U.Ü. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 18, Sayı: 29, 2015/2 TABİP-ŞAİR ŞEYHÎ VE KENZÜ’L-MENÂFİ RİSÂLESİ  Sadettin EĞRİ ÖZET Sultan (Çelebi) Mehmed I’in hekimi olan ve Türk edebiyatının ünlü şairlerinden sayılan Şeyhî; Kenzü’l-Menâfi adlı eserinde yaşadığı dönem anlayışına göre hangi bitkilerin, hangi havanın ve hangi yiyecek ile içeceğin faydalı veya zararlı olabileceğini şiir şeklinde anlatmıştır. Şeyhî, Anadolu ve İran’da kendi zamanındaki anlayış ve birikimlerle bir tıb eğitimi almıştır. Fakat onu bir halk hekimi olarak da görmek yanlış olmasa gerektir. Konunun şiirlerle anlatıldığı bu risalede geleneksel tedavi anlayışının ve tıbbî uygulamaların önemli bir yeri vardır. Germiyan beylerine ve Osmanlı sultanlarına musahiblik, tabiblik, şairlik yapan ve attar dükkânında yaptığı ilaçları da halka satan Şeyhî, her yönüyle hakîm, zarif ve ilginç bir kişiliğe sahiptir. Anahtar Kelimeler: Şeyhî, Kenzü’l-Menâfi, Çelebi Mehmed, tababet, halk hekimliği, Hasan Ali Yücel. ABSTRACT Medicine-Poet Şeyhi and Kanzu’l-Manafi Treatise Şeyhi is physician (medicine/physician) of Sultan Mehmed I and he is regarded as one of the famous poets of Turkish literature. He narrate about which plants, by which food and drink with which the air that could be beneficial or harmful is told in the form of poetry according to the understanding of his century in his book Kenzü’l Küberâ. Şeyhî, received a medical education with the knowledge and understanding of his time in Anatolia and Iran. But it can not be wrong to see him as a folk physician. Handling of subject is described with poems in this booklet  Yrd.Doç.Dr., Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi. Çelebi Mehmed ve Dönemi Sempozyumu’nda sözlü bildiri olarak sunulan bu inceleme genişletilerek hazırlanmıştır. 263 has an important place in traditional treatment and medical applications. Şeyhi worked as a counsel, physian, poet for Germiyan’s emporers and Ottoman’s sultans and he also makes remedies in his attar who sells to the public, He has a wise, elegant and interesting personality in every aspects. Key Words: Şeyhî, Kenzü’l-Menâfi, Chelebi Mehmed, medical science, folk medicine, Hasan Ali Yücel. Klâsik Türk Edebiyatının kurucularından olan şair Şeyhî (ö.832/1429 sonrası)’nin asıl adı “Yusuf Sinaneddin”’dir. Şairin adı, kimi şair tezkirelerinde “Yusuf”, kimilerinde ise “Sinan” olarak kayıtlıdır. Sicill-i Osmânî’de ise “Şeyh Senâî” diye anılmıştır.1 Tıp alanında “Hakîm Sinân” ünvanıyla şöhret kazanan şair, ismini Divan’ında şöyle dile getirir:2 Şâha murâdı Yûsuf-ı Şeyhî’nün oldurur Kim bu sa’âdet işiğine bende-vâr ola Şeyhî’nin bu mahlası alması Hacı Bayram Veli’ye intisabından dolayıdır. 1415’ten önce İran’a gidip dönmesinin ardından Hacı Bayram ile görüştüğü ve kimi kayıtlara göre ona intisabından sonra bu mahlasın bizzat Şeyh tarafından kendisine verildiği bilinmektedir Kaynakların pek çoğunda bildirildiği gibi Şeyhî, Hacı Bayram-ı Veli’den inâbe almıştır. Bu intisabın İran dönüşünde 818/1415 tarihinden önce olduğu söylenebilir. Şeyhî’nin bu mahlası almasının nedeni, onun şeyh olmasından ziyade, büyük mutasavvıf Hacı Bayram’a mensup olmasındandır. Şeyhî, İran’a gittiğinde ünlü sufilerle görüşmüş ve Seyyid Yahya Şirvani’ye mürit olma dileğini bildirmiştir. Şair Şeyhî Şair ve tezkireci Latifi’nin bildirdiğine göre Şeyhî, büyük mutasavvıf ve şair Seyyid Nesimi ile Bursa’da buluşmuştur. Bu görüşmenin Yıldırım Bayezid devrinde olduğu bilinmektedir. Çünkü Seyyid Nesimi’nin öldürülmesi 807/1404-1405 tarihinde olmuştur.3 Şeyhî’nin “Şeyhü’ş- Şuarâ/Şairlerin Şeyhî” ünvanıyla anılması ve bazı kaynaklarda Bayramiye şeyhleri arasında sayılması, onun tarikatın şartlarını yerine getirip halife 1 Şeyhî hakkında geniş bilgi için bkz. Faruk Kadri Timurtaş, Şeyhî ve Husrev ü Şirîn’i, İstanbul, 1980; Faruk Kadri Timurtaş, “Şeyhî’nin Eserleri”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c.II, s.99-108, İstanbul, 1961; Şeyhi Divanı, Hazırlayan Mustafa İsen, Akçağ Yayınları, Ankara, 1990; Ali Nihat Tarlan, Şeyhî Divanı’nı Tetkik, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993; Halit Biltekin, “Şeyhî”, DİA, c.39, s.80-82. 2 Şeyhî, Divan, Süleymaniye Hacı Mahmud Kütüphanesi, No.3298, 24b. 3 Latifî Tezkiresi, İkdam Matbaası, İstanbul, 1314, s.295-297. 264 olduğuna dair tartışmaya açık yorumların bulunması da dikkate alınmalıdır. Fakat Şeyhî, tasavvufun zenginliklerinden faydalanan ve eserlerinde bunu işleyen bir şair olarak anılmaktadır. Beden yapısı zayıf, hastalıklı bir görüntüye sahip olan Şeyhî’nin ne yazık ki gözleri de rahatsızdı ve az görmekteydi. I. Murad devrinde doğan şair, gençlik yıllarını Yıldırım Bayezid döneminde geçirmiştir. Kütahya’da saygın bir aileye mensup olan Şeyhî, eğitimini tamamladıktan sonra İran’a gitmiş burada bir süre eğitim gördükten sonra memleketi olan Kütahya’ya dönmüştür. Onun devlet adamları ile asıl ilişkisi Germiyan Beyi II. Yakub’la olmuştur. Şairliğin gereği olarak şiirler yazıp Germiyan Beyi’ne takdim eden Şeyhî, diğer taraftan attar dükkânında ilaç yapıp satıyordu. O dönemi anlatan eserlerde Germiyanoğlu’nun musahibi ve tabibi olarak anılmaktaydı. Kütahya’da Bey’e eserlerini takdim eden şairin orada bulunmaktan pek memnun olmadığı da bilinmektedir. Zira bir beytinde Germiyan Şahı’nın kıymetini bilmediğinden dert yanar: İnâyet eylemedi şâh sana bugün Günâhımuz budurur kim Germiyân’da bulınduk Gelibolulu Âli, Künhü’l-Ahbâr adlı eserinde II. Yakub Bey’in sanattan, şiirden anlayabilecek özellikleri taşımadığını ve böylesi mücevher gibi olan dizeleri taş toprak zannettiğini ve hatta Şeyhî’nin şiirlerinden sıkıldığını söyleyip bu konu ile ilgili bir olayı da nakl eder. Bir gün ozanın birisi gelip Bey’e şu şiiri okur: Benüm devletlü sultânum âkıbetün hayır olsun Yidiğün bal ile kaymak yürüdüğün çayır olsun Bu sözleri dinleyen ve çok hoşlanan Yakub Bey; “Bizim Şeyhî bilmem ki ne söyler? Güya beni över ama eleştiriyor mu ne onu da bilmem!” deyip, ozana hediyeler verip gönderir. Bu meseleyi duyan Şeyhî çok üzülür. Şeyhî’nin Osmanlı beyleri ile ilk münasebeti Emir Süleyman ile başlamıştır. Süleyman Bey’in onu sevip takdir ettiği, şiir yazmaya teşvik ettiği ve hatta şair Ahmedî ile şiir sohbetlerine onu da davet ettiği görülmektedir. Çelebi Mehmed’in hastalığını tedavi etmesiyle birlikte onun özel tabibi olmuştur. Şairin II. Murad ile de yakınlığı olup, ona Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisinden bin kadar beyt yazıp sunduğu görülür. Tabib şairin zaman zaman Kütahya’ya gidip II. Yakub Bey ile olan dostluğunu sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Şeyhî, kendi zamanına kadar olan Osmanlı sultanlarını bir şiirinde anmaktadır: Muhammed Şeh ki şâdândur revân-ı Bâyezîd andan Murâd’ın virdi Orhan’ın ki yapdı mülk-i Osmân’ı 265 Şairliği ile şöhret kazanmış olan Şeyhî’nin hekimlik ve eczacılık konusunda da kendi devrinde ileri seviyede bilgiye sahip olduğu görülmektedir. Edebiyat tarihi ile ilgili bütün kaynaklarda mahir bir tabib ve usta bir eczacı olduğu anlatılmaktadır. O hem “Tabîb-i Lebîb/Zeki Tabib” hem de “Hekîm-i Edîb/Şair Hekim”dir. Tababetteki kudreti Çelebi Mehmed’i 818/1415 yılında Karaman seferinde iken tedavi etmesi ile tespit edilir. Karaman beyleri ile yapılan savaştan yorgun düşen üzüntülü Çelebi Mehmed’i hiçbir hekim tedavi edemez. Hangi tedaviyi uyguladılarsa, başarılı olamazlar. O sırada Ankara’da bulunan sultan gittikçe halsiz düşmektedir. Hakîm Sinan adıyla bilinen ve Germiyan Beyi’nin musahibi olan şair Şeyhî, tavsiye üzerine Kütahya’dan getirtilir. “Şeyhî hastayı ilk görüşünde hastalığın sinirden olduğunu anladı, kendisini ilaç içmekten menetti, memnunluk verici bir haber almak suretiyle büsbütün iyi olacağını söyledi. Hakîm Sinan’ın koyduğu teşhis doğru çıktı. Filhakika Beyazıd Paşa tarafından Karamanoğlunun yenildiği haberi Çelebi Mehmed’e vâsıl olunca düçar olduğu melankoli yavaş yavaş geçti ve yeniden sıhhatini kazandı. Bunun üzerine Şeyhî, ihsan ve âtalarla doyurulup vatanı melûfuna irsal veya Dokuzlu nam karye kendisine timar olarak itâ, diğer bir rivayette ise sekiz bin akçe yazılarak Tabib-i Hâs ve Reisü’l-Etibba tayin olundu.”4 Kimi tarihçi ve tezkirecilere göre ise Osmanlı devletinin ilk “Reis-i Etibba”sı Şeyhî’dir. Şuarâ tezkirelerinde Çelebi Mehmed tarafından kendisine hizmeti karşılığı olarak tımar verilen Şeyhî’nin Tokuzlu Köyü’ne giderken, tımarın eski sahipleri tarafından saldırıya uğradığı ve döğüldüğü anlatılır. Şeyhî’nin bu olay üzerine ünlü eseri Harnâme’yi yazdığı bilinmektedir. Bu durum padişaha iletildiğinde suçlular cezalandırılıp, hakkı olan ihsan kendisine fazlasıyla verilir. Tabip Şeyhî ve Kenzü’l-Menâfi fî-Ahvâli’l-Emzice ve’t- Tabâyi Risalesi Şeyhî, tababetin göz hastalıkları ile ilgili olan dalında uzmanlaşmıştı. Bu alanda kendisini geliştirmiş olmasını kendisinin de gözlerinden rahatsız olması nedenine bağlayanlar bulunmaktaydı. Hammer, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi, Gelibolulu Âlî onun “alîl, kelîl, a’mâ, za’f-ı basara mübtelâ” olduğunu söylerler. Eserlerde anlatıldığına göre yaşadığı dönemin muayene yeri ve eczanesi sayılan attar dükkânında Şeyhî; hastaları tedavi eder, gözü ağrıyanlara da “kühul” yapıp satarmış. Pek çok üstün meziyetlere sahip olan 4 Hasan Âli Yücel, Bir Türk Hekimi ve Tıbba Dair Manzum Bir Eseri, İstanbul, Devlet Basımevi, 1937, 20+4 (tıpkıbasım) sayfa. 266 Yusuf Sinan’ın yaptığı bu ilaçlardan halk çok memnun kalırmış. Bir gün zarif ve nüktedan birisi dükkânına gelip ondan bir akçelik ilaç ister. İlacı aldığında bir şey dikkatini çeker; Şeyhî’nin de gözleri hastadır. Hemen iki akçe uzatıp Şeyhî’ye der ki; diğer akçe ile de kendi gözünüze bir kühul alıp tedavi ediniz”. Bu latifeyi her zaman anlatıp gülen Şeyhî, hayatının sonuna kadar bunu unutamadığından bahsedermiş. Şeyhî, Kenzü’l-Menâfi fî-Ahvâli’l-Emzice ve’t-Tabâyi Şeyhî’nin Divan, Hüsrev ü Şirin, Habnâme, Neynâme, Harnâme gibi bilinen eserlerinin yanında Kenzü’l-Menâfi fî-Ahvâli’l-Emzice ve’t-Tabâyi adlı bir tıp risalesi de günümüz araştırmalarına kazandırılmıştır. Söz konusu eser; İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Halis Efendi Kitaplığı’nda 3021 numarada kayıtlı olan İbni Kemal’in Hadis-i Erbaîn adlı eserinin sayfa kenarlarında yazılı bulunmaktadır. Farklı eserleri barındıran kitabın ilgili bölümünün 13 yapraklık kısmında yazılı olan tıpla ilgili bu risale; 1937 tarihinde Hasan Âli Yücel tarafından tanıtılmıştır. Eser, Bir Türk Hekimi ve Tıbba Dair Manzum Bir Eseri adıyla aynı tarihte yayımlanmıştır. Kültür dünyamıza önemli eserleri kazandıran Hasan Âli Yücel, tespit ettiği ve tanıttığı eseri şu heyecanlı cümlelerle anlatmaktadır: “Muhterem Türk bilgini Bay İsmail Saib ile bundan sekiz on sene önce Şeyhî hakkında ve hekimliğine dair görüşürken, Tahir Beyin bahsettiği kitabın manzum bir eser olduğunu ve kendisinde bulunduğunu öğrendim. Metnini lütfettiği bu eseri hemen istinsah ettim. O yıllarda eski 267 edebiyatımızla yakından ve çok uğraştığım için eski yazmaları, bu arada bilhassa mecmuaları karıştırıyordum. İyi bir tesadüf eseri olarak Darülfünun Kütüphanesi’nde Hâlis Efendi kitapları arasında bir mecmuanın içinde ve hâmiş olarak kenara yazılmış bulunan ikinci bir nüshasını buldum. Eski numarası 3772, bugünkü numarası 3021'dir. 207’nci yaprağın arka sahifesinden 220’nci yaprağın arka sahifesine kadar devam ediyordu. Fotografisinde görüldüğünden daha biçimsiz ve okunması güç bir yazı ile yazılmıştır. Aradan birkaç zaman daha geçtikten sonra, o sırada kütüphane memuru olan Bay Sabri’nin delaletiyle bir üçüncü nüshasını Rıza Paşa kitapları arasında buldum. Eski numarası 2829, bugünkü numarası 1774’tür. Bu da hâmiş tarzında ve İbni Kemalin Hadîs-i Erbain’i kenarına yazılmıştır. 120. sahifeden 134’üncü sahifeye kadar devam eder. Bay İsmail Saib'deki birinci nüsha (H.1096, M.1684)’te yazılmıştır. Sekiz-on tıp risalesi arasında Şeyhî’nin Nazm-ı Tabayi’i de vardır. İkinci Hâlis Efendi nüshasında iki yüzden fazla şairin eş’âr ve nezâiri bulunuyor. Yazılma tarihi belli değil. Üçüncü Rıza Paşa nüshasında Tabirat-ı Menam’ı Hazret-i Mevlâna Cami’nin Arapzade tarafından şerh edilen sufiyane bir gazeli, bazı Hadîs tercümeleri, Hilkat-i İnsan Risalesi, La'lîzâde’nin Bayramiye Risalesi ve başka birkaç risale ile Hadîsi Erbaîn tercümesi vardır.” Şeyhî, Kenzü’l-Menâfi fî-Ahvâli’l-Emzice ve’t-Tabâyi 268 Şeyhî’nin tıp ile ilgili olan risalesi 2011 tarihinde Kütahya Belediyesi tarafından yayımlanmıştır.5 Eser, bir nüshasındaki şiire göre: Mülûkâna eşiği taşı mesned Şehinşah-ı cihân Sultân Ahmed Sultan Ahmed’e takdim edilmiştir. Hasan Âli Yücel’e göre; Şeyhî’nin yaşadığı devirlerde emîr ve hükümdarlar arasında Celâirîler/İlkâniyan’dan bir Sultan Ahmed vardır. Bu Türk hükümdarı 1382- 1410 arasında, muhtelif fasılalarla Azerbeycan ve Irak’ta saltanat sürmüştür. Saltanatının merkezi Bağdat’tı ve kendisi şiir ve edebiyat dostu idi. Şeyhî 1422 senesinde vefat ettiğine göre 1410 senesinde Karakoyunlu Kara Yusuf tarafından öldürülen Sultan Ahmet ile muasırdır. Diğer nüshada ise: Civân-merd ü atâ-bahş ü suhandân Şehinşâh-ı cihân Sultân Murâd Han Denilmekte olduğu cihetle Murad II. namına yazılmış görünüyor. Şeyhî’nin bu eseri, bazı yönlerden önemli özellikler taşımaktadır. Yaşadığı asrın dil özelliklerini taşıyan risale; geleneksel yapıya uygun olarak tevhid, na’t, dört halifeye övgü, devrin padişahına (II. Murad) dua ve sebeb-i te’lif bölümleri ile başlar. Şair bu eseri niçin yazdığını şöyle açıklar: Allah’a şükürler olsun ki hikmet ve tıp ilminin tam olmasa da eğitimini aldım. Bu ilmin küçük de olsa özünü öğrenip, bana malum oldu. Bi-hamdi’llâh ki kıldım ânı tahsil Egerçi cümle olmadıysa tekmîl Okudum hikmet ile ilm-ı tıbbı Ânun da cüz’i ma’lûm oldı lübbi Mesnevi tarzında yazılan bu bölümlerden sonra, içecek, yiyecek ve giyeceklerin faydaları, zararları ve bunların giderilmesinin çareleri kıt’alar halinde yazılıdır. Eski tıpta bütün yiyecek ve içeceklerde üç kuvvet anlayışı vardı: “Malûm ola ki merâtib-i kuvâ-yı edviye inde’l-etibbâ üçtür. Kuvve-i ûlâ; harâret, bürûdet, rutûbet ve yübûset dedikleri keyfiyetlerden ibarettir. Kuvve-i sâniye bu keyfiyetlerden sadır olan kuvvetlerdir: Teftîh ve tahlîl gibi. Kuvve-i sâlise bu keyfiyetlerden ve kuvve-i sâniyeden sâdır olan kuvvetlerdir.” O zamanın tıp anlayışında “Anâsır-ı Erbaa” çok önemli telakki edilirdi. Harâret, burûdet, yübûset, rutûbet; ateş, hava, toprak ve su karşılığı olarak kabul olunurdu. İlaçlar ve devalar bu esasa göre tertip 5 Şeyhî’nin Kenzü’l-Menafi Tıp Risalesi, (Hazırlayan Ali Günhan), Kütahya Belediyesi Kültür Yayınları, Kütahya, 2011. 269 edilirdi. Alınan gıdalardan hâsıl olan kan, balgam, safra ve sevda; hâr ve râtıb, soğuk ve yâbis, bârid ve yâbis addolunurdu ki bunlara “ahlât-ı erba’a” ismi verilirdi. Şeyhînin her kıta'da kullandığı ıssı, soğuk, yaş, kuru tabirleri bu esasa göre konmuştur. Germiyan beyleri ve Osmanlı sultanları ile devamlı irtibat halinde olan şair, hayatını eczacılık ve hekimlik yaparak kazanmıştır. Şeyhî, Anadolu’da ve İran’da kendi zamanındaki anlayış ve birikimlerle dolu bir tıb eğitimi almıştır. Fakat onu bir halk hekimi olarak da görmek yanlış olmasa 6 gerektir. Halk hekimliği ; tıbbın gelişmediği çağlarda, insanların kendi özel çabalarıyla hastalıkları tedavi etme yöntemi olarak kabul edilirdi. Halk, mevcut hastalığı tedavi için çeşitli pratiklere başlangıçtan beri sürekli başvurmuştur. Bunlar, bitkilerden ilaç yapmak, yatırları ziyaret etmek, muska yazmak veya bir ocaklıya görünmek şeklinde tezahür etmektedir. Halk hekimliği uygulamalarını Türk edebî metinlerinde de görmekteyiz. Dede Korkut Kitabı’nda Dirse Han’ın oğlu Boğaç’ın vurulmasından sonra, Boğaç’ın annesinin yanına hızır gelir ve çocuğun yarasını sıvazlar, “dağ çiçeği ile ananın sütü yaranın merhemidir” der ve ayrılır. Yine Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Hikaye’de, Karacuk çoban kafirlerle savaşırken yaralanır ve kafirlerin leşinden ateş yakarak keçesinden isli kül yapıp yarasına basarak tedavi olur. Görüldüğü gibi daha o yıllarda halk kendi çaba ve yöntemleriyle hastalıkları tedavi etmeye çalışmıştır. Halk Hekimliği Günümüzde de tıbbın gelişmesine rağmen hâla eski alışkanlıklarını sürdüren, hastalıklarını “atadan görme” şekliyle tedavi eden veya ettiren kesim azımsanmayacak kadar fazladır. Bizim asıl konumuz halk hekimliğinin bir kolu olan ocaklardır. Fakat ocakları ele almadan evvel onunla doğrudan ilgili olan ateş kültü kavramı üzerinde durmak gerekir. Ateş kültü ile ilgili araştırmalarıyla tanınan Hikmet Tanyu, ateşin faziletleri hakkında şu yorumu getirir: “Ateşin kötülükleri giderici, iyileştirici veya önleyici, temizleyici olduğu ve canlılara şifa, sağlık, güç, kuvvet ve bereket, uğur kazandıran bir yönüne inanç bulunmasından başka ürküten, tahrip eden, öldürücü, tahrip edici, dolayısıyla cezalandırıcı bir kuvvete sahip oluşu da ona tazim edilmeye yol açmış, onda insanüstü yüksek bir mahiyet ve karakter görülmüştür.” Eski Anadolu tıbbınde diğer antik kültürlerdekine benzer şekilde (Yunan ve Çin tıbbı)insan vücudunda dört temel unsurun (bk. Humoral 6 Türklerde halk hekimliği ve şamanlık konusunda geniş bilgi için bk., Fuzuli Bayat, Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006. 270 Patoloji Teorisi) bulunduğu kabul edilmektedir. Bunlar; safra, sevdâ, dem ve balgam veya günümüzdeki söyleyişiyle Kan, Sarı safra, Kara safra ve Balgamdır. Ahlat-ı erba’a denilen bu dört unsurdan biri veya birkaçının eksikliği, fazlalılığı hastalığın kaynağıdır. Bu dört unsurdaki dengesizlik psikolojik rahatsızlıkların da kökeninde yatmaktadır. Ahlat-ı erba’adaki dengesizliği anlamak için yani teşhis koymak için hekim nabız teşhisi metodunu kullanır ayrıca hastaya sorular sorulur ve yanıtlara göre bir tedavi tarzı seçilirdi. İslam tıbbı da Antik Yunan’da doğmuş olan bu tıp teorisini büyük ölçüde benimsemiş ve geliştirmiştir. İslam tıp teorisinde Humoral Patoloji Teorisi’nin genel unsurları aşağıdaki 7 çizelgede gösterilmiştir. Dört Unsur Hava Ateş Toprak Su (Anasır-ı Erba’a) Dört Hılt (sıvı) Kan Sarı safra Kara safra Balgam Organı Kalp-Akciğer Karaciğer-Öd Dalak-Mide Beyin Mevsimi İlkbahar Yaz Sonbahar Kış Yaş dönemi Çocukluk Gençlik Erişkinlik İhtiyarlık Fiziksel özelliği Nemli-Sıcak Kuru-Sıcak Kuru-Soğuk Nemli-Soğuk Rengi Kırmızı Sarı Siyah Beyaz Tadı Tatlı Acı Ekşi Tuzlu Zamanı Sabah Öğle İkindi Akşam Karakteri Sıcakkanlı Öfkeli İçine kapanık Soğukkanlı Başak-Aslan- Burcu İkizler-Boğa-Koç Terazi-Akrep-Yay Balık-Kova-Oğlak Yengeç Şehnâz Isfahân Irak Bûselik Hüseynî Uşşâk Musiki Makâmı Rast Hicaz Büzürk Nevâ Zengûle Nevrûz Tedavisi Kuru, Sıcak İlaçlar Nemli, Soğuk ilaçlar Nemli, Sıcak İlaçlar Kuru, Sıcak İlaçlar Bu eserden elde edilecek istifadelerin bence en mühimi, o devirdeki yiyecek, içecek ve giyeceklerin ne olduğunu göstermesidir. Şeyhî’nin eserinde geçen terimler ve onlara ait şiir örnekleri:8 İçecekler: Çeşme suyu, yağmur suyu, buzlu su, kar, sıcak su, sorkun söğüdü suyu, kâşni suyu, sığırdil suyu, hurma şarabı, tatlı nar şarabı, ekşi nar şarabı, tatlı elma şarabı, ekşi elma şarabı, armut şarabı, ayva şarabı, turunç şarabı, 7 Şeyhî’nin bahsettiği Humoral Patoloji Teorisi tablosu şu adresten alınmıştır: https://tr.wikipedia.org/wiki/Geleneksel_Anadolu_Halk_Hekimli%C4%9Fi (30.07.2015). 8 Hasan Âli Yücel’in Kenzü’l-Menâfi’de ele alınan yiyecek, içecek ve giysilerle ilgili sıralaması için bkz. http://www.bilimtarihi.org 271 limon şarabı, bal şerbeti, nilüfer şarabı, sirkencebîn, gülbeşeker, gülâb, sirke, koruk suyu, kımız, koz yağı, badem yağı, susam yağı, zeyt yağı. Şeyhi tarafından açılan alt başlıklara örnek içecekler, giyecekler ve şiirler şöyledir: Dahı yağmur suyında var harâret Göğüs öksürüğüne nef’i vardur Muzırdur germine hamâmın ammâ Sikencebin içerse bî-zarardur [Âb-ı Bârân (Yağmur Suyu): Yağmur suyunda hararet vardır. Göğüsten gelen öksürüğe faydası vardır. Hamamın sıcaklığına zararlıdır. Şayet sirke içilirse zararı olmaz.] Enârın ekşisinin şerbeti serd Bu def eyler gönüller dönmesini Velî eyler kulunç rencin ziyâde Yiyeler zencebîl perverdesini [Ekşi Enâr Şarâbı (Ekşi Nar Şurubu): Ekşi narın şurubu serttir. Gönüllerin dönmesini bu giderir. Fakat kulunç ağrısını daha da artırır. Bunu gidermek için de zencefil yenir.] * Yiyecekler: Boğaça ekmeği, kâk, pirinç ekmeği, senbûse, koyun eti, keçi eti, sığır eti, at eti, buzağı eti, deve eti, ahu eti, tavşan eti, yaban eşeği eti, kuru et, püryan, kebap, koyun başı, koyun gözü, dakal, iç ve kuyruk yağı, koyun paçası, kuş püryanı, beslenmiş kuş eti, tavuk eti, horoz eti, serçe eti, ördek ve kaz eti, bıldırcın ve keklik eti, sülün ve çil kuşu, turna eti, büyük balık eti, hurde balık, tuzlu balık, herise (keşkek), somak, koruk aşı, bozca aşı, nuhut suyu, havuç kalyesi, patlıcan kalyesi, börek tutmaç aşı, sütlü pirinç. Dahı tavşan eti kuru vü ıssı Arıkladır semizliği ider def Virur uyhuya tavşan uyhusunı Ana kişniş üzüm kimyon virür nef’i [Tavşan Eti: Tavşan etinin özelliği kuru ve hararetlidir. Bu eti yiyenler şişmanlıktan zayıflığa döner. Fakat tavşan gibi uyutur. Buna da kişniş üzümü ile kimyon devadır.] Kurıdur ıssıdur gûrun eti hem Anun aşı olur nikrisi dâfi Kavî olursa mide hazm idemez Anunla zencebîl yiye nâfi 272 [Gûr Eti (Yaban Eşeği Eti): Yaban eşeği eti kuru ve hararetlidir. O, nikris hastalığını giderir. Mideye ağır gelip, hazmı zordur. Onun için de zencefil faydalıdır.) * Yemişler: Taze incir, kuru incir, üzüm, tatlı nar, ekşi nar, tatlı elma, ekşi elma, taze hurma, armut, şeftali, ayva, narenç, limon, zerdali, ayva, akdut, karadut, kavun, karpuz, turunç, şahtiyar, badem, ceviz, cevzi hindi, fıstık, hünnap, muz, eriktir. Dahı olmış üzüm de mu’tedildür Derûnı kızdırur koymaz bürûdet Velî tahrik ider renc-i şikemde Yiyeler ıtrafili gide illet [Engûr (Üzüm): Olgunlaşmış üzümün tabiatı normaldir. İçene hararet verip, soğukluk koymaz. Fakat karın ağrısını azdırır. Bunun için de yonca yenirse ağrı gidir.] Sovukdur dahı yaşdur tab’-ı emrûd Söndüre yürekde olsa harâret Velî kemdür bu kulunç zahmetine Yiyeler zencebîli gide illet [Emrûd (Armut): Armutun tabiatı soğuk ve yaştır. Yürekte hararet olursa söndürür. Kulunç zahmetine zararlıdır. Zencefil yenirse, bu hastalık da gider.] * Sebze ve Hububat: Kabak, havuç, şalgam, çüğündür, turp, lahana, patlıcan, sarımsak soğan, marul, kereviz, kâsini, ıspanak, pırasa, turakotu, tarhun, nane, pirinç, nuhut, burçak, buğday, mercimek, bakla, börülce. Soğanın tabiatı ıssı vü kurıdur İder sulardan ol def-i mazarrât Velî peydâ olur derd-i ser andan Fesâdın yağ alup def ola illet [Soğan: Soğanın tabiatı sıcak ve kurudur. Beden suyundan hastalıkları giderir. Fakat ondan dolayı baş ağrısı meydana gelir. Bu illeti de yağ ile gidermek mümkündür.] Kerefisin tabiatı ıssı vü kurıdur Dağıdur süddeyi eyler küşâde Velî gâyetde kemdür ol sadağa 273 Marul ıslâh idüp iyler fâide [Kerefis (Kereviz): Kerevit tabiatı sıcak ve kurudur. Tutkunluğu açıp, dağıtır. Zayıflığa kötü gelir. Marul bunu düzeltip, iyileştirir.] * Tatlılar: Bal, şeker ve kand, nebat şekeri, bal helvası, pekmez helvası, palûze, kadayıf, erişte. Kurıdur ıssıdur balın mizâcı Lisânın etlerine nef’i kat kat Velî safra olur andan ziyâde İder bu mastakı def-i mazarrât [Bal: Balın özelliği kuru ve sıcak olmasıdır. Dil etlerine kat kat faydası vardır. Fakat safrayı artırır. Bu zararını da sakız giderir.] Dahı halvâ-yı bekmez ıssı ve yaş Bu oldı öksürük rencini dâfi Velî var mideye anun fesâdı Koruk yirlerse olur ana nâfi [Pekmez Helvası: Pekmez helvasının tabiatı sıcak ve yaştır. Öksürük hastalığını giderir. Fakat mideye de zararı vardır. Koruk yenirse, o da faydalıdır.] * Peynir ve Yoğurtlar: Taze peynir, kuru peynir, süzme yoğurt, ekşi yoğurt. Kurı peynir mizâcı kurı ıssı Anun ishâle vardur gerçi nâfi Mesâne kumunı peydâ ider lîk Olu bu cüz’î et yimekle def’i [Kuru Peynir: Onun mizacı kuru ve sıcaktır. Onun ishale çok faydası vardır. Mesane kumunu ortaya çıkarır. Bu da biraz et yemekle giderilir.] Yoğurdun süzmesi hem mu’tedildür Göğüse öykene bu hoş şifâdur Halel virür velî hummaya Ana kişniş üzüm tâze devâdur [Süzme Yoğurt: Süzme yoğurdun tabiatı mutedildir. Göğüse ve öksürüğe faydalıdır. Fakat ateşli hastalıklara zararlıdır. Onu gidermek için ise, kişniş üzümü yenir.] 274 * Kokular: Menekşe, nergis, kırmızı gül, susam, sandal, ödağacı, kâfûr, misk, amber. Kohusı sûsenün ıssı vü yaşdur Dimâğa tîz giçer kohusı anun Velî baş ağrısın eyler ziyâde Süre sandal devâsın eyler ânun [Sûsen (Zambak): Zambak kokusunun tabiatı sıcak ve yaştır. Onun kokusu dimağa çabuk geçer. Fakat baş ağrısını artırır. O durumda sandal ağacı kokusu kullanılır.] Kohusı anberün ıssı vü yaşdur Dimâğ u dil bulur bûyıyla kuvvet Muzırdur safravî olan mizâca Gider bû-yı hıyar ile mazarrat [Anber Kokusu: Anber kokusunun tabiatı sıcak ve yaştır. Gönüle ve dimağa kuvvet verir. Safrası olanlara zararlıdır. Bu rahatsızlık da hıyar kokusu ile giderilir.] * Hava ve Mevsimler: Hamam havası, bahar havası, yaz havası, güz havası, kış havası. Hevâsı nev-bahârun ıssı vü yaş Bu faslun cümleye yarar hevâsı Muzırdur safravî olan mizâca Müleyyin şerbet iledür devâsı [Fasl-ı Bahâr (İlkbahar Havası): İlkbaharın havası sıcak ve yaştır. Bunun havası herkes için faydalıdır. Safra rahatsızlığı olanlar için zararlıdır. Yumuşatıcı şerbet ile o da giderilir.] Hevâ-yı fasl-ı kış yaşdur soğukdur Gelür bundan ziyâde hazma kuvvet Velî ahlat u safraâ balgam artar Giye penbe kabâ gidince şiddet [Fasl-ı Kış (Kış Mevsimi): Kış mevsiminin havası yaş ve soğuktur. Bu mevsimde hazma kuvvet gelir. Fakat vücutta safra, balgam ve rahatsızlık artar. Kış geçinceye kadar pamuklu ve kaba giyilmelidir.] 275 * Giyecekler: İbrişim, elbise, bez kaftan, keten elbise, ipek elbise, serasker elbise, samur kürk, kakım ve sincap kürk. Latîf ıssıdur ibrişim mizâcı Semirdür bu teni lâgar olanı Za’îf eyler deriyi kıl âlâci Ko penbe altına dikdir giy ânı [İbrişîm (İpek): İpekli elbisenin karakteri, yumuşak ve sıcaktır. Zayıf ve cılız olan vücutları sarar. Deriyi zayıflatıp, allerji yapar. Onun için altına pamuktan giysi diktir.] Kurıdur ıssıdur samur kürki Hannâka rencin bu hoş ider def’i Velî virür mizâca bu kusûrı Harîr altına giyseler virür nef’i [Semmûr Kürk (Samur Kürk): Samur kürkü, kuru ve sıcaktır. Boğmaca hastalığına iyi gelir. Fakat mizaca bir kusuru vardır. Samur kürkün altından ipek giyilirse faydalı olur.] Şeyhî’nin Kenzü’l-Menâfi adlı eseri, yaşadığı devir anlayışına göre hangi bitkilerin, hangi havanın ve hangi yiyecek ile içeceğin faydalı veya zararlı olabileceğini şiir şeklinde anlattığı eseridir. Örnek şiirlerin verildiği bu risalede geleneksel anlayışın ve tıbbî uygulamaların önemli bir yeri vardır. Germiyan beylerine ve Osmanlı sultanlarına musahiblik, tabiblik, şairlik yapan ve attar dükkânında yaptığı ilaçları da halka satan Şeyhî, her yönüyle hakîm, zarif ve ilginç bir kişiliğe sahiptir. KAYNAKÇA Ali Günhan, Şeyhî’nin Kenzü’l-Menafi Tıp Risalesi, Kütahya Belediyesi Kültür Yayınları, Kütahya, 2011. Ali Haydar Bayat, “Osmanlı Tıbbında Cinsellik ve Ali Bin İshak’ın Bahnamesi”, 2004. Ali Nihat Tarlan, Şeyhî Divanı’nı Tetkik, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993. Faruk Kadri Timurtaş, “Şeyhî’nin Eserleri”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c.II, s.99-108, İstanbul, 1961. Faruk Kadri Timurtaş, Şeyhî ve Husrev ü Şirîn’i, İstanbul, 1980. Fuzuli Bayat, Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006. Halit Biltekin, “Şeyhî”, DİA, c.39, s.80-82. 276 Hasan Âli Yücel, Bir Türk Hekimi ve Tıbba Dair Manzum Bir Eseri, İstanbul, Devlet Basımevi, 1937, 20+4 (tıpkıbasım). https://tr.wikipedia.org/wiki/Geleneksel_Anadolu_Halk_Hekimli%C4%9Fi Latifî Tezkiresi, İkdam Matbaası, İstanbul, 1314, s.295-297. Şeyhi Divanı, (Hazırlayan) Mustafa İsen, Akçağ Yayınları, Ankara, 1990. Şeyhî, Divan, Süleymaniye Hacı Mahmud Kütüphanesi, No.3298. 277