀúıf-ı sırr-ı meèÀd NÀşir-i feyø-i óaúìúÀt vÀriå-i Faòru’l-enÀm 4 Miåli nÀdir idi gelmez aña beñzer bir daha CÀmiè-i cümle kemÀlÀt olmuş idi ol hümÀm 5 ÔÀhir ü bÀùın tefeyyüø eyler idi sÀlikÀn Himmet-i úudsiyyesiyle oldı nÀúıãlar tamÀm 6 áusl idüp ôahir ü bÀùın muntaôırdı riólete İrcièì fermÀnı geldi oldı deróÀl emre rÀm 323 7 Didi üçler Şemsì-i Mıãrì añÀ tÀrìò-i tÀm MuãùafÀ äÀfi Efendi úıldı lÀhÿta maúÀm571 ÒulefÀ-yı èUşşÀúiyye’den Bosnalı Óüseyin èAşúì Efendi Burusa èadliyyesinde müddet-i medìde meèmÿrìnde bulunub Destereci Şeyò Aómed Efendi’den münìb ü mücÀz olmuşdı. Bi’l-Àòire Gerede müddeèì èumÿmìsi iken 1343 [882] tÀrìòinde orada vefÀt itmişdir. Terceme-i óÀli BahÀr-ı Şemsì’de mündericdir. Çünki maóall-i hicreti Burusa idi. 31- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Devr ile geldi cihÀna kisve-yi insÀn geyüb SÀlik-i rÀh-ı HüsÀmüddìn-i èUşşÀúì olub 2 Şeyò Óamdì’den sülÿk u seyrini itdi tamÀm Oldı aòlÀúı óasen tezkiye-i nefs eyleyüb 3 Meslek-i èadliyyede olmuşdı èumÿma müddeèì Her óuúÿúını ãıyÀnet milleti muètÀd idüp 4 Bosna’dan hicretle Bursa aña olmuşdı vaùan Gerede nÀm beldede gitdi beúÀya çaàrılub 571 Fì 24 ŞevvÀl, sene 1344, cumèa. TÀrìòin ôuhÿrı fì 5 õi’l-kaède, sene 1344. 324 5 Leyle-i cumèa reàÀéib idi ol dem irtióÀl Eyledi Rabbine vuãlaù ircièì emrin ùuyub 6 İşidince Şemsì Mıãrì didi tÀrìòi añÀ Óaúú’a vÀãıl oldı èAşúì èaşú ile yÀ Óayy deyüp572 DÀàıstÀnì ÓÀcì Aómed Óamdi Efendi e’r-RukkÀlì MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ àayr-ı maùbÿè úısmında mufaããalan muóarrerdir. 1343 senesi İstanbul’da vefÀt itmekle òÀric-i sÿrda defîn-i òÀk-i èıtırnÀkdır. 32- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Nesl-i sÀdÀt-ı kirÀmdan fÀøıl-ı pür-iútidÀr Óazret-i Aómed Efendi mürşid-i èÀlì-tebÀr [883] 2 èÁlim ü kÀmil ledünnì èilmine vÀúıf idi Himmetiyle feyø-i maènÀ eyler idi intişÀr 3 Çoú cefÀlar gördi bu fÀni cihÀnda vÀúıèan æümme emåel sırrı bunda çünki oldı ÀşikÀr 4 Muntaôırdı òalvetinde daèvet-i Óaúú’a müdÀm İrcièì emri gelince itdi èazm-i KirdikÀr 572 Fì receb, sene 1343. TÀrìòin ôuóÿrı fì 28 õi’l-úaède, sene 1344. 325 5 Şehr-i ãavmıñ on yedisinde dindi ircièì İttibÀè itdi cenÀb-ı Óayder’e ol kÀmkÀr 6 Girip üçler bu cevher tÀrìòi Şemsì didi Şeyòiñiz Aómed Efendi úıldı èAdn içre úarÀr573 MÀliye Müfettişliàinden MüteúÀèid Mutaãavvıfìnden ŞÀkir Efendi MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli BahÀr-ı Şemsì nÀm eser-i àayr-ı maùbÿèda yazılmışdır. Bu õÀtla muèÀrefemiz oldıàından reèìsü’l-meşÀyıò Vaóyì Efendi vÀsıùasıyla dÀmÀdı Şükrì Efendi bir tÀrìò istemiş. SüleymÀnõÀde SÀmi Beg ol vaút maèÀrif müdìri idi. Mektÿbçı da SüleymÀn Naôìf Beà olub işbu tÀrìòden dört beytini intiòÀb iderek Emìr SulùÀn rehgüõÀrında Úaşıúçıoàlı mezÀrlıàına úarìb olan medfene rekz olunan ùaşa yazılmışdır. 1315 TÀrìòinde vefÀt itmişdir. 33- ÙÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Devrini ikmÀl içün itdi taóarrì sÿbesÿ Kisve-i insÀnı geydi úıldı taóãìl nìkòÿ [884] 2 VÀúıf-ı èilm-i ledündür èÀrif-i mebdeé meèÀd Sırr-ı tevóìdden meşÀmı çünki almış idi bÿ 3 Eyler elbette şefÀèat òamse-i Ál-i èAbÀ Ùutmuş idi anlarıñ dergÀhına her demde rÿ 573 Fì 17 Ramaøan, sene 1343, cumèa. TÀrìòin ôuhÿrı fì 1 CemÀøiye’l-evvel, sene 1345. 326 4 Semèine vÀãıl olunca ircièì emri anıñ Oldı teslìm-i rıøÀda úılmadı hiç güft ü gÿ 5 èArş-ı menúÿş vech ile arø u semÀsı tÀrumÀr Oldı hÀlik cümle eşyÀ úalmadı illÀ ki Hÿ 6 Baór-i vaódet sırrına óayrÀn u ser-gerdÀn olub SÀóil-i keåretde cemè itmiş idi çoú incü 7 Aãlına ricèat içün eylerdi dÀéim intiôÀr MÀsivÀdan el yudı vuãlat içün úıldı vuøÿ 8 MüfredÀt oldı terekküb eyleyen cism-i óurÿf Bist ü heşt óarfi daàıldı úalmadı hem sì vü dü 9 Bende-i Ál-i Muóammed maôhar-ı faøl-ı ÓudÀ Feyø-yÀb olmuşdı rÿó-ı ÓÀcì BektÀşiyye’de o 10 ÇÀr tekbìr ile tefrìd oldı terkìb-i vücÿd èAzm-i LÀhÿt eyledi ŞÀkir Efendi Hÿ diyü574 MÿmÀ ileyh óarf-i meslek-i Óurÿfiyye’ye sÀlik olub BektÀşì olmadıàını ãoñradan añladım maèmÀfìh Óurÿfìlik başúa BektÀşìlik başúa iken zamÀnımızda ikisi birleşmişdir. Bu tÀrìòiñ birinci, ikinci, yedinci ve ãoñuncı beyitleri ùaşında maókÿkdur. 574 Fì 8 CemÀøiye’l-evvel, sene 1310. 327 Emìr SulùÀn Şeyòi RÀàıb Efendi’niñ Pederi Òalìl Efendi Fì 28 äafer, sene 1335 tÀrìòinde vefÀt itmişdir. Óìn-i defninde zirdeki tÀrìòi söylemiş ve ol vaút Emìr SulùÀn DergÀhı’na şeyò olan maódÿmı RÀàıb Efendi’ye virmiş idim. [885] 34- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Tekye-i SulùÀn Emìr şeyòi Mehmed RÀàıb’ıñ VÀlidi dÀru’n-NÀèìm’i eylemişdir cÀy-gÀh 2 Sinn-i seksandan tecÀvüz eylemişken dÀéimÀ CÀmiè-i SulùÀn Emìr’de bulunurdı penc-gÀh 3 èÁbid ü zÀhid seòÀvet-pìşe bir kÀmil idi Raómeti deryÀsına àarú eylesün añı ilÀh 4 Hidmet-i Sulùan Emìr’e vaútini ãarf eylemiş Rÿz-ı maóşerde şefÀèat eylesün olsun penÀh 5 Zevcesi Dervìşe ÒÀnımdan iki mÀh ãoñra da Kimseye bÀr olmadan oldı cinÀna rÿ-be-rÀh 328 6 ŞemsiyÀ üçler gelüb tÀrìòini cevher didi Eyledi riólet beúÀya Òalìl Efendi nÀgÀh575 Burusa áazetesi äÀóib-i İmtiyÀzı MurÀd Emrì Efendi BahÀr-ı Şemsì eåerimizle EõhÀr-ı Şemsi’de terceme-i óÀli vardır. VefÀt itdigi gice yuúarı oùada óafìdesiniñ velìmesi icrÀ ve kendüsi aşÀàıda èÀzim-i rÀh-ı beúÀ olmuşdur. 1335 senesi vefÀt idüb Emir SulùÀn’da Úaşıkçıoàulları’na yaúın úabristÀnda defindir. 35- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Küllü mevlÿdin yemÿtdür bunda itme iştibÀh Küllü merzÿúun yefÿtdür dünyÀda yoúdur devÀm 2 İşte bu Emrì Efendi Yeñişehir FenÀr’dan Bursa’yı hicretle úılmış idi kendüye maúÀm [886] 3 NÀmına bir maùbaèa itmiş küşÀd neşr-i fünÿn Eylemek muètÀd idi hem çalışurdı ãubó u şÀm 4 Kendüsi ümmì iken bi’l-Àòire himmet idüb Saèy ü àayretle mükemmel şÀèir olmuş ol hümÀm 575 Fì 28 äafer, sene 1335, pazar. 329 5 Düşdi bir derde devÀsın bulmadı doútorlar èÁúıbet gitdi beúÀya ola cÀ dÀrü’s-selÀm 6 Bì-nuúaù bir çıúdı tÀrìò Şemsì-i Mıãrì añÀ İrcièì emri gelince oldı Emrì emre rÀm576 ÒulefÀ-yı èUşşÀúiyye’den RÀsim Efendi Burusa düyÿn-ı èumÿmiyye taórìrÀt başkÀtibi iken irtióÀl idüb PınÀrbaşı’nda MevlevìòÀne’niñ óarem dÀéiresi úarşusındaki tepededir. Söylediàim tÀrìò seng-i mezÀrında menúÿşdur.577 36- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Burusa düyÿn-ı èumÿmìsinde başkÀtib iken Eyledi RÀsim Efendi cÀnını Óaúúèa niåÀr 2 Masúat-ı reési Edirne Bursa’ya meémÿr olub Óamdì-i èUşşÀúiyye’den olmuşdı maènen vÀyedÀr 3 Óüsn-i aòlÀú ile mevãÿf eylemiş seyr-i sülÿk Sırr-ı tevóìde vuúÿfiyetle oldı kÀm-kÀr 4 Mesleginde istiúÀmetle teşehhür eylemiş Kimseyi incitmemiş andan da rÀøì KirdigÀr 576 Fì 6 Rebìèu’l-evvel, sene 1335. 577 Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 3. 330 5 Gitdi üçler söyleyüb tÀrìòini cevher Şemsì Eyledi RÀsim Efendi bÀà-ı Firdevs’de úarÀr578 [887] ÒulefÀ-yı èUşşÀúiyye’den Şevket Efendi Terceme-i óÀli BahÀr-ı Şemsì’de muóarrerdir. Evvelce Bursa düyÿn-ı èumÿmiyye taórìrÀt başkÀtibi olub bi’l-Àòire Sivas düyÿn-ı èumÿmiyye başmüdìrligine taèyìn ve baède teúÀèüd olaraú Bursa’da iúÀmet itmekde iken 1344 tÀrìòinde vefÀt itmişdir. PınÀrbaşı’nda medfÿndur. VefÀtını işidince söyledigim mıãrÀè tÀrìò teãÀdüf itmekle baède’l-èilÀve buraya yazıldı. 37- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 SÀbıúan şehr-i Sivas’da olmuş iken başmüdìr äonra teúÀèüd olub Bursa’yı meévÀ eyledi 2 Pìr-i èUşşÀúiyye’ye mensÿb Şeyò Aómed Óamdi’den Aòõ-ı feyø ile sülÿk u seyrin ìfÀ eyledi 3 èÁrif ü èÀşıú maóabbet ehli ãÀóib-dìl idi Óüsn-i aòlÀú ile esmÀsın müsemmÀ eyledi 4 Varlıàın maóv eyleyüb cümle sivÀyı terk ile Óaúú ile bÀúì olub lÀ’sını illÀ eyledi 578 Fì 9Receb, sene 1339. TÀrìòin ôuhÿrı f ì 22 RamaøÀn, sene 1340. 331 5 İrticÀlen söyledim Şemsì-i Mıãrì tÀrìòin Óaú diyü Şevket Efendi èazm-i èuúbÀ eyledi579 MÿmÀ İleyhiñ Genc Maódÿmı Enver Beg’e TÀrìòdir 1337 senesi on üç on dört yaşında iken vefÀt itmişdir. PınÀrbaşı’ndadır. [888] 38- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Küllü mevlÿdin yemÿt ve küllü merzÿúin yefÿt Kimseler bÀúì deàildir bu cihÀnda bì-gümÀn 2 Baú bu úabriñ ãÀóibi àÀyet zekì bir genc idi Oldı bu fÀnì cihÀndan èÀzim-i bÀúì cinÀn 3 VÀlideyni yandı nÀr-ı fürúatiyle Àh idüb äabrı güç çÀre bulunmaz vire ecrin MüsteèÀn 4 Ol ùokuz yaşında düşdİ bir devÀsız derde kim Óasretiyle yaúdı eyvÀh vÀlideyni nev-civÀn 5 Babası Şevket Beg’e hem mÀderine luùf-ı Óaú İrişüb ãabr u taóammül ile olsun kÀm-rÀn 579 Fì 3 ŞevvÀl, sene 1344. TÀrìòiñ ikmÀli fì 22. 332 6 Gerçi zìr-i hÀkde medfÿn nÀzenìn cismi anıñ Lìk rÿóı pür-ùarabdır añÀ meévÀdır cinÀn 7 Eyleyüb Ál-i èÀbÀ himmet tamÀm tÀrìò didim Oldı Enver Beg fenÀdan dÀr-ı Firdevs’e revÀn580 Çetenbe Sefìr-i EsbÀúı el-ÓÀc BÀúì Beg Terceme-i óÀli àayr-i maùbÿè BahÀr-ı Şemsì’de mündericdir. FÀøıl şÀèir bir õÀt idi. DÀmÀdı maèÀrif müdìri Óayder Beg Burusa’da olmaú münÀsebetiyle Burusa’yı vaùan-ı åÀnì ittiòÀõ itmişdi. 1345 tÀrìòinde vefÀt itmekle Óaøret-i Emìr’de meúÀbir-i òulefÀda ön ãırada ãaà cihetde servi altında defin ve duèÀ-yı züvvÀra úarìn olmuşdur. [889] 39- TÀrìò MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün 1 Sefìr-i esbaú-ı şehr-i Çetenbe BÀúì Beg nÀgÀh Sefer úıldı beúÀ iúlìmine devrin idüb ikmÀl 2 Vaùanla millete her dem ãadÀúatle idüb òidmet MükÀfÀtın virir elbet ÒudÀ eyler añÀ iúbÀl 3 Muóibb-i Mevlevì idi muèammer oldı fÀnìde MusÀvì lafôatu’llÀha óesÀbda altmış altı sÀl 580Fì 5 ŞaèbÀn, sene 1349, Pazar. 333 4 Faøìlet-pìşe bir kÀmil idi ehl-i tevÀøÿè hem Maóabbet eylemiş Ál-i èAbÀya oldı ãÀóib-óÀl 5 Gelince ircièì emri vaúit øÀyiè itmeyüb aãlÀ HemÀn-dem eyledi emre iùÀèat èarø-ı mÀ fì’l-bÀl 6 Duyunca Şemsì-i Mıãrì anıñ ol dem vefÀtını Olub maózÿn didi úalbim añÀ nÀdir olur emåÀl 7 Dü çeşmim yaşı dür gibi gelüb tÀrìòini naôm itdim èAzìmet itdi fÀnìden beúÀya BÀúì Beg fi’l-óÀl581 Sirkeci Gümrük Başmüdìr-i SÀbıúı Óüseyn VaããÀf Beg MÿmÀ ileyh ùarìú-i èUşşÀúiyye’den müstaòlef ve ùarìú-i Gülşeniyye’den mücÀz oldıàı gibi CenÀb-ı Mıãrì’ye dil-dÀde anıñ ÀåÀrına üftÀde idi. Kendüsiyle on sene evvel muèÀrefe peydÀ itmiş, teşvìúimle birkaç nuùú-ı Mıãrì’yi şeró itmiş. Ve úırú úadar ÀåÀrı vardır. Ez-cümle beş cild Sefìne-i EvliyÀ’sı vardır. Baèø-ı eåerleri maùbÿèdur. 1348 tÀrìòinde İstanbul’da vefÀt idüb Rÿmili meøÀrında medfÿndur. [890] 40- TÀrìò MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün 1 Gider her kim gelür fÀnì cihÀna úalmayub hìç kes Gelenler söylemez óikmet nedir gelmez gidenden ses 581 Fì 10 Rebìèu’l-aòire, sene 1345. TÀrìòin ikmÀli fì 13. 334 2 Yine øÀyiè olub gitdi cihÀndan bir ferìdü’l-èaãr Óüseyn VaããÀf gibi gelmez cihÀna fÀøıl u enfes 3 Tefeyyüø eylemiş rÀh-ı SezÀyì Gülşenì’den ol ÓüsÀmüddìn ü Mıãrìler olurlar aña imdÀd-res 4 İdüb mevlÿdini tavøìó SüleymÀn Dede’niñ aúdem Yazub pek çoú eåer manôÿm gerek menåÿr olub ecnes 5 O idi èÀrif-i billÀh murÀdı vuãlat-ı cÀnÀn Ölüb el çekdi dünyÀdan diyor idi ÒudÀdır bes 6 Çıúub Ál-i èAbÀ himmet idüb Şemsì didim tÀrìó Óüseyn VaããÀf Beg’iñ oldı mekÀnı cennetü’l-Firdevs582 İlk EvlÀdım Muóammed TÀcüdddìn’e TÀrìòdir Fì 22 Receb sene 1306 ve fì 12 Mart sene 1305 tÀrìòinde tevellüd idüb pek naóìf oldıàından her raóatsızlıúla muôùarib olurdı. èÁúibet fì 4 CemÀdiye’l-evvel sene 1314 ve fì 30 Eylül sene 1312 tÀrìòinde vefÀt itdi. Ceddiniñ úabrine defin idildi. Pek õekì bir çocuú idi. CenÀb-ı Óaú bÀúìlere èömür virsün. Ol vaúit şu tÀrìòi söylemişdim: 582 Fì 18 CemÀøiye’l-evvel, sene 1348. Fì 21 Teşrìn-i åÀni, sene 1929, pencşenbe. TÀrìòin ôuhÿrı fì 21 Teşrìn-i åÀni, sene 1929. 335 41- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün [891] 1 äad dirìà ü óayf elden gitdi TÀcüddìn’im Àh Sìne-i ãÀd-pÀrem oldı fürúatiyle ÀteşgÀh 2 Yanmayım ya neyleyim derdine ãabr itmez göñül Her cefÀdan başúa gösterdi baña baót-ı siyÀh 3 Geldigi günden beri bu dehre çekdi çoú cefÀ Heşt sÀle geldiğinde èAdn’e oldı rÿ-be-rÀh 4 Görmedi bir rÿy-ı rÀóat olmadı hìç kÀm-yÀb Ol gül-i nevresteye òÀr-ı ecel úıldı tebÀh 5 Ehl-i Beyt’e èÀşıú idi óaste iken vird idüb Óaú Muóammedle èAlì pìrim diyü ol bì-günÀh 6 èAúl u fikri tÀm olub aòlÀúı aósendi anıñ Rÿóı àÀlib olmuş idi cismine bì-iştibÀh 7 İtmediñ àaddÀr felek gözyaşıma şefúat-i raóm NÀr-ı óasretle dil-i bì-çÀremi úıldıñ siyÀh 8 Dehre geldikden beri şÀd itmedin ôÀlim felek Baór-ı àamda àarú idüb úaddimi itdüñ sen kÿtÀh 336 9 Áteş-i Àh u enì nim çıúdı eflÀke müdÀm Yandı herkes óasret ile hem daòi şems ile mÀh 10 Ne gelür elden èaceb olmuş mı hìç kimse òalÀã Ecr ile ãabrı iósÀn eylesün Rabbi ilÀh 11 Bir daòi göstermesün Rabbim baña aóbÀbıma Eylesün maèãÿmumı şÀfiè bize Óayy u ilÀh 12 İki çeşmim yaş ile tÀrìòin yazdım Şemsì Úumrı-veş uçdı cinÀna vÀh TÀcüddìn’im vÀh583 Burusa Düyÿn-ı èUmÿmiyye Baş Müdìri èAli RıøÀ Beg’iñ Kerìmesi Òadìce Fıùrat ÒÀnım’a TÀrìòdir [892] 42- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Başmüdìr èAlì RıøÀ Beg duòter-i nevrestesi èIyd-ı fıùrıñ altısında oldı gözlerden nihÀn 2 ÇÀresiz bir derde düşdi altı günde ãad óayf GülsitÀn-ı èömrüni úıldı òarÀb bÀd-ı òazÀn 3 İsmi olmuşdı müsemmÀya muvÀúıf pek òalÿú Fıùratında raóm u şefúatle nezÀket rÀy-gÀn 583 1314. 337 4 Kimseyi rencìde itmez ùabèı olmuşdı laùìf Bedr iken irdi òusÿfa böyle meh-ùalèat civÀn 5 On sekiz yaşında iken olmadı hìç kÀm-yÀb Zìr-i òÀkde böyle bir nÀzik beden ùutdı mekÀn 6 [Òadìce Fıùrat]584 nÀmı tÀrìòdir anıñ mevlìdine [Áh ü Àh]585 lafôı da anıñ èömrüni eyler beyÀn 7 VÀlideyni fürúatiyle olmasın mı dÀà-dÀr Böyle gence hangi insÀn eylemez Àh ü figÀn 8 Maôhar-ı ismi äabÿr olsun pederle mÀderi äabrı güçdür çÀresi güç lüùf ide MevlÀ hemÀn 9 Óaú benÀt-ı ùÀhirÀt-ı Aómed’e itsün úarìn Óacle-gÀhıñ cennetü’l-MeévÀda úılsun MüsteèÀn 10 İki gözüm yaş ile çıúdı bir tÀrìò Şemsì Kuş gibi uçdı cinÀna oldı Firdevs-ÀşiyÀn586 Emir SulùÀn’da nerdubÀnıñ ãaàında Münìr Paşa’nıñ úabrine muttaãıldır. 584 1311. 585 18. 586 Fì 6 Ramaøan, sene 1331. Fì 25 Aàustos, sene 1329. 338 Burusa LivÀ Fırúa Úumandanı Necìb Paşa’nıñ EvlÀd-ı Maèneviyyesi Maúbÿle ÒÀnım’a TÀrìòdir [893] MÿmÀ ileyh Necìb Paşa büyük óalamız ÕÀéiú Efendi kerìmesi KÀtibe ÒÀnım’ıñ sÿd-i hemşìresi áanìme ÒÀnım’ıñ oàlıdır. VÀlidesi 1306 tÀrìòinde vefÀt itmekle vaãıyyeti mÿcibince MevlevìòÀne’niñ óarem dÀéiresi úarşusına defin olunmuşdur. Cumèa günleri òiùÀbete giderken baña oúursun dirdi. Óaúìúaten de öyle oluyor; oradan geçdikce birer FÀtióa oúuyorum. Bi’l-Àòire oàlı Beyrut’dan Burusa’ya geldi. VÀlidesiniñ úabrini yapdırdı. Zìrde tÀrìòi muóarrer. Úızcaàızı da çocuúluúdan evlÀd olaraú almış yanında büyütmüşdü. 1312 TÀrìòinde vefÀt itmekle áanìme ÒÀnım’ıñ yanına defin olundu. Baèdehü Necìb Paşa da vefÀt itmekle o da onlarıñ civÀrına defin olunmuşdur. 43- TÀrìò FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Maènevì duòterine Óaøret-i Necìb Paşa’nıñ İrcièì emri gelince eyledi èazm-i cinÀn 2 Kendisi yirmi iki yaşına girmişdi henüz BÀà-ı èömrine verem derdi gelüb irdi òazÀn 3 Ne ãafÀ var gülüşünde ne vefÀdan şemme Kimseye bÀúì degil lÀ-cerem fÀnì cihÀn 4 Eylesün faòrü’n-nisÀya hem-civÀr Rabbi áafÿr Úıla èuúbÀda anı Óaøret-i MevlÀ şÀdÀn 339 5 Kilk-i cevher-dÀr ile yazdı Şemsì tÀrìòin İtdi Maúbÿle ÒÀnım Firdevs-i aèlÀ’yı mekÀn587 [894] Ùarìú-i BektÀşiyye’den Aúmanoàlı ÓÀcì Muãùafa Aàa 44- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Aúmanoàlı ÓÀcì MuãùafÀ Aàa Kendisi ãu yolcıyidi mÀh u sÀl 2 ŞÀh-ı deşt-i KerbelÀ’nıñ èaşúına Aúıdırdı her eve Àb-ı zülÀl 3 TÀ ezelden óubb-i evlÀd-ı Rasÿl İle bulmuş idi maènen vaóìd ü óÀl 4 Hem ùarìú-i nÀzenìne müntesib Ol ùarìúde buldı çoú feyø-i kemÀl 5 İrcièì emri gelince semèine Hÿ çeküb ol demde úıldı intiúÀl 6 äÀóib-i Kevåer şefÀèat eylesün Dest-i Óayder’den içe yevmü’s-süéÀl 587 Fì 3 ŞaèbÀn, sene 1314. Fì 26 ÚÀnÿn-i evvel, sene 1312. 340 7 Yediler böyle didiler tÀrìòin Óaú deyüb itdi beúÀya irtióÀl588 Dervìşe Ümmügülsüm ÒÀnım’a TÀrìòdir MÿmÀ ileyhÀ Emìniyye DergÀhı bÀnìsi meşÀhir-i meşÀyıò-ı kirÀmdan eş-Şeyò Emìn Efendi’niñ kerìme-õÀdesi Şeyò Emìn Efendi’niñ kerìmesi Şeyò BahÀüddìn ve ÁgÀh Efendileriñ hemşìresi Mevlevì şeyòi meróÿm NiôÀmüddìn Efendi zevcesi ve el- yevm şeyòü’l-Mevlevì [895] Muóammed Şemseddìn Efendi’niñ vÀlidesidir. 1332 TÀrìòinde vefÀt itmekle türbenin òÀricinde maúbere-i maòãÿãasında defin ve raómet- i Óaúú’a úarìndir. 45- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Nesl-i evlÀd-ı Muóammed bende-i MevlÀ-yı Rÿm ÓÀce Dervìşe ÒÀnım eyledi èAdn’e òirÀm 2 Şeyò Emìn-i Naúşibendì nesl-i pÀkinden gelüb Ümmü şeyòü’l- Mevlevì dinmekle olmuşdur be-nÀm 3 Şeyò NiôÀmüddìn Efendi zevce-i pÀkìzesi Olmaàıle óayli demler oldı muúøiyyü’l-merÀm 4 ÔÀhir ü bÀùın mücÀhid ãÀóib-i lüùf u kerem Maôhar-ı sırr-ı Nebì Eyyÿb-ı äÀbirdi tamÀm 588 Fì 19 Õi’l-óicce, sene 1320. 341 5 èÁbid ü zÀhid muóibb-i Mevlevì vü Naúşibend ÒÀnedÀn-ı Ehl-i Beyt’e eyler idi iótirÀm 6 Kendüsi deryÀ-yı raómetde àarìú olduúça çoú Eyleye maòdÿm-ı èÀlìsiyle aòfÀdıñ be-kÀm 7 Eylesün MevlÀ bi-óaúúı Òamse-i èÁl-i èAbÀ Óaøret-i faòru’n-nisÀya úurbiyetde ber-devÀm 8 Cevherìn tÀrìò bu mıãrÀè ŞemsiyÀ Òaú eyleye Ümmügülsüm ÒÀnım’a Firdevs-i AèlÀ’da maúÀm589 Moralı DergÀhı Şeyòi ÓÀcì Muósin Efendi MÿmÀ ileyh baèø-ı esbÀba mebnì fì 10 äafer sene 1333 tÀrìòinde tevóìd-òÀne úapusınıñ öñündeki aàaca kendüsini ãalb iderek intiòÀr itmişdir. Pederiniñ [896] yanına ióøÀr olunan úabre defin idilmişdir. Terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì’de vardır. 46- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Bü’l-èacìbdir bü’l-èacìbdir emr-i taúdìr-i KirdigÀr Kimse idrÀk eylemez künhüni àÀyet düşvÀr 2 BÀnì-i DergÀh-ı CenÀb-ı Şeyò èAliyyü’l-Òalvetì Necl-i LüùfullÀh Efendi-zÀde Muósin nÀm-dÀr 589 Fì 24 Òaziran, sene 1330 äalı. 342 3 Her ùarafdan ıôùırÀb virdi èumÿr-ı dünyevì èÁúıbet oldı óayÀtı kendüsine çoúça bÀr 4 İtmedi ãabr u taóammül èömrine virdi òitÀm Cümleyi eyleye maófÿô böyle óÀlden KirdigÀr 5 èÁline evlÀdına dergÀhına oldı mehìn İşte bu fièliyle itdi cümlesini tÀr-mar 6 èAfv ide taúãìrini MevlÀ-yı áaffÀrü’õ-õünÿb Raómeti deryÀsına àarú eylesün PerverdigÀr 7 Fevtine tÀrìò-i tÀmdır işbu mıãrÀè hemÀn ÓÀcì Muósin kendüni ber-dÀr idüb Manãÿr-vÀr RivÀyete naôaran Maúsem Maóalleli Ballı Beg èAlì nÀmında birisini úatl itmiş, baède’l-muóÀkeme berÀéat úazanmış, pederinin vefÀtından ãoñra birÀderiniñ èaleyhine úıyÀmla evham getürmesine sebeb olmuş ve vefÀtına bÀèiå imiş. Daha ãoñra birÀderiniñ kerìmesi NigÀr’ın nÀmÿsına söz söyledigi içün úızcaàız intiòÀr itmiş. Bununla berÀber tekyeniñ selÀmlıú oùalarını yıúmış, icrÀ-yı Àyini ve fuúarÀyı iùèÀmı terk itmiş, [897] Çekirge’deki vaúıf-òÀneyi mülke taóvìle úalúmış, óisset-i ùabèından o úadar åervetden istifÀde idememiş, olunan şikÀyet üzerine evúÀf müdìri NiyÀzì Beg maèÀşını virmemiş. ÒÀneyi ôabù itmiş daha bir ùaúım meãÀéib ôuóÿr itmekle tebdìl-i meslek itmeyerek èÀúıbet kendi cÀnına úıymış. Fì 10 äafer sene 1333 ve fì 16 KÀnÿn-i evvel sene 1330 tÀrìòinde Pazar-irtesi gicesi neèÿõü billah kendüsini ãalb itmişdir. 343 47- Çalı Úaryesinde Dervìş Oàlı äÀlió AàÀ’nıñ Oàlına TÀrìò FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Dervìş oàlı äÀlió’iñ nÿr-dìdesi óayf Óükm-i ilÀóì ile úıldı ‘uúbÀya sefer 2 Rÿz-ı maóşerde ola şefìèi Ál-i èÁbÀ Dest-i èAlì’den içe ãÀfì şarÀb-ı Kevåer 3 NÀmdaşıdır anıñ ŞÀh-ı deşt-i KerbelÀ PenÀh olur şübhesiz şÀh-ı velÀyet Òayder 4 VÀlideynine ÒudÀ ãabr-ı cemìl [ü] èinÀyet Eyleye lüùf u kerem ile anlara naôar 5 Fevtine anıñ didim tÀrìò-i tÀmdır Şems Rÿó-ı Óüseyn eyledi cennet-i èAdn’i maúar590 Yüzbaşı èAbdullÀh Beg’iñ Refìúası Nezìhe ÔÀhide ÒÀnım’a TÀrìòdir [898] 48- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 PìşvÀ-yı ÒalvetiyyÀn Pìr ÓüsÀmüddìn Velì Mesleginden feyø-yÀb olmuş idi vÀyedÀr 590 1324. 344 2 Yüzbaşıdır hem-seri Mìr èAbdullÀh kim Feyø-i Pìr ile olub meslekinde kÀm-kÀr 3 ÓÀãıl idüb óüsn-i óÀl ùÀhir olub eféide Úıldı sülÿkun tamÀm úalbi olub pür-mesÀr 4 Nice zamÀn mübtelÀ oldı èaceb derdlere äabr iderek varlıàın itdi o dem tÀr-mÀr 5 Óayy ile buldı óayÀt oldı kemÀli èıyÀn İtdi iåbÀt-ı vücÿd Óaúú’a revÀnın tebÀr 6 Gevher-i eşkim ile yazdım anıñ tÀrìòin Rÿh-ı Nezìhe ÒÀnım itdi cinÀnda úarÀr591 Virgü KÀtiblerinden Bir ÕÀtıñ VÀlidesine Bu tÀrìò Pıñarbaşı úabristÀnında ÒÀce Efendi türbesiniñ şarúında medfÿn olan Òadìce ÒÀnım’ın úabir ùaşında åülüå òaùla maókÿkdur.592 Faúaù yazan õÀtıñ biøÀèa-i èilmiyye ve kitÀbeti olmadıàından pek çoú yanlış yazmışdır. 49- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Duòter-i ‘OåmÀn Efendi Òadìce ÒÀnım Burusa’ya Turóal şehrinden hicret eyleyüb olmuş muúìm 591 Fì 8 Receb, sene 1342. Fì 14 Şubaù, sene 1340. 592 Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 4. 345 [899] 2 Yetmişi úılmış tecÀvüz sinni olmuş iòtiyÀr Şübhesiz olmuşdur elbet lÀyıú-ı èafv-ı Kerìm 3 Óaøret-i Faòrü’n-NisÀ’ya hem-civÀr úılsun ÒudÀ Raómeti deryÀsına àarú eylesün Óayy ü Úadìm 4 Geldi emr-i ircièì semèine açdı per ü bÀl Şehr-i mÀtemde añÀ oldı maúÀm bÀà-ı Naèìm 5 Neõr-i MevlÀnÀ ile fevtine düşdi tÀrìòi Úaãr-ı èAdn’i añÀ mesken eylesün Rabbi Raóìm593 Burusa AlÀy Begi CÀvìd Beg’in Hemşìresine Biñ üç yüz úırú üç tÀrìòinde mÿmÀ ileyh CÀvìd Beg de vefÀt itmekle hemşìresiniñ úabrine defin olunmuşdur. Şeyò Sırrì Efendi’niñ òaùùıyla muóarrer olub mÿmÀ ileyhiñ iltimÀsıyla bu tÀrìò hemÀn söylenilmişdi: 50- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Burusa øabùıyye alÀy begi CÀvìd Beg’iñ Àh Úıldı hemşìresini çerò-i denì òÀk-i siyÀh 2 On iki yaşına girmiş idi ol àonca henüz Derd-i bì-dermÀn ile úıldı anı maóv ü tebÀh 593 Muóarrem, sene 1315. TÀrìòiñ ôuhÿrı fì 3 ŞaèbÀn, sene 1318. 346 3 Ey felek insÀn degil ùaàlar dayanmaz cevriñe İşte bu maèãÿmuñ itdiñ nÀzenìn ömrün kÿtÀh 4 Düşdi fevtine ùoúuz eflÀkden bir tÀrìò594 ÙÀhire ÒÀnım bu yılda èAdn’i úıldı cilve-gÀh595 [900] Saèdì Şeyòi Cemìl Efendi’niñ Refìúası ÒÀnım’a MÿmÀ ileyhÀ òalÿú kibÀr bir òÀnım idi. Dayım meróÿmuñ tekyesi Cemìl Efendi’ye úaãr-ı yedi münÀsebetiyle óuúÿú óÀãıl idilmiş. Óaúúımda pek çoú iòtirÀmlarda bulunurdı. 1345 TÀrìòinde Anúara’da kerìmesi Vesìle ÒÀnım’ıñ nezdinde iken vefÀt itmişdir. Bu münÀsebetle õìrdeki tÀrìòi söylemiş damadı Òayri Beg’e göndermiş idim: 51- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Bursa’da dergÀh-ı Saèdì şeyòi meróÿm veznedÀr Şeyò Cemìl Efendi’niñ pÀkìze õevcesiydi Àh 2 YÀènì Şevket Emine ÒÀnım nisÀnıñ mefòari İrcièì emrin alınca oldı Óaúú’a rÿberÀh 3 Kendisi óüsn-i şiyem èÀlì-cenÀb èiffet-meéÀb Mültefit idi misÀfir-perver [u] bìkes penÀh 594Bu mısra “Şemsì-i Mıãrì didim fevtine tÀrìò-i tÀm” şeklinde de okunabilir. Alternatif mısraè müellif tarafından bu mısraèın hemen yanına kaydedilmiştir. 595 Fì 2 CemÀøiye’l-evvel, sene 1318. 347 4 Òaøret-i Òayrü’n-NisÀ’ya Óaú úarìn itsün anı Eyleye bÀà-ı behişti kendüsine cÀy-gÀh 5 Şemsì-i Mıãrì didim bir Àh ile tÀrìò-i tÀm Eylesin anıñ maúÀmın cennetü’l-Firdevs İlÀh596 Şeyò Saèdì Efendi’niñ Maòdÿmı èAlì Efendi MÿmÀ ileyh Saèdì Efendi esÀsen Köstendil muhÀcirlerinden olub Üsküb’de iúÀmet itmekde iken Balúan óarbi ùolayısıyla Burusa’ya hicret eylemiş. [901] èAlì Efendi òalÿk ve saòì fuúarÀ-perver imiş. VefÀtına söyledigim tÀrìò ùaşında menúÿşdur.597 Pederi Saèdì Efendi de 1338’de vefÀt itmekle o da maòdÿmunuñ medfÿn oldıàı Pıñarbaşı ÚabristÀnı’nda tepede defin ve raómet-i Óaúú’a úarìn olmuşdur. 52- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Şehr-i Köstendil’den ol Üsküb’e hicret úılub Bir ikinci hicret ile Bursa’da ùutdı mekÀn 2 RÀh-ı Saèdiyye’yi meslek iderek úılmış sülÿk Óubb-ı Ehl-i Beyt ile eylerdi imrÀr-ı zemÀn 3 Genç yaşında geldi emr-i İrcièì ol dem hemÀn Eyledi terk-i sivallÀh oldı èuúbÀya revÀn 4 Õikr-i Óaú evrÀdı idi bi’ù-ùabè vaút-i vefÀt èAşúla AllÀh deyüb de virdi maèbÿduna cÀn 596 Fì 22 CemÀøiye’l-evvel, sene 1345. Fì 14 ÚÀnÿn-i evvel, sene 1342. Fì 27 ÚÀnÿn-i evvel, sene 1926. 597 Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 5. 348 5 NÀmdaşı Óayder-i KerrÀr olub rÿz-ı óaşr Eyler elbette şefÀèat ŞÀh-ı MerdÀn bì-gümÀn 6 VÀlidi Şeyò-i ùarìú-i Saèdiyye Óaú äabr u ecr-i bì-óesÀbla anı úılsun kÀm-rÀn 7 Şemsì-i Mıãrì didi tÀrìòini cevher gibi Bulsun èAlì Efendi bÀà-ı Firdevs’de mekÀn598 Üç Úozlar Şeyòi èAbdurraómÀn Efendi’niñ Maòdÿmuna èAskerde iken òastalanub berÀy-ı tebdìl-i hevÀ gelmiş ise de on sekiz gün ãoñra [902] vefÀt itmekle pederiniñ Àrzÿsı üzerine şu tÀrìòi söylemişdim:599 53- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün600 1 Şeyò-i Üç Úozlar ÓÀcì èAbdurraómÀn Efendi-zÀde Yaènì BahÀéüddìn Efendi olub Firdevs-nişìn 2 èÁzim-i sÿy-i cihÀd olmuşdı ammÀ ki henüz Yigirmi yaşında iken oldı behişt içre mekìn 3 Óastelik èÀrıø olub kendüsine èavdet idüb On sekiz gün ãoñra da çekdi fenÀdan elin 4 Şehr-i mÀtemde fedÀ itdi cÀnı oldı şehìd ŞÀh-ı deşt-i KerbelÀ’ya úıla ÒudÀ’sı úarìn 5 Böyle nevreste civÀn itdi fenÀya vedÀè Olmadı dünyÀdan o kÀm-yÀb [u] kÀm-bìn 598 Fì 5 Õi’l-úaède, sene 1334. Fì 22 Aàustos, sene 1342. 599 Bu manzume mezar taşında mahkûktür. Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 6. 600 Bu manzumenin vezni ağırlıklı olarak “Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilün” olup “Fâèilâtün Feèilâtün Feèilâtün Feèilün”, “Fâèilâtün Feèilâtün Feèilâtün Faèlün”, “Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèlün” vezinleri de kullanılmıştır. 349 6 VÀlidiyle mÀderi olur elbet muøùarib Eylemez taóammül insÀn olsa cismi Àhenìn 7 Óaú ecr u ãabr èinÀyet ide lüùf ile VÀlideyni óayf oldı firÀúıyla òazìn 8 Besmeleyle çıúdı mücevher gibi tÀrìò-i Şemsì Eylesün MevlÀ maúÀmın BÀà-ı Firdevs-i berìn601 Dìger Maòdÿmı Şerefüddìn Efendi Úudüs’de Şehìd Oldıàına TÀrìòdir 54- TÀrìò FÀèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün (Faèlün)602 1 Şeyò-i Üç Úozlar ÓÀcì èAbdurraómÀn Efendi óayf Yine mÀtem itmekle oldı bu òaber resìd [903] 2 Bir sene evvel büyük oàlı vefÀt eylemiş Şimdi küçük maòdÿmı itdi yÀrasın cedìd 3 Óaú taòammül vire vÀlid ile vÀlideye Óürmet-i Ál-i èAbÀ ecri oàlı min-mezìd 4 Yigirmi yaşında civÀn òÀke mübeddel olub MÀder ile pederin úalbi yanub pek şedìd 5 Çıúdı mecmÿè-ı óurÿf ile tÀrìò-i tamÀm Oldı Úuds’de Şerefüddìn Efendi şehìd603 601 Fì 3 Muóarrem, sene 1335, ãÀlı. TÀrìòin ôuhÿrı 23. 602 Bu manzumenin vezni ağırlıklı olarak “Fâèilâtün Feèilâtün Feèilâtün Feèlün” olup yer yer “Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilün” vezni de kullanılmıştır. 603 Fì 2 Õi’l-Úaède, sene 1336. Fì 8 Eylül, sene 1334. 350 Arpacı-zÀde ÓÀcì İsmÀèìl Efendi’niñ Hemşìre-zÀdesi Aómed Beg MÿmÀ ileyhiñ pederi esÀsen Burusalı olub meémÿriyetle ùaşralarda gezmiş bi’l- aòire Burusa’da tebdìl-i hevÀya geldiginde ……604 tÀrìòinde vefÀt iderek Pıñarbaşı’na defìn olunmuşdur. Aómed Beg ise mesleginde teraúúì iderek dìvÀn-ı muóÀsebÀt riyÀsetinde bulunmuş, baède’t-teúÀèüd Burusa’da bir óayli müddet bulunmuş, bi’l-aòire İstanbul’a èavdetle Maúrıköyü’nde vefÀt itmişdir. Òalÿú, kibÀr, óalìm bir õÀt idi. Yeñişehir’de Şeyò ViãÀlì Efendi büyük cedleridir. 55- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 SÀbıúan dìvÀn reéìs-i åÀnìsi Aómed Beg Óüsn-i òidmet ile aúrÀnını sebúat eyledi 2 Ceddi idi Celvetì’den Şeyò ViãÀlì Òaøreti Yeñişehir’de tekye inşÀsına himmet eyledi 3 VÀlidi naúl eylemişdi Bursa’dan İstanbul’a Kendüsi meémÿr olub anda iúÀmet eyledi 4 Óüsn-i aòlÀú kendüsinde ictimÀè itmiş idi MÀddeten maènen tamÀm tehõìb-i sìret eyledi [904] 5 Kendüye mevdÿè olan herhangi òidmetde ise İstiúÀmetle devÀma saèy ü àayret eyledi 6 AúrabÀsı cümle aóbÀbı olub óoşnÿd tamÀm Böyle õÀta şübhesiz AllÀh da raómet eyledi 7 Şemsì-i Mıãrì didim fevtine bir tÀrìò-i tÀm İrcièì emri gelince Óaúú’a vuãlat eyledi605 604 Müellif tarih kısmını boş bırakmıştır. 605 Fì 15 Rebìèü’l-evvel, sene 1343. Fì 13 Teşrìn-i æÀni, sene 1340. 351 Çekirge Ùaburı İkinci Bölük MülÀzımı Óasan Faòrì Efendi Refìúasına 56- TÀrìò MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün 1 Çekirge ùaburı ikinci bölügi mülÀzımı Óasan Faòrì Efendi’niñ èafìfe zevcesi eyvÀh 2 CenÀb-ı FÀùıma òayrü’n-nisÀya nÀmdaş olmuş Şefìè olur añÀ elbet úıyÀmetde Resÿlü’llÀh 3 Meh-i mÀtemde sultÀn-ı şehìdÀna olub perver FedÀ-yı cÀn idüb èazm-i óuøÿr-ı Hazret-i AllÀh 4 ÒudÀ aèúÀbına ecr-i cezìl ãabr-ı cemìl virsün İde meróÿmeye bÀà-ı cinÀn u èAdn’i cÀy-gÀh 5 Gelür bir cevherìn tÀrìò vefÀtına bu mıãrÀèda Vaøè-ı óaml itmekde iken èAdn’e oldı rÿberÀó606 Seyyid Uãÿl Şeyòi èAbdì Efendi’niñ Bacanaàı Rüstem Aàa’nıñ İki Oàlı İle [905] Kerìmesine Söyledigim 57- TÀrìò MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün 1 Bursa’da Çeltik Köyü’nde Rüstem Aàa evlÀdları Muóammedle Aómed’i altı ayda teéessüf ãoldı 2 Muóammed dest-i düşmenden şehÀdet şerbetin içdi Beş aydan ãoñra Aómed de óummÀdan cenneti buldı 3 Pederle mÀderi cedde yanub Àteşlere eyvÀh Taóammül ãabr iderlerse ecirle defteri ùoldı 4 Yediler geldiler tÀrìò didiler tÀm bu mıãrÀè Şehìd oldı Muóammed óarbde Aómed bunda fevt oldı607 606 Fì 23 Muóarrem, sene 1333. 607 Fì 12 RamaøÀn, sene 1335. 352 Bu Da Kerìmesi NigÀr’a Söyledim Ki Köyde Ùaşında Muóarredir608 58- TÀrìò609 1 Duòter-i Rüstem Aàa NÀzik NigÀr-ı pür-edÀ Geldi bir derd Àh añÀ Bulmadı doútorlar devÀ 2 Evvelce iki dÀderi Gitdi beúÀya her biri Yandı peder mÀderi Ecrini virsün ÒudÀ 3 Úaldı faúaù bir NigÀr Òasta øaèif ü nizÀr äarf-ı nuúÿd-ı ãad hezÀr İtdiler çÀre yoú añÀ 4 BÀd-ı ecel ol teni äoldurdı o gül bedeni Aàlatdı õükÿr u zeni İtdi vedÀè-ı fenÀ 5 Çoú zamÀndır bu èillet İtmişdi selb-i rÀóat Gitdi zevcine óasret Eyledi èazm-i beúÀ 6 Cedde mÀder pederi Cümleten aúrabÀları Çekdiler çoú kederi Ola muèìn KibriyÀ 608 Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 7. 609 Bu manzumenin vezni ağırlıklı olarak sekizli hece ölçüsü olsa da oldukça problemlidir. 353 [906] 7 NÀzik idi genç idi Bulunmaz bir genc idi Ne çÀre pür-renc idi İtmedi èömri vefÀ 8 Genç nÀzik bir güzel Ùabèı èÀlì bì-bedel Maóv itdi Àh kim ecel Yandı anayla baba 9 İrdi o mÀh zevÀle Yandı ciger bu óÀle Gelmez àÀye melÀle Güçdür buna şekìbÀ 10 NigÀr idi añÀ nÀm Almadı dünyÀda kÀm Òatelikle ãubó u şÀm Oldı bì-çÀre hebÀ 11 Muóarrem oldı bedìd İrcièì emri resìd TÀbiè-i şÀh-ı şehìd Mülteóiú-i KerbelÀ 12 Óükm-i ÒudÀ-yı muùlaú Böyle yazmış mÀ-sebaú Ecr ü ãabr vire Óaú Ola meécÿr aúrabÀ 13 Şemsì mücevher-ÀsÀ Geldi bir tÀrìò aña DünyÀ àamından rehÀ Bulub cinÀnda ãafÀ610 610 Fì 3 Muóarrem, sene 1348. Fì 17 Muóarrem, sene 1348. 354 Anaòor Úaryesi’nde Dervìş Aómed’iñ èAmucası Ömer PehlivÀn’a 59- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün Faèlün611 1 ÓÀcì Aómed oàlı nÀm ãÀóib-i şöhret ü şÀn Dindi İrcièì fücéeten itdi o teslìm-i cÀn 2 EşrÀf-ı úarye idi òalúa iderdi òidmet Eylesün raómet ÒudÀ ola maúÀmı cinÀn 3 Nice úavì pehlivÀn bulmaz ecelden amÀn Kimseye bÀúì degil ancaú úalur MüsteèÀn 4 Cevher gibi tÀrìòin Şemsì-i Mıãrì didi BÀà-ı Naèìm’i maúar úıldı èÖmer PehlivÀn612 [908] DaàıstÀnì SÀmì Beg Ùalebiyle Söyledigim 61- TÀrìò613 MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün 1 Gelen elbet gider yoúdur vefÀ dÀr-ı fenÀ dünyÀ äaúın aldatmasun èayn-ı cefÀ dünyÀ vü mÀ fìhÀ 2 Bu õÀt evvelce øÀyiè itmiş èafìf[e] zevcesin ãad òayf Teéeååürden teverrüm eylemiş cismin idüb ifnÀ 3 Henüz kÀm almadan zevú ü ãafÀyı terk ile gitmiş Teéeååüf itmemek úÀbil midir bu genclere ÀyÀ 4 Muúaddem zevcesi vaøè-ı óamlde irtiòÀl itmiş Olub mÀderle nevzÀdı berÀber èÀzim-i èuúbÀ 611 Bu manzumenin vezni çoğunlukla “Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Faèlün” olup aruzun “Fâèilâtün Feèilâtün Feèilâtün Faèlün” kalıbı da kullanılmıştır. 612 Fì 10 Õi’l-Úaède, sene 1344. 613 Misbâr-ı Şemsî’de 60. manzumenin yer aldığı 908. sayfa elimizde mevcud olmadığından 59 numaralı manzumeden sonra 61 numaralı manzumeye geçilmiştir. 355 5 Üçi de müctemiè oldı bu müddetde ebed óayfÀ Bu fürúat Àteşi Àòir bunı da eyledi imóÀ 6 äabırla ecrini iósÀn ide MevlÀ mükÀfÀtın Pederle mÀdere lüùf-ı İlÀhìsin ide ièùÀ 7 Düşüb Ál-i èAbÀ’nıñ himmetiyle Şemsì tÀm tÀrìò Óasan Baãrì Beg’iñ olsun maúÀmı cennetü’l-MeévÀ614 Úoza tüccÀrlarından ÓÀcì èAbdurraómÀn Efendi’niñ maòdÿmı olub Emìr SulùÀn’da mekÀbir-i òulefÀda üçi de bir úabirde medfÿndurlar. Kütahyalı Şeyò İsmÀèìl Óaúúì Efendi’niñ Münìbelerinden ÓÀce Cemìle Òanım BahÀr-ı Şemsì’de terceme-i óÀli muóarrer olan bu òanım ÓiãÀr’da òÀnesinde müddet-i medìde úadınları taèlìm-i ùarìúat ider, èÀbide, zÀhide bir münevvere idi. 17 Õi’l-óicce sene 1341 tÀrìòinde vefÀt itmekle Emìr SulùÀn’da ãol ùarafda çeşme arkasında defìn raómet-i Óaúú’a úarìndir. [909] 62- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Her ùoàan ölmek muúadder buña yoúdur iştibÀh Áòiret mezraèası bu eyle artıú intibÀh 2 On ùoúuz yaşında iken işbu úabriñ ãÀóibi İntisÀb itmiş óaúìúat rÀhını úılmış penÀh 3 Eyleyüb yetmiş sene taèlìm-i nÀsa meslegiñ Òalvetì rÀhını telúìn ile beytin òÀniúÀh 4 Õühd ü ùaúvÀ ile mevãÿf idi gÿyÀ RÀbièa İtmedi meyl ü maóabbet mÀsivÀya hìç nigÀh 5 Sinni ùoúsandan tecÀvüz eylemişdi şeyòanıñ 614 Fì 28 ŞaèbÀn, sene 1342. Fì 3 Nisan, sene 1340. 356 Beş kere olmuş idi sÿy-i ÓicÀz’a rÿ-be-rÀ 6 èÖmri masrÿf-ı èibÀdet idi dÀéim zikr idüb èAşú-ı Óaúla rÿz u şeb eylerdi her dem Àh vÀh 7 İrcièì emri gelince didi lebbeyk RabbenÀ RÀøiye marøiyye ol dem èÀzim-i bezm-i İlÀh 8 Lüùf idüb Ál-i èAbÀ Şemsì-i Mıãrì tÀrìòin ÓÀce Cemìle Òanım’a ola cennet cÀy-gÀh615 Emìr SulùÀn’da ÒÀce Fetóiye Òanım MÿmÀ ileyhÀ èÀrife, èÀşıúa bir òanım olub bir müddet sÀlifü’õ-õikr ÓÀcì RÀmiz Efendi ile izdivÀc itmiş bi’l-Àòire aralarına nifÀú girmekle ayrılmışlardı. DergÀhlara gelür ilÀhìler meşú ider úadınlar beyninde pek meşhÿre idi. Nerede mevlÿd olursa muùlaúÀ bunuñ bulunmasını Àrzÿ iderlerdi. 1344 tÀrìòinde vefÀt itmekle SancaúdÀr Baba türbesiniñ úarşusındaki tepeye defìn ve raómet-i Óaúú’a úarìn olmuşdur. [910] 63- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Zümre-i nisvÀn içinde òÀce-i maèrÿfe kim Fetòiye Òanım dimekle müştehirdi bir zamÀn 2 Her ne gün cemèiyyet olsa virir idi ol şeref Òoş ãadÀ ile oúurdı mevlÿd-i Faòr-i CihÀn 3 Miåli yoúdur bir daha gelmez Burusa úaldı boş Altmış üç yaşında oldı èÀzim-i sÿy-i cinÀn 4 Meşrebi àÀyet küşÀde èÀşıú u èÀrif idi Hangi meclisde olursa neşve-yÀb idi zenÀn 615 Fì 18 Õi’l-óicce, sene 1341. 357 5 Óayli müddet òastelikle çekdi zaómet ãabr idüb İtmedi aãlÀ şikÀyet óamd iderdi óìn ü Àn 6 Emr-i Óaúú’a muntaôırdı zikr ile muètÀd idi Meslek-i pìrÀna sÀlikdi muóibb-i òÀnedÀn 7 Fevtine gÿş eyleyince itdi bu mıãrÀè ôuhÿr İrticÀlen söyledim Şemsì-i Mıãrì bì-gümÀn 8 İncü gibi virdi fer tÀrìòe mecmÿè-ı òurÿf Fetòiye Òanım cinÀna Óÿ deyüb oldı revÀn616 SÀmi Beg’iñ Kerìme-zÀdesine Söyledigim 64- TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Mir SÀmi’in kerìme-zÀdesi bu nev-civÀn Düşdi bir derde devÀsın bulmadı doútorlar Àh 2 Bir sene evvel cihÀndan geçmiş idi mÀderi İtdi taèúìb vÀlidesin oldı beúÀya rÿ-be-rÀh [911] 3 Mekke’de itmiş tevellüd Bursa’da irdi ecel Óaúú’a vuãlat eyledi maèãÿmedir ol bì-günÀh 4 On üçünci yaşına girmişdi eyvÀh ãad-dirìà äarãar-ı bÀd-ı ecel Àh úıldı èömrini tebÀh 5 DÀd elinden Àh felek feryÀd elinden Àh felek Nice úıydın yavruya ùopraàı itdin cÀy-gÀh 6 ÙÀlibe olub bizim mektebde òoşnÿd idi hep Fürúatiyle eyleyüb aúrÀnları Àh ile vÀh 616 Fì 6 CemÀøiye’l-evvel, sene 1344. Fì 22 ÚÀnun-i evvel, sene 1341. Fì 12 CemÀøiye’l-evvel, sene 1344. 358 7 Kim anıñ òüznüyle maózÿn oldı ise rÿz-i óaşr Eyler elbette şefÀèat anlara bì-iştibÀh 8 Ced ü cedde òÀher ü òÀline Óaú virsün ãabır Óaøret-i ŞÀh-ı Şehìd-i KerbelÀ olsun penÀh 9 Neõr-i MevlÀnÀ ile Şemsì didim tÀrìò-i güher FÀøıla Mekkì’ye itdi èazm-i dergÀh-ı İlÀh617 MÿmÀ ileyh SÀmi Beg DaàıstÀnlı ise de pederiyle Amasya’ya hicret itmiş meşhÿr èurefÀ-yı meşÀyıòdan Mìr NigÀrì Òaøretleri’ne intisÀb eylemiş mÀliye meèmÿriyetlerinde bulunub ÓicÀz, BaàdÀd, KerbelÀ’da bulunmuş baède’t-teúÀèud Burusa’da iòtiyÀr-ı iúÀmet eylemiş. Óalÿú, muóibb-i Ehl-i Beyt bir õÀt olub kerìme ve kerìme-zÀdesiyle geçen sene büyük maòdÿmunuñ àaybÿbet-i eydiyesiyle müteéeååir olmuş refìúası ise daha ziyÀde müteèeååir olmaúla gözlerine èamÀ ãÀrì olmuş. Bir iki seneden beridir İstanbul’da şehr-i emÀnetde bulunan küçük maòdÿmı ÓÀmì Beg’iñ nezdine giderek el-yevm orada iúÀmet eylemekde bulunmuşdur. Faúìre úarşu óurmet-i maóãÿãada bulunurlar. [912] ÚÀéin Pederiñ ÒÀla-zÀdesi Ferìd Beg’iñ Zevcesine 65- TÀrìò MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün 1 Edirne başmurÀúıbı Ferìd Beg refìúa-i pÀki Olub nÀgÀh cihÀn-ı bì-teèÀvün èÀzim ü Àfil 2 Úalur mı kimse bu fÀnì cihÀnda bÀúì vü dÀéim Gelen elbet gider bir gün bu óÀle cümlemiz úÀéil 3 Úapunda baş açıú ùurduú ÒudÀya bir bölük mücrim Seniñ àufrÀnıñı ùÀlib seniñ iósÀnıñı sÀéil 4 Óabìbiñ sevgili peyàamber-i Àòir zamÀn içün èUmÿm maòlÿúa raómet úıl èinÀyetiñ ola bÀõil 617 Fì 17 äafer, sene 1345. TÀrìòin ôuhÿrı fì 18. 359 5 Ùuyunca fevtini çıúdı duèÀ birle tamÀm tÀrìò Mürüvvet cÀriyeñ olsun İlÀhì èafvıñÀ nÀéil618 SÀlifü’z-zikr Aómed Beg’iñ birÀderidir ki úaéin pederimiñ pederi Arpacı-õÀde ÓÀcì İsmÀèìl Efendi’niñ hemşìre-õÀdesidir. El-yevm Anúara’da baş murÀúıbdır. Bu da İsmÀèìl Efendi’niñ Kerìmesi ZehrÀ Òanım’ıñ Óafìdesine 66- TÀrìò MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün 1 CihÀnda var mıdır óayfÀ dili mesrÿr u şÀd gitmiş SaèÀdetle èaceb kimdir ki ol baótı küşÀd gitmiş 2 CihÀn bir köpridir herkes gelür andan geçerler hem Gerek pìrdir gerek bernÀ gidenler bì-èaded gitmiş [913] 3 Yine bir nev-civÀn derd-i veremle oldı pejmürde Yazıú bir gül beden gencdi dirìàÀ bÀd-ÀbÀd gitmiş 4 Øamìrinde añın da var idi dünyÀdan kÀm almaú Ne çÀre olmadı yÀver faúaù maèãÿm-nihÀd gitmiş 5 Çıúardım tÀrìò-i fevtin dü-çeşmim yaşı-veş Şemsì CivÀn idi müéeyyed Àh cihÀndan nÀ-murÀd gitmiş619 [İstanbul Virgü Müdìri Rüşdì Beg’iñ Refìúası BÀhire Òanım’a ÙÀrìò] ÚÀøì-èasker Çeşmì-zÀde Muãùafa Fevzi Efendi’niñ maódÿmı Aùana virgü müdìri Muóammed æervet Efendi’niñ kerìmesi ve İstanbul virgü müdìri Rüşdì Beg’in refìúası BÀhire Òanım ve vÀlidesi Burusa’da iúÀmet üzre iken vefÀt vuúÿè buldı. èÁéilece pek iyi görüşürler idi. Úadıncaàız yegÀne kerìmesinden ayrılması te’eååür-i èaôìmi mÿcib oldı. Bir müddet bize getirdik. Aña tesellì virecegiz deye altı ay biz de göz yaşı dökdük. Ol vaút şu tÀrìòi söylemişdim ki ùaşında maókÿkdur. Ve bir ùaşında da ÒüdÀvendigÀr virgü 618 Fì 2 CemÀøiye’l-aòir, sene 1346. Fì 17. 619 Fì 7 CemÀøiye!l-evvel, sene 1349. Fì 17 Teşrìn-i evvel, sene 1309. Fì 30 Teşrìn-i evvel, sene 1930. Pençşembe gicesi, tÀrìòini bir gice ãoñra söyledim. 360 müdìri ÓÀcì Sırrì Efendi’nüñ tertìbi üzre Óaøreti èÖmer’in bir nuùúı ve hüviyeti yazılmışdır. Bi’l-Àòire vÀlidesi İstanbul’a èavdet itmişdir. 67- TÀrìò FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün)620 1 Yine ãoldırdı felek bir gül-i raènÀyı Àh İrişüb bÀd-ı ecel anı idüb òÀk-i siyÀh 2 İrtióÀl itdi àarìb oldıàı óÀlde o civÀn Kim şehìde oldıàına yoúdur añın iştibÀh 3 ŞÀfièa olsun añÀ bintü Nebiyyi’l- muóterem Eylesün rÿóunı şÀdÀn Óaøret-i Rabb-i İlÀh 4 Yirmi sekiz anıñ sinni diriàÀ ãad-òayf Fürúatine oldı maózÿn nüh felek şems ile mÀh 5 äaà u ãoldan bì-nuúaù didiler tÀrìòin BÀhire Òanım olubdur kaãrü’l-èAdn’e rÿberÀh621 [914] BirÀderim Şerefüddìn Efendi’ye TÀrìòdir 1288 Senesi muóarreminde tevellüd itmişdir. GülzÀr-ı Mıãrì nÀm eåerimizde terceme-i óÀli vardır. (…)622 TÀrìòinde meslek-i èaskeriyye’ye dÀòil baède ikmÀli’l- müddet teõkere terk itmiş. MülÀzim baèdehü ùabur kitÀbetine naúl ile 1324’de ièlÀn-ı meşrÿùiyetde İskilib’e gönderilmiş. Balúan ve óarb-i èumÿmì’ye iştirÀk itmiş. Baèdehü teúÀèüde sevú olunub tekrÀr Urla aòõ-ı èasker şuèbesine kÀtib ùaèyìn olunmuş dÿçÀr oldıàı óasteliúden ùolayı berÀ-yı tebdìl-i havÀ Bursa’ya gönderilmiş. Fì 18 Õi’l-óicce sene 1349 ve fì 23 Nisan sene 1347 ve fì 6 Mayıs sene 1931 tÀrìòinde aúşam eõÀnında vefÀt itmekle Óaøret-i Emìr’in àarb úapusı cihetindeki ãol ùarafında vedìèa-i raómet-i İlÀhìyye úılınmışdır. VefÀtına şu tÀrìòi söyledim: 620 Bu manzumenin vezni çoğunlukla “Feèilâtün Feèilâtün Feèilâtün Feèilün” olup aruzun “Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilün” kalıbı da kullanılmıştır. 621 Fì 11 CemÀøiye’l-evvel, sene 1313. 622 Müellif tarih kısmını boş bırakmıştır. 361 [68-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Saèdì şeyòi MuãùafÀ Óayder Efendi duòteri ÓÀce èÁliye Óanım’dan vaøè idüb dünyÀya pÀ 2 VÀlidi dergÀh-ı Mıãrì şeyòi Naôìf Efendi’niñ æÀni-i ferzendidir bu eyledi èazm-i beúÀ 3 Úırú sene èaskerlik itdi oldı ùabur kÀtibi Óarb-i balúan óarb-i èumÿmìde úıldı cÀn fedÀ 4 İskilib’de Urla’da heb istiúÀmetle tamÀm Eyleyince tÀ teverrüm òidmetin itdi edÀ 5 Gönderildi masúaù-ı reésine kesb-i èÀfiyet Eylemek çün Bursa’ya tebdìl-i Àb ile havÀ 6 Vaút-i mevèÿd-ı vefÀtı gelmiş idi çÀre yoú Gerçi çoú oldı tedÀvì bulmadı óayfÀ şifÀ [915] 7 Eyledi teslìm-i cÀnın Óaúú’a raómet eylesün Çoú severdi şÀfièi olsun anıñ Ál-i èAbÀ 8 DÀderi Şemsì-i Mıãrì tÀrìòin tÀm söyledi Eyle YÀ Rabbi ŞerÀfüddìn’e Firdevs’inde cÀ623 Õeyl-i YÀdigÀr Olan BahÀr-ı Şemsì NÀm Eåerimizde Terceme-i ÓÀli Muóarrer Olan KülÀhì-zÀde ÓÀcì İbrÀhim Efendi-zÀde Nüúÿd-ı Mevúÿfe Meémÿrı ÓÀcì èİzzet Efendi’ye Söyledigim [69-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 FÀõıl u kÀmil KülÀhì-zÀde-i èÀlì-tebÀr Necl-i necìli Molla Beg dinmek ile şöhret-şièÀr 623 1349. 362 2 Bursa evúÀfında meémÿr-ı nuúÿd olmuş idi Kendüsi bi’l-aòire itdi teúÀèüd iòtiyÀr 3 Óüsn-i aòlÀkı anıñ meftÿn iderdi herkesi Fürúatinden cümle aóbÀbı olubdur dÀà-dÀr 4 Düşdi bir derde tedÀvì itmedi doútorlar èÁúıbet itdi cihÀndan èazm-i bezm-i KirdigÀr 5 èÁşıú-ı ãÀdıú muóibb-i evliyÀullÀh idi Rÿz-ı maóşerde olurlar aña elbet sÀye-dÀr 6 Şemsì-i Mıãrì mücevher geldi bir tÀrìò añÀ Dergeh-i èizzetde èİzzet ÓÀcì Beg itdi úarÀr624 [916] Kendüsine birkaç defèÀ felç iãÀbet idüb ifÀúÀt bulmuş idi. Fì 12 äafer sene 1350 ve fì 15 Óaziran sene 1309 ve fì 28 Óaziran sene 1931 Pazar gicesi tekrÀr nüzÿl iãÀbetiyle vefÀt itmiş ve PıñÀrbaşı’nda Hindìler Tekyesi úarşusına defìn olunmuşdur. O gün aúşam üzeri kendüsine teãÀdüf itmiş ve vaèd itdigi kitÀb içün de laùìfe itmişdim. İrtesi güni vefÀtını işiderek müteèeååir olmuşdum. Ne çÀre el-óükmü li’llÀh. Mevlevì Şeyòi Şemsüddìn Meómed Dede Efendi’ye [70-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Şeyò Şemsüddìn Efendi Bursa’da yetmiş sene Post-nişìndi Mevleviyye Dergeh-i vÀlÀsına 2 Nÿr-ı pÀk-i Óaøret-i Seyyid NiôÀm Seyyid Emìn èAks-endÀz olmuş idi cebhesi bÀlÀsına 3 Óubb-i evlÀd-ı RasÿlullÀh ile dem-sÀz olub Olur elbette muóarrer ãafóa-i aèlÀsına 624 1350. 363 4 MÀddeten mÀènen olub dÿçÀr-ı envÀè-ı mióen äabr ile irdi Òuda’nıñ nièmet-i èuômÀsına 5 Bursa’da olmuş idi sÀdÀt u eşrÀfa naúìb Devrini ikmÀl idüb úıldı vedÀè dünyÀsına 6 ÇÀr tekbìr ile ricèat itdi aãla èunãurı Çarò urub úıldı semÀè rÿóı felek fersÀsına 7 äoñ nefesde õikri olmuşdı anıñ ism-i CelÀl Oldı vÀãıl şübhesiz õikr ile ol MevlÀsına 8 Óüsn-i aòlÀú ile mevãÿf oldıàıyçün ÒÀliú’ı İtdi ìãÀl anı şeksiz cennet-i èulyÀsına 9 Altı gün ãonra èafìfe zevcesi èİffet Òanım Oldı peyrev kendüsine èazm idüb meévÀsına 10 Oldılar elli sekiz yıl zevc u zevce kÀm-yÀb áıbùaya bÀèiå olur aóbÀbına aèdÀsına [917] 11 Sırr-ı Àyìn-i ùarìú-i Mevlevì’niñ èÀrifi Olmuş idi Meånevì’niñ remzine maènÀsına 12 Söyledim cevher gibi Şemsì-i Mıãrì tÀrìòin İrdi şeyòü’l-mevlevì Şems ile MevlÀnÀ’sına625 MÿmÀ ileyhin terceme-i óÀli YÀdigÀr-ı Şemsì nÀm eåerimizde MevlevìòÀne faãlında muóarrerdir. 1270 tarìò-i hicriyesinde tevellüd itmiş. Fì 7 Rabìèu’l-Àòir sene 1350 ve fì 8 èAàustos sene 1309 ve fì 21 èAàustos sene 1931 Cumèa gicesi İstanbul’da vefÀt itmekle ferdÀsı cumèa güni Burusa’ya götürülmüş Pıñarbaşı úabristÀnında dergÀhın óarem úapusı úarşusındaki tepeye defìn olunmuşdur. FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün Bursa’da sÀdÀt u eşrÀfa naúìb-i mefòaret Eyleyüb baòş-ı şeref pìrÀnına bernÀsına 625 1350. 364 èÁlem-i nÀsÿtda seksan yıl naãìbe-dÀr olub Devrini ikmÀl ile úıldı vedÀè dünyÀsına626 [Esbaú Belediyye Reéìsi Óasan Sami Beg’iñ Pederi MuãùafÀ Efendi’ye ÙÀrìò] Rÿmili Yeñişehirli olub İzmir’de vefÀt ile Emìr SulùÀn Tekyesi’ne defìn olan Şeyò Muóammed Efendi’nin maódÿmı Medar úaryesinde tekye inşÀ iden èAzìz Efendi’den istiòlÀf iden ve esbaú belediyye reéìsi Óasan Sami Beg’iñ pederi olan MuãùafÀ Efendi fì 2 Receb sene 1350 tÀrìòinde leyle-i ReàÀéib’iñ ferdÀsı cumèa güni vefÀt itmişdir. Úırú 626 Bu iki beyit tarih manzumesinin içinde değerlendirilmelidir zira manzume Yâdigâr-ı Şemsî’de şöyle geçmektedir: “Şeyh Şemseddîn Efendi Bursa’da yetmiş sene Postnişindi Mevleviyye dergeh-i vâlâsına Nûr-ı pâk-i Hazret-i Seyyid Nizâm Seyyid Emîn Aks-endâz olmuş idi cebhesi bâlâsına Hubb-ı evlâd-ı Resûlullâh ile dem-sâz olup Olur elbette muharrer safhası alâsına Bursa’da sâdât u eşrâfa nakîb-i mefharet Eyleyip bahş-ı şeref pîrânına bernâsına Âlem-i nâsûtta seksen yıl nasîbe-dâr olup Devrini ikmâl ile kıldı vedâ dünyâsına Maddeten ma’nen olup dûçâr-ı envâ’-ı muhsin Sabr ile erdi Hudâ’nın ni’met-i uzmâsına Çâr tekbîr ile ric’at etti asla unsurı Çarh urup kıldı semâ rûh-ı fülk-i mersâsına Son nefeste zikri olmuştu onun İsm-i Celâl Oldu vâsıl şüphesiz zikr ile ol mevlâsına Hüsn-i ahlâk ile mevsûf olduğu için Hâlık’ı Etti îsâl onu şeksiz cennet-i ulyâsına Sırr-ı âyîn-i tarîk-ı Mevleviyyetin ârifi Olmuş idi Mesnevî’nin remzine manâsına Altı gün sonra akabinde zevcesi İffet Hanım Oldu peyrev kendisine azm edip me’vâsına Oldular elli sekiz yıl zevc ü zevce kâm-yâb Ğıbtaya bâis olur ahbâbına a’dâsına Söyledim cevher gibi Şemsî-i Mısrî târîhin Erdi şeyhu’l-Mevlevî Şems ile Mevlânâ’sına” 1350 365 seneden ziyÀde óuúÿkumuz olub faúìre úarşu óürmet-i maòãÿãası oldıàından müteéeååiren irtesi güni bir tÀrìò söylemişdim. MÿmÀ ileyh èÀşıú-ı billÀh, muóibb-i òÀnedÀn-ı RasÿlüllÀh bir cÀn idi. Bir müddet şehre yarım sÀèatden ziyÀde [920]627 mesÀfesi olan äoàanlı úaryesinden Óadìúatü’s-süedÀ diñlemek üzre Yerúapu’daki Saèdì Tekyesi’ne gelir ve gice èavdet iderdi. Bu muóabbet de kemÀline delìl-i kÀfìdir. èUlÿm-ı àarbiyyeye de merÀúı var idi. Şeyòiniñ pederi olan ãÀóib-i dìvÀn Şeyó Muóammed Efendi’den èilm-i cifr ve èilm-i ÀfÀú gibi èulÿma vÀúıf idi. Burusa’da bulunduúca her cumèa dergÀhımıza müdÀvim idi. Pıñarbaşı’nda MevlevìòÀne úarşusında vasaùa ùoàrı defìn ve raómet-i Óaúú’a úarìn olmuşdur. ÓattÀ faúìr o gün raóatsız oldum. Ve óaylice imtidÀd itdi. Defìn günine úadar devÀm itmişdi. Söyledigim tÀrìò şudur: [71- TÀrìò] FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Yeñişehir’den eylemiş hicret muúaddem Bursa’ya İştirÀ itmiş arÀøì oldı köyde hem-nişìn 2 Baède Burusa’ya naúl-i òÀne itmiş ise de ÒÀnesinde olmuş idi münzeviyyÀne mekìn 3 Pìri Saèdüddìn CibÀ’ya èaşú ile bende olub Baède ikmÀl-i sulÿk ol Óaúú’ı bilmişdir yakìn 4 CÀn virirdi Ehl-i Beyt-i MuãùafÀ’ya bì-riyÀ Bende-i Ál-i èAbÀdır èÀşıú-ı şeydÀ Óüseyn 5 Şübhe yoúdur pìri óÀmì şÀfièidir Ehl-i Beyt Dest-gìridir Muóammed Óaøret-i AllÀh muèìn 6 Geldi üçler Şemsì-i Mıãrì didi tÀrìò añÀ İt İlÀhì MuãùafÀ’yı MuãùafÀ’ña hem úarìn628 627 Müellif 917. sayfanın sonuna denk gelen bu yerden sonra “Baúisi (920)inci ãaóìfede” ibaresini koyarak cümlenin devamını 920. sayfadan devam ettirmiştir. Metin 920. Sayfanın ardından 918. sayfaya dönülerek devam edecektir. 628 TÀrìòiñ ôuhÿrı fì 3 Receb sene 1350 yevm-i cumèa irtesi. Úuddise sırruhu. 366 [918] Reéìsü’l- Müderrisìn Biàavì-zÀde äÀdıú Efendi’ye TÀrìòdir MÿmÀ ileyhin terceme-i óÀli GülzÀr-ı Mıãrì, YÀdigÀr-ı Şemsì nÀm eåerimiziñ üçünci cildi olan BahÀr-ı Şemsì’de tafãìlen yazılmışdır. Meşhÿr Biàavì-zÀde DuèÀ-gÿ ÓÀcì Muóammed Efendi’niñ maòdÿmıdır. èİlm ü faøìletiyle berÀber meslek-i ãÿfiyyeye sÀlik olub DaàistÀnì ÓÀcì Aómed Efendi Óaøretlerinden mücÀzdır. Fì 16 Rabìèul-Àòir sene 1350 tÀrìòinde vefÀt itmişdir. Fì 17 Aàustos sene 1309, fì 30 Aàustos sene 1931Cumèa-irtesi sÀèat 10:00. [72-] TÀrìò629 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Bursa’da olmuş reéìsü’l-müderris kÀm-kÀr Yaènì Biàavì-zÀde äÀdıú Efendi nÀmdÀr 2 Cümle zükÿr u inÀå meftÿn idi vaèôına Faøl u kemÀli anıñ ãanki güneş ÀşikÀr 3 èÁbid ü zÀhid olub èÀşık idi Rabbine Oldı seksan yedi yıl bu cihÀnda pÀyidÀr 4 SÀlik-i rÀh-ı BahÀüddìn Muóammed Naúşibend Meslek-i Aómediyye’den feyø alub bì-şümÀr 5 èÁúibet geldigi dem ircièì emri añÀ èAşú ile AllÀh deyüb cÀnını itdi niåÀr 6 Miåli gelmez bir daha Bursa’ya itme gümÀn Nÿra müstaàraú ide meşhedini KirdigÀr 7 Şemsì-i Mıãrì didim fevtine tÀrìò-i tÀm Úıla Muóammed äÀdıú maúèad-i sıdúda úarÀr630 629 Bu tarih mezar taşında mahkûktür. Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 8. 630 Fì 17 Rabìèul-Àòir sene 1350. TÀrìòin ôuhÿrı 1350. 367 [919] [Mora Yeñişehirli CemÀl Beg’iñ Refìúası Melek Òanım’a TÀrìò] Belediyye reéìs-i esbaúı Mora Yeñişehirli CemÀl Beg’iñ refìúası Melek Òanım’a işbu tÀrìòi söylemişdim. Faúaù Emìr SulùÀn’da çeşme ittiãÀlindeki úabre biñ liradan ziyÀde para ãarf itmiş süsli bir úabir yapdırmış ise de tÀrìòi yazacak maóal bulunamamışdır. [73-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Yoú beúÀsı èÀlemiñ kimse olmaz pÀy-dÀr VefÀsızdır bu cihÀn kimdir olmuş behre-dÀr 2 Gelen cihÀna gider itmez vefÀ kimseye Mióneti õevú eylesen itme ãaúın Àh ü zÀr 3 èİbret al sen bu úabriñ ãÀóibesin fikr idüb Olmuş idi bir zamÀn zevci ile baòtiyÀr 4 Hicret idüb Bursa’ya zevci CemÀl Beg ile Esbaú-ı belediyye reéìsi olubdı kÀm-kÀr 5 DevÀsı yoú bir derde düşdi çÀre bulmadı èÁciz úalub hekìmler yerde úaldı bì-mÀr 6 Áòir gelüb ircièì emri ÒudÀ’dan añÀ İtdi iùÀèat o dem úıldı beúÀ iòtiyÀr 7 Òayrü’n-nisÀ’yı şefìè eyleye meróÿmeye Zevcine úılsun èaùÀ èÀfiyyet PerverdigÀr 8 İtdim niåÀr dür gibi bir Àh ile tÀrìò Şems İtdi Melek Òanım’ıñ cÀnı cinÀnda úarÀr631 631 Fì 18 ŞevvÀl sene 1342. Fì 21 Mayıs sene 1340. 1336+6 = 1342 Áh. Çıharşenbe gicesi saèat 6. 368 [921] [Erøurÿmì ÓÀcì İsmÀèìl Efendi’ye TÀrìò] Erøurÿmì ÓÀcì İsmÀèìl Efendi’niñ terceme-i óÀli YÀdìgÀr-ı Şemsì nÀm eåerimiziñ Zencirì èAlì Efendi DergÀhı faãlında yazılmışdır. MÿmÀ ileyh Burusa’da emåÀline fÀéiú èilm ü faølı óüsn-i aòlÀúı cemèiyyetce müsellem idi. VefÀtı erbÀb-ı èilm ü èirfÀn içün øÀyièÀtdandır. MÿmÀ ileyh Saèdì Tekyesi’ne şeyò olmazdan evvel Moralı Tekyesi’ne vekìl olmasını teşvìú ve teràìb itmişdim. Faúìre óürmet-i maòãÿãası olub óattÀ HicÀz’a èazìmetinde dergÀhda oúutduàı Mevlìd-i Şerìf’iñ duèÀsını èabd-i èÀcize icrÀ itdirmişdi. Teéeååürümden zìrdeki tÀrìòi söylemişdim.632 Bunda ifrÀù-ı şÀèirÀne yoúdur. CenÀzesini teşyìè idenler bir iki biñ kişi namazında ise muãallÀdan CÀmiè-i Kebìr’iñ cumèa-irtesi úapusına úadar ùolmuşdı. Derÿn-ı cÀmièdekiler başúa. Faúìr bu úadar cemÀèat yaúın vaúte úadar görmemişdim. Raómetu’l-lÀhi èaleyh. [74-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Erøurÿm’dan hicret ile Bursa’ya virdi şeref Şeyò İsmÀèìl Efendi iftiòÀr-ı òÀs u èÀm 2 Masúaù-ı reésinde müftì-zÀde dinmekle şehìr FÀøıl ibn-i fÀøıl idi faøl ile oldı benÀm 3 Saèdì DergÀhı’nda oldı mürşid-i rÀh-ı ÒudÀ Vaèô u nuãó eylerdi CÀmiè-i Kebìr’de ol hümÀm 4 èÁlim u èÀmil faøìlet ãÀóib-i òulú-ı óasen EnbiyÀya vÀriå oldı Àmir u nÀhì müdÀm 5 Reh-ber olmuş sÀlikÀna gösterir rÀh-ı ãavÀb Himmet ü faøliyle nÀúıã kim gelür olur tamÀm 6 Yaèlemÿn sırrına maôhar mÀ-ãadaú kavl-i rasÿl Õü’l-cenÀóayn ehl-i dildir vÀriå-i Faòru’l-EnÀm 7 èÁbid ü zÀhid ü murtÀø nÀãıó-ı ãÀdıú-maúÀl èÜmmet-i meróÿmeye òidmet iderdi ãubó u şÀm 632 Bu tarih mezar taşında mahkûktür. Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 9. 369 8 Miåli nÀdir idi gelmez añÀ beñzer bir daha Oldı yetmiş bir yaşında èÀzim-i dÀru’s-selÀm 9 Naèşı gitdi başlar üzre oldı maàmÿm u münkesir Úadrini taúdìr idenler eylediler iótirÀm 10 Şemsì-i Mıãrì mücevher söyledim tÀrìò añÀ Şeyò İsmÀèìl Efendi úıla Firdevs’de maúÀm633 [922] [Vodinalı äÀlih Beg’e TÀrìò] Vodinalı äÀlió Beg zamÀnımızda nevèi şaòãına münóaãırlardan idi. ÚıyÀfet-i zÀhidÀnesiyle teferrüd itmiş èÀbid ü zÀhid bir õÀt olub Erøurÿmì İsmÀèìl Efendi ile pek sevişirler idi. Bir hafta ãoñra bu da vefÀt itdi. Faúaù úabirleri berÀber olamadı. İsmÀèìl Efendi Hindìler Tekyesi úarşusında, äÀlió Beg ise Emìr SulùÀn’da medfÿndurlar. Terceme-i óÀlini YÀdigÀr-ı Şemsì’niñ üçünci úısmı olan BahÀr-ı Şemsì’ye yazdım. VefÀtında şu tÀrìòi söylemişdim. CenÀzesi hemen hemen İsmÀèìl Efendi’ye yaúın idi. Raómetu’l-lÀhi èaleyh. [75-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Masúaù-ı reési Vodina’dan muúaddem Bursa’ya Hicret ile úıldı iskÀn böyle emr-i KirdigÀr 2 Yanya’da ãÀóib-kerÀmet Şeyò èAlì’den müstefìø Olmaàile mesleginde buldı feyøi bì-şümÀr 3 èÁbid ü zÀhid murtÀø müémin-i kÀmil idi Zühd ü taúvÀsıyla oldı Bursa’da şöhret-şièÀr 4 Sırr-ı men mÀte àarìben eyledi anda ôuhÿr Virir elbette şehÀdet ecrini PerverdigÀr 633 Fì 27 Õi’l-úaède sene1350 yevm-i äÀlı. Fì 20 Nisan sene 1310. Fì 3 Mayıs sene 1932. 370 5 Sinni elli yediye irmişdi óayfÀ ãad-dirìà Düşdi bir derde ùabìbÀn olmadılar sÀzkÀr 6 Lüùf-ı Óaúú’a maôhar olsun şÀfièi Faòr-i cihÀn Eyleye mahşerde imdÀd ola yÀver ÇÀr-yÀr 7 Bir mücevher geldi tÀrìò Şemsì-i Mıãrì añÀ Úıldı Şeyò äÀlió Efendi dÀr-ı Firdevs’de úarÀr634 [923] [Yeñişehirli TüccÀr Óasan Efendi’ye TÀrìò] AúsarÀy VÀlide CÀmièi imÀmı ÓÀcì KÀmil Efendi’niñ Burusa’ya her sene geldikçe misÀfir oldıàı Burusa Yeñişehri’nden tüccÀr ÓÀcì Óasan Efendi misÀfir-perver fuúarÀya seòÀvet ìrÀz ider bir õÀt oldıàı cihetle mezÀr ùaşına yazılmaú üzre bir tÀrìò söylemekligimi Àrzÿ itmiş. EsÀsen ÓÀcì İsmÀèìl Efendi’ye söyledigim tÀrìò òoşuna gitmiş evlÀd u èÀéilesine añlatmış olmaàla şu tÀrìòi èale’l-èacele söyledim ve ùaşına da óakk idildi:635 [76-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 İşbu úabrin ãÀóibi el-ÓÀc Óasan Efendi Yenişehir’den gelüb Bursa’da buldı kÀm 2 Cÿd u semÀóat ile meşhÿr idi Bursa’da Eylerdi èÀlimlere heb her vech ile iótirÀm 3 Kimi severse kişi anıñ ile óaşr olur Óadìåinde buyurmuş Óaøret-i Faòrü’l-enÀm 4 Meslek-i Naúşiyye’den seyr u sülÿk eylemiş äÀóib-i òulú-ı óasen oldı o nÀéil-i merÀm 5 İrcièì emri gelüb itdi hemÀn ittibÀè Dosta vuãlatla olub mÀh-ı ãıyÀmı bayram 634 Fì 4 Muóarrem sene 1351. Fì 27 Nisan sene 1311. Fì 10 Mayıs sene 1932 ãÀli güni vefÀt itmişdir. 635 Tarih manzumesinin yer aldığı mezar taşının fotoğrafı için bkz. Ek 10. 371 6 Olur şÀfìèi anıñ rÿz-ı óaşrde Rasÿl Sıbù-ı Nebì ile ol çünki olubdı hem-nÀm 7 Şemsì-i Mıãrì didi añÀ bir tÀrìò-i tÀm El-ÓÀc Óasan Efendi úıla behişti maúÀm636 [924] [èAlì OåmÀn Efendi’ye] [77-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 ÓÀce-i fÀøıl èAlì OåmÀn Efendi ãad-óayf Düşdi bir derde ùabìbler bulmadılar bir devÀ 2 Masúaù-ı reési Ùırabzon’dan gelüb taóãìl içün FÀéiúü’l-aúrÀn olub her èilm ü fenne èÀşinÀ 3 èÁlim ü kÀmil olub hem vÀèiô ü nÀãıó idi Meclisinden müstefìddi sÀmièìni muùlaúÀ 4 Maôhar-ı mÀte şehìden oldı àurbetde úalub ŞÀfièi olsun anıñ mahşerde Faòrü’l-EnbiyÀ 5 Şemsì-i Mıãrì mücevher geldi bir tÀrìò añÀ èAzm idüb semt-i beúÀya itdi terk-i mÀsivÀ637 MÿmÀ ileyhiñ terceme-i óÀli BahÀr-ı Şemsì nÀm eåerimizdedir. Kendisi Ùırabzonlı olub berÀ-yı taóãìl Burusa’ya gelmiş. DaàistÀnì ÓÀce MuãùafÀ Efendi’den ikmÀl-i taóãìl ile icÀzet almış. AúrÀnına fÀéiú ùabìèat-ı şièriyyesi de olub ara ãıra manôÿmeler yazardı. Óastalıàı ùolayısıyla Óüseyinalanı úaryesine giderek fì 16 äafer sene 1352 ve fì 10 Haziran sene 1311, 1933 tÀrìòinde irtióÀl itmiş ve ber-mÿcib-i vaãiyyet Burusa’ya cenÀzesi getirilmeyerek mezkÿr köyde defìn idilmişdir. BÀlÀdaki tÀrìòi úabir ùaşına óakk olunmaú üzre aóibbÀnı ùarafından Àrzÿ idilmiş. EsÀsen kendisiyle aóbÀb oldıàımızdan 636 VefÀta fì RamaøÀn 1350. 1349+1 = 1350. TÀrìòin söylenildigi fì 16 CemÀøiye’l-aòir sene 1351 pazar sÀèat 10. 637 1352. 372 evvelce bu tÀrìòi söylemişdim. Bu da Burusaca øÀyièÀtdandır. Fì 8 Rabièu’l-aòir sene 1352. [925] [Müşerref Òanım’a] [78-] TÀrìò FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Şöhretleri Bursa’da dindi Ùorun-zÀdeler İsmÀèìl Efendi duòteri pek genc idi ol nigÀr 2 Gitdi o genc dirìàÀ loóusa iken óayf AúrabÀsı oldılar fürúatinden dÀà-dÀr 3 Şehìdedir şübhesiz Òayrü’n-nisÀ şefÀèat 4 Eyleye raómet añÀ rÿz-i óaşr KirdigÀr 5 MÀder ile pederi evvelce itmişler vefÀt Maôhar-ı àufrÀn úıla anları PerverdigÀr 6 Sırrı men mÀte àarìb eyledi bunda ôuhÿr CÀmi-i Eyyÿb SulùÀn oldı úabri hem-civÀr 7 Cevher gibi dü çeşmim yaşıyla çıúdı tÀrìò Rÿó-ı Müşerref Òanım úıldı cinÀnda úarÀr638 [Saèdì DergÀhı Şeyòi Erøurÿmlı İsmÀèìl Efendi’niñ BirÀderi Árif Efendi’ye] TÀrìò Az yuúarıda ismi muóarrer Saèdì DergÀhı Şeyòi Erøurÿmlı İsmÀèìl Efendi’niñ birÀderi olub Burusa’ya naúl itmiş. CizyedÀr-zÀde ZÀviyesi’niñ inóilÀline mebnì …639 tÀrìòinde oraya taèyìn olunmuş ve … tÀrìòinde de Balıúpazarı’nda áÀzì Timurùaş Paşa CÀmièi imÀmet ve òiùÀbet ciheti èuhdesine tevcìh olunmuşdı. Óüsn-i aòlÀú ãÀóibi olub vaôìfesiyle meşàÿl olur èÀbid ü zÀhid bir õÀt idi. Fì 28 Rebìèu’l-evvel sene 1354 ve fì 17 638 Fì 28 Õi’l-úaède sene 1351 ve fì 25 Mart sene 1933. 639 Müellif tarafından boş bırakılmıştır. 373 Óaziran sene 1313, fì 30 Óaziran sene 1935 Pazar güni ãabÀh namÀzını baède’l-edÀ evrÀd u ezkÀr ile meşàÿl iken teslìm-i rÿó itmiş. Pıñarbaşı’nda birÀderiniñ civÀrına defìn olunmuşdur. Maódÿmunuñ Àrzÿsı [926] üzerine şu tÀrìòi söylemiş isem de yeñi óarflerle bilmem ne úadara úadar muvaffaú olacaú: [79- TÀrìò] FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Erøurÿm müftì-zÀde dinmekle müştehir Bursa’ya óasbe’l-úader evvelce hicret eyledi 2 Cumèalarda CÀmiè-i èÁlì Kebìr’de vaèô idüb Cizye-õÀde’ye taèyìnle meşìòÀt eyledi 3 İnóilÀl itmekle tevcìh olunub ehli idi CÀmiè-i áÀzì Timurùaş’da imÀmet eyledi 4 èÁbid ü zÀhid olub hem ãÀóib-i òulú-ı óasen Óaú TaèÀlÀ şübhesiz lüùf ile raómet eyledi 5 Şemsì-i Mıãrì anıñçün söyledi tÀrìòini Maúùaè-ı mıãrÀèda cevher gibi meyyit eyledi 6 Eylemiş ìfÀ ãalÀt-ı ãubóı ãoñra ãıdú ile Zikr idüb èÁrif Efendi Rabb’e vuãlat eyledi640 [TüccÀrÀndan Aómed Óamdì Efendi’ye] TüccÀrÀndan Aómed Óamdì Efendi’ye müftì Muóammed èAlì Efendi’niñ Àrzÿsı üzerine şu tÀrìòi söylemişdim. [80- TÀrìò] FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1 Rÿmili’nden Bursa’ya evvelce hicret eyleyüb Úavl-i el-kÀsibu ÓabìbullÀh’la olmuşdı be-kÀm 640 Fì 6 CemÀøiye’l-aòir sene 1354 ãÀli. Fì 30 Aàustos sene 1935 ôuhÿrı. 374 2 Aòõ u ièùÀsında àÀyet müstaúìm idi bu õÀt Kimseyi incitmez idi óüsn-i òulú ile benÀm 3 Hangi muótÀc èarø-ı óÀl itse olurdı dest-gìr Birr u taúvÀ zühd ü ùÀèÀt ãÀóibiydi ol hümÀm 4 Maôhar-ı lüùf-ı ilÀhì oldıàında şübhe yoú Õikr ü tevóìd çünki itdi enfÀsın tamÀm 5 Eyleye anı àarìú-i baór-i raómet MüsteèÀn Cennet ü didÀr ile olsun şefìè Faòrü’l-enÀm 6 Bir duèÀ ile didim Şems-i Mıãrì tÀrìòin Aómed Óamdì’ye ÒudÀyÀ eyle Firdevs’iñ maúÀm641 641 Ôuhÿrı 27 Õi’l-úaède sene 1354. 7 Şubaù sene 1314. 21 Şubaù sene 1931cumèa sÀèat 8. 375 SONUÇ Mehmed Şemseddin Ulusoy, eserleri ile tarihimize ve tarihten günümüze ışık tutan mühim bir münevverdir. Niyâzî-i Mısrî Dergâhı’nın son postnişini olan ve Mısrî mahlâsıyla tanınan müellifimiz iki divan sahibi mutasavvıf bir şairdir. Yaşadığı şehir olan Bursa’ya dair en çok eser veren müellif olma vasfına sahip, toplam altmış iki eser sahibi velûd bir müelliftir. Şahidi olduğu dönemin tarihî ve kültürel değerlerini zabt eden eserleriyle, bir devrin hafızası ve kültürümüzün manevî muhafızlarındandır. İlim ve irfanı ile kaleme aldığı bu eserler incelendiğinde anlaşılmaktadır ki: müellifimiz Hak dostu bir gönül ehli, hakikate âşinâ bir arif, dinî ilimlere vâkıf bir alim, mutasavvıf bir şair, bilge bir müverrih ve terceme-i hâl yazarıdır. Çalışmamızda öncelikli gayemiz, garip bir tecelli ile eserleri yakın zamana dek neşredilmemiş bu kıymetli müellifin Misbâr-ı Şemsî adlı eserininin metnini kusursuz bir şekilde ortaya çıkarmak olmuştur. Çalışmamıza konu olan Misbâr-ı Şemsî adlı eser, -pek azı istisnâ çoğu Bursa’da yaşamış ve Bursa’da vefat etmiş, müellifin bizzat kendisinin ahbab olduğu, mukaddimede bahsettiği üzere vefatlarından derin ızdırap duyduğu, şeyh efendiler ve onların yakınları ile vazifesi paşalık, reisü’l-müderrislik, belediye reisliği, düyûn-ı umûmiyye müdürlüğü, sefîrlik, kâtiplik, maliye müfettişliği, veznedarlık, vergi müdürlüğü, alaybeyliği ve suyolculuk gibi devlet memuriyeti olan kişiler ve gazeteci yahut tüccârândan zatlar gibi sivillerden oluşan- toplam 79 şahsın vefatına düşürülen tarih manzumeleri ve kısa terceme-i hâllerden müteşekkil bir vefeyâtnâmedir. Mehmed Şemseddin Efendi’nin yakın dostlarından ve aynı zamanda son devrin önemli terceme-i hâl müelliflerinden olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Kemâl’ül-İsmet adlı eserinde geçen “Terceme-i hâl-i dünya nâmıyla tavsifi münâsib olan “târîh”in en mühim şuʿbesi –şübhe yok ki- terâcim-i ahvâl-i meşâhirdir.”642 sözleri, terâcim-i ahvâl eserlerinin tarihin en mühim şubesini oluşturduğunu ifade etmektedir. Buradan hareketle diyebiliriz ki Mehmed Şemseddin Efendi tarihin bu en mühim şubesinde kaleme aldığı –Misbâr-ı Şemsî’nin de içinde bulunduğu- vefeyât külliyatıyla şeyh, alim, şair, devlet adamı, 642 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Kemâl’ül-İsmet, Ruşen Matbaası, İstanbul: 1328, s. 3. 376 mûsikîşinâs, hattat gibi meşâhirînden meczubân-ı ilâhîlere varana dek pek çok şahsın hayatını kayda geçmiş önemli bir tarihçi ve düştüğü tarih manzumeleriyle usta bir müverrihtir. Bilindiği üzere müverrih hem genel olarak tarihçiler hem de tarih düşüren kişiler için kullanılan bir ifadedir. Bu bakımdan Misbâr-ı Şemsî kelimenin her anlamıyla Mehmed Şemseddin Ulusoy’un usta bir müverrih olduğunu gözler önüne seren bir eserdir. “Ölülerinizi hayırla anın” sözü mûcibince yazılmış eserde, vefatları ele alınan kişilerin hayatlarına dair tarihî malumatlar verilmiş olup hüsn-i ahlâklarından övgüyle bahsedilmiş ve onlara karşı duyulan mahabbet ile firkatlerinden doğan hüzün ve hasret tasavvufî remizlerle ve edebî bir üslup ile dile getirilmiştir. Müellifin yaşadığı devrin tasavvufȋ hayatı, edebȋ ve sosyo-kültürel tarihine dair bir belge olma niteliği taşıyan Misbâr-ı Şemsî’nin ilim dünyasına kazandırılmasının klâsik Türk edebiyatı tarihi ve Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatı tarihinde olduğu gibi Türk tasavvuf tarihi açısından da mühim olduğu düşünülmektedir. 377 KAYNAKÇA YAZMALAR Ahmed Câvid Efendi, Vefeyât-ı Kibâr, Topkapı Sarayı Müzesi Türkçe Yazmaları, nr. H. 1295. BAKIRCI Râşid Mehmed, Zübdetü’l-Vekâyi der-Belde-i Celîle-i Burusa, Millet Yazma Eserler Ktp., Ali Emiri Koleksiyonu nr. 89. Eşrefzâde Ahmed Ziyâeddin Efendi, Gülzâr-ı Sulehâ ve Vefeyât-ı ‘Urefâ, Millî Kütüphane, FB, nr. 176. (Not: Kütüphane kaydında eserin ismi Gülzâr-ı Subhâ ve Vefeyât-ı ‘Urefâ olarak hatalı yazılmıştır). Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. 0224. Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. 1325. Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. 3712. Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Bölümü, nr. 2257. Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Ravzatü’l-Muflihûn, BEEK Orhan Bölümü nr. 1041. Süleyman Hâlis, Vefeyât-ı Hâlis, Mustafa Kara Özel Kütüphanesi. Mehmed Fahreddin Efendi, Gülzâr-ı İrfân, Millet Yazma Eserler Ktp., Ali Emiri Koleksiyonu nr. 1098. Mahmud Nâsıh, Sübhatü’s-Sâlikîn, Bursa Eski Eserler Kütüphanesi, Genel Bölümü, nr. 1700. ULUSOY Mehmet Şemsettin, Gülzâr-ı Mısrî, Mustafa Kara Özel Kütüphanesi. ………………………………, Eş’ȃr-ı Şemsȋ, Mustafa Kara Özel Kütüphanesi. …………………………...…., Güftȃr-ı Şemsȋ, Mustafa Kara Özel Kütüphanesi. ………………………………, Ezhȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. ………………………………, Bahȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. ………………………………, Devvȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. ………………………………, Medȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. ………………………………, Hȃkisȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. ………………………..…….., İntizȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. 378 ………………..……………. ., İ’tisȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. …………………...………… ., Karȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. …………………..….……….., Misbȃr-ı Şemsȋ, Ahmet Erdönmez Özel Kütüphanesi. KİTAP, TEZ VE MAKALELER ABDÜLKADİROĞLU Abdülkerim, “Baldırzâde Mehmed Efendi”, DİA, c. 5, İstanbul 1992, ss. 8-9. ABDÜLKADİROĞLU Abdülkerim, “Güldeste-i Riyâz-ı İrfân”, DİA, c. 14, İstanbul 1996, ss. 237-238. AHATLI Erdinç, “Terceme”, DİA, c. 40, Ankara 2011, ss. 483-484. AHISHALI, Recep, “Reîsülküttâb”, DİA, c. 34, İstanbul 2007, ss. 546-549. Ahmet Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniye, haz. Turgut Karabey, Mehmet Atalay, Ankara: Akçağ Yay., 2017. AK Coşkun, “Rûhî-yi Bağdâdî”, DİA, c. 35, İstanbul 2008, ss. 205-206. AKARSU Kamil, TATÇI Mustafa, “Mehmet Şemseddin Efendi’nin Makaleleri: Vahdet- i Vücud,” Yedi İklim (Bursa Özel Sayısı) c.V, S.40, 1993. ……………………., “Mehmet Şemseddin Efendi’nin Makaleleri: Tekâyâ,” Yedi İklim c.V, S.42, 1993. ……………………., “Mehmet Şemseddin Efendi’nin Makaleleri: Osman Gazi ile İlgili Bir Nutuk,” Yedi İklim c.V, S.43, 1993. ……………………., “Mehmet Şemseddin Efendi’nin Makaleleri: Din-Vatan,” Yedi İklim c.VI, S.46, 1993. ……………………, “Mehmet Şemseddin Efendi’nin Makaleleri: Kur’an,” Yedi İklim c.VI, S.47, 1993. AKSOYAK İsmail Hakkı, “Emînî, Alaybeyi-zâde Mekkî Mehmed Emîn Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/emini-alay- beyizade-mekki-mehmed, (23.01.2021). AKÜN Ömer Faruk, “Divan Edebiyatı” DİA, c. 9, İstanbul 1994, ss. 389-427. AKÜN Ömer Faruk, “İbnülemin Mahmud Kemal”, DİA, c. 21, İstanbul 2000, ss. 249- 262. AKÜN Ömer Faruk, “Kilisli Rifat Bilge”, DİA, c. 26, Ankara 2002, ss. 18-22. ALPARSLAN Ali, “Habib Efendi”, DİA, c. 14, İstanbul 1996, ss. 370-371. ARMAOĞLU Fahir, 19. Yüzyıl Siyȃsi Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1997. ARSLAN Mehmet, “Mehmed Bahâeddin, Dâye-zâde” Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/mehmed-bahaeddin-dayezade, (25.01.2021) 379 ATLANSOY Kadir, “Ravza-i Evliyâ’da İki Şair: Kaniʿî ve Vaʾdî”, Milli Folklor, S. 89, 2011, ss. 193-199. …………………...., Bursa Şairleri, Bursa: Asa Kitabevi, 1998. AVCI Casim, “Şeyh”, DİA, c. 39, İstanbul 2010, s. 49. AYAZ Fatih Yahya, “Vezir” DİA, c. 43, İstanbul 2013, ss. 79-82. AYDİNER Mesut, Ravzatü’l-küberâ: Tahlil ve Metin, Ankara: TTK Basımevi, 2003. AYVANSARÂYÎ Hâfız Hüseyin, Vefeyât-ı Selâtin ve Meşâhir-i Ricâl, haz. Fahri Ç. Derin, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1978. AYVANSARÂYÎ Hâfız Hüseyin, Vefeyât-ı Ayvansarâyî (İnceleme-Tenkitli Metin), haz. Ramazan Ekinci, ed.: Adem Ceyhan, İstanbul: Buhara Yay., 2013. AZAMAT Nihat, “Osman Şems Efendi”, DİA, c. 33, İstanbul 2007, ss. 473-475. BAKIRCI Naci, Mevlevi Mezar Taşları, İstanbul: Rumi Yayınları, 2005. BAŞ Gülsen, BEKMEZ Ayşegül, vd., İstanbul Davut Paşa Külliyesi Haziresi ve Mezar Taşları, İstanbul: Hiper Yayınları, 2020. BATUR Atilla, Sürûrî Dîvânı: Hayatı, Edebi Kişiliği ve Dîvânı’nın Tenkitli Metni, (Doktora Tezi), Malatya: İnönü Üniversitesi, 2002. ………………, “Sürûrî”, DİA, c. 38, İstanbul 2010, ss. 172-173. BAYKAL Kâzım, “Bursa Hakkında Etütler”, Uludağ Dergisi, S. 79-80, Bursa 1946, ss. 25-32. BEKTAŞOĞLU Mustafa, “Mezar Taşları”, Diyanet Dergi, https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=24164, (05.06.2021). BELİĞ İsmail, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân, Bursa: Hüdâvendigâr Vilâyeti Celîlesi Matbaası, 1302. BERK Süleyman, Zamanı Aşan Taşlar (cilt I-II), İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yay., 2016. BİLGİLİ Hamiyet, Söğüt Osmanlı Mezar Taşları ve Kitabeleri, İstanbul: Tunç Yay., 2019. BİLGİN A. Azmi, “Tekke Edebiyatı”, DİA, c. 40, İstanbul 2011, ss. 381-384. BİLGİN Orhan, “Ferâğ Kaydı” DİA, c. 12, İstanbul 1995, ss. 354-356. BİLİCİ Faruk, “Şehrîzâde Mehmed Said” DİA, c. 38, İstanbul 2010, ss. 472-473. BOSTAN İdris, “Kapudan Paşa”, DİA, c. 24, İstanbul 2001, ss. 354-355. BOZKURT Nebi, “Mezarlık”, DİA, c. 29, Ankara 2004, ss. 519-522. BURSALI Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaʿa-i ʿÂmire, 1342. 380 CANIM Rıdvan, “Klâsik Türk Edebiyatında Tarih Düşürme Sanatı ve Bir Ebced Ustası: Adanalı Sürûrî”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2009, ss. 105-120. COŞKUN Menderes, “Maraşlı Bir Şair Şemʿî’nin İlâveli Esmârü’t-tevârih Maʿa-Zeyl Adlı Biyografik Tarihi”, Kahramanmaraş Sempozyumu 6-8 Mayıs 2004, c. 1, Kahramanmaraş 2005, ss. 155-156. ÇAĞLAYAN Nagehan, Mehmed Hafîd Ed-Dürerü’l-Müntehabâtü’l-Mensûre Fî- Islâhi’l-Galatâti’l-Meşhûre (İnceleme-Transkripsiyonlu Metin), (Basılmamış Doktora Tezi), Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016. ÇAVUŞ Fatih, Osmanlı Mezar Taşlarının Sırları, İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yay., 2019. ÇAVUŞOĞLU Halime, “19. Yüzyıl Sosyal Siyasal Olaylarına Bir Bakış: Bir Tarih Üstadı Nâfî ve Tarih Manzumeleri”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum 2014, ss. 84-105. ÇETİN Atilla, YILDIZ Ramazan, Sultan İkinci Abdülhamit Han: Devlet ve Memleket Görüşlerim, İstanbul: Çığır Yayınları, 1976. ÇETİNSAYA Gökhan, II. “Abdülhamid’in İç Politikası: Bir Dönemlendirme Denemesi”, Osmanlı Araştırmaları / The Journal of Ottoman Studies, XLVII, 2016, s. 402. ÇILGIN Alev Sınar, “Bursa’nın İlk Edebiyat ve Sanat Dergisi: Nilüfer” U.Ü. Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:7, S.10, Bursa 2006/1. ÇOBAN Ahmed, Hadîkatü’l-vüzerâ Adlı Eserin Tenkitli Transkripsiyonu, (Basılmamış YL Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005. DAĞLIOĞLU Hikmet Turhan, “M. Şemseddin Ulusoy”, Ülkü Halkevleri Dergisi, S. 53, c. IX, Bursa 1937, s. 385. DANİŞMEND İsmail Hami, 31 Mart Vak’ası, İstanbul: İstanbul Kitabevi, 1961. DEMİR Fehime, Türk Hat Sanatı İçin Kaynak Gülzâr-ı Savâb (İncelemeli Metin Çevirisi), , (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004. DEMİREL Mustafa, Mecmua-i Vefeyat-ı Meşayih Osmanlı Meşayih ve Alimleri, İstanbul: Cinius Yay., 2019. DERMAN M. Uğur, “Hat”, DİA, c. 16, İstanbul 1997, ss. 427-437. …………………...., “Hattat”, DİA, c. 16, İstanbul 1997, ss. 493-499. ……………………, “Tuhfe-i Hattâtîn” DİA, , c. 41, İstanbul 2012, ss. 351-353. DEVELLİOĞLU Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi, 1996. 381 DOĞAN Ayşe, İbnülemin Hat Koleksiyonundaki Sülüs-Nesih Kıt‘aların İçerik ve Sanat Yönünden İncelenmesi, (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, 2015. DOĞAN D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, (cilt I-II) Ankara: Yazar Yayınları, 2020. DOĞAN Muhammet Nur, “Esad Efendi, Ebûishakzâde”, DİA, c. 11, İstanbul 1995, ss. 338-340. DONUK Suat, Nevʿizâde Atâyî – Hadâiku’l-Hakâik fî Tekmileti’ş-şekâik (İnceleme- Metin), (Basılmamış Doktora Tezi), Manisa: Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2015. ……………., “Bilinmeyen Bir Eser: Ahmed Câvid’in Vefeyât-ı Kibâr’ı”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, c. 3, S. 7, Kasım 2016, ss. 13-29. ……………., Türk Edebiyatında Vefeyâtnâme ve İsmail Beliğ’in Güldeste-i Riyâz-ı İrfân’ı, Ankara: Gece Kitaplığı, 2016. DURMUŞ İsmail, “Tabakat”, DİA, c. 39, Ankara 2010, ss. 288-290. EFE Mustafa, “Mehmed Şemseddin Ulusoy’un Güftâr-ı Şemsî Adlı Dîvân’ı”, TYB Akademi Dergisi (24), Ankara 2018, ss. 165-182. ……………., Mehmet Şemseddin Ulusoy’un Eşâr-ı Şemsî Adlı Divânı, İnceleme-Metin (Doktora Tezi), Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018. ……………., Hâfız Mahmûd Kemâlüddin Fenârî Hayatı-Eserleri-Şiirleri, Bursa: Bursa Yıldırım Belediyesi Kültür Sanat Basımevi, 2021. EFENDİOĞLU Mehmet, “Vefeyât”, DİA, c. 42, Ankara 2012, ss. 603-605. EKİNCİ Ramazan, Uşşakîzâde Hasîb’in Zeyl-i Şakâʾik’ı (İnceleme-Metin-Dizin), (Basılmamış Doktora Tezi), Manisa: Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014. …………………, “Uşşâkîzâde Hasîb Efendi’nin Zeyl-İ Şakâ’ik’ı İle Şeyhî Mehmed Efendi’nin Vekâyi‘Ü’l-Fuzalâ’sının Mukayesesi” Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, c. 3, S. 5, Mart 2016, s. 25. ELAL Melih, “Dünden Bugüne Bursa’da Yayımlanan Edebiyat Dergileri”, Bursa Defteri, S. 26, Haziran-Ağustos, Bursa 2006. ELDEM Edhem, KUT Günay, Rumelihisarı Şehitlik Dergahı Mezar Taşları, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yay., 2011. ELKER Salahaddin, “Kitabelerde Ebced Hesabının Rolü”, Vakıflar Dergisi, S. 3, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1956. ERKAL Mustafa E., “Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu”, DİA, c. 13, İstanbul 1996, ss. 28-30. 382 ESAD Mehmed, Şahidü’l- Müverrihin, haz. Rıza Oğraş, “Esad Mehemed Efendi’nin Hayatı, Edebî Kişiliği ve Şahidü’l- Müverrihin Adlı Eserinin Metni”, Edirne: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü,1995. EYİCE Semavi, “Hüseyin Ayvansarâyî”, DİA, c. 18, İstanbul 1998, ss. 528-530. FAYDA Mustafa, “Siyer ve Meğâzi” DİA, c. 37, İstanbul 2009, ss. 319-324. FINDIKOĞLU Z. Fahri, “Bursa Müverrihlerinden Mehmet Şemseddin’in Hayatı ve Eseri”, Uludağ Dergisi, S. 34, Bursa 1941, ss. 36-45. GALİTEKİN Ahmet Nezih, Hadîkatü'l-Cevâmiʿ/ İstanbul Camileri ve Diğer Dinî-Sivil Mimarî Yapılar, İstanbul: İşaret Yayınları, 2001. GAZZİZÂDE Abdüllatif Efendi, Hulâsatü’l-Vefeyât (Bursa’da Medfun Meşâyihin Kısa Hayatı), haz. Mustafa Demirel, Bursa: Bursa Kültür A.Ş. Yay., 2014. GELİBOLULU, Mustafa Âlî, Menâkıb-ı Hünerveran Hattatların ve Kitap Sanatçılarının Destanları, haz. Müjgan Cunbur, Ankara: Büyüyen Ay Yayınları, 2012. GENÇ Akife Berat, Hüseyin Vassaf’ın Lücec-i Asrî Şerh-i Kelâm-ı Mısrî adlı eseri, (YLTezi), Konya: Necmettin Erbaakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015. GİRAY Halim, Gülbün-i Hânân, haz. İbrahim Gültekin, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2019. GÖKYAY Orhan Şaik, “Kâtip Çelebi”, DİA, c. 25, Ankara 2002, ss. 36-40. GÜLTAŞ Serhat, “Niyâzî-i Mısrî’nin İzinde: Gülzâr-ı Mısrî”, Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri Sempozyumu Bildirileri, ed. Mustafa Efe-Olcay Kocatürk, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2019, ss. 203-210. ……………….., “Bir Biyografik Kaynak Olması Bakımından Bahâr-ı Şemsî”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi (OMAD), c. 7, S. 17, Mart 2020, ss. 87-118. GÜVELİOĞLU İshak Güven, Osmanlı Mezar Taşları, İstanbul: Türkiye Anıtlar Derneği Yay., 2008. GÜVELİOĞLU İshak Güven, HİÇYILMAZ Ümit Murat, GÜRDAL Mustafa, Rize Hemşin İlçesi Tarihi Mezar Kitabeleri, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2010. GÜZEL Bilal, “Tezkiretü’l-Müteahhirîn’in yeni bir nüshası: Ba‘z-ı Menâkıb-ı Meşâyih- i Sâlife”, Rumeli’de Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, Mart 2020, ss. 303-309. GÜZELLER Özlem, Sürûrî Dîvânı'ndaki Manzum Tarihler (sayfa 250-322), (YL Tezi), Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi, 2007. HALVETÎ Enfî Hasan Hulûsi, Veliler ve Deliler-Tezkiretü’l-Müteahhirîn, haz. Mustafa Tatcı, Musa Yıldız, İstanbul: H Yayınları, 2014. 383 HANİOĞLU M. Şükrü, “Meşrûtiyet”, DİA, c. 29, İstanbul 2004, ss. 388-393. HIZLI Mefail, YURTSEVER Murat, Ravza-i Evliyâ, Bursa: Arasta Yay., 2000. - Hüdâvendigâr Vilâyeti Salnâme-i Resmisi, Bursa: Matbaa-i Vilâyet, 1316 (1898). - Hüdâvendigâr Vilâyeti Salnâme-i Resmisi, Bursa: Matbaa-i Vilâyet, 1303 (1886). İNAL İbnülemin Mahmud Kemal, Tuhfe-i Hattâtîn Mukaddimesi, İstanbul: Türk Tarih Encümeni, 1928. …………………………………..., Hoş Sadâ Son Asır Türk Musikişinasları, İstanbul: Maarif Basımevi, 1958. ……………………………………, Son Sadrazamlar, İstanbul: Dergâh Yay. c. I-IV, 1982. ……………………………………., Kemâl’ül-İsmet, İstanbul: Ruşen Matbaası, 1328. ……………………………………., Son Asır Türk Şairleri, İstanbul: Dergah Yayınları, 1988. …………………………………….., Son Hattatlar, İstanbul: Ketebe Yayınları, 2021. İPEKTEN Haluk, “Atâî, Nev’îzâde”, DİA, c. 4, İstanbul 1991, ss. 40-42. ………………..., Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul: Dergȃh Yay., 1994. İPŞİRLİ Mehmet, “İlmiye” DİA, c. 22, İstanbul 2000, ss. 141-145. …………………, “Şeyhülislâm” DİA, c. 39, İstanbul 2010, ss. 91-96. İŞLİ H. Necdet, KÖKREK Mehmet, Yeniçeriler & Remizleri ve Mezar Taşları, İstanbul: Dergah Yay., 2017. KABADAYI Hayriye, 1908-1923 Yılları Türk Şiiri ve Şiir Teorisi, (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994. KABAKÇI Yusuf, Mehmet Şemseddin Ulusoy; Dildȃr-ı Şemsȋ, (YL Tezi), Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016. KAPLAN Mahmut, “Güldeste-i Riyâz-ı İrfân’da Vefâtlara Düşülen Notlar”, Turkish Studies, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/1 Winter 2012, ss. 57-80. KAPLANOĞLU Raif; “Mehmet Şemsettin Ulusoy’un Kitapları: Hâkisâr-ı Şemsî”, Bursa Araştırmaları Kent Tarihi ve Kültürü Dergisi, S. 2, Bursa 2003, ss. 56-57. KARA İsmail, Din İle Modernleşme Arasında: Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, 2. Basım, İstanbul: Dergâh Yay., 2005. KARA Mustafa, “Bursalı Bir Tarihçi Mehmed Şemseddin (Ulusoy) Efendi”, UÜ İFD, S. 3, c.3, Bursa 1991, ss. 99-105. 384 ………………., “Bir Şeyh Efendi’nin Meşrutiyet ve Cumhuriyete Bakışı”, S. 134, İstanbul: Dergâh, 2001, ss. 1-5. …………………., “Mehmed Şemseddin Ulusoy”, Bursa Araştırmaları Kent Tarihi ve Kültürü Dergisi, S. 2, Bursa 2003, s. 50. ……………….., Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, İstanbul: Dergȃh Yay., 2005, ss. 294-310. ……………….., Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, İstanbul: Dergâh Yay., 2008. ………………..., Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: Dergâh Yay., 2008. …………………, “Cemâl ile Celâl Arasında Geçen Bir Ömür: Mehmed Şemseddin Ulusoy”, Dergâh, S. 246, İstanbul 2009, ss. 16-21. ………………..., Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, İstanbul: Dergȃh Yay., 2010. …………………, “Tekke”, DİA, c. 40, İstanbul 2011, ss. 368-370. …………………, Bursa’da Dinȋ Kültür, Emin Yayınları, Bursa 2011. …………………., Dervişin Hayatı Sufinin Kelȃmı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2012. …………………., “Cumhuriyet Türkiye’sinde Tarikâtlar”, Türkiye’de Tarikatlar, Tarih ve Kültür ed.: Semih Ceyhan, İstanbul: İsam Yay., 2015. …………….……, Şemseddin Ulusoy, Saklı Tarihin Muhafızı, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2016. ……………….…, “Bursa’nın Son Tezkiresi: Ezhâr-ı Şemsî”, İpek Dili, S. 16, Bursa 2018. s. 4. KARA Selime, Mehmed Şemseddîn Ulusoy’un “Diyâr-ı Şemsî” Adlı Yazma Eserindeki Mûsikîşinâslar, (Basılmamış YL Tezi), Bursa: Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019. KARABAŞOĞLU Cemal, Salim Ve Safayi Tezkireleriyle Vakayiu'l-Fuzala'daki Musikişinaslara Dair Bilgiler, (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003. KARABEY Turgut, “Tarih Düşürme”, DİA,, c. 40, İstanbul 2011, ss. 80-82. ……………………, Türk Edebiyatında Tarih Düşürme, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 2015. KARABUÇAK Kemal, Sürûrî-i Müverrih'in Manzum Tarihleri (İnceleme- Trankripsiyonlu Metin s. 51-150), (Basılmamış YL Tezi), Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi, 2007. KARAHAN Abdülkadir, “Nâbî”, DİA, c. 32, İstanbul 2006, ss. 258-260. KARAKOYUN Engin, Zaik Divanı (Metin 1a-65a), (Basılmamış Yl Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. 385 KARATÜRK Mehmet, Zaik Divanı (Metin 65a-135a), (Basılmamış Yl Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009. KARPAT Kemal, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul: Timaş Yay., 2012. KASAP İsmail, Hüseyin Vassȃf ve Dîvânı, (YL Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996. Kâtib Çelebi, Takvîmü’t-tevârih, haz. Semiha Nurdan, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 2009. KAYA Bayram Ali, “Taşlıcalı Yahyâ”, DİA, c. 40, İstanbul 2011, ss. 156-157. KAYA, İ. Güven, “Divan Şiirinde Tarih Düşürme Geleneği ve Yahya Bey’in Bir Kasidesi”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 30, Erzurum 2006, ss. 39-56. KAYACIOĞLU İsmail, Şakaiku`n-Numaniye Zeyillerinden Vekayiü`l-Fudala'daki Şair Biyografileri, (Basılmamış YL Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998. KAYSERİLİ Alperen, Erzurum Şehrindeki Mezar Taşlarının Kültürel Coğrafya Bakış Açısıyla İncelenmesi, Erzurum: Fenomen Yay., 2017. KEMİKLİ Bera, “Hattatlara Vefâ: Ketebe Duası”, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. XLIII, Sivas 2019, ss. 91-114. KEMİKLİ Bilal, Şiir ve Hikmet, İstanbul: Kitabevi Yay., 2017. KEPECİOĞLU Kȃmil, Bursa Kütüğü, haz.: Komisyon, Bursa: Bursa Kültür A. Ş. Yay., 2009 KILAVUZ Mehmet, İGİT İlter, Tunceli’deki Mezarlıklar ve Mezar Taşları, İstanbul: Hiper Yay., 2018. KILIÇ Mahmud Erol, Sufi ve Şiir, İstanbul: Sufi Yay., 2017. KOCATÜRK, Olcay, “Mehmed Şemseddin Efendi’nin Ezhâr-ı Şemsî Adlı Bursalı Şairler Tezkiresi”, The Journal of Turkic Language and Literature Surveys (TULLIS),2019 4 (2). KOCATÜRK, Olcay, “Niyâzî’nin Yolunda: Ezhâr-ı Şemsî ve Halvetî-Mısrî Miras”, Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri Sempozyumu Bildirileri, ed. Mustafa Efe, Olcay Kocatürk, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2019, ss. 185-192. KOYUNOĞLU Arif Hikmet, Kitâbe-i Seng-i Mezar, İstanbul: Turkuaz Yay., 2016. KURMUŞİN, Igor, Yenisey Eski Türk Mezar Yazıtları, çev. Rysbek Alimov, Türk Dil Kurumu, Ankara: 2017. KURNAT, Cemal, TATCI, Mustafa, “Hüseyin Vassaf” mad., TDV İslam Ansiklopedisi, c. 19, İstanbul: 1999. KUT Günay, “Ahmedî”, DİA, c. 2, İstanbul 1989, ss. 165-167. ……………., “Lâmiî Çelebi”, DİA, c. 27, Ankara 2003, ss. 96-97. 386 KUTLU Hüseyin, Kaybolan Medeniyetimiz/ Hekimoğlu Ali Paşa Camii Haziresi’ndeki Tarihi Mezar Taşları, İstanbul: Damla Yay., 2005. KÜÇÜK Cevdet, “Millî Mücadele”, DİA, c. 30, İstanbul 2005, ss. 76-83. KÜTÜKOĞLU Bekir, “Ahmed Resmî”, DİA, c. 2, İstanbul 1989, ss. 121-122. ………………., “Âlî Mustafa Efendi”, DİA, c. 2, İstanbul 1989, ss. 414-416. LAQUEUR Hans Peter, Hüvel Baki/ İstanbul’da Osmanlı Mezarları ve Mezar Taşları, çev. Selahattin Dilidüzgün, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997. LEVEND Agâh Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988. MERMUTLU Bedri, ÖCALAN Hasan Basri, Tarihi Bursa Mezar Taşları 1 Bursa Hazireleri, Bursa: Bursa Kültür A.Ş. Yay., 2011. ………………………………………………, Tarihi Bursa Mezar Taşları-2, Emir Sultan Mezarlığı, Bursa: Bursa Kültür A.Ş. Yay., 2012. ………………………………………………, Tarihi Bursa Mezar Taşları-3 Pınarbaşı Mezarlığı (cilt I-II), Bursa: Bursa Kültür A.Ş. Yay., 2016. MÎRZÂDE, Mehmed Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, haz. Adnan İnce, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2018. Muallim Naci, Istılahat-ı Edebiyye, haz. M. A. Yekta Saraç, İstanbul: Risale Yay., 1307. Muallim Naci, Lugat-ı Naci, University of Toronto Library, 19__. Mustafa Lutfi Efendi, Tuhfetü'l-Asrî Fî-Menâkıb-ı Mısrî, Bursa: Mabaa-i Emrî, 1892. …………………….., Bir Mısrî Şeyhinin Kaleminden Hazret-i Niyâzî-i Mısrî, haz. Aliye Uzunlar, İstanbul: Revak Kitabevi, 2013. NAMLI Ali, “İsmail Hakkı Bursevî”, DİA, c. 23, İstanbul 2001, ss. 102-106. NEFES Eyüp, İlkadım Seyyid Kutbiddin MezarlığıTarihi Mezar Taşları, Samsun: Etüt Yayınları, 2009. NİZAM Elif Ayan, “Sürûrî’nin Hezliyyât’ının ‘Tevârih’ Bölümünden Tarihî Yansımalar”, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 5, S. 2, Aralık 2012, ss. 67-86. OĞRAŞ Rıza, “Türk Edebiyatında Kitap Yazımına ve Basımına Tarih Düşürme Geleneği”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007, ss. 647-669. OKAY Orhan, “Milli Edebiyat Akımı”, DİA, c. 30, İstanbul 2005, ss. 72-74. ……………, Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2005. OKÇU Naci, “İzzet Molla, Keçecizâde”, DİA, c. 23, İstanbul 2001, ss. 561-563. OKUYUCU Cihan, “Cinânî”, DİA, c. 8, İstanbul 1993, ss. 11-12. OKYAY Ercan, Senih-i Mevlevî Divanı, (Basılmamış YL Tezi), Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005. 387 ORTAYLI İlber; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Hil Yay., 1987. ÖKÇESİZ Mahmut, Kuşadası Adalızade Osmanlı Mezar Taşları, İstanbul: Kitap Matbaacılık, 2013. ÖZ Yusuf, “Tezkire”, DİA, c. 41, İstanbul 2012, ss. 68-69. ÖZAYDIN Abdülkerim, “İbn Hallikân”, DİA, c. 20, İstanbul 1999, ss. 17-19. ÖZCAN Abdülkadir, “Ahmed Câvid”, DİA, İstanbul 1989, ss. 52-53. ……………………., “Osmanzâde Ahmed Tâib”, DİA, c. 34, İstanbul 2007, ss. 2-4. ……………………., “Tabakat”, DİA, c. 39, İstanbul 2010, ss. 299-301. ……………………., “Eş-Şakâiku’n-Nuʿmâniyye”, DİA, c. 38, İstanbul 2010, ss. 485- 486. ÖZCAN Ali Rıza, İstanbul’un 100 Mezar Taşı, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yay., 2013. ÖZCAN Nuri, “Atrabü’l-Âsâr”, DİA, c. 4, İstanbul 1991, ss. 85-86. ÖZERGİN M. Kemal, “Ahmed Paşa’nın Tarih Manzumeleri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. 10, 1960, ss. 161-184. ÖZTAHTALI İbrahim İmran, Bursalı Murat Emrȋ Efendi ve Dȋvȃnı, Bursa: Yıldırım Belediyesi Yay., 2017. PALA İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul: Kapı Yay., 2004. PEHLİVAN Gürol, “Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları”, Millî Folklor, S. 66, 2005, s. 140. PEKTAŞ Kadir, Bitlis Tarihi Mezarlıkları ve Mezar Taşları, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2001. Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Efendi, Harita-i Kapudanân-ı Deryâ, Ceridehâne Matbaası, 1285/1868-69. REDHOUSE James William, Müntehabat-ı Lugat-ı Osmaniye, University of Toronto Library, 1852. RODOSÎZÂDE Mehmed, Tercüme-i Vefeyâtü’l-aʿyân, Tabhane-i Amire, 1280. SAMSAKÇI Mehmet, Ölüme Açılan Estetik Kapı Türk Mezar Taşları, İstanbul: Kitabevi Yay., 2017. SARICAOĞLU Fikret, “Üsküdârî Seyyid Hasîb ve Vefeyât’ında Üsküdar İle İlgili Bilgiler”, Üsküdar Sempozyumu IV Bildiriler, ed. Coşkun Yılmaz, c. 2, İstabul: Üsküdar Belediyesi Yay., 2006, ss. 545-553. SEVİM Nidayi, Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları Eyüp Sultan’da Osmanlı Mezar Taşları ve Ebedi Eyüp Sultanlılar, İstanbul: Kitap Dostu Yay., 2009. ………………, Osmanlı Mezar Taşlarında Manzum Metinler, İstanbul: Kitap Dostu Yayınları, 2015. 388 SEYİRCİ Musa, TOPBAŞ Ahmet, Afyon Karahisar Yöresi Türkmen Mezar Taşları, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yay., 1983. SÖYLEMEZ Yavuz, Es-Sebʿu’s-seyyâr fî Ahbâri Mülûki’t-tatar (Tenkitli Metin Neşri, İnceleme), (Basılmamış Doktora Tezi), İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016. ŞAHİN Haşim, “Menâkıbnâme”, DİA, c. 29, Ankara 2004, ss. 112-114. ŞAMER Aliye Deniz, XVIII. Yüzyıl Tarih Manzumelerinde Toplumsal Yaşam, (Basılmamış YL Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012. ŞEYBAN Lütfi, Osmanlı Dönemi Taraklı Mezar Taşları ve Kitabeleri, Sakarya: Sakarya Büyükşehir Belediyesi Yay., 2008. ŞİMŞEK Serdar Sezer, Türk Düşünce Tarihinde İbnülemin Mahmud Kemal İnal, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbu: , İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020. Tahir’ül- Mevlevî, Edebiyat Lügati, haz. Kemal Edib Kürkçüoğlu, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1973. …………………., Şair Anıtları ve Şair Ali İffet Merhum Hakkında Hatıralar, haz. Mehmet Atalay, Büyüyenay Yayınları, İstanbul: 2021. …………………, “Şemseddin Efendi’nin İrtihali ve Tarihi”, Mahfil, II, İstanbul 1340. TANPINAR Ahmet Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 2003. TARAKÇI, Betül, “Âyine-i Diyȃr-ı Şemsî üzerine Bazı Mülâhazalar”, Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri, ed. Mustafa Efe, Olcay Kocatürk, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay., 2019. - Tarihî Edebî ve Kültürel Açıdan Osmanlı Mezar Taşları, Ankara: DİB Yay., 2020. Taşköprülüzâde Ahmed Efendi, Eş-Şakâʾiku’n-Nuʿmâniyye Fî Ulemâi’d-Devleti’l- Osmâniyye – Osmanlı Âlimleri, haz. Muhammet Hekimoğlu, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., 2019. TATCI Mustafa, “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 70, Ocak l996. ……………….., “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 40, Temmuz l993. ………………..., “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 41, Eylül l993. ………………..., “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 42, Ekim l993. ………………..., “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 45, Ocak l994. ………………..., “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 46, Şubat l993. 389 ………………..., “Mehmed Şemseddîn Efendi'nin Makaleleri”, Yedi İklim Dergisi, S. 62, Mayıs l995. TATCI, Mustafa, ÖZTÜRK, Mehmet Cemal, “Ulusoy, Mehmet Şemsettin” DİA, c. 42, İstanbul 2012, ss. 135-136. TEK Abdürrezzak, “TasavvufTarihine Kaynaklık Teşkil Etmesi Bakımından Vefeyatnâmeler ve Gazzizade Örneği”, Osmanlı’da İlm-i Tasavvuf, İstanbul, Aralık 2018, ss. 117-174. TEKİN Hakkı, Şeyhülislam Esad Efendi ve Atrabü'l-Asar fi Tezkiret-i Urefail-Edvar, (Basılmamış YL Tezi), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1993. TOLASA Harun, 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, Akçağ Yay., 2002. TOSUN Necdet, “Silsile”, c. 37, DİA, İstanbul 2009, ss.206-207. UÇAR Zeynep, İstanbul Çorlulu Ali Paşa Külliyesi Mezar Taşları, İstanbul: Yalın Yay., 2019. UÇMAN Abdullah, , “Ali Suâvi”, DİA, c. 2, İstanbul 1989, ss. 445-448. ULUSOY Can, Taşrada Kent ve Aydın: Bursa Örneği (1930-1950), (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015. ULUSOY Mehmed Şemseddin, Bursa Dergȃhları Yadigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997. ………………………………..., Mevlid, haz: Mustafa Kara, Bursa: Uludağ Yay., 2007. …………………………………, Dildȃr-ı Şemsȋ, haz. Mustafa Kara, Yusuf Kabakçı, İstanbul: Dergȃh Yay., 2010. …………………………………., “Gamgüsâr-ı Şemsî”, haz. Mustafa Kara, Bursa’da Dinȋ Kültür, Bursa: Emin Yay. 2011, ss. 129-135. …………………………………, Âsâr-ı Şemsî, Cuybâr-ı Şemsî, İğbirâr-ı Şemsî / Hakikatperest Olalım, haz. Arzu Meral, İstanbul: Revak Yay., 2019. ………………………………..., Yâdigâr-ı Şemsî / Bursa Dergâhları, haz. Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. ………………………………..., Bahâr-ı Şemsî / Bursalı Mutasavvıflar Âlimler ve Meşhurlar haz. Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Olcay Kocatürk, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. ………………………………., Medâr-ı Şemsî, Devvâr-ı Şemsî / Bursa Camileri ve Medreseleri, haz. Mustafa Kara, Betül Tarakçı, Selime Terzioğlu, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. ……………………………….., Gülzâr-ı Mısrî / Niyâzî-i Mısrî ve Bursa Mısrî Dergâhı haz. Mustafa Kara, Serhat Gültaş, Sedat Akay, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi Yay., 2021. UNAT Faik Reşit, İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve Otuz Bir Mart Hȃdisesi, Ankara: TTK Yay., 1960. 390 USLU Ahmet, Sürûrî-i Müverrih'in Manzum Tarihleri (İnceleme-Trankripsiyonlu Metin s. 151-250), (Basılmamış YL Tezi), Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. USLU Şenay, Sürûrî-i Müverrih’in Manzum Tarihleri (İnceleme Transkripsiyonlu Metin s.1-50), (Basılmamış YL Tezi), Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008. UZUN Mustafa İsmet, “Ebced”, DİA, c. 10, İstanbul 1994, ss. 68-70. ……………………..., “Tezkire”, DİA, c. 41, İstanbul 2012, ss. 69-73. ……………………..., “Hilye”, DİA, c. 18, İstanbul, 1998, ss. 44-47. ÜLGEN Muhammed, “Abdülkerim Çelebi’nin Şeyhülislam Yahya Efendi’ye Gönderdiği Bir Şefaatname Örneği”, Külliyat Osmanlı Araştırmaları Dergisi, S. 7, Nisan 2019 ss. 15-22. ÜNVER İsmail, "XIX. Yüzyıl Dîvân Şiiri", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c. XXXII, S. 1-2, Ankara 1988. ……………….., “Aynî, Ayıntablı”, DİA, c. 4, İstanbul 1991, ss. 270-271. VASSAF Hüseyin, Kemalnâme-i İsmail Hakkî, haz. Murat Yurtsever, Bursa: Arasta Yay., 2000. …………………., Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr, haz. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, İstanbul: Kitabevi Yay., 2006. VATANSEVER Nazlı, Sürûrî’nin Tarih Mecmuası (Metin Tesisi-İnceleme), (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014. VIRMİÇA Raif, Kosova Tekkleri Türbeleri ve Kitabeli Mezar Taşları, İstanbul: Sufi Kitap Yay., 2010. YAKIT İsmail, Türk İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul: Ötüken Yay., 4. Baskı, 2017. YAMAN Ayşe Peyman, Hat Sanatı İçin Kaynak Devhatü’l-Küttâb İncelemeli Metin Çevirisi, (Basılmamış YL Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003. YAVUZ Nilay, XVII. Yüzyıl Tarih Manzumelerinde Toplumsal Yaşam, (Basılmamış YL Tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009. - Yeni Fikir gazetesi, Bursa, no. 475, Bursa 1932. - Yeni Fikir gazetesi, Bursa, no. 482. - Yeni Fikir gazetesi, Bursa, no. 483. - Yeni Fikir Gazetesi, Bursa: 10 Mart 1932, Nu: 477. YILDIRIM Alper, Müstakimzade Süleyman Saadeddin’in Devhatü’l-Meşâyih Osmanlı Şeyhü’l-İslamlarının Biyografileri Adlı Eserinin Transkipsiyon Ve 391 Değerlendirilmesi, (Basılmamış YL Tezi) , Hatay: T. C. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014. YILMAZ Ahmet, Müstakîmzâde Süleyman Sâdeddin Hayatı, Eserleri ve Mecelletü’n- Nisâb’ı, (Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1991. …………………, “Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin”, DİA, c. 32, İstanbul 2006, ss. 113-115. YURTSEVER, Murat, İsmail Hakkı Bursevȋ Dȋvȃnı, Bursa: Arasta Yayınları, 2000. ……………………..., “İsmail Hakkı Bursevî”, DİA, c. 23, İstanbul 2001, ss. 107-108. YÜCEDAĞ İsmail, Osmanlı Epigrafisi Kitabeler ve Mezar Taşları, İstanbul: İdeal Kültür Yay., 2017. YÜCEER Rıza Rûşen, "Mehmed Şemseddîn Ulusoy", Türkün Halkevi Dergisi, S. 9, Bursa 1937, ss. 38-41. YÜCEIŞIK Zeynep Sema, Şeyhülislâm Esad Efendi Atrabü’l-âsâr fî Tezkireti Urefâi’l- Edvâr (Giriş-Metin-Tercüme-Terimler-Dil Notları), (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1990. YÜCEL Ahmet, Hadis Tarihi, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay., 2012. 392 EKLER EK: 1. 393 EK: 2. 394 EK: 3. 395 EK: 4. 396 EK: 5. 397 EK: 6. 398 EK: 7. 399 400 EK: 8. 401 EK: 9. 402 403 EK: 10. 404 405